Swanlarin Tarafi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 440

Marcel Proust

K ay» Jjm am n İzinde

5W'SLLl lann en > ;~tn 1 n


¿Ilaii
Çeviren: Roza Hakmen
Kayıp Zamanın İzinde
SWANN'LARIN TARAFI

M arcel Proust 10 Tem m uz 1871'de A uteuil'de doğ du . Bütün y aşa-


mını etkileyecek astım krizlerinin ilkini 1881'de geçirdi. 1890'da
H uk uk Fakültesi'ne ve Siyasal Bilgiler O kulu'na kaydoldu. Aynı yıl
M aupassant'la tanıştı. A rkadaşlarıyla birlikte Le Banquet yayınlarını
ku rdu; bu rada edebiyat eleştirileri yayım ladı. 1893'te, Swann ın B ir
Aşfcı'nın "esk iz i" olabilecek nitelikte bir metin yazdı. 1894'te D rey-
fu s olayı başladı. Marcel Proust, bab asıyla birlikte, D reyfus yanlıla-
rı arasınd a yer aldı. 1895'te felsefe lisansı diplom asını aldı. 1898'te
D reyfus olayı büyüdü. Aynı yıl Z ola'nın "J'accu se" adlı açık m ektu-
bu L'Aurore gazetesinde yayım landı. Proust 1908'de bü yü k yapıtını
(Kayıp Zamanın izinde) yazm aya koyuld u. 1914'te Guermantes Tara-
f ı'n ı G rasset'ye hazırlam aya başlad ı. 30 K asım 1918'de Çiçek Açmış
Genç Kızların Gölgesinde yayım landı. 10 A ralık 1919'da bu kitap
G oncourt ödülü aldı. 30 N isan 1921'de Guermantes Tarafı II ile
Sodom ve Gomorra yayım landı. Aynı yıl Proust G allim ard'a Sodom ve
Gomorra II ile Sodom ff/'ün elyazm alarını verdi. 1922'de Mahpus ile
Kaçak (Sodom III) daktiloya çekilm eye başlandı. Proust, Ekim ayı b a-
şınd a bir bronşit krizi geçirdi, bunu zatürree izledi. Yazar, 18
E kim 'de öldü.

R oza H akm en 1956'da İzm ir'de d o ğd u . 1974'te İzmir Am erikan


K ız K oleji'ni, 1979'da O DTÜ Ekonom i Bölüm ü'nü bitirdi.
B aşlıca çevirileri: Ernest H em ingway, Çanlar Kimin için Çalıyor;
M ario V argas Llosa, Kent ve Köpekler; N ina Berberova, Eşlik Eden:
Soneçka Antonovskaya; Juan Benet, M adrid'de Sonbahar; O scar Wilde,
De Profundis; M arguerite D uras, M a vi Gözler Siyah Saçlar; Anthony
Burgess, Bir Elin Sesi Var; Carson M cCullers, Yelkovansız Saat; Tama
Janow itz, N ew York Köleleri; Mircea Eliade, Matmazel Christina; Anne
Rice, Vampirle Konuşma; M iguel de Cervantes Saaved ra, Don Quijo-
te; Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Guermantes
Tarafı, Sodom ve Gomorra, Sw an n’larin Tarafı.
Marcel Proust'un
YKY'deki kitapları:

Kayıp Zamanın İzinde:


Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde (1996)
Guermantes Tarafı (1997)
Sodom ve Gomorra (1997)
SvvannTarın Tarafı (1999)
Mahpus (çıkacak)
Kaçak (çıkacak)
Yakalanan Zaman (çıkacak)
MARCEL PROUST

Kayıp Zamanın İzinde _


Swann'larm Tarafı
b ir in c i. E i İ cl /

ÇEVİREN:
ROZA HAKM EN

ROMAN

ODO
İSTANBUL
Yapı Kredi Yayınlan
Edebiyat - 312

Kayıp Zamanın İzinde - Svvann'lann Tarafı / Marcel Proust


Fransızcadan çeviren: Roza Hakmen
Şiir çevirileri: Ahmet Güntan
Redaksiyon: Mehmet Rifat

Kitap Editörü: Elif Gökteke


Düzelti: Alev Özgüner

Genel Tasanm: Faruk Ulay


Kapak Tasarımı: Nahide Dikel
Baskı: Şefik Matbaası

Fransızca ilk baskı: Du côté de chez Swann, Grasset, 1913


Çeviriye temel alınan baskı: A la recherche du temps perdu I - Du côté de chez Swann,
Éditions Gallimard, 1954
1. Baskı: Istanbul, Nisan 1999
2. Baskı: Istanbul, Haziran 2000
ISBN 975-363-910-4

© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 1999


© Éditions Gallimard, 1954

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


Yapı Kredi Kültür Merkezi
İstiklal Caddesi No. 285 Beyoğlu 80050 İstanbul
Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23
http://www.ykykultur.com.tr
http://w ww.shop.superonline.com/yky
e-posta: ykkultur@ykykultur.com.tr
Sayın Gaston Calmette'e

Derin ve içten minnetimin


ifadesidir.

Marcel Proust
b ir in c i b o l u m
Combray

Uzun zaman, geceleri erkenden yattım. Bazen, daha mumu


söndürür söndürmez, gözlerim o kadar çabuk kapanıverirdi ki,
"uykuya dalıyorum " diye düşünmeye zaman bulamazdım.
Aradan yarım saat geçtikten sonra da, artık uykuya geçme vak-
ti geldiği düşüncesiyle uyanırdım; hâlâ elimde zannettiğim ki-
tabı bırakıp ışığımı söndürmek isterdim; az önce okuduklarım
hakkında fikir yürütmeye, uyurken de devam ederdim, ama fi-
kirlerim biraz farklı bir seyir izlerdi; kitapta sözü edilen şey,
benmişim gibi gelirdi bana; bu bir kilise de olabilirdi, bir dörtlü
de, I. François'yla Şarlken arasındaki rekabet de. Bu sanı, uya-
nışımdan sonraki birkaç saniye boyunca da varlığını sürdürür-
dü; mantığıma aykırı düşmez, ama gözlerime çekilmiş bir per-
de gibi, mumun artık yanmadığını fark etmemi engellerdi. Ar-
dından da, önceki hayatta var olan düşüncelerin ruhgöçünden
sonra bilinmez olması gibi, benim için anlaşılmaz bir hale gel-
meye başlardı; kitabın konusu benden kopardı, onu düşünüp
düşünmemekte serbest olurdum; aynı anda, görme duyuma
kavuşur, etrafımda, gözlerimi, belki daha çok da zihnimi din-
lendiren, hoş bir karanlık bulunca çok şaşırırdım; zihnim bu
karanlığı sebepsiz, anlaşılmaz, gerçekten karanlık bir şey olarak
algılardı. Saatin kaç olduğunu merak ederdim; uzaktan
duyduğum tren düdükleri, tıpkı bir ormanda öten kuşlar gibi,
mesafeleri vurgular, ıssız kırların enginliğini betimlerdi, kırın

9
ortasında, yakındaki istasyona doğru hızlı hızlı ilerleyen yol-
cuyu hayal eder, yeni yerlere, alışılmadık hareketlere, az önceki
sohbete, kendisine gecenin sessizliğinde hâlâ eşlik eden, yaban-
cı lambanın altındaki vedalaşmalara ve yakında yaşayacağı dö-
nüş huzuruna borçlu olduğu heyecan sayesinde, izlediği bu
küçük yolun, hafızasına nakşolacağını düşünürdüm.
Yanağımı, bir şefkat duygusuyla, yastığın, tıpkı çocukluğu-
muzdaki yanaklar gibi tombul ve körpe olan güzel yanaklarına
gömerdim. Saatime bakmak için bir kibrit çakardım. Neredeyse
geceyarısı. Mecburen seyahate çıkıp geceyi bilmediği bir otelde
geçirmek zorunda kalan hastanın, bir nöbetle uyandığı ve kapı-
nın altındaki ışık huzmesini görerek sevindiği an. Ne mutluluk,
sabah olmuş bile! Hizmetkârlar az sonra kalkar, zili çaldığında
imdadına gelirler. Acılarının dineceği umudu, ıstırabına katlan-
ma metaneti verir hastaya. İşte, ayak sesleri duymaktadır; ses-
ler yaklaşır, sonra uzaklaşır. Kapının altındaki ışık huzmesi yok
olmuştur. Saat geceyarısıdır; havagazını kapatmışlardır; son
hizmetkâr da gitmiştir ve bütün gece çaresiz ıstırap çekmesi ge-
rekecektir.
Tekrar uykuya dalardım, ara sıra, bir iki saniyeliğine, doğ-
ramaların canlıymışçasına çıtırdamasını işitecek kadar, gözleri-
mi açıp karanlığın kaleidoskopuna bakacak kadar, anlık bir bi-
linç ışıltısı sayesinde, eşyaları, odayı ve benim yalnızca küçü-
cük bir parçası olduğum ve duyumsuzluğuna hemen dönüver-
diğim bütünü sarmalayan uykunun tadına varmaya ancak ye-
tecek kadar kısa sürelerle uyanırdım. Bazen de uykumda zah-
metsizce, hayatımın ilk yıllarına, sonsuza dek geçmişte kalacak
bir yaşa döner, çocukça korkularımdan birini, mesela -benim
için yeni bir dönemin başlangıcını simgeleyen- saçlarımın ke-
sildiği güne kadar yaşadığım bir korkuyu, büyükamcamın
buklelerimi çekmesi korkusunu tekrar yaşardım. Uyurken saç-
larımın kesildiğini unutmuş olur, büyükamcamdan kurtulabil-
mek için uyanmayı başardığım an, derhal hatırlardım, ama rü-
yalar âlemine geri dönmeden önce tedbirimi alıp başımı sımsı-
kı yastığıma gömerdim.
Bazen, uykumda, bacağımın ters bir duruşundan, Adem'in
kaburgasından Havva'nın doğuşu gibi, bir kadın doğardı. Tat-

10
mak üzere olduğum hazzı, bana, hazdan vücut bulmuş olan bu
kadının sunduğunu zannederdim. Sıcaklığımı onun bedeninde
hisseden bedenim onunla birleşmek isterdi, uyanırdım. Yanın-
dan henüz bir iki saniye önce ayrıldığım bu kadınla karşılaştı-
rınca, diğer insanlar bana pek uzak gelirdi; yanağımda öpücü-
ğünün sıcaklığını hissederdim, vücudum onun ağırlığı altında
ezilmiş olurdu. Bu kadın, bazı defalar olduğu gibi, hayatta da
tanımış olduğum bir kadının hatlarına sahipse eğer, bütün ben-
liğimle tek bir amaca, tıpkı arzuladıkları bir şehri gözleriyle
görmek için seyahate çıkan ve hayalin büyüsünü gerçeklikte ta-
dabileceklerini zanneden insanlar gibi, ona kavuşmaya hasre-
derdim kendimi. Hatırası yavaş yavaş silinirdi, rüyamdaki kızı
unuturdum.
Uyuyan kişi, saatlerin akışından, yılların ve dünyaların sı-
ralanmasından oluşan bir halkayla çevrelenmiştir. Uyanırken,
içgüdüsel olarak bunlara başvurup yeryüzünün hangi nokta-
sında olduğunu, uykuya daldığından beri ne kadar zaman geç-
miş olduğunu bir çırpıda okuyuverir; ne var ki sıralamalarda
karışıklıklar, kopukluklar olması mümkündür. Gece uykusuz-
luk çekip sabaha karşı, alışılmışın çok dışında bir pozisyonda,
elinde kitabıyla uyuyakalmışsa mesela, havada kalmış olan ko-
lu, güneşi durdurup geriletmeye yeter, uyandığı anda, saati bi-
lemez, az önce yattığını zanneder. Daha da ters ve farklı bir ko-
numda, mesela akşam yemeğinden sonra bir koltukta oturur
halde uyuklarsa, o zaman yörüngesinden çıkan dünyalar iyice
allak bullak olacak, sihirli koltuk zamanda ve uzayda son sürat
dolaştıracaktır kendisini; gözlerini açtığı an, birkaç ay önce,
başka bir ülkede yatmış olduğunu zannedecektir. Ama benim
kendi yatağımda bile, zihnimi tamamen gevşeten derin bir uy-
kuya dalmam, zihnimi yattığım mekânın düzleminden kopar-
maya yeterdi, gecenin ortasında uyandığım zaman, nerede ol-
duğumu hatırlamadığım için, ilk anda kim olduğumu dahi bil-
mezdim; en ilkel, en basit şekliyle, belki bir hayvanın içinde kı-
pırdadığı şekliyle, varoluş hissini taşırdım sadece; bir mağara
adamından daha âciz olurdum; ama sonra, hatıra denen şey
-henüz bulunduğum yerin hatırası değilse de, daha önce yaşa-
dığım ve şimdi de içinde bulunabileceğim yerlerden birkaçının

11
hatırası- kendi başıma içinden çıkamayacağım bu boşluktan
beni çekip almak üzere gökyüzünden uzatılmış bir yardım eli
gibi, bana geri dönerdi; uygarlığın asırlarını bir saniyede aşıve-
rirdim, petrol lambalarının, ardından devrik yakalı gömleklerin
hayal meyal görünen bulanık suretleri, benliğimin esas özellik-
lerini yavaş yavaş tekrar bir araya getirirdi.
Çevremizdeki nesnelerin durağanlığı, bu nesnelerin başka
nesneler değil de, onlar olduklarından emin olmamızın, yani
düşüncemizin onların karşısında durağan olmasının zorunlu
bir sonucudur belki de. Ne olursa olsun, şurası bir gerçek ki, bu
şekilde uyandığım zamanlar, zihnim nerede olduğumu anlaya-
bilmek için boş yere çırpınır, nesneler, ülkeler, yıllar, her şey et-
rafımdaki karanlığın içinde döner dururdu. Kıpırdayamayacak
kadar uyuşmuş olan bedenim, yorgunluğunun aldığı şekilden
yola çıkarak uzuvlarının konumunu saptamaya çalışır, buna
göre, duvarın yönünü, eşyaların yerlerini anlamaya, içinde bu-
lunduğu odayı yeniden oluşturmaya, isimlendirmeye çabalar-
dı. Bedenimin hafızası, kaburgalarının, dizlerinin, omuzlarının
hafızası, yatmış olduğu birçok odayı art arda sunardı kendisi-
ne; bu arada, hayal edilen odanın şekline bağlı olarak yer de-
ğiştiren görünmez duvarlar, zifirî karanlıkta fırıldak gibi döner-
di. Zamanların ve şekillerin eşiğinde duraksayan zihnim, he-
nüz ayrıntıları yan yana getirip odayı tanıyamamışken, bede-
nim, tek tek her odayla ilgili olarak, yatağın türünü, kapıların
yerini, pencerelerin ışık alma durumunu, bir koridor olup ol-
madığını, ayrıca o odada uykuya dalarken aklımdan geçen ve
uyandığımda tekrar aklıma gelen düşünceleri hatırlardı. Yönü-
nü tahmin etmeye çalışan, uyuşmuş tarafım, kendisini mesela
tepesi sayvanlı, büyük bir yatağa, duvara dönük olarak uzan-
mış hayal ederdi; bunun üzerine derhal, "Şu işe bak, annem ba-
na iyi geceler demeye gelmediği halde, uyuyakalmışım sonun-
da," diye düşünür, yıllar önce ölmüş olan büyükbabamın sayfi-
yedeki evinde zannederdim kendimi; zihnimin katiyen unut-
mamış olması gereken bir geçmişin vefalı bekçileri olan bede-
nim ve üstüne yatmış olduğum tarafım, büyükbabamların
Combray'deki evinde, yattığım odanın, tavana ince zincirlerle
asılı, kavanoz biçimli, Bohemya işi camdan idare lambasının

12
alevini, Siena mermerinden şöminesini hatırlatırdı bana, o anda
tam olarak gözümde canlandıramamakla birlikte şimdiki za-
man zannettiğim, az sonra tamamen uyandığımda daha net
olarak göreceğim o çok eski günlerdeki halleriyle hatırlardım
hepsini.
Sonra başka bir pozisyonun hatırası canlanır, duvar farklı
bir yöne kaçıverirdi: Mme de Saint-Loup'nun sayfiye evindeki
odamda olurdum; aman Tanrım, saat en aşağı on olmalı, akşam
yemeğini bitirmişlerdir! Her akşam, Mme de Saint-Loup'yla
mutat gezintimizden döndüğümde, frakımı giymeden önce
yaptığım şekerlemeyi bu kez fazla uzatmışım. Öğle sonrası ge-
zintisinden en geç dönüşlerimizde bile, penceremin camında
günbatımının kızıl yansımalarını gördüğüm Combray günle-
rinden bu yana yıllar geçmiştir çünkü. Mme de Saint-Loup'nun
Tansonville'deki evinde başka türlü bir hayat sürülmektedir,
sadece geceleri dışarı çıkmaktan, bir zamanlar güneşte oyun
oynadığım yollarda şimdi ay ışığında yürümekten, başka türlü
bir zevk almaktayımdır; akşam yemeği için giyinmeden önce
uykuya daldığımı zannettiğim oda, gezintiden dönerken, uzak-
tan, gecenin içindeki tek fener olan lambanın ışığıyla aydınlan-
mış halde gördüğüm odadır.
Bu fırıl fırıl dönen, karışık hatıralar, en fazla birkaç saniye
sürerdi daima; çoğunlukla, bulunduğum yer konusundaki kısa
tereddüdüm sırasında, tıpkı koşan bir atı izlerken, kinetosko-
pun bize gösterdiği, birbirini izleyen pozisyonları tek tek ayıra-
mayışımız gibi, bu belirsizliği oluşturan çeşitli tahminleri birbi-
rinden ayıramazdım. Ama hayatım boyunca yatüğım odaların
kâh birini, kâh başkasını görmüş olur, uyandıktan sonra daldı-
ğım uzun tahayyüllerde de, tek tek bütün odaları hatırlardım:
yatarken, yastığın bir köşesi, yorganın üst kısmı, bir şalın ucu,
yatağın kenarı ve Débats Roses'un bir sayısı gibi, birbiriyle son
derece ilgisiz şeylerle yaptığımız, kuşların tekniğiyle, uzun süre
bastırarak adeta perçinlediğimiz bir yuvaya başımızı gömdü-
ğümüz kış odaları; buz gibi havalarda, (yuvalarını bir yeraltı
geçidinin dibine, sıcak toprağın içine kuran denizkırlangıçları
gibi) dışarıdan kopuk olmanın hazzını yaşadığımız, şöminede-
ki ateş bütün gece yandığı için, birden alevlenen kor parıltıları-

13
nın delip geçtiği, kocaman bir sıcak ve dumanlı hava örtüsüyle
sarmalanmış, elle tutulamayan bir girintinin, odanın ortasına
oyulmuş sıcak bir mağaranın içinde, ısı sınırları değişken olan,
köşelerden, pencereye yakın veya şömineye uzak, soğumuş
bölgelerden esip yüzümüzü serinleten esintilerle havalanan bir
sıcak hava kuşağında uyuduğumuz odalar -aralık panjurlara
yaslanmış ay ışığının büyülü merdivenini yatağın ayak ucuna
kadar uzattığı, bir ışının ucunda, esintiyle sallanan baştankara
gibi, neredeyse açık havada uyuduğumuz, ılık geceyle birleş-
miş olmaktan hoşlandığımız yaz odaları- bazen, ilk gece bile
içinde fazla bedbaht olmadığım, tavanı tutan ince, hafif sütun-
ları zarafetle birbirinden uzaklaşarak yatağın yerini tayin eden
o neşeli, XVI. Louis üslubu oda; -bazen aksine, tavanı normal
bir tavanın iki katı yüksekliğindeki, piramit biçimli, kısmen
maunla kaplanmış küçük oda: daha ilk andan itibaren, yabancı
vetiver kokusuyla manen zehirlendiğim, mor perdelerin düş-
manlığından ve ben orada yokmuşum gibi bağıra çağıra geve-
zelik eden duvar saatinin küstahça umursamazlığından hiç
kuşku duymadığım; bir köşesini verevine kesen, dörtköşe,
ayaklı, garip ve acımasız aynanın, alışılmış görüş alanımın yu-
muşak bütünlüğünde kendine beklenmedik, çıplak bir yer açtı-
ğı; zihnimin, şekline tam olarak kendini uydurabilmek, bu dev
huniyi tepesine kadar doldurabilmek için, saatler boyunca par-
çalanmaya, kendini yukarı doğru uzatmaya çabalayarak gece-
ler boyunca azap çektiği; benimse, gözlerim tavanda, kulağım
kaygılar içinde, burnum huysuzlanarak, kalbim çarparak yata-
ğımda uzandığım ve sonunda alışkanlığın, perdelerin rengini
değiştirdiği, saati susturduğu, eğik ve zalim aynaya merhamet
etmeyi öğrettiği, vetiver kokusunu tam olarak kovamasa da
gizlediği ve tavanı adamakıllı alçalttığı o küçük oda. Alışkan-
lık! Zihnimizin haftalar boyunca geçici bir düzende azap çek-
mesine göz yuman alışkanlık, ama o olmasa, kendi imkânlarıy-
la sınırlı kalan zihnimizin, bize içinde yaşanabilecek bir barınak
sunamayacağı için, her şeye rağmen bulduğu zaman sevindiği,
o becerikli ama ağırkanlı düzenleyici!
Şüphesiz artık iyice uyanmış olurdum, bedenim son bir
kez dönmüş, iyilik meleği kesin bilgi, etrafımda dönüp duran

14
eşyaları durdurmuş, beni kendi odamda, yorganın altına yatır-
mış ve komodinimi, yazı masamı, şöminemi, sokağa bakan
pencereyi ve iki kapıyı, aşağı yukarı doğru yerlerine koymuş
olurdu. Ama uyanıştaki cehaletin, bir anda net bir görüntüleri-
ni sunmasa da en azından var olmaları ihtimaline inandırdığı
odalarda bulunmadığımı ne kadar bilsem de, hafızam harekete
geçirilmiş olurdu bir kez; hemen uykuya dönmeye çalışmaz-
dım genellikle; gecenin büyük bölümünü, bir zamanlar
Combray'de, büyükhalamın evinde, Balbec'te, Paris'te, Don-
cieres'de, Venedik'te ve daha başka yerlerde yaşadığımız haya-
tı, mekânları, orada tanıdığım insanları, onlara ilişkin kendi
gözlemlerimi ve başkalarının anlattıklarını hatırlamakla geçirir-
dim.

Combray'de her akşamüstü, annemden ve büyükannem-


den ayrılıp uyuyam adan yatmak zorunda kalacağım saatten
çok önce, yatak odam, kaygılarımın sabit ve sancılı odağı hali-
ne gelirdi. Beni fazlasıyla bedbaht gördükleri akşamlar, eğlene-
yim diye akşam yemeğinden önce lambamın üzerine bir sihirli
fener takmayı âdet edinmişlerdi; bu fener, gotik çağın en önde
gelen mimarlarının ve cam ustalarının yaptığı gibi, donuk du-
varları canlandırıyor, titrek ve anlık bir vitrayı andıran, efsane-
lerin anlatıldığı, elle tutulamayan harelenmelerle, rengârenk,
doğaüstü görüntülerle dolduruyordu. Ama bu, benim üzüntü-
mü artırmaktan başka işe yaramıyordu, çünkü o değişik ışık bi-
le, yatma işkencesinin dışında odama tahammül edebilmemi
sağlayan alışkanlığı yok ediyordu. Artık odamı tanıyamıyor,
trenden inip ilk kez gittiğim bir otel veya "şale" odasındaymı-
şım gibi tedirgin oluyordum.
Golo, kafasında kötü emellerle, kesik kesik hareketlerle
ilerleyen atının üzerinde, bir tepenin yamacında yer alan koyu
yeşil, kadifemsi, üçgen korudan çıkar, sıçraya sıçraya zavallı
Brabant'lı Genoveva'nın şatosuna doğru yol alırdı. Şato, fene-
rin oluklarına sürülen çerçeve içindeki oval camın şekline uya-
cak biçimde yuvarlak kesilmişti. Görünen şey, şatonun duvarı-
nın bir parçasıydı sadece, önünde de, Genoveva'nın, belinde
mavi kemeriyle hayallere dalmış olduğu geniş bir fundalık var-

15
dı. Şatoyla fundalık sarıydı, ama ben onları görmeden de ne
renk olduklarını biliyordum, çünkü çerçevenin içindeki cam-
dan önce, Brabant isminin altın parıltılı esmer tınısı, renklerini
açıkça göstermişti bana. Golo bir an durur, büyükhalamın yük-
sek sesle okuduğu hikâyeyi üzgün üzgün dinler, gayet iyi anlı-
yormuş gibi gözükür, ihtişamdan yoksun sayılamayacak bir
uysallıkla, hareketlerini metinde verilen bilgilere uydururdu;
sonra da, aynı kesik kesik hareketlerle uzaklaşırdı. Atının üze-
rindeki ağır ilerleyişini hiçbir şey durduramazdı. Fener yerin-
den kıpırdatılsa da, Golo'nun atının, penceredeki perdelerin
üzerinde ilerlemeye devam ettiğini, perdenin kıvrımlarıyla şi-
şip aralıklarına battığını görürdüm. Golo'nun, atı kadar doğa-
üstü yaradılıştaki kendi bedeni de, karşısına çıkan bütün mad-
di engelleri, yolunu kesen nesneleri kendi kemik yapısına katıp
içselleştirerek, hepsinin üstesinden gelirdi; hattâ kapı tokmağı-
na bile rastlasa, kırmızı giysisi veya hep aynı asaleti ve hüznü
koruyan, ama bu omurga naklinden ötürü en ufak bir şaşkınlık
belirtisi göstermeyen solgun çehresi, derhal kapı tokmağının
üzerine yerleşir, her zamanki yenilmezliğiyle üstünden kayıp
geçerdi.
Merovenjler döneminden çıkıp gelmiş duygusu veren ve
böylesine eski bir tarihin yansımalarını etrafımda dolaştıran bu
parıltılı görüntülerde bir büyü buluyordum elbette. Bununla
birlikte, zaman içinde kendi benliğimle doldurduğum, benli-
ğim gibi ona da herhangi bir dikkat göstermediğim bir odaya
esrarın ve güzelliğin böyle zorla girmesinin beni ne kadar hu-
zursuz ettiğini anlatmam mümkün değildir. Alışkanlığın uyuş-
turucu etkisi ortadan kalkınca, son derece hüzünlü faaliyetlere
girişiyor, yani düşünmeye, hissetmeye koyuluyordum. Kullanı-
mı benim için neredeyse içgüdüsel hale gelmiş olan, sanki ben
çevirmeden, kendi kendine çalışıyormuş hissi veren ve bu yüz-
den de benim gözümde dünyanın diğer bütün kapı tokmakla-
rından farklı olan odamın kapı tokmağı, bir de bakıyordum,
Golo'ya aura işlevi görüyordu. Akşam yemeğinin hazır oldu-
ğunu haber veren zil çalar çalmaz, Golo'yu ve Mavi Sakal'ı hiç
bilmeyen, buna karşılık annemle babama ve sığır haşlamasına
aşina olan iri avizenin mutat ışığını yaydığı yemek odasına ko-

16
şuyor, Brabant'lı Genoveva'nın bahtsızlıkları yüzünden benim
için daha da değerli hale gelmiş olan annemin kollarına atıyor-
dum kendimi; bu arada Golo'nun işlediği suçlar, benim kendi
vicdanımı daha bir titizlikle incelememe sebep oluyordu.
Akşam yemeğinden az sonra, annem, hava güzelse bahçe-
de, kötüyse herkesin çekildiği küçük salonda kalıp ötekilerle
sohbet ederken, ben annemden ayrılmak zorundaydım maale-
sef. Kötü havalarda herkes içeri girer, bir tek büyükannem dışa-
rıda kalırdı, çünkü büyükannem, "sayfiyede evin içine tıkılma-
yı günah" addeder, çok yağmurlu günlerde dışarıda durmama
izin vermeyip beni kitap okumaya odama gönderdiği için ba-
bamla sürekli tartışırdı. "Çocuğu gürbüz ve enerjik hale getir-
menin yolu bu değil," derdi hüzünle, "üstelik bu yavrucağın
hem bedenini, hem de iradesini güçlendirmesi gerekiyor." Ba-
bam omuz silkip barometreyi incelerdi, çünkü meteorolojiden
hoşlanırdı; babamı rahatsız etmemek için gürültü yapmam aya
çalışan annemse, şefkatli bir saygıyla ona bakar, ama babamın
üstünlüklerinin esrarına nüfuz etmek istemediğinden, bu ba-
kışları çok da fazla uzatmazdı. Oysa büyükannemi, her havada,
hattâ yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı, Françoise'm,
kıymetli hasır koltuklan, ıslanmasınlar diye alelacele içeri aldı-
ğı zamanlarda bile, yağmurun dövdüğü bomboş bahçede, alnı
rüzgârın ve yağmurun sağlıklı etkisine iyice açık olsun diye da-
ğılmış ak saçlarını geriye atarken görmek mümkündü. "Niha-
yet bir nefes alabiliyoruz!" diyerek -babamın sabahtan beri ha-
va düzelecek mi diye sorduğu, tabiat duygusundan yoksun ye-
ni bahçıvanın, büyükannemin zevkine göre fazlasıyla simetrik
olarak düzenlediği- iki yanı ağaçlı, ıslak yollarda heyecanlı, ke-
sik kesik, küçük adımlarla ilerlerdi; yürüyüş ritmini belirleyen
şey, koyu mor renkli eteğini baştan aşağı lekeleyip her yağm ur-
dan sonra oda hizmetçisini umutsuzluğa düşüren çamurdan
korunmak gibi, asla aklına gelmeyen bir kaygı değildi katiyen,
fırtına sarhoşluğunun, sağlıklı yaşamanın öneminin, benim ap-
talca eğitimimin ve bahçedeki simetrinin ruhunda yarattığı çe-
şitli çalkantılardı.
Büyükannemin bu bahçe turları akşam yemeğinden sonra
gerçekleştiğinde, bir tek şey, onu içeri girmeye ikna ederdi; o

17
da, -dönüp dolaşıp, düzenli aralıklarla, bir böcek gibi, içkilerin
oyun masasının üzerine dizilmiş olduğu küçük salonu aydınla-
tan ışıkların karşısına geldiği anların birinde- büyükhalamın,
kendisine, "Bathilde! Gel de kocanın konyak içmesine engel
ol!" diye seslenmesiydi. Büyükhalam, büyükannemi kızdırmak
için (büyükannem, babamın ailesine öylesine farklı bir zihniyet
getirmişti ki, herkes ona takılır, üstüne varırdı), içki içmesi ya-
sak olan büyükbabama birkaç yudum içirirdi gerçekten de. Za -
vallı büyükannem içeri girer, konyağın tadına bakmaması için
kocasına hararetle yalvarırdı; büyükbabam kızar, her şeye rağ-
men bir yudum konyağını içer, büyükannem de üzgün, cesareti
kırılmış bir halde, ama yine de gülümseyerek bahçeye dönerdi,
çünkü son derece alçakgönüllü, şefkat dolu bir insandı ve baş-
kalarına beslediği sevgiyle kendi şahsına, kendi acılarına karşı
aldırışsızlığı, daima bakışlarında bir tebessümde toplanırdı; bu
tebessüm, çoğu insanın çehresinde görülenin tersine, sadece
kendisine yönelen bir alay içerir, bizlere ise, sevdiklerine ancak
tutkuyla ve okşayarak bakabilen gözlerinden bir öpücük yol-
lardı adeta. Büyükhalamın kendisine çektirdiği bu işkence, da-
ha baştan mağlup olan büyükannemin, büyükbabamın elinden
içki kadehini almak için gösterdiği nafile çaba, boş yere yaka-
rışları ve çaresizliği, zaman içinde görmeye alıştığımız, hattâ
gülerek bakıp, kendi kendimizi işkence olmadıklarına ikna et-
mek için kararlılıkla, neşeyle işkencecinin tarafını tuttuğumuz
olaylardandı; o zamanlar beni öylesine dehşete düşürürlerdi ki,
büyükhalamı dövmek isterdim. Ama daha, "Bathilde! Gel de
kocanın konyak içmesine engel ol!" sözlerini işittiğim anda al-
çaklık bakımından yetişkin bir erkeğe dönüşüverir, hepimizin
büyüdüğümüz zaman, karşımızda acılar ve adaletsizlikler gör-
düğümüz zaman yaptığımız şeyi yapardım: Bunları görmek is-
temezdim; hıçkıra hıçkıra ağlayarak evin en tepesine, damın
hemen altında, çalışma odasının yanındaki süsen kokulu küçük
odaya çıkardım; ayrıca dışarıdaki duvarın taşları arasından fış-
kırmış yabani frenküzümünün, aralık pencereden içeri uzan-
mış çiçekli bir dalı da rayihasını yayardı bu odaya. Gündüzleri
penceresinden Roussainville-le-Pin kalesinin burçları bile görü-
nen, aslında daha belirli ve bayağı bir kullanım amacıyla yapıl-

18
mış olan bu oda, kuşkusuz kilitlememe izin verilen tek oda ol-
duğundan, uzun zaman boyunca, dokunulmaz bir yalnızlık ge-
rektiren bütün faaliyetlerimde, yani okuma, düş kurma, ağlama
ve tensellik için, bir sığınak görevi yaptı bana. Heyhat! Bitmez
tükenmez öğle sonrası ve akşam yürüyüşleri sırasında, büyü-
kannemin, yaş dönümüyle birlikte, tıpkı sonbaharda sürülmüş
topraklar gibi neredeyse mor bir renge dönüşmüş olan, dışarı
çıkarken takıp hafifçe yukarı kaldırdığı tülle ortadan ikiye bö-
lünmüş, üzerlerinde daima ya soğuktan ya da hüzünlü bir dü-
şünceden kaynaklanan irade dışı gözyaşlarının kurumakta ol-
duğu, çizgi çizgi, esmer yanaklarını, hafifçe yana eğilerek gök-
yüzüne çevrilmiş olan o güzel yüzünü dönüp dolaşıp önümüz-
den geçerken gördüğümüzde, kendisini üzen, kaygılandıran
şeyin, kocasının perhize aykırı ufak tefek kaçamaklarından çok,
benim iradesizliğim, sağlıksızlığım ve bunların istikbalime dü-
şürdüğü gölge olduğunu bilmiyordum.
Yatmak üzere yukarı çıkarken, tek tesellim, ben yatağa gir-
diğimde, annemin beni öpmeye geleceğini bilmekti. Ama bu iyi
geceler öpücüğü o kadar kısa sürer, annem o kadar çabuk aşağı
inerdi ki, onun yukarı çıkışını, sonra da minik hasır örgü kor-
donlu, mavi muslinden bahçe elbisesinin çift kapılı koridordaki
hışıltısını işittiğim an, benim için ıstırap dolu bir andı. Kendin-
den sonra gelecek olan ânı, annemin yanımdan ayrılıp tekrar
aşağıya ineceği ânı haber verirdi bana. Bu yüzden de, o kadar
sevdiğim bu iyi geceler öpücüğünün mümkün olduğunca geç
gerçekleşmesini, annemin henüz gelmemiş olduğu rahat süre-
nin uzamasını ister hale gelirdim. Bazen, annem beni öptükten
sonra odadan çıkmak üzere kapıyı açtığında, onu çağırmak,
"bir öpücük daha ver," demek isterdim, ama yüzünün derhal
asılacağını bilirdim, çünkü annemin yukarıya beni öpmeye çı-
karak, bana bu huzur öpücüğünü getirerek üzüntüme ve sıkın-
tıma verdiği taviz, bu merasimleri saçma bulan babamı kızdırı-
yordu; annem de, kapının eşiğine varmışken fazladan bir öpü-
cük istemeyi alışkanlık edinmeme izin vermek şöyle dursun,
bu iyi geceler öpücüklerinden, bu ihtiyaçtan, alışkanlıktan top-
tan kurtulmamı istiyordu. Annemi kızgın görmekse, daha bir
saniye önce, yüzünü yatağıma yaklaştırdığında, sanki ben

19
dudaklarımla onun gerçek varlığını ve uykuya dalabilme
gücünü çekip alabileyim diye, Komünyon ayininde kutsanmış
ekmeği uzatırcasına bana sunduğu o sevecen çehresinde bul-
duğum huzuru tamamen kaçırırdı. Yine de, annemin aslında
odamda pek kısa bir süre kaldığı bu akşamlar, yemeğe misafiri-
miz olduğu için yukarıya, bana iyi geceler dilemeye çıkmadığı
akşamlarla karşılaştırıldığında çok hoş sayılırdı. Misafirler, kısa
süreliğine civarda bulunan birkaç yabancının dışında,
Com bray'deki evimize gelen tek kişi sayılabilecek M. Swann'la
sınırlıydı genelde; komşumuz olan M. Swann bazen akşam ye-
meğine (o uygunsuz evliliği yaptığından beri, annemle babam
karısını misafir etmek istemediklerinden, yemeğe daha seyrek
gelir olmuştu), bazen de yemekten sonra habersiz gelirdi. Evin
önündeki ulu kestane ağacının altında, demir masanın etrafın-
da oturduğumuz akşamlar, bahçenin girişinden, "zili çalma-
dan" giren ev halkından birinin harekete geçirdiği, madenî,
susmak bilmeyen, ürpertici gürültüsüyle geleni sağır eden,
yaygaracı çıngırağı değil de, yabancıların çaldığı zilin utangaç,
oval, yaldızlı çifte çınlamasını duyduğum uzda, herkes derhal,
"M isafir mi, kim acaba?" diye sorardı, oysa gelenin M.
Swann'dan başkası olamayacağını pekâlâ bilirdik; büyükha-
lam, davranışı sözlerine ters düşmesin diye yüksek sesle, doğal
olmasına gayret ettiği bir tonda konuşarak, aramızda fısıldaş-
mamamızı, gelen insan için bunun son derece tatsız olduğunu,
hakkında, duymaması gereken şeyler konuştuğumuzu zanne-
debileceğin! söylerdi; keşif kolu olarak kapıya gönderilen bü-
yükannem, hem fazladan bir bahçe turu yapmasına bahane çık-
tığı için her zaman sevinir, hem de, bu fırsattan faydalanıp, oğ-
lunun, berberin iyice yapıştırdığı saçlarını parmaklarıyla kabar-
tan bir anne gibi, yoldan geçerken güllere biraz olsun doğallık
kazandırabilmek için, fidanları dik tutan sırıklardan birkaçını
gizlice yerinden sökerdi.
Hepimiz, sanki çok sayıda muhtemel saldırgandan kuşku-
lanabilirmişiz gibi, büyükannemin düşman hakkında getireceği
haberi beklerdik kıpırdamadan; az sonra büyükbabam,
"Swann'in sesi bu, tanıdım," derdi. Gerçekten de kendisini an-
cak sesinden tanır, kemerli bir burna, yeşil gözlere ve Bressant

20
tarzında taranmış, kızıla çalan sarı saçlarla çevrili geniş bir alna
sahip çehresini pek seçemezdik, çünkü sivrisineklerden korun-
mak için bahçede mümkün olduğunca az ışık yakılırdı; ben,
belli etmeden, şurupları getirmelerini söylemek için içeriye gi-
derdim; büyükannem, şurupların sadece misafir olduğunda ik-
ram edilen, istisnai bir şeymiş gibi görünmemesini daha kibar-
ca bulduğundan, buna çok önem verirdi. M. Swann, büyükba-
bamdan çok daha genç olmakla birlikte, kendisiyle çok sami-
miydi; hayattayken büyükbabamın en yakın dostlarından biri
olan babasının, bazen bir hiç yüzünden coşkuları sekteye uğra-
yan, düşüncelerinin yönü değişen, üstün nitelikli, ama garip bir
adam olduğu söylenirdi. Büyükbabam sofrada sık sık, baba
Swann'in, gece gündüz başında beklediği karısının ölümünden
sonraki tutumuna ilişkin, hiç değişmeyen anekdotlar anlatırdı.
Arkadaşını uzun zamandır görmemiş olan büyükbabam,
Swann'larm Combray yakınındaki köşküne, onu görmeye koş-
muş, naaşın tabuta konuşuna şahit olmasını istemediği, göz-
yaşları içindeki M. Swann'i bir süreliğine ölü odasından çıkar-
mayı başarmış. Hafif güneşli bahçede küçük bir yürüyüşe çık-
mışlar. M. Swann, ansızın büyükbabamın koluna girerek hay-
kırmış: "Ah! Kadim dostum, bu güzel havada sizinle dolaşmak
ne büyük mutluluk! Bütün bu ağaçlar, akdikenler, takdirinizi
hiç belirtmediğiniz gölüm, bütün bunlar güzel gelmiyor mu si-
ze? Yüzünüzden düşen bin parça. Şu tatlı esintiyi hissediyor
musunuz? Oh! Kim ne derse desin, hayatın güzel yanları da
var, sevgili Amedee!" Sonra birdenbire, ölmüş olan karısını ha-
tırlamış ve herhalde böyle bir anda bir mutluluk hissine nasıl
kapıldığını anlamaya çalışmanın fazla çetrefil bir iş olacağını
düşünmüş olacak ki, aklına zor bir soru takıldığında daima
yaptığı gibi, eliyle alnını sıvazlayıp gözlerini ovuşturarak kele-
bek gözlüğünün camlarını temizlemekle yetinmiş. Bununla bir-
likte, karısının ölümünün üzüntüsünü bir türlü atlatamamış,
ama bu tarihten ölümüne kadar geçen iki yıl boyunca, büyük-
babama, "N e tuhaf, zavallı karımı çok sık düşünüyorum, ama
her seferinde azar azar düşünebiliyorum ancak," dermiş. "Rah-
metli Swann'in deyişiyle, sık sık, ama her seferinde azar azar",
büyükbabamın en sevdiği ifadelerden biri haline gelmişti ve

21
çok çeşitli şeylerle ilgili olarak bu ifadeyi kullanırdı. Bana kalsa,
Swann'in babasını bir canavar olarak görürdüm, ama yargısına
daha çok güvendiğim ve benim için mahkeme kararı niteliğin-
deki hükümleriyle, ileride mahkûm etme eğiliminde olacağım
hataları affetmemi sağlayacak olan büyükbabam, "Hiç olur mu!
Melek gibi adamdı!" demişti.
Oğlu M. Swann, özellikle evlenmeden önce, uzun yıllar bo-
yunca Com bray'de kendilerini sık sık ziyaret ettiği halde, bü-
yükhalam, büyükannem ve büyükbabam, M. Swann'in katiyen
vaktiyle ailesinin görüştüğü çevrede yaşamadığını ve evimizde
Swann soyadı sayesinde adeta kimliği gizlenen bu adamın, as-
lında Jockey Kulübü'nün en seçkin üyelerinden biri, Paris Kon-
tu'nun ve Galler Prensi'nin en aziz dostu, Saint-Germain muhi-
ti yüksek sosyetesinin el üstünde tuttuğu bir kişi olduğunu
-bilmeden ünlü bir soyguncuyu barındıran namuslu otelcilerin
yüzde yüz m asum iyetiyle- akıllarından bile geçirmediler.
Swann'in sürdüğü bu parlak yüksek sosyete hayatı konu-
sundaki cehaletimiz, kısmen ölçülü ve ketum kişiliğinden kay-
naklanıyordu şüphesiz, ama kısmen de, o dönemde burjuvala-
rın, toplumu, herkesin, doğumundan itibaren kendini ailesinin
mevkiine yerleşmiş bulduğu ve istisnai bir meslek hayatının ya
da beklenmedik bir evliliğin sağladığı fırsatlar olmadıkça bu
mevkiden daha üst düzeyde bir kasta nüfuz edemediği, kapalı
kastlardan oluşan bir tür Hindistan gibi tasavvur etmelerinin
sonucuydu. Baba Swann sarraftı; "oğul Swann" da, hayatı bo-
yunca, servetlerin, tıpkı belirli bir vergi mükellefleri kategori-
sindeki gibi, belli gelir düzeyleri arasında oynadığı bir kastın
üyesi olmak durumundaydı. Babasının kimlerle görüştüğü bi-
lindiğinden, kendisinin de kimlerle görüştüğü, kimlerle ilişki
kurmak "durumunda" olduğu belliydi. Başkalarıyla düşüp kal-
kıyorsa, bunlar delikanlılık ilişkileriydi ve babamlar gibi eski
aile ahbapları bu ilişkileri görmezden geliyorlar, M. Swann ye-
tim kaldığından beri, büyük bir sadakatle ziyaretimize gelmeye
devam ettiğinden, bu konuda özel bir hoşgörü gösteriyorlardı;
ama bizim tanımadığımız bu dostlarının, yanımızdayken rast-
laşa, selam vermeye utanacağı türden kişiler olduklarına bahse
girebilirdik. Swann'a ille de ailesiyle eşit konumdaki diğer sar-

22
raf evlatları arasında, şahsi bir toplumsal katsayı biçilmek is-
tense, bu katsayı biraz düşük olurdu, çünkü çok sade bir insan
olduğu ve antika eşyalara, resme, öteden beri "aşırı bir düşkün-
lük" sergilediği için, artık koleksiyonlarını yığdığı eski bir ko-
nakta oturuyordu, ne var ki, büyükannemin gidip görmeyi çok
istediği bu konak, büyükhalamın oturmayı yüzkarası saydığı
bir semt olan Orléans Rıhtımı'nda bulunuyordu. "Bari bu ko-
nuda uzman mısınız? Sizin iyiliğiniz için soruyorum; satıcılar
size sahte resimler kakalıyordur mutlaka," derdi büyükhalam
Swann'a; Swann'in aslında hiçbir konuda söz sahibi olmadığını
düşünür, sohbet sırasında ciddi konulardan kaçman, sadece en
küçük ayrıntılarını bile atlamadan yemek tarifleri verdiğinde
değil, büyükannemin kız kardeşleri sanat konularına değindi-
ğinde de incelikten tamamen uzak bir kesinlik merakı sergile-
yen Swann'a, entelektüel açıdan da olsa, fazla değer vermezdi.
Büyükannemin kız kardeşleri kendisini bir resim konusundaki
fikirlerini söylemeye, takdirini belirtmeye zorladıklarında,
Swann neredeyse kırıcı sayılabilecek bir suskunluğa gömülür,
buna karşılık, resmin hangi müzede bulunduğu veya hangi ta-
rihte yapıldığı konusunda somut bir bilgi verebiliyorsa, açığını
kapatırdı. Yine de, her ziyaretinde, bizim tanıdığımız insanlar-
la, Combray'nin eczacısıyla, aşçımızla, arabacımızla ilgili, ba-
şından yakın zamanda geçmiş yeni bir olayı anlatıp bizi eğlen-
dirmekle yetinirdi genellikle. Bu hikâyeler büyükhalamı güldü-
rürdü elbette, ama Swann'in anlattığı olaylarda daima kendine
yakıştırdığı gülünç rol yüzünden mi, esprili anlatımından ötü-
rü mü güldüğünü pek bilmez, "Hakikaten bir âlemsiniz Mon-
sieur Swann," derdi. Büyükhalam, ailemizin biraz bayağı sa-
yılabilecek tek ferdi olduğundan, yabancıların yanında
Swann'dan söz açılınca, istese Haussmann Bulvarı'nda veya
Opéra Caddesi'nde oturabileceğini, babası M. Swann'dan ken-
disine en az dört, beş milyonluk bir miras kaldığını, ama böyle
tuhaf bir hevese kapılmış olduğunu belirtmeyi ihmal etmezdi.
Bu tuhaf hevesin insanlara o kadar eğlenceli geldiğini düşünür-
dü ki, M. Swann yılbaşlarında bir kutu kestane şekeriyle Pa-
ris'teki evine ziyarete geldiğinde, başka misafiri varsa, mutla-
ka, "Söyleyin bakalım Monsieur Swann, Lyon'a giderken treni
kaçırmayacağınızdan emin olmak için hâlâ Şarap Deposu'nun
yakınında mı oturuyorsunuz?" derdi. Ardından da kelebek
gözlüğünün üzerinden, göz ucuyla öteki konuklara bakardı.
Ama oğul Swann sıfatıyla, "burjuvazinin kaymak tabaka-
s ın ın , Paris'in en saygıdeğer noterlerinin, dava vekillerinin ev-
lerinde ağırlanma "hakkına pekâlâ sahip" olan (ve bu ayrıcalığı
biraz boşlayan) bu Swann'm, adeta gizli, bambaşka bir hayatı
olduğunu, Paris'te, yatmaya evine gittiğini söyleyerek bizden
çıktığında köşeyi döner dönmez yolunu değiştirip o güne dek
hiçbir sarrafın veya sarraf ortağının uzaktan yakından görme-
diği bir salona gittiğini büyükhalama söyleseler, büyükhalam
kulaklarına inanamazdı; Aristaios'la arkadaşlık etmek, Aris-
taios'un, kendisiyle sohbet ettikten sonra, (Vergilius'un anlattı-
ğına göre coşkuyla karşılandığı) Thetis'in krallığına, ölümlü
gözlerin göremediği bir âleme dalması, daha kültürlü bir
hanıma ne kadar şaşırtıcı gelirse, büyükhalam da o kadar
şaşırırdı; büyükhalamın aklına gelmesi daha muhtemel bir ben-
zetme yapacak olursak, bu durumu, (Combray'deki pasta ta-
baklarımızda resimlerini gördüğü) Ali Baba'nın, kendi evine
akşam yemeğine gelmesi, sonra da, tek başına kalınca, akla gel-
medik hâzineleri barındıran göz kamaştırıcı mağaraya girmesi
kadar olağanüstü bulurdu.
Swann bir gün Paris'te, akşam yemeğinden sonra ziyareti-
mize geldiğinde, frak giym iş olduğu için özür dilemiş, Fran-
çoise, o gittikten sonra, arabacıdan, Swann'm "bir prensesin
evinde" akşam yemeği yediğini öğrendiğini söyleyince, büyük-
halam, başını örgüsünden kaldırmadan omuz silkip, "Evet, ki-
bar fahişeler âleminden bir prensesin evinde!" diye serinkanlı
bir alaycılıkla cevap vermişti.
Bu yüzden de, büyükhalam Swann'a oldukça kaba davra-
nırdı. Bizim davetlerimizi Swann'm bir lütuf kabul etmesi ge-
rektiğini düşündüğünden, yaz mevsiminde ziyaretimize mutla-
ka bahçesinden toplanmış bir sepet dolusu şeftaliyle veya ahu-
duduyla gelmesini, her İtalya seyahatinden bana sanat şaheser-
lerinin fotoğraflarını getirmesini çok doğal bulurdu.
Evimize ilk defa gelecek olan misafirlerin karşısına çıkara-
cak kadar nüfuzlu bulunmadığından Swann'm davet edilmedi-

24
ği önemli yemek davetleri için ne zaman bir gribiche1 sosu veya
ananas salatası tarifi gerekecek olsa, hiç çekinmeden Swann'i
çağırtırlardı. Fransa hanedanı prenslerinden söz açılacak olsa,
büyükhalam, cebinde belki de Twickenham'dan bir mektup ta-
şıyan Svvann'a, "Sizin de, benim de asla tanışmayacağımız, za-
ten tanışmak da istemeyeceğimiz şahıslar, değil mi efendim?"
derdi; büyükannemin kız kardeşinin şarkı söylediği akşamlar,
piyanoyu itme, sayfaları çevirme işlerini Swann'a yaptırır, baş-
ka yerlerde peşinden koşulan bu şahsa, koleksiyon parçası bir
bibloyla, ucuz bir eşyayla oynar gibi dikkatsizce oynayan bir
çocuğun safiyane hoyratlığıyla muamele ederdi. Şüphesiz, aynı
dönemde birçok kulüp erkeğinin tanıdığı Swann, büyükhala-
mın gözündeki Swann'dan, yani Combray'deki küçük bahçe-
de, akşamları zilin çekingen, çifte çıngırtısı işitildiğinde, peşin-
de büyükannemle karanlığın içinde beliren, sesinden tanıdığı-
mız, anlaşılmaz, belirsiz şahsiyete Swann ailesi hakkında bütün
bildiklerini katıp onda cisimleştirerek yarattığı Swann'dan çok
farklıydı. Ne var ki, hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından
bakıldığında bile, insan, herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir
şartnameyi ya da vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği,
maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz, başkalarının
düşüncesinin yarattığı bir şeydir. "Tanıdığımız birini görmek"
diye adlandırdığımız basit eylem bile, kısmen zihinsel bir ey-
lemdir. Baktığımız insanın dış görünüşünü, ona ilişkin bütün
kavramlarımızla doldururuz ve gözümüzde canlandırdığımız
bütün içinde, hiç şüphesiz bu kavramlar daha fazla yer tutar.
Sonuçta yanakları öylesine kusursuz bir biçimde doldururlar,
burun çizgisini öylesine şaşmaz bir kesinlikle izlerler, sesin tını-
sıyla, sanki saydam bir kılıfmışçasına, öyle bir uyumla bütünle-
şirler ki, bu çehreyi her gördüğümüzde, bu sesi her duyduğu-
muzda, karşımızda bulduğumuz, işittiğimiz şey, bu kavramlar-
dır. Başka insanların, SwannTa karşılaştıklarında, çehresinde
hüküm süren ve adeta doğal bir sınır olan kemerli burnunda
duran zarafeti görmelerini sağlayan, Swann'in yüksek sosyete
hayatına ilişkin sayısız özellik, bizim ailenin şekillendirdiği
1 Zeytinyağı, sirke, katı yum urta, salatalık turşusu, kapari ve çeşitli otlarla hazırla-
nan bir sos.

25
Svvann'da bilgisizlik nedeniyle eksik bırakılmıştı şüphesiz; ama
bizimkiler de, bu sayede, nüfuzunu yansıtmayan bu boş ve ge-
niş çehreyi, bu azımsanan gözlerin derinliğini, sayfiye komşu-
luğu hayatımızın, haftalık akşam yemeklerinden sonra oyun
masasının etrafında veya bahçede birlikte geçirilen aylak saat-
lerinin -yarı hatıra, yarı unutuş olan- o belirsiz ve hoş tortu-
suyla doldurabilmişlerdi. Dostumuzun bedensel kılıfı, bu tor-
tuyla ve ailesine ilişkin kimi hatıralarla öylesine iyi doldurul-
muştu ki, bu Svvann, eksiksiz ve yaşayan bir varlık haline gel-
mişti; şimdi hafızamda bir yolculuğa çıkıp, daha sonra ayrıntılı
ve doğru bir biçimde tanıdığım Svvann'dan, bu ilk Svvann'a
-çocukluğumun sevimli hatalarını barındıran ve öteki
Svvann'dan çok, sanki hayatımızda da, tıpkı bir müzedeki gibi,
aynı döneme ait portrelerde bir aile havası, benzer tonlar var-
mışçasına, o dönemde tanıdığım diğer insanlara benzeyen o ilk
Svvann'a - boş vakitlerle, dinlenmeyle dolup taşan, ulu kestane
ağacının, ahududu sepetlerinin ve bir çimdik tarhunun rayiha-
sını taşıyan ilk Svvann'a geçtiğimde, bir insanın yanından ayrı-
lıp, bir başkasının yanma gidiyormuş izlenimine kapılırım.
Oysa büyükannem bir gün, Sacre-Cceur'de tanıştığı (ve
ikisi de birbirlerine bir yakınlık duydukları halde, bizim kast
kavramım ızdan ötürü ilişkiyi ilerletmek istemediği) bir ha-
nımdan, ünlü Bouillon ailesinin bir ferdi olan Villeparisis
M arkizi'nden bir ricada bulunm aya gittiğinde, markiz kendi-
sine, "Sanırım M. Svvann'ı yakından tanıyorsunuz, kendisi
yeğenlerim Laumes'ların çok iyi dostudur," demişti. Büyü-
kannem bu ziyaretten, hem Mme de Villeparisis'nin bir daire-
sini kiralamasını tavsiye ettiği, bahçeye bakan apartmanı,
hem de merdivende yırtılan eteğini dikiversinler diye avluda-
ki dükkânlarına uğradığı yelekçiyle kızını çok beğenmiş ola-
rak, coşku içinde dönmüştü. Büyükannem bu insanlara bayıl-
mıştı, kızın pırlanta gibi bir kız, yelekçinin de hayatında gör-
düğü en seçkin, en hoş adam olduğunu söylüyordu. Çünkü
büyükannemin nazarında seçkinlik, toplumsal mevkiden ta-
mamıyla bağımsız bir şeydi. Yelekçinin bir cevabına hayran
olmuştu, "Sevigne bundan iyi ifade edem ezdi!" diyordu an-
neme; buna karşılık, Mme de Villeparisis'nin, evinde karşılaş-

26
tığı bir yeğeninden, "A h kızım, ne bayağı adam!" diye söz
ediyordu.
Ne var ki, markizin Swann'la ilgili sözlerinin, büyükhala-
mın nazarında Swann'i yüceltmek değil, Mme de Villeparisis'yi
alçaltmak gibi bir etkisi olmuştu. Sanki büyükannemin söyle-
diklerine dayanarak Mme de Villeparisis'ye beslediğimiz saygı,
ona bu saygıya layık olmadığını gösterecek bir şey yapmama
sorumluluğunu yüklüyordu ve markiz de, Swann'in varlığın-
dan haberdar olarak, akrabalarının onunla görüşmesine izin
vererek bu yüküm lülüğünü yerine getirmemişti. "Ne! Swann'i
tanıyor ha? Mareşal Mac-Mahon'la akraba olduğunu ileri sürü-
yordun bir de!" Bizim ailenin Swann'in ilişkileri konusundaki
fikirleri, daha sonra çok düşük seviyeli, yosma diye tanımlana-
bilecek bir kadınla evlenmesiyle de onaylanmış gibi geldi ken-
dilerine; zaten o da karısını bize tanıştırmaya hiç kalkışmadı,
evimize, ziyaretlerini giderek seyrekleştirmekle birlikte, tek ba-
şına gelmeye devam etti, ama bizimkiler, bu kadından yola çı-
karak, Swann'in -evlendiği kadını o çevrede bulduğu zannıy-
la - genellikle girip çıktığı, kendilerinin tanımadığı çevre hak-
kında bir hükme varabileceklerini düşündüler.
Bir keresinde, büyükbabam gazetede, M. Swann'in, babası
ve amcası Louis-Philippe döneminin en gözde devlet adamları
arasında sayılan X... Dükü'nün evindeki pazar öğle yemeği da-
vetlerinin en sadık müdavimlerinden biri olduğunu okudu. Bü-
yükbabam, Mole gibi, Dük Pasquier gibi, Broglie Dükü gibi ki-
şilerin özel hayatına düşünce yoluyla sızmasını kolaylaştıracak
bilgilere, küçük ayrıntılara pek meraklıydı. Swann'in, onları ta-
nımış olan insanlarla görüşmesine müthiş sevindi. Büyükha-
lamsa, aksine, bu habere Swann açısından olumsuz bir yorum
getirdi: Görüştüğü kimseleri, doğduğu kastın, kendi toplumsal
"sın ıf'ının dışından seçen bir kişi, büyükhalamın nazarında,
korkunç bir düşüşe uğrardı. Bu gibi şahıslar, ileri görüşlü aile-
lerin, mevki sahibi kişilerle, evlatları için şerefli bir biçimde sür-
dürüp istifledikleri bütün değerli ilişkilerin meyvelerinden bir
anda vazgeçiyorlarmış gibi gelirdi ona (hattâ büyükhalam, ah-
baplarımızdan bir noterin oğluyla ilişkisini, bir prensesle evlen-
di diye kesivermişti, onun gözünde bu, saygıdeğer noter oğlu

27
mevkiinden, kraliçelerin zaman zaman lütuflarmı esirgemedik-
leri anlatılan eski oda hizmetkârlarının ve seyislerin dahil oldu-
ğu maceracılar sınıfına düşmek demekti). Büyükbabamın, bir
daha sefere akşam yemeğine bize geldiğinde, Svvann'ı bu yeni
keşfettiğimiz dostları konusunda sorguya çekme niyetini kına-
dı. Öte yandan, büyükannemin, ablalarıyla aynı asil ruha sahip
olan, ama zihniyetleri farklı, evde kalmış iki kız kardeşi, enişte-
lerinin böyle saçma sapan konuları konuşmaktan nasıl zevk
alabildiğini anlayamadıklarını belirttiler. Yüce şeylere özlem
duyan insanlardılar ve bu yüzden de, tarihî açıdan ilginç olsa
da, dedikodu sayılabilecek şeylerle, genelde doğrudan estetikle
veya erdemle bağlantılı olmayan herhangi bir şeyle ilgilenmele-
ri mümkün değildi. Sosyete hayatıyla uzaktan yakından ilişkili
olabilecek her şeye karşı dimağları o kadar ilgisizdi ki, -akşam
yemeğinde sohbet havai, hattâ sadece somut, maddî konulara
yöneldiğinde ve bu iki yaşlı hanım, kendi sevdikleri konuları
açamadıklarında, geçici gereksizliğini anlamış olan- işitme du-
yuları, bu konular konuşulurken alıcı organlarını rahat konu-
muna geçirir, gerçek bir atrofi başlangıcına maruz bırakırdı. Bü-
yükbabam, o sırada iki kız kardeşin dikkatini çekmek istediği
takdirde, ruh doktorlarının, hastalık derecesindeki dalgınlık va-
kalarında kullandıkları fiziksel uyarılara başvurmak zorunda
kalırdı: bıçağın kenarıyla üst üste birkaç kez bir bardağa vur-
mak, aynı anda sertçe seslenip ısrarla bakmak, yani psikiyatrla-
rın, çoğu kez, belki meslek alışkanlığıyla, belki de herkesi biraz
deli zannettiklerinden, sağlıklı insanlarla olan gündelik ilişkile-
rine de taşıdıkları, şiddet içeren yöntemler.
Swann, akşam yemeğine geleceği günden bir gün önce,
özel olarak büyükteyzelerime bir kasa Asti şarabı gönderip de,
aynı gün halam, Le Figaro'nun bir sayısında, Corot sergisinden
bir tablonun isminin yanındaki "M. Charles Swann'in koleksi-
yonundan" açıklamasını bize göstererek, "Gördünüz mü,
Swann'in adı Le Figaro’da çıkmış," dediğinde, iki kız kardeş,
daha çok ilgilendiler. "Zevk sahibi bir insan olduğunu hep söy-
lemişimdir," dedi büyükannem. "Gayet tabii, senin derdin, biz-
lerden farklı görüşte olmak," diye cevap verdi büyükhalam, bü-
yükannemin asla kendisiyle aynı fikirde olmadığını bilerek ve

28
bizim her seferinde kendisine hak verdiğimizden emin olmadı-
ğı için, bizi, kendisiyle dayanışma halinde karşı koymaya zorla-
dığı büyükannemin fikirlerini toplu halde mahkûm etmeye ite-
rek. Fakat biz sessiz kalmayı tercih ettik. Büyükannemin iki kız
kardeşi, Le Figaro'daki yazıdan Svvann'a söz etmek niyetlerini
belirttiklerinde, büyükhalam vazgeçmelerini öğütledi. Ne ka-
dar önemsiz olursa olsun, kendisinin sahip olmadığı bir üstün-
lüğü bir başkasında gördüğünde, bunun bir üstünlük değil, bir
dert olduğuna kendini inandırır ve o kişiye gıpta etmek duru-
munda kalmamak için, acırdı. "Bence bahsetmeniz hoşuna git-
mez; eminim ben kendi adımı böyle apaçık gazetede görsem
çok rahatsız olurdum, bundan söz edilmesi de gururumu okşa-
mazdı doğrusu." Büyükannemin kız kardeşlerini ikna etmek
konusunda büyükhalam fazla da ısrarlı davranmadı aslında,
çünkü büyükteyzelerim, bayağılaşma korkusuyla, kişisel ima-
ları ustalıklı dolambaçlarla gizleme sanatında o kadar ileri gi-
derlerdi ki, genellikle imanın yöneldiği kişi bile bunun farkına
varamazdı. Anneme gelince, onun tek düşündüğü, Svvann'a,
karısından değil de, taparcasına sevdiği ve söylentilere bakılır-
sa evlenmesine sebep olan kızından bahsetmeye babamı razı
etmekti. "Bir iki kelimeyle söz etmen, nasıl diye sorman yeterli.
Böylesi ona kimbilir ne kadar acı veriyordun" Ama babam kı-
zardı: "Hiç olur mu canım! Ne saçma fikir. Gülünç olur."
Yine de, Svvann'ın gelişi, aramızdan sadece birisi için azap
dolu bir endişenin kaynağıydı; o da bendim. Sebebi de, yabancı
misafirlerin, hattâ sadece M. Svvann'ın olduğu akşamlar, anne-
min benim odama çıkmamasıydı. Ben akşam yemeğini herkes-
ten önce yer, sonra, yukarı çıkmam gereken saat olan sekize ka-
dar, sofrada otururdum; annemin bana genellikle uykuya dala-
cağım sırada, yatağımda emanet ettiği değerli, kırılgan öpücü-
ğü, böyle akşamlarda yemek odasından kendi odama kadar ta-
şımam ve soyunurken, tatlı yumuşaklığını bozmadan, uçucu
etkisinin dağılıp buharlaşmasına izin vermeden korumam ge-
rekirdi; üstelik tam da bu öpücüğü her zamankinden daha ihti-
yatlı bir şekilde kabul etmem gereken bu akşamlarda, onu hız-
la, herkesin gözü önünde, adeta çalarcasına koparmam gerekir,
ruh hastalarının, bir kapıyı kapatırken, marazı şüpheleri kendi-

29
lerini yakaladığında, kapıyı kapadıkları ânın hatırası sayesinde
başarıyla şüpheye karşı koyabilmek için başka hiçbir şey dü-
şünmemeye gayret etmeleri gibi, yaptığım şeye özel bir dikkat-
le eğilmeye zamanım ve iznim bile olmazdı.
Zilin mütereddit, çifte çıngırtısı duyulduğunda, hepimiz
bahçedeydik. Gelenin Swann olduğunu bilmemize rağmen,
herkes merakla birbirine baktı ve büyükannem keşfe gönderil-
di. Büyükbabam, baldızlarına, "Gönderdiği şarap için anlaşılır
şekilde teşekkür etmeyi unutmayın; biliyorsunuz şarap mü-
kemmel, kasa da çok büyük," diye tavsiyede bulundu. "Fısıl-
daşmaya başlamayın," dedi büyükhalam. "Herkesin alçak sesle
konuştuğu bir eve gelmek de pek hoş bir duygudur doğrusu!"
"Aa, işte M. Swann. Kendisine soralım bakalım, yarın hava gü-
zel olacak mı?" dedi babam. Annem, kendisinin söyleyeceği bir
tek sözün, Swann'in, evliliğinden beri bizim aile yüzünden çek-
tiği üzüntüyü tamamen sileceğini düşünüyordu. Bir ara,
Swann'i bir kenara çekme fırsatını yakaladı. Ama ben de peşle-
rinden gittim; az sonra, diğer akşamlardaki gibi beni öpmeye
geleceği tesellisi olmadan, mecburen annemi yemek odasında
bırakıp odama çıkacağımı düşünerek, ondan bir adım olsun
uzaklaşmaya gönlüm razı olmuyordu. "Monsieur Swann," de-
di annem, "bana kızınızdan söz etsenize biraz; eminim şimdi-
den babası gibi sanat eserlerine meraklıdır." "Hadi gelin de bi-
zimle birlikte verandada oturun," dedi büyükbabam yanımıza
gelerek. Annem sözünü yarıda kesmek zorunda kaldı, ama en
güzel mısralarını kafiye baskısı altında bulmaya mecbur olan
büyük şairler gibi, bu sınırlamadan, bir incelikli düşünce daha
çıkardı: "ikimiz baş başa kaldığımızda, tekrar ondan söz ede-
riz," dedi Swann'a alçak sesle. "Hislerinizi ancak bir anne anla-
yabilir. Eminim kızınızın annesi de benimle aynı fikirdedir."
Hepimiz demir masanın etrafında yerlerimizi aldık. Akşam
odamda uyuyamadan, tek başıma geçireceğim sıkıntılı saatleri
düşünmek istemiyordum; ertesi sabah unutmuş olacağıma gö-
re, bu saatlerin hiçbir önemi olmadığına kendimi ikna etmeye,
bir köprü gibi, beni önümdeki korkunç uçurumun ötesine geçi-
rebilecek, geleceğe ilişkin düşüncelere tutunmaya çalışıyor-
dum. Ama duyduğum kaygıyla gerilmiş, anneme yönelttiğim

30
bakışlar gibi dışa doğru dönmüş olan zihnim, dışarıdan hiçbir
etkinin içine nüfuz etmesine izin vermiyordu. Düşünceler zih-
nime nüfuz edebiliyordu, ama ancak, beni duygulandıracak
güzellik unsurlarının, hattâ eğlendirecek gülünçlük unsurları-
nın tamamını dışarıda bırakmak kaydıyla. Tıpkı anestezi saye-
sinde geçirmekte olduğu ameliyatı hiçbir şey hissetmeden, ta-
mamen bilinçli bir şekilde izleyen bir hasta gibi, sevdiğim mıs-
raları katiyen duygulanmadan ezberimden okuyabiliyor, bü-
yükbabamın Swann'a Audiffret-Pasquier Dükü'nden söz etmek
için gösterdiği çabayı hiç neşelenmeden gözlemleyebiliyordum.
Bu çabaların hepsi sonuçsuz kaldı. Büyükbabam Swann'a, bu
hatip hakkında bir soru sorduğu anda, kulağı bu soruyu, derin
ama yersiz ve nezaket icabı bozulması gereken bir sessizlik ola-
rak algılayan büyükteyzelerimden biri, ötekine seslendi: "Bili-
yor musun Céline, genç bir isveçli öğretmen hanımla tanıştım,
bana İskandinav ülkelerindeki kooperatiflerle ilgili son derece
ilginç şeyler anlattı. Kendisini bir akşam yemeğe davet etmeli-
yiz." "Bence de!" diye cevap verdi kız kardeşi Flora. "Ama be-
nim de vaktim boşa harcanmış sayılmaz. M. Vinteuil'ün evin-
de, Maubant'ı yakından tanıyan yaşlı bir âlimle tanıştım;
Maubant, sahnede canlandırdığı kişilikleri nasıl oluşturduğunu
kendisine en ince ayrıntılarına kadar açıklamış. Gerçekten çok
ilginç. M. Vinteuil'ün komşusuymuş, hiç bilmiyordum; çok da
nazik bir beyefendi." "Nazik komşuları olan tek kişi M. Vin-
teuil değil," diye haykırdı Céline Teyzem, utangaçlığından ötü-
rü yüksek, önceden tasarlayarak konuştuğu için de yapay bir
ses tonuyla; bir yandan da, Swann'a anlamlı diye tanımladığı
bir bakış yöneltti. Céline'in bu cümleyle Asti şarabına teşekkür
ettiğini anlayan Flora Teyzem de bu esnada Swann'a bakmak-
taydı, bakışlarında hem bir kutlama, hem de, belki sadece abla-
sının nüktesini vurgulamak istediğinden, belki bu nükteye il-
ham kaynağı olduğu için Swann'a gıpta ettiğinden, belki de
Swann'in köşeye sıkıştığını zannettiği için onunla alay etmek-
ten kendini alamadığından, müstehzi bir ifade vardı. "Söz ko-
nusu beyefendinin akşam yemeği davetimizi kabul edeceğini
sanıyorum," diye devam etti Flora; "Maubant'dan veya Mme
Materna'dan söz açıldığında, saatlerce hiç durmadan konuşu-

31
yor." "Çok hoş olmalı," dedi büyükbabam içini çekerek; tabiat,
tıpkı büyükteyzelerimin dimağlarına, Molé'nin ya da Paris
Kontu'nun özel hayatına ilişkin bir hikâyeden tat alabilmek
için insanın kendisinin eklemesi gereken bir tutam tuzu biberi
koymayı unuttuğu gibi, maalesef büyükbabamın dimağına da,
İsveç'teki kooperatiflere ya da Maubant'ın canlandırdığı kişilik-
leri oluşturuşuna tutkulu bir ilgi duyma ihtimalini katmayı ih-
mal etmişti. "Biliyor musunuz," dedi Swann büyükbabama,
"söyleyeceğim şey, sorunuzla ilgisiz gibi görünse de, değil as-
lında, çünkü bazı bakımlardan dünya pek de fazla değişmedi.
Bu sabah Saint-Simon'u tekrar okurken, sizin hoşunuza gide-
cek bir şeye rastladım. İspanya büyükelçiliğiyle ilgili kitabın-
daydı; en iyi kitaplarından sayılmaz, bir günlük sadece, ama
hiç değilse çok güzel yazılmış bir günlük; bu da sabah akşam
okumak zorunda olduğumuzu zannettiğimiz o sıkıcı gazeteler-
le karşılaştırılınca, önemli bir fark.1" "Ben size katılmıyorum,
bazı günler gazete okumak benim çok hoşuma gidiyor..." diye
araya girdi Hora Teyzem, Le Figaro'da, Swann'm Corot tablo-
suyla ilgili cümleyi okuduğunu belirtmek için. "Bizi ilgilendi-
ren şeylerden ya da kişilerden söz ettiklerinde!" diye ekledi Cé-
line Teyzem. "Buna bir itirazım yok," dedi Swann şaşkınlık
içinde. "Benim gazetelerde eleştirdiğim şey, her gün dikkatimi-
zi önemsiz şeylere çekmeleri; oysa en önemli konuların işlendi-
ği kitapları, hayatta üç veya dört kere okuyoruz. Madem her
sabah gazetenin şeridini heyecanla koparıyoruz, demek ki bir
değişiklik yapıp gazeteye, ne bileyim ben... Pascal'in Düşünce-
ler'im koymaları gerekir!" (Bu ismi, ukalalık gibi görünmesin
diye, alaylı, tumturaklı bir tonda söylüyordu.) "Yunanistan
Kraliçesi'nin Cannes'a gittiğini veya Léon Prensesi'nin bir mas-
keli balo düzenlediğini de," dedi, kimi yüksek sosyete mensup-
larının sosyete olaylarına karşı sergilediği küçümser tavırla,
"ancak on yılda bir açtığımız, sayfa kenarları yaldızlı kitaplar-
da okurduk o zaman. Böylece doğru orantı sağlanmış olurdu."
Sonra, hafif bir tonda da olsa, ciddi konulardan söz ettiğine piş-
man olarak, "Sohbetimize diyecek yok," dedi alayla, "bu 'zir-
1 Bu cüm lede "g ünlü k " ve "g azete" diye bağlam a göre farklı biçimlerde karşıla-
nan Fransızca sözcük journal’ dir.

32
ve'lere çıkmaya niye kalkışıyoruz bilmem." Ardından büyük-
babama döndü: "Saint-Simon, Maulévrierinin, oğullarına elini
uzatma cüretini gösterdiğini anlatıyor. Biliyorsunuz, 'Bu kalın
şişenin içinde, öfke, bayağılık ve aptallıktan başka şey göreme-
dim asla/ diye söz ettiği, bu Maulévrier'dir." "Kalın ya da ince,
ben içinde çok farklı şeyler olan şişeler biliyorum," diye atıldı
Flora; Asti şarabı ikisine birden gönderildiği için, o da kendi
adına Swann'a teşekkür etmek istiyordu. Céline gülmeye başla-
dı. Afallayan Swann, sözüne devam etti: "Saint-Simon, 'Ceha-
letten mi, madrabazlıktan mı bilmem, çocuklarımın elini sık-
mak istedi. Neyse ki vaktinde fark edip engel oldum,' diyor."
Büyükbabam, "cehaletten mi, madrabazlıktan m ı"ya hayran ol-
muştu, ama Saint-Simon adının -bir edip sıfatıyla- işitme du-
yusunda tam anesteziye engel olduğu Mlle Céline, kızmaktay-
dı: "N asıl olur! Bunu takdir mi ediyorsunuz? Bravo doğrusu!
Peki, ne demek oluyor bu; insanlar eşit değil midir? Eğer bir in-
sanın aklı ve yüreği varsa, dük olmuş, arabacı olmuş, ne fark
eder? Sizin Saint-Simon, çocuklarına bütün namuslu insanların
elini sıkmalarını söylememişse, pek güzel eğitmiş onları. Tek ke-
limeyle korkunç. Bir de örnek gösteriyorsunuz!" Büyükbabam,
bu engel karşısında, Swann'a hoşuna gidebilecek hikâyeler an-
lattırmanın imkânsızlığını sezerek, üzgün üzgün anneme dönüp
alçak sesle şöyle dedi: "Bana öğrettiğin, böyle zamanlarda beni
rahatlatan bir mısra vardı hani... Tamam, hatırladım! 'Ne fazilet-
ler var ki Tanrım, bizi nefret ettirdin!' Ah! Ne kadar güzel!"
Gözlerimi annemden ayırmıyordum; sofraya geçildikten
sonra, yemek bitinceye kadar kalmama izin verilmeyeceğini ve
annemin, babam kızmasın diye, kendisini herkesin önünde,
odamdaki gibi birçok kez üst üste öpmeme karşı çıkacağını bi-
liyordum. Bu yüzden de kendi kendime, yemek odasına geçti-
ğimizde, onlar yemeye başladıktan sonra, gitme vaktinin yak-
laştığını hissettiğim zaman, bu kısacık, kaçamak öpücükle ilgili
olarak, tek başıma yapabileceğim her türlü hazırlığı önceden
yapmayı kararlaştırmıştım; annemin yanağının neresini öpece-
ğimi bakışlarımla saptayacak, tıpkı bir ressamın, poz verme se-
anslarının süresi kısıtlı olduğunda paletini hazırlaması, çok ge-
rektiğinde model olmadan da yapabileceği şeyleri önceden,

33
belleğine ve notlarına başvuraraK tamamlaması gibi, zihnimi
hazırlayacak, bu düşünsel öpücük başlangıcı sayesinde, anne-
min bana ayıracağı bir dakikanın tamamını, onun yanağını du-
daklarımda hissetmeye hasredebilecektim. Ne var ki, daha ye-
mek çanı çalmadan, büyükbabam bilinçsiz bir acımasızlıkla,
"Çocuk yorgun görünüyor, gidip yatsa iyi olur. Zaten bu gece
geç yiyeceğiz," dedi. Anlaşma kurallarına büyükannem ve an-
nem kadar titizlikle uym ayan babam da, "Doğru, hadi git yat,"
diye onayladı. Annemi öpmek istedim, ama tam o anda yemek
çanı çaldı. "Yeter canım, bırak anneni, iyi geceler dilediniz ya
birbirinize, bu kadar tezahürat da gülünç artık. Hadi çık yuka-
rı!" Böylece yolluğumu almadan gitmek zorunda kaldım; mer-
divenin her basamağını gönülsüzce, gönlüme karşı koyarak,
mecburen çıktım; gönlüm annemin yanına dönmek istiyordu,
çünkü annem beni öperek peşimden gelme iznini kendisine
vermemişti. Daima üzgün üzgün tırmandığım bu iğrenç merdi-
venden yayılan vernik kokusu, her gece yaşadığım bu belirli
türdeki kederi bir şekilde emmiş, sabi deştirmiş ti ve belki de bu
kederin, duyarlılığım üzerindeki etkisini daha da acımasızlaştı-
rıyordu, çünkü zihnim, kokuya bürünmüş haldeki kederime
karşı çaresiz kalıyordu. Uykuda, diş ağrısını, kurtarmak için
üst üste iki yüz hamle yaptığımız, suya düşmüş bir genç kız ve-
ya Moliere'in durmadan tekrarladığımız bir mısraı olarak his-
settiğimizde, uyanıp da zihnimizin diş ağrısı kavramını her tür
kahramanca ya da ritmik kılık değişikliğinden arındırması,
müthiş bir rahatlamadır. İşte odama çıkmanın kederi, bu mer-
divene özgü vernik kokusunun solunmasıyla, -m anevi istila-
dan çok daha zehirli olan- son derece süratli, hem sinsi, hem
de sert bir biçimde, neredeyse bir anda benliğime nüfuz ettiğin-
de yaşadığım şey, bu rahatlamanın tersiydi. Odama vardığım-
da, bütün çıkışları tıkamam, panjurları kapatmam, yatak örtü-
sünü açarak kendi mezarımı kazmam, gecelik biçimindeki ke-
fenimi giymem gerekti. Ama yazın büyük yatağın fitilli doku-
madan perdelerinin altında çok terlediğim için odaya konan
ilave demir yatağa gömülmeden önce, içimde bir isyan hissi
kabardı, bir idam mahkûmu hilesine başvurmak istedim. An-
neme bir not yazıp, kendisine ancak yüz yüze söyleyebileceğim

34
önemli bir şey için yukarı çıkmasını rica ettim. Tek korkum, ha-
lamın Com bray'de olduğumuz zamanlar benimle ilgilenmekle
görevli aşçısı Françoise'ın, notumu götürmeyi reddetmesiydi.
Misafir varken anneme bir not götürmenin, ona, bir tiyatronun
kapıcısının sahnedeki bir oyuncuya bir mektup götürmesi ka-
dar imkânsız görüneceğinden şüpheleniyordum. Françoise'ın,
yapılabilecek ve yapılamayacak şeyler konusunda, anlaşılmaz
ya da anlamsız ayrımlara dayanan, zorlayıcı, kapsamlı, karma-
şık ve taviz vermez (süt çocuklarını katletmek gibi kan dökücü
buyrukların yanı sıra, abartılı bir incelikle oğlağı annesinin sü-
tünde pişirmeyi, hayvanların but sinirlerini yemeyi yasaklayan
eski yasaları andıran) yasaları vardı. Yapmasını istediğimiz ki-
mi işlere karşı birden gösterdiği inatçı direnişe bakılırsa, bu ya-
salar, Françoise'ın çevresinin ve bir köy evindeki hizmetkârlığı-
nın katiyen esinlemiş olamayacağı birtakım toplumsal karma-
şıklıkları ve sosyete inceliklerini öngörmüş gibiydi; insan, tıpkı
bir zamanlar orada bir saray hayatı yaşandığına tanıklık eden
eski konakların bulunduğu ve kimyasal madde fabrikası işçile-
rinin, Aziz Theophilos mucizesini ya da Aymon'un dört oğlunu
temsil eden zarif heykellerin arasında çalıştığı sanayi siteleri gi-
bi Françoise'ın da, çok eski, asil ve anlaşılamamış bir Fransız
geçmişine sahip olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. Bu ör-
nekte, Françoise'ın, M. Swann varken benim gibi önemsiz bir
şahsiyet için, annemi rahatsız etmesinin, yangın çıkmadıkça
pek küçük bir ihtimal olmasına yol açan yasa maddesi, Fran-
çoise'ın yalnızca -ölülere, rahiplere ve krallara olduğu gibi—
ebeveyne değil, ayrıca ağırlanan misafire de duyduğu saygının
ifadesiydi sadece; bu saygı, bir kitapta karşıma çıksa, beni duy-
gulandırırdı belki, ama bu saygıya değinen Françoise olunca,
bu konudan söz ederken kullandığı ciddi ve şefkatli ses tonu
yüzünden, sinirime dokunurdu; hele o akşam, yemek davetine
atfettiği kutsallık, merasimi bölmeyi reddetmesine sebep olaca-
ğından, iyice canımı sıkıyordu. Ama ben, kendime bir şans ta-
nımak isteyip hiç duraksamadan yalan söyleyerek, Françoise'a,
anneme bu notu kendi isteğimle yazmadığımı, annemin, ben
yanından ayrılırken, aramamı rica ettiği bir eşyayla ilgili ola-
rak, ona bir cevap göndermeyi unutmamamı tembihlediğini

35
bildirdim; bu not kendisine verilmezse, annemin mutlaka çok
kızacağını da ekledim. Zannederim Françoise bana inanmadı,
çünkü tıpkı duyuları bizden daha güçlü olan ilk insanlar gibi, o
da, kendisinden saklamak istediğimiz gerçekleri, bizim için
kavranması mümkün olmayan işaretlerden, hemen anlayıverir-
di; sanki kâğıdın incelenmesi ve yazının görünüşü, notun içe-
riği ya da hangi yasa maddesine başvurması gerektiği hakkın-
da kendisine bir bilgi verebilirmiş gibi, beş dakika boyunca zar-
fa baktı. Sonra, "Böyle evladı olan ana babanın vay haline!" an-
lamına gelebilecek bir tevekkül ifadesiyle odadan çıktı. Bir iki
dakika sonra dönüp sofradakilerin henüz dondurmalarını bitir-^
mediklerini, uşağın notu o sırada, herkesin önünde vermesinin
imkânsız olduğunu, ama sıra ağızların çalkalanmasına geldi-
ğinde, bir yolunu bulup notu anneme ileteceklerini söyledi.
Kaygılarım o anda dağıldı; artık, az önce olduğu gibi, annem-
den ertesi güne kadar ayrılmış sayılmazdım, çünkü yazdığım
kısa not, şüphesiz annemi kızdıracak (üstelik bu numara beni
Svvann'ın nezdinde gülünç düşüreceği için iki misli kızdıracak),
ama hiç değilse görünmez ve mutlu bir şekilde annemin bulun-
duğu odaya girmemi sağlayacak, annemin kulağına fısıltıyla
benden söz edecekti; çünkü daha bir iki dakika önce, -"ta n e li"-
dondurmayla ağız çalkalama kaplarının bile, bana, annem bu
hazları benden uzakta tattığı için, zararlı ve ölümcül derecede
hüzünlü hazlar barındınyormuş gibi geldiği o yasak, düşman
yemek odasının kapıları beni kabul etmek üzere açılıyordu ve
olgunlaşıp kabuğunu yırtan bir meyve misali, yazdığım satırla-
rı okuyan annemin dikkatini, benim coşkun kalbime doğru fır-
latacaktı. Artık ondan ayrı değildim; engeller yıkılmıştı, hariku-
lade bir bağ, bizi birleştirmekteydi. Üstelik bu kadarla da kal-
mıyordu: Annem mutlaka gelecekti!
Swartn'in, yazdığım notu okusa ve amacını tahmin etse,
yaşadığım yürek daralmasıyla alay edeceğini düşünüyordum;
oysa daha sonra öğrendim ki, aksine, benzer bir yürek daral-
ması, uzun yıllar boyunca onun da içini kemirmişti ve belki de
beni en iyi anlayabilecek kişi oydu; Swann, sevdiği kadının,
kendisinin bulunmadığı, gidip onunla buluşamayacağı bir eğ-
lence yerinde olduğunu sezmenin getirdiği yürek daralmasıyla,

36
aşk aracılığıyla tanışmıştı; aşk, bir bakıma bu yürek daralması-
nın kaderidir, onu tekeline alır, özelleştirir; ne var ki, benim du-
rumumda olduğu gibi, yürek daralması, içimize, aşk hayatı-
mızda boy göstermeden önce yerleştiğinde, aşkın bekleyişi
içinde, başıboş ve serbest dalgalanır, belirli bir duygunun teke-
linde değildir, bir gün bir hissin, ertesi gün bir başkasının, kâh
evlat sevgisinin, kâh dostluğun emrindedir. Svvann, Françoise
gelip de notumun iletileceğini haber verdiğinde benim ilk kez
tanıştığım mutluluğu da çok iyi biliyordu; bu yalancı mutlulu-
ğu, sevdiğimiz kadının, onunla buluşmak üzere bir balonun
veya davetin verildiği konağa ya da bir tiyatrodaki prömiyere
gelen bir arkadaşı veya akrabası, bizi çaresizlik içinde, sevdiği-
mizle konuşmak için bir fırsat kollayarak dışarıda aylak aylak
dolaşırken gördüğünde yaşarız. Söz konusu şahıs bizi tanır,
teklifsizce yanımıza gelip orada ne işimiz olduğunu sorar. Biz
akrabasına ya da arkadaşına acil bir mesaj iletmek zorunda ol-
duğumuz yolunda bir yalan uydurduğum uzda da, meselenin
kolaylıkla çözülebileceğini söyleyip bizi girişe alır, beş dakika
içinde sevdiğimizi yanımıza göndereceğine dair söz verir. Düş-
manca, ahlaksızca, harikulade girdapların sevdiğimiz kadını
bizden uzaklara sürüklediğini, bize güldürdüğünü zannettiği-
miz o garip, cehennemi daveti, bir tek cümlesiyle gözümüzde
dayanılır, insani ve neredeyse olumlu kılan iyi niyetli aracıyı ne
kadar da çok severiz! (İşte ben de Françoise'ı o anda o kadar
çok seviyordum.) Yanımıza gelen ve davetin zalim sırlarına vâ-
kıf olan akrabadan yola çıkarsak eğer, diğer davetlilerin de ib-
lisçe bir yanı olmasa gerektir. Sevdiğimiz kadının bilinmez haz-
lar yaşayacağı o erişilmez, işkence dolu saatlere, biz de beklen-
medik bir gedikten nüfuz etmekteyizdir işte; art arda dizilerek
bu saatleri oluşturan anlardan birini, diğerleri kadar gerçek,
hattâ belki sevgilimiz de rol oynadığından, bizim için ötekiler-
den daha önemli bir ânı, kafamızda canlandırmakta, elimizde
tutmakta, ona müdahale etmekteyizdir, hattâ onu biz yaratmış
bile sayılabiliriz: bizim orada, aşağıda olduğumuzun kendisine
söyleneceği an. Davetin diğer anları da, özünde bundan çok
farklı olmasa gerektir, daha olağanüstü, bize öylesine ıstırap
çektirecek bir yanları yoktur herhalde ki, iyi niyetli dost,

37
"Memnuniyetle iner aşağıya! Yukarıda sıkılmaktansa, sizinle-
sohbet etmeyi kesinlikle tercih edecektir," demiştir bize. Hey-
hat! Swann bu tecrübeyi yaşamıştı; sevmediği birinin bir davet-
te bile peşini bırakmamasına sinirlenen bir kadının üzerinde,
üçüncü şahısların iyi niyetlerinin hiçbir etkisi olmaz. Genellik-
le, iyi niyetli arkadaş aşağıya tek başına iner.
Annem gelmedi ve (bulup bulmadığımı bildirmemi rica et-
tiği eşyayla ilgili yalanımın ortaya çıkmamasına bağlı olan) iz-
zetinefsime özen göstermeden, Françoise'la şu mesajı gönderdi:
"Cevap yok." Daha sonra bu cümlenin, lüks otellerin kapı gö-
revlileri, kumarhane görevlileri tarafından, zavallı şaşkın genç
kızlara söylendiğini çok işittim. "Nasıl olur, hiçbir şey demedi
mi? Ama imkânsız! Notumu kendisine verdiniz, değil mi? Peki,
ben biraz daha bekleyeyim." Nasıl ki bu genç kızlar, kapı gö-
revlisi kendileri için fazladan bir lamba yakmaya yeltendiğinde
ışığa ihtiyaçları olmadığını söyleyip bir kenarda dururlarsa,
görevlinin komiyle havadan sudan konuşmasını, sonra birden
saatin farkına varaıp bir müşterinin içkisini buzda soğutmak
üzere komiyi göndermesini izlerlerse, ben de Françoise'ın bana
bir bitki çayı yapma, yanımda oturma tekliflerini reddettim, o
mutfağa gittikten sonra da, yatağıma yatıp bahçede kahve içen
annemlerin seslerini duymam aya çalışarak gözlerimi kapattım.
Ama birkaç saniye sonra, anneme o notu yazmakla, onu kızdır-
mayı göze alarak, kendisini tekrar görebileceğim ânı adeta elle-
rimle tuttuğumu hissedecek kadar ona yaklaşmakla, onu gör-
meden uyuyabilm e ihtimalini ortadan kaldırmış olduğumu
hissettim; kalbimin çarpıntıları her an biraz daha sancılı hale
geliyordu, çünkü kendi kendimi, bahtsızlığımı kabullenerek sa-
kinleşmeye ikna etme çabası, çarpıntımı daha da artırıyordu.
Birdenbire bütün sıkıntım dağıldı, tıpkı bir ilaç etkisini göster-
meye başlayıp da ağrımızı dindirdiğinde olduğu gibi, içimi bir
mutluluk kapladı: Annemi görmeden uyumam aya karar ver-
miştim; ne pahasına olursa olsun, onunla uzun süre boyunca
küs kalacağımızdan emin de olsam, yatmak üzere yukarı çıktı-
ğında onu mutlaka öpecektim. Kaygılarımın sona ermesinin
yarattığı huzur kadar, bekleyiş de, tehlike arzusu ve korkusu
da, olağanüstü bir coşku veriyordu bana. Gürültü etmeden

38
pencereyi açıp yatağımın ayakucuna oturdum; aşağıdan beni
işitmesinler diye neredeyse kıpırdamıyordum. Dışarıda da her
şey, ay ışığını bulandırmamak için sessiz bir dikkat içinde do-
nup kalmıştı adeta; ay, bütün nesnelerin önüne yansıttığı, nes-
nenin kendisinden daha yoğun, daha somut bir akisle her birini
ikizleştirip geriye itmiş, tıpkı daha önce katlanmış olan bir hari-
tayı açar gibi, manzarayı aynı anda hem inceltmiş, hem de bü-
yütmüştü. Kıpırdaması gereken şeyler, tek tük kestane yaprak-
ları, kıpırdıyordu. Ama her yaprağın, en ufak ayrıntılarla, en
ince ürpertilerle titizlikle tamamlanan, eksiksiz titreyişi, diğer-
lerine bulaşmadan, onlarla bütünleşmeden sınırlı kalıyordu.
Hiçbir sesi yutmayan bu sessizliğin üzerine yayılan, en uzak-
lardan, muhtemelen kentin öbür ucundaki bahçelerden gelen
sesler bile, öyle bir "m ükem m eliyetle, en ince ayrıntılarına ka-
dar algılanıyordu ki, uzaktan geliyormuş hissini vermeleri,
sanki sadece pianissimo olmalarından kaynaklanıyordu; Kon-
servatuvar orkestrasının kusursuz biçimde, surdinlerle icra etti-
ği ezgiler de, tek nota bile kaçırılmadığı halde, konser salonu-
nun çok uzağından geliyormuş izlenimini uyandırır ve bütün
yaşlı dinleyiciler -Swann biletlerini kendilerine verdiği zaman-
lar büyükannemin kız kardeşleri de- henüz Trevise Sokağı'nı
dönmemiş olan bir ordunun ilerleyişini uzaktan dinlercesine
kulak kabartırlardı.
Kendi kendime yarattığım durumun, annemle babamın
tepkileri açısından, benim için mümkün olan en ağır sonuçlara
yol açabileceğini, bir yabancının tahmin edemeyeceği, ancak
gerçekten yüz kızartıcı suçların sonucu olabileceğini düşündü-
ğü türden ve o ciddiyette sonuçlar doğurabileceğini biliyor-
dum. Ne var ki, bana verilen eğitimde, kabahatlerin sıralaması,
diğer çocukların eğitiminde olduğundan farklıydı; bana, (her-
halde bu kadar özenle uzak tutulmam gereken bir başka kaba-
hat olmadığından) özellikle kaçınmam gereken şeyin, ortak
özelliklerini, yani sinirsel bir güdüye boyun eğmekten kaynak-
landıklarını şimdi anladığım kabahatler olduğu öğretilmişti.
Ama o sırada sinirsel kelimesi telaffuz edilmez, bana, yenik
düşmemin bağışlanabilir, hattâ karşı koymamın imkânsız oldu-
ğunu düşündürebilecek bu sebep, açıkça belirtilmezdi. Yine de

39
ben bu kabahatleri, öncesinde yaşadığım yürek daralmasından
ve ardından gelen cezadan, gayet iyi tanırdım; o anda işlediğim
kabahatin de, daha önce sertçe cezalandırılmamla sonuçlanan
başka kabahatlerle aynı cinsten, üstelik çok daha ağır olduğunu
biliyordum. Annem, yatmak için yukarıya çıkarken yoluna di-
kildiğimde, benim kendisine koridorda tekrar iyi geceler dile-
mek üzere uyum ayıp beklediğimi görünce, beni artık evde tut-
mayacaklar, ertesi gün yatılı okula vereceklerdi, bundan hiç
kuşkum yoktu. Ne yapalım! Beş dakika sonra kendimi pencere-
den aşağı atmam gerekse de, umurumda değildi. O anda istedi-
ğim, annemdi, ona iyi geceler dilemekti; bu arzuyu gerçekleş-
tirme yolunda, geri dönemeyecek kadar ilerlemiştim artık.
Svvann'ı geçirmekte olan annemle babamın ayak seslerini
işittim; kapının çıngırağı Swann'in gittiğini haber verince, pen-
cereye yaklaştım. Annem babama, ıstakozu beğenip beğenme-
diğini, M. Swann'in kahveli ve şamfıstıklı dondurmadan biraz
daha alıp almadığını soruyordu. "Ben dondurmayı pek yavan
buldum," dedi annem; "bir dahaki sefere başka bir çeşidini de-
nesek iyi olacak galiba." "Swann'i ne kadar değişmiş bulduğu-
mu anlatamam," dedi büyükhalam, "enikonu yaşlanmış!" Bü-
yükhalam Swann'i hep bir yeniyetme olarak görmeye alıştığın-
dan, onu birdenbire kendisine yakıştırmaya devam ettiği yaşta-
ki kadar genç bulmayınca şaşırmıştı. Zaten annemle babam da,
Swann'i, yarını olmayan günleri hep boş geçen, dakikalar sa-
bahtan itibaren üst üste yığılıp çocuklara hasredilmediği için
diğer insanlara oranla daha uzun günler geçiren, bütün bekâr-
lar gibi, anormal, aşırı, utanç verici ve müstahak bir biçimde
yaşlanmış bulmaya başlamışlardı. "Sanıyorum herkesin gözü
önünde Monsieur de Charlus diye bir adamla birlikte yaşayan
o rezil karısı Swann'i çok üzüyor. Bütün Combray bunu konu-
şuyor." Annem, buna rağmen Swann'in bir süredir eskisi kadar
kederli görünmediğini söyledi. "Babasından aynen aldığı o
gözlerini ovuşturup eliyle alnını sıvazlama hareketini de daha
seyrek yapıyor. Ben aslında o kadını artık sevmediğini düşünü-
yorum ." "Tabii ki artık sevmiyor," diye cevap yerdi büyükba-
bam. "Kendisinden uzun zaman önce bu konuda bir mektup
aldım; söylediklerine katiyen katılmasam da, mektup, karısına

40
ilişkin hisleri, en azından sevgisi konusunda şüpheye yer bı-
rakmıyordu. Gördünüz mü, şarap için teşekkür etmediniz ken-
disine!" diye ekledi baldızlarına dönerek. "Nasıl teşekkür et-
medik? Laf aramızda, bence oldukça incelikli bir biçimde teşek-
kürlerimi bildirdim," diye cevap verdi Flora Teyzem. "Evet,
çok güzel ifade ettin; seni çok takdir ettim," dedi Celine Tey-
zem. "Sen de hiç fena sayılm azdın." "Evet, nazik komşulara
ilişkin cümlemle epey gurur duydum." "Ne! Siz buna teşekkür
etmek mi diyorsunuz?" diye haykırdı büyükbabam. "Söyledik-
lerinizi duydum pekâlâ, ama Swann'dan bahsettiğiniz aklım-
dan geçtiyse kör olayım. Hiçbir şey anlamadığından emin ola-
bilirsiniz." "Yok canım, Swann aptal bir insan değil, takdirle
karşıladığından eminim. Kaç şişe gönderdiğini, şarabın fiyatını
belirtemezdim ya!" Annemle babam yalnız kalınca biraz otur-
dular; sonra babam, "Eh, istersen yukarı çıkıp yatalım," dedi.
"Nasıl istersen canım, gerçi benim hiç mi hiç uykum yok; oysa
kahveli dondurma uykum u kaçıramayacak kadar hafifti; neyse,
mutfakta ışık yandığını fark ettim, zavallı Françoise beni bekle-
diğine göre, sen soyunurken rica edeyim de korsemi çözsün."
Ardından annem, holü merdivenden ayıran kafesli kapıyı açtı.
Az sonra, odasının penceresini kapatmak üzere yukarı çıktığını
işittim. Sessizce koridora çıktım; kalbim o kadar hızlı çarpıyor-
du ki, adım atmakta güçlük çekiyordum, ama hiç değilse artık
sıkıntıdan değil, korkudan ve mutluluktan çarpıyordu. Merdi-
ven boşluğunda, annemin elindeki mumdan yayılan ışığı gör-
düm. Sonra kendisini gördüm ve fırladım. İlk anda, ne olduğu-
nu anlayamayarak şaşkınlık içinde baktı bana. Ardından, yü-
zünde bir öfke ifadesi belirdi; tek kelime olsun söylemiyordu,
zaten bundan çok daha küçük kabahatler işlediğimde bile, gün-
lerce benimle konuşulmazdı. Annem bir şey söylese, benimle
konuşulabileceğini kabul etmiş olurdu; kaldı ki böyle bir şey,
bana daha da korkunç gelir, benim için düşünülen cezanın
ağırlığı yanında, suskunluğun, küslüğün çocukça kalacağını
belirten bir işaret gibi algılardım sözlerini. Annemin söyleyece-
ği bir tek söz, kovulmasına karar verilmiş bir hizmetkârla ko-
nuşurken sergilenen sükûnete, askere gönderilen bir evlada, iki
gün küs kalınacak olsa kendisinden esirgenecek bir öpücüğü

41
vermeye benzerdi. Ama o sırada annem, babamın soyunmak
üzere gittiği banyodan çıktığını duydu ve babamın azarından
beni korumak için, öfkesinden kesik kesik konuşarak, "Kaç ça-
buk, koş, hiç değilse baban böye deliler gibi beklediğini görme-
sin!" dedi. Ben hâlâ, "Gel bana iyi geceler dile," diye tekrarlı-
yor, babamın elindeki mumun ışığının duvarda yükselmekte
olduğunu görüp dehşete kapılıyor, ama bir yandan da, baba-
mın yaklaşmasını bir tehdit olarak kullanıyor, annemin, reddet-
meye devam ederse, babamın beni orada bulmasından korka-
rak, "Odana gir, geliyorum ," diyeceğini umuyordum. Ama ar-
tık çok geçti, babam karşımızda duruyordu. İstemeyerek, kim-
senin duymadığı şu mırıltı çıktı ağzımdan: "M ahvoldum!"
Fakat öyle olmadı. Babam, "ilkeler"e aldırmadığı ve onun
gözünde "insan hakları" diye bir şey olmadığı için, annemle
büyükannem tarafından bahşedilen daha cömertçe anlaşmalar-
la bana verilmiş olan izinleri sürekli kaldırırdı. Sıradan bir se-
beple, hattâ sebepsiz yere, alışkanlık haline gelmiş, mahrum
edilmemin artık ihanet sayılacağı bir gezintiyi son dakikada ya-
saklar veya o gece de yaptığı gibi, alışılmış saatten çok daha
önce, "Hadi git yat, tartışma istemiyorum!" derdi. Ama aynı
zamanda, (büyükannemin kullandığı anlamda) ilkeleri olmadı-
ğı için, açıkçası, taviz vermeyen bir insan da değildi. Bir an, şaş-
kın ve öfkeli bir ifadeyle bana baktı, sonra, annem çekinerek
olanları kısaca anlatınca, hemen, "Canım , yanma gitsene çocu-
ğun," dedi; "zaten uykun olmadığını söylüyordun, biraz oda-
sında oturursun, benim hiçbir şeye ihtiyacım yok." "Am a haya-
tım," diye cevap verdi annem utana sıkıla, "uykum olup olma-
ması değil ki mesele, bu çocuğu böyle alıştırırsak..." "Alıştıra-
cak değiliz canım," dedi babam omuz silkerek, "görüyorsun
çocuk üzülmüş, perişan görünüyor yavrucak; biz de işkenceci
değiliz ya! Çocuk hastalansa daha mı iyi? Odasında iki yatak
var nasılsa, Françoise'a söyle, sana büyük yatağı hazırlasın, bu
gece onun yanında yat. Hadi iyi geceler, benim sinirlerim sizin
kadar hassas değil, ben yatıyorum."
Babama teşekkür edilemezdi; gülünç duyarlılıklar diye ad-
landırdığı bu tür davranışlar, sinirine dokunurdu. Kıpırdamaya
cesaret edemeden olduğum yerde duruyordum; babam hâlâ iri

42
cüssesiyle karşımızdaydı; beyaz geceliği ve baş ağrısı çekmeye
başladığından beri geceleri kafasına doladığı morlu pembeli
Hint kaşmiriyle, M. Svvann'ın bana verdiği Benozzo Gozzoli
gravüründe, Sara'ya, İshak'ın yanından ayrılması gerektiğini
söyleyen Hz. İbrahim'i andırıyordu. Bu olayın üzerinden yıllar
geçti. Babamın mumundan yayılan ışığın tırmanışını izlediğim
merdiven duvarı uzun zamandır yok. Benim içimde de, daima
var olacağını zannettiğim birçok şey yok oldu, onların yerini
alan yenileri ise, o sırada tahmin edemeyeceğim yeni üzüntüle-
re ve yeni mutluluklara yol açtılar; buna karşılık, eski üzüntüle-
rimi ve mutluluklarımı da şimdi anlamakta güçlük çekiyorum.
Babamın, anneme, "Çocuğun yanına git," demesi de, uzun za-
mandır imkânsız. Böyle anları bir daha asla yaşayamayacağım.
Ama kısa bir süredir, kulak kabarttığım takdirde, babamın kar-
şısında bastırmayı başardığım ve ancak annemle yalnız kaldığı-
mızda koyverdiğim hıçkırıkları gayet iyi duyabiliyorum yine.
Aslında o hıçkırıklar hiç sona ermedi; şimdi etrafımda hayat
daha suskun olduğu için onları tekrar duyar oldum; tıpkı gün-
düzleri şehrin gürültüsü tamamen bastırdığı için çalmadıkları-
nı zannedebileceğimiz manastır çanlarının, gecenin sessizliğin-
de tekrar çalmaya koyulmaları gibi.
Annem o geceyi benim odamda geçirdi; evden ayrılmak
zorunda bırakılmayı bekleyecek kadar ciddi bir kabahat işledi-
ğim anda, annemle babam, o güne dek, güzel davranışlarıma
karşılık verdikleri mükâfatlardan çok daha büyük bir lütuf ba-
ğışlıyorlardı bana. Böyle bir lütufta bulunurken bile, babamın
bana davranışı, önceden tasarlanmış bir plandan ziyade, tesa-
düfi kararların sonucu olan, kendine özgü keyfî özelliğini koru-
yordu, kazanılmış bir hak değildi. Hattâ belki babamın beni
yatmaya gönderirkenki, sertlik adını verdiğim tavrı da, anne-
min veya büyükannemin tutumları kadar layık değildi bu ad-
landırmaya, çünkü mizacı bazı bakımlardan, annemle büyü-
kanneme oranla benimkinden çok daha farklı olan babam, on-
ların çok iyi bildiği bir şeyi, her akşam ne kadar bedbaht oldu-
ğumu o güne kadar tahmin edememişti; ne var ki, annemle bü-
yükannem, beni çok sevdiklerinden ıstıraptan korumaya çalış-
mıyorlar, sinirsel hassasiyetimi azaltabilmem ve irademi güç-

43
lendirebilmem için, ıstırabımın üstesinden gelmeyi öğretmek
istiyorlardı bana. Bana daha farklı türden bir şefkat besleyen
babam buna cesaret edebilir miydi bilmem; kederimi bu sefer
anlamış, o zaman da, anneme, "Git çocuğu avut," demişti. An-
nem o gece benim odamda kaldı ve sanki bekleyebileceğimden
çok farklı olan bu saatleri bir pişmanlıkla gölgelememek için,
annemin benim yanımda oturduğunu, elimi tuttuğunu ve azar-
lamadan ağlamama izin verdiğini görüp olağandışı bir şeyler
olduğunu anlayan Françoise, kendisine, "Hanımefendi, küçük
beyin nesi var, niye böyle ağlıyor?" diye sorduğunda, "Kendi
de bilmiyor ki Françoise, sinirleri bozuk; hadi bana büyük yata-
ğı hazırlayıverin, sonra da yatmaya çıkın," diye cevap verdi.
Böylece, kederim ilk kez cezalandırılması gereken bir kabahat
değil, resmen tanınan irade dışı bir rahatsızlık, benim sorumlu
olmadığım sinirsel bir durum olarak görülüyordu; acı gözyaş-
larımdan artık utanmamanın rahatlığını tadıyordum, vicdan
azabı duymadan ağlayabilirdim. Annem odama çıkmayı redde-
dip uyumam gerektiğine dair küçümser bir cevap gönderdik-
ten bir saat sonra, meselenin, Françoise nezdinde de bana yetiş-
kin bir insan onuru bağışlayan ve beni aniden adeta bir keder
büluğuna, gözyaşlarının rüştüne ulaştıran, insani bir boyuta
kavuşmuş olmasından ötürü, epeyce gurur duyuyordum doğ-
rusu. Mutlu olmam gerekirdi; değildim. Bana öyle geliyordu ki,
annem, ilk kez, muhtemelen kendisini üzen bir taviz vermişti
bana, benim için tasarladığı idealden ilk kez feragat etmişti ve
bütün yürekliliğine rağmen yenildiğini kendine ilk kez itiraf
ediyordu. Bana öyle geliyordu ki, eğer buna zafer kazanmak
denebilirse, bu zaferi anneme karşı kazanmış, tıpkı bir hastalık
gibi, üzüntü ya da yaşlılık gibi, annemin iradesini gevşetmeyi
başarmış, zihnine boyun eğdirmiştim; bu gece, yeni bir döne-
min başlangıcı olacak, acıklı bir tarih olarak kalacaktı. O anda
cesaretim olsaydı, anneme, "Hayır istemiyorum, burada yat-
ma," derdim. Ama annemin mizacında, büyükannemden ken-
disine geçen hararetli idealizmi yumuşatan pratik, günümüzün
ifadesiyle gerçekçi bilgeliği iyi tanıdığımdan, artık olan oldu-
ğuna göre, hiç değilse bu huzur verici zevki bana tattırmayı ve
babamı rahatsız etmemeyi tercih edeceğini biliyordum. Şüphe-

44
siz, annemin güzel yüzü, şefkatle ellerimi tuttuğu, gözyaşlarımı
dindirmeye çalıştığı o gece, hâlâ gençliğin ışıltısıyla parlıyordu;
ama ben böyle olmaması gerektiğini düşünüyordum, annem
kızsa, öfkesi, çocukluğumda alışık olmadığım bu yeni şefkat ka-
dar üzücü olmazdı benim için; inançsız elimle, annemin ruhuna
gizlice ilk kırışıklığı, ilk beyaz saçı yerleştirmişim gibi geliyordu
bana. Bunu düşününce hıçkırıklarım iyice arttı ve o zaman, kar-
şımda asla acıma duygusuna kendini bırakmayan annemin, be-
nim kederime ansızın yenildiğini, gözyaşlarını tutmaya çabala-
dığını gördüm. Benim bunu fark ettiğimi anlayınca, gülerek,
"Gördün mü minik civcivim, küçük kanaryam, böyle devam
edersen anneni de kendin gibi aptala döndüreceksin. Hadi, ma-
dem ikimizin de uykusu yok, böyle üzülüp duracağımıza bir
şey yapalım, senin şu kitaplarından birini okuyalım," dedi.
Ama yanımda hiç kitap yoktu. "Büyükannenin isim günün için
sana aldığı kitapları şimdi çıkarmamı ister misin? İyi düşün, ya-
rından sonra hediye almadım diye üzülmeyecek misin?" Aksine
çok memnun olmuştum; annemin getirdiği, kâğıda sarılı paket-
teki kitapların sadece kısa ve geniş olduklarını tahmin edebili-
yordum, ama bu bir anlık, örtülü ilk bakışta bile, yılbaşı hediye-
si olan boya kutusuyla geçen yılKi ipekböceklerini gölgede bıra-
kacakları belliydi. Kitaplar, Şeytanlı Göl, Tarla Çocuğu François,
Küçük Fadette ve Usta Gaydacılar’dı. Daha sonra öğrendiğime gö-
re, büyükannem önce Musset'nin şiirlerini, Rousseau'nun bir ki-
tabını ve Indiarıa'yı seçmiş; değersiz kitapları, şeker ve pasta ka-
dar sağlığa zararlı bulan büyükannem, deha ürünlerinin bir ço-
cuğun zihni üzerindeki etkisinin, açık havayla deniz rüzgârının
çocuğun bedeni üzerindeki etkisinden daha tehlikeli olacağını
düşünmez, en az o kadar diriltici olacağına inanırdı. Ama ba-
bam, bana hangi kitapları hediye etmek istediğini öğrendiğinde
büyükanneme neredeyse deli muamelesi yapınca, o da, hediye-
siz kalmayayım diye, kalkıp tekrar Jouy-le-Vicomte'taki kitapçı-
ya gitmiş (o gün hava çok sıcak olduğundan, döndüğünde o ka-
dar perişanmış ki, doktor anneme, büyükannemin böyle yorul-
masına izin vermemesini tembih etmiş) ve George Sand'ın dört
köy romanıyla yetinmiş. "Yavrucuğum," diyormuş anneme,
"çocuğa kötü bir kitap hediye etmeye gönlüm razı olmadı."

45
Aslında büyükannemin gönlü, zihinsel bir yarar sağlama-
yacak olan herhangi bir şeyi satın almaya asla razı olmazdı;
özellikle de, rahatlığın ve gururun tatminlerinden başka şeyler-
den haz almayı öğreten güzel şeylerin sağladığı yarara değer
verirdi. Birisine, faydalı denilen türde bir hediye, bir koltuk, bir
sofra takımı, bir baston alması gerektiğinde bile, bunların "anti-
ka" olanını seçerdi; eşyaların eskimişliği, yararlı olma özellikle-
rini onun gözünde adeta siler, bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak-
tan çok, eski zaman insanlarının hayatını bize aktarma işlevini
yüklenirlerdi sanki. Benim odamda, en güzel sanat eserlerinin,
manzaraların fotoğrafları olsun isterdi. Ama bunları satın alma-
ya geldiğinde, fotoğrafta görülen şey estetik bir değere sahip
olduğu halde, fotoğraf denilen mekanik tasvirde, bayağılığın
ve faydanın hemen hâkimiyet kurduğu kanısına varırdı. Bu
yüzden de kurnazlık etmeye çalışır, ticari bayağılığı tamamen
ortadan kaldıramasa da, hiç değilse azaltmaya, onun yerine, sa-
nat katkısını mümkün mertebe artırmaya, adeta çok sayıda sa-
nat "katman"ı eklemeye gayret ederdi: Chartres Katedrali'nin,
Saint-Cloud Fıskiyeleri'nin, Vezüv'ün fotoğrafları yerine,
büyük bir ressamın bunları resmedip etmediğini Swann'dan
öğrenip, Corot'nun Chartres Katedrali, Hubert Robert'in Saint-
Cloud Fıskiyeleri, Turnemin Vezüv resimlerinin fotoğraflarını
almayı tercih eder, böylece sanat oranını artırırdı. Ne var ki, fo-
toğrafçı, sanat eserinin veya tabiatın tasvirinin dışında tutulup
onun yerine büyük bir ressam konmuş olsa da, bu yorumun
kopyasını çıkarmak, yine fotoğrafçıya düşüyordu. Bayağılıkla
yüz yüze gelen büyükannem, dolan vadeyi uzatmaya çalışıyor-
du tekrar. Swann'a, eserin bir gravürünün bulunup bulunma-
dığını soruyor, mümkünse, eski ve kendinin dışında, ek bir ya-
rarı olabilecek, örneğin bir sanat eserini şimdi göremeyeceği-
miz bir durumda betimleyen (Leonardo'nun Son Akşam Yeme-
ğz'nin zarar görmeden önceki halinin Morghen tarafından ya-
pılmış gravürü gibi) gravürleri tercih ediyordu. Şunu belirt-
mem gerekir ki, hediye alma sanatının bu şekilde yorumlanma-
sı, her zaman parlak sonuçlar vermiyordu. Tiziano'nun, fonda
lagünün yer aldığı bir deseninden edindiğim Venedik fikri, ba-
sit fotoğraflardan edineceğim izlenime kıyasla, gerçeğe çok da-

46
ha uzaktı kuşkusuz. Büyükhalam büyükannem aleyhinde bir
iddianame tertip etmek istediğinde, büyükannemin genç nişan-
lılara ya da yaşlı çiftlere hediye ettiği, daha ilk kullanma teşeb-
büsünde, eşlerden birinin ağırlığı altında çöküveren koltukların
hesabını tutamıyorduk artık. Ne var ki büyükannem, geçmişten
bir çiçekçiğin, bir tebessümün, bazen güzel bir hayalin hâlâ gö-
rülebildiği bir ahşabın sağlamlığıyla ilgilenmeyi çapsızlık ola-
rak değerlendirirdi. Eşyaların bir ihtiyacı karşılayan unsurlarını
bile, bu işlevi artık alışık olmadığımız bir şekilde yerine getir-
melerinden ötürü, tıpkı modern dilde, alışkanlığın aşındırdığı
istiareleri fark edebildiğimiz eski ifadeler gibi, büyüleyici bu-
lurdu. İşte isim günüm için bana hediye ettiği George Sand'ın
köy romanları da, antika bir mobilya gibi, artık sadece köylerde
karşımıza çıkan, kullanımdan kalkmış, tekrar eski renklilikleri-
ne kavuşm uş ifadelerle doluydu. Büyükannem, bir mülkü, eğer
gotik bir güvercinliği varsa veya insanın zihnini zamanda im-
kânsız yolculukların özlemiyle doldurarak üzerinde olumlu bir
etki yaratan eski şeylerden bir başkasına sahipse kiralamaya
daha hevesli olacağı gibi, bu kitapları da diğer seçeneklere ter-
cih etmişti.
Annem yatağımın yanma oturdu; eline, kırmızımsı kapağı
ve anlaşılmaz ismiyle gözümde belirgin bir şahsiyet ve esraren-
giz bir cazibe kazanan Tarla Çocuğu François'yı almıştı. O güne
kadar gerçek bir roman okumamıştım. George Sand'ın tipik bir
romancı olduğunu duymuştum. Bu yüzden de, Tarla Çocuğu
Frarıçois'da tanımlanmaz, harikulade bir şeyler bulmaya şimdi-
den hazırdım. Biraz tahsilli bir okurun, birçok romanın ortak
özellikleri olarak tanıyacağı, merak ya da merhamet uyandır-
mayı amaçlayan anlatım yöntemleri, endişe veya hüzün uyan-
dıran kimi ifade biçimleri, -yeni bir kitabı, birçok benzeri bulu-
nan bir şey gibi değil, kendinden başka varoluş nedeni olma-
yan, benzersiz bir insan gibi algılayan- bana, Tarla Çocuğu Fran-
çozs'nm özünden damıtılmış, baş döndürücü bir koku gibi geli-
yordu. O gündelik olayların, sıradan nesnelerin, alışılmış keli-
melerin altında, adeta tuhaf bir tonlama, vurgulam a seziyor-
dum. Olay gelişmeye başladığında, o sıralar kitap okurken ba-
zen sayfalar boyunca bambaşka hayaller kurmaya daldığım-

47
dan, iyice anlaşılmaz geldi bana. Benim dalgınlığımın olayın
akışında açtığı boşluklara, kitabı annem yüksek sesle okudu-
ğunda, bir de onun bütün aşk sahnelerini atlaması ekleniyordu.
Bu yüzden de, değirmencinin karısıyla çocuğun birbirlerine
karşı tutumlarında ortaya çıkan ve ancak doğmakta olan aşkta-
ki gelişmelerle açıklanabilen garip değişiklikler, bana müthiş
esrarengiz geliyor, bu esrarın kaynağının, tanımladığı çocuğu,
nedenini anlayamadığım bir şekilde, canlı, kızıl, büyüleyici
rengiyle sarmalayan, o anlaşılmaz, tatlı "Tarla Çocuğu" sıfatın-
da bulunduğuna hükmediyordum. Annem sadık bir okuyucu
değildi, ama öte yandan da, içinde gerçek duygular bulduğu
eserleri okurken, saygılı ve sade vurgularıyla, o güzel, yumu-
şak sesiyle, harika bir okuyucuydu. Hayatta, kendisinde böyle
bir merhameti ya da takdiri, sanat eserleri değil de, insanlar
uyandırdığında bile, sesinde, davranışında, sözlerinde, bir za-
manlar çocuğunu kaybetmiş bir anneyi üzebilecek bir neşe te-
zahürü, bir ihtiyara, yaşını düşündürebilecek bir doğum günü,
yıldönümü anıştırması, genç bir bilgine can sıkıcı gelebilecek
ev işleri konularını bulundurmamaya nasıl bir saygıyla özen
gösterdiğini görmek, insanı duygulandırırdı. Aynı şekilde,
George Sand'm, annemin hayatta her şeyin üstünde tutmayı
büyükannemden öğrendiği ve benim neden sonra, kendisine,
kitaplarda da her şeyin üstünde tutmamayı öğreteceğim o iyi
yüreklilikle, manevi asaletle dolu olan romanlarını okurken de,
annem, o güçlü akışı bozabilecek her türlü bayağılığı, yapma-
cıklığı sesinden uzak tutmaya dikkat ederek, adeta onun sesi
için yazılmış olan ve sanki bir bütün olarak duyarlılığının kap-
samı içinde yer alan cümlelere, gerektirdikleri bütün doğal seve-
cenliği, sınırsız yumuşaklığı katardı. Cümleleri gereken tonda
seslendirmek için, onlardan önce var olan ve onları esinleyen,
ama kelimelerin belirtmediği samimi vurguyu bulurdu; bu vur-
gu sayesinde, fiil zamanlarındaki çiğlikleri yumuşatıverir, hikâ-
ye bileşik zamanına ve -di'li geçmişe iyi yürekliliğin yumuşaklı-
ğını, şefkatin hüznünü katar, bitmekte olan cümleyi, başlayacak
olan cümleye doğru yönlendirir, sayıları farklı olsa da, heceleri
düzenli bir ritme sokmak için hızını kâh artırır, kâh düşürür, o
sıradan metne, adeta duygusal ve kesintisiz bir canlılık verirdi.

48
Vicdan azabım yatışmıştı, annemin yanımda olduğu o ge-
cenin tatlı akışına bırakmıştım kendimi. Böyle bir gecenin bir
daha tekrarlanamayacağını, hayattaki en büyük arzumun, yani
gecenin hüzünlü saatlerinde annemi odamda tutmanın, haya-
tın zorunluluklarına ve herkesin isteğine zıt olduğunu ve bu
yüzden de, bu arzumun o gece gerçekleşmesine izin verilmesi-
nin, suni ve istisnai bir durum teşkil ettiğini biliyordum. Ertesi
gün yüreğim yine daralacak, annem yanımda kalmayacaktı. Ne
var ki sıkıntılarım hafiflediğinde, onları anlamaz oluyordum;
üstelik ertesi akşam henüz çok uzaktaydı; sıkıntılarım benim
irademden bağımsız ve sadece onları benden şimdilik ayıran
zaman yüzünden önlenebilirmiş gibi gelen şeylerden kaynak-
landığına göre, aradaki süre içinde fazladan bir güç kazanama-
yacağım halde, hazırlık yapmaya vaktim olacağını düşünüyor-
dum.

İşte, uzun zaman boyunca, geceleri uyanıp tekrar tekrar


Combray7yi hatırladığımda, sadece, belirsiz bir karanlığın orta-
sında, bir havai fişeğin ya da projektörün, geri kalanı karanlığa
gömülmüş olan bir binada aydınlattığı kesitleri andıran, ışıklı
bir yüzey görürdüm hep: küçük salon, yemek odası, kederleri-
min habersiz sorumlusu M. Svvann'ın içinden geçip geleceği
karanlık ağaçlı yolun başı ve holden oluşan, oldukça geniş bir
taban, holü geçip ilk basamağına ulaştığım, çıkması bir işkence
olan ve tek başına, bu eğri büğrü piramidin son derece dar göv-
desini oluşturan merdiven; piramidin tepesinde de, annemin
geçtiği, camlı kapılı küçük koridorla benim yatak odam; özetle,
soyunma dramımın, hep aynı saatte görülen, etrafındaki her
şeyden tecrit edilmiş, karanlıkta tek başına beliren (eski piyes-
lerin en başında, taşra gösterileri için tarif edilen dekoru andı-
ran), vazgeçilmez dekoru; adeta Combray, dar bir merdivenle
birbirine bağlanan iki kattan oluşmuş ve saat hep akşamın ye-
disiymiş gibi. Aslında sorulacak olsa, Combray'de başka şeyler
de bulunduğunu, Combray'nin başka saatlerde de var olduğu-
nu söylerdim. Ama bunlardan hatırlayacaklarımı bana sadece
iradi hafıza, zihinsel hafıza sağlayacağı ve onun geçmişe ait bil-

49
gileri, geçmişten hiçbir şey barındırmadığı için, Combray'nin
geri kalanını düşünmeyi canım hiçbir zaman istemezdi. Onla-
rın hepsi, aslında benim için ölmüş sayılırdı.
Sonsuza dek ölmüşler miydi? Mümkündür.
Bütün bu meselelerde tesadüfün büyük rolü vardır ve ikin-
ci bir tesadüf olan ölümümüz de, ilk tesadüfün lütuflarını uzun
müddet beklememize izin vermez.
Kaybettiğimiz kişilerin ruhlarının, daha ilkel bir varlığın,
bir hayvanın, bitkinin veya cansız nesnenin içinde tutsak ol-
duğu yolundaki Kelt inancını çok makul bulurum; bu ruhları
gerçekten de kaybetmişizdir, ta ki, birçokları için hiç yaşanma-
yan bir gün, ruhun hapsolduğu ağacın yanından geçinceye, ru-
hu barındıran nesneyi tesadüfen ele geçirinceye kadar. O za-
man ruh irkilip ürperir, bizi çağırır ve onu tanıdığımız anda,
büyü bozulur. Bizim tarafımızdan kurtarılan ruh ölümü yener
ve bizimle birlikte yaşamaya başlar tekrar.
Geçmişimiz için de aynı şey geçerlidir. Geçmişi hatırlama
gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. Geçmiş,
zihnin hâkimiyet alanının, kavrayış gücünün dışında bir yerde,
hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin (bu nesnenin bize yaşa-
tacağı duygunun) içinde gizlidir. Bu nesneye ölmeden önce
rastlayıp rastlamamamız ise, tesadüfe bağlıdır.
Uzun yıllardır, akşamları yatışımın tiyatrosu, dramı dışın-
da Combray'ye ait her şey benim için yok olmuşken, bir kış gü-
nü eve döndüğümde, üşümüş olduğumu gören annem, alışkın
olmadığım halde, biraz çay içmemi önerdi. Önce istemedim,
sonra, bilmem neden, fikir değiştirdim. Annem, birini gönde-
rip, Küçük Madlen denilen, bir tarak midyesinin oluklu çenet-
leri arasında biçimlendirilmiş gibi görünen o kısa, tombul kek-
lerden aldırdı. Az sonra, o kasvetli günün ve iç karartıcı bir ya-
rının beklentisiyle bunalmış bir halde, yaptığım şeye dikkat et-
meden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan
bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ama içinde kek kırıntıları bu-
lunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten
olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en ufak bir
fikre bile sahip olmadığım, soyutlanmış, harikulade bir haz,
benliğimi sarmıştı. Bir anda, hayatın dertlerini önemsiz, fela-

50
ketlerini zararsız, kısalığını boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izle-
yerek, benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu,
bu öz, benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi. Kendimi
vasat, sıradan ve ölümlü hissetmiyordum artık. Bu yoğun mut-
luluk nereden gelmiş olabilirdi bana? Çayın ve kekin tadıyla
bir bağlantısı olduğunu, ama onu kat kat aştığını, farklı bir ni-
teliği olması gerektiğini seziyordum. Nereden geliyordu? Anla-
mı neydi? Nerede yakalanabilirdi? ikinci bir yudum alıyorum,
ilk yudumdan fazlasını bulamıyorum, üçüncü yudumda, İkin-
cide bulduğum kadarı da yok. içmeye son vermem gerek, iksi-
rin etkisi azalıyor sanki. Aradığım gerçeğin onda değil, bende
olduğu belli. İksir onu benim içimde uyandırdı, ama onu tanı-
mıyor, yapabileceği tek şey, benim yorumlayamadığım bu ta-
nıklığı, giderek azalan bir şiddette tekrarlayıp durmak; daha
sonra, kesin bir açıklama elde etmek üzere, en azından bu ta-
nıklığı tekrar, bozulmamış haliyle emrimde bulmak istiyorum.
Fincanı elimden bırakıp dikkatimi zihnime çeviriyorum. Gerçe-
ği bulmak ona düşüyor. Ama nasıl? Zihnin kendi kendini aştı-
ğı, hem araştırıcı, hem de arayacağı karanlık diyarın tamamı ol-
duğu ve bilgi dağarcığının hiçbir işine yaramayacağı durumlar-
da hep hissedilen o muazzam belirsizlik. Mesele yalnız aramak
da değil, yaratmak. Henüz var olmayan ve sadece kendisinin
gerçekleştirebileceği, sonra da ışığıyla aydınlatabileceği bir şey-
le karşı karşıya zihnim.
Verdiği mutluluğa ve diğer ruh hallerini silen gerçekliğine
mantıklı herhangi bir kanıt sunmayan, ama bu mutluluğu ve
gerçekliği apaçık ortaya koyan bu bilinmez ruh halinin ne ola-
bileceğini kendi kendime sormaya koyuluyorum yine. Onu tek-
rar ortaya çıkarmak istiyorum. Zihnimde, çaydan ilk yudumu
aldığım âna geri dönüyorum. Aynı ruh halini, yeni bir aydın-
lanma olmadan buluyorum. Zihnimden bir gayret daha göster-
mesini, kaçan duyguyu geri getirmesini istiyorum. Zihnimin
bu duyguyu yakalamak için yapacağı hamleyi hiçbir şey kes-
mesin diye, bütün engelleri, ilgisiz düşünceleri bir kenara iti-
yor, kulaklarımı ve dikkatimi, yan odadan gelen seslere tıkıyo-
rum. Ama zihnimin yorulup başarısız olduğunu hissedince,
tam tersine, az önce yasakladığım şeyi bu sefer teşvik ediyor,

51
onu dağılmaya, başka şeyler düşünmeye, son bir denemeden
önce kendini toparlamaya zorluyorum. Sonra bir daha önünü
tamamen boşaltıyor, karşısına o ilk yudumun henüz tazeliğini
koruyan tadını koyuyorum tekrar ve içimde, çok derinlerde bir
şeyin, zincirlerinden kurtulurcasına yerinden oynadığını, yuka-
rı çıkmak istediğini seziyorum; ne olduğunu bilmiyorum ama
yavaş yavaş yükseliyor; aştığı mesafelerin mukavemetini hisse-
diyor, uğultusunu işitiyorum.
Benliğimin derinliklerinde böyle çırpınan şey, bu tada bağlı
olan, onun peşinden bana gelmeye çalışan bir görüntü, görsel
bir hatıra olmalı. Am a çok uzak ve karmakarışık bir çırpınma
içinde; çalkalanan renklerin ele geçmez girdabının karıştığı bel-
li belirsiz yansım ayı ancak sezer gibi oluyorum; ama şeklini se-
çemiyor, bu tek tercümandan, akranı, yanından hiç ayrılmadığı
yoldaşı olan tadın tanıklığını bana tercüme etmesini isteyemi-
yor, ona hangi özel durumun, geçmişin hangi döneminin söz
konusu olduğunu soramıyorum.
Bu hatıra, özdeş bir ânın çekiminin, ta uzaklardan gelip
benliğimin derinliklerinde kışkırttığı, coşturduğu, deştiği o geç-
mişteki an, bilincimin aydınlık yüzeyine ulaşacak mı? Bilmiyo-
rum. Artık hiçbir şey hissetmiyorum, o durdu, belki tekrar aşa-
ğı indi; kimbilir bir daha karanlığının içinden yukarı çıkacak
mı? Tekrar baştan başlayıp on kere ona eğilmem gerekiyor. Her
defasında da, bizi bütün zor görevlerden, önemli işlerden cay-
dıran tembellik, bu çabadan vazgeçmemi, çayımı içip sadece o
günkü dertlerimi, ertesi günün zorlanmadan tekrarlanabilen is-
teklerini düşünmemi öğütledi.
Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat,
Combray'de pazar sabahları (pazarları Missa saatinden önce
evden çıkmadığımdan), Leonie Halamın, günaydın demeye
odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana ver-
diği bir parça madlenin tadıydı. Madlenin görüntüsü, tatma-
dan önce bana hiçbir şey hatırlatmamıştı; belki o zamandan be-
ri pastane raflarında sık sık madlenler görüp yemediğimden,
görüntüsü Combray günlerinden ayrılıp daha yakın geçmişteki
günlere bağlandığı için; belki de bunca zaman hafızanın dışın-
da terk edilmiş olan hatıralardan geriye hiçbir şey kalmadığı,

52
her şey dağıldığı için, şekiller -ağırbaşlı, sofu kıvrımlarının al-
tında müthiş bir şehvet gizleyen küçük pastane midyesinin
şekli d e - ortadan kalkmış, ya da uyuşukluktan, bilince ulaşma-
larını sağlayacak genişleme gücünü bulamamışlardı. Ne var ki,
uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öl-
dükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kı-
rılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha
sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre,
ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, bek-
lemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının
üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya de-
vam ederler.
Halamın ıhlamura batırıp bana verdiği bir parça madlenin
tadını tanır tanımaz (bu hatıranın beni niçin bu kadar mutlu et-
tiğini henüz bilmediğim ve bunu keşfetmeyi çok daha sonraya
erteleyeceğim halde), Leonie Halamın odasının bulunduğu, so-
kağa bakan eski gri ev, bir tiyatro dekoru gibi gelip annemler
için yapılmış olan, arkadaki bahçeye bakan küçük eve (o âna
kadar gördüğüm tek kesite) eklendi; evle birlikte, sabahtan ak-
şama, her mevsimde kent, öğle yemeğinden önce beni gönder-
dikleri Meydan, alışveriş yaptığım sokaklar ve hava güzel ol-
duğunda yürüdüğümüz yollar da görüntüde yerlerini aldılar.
Ve tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye attıkları silik
kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek,
renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakma-
yan birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlarındaki gibi, hem bizim
bahçedeki, hem M. Svvann'ın bahçesindeki bütün çiçekler, Vi-
vonne Nehri'nin nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların
küçük evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip hacim
kazandı, bahçeleriyle bütün kent çay fincanımdan dışarı fırladı.

II

Paskalya'dan önceki son hafta Combray'ye gittiğimizde,


uzaktan, çepeçevre kırk kilometrelik bir mesafeden, trenden
gördüğümüz haliyle Combray, kentin tamamını özetleyen,

53
temsil eden, ufka onun adına, onun sözünü eden bir kiliseden
ibaretti; yaklaştığımızda da, kilisenin, kırların ortasında, rüzgâ-
ra karşı, koyunlarını etrafına toplamış bir çoban misali, ortaçağ-
dan kalma sur kalıntılarının yer yer primitiflerin tablolarındaki
küçük kasabalar gibi kusursuz bir çemberle kuşattığı evlerin
yünsü, gri sırtlarını, koyu renkli uzun harmanisinin etrafında
sımsıkı bir araya toplamış olduğunu görürdük. Yörenin boz ta-
şından yapılmış, önü merdivenli, kalkan duvarlarının gölge-
lediği evlerin sıralandığı sokaklar, güneş alçalmaya başlar baş-
lamaz "salon" perdelerinin açılmasını gerektirecek kadar ka-
ranlık olduğundan, Combray'de yaşamak biraz kasvetliydi;
ağırbaşlı aziz isimleri taşıyan sokaklardı bunlar (çoğu,
Combray'nin ilk senyörlerinin tarihçesiyle ilgiliydi): Saint-Hi-
laire Sokağı, halamın evinin bulunduğu Saint-Jacques Sokağı,
parmaklıkların önünden geçen Sainte-Hildegarde Sokağı ve
bahçenin küçük yan kapısının açıldığı Saint-Esprit Sokağı;
Combray'nin bu sokakları, hafızamın o kadar ücra, benim gö-
zümde şu andaki dünyanın renklerinden öyle farklı renklere
boyanmış bir bölgesinde bulunuyorlar ki, aslında hem onlara
hâkim Meydan'daki kiliseyi, hem de sokakların hepsini, sihirli
fenerin görüntülerinden daha gerçekdışı buluyorum; öyle anlar
oluyor ki, şimdi Saint-Hilaire Sokağı'ndan geçmek, L'Oiseau
Sokağı'nda -h ava deliklerinden çıkan mutfak kokusu hâlâ ara
sıra içimde aynı sıcaklıkta, aynı şekilde kesik kesik yükselen
eski L'Oiseau Flesché otelinde- bir oda tutmak, Öbür Dün-
ya'yla, Golo'yla tanışıp Brabant'lı Genoveva'yla sohbet etmek-
ten çok daha harikulade, tabiat üstü bir temas olurmuş gibi ge-
liyor bana.
Büyükbabamın, evinde kaldığımız kuzininin -büyükhala-
m m - kızı olan Léonie Halam, kocası Octave Eniştenin ölümün-
den sonra, ilk başlarda Combray'den, sonra Combray'deki
evinden, ardından odasından, en sonunda da yatağından çık-
maz olmuştu; artık hiç "aşağı inm iyor", sürekli olarak, belirsiz
bir keder, zafiyet, hastalık, sabit fikir ve ibadet hali içinde yatı-
yordu. Özel dairesi, çok daha ileride Grand-Pré'ye bağlanan
Saint-Jacques Sokağı'na bakardı (buna karşılık, üç sokağın ara-
sındaki Petit-Pré, kentin ortasında bir yeşil alandı); hemen he-

54
m en her kapının ön ünde k u m taşın d an üç y ük sek basam ağın
b u lu n d u ğ u bu m onoton, boz renkli Saint-Jacques Sok ağı, gotik
tasvirler yontan birinin, İsa'n ın do ğu m un u n veya çarm ıha geri-
lişinin heykelini yapabileceği taşa d o ğ ru d an o y m u ş o ld uğu bir
geçit alayı gibiydi. A slın da halam artık, evinin sad ece birbirine
bitişik iki od asın d a yaşıyor, öğleden sonraları, od alard an biri
havalandırılırken, ötekine geçiyordu. Bunlar, -tıp k ı bazı yerler-
de, havanın ya d a denizin ge niş alan ların da, bizim görem ediği-
m iz say ısız tekhücreli hayvanın bir ışık, bir koku yaym ası gibi—
h av ad a asılı d uran faziletin, bilgeliğin, alışkanlıkların ve gizli,
görün m ez, do lu do lu, ahlaklı bir hayatın yay d ığı binbir kok uy-
la bizi bü yüleyen taşra o d aların d an d ılar; şü p h esiz d o ğal koku-
lardı bunlar ve tıpkı yakın daki k ırlar gibi m evsim in rengini ta-
şırlardı, am a evcilleşm iş, insani ve içeriye ait, m eyve bahçesin-
den d olab a giren yılın bütün m eyvelerinden ustalıkla dam ıtıl-
m ış, h arikulad e, du ru bir karışım oluştururlardı, m evsim lerle
değişirlerdi, am a birer m obilya gibi eve yerleşirler, kırağının
keskinliğini, sıcak ekm eğin h oşluğu yla yum u şatırlardı; bir köy
saati gibi aylak ve dak ik, işsiz gü çsü z ve düzenli, tasasız ve ih-
tiyatlıydılar, çam aşır k oku su, sab ah vaktinin k ok usu, ibadetin
k ok usu ydular, kaygıyı artırm aktan başk a işe yaram ay an bir
h u zu rda ve içinde y a şam ad an geçip giden ler için sınırsız bir şi-
ir k ayn ağı olan bir yavan lıkta m utlulu ğu bulm u şlardı. Bu o d a -
ların havası, öylesine besleyici, öylesine leziz, sü zü lm ü ş bir se s-
sizlikle d o lu p taşardı ki, ben, özellikle P ask aly a haftasının hâlâ
so ğuk olan ilk sabah ların d a, C o m bray 'y e yeni geld iğim için ta-
dına daha çok vard ığım bu havanın içinde, adeta bir oburlukla
yürürdüm ; halam a gün ayd ın dem ek üzere od asın a girm eden
önce, beni birkaç dakika ilk o d ad a bekletirlerdi; bu o d ad a, k ış-
tan k alm a bir gü n eş, şöm inenin önüne, ısın m aya gelm iş olur,
iki tuğlan ın arasın d a, erkenden yakılm ış olan ateş, bütün od aya
bir is ko k u su yayar, od ayı köylerdeki gen iş "ocak ön leri"n e ve-
ya insanın altın da d u ru p d ışarıd a yağm urun , karın yağm asın ı,
hattâ içeri kapan m an ın rah atlığına, gem ilerin kışın lim anlarda
barınm alarının şiirselliği de eklensin d iye, bir sel felaketinin
b aşgö sterm esin i isted iği, şato lard ak i d ev d av lu m bazlara ben ze-
tirdi; d u a iskem lesiyle, b aş d ay a y acak yerlerinde daim a tığ işi

55
örtüler bulun an desenli k adife koltuklar arasın d a gid ip gelir-
dim ; sabahın nem li ve gü n eşli serinliğiyle m ay alan ıp "k a b ar-
m ış" olan ve odanın havasını ad e ta pıhtılaştıran iştah açıcı ko-
kuları ateş bir h am u r gibi y aprak y a p rak pişirir, kızartır, şişirir,
görü n m ez am a elle tutulur bir köy p astası, d e v bir "p o n ç ik " ha-
line getirirdi; bu kokuların arasın d a, gö m m e dolabın, konsolun,
dallı çiçekli d uv ar kâğıdının dah a gevrek, dah a ince, dah a re-
vaçtaki, am a aynı zam an d a d ah a k uru olan arom alarını tadar
tatm az, d aim a, itiraf edilm eyen bir açgözlülük le , d ö n ü p çiçekli
yatak ö rtüsü n ün ortalam a, yapışkan, yavan , ağır, m eyveli ko-
k u su n a göm ülürdüm .
Yan o d a d a halam ın alçak sesle kendi kendine k o n u ştu ğ un u
d u y ard ım . Her zam an epeyce alçak sesle k o n u şurd u , çünkü k a-
fasının içinde, fazla y ük sek sesle k on u şursa yerinden o yn ataca-
ğı, kırılm ış, yüzer gezer bir şey b u lu n d uğ u n u zan n ederdi, am a
tek b aşın ay ken bile, u zun m ü d d et hiç k o n u şm ad an da d u rm az-
dı, çünkü k o nuşm an ın b oğazın a iyi geld iğ i, kanın b oğaz ın d a
d u ru p k alm asın ı önlerse, çektiği nefes d aralm alarıyla iç sıkıntı-
larının azalacağı k an ısın d ay dı; ayrıca, içinde y aşa d ığ ı m utlak
atalet h alinde, en ufak du yu m ların a bile, olağan ü stü önem ve-
rirdi; bu d uy u m ların a atfettiği hareketlilik, onları k endine sak -
lam asını güçleştirir, aktaracak bir sırd a ş b ulam a d ığ ı takd irde
de, kendine du y ururd u ; b u aralıksız m on olog, tek faaliyetiydi.
N e yazık ki, y ük sek sesle d üşü n m eyi alışkan lık halin e getirdi-
ğinden, yan o d a d a birinin b u lu n up bu lun m ad ığın a her zam an
dik k at etm ezdi; k endi kendine şöy le k o n uştu ğun u sık sık işitir-
dim : "U y u m ad ığım ı k endim e m utlaka h atırlatm alıyım ." (Ç ün-
kü en b üyü k id d iası, asla uy u m am aktı ve bu id dian ın izleri, bu
id d iay a gösterilen say gı, hepim izin lisanına d am g asın ı vu r-
m u ştu: Françoise sabah ları on u "u y an d ırm ay a" gitm ez, o d ası-
na "g ire r"d i; halam g ü n d ü z vakti bir şek erlem e y a p m ak isted i-
ğinde, "d ü şü n m e k " ya d a "din len m ek " istediği söylenirdi; so h -
bet ederken kendini k aybed ip, "ben i u yan d ıran se s " veya "rü -
y am d a gö rd ü ğ ü m " d e d iğin d e ise, yü zü kızarır, h em en to parla-
nırdı.)
Birkaç dak ik a sonra, içeri girip h alam ı ö perdim ; Françoise
çayını hazırlar, halam kendini h u zu rsuz h isse d iy o rsa, çay yeri-

56
ne ıhlam ur isterdi; k ayn ar su y a atılacak olan ıhlam uru eczane
torbasından bir tab ağa bo şaltm ak benim görevim di. K uruyu n -
ca bükülen sapların olu ştu rd u ğ u değişk en kafesin girift beze-
m eleri arasın d a so lgu n çiçekler, bir ressam tarafın dan dü zen le-
nip en estetik şekilde yerleştirilm işçesine açılırlardı. G örü n üşle-
ri d e ğ işm iş olan yapraklar, son derece ilgisiz şeyleri, say d am
bir sinek kanadını, bir etiketin y azısız arka yü zü n ü, bir gül
y aprağın ı andırır, am a tıpkı bir k uş y u v ası y a p a r gibi istiflen-
m iş, ufalanm ış ya d a örü lm üş olurlardı. Su n i bir düze n lem ede
yer alm ay acak binbir gereksiz ayrıntı -eczacın ın h oş bir sa v u r-
gan lığ ı- tıpkı bir kitapta, tanıdık bir ism e rastlad ığım ız d a şaşır-
m am ız gibi, bunların L a G are C a d d e si'n d e g ö rd ü ğ ü m gerçek
ıhlam ur sapları o ld u ğu n u, işte bu yüz den , y ap ay değil, hakiki
oldu kları ve k uru duk ları için değiştiklerini anlam an ın hazzını
yaşatırdı bana. H er yeni kişilik, m utlak a eski bir kişiliğin b aşk a-
laşım ı o ld u ğ u için de, m inik gri toplara b ak ıp açm am ış yeşil to-
m urcukları tanırdım ; am a özellikle ufacık altın gülleri andıran
çiçekleri, asılı oldukları narin sa p orm an ında ortaya çıkaran,
pem be bir ay ışığın a benzer tatlı parıltı, -b ir d u v ard a, silinm iş
bir freskin yerini m ey d an a çıkaran ışıltı gibi, ağacın "renklen-
m iş" kısım larıyla renklenm em iş kısım ları arasın d ak i farkın işa-
reti- bu taçyaprakların, eczane torbasını sü slem e d en önce, b a-
har akşam larını rayih alarıy la do ld u ran çiçeklere ait olduklarını
gösterirdi bana. Renkleri hâlâ o m um ışığı pem besiydi, am a çi-
çeklerin günbatım ı denebilecek bu şim d iki g ü d ü k h ayatlarında,
yarı yarıya sö n m ü ş, küllenm işti. A z sonra, h alam , ölü y aprak
veya so lgun çiçek lezzetini se v d iği ıh lam uruna küçük bir m ad-
len batırır, yeterince y u m u şay ın ca da, bir parçasın ı bana uzatır-
dı.
Yatağının bir tarafın da, lim on ağacın d an iri, sarı bir konsol-
la, hem eczane, hem d e ana altar işlevi gören, bir M eryem A na
heykelciğiyle bir Vichy-Celestins şişesin in altında d u a kitapla-
rıyla ilaç reçetelerinin, kısacası, halam ın yattığı yerden ibadeti-
ni de, perhizini d e sü rdü rm e si, ne p ep sin , ne de ak şam d uası
saatlerini kaçırm am ası için gerekli her şeyin b u lu n d u ğ u bir ko-
m odin du ru rd u. Y atağın öteki tarafı pencereye bitişikti; halam ,
oyalanm ak için, sabah tan ak şam a k ad ar gö zü n ü n ön ünde u z a-

57
nan so k ağ a bak ıp İranlı prensler gibi C om bray 'n in gün delik ve
e/.elî tarihçesini takip eder, sonra d a Françoise'la birlikte yo-
rum lardı.
H alam ın yanın da d ah a beş dakik a oturm am ışk en, k en disi-
ni yorarım ko rk usuyla beni d ışarı çıkartırdı. Sabah ın bu erken
saatin de henüz peruğu n u tak m adığın dan açık olan, kem iklerin,
dikenli bir tacın sivri uçları veya bir tespihin taneleri gibi g ö -
rü n d ü ğü solgu n , do nuk alnını d ud ak larım a uzatır, "H a d i y av -
ru cuğu m , git artık, git ayin için h azırlan; aşağ ıd a Françoise'a
rastlarsan , söyle ona sizin le fazla oy alan m asın , b irazd an yanı-
m a çıkıp bir ihtiyacım var m ı diye y o k lasın ," derdi.
Yıllardır halam ın h izm etin de olan ve bir gü n tam am en bi-
zim hizm etim ize gireceğini o sıralar ak lın dan bile geçirm eyen
Françoise, gerçekten de bizim C om b ray 'd e o ld u ğ u m u z birkaç
ay boyunca halam ı biraz ihm al ederdi. Ç o cu k lu ğu m d a, biz he-
nüz C o m b ray 'y e gitm ezken, Leonie H alam kış m evsim in i Pa-
ris'te, annesinin ev inde geçirdiği sıralar, Françoise'ı o k ad ar az
tanırdım ki, y ılb aşın d a büy ükh alam ın evine girm eden önce,
annem elim e bir beş frank sıkıştırır ve "Sak ın yan lış kişiye ver-
me. Ben, 'G ü n ayd ın Françoise,' der, o sırad a senin koluna da
hafifçe do ku n urum , o z am an verirsin," derdi. H alam ın loş so fa-
sına girer girm ez, karanlığın içinde, şeker elyafından ya pılm ış-
çasına d im d ik ve kırılgan, g ö z kam aştırıcı bir başlığın kıvrım la-
rının altında, peşinen takınılm ış bir m innet tebessüm ün ün , iç
içe yayılan halkalarını gö rü rd ük . K oridorun küçük kapısının
eşiğinde, bir nişin içindeki a zize heykelciği gibi kıpırtısız, ay ak -
ta duran F rançoise'a ait olu rd u bu tebessüm . Bu kilise karanlı-
ğına gö zler b iraz alışınca, Françoise'ın çehresinde, çıkar gö zet-
m eyen bir insanlık aşkı, yılbaşı arm ağanı um u du n u n kalbinin
asil köşelerin de yo ğu n laştırd ığı, y ük sek sınıflara yönelik sev e-
cen bir say gı okunurdu. A nnem sertçe k olum u çim dikler, gü r
bir sesle, "G ün ay d ın Fran çoise," derdi. Bu işaret üzerine par-
m aklarım açılır, av ucu m d ak i para, kararsız da olsa uzatılm ış
olan bir ele düşerdi. A m a C o m b ray 'y e gitm eye b aşlad ığım ız -
dan beri, Françoise en iyi tanıdığım insan olm uştu; biz onun
gö zdeleriy dik ; en azın dan ilk yıllarda, bize hem h alam a gö ster-
diği saygıyı gösterir, hem d e d ah a coşk ulu bir sevgi beslerdi,

58
çünkü ailenin bir parçası olm am ızın sağ lad ığ ı itibara, (Fran-
çoise, bir ailenin fertleri arasın dak i görün m ez kan bağın a, Yu-
nanlı trajedi yazarları k ad ar say gı duy ardı), her zam ank i efen-
dileri olm ayışım ızın cazibesi eklenirdi. Bu yü zden de, P askalya
arifesin d e C om bray 'y e v ard ığım ız zam an , annem Françoise'a
kızının, yeğenlerinin hatırını, torununun sevim li olu p olm adı-
ğını, büyüy ün ce ne olacağını, büyükann esin e benzeyip benze-
m ediğin i so rd u ğu n d a, bizi m üth iş bir sevinçle karşılar, genel-
likle o gün lerde C o m b ray 'd e b u z gibi bir rü zg âr estiğind en , ha-
vaların henüz ısın m am ış o lm asın a bizim adım ıza hayıflanırdı.
Françoise'm , an nesiyle babasının yıllar önceki ölüm ün e hâ-
lâ ağlad ığ ın ı bilen annem , ikisi b aş başa kaldık ların da tatlı tatlı
on lardan sö z eder, hayatları hakkında binbir ayrıntı sorardı.
A nnem , Françoise'm d am a d ın d an h oşlanm ad ığın ı ve d a -
m adının varlığının, kızıyla sohbetini engellediğini, kızıyla bir-
likte olm aktan aldığı zevki kaçırdığını sezm işti. Bu y üz den de,
Françoise C om bray 'y e birkaç kilom etre m esafedek i evlerine zi-
yarete gideceği zam an , annem gülüm seyerek, "F rançoise, ya
Julien'in işi çıkm ışsa, ev d e y o k sa, bütün gün ü M arguerite'le
b aş b a şa geçirm ek zo run da k alırsan ız, çok ü zülürsün ü z, am a
kad erin ize razı olursun uz, d e ğil m i?" derdi. Bunun üzerine
Françoise güler, "H an ım efen di her şeyi biliyor, hanım efendi
M m e O ctave için getirtilen ve insanın kalbinin içini gören X
ışın larından beter," der (X'i, kendisi gibi bir cahilin b u bilim sel
terim i kullan m asın a gülerek, sah te bir zo rlanm ayla, kendi ken-
diy le alay ederek telaffuz ederdi) ve onunla ilgilenilm esinden
ötürü m ahcup , belki ağlad ığ ın ı görm eyelim diy e ortad an kay-
boluverirdi; kendi gibi bir köy lü nün hayatının, m u tlulu kları-
nın, üzüntülerinin kend inden b aşk asın ı ilgilendirebileceğini,
sev in dirip üzebileceğim hissetm enin h o şluğu n u ona ilk y aşatan
annem olm uştu. H alam , biz C om bray 'd eyk en Fran ço ise'd an bi-
raz feragat etm eye razı olurd u, çünkü sabahın beşin den itiba-
ren, peksim eti andıran, k olalan m ış, k usursu z kıvrım lı b aşlığ ıy -
la m utfağın da da, bayram lık kıyafetleri içindeki k ad ar güzel
olan b u zeki, çalışkan hizm etkârı annem in ne k adar tak dir etti-
ğini bilirdi; Françoise her işi iyi yapar, sağ lığ ı yerinde olsun ol-
m asın, hiç sesini çıkarm ad an, gö ze batm adan , arı gibi çalışırdı,

59
halam ın bü tün hizm etçileri arasın d a, an nem sıcak su veya sad e
kahv e isted iğin d e gerçekten kayn ar sıcaklıkta getiren, bir tek
o y du; Françoise'm dah il o ld u ğu türdeki hizm etkârlar, eve ilk
d efa gelen bir yabancının en h o şlan m ad ığı hizm etkârlardır,
çünkü belki ev sahiplerinin bu m isafire ihtiyaçları olm adığını
ve kendilerini işten atm ak tan sa onu m isafir etm ekten vazgeçe -
ceklerini bildiklerinden, m isafirin gön lünü k azan m a zahm etine
girişm eyip herhangi bir kibarlık gösterm ezler; am a aynı za-
m an da, efendilerinin, üzerine titrediği hizm etkârlardır, çün kü
efendiler, bir m isafird e olum lu izlenim bırakan, fakat genellikle
iflah o lm az bir b eceriksizliği gizleyen o sah te letafete, yaltakçı
gev ezeliğe de ğer verm ezler ve onların gerçek yeteneklerini tec-
rübeyle bilirler.
A nnem lerin bütü n ihtiyaçlarının k arşılan d ığın d an em in ol-
duktan sonra, Françoise h alam a pep sin in i verm ek ve öğle ye-
m eğind e ne yiyeceğini so rm ak üzere tekrar y u k a n çıkar, genel-
likle önem li bir k on ud a gö rü şü n ü belirtm esi ya d a açıklam ad a
b ulun m ası gerekirdi:
"Fran ço ise, M m e G oup il kız k ard eşin i alm ay a on beş d ak i-
ka geç gitti, düşü n ebiliyo r m u su n u z? Yolda azıcık oyalanır da,
kiliseye, rahip k utsal ekm ekle şarab ı dağıtırken varırsa hiç ş a ş -
m am ."
"Eh, olacağı b u d u r!" diye ce va p verirdi Françoise.
"Fran ço ise, beş dakika önce gelsey din iz, M m e Im bert'i gö -
recektiniz, elinde M m e C allot'n un sattıklarının iki m isli kalınlı-
ğın da k uşk onm azlarla geçti; hizm etçisinden öğreniverin b ak a-
lım, nereden alm ış. Siz b u sen e bü tü n so slara k uşko nm az koyu-
yo rsu n u z ya, m isafirlerim iz için güzellerinden alırdınız."
"M uhterem Peder'den alm ıştır ban a k alırsa," derdi Fran-
çoise.
"A h, Françoise'çığım , m uh terem Peder'den alm ış olur m u
hiç!" derd i halam om u z silkerek. "S iz d e biliy orsun uz ki ufacık,
işe ya ram az k u şk o nm azlar onun yetiştirdikleri. Bunlar kol ka-
d ardı diyorum size. Sizin k o lu n u z k a d ar değil elbette, benim
kolum kadar, bu sen e d ah a d a zay ıfladılar zav allı kollarım ...
Françoise, dem inki patırtıyı işitm ediniz m i? Benim kafam ka-
zan gibi old u ."

60
"H ayır, M ad am e O ctave."
"A h , yavrum , yü ce Tanrıya şükredin, kafan ız pek sağlam -
m ış. M aguelon e, D oktor P ip erau d 'y u çağırm aya gelm iş. Dok-
tor hem en çıktı, birlikte L'O iseau So k ağı'n a döndüler. H erhalde
çocuklard an biri h asta lan dı."
"Y ü ce Tanrım !" diy e iç geçirirdi Françoise; tan ım ad ığı biri-
nin b aşın a bir dert geldiğin de, dün yanın öbür u cun da d a olsa,
m utlak a inlem eye b aşlard ı derhal.
"Françoise, ölüm çanı kim in için çaldı k u zu m ? Ah, Tanrım,
M m e R o usseau için olm alı. Geçen ak şam vefat ettiğini unuttum
gitti. A h, ah, zav allı O ctav e'çığım öldü ğün d en beri kafam ye-
rinde d eğ il, yüce Tanrımın beni de çağırm a vakti geld i artık.
K ızcağızım , sizin d e vaktinizi alıyorum ."
"N e olacak M ad am e O ctave, benim vaktim o k ad ar kıy-
metli d eğ il, vakti yaratan , bize paray la satm ad ı ya. Yine de gi-
d ip şu ateşe bir b ak ay ım , sö n m ü ş olm asın ."
FrançoiseT a halam , gü n ü n ilk olaylarını bu sab ah se an sın -
d a böy lece b irlikte değerlen d irirle rd i. A m a bazen b u olaylar
öy lesin e e sraren g iz v e cid d i bir niteliğe bü rü n ü rle rd i ki, h a-
lam F ran çoise'ın y u k arıy a çıkm asın ı b e k ley em ezd i; işte o z a -
m an, art ard a dö rt kere çalm an zilin d eh şeten giz sesi evi çın-
latırdı.
"M a d am e O ctave, pep sin saati gelm edi ki," derd i Fran-
çoise. Yoksa bir zafiyet m i hissettin iz?"
"Yok canım ," derdi h alam , "aslın d a d oğru, artık zafiyet
hissetm ed iğim bir an yok gibi, biliyo rsun uz; bir gü n M m e
R o u sse au gibi kendim i tan ıy am adan can vereceğim ; am a zili
bunun için çalm adım . İster inanın, ister inanm ayın, M m e
G o upil'i hiç tan ım ad ığım bir kız çocu ğuyla g ö rd üm az önce, si-
zi gö rd ü ğü m k ad ar açıkça hem de. H adi gid ip C a m u s 'den bi-
razcık tuz alıverin. Théodore m utlaka b iliy ordu r kim old u ğu -
n u."
"C an ım , M. P upin'in k ızıdır," derdi, sabah tan beri iki kere
C a m u s'y e gitm iş old u ğu n d an , hazırdaki bir açıklam ayı benim -
sem ekten yana olan Françoise.
"M . P upin'in kızı mı! Ah, Fran çoise'çığım , ne diy orsu n u z?
Ö yle olsa tanım az m ıyım ?"

61
"B üy ü k kızını dem iyorum ki M ad am e O ctave, küçüğü sö y -
lüy orum , Jo u y 'd a , yatılı ok u ld a olanı. Bu sabah ben de görd ü m
galiba on u."
"H a, o b aşk a," derdi halam . "B ayram için geldi herhalde.
Şim d i anlaşıldı! Bayram tatiline gelm iş olacak m utlaka. Bu d u -
ru m da M m e Sazerat birazdan öğle yem eğin e kız kardeşin e g e -
lir. Tabii canım ! G alo pin'in çırağı da elinde bir turtayla geçti,
gördüm ! G ö rü rsü n ü z bakın, o turta m utlaka M m e G o u p il'e g i-
diyordur."
"M m e G ou pil'in m isafirleri varsa, az sonra herkes öğle ye-
m eğine gelir M adam e O ctave, saa t epeyce ilerledi çün kü," d e r-
di Françoise; öğle yem eğiyle ilgilenm ek üzere a şağ ı inm ek için
sabırsızlan d ığın d an , halam a böyle bir oy alanm a fırsatı çıkaca-
ğın a sevinirdi.
H alam , "Yok canım , on ikiden önce gelm ezler," diye cevap
verirdi, m ütevekkil; bir yan d an d a en dişeyle saate bir gö z atar,
am a her şeyden v azge çm iş old u ğ u halde, M m e G ou pil'in öğle
yem eğin e m isafirleri o ld u ğun u öğrenm enin kend isine böylesi-
ne heyecanlı, fakat m aalese f bir saatten de fazla beklem ek z o-
ru nda kalacağı bir haz verdiğini gö sterm em ek için, bakışlarını
hem en kaçırıverirdi. "Ü stelik tam benim öğle yem eğim e denk
gelecek ," diye kendi kendine eklerdi, alçak sesle. Ö ğle yem eği,
halam için yeterli bir o y alan m ay dı, beraberinde bir eğlence d a-
ha istem ezdi. "B ari unutm ayın d a, krem alı yum urtam ı d ü z
tabakta verin. "Ü zeri yazılı resim lerle sü slü tek tabaklar, bu
d ü z tabaklardı ve halam her yem ekte, o gün verilen tabağın
üzerindeki yazıları ok uyarak oyalanırdı. G özlü ğü n ü takıp he-
celerdi: Ali Baba ve Kırk H aram iler, A lâe dd in 'in Sihirli Lam b a-
sı; sonra da gü lüm seyerek , "G üz el, çok gü ze l," derdi.
"A slın d a C a m u s'y e gidebilirim ..." derdi Françoise, hala-
m ın artık kendisini gö nd erm eyeceğin den em in olunca.
"Yok canım , gerek yok, M ile P upin 'd ir m utlaka. Fran-
çoise'cığım , k u sura b ak m ayın, b o ş yere yukarı çıkardım siz i."
O ysa h alam , Françoise'ı b oş yere çağırm adığını bilirdi,
çünkü C o m b ray'd e "h iç tan ım ad ığım ız" bir kişi, bir m itoloji
tanrısı k ad ar inanılm ası gü ç bir varlıktı ve zaten Saint-Esprit
So k ağı'n d a veya M ey d an 'd a, bu şaşırtıcı görüntülerden biri ne

62
zam an ortaya çıktıysa, sıkı araştırm alar so n u cun da, hayal ürü-
nü k ah ram an, C om b ray'li birilerinin filanca dereceden akrabası
sıfatıyla, yani m edeni d urum u itibarıyla, k işisel veya soyu t d ü -
ze yd e "tan ıd ığım ız b iri" boyutlarına indirgenm işti m utlaka:
M m e Sau to n 'un askerden dönen oğlu, B aşrah ip Perdreau'nun
m an astırd an ayrılan yeğeni, rahibin C h âte au d u n 'd e tahsildar
o lu p d a yeni em ekliye ayrılan veya bayram için gelm iş olan
ağabe y i gibi. Bunlar ilk görüldük lerin de, sırf derhal tanın m a-
dıkları için, C o m b ray 'd e hiç tanım adığım ız in san lar bu lun d u -
ğu n u zannetm enin heyecanı yaşanm ıştı. O ysa M m e Sauton da,
rah ip de, "m isafir" beklediklerini çok önceden bildirm işlerdi.
A k şam eve dö nd ük ten son ra yukarı çıkıp halam a gezintim izi
an lattığım da, Pont-Vieux'nün y akınında b üy ü kbabam ın tanı-
m ad ığı bir ad a m a rastladığım ızı söylem ek gibi bir tedbirsizlik-
te bulun u rsam , halam , "B üyükbab anın hiç tanım adığı bir adam
mı! O lur m u hiç öyle şey !" diy e haykırırdı. Yine d e bu haber
yüreğini biraz hoplattığın dan, iyice em in olm ak isterdi, bunun
üzerine bü y ü k babam çağırtılırdı. "Pont-Vieux'nün o rad a ki-
m inle k arşılaştın ız dayıcığım ? Hiç tanım adığın ız bir ad a m m ıy-
d ı? " "T anım az m ıyım canım ," diye cevap verirdi b ü yükbab am ,
"P rospeP di, M m e B ouilleboeufün bahçıvanının k ard eşi." "H a,
iyi ö y ley se!" derdi halam rah atlayarak, yü zü hafifçe kızarırdı;
sonra d a alaylı bir gü lüm sem ey le om uz silkip eklerdi: "H iç ta-
nım adığın ız bir ad am la k arşılaştığın ızı sö y le di d e !" Bana, bir
dah aki sefere dah a dikkatli d av ranm am ve b öy le d üşü n m ed en
k o n uşup h alam ı telaşlan dırm am am tem bihlenirdi. C o m b ray 'd e
herkes herkesi, hem insanları, hem de h ayvanları o k ad ar iyi ta-
nırdı ki, halam tesadü fen "h iç tan ım ad ığı" bir k ö peğin so kak -
tan geçtiğini görecek olsa, d u rm ad an bun u d üşü n ür, m antık
yürütm e becerisini ve boş saatlerini tüm üyle bu akıl alm az o la-
ya hasrederdi.
"M m e Sazerat'n ın k öpeğidir," derdi Françoise, söy led iğin e
kendi d e pek inanm am akla birlikte, h alam ı rahatlatm ak için,
"k afa patlatm asın " diye.
Eleştirici zihni bir gerçeği bu k adar k olay k abul etm eyen
halam , "Sanki ben M m e Sazerat'n ın k öpeğin i tanım ıyorum !"
diye cevap verirdi.

63
"H aa! M. G alopin'in Lisieu x'den getirdiği yeni köpek ol-
m alı b u ."
"H a, o olabilir, evet."
"Pek tatlı bir h ay van m ış," diy e eklerdi Françoise, Theo-
d o re 'd an aldığı bilgiyi ak tararak, "in san gibi akıllıym ış, hiç
h u y su zlu ğ u y ok m uş, hep sevecen, h ep nazikm iş. Bu y a şta b öy -
le kibar hayvan az bulunur. M ad am e O ctave, ben gitm ek zo-
rundayım , oyalanacak vaktim yok, saat n eredeyse on oldu, he-
n üz fırınım yan m ad ı, k u şk on m azlarım ı ay ıklay acağım d ah a ."
"Françoise, yine m i k uşkonm az! Siz bu sen e b a sb ay ağı k u ş-
k on m az h astalığın a yakalan dın ız, P arisli m isafirlerim izi bıktı-
racak sın ız!"
"H iç olur m u, M ad am e O ctave, çok sev iy orlar onlar k u ş-
kon m azı. K iliseden aç dönecekler, gö rürsü n ü z, hiç n azlan m a-
d an yerler."
"O n lar şim d i kiliseye varm ışlard ır bile; vakit kaybetm eyin
en iyisi. H ay d i siz yem eğinizin başın a dö n ün ."
H alam Françoise'la bu şekilde h asbıh al ederken ben d e an -
nem lerle birlikte ayine giderdim . K ilisem izi o k ad ar çok se v er-
dim ki; o ld u ğ u gibi gözü m ü n ön ü nd e şim d i! A ltından ge çtiği-
m iz eski, kapk ara, kalbur gibi delik d eşik olm u ş giriş su n d u r-
m asın ın köşeleri (tıpkı b iraz ilerisin deki vaftiz k urnası gibi), ya-
m u lm u ş ve oy ulm uştu: Sanki kiliseye giren köylü kadınların
harm anilerinin ve k u tsan m ış su d an alan çekingen parm akları-
nın hafif d o k u n u şu , asırlarca tekrarlana tekrarlana tahrip etm e
gü cü edinerek taşı aşın dırab ilm iş, araba tekerleklerinin her gü n
sürtünerek sınır taşınd a izler bırakm aları gibi, taşta izler açm ış-
tı. O rad a gö m ülü olan C om b ray başrahiplerinin asil kalıntıları-
nın ade ta ruhani bir d ö şem e haline getirdiği koroyerindeki me-
zartaşları bile, can sız ve sert bir m ad d e değildiler, çünkü za-
m an onları y um u şatm ış, bal gibi ak ışk anlaştırm ıştı; k endi dik -
dö rtgen çerçevelerinin dışın a taşm ışlar, bir yerde, sarı bir d alga,
çiçekli, gotik bir büyükh arfi önüne k atıp sü rük lem iş, m erm erin
b ey az m enekşelerini kaplam ıştı; öte y an d a tekrar toparlan m ış-
lar, ö z lü Latince y azıyı d ah a d a sıkıştırm ış, bu kısaltılm ış harf-
lerin dü zen lenişin de bir değişik lik d ah a yapm ış, diğ er harfleri
had d in d en fazla yayılm ış olan bir kelim enin iki harfini birbiri-

64
ne yaklaştırm ışlardı. G ün eşin kendini pek az gö sterd iği günler,
vitrayların en çok harelendiği zam an dı; dolayısıyla, dışarıda
hava k apalıy sa, kilisede pırıl pırıl olacağını bilirdik; vitraylar-
dan biri, boy d an boy a, iskam bil kâğıtların dak i p ap az lara ben-
zeyen, ta tepede, taştan sayvan ının altında, gö k y üzüy le yeryü-
zü arasın da y a şay an tek bir şah siy etle kaplıydı, (bazen hafta içi
günlerde, öğle vakti, ayin saati değilken -h av alan d ırılm ış, boş
kilisenin d ah a insani ve şatafatlı gö rü n d ü ğ ü, gün eş vu rm u ş g ü -
zel ah şaplarıy la, ad e ta ortaçağ ü slu b u n d a bir otelin oym a taşlı,
boyalı cam lı lobisi gibi, için de yaşan abilirm iş izlenim i uyan dır-
dığı ender an lardan b irin d e - vitrayın eğik, m av i yansım asın da,
bir an M m e Sazerat'n ın diz çöktüğü, yanın daki d u a iskem lesi-
ne, öğle yem eği için karşıki pastan eden aldığı, sicim lerle b ağ -
lanm ış pötifur pak etini bıraktığı gö rülü rdü); bir başk a vitrayda,
eteklerinde bir çarpışm an ın yer aldığı, pem be bir kar tepesi, şa-
fağın kızıllığıyla ışıld ay an kar tanelerinin y a pışıp kaldığı bir
cam gibi, karm akarışık tipisiyle şişird iği pencereyi kırağıyla
k aplam ıştı ad eta (m uhtem elen aynı şafak kızıllığı, altar pan o -
su n u d a öyle canlı renklere boyam ıştı ki, bu renkler, sanki taşa
so n su z a dek sabitlenm em iş de, d ışarıd an gelen bir ışık huzm esi
tarafından geçici olarak oraya yerleştirilm iş, az so nra kaybolu-
vereceklerm iş gibi görün ürlerdi); bütün vitraylar o k ad ar esk iy-
di ki, yer yer, gü m ü şi eskilikleri, asırların tozuyla ışıldar, o g ü -
zel, cam dan, aşın m ış nakışları, iplik iplik parlardı. Ü st k ısım da
yer alan vitray lardan biri, m avi rengin hâkim o ld u ğu , yaklaşık
y ü z küçük dö rtgen e b ölün m üştü ve m uhtem elen VI. C harles'ı
o y alam ış olan iskam bil oyunlarım hatırlatırdı; am a bir ışık h u z-
m esinin parlam asın ın veya gezinen bakışlarım ın, kâh sö n ü p
kâh yan an vitraya, sey yar ve ben zersiz bir yangını taşım asının
ardın dan , cam , bir tav u sk u şu k uy ruğu n u n d eğişk en parıltısın a
bürünür, sonra d a titreşen, oynak, alev alev, olağan ü stü bir
y ağm u r olup, karanlık, kayalık tavan d an aşağ ıy a, rutubetli d u -
varlar boyunca dam lar, ellerinde ayin kitaplarıyla ilerleyen an -
nem le babam ı, yılankavi sarkıtlarla sedeflenen bir m ağaranın
girintisin de izliy o rm uşum izlenim i uyan dırırdı bende; birkaç
san iye sonra, bak lav a biçim li küçü k vitraylar, d ev bir m ad aly o-
na yan yana k akılm ış safirlerin derinlikli say dam lığını, kırılm az

65
sertliğini ed inm iş olurlar, am a ark aların da, bütün bu değerli
şeylerden daha çok sevilen güneşin gü lü m sed iğ i hissedilirdi;
gün eş, değerli taşları sarm alayan m avi ve y u m u şak ışık selinde
de, m eydanın kaldırım ları veya paz ard ak i hasırların üzerin de
o ld u ğu k ad ar kolay tanınırdı; hattâ P ask aly a'd an önce
C o m bray 'ye gittiğim izd e, ilk pazarlar, sırça unutm abenilerden
d o k un m u ş bu g ö z kam aştırıcı, yaldızlı halıyı, ad e ta tarihten,
A ziz L ouis'n in torunlarından k alm a bir ilkbah arı m üjdelem esi-
ne sererek, toprağın henüz çıplak ve k apk ara o ld u ğu n u unuttu-
rur, beni av u turdu .
D ikey tezgâhta d ok u n m u ş iki d u v ar h alısın da, Esterün taç
giym esi an latılıyordu (A su eru s'un , bir Fransız kralının çehresi-
ne, EstePin de, bu kralın âşık oldu ğu , G uerm an tes'lard an bir
so y lu hanım ın y üz hatlarına sah ip o ld u ğ u söylenirdi); halıların
so lm u ş renkleri resm e bir ifade, bir v u rgu , bir ışık katm ışlardı:
Esterün d ud ak ların d a, sınır çizgisinin ötesine taşm ış bir pem be-
lik dalgalan ıy o rd u ; elbisesinin sarısı öyle ge vşek, öyle cöm ert-
çe yayılıy ord u ki, sank i bir yo ğun luk k azan m ış ve gerileyen
fon d a ileri fırlam ıştı; ağaçların yeşili, yün ve ipekten do k u n m u ş
halının alt kısım ların d a canlılığını korum akla birlikte ü st kısım -
larda so lm u ş o ld u ğu n d an , sararan , yüksekteki dallar, koyu
renk gö vd elerin üzerin de daha soluk bir tonda, adeta gö rü n -
m ez bir gün eşin an iden yansıyan eğik ışınlarıyla yaldızlan ıp si-
likleşerek belirginlik kazan ıyordu. Bütün b unlar ve özellikle de,
benim n azarım d a n eredeyse efsane kahram anı olan şahsiyetle-
re ait, değerli e şy alar (A ziz Eloi tarafından işlen diği rivayet ed i-
len, D agobert tarafından verilm iş altın haç, II. Ludvvig'in o ğ u l-
larının, som aki ve m ineli bakırdan m ezarı), k ilisede yerlerim ize
d o ğru ilerlerken bend e, tıpkı bir k ayad a, bir ağaçta, m inik bir
gö ld e perilerin tabiatüstü, elle tutulur izlerine rastlay ıp şaşıran
bir köylü gibi, adeta bir periler v adisin d e ilerliyorm uşum d u y -
gu su n u y aratarak, kiliseyi benim gö zü m d e kentin geri kalan ın-
dan tam am en farklı bir yer haline getirirdi: K ilise, dizi dizi ke-
m erleri, şapelleri aşarak , sad ece birkaç m etrelik bir m esafenin
değil, ad e ta m u zaffer çıktığı art arda dönem lerin d e üzerinde
hâkim iyet k u rm u ş olan ve asırlar boyunca uzan an nefiyle, dört
boyutlu -d ö rd ü n c ü boy ut Z a m a n 'd ı- bir m ekândı sanki; am an -

66
sız, yırtıcı XI. yüzyıl, kalın du varların ın ark. na gizlenm işti;
kaba m oloz taşlarla tıkanm ış, köreltilm iş hantal k. nerleri, sa -
dece çan kulesi m erdiveninin giriş su n durm asın ın ya. nda aç-
tığı derin yarıktan görülebilir, hattâ o rad a bile, k aba sab a, su -
ratsız, kötü giyim li erkek kardeşlerini yaban cılar görm esin diye
gülü m seyerek önüne geçen ablalar m isali, önde cilveleşerek
d ip dibe dizilm iş zarif gotik arkadların arasın dan z ar zo r gö rü-
lürdü; A ziz L ou is'y i seyretm iş olan, hâlâ d a gö rü y o rm u ş hissi
veren kulesi, M eydan'ın üzerinde, gö k y ü zü ne yü kselirdi; yeral-
tı m ezarları ise, bir M erovenj karanlığına göm ü lü rd ü, b urad a,
taştan, d e v asa bir yarasan ın derisini andıran d am ar dam ar, ka-
ranlık kubbenin altında el yordam ıyla bize yol gösteren Theo-
d o re'la kız kardeşi, Sigebert'in küçük kızının m ezarını bir
m um la aydınlatırlardı, m ezarın üstün deki derin -fo sil izine
ben zey en - yarığı, "F ran k prensesinin ö ld ürü ld ü ğü gece, şu an-
d ak i apsisin bu lu n d u ğu yerd e asılı duran kristal lam banın, altın
zincirlerinden kendi kendine k o p u p kristali kırılm adan, alevi
sön m eden taşa göm ülerek, taşı eriterek" açtığı rivayet edilirdi.
C om bray K ilisesi'nin gerçekten bir a p sisi o ld u ğ u söylen e-
bilir m i bilm em . O k adar kaba, estetikten ve hattâ d in sel coşk u-
d an o k ad ar yo k su n d u ki! D ışarıd an g ö rü ld ü ğü n d e , apsisin
baktığı yol k av şağ ı aşağ ıd a kald ığınd an , kaba du v arı, hiç d ü -
zeltilm em iş, ü stü sivri çakıllarla kaplı, m oloz taştan, kiliseye
benzer hiçbir özelliği olm ayan bir oturtm alık üzerin d e yü k se-
lirdi, vitraylar aşırı y ü ksek teym iş izlenim i uyandırır, bir bütün
olarak d a, kilise d uv arın a değil, h apish ane d uv arın a benzerdi.
Şü ph esiz daha so nraları, gö rm ü ş o ld u ğum bü tün o m uhteşem
apsisleri hatırladığım da, C om b ray K ilisesi'nin ap sisin i onlarla
karşılaştırm ak hiç aklım a gelm ezdi. Yalnız bir gün, bir taşra ka-
sab asın d a, bir köşeyi dö n d üm ve daracık üç so k ağın kesiştiği
bir k av şağın karşısınd a, vitrayları tepede, C o m bray K ilisesi'nin
aps isi gibi asim etrik, kaba ve aşırı yü ksek bir d u v ar gö rd üm . O
zam an, Chartres veya R eim s'te o ld uğu gibi kendi kend im e, din
d u y gu su n u n ne k ad ar gü çlü ifad e edilm iş old uğu n u d ü şü n m e -
dim de, gayri ihtiyari, "K ilise !" diy e haykırdım .
Kilise! K uzey kapısının b ulu n d u ğ u Saint-H ilaire Soka-
ğı'n da, bir yanındak i M. R apin'in eczanesiyle öbür yanın dak i

67
M m e L oiseau 'n u n evine bitişik, teklifsiz; C o m b ray 'd e so kak
n um araları olsa, üzerin de bir k apı n u m arası olabilecek, po stacı-
nın sab ah lan M. R apin'in dük kân ın dan çıkıp M m e
L o iseau 'n un evine u ğ ram ad an önce u ğram ası beklenebilecek,
sa d e bir C om b ray'li v atan d aş; her şeye rağm en, kiliseyle onun
dışın d ak i her şey arasın d a, zihnim in asla aşm ay ı b aşaram ad ığ ı
bir sınır vardı. M m e L oise au 'n un penceresindeki küpeçiçekleri,
dallarını her yan a b aş aşa ğ ı uzatm ak gibi kötü bir alışkanlık
edinm işlerdi; çiçeklerin, iyice büy üd ük lerin de, bütün işleri gü ç-
leri, k ızarm ış, m orarm ış yanaklarını kilisenin loş cephesine d a -
y ay ıp serinletm ek o ld u ğ u halde, bu y ü zd en küpeçiçekleri g ö -
zü m d e bir kutsallık k azan m ıy o rd u; çiçeklerle yaslan dık ları ka-
rarm ış taş arasın d a, gözlerim bir m esafe görem ese de, zihnim
bir uçurum görüy ordu.
Saint-H ilaire'in çan kulesi, ta uzak lardan , unu tulm az şekli
C o m bray 'n in hen üz g ö rü n m ed iği ufka çizildiğinde, hem en ta-
nınırdı; b ab am , P ask alya haftasın d a bizi Paris'ten getiren trenin
penceresinden bakıp, gö k y üz ü n d e hızla yükselen, küçük dem ir
horozu bir o yan a, bir bu yana dö nen çan kulesini gö rd ü ğü n d e ,
"H a y d i, battaniyeleri toplayın, geld ik ," derdi. C o m b ray 'd e
yaptığım ız en uzu n gezintilerden birinde, d aracık yolun an sı-
zın d e v bir platoya açıldığı bir yer vardı; ufuktaki tırtıklı or-
m an ların üzerin de, Saint-H ilaire'in çan kulesinin sivri tepesi,
tek b aşın a yük selird i, am a o k ad ar incecik ve pespem bey d i ki,
sanki bu m an zaray a, sad e ce tabiattan oluşan bu tabloya birisi
m inik bir san at işareti, tek bir in san izi katm ak istem iş v e gö k -
yüz ün e bir tırm ık atıverm işti. Ç an kulesine yaklaşıp yanı başın -
dak i d ah a alçak, yarısı yıkık, dörtköşe kule de gö rüld ü ğü n d e ,
özellikle taşların kırm ızım sı koy u rengi çarpardı insanı; sisli
so n bah ar sab ah ların d a ise, bağların fırtınalı m oru üzerin de
yükselen çan kulesi, n eredeyse Japo n sarm aşığı renginde, koyu
kırm ızı bir harabeyi andırırdı.
Ç o ğ un lu k la eve dönerken b üyü kannem m ey dan da, çan
kulesin e bak m ak üzere beni d u rd u ru rd u. Kulenin, sad ec e insan
yüz ün e d eğil, başk a şeylere d e güzellik ve vakar k atan o do ğru ,
ö zgü n orantıya u y gu n m esafede , ikişer ikişer ü st ü ste d izilm iş
pencerelerinden, düzenli aralıklarla karga sürüleri fırlar, sanki

68
kendilerini görm ezm iş gibi y ap arak oy naşm aların a izin veren
eski taşlar ansızın y aşan m a z olm uş, sın ırsız bir hareket k abili-
yeti k azan arak kargalara vurm u ş, onları itm iş gibi, bir süre çığ-
lık çığlığa h av ad a dönerlerdi. A rdından, akşam ın m or k ad ife si-
ni k arm akarışık , her yönde çizdikten sonra, birden sak in leşip
tekrar kuleyle bütünleşirler, u ğu rsu zlu ğ u bırakıp uysallaşırlar-
dı; d e ğ işik yerlere k on m uş olan birkaç k arga, hiç kıpırdam ıyor-
m u ş gibi görünür, belki ara sıra h av ad a bir böcek kapar, çan
kulesinin tepesinde, bir dalgan ın üstün deki balıkçının kıpırtı-
sızlığıyla bekleyen m artılar gibi du ru rd u. Büyükannem n eden i-
ni pe k bilm ese de, Saint-H ilaire'in çan kulesini, bayağılıktan,
özentiden ve çapsızlıktan u zak b ulu rd u; bunlar, bü yükh alam ın
bahçıvanın ın y aptığı gibi insan eliyle güd ük le ştirilm em iş olan
tabiatı ve deha ürünlerini sevm esin e, sağlıklı bir etkileri o ld u -
ğu n a in an m asına yol açan etkenlerdi. Şü p h e siz kilisenin gö rü -
nen bü tün bölüm leri, kiliseyi d iğ er bin alardan farklılaştıran d ü -
şünceyi em m iş gibiydiler, am a bu d üşün ce, kend i bilincine çan
k ulesin de varıyor, b ireysel ve so ru m lu bir varlık k azan ıyo rd u
adeta. Ç an kulesi, kilisenin söz cü sü yd ü . B üy ükan nem zan n e-
d erim açık seçik dile getirm ese de, C om bray K ilisesi'nin çan
kulesin de, h ayatta en değer verd iği özellikleri, yani d o ğallığı
ve v ak arı bulu yordu. M im arlık k on usu n d a bilgisi olm ayan b ü -
yükan nem , "Ç ocuklar, benle alay edin isterseniz, k urallara b a-
kılırsa gü z el olm ayabilir, am a o tuhaf, eski çehresi benim h o şu -
m a gidiyor. Em inim piy ano çalsa, ruhsuz çalm az d ı," derdi. Ç an
k ulesin e bakarken, d u a etm ek ü zere k av u şm u ş eller gibi yukarı
d o ğru birbirine yak laşan taştan yam açlarının coşk u lu eğim ini
bak ışlarıy la izlerken, külahın sü zü lü şü y le öyle bütün leşirdi ki,
b akışları da külahla birlikte h av ay a fırlardı ad eta; bir yan dan
d a, batan gün eşin sad ece en tepesini aydınlattığı taşlara, bu g ü -
neşli, ışıkla y u m u şam ış bölgeye girdikleri an da, birden çok d a -
ha y u karıd a, uzak ta görünen, bir şarkının bir o ktav yu k arıdan ,
"false tto "y la b aştan alınm asını andıran eski, aşın m ış taşlara
d ostça gülüm serdi.
Kentteki bütün faaliyetleri, saatleri ve m an zaraları, Saint-
H ilaire'in çan kulesi şekillendirir, taçlandırır ve kutsardı.
O d am d an bak tığım da, çan k ulesinin sad ece a rd u v azla k aplan -

69
m ış tabanını görürdü m ; yaz m evsim inin sıcak p a zar sab ah la-
rında, kara bir gü n eş gibi parlayan ardu v azları g ö rd ü ğü m d e ,
kendi kendim e, "A m an Tanrım! Saat do kuz! Önce Leonie H ala-
mı öp ü p sonra da ayine yetişeceksem hem en hazırlan m alıyım ,"
der, o sırad a M ey dan 'a vuran gü n eşin rengini, p a z a r yerinin sı-
cağını ve tozunu, annem in ayinden önce belki bir m en dil al-
m ak ü zere gireceği (ve dükkânı k apatm ay a hazırlanan, az önce
bayram lık ceketini giy m ek ve beş d ak ik ad a bir, en hazin k o şul-
lard a bile, girişken, sefih, işbitirici bir tavırla birbirine sü rttü ğü
ellerini sab u nlam ak üzere arka tarafa gitm iş olan patron un iki
b ük lüm eğilerek göstereceği m endillere bak acağı) ağartılm am ış
b ez kokan dük kânın ön ündeki stor gölgelerini en ufak ayrıntı-
larına varıncaya k adar bilirdim .
G üzel havayı fırsat bilip T hiberzy'den öğle yem eğin e gel-
m iş olan akrabalarım ızı d üşün erek, her zam an kind en d ah a b ü -
yük bir çörek getirm esini sö ylem ek ü zere ayinden sonra Theo-
d o re'a u ğrad ığ ım ız d a, kendi d e iri, nar gibi kızarm ış, k utsan -
m ış bir çöreğe benzeyen, gü n eşin y apışk an pullar ve d am lacık-
larla k aplad ığı, siv ri ucu gök y üzü n e b atm ış çan k ulesi olurdu
k arşım ızda. A kşam ları gezm ede n dönerken, az sonra annem e
iyi geceler dileyip bir d ah a kendisini görem eyeceğim i d ü şü n -
d ü ğ ü m sırad a, yani gü n ün so n un da ise, çan kulesi, ak sin e o ka-
d a r y um uşacık bir görün tü arz ederdi ki, kulenin ağırlığıyla
ezilen, ona yer açm ak için hafifçe çuk urlaşıp kenarları kabaran
so lgu n gök yü zün e gö m ülm ü ş, kahverengi kadifeden bir m in-
deri andırırdı; etrafın da dönen kuşların çığlıklarıyla se ssizliği
d ah a d a artar, külahı d ah a y ük se ğe fırlar, kelim elerle ifad e ed i-
lem eyecek bir nitelik kazanırdı adeta.
Kilisenin ark asın a d üşen , kilisenin kendisinin görün m ediği
sok ak lard a alışveriş yap tığım ızd a bile, her şey, evlerin arasın -
dan fırlayan, böy le tek b aşın a g ö rü ld ü ğü n d e belki dah a d a et-
kileyici olan çan kulesin e göre d üzenlenm iş gibi gelirdi bana.
Şü ph esiz, bu şekilde gö rüldü k lerin de d ah a gü zel olan birçok
çan k ulesi vardır; C om bray'n in kasvetli sokak ların dan farklı bir
estetiğe sah ip, dam ların üzerin de yükselen çan kulelerinden
o lu şm uş çeşitli resim ler n akşolm u ştur h afızam a. N orm andi-
ya'nın Balbec'e yakın, tu h af bir kentinde, çeşitli nedenlerle sev -

70
d iğ im ve itibar ettiğim , XVIII. yüzyıldan kalm a iki büyüleyici
k onağı asla un utam am ; m erdivenden nehre do ğru uzanan g ü -
zelim bahçeden bak ıldığın d a, konakların ark asın d a kalan kili-
senin gotik külahı, ikisinin arasın dan gö ğ e yükselir ve ad eta iki
evin cephesini noktalar, tam am lar; am a öylesine farklı, benzer-
siz, halkalı, pem be ve cilalıdır ki, tıpkı k um sald a iki d üz , yassı,
k u su rsu z taşın arasın a sık ışm ış, koni biçim indeki, p arlak sırlı
bir d en izk abu ğu n u n lal rengi, tırtıklı külahının taşlard an ayrı
o lu şu gibi, konaklarla bir bütün o lu ştu rm ad ığı açıkça bellidir.
Paris'te, şeh rin en çirkin sem tlerinden birinde bile, öyle bir pen-
cere bilirim ki, birçok d eğ işik sokak ta yer alan, bir araya yığıl-
m ış dam lard an ve mor, bazen kırm ızım sı, bazen de, atm osferin
çıkardığı en seçkin "su re t"lerd e, küllerden dam ıtılm ış siyahlık-
ta bir kubbeden olu şan art arda iki, hattâ üç ayrı plan görülür;
Sain t-A ugustin K ilisesi'n e ait olan bu kubbe, bu Paris m an zara-
sına, Piranesi'nin kim i R om a m anzaralarının h avasın ı verir. N e
var ki, bu küçük grav ürlerden hiçbirine, hafızam , ne k ad ar
zevk le hatırlasa da, u zun süre önce kaybettiğim şeyi, yani n es-
neleri birer görün tü olarak algılam am ız a değil de, benzeri ol-
m ayan in san larm ışçasın a onlara in anm am ıza yol açan d u y g u -
yu k oy am adığın dan , hiçbiri, C om bray'n in, kilisenin arkasına
d ü şe n sokak lard ak i çan kulesi görün tü sün ü n hatırası gibi ha-
yatım ın derin bir bö lüm ü n ü hâkim iyeti altında b ulun durm az.
C o m bray K ilisesi'nin çan kulesini ister sa at beşte, po stan eden
m ektupları alm ay a giderken, birkaç ev ötenizde, so ld a, d am la-
rın o lu ştu rd u ğu çizgiden ansızın tek başın a yükselen bir d oruk
olarak görün ; ister aksine, M m e Sazerat'n ın hatırını so rm ak is-
tediğin izde, bu çizginin, d iğ er yam açta tekrar alçalışını bak ışla-
rınızla izleyerek, çan kulesinden sonra ikinci so k ağ a dön eceği-
nizi d üşü n ü n ; ister biraz daha uzak laşıp istasy on a giderken
yand an , d ö n ü şün ün d e ğ işik bir ân ında y ak alan m ış bir geom et-
rik şekil gibi profilden yeni yüzeylerini ve köşelerini fark edin;
ister Vivonne kıyılarından, çan kulesinin külahını gök y üzü n ün
ortasına fırlatm ak için gösterdiği çabayla ortaya çıkm ış gibi g ö -
rünen, perspektifin yükselttiği, kendini k asm ış, kuvvetli ap s ise
bakın; d aim a d ö n ü p d o laşıp çan kulesine gelirdin iz, çan kulesi
her an her şeye h âkim di, beklenm edik bir doruktan evlere se s-

71
lenir, adeta bedeni insanların arasın a karışm ış o ld u ğu h alde k a-
labalıktan ayırabildiğim Tanrının h avay a k aldırdığı p a rm ağ ıy -
m ışçasın a, ön üm d e dikilirdi. B ugün hâlâ b üyük bir taşra ken-
tinde veya Paris'in pek bilm ediğim bir sem tin d e yol so rd u ğ u m
birisi, yolu tarif ederken uzakta bir hastane kulesini, k ö şesin -
den dönm em gereken bir sokağın b aşın d a, rahip başlığının siv -
ri ucunu hav aya dikm iş bir m an astır çan kulesini kerteriz nok-
tası olarak gö ste rm işse eğer, h afızam o sev gili, k ayıp görü n tüy -
le belli belirsiz, ufacık bir benzerlik bile bu lsa, yolu tarif eden
şah ıs, d o ğru yön de ilerlediğim den em in olm ak için d ö n ü p b a-
k acak olu rsa, benim, gezintiyi veya işi u nu tup oracıkta k alak al-
dığım ı, hiç kıpırd am ad an saatlerce çan kulesinin karşısın d a
d u ru p hatırlam aya çalıştığım ı, benliğim in derinliklerinde, unu-
tu ş ırm ağın da k ay bolm u ş bir diy arın yeniden feth edilişini, su r-
larının çekilip yeniden k urulu şun u h issettiğim i gö rür hayretle;
elbette o zam an tekrar yola düşer, a z önce yolu so rd u ğ u m z a-
m an k in den d ah a b ü yü k bir telaşla y olum u bu lm ay a çalışır, bir
so k ağ a saparım ... am a ... kalbim in içinde bir sokağa...
A yinden son ra, kiliseden eve dönerken, P aris'te m üh en dis
olarak çalıştığı için uzun tatiller d ışın d a C o m b ray 'd e ki ev inde
an cak cum artesi ak şam ın dan p azarte si sabah ına k ad ar k alab i-
len M. Legran din 'le karşılaşırdık çoğunlukla. M. Legran din ,
çok b aşarılı o ldu kları bilim sel kariyerlerinin haricinde b am b aş-
ka bir edebiyat ve san at kültürüne sah ip olan, bu kültürü m e s-
leki uzm an lıkların d a k ullan m ay ıp sohbetlerinde yansıtan kişi-
lerdendi. Birçok edip ten d ah a ay dın (o zam anlar, M. Legran-
din 'in ya zar o larak bir şöhreti o ld uğu n u bilm iyorduk ve bir şi-
irini ünlü bir m üzisyenin bestelediğini öğ ren d iğim izde çok ş a -
şırdık), birçok re ssam d an dah a yetenekli olan b u kişiler, sü r-
dük leri hayatın aslında onlara uyg u n olm ad ığın ı d ü şü n ür ve
bilim sel m esleklerine ya hayal güçlerini d e kullan arak ald ırış-
sızca, ya d a özenli, m ağrur, küçüm ser, h üzün lü ve titiz bir d ik -
katle yaklaşırlar. U zun boylu, endam lı, u zun sarı bıyıklı, zarif
ve d algın çehreli, m avi gö zlü , yılgın bakışlı, incelikli bir n ez a-
ket sergileyen, bild iğim iz herkesten apayrı bir sohbeti olan M.
Legran din , kendisin i d aim a örnek olarak gösteren ailem in n a-
zarın d a, hayata son derece so ylu ve h assas bir biçim de y a k la-

72
şan, seçkinlik tim sali bir adam dı. Büyükannem in kendisinde
b u ld u ğu tek kusur, biraz fazla güzel, fazla kitabi k on uşm ası,
hep h av ad a u çu şan , geniş, y u m u şak kravatların dak i ve nere-
d e y se okul çocuklarınınkine benzer, d ü z ceketindeki do ğallı-
ğın, dilin de bulu n m am asıyd ı. Büyükannem , onun sık sık aris-
tokrasiye, yü k sek so sy ete ya şay ışın a ve "h iç şüph esiz , A ziz
P au lu s'u n b ağışlan m ası im kân sız gün ahtan bahsederken k as-
tetm iş o ld u ğ u " sn o p lu ğ a karşı y aptığı ateşli k on uşm alara da
şaşırırdı.
Y üksek sosyete hırsı büyükannem in hiç h issetm ediği, hattâ
an lay am ad ığı bir d u y g u old u ğu n d an , bu hırsı böylesine h ara-
retle kınam ak d a ona biraz an lam sız gelirdi. Ayrıca, kız kardeşi
Balbec yakın larında yaşay an , A şağ ı N o rm an d iy alı bir asilz a-
dey le evli olan M. Legran d in 'in soylu lara böy le şid detle saldır-
m asın ı, hattâ hepsinin 1789 d evrim i sırasın d a giyotin den geçi-
rilm ed iğine hayıflanacak k ad ar ileri gitm esini biraz u y g un su z
bulurdu.
M. Legran din, k arşılaştığım ızda, "Selam , d ostlar!" diyerek
yaklaşırdı bize. "B u rad a u zun süre kalabild iğiniz için şan slısı-
nız; benim yarın P aris'e, küçük deliğim e dön m em gerekiyor."
Sonra kendine has hafif alaylı, hayal kırıklığı ifade eden, biraz
d algın gü lüm sem esiy le, "E vim d e gereksiz eşyaların hepsi var
şüph esiz. Sad ece gerekli olan şey eksik: bu rad ak i gibi kocam an
bir gö k y ü zü parçası. H ayatınızın ü stü n d e hep bir gö k y ü zü p ar-
çası b u lu n d u rm ay a çalışın y av ru cu ğ u m ," diy e eklerdi bana d ö -
nerek. "E n d er b ulun ur nitelikte, zengin bir ruha, bir sanatçı m i-
zacına sah ipsin iz, ihtiyaçlarını k arşılay ın on un."
Eve d ö n d ü ğ ü m ü z d e halam , M m e G o u pil'in ayine geç ka-
lıp kalm ad ığını sorunca, ona cevap verem ezdik. Ü stelik kilise-
d e bir ressam ın çalıştığını, K ötü G ilbert'in vitrayını k opya etti-
ğini söyleyip, h u z u rsu zluğ u n u artırırdık. Derhal b ak kala gö n -
derilen Françoise, hem k ilisede ilahi söy leyip tem izlik yaptığı,
hem de bak kal çırağı old u ğ u için çeşitli m uhitlerle ilişkisi ve sı-
nırsız b ilgisi olan T h eodore'u b u lam ay ıp eli b o ş dönerdi.
"A h !" diye içini çekerdi halam , "E ulalie'nin geleceği saati
iple çekiyorum . O ndan b aşk a k im se bu kon ud a bilgi verem ez
b an a."

73
Eulalie, bir ay ağı ak say an, h am arat bir kızdı, kulakları ağır
işitirdi; küçükken hizm etine verildiği M m e d e la Bretonne-
rie'nin ölüm ün den sonra "em e kliye" ayrılm ış, kilisenin yanın-
da bir oda tutm uştu; du rm adan kiliseye, ayine, ayin saatleri dı-
şında d a, bir d u a oku m aya veya T heodore'a yard ım etm eye
inerdi; geri kalan zam an lard a da, Leonie H alam gibi hasta in-
sanları ziyaret edip sabah ya d a ikindi d u a sın d a neler o ld u ğ u -
nu an latırdı kendilerine. Eski patronlarının kend isine ö d ed iği
m ü tevazı ay lığa ufak bir katkı olarak ara sıra rahibin veya
C o m b ray kilise m uhitinden bir b aşk a önem li şah siyetin çam a-
şır işiyle ilgilenm ekte bir sakınca görm ezdi. Siyah çuh adan bir
harm an i giyer ve çenesinin altından b ağlan an, rahibelerinkine
benzer beya z bir başlık takardı; yanaklarının bir kısm ı ve ke-
m erli burn u, bir cilt h astalığı yüzün den , kınaçiçeği gibi koyu
pem beydi. Eulalie'nin ziyaretleri, m uhterem P e d erd en başk a
n ere deyse hiç m isafir kabul etm eyen Leonie H alam ın en bü yük
eğlen cesiydi. H alam , diğer ziyaretçilerinin hepsini birer ikişer
bertaraf etm işti, çünkü onun nazarın da hepsi, nefret ettiği iki
in san k atego risin den ya birine, ya öbürüne giriyordu. Bu kate-
gorilerden birincisi, başın d an ilk sav d ığı, en kötü in san lardan
o lu şu yo rd u ; bunlar, halam a "kendin i din lem em esin i" öğütle-
yen ve gün eşli h av ad a küçük bir y ürü y ü şün ve güzel, az p iş-
m iş bir bifteğin ona (iki dam lacık Vichy su yu n un ağırlığını m i-
d esin d e on dö rt saat taşıyan halam a!) sürekli yatm aktan ve al-
dığı ilaçlardan dah a iyi geleceği tezini -sa d e c e kınayan su sk u n -
luk larla veya şüph eli tebessüm lerle de o lsa - sav u n an kişilerdi.
D iğer kategoridek i kişiler ise, halam ın zann ettiğin den d e ciddi
bir hastalığı o ld u ğu n u, gerçekten sö y lediği k ad a r hasta old u -
ğun u d ü şü n ür gibi görünenlerdi. D olayısıyla bir iki tereddü t-
ten son ra, Françoise'm iyi niyetli ısrarları üzerin e yukarı çıkm a-
larına izin verilen ve ziyaretleri sırasın d a çekinerek, "H a v a gü -
zel o ld u ğu n d a biraz gayret etseniz, acab a..." dem eyi gö ze ala-
rak kendilerine gösterilen lütfa hiç m i hiç layık olm adıklarını
kanıtlayanlar da , aksine, halam , "K ötüyü m , çok kötüyüm , so-
num yaklaştı, sevgili do stlarım ," ded iğin de , "A h ! İnsanın sağ lı-
ğı bir kez elden gitm eyegörsün! A m a daha uzun süre böyle d a-
yanabilirsin iz," diy e cevap verenler de, bir dah a asla kabul

74
edilm eyeceklerinden em in olabilirlerdi. H alam yattığı yerden,
b unlard an birini, kendisini ziyaret etm e niyetiyle Saint-Esprit
So k ağı'n d an geçerken gö rd ü ğ ü n d e veya zilin çalındığını d u y -
d u ğ u n d a korkuya kapılırdı; bu d u ru m u gü lüm seyerek karşıla-
yan Françoise, halam ın onları geri çevirm ek için b a şvu rd u ğ u ,
daim a etkili olan kurn azlıklara ve halam ı gö rem eden dönen zi-
yaretçilerin bo zum o lm uş yüzlerine, güzel bir oyun gö züy le b a-
kar, gü lü m sem esi k ah kah aya d ö n ü şü rd ü ; aslın da, bu kişilerle
görüşm ek istem ediği için h epsin den üstün o ld u ğ u n a hükm etti-
ği hanım ını çok takdir ederdi. K ısacası, halam hem uy gu lad ığı
perhizin onaylan m asını, hem acılarına üzülün m esin i, hem de
geleceği k on u su n da teskin edilm eyi isterdi.
İşte E ulalie bütün bunları m ükem m elen yerine getirirdi.
H alam kendisin e bir d ak ik a içinde yirm i kere, "S o n u m geldi,
Eulalie'çiğim ," dese, Eulalie yirm i kere, "M âd am e O ctave, h as-
talığınızı o k adar iyi tanıy orsun u z ki, d ah a dü n M m e Sazerin'in
de ded iği gibi, y ü z yaşın a k ad ar y aşarsın ız," d iy e cevap verir-
di. (Eulalie'nin, tecrübenin ge tirdiği say ısız tekzibin sarsm ay ı
b aşa ram ad ığ ı, en sa ğ la m inançlarından biri M m e Sazerat'nın
adının M m e Sazerin old u ğuy d u.)
"Ben yü z yaşım a k ad ar y a şam a peşin d e d e ğilim ," d iy e ce-
v ap verirdi, öm rüne belirli bir v a d e biçilm em esini tercih eden
halam .
Eulalie ayrıca halam ı yorm adan oy alam ayı en iyi bilen in-
san o ld u ğun dan , beklenm edik bir engel çıkm adıkça her p az ar
düzenli olarak yaptığı ziyaretler, h alam için, p a z ar günleri önce
neşeyle bek lediği, am a Eulalie birazcık gecikecek olsa, aşırı aç-
lık gibi bir ıstırap k ayn ağına dön üşüveren bir zevkti. Eulalie
çok gecikirse, bekleyişin zevki işkence haline gelir, h alam g ö zü -
nü saatten ayıram az, esner, zafiyet h issederd i. Eulalie zili g ü -
nün so nun da, artık kendisinden um u t kesilm işken çalarsa, ha-
lam n eredeyse fenalık geçirirdi. A slın da p az ar günleri bir tek
bu ziyareti d ü şü n ürdü ; öğle yem eği biter bitm ez, Françoise, ha-
lam ı "m eşg u l etm ek" üzere yukarı çıkm ak için sabırsızlanır, bi-
zim yem ek o dasını bir an önce boşaltm am ızı isterdi. A m a biz
(özellikle güzel havaların C o m b ray 'y e yerleşm esinden itiba-
ren), kibirli öğle saati, Saint-H ilaire çan kulesini sesli tacının on

75
iki çiçeğiyle bir an arm alan dırıp kuleden aşağ ı inerek so fram ı-
zın etrafında, kilise çıkışında teklifsizce bize katılm ış olan kut-
san m ış ekm eğin yanında çınladıktan çok son ra, sıcaktan ve
özellikle de yem ekten ağırlaşm ış halde, hâlâ Binbir G ece M a-
salları tabaklarının b aşın d a oturuyor olurduk. Ç ün k ü Françoise
artık bize bildirm eye bile gerek d u y m a d ığı, d e ğ işm e z yum urta,
pirzo la, patates, reçel ve peksim et ana m enüsün e, -tarlala rd ak i
ve m eyve bahçelerindeki tarım a, gelgitin ürünlerine, ticaretin
tesadüflerin e, kom şuların nezak etine ve kendi d eh asın a bağlı
olarak ve sofram ız, XIII. yü zy ıld a katedrallerin an ak apıların a
yontulan dört yapraklı sü sler gibi, m evsim lerin d ö n üşü n ü ve
hayatın olaylarını yan sıtacak şe k ild e - satıcı kadın çok taze ol-
d u ğ u k o n u su n d a ısrar ettiği için bir k alk anbalığı, R oussain vil-
le-le-Pin pazarın d a g ö rü p çok b eğ en d iği için bir hindi, d ah a ön -
ce o şek ilde pişm işini bize hiç yed irm ed iği için ilikli yabanengi-
narı, açık hava insanı acıktırdığı ve saat yediye k ad ar sin dirm e-
ye bol bol vakit old u ğ u için kızarm ış but, değişik lik o lsu n diy e
ısp an ak , tu rfand a o ld u ğ u için kayısı, on beş gü n e k ad ar artık
k alm az d iy e fren küzüm ü, M. Sw an n b ilh assa bize getirm iş o l-
d u ğ u için a h u d u d u , iki yıl so nra ilk defa tekrar m eyve verdi d i-
ye bahçedeki ağaçtan kiraz, ben eskiden çok sevd iğ im için
krem peyniri, bir gün önceden sip ariş ettiği için badem li p asta,
ikram etm e sırası b izd e old u ğ u için bir çörek eklerdi. Bütün
bu nlardan so nra da, bizler için özel olarak h azırlan m ış, am a
bilh assa m eraklısı olan bab am a ithafen, Françoise'm şah si ilh a-
m ı, ikram ı olan, bütün yeteneğini sergiled iği, özel bir olayı k ut-
lam ak için m eyd an a getirilm iş bir eser gibi geçici ve hafif bir çi-
kolatalı krem a gelirdi. "B en çok d o y d um , artık bir şey yiye-
m em ," diyerek bu k rem ayı tatm ayı redd eden kişi, bir san atçı-
nın kendilerine hediye ettiği bir eserinde bile, niyet ve im zadan
başk a bir şe y önem li olm adığı h alde, ağırlığına ve m alzem esine
bakan h ödük ler sınıfına dah il edilirdi derhal. H attâ tabağın da
bir tek lokm a bırakm ak , bestecinin gö zü önünde, parça bitm e-
den kalkıp gitm ek k ad ar b üy ük bir terbiyesizlik add ed ilirdi.
N ihayet annem , "H ay d i, bütün gün b u rad a oturm a; d ışarı-
sı çok sıcak ge liy orsa od an a çık, am a önce biraz hava al, so fra-
dan kalkar kalkm az ok u m ay a d alm a," derdi bana. Genellikle,

76
iğ biçim li alegorik bedenini hareketli bir kabartm a halin de kaba
taşa işleyen bir sem enderin, teknesini gotik kurnalar gibi sü sle-
d iği p om pan ın yan m a g id ip arkalıksız sıraya, leylak ağacının
gö lge sin e otururd um ; bahçenin bu k öşesin de, Saint-Esprit So-
k ağı'n a açılan bir se rv is k apısı vardı, evden b a ğım sız bir ya pıy -
m ış gibi çıkıntı olu şturan arka m utfaktan, iki b asam ak la d o ğ ru -
d an toprak zem ine inilirdi. M utfağın som akiyi and ıran kırm ızı,
parla k dö şem esi bahçeden görün ü rdü. Françoise'ın ininden
çok, küçük bir Venüs tapınağın a benzerdi. Peynircinin ve m a-
navın, b azen tarlalarının ilk ürünlerini ona ad am ak üzere, u zak
köylerden getirdikleri b ağışlarla d o lu p taşardı. Ç atısını d a dem
çeken bir güvercin taçlandırırdı daim a.
Eskiden , bu tapın ağı çevreleyen kutsal o rm an da fazla oya-
lanm az, kitap ok um ak üzere yuk arı çıkm adan önce, b ü y ü kb a-
bam ın binbaşıyk en em ekliye ay rılm ış olan kard eşi A do lph e
A m cam ın zem in kattaki k üçük oturm a o d asın a girerdim ; açık
pencerelerinden içeri, oraya n adiren u laşa n gü n eş ışınları d eğil-
se de, dışarın ın sıcaklığı gird iğin d e bile, terk edilm iş av köşkle-
rine gird iğim izd e uzu n m ü d d e t b u rn u m uz u gıd ıklayan , hem
dev rim öncesini, hem orm anı çağrıştıran o karanlık ve serin ko-
ku, bu o d ad an hiç eksik olm azdı. A m a yıllar vard ı ki, A do lph e
A m cam ın oturm a od asın a girm ez olm uştu m , çünkü am cam ,
an latacağım şu olay nedeniyle, benim yüzü m d en ailem le
b o zu ştu ğ un d an beri, C om bray 'y e gelm iyordu:
P aris'te ay d a bir iki kere beni am cam ın evine ziyarete gö n -
derirlerdi; gittiğim de am cam , kısa asker ceketiyle, öğle
yem eğin i bitirm ek üzere olur, kendisine m or-beyaz çizgili
p am u k lu d an bir iş ceketi giy m iş u şağ ı hizm et ederdi. A do lph e
A m cam , u zun zam an d ır ziyaretine gitm ediğim den , onu ihm al
ettiğim izden yakınırdı h om urd an arak ; b an a bir b ade m ezm esi
veya bir m an dalin a ikram ederdi, sonra d a hiç oturm ad ığım ız,
şö m in esi hiç yanm ayan, d uvarları yald ızlı silm elerle süslenm iş,
tavan ı gö k y üzü taklidi bir m av iy e b oy an m ış, büyü kbab am lar-
dak i gibi kapiton e satenden, am a sarı renkte m obilyaları olan
bir salon dan geçerdik; ardın dan , am cam ın "ç a lışm a" o d ası
d ed iğ i bir o d ay a girerdik; bu odanın du v arların d a, siy ah bir
fon üzerinde, bir yerkürenin üstü n e binm iş, ya d a alnın da bir

77
yıldız bulu nan tom bul, pem be bir tanrıçanın bir sav a ş arabasın ı
sü rü şü n ü betim leyen, bir Pom pei h avası taşıdıkları kanısıy la
ikinci İm paratorluk üslu bun ca benim sen en, sonraları nefret
edilen, şim dilerdeyse, çeşitli n eden ler ileri sü rü lse de, bir tek
sebepten ötürü, İkinci İm paratorluk ü slu b u n d a oldukları için
tekrar sevilm eye başlan an grav ü rler asılıydı. O d a hizm etkârı
gelip arabacının saat kaçta hazır olm ası gerektiğini sorun caya
kadar, am cam ın yanın da kalırdım . Bu soru üzerine am cam
derin bir dü şü n ceye dalar, od a hizm etkârı hayran bak ışlarla, en
u fak bir hareketiyle rahatsızlık verm ekten kork arak, am cam ın
asla değişm ey en cevabını beklerdi m erak içinde. N ih ayet, son
bir teredd ü d ün ardından, am cam her d efasın d a, "İkiyi çeyrek
geçe," der, o d a hizm etkârı d a hayretler içinde, am a tartışm aya
girişm eden , "İkiyi çeyrek geçe m i? Pekâlâ... h aber vereyim ..."
diye cevap verirdi.
O d ö n em d e tiyatroya âşıktım ; platonik bir aşktı b u, çünkü
annem le b abam henüz tiyatroya gitm e m e izin verm em işlerdi;
hayalim deki tiyatro ve orad a y aşan an hazlar gerçeğe o k ad ar
aykırıydı ki, her seyircinin, tıpkı bir stereo skop a b ak ar gibi, d i-
ğer seyircilerin d e kendi başların a seyrettikleri yüzlerce dekora
benzeyen, am a kendine özel bir deko ru seyrettiğini zan n ed er-
dim aşa ğ ı yukarı.
H er sab ah k oşarak M orris afiş direğine gider, ilanlarda
hangi tem sillerin yer aldığın a bak ardım . D uyu ru lan her tem sil,
hayal gü cü m ü, oyunun adını o luşturan kelim elerin ve tutkalla
yer yer kabarm ış, hâlâ ıslak afişin renginin şartlad ığı, her türlü
çıkardan b ağım sız bir saad etin k ayn ağı olan h üly alara sü rü k -
lerdi. O péra-C om ique Tiyatrosu'nun yeşil afişlerin d e d eğ il de,
C om édie-Française'in vişn eçü rüğü afişlerin de yer alan César
Girodot'nun Vasiyeti ve Kral Oidipus gibi ga rip eserlerin haricin-
de hiçbir şey, Taç Elmasları'mn ışıltılı, b ey az so rgucun dan , Siyah
Domino'nun parlak , esraren giz sateni k a d ar farklı olam az d ı be-
nim n azarım da; annem le b abam , tiyatroya ilk gid işim d e bu iki
oyun dan birini seçm em gerekeceğini sö ylem işlerdi; oyunlar
hakkında, isim lerinden b aşk a şey bilm ed iğim den , her birinin
bana vaat ettiği hazzı k avray ıp diğerleriyle k arşılaştırabilm ek
için bu isim leri ayrı ayrı derin lem esine incelem eye çalışır, so -

78
n un da, bir tarafta g ö z kam aştırıcı ve soy lu bir oyunu, diğer ta-
rafta yum uşacık, k ad ife gibi bir oyunu, gö z ü m d e öylesine y o-
ğun bir biçim de can lan dırırdım ki, ikisi arasın d a bir tercih y a p -
m am , yem ekten sonra m eyveli, jöleli p astay la çikolatalı krem a
arasın d a bir seçim y ap m ak k ad ar im kânsızdı.
San at'ın b ü rü n d ü ğ ü çeşitli biçim ler arasın da, henüz k endi-
siyle tan ışm ad ığım h alde, sezgilerim e ilk seslenen tiyatro sa n a-
tını icra eden oyuncular, ark adaşlarım la sohbetlerim in yegân e
k on usuy du . Ayrı ayrı oyuncuların ko n uşm a biçim lerindeki, bir
tiradı v urgulay ışların d aki en ufacık farklılıklar bile, kelim elere
sığ m az bir önem taşıy o rdu bana so rulursa. Bana b u oyuncular
hakkında söylenenlere d ay an arak, onları yeteneklerine göre sı-
raya dizerdim ; kendi kendim e gün boy u tek rarladığım bu lis-
teler, so n un da b eyn im de k atılaşm ış ve dokun ulm azlıklarıy la
zihnim i tıkam ışlardı.
D aha son ra, koleje b aşlad ığ ım d a, d erslerde öğretm en k afa-
sını çevirdiği an d a y azışarak sohbete b aşlad ığ ım her yeni ark a-
d aşa so rd u ğ u m ilk soru, tiyatroya g id ip gitm ediği, onun n az a-
rında en iyi oyuncun un G ot, İkincinin Delaunay, vs. o lu p olm a-
dığıydı. Eğer onun n azarın d a Febvre, T hiron'dan sonra, veya
Delaunay, C oq uelin 'de n son ra geliy orsa, zihnim de ikinci sıraya
geçm ek üzere taş gibi sertliğin den sıyrılan C oquelin'in k azan -
dığı ani hareketlilik ve D elau nay'nin , dö rdüncü sıray a geriler-
ken gö sterdiği m ucizev i esneklik, sın ırsız canlılık, yu m uşay an
ve zenginleşen zihn im e bir gelişm e ve hayata d ön üş hissi y a şa-
tırdı.
Erkek oy un cu lar zihnim i böylesine m e şgu l ederken, bir ö ğ-
leden sonra Theâtre-Français'den çıkarken gö rd üğ üm
M aubant, bend e aşkın heyecanını, ıstıraplarını uyand ırm ışken,
tabiatıyla, bir yıldızın tiyatro k apısın da parıl parıl yanan ism i,
so kak tan geçen, atlarının alınlıkları güllerle sü slen m iş bir kupa
arabasın ın ay n asın d a gö rd ü ğ ü m , oyuncu olabileceğini d ü şü n -
d ü ğ ü m bir kadının çehresi, bend e çok d ah a uzu n süreli bir he-
yecan yaratır, beni, bu kadın oyuncunun hayatını k afam d a can-
landırm a a rzu su yla, nafile ve sancılı bir çaba içinde kıvrandırır-
dı. En ünlü kadın oyuncuları, yeteneklerine göre sıraya diz er-
dim : Sarah Bernhardt, Berm a, Bartet, M adeleine Brohan, Jeanne

79
Sam ary ; am a hepsi ilgim i çekerdi. A d o lph e A m cam , birçok k a-
dın oyuncu ve ayrıca, o y u n culard an tam olarak ay ıram ad ığım
birço k y o sm a tanırdı. O nları ev in d e ağırlardı. A m cam a sad ece
belirli gü n lerde gitm em izin neden i, d iğ e r gün lerde, evine, a i-
lesinin k arşılaşam ay ac ağı k adın ların ge lm e siy d i; dah a d o ğ ru -
su aile böyle d ü şü n ü y o rd u , çün kü am cam , tam tersine, belki
hiç evlen m em iş olan gü z el d u lları, şü p h e siz takm a ad olan
tu m turaklı isim lere sah ip kontesleri aşırı bir rah atlık la b ü y ü -
k ann em e tanıştırm ayı, hattâ kendilerine aile y ad ig ârı m ü cev -
herler he diye etm eyi n ezaket a d d e d e rd i ve b u d a, b ü y ü k b a-
b am la arasın ın birçok k ez b o zu lm a sın a yol açm ıştı. Sohbet sı-
rasın d a bir kadın oy uncu nun ad ı geçtiğin d e, ç oğ u kez b abam ,
gü lüm sey e re k annem e, "A m can ın ark a d a şı," derd i; am cam ın
b irçok in san için u laşılm az, k en d isin in se yakın d o stu olan k a-
dın oy unculara beni tak dim edebileceğini, böylece, bir y u m ur-
cak o ld u ğ u m halde, önem li ad am ların m ek tup ların a belki yıl-
lar boy un ca cevap verm eyen , onları kapıcıları aracılığıy la ko-
van kadın ların k ap ısın d a n afile bek lem ek ten kurtu lab ile ceği-
m i d ü şü n ü rd ü m .
Bu yü zden de -sa ati değiştirilen bir d ersim y ü zün d en a m -
cam ı bir türlü görem ediğim , dah a bir süre de görem eyeceğim
b ah an e siy le- A do lph e A m cayı ziyarete ayrılm ış günlerin hari-
cindeki bir gün, annem le babam ın öğle yem eğin i erken yem iş
olm asın ı fırsat bilip so k ağ a çıktım ve tek b aşım a gitm em e izin
verilen afiş direğine b ak m a y a gideceğim e, am cam ın evin e k oş-
tum . K apısın ın önünde iki atlı bir arab a dikkatim i çekti; arab a-
cının y ak asın da ve atların gö zlük lerin de birer kırm ızı karanfil
vardı. M erdivende, bir k ahkah a ve bir k adın se si geldi k u lağ ı-
m a, zili çaldığım an d a d a bir sessizlik , ardın dan kapan an k apı-
ların sesi işitildi. K apıyı açan o d a hizm etkârı beni görünce ş a -
şırdı, am cam ın çok m e şg ul o ld u ğu n u , herhalde beni kabul ede-
m eyeceğini söyledi; bu n a rağm en am cam a haber verm eye gitti-
ğinde, dah a önce işittiğim k adın sesinin şö yle ded iğin i d u y -
dum : "A h lütfen, izin ver, bir iki d ak ik alığın a gelsin; çok h o şu-
m a gidecek. M asan ın üzerin dek i fotoğrafı, onun yanındaki re-
sim d e görülen annesine, yeğenine çok benziyor, değil m i? Şu
çocuğu bir kere görm eyi çok istiy o ru m ."

80
A m cam ın h om urd an d ığın ı, kızdığım işittim ; son un d a od a
hizm etkârı beni içeri aldı.
M asanın üzerin d e m u tat b ad em ezm esi tabağı duru yord u;
am cam her zam an ki kısa ceketini giym işti, am a k arşısında,
pem be ipek elbiseli, iri inci kolyeli, elindeki m andalinayı
bitirm ek üzere olan genç bir kadın oturm aktaydı. Bu hanım a
M adam e diy e mi, M ad em o iselle diye m i h itap etm em gerekti-
ğini bilem eyip kızardım ve ken d isiy le k on uşm ak zo ru n da kalı-
rım kork usuyla, gözlerim i on dan yana çevirm eye pek cesaret
edem eyerek am cam ı öptüm . G enç kadın gü lüm seyerek bana
bak ıy ordu , am cam , "Y eğen im ," de y ip ne benim adım ı söyledi,
ne d e onunkini; b ü yü k b ab am la araların da çıkan m eselelerden
sonra, ailesiyle bu tür ilişkileri arasın da herhangi bir bağlantı
kurm aktan kaçınıyor olsa gerekti.
"A n n esin e ne k a d ar benziyor," d ed i kadın.
"A m a siz yeğenim in sad ece fotoğrafını gö rd ün ü z," diye
ters bir cevap verdi am cam .
"K u su ra bak m ayın az iz d o stu m , am a geçen yıl siz h asta-
lan dığın ızd a m erdiven de k arşılaşm ıştım kendisiyle. Evet, bir
san iye gördü m kendisini, sizin m erdiven d e epey karanlık, am a
bu bile kendisin e h ayran olm am a yetti. Bu küçük delikanlı da
annesinin güzel gö zlerine ve buna sah ip ," dedi, alnının alt kıs-
m ına parm ağ ıy la bir çizgi çizerek. "S ay g ıd eğ e r yeğenin izin so -
yadı, sizinkiyle aynı m ı?" d iy e so rd u am cam a.
"D ah a çok b ab asın a benzer," d iye h o m urdandı, yüz yü ze
tanıştırm aya o ld u ğ u kadar, annem in so yad ın ı sö y leyip gıyaben
tak dim etm eye d e g ö n ü lsü z olan am cam . "T ıpatıp b abasın a ve
rahm etli annem e benzer."
"B abasını tan ım ıy orum ," d e di pem beli hanım , başını hafif-
çe eğerek, "rahm etli annenizle d e hiç tanışm am ıştım sevgili
do stum . H atırlayacak olursan ız, sizinle b üyük acınızdan kısa
bir süre sonra tan ışm ıştık."
Biraz hayal k ırıklığına u ğram ıştım , çünkü bu genç hanım ,
aile içinde ara sıra g ö rd ü ğ ü m d iğ e r güzel kadın lardan , özellikle
d e her y ılbaşında ziyaretine gittiğim bir akrabam ızın kızından
pek farklı değildi. A m cam ın, o gü zel k ad ın lardan sad ece dah a
iyi giyim li olan hanım ark ad aşı, onlarla aynı canlı, iyilik dolu

81
bakışlara, içten, sevecen tavra sahipti. K adın oyuncuların fo to ğ-
raflarında hayran o ld u ğu m tiyatrovari görün üm d en , sü rd ü ğ ü -
nü va rsay d ığ ım hayata uy gu n şeytani ifad ed en eser yoktu bu
hanım da. Bu hanım ın bir yo sm a o ld uğu n a in anm akta gü çlük
çekiyordum ; iki atlı arabasın ı, pem be elbisesini, inci kolyesini
görm esem , am cam ın sad e ce en seçkin y osm alarla ilişkisi o ld u -
ğun u bilm esem , seçkin bir yo sm a o ld u ğu n a hiç m i hiç inan -
m azdım . K end isine bu arabasın ı, kon ağını, m ücevherlerini he-
diye etm iş olan m ilyonerin, bu k ad ar sad e, hanım hanım cık g ö -
rünen birisi u ğru n a, servetini h arcam aktan nasıl zevk alabild i-
ğini m erak ediy ord um . Bununla birlikte, bu kadının hayatını
k afam d a c an lan d ırm ay a çalıştıkça, ah lak sızlığı beni allak bu l-
lak ediy ordu; belki bu ah laksızlık k arşım da özel bir gö rün tüd e
so m utlaşsa, k afam bu k ad ar k arışm azd ı - bu rjuva ailesinin
evinden ayrılıp kendini herkese ad am asın a yol açan, ona gü ze l-
lik ve kibar fahişelerin kötü şöhretini k azan dıran bir skandalin,
bir rom anın esrarı gibi gö rün m ez olan bu kadının, tanıdığım
onca kadın a benzeyen yü z ifadeleri, sesind eki tonlam alar, artık
bir ailesi bile olm ayan bu kadını, ister istem ez bir iyi aile kızı
gibi görm em e seb ep olu yo rdu.
"Ç a lışm a o d ası"n a geçm iştik; benim varlığım dan b iraz ra-
hatsız olm u ş gibi görün en am cam , pem beli hanım a sig ara ik-
ram etti.
"İstem em , teşekkür ederim azizim , b iliyo rsun uz Gran-
dü k 'ü n gö n d erd iğ i sig aralara alıştım . Sizin kıskan dığın ızı sö y -
ledim ken d isin e." A rdından, bir tabakad an , yaldızlı yabancı ya-
zılarla do lu bir sig ara çıkardı. A nsızın, "A slın d a b u delikanlının
b abasıyla sizin e v de k arşılaşm ış olm alıy ım ," dedi. "Yeğeniniz
değil m i? N asıl un uttum ? Bana çok iyi, çok kibar d av ran m ıştı,"
ded i m ütevazı, d u y gu lu bir tavırla. A m a babam ın ölçü lü lüğü -
nü ve so ğu k lu ğu n u bilerek, pem beli hanım ın çok kibar diy e ni-
telendirdiği davranışın ın kim bilir ne k ad ar katı o ld u ğu n u d ü -
şü n ü p babam a gösterilen bu aşırı m innetle onun yetersiz n eza-
keti arasın d ak i eşitsizlikten ötürü, sank i bab am bir kabalık et-
m işçesin e utandım . D aha so nraları, bu ay lak ve çalışkan k adın -
ların işlevinin insanın içini sızlatan bir yanının, cöm ertliklerini,
yeteneklerini, d u y gu sal bir estetik h ayalini -on la r da sanatçılar

82
gibi bu hayali gerçekleştirm ezler, gü n delik hayatın çerçevesine
so k m azlar çü n k ü - ve kendilerine pah alıy a m al olm ayan bir
serveti, erkeklerin k aba sab a, yon tulm am ış yaşayışlarını, d eğ er-
li ve zarif bir çerçeveye oturtm aya hasrettiklerini dü şü n d üm .
İşte bu kadın da, am cam ın kendisin i gün delik ceketiyle ağ ırla-
dığı o d asın a o y um uşacık bedenini, pem be ipekli elbisesini, in-
cilerini, bir gran d ük ün d o stlu ğu n d an yayılan zarafeti arm ağan
ettiği gibi, babam ın sırad an bir sö zü n ü d e incelikle işlem iş, b i-
çim len dirm iş, ona değerli bir ad verm iş, tevazu ve m innetle d o-
lu o güzel bak ışlarıy la süsleyerek, san at eseri bir m ücevhere,
"h a rik u la d e" bir şeye dö n ü ştü rülm ü ş olarak su n m ak tayd ı şim -
di.
"H ad i bakalım , senin gitm e vaktin g e ld i," d ed i am cam b a-
na dönerek.
A yağa kalktım , pem beli hanım ın elini ö pm ek için day an ıl-
m az bir arzu d uy u y o rd u m , am a bun un , bir kaçırm a eylem i k a-
d ar cüretkârca bir hareket olacağını dü şü n üy ordum . Kalbim
çarparak kendi kendim e, "Y apm alı m ıyım , y apm am alı m ı-
yım ?" d iye soruy ordum ; sonra, bir şey yapabilm ek için, ne y a p -
m am gerektiğini sorgulam ak tan vazgeçtim . K örü körüne, m an -
tıksızca, d ah a birkaç san iy e önce b u ld u ğ u m destekleyici seb ep-
leri un utm uş halde, pem beli hanım ın uzattığı elini d u d ak ları-
m a götürdü m .
"A h , ne k adar şeker! Şim d iden çapkın, k adın lara m eraklı;
am casın a çekm iş. Tam bir centilm en olacak," dedi pem beli
hanım , cüm lesine hafif bir Ingiliz ak sam katm ak için dişlerini
sıkıştırarak. "B ir gü n ban a, k o m şu m uz Ingilizlerin d ed iği gibi,
a cup of teıfl içm eye gelem ez m i? Sabah tan bir 'm av i'2 çekiverir,
olur biter."
"M av i"n in ne o ld u ğu bilm iyordum . Pem beli hanım ın sö y -
lediklerinin yarısını an lam ıyo rd um , am a bu sözlerde bir soru
gizli olabileceği ve cev ap verm em enin de terbiyesizlik olacağı
kork usuy la, dikkatle dinlem eye d ev am ediyordum k o n u şm ası-
nı; m üthiş bir yorgunluk h issed iyo rd um .
"H ayır, im k ân sız," d ed i am cam om uz silkerek, "hiç vakti
1 İngilizcede: bir fincan çay.
2 Paris'te m avi kâğıda yazılan şehiriçi telgraflara verilen takm a ad.

83
yok, çok çalışıyor. O k ulda hep birinci," diye ekledi, ben bu y a-
lanı işitip d üzeltm eyeyim diy e alçak sesle. "K im bilir, belki de
ileride bir Victor H u go, bir Vaulabelle olur, değil m i?"
"San atçılara bayılırım ," diye cevap verdi pem beli hanım ,
"kadın ları bir tek onlar anlıyor... Bir onlar, bir de sizin gibi seç-
kin kişiler. C eh aletim i m az ur görün sevgili do stum . V aulabelle
kim dir? O d an ızd ak i küçü k cam lı kitaplıkta duran yaldızlı cilt-
ler m i? U nutm ayın, sö z ü n ü z var, bana ödünç vereceksiniz on-
ları, çok d ikkat ed e rim ."
Kitaplarını öd ü n ç verm ekten nefret eden am cam bir şey
söylem edi ve beni so fay a k ad ar geçirdi. Pem beli hanım ın a ş-
kın dan çılgına d ö n m ü ş bir h alde, yaşlı am cam ın tütün kokan
yanaklarını deli gibi öptüm ; am cam , epeyce sıkıntılı bir tavırla,
açıkça sö y le m ey e cesaret ede m ese de, bu ziyaretten annem le
b ab am a bahsetm esem d ah a m em nun olacağını im a ederken,
ben, gözlerim d e y aşlarla , iyiliğini hiç un utm ayacağım ı, bir gün
m innetim i k en disin e gösterm enin yolun u m utlaka bulacağım ı
söy lü y ord um . İyiliği beni gerçekten o k ad ar etkilem işti ki, iki
sa at sonra, yeni k az an d ığım önem i annem le b abam a açıkça be-
lirtm ediğini d ü şü n d ü ğ ü m birkaç esraren giz cüm lenin ardın-
dan , az önce y ap tığ ım ziyareti kendilerine en ince ayrıntısına
k ad ar anlatm ayı d ah a açıklayıcı buld um . Bu d av ran ışım la am -
cam ın başın ı d erd e so k ac ağım ı d ü şü n m üy o rd um . Böyle bir şe-
yi istem ed iğim e göre, n asıl düşü n eb ilird im ? Benim sakıncalı
b u lm adığım bir ziyareti annem le babam ın sakıncalı bulacağını
d a tahm in e dem ezd im . Bir d o stum u z, m ektup yazm ayı ihm al
ettiği bir hanım dan onun adın a özü r dilem em izi tem bihlediği
halde, bizim önem v e rm e d iğim iz bir su sk u n lu ğ a sö z k on usu
hanım ın d a önem v erm eyeceğin e h ük m edip bir şey sö ylem e-
m em iz, çok sık rastlan an bir olay d eğil m idir? Ben de herkes gi-
bi, başk aların ın zihnini, sun ulan şeylere belirli bir tepki gö ster-
m ekten âciz, ed ilgen v e u y sal bir h azne zan n ediy ordu m ; am ca-
m ın say e sin d e gerçekleşen tanışm anın haberini annem le baba-
m ın zihnine sun m ak la, b u tanışm a hakkındaki kendi iyi niyetli
yargım ı da, arz u ettiğim şek ilde on lara aktardığım d an hiç k uş-
kum yoktu. N e ya zık ki ailem , am cam ın davranışını yargılar-
ken, benim ön erdiğim ilkelerden çok farklı ilkeleri benim sedi.

84
Babam ve bü yü kb ab am la am cam arasın d a hararetli m ü n ak aşa-
lar olm u ş; ben bu nu dolay lı bir yoldan öğrendim . Birkaç gün
sonra, so k ak ta üstü açık bir arabanın içinde am cam la karşılaştı-
ğım d a, hissettiğim üzü ntü yü , m inneti, pişm an lığ ı ona ifad e et-
m ek istedim . D uygu larım ın y o ğu n lu ğu y la karşılaştırıldığında,
şap k am ı çıkararak bir selam verm enin alçaklık olacağına hük-
m ettim : A m cam , kendim i ona sad ec e sıra d an bir nezaket g ö s-
term ekle yük üm lü zan nettiğim i düşün ebilirdi. Bu yetersiz h a-
reketi y ap m am ay a karar verip başım ı çevirdim . A m cam , be-
nim , annem le babam ın talim atına uy arak bu şekilde d av ran d ı-
ğım ı d ü şü n d ü ve onları hiç affetm edi; uzun yıllar sonra ölünce-
ye kadar, hiçbirim iz onu bir d ah a görm edik.
İşte bu yü zden , A do lph e A m cam ın artık k apalı d u ran otur-
m a od asın a girm e yip arka m utfağın çevresinde oyalandıktan
son ra, Françoise d ışarı çıkıp, "K ah v e servisiy le yuk arı sıcak su
çıkarm a işini bulaşıkçı kıza bırakacağım , benim M ad am e Octa-
ve'ın yan m a gitm em lazım ," ded iğin d e, içeri girm eye k arar ve-
rir, d o ğ ru d an od am a, kitap ok um ay a çıkardım . Bulaşıkçı kız,
cisim leştiği geçici biçim ler ara sın d a bir devam lılık sağ lay an ve
kendisine bir kim lik kazan dıran sabit görevleri yerine getir-
m ekle yük üm lü bir tüzel kişi, kalıcı bir ku ru m du ; çün kü en az
yılda bir kere, m utlaka değişird i. Sürekli k uşk o n m az ye diğim iz
yıl, çoğun luk la k uşkon m azları ayık lam akla görevli olan bu la-
şıkçı kız, zavallı, m arazi bir kızdı; biz P ask aly a'd a C o m b ray'y e
gittiğim izd e, ham ileliğinin epeyce ilerlem iş bir safh asın day d ı;
Françoise'ın, evin içinde de, d ışın d a da, kıza onca iş y aptırm a-
sına şaşıy ord u k , çün kü gün geçtikçe şişen, m ucizev i biçim iyle
bol iş göm leğin in altın dan kendini belli eden o e sraren giz sep e -
ti ö n ün de taşırken zo rlan m aya başlam ıştı bile. Bu iş gö m leği,
M. Sw ann 'in hediye ettiği fo toğraflarda gö rd üğü m , G iotto'nun
kim i sem bo lik figürlerinin geniş kaftanlarına benzerdi. Bu ben -
zerliğe d e b izzat M. Sw ann dikkatim izi çekm işti; bize bulaşıkçı
k ızd an haber so racağı zam an , "G iotto'nu n M erham eti n asıl?"
derdi. Zaten, ham ileliği nedeniyle y ü z ü bile şişm an lam ış olan,
yanakları d ü m d ü z inip bir kare oluşturan zavallı kızın kend isi
de, A ren a'd ak i, erdem lerin kişileştirim leri olan gü çlü kuvvetli,
erkeksi bakirelere, d ah a d o ğru su anaç kadın lara epey benzerdi

85
gerçekten. P ad ov a'daki Erdem ler ve K ö tülük lerin , bulaşık çı kı-
za bir b aşk a bak ım dan d a benzediğin i, şim d i anlıyorum . N asıl
ki bu kız, siluetini şişiren sem bolü, anlam ını kavram azm ışçası-
na, sıradan , ağır bir yük gibi karnın da taşıyor, bu sem bolün g ü -
zelliği ve ruhu, y üz ün d e katiyen ifade bu lm u y o rsa, aynı şekil-
de, k o py ası C om b ray'de ki çalışm a od am ın d u v arın d a asılı,
A ren a'd a "C a r ita s "1 adı altın da boy gösteren, güçlü kuvvetli ev
kadını da, bu erdem i, hiç ak lından geçm em işçesin e, kanlı canlı,
b ay ağı çeh resinde m erham et k av ram ı asla ifade bu lm am ış gibi
tem sil eder. R essam ın güzel bir b uluşu y la , dün ya nim etlerini
ay aklar altına alm ıştır, am a tıpkı su y u n u çıkarm ak üzere ü zü m
çiğner, d ah a d o ğ ru su yük selm ek için çuvalların üstün e çıkar gi-
bidir; alev alev yanan yüreğini Tanrıya su n u şu , d ah a m ü n asip
bir tabirle "u zatıv e rişi" ise, bir aşçının, bo d rum u n h ava deliğin -
den, zem in kat penceresindeki birine bir tirbu şonu uzatıverişini
hatırlatır. K ıskançlık figü rü n e gelince, on da bir kıskançlık ifa-
desin e d ah a yaklaşılm ış gibidir. A m a b u freskte de, sem bol o
k adar çok yer tutar ve o k ad ar gerçeğe u ygun dur, K ıskançlığın
d u d a k ların d a tıslay an yılan o k ad ar iridir ve ardına k ad ar açıl-
m ış ağzını öylesine d o ld u ru r ki, y üz ün dek i kaslar, yılanı tuta-
bilm ek için, balon şişiren bir çocuğunk i gibi gerilm iştir ve K ıs-
kançlığın bü tün dikkati -b u arad a bizim ki d e - d u d ak hareke-
tinde yo ğun laştığın dan , kıskanç düşüncelere ayıracak vakti
yoktur.
M. Svvann'ın, G iotto'nun bu figürlerin e olan derin hayran-
lığına rağm en , ben, onun getirdiği kopy aları astığım ız çalışm a
o d asın d ak i bu m erh am etsiz M erham eti, bir tıp kitabında, dil-
deki bir tüm ö rün veya am eliyat gerecinin, gırtlağı ya da küçük-
dili sıkıştırm asını gösteren bir levh aya benzer bu K ıskançlığı,
sıradan, d ü z g ü n hatları ve grim si çehresiyle C om b ray'd e kilise-
de gö rd ü ğ ü m ve çoğu H ak sızlığın yedek kuvvetlerine kayıtlı,
sofu, ru h su z birtakım bu rjuv a güzellerin i hatırlatan bu A daleti
seyretm ekten, uzun sü re hiçbir zevk alam adım . A m a dah a so n -
raları, b u fresklerin çarpıcı tuhaflığının, kendine has gü zelliği-
nin, sem bollere bu k ad a r geniş bir yer ayrılm ış olm asın dan
kaynaklan dığın ı, sem bolün , sim gelen en düşü n ce ifade edilm e-
1 Merhamet.

86
diğin e göre bir sem bol olarak değil, bir gerçeklik, fiilen yaşanan
ya d a m add eten kullanılan bir şey olarak tem sil edilm esinin,
esere d ah a gerçek, d ah a belirgin bir an lam kattığını, m esajını
dah a so m ut, d ah a çarpıcı kıldığını an ladım . Z avallı bulaşıkçı
kıza bak tığım ız da d a, dikkatim iz sürekli olarak, ağırlığını zor
taşıd ığı karnına çevriliydi, aynı şekilde can çekişen kişilerin
dikk ati de, ölü m ün , kendilerine su n d u ğ u , acım asızca hissettir-
d iği som ut, sancılı, karanlık, organik yanına, ölüm adını verdi-
ğim iz k av ram d an çok, kendilerini ezen ağır bir yüke, nefes d ar-
lığına, s u su z lu ğ a benzeyen yüz ün e çevrilidir çoğunlukla.
P ad o v a 'd ak i bu Erdem ler ve Kötülükler, bana ham ile hiz-
m etçim iz k ad ar canlı, hizm etçim iz de n eredey se onlar k adar
alegorik g ö rü n d ü ğ ü n e göre, dem ek ki epeyce gerçeklik içeri-
yorlardı. A yrıca bir insanın ruhunun, on da vücut bulan erdem -
le (en azın d an görün ürdek i) bağlantısızlığı, estetik değerinin
haricinde, psikolo jik o lm asa da, fizyonom ik bir gerçeklik barın-
dırır içinde. D aha sonrak i yıllarda, örneğin m an astırlarda k arşı-
laştığım , hayata geçirilm iş m erham etin, gerçek birer azize say ı-
labilecek canlı tim salleri, genellikle işi b aşın dan aşkın cerrahla-
rın neşeli, gerçekçi, k ayıtsız ve sert tavrına, ıstırap çeken insan
karşısın d a hiçbir acım a ve şefkate yer verm eyen, incitm ekten
kork m ayan bir çehreye, yani gerçek iyiliğin sevecenlikten uzak,
sev im siz ve asil çehresine sahiptiler.
Bulaşıkçı kız -H atan ın , o lu ştu rd uğu tezatla, D oğru lu ğun
ü stü n lü ğ ü n ü d ah a d a çarpıcı kılm ası gibi, gayri ihtiyari Fran-
çoise'ın ü stü n lü ğü n ü v u rg u lay arak - annem e göre sıcak su d an
ibaret olan kahveleri dağıttığı ve ardın dan hafif ılık denebilecek
sıcak su ları o d alarım ıza çıkardığı sırad a, ben elim de bir kitapla
yatağım a uz an m ış olu rd um ; odam , hafif aralık duran pan jurla-
rın ard ın dak i öğle so nrası gün eşin e rağm en, say d am , kırılgan,
titreşen serinliğini korur, sarı kanatlarını pan jurların arasın dan
geçirm eyi başarab ilm iş bir ışık huzm esi, bir köşede, ah şap la ca-
m ın arasın a k on m uş bir kelebek gibi kıpırtısız duru rd u. İçeri-
deki ışık, ok um ay a zor yeterdi, güneşin parlak ışığını, sadece
La C ure So k ağı'n d a C am u s'n ü n (Françoise, halam ın "din len -
m ed iğin i", do lay ısıyla gü rültü edilebileceğini bildirdik ten so n -
ra) tozlu k a salara v u ru şuy la hissederdim ; sıcak gün lere özgü ,

87
titreşim li h avad a çınlayan bu v uru şlarla, san ki u zak larda lal
rengi yıldızlar uçuşu rdu ; ışığın parlaklığını hissettiren, bir de
sinekler vardı, k arşım da adeta y az m evsim inin od a m üziğini
icra ederek küçük bir kon ser verirlerdi; bu m üzik, tesadüfen
yazın dinlenen ve dah a sonra bize o m evsim i hatırlatan, in san -
ların m üziğind en farklı bir biçim de çağrıştırır yazı, yaz m e v si-
m iyle arasın da dah a kaçınılm az bir b a ğ vardır; sıcak günlerden
kayn aklanan bu m üzik, an cak böyle gün lerd e yeniden canlanır,
bu gün lerin öz ün ü barındırır içinde ve h ayalini h afızam ız da
u yan d ırm ak la k alm ay ıp, d ö n ü şün ü, so m ut, yakınım ızdaki, her
an ulaşılabilir varlığını doğrular.
O d am d ak i bu loş serinliğin, so kaktak i kızgın gü n eşle ilişki-
si, gö lgenin ışıkla ilişkisi gibiydi, yani onun k ad ar ışıltılıydı ve
d ışarıd a geziy or olsam duy ularım ın ancak kısm i olarak tadına
varabileceği y az m evsim inin, ek sik siz bir görün tüsün ü sun ardı
hayal gü cüm e; böylece, (kitaplarım da anlatılan heyecanlı m ace-
ralar say esin de), akan bir su yu n içinde kıpırtısız d u ran el m isa-
li, bir hareket selinin sarsıntısını ve canlılığını taşıyan dinlen-
m em e u y um sağlardı.
N e var ki büyükann em , fazlasıy la sıcak h ava b ozm uş, bir
fırtına çıkm ış ya d a sağ an ak bastırm ış o lsa bile, ge lip d ışarı çık-
m am için yalvarırdı. Ben de, elim deki kitabı bırakm ak istem e-
yip, ok u m aya bah çede d e vam eder, kestane ağacının altındaki
hasır ve bezd en küçük çardağın k u y tusun a, aileyi ziyarete gele-
bilecek kişilerin beni görem eyeceğin i d ü şü n d ü ğ ü m bir yere
otururdum .
Zihnim de, d ışarıd a o lu p bitenleri seyderk en bile içine gö -
m ü ld ü ğ ü m bir başk a y u vayd ı. D ışarıd aki bir nesneyi gö rd ü -
ğü m d e, gö rd ü ğü m ü n bilinci nesneyle aram a girer, etrafını,
m ad d esin e d o ğru d an d o kun m am ı engelleyen ince bir m anevi
şeritle kuşatırdı; tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor ha-
lindeki bir cism in, ö nün de d aim a bir buharlaşm a k uşağı o lu ş-
turarak ıslaklığa d e ğ m e d iği gibi, gö rd ü ğü m nesnenin m ad d esi
de, ben onunla tem as etm eden, adeta b uh arlaşırd ı. K itap okur-
ken, bilincim birbirinden farklı durum ların h epsini aynı an da,
adeta alacalı bir ekran da sergilerdi; benliğim in en ücra köşeleri-
ne gizlen m iş özlem lerden, bahçenin so n u n d a görd ü ğü m , tam a-

88
m en d ışsal olan ufuk çizgisin e k ad ar uzan an bu farklı d u ru m -
lar arasın d a en öncelikli, en çok ban a ait olanı, hareket halinde-
ki bir kontrol d ü ğ m e si gibi her şeyi yöneten gü d ü , okum akta
o ld u ğu m kitabın felsefi zenginliğine, güzelliğin e olan inancım
ve han gi kitabı okuyor olu rsam olayım , bu zenginliği, bu g ü -
zelliği kend im e m al etm e isteğim di. O k u d u ğu m kitabı,
C o m b ray 'd e, eve çok uz ak o ld u ğu için Françoise'ın C am u s ka-
d ar sık alışveriş etm ediği, am a kırtasiye ve kitap bakım ın dan
d ah a zengin olan Bo range b akkaliyesinden, onu ilk kez d ü k k â-
nın, bir k atedral k apısın d an d ah a esrarengiz, düşün celerle d a -
ha fazla do natılm ış olan kapısın ın iki kanadını k aplayan bro-
şürler ve fasik üller m o zaiğ i içinde, iplerle tutturulm uş halde
görerek alm ış olu rd um . Yine de, kitabı satın alm am ın asıl sebe-
bi, benim yarı yarıya sezinlediğim , yarı yarıya an laşılm az bul-
d u ğ u m gerçeğin ve gü zelliğin sırrını, yani keşfi bütün d ü şü n -
celerim in bulanık, am a sabit hedefini oluşturan sırrı çö zm üş bi-
ri gibi g ö rd ü ğü m bir öğretm enim in veya ark adaşım ın tavsiyesi
olurdu.
K itap okurken içeriden d ışarıy a, gerçeğin keşfine d o ğru
d u rm ad an hareket eden bu tem el inancın ardından, benim de
k atıldığım olaylar zincirinin yaşattığı heyecanlar gelird i, çünkü
bu öğle sonraları, çoğun lukla bir öm ür boy u yaşan an lard an d a -
ha fazla d ram atik olayı barındırırdı içinde. Bunlar, o k u d u ğu m
kitapta cereyan eden olaylardı; evet, olayların etkilediği kişiler,
Françoise'ın d ed iği gibi "g e rçek " değillerdi. A m a gerçek bir ki-
şinin m u tlu luğu n un veya bahtsızlığının bize yaşattığı bütün
duygular, bu m utlu lu ğu n veya bahtsızlığın sureti aracılığıyla
ortaya çıkar ancak; tarihteki ilk rom an yazarının yaratıcılığı,
d u y g u m ek an izm am ızda zorun lu tek u nsurun bu suret oldu -
ğunu ve d olay ısıyla, gerçek kişileri ortadan kaldırıverm ekten
ibaret bir sadeleştirm en in , belirleyici bir gelişm e olacağını an la-
m aktı. Gerçek bir insan, k endisiyle ne kadar derin bir yakınlık
k ursak da, b üyü k ölçüd e d uy ularım ız tarafından algılanır, yani
say d am değildir, duy arlılığım ıza, taşıy am ayacağı bir yük bin-
dirir. Başına bir felaket geldiğin de, ona ilişkin k afam ız da taşıd ı-
ğım ız bütün sel kavram ın ancak küçük bir bölüm ü çerçevesinde
duygulan abiliriz; dah ası, o d a k endisine ilişkin bütünsel kavra-

89
m inin an cak bir bölüm ü çerçevesinde duy gulan abilir. R om an -
cının bu lu şu , ruhun n üfuz ede m ediği bölüm lerin yerine, eşit
m iktarda m anevi, yani ruhu m uzu n özüm leyebileceği u n su r
koym aktı. Bu n oktadan itibaren, bu yeni türdeki varlık ların ey-
lem lerinin, du yguların ın , biz onları k en dim ize m al ettiğim ize,
artık bizim içim izde oluştukların a, kitabın say faların ı co şk u yla
çevirirken nefes alıp verişim izi, bakışlarım ızın y o ğu n lu ğun u
on lar belirlediğin e göre, bize gerçek gibi görün m esinin ne öne-
m i vard ır? Rom ancı bizi bir kez bu d u rum a so ktu ktan sonra,
yani b ütün d u y gu ların , tam am en içsel d u rum lardak i gibi on
kat arttığı, kitabının, bizi bir rüya m isali, am a uyurken gö rd ü k -
lerim izden d ah a açık seçik, hatırası d ah a u zun sürecek bir rüya
m isali allak b ullak edeceği bir d uru m a soktuktan sonra, bir s a -
at boy un ca, gerçek h ayatta sad ece birkaçının y aşan m ası bile
yıllar sürecek ve en yo ğun olanları, m eyd an a gelişlerind eki y a-
vaşlık tan ötürü algılan am ay acak, d o lay ısıy la d a asla gö rü n ü r-
lük k azan am ay acak , o lası bütü n m u tlulukları ve talih sizlikleri
p eş p e şe y aşatır bize (kalbim iz d e hayatta böyle de ğişim ler ge-
çirir ve ıstırapların en b ü y ü ğü b u d u r; ne var ki biz bun u sad e -
ce k itap okurken, h ayalden biliriz; gerçek hayatta k albim izin
geçird iği değişim ler, tıpkı bazı tabiat olayları gibi, o k ad ar y a -
v aş gerçekleşir ki, kalbim izin içinde b u lu n d u ğ u farklı d u ru m -
ların her birini saptar, b una karşılık, değişim d u y g u su n u y a şa-
m ayız).
R om an kahram anlarının hayatının ardın dan , rom anın, be-
den im le o k a d ar bütünleşm eyen, yarı yarıya ön ü m de uzan an
deko ru gelirdi; olayların geçtiği yerlerin görün ü m ü, başım ı ki-
taptan k ald ırd ığ ım d a gözlerim in önün de b u ld u ğu m m an zara-
dan çok dah a fazla etkilerdi düşüncelerim i. İşte bu y üzden, iki
y az m ev sim i boyun ca, C om b ray 'de ki bahçenin kızgın sıcağın -
da, o sıra d a o k ud u ğu m kitap yüzün den , bıçkıhanelerle dolu,
du ru suların dibin de, tere öbeklerinin altında tahta parçalarının
çü rüd ü ğü , biraz ileride, alçak duv arlar boyunca salkım salkım
m or ve kırm ızı çiçeklerin uzan d ığı, ırm aklarla sulan an, tepelik
bir ülkenin özlem iyle d o lu p taştım . Beni seven bir kadının h a-
yali zihn im de hep var o ld u ğu için de, o iki yaz boyunca, bu h a-
yale ak arsuların serinliği d am g asın ı vurdu; h ayalim de canla-

90
nan kadın kim olursa olsun, m or ve kırm ızı çiçek salkım ları, ta-
m am layıcı renkler gibi hem en iki yanından fışkırırdı.
Bunun tek nedeni, hayalini k urd u ğu m u z bir görüntünün,
tah ay y ü lüm ü zd e onu tesadüfen çevreleyen yabancı renklerin
yansım aları tarafından ebediyen d am galan m ası, süslenm esi,
so n su za dek bu renklerden yararlan m ası değild i; çün kü oku-
d u ğ u m k itaplardak i m an zaralar, C o m bray'n in gözlerim in önü-
ne serd iği m an zaralard an dah a canlı olm akla kalm ay ıp, bir
y an dan d a C om b ray gö rüntülerine bir benzerlik arz ederlerdi.
Bu m anzaralar, yazarın tercihi olduk larınd an ve ben yazarın
sözlerine, her biri birer vahiym işçesin e, peşinen in andığım dan ,
Tabiat'ın, derinlem esine incelenm eye değer, gerçek bir parça-
sıy dılar benim n azarım d a - oy sa içinde b u lu n d u ğ u m m anzara,
özellikle d e bahçem iz, b üyü kannem in k üçüm sed iği bahçıvanın
kuralcı hayal gücün ün cazibesiz ü rün ü olan bahçem iz, katiyen
bu izlenim i uy an dırm azd ı bende.
Bir kitabı ok u d u ğu m sırad a, annem le babam , kitapta tasvir
edilen yerleri g id ip görm em e izin verseler, gerçeğin keşfinde
çok önem li bir ad ım atm ış olacağım ı zann ederdim . Ç ünkü ken-
dim izi d aim a ruhu m u z tarafın dan k uşatılm ış gibi h issetsek de,
bizi çevreleyen bu ruh, sabit bir h apish an e değild ir; dah a ziya-
de, ruh um uz u aşm ak , d ışarıy a ulaşm ak için sürekli ham leler
yaparak, onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir,
etrafım ızd a hep, d ışarıdan bir yankı değil de, içim izdeki bir tit-
reşim in çınlam ası olan ve hiç değişm ey en bir tını işitir gibiyiz-
dir. N esn elerde, ruh u m uzu n onlara aksettirdiği, kendilerine de-
ğer kazan dıran yan sım ay ı bulm aya çalışırız; d o ğal ortam ların-
da, nesneleri, zihn im izde birtaklm fikirlerle yan yana b ulun m a-
larına borçlu oldukları b üyü den yoksun bulunca, hayal kırıklı-
ğına u ğrarız; bazen bu ruhun bütün gü cü nü , d ışım ızd a oldu k -
larını, kendilerine asla ulaşa m ay acağım ızı açıkça se zd iğim iz in-
sanları etkilem ek üzere, beceri ve ih tişam a dö nüştürürüz. İşte
bu yüzd en , se v d iğ im kadını d aim a, o sıralard a görm eyi en çok
arzulad ığım yerlerle çevrelenm iş olarak hayal etm em in, bu yer-
leri bana onun gezdirm esini, bilinm eyen bir dün yanın kapıları-
nı bana onun açm asın ı istem em in sebebi, basit ve tesad üfi bir
zihinsel çağrışım değildi; yolculuk ve aşk hayallerim , tek bir-

91
k uvvet halinde fışkıran ve yönü değişm ey en y aşa m a gü cüm ün
- b u g ü n , sedefli ve gö rün ü rde kıpırtısız bir fıskiyeden, d eğişik
yüksekliklerde kesitler alır gibi, y ap ay olarak ay ırd ığ ım - farklı
an larından başk a bir şey değildiler aslında.
Son olarak da, bilincim de aynı an da yan yana bulu nan d u -
rum ları içeriden dışarıy a, onları sarm alayan gerçek ufk a d o ğru
izlem eye dev am ederek, bir başk a türden h azlar buluyorum : ra-
hat rahat oturm anın, h av ad ak i gü zel kokuyu so lum anın , ziy a-
retçiler tarafından rah atsız edilm em enin ve Saint-H ilaire'in çanı
çaldığınd a, öğleden sonranın tükenm iş olan saatlerinin tek tek
geçişini fark etm enin, son çan sesiyle birlikte saatlerin to plam ı-
nı h esaplay ıp ardın dan gelen uzun sessizlikle, m av i g ö k y ü z ün -
d e koca bir bölgenin açılışını, Françoise'ın hazırlam akta old u -
ğu, kitabın k ah ram anıyla beraber y aşad ığım yorgu nlukları g i-
derecek olan leziz ak şam yem eğin e k adar okum ayı sü rd ü rm e-
m i sağlay ac ak olan bölgenin açılışını görm enin hazzı. H er saat
b aşın d a, sanki bir önceki saati haber veren çan çalalı henüz bir-
kaç dakik a geçm iş gibi gelirdi bana; son çalan saat, gö k y ü zü n -
d e bir öncekinin hem en yanı başın a yerleşir, b u iki yaldızlı işa-
retin arasın d a k alan k üçücük m avi y a y parçasın a altm ış d ak ik a-
nın sığm asın a in an am azdım . Hattâ bazen bu v akitsiz çan, bir
önceki saati haber veren çand an iki kez fazla çalardı; yani arad a
benim işitm ediğim bir saat d ah a çalm ış, cereyan eden bir olay,
benim için cereyan etm em iş olurd u; derin bir uyk u gibi sihirli
olan ok u m a zevki, h alü sin asyonlar içindeki kulaklarım ı k an d ı-
rır, se ssizliğin gök m av isi yüzeyin den yaldızlı çan sesini silerdi.
C o m b ray 'de ki bahçede, k estane ağacının altında geçen, kendi
hayatım ın sırad an olaylarını özenle ayıklayıp yerine pınarların
su lad ığı bir diyarın o rtasın da, garip m aceralar ve özlem lerle
dolu bir hayatı k o y d u ğum o güzel paz ar öğle sonraları, hâlâ si-
zi d ü şü n d ü ğ ü m d e b an a o hayatı hatırlatırsınız, hattâ bu hayatı
-b e n ok um ay a d ev am eder, gü n d üz ün sıcaklığı giderek azalır-
k e n - sessiz, titreşim li, gü z el kokulu, berrak saatlerinizin birbiri-
ni izleyen, ağır ağır değişen , yaprakların sü sled iğ i billuruyla
y av a ş y av aş k u şatıp sardığın ız için, içinizde barındırırsınız.
Bazı günler, öğle sonrasının ortasın da, bahçıvanın kızı, deli
gibi k oşarak , yoluna çıkan bir portakal fidanını devirir, p a rm a -

92
ğını keser, dişin i kırar, Françoise'la ben k o şu p bakalım , gösteri-
yi kaçırm ayalım diye, "G eldiler, ge ld iler!" diy e b ağırarak ok u-
m am ı bölerdi. Bunlar, askerî birliklerin, garnizon m an evraları
sebebiy le C om bray 'yi baştan başa katettiği ve genellikle de
Sainte-H ildegard e S ok ağı'n d an geçtiği günlerdi. H izm etk ârları-
m ız parm aklığın ön ü nde sıraya dizilm iş iskem lelerde oturup,
p az ar gezm esin e çıkm ış C om b ray ah alisini sey reder ve kendile-
rini onlara gösterirken, bahçıvanın kızı, La G are C ad d esi'n d e,
ta uzak ta görün en iki evin arasın d ak i açıklıktan, m iğferlerin
parıltısını fark ederdi. H izm etk ârlar aceleyle iskem leleri içeri
alırlardı, çünkü zırhlı süvariler Sain te-H ildegarde S o k ağı'n d an
geçerken bütün so kağı doldurur, dörtn ala ilerleyen atlar, y ata-
ğın a sığ am ayan , azgın bir ak arsu yu n y am açlarına taşm ası g i-
bi,kaldırım ları k aplay ıp neredeyse evlere sürtünürlerdi.
"Z av allı y avrucaklar," derdi, parm ak lığın önüne yeni gel-
d iği halde gö zy aşların a b o ğ u lm u ş olan Françoise; "b u zavallı
gençleri bir çayır gibi biçecekler; d ü şü n d ü k çe içim sızlıyo r," d i-
ye eklerdi, elini sızlayan yüreğine bastırarak.
"G ençlerin hayatı ön em sem ediklerini gö rm ek ne güzel,
değil m i M adam e Françoise?" derdi bahçıvan, Françoise'ı "k ı-
zıştırm ak " için.
Sözleri boşa gitm ezdi:
"H ay atı önem sem ediklerini m i? Peki hayatı ön em sem eye-
ceksek, neyi ön em seyeceğiz? H ay at yüce Tanrının asla iki kere
b ağ ışlam ad ığ ı tek nimettir. H eyhat! U lu Tanrım! A m a d oğru,
önem verm iyorlar! Ben '70'te gö rd ü m onları; b u lanet olası sa -
v aşlard a ölü m den korkuları kalm ıyor ki; tam m an asıyla birer
deli o lu p çıkıyorlar; ciğeri b eş para etm ez serserilere d ö nü y or-
lar, insan lıktan çıkıp aslan kesiliyorlar." (Françoise'ın n azarın -
d a, bir insanı, s harfinin üstün e b asa b asa telaffuz ettiği aslan a
benzetm ek, katiyen yüceltici bir şey değild i.)
Sain te-H ildegarde So k ağı'n m dönem ecine k adarki m esafe
çok k ısa old u ğu n dan , gü n eşte parlay arak hızla ilerleyen yeni
m iğferlerin gelişi, d aim a La G are C ad d e si'n d e k i o iki evin ara -
sın d an görülürdü. Bahçıvan, d ah a gelecek çok asker o lu p o lm a-
dığını m erak ederdi; kızgın g ün eş su satırdı kendisin i. Bunun
üzerine kızı ansızın, k u şatm a altın daym ışçasın a fırlayarak bir

93
çıkış yapar, sokağın köşesine ulaşır ve y ü z kere ölü m tehlikesi
atlattıktan sonra, bir sü rah i m eyankökü şerbetiyle birlikte geri
döner, Thibcrzy ve M éséglise yö nünden, aralık sız saflar halin-
d e en az bin kişinin ge ld iğ i haberini getirirdi. Birbirleriyle b a-
rışm ış olan Françoise'la bahçıvan, sav a ş d u rum un d a ben im se-
necek tutum u tartışırlardı:
"B akın Françoise," derdi bahçıvan, "en iyisi dev rim , çünkü
devrim o ld u ğ u n d a bir tek gö nü llü ler sa v aşa katılır."
"Ya! Tam am , buna aklım yattı, hiç d eğ ilse dah a d ü rüstçe."
Bahçıvan, sav a ş ilan e dild iğin d e bütün tren seferlerinin
d urdu rulacağın ı zannederdi.
"Ö yle ya, kim se kaçm asın d iy e," derdi Françoise.
Bahçıvan da, "Elbette, ne k urn azd ır on lar!" diy e onaylardı,
çünkü sav aşın , devletin halka oy nadığı bir oyun o ld u ğ u ve im -
kân verilse, sav aştan kaçm ayacak tek bir kişi bu lu n m ay acağı
inancından kim se kendisini vazgeçirem ezdi.
So n un d a Françoise aceleyle h alam ın yanm a, ben kitabım ın
b aşın a dönerdik; hizm etkârlar d a tekrar kapının önüne yerleşip
askerlerin k aldırdığı tozun ve yüreklerin yatışm asını sey re de r-
lerdi. O rtalık sakinleştikten uzun bir süre sonra, alışılm ad ık bir
kalabalık gezintiye çıkar, C om bray sokakları yine do lardı. Ve
her evin, genellikle böy le bir alışkanlığın o lm adığı evlerin bile
ön ünde oturm uş etrafı sey reden hizm etkârlar, hattâ efendiler,
güçlü bir gelgitin, çekildikten sonra k ıyıda bıraktığı, n akışlı tül-
lere benzer yo sun lar ve denizkabukları gibi, kapı eşiğini koyu
renkli, d ü zen siz bir şeritle süslerlerdi.
Bu günlerin haricinde, çoğun luk la kitabım ı rahat rahat
ok urdum . A m a bir keresinde ziyarete gelen Svvann'ın, o k u m a-
m ı bölerek, o sırad a benim için yepyen i bir y a zar olan Bergot-
te'un kitabı h akkında y aptığı yorum lar, u zun sü re boyun ca, ha-
yalini k urd u ğu m k ad ın lardan birinin, artık k afam d a, çatal çatal
u zan an m or çiçeklerle k aplı bir d u v arın önünde değil, b am b aş-
ka bir deko rd a, gotik bir katedralin kapısının ön ünde canlan-
m ası so nu cun u d o ğu rdu.
Bergotte'un adım ilk kez, çok tak dir ettiğim , yaşça benden
b üyük bir ark ad aşım d an , Bloch'tan du ym uştum . K endisine
Ekim Gecesi'ne h ay ranlığım d an bahsettiğim de, trom peti an d ı-

94
ran gü rü ltülü bir kahkaha patlatm ış ve, "M u sse t beyefen diye
b eslediğin bu ba y ağı tutkudan va zge ç," dem işti. "S o n derece
zararlı bir tiptir, zavallı h öd üğü n tekidir. A slın da itiraf etm em
gerekir ki, o d a, Racine denen ad am da, hayatları boyun ca, ol-
du k ça ritm ik ve hiçbir anlam ifade etm eyen birer m ısra y a zm ış-
lardır, ki bu d a bence, başarıların en b üyü ğüd ü r. Biri, 'Beyaz
O loosso n e ve b eyaz C am yre', d iğeri de, 'M in os'la P asiphae'n in
kızı'dır. O iki serseriyi aklayabilecek bu m ısralara, ö lü m sü z
tanrıların sev gilisi, bü y ük u sta Ü stat Leconte, bir m ak alesind e
dikkatim i çekm işti. Yeri gelm işken söyleyeyim , bu m üthiş
ad a m , benim şu sıralar ok um aya vaktim olm ayan bir kitabı
tavsiye ediyo rm uş. D u y d u ğu m a göre, yazarını, Bergotte deni-
len beyefendiyi, en u sta heriflerden biri olarak görü y orm uş; ara
sıra sav u n u laca k yanı olm ayan bir h o şg ö rü sergilese de, onun
sö zü benim için Tanrı kelam ıdır. K ısacası, bu lirik nesirleri oku,
eğer Bhagavata'yı ve Magnus'un Tazısı'm y azm ış olan m uhteşem
ritm u stası d o ğru söy lü y orsa, A pollon şah idim d ir üstadım ,
O lym p o s'u n nektarıyla yarışabilecek h azlar y aşay ac ak sın ."
Bloch, k en disine "ü sta d ım " diye hitap etm em i alaylı bir tonda
rica etm işti, kendisi d e bana aynı şek ild e hitap ederken alaylı
bir ton kullanırdı. A m a aslında bu oy u n dan zevk alıyorduk,
çünkü insanın ad lan d ırd ığı şeyi yarattığına inandığı y a şlard ay -
dık henüz.
Bloch'un, (bana gerçeği ifşa etm elerini beklediğim ) gü zel
m ısraların, hiçbir anlam ifade etm edikleri takdirde d ah a d a g ü -
zel olduklarını söylem esiy le karm akarışık olan düşün celerim i,
ne yazık ki kendisiyle k on u şup açıklam a y apm asın ı isteyerek
çözem edim . Bloch evim ize bir dah a d av et edilm edi. B aşlan gıç-
ta iyi karşılan m ıştı. G erçi büyük babam , sam im iyeti ilerletip eve
getirdiğim ark adaşlarım ın hepsinin Yahudi old u ğu n u sö y lü -
yordu, am a bun a kural olarak karşı çıkm ıyordu -k en d i ark ad a-
şı Sw an n d a Yahudi kö ken liy di- ne var ki, ona sorulursa, be-
nim tercih ettiğim arkadaşlar, genellikle Yahudilerin en seçkin
örnekleri olm uyordu. Bu yüzden de, eve yeni bir ark a d a ş getir-
d iğim d e çoğunluk la Yahudi Kadın'dan, "Ey atalarımızın Tanrısı"
veya "Yahudiler, kırın zincirlerinizi" m ısraların ı m ırıldanırdı;
m elodiyi sö z sü z olarak (la-la-la diye) söylerdi am a, ben yine de

95
ark adaşım ın ezgiyi tanıyıp sözlerini h atırlam asınd an korkar-
dım .
Büyükbabam , dah a kendilerini görm eden , çoğun luk la ti-
pik bir Yahudi soyad ı bile olm ayan isim lerini d u y ar d u y m az,
ark adaşlarım ın Yahudi old uğu n u an lam akla kalm ay ıp, b azıla-
rının ailelerine ilişkin tatsız ayrıntıları da tahm in ederdi.
"Bu ak şam gelecek olan ark adaşın ın so y ad ı n e?"
"D um o nt, büyükb aba."
"D um o nt, ha! A m an! Hiç gü v en olm az!"
A rdın dan şarkıya geçerdi:

Okçular, dikkat!
D urm ak yok, usu lca d e v am nöbete.

D aha ayrıntılı birkaç can alıcı soru so rd uk tan sonra d a,


"D ikkat! D ikkat!" d iye haykırırdı; veya işkence m ah kû m u gel-
dikten sonra, belli etm eden onu so rgu y a çekerek, k endi haberi
o lm adan Y ahudiliğini itiraf etm eye zo rlam ışsa, hiçbir şü p h esi
k alm ad ığını gösterm ek için,

İm kânı yok! Tutup bu ray a m ı getirdiniz


Bu utangaç Yahudiyi?

y a da

Sevim li Hebron va d isi, babam ın tarlaları

v e yahut

Evet, ben seçilm iş ırktanım

m ısralarının ezgilerini belli belirsiz m ırıldan ıp bizlere b ak m ak -


la yetinirdi.
B üy ükbabam ın bu küçü k takıntıları, ark ad aşlarım a ilişkin
d üşm an ca bir du y gu n u n ifad esi d eğild i katiyen. N e var ki ai-
lem, başk a nedenlerden ötürü Bloch'tan h oşlanm am ıştı. İlk ön-
ce babam ı sin irlendirm işti; babam , Bloch'un ıslanm ış o ld u ğun u
fark ed ip ilgilenerek sorm uştu:

96
"M o n sie ur Bloch, h ava nasıl d ışarıd a? Y ağm ur m u yağd ı?
Tuhaf şey, barom etreye bakılırsa hava çok güzel olacaktı."
B abam bu so ru su n a şö yle bir cevap alabilm işti:
"B eyefen di, y a ğm u r y a ğıp y ağm ad ığ ı hakkında size bilgi
verm em m üm kün değil. Fiziksel koşulların d ışın da y aşam ak
k o n u su n d a çok kararlı o ld u ğu m d an , duy ularım bana bu konu-
d a uy arıd a bu lun m a zahm etine katlanm ıyor."
Bloch gittikten sonra, babam , "A m a evlad ım , senin b u ar-
k ad aşın geri ze kâlı," dem işti bana. "İnanılır gibi değil! H avanın
nasıl o ld uğu n u bile söylem ekten âciz! Bundan dah a ilginç bir
şey olabilir m i? Tam bir geri zekâlı."
Bloch, büyü kann em in d e ho şu n a gitm em işti, çünk ü öğle
y em eğin den sonra, büyük an n em biraz rahatsız o ld u ğu n u sö y -
le diğin de Bloch hıçkırıklarını zor b astırm ış, gö zy aşlarıy la ısla-
nan y an ağım silm işti.
"S am im i o lm asına im kân v ar m ı?" dem işti büyükannem .
"Beni tanım ıyor bile; ya d a deli olm alı."
A yrıca herk esi kızdıran bir başk a hareketi d e öğle y em eği-
ne bir buçuk saat geç ve ü stü başı çam ur içinde ge lip, özür dile-
yeceği yerde, şu sözleri sö ylem esi olm uştu:
"A tm osfer değişiklik lerinin ve keyfî zam an dilim lerinin
beni etkilem esine asla izin verm em . A fyon çubuklarının ve M a-
lezya knsTerinin1 tekrar kullan ım a sok ulm asın a hiçbir itirazım
olm az, am a on lardan çok d ah a zararlı ve ayrıca yavan burjuva
aletleri olan saat ve şem siyeyi katiyen kullan m am ."
Bloch, bütün b u n lara rağm en , C o m b ray'y e tekrar d av et
edilebilirdi. O ysa an nem le b abam ın ban a layık gö rdü kleri bir
ark ad a ş d eğild i; annem ler, büyükann em in rah atsız lığı n ede-
niyle d ö k tü ğü gö zy aşların ın sah te o lm adığın a h ük m etm işlerdi
so n un da; yine de, d u y arlılığım ızda n kayn aklan an coşkuların,
dav ran ışlarım ız ın tutarlılığı ve y a şam a biçim im iz ü zerin de
pek etkisi o lm ad ığını, ahlaki görevlere saygın ın , ark a d aşlara
karşı sad ak atin , bir eserin m e y dan a getirilm esinin, bir perh izin
u ygulan m asın ın , b u geçici, ateşli ve kısır taşkın lık lardan çok,
körü körüne uyu lan alışkanlık lar tem eline o tu rd u ğu n u , içgü-
d ü se l olarak y a d a tecrübeyle biliyorlardı. Benim , Bloch yerine,
1 El yapım ı, sü slü M alezya kam ası.

97
burjuva ahlak kurallarına gö re d o stlara v erilm esi gerektiği k a-
darını bana verecek olan ark ad aşla rla gö rüşm e m i tercih eder-
lerdi; bunlar, bir gün beni d ü şü n ü p içleri se v giy le d o larak , d u -
rup dururken bana bir sepet d o lusu m eyve gö nderm ezler, am a
hayal güçlerinin ve duyarlılık larının bir h am lesiy le d o stlu ğun
görev ve icaplarının den gesin i benim lehim e çevirem eyecekle-
ri için, aleyhim e de çevirm ezlerdi. Bu türden kişileri, k u su rla-
rım ız bile, bize karşı görevlerind en k olay k olay sap tırm az;
b u nlara iyi bir örnek olan b ü yük h alam , y ıllar önce bir ye ğen iy -
le b oz u şm uştu ve k en disiy le asla gö rü şm ü y o rd u , am a yine d e
v asiy etn am esin i d eğ iştirm ey ip bütün servetini ona bıraktı,
çün k ü yeğeni en yakın ak rabasıy d ı ve öyle y ap m ası "ic ap "
ediyo rd u.
Yine de ben Bloch'tan h o şlan ıyordu m , ann em le b abam da
beni kırm ak istem iyorlardı; annem Bloch'la sohbetlerim i zararlı
b u ld u ğ u halde, M inos'la P asiphae'n in kızının an lam d an yok -
sun gü zelliğin e ilişkin çö züm süz so rularım , beni Bloch'la y a p a-
cağım kon uşm alard an dah a çok yoruyor, üzü yo rd u . Com -
b ray'y e tekrar d av et edilebilirdi, ne var ki o, ak şam yem eğin -
den sonra, -h ayatım ı derinden etkileyecek, önce dah a m utlu,
sonra da d ah a m u tsu z kılacak olan bir ge rçe ğ i- bütü n k ad ın la-
rın y egân e düşün cesinin aşk o ld u ğu n u ve istisn asız hepsinin
direncinin kırılabileceğini söyledikten sonra, büyükh alam ın,
çok m aceralı bir gençliği o ld uğu n u ve m etres hayatı y aşa d ığ ı-
nın herkesçe bilindiğini, çok güvenilir bir kaynaktan d u y d u ğ u -
nu da ekledi. Ben d e kendim i tu tam ay ıp bu sö ylediklerini an-
nem le bab am a aktardım ; Bloch ev im ize bir dah ak i gelişin d e k a-
pıya kondu ve dah a sonra so kakta gö rüp yanına y ak laştığım d a
bana çok so ğu k d av rand ı.
A m a Bergotte kon usun d a söyledik leri d o ğru yd u .
İlk günlerde, Bergotte'un üslubu n un dah a son ra öylesine
seveceğim yanı, tıpkı bayıldığım ız, am a henüz ele geçirem edi-
ğim iz bir m elodi gibi, b ana kendini gösterm iyordu. O kum akta
old u ğu m rom anını elim d en bırakam ıyordum , am a tıpkı âşık
o ld u ğ u m u z ilk gün lerde, cazibesine kapıld ığım ızı zann ettiği-
m iz bir kadını görm ek için her gün bir davete, bir eğlenceye
gitm em iz gibi, kitabın sad ec e kon usun a ilgi d u y d u ğ u m u san ı-

98
yordum . D aha sonra, üslu bu n u n gizli bir ahenk dalgasıyla, iç-
sel bir prelüd le yüceldiği b azı p asajlard a kullanm aktan ho şlan-
dığı, arkaik denebilecek k ad a r ender rastlanan ifadeler dikk ati-
m i çekti; yine böyle p asajlard a, "h ay at denilen b oş h ayal"den ,
"bitm ez tükenm ez gü z el gö rün tüler seli"n d en , "an lam an ın ve
sevm enin kısır ve h az d o lu işken cesi"n d en , "k atedrallerin k ut-
sal ve büyüleyici cephesine so n su z a dek asalet katan dokunaklı
portreler"den sö z etm eye koyuluyor, benim için yepyeni olan
bir felsefeyi, h arikulad e im gelerle ifade ediyordu; harpların o
sırada yükselen ez gisini başlatan , sanki bu im gelerdi ve bu ez-
giye bir yücelik k azan dırıyo rlard ı adeta. Bergotte'un bu p asaj-
larından biri, diğer bö lüm lerden ayırd ığım üçüncü veya dö r-
dü ncüsü, birincide b u ld u ğu m h azla karşılaştırılm ası m üm kün
olm ayan bir saad et yaşattı ban a; benliğim in derinliklerinde,
sank i bütün engellerin, b ütün ayrım ların ortadan kalktığı,
d ü m d ü z, u çsu z bu cak sız bir b ö lg ed e yaşam ıştım bu m utlu lu-
ğu. Sebebi, önceki p asa jla rd a y aşad ığ ım hazzın kayn ağı olan,
am a benim daha önce fark etm ediğim , o az rastlan an ifadelere
d ü şk ü n lüğ ü , o m elodik akışı, o idealist felsefeyi bu sefer tanı-
yıp, artık Bergotte'un belirli bir kitabının, zihnim in y üzeyin de
tam am en do ğru sal bir şekil çizen, belirli bir bö lüm ü y le değil,
bütün kitapların da bu lun an , "id ea l bir Bergotte p asajı"y la karşı
karşıya o ld u ğum izlenim ine k apılm am d ı; buna benzer diğer
bütün pasajlar d a gelip b u bölüm le birleşiyor, ona bir kalınlık,
bir hacim kazan dırıyor ve bu say e d e de, zihnim i genişletiyor-
lardı sanki.
B ergotte'un tek h ayranı ben d eğild im ; annem in çok kül-
türlü bir hanım ark ad aşın ın d a en se v d iğ i y az ar Bergotte'tu;
D oktor D u Boulbon, B ergo tte'un son çıkan kitabını ok u m ak
için hastalarını bek letiyo rd u ; işte g ü n ü m ü z d e b ütün d ü n y ay a
yay ılm ış olan, tipik ve y ay gın m ey velerine A v ru pa'n ın , A m e-
rika'n ın, en ücra köylerine v arın caya k a d ar her k öşesin d e
rastlan an , am a o sıralar h enüz nadiren gö rülen Bergotte
m erak ının ilk tohum ları, D u Bo ulbo n 'un m uaye neh an esin d en
ve C o m b ray yakın ınd aki bir b ah çed en hav alan m ıştı. Benim
gibi, annem in ark ad aşın ın ve d u y d u ğ u m a gö re D oktor Du
B o ulbon 'un d a, Be rgotte'un k itap ların d a en çok h o şlan dık ları

99
şey, o m elo dik ak ış, o eski ifadeler, çok b a sit ve yaygın , am a
k u llan d ığı yerlerden d e an laşıld ığı üzere, k en d isin in özellik le
se v d iğ i b aşk a birtakım ifadeler, so n olarak d a, h üz ün lü b ö -
lü m lerdek i sertlik, n ere dey se b o ğ u k v u rgu y d u . Şü p h esiz ken-
d isi de, bun ların en b ü yüleyici özellikleri old u ğ u n u n fark ın -
d ay d ı. Ç ü n k ü d ah a sonrak i k itapların d a, önem li bir gerçek le
k arşılaşm ışsa v e ya ün lü bir k atedralin ad ın d an sö z e d iy o rsa,
anlatıyı bölüy o r ve ilk eserlerin d e b ü tü n lü ğü n için de yer alan
o akışı, bir y ak arıy a, bir isy an a, u zu n bir d u a y a d ö n ü ştü rü -
y o rd u; b u ak ış, ilk ese rlerind eki örtülü haliyle, m ırıltısının ne-
red e b a şla y ıp n erede bittiği tam olarak sap tan am a zk en , sa d e -
ce y ü z ey d ek i d alg a lan m alarla ayırt edilebilirken , d ah a h oş,
d ah a ah en kliyd i belki de. O nun h o şlan d ığ ı b u bölüm ler, bizim
en se v d iğ im iz bö lüm lerdi. Ben h epsin i ezbere b iliy ord um . A n-
latısın a k ald ığ ı yerd en d e v am ettiğin de, h ayal k ırıklığına u ğ -
rardım . O ân a dek gü ze lliği benim için gizli k alm ış bir şey d en ,
çam o rm an ların d an , d o lu d a n , N o tre-D am e K a te d ralin d e n ,
A talya'dan, Phaidra'd a n her sö z e d işin d e, bu g ü z elliği im geler-
le in filak ettirip bilin cim e ulaştırırdı. Bu y ü z d e n de, ev ren de,
o bana y ak laştırm ad ığ ı sürece, benim kendi cılız algılarım la
fark ede m ey e ce ğim ne k ad a r çok şey b u lu n d u ğ u n u hissed er,
her k o n u d a, özellik le b izz at gö rm e fırsatı b u la cağ ım şeyler
k o n u sun d a, onun b ir fikrine, bir istiaresin e sa h ip olm ak ister-
dim ; en çok d a eski Fran sız abide leri ve b azı d en iz m an za rala-
rı için geçerliy di bu, çün kü bunları k itap ların da ısrarla an m a-
sı, onları an lam ve gü zellik bak ım ın dan ne k ad ar zen gin b u l-
d u ğ u n u kan ıtlıyordu. N e yaz ık ki hem en her k o n u d a , fikrin-
den h abe rsizd im . Fikirlerinin ben im kilerden tam am en farklı
old u k ların d an hiç şü ph em yo ktu, çün k ü bu fikirler, benim
yük selerek u laşm ay a çalıştığım m eçhul bir âlem d en ge liy o r-
lardı; benim dü şün celerim in , bu k u su rsu z zihne ap tallığın d o -
ruğ u gibi gö rün e ce ğin d en em in o ld u ğ u m d a n , hepsin i k afam -
d an silip atm ıştım , o k ad ar ki, k itapların d an birind e, te sa d ü -
fen benim d e ak lım d an ge çm iş olan bir d üşü n ce y le k arşılaştı-
ğım d a, san k i iyi yürekli bir tanrı, b u fikri, m eşru ve gü z el ol-
d u ğ u n u belirterek b an a geri ve rm iş gibi kalbim çarpardı.
U y u y am a d ığ ım ge ce lerd e b ü y ü kan n em le an n em e y az d ığım

100
şey lerin ay nısın a, B ergotte'un bir sa y fa sın d a rastlard ım bazen;
öy le ki, bu say fa, m ek tup larım ın b a şın d a yer alabilecek bir
ö n sö z niteliği taşırdı. H attâ d ah a so n raları, bir k itap yazm ak
ü zere çalışm ay a b a şla d ığ ım d a , yeterince d eğ erli b u lm ay ıp y a-
rım bıraktığım kim i cüm lelerin n e red ey se ay n ılarına Bergot-
te'ta rastlad ığ ım oldu . A m a b u cüm lelerden, an cak o nun kita-
b ın d a o k u d u ğ u m d a bir ze v k alabiliy ord u m ; cüm leleri ben
y a zd ığ ım d a, d ü şün cem i tam o larak yan sıtm a k ay g ısıy la, zih -
n im d e a lg ılad ığım şey e tam b en zetem em e k o rk u suy la, y a z d ı-
ğım şeyin k u lağa h oş ge lip ge lm e d iğ in i d ü şü n m ey e fırsat b u -
la m ıy o rd um ki! O y sa aslın d a b ir tek bu tür cüm leleri, bu tür
dü şün celeri gerçekten se v iy o rd u m . E n dişeli ve m em n un iy et-
siz çabalarım , kendi içlerinde birer aşk belirtisi, h azd an yo k -
su n , am a derin b ir aşk ın belirtisiydiler. Bu y ü zd en de, b u tür
cüm leleri, an sızın bir başk asın ın eserin d e, y an i k ay g ılard an ,
sertlikten uzakk en, k en d im e işken ce etm em e gerek yokken
b u ld u ğ u m d a , tıpkı b in d e bir yem ek y a p m ası ge re km ed iğin d e,
nihayet o b u rlu ğ a v ak it b ulabile n bir aşçı gibi, kend im i bu se v -
d iğim cüm lelerin ha zzın a rah atça bırak ıy o rdu m . Bir gün , Ber-
gotte'u n bir k itabın da, ya şlı bir hizm etçiyle ilgili o larak , y a z a-
rın o m uhteşem , tum turaklı dilin in d ah a d a alaylı kıldığı, am a
benim F ran ço ise'd an b ah sed e rk en b ü y ük an n em e sık sık y a p -
tığım bir esprin in ay n ısın a rastlad ım ; bir b aşk a seferin d e, g e r-
çeğin birer ay n ası olan eserlerinin birine, benim , ah babım ız
M. L e gran d in 'e ilişkin y o ru m larım a ben zer bir y o ru m u dah il
etm ekten çekin m ed iğini gö rd ü m (o ysa Fran ç oise'a ve M. Le-
gran d in 'e ilişkin yo rum larım , B ergo tte'u n katiyen ilgin ç b u l-
m ay aca ğın d an em in old u ğ u m , özellik le ferag at ed e ceğim y o -
ru m lardı); birden bire, benim m ü tev az ı h ayatım la gerçek ler
âlem inin, zan n ettiğim k ad ar birbirlerin d en ayrı olm adık ların ı,
hattâ b azı n ok talarda kesiştik lerin i d ü şü n d ü m ve d u y d u ğ u m
güven le, m u tlu lu kla, neden so n ra k av u şu lan bir b ab an ın k ol-
ların da ağ larcasın a, B ergo tte'un say faların ın üzerin e gö zy aşla -
rım ı akıttım .
K itapların dan yola çıkarak, B ergotte'u, çocuklarını k ayb et-
m iş ve a sla teselli b u lam am ış, g ü ç sü z, b uruk bir ihtiyar olarak
canlandırıy ordu m k afam d a. D o lay ısıyla m etinlerini, içim den,

101
bir ezgi gibi, belki y a zıld ık ların d an dah a dölce1, d ah a lento2
okuyor, en basit cüm lede bile, şefkat yük lü bir tını b uluy o r-
dum . H er şeyden çok d a, Bergotte'un felsefesini beğeniyor-
du m , kendim i son suza dek bu felsefeye adam ıştım . Bu yüzden ,
kolejde Felsefe adlı derse b aşlay ac ağım y aşı iple çekiyordum .
A m a bu derste, sad ece B ergotte'un düşü n cesin e bağlı kalarak
y aşam ak tan başk a bir şey yapılm asın ı istem iy ordum ; o sırad a
bana, felsefe derslerin de b ağlan a cağ ım m etafizikçilerin Bergot-
te'a hiç m i hiç benzem eyeceğini söyleseler, öm ür boyu sevm eyi
arzulayan bir âşığ a, ileride birlikte olacağı başk a sevgililerd en
sö z edilm işçesine, u m u tsu zlu ğa kapılırdım .
Bir p aza r gü n ü bahçede kitap okurken, annem leri ziyarete
gelen Sw ann, ok um am ı böldü.
"N e ok u y orsun u z, bak abilir m iy im ? A a, Bergotte m u? Ber-
gotte'u n eserlerini kim tav siye etti siz e ?"
Bloch'un tavsiye ettiğini söyledim .
"Evet, b u rad a bir kere gö rm üştü m o çocuğu, tıpkı Belli-
ni'ni Fatih Sultan M ehm et portresin e benziyor. İnanılm az bir
şey! Aynı y ay biçim ind e kaşlar, aynı kem erli burun, aynı çıkık
elm acık kem ikleri. Bir d e keçi sak al bırakırsa, ikisini ayırm ak
m üm kün olm az. N e o lu rsa olsun , zevk li çocukm uş, Bergotte
büyüleyici bir zekâya sah iptir." Bergotte'a ne k ad ar hayran ol-
d u ğ u m u görünce, tanıdığı in san lardan asla sö z etm eyen
Sw ann, iyi yürekliliğinden, benim için bir istisn a yaptı ve şöyle
dedi:
"K en d isin i çok iyi tanırım , isterseniz, kitabınızı im za lam a-
sını rica edebilirim ."
Bu teklifi kabul etm e cesaretini b u lam ay ıp Sw an n 'a Bergot-
te'la ilgili sorular sordum . "E n b eğen d iği erkek oyuncu kim , bi-
liyor m u su n u z acab a?"
"Erkek oy u n culardan kim i beğen diğin i bilm iyorum . A m a
hiçbirini her şeyden çok d e ğ er ve rd iği Berm a'nın ayarın da bu l-
m adığını biliyorum . Siz B erm a'yı hiç izlediniz m i?"
"H ay ır efendim , annem le babam tiyatroya gitm em e izin
verm iyorlar."
1 Bir parçanın tatlı ve y um uşak çalınacağını belirten m üzik terimi.
2 Bir parçanın y av aş çalınacağını belirten m üzik terimi.

102
"Ç o k yazık. Rica edin kendilerinden. Phaidra'd a, El Cid’de
Berm a; eninde son un da bir kadın o yu n cudu r diyebilirsiniz,
am a ben aslın da san atta 'hiyerarşi'ye pek in an m am !" (Svvann'ın,
daha önce büyükteyzelerim le sohbetlerin de de birçok kez dik-
katim i çekm iş olan bir h uyunu, ciddi konulardan sö z ederken,
önem li bir k on uda fikir belirtiyorm uş izlenim i uyandırabilecek
bir ifad e ku lland ığın da, bu ifadeyi, özel, m ekanik, alaycı bir
tonlam ayla, tırnak içine alırm ış gibi vu rgu lam ay a özen gö ster-
diğin i fark ettim; sanki ifaden in so ru m lulu ğu n u alm ak istem i-
yorm uş, "gülün ç insanların dey im iyle hiyerarşi," derm iş gibiy-
di. Peki am a, gülün ç bir ifade y se eğer, niçin hiyerarşi diy ordu?)
H em en ardın dan ekledi: "B erm a'yı izlem ek yüce bir keşif ola-
cak sizin için, tıpkı herhangi bir şah eser gibi, m esela, ne bileyim
ben..." (gülm eye b aşladı) "'C hartres K atedrali'nin K raliçeleri'
gibi." O âna kadar, Svvann'daki bu fikrini ciddi biçim de ifade
etm e ko rk usu, bir şıklık ve P arislilik göstergesi, büyükteyzele-
rim in taşra do gm atizm in e zıt bir şey gibi gelm işti bana; ayrıca,
Sw an n 'm y aşa d ığ ı m uhitte y aygın bir tarz o ld uğu n u ve bu çev-
rede, önceki kuşakların lirizm ine tepki olarak, eskiden bayağı
bulu nan sırad an , som ut gerçeklere aşırı bir değer verildiğin i,
"cü m le"lerin aşağ ılan d ığ ın ı tahm in ediyord um . A m a şim di
Sw an n'in d ün y a k arşısınd ak i bu tavrın da bir k abalık buluyo r-
dum . H erhangi bir ko n uda fikir sah ibi olm aya cesaret ede m i-
yor, an cak kesin ve som ut birtakım bilgiler verebildiğinde rahat
ediyor gibiydi. A m a böylelikle, bu ayrıntıların önem li o ld u ğu
yolun da bir fikir, bir v arsay ım ileri sü rm ü ş o ld u ğu n u fark etm i-
yordu. Bunun üzerine, benim , annem o d am a çıkm ayacak diye
ü zü ld üğ üm , Sw an n'insa, Léon Prensesi'nin evindeki baloların
katiyen önem li olm adığını sö y led iği o ak şam yem eğini d ü şü n -
dü m tekrar. O ysa öm rünü bu tür zevklere harcam aktaydı. Bü-
tün bun lard a bir tutarsızlık bulu yo rd um . Ç eşitli kon ulardaki
fikrini ciddiyetle belirtm eyi, tırnak içine alm ak zo run da k alm a-
dan yargılarını ifad e etm eyi, bir yand an gülün ç olduklarını ileri
sü rd ü ğ ü m eşguliyetlere, öte y an d an kılı kırk yaran bir nezaket-
le kendini hasretm ekten v azgeçm eyi, hangi h ayata sak lıy o rdu?
Sw an n'in Bergotte'tan b ah sed iş tarzında, kendine h as olm ayan,
o dön em d e, annem in ark ad aşıy la D oktor Du Boulbon d a dahil,

103
yazarın bütün hayranlarında rastlanan bir şey de dikkatim i
çekli. Sw ann gibi onlar da, Bergotte'la ilgili olarak, "B üyüleyici
bir zekâya sah ip, kendine has biri, anlatım ı b iraz zorlam alı,
am a çok hoş. İm zasını gö rm ey e hiç gerek yok, ona ait oldu ğu
hem en anlaşılıyor," diyorlardı. A m a hiçbiri, "B üy ü k bir yazar,
büyü k bir yetenek," diyecek k ad ar ileri gitm iyordu. H attâ yete-
nekli o ld u ğun u bile sö ylem iyorlardı. Sö ylem iyorlardı, çünkü
bilm iyorlardı. G enel fikirler m ü zem izd e "b ü y ü k yetenek" d iye
adlan dırılan tipi, yeni bir yazarın kendine has çehresinde tanı-
m am ız çok uzun sürer. Tam d a bu nedenle, bu çehre yeni old u-
ğu için, yetenek d ed iğim iz şeye tam anlam ıyla benzetem eyiz
onu. Ö zgü n lük, b üyü, incelik, gü ç gibi ad lar verm eyi tercih
ederiz; sonra bir gün, zaten yetenek denen şeyin b ütün bunlar
o ld u ğu n u fark ederiz.
"B ergotte'un , B erm a'd an bahsettiği bir eseri v ar m ı?" diye
so rd u m M. Sw an n 'a.
"S an ıy oru m RacineTe ilgili k üçük bro şü rü n d e söz ediyor,
am a tükenm iş olm alı. Yeni basım ı d a yap ılm ış olabilir. Ö ğreni-
rim . Ayrıca bütü n istediklerinizi Bergotte'a sorabilirim , haftada
bir m u tlaka ak şam yem eğine gelir bize. Kızım ın yakın ark ad a-
şıdır. Birlikte eski kentleri, k atedralleri, şatoları ziyarete gid er-
ler."
T oplum sal hiyerarşi k on u sun d a herhangi bir fikrim olm a-
d ığın dan, babam ın, M m e ve M ile Sw annT a görüşm e m ize im -
k ân sız gö züy le b ak m a sı, uzu n zam an önce, onlarla aram ızd a
b üyük u çurum lar o ld u ğu n a h ükm etm em e yol açm ış ve dolay ı-
sıyla, g öz ü m d e itibar k azan m aların a seb ep olm uştu. K om şu -
m u z M m e S aze rat'd an d u y d u ğ u m a göre, M m e Sw an n 'm ken-
dini kocasına değil, M. d e C h arlu s'e beğendirm ek için yaptığı
gibi, annem in d e saçlarını b o y ay ıp d ud ak ların a ruj sürm em esi-
ne hayıflanıyor, M m e Sw an n 'm bizi k üçü m sed iğin i d ü şü n ü y o r-
du m ; bu d a, özellikle M ile Sw an n açısın dan üzü y o rd u beni;
çok gü zel bir kız o ld uğu n u d u y m u ştu m ve her defasın da aynı
hayal ürün ü, büyüleyici çehreyi k afam d a canlandırarak, sık sık
onun h ayalini k uruy ordum . A m a o gün , M ile Sw an n'm bu özel
konum un u, bunca im tiyazın ortasın da, d o ğal ortam ın day m ış-
çasına y aşad ığın ı, an nesiyle b ab asın a ak şam yem eğine m isafir-

104
leri olu p olm ad ığın ı so rd u ğu n d a, onun için sad e ce eski bir aile
ah babı olan, o altın değerin deki kon uğun adını, o ışıltılı hecele-
ri: Bergotte cevabını d u y d u ğu n u , onun yem ek so frasın d a dinle-
d iği sam im i kon uşm aların, yani benim için büyükh alam ın so h -
betine tekabül eden sohbetin, Bergotte'un, k itapların da ele ala-
m adığı konulara ilişkin, benim Tanrı kelam ı kabul edeceğim ve
dinlem eyi çok istey eceğim sözleri old uğu n u, ge zm ey e gittiği
kentlerde, yan ın d a, ölüm lülerin arasın a inen tanrılar gibi, b ü -
tün ih tişam ıyla, tanın m adan Bergotte'un y ü rüd ü ğü n ü öğrenin-
ce, hem M ile Svvann'ın ne k adar değerli bir varlık o lduğu n u,
hem d e beni gö rse, ne k ad ar kaba ve cahil bulacağını d ü şü n -
dü m ; onunla ark ad aş olm anın ho şluğu nu ve im kânsızlığını öy-
le y oğu n biçim d e hissettim ki, içim aynı and a hem arzuyla,
hem d e u m utsu zlu k la do ldu. Artık onu d ü şü n d ü ğü m d e , ço-
ğun luk la bir k atedralin giriş sun du rm asın ın önünde, bana hey-
kellerin anlam ını açıklarken, beni on aylayan bir tebessüm le, ar-
k a d aşı sıfatıyla Bergotte'a tanıştırırken hayal ediyordum . Ve
her d efasın d a, katedrallerin ben de u yan dırdığı düşüncelerin,
Ile-de-France tepeleriyle N orm an diy a ovalarının b ü y ü sü , M ile
Svvann'ın hayalim dek i suretine yansıyordu: O nu sevm eye hazır
o ld uğ um an lam ın a geliy ordu bu. Bir insanın, bilinm eyen bir
hayatın parçası o ld u ğu n u ve ona olan aşkım ız say esin d e bu h a-
yata n ü fu z edebileceğim izi zannetm ek, bir aşkın d o ğm asın d a
en tem el u n surd u r v e b aşk a hiçbir şeyin önem senm em esine yol
açar. Bir erkeği sa d e ce fiziksel gö rün üm ü ne bak arak değerlen -
dirdiklerini id d ia eden kadınlar bile, bu gö rü n ü m de özel bir
y aşay ışın y an sım asın ı bulurlar. İşte bu yüzden , askerlerden, it-
faiyecilerden hoşlanırlar; üniform a, çehreyi beğenm eyi k olay-
laştırır; zırhın altın da, farklı, m aceracı ve şefkatli bir yüreği ö p -
tüklerini zann ederler; genç bir hüküm darın, bir veliahtın, ziy a-
ret ettiği yabancı ülkelerde, en çok arzu lay acağı gönülleri fet-
hetm ek için, belki bir sa rraf için şart olacak d ü zg ü n profile ihti-
yacı yoktur.

Ben bahçede, büyükh alam ın , ciddi işlerle ilgilenm enin y a-


sak o ld u ğu , d olay ısıyla kendisinin dik iş d ik m ed iği p az ar g ü n -
leri d ışın da ya pılm asın a an lam verem ediği k itap okum a faali-

105
yelim i sürdürürken (hafta içi gün lerde, "N e, sen hâlâ kitap
ok uyarak eyleniyor m usun, bugü n p aza r değil ki," derdi, eğlen-
m e kelim esini çocukluk ve zam an kaybı an lam ında kullan a-
rak), Leonie H alam da Eulalie'nin gelm esini bekleyerek Fran-
çoise'la sohbet ederdi. Françoise'a, az önce M m e G ou pil'i,
"şe m siy e si/, C h âteau d u n 'd e diktirdiği ipek elbiseyle" geçerken
gö rd üğü n ü bildirirdi, "ik in d i d u asın d an önce uz ak bir yere gi-
decekse, elbisesi sırılsıklam olabilir."
"O labilir, olabilir," (olm ayabilir de an lam ın da) derdi Fran-
çoise, dah a olum lu bir ihtim ali kesin kes d ışlam ak istem ediğin -
den.
"T ü h ," derdi halam , alnına v urarak, "şim d i aklım a geldi,
M m e G oupil'in kiliseye k utsal ekm ekle şara p dağıtılırken mi
vard ığın ı öğrenem edim so nu n d a. U n u tm ayayım d a Eulalie'ye
sorayım ... Françoise, çan kulesin in ark asın d ak i şu kara buluta,
arduv azların üstün de ki şu u ğ u rsu z ışığa bakın, bu gü n kesin
y ağ m u rsu z geçm eyecek. Böyle d ev am etm esi im k ânsızdı, aşırı
sıcaktı hava. Y ağm ur ne k ad ar erken b aşla rsa o k ad ar iyi, çün-
kü fırtına patlam adık ça şu Vichy su y u d a m idem den aşağ ı in-
m eyecek," diye eklerdi; Vichy suy u n un m idesin den aşağı inişi-
ni hızlan dırm a arzu su, M m e G ou pil'in elbisesinin m ah vo ld u-
ğu n u gö rm e k ork usun d an çok dah a baskındı.
"O labilir, olabilir."
"H ayır, y ağm u r yağınca m ey d an d a sığın acak pek bir yer
d e olm uyor. N e, saa t üç m ü o ld u ?" d iy e haykırırdı halam bir-
den, y ü z ü bem beyaz kesilerek. "D em ek ikindi d u ası başladı,
pepsinim i unuttum ! Şim di anlıyorum Vichy suyun un niye m i-
d em d e ağırlık yaptığını."
H alam derhal m or k adife kaplı, yaldızlı d u a kitabına sarı-
lır, o telaşla, bayram günlerin e ait sayfaların yerini işaretleyen,
sararm ış kâğıttan dantel şeritlerle çerçevelenm iş resim leri d ü -
şürür, bir yan dan dam laların ı yutarken, bir yan dan da, kutsal
m etinleri hızlı hızlı ok u m ay a başlardı; Vichy suy u n d an bunca
uzun zam an sonra alınan pepsin in su y u yakalam ayı ve m ide-
sinden aşağ ıy a in dirm eyi b aşarıp b aşaram ay acağın ı bilem em e-
nin yarattığı k aygı, o k u d u ğ u şeyi an lam asın ı biraz güçleştirir-
di. "S aat üç o lm uş, zam an n asıl ge çiyor!"

106
C am d a, bir şey çarpm ış gibi ani bir ses, ardından, sanki yu-
karıd aki bir pencereden aşağı kum atılıyorm uş gibi gevşek, h a-
fif bir d ök ülm e sesi duy ulur, sonra dökülm e sesi yayılır, düzen -
li bir ritim kazanır, ak ışkan, titreşim li, m elodik, gür ve evrensel
bir hal alırdı: Y ağm urd u bu.
"G ö rd ü n ü z m ü Françoise, ben dem em iş m iy dim ? N asıl da
yağıyo r! Bahçe kapısın ın çıngırağım işitir gibi oldu m , bir gidip
bakıverin, b u h avad a kim d ışa rıd a olabilir?"
Françoise gid ip dönerdi:
"M m e A m ed e e 'y m iş," (büyükannem ) "d o laşm ay a çıkıyor-
m uş. Y ağm ur da şid detli h albuki."
"Ş aşırm a d ım d o ğ ru su ," derd i halam , gözlerini devirerek.
"H e p söylerim , onun k afası başkaların m kine benzem ez. Şu an-
da d ışarıd a onun yerine ben olm ak istem ezdim ."
"M m e A m ed ee her zam an d iğe r insanların tam zıddını ya-
par," derd i Françoise tatlılıkla, büyükannem i biraz "k açık " bu l-
d u ğun u söylem ek için, d iğ er h izm etkârlarla yalnız kalacağı ânı
beklem eyi tercih ederek.
"İşte ak şam d u a sı saati de geçti! Eulalie gelm ez artık," diye
iç geçirirdi halam ; "b u h av ad an k orkm uş olm alı."
"A m a saat beş o lm adı ki M ad am e O ctave, saat daha dört
bu çu k ."
"D ö rt buçu k m u ? A zıcık gün ışığı girsin diye k üçük perde-
leri açm ak zorun da kaldım . Saat dört buçukta! Bereket D uası
gün ü n den bir hafta önce! Ah, Françoise'çığım ! Yüce Tanrı belli
ki çok kızm ış bize. A m a d ünyanın gidişatı da pek kötü! Z avallı
O ctav e'cığım ın ded iği gibi, yüce Tanrıyı çok unuttuk, o da inti-
kam alıyor."
H alam ın yanakları, Eulalie gelince aniden kızarırdı. N e ya-
zık ki o dah a içeri yeni girm işken, Françoise gelir ve d u d a k la-
rında, sözlerinin h alam da u y an d ıracağın dan em in old u ğ u se -
vince katıldığını gösteren bir tebessüm le, dolaylı anlatım kul-
lanm asın a rağm en, k u su rsu z bir hizm etkâr sıfatıyla, ziyaretçi-
nin sözlerini harfiyen aktardığını belirtm ek üzere kelim eleri tek
tek heceleyerek kon uşurdu:
"M ad a m e O ctave eğer dinlenm iyorsa, kendisini kabul ede-
bilirse, m uhterem Peder çok m utlu olacakm ış. M uhterem Peder

107
rahatsızlık verm ek istem iyorm uş. M uhterem Peder aşağ ıd a ,
kendisini salon a ald ım ."
A slın da rahibin ziyaretleri, halam ı, Françoise'ın zannettiği
k ad ar m utlu etm ez, Françoise'ın, rahibin geldiğin i her haber
verişin d e çehresinde sergilem eyi gö rev bild iği sevinç ifadesi,
hastanın d uy gu larıy la tam olarak çak ışm azdı. R ahip, (sanattan
hiç an lam asa da, derin bir etim oloji bilgisine sah ip o ld u ğ u n -
dan , dah a fazla sohbet etm em iş olm aktan ötürü pişm anlık d u y -
d u ğ u m , ü stün nitelikli bir insandı) önem li ziyaretçilere kilise
hakk ında bilgi verm e alışkan lığıyla (hattâ C om bray bölgesin e
ilişkin bir kitap y azm aya niyetliydi), bitm ek tükenm ek bilm e-
yen, üstelik hiç değişm ey en açıklam alar ya parak halam ı yorar-
dı. Ziyareti, bir d e böyle Eulalie'nin ziyaretiyle çakıştı m ı, ha-
la m d a şü p h ey e yer bırakm ayan bir m em nuniyetsizlik yaratırdı.
H alam a k alsa, Eulalie'nin ziyaretinin tadını iyice çıkarm ayı,
herkesi birden ağırlam am ayı tercih ederdi. A m a rahibi kabul
etm em e cesaretini k endinde b u lam ay ıp E ulalie'ye rah iple bir-
likte kalk m am asın ı, o gittikten son ra k en disiyle b aş b a şa biraz
oturm ayı istediğin i işaret etm ekle yetinirdi.
"M uhterem Peder, ressam ın biri şövalesin i sizin kiliseye
yerleştirm iş, bir vitrayı k opy a ed iy o rm u ş diye du y du m . D o ğ-
ru su bu y aşım a geldim , hayatım d a hiç böyle şey du y m ad ım !
D ün ya ne hale geldi! Ü stelik kilisedeki en çirkin şey !"
"Bence kilisedeki en çirkin şey dem ek biraz abartılı olur,
çünkü Saint-H ilaire'de görülm eye d eğer bölüm ler bulun m akla
birlikte, zav allı bazilik am ın baz ı bölüm leri d e epeyce eski,
bizim p isk o p oslu k bö lgesin d e hiç restorasy on y ap ılm am ış tek
bazilika! D o ğ ru su giriş su n d u rm ası kirli ve eski, am a yine de
m u hteşem bir yapı; Ester d u v ar halılarına gelince, şah sen ü stü -
ne p ara v erseler alm am , am a uzm anlar, Sens d u v ar halıların-
dan so nra ikinci sırad a say ıy orlar adını. Ayrıca, biraz fazla ger-
çekçi bazı ayrıntıların yanı sıra, şaşılacak bir gözlem yeteneği-
nin ifad esi olan ayrıntılar b u lu n d u ğu n u d a kabul etm ek gere-
kir. A m a o vitrayların lafını bile d u y m ak istem iyorum ! Aynı hi-
za d a iki d ö şem e taşı b u lam ay acağın ız bir kilisede, gün ışığını
içeri sızd ırm ayan , hattâ o adın ı ko yam ad ığım renkteki yan sı-
m alarıy la gö zü yanıltan pencereler b u lu n d u rm ak m antığa sığ ar

108
m ı? Üstelik, d ö şem e taşlarını değiştirm ey i d e reddediyorlar;
gerekçesi de bu taşların, C om bray başrahiplerinin ve G uerm an-
tes senyörlerinin, yani, hem bu gü n k ü G uerm an tes D ükü'nün,
hem kendisi de bir G ue rm an tes olan kuzini ve eşi G uerm antes
D üşesi'n in ataları, eski Brabant kontlarının m ezarları o lm ası."
(in sanlarla ilgilenm eye ilgilenm eye bütün isim leri birbirine ka-
rıştıran büyükannem , ne zam an G uerm an tes D üşesi'nin adı
geçse, d üşesin , M m e d e V illeparisis'nin ak rabası old u ğun u ileri
sürerdi. H erkes kah k ah alarla gü lm eye başlar, büyükann em de
alm ış old u ğ u bir d avetiyeye istin aden kendini sav un m ay a çalı-
şırdı: "O m ek tupta bir G uerm an tes lafı geçiyordu diy e hatırlı-
yo ru m ." Ben d e bir tek bu d u ru m d a, diğerleriyle birlikte bü y ü -
kannem in k arşısın d a yer alır, onun yatılı ok uld an ark ad aşıy la
Brabant'lı G en oveva'n ın torunu arasın da bir ilişki olabileceğini
kabul edem ezdim .) "H alb uk i bakınız, R oussainville, eski çağ-
larda fötr şap k a ve d u v ar saati ticareti nedeniyle gelişm iş ol-
m ak la birlikte, b u gü n bir çiftçi yerleşim i. (R oussainville'in eti-
m olojisinden pek em in değilim . Eski adının, Radulfi Villa'd a n
türeyen R ouville o ld u ğ u n u dü şü n m ek eğilim indeyim , Châ-
teauroux'n un Castrum Radulfi'den türediği gibi, am a bund an
bir b aşk a gün sö z ederiz.) İşte bu R oussain ville K ilisesi'nin, he-
m en hepsi yeni, enfes vitrayları var; m eşh ur C hartres vitray la-
rına eşd e ğer o ld u ğ u söylenen o m uhteşem Louis-Philippe'irı
Combray'ye Girişi vitrayının, C om b ray 'd e bu lunm ası dah a an-
lam lı olurd u. D aha dü n , D oktor P ercepied'nin bu kon ulara m e-
raklı olan k ardeşiy le k o n uşuy o rd um ; bu vitrayın o lağan ü stü
bir işçiliği old u ğu n u söylü yordu. A m a çok usta bir sanatçı ol-
d u ğ u söylenen, ayrıca çok d a n azik bir insan izlenim i u y an d ı-
ran o ressam ın kendisine d e so rd um , diğerlerinden bile karan-
lık olan b u vitray da ne b u lu y orsu n u z diye."
"Em in im M onsenyör'den rica etseniz, siz e yeni bir vitray
b ağışlar," dedi halam baygın bir sesle, yorulacağını düşü n m eye
başlayarak .
"D üşün eb iliyo r m u su n u z M ad am e O ctave?" derdi rahip.
"O feci vitrayla ilgili y ay garay ı başlatan , M onsenyör'ün ta ken-
disi; vitrayın, bir G uerm an tes olan Brabant'lı G enoveva'nın to-
runlarından G uerm an tes Senyörü K ötü G ilbert'i, A ziz H ilariu s

109
tni y i fı mi an günahları bağışlanırken tem sil ettiğini k an ıtladı."
"A ziz I lilarius nerede peki? Ben h atırlam ıy orum ."
"C an ım , vitrayın k öşesind e, sarı elbiseli bir hanım vardır,
hiç dikkatinizi çekm edi m i? İşte o, A ziz H ilarius, bild iğin iz gibi
kimi illerde A ziz Illiers, A ziz Hélier, hattâ Ju ra 'd a A ziz Ylie d i-
ye anılır. Sanctus H ilarius'un bu y o zlaşm ış biçim leri, azizlerin
isim lerinin u ğ rad ığ ı en tuhaf değişim say ılam az aslında. M ese-
la, sev gili Eulalie, sizin adın ızı aldığın ız Sanda Eulalia, Burgon-
y a 'd a neye d ön ü şm ü ş, biliyor m u sun u z? Aziz Eloi'y a yani az i-
zeyken aziz olm uş. G örd ü n üz m ü Eulalie, öldükten son ra ya si-
zi de erkeğe d ö n ü ştü rürle rse?" "M uh terem P eder hep böyle ş a -
kacıdır." "G ilbert'in k ardeşi K ekem e C h arles, d in d ar bir h ü-
k üm d ardı, am a akıl hastalığı sonu cu ölen b ab ası Deli Pépin'i
küçük y aşta kayb etm iş o ld uğu n d an , disiplin siz bü yü yen bir
gencin bütün kendini b eğen m işliğiyle saltanat sü rdü ; bir kent-
te, yüzün den hazze tm ed iği birini görecek olsa, kent ahalisinin
tam am ını katlederdi. C h arles'd an intikam alm ak isteyen G il-
bert, C o m b ray K ilisesi'ni yaktı; o sıra d a var olan eski kilise,
T héodebert'in, m aiyetiyle birlikte bu y akınlarda, Th iberzy'de
(Tlıeodeberciacus) bu lun an kır evinden Burgonlarla sav aşm ak
üzere ayrılırken, A ziz H ilarius kendisine sav aşta zafer k azan -
dırdığı takdirde, azizin m ezarı ü zerin de yaptırm ayı v aat ettiği
kiliseydi. G ilbert'in yaktığı eski kiliseden geriye bir tek m ezar
kaldı; T héodore sizi indirip ge zdirm iş olm alı. G ilbert d ah a so n -
ra Fatih VVilliam'ın" (rahip bu ism i farklı telaffuz ediyordu)
"y ard ım ıy la talihsiz C harles'ı b oz gu n a uğrattı; b u yüz den de
birçok İngiliz, kiliseyi ziyarete geliyor. A m a Com brayTilerin
gön lünü k azan m ayı b aşaram am ış olm alı ki, halk sabah d u asın -
d an çıkarken G ilbert'in ü zerine çullanıp kafasını kesti. Théodo-
re'da, bu k on ud aki açıklam aların yer aldığı bir kitapçık var, is-
teyenlere ö dün ç veriyor."
"Yine de kilisem izin, tartışm asız en ilginç yanı, çan k ule-
sin den gö rünen m u hteşem m anzara. Şüph esiz, sizin sağlığın ız
pek yerinde o lm ad ığın dan , m eşh ur M ilano K atedrali'n dek i b a -
sam ak say ısının tam yarısı olan, do ksan yedi b asam ağım ızı tır-
m an m anızı önerm eyeceğim . Sağlıklı insanlar bile haklı olarak
yoruluyor, üstelik, kafan ızı kırm ak istem iyorsanız, iki büklüm

110
tırm an m ak zorun d a kalıy orsun uz, üstün üz başınız da, olduğu
gibi örüm cek ağlarıyla kaplanıyor. H er şey bir yana, sıkı giyin-
m en iz gerekiyor," d iye dev am ederdi rahip, (çan kulesine çıka-
bileceği düşüncesinin halam ın gu ru run u ne k ad a r kırdığını
fark etm eyerek), "çü nkü tepede öyle bir rü zgâ r esiyor ki! Bazı-
ları orad a ölüm ün so ğuk luğu n u hissettiklerini ileri sürüyorlar.
H er şey e rağm en, p a z ar günleri m utlak a pan oram an ın güz elli-
ğini görm eye, kim ileri epeyce d e u zak tan gelen dernekler olu-
yor, hepsi d e hayran kalıyorlar. M esela h aftaya pazar, h ava g ü -
zel olursa, Bereket D uası sebebiyle m utlaka ziyaretçiler olacak-
tır. İtiraf etm ek gerekir ki, tepeden bak ıldığın d a m an zara bir
periler âlem ini andırır; çeşitli aralıklard an ovan ın gö rün ü m ü
eşsizdir. H ava açık o ld u ğu n d a g ö rüş alanı Verneuil'e k adar
uzanır. En önem lisi de, genellikle an cak ayrı ayrı görülebilen
m an zaraların bir arad a seyredilebilm esidir, m esela Vivonne
N ehri'yle yü ksek ağaçlardan o luşan bir perdenin nehirden
ayırdığı Saint-A ssise-les-C om bray hendekleri, m esela Jouy-le-
Vicom te'un (yani Gaudiacus vice comitis'in) çeşitli kanalları.
Jouy-le-Vicom te'a her gittiğim de, bir kanala rastlardım , sonra,
bir so k ağ a sapın ca, b aşk a bir kanal çıkardı karşım a, am a o za-
m an d a önceki kanalı gö rem ezdim . K afam d a hepsini bir arad a
canlandırm aya çalışsam d a , pek b aşaram az d ım . Saint-H ilaire
çan kulesinden görünen, b am b aşk a bir şeydir, b ütün yerleşim i
içine alan bir ağ gö rürsü n üz . N e var ki, su o ld u ğu anlaşılm az,
kenti m ah allelere ayıran gen iş çatlaklar gibi görünür, öyle ki
kent, parçalara bölün m üş, am a d ağılm ad an , bütün halinde d u -
ran bir çöreğe benzer. En m ükem m el gö rün tüy ü yak alay ab il-
m ek için, insanın aynı an da hem Saint-H ilaire çan kulesinde,
hem Jouy-le-Vicom te'ta bulu n m ası gerekir."
R ahip halam ı o k adar yorardı ki, o gid er gitm ez, h alam Eu-
lalie'yi d e gönderm ek zo run da kalırdı.
"A lın E ulalie'ciğim ," derdi cılız bir sesle, el altın da bu lun -
d u rd u ğ u küçük kesesinden para çıkararak, "d u aların ızd a beni
unutm ayın ."
"A a, M adam e O ctave, alm asam , biliyorsun uz, ben bunun
için gelm iyorum siz e !" derdi Eulalie her d e fasın d a, san ki ilk
kez böyle bir şey olu y orm uş gibi tereddütle, çekinerek; y ü zün -

111
deki m em nuniyetsiz ifade, halam ı güldürür, am a bir yan dan
hoşuna da giderdi; Eulalie ziyaretlerinin birinde paray ı alırken
her zam anki k ad ar canı sıkkın görün m ese, halam şöyle derdi:
"E ulalie'nin nesi vardı, an lay am ad ım ; her zam an ne k adar
veriyorsam aynısını verdim , am a m em nun k alm adı ga lib a."
"Şikâyet edilecek d uru m d a değil halb uki," derd i Françoise
iç çekerek; halam ın kendisine vey a çocuklarına verd iği parayı
daim a sö zü n ü etm eye d eğm eyecek ufak paralar olarak, her p a-
zar Eulalie'nin eline sıkıştırdığı, am a Françoise'ın m iktarını asla
görem ediği bozuk luk ları ise, m innet bilm ez biri u ğru n a delice
sarf edilen bir servet olarak görürdü. F rançoise'ın derdi, h ala-
m ın Eulalie'ye verd iği p a ra d a gö zü olm ası değildi. H alam ın
serveti onu yeterince m em nun eder, bir hanım ın zenginliğin in,
hizm etkârını herkesin n azarın d a yücelttiğini, halam ın çok say ı-
dak i çiftliği, rahibin sık ve u zu n ziyaretleri, tüketilen inanılm az
m iktardaki Vichy su y u sebebiyle, kendisinin, Françoise'ın da,
C o m b ray 'de , Jouy-le-Vicom te'ta ve b aşk a yerlerde bir itibar, bir
şöhret k azan dığın ı bilirdi. C im riliği halam ad ın ayd ı; halam ın
servetini yönetm e görevi kend isine verilse, dün yanın en m utlu
insanı olur ve bu serveti başkaların dan , bir annenin yırtıcılığıy-
la korurdu. Bununla birlikte, iflah olm az derecedeki cöm ertliği-
ni gayet iyi b ild iği h alam , hiç d eğilse parasın ı zenginlere dağıt-
sa, Françoise o k ad ar itiraz etm ezdi. Belki de, zenginlerin h ala-
m ın arm ağan ların a ihtiyaçları o lm adığınd an , halam ı pa rası yü-
zün d en sevm ek le suçlan am ayacak larm ı dü şün ürd ü. Zaten ser-
vet ve m evki sahibi in sanlara, M m e Sazerat'y a, M. Svvann'a, M.
Legran din 'e, M m e G oup il'e, h alam la "ay n ı tab ak a d an " ve "b ir-
birine y ak ışan " in san lara verilen arm ağanlar, Françoise'a, ava
giden , balolar düzenleyen, birbirlerini ziyaret eden, kendisinin
d e gülüm seyerek takdir ettiği zenginlerin o garip, şaşaalı h ay a-
tının âdetlerinden biri gibi gö rün ürdü. A m a F rançoise'ın "b e-
nim gibi insanlar, benden fazla değeri olm ayan in san lar" diye
tanım ladığı ve ona "M ad a m e Françoise" diy e hitap etm eyip
kendilerini "o n d a n dah a d e ğ e rsiz " görm edikleri tak dirde en
çok aşağ ıla d ığ ı kişiler halam ın cöm ertliğinden yararlandığı
zam an, durum değişird i. H alam ın kendi öğütlerine kulak as-
m ayıp, iyiliğine layık olm ayan kişiler için parasın ı sav u rd u ğ u -

112
nu (en azın dan Françoise'ın gö rüşü b uy du) görünce, hanım ının
k endisin e yaptığı bağışları, Eulalie'ye akıtılan h ayalî servete kı-
y asla pek cüzi bu lm aya başlam ıştı. Françoise, C om bray civarın-
d a, E ulalie'nin ziyaretlerinden elde ettiği gelirle rahat rahat sa -
tın alam ay ac ağı k ad ar büyü k bir çiftlik bu lu n m ad ığı k anısın -
d aydı. Şun u d a belirtm ek gerekir ki, E ulalie de, Françoise'ın sı-
nırsız ve gizli serveti ko n usun d a aynı tahm inleri yürütm ektey-
di. G enellikle Eulalie gittikten sonra, Françoise onun hakkında
pek iyi niyetli olm ayan kehanetlerde bulu n urdu. O ndan nefret
eder, am a bir yan d an d a korkar ve E ulalie'ye gü lery ü z gö ster-
m ek zo run d a hissed erdi kendini. Eulalie gittikten sonra, bunun
acısını çıkarır, gerçi ism ini asla telaffuz etm ez, am a kim e yönel-
diğin i halam ın an lam am ası im kânsız, bilm ece nevinden keh a-
netler veya V aiz'dekiler tarzında genel h ük üm ler sav u ru rd u.
Perdenin kenarından b akıp Eulalie'nin k apıyı ark asın d an çekti-
ğinden em in olunca, "D alk avu k lar ho şa gitm eyi, paracıklan
toplam ayı bilirler; am a gün gelir, yüce Tanrı hepsinin cezasını
verir, sabretm ek ge rek /' derdi; yan yan, im alı bak ışı, Yoaş'ın
sırf A taly a'y ı düşünerek,

A k ıp gider, u zun sü rm ez m utlu lu ğu kötülerin

dey işini hatırlatırdı.


A m a rahibin d e ge ld iği ve bitm ek bilm eyen ziyaretiyle h a-
lam ın bütün gü cünü tükettiği günlerde, Françoise hem en Eula-
lie'nin ark asın d an o d ad an çıkar, "M ad am e O ctave, ben gid e-
yim d e siz dinlenin, çok yorgun görün ü y o rsun u z ," derdi.
H alam c evap bile verm ez, ölü gibi, gö zleri k apalı, ad eta
son so lu ğ u n u veriyorm uşçasın a iç geçirirdi. A m a Françoise
aşa ğ ı iner inm ez, dört şiddetli zil sesi bütün ev i çınlatır, halam
yatağ ın d a d oğru larak haykırırdı:
"E u lalie gitti m i? Şu işe bakın, M m e G o u pil kiliseye ek-
m ekle şarabın d ağıtılm asın dan önce varabild i m i diy e sorm ayı
unuttum ! Ç abuk, k oşu n peşin d en!"
A m a Françoise, Eulalie'ye yetişem eden geri dönerdi.
"N e ak silik!" derdi halam başın ı sallay arak. "S oracağım tek
önem li şey b u y d u !"

113
İşle l.eom c I lalam ın hiç değişm ey en hayatı, yapm acık bir
k üçüm sem e ve yoğun bir sevecenlikle "h e p aynı n ak arat" diye
adlan d ırd ığı lallı m onotonluk içinde geçerdi. Bu nakarat, h ala-
ma daha sağlıklı bir y aşay ış tarzını öğütlem enin fa y d a etm edi-
ğini gö rü p zam anla m ecburen alışkanlıklarına say g ı gösteren
ev halkının yanı sıra, k asa çak m adan önce Françoise'a halam ın
"d in len ip din len m ediğin i" sorduran , üç sok ak ötem izdeki a m -
balajcı dahil bütün k asab a halkı tarafından d a k o run d u ğu h al-
de, o yıl bir kere kesintiye u ğrad ı. Bulaşıkçı kız bir gece vakti,
ağaçta gizli kalıp hiç k im se fark etm eden o lgu n laşan m eyvele-
rin kendiliğin den dü şm esin i hatırlatan bir d o ğ u m yaptı. A m a
sancıları day an ılm azd ı; C om b ray 'd e ebe b u lu n m ad ığı için,
Françoise gün d o ğm ad an T hiberzy'ye ebe aram ay a gitti m ec-
buren. H alam , bulaşıkçı kızın çığlıkları y ü zün den dinlenem edi
ve m esafe pek kısa old u ğu h alde çok geç dönen Françoise'ın
eksikliğini çok hissetti. İşte bu nedenle, annem sabah bana,
"Yukarı çık bak bakalım , halanın bir şey e ihtiyacı var m ı?" d e -
di. Birinci o d ay a gird iğim d e, açık k apıdan , ikinci o d ad a yan
yatm ış olan halam ın u y u d u ğ u n u gö rd ü m , hafifçe horladığını
işittim . Yavaşça geri dö nm ek üzereydim ki, herh alde çıkardı-
ğım gü rü ltü u y k u sun u bö lüp ritm ini değiştirdiğin d en , horultu
bir an kesilip sonra dah a pes bir tonda d ev am etti; ard ın d an ha-
lam u yan ıp başını hafifçe y ana çevirince y ü zü n ü gö rd üm ; y ü -
zü n d e bir dehşet ifad esi vard ı; belli ki korkunç bir rüya gör-
m ü ştü; yattığı k on um da beni görm esi im k ân sızdı, bense, ya nı-
na gitm em in mi, yo k sa dönm em in mi dah a iyi olacağın a karar
verem eyerek o ld u ğu m yerde kalm ıştım ; am a h alam gerçeklik
d u y g u su n a k av u şm u ş, kendisini korkutan görün tülerin yalan
old u ğun u anlam ıştı bile; hayatın rüyalar k ad ar zalim o lm am a-
sını sağ la y an Tanrıya m innet d uy arak , m utlulukla gü lüm sey in -
ce yü zü biraz aydınlandı; yalnız o ld u ğu n u zan nettiğinde alçak
sesle kendi kendine ko n u şm a alışkanlığıyla, şu sözleri m ırıl-
dandı: "Tanrıya şükürler olsun! Tek derd im iz, bulaşık çı kızın
do ğurm ası. H albuki rüy am d a zav allı O ctave'cığım ın dirild iğ i-
ni, beni her gü n ge zm ey e çıkarm ak istediğini görüy o rd um !"
Eli, sehpanın üzerindeki tespihine uzandı, am a u laşam adan
tekrar u y uy akald ı; onun tekrar sakin bir u y k u y a dald ığını g ö -

114
rünce parm ak uçlarım a b asa b asa od ad an çıktım ve ne o, ne de
b aşk ası, du y du klarım ı asla öğrenm edi.
Bu d o ğu m gibi çok ender olayların dışın d a halam ın nak a-
rat d e d iği yaşan tısı asla d eğişm ez d i derken, düzenli aralıklarla
ve her d e fasın d a aynen tekrarlanan, tek düzeliğe ikincil bir tek-
dü zelik daha katan olayları hariç tutuyorum . Ö rneğin cum arte-
si günleri, Françoise öğleden sonra Roussainville-le-Pin pazarı-
na gittiğind en, herkes öğle yem eğini bir saa t erken yerdi. H a-
lam bu haftalık ay kırılığa o k ad ar alışm ıştı ki, bu düzen bo zu k -
lu ğ u d a d iğer alışkanlıkları k ad ar vazgeçilm ez olm uştu onun
için. Françoise'ın ifad esiy le öyle "âd etleştirm işti" ki b u d eğişik -
liği, bir cum artesi gün ü, ö ğle yem eği için her gün k ü saati bek-
lem esi gerekse, sair günlerden birinde, cum artesi gün k ü gibi
bir sa at erken yem işçesine "rah atsızlan ırd ı" A slın da öğle ye-
m eğinin bir saat önceye alınm ası, cum artesi günlerin e hepim i-
zin gö zü n d e kendine h a s bir h oşgörü, bir sevim lilik k azan dırır-
dı. N orm al olarak yem ek gev şem esin e k ad ar d ah a bir saat ge-
çirm em iz gerekecek saatte, az sonra v akitsiz hindibaların, lütfe-
dilm iş bir om letin, hak edilm em iş bir bifteğin sofraya geleceği-
ni bilirdik. Bu aykırı cum artesilerin tekrarı, sak in h ayatlard a ve
kapalı to plu m lard a ad eta bir u lu sal birlik d u y g u su yaratan,
sohbetlerin, şak alaşm aların ve alabildiğin e abartılan hikâyele-
rin gö zd e ko n u su haline gelen dahilî, yerel, ön em siz olaylard an
biri, neredeyse bir yurttaşlık olayıydı; aram ızd an biri destan
yazm ay a eğilim li olsay d ı, bu cum artesilerde, bir destan lar d izi-
sinin hazır çekirdeğini bulabilirdi. Sabahtan itibaren, dah a gi-
yinm eden önce, ortada hiçbir seb ep yokken, sırf day an ışm an ın
gücü nü hissetm e zevk i uğru n a, birbirim ize, neşeyle, içtenlikle,
vatan severlikle, "V akit kaybetm eyelim , unutm ayın, b u gü n cu-
m artesi!" derdik; bu arad a Françoise'la fikir teatisin de bulunan
halam , gü n ün her zam an kind en uzun olacağını d üşü n erek, "İs-
terseniz güzel bir da n a eti pişirin onlara, b ugün cum artesi,"
derdi. Saat on buçukta, birisi dalgınlıkla saatine bakıp, "Ö ğle
yem eğin e daha bir buçu k saat var," diyecek olsa, herkes kendi-
sine, "O o, sizin aklınız nerede? Bugünün cum artesi o ld u ğun u
u n u tm u şsu n uz !" dem ekten büy ü k m utluluk du y ard ı; on beş
dak ika boyunca buna güler, yukarı çıkıp bu dalgın lığı h alam a

115
anlatarak onu eğlendirm eye k arar verirdik. C u m artesileri, gök -
yüzünü n çehresi bile değişirdi sanki. Ö ğle yem eğinden sonra,
gün eş, cum artesi o ld uğun u n bilinciyle, teped e fazlad an bir saat
oyalanır, birim iz, gezintiye geç k aldığım ızı dü şün erek, Saint-
H ilaire'in (öğle yem eği veya öğle u y k u su sebebiyle bom b oş
k alm ış so k ak larda, balıkçıların bile terk ettiği kıpır kıpır, bem -
beyaz ırm ak boyunca, kim seye rastlam ay an , sırf bir iki tem bel
bu lutun oy aland ığı b oş gö k y ü zün d en tek b aşların a geçen) iki
çan sesini d u y u p d a "N e, saat d ah a iki m i?" d ed iğin d e, herkes
bir ağ ızdan , "Ö ğle yem eğini bir saa t erken yedik d e on dan şa -
şırdın ız, bu gü n cum artesi, b iliy o rsu n uz!" d iy e ce vap verirdi.
Saat on birde b abam la ko n uşm aya gelen bir vah şin in (cum arte-
si günlerinin özelliğini bilm eyen herkese bu ad verilirdi), bizi
so frad a b u ld u ğ u n d a sergiled iği şaşkın lık, Françoise'ın h ayatta
en çok g ü ld ü ğ ü şeylerden biriydi. A fallayıp k alm ış ziyaretçi-
nin, cum artesi gün leri öğle yem eğin i erken y e d iğim izi bilm e-
m esin e gü lerd i, am a (bu d ar gö rüşlü şo ven izm e yürekten katıl-
m ak la birlikte) gelen vahşinin bu gerçeği bilm ed iğini aklın dan
bile geçirm eyen b abam ın, ziyaretçinin bizi yem ek o d a sın d a
gö rd ü ğü n d e k i şaşkınlığın a, d ah a fazla bir açıklam a y apm ad an ,
"C an ım , b u gü n cu m artesi!" diye cev ap verm esini, d ah a d a ko-
m ik bu lu rd u. Françoise, hikâyenin b urasın a geld iğin d e,
gülm ekten gözlerinden akan y a şlan siler, eğlenceyi biraz dah a
artırm a isteğiyle, k on uşm ay ı uzatır, "c u m arte si" açıklam asın -
d an hiçbir şey an lam ay an ziyaretçinin ağzın d an bir cev ap uy -
du ru rd u. Biz, Françoise'ın bu ilavelerinden yakın m ak şöyle
d u rsun , u y d ur d u ğ u k ad arıyla yetinm eyip, "Bir şey d ah a sö yle-
m işti d iy e hatırlıyorum . İlk anlattığınızda d ah a u z u n d u ," d er-
dik. B üyükh alam bile elişinden başını kaldırır, kelebek g ö zlü -
ğün ü n üstün den bakardı.
C u m artesi günlerinin bir b aşk a özelliği de, m ayıs ayı bo-
yunca her cum artesi, ak şam yem eğinden sonra "M eryem A na
ay inleri"n e gitm em izdi.
O rad a ara sıra, "zam an e fikirlerine k apılan özen siz gençle-
rin içler acısı halin e" çok kızan M. Vinteuil'le k arşılaştığım ız-
dan, annem giyim k u şam ım d a bir ak saklık o lm am asın a bü yük
özen gösterir, kiliseye öyle giderdik. H atırlad ığım k ad arıy la ak -

116
dikenleri sevm eye M eryem A na ayinlerinde başlad ım . Bütün
k utsallığına rağm en içine girm e hakkına sah ip o ld u ğ u m uz kili-
senin her yerinde, altarın üzerin d e bile akdikenler olurd u; kut-
lam alarına katıldıkları m ucizelerle ayrılm az bir bütün teşkil
eder, bayram hazırlığı içinde yatay olarak birbirine tutturulm uş
dallarını şam danların , kutsal kâselerin arasın dan uzatırlardı;
yapraklarının üzerinde, g ö z kam aştırıcı beyazlıktaki tom urcuk-
lar, bir gelinliğin k u y ru ğun a serpilm iş çiçekler gibi, say ısız m i-
nik buket oluştururdu. A ncak k açam ak bak ışlar atm aya cesaret
edebildiğim bu görkem li süslem elerin canlı o ld u ğu n u ve bizzat
do ğanın, yaprakların arasın a yollar açarak, sü slem eyi noktala-
m ak üzere b u b ey az tom urcukları ekleyerek, bu deko ru hem
halk eğlencesi, hem dinî tören niteliğindeki k utlam alara layık
kıldığını hissederdim . D alların ü st kısm ında tek tük taçlar ald ı-
rışsız bir zarafetle açılır, kendilerini bir sis gibi çepeçevre sar-
m alayan , şeytan örüm ceği k ad ar ince erkekorganlar dem etini,
son bir b u ğu lu sü s m isali, öyle k ayıtsızca taşırlardı ki, bu çiçek
açm a hareketini izlem eye, k a fam d a canlan dırm ay a çalıştığım -
da, dalgın , çevik, bey azlar içinde bir genç kızın, başın ı cilveli
bakışlarla, kısılm ış gözlerle, h o ppaca, hızla hareket ettirm esi
olarak düşün ürd ü m . M. Vinteuil, kızıyla birlikte yanım ıza otur-
m uştu. İyi bir ailed en gelen M. Vinteuil, büyükann em in kız
kardeşlerine piyano hocalığı y a pm ış, karısının ölüm ünden son -
ra kalan m irasla em ekliye ayrılıp C om bray yakınına yerleşm iş-
ti; onu evim izd e sık sık ağırlardık. A m a aşırı ah lak d ü şk ü n lü ğ ü
yüzünden , kendi ifad esiy le "y ersiz , zam an e zevkine uy g un bir
evlilik" y apm ış olan Svvann'la k arşılaşm ak istem ed iği için, artık
evim ize gelm iyordu. M. V inteuil'ün besteler yaptığını d uy m u ş
olan annem , kibarlık olsun diye, on u ziyarete gittiğind e beste-
lerini de dinlem ek istediğin i söylem işti. B undan aslın da b üyük
bir m utluluk d u y acak olan M. Vinteuil, terbiyeyi ve iyiliği öyle
bir kuruntu noktasına vard ırırdı ki, d aim a kendini başkalarının
yerine koyar, kendi istekleri d o ğrultu su n d a hareket ederse, hat-
tâ bu isteklerini gösterirse, ortları sıkm aktan , bencillik etm iş ol-
m aktan korkardı. A nnem le b ab am kendisini ziyarete gittikleri
gün, beni de yanların da götürm üşler, am a d ışarıd a k alm am a
izin verm işlerdi; M. Vinteuil'ün evi M ontjouvain, çalılık bir te-

117
penin altın day dı; ben d e çalıların arasın a sak lan d ığ ım d a, tam
karşım da, yarım m etre ötem de, ikinci kat salon un un penceresi-
ni bulm uştum . A nnem le babam ın ge ld iği kend isin e haber ve-
rild iğinde, M. Vinteuil'ün alelacele birtakım notaları piyanonun
üzerine, gö ze çarpacak şek ilde yerleştirdiğini gördüm . A m a an-
nem ler içeri gird iğin de, notaları kaldırıp bir kö şeye koydu. G el-
diklerine, sırf onlara kendi bestelerini din letm ek isted iği için
sevindiğini zannetm elerinden k orkm uştu herhalde. Ziyaret sı-
rasın d a, annem in, arzu sun u her tekrarlayışın da d a, "O notaları
piyanonun ü stün e kim k oyd u bilm em , yeri orası d eğ il," deyip,
kon uşm ayı, bilh assa kendisini dah a az ilgilendiren konulara çe-
virm işti. M. Vinteuil'ün bütün tutkusu, kızm a yönelikti; bir o ğ -
lan çocuğu havasın d ak i kızı, o k ad ar g ü rb ü z g ö rü n ü rd ü ki, b a-
basının onun için ald ığı önlem leri, kızının om uzların a sarm ak
için d aim a faz lad an şallar b u lu n d u rd u ğ un u görünce, insan gü-
lüm sem ekten kendini alam azd ı. B üy ükan nem , y üz ü çillerle
kaplı bu kaba sab a kız çocuğunun bakışlarınd a ço ğu kez ne k a-
d ar tatlı, incelikli, n eredeyse utan gaç bir ifade o ld uğ u n a d ik k a-
tim izi çekerdi. M ile Vinteuil, bir şey sö y le d iğin d e, kendi sözle-
rini, k arşısındakilerin k ulağıyla dinler, yanlış an laşılm a ih tim a-
lini d ü şü n ü p telaşa kapılırdı; o erkeksi, "n a m u slu a d am " yüzü
adeta ay dınlanarak say d am laşır ve altından, ü zg ü n bir genç kı-
zın ince hatları ortaya çıkardı.
K iliseden çık m ad an önce, altarın ö n ün de d iz çöktüm ; tam
ay ağ a kalkarken, an sızın , akdik en lerden acı, b ay gın bir b adem
k o k u su ge ld i burn u m a; o zam an, çiçeklerin ü stü n d e , küçük sa -
rı lekeler o ld u ğu n u fark ettim ; tıpkı b ad em li pastan ın tadın ın,
k ızarm ış kısım ların altın da, M ile V inteuil'ün yanakların ın tad ı-
nın, çillerinin altın da gizlen d iğin i tahm in ettiğim gibi, çiçekle-
rin k ok u su n u n d a , bu lekelerin altın da giz len diğin i d ü şü n -
dü m . A kdikenlerin se ssiz k ıpırtısızlığın a rağm en ara sıra y ü k -
selen bu kok u, san ki içlerindeki canlılığın m ırıltısıydı; içinde
canlı antenlerin gezin diği, çiçeklerinin k ızılım sı erkekorgan-
larına b ak tığ ım ızd a, şim d i çiçeğe d ö n ü şm ü ş olan böceklerin
b ah ard ak i şiddetin i, tah riş edici güc ün ü h atırlad ığım ız, k ırlar-
d ak i bir çalılık gibi, altar d a akdikenlerin k o k u su y la kıpır
kıpırdı.

118
K iliseden çıktığım ızda, su n durm an ın ön ün de birkaç d ak i-
ka d u rup M. Vinteuil'le kon uşu rduk. M. Vinteuil, m ey dan da
k avga eden çocukları ayırır, küçükleri korur, büyüklere nutuk
çekerdi. Kızı, kalın sesiyle, bizi gö rd üğ ü n e ne k ad ar sevindiğini
söyler, hem en ardın dan , sanki içindeki d ah a duy gu lu bir kız
k ardeş, evim ize dav et edilm ek istediğin i zannettirebilecek bu
şaşkın oğlan çocuğu sözlerinden utan m ışçasın a, kızarırdı. Son-
ra b abası, M ile Vinteuil'ün om uzların a m antosun u sarar, kızın
kendi sü rd ü ğü küçük bugilerin e binip M on tjouvain 'e giderler-
di. Bize gelince, ertesi gün p az a r old u ğ u ve b üyük ayin saatin -
den önce kalk m ayacağım ız için, h ava sıcaksa ve m ehtap varsa,
b abam bizi d o ğru d an eve götüreceğine, şan olsun diye, Cal-
vaire O rm anı y olun da uzu n bir gezintiye çıkarır, yön ve yol
bu lm a d u y g u su pek zay ıf olan annem , bu gezintilere, bir strate-
ji dehasının başarıları gö zü y le bakardı. Bazen de v iy ad üğe k a-
d ar uzanırdık; v iy ad üğ ü n g a rd a b aşlay an taştan bacakları be-
nim için m edeni dünyan ın sınırları dışın d ak i sü rgü n ü ve yıkı-
m ı tem sil ederdi, çünkü her yıl Paris'ten gelirken, C o m bray 'y e
v ard ığım ızda istasy on u k açırm am ay a çok dikkat etm em iz, ön-
ceden h azırlanm am ız tem bihlenirdi; tren iki dak ik a durduk tan
son ra tekrar hareket eder ve benim g ö zü m d e C o m bray 'y le sı-
nırlanan H ıristiyan âlem inin ötesine d o ğru, viy ad üğ ü n ü stün -
de yoluna dev am ederdi. Kentin en güzel villalarının yer aldığı
gar bulvarından dön erd ik eve. M ehtap, her bahçeyi, Hubert
Robert gibi, b ey az m erm erden kırık b asam ak larıy la, fıskiyele-
riyle, aralık parm ak lık larıyla d o ld uru rd u . Ay ışığı Telgraf b ü ro-
sun u yıkm ış olurdu. G eriye bir tek, yarısı kırık bir sütun kalm ış
olur, am a o d a ö lü m süz bir harabenin güzelliğin i korurdu. Ben
ayaklarım ı sürüyerek yürür, u y k ud an öleceğim i sanırdım ; ıhla-
m urların o gü zel k ok usu , ancak çok b ü yü k y orgu nluklar so n u -
cun da elde edilebilen ve zah m etine değm ey en bir m ü kâfat gibi
gelirdi bana. Birbirinden çok u zak taki parm ak lık ların ardında,
sessizlik te çınlayan ad ım larım ızla uyan an köpekler, sırayla
hav lam ay a koyulurlardı; gar bu lvarı (yerine C om bray belediye
parkı y apıldıktan sonra), geceleri hâlâ ara sıra d u y d u ğ u m bu
karşılıklı h avlam aların arasın a gelip sığın m ış olm alı ki, şim di
o ld u ğ u m yerd e bu köpek h avlam aları çınlam aya, birbirlerine

119
cevap verm eye başlad ığı an da, ıhlam ur ağaçları ve m ehtabın
aydınlattığı kaldırım ıyla bulvarı görürüm .
Babam birden bizi d urd u ru r ve annem e sorardı: "Ş u an da
n eredeyiz?" Y ürüyüşten bitkin d üşen , am a b ab am la iftihar
eden annem , sevecenlikle, en u fak bir fikri olm adığın ı itiraf
ederdi. Babam om uz silk ip gülerdi. Sonra da, san ki anahtarıyla
birlikte ceketinin cebinden çıkardığı, bu yabancı yolların so n u-
na, Saint-Esprit Sok ağı'nın k öşesiy le birlikte bizi beklem eye
gelm iş, tam k arşım ızda d u ran , bahçem izin küçük arka k apısını
gösterirdi. A nnem hayranlıkla, "H arik asın !" derdi. O an d an iti-
baren, tek bir adım atm am a gerek kalm az, hareketlerim e ne za-
m andır bilinçli bir dikkatin eşlik etm ediği bu bah çede, benim
yerim e, bastığım yer y ü rü rd ü ; A lışkanlık, küçük bir bebekm i-
şim gibi beni kucağına alıp yatağ ım a k ad ar taşırdı.
H er zam an kind en bir saa t önce b aşla yan ve F ran çoise'dan
m ahrum o ld u ğ u cum artesi gü n d ü zleri, halam için diğer g ü n -
lerden d ah a y av aş geçse de, h alam , zay ıf d ü şm ü ş, takıntılı be-
deninin hâlâ k ald ırabild iği tek d eğişik lik ve eğlence olan cu-
m artesinin gelm esini hafta b aşın d an itibaren sabırsızlıkla bek-
lem eye k oy ulurdu. O y sa halam ın, ara sıra dah a b üy ük bir d e ğ i-
şikliğe heves ettiği olurd u; insanın var olan dan b aşk a bir şey e
su sad ığ ı, enerji ve hayal gü cü eksikliğinden ötürü kendi k end i-
lerini yenileyem eyenlerin, gelen d ak ik adan , kapıyı çalan p o sta-
cıdan, en k ötüsün den bir heyecan, bir ıstırap da olsa, bir yenilik
getirm esini bekledikleri; m u tluluğun su stu rd u ğ u duyarlılığın ,
ay lak bir h arp gibi, k endisin i kıracak hoyrat bir el de olsa, bir
elin d o k u n uşuy la titreşm eyi arzu ladığı; önüne bir engel çıkm a-
dan kendini arzuların a, üzün tülerin e bırakm a hakkını çeşitli
zorluklara g ö ğ ü s gererek elde etm iş olan iradenin, dizginleri,
zalim d e olsalar, zorun lu olayların eline verm eyi istediği istis-
nai anları, h alam d a yaşardı. H erh alde halam ın en u fak bir yor-
gunlu kla tükenen gücü , dinlenirken ancak d am la d am la geri
geld iğin d en , dep on u n d o lm ası uzun sürer, başkalarının faaliye-
te yönelttiği, h alam ın sa nasıl kullanacağın ı bilem ediği, k arar
verem ediği hafif taşm a halinin gerçekleşm esi için ay lar geçm esi
gerekirdi. Em inim ki böyle an lard a -n asıl ki hiç "b ık m ad ığı"
püreyi her gün tekrar tekrar yem enin hazzı, sonu n da püre yeri-

120
ne beşam el so slu patates yem e isteğini d o ğ u ru y o rsa - sıkı sıkıya
b ağlı o ld u ğ u tekdüze günlerin birikim inden de, bir an süren,
am a sağ lığı açısından yararlı olacağını dü şü n m ekle birlikte
k endi kendine karar verem ediği bir değişikliği gerçekleştirm e-
ye onu zo rlayacak olan, ev d e m ey dan a gelecek bir felaketin
beklentisi d oğu y o rd u. H alam bizleri gerçekten severdi, ölecek
olsak, ark am ızdan sev e seve, bol bol g ö zy aşı dökerdi; kendini
iyi h issettiği, ter içinde olm adığı bir an d a ev d e yangın çıktığı-
na, hepim izin öldüğün e, yakın d a taş üstün d e taş kalm ay acağı-
na, am a hem en kalkarsa, acele etm eden rahatlıkla yangınd an
kurtulabileceğin e dair bir haberin hayalini sık sık kurm u ş olsa
gerekti; böyle bir olay, uzun u zu n üzülerek bizlere olan se v g isi-
nin tadını çıkarm ak, perişan bir halde, neredeyse ay akta can çe-
kişerek, am a m etanetini k aybetm eden yöneteceği cenazem izde
bü tün köyün şaşkın lığın a h ed ef olm ak gibi ikincil yararların
yanı sıra, çok d ah a önem li bir yarar sağlayabilir, kendisini tam
zam anın da, hiç vak it kaybetm eden, sinir b ozucu tereddütlere
fırsat verm eden, y az m evsim ini geçirm ek üzere, içinde bir ç ağ-
layanı d a olan, M irou grain 'dek i güzel çiftliğine gitm eye zorla-
yabilirdi. Bitm ez tükenm ez p a sy an s oy unları sırasın d a m utlaka
başarısın ı d ü şled iğ i bu türden bir o lay asla cereyan etm ediği
için (aslında dah a ilk gerçekleşm e ânında, o beklenm edik kü -
çük olayların birincisinde, kötü haberin aktarıldığı, vu rgu su n u
asla u n utam ad ığım ız o ilk sö zlerde, ölüm ün, zihinsel ve so yu t
ihtim alinden çok farklı olan gerçekliğinin d am gasın ı taşıyan
her ayrın tıda u m u tsu zlu ğa k apılacağı h alde), hayatını ara sıra
daha ilginç kılabilm ek am acıyla, tutkuyla izlediği, beklenm edik
birtakım olayları hayalinden uy d u ru rd u m ecburen. D u ru p d u -
rurken Françoise'ın hırsızlık yaptığını, kendisinin d e em in ol-
m ak için kurn azca bir dü ze ne b aşv u ru p onu su çüstü ya k alad ı-
ğını kurardı; tek başın a isk am bil oynarken hem kendinin, hem
rakibinin elini o y nam aya alıştığından, kendi kendine, önce
Françoise'ın utana sıkıla öz ür dileyişini, ardın dan da kend isi-
nin öfkeyle, hararetle cevap verişini canlandırırdı; aram ızd an
biri, böyle bir an d a od asın a gird iğin d e, onu ter içinde, gözleri
çakm ak çakm ak, kay m ış peru ğu n un altından kel alnı açığa çık-
m ış halde bulu rd u. Françoise, hiç so m u tlaşm ad an kalsalar, ha-

121
lam alçak sesle m ırıldanarak onlara bir gerçeklik kazandırm a-
sa, sırf hayal edilm ekle halam ı yeterince rahatlatam ayacak
olan, k endisine yönelik bu iğneli alayları, belki de ara sıra yan
od ad an du y uy o rdu . Bazen h alam bu "y ata k içi tem sili"yle de
yetinm ez, oyunun u sah nelem ek isterdi. O zam an, bir p az ar g ü -
nü, esraren giz bir biçim de k ap atılm ış k apılar ardında, Fran-
çoise'ın d ü rü stlü ğ ü k o n u sun dak i şüphelerin i ve ona yol verm e
niyetini Eulalie'ye açar, bir b aşk a seferin de de, Françoise'a, y a-
kında kapıyı yü zün e k apatacağı E ulalie'nin sad akatsizliği ko-
n u sun dak i kuşkuların ı anlatırdı gizlice; birkaç gün sonra, bir
gün önceki sırd aşın d an bıkar, tekrar h ainle yakınlaşırdı; bir
son raki tem silde, roller yine değişird i. Yine d e Eulalie'nin ara
sıra uyan dırdığı şüph eler, bir sam an alevin den uzun öm ürlü
olm az, Eulalie halam la aynı ev d e yaşam ad ığın d an , beslenem e-
yip çabuk sönerdi. O ysa Françoise'a ilişkin şüph eler kon usun -
d a durum farklıydı; h alam on unla aynı çatı altında old uğu n u
sürekli hisseder, am a yataktan çıkarsa üşüteceğin d en korktuğu
için, m utfağa inerek şü ph elerin de haklı o lu p olm adığını d a
araştıram azdı. Z am an la, F rançoise'm her an ne yaptığını ve
kend isinden neyi gizlediğin i tahm in etm eye çalışm ak, zihninin
tek m eşgu liy eti haline geldi. Françoise'm yüzündek i en ufak
k açam ak ifadeleri, sö zlerindeki küçük bir tutarsızlığı, gizlem ek
ister gibi g ö rün d ü ğ ü arzuların ı yakalar oldu. M askesini d ü şü r-
d ü ğ ü n ü Françoise'a d a tek bir sö zle belli eder, Françoise'm y ü -
zü bem beyaz olur, h alam , zavallının kalbine hançer gibi s ap la-
dığı bu sözlerden zalim bir zevk alırdı. Ertesi hafta p azar gün ü,
Eulalie'nin bir ifşaatı, -y e n i d o ğm u ş, alışılm ış yolda ilerleyen
bir bilim e ansızın beklen m edik , yepyeni ufuklar açan keşifler
gib i- halam a, tahm inlerinin, gerçeğin çok gerisin de kalm ış ol-
d u ğu n u kanıtlardı. "A m a Françoise artık biliyordur bunu, hele
kend isin e bir arab a d a v erd iğinize gö re." "A rab a mı verm i-
şim !" d iye haykırırdı h alam . "B ilm em ki, ben öyle san dım , az
önce ü stü açık bir araban ın için de gö rd ü m onu, kurum kurum
k urulm uş, R o ussain ville paz arın a gid iy ordu . A rabayı M ad am e
O ctave verm iş olm alı d iy e d ü şü n d ü m ." Z am anla, Françoise'la
halam , av ve avcı m isali, sürekli birbirlerinin kurnazlıklarını
önceden tahm in etm eye çalışır oldular. Annem , Françoise'm ,

122
kend isin e elind en g e ld iği k ad ar ağır hakaretlerde b ulunan ha-
lam d an so n u n da gerçekten nefret etm esinden korkuyordu.
Françoise, giderek halam ın en sıradan sözlerine, hareketlerine
aşırı bir dikkatle ya klaşır olm uştu. H alam dan bir şey isteyeceği
zam an, ne şek ild e istem esi gerektiğini önceden uzun u zun d ü -
şü n üyo rdu . D ileğini bildirdikten sonra da, gizlice halam ı gö z -
lüyor, ne d ü şü n d ü ğ ü n ü , neye k arar vereceğini çehresinden
ok um ay a çalışıyordu. Ve böylece -XVII. yüzyıla ait hatıratları
okuyan ve Yüce H ü k ü m d arca yakın laşm ak isteyen bir sanatçı,
kendi şeceresini, tarihî bir aileden geld iğin i kanıtlayacak şek il-
d e çıkarm ak veya A v rupa'da o sırad a saltan at sürm ek te olan
h ü k ü m darlardan biriyle y azışm ak suretiyle bu yolda adım lar
attığını zanneder, am a XVII. yüzyıldakilerle aynı, do layısıyla
geçerliliği k alm am ış kalıplara bağlı k aldığı için, arad ığı şeye
sırtını çevirm iş olur, buna k arşılık - engelleyem ediği bazı takın-
tılara ve aylaklıktan d o ğ an bir fesatlığa içtenlikle boyun eğ-
m ekten b aşk a bir şey y ap m ay an yaşlı bir taşralı hanım olan h a-
lam , hayatın da XIV. L ou is'y i hiç aklından geçirm ed iği halde,
onun kalkışına, öğle yem eğin e, dinlenm esine ilişkin en sıradan
gün d elik faaliyetleri bile, tuhaf zorbalıkları say esin de, Saint-Si-
mon’ un ifad esiyle, V ersailles'daki hayatın "işle y işi" ded iği şe-
yin ilginçliğine b ü rün ürd ü bir an lam d a; tıpkı kralın su sk u n lu -
ğunu n, keyifli vey a kibirli ruh halinin, kendisin e Versailles'ın
ağaçlıklı y o lların d a bir lütuf dilekçesi su n an bir saraylı, hattâ
b üyük bir senyö r tarafın dan yo rum lan m ası gibi, halam da
kendi suskunlukların ın, yü zü n de beliren keyifli vey a kibirli bir
ifad enin, Françoise tarafın dan tutku ve korkuyla yorum -
lanacağını düşünebilirdi.
H alam ın aynı an da hem rahibi, hem de Eulalie'yi ağırladı-
ğı ve ardın dan din lendiği bir p azar gün ünü n ak şam ın da, hepi-
m iz k endisin e iyi geceler dilem ek üzere od asın a çıkm ıştık; an-
nem , halam ın, ziyaretçilerini hep aynı saate denk getiren kötü
talihine hayıflanıyordu:
"B u öğleden son ra yine işler ters gitti, değil m i Leon ie?" d i-
yordu tatlılıkla. "B ütü n m isafirleriniz aynı an d a geld i."
Büy ükh alam araya girerek, "F azla m al gö z çıkarm az," de-
di, çünkü kızı h astalan dığın dan beri, her şeyin d aim a iyi tarafı-

123
nı göstererek onu yüreklendirm esi gerektiği kan ısın day dı. F a-
kat bn kez babam sö ze girdi:
"1 lazır bütün aile bir araya toplanm ışken , sizlere bir şey
anlatm ak istiyorum , böylece hepinize tek tek söylem em e gerek
kalm az. K orkarım ki Legran d in 'le aram ız b oz uld u ; bu sabah
zor selam verdi ban a."
Babam ın anlatacaklarını dinlem ek üzere o d a d a k alm adım ,
çünkü k ilisedek i ayinden sonra, M. Legran d in 'le k arşılaştığın -
da, ben de yan ın dayd ım ; her gün gazete haberleri gibi beni
oyalayan, bir eğlence program ı gibi heyecan lan dıran ak şam ye-
m eği m en ü sün ü öğrenm eye, m u tfağa indim . K iliseden çıktık-
tan sonra, M. Legran din, civard aki köşk lerden birinin, gö z aşi-
nalığım ız olan, am a ta nışm adığım ız sah ibesiyle birlikte, yanı-
m ızd an geçtiği sırad a, b abam k endisin e hem dostça, hem d e öl-
çülü bir selam verm iş, d u rm ay ıp y o lu m u za d ev am etm iştik; M.
Legran din , sanki bizi tan ıyam am ış gibi şaşırarak , belli belirsiz
karşılık verm işti selam ım ıza; gö zlerind e, kibarlık etm ek istem e-
yip ansızın u zak laşan b ak ış açılarından, adeta sizi bitm ez tü-
kenm ez bir yolun so n u n da, çok uzak ta gö rüy orm u şçasın a, k a-
rınca k adar b oy un uza u y g un d üşecek m inicik bir b aş hareke-
tiyle selam verm ekle yetinen insanların bakışı vardı.
O ysa L egran din 'in yan ın dak i hanım , iffetli, say gın bir ki-
şiydi; Legran din 'in , ho vard alık y aparken yakalanm aktan ötürü
utanm ış olm ası, ihtim al dah ilin de değildi; b abam kendisini ne
şek ilde gücen d irm iş olabileceğini an lay am am ıştı. "B ütün o g i-
yinm iş k u şan m ış insanların arasın d a, kısa, d ü z ceketiyle, ge v-
şek kravatıyla, öylesine özentiden uz ak , içten, sad e , neredeyse
sa f denebilecek bir h avası v ar ki, çok cana yakın gerçekten; bu
yüzd en d e bize k ü sm ü şse çok ü zü lü rü m ," ded i babam . N e var
ki aile m eclisi, oy birliğiyle b abam ın kurun tu ya k apıldığın a ve-
ya Legran din'in aklının o an d a b aşk a yerde o ld u ğu n a karar
verdi. Zaten babam ın kaygıları da ertesi ak şam dağıldı: U zun
bir gezintiden dönerken, Pont-Vieux yakınında Legran din 'i
gördük, bayram o ld uğu için C om b ray 'd e kalıyordu. Yanım ıza
gelerek elini uzattı. Bana d ö n ü p sordu: "P aul D esjardin s'in şu
m ısraını biliyor m u sun u z, küçük kitap k urdu ?

124
O rm anlar k ap k ara old u bile, am a gö k y ü zü hâlâ m avi.

Tam bu saatin incelikli bir ifadesi, değil m i? Paul D esjardin s'i


hiç ok um am ış olabilirsiniz. O kuyun uz çocuğum ; şim dilerde,
d u y d u ğu m a göre ah lak dersleri verip ahkâm k esiyorm u ş, am a
uzu n bir süre boyun ca, berrak sulu boya resim leri and ıran m ıs-
ralar yazm ıştır...

O rm anlar k apk ara old u bile, am a gö ky ü zü hâlâ m avi.

G ö k y üzü sizin için h ep m avi olm aya dev am etsin genç dostum ;
o z am an , benim şim d iki du rum u m d a o ld u ğu gibi, orm anlar
k apk ara olm uşken , gece h ızla in diğin de bile, siz d e benim gibi
gö k y ü zü n e b ak arak av u n u rsu n u z ." C ebinden bir sig ara çıkar-
dı, uzu n m ü d d et öylece d u ru p ufka baktı. Sonra ansızın, "E lve-
d a d ostlar," diyerek y an ım ızd an ayrıldı.

Ben m en üy ü öğrenm ek üzere m utfağa in diğim saatte, ye-


m ek hazırlıklarına b aşlan m ış olurd u; devlerin aşçılık ettiği m a-
sal âlem lerindek i gibi birer çırağa d ö n ü şm ü ş olan d o ğa güçleri-
ne hükm eden Françoise, k öm ü rü karıştırır, patatesleri buh ar-
dan geçirir, iri teknelerden, k aravan alardan, kazan lardan, balık
tencerelerinden av etinin piştiği çöm leklere, p asta kalıplarına,
küçü k krem a çan aklarına k ad ar çok çeşitli seram ik k aplard a,
her b oy d an tencerelerde önceden hazırlanm ış olan m u tfak sa -
natı şah eserlerini, ateşte tam kıvam ında pişirerek tam am lardı.
Bulaşıkçı kızın ayıkladığı, bir oy una ait yeşil bilyeler gibi m asa-
nın üzerine d izilm iş bezelyeleri d u ru p seyrederdim ; fakat asıl
hayranlık d u y d u ğu m , başakların d aki incecik eflatun ve gök
m avisi çizgiler, a şağ ıy a, -h âlâ fidanın toprağının d u rd u ğ u -
diplere indikçe, san k i b u dü n y ay a ait olm ayan m en evişlen m e-
lerle ton ton açılan, koy u m avi ve pem beye bulan m ış k uşk on -
m azlardı. Bu ilahi tonların, eğlence olsun diye kendi kendileri-
ni sebzeye dö n ü ştü rm ü ş harika yaratıkları ele verdiğini d ü şü -
n ürdüm ; kuşkonm azların , yenilebilir, sert etlerinin ardın dak i o
şafağ ın ilk renklerinde, o gö k k u şağı taslakların da, o m avi ak -
şam so lgun luk ların d a görebildiğim değerli özü, ak şam yem e-

125
ğin de k uşko nm az yem işsem , gece boyunca, o harika yaratıklar,
bir Sh ak espeare oyunu gibi şiirsel ve kaba olan farsların da la-
zım lığım ı bir parfü m kabına dön üştü rdük lerin de d e tanırdım.
Françoise'ın kuşkonm azları ayıklam akla gö revlendirdiği,
Svvann'ın bulu şu olan lakabıyla G iotto'nun M erham eti, k uş-
k on m azları bir sepetin içine d o ld u ru p yanına koyar, dün yan ın
bütün dertlerini h issedercesine ıstırap d o lu bir h avay a b ürü-
n ürdü zavallıcık; kuşkonm azların pem be tüniklerinin üzerin-
deki gök m av isi hafif taçlar, tıpkı P ad ova fresklerindeki Er-
dem 'in çelenk y ap ıp başın a taktığı, sepetine sa p lad ığ ı çiçekler
gibi ince ince, yıldız yıldız çizilm iş olurdu. Bu arad a Françoise,
kim senin kendi gibi kızartam ayacağı, m arifetlerinin ko ku sun u
bütü n C o m b ray 'y e yayan tavuklarını şişte dö n d ü rü rdü; Fran-
çoise'ın öy lesine yum uşacık, ağ ızd a eriyiverir hale getirdiği
etin k ok u su, benim için d o ğrud an onun bir erdem inin kokusu
o ld u ğu n d an , so frad a bize su n d u ğu n d a, o tavuklar, Françoise'ın
kişiliğini algılay ışım d a, y um uşak lığın ağır b asm asın a sebep
olurdu.
B abam L egran din 'le k arşılaşm am ız k on usu n d a aile m ecli-
sin e danışırken benim m u tfağa in diğim gün ise, kısa sü re önce
y aptığı d o ğ u m d an ötürü ağır hasta olan G iotto'nun M erham e-
ti'nin, yataktan k alk am ad ığı günlerden biriydi; yardım cısı ol-
m ay an Françoise işlere yetişem iyordu. Ben aşağ ı indiğim esn a-
da, Françoise, k üm e se açılan arka m utfakta, bir tavu ğu ö ldü r-
m ekteydi; tavuğun u m u tsu z ve çok d o ğal, am a h ayvanın boy-
nun u kulağının altından kesm eye çalışan, g ö zü d ö n m ü ş Fran-
çoise'in "P is hayvan! Pis h ay v an !" çığlıklarının eşlik ettiği dire-
nişi, hizm etçim izin, ertesi ak şam yem ekte, aynı tavu ğun ayin
kaftanları gibi sırm a işli derisinin ve K om ünyon kâsesinden
dam la d am la dök ülen kıym etli su yun un gö zler önüne sereceği,
azizeleri hatırlatan tatlılığını, yum uşak lığını pek ortaya çıkar-
m ıyordu d o ğ rusu . Tavuk ö ld ü ğü n d e , Françoise, akan am a hın-
cını b oğam ay an kanı topladı; tekrar bir öfke parlam asıyla d ü ş-
m anın cesedine bakarak , son bir kez, "P is h ay v an !" dedi. Tir tir
titreyerek yukarı çıktım ; Françoise derhal kapı dışarı edilse,
m em nun olurdum . A m a o zam an, kim bana o k ad ar sıcak b a-
dem li krem alı pastalar, o k ad ar güzel kokulu kahveler, hattâ...

126
böyle tavu klar pişirecekti? A slın da bu alçakça hesabı benim g i-
bi herkes yapm ak zo ru n da kalm ıştı. Ç ünkü Léonie H alam , - b e -
nim henüz b ilm ediğim bir ge rçe ğ i- kızı için, yeğenleri için seve
seve canını verebilecek olan Fran çoise'm, başka insanlara karşı
in anılm az derecede katı o ld u ğu n u biliyordu. H alam buna ra ğ -
m en onu yan ın da tutm uştu, çünkü zalim liğini bilse de, hizm e-
tini takdir ediyordu. Tıpkı k ilise vitraylarında ellerini k av uştu r-
m u ş d u a eder h alde resm edilen kralların ve kraliçelerin salta-
natlarına kanlı olayların d am gasın ı v urdu ğu n u tarihin açığa çı-
k arm ası gibi, ben de zam an içinde, FrançoiseTn y um u şak lığ ı-
nın, ağırbaşlılığının, erdem lerinin ard ın da, arka m utfak trajedi-
lerinin gizlen diğin i fark ettim . A krabaları haricindeki in san la-
rın başın a bir felaket ge ld iğin d e, o insan ne k ad ar uzakta y aşı-
yorsa, FrançoiseTn o k ad ar m erham et d u y d u ğ u n u an ladım . Ta-
nım adığı insanların bahtsızlığını, gazeted e ok uyu p dö ktü ğü
gö zy aşları, bah tsızlığa u ğray an kişiyi biraz net bir biçim de gö -
zü n d e can land ırabiliyorsa, derhal kururdu. Bulaşıkçı kız, d o -
ğu m d an sonraki ilk gecelerden birinde, korkunç karın ağrıları
çekm eye b aşla d ı; annem kızın iniltilerini d u y u p yataktan kalktı
ve Françoise'ı u yan dırdı; Françoise, bütün duy arsızlığıyla, b ü -
tün bu bağırm aların n um arad an ibaret oldu ğun u, kızın "h an ı-
m efendilik taslad ığım " id d ia etti. Bu tür krizlerin olabileceğin-
den korkan hekim , evim izdek i bir tıp kitabının kon uya ilişkin
say fasın ı işaretlem iş ve böyle bir d u ru m d a ne yapılacağın a dair
talim atı o say fa d a bu labileceğim izi söylem işti. A nnem Fran-
çoise'ı kitabı alm aya gönd erdi, say fa işaretini de d ü şü rm em esi-
ni tem bihledi. A rad an bir saa t geçip Françoise gelm eyince, an-
nem FrançoiseTn y atağın a dö n m ü ş olacağını d üşü n erek sinir-
lendi ve k ütüphan ey e beni gönd erdi. O rada FrançoiseTa k arşı-
laştım ; işaretli yerin neresi o ld u ğu n u m erak etm iş, krizin klinik
tanımını okuyor, bu d u ru m d a, tanım ad ığı bir örnek h asta söz
k o n usu o ld u ğun dan , hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Yazarın d eğin -
diği her sancılı belirtide, "Vah vah! Yüce M eryem , Tanrı zavallı
bir in sana böyle acı çektirm eyi reva görebilir m i? Vah, zavallı!"
diy e haykırıyordu.
A m a ben kendisini çağırınca, G iotto'nun M erham eti'nin
başucun a geldi ve gelir gelm ez d e gö zy aşları din di; bulaşıkçı

127
kız y ü /ıin d en gcccniıı yarısında yataktan k alkm ış olm anın sı-
kıntısında ve sinirinde, ne çok iyi bildiği, gazete okurken sık sık
y aşad ığı o hoş acım a ve şefkat d u y gu su n u bulabildi, ne d e aynı
aileden olm anın hazzını; tarifini o k u d u ğ u n d a a ğ lad ığı acıların
aynılarını gö z üy le gö rd üğü n de , h uy suz h uy su z h om urd and ı,
hattâ iğrenç, alaylı bir tavırla, bizim gittiğim izi, kendisini işit-
m ediğim izi zan nederek, "M ad em öyle, o işi y a p m a say m ış!" d e-
di. "Y aparken iyiydi! Şim di naz yapm asın ! Bunun peşin d en git-
tiğine göre, oğlan d a u ğu rsu z un teki belli ki. A h, ah, anacığım ın
köyün de,

G ön ül ve rm işsen bir köpeğin kıçına


Sanırsın sanki kıç d eğil, benzer gü listan a

d erlerdi."
Françoise, torunu hafif nezle old u ğun d a , kendisi hasta bile
o lsa, gece yatacağın a, çocuğun bir ihtiyacı var m ı diye y o kla-
m ay a gider, işinin başın a vaktin de varabilm ek için gü n eş d o ğ -
m ad a n yü rüyerek on beş kilom etrelik yolu teperdi; buna k arşı-
lık, yakınlarına besled iği bu sev gi ve ailesinin istikbalini garan -
tilem e isteği, d iğ er hizm etkârlar sö z k on usu o ld uğ u n d a, sabit
bir ilkede ifadesin i b ulurd u, o d a, tek bir hizm etkârın dah i, ha-
lam ın hizm etinde kalıcı olm asına asla izin verm em ekti; h alam a
kim seleri yaklaştırm am ak, onun için bir gurur m eselesiydi,
k en disi h asta o ld u ğu n d a bile, bulaşıkçı kızın halam ın od asın a
girm esine g ö z yu m m ak tan sa, yatağın d an kalk ıp Vichy su yun u
kendi götürm eyi tercih ederdi. N asıl ki, Fabre'ın gö zlem led iği
zark an atlılardan örüm cek yabanarısı, kendisi öldükten sonra
yavrularının taze et yiyebilm esi için, zalim liğini anatom iyle
destekleyerek, av lad ığı bitki bitleriyle örüm ceklerin, ayakların
hareketini kontrol eden, am a d iğer hayati işlevleri etkilem eyen
sinir m erkezini olağan ü stü bir bilgi ve beceriyle deler ve böyle-
ce, felç ettiği böceğin yakınına bıraktığı yum u rtalard an çıkacak
k urtçuklara, kaçm ası, direnm esi im kânsız, am a katiyen çürü-
m em iş, u y sal, zararsız bir av sağ larsa , Françoise da, evi bütün
hizm etkârlar için tah am m ül edilm ez hale getirm e yo lundaki
d e ğişm e z am acını gerçekleştirm ek üzere, m üthiş ustalıklı ve

128
acım asız kurn azlıklara b aşv uru rd u; m esela o yaz neredeyse her
gün ku şko n m az yem em izin sebebi, yıllar sonra öğrendik ki,
k uşko nm azları ayıklam akla görevli bulaşıkçı kızın, k uşkon m az
k o k u su yüzün den , so n u n d a işten ayrılm asına yol açan, şiddetli
astım krizleri geçirm esiym iş meğer.

N e yazık ki Legran din k on usun dak i fikrim izi, kesinlikle


d eğ iştirm ey e m ecbur olduk. Pont-Vieux'deki k arşılaşm ad an
sonrak i bir paz ar gün ü, babam yanıldığını itiraf etm ek zorun da
kaldı: Ayin bittiğinde, dışarıd an , gü n eş ve seslerle birlikte kili-
senin içine öylesine kutsallıktan uzak bir şey n üfuz etm ekteydi
ki, M m e G ou pil'le M m e Percepied (az önce, ben kiliseye biraz
gecikerek gird iğim d e gözlerini d ua kitapların dan ayırm am ış
olan, yerim e ulaşm am ı engelleyen küçük sırayı ay aklarıyla
u sulc a itm em iş olsalar, girdiğim i görm ediklerini zann edebile-
ceğim herkes), sanki M eyda n'a çıkm ışız gibi, y üksek sesle, ta-
m am en m ad d i k on ularda bizim le sohbet etm eye b aşlam ışlar-
ken, p az ar yerinin alacalı bulacalı k arm aşasın a hâkim giriş sun -
du rm asın ın altında, gün eş v u rm uş eşikte, L egran d in 'i gördük ;
kendisini son g ö rd ü ğ ü m ü z d e yan ın da b ulun an hanım ın kocası,
onu yörenin bir başk a b ü yü k toprak sahibinin eşine takdim et-
m ekteydi. L egran din 'in y ü zü n d e, o lağan ü stü bir heyecan ve
şevk ifadesi ok un uyo rd u; yerlere k ad ar eğildi ve ardın dan da,
m uhtem elen kız k ardeşi M m e de C am brem er'in k o casın d an ö ğ -
renm iş old u ğu , sırtını, başlangıçtakind en d ah a geriye kaykıltan
ani bir d o ğrulm a hareketi yaptı. Bu süratli d o ğru lu ş, L egran -
din'in, bu k ad ar d o lgun o ld u ğu n u tahm in etm ediğim p o p osun -
da, co şkulu ve k aslı bir d algalan m a yarattı adeta; ve neden bil-
m em , bu salt m ad d ed en oluşan d algalan m a, bu tüm üyle tensel,
m aneviyattan eser taşım ay an, b ayağı bir gayretkeşliğin fırtına-
ya d ö n ü ştü rd ü ğü çalkantı, birdenbire zihnim de, bizim tanıdığı-
m ız Legran d in 'd en apayrı bir Legran din olabileceği fikrini can-
landırdı. Takdim edildiği hanım , arabacısına bir şey sö ylem esi-
ni rica etti kendisinden; Legrand in arab aya d o ğ ru ilerlerken, ta-
nıştırılm anın çehresine yerleştirdiği çekingen ve vefalı m utlu-
luk ifad esi, hâlâ yüzün den silinm em işti. A d eta bir rü y ad ay m ış
gibi, k endinden geçm iş, gülüm sü y ord u ; hanım ın yanm a döner-

129
kon, aceleyle, hor zam an kind en hızlı y ü rü d ü ğü için, om uz ları
bir sağ a bir sola, gülünç bir biçim de salınıyordu, hiçbir şey e al-
dırm ayarak kendini bıraktığı m u tluluğu n elinde, cansız ve m e-
kanik bir oyuncak olm u ş gibiydi. Biz bu sırad a su n du rm an ın
altından geçm iş, ona d o ğru ilerlem ekteydik; L egran din 'in ter-
biyesi, bizi görün ce başın ı çevirm esine m ü saad e etm ezdi, am a
ansızın derin bir tah ayyü le dalan bakışlarını, u fkun o k ad ar
uzaktaki bir noktasına dikti ki, bizi görm esi m ü m kün olm adı
ve selam lam ası da gerekm edi. İstem eyerek yolunu şaşırıp, nef-
ret ettiği bir lük sün ortasın a d ü şm ü ş gibi görün en d ökü m lü,
d ü z ceketinin üstün de ki çehresinde saf bir ifade vardı. Mey-
d an 'd a k i rü zgârın sa v u rd u ğ u benekli kravatı, Legrand in 'in g u -
rurlu inzivasın ın ve so ylu bağım sızlığının san cağı gibi, d a lg a -
lan m ay a d e v am ediyordu. Tam eve vard ığım ız sırada, annem ,
krem alı pastay ı un uttu ğu m u zu fark etti ve babam la benden,
geri d ö n ü p pastay ı hem en gönderm elerini söylem em izi rica et-
ti. K ilisenin yakınında, aynı hanım ı arabasın a geçirm ekte olan
ve k arşı yön den bize d o ğru gelen Legran din 'le karşılaştık. Ya-
n ım ızdan geçerken, yanın daki h anım la k on uşm aya dev am ed e-
rek, m avi gö zün ü n kenarıyla, ad e ta.gö zk a p a ğın ın altında ka-
lan, ufacık bir işaret verdi b ize; y ü z kaslarını katiyen etkilem e-
yen bu işareti, m uhatabı katiyen fark etm eyebilirdi; am a d u y -
gularının ifadesini biraz d ar bir alana sığd ırm ış olm asını, bu
d u y gu ların y o ğun lu ğu y la telafi etm ek isteyen L egran din 'in bi-
ze tahsis ettiği o gö k m avisi köşe, sevim liliği aşan , n eredeyse
m u ziplik denebilecek, co şk ulu bir cana yakınlıkla ışıl ışıl p arla-
dı; nezaketin gerektirdiği inceliği, gizli bir an laşm ayı çağrıştı-
ran bir gö z k ırpışm a, im ay a, dok un du rm ay a, suçortaklığm ın
esraren giz havasın a k ad ar vardırdı; son olarak d a, d ostluk ifa-
desini sev gi d olu itirazlara, aşk ifşaatına k adar gö tü rd ü ve buz
gibi donuk çehresinde, aşk la d o lu gözbebeği, şato sahibesinin
görm ediği, gizli bir baygın lıkla, sad ec e bizim için ışıldadı.
L egran d in , bu k arşılaşm ad an bir gün önce, ertesi gün ak-
şam yem eğin e beni evine d av et etm iş, annem le b abam dan , git-
m em e izin verm elerini rica etm işti. "G elin yaşlı d o stun uza ar-
k adaşlık ed in ," dem işti bana. "T ıpkı bir seyyahın, bir d ah a gö r-
m ey eceğim iz bir d iy ard an b ize gö n d erd iği bir dem et çiçek gibi,

130
o ırak yeniyetm elik diyarından, benim de u zu n yıllar önce g e -
çirdiğim baharların çiçek k o k usu nu getirin bana. Ç uhaçiçeğiy-
le, d ü ğün çiçe ğiy le birlikte, Balzac florasının sev gi dem etini
oluşturan dam k o ruğ u y la birlikte, D iriliş yo rtusun un çiçeği ça-
y ırp ap aty asıy la birlikte, P askalya sağanakların ın son kartopları
henüz erim em işken büyükh alanızın bahçesini rayihalarıyla
do ld u ran kartopu çiçekleriyle gelin. Hz. Süley m an 'a layık z am -
b ağın görkem li ipek giysisiyle, m enekşelerin çokrenkli m ine-
siyle birlikte ve bilh assa, hâlâ son donların serinliğini taşıyan,
bu sabah tan beri bekleyen iki kelebek için, ilk K u d ü s gülün ün
k apısını aralayacak olan esintiyle birlikte gelin ."
Evd e, her şeye rağm en M. L egran din 'in evine ak şam yem e-
ğine g id ip gitm eyeceğim tartışılıyordu. A m a büyükann em ,
L egran din 'in kabalık etm iş o ld uğu n a in anm am akta direndi.
"K ilisey e hiç de sosyetik olm ayan, sad e giysileri içinde ge ld iğ i-
ni k end iniz d e kabul ediyo rsu n u z," diyordu. N e olu rsa olsun,
en kötü ihtim alle, Legrandin terbiyesizlik etm işse de, bun u fark
etm em iş gibi görünm enin d ah a u ygun o ld u ğu n u ileri sü rü y or-
du. D oğruy u söylem ek gerekirse, L egran din 'in d avran ışın a en
çok sinirlenen b abam bile, bu d avran ışın an lam ı k o n usun d a,
yine d e bir şü p h e taşıyo rdu belki. Bir insanın kişiliğinin en d e-
rin, en gizli yanını açığa çıkaran bütün d av ran ış ve hareketler
gibiy di L egran din 'in davranışı: Bunlar, o kişinin daha önce sö y -
lem iş o ld u ğ u sözlerle b ağd aşm azlar, asla itirafta b ulun m ayacak
olan san ığın ifadesiyle do ğrulan m aları im kânsızdır; kendi d u -
yularım ızın tanıklığına b aşv urabiliriz ancak, b u tek ve an laşıl-
m az hatıranın k arşısınd a ise, duyularım ızın bir yanılsam anın
elinde oyuncak olup olm adığını d ü şün ürüz ; d o layısıyla, bu tür
-aslın d a bir önem taşıyan y e g ân e- davranışlar, çoğun lu kla b iz-
de çeşitli şüph eler uyandırırlar.
L egran d in'le ak şam yem eğini, evinin terasın d a yedik,
m eh tap vardı. "H o ş bir sessizlik var, değil m i?" d e d i bana.
"Eserlerini ileriki yıllarda ok uyacağın ız bir rom an yazarı, b e-
nim ki gibi yaralı gönüllere sadece karanlığın ve sessiz liğin u y -
gun d ü ştü ğ ü n ü söyler. H ayatta, sizin henüz çok u za ğ ın d a ol-
d u ğ u n u z öyle bir an gelir ki y avrucu ğum , yorgun gö zler s ad e -
ce tek bir ışığa, böyle güzel gecelerin karanlıktan dam ıtarak ha-

131
zırladığı ışığa taham m ül edebilir, kulaklar, sad e ce ve sadece,
m ehtabın, sessizliğin flütüyle çaldığı m ü ziği dinleyebilir."
Legrandin 'in her zam an b üy ük bir zevk le din le d iğim sözlerine
kulak veriyord um , am a kısa bir süre önce, ilk kez gö rd ü ğü m
bir kadının hatırası, beni h u zu rsu z etm ekteydi; L egran d in 'in ci-
vard aki aristokratların birçoğuy la tanıştığını öğrenm iş oldu -
ğu m d an , belki bu hanım ı da tanıdığını d ü şü n d ü m ve cesareti-
mi toplayıp sord um : "Beyefendi, G uerm an tes şatosun u n sah i-
besini... sah iplerini tanıyor m u su n u z ?" Bu ism i telaffuz etm ek,
sırf tahayyüllerim den çekip çıkarm akla ona nesnel ve sessel bir
varlık k azan dırm ış olm am d an ötürü, ade ta isim ü zerin de h âki-
m iyet k urm am ı sağ lad ığı için bana m utluluk verdi.
N e var ki bu G uerm an tes ism inin telaffuzuy la birlikte, d o s-
tu m u zun m avi gözlerinin ortasına, m inik kah verengi bir çizi-
ğin yerleştiğini fark ettim ; sanki gözbebekleri gö rün m ez bir ka-
zı kalem iyle delinm işti ve bu çiziğin haricindeki kısm ı, m avi
d alg alar salgılay arak tepki veriyordu. G ö zkapak larm ın etrafı
kararıp sarktı. Acı bir kıvrım la bükülen d ud akları, gözlerind en
d ah a çabuk toparlan arak bir tebessüm le kıvrıldı; bakışları, v ü-
cud u oklarla delik d eşik o lm u ş yakışıklı bir şeh idin bakışları g i-
bi açılıydı hâlâ. "H ayır, tanım ıyoru m ," dedi, am a böylesine b a-
sit bir açıklam aya, b öy lesine olağan bir cevaba u y gu n düşecek
d o ğal, sıradan ses tonunu kullan acağın a, kelim eleri vu rgulay a-
rak, eğilerek, başın ı selam verir gibi sallay arak konuştu; tavrın-
d a hem -san k i G uerm an tes'ları tan ım am ası, ancak ga rip bir te-
sad üfü n son ucu olabilirm iş g ib i- şaşırtıcı bir söz üm ü ze inanıl-
m asını isted iğim iz zam an gö ste rdiğim iz ısrar, hem de, bizim
için ü zü cü olan bir d u ru m u gizleyem ey eceğim izi anlayınca,
dile getirdiğim iz itirafın bizi rah atsız etm ediği, kolay, hoş, ken-
diliğinden bir itiraf old u ğu , durum un kendisinin d e -G uer-
m an te s'larla tan ışm a m an ın - pekâlâ, boy un eğilen bir şey değil,
bizim tarafım ızd an istenen ve - b u örnekte G ue rm an tes'larla
görüşm eyi y a sak lay a n - bir aile geleneğinden, ahlaki ilkeden
veya yem ind en k ayn aklanan bir d u ru m olabileceği izlenim ini
u y an dırm ak am acıyla, bu d uru m u y ü ksek sesle d uyu rm ay ı ter-
cih ettiğim iz zam an se rgiled iğim iz abartı vardı. "H ayır," diy e
dev am etti, tonlam asını kendi sözleriyle d e açıklayarak, "hayır,

132
tanım ıyorum kendilerini, tanışm ayı hiçbir zam an istem edim ,
tam bağım sızlığım ı k orum aya d aim a özen gö sterd im ; bilirsiniz,
ben aslın da devrim ci bir kafa yapısın a sahibim dir. Bu kon ud a
in san lar çok üstüm e geldi, G uerm an tes'a gitm em ekle hata etti-
ğim i, kaba, yabani bir ad am gibi d av ran d ığım ı söylediler. A m a
böy le bir şöhretim olm ası, beni hiç mi hiç korkutm uyor, çünkü
çok d o ğru! A slın da benim yeryü zü nd e sev d iğim şeyler, birkaç
kilise, iki üç kitap, bir o k ad ar tablo ve bir d e m eh tapta, sizin
gençliğinizin esintisiyle burn um a u laşan, y aşlı gözlerim in artık
görem ediği çiçek tarhlarının k ok usu n d an ibaret." İnsanın, z a-
ten tanışm adığı kişilerle gö rüşm em esi için neden b ağım sızlığı-
na d ü şk ün olm ası gerektiğini ve bu yüzden yaban i d iy e d am -
galan dığın ı pek anlayam am ıştım . A m a anlad ığım bir şey vardı,
o da, Legran din 'in, sad ec e kiliseleri, m ehtabı ve gençliği se v d i-
ğini söylerken tam am en d ü rü st olm adığıy dı; şato lard a y aşay an
insanları çok sev iy o rd u ve onlarla birlikteyken, h o şa git-
m em ekten o k ad ar k ork uy ordu ki, burjuvalarla, noter veya sar-
raf evlatlarıyla do st old u ğu n u onlara gö sterm eye cesaret ed e-
m iyor, gerçek ortay a çıkacaksa, kendisi yokken, kendinden
uzak ta, "g ıy a b ın d a" çıkm asını tercih ediyordu; yani snoptu.
A nnem le babam ın da, benim de çok h o şlan dığım ız o kendine
has ko n uşm aların d a, bütün bunlarla ilgili, asla tek kelim e et-
m ezdi elbette. H atip Legran din, ben, "G u erm antes'ları tanıyor
m u su n u z?" d iye so racak olsam , "H ayır, tanışm ayı hiç istem e-
d im ," diye cevap verirdi. N e yazık ki, bu cevabı verecek olan
L egrandin , bir b aşk a L egran din 'in b u yruğu altındaydı; özenle
benliğinin derinliklerinde sak lad ığı ve bizim Legran d in hak-
kında, sn o p lu ğu hakkında tehlikeli bilgilere sah ip o ld u ğ u için
bize gö sterm ed iğ i bu ikinci Legran din , yaralı b ak ışlarıyla, ger-
gin sırıtışıyla, aşırı c iddi ses tonuyla, bizim L egran d in 'i bir an -
da sn oplu ğu n A ziz Sebastian 'ı gibi delik d eşik ederek bitkin
d üşüren ok y ağm u ruy la, cevap verm işti bile: "A h! Bana işkence
e diyorsun uz! Hayır, G uerm an tes'ları tanım ıyorum , hayatım ın
bu on m az yarasını d e şm e yin ." Bu asi çocuk Legran din , bu şan -
tajcı L egrandin , ötekinin gü ze l lisanına sah ip olm am akla birlik-
te, o k adar hazırcevaptı, "reflek sle" cevap verirdi ki, hatip
L egran din d ah a on u susturm ay a k alk ışam ad an k o n uşm u ş olur,

133
bizim d o stu m u z olan Legran din , alter eg osu n un ifşaatının bı-
raktığı kötü izlenim e ne k adar üzülse de, bu izlenim i telafi et-
m eye çalışm aktan b aşk a bir şey gelm ezdi elinden.
Hiç şü ph e yok ki, bu, M. Legrandin 'in, sn oplar aleyh ind e
atıp tutarken sam im i olm adığı anlam ın a gelm iyordu. Le gran -
din sn op oldu ğun u, hiç d eğilse kendiliğinden, bilem ezdi, çün-
kü gerçekten bilebildiğim iz tutkular, başkaların ın tutkularıdır
ancak; kendi tutkularım ız hakkında bilebildiklerim izi ise, b aş-
kalarınd an öğrenm işizdir. Tutkularım ız bizi, dolay lı yo ldan , ilk
dürtülerim izin yerine dah a m ü n asip başk a dürtüler koyan
hayal güc ü aracılığıyla etkilerler. L egran din 'in sn obizm i, asla
ona bir d ü şesi sık sık ziyaret etm esini öğütlem ezdi. L egran -
din'in hayal gücünü , o d ü şe si L egran din 'e her türlü cazibeye
sah ip bir kadın olarak gö sterm ekle görevlendirirdi. Legrandin
de, iğrenç snopların bilm ediği, an lam ad ığı zekâ ve faziletin ca-
zibesine k apıld ığı zannıyla, d ü şe se yaklaşırdı. L egran din 'in de
bir sn op old u ğun u , sad ece b aşk aları bilirdi, çünk ü h ayal gü cü-
nün ara faaliyetini an lam aları m üm kün olm ad ığın dan , bir yan -
d a Legran din 'in so syete faaliyetlerini, karşısın da d a asıl sebebi
görürlerdi.
Evde, hepim izin M. Legran din k o nu sun daki hayalleri yı-
kılm ış, kendisiy le çok seyrek gö rü şür olm uştuk. A nnem ,
L egran din 'i, hâlâ b ağışlan m ası im kânsız günah diye ad lan d ır-
dığı sn o pluk k on u sun da her su çü stü yakalay ışın da, m üth iş eğ-
leniyordu. B abam sa Legrand in 'in ho rgörüsün ü böylesine ald ı-
rışsızca, neşeyle ele alm akta zo rluk çekiyordu; bir yaz tatilinde,
beni büyü kan n em le Balbec'e gönd erm eyi d üşün d ük lerin d e,
babam , "B albec'e gideceğinizi Legran din 'e m utlaka söylem eli-
yim ," ded i; "bak alım sizi kız kardeşiy le görüştü rm ey i teklif
edecek m i? K ız kardeşinin Balbec'e iki kilom etre m esafe d e
otu rd u ğun u bize sö ylem iş o ld uğu n u h atırlam ıyordur herhal-
d e ." Sayfiyed e insanın sabah tan ak şam a k u m sald a kalıp tuzlu
deniz havasın ı solum ası ve kim seyle tan ışm am ası gerektiğini,
ziyaretlerin, gezintilerin, den iz h avasınd an çalınm ış vakitler ol-
d u ğ u n u dü şün en bü yükann em se, aksine, planlarım ızdan
L egran din 'e sö z edilm esini istem iyor, tam biz balığa çıkacak-
ken, Legran din 'in kız kardeşi M m e de C am brem eı'in otele çı-

134
kageldiğin i, bizi onu ağırlam ak üzere otelde h apis kalm ay a
m ecbur ettiğini görü r gibi oluyo rdu şim d iden . A m a annem , b ü -
yükannem in bu korkularına gülüyor, böyle bir tehlike bulun -
m adığın ı, L egrandin 'in bizi kız k ardeşiyle gö rü ştü rm ey e pek
de hevesli olm ayacağın ı d ü şü n ü y o rd u kendi kendine. N e var
ki, bir ak şam Vivonne kıyısında kendisin e rastlad ığım ızd a,
Legran din , bizim ona Balbec'ten sö z etm em ize gerek k alm a-
dan, oralara gitm eye niyetim iz olabileceğini aklın dan hiç geçir-
m eyerek kendi kendine tu zağa d üştü .
"B u ak şam bulutlarda bir başk a m orluk, bir b aşk a m avilik
var, değil m i d o stu m ?" dedi bab am a. "G ök yü zün d e n çok çiçek-
lere ait, şaşırtıcı bir sinerarya m avisi. Ya şu m inik pem be bulut,
bu tonda bir çiçek, bir karanfil veya ortanca yok m u d u r? H av a -
d a böy le bitkisel bir saltanatı y oğun biçim de sad ece M anche'ta,
N o rm an d iy a'y la Bretanya arasın d a gözlem led im . O rad a, Bal-
bec'in, o v ahşi yerlerin yakın ında öyle sevim li bir koy vard ır ki,
A u g e yöresinin, gü zelliğin i inkâr edem eyeceğim kızıl yaldızlı
gü n e ş batışları, yanınd a sıradan ve silik kalır; o rutubetli, ılık
h a v ad a, ak şam ları birkaç san iye içinde, benzersiz, ilahi dem et-
ler halin de, m avi ve pem be çiçekler açar ve solm aları çoğu kez
saatler sürer. Bazıları d a hem en y aprak y aprak dökülüverir; iş-
te o zam an, say ısız pem be, kükürt sarısı y ap rağın b aştan b aşa
bütün gö k yü zü n e saçılm asını seyretm eye d o y u m olm az. O pal
körfez denilen bu k oyda, altın kum sallar, tıpkı sarışın birer
A n dro m eda gibi, k om şu kıyılardaki o korkunç kayalıklara, her
kış çok say ıd a teknenin deniz kazaların a kurban gittiği, o rad a
batan gem ilerle ünlü o ölüm cül kıyıya bağlı o ldu k ların d an , d a-
ha d a gü ze l görünürler. Balbec! Y urdum uzun en eski jeolojik
yapısı, gerçekten, A rm o r1, Deniz, yeryüzünü n sonu , -k ü çü k
d o stum u zun o ku m ası gereken bir b üy ü cü o lan - A natole Fran-
ce'm , so n su z sisleriyle, Odysseia'd ak i K im m erlerin gerçek ülke-
si olarak, eşsiz biçim de tasvir ettiği lanetli bölge. Ö zellikle de,
an tikçağdan kalm a o büyüleyici topraklar üzerin e güzelliğin i
b ozm ay an otellerin in şa edilm eye b aşlan d ığı Balbec'ten, iki
ad ım ötedeki bu ilkel, enfes güzellikteki bölgelere k ısa geziler
düzenlem ek, m üthiş bir m utluluktur!"
1 Kelt dilinde deniz ülkesi.

135
"Ya! A caba Balbec'te bir tan ıd ığınız var m ı?" d edi babam .
"T esad üf bu ya, bizim oğlan d a bü yükan n esiy le birlikte iki aylı-
ğına oraya gidecek; annesi de belki on lara katılacak."
G özlerinin bab am a dikili old u ğu bir an d a gelen bu soruyla
gafil av lan an Legrandin, bakışlarını b aşk a bir yöne çevireme-
yince, her san iye biraz dah a y o ğun laştırarak -b ir y an dan da
hüzünle gü lüm sey erek - babam ın gözlerin e sabitledi, dostça,
sam im i, gö z gö ze gelm ekten kaçın m ayan bir edayla, ad eta b a-
bam ın yü zü say d am laşm ışçasın a, onun ötesine geçti; o an da,
bu y ü zün arkasın da, çok u zak larda, canlı renklere b oyanm ış bir
bu lu t gö rü r gibiydi; bulut, Balbec'te tanıdıkları o lu p olm adığı
so ru ld u ğ u an da kendisinin b aşk a bir şe y d ü şü n d ü ğ ü n ü ve so-
ru yu d u y m ad ığın ı kanıtlayabilm esini sağlay ac ak , hayalî bir ta-
nıktı. G enellikle bu tür bakışlar, m uh atabın, "N e d ü şü n üy o rsu -
n u z ?" dem esin e sebep olurlar. A m a bab am m erakla, sinirlene-
rek, acım asızca dev am etti:
"B albec'i bu k ad ar iyi tanıd ığınıza göre, o yörede do stları-
nız mı v ar?"
L egran din'in gü lüm sey en bakışları, so n bir um u tsu z ça-
bayla, azam i sevgi, belirsizlik, sam im iyet ve dalgınlık no ktası-
na ulaştı, am a artık cevap verm ekten b aşk a çaresi k alm adığını
d ü şü n m ü ş olacak ki, şöyle dedi:
"B enim her yerd e dostlarım vardır; yaralanm ış, am a m ağ -
lup olm am ış, kendilerine acım ayan, m ağfiretsiz bir tanrıya,
acıklı bir inatla, birlikte y ak arm ak üzere birbirine yak laşm ış
ağaç küm elerinin b u lu n du ğ u her yerd e."
A ğaç lar k ad ar inatçı, Tanrı k ad ar m ağfiretsiz olan babam ,
"Ben onu kastetm em iştim ," diye L egran din 'in sö zü n ü kesti.
"K ayın v alid em in b aşın a bir şe y gelirse, oralarda kendini y a p a -
yalnız hissetm esin diye so rd um tanıd ıklarınız o lu p olm adığı-
nı."
"H e r yerde o ld u ğ u gibi o rad a d a, hem herkesi tanırım ,
hem kim seyi tanım am ," d iye cevap verdi, öyle kolay kolay tes-
lim olm ayan Legrandin; "n esn eleri çok iyi, insanları pek az ta-
nırım. A m a o rad a nesneler bile birer in san a, az bulunur, h assas
bir m izaca sahip, hayatın h ayal kırıklığına uğrattığı insan lara
benzerler. Bazen bu, falezd e karşınıza çıkan küçük bir şatodu r:

136
G ök yü zü n de yükselen altın ayın, alacalı suları yararak sahile
dönm ekte olan teknelerin direklerine kendi flam asını çektiği,
kendi renkleriyle bo y ad ığı, pem beliğini hâlâ koruyan ak şam la
kederini pay laşm ak ü zere yolun k enarında du rur; bazen d e tek
başın a, çirkince, çekingen am a hayalperest, ö lüm sü z bir m utlu-
luk ve hayal kırıklığı sırrını b ütün gö zlerden gizleyen basit bir
evdir. Bu gerçeklikten y o k sun diyar," diye ekledi kurnazca bir
incelikle, "tam am en k u rg usal olan bu diyar, çocuklara göre bir
kitap değildir, zaten h üzne eğilim li olan küçük d ostum a, h assa s
yüreğine tavsiy e edeceğim tarz o lam az kesinlikle. A şk sırları-
nın ve gere ksiz pişm anlıkların iklim i, benim gibi g ö zü açılm ış
bir ihtiyara u y g u n düşebilir, am a henüz biçim lenm em iş bir m i-
zaç için d aim a zararlıdırlar. İnanın b an a ," diy e d ev am etti ısrar-
la, "y arı yarıya Breton olan o koyun suları, benim ki gibi artık el
d eğ m e m iş olm ayan bir yüreği, yarası dinm eyen bir yüreği sa -
kinleştirebilir, ki bu d a tartışılır. A m a sizin yaşın ızd a sakıncalı-
dırlar küçü k bey. İyi geceler sevgili ko m şu lar," diye ekleyerek,
her zam anki k açam ak sertliğiyle bizlerden ayrıldı, sonra geri
d ö n ü p do ktorlar gibi p arm ağ ı h avad a, m u ayen e son ucun u
özetledi: "E lli yaşın d an önce Balbec y asak, sonra da, kalbin d u -
rum una b ağlı!" d iy e bağırdı.
Babam , daha sonraki k arşılaşm alarım ız d a Legran din 'e bu
konuyu tekrar açtı, onu soru larla bunalttı, am a çabaları b o şa
çıktı; biz biraz d ah a ısrar etseydik, M. Legrandin , tıpkı sah te
parşöm en ler üretm ek am acıyla, d ah a kârlı ve fakat şerefli bir iş
y apm ak için h arcay acağı em eğin ve bilginin y ü z katını sarf e-
den âlim dolandırıcı gibi, öz kardeşin in Balbec'ten iki kilom etre
uzakta otu rd u ğu n u itiraf edeceğine, bize bir tav siye m ektubu
verm eye m ecbur olacağın a, A şağ ı N orm an d iy a'y a ilişkin bir
m anzara etiği ve göksel coğrafy a kurm ayı tercih ederdi, oy sa
bizim b u m ektuptan y ararlan m ay acağım ızd an kesinlikle emin
olsa -k i bü yükannem in kişiliğini kendi tecrübeleriyle gayet iyi
bild iği için em in olm alıydı a slın d a - vereceği tavsiy e m ektubu
onu b u k ad ar korkutm azdı.
A kşam yem eğinden önce Léonie H alam ı ziyaret edebilm ek
için, gezintilerim izden d aim a erken dönerdik. H avanın erken
karardığı m evsim başlangıcın da, Saint-Esprit S o k ağı'n a vardı-
ğım ız zam an, evin cam larında gün eş batışının y ansım aları, C al-
vaire orm anlarının bittiği yerde de, k oyu kızıl bir şerit olurd u
hâlâ; aynı şerit d ah a ötedeki göle de yansır, genellikle oldukça
keskin bir so ğu ğ u n eşlik ettiği b u kızıllık, zihn im de, gezintinin
şiirsel hazzın dan sonra bana obu rlu ğun , sıcağın ve din lenm e-
nin hazzını tattıracak olan tavu ğun k ızard ığı ateşin kızıllığıyla
birleşirdi. Yazın ise, aksine, biz ev e d ö n d ü ğ ü m ü z d e gü n eş he-
nüz batm am ış olurdu; Léonie H alam ı ziyaret ettiğim iz sırada,
gü n eşin alçalan, pencereye değen ışınları, kalın perdelerle kor-
donların arasına sıkışır, bölünür, dallan ıp budaklanır, süzülür,
lim on ağacın dan y apılm ış k onsolun üzerini küçük altın k ak m a-
larla süsler, odayı yand an , orm anların içindeki inceliğiyle a y -
dınlatırdı. A m a çok ender b azı günlerde, d ö n d ü ğ ü m ü z zam an,
konsol anlık kakm alarını çoktan kaybetm iş, Saint-Esprit Soka-
ğı'n a v ard ığım ızd a, cam ların üzerin de gü n e ş b atışın dan tek bir
yansım a bile kalm am ış, C alvaire'in eteğindek i göl, kızıllığını
kaybetm iş, bazen o pal rengine b ü rü n m üş olurd u, giderek ge -
nişleyen ve su d ak i çizgilerle çatlak çatlak olan u zu n bir ay ışığı
huzm esi, gölü boy d an boy a keserdi. Böyle ak şam lard a, eve
yaklaştığım ızda, kapının eşiğin de birinin d u rd u ğ u n u gö rür-
dü k; annem b ana, "A m an Tanrım! Françoise bizi bekliyor, h a-
lan endişelen m iş olm alı; biz d e çok geciktik," derdi.
Vakit kaybetm em ek için üstüm üzd ek ileri bile çıkarm ad an
hem en Léonie H alam ın o d asın a, onu yatıştırm aya, onun kur-
d u ğ u kötü şeylerin b aşım ıza gelm ediğin i gö sterm ey e koşardık;
halam ın d a gayet iyi bild iği gibi, "G u e rm an tes tarafın a" g id i-
lince, eve kaçta dönüleceği hiç belli olm azdı.
"Buy run Françoise!" derdi halam . "B en siz e dem edim mi,
G uerm an tes tarafına gitm işlerdir diye? Yüce Tanrım, kurtlar gi-
bi acıkm ış olm alılar! Sizin but d a bu k ad ar bekleyince k upkuru
olm uştur. Bu saatte gelinir m i hiç! D em ek G uerm an tes tarafına
gittiniz!"
"Ben sizin bildiğinizi san ıyord um , Léonie," derdi annem .
"F ranç oise'ın bizi, sebze bahçesinin küçük k ap ısın d an çıkarken
gö rd ü ğün ü zan n ed iy ordu m ."

138
C om bray çevresinde, gezinti yapılacak iki "taraf" vardı;
bunlar birbirlerine o k ad a r zıt yönlerdeydiler ki, ikisine gitm ek
için, ev den d ışarıy a, iki ayrı k apıdan çıkardık: Biri, yo ld a M.
Svvann'ın arazisinin önünden geçtiğim izden , Svvann'ların tarafı
diye de adlan d ırd ığım ız M eseglise-la-V ineuse tarafıydı, öbürü
de G uerm an tes tarafı. D o ğru y u sö ylem ek gerekirse, M eseglise-
la-Vineuse' ü, "o taraf" olarak tanıdım sadece, bir de p a za r gü n -
leri C o m b ray 'y e gezm ey e gelen insanlarını tanıdım ; bunlar, h a-
lam gibi bizlerin de "hiç tan ım ad ığı" ve burad an yola çıkarak,
"h erhald e M eseglise 'de n gelm iş" yabancılardı. G ue rm an tes'a
gelince, onu bir gün , am a çok dah a sonraki bir tarihte, çok dah a
fazla tanıyacaktım ; yeniyetm elik yıllarım boyunca, M eseglise
benim n azarım da, ufuk gibi u laşılm az, ne k ad ar uzak lara gid i-
lirse gidilsin, C o m bray 'y e benzem eyen bir arazinin kıvrım la-
rıyla gö zd en gizlenen bir şey di; G uerm antes ise daim a "o ta-
raf"ın , gerçekten ziy ad e zihin sel sınırı, ekvator çizgisi gibi, k u-
tup gibi, D oğ u gibi, ad e ta so yu t bir coğrafi ifade olarak görün -
m üştü gözüm e. O z am an lar M eseg lise 'e "G ue rm antes y olu y la"
ya da G uerm an tes'a M eseg lise yo luy la gitm ek, benim için batı-
ya d o ğ u yoluyla gitm ek k a d ar an lam sız bir ifadeydi. Babam
her zam an M eseglise 'de n , o gü n e dek g ö rd üğ ü en gü zel ova
m an zarası, G uerm an tes'tan d a, tipik nehir m an zarası olarak
sö z ettiği için, onları bu şek ilde, iki ayrı varlık olarak algılıyor,
zihnim izin yaratılarına m ah su s bütün lükle do natıyordu m ; her
birinin en u fak p arçası dah i d eğerliyd i benim gö zü m d e ve o ta-
rafın kendine özgü m ükem m eliyetini yansıtırdı, oy sa her ikisi-
nin de, kutsal toprakların a ay ak b asm ad an önce katedilen, ova
m an zarası tim sali ve nehir m an zarası tim sali sıfatıyla ü zerinde
yer aldıkları, tam am en m a d d i yollar, onlarla k ıyasland ığın da,
tıpkı tiyatro sanatın a vu rgu n bir seyircinin nazarında bir tiyat-
ronun yakınındaki küçük so k ak lar gibi, seyredilm eye d eğ m ez-
di. A m a hepsin den önem lisi, benim , ikisinin arasına, birbirle-
rinden kilom etre olarak uzaklık ların dan ziyade, beyn im de on-
lara ayırdığım iki bölm e arasın d ak i m esafeyi, yani nesneleri
uzaklaştırm an ın yanı sıra, ayıran ve başk a bir düzlem e oturtan
türden zihinsel bir m esafe k oym am dı. Bu sınırı d ah a d a m utlak
kılan bir başk a şe y de, aynı gün içinde, aynı gezinti sırasın da,

139
asla iki tarafa birden gitm em e, bir gün M eseglise tarafına, bir
başka gün G uerm antes tarafına gitm e alışkanlığım ızın, ikisini,
adeta birbirlerinden uzak ta, birbirlerine yabancı, farklı öğle
sonralarının kapalı ve birbiriyle bağlan tısız fanusların ın içine
hapsetm esiy di.

M eseglise tarafına gitm ek iste d iğim izd e, herhangi bir yere


gid er gibi, halam ın evinin Saint-Esprit So k ağı üzerin deki b ü -
yük kapısın dan (fazla uzu n bir gezinti olm ad ığı ve bizi fazla
u z a ğ a gö türm ed iği için, pek erken say ılm ay acak bir saatte, h a-
va k ap alı olsa bile) dışarı çıkardık. So kak ta silahçıyla selâm la-
şır, m ektupları p o sta k utu su n a atar, geçerken T h eodore'a, Fran-
çoise'm yağı veya k ah vesi k alm ad ığın ı haber verir ve M.
Svvann'm bahçesinin bey az çiti boyun ca uzan an yo ld an ilerle-
yerek kentin dışın a çıkardık. M. Svvann'm bahçesine d ah a v ar-
m adan , m isafirleri k arşılay an leylakların k o k u su n u duy ardık.
Leylakların kendileri de, gö lged e bile em dikleri gü n eşle p arla-
yan eflatun ya d a beyaz tüyden sorguçlarını, küçük, yeşil, kör-
p e yaprakların ın arasın d an , bahçe çitinin üzerin den m erakla
uzatırlardı. Bekçinin o tu rd uğu , O kçu Evi diy e anılan küçü k
tu ğla evin yarı yarıya gizle d iği leylakların pem be m inareleri
ise, evin gotik çatısından y uk arıya uzanırdı. Bu Fransız bahçe-
sinin içinde İran m inyatürlerinin canlı ve sa f tonlarını koruyan
bu genç hurilerin yan ın da, ilkbah arın nympha'lan b ay ağı kalır-
dı. Ben bu hurilerin esnek gövd elerin e sarılm ak, güzel kok ulu
başların ın yıldızlı buklelerini k endim e d o ğru çekm ek isterdim ,
am a annem le b abam Sw ann evlen diğind en beri Tansonville'e
gitm ediklerinden, bahçenin ön ünden, hiç du rm ad an , d ü m d ü z
geçer, bahçenin içine ba k ıy o rm u şu z izlenim i uyan d ırm am ak
için de, çit b oy un ca uzan ıp d o ğru d an tarlalara açılan yolu de-
ğil, yine tarlalara, am a çok d ah a uzakta bir noktaya çıkan, vere-
vine uzan an bir başk a yo lu izlerdik. Bir g ü n büy ük bab am b a -
bam a şö yle dedi:
"H atırlıyor m u sun u z, Sw an n d ü n karısıyla kızının R eim s'e
gideceğini, kendisinin d e b un d an yararlanıp P aris'te bir gün

140
geçireceğini söylem işti? H anım lar olm ad ığın a göre, bahçenin
önünden geçen yo ldan gidebiliriz, y o lu m u zu k ısaltm ış oluruz ."
Çitin ön ünde biraz durdu k. Leylak m evsim i sona erm ek
üzerey di; bazıları, narin kabarcıkları an dıran çiçeklerini, yük -
sek eflatun avizeler halin de sallan dırm ak tay dılar hâlâ, am a
yaprakların arasın da birçok yerde, dah a bir hafta önceki o g ü -
zel kokulu, d alg a d alg a köpüklerin yerini, k uru m uş, çekilm iş,
kararm ış, p ö rsü m ü ş, k ok u su z bir k öp ük alm ıştı. Büyükbabam ,
bab am a, M. Svvann'la birlikte, karısı ö ld ü ğü gün yaptıkları ge-
zintiden beri arazide nelerin aynı kaldığını, nelerin değiştiğini
gösteriyo rdu; bu fırsattan yararlan arak, o gezintiyi bir kere d a-
ha anlattı.
Ö n ü m üzde, gün eşin altında uzan an, kenarı latinçiçekleriy-
le bezeli, ağaçlı yol, d o ğru şato ya tırm anıyordu. Sağım ızd a ise,
bahçe, ak sin e d ü m d ü z uzan m aktay dı. Sw ann'ın annesiyle b a-
bası, çepeçevre yüksek ağaçların gö lgele d iği, sun i bir göl y a p -
tırm ıştı; ne var ki in san oğlu, en suni yaratıların da bile, m alze-
m e olarak tabiatı kullanır; bazı yerler daim a etraflarında kendi-
lerine öz gü bir hakim iyet kurarlar, bir bahçenin ortasına da,
tıpkı insan o ğlun u n her türlü m ü dah alesin d en u zaktay m ışçası-
na, ezelî d am gaların ı vururlar, konum ları gereği, zorun lu ola-
rak ortaya çıkan ve in san oğlun un eserinin üzerine binen bir
yalnızlık, onları her yerde çevreler. İşte bu şek ilde, suni göle
inen ağaçlı yolun altında da, iki sıra halinde, birbirine d olaşm ış
unutm abenilerden ve cezayirm enekşelerinden m ey dan a gelen,
suların yarı ışıklı, yarı gölgeli alnını çevreleyen o narin, m avi
d o ğa l çelenk olu şm u ştu; gö ld e saltan at süren, kılıçları şah ane
bir fütursuzluk la b ü k ülm ü ş glayöller, asalarının arm aları olan
m or ve sarı zam bakları, koyunpıtraklarının, ıslak ayaklı düğün -
çiçeklerinin üzerine, y ap rak y aprak döküyorlardı.
M ile Svvann'ın y ok lu ğu , -a ğ aç lı bir yolda karşım a çıkıver-
m esi gibi korkunç bir ihtim ali, Bergotte'la ark ad aşlık eden,
onunla birlikte katedralleri ziyaret eden ayrıcalıklı kız çocuğu
tarafın dan tanınm am ve aşağılan m am ihtim alini ortad an k al-
d ırd ığ ın d an - seyretm em e ilk kez izin verilen T ansonville'e ka-
yıtsız bir gö zle bak m am a sebep oluyord u; oysa büy ü kbabam la
babam ın nazarınd a, aksine, Tansonville'e ad eta fazlad an bazı

141
rahatlıklar, geçici bir gü zellik ekliyor, d ağlard a gezintiye çıkıla-
cağı gü n d e gö k y ü zü n d e tek bir bulut olm am ası gibi, o gün ü , o
tarafa yapılacak bir gezinti için özellikle elverişli hale getiriyor-
du; onların he sapları yanlış çıksın, M ile Sw ann bir m u cize sa -
yesinde, babasıyla birlikte, kaçm aya vakit b ulam ay acağım ız
k adar yakın ım ızda k arşım ızd a beliriversin ve böylece m ecbu-
ren kend isiyle tanışalım diy e d u a ediyord um . Bu y üzden , çi-
m enlerin ü zerinde, m antarı su y u n üstün d e yüzen bir oltanın
yanında un u tulm u ş, ad eta M ile Sw an n'in orad a olabileceğini
işaret eden bir sepet an sızın gö z üm e çarptığınd a, derhal b a-
bam la büyü kb abam ın dikkatlerini başk a tarafa çekm eye çalış-
tım. A slın da Sw ann o sırad a ev den ayrılm asının d o ğru o lm ad ı-
ğını, çünkü e v in d e ak rabaların ı m isafir ettiğini söylem işti, d o la-
yısıyla olta, m isafirlerden birine d e ait olabilirdi. A ğaçlı yollar-
d a hiçbir ayak sesi d u y ulm u y ordu . G örünm ez bir kuş, hangisi
o ld u ğ u belirsiz bir ağacın y ük sek dalları arasın d a g id ip gelerek
gün ü k ısaltm ay a çalışıyor, bir notayı u zatarak çevresindeki yal-
nızlığı keşfed iy ordu , am a bu yalnızlıktan aldığı cevap o k ad ar
kesin, kendisin e dö nen yankı, sessizlik ve kıpırtısızlıkla o k ad ar
y ü k lü y d ü ki, sanki dah a hızlı geçsin diye u ğraştığı ânı tem elli
d o n d urm uş oluyordu. Sa bitleşm iş olan gö kyü zün d en dökülen
ışık o k ad a r am an sızd ı ki, in san onun dikkatini çekm ek istem i-
yordu; u yk u su sürekli böcekler tarafından bölünen, rü yasın d a
herhalde hayalî bir M aelstrom akıntısı gören durgu n su bile,
ü stün d e yüzen m antarı, su y a yansıyan u çsuz bucaksız, se ssiz
gök y üzü n d e süratle sü rü kler gibi gö rü n d üğün d en , m antarı ilk
gö rd ü ğü m d e d u y d u ğu m heyecanı dah a d a artırıyordu; nere-
dey se dik kon um a gelm iş olan m antar, d alm aya hazırlanır gi-
biydi, M ile Sw an n 'la tanışm a arzu m u ve k ork um u bir yana bı-
rakıp balığın oltaya tak ıldığını kendisin e haber verm em gerekir
mi acaba diy e d üşü n m e y e b aşlam ıştım ; - tarlalara giden dar
yolda kendilerini izlem ed iğim e şaşıran b abam la büyük babam
bana seslenince, k oşarak onlara yetiştim . Yol bu ram buram ak-
diken kokuyordu. Çit, altarlara yığılm ış çiçeklerin altında k ay-
bolm uş bir dizi şap elde n o lu şm u ş gibiydi; gü neş, çiçeklerin al-
tındaki toprağın üzerine, ad e ta bir vitraydan geçercesine, k a-
fesli bir ışık d ü şü rü y o rd u ; çiçeklerin rayihası, tıpkı M eryem

142
A na yo rtu su n d a altarın önünde d u rd u ğ u m d a o ld u ğ u gibi b a y -
gın, çizd iği şeklin sınırları belirgindi; kendileri de sü slen m iş
olan çiçeklerin her biri, gö z alıcı erkekorgan dem etlerini, kilise-
de v aiz k ürsü sü n e çıkan m erdiveni, vitrayın çerçevelerini kafes
k afe s süsleyen ve çilek çiçekleri gibi etli bir beyazlıkla tom ur-
cuklanan dem etler k ad ar parıl parıl, incecik, ışıltılı dam arların ı
dalgın bir edayla uzatıyorlardı. Birkaç hafta sonra, bir nefesle
dağılıv eren pem be ipekten, d ü z bluzlarıy la, aynı güneşin altın-
d a, aynı kır yolun u tırm anacak olan yabangülleri, ak dikenlerle
k ıyaslan d ıkların da ne k ad ar saf ve köylü görüneceklerdi!
N e v ar ki, akdikenlerin önünde ne k ad ar d u ru p o gö rün -
m ez, sabit kokularını so lusam , on u ne y apacağın ı bilem eyen
zihn im e su n sam , bir k ayb edip bir b u lsam d a, çiçeklerin çocuk-
su bir neşeyle, kimi m üzik aralıkları gibi beklenm edik aralık lar-
la tek rarlad ığı ritm e ay ak u y d ursam da, bana hep bitm ez tü-
k enm ez bir bollukla aynı b üy ü y ü sunuyorlar, am a tıpkı y ü z ke-
re çalınsa d a sırrını k eşfedem ed iğim iz ezgiler gibi, d ah a derini-
ne in m em e izin verm iyorlardı. O nlara taze bir güçle y aklaşab il-
m ek için, bir iki dak ikalığına, başım ı b aşk a bir yöne çevirdim .
Çitin ard ın da yükselen, tarlalara açılan dik bayırda tek tük g e-
lincikler, ge ride k alm ış tem bel peygam berçiçekleri, bir d u v ar
halısındaki hâkim kır m otifinin, halının kenarlarına tek tük ser-
piştirilişi gibi, seyrek tom urcuklarla yam acı süslüy orlard ı; tıpkı
bir köye yaklaştığım ızı haber veren tek tük evler gibi, henüz
birbirlerinden u zak ve seyrek olm akla birlikte, b u ğ d a y b a şak la-
rının d algalan d ığı, bulutların küm elen diği u çsu z bucak sız d ü z -
lü ğ ü m üjdeliyorlardı bana; yağlı ve siyah şam an dırasın a bağlı
ipinin u cun d a yükselen, kırm ızı sancağın ı rü z gârd a d algalan d ı-
ran tek bir gelinciğin görün tüsüyle, kalbim , tıpkı alçak bir d ü z -
lükte bir kalafatçının onarm akta o ld u ğu ilk kayık görü n tüsün -
de, dah a denizin kendisini gö rm eden , "D en iz!" diy e b ağıran
bir seyyahın yüreği gibi çarpıyordu.
Sonra, bir süre b ak m a zsak d ah a iyi anlayacağım ızı zannet-
tiğim iz şaheserlere tekrar bakışım ız gibi, yine akdikenlere d ö -
n üyordum , am a gözlerim onlardan başk a şey görm esin diye el-
lerim i siper ettiğim halde, bende uyandırdıkları d u y gu , an laşıl-
m azlığını, belirsizliğini koruyor, ortaya çıkm ak, gid ip akdiken

143
çiçeklerine yap ışm ak için b oşu n a uğraşıy ordu . Çiçekler bu
d u y g u y u açıklığa k avuştu rm am a yardım cı olm uyo rlardı; başka
çiçeklerden de bir açıklam a istey em ezdim . O esn ada, b ü yü kb a-
bam , bana, en sevd iğ im iz ressam ın, bild iğim iz eserlerinden
farklı bir resm ini gö rd ü ğü m ü z d e veya o gün e dek sad ece kara-
kalem eskizini gö rm ü ş o ld u ğ u m u z bir tabloyla karşı k arşıya
getirild iğim izd e ya d a sad ece piy an o y la seslen dirilişin i işittiği-
m iz bir parçayı dah a sonra ork estradan din led iğim izd e hissetti-
ğim iz sevinci yaşatarak , Tansonville'in çitini işaret ed ip seslen -
di ve "Sen akdikenleri seversin , şu pem be ak dikene bak, ne g ü -
ze l!" dedi. Gerçekten d e bir ak diken di, am a pem beyd i ve be-
yazlardan d a güzeldi. O d a bir törene -a m a tesad üfi bir seçim -
le, özel olarak ona tah sis edilm em iş, öz ün d e tatil olm ayan , her-
hangi bir gü n d e k utlanan sosye tik törenlerin aksine, din sel tö-
renler gibi gerçek bir tören e- gid er gibi sü sle n ip püslenm işti,
fakat bunun süsleri dah a d a değerliy di, çünkü, Rokoko ü slubu
çoban değneklerini sarm alay an po n pon lar gibi, sü slenm edik
bir tek nokta b ırakm ay acak şekilde ü st üste binm iş çiçekleri
"ren kli"y d i, do layısıyla, pem b e bisküvilerin daha pahalı oldu -
ğu C am u s'n ü n dükkânın ın ya d a M eyd an 'd ak i "m a ğ a za"n ın fi-
yatların dan d a an laşılabilecek C om b ray estetiğine göre, dah a
ü stün nitelikliydiler. Ben de, içine çilek katıp ezm em e izin veri-
len pem be krem peynirini d ah a çok beğenirdim . Bu çiçeklerin
rengi de, yenecek bir şeyin ya d a çok önem li bir tören için diki-
len kıyafetin çok sevilen bir süsü n ün özel tonuyla aynıydı; bun-
lar, üstünlüklerinin n edeni açık old u ğun d an , çocukların gö zü -
ne en güzel gö rünen renklerdir ve bu y ü zd en de, oburluklarına
bir şey vaat etm ediklerini, terzi tarafın dan seçilm ediklerini an-
ladıktan son ra bile, çocukların n azarın d a diğer renklerden dah a
canlı, d ah a d o ğ al olm ayı sürdürürler. Hiç k uşk u su z, beyaz ak-
dikenler gibi pem benin d e çiçeklerindeki şenlik havasının y a-
p a y olarak, insan eliyle yaratılm ad ığın ı hem en h issetm iş, am a
pem be çiçekler k arşısın d a d a h a b ü yü k bir hayranlık d u y m u ş-
tum; tabiat kendiliğin den , bir altarı süsleyen köy esnafının saf-
lığıyla şenlik havasın ı ifad e etm iş, bu çalıyı aşırı süsleyerek kü-
çük çiçekleri fazlasıy la tatlı bir tona boy am ış, bir taşra-Rokoko
ü slub u yla bezem işti. D alların üst kısım larında, incecik dalları

144
önem li b ay ram lard a alların üzerin de ışıl ışıl parlayan , saksıları
dantelli kâğıtlarla k aplan m ış gül fidanlarına benzer, dah a açık
renkli yüzlerce m inik tom urcuk vardı; bunlar aralanınca, pem -
be m erm erden bir kadehin dibindeki gibi, kan kırm ızısı bir
renk görün üyor, tom u rcuklan dığı, çiçek açtığı her yerde m utla-
ka pem be açacak olan akdikenin kendine has, d ay an ılm az ö zü -
nü, çiçeklerden d ah a çok ele veriyorlardı. Çitin içinde yer alan,
am a çitin tam am ınd an , ev d e kalacak olan sabahlıklı insanların
ortasın da, gezm ey e gitm ek üzere giyinip süslen m iş bir genç kız
k ad ar farklı olan, M eryem A na ayinine hazırlanm ış, ad eta şim -
diden ayine katılan bu sofu, h arikulade çalı, tiril tiril pem b e el-
b isesiyle, gü lü m seyerek ışıldıyordu.
Ç alının arasın d an , bahçedeki ağaçlı bir yol gö rün üy o rd u;
yol kenarın daki yasem inlerin, m enekşelerin ve m ineçiçekleri-
nin arasın d a şebboylar, eski bir C órdo ba derisi k ad ar kokulu,
so lu k pem bed en k ö rpe keseciklerini açm ışlardı; çakılların ü s -
tünde, yeşile b oy an m ış, uzun, kıvrım kıvrım bir hortum , çok-
renkli dam lacıklarını, ü stün de ki çeşitli deliklerden, dikey, p riz-
m a şeklind e bir y e lpaze halinde, k o ku su nu so lu d u ğ u çiçeklerin
üzerine fışkırtıyordu. A nsızın old u ğum yerde d u rd um ; yalnız
b ak ışlarım ıza hitap etm eyen, daha derin algılar gerektiren, ben-
liğim ize bü tün üy le hâkim olan türden bir h ayalin k arşısın d ay-
m ışçasına, k ıp ırd ayam ıy ordum . G ezintiden d ö n üy o rm u ş gibi
görün en, kızıl-sarı saçlı bir kız, elinde bir bahçe beliyle, pem be
çillerle kaplı y ü z ün ü bize çevirm iş, bak m aktay dı. Siyah gözleri
parlıyordu ; güçlü bir izlenim i nesnel unsu rların a indirgem eyi
dah a son ra öğren m e diğim gibi o zam an d a b ilm ed iğim için,
gözlerinin rengini fark edecek "gö z lem ye ten eği"n e sah ip ol-
m ad ığım için, uzu n süre boyunca, onu her d ü şü n d ü ğü m d e ,
gözlerindeki parıltıyı, kendisi sarışın old u ğun d an , h ep keskin
bir gö k m av isi olarak h atırladım ; öyle ki, belki d e gözleri o ka-
d ar siy ah o lm asay d ı -ilk görü şte en çarpıcı özelliğiydi b u -
onun özellikle m av i gözlerine âşık olm ayacaktım .
O nu sey red iy ordu m ; ilk b aşta bakışlarım , gözlerin sö zcü sü
olm akla k alm ay ıp, pencerelerinden, endişeli, do n ak alm ış b ü -
tün d uyu ların eğildiği, baktığı beden e ve onunla birlikte ruh u-
na d a dokun m ak , onları ele geçirm ek, alıp gö türm ek isteyen

145
bakışlard an dı; ardından, büyük babam la babam ın o an da genç
kızı gö rüp beni u zak laştırm ak için önden k oşm am ı söylem ele-
rinden o k adar korktum ki, bilinçsizce yalvaran , on u benim le
ilgilenm eye, beni tanım aya zorlam a gayreti içindeki bak ışlar
yerleşti gözlerim e. Kız, b üy ü k b ab am la babam ı görm ek için
gözlerini ileriye, yan a çevirdi ve bizim gülün ç o ld u ğu m u z k a-
nısına varm ış olacak ki, kayıtsız, k üçüm ser bir tavırla d ö n üp
yüzün ü babam ların gö rü ş alanın dan kurtarm ak için kenara çe-
kildi; babam lar yürü m ey e d ev am ed ip on u görm eden önüm -
den geçtikten sonra, o, ban a çevirdiği ifad esiz bakışlarını, adeta
beni gö rm üy orm uşçasın a üzerim e dikti, bak ışlarınd ak i sabitliği
ve gizlem eye çalıştığı teb essü m ü n ü, bana öğretilen terbiye ku-
ralları çerçevesinde, hakaret dolu bir aşağılam an ın kanıtından
b aşk a bir şe y olarak yo rum lam am m üm kün d eğild i; o esn ad a
eliyle yaptığı u y g u n su z hareket ise, içim deki küçü k terbiye lü-
gatına göre, aleni bir biçim de bir y aban cıya y öneldiğin de, tek
bir anlam taşıyo rdu , o d a k üstahlık ifadesiy di.
Tiz ve otoriter bir sesle, "H a d i G ilberte, gelsene; ne y ap ı-
y o rsun ?" d iy e bağıran beyazlı hanım ı d ah a önce fark etm em iş-
tim; onun biraz ötesinde duran, pam u k lu k u m aşta n bir giysi
içindeki, tan ım ad ığım bir beyefendi, gözlerini ban a dikm iş, yi-
yecekm iş gibi bak m aktay dı; bunun üzerine gü lü m se m esi bir
an da siliniveren kız, bahçe belini alıp ban a b ak m ad an , uy sal,
an laşılm az ve sin si bir ed ay la uzak laştı.
İşte G ilberte adını ilk kez bu şek ilde d u y d um ; dah a birkaç
dak ik a önce b elirsiz bir h ayalken bir kişiy e d ö n ü ştü rd ü ğü kızı
bir gün bulm am ı sağ la y ac ak olan, belki de b an a verilm iş olan
bu tılsım dı. Yeşil h ortum d an çıkan su dam laları gibi serin ve
sert olan bu G ilberte adını yasem in lerin ve şebboyların üzerin -
de yankılanırken d u y d u m ; içinden geçtiği - v e tecrit ettiği- te-
m iz havayı, bu ism in, on unla birlikte yaşayan , sey ah at eden ta-
lihli insan lara işaret ettiği kişinin hayatındaki esrarla d old uru r-
ken, harelendirirken d u y d u m ; om zu m un hizasın daki pem be
akdikenin altın da, bu ism in sah ibiyle, benim asla içine girem e-
yeceğim m eçhul hayatıyla o talihli in sanlar arasın d ak i (benim
için bir işkence olan) yakınlığın özü nü sergilerken du y dum .
Bir ara, (u zak laştığım ız sırad a b üyükbabam , "Z avallı

146
Sw an n 'i ne d u ru m lara dü şürü yo rlar; kadın C h arlus'ü yle b aş
b aşa kalabilsin diy e ad a m ı evden gönderiyorlar! C h arlus'tü , ta-
nıdım kendisini! K ız d a bütün b u kepaz eliğe şah it o lu yo r!" d i-
ye m ırıldanırken), annesinin G ilberte'le konuşurken k ullan dığı
d espo tça tonun hatırası, G ilberte'in cevap verm em esi, bana
onun birine itaat etm ek zo run da o ldu ğun u, her şeyin üstün de
olm adığını gö sterdiğin d en , ıstırabım ı biraz din dirdi, içim de bir
u m u t uyan d ırd ı ve aşkım ın y o ğu n lu ğu n u azalttı. A m a çok geç-
m eden, ya G ilberte'in sev iy esin e çıkm ak ya d a onu kendi se v i-
yesin e indirm ek isteyen yaralı kalbim in tepkisiyle, aşkım yine
kabardı. O nu seviyo rdum , ona hakaret edecek, onu incitecek,
beni hatırlam aya zorlay acak vakti ve ilham ı b u lam ad ığ ım a h a-
yıflanıyordum . O k ad a r güz el bu lu yo rdu m ki onu, geri d ö n üp
o m u z silkerek, "Bence çok çirkin ve gülü n çsü nüz, iğreniyorum
siz d e n !" diye bağırab ilm ek isterdim . Bununla birlikte, on dan
u zaklaşıyor, yanım da d a, b un dan böy le hiç kaybetm em ek ü ze-
re, çiğnenm esi im k ânsız tabiat kanunlarının benim gibi çocuk-
lara erişilm ez kıldığı m u tluluğun ilk örneğini, kızıl saçlı, teni
pem be çillerle kaplı, elinde bir bahçe beli tutarak gülen ve ban a
uzu n, sinsi ve ifad esiz bak ışlar yönelten bir kız çocuğunun su -
retini götürü yordu m . H em onun, hem d e benim birlikte d u y -
d u ğ u m u z adının, p em b e akdikenlerin altına bir tü tsü gibi y a y-
dığı büy ü, on unla ilgili her şeyi, büyükbabam ların tanışm ak şe -
refine nail o ld u ğ u b üyükbabasın ı, yüce sarraflık m esleğini, P a-
ris'teki evinin b u lu n d u ğu , ıstırap kaynağı C h am ps-E ly sées
sem tini ele geçirm ekte, sarm alam akta, kendi rayihasıy la d o l-
d urm ak ta gecikm eyecekti.
"L é on ie," d e d i büyü k bab am eve d ö n d üğ ü m ü zd e, "b u ö ğ -
leden son ra keşke sen de yanım ızda olsaydın. Tansonville'i
görsen tanıyam azsın. C esaret edebilseydim , o çok sev diğin
pem be akdiken lerden bir d al keserdim senin için." B üy ükba-
bam , belki Léonie H alam ı eğlen dirm ek için, belki de onu dışarı
çıkm aya ikna etm e u m u d u n u tam am en kaybetm ediğin den, ge -
zintim izi bu şek ilde anlatıyordu. H alam o araziyi eskiden çok
severdi, ayrıca k apısını herkese k apadık tan sonra, kab ul ettiği
son ziyaretçi Sw ann olm uştu. H alam , artık Sw ann kendisini
y o klam ay a geld iğ in d e (evim izde hâlâ ziyaret etm ek için izin is-

147
tediği tek kişi halam dı), yorgun o ld uğu n u , am a gelecek sefer
ziyaretini kabul edeceğini bildirdiği gibi, o ak şam da, "E vet,
havan ın gü zel o ld u ğ u bir gün , arabay la bahçenin k apısın a k a-
d ar gid e ce ğim ," dedi. Bu sözlerinde sam im iy di. Sw an n 'i ve
Tansonville'i tekrar görm eyi isterdi, am a b u arzu su , k alan g ü -
cünün tam am ını tüketiyordu; arzun un gerçekleştirilm esi bu
gü cü aşardı. Bazen güz el h av ay la b iraz canlanır, yatak tan k al-
k ıp giyinirdi; dah a yan o d ay a geçm eden yorgunluk başgösterir,
y atağın a dö nm ek isterdi. H alam da b aşlam ış olan, -ge n ellik le
gö rü ld ü ğ ü n d e n d ah a genç bir y a şta - ölüm e hazırlanan, k o za sı-
na çekilen yaşlıların o her şeyden vazgeçişleriy di; bu o lgu , u z a -
yan hayatların sonların da, birbirine b üyük bir aşk la b ağlan m ış
eski sev gililerin, en y o ğu n m an evi b ağları k u rm u ş d ostların
arasın d a bile gözlenir; bir n oktad a, birbirlerini gö rm ek için ge-
rekli y o lcu lu ğu ya d a evden çıkışı y apm ak tan vazgeçerler, y a-
z ışm a z olurlar ve bu h ayatta bir d ah a görüşm eyecek lerini bilir-
ler. H alam d a Sw an n 'i bir d ah a görem eyeceğini, ev den asla d ı-
şarı çıkm ayacağını gay et iyi biliyor olsa gerekti, am a sanırım
b u kesin k apan ışı bizim n azarım ız da d ah a d a acıklı kılan se -
bep, halam için in zivayı k olaylaştırıyordu: H alam ın , gü cü n d e
gü n be g ün hissettiği azalm a, onu od asın a h ap so lm ay a zo rlu -
yor, her faaliyeti, her hareketi, bir yorgunluk, hattâ bir ıstırap
haline getird iğin den, hareketsizliğe, yaln ızlığa ve sessizliğe ,
dinlenm enin tazeleyici, kutsal hu zuru nu kazan dırıyordu.
H alam pem be ak diken çalısını görm ey e gitm edi, am a ben
sürek li an nem le b abam a h alam ın Tansonville'e g id ip gitm e ye-
ceğini, eskiden ne k ad ar sık gittiğini soruyor, onları, M ile
Sw an n 'in b an a tanrılar k ad a r yüce gö rünen an nesiyle babası,
d ed esiy le ninesi hakk ında k on uşturm aya çalışıyordum . A nnem
ve b ab am la y aptığım sohbetlerde, benim için neredeyse m itolo-
jik bir niteliğe b ü rü n m üş olan Sw ann ism ini d u y m a ihtiyacıyla
y an ıp tutuşu y ordum ; b u ism i k endim telaffuz etm eye cesare-
tim yoktu, am a onları G ilberte ve ailesine ilişkin, kendim i on-
dan uzakta, sürg ü n d e hissetm eyeceğim konulara çekm eye çalı-
şıy o rdu m ; örneğin ansızın, büyükb abam ın m em uriyetiyle ilgili
olarak, ailem izd e dah a önce bir başk asın ın d a aynı m evkid e
b u lun d u ğ u n u veya Leonie H alam ın görm ek istediği pem be ak-

148
diken çalısının belediye araz isin e dahil oldu ğu n u zan nederm iş
gibi yapıyor, babam ı, yanlışım ı dü zeltm ek, gü y a ben istem e-
den, kendiliğin den "Yok canım , Swann'm b ab ası bulunm uştu o
m evkid e, o çit Swann'm arazisin e d ah il," dem ek zo run d a bıra-
k ıyordum . Bunun üzerine, derin bir nefes alm am gerekiyordu,
çün kü önceden içim den tekrarladıkça ağırlığı artan ve işitti-
ğim d e b an a diğer bü tü n isim lerden d ah a do lu, dah a y oğun g e -
len b u isim , içim de so n suz a d ek yazılı o ld u ğu yere gelip otur-
d u ğ u n d a, ağırlığıyla nefesim i k esiy ordu. Bana verdiği hazzı
an nem le b ab am d an talep etm e cüretini gö sterm iş olm ak beni
utan d ırıyordu , çün k ü o k ad ar b ü yü k bir hazdı ki bu, kendileri
için bir h az olm adığı h alde onu ban a sun m aları, hem karşılık-
sız, hem d e b ü yük bir zah m et gerektirm işti m uhtem elen. Bu
y ü zden ölçülü d av ran ıp k on uyu değiştiriyordum . Bu dav ran ı-
şım d a kurun tunun d a payı vardı. Sw an n ism ine yükled iğim
b enzersiz cazibenin tam am ını, telaffu z edildiği an d a bu isim de
bu luy o rd u m . O zam an birden, an nem le babam ın d a bu cazibe-
ye m utlak a kapıldıklarını, benim b ak ış açım ı paylaştıklarını,
hayallerim i onların d a g ö rd ü ğ ü n ü , b ağışlad ığın ı, be n im sed iği-
ni dü şünüyor, sanki onları yenilgiye uğratm ışım , baştan çıkar-
m ışım gibi ü zülüy ordum .
O yıl, annem le b ab am , P aris'e d ö n ü ş için her zam ank ind en
d ah a erken bir tarih belirlediler; yola çıkılacağı gün ü n sabahı,
fotoğrafım çekileceği için saçlarım kıvırtılm ış, üzerim e k adife
ceket giydirilm iş, yepyeni bir şap k a özen le b aşım a yerleştiril-
m işti; annem beni her yerde arad ıktan sonra, T ansonville'e biti-
şik küçük patik a da, gö zy a şları içinde bu ldu; dikenli dallarını
k ucak lam ış, akdikenlere v e d a etm ekteydim , üstün d eki an lam -
sız süsle ri k aldıram ay an bir trajedi pren sesi m isali, buklelerim i
binbir özenle alnım da toplam ış olan m ün asebetsiz ele karşı
nankörlü k etm iş, saçlarım ın sarıld ığı kâğıtları yo lm uş, yeni
şap k am la birlikte yerlere fırlatm ıştım . A nnem gö zy aşlarım dan
etkilenm edi, am a delinm iş şapk am ı, m ah vo lm u ş ceketim i gö-
rünce kendini tu tam ayıp bir çığlık attı. A m a ben on u d uym a-
yıp, a ğlam a y a de v am ettim. "B enim zavallı akdiken ciklerim ,"
diy o rdum , "siz olsan ız beni üzm ez, zorla gö nderm ezdiniz. Siz
beni hiç üzm ediniz! Ben d e sizi ölünceye k ad ar se veceğim ."

149
G ö zy aşlarım ı siliyor, büyü yü n ce d iğer in san lar gibi saçm a sa -
p an bir hayat sürm eyeceğim e, Paris'teyken bile, bah ar m ev si-
m ind e ziyaretlere g id ip aptalca k on uşm alar dinlem ek yerine,
kırlara g id ip ilk akdikenleri göreceğim e sö z veriyord um kend i-
lerine.
M eseglise tarafına y aptığım ız gezintilerde, tarlalara bir kez
u laştık m ı, akdiken ler yol boyu bizi hiç terk etm ezlerdi. G örü n -
m ez bir ge zgin gibi sürekli akdikenlerin ü stün d e d o laşan rü z -
gâr, benim n azarım d a C om bray'n in ayırıcı özelliğiydi. H er yıl,
C o m b ray 'y e ilk vard ığım ız gün, gerçekten o rad a o ld uğ u m u
hissetm ek için, tarlaların arasın da koşan rüzgârı b ulm aya çıkar,
onun ardın d an ben de k oşardım . M eseglise tarafın da, o kubbe
biçim ind eki d ü zlü ğü n üstün de, kilom etreler boyunca hiçbir en-
ge be ye rastlam ay an rüzgâr, h ep y anınızda olurdu. M ile
Svvann'ın sık sık birkaç gü n lü ğün e L ao n 'a gittiğini biliyordum ;
L aon C om b ray'd e n kilom etrelerce uzak ta o ld u ğu halde, arad a
hiçbir engel b u lun m am ası m esafeyi kısaltır, sıcak öğle so n rala-
rında, ufuk tan gelen bir esintinin, en uzaktaki b u ğ d a y b aşak la-
rını eğd iğini, g ö z alabildiğin e uzan an d ü zlü ğe bir d alg a gibi
yayıld ığın ı ve ılık bir m ırıltıyla, ayaklarım ın dibindeki evliyaot-
larının, yoncaların arasın d a tükendiğini gö rd ü ğü m d e, ikim izin
pay laştığı bu ova, adeta bizi yaklaştırır, birleştirirdi; bu esinti-
nin, onun d a yakın ından geçtiğini, on dan bana an lay am adığım
bir haber getirip k ulağım a fısıldad ığını düşün ür, y anım dan g e -
çerken on u kucaklardım . So ld a, C h am p ieu (rahibin açıklam ası-
na göre Campus Pagani) ad ın d a bir köy vardı. S ağd a, b u ğ d ay la-
rın ötesinde, Saint-A ndre-des-C h am ps K ilisesi'nin oym alı, rus-
tik çan kuleleri gö rülürd ü; b u ğ d ay b aşak ları gibi bu iki kule de,
ince uzun , kabuk lu, petek petek, hareli, sararm ış ve pürtüklüy-
düler.
Elm a ağaçları, sim etrik aralıklarla, başk a hiçbir m ey ve a ğ a -
cının y apraklarıy la karıştırılam ayacak yapraklarının benzersiz
süslem esin in ortasın d a, b ey az saten den geniş taçyaprakların ı
sergiler ya da utan gaç, pem b e tom urcuk dem etlerini sallandı-
rırlardı. Elm a ağaçlarının, gün eşli toprak üzerin deki y u varlak
gölgesin i ve batan güneşin, yaprakların arasın da yanlam asına
d o k u d u ğ u , bab am ın baston uyla d ü rtü p asla yerinden oynata-

150
m ad iği o elle tutulm az, yaldızlı ipekleri ilk kez M eseglise tara-
fın da fark ettim.
Bazen, kaçak, parıltısız, beyaz bir ay, sah neye dah a geç çı-
k acak olan bir k adın oyuncunun, kendi sokak kıyafetiyle, ilgi
çekm em ek için silikleşerek birkaç dakik a boyunca salon dan ar-
k ad aşlarım seyretm esi gibi, bir bulut m isali, öğle sonrasın ın g ö-
ğün den geçerdi. Ayın suretini tablolarda, k itaplarda bulm aktan
hoşlanırdım , am a bu san at eserleri -en azın dan ilk yıllarda,
Bloch gözlerim i ve zihnim i dah a ince ahenklere alıştırm adan
önce sev d ik le rim - resm ettikleri ayı şim d i gü zel bulacağım , o
zam an lar ise tan ıy am ayacağım san at eserlerinden çok farklıy-
dılar. Bunlar, Saintine'in rom anları, G leyre'in m an zara resim leri
gibi, ayın, gö k y ü zü n d e g ü m ü ş bir orak m isali, keskin çizgilerle
belirdiği, tıpkı benim kendi izlenim lerim gibi n aif ve noksan
eserlerdi, büyükann em in kız kardeşleri, bunları sev m em e kı-
zarlardı. O nlar, çocukların önüne, o lgu n lu k çağın d a kesinlikle
hayran olun acak eserlerin k on m ası gerektiğini, çocukların, d a-
ha b aştan bu eserleri severek zevk sahibi olacaklarını d ü şü n ür-
lerdi. H erhalde estetik değerleri m ad d i nesneler olarak gö rü-
yorlar, dikkatli bir zihnin onları ister istem ez algılay acağın ı, bu
değerlerin karşılıklarını kendi bün ye sin d e, ağır ağır o lgu n laş-
tırm aya ihtiyaç d u y m ayacağın ı düşü n üy orlard ı.
M. Vinteuil, M eseglise tarafın da, bü yü kçe bir gö lcü ğü n kı-
yısın da, sırtını çalılık bir bayıra verm iş bir ev olan Mont-
jou v ain 'd e otururd u. Bu y ü zd en de, gezintilerim iz sırasın d a sık
sık, bir bugiyi son sü rat süren kızıyla karşılaşırd ık. Birkaç yıl
sonra, onu artık tek başın a değil, hep yanınd a kendisin den y a ş-
ça b ü yü k bir kız ark ad aşıy la birlikte gö rür olduk ; yörede kötü
bir şöhreti olan bu kız, gün ün birin de M ontjouvain'e kesin ola-
rak yerleşti. "Z avallı M. Vinteuil'ün kızına olan sev gisi, gö zleri-
ni kör etm iş olm alı ki, herkesin k o n u ştuğ u şeyi görem iyor, yer-
siz bir kelim e d uy m a y a taham m ül edem ezken , kendi evinde,
kızının böyle bir kadını barındırm asına izin veriyor," deniyor-
du. "D e diğin e bakılırsa, üstün nitelikli, pırlanta yürekli bir ka-
dın m ış, m ü ziğe istid adı geliştirilseym iş, o lağ an ü stü bir yetene-
ği olurm uş. N e var ki kızıyla m üzik k o n u sun d a faaliy et gö ster-
m edikleri açık." M. Vinteuil gerçekten bunları söy lü y ordu ; in-

151
sanların, tensel ilişki kurdukları her şah sın anne b abasın d a, d a -
im a m anevi üstün lükleriyle hayranlık uyand ırm aları ilginçtir.
H ak sız yere kınanan fiziksel aşk, her insanı, içindeki bütün iyi-
liği, fedak ârlığı açığa çıkarm aya öylesine m ecbur eder ki, bu
özellikleri, yakın çevrelerinde de dikkati çeker. F iziğiyle çelişen
"h a in " rolünü, tok sesi ve kalın kaşları say esin de, aslın d a layık
o lm adığı, sarsılm a z "y ard ım sev er h u y su z" şöhretine katiyen
gö lg e d ü şü rm e den , gönlünce oynayabilen D oktor Percepied,
rahip dah il herkesi gözlerind en y a şlar gelinceye k ad ar gü ld ü re -
rek, fütursuzca, "C an ım !" diy ordu , "M ile Vinteuil'le ark adaşı,
m ü zik le uğraşıy orlarm ış. Şaşırdın ız galiba. Ben bilem iyorum
d o ğru su . Ü stat Vinteuil dün kend isi sö yledi. C an ım , bu kızın
d a m ü ziğ i sev m eye hakkı var. Ben çocukların san ata istid atları-
nın en gellenm em esi gerektiğini d üşü n üy o ru m . G ö rün ü şe b ak ı-
lırsa Vinteuil d e öyle dü şün üy or. Ayrıca kendisi d e kızının ar-
k ad aşıy la m üzik al faaliyetlere katılıyor. O ev de m üzikten geçil-
m iyor yahu! N iy e gü lüy o rsu n u z canım ? Yalnız b iraz fazla u ğ -
raşıyo rlar m üzikle. G eçen g ü n m ezarlığın orad a Ü stat Vin-
teuil'e rastladım . B acakları tu tm uyo rd u."
M. Vinteuil'ün o dön em de, tanıdığı kişileri gö rm ezde n ge l-
diğini, onları gö rd ü ğü n d e başını çevirdiğini, birkaç ay içinde
yaşlan d ığın ı, kederine gö m ü ld ü ğ ü n ü , am acı do ğru d an kızının
m utlu lu ğu olm ayan her türlü çabadan vazgeçtiğini, bütün bir
gü n ü karısının m ezarı b a şın d a geçirdiğin i bizim gibi fark etm iş
olan birisinin, ad am ın k ed erden ölm ek üzere old u ğu n u an la-
m am ası, d e d ik o du ların fark ın d a olm adığın ı zann etm esi biraz
zordu. M. Vinteuil söylentileri duyuyor, belki inanıyordu da.
Belki en faziletli insan bile, en açık seçik biçim de k ınadığı sa -
pıklıkla bir gü n iç içe y a şam ay a , koşulların k arm aşıklığı nede-
niyle zorlan abilir - zaten on unla ilişkiye girm ek ve ona acı çek-
tirm ek üzere, çeşitli n edenlerden ötürü çok sev d iğ i bir insanın,
bir ak şam k i garip sözleri, an laşılm az tutum u gibi, çeşitli özel
kılıklara bürün en b u ah laksızlığı tam olarak tan ıyam az da.
A m a M. Vinteuil gibi bir ad a m için, yanılarak sad ece bohem
çevrelere h as zan n ettiğim iz bir d uru m a boyun eğm ek, b aşk a
insan lara kıyasla çok d ah a b üyük bir işkence olsa gerekti; bir
çocukta, bazen gözlerinin rengi gibi, sırf babasının ve annesinin

152
m eziyetlerini bir araya getirerek, do ğru d an tabiatın geliştirdiği
bir ah lak sızlık, ne zam an kendine gerekli yeri ve gü ve n liği sa ğ -
la m a ihtiyacı d u y sa, böy le bir du rum ortaya çıkar. Yine d e M.
Vinteuil'ün kızıyla ilgili m uhtem el bilgisi, ona b esle diği, tapın-
m ay a varan sev ginin azalm ası sonu cun u d o ğu rm uy o rd u . So-
m ut gerçekler, inançlarım ızın y a şad ığ ı âlem e n üfu z ede m ez, bu
inançları d o ğurm ad ık ları gibi, öldürem ezler de; onları sürekli
olarak y a lan lasalar d a, zay ıflatam azlar; ardı ark ası kesilm eyen
bir felaketler veya hastalıklar silsilesi, bir aileyi, Tanrının iyiliği
ya d a aile do kto run un yeteneği k on usun da şü ph ey e d ü şü re -
m ez. A m a M. Vinteuil'ün, kızıyla kendisini kötü şöhretleri açı-
sın d an , başk alarının b akış açısından d ü şü n d ü ğ ü n d e , to plu m -
d ak i saygın lıklarını ölçm eye çalıştığın da verdiği to plum sal hü-
küm , kendisin e karşı en düşm an ca hisleri besleyen bir
C om bray'linin hü km ü nden fark sızdı; kendini kızıyla birlikte
çukurun dibin d e gö rüy ordu , dav ranışların d a, bir süredir, b ü -
tün d üşü şlerin neredeyse otom atik so nucu olan bir tevazu,
kend inden dah a y u k arıd a bulunan , (o gün e k ad ar k en disinden
çok daha alt sev iyed e b ulu n m uş d a olsalar) kend inden üstün
g ö rd ü ğ ü kim selere karşı bir say gı, onların sev iyesin e yü k sele-
bilm e çab ası gö rülüy ord u. C o m bray so k ak ların dan birinde
Svvann'la y ü rü d ü ğü m ü z bir gün, bir b aşk a so kak tan çıkan M.
Vinteuil, ansızın bizim le k arşılaşın ca, bizi görm ezde n gelm eye,
k açm aya vakit bulam am ıştı; o gün e k ad ar M. Vinteuil'le tek ke-
lim e ko n uşm ayan Svvann, kendi ahlaki önyargılarının yerle bir
o ld u ğu sırad a başk aların ın y ü z karasını, onlara teveccüh g ö s -
term ek için bir seb ep kabul eden, gösterdiği teveccühün, m uh a-
tabı için ne k ad ar değerli old u ğ u n u h issed erse, kendi izzetinef-
si d e o k adar ok şan an bir so sye te m en su bun un kibirli m erh a-
m etiyle, M. Vinteuil'le u zun uzu n sohbet etm iş, v e d alaşm a d an
önce de, kızını bir gün Tansonville'e, oyun o y nam aya gö n d e r-
m esini rica etm işti. İki yıl önce olsa, bu d av e t M. V inteuil'ü k ız-
dırırdı, am a şim d i öyle y o ğun m innet d u y gu ları u yan dırıyord u
ki içinde, daveti kabul etm ek gibi bir ölçüsüzlük y ap m am ay a
m ecbur hissed iy o rd u kendini. Sw an n'ın, kızm a yönelik n ezak e-
ti, kendi başın a öylesine şerefli ve değerli bir destek gibi g ö rü -
n üy ordu ki M. Vinteuil'e, bu desteği saklam anın platonik h az-

153
zını y aşay ab ilm ek için, belki d e ondan hiç yararlan m am asın ın
d ah a do ğru olacağını d ü şün üy ord u .
Sw ann yanım ızdan ayrıldıktan sonra, M. Vinteuil, "N e ka-
d ar m ükem m el bir insan!" dedi, esprili ve güzel burjuva k adınla-
rın, çirkin ve aptal da olsa, büyü sün e kapıldıkları bir d üşese b es-
ledikleri coşkulu saygıyla. "N e k adar m ükem m el bir insan! Son
derece u y gun su z bir evlilik yapm ış olm ası büyük talihsizlik!"
Bunun üzerine, en içten insanlar bile riyakârlıkla y o ğrul-
m uş o ld u ğ u n d an ve birisiyle ilgili, o kişi sırtını d ö n d ü ğ ü an ifa-
d e ettikleri fikirlerini, k endisiyle kon uşurk en bir kenara bırak-
tıklarından , annem le b abam da, M. Vinteuil'le birlikte Sw ann'
m evliliğine y an ıp yakıldılar, çün kü onunla aynı türden n am us-
lu in san lar sıfatıy la, ortak ilkelere ve kurallara istinaden k o n uş-
tukları için, M on tjouvain 'de çiğn en m ediğin i zım nen kabul et-
tikleri ilkeler ve kurallar adın a hareket ediyorlardı. M. Vinteuil
kızını S w an n 'lara gö nd erm edi. Buna en çok hayıflanan, Sw ann
oldu. Ç ün kü M. Vinteuil'le her k arşılaşm asın ın hem en ardın-
dan, kend isin e ne zam an dır bir şey so racağını, onunla aynı so -
yadını taşıyan, zannm ca ak rabası olan birisi h akkınd a bilgi iste-
yeceğini hatırlıyordu. Bu k arşılaşm an ın ard ın d an d a, M. Vin-
teuil kızını Tansonville'e gön d erd iğin d e, ona soracağı şeyi
u n utm ayacağın a sö z verm işti kendi kendine.
M eseglise tarafına y ü rü y ü ş, C om b ray civarın daki iki ge-
zinti seçen eğim izden d ah a k ısa olanı v e bu y ü zd en de belirsiz
h avalard a tercih edilen iydi; M eseglise tarafın da iklim , oldukça
yağışlıy dı, d olay ısıyla, sık ağaçlarının altına her an sığın abil-
m ek için, R o ussain ville O rm am 'n dan fazla u zak laşm am ay a
özen gösterirdik.
G ün e ş sık sık yu varlaklığın ı b ozan bir b ulutun arkasına
saklanır, bu lutun kenarlarını sarartırdı. H ayatın d u rm u ş gibi
gö rün d ü ğ ü kırlarda, aydınlık sürm ekle birlikte parlaklık yok
olurd u; küçük R ou ssain v ille köyün ün b ey az siv ri çatıları, k a-
bartm a halinde, inanılm az bir incelik ve ustalıkla gök y üz ün d e
şekillenirdi. H afif rüzgârın h avay a sa v u rd u ğ u bir karga u zak -
lard a tekrar yere düşer, b ey azlaşan gö k y ü zü fo nunda, orm an la-
rın uzak taki kısım ları, eski m alikânelerin duv arlarını süsleyen
tekrenkli resim lerdeki gibi, d ah a m avi görün ü rdü .

154
A m a bazen de, gö zlük çü nü n vitrinindeki nem ölçerin teh-
didi gerçekleşir, y ağm u r y ağm ay a başlardı; su dam laları, hep
birlikte u çu şa geçen göçm en k uşlar gibi, sık saflar halin de iner-
d i gö k yüzü n d en aşağı. Bu d am lalar birbirlerinden hiç ayrıl-
m azlar, süratli yolculuk ları esn asın d a rasgele hareket etm ezler;
her biri kend i yerini koru yarak onu izleyen d am lay ı kendine
çeker v e gö k y üzü nü , gö ç eden kırlangıçlardan d ah a fazla ka-
rartırlar. Y ağm urdan k açıp orm ana sığınırdık. D am laların yol-
culu ğu bitm iş gibi görünürken , daha gü çsüz , d ah a ağır bazı
d am lalar y ağ m ay a d ev am ederdi. A m a d am lalar yapraklard an
ho şlan dığı için, biz sığ ın ağım ız d an d ışarı çıkardık, toprak nere-
d e y se kurum uşken, hâlâ bazı d am lalar yaprakların dam arları
ü zerin de oyalanır, y ap rağın ucun a asılır, sonra dinlenm iş bir
halde, gü n eşte parlay arak , ansızın kendilerini bırakıp daldan
aşa ğ ı boy lu boyunca k ayar ve b urn um uza düşerdi.
Y ağm urdan kaçm ak için Saint-A ndré-des-C h am ps K ilise-
s in in su n du rm asın ın altına, taştan azizlerin ve ilk p ey gam b er-
lerin arasın a sığ ın d ığım ız d a olurdu. Tam bir F ransız k ilisesiydi
bu! K apının ü stün d e, azizler, ellerinde birer zam b ak tutan şö-
valye-krallar, d ü ğ ü n ve cenaze törenleri, m uhtem elen Fran-
çoise'ın hayal edeceği şekilde canlandırılm ıştı. H eykeltıraş,
A ristoteles ve V ergilius'a ilişkin kim i anekdotları da, tıpkı Fran-
çoise'ın m utfakta sık sık A ziz L o uis'd e n , kendisini şah sen tam -
m ışçasın a ve genellikle de, onun k ad ar "a d il" olm ayan b ü y ü k -
b ab an d an utand ırm ak am acıyla araların d a bir k arşılaştırm a ya-
parak sö z ettiği şekilde anlatm ıştı. O rtaçağ sanatçının ve (XIX.
y ü zy ıld a d a var o lm aya dev am eden) ortaçağ k öy lü sünün , an-
tikçağ veya H ıristiyanlık tarihi k on u sun dak i, saflıkları ve yan -
lışlıklarıyla dikkati çeken tem el bilgilerini, k itaplard an değil,
hem eski, hem d e d o lay sız olan, kesin tisiz, sözlü , özü nden sa p -
m ış, tanınm az hale gelm iş, y aşay an bir gelenekten öğrendikleri
hissedilirdi. Saint-A ndré-des-C h am ps K ilisesi'nin go tik heykel-
lerinde po tansiyel halde, kehanet sonu cu m evcut bir başk a
C om b ray'li tanıdık da, C am u s'n ü n genç çırağı Théodore'du.
Zaten Françoise d a T h éodore'u o k ad ar hem şerisi ve ç ağd aşı
olarak g ö rü rd ü ki, Léonie H alam çok h asta olup d a Françoise
kendisini y atağ ın d a çevirm eyi, koltuğun a götürm eyi tek başına

155
becerem ediği ve yardım a ihtiyaç d u y d u ğ u zam an, bu laşıkçı kı-
zın yukarı çıkıp halam ın "gö z ü n e girm e si"n d en se, T heo dore'u
çağırm ayı tercih ederdi. Fesat k u m k u m ası olarak haklı bir şö h-
ret ya p m ış olan bu çocuk, Sain t-A nd re-des-C h am ps K ilisesi'ni
süsleyen ruhla ve Françoise'ın "za v allı h astalar"a, "za vallı ha-
n ım ı"n a gö sterilm esi gerektiğini d ü şü n d ü ğ ü say g ı h issiy le öy-
lesine d o lu y d u ki, halam ın başını yastıktan kaldırırken, y ü zü n -
d e beliren saf ve gayretkeş ifade, bay gın M eryem A n a'n ın etra-
fında, ellerinde m um larla dö rt dönen, k abartm alard ak i küçük
m eleklerin ifad esin e benzerdi; sanki o gri v e çıplak, taştan çeh-
reler, kış m evsim in d e orm anlar gibi u yk uday d ılar, beklem e-
dey diler ve Theodore'unki gibi say g ıd e ğe r ve açık göz , o lgun
bir elm a kırm ızılığıyla aydınlanan say ısız halk ad a m ı çehresin-
d e tekrar canlan m aya hazırdılar. Bu küçük m elekler gibi taşın
üstün e oy ulm ay ıp su n d u rm ad an b ağım sız , ad e ta ıslak to prağa
b asm am ak için taburenin üstün e çıkm ışçasın a k aid e üzerine
otu rtulm uş, gerçekten dah a iri boy utlard aki, ay akta duran azi-
ze heykeli, yörenin köylü kadınlarının d o lg u n yanakların a, bir
çuvalın içindeki olgun salkım lar gibi giysisinin kıvrım larını şi-
şiren, diri gö ğüslerin e, d ar alnına, k ısa ve isy an k âr burnu na,
içine göm ük gözlerine, sağ lam , d u y gu su z , cesur h av asın a sa -
hipti. H eykele b ek lem ediğim bir h oşlu k katan bu benzerlik, ço-
ğ u kez, bizim gibi y ağm urd an korun m ak üzere kiliseye gelen
bir köylü kızı tarafından do ğrulan ırd ı; kızın, bir heykeldeki
yaprakların yanı başın d a biten yapışk an o tu yaprakların ı an dı-
ran varlığı, san ki san at eserinin gerçekliğini tabiatla k ıy asla-
yarak ölçm e im kânı sağ lam ak am acını gü d erd i. K arşım ızd a, ta
u zak larda görünen, surların dan içeriye hiç girm e diğim , vaat
edilm iş veya lanetlenm iş toprak R oussain ville, az son ra, bizim
b u lun d u ğ u m u z yerd e y ağm u r d in d iğin d e, K u tsal K itap'tak i bir
k öy gibi, evleri ya nlam asın a kam çılayan fırtınanın m ızrakları
tarafın dan cezalandırılm aya d e v am ed er vey a üzerine, yeniden
ortaya çıkan gün eşin , altından, saçaklı, ah arlard ak i k utsal ek-
m ek kaplarını an dıran uzu n lu kısalı ışınlarını y ağd ıran Tanrı
B abam ız tarafın dan, önceden b ağışlan m ış olurdu.
Bazen de h ava iyice berbatlaşır, o zam an eve d ö n üp içeri
k apan m am ız gerekirdi. K aranlığın ve rutubetin den ize benzet-

156
tiği kırlarda, uzak ta, k aran lığa ve su y a gö m ü lm ü ş bir tepenin
yam acın a asılı, tek tük evler, yelkenlerini in dirm iş, açıkta kıpır-
tısız d u rarak geceyi geçirm eye hazırlanan küçük tekneler gibi
parıld ardı. A m a yağm u ru n , fırtınanın ne önem i vardı ki! Yaz
m ev sim in de yağışlı hava, tem eldeki sabit güzel havanın geçici,
yüzey sel bir kaprisin den ibarettir; bu gü zel hava, kış m evsim i-
nin istikrarsız, k ay pak güzel h avasının aksine, to prağ a yerleşir,
üzerlerine dam lay an y ağm u ra rağm en neşelerini hep koruyan
sık yap rak lar h alinde biçim lenir, m evsim boyun ca, köyün so -
k akların da bile, ev ve bahçe du v arların a m or veya bey az ipek-
ten bayrağın ı çeker. K üçük salo n d a o tu rup k itap o ku yarak ak-
şam yem eği saatin i beklerken, k estan e ağaçların dan dam layan
su yu n sesin i duyar, am a sağ a n a ğın yaprakları cilalam aktan
b aşk a bir etkisi o lm adığın ı, ağaçların y ağm urlu gece boyunca,
yaz m evsim inin tem inatı gibi o rad a d u rm ay a d ev am ederek
güzel havanın devam ın ı sağlay acakların ı bilirdim ; y ağm ur ne
k ad ar y a ğa rsa y ağsın , ertesi gü n , Tansonville'in b ey az çitinin
ü zerin de kalp biçim inde, esk isi k ad ar çok sa y ıd a m inik y ap ra-
ğın kıvrılacağın dan şü ph em olm azd ı; P ercham ps So k ağı'n d aki
k avağın fırtınaya um utsuz ca yakarışını, selam verişini h üzün -
lenm eden seyreder, gök gürültü sün ü n , bahçenin ucun da, ley-
lakların arasın d a yankılanan son uğultuların ı kederlenm eden
dinlerdim .
Y ağm ur sab ah b aşla m ışsa, annem le babam gezintiden v az -
geçerlerdi, d ışarı çıkm azdım . A m a d ah a sonraları, Leonie H ala-
m ın m iras işleri için so n bah ard a C o m bray 'ye gittiğim izde, böy-
le günlerde, tek başım a M eseglise-la-V ineuse tarafına y ü rü y üşe
gitm eyi alışkan lık haline getirdim ; Leonie H alam nihayet öl-
m üş, ölüm üyle, hem izlediği güçten d üşü rücü perhizin sonu n -
d a kendisini öldüreceğini id d ia edenleri, hem d e öteden beri,
hayalî değil, organik bir h astalığı o ld u ğun u ve hastalık halam ın
canını tükettiğinde, şüph ecilerin söyleyecek lafı k alm ayacağını
savu nan ları haklı çıkarm ıştı; halam ın ölüm ü sad ece bir tek k işi-
ye, am a ona d a ilkel, in safsız bir acı verm işti. H alam ın on beş
gün süren so n hastalığı boy un ca Françoise onun yanın dan bir
dak ik a bile ayrılm am ış, gece yatm ak üzere giysilerini bile çı-
k arm am ış, bakım ına kim senin en u fak bir y ard ım d a b ulu nm a-

157
sına i/in verm em iş, hanım ının beden in den , ancak m ezara gir-
d iğ in de ayrılm ıştı. O zam an an ladık ki, Françoise'ın içinde y a -
şad ığı, halam ın kötü sözlerinden, şüph elerinden , öfkelerinden
kayn aklanan korku, kendisinde bizim nefret zan nettiğim iz,
am a aslında say gı ve sev gi olan bir d u y g u yaratm ıştı. K ararları-
nın tahm in edilm esi im kânsız, kurnazlıklarının üstesin den g e-
linm esi zor, iyilik dolu yüreğinin yu m uşatılm ası k o lay olan h a-
nım ı, hüküm darı, esraren giz ve kadiri m utlak efen disi, artık
hayatta değildi. O na k ıyasla biz, pek az şe y ifad e ed iyorduk.
Yaz tatilim izi geçirm ek üzere C om bray 'ye ilk ge lm ey e b aşla d ı-
ğım ız, F rançoise'ın gözü n de h alam la eşit itibara sah ip o ld u ğ u -
m uz günler çok geride kalm ıştı. O sonbahar, yerine getirilm esi
gereken form alitelerle, noterler ve çiftçilerle yapılacak g ö rü ş-
m elerle u ğ raşıp duran annem le babam ın, zaten havanın d a en-
gel olacağı gezintiler y a pm ay a hiç vakitleri olm ad ığın d an , b e-
nim tek başım a M eseglise tarafında gezin m em e izin veriyorlar-
dı; y ağm u rd an korunm ak için, k ocam an ek ose bir battaniyeye
sarınıyor, karelerinin Françoise'ı d eh şete d ü şü rd ü ğ ü n ü g ö rd ü k -
çe, battaniyeyi om uzlarım a alm aya d ah a hevesli oluyo rd um ;
giysilerin renginin m atem le hiçbir ilgisi olm ad ığı fikrini Fran-
çoise'ın zihnine so km ak im kânsızdı, k aldı ki halam ın ö lüm ü-
nün b izd e yarattığı keder d e Françoise'ı hiç m i hiç tatm in etm i-
yordu, çünkü bü yük bir cenaze yem eği düzenlem em iştik, h a-
lam d an sö z ederken özel bir se s tonu k ullan m ıyo rd uk ve hattâ
benim ara sıra bir şarkı m ırıldan dığım bile oluyordu. Em inim
ki bir kitapta karşım a çıkacak olsa, -b u b ağ lam d a ben d e Fran-
çoise'd an fa rk sız d ım - Roland Destanı'n a ve Saint-A ndre-des-
C h am p s K ilisesi'n in an a kapısın a u y gun bu m atem kavram ını
benim serdim . N e var ki Françoise yan ım da o ld u ğu zam an, şey-
tan beni dürtüyor, onu kızdırm ak için, bir pu n d u n a getirip, ha-
lam ın ölüm üne, halam o ld u ğ u için değil, bütün gülün çlüğün e
rağm en iyi bir insan o ld u ğu için üz ü ld ü ğü m ü , halam o ld u ğu
halde iğrenç bir insan o ld u ğu n u d üşü n se m , ölüm üne katiyen
üzülm eyeceğim i sö ylü y ordum ; oysa bu sözlere bir k itapta rast-
lasam , aptalca bulurdum .
Bunun üzerine, bir şair gibi kedere, aile h atıralarına ilişkin
karm ak arışık fikirlerle d o lu p taşan Françoise benim teorilerim e

158
cevap verem eyeceği için özür dileyip, "K en dim i ifade etmeyi
b ecerem iyorum ," derse , bu itiraftan, D oktor Percepied'ye y ara-
şır, alaylı ve acım asız bir sa ğ d u y u y la , m uzaffer bir haz d uy u -
yordum ; "Yine de ak rağban ızdı, ak rağb alara say gı gösterm ek
şart," d iye ek lediği takdird e de, om uz silkip kendi kendim e,
"Ben de tutup böy le yanlış k onuşan bir karacahille tartışıyo-
rum ," diyor, düşü n cen in tarafsızlığı içinde alçaklığı en çok kı-
nayanların bile, hayatın b ay ağ ı bir sah n e sin d e oynarken b ü rü -
nebildiği çapsızlıkla y argılıyo rdum Françoise'ı.
O son bah ar yaptığım gezintiler, saatlerce kitap okuduktan
sonra gezm ey e çıktığım için, dah a d a zevkliydiler. Bütün sabah
salo n da kitap ok um ak tan yorgun d ü ştü ğü m d e , battaniyem i
om uzlarım a sarıp dışarı çıkardım ; u zun m üd d et m ecburen kı-
pırtısız kalan, am a o ld u ğu y erde bir canlılık ve hız biriktiren
bedenim , bırakılan bir topaç gibi, bu fazlalıkları dört bir yana
sav u rm a ihtiyacı duyard ı. Evlerin d u v arları, Tansonville'in çiti,
R o ussain ville O rm an ı'nm ağaçları, M on tjouvain 'in sırtını ver-
diği çalılar, şem siye veya baston darbelerine m aru z kalır, neşeli
çığlıklar işitirlerdi; hem darbeler, hem de çığlıklar, beni coştu-
ran, hızlı bir çıkış yoluna kolayca varm ay ı, ağır ve zor bir ay-
dın lan m aya tercih ettiklerinden, aydınlığın sükûnetini tad am a-
m ış, karışık düşü n celerden başk a bir şey değillerdi. H islerim i-
zin sö zd e ifadeleri, çoğun lukla hislerim izi bu şekilde, kendileri-
ni tanım am ıza im k ân verm eyen bir biçim e b ürü n m ü ş halde dı-
şım ıza çıkarm ak suretiyle bizi bu hislerden kurtarm aktan öteye
gitm ez. M eseglise tarafına neler borçlu o ld u ğu m u , M esegli-
se'in, tesad üfi çerçevesi ya da zorun lu esin kayn ağı old u ğu m ü-
tevazı keşifleri h esaplam aya çalıştığım d a, d uy gu larım ızla on la-
rın olağan ifadesi arasın d ak i bu u y u m su z lu ğu , ilk defa o son-
bah arda, o gezin tilerden birinde, M ontjouvain'in y aslan d ığı ça-
lılık bayırda, hayretler içinde fark ettiğim i hatırlıyorum . Bir sa -
at boyunca y ağm u ra ve rü zgâra karşı neşeyle m ü cadele ettik-
ten sonra, M ontjouvain'in küçük gö lün ün kenarına, M. Vin-
teuil'ün bahçıvanının, aletlerini k oy d u ğu , kirem it kaplı küçük
kulübenin önüne geld iğim de , gü n e ş yeniden açm ıştı; y ağm u -
run yıkadığı yaldızlı gün eş ışınları, gö k y üzü n d e, ağaçların, ku -
lübe duvarının, tepesin de bir tavuğu n ge zin diği, hâlâ ıslak ki-

159
rem it çatının üstün de, yepyeni parlam aktay dı. Esen rüzgâr, d u -
vardaki çatlaklarda bitm iş yaban i otları ve tav uğ un tüylerini
yana do ğru çekiyor, hem otlar, hem d e tüyler, cansız ve hafif
nesnelerin kendini bırakm ışlığıyla, boyları yettiğince, rüzgârın
keyfine göre uçuşuy orlardı. G üneşin tekrar yansıtıcı bir yü zey
haline getirdiği gölcü ğü n üzerin de, kirem it çatı, d ah a önce hiç
dikkatim i çekm em iş olan pem be m erm er dam arları oluşturu-
yordu. Suy un ve du v arın üstün d e, g ök y üzü nün gü lü m se m esi-
ne karşılık veren so lgun bir tebessüm görün ce, k apatm ış o ld u -
ğum şem siyem i sallay arak, heyecanla, "Vay be! Vay be! Vay
b e!" d iy e bağırdım . A m a aynı an da, aslın d a bu m u ğlak sözlerle
yetinm eyip, hayran lığım a bir açıklam a getirm eye çalışm am ge-
rektiğini d e d ü şün d ü m .
Yine aynı an d a -o rad a n geçm ekte olan, zaten oldukça ke-
y ifsiz görünen ve şem siyen in yü zü n e çarpm asına ram ak kalın-
ca keyfi iyice kaçıp, "B u güzel h av ad a yürüm ek ne h oş, değil
m i?" d e d iğim d e so ğu k bir cevap veren bir köylü say e sin d e -
aynı d uy guların önceden belirlenm iş bir d ü ze n e göre, herkeste
aynı an d a o lu şm ad ığın ı d a öğrend im . D aha sonraları, ne za-
m an uzunca bir sü re k itap ok uy up, ard ın d an canım sohbet et-
m ek istese, k en disiy le k on u şm ak için yan ıp tutu ştu ğum ark a-
d aşım , az önce sohbetin hazzını y aşam ış olur, o e sn ada d a ra-
hat bırakılıp k itap o k u m ak isterdi. A nnem le b ab am ı d ü şü n ü p
se v giy le d o lm uş, onların en h oşuna gidecek, en akıllı u slu k a-
rarları verm işsem , on lar tam d a bu süre içinde benim unuttu-
ğu m bir kabahatim i öğrenm iş olurlar, ben onları ö pm ek üzere
kollarına atılırken, onlar kabahatim d en ötürü bana sertçe sitem
ederlerdi.
Bazen, yalnızlığın b ana y aşattığı coşk un luğa, ondan tam
olarak ayıram ad ığım bir b aşk a heyecan, sarılıp k ucak layabile-
ceğim bir k öylü kızının k arşım a çıkıverm esi arzu su n d an k ay-
naklanan bir taşkınlık eklenirdi. Bu arzu y a eşlik eden, çok fark-
lı d üşüncelerin ortasın da, ben sebebini tam olarak an lam ay a
vakit bulam ad an , ansızın ortaya çıkan haz, bana o düşün celerin
yaşattığı hazzın bir üst sev iy esi gibi gelirdi sadece. O esn ada
zihn im de yer alan her şeye, kirem it çatıdak i pem be yan sım ay a,
yabani otlara, ne zam a n d ır gitm ek isted iğim R oussain ville kö-

160
yüne, R o ussain ville O rm anı'nın ağaçlarına, k ilisesinin çan ku-
lesine, fazlad an bir d eğer atfederdim ; sırf bu yeni heyecanı on-
ların yarattığını zannettiğim için g ö z üm d e dah a arzulanır olur-
lar, yelkenim i kuv vetli, m eçhul ve elverişli bir rü zgârla d o ld u -
ran coşku, san ki beni onlara ulaştırm ak için acele ederdi. Bir
kadının ortaya çıkıverm esi arzusu, benim n azarım d a tabiatın
cazibesine bir b aşk a coşku katıyordu, am a buna karşılık, tabi-
atın cazibesi de, kadının fazlasıyla sınırlı b u lacağım cazibesini
genişletiyordu. A ğaçların güz elliği, bu kadının d a gü ze lliğ iy-
m iş, bu ufkun, R o ussain ville köyünün, o yıl o k u d u ğ u m kitap-
ların ru hunu ellerim e o kadının ö p üc üğü teslim edecekm iş gibi
geliyordu bana; ve hayal gücü m tenselliğim le tem as ed ip on-
dan gü ç aldıkça, tenselliğim hayal gü cüm ün bütün alanlarına
yayıldıkça, arzum sınır tanım ıyordu. Bunun bir b aşk a nedeni
de, -alışk an lığın faaliyetine ara verdiği, nesnelere ilişkin soyut
bilgilerim izin bir yana bırakıldığı, dolayısıyla b u lu n d u ğ u m u z
yerin özgün lü ğü n e, bireyselliğine derin den inand ığım ız, tabi-
atın ortasın dak i tahay yül anlarında hep o ld u ğ u g ib i- arzuları-
m ın seslen d iği kadının, ban a k adın cinsinin herhangi bir örneği
gibi değil, bu toprağın zorun lu ve d o ğal bir ürün ü gibi gelm e-
siydi. Ç ün kü o sıralard a benim d ışım d aki şeyler, toprak ve in-
sanlar, bana, yetişkin erkeklere gö rün d ü ğ ün d e n d ah a değerli,
d ah a önem li, d ah a gerçek bir v arolu şla don atılm ış gibi gö rün ü-
yordu. Toprakla insanları birbirinden ay ırm ıyordum zaten. Me-
seglise'i, Balbec'i arz ula dığım gibi, M esegliseTi veya R oussain-
ville'li bir köylü kızını, BalbecTi bir balıkçı kızı arzu luy ordum .
K oşulları keyfim ce d eğiştirsem , bu kızların ban a verebileceği
hazzı o k ad ar gerçek bulm az, ona in an am azd ım . P aris'te Bal-
becTi bir balıkçı kızla vey a M esegliseTi bir köylü kızıyla tanış-
m ak, birinin bana k u m sa ld a görm ediğim den izkabukları, or-
m an da b u lm adığım bir eğreltiotu verm esine benzer, kadının
bana vereceği h azdan , hayal gü cüm ün ona y ük led iği bütün
hazları d üşm e k an lam ına gelirdi. A m a R oussain ville O rm a-
n ı'nda b u şekilde, y an ın da sarılacak bir köylü kızı o lm ad an ge-
zinm ek de, bu orm anın gizli hâzinesini, derin deki güzelliğini
görem em ek dem ekti. Şa şm az bir biçim de yaprakların arasın a
gö m ü lm ü ş h alde hayal ettiğim bu kızın kendisi de, benim gö-

161
/.iim de o yörenin bir bitkisiyd i, y alnız diğer bitkilerden dah a
üstün bir türdendi ve yapısı, yörenin gizli lezzetini, d iğ er türle-
re oranla daha yakın dan tatm aya izin veriyordu. Buna (ve kı-
zın, bu lezzeti tatm am ı sağ lay acak olan ok şam aların ın d a farklı
olacağın a, bu ok şam aların hazzını o kızdan b aşk asıy la y a şay a -
m ay acağım a) inanm am kolaydı, çünkü çeşitli kadın larla y a şa -
nan hazzın bu k adın lard an so yutlan d ığı, genel bir k avram a in-
dirgen d iği ve do lay ısıy la kadınların, hiç değişm ey en bir haz-
zın, birbiriyle ikam e edilebilir vasıtaları olarak algılan dığı yaşa
gelm em iştim henüz, d ah a u zun sü re boyunca d a gelm eyecek-
tim. O yaşta, haz, bir k adın a yaklaşırken güd ü len am aç, önce-
den hissedilen heyecanın sebebi olarak zihinde tek başın a, ayrı,
dile getirilm iş bir halde m evcut d eğ ild ir bile. O nu tadacağım ız
bir haz olarak d ü şü n m e y iz pek, d ah a ziyade , kızın cazibesi ola-
rak adland ırırız, çünkü kend im izi d eğil, sad ece kendi benliği-
m izin dışın a çıkm ayı d ü şü n ürü z. Bilinm eden beklenen, kend i-
liğinden v ar olan bu gizli haz, gerçekleştiği an da, birlikte o ld u -
ğu m u z kadının sevecen bak ışlarının , öpücüklerinin bize y a şat-
tığı diğer hazları öyle bir d oruk n oktasına getirir ki, özellikle
bizim n azarım ızda, sev gilim izin iyi yürekliliğine, bizden esir-
gem ed iği lütuflarla ve m u tlu luklarla ölçtüğüm üz, bize yönelik
dokun aklı tercihine d u y d u ğ u m u z m innetten kayn aklanan bir
taşkınlık olarak ortaya çıkar.
C o m b ray 'd ek i evim izin ta va n arasın d a, sü sen kokulu k ü-
çük o d ad a, bir keşif yo lcu lu ğun a çıkan seyyah ın ya da intihar
etm eye karar verm iş u m u tsu z bir insanın kah ram an ca tereddü -
düyle, neredeyse b aygınlık geçirerek, kendi içim de, ölüm cül
san d ığım m eçhul bir yo ld a ilerlediğim ve so n u n d a salyan go z
izini andıran d o ğ al bir izin, ü stü m e eğilen yabani frenküzüm ü-
nün y aprakların a karıştığı sırad a, aralık pencereden bakınca
kulesinden başk a şey gö rm ed iğim , ilk arzularım ın tek sırdaşı
R oussain ville k alesin e m aale sef b o şu n a yakarır, k öyünün bir
evladını ban a gö ndersin d iy e b oşu n a yalvarırdım . Şim di de bo-
şu n a yalv arıy ordu m ona. M anzaran ın tam am ını gö rüş alanım a
sığdırıyor, bana bu toprak lard an bir kadın getirm elerini isted i-
ğim bakışlarım la, b oşu n a tarıyordum onu. Saint-A ndre-des-
C ham ps K ilisesi'ne gitsem de, su n du rm an ın altında, yanım da

162
bü y ük b abam olsa m utlaka karşılaşacağım am a k o n uşam ay aca-
ğım köylü kızı asla orad a olm u yord u. K öylü kızının ansızın ar-
k asın d an çıkıp bana geleceği, uzaktaki bir ağaçtan gözlerim i
ay ırm ıyo rdu m ; dik katle incelediğim ufuk hep bom bo ş kalıyor,
hava kararıy ordu; dik katim , b u kısır araziye, bu tükenm iş top-
rağa, içinde barındırd ığı yaratıkları çekip çıkarm ak istercesine,
nafile kenetleniyordu; böylesine arzuladığım kadın a sım sıkı sa-
rılm adan eve dönm eye razı olam asam da, onu k arşım a çıkara-
cak olan te sad üfü n gerçekleşm esi ihtim alinin giderek aza ld ığı-
nı kendi k endim e itiraf e d ip m ecburen C om bray 'ye d o ğru yola
k o y uld u ğu m d a, tıpkı bir m an zara resm indeki ağaçlar gibi, ara-
larından tek bir canlının çıkm ad ığı R oussain ville O rm anı'nın
ağaçların a, bu sefer n eşeyle değil, öfkeyle vu ruyord um . Ayrıca
bu kadın karşım a çıksa bile, onunla kon uşm ay a cesaret edebilir
m iy dim ? K o n u şsam , beni deli zann eder diye d ü şü n üy ordu m ;
b u gezintilerim sırasın d a biçim lenen ve gerçekleşm eyen arz ula-
rımın, b aşk aları tarafın dan p ay laşa m a d ığ ın ı, benim d ışım d a bir
gerçeklikleri olm adığını d üşün m ey e başlıyordum . A rzularım
artık bana m izacım ın tam am en öznel, iktidarsız ve b oş ürünleri
gibi görün üy o rd u . O an dan itibaren bütün cazibesini ve an la-
mını k aybede n gerçeklikle, tabiatla arzularım arasın d a hiçbir
bağlan tı k alm ıyordu; tıpkı bir yolcunun trende vakit öldürm ek
için o k u d u ğ u rom anın k urgusu y la içinde b u lu n d u ğ u vago n un
ilişkisi gibi, gerçekliğin hayatım la ilişkisi de, ona te sad ü fi bir
çerçeve o luşturm ak tan ileri gitm iyordu.
Belki sad iz m le ilgili k afa m d a oluşan , çok so nraları biçim le-
nen ilk fikrin k ayn ağı da, yine M ontjouvain'in yakınında, bir-
kaç yıl son ra y a şad ığım ve o sıra d a aydınlığa k av u şm am ış olan
bir d u y gu y d u . İleride de göreceğim iz gibi, bu du y gu n u n hatı-
rası, bam b aşk a nedenlerle, hayatım d a önem li bir rol oy n ay a-
caktı. O gün h ava çok sıcaktı; annem le babam bütün gün
C o m b ray 'd e olm ayacakların dan , bana, eve istediğim k ad ar geç
dönebileceğim i sö ylem işlerdi; ben de M ontjouvain'in, kirem it
çatının yansım alarını seyretm ekten h oşlandığım küçü k gö lüne
gitm iş, evin ark asın d aki bayırda, eskiden bir gün M. Vinteuil'ü
ziyaret eden babam ı bek lediğim yerde, çalıların gö lgesin e u za -
nıp u yu m u ştum . U y an d ığım da hava neredeyse tam am en ka-

163
rarm ıştı; ay ağa kalkm ak üzereydim ki, tam k arşım d a, birkaç
santim etre ötem de, babasının vaktiyle babam ı ağırlam ış o ld u -
ğu, kızının şim d i kendi oturm a o d ası olarak k ullan d ığı od aya
herhalde yeni girm iş olan M ile V inteuil'ü gö rd ü m (tanıyabildi-
ğim k adarıyla o y du ; kendisini C o m b ray 'd e pek seyrek, o d a ço-
cukken g ö rm üştüm , oy sa şim d i bir genç kız olm u ştu). Pencere
aralıktı, içeride lam ba yanıyordu, o beni görm üyor, ben onun
bütün hareketlerini gö rebiliyordum , am a yerim den kalk arsam
çalıların çıtırtısını işitecek ve belki de oray a onu gözetlem ek
için sak lan d ığım ı düşünecekti.
Babası kısa bir süre önce ö ld ü ğü için, m atem deydi. Biz ken-
disini ziyarete gitm em iştik; annem , iyiliğini sınırlayan tek şey
olan bir erdem y üzün d en , yani edebine aykırı d üşeceği için git-
m ek istem em işti, am a M ile Vinteuil'e çok acıyordu. M. Vin-
teuil'ün, önce kızına annelik ederek, çocuk bakıcılığı yaparak,
sonra d a kızının kendisin e yaşattığı acılarla geçen öm rünün son
yıllarını hatırlıyordu annem ; yaşlı M. Vinteuil'ün son zam anlar-
d a yüzü nd en hiç eksik olm ayan ıstırabı tekrar gö rür gibi olu-
yordu; son yıllarında bestelediği eserlerin tam am ını, yaşlı bir
m üzik hocasının, eski bir köy orgcusun un m ü tevaz ı bestelerini
notaya dökm ekten tem elli vazgeçtiğini biliyordu; çoğu k âğıd a
bile geçirilm em iş olan, sad ece h afızasında bulunan, bazıları ayrı
ayrı kâğıtlara, okunm ası im k ânsız şekilde not edilm iş, gün ışığı-
na çıkm am aya m ah kûm bu bestelerin, kendi içlerinde hiçbir de-
ğerleri o lm adığın dan em indik, am a ken disi için bü yük değer ta-
şıdığını ve kızı u ğru n a fed a edilm eden önce, hayatının tek am a-
cı olduklarını bild iğim izden , küçüm sem iyorduk onları; annem ,
M. Vinteuil'ün çok dah a acı bir fedakârlığını, kızı için nam uslu
ve saygın bir m utlulukla do lu bir istikbal u m u du n dan vazgeçi-
şini de unutm uyordu; büyükteyzelerim in eski piy ano hocasının
bu en b üyü k ü zü n tü sü n ü hatırladıkça gerçek bir kedere gö m ü -
lüyor, M ile Vinteuil'ün, bab asın ı neredeyse kendi elleriyle öl-
dü rm üş olm anın pişm an lığıyla karışık, kim bilir ne acı bir keder
içinde o ld u ğu n u d ü şü n ü p deh şete kapılıyordu. "Z avallı M. Vin-
teuil," diy ordu annem , "k ızı için y aşa d ı, karşılığını görem eden,
kızı için öldü. Ö lüm ünden sonra alacak m ı bu karşılığı, alırsa
nasıl bir karşılık alacak? O na bir karşılığı ancak kızı verebilir."

164
M ile V intem l'ün oturm a odasın ın karşı duv arın dak i şö m i-
nenin ü zerin de, babasının küçük bir resm i du rm aktaydı; yak-
laşm akta olan bir arabanın tekerlek sesleri d u y u ld u ğu n d a, he-
m en g id ip bu resm i aldıktan sonra kendini bir kanapenin ü zeri-
ne attı ve tıpkı bir zam an lar M. Vinteuil'ün, annem le babam a
çalm ak istediği parçayı yanı başın a k oy d u ğu gibi, bir seh payı
yanına çekip üzerin e resm i yerleştirdi. A z sonra kız ark ad aşı
içeri girdi. M ile Vinteuil onu yerinden k alk m adan, elleri başının
ark asın d a k av u şm u ş h ald e k arşıladı v e yer açm ak üzere,
kanapenin bir u cun a kıvrıldı. A m a hem en ardından, bu d av ra-
nışıyla a rk ad aşı için tedirgin edici olabilecek bir k on um u ona
d ay atıy orm u ş gibi gö rün d ü ğün ü dü şü n d ü . A rk adaşının kendi-
sinden uzak ta bir iskem leye oturm ak isteyebileceğini d ü şün ü p
kendini patav atsız bu ld u, h a ssas yüreği pan iğe kapıldı; kanape-
ye tekrar bo y lu boyun ca u zan ıp gözlerini k ap ad ı ve sırf uy k usu
ge ldiği için böy le uzan m ış old u ğun u belirtm ek için, esnem eye
k oyuldu. A rk ad aşın a kab a, üstün lük kuran bir yakınlıkla d a v -
ran d ığı h alde, babasının dalk avu k ça, m ütereddit hareketlerini,
ani kaygılarını on d a d a görm ek m üm kün dü. A z sonra ay ağ a
kalktı, panjurları k ap atm ak isteyip becerem iyorm uş gibi yaptı.
"A çık bırak, h av a sıcak ," d e d i ark adaşı. "O lur m u, d ışa rı-
d an görecekler," diy e cev ap verdi M ile Vinteuil.
A m a hem en ardın dan , arkad aşın ın bu sözleri, belirli bir ce-
v ap alm ak am acıyla söylen m iş sözler olarak yorum layacağını
tahm in etti m uhtem elen; gerçekten d e o cevabı d uy m ay ı isti-
yor, fakat kibarlıktan, telaffuz edilm esinin inisiyatifini ark ad a-
şın a bırakıy ordu . Bu y üz d en de, benim gö rem ediğim bak ışla-
rın da, herhalde büyükann em in o çok h oşlan dığı ifadeyle, der-
hal ekledi:
"G örecekler derken, k itap okurken görecekler dem ek iste-
dim ; in san ne k ad ar ön em siz bir şey yapıyo r o lsa da, g ö rü ld ü -
ğü n ü d ü şü n m e k çok tatsız."
A rzusu n u n gerçek leşm esi için zorun lu b u ld u ğu , önceden
d ü şü n ü lm ü ş sözleri, içgü d ü sel bir asaletle, kendiliğin den bir
nezaketle, sö ylem iyordu. Benliğinin derin liğinde her an m ev-
cut olan utan gaç, yalv aran bakire, k aba ve m uzaffer sav aşçıy a
yakarıyor, onu geri çekiyordu.

165
"E vet, bu kalabalık kırlarda, bu saatte sey rediliyor o lm a-
m ız çok m uh tem el," d ed i ark adaşı alayla. "H em ne olacak ?"
diye ekledi (M ile Vinteuil'ün h oşlandığını bild iği bir m etni ez-
bere okurcasına, iyilikle, alaylı olm asın a çalıştığı bir se s tonuyla
sö y lediği bu sözleri, hınzırca, sevecen bir gö z k ırpışıyla deste k -
leyerek). "G örürlerse görsünler, dah a iyi."
M ile Vinteuil ürpererek ay ağ a kalktı. K urun tulu ve h a ssa s
kalbi, duy ularının arzulad ığı sahneye kendiliğin den u y arlan -
m ası gereken sözleri bilm iyordu. E sas m izacından m üm k ün ol-
d u ğ u k ad ar uzakta, bürünm ek istediği ah lak sız kız kim liğine
u y gun dili bu lm ay a çalışıyor, am a onun içtenlikle söyleyeceğini
d ü şü n d ü ğ ü sözler, kendi ağzın d an çıkınca sah teleşirm iş gibi
geliy ord u kendisine. Sö ylem eye cesaret edebildiği tek tük sö z-
leri de, her zam anki utangaçlığı k ararsız cüretini felce uğrattı-
ğın dan , yapm acık bir se s tonuyla telaffuz ediyor, "Ü şü y o r m u-
sun , terliyor m u su n, yalnız k alıp kitap okum ak ister m iy d in ?"
gibi sorular sıkıştırıyordu aralarına.
"K ü çü k hanım ın k afasın da bu ak şam pek şehvetli d ü şü n -
celer var ga lib a," d ed i son u n da, herhalde dah a önce ark ad aşın -
dan d u y m u ş old u ğ u bir cüm leyi tekrarlayarak.
K ız ark ad aşı krep blu zun u n dekoltesine bir öp ücü k k o n d u -
runca, M ile Vinteuil küçük bir çığlık atıp kaçtı; zıplay arak , giy -
silerinin bol kolları kanat çırparcasm a h av ad a uçu şarak, sev d alı
k u şlar gibi kikirdeyip cıv ıld aşarak birbirlerini k o v alam ay a b a ş -
ladılar. So n un da M ile Vinteuil kanap eye, ark ad aşı da boylu bo-
yunca onun üzerine d üştü. N e v ar ki, ark adaşının sırtı, eski pi-
yano hocasının resm inin b u lu n d u ğ u seh pay a dönüktü. M ile
Vinteuil, kendisi dikkatini çekm ezse, ark adaşın ın resm i gö rm e-
yeceğini an layıp yeni fark etm iş gibi, dedi ki:
"A h ! Ş u b abam ın resm i d e bizi sey rediy or, kim k o y m u ş o
resm i oray a bilm em , k aç kere sö y le d im , yeri o rası d e ğ il d i-
y e ."
M. Vinteuil'ün de b abam a, notalarla ilgili olarak aynı sö zle-
ri sö ylem iş oldu ğu n u hatırladım . M. Vinteuil'ün resm i, kızıyla
ark ad aşı için, kutsal şeylere karşı çıkış ayinlerinde bir araç işle-
vi gö rüy or olm alıydı ki, ark ad aşı, herh alde törenin cevapların -
dan biri olan şu sözlerle karşılık verdi:

166
"C an ım , bırak old u ğu yerde d ursun , artık bu rada değil, bi-
zi rahatsız edem ez. Sence ihtiyar m ay m un seni böyle açık pen-
cerenin k arşısınd a görse, m ızıldanır, paltonu giydirm ek ister
m iy d i?"
M ile Vinteuil, "A a, ne ay ıp !" d iy e tatlı tatlı sitem etti. Bu
sözleri, b ab asın d an bu şek ild e bahsedilm esin in kendisinde
uy an dırd ığı öfkeyle sö ylenm iş oldukları için değil d e (şüphesiz
bu d u y g u su n u böyle an larda, kim bilir hangi safsataların yard ı-
m ıyla, b astırm ayı alışkanlık edinm işti), bencil görün m ek iste-
m ediğin den ark adaşın ın k en disin e verm eye çalıştığı h azza ken-
di k o y d u ğu bir sınır oldukları için, iyi yürekliliğini kanıtlıyor-
du. Ayrıca bu sö vgü lere cev ap verirkenki gülery üzlü ılımlılığı,
o riyak âr ve şefkatli sitem i, içten, iyi yürekli m izacına, benim se-
m eye çalıştığı ahlak sızlığın, sah te bir iyilikle dolu, özellikle al-
çakça bir şekli gibi gö rü n ü yo r olabilirdi. N e var ki, sav un m asız
bir ölüye karşı b u k ad ar acım asız olabilen bir insanın kendisine
şefkat gösterm esin d en alacağı zevkin cazibesine direnem edi;
bir sıçrayışta ark adaşın ın k ucağına oturdu ve sanki onun kızıy-
m ışçasın a, iffetli bir tavırla, öpü lm ek üzere alnını ona uzattı;
böylelikle, M. V inteuil'ün elinden, m ezarında bile babalığını al-
m ak la, zalim liğin d o ru ğu n a ulaştık larını b üyük bir h azla his-
setti. A rk ad aşı, M ile Vinteuil'e d u y d u ğ u yoğun sev ginin ve bu
yetim kızın kedere b o ğulm uş hayatına bir eğlence getirm e iste-
ğinin k olay laştırdığı bir uy sallık la, uzan an başı ellerinin arasına
alıp alnına bir öpücük k on du rdu.
"B u iğrenç şeye ne y ap m ak istiyor canım , biliyor m u su n ?"
dedi, resm i eline alarak.
Sonra M ile Vinteuil'ün k ulağın a eğilip işitem ediğim bir şey
söyledi.
"Yo, buna cesaret e d em ez sin !"
"B en m i cesaret edem eyeceğim buna tükürm eye? Buna
h a ?" d ed i ark ad aşı, kasıtlı bir acım asızlıkla.
D evam ın ı d uy a m a d ım , çünkü M ile Vinteuil bitkin, sarsak ,
m eşgu l, d ü rü st ve hüzünlü bir e d ay la k alk ıp panjurları ve pen-
cereyi k apad ı; M. V inteuil'ün kızı yüzün den hayatı boyunca
çektiği onca ıstıraba, ölüm ün den sonra kızından nasıl bir k arşı-
lık b u ld u ğu n u biliyordum artık.

167
Buna rağm en, M. Vinteuil'ün bu sah neye şahit olsa da, kı-
zının iyi yürekliliğine olan inancının sarsılm ayabileceğini, hattâ
bu kon ud a tam am en yanılm ış d a say ılam ay acağın ı d ü şü n d ü m
son radan. Hiç şüp h esiz, M ile Vinteuil'ün alışkanlıklarına, g ö rü -
nürd e öyle k usu rsu z bir kötülük hâkim di ki, bu kad arına ancak
bir sad istte rastlanabilirdi; bir kızın, arkadaşın ı, bütün hayatını
kend isin e ad a m ış olan babasının resm ine tükürm eye teşvik et-
tiğini, gerçek bir kır evinin lam basının ışığın d a değil, b u lv ar ti-
yatrolarının ram p ışık larında gö rürü z d ah a çok; m elodram es-
tetiğinin hayattaki tek tem eli ise, sadizm dir. G erçek hayatta, sa-
d iz m vak aları d ışın d a, bir kız, ölü babasının hatırasın a ve istek-
lerine sa y g ıd a , M ile Vinteuil k ad ar acım asızca k usu r edebilir,
am a b u tür davranışlarını, böylesine b asit ve sa f bir sem bo lizm -
le, kasıtlı olarak özetlem ez; d avranışın dak i zalim lik, b aşk aları
için de, k ö tülüğü , kendi kendine itiraf etm eden y a p an kendisi
için de, b u k ad ar açık seçik olm az. A m a d ış gö rün ü şü n ötesin-
de, M ile Vinteuil'ün kalbindeki kötülük, en azın dan b a şlan gıç-
ta, k atışık sız d e ğild i şüph esiz. O nun gibi sadistler, k ötülük sa -
natçılarıdırlar, oy sa m utlak an lam d a kötü olan biri, kötülük s a -
natçısı olam az, çünkü kötülük onun dışın daki bir şey değildir,
ona tam am en d o ğ al görünür, hattâ on dan ayırt edilem ez; ayrı-
ca böyle bir insan, fazilete, ölülerin anısına, evlat sev gisin e bir
say gı besle m ed iğ i için, bunları çiğnem ekten d e sapkın bir zevk
alam az. M ile Vinteuil türü sadistler, öylesine d u y g u sal ve
özü n d e faziletlidirler ki, cinsel hazzı bile kötü bir şey, fesatların
ayrıcalığı gibi görürler. Kendilerini bir an bu h azza bırakabil-
m ek için de, fesat bir k im liğe bürünm eye, suçortaklarını, kısa-
cık bir an için, titiz ve sevecen ruhların dan sıyrılm a yanılgısını
y aşay acak şekilde, hazzın insanlıkla ilgisi olm ayan dü n y asın a
so k m ay a çalışırlar. M ile Vinteuil'ün bun u ne k ad ar istediğini,
başarm asın ın ne k ad ar im k ânsız o ld uğu n u gördük çe anlıyor-
dum . B abasıy la taban tabana zıt olm ak istediği an da ban a hatır-
lattığı şey, y aşlı piy an o hocasının d ü şü n m e ve k on uşm a biçi-
m iydi. O nun, k utsallığını lekelediği, hazzı için bir araç olarak
kullan dığı, am a h azzıy la kendisi arasın d a kalan ve bu hazzı
d o ğru d an tatm asını engelleyen şey, babasının fotoğrafından
çok, y üz ün ü n babasın a benzerliğiydi, babasının , kend isin e an-

168
nesinden m iras k alm ış, aile y ad igârı bir m ücevher gibi kızına
verm iş o ld u ğu m av i gö zleriydi, M ile V inteuil'ün sapıklığıyla
kendisi arasına, bu sap ık lığa uygu n olm ayan ve onu, genellikle
kendini vakfettiği say ısız n ezaket gereğin den çok farklı bir şey
olarak algılam asın a m ani olan bir dil, bir zihniyet engeli koyan
kibarca dav ran ışlardı. O na haz fikrini aşılayan , hoş gelen şey,
kötülük değildi; hazzı kötü bir şey olarak gö rüy ordu. Kendini
h azza her bırakışın da, bu haz beraberinde, d iğer zam an lard a if-
fetli ruhun da m ev cut olm ayan kötü düşün celer getirdiği için
de, sonuçta h a zd a şeytanca bir şeyler buluyor, onu K ötülük'le
özdeşleştiriyordu . Belki d e M ile Vinteuil, ark adaşın ın özün de
kötü olm adığı, k endisine o k üfür dolu sözleri söylerken sam im i
olm adığı k an ısın d ay dı. A m a hiç değilse, ark adaşının, sahte de
olsalar, ahlaksızlıkları ve b ayağılıklarıyla iyiliğe ve ıstıraba d e-
ğil, zalim liğe ve h az za eğilim li bir insanın ifadelerine benzeyen
tebessüm ler, b ak ışlar sergileyen yü zün ü öp m e zevkini tadıy or-
du. Bir an için d e olsa, bab asın ın hatırasına ilişkin gerçek d u y -
guları bu k ad ar v ah şi olan bir kızın, k en disi k a d ar sapık bir su-
çortağıyla oy nayacağı oyunları gerçekten oynadığın ı farz ede-
bilirdi. Belki de, b aşk aların a y aşattığı ıstırap k arşısın d a d u y d u -
ğu, hangi adla anılırsa anılsın, zalim liğin korkunç ve sürekli bir
şekli olan kayıtsızlığı, herkeste old u ğ u gibi kendinde de gö re-
bilseydi, k ötü lüğün o k ad ar en der rastlan an, o lağan ü stü , şa şır-
tıcı, rahat ettirici bir hal o ld u ğu n u düşü n m ezdi.

M eseglise tarafına gitm ek oldu kça basitti, am a G uerm an tes


tarafına gitm ek bir m eseley di, çünkü uzun bir gezin tiydi ve ha-
vanın b oz m ayacağ ın d an em in olm ak gerekirdi. H ava ü st üste
birkaç gü n güzel olacakm ış gibi gö rün d ü ğ ün d e; "za v allı tarla-
l a r a bir dam la y a ğm u r dü şm ü y o r diye u m u tsu zlu ğa kapılan
ve sakin, m avi gö k y üz ü n d e süzülen tek tük be yaz bulutlardan
b aşk a şey görem eyen Françoise, inleyerek, "Ş u n la ra bakın, d iş-
lerini göstere gö stere oy n aşıp du ran cam gözler sanki! Z avallı
çiftçilere biraz y ağm u r yağd ırm ay ı d ü şün d ükleri m i var! B u ğ-
d ay lar b üyüyün ce y ağm u r tıpır tıpır y ağm ay a b aşlar am a, son -
ra d a hiç ara verm eden , denize m i, toprağa m ı yağd ığ ın ı bilm e-
den y ağar d u ru r artık," d ed iğin de; b abam birkaç kez üst üste,

169
hem bahçıvandan, hem de barom etreden, aynı olum lu cevabı
ald ığın d a, ak şam yem eğin de, "Yarın hava böyle olursa Guer-
m an tes tarafına gid elim ," denirdi. Ö ğle yem eğin den hem en
sonra, küçük bahçe kapısın d an Percham ps So k ağı'n a çıkılırdı;
iki üç yaban arısının, bitki derlem ek üzere bütün gün araların da
d o laştığ ı tahıllarla d olu, tuhaf özelliklerinin ve hırçın kişiliğinin
k ayn ağı olarak gö rd ü ğü m adı k adar garip olan bu dar, sivri kö-
şeli so k ağ ı, şim d i C o m b ray 'd e aram ak b oşun a olur, çünkü esk i-
den bu so kağın old u ğ u yerde, şim di okul binası yükselm ekte.
A m a benim hayal gücü m R önesans ü slub u n d a bir vaiz k ürsü -
sün ün ve bir XVII. yüzyıl ah arının altında Rom an ü slub u n d a
bir koroyerinin izlerini g ö rü p binanın tam am ını XII. yü zy ıld a
olm ası gerektiği şek ilde restore eden, Viollet-le-Duc'ün öğrenci-
si m im arlar gibi), yeni yapıyı taş taş üstün e bırakm am acasın a
yıkıyor ve P ercham ps So k ağı'n ı ortaya çıkarıp "restore" ediyor.
H ay al gücü m , restorasyon m im arlarının genellikle bu lab ild i-
ğinden dah a kesin verilere sahip: Ç o cuk luğu m dak i
C om bray'n in, h afızam tarafın d an korunm uş, yakında yok ol-
m ay a m ahkûm , hâlâ var olan son görüntüleri belki de; yok ol-
m ad an önce b izzat eski C om bray tarafından benliğim e k ayd e-
dildikleri için de, -m ü te v az ı bir portre, büyükann em in repro -
dük siy on ların ı ban a h ediye etm ekten ho şlandığı o harika port-
relerle karşılaştırılabilirse e ğ er- Leonardo'n un şah eserin i ve
San M arco B a z ilik asın ın an a kapısın ı, artık var olm ayan halle-
riyle gö rd ü ğ ü m ü z o esk i Son Akşam Yemeği gravürleri ve G enti-
le Bellini'nin tablosu gibi duy gu lan dırıcı görüntüler.
L'O iseau So k ağı'n d a, XVII. yü zy ıld a, senyörlerin, çiftçilerle
araların dak i bir an laşm azlık y üzün den , bir derebeylik sö z leş-
m esi m eselesi için ara sıra C o m b ray 'y e gelm eleri gerektiğinde,
av lu sun a M ontpensier, G ue rm an tes ve M ontm orency d ü şe sle -
rinin saltan at arabalarının girdiği, eski L'O iseau Flesche oteli-
nin önünden geçerdik. So n ra, ağaçlarının arasın dan Saint-Hi-
laire'in çan kulesinin g ö rü n d ü ğ ü gezinti yoluna gelirdik. O rada
oturup bütün gün çan seslerini dinleyerek kitap ok um ak ister-
dim ; o k ad ar güz el, o k ad ar hu zurlu bir yerdi ki, çanlar saat
başlarını çald ığın d a, sanki gü n ün sükûnetini bölm eyip arındı-
rır, çan kulesi, y apacak b a şk a hiçbir işi olm ayan bir insanın

170
gev şe k ve özenli şaşm azlığıyla, -ısının ağır ağır, doğallıkla bi-
riktirdiği birkaç altın dam lasın ı sıkıp akıtm ak için - gerektiğin -
de, do lg u n se ssizliği sıkıştırırdı.
G uerm an tes tarafının en cazip yanı, gezintim iz boyunca
V ivonne N ehri'nin yatağını hem en hiç terk etm eyişim izdi. Ev-
den çıktıktan on dak ik a sonra, Pont-Vieux adı verilen bir yaya
k ö prü sün d en , nehrin karşı tarafına geçerdik. C o m b ray 'ye v ar-
dığım ızın hem en ertesi gü n ü, P askalya yortu sun da, hava g ü -
zelse v aaz biter bitm ez küçük k öprüye koşar, evlerde, hâlâ orta-
lıktaki birkaç tem izlik gerecinin, şatafatlı hazırlıklar neden iyle
her zam ankinden kirli g ö rü n d üğ ü bayram sabah ı k arg aşasın -
d a, henüz siyah ve çıplak olan toprakların arasın da şim d iden
gök m avisin e b ü rü n m üş akan, sad ece vaktinden önce gelm iş
bir g ru p gu gu k k uşun un ve erkenci çuhaçiçeklerinin eşlik ettiği,
m av i alevli, tek tük birkaç m enekşenin, külah larınd a taşıdıkları
koku dam lasının ağırlığıyla saplarını eğdikleri nehri sey red er-
dim . Pont-Vieux'nün öbür ucun dak i, teknelerin çek ildiği pati-
kanın k ö prü ye yakın kısm ı, yaz m evsim inde, altın da hasır şa p -
kalı bir balıkçının kök sald ığı fındık ağacının m av im si y ap rak -
larıyla örtülürdü. Z an goç üniform asının içindeki nalbantı, be-
yaz koro üyesi ü stlüğü n ü n altındaki bak kal çırağını m u tlak a ta-
nıdığım C om bray 'd e, bu balıkçı, kim liğini asla öğren em ediğim
tek kişidir. A nnem le babam ı tanıyor olm alıydı, çünkü b iz ge -
çerken şap k asın ı çıkarıp selam verirdi; bunun üzerine ben adını
sorm ak isterdim , am a balığı korkutm ayayım diye, işaretlerle
su stururlard ı beni. Nehri epeyce yüksekten izleyen, teknelerin
çek ildiği patikaya girerdik; nehrin karşı yakası, köye ve u zak ta-
ki istasy o n a kadar, alçak, gen iş çayırlar halinde uzanırdı. O rta-
çağd a, G uerm antes senyörlerinin ve M artinville b aşrah ipleri-
nin saldırılarına karşı Vivonne N ehri'ni sav u n m a am acıyla kul-
lanan eski C om bray kontlarının şatosu nu n yarı yarıya otlara
gö m ülm ü ş kalıntılarına rastlanırdı bu çayırlarda. Şato dan geri-
ye, zar zor seçilebilen, yam rı yum ru birkaç kule p arçası, bir z a-
m an lar kundaklı yayla silah lanm ış bir askerin tepesinden a ş a -
ğıya taşlar attığı, ü zerin de duran nöbetçinin N o ve po n t'u,
C lairefontaine'i, M artinville-le-Sec'i, Bailleau-l'Exem pt'i g ö z e -
tim altında tuttuğu birkaç m azg al kalm ıştı sadece; eskiden hep-

171
si, C o m b ray 'y i çepeçevre k uşatan G ue rm an tes derebeyliğine
bağım lı toprak lar olan bu yerleşim ler, çoktan yerle bir olm uş,
çim enlerin ü zerin de ders çalışm aya vey a d ers araların da oyun
oy n am aya gelen p a p a z okulu öğrencilerinin hâkim iyeti altına
girm işti - neredeyse top rağa göm ü lm ü ş, biraz serinlem ek iste-
yen bir gezgin gibi su kenarına uz an m ış olan bu geçm iş, beni
dü şün celere gark eder, C om b ray adın a, şim diki küçü k k asab a-
nın yanı sıra, on dan çok farklı bir kent eklem em e seb ep olur,
sarı düğünçiçeklerinin altında gizlenen an laşılm az, eski çehre-
siyle zihnim i m eşg u l ederdi. Yum urta sarısı rengindeki düğün -
çiçekleri, çim enlerin üzerin de tek b aşların a veya ik işer üçer,
g ru p lar halin de oy nam ak için seçtikleri bu b ö lged e çok k alab a-
lıktılar; onları seyretm enin verd iği hazzı d am ağım la tadam ay a-
cağım dan , hazzın tam am ını, çiçeklerin altın yaldızlı yüzeyle-
rinde toplardım ; so n un d a bu h az iyice güçlen ip işlevsiz gü zelli-
ğe d ö n ü ştü ğü için, çiçekler old uk ların dan da p arlak gö rü n ür-
lerdi g özü m e; dah a küçücük bir çocukken bile, b u böyleydi, o
zam anlar, bayırdak i p atik ad a d u ru p dü ğünçiçeklerine, belki
asırlar önce A sy a 'd an gelerek temelli köye yerleşm iş olan, bu
m ütevazı ufuktan m em nun, gün eşi ve su kenarını seven, istas-
yon m an zarasın a bağlı, am a kim i eski resim lerim iz gibi, halka
ö z gü yalınlıklarıyla şairan e bir D o ğu şaşaasın ı h âlâ koruyan,
Fransız peri m asalların d ak i prensleri hatırlatan adlarını tam
olarak telaffuz ede m ediğim düğünçiçeklerine kollarım ı u zatır-
dım .
Ç ocu kların küçük balıkları av lam ak için Vivonne N eh ri'n e
attıkları, içlerini d e d o ld u ran nehir su y u y la çepeçevre k uşatıl-
m ış sürahileri seyrederdim ; k atılaşm ış bir su y u an dıran say -
d am yüzeyleriyle, aynı an d a hem "m u h tev i", hem d e sıvı ve
ak ışk an bir billurun içindeki "m u h tev a" olan bu sürahiler, ku -
rulu bir so fra üzerindeki du ru şların a kıyasla, d ah a lezzetli ve
kışkırtıcı bir serinlik d u y g u su uyan dırırlardı içim de, çünkü ar-
zu lad ığım serinliği, elle yak alan m asın a im k ân tanım ayan
oynak suyla, d am ağın tatm asın a im kân tanım ayan katı cam
arasın d a, sürekli tekrarlanan bir kaçış halinde gösterirlerdi. A y-
nı yere daha sonra oltalarla gelm eye k arar verirdim kend i ken-
dim e; ikindi kah valtısı için yan ım ızd a getirdiğim iz yiyecekler-

172
den biraz ekm ek alıp yuv arlay arak Vivonne N eh ri'n e atardım ;
su d a ad eta bir aşırıd o ym a m ey d an a gelir, su birdenbire, herhal-
d e o âna k ad ar eriyik d uru m u n d a, k ristalleşm eye hazır tuttu-
ğu , görün m ez, aç irib aşlard an oluşan oval salkım lar halin de ek-
m eklerin etrafında yo ğun laşırdı.
A z ileride, Vivonne N eh ri'nin yatağı, su bitkileriyle tıkanır-
dı. Ö nce tek tek bitkiler gö rülü rd ü, örneğin bir nilüfer, talihsiz
bir tesad üfle yerleştiği ters akıntı yü zün d en bir türlü rah at ede-
m ez, otom atik hareketli bir feribot gibi, bir kıyıya u laştığı an da
hem en k arşı kıyıya döner, so n su za dek bu gid iş d ö n ü ş yolcu lu-
ğun u tekrarlardı. K ıyıya d o ğru itilirken, sap ı açılır, uzar, gerile-
bileceği k ad ar gerilirdi, kıyıya d eğ d iğ i an da tekrar akıntıya ka-
pılan yeşil halat kıvrılır, bir san iye bile o rad a k alm ayıp, aynı
m an evray la tekrar harekete geçtiğinden, zavallı bitkiyi varış
değil, kalk ış noktası diyebileceğim iz n oktaya götürü rdü yine.
H er gezin tim izde aynı d u rum d a b u ld u ğu m nilüfer, b üy ü k b a-
bam ın Leonie H alam ı d a araların a kattığı nevrozlu hastaları ha-
tırlatırdı ban a; bunlar, yıllar yılı, hep k urtulm ak üzere o ld u k la-
rını zannettikleri ve hep koruduk ları garip alışkanlıkların d e-
ğişm e z gö rün tüsüy le çıkarlar k arşım ıza; kaygılarının ve sa p -
lantılarının çarkına kapılm ışlardır ve bu çarkın dışın a çıkm ak
için çırpınm aları, sad ece çarkın işleyişini sürd ü rm eye, önüne
geçilem eyen, tuh af ve u ğ u rsu z perhizlerini harekete geçirm eye
yarar. N ev rozlu h astalara benzeyen nilüferin hatırlattığı bir
b aşk a şey de, ebediyen tekrarlanan ben zersiz işkenceleriyle
D ante'nin m erakını cezbeden zav allılardı; tıpkı beni peşlerin-
den k oşm ay a m ecbur eden annem le babam ın yaptığı gibi, Ver-
giliu s d a iri adım larla u zak laşm asa, D ante onu y ak alam ak zo-
run da k alm az, işkencenin özelliklerini ve sebebini, bü tün ay-
rıntılarıyla, b izzat o zav allılara anlattırırdı.
A m a biraz ileride nehrin akışı yavaşlardı; ırm ağın içinden
geçtiği arazinin, su bitkileri yetiştirm ekten hoşlanan sah ibi, Vi-
vonne'un olu ştu rd u ğ u küçük gölleri birer nilüfer bah çesine d ö -
n üştü rm üş ve halka açm ıştı. Bu b ö lged e kıyılar sık ağ açlarla
kaplı o ld u ğu n dan , ağaçların gen iş bölgeleri, su y u genellikle ko-
yu yeşile boyardı, am a bazen , fırtınalı bir ö ğle so nrasını izleyen
sakin ak şam la rd a eve dönerken, su, bölm eli Jap on m inelerine

173
benzer, m ora çalan, çiğ bir açık m aviye b ü rü n m üş olurdu. S u -
yun yüzeyinde, ortası lal rengi, kenarları beyaz tek tük nilüfer-
ler, çilek gibi kızarırlardı. D aha uzak ta çok say ıd a bulun an çi-
çekler, daha so luk renkli, d ah a m at, dah a taneli, dah a çok kıv-
rım lıydılar; tesadüfen öyle zarif sarm allar çizerlerdi ki, akıntıya
k apılm ış giden, bir kır sefasının hüzün lü dağılışın ı hatırlatan,
çözülm üş katm erli gül çelenklerini andırırlardı. Bir b aşk a köşe,
frenkm enekşesinin, bir ev kadını titizliğiyle, porselen gibi yı-
kanm ış, tertem iz beyazını ve pem besini sergileyen, d ah a y ay -
gın nilüfer türlerine ayrılm ıştı adeta; biraz ötedeyse, y üzen bir
çiçek tarhı halinde, birbirine bitişik nilüferler, m av im si ve cilalı
kanatlı kelebekler gibi b u su tarhının say d am eğim i üzerine
kon m uş m enekşeleri hatırlatırdı; aynı zam an d a bir g ö k y ü zü
tarhıydı bu, çünkü çiçeklere, kendi renklerinden d ah a çarpıcı,
d ah a ilahi renkte bir zem in sağlardı; bu tarh, ister öğleden son -
ra nilüferlerin altında, dikkatli, se ssiz ve hareketli bir m u tlulu-
ğun rengârenk ışıltısıyla yansın, ister ak şam a d o ğru , uzaktaki
bir lim an m isali, gü n e ş batışının pem besine ve hayallerine b ü-
rünerek, dah a sabit tonlardaki çiçek taçlarının etrafın da, z am a-
nın en derin, en ele geçm ez, en esraren giz -y an i s o n su z - yanıy-
la sürekli bir uyum halinde olabilm ek için d u rm ad an d e ğişsin ,
üstündeki çiçekler, d aim a gö k y üzün ü n o rtasın d a açm ış gibi bir
izlenim uyandırırdı.
Bu park tan çıkıldığında, Vivonne N ehri yine ak m aya b a ş-
lardı. Kürekleri bırakıp kayığının içine sırtüstü yatm ış, kayığı
nehrin akıntısına bırakm ış, ağır ağır tepesinden geçen gö k y ü -
zün den b aşk a hiçbir şe y görm eyerek, çehresinde m utlu luğun
ve h uzurun ön sez isiy le yol alan bir kürekçiyi kim bilir kaç kere
görm üş, kendi keyfim ce yaşayab ileceğim zam an , onu taklit et-
m eyi istem işim dir!
Suyun kenarındaki süsen lerin arasın a oturduk. A ylak bir
bulut, boş gök y üz ün d e uzun u zun oyalanırdı. A ra sıra, sıkıntı-
dan bun alm ış bir sazan, kaygılı bir özlem içinde, su d an dışarı
çıkardı. İkindi kahvaltısı vakti gelirdi. Tekrar yola k oy ulm ad an
önce u zun u zun çim enlerde oturu p m eyve, ekm ek ve çikolata
yerdik; Saint-H ilaire'in çan sesleri, y atay ve zay ıflam ış olarak,
am a hâlâ yoğu n ve m etalik bir tınıyla bize k ad ar ulaşır, onca

174
zam an d ır içinden geçtikleri h avay a karışm ayıp, tek tek bütün
ses d algalarının birbirini izleyen titreşim leriyle, ayaklarım ızın
dibin deki çiçekleri y alar geçerlerdi.
Bazen, orm anlarla çevrelenm iş nehrin kıyısında, tek başı-
na, her şeyden uzak , du varlarını yalay an nehirden başk a hiçbir
şeyi görm eyen bir kır evine rastlardık. D üşünceli çehresi ve şık
tülleri yöreye ait olm ayan , herh alde oraya, yaygın deyim le "k a-
p an m a y a ", kendi adını ve bilh assa kalbini elinde tutm ayı b aşa -
ram ad ığı kişinin adını o rad a kim seciklerin bilm ed iğinde n em in
olm anın acı zevkini tatm aya gelm iş olan, genç bir k adın, kapı-
nın önüne bağlı bir kayıktan ötesini gö rem ediği pen cerede beli-
rirdi. K ıyıdaki ağaçların ark asın d an geçen insanların seslerini
du y un ca, dalgın bir ed ay la başını kaldırırdı; bu insanların, ha-
yatlarında o v e fasız şah sı hiç tanım adıklarını ve tan ım ayacakla-
rını, geçm işlerindeki hiçbir şeyin, onun d am gasın ı taşım adı-
ğını ve gelecekte de taşım ayacağını, dah a yüzlerini bile görm e-
den, kesin olarak bilirdi. G enç kadının, bu vazge çiş içinde sev-
diğin i en az ın dan görebileceği yerleri bırak ıp onu hiç görm em iş
yerlere isteyerek ge ld iği hissedilirdi. Sevdiğin in geçm eyeceğini
bildiği bir yo lda yaptığı y ürü yü şten dönerken onu görür, ge -
reksiz zarafetteki u zun eldivenlerini, kaderine b oy un eğm iş el-
lerinden çıkarışını seyrederdim .
G uerm an tes tarafına y aptığım ız gezintilerin hiçbirinde, Vi-
vonne N ehri'nin k ay n ağın a k ad ar gidem ed ik; bu kayn ağı sık
sık dü şü n ü rd üm , v arlığı benim n azarım da o k ad ar soyut ve
ide ald i ki, il sınırları içinde, C om bray 'd en şu k a d ar kilom etre
u zakta b u lu n d uğ u n u öğrenm ek, yery üzünün bir başk a belirli
noktasında, eski çağlard a, C ehennem 'in kapısının b u lu n d u ğ u -
nu öğrenm ek k adar şaşırtm ıştı beni. Benim v arm ayı çok istedi-
ğim bir sınıra, G ue rm an tes'a d a, bu gezintilerin hiçbirinde u la-
şam ad ık . G uerm an tes Şato su sah iplerinin, yani G uerm an tes
D ük ü'y le D üşesi'nin orad a oturduklarını, o an d a var olan ger-
çek kişiler olduklarını biliyordum , am a onları her d ü şü n d ü -
ğüm d e, daim a M erovenj dönem inin esrarıyla ve tıpkı bir gün eş
batışındak i gibi, "-an tes" hecesinden yayılan turun cum su ışıkla
sarm alan m ış olarak canlandırıyordum kafam d a: Bazen kilise-
m izde, "E sterin Taç G iym e T öreni" adlı tasv ird e görünen

175
G uerm an tes K ontesi gibi bir d u v ar halısına işlenm iş oluyorlar,
bazen , ben vaftiz kurnasına yakın sam lahana yeşiline, isk em -
lem e yakın sam m or m av iye bürünen, vitrayd aki K ötü G ilbert
gibi d e ğişik tonlara bürünüyorlar, bazen d e G ue rm an tes aile si-
nin atalarından Brabant'lı G enoveva'nın, sihirli fenerini o d a -
m ın perdelerin de ge zd ird iği veya tavan a tırm an dırdığı gö rün -
tü sü gibi katiyen elle tutulam ıyorlardı. Buna rağm en ,
G uerm an tes'lar, dük ve d ü şe s sıfatıyla, tu h af olsalar d a gerçek
insan lardılar benim göz üm d e ; oysa düklük leri, d ü k ü ve d ü şesi
oldukları G uerm antes'ı, gü n eşli "G u erm an tes tarafı"n ın tam a-
m ını, Vivonne N ehri'n in kaynağını, nilüferlerini, ulu ağaçlarını
ve say ısız gün eşli öğle sonrasını k ap say acak şekilde, ö lçüsüzce
genişliyor, soyu tlaşıy ordu. Ayrıca, sad ece G uerm an tes D ük ü ve
D üşesi unvanını taşım adıklarını, eski senyörlerini yenm eye ça-
lışıp başaram ay ınca XIV. y üz y ıld a evlilik yo lu yla edindikleri
C om bray Kontu unvanını da taşıdıklarını, d o lay ısıyla,
C o m b ray 'd e oturm ayan ilk ve tek C om bray'liler olduklarını da
biliyordum . C om b ray K on tu'ydular, ism en, şah sen , Com -
bray'n in sahipleriydiler, şü ph e siz C o m b ray 'y e öz gü o ga rip ve
so fu hüznü içlerinde barınd ırıyorlardı; kentin sahibiydiler, am a
belirli bir evin sahibi değildiler, herh alde onlar d a, C am u s'y e
tuz alm aya giderken kafam ı k ald ırdığım takdirde, Saint-H ilaire
K ilisesi'nin ap sis v itraylarında an cak siyah lakay la boy an m ış
arka yü zü n ü gö rebildiğim G ilbert d e G uerm an tes gibi, d ışarı-
d a, sok ak ta, yeryü züyle gö k y üzün ün arasın d a bir y erde y a şı-
yorlardı.
Sonraları, G uerm an tes tarafın da, ara sıra, koyu renk çiçek
salkım larının tırm andığı çitlerle çevrili, küçük, su lak arazilere
rastlam ay a başladım . Ç ok değerli bir bilgiyi ele geçirdiğim i d ü -
şün erek bu çitlerin ön ünd e du rurd um , çünkü en se v d iğ im y a-
zarlard an birinin tasvirlerini ok udu k tan sonra görm eyi çok ar-
zu lad ığım o ırm ak coğrafyasının bir parçasın ın k arşısın d ay m ı-
şım gibi gelirdi bana. D oktor Percepied'nin bize G ue rm an tes
Şato su 'n u n bahçesind eki çiçeklerden, güzel p ın arlardan bah set-
m esiyle zihnim deki gö rü n tü sü değişen G uerm antes, işte bu
coğrafyay la, onun, k öp ü k lü ırm aklar tarafından sulan an hayalî
toprağıy la özdeşleşti. M m e d e G uerm an tes'ın, aniden bana sev -

176
d alan ıp beni çağırttığını hayal ed iyord um ; bütün gün birlikte
alabalık tutuyorduk. A k şam o ld u ğ u n d a d a, elim den tutuyor,
vasallara ait küçük bahçelerin önünden geçerken, alçak d u v ar-
lara yaslan m ış ince uzun, m or ve kırm ızı çiçekleri gösterip
isim lerini söylüyordu . Yazm ayı d ü şü n d ü ğ ü m şiirlerin konula-
rını anlattırıy ordu bana. Bu tahayyüller, ileride yazar olm ayı is-
ted iğim e göre, ne y azm ak isted iğim i artık bilm em gerektiği ko-
n u sun d a beni uyarıyorlardı. A m a bu kon uy u dü şün m ey e b aş-
ladığım an da, ölçülem eyecek k ad ar değerli bir felsefi anlam ı
içinde barındırabilecek bir konu b u lm aya çalıştığım d a, zihnim
duruyor, dikk atim i y oğu n laştırdığım y erd e bir boşluktan başk a
şey görem iyor, yaratıcı deh aya sah ip olm ad ığım ı, ya da belki
bir beyin hastalığının, b u dehanın d o ğm asın a izin verm ediğini
hissed iy ord um . Bazen bu sorun u babam ın çözeceğini d ü şü n ü -
yordum . B abam o k ad ar n üfu zlu ve m evki sah ibi insanlar nez-
d in d e o k ad ar hatırlıydı ki, hayat ve ölüm y asaların d an dah a
kaçınılm az y asa lar olarak gö rm eyi Fran ço ise'd an öğrendiğim
y asa lard an bile m u af tutulm am ızı, örneğin, m ah allede bir tek
bizim evin "y en ilem e" çalışm alarının bir yıl geciktirilm esini,
bak an la gö rü şü p, kaplıcalara gitm ek isteyen M m e Sazerat'nın
oğlu n un , bak alo ry a sın avın a, so y ad ı S harfiyle b aşlay an gru-
bun sırasın ı beklem eden, A harfiyle b aşlay an aday larla birlikte,
iki ay önceden girm esin i sağlard ı. A ğır bir h astalığa yakalan-
sam ya d a h ay du tlar tarafından kaçırılsam , babam ın yüce gü ç-
lerle sıkı ilişkileri ya d a yüce Tanrı katındak i k arşı k on ulm az
tavsiye m ektupları say esin d e, h astalığım ın veya esaretim in, be-
nim için tehlikesiz, ön em siz ve gösterm elik olacağın dan hiç
k uşku d u y m az, gerçekliğe kaçın ılm az d ö n ü şün , iy ileşm e veya
kurtarılm a vaktinin gelm esini beklerdim sakin sakin; bendeki
bu deh a eksikliği, ileride yazacaklarım ın k on usun u arad ığım d a
zihn im de açılan o kara delik de, gerçeklikten yo ksun bir yanıl-
sam a d a n ibaret olabilir, H ükü m etle ve Tanrıyla, çağım ızın bir
num aralı y azarı olacağım k on usun da herhalde an laşm ış olan
babam ın bir m ü d ah alesiyle son bulabilirdi. A m a bazen de, an -
nem le b abam , benim ge ride kalıp onları izlem ed iğim i görerek
sabırsızlan dık ların d a, o an dak i hayatım , babam ın keyfince d e-
ğiştirebileceği, suni bir yaratısı gibi değil, aksine, benim için

177
d üzenlenm em iş, itiraz kabul etm eyen, m üttefiksiz, tek b aşım a
ortasın da bu lu n d u ğum ve k endi ötesinde herhangi bir şeyi g iz -
lem eyen bir gerçekliğin içindeym iş gibi görün ü yordu gözüm e.
O zam an bana, d iğ er insanlarla aynı şek ilde var oluy o rm uşum ,
onlar gibi yaşlan ıp ölecekm işim ve onların arasın da, yazarlık
yeteneği olm ayan lardan b iriym işim gibi geliyordu. Bu yüz den
d e cesaretim kırılıyor, Bloch'un yüreklendirici sözlerine ra ğ -
m en, edebiyattan temelli v azgeçiyordum . T ıpkı iyilikleri herkes
tarafından öv ülen kötü bir ad am için, vicdan azabının ağır b as-
m ası gibi, benim düşü n ce b o şlu ğ um a ilişkin bu m ah rem ve d o -
lay sız hissiyatım da, bana yöneltilecek iltifatların h epsin e ağır
basıyo rd u.
Bir gü n annem , "Sürekli M m e d e G uerm antes'tan sö z ed i-
yordun, D oktor Percepied ona dört yıl önce, h astalan dığın da
çok iyi bak tığı için, dü şe s, d oktorun kızının d ü ğün ün e,
C o m bray 'ye gelecekm iş. D üğ ü n töreninde göreceksin M m e d e
G ue rm an tes'ı," dedi. Zaten M m e de G uerm an tes'ı en çok D ok-
tor P ercepied'den din lem iştim , hattâ doktor bize, resim li bir
d ergide, M m e d e G uerm an tes'ın resm ini de gösterm işti; dü şe s,
ü zerind e Léon Prensesi'nin kıyafet b alosu n a giy d iği kostü m le
resm edilm işti.
K ilisedeki d ü ğü n töreninde, M issa ayini sırasın da zan goç
yer değiştirin ce, ansızın, şapellerd en birinde oturan, sarışın bir
hanım gö rdüm ; iri bir burnu, m avi gözleri, keskin bakışları,
eflatun, kaygan , yepyeni, parlak ve kabarık bir fuları, bu r-
nunun kenarında da ufak bir sivilcesi vardı. Sıcaktan alev alev
olm u ş izlenim i uyan dıran kırm ızı yüz ün de, bulanık ve belli be-
lirsiz de olsalar, bana gö sterilm iş olan portreyle kısm i benzer-
likler b u ld u ğu m , özellikle de, k endine h as yü z hatlarını tarif et-
m ek isted iğim d e, aynı D oktor Percepied'nin G uerm an tes Düşe-
si'ni tasvir ederken kullanm ış o ld u ğu ifadelerle, büyük bir b u -
run, m avi gö zler diye tanım ladığım için, kendi kendim e, "B u
hanım M m e de G ue rm an te s'a benziyor," diy e d ü şü n d ü m ; d ü -
şese benzettiğim hanım ın ayin sırasın d a otu rdu ğu şa p el, Kötü
G ilbert'in şap eliy di, bal peteği gibi altın sarısı, yaygın, d ü z m e-
zar taşlarının altında eski Brabant kontlarının yattığı bu şapel,
hatırladığım kad arıyla G ue rm an tes ailesinin bir tören için

178
C o m bray 'y e gelen üyelerine ayrılm ış olan şap eldi; M m e de
G uerm antes'ın portresine benzeyen ve tam o gün, onun bu şa -
pele geleceği gün orad a bu lun an ancak bir tek kadın olabilirdi,
o d a M m e de G uerm an tes'ın kendisiydi! Büyük bir hayal kırık-
lığı yaşadım . H ayal kırıklığım ın sebebi, M m e de G uerm an tes'ı
d üşünü rk en , onu hep bir d uv ar halısının ya d a vitrayın renkle-
rind e, bir başk a y üz yıld a, y aşayan diğer insan lardan farklı bir
biçim de g ö z ü m d e canlan dırd ığım ı hiç fark etm em iş olm am dı.
M m e de G uerm an tes'ın da, M m e Sazerat gibi kırm ızı bir yüzü,
eflatun bir fuları olabileceği hiç aklım a gelm em işti; yanakları-
nın oval çizgisi, ev im izd e gö rm ü ş o ld u ğu m insanları o k adar
hatırlattı ki bana, hem en d ağ ılan bir anlık bir şüpheye, bu hanı-
m ın, kayn ağın da, özün de , bütün m olekülleriyle belki d e Guer-
m antes D üşesi olm adığı, kendisin e verilen isim d en haberi ol-
m ayan bedeninin, hekim ve tüccar eşlerini de k apsay an , belirli
bir kadın türün e ait old u ğ u k u şk u sun a kapıld ım . "B uym uş,
M m e d e G uerm an tes b u y m u ş!" diy e tercüm e edilebilecek dik-
katli ve şaşkın bir ifadeyle izlediğim gö rün tünü n, aynı M m e de
G uerm an tes ism iyle birlikte hayallerim de kim bilir kaç kez kar-
şım a çıkan görüntülerle, d o ğ al olarak hiçbir ilgisi yoktu, çünkü
bu görün tü, diğerleri gibi keyfî bir biçim de benim tarafım dan
oluşturulm am ış, ilk olarak d ah a birkaç san iye önce, k ilisede çı-
kıverm işti karşım a; onlarla aynı nitelikte d eğild i, bir hecenin
turuncu tonuyla sarm alanabilen gö rüntüler gibi, arzu ya göre
renklendirilem iyordu; aksine, o k adar gerçekti ki, b urn un kena-
rında çıkm ış olan sivilceye varıncaya k ad ar her şeyi, bu görün -
tünün, hayatın yasaların a tabi o ld uğu n u kanıtlıyordu; tıpkı ti-
yatroda bir d ö n ü şü m sahn esinde, b iz karşım ızdak in in bir ışık
oyunu olabileceğin den şüph elen diğim iz sırad a, peri kızının el-
b isesin de bir kırışm anın veya küçük parm ağ ının hafifçe titre-
m esinin, canlı bir kadın oyuncunun m ad d i varlığını ele verm e-
si gibi.
Bir yan d an d a, iri burnun ve delici bakışların (belki ben d a -
ha k arşım daki kadının M m e d e G uerm an tes olabileceğini d ü -
şün m eye vakit b u lam ad a n gö rüş alanım a ilk girenler, ilk kanca-
yı atan lar onlar oldu kları için) gözlerim de sabitled iği bu y epye-
ni, d eğ işm ez gö rüntüyle, "B u hanım , M m e de G uerm an tes,"

179
fikrini eşleştirm eye çalıştıkça, fikri, görüntünün karşısınd a,
sanki ikisi, bir boşlukla birbirinden ay rılm ış iki ayrı düz le m -
m işçesine hareket ettirebiliyordum sadece. A m a kim bilir kaç
kez hayalini k urdu ğ um M m e d e G uerm antes, şim d i gerçekten
benim d ışım d a var o ld u ğu n u gö rd ü ğü m için, hayal gü cüm
üzerin de d ah a d a gü çlü bir hâk im iyet kurdu; beklediğin den bu
k ad ar farklı bir gerçeklikle tem as edince bir an felce u ğrayan
hayal gü cü m , tepki gö sterm eye, ban a şöyle d em eye başladı:
"C h arle m agn e'de n önce şan ve şöhret kazan m ış olan Guer-
m antes'ların, v asallarının hayatı ve ölüm ü hakkında k arar ver-
m eye yetkileri vardı; G ue rm an tes D üşesi, Brabant'lı G enove-
va'n ın soy un d an gelm iştir. B u rada b ulun an insan ların herhangi
birini ne tanır, ne d e tanım ay a tenezzül eder,"
Ve M m e d e G ue rm an tes şap e ld e , atalarının m ezarları ü ze-
rinde otururken -çeh reye u p uz u n , son derece gev şe k ve esnek
bir iple b ağlı old uk larınd an , tek b aşların a, on dan u zakta dola-
şabilen insan bakışlarının o h ariku lad e bağım sızlığı sa y e sin d e -
bak ışları gelişigüz el geziniyor, sütun lara tırm anıyor, hattâ nefte
d o laşan bir gü n e ş ışını gibi, am a okşay ışın ı hissettiğim an bana
bilinçli görünen bir gün eş ışını gibi, benim üzerim d e bile d u ru -
yordu. M m e d e G uerm an tes'ın k endisin e gelince, oyun oy nar-
ken tan ım adığı in san lara seslenen çocuklarının şeytanca cüret-
lerini, ö lçüsüz hareketlerini görm ezlikten gelen bir anne gibi kı-
pırtısız o tu rd uğu n d an , ruhu nun aylaklığı içinde, gez ip tozan
bakışlarını on aylam ak ta m ı, yo k sa kınam akta m ı old u ğu n u an -
lam ak, benim için im k ân sızdı.
G itm eden önce k end isini yeterince seyredebilm ek ban a çok
önem li geliyordu, çün kü yıllardır onu görm eyi ne k ad ar arzu -
ladığım ı h atırlıyordum ; san k i her bakışım , o iri burnun, kırm ızı
yanakların, b ana çehresi h akkında değerli, gerçek ve özel bilgi-
ler gibi gelen bütün özelliklerin hatırasını m add en taşıy ıp içime
yerleştirebilirm iş gibi, gözlerim i on dan ayırm ıyordum . Artık
bu çehreye ilişkin bütün düşün celerim -belki özellikle de, en
olum lu yanlarım ızı ko ru m a içgü d üsü n ü n bir şekli olan asla ha-
yal kırıklığına u ğram am a arz u s u - ban a onu gü zel gösterdiğin -
den, bedenini etiyle kem iğiyle gö rü p bir an yan ılarak insanlı-
ğın geri kalan ıyla k arıştırdığım bu kadını (o ve o âna k ad ar ka-

180
fam d a can land ırdığım G uerm an tes D ü şesi aslın da bir tek kişi
olduk larına göre), yine d iğ er insan lardan ay ırdığım için, çev-
rem dekilerin, san ki o başk alarıyla kıyaslan abilirm iş gibi, "D ü -
şe s M m e S aze rat'd an , M ile V inteuil'den dah a gü z e l," dedikleri-
ni d u y d u k ça sinirleniyordum . Bakışlarım ı d ü şesin sarı saçları-
na, m avi gözlerine, boynu nun kıvrım ına kilitliyor, ban a başk a
çehreleri hatırlatabilecek çizgileri atlıyor ve bilerek tam am lan -
m am ış b u portre k arşısın d a, "N e k adar gü z el!" d iy e haykırı-
yordum kendi kendim e. "B u ne asalet! K arşım d ak i, gerçekten
de Brabant'lı G eno vev a'n ın torunu, so ylu bir G ue rm an tes!" B ü-
tün dikkatim i y o ğun laştırarak aydınlattığım çehresini, diğer
y üzlerden öylesine tecrit etm iştim ki, şim d i o töreni d ü şü n d ü -
ğü m d e, d ü şe s ve b u hanım ın M m e d e G uerm an tes olup olm a-
d ığın ı so ru p olu m lu cevap aldığım zan goç dışın d a, törene kâtı-
lanlardan hiç k im se gelm iy or göz üm ü n önüne. A m a d ü şe si g ö -
rebiliyorum ; özellikle de, rüzgârlı ve fırtınalı gün lere ö zgü , bir
gö rün ü p bir kaybolan sıcak gün eşin aydın lattığı ayin eşyaları
bölm esin den geçildiği sırad a, M m e d e G uerm an tes'ın, ism ini
bile bilm ediği, am a d ü şü k seviyeleriyle d ü şesin üstün lü ğün ü
adeta haykırarak ilan ettikleri için, sam im i bir iyi niyet b esle di-
ği ve zaten iyiliğiyle, sad eliğiy le saygılarını dah a d a fazla topla-
yacağı bütün o C om bray 'li insanların arasın dak i gö rün tüsü,
hâlâ canlı hatıram da. Etrafa, tanıdık birine yöneltilen, belirli bir
an lam la yüklü, kasıtlı bak ışlar yöneltem ediğinden , d ağın ık d ü -
şünceleri, içinde tutam ad ığı, m avi bir ışık seli h alin de d u rm a-
dan d ışarı taşıyor, d ü şe s, bu m avi ışığın, her an d e ğ d iğ i sıra-
dan in sanları rah atsız etm esini, k üçüm serm iş gibi gö rünm esini
istem iyordu. İpeksi, kabarık eflatun fularının üzerin deki gö zle-
rinde okunan tatlı, hafif şaşk ın lığı ve ona eklediği hafif çekin-
gen tebessüm ü hâlâ görür gibiyim . Belirli birine yöneltm eye ce-
saret edem ese de herkes payına d üşen i alsın diye ortaya su n -
d u ğ u , vasatların dan öz ür dileyen ve onları seven bir senyöre
ö zgü bu tebessüm , benim d ü şe se kenetlenm iş olan gözlerim le
de karşılaştı. O zam an , ayin sırasın da, M m e de G uerm an tes'ın,
K ötü G ilbert'in vitrayından sü zü lm üş m av i bir gü n eş ışınını
andıran bir bakışının üzerim d e bir an d u rm u ş o ld u ğu n u h a-
tırlayıp, "H erh alde benim le ilgileniyor," diy e d üşün dü m . Ben-

181
den hoşlandığını, kiliseden çıktıktan son ra d a beni d üşü n ece ği-
ni, belki ak şam G uerm an tes'ta, benim yüz üm d en biraz hü zün -
leneceğini san dım . Ve o an d a d ü şe se âşık oldum , çünkü nasıl ki
bazen bir kadın a âşık olm am ız için, bize, M ile Svvann'ın bana
bak ışın da g ö rd ü ğü m ü zannettiğim bir aşağ ılam ay la bak m ası,
ona asla sah ip olam ay acağım ızı d üşü n m em iz yeterli olursa, b a-
zen de M m e d e G uerm an tes gibi iyilikle bak m ası, ona sah ip
olabileceğim izi dü şün m em iz, ona âşık olm am ıza yeter. G özleri,
k o parılm ası im k ân sız olsa da, sad ece ban a su n d u ğ u bir ceza-
yirm enekşesi gibi m aviydi; bir b ulutun tehdit ettiği, am a yine
d e bütün gü cüy le m eyd an a ve ayin eşyaları bölm esine oklarını
y ağd ıran gü n e ş, tören için yere serilm iş kırm ızı halıları sard u n -
ya tonlarına boyuyor, M m e d e G uerm an tes'ın üzerlerinde g ü -
lüm seyerek ilerlediği yünlü halılara kad ifem si bir pem belik,
ışıktan bir üsttabak a ekliyor, Loherıgririin kim i pasajlarıyla Car-
paccio'n un kim i resim lerine özgü , B audelaire'in , trom pet sesini
niçin harikulad e sıfatıyla tanım ladığını an lam am ızı sağlay an,
görkem ve n eşeyle sarm alan m ış bir se v gi, ağırbaşlı bir y um u -
şaklık katıyordu.
O gü n d en itibaren, G u erm an tes tarafın da yaptığım gezinti-
lerde, edebiyata kabiliyetim olm am ası, ünlü bir y az ar olm a ha-
yalim den tem elli v azgeçm e k zo run da olu şu m , ban a eskisinden
de acıklı gelm eye b aşlad ı. G rup tan biraz ayrılıp tek başım a ha-
yallere d ald ığım d a bu n a öyle üz ü lüy o rd u m ki, zihnim , bu ıstı-
rabı y aşam am ak için, adeta acı k arşısın d a kend iliğinden kilitle-
nerek şiirlere, rom anlara, yeten ek sizliğim nedeniyle asla ger-
çekleşem eyecek olan, parla k bir şairlik istikbali düşün cesine
yönelm eyi kesinkes red d ed iy o rd u. O zam an, ansızın, bütün bu
edebî kaygıların tam am en d ışın da kalan, her yönüyle bu k ay gı-
lardan b ağım sız bir çatı, bir taşın üzerin e v u rm u ş gün eş, bir yo -
lun kendine has k ok usu , verdikleri özel hazla ve gö rdü ğü m ü n
ötesinde, ban a sun du k ları, benim se bütün çabalarım a rağm en
k eşfe dem ed iğim bir şeyleri gizliyorlarm ış gibi görün dükleri
için, beni d u rduruy orlard ı. Böyle bir şey i içlerinde barındırdık-
larını hissederek o ld uğ u m yerde kıpırtısız duruyor, bakıyor,
kokluyor, düşü ncem le, görün tün ün, kokunun ötesine geçm eye
çalışıyordum . B üyü k babam a yetişm em , yola dev am etm em ge-

182
rekince de, onları, gö zlerim kapalı bu lm aya çalışıyordum tek-
rar; sebebini an lay am ad ığım bir şekilde bana d o pd o lu, açılm a-
ya ve kendilerinin sad ece dış k ab uğu oldukları bir şeyleri bana
su n m a ya hazır gö rün en çatının çizgisini, taşın rengini tam ola-
rak hatırlam aya çalışıyordu m bütün benliğim le. Şüph e siz bu
türden izlenim ler, gü n ün birinde yazar ve şair olm a yolun dak i,
kaybetm iş o ld u ğu m u m u d u bana tekrar k azan dıram azd ı, çün-
kü bu izlenim ler daim a entelektüel değerden yoksun, soy u t bir
gerçekle bağlan tısı olm ayan, belirli bir nesneyle ilintiliydiler.
A m a hiç d e ğilse ban a m antık d ışı bir zevk, adeta bir verim lilik
y an ılsam ası yaşatıyorlar ve böylece, ne zam an büyük bir edebî
esere u y g un düşebilecek felsefi bir konu arasam y a şad ığım sı-
kıntıyı, çaresizlik d u y gu su n u unutturuyorlardı. N e var ki, bu
şekil, koku ya d a renk izlenim lerinin bilincim e y üklediği görev,
yani ark aların d a neyin gizlendiğini görm e çabası öyle zahm et-
liydi ki, b u gayretten kaçınm am ı sağlay acak , bu yorgunluktan
beni esirgeyecek bah aneler aram ay a b aşlıy ordu m hemen. N e y -
se ki, annem le b abam bana sesleniyor, ben d e o an da araştırm a-
m ı anlam lı bir şek ild e sürdürecek sükûnete sah ip olm adığım ı,
eve dö nün ceye k ad ar bu konuyu hiç d üşünm em enin, bir sonuç
alam ad an boş yere yorulm am an ın d ah a d o ğru olacağını d ü şü -
n üyordu m . Bunun üzerine, bir şekille veya k okuyla sarm alan -
m ış o m eçhul şey le artık ilgilenm iyor, onu, tıpkı balık avına git-
m em e izin verdikleri gün lerde sep etim d e eve taşıd ığım , üzerle-
ri, tazeliklerini koru yan bir ot tabakasıy la örtülü balıklar gibi,
canlılığını koruyan görüntülerle sarm alan m ış halde eve gö tü r-
d ü ğ ü m için de, hiç k aygılan m ıyordum . Eve vard ığım d a, b aşk a
şey ler d ü şü n ü y o rd u m , böylece zihn im de (gezintilerim sırasın -
d a to plad ığ ım çiçeklerin, bana hediye edilen eşyaların o d am d a
birikm esi gibi), üzerin de y an sım aların oy naştığı bir taş, bir çatı,
bir çan sesi, bir y ap rak kok usu, artlarında gizlendiğini sezinle-
diğim , am a keşfedecek irad e gü cün ü bu lam adığım gerçekliğin
çoktan ölm ü ş old u ğ u birçok d eğ işik izlenim , üst üste yığılıyor-
du. Yalnız bir keresin de - o gün gezin tim iz her zam ankinden
çok dah a uzu n sü rm ü ş o ld u ğ u n d an , d ön ü ş yolun un yarısınd a,
gün e ş batm ak üzereyken, do lud izgin ilerleyen arabasının için-
de D oktor Percepied'ye rastlad ığım ıza çok sevinm iş, arabasın a

183
b in m iştik- bu tür bir izlenim i yaşad ım ve on u terk etm ed en ön-
ce biraz derinine inebildim . Beni arabacının yanına o turtm uş-
lardı, doktorun, C o m b ray 'y e dönm eden önce M artinville-le-
Sec'te bir h astasına u ğram ası gerektiğinden, rü zg âr gibi hızlı
yol alıyorduk; o hastasını ziyaret ederken, biz d e k ap ıd a bekle-
yecektik. Bir dönem eçte, ansızın, hiçbir şeye benzem eyen o çok
özel hazzı y aşad ım : M artinville'in iki çan kulesinin üzerine, b a-
tan güneşin ışınları v urm u ştu, arabam ızın hareketi ve yolun
çizdiği zikzak lar yüzün den , çan kuleleri yer değiştiriy orm u ş
gibi gö rünüyo rd u, so n radan gö rd ü ğü m V ieuxvicq'in çan kulesi
ise, ötekilerden bir tepe ve bir d e vad iy le ay rıld ığı ve ta uzak ta,
d ah a y ük sek bir p lato d a yer aldığı halde, onların yanı başın -
d ay d ı sanki.
Ç an kuleleriyle ilgili olarak, külahların şeklini, çizgilerin
yer d eğiştirişin i, cephelerine vuran gün eşi tespit etm ekle, izle-
nim in derinliğin e in m ediğim i, bu hareketin, b u aydınlığın ar-
k asın d a bir şey o ld uğu n u , çan kulelerinin de bu şey i hem içle-
rinde barındırdıklarını, hem de gizlediklerini sezinliyordum .
Ç an kuleleri o k ad ar uzak tay d ı ve biz onlara o k ad ar yak -
laşm ıyor gibiydik ki, bir iki dak ik a son ra M artinville Kilise-
si'nin ön ünd e d u rd u ğ u m u z d a çok şaşırd ım . O nları ufuk ta gö r-
m enin b an a ve rd iği h azzın sebebini bilm iyord um , bu sebebi
keşfetm eye çalışm a zo run lu lu ğu d a çok zahm etli geliy ordu b a-
na; gü n eşte k ıpırd ayan bu çizgileri zihnim in bir köşesin e atm ak
ve o an d a dü şü n m em e k istiyordum . Ö yle y ap say d ım , o iki çan
kulesi de m uhtem elen ban a yaşattık ları o an laşılm az hazla b aş-
k alarından ayırm ış old u ğu m ve derin liğine hiç in em ed iğim on-
ca ağacın , çatının, kokunun, sesin yanında so n su z a dek yerleri-
ni alacaklardı. D oktoru beklerken arab ad an inip annem b ab am -
la sohbet ettim. Yola çıkacağım ızda, tekrar yerim e çıkıp otur-
du m , çan kulelerini biraz dah a görebilm ek için başım ı çevirdim
ve az son ra onları son kez, yine bir dönem eçte gördüm . Sohbe-
te pek m eraklı olm ayan arabacı sö zlerim e zar zor cevap verdiği
ve konuşacak b aşk a k im se o lm ad ığı için, kendi sohbetim le ye-
tinmek zo ru n d a k alarak çan kulelerini h atırlam aya çalıştım . A z
sonra, kulelerin çizgileri ve gü n eşli yüzeyleri, bir ağaç k abuğu
gibi çatladılar, içlerinde gizledikleri şeyin birazını görebildim ;

184
d ah a bir san iy e öncesine k ad ar benim için m evcut olm ayan bir
d üşün ce, k afam d a kelim elerle ifad e b uldu ve bunun üzerine,
az önce çan kulelerini görm enin bana verm iş o ld u ğu haz o ka-
d ar arttı ki, adeta sarh o ş o lu p başk a hiçbir şey d üşü n em ez hale
geldim . M artin ville'den epey u zak laşm ış old u ğ u m uz o an da
başım ı çevirince, çan kulelerini tekrar gördüm ; artık gün eş bat-
m ış old u ğu n d a n sim siyah tılar şim di. Yolun dönem eçleri ara
ara onları gözd en kaybettiriyordu, ardın dan , son bir kez gö rün -
dü ler ve so n u n d a onları görem ez oldum .
M artinville'in çan kulelerinin ardınd a gizlenen şeyin, bana
haz veren kelim eler halinde k arşım a çıkm ış olm asın a rağm en,
güzel bir cüm lenin aynısı olm ası gerektiğini dü şün m ed en , d o k -
tordan kâğıt k alem isted im ve arabanın sarsıntısın a aldırm ay a-
rak, heyecanım a itaat edip vicdanım ı rahatlatm ak için, yıllar
son ra b u ld u ğu m d a, ü zerin de pek az değişiklik yaptığım şu k ü-
çük m etni yazdım :
"M artinville'in iki çan kulesi, kırın ortasında yollarını k ay -
betm iş gibi o v ad an g ö ğ e y ükseliyord u. A z sonra, çan kuleleri-
nin say ısı üçe çıktı: G eciken Vieuxvicq kulesi, cesurca bir d ö-
n üşle diğerlerine katılarak karşılarında yerini alm ıştı. D akik a-
lar birbirini kovalıyor, arab am ız süratle ilerliyordu, am a üç çan
kulesi, ov ay a k on m uş kıpırtısız duran , üzerlerine gü n eş v urd u -
ğ u için dikkati çeken üç k u ş m isali, hep ön ü m üzde, u zak tay d ı-
lar. So nra, V ieuxvicq'in çan kulesi ötekilerden ayrılıp m esafe al-
dı ve M artinville kuleleri yalnız kaldılar; batan gün eş, ışınlarıy-
la, bu k ad ar uzak tan bak tığım da bile kulelerin yüzeyin deki oy-
n aşm aların ı, gülüşlerin i gö rebildiğim ışınlarıyla, çan kulelerini
ay dınlatıyordu. O nlara ya k laşm am ız o k adar çok zam an alıyor-
d u ki, d ah a u zun bir sü re yanlarına v aram ay acağım ızı d ü ş ü -
nürken, ansızın dönen arab a, çan kulelerini karşım ıza çıkarı-
verdi; kendilerini öyle fü tursuz ca arabanın önüne atm ışlardı ki,
az kalsın su n d u rm ay a çarpacaktık. Yolum uza dev am ettik;
M artinville'den uzak laşırk en köy birkaç san iye bizi izledi, son -
ra ortadan kayboldu; ufukta tek başlarına kalan ve bizim hızla
yaklaşm am ızı seyreden M artinville ve Vieuxvicq çan kuleleri,
gü n eşli külahlarını sallay arak vedalaşıyorlardı. A ra sıra biri ge-
ri çekiliyor, ötekilerin bizi biraz d ah a gö rm esine izin veriyordu;

185
sonra yolun yönü değişti, çan kuleleri, ışıkta, altından üç mil
gibi d ön d üler ve gözden kayboldular. A m a az so nra, artık g ü -
neş batm ış, arab am ız C om bray 'y e yaklaşm ışk en , çan kulelerini
son bir kez, çok u zaktan gördüm : Şim di de, tarlaların alçak u f-
kunda, gö k y üzün e resm edilm iş üç çiçek gibiydiler. Ü zerine k a-
ranlığın çökm ekte o ld u ğu bir yalnızlığa terk edilm iş, efsan e
kahram anı üç genç kızı da d ü şü n d ü rü y o rlard ı bana; biz dö rt-
nala uzaklaşırken , onlar çekinerek yollarını b ulm ay a çalışıy or-
lardı, soylu siluetleriyle birkaç kez tökezledikten so nra birbirle-
rine sokuldu lar, arka ark aya dizild iler ve hâlâ pem beliğin i ko-
ruyan gö k y ü zü n d e tek bir siy ah , büyüleyici şekil o luştu rup te-
vekkülle karanlıkta gö zden kay boldu lar."
Bu metni yazdık tan sonra bir d ah a hiç d üşü n m e dim , am a
do ktorun arabacısının, genellikle M artinville p azarın d an aldığı
bir sep et d o lu su k üm es hayvanın ı yerleştirdiği koltuğun ü ze -
rinde m etni y az ıp bitirdiğim an, o k ad ar m u tluydu m ki, m etnin
beni o çan kulelerinden ve artlarında gizledikleri şeyden k ur-
tardıklarını hissederek, sanki ben d e bir tavu k m u şum ve az ön -
ce y um urtlam ışım gibi, avazım çıktığı k adar b ağırarak şarkı
söy le m eye koyuldum .
G ezintilerim iz sırasın d a, gün boyun ca, G uerm antes D üşe-
si'nin ark ad aşı olm anın, alabalık av lam anın, kayıkla Vivonne
N eh ri'n de gezm en in ne b üy ü k bir m utluluk olacağını hayal
ederdim ; böyle an larda, m utluluktan b aşk a şeyi g ö z üm gö r-
m ez, hayatın bir dizi m u tlu öğle so n rasın dan o luşm asın d an
b aşk a bir beklentim olm azdı. A m a d ön üşte, bir yan ın da m eşe
ağaçları b ulunan, öbür yan ın da, batan gün eşin ışığın da, eşit
aralık larla dikilm iş elm a ağaçlarının gölgelerinin o lu ştu rd u ğu
Japo n desenleriyle süslenen, çitlerle çevrili küçük çayırların
u zan dığı, C o m b ray 'y e giden yolun başın da, hem en yakın ım ız-
daki iki çiftlikten oldu kça u zaktak i tek çiftliği sol tarafım ızda
gö rd ü ğ ü m an, aniden k albim hızlı hızlı çarpm aya b aşlard ı; y a-
rım saate k alm ad an eve v arm ış olacağım ızı, G uerm an tes tarafı-
na gittiğim iz v e ak şam yem eğini d ah a geç y ediğim iz gün lerde
u ygu lan an kural uyarın ca, çorbam ı içer içm ez beni yatm aya
göndereceklerini, do layısıyla annem in, ak şam yem eğine m isafi-
rim iz old u ğu gecelerdeki gibi so frad an k alkam ayacağını ve ben

186
yattıktan sonra bana iyi geceler dilem eye, od am a gelm ey eceği-
ni bilirdim . O an da içine gird iğim hüzün k uşağıy la d ah a bir d a -
kika önce içinde neşeyle sıçradığım k uşak arasın dak i sınır, kimi
zam an gök y üz ü n d e pem be bir şeridi yeşil veya siyah bir şerit-
ten ayıran çizgi k ad ar belirgin olurdu. Pem be şeritte uçarken
g ö rd ü ğ ü m ü z bir k uş, şeridin sonuna varır, siy ah lığa değer ve
içinde kaybolur. A z önce beni çepeçevre kuşatan arzuların,
G ue rm an tes'a gitm e, sey ah at etm e, m utlu olm a arzularının o
k ad ar dışın d a kalırdım ki, gerçekleşecek olsalar, hiçbir haz
d u y m azd ım . Bütün gece annem in kolları arasın d a ağlay ab il-
m ek için bunların hepsin den sev e seve vazgeçerdim ! Tir tir tit-
rer, kaygılı bakışlarım ı, o gece benim şim did en kendim i içinde
hayal ettiğim od am d a görünm eyecek olan annem den ay ıra-
m az, ölm ek isterdim . Bu d u rum ertesi sab ah a k ad ar devam
ederdi; sab ah gü neşi, bahçıvanı taklit ederek, pencerem e kad ar
tırm anan latinçiçekleriyle kaplı d u v ara m erdiven ini d ay ad ığ ın -
da, y atağım d an aşa ğı atlayıp bah çeye koşar, akşam olunca an-
nem den ayrılm am gerekeceğini ak lım dan bile geçirm ezdim .
Böylece, d ön em dön em birbirini izleyen, hattâ bazen aynı gün
içinde bir hu m m a nöbeti k ad ar düzenli biçim de biri diğerini
k o valayan farklı ruh hallerini birbirinden ayırm ayı G uerm antes
tarafında öğrendim ; bu ruh halleri birbirlerine bitişiktir, am a
birbirlerinin o k ad ar dışındadırlar, aralarınd a irtibat k urulm ası
o k ad ar im k ân sızdır ki, bir ruh h alin de arzu ladığım , korktu-
ğum vey a b aşard ığ ım şeyi, öteki ruh halin deyken anlam am ,
hattâ tasav v u r etmem m üm kü n değildir.
Bu y ü zd en de M eseglise tarafıyla G uerm antes tarafı, benim
için, birbirine paralel olarak y ü rü ttü ğüm ü z h ayatlar arasın d a
en olaylı, en dolu olanın da, yani zihinsel hayatım da yer alan
birçok küçük olayla bağlan tılıdır hâlâ. Şü ph e siz bu hayatım ız,
içim izde kendini belli etm eden, ağır ağır ilerler; anlam ı ve g ö -
rü nüm ü bizim için d e ğ işm iş olan, bize yeni kapılar açan ger-
çekleri keşfetm e hazırlığına, aslınd a çok önceden, am a farkına
varm ad an başlarız; bizim g ö z ü m ü z d e geçerlilik k azandıkları
tarih ve saa t ise, görün ür oldukları dakikadır. O an da çim enle-
rin üzerin de k o şu p oyn ayan çiçekler, gü n eşte akan su, gerçek-
lerin gö rü n tü sün ü çevreleyen bütün m an zara, bilinçsiz, dalgın

187
çehresiyle bu gerçeklerin hatırasına d aim a eşlik eder; şü p h e siz
bu tabiat parçası, o bahçe köşesi, m ütevazı bir yolcu, hayal k u -
ran bir çocuk tarafın dan -k alab alığın arasın da k ayb olm u ş bir
anı y azarı tarafından incelenen bir kral m isali- u zun u zu n sey -
redildiklerinde, ileride, en geçici özelliklerine varıncaya kadar,
onun say e sin d e yaşatılacaklarını hiç düşün m em işlerdir; oysa
co şk un lu ğum , çit boy un ca uzan an , yakın da yerini yabangülle-
rine bırakacak olan akdikenlerin k o kusun u, iki yanı ağaçlı, ça-
kıllı bir y o ld a yank ısız bir ayak sesini, ırm akta yetişen bir bitki-
ye y ap ışarak bir an d a patlayıveren su kabarcığını yılların ötesi-
ne taşım ay ı b aşarm ış, bu arad a etraftaki yollar silinm iş, o y o lla-
rın ü zerin de yürüyen ler de, onların hatırası da ölm üştür. Bazen
bu şek ild e b u gün e k ad ar ge lm iş olan m an zara parçası, öylesine
tek b aşın a ve her şey den uzak ta belirir ki, zihnim de çiçekli bir
D elos gibi b aşıb oş yüzer, hangi ülkeden, h angi iklim den -belk i
d e sad ec e hangi rü y ad an - çıkıp geldiğin i bilem em . A m a Me-
seg lise tarafıyla G uerm an tes tarafını, her şey den çok, zihnim in
to prağının derinliklerindeki m aden yatakları, hâlâ ayaklarım ı
b astığım dirençli birer zem in olarak d ü şün m e m gerekir. Me-
seg lise v e G uerm an tes tarafında gezin d iğim sırada nesnelere,
in san lara in and ığım içindir ki, onların aracılığıyla tanıştığım
nesneler ve insanlar, hâlâ ciddiye aldığım , ban a hâlâ m utluluk
veren y e gân e nesneler ve insanlardırlar. Belki içim deki yaratıcı
inanç tüken diğin den , belki de gerçeklik ancak h afızad a biçim -
lenebildiğinden, ban a ilk kez gösterilen bir çiçeği gerçek bir çi-
çek gibi gö rem iyorum artık. Leylakları, akdikenleri, peygam -
berçiçekleri, gelincikleri ve elm a ağaçlarıyla M eseglise tarafı,
içinde iribaşların y ü z d ü ğ ü ırm ağıyla, nilüferleriyle ve düğün çi-
çekleriyle G uerm an tes tarafı, benim n azarım da, y aşam ay ı iste-
yeceğim , arad ığ ım en önem li özelliklere sahip, yani balık avına
gidebilm e, k anoyla gezebilm e, gotik kale kalıntıları görebilm e,
tıpkı Saint-A n dre-des-C h am ps gibi, bu ğd ay ların ortasında, bir
sam an yığını k ad ar altın sarısı, d ev asa ve rüstik bir kilise b u la-
bilm e şartlarım ı karşılayan yerlerin d eğ işm ez tim sali o lm u şlar-
dır; hâlâ yo lculuklarım sırasın da kırlarda rastlad ığım peygam -
berçiçekleri, akdikenler ve elm a ağaçları, aynı derinlikte, geç-
m işim le bir d ü zlem d e yer aldıkları için, kalbim le d o ğru d an irti-

188
bat kurarlar. Bununla birlikte, m ekânların bireysel bir yanı ol-
d u ğ u için, tıpkı ço cu kluğ um d a akşam ları -d ah a son ra aşk a ta-
şm an ve onun ay rılm az bir parçası haline d e gelebilen o k ay gı-
nın içim de yeşerdiği saatte - eve dönerken, kendi annem den
dah a güzel, d aha zeki bir annenin bana iyi geceler dilem eye
o d am a gelm esini istem eyeceğim gibi, şim d i de, G uerm an tes ta-
rafını tekrar gö rm e arzu su n a k apıld ığ ım d a, Vivonne
N ehri'n dekiler kadar, hattâ on lardan daha gü zel nilüferlerin ol-
d u ğ u bir nehir kenarına giderek arzu m u tatm in etm em m üm -
kün değildir. O zam anlar, m utluluk ve h uzur içinde uyuyabil-
m em için, benim kendi annem in, genelde k u sur d iy e ad lan d ırı-
lan, am a benim diğer yüz hatlarından ay ırm ad an sev d iğim , gö -
zün ün altın daki lekesiyle yü zü n ü bana d o ğru eğ m e si gerekirdi;
bu huzuru, ileride hiçbir sev gili verem edi b an a, çünkü sev gili-
lere daha in and ığım ız an da onlardan şüph elen iriz ve sevgilile-
rin kalbine, benim , annem in kalbine bir tek öpücük le, bir art
düşüncenin sakinim i olm aksızın, bana yönelm eyen bir niyetin
izini taşım adan , bütü n üyle sah ip o ld u ğu m şek ilde sah ip ola-
m ayız; aynı şekilde şim d i tekrar gö rm ek isted iğim şe y de, eski-
den bild iğim G uerm an tes tarafıdır, birbirine so k u lm u ş iki çiftli-
ğin biraz ötesinde, m eşe ağaçlı yolun b aşın d a yer alan çiftliktir;
güneşin tıpkı bir gö l gibi ay n alaştırdığı, üzerine elm a y ap rak la-
rı resm ed ilm iş çayırlardır, bazı geceler rü y am d a kendine h aslı-
ğıyla, ade ta gerçekdışı bir güçle beni sım sıkı saran , am a u y an -
d ığım d a b ulam ad ığ ım o m anzaradır. Hiç şü p h e yok ki, M eseg-
lise ve G uerm an tes tarafları, birbirinden farklı kim i izlenim leri,
sırf bana hepsini aynı an da y aşatm ış olm aların dan ötürü içim -
de ebediyen bir bütü n halinde birleştirdikleri için, ileride bir-
çok hayal kırıklığına, hattâ birçok h ataya m aru z kaldım . Kimbi-
lir kaç kez, ban a bir akdiken çalısını hatırlattığı için gö rm ek is-
tediğim i an lam ad an , bir insanı görm ek istedim , basit bir sey a-
hat etm e arzu sun u, bir aşkın yeniden d o ğ u şu zannettim , zan -
nettirdim . A m a yine aynı nedenle, b u gün k ü izlenim lerim ara-
sında, M eseglise ve G uerm antes taraflarıyla bağlantılı olanlar,
onların m evcudiyeti say esin de, diğer izlenim lerim den farklı bir
d ay an ağa, bir derinliğe, fazlad an bir boyuta sahiptirler. M e-
seglise ve G uerm an tes tarafları, bu izlenim lere, sad ece bana yö-

189
ııclik bir büyü, bir anlam da katar. Yaz gecelerinde ahenkli g ö k -
yüzü vahşi bir hayvan gibi gürler, herkes fırtına yü zü n den s u -
rat asarken, ben, M eseglise tarafı sayesin de, tek başım a, vecd
içinde, y ağan yağm urun sesinin ötesinden, görün m ez ve inatçı
leylakların kok usu nu içim e çekerim.

İşte bu şekilde kim bilir kaç kere C om bray günlerini d ü ş ü -


nerek sab ah ladım ; o u y k u suz , hü zün lü gecelerim i, hatırası d a -
ha yakın bir tarihte, bir fincan çayın tadıyla -C o m b ray d ey işiy-
le " ray ih a "s ıy la- canlanm ış olan gün dü zleri ve bir de, hatırala-
rın birbirini çağrıştırm asıyla Svvann'm ben d o ğ m ad an y aşam ış
o ld u ğ u bir aşk a ilişkin, küçük k asab am ızd an ayrıldıktan yıllar
sonra öğrendiklerim i d ü şü n d ü m ; asırlar önce ö lm ü ş kim selerin
hayatına ilişkin böylesine ayrıntılı ve kesin bir bilgi edinm ek,
bazen en yakın dostlarım ızın hayatına ilişkin bilgi edinm ekten
daha kolaydır ve tıpkı eskid en, im kânsızlığı ortadan kaldıran
çare bilinm ezken, iki ayrı şeh ird e bulunan iki insanın k on uş-
m asının im kânsız old u ğun u zann ettiğim iz gibi, bize im kân sız
görünür. Birbirine eklenen bütün bu hatıralar artık tek bir kütle
oluşturu yordu , am a yine de araların da -e n eskilerle bir rayih a-
nın canlandırdığı dah a yeniler ve b ana aktarılm ış olan, aslında
bir b aşk asın a ait hatıralar a ra sın d a - gedikler d e ğilse bile açık
seçik çatlaklar, en azın dan kim i k ayaçlarda, m erm erlerde, k ö-
ken, çağ ve "o lu şu m " farkını ortaya koyan o dam arlar, renk d e -
ğişim leri görülebiliyordu.
İlk u y an d ığım d a y aşad ığ ım kısa süreli belirsizlik, sab ah a
d o ğru çoktan d ağ ılm ış oluyordu elbette. O an da hangi o d ad a
b u lu n d u ğu m u an lam ış, karanlıkta odayı zihnim de canlandır-
m ış, -b az en sırf hafızam ın yardım ıy la, bazen de solgu n bir ışık-
tan yararlan ıp onu gö rd ü ğü m yere perdeleri yerleştirm ek su re-
tiyle- od ayı baştan a şağ ı yenid en kurm u ş, pencere ve kapı b oş-
luklarını aynen koruyan bir m im ar, bir halıcı gibi d ö şem iş, ay -
naları, konsolu, her zam ank i yerlerine yerleştirm iş oluyord um .
A m a gün ışığı -so n bir korun, bakır kornişin üzerine vuran,
gün ışığı zannettiğim y an sım ası değil de, gerçek gün ışığ ı- k a-

190
ranlığa tıpkı bir tebeşir gibi, ilk beyaz ve do ğru ltucu çizgisini
çeker çekm ez, perdeleriyle birlikte pencere, kendisini yanlışlık-
la yerleştirdiğim kapının çerçevesinden çıkıyor, bu arad a hafı-
zam ın beceriksizce pencerenin yerine oturttuğu yazı m asası,
şöm ineyi önüne katıp odayı koridordan ayıran d uv arı kenara
iterek alelacele pencereye yer açıyordu; dah a birkaç san iye önce
banyon un b u lu n d u ğ u yere küçük bir avlu yerleşiyor, karanlık-
ta inşa ettiğim o da, perdelerin üzerin de gün eşin h avay a kalk-
m ış parm ağın ın so lgu n işaretini gö rür görm e z kaçm aya b aşla -
yarak, uyan ış ânının girdabın da bir görün ü p bir k aybolan o d a -
ların yan ın da yerini alıyordu.

191
ik in c i b o l u m
Szvann'ın Bir Aşkı

Verdurin'lerin "k üçü k y u v a "sın a , "k ü çü k top lulu k "un a,


"küçük k ab ile "sin e dah il olabilm ek için bir şartı yerine getir-
m ek yeterliydi, am a zo run lu yd u da: K üçük grubun am entüsü-
nü, açıkça ifad e etm eden de olsa, benim sem ek gerekiyordu;
am entün ün m ad d elerin d en biri, M m e Verdurin'in o yıl h im a-
yesi altına alıp hakkınd a söz ederken "VVagner'i böyle çalabil-
m ek y asak lan m alıy d ı!" d ed iği genç piyanistin hem Plante'ye,
hem de R ubinstein'a "taş çıkarttığı" ve D oktor C ottard'ın teş-
histe Potain'den dah a başarılı o ld u ğu y d u . Verdurin'ler, kendi
evlerine gelip gitm eyen şahısların verdiği gece davetlerinin in-
san a fenalık geçirtecek k ad ar sıkıcı old u ğun a ikna edem edikleri
"ü y e ad ay la rı"n ı derhal elerlerdi. Y üksek sosyetey e ilişkin her
türlü m eraktan ve b aşk a salonların cazibesi hakkında b izzat
bilgi edinm e isteğinden vaz geçm ek k on u sun da kadınlar erkek-
lerden d ah a isy ank âr oldukların dan ve ayrıca Verdurin'ler, bu
araştırıcı anlayışın, bu hoppalık şeytanının, sirayet yoluyla k ü -
çük m ezhebin gelen ekselliğin e öldü rücü bir darb e indirebilece-
ğini d ü şü n dü k lerind en , bütün kadın "m ü ritler"i tek tek tasfiye
etm ek zo run d a kalm ışlardı.
O yıl, doktorun genç eşi bir yana bırakılacak olursa kadın
m üritler, M m e Verdurin'in, adıyla, O dette diye hitap ettiği,
"g ö zb e b e ğ im " diy e n itelendirdiği, kibar bir fahişe denebilecek
M m e de C recy ve piyanistin, bir zam an lar m uhtem elen kapıcı-
lık y ap m ış olan teyzesiyle sınırlıydı (oysa M m e Verdurin, z a -
m an içinde kendi isteğiyle bütün ilişkisini kestiği, son derece

195
zengin, hiç tanınm am ış, say g ıd e ğe r bir burjuva ailesinin kızıydı
ve iffetli bir kadındı); y ük sek sosyeteyi hiç tanım ayan b u saf
k adınları, Sağan Prensesi'yle G uerm an tes D üşesi'n in , ak şam
yem eği davetlerin e gelsinler diye zavallı birtakım y o ksu llara
para verm ek zo run da kaldıklarına in andırm ak o k ad ar kolay
olm uştu ki, kendilerini bu iki so ylu hanım ın evine d ave t ettir-
m eyi teklif eden o lsa, kapıcı eskisiyle yosm a, k üçüm sey erek
teklifi reddederlerdi.
Verdurin'ler sizi ak şam yem eğin e dav et etm ezlerdi; onların
evinde, "so fra d a k i yeriniz d aim a h azır" olurdu. G ece davetleri
için bir program yoktu. G enç piy an ist bir şeyler çalardı, am a
"keyfi iste rse" çalardı, çünkü Verdurin'ler k im seyi zo rlam azlar-
dı, M. Verdurin'in ifadesiy le , "H er şey d o stlar için, ark ad a şla r
y aşasın !"d ı. Piyanist Die Walküre'd en at gezintisin i veya Tris-
tan'm prelü d ü n ü çalm ak istediğin de, M m e Verdurin itiraz
ede rd i, am a bu m üzikten h o şlanm ad ığı için değil, tersine fazla-
sıy la etk ilen diği için itiraz ederdi. "Yani m utlaka m igrenim tut-
su n istiyo rsu n u z, öyle m i? Bu parçayı her çald ığın d a aynı şey
oluyor, biliyorsun uz. Ben başım a gelecekleri biliyorum ! Yarın
yataktan kalkabilene aşk o lsu n !" Piyano çalın m adığı zam an lar
soh bet edilirdi; ark ad aşlard an biri, çoğunlukla dönem in g ö zd e
ressam ı, M. Verdurin'in deyişiyle, "felaket bir espri patlatır,
herkesi kırar ge çirirdi." En çok gülen de M m e Verdurin olurd u;
hattâ -hislerin i açıklayan m ecazi ifadeleri gerçek anlam larıyla
y o rum lam ayı alışkanlık haline getird iğin den - bir keresinde
D oktor C ottard (o sıralar yeni m ezun, genç bir hekim di) M m e
Verdurin'in aşırı gü lm e sonucu çıkan çenesini yerine tak m ak
zo run d a kalm ıştı.
Verdurin'lere frakla gitm ek yasaktı, çünkü "ark a d a şlar"
arasın d a teklif yoktu ve "sıkıcı tip le r"e benzem em eye çalışılır-
dı; v eb adan kaçar gibi kaçılan bu türden insanlar, sadece,
m üm kün o ld u ğu n ca seyrek düzenlenen kalabalık gece d av etle-
rine, ancak ressam ı eğlen dirm e ihtim alleri v arsa veya m ü zisy e-
nin tanıtılm ası açısından bir yarar sağlay abilecek lerse çağrılır-
lardı. D iğer gecelerde, kelim e oyunları oyn am akla, so fraya ta-
kım elbiseyle oturm akla yetinilir ve dostlar arasın dak i bu ak -
şam yem eklerinde, "k ü çük y u v a"y a hiçbir yabancı alınm azdı.

196
A m a "ark ad aşla r" M m e Verdurin'in h ayatınd a giderek d a-
ha çok yer k apladıkça, dostlarını k endisin den u zakta tutan, z a-
m an zam an serbest olm alarına engel teşkil eden her şey, birinin
annesi, diğerinin m esleği, bir b aşk asının kır evi veya sağlık so -
runları da, sıkıcı tiplerle ve d ışlan an larla aynı sın ıflandırm aya
girm eye başladı. A k şam yem eğinin hem en ardın dan, Doktor
C ottard d uru m u tehlikeli bir h astasının başın a dön m ek zo run -
d a y sa , M m e Verdurin, "Belki de bu gece kendisini rah atsız et-
m eseniz çok d ah a iyi olur," derdi; "s iz gitm ediğin iz takdirde
bü tün gece dinlenir; yarın sabah erkenden gid ersin iz, iyileşm iş
olu r siz gittiğin izde." M m e Verdurin, aralık ayının b aşın d an iti-
baren, m üritlerin N o e l'd e ve yılbaşın d a "d e v am sızlık " göstere-
ceklerini d ü şü n ü p kahrolurdu. Piyanistin teyzesi, yılbaşında
annesinin evindeki aile yem eğine yeğeninin d e gelm esi kon u-
su n d a diretir, M m e Verdurin sertçe haykırırdı:
"Y ılbaşı yem eğini taşra'daki gibi onunla birlikte yem ez se-
niz anneniz ölür m ü yan i!"
K utsal H afta yak laştığın da, M m e Verdurin yine endişele-
nirdi. İlk yıl, C ottard'a, cevabın dan k uşku d u y m ası m üm kün
değ ilm iş gibi, kendinden em in bir se s ton uyla, "Siz, sevgili
Doktor, bir âlim , laik bir kişi olarak, herh alde K utsal C u m a'y ı
herhangi bir gü n den farksız kabul e d ip geleceksin iz, d e ğil m i?"
diy e so rm u ştu. A m a doktorun cevabını korkuy la bekliyordu,
çünkü o d a gelm ezse, yalnız kalacaktı m uhtem elen.
"E vet, K u tsal C um a... ve d a etm eye geleceğim , P ask alya ta-
tilini A u v erg n e'd e geçireceğiz çün k ü."
"A u v e rg n e 'd e m i? Pirelere, tah takuruların a yem o lm ak için
m i? H ayırlı tatiller!"
K ısa bir sessizlikten sonra eklem işti:
"B ari önceden haber verseydin iz, bir şeyler ay arlay ıp rahat
koşullarda, birlikte y ap ard ık şu sey ah ati."
Aynı şek ild e kadın "m ürit"lerd en , "m ü d a v im "le rd e n biri-
nin, ara sıra "d e v am sız lık " gösterm esine sebe p olabilecek bir
erkek ark ad aşı, bir flörtü o ld u ğu n d a, ilişkisini kendi evlerinde,
kendileriyle birlikteyken sürdü rm e si ve d o stu n u kendilerine
tercih etm em esi k ay d ıy la, bir kadının âşığı olm asın ı norm al
karşılayan Verdurin'ler, "C an ım , d o stu n uz u d a getirin yanın ız-

197
d a," derlerdi. M m e Verdurin'den hiçbir şeyini gizlem eyecek,
"k ü çük knbile"ye kabul edilebilecek biri olu p olm adığını a n la-
yabilm ek için, sö z k on usu d o stu denem eye tabi tutarlardı. Böy-
le biri değilse, onu takdim etm iş olan m üridi bir kenara çeker-
ler ve kendi iyiliği için, do stu ya d a m etresiyle arasını b o zarlar-
dı. A ranan şartlara sah ip olan "a d a y "la r ise, m ürit kon um un a
geçerdi. İşte o yıl da, kibar fahişe, M. Verdurin'e, M. Sw ann
ad ın d a, çok hoş bir ad a m la tanıştığını an latıp yeni ark adaşın ın
Verdurin'lere kabul edilm ekten b üyük m utluluk duyacağın ı
im a ettiğinde, M. Verdurin bu ricayı derhal karısına iletm işti.
(M. Verdurin her ko n ud a, ancak karısından sonra fikir sah ibi
olurd u; onun görevi, karısının ve m üritlerin arzularını, m üthiş
bir yaratıcılıkla gerçekleştirm ekti.)
"B ak, M m e de C recy'nin sen den bir ricası var. Sana bir d o s-
tunu, M. Sw an n 'i tanıştırm ak istiyor. N e d ersin ?"
"C an ım , böyle k u su rsu z bir yaratığın ricası geri çevrilebilir
m i? Siz susu n , siz e fikrinizi soran olm adı, k u su rsu z bir yaratık -
sınız, işte o k adar."
"M ad em siz öyle diy o rsu n uz ..." dedi O dette yapm acık bir
eda yla ve ekledi: "B iliy orsunuz , fishing for compliments1 y ap m ı-
yo ru m ."
"P ekâlâ! D ostunu z sevim li biriyse getirin b ak alım ."
Şüp h esiz, "k üçük y u v a "n ın , Sw ann'in girip çıktığı çevreyle
hiçbir ilgisi yoktu; tipik bir y ük sek so syete m en subu n a so rulsa,
so sy e ted e istisnai bir m evki sahibi olan Sw an n'in, kendisini
Verdurin'lere takdim ettirm esini epeyce an lam sız bu lurdu.
A m a Sw an n kadın ları o k ad ar çok seviyo rdu ki, aristokrasiye
m en sup kadınların hem en hem en hepsini tanıdıktan sonra, ar-
tık on lard an öğrenebileceği bir şey k alm ad ığın d a, Saint-Ger-
m ain m uhitinin kendisine bahşettiği, neredeyse so yluluk u n v a-
nı n iteliğindeki v atan d aşlığa k abul belgelerini fazla ön em se-
m ez olm uştu ; onları, kendi başların a bir değerleri olm ayan,
am a taşranın ücra bir k ö şesin d e bir köy so ylusu n un ya d a P a-
ris'te silik bir çevrede bir zabıt kâtibinin kızını beğen m işse, v a-
kit geçirm ed en o çevrede bir m evki edinm esini sağlay an birer
bono, birer ak reditif gibi görüy o rdu adeta. Ç ün kü böyle du-
1 "İltifat avcılığı" anlam ında İngilizce deyiş.

198
rum larda, arzu ya da aşk, gün lük hayatta artık hissetm ediği bir
kendini gö sterm e m erakı uyandırırdı Svvann'da (gerçi bir z a-
m an lar hayatını yük sek sosyeteye vakfetm eye kendisini iten de
bu m erak o lm uştu herhalde; yüksek so sy ete m uhitin de zihinsel
yeteneklerini havai zevklere harcam ış, san at k on usun dak i d e -
rin bilgisin i, y ük sek so syete hanım larının hizm etine su n m u ş,
onların tablo alm alarında ve konaklarının dö şe n işin d e k ullan -
m ıştı); âşık o ld uğu yabancı kadının gö zü n d e parlam ak, Sw ann
soy adın ın kendi b aşın a içerm ediği bir seçkinlik sergilem ek is-
terdi. K adının m ütevazı bir kon um u varsa, d ah a d a çok isterdi
bunu. N asıl ki zeki bir insan, bir b aşk a zeki insan a aptal gö rün -
m ekten k ork m az sa, seçkin bir ad am da, seçkinliğinin, b üyük
bir so y lu tarafından değil, k aba saba bir köylü tarafından anla-
şılm am asınd an korkar. D ünya k u ru ld u ğu n d an beri insanların
gö ze aldığı zihinsel çabaların ve bol keseden savu rd u k ları ki-
birli yalanların dörtte üçü, kendilerinden dah a a şağ ı seviy ede
b ulun an kişiler uğrun a h arcanm ıştır v e aslında kendilerini k ü-
çültm ekten başk a işe de yaram am ıştır. D üşeslerin k arşısın d a
sa d e ve rahat olan Sw ann da, bir od a hizm etçisinin k arşısın d a,
aşağılan m ak tan korkar, gö steriş yapardı.
Sw ann, çoğu y ük sek sosyete m ensubun a benzem ezdi; yü k -
sek toplum sal m evkileri yüzün den adeta bir tarafa bağlı kalm a
m ecburiyetinden kaynaklan an teslim iyetle veya tem belliklerin-
den ötürü, ölünceye k ad ar seçkin çevrelere h apsolan , top lu m -
sal konum ları d ışın d ak i gerçekliğin su n d u ğu h azlarda n k en d i-
lerini m ah rum bırakan, bu kon um un gereği olan sırad an eğlen-
celere veya taham m ü l edilebilir can sıkıntılarına alışm ay ı b a -
şardık tan sonra da, ellerindekiyle yetinip bunlara h az adını v e -
ren birçok insan gibi değild i o. Sw ann, birlikte vakit geçird iği
k adın ları güzel b ulm aya çalışm az, güzel b u ld u ğ u kadınlarla
birlikte vakit geçirm eye gayret ederdi. Bunların çoğu, epeyce
b ay ağı bir güz elliğe sah ip kadınlardı, çünkü Sw an n'in k ad ın -
larda farkına v arm ad a n arad ığı fiziksel özellikler, en se v d iği
heykeltıraşların, ressam ların eserlerindeki k adın lara h ayran ol-
m asın a yol açan özelliklerle taban tabana zıttılar. K ad ın d a d e -
rin, hüzünlü bir y ü z ifade si Sw an n'in nefsini do ndurur, aksine,
sağlıklı, dolgun , pem be bir ten ise nefsini u yan d ırm aya yeterdi.

199
Seyahatte karşılaştığı, tanışm aya çalışm ası seçkinliğine a y -
kırı dü şebilecek bir ailede, o gün e k ad ar rastlam ad ığı, özel bir
b üy üy e sah ip bir kadın d a bu lu n uyo rsa, k adın dan uz ak d u ru p
onun uyan dırdığı arzuyu bastırm ak, on unla birlikte y aşay ab ile-
ceği hazzın yerine farklı bir hazzı k o y up eski m etreslerin den bi-
rine m ek tup y azarak onu b u lu n d uğ u yere çağırm ak , Sw ann'in
nazarın da, adeta seyahat etm ek yerine o d asın a k ap an ıp Paris
m an zaraları seyretm ek gibi, hayattan korkakça bir v azgeçiş, ye-
ni bir m utlulu ğa aptalca sırt çevirm ek olu rdu. Sw ann, ilişkileri-
nin o lu ştu rduğ u y apıya h apsolm am ış, bu yapıyı, b eğen diği bir
k adın gö rd ü ğü her yerde, yeni tem eller üzerine, yeni baştan
kurabilm ek için, kâşiflerinkine benzer, sö k ü lüp takılabilir bir
çadır haline getirm işti. Taşınm ası vey a yeni bir hazla d eğ iş to-
k u ş edilm esi m üm kün olm ayan ilişkilerini ise, başk a insanların
ne k ad ar im reneceği ilişkiler o lsalar d a, bir başk asın a karşılıksız
verebilirdi. Kim bilir kaç kez, kendisine yıllar boyun ca bir kibar-
lık y ap m ak isteyip uygun fırsat b u lam am ış bir d üşesin nezdin-
deki itibarını, bir an d a kendi elleriyle sıfıra in dirm iş, p atav a t-
sızca bir telgraf çekip, dü şeste n, kır evind e kızını gö rüp beğen -
d iği bir kâhyasıyla kendisini derhal, bir tavsiye telgrafıyla iliş-
kiye geçirm esini istem iş, bir parça ek m eğe karşılık bir elm ası
elden çıkaran aç bir insan gibi dav ranm ıştı. H attâ so nrad an bu
d u ru m a gü lerdi, çünkü Sw ann'in, az bulun ur inceliklerle telafi
ettiği k aba bir yanı d a vardı. Ayrıca, Sw ann, aylak bir hayat
sü rm ü ş olan ve aylaklığın, zekâlarına san at veya bilim k adar il-
gilenm eye değer kon ular su n d u ğ u ve "H ay at"m , bütün ro m an -
lardan dah a ilginç, d ah a rom an sı d uru m lar içerdiği fikrinde bir
teselli, belki bir m azeret arayan zeki in san lar sın ıfm dan dı. En
azın dan , y ük sek so syetedeki a rk ad aşların d an en zeki olanlarını
bile, bu d üşün cesin e rahatça in andırabiliyordu; b aşın dan geçen
ilginç m aceraları bilh assa C h arlus B aro nu 'n a an latıp onu n eşe-
lendirm ekten hoşlanırdı; trende k arşılaşıp evine gö tü rd ü ğ ü bir
kadının, o sırad a A vrupa siyasetinin bü tün iplerini elinde tutan
hükü m darın kız k ard eşi o ld u ğu n u keşfeder, böylece A vru-
p a 'd ak i siy asi d u ru m u çok h oş bir b içim de izlem e fırsatı b u lur-
d u örneğin veya bir aşçı kadın ın âşığı olup o lam am ası, papalık
seçim inin son uçlarına gö re belirlenirdi.

200
Ü stelik Sw an n'in böylesine h ayasızca kendisin e çö pçatan -
lık etm eye zorladığı kişiler, erdem li, soylu dullardan , ge neral-
lerden ve b ilh assa yakın ilişki içinde b u lu n d u ğu ak adem isy en -
lerden o lu şan seçkin to plu luğu n üyeleriyle sınırlı değildi. Bü-
tün dostları, ara sıra Svvann'dan, bir tavsiye ya d a tanıtm a y azı-
sı talep ettiği m ektup lar alm aya alışıktılar; ricasını ifade edişin -
deki diplom atik u stalığın, birbirini izleyen çeşitli aşk lara ve d e -
ğişik bahanelere rağm en hep aynen dev am etm esi, sabit bir ki-
şiliği ve hiç d eğ işm ey en am açları, beceriksizliklerden çok daha
çabuk ele verirdi. U zun yıllar sonra, b am b aşk a açılardan kendi
kişiliğim e ben zediği için Sw an n'in kişiliğiyle ilgilenm eye b aşla -
d ığ ım d a, b üy ü k b ab am a sık sık anlattırdığım bir şey vardı:
Sw an n 'd an bir m ektup ald ığın da, büy ük b ab am (o sıralar b ü -
y ü k b abam d eğilm iş henüz, çünkü Sw ann'in b ü yük aşkı, benim
d o ğm am d an az önce b aşlam ış ve uzu n m ü d d e t eski alışkan lık-
larına sekte vu rm u ş) ark adaşın ın yazısını, zarfı gö rür gö rm ez
tanır ve "S w an n m u tlaka bir ricada bulunuyordur, dik k at!" d i-
ye haykırırm ış. Büyükannem le bü yü k bab am , belki gü v en sizlik -
ten, belki de, bir şeyi sad ece onu istem eyen kişilere sun m am ıza
yol açan bilinçsiz, şeytanca güd üy le, Sw ann'in yerine getirilm e-
si en kolay ricalarına bile m utlak surette k ulak tıkarlardı;
Sw ann, her p az ar ak şam yem eğin e büyükann em lere gelen bir
genç kıza kendisin i takdim etm elerini rica edecek olsa, bütün
hafta boyun ca genç kızın bu lu n acağı yem eğe b aşk a kim i d av et
edebileceklerini d ü şü n ü p du rdu kları ve çoğu kez kim seyi b u la-
m ad ıkları h alde, böyle bir davetten b ü yük bir m utluluk d u y a-
cak olan kişiye haber verm ez, Sw ann kendilerine genç kızdan
ne zam an sö z etse, artık onunla gö rüşm üy o rm u ş gibi y ap m ak
zo run d a kalırlardı.
Bazen büyü kbabam ların ahbabı olan ve o gün e dek hep
Sw an n'la gö rüşem ediklerin den yakm an bir çift, gün ü n birinde,
bir tatm in d u y g u su y la ve belki b iraz da im rendirm e arzusu y la,
Sw ann'in artık kendilerine çok sevecen davran d ığın ı ve ya nla-
rından hiç ayrılm adığın ı haber verirdi. Büy ükb abam onların
m em nuniyetine gö lg e d ü şürm e k istem ez, am a yine d e b ü y ü -
kann em e bakarak,

201
N edir bu m u am m a böyle?
Hiçbir şey an lam adım .

veya

Ey kaçak hayalet...

ya da

Böyle d urum lard a yapılacak en iyi şey,


K ap am ak gözlerini.

diy e m ırıldanırdı.
Birkaç ay so n ra, b ü y ü k b ab am , Svvann'ın yeni d o stu n a,
"E e, Svvann'la hâlâ sık sık gö rü şü y or m u su n u z ?" d iy e s o rd u -
ğ u n d a , m uhatabın ın y ü z ü asılır, "B enim y a n ım d a adın ı bile
an m ayın on un !" derd i. "A m a aran ızd an su sızm ıy o r san ıy o r-
d u m ..." Sw an n , aynı şek ild e, bü y ük an n em in b azı ak rab alarıy -
la d a birkaç ay boy un ca çok sıkı fıkı o lm u ştu , hem en her ak -
şam evlerin e y em eğe gid iy ord u. Sonra an iden , hiç h aber v er-
m eden , ziyaretleri kesildi. H astala n d ığ ın a h ükm ettiler; b ü y ü -
kann em in kuzini tam haber alm ak ü zere Sw an n 'in evin e biri-
ni gön derecekk en , çalışm a o d a sın d a , aşçı kadın ın h e sap d efte-
rinin a rasın d a u n u ttuğu , Sw an n tarafın d an k alem e alın m ış bir
m ek tup b uld u. Sw ann bu m ek tu pta, aşçı k adın a P aris dışın a
çıkacağını, b u y üz d e n artık gelem ey eceğin i h aber ve riyo rdu .
A şçı k ad ın S w an n 'in m etresiy d i ve o n dan ay rılacağı zam an
da, b aşk a k im seye bir açık lam ad a bu lun m ay ı gerekli gö rm e -
m işti.
M etresi, ak sin e, yü k se k so sy e ted en bir k ad ın sa ya da en
azın d an , y ü k se k so sy e tey e k ab ul ettirilem eyecek k a d a r m ü te-
va zı ve y a u y g u n su z bir k on u m d a d e ğ ilse , S w an n y ü k se k so s-
yeteye m etresi uğru n a geri döner, am a sa d e ce m etresin in g i-
rip çıktığı çevrey le ve y a k en d isin in m etresin i sürü k le d iğ i
çevreyle g ö rü şü rd ü . "B u a k şam S w an n 'd an h ayır y o k ," d e -
nirdi; "A m e rik alısın ın O pe ra gü n ü b u g ü n , b iliy or su n u z ,"
Sw an n, gü n d e lik alışk an lık larla b ağ lı b u lu n d u ğ u , h aftalık ak -

202
şa m yem eklerine, po k er partile rin e d ü ze n li olarak k atıldığı,
ö zellik le k ap alı salon lara d av e t ettirirdi m etresin i; her a k şam ,
fırça gibi sert, kızıl saç ların a h afif bir d alg a verip yeşil g ö z le -
rin dek i k esk in liği b iraz y u m u şattık tan son ra, y ak asın a tak-
m ak ü zere bir çiçek seçer ve yakın d o st çevresind ek i k ad ın -
la rd an b irinin evine, m etresiy le b u lu şm ak üze re ak şam yem e-
ğin e g id e rd i; o zam an , gittiği ev d e, her sö z ü n ü geçird iği, s o s-
yetenin en g ö z d e k işileriy le k arşıla şac ağ ın ı ve bu k işilerin,
se v d iğ i k adın ın y an ın d a, h ayran lık ların ı ve d o stlu k ların ı
k en d isin d e n esirgem e y ece klerin i dü şü n ü r, bık m ış o ld u ğ u
y ü k sek so sy ete hayatı ye n id en bir cazibe kazan ırd ı gö zü n d e,
çün k ü yeni aşk ıyla birlik te, b u h ay atın ö z ün e oy n ak bir alev
n ü fu z eder, onu canlı renk lerle donatır, d ah a de ğe rli ve gü z e l
gö ste rird i.
Bu ilişkilerin ya d a flörtlerin her biri, Sw ann'in k endiliğin -
den, zo rlanm ad an güzel b u ld u ğ u bir çehrenin, bir bedenin g ö -
rün tüsü nden kaynaklan an bir hayalin, şu veya bu ölçüd e ger-
çekleştirilm esi olarak nitelendirilebilirdi; bu na karşılık, O dette
d e C recy'den , Sw an n'in belki bir an laşm ay a varabileceği, hari-
k u lade bir k adın diy e sö z eden, am a onu tanıştırm akla yaptığı
iyiliği Sw an n'in gö zü n d e büyütm ek için, elde edilm esi zor bir
kadın gibi gösteren, eski bir ark ad aşı, bir gün tiyatroda ken d isi-
ni O dette de C recy'ye takdim ettiğinde, Sw an n onu çirkin bul-
m am ıştı şü ph esiz , am a on da b u ld u ğ u güzellik, kendisinin ilgi-
siz kaldığı, içinde bir arzu uyan dırm ayan, hattâ fiziksel olarak
iten türden bir güzellikti; Sw an n, O dette d e C recy'yi, insanına
göre değişm ek le birlikte, h epim iz için belirli bir kadın tipinin
o ld u ğu gibi, nefsine h itap eden tipe zıt bir kadın olarak g ö r-
m ü ştü. Sw ann'in zevk ine göre, O dette de Crecy'nin profili aşırı
keskin, teni aşırı nazik, elm acık kem ikleri fazlasıy la çıkık, yüz
hatları fazlasıyla yo rgun du . G özleri güzeldi, am a o k adar b ü -
yüktüler ki, kendi ağırlıklarını taşıyam ıyorlar, yüzün e yorgun
bir ifade, hep sağlık sızm ış veya k eyifsizm iş gibi bir görün üm
veriyorlardı. Tiyatrodaki bu tan ışm ad an bir sü re sonra, O dette
d e C recy Sw an n'a bir m ektup y azıp , "cehaletine rağm en güzel
şeylere m eraklı" oldu ğu için çok ilgisini çeken koleksiyonlarını
görm ek istediğini, onu, "çayı ve kitaplarıyla h uzur için de" h a-

203
yal ettiği "home' u n d a "1 görün ce dah a yakın dan tanıyacağı k a -
nısın da old uğu n u belirtm iş, am a "o nun k ad ar smart2 bir a d a -
m ın, hiç de smart o lm ayan " o hüzün lü sem tte otu rm asına çok
şaşırdığını d a gizlem em işti. Sw ann isteğini yerine getirip onu
evine dav et ettiğinde, ziyaretin so n u n d a, vedalaşırlarken ,
O dette, ayak basm ak tan b ü yü k m utluluk d u y d u ğ u b u ev d e bu
k ad a r az k aldığın a ü zü ld üğ ü n ü sö ylem iş, sanki Sw an n, kendisi
için, tanıdığı diğer in sanlardan d ah a özel b iriym iş gibi k on u ş-
m u ş, adeta Sw an n 'la kend isi arasın da, rom an lara yaraşır,
Sw an n 'i gülüm sete n bir bağlantı k urm uştu . N e v ar ki Sw an n'in
y aklaşm ak ta old u ğu yaşta, yani gö zü m ü zü n açılm aya b aşla d ığı
ve karşılıklı olm asın ı pek de beklem eden, sırf âşık olm anın z e v -
ki için âşık olm ak la yetinebildiğim iz y aşta, k alpler arasın d ak i
y akın laşm a, gençlikteki gibi aşkın kaçın ılm az biçim de yöne ld i-
ği he def d eğild ir am a, çağrışım lar yo luyla ona sıkı sıkıya bağlı
kalır ve böy le bir yakın laşm a, aşk tan önce ortaya çıkarsa, aşkın
nedeni haline gelebilir. G ençlikte, âşık o ld u ğ u m u z kadın ın k al-
bine sah ip olm ayı hayal ederiz; d ah a ileri y aşlard a, bir kadının
kalbine sah ip o ld u ğu m u z u hissetm ek, on a âşık o lm am ıza yete-
bilir. D olayısıyla, özellikle aşk ta öznel bir h azzın p e şin d e k o ştu -
ğ u m u z ve b u yüzd en de, bir kadının güz elliğin e d u y u lan h ay-
ranlığın aşk ta en baskın un sur olm asının beklenebileceği yaşta,
aşk -e n fiziksel aşk b ile- tem elinde, b aşlan gıcın d a bir arzu ol-
m ad an doğabilir. Bu y aşa gelinceye kadar, h ay atım ızda aşk a
birçok k ez m aru z k alm ışızdır; aşk artık şaşk ın ve ed ilgen k albi-
m izin k arşısın d a tek başına, kendi m eçhul ve k açınılm az y a s a-
larına göre ilerlem ez. O na biz destek olur, hafızanın y ard ım ıy-
la, telkinle yönlendiririz onu. Belirtilerinden birini tan ıd ığım ız-
d a, hatırlayarak diğer belirtileri canlandırırız tekrar, içim izde
b aştan son a kayıtlı olan aşkın şarkısını ezbere b ild iğim izd en ,
şarkının dev am ın ı getirebilm ek için, -g ü ze lliğ in esin lediği bir
hayranlıkla d o lu - b aşlan g ıç notalarını bir kadın ın sö ylem esin e
gerek duy m ayız. K adın şark ıyı ortasın dan -k alple rin birbirine
yaklaştığı, iki kişinin bun d an böyle sad ece birbirleri için var
olacaklarından sö z ettikleri n o k tad an - söylem eye b a şlad ığı tak-
1 "Ev, y u v a" anlam ında İngilizce kelime.
2 "Ş ık " anlam ında İngilizce kelime.

204
dirde de, bu m ü ziğe yeterince alışkın o ld u ğu m uz d an , beklenen
n otalarda hem en karşım ızdak in e katılıveririz.
O dette de Crecy Sw an n'i görm eye tekrar gitti, sonra da zi-
yaretlerini sıklaştırdı; O dette'in her ziyaretinde, Sw an n, arada
geçen süre içinde özelliklerini biraz un uttuğu , ne bunca an lam -
lı, ne d e gençliğine rağm en bunca solgu n bir y üz olarak hatırla-
d ığı bu çehrenin k arşısın d a d u y d u ğ u h ayal kırıklığını, yeni
b aştan yaşıyo rdu şüph esiz ; O dette d e C recy kendisiyle konu-
şurken, Sw an n, bu m üth iş güzelliğin , ken diliğinden tercih ed e-
ceği türden bir gü zellik olm am asın a hayıflanıyordu. A slında
şu n u belirtm ek gerekir ki, o dö n e m d e alna kâküller halinde d ö-
külen, "tiftik tiftik" kabartılan, ku lak lard an aşağ ıy a dağınık zü -
lüfler halin de inen saçlar, y ü zün en d ü z yüzeyleri olan alnı ve
yanakların ü st kısm ını kapattığı için, O dette'in çehresi, o ld u -
ğun d an dah a zay ıf ve çıkıntılı gö rün ürd ü ; v üc udu gayet d ü z -
gün d ü , am a (O dette P aris'in en iyi giyinen kadınlarından biri
o ld u ğ u halde, dönem in m o d ası yü zü n d en ) vücu t hatları bir d e-
vam lılık arz etm ezdi; o d ö n em d e ad e ta h ayalî bir göbek üzerin-
de öne d o ğru uzan an ve sivri bir uç h alin de biten korsajlar, kor-
sajm hem en altından itibaren k abaran, balonu andırır çift etek-
ler, kadınları, birbirine iyi tak ılam am ış, ayrı ayrı parçalardan
o lu şuy o rm u ş gibi gösterirdi; kırm alar, v olan lar ve yelekler, sırf
desenle veya kum aşın sertliğiyle belirlenen bir çizgiyi, tam a-
m en b a ğım sız bir biçim de izler, düğüm lerle, dantelden kıvrım -
larla, kehribar saçaklarla son b ulu rlar ve ya korsenin balenine
paralel uzan ırlardı, am a sarm aladık ları canlı varlıkla katiyen
ilişkileri olm azd ı; bu cicili bicili giysilerin içindeki kadın, ü s-
tündeki süslerin m im arisinin, kendi beden ine aşırı y ak laşm ası-
na veya fazlasıyla u zak laşm asın a göre, y a b o ğuluy o rm u ş gibi
görünür, ya d a giysinin içinde kaybolu rdu.
A m a O dette gittikten son ra, Sw an n onun sözlerini, bir d a-
haki ziyaret iznini iple çekeceğini söyleyişini d ü şü n ü p g ü lü m -
süy o rd u ; bir keresinde, O dette'in, iki ziyaret arasın dak i sürenin
fazla u zam am asın ı rica ederken ne k ad ar tedirgin ve çekingen
gö rün d üğü n ü , o esn ada ürkek, y alvaran bak ışlarını kendisin-
den ayırm ayışm ı, siyah k adife bağcıklı, b eyaz, yuv arlak hasır
şapkasın ın önüne iliştirilm iş y apm a m enekşelerin altından b a-

205
kan bu gözlerin ona ne k ad ar do kun aklı bir hava verdiğini h a-
tırlıyordu. “ Peki ya siz ?" dem işti O dette. "S iz bir gün bana ç a-
ya gelm ez m iy d in iz?" Sw ann , işlerini, -aslın d a yıllar önce y ü -
zü stü b ıraktığı- Delft'li Vermeer incelem esini bahan e etm işti.
"S izin gibi bü y ük bir âlim e benim gibi silik bir kadının hiçbir
yardım ı do kun am az, biliy orum ," d iy e cevap verm işti O dette.
"Bilginler k urulu k arşısın daki k u rb ağay a benzerim . O ysa ö ğ -
renm eyi, bilgilenm eyi o k ad ar çok isterdim ki! Eski kitaplara
dalm ak , eski kâğıtlara gö m ü lm ek kim bilir ne k ad ar z ev k lid ir!"
d iy e eklem işti, şık bir hanım ın, "elini h am ura b u lam ak tan " çe-
kinm eyerek, yem ek y a pm ak gibi p is işlere, üstün ü kirletm ek-
ten korkm adan girişm eyi en b üyük zevk say dığın ı belirtirken
b ü rü n d ü ğ ü kend inden m em n un h avayla. "B enim le alay e d e -
ceksiniz am a, ziyaretim e gelm en ize engel olan bu re ssam " (Ver-
m eePi k astediy ordu) "k im d ir? A dın ı d ah a önce hiç d u y m am ış-
tım. H alen hayatta m ı? Eserlerini Paris'te görm ek m üm kü n m ü
acab a? Sizin nelerden h oşlan dığınızı k afam d a canlandırabil-
m ek için görm ek isterdim resim lerini; bu k ad ar çok çalışan bu
alnın gerisin d e neler o ld u ğu n u biraz tahm in edebilm ek, sürekli
d ü şü n d ü ğü hissedilen bu k afay a bakıp, 'İşte bun u dü şün üy or,'
diyebilm ek isterdim . Ç alışm alarınız a katılm ak ne m üthiş bir
şey o lu rd u !" Sw ann bu sefer de, yeni dostluk lardan korkusun u
bahan e etm iş, am a k ibarlığından, m u tsuz olm a ko rk usu diye
adlan dırm ıştı. "S ev g id en m i k ork uy orsun uz? N e tuhaf, benim -
se hayatta arad ığım tek şey sev gi, onu bulabilm ek için canım ı
verird im ," diyen O dette'in sesi o k ad ar d o ğa l ve sam im iyd i ki,
Sw an n etkilenm işti. "H erhald e bir kadın y ü zün d en acı çektiniz.
D iğer kadınların d a onun gibi o ld u ğun u san ıyorsun uz. O sizi
an lay am am ış; siz o k ad ar farklısınız ki. S izd e ilk h oşum a giden
d e buy du , sizin herkese b enzem ediğin izi hem en h issetm iştim ."
"A slın d a," dem işti Sw an n, "em in im sizin d e bir yığın m e ş-
guliyetin iz vardır, b oş vaktin iz yoktur, ben kadın ları tanırım ."
"Benim hiçbir zam an işim yoktur! H er zam an serbestim , si-
zin için d aim a serb est olu rum . G ün ün veya gecenin hangi saati
benim le görüşm en iz için uy g u n sa, bir haber yollayın, seve sev e
koşarım . Sö z m ü? A slın da en güzeli ne olur, biliyor m u su n uz ?
Benim her ak şam evine gittiğim M m e Verdurin'e takdim edil-

206
m eniz. D üşün senize! Sizinle orad a buluşu rd uk , ben sizin biraz
da benim için geld iğin izi d ü şü n ü rd ü m !"
Hiç şü phesiz, Sw ann bu şekilde, araların da geçen k on uş-
m aları hatırlarken, tek başın a k aldığın d a onu düşün ürken ,
onun gö rün tüsün ü, rom an s dolu h ayallerinde yer alan b aşk a
birçok kadın gö rün tüsün ün arasın a katıyordu sad ece; am a her-
hangi bir tesad ü f say esin d e O dette d e C recy'nin görün tüsü bü -
tün bu tahayyüllere hâkim olsa, (hattâ belki bir tesad ü fü n y ar-
dım ına bile gerek yoktu, çünkü o âna k ad ar gizli kalm ış bir d u -
rum un ortaya çıktığı esn ad a m ey dan a gelen tesad üfü n , bu d u -
rum üzerin de hiçbir etkisi olm ayabilir) bu tahayyülleri onun
hatırasın dan ay ırm ak artık m üm kün o lm asa, o zam an , ne v ü -
cudu nun k usurları bir önem taşırdı, ne d e b u vücu dun,
Sw an n'in zevkine, bir b aşk a v üc ud a k ıyasla d ah a u y gun olup
olm am ası; çünkü se v d iğ i kadının v ü cu d u sıfatını bir kere k a-
zan d ı m ı, S w an n 'a m utluluk veya acı verebilecek tek vücut o
olurdu.
B üy ükbabam , Verdurin'lerin o dö n em d eki bütü n d o stları-
nın aksine, M. Verdurin'in ailesini tanırdı. A m a "ge n ç Verdu-
rin" d ed iği ve özü nde, -h â lâ m ilyoner olm akla birlik te- derbe-
derlerin, ayaktakım ının arasın a d ü şm ü ş bir ad am d iy e nitelen-
dird iği M. Verdurin'le ilişkisi tam am en kesilm işti. G ünün birin-
de, Sw an n 'dan , kendisini V erdurin'lerle gö rü ştürm esin i rica et-
m ek am acıyla yazılm ış bir m ek tup aldı. "D ikkat! D ikk at!" diye
bağırm ıştı o zam an büyü kbabam . "H iç şaşırm ad ım d oğrusu ,
Sw an n'in so nun un böyle olacağı belliydi zaten. N e m uhit am a!
Bir kere isteğini yerine getirm em im kân sız, çünkü o beyefen-
diyle artık tanışm ıyoruz. Ayrıca bu işin içinde m u tlak a bir k a-
dın m eselesi vardır, ben bu işlere karışm am . H adi bakalım !
Sw ann bu Verdurin takım ına d ad an ırsa, bize eğlence çıktı d e-
m ektir."
B üy ükbabam Sw an n'in m ektubuna o lu m su z cev ap verin-
ce, Sw an n'i Verdurin'lere bizzat O dette gö türm ü ştü.
Sw ann'in ilk gecesinde, Verdurin'lerin evin de ak şam yem e-
ğine D oktor C ottard ile eşi, genç piy an ist ile teyzesi ve o sıralar
Verdurin'lerin him ay esind e bu lun an ressam katılm ış, yem ekten
sonra birkaç m ürit dah a gelm işti.

207
Doktor Cottard, k arşısındaki kişinin şak a mı yaptığını, cid-
di mi old uğun u, ona hangi tonda ce vap verm esi gerektiğini hiç-
bir zam an tam olarak bilem ezdi. N e olur ne olm az diye, bütün
y ü z ifadelerine şartlı ve eğreti bir tebessüm taslağı ekler, böyle-
ce, şaka y apılm ışsa, bu gü lüm sem enin tetikte bekleyen inceliği
sayesin de, saflıkla suçlan am ayacağın ı düşün ürdü. A m a söyle-
nen sözün ciddi olm ası ihtim alini d e gö z önünde bulun durarak,
bu tebessüm ü açıkça çehresine y a ym ay a da cesaret ede m ediğin -
den, y üz ün de daim a bir tereddüt gezinir, so rm aya cesaret ede-
m ediği şu soru okunurdu: "C id d i m i sö y lü y o rsu n u z ?" Bir sa -
londa o ld u ğu kadar, so kak ta, hattâ genel olarak hayatta da nasıl
d av ran m ası gerektiği k on usun da bir türlü em in olam adığın dan ,
yoldan gelip geçenlere, arabalara ve o laylara d aim a hınzır bir
tebessüm le m ukabele ederdi; b u tebessü m , davranışı durum a
u y gun olm adığı takdirde, kendisinin bun u pekâlâ bildiğini ve
bu dav ran ışı şakacıktan ben im sem iş o ld u ğu n u kanıtlam ak sure-
tiyle, tutum undaki yanlışlığı dah a b aştan silm eyi am açlardı.
Bununla birlikte, doktor, açıkça soru sorm akta bir sakınca
gö rm ed iği her k on uda, şüph elerin in alanını d araltm ay a, öğre-
nim ini tam am lam a ya ç abalam aktan geri kalm azdı.
Ö rneğin, d o ğ u p b ü y ü d ü ğ ü taşra k asab asın d an ayrılırken
ileri gö rü şlü annesinin k en disin e v erm iş old u ğ u öğütler d o ğ -
rultusun d a, bilm ed iği bir dey im v e ya özel isim d u y d uğ u n d a,
m utlak a o k on u d a bilgilen m eye çalışırdı.
D eyim ler k on usun d a verilen bilgilerle bir türlü yetinm ez,
kim i deyim lerin, aslın da taşıd ıkları an lam dan d ah a kesin, ay -
rıntılı bir anlam la yüklü olduk ların ı zanneder, en sık d u y d u ğ u ,
şeytan tüyü, kanı bozuk , n erede a k şam orad a sabah , Rabe-
lais'nin çeyrek saati1, lü gat p aralam ak , açık bono verm ek, dilini
b ağlam ak gibi bazı deyim lerin, tam anlam ını ve hangi so m ut
d u rum larda bunları k ullanabileceğin i öğrenm ek isterdi. D e-
yim leri k u llan am adığı zam an , ö ğren m iş o ld u ğu kelim e oy unla-
rına yer verirdi ko n uşm aların da. D aha önce d u y m ad ığı bir isim
sö ylen diğin de de, so rg ular bir ton da b u yeni ism i tekrarlam ak-
la yetinir, böylece açıkça soru sorm ak zo run da kalm ad an, ken-
disin e bir açıklam a yapılacağın ı düşü n ü rd ü .
1 Fransızcada "sıkıntılı dakikalar" anlam ın da bir deyim : le quart d'heure de Rabelais.

208
H er şey e u y g ulad ığ ın ı zannettiği eleştirel b ak ıştan aslın da
tam am en y o k su n old u ğu için, birisine bir lütufta bulunurken
sö zlerinin cidd iy e alın m asın ı beklem ed en, terbiye icabı k a rşı-
sın dak in e m innet borçlu o ld u ğu n u sö ylem ek gibi bir kibarlığı
D oktor C o ttard 'a gösterm ek , b oşu n a zah m et etm ek olurd u,
çün kü o her şeyi kelim esi kelim esine, en d ü z şekliyle anlardı.
M m e Verdurin d o kto r k o n u su n d a kör sayılırdı gerçi, am a yine
de, Sarah B ern hardt'ı izlem ek üzere C ottard'ı sah ne ön ü loca-
sın a d av et ettiği gece, d o k to ru hâlâ çok zeki bu lm ak la birlikte,
so n u n d a sin irlenm işti: M m e Verdurin n ezaketine n ezaket k ata-
rak, "G elm en iz b ü yü k incelik Doktor, üstelik em inim Sarah
Bernhardt'ı d ah a önce birçok kez izlem işsinizdir, ayrıca sah n e-
ye d e fa zla yakın say ılırız belk i," d ed iğin d e , yetkili birisi ken-
d isine tem silin önem i k o n u su n d a bilgi verinceye k ad ar sabitle-
şeceği m i, silineceği m i belli olm ay an bir teb essü m le locaya
girm iş olan D oktor C ottard, "G erçekten fazla yakınız, Sarah
B e rn h ardt'tan d a sık ılm ay a b aşlad ık artık. A m a siz gelm em i is-
tediniz. Sizin isteklerin iz benim için birer em irdir. Size küçük
bir y ard ım d a b ulu n m ak benim için m utluluktur. O k a d a r iyi
bir in san sın ız ki, in san sizin için ne olsa y a p ar!" d iye cevap
verm iş, ard ın d an d a eklem işti: "A ltın S e s d iy e anılan, Sarah
Bernhardt'tı, d e ğil m i? Y üreğiyle o y n adığı yazılıyor hep. G arip
bir ifade, d eğil m i?" A m a bek lediği yorum ların hiçbiri gelm e-
m işti.
"Biliyor m u su n ," dem işti M m e Verdurin kocasına, "bence
doktor için yaptık larım ızı alçakgönüllü d av ran ıp azım sam akla
hata ediyo ruz. P ratik hayatın d ışın da y a şay an bir bilim ada m ı
o, hiçbir şeyin değerin i k en disi anlam ıyor, bilm iyor, bizim sö y -
lediğim ize inanıyor." "San a söylem eye cesaret edem em iştim
am a benim d e dikkatim i çekm işti," diye cevap verdi M. Verdu-
rin. Bu k on u şm ayı izleyen yılbaşınd a da, M. Verdurin, pek u fak
bir şey o ld u ğu n u söyleyerek D oktor C ottard'a üç bin franklık
bir yaku t yollam ak yerine, üç y ü z fran ga taklit bir taş alıp bu
k ad ar gü zelin e zor rastlanacağını im a etm işti.
Bir ak şam , M m e Verdurin M. Sw ann'in geleceğini bildird i-
ğinde, doktor, sesi şaşkınlıktan sertleşerek, "Sw an n m ı?" diy e
haykırm ıştı; en sırad an bir haber bile, her an her şey e karşı ha-

209
zırlıklı o ld uğ u n u zann eden bu adam ı gafil av lardı. K im seden
bir cevap gelm eyince, do ruğ a varan ve "S w an n m ı? Kim bu
Sw an n ?" diy e b ağırm asın a yol açan k aygısı, M m e Verdurin'in
sözleriyle birden dağılıv erdi: "C an ım , O dette'in sö zü n ü ettiği
ark ad aşı." "H a, peki, peki, tam am ," dedi d oktor yatışarak. R es-
sam a gelince, Sw an n'in Verdurin'lere tak dim edileceğine çok
sevin iyordu, çünkü onun O dette'e âşık o ld u ğu n u v arsayıyo rd u
ve aşk ilişkilerini d aim a desteklerdi. "H ay atta en sev d iğim şey
çöpçatanlık yapm ak tır," diy e itirafta b u lu n d u D oktor Cot-
tard'ın kulağın a eğilerek; "b u gü n e k ad a r birçok kişiyi evlend ir-
dim , hattâ k adınları kendi araların da ev len dirdiğim d e o ld u !"
O dette, Verdurin'lere Sw an n 'in çok "sm art” o ld u ğu n u sö y -
leyince, onlar da "sıkıcı bir tip " o lm asın dan korkm uşlardı. O y-
sa Sw ann, aksine, üzerlerinde m ükem m el bir izlenim bıraktı;
bu izlenim in, Verdurin'lerin bilincinde olm adıkları dolaylı ne-
denlerinden biri, Sw an n'in seçkin yü ksek so sy ete çevresiyle
ilişkileriydi. Sw ann , yü k sek so syete m uhitinde bir sü re ya şam ış
olm aktan ötürü, zeki de olsalar bu m uhite hiç girip çıkm am ış
kişilerden, bir bakım a ü stün sayılırdı gerçekten; bu üstünlük,
yüksek sosyeteyi, hayal gücü n e esin lediği arzu yla ya d a kor-
kuyla başk a bir şey e dö n üştürm e m esi ve ona ön em siz bir şey
göz üy le bakm asıydı. Bu çevreye aşina kişilerin kibarlığı, her tür
snopluktan , aşırı nezaket gö sterm e k o rk usun dan uz ak ve b a-
ğım sızdır; bu kişilerin hareketlerinde gözlenen rahatlık ve z ar a-
fet, kollarını ve bacaklarını esneklikle, diğer uzuvlarının m ü n a-
sebetsiz, sarsak m ü dah alelerine m aruz k alm ad an , tam am en is-
tekleri d oğru ltu su n d a kullan an insanların rahatlığı ve zarafeti-
dir. K endisine takdim edilen, tanın m am ış bir gence iyi niyetle
elini uzatan, takdim ed ildiği büyükelçinin k arşısınd a ölçülü bir
biçim de eğilen yük sek so sy ete m ensuplarının basit, temel be-
den eğitim i, zam anla, k en disi bilincine varm adan , Sw ann'in
bütün toplum sal tavırlarına yansım ıştı; işte bu nedenle Sw ann,
kendi m uhitinden dah a d ü şü k seviyedeki bir çevrenin insanları
olan Verdurin'ler ve ark ad aşlarıy la ilk k arşılaşm asın da, onların
n azarında sıkıcı bir tipin sergilem ey eceği bir cana yakınlık, bir
gayret gösterdi. Sadece D oktor C ottard 'la, bir anlık bir so ğ u k -
luk geçti aralarında: D aha birbirleriyle selam laşm ad an , doktor

210
kendisine gö z kırpıp anlam lı anlam lı gülüm seyince (Cottard bu
m im iğe "bekle g ö r" adını verirdi), Sw ann, eğlence âlem lerinin
ada m ı olm adığı ve bu tür yerlere binde bir gittiği h alde, Cot-
tard'ın kendisini m uh tem elen rand evuevi türü bir yerden hatır-
ladığın ı d ü şün d ü . İm ayı, özellikle de kendisi hakkında kötü bir
izlenim edinebilecek olan O dette'in yanında yapılm asını ze vk-
sizlik olarak niteleyip b uz gibi bir tavır takındı. A m a yanındaki
hanım lardan birinin M m e C ottard old u ğun u öğrenince, bu k a-
d ar genç bir kocanın, karısının yanında bu tür im alar y ap m a y a-
cağını d ü şü n d ü ve doktorun su çortağı h avasın a bu anlam ı yü k-
lem ekten vazgeçti. R essam hiç vakit geçirm eden Sw ann 'i Odet-
te'le birlikte atölyesin e dav e t etti; Sw ann kendisinden hoşlandı.
"Belki size benden çok iltim as gösterilip Cottard'ın portresine
bak m an ıza izin verilir," d ed i M m e Verdurin, gü cen m iş gibi y a-
parak (Cottard'ın portresini ressam a sipariş eden de oydu). Ş a -
kacıktan "M o n sie u r" diy e hitap etm eyi alışkanlık haline getir-
dikleri ressam a dönerek hatırlattı: "O güzel bakışları, gö zü n d e-
ki o kurnaz, m u zip ışıltıyı vu rgu lam ayı ihm al etm eyin, 'M on-
sieur' Biche. Biliy orsun uz b ilh assa o gü lüm sem eyi görm ek isti-
yorum ; sizden isted iğim , o gülüm sem enin portresid ir." Bu ifa-
de kendisin e olağan ü stü gö rü n d üğ ü için de, çok say ıd a m isafi-
rin d u y m a sı için çok yük sek sesle tekrarladı, hattâ önceden,
saçm a sap an bir bahaneyle birkaçını yanına çağırdı. Sw ann her-
kesle tek tek tanışm ak istedi, hattâ Verdurin'lerin eski dostu Sa-
niette'i bile atlam ad ı; Saniette, derin arşiv bilgisi, hatırı sayılır
serveti ve seçkin ailesi say esin d e kazand ığı itibarı, utangaçlığı,
saflığı ve iyi kalpliliği yüzü n den herkesin n ezdinde k aybetm iş-
ti. Saniette k on uşurken laflar ağzın d a birbirine dolaşırd ı; çok
sev im li bir özelliğiydi bu, çün kü bir kon uşm a ku surun dan çok
m anevi bir m eziyeti ele verir, Saniette'in, hâlâ çocu kluğundaki
m asum iyetini k o ru d u ğu izlenim ini uyandırırdı. Telaffuz ed e-
m ediği bütün se ssiz harfler, söylem eye dilinin varm ad ığı sert
sözlerm iş gibi çıkardı ağzın d an , Sw an n'm M. Saniette'e takdim
edilm eyi rica etm esi, M m e Verdurin'e rolleri değiştirm ek gibi
geldi (o k adar ki, cevaben, aradak i farkı vurgulayarak, "M o n -
sieur Sw ann, m ü saa d e ederseniz, size d o stu m u z Saniette'i tak-
dim etm ek isterim ," dedi), Saniette'te ise hararetli bir sevgi

211
uyan dırdı, am a Verdurin'ler bunu Sw an n'a hiç belirtm ediler,
çünkü Saniette biraz sinirlerine do k un u yordu ve ona yeni d o st-
lar b u lm ay a m eraklı değildiler. Buna karşılık Sw an n'in, p iy a-
nistin teyzesiyle derhal tan ışm ak istem esi, Verdurin'leri m üthiş
d uy gulan dırdı. Piyanistin teyzesi, siyah rengin d aim a şık ve
seçkin gö rü n d üğ ü zannıyla, her zam anki gibi siy ah bir elbise
giym işti ve her yem ekten sonra old u ğu gibi yü z ü kıpkırm ızıy-
dı. Svvann'ın k arşısınd a say gıy la eğildi, am a haşm etle d o ğ ru l-
du. Hiçbir tahsili olm adığı v e hatalı k onuşm aktan k orktuğu
için, kelim eleri bilerek an laşılm az b içim de telaffuz eder, bir
yanlış y ap acak olsa da, an laşılm azlığın içinde b o ğ u lu p gid ece -
ğini, açıkça fark edilm eyeceğini d ü şü n ürd ü ; dolay ısıyla, k on uş-
m ası, arad a em in o ld u ğ u tek tük kelim elerin seçilebildiği b o -
ğ u k bir hırıltıdan ibaretti. Sw ann, M. V erdurin'le konuşurken,
piyanistin teyzesin den hafif bir alayla sö z etm ekte bir sakınca
gö rm ed iy se de, M. Verdurin buna gücendi.
"F ev k alad e bir in san dır," diy e cevap verdi. "G ö z k am aştı-
rıcı o ld u ğu n u id d ia etm iyorum , am a em in olun, b aş b a şa so h-
bet edince, hoş bir in san dır." "B u n d an hiç şü ph em y o k ," diy e
aceleyle on ay ladı Sw ann. "B en pek 'seçkin' görün m ediğin i sö y -
lem ek istem iştim ," diye ekledi, "se çk in " sıfatını vurgulay arak ;
"b u d a aslın d a iltifat say ılır!" "Ç o k şaşıracak sın ız a m a," ded i
M. Verdurin, "k alem i çok kıvraktır. Yeğenini hiç dinlem ediniz
m i? H arikadır, d eğil m i D oktor? Bir şeyler çalm asını rica etm e-
m i ister m isiniz M on sieur Sw an n ?" Sw ann, "İstem ek ne kelim e,
şeref d uy arım ..." diy e cev ap verm eye başlam ışken, doktor
alaylı bir tavırla söz ün ü kesti. K o n u şm ad a tum turaklı ifad ele-
rin artık k ullan ılm ad ığını, eski m o d a kabul edildiğin i işitm iş ve
un u tm am ış olan C ottard, az önceki "şe ref" kelim esi gibi ağır-
başlı bir kelim enin cid diyetle kullanıldığını d u y d u ğ u an d a, ke-
lim eyi sö ylem iş olan kişinin ukalalık ettiğini sanırdı. A yrıca ay -
nı kelim e tesad üfen beylik bir d ey işte de geçiyorsa, kelim enin
b aşk a kullanım ları ne k ad ar y aygın olu rsa olsun, doktor, başını
d u y d u ğ u cüm lenin gülün ç o ld u ğu n a hük m eder ve alaylı bir ta-
vırla, cüm leyi o beylik dey işle bitirirdi; m uhatabı, bu dey işi ak -
lından bile geçirm ed iği halde, k ullan m ayı d ü şü n m ü ş olm akla
suçlanırdı adeta.

212
"T ü m F ransa adına şeref d u y arız !" d iy e haykırdı doktor
alayla, kollarını abartılı bir tavırla h avaya kaldırarak.
M. Verdurin kendisini tutam ay ıp güldü.
"B un lar o rada neye gülüy orlar böyle? Etrafa neşe saçıyo r-
su n uz bak ıy oru m ," diye haykırdı M m e Verdurin. Sonra çocuk
taklidi y aparak , gücenm iş gibi, "B en b u rad a tek başım a cezalı
k aldım , ne sıkıcı!" diye ekledi.
M m e Verdurin, isv eçli bir kem ancının hediyesi olan, cilalı
k öknardan, İsveç yapım ı, yük sek bir isk em lede oturuyordu;
şekli bir tabureyi andırdığı ve o gü ze l antika m obilyalarına hiç
y ak ışm ad ığı halde, bu hediyeyi salon u n da tutuyordu, çünkü
m üritlerin ara sıra kendisine h ediye ettikleri eşyaları, evine gel-
diklerinde gö rüp m em nun olsun lar diye, görün ü r bir yerde b u -
lu n d u rm ay a özen gösterirdi. Bu yüz den de, m üritleri, hiç d eğil-
se kalıcı olm ayan çiçek ve tatlılarla yetinsinler diye ikna etm eye
çalışır, am a başarılı o lam azd ı; evinde ü st üste yığılan, gereksiz
ve birbiriyle alak asız h ediyelerden, ay ak tandırlarından,
y astık lardan , d u v ar saatlerinden, parav an lard an , barom etreler-
den, v azolardan bir koleksiyon olu şm u ştu.
B u lu n d u ğu yüksek m ak am d an , m üritlerin konuşm alarına
coşku yla katılıyor, "m ask a ralık "ların a gü lüy o rd u , am a o çene
k az asın d an sonra, gerçekten kah kah a atm ak zah m etine katlan -
m aktan vazgeçm işti; onun yerine, kend isi yorgun lu ğa ve tehli-
keye m aruz kalm adan, gülm ekten gözlerinin yaşardığın ı ifade
eden k lasik bir m im ik koym uştu. M üd avim lerden birinin, sıkıcı
bir tipe veya sıkıcı tipler sınıfına atılm ış eski bir m ü d av im e iliş-
kin en ufak bir esp risi üzerine, - u z u n m ü d de t karısı k ad ar n a-
zik olm a idd iasın ı sürdüren, am a gerçekten g ü ld ü ğ ü için kısa
sü red e so lu ğu tükenen ve bu aralık sız, kurm aca n eşe hilesine
yenik d ü şü p ge ride k alan M. Verdurin'i u m u tsu zlu ğa d ü şü re -
rek - k üçük bir çığlık atar, b ey az bir leke yüzü n den b u ğu lan m a-
ya başlayan , k uş gö zün e benzer küçük gözlerini sım sıkı k apatır
ve aniden, adeta u y g u n su z bir gö rün tüy ü sak lam a ya d a ölüm -
cül bir darbeden kaçınm a telaşıyla, yü zün ü tam am en, hiçbir ta-
rafı görün m eyecek şekilde ellerine göm er, kendini tutm asa,
baygınlık geçirm esine seb e p olacak k ahkah alarını bastırm aya
çalışırm ış gibi görün ü rdü . İşte M m e Verdurin bu şekilde, p e k si-

213
m eti sıcak şarab a batırılm ış bir k u ş gibi tünediği sırığının tepe-
sinde, m üritlerin n eşesiyle başı d ö n m ü ş, do stluk, d e d ik o d u ve
on ay lam ay la sarh oş halde, kibarlıktan hıçkırm aktaydı.
Bu arad a p ip osu n u yak m ad an önce Sw an n 'dan izin isteyen
("b u ev d e rahat davranılır, dostlar arasın d ay ız" diyen) M. Ver-
durin, genç piyanistten piyanonun başın a geçm esini rica ed i-
yordu.
"C an ım , ü stün e varm asan a, işkence gö rm ey e gelm edi ço-
cuk b u ray a ," diy e haykırdı M m e Verdurin, "canını sıkm ayın,
ben istem iy orum !"
"N iy e canı sıkılsın k i?" ded i M. Verdurin. "M . Sw ann k eş-
fettiğim iz fa diy ez sonatı bilm iyordur belki; bize onun piyan o
dü ze nlem esin i çalsın ."
"Yo, hayır, hayır, benim sonatım ı çalm asın !" diye bağırd ı
M m e Verdurin. "G eçen seferki gibi ağlam aktan bu rn um aksın,
nevraljim tutsun istem iyorum ; çok teşekkür ederim , ben alm a-
yayım ; siz de bir âlem siniz, bir hafta yataktan kalk am ay acak
olan siz değilsin iz tabii!"
Piyanistin her çalışın dan önce tekrarlanan bu sahne, "P at-
roniçe" nin baştan çıkarıcı öz gün lüğü n ün ve m üzik h assasiy e ti-
nin san ki yepyen i bir kanıtıym ış gibi büyülerdi dostlarını. O es-
n ad a M m e Verdurin'in yakınında bulunanlar, biraz ötede sig a -
ra içenlere, k âğıt oyn ayanlara bir olay o ld u ğu n u, y ak laşm aları-
nı işaret eder, R eich stag'd a önem li an larda yapıldığı gibi, "D in -
leyin, din ley in ," derlerdi. Ertesi gün , o geceye k atılam am ış
olan lara sitem edilir, sah nenin her zam an kind en eğlenceli o ld u -
ğ u söylenirdi.
"P ek âlâ, tam am , an laştık ," dedi M. Verdurin, "sad e ce an-
dante'yi çalacak."
"S ad ec e andante’yi mi, p e s d o ğ ru su !" diy e haykırdı M m e
Verdurin. "Z aten benim kolum u kan ad ım ı kıran da andante.
Patron bir harika! Dokuzuncu Senfoni'nin sad ece finalini, Usta
Şarkıcılar'm sad e ce uvertü rü n ü dinleyeceğiz dem ek gibi bir şey
b u ."
Bu arad a doktor, piyanistin çalm asına izin versin diye
M m e V erdurin'e baskı yapm ak tay d ı; m ü ziğin M m e Verdurin'e
verd iği rahatsızlıkların n um ara old uğu n u d ü şün m üy o rdu -ba-

214
zı nevroz halleri gözlem lem ektey di P atron içe'de- am a birçok
dok tor gibi C ottard d a, hastalarına verdiği sert talim atları, ken-
disin e çok daha önem li gibi görünen bir tehlike k arşısın da der-
hal gevşetirdi; hastası, doktorun d a katılacağı bir sosyete d a v e-
tinin vaz geçilm ez u nsurlarınd an biriyse eğer, doktor, sindirim
b o zu k lu ğ u n u veya gribini bu seferlik unutm asını tavsiye eder-
di ona.
"B u sefer hastalan m ayacaksınız, em in olu n ," dedi M m e
Verdurin'e, bakışlarıyla telkinde bu lu n m aya çalışarak. "H asta-
lan san ız da biz sizi iyileştiririz."
"Sahi m i?" dedi M m e Verdurin, böyle bir lü tuf karşısında
boyun eğm ekten b aşk a çaresi yo k m u ş gibi. Belki d e h astalan a-
cağını söyley e söyleye, öyle b azı an lar geliyord u ki, bunun bir
yalan o ldu ğu n u unutuyor, h asta m aneviyatına bürü nüyordu.
H astalar, krizlerini seyreltebilm ek için m ecburen hep akıllı uslu
olm aktan bıkarlar ve canlarının çektiği, norm al olarak k endile-
rini hasta eden her şeyi, hiçbir zarar görm ed en yapab ilecekleri-
ne inanm aktan hoşlanırlar; kendilerini güçlü bir varlığın elleri-
ne teslim etm eleri yeterlidir, hiçbir zah m ete k atlan m adan , onun
tek bir sö zü y le veya vereceği tek bir h apla ay ağ a kalkabilecek-
lerdir.
Odette, piyanonun yakınındaki goblen kanapeye oturm uştu.
"Biliy orsunuz , benim yerim bellidir," d ed i M m e Verdu-
rin'e.
M m e Verdurin, Svvann'ın bir iskem lede oturduğu n u görüp
yerinden kaldırdı:
"O rası rahat d eğil, O dette'in y anm a geçsenize; M. Sw an n 'a
bir yer açarsınız, değil mi O dette?"
Sw an n, o turm adan önce, "N e gü zel bir B e au v ais," dedi ne-
zaketen.
"K an ape m i takdir etm enize se v in d im ," d iye cevap verdi
M m e Verdurin. "S ize bir şey söyleyeyim m i, bu k ad ar güzelini
katiyen bu lam azsınız. Bunun gibisini asla yapm adılar. K üçük
koltuklar da birer harikadır. Birazdan bakarsın ız onlara da.
Bronzların her biri, koltukta anlatılan hikâyede bir şeyi sim geli-
yor; gelin inceleyin, çok eğleneceğinizden şü ph en iz olm asın. Şu
kenarlardaki küçük frizlere bak san ıza; Ayı ile Ü züm ler hikâye-

215
sin d e şu kırm ızı fon üzerin d eki asm a dalı m esela. Resim m i s a -
hiden? N e dersiniz, ad am lar resim y apm ay ı biliyorlarm ış, değil
m i! Ş u üzüm ler insanın iştahını açm ıyor m u? K ocam onun k a-
d ar m eyve yem iyorum d iy e m eyve sev m ediğim i söylüyor. K a-
tiyen öyle d eğil, ben hepinizden oburum , am a ben onların tadı-
nı gö zlerim le çıkardığım için yem em e gerek kalm ıyor. H epin iz
niye g ü lü y o rsun uz canım ? D oktora sorun, bu üzüm lerin benim
içim i tem izlediğin i o d a söyleyecektir size. D iğer insanlar Fon-
tainebleau tedav isin e başv uruy o r, benim kendi B eauvais ted a-
vim var. M on sieu r Sw ann , ark alıklardaki bronzlara d o k u n m a-
d an gitm en ize izin verem em . Eski bronzun kayganlığını h isse-
d iy o r m usu n u z? Yok, öyle değil, avcu n uz la, iyice ok şayın ."
"E yvah! M m e Verdurin bronzları m ıncıklam aya başlarsa
bu gece m üz ik din leyem ey iz," d ed i ressam .
"S u sun , yaram azlık yapm ayın . A slın d a," d ed i M m e Verdu-
rin, S w an n 'a dönerek, "b iz kadın lara bunun k ad ar şehvetli ol-
m ay an şey ler de yasaktır. A m a bun un la kıyaslanabilecek bir
ten o lam az ki! M. Verdurin beni kıskanm a şerefini ban a bah şet-
tiği zam an lar - canım , bari nezaketen, hiç kıskanm adığını sö y -
lem e..."
"Ben tek kelim e sö ylem edim ki. Doktor, siz şahitsiniz: Ben
bir şe y d ed im m i?"
Sw ann terbiye icabı bronzları okşuyor, kısa kesm eye ce sa-
ret edem iyordu.
"H ad i bak alım , onları son ra okşarsın ız; şim d i o k şan m a sı-
rası sizde, kulaklarınızda; kulaklarınızın o k şan m asın dan h oşla-
nırsınız herhalde; işte bu delikanlı, o görevi üstlenecek."
Piyanist parçasın ı çaldık tan sonra, Sw ann ona, hazır b u lu -
nan d iğe r kişilere gösterdiğin d en d e d ah a büyük bir nezaket
gö sterdi. Sebebi de şuyd u:
Bir yıl önce, bir gece dav etin de, bir eserin piy an o ve ke-
m an la seslendirilişini dinlem işti. Başlangıçta, enstrüm anlardan
çıkan seslerin m ad d i niteliğind en tat alm ıştı sadece. Kem anın
ince, dayanıklı ve y oğu n d o ğrultu çizgisinin altında, ansızın p i-
yan odan, bir ezgin in, çalkantılı bir sıvı kütlesi halinde, m ehta-
bın büy ü led iği, bem olleştirdiği denizdek i eflatun çırpıntı gibi
çokbiçim li, bölünm ez, çarpışan bir d ü zlem olarak yükselm eye

216
çalıştığını işitm ek, b aşlı b aşın a bir zevk olm uştu Sw an n için.
Sonra, bir an gelm iş, hoşuna giden şeyi adlan d ıram ad ığı, sınır-
larını tam olarak çizem ediği halde, birdenbire bü yülen m iş, g e-
çip giderken, tıpkı gecenin rutubetli hav asın d a dalgalan an bazı
gül kokularının burun deliklerim izi genişletm esi gibi ruhunu
genişleterek açan cüm leciği veya arm oniyi -k e n d i d e em in ola-
m ıy o rd u - y ak alam ay a çalışm ıştı. Belki besteyi tanım ad ığı için
böy lesine bulanık bir izlenim i yaşayabilm işti; oy sa bunlar, belki
d e b aşk a hiçbir türden izlen im e indirgenem eyecek, salt m ü ziğe
ait, sınırlı ve tam am en özgü n olan yegân e izlenim lerdir. Bu tür-
den bir izlenim , bir an için, m a d d esiz d ir bir bakım a. Şü ph esiz o
sırad a d u y d u ğ u m u z notalar, yüksekliklerine ve sürelerine bağlı
olarak, gözlerim izin ön ünde çeşitli boyutlarda yüzeyler k ap la-
m aktan, dolam baçlar çizm ekten, bize genişlik, incelik, den ge ve
değişken lik hisleri yaşatm aktan geri kalm azlar. A m a dah a bu
hisler içim izde tam biçim lenem eden, n otalar k aybo lu p gid er ve
onların ardın dan gelen, hattâ onlarla eşzam an lı b aşk a notaların
u yan dırdığı hisler, öncekileri bastırır. Ve bu izlenim , ak ışk an lı-
ğıy la, giderek so lan tonlarıyla, arad a bir belli belirsiz su yüzün e
çıkan, am a hem en ardın dan yine göm ü lü p k aybolan m otifleri
sarm alam ay a devam eder; sad ece uyandırdıkları haz aracılığıy-
la tanınabilen bu m otifleri betim lem ek, hatırlam ak, ad lan d ır-
m ak ve ifad e etm ek, bir tek şey say esin d e m üm kün dü r, o da,
d algaların ortasın d a sağ lam tem eller atm ay a çalışan bir işçi gibi
bizim için bu kaçak cüm leciklerin kopyalarını çıkaran ve bu nla-
rı izleyen cüm leciklerle k ıyaslay ıp onlardan ayırt etm em ize im -
kân tanıyan hafızam ızdır. İşte bu şekilde, dah a Sw an n'in y a şa -
dığı o tatlı his geçer geçm ez, hafızası derhal özet halinde, geçici
bir k opya çıkarm ış, Sw ann d a parça devam ederken bu k o p y a -
ya gö z atm ıştı; dolay ısıyla, aynı izlenim an sızın tekrar su y ü z ü -
ne çıktığın da, elle tutulabilir hale gelm işti. Sw an n bu izlenim in
alanını, sim etrik gruplaşm aların ı, yazıya geçirilişini, ifad e g ü -
cünü zihninde canland ırabiliyordu; karşısın da, artık sa f m üzik
olm ayan, desen, m im arlık ve d ü şünced en oluşan , m ü ziği hatır-
lam ay a im kân tanıyan bir şey vardı. Bu sefer, birkaç san iye b o-
yunca se s dalgalarının üzerin de yükselen bir cüm leciği açıkça
seçebilm işti. Ve aynı an d a, cüm lecik ona, d ah a önce hayalind en

217
bile geçm em iş, çok özel zevk ler vaat etm işti; bu zevkleri ken d i-
sine başk a hiçbir şeyin tattıram ayacağın ı h issed iy o rd u, cüm le-
ciğe ilişkin d u y g u su , m eçhul bir aşktı adeta.
C üm lecik, Sw an n'i ağır bir tem poyla bir o yana, bir b u y a-
na sürüklüyor, soylu, an laşılm az ve belirgin bir m utlu luğa d o ğ -
ru yönlendiriyordu. Sonra birden, gelm iş o ld uğu , Sw ann'in
onu izlem eye hazırlan dığı n ok tada bir an d u ru p sertçe yön d e-
ğiştiriyo r ve Sw ann'i dah a hızlı, narin, hüzünlü, kesintisiz ve
y u m u şak bir hareketle, bilinm ez ufuk lara sü rük lüy o rd u bera-
berinde. Sonra k ay bold u gitti. Sw ann onu üçüncü kez görm eyi
tutkuyla istiyordu. Sah iden d e bir dah a gö rün d ü , am a dah a
açık k on uşm adı S w an n'la, hattâ eskisi k ad ar yoğun bir h az da
u y an d ırm adı içinde. Yine de Sw an n evine d ö n d üğ ün d e, ona ih-
tiyaç d u y d u ; yold an geçerken bir an g ö rd ü ğ ü bir kadın a, adını
bile bilm eden âşık oluveren, onu bir dah a g ö rü p görem eyeceği-
ni bilem eyen, am a hayatına, kendi duyarlılığın ın değerini artı-
ran yeni bir güzelliğin suretinin girdiğin i h issed en bir ad am gi-
biydi.
H attâ bir m üzik cüm leciğine d u y d u ğ u bu aşk, bir ara
Sw ann için bir gençleşm e ihtim ali d o ğuracak gibi oldu. H ay atı-
nı idealin deki bir hedefe ad am aktan vazgeçeli, gü n lü k tatm in-
lerin pe şin d e k o şm ak la sınırlayalı o k ad ar uzu n zam an o lm uş-
tu ki, açıkça itiraf etm ese de, bu du ru m u n ölünceye k adar d e -
ğişm eyeceğin i dü şü n üy ord u ; üstelik, zihnine artık yüce fikirler
b u lam ad ığın d an , tam olarak inkâr edem em ekle birlikte, bu tür
fikirlerin gerçekliğine d e in anm az olm uştu. D olayısıyla, m ese-
lelerin özünü bir kenara bırakm asın a im kân tanıyan önem siz
düşün celere sığın m ay ı alışkanlık haline getirm işti. Tıpkı yü k -
sek so syete hayatından vazgeçm esin in dah a iyi olup olm ayaca-
ğını so rg u lam ad ığı, aksine, bir d ave t aldığın d a, icabet etm esi
gerektiğini ve d ah a son ra ziyarete gitm ezse kartvizit bırakm ası
gerektiğini kesin olarak bild iği gibi, k o n uşm asın d a da, herhan-
gi bir şey hakkında kişisel gö rüşü n ü içtenlikle ifade etm ekten
d aim a kaçınır, o k on u d a, bir bakım a kendi başlarına birer d eğ e-
ri olan ve yeteneklerini, zekâsın ı sergilem ekten kendisini kurta-
ran so m ut ayrıntılara ilişkin bilgi verm eye çalışırdı. Bir yem e-
ğin tarifi, bir ressam ın d o ğ u m ya d a ölüm tarihi, eserlerinin ad -

218
ları gibi k on ularda son derece kesin ve ayrıntılı bilgi verirdi.
Her şey e rağm en , ara sıra bir esere veya h ayata bak ışa ilişkin
bir yargısını belirtm e lük sün ü kendim e tanır, am a o zam an da,
sanki kendi sözlerine tam olarak katılm ıyorm uş gibi, alaylı bir
tonda ko nuşurdu. N asıl ki bazı m arazi kişiler, yeni bir ülkeye
gittiklerinde, farklı bir perh iz izlediklerinde, bazen de, kendili-
ğinden, esraren giz bir organik gelişm eyle, ansızın h astalıkların -
d a hatırı sayılır bir azalm a görüp, ileri bir yaşta, hayatlarında
beklen m edik, köklü bir değişik lik yapm a ihtimalini d ü şü n m e-
ye b aşlarla rsa, Sw an n da, benliğinde, dinlem iş o ld u ğu cüm leci-
ğin hatırasında ve o cüm leciğe rastlam a u m u d uy la çaldırdığı
birtakım so n atlard a, ne zam an d ır inanm ad ığı o görün m ez ger-
çeklerden birinin varlığını hissediyor, sank i m üzik, içinde bu -
lu n d u ğu m anevi bo şlu k üzerinde belirleyici bir etki yapm ışça-
sına, hayatını yeniden bu gerçeklere ad am ak için bir arzu, nere-
d ey se bir gü ç b u lu y ord u kendinde. A m a dinlediği eserin beste-
cisinin kim o ld u ğu n u öğrenem eyince, eseri de edin em em iş ve
so n un da un utm uştu. Gerçi hafta içinde, o gece kend isiyle bir-
likte dav ete katılm ış birkaç kişiyle görüşm üş; onlara sorm u ştu;
am a bunların çoğu, d av ete konserden sonra gelm işler, ya da
dah a önce ayrılm ışlardı; bun unla birlikte, konser sırasın d a ora-
d a olanlar d a vardı, fakat onların da bir bö lüm ü soh bet etm ek
üzere bir b aşk a salo n a geçm işti, kalıp dinleyenler ise, onlardan
fazla bir şey duy m am ıştı. Ev sah iplerine gelince, yeni bir eser
o ld u ğ u n u biliyorlardı sad ece, konser için tuttukları sanatçılar
bu eseri seslen dirm ek istem işlerdi; sanatçılar o sırad a turnede
olduk ları için de, Sw ann dah a fazla bir şey öğrenem em işti. M ü-
zisyen do stları vard ı gerçi, am a cüm leciğin kendisine yaşattığı
o özel, kelim elerle ifade edilm esi m üm kün olm ayan hazzı ha-
tırladığı, çizd iği şekilleri gö zü n d e canlandırdığı halde, cüm leci-
ği tek rarlayam ıyordu bu dostlarına. Sonra d a artık onu d ü şü n -
m ez oldu.
İşte M m e Verdurin'in evinde, genç piy an ist çalm ay a b aşla -
dıktan bir iki dak ik a sonra, ansızın, iki ölçü u zatılan tiz bir no-
tanın ardından, Sw ann, o sev diği, hafif, güzel kokulu cüm leci-
ğin, adeta k uluçka dönem inin gizem ini sak lam ak için gerilm iş,
uzatılm ış bu sesten perdenin altından sızarcasın a, gizlice, kesik

219
kesik, hışırtılı bir şek ilde yaklaştığını fark etti, onu tanıdı. O k a-
d ar k endine hastı, öylesine şah si, yeri d o ld u ru lam az bir b ü y ü -
sü vard ı ki, Sw ann ad eta sokakta gö rü p hayran o ld u ğ u ve bir
d ah a görm ekten um ud u n u kestiği birine, bildik bir salo n d a
rastlam ış gibi oldu. So n un da cüm lecik, rayih asın ın dalları,
kıvrım ları arasın dan , özenli, bir şeyleri haber verircesine u zak -
laştı ve Sw an n'in çehresinde, gülüm seyişinin yan sım aların ı bı-
raktı. A m a Sw an n bu sefer m eçhul dilberinin adın ı sorabilirdi
(Vinteuil'ün Piyano ve Keman İçin Sonat'ım n andante bölüm ü ol-
d u ğ u n u söylediler), artık onu ele geçirm işti, canı her isted iğin -
d e evinde onunla birlikte olabilir, onun dilini v e sırrını öğren -
m eye çalışabilirdi.
Bu nedenle, piyan ist parçayı bitirdiğinde, Sw an n yanm a
gid ip kendisine ne k ad ar m innettar o ld u ğu n u sö yledi;
Sw ann'in bu hararetli teşek kürü M m e Verdurin'in çok h oşuna
gitti.
"Büyüley ici bir çocuk, değil m i?" dedi Sw an n 'a. "Sonatın
ruhunu an lam ış küçük serseri. Piyanoyla böyle bir noktaya u la-
şılabileceğini d üşü n em ezd in iz, değil m i? P iyano h aricinde her
şey sanki! Her d efasın d a aldanıy orum , orkestra çalıyor zan ne-
diyorum . H attâ orkestradan da güz el, d ah a ek sik siz ."
G enç piyan ist öne d o ğru eğildi ve gülüm seyerek , espri y a-
pıy orm uş gibi kelim eleri vurgu layarak , "B an a karşı çok h o şg ö -
rü lü sü n ü z," dedi.
M m e Verdurin, kocasın a, "H ad i, çocuğa po rtak al şerbeti
ver, bir şey içm eyi hak etti," derken, Sw ann d a O d ette'e, o cüm -
leciğe nasıl âşık old u ğ un u anlatıyordu. M m e Verdurin, biraz
öteden, "O dette, güzel sözler işitiy orsun uz gibim e geliyor," d e-
diğin de, Odette, "E vet, çok gü zel sözler," diye cevap verince,
Sw ann onun sad eliğin e hayran oldu. Bu arad a Vinteuil'e ve
eserlerine ilişkin bilgi edinm eye çalışıyor, bu sonatı hayatının
hangi dön em inde bestelediğini öğrenm ek istiyor, özellikle de, o
cüm leciğin besteci için n asıl bir anlam taşıdığını m erak ed iyo r-
du.
A m a Vinteuil'e hayranlıklarıyla böbürlenen bütün bu in-
san lar (Swann sonatın gerçekten güzel old uğu n u sö ylediğind e,
M m e Verdurin, "H em d e çok güzel! A m a insan Vinteuil'ün so -

220
natını bilm ediğini itiraf etm ez, bilm em eye hakkı yoktur," diye
haykırm ış, ressam da, "K esin lik le çok büyük bir eser, değil m i?
Yani 'sevilen', 'herkese hitap eden' bir şey değil, am a sanatçılar
için yıldırım etkisi yapan bir şey," diye eklem işti), Svvann'ın
m erak ettiği soruları hiç akıllarından geçirm em iş olm alılardı ki,
hiçbirine cevap veremediler.
H attâ Sw an n en sev d iğ i cüm leciğe ilişkin birkaç özel yo-
rum y aptığın d a, M m e Verdurin, "N e k adar ilginç, hiç dikkatim i
çekm em işti; d o ğ ru su n u söylem ek gerekirse, ben ök üz altında
b u z ağ ı aram aktan, gereksiz ayrıntılarda kaybolm ak tan pek
ho şlanm am ; b iz kılı kırk y arm ak la vakit kaybetm eyiz, salon u-
m u zu n tarzı d eğild ir," d iy e cev ap verdi; D oktor C ottard, bu d e-
yim ler selinin ortasın da at oynatan Patroniçe'yi şaşk ın bir hay -
ranlıkla, bir öğrenm e gayretiyle seyretm ekteydi. M. ve M m e
C ottard, "M . Biche"in resim leri k ad ar an laşılm az bulduklarını,
evlerine d ön d ük le rin de birbirlerine itiraf ettikleri bir besteyle
ilgili gö rü ş belirtm ekten ya d a sah te bir hayranlık sergilem ek-
ten, halktan in san larda d a rastlan an bir sağ d u y u y la, özenle ka-
çınırlardı. H alk, do ğan ın b ü y ü sün e, zarafetine, şekillerine iliş-
kin yegân e bilgisini, ağır ağır sin dirilm iş bir sanatın b asm a k a-
lıp örneklerinden öğrend iği için ve özgün bir sanatçı da, bu k a-
lıp lan reddetm ekle işe b aşlad ığı için, bu b akım d an halkı tam
olarak tem sil eden M. ve M m e C ottard, kendilerinin m üzikte
arm oni, resim de güzellik ded ik leri şeyi ne Vinteuil'ün sonatın -
d a bulabiliyorlardı, ne d e ressam ın portrelerinde. Sanki piy a-
nist sonatı çalarken, kendilerinin alışık o ld u ğ u biçim lerde birbi-
rine bağlan m ay an birtakım notalara gelişigü zel basıyo rm u ş,
ressam d a tuvallerine ge lişigü ze l renkler serpiştiriy orm uş gibi
bir izlenim ediniyorlardı. R essam ın tablolarında bir şekil seçe-
bildiklerind e ise, o şekli, h antallaşm ış, b ay ağılaşm ış (yani so -
kaktaki insanlara bakışlarını bile belirleyen resim ekolünün za -
rafetinden yoksun) ve gerçekten uz ak b ulu yorlardı; M. Biche,
bir om zun yapısını, kadın ların saçlarının eflatun olm adığını
bilm iyorm uş gibiydi.
Yine de, m üritlerin d ağıld ığ ı bir sırada, doktor, bu nun u y -
gun bir fırsat o ldu ğu n u d ü şü n d ü ve M m e Verdurin, Vin-
teuil'ün sonatına ilişkin son bir iki sö z söylerken, y üzm eyi yeni

221
öğrenen, suy a atlam ak için etrafta fazla kim senin o lm ad ığı bir
ânı seçen acem i yüz ücü gibi, ani bir kararlılıkla haykırdı:
"D em ek ki, di primo cartello1 denen cinsten bir m ü zisy en !"
Sw ann, Vinteuil'ün sonatıyla ilgili bir tek şey öğrenebildi:
Eser, k ısa bir süre önceki ilk seslendirilişin de, çok ileri bir akı-
m ın izleyicilerini m üthiş etkilem işti, am a kitleler tarafından hiç
bilinm iyordu.
"S o y ad ı Vinteuil olan bir tanıdığım var," dedi Sw an n, bü-
yükteyzelerim in piyano hocasını hatırlayarak.
"O m u acab a ?" diye haykırdı M m e Verdurin.
"H ayır, o lam a z!" dedi Sw ann gülerek. "K en disin i iki d ak i-
ka görseniz, bu so ruy u so rm azd ın ız."
"Yani so ruy u sorm ak, çözm ek mi d em ektir?" de d i doktor.
Sw ann, "A m a ak rabası olabilir," diy e sö zü n e d e v am etti.
"Ç o k acıklı bir şey olurdu, am a bir dâh i, sersem bir ihtiyarın
kuzeni olabilir tabii. Eğer öyleyse, itiraf edeyim ki, sersem ihti-
y ar beni sonatın bestecisiyle tanıştırsın d iy e her işkenceye k at-
lanırım ; her şey den önce, sersem ihtiyarla gö rü şm ey e katlan ı-
rım , ki bu da korkunç bir işkence olsa gerek."
R essam , Vinteuil'ün o sırad a ağır h asta o ld uğu n u biliy or-
d u ; D oktor Potain, bestecinin hayatını kurtarabileceğinden
em in değild i.
"N e !" d iye bağırdı M m e Verdurin. "T edavi olm aya Po-
tain'e giden k aldı m ı?"
"A a, M a dam e Verdurin!" d ed i C ottard, sah te bir tonda.
"B ir m eslektaşım , dah a d o ğru su hocam hakkında k o n uştu ğu -
n uzu u nu tu y o rsu n u z."
R essam , Vinteuil'ün delirm e tehlikesiyle k arşı karşıya ol-
d u ğ u n u işitm işti. Sonatın kimi p asajların d a b un un fark e d ild i-
ğini ileri sü rü yo rdu. Sw an n bu y o ru m u saçm a b ulm ad ı, am a
k afası karıştı; k o n uşm ad a b ozulm aları deliliğe işaret eden
m an tıksal bağlantıların hiçbiri sa f m üzik te bulun m ad ığın d an ,
bir sonatta fark edilen delilik, ona, dişi bir k öpe ğin , bir atın,
gerçekten gözlenebilen deliliği k ad ar esraren giz gö rün ü yord u.
M m e Verdurin, "H o caların ızd an hiç sö z etm eyin bana, siz
ondan on kat daha bilgilisiniz," diy e cevap verdi D oktor Cot-
1 Ü slün yetenekli sanatçılar için kullanılan İtalyanca terim.

222
tard'a, görüşlerin i açıkça sav un an , kend isiy le aynı fikirde olm a-
yan kişilere k ahram an ca k afa tutan birinin ses tonuyla. "S iz hiç
d eğ ilse hastalarınızı öld ü rm ü y o rsu n uz !"
"A m a hanım efendi, Potain A k ad em i üyesidir," d iye cevap
verdi doktor alayla. "H asta, ilm in k ralların dan birinin elinde
can verm eyi tercih edebilir... 'Beni Potain tedavi e d iy o r/ d iy e-
bilm ek, çok d ah a şık olur."
"Ya! D aha şık, öyle m i?" ded i M m e Verdurin. "D em ek h as-
talıklarda şıklık sö z k on u su artık, bilm iy ordu m ... G üldürm eyin
ben i!" diy e haykırdı ansızın, yü zün ü elleriyle k apatarak. "Ben
de aptal gibi, beni m akaraya aldığınızı an lam ad an , ciddi ciddi
tartışıyorum ."
M. Verdurin'e gelince, bu kadarcık şey için gü lm eyi biraz
zahm etli bularak p ip osun d an bir nefes çekm ekle yetindi ve ki-
barlıkta artık karısına yetişem ediğin i d ü şü n d ü hüzünle.
M m e Verdurin, O dette kendisine iyi geceler dilerken "A r-
k ad aşın ızd an çok hoşlandık, biliyor m u su n u z ?" dedi. "Ç o k sa-
de, sevim li biri; bize takdim edeceğin iz ark adaşların ızın hepsi
böyleyse, çekinm eden getirebilirsiniz kendilerini."
M. Verdurin, Sw an n 'm, her şey e rağm en , piyanistin teyze-
sini pek beğen m ediğin i belirtti.
"A d am kendini biraz yabancı hissetti tabii," diye cevap
verdi M m e Verdurin; "d a h a ilk gelişinde, yıllardır küçük kabi-
lem izin üyesi olan C ottard gibi tarzım ıza uy u m sağlam asın ı
beklem iyordun herhalde. İlk sefer say ılm az, ilk geliş, tem as
kurm ak içindir. O dette, yarın C h âtelet'de b u lu şm ak üzere sö z-
leştik kendisiyle. Siz alıp getirsenize on u ."
"U ğra m a m ı istem ed i."
"Ya! N ey se, nasıl isterseniz. Son an da k açam ak yapm asın
d a!"
Sw ann M m e Verdurin'i çok şaşırttı ve hiçbir zam an k aça-
m ak y apm ad ı. O nlarla nerede olursa olsun, m utlaka b u lu şu -
yordu; bazen, henüz m evsim i olm ad ığı için nadiren, şehir d ı-
şındaki restoranlara, sık sık da, M m e Verdurin'in çok sev d iğ i ti-
yatro gösterilerine gidiyorlardı birlikte; Sw an n 'in da Verdu-
rin'lerde o ld u ğu bir gün, M m e Verdurin, pröm iyer ve gala g e -
celeri için bir giriş kartları olsa, çok işe yarayacağın ı, G am bet-

223
ta'nın cen azesin de giriş kartları olm adığın a çok üzüld üklerin i
söyleyince, parlak şahsiyetlerle ilişkilerinden asla bah setm e-
yen, sad e ce gizlem eyi kabalık ad dettiği, itibarı yük sek olm ayan
kişilerle ilişkilerine değin en ve Saint-G erm ain m uhitinde ed in -
d iği alışkanlıkla bunların arasın a, resm î so syetey le ilişkilerini
d e katan Sw ann, şö yle cevap verdi:
"H iç m erak etm eyin, ben ilgileneceğim , Danişefler'in yeni-
den sah nelenm esinden önce, kartınız m utlaka elinizde olacak,
yarın em niyet m ü d ü rü y le birlikte C um h urbaşk an lığı Sara-
y ı'n d a öğle yem eği yiyeceğiz."
Doktor C ottard, "C u m h u rb aşk an lığı Saray ı'n d a m ı, nasıl
y an i?" d iy e ad eta gürledi.
"E vet, M. G revy'nin m ak am ın d a," d iye cevap verdi
Sw an n , sözlerinin yarattığı etkiden ötü rü biraz utanarak.
R essam , "S ık sık böyle rahatsızlan ır m ısın ız?" diy e takıldı
doktora.
G enellikle, bir açıklam a yapılınca, C ottard, "Ya! Tam am , ta-
m am , an lad ım ," der ve heyecanından iz kalm azdı. A m a bu se-
fer, Sw an n'in son sözleri, onu her zam ank i gibi yatıştıracağına,
kendisinin birlikte yem ek ye diği, hiçbir resm î görevi veya şö h-
reti olm ayan bir adam ın cum h urbaşk anıyla d ü şü p k alkm asına
d u y d u ğ u şaşkın lığı d o ruğ a çıkardı.
"N e, M. G rev y m i? M. G revy 'yi tanıyor m u su n u z ?" diye
so rd u Sw an n 'a; tavrın daki aptallık ve inanm azlık, C um h urbaş-
kanlığı Saray ı'n ın k apısın d a nöbet tutan ve ad am ın biri ge lip
cum hurbaşkan ıyla gö rü şm e k isted iğin i sö yled iğin d e, gazeteler-
d e kullanılan ifadey le "k arşısın d a ne tıynette bir ad am o ld u ğ u -
n u " an lay arak zavallı deliye, m ak am a derh al k ab ul edileceğini
bild irip onu nezarethanenin özel revirine götüren bir inzibat
erini getiriyordu akla.
Sw ann, "B iraz tanıyorum , ortak d o stlarım ız var," (ortak
do stun G aller Prensi o ld u ğu n u sö ylem eye cesaret edem edi)
"zate n dav etiye gö n d erm ek k on usu n da pek seçici dav ran m az;
ayrıca em in olun, bu öğle yem eklerinin eğlenceli bir yanı yok-
tur, çok basit davetlerdir, so frada en fazla sekiz kişi bulunur,"
d iy e cev ap verdi, cum h urbaşkan ıyla ilişkide olm anın, m uh ata-
bının gö zün ü k am aştıran o şa şaasın ı silm eye çalışarak.

224
C ottard da, Svvann'm sözlerine harfiyen inanarak, M.
G revy'nin m akam ına davet edilm enin pek m ak bul bir şey sa-
yılm adığı, olur olm az herkesin davet edildiği g ö rüşü n ü derhal
benim sedi. O an dan itibaren, herhangi biri gibi Svvann'm da
C u m hu rbaşkan lığı Sarayı'n a girip çıkm asına şaşırm ad ı, hattâ
sıkıcı old u ğun u davetli sıfatıyla bizzat itiraf ettiği öğle yem ek-
lerine katıldığı için, ona biraz acım aya başladı.
"Ya! Peki, peki, an lad ım ," dedi, iki dak ika önce size k u ş-
k uyla bakan, am a açıklam alarınızı dinledikten so nra vizenizi
verip bavullarınızı açm ad an geçm enize izin veren bir güm rük
m em uru edasıyla.
"B u öğle yem ekleri gerçekten de pek eğlenceli o lm asa ge-
rek, d avete icabet etm eniz b ü y ük n ezaket," d ed i M m e Verdu-
rin. O nun göz ün d e cum h urbaşkan ı, özellik le k ork ulm ası gere-
ken sıkıcı bir tipti, çünkü sah ip o ld u ğu b aştan çıkarm a ve baskı
araçlarını m üritlere u y g u lad ığ ı takdirde, d ev am sızlık gö ster-
m elerine yol açabilirdi. "D u y d u ğ u m a göre cum h urbaşk an ı d u -
v ar gibi sağırm ış ve elleriyle yem ek ye rm iş."
"O zam an sah iden de pek eğlen m iyo rsun uzd u r bu yem ek-
lerde," dedi doktor, m erham etli bir tonda; sonra da, sek iz say ı-
sını hatırlayarak, heyecanla, am açsız bir m eraktan çok bir dilbi-
limci şevk iyle sordu: "T eklifsiz ark ad aş toplantıları m ı bu öğle
yem ekleri?"
Yine de, cum hurbaşkanının doktorun gö zü n dek i itibarı, so -
n un d a Svvann'm alçak gö n ü llülüğün d en de, M m e Verdurin'in
kötü niyetinden d e baskın çıktı; C ottard her ak şam yem eğin d e
taze bir heyecanla soruy ordu: "B u ak şam M. Svvann'ı görebile-
cek m iyiz? K endisi M. G revy'nin yakın do stu. Tam bir centil-
m en diyebilir m iy iz onun için?" H attâ Svvann'a d iş hekim liği
sergisi için bir d avetiye verecek k ad ar ileri gitti.
"Yanınızda b aşk a birilerini de getirebilirsiniz, am a köpek-
lerin girm esi yasak . Yanlış an lam ayın, baz ı ark ad aşlarım ın ha-
beri yoktu, köpekler gibi pişm an oldular, onun için önceden
söylüy orum siz e."
M. Verdurin ise, Svvann'm hiç sö zü n ü etm ediği n üfuzlu
dostları b u lun d uğ un u keşfetm enin, karısı üzerin de o lum suz
bir etki yaptığını gözlem led i.

225
D ışarıda bir pro gram ay arlan m am ışsa, Sw an n küçük y u v a-
y a Verdurin'lerin evinde katılıyordu, am a sad ece ak şam ları on-
larla b u luşu y or ve O dette'in ısrarlarına rağm en , yem ek d av et-
lerini hem en hem en hiçbir zam an kabul etm iyordu.
"Siz tercih ederseniz, ikim iz b aş b aşa d a yiyebiliriz ak şam
yem eğin i," diy ordu Odette.
"M m e Verdurin ne olacak pek i?"
"Elbisem in hazırlan m ası uzun sü rd ü derim , araba gecikti
derim olur biter. Bir çaresi bu lun ur elbet."
"Ç o k tatlısınız."
N e v ar ki Sw ann b aşk a bazı zevk leri b u lu n d u ğ u n u ve bu
zevk leri (O dette'le sad e ce ak şam y em eğin d en so n ra b u lu şm a-
ya razı olarak ), onunla birlikteliğe tercih ettiğini gösterirse,
O dette'in kend isin e olan ilgisin in d ah a u zu n süreceğin i d ü şü -
n üy o rdu. Öte y an d an, o sıralar se v d alan d ığı, bir gü l gibi kör-
pe ve d o lgu n , genç işçi kızın gü zelliğin i O dette'in kin e kat kat
tercih ettiğinden , dah a so n ra O dette'i n asılsa göreceğini b ile -
rek, ak şam ın erken saatlerini bu k ızla geçirm ekten h o şlan ıy or-
du. İşte bu nedenle de, O dette'in Verdurin'lere gitm ed en önce
kendi evine u ğram asın a, hiçbir seferin d e razı olm uyordu.
G enç işçi kız, Sw an n 'in evine yakın , arabacısı Rem i'nin d e bil-
d iğ i bir sok ağ ın k ö şe sin d e onu bekler, son ra arab ay a,
Sw an n 'in yanm a binip, V erdurin'lerin evine varın caya k ad a r
kollarının arasın d a kalırdı. Sw an n içeri gird iğin d e , M m e Ver-
du rin Sw an n 'in sab ah g ö n d erm iş o ld u ğ u gülleri işaret ederek,
"A z arı hak ettin iz," d e y ip on u O dette'in yan ın d a ay rılm ış
olan yerine oturtur, p iy an ist d e ikisi için, aşkların ın ulu sal
m arşı haline gelm iş olan V inteuil'ün cüm leciğini çalardı. Ö n -
ce, birkaç ölçü boyun ca u zatılan , ön planın tam am ını k a p la-
yan kem an trem oloları işitilirdi sad e ce; sonra, an sızın , notalar
ad eta aralan ır ve cüm lecik belirirdi; tıpkı Pieter de H o och 'un
tabloların da, ta uzak ta, farklı renkte, aralık bir kapının, k a d i-
fem si bir ışık h uzm esin in için de d a r bir çerçeve h alin de resm e
derinlik k azan d ırm ası gibi, cüm lecik d e bir b aşk a d ü n y ay a ait-
ti; d an s ederek, ikinci dereceden bir o y u n cu ym uşçasın a sah n e-
ye bir girip bir çıkarak kend ini gösterir, kırları hatırlatırdı. Ya-
lın ve ölü m sü z kıvrım lar çizerek, aynı eşsiz tebessü m le sağ a

226
so la zarafetin in lü tufların ı d a ğıta ra k geçerdi; am a Sw an n artık
bu teb essü m d e bir d ü ş kırıklığı gö rür gibi oluyo rd u. Sanki
cüm lecik, yo lun u gö sterd iği m u tlulu ğu n geçici ve b oş o ld u ğ u -
nu biliyordu. O uçarı zarafetin de, acının ardın dan gelen ilgi-
sizlik gibi, ge çip gitm iş bir şey vardı. A m a Sw ann buna aldır-
m ıyo rdu; o, bu cüm leciği kendi ba şın a değerlen dirm ekten çok
- o n u bestelerken kend isin in de, O dette'in de varlığın d an h a-
b ersiz olan m ü zisy e n için, y ü zyıllar boyun ca onu işitecek her-
k es için neler ifad e edebileceğini düşü n m ek ten ço k-, on u, a ş -
kının bir tem inatı, Verdurin'lere, genç piy an iste bile O dette'le
kend isin i aynı an d a d ü şü n d ü re n , ikisini birleştiren bir y a d ig â -
rı olarak gö rü y o rd u ; o k ad ar ki, sırf O dette'in k aprisi y ü z ü n -
den, o istem iy or diye, bir san atçıy a sonatın tam am ın ı çaldırm a
ta sarısın d an d a v az ge çm işti; so natın sad ece bu pasajın ı bili-
y o rd u hâlâ. "G eri kalanını ne y ap aca k sın ız?" d em işti O dette.
" Bizim parçam ız, b u ." H attâ Sw an n , cüm leciğin o k ad a r yakın -
ların d an , am a ayn ı z am a n d a so n su z lu k tan geçtiği esn ad a,
k endilerin e hitap etm ekle birlikte onları tan ım ad ığını d ü ş ü -
n ü p ü zü ld ü ğ ü için, cüm leciğin bir an lam ı olm asın a, O dette'le
S w an n 'a yabancı, kend in den ve sabit bir gü ze lliği olm asın a
n ered ey se hayıflan ıy ordu; tıpkı, se v d iğ im iz kişinin h ediye et-
tiği m ücevherlerin p arlak lığın a, hattâ y azd ığ ı m ektuptak i keli-
m elere de, salt geçici bir ilişkinin ve belirli bir kişinin ö zün den
oluşm u y o rlar d iy e k ızd ığım ız gibi.
Sw ann, birçok gece, Verdurin'lere gitm eden önce genç işçi
kızla o k ad ar çok oy alan ıyordu ki, piy anist cüm leciği çaldıktan
sonra, n eredeyse O dette'in dön m e vakti old uğu n u fark ediyor-
du. O dette'i, Z afer Takı'nın ark asınd a, La Perouse So k ağı'n d ak i
küçük evinin k apısın a k adar geçiriyordu. Belki de bu yüzden ,
O dette'ten bütün lütufları bir an d a istem iş olm am ak için, ken-
disinin pek o k ad ar önem sem ediği bir zevkten, O dette'i dah a
erken bir saatte görm e, Verdurin'lere onunla birlikte gitm e ze v-
kinden fe ragat ediyor, daha çok ön em sediği b u hakkı, birlikte
dö nm e hakkını kullan m ayı tercih ediyordu; çünkü bu say ede,
kend isi O dette'ten ayrıldıktan sonra, O dette'i kim senin gö rm e-
d iği, ikisinin arasın a kim senin girm ediği ve onu hâlâ Sw an n'la
birlikte olm aktan alıko ym adığı d u y gu su n u yaşıyord u.

227
Böylece eve Sw an n'in arabasıy la dön m ek, O dette için alış-
kanlık haline gelm işti; bir gece, tam O dette arab ad an indiği,
Sw ann d a ertesi gü n gö rüşm ek üzere on unla v ed alaştığ ı an da,
O dette evin önündeki k üçük bahçeden, çabucak son k asım pat-
larından birini k oparm ış, araba hareket etm eden Sw an n 'a ver-
m işti. Sw ann, dö n üş yolu boyun ca k asım patın ı du dakların a
bastırm ış, birkaç gün sonra so ld u ğ u n d a da, özenle yazı m asa sı-
na kaldırm ıştı onu.
A m a Sw an n, hiçbir seferinde O dette'in evine girm ezdi. S a -
dece iki kere, öğleden son ra, O dette için çok önem li olan "çay
içm e" işlem ine katılm ak üzere gitm işti evine. O küçük (nere-
d ey se tam am ı, birbirine bitişik ufak evlerden oluşan , yer yer,
bu sem tlerin kötü bir şöhrete sah ip o ld u ğ u zam anların tarihî
kanıtı ve pis bir kalıntısı olan derm e çatm a, sefil bir dük kânla
tekdüzeliği ansızın bölünen) sokakların ıssızlığı, bahçelerde,
ağaçlard a kalm ış olan karlar, kış m evsim in in bakım sızlığı ve
do ğan ın yakınlığı, Sw an n'in eve gird iğin d e içeride b u ld u ğ u sı-
cağa ve çiçeklere esraren giz bir h ava verm işti.
O dette'in, arka taraftaki paralel so k ağ a bakan, yüksekçe bir
zem in kattaki yatak odasın ın sağın d an , d ik bir m erdivenle, ko-
yu renge boyanm ış, D o ğ u işi k um aşların, Türk işi tespihlerin
ve bir ibrişim in u cu n d a, (m isafirleri Batı m edeniyetinin son
icatları olan kon forlardan m ahru m etm em ek için ga zla yanan)
iri bir Japon fenerinin asılı old u ğu du v arların arasın d an geçe-
rek, salon a ve oturm a od asın a çıkılırdı. Salo n la oturm a o d ası-
nın önün deki d ar holün bir d uv arı, bahçe çitlerine benzer y al-
dızlı bir k afesle kaplıydı; bu kafesin bir ucu n d an ötekine u z a-
nan dikdörtgen çiçeklikte, tıpkı bir se rad aki gibi, o dö nem d e
hâlâ ender bulunan, am a bah çıvanların d ah a so nraları üretm e-
yi başardık ları türlerle k ıyaslan am ay acak iri k asım patları eki-
liydi. Sw an n, bir yıldır k asım patların d a y o ğu n laşa n m od ay a si-
nirleniyordu, am a kurşun i gün lerde parlay an b u kısa öm ürlü
yıldızların, hoş k ok ulu ışınlarıyla lo ş odayı pem be, turuncu ve
beyaz çizgilere b o y am ası ho şu n a gitm işti. O d ette onu, b oy n u-
nu ve kollarını açıkta bırakan , pem b e ipekli bir sabah lıkla kar-
şılam ıştı. Salon un çeşitli girintilerini Çin vazolarının içine ekili
d e v palm iyelerle veya üzerin e fotoğraflar, kurdeleler, ye lpaze-

228
ler iliştirilm iş p arav an larla k apatarak olu şturu lm u ş esrarengiz
köşelerden birinde, yanı b aşın a oturtm uştu Svvann'ı. "R ah at
değilsiniz, duru n, ben sizi rah at ettireceğim ," dem iş ve bir ica-
dını gösterirm iş gibi gu ru rlu bir kahkah a atarak, Svvann'ın b a-
şının ark asına, ayaklarının altına Japo n ipeklisinden m inderler
yerleştirm iş, değerini u m u rsam ad ığ ı bir serveti saçarcasına,
hoyratça y o ğu r u p sıkıştırm ıştı m inderleri. A m a o d a hizm etkâ-
rı, çoğu Çin porselenlerinin içine k on m uş say ısız lam ba getirip,
kış öğle sonrasının geceyi an dıran alacakaran lığın da -be lk i so-
kaktan geçen bir se v dalıyı, aydınlanan cam ların hem ortaya çı-
kardığı, hem d e gizled iği varlığın m uam m ası k arşısın da d u r-
d u ru p hayallere gark e d e n - gün b atım ın dan dah a kalıcı, dah a
pem be ve dah a insani, ikinci bir gün batım ı yaratan lam baları,
ad eta aharların üzerin e yerleştirircesine, birer ikişer, çeşitli m o-
bilyaların ü stün e yerleştirdiğin de, O dette gö z ucuyla hizm etkâ-
rı dikkatle izlem iş, her lam bayı olm ası gereken yere k oy u p koy-
m ad ığın ı denetlem işti. L am balardan biri bile yanlış bir yere
konsa, salon un toplu etkisinin m ah volacağı, p e lü ş kaplı, eğik
bir şövalenin ü stü n de d uran portresinin d e iyi ış ık la n d ır m a -
yacağı kan ısın day dı. İşte b u yüzd en , kaba bir ad am olan hiz-
m etkârının hareketlerini sinirli bir endişeyle izliyordu; kırılır
diy e k ork tuğu için d aim a k endi elleriyle tem izlediği iki sak sı-
nın fazla yakın ından geçti diye, hizm etkârı h aşlad ı ve yanlarına
gid ip köşeleri çatlam ış m ı d iy e baktı. O dette bütü n Çin biblola-
rının ve orkidelerin, özellikle d e çiçeğe benzem edikleri, ipek-
ten, satenden y apılm ış gibi görün dü kleri için çok d eğer verdiği
ve k asım patlarıyla birlikte en sev d iği çiçekler olan cattleya'la-
rın1 biçim lerini "k o m ik " b u luy ord u. Svvann'a orkidelerden biri-
ni göstererek, "Ş u sanki benim m antom un astarın d an k esil-
m iş," dedi; bu "ş ık " çiçeğe, doğan ın kendisin e arm ağan ettiği,
varlık lar sıralam asın d a kend isin den çok u zakta bulunan , am a
incelikli, salon u n da yer alm ay a birçok k ad ın d an d ah a layık
olan bu zarif, beklen m edik kız k ardeşe say gı gösterir gibiydi.
Svvann'a bir Çin porselenini süsley en veya bir paravan ın üzeri-
ne işlenm iş, ağ zın d an alevler fışkıran ejderleri; bir orkide d e -
m etinin taçlarını; şöm inenin üzerinde, yeşim taşın dan bir kur-
1 Parlak renkli, gösterişli çiçekleri olan bir orkide cinsi.

229
b ağan ın yanında duran, yakut gözlü, savatlı gü m üşten hecin
devesin i gösterirken, canavarların fesatlığın dan kork m u ş gibi
y apıy o r veya tuhaflıklarına gülüy or; güy a çiçeklerin e d ep siz li-
ğinden utanıyor; "can ım " ded iği hecin devesiyle k u rb ağayı k u -
cak layıp öpm ek için adeta dayan ılm az bir arzu d u y uy o rd u. Bu
yapm acık davran ışları, bazı inançlarında sergilediği, bilh assa,
N ice'te y aşad ığ ı sırad a kendisini ölüm cül bir h astalıktan kurta-
ran ve sınırsız bir gü ç atfettiği altın dan bir m ad aly o n u n u d a-
im a b oy nun d a taşıdığı Lagh et M eryem i'ne inancındaki sam i-
m iyetle çelişm ekteydi. O dette, Sw an n 'a "çayını lim onlu m u,
sü tlü m ü " içtiğini sordu, Sw ann "sü tlü " d iy e cev ap verince, g ü -
lerek, "Şö yle bir bulu tland ıracak kadar," dedi. Sw an n çayı be-
ğen diğin i belirttiğinde de, "G ö rd ü ğü n ü z gibi, sizin nelerden
ho şlandığınızı biliy oru m ," diye cevap verdi. G erçekten de bu
çay, O dette'in n azarın d ak i k adar değerli gö rün m üştü Sw an n'a;
aşk , aslında tek başların a, aşk sız var olam ayacak, aşk la birlikte
so n a eren h azlarda bir kanıt, bir süreklilik garantisi b u lm aya o
k ad ar ihtiyaç gösterir ki, Sw an n saat y e d id e O dette'ten ayrılıp
evine giyin m eye giderken, k up a arab asın d a yol boy un ca, bu
öğle sonrasın ın kendisin e yaşattığı m u tlulukla d o lup taşarak ,
"B ulun m ası bu k ad ar zor olan bir şeyi, gü zel bir çayı evind e
d aim a bu labileceğim böyle sevim li bir kızla birliktelik hoş o lur-
d u d o ğ ru su ," diy e tek rarlayıp d u rm uştu kendi kendine. Bir sa -
at sonra O dette'ten k ısa bir m ek tup aldı; yapm acık bir İngiliz
sertliğiyle disiplin altına alınm ış, Sw ann'inki k adar önyargılı
olm ayan gözlere, d ağınık bir zihnin, eğitim yetersizliğinin, s a -
m im iyetsizliğin ve irad esizliğin işareti gibi gelebilecek, b içim -
siz, iri harfli yazıyı derh al tanıdı. Sigara tabakasını O dette'in
evinde un utm uştu. "K albin izi d e b u rad a u n utsay dın ız keşke,
onu iad e etm ezdim siz e," d iy ord u O dette.
Sw an n'in O dette'e y ap tığı ikinci ziyaret, belki d e dah a
önem li olm uştu. O gü n O dette'in evine giderken, onu her gö rü -
şü n d en önce yaptığı gibi, peşinen k afasın d a canland ırm ak tay-
dı; Sw ann, O dette'in yü zün ü güz el bulabilm ek için, genellikle
çökük ve sararm ış, bazen kırm ızı beneklerle k aplı olan y an ak -
larını, pem be ve körpe olan tek noktalarıyla, elm acık k em ikle-
riyle sınırlam ak zo run d a kalışına ü zülüy ordu , çünkü bu, id e-

230
alin erişilm ez ve m u tlulu ğun da sıradan oldu ğu n u kanıtlıyor-
du. Sw an n o gün O dette'e, gö rm eyi çok isted iği bir gravürü gö-
türm ekteydi. O dette biraz rah atsız dı, onu eflatun krepdöşinden
bir sabah lık la, ağır işlem eli k um aşı bir m anto gibi göğsün d e ka-
v uşturarak karşıladı. Sw ann'in yanın da ayakta d u rd u ğu sırad a,
O dette, açık bıraktığı, y anakların d an a şağ ı dökülen saçlarıyla,
heyecan lan m adığı zam an lar yo rgun ve kasvetli görünen iri
gözleriyle, başını eğerek baktığı grav ürü n üzerine rahatça eği-
lebilm ek için d an s edercesine bük tüğü bacağıy la, Sistina Şapeli
fresklerinden birinde yer alan, Yetro'nun kızı T sippora'ya o ka-
d a r b en ziyo rdu ki, Sw ann bu benzerlik karşısınd a irkildi.
Sw an n'in, öteden beri özel bir zevki vardı, o da, usta ressam la-
rın eserlerinde, yalnızca bizi çevreleyen gerçekliğin genel nite-
liklerini değil, aksine, genellem eye en kapalı gibi görünen bir
şeyi, tanıdık sim aların hatlarını d a bulm aktı: M esela, Antonio
R iz zo'n un D ük Loredan b ü stü n d e , arabacısı Rem i'nin çıkık el-
m acık kem iklerini ve kavisli kaşlarını, kısacası aşikâr bir ben-
zerlik görür, G h irlan daio'n un bir tablosunu n renklerinde M. de
Palancy'nin burn unu, Tintoretto'nun bir portresinde, Doktor
d u B oulbon'un y anağ ına taşan favorilerini, kırık burnunu, içe
işleyen bakışlarını, kanlı gözk apak ların ı bulurdu. Belki de
Sw ann, hayatını yü ksek so sy e te ilişk ileriyle, sohbetlerle sınırla-
m ış olm aktan ötürü d aim a v icdan azabı d u y d u ğu için, büyük
sanatçıların, eserlerine özgü n bir gerçeklik ve canlılık tem inatı
oluşturan , ça ğ d aş bir tat katan bu çehreleri, tıpkı kendisi gibi
seyretm ekten haz d u y m u ş ve eserlerine konu etm iş olm alarını,
bu sanatçıların kendisine gösterdikleri bir h oşgörü gibi algılı-
yordu; belki ayrıca, yü k sek so syete m en suplarının havailiğine
kendini o k adar kaptırm ıştı ki, eski eserlerde, kendi çağd aşları-
na önceden y apılm ış bu diriltici im aları bulm a ihtiyacı d u y u -
yordu. Belki de aksine, sanatçı m izacını yeterince k oruyabil-
m işti ve bu bireysel özellikleri, aslının sureti olm ayan, dah a es-
ki bir portrede, köklerin den k oparılm ış, kurtarılm ış halde bul-
d u ğ u an da, bu özellikler d ah a genel bir anlam kazanıyor ve
kendisine h az veriyordu. Sebebi ne olu rsa olsun, belki bir sü re-
dir y a şad ığ ı d u y g u bolluğu (dah a ziy ad e m üzik tutkusundan
k ayn aklan m ış o ld uğu h alde), resm e olan eğilim ini de artırdığı

231
için, San dro di M ariano'nun (yani ressam ın gerçek eserinden
çok, b ay ağılaşm ış, yanlış bir yorum unu çağrıştıran y aygın lak a-
bıyla Botticelli'nin) T sippo ra'sıy la O dette arasın da o an da b u l-
d u ğ u benzerlik, Sw an n 'a dah a d a derin bir haz verdi - ve ü ze -
rinde kalıcı bir etki bıraktı. Artık O dette'in çehresini, v a sat b ul-
d u ğ u yanak larına göre, gün ü n birinde onu öp m eye cesaret
ederse, d u daklarının bu yanaklarda b ulacağın ı tahm in ettiği et-
li y u m uşa k lığ a göre değerlen dirm iyordu ; sanki O dette'in, tipi-
ni an laşılır hale getiren, belirginleştiren bir portresine b akarm ış
gibi, gözleriyle bu çehrenin kıvrım larını izliyor, en sesindeki
ahengi saçların büklüm leriyle ve gözkapak ların ın eğrisiyle bir-
leştiriyor, ince ve gü zel çizgilerden oluşan bir y u m ak gibi gö rü-
yo rdu onu.
O dette'i sey rediyord u, y üz ün d e ve v ücu d un d a, freskin bir
p arçasın ı gö rd ü ve o gü n den sonra, O dette'le beraber o ld u ğ u n -
d a d a, on dan ayrı onu d ü şü n d ü ğ ü n d e d e, hep bu fresk parç ası-
nı bu lm aya çalıştı O dette'te; bu H o ran sa ekolü şaheserini,
m uhtem elen yan sım asın ı O dette'te b u ld u ğu için bu k ad ar sev i-
yo rdu; bu nun la birlikte, araların daki benzerlik, O dette'e d e bir
güzellik, bir d eğ er katıyordu. Sw ann, yüce San dro 'n un b ü y ü le-
yici b u lacağı bir yaratığın gerçek değerini an lay am am ış o ldu ğu
için kendine k ızdı ve O dette'le görüşm ekten aldığı h azza, ken-
d i estetik k ü ltürü n d e bir gerekçe b u ld u ğu için d e kendini teb-
rik etti. O dette, en ince san atsal zevklerini tatm in ettiğine göre,
d em ek ki k afasın d a O dette'i m utlu luk h ayalleriyle birleştirm e-
si, o gü n e k ad ar zannettiği gibi, ehveni şere boyun eğm ek say ıl-
m azdı. O dette'in, bu özelliğine rağm en , onun arzu lay acağı tip-
te bir k adın olm adığını, çünkü arzularıy la estetik zevkinin d a-
im a birbirine zıt old u ğ u n u un utuyord u. "H o ran sa ekolü şah e-
seri" ifadesi, Sw an n'in çok işine yaradı. O dette'in sureti, dah a
önce n ü fuz e d em e d iği hayaller âlem ine bu sıfat say e sin d e gire-
bildi ve b u rad a asaletle d am galan d ı. Sw ann bu kadın a salt ten-
sel açıdan bak tığ ınd a, onun çehresine, vü cu d un a, güzelliğin e
ilişkin şüpheleri sürekli yenilenm iş, aşkı baltalanm ıştı; o y sa bu
bakışın yerine kesin bir estetiğin verilerini koyarak aşkını bu te-
m ele o tu rttu ğu n da, şüph eleri ortadan kalktı, aşkı sağlam laştı;
üstelik, y ıpran m ış bir tenden ge lse d o ğal ve v asat bulacağı

232
öp ü şm e ve sah ip olm a, m ü ze d e yer alan bir şah esere duyulan
aşk ı taçlan dırdığın da, d o ğ aüstü ve tadın a d o y ulm az zevkler
olarak gö rün m ey e başla m ıştı Sw ann 'a.
A ylardır O dette'le görüşm ekten b aşk a bir şey ya pm adığın a
hayıflan m a eğilim inde o ld u ğu zam anlar, vaktinin b üyük bir
b ölüm ün ü, pah a biçilm ez bir şaheserin benzersiz bir k opy asın a
hasretm esinin m ak ul sayılabileceğini d ü şü n ü p kendini rahatla-
tıyor, eşsiz güzellikte, bam başk a bir m alzem eden y apılm ış bu
tek kopyayı, kâh bir sanatçının alçak gö n üllülü ğü, m aneviyatçı-
lığı ve tarafsızlığıy la, kâh bir k oleksiyoncunun guru ru, bencilli-
ği ve şeh vetiyle seyrediyordu.
Ç alışm a m asasın ın üzerine, ade ta O dette'in fotoğrafını ko-
yar gibi, Yetro'nun kızının bir röpro d ü ksiy on u n u koydu. O iri
gözleri, cildin k u surlu olabileceğini d ü şün düre n narin çehreyi,
sü z g ü n yan ak lardan aşa ğ ı dökülen harika bukleleri hayranlıkla
seyrediyor, eski estetik kavram ını canlı bir kadın fikrine u yarlı-
yor, bu gü zelik kavram ını tek tek fizik sel m eziyetlere d ö n ü ştü-
rü yor ve bunların h epsin i birden, sah ip olabileceği bir kad ın da
b u ld u ğ u için gu ru r d u y u y o rd u. Seyrettiğim iz bir san at şah e se-
riyle ilişki kurm am ızı sağlay an o belirsiz yakınlık d u y g u su ,
Yetro'nun kızının etten kem ikten aslını gö rd ü ğün d en beri,
Sw ann için bir arzuy a d ö n ü şm üştü ve O dette'in vücu du n un
önceleri k en d isin de u y an dırm ad ığı arzun un yerini d o ld u ru -
yordu. M asasın d ak i Botticelli'yi uzu n süre seyrettiğinde, dah a
d a güz el b u ld u ğ u kendi Botticelli'sini d ü şü n ü y o r ve Tsippo-
ra'nın fotoğrafını g ö ğ sü n e b astırıp O dette'i kucak lad ığın ı farz
ediyordu.
Bu arad a, yalnız O dette'te değil, zam an zam an k endinde
d e bıkkınlığı önlem eye çalışıy ordu; O dette'in, k endisiyle rahat
rahat görüşebilm e im kânına k av u ştu ğu n d an beri, onunla ko-
n uşacak fazla bir şe y b u lam adığın ı h issed iyo r ve do lay ısıyla,
artık her b u lu şm aların d a O dette'te gö zled iğ i o biraz anlam sız,
tekdü ze ve ad eta sabit tavır, so n u n d a kendi rom anlara özgü
u m u d u n u d a sö n d ürü r diy e kaygılan ıyordu; o y sa Sw ann'in
âşık olm asını ve bu aşkın dev am etm esini sağ lam ış olan ye gân e
şey, gün ü n birinde O dette'in, kend isine olan tutk usunu itiraf
edeceği u m ud u yd u . O dette'in, so n u n d a bıkm aktan korktuğu,

233
fazlasıy la d onuk d av ran ış biçim ini biraz yenileyebilm ek için,
d u ru p dururken ona u y d u rm a hayal kırıklıkları ve sah te bir öf-
keyle d olu m ektuplar yazıyor, m ektubu, ak şam yem eğin den
önce eline geçecek şekilde gö nd eriyo rdu. O dette'in korkuya k a-
pılıp cevap y azacağın ı biliyor, Sw an n 'i kayb etm e k orkusuyla
sık ışan ruh un dan, o gün e k ad ar kendisine hiç sö ylem ediği s ö z -
lerin fışkıracağını u m u yordu ; - gerçekten de O dette'ten ald ığı
en se v gi do lu m ektupları bu yolla koparabilm işti kendisinden;
m ese la O dette, bir öğlen (M urcia'dak i sel felaketinin kurbanları
için düzenlenen Paris-M urcia gün ü y d ü ) "M aiso n D oree"den
yazıp elden gö n d e rdiği bir m ek tubuna şu sözlerle başlam ıştı:
"S ev gili do stu m , elim öyle titriyor ki, kalem i tutm akta güçlük
çekiyorum ..." Svvann bu m ektubu, kuruttuğu k asım patıyla aynı
çekm ecede saklam ıştı. Ya d a, O dette k end isin e m ektup y a zm a-
ya vakit b u lam am ışsa, Sw an n o gece Verdurin'lerin salon una
gird iğin d e genç k adın hem en yanm a gelip, "S izin le kon uşaca k -
larım var," d iyecek, O dette'in o gün e k ad ar gizlediği d u y guları
Sw an n hayretle y ü zü n d e oku yacak, sö zlerin de işitecekti.
D aha Verdurin'lerin evine yaklaşırken, panjurları hiç k ap a-
tılm ayan, lam baların aydınlattığı geniş pencereleri uzaktan seç-
tiğinde, o altın yaldızlı ışıkta göreceği, pırıltılı, büyüleyici y a ra-
tığı d ü şü n ü p d uy gulan ırdı. Bazen m isafirlerin incecik, siyah si-
luetleri, y arısay d am bir abajurun üzerine aralıklı olarak ye rleş-
tirilm iş küçük grav ürler gibi, lam baların önünde belirirdi.
O dette'in siluetini arardı gözleri. Sonra, eve vard ığın d a, kendisi
farkına v arm ad an gö zleri öyle bir m u tlulukla parıld ardı ki, M.
Verdurin, ressam a, "G alib a işler k ızışıyor," derdi. Gerçekten de,
O dette'in varlığı, Sw an n'in n azarınd a bu eve, ağırland ığı evle-
rin hiçbirinde b ulun m ay an bir şey katıyordu; o da, dallan ıp b u -
dak lan arak bü tün o d alara yayılan ve kalbine sürekli yeni heye-
canlar getiren bir tür d u y u sistem i, bir sinir ağıydı.
Küçük "k abile" denen bu sosyal düzenin norm al işleyişi,
Sw ann'in otom atik olarak O dette'le her gün buluşm asını sağlıyor,
O dette'le görüşm ek konusun da, fazla bir riske girm eden, sahte
bir kayıtsızlık, hattâ isteksizlik sergilem e imkânı veriyordu ona,
çünkü O dette'e gün içinde ne yazm ış olursa olsun, akşam onunla
m utlaka görüşüyor ve dönü şte de evine kadar geçiriyordu.

234
Fakat bir k eresin de, bu kaçın ılm az birlikte d ö n ü şü d ü -
şü n m e k Svvann'da tatsız bir his u y an d ırm ış, V erdurin'lere g i-
d işin i gecik tirm ek için, genç işçi kızı B o ulo gn e O rm an ı'n a g ö -
tü rm ü ştü ; V erdurin 'lere o k ad ar geç bir saatte v ard ı ki, O dette
artık ge lm ey e ceğin i d ü şü n ü p gitm işti. O dette'in salo n d a ol-
m ad ığ ın ı gö rün ce S w an n y ü reğ in d e bir sık ışm a h issetti; d eğ e -
rini ilk kez ölçtü ğ ü bir h azzı y aşa m a k tan m ah rum edilm ek
on u sarsm ıştı; o gü n e k ad ar b u h az zı iste d iği an b u lab ile ce -
ğin de n hep em in o lm uştu, b u da, her türlü h azzın değerin i
g ö z ü m ü z d e aza ltan , hattâ değerin i fark etm em izi engelleyen
bir şeydir.
M. Verdurin karısına, "O dette'in olm adığını görün ce suratı
nasıl asıld ı, fark ettin m i?" dedi. "A b ayı yakm ış bence!"
Bir hastasına u ğray ıp karısını alm ak üzere Verdurin'lere
d ö n m ü ş olan ve kim den bah sedildiğini bilm eyen D oktor Cot-
tard, "Su ratı m ı a sıld ı?" diy e so rd u öfkeyle.
"N asıl olur, k apıd a yakışıklılar yakışıklısı Sw an n'la karşı-
la şm adın ız m ı?"
"H ayır. M. Sw ann geldi m i?"
"B ir dak ik a u ğrad ı sadece. Son derece telaşlı, sinirli bir
Sw an n gö rdük. Eh, O dette gitm işti tabii."
"Yani araların dan su sızm ıyor, işi pişirdiler, öyle m i?" dedi
doktor, bu deyim leri çekine çekine kullanarak.
"Yok canım , hiçbir şey o ld u ğu yok, laf aram ızd a, bence
O dette hata ediyor, salağın teki gibi davranıyor, gibisi fazla, sa -
lak zaten ."
"H a d i canım ," dedi M. Verdurin, "hiçbir şey olm adığını
nereden biliy orsun? G id ip kendi gö zü m ü zle gö rdü k m ü ?"
"O lsa, O dette bana söylerd i," ded i M m e Verdurin gururla.
"S öy lüy o ru m size, ban a bütün m aceralarını anlatır! Şu an da
b aşk a kim se de yok, söyledim ona, Sw an n'la yatm ası lazım . Ya-
p am az m ış efendim , evet, başlan gıçta ona vu ru lm u şm uş, am a
Sw ann çok çekingen d avranıy orm u ş, do lay ısıyla o da çekinm e-
ye b aşlam ış, ayrıca Sw an n'i o gözle gö rm üy orm uş, Sw ann
onun nazarınd a ideal insanı tem sil ediyorm uş, Sw an n 'a karşı
hislerini kirletm ekten kork uyorm uş, falan filan. H albuki
Sw an n onun için biçilm iş kaftan ."

235
"K u su ra bakm a am a seninle aynı fikirde d eğilim ," ded i M.
Verdurin, "ben o beyefen diden pek h azzetm iy orum ; gösterişçi
o ld u ğu n u d üşün ü y o ru m ."
M m e Verdurin bir and a, taş kesilm işçesine d o n u p kaldı;
kendilerine "g ö ste riş" yapılabileceğini, yani "kendilerinden ü s-
tün" o lu n d uğ u n u im a eden o d ay an ılm az "g ö sterişç i" kelim esi-
ni du ym azlıktan geldi.
"H e r neyse, araların da gerçekten bir şey yo ksa eğer, sebebi
beyefendinin O dette'i iffetli zann etm esi d eğild ir h erh alde," d e -
di M. Verdurin alayla. "A slın d a belli de olm az, a d am O dette'i
zeki b u luyo r gö rü n ü şe bakılırsa. G eçen ak şam Vinteuil'ün so -
natı hakkında ona anlattıklarını d uy d u n m u bilm em ; ben O det-
te'i yürekten severim , am a ona estetik k uram ları an latm ak için
d ü p e d ü z sersem olm ak gerek!"
"A a, O dette hakkında kötü sö z söy le m ey in ," dedi M m e
Verdurin, çocuk taklidi yaparak. "Ç o k şeker kız."
"C an ım , şek er olm adığını söyleyen yok ki; kötü bir şey
sö ylem edik, iffetin de, zekânın d a tim sali değ ild ir dedik. A slın -
d a," d e d i M. Verdurin re ssam a, "iffetli olm asını ister m iydiniz
gerçekten? O zam an belki bu k ad ar şek er olm azdı, kim bilir?"
Sw an n sahan lıkta, geld iğ in d e kendisin i gö rm e m iş olan
u şak la k arşılaştı; O dette, u ş a ğ a -b ir saa t k a d ar ön ce- m uhte-
m elen eve d ö n m ed en önce bir k akao içm eye P revo st'y a gid e -
ceğini sö y lem iş, Sw an n gelecek o lu rsa, bu m esajı ona iletm esi-
ni tem bihlem işti. Sw an n P rev o st'y a d o ğ ru yola çıktı, am a
arabası adım başı b aşk a arab alar ve y ay alar y üz ün d en d u r-
m ak z o run d a kalıyo rd u ; p o lis m em u run u n zabıt tu tm ası, bir
yayan ın geçişin d en d ah a fazla vakit k aybına seb ep o lm asa, bu
iğrenç engelleri g ö zü n ü k ırp m ad an çiğner geçerdi. Yolda g e -
çen san iyeleri sayıyor, her d ak ik ay a, ne olur ne o lm az diye
faz la d an birkaç san iy e ek liy ordu , bu d a, O dette'i y a kalam a ih-
tim alini, aslın d a o ld u ğ u n d an d ah a y ük sek gö steriy ord u. A n sı-
zın, tıpkı u y k u su n d an uy an an ve d a h a bir san iye önce k afa-
sın d a d o lan ıp d u ran , k en d isin d en tam olarak ay ıram ad ığı
dü şlerin saçm alığın ı k av ray a n ateşli bir h asta gibi, Sw ann da,
Verdurin'lerin evind e, O dette'in gitm iş o ld u ğu n u d u y d u ğ u
an dan beri k afasın d a e v irip çevird iği düşün celerin ga ripliğin i

236
fark etti; san k i yeni uy an m ışçasın a, ancak bilincine vard ığı
k alp sık ışm asın ın ne k ad ar de ğ işik bir d u y gu o ld u ğu n u an la-
dı. N e yani? Bütün bu telaş, O dette'i o gece gö rem eyeceği için
m iy d i? O y sa d a h a bir sa at önce, M m e Verdurin'in evine gid e r-
ken, y egân e a rzu su b u y d u ! Ş im di Svvann'ı P revo st'ya götüren ,
aynı araba o ld u ğ u h alde, araban ın içindeki kişinin bir saat ön-
ceki k işiden farklı o ld u ğu n u, artık yaln ız o lm adığın ı, k en disi-
ne y ap ışm ış, k en d isiy le iç içe girm iş bir b aşk a varlığın d a ora-
d a hazır b u lu n d u ğ u n u , o n dan belki d e k urtulam ay acağın ı,
on a, tıpkı bir efendi ve ya bir h astalık gibi ihtiyatla y ak laşm a sı
gerekeceğin i k abullen m ek zorun da kaldı. B un unla birlikte,
b aşk a bir in sanın k en d isiy le birleşm iş o ld u ğu n u h issettiği an -
d an beri, hayatı k e n d isin e dah a ilginç gö rün m ey e başlam ıştı.
P rev o st'd a k arşılaşm aları ihtim ali (bu k arşılaşm ay ı bekleyiş,
o n d an önceki dak ik ala rı öylesine yağm alıy or, b o şaltıy ord u ki,
zihnini din lendirebilecek tek bir düşü n ce, tek bir hatıra b u la -
m ıyo rdu ) gerçekleştiği takdirde, bu karşılaşm an ın d a m uh te-
m elen d iğer b u lu şm a ları gibi pek sırad an olacağın ı d ü şü n m ü -
y o rd u bile. H er ak şam o ld u ğ u gibi, O dette'le k arşılaştığı an d a,
o d eğişk en çehreye k açam ak bir gö z atacak, O dette b ak ışların -
d a bir arzun un uyan ışın ı gö rür ve k ay ıtsız o ld u ğ u n a artık
in an m az k ork usu y la gö zlerini kaçıracak ve so n ra d a O dette'i
d ü şü n m ey e fırsat bu lam ay acak tı, çün kü k afası, O dette'in y a-
n ın dan derh al ayrılm am ak için bahan eler aram ak la, önem se-
m iy o rm u ş gibi g örü n ü p ertesi gün V erdurin'lerde b u lu şm ay ı
garan tilem ekle m eşg u l olacak, yani k u cak lam aya cesaret ed e-
m eden y ak laştığı bu kadın ın an lam sız varlığın ın k en d isin e y a-
şattığı hayal kırıklığını ve işkenceyi şim d ilik u zatıp bir gü n
d ah a tekrarlayacaktı.
O dette P revo st'da yoktu; bu lvarlardaki bütün restoranlar-
d a aram ak istedi onu. Z am an k azan m ak için, b azı restoranlara
kendisi b ak ıp bazıların a d a arabacısı Rem i'yi (R izzo'n un D ük
Loredan'ı) gö nderd i; sonra d a -k en d i baktığı restoran larda
O dette'i b ula m ay ın ca- önceden kararlaştırdıkları yere, Rem i'yi
beklem eye gitti. A raba bir türlü gelm iyor, Svvann geleceği ânı,
kâh Rem i'nin "H an ım efen di filan yerd e," dem esiyle, kâh "H a -
nım efendi cafe'lerin hiçbirinde yok tu," dem esiyle canlandırı-

237
yordu k afasın da. Böylece, gecenin aslın d a tek olan so nunu,
m ünavebeli biçim de, ya O dette'le k arşılaşıp yürek d aralm ası-
nın n ok talanm asıyla ya d a o gece O dette'i görm ek ten m ecbu-
ren vazgeçm esiyle, yani onu görm eden evine dö n m esiyle b aş-
layan saatler olarak görüyordu.
A rabacı so n un d a geldi, am a Sw an n'in k arşısın d a d u rd u ğ u
an, Sw an n, "H anım efen diyi b u ld un u z m u ?" diy e so racağın a,
"Yarın bana hatırlatın d a od un sip arişi vereyim , sto k u m uz bit-
m ek üzere olsa gere k," dedi. Belki, Rém i O dette'i bir café'de
b u lm u şsa ve O dette kendisini o rad a bek liy orsa, gecenin u ğu r-
su z so nu n un ortadan kalktığını, m utlu so nu n gerçekleşm e yo-
lu n d a old u ğun u, do layısıyla ele geçirilm iş, artık k açm ası im -
kânsız, em in bir yerde bulunan bir m u tlulu ğa u laşm a k için ace-
le etm esin e gerek olm adığını d ü şü n ü y o rd u. A m a bu tavrın bir
sebebi de ataletti; nasıl ki vücutları esnek olm ayan bazı in san -
lar, bir darbede n kaçınm aları, bir alevi giysilerinden uzak laştır-
m aları, acilen hareket etm eleri gerektiğinde, hız alabilecekleri
bir destek bu lm ak istercesine, bir san iye b u lu n d u k ları k on um -
d a kalırlarsa, Sw ann 'in d a ruhu böyle bir esneklikten yo k su n -
du. A rabacı sö zü n ü kesip, "H anım efen diy i b u ld u m ," desey d i,
m uhtem elen, "D o ğru ya, aram an ızı istem iştim sizd en , hayret,
bek lem iy ordum ," d iy e cevap verir, hem heyecanını arabacıdan
gizlem ek, hem d e en dişe den u zak laşarak kendini m utlu luğa bı-
rakacak zam anı b ulab ilm ek için, od un lard an bah setm eyi sü r-
dürürd ü.
N e var ki arabacı h anım efendiyi hiçbir yerde b ulam ad ığını
bildirdi ve em ektar bir hizm etkâr sıfatıyla kendi fikrini ekledi:
"Z ann ederim beyefendiye ev e dönm ek kalıyor."
A m a Rém i'nin kesin cevabı getirdiği an Sw ann'in kolaylık-
la takın abildiği sah te kayıtsızlık, arabacının on u u m ud u n dan
ve arayışın d an vazgeçirm e çabasıyla birlikte u çup gitti:
"D aha neler!" diye haykırdı. "H anım efen diyi bu lm am ız
şart, çok önem li bir m evzu. Benim le o m esele hakkında gö rüşe -
m ezse çok kızar, gücenir."
"H an ım efen di nasıl gücenebilir, an lam ad ım ," dedi Rém i,
"beyefendiyi beklem eden giden , Prévost'da olacağını söyleyip
orad a d a bu lunm ayan , kend isi."

238
Zaten her yerde ışıklar sö nm eye b aşlam ıştı. Bulvarlarda,
ağaçların altın dak i esraren giz karanlıkta tek tük birkaç kişi zor
seçiliyo rdu. A ra sıra ken disin e y ak laşan , k ulağın a fısıltıyla bir-
likte olm ayı teklif eden bir kadın gö lgesi, Svvann'ı irkiltiyordu.
Bu karanlık bedenlerin hepsine, adeta cehennem de, ölülerin
hayaletleri arasın d a Eu ry dik e'yi arar gibi, k aygıy la d o k u n u -
yordu.
A ra sıra bizi y alay ıp geçen bu şid detli heyecan rü zgârı, a ş -
kın oluşturulm a yöntem leri, k utsal h astalığın yayılm a biçim leri
arasın d a en etkili olan larından biridir. Bu d uru m d a ok y ay dan
çıkar, o sırad a birlikte olm aktan hoşlandığım ız kişi kim se, âşık
olacağım ız kişi de odur. Bu kişiyi o âna k ad ar başk aların dan
fazla, hattâ onlar k ad a r beğen m iş olm am ız bile gerekm ez.
Ö nem li olan, o in san a d ü şk ü n lü ğü m ü zü n , başk a herkesi d ışla -
m asıdır. Bu koşul d a, - o kişinin eksikliğini h issettiğim iz a n d a -
onun cazibesinin bize yaşattığı hazların arayışı, yerini ansızın,
yine aynı kişiyi hedef alan, kaygılı bir ihtiyaca bıraktığında, ye-
rine getirilm iş olur; bu âlem in y asaları gereği, bu saçm a ih tiya-
cın giderilm esi im kânsız, ted av isi de zordur: Bu m antığa aykırı,
ıstıraplı ihtiyaç, ona sah ip olm a ihtiyacıdır.
Sw ann, açık kalan son restoranlara gitti arabayla; sükûnetle
dü şü n eb ildiği tek şey, m utluluk varsayım ıydı; heyecanını, bu
buluşm anın kendisi için ne k adar değerli old u ğun u sak lam ay a
çalışm ıyordu artık; Rém i'ye, O dette'i bulurlarsa bir m ü kâfat v a -
at etti, san ki bunu b aşarm a isteğine bir de arabacının isteği ek-
lenirse, O dette'in, evine yatm ay a d ö n m üş olsa bile, b u lvarlar-
daki bir restoran da bu lunm asını sağlayab ilirm iş gibi. M aison
D orée'ye k adar gitti, Tortoni'ye iki kere girip çıktı, C afé
A n glais'y e d e bakıp O dette'i orada d a bulam ayınca, iri adım lar-
la, sersem lem iş h alde, Italiens Bulvarı'nın köşesin de kendisini
beklem ekte olan arabasın a d o ğru yürüyo rd u ki, karşıdan g e-
len birine çarptı: O dette'ti bu; daha sonra yaptığı açıklam aya
göre, Odette, P révost'da boş yer bulam ayınca yem eğe M a-
ison D orée'ye gitm iş, orad a bir girintide o turd u ğun dan Sw ann
kendisini görem em işti; çarpıştıklarında da, arab asın a dön m ek -
teydi.
O dette Sw ann'i göreceğini aklından bile geçirm ediği için,

239
ilk an d a korkuyla irkildi. Sw an n'a gelince, P aris'i b aştan b aşa
katetm esinin sebebi, onu bulabileceğini dü şü n m esi değil, ara-
m aktan vazgeçm eye katlan am am asıyd ı. Yine de, m antığının, o
gece için gerçekleşm esi im kânsız d iy e nitelendirm eye d ev am
ettiği m utluluk, dah a d a gerçek gö rü n dü gözün e; çünkü ihti-
m aller öngörerek kendisi katkıda bulunm am ıştı ge rçek leşm e si-
ne, m u tluluk onun d ışın d ay d ı; Svvann'ın, k ork tuğu yalnızlığı
bir rüyay m ış gibi dağıtıveren, m utlu tahayyüllerini d ü şü n m e -
den d ay an dırd ığı bu ışıl ışıl gerçekliği, zih nind e o lu şturm ası
gerekm iyordu, bu gerçeklik kendiliğinden yayılıyor, Sw an n 'a
kendiliğin den y ansıyordu. Aynı şekilde, gün eşli bir h av ad a A k -
den iz sahiline varan, geride bıraktığı ülkelerin varlığın d an bile
em in olam ay an bir yolcu da, denizin ışıltılı, inatçı m aviliğind en
yayılan ışınlara bakışlarını yöneltm ez, bu ışın lar kendiliğin d en
onun gözlerini kam aştırır.
Sw ann O dette'le birlikte onun arabasın a bindi ve R em i'ye
kendilerini izlem esini söyledi.
O dette'in elinde bir dem et cattleya vardı; Sw an n, dantel b a-
şö rtü sün ü n altında d a aynı orkideleri fark etti; onları k u ğ u tü-
yün den bir sorgu ca tuttu rup saçlarına iliştirm işti. D alga d alg a
dö küm lü , siyah kadife elbisesi, yanlam asına tutturularak beya z
fayd an bir eteğin alt kısm ını iri bir üçgen halinde açığa çıkarı-
yordu; g ö ğ ü s d ekoltesinde, aynı beyaz fay dan robaya, yine
cattleya'lar takılm ıştı. Odette, Sw ann'i görm enin sarsın tısın dan
dah a yeni k urtulm uştu ki, önüne çıkan bir engel y üzü n d en , at
y an a d o ğru bir ham le yaptı. A rabanın içinde ikisi de savruld u ;
O dette bir çığlık attı, nefes nefese kalm ıştı.
"Yok bir şey, k ork m ayın," ded i Sw ann.
O dette'i om zu nd an tutm uş, destek olm ak için kendine
d o ğru çekm işti; sonra d e d i ki:
"Sak ın konuşm ayın , zaten nefes nefese kaldın ız, ban a işa-
retlerle cevap verin. G ö ğsü n ü zd e k i çiçekler sarsın tıyla yerin-
den oynadı, düzeltsem rahatsız olur m u sun u z? D üşerler diy e
k orkuy orum , içeriye d o ğru biraz itm ek istiyorum onları."
Erkeklerin kend isine böyle aşırı nazik d av ran m asın a alışık
olm ayan Odette, gülüm seyerek cevap verdi:
"Yo, katiyen rah atsız olm am ."

240
A m a bu cevap k arşısınd a u tan gaçlığı tutan Sw ann, belki
aynı zam an d a O dette'i m azeretinin sam im iyetine inandırm ak
için, hattâ buna kendi de in anm aya b aşlay arak haykırdı:
"Sakın konuşm ayın, yine so lu ğ u n u z kesilecek, hareketlerle
cevap verebilirsiniz pekâlâ, ne dem ek istediğin izi anlarım . G er-
çekten rahatsız olm uyor m u su n u z? Bakın, hafif bir... sanıyo rum
çiçektozu d ö k ülm üş üstün üze; elim le silm em e izin verir m isi-
niz? Ç ok bastırm ıy orum , acıtm ıyorum , değil m i? Yoksa biraz
gıdık land ın ız m ı? Elbisenin k adifesin e d o k u n u p kırıştırm ak is-
tem iyorum da. A m a gerçekten çiçekleri d üzeltm ek gerekiyor-
du, y o k sa düşeceklerdi; işte şim d i yerleştirdim iyice... Lütfen
d o ğruy u söyleyin, rah atsız olm u y o rsu n u z, değil m i? Peki, ger-
çekten kokuları yok m u diye b ak sa m ? Bu çiçekleri hiç koklam a-
m ıştım , izin verir m isiniz? D o ğru yu sö yleyin ."
O dette, "D eli m isiniz, h o şu m a gittiğini gö rm üy o r m u su -
n u z ?" dem ek ister gibi gülüm sey erek om u z silkti.
Sw ann öteki elini O dette'in ya nağın da gezdiriy ordu; O dette
ona sabit bakışlarla, H oransalı ustanın eserlerindeki, Sw ann'in
kendisini benzettiği kadınların baygın ve ciddi edasıyla baktı;
yine o kadınların gözleri gibi parlak, iri ve narin olan gözleri
gözkapaklarının kenarına yaklaşm ış, iki gö zy aşı m isali d am la-
m aya hazırlanıyordu adeta. O dette de, hem dinî tablolardaki,
hem d e p ag an sahnelerdeki bütün o kadın lar gibi, boynunu
bükm üştü. Herhalde alışkanlık haline getirdiği, böyle durum la-
ra uygun d üştüğü n ü bilerek takınm ayı ihm al etm ediği bir tavır
içinde, san ki görünm ez bir güç onu Sw an n 'a d o ğru çekiyorm uş-
çasına, çehresini yerinde tutabilm ek için bütün gücün ü harcıyor-
m u ş gibiydi. O dette yü zün ü, adeta kendine hâkim olam ayarak
Sw ann'in dudakların a bırakm adan önce, Sw ann bu yü zü iki eli-
nin arasın da, biraz uzağın d a tuttu birkaç saniye. Zihnine, k o şup
yetişm esi, onca zam andır beslediği hayali tanım ası ve çok sev di-
ği bir çocuğun başarısını izlem eye dav et edilen bir akraba gibi,
bu hayalin gerçekleşm esini izlem esi için gerekli zam anı verm ek
istemişti. Sw ann belki aynı zam an d a, O dette'in, henüz sah ip ol-
m adığı, hattâ öpm ediği ve son kez gö rd ü ğü bu çehresine, tem el-
li ayrılm ak üzere old u ğum u z bir m an zaraya, adeta onu da alıp
yanım ızda götürm ek istercesine bak ışım ız gibi bakm aktaydı.

241
A m a Sw ann O dette'e karşı o k adar çekingendi ki, cattle-
ya'larm ı düzeltm ek le işe b aşlad ığı ak şam ona sah ip olduktan
son ra, belki O dette'i incitm e k o rk u suy la, belki geriye d ö n ü p
b ak ıld ığın d a yalan söylem iş gibi görün m e kaygısıyla, belki de
(ilk defasın da O dette'i k ızdırm adığın a göre tek rarlanm asın da
sakınca bulu nm ayan ) bu talepten d ah a fazlasını dile getirecek
cesareti o lm adığın dan , ileriki gü nlerde hep aynı m azereti k ul-
landı. O dette gö ğ sü n e cattleya çiçekleri takm ışsa, "N e yazık,
cattleya'ları bu ak şam düzeltm ek gerekm iyor; geçen akşam k i
gibi yerlerinden oy nam am ışlar; yine de şu pek d ü zg ü n d u rm u -
yor gibi geldi bana. Bunlar da ötekiler gibi k o k u su z m u acaba,
koklay abilir m iy im ?" d iyordu. O dette g ö ğsün e cattleya takm a-
m ışsa, "A h, bu gece cattleya yok, ben şim d i neyi dü zeltece-
ğ im ?" diy e hayıflanıyordu. Ö yle ki, bir süre boyun ca, ilk gece
izlediği sıra d eğ işm ed i, ok şam aların a her seferinde, o ilk geceki
gibi, O dette'in boynuna parm aklarıyla, d ud ak larıy la d ok un a-
rak b aşladı; çok dah a sonraları, cattleya'lann d üzeltilm esi âdeti
(veya gösterm elik dü zeltm e m erasim i) çoktandır yürürlükten
kalkm ışken, " cattleya y a p m a k ", bir istiare olarak -a slın d a hiçbir
şey e sah ip olu n m ay an - sah ip olm a eylem inden bah setm ek iste-
diklerinde düşü n m ed en kullandıkları, bu u nutulm uş âd eti h a-
tırlatan, o nd an d ah a u zun öm ü rlü bir ifade olarak, ikisinin or-
tak lisanınd a yerini aldı. "A şk y ap m a k " fiilini ifad e etm enin bu
özel şekli, kendine eşanlam lı kelim elerle tam olarak aynı şeyi
belirtm iyordu belki de. K adın lar k o n u su n d a ne k ad ar gö rm üş
geçirm iş ve bıkkın olsak da, farklı kadın lara sah ip olm ayı, hep
aynı ve önceden bilinen bir şey olarak görsek de, zor - y a d a b i-
zim zor zan n ettiğim iz - kadınlar, sah ip olm ayı, yepyeni, değ işik
bir h azza dönüştürürler, sah ip olm a eylem ini, ilişkim izd eki
beklen m edik bir olaya day an d ırm ak zo run d a bırakırlar bizi;
Sw an n için de, o ilk gece, cattleya'lann düzeltilm esi böyle bir
olaydı. O gece Sw ann, heyecan dan titreyerek, (am a O dette'in,
bu oy una ge ld iği takdirde, niyetini tahm in edem eyeceğini d ü -
şünerek) çiçeklerin iri eflatun taçyapraklarının arasın dan , bu
kadına sah ip olm a eylem inin çıkm asını um uy ordu ; Sw ann'in
şim diden y aşad ığ ı haz, tahm inine göre, O dette'in farkına v a r-
m adığı için itiraz etm ediği haz, sırf bu nedenle, Sw ann'in g ö z ü -

242
ne, -tıpk ı bu hazzı yeryüzü cennetinin çiçekleri arasın d a tatm ış
olan ilk insana gö rün m üş olabileceği g ib i- o âna k ad ar var ol-
m ay an, kendisinin yaratm aya çalıştığı, -o n a verd iği özel ad d an
d a anlaşıldığı şe k ild e - tam am en d eğişik ve yeni bir haz olarak
görün m ü ştü.
Artık Sw an n her gece O dette'i evine bıraktığın da, onunla
birlikte içeri giriyor, çoğu zam an da Sw an n dönerken Odette
sabahlıkla onu arab aya k ad ar geçiriyor, "B aşkaların ın ne d ü -
şü n d ü ğü n d e n bana n e?" diyerek, arabacının g ö zü önü nde öp ü -
yordu. Sw ann'in Verdurin'lere gitm eyip (O dette'le başk a şekil-
d e d e görü şebildiğin den beri artık ara sıra gitm e d iği oluyordu)
yüksek sosyete toplantılarına katıldığı, giderek seyrekleşen g e -
celerde, O dette, saat kaç olursa olsun, eve dö nm eden önce ken-
disin e u ğram asın ı rica ediyordu. Bahar m evsim iyd i, h ava pırıl
pırıl ve bu z gibiydi. Sw ann b u toplantılardan çıktığında fayto-
nuna biniyor, bacaklarının üzerine bir b attaniye atıyor, ark a-
daşlarının birlikte dönm e tekliflerini, başk a tarafa gideceğini
söyleyerek geri çeviriyor, nereye gidileceğini bilen arabacı da
son sürat yola koyuluyordu. A rkadaşları şaşırıp k alıyorlardı;
gerçekten d e Sw ann artık eski Sw an n değildi. A rtık k im se ken-
disind en , bir k adınla tanıştırılm ayı rica eden m ektuplar alm ı-
yordu. A rtık hiçbir kadınla ilgilenm iyor, kadın larla tanışılan
yerlere gitm ekten kaçınıyordu. R estoranlarda, şehir dışın dak i
yerlerde Sw an n'in dav ranışları, d ah a birkaç gü n önceki en tipik
ve hiç değişm ey ecek m iş gibi görünen d avran ışların ın tam ter-
siydi. Ç ü nkü tutku, tıpkı içim izdeki geçici ve farklı bir kişilik
gibi, diğer kişiliğin yerini alır ve onun dah a önce kendini ifade
etm ekte kullan dığı d eğ işm ez işaretleri yürürlükten kaldırıverir.
Buna karşılık, artık d e ğişm e z olan şey, Sw an n'in nereye gitm iş
olursa olsun, so n u n d a m utlak a O dette'in y anm a dö nm esiydi.
Sw an n'i O dette'ten ayıran m esafe, Sw ann'in kaçın ılm az biçim -
de katettiği yol, ad eta hayatının karşı kon ulm ası im kân sız, dik
inişiydi. D oğruyu söylem ek gerekirse, so sy ete toplantılarından
çoğu kez geç saatte çıktığı için, o u zu n yolu gitm eyip do ğru d an
evine dönerek O dette'le ertesi gün gö rüşm eyi Sw an n tercih
ederdi; ne var ki, sırf O dette'in evine gitm ek için olağan dışı bir
saatte zahm ete katlanm ak, yanın dan ay rıldığı arkadaşların ın,

243
araların da, "Svvann'ın eli kolu b ağlan m ış, saat kaç olursa olsun
onu evine gitm eye m ecbur eden bir k adın la birlikte m utlak a,"
dediklerini tahm in etm ek, Sw an n 'a, bir aşk m acerası y aşay an
ve uykularını, çıkarlarını zevk do lu bir rü yay a fe d a ettikleri
için içsel bir bü yü edinen insanların hayatını sü rü y orm u ş h issi-
ni veriyordu. Ayrıca, k end isi fark etm ese de, O dette'in on u bek -
lediğinden, başk alarıyla birlikte b aşk a bir yerde b u lu n m ad ığın -
d an ve onu m u tlaka gö receğin den em in olm ak, Svvann'ın O det-
te'i V erdurin'lerde b u lam ad ığı gece y aşad ığ ı, şim d i u n u tu lm u ş
olsa d a her an yeniden d o ğ m a y a hazır bekleyen, ya tışm ası
m u tlulu k denebilecek k ad ar tatlı bir h uzur veren kaygıyı, y ü -
rek daralm asın ı etkisiz hale getiriyordu. Belki de O dette, bu yü -
rek d aralm ası say esin d e Svvann'ın gö z ün d e önem kazanm ıştı,
in san larla gen elde o k ad ar ilgilenm eyiz ki, bize bu nca acı ve
m u tluluk verebilm e gü cü n ü bir kişiye yü k led iğim iz d e, o kişi
b aşk a bir d ü n y ay a aitm iş gibi gö rün ür gö zü m ü ze , bir şiirsellik-
le sarm alanır ve hayatım ızı, kendisinin a z çok y akın ım ızd a b u -
lunacağı, heyecan d o lu bir akış haline getirir. O dette'in, ileriki
yıllarda hayatının n eresinde yer alacağını Svvann'ın sük ûn etle
d ü şün m esi m üm kün değild i. Bazen bu güzel, so ğ u k gecelerde
fayton un dan d ışarı bak ıp ıssız so kakları p arlak ışığıy la d o ld u -
ran ayı gö rd üğü n d e, tıpkı ay gibi aydınlık ve hafif pem b em si
olan öteki silueti d ü şü n ürd ü ; gün ün birind e zihninin karşısın a
çıkıverm işti ve o gü n de n beri de, kendi gö rün tüsü n ü sa rm ala-
yan esrarengiz ışığı bütün dü n y ay a yansıtıyordu. O dette'in ev i-
ne, hizm etkârlar yatm ay a gö nderildikten sonraki bir saatte var-
d ığın da, küçük bahçenin k ap ısın a g id ip zili çalacağın a, d o ğ ru -
d an zem in katın baktığı so k a ğ a gid erdi; bitişik evlerin, hepsi
birbirine benzer, am a karanlık olan pencereleri arasın d a tek
ışıklı pencere, O dette'in y atak o d ası penceresi olu rd u. C am ı tık-
latır, O dette d e cevap verip Svvann'ı k arşılam ay a öteki tarafa,
giriş kapısın a giderdi. P iyanonun ü zerinde, O dette'in en se v d i-
ği parçalardan bazılarının notaları, açılm ış olarak du ru rd u:
Güllerin Valsi veya T agliafico'n un (O dette'in, cen azesin de çalın-
m asın ı vasiyet ettiği) Zavallı Deli’si; Svvann bunların yerine Vin-
teuil sonatının cüm leciğini çalm asını rica ede rd i O dette'ten;
O dette çok kötü çalardı gerçi, am a çoğu kez bir eserden bizd e

244
kalan en gü zel izlenim , ak ord u b oz uk bir piy an od an beceriksiz
parm ak ların çıkardığı falsolu seslerin yarattığı izlenim dir. Vin-
teuil'ün cüm leciği Sw an n'in zihninde hâlâ O dette'e olan aşkıy-
la bütünleşiyordu. Bu aşkın, b aşkaların ın d a görebileceği, kendi
dışın d ak i herhangi bir şeye tekabül etm ediğini açıkça hissedi-
yordu; O dette'in niteliklerinin, onun yanın da geçirdiği saatlere
bu k ad ar de ğer verm esine bir gerekçe olam ayacağının farkın-
day d ı. Ç oğu n luk la, Sw ann gerçekçi aklın m utlak hâkim iyeti al-
tındayken, b u h ayalî h az u ğrun a bunca zihinsel ve so syal zevki
feda etm ekten vazgeçm ek isterdi. A m a Vinteuil'ün cüm leciği,
dah a onu işittiği an d a, Sw an n'in içinde kendine bir yer açabili-
yor, ruhunun boyutlarını değiştiriy ord u; Sw ann'in ruh undaki
özel bir bölm e, tıpkı aşk ı gibi, kendi dışın daki herhangi bir şeye
tekabül etm eyen, bun un la birlikte, aşk gibi tam am en bireysel
olm ayan ve kendini Sw an n 'a so m ut şey lerden üstün bir ger-
çeklik olarak kabul ettiren özel bir zevke ayrılm ıştı. Vinteuil'ün
cüm leciği, S w an n 'd a, yeni ve b am b aşk a bir bü y ü y e du y ulan
özlem i uyandırıyor, am a bu özlem i giderm esin e yaray ac ak be-
lirli bir şey su n m uy o rd u ona. C üm lecik, Sw an n'in ruh undaki
bazı bölüm leri, barındırdıkları m ad d i kaygılardan , herkes için
geçerli insani düşün celerd en arındırm ış, b o ş bırakm ıştı; Sw ann
bu bo şlu klara O dette'in adını yazm ak ta serbestti. Ayrıca Vin-
teuil'ün cüm leciği, kendi esraren giz özün ü bu aşk la k ayn aştıra-
rak O dette'in sev gisin dek i küçük noksanlıkları, hayal kırıklık-
larını gideriyo rdu . C üm leciği dinlerken Sw an n'in yü zü n ü gö -
ren, nefesini açan bir an esteziği içine çekm ekte o ld u ğun u zan -
nederdi. M üziğin ona verdiği, yakın d a gerçek bir ihtiyaç haline
gelecek olan haz, gerçekten de böyle anlarda, çeşitli kokular
tecrübe etm ekten, yani bizim için yaratılm am ış olan, bize, g ö z-
lerim izle gö rem ed iğim iz den şekilsiz, zihn im izle k av ray am ad ı-
ğım ızd an an lam sız gelen, an cak tek bir d u y u m u zla u laşab ild i-
ğim iz bir âlem le tem as kurm aktan alacağı h azza benziyordu.
D ünyayı sad ece işitm e d u y usu y la algılay an , insanlıktan uzak,
kör, m antıktan yo ksun bir v arlığa, ade ta efsan evi bir tekboynu-
za, hayal ü rünü bir yaratığa d ö n ü ştü ğü n ü hissetm ek, - h a ss a s
birer resim m eraklısı olan gö zlerin d e ve keskin bir dav ran ış
gözlem cisi olan zihninde, h ayatındaki k urulu ğun silinm ez

245
d am gasın ı so n su za dek taşıyacak o lan - Sw an n için, m üth iş bir
rah atlam a, esraren giz bir yenilenm eydi. Buna rağm en Vin-
teuil'ün cüm leciğinde, zihninin u laşa m ad ığı bir anlam aradığı
için, ruhunun derinliklerini aklın bütün desteğin den yo ksun bı-
rakıp sesin dehlizinden, karanlık filtresinden geçirm ek, garip
bir sarh oşluk veriyordu kendisine. Bu cüm lecikteki h o şluğu n
altın da yatan ıstırabı, hattâ belki gizli çalkantıyı fark etm eye
başlam ıştı, am a bu yüzden, acı çekm esi m ü m k ün değildi. C ü m -
lecik ona aşkın kırılgan o ld uğu n u sö ylese de, ne önem i vardı,
k endi aşkı o k adar gü çlü y dü ki! N o talardan yayılan h üzün le
oy n uyo rdu , bu hüznün kendisini yalay ıp geçtiğini hissediyor,
am a m utlu lu ğu n u derinleştiren, yu m uşatan bir o k şay ış gibi al-
gılıy o rd u onu. C üm leciği O dette'e ü st ü ste on kere, yirm i kere
çaldırır, bu arad a öp üşm eyi de kesm ek istem ezdi. Her öpücü k,
peşin den bir yenisini getirir. Ah, aşkın ilk zam an ların da ö p ü -
cükler n asıl d a kend iliğinden çıkıverirler ortaya! M ayıs ay ında
bir tarladaki çiçekler gibi d ip dibe fışkırırlar; bir saat içinde kar-
şılıklı verilen öpücükleri say m ak , bu çiçekleri say m ak k adar
zordur. O dette çalm aya ara verecekm iş gibi yapar, "Sen beni
kucaklarken nasıl çalayım ? H er şeyi aynı an da y apam am ki, ne
isted iğin e karar ver, cüm leciği m i çalayım , seninle kok laşayım
m ı?" derdi. Sw an n bu sözlere kızınca d a, bir k ah kah a patlatır,
ardın dan Sw an n'i bir öp ücük yağm u run a tutardı. Bazen d e so -
m urtkan bir ifade takınıp Sw an n 'a bakard ı; o zam an Sw an n yi-
ne k arşısın da Botticelli'nin M usa'nın Hayatı freskinde yer alm a-
y a layık bir çehre görür, onu bu freske yerleştirir, O dette'in
boynun a gerekli kıvrım ı verirdi; O dette'i XV. yü zyıla ait Sistina
Şapeli'n in du varın a tem perayla resm ettikten sonra, onu şim d i-
ki an da, piyanonu n başın d a, öp ülm eye ve sah ip olun m ay a h a-
zır, so m ut ve canlı bir varlık olarak bulm ak , Sw an n'i öyle sar-
ho ş ederdi ki, gözleri kayarak, çenesi ade ta onu yutm ak üzere
ileri d o ğru u zayarak, bu Botticelli bakiresinin üstün e atılır, y a -
naklarını çim diklem eye k oy ulurd u. O dette'in evinden çıktığın-
d a da, k ok usuna ya d a y ü z hatlarına ilişkin bir ayrıntının hatı-
rasını beraberinde götürebilm ek için d ö n ü p son bir kez onu öp -
tükten so nra, fayton uyla evine giderk en, bu günlük ziyaretlere
izin verd iği için O dette'e m innet d uy ard ı; bu gö rüşm elerin

246
O dette'e pek b ü y ük bir m utlulu k verm ediğin i sezinliyordu,
am a kendisini kıskançlıktan koruyan -O d ette 'i Verdurin'lerde
b u lam ad ığ ı gece ortaya çıkan rahatsızlıktan tekrar m ustarip ol-
m asın a fırsat v e rm ey en - bu ziyaretlerin, m üth iş sancılı geçen o
ilk geceki krizin tek rarlanm asın a engel olacağını ve hayatının
bu özel dönem ini, m eh tapta P aris'i bir b aştan bir b aşa geçtiği
dak ik alar gibi ade ta bü y ülü olan bu dönem ini tam am lam asına
yard ım edeceğin i d üşü n ü y o rd u . D ön üş yolu n da, ayın k endisi-
ne göre yer d eğ iştirm iş ve neredeyse ufka y ak laşm ış old u ğun u
fark eder, aşkının da birtakım d e ğ işm ez tabiat kanunlarına tabi
o ld u ğu n u sezinler ve girm iş o ld u ğu bu k ısa dönem in uzun sü -
rüp sürm eyeceğini, o aziz çehrenin, bir süre sonra zihnine
u zak laşm ış, k üçü lm üş gö rün ü p görün m eyeceğini, etrafa yay d ı-
ğı b üy ü neredeyse tükenm iş gibi ge lip gelm eyeceğini m erak
ederdi. Ç ünk ü Sw an n, âşık o ld u ğu n d an beri, tıpkı ilkgençliğin-
de, kendini sanatçı zannettiği zam an la rd a o ld u ğ u gibi, çeşitli
şeylerde bir b üyü bulm ak tayd ı; am a aynı b üy ü değild i b u ld u -
ğu; şim d i b u ld u ğ u büy ü, O dette'in nesnelere verdiği büyüden
ibaretti. H avai bir hayatın d ağıtıp sav u rd u ğ u gençlik ilham ları-
nın, yeniden içinde filizlendiğini h issed iyo rd u, am a bunların
hepsi, belirli bir insanın yansım asın ı, d am gasın ı taşıyorlardı;
nekahet halindeki ruh uyla b aş b aşa, evinde geçirm ekten şim di
ince bir zevk aldığı uzu n saatler boyunca, y av aş y av aş kendi
benliğine kavu şu y o rd u, am a benliği bir b aşk asın a aitti.
O dette'in evine sad ece ak şam ları g id iy o rd u ; O dette'in gün
içinde vaktini nasıl geçirdiği hakkında da, geçm işi hakkında da
hiçbir bilgisi yoktu; o k ad ar ki, bilm ed iğim iz bir şeyi hayal et-
m em ize im kân vererek b iz d e onu öğrenm e arzusun u uyan dı-
ran o ilk bilgi kırıntısına bile sah ip değildi. Bu yüzden de,
O dette'in o esn ad a ne yaptığını veya nasıl bir hayat y aşam ış ol-
d u ğu n u m erak etm iyordu. Sadece ara sıra, birkaç yıl önce, he-
nüz O dette'i tanım azken d u y d u ğ u bir şeyi d ü şü n ü p gü lüm sü -
yordu: Yanlış hatırlam ıy orsa O dette olm ası gereken bir k adın -
dan, k end isin e bir m etres, bir k apatm a olarak sö z edilm işti; bu
tür k adın larla pek yakınlığı olm ayan Sw an n, onlara hâlâ kimi
rom ancıların hayal güçleri tarafın dan u zun sü re kendilerine at-
fedilm iş olan m utlak ve ö zü n d e ah lak sız kişiliği yakıştırıyordu.

247
Ç o ğu n lu k la bir insanı isabetli biçim de değerlen dirm ek için,
to plum d ak i şöhretinin tam tersini benim sem en in yeterli o ld u -
ğu n u düşün üy or, k afasın dak i m etres kavram ını, O dette'in iyi
kalpli, saf, idealist k işiliğiyle k ıyaslıyord u; yalan söylem ek
O dette için neredeyse im k ânsız bir şey di; Sw ann bir gü n ak şam
yem eğin i O dette'le b aş başa yem ek istem iş, Verdurin'lere bir
not yazıp h asta old u ğu n u bildirm esini rica etm işti; ertesi gün,
M m e Verdurin O dette'e iyileşip iyileşm ediğini so rd uğ u n d a
O dette kızarıp bo zarm ış, kekelem iş, yalan söylem ekten d u y d u -
ğ u sıkıntıyı, ıstırabı istem eden çehresine yansıtm ıştı; bir gün
önceki sö z d e rahatsızlığına ilişkin binbir ayrıntı uydururken ,
y alv aran bakışlarıyla, kederli sesiyle, sözlerinin sahteliği için
öz ür diler gibiydi.
Bun unla birlikte, en der d e olsa b azı günler, O dette öğleden
sonra Sw an n 'm evine geliyor, onu tahayyüllerinin ya d a yakın
zam an d a tekrar ele aldığı Verm eeı'le ilgili araştırm asının orta-
sın d a yakalıyordu. Bir hizm etkâr gelip Sw an n'a, M m e de
C recy'nin küçük salo n d a kendisini beklediğini haber verirdi.
Sw ann küçük salon u n kapısını açar, O dette'in pem b e y üzün de,
Sw an n 'i gö rür görm ez, -ağ z ın ın kıvrım ını, gözlerindeki bakışı,
yanaklarının şeklini d eğiştiren - bir tebessüm belirirdi. Sw ann
tek b aşın a k ald ığın d a b u tebessüm gözün ün ö nün de canlanır,
O dette'in bir gü n önceki gülüm seyişini, bir b aşk a gün onu kar-
şılarkenki gülüm sem esin i, Sw an n arab ad a cattleya'larm ı d ü z e l-
tirken rah atsız olup olm adığın ı so rd u ğ u n d a yüz ün de beliren,
cevap niteliğindeki tebessü m ü gö rürd ü karşısınd a; O dette'in
geri kalan zam an lard ak i hayatı, Sw an n bu hayat hakkın da hiç-
bir şey bilm ed iği için, nötr ve renksiz fonuyla, W atteau'nun, sa -
m an sarısı k âğıt üzerine siyah bey az ve kırm ızı tebeşirle çizil-
m iş, her yön d e say ısız gü lüm sem eyle kaplı taslak çizim leri gibi
gö rü n ü rd ü kendisine. A m a bazen , zihni aksini id d ia ettiği hal-
d e Sw an n'm , hayal ed em ediği için bom bo ş gö rd ü ğü bu hayatın
bir köşesine, bir a rk ad aşı ışık tutardı; Sw ann'la O dette'in bir-
birlerini sevdiklerin i tahm in eden ve O dette hakkında ancak sı-
radan şeyler sö ylem eye cesaret edebilecek olan d ost, örneğin o
sabah O dette'i A bbattucci S ok ağı'n ı tırm anırken gö rdü ğün ü
söyler, kenarları A m erika kokarcası kürküyle çevrili pelerinini,

248
başın daki "R em b ran d t" şa p k ay ı1, gö ğsün d ek i bir dem et m e-
nekşeyi tarif ederdi. Bu basit çizim , O dette'in hayatının tam a-
m en kendisin e ait olm adığın ı ansızın fark etm esine yol açtığın-
dan, Sw an n'i altü st ederd i; hiç görm ed iği bu kıyafetle O dette'in
kendini kim e beğendirm ek istediğin i m erak ederdi; san ki se v-
gilisinin renksiz -S w an n için görünm ez olan, do lay ısıy la adeta
var o lm a y an - hayatının tam am ın d a, kendisin e yönelen bü tün o
tebessüm lerin haricinde bir tek şey: R em brandt şap k ası ve g ö ğ -
sü n d e bir dem et m en ek şeyle y ürü y üşü varm ış gibi, o gün, o sa -
atte nereye gittiğini O dette'e so rm aya k arar verirdi.
Güllerin Valsi yerine V inteuil'ün cüm leciğini çalm asını iste-
m enin d ışın d a, Sw an n O dette'e kendi se vd iğ i eserleri çald ırm a-
ya, m üzikte de, edebiyatta d a O dette'in zevksizliğin i düzeltm e-
ye çalışm ıyordu. O dette'in pek zeki olm adığının farkın dayd ı
k u şk u su z. O dette S w an n 'a, b üyü k şairleri anlatm asını ne k adar
istediğin i söylerken, bir çırpıda Borelli V ikontu'nun y azdık ları-
na benzer, am a onlard an d a dokun aklı, k ah ram anlık şiirleri ve
rom anslar öğrenivereceğini zan nediyordu. Verm eer'le ilgili o la-
rak d a, bir kadın y ü zün den acı çekip çekm ediğini, ona bir k ad ı-
nın m ı ilham ve rdiğini so rm uş, Sw an n bu ko n u da hiçbir şey bi-
linm ediğini söyleyince, sö z k o nusu ressam la ilgilenm ekten
vazgeçm işti. O dette şu tür yorum larda b u lun urdu sık sık: "Ta-
bii ki şiirler d o ğru o lsay dı, şairler bütün söylediklerine inansa-
lardı, şiir dün yanın en güzel şeyi olurdu. A m a çoğu nluk la şair-
ler dün yan ın en çıkarcı insanları oluyorlar. K onunun yabancısı
değilim , bir ark ad a şım , bir şair bozun tu sun a âşıktı. A d am şiir-
lerinde hep aşktan, gö ky ü zün d en , yıldızlardan sö z ediyo rdu.
K ızcağız fena k azık yedi! A d am üç y üz bin frangını çarptı." B u-
nun üzerine Sw ann ona san atta güzelliğin ne o ld u ğun u, şiir ve-
ya resm in nasıl takd ir edilm esi gerektiğini öğretm eye kalktığın-
da, O dette bir iki dakik a sonra dinlem ekten vazgeçer, "Yaa...
ben öyle o ldu ğun u b ilm iyo rdum ," derdi. Sw an n O dette'in ne
b üyük bir hayal kırıklığına u ğrad ığın ı hissettiği için, yalan sö y -
lem eyi tercih eder, bunların aslın da önem li olm adığını, b oş laf
o ld u ğun u, kon uyu derinlem esine anlatm anın çok uzun sürece-
ğini, işin esasının b aşk a old u ğun u söylerdi. A m a O dette heye-
1 Kenarları kıvrık, tüylü şapka.

249
canla, "B aşk a m ı? E sası ne öyleyse? Sö ylesene," der, Sw ann bu -
na rağm en , söyleyeceklerinin O dette'e ne k ad ar basit, u m d u -
ğu n d an farklı, coşk u dan ve dokunaklılıktan u zak geleceğini bi-
lerek ve san at k o n usun d a hayal kırıklığına u ğrarsa aşk kon u-
su n d a d a aynı d u y g u y u yaşam asın d an korkarak işin esasını
söylem ezdi.
O dette gerçekten d e Sw an n'in entelektüel düzeyini, tah-
m inlerine göre d ü şü k bulu yordu. "H e p soğukkan lılığını koru-
yorsun, seni çö zem iyo ru m ," diy ordu. Sw ann 'in paray a karşı
kayıtsızlığı, herkese gö ste rdiği kibarlık ve incelik, O dette'i daha
çok etkiliyordu. G erçekten de hayatta, çoğunluk la Sw an n'dan
çok d ah a parlak kişilerin, çevresi tarafından yanlış an laşılm a-
m ış bir âlim in, bir sanatçının, entelektüel üstün lüğü n ü çevresi-
ne kabul ettirm iş o ld u ğu n u kanıtlayan şey, çevresindekilerin,
onun fikirlerine d u y d u k ları hayranlık değil (çünkü bu fikirler
onları aşar), iyi k alpliliğin e d uy d uk ları saygıdır. Sw an n'in yük-
sek so syetedeki kon um u d a O dette'te bir say gı uy andırıyo rdu,
am a Sw an n'in kendisini bu çevreye so km ak için bir çaba g ö s-
term esini istem iyordu. Belki b öyle bir girişim in so n uç su z k ala-
cağını sezinliyor, hattâ Sw an n'in sırf O dette'ten sö z etm esinin
bile, istenm eyen bazı ifşaatlara yol açabileceğin den korkuy or-
du. Sebebi ne olu rsa olsu n, ism ini asla söylem eyeceğin e dair
sö z alm ıştı Sw an n 'dan . Y üksek sosye tey e girip çıkm ak istem e-
yişinin gerekçesi, bir zam an lar k avg a ettiği bir kız arkadaşının,
intikam am acıyla onu kötülem iş olm asıydı. Sw ann, "C an ım ,
herkes tanıyor olam az o ark ad aşın ı," diy e itiraz ediyordu. "Ö y -
le dem e, insanın ad ı çıkacağına canı çıksın dem işler; insanlar
öyle fesat k i!" Sw ann bir yan dan bu hikâyeye bir an lam vere-
m em işti, am a öte yand an , "in san lar öyle fesat k i", "in sanın adı
çıkacağına canı çıksın " tü ründen sözlerin genelde d o ğru kabul
edildiğin i d e biliyordu; geçerli oldu kları du rum lar vardı her-
halde. O dette'in d u ru m u d a bu nlard an biri m iydi? Bu soruy u
kendi k endine so ru y o rd u am a so rgu lam ası pek uzun sü rm ü -
yordu, çünkü bab ası gibi onun d a, zor bir soruyla karşı k arşıya
k ald ığın d a zihnine bir rehavet çökerdi. Sebebi ne olu rsa olsun,
O dette'i b öylesine k orkutan yü k sek so sy ete m uhiti, onda belki
b üyük bir arzu d a u y an d ırm ıyord u, çünkü kendi tanıdığı çev-

250
relerden o k ad ar uzak tay d ı ki, onu gözü n d e açıkça canlan dır-
m ası m üm kün değildi. Bununla birlikte, bazı bakım lardan sa -
deliğini gerçekten k orum u ş olan O dette (m esela eskiden terzi
olan basit bir kızla ark ad aşlığın ı sürdürür, hem en her gün,
kızın o turd u ğu evin dik, k aranlık, pis kokulu m erdivenini tır-
m an ırdı), şıklığa, seçkinliğe d e m eraklıydı, am a şıklık kavram ı,
y ü k sek so sye te m en suplarm ınk in den farklıydı. O nlar için seç-
kinlik, isim leri bir tür repertuvar oluşturan dostların dan veya
dostlarının d o stların dan m üteşekkil bir m uhitte, sayıları sınırlı
birkaç kişiden etrafa yayılan ve - b u kişilerin yakın çevresinden
u zak laşıldık ça gü cü azala a z a la - oldukça u zaklara yansıyabilen
bir şeydir. Y üksek so sy ete m en su pları bu repertuvarı ezbere bi-
lirler, bu kon ularda sah ip oldukları derin bilgiden , bir zevk, bir
se zg i türetm işlerdir; öyle ki, m ese la Sw ann gazetede, bir ak şam
yem eği davetin de hazır bulunan ların isim lerini o k u d u ğ u z a -
m an, y ü k se k so syete bilgisine başv urm asın a gerek kalm adan,
tıpkı kültürlü bir insanın, sad ece bir cüm le oku yarak, yazarın
edebî niteliğini isabetli bir biçim de değerlen direbilm esi gibi,
sö z k on u su ak şam yem eğinin seçkinlik derecesini derhal söyle-
yebilirdi. O y sa O dette, bu k avram lara sah ip olm ayan, (yüksek
so sy ete m en su pları bu k on ud a ne dü şün ü rlerse düşün sünler,
m ü thiş k alabalık bir topluluk oluşturan ve to plum un her k esi-
m in de rastlanabilecek), seçkinliği b am b aşk a bir şey olarak h a-
yal eden in san lardan dı; bunların hayalindeki seçkinlik, ait ol-
d uk ları çevreye göre d eğişik görün üm lere bürünür, am a -ister
O dette'in hayalini k u rd u ğ u seçkinlik olsun, isterse M m e Cot-
tard'ın k arşısınd a e ğild iği seçkinlik - h epsin de belirleyici özel-
lik, herkesin d o ğru d an u laşabileceği bir şey olm asıdır. A slın da
öteki seçkinlik, yani yüksek so syete m ensuplarının seçkinliği
de herkesin u laşabileceği bir şeydir, am a belirli bir sü re gerekti-
rir. O dette birisi hakkında, "Sad ece seçkin yerlere gider," derdi.
Sw ann ne dem ek istediğin i so rd u ğ u tak dirde de, hafif bir
k üçüm sem ey le cevap verirdi:
"C anım , seçkin yerler işte! Bu yaşta seçkin yerlerin ne dem ek
olduğun u bilm iyorsan ben ne yapayım ? M esela p az ar sabahları
Im pératrice C addesi, saat beşte Boulogne O rm am 'nda göl turu,
perşem beleri Eden Tiyatrosu, cum aları H ipodrom , balolar..."

251
"H an gi balolar am a?"
"C anım , P aris'te düzenlenenler, seçkin b alolar yani. M esela
H erbingeıfl bilirsin, bir sarrafla çalışıyor; nasıl bilm ezsin , P a-
ris'in en g ö zd e erkeklerinden biri, u zun boylu, sarışın , m üth iş
sn op bir genç, y ak asın d a hep bir çiçek vardır, sırtı şeritli, açık
renk paltolar giyer; bütün pröm iyerlere g ötürd ü ğ ü , bo ya k ü pü
yaşlı bir k adın la birlikte hani. İşte bu H erbingeP in geçen ak -
şam k i b alosu nd a Paris'in bütün seçkin sim aları bu lunu yordu.
Ah, o balo ya gitm eyi ne k adar isterdim ! A m a k ap ıd a davetiye
gösterm ek gerekiyordu, ben d e bir dav etiye edinem em iştim .
A slın d a gitm ed iğim e d e m em nunu m , kalabalıkta ezilecek, hiç-
bir şey d e görem eyecektim . M aksat H erbingePin b alo su n a git-
tim dem ek. Eh, biliyorsun ben gö sterişi pek sevm em . Ayrıca
gittim diyenlerin d e yarısı gitm em iştir, rahatlıkla söyleyebilirim
bunu... A m a sen ki o k ad ar şıksındır, o b alo ya gitm em ene şa şır-
d ım ."
Sw ann her şeye rağm en , O dette'in b u seçkinlik kavram ın ı
d eğiştirm ey e çalışm ıyo rdu katiyen; kendi seçkinlik kavram ının
d a d ah a d o ğru olm adığını, onunki k ad ar saçm a ve ö n em siz ol-
d u ğu n u d ü şün d ü ğü n d en , bu k on ud a sev gilisin i eğitm eyi an -
lam sız b u luyo rd u; o k ad ar ki, birkaç ay sonra, Sw an n'in ilişk i-
leri, kim lerin evine gittiği, O dette'i bir tek açıdan, bu kişiler
aracılığıyla edinebileceği at yarışı özel giriş kartları ve p rö m i-
yer biletleri açısından ilgilendirir oldu. Sw ann'in böyle faydalı
ilişkileri olm asını istiyordu , am a bir yan d an d a, V illeparisis
M ark iz i'ni so kakta yünlü siyah elbise ve bağcıklı boneyle gö r-
d ü ğü n d e n beri, bunların pek seçkin in san lar olm adıklarını d ü -
şün üyordu.
"F ak at d a r l i n g yaşlı bir kapıcıya, tiyatrolardaki yer g ö ste-
ricilere benziyor! M ark iz ha! Ben m ark iz d eğilim , am a üstün e
p ara verseler o kılıkla so k ağ a çıkm am !"
Sw ann'in O rléans Rıhtım ı'ndaki konakta oturm asını bir
türlü anlayam ıyor, kendisine itiraf edecek cesareti bulam am ak -
la birlikte, o sem tin Sw an n 'a layık olm adığını d üşü n üy ordu.
Şüph esiz, "an tik a"y a çok m eraklı old u ğ u id d iasın d ay dı;
bütün bir gü n ü "kıvır z ıv ır" arasın d a, "m az isi" olan, "elde n
1 "Sevgilim , hayatım , tatlım " anlam ında İngilizce kelime.

252
d ü şm e eşy ala r" aray arak geçirm eye b ayıldığını söylerken, y ü -
zün e hayranlıkla do lu, h a ssas bir ifade yerleşirdi. Sorulan so ru-
ları asla cevaplan dırm am ayı ve gün ü n ü nasıl geçirdiğine dair
"h e sa p v erm em eyi" ade ta bir şeref m eselesi say d ığı (ve bir aile
prensibi gibi d aim a bu k urala riayet ettiği) halde, bir keresinde
Svvann'a bir kadın ark ad aşın d an sö z etm iş, kendisini evine d a -
vet ettiğini, evindeki bütün eşy aların "d ön e m m o bilyası" o ld u -
ğun u söylem işti. A m a Sw an n b un un hangi dönem old uğu n u
öğrenem edi. Yine de O dette, biraz dü şü n d ük ten sonra, eşy ala-
rın "ortaçağ v ari" o ld u ğu n u söyledi. Bu ifade, du varlard a ah şap
k ap lam a old u ğu an lam ın a geliy ordu. Bir süre sonra, aynı ark a-
d aşın d a n tekrar bahsetti ve bir gü n önce bir akşam yem eği d a -
vetinde karşılaştığım ız, biz dah a önce adını hiç d u y m am ış ol-
d u ğ u m u z halde, ev sahiplerinin d av ran ışların dan çok ünlü biri
o ld u ğu n u an lad ığım ız birinin ism ini söylerken, k arşım ızdak i-
nin kim den sö z ettiğim izi derhal an layacağın ı u m arak benim -
se d iğim iz, biraz tered dütlü ve bilgiç tavırla ekledi: "Yemek
o d ası takımı... on sekizinci y ü z y ıl!" A slın da çok çirkin bu lu yor-
d u bu ü slu b u; çıplaktı, sanki evin döşen m esi yarım kalm ış g i-
biydi, k ad ın lan d a çok çirkin gö steriy o rd u, bu m od a tutm ay a-
caktı. A rkad aşın dan üçüncü kez sö z edişin d e ise, o yem ek od a-
sı takım ını y ap m ış olan adam ın adresini gösterdi Sw an n 'a ve
parası o ld u ğu zam an , kend isin e d e bir takım y apm ası için ad a -
mı çağırtm ak isted iğin i söyledi; ay nısın dan yaptırm ak istem i-
y o rd u elbette, kendi hayallerini sü sleyen ve küçük evinin b o-
yutlarına m aalesef uy gu n olm ayan yem ek odası, yüksek büfeli,
R ö nesans m obilyalı, B lois Şato su 'n dak i gibi şöm ineli bir yem ek
o d asıyd ı. O gün, Sw an n 'la kon uşurk en , Sw an n'in O rléans Rıh-
tım ın d ak i eviyle ilgili fikrini ağ zın d an kaçırdı; Sw ann, Odet-
te'in ark adaşın ı, yaygın olm am akla birlikte çok hoş olabilecek
XVI. Lo u is üslu b u n a değil de, sah te antikaya m erak saldığı için
eleştirince, O dette'in bu rjuv alara h as "elâlem ne d er" korkusu,
bir kez dah a yosm an ın san at m erakına üstün geldi ve "Senin
gibi kırık m obilyaların, y ıpran m ış halıların ortasınd a m ı y a şa-
sın y a n i?" dedi.
O dette'in gözü n d e, kıvır zıvır peşin d e koşm aktan ve şiir-
den hoşlanan , aşağılık he saplard an nefret eden, şeref ve aşktan

253
başk a şey düşün m eyen kişiler, insanlığın geri kalanından üstü
bir k aym ak tabaka o luşturu yordu . Bunlara gerçekten m eraklı
olm ak gerekm iyordu, m eraklı o ld uğu n u söylem ek yeterliydi;
birlikte ak şam yem eği yediği bir erkek, eski d ü k k ân lard a d o -
laşm ak tan , ellerini toza bulam aktan hoşlandığını, bu ticari asır-
d a kim seden takdir görem eyeceğini, çünkü bu asrın kaygılarını
taşım adığın ı ve bu y üzden de b aşk a bir çağın adam ı o ld u ğu n u
itiraf ettiğinde, Odette, "H iç tahm in etm iyordum d o ğ ru su , ne
k ad ar h assas, sevim li bir in san m ış!" der, ona yoğun , ani bir y a-
kınlık d u yard ı. Buna karşılık, Sw ann gibi bu m eraklara, ze vk le-
re sah ip olan, am a sö zü n ü etm eyen kişiler, O dette'in ilgisini
çekm iyordu. Sw ann'in p aray a önem verm ediğini kabul etm ek
zo run d a kalıyordu gerçi, am a som urtkan bir ifadeyle, "C an ım ,
Sw ann b aşk a ," diye ekliyordu; gerçekten de, O dette'in hayal
gücün e hitap eden şey, m an evi değerlerin hayata geçirilm esi
değil, dildeki karşılıklarıydı.
Sw ann, O dette'in hayallerini çoğunlukla gerçekleştirem e-
diğin i hissettiğinden, en azın d an kend isiy le birlikte h oşça vakit
geçirm esi için uğraşıyor, O dette'in her kon ud a sergiled iği zevk -
sizliğe, sah ip o ld u ğu ba y ağı fikirlere m ü dah ale etm em eye çalı-
şıyordu; aslınd a O dette'in her şeyi gibi bu zevk sizliği, bay ağı
fikirleri de Sw ann'in h oşun a gidiyor, hattâ onu büy ülü yo rdu,
çünkü bu kendine h as özellikleri sayesin de, karşısınd aki k ad ı-
nın özü gö rün ü r hale geliyordu. Bu yü zd en , O dette Topaz Krali-
çe'ye gid eceği için sev in d iğin d e ya da çiçek festivalini kaçır-
m aktan, hattâ daha sıradan bir program a, m esela bir kadının
şıklığını tescillem ek için m utlaka düzenli olarak k atılm ası g e -
rektiğini zannettiği "R oyale So k ağı Ç ay S alo n u"n d a, çörekli, kı-
zarm ış ekm ekli çay saatin e yetişem em ekten k orkup gözlerine
ciddi, endişeli ve kararlı b ir bakış yerleştiğinde, Sw ann, h epi-
m izin bir çocuğun do ğallığı k arşısın da, k on uşuverecekm iş gibi
görünen bir portrenin gerçeğe yakınlığı k arşısın da y aşa d ığım ız
hayranlıkla kendinden geçiyor, sevgilisin in ruhunu çehresinde
görüy or ve dudak ların ı b u çehreden taşan ruha değdirm ekten
kendini alam ıyordu. "Ya! Dem ek O dette'çik çiçek festivaline
gitm ek, kendini gösterm ek istiyor, pek âlâ, götürelim , bize bo-
yun eğm ek düşer." Sw ann, gözleri biraz bozulun ca, evinde ça-

254
lışırken gö zlük takm ak, so syete davetlerine giderken de, y ü zü -
nü gö zlük k ad ar çirkinleştirm eyen bir m onokl kullan m ak zo-
ru nda kalm ıştı. O dette onu m onoklla ilk gö rdü ğün d e, sevincini
gizleyem edi. "E rkeklerde m onokl hakikaten çok şık duru y or!"
dedi. "N e k ad ar yakışm ış! Tam bir centilm en olm uşsun. Bir tek
unvanın ek sik !" d iy e ekledi, hafifçe h ayıflanarak. Sw ann, Bre-
tanyalı bir kadın a âşık olsa, sevgilisini Breton başlığıyla gör-
m ekten, hortlaklara in andığını işitm ekten m utluluk du y acağı
gibi, O dette'in de böyle olm asın dan hoşlanıyordu. O gü n e ka-
dar, san at zevkleri tensel h azların dan b ağım sız gelişen birçok
erkek gibi, Sw an n'in d a, bu zevklerin birinden d u y d u ğ u tat-
m inle d iğerin den d u y d u ğu tatm in arasın da hep tuhaf bir
u y u m su zluk vardı; giderek d ah a bay ağı kadın larla yan yana,
gitgid e dah a incelikli eserlerin cazibesine kapılm ıştı; bir hiz-
m etçi kızı, seyretm ek isted iği bir D ekadan tiyatro tem silini par-
m aklıklı bir lo cada izlem eye, veya izlenim ci bir resim sergisin e
götürebiliyord u; zaten kültürlü bir y ük sek sosyete hanım ının,
hizm etçid en daha fazla bir şey an lam ay acağı, üstelik onun gibi
tatlılıkla su sm ay ı d a becerem eyeceği k anısındaydı. O y sa Odet-
te'e âşık o ld u ğ u n d an beri, on unla aynı d uy gu ları pay laşm ak ,
onunla ortaklaşa, tek bir ruha sah ip olm ak Sw an n'a o k ad ar ca-
zip geliy ordu ki, onun ho şlan dığı şeyleri sevm eye çalışıyor,
O dette'in yalnız alışkanlıklarını taklit etm ekten değil, fikirlerini
benim sem ekten d e zevk alıyordu; bu fikirler, Sw an n'in kendi
zihninde herhangi bir tem ele o turm adığın dan , sad ece aşkını
çağrıştırdıkları ve zaten Sw ann d a onları aşkı sebebiyle tercih
ettiği için, aldığı zevk dah a d a büyüktü. Serge Panine'i bir kere
seyretm ekle yetinm em esinin, O livier M etra'nın yönetim indeki
konserlere gitm ek için fırsat kollam asının sebebi, O dette'in b ü -
tün düşüncelerin i öğrenm enin, bütün zevklerini pay laştığın ı
hissetm enin cazibesiydi. O dette'in sev diği eserlerin, m ek ân la-
rın, Sw an n 'i ona yaklaştıran b üy ü sü, onlardan dah a güzel olan,
am a O dette'i hatırlatm ayan eserlerin ve m ekânların özündeki
b ü y üd en dah a esraren giz geliyordu Sw an n'a. Zaten gençliğin-
deki entelektüel inançların zay ıflam asına izin verm iş ve yük sek
sosyete şüpheciliği kendisi farkına v arm ad an bu inançlara sız -
m ış o ldu ğu için, Sw ann, zevklerim izin yöneldiği nesnelerin,

255
kendi içlerinde m utlak bir değerleri b ulun m adığını, her şeyin
dönem e, so sy al sınıfa bağlı ve m od ad an ibaret old u ğun u ve en
b ay ağ ı şeylerin, aslında en seçkin kabul edilen şeylerle yer d e -
ğiştirebileceğini düşü n ü y o rd u (en azın dan o k ad ar uzu n süre
böy le d ü şü n m ü ştü ki, hâlâ bunu söylü yordu). N asıl ki O det-
te'in bir sergi açılışı davetiyesi b u lm aya verdiği önem i, özü nd e,
kendisinin bir zam an lar G aller Prensi'nin evin de öğle yem eği
yem ekten ald ığı zevkten d ah a saçm a bu lm u y orsa, aynı şek ilde
O dette'in M onte-C arlo'ya veya R igi'ye hayranlığının d a, O det-
te'in çirkin bir yer olarak hayal ettiği H ollan d a'ya ve kasvetli
b u ld u ğ u V ersailles'a kendisinin beslediği hayranlıktan dah a
m an tık sız olm adığını d üşün üy o rd u. Bu yü zd en de kendi se v d i-
ği yerlere gitm ekten fe ragat ediyor, bun u O dette için yaptığını,
sad ece O dette'le birlikte bir şeyler hissetm ek, bir şeyleri se v -
m ek istediğin i düşünm ekten zevk alıyordu.
O dette'i çevreleyen her şey gibi, bir bakım a onu görm enin,
on unla sohbet etm enin yolu olan Verdurin'lerle birliktelikten
d e h oşlan ıy ordu. Verdurin'lerle birlikteyken, bütün eğlencele-
rin, yem eklerin, m üziğin , oyunların, k ostüm lü geceyarısı y e-
m eklerinin, kır sefalarının, tiyatro seanslarının hattâ "sıkıcı tip-
ler" için nadiren düzenlenen "b ü y ü k gece d avetleri"n in ö zün -
de, Verdurin'lerin Sw an n 'i d av et ederek o lağan üstü bir lütuf
halinde sun du k ları O dette'in varlığı, O dette'in gö rün tüsü,
O dette'in sohbeti b u lu n d u ğ un d an , Sw ann "k ü çük y u v a "d a ol-
m ayı her yere tercih ediyor, ona gerçek m eziyetler atfetm eye
çalışıy ordu , çün kü böylece, bunu bir zevk haline getirirse, h a-
yatı boyunca bu çevreyle gö rüşeceğin i d üşün ü y ordu . Sw ann,
in an am am a k ork usuy la, O dette'i daim a seveceğini kendi ken-
din e söylem eye cesaret edem ediğin den, hiç de ğilse Verdu-
rin'lerle öm ür boy u gö rüşeceğin i va rsay arak (bu önerm e, bir
varsay ım olarak, zihninde dah a az say ıd a temel itiraza yol açı-
yo rdu), gelecekte d e O d ette'le her gece bulu şm ayı sürdü receği-
ni hayal ediy o rd u; O dette'i daim a sevm ekle aynı şe y say ılm az -
dı belki, am a şim dilik, O dette'e aşkı dev am ettiği sürece, onu
hep göreceğin e inanm ak Sw an n 'a yetiyor, dah a fazlasını istem i-
yordu. "N e hoş bir çevre," d iyo rdu kendi kendine. "A slın d a
gerçek hayat bu çevrede yaşan ıyor! Y üksek sosyete m e n su p la-

256
rından çok d ah a zeki, çok dah a san atkâr insanlar! M m e Verdu-
rin, biraz gülün ç denebilecek ufak tefek abartılarına rağm en ,
resm e, m üziğe, ne k ad ar sam im i bir aşkla bağlı, san at eserleri-
ne nasıl tutkuyla yaklaşıyor, sanatçıları m em nun etm eyi ne ka-
d ar arzuluyor! Y üksek so syete m ensupları h akk ında yanlış bir
fikre sahip, am a yü ksek sosyetenin san atk âr çevreler hakkında-
ki fikri d ah a da yanlış! Belki ben sohbette entelektüel tatmini
pek aram ıyo rum am a aptalca kelime oyunlarına rağm en , Cot-
tard'la vak it geçirm ekten hoşnutum . R essam a gelince, karşısın -
dakini şaşırtm ak isted iğin de sergilediği özenti tatsız olsa da,
b u gü n e k adar tanıdığım en zeki in san lardan biri. H er şeyden
önem lisi de, insan bu çevrede kendini serbest hissediyor, rahat-
ça, resm iyet gö zetm ed en canı ne isterse yapabiliyor. O salon
her gü n nasıl bir neşeyle d o lu p taşıyor! Tek tük birkaç istisna
d ışın da, kesinlikle b u m uhitten b aşkasın a girm eyeceğim bun -
dan böyle. G iderek bütün alışkanlıklarım , hayatım , oray a ait
olacak."
Verdurin'lerin özün de m evcut o ld u ğun u zan nettiği m ezi-
yetler, aslın da Sw ann'in, O dette'e aşkı say e sin d e o ev d e y a şad ı-
ğı hazların, Verdurin'lere yan sım asın dan ibaretti; dolayısıyla
bu hazlarla birlikte m eziyetler de ciddiyet, derinlik ve hayati-
yet kazan ıyorlardı. M m e Verdurin zam an zam an Sw an n 'a m ut-
luluk getirebilecek tek şeyi ona sun d uğu için; m esela O dette'in,
erkek m isafirlerden biriyle, diğerlerine göre dah a fazla k o n uş-
tuğu, Sw an n'in da O dette'e kızıp eve kendisiyle birlikte d ön üp
dönm eyeceğini so rm ak istem ediği bir gece, M m e Verdurin ken-
diliğinden, "O dette, M. Sw ann'i evine geçireceksiniz, değil
m i?" diyerek, Sw an n 'i m u tluluk ve hu zura k av u ştu rd u ğ u için;
Sw ann, yaklaşan ya z m evsim in de O dette'in kendi başın a bir
yerlere gid ip gitm eyeceğini, onu yazın d a her gece g ö rü p gö re-
m eyeceğini d ü şü n ü p endişelenirken, M m e Verdurin ikisini bir-
den say fiye evine d av et ettiği için - Sw ann, farkın da olm adan ,
m innetin ve m enfaatin zihnine sızm asına, düşün celerini etkile-
m esine izin veriyor, M m e Verdurin'in asil bir ruha sah ip o ld u -
ğun u söyleyecek k ad ar ileri gidiy ordu. Louv re m üzecilik o k u-
lun dan eski bir ark ad aşı, çok değerli, çok önem li binlerin den
bahsedecek olsa, "Verdurin'leri bin kat tercih ede rim ," diyor,

257
kend isinden hiç beklenm eyen, tum turaklı cevaplar veriyordu:
"V erdurin'ler yücegön üllü insanlar, y ücegön üllülük de, aslın -
da, şu ye ry ü zün d e önem i olan, insanı sivrilten tek şey. Biliyor
m u sun , in san lar ikiye ayrılıyor: yücegön üllü olan lar ve olm a-
yanlar; ben artık insanın han gi tarafta yer alacağına, kim i sev ip
kim i önem sem eyeceğine kesin karar verm esi gereken y a şa gel-
dim ; bir yaştan sonra insan sevd iklerine b ağlanm alı, diğerleriy-
le harcanan zam an ı telafi etm ek için, on lardan ölünceye k ad ar
ayrılm am alı bence. İşte," d iye ekliyordu, hafif bir heyecanla,
p ek farkına v arm asak d a, bir şeyi d o ğru o ld u ğ u için değil, sö y -
lem ek h o şu m uza gittiği için sö y led iğim izd e, kendi sesim izi içi-
m izd en değil, d ışarıdan ge liy o rm uş gibi d in lediğim izd e sesim i-
ze yan sıyan heyecanla, "ben d e kesin tercihimi yaptım , sad ece
yücegön üllü insanları sev m ey e ve daim a onların arasın d a y a şa -
m ay a k arar verdim . M m e Verdurin'in gerçekten zeki o lu p ol-
m adığını so ruyo rsun. Em in ol, öyle asil bir yüreğe, öyle yük sek
d ü z e y d e bir ruha sah ip o ld u ğu n u kanıtladı ki bana, bence aynı
d ü z e y d e bir zekâsı olm asa, bu noktaya ula şa m azd ı. San at k o-
n u sun d a derin bir an layışı old u ğu kesin. A m a b u belki d e en
hayran olunacak yanı değil; ban a gösterdiği benzersiz ilgi, y a p -
tığı ustalıklı, incelikli küçü k yardım lar, hem soylu, hem de tek-
lifsiz tavırları, hayat h akk ınd a bütün felsefe kitapların dan dah a
derin bir k avrayışı o ld uğ u n u ortaya koyuyor."
O ysa Sw ann, Verdurin'ler k ad ar sad e eski aile dostları, on-
lar k ad ar sanata dü şk ü n gençlik ark adaşları bu lu n d u ğu n u , a y -
nı dereced e yücegön üllü b aşk a insanlar tanıdığını, bun un la bir-
likte, sad elik, san at ve yücegön üllülükten yana tercihini yap tı-
ğın dan beri onlarla hiç g ö rü şm ed iğin i düşün ebilirdi. N e var ki
bu kişiler O dette'i tanım ıyorlardı ve tam salar, O dette'i Sw ann 'a
yaklaştırm aya çalışm azlardı.
K ısacası, Verdurin'lerin m uhitinde, kendilerini Sw ann k a-
d ar seven ya d a sev d iğin i zann eden bir m ürit d ah a yoktu her-
halde. O ysa M. Verdurin Sw an n 'd an hazzetm ediğini söylerken,
kendi hislerini dile getirm ekle kalm ay ıp karısının hislerini de
tahmin etm iş oluyordu. Sw an n'in O dette'e aşkı m uhtem elen
biraz fazla özeldi ve Sw an n ayrıca, M m e Verdurin'i bu aşkın
sürekli sırdaşı haline getirm eyi ihm al etmişti; Sw an n 'a du yduk -

258
la n öfkenin artm asın d a, Verdurin'lerin m isafirperverliğin e
Svvann'ın ölçülü bir karşılık verm esi, Verdurin'lerin hiç tahm in
etm ediği bir sebeple çoğu kez ak şam yem eğine gelm em esi, on-
ların d a bunu, "sıkıcı tipler"in bir davetini kaçırm am a arz usu
olarak yorum lam ası ve nihayet, Svvann'ın gizli tutm ak için al-
dığı bütün önlem lere rağm en , yüksek so syetedeki parlak m ev-
kiini zam an la keşfetm eleri de rol oynam ıştı şüph esiz. A m a asıl
seb ep b aşkay dı. Verdurin'ler, Svvann'ın, kendine ayırdığı, giril-
m esi im kânsız bir yanı b u lu n d u ğu n u derhal hissetm işlerdi;
Svvann bu yanıyla, Sağan P rensesi'nin gülün ç olm adığını, Cot-
tard'ın esprilerind e d e gülün ecek bir şey bulun m adığını se ssiz-
ce kendi kendine sö ylem eye dev am ediyo rd u; üstelik, Svvann
nezakette asla k usur etm ediği ve Verdurin'lerin d o gm aların a
b aşk ald ırm ad ığ ı h alde, b u d o gm aları kendisine benim setm eye,
onu tam anlam ıyla do ğru yola getirm eye de im kân yoktu, daha
önce hiç böylesine rastlam am ışlard ı. Svvann'ın sıkıcı tiplerle g ö -
rüşm esi, (oysa Verdurin'leri ve küçük yu vayı, gerçekten, bütün
sam im iyetiyle, onlara bin kat tercih ediyordu) ibret olsun diye
m üritlerin ön ünde onları inkâr etm esi şartıyla affedilebilirdi a s -
lında. N e var ki Verdurin'ler, Svvann'ın eski inancını asla inkâr
etm eyeceğini anlam ışlardı.
O y sa V erdurin'lerin, O d ette'in ricası üzerin e d av et ettikle-
ri bir b aşk a "a d a y ", O dette'in birkaç kere b u lu şm u ş o ld u ğ u
Forcheville K ontu, Svvann'dan ne k ad ar farklıy dı, on a ne
u m u tlar bağlam ışlard ı! (K ontun , Saniette'in en iştesi o ld u ğ u n u
öğren d ik lerin de m üritler hayretten hayrete d ü şm ü şle rd i; eski
arşivci Saniette'in tavırları o k a d ar m ü te vazıy d ı ki, onun ken-
d ilerin d en d ah a d ü şü k bir so sy al m ev kie sah ip o ld u ğ u n u d ü -
şü n m üşlerd i öteden beri, varlıklı ve görece aristok rat bir çev -
renin insanı olabileceği ak ılların dan bile geçm em işti.) Evet,
Forcheville m üthiş sn optu, Svvann hiç d eğild i; Forcheville k a -
tiyen Svvann gibi Verdurin'lerin m uhitini her çevred en üstün
b u lm u y o rd u . A m a Svvann'ın, kendi tanıdıkları h ak kın da M m e
V erdurin'in y aptığı yalan y anlış eleştirilere k atılm asın ı en gel-
leyen h a ssasiy e t de Forch ev ille'de yoktu. R essam ın b azı g ü n -
ler y aptığı özentili, b ay ağ ı ve tum turaklı k o n u şm alara ve Cot-
tard'ın sey yar satıcı esprilerine gelince, ressam ı d a, C ottard 'ı

259
d a sev en Sw an n, onları kolaylık la h oşgörür, am a alk ışlam a ce-
saretin i ve riyakârlığını gö sterem ezdi; Forch eville ise, aksin e,
ressam ın k on u şm aların a an lam ad an d a olsa hayran k alm asın a
ve do kto ru n esprilerine ba yılm asın a im kân tan ıy an bir ente-
lektüel d ü z e y e sah ipti. Forcheville'in V erdurin 'lerde katıldığı
ilk ak şam ye m eği, bütün bu fark ları g ö zle r ö nüne serd i, k on -
tun avan tajların ı öne çıkardı ve Sw an n 'in gö z d e n d ü şü şü n ü
hızlandırdı.
Aynı ak şam y em eğin de, m ü davim le rin d ışın d a, bir de
So rbo n n e'dan bir profesör, Brichot vard ı; V erdurin'lerle k ap lı-
calard a tan ışm ıştı ve ün iv ersited eki gö rev iyle derin bilim sel
çalışm aları vaktin in n eredeyse tam am ını d o ld u rm asa , on larla
sık sık görüşm e kte n m em nuniyet d uy ard ı. Ç ün k ü Brichot, her
m eslekten bazı zeki in san lard a, tıbba in an m ay an h ekim lerde,
Latince çeviri d erslerin e in an m ay an lise öğretm enlerin de rast-
lan an ve kend ilerine açık fikirli, parlak , hattâ ü stün kişi şö h re-
ti k azan d ıran yan yana iki özelliğe sah ipti: h ay ata karşı bir
m erak, aşırı bir b ağlılık ve kendi u zm an lık k on ularına ilişkin
bir şüphecilik. V erdurin'lerin ev in d e fe lsefe ve tarihten b a h se -
derk en , örneklerini özen le en gün cel k on u lard an seçerdi; b u -
nun tem el neden i, felsefey le tarihi hayata bir hazırlık olarak
gö rm e si ve d ah a önceleri sad ec e k itaplard an öğ ren d iği şeyin
k üçü k k abiled e eylem e geçirilm iş o ld u ğu n u d ü şü n m esiy d i;
ayrıca, bazı k on u lara say gı gö sterm ey i bir zam an lar alışk an lık
halin e ge tird iği ve fark ın d a olm ad an bu alışkan lığı sü rd ü rd ü -
ğü için, k üçük kabiley le birlikteyken takın dığı serb e st tavırlar
say esin d e, profesö r k im liğind en sıyrıldığını d a z an n ed iy ord u
belki, o y sa bu tavırları, aksin e, pro fe sö r kim liğini hep k o ru d u -
ğu için serb est tav ırlarm ış gibi gö rü n ü y o rd u ona.
Yem eğin d ah a b aşın d a, yeni " a d a y " u ğru n a kıyafetine b ü -
y ü k ihtim am gö sterm iş olan M m e V erdurin'in sağ ın d a oturan
M. d e Forcheville, ev sahibesin e, "B e y a z 1 elbisen iz gö z k a m a ş-
tırıyor," d e d iğin d e , "de"2 d iy e ad lan d ırd ığı soyluların ne biçim
in san lar olduklarını çok m erak ettiğin den gö zü n ü konttan ayır-
m am ış olan ve dikkatini çekip on unla ilişki kurm a fırsatı kolla-
1 Fransızcası: blanche. Aynı zam anda kadın ad ı (Blanche) olarak da kullanılır.
2 de\ Fransızcada soylulu k eki.

260
yan doktor, "blanche" kelim esinin üstün e atlay arak, kafasını ta-
b ağın d an k ald ırm adan , " Blanche m ı? Blanche de C astille mi
y o k sa ?" ded i ve ardından, başını hiç k ıpırd atm adan , sa ğ a sola
şüpheli, m ütebessim , k açam ak bakışlar yöneltti. Svvann g ü lüm -
sem ek için gö sterd iği sancılı ve nafile çab ayla bu kelim e oy u -
nunu aptalca b u ld uğu n u belli ederken, Forcheville, içtenliği
M m e Verdurin'i büyüleyen ölçülü, yerinde k ahkah alarla hem
esprin in inceliğini beğendiğini, hem de m uaşeret adabını b ild i-
ğini kanıtladı.
M m e Verdurin, "H iç böyle bilim adam ı görd ün ü z m ü ?"
d ed i Forcheville'e. "İki dakika ciddi ciddi k on uşm ak m üm kün
de ğ ild ir kendisiyle. H astan e de d e böyle mi k o n u şu y o rsun uz ?"
diy e ekledi do kto ra dönerek. "Ö yleyse, orası epeyce eğlenceli
olm alı. Benim de h astaneye y atm am gerekecek galiba ."
Brichot, "Y anılm ıyorsam , sayın doktor, Blanche d e C astille
den en ihtiyar c ad ıd an sö z ed iyo rd u , d eğil m i h an ım efen d i?"
deyince, M m e Verdurin gözleri kapalı, k end ind en geçerek
y ü zü n ü elleriyle kapattı, parm akların ın ardın dan b o ğ u k çığlık-
lar geliy ordu . "B u m asan ın etrafın da to plan m ış kişiler arasın -
d a so fu lar d a v arsa, onları telaşlan dırm ayı h âşâ istem em , sub
rosfl...1 A yrıca o harika, A tinalı - y ü z d e y ü z A tin alı!- cum h uri-
yetim izin, bu karanlıkçılık taraftarı C a p e t kraliçesini, zorba
em niyet m üdü rlerinin ilki o lm ası sıfatıyla ne k ad ar k u tsa y ab i-
leceğin! biliy o ru m ." M. Verdurin'in itirazın a cevaben , "Ö yle
aziz d o stu m , öyle, öy le ," d iye d ev am etti, ahenkli se siy le hece-
leri tek tek vu rgu layarak . "D o ğ ru lu ğ u n a y ü z d e y ü z güv e n ebi-
leceğim iz Saint-Denis Tarihi b u k o n u d a hiçbir şü p h e y e yer bı-
rakm ıyor. Laiklik taraftarı bir proletarya, k o ruy u cu azizesini
seçerken, bir azizin an n esin den d ah a isabetli bir seçim y ap ab i-
lir m iy d i? A slın d a Su geı'n in , A ziz B ern ard'ın ve b aşkaların ın
d a belirttiği üzere, oğ lu da herkes gibi az zılgıt y em em iş k en -
d isin d en ."
"B u beyefendi k im ?" diy e so rd u Forcheville M m e Verdu-
rin'e. "D eğe rli bir şah siyete benziyor."
1 Bir toplantıda konuşulanların veya yapılanların, toplantıya katılanlar tarafından
ifşa edilm ediği ve tavana, saklanacak olan sırrı sim geleyen bir gülün asıldığı eski
bir gelenekten kaynaklanan, "gizlice" anlam ında Latince deyim.

261
"N asıl olur, m eşhur Brichot'yu tanım ıyor m u su n u z? Bütün
A vru pa k endisin i tanır."
"Ya! D em ek Brechot!" diy e haykırdı, ism i y an lış duy an
Forcheville. "Ş im d i an laşıldı," diy e de ekledi, faltaşı gibi açıl-
m ış gözlerini ünlü şah siyetten ay ırm adan. "M eşh ur şah siyetler-
le ak şam yem eği yem ek daim a ilginçtir. Bizi k alburüstü kon uk -
larla birlikte dav et etm işsiniz gerçekten. E vin izd e sıkılm ak
m üm kün d e ğil."
"A slın d a biliyor m usu n u z," dedi M m e Verdurin m üte vazı
bir tavırla, "b u rad a kendilerini rahat hissed iy o rlar d a ondan.
C anları ne isterse onu konuşuyorlar, o zam an d a sohbet h avai
fişekler gibi alevleniyor. M esela Brichot'nun bu geceki hali hiç-
bir şey değil; bu ev d e bazen o k adar g ö z kam aştırır ki, insanın
k arşısın d a d iz çökesi gelir; halbuki b aşk a ortam lard a, b a m b a ş-
ka bir adam dır, esprisizdir, lafı ağzın d an kerpetenle sö km ek g e-
rekir, sıkıcıdır hattâ."
"N e g arip !" ded i Forcheville hayretler içinde.
Brichot'nunki türün den bir e spri an layışı, gerçek bir zekâyı
barındırdığı halde, Sw an n'in gençliğini geçirdiği ark a d aş çevre-
sin d e d ü p e d ü z aptallık olarak görülürd ü. O y sa profesör,
Sw an n 'in esprili b uld uğu birçok yüksek so sye te m en subun u
kıskandıracak, keskin ve işlenm iş bir ze kây a sah ipti. A m a aynı
so sye te m en supları, özellikle sosye te y aşay ışın a ilişkin k on ular-
dak i, hattâ zekân ın alanın a girm esi beklenebilecek olan sohbet
k o n usun d ak i zevklerini Sw ann 'a öylesine aşılam ışlard ı ki,
Sw an n kaçınılm az olarak Brichot'nun esprilerini ukalaca, b ay a-
ğı ve m ü thiş kaba buldu. Sw ann etrafında hep n azik in san lar
görm eye alıştığı için, aşırı m illiyetçi profesörün , m uhatabı kim
olursa olsun, kaba, askerî bir tavır takınarak k on uşm ası da
Sw an n'i çok rahatsız ediyordu. Ayrıca o gece O dette'in her ne-
d en se yanınd a getird iği şu Forcheville denen ad am a M m e Ver-
durin 'in gö sterd iği ihtim am da, Sw an n'in ho şg ö rü sınırlarını
zo rlam ış olabilirdi. O dette Sw ann açısından biraz endişelen -
m iş, ge ld iğ in d e sorm uştu:
"M isafirim i nasıl b u ld u n u z ?"
Yıllardır tan ıd ığı Forcheville'in bir kadının h oşuna gid eb i-
leceğini, yakışıklı bir erkek o ld uğu n u ilk kez fark eden Sw ann

262
d a, "İğrenç!" diye cevap verm işti. Şü ph e siz, O dette'i k ıskan -
m ak aklından bile geçm ezdi, am a her zam anki k ad ar m utlu
hissetm iyo rdu kendini; Blanche d e C astille'in, "H en ry Planta-
genet'yle yıllarca birlikte olduk tan sonra evlenen" annesini an-
latm aya başlam ış olan Brichot, bir köylünün seviyesine inm ek
vey a bir askeri yüreklendirm ek için benim senebilecek güvenli
bir tonda, "D eğil m i M on sieur Sw an n ?" d iy e onay alm ak iste-
yince, Sw ann ressam a bir şey so rm ak isted iğini, dolay ısıyla
Blanche d e C astille'le m aale sef pek ilgilenm ed iğini söyleyerek
Brichot'yu adeta tersledi ve ev sahibesin i küplere bindirdi. R es-
sam o gün öğleden sonra, M m e V erdurin'in, k ısa süre önce öl-
m ü ş olan sanatçı bir do stun un sergisin e gitm işti; Sw ann da,
(zevkini takdir ettiği) ressam a, sergilenen son eserlerde, dah a
öncekilerde bile insanı hayrete d ü şüren ustalığın ötesinde bir
şeyler b u lu p b ulm adığını so rm ak istiyordu.
"U stalık açısın dan o lağan ü stü y d ü, am a yaygın deyim le
pek 'yüce' eserler gibi gelm edi b an a," d ed i Sw an n gülüm sey e-
rek.
"Y üce d ağ la r gib i," d iy e aray a girdi Cottard, yapm acık bir
ciddiyetle kollarını h avay a kaldırarak.
Sofradaki herkes kah kah alara b oğuldu .
"Size söylem iştim , bu ad am la ciddiyetin izi k oru yam azsı-
nız," ded i M m e Verdurin Forcheville'e. "En beklem ediğin iz an-
d a tuhaf bir espri patlatıverir."
A m a M m e Verdurin, bir tek Sw an n'in gü lm ediğini de fark
etti. Sw ann zaten Forcheville'in yanın da C ottard'ın kendisini
alaya alm asınd an rah atsız olm u ştu. Ü stelik, Sw an n 'la yalnız ol-
sa m uhtem elen ilginç bir ce vap verecek olan ressam , m erhum
sanatçının ustalığı hakkında ufak bir nutuk atarak davetlilerin
hayranlığını toplam ayı tercih etti.
"Resim lerden birinin nasıl y apılm ış old u ğu n u anlam ak
için iyice yaklaştım , burn um u y apıştırd ım ," dedi. "A m a ne fay-
da! Tutkal m ı kullanılm ış, yakut m u, sabun m u, breş mi, gü n eş
mi, dışkı m ı, an lam ak m üm kü n d eğ il!"
"Bir daha altı eder," diy e haykırdı doktor, am a "b re ş" keli-
m esinden sonra biraz geciktiği için, kim se esp risin i an lay am a-
dı.

263
"San ki hiçbir şey k u llan ılm am ış/' diy e de v am etti ressam ,
"tıpkı Gece Nöbeti'nde, Yaşlılar Evi Yöneticileri'nde o ld u ğ u gibi,
p ü f noktasını bu lm ak im kânsız, üstelik R em brand t'tan ve
H als'tan dah a yetenekli bir fırça. Hiçbir eksiği yok, gerçekten,
yem in ed erim ."
Sonra da, ulaşabildikleri en yüksek n otadan , alçak bir fal-
settoyla d ev am eden şarkıcılar gibi m ırıltıyla ve san ki sö z ko-
n u su resm in güzelliği saçm alık derecesine u laşm ış gibi, gülerek
sü rd ü rd ü konuşm asını:
"B ir rayih ası var, insanın başın ı d ö n d ürüy o r, n efesini ke-
siyor, gıdıklıyor, kullanılan m alzem en in ne o ld u ğ u n u an la-
m ak im k ân sız, ad eta sih irbazlık, hilebazlık, m u cize, d ü p e d ü z
n am u s su z lu k !" diy e haykırırken bir kah kaha patlattı. A rd ın -
d an b ü y ü k bir cidd iyetle k afasın ı k ald ırd ı, ahenkli o lm asın a
özen g ö ste rd iğ i p e s bir n o tad an ekledi: "Ve ö y lesin e d ü rü st
k i!"
Gece Nöbeti'ni, Dokuzuncu Senfoni ve Samothrâki Nikesi'yle
birlikte dün yan ın en büyük şah eseri kabul eden M m e Verdu-
rin'in k arşı çıktığı, k üfür niteliğindeki "Gece Nöbeti'nden dah a
etkileyici" nitelem esini ve Forcheville'in, kabul g ö rü p görm edi-
ğini an lam ak için sofrayı bak ışlarıyla çepeçevre taradıktan
son ra, dud ak ların a ed epli ve u y sal bir tebessüm yerleştiren
"dışk ıy la y ap ılm ış" yo rum un u say m a zsa k , ressam , Svvann d ı-
şın dak i herkesin hayran, bü yülen m iş bakışlarını üzerin de top-
lam ıştı.
R essam ın k on uşm ası bittiğin de, ak şam yem eğinin tam d a
M. d e Forcheville'in ilk ge lişin d e bu k ad ar ilginç geçm esind en
fazlasıy la hoşnut kalan M m e Verdurin, "B öy le kendini kaptır-
d ığı zam an bayılıyorum bu a d am a!" diye haykırdı. "Sen niye
öyle ağzın açık b ak ak ald ın ?" d e d i kocasına. "N e k ad ar güzel
k o n u ştu ğ un u bilm iyor m u su n ? Sizi ilk k ez dinliyor sanki. Siz
k on uşurken halini gö rsey diniz, ağzınızın içine d üşecek ti nere-
dey se. Yarın bütün söylediklerin izi tek kelim esini dah i atlam a-
d an ezbere tekrar eder."
"A m a ben şaka etm iyorum ," d ed i ressam , yaptığı sü k se-
den b ü y ük m em nuniyet d u y arak , "siz galiba u y d urd u ğ u m u,
n um ara yaptığım ı san ıyo rsu n uz; sizi d e götüreceğim sergiye,

264
bakalım abartm ış m ıyım , b ah se girerim siz benden çok çarpıla-
cak sınız!"
"B iz abarttığınızı d ü şü n m ü y o ru z ki canım , sad ece bir şey-
ler yem enizi istiy oruz, hem sizin, hem de kocam ın; beyefendiye
biraz daha dilbalığı verin, tabağın daki so ğu d u . O k ad ar acele-
m iz yok, yangın dan m al kaçırır gibi servis yapıy orsu n uz, salata
servisi için bekleyin biraz."
M ütevazı bir in san olan ve az k on uşan M m e C ottard, yine
de hayırlı bir ilham say e sin d e söyleyecek isabetli bir sö z b u l-
d u ğ u n d a, kendin e güv en m eyi bilirdi. Sözlerinin sü k se y arata-
cağını hisseder, b u da gü venin i yerine getirirdi; am acı, kendini
gösterm ekten çok k ocasının kariyerine de stek olm aktı. D olayı-
sıyla, M m e V erdurin'in salata d e d iğin i d u y un ca fırsatı kaçır-
m adı.
"Japo n salatası olm asın ?" ded i alçak sesle, O dette'e d ön e-
rek.
İsabetli ve atılgan d av ran ıp D u m as'm n b ü yük yankı u y an -
dıran yeni oy unu n a böyle ölçülü am a açık bir im ad a b u lu n d u -
ğ u için hem gu ru rlan ıp hem utanarak , sev im li ve sa f bir tavırla
gülm eye b aşlad ı; fazla gü rü ltülü o lm asa lar da, kahkahalarını
zaptetm esi kolay olm adı. "B u hanım kim ? E sprili b irisi," dedi
Forcheville.
"H ayır, am a hep birlikte cum a ak şam ı y em eğe gelirseniz,
Japon salatasın ı d a y a p arız ."
"Beni pek taşralı bulacak sın ız beyefen di," d ed i M m e C ot-
tard Svvann'a, "am a herkesin sö zü n ü ettiği şu m eşh ur Francil-
lon'u henüz görm edim . D oktor bir kere gö rd ü (hattâ yanlış h a-
tırlam ıyorsam o ak şam ı sizinle birlikte geçirm e şerefine d e nail
olm uş), d o ğru su beni götürm ek için tekrar yer kiralam asın ı da
ben m antıklı b ulm adım . Elbette T héâtre-Français'ye gittiğine
insan hiçbir zam an pişm a n olm az, oyun cu luk d aim a m ü kem -
meldir, am a kend i locaları olan ve bizi seyredilm eye d eğer b ü -
tün yeni oyunlara götürm eyi ihm al etm eyen çok düşünceli
dostlarım ız o ld u ğ u n d an ," (M m e C ottard pek nadiren k on u ş-
m asın da özel isim zikreder, çoğunlukla, yapm acık bir tonda,
sad ece ken disi isted iğin d e isim veren bir kişinin kendini önem -
seyen edasıyla, d ah a "se çk in " b u ld u ğ u bir ifadeyle, "d o stlan -

265
m ız", "b ir a rk a d aşım " dem ekle yetinirdi) "en in de so n un da
Francillon'u g ö rü p bir fikir edineceğim den em inim . Buna ra ğ -
m en, itiraf ederim ki bu ara d a da kendim i b u d ala gibi h issed i-
yorum , çünkü ziyaret ettiğim her salon da, d o ğal olarak herkes
şu lanet olası Japon salatasın d an bahsediyor. H attâ artık canı-
m ızı sık m aya b a şlad ı," d iy e ekledi, Sw an n 'm bu son derece ha-
raretli ve güncel k onuyla u m d u ğ u k ad ar ilgilenm ediğini fark
ederek. "Yine de ara sıra epeyce eğlenceli olaylara bahan e o lu-
yor d o ğru su . Benim bir hanım ark ad aşım var, çok güzel, çok
beğenilen, sev ilip sayılan bir kadın olm akla birlikte, inanılm az
tuhaflıklar y apar; anlattığına göre, ev in de o Japo n salatasın ı
yaptırm ış, A lexan dre D um as Fils'in oy u n d a say d ığı her şeyi de
k oy d u rm u ş içine. Birkaç ark adaşın ı d a ye m eğe d avet etm iş.
Ben m aa lesef seçilm işler arasın da d eğild im . A m a bu öğleden
sonra, gü n ü n d e anlattı, salata feciym iş, gülm ekten ö ld ü rdü bi-
zi. A slın da bütün m esele an latım d a tabii," ded i, Svvann'ın cid-
diyetini bo zm adığın ı görünce.
Sonra d a belki Francillon'u sev m ed iğin d en d ir diye d ü şü -
n ü p dev am etti:
"A slın d a hay al kırıklığın a u ğ ray ac ağ ım ı san ıyoru m .
M m e d e C récy'n in gö zb eb eğ i Serge Panine'le k ıy aslan ab ile ce-
ğin i zan n etm em . En azın d an k o n u lard a bir derin lik var, d ü -
şü n d ü rü cü ; öte y a n d a , Th éâtre-F rançais'n in sah n esin d e , sa la-
ta tarifi veriliy or! Serge Fanine öyle m i ya! Z aten G eo rges
O hnet'n in b ü tün ese rle rin d e an latım çok güzeldir. Benim
Serge Panine'den d e çok se v d iğ im Demirciler U stası'nı biliyor
m u su n u z bilm e m ."
"K u su ra b ak m ay ın a m a," dedi Sw ann alaylı bir tonda,
"ben her iki şah esere d e hayranlık d u y m adığım ı itiraf etm ek
zo run day ım ."
"Sahi mi, n edir beğen m ed iğin iz? Bir önyargı m ı? Yoksa bi-
raz acıklı mı bu lu yo rsu n u z? A slın da ben hep söylerim , rom an -
lar ve tiyatro oyunları üzerin e tartışm aya girm em ek lazım .
H erkesin bakışı farklıdır, benim en beğe n diğim şey den siz nef-
ret edebilirsin iz."
O e sn ad a Forcheville Sw an n 'a seslenerek araya girdi.
M m e C ottard Francillon'd a n sö z ederken, Forcheville de M m e

266
Verdurin'e, ressam ın küçük "speech"ine1 hayran o ld uğu n u b e -
lirtm işti.
R essam ın k on uşm ası bittiğinde, Forcheville, "B öyle bir be-
lagate, böyle bir h afızay a az rastlanır," dem işti M m e Verdu-
rin'e. "G ıp ta ettim d oğ ru su ! M ükem m el bir vaiz olabilirm iş. M.
Brechot'yla yarışabilir, hattâ ağ zı laf y ap m ad a profesö rü geçer
gibim e geliyor. D aha do ğal, dah a özentisiz. Gerçi arad a biraz
fazla gerçekçi kelim elere d e yer veriyor am a gü n ü n beğenisi
bu; ask erde d ed iğim iz gibi, böyle kelam sallay an ı pek az gör-
m üşü m dü r; halbuki o rad a d a pek cerbezeli bir ark a d aşım v ar-
dı, beyefendi bana biraz onu d a hatırlattı zaten. H erhangi bir
şey hakkında, ne bileyim , m esela şu bardak hakkında saatlerce
nefes tüketebilirdi; b ard ak değil tabii, saçm aladım ; am a m esela
W aterloo S a va şı ya d a aklınıza gelen her şey hakkında; bu ara-
d a h ayalinizden bile geçirem eyeceğiniz hikâyeler anlatırdı. A s-
lında Sw ann da aynı birlikteydi, onu tanım ış olm alı."
"M . Sw an n 'la sık gö rü şü r m ü sü n ü z?" diye sord u M m e
Verdurin.
"Yok canım ," d iy e cevap verdi M. de Forcheville; O dette'e
d ah a rahat yak laşabilm ek için Sw an n 'a hoş gö rünm ey i arzu la -
d ığın dan, bu fırsatı kaçırm ayıp onu poh po h lam ak, n üfuzlu
çevresinden bahsetm ek, am a bir yü ksek sosyete m en subu n a
yakışır biçim de, beklen m edik bir başarıyı tebrik ederm iş gibi
değil de, d ostça bir sitem h av asın d a bahsetm ek istedi: "D eğil
mi Sw ann? H iç gö rüşem iyoruz sizinle. Z aten ben onunla nasıl
görüşebilirim ki? Bu ad a m La Trem oille'ların, Laum es'ların ,
bütün o takım ın evlerinden hiç çıkm az!" İthamı, üstelik asılsız-
dı d a, çünkü Sw ann bir yıldır V erdurin'lerden b aşk a neredeyse
kim senin evine gitm iyordu. Fakat Verdurin'lerin evinde, tanı-
m adıkları insanların ism i bile, kınayan bir sessizlikle karşılanır-
dı. M. Verdurin, bu "sıkıcı tipler"in isim lerinin ve b ilh assa böy-
le patav atsızca, bütün m üritlerin k arşısın da h ayk ırtm aların ın ,
karısının ü zerin de şiddetli bir etki bırakacağın dan korkarak,
endişeli bir ilgiyle, fark ettirm eden M m e Verdurin'e baktı. Ve
gördü ki, az önce kend isin e verilm iş olan bilgiyi kaydetm em e-
ye, ondan etkilenm em eye, sad ec e sessizliğin i koru m aya değil,
1 "N utuk " anlam ında İngilizce kelime.

267
sağırlaşm ay a d a kararlı olan M m e Verdurin, (tıpkı kabahatli bir
ark ad aşım ız k on uşm asının arasın a bir m azeret sıkıştırm aya ça-
lıştığınd a, itiraz etm eden din lersek k abullen m iş izlenim i u yan -
dırırız k ork usu y la veya bir nankörün ağ za alınm ası y asak ism i
yan ım ızd a telaffuz edild iğin d e yaptığım ız gibi) se ssizliği bir
on ay lam a zan nedilm esin, cansız nesnelerin her şey den haber-
siz sessizliği olsun diye, çehresini an iden her türlü h ayat belirti-
sinden, hareketten arındırm ıştı; k avisli aim , Svvann'ın evlerin-
den çıkm adığı o La Trem oille'ların ism inin n ü fu z edem ed iği,
güzel bir y u v arlak kab artm aya d ön üşm ü ştü ; hafifçe kırışm ış
burn unun altında, canlı m od eld en k opy a ed ilm iş gibi görünen
bir oyuk vardı. H afifçe aralık ağzı san k i kon uşuv erecekm iş g i-
biydi. Artık o, balm um u n d an bir kalıp, alçıdan bir m ask, bir
abidenin m aketi, End üstri Saray ı'n a yerleştirilecek bir büsttü;
ziyaretçiler hiç şü p h esiz bu bü stü n ön ünd e d u racak, bu eseri
yaratan heykeltıraşın, La T rem oille'lara, Lau m es'lara ve yeryü -
zün ün bütün sıkıcı tiplerine bedel olan Verdurin'lerin, hepsinin
aksine, zam an a karşı koyan vakarını ifad e etm ek için, taşın be-
yazlığına ve sertliğine n asıl bir p ap alık ihtişam ı k azandırdığını
seyredeceklerdi hayranlıkla. N e var ki m erm er so n un da dile
geldi ve o şah ısların evine gitm ek için m id e siz olm ak gerektiği-
ni, kadının d aim a sarh oş, kocasının d a koridora kolidor diyen
bir k aracahil o ldu ğu n u bildirdi.
"Ü stü n e çuvalla para verseler o zevatı evim e so k m am ," d i-
ye sözlerini n oktaladı M m e Verdurin, bir yargıç edasıyla
Svvann'a bakarak.
Şüp h esiz M m e Verdurin, Svvann'ın, bu yargı karşısında,
"N e d iy o rsun uz ? Benim şaşırd ığım , bu insanların hâlâ kendile-
riyle k on u şm aya tenezzül edecek kişiler bu lm aları! Ben olsam
korkardım d o ğ ru su , insanın başın a her şey gelir! Bazı insanlar
nasıl hâlâ bunların peşin den koşacak k ad ar aptal olabiliy or?"
diy e haykıran piy an istin teyzesinin m eleksi saflığını taklit ede -
cek k ad ar boy un eğm esin i beklem iy ordu. A m a hiç değilse
Forcheville gibi, "C an ım , k adın d ü şes, bazı insanlar hâlâ bun -
dan etkileniyor," diy e tepki gösterebilirdi; Forcheville'in bu lafı,
M m e Verdurin'e, "H ay rın ı gö rsü n le r!" diye bir cevap yapıştır-
m a fırsatı verm işti bari. O y sa Sw an n, böylesine bir saçm alığı

268
ciddiye bile alm asının m ü m kün olm adığını ifad e eden bir ta-
vırla gülm ek le yetindi. M m e Verdurin'i kaçam ak bakışlarla
süzm ey e d ev am eden M. Verdurin, karısının, sapkınlığın kök ü-
nü k azıy am ayan bir engizisyon yargıcının öfkesiyle d o lu p taştı-
ğını ü zülerek görüyor, duy gu ların ı yürekten pay laşıy o rdu ; fi-
kirlerini açıkça, cesaretle sav u n m ak , k arşıdak i kişiye d aim a bir
hesapçılık ve alçaklık gibi gö rü n d ü ğü için de, Svvann'ı inkâra
zorlam aya çalışarak seslendi:
"Fikrinizi açıkça söylesen ize, m erak etm eyin, kendilerine
yetiştirm eyiz."
Sw ann bu na şöyle cevap verdi:
"D ü şesten k ork tu ğu m filan yok canım (eğer La Tremoil-
le'lardan b ahsed iy o rsan ız tabii). Em in olun ki onun evine git-
m ekten herk es hoşlanır. D üşesin 'derin' bir in san o ld u ğu n u id -
dia edecek d eğilim ." (Derin kelim esini, san ki gü lün ç bir keli-
m eym iş gibi telaffuz etti, çünkü k on uşm ası hâlâ eski espri an la-
yışının izlerini taşıyordu, o y sa S w an n 'd a, m ü zik aşkıyla belir-
ginlik k azan an yenilik, geçici olarak alışkanlıklarını değiştir-
mişti - ara sıra fikirlerini hararetle sav un uy ord u .) "A m a bütün
sam im iyetim le sö ylüyoru m , zeki bir kadındır, kocası da son d e -
rece kültürlüdür. Ç ok hoş insanlardır."
Sırf b u im an sız y ü zün d en küçük y u v ad a m anevi birliği
sağlay am ay acağın ı h isseden M m e Verdurin, sözlerinin k end isi-
ne ne k ad ar b ü yü k bir ıstırap verdiğini fark etm eyen bu inatçı
ad a m a karşı içinde k abaran öfkeyi z ap t edem edi ve kendini
alam ayarak , yürekten haykırdı:
"S iz istiy orsan ız öyle d üşü n ü n , am a hiç d eğ ilse bize söy le-
m eyin."
"Z ek âd an ne an lad ığın ıza b ağ lı," ded i Forcheville, kendini
gö sterm e arzu su y la. "S öy ler m isiniz Sw ann, sizce zekâ n ed ir?"
"İşte!" diye haykırdı O dette. "İşte ben de hep bu tür yüce
şeylerden bahsetm esin i istiyorum , am a hiç k onuşm uyor."
"K o n u şu y o ru m ..." diy e itiraz etti Sw ann.
"Y alan !" dedi Odette.
"K uy ru klu yalan m ı?" diy e so rd u doktor.
"S izce ," diye ısrar etti Forcheville, "zekâ, sosyete gevezeliği
m idir, girişkenlik m id ir?"

269
"Ö nün üzdeki yem eği bitirin de tabağınızı kaldırsınlar," d e -
di M m e Verdurin acı bir ton da, düşüncelere d alıp yem eği u n u-
tan Saniette'e hitaben. Sonra, belki k ullan dığı se s tonundan h a-
fif bir pişm anlık d u y arak ekledi: "Ö nem li değil, acele etm eyin,
diğerleri açısından söyledim , servise engel o ld u ğ u için."
"Fenelon denilen m ü layim an arşist, zekânın pek ilginç bir
tanım lam asını yapıyo r..." d ed i Brichot, her heceyi tek tek vu r-
gulayarak.
"D in leyin !" d ed i M m e Verdurin, Forcheville'le doktora.
"Fenelon'un zekâ tanım ını söyleyecek, çok ilginç, böyle bir şeyi
öğrenm e fırsatı her gü n çıkm az insanın k arşısın a."
N e var ki, Brichot, önce Svvann'ın kendi tanım ını y a p m ası-
nı bekliyordu. A m a Sw ann bir cevap verm eyip tepki gö ster-
m ekten kaçınınca, M m e Verdurin'in Forcheville'e sevinerek
su n d u ğu idd ialı çekişm eyi su y a d ü şü rm ü ş oldu.
"Tabii, bana d a böyle yapıyor," ded i O dette som urtarak,
"neyse, k o n uşm ay a tenezzül etm ediği tek insan ben d e ğilm i-
şim , en azın d an bunu ö ğren d iğim iyi o ld u ."
"M m e Verdurin'in hiç d e tav siy e etm ediği bu La Tre-
m ouaille'lar," d ed i Brichot, hecelerin üstün e basa basa, "M m e
de Sevign e denen iyi yürekli snobun , tanıştığına köylüleri açı-
sından sev in diği La Trem ouailleTarın torunları mı acaba? Gerçi
m arkiz için dah a önem li bir sebep vardı; kendisi her şeyden ön-
ce edebiyatçı o ld u ğun d an , yazıları en önem verd iği şeydi. K ızı-
na düzenli olarak gön d erd iği hatıratında d a, d ış siy aset so rum -
lusu , p arlak ilişkileri say esin d e her şeyden h aberdar olan M m e
d e la T rem ouaille'dı."
"Yok canım , aynı aile o ld u ğu n u san m am ," diy e kestirip attı
M m e Verdurin, bilm eden.
H âlâ do lu olan tabağını aceleyle u şağ a verdikten sonra tek-
rar düşün celi bir su sk u n lu ğ a gö m ü lm ü ş olan Saniette, nihayet
ağzını açtı ve gülerek, La Tremoille D ü k ü'yle birlikte bir ak şam
yem eğine k atıldığını ve yem ek sırasın d a, G eorge Sand'ın, bir
kadının takm a adı o ld u ğu n u dükü n bilm ediğinin ortaya çıktı-
ğını anlattı. Saniette'e sıcak d u y gu lar besleyen Sw ann, dükün
kültürüne ilişkin ayrıntılar anlatıp böylesine bir cehalet içinde
bulunm asının kesinlikle m üm kün olm adığını kanıtlam ak iste-

270
di, am a bird en v azgeçip sözün ü yarıd a kesti, çünkü Saniette'in
bu kanıtlara ihtiyacı olm adığını, zaten hikâyeyi az önce kendisi
u y d u rd u ğ u n d an , y alan old u ğun u d a bildiğini anlam ıştı. Bu de-
ğerli şahsın derdi, Verdurin'lerin kendisini çok sıkıcı bulm asıy-
dı; o ak şam , her zam ank in den de silik o ld uğu n u n bilincine v a -
rarak, gece bitm eden, bir kez olsun sofradakileri güldürm ek is-
tem işti. O k ad ar çabuk teslim oldu, arzuladığı etkiyi y aratam a-
d ığı için o k ad ar ü zü ld ü ve Svvann'a, id d iasın ı çürütm ek için
gayret gösterm esin diye, o k adar korkak bir tavırla, "Peki, ta-
m am , üstelik yan ıld ıy sam d a suç değil he rhald e," d iy e cevap
verdi ki, Svvann hikâyenin hem do ğru , hem d e çok h oş o ld u ğ u -
nu sö y leyem ed iğin e h ayıflandı. Bu k on uşm ay ı din lem iş olan
doktor, Se non e vero1 deyişinin du ru m a çok uy gu n o ldu ğu n u
d ü şü n d ü , am a kelim eleri d o ğru hatırlad ığın dan em in olam ad ı-
ğı için şaşırıp yan lış söylem ekten korktu.
Yem ekten so nra Forcheville kendiliğin den doktorun yanı-
na gitti.
"M m e Verdurin eskid en gü zel k adın m ış belli ki, ayrıca
sohbet edilebiliyor k endisiyle, benim için en önem li şey budur.
Biraz y aşlan m ay a b a şla m ış tabii. A m a M m e d e C recy çok zeki
bir kadın a benziyor, uyan ık biri o ld u ğ u göz den kaçm ıyor. M m e
d e C recy'den b ah sed iy o ruz ," ded i, ağ zın d a pipo yla yanlarına
gelen M. Verdurin'e. "Z an n ed erim kadın v ü c u d u o larak ..."
"Y atağım a yıldırım dü şeceğin e onun d üşm esin i tercih ed e-
rim ," d iy e y apıştırd ı C ottard; bu beylik espriyi aray a so kabil-
m ek için, konuşm an ın seyri d eğ işir de fırsatı kaçırır d iy e k orka-
rak, Forcheville'in bir an so lu k alm asını beklem işti; sesine, ez-
berden ok um an ın vazgeçilm ez özellikleri olan so ğ u k lu ğ u ve
heyecanı örtm eyi am açlayan bir kendiliğindenlik, bir güv en hâ-
kim di. Forcheville d ah a önceden bildiği espriy i tanıdı ve gü l-
dü. M. Verdurin'e gelince, hiç tereddü tsü z n eşeye b oğ uld u,
çünkü kısa bir sü re önce, g ü ld ü ğ ü n ü belirtm ek için karısının-
kinden farklı, am a on un k ad ar basit ve açık seçik bir sim g e bu l-
m u ştu. K ahkahalarla gülen birinin b aş v e o m u z hareketlerini
y a p m ay a b aşla d ığı an d a, sanki gülerken b oğazın a p ip o su n u n
1 Se non e vero, e ben troımto: "D oğru olm asa da buluş gü zel" anlam ında İtalyanca
deyiş.

271
d um an ı kaçm ış gibi öksürm eye k oyulu yordu. A ğzının kenarın-
dan çekm ediği p ip osu y la, bu b o ğulm a ve gü lm e taklidini u z at-
tıkça uzatıyordu. Yani M. Verdurin ve karşı tarafta, kendisine
bir şeyler anlatan ressam ı dinlerken gözlerini k a patıp y ü zün ü
elleriyle örten M m e Verdurin, neşeyi iki ayrı şek ilde tem sil
eden tiyatro m askelerine benziyorlardı.
M. Verdurin p ip o su n u ağzın d an çekm em ekle akıllılık et-
m işti, çünkü y anların dan ay rılm ak zo run d a olan C ottard, k ısa
sü re önce öğrendiği ve ne zam an aynı yere gitm eye ihtiyaç
d u y sa y aptığı bir espriyi alçak sesle tekrarladı: "Benim g id ip
A u m ale D ük ü 'n ü yok lam am gerekiyor." D olayısıyla M. Verdu-
rin'i tekrar ö k sürük tuttu.
"C an ım , pipo n u ağz ın d an çeksene, gülm eni bastırm aya ça-
lışm aktan b o ğu lacak sın ," ded i, likör ikram etm ek üzere gelen
M m e Verdurin.
"K ocan ız ne sevim li ad am , m üth iş esp rili," d ed i Forchevil-
le M m e C ottard 'a. "Teşekkürler hanım efendi. Benim gibi eski
bir asker, bir iki fırta asla hayır d em e z."
"M . d e Forcheville, O dette'i çok sev im li buluyor," d ed i M.
Verdurin karısına.
"O d a sizinle bir öğle yem eği yem ek istiy ordu zaten. Bir
şey ler ay arlayalım , am a Svvann'ın haberi olm am alı. Tedirginlik
yaratıyor, biliyor m usu n u z? Tabii bu sizin ak şam yem eklerine
k atılm anıza engel teşkil etm ez, siz i sık sık aram ızd a gö rm ek is-
teriz. Ö nüm üz y az, ak şam yem eklerini açık h av ad a yem eyi se-
viyoruz. Boulogne O rm am 'n da ak şam yem eklerine ne d e rsi-
niz? G üzel, çok hoş olur. Siz tezgâhınızın başın a geçm eyecek
m isin iz k u zu m !" d iy e b ağırd ı genç piyaniste; Forcheville gibi
önem li bir adayın k arşısınd a hem nükted anlığını, hem d e m ü-
ritler üzerin dek i zorbaca n üfuzu n u sergilem ek için.
"M . d e Forcheville b an a seni k ötü lü yo rd u," d ed i M m e C o t-
tard, k ocası salon a d ö nd üğü n d e.
Yem eğin b aşın dan beri k afası Forcheville'in asaletiyle m eş-
gu l olan C ottard, konta dö nd ü:
"Ş u sıralar bir baronesi tedavi etm ekteyim , Barones Put-
bus; Pu tbus'le r haçlı seferlerine katılm ışlardı, d eğil m i? Pome-
ran y a'd a, C oncorde M eydam 'n ın on katı b üy ü k lü ğü n d e bir

272
gölleri var. Baronesin h astalığı osteoartrit, çok hoş bir hanım.
M m e Verdurin'i d e tanıyor yan ılm ıy orsam ."
Bu sözleri, az sonra M m e C ottard'la yalnız kalan Forchevil-
le'e, do kto ra ilişkin olum lu yargısını tam am lam a fırsatı verdi:
"A yrıca eşiniz ilginç bir ad am , çevresi d e geniş belli ki. Şu
hekim ler ne k ad ar çok şey biliyor!"
"M . Sw ann için sonatın cüm leciğini çalacağım ," ded i piy a-
nist.
"N e! A tlar artık beste m i y apıy o r!" d iy e atıldı M. de
Forcheville, kendini gö sterm e hevesiyle.
D aha önce b u kelim e oyun un u hiç d u y m am ış olan Doktor
C ottard, espri yapıldığın ı k av ray am ay ıp M. de Forcheville'in
yanlış anladığın ı zannetti. H em en yak laşıp düzeltti:
"Yok canım , son at değil, so n at," dedi, hevesli, sabırsız ve
m u zafferan e bir tavırla.
Forcheville şak a ettiğini söyleyince doktor kızardı.
"K o m ik bir esp ri o ld uğ u n u k abul edin doktor."
"B en onu çoktan b iliyo rd u m ," diye cev ap verdi Cottard.
H erkes sustu ; cüm lecik, kem anın iki oktav öteden k endisi-
ne destek olan titrek ve telaşlı trem ololarının arasın d an -tıp kı
d ağların ortasın da, hiç k ıpırd am ıyorm uş gibi görünen, b aş
d ö n d ürüc ü bir çağlayan ın ardın da birden fark ettiğim iz, elli
m etre aşağ ıd a gezinen bir kadının m inicik şekli g ib i- uzaktan,
bütün zarafetiyle gö rün m üş, say d am , kesintisiz, uzun uzun
d algalan an sesli perdenin k oru m ası altın da ortaya çıkmıştı.
Sw an n, içinden, aşkının bir sırd aşıy la k on uşur gibi k onuştu
cüm lecikle; O dette'in bir kız ark ad aşıy d ı sanki, Forcheville de-
nen ad am a aldırm am asın ı söyleyecekti Sw ann'a.
"A h , geç k aldın ız!" ded i M m e Verdurin, laf olsun diye d a -
vet ettiği bir m üride. "B ir Brichot kaçırdınız ki, m üthişti, ağzın-
d an b al dam lıy ord u! A m a gitti. D eğil m i M onsieur Sw ann?
Zann ederim siz ilk kez k arşılaştınız kendisiyle," dedi, bu tanış-
m ayı kendisine borçlu o ld u ğu n u Sw an n'a h atırlatm ak için.
"B richo t'm uz o lağan ü stü değil m iy d i?"
Sw ann kibarca eğildi.
"İlginç bu lm adın ız m ı y o k sa?" d edi M m e Verdurin sertçe.
"Ç o k ilginç bu ld u m hanım efendi, bayıldım . Bana biraz faz-

273
la keskin, biraz faza neşeli gelm iş olabilir. A ra sıra biraz tered-
d ü t e d ip y u m uşam asın ı tercih ederdim , am a çok şey bildiği
belli, çok d a iyi, d ü rü st birine benziyor."
Topluluk çok geç saatte dağıldı. C ottard'm karısına sö yle-
d iği ilk sözler şun lar oldu:
"M m e Verdurin'i bu geceki k ad ar form un da gö rd ü ğ ü m s a -
yılıdır."
Forcheville, birlikte dön m eyi teklif ettiği ressam a , "B u
M m e Verdurin neyin nesidir, hafifm eşrep bir kadın m ı?" diye
sordu.
O dette, Forcheville'in u zak laşm asın ı hayıflanarak seyretti;
eve Sw ann 'la birlikte d önm em eye cesareti yoktu, am a arab ad a
surat astı; Sw an n evine girm ek için izin istediğin de, sabırsızlık -
la o m u z silkerek, "Tabii canım ," dedi. Bütün davetliler gittikten
so nra, M m e Verdurin k ocasına sordu:
"M m e La Trem oille'dan bahsettiğim izd e Sw ann n asıl aptal
aptal gü ld ü , fark ettin m i?"
M m e Verdurin, hem Sw an n'in, hem Forcheville'in, bu ism i
söylerken de ekini çoğunluk la kullanm adıklarını fark etm işti.
U n vanlar k arşısın d a ezilm ediklerini gösterm ek am acıyla böyle
y aptık ların dan em in old u ğu için, o d a aynı gururlu tavrı takın-
m ak istiy ordu, am a bu tavrın dilbilgisindeki karşılığını tam o la-
rak k avray am am ıştı. Bozuk k on uşm ası, cum huriyetçi kararlılı-
ğına baskın çıktığın dan, hâlâ d e La Trem oille'lar veya d ah a zi-
y ad e m üzikh ol şarkılarının sözlerin de ve karikatürlerde k ulla-
nılan bir kısaltm ayla, d 'L a Trem oille'lar diyor, am a "M ad am e
La Trem oille" ifadesiyle, bu d u ru m u telafi ediyordu. "Sw an n 'in
d eyişiy le, D üşes," d iy e ekledi alayla; y üzün dek i gülüm sem e, bu
kelim enin sad ece bir alıntı o ldu ğun u, böylesine aptalca ve g ü -
lünç bir ad lan d ırm ayı ben im sem ediğin i kanıtlıyordu.
"S w an n 'i çok ap tal b u ldu m d o ğ ru su ."
M. Verdurin şö yle ce vap verdi:
"A çık sö zlü değil, hem d alk avu k , hem kurn az, hep iki a ra-
da bir derede. H erkesi birden idare etm e sev d asın d a. Halbuki
Forcheville öyle mi ya! A d am ne dü şü n üy orsa d o sd o ğru sö y lü -
yor. H oşu n a gider, gitm ez, o başka. Sw ann gibi her lafı yarı cid -
di, yarı şaka değil. Z aten O dette d e kesinlikle Forcheville'i ter-

274
cih ediyor gö rü n ü şe bakılırsa, haksız da say ılm az hani. Ayrıca,
m adem ki Sw an n kendini b ize yüksek sosyete ad am ı, d ü şesle-
rin gö zd esi olarak satm ak istiyor, hiç d eğ ilse ötekinin bir un v a-
nı var; adam halen Forcheville K ontu," d iye ekledi, d ü rü st bir
tavırla, sanki tarihçesini çok iyi bildiği bu kontluk h akkın da ke-
sin bir değerlen dirm e y a parm ış gibi.
"Biliyor m u su n ," d ed i M m e Verdurin, "S w an n Brichot'yla
ilgili olarak d a, tatsız ve epeyce gülün ç laflar do ku n d u rm ay a
kalkıştı. Brichot'nun bu ev d e sevildiğini görünce, bizi incitm ek,
davetim izi aşağ ıla m ak için bunu fırsat bild i tabii. Ben onun ne
m al o ld uğu n u an lad ım , k ap ıd an çıktığı an ev sah iplerini çekiş-
tirm eye başlayan sevim li d o st o."
"Sö yledim ya sa n a," diy e cevap verdi M. Verdurin, "hayatı
boyunca dikiş tu tturam am ış, biraz gösterişli her şeye gıpta
eden bir zavallı o."
A slın da istisn asız bü tün m üritler Sw an n 'd an d ah a kötü ni-
yetliydiler, am a hepsi, fesatlıklarını beylik esprilerle, bir tutam
du y gusallık la ve dostlukla y um uşatm ay a özen gö sterirdi; oy sa,
"K ötülü k olsun diye söylem iyorum ," türünden alışılm ış k alıp-
lar k ullan m aya tenezzül etm eyen Sw ann'in gö ze ald ığı en ufak
bir itiraz, ihanet gibi görün ü yord u. Kim i ö zgün yazarların u fa-
cık bir küstahlığı bile, şidd etli itirazlarla karşılaşır, çün kü yazar
okurun zevkini önceden ok şam am ış, alışık o ld u ğ u beylik d ü -
şünceleri su nm am ıştır ona; işte Sw ann d a M. Verdurin'i aynı
şekilde kızdırıyordu. Bu y azarlar gibi Sw ann d a, yeni, alışılm a-
dık lisanı yüzün d en kötü niyetli zann ediliyordu.
Verdurin'lerin gö zün d en d ü şm e tehlikesiyle karşı karşıya
o ld uğ u n u henüz bilm eyen Sw ann, onların gülün çlü ğün e iyi ni-
yetle, aşk perdesinin ardın dan bak m aya de v am ediyordu.
O dette'le, bir iki istisna dışın da, sadece geceleri b u lu şu y o r-
du; onu bıktırm a k orkusuy la, gün d üzleri evine gitm eye çekini-
yordu, am a en azın dan O dette'in zihnini m eşgul etm ek istiyor,
onun ho şlanacağı bir biçim de kendini hatırlatm ak için b ah ane-
ler arıyord u d u rm ad an . Bir çiçekçinin veya k uyum cu nun vitri-
ninde, hoşuna giden bir çiçek, bir m ücevher gö rse, derhal
O dette'e gönderm eyi düşü n üyor, o çiçeğin ya d a m ücevherin
kend isine verdiği hazzı O dette'in d e y aşayacağın ı, bu haz say e-

275
sin d e kendisini dah a çok sev eceğini h ayal ediyor ve arm ağan ı
hem en La P erou se S o k ağı'n a yolluyor, O dette'in kendisin den
bir şey alacağı, böylece bir biçim de kendisini O dette'in yanın-
d ay m ış gibi hissed eceği ânı geciktirm em ek için acele ediyo rdu.
O dette'in, gö n d erd iği arm ağan ı evden çıkm adan önce alm asını
özellikle istiyor, bu say ede, Verdurin'lere gittiğind e O dette'in,
m innetinden ötürü onu d ah a b üyük bir sevgiyle k arşılay acağı-
nı, hattâ belki de, dü kk ân sahibi acele ederse, O dette'in ak şam
yem eğin d en önce kendisine bir m ek tup göndereceğini ya d a te-
şekkü r etm ek için, bizzat ziyaretine geleceğini u m u yord u. T ıp-
kı bir z am an lar O dette'in m izacın d a k üskü n lüğü n ortaya çıkar-
dığı tepkileri' görm ek için deneyler yaptığı gibi, şim d i de, m in -
net say esin d e , O dette'ten, henüz hiç gö rm ediği sam im i d u y gu
kırıntıları k o parm ay a çalışıyordu.
O dette sık sık pa ra sıkıntısı çekiyor, öden m esi gereken bir
borcu o ld u ğ u n d a , Sw an n 'd an yardım istiyordu. Sw an n aşkını,
hattâ sad ece n üfu zu n u ve sağlay ab ileceği yararları O dette'in
gö zü n d e yüceltebilecek her şey gibi, bu n dan d a m em nuniyet
d u y u y ord u . H iç şü p h e yok ki, ilk b aşlard a Sw an n'a, "O dette
senin m evkiinden h oşlan ıyor," şim d i de, "Seni paran için sev i-
yor," desele r in an m azdı; ayrıca insanların, O dette'le kend isi
arasın d a sn obizm vey a para k ad ar gü çlü bir b a ğ b u lu n d u ğu n u
dü şün m eleri, Sw an n'i rah atsız d a etm ezdi. A m a bu sözlerin
d o ğru o ld u ğu n u d ü şü n se bile, O dette'in ona cazibesinden veya
m eziyetlerinden ötürü âşık olm adığını, aşkının daha kalıcı bir
tem el olan m en faatten kayn ak land ığın ı keşfetm ek, Sw an n 'i
belki d e üz m ezd i, çün kü m enfaat, O dette'in Sw an n'la artık g ö -
rüşm ek istem ey eceği gü n ü n gelm esini engelleyebilirdi. Şim d i-
lik, O dette'i arm a ğan lara b o ğarak , ona çeşitli y ardım larda b u -
lun arak, kendi şahsının , zekâsın ın dışın da birtakım avantajları
kullanıyor, ona k end isin i k işiliğiyle beğendirm enin y o rgu n lu-
ğu n d an kurtu labiliyo rd u. Â şık olm a zevkine, ara sıra gerçekli-
ğinden şü ph ey e d ü ştü ğ ü b u aşk u ğru n a yaşam a zevkine k arşı-
lık, m an evi hazlar m eraklısı sıfatıyla ö d e diği bedel, bu zevkin
değerini Sw an n'm gö z ü n d e artırıyordu - aynı şekilde, den iz
gö rün tüsü y le d a lg a seslerin in güzelliğin den em in olam ay an in-
san lar d a, ancak bu zevkleri tatm alarına im kân veren otel o d a -

276
sına g ün d e y ü z frank ö dedikleri zam an den iz ve d algaların g ü -
zel old u ğu n a ve m enfaatten u zak zevklerinin ü stün lüğ ün e in a-
nırlar.
Sw an n , bu tür düşü n celere d a ld ığ ı bir gü n , yine O dette'in
e sk id e n m etres hayatı sü rd ü ğ ü n e d air işittiği sözleri h atırla-
m ıştı; birço k kez yap tığı gibi, m etres d iy e ad lan d ırılan - k a -
ranlık ve şey tani u n surların hareli bir bileşim i olan v e G u s ta -
ve M ore au 'n u n hayaletleri gibi, değerli m üce vherlerle iç içe
geçen zehirli çiçeklerle b e z en m iş- g a rip şah siy eti, O dette'le,
çehresinde, bir zam an lar k endi an n esin d e ve d o stların d a şah it
o ld u ğ u d u y g u ları, b ah tsız birine d u y ulan m erham eti, bir a d a -
le tsizliğe k arşı isy an ı, bir iy iliğe d u y ulan m inneti g ö rd ü ğ ü
O d ette'le, k on uşm aların d a Sw an n'in h erkesten iyi b ild iği ş e y -
lere, koleksiyo nların a, o d asın a, eski hizm etk ârın a, tah villeriy -
le ilgilenen bankere sık sık de ğin en O dette'le k ıy aslark en , h a-
y alin d e canlanan bank erin gö rü n tü sü , on d an bir m ik tar p ara
alm ası gerektiğini hatırlattı Sw an n 'a. O ay, O dette'in m ali sı-
kıntılarını hafifletm ek için, bir ay önceki b eş bin fran ktan d a -
ha k üçük bir y ard ım d a b u lu n u rsa, arz u la d ığ ı tek sıra elm as
koly eyi ona hediye etm ezse, cöm ertliğinin O d ette'te u y an d ır-
d ığ ı, Sw an n'i çok m utlu eden h ay ran lığı ve m inneti taz e lem e -
m iş olacaktı; hattâ O dette, aşkının esk i tezah ürlerini g ö rm e -
yince, Sw an n 'in ona esk isi k ad ar âşık olm ad ığın ı zan n edecek -
ti belki. O zam an birden bire, zaten "m e tres tu tm ak " denen şe -
yin, belki d e b u o ld u ğu n u (m etres tutm a kavram ın ın m u tlak a
e sraren giz veya ah lak sız u n su rlard an k ayn ak lan m ası gere k -
m ed iğin i, o d a hizm etkârının, ay lık kira ve m asrafları ö d e d ik -
ten son ra Sw an n 'in esk i çalışm a m asasın ın çekm ecesin e k o y -
d u ğ u , Sw an n'in d a çekm eceden alıp d ört tane binlik b an kn ot
d ah a ekleyerek O d ette'e g ö n d e rd iğ i o yırtılıp y ap ıştırılm ış, ta-
n ıdık ve evcil bin franklık bankn ot gibi, özel h ayatının g ü n d e -
lik alışkan lıkların ın bir p arç ası olabileceğin i) ve O dette'le ta-
n ışm asın d an so n ra (k en disin den önce herh angi birin den p ara
alm ış olabileceğin i bir an bile ak lın dan ge çirm iy o rd u çünkü),
on a hiç y ak ıştırm ad ığı "m e tre s" sıfatının, belki O dette için d e
k ullan ılabileceğin i d ü şü n d ü . N e var ki, bu d ü şü n c esin i d erin -
leştirm eye fırsat b u lam ad ı, çün kü d o ğ u şta n gelen, ara sıra,

277
tam zam an ın d a başgö stere n zihin tem belliği n öbetlerinden b i-
rine tutulu v erd i v e zihni, tıpkı d ah a so nrak i y ıllard a, bütün
evler elektrikle ay d ın latıld ığın d a, bir e v d e elektriğin k e silm e -
sin e ben zer biçim de tam am en k arardı. Beyni, k ısa bir sü re k a -
ranlıkta el y o rdam ıy la y o lun u b u lm ay a çalıştı; Sw an n g ö z lü -
ğ ü n ü çıkarıp cam larını tem izledi, gözlerini o v u ştu rd u ve an -
cak k arşısın d a b a m b aşk a bir fikir b u ld u ğ u n d a bir ışık g ö reb il-
d i; bu yepyen i fikir, gelecek ay O dette'i bir sü rp rizle sevin di-
rebilm ek için, b e ş bin yerine altı ve ya yedi bin frank g ö n d e r-
m esi ge rekeceğiydi.
Sw an n bazı akşam lar, O dette'le Verdurin'lerin evinde, d a -
ha çok d a Bo ulo gne O rm am 'n da, özellikle Sain t-C lo ud 'd a, se v -
dikleri yazlık restoran lardan birinde b u lu şm a vaktinin gelm e si-
ni beklerken evind e oturm uyor, eskiden sürekli m isafirleri ol-
d u ğ u seçkin kişilerin evine yem eğe gid iy ordu . Bu in sanlarla
ilişkisini kesm ek istem iy ordu, çünkü gü n ün birin de O dette'e
bir yararları do ku n abilirdi -b elli m i o lu rd u ?- bu arad a d a, on-
lar say esin d e O dette'i sık sık sev in dirm e im kânı bulu yordu.
Ayrıca, yıllarca içinde y a şad ığ ı y ük sek sosy ete m uhiti ve lük s
hayat, bir yan d an k üçüm sed iği, am a ihtiyaç d a d u y d u ğu bir
alışkan lık haline gelm işti S w an n 'd a; en m ü tev azı kulü beyle en
görkem li m alikâneleri aynı d ü ze y d e gö rm e noktasına ge ld iğ in -
de, duy uları bu m alikânelere o k ad ar alışm ıştı ki, m ütevazı bir
ev d e kendini rahat h issed em ezd i. Bir apartm an ın D blokun da,
beşinci katta, so ldak i d airelerin de d an s partileri düzenleyen
küçük b u rjuv alarla P aris'in en gü zel balolarını düzenleyen Par-
m a Prensesi'ne, -o n ların in an am ay acağı ö lçü d e- eşit sa y gı b e s-
lerdi; ne var ki, burju va ev sah iplerinin yatak o d a sın d a aile b a-
b alarıyla bir arad a bu lu nm ak ona eğlenceli gelm ez, havlularla
örtülü lavaboların, üzerine yığılm ış p ard ö sü le r ve şapk alarla
vestiyere d ö n d ürü lm ü ş yatakların gö rün tüsü, tıpkı tüten bir
lam b a veya kandil kok usun un , yirm i yıldır elektriğe alışm ış
olan gü n ü m ü z in sanın a b o ğ u cu gelm esi gibi, Sw an n 'i ad eta ne-
fe ssiz bırakırdı.
Yem eğe çıkacağı ak şam lar, arab ası saat yedi buçukta hazır
olu rdu; giyinirken bir yan dan d a O dette'i düşü n ür, böylece
kendini yalnız hissetm ezdi, çünkü sürekli O dette'i d üşün m ek,

278
on dan uzak ta o ld u ğ u anlara da, yanında o ld u ğ u anların bü y ü -
sü n ü k azandırırd ı. A rabaya adım ını atarken, O dette d ü şü n ce si-
nin d e onunla birlikte sıçrayıp arab aya bin diğini, tıpkı her yere
götürülen, so frad a da, diğer konuklardan habersiz, yanında
d u racak olan, sevilen bir h ayvan gibi d izlerine oturuverdiğini
hissederd i. O nu okşar, sıcaklığıyla ısınır, adeta kendinden g e -
çerdi; burn u ve ensesi, dah a önce hiç tatm adığı hafif bir ü rper-
tiyle gerilirken, Sw ann bir yan dan da yakasın a hasekiküpele-
rinden küçük bir dem et iliştirirdi. Bir zam andır, özellikle de
O dette Forcheville'i Verdurin'lere tanıştırdığın dan beri rahatsız
ve m ah zun olan Sw ann, say fiy eye gid ip bir süre dinlenm eye
ihtiyaç du y uy o rd u . A m a O dette P aris'te old u ğu sürece, şehir-
den bir tek gü n bile ay rılm aya cesaret edem ezdi. H ava sıcaktı,
baharın en gü zel günleriydi. Taştan şehri baştan b aşa katedip
çeşitli kon aklara k apan sa d a, gö zün ün önünden hiç gitm eyen
görün tü, C om b ray yakınındaki k öşk ün ün bahçesiydi; bu bah -
çede, k uşk o n m az tarhından önceki gürgenlerin altı, M eseglise
kırların dan gelen rü zgâ r say esin de, saat dörtten itibaren, unu t-
m aben iler ve glayöllerle çevrelenm iş gölün kenarı k ad ar serin
olurdu; ak şam yem eği bahçede, bahçıvanın birbirine do lad ığı
frenküzüm leriyle güllerin çevrelediği so frad a yenirdi.
Boulogne O rm an ı'n da veya Sain t-C lo ud 'd a erken bir saatte
b u lu şu lacak sa , -ö zellik le ya ğm ur y ağacak gibiyse ve "m ü-
rit'Terin, evlerine her zam ank in den erken dönm eleri tehlikesi
v a r sa - Sw an n yem ek biter bitm ez, öyle alelacele k alkardı ki, bir
keresinde (yem eğin geç yendiği ve Sw an n 'm , Bo ulogne O rm anı
ad asın d a Verdurin'lerle b u lu şm ak ü zere kahve servisin den ön-
ce kalktığı bir ak şam ), ev sah ibesi L au m es Prensesi şöyle d e-
m işti:
"Sw an n şim dikin den otuz y aş b üyü k ve idrar yolları rahat-
sızlığın dan m ustarip olsa, böyle kaçıp gitm esi m azu r gö rülebi-
lirdi. A m a b u y aptığı, d ü p e d ü z aldırışsızlık ."
Sw ann, C o m b ray 'y e giderek tadını ç ıkaram ad ığı ilkbaharın
b ü y üsü n ü , hiç d eğilse K u ğu lar A d ası'n d a vey a Sain t-C lo ud'd a
bulabileceğini geçirirdi içinden. A m a O dette'ten b aşk a bir şey
d ü şü n em e d iğ i için, gittiği yerde yaprakların kok usu n u d u y u p
d u y m ad ığın ı, m ehtap o lup olm adığını bile fark edem iyordu.

279
Bahçede, restoranın p iy an o su n d a seslen dirilen sonatın cüm leci-
ğiyle karşılanırdı. Bahçede piyano yoksa, V erdurin'ler ne y ap ıp
e d ip od aların, yem ek salonlarının birinden bir piy an o indirtir-
lerdi; Sw ann Verdurin'lerin n azarın d a eski itibarına katiyen k a-
v u şm u ş d eğild i oysa. A m a birisi için hoş bir sü rpriz hazırlam a
fikri, sö z k on usu şah ıs sevm edikleri biri bile olsa, gerekli h azır-
lıkları yaptıkları sırad a, V erdurin'lerde geçici, tesad üfi bir y a-
kınlık ve do stluk d u y g u su uyandırırdı. Sw ann bazen, taptaze
bir bahar akşam ının dah a geçip gitm ekte o ld u ğu n u kendi ken-
din e hatırlatır, dikkatini ağ açlard a, gö k y ü zü n d e toplam ay a zo r-
lardı kendini. A m a bir yan dan O dette'in varlığının yol açtığı
k alp çarpıntısı, öte yan dan d a bir sü red ir yakasını bırakm ayan,
ateşli, hafif rahatsızlık, do ğan ın yaşatabileceği d u y g u la r için
şart olan sük ûn et ve h u zurd an m ah ru m ederdi kendisini.
Verdurin'lerin yem ek davetini kabul ettiği bir ak şam ,
Sw ann so frad a, ertesi gün eski d ostlarıyla bir şölene k atılacağı-
nı sö yle diğind e, O dette herkesin ortasınd a, artık m üritlerden
biri say ılan Forcheville'in, ressam ın , C ottard'm ö n ün de şu ce-
vabı verm işti:
"Evet, şöleniniz o ld uğu n u biliyorum ; yani sizinle benim
ev de görüşebileceğiz ancak, fazla geç kalm ayın am a."
Sw an n o gü n e k adar O dette'in şu veya bu m üritle ark ad aş-
lığından ciddi biçim de k uşku lan m am ıştı gerçi, am a O dette'in,
ak şam k i bulu şm aların ı, Sw an n'in onun evindeki ayrıcalıklı ko-
num un u ve bunun işaret ettiği tercihi böyle herkesin ön ünde,
sakin bir fütursuzluk la itiraf etm esinden çok h oşlanıyordu.
O dette'in katiyen üstün nitelikli bir kadın olm adığın ı Sw ann
birçok kez d ü şü n m üştü elbette, kendisind en bu k a d ar a şağ ı se-
viyedeki bir insan üzerin de k u rd u ğ u ü stün lük "m ü rit"lerin
önü nde ilan e dild iğin de böyle gururlan m ası için bir seb ep de
yoktu, am a O dette'in, birçok erkeğin nazarınd a çok gü zel ve
arzulan ır bir kadın o ldu ğu n u fark ettiğinden beri, genç kadının
vü cud un u n bu erkeklerin gö zün d ek i cazibesi, Sw an n 'd a, O det-
te'in varlığına, ruhunun en derin noktalarına tam am en hâkim
olm a ihtiyacını do ğurm uştu . O dette'in evinde, onu dizlerine
oturtup çeşitli k onulardaki fikrini so rd u ğ u, artık y ery ü zü nd e
sah ip olm ayı isted iği ye gân e varlıkların d ök ü m ün ü çıkardığı

280
dakikalar, m üthiş bir değe r k azanm ıştı gö zü n de. İşte bu y ü z -
den, o ak şam yem ekten sonra O dette'i bir kenara çekip hararet-
le teşekkür etti; dile getirdiği m innetin derecesiyle, O dette'e
kendisini ne k ad ar m u tlu edebileceğini an latm aya çalıştı; en
b üyü k m utluluk ise, Sw an n'i, aşkı ve d olay ısıyla kırılganlığı
d ev am ettiği sürece, kıskançlığın darbelerin den esirgem esiydi.
Ertesi gü n şö len d en çıkarken, sağ an ak h alin de y ağm u r y a-
ğıy o rd u; Sw an n 'in fay to n un un sa ü stü açıktı; bir ark ad aşı, onu
k up a arab asıy la gideceği yere götürm eyi teklif etti; O dette onu
evine çağırm ış o ld u ğ u için, b aşk a kim sey i bek lem ed iğind en
em indi ve bu y a ğ m u rd a O dette'e gideceğin e, sakin k afayla,
h u zu r içinde ken di evine gid ip yatm ay ı tercih ederdi. A m a
belki O dette, onun istisn asız her geceyi k en d isiy le n oktalam ak
k o n u su n d a ısrarlı olm ad ığın ı görü rse, gecelerini, hem de
Sw an n'in onu özellikle arz u la d ığ ı bir geceyi ona ay ırm ay ı ih-
m al edebilirdi.
O dette'in evine v ard ığın d a saat on biri geçiyordu; Sw ann
d ah a önce gelem ed iği için özür dileyince, O dette gerçekten de
epey geciktiğini söyleyerek fırtınanın verdiği rahatsızlıktan, b a-
şının ağ rıd ığın d an yakındı ve kendisini an cak yarım saat m isa-
fir edeceği, on ik ide gö ndereceği k on usu n da uyardı; az sonra
d a yo rgu n d ü şü p uyu m ak istedi.
"Yani bu gece cattleya yok m u ?" d ed i Sw ann. "O y sa ben
güzel bir cattleya'cık u m m u ştu m ."
O dette biraz som urtk an , gergin bir tavırla cevap verdi:
"Yok canım , bu gece cattleya falan yok, gö rüy o rsu n h asta-
yım !"
"Belki rah atsızlığına iyi gelirdi, neyse ısrar etm iyorum ."
O dette gitm eden önce ışığı sö n dü rm esini rica etti; Sw ann
yatağın perdelerini b izzat çekip evden çıktı. A m a kendi evine
va rd ığın d a, birdenbire, O dette'in belki d e birini beklediği geçti
aklından; belki m ah su s y o rg u n m uş gibi d av ran m ış, Sw ann
u yu yacağını zannetsin d iye ışığı sö n d ü rtm üş ve o çıkar çıkm az
da, ışığı tekrar yakıp geceyi birlikte geçireceği adam ı içeriye al-
m ıştı. Saate baktı. O dette'in yanından ayrılalı yaklaşık bir b u -
çuk sa at olm uştu; tekrar dışarı çıkıp bir fayton çevirdi ve O d et-
te'in evinin yakınında, evin arka cephesinin, yani Sw ann'in b a -

281
zı geceler geldiğini haber verm ek için tıklattığı yatak o d ası pen -
ceresinin baktığı so kağa dik bir ara sokakta arabayı d u rdu rd u;
aşağ ı indi, bütün m ah alle karanlığa gö m ü lm ü ştü, ortalık ıssız -
dı, iki adım y ürüy ü p O dette'in evinin n eredeyse tam karşısına
vardı. Sok aktak i evlerin ışıkları çoktan sö n d ü rülm ü ştü , bü tün o
karanlık pencerelerin arasın d a yalnız bir tanesinden, -ışığ ın es-
rarengiz, yaldızlı özünü sıkıp çıkaran pan jurların arasın d an -
od ayı d o lduran aydınlık dışarı sızıy ord u; kim bilir kaç gece,
Svvann'in so k ağ a girer girm ez uzak tan g ö rd ü ğ ü bu ışık, "İçeri-
d e seni bek liyor," m üjdesiyle onu sevin dirm işti, oy sa şim di,
"İçeride, beklediği erkekle birlikte," diyerek işken ce ed iyord u
Sw an n 'a. O erkeğin kim o ld uğu n u m erak etti; d u v ar dibin den,
pencereye k a d ar sessizce ilerledi, am a panju run aralık larından
hiçbir şey görem iyor, sad ece gecenin sessizliğin d e , m ırıltı halin -
d e k o n uşm alar işitebiliyordu.
H iç şü p h e yok ki, pencerenin ardın daki gö rün m ez, iğrenç
çiftin içinde hareket ettiği yaldızlı ışığı görm ek, o gittikten so n -
ra gelen kişinin varlığını, O dette'in riyakârlığını ve o ad am la
y a şad ığ ı m u tluluğu ele veren bu mırıltıyı d u y m a k , Sw an n için
bir ıstıraptı. Yine de geldiğin e m em n un d u; kendisin i evinden
çıkm aya zo rlayan ve içini kem iren m erakın belirsizliği ortadan
kalkınca, keskinliği de azalm ıştı; ilk an d a ani v e g ü çsü z bir
şü p h e olarak ortaya çıkan O dette'in öteki hayatı, şim d i k arşı-
sın d a lam banın ışığıyla ay dın lan m ış halde, her şeyden haber-
siz, o o d ad a h a pis d uruy ord u, canı isted iği an, içeri girip bu h a-
yatı gafil avlayabilir, yakalayabilirdi; y a d a, d ah a iyisi, çok geç
ge ld iği geceler sık sık yap tığ ı gibi, pan juru tıklatırdı; böylece,
en azın d an O dette Sw ann'in her şeyi bildiğin i, ışığı gö rü p k o-
nuşm aları d u y d u ğu n u anlardı; az önce, O dette'i öteki erkekle
birlikte, kendi kuruntularına gülerken canlandırm ıştı k afasın -
da, o y sa şim d i k arşısın da bilin çsizce bir gü v en ve yanılgı içinde
gö rd ü ğü , onlardı; sonuçta, çok u zak ta zannettikleri, az sonra
pan juru tıklatacağını ak ıllarından bile geçirm edikleri Sw ann,
faka bastırm ıştı kendilerini. Belki d e Sw an n'in o esn ad a y a şad ı-
ğı, neredeyse hoş denebilecek d u y gu , bir şüph enin ve ıstırabın
dindirilm esinden farklı bir şey, zihinsel bir hazdı. Â şık old u -
ğun d an beri, eskiden ilgilenm ekten zevk aldığı şeyler gö z ün d e

282
yine bir çekicilik k azan m ay a başlam ıştı, am a sad ece O dette'in
hatırasıyla ay dın landıkları ölçüd e ilginçtiler; buna karşılık, şim -
di de kıskançlığı, çalışkan gençliğinin bir başk a un surunu , ger-
çeklik tutk usun u canland ırm ıştı, am a bu da, Sw an n 'la sevgilisi
arasın da duran, ışığını yalnızca O d ette'ten alan bir gerçeklikti,
tam am en bireysel, pah a biçilm ez, adeta nesnel güzellikte, tek
bir hedefi vardı: O dette'in hareketleri, ilişkileri, tasarıları ve
geçm işi. O gü n e kadar, bir insanın h ayatınd aki gü n delik olay-
lar, sıradan hareketler, Sw an n 'a d eğ e rsiz şeyler gibi gö rün m ü ş-
tü hep; bu k on ularda kendisin e d ed ik o d u yapıld ığ ın d a üstün -
d e d u rm az, dinlerken yü zey sel bir dikkat sa rf ederd i sadece;
kendini en sırad an hissettiği an lardı bunlar. A m a aşkın bu tu-
haf safh asın d a, bireysel olan b ü yü k bir derinlik k azan d ığın dan ,
Sw ann'in, bir kadının en sıradan hareketlerine d u y d u ğu m e-
rak da, bir zam an la r Tarih'e b esled iği m eraktan farksızd ı. O
ân a k ad ar y apm ak tan utanç d u y acağı her şey, bir pencerenin
ön ünde d u ru p içeriyi gö zetlem ek , kim bilir belki yarın bir gün,
ilgisiz kişilerin ağ zın d an u stalık la laf alm ak, hizm etkârlara rü ş-
vet verip casu s gibi k ullan m ak , kapıları dinlem ek, artık
Sw an n'in nazarın da, tıpkı m etin çözüm lem eleri, çeşitli tanıklık-
ların karşılaştırılm ası ve tarihî eserlerin yo rum lanm ası gibi,
gerçek zihinsel değere sah ip, gerçekliğin araştırılm asın a uygun
birer bilim sel incelem e yöntem iydi.
Tam pan juru tıklatm ak üzereyken, bir an, eve gittiğinde
k apıldığı şüph eleri v e geri d ö n ü p so kakta dikildiğin i O dette'in
öğreneceğini d ü şü n ü p utandı. K ıskanç in san lardan , c asusluğ a
m eraklı sevgililerden ne k ad ar nefret ettiğini O dette birçok kez
söylem işti. Y apm ak üzere o ld u ğ u şey, pek beceriksizce bir hare-
ketti, O dette'in bun d an böyle kendisin den nefret etm esine yol
açacaktı, oysa panjuru henüz tıklatm am ış o ld u ğu o an d a, O det-
te kendisini aldatm ak la birlikte, belki hâlâ sev iyo rdu. Böyle an-
lık bir tatm in u ğrun a, sabırsızlık y üzün den , ne m u tlulu k ihti-
m alleri feda edilm iştir! Yine d e gerçeği öğrenm e arz usu dah a
gü çlü y dü v e dah a so ylu gö rü n ü y o rd u Sw an n'a. N asıl ki bir
âlim , san atsal değerine kayıtsız k alam ad ığı ışıl ışıl yald ızlı bir
k apağın içindeki değerli elyazm asın a b aşv u rd u ğ un d a, aradığı
bilgileri orad a bulacağın ı bilirse, Sw an n d a, ge rçeğe u yg un bi-

283
çim de k afasın d a canlandırabilm ek için hayatını feda edeceği
bir du ru m u n ayrıntılarını, ışık çizgileriyle ay dın lan m ış bu pen -
cerenin ark asın d a b u lu p okuyabileceğini biliyordu. Böylesine
m erak ettiği gerçeği, y arısay d am , sıcacık, g ö z alıcı bir m ad d e -
den olu şan bu biricik, geçici ve değerli n üsh adan öğrenm e fikri,
ona ad eta tensel bir h az veriyordu. H issettiği - v e şid d etle ihti-
yaç d u y d u ğ u - ü stün lü k, belki gerçeği bilm esinden çok b ild iğ i-
ni onlara gösterebilecek d u ru m d a olm asın dan kayn aklan ıyor-
du. Parm ak ucun da pencereye uzandı. Panjuru tıklattı. İçeride-
kiler duy m ayın ca d ah a hızlı vu rdu , kon uşm alar kesildi. Odet-
te'in ark ad aşların d an h an gisin e ait olabileceğini kestirm eye ça-
lıştığı bir erkek sesi sordu:
"K im o ?"
Sesi tam olarak çıkartam ıyordu. Bir kere dah a vurdu . Ö nce
pencere, sonra pan jur açıldı. A rtık geri d ö n ü lm ez bir n o k ta day -
dı, O dette n a sılsa her şeyi öğreneceğine göre, hiç d eğ ilse fazla
bedbaht, fazla kıskanç ve m eraklı görün m em ek için, kayıtsız,
neşeli bir ton da seslen m ekle yetindi:
"R ah atsız olm ayın, geçerken ışık gö rd ü m de, b a ş ağrın ız
mı arttı d iye m erak ettim ."
İçeriye baktı. K arşısın d a, pencerenin önünd e, iki yaşlı
ad a m durm ak tayd ı, birinin elinde lam b a vard ı; sonra odayı
gördü , tanım adığı bir odaydı. O dette'e geç saatte geld iği ak -
şam lar, onun penceresini, birbirine benzer, karanlık pencereler
arasın d a ışıklı tek pencere olm asın dan tanım aya alıştığı için y a-
nılm ış, y an dak i evin cam ına v u rm uştu. Ö zür diley ip oradan
ay rılarak evine dö n d ü ; m erakının tatm ini aşk larına halel getir-
m ediği ve uzu n zam an boyunca O dette'e karşı k ay ıtsızm ış gibi
davran dık tan sonra, k ısk ançlığıyla onu aşırı derecede sev diğin i
gösterm ediği için m utluyd u ; iki sev gilid en birinin aşırı derece-
deki sev gisin i gösterm esi, diğerini, yeterince sevm ekten tem elli
b ağışık tutar.
Sw ann bu aksilikten O dette'e hiç sö z etm edi, kend isi de ar-
tık bu olayı d üşü n m üy o rd u . A m a zam an zam an d ü şü n cesi bu
un u tu lm uş anıya rastlay ıp çarpıyor, onu öne itiyor, Sw an n 'a
keskin ve derin bir acı veriyordu. Sw an n bu acıyı, sanki fiziksel
bir acıym ış gibi, düşünceleriyle yatıştıram ıyordu; am a fiziksel

284
acı düşün ced en b a ğım sız old u ğu n d an , d ü şün ce hiç değilse
onun üzerin de durabilir, azald ığın ı, geçici olarak d in diğini sa p -
tayabilir. O ysa bu acıyı, dü şün ce sırf hatırlam akla yeniden ya-
ratm ış oluyordu. Bu acıyı d ü şü n m em e isteği, dah a çok d ü şü n -
m ek, dah a çok ıstırap çekm ek anlam ın a geliyordu. A rk ad aşla-
rıyla soh bet ederken derdini u n u ttuğ u zam anlar, birdenbire
söylenen bir söz, tıpkı sak arın teki ansızın gelip yaralı bir a d a-
m ın tam ağrıyan yerine d o k u n m u ş gibi, Svvann'ın çehresini al-
lak bu llak ediyordu. O dette'in yanın dan ay rıldığın da kendini
d aim a m utlu, huzurlu h isse d iy o rd u ; O dette'in filan cad an söz
ederken alaylı, kendisin e yö n eldiğin de sevecen olan gü lüm se-
m elerini, o ilk gece arab ad a yap tığı gibi ekseninden koparıp
b ü ktü ğü , n eredeyse istem eyerek d udak ların ın üzerine d ü şü r-
d ü ğ ü başının ağırlığını, kollarının arasın da baygın baygın bak ı-
şını, bir yandan d a ü şü m ü ş gibi ona so k ulu p başını om zuna
gö m ü şü n ü hatırlıyordu.
A m a kıskançlığı, hiç vakit kaybetm eden, sank i aşkının gö l-
ge siy m iş gibi, O dette'in d ah a birk aç saat önce Svvann'a yönelt-
tiği o d e ğişik tebessüm ün -şim d i tersine d ö n ü p Sw an n 'la alay
eden, bir başk asın a yönelirken aşk la d o lan - bir kopyasın ı çıka-
rıyor, başının eğim ini, bu sefer başk a d u d a k lara d o ğ ru eğilir-
ken taklit ediyor, Svvann'a su n d u ğ u bütü n sev gi gösterilerini
şim d i bir b aşk asın a sun ulurken tek rarlıyordu. O dette'in evin-
den çıkarken beraberinde g ö tü rd ü ğ ü b ütün tensel hatıralar, tıp-
kı bir dekoratörün su n d u ğ u "pro jeler", taslaklar gibi, O dette'in
b aşk a bir erkeğin karşısın d aki ateşli veya ken dinden geçm iş
hallerini hayal etm esine im kân tanıyorlardı. Ö yle ki, Svvann
O dette'le y aşad ığ ı her h azdan , O dette'in icat ettiği ve k en d isi-
nin de tedbirsizlik ed ip h oşlandığın ı belirttiği her okşayıştan,
O dette'te keşfettiği her güzellikten pişm an lık d u y a r olm uştu,
çünkü bunların her birinin, bir san iy e sonra, kend isi için yeni
bir işkence aletine d ön üşeceğin i biliyordu.
Ç ektiği az ap , birkaç gün önce O dette'in gözlerin de ilk defa
y ak alad ığı k ısa bir bakışın h atırasıyla birleşince, day an ılm az
hale geliyordu. Verdurin'lerde, bir ak şam yem eğind en so n ray-
dı. Forcheville, belki kayın biraderi Saniette'in V erdurin'ler tara-
fından pek sev ilm ediğin i h issed ip onu gün ah keçisi gibi kulla-

285
narak ev sahiplerinin gö zü n d e p arlam ak istem işti; belki Saniet-
te'in, aslında hiçbir kötü niyet gü tm eden söylenm iş, bu sözdeki
kırıcı im ayı an lam aları m üm k ün olm ayan m üritlerin farkına bi-
le varm ad ıkları, patav atsız ca bir sö zü n e kızm ıştı; belki d e ken-
disini fazlasıy la yakın dan tanıyan ve aşırı h assasiy eti n edeniyle
zam an zam an sırf varlığınd an bile rah atsız o ld u ğu Saniette'i o
evden atm ak için ne zam an d ır fırsat k ollu yordu; sebebi ne olur-
sa olsun, Forcheville Saniette'in p atav atsızca sözlerine öyle bir
kabalıkla cevap verdi, o kükredikçe korkan, acı çeken Saniet-
te'in yakarıların dan iyice cesaret alarak öyle h akaretler etm eye
k o yuldu ki, zavallı Saniette, M m e Verdurin'e k alm ası m ı gitm e-
si mi gerektiğini so rd u; bir cev ap alam ayınca, gö zlerin de y a ş-
larla, kekeleyerek çıkıp gitti. O dette bu sah neyi soğu kkan lılıkla
izlem işti, am a kapı Saniette'in ark asınd an k ap an d ığ ın d a,
Forcheville'le aynı alçaklık dü ze yin e gelebilm ek için yüzün ün
olağan ifadesini adeta birkaç derece d ü şü rm ü ş, gözleri, Forche-
ville'in cesaretini kutlayan, k urbanıyla d a alay eden sinsi bir te-
b essüm le parlam ıştı; suçortaklığını ifade eden bak ışlarınd a,
"A d a m k urşun a d izilm iş k ad ar oldu. O süklü m pük lüm halini
görd ü n ü z m ü ? A ğlıyo rd u resm en ," sözleri o k ad ar açıkça o k u-
nuyordu ki, gözleri bu b ak ışlarla k arşılaşan Forcheville, öfke-
sinden ya d a öfke taklidinden bir an d a sıyrılarak gü lü m se d i ve
şu cevabı verdi:
"Biraz kibar olabilse ydi hâlâ b u rad a olurdu; adam akıllı bir
köteğin her yaşta fay dası olur."
Sw ann bir gün öğle den sonra, bir d o stun u ziyaret etm ek
üzere evden çıkm ış, gö rm ek iste d iği kişiyi evind e bulam ayınca,
O dette'e uğram ak gelm işti aklına; b u saatte O dette'in evine hiç
gitm ezdi, am a bu saatlerd e hep ev d e o ld uğu n u , ya öğle u y k u -
sun a yattığını ya d a çay saatin e k ad ar m ektup yazdığın ı bili-
yordu; O dette'i rah atsız etm eyecek kısa bir görüşm enin hoş
olacağını d ü şü n d ü . K apıcı O dette'in galiba ev de oldu ğu n u söy -
ledi; kapıyı çaldı; k ulağın a bazı gürültüler, ayak sesleri gelir g i-
bi oldu, am a kapı açılm adı. K aygılan ıp sinirlenerek evin arka
tarafındaki so k ağa gitti ve yatak o d ası penceresinin ön ünd e
durdu; perdeler kapalı o ld u ğ u n d an içerisi gö rünm ü yord u, ca-
m a sertçe vu ru p seslen di; cevap veren olm adı. K om şuların ken-

286
dişin i seyrettiğini fark etti. Belki d e ay ak seslerini yanlış d u y -
d u ğ u n u d üşün erek o radan ayrıldı; am a kafası bu olayla o k a-
d ar m e şg u ld ü ki başk a bir şey d ü şü n em iyo rd u. Bir saat sonra
tekrar O dette'in evine gitti. Bu sefer O dette'i evd e buld u; O d et-
te d ah a önce ge ld iğ in d e d e ev d e o ld uğu n u , am a u y ud u ğun u
söy le di; zil sesine uyan m ış, gelenin Sw ann o ld uğu n u tahm in
ed ip ark asın d an k o şm uş, am a yetişem em işti. C am a v u ru ld u ğ u -
nu d a işitm işti. Sw ann bu sözlerde, hazırlıksız yakalanan y a-
lancıların, u y d u rd u k ları hikâyeyi gerçeğe benzetm ek için y a-
lanların a ekledikleri d o ğru ayrıntıyı derhal tanıdı. O dette açık-
lam ak istem ediği bir şey yap tığın d a, onu benliğinin derinlikle-
rine gizliyo rdu şü ph esiz. A m a yalan sö ylem eye niyetli o ld u ğu
kişiyle k arşı k arşıya geldiği an d a heyecana kapılır, k afasın dan
bütü n düşün celer silinip gider, u yd urm a ve m antık yürütm e
m elekeleri felce u ğrard ı; k afasın d a bir boşluk olu şu rd u , am a bir
şeyler sö ylem esi gerektiği için, önüne çıkan tek şeye, yani gizle-
m ek isted iği ve d o ğru o ld u ğu için d e tek başına o rada kalm ış
olan şey e sarılırdı. Bu gerçeğin, kendi başın a bir önem taşım a-
yan k üçük bir parçasın ı aray ıp bulur, aslın da böylesinin dah a
iyi o ld u ğu n u, bu do ğrulan abilir ayrıntının, u y d uru lm u ş bir ay -
rıntı k ad ar tehlikeli olm adığın ı d üşü n ü rd ü. "B u k ad arı do ğru
hiç d eğilse, kâr kârdır, isterse araştırsın, d o ğru o ld u ğu n u ö ğ -
rensin, beni ele verecek olan bu ayrıntı d e ğ il," derd i kendi ken-
dine. O ysa yanılıyordu, onu bu ayrıntı ele verirdi; O dette far-
kında d eğild i am a, bu gerçek ayrıntının köşeleri, an cak içinden
keyfî biçim de koparıldığı ayrıntılar bütü nü ne oturabilirdi; bu
gerçek ayrıntı hangi uy d urm a ayrıntıların arasın a yerleştirilirse
yerleştirilsin, o bütünün bir parçası olm ayacağı için, d o ld u ru la-
m ay an bo şluk lar ve sığd ırılam ay an fazlalıklar onu m utlaka ele
verecekti. "Z ili çalıp cam a v u ruşu m u işittiğini, benim geldiğim i
tahm in ettiğini ve beni görm ek istediğin i itiraf ediyor," diy ordu
Sw ann kendi kendine. "A m a bu, kapının açılm adığı gerçeğiyle
b ağd aşm ıy o r."
Yine d e bu çelişkiye O dette'in dik katini çekm edi, çünkü
onu kend i haline bırak ırsa, O dette'in m uh tem elen bir yalan
u y d u racağın ı ve bu y alanın da, gerçeğin zay ıf bir gö stergesi
olabileceğin i d ü şü n ü y o rd u ; O dette k on uşm ak tay d ı; Sw ann

287
onun sö z ün ü kesm iyor, söy le dik lerin i açgö zlü , san cılı bir d ik -
katle hafızasına k ay d ed iy o rd u ; O dette'in ağz ın d an çıkan s ö z -
lerin (onunla k o n uşurk en gerçeği bu sözlerin ark asın a g izle d i-
ği için), tıpkı k u tsal örtü gibi, o pah a biçilm ez ve ne yazık ki
gizli k alm ay a m ah kûm ge rçeğin -O d e tte'in o gü n öğle den
son ra saa t üçte, Sw ann g e ld iğ i e sn ad a y ap tığı şe y in - izini belli
b elirsiz taşıdık ların ı, şeklini k ab aca çizdiklerini h isse d iy o rd u;
bu gerçekle ilgili öğren ebileceği tek şey, O d ette'in sö y le d iği
yalanlar, ad e ta o ku n m ası im k ân sız , ilahi k alın tılardı artık;
b u n d an böy le bu gerçek, kıym etini b ilm e d iği h alde, asla ele
verm em ek ü zere ona yatak lık eden k adın ın h atırasın da m ev-
cut olacaktı. H iç şü ph e yo k ki, Sw an n ara sıra O dette'in gü n -
delik hayatının heyecanlı ve ilgin ç olm ad ığın ı, b a şk a erkekler-
le ilişk ilerinin de, d ü şü n en her in san ın n azarın d a intihar arz u -
su uyan dırabilecek , ölüm cül bir k ederi etrafa ken diliğin den ,
evrensel bir b içim de y a ym ad ık ların ı d ü şü n ü y o rd u . Böyle an-
la rd a, bu ilginin, b u k ederin sad e ce k en d isin de, bir h astalık
olarak b u lu n d u ğ u n u v e b u h astalık geçtiğin d e, O dette'in y a p -
tıklarının, b aşk aların a v e rm iş olabileceği öpücü klerin , tıpkı s a -
yısız b a şk a k adın ın y ap tıkları ve ö pücü k leri gibi, z ararsız hale
geleceğini anlıyo rdu. N e v ar ki, Sw an n, h alih azırdak i sancılı
m erak ı tam am en k en d isin den k ay n ak lan d ığı h alde, bu m erakı
ön em sem eyi ve m erakını tatm in etm ek için elinden geleni
y ap m ay ı d a m an tık sız b ulm u y o rd u . Ç ü n k ü Sw an n 'in y aşın d a
insanın fe lsefesi, artık genç liğin d ek i fe lsefesin den farklıdır,
-ay rıc a Sw an n'in şim d ik i fe lsefesi, dönem in felsefesiy le ve
Sw an n 'in uzu n sü re için de y a şad ığ ı m uhitte (yani Lau m e s
P ren sesi'nin, z ekây ı şü ph ecilik le ölçen, her insan ın k endi ze v-
kinden b aşk a hiçbir şey i gerçek ve tartışılm az k abul etm eyen
yakın çevresinde) geçerli olan felsefeyle de deste k le n iy ord u -
den ey sel, n ere dey se tıbbi bir fe lse fed ir b u; in san lar b u y aşta
özlem lerini d ışa vu rm ak yerine, ge rid e bıraktıkları yılların,
k en di içinde tipik ve kalıcı say abilecek leri birtakım sab it alış-
kanlıklarla tutk ulardan o lu şan tortu sun u ayırm aya çalışırlar
ve seçtikleri h ay at tarzının her şey d en önce b u alışkan lıkları
ve tutkuları tatm in etm esin e b ilh assa özen gösterirler. Sw an n,
n asıl rutubetli bir iklim in e g z a m ası ü zerin dek i azdırıcı etkisini

288
dik k ate alıy orsa, O dette'in yaptıkların ı bilm em ekten d u y d u ğ u
ü zü n tü y e hay atın d a bir yer ay ırm ay ı da akıllıca buluyor, nasıl
ki koleksiyo n ları, ince d am a k zevki gibi -e n azın dan âşık ol-
m ad a n ö n c e- k en d isin e haz verebileceğini bildiği zevklerine,
b ü tçesin d e belirli bir m e blağ ay ırıy orsa, O dette'in gü n d ü zleri
neler y ap tığ ı k o n u su n d a, öğ ren m ezse bedb ah t o lacağı m alu -
m atı edin ebilm ek için de, hatırı sayılır bir m e b lağ ayırm ay ı g e -
rekli gö rüy o rd u .
Evine dö n m ek ü zere kalkıp O dette'le ve dalaştığı sırada,
O dette biraz dah a kalm asın ı rica etti, hattâ ısrarlı dav ran ıp, ka-
pıyı açm aya yeltend iğind e kolunu tuttu. A m a Sw an n bunun
üzerin de d u rm adı; zaten bir k o n u şm ad a yer alan hareket, söz
ve olay b ollu ğu içinde, şüph elerim izin gelişigü zel aradığ ı bir
gerçeği gizleyen unsurlar, kaçınılm az olarak, hiç dikkatim izi
çekm eden geçip giderler; bizim ü zerin de d u rd u ğu m u z ayrıntı-
lar ise, aksin e ard ın d a hiçbir şey gizlem eyen ayrıntılardır. O det-
te tekrar tekrar, "N e aksilik, hiç âdetin o lm adığı h alde bir gün
öğle den so n ra geleceğin tuttu, o zam an d a gö rü şem ed ik ," di-
yordu. O dette'in, gö rüşem edik lerin e böylesine hayıflanacak k a-
d ar k en disin e âşık olm adığını Sw an n pek âlâ biliyordu, am a
O dette iyi k alpli bir insandı, genellikle Sw ann'i m em n un etm ek
ister ve k ızd ırd ığın d a çoğunlukla ü zülü rdü; dolay ısıyla, k end i-
sine d eğ ilse d e Sw an n 'a b üy ü k bir h az verecek olan bu bir saat-
lik beraberlikten onu m ah rum ettiğine ü zülm esini de, Sw ann
d o ğal bu ldu. B ununla birlikte, pek o k adar önem li bir şey d e ol-
m ad ığı için, O dette'in din m eyen ü zü n tü sü son un da Sw ann'i
şaşırttı. O dette b u haliyle, İlkbahar tablosu ressam ın ın kadın fi-
gürlerini her zam a nk in d en çok hatırlatıyordu. O e sn ad a O det-
te'in y üzü, b u kadın ların, bebek İsa'nın bir narla oynayışını ve-
ya M usa'n ın bir y ala ğ a su boşaltışını seyrederken bile, k ald ıra-
m adıkları bir acının ağırlığıyla ezilirm iş gibi görünen, bitkin ve
kederli yüzlerin den farksızdı. D aha önce d e O dette'in yü zü n de
böyle kederli bir ifad e gö rm üştü, am a ne zam an gö rd ü ğü n ü
hatırlam ıyordu. A nsızın hatırladı: Sw an n'la beraber olabilm ek
için hastalık m azeretiyle ak şam yem eğine katılm adığı gecenin
ertesi gün ü, M m e V erdurin'e yalan söylerken, O dette'in y üzün -
de aynı keder vardı. Hiç şüp h esiz, O dette dün yanın en d ü rü st

289
kadın ı da olsa, bu k ad ar m asu m bir yalan yü zü n den vicdan
azabı çekm ezdi. A m a O dette'in sık sık sö y le d iğ i yalanlar, bu
k ad ar m asu m yalan lar değil, çeşitli insanların k arşısın d a k en di-
sini son derece zor du rum a dü şürebilecek türden keşifleri en-
gellem eye yaray an yalanlardı. Bu y üzd en de, yalan söy le diği
zam an korkuya kapılır, kendini sa v u n m asız hisseder, b aşa rab i-
leceğinden em in olam az, tıpkı u y k u su n u alam am ış bir çocuk
gibi, yo rgunluktan a ğlam ak isterdi. Ayrıca, genellikle yalan
sö y le diği erkeği ciddi şek ilde incittiğini ve iyi bir yalan u y d u ra-
m azsa, kaderini onun ellerine teslim etm iş olacağını d a bilirdi.
O z am an , sö z k on usu erkeğin k arşısın d a hem ezik, hem d e su ç-
lu hissed erd i kendini. So sy a l y aşan tısıy la ilgili ön em siz bir y a -
lan söylem esi gerektiğin de de, d u y g u ve anıların çağrışım ıyla
aşırı bir y orgun luğa yenik düşer, fesatlık etm işçesine bir p iş-
m anlık duyardı.
Svvann'a kim bilir ne ağır bir yalan söylem ekteydi ki, b ak ış-
ları böylesin e ıstırapla doluyor, sesi, zorla gö ste rd iği çabanın
ağırlığı altında ezilircesine, am an dilercesine sızlanıyordu.
Sw ann, O dette'in, sad ece öğleden son raki olayın aslını değil,
dah a yakın, belki h en üz gerçekleşm em iş, az sonra m ey dana g e -
lecek ve Sw an n'i gizlenen gerçek k o n usun d a aydınlatabilecek
olan bir şeyi d e sak lam aya çalıştığını d ü şü n d ü . O esn ad a zilin
sesini d u y d u. Odette hiç du rm ad an ko n uşu y ord u, am a sözleri
artık bir iniltiye d ön ü şm ü ştü ; öğleden sonra Sw an n'la gö rüşe-
m em iş, k apıyı açam am ış olm ası, bir felaket haline gelm işti.
K apan an giriş k apısın ın ve bir arabanın sesi işitildi; sanki
birisi, -m u htem elen Sw an n'in k arşılaşm am ası gereken kişi—
O dette'in ev den çıkm ış o ld u ğu sö y le n d iği için, kapıd an dö n ü -
yordu. Bunun üzerine, Sw ann , sırf her zam ank in den farklı bir
saatte gelm ekle, O dette'in kend isin den gizlem ek istediği ne çok
şeyi en gelled iğini dü şün erek bir yılgınlığa kapıld ı, n eredeyse
yıkım a u ğradı. A m a O dette'i se v d iği ve bütün düşüncelerini
ona yöneltm eye alıştığı için, kendine acıyacağın a ona acıdı ve
"Z avallı y av rucak !" diy e m ırıldandı. Sw ann giderken, O dette
m asasının üstün d e d uran bir tom ar m ektubu kendisin e verip
p o stalam asın ı rica etti. Sw ann evine d ö n d üğü n d e , m ektupları
atm ayı u n utm u ş o ld u ğu n u fark etti. Tekrar çıkıp po stan ey e git-

290
ti, cebinden m ektupları çıkardı ve k utuya atm adan önce, zarfla-
rın üzerin deki adreslere baktı. M ektupların hepsi çeşitli dük -
kânlara, yalnız biri Forcheville'e yazılm ıştı. Sw ann m ektubu
elinde tutuyordu. "M ektubu açıp oku sam , O dette'in ona nasıl
hitap ettiğini, neler sö ylediğini, araların da bir şey olup olm adı-
ğını öğren ird im ," d iy ord u kendi kendine. "H attâ belki açm a-
m ak la, O dette'e karşı düşü n cesizlik etm iş oluyorum , çünkü
O dette açısınd an suçlayıcı olabilecek, her h alükârda ona acı
çektirecek ve m ek tup gönderildikten sonra asla silinem eyecek
olan bir şü ph e den kurtulm an ın tek yolu, m ektubu ok u m ak ."
Postaneden evine dö n d ü , am a son m ektubu atm am ış, yanı-
na alm ıştı. Bir m u m yakıp, açm aya cesaret edem ed iği zarfa
yaklaştırdı. Başlan gıçta hiçbir şey ok uyam adı, am a zarf inceydi,
içindeki sert karta yapıştırın ca, say d am kısm ındaki son kelim e-
leri seçebildi. G ayet so ğu k bir ve da cüm lesiydi bu. O an da, tam
tersine, Sw an n 'a yazılm ış bir m ektubu Forcheville o kusa, ne
k ad ar sevecen kelim eler gö rürdü! Z arftan d ah a küçük olan ve
zarfın içinde hareket eden kartı tuttu, sonra, b aşp arm ağıy la
k ayd ırarak , sırayla çeşitli satırları, zarfın tek kat olan ve içini
gösteren kısm ına den k getirdi.
Buna rağm en , kelim eleri tam olarak seçem iyordu. A slında
pek önem li d e d eğild i, çün kü m ektubun sıradan bir olayla ilgili
o ld u ğ u n u ve katiyen bir aşk ilişk isine değin m ediğini an layacak
k adarını o k um uştu; konu, O dette'in bir am casıyla ilgiliydi.
Sw ann bir satırın içindeki "h ak lıym ışım " kelim esini açık seçik
okuyabilm işti, am a O dette'in hangi kon ud a haklı o ld u ğu n u an-
layam ıyo rdu; sonra birdenbire, dah a önce o k uy am a dığı ilk ke-
lim eleri seçebildi ve bütün cüm lenin anlam ı açıkça ortaya çıktı:
"K ap ıy ı açm akta haklıym ışım , gelen am cam dı." K apıyı açm ak -
ta! D em ek ki öğleden sonra, Sw ann kapıyı çaldığın da, içeride
Forcheville vard ı ve O dette onu gönd erm işti; Sw an n'in d u y d u -
ğ u se s d e buydu.
Bunun üzerine, m ektubun tam am ını oku du; O dette m ektu-
bun so n u n d a, teklifsizliği y ü zün d en Forcheville'den özür d ili-
yor ve sigaraların ı evinde u nu ttuğun u sö y lü y ordu; O dette'in
evine ilk gidişlerind en birinin ardından , Sw an n'a da aynı cüm -
leyi yazm ıştı. A m a Sw an n'a y azd ığı m ektupta, "K e şk e kalbinizi

291
bırak m ış olsay dın ız , on u iad e etm ezdim siz e," diy e eklem işti.
Forcheville'e böyle bir şey yazm am ıştı; araların da bir aşk m ace-
rası old u ğu n u im a edecek tek bir sö z yoktu. İşin aslına bakıla-
cak olursa, O dette, gelenin am cası o ld u ğu n a Forcheville'i inan-
d ırm ak için m ek tup yazdığın a göre, bütün bu o lay d a kan dırı-
lan k işi, k end isin den ziy ad e Forcheville'di. Sonuçta O dette'in
önem verd iği erkek kendisiydi, Svvann'dı; o geldi d iy e Forche-
ville'i gö nd erm işti. Peki am a, Forcheville'le araların da bir şey
y o k sa, O dette kapıyı niçin hem en açm am ıştı; o e sn ad a kötü bir
şe y y a p m ıy o rd uy sa eğer, niçin "K apıy ı açm akla iyi etm işim ,
gelen am c am m ış," desind i; kapıyı açm am asın a Forcheville ne
gibi bir açıklam a getirebilirdi ki? O dette'in, onun inceliğine
olan m utlak güv en iyle, hiç kork m ad an ellerine teslim ettiği,
am a Sw an n 'in, asla öğrenem eyeceğini zannettiği bir olayın iç-
y ü zü y le birlikte, m eçhulden alınan ışıklı bir kesit m isali, O det-
te'in hayatının bir kısm ını da, say d am penceresi say esin de g ö -
rebildiği bu zarfın k arşısın d a, Sw ann bir süre, üzgü n , kaifası k a-
rışık, am a yine d e m utlu, öylece du rdu . Sonra kıskançlığı h az
d u y m a y a b aşlad ı; bu kıskançlık sanki bağım sız, bencil bir h a-
yatiyete sahipti ve Sw an n 'a zarar verm ek pah asın a d a olsa,
kendisini besleyebilecek her şey e açgö zlü lük le saldırıyord u.
Şim di kend ine bir besin bu lm uştu; Sw ann artık her gün O d et-
te'in saa t beş civarınd a kabul ettiği ziyaretçiler k o n u su n d a en-
dişelen ecek, Forcheville'in o saatte nerede o ld uğu n u öğrenm e-
ye çalışacaktı. Ç ü n k ü Sw an n'in aşkı, hâlâ başlangıçtak i yapısını
k o ruyo rd u ve b u y apıy a dam gasın ı vuran şey de, O dette'in
gün lerin i n asıl geçirdiğini bilm em esi ve Sw an n'in, zihinsel
tem belliği yüzün d en , bilgi yerine h ayal gücü n ü k oy m am ası ol-
m u ştu. Ö nceleri O dette'in bütün hayatını değil, sad ec e belirli
anlarını, bir olay d an , belki yanlış yorum ladığı bir olay dan yola
çıkarak, O dette'in kendisini aldatm ış olabileceğini d ü şü n d ü ğ ü
anları kıskan ıyordu . K ıskançlığı, tıpkı önce bir kolunu, sonra
İkincisini, ard ın d an d a üçü n cü sün ü u zatan bir ah tapot gibi, ön-
ce ak şam ü stü beşe, son ra bir b aşk a saate, son ra d a bir üçüncü-
sü n e sıkı sıkı yapıştı. A m a Sw an n kendine dert icat etm eyi bil-
m iyordu. Ü züntüleri, kend isin e d ışarıd a n gelm iş olan bir acı-
nın hatırasın dan , dev am ın dan ibaretti.

292
N e var ki, d ışarıd an gelen her şey ona acı veriyordu. Odet-
te'i Forcheville'den u zak laştırm ak , birkaç gü n lüğü n e G ün ey'e
götürm ek istedi. Fakat o rad a da, oteldeki bü tün erkeklerin
O dette'i, O dette'in d e onları arzuladığı zann ın a k apıldı. Eski-
den çıktığı seyahatlerde hep yeni insanlarla ilişki kuran , k ala-
balık toplantılara katılan Sw ann, şim di v ah şileşm iş, sanki in-
san lard an zalim bir darb e yem iş gibi to plu m d an k açar o lm u ş-
tu. H er erkeği O dette'in âşığ ı olm aya ad ay görürken , in san lar-
d an nefret etm em esi m ü m kü n m ü y d ü ? Böylece kıskançlığı,
Sw an n 'in kişiliğini ve başkaların ın gö zü n d e bu kişiliği d ışa v u -
ran işaretleri değiştirm eye b aşlad ı; üstelik bu, b aşlan gıçta Odet-
te'e beslediği tensel ve güle ry üz lü tutkunun yol açtığı d e ğ işim -
den d ah a keskin ve kökten bir değişim d i.
O dette'in Forcheville'e y az d ığ ı m ektubu o k u d u ğ u gün den
bir ay sonra, Sw ann, V erdurin'lerin d ü ze n led iği bir ak şam ye-
m eğine, B o ulogn e O rm an ı'n a gitti. Topluluk d ağ ılm ak üzerey-
ken, M m e V erdurin'le m isafirlerin çoğu arasın d a fısıltı halinde
k o n uşm alar geçtiğini fark etti; an lay abild iği k ad arıy la, p iy an is-
te ertesi gü n C h ato u 'd ak i toplantıya gelm esini hatırlatıyorlardı;
o y sa Sw an n bu toplantıya d av et edilm em işti.
V erdurin'ler alçak sesle k on uşm uş ve m u ğlak ifadeler kul-
lanm ışlardı, am a ressam , herh ald e d algınlıkla, haykırdı:
"H iç ışık olm asın, Ay Işığı sonatını karanlıkta çalsın ki, etra-
fın aydınlanışım d ah a iyi gö relim ."
Sw ann'in iki adım ötede oldu ğu n u gören M m e Verdurin, bir
pot kırıldığını fark eden herkes tarafından benim senen y ü z ifad e-
sini takındı; konuşanı sustu rm a ve işitene m asum görünm e iste-
ğini bom boş bakışlarda sabitleyen, kıpırtısız suçortaklığı işaretini
sa f tebessüm lerin ardına gizleyen bu ifade, potu kıranın değilse
de, m ağdurun , duru m u ânında fark etm esine yol açar daim a.
O dette, birdenbire hayatın ezici sorunlarıyla m ücadele etm ekten
vazgeçen um u tsu z bir insanın edasına bürün dü; Sw ann ise, res-
torandan çıkıp O dette'le birlikte eve döneceği ânı iple çekiyordu;
yolda O dette'ten m eseleyi açıklığa kavuşturm asını isteyecek, er-
tesi gün ya C hatou'ya gitm em esini, veya kendisini d e davet ettir-
m esini sağlay acak ve sıkıntısını O dette'in kollarında giderecekti.
Nihayet arabalar çağrıldı. M m e Verdurin Sw an n'a döndü:

293
"H a y d i, hoşçakalın, yakın da görüşm ek ü zere," derken, b a-
k ışlarınd ak i sevecenlik ve gülüm sem esin d ek i rahatsızlık, o g ü -
ne k ad ar hep y aptığı gibi, "Yarın C h ato u 'd a gö rü şüy o ru z, y a-
rın dan sonra da b iz d e," dem ediğini Sw ann'in fark etm esini en-
gellem eye yönelikti.
M. ve M m e Verdurin, Forcheville'i arabaların a aldılar;
Sw an n 'in arabası onlarınkinin ark asın d aydı, Sw an n O dette'i
kendi arab asın a bind irm ek için, Verdurin'lerin arabasın ın hare-
ket etm esini bekliyordu.
"O dette, sizi biz bırak acağız," dedi M m e Verdurin; "M . de
Forcheville'in yan ın da size de bir yerim iz var."
"P eki h anım efen di," diy e cevap verdi O dette.
"N asıl olur, sizi evinize ben bırakacaktım ," diye haykırdı
Sw an n , sö z ü u zatm adan ; kapı açılm ıştı, san iyeler say ılıyd ı ve
içinde b u lu n d u ğ u ruh halinde, Sw ann 'in tek başın a eve d ö n -
m esi m üm kün değild i.
"A m a M m e V erdurin..."
"C an ım , bu sefer tek başın ız a dönün, O dette'i kaç kere size
bırak tık ," d ed i M m e Verdurin.
"H an ım efen diy e söylem ek isted iğim önem li bir şey vardı
d a..."
"N e y apalım , m ek tup yazıverin ..."
"H o şçak alın ," dedi O dette, elini Sw an n 'a uzatarak.
Sw an n gü lü m sem ey e çalıştı, am a yıkılm ıştı.
"Sw an n 'in b ize k arşı dav ranışların d a ne k ad ar cüretkâr ol-
d u ğ u n u fark ettin m i?" d ed i M m e Verdurin k ocasına, eve d ön -
düklerinde. "O d ette'i arab am ıza aldık diy e beni çiğ çiğ yiye-
cekti neredeyse. M ün asebetsizliğin bu kadarı d a fazla! Rande-
vuevi işlettiğim izi sö y lesey d i bari! O dette'in bu tür d av ran ışla-
ra nasıl taham m ül ettiğini an lam ıyorum d o ğru su. A d eta 'Siz
ban a aitsiniz,' diyor. D üşüncelerim i O dette'e açıklayacağım ,
um arım beni an lar."
H em en ardından, öfkeyle ekledi:
"İnanılır gibi d eğil, p is hay v an !" M m e Verdurin farkında
olm adan , belki aynı kendini haklı çıkarm a iç güd üsüy le, -tıpkı
Françoise'm C o m b ray 'd e tavuk bir türlü ölm ezken yaptığı g i-
b i- za rarsız bir hayvanı ezm ekte olan bir köylünün, can çekişen

294
hayvanın son çırpınışlarına tepki olarak söyleyeceği kelim eleri
kullanıyordu.
M m e Verdurin'in arabası hareket ettikten sonra, arabacısı
Sw an n 'a baktı ve acaba hastalan dı m ı, ya da başın a bir felaket
m i ge ld i d iy e sord u.
Sw ann arabacısını gön derdi, yürü m ek istiyordu; B oulogne
O rm anı'n dan eve yaya dö nd ü. Yürürken yü ksek sesle, kendi
kendine k on uşuy ordu; o gün e k ad ar küçük yuvanın m eziyetle-
rini bir bir sayarken , Verdurin'lerin yü ceg ön üllü lüğü n ü göklere
çıkarırken kullan dığı hafif yapm acık ton hâkim di sesine. N asıl
ki O dette'in o çok hoşlan dığı sözlerini, tebessüm lerini, ö p ü cü k -
lerini, bir başk asın a yöneldiklerinde iğrenç b u luyo rsa, aynı şe -
kilde dah a biraz önce, gerçek bir san at tutkusuyla, hattâ m an e-
vi asaletle d o p d o lu ve eğlenceli b u ld u ğu Verdurin'lerin salon u
da, artık O dette o rad a bir b aşk asıy la b u lu şu p onu ö zgürce se -
veceği için, Sw an n'a gülünç, saçm a ve iğrenç görün üyo rd u.
Ertesi ak şam C h ato u 'd a yapılacak toplantıyı k afasın d a tik-
sintiyle canlandırıyordu. "C h ato u 'y a gitm e fikri zaten iğrenç!
D ükkânını k apatıp gezm ey e giden tuhafiyeciler gibi! Bu in san -
ların burju valığı inanılır gibi d eğil; gerçek in san lar değil bunlar,
Labiche'in oyunların dan fırlam ış karak terler!"
C o ttard'lar o rad a olacaktı, Brichot d a belki giderdi. "B u iç
içe y aşay an , sıradan insanların hayatı gülünç bir şey; yarın h ep-
si Chatou'da b u luşm asalar, neye uğradıkların ı şaşırırlar!" H ey-
hat! R essam d a orad a olacaktı; "çö p çatan lık " y apm a m erakı y ü -
zün den Forcheville'le O dette'i birlikte atölyesine d av e t edecek-
ti. O dette'i bu kır ge zisin de fazlasıy la şık bir kıyafetle hayal
ediyord u ; "Z avallıcık o k ad ar b ay ağ ı ve o k ad ar d a ap tal k i!!!"
M m e Verdurin'in yem ekten son ra ya p acağı esprileri şim d i-
den d u y ar gibiydi; bu espriler, hangi sıkıcı tipi h e def alırlarsa
alsınlar, Sw an n'i hep güld ü rm ü ştü, çünkü kend isiy le birlikte
O dette'in de, n eredeyse tek bir varlık gibi, bu esprilere g ü ld ü -
ğün ü görm üştü . O ysa şim d i, belki de kendisiyle alay ederek
O dette'i güldüreceklerini dü şü n ü y o rd u . " N e iğrenç bir eğlen -
ce!" derken yü zü n e öyle bir tiksinti ifad esi yerleşiy ordu ki,
göm leğinin yakası, m im iğiyle kasılan boğazın ı sıkıyordu. "Y ü -
zü Tanrının sureti olarak yaratılm ış bir varlık, bu iç bulandırıcı

295
esprilere n asıl gülebilir? A zıcık h assas olan her burun, b u p is
k ok ulardan sak ın m ak için, d eh şet içinde orad an u z ak laşm ay a
çalışır. Bir insanın, kendisine bü tün d ü rü stlü ğü y le elini u zatan
birinin ark asın dan gülm ekle, hayat boyu içinden çıkam ayacağı
bir batağa sap lan d ığın ı an lam am ası, inanılır gibi değil gerçek -
ten. Ben bu b oş lafların, ded ik o duların çalkalan dığı çuk urdan
fersahlarca yüksekte bulu nuyorum , bir Verdurin'in esprileri be-
nim ü stüm e sıçram az !" d iy e haykırdı, başını d ikleştirip beden i-
ni guru rla doğrultarak. "Tanrı şah idim dir, ben O dette'i bu b a-
taktan çıkarıp dah a soy lu, yü ksek bir seviyeye, dah a tem iz bir
ortam a getirebilm ek için bütün içtenliğim le çabaladım . A m a in-
san sabrının d a bir sınırı vardır, benim sabrım artık sınıra d a -
y an d ı," dedi; oysa O dette'i alaylarla d o lu bir o rtam d an k o p ar-
m a çabası, dah a birkaç d akik a önce b aşlam ış, Sw ann bu kutsal
görevi, ancak bu alayların kendisin i hedef alabileceklerini ve
O dette'i on dan k o parm ay ı am açlayabileceklerini d ü şü n ün ce
üstlenm işti.
Piyanisti, Ay Işığı sonatını çalm ay a hazırlanırken, M m e
Verdurin'i de, Beethoven'in m üziğinin , sinirleri üzerin de y a p a -
cağı tahribattan ko rk arak takındığı m im iklerle canland ırdı k a-
fasın da. "G eri zekâlı, y alan cı!" diy e haykırdı. "Bir de Sanat'tan
hoşlandığın ı san ıyo r!" M m e Verdurin, tıpkı dah a önce
Sw an n 'la ilgili olarak sık sık yaptığı gibi, Forcheville hakkında
d a O dette'e ö v g ü do lu, u staca im alard a bulunacak, sonra da,
"O dette, yanınızda M. d e Forcheville'e bir yer açıverin ," d iy e-
cekti. "K aranlıkta çalın acakm ış! Ç öpçatan, m uh abbet tellalı!"
Forcheville'le O dette'i su sm ay a , birlikte h ayallere d alm ay a, b a-
k ışm ay a, el ele tutu şm ay a dav et edecek olan m ü ziğe d e "m u -
habbet tellalı" adını veriyordu. P laton'un, Bo ssu et'nin, eski
Fransız eğitim inin san at k o n usu n d ak i katı tutum larını haklı
bulu yordu.
K ısacası, Verdurin'lerin sü rd ü ğ ü ve Sw an n'in sık sık "g e r-
çek h ay at" diy e ad lan d ırd ığı hayat, şim d i g özü n e hayatların en
berbatı, küçük y uv a d a m uhitlerin en b ayağ ısı gibi gö rün üy or-
du. 'T o p lu m u n en d ü şü k tab ak ası resm en ," diy ordu, "D an-
te'nin so n çem beri. Hiç şü p h e yok, o yüce metin, Verdurin'leri
anlatıyor! A slına bak ılırsa, ark alarınd an d ed ik o d u y apılsa da,

296
bu serseriler gü ruh u n d an çok farklı olan yük sek sosyete m en -
su pları, b unlarla tanışm ayı, parm akların ın ucu n u bile kirletm e-
yi reddetm ekle, b ü yü k bilgelik gösteriyorlar! Saint-G erm ain
m uhitinin bu Noli me tangere's i1, m üth iş bir ileri gö rüşlü lü k !"
Sw an n B oulogne O rm anı'nm ağaçlı yo llarından çıkalı epey ol-
m uştu, evin e v arm ak üzereydi, am a acısı din m em iş, kendine
gelm em işti henüz; sam im iyetsiz belagatinin yalancı ton lam ala-
rı, kendi sesinin sah te çınlam aları, sarh o şlu ğun u gid erek artırı-
yor, gecenin sessizliğin d e bağıra çağıra nutuk atm aya dev am
ediy ord u: "Y ük sek sosyete m ensuplarının d a k usurları vardır,
bu k u surları kim se benim k ad ar iyi bilem ez, am a her şey e ra ğ -
m en, bazı şeyleri y apacak k ad ar alçalm aları d a m ü m k ün d eğ il-
dir. Tanıdığım seçkin kadınlar m ükem m el olm aktan çok uzak tı-
lar, am a tem eldeki incelikleri, dav ran ışların dak i d ürüstlük,
hangi k o şu llard a olu rsa olsun, hainlik etm elerini engellerdi; tek
başın a b u bile, Verdurin cad alozuy la araların da uçu rum lar ol-
m ası için yeterlidir. Verdurin! N e biçim so y ad ı! D oğ ru su hiçbir
eksikleri yok, kendi çizgilerinde m ükem m el sayılırlar! Tanrıya
şü kürler olsun, bu rezillerle, ayaktakım ıyla iç içe bu lun m aya
yeterince tenezzül ettim , bir son verm ek gerekiyordu artık."
N e v ar ki, VerdurinTere d ah a birkaç sa at öncesine k adar
m al ettiği m eziyetlere VerdurinTer gerçekten sah ip olsalard ı bi-
le, Sw an n 'm aşkını desteklem edikleri, korum adıkları takdirde,
Sw an n 'i, VerdurinTerin yü cegön ü llülüğün ü d ü şü n ü p d u y g u -
lan dırm ay a, sarh o ş etm eye bu m eziyetlerin güc ü yetm ezdi; bu
sarh o şluk hali, başk aları aracılığıyla yayılsa bile, ken disin e an -
cak O dette'ten gelebilirdi; işte aynı şekilde, şim d i VerdurinTere
m al ettiği ah laksızlık da, d o ğru olsa bile, Sw an n'i d ışlay ıp
O dette'i ForchevilleTe birlikte çağırm ış olm asalar, Sw an n 'm öf-
kesini k abartm ay a, onları "rezillik'Te d am g alam asın a yetm ez-
di. Şüph e siz , Sw ann'm , Verdurin m uhitine d u y d u ğ u tiksintiyi
ve b u çevreyle ilişkisine son verm enin m u tlu lu ğun u ifad e eden
b u sözleri, ancak sahte bir ton da, d üşün cesin i dile getirm ekten
çok öfkesini boşaltm ak için seçilm iş sö zler gibi telaffuz etm eye
razı olan se si, kend isinden dah a basiretliydi. A slın da Sw ann bu
1 A ziz Yuhanna İncili'ne göre, İsa'nın yeniden d oğduk tan sonra M ecdelli M er-
yem 'e söyled iği, "Bana dok unm a," anlam ındaki ilk sözleri.

297
sö vg ülere kendini kaptırdığı sırad a, k en disi fark ınd a olm asa
d a, zihni m uhtem elen bam b aşk a bir şeyle m e şg u ld ü , çünkü
evine d ön d üğü n de , dış kapıyı k apatır k apatm az, birden alnına
bir şap lak atıp kapıyı tekrar açtırdı ve bu kez d o ğ al bir ses to-
nuyla, “ Yarın ak şam C h ato u 'd a k i yem eğe kendim i dav et ettir-
m enin yolunu bu ld u m galib a!" diye haykırarak tekrar dışarı
çıktı. A m a pek iyi bir yol b u lam am ış olacak ki, d av et edilm edi;
ağır d uru m d ak i bir h astasın ı tedavi etm ek üzere taşray a gittiği
için gün lerdir Verdurin'leri görm em iş ve C h ato u 'y a gid em em iş
olan D oktor C ottard, C h ato u 'dak i davetin ertesi gün ü, Verdu-
rin'lerde ak şam yem eğine otururken şöyle dedi:
"B u ak şam M. Svvann'ı görem eyecek m iyiz? O nun yakın
do stlarınd an biri..."
"U m arım gö rm ey iz !" diye haykırdı M m e Verdurin. "Tanrı
bizi o sıkıcı, aptal, terbiyesiz ad am d an ko rusun ."
C ottard bu sözleri du y un ca, o âna dek zannettiğinin tam
tersi, fakat d o ğru lu ğu d a tartışılm az olan bir gerçekle y ü z yü ze
gelm iş gibi, hem şaşırd ı hem boyun eğdi; etkilenm iş bir tavırla,
korku içinde başını tabağın a gö m d ü ve tedricen kendine k a p a-
narak, sesini alçalan bir gam h alin de en p e s n otasına k a d a r d ü -
şürerek, "Ya! Ya! Ya! Ya! Ya!" d iy e cevap verm ekle yetindi. Ve
bir daha d a Verdurin'lerin evinde Sw an n 'd an hiç söz edilm edi.

Svvann'la O dette'i bir aray a getirm iş olan Verdurin salonu ,


bu luşm aların a bir engel haline geldi. O dette artık ilişkilerinin
başın dak i gibi Svvann'a, "Yarın ak şam m utlak a gö rü şeceğiz,
Verdurin'lerde yem ek dav eti var," diyeceğine, "Yarın ak şam
gö rüşem ey eceğiz , V erdurin'lerde yem ek daveti var," diyordu.
Verdurin'ler O dette'i O péra-C om ique tiyatrosun a, Kleopatra'nın
Bir Gecesi’ni seyretm eye götürecekleri zam an, Sw ann O dette'in
gözlerin de bir korku, Sw an n gitm em esini rica eder m i diye bir
kaygı görüy ordu ; esk iden olsa, Sw ann bu k orkuy u görün ce d a -
yanam az, sevgilisin in çehresini öpücüklere boğardı; oy sa şim di
aynı korku onu çileden çıkarıyordu. "M üzik ad ı verilen o bok
çuku run da çöplenm eye ne k ad ar hevesli old u ğu n u görünce
hissettiğim şey, öfke değil, üzü n tü aslın d a ," d iy ordu kendi ken-
dine. "K en dim e değil tabii, O d ette'e üzülüy orum ; altı ay b o-

298
yunca benim le her gün gö rü şü p de, kendiliğind en Victor M as-
sé'yi silip atabilecek k ad ar d eğişm ed iğin e üzülü y oru m ! En çok
ü zü ld ü ğ ü m şey de, özü n de azıcık incelik barındıran bir in sa-
nın, bin d e bir k endisinden rica ed ildiğin de, bir eğlenceden v az -
geçebilm esi gerektiğini an layam am ası. 'G itm ey ece ğim / dem eyi
öğrenm esi gerekirdi, en azın dan k afasın ı çalıştırıp m anevi d e-
ğerinin bu cevaba göre ölçüleceğini düşün erek gitm ekten v az -
geçm eliy d i." Sw ann, O dette'in o gece O péra-C om ique tiyatro-
sun a gitm eyip kend isiy le birlikte olm asını, gerçekten de O det-
te'in m an evi değeri hakkında daha olum lu bir yargıya varabil-
m ek için isted iğin e kendini inandırm ıştı; O dette'le konuşurken
d e aynı m antığı kullanıyor, aynı sam im iyetsizliği sergiliyordu,
hattâ sam im iyetsizliği biraz dah a fazlay dı, çünkü O dette'le ko-
nuşurken , onu izzetin efsin den y akalam a arzu su n a d a boyun
eğm ekteydi.
"Yem in ede rim ," d iy o rd u O dette'in tiyatroya gitm esine
birkaç d ak ika kala, "gitm em en i rica ederken, bencilce d ü şü n -
seyd im eğer, ricam ı geri çevirm eni yürekten dilerdim , çünkü
bu ak şam yapılacak çok işim var; sen hiç beklenm edik şekilde,
gitm eyeceğini söylesen, kendim i tu zağa d ü şm ü ş gibi h issed er-
dim , çok canım sıkılırdı. A m a benim işlerim , zevklerim , her şey
dem ek değil, seni de d üşü n m e m gerek. A ksi takdirde, yarın bir
gün , senden tem elli k o ptu ğu m u görd ü ğü n d e , bana sitem etm e-
ye, aşkı tehlikeye dü şü ren , ciddi bir yargıya varacağım ı hisset-
tiğim kritik bir an d a seni uy arm ad ığım için kızm ay a hakkın
olurdu. Bak canım, Kleopatra'nın Bir Gecesi (ne isim !) değil m e-
sele. Ö nem li olan, senin zekânın, hattâ cazibenin gerçekten bu
k ad ar d ü şü k bir sev iy ed e olu p olm adığı, bir eğlenceden v az g e -
çem eyecek k ad ar aşağ ılık bir insan o lu p o lm adığın. Eğer öyley-
sen, seni sevm ek m üm kün olabilir m i? Ç ünkü bu du ru m d a,
k usurlu am a hiç olm azsa düzeltilm esi m üm kün, belirgin bir
varlık bile sayılm azsın. O zam an , önüne konulan eğim e göre
akan şekilsiz bir sud an , ak v ary u m u n da y aşad ık ça gü n d e yüz
kere su zann ederek cam a çarpacak olan h afızasız ve beyin siz
bir balıktan farksızsın dem ektir. Vereceğin cevabın son ucun da
san a olan sev gim birdenbire bitecek dem iyorum elbette, am a
senin bir insan olm adığını, nesnelerden bile dah a d ü şü k se viy e-

299
de, kendini yüceltm eyi becerem eyen bir varlık o ld u ğ u n u an la -
d ığ ım d a , benim n azarım da eski caziben k alm ay acak, anlıyor
m u sun ? Kleopatra'nın Bir Gecesi'ne gitm ekten (bu iğrenç ism i
ağ z ım a alm ay a sen zo rluyorsun beni) vazgeçm en i, ö n em siz bir
şey m iş gibi, her şeye rağm en gideceğini u m arak rica etm eyi
tercih ederdim elbette. A m a cevabını bu şek ilde değe rle n dirm e-
ye, son u çlar çıkarm aya karar verdiğim için, seni uyarm an ın d a -
ha d o ğru olacağın ı d ü şü n d ü m ."
O dette birkaç dak ik ad ır heyecan ve kararsızlık belirtileri
gösterm ekteyd i. Bu konuşm anın, anlam ını k av ray am am ak la
birlikte, "n u tu k lar" ve sitem ya d a yalvarm a sean sları sınıfına
dah il edilebileceğini anlam ıştı; erkekleri iyi tan ıdığınd an , bu
tür ko n uşm aları, kelim elerdeki ayrın tılardan b ağım sız olarak
değerlen dirm ey i öğrenm işti; erkekler âşık o lm asalar b u sözleri
söy le m ezlerd i ve âşık olduk ların d a d a, onlara itaat etm enin an -
lam ı yok tu, çünkü ileride d ah a d a âşık olurlardı. D olayısıyla,
O dette zam an ın hızla ilerlediğini fark etm ese, Sw an n 'i sakin s a -
kin dinlerd i, am a Sw ann biraz dah a k o n u şursa, k endisine de
sevecen, inatçı ve m ah cup bir tebessü m le belirttiği gibi, so n un -
d a uvertü rü kaçıracaktı!
Sw ann bazen de, aşkını en çabuk tüketecek şeyin, yalan
söylem ekte direnm esi o ld u ğu n u sö y lü y o rd u O dette'e. "S ırf
kend ini b eğen dirm e açısınd an d ü şün sen b ile," d iy o rdu , "y alan
söyleyecek k ad ar alçalm anın, cazibeni ne k ad ar azalttığını an la-
m ıyor m u su n ? O y sa bir tek itirafla kaç k usu run u telafi edebilir-
din! Z ekâ dü ze yin zan nettiğim in çok altın d ay m ış m e ğ er!" A m a
Sw an n 'm , O dette'i yalan söylem ekten v azgeçirm ek için sırala-
dığı bütü n sebepler n afileydi; b u sebepler, genel bir yalan sö y -
lem e sistem ini çökertebilirdi, o y sa O dette'in böy le bir sistem i
yoktu; y aptığı bir şeyi Sw an n 'm bilm esini istem ed iği her d u -
rum d a, yaptığın ı Sw an n 'a söylem em ekle yetiniyordu sadece.
Yani yalan onun için o özel d u rum a m ah su s bir çareydi; yalan
sö y lem esi m i, yo k sa gerçeği itiraf etm esi m i gerektiğini belirle-
yen tek şey de, o özel d u ru m a m ah su s bir k oşu l, Sw ann 'm , y a-
lanını yak alam ası ihtim alinin büy ü k lü ğüy d ü.
O dette fiziksel açıdan k ötü bir dö nem geçirm ekteydi, şiş-
m an lıyordu; eski etkileyici, m ah zun b ü y ü sü , şaşkın ve hülyalı

300
bakışları, ilkgençliğiyle birlikte k ay bo lup gitm iş gibiydi. Öyle
ki, Sw an n 'in k endisin e en çok b ağlan d ığı dö nem , on u en çirkin
b u ld u ğu dönem di. O dette'te esk id en b u ld u ğ u b üy ü y ü tekrar
yakalay abilm ek için ona uzun u zun bakıyor, am a aradığını b u -
lam ıyordu. Yine de, bu kozanın içinde hâlâ O dette'in y aşa d ığ ı-
nı, hep aynı kaçak, ele geçm ez ve sinsi iraden in var old u ğun u
bilm ek, onu ele geçirm ek için aynı tutkuyla çabalam asın a yeti-
yordu, O dette'in iki yıl önceki fo toğrafların a b ak ıp ne k adar
hoş o ldu ğu n u hatırlıyordu. Böylece onun uğrun a katlandığı
zahm etler biraz olsun h afifliy ordu gö zün de.
Verdurin'ler O dette'i d e alıp Saint-G erm ain'e, C hatou 'y a,
M eulan 'a gittiklerinde, çoğun luk la, h ava gü zelse , önceden ka-
rarlaştırılm adığı ha lde gece d e o rad a k alıp şehre ertesi gün
dönm eyi teklif ediyo rlardı m üritlere. M m e Verdurin, teyzesi
P aris'te k alm ış olan piy anistin endişelerini y atıştırm aya çalışı-
yordu.
"Siz d en bir g ü n lü ğün e k urtu ld u ğu n a çok m em nun olacak-
tır. Ayrıca m eraklan m ası için d e bir seb ep yok, bizim le birlikte
o ld u ğu n uz u biliyor; hem ben bütü n so ru m luluğ u üzerim e alı-
yo rum ."
M m e Verdurin başarılı olam adığı tak dirde, M. Verdurin
m üritlerden hangilerinin birilerine haber verm esi gerektiğini
öğrenip yola çıkıyor, bir telgraf b ü ro su veya haberci b uluyord u.
A m a O dette her d e fasın d a teşekkür e d ip kim sey e haber verm e-
si gerekm ed iğini sö ylü y ord u , çünkü Sw an n 'a, herkesin gözü
ön ünde ona haber yollayacak olsa, şöhretine gö lge dü şü rece ği-
ni kesin bir dille bildirm işti. Şehir d ışın d a birkaç gü n kaldığı d a
oluyo rd u; Verdurin'ler onu m ezarları görm ey e D reux'ye, ressa-
m ın tav siy esi üzerine o rm an d a gü n e ş batışı seyretm eye Com -
pie gn e'e götürüyor, orad an Pierrefonds Şa to su 'n a dev am ed i-
yorlardı.
"İnanılır gibi değil! Son derece değerli şah ısların, kendileri-
ni B eau vais'y e, Sain t-L ou p-d e-N aud 'y a götürm esi için sürekli
yalvardıkları, am a O dette'ten başk asın ı gö türm ey i reddeden ,
on yılını m im arlık tahsiline ad am ış benim gibi birisiyle birlikte,
gerçek san at şah eserleri görm eye gideceğine, dan galaklarla bir-
likte Louis-P hilippe'in, Viollet-le-Duc'ün ye diği haltlar karşı -

301
sırıda hayranlıkla kendinden geçm eye gidiyor. Bana kalırsa bu
d u ru m d a sanattan an lam ay a gerek yok zaten; insanın burnu
pek h assas olm asa bile, bok kokularına daha yakın olm ak için
tatil y ap m ay a lağım a gitm ez."
N e var ki O dette D reux'ye veya P ierrefonds'a gittiğin de
-O dette ne yazık ki Svvann'ın, kendi h esabına, onlardan haberi
y o k m uş gibi aynı yerlere gitm esine izin verm iyor, "çok tatsız
bir du ru m olur" d iy o rd u - Svvann yeryüzü nün en b aş d ö n d ü rü -
cü aşk rom anı olan tren tarifesine göm ülüyo r, O dette'e o gün
öğleden so nra, o ak şam , hattâ o sabah k avu şm an ın çaresini arı-
yordu. Ç areden d e öte, bir yetki sağlıy ord u tarife ona. N e de ol-
sa tarifeler ve trenler, köpekler için yapılm am ıştı. Sabah saat se-
kizd e kalkan bir trenin P ierrefon ds'a saat on da vardığı, yay ım -
lanm ak suretiyle halka du y u ru ld u ğ u n a göre, dem ek ki Pierre-
fo n d s'a gitm ek m eşru yd u ve ayrıca O dette'ten izin alm ak g e-
rek m iyordu; üstelik, O dette'le b uluşm ak tan b am b aşk a bir am a-
cı d a olabilirdi bu eylem in, O dette'i hiç tanım ayan insanlar her
gü n P ierrefon ds'a gid iy o rd u ve bu iş için lokom otifler çalıştırıl-
dığına göre, dem ek ki sayıları d a olduk ça kabarıktı.
K ısacası, Svvann'ın canı istiyorsa eğer, O dette onu Pierre-
fo n d s'a gitm ekten m enedem ezdi! T esadüf b u ya, Svvann'ın da
canı Pierrefonds'a gitm ek istiyordu, O dette'i tanım asa, oray a gi-
deceğinden hiç şüph esi yoktu. N e zam an dır Viollet-le-Duc'ün
restorasyon çalışm aları h akkında dah a kesin bir fikir edinm eye
niyeti vardı. Ayrıca bu güzel h av ad a, C o m piegn e O rm anı'nda
bir gezinti y ap m ak için day anılm az bir arzu duyuyordu.
O gün canının çektiği tek yere gitm esine O dette'in engel ol-
m ası b üyük talihsizlikti d o ğrusu . O gün! O dette'in y asağın a
rağm en gidecek olursa, O dette'i o gün görebilirdi! N e var ki
O dette, P ierrefon ds'da herhangi bir tanıdığıyla k arşılaşacak o l-
sa, sevinç içinde, "S iz de m i b u rad asın ız !" diyeceği, onu Verdu-
rin'lerle birlikte kaldıkları otele d av et edeceği halde, Svvann'la
k arşılaşsa, aksine, gücenir, takip ediliy orm u ş d u y g u su n a k apı-
lır, Svvann'ı dah a az sever, belki onu g ö rd ü ğü n d e öfkeyle uzak-
laşırdı. D ön ü şün de de, "D em ek artık sey ah ate bile çıkm aya
hakkım y o k !" derdi, o y sa aslında sey ahat etm eye hakkı olm a-
yan Svvann'dı!

302
Bir ara, O dette'le b u lu şm ak için gitm iş izlenim ini uyan dır-
m ad an C o m p iegn e'e ve P ierrefonds'a gidebilm ek için, o civar-
d a bir şato su olan a rk ad aşı Forestelle M ark isi'yle birlikte git-
m eyi d ü şün m üştü. Sebebini açıklam adan projesinden bahsetti-
ği d o stu sevinçten deliye d ö n m üş, Sw an n'in on b eş yıldır ilk
kez, nihayet gelip m alikânesini görm ey e razı olm asın a çok şa-
şırm ıştı; Sw ann şatod a k alam ay acağın ı söylem işti, am a hiç de-
ğilse birkaç gün b oyun ca, birlikte çeşitli geziler düzenleyecek-
lerdi. Sw ann şim d iden kendini o rad a M. de Forestelle'le birlik-
te hayal ediyordu. O dette'i görm eden önce bile, hattâ onu hiç
görem ese de, onun belirli bir an da nerede b ulun acağın ı bilm e-
den, aniden k arşısına çıkıverm esi ihtim alini her yerde h issed e-
rek o yörede d o laşm ak , ne b ü yük bir m utlu luk olacaktı; O dette
yüzü n den oraya gittiği için güzelleşen şatonun bahçesi, gö zü n -
de rom an lardakin i an dıran kentin tek tek her so k ağ ı, yoğun,
y u m u şacık bir gün batım ıy la pem beleşen orm an yolları, hepsi
birbirinden farklı say ısız sığın ak , k ararsız beklentiler içindeki,
m utlu, başıb oş, k o şuşan yüreğini aynı an da barındıracaktı.
"A m a n ," diyecekti M. d e Forestelle'e, "dik katli olalım d a O det-
te'le Verdurin'lere rastlam ayalım ; onlar da bu gü n Pierre-
fo n d s'd a olacaklarm ış, yeni öğrendim . O nlarla P aris'te gö rü ş-
m ek için bol bol v aktim iz var, b u rad a da birbirim izden ayrı bir
adım atam ay acak olduktan sonra, şeh irden ayrılm anın anlam ı
yok ." A rk ad aşı oray a gittiklerinde Sw an n'in niçin sürekli fikir
d eğ iştirip d urd u ğu n u , V erdurin'lerin izine bile rastlam adıkları
halde, niçin C o m piegn e'in bütün otellerinin restoranlarını ince-
leyip hiçbirinde k arar k ılam adığını, kaçm ak istediğin i belirttiği
şeyi arar gibi gö rü n d ü ğ ü n ü , b u ld u ğu an d a d a on dan kaçtığını
anlam ayacaktı, çünk ü küçük toplu luğa rastlad ığı takdirde, sah -
te bir ilgisizlikle derhal yan ların dan ayrılacak, O dette'i görm ek,
O dette'in de kendisini görm esi, özellikle d e kendisine karşı k a-
yıtsız görçıe si, onu tatm in edecekti. Yo, hayır, O dette, Sw ann'in
oray a, onu görm ek için gittiğini pek âlâ tahm in edecekti. M. de
Forestelle yola çıkm ak üzere kendisini alm aya ge ld iğin d e de,
"M aale se f bugün P ierrefonds'a gidem eyeceğim , O dette bugün
o rad a olacak m ış," dedi. Sw an n her şeye rağm en m utluydu,
çünkü yery üzündeki bütün insanlar arasın d a o gü n Pierre-

303
fo n d s'a gitm eye hakkı olm ayan tek kişi k end isiy se, bunun se -
bebi, O dette'in n azarın da d iğer insanların h epsin den farklı biri,
O dette'in âşığı olm asıyd ı ve bütün d ü n y a d a geçerli sey ah at et-
m e ö zgü rlüğü n e Sw ann için getirilen bu sın ırlam a, kendisi için
çok değerli olan bu aşkın, bu köleliğin b ü rü n d ü ğ ü biçim lerden
biriydi. En d o ğru su , O dette'le b o zu şm a tehlikesini gö ze alm a-
m ak, sabırla dö n ü şün ü beklem ekti. G ünlerini C om p iegn e Or-
m anı'nın bir haritasın a, adeta S e v gi D iyarı'nın h aritasıy m ış1 gi-
bi göm ülerek, Pierrefonds Şato su 'n un fo toğraflarıyla çevrelen-
m iş halde geçiriyordu. O dette'in dö nm esi ihtim ali bulunan ilk
gün d en b aşlay arak , tren tarifesini açıyor, hangi terene binm iş
olabileceğini hesaplıyor, gecikirse b aşk a hangi trenlere binebile-
ceğini inceliyordu. Bir telgraf gelir d e kaçırır k ork usu y la evden
çıkm ıyor, O dette son trenle döner d e kendisin e sü rp riz y apm ak
için belki geceyarısı ziyaretine gelir diy e geceleri yatm ıyordu.
Gerçekten d e apartm an ın d ış kapısının çalındığını d u y ar gibi
oluyor, kapının açılm ası gecikm iş hissine kapılıyor, kapıcıyı
uyan dırm ayı d üşün üy or, gelen O dette'se seslen m ek üzere pen-
cerede d ikiliyordu, çün kü en az on kere b izzat aşağ ı inip tem -
bihlem iş o ld u ğu halde, O dette'e onun ev d e olm adığını sö y le-
yebilirlerdi pek âlâ. G elen, bir hizm etkâr oluyo rd u. Yoldan sü -
rekli arabalar geçiyo rdu, d ah a önce hiç fark etm ediği bir şeydi
bu. H er arabanın uzak tan gelişini işitip yaklaşm asın ı, kendi k a-
pısının ön ünd e d urm ad an geçm esini ve kendind en başk a biri-
ne bir haber ulaştırm ak üzere u zak laşm asın ı din liyordu. Bütün
gece süren bu bek leyiş n afileydi, çünkü Verdurin'ler d ö n üşü
d ah a erkene alm ışlardı. O dette öğlenden beri Paris'teydi;
Sw an n 'a haber verm ek aklına gelm em işti; ne y apacağın ı bile-
m eyerek ak şam tek b aşın a tiyatroya gitm iş, so nra da evine d ö -
n ü p u y um u ştu çoktan.
A slın d a Sw ann, O dette'in aklına bile gelm em işti. A ra sıra
böyle Sw an n'in varlığını bile u n utm ası, Sw an n 'i k endisin e b ağ -
lam ak ko n u sun da, O dette'in bü tün cilvelerinden çok d ah a faz-
la işe yarıyordu. Ç ünk ü Sw an n b u say ede, sancılı bir telaş için-
d e yaşıyord u; aynı d u y g u , O dette'i Verdurin'lerde bu lam ay ıp
bütün gece arad ığın d a d a, aşkını su yüzün e çıkarm aya yetm iş-
1 Mile d e Scudery'nin (1607-1701) Clelie ad lı rom anında tasvir edilen aşk haritası.

304
ti. Ü stelik Sw ann, benim ço cu k lu ğum da C o m b ray 'd e y a şa d ı-
ğım , ak şam oldu ğu n d a tekrar d o ğacak olan ıstırapların unutu l-
d u ğ u m utlu gü n d ü z vakitlerinden de yo k sun du. Sw ann gü n -
d üzlerini O dette'siz geçiriyordu; ara sıra, bu k adar güzel bir
kadının P aris'te tek başın a so k ağ a çıkm asına izin verm enin, so -
k ağın ortasın a m ücevh er d olu bir kutu bırakm ak k ad ar bü yük
bir ihtiyatsızlık o ld u ğun u d üşü n ü y ordu . O zam an, yo ldan g e-
çen herkese, hepsi birer h ırsızm ışçasın a kızıyordu. A m a hayal
gücün ün yak alay am ad ığı o şek ilsiz, ortak çehreleri, kıskançlığı-
nı beslem iyor, zihnini y oruyordu . Sw an n, tıpkı d ış dünyan ın
gerçekliği veya ruhun ö lü m süz lüğ ü m eselesini k av ram ak için
var gü cü y le çabalayıp sonra da yorgun beynini d u ay la rahatla-
tan bir insan gibi, gözlerini ov u şturu p, "Tanrım , sen bilirsin!"
d iy e haykırıyordu. A m a tıpkı A vusturyalI M argarete'nin, koca-
sı Yakışıklı Filiberto öldükten sonra, Brou K ilisesi'nin her yan ı-
na işlettiği, ikisinin isim lerinin iç içe ge çm iş başh arfleri gibi,
Sw an n'm gö rem ediği sev gilisin in h ayali de, öğle yem eği, m ek-
tuplarını açm ak, so k a ğa çıkm ak, yatm ak gibi gün delik h ayatın-
d ak i en b asit eylemlerle, sırf bunları O dette'siz yapm anın hüz-
nü yü zün den , ayrılm az bir bütün olu şturuyordu. Bazı günler,
öğle yem eğini ev inde değil, esk iden yem eklerini beğe n diği
için, şim d i ise rom ansı diye adlandırılan, hem gizem li, hem g ü -
lünç bir sebepten ötürü gittiği, eve oldukça yakın bir restoran-
d a yiy ordu; (hâlâ yerinde d uran ) bu restoranın adı, O dette'in
o tu rd u ğu sokağın ad ıyla aynıyd ı: Laperouse. O dette bazen , kısa
bir süre şehir dışın da k aldığın d a, P aris'e dö n ü şü n ü Sw an n 'a
haber verm eyi, ancak birkaç gü n son ra akıl ederdi. O zam an
da, esk isi gibi her ihtim ale karşı gerçek bir ayrıntıya sığınm a
önlem ini alm adan , sab ah treniyle yeni geld iğin i söylerdi
Sw an n'a. Bu sözleri yalandı; en azın d an O dette açısınd an y a-
landı, tutarsızdı, çünkü d o ğru sö zle r gibi, gara varışının hatıra-
sıyla desteklenm ezdi; hattâ b u sözleri, telaffuz ettiği an da h ay a-
linde can landırm ası bile m ü m kün d eğild i, çünkü trenden in d i-
ğini ileri sü rd ü ğ ü an da y aptığı b am başk a bir şeyin zıt h ayali,
buna engel olurdu. O ysa aynı sözler, aksine, hiçbir engelle kar-
şılaşm adık ları Sw an n'm zihnine, k uşku götürm ez bir gerçek
k ad ar sabit bir biçim de yerleşirdi; öyle ki, bir ark ad aşı Sw an n'a

305
aynı trenle geldiğini ve O dette'i görm ediğin i söyleyecek olsa,
sözleri O dette'inkilerle çeliştiğinden, Sw ann, gün ü veya saati
şaşıran kişinin O dette d eğil, ark ad aşı o ld u ğu n d an hiç kuşku
du y m azdı. O dette'in sözleri, an cak Sw ann bu sözlerin d o ğru lu -
ğun d an peşinen k uşk u la n m ışsa, yalan m ış gibi gelirdi Sw ann'a.
O dette'in yalan sö yled iğini d ü şü n m e si için, önceden şüp h elen -
m iş olm ası zorunlu bir k oşu ld u . Aynı zam a n d a da yeterli bir
k oşuld u. Bu d u ru m d a O dette'in her sö ylediği, Sw an n 'a şüpheli
görün ü rdü. O dette bir isim telaffuz etse, âşık ların dan birinin is -
mi old u ğu n a kanaat getirirdi hem en; bu v arsay ım k afasın d a
oluştuktan sonra da, h aftalar boy un ca ü z ü lü p du rurd u; hattâ
bir keresinde, seyah ate çıkm adıkça kendine nefes aldırm ayacak
olan m eçhul şah sın ad resini, vaktini nasıl geçirdiğin i öğrenebil-
m ek için bir dedektiflik b ürosu n a b aşv u rd u ve so n u n d a a d a -
m ın, O dette'in yirm i yıl önce ö lm ü ş bir ak rabası o ld u ğu ortaya
çıktı.
O dette genellik le d e d ik o d u çıkar bah an esiy le Sw an n'in
um um i yerlerde k end isiy le b ulu şm asın a izin verm ed iği halde,
ara sıra, ikisinin d e d av etli o ld u ğ u bir toplantıda -Forchevil-
le'in veya ressam ın evinde, bir bak an lığın hayır dernekleri y a-
rarına dü zen led iği bir b a lo d a- k arşılaştık ları olurdu. Sw ann
O dette'i görür, am a onun b aşk alarıy la pay laştığ ı eğlenceleri g ö -
zetler gibi gö rü n ü p sev gilisin i kızdırm aktan korkarak, uzun
süre kalm aya cesaret ed e m ezd i; -Sw an n , benim birkaç yıl son -
ra, onun C o m b ray 'd e ki ev im ize y em eğe ge ldiği ak şam lar y a şa -
dığım yürek d aralm asıy la, tek b aşın a evine yatm ay a giderken
dev am ed e n - bu eğlenceler, so nun u hiç görem ediği için, sınır-
sızm ış gibi gelirdi ona. Bir iki keresinde, böyle ak şam lard a, ö y-
le bir m utluluk ya şad ı ki, birdenbire son a eren endişenin şid -
detli geri tepişi olm asa, bir y a tışm a d an ibaret o ld u ğ u için sakin
bir m utluluk diy e tanım lanabilirdi: R essam ın ev inde kalabalık
bir davete uğram ış, evine dönm ey e hazırlan ıyordu; göz k am aş-
tırıcı, yabancı bir kadın a d ö n ü şm ü ş olan O dette'i, onca erkeğin
arasın da bırakm ak taydı; O dette'in S w an n 'a yönelik olm ayan
bakışları ve neşesi, bu erkeklere, belki o rad a, belki de başk a bir
yerde (örneğin dah a geç bir saatte gitm esin den korktu ğu "Tu-
tarsızlar B alosu "n d a) yaşan acak bir tensellikten bah seder gibiy-

306
di ve Svvann'ı, hayal etm esi dah a zor o ld u ğu için, cinsel birleş-
m enin kend isin den bile dah a fazla k ıskandırıyordu ; tam atölye-
nin k apısın a geld iğ in d e, O dette'in kendisine (korktuğu son u si-
lip atarak dav eti m asum laştıran , O dette'in d ö n ü şün ü, tasarlan -
m ası im k ân sız, korkunç bir şeyken, kendi arab asın da, yanı
başın da gerçekleşecek olan, gün delik hayatının bir bölüm ün e
benzer, y u m u şacık , tanıdık bir şey haline getiren ve O dette'in
kendisin i de, o fazlasıy la gö z alıcı ve neşeli d ış gö rün üm ünden
sıyıran, o görün üm ün, esraren giz h azlar uğru na değil, sırf öyle
görün m ek isted iği için b ü rü n d üğ ü ve çabucak sıkılıverdiği an -
lık bir kılık o ld u ğu n u kanıtlayan) şu sözlerle seslen diğini işitti:
"B eş d akik a beklesenize, ben de çıkıyorum , birlikte döneriz, be-
ni eve bırakırsınız."
Şun u belirtm ek gerekir ki, bir keresinde Forcheville d e on-
larla birlikte d ön m ek istem iş, O dette'in evinin önüne geldik le-
rinde, içeri girm ek için izin isteyince, O dette Svvann'ı gö stere-
rek şöyle cevap verm işti: "O na beyefendi karar verir, kendisin e
sorun. N e y se , istersen iz biraz gelin, am a uzun süre k alam az sı-
nız, önceden haber verm iş olayım , beyefendi benim le rahat ra-
hat, uzu n uzu n sohbet etm eyi sever, o varken başk a ziyaretçile-
rin de b u lu n m asın d an pek hoşlanm az. Ah! O nu siz de benim
k ad ar tanısaydın ız! Sizi benim k ad ar kim se tanıyam az, değil m i
my love1?"
O dette'in, Forcheville'in yanında böyle se v gi do lu, tercihi-
ni ortaya koyan sözler söylem esin in yanı sıra, Svvann'a, "E m i-
nim p az ar ak şam k i yem ek dav eti için ark ad aşların ıza hâlâ ce-
v ap verm em işsinizdir. İstem iyorsanız gitm eyin, am a hiç d eğ il-
se nezaket gereklerini yerine getirin," ya d a, "Yarın çalışm ak
üzere Vermeer araştırm anızı bu rad a bıraktınız m ı bari? N e k a-
dar tem belsiniz! Ben sizi çalıştırm ayı bilirim !" türünden eleşti-
riler d e yöneltm esi, Svvann'ı belki sev gi sözcüklerinden daha
çok etkiliyordu, çün kü bu eleştiriler, Svvann'm so syete dav etle-
rini, san at çalışm alarını O dette'in takip ettiğini, ikisinin ortak
bir hayatları o ld u ğu n u kanıtlıyordu. Bu sözleri söylerken O det-
te'in y ü zü n d e beliren tebessüm , onun her şeyiyle k endisin e ait
o ld u ğu n u hissettiriyordu Svvann'a.
1 "H ayatım , canım, şekerim " anlam ında İngilizce deyiş.

307
Böyle an larda, O dette portak al şerbeti hazırlarken, tıpkı iyi
ay arlan am am ış bir yansıtıcının, bir nesnenin etrafında, d u v ar-
d a gez d ird iği iri, tuh af gölgelerin bir sü re sonra o nesnenin
üzerin de toparlanıp ortadan silinm esi gibi, Svvann'ın O dette
hakk ında olu ştu rd u ğu b ütü n o korkunç, oynak fikirler de, bir-
denbire, k arşısın da du ran o b üyüleyici beden le birleşip k aybo-
lurdu. Svvann ansızın, O dette'in evinde, lam banın altın da geçir-
d iğ i bu bir saatin, belki de yalancı bir saat olm ad ığı, sırf
Svvann'ın kullanım ı için h azırlan m adığı (sürekli d üşü n m ek le
birlikte k afasın d a tam olarak can lan d ıram adığı o ürkütücü ve
h arik u lad e şeyi, yani O dette'in gerçek h ayatın da, Svvann'sız
h ay atınd a yer alan bir saati gizlem eyi am aç lam ad ığı), sah ne ak -
sesu arlarıy la kartondan yap ılm ış m eyvelerden oluşm ad ığı, ger-
çekten O dette'in hayatının bir saati olabileceği h issine kapılırdı;
belki kendisi orad a o lm asa, O dette Forcheville'i aynı k oltuğa
oturtacak , ona bilinm edik bir iksir değil, şu portakal şerbetinin
aynısını ikram edecekti; belki d e O dette'in y a şad ığı dün ya,
Svvann'ın d u rm ak sızın h ayalind e canlan d ırm ay a çalıştığı, belki
sırf kendi h ayalinde var olan o korkunç, d o ğ aü stü âlem değil,
gerçek dün y ay dı, özel bir h üzün barın dırm ıyordu içinde;
Svvann'ın oturu p yazı yazabileceği şu m asad an , tatm asına izin
verilecek olan şu şerbetten, hem m erak ve hayranlıkla, hem de
m innetle seyrettiği bütün b u eşy alard an olu şuy o rd u sad ece; bu
eşyalar, Svvann'ın hayallerini içlerinde eritip Svvann'ı on lardan
kurtarıyor, b una karşılık kendileri de b u hayallerle zen ginleşe-
rek, hayallerinin elle tutulu r gerçekliklere dönüşebileceğini
Svvann'a gösteriyorlar, ilgisini çekiyor, gö zü n d e önem k azan ı-
yor ve ruhunu dinlendiriyorlardı. Ah! N e olurd u, O dette'le iki-
si aynı ev d e otu rsalard ı; O dette'in evi, onun da evi o lsay dı, hiz-
m etçiye ö ğle yem eği için ne hazırladığını so rd u ğ un d a aldığı ce-
v ap , O dette'in m en üsü olsay d ı; O dette Bois de Boulogn e C ad-
d e si'n d e sab ah y ü rü y ü şü y apm a k isted iğin de, kendi canı iste-
m ese de iyi bir koca sıfatıyla ona eşlik etm ek, h ava sıcak sa p a l-
tosu n u taşım ak zorun da k alsayd ı; ak şam yem eğind en sonra
O dette'in keyfi ev d e sabah lıkla otu rm ak istem işse, kendisi de
on unla kalıp onun istediklerini y a p m ay a m ecbur olsayd ı; o za-
m an, Svvann'ın hayatının şim d i k en disine öylesine k asvetli g e-

308
len, en sıradan , u fak tefek olayları -tıpkı onca hayalle yüklü,
onca arzu yu so m u tlaştıran şu lam ba, şu po rtak al şerbeti, şu
koltuk g ib i- aynı z am an d a O dette'in hayatının da birer parçası
olacaklarından, sın ırsız bir boşluk, esraren giz bir yo ğun luk k a-
zanırlardı.
Her şey e rağm en , böylesine özlem ini çektiği şeyin, aşkına
olum lu bir ortam sağ lam ası im k ân sız bir huzur, bir sükûn et ol-
d u ğ u n u sezinliyordu. O dette onun n azarın da, d aim a uzaktaki,
özlenen, hayalî bir varlık olm aktan çıktığında; O dette'e ilişkin
d u y g u su , sonatın cüm leciğiyle uy an an esraren giz heyecan yeri-
ne, sev gi ve m innet o ld u ğu n d a; araların da, Svvann'ın çılgınlığı-
na ve kederine so n verecek olan norm al bir ilişki k uruld uğ u n -
da, şü p h e siz O dette'in hayatına ilişkin her şey, kendi başın a il-
ginçliğini yitirecekti gö zü n d e - bu nd an d ah a önce birçok kez
(örneğin O dette'in Forcheville'e ya zd ığı m ektubu zarfın ark a-
sın dan ok u d u ğu n d a) şüph elenm işti. H astalığını, adeta bu ko-
n ud a bir incelem e y a p m ak am acıyla, kendi kendine a şık m ışç a -
sına bir ön gö rüy le değerlendiriyor, iyileştiğinde, O dette'in ne
yaptığını hiç u m u rsam ayac ağ ın ı d üşü n üy ord u . A m a şunu da
belirtm ek gerekir ki, bu hastalıklı halinde, iyileşm e fikri, ölüm
k ad ar k orkutu yo rd u onu; zaten iyileşm esi, o sıradak i benliği-
nin ölm esi an lam ın a geliyordu.
Böyle huzurlu gecelerden so nra, S w an n 'm şüph eleri yatı-
şırdı; ertesi sab ah u y an d ığ ın d a O dette'e şükran duyar, bir gün
öncesinin lütufları, S w an n 'd a ya m innet, ya d a lütufların tek-
rarlan m ası arzu su n u uy an dırdığın d an veya tüketilm esi zorun -
lu, doruk n oktasındaki bir aşkı harekete geçirdiğin den, derhal
O dette'e m ücevherlerin en güzelini gönderirdi.
A m a bazen de ıstırabı tekrar canlanır, Sw an n k afasın da çe-
şitli şeyler kurardı: O dette Forcheville'in m etresiydi; Sw an n'm
dav etli o lm ad ığı C h ato u 'dak i toplantıdan bir gece önce,
Boulogne O rm an ı'n da, Verdurin'lerin land o n un da Forchevil-
le'le yan yan a oturan O dette'e kendisiyle birlikte dön m esi için,
arabacısının bile fark ettiği bir çaresizlikle, b oş yere y alvardık -
tan sonra, tek başın a, m ağ lu p , d ö n üp kendi arabasın a giderken,
ikisi birlikte onu izlem işler, O dette k endisini işaret ederek
Forcheville'e, "Ö fkesin den k u d u rd u !" dem işti; o an da Odet-

309
te'in gö zlerin deki bakış, Saniette'i Verdurin'lerin evinden k o v -
d u ğ u gece Forcheville'in gözlerinde g ö rd ü ğ ü o fesat, parıltılı,
sin si, yan bakışın aynısıydı.
Böyle zam an lard a Sw ann O d ette'ten nefret ederdi. "Ben de
am m a aptalım ," derdi kendi kendine; "başkalarının zevki için
ben para harcıyorum . O dette biraz dikkatli olu p sabrım ı taşır-
m azsa iyi eder, zira kendisine yaptığım bütün yardım ı kesebili-
rim. N e olursa olsun, fazladan arm ağan lara bir süre ara verm eli-
yim . N e k adar salağım , dah a dün, Bayreuth'taki tem silleri izle-
m ek istediğini söylediğinde, Bavyera kralının civardaki iki m uh-
teşem şato su n dan birini, ikim iz için kiralam ayı teklif ettim ken-
disine! Ü stelik pek de heyecanlanm adı, henüz bir cevap verm iş
değil, yüce Tanrım, reddetse bari! On beş gün boyunca m üziğin
m 'sin den anlam ayan biriyle W agner dinlem ek de çekilm ez!"
Sw ann, tıpkı aşkı gibi nefretini de kanıtlam aya ve harekete ge-
çirm eye ihtiyaç d u y d u ğu için, kötüm ser hayallerini abarttıkça
abartm aktan hoşlanıyordu, çünkü O dette'e yakıştırdığı ihanetler
sayesinde, ondan giderek dah a fazla nefret ediyordu ve -zihnini
sürekli m e şg ul ed en - bu ihanetler d oğru land ığı takdirde, onu
cezalandırm a fırsatı bulacak, artan öfkesini ondan çıkarabilecek-
ti. So nun da şu hayali kuracak k adar ileriye gitti: O dette kendisi-
ne bir m ektup yazıp Bayreuth yakınındaki o şatoyu kiralam ak
için para istiyor, am a Sw ann'in gelem eyeceğini de peşinen haber
veriyordu, çünkü Forcheville'le Verdurin'lere, kendilerini şatoya
d av et edeceğine d air söz verm işti. Ah! O dette'in, böyle bir m ek-
tubu yaz m a cüretini gösterm esini o k ad ar çok isterdi ki! Böyle
bir ricayı reddetm ek, gerçekten böyle bir m ektup alm ışçasına,
tek tek her kelim esini özenle seçerek yüksek sesle telaffuz ettiği
intikam cevabı kalem e alm ak, ne büyük bir m utluluk olurdu!
Bu hayali k urduğunun hem en ertesi günü, hayali gerçeğe
dönüştü. O dette Sw ann'a yazdığı m ektupta, Verdurin'lerle do st-
larının W agner temsillerini izlem ek istediklerini, eğer Sw ann
kendisine gerekli parayı gönderirse, kendisinin de nihayet,
Verdurin'lerin evinde defalarca ağırlandıktan sonra, onları davet
etm e m utluluğun u yaşayabileceğini belirtiyordu. Sw ann'la ilgili
tek laf etm em iş, Verdurin'lerin varlığının Sw ann'i dışladığını
açıkça belirtm eye gerek duym am ıştı.

310
Sw ann, bir gün önce, gerçekten kullanabileceğini hiç u m -
m adan , her kelim esini tek tek d ü şü n ü p tasarlad ığı korkunç ce-
vabı O dette'e gö n d erm e m u tlu luğu n a erişm işti. N e var ki,
Bach'la C lap isso n 'u birbirinden ayırm aktan âciz olan O dette'in,
böyle bir şeyi istedikten sonra, sah ip o ld u ğu veya başk a yerden
kolaylıkla bulab ileceği parayla, ne y ap ıp e d ip Bayreuth 'ta bir
yer kiralayabileceğini d ü şü n üy o rd u . Yine d e orada hesaplı y a-
şam ak z orun da kalacak tı. S w an n kendisine bin franklık birkaç
banknot yollam ış olsa, şatod a her gece don atabileceği, ardın-
dan d a canı çekerse -b elk i de ilk k ez - kendini Forcheville'in
kollarına bırakıvereceği m ükellef so fralard an v azgeçm esi gere-
kecekti. A yrıca bu iğrenç seyahatin parasını kendisi, Sw ann
ö d em iş olm ayacaktı hiç d eğilse! Ah! N e olurd u, O dette'i git-
m ekten m en edebilseydi! O dette tam yola çıkacakken ayağını
bu rk say dı; onu gara götürecek olan arabacı, isted iği bedel kar-
şılığınd a O dette'i -S w a n n 'm n azarın da, iki gün dür, Forchevil-
le'e yönelik bir suçortaklığı tebessü m ü yle gözleri ışıld ay an ha-
in bir kadın olan O d ette'i- bir süreliğine h a pis kalacağı bir yere
götürm eye razı olsaydı!
A m a O dette Sw ann'in n azarınd a bu görün tüsün ü asla
uzun süre k orum azd ı; birkaç gü n sonra o ışıl ışıl, dalavereci b a-
kışların parıltısı ve riyakârlığı azalır, Forcheville'e, "Ö fkesind en
k u d u rd u !" diyen iğrenç O dette gö rün tüsü solm ay a, silinm eye
y ü z tutardı. O zam an, öteki O dette'in, yine Forcheville'e g ü -
lüm seyen , am a "U zu n sü re k alam azsın ız, çünkü beyefendi be-
nim le birlikte olm ayı isted iğin d e başk a ziyaretçilerim olm asın -
dan hoşlanm az. Ah! Onu siz d e benim k ad ar tanısaydın ız!"
derken, Sw an n 'a d u y d u ğ u sev giy le gülüm seyen O dette'in çeh-
resi y a v aş y av aş belirm eye başlar, Sw ann'in, çok değer verdiği
nezak etine veya b aşk a hiç kim seye gü v en m e diği ciddi d u rum -
larda ona akıl dan ıştığı zam a n verdiği öğütlere teşekkür eden
O dette'in gü lü m seyen çehresi tatlı tatlı ışıldardı.
Bunun üzerine Sw ann, böyle bir kadın a nasıl olup d a o ha-
karet dolu m ektubu y azabild iğin e şaşar, şüp h esiz bu tür bir
d av ranışı k endisinden hiç beklem eyen O dette'in gö zü n de, iyili-
ği ve sad akati say esin d e k azan m ış o ld uğu itibarı, ayrıcalıklı ko-
num u bu m ektup yü zün den kaybettiğini d üşü n ü rd ü. O dette

311
Sw an n'i, Forch eville'de de, b aşk asın d a da bu lam adığı bu m ezi-
yetlere sah ip o ld u ğu için sev diğin e göre, artık on u eskisi k adar
sevm eyecekti. O dette'in, sırf bu m eziyetleri sebebiyle kendisine
sık sık gö sterd iği yakınlık, bir arzu gö stergesi olm adığı ve hattâ
aşktan ziyad e şefkat belirtisi o ld u ğu için, kıskançlık an larında
Svvann'a bir şe y ifade etm ezd i, am a çoğun lukla san ata dair bir
yazı ok uy u p veya bir do stla sohbet edip zihni dağ ıld ığın d a,
şüpheleri kendiliğin den yatıştıkça, tutkusu, karşılık b ulm ak k o-
n usu n d a eskisi k a d ar talepkâr olm az ve bu yakınlık, gö z ün d e
tekrar önem kazanırdı.
O dette bu iniş çıkışların ardından, Sw an n 'm kıskançlığı
y ü zün den geçici olarak terk etm ek zo run d a kald ığı konum a,
d o ğ al bir gelişm e so nu cu yeniden k av uştu ğun d a, Sw an n 'a b ü -
yüleyici g ö rü n d ü ğ ü b ak ış açısına tekrar yerleştiğinde, Sw ann
onu zihninde olabild iğince şefkatli, onaylayan bakışlarla can-
landırıyor ve bu halini o k ad ar güzel bu lu yo rd u ki, sanki O det-
te o an da k arşısın d ay m ış, onu öpebilirm iş gibi, dudakların ı ona
u zatm ak tan kendini alam ıyordu ; O dette'in o büyüleyici, iyilik
d o lu bakışı, san k i onu S w an n'in hayal gücü, arzularını tatm in
etm ek için yaratm am ış d a, gerçek m iş gibi, tarifsiz bir m innet
u yan dırıyo rd u içinde.
K im bilir ne k ad ar ü zm ü ştü O dette'i! O dette'e karşı hıncı-
na, geçerli birtakım sebepler b ulu yord u şüph esiz, am a O dette'i
bu k ad ar sev m ese, böy le bir hınç d uy m ası için bu sebepler ye-
terli olm azdı. A rtık sev m ed iği için öfkelenm ediği ve o an d a se-
ve sev e yardım edeceği b aşk a k adın lara d a vaktiyle bu k ad ar
gücen m em iş m iy d i? G ün ü n birin de O dette'e karşı d a aynı k a-
yıtsızlığı besleyecek olu rsa, o zam an, O dette'in, önüne fırsat
çıkm ışken, V erdurin'lerin n ezaketin e karşılık verm ek, ev sahi-
beliği rolünü o yn am ak istem esini, aslın da son derece do ğal
olan, biraz çocukluktan, biraz da ruh inceliğinden k aynaklanan
bu arzusu n u , sırf kıskan çlığın dan ötürü korkunç ve affedilm ez
bir şey gibi gö rd ü ğü n ü anlayacaktı.
Sw an n bir kez d ah a, aşkın ve kıskançlığın bakış açısına
ters bir gö rü şü , ara sıra zih in sel hakkaniyet denebilecek bir
k ay gıy la ve çeşitli ihtim alleri h esaba katm ak am acıyla benim -
se d iği bak ış açısını benim siyo r ve O dette'i, ad eta onu hiç sev-

312
m em işçesine, kendi n azarın d a herhangi bir kad ın m ış gibi, san -
ki Sw an n sırtını d ö n d ü ğ ü an O dette S w an n 'd an gizli tasarla-
nan, ona karşı düzenlenen bir h ayat sü rm ü y orm uş gibi y argıla-
m ay a çalışıyordu.
O dette'in, Bayreu th 'ta Forcheville'le veya başkalarıyla,
Sw an n 'la y aşam ad ığ ı, baştan aşa ğ ı Sw an n'in hayal gücün ün
u y d u rm a sı olan b aş d ön d ürücü birtakım h azlar tadacağını d ü -
şün m enin ne an lam ı vard ı? Tıpkı P aris'teki gibi Bayreuth'ta da,
Forcheville Sw an n'i aklından geçirecek olsa, O dette'in hayatın-
d a önem li bir yer işg al eden, ikisi O dette'in evinde k arşılaştık-
ların da öncelik tanım ak zo run d a old u ğ u biri gibi düşün ebilirdi
ancak. E ğer Forcheville'le O dette, Sw an n 'a rağm en Bayreuth 'ta
bu lu n du kların a, bir zafer kazan m ış gibi sevinirlerse, buna
Sw an n , O dette'in gitm esini boş yere engellem eye çalışarak,
k end isi sebebiyet verm iş olacaktı; oy sa O dette'in esasen itiraz
edilecek bir tarafı d a olm ayan planını on aylam ış olsa, O dette
Sw an n 'in rızasıy la gitm iş olacak, kendisini oraya Sw an n gö n -
derm iş, orad a Sw ann m isafir etm iş gibi hissedecekti; geçm işte
birçok k ez onu ağırlam ış olan dostlarını, bu sefer kend isi ağır-
lam aktan d u y acağı zevki de Sw an n 'a borçlu olacaktı.
Sw an n eğer bu parayı O dette'e gö nderirse, bu y olcu luğa
onu heveslen dirip iyi geçm esi için elinden geleni y aparsa,
O dette, -S w an n 'a k ü süp on unla gö rüşm ed en yola ç ık acağm a-
m utluluk ve m innetle kendisine koşacak, böylece Sw ann da,
n ered ey se bir haftadır tatm adığı, yeri hiçbir şeyle d o ld u ru la-
m ay an O dette'i görm e zevkine erişecekti. Ç ü nk ü Sw ann O det-
te'i zihninde tiksinm eden canlandırabildiği, gülü m se m esin de
yine o iyiliği g ö rd üğ ü an dan itibaren, k ıskançlığı, O dette'i d i-
ğer herkesin elinden alm a arz usu n u aşkına eklem ediği sürece,
b u aşk , her şeyden çok, O dette'in şahsının kendisine yaşattığı
d u y gu lara bir d üşk ün lük haline geliy ordu yine; onun bir bak ı-
şının aydınlanışını, bir tebessüm ün ün biçim lenişini, sesind eki
bir tonlam anın çınlayışını, bir gösteriym iş gibi h ayranlıkla se y -
retm enin veya şaşılacak bir olaym ış gibi sorgulam an ın h azzına
olan d üşk ü n lüğ ü, başk a şeylere ağır basıyordu. Bu özel, ben-
zersiz haz, so nun da O dette'e bir ihtiyaç yaratm ıştı Sw an n'd a;
bu ihtiyacı ancak O dette, varlığıyla veya m ektuplarıyla gidere-

313
bilirdi ve Sw an n'in hayatınd aki bu yeni dönem e d am gasın ı v u -
ran bir b aşk a ihtiyaç k ad ar m enfaatten bağım sız , onun k ad ar
san atsal ve sapk ın dı neredeyse; önceki yılların k uru lu ğun u ve
bunalım ını, adeta zihinsel bir aşırı d o y gu n lu ğ u n izlediği bu
son dö n em de Sw ann, tıpkı ansızın güçlenm eye, kilo alm aya
b aşlay an ve giderek tam am en iyileşecekm iş gibi görünen, s a ğ -
lıksız bir insan gibi, sebebini bilm eden, m anevi hayatınd a bek-
lenm edik gelişm eler y aşam ak tay d ı; bu dön em e d am g asın ı v u -
ran, O dette'e d u y d u ğ u ihtiyaç gibi gerçek dün yan ın dışın d a
gelişen diğer ihtiyaç, m üzik din lem e ve bestelerle tanışm a ihti-
yacıydı.
Sw an n böylece, hastalığın ın k im y asal tepkim esi sonucu a ş-
kını k ıskançlığa dö n ü ştürdükten sonra, tekrar O dette'e bir şef-
kat, bir m erham et üretm eye b aşlıyordu. O dette yine eskisi gibi
sevim li ve iyi oluyor, Sw an n ona sert d avran d ığı için vicdan
azabı çekiyordu. O dette'in k end isin e dönm esini arzuluyor, d a-
ha önce de, O dette'in ho şuna gid ecek bir şey y ap ıp, çehresinin
m innetle y u m u şam asın ı, d ud ak ların d a bir tebessüm ün biçim le-
nişini gö rm ek istiyordu.
D olayısıyla, her seferinde Sw an n'in birkaç gün sonra, esk i-
si k ad ar şefkatli ve uy sal bir tavırla barışm aya geleceğinden
em in olan O dette, artık onun h oşuna gitm em ekten, hattâ onu
kızdırm aktan korkm uyor, işine geld iğin de, Sw ann'in en çok
d eğer verd iği lütufları esirgiyordu kendisinden.
Belki de Sw ann'in, bo zuştu k ları sırad a, O dette'e para gö n -
derm eyeceğini ve ona k ötü lük etm eye çalışacağını söylerken ne
k ad ar sam im i o ld u ğu n u O dette bilm iyordu. Belki Sw ann'in,
b aşk a bazı du rum lard a, ilişkilerinin geleceğini düşünerek,
O dette'e o n su z yaşayabileceğin i kanıtlam ak ve ayrılm a ihtim a-
lini hatırlatm ak am acıyla, bir sü re genç kadının evine gitm em e-
ye k arar verirken, O dette'e karşı d eğ ilse bile en azın dan k en di-
ne k arşı ne k ad ar sam im i o ld uğu n u d a bilm iyordu.
Bazen bu duru m , O dette'in birkaç gün boyunca Sw an n'a
yeni bir kaygı y a şatm ad ığı z am an lard a ortaya çıkardı; Sw ann
O dette'e bu d u ru m d a y ap acağı ziyaretlerin kendisine büyük
bir m utluluk verm eyeceğini, d ah a b üyük ihtim alle, o andaki
huzurun u bozacak bir üzün tü y aşatacağın ı bilerek genç kadına

314
m ektup y a zar ve çok m eşg u l old uğu n u, önceden k ararlaştır-
dıkları günlerden hiçbirinde görüşem eyeceklerini bildirirdi. Fa-
kat bu sırad a, O dette'ten, onun m ektubunu alm ad an y azd ığı ve
sö z k on usu ran d evu lard an birini değiştirm esin i rica ettiği bir
m ek tu p alırdı. Sebebini m erak ederdi; eski şüph eleri, ıstırabı
tekrar su y ü zü n e çıkardı. Bu yeni, telaşlı halinde, önceki göreli
h u zur sırasın d a verd iği sö zü tutam az, derhal O dette'in evine
koşar, on unla her gü n gö rüşm ek ister, ısrar ederdi. H attâ O det-
te Svvann'ın m ektubu nu alm adan önce değil, aldıktan sonra ce-
v a p y az sa ve kısa bir süre ayrı kalm ay ı k ab ul ettiğini belirtse
bile, Sw ann onu gö rm em eye taham m ül edem ezdi. Ç ünkü ken-
di h esaplarının aksine, O dette'in rızası, Sw an n'in bütün d u y g u -
larını değiştirirdi. Bir şeye sah ip olan herkes gibi Sw ann da, on-
dan bir an v az geçse ne olacağını görm ek için, onu zihninden
atar, am a zihn indeki diğer her şeyi, o varken o ld u ğ u haliyle bı-
rakırdı. O ysa bir şeyin yo klu ğu bunu nla sınırlı kalm az, basit,
kısm i bir eksiklik değildir, diğer her şeyin altü st olm asıdır; ön-
ceki d u ru m d a kestirilm esi m üm kün olm ayan yeni bir d u ru m -
dur.
A m a bazen de aksine, -O d ette bir yolcu luğa çıkm ak üze-
reyken - Sw ann bir bahane b u lu p başlattığı küçük bir kavganın
ardın dan , O dette'in dö n ü şü n den önce ona m ektup y az m am a-
ya, onunla görüşm em ey e karar verir, böylece, büy ük bölüm ü
yolculuk nedeniyle zaten kaçınılm az olan, kendisinin sadece
biraz d ah a erken başlattığı bir ayrılığa, O dette'in belki d e te-
m elli zan nedeceği, ciddi bir boz uşm a sü sü verir, böyle bir d ar-
gınlığın sa ğ la y aca ğı yararları elde etm ek isterdi. O dette'i zih-
ninde, Sw an n ziyarette bu lu n m adığı ve m ek tup y azm ad ığı için
şim diden endişelen m iş ve dertlenm iş bir h alde canlandırırdı;
bu hayal, kıskançlığını yatıştırır ve O dette'i gö rm e alışkan lığın -
dan vazge çm esin i k olaylaştırırdı. Üç haftalık k abullen ilm iş ay-
rılığın uzun süresi say esin de zihninin derinliklerine itilm iş
olan, O dette'i d ö n ü şü n d e tekrar görm e düşü ncesi, zam an z a-
m an ortaya çıkıp Sw an n 'a haz verirdi şü ph esiz, am a Sw ann
O dette'in dö n üşü n e o k adar az sabırsızlanırdı ki, böylesine ko-
lay bir m ahrum iyetin süresini seve seve ikiye katlayabileceğini
dü şün m ey e başlardı. Ayrılık kararının üzerin den üç gün geçer-

315
di; Sw an n'in O dette'le hiç gö rü şm ed iği, üstelik b u seferki gibi
önceden tasarlan m am ış çok dah a u zun süreler geçirdiği o lm u ş-
tu. Buna rağm en , ufacık bir aksilik ya da fiziksel rahatsızlık
-S w an n 'in o ânı kuraldışı, istisn ai bir an gibi görm esin e yol
açarak, ona bir hazzm sağ lay ac ağ ı yatışm anın iyi geleceğini ve
tekrar çaba gösterm enin bir yararı olabileceği ân a kadar, irad e-
yi dinlendirm enin m akul olacağını d ü şü n d ü re rek - iradesinin
etkinliğini durdurur, b ask ısını ortadan kaldırırdı; hattâ d ah a da
ön em siz bir m azeret çıkar, Sw an n O dette'ten bir k on u d a bilgi
alm aya, örneğin arabasın ı hangi renge boy atm ak isted iğin e k a-
rar ve rip verm ediğin i veya ad i hisse senedi mi, yo ksa im tiyazlı
hisse senedi m i alınm asını istediğini sorm ayı un u ttu ğun u hatır-
lardı (onu görm em eye d ayan abildiğin i O dette'e kanıtlam ak iyi
gü ze ld i de, bu yüzd en arabayı yeniden boy atm ak zo run da k a-
lırsa veya hisse senetleri kâr payı getirm ezse pek h oş olm azdı);
işte o zam an, O dette'i tekrar gö rm e fikri, ta uzak larda n, gerilip
bırakılan bir lastik veya a ğzı açılan bir v aku m pom pasın ın için-
deki hava gibi, tek sıçrayışta şim d iki zam anın, hem en gerçekle-
şebilecek ihtim allerin alanına giriverirdi.
Hiçbir engelle k arşılaşm ad an ön plana geçen O dette'i gö r-
m e fikri o k ad ar d ay an ılm azd ı ki, Sw ann O dette'ten m ecburen
ayrı k alacağı on beş gün ün giderek yaklaştığını h issettiği g ü n -
ler b oy un ca hiç böyle telaşlan m am ış, kendisini O dette'e k a vu ş-
turacak olan arabanın h azırlanm ası için gereken on dak ika bo-
yunca zo rlan dığı k ad ar zorlan m am ıştı; sabırsızlık ve m u tluluk -
la kendinden geçiyor, ta uz ak lard a zannettiği bir an d a, birden
tekrar yanı b aşın da, bilincinin en yakın noktasında b u ld u ğu
O dette'i görm e d ü şün cesin e bin kez, sevgiy le sarılıyordu. Ç ü n -
k ü O dette'i tekrar gö rm e fikrinin önündeki engel kalkm ıştı:
Sw ann O dette'ten rahatlıkla ayrı kalabildiğini kendine kanıtla-
dığı an dan itibaren -e n azın dan kendisi öyle san ıy ord u -, istedi-
ği an u y g ulam ay a koyabileceğind en şüph e d u y m ad ığ ı bir ayrı-
lık den em esini ertelem ekte hiçbir m ah zur gö rm ed iği için, artık
O dette'i tekrar görm e fikrine direnm eye çalışm ıyordu. Ayrıca,
bu üç değil, on b eş gü n lü k ayrılık (özveri süresinin, peşinen,
sap tan m ış v adey e gö re h esaplan m ası gerekir çünkü), O dette'i
tekrar görm e fikrine, alışkanlığın köreltm iş o ld u ğu bir tazelik,

316
bir cazibe, bir gü ç katm ış ve o âna k ad ar kolaylıkla feda edile-
bilecek, beklenen bir h az diye adland ırabileceğim iz bir şeyi,
karşı koy ulm ası im kânsız, beklenm edik bir saad ete d ö n ü ştü r-
m üştü. Bütün bu nlara ek olarak, kendisin den hiçbir haber çık-
m ayınca O dette'in ne d ü şü n d ü ğü n ü , ne yaptığını Svvann'ın bil-
m em esi, do lay ısıyla adeta yabancı bir O dette'in tutkulu ifşa-
atıyla k arşılaşacağı dü şün cesi de, O dette'i tekrar gö rm e fikrini
güzelleştirm işti.
N e var ki O dette, tıpkı Svvann'ın, isted iği parayı verm eyi
redderken blö f yaptığını d ü şü n d ü ğ ü gibi, Sw ann arabanın ne
renge boyanacağını veya hangi hisse senedinin alınacağını sor-
m ak üzere ge ld iğ in d e de, bu so ruy u bir bahane olarak görü y or-
du. Ç ün k ü Sw an n'in geçirdiği buhranların çeşitli aşam aların ı
hesaba katm ıyor, işleyişini an lam ay a çalışm ıyor, sad e ce önce-
den bild iği, zo runlu, yanılm az ve asla değişm ey en son uca ina-
nıyordu. O dette'in bu k on udaki fikri, Sw ann'in b ak ış açısınd an
d eğerlen d irild iğin d e yetersizdi -a m a belki bir o k ad ar da d e-
rin di-; Sw an n 'a sorsalar, m uhtem elen O dette'in kend isini an la-
m adığın ı söylerdi; aynı şek ilde bir m orfinm an, tam yerleşik
alışkan lığından k urtulacağı an d a m eyd an a gelen, hariçten bir
olay tarafın dan veya bir verem li, nihayet iyileşecekken ortaya
çıkan tesad ü fi bir rahatsızlık tarafından en gellen diğinden hiç
k u şk u d u y m a z ve do ktorun kendisini anlam ad ığın ı düşün ür,
çünkü doktoru, bu sö z d e tesadüfleri kend isi k ad ar ön em sem ez,
hastası akıllanm a veya iyileşm e hayalleri kurarken, aslın da iç-
ten içe kalıcı bir h asar verm eye de vam etm iş olan kötü alışkan -
lığın veya hastalık halinin, kendini tekrar hissettirm ek için b ü -
rün d ü ğ ü birer kılık olarak değerlendirir. Sw an n'in aşk ı, do kto-
run veya bazı hastalıklarda en gö zü pek cerrahın bile, hastayı
kötü alışkan lığından ya d a hastalığın dan m ah rum etm enin hâlâ
bir anlam ı, hattâ im kânı b u lu n u p bu lun m ad ığın d an şüph eye
düştükleri safh ay a gelm işti.
Sw ann, bu aşkın k apsam ı hakkında d o ğ ru d an bir bilince
sah ip d eğ ild i şüph esiz. O nu ölçm eye çalıştığında, bazen bu
k a p sam çok d aralm ış, hattâ yok denecek k ad ar ufalm ış gibi ge-
liyordu ona; m esela bazı günler, O dette'e âşık olm adan önce, o
anlam lı y üz hatlarını, so lgu n cildini pek beğen m ed iğin i, hattâ

317
neredey se iğrenç b u ld u ğu n u hatırlıyor, yine aynı d u y gu y a k a-
pılıyordu. "G erçekten gözle gö rülür bir ge lişm e var," d iy o rdu
kendi k endine ertesi gün; "d o ğ ru y u sö ylem ek gerekirse, dün
gece onunla aynı yatağı pay laşm ak tan neredeyse hiç zevk al-
m ad ım , hattâ ne gariptir ki, adeta çirkin gö rün d ü gö z ü m e." Bu
d ü şün celerin de sam im iy di şü ph esiz , am a aşkı, fiziksel arzu n un
çok ötesine u zan m aktay dı. A şkının k apsam ı içinde O dette'in
şah sı bile artık pek fazla yer k aplam ıyordu . B akışları m asasının
üstüne, O dette'in fotoğrafına iliştiğin de veya O dette kendisini
ziyarete geldiğin d e, bu etten kem ikten görün tüy ü veya karton-
dan sureti, d aim a içinde taşıdığı sancılı ve k esin tisiz heyecanla
bağd aştırm ak ta güçlük çekiyordu. A deta şaşırarak , tıpkı h asta-
lığını an sızın karşısın da som ut bir varlık olarak gören ve gö r-
d ü ğ ü şeyi çektiği acıya benzetem eyen bir h asta gibi, "İşte o,"
diy o rdu kendi kendine. " 0 " n u n ne o ld u ğu n u an lam ay a çalışı-
yordu; çünkü aşkla ölüm arasın dak i en bü y ük benzerlik, her
zam an sö z ü edilen m u ğlak benzerlikler değil, her ikisinin de
bizi, gerçekliğini kavray am am ak tan, elim izden kaçırm aktan
ko rk tuğu m u z kişiliğin sırrını dah a derinlem esine so rgulam ay a
itmeleridir. Svvann'ın aşkı da öylesine ilerlem iş bir hastalıktı,
Svvann'ın bü tün alışkanlıklarına, hareketlerine, düşüncelerin e,
sağlığın a, u y k usu n a, hayatına, hattâ ölüm den so n rası için arz u-
ladıklarına öylesine n üfu z etm işti, Sw an n'la öylesine bir bütün
teşkil ed iyo rd u ki, Svvann'ın kendisini d e param p arça etm eden
bu aşkı on d an sö k ü p atm ak m üm kün değild i; cerrahi terim le,
aşkı artık am eliyat edilem ez hale gelm işti.
Sw ann ilgi d u y d u ğ u her şeyden öylesine k o pm u ştu ki,
O dette'in aslın da değerini tam olarak takdir edem eyeceği, şık
bir çerçeveye benzettiği yüksek so syete ilişkilerini kullanarak
sevgilisin in gö zü n d e az d a olsa bir değer kazanabileceğin i
d ü şü n ü p (aşkı, do k u n d uğu her şeyi daha d eğe rsiz m iş gibi g ö s-
terip O dette'in n azarın da çaptan d ü şü rd ü ğ ü gibi Sw ann'in iliş-
kilerinin de değerini az altm asa, bu dü şün cesi gerçekleşebilirdi
belki) bind e bir eski çevresine d ö n d ü ğün d e, o çevrede, O det-
te'in bilm ed iği yerlerde, tanım adığı insanların arasın d a olm a-
nın verdiği üzü ntü nün yanı sıra, ay lak sınıfın eğlencelerini an -
latan bir rom an dan veya resim den alacağı kayıtsız zevki y aşı-

318
yordu; aynı şek ilde evinde de, kendi ev hayatının işleyişinden,
gard ro bun u n ve hizm etkârlarının şıklığın dan , b o rsad ak i yatı-
rım larınd an aldığı zevk, en sev d iği yazarlardan biri olan Saint-
Sim on 'un y azıların da, M m e d e M aintenon'un gün lerini nasıl
geçirdiğini, yem eklerinin m en ü sün ü veya Lulli'nin kurnazca
cim riliğini ve şa şaa lı yaşayışın ı oku m aktan aldığı zevke benzi-
yordu. K op uşun m utlak olm adığı birkaç istisnai d u ru m d a da,
Svvann'm tattığı yeni zevk in sebebi, benliğinin, aşk ın a ve k ed e-
rine n eredeyse yabancı kalm ış tek tük bölgelerine kısa bir süre
için göç edebilm esiydi. Bu bak ım d an , büyükh alam ın kendisine
y akıştırdığı kim lik, yani d ah a bireysel olan C harles Sw an n kim -
liğinden farklı "Sw an n 'in o ğ lu " kim liği, artık en rahat ettiği
kim likti. Bir keresinde, Parm a Prensesi'ne (prenses çeşitli gala
ve jübilelere dav etiy e bularak Sw an n'in sık sık O dette'i sev in -
dirm esine im kân tanıyabileceği için) d o ğu m gü n ü n d e m eyve
gönd erm ek istem iş, m eyvelerini n asıl sip ariş edeceğini pek bi-
lem eyip annesinin bir kuzinini bu işle görevlendirm işti; yeğeni-
ne bir yardım ı d o k u n d u ğu n a pek m em nun olan hanım da
Sw an n'a bir m ektup yazıp izah at verm iş, m eyvelerin hepsini
aynı yerden alm adığın ı, üzüm leri üzüm u zm an ı C rapote'tan,
çilekleri Jauret'den, arm utları ise dah a gü zel o ldu kları için Che-
vet'den aldığın ı bild irm iş, "her m eyveyi tek tek yerinde gö r-
dü m ve inceledim ," diy e eklem işti. G erçekten de Sw ann, pren-
sesin teşekkürlerinden, çileklerin k ok usu nu , arm utların kıv a-
m ını kestirebilm işti. A m a özellikle "h er m eyveyi tek tek yerin-
de gö rdüm ve in celedim " kısm ı, Sw an n'in bilincini, nadiren
gittiği, am a "d o ğ ru adresler" bilgisini ve sip ariş etm e sanatını,
o istediği an hizm etine su n ulm ay a hazır bir m iras olarak koru-
yan varlıklı, iyi bir burjuva ailesinin m irasçısı sıfatıyla sah ip ol-
d u ğ u bir bölgey e gö türm üş, ıstırabını biraz dindirm işti.
Sw ann gerçekten de "Sw an n 'in o ğ lu " o ld u ğu n u o k adar
uzun zam andır un u tm uştu ki, bir an tekrar bu kim liğe k av u ş-
tu ğu n d a, diğer zam anlar tadabileceği ve artık bıkm ış o ld u ğu
zevklerden çok d ah a y oğu n bir haz y a şam ası d o ğald ı; kendisini
hep "Sw an n 'in o ğ lu " olarak görm eye devam eden burjuvaların
nezaketi, aristokratlarınkiyle y arışa m az d ı gerçi (aslınd a bu rju-
vaların nezaketi d ah a guru r ok şayıcıdır, çünkü hiç d eğ ilse b u r-

319
ju v alard a nezaket daim a düşün celilikle el eledir), am a bir
prensten gelen m ektup, ne k adar krallara layık bir eğlence tek-
lif etse de, eski aile ah baplarınd an birinin n ikâhında şah itlik et-
m esini ya da sadece törene katılm asını rica eden bir m ek tup k a-
d ar sev in direm ezdi Svvann'ı; eski aile dostlarının bazıları
Sw an n'la gö rüşm e ye dev am ediyo rd u -örn eğin bü y ük babam
bir yıl önce kendisini annem in dü ğün ü n e d avet etm işti- b a zıla-
rı da, Sw an n 'i şah sen pek tanım ıyorlar, am a rahm etli M.
Svvann'ın oğlu n a, say gıd e ğ er m irasçısına n ezaket borçlu o ld u k -
larını d üşün üy orlard ı.
Bununla birlikte, bazılarıy la sam im iyeti yıllara day an an
yüksek so sy e te m en su pları da, bir ölçüde Svvann'ın evinin, y u -
vasının, ailesinin bir parçası sayılırlardı. Sw an n parlak d o stlu k -
larını d üşün ün ce, ailesin den kendisine k alm ış olan güz el arazi-
leri, gü zel gü m ü şleri, güzel sofra örtülerini sey rederken h isset-
tiği rahatlığı, d ış de steği hissed iyo rd u. E vin de bir k alp krizi ge -
çirecek olsa, o d a hizm etkârının yardım istem ek ü zere ilk k o şa-
cağı kişinin C hartres D ükü, R euss Prensi, L ü kse m bu rg D ük ü
veya C h arlus Baronu olacağın ı düşün m en in S w an n 'a verd iği
teselli, bizim yaşlı Françoise'ın, iyi k um aştan , kendine ait, ü ze-
rine m arkası işlenm iş, y a m asız (ya d a olsa olsa yam ayan kişi-
nin titizliğini ortaya koyacak bir beceriyle yam anm ış) bir kefe-
ne sarılacağını dü şün ün ce, bu kefenin hayalini k afasın da sık
sık canland ırarak refah d u y g u su n u değilse de izzetinefsini d o -
y u rdu ğu zam an lar b u ld u ğu teselliye benziyord u. A m a h epsin -
den önem lisi, Sw an n'in O dette'e ilişkin bütün d av ran ış ve d ü -
şüncelerini, itiraf etm ediği aynı d u y gu , yani O dette'in k en disi-
ni, herhangi birinden, hattâ Verdurin'lerin en sıkıcı m ü ridin den
bile dah a az sevm ese d e görm ekten d ah a az h o şlan dığı d u y g u -
su yönettiği ve b elirlediği için, Sw ann zarafetin tim sali kabul
edildiği, peşin d en k oşu lan , herkesin Sw an n'la gö rüşem em ek -
ten yakın dığı bu çevreyi d ü şün d ü ğ ü n d e, dah a m utlu bir h ay a-
tın var olabileceğine yeniden inanm aya başlıyor, tıpkı aylardır
yatağın dan çıkam ayan , perhizdeki bir hastanın, gazeted e resm î
bir öğle yem eği dav etinin m en üsü nü veya Sicilya'ya yapılacak
bir gem i yolcu luğu n un ilanını o k u d u ğu n d a iştah lan m ası gibi,
neredeyse böy le bir h ayata heves ediyordu.

320
Y ük sek sosyete m en su pların d an , kendilerini ziyarete git-
m ed iği için öz ür dilem ek zo run day dı, oy sa O d ette'ten, ziyareti-
ne gittiği için özür dilem ek zo run da kalıyordu. Ü stelik bu ziya-
retlerin bedelini de öder (O dette'in tah am m ülünü azıcık suiisti-
m al e d ip ziyaretine sıkça gidecek olsa, ay so n un d a ona dört bin
frank gönderm enin yeterli olup olm ayacağın ı d ü şün ür), her zi-
yaretine bir bahane bulur, ya bir h ediye götürür, ya O dette'in
kendisin den isted iği bir bilgiyi iletir ya d a O dette'in evine git-
m ekte olan M. d e C h arlu s'e sok ak ta rastlay ıp ısrarlarına d ay a -
n am ay arak ona eşlik ederdi. Hiçbir bahan e b u lam ad ığ ı tak dir-
d e de, M. de C harlus'ten, hem en O dette'in evine gitm esini,
sohbet sırasın da, sank i o an da aklına gelm iş gibi, Sw an n 'la bir
şey kon uşacağın ı söylem esini ve onu O dette'in evine çağırtm a-
sını rica ederdi; am a çoğun luk la Sw ann b o ş yere bekler, akşam
görüştük lerin de, M. de C h arlus, planın başarılı olm ad ığın ı bil-
dirirdi. Yani artık sık sık şehir dışın a çıkan O dette, P aris'te ol-
d u ğ u zam an bile Sw an n'la pek az gö rüşüy or, Sw an n 'i sevdiği
dö n em de, "Ben her zam an serb estim ", "B aşkalarının ne d ü şü n -
d ü ğ ü n d e n ban a n e?" diyen O dette, şim di Sw ann ne zam an
kendisiyle görüşm ek istese, ya ahlak kurallarını ileri sürüyor
veya bir işi old u ğun u bah ane ediyo rd u. Sw ann, O dette'in de
b u lu n acağı bir yard ım severler balo su n a, sergi açılışına, pröm i-
yere gitm ekten sö z ettiğinde, O dette onu, ilişkilerini teşhir et-
m ek istem ekle, kendisine fahişe m uam elesi y ap m ak la su çlu -
yordu. O k adar ki, Sw ann, so n u n d a O dette'le hiçbir yerd e gö-
rüşem ey eceğinden korkarak, bir gün , O dette'in çok sevdiğin i
b ild iği eski bir do stun u, A do lph e A m cam ı ziyarete, Bellech asse
So k ağı'n d ak i küçük dairesine gitti; b ü yü kam cam d an , O dette
üzerindeki nüfuzun u kullan ıp ken disin e yardım cı olm asını rica
edecekti. Odette, b ü yü ka m cam d an Sw an n 'a her sö z edişin d e
şairan e bir tavır takınır, "A h ! O senin gibi değildir, onun do st-
lu ğ u fevk alad e bir şeydir, m üth iş bir şeydir! O asla u m um i yer-
lerde benim le birlikte görün m eyi isteyecek k ad ar d ü şü n ce siz
o lm ad ı," derdi; Sw ann d a bu y ü zd en çekiniyor, bü yükam cam a
O dette'ten bahsederken ne k ad ar ince bir lisan k ullan m ası ge-
rektiğini bilem iyordu. Ö nce O dette'in m ükem m eliyetini
peşinen kabul ettiğini belirterek onun in san üstü bir varlık, bir

321
m elek olduğu n un tartışılam ayacağını söyledi ve kelim elere sığ -
m ay an, tecrübe ötesi m eziyetlerinden dem vu rdu . "S iz in le ko-
n uşm ak istiyorum . Siz O dette'in d iğe r bütün k ad ın lardan ü s -
tün, harikulad e bir varlık, bir m elek old uğu n u biliyorsun uz.
A m a Paris'te yaşam an ın ne dem ek old u ğu n u da bilirsiniz. H er-
k es O dette'i sizin, b enim gö rd ü ğ ü m ü z gibi görm üyor. Bazı in-
sanlar, benim biraz gü lü n ç bir k o n um d a o ld u ğ u m u d ü şü n ü -
yorlar; O dette kendisiyle dışa rıd a, tiyatroda k arşılaşm am ızı d a -
hi sakıncalı buluyor. Size güv eni son su zd ur; acaba ona hakkım -
d a bir iki iyi sö z sö yleyip benim kendisin e selam verm em in,
zannettiği gibi bir zararı do k u n m ay acağı k on u su n d a ikna e d e -
m ez m iyd in iz o n u ?"
Büyük am cam , Sw an n 'a, O dette'in kendisini d ah a çok se v -
m esini istiy orsa, onunla bir sü re gö rüşm em esin i, O d ette'e de,
Svvann'ın her isted iği yerde ken disiyle bu lu şm asın a izin ver-
m esini tav siye etti. Birkaç gün son ra O dette, b ü yü k bir hayal
kırıklığı y aşad ığ ın ı, b ü yü kam cam m d a d iğer erkeklerden fark-
sız old u ğun u an ladığın ı sö yle di Sw an n 'a: A do lp h e A m cam ona
zorla sah ip olm ak istem işti. Sw an n bun u d u y d u ğ u an, gid ip
bü yü kam cam ı düelloya dav et etm ek istedi, am a O dette ken d i-
sini yatıştırınca vazgeçti; yine de b ü yük am cam la k arşılaştığın -
d a on unla el sık ışm ay a y an aşm ad ı. A do lph e A m cam la b o z u ş-
m ak onu ü zm ü ştü , çünkü k en d isiy le ara sıra gö rü şü p b aş başa
sohbet etm eyi, O dette'in bir z am an lar N ice'te sü rd ü ğ ü hayata
d air kim i d ed ik od u ları açıklığa kavu ştu rm ay ı um u yo rd u.
A d o lph e A m cam kışları N ice'te yaşard ı. H attâ Sw an n, O det-
te'le o rad a tanışm ış olabileceklerini dü şün üy o rdu . O dette'in
âşığı o ld u ğ u söylenen bir ad a m hakkında k ulağın a çalm an tek
tük laflar Sw an n 'i allak b u llak etm işti. A m a öğrenm eden önce,
Sw an n 'in öğrenilm esi en korkunç, inanılm ası en güç d iy e nite-
leyeceği şeyler, bir kez öğrenildi m i, kederiyle tem elli bütün le-
şiyor, Sw ann hepsin i kabulleniyor, aksin i d ü şün em ez oluyor-
du. A ncak, edind iği bilgilerin her biri, sev gilisi h akkındaki fi-
kirlerine kalıcı bir d am g a vuruyo rdu . H attâ bir d efasın d a,
O dette'in, Sw an n'in h ayalinden bile geçirm ed iği hafifm eşrepli-
ğinin çok kişi tarafından bilin diğin i, esk iden aylar geçirdiği Ba-
d e n 'd a ve N ice'te, h o ppalığıy la nam salm ış o ldu ğu n u d u y d u.

322
S o rgu y a çekm ek niyetiyle, birtakım ze vk düşkü nleriyle yakın-
lık k urm ay a çalıştı, am a bu kişiler Svvann'ın O dette'le tanıştığı-
nı biliyorlardı; ayrıca Svvann O dette'i onlara tekrar hatırlat-
m ak tan çekiniyor, tekrar peşine dü şerler d iye korkuyordu.
A m a o gü n e k ad ar Baden ve N ice'teki kozm o polit hayata iliş-
kin her şey i m ü th iş sıkıcı b u ld u ğu h alde, O dette'in bir zam an -
lar, belki artık Svvann'ın say e sin d e o rtadan k alkm ış olan para
ihtiyacını k arşılam ak için, belki de yeniden ortaya çıkabilecek
k aprisle r u ğrun a, bu zevk şeh irlerin de sefa sü rm üş o ld uğu n u
öğren diğin den beri, Svvann, kış m ev sim in in Prom en ade d es
A n g lais'd e , y az m evsim in in se B aden'ın ıh lam ur ağaçları altın-
d a geçirildiği yılların, yani M ac M ah o n'un başk anlığın ın ilk
yıllarının gö m ü lü p gittiği o d ip siz k u yuy a do ğru, çaresiz, kör
ve b aş dö n d ü rü cü bir kaygıyla adeta çekiliyor, o yıllara sancılı,
am a şairan e gü zellikte bir derinlik atfediyo rdu; O dette'in - a s -
lında son derece d ürü st ve b asit o lan - bakışları veya tebessü-
m ü hakkınd a yeni bir şeyler öğrenebileceğine in ansa, o dö ne-
m in C öte d 'A zu r tarihçesinde anlatılan binbir ayrıntıyı tek tek
inceler, Botticelli'nin İlkbahar'mm, Güzel Varına'sının veya Ve-
nüs'ün ün ruhuna derin lem esin e n üfu z edebilm ek am acıyla,
XV. yüzyıl F lo ran sa'sın d an gü n ü m ü ze kalm ış belgeleri incele-
yen bir estetikçiden dah a büyük şevk le çalışırdı. Svvann sık sık
hiçbir şey sö ylem ed en O dette'e b ak ıp hayallere dalıyor, O dette
de ona, "N e k adar m ah zu n sun böy le!" diy ordu. Svvann kısa bir
süre önce, O dette'in, o gün e k ad ar tanıdığı en değerli in san lara
benzer, iyi k alpli biri o ld u ğu fikrinden vazge çm iş ve onun,
m etres hayatı y aşay an bir kadın old uğu n a in an m ay a b aşla m ış-
tı; sonra d a tam tersine, eğlence düşkünlerinin, h o vardaların
belki de fazlasıy la yakın dan tanıdığı O dette d e C recy'den , b a-
zen y um uşacık bir ifadey e bürünen çehreye ve insancıl m izaca
geçm işti. "N ice'te herkesin O dette de C recy'yi tanım ası ne ifa-
d e eder ki? Bu tür şöhretler, d o ğru o lsalar bile, başk aların ın fik-
riyle o lu şu r," diye d ü şü n üy ord u ; bu efsan e -ge rç ek de o lsa -
O dette'in d ışın dak i bir şey di, kişiliğinin d e ğişm ez , zararlı bir
p arçası d eğild i; yanlış d av ran ışlara sü rük len m iş olabilecek bu
insan, gö zlerinden iyilik, yüreğind en ıstıraba karşı m erham et
taşan , Svvann'ın elleriyle tuttuğu, kollarıyla sarıp sarm alad ığı

323
u y sal vücutlu bir kadın dı; onun için vazgeç ilm ez olm ayı b aşa-
rabilirse, belki bir gün bütün üy le sah ip olabileceği bir k adın dı.
O dette k arşısınd a oturur, çoğun lukla yo rgu n gö rünen çehresi,
bir an için, Svvann'ı ıstıraba sü rükleyen m eçhul k on ulardaki
heyecanlı ve sevinçli k ayg ıd an arınırdı; O dette elleriyle saçları-
nı geriye iter, aim , y ü zü gen işlerdi; o z am an an sızın , bir dinlen-
m e ya d a içe dö n ü ş ân ınd a ken d isiy le b aş b a şa kalan h erkeste
rastlanabilecek basit, insanca bir dü şün ce, iyi bir d u y g u , sa p s a -
rı bir gü n eş ışını gibi fışkırırdı gö zlerinden. O an d a bütü n yüzü
aydınlanır, gri bulu tlarla kaplı kırların, tam gü n eş batarken,
bu lutların an sızın aralan m asıy la tüm d en d eğişen çehresini h a-
tırlatırdı. Sw ann O dette'in o an d a içinde b u lu n d u ğ u hayatı,
hattâ hülyalı bakışlarla izlerm iş hissini verd iği geleceği onunla
pay laşabilird i; bu hayat, bu gelecek, kötü bir telaşın tortusun u
taşım ıyo rdu . Böyle anlar giderek sey rek leşse de, hiçbir y ararla-
rı olm ad ığı söylenem ez. Sw an n bu kırıntıları h afızasın d a bir-
leştiriyor, araları k esip atıyor, ad e ta so m altın dan , iyilik ve sü -
kûnetle do lu bir O dette heykeli d ök ü y ord u ; da h a so nra (bu ki-
tabın ikinci b ölü m ü n d e gö rüleceği gibi), bu O dette uğruna,
öteki O dette'in asla elde ed em ey eceği fe dak ârlıklar yapacaktı.
Yine de bu anlar o k ad ar en derdi, Sw an n artık O dette'i o k ad ar
az gö rüy o rd u ki! O dette ak şam ra n d ev u su n u bile son d ak ik ada
kesinleştiriyor, Sw an n'in n a sılsa d aim a serbest olacağın ı d ü şü -
nerek, başk a bir ziyaret teklifi alm ay ac ağın d an em in olm ak isti-
yordu. Birinden çok önem li bir k on ud a cev ap beklem ek zorun -
d a o ld u ğu n u ileri sürüyor, hattâ Sw an n'i evine çağırdıktan
so nra bile, a rk ad aşları gecenin ortasın d a tiyatroda veya gece-
y arısı y em eğin de b ulu şm ayı tek lif etseler, O dette sevinçten z ıp-
layarak alelacele giyin iyo rdu. O hazırlıklarını sürdü rürken,
y aptığı her hareket, Sw an n 'i, on dan ay rılm ak z o ru n d a k alaca-
ğı, O dette'in k arşı k on ulm az bir coşkuyla kaçıp gideceği âna
b iraz dah a yaklaştırırdı; hazırlıklar nihayet tam am lan dığın d a,
O dette gergin bir dikkatle parlay an gözlerle ay n ay a son bir kez
b ak ıp d ud akların a b ira z d ah a ruj sü rdükten , alnındaki bir buk -
leyi düzelttikten sonra, altın pü sk ü llü , gö k m av isi gece m anto-
su n u isted iğin d e, Sw ann öylesine kederli bir h av ay a b ürü n m üş
olurd u ki, O dette kendini a la m a y ıp sab ırsızlık la , "Son d ak ik a-

324
ya k ad ar k alm an a izin verdim diy e bana bö yle m i teşekkür edi-
y o rsu n !" derdi. "B en de senin h oşun a gider sanm ıştım . Ö ğren-
d iğim iyi old u, gelecek sefer ona göre d av ran ırım !" Bazen
Sw ann, O dette'i k ızdırm a p ah asın a d a olsa, nereye gittiğini ö ğ -
renm eyi k afasın a koyar, Forcheville'in kend isini bilgilendirebi-
leceğini dü şü n erek onunla ittifak k urm ay ı h ayal ederd i. A slın-
da, O dette'in geceyi kim inle geçirdiğini bild iği d u ru m larda,
Sw an n'in, say ısız tanıdığı arasın d a, O dette'in birlikte çıktığı
ad am ı, do lay lı y o ld an d a olsa, tanıyan birini b u lam ad ığ ı pek
enderdi, iste d iği bilgiyi kolaylıkla edinebiliyordu. Ş u veya bu
kon uyu ay d ın latm asın ı rica etm ek üzere ark ad aşların d an biri-
ne m ek tup yazarken , kendi kendine cevap sız so ru lar sorm a k -
tan v azge çip so rgu lam a zahm etini bir başk asın a devretm enin
rahatlığını yaşard ı. Ş u rası d a bir gerçek ki, birtakım bilgiler
edinm enin S w an n 'a pek bir yararı olm uyordu. Bilm ek her z a-
m an engelleyebilm e im kânı sağ lam az ; am a hiç d e ğ ilse b ild iği-
m iz şeyleri, av cu m u zu n içinde tu tam asak d a zih n im izde k ulla-
nım a hazır b u lu n d u ru ru z ve bu d a bize, üzerlerinde hâkim iyet
k urd u ğ u m u z yan ılgısın ı yaşatır. M. de C h a rlus'ü n O dette'le ol-
d u ğ u n u bilm ek, Sw an n 'a d aim a m utlulu k verirdi. M. d e Char-
lu s'le O dette'in ara sın d a hiçbir şe y olam ay acağın ı, M. d e Ch ar-
lu s'ün , dostluk larının hatırına O dette'le çıktığını ve O dette'in
her yaptığını z orluk çık arm ad an kend isin e anlatacağın ı bilirdi.
Bazen O dette belirli bir ak şam S w an n 'la gö rüşm e y i o k ad a r ke-
sin bir tavırla reddeder, b aşk a bir eğlenceyi ne olu rsa olsu n ka-
çırm ak istem ezm iş gibi görü n ü rd ü ki, M. d e C h arlu s'ü n o gece
serbest o lu p O d ette'e eşlik etm esi, Sw an n için en önem li şey
haline gelirdi. Ertesi gün , fazla soru so rm ay a d a cesaret edem e-
yerek M. d e C h arlu s'ü sıkıştırır, ilk cevaplarını tam an lay am a-
m ış gibi y a p ıp yeni bilgiler verm eye zorlardı onu; söylenen her
sö z Sw an n'i biraz d ah a rah atlatırdı, çünk ü çok geçm eden,
O dette'in geceyi en m asu m eğlencelerle geçirdiği açığa çıkardı.
"Bir d ak ik a sevgili M em e, tam an lay am adım ... O nun evinden
çıkıp gitm edin iz de m e k ki G revin M üzesi'n e. Ö nce b aşk a bir
yere gittiniz. G itm edin iz m i? Ya! N e kom ik! M em e'çiğim , beni
ne k ad ar eğlen d ird iğin izi bilem ezsiniz. D ah a son ra Le C hat
N oiF a gitm e fikri d e çok garip , onun aklına gelm iştir m utlaka...

325
Ya? Sizin fikrinizdi dem ek. İlginç. A slın da fena fikir d e değil,
O dette o rad a bir sürü tanıdığa rastlam ıştır. Sahi m i? K im seyle
k o n u şm ad ı m ı? İnanılır gibi değil. Yani ikiniz b aş b aşa öyle
otu rd u n u z m u? G ö zü m ün önüne geliy or d o ğru su . Ç ok iyi
kalplisin iz M em e'ciğim , sizi çok sev iy o ru m ." Sw ann rah atla-
m ış h issed e rd i kendini. Sözlerine k ulak bile verm ediği ilgisiz
in san larla sohbet ederken, ara sıra, "D ün M m e d e C recy'yi gö r-
d ü m , tan ım ad ığım bir beyefendiyle birliktey di," türünden
cüm leler, ân ınd a kalbinde k atılaşan , taşla şan , kalbini parça la-
yan ve yerleştikleri yerden bir d ah a k ım ıldam ay an cüm leler
d u y an Sw an n için, "O dette'in hiç tanıdığı yoktu, kim seyle ko-
n u şm ad ı," sözleri, ne k ad a y u m u şak , ak ışk an , k olay ve so lu n a-
bilir sö zlerdi, içinde nasıl rahatça do laşırlardı! N e var ki arad an
birkaç san iy e geçtikten son ra, bu eğlenceleri onunla birlikte ol-
m ay a tercih ettiğine göre, O dette'in k endisin i m üth iş sıkıcı bul-
d u ğ un u d ü şün ü rdü. Bu eğlencelerin sıradan lığı, Sw an n'i tes-
kin etm ekle birlikte, bir ihanet k ad ar acı d a verirdi kendisine.
O dette'in nereye gittiğini öğren em ediği gecelerde bile,
Sw an n O dette'in d ö n ü şü n ü onun evind e beklem e iznini ala-
bilse, yürek daralm ası hafifler, (uzun va d e d e hastalığı ağ ırlaştı-
ran, am a hiç değ ilse acıyı geçici olarak dindiren bir ilaç olm akla
birlikte) tek ilacı O dette'in varlığı, onurda birlikteliğin h uzuru
olan çarpıntısını yatışırdı; o zam an, O dette'in d ö n ü şün ü bekle-
yerek geçirdiği ve bir büyü, bir n azar yüzün d en diğer saatler-
den farklı zannettiği saatler, d ö n ü ş saatinin h uzuruna b ü rü n ü r-
dü. N e var ki O dette bu n a izin verm ezd i; Sw an n evine döner,
yo ld a kendini çeşitli planlar y a p m ay a zorlar, O dette'i d ü şü n -
m ekten vazgeçerd i; hattâ so yunu rk en k afasın dan epeyce neşeli
d üşü n celer geçirdiği olurd u; y atağa yatıp ışığı sö ndürü rken , er-
tesi gü n gid ip bir san at şah eserin i gö rm e u m u d u taşırdı kalbin-
de; am a tam uy u m ay a h azırlan dığı an da, alışkanlık haline ge l-
diği için farkına bile varm ad an k endine uy g ulad ığ ı baskıyı
üzerinden kaldırır k aldırm az, içini yalay an b uz gibi bir rü z gâr-
la ürperir, hıçkırarak ağlam ay a başlard ı. G ö zyaşların ın sebebini
m erak bile etm ez, gözlerini silip gülerek, "P ek hoş do ğru su , si-
nir hastası o ld u m ," derdi kendi kendine. Sonra, ertesi gü n bir
kez daha O dette'in ne yaptığın ı öğrenm eye çalışm ak, onunla

326
görüşebilm ek için aray a n üfuzlu kişiler koym ak gerekeceğini
düşün ür, içini b ü yü k bir y orgun luk kaplardı. Bu aralıksız, hiç
değişm eyen , sonuç verm eyen , zorun lu faaliyet hali Sw ann için
o k ad ar d ay an ılm azd ı ki, gü n ün birinde k arnında bir şişlik fark
edince, bunun belki de ölüm cül bir tüm ör o ld u ğu n u, artık hiç-
bir şey le ilgilenm ek zo run d a kalm ayacağın ı, onu hastalığın yö-
neteceğini, fazla gecikm eyecek olan ölüm ânına k ad ar h astalı-
ğın elinde bir oyun cak olacağın ı d ü şü n ü p gerçek bir m utluluk
du y du. Zaten o dö n e m de, k endine açıkça itiraf etm em ekle bir-
likte ölm eyi sık sık istem esinin sebebi, ıstırabının y o ğu n lu ğu n -
dan çok, çabasının tek düzeliğin d en kaçm a ihtiyacıydı.
Bununla birlikte, O dette'i artık sev m eyeceği, O dette'in ar-
tık ona yalan söyle m esi için hiçbir sebep k alm ayacağı ve
Sw an n 'm onu öğleden so n ra ziyarete gittiği gün Forcheville'le
yatıp yatm ad ığın ı b izzat O dette'ten nihayet öğrenebileceği g ü -
ne k ad ar y aşam ayı d a isterdi. Ç oğu n luk la, birkaç gün boyunca,
O dette'in bir b aşk asın ı se v d iğ in e dair bir şüph e, tıpkı süreğen
bir hastalığın yeni safh aların ın bir an için bizi önceki rah atsız-
lıklardan kurtardık ları izlenim ini yaratm aları gibi, Sw ann'm
dikkatini ba şk a tarafa çekip Forcheville'le ilgili soruy u zihnin-
den uzaklaştırır, Sw ann bu soru k arşısın da neredeyse kayıtsız
kalırdı. H attâ içini hiçbir şü ph enin kem irm ediği gün ler d e olur-
du. Sw ann o zam an iyileştiğini zannederdi. A m a ertesi sab ah
u y an d ığın da, bir gün önce adeta çeşitli du y guların selin de b o ğ -
d u ğ u eski acıyı aynı yerde bu lu rd u tekrar. Acı yerinden hiç kı-
pırd am am ış olurd u. H attâ Sw an n, bu acının y o ğu n lu ğu y ü zün -
den uyanırdı u yk usu n dan .
O dette her gün bu k ad ar vaktini alan bu önem li şeyler (oy-
sa Sw ann, zevk ve eğlen ceden b aşk a hiçbir şeyin bu k ad ar
önem li olam ay acağın ı bilecek k ad ar hayat tecrübesine sahipti)
hakkında kendisin e hiçbir bilgi verm ediğind en, onları hayal et-
m e çabasını uzun m ü d d e t sürdürem iyor, zihni b o şa çalışıyor-
du ; o zam an gözlük cam ını tem izler gibi parm ağıyla gözkapak-
larını ov uşturuyo r ve d ü şün m ey i tam am en kesiyordu. Bununla
birlikte, bu m eçhulün yü zeyin d e, zam an zam an ortaya çıkan,
O dette'in m u ğlak sözlerle, uz ak akrabalara veya eski dostlara
karşı m ecburiyetlerle açık ladığı bazı faaliyetler yüzerdi; Odet-

327
te'in Sw an n 'la gö rüşm esin e engel teşkil eden m azeretler arasın -
d a b aşk a hiç kim senin adı geçm ediğinden, bu ak rabalar ve eski
dostlar, Sw an n 'm n azarınd a O dette'in hayatının sabit, zorunlu
çerçevesini olu şturuyorlardı. Sw ann kendini rah atsız h issed ip,
"Belki O dette ban a u ğram ay ı kabul eder," d iye dü şü n ecek olsa,
O dette'in ara sıra, "K ız ark ad aşım la birlikte H ip o d ro m 'a gitti-
ğim gü n ," derken takındığı tavır onu k endine getirir, derhal o
gün ün H ipo d ro m gün ü o ld u ğu n u hatırlar, "Yok canım , so rm a-
y a bile gerek yok, n asıl dü şün em edim , b u gü n kız ark ad aşıy la
H ipo d ro m 'a gittiği gün. İm kân dah ilin de olan şeylerle yetine-
lim ; k abul edilm esi im kânsız, peşinen red d ed ilm iş şeyler teklif
e d ip b oş yere y ıpranm an ın anlam ı y o k ," d erd i kendi kendine.
Sw an n, ö n ün de say gıy la eğild iği bu H ipo dro m 'a gitm e gö rev i-
ni kaçınılm az b u ld u ğ u gibi, görevin zo ru n lu lu ğu, onunla uz ak -
tan yak ın dan ilişkili her şeyi de m akul ve m eşru kılıyordu ad e -
ta. Sokakta yürürken karşılaştıkları birinin O dette'e selam v er-
m esi S w an n 'd a bir kıskançlığa yol açtığınd a, O dette Sw an n'in
sorularını cevaplandırırken selam veren yabancıyı, Sw an n 'a
bahsettiği birkaç önem li gö revd en biriyle bağlantılı bir kişi ola-
rak gösterirdi; örneğin O dette, "B irlikte H ipo dro m 'a gittiğim
kız ark adaşım ın locasınd a bu beyefendi d e v ard ı," der, b u açık-
lam a, kız arkadaşın ın, H ipod ro m 'd ak i locasına O dette'ten b a ş-
kalarını d a çağırm asın ın kaçınılm az o ld u ğu n u k abul eden, am a
diğer davetlileri hiç kafasın d a canland ırm am ış ya d a canlandı-
ram am ış olan Sw an n 'in şüphelerini yatıştırm aya yeterdi. Ah!
H ipo d rom 'a gid en o kız ark a d aşı tanım ayı, O dette'le birlikte
kendisini d e H ip od ro m 'a gö türm esin i ne k ad ar çok isterdi! Bir
m an ikürcü veya tezgâhtar bile o lsa, O dette'i sık sık gören her-
hangi biriyle ilişki kurm ak u ğru n a, bütün d o stların d an seve se-
ve vazgeçerdi! Bir kraliçe için k atlan acağı zahm etlerin çok dah a
fazlasını gö ze alırdı onların her biri için. Onlar, O dette'in h ay a-
tının bir parçasın ı içlerinde b arın dırd ıkların dan , Sw an n'in acı-
larını dindirebilecek tek ilaca sahiptiler. G ünlerini, O dette'in,
belki m en faat u ğru n a, belki de sam im i bir sad elik le ilişkisini
sü rd ü rd ü ğ ü o sırad an in san lard an birinin evind e geçirm eye
can atardı! O dette'in kendisini gö türm ed iği, pis, am a im renile-
cek bir evin beşinci katm a sev e sev e temelli yerleşirdi; em ekliye

328
ayrılm ış küçük terzinin âşığ ıy m ış gibi y ap arak o rad a otursa,
hem en hem en her gü n O dette'i ağırlardı evinde! Bu m ütevazı
sem tlerin birinde, so n su za dek yo ksullu k ve pislik içinde, am a
huzurlu ve m utlu y a şa m ay a razı olurdu!
A ra sıra, O dette'le Sw an n bu luştu kların d a, Sw ann'in tanı-
m ad ığı bir ad am ın y ak laşm ak ta o ld u ğu n u görünce, O dette'in
çehresine bir hüzün , Sw ann 'in, Forcheville o raday ken ziyareti-
ne gittiği gü n O dette'in y ü zü n de g ö rd ü ğ ü keder yayılıyordu
yine. A m a nadiren oluyo rd u bu, çünkü artık bütün işlerine ve
elâlem ne d er kork usun a rağm en Sw an n 'la b u lu ştu ğ u gün ler-
de, O dette'in tavrına bir g üv en hâkim di; bu gü ven, Sw an n'la
ilk tanıştığı gün lerde Sw an n'in y anında, hattâ ondan uzak ta,
"S e vg ili d o stum , elim öyle titriyor ki, kalem i tutm akta güçlük
çek iyorum ," diye b aşlay an bir m ektup yazarken O dette'in h is-
settiği (en azın dan öyle sö y lüy o rd u ve bu rolü sürdü rm ey e he-
vesli o ld u ğu n a göre, d uy gu ların ın bir kısm ı sam im i o lsa gerek-
ti) ürkek heyecanın tam tersi, belki bilinçsiz bir intikam ı, belki
d e d o ğ al bir so n ucuy du . O dette o zam an lar Sw an n 'd an h oşla-
n ıyordu. İnsan ancak k en d isi için, sev dik leri için k ork udan tit-
rer. M u tlu lu ğum uz artık o sevd iklerim izin elinde olm aktan çı-
kınca, y anların da ne m üth iş bir sükûn et, rahatlık ve cesaret bu-
luruz! O dette artık S w an n 'la kon uşu rken , ona m ektup y aza r-
ken, esk isi gibi Sw an n'in ken d isin e ait o ld u ğ u hissini verecek
kelim eler kullan m ıyord u; Sw an n 'd an bah sed erk en "b en im "
dem ek için, "S iz benim her şey im sin iz, bu n u d o stluğu m u zu n
rayih ası olarak sak lay a cağ ım ," türünden cüm leler kurm ak için,
gelecekten, hattâ ölüm den , ikisinin p ay laşa cağ ı bir süreç olarak
sö z etm ek için fırsat kollam ıyordu. O ilk zam anlar, O dette
Sw an n 'in her sözüne, "S iz hiçbir zam a n d iğe r in sanlar gibi ol-
m ay acaksın ız," diye hayranlıkla karşılık verir, Sw an n'in k adın -
lar arasın dak i sü k sesin i bilenlerin, "A slın d a tam olarak yakı-
şıklı say ılm az, am a çok zarif: o perçem i, o m on oklü, o tebessü-
m ü !" d iy e tasvir ettikleri, tepesi b iraz açılm ış, u zun yü zün e b a-
kar, belki onun m etresi olm a arzu su n d a n çok, nasıl biri old u ğ u -
nu anlam a m erakıyla, "Ş u k afanın içinden neler geçtiğini bile-
b ilsey d im !" derdi. H albuk i şim di Sw an n'in her söylediğine, b a -
zen sinirli, bazen d e h o şgörü lü bir tavırla, "A h! Sen zaten hiç-

329
bir zam an d iğ er insan lar gibi o lm ay acak sın !" diy e karşılık veri-
yor, Sw an n'in, dertleri y ü zü n d en eskisine göre azıcık y aşla n -
m ış olan çehresine (am a artık, yorulm az bir âşığın yü zü n ü b o y -
nuzlanan bir erkeğin yüz ün den birkaç aylık farkla ayıran g ö -
rün m ez çizgi, yıkan m ış beyinlerd e çizildikten sonra, herkesin,
k on ser program ını o k u d u ğ u m u z d a senfonik bir eserin anlam ı-
nı, ve ailesini tan ıd ığım ızda bir çocuğun kim e benzed iğin i k eş-
fetm em izi kolaylaştıran m eleke say esin de, "A slın d a tam an la-
m ıyla çirkin say ılm az, am a gülünç: o m onoklü, o perçem i, o te-
b essü m ü !" diy e yo rum lad ığ ı çehresine) bak ıyor ve "A h! Şu k a-
fanın içinden geçenleri bir d eğiştirebilsem , m antıklı hale getire-
b ilsem !" diy ordu.
A rzu lad ığı şeye in anm ay a daim a hazır olan Sw an n, Odet-
te'in kendisine karşı tavrı şü ph eye biraz olsun yer verdiğinde,
açgözlülük le bu kelim elerin ü stü n e atlardı.
"İstersen d eğiştireb ilirsin ," derdi.
K afasın ın içinden geçenleri yatıştırm anın, yönetm enin , ça-
lıştırm anın , b aşk a k adınların y apm ay a can attığı, soy lu bir g ö -
rev olacağın ı O dette'e an latm aya çalışırdı; şu n u d a belirtm ek
gerekir ki, bu soy lu görev, b aşk a kadın lara d ü şse, Sw an n , ö z-
g ü rlü ğ ün e say g ısızc a el k on d u ğu n u , d ay an ılm az bir tecavüzde
b u lu n u ld uğ u n u d ü şü n ürd ü . "B eni b irazcık sev m ese, d eğ iştir-
m ek istem e zd i," d iy e akıl y ü rü tü rd ü Sw ann. "D eğiştire bilm ek
için de beni d ah a sık gö rm e si gerekir." Böylece O dette'in site-
m ini, ilgisinin , hattâ belki aşkının kanıtı olarak algılardı; d o ğ -
ruy u söylem ek ge re kirse , O dette artık sev gisin in kanıtlarını o
k ad a r az su n uy o rd u ki Sw an n 'a, O dette'in çeşitli kon ulard a
k oy d u ğu ya sa k ları Sw an n birer se vgi kanıtı gibi görm eye m ec-
b ur k alıyordu. G ü n ü n b irin d e O dette Sw an n 'a arab acısın dan
h o şlan m ad ığın ı bild ird i; Sw an n 'i kendisine karşı kışkırttığın-
dan şü p helen d iğin i, öyle o lm asa bile, Sw an n 'a d avran ışların da
gerekli d ü rü stlü k ve say gıy ı gösterm e diğin i söyledi. Sw ann'in,
tıpkı ö p ü şm ek ister gibi, O dette'in ağzın dan , "B u n d an böyle
b ana gelirken o arabacıyla ge lm e," cüm lesini işitm ek istediğini
h issed iy o rd u O dette. K eyfi yerinde o ld u ğ u için söyledi,
Sw an n çok d u y g u lan d ı. O ak şam , yanın da O dette'ten açıkça
b ah sed ebilm enin h uz uru n u y a şad ığ ı (O dette'i tanım ayan in-

330
san larla bile konuşurk en , her sö yled iği, bir biçim de O dette'e
b ağlan ıy o rd u çünkü) M. de C h arlu s'le sohb et ederk en, Sw ann,
"O y sa O dette'in beni sevd iğ in i san ıy o rum ; bana o k ad ar iyi
d av ran ıy or ki, benim yaptıklarım a kesinlikle k ay ıtsız k alm ı-
yor," dedi.
Sw ann O dette'in evine gitm ek üzere arabasın a bindiği sıra-
d a, onunla birlikte gelen, geçerken evine bırakacağı ark ad aşı,
"A a, arab ayı Lored an sürm üyo r m u ?" derse, Sw ann hüzünlü
bir m utlulukla ceva p veriyordu:
"M aale se f o sürm üy or! N eden biliyor m u sun ? La P erouse
So k ağı'n a Loredan 'la gidem iyorum . O dette Loredan'la gitm e-
m i istem iyor, bana yakıştırm ıyor onu; ne yapalım , kadın ları bi-
lirsin! Lo red an 'la gidersem çok canı sıkılır, biliyorum . H iç sor-
m a! R em i'yle gitsem , kıyam et ko par!"
O dette'in kendisine karşı son zam an lard a takındığı bu k a-
yıtsız, dalgın , sinirli tavırlar Sw an n'i ü zü y ordu elbette, am a
ü zü n tüsü n ü n farkında değildi; O dette on dan tedricen, gün d en
gün e so ğ u d u ğ u için, geçirdiği d eğişim in boyutlarını, ancak
O dette'in yeni haliyle başlangıçtak i halini yan yana ko y up kar-
şılaştırdığı takdirde görebilirdi. Bu d eğişim , Sw an n 'a gece gü n -
d ü z acı çektiren, derin, gizli bir yaraydı; düşüncelerin in bu y a-
raya biraz fazla yaklaştığını hissettiği an d a, aşırı acı çekm ekten
k orkarak hem en zihnini başk a tarafa yönlendiriyordu. Kendi
kendine, dalgın bir tavırla, "Bir zam an lar O dette beni d ah a çok
se ve rd i," d e d iği oluyo rd u gerçi, am a o zam an ı gö zü n d e asla
can land ırm ıy ordu. N asıl ki çalışm a od asın d a du ran kom odinin
bir çekm ecesinde, O dette'i evine ilk bıraktığı gece onun kendi-
sine verm iş o ld u ğu kasım patları ile "K albin izi de b u rad a unut-
say d m ız keşke, onu iad e etm ezdim siz e", "G ece veya gün dü z,
hangi saatte olursa olsun, ban a ihtiyaç du y arsan ız, bir haber
verin yeter, hayatım em rin izde," d ed iği m ek tuplar b u lu n d uğ u
için bu kom odini hiç görm em eye çalışıy orsa ve o d aya girip çı-
karken kom odinin açığın dan d olaşıy o rsa, aynı şekilde içinde
de, zihnini asla yaklaştırm ad ığı bir alan, düşüncelerini, önün-
den geçm esinler diye, gerekirse u zun, dolam baçlı bir m antık
çizdirerek uzak laştırdığı bir bölge vardı: m utlu günlerin an ıla-
rının b ulu n d u ğu bölge.

331
A m a bir gece, gittiği y ük sek sosye te davetin de, bu sıkı ted-
birler işe yaram adı.
Saint-Euverte M arkizi'nin d üz en le diği toplantı, m arkizin
d ah a sonra hayır dernekleri yararın a verilen konserlerde de y a -
rarlan dığı san atçıların tanıtıldığı gecelerd en biriydi ve m e v si-
m in son dav etiydi. Sw ann d ah a önceki davetlerin hepsin e git-
m ek istem iş, am a bir türlü k arar ve rip gidem em işti; bu son g e -
ceye gitm ek üzere giy in diği sırad a , C h arlus Baronu kendisini
ziyarete geldi; baron, kendi varlığı S w an n 'a yardım cı olacaksa,
sıkıntısını, h üzn ün ü biraz olsun d ağ ıtacak sa, Sw an n'la birlikte
m arkizin davetin e gidebileceğini söyledi. A m a Sw ann şö yle ce-
v ap verdi:
"Sizin le birlikte o lm aktan ne b ü y ük zevk alacağım ı bile-
m ezsiniz. A m a benim için yapab ileceğiniz en b üy ük iyilik,
O dette'i ziyarete gitm enizdir. O nun üzerinde m üthiş bir n ü fu -
zu n u z v ar b iliyorsunuz. O dette evdedir, bu gece, eski terzisine
gitm ed en önce bir yere çıkm ayacaktı, zaten oray a giderk en de
sizin k en disin e eşlik etm enize sevinir. H er h alükârda, dah a ön -
ce ev inde bu labilirsin iz onu. O nu eğlendirir, biraz d a akıl verir-
siniz. Belki yarın için, onun h o şun a gidecek , üçü m üzü n katıla-
cağı bir p rogram ayarlarsınız... Bu yaz için de zem ini bir yo k la-
yın bakalım , bir şey y ap m a k ister m i, ne bileyim , üçüm üz bir-
likte bir gem i yo lcu lu ğu yapab iliriz m esela. Benim bu gece ken-
disiy le gö rü şm e u m u d u m yok, am a yine de isterse, uy gu n bir
fırsat yakalarsan ız , geceyarısın a k ad ar M m e d e Saint-Euver-
te'in evine, son ra d a benim ev e bir haber y ollam anız yeterli.
H er şey için çok teşekkür ederim , sizi ne k adar sev diğim i bili-
y o rsu n u z."
Baron, Sw ann 'i Saint-E uverte kon ağın a bıraktıktan sonra
O dette'i ziyarete gid eceğin e sö z verdi; Sw ann k on ağa v ard ığın -
d a, M. d e C h arlu s'ü n geceyi L a P erouse So k a ğı'n d a geçireceği
dü şü n cesiy le yatışm ıştı, am a O dette'le ilişkisi olm ayan her şe -
ye, özellikle d e yük sek so sy ete hayatına karşı hüzün lü bir k a -
yıtsızlıkla yaklaşıyor, bu da, gö rd ü ğ ü her şeye, arzularım ızın
hedefi olm aktan çıkınca gerçek halleriyle gö rd ü ğüm ü z şeylerin
b ü y ü sü n ü katıyordu. D ah a arab asın d an indiği an da, ev sah ibe-
lerinin tören gün lerin de dav etlilere sun dukları ve kostüm lerle

332
d ek orun gerçeğe u ygun olm asın a özen gösterdikleri k urgusal
ev hayatı özetinin ilk aşam asın d a, Sw ann B alzac'ın " k a p l a n l a -
rının1 m irasçıları olan, genellikle efendilerine gezintilerinde e ş-
lik eden üniform alı uşakların, şapk aları ve çizm eleriyle, çiçek
tarhlarının önüne diz ilm iş bahçıvanlar gibi, k on ağın dışın da,
ca d d ed e veya ahırların ön ünde durduk ların ı gö rü p sevindi.
Sw an n 'in , y a şay an in san larla m üzelerdeki portreler arasın da
benzerlikler b u lm a m erakı, hâlâ sürüyo rd u, am a d ah a sabit ve
genel bir eğilim e dön üşm üştü ; şim di y ük sek so sy ete hayatı,
Sw ann artık b u hayattan k o p m u ş o ld u ğu için, bir bütün olarak,
bir dizi resim gibi çıkm aktaydı karşısına. Bir zam anlar, k en d isi-
nin d e bir yü k sek sosyete m ensubu o ld u ğu gün lerde, pard ösü -
sü y le girip frakıyla çıktığı h olde geçirdiği bir iki d ak ik a sü re-
since, aklı hâlâ biraz önce ayrıldığı dav ette veya şim diden , gire-
ceği toplantıda o ld u ğ u için, orad a neler olup bittiğini fark et-
m ezdi; hay atın d a ilk kez, h olde, sa ğ d a so lda, bankların , san d ık -
ların ü zerine y atm ış u yu yan ve bu gecikm iş davetlinin beklen-
m edik ge lişiyle u y an ıp so y lu tazı profillerini h av ay a diken,
d o ğ ru lu p k o şarak etrafında bir halka oluşturan , dağınık, hari-
k ulad e, aylak, u zu n boylu, üniform alı u şak lar gü ru h u n u gö r-
dü.
A raların dan biri, özellikle vah şi bir gö rü n ü şe sah ip, çeşitli
işken ce v e idam ların konu ed ildiği kimi R ö nesans resim lerin-
deki cellatlara olduk ça benzeyen bir u şak , eşyaların ı alm ak
üzere, haşin bir tavırla Sw ann'in yanına geldi. A m a pam uk lu
eldivenlerinin y u m u şak lığı, bak ışlarınd aki çelik sertliğini telafi
ediyo rd u; öyle ki, Sw ann 'in şah sına k üçüm sem eyle, şap k asın a
ise say g ıy la y ak laşır gibiydi. Ş apk ayı, ölçülü hareketleri y ü zü n -
den aşırı titizlik gibi görünen bir özenle ve güçlü kuvvetli b ed e-
nine bakın ca ad eta insanı du y gu lan d ıran bir incelikle aldı. Son -
ra da bir yard ım cısın a, hissettiği korkuyu, dört bir yanı öfkeli
b ak ışlarla tarayarak , bir hayvanın kafese ilk k apatıldığı saatler-
deki telaşını sergileyerek ifad e eden, yeni, çekingen bir u şa ğ a
verdi.
Birkaç ad ım ötede hayallere d alm ış duran üniform alı, iri-
1 Fransızcası tigre: Eskiden arabaların arkasında giden, araba d urd u ğu an atlayıp
kapıyı açan, ufak tefek yapılı, üniform alı uşaklara verilen ad.

333
yarı delikanlı, M antegna'nın en hareketli tablolarında, yanı b a-
şın d a in san lar alt alta üst ü ste birbirlerini b oğazlark en k alkanı-
na d ay an m ış d ü şün ü r h alde gö rd ü ğ ü m ü z dekoratif savaşç ı k a-
d a r kıpırtısız, heykelsi ve an lam sızdı; Svvann'ın çevresinde fır
dönen ark ad aşların dan ayrı d urarak, tirşe rengi zalim gözleriy-
le dalgın dalgın izlediği bu sah neye, ade ta M asum ların k atledi-
lişini veya A ziz Yakub'un şehit edilişini iz liy orm uşçasına ilgisiz
k alm ay a kararlıydı. A rtık tükenm iş olan bir ırka -b elk i de
Svvann'ın onunla tanıştığı San Zeno altar pan osun un ve Eremi-
tani fresklerinin haricinde hiç v ar olm am ış, hâlâ o rad a hayal
k uran bir ırk a- aitti sanki; bir ilkçağ heykelinin, Ü stat'ın Pado-
valı m odellerinden veya A lbrecht DürePin Sakso n ların d an bi-
riyle birleşm esinden do ğan soyu n bir ferdiydi adeta. D oğanın
kıvırdığı, kendisinin briyantinle yapıştırd ığı kızıl saçları, kıv-
rım larının en ince ayrıntılarına k ad ar özenle çizilm işti; aynı şe-
kilde, M antovalı ressam ın sürekli incelediği Yunan heykel s a -
natın da d a, saçlar ince ince işlenir; Yunan heykeltıraşları, in san -
dan b aşk a hiçbir yaratığı can landırm adıkları halde, en azından
onun b asit şekillerinden, çok çeşitli, adeta bütün canlı varlıklar-
dan öd ünç alınm ış zenginlikler çıkarm ayı başarm ışlard ır; örne-
ğin saçlar, buklelerinin parlak kıvrım ları ve sivri, gaga m sı uçla-
rıyla, üst ü ste binen örgülerinin üçlü, çiçekli tacıyla, aynı an da
hem bir yo sun dem etini, hem bir güvercin yuvasın ı, hem ner-
gislerden örülm ü ş bir çelengi, hem de burgu b u rgu yılanları
andırırlar.
H oldekiler k ad ar iriyarı, b aşk a b azı üniform alı u şak lar da,
m uhteşem bir m erdivenin b asam ak ların a dizilm işlerdi; onların
dek oratif varlığına ve m erm ersi kıpırtısızlığın a d ay an arak,
D üklük Saray ı'n m ki gibi "D evler M erdiveni" diy e ad lan d ırabi-
leceğim iz m erdiv ene yönelen Sw an n, O dette'in b u b asam akları
hiç tırm an m adığın ı dü şü n erek hüzünlendi. Ah! O ysa küçük
terzi em eklisinin karanlık, pis kokulu, in sana her an dü şece k -
m iş hissi veren m erdivenini tırm anıyor olsa, ne b üyük bir m ut-
luluk duy ard ı; o "beşinci k at"ta ki o d a y a O dette'in geldiği gece-
lerde, hattâ diğer gün lerde d e gidebilm ek, orad a O dette'ten sö z
edebilm ek, O dette'le Sw ann olm ad ığı zam anlar gö rüşen ve bu
yüzden de adeta sevgilisin in h ayatına ait, d ah a gerçek, daha

334
u laşılm az, d ah a esraren giz bir şeyleri içlerinde barındıran in-
san larla birlikte olabilm ek için, O p era'da her hafta sahne önü
locasına ö d e diği kiradan çok dah a fazlasını, sev e sev e öderdi.
Em ekli terzinin o tu rd uğu bin ada ikinci bir serv is m erdiven i ol-
m ad ığın d an , o p is koku lu, am a arzulanan m erdiven de, ak şam -
ları her kapının önünde, p asp a sın üzerine bırakılm ış, boş, kirli
bir sü t kabı b u lun u rd u; o y sa Svvann'ın o e sn ada tırm andığı
m uhteşem , am a aşağılan an m erdivende, çeşitli b asam ak lard a,
sağ lı sollu, hizm etk ârlar nöbet tutuyor, kapıcı bölm esi pencere-
sinin, daire kapılarının d u v ard a olu ştu rd u ğu girintilerde, d e -
netledikleri iç hizmeti tem sil etm ekle ve dav etlilere sun m akla
görevli bir kapıcı, bir sofracıbaşı, bir vezn edar (haftanın diğer
gü n lerin de kendi evlerin de yarı b ağım sız yaşay an , küçük esn af
gibi kendi evlerin de yem ek yiyen, yarın bir gün bir hekim in ve-
ya sanayicinin ev hizm etine girebilecek nam uslu insan lardı
hepsi), nadiren giydikleri ve içinde pek de rahat etm edikleri
gösterişli üniform aları üstlerine geçirm ed en önce kendilerine
verilm iş olan talim ata uy m ay a özen göstererek, bab acan saflık -
larının y um uşattığı parıltılı bir şaşaay la, nişlerin içindeki a ziz-
ler m isali, k apı kem erlerinin altında dim dik duru yo rlard ı; tıpkı
kilise görevlileri gibi giyin m iş, dev yapılı bir teşrifatçı, her d a-
vetlinin gelişinde, b aston un u yere vu ruyo rd u. Sw an n, k en disi-
ni bir adım geriden izleyen, saçları G o ya'n m zan goçları veya
repertuvar oyun ların dak i noter kâtipleri gibi en sesin d e bir fi-
yonkla, m inik bir k uy ruk h alin de toplanm ış, solgu n y ü zlü hiz-
m etkârla birlikte, m erdiven in en üst b asam ağ ın a ulaştıktan
sonra, hizm etkârların, kocam an kürsülerin ardın dak i noterlerin
ed asıyla oturdukları bir m asan ın önüne geldi, hizm etkârlar
ay ağa kalkıp Svvann'ın adını yazdılar. A rdından, küçük bir hol-
den geçti; bu holün girişind e, -n asıl ki ism ini aldıkları tek tek
bir san at eserine çerçeve teşkil etm ek üzere düzen lenm iş, bil-
h assa çıplak bırakılm ış sergi odaların d a, o eserden b aşk a hiçbir
eşy a b u lu n m az sa- genç bir üniform alı uşak , Benvenuto Celli-
ni'nin değerli bir nöbetçi heykeliym iş gibi tek başın a sergilen -
m ekteydi; v ücud u hafifçe öne eğik duran , kırm ızı b oy u n lu ğu n -
dan dah a d a kırm ızı olan yüzün den alev alev utan gaçlık ve
gayretkeşlik d algaları fışkıran ve müzik’ salon u nun önüne gerili

335
A u b usso n goblenlerini, acım asız, uyanık, çılgınca bak ışlarıyla
d e lip geçen delikanlı -alarm sem bolü, bekleyişin cisim leşm esi,
silah başın a çağrısının anısı g ib i- b urç k ulesin den , askerî bir so -
ğukk anlılıkla düşm an ın gelişini kollayan bir gözcüye, katedral
k ulesind en , tabiatüstü bir inançla kıyam etin gelişini kollayan
bir m eleğe benziyordu. Sw ann artık konser salo n un a gelm işti;
bol köstekli bir teşrifatçının, eğilerek, bir kentin anahtarlarını
teslim edercesine kend isine açtığı k apılardan ge çip içeri girdi.
A m a aklı, O dette izin verm iş olsa o an d a içinde b ulunabileceği
e vd ey d i; p asp asın üstün deki b o ş bir sü t kabının bir an gö rü n ü p
k aybolan hatırası, Sw an n'in kalbini sıkıştırdı.
G oblen kaplam aların ardın da, hizm etkârların gö rün tü sü,
yerini davetlilerin gö rün tüsün e bıraktığı an d a, Sw ann erkek
çirkinliğiyle bir kere d ah a y ü z yü ze geldi. A m a çok iyi tanıdığı
bu çehrelerin çirkinliği bile, sank i yeni bir şey d i Sw an n 'in g ö -
zün de, çünkü bu y üz hatları, -esk id en bir insanı tan ım asına y a -
rayan kullanışlı işaretler, peşinden k oşu lacak hazları, kaçın ıla-
cak tatsızlıkları veya m ukabele edilecek kibarlıkları tem sil eden
sim geler old ukları h a ld e - artık sad ece estetik ilişkiler tarafın -
d an dü zenlenm iş, b ağım sız çizgilere d ön ü şm ü şlerdi. Etrafını
çeviren bu erkeklerin çoğun un kullan dığı m onokllar bile, (eski
gün lerde Sw ann'in sad ece m onokl takm ış erkekleri d iğerlerin -
den ayırm asın ı sağlad ık ları h alde) artık bütü n b u erkeklerin
pay laştığ ı bir alışkanlığı tem sil etm edikleri için, bir bireysellik
k azan m ışlardı Sw ann'in gözün d e. Belki Sw ann, girişte sohbet
etm ekte olan G eneral d e Froberville'le Breaute M ark isi'ne, ken-
disin i Jockey K u lübü 'ne so k m uş, dü ello larda ona şah itlik et-
m iş, yararlı ve eski d o stlar olm alarına rağm en , şim d i bir resim -
dek i figürlere bakar gibi bak tığı için, generalin, b ay ağı, yaralı
ve m uzaffer yüzün e, gözkapakların ın arasın a bir ob ü s m erm isi
gibi gö m ülm ü ş, K yk lo p'un tek gö zü gibi alnının ortasın da d u -
ran m onoklü, Sw an n'a, şerefle k azan ılm ış olsa d a, sergilenm esi
ay ıp, korkunç bir yara gibi gö rün d ü; M. d e B reaute'nin d av e tle-
re giderk en şenlik sim g esi olarak, inci grisi eldivenler, yaylı si-
lindir şa p k a ve beyaz k rav atla birlikte (Sw ann'in d a y aptığı g i-
bi) her zam an ki gö zlüğ ü n ü n yerine taktığı m onoklü ise, m ik-
ro sk o p altında incelenm ek üzere hazırlanm ış bir preparata ben-

336
ziyordu: C am ın arka yüzün e, d urm ak sızın tavanların yü k sek li-
ğine, davetlerin güzelliğin e, program ların ilginçliğine ve içkile-
rin lezizliğine gülüm seyen , kibarlıkla d o lu p taşan , kısık m ı kı-
sık bir bak ış yapıştırılm ıştı.
"O o, nihayet geldin iz, sizi asırlardır gö rm üy ordu k ," dedi
general Svvann'a; sonra da Svvann'ın sü zü lm ü ş çehresini fark
ed ip ciddi bir hastalık yüz ün d en so syete toplantılarından u zak
kalm ış olabileceği son ucun u çıkararak ekledi: "Ç o k iyi gö rdüm
siz i!" Bu arad a M. d e Breaute'nin, "A zizim , siz ha, ne y apıy or-
su n u z b u rad a ?" d ed iği y üksek so syete rom ancısı, y e gân e p si-
kolojik araştırm a ve acım asız çözüm lem e organı olan m on ok lü-
nü gö zü n e sıkıştırdıktan sonra, esrarengiz, kendini önem seyen
bir eday la, r harfini sert telaffuz ederek cevap verdi:
"G ö zlem yapıyo ru m ."
Forestelle M arkisi'nin m onoklü m innacıktı ve çerçevesi
yoktu; varlığı açıklanam ayan , az bu lunu r bir m ad d ed en olu -
şan , faz lad an bir kık ırdak gibi gö m ü ld ü ğ ü g ö z ü sürekli ve san -
cılı bir büzü lm ey e m ecbur ettiği için, m arkinin çehresine hü-
zün lü bir incelik katıyor, kadınların onu derin aşk acıları çeke-
bilecek bir erkek olarak görm elerin e yol açıyordu. M. de Saint-
C ande'nin , Satürn gibi d e v bir halkayla çevrelenm iş olan m o -
noklü ise, her an kendini on a göre düzenleyen bir çehrenin
ağırlık m erkeziydi; kırm ızı ve titrek burun la alaylı, sarkık d u -
daklar, aralıksız m im ikler y ap arak cam yuv arlak ta çakan zekâ
kıvılcım larının seviyesini tutturm aya çalışıyorlardı; bu m onok-
la b ak ıp y a p ay büyülerin ve incelm iş bir tenselliğin hayalini
k uran zü ppe, ahlak sız genç kadınlar, onu dünyan ın en güzel
gözlerine tercih ediyorlardı; bu arada, y uv arlak gö zlü, koca-
m an sazan balığı k afasıy la, ara sıra yönünü bu lm ak ister gibi
ağzını açarak, eğlencelerin ortasın da ağır ağır ilerleyen M. de
Palancy, sanki içinde y a şad ığ ı ak varyum un cam ının herhangi
bir parçasını, belki de tam am ını tem sil eden sem bolik bir parça -
sını yanın d a getirm iş gibi taşıyo rdu m on ok lünü; G iotto'nun
P ad o va 'd ak i Kötülükler ve Erdemler'inin hayranı olan Svvann,
onu görünce, barınağının b u lu n d u ğ u orm anları sim geleyen
yapraklı bir dalla yan yana betim lenm iş olan H ak sızlığı ha-
tırladı.

337
Sw ann, M m e d e Saint-Euverte'in ısrarları üzerin e salon un
içlerine d oğru ilerlem iş ve Orpheus' tan bir bö lüm ü seslen diren
flütçüyü dinlem ek için bir köşeye yerleşm işti; ne yazık ki bu
köşeden görebildiği tek şey, yan yana oturm uş iki orta yaşlı h a-
nım dı: C am brem er M arkizi'yle Franquetot Vikontesi; bu iki h a-
nım, kuzin oldu k larınd an, davetlerde, ellerinde çantaları, p e ş-
lerinde kızlarıyla, bir gardaym ışçasın a birbirlerini aram ak la va-
kit geçirirler, an cak yan yana iki yeri tutu p yelpaz eleri veya
m endilleriyle işaretleştiklerinde rahat ederlerdi; M m e de
Cam brem er, pek k im seyi tanım ad ığı için, k en disin e eşlik e d e-
cek birini b u ld u ğ u n a sevinir, onun aksin e yük sek sosye ted e
pek gö z d e olan M m e de Franquetot ise, bütün o p arlak d o stla-
rına, gençlik anılarını pay laştığı silik bir kadını kendilerine ter-
cih ettiğini gö sterm eyi, bir seçkinlik ve ö zgü n lü k belirtisi ola-
rak görürdü. Sw an n, iki hanım ın flütü izleyen piy an o parçasın ı
(L iszt'in Aziz Francesco'nun Kuşlarla Konuşması isim li eseri) din -
leyişlerini h üzün lü bir alayla seyrediyordu : M m e d e Fran-
quetot, virtü özü n b aş d ö n d ürü cü çalışını kaygıyla izliy ordu,
piyanistin ellerinin çevik hareketlerle ü zerin de k ayd ığı tuşlar,
sanki seksen m etre yükseklikte, her an düşebileceği trapezler-
m iş gibi, gözleri yuv aların dan uğruyor, ara sıra yanın d a oturan
kuzinine, "İnanılır gibi d eğil, bir insanın böyle bir şey y a pab ile -
ceğini hiç d ü şü n em e zd im ," anlam ına gelen, şaşkın , itiraz yüklü
bak ışlar yöneltiyordu; M m e de C am brem er ise, sağ lam m üzik
eğitim i g ö rm ü ş bir kadın olarak, m etronom sarkacın a d ö n ü ş-
m ü ş başıyla tem po tutm aktaydı; başının bir om u zd an diğerin e
salm ım ı (çektiği acıyı artık tanıyam ayan, ona hâkim olm aya d a-
hi çalışm ayan , sad ece "N e y a pay ım !" diyebilen bir hastanın o
k ay bolup gitm iş, kendini bırakm ış bakışları eşliğinde) öyle bir
boyuta ve hıza u laşıy o rd u ki, elm as küpeleri ik ide b irde korsa-
jının süslerin e takılıyor, m arkiz saçlarını sü sleyen siyah ü z ü m -
leri d üzeltm eye m ecbur oluyor, am a buna rağm en tem poyu
hızlan dırm aktan geri kalm ıyordu. M m e de Franquetot'nun
öbür yanın da, am a biraz dah a önde oturan G allard on M arkizi,
en se v d iği k on uyu, yani G uerm an tes'larla hısım lığını d ü şü n -
m ekle m e şg u ld ü ; bu hısım lıktan, hem başkalarının n ezdin de
hem d e kendi kendine b üyü k şeref duyar, am a biraz d a utanır-

338
dı, çünkü G uerm antes ailesinin en p arlak fertleri, belki sıkıcılığı
veya fesatlığı yü zün den , belki m arkiz ailenin dah a d ü şü k sev i-
yedeki bir k oluna dahil o ld u ğu için, belki d e hiç se b e p siz yere,
onu biraz dışlarlardı. M arkiz, tanım adığı birinin, örneğin o es-
n ada M m e de F ranquetot'nun yanındayken , G uerm an tes'larla
akrabalığı k on usu nd a kendisinin sah ip o ld u ğu bilginin d ışarı-
dan görülem em esine üzülür, B izan s kiliselerindeki m ozaik ler-
de, her k utsal şah siyetin yanm a, o an d a sö y led iği sözlerin bir
sütun halinde, alt alta diz ilm iş harflerle yazılm ası gibi, bu ak ra-
balığın d a gö rün ür harflerle ifad e edilem em esin e hayıflanırdı.
O sırad a, genç kuzini L au m es Prensesi'nin, evliliğin den bu y a-
na geçm iş olan altı yıl boy un ca, kendisine ne bir d av etiy e gön -
derdiğin i, ne d e ziyaretine geldiğin i düşün m ekteyd i. Bunu d ü -
şün m ek m arkizi öfkelendiriyor, am a aynı z am an d a guru rlan d ı-
rıyordu da, çünkü kendisini M m e d e s L au m es'u n ev inde hiç
görem ediklerine şaşıran d ostların a, o rad a Prenses M ath ilde'le
k arşılaşm a ihtim ali b u lu n d uğ u için gitm ediğini sö yleye söyleye
-aşırı Lejitim ist olan ailesi, böyle bir şeyi katiyen affetm ezd i-
so n un da genç kuzininin evine bu sebeple gitm ed iğin e kendi de
inanır olm uştu. O ysa M m e d e s L aum es'a gö rü şm e isteğini d e-
falarca belirttiğini hatırlıyordu, am a bulan ık bir anıydı bu ve
m arkiz, "İlk adım ı atm ak bana d ü şm e z herhalde, on dan yirm i
y aş b ü y ü ğ ü m ," d iy e m ırıldanarak , küçültücü sayılabilecek bu
anıyı haydi h aydi telafi ediyord u. İçinden sö y le d iği b u etkili
sözler say esin d e gö ğ süy le bağlantısın ı ko parm ış olan om u zları-
nı gururla geriye atıyor, bu om uzların üzerin e n eredeyse yan la-
m asın a yatırılm ış olan başı, sofraya bütün tüyleriyle birlikte g e -
tirilen gururlu bir sü lünün "y ap ıştırm a" k afasın ı getiriyordu
akla. M arkiz aslın da tıknaz, erkeksi, topaç bir kadındı, am a al-
dığı darbeler, bir uçuru m u n kenarında, kötü bir poz isy o n d a
d o ğan ve dengelerini koruyabilm ek için geriye d o ğru büyü m ek
zo run da kalan ağaçlar gibi d o ğru ltup dikleştirm işti kendisini.
D iğer G uerm an tes'larla e şd eğerd e olm ayışın ı k endine unuttu-
rup av u n m ak için, onlarla prensiplerinin sarsılıriazlığı ve onuru
yüzün den sık görüşm ed iğin i sürekli tekrarlam aya m ecbur ol-
d u ğu n d an , so n un d a bu dü şün ce bedenini biçim lendirm iş, ona,
burjuva kadınlarının n azarınd a so yluluk gö stergesi olan, ara

339
sıra k ulüp erkeklerinin yorgun bakışlarını kaçak bir arzuyla b u -
landıran bir heybet k azan dırm ıştı. M m e de G allard on 'u n ko-
n uşm ası, tek tek her terim in kullanım sıklığını sap tay arak bir
şifreyi açığa çıkaran çözüm lem elere tabi tutulsay dı, en yaygın
terim in bile, "kuzen lerim G u erm an tes'lard a", "G uerm an tes
Teyzem in ev in d e ", "E lze ar de G uerm an tes'ın sağ lığ ı", "k u z i-
nim M m e d e G uerm an tes'ın lo cası" ifadeleri k ad ar sık kullan ıl-
m ad ığ ı ortaya çıkardı. M arkize ünlü bir şah siyetten sö z e d ild i-
ğinde , onunla şah sen tanışm adığın ı, am a G ue rm an tes Teyze-
sinin ev inde sık sık rastlad ığını söylerdi, fak at b un u öylesine
so ğu k bir tavırla ve sert bir tonda söylerdi ki, şah sen tan ışm a-
m alarının tek sebebinin, m arkizin köklü ve inatçı ilkeleri o ld u -
ğ u açıkça anlaşılırdı; m arkizin geriye attığı om uzların ı y a slad ı-
ğı bu ilkeler, jim nastik öğretm enlerinin, gö ğüslerini geliştirm ek
için öğrencilerini d ay ad ık ları m erdivenlere benzerdi.
O sırad a, kim senin M m e de Saint-Euverte'in evinde gö r-
m eyi beklem ediği L au m es Prensesi gird i salona. Tenezzül ed ip
ge ldiği bir salo n d a yük sek m evkiini hissettirm eye çalışırm ış gi-
bi gö rün m ek istem ed iğinden, ön ünde yarılm ası gereken bir k a-
labalık, geçm esin e izin verilecek k im se bu lu n m asa da o m u z la-
rını kısarak yürüyor, yetkililer geldiğin i haber alıncaya k ad ar
tiyatronun k apısın d a kuy rukta bekleyen bir kral gibi, bilh assa
arka p lan d a k alıy ordu; kendisine en m ütevazı gibi görünen,
(M m e d e Saint-Euverte'in, onu g ö rd ü ğü an da, bir m u tlulu k
çığlığıyla alıp orad an sü rükleyeceğini bildiği) bir k öşede, tanı-
m ad ığı M m e d e C am brem eı'in yanın da ayakta duruyor, ba k ış-
larını -v a rlığın a dikkat çekip ilgi beklerm iş gibi görün m em ek
için - halının desenlerind e veya kendi eteğinde ge zdirm ek le ye-
tiniyordu. Yanı b aşın d ak i m üzik sev er hanım ın m im iklerini
gözlem liyor, a m a taklit etm iyordu. L aum es P rensesi aslınd a
kırk yıld a bir M m e de Saint-Euverte'e beş dak ikalığına u ğ ra -
m ışken, elinden geld iğin ce kibar davran m ay ı ve böylece g ö s -
terdiği nezaketi ikiye k atlam ay ı isterdi istem esine. N e var ki,
pren ses, m izacı gereği, "ab a rtı" d e d iği şeyden nefret eder ve
kendi y aşad ığı çevrenin "tarz "ın a yakışm ay an gösterilerde b u -
lu nm ay a "m ecbu r o lm ad ığ ın ı" açıkça ortaya koym aktan hoşla-
nırdı; bununla birlikte, dah a d ü şü k seviyeli d e olsa yeni bir

340
çevrenin, en kendinden em in k işilerde bile ortaya çıkardığı,
u tang açlığa benzer taklit d u y g u su yü zün den , bu tür gösteriler-
den etkilenirdi aynı zam an da. Prenses, giderek, acaba çalın-
m akta olan, belki de kendisinin o gü n e k ad ar dinled iği m ü zi-
ğin çerçevesi dışın da kalan parça, bu m im ik ve jestleri gerekti-
riyor m u, acaba bu hareketleri y ap m am ak , eseri anlam am anın
gö ste rgesi ve ev sah ibesin e karşı d a bir m ün asebetsizlik m idir
d iy e d ü şü n m e ye başlad ı; öyle ki, çelişkili d uy gu ların ı ifade et-
m ek için bir "o rta y ol" arıyor, bazen om u z askılarını çekiştir-
m ekle, sarı saçlarına taktığı, hem sad e, hem sev im li bir saç m o-
deli oluşturan, elm aslarla bezen m iş, m ercand an ya d a pem be
m ineden y apılm ış küçük topları düzeltm ekle yetiniyor, bir yan -
d an do n uk bir m erakla coşku lu k om şu su n u inceliyor, bazen,
kısa bir süre, yelpaz esiy le tem po tutuyor, am a b ağım sızlığın -
d an feragat etm em ek için, ak sak ritim de tem po tutuyordu. Pi-
yanist, Liszt'in eserini tam am lay ıp C ho pin 'in bir prelüd ün e
geçtiğinde, M m e de C am brem er M m e d e Fran qu etot'ya d ö n d ü
ve bilgiç bir tatm inle, geçm işe yönelik im alarla yü klü bir sev e -
cenlikle gü lüm sedi. M m e d e C am brem er gen çliğin de C ho-
pin 'in o özgür, esnek, do k u n m a d u y u su n u harekete geçiren,
uzu n, d olam baçlı ve ölç üsü z cüm lelerini, önce çıkış noktaları-
nın dışın d a ve çok ötesinde, ulaşm aları beklenen noktanın çok
u zağın d a kendilerine bir yer arayan ve bu k aprisli sa p m alar-
dan son ra, kasten -ö n ced en incelikle planlanm ış, şaşm az bir
dö nüşle, adeta insanı bağırtacak k ad ar çınlayan bir kristal gibi—
d ö n ü p insanı kalbinden v uran cüm lelerini, piyan o n u n tuşlarını
okşarcasın a çalm ayı öğrenm işti.
M m e de Cam brem er, pek fazla kişiyle ilişkisi olm ayan bir
taşra ailesin de y a şad ığ ı ve balolara pek gitm ediği için, m alik â-
nesinin yalnızlığında kendinden geçerek h ayalî çiftlerin dan sını
yavaşlatır, hızlandırır, onları çiçek toplar gib i tek tek sayar, bir
ara b alo y u bırakıp, göl kenarında, köknarların arasın da esen
rüzgârın sesini dinler ve o rad a birdenbire k en disin e d o ğru iler-
leyen, o gün e k ad ar k uru lm uş bütün hayallerden, yery üzü
âşıklarının o lam ay acağı k adar farklı, k on uşm ası h afif şark ı söy -
ler gibi, falsolu, telaffuzu yabancı, bey az eldivenli, zay ıf bir d e-
likanlı görürdü. A m a bu m üziğin m o d ası geçm iş gü zelliği, ar-

341
tık so lm u ş gibiydi. Birkaç yıldır m üzik uzm an ların dan itibar
gö rm ed iği için şerefini ve b ü y ü sü n ü kaybetm işti; ze vk sizler bi-
le artık bu m üzikten itiraf etm edikleri, v asa t bir ze vk alabiliyor-
lardı ancak. M m e d e C am brem er ark asına k açam ak bir g ö z attı.
M arkiz (arm oniyi ve Y unancayı dahi öğrenm iş biri sıfatıyla,
özellikle bilgili o ld u ğu zihinsel kon ular h aricinde yeni ailesin e
sa y g ıd a k usur etmeyen) genç gelininin C ho pin 'i küçü m sed iğin i
ve C ho pin çalındığın da rah atsız o ld u ğu n u biliyordu. A m a ken-
di y aşın d a bir g ru p in sanla birlikte öted e oturm akta olan Wag-
nerci gelininin gözetim inden uzak ta o ld u ğ u için, M m e de
C am b rem er m ü ziğin yarattığı h arik ulad e izlenim lere kendini
bırakabiliyordu. Laum es Prensesi d e bu izlenim leri yaşıyo rdu.
D o ğuştan m ü ziğe yetenekli olm am akla birlikte, on b eş yıl önce,
Saint-G erm ain m uhitinin piy an o hocalarından biri olan, son
yıllarında yo ksul d üşen ve yetm iş y aşın d a, eski öğrencilerinin
kızlarıyla torunlarına d ers verm ek zorun d a kalan, üstün yete-
nekli bir k adın dan m ü zik dersleri alm ıştı. P iyano hocası artık
y aşam ıyo rd u. A m a yöntem i, o gü zel tınısı, zam an zam an ö ğ -
rencilerinin, hattâ bunların a rasın d a sırad an laşm ış ve m üziği
bırakm ış olanların, bir piy an on un k apağın ı kırk yılda bir açan-
ların bile, parm akların ın altın da tekrar yeşeriyordu. İşte bu
yüzd en , M m e d e s L au m e s başını sallark en son derece bilinçliy-
di ve ezbere bildiği bu prelü d ü piyanistin nasıl icra ettiğini
do ğru değerlendirebilm işti. Piyanistin b aşla d ığ ı cüm lenin so-
nu, kendiliğin den pren sesin d u d ak ların d an dö kü ld ü. Prenses,
"G erçekten fo k h o ş," d iy e m ırıldan dı; v urgulan arak söylenen ç,
bir h assasiy et gö sterge siy d i ve pren ses b u harfi telaffuz ed er-
ken, du dakların ın güzel bir çiçek gibi, öylesine rom antik bir bi-
çim de kırıştığını hissetti ki, içgüd üleri bak ışlarına o esn ada bir
d u y gu sallık , bir boşluk k atıp gözleriyle d ud ak ları arasın da
uy u m sağlad ı. Bu arad a M m e d e G allardon, L au m e s Prense-
si'y le nadiren k arşılaşm a fırsatı bu lab ild iğin e hayıflanm aktay-
dı, çünkü karşılaştıklarınd a, selam ını karşılıksız bırakarak
pren sese bir ders verm eye niyetliydi. Kuzininin o rad a o ld u ğ u -
nu bilm iyordu. M m e d e Franquetot başın ı oynatınca, birden
pren sesi gördü. Derhal herkesi rahatsız ederek ona do ğru iler-
ledi; am a M m e de G allardo n, bir y and an , ev inde Prenses

342
M ath ilde'le burun buruna gelebileceği, ayrıca "ak ran ı" olm ad ı-
ğı için ilk ad ım ı atm ay a m ecbur olm adığı bir şah ısla ilişki kur-
m ak istem ed iğin i herkese hatırlatacak so ğu k ve m ağru r bir
e day a bürün m ek, bir yand an da, aceleyle yanm a gidişin i açık-
lay ıp pren sesi ko n uşm ak zorun da bırakacak bir şey söyleyerek,
bu ed ayı telafi etm ek istiyordu; işte bu yü zden , kuzininin yanı-
na gelince, asık suratla, zorla kartvizitini uzatırm ış gibi elini
uzatarak , ade ta prens ağır h astay m ışçasın a kaygılı bir ses to-
nuyla, "K ocan n asıl?" d iy e so rdu. P renses, hem başkalarına
k arşısın d akin i u m ursam ad ığın ı gösterm eyi, hem de y üz hatla-
rını hareket halindeki ağzının ve ışıltılı gözlerinin etrafında
toplayarak çehresini güzelleştirm eyi am açlay an o kendine has
k ahk ahasını patlatarak cevap verdi:
"G ay et iyi!"
Sonra d a gü lm ey e d ev a m etti. Bu arad a M m e d e G allardon
iyice d o ğ ru lu p dah a d a so ğuk bir y üz ifad esi takınarak, am a
prens için k ay gılan m ay a d ev am ederek, kuzinine baktı ve
"O rian e," d e d i (M m e d e s L au m es, görün m ez bir üçüncü şah sa
şaşkın şaşkın , gü lüm seyerek bak m ak suretiyle, kendisin e ad ıy -
la hitap etm e iznini M m e de G allard o n 'a asla verm ediğini be-
lirtm iş oldu ), "y arın ak şam evim e gelip M ozart'ın bir klarnet
beşlisin i dinlem eni çok istiyorum . Senin fikrini alm ayı arzu ed i-
yo rum ."
M m e d e G allard on san ki bir davette bulunm uyor, bir y ar-
dım istiy ord u ve pren sesin M o zart beşlisi hakkındaki fikrine,
ad eta yeni aşçısının icadı olan bir yem ek hakkında bir gurm e-
nin fikrini alm ası gerekirm iş gibi ihtiyaç duy uy ordu .
"A m a ben o beşliyi biliyorum , hem en şim d i de söyleyebili-
rim fikrim i... çok se verim !"
"B iliyorsun kocam iyi değil, karaciğeri hasta... seni görm ek
onu çok m utlu edecektir," diye dev am etti M m e d e G allardon,
dav ete katılm ayı pren ses için bir hayırseverlik görevi haline ge-
tirerek.
Prenses in san lara evlerine gitm ek istem ed iğin i sö ylem ek -
ten ho şlan m azdı. H er gün , gitm eyi asla d ü şü n m e d iğ i bir d a v e -
te -k ay ın v alid esin in bek len m edik bir ziyareti, k ayın birad eri-
nin bir çağrısı, bir O pera tem sili, bir kır eğlencesi y ü z ü n d e n -

343
k atılam am aktan d u y d u ğ u ü zü n tü y ü belirten m ek tuplar y a z a r-
dı. Böylece birçok kişiye, onların d o stu o ld u ğu n u, evlerine se -
ve seve gideceğini, am a pren slere öz gü ak silikler nedeniyle g i-
d em e diğini zannetm e m u tlu lu ğun u yaşatır, onlar d a kendi d a -
vetlerinin, prenslerin d av etleriyle rekabet ettiğini düşü n erek
g u ru r du y arlardı. M erim ee'yle b aşlay ıp son olarak M eilh ac'la
H alevy'nin oy un ların da sergilenen , beylik d ü şü n celerd en ve
alışılm ış d u y gu lard a n arınd ırılm ış uy an ık an layışın izlerini ta-
şıyan, n üktedan G uerm an tes m uhitine m en su p olan pren ses,
bu an layışı so sy al ilişkilerine bile uyarlar, gerçekçi, belirgin ve
m üte vazı olm asın a çalıştığı nezaketine bile yansıtırdı. Bir ev
sahibesin e, d avetin e katılm ayı ne k a d ar çok iste d iğin i uzu n
u zu n an latm az, gid ip gidem ey eceğin i belirleyecek olan birkaç
k üçük ayrıntıdan sö z etm eyi d ah a kibar bir d av ran ış olarak
görürdü.
"B ak, du ru m u an latayım ," d ed i M m e de G allard on 'a, " y a -
rın akşam , ne zam and ır gün üm ü so ran bir hanım ark adaşım a
gitm em gerekiyor. Bizi tiyatroya götürecek o lursa, san a gele-
m em , am a ev de otu rursak, bizd en b aşk a k im se o lm ayacağına
göre, erken kalkabiliriz."
"A a, bak, ark adaşın Svvann'ı gö rd ün m ü ?"
"H ayır, görm edim ; canım C h arles, b u rad a o ld u ğu n u bilm i-
yordum , kendim i ona gösterm eye çalışayım bari."
"Saint-Euverte h anım efendinin evine bile girip çıkm ası tu-
h af," d e d i M m e d e G allardon . "Z ek i bir a d a m o ld uğu n u biliy o-
rum elbette," d iy e ekledi, entrikacı o ld u ğu n u kastederek, "am a
yine de, bir Yahudinin, hem kardeşi, hem d e eniştesi b a şp isk o -
p o s olan birinin ev inde b u lu n m ası tuh af!"
"U tan arak itiraf ed eyim ki ben rah atsız olm uy o rum ," dedi
Laum es Prensesi.
"D in değiştirdiğin i, hattâ on d an önce ebeveyninin, dede le -
rinin de dinlerini d eğiştirdiğin i biliyorum . A m a dönm elerin es-
ki dinlerine herkesten çok b ağlı kaldıklarını, sırf gö rü n ü şte din
değiştirdiklerini söylüyorlar, öyle m i?"
"B u ko n u d a hiçbir bilgim yok ."
C ho pin 'den iki parça çalacak olan piy anist, prelü d ü bitirir
bitirm ez bir poloneze girişm işti. A m a M m e de G allard on kuzi-

344
nine Sw an n 'in o rad a o ld u ğu n u haber verdikten sonra, C hopin
m ezarın dan kalkıp gelerek, bütün eserlerini bizzat çalsa, M m e
d es Laum es dikkatini m ü ziğ e verem ezdi. P renses, biri tanım a-
dıkları insanları m erak eden, öbürü tanıdıklarıyla ilgilenen iki
insan türünden İkincisine aitti. Saint-G erm ain m uhiti kadınları-
nın çoğu gibi M m e d es L au m es da, bir yerde kendi yakın çevre-
sin den birini b uld u m u, k end isin e söyleyeceği özel bir şey ol-
m ad ığı h alde bütün dikkatini ona yöneltir, başk a hiçbir şeyle il-
gilenm ezd i. P renses o an d an itibaren, Sw an n'in dik katini çek-
m ek için, ön üne bir parça şek er uzatılıp çekilen evcil bir beyaz
fare gibi, yüz ün ü sürekli Sw an n 'a çevirip C h opin 'in poloneziy-
le hiçbir ilişk isi olm ayan , gizli m u tabak at işareti m im ikler y ap -
m aktan başk a bir şeyle m e şgu l olm adı; Sw ann yer değiştirdi-
ğinde, pren sesin gü lü m sem esi de m ıknatısla çekilirm iş gibi,
ona paralel olarak hareket ediyordu.
"O riane, k ızm a a m a," diy e sö züne dev am etti M m e d e Gal-
lardon, en b üy ü k sosy al beklentilerini ve gün ü n birinde yü ksek
sosyetenin gö zü n ü k am aştırm a u m u d un u, karşısın dakine tatsız
bir şey söylem enin v erd iği an laşılm az, anlık, m ah rem haz u ğ -
runa feda etm ekten asla kendini alam am a h uyuyla, "M .
Sw ann'in, insanın evin de ağırlay am ay acağı türden bir insan ol-
d u ğ un u söylüyorlar, d o ğru m u ?"
"H ay atım ... sen d e b iliy orsun d o ğru o ld u ğu n u ," diy e ce-
v a p verdi L au m e s P rensesi, "elli kere d av et ettin kendisini, hiç-
birinde gelm ed i."
Prenses, rezil olan kuzininin yanından ayrılırken yine bir
kahk aha patlattı; m ü ziği dinlem ekte olanları deh şete düşü ren
g ü lü şü , n ezaket icabı piy an on un yanından ayrılm ayan M m e de
Saint-Euverte'in pren sesi gö rm esin e sebep oldu. M m e de Saint-
Euverte, M m e d es L au m es'u n hâlâ G uerm an tes'ta, hasta kayın-
pederin e bak m akta old u ğu n u zannettiğinden, on u gö rd üğü n e
iki kat sevindi.
"N asıl olur pren ses, siz b u rad a m ıyd ınız?"
"Evet, bir k öşe de d u ruy o rd um , güzel m üzikler din le dim ."
"N e d iy orsun uz, dem ek epeydir b u rad asın ız !"
"Evet, çok hızlı geçtiy se d e uzunca bir süredir bu rad ayım ,
bir tek sizi gö rem ed iğim için u zun geld i."

345
M m e de Saint-Euverte ona kendi k oltu ğun u verm ek iste-
yince pren ses itiraz etti.
"Yok canım ! N e gerek var? Ben her yerd e rahat ede rim !"
Sonra d a so ylu hanım efendi sad eliğin i ortaya koyacak şe -
kilde, b ilh assa ark alık sız bir tabure seçti:
"İşte bu p u f tam ban a göre. H em böylece dik duruyorum .
A m an Tanrım, ne çok gürü ltü ettim , dövecekler ben i."
Bu a rad a piy an ist hızını iki katına çıkarm ıştı, m üzik heye-
canı do ruk tay d ı; bir hizm etkâr tepsiyle içecek gezdiriyor, k a-
şıklar tıngırdıyor, M m e d e Saint-E uverte, her haftaki gibi u za k -
tan hizm etk âra gitm esini işaret ediyor, am a hizm etkâr bir türlü
kendisini gö rm ü y ord u. G enç bir k adın ın bıkkın gö rün m em esi
gerektiği öğretilm iş olan bir yeni gelin, m utlulu k içinde g ü -
lü m süy or, böyle bir şölen verirken "k en d isin i d ü şü n m ü ş" ol-
m asın a m innet d u y d u ğ u n u b ak ışlarıy la ifad e edebilm ek için,
ev sah ibesin i arıy ordu gözleriyle. O ysa M m e d e Fran-
q u etot'd an d ah a sakin olm akla birlikte, o d a parçayı k ay gıyla
takip etm ekteydi, am a bu genç hanım ın k aygısı piy an iste değil,
piy a n o y a yönelikti; her fortissim o'd a yerinden h op lay an bir
m um un , abajuru ateşe v erm ese de, p elesen gi lekelem esinden
kork uyordu. N ih ayet daha fazla d ay an am ay ıp piyanonu n ü ze-
rinde d u r d u ğ u platfo rm a çıkan iki b a sam a ğ ı tırm an dı ve şa m -
dan ı k ald ırm ak üzere bir ham le yaptı. A m a tam şam d an ı tuta-
cağı an d a, parça so n bir ak orla son a erdi ve piy an ist yerinden
kalktı. Bu nunla birlikte, genç kadının c esur h am lesi ve piy a-
nistle bir an çarpışır gibi olm aları, geneld e olum lu bir izlenim
yarattı.
"Ş u genç hanım ın yaptığın ı gö rd ü n üz m ü P ren ses?" dedi
G eneral de Froberville, selam lam ak üzere yanm a geldiği
L au m es P rensesi'ne; M m e de Saint-Euverte az önce pren sesin
yanın dan ayrılm ıştı. "E nteresan. Sanatçı m ı acab a?"
"H ayır, M m e de Cam brem er ad ın d a bir k adın cağız," diye
dü şün ce sizce bir cevap verdi pren ses, sonra aceleyle ekledi:
"B en de d u y d u ğ u m u sö ylüy oru m , kim old u ğu hakkında hiçbir
fikrim yok; ark am d a birileri M m e d e Saint-Euverte'in kır evi-
nin k om şuları olduklarını sö y lü y ord u , am a k im se tanım ıyor s a -
nırım. 'Kırlı insanlaP o lsalar gerek! A yrıca b u rad a bulu nan göz

346
kam aştırıcı toplulu kla sıkı fıkı m ısınız bilm em , am a ben bu ş a -
şırtıcı şahısların isim lerini bile bilm iyorum . M m e d e Saint-Eu-
verte'in gece davetlerine gitm enin d ışın d a hayatlarını nasıl ge-
çiriyorlardır dersin iz? M arkiz onları d a m üzisyenlerle, iskem le-
ler ve içkilerle birlikte sip ariş etm iş olm alı. İtiraf etm ek gerekir
ki 'Belloir m alı davetliler' m ükem m el. G erçekten her hafta bu
figüran ları tutm a cesaretini gösterebiliyor m u? İnanılır gibi d e -
ğil!"
"A m a C am brem er, köklü, eski bir so yad ıd ır," d ed i general.
"E sk iliğin e bir diy eceğim yok ," dedi pren ses sertçe, "am a
ö/onıfc1 d eğ il," diy e ekledi, G uerm an tes m uhitine has, hafif y a p -
m acık bir tarzda, öfonik kelim esini tırnak içindeym iş gibi vu r-
gulayarak.
"Ö yle m i d ü şü n üy o rsu n u z? Ç ok güzel bir k ad ın ," d ed i ge -
neral, gözlerini M m e de C am brem eı'd en ayırm ad an . "Sizce öy-
le d eğ il m i P ren ses?"
"K end in i çok ön plan a çıkarıyor, bu k adar genç bir kadına
yak ışm ay an bir d av ra n ış bence; bild iğim kad arıyla küçük h a-
nım akranım d eğ il," d iy e cev ap verdi M m e des L au m es ('ak -
ran', G allard on 'larla G ue rm an tes'lan n ortaklaşa kullandıkları
bir ifadeydi).
A m a M. de Froberville'in M m e d e Cam brem er'e bakm aya
d ev am ettiğini görünce, pren ses, biraz kadın a kötülük olsun di-
ye, biraz d a generale kibarlık etm ek için, "Y akışm am ası... koca-
sı açısın dan tabii!" dedi. "Yazık, onu tanım ad ığım a ü züldüm ,
gö rün ü şe bakılırsa epey etkilendiniz kendisin den, sizi tanıştı-
rırdım ," diye ekledi, genç kadın la tan ışsa d a m uhtem elen hiç-
bir gayret gösterm eyeceği halde. "Sizin le v e d alaşm ak zo run d a-
yım , çün kü b u gü n bir hanım ark adaşım ın isim gün ü, onu tebri-
ğe gide ceğim ," dedi m ütevazı ve sam im i bir tavırla, gideceği
yüksek sosyete davetini, sıkıcı, am a gitm esi hem zorunlu, hem
d e do kun ak lı olan b asit bir törene indirgeyerek. "B asin 'le orad a
bu lu şacağız ; ben b uradayk en , Basin, sanırım sizin d e tanıdığı-
nız, bir köprü yle aynı ism i p ay laşan dostları Iena'ları ziyarete
gitti."

1 K ulağa hoş gelen, sesleri birbiriyle uyumlu.

347
"Ien a dah a önce d e bir zaferin ism iy di P ren ses," d ed i ge n e-
ral. Sonra, p an su m an değiştirir gibi m onoklünü çıkarıp tem iz-
ledi; pren ses m ecburen gözlerini kaçırırken, general k on u şm a-
sına d ev am etti: "N e y apalım , benim gibi em ektar bir askerin
gö zü n d e A m pir asaleti, evet, b aşk a şeydir, am a kendi içinde bir
güz elliği vardır, sonuç olarak bu insanlar birer sa v a ş k ah ram a-
nı."
"Benim k ahram an lara say gım so n su z ," d ed i pren ses hafif
alaylı bir tonda; "ben B asin 'le birlikte Iena Prensesi'nin evine
gitm iy orsam , katiyen bu sebeple değil, kendileriyle tan ışm adı-
ğım için gitm iyorum . Basin onları tanır ve çok sever. Yo! K ati-
yen zann ettiğin iz gibi değil, flört yok ortada, itiraz etm em için
bir seb ep yok! Ayrıca itiraz etm em ne işe y a ray ac ak sa!" diye
ekledi hü zünle, çün kü L au m es Prensi'nin, güzeller güzeli k uzi-
niyle evlen diği gü n d en itibaren karısını sürekli aldattığını her-
kes biliyordu. "H er neyse, böyle bir şey sö z k o n usu değil, çok
eskiden beri tanıştığı insanlar, onlardan yararlanıyor, benim de
buna bir diyeceğim yok. Bir kere evlerini öyle bir anlatıyor ki...
D üşün sen ize, bütün m obilyaları 'A m pir'm iş!"
"Ö yle olm ası çok norm al P renses, dedelerin den k alm a m o-
bilyalar çün k ü."
"İyi am a, b u çirkin olm alarını engellem ez ki. H erkes güzel
şeylere sah ip olm ayabilir, am a hiç de ğilse gülün ç olm am alı. N e
y apayım , bence korkunç bir ü slu p , dün yan ın en şatafatlı, en
burjuva ü slub u ; hele o k u ğ u b aşlı konsollar yok m u, küvet gi-
bi!"
"Yine de gü ze l eşy aları o ld u ğu n u san ıyorum , m esela ü ze-
rinde çok önem li bir an laşm an ın im zalan d ığı m eşh ur m ozaik
m asa..."
"Tam am ! Tarihsel açıdan ilginç eşyaları olabilir, bir şey d e -
m iyorum . A m a gü zel olm aları m üm kü n değil... çünkü kor-
kunç! Benim d e bun a ben zer eşyalarım var, M ontesquiouTar-
dan B asin 'e m iras kaldı. A m a kim senin gö rm ed iği bir yerde,
G uerm an tes'ta tav an arasın d a duruyorlar. H er neyse, zaten m e-
sele bu değil, kendileriyle tan ışsam Basin'le birlikte hiç du rm az
k oşard ım evlerine, sfenkslerinin, bakırlarının ortasın d a ziyaret
ederdim onları, am a tanışm ıy oruz! Bana k üçük lüğüm de, tanış-

348
m ad iğin iz insanların evine gitm ek ayıptır diy e öğrettiler," dedi
p re n ses çocuksu bir tavırla. "Ben d e öğretileni yapıyorum . D ü-
şü n sen ize, k ap ıdan içeri tanım adıkları biri girse, o n am uslu in-
san lar ne y ap arlar? Belki d e çok kötü k arşılarlar beni!"
Prenses cilveli bir tavırla, böyle bir ihtim al k arşısın d a en-
gelley em ed iği tebessüm ü güzelleştirm ek için, m av i gözlerini
generale dikti ve hülyalı hülyalı baktı.
"S ay g ıd e ğ e r Prenses! Sevinçlerinden h avay a zıplarlardı, siz
d e biliyo rsu n uz..."
"Yok canım , niye p ek i?" diy e so rd u pren ses heyecanla; bel-
ki, pren ses, Fransa'n ın en so ylu hanım efendilerinden biri o ld u -
ğ u için Iena'ların sevineceğini bilm iy orm u ş gibi gö rünm ek isti-
yo rdu , belki d e bu nu generalin ağzın d an duy m ak istiyordu.
"N için ?" N ereden biliy orsu n uz? Belki çok tatsız b ulu rlar bu
du ru m u . B ilem iyorum am a, k en dim den yola çıkarsam , ben ta-
nıdığım insan larla bile görüşm ekten o k ad ar sıkılıyorum ki, bir
d e tan ım adığım in san larla görü şm e k zorun da k alsam , 'k ah ra-
m an d a olsalar', çıldırırdım herhalde. Ayrıca, b aşk a sebeplerle
tanıştığım ız, sizin gibi eski dostların haricinde, kahram anlık
yük sek sosy ete d e pek geçerli o lam azm ış gibi geliyor bana. Sık
sık ak şam yem eği daveti verm ekten zaten sıkılıyorum , bir de
so fray a geçerken Sp artacu s'ün koluna girm em gerekse... Yok,
yok, ben on dö rdü ncü davetli olarak Vercingetorix'i seçem ez-
dim asla. O nu b ü y ük şölenlere sak lard ım herhalde. Eh, şölen
d e d üze n lem ediğim e göre..."
"A h, Prenses! Bir G uerm an tes o ld uğ u n uz nasıl d a belli!
G uerm an tes'ların zekâsın dan payınızı alm ışsın ız!"
"H e r zam an G uerm an tes'/an n zekâsı deniyor, sebebini hiç-
bir zam an an lay am am ışım dır," ded i prenses. "D em ek aynı ze-
kâya sah ip başkalarını d a tan ıy orsun u z," diy e ekledi, m utluluk
içinde, k ahkahalarla gülerek; y üzü n ü n b ütün hatları canlana-
rak bir araya toplanm ış, bir ağ oluşturm u ştu, gözleri kıvılcım -
lar saçan, aydınlık bir neşeyle parıld ıyo rdu ; prensesin gözlerini
bir tek şe y böy le ışıldatabilirdi, o da, prensesin kendi ağzın d an
bile çıkm ış olsa, zekâsına veya güzelliğin e yönelik övgülerdi.
"Bakın, Svvann sizin C am brem er'i selam lıyor galiba; şu rada...
Saint-Euverte Teyzenin yan ın da, görm ü y or m u su n u z? O ndan

349
rica edin, tanıştırsın sizi hanım efendiyle. A m a çabuk olun,
Sw ann kaçacak delik arıyor!"
"Sw an n 'in y ü zü ne k ad ar so lgun , fark ettiniz m i?" ded i ge -
neral.
"C an ım Charles! Oh! N ih ayet geliyor, benim le gö rüşm ek
istem ed iğini d ü şün m e ye başlam ıştım artık!"
Sw ann, Laum es Prensesi'ni çok severdi; ayrıca pren ses, o
k ad ar se v d iği halde, O dette'ten u zak laşm am ak için artık g id e-
m ed iği C om bray'n in yakınındaki G uerm an tes'ı da hatırlatıyor-
d u ona. Sw ann, prensesin h oşlan acağını bildiği ve eski m uhiti-
ne bir an geri d ö n d ü ğ ü n d e d o ğ a l olarak bü rün üv erdiği yarı s a -
natçı, yarı çapkın tavırla -b ir yan da n kırlara d u y d u ğu özlem i
ifade etm eye kendi adın a ihtiyaç d u y ara k - konuştu:
"A a!" dedi, hem k on uşm akta o ld u ğ u M m e de Saint-Euver-
te, hem de sözlerini du y u rm ak isted iği M m e d es L aum es işite-
bilsinler diy e yü ksek sesle. "B üyüley ici pren ses b urad ay m ış!
Bakın, Liszt'in A ssisili Aziz Francesco'su n u dinlem ek için, özel
olarak G uerm an tes'tan gelm iş; tıpkı güzel bir b aştan k ara gibi,
başın a takm ak üzere k u şlard an birkaç m inik erik ve akdiken
m eyvesi arak lam ay a vakit bulab ilm iş ancak; hattâ üzerlerinde
hâlâ birkaç çiy dam lası, b ey az kırağılar var, d ü şes soğuk tan sız -
lanıyordun Gerçekten çok gü zel sev gili P renses."
"N a sıl olur, sa y gıd e ğ e r Prenses, özel olarak G uerm an -
tes'tan mı geldiler? Bu k ad arı d a biraz fazla! Bilm iyordum , şa -
şırdım k aldım ," diye haykırdı M m e d e Saint-Euverte safça;
Sw an n 'm esprilerine pek alışık değildi. Sonra pren sesin saç m o-
delini inceledi: "D o ğru , tıpkı şey e benziyor... nasıl söylesem ,
k estane değil, hayır, ah, olağan üstü bir fikir! Peki am a Prenses
program ım ı nereden biliy ordu? M üzisyenler bana bile bildir-
m em işlerdi p rog ram ı."
Sw ann, hep çapkın bir lisanla k on u ştuğu k adın lardan bi-
riyle birlikteyken, ço ğu y ük sek so syete m en subunun an lam adı-
ğı incelikte iltifatlar y ap m ay ı alışkanlık haline getirm işti; d o la -
yısıyla, istiare yaptığını M m e d e Saint-Euverte'e açıklam aya te-
nezzül etm edi. Prenses ise k ah kah alarla gü lm eye koyuldu,
çünkü Sw an n 'm espri an layışı pren sesin yakın d o st çevresinde
m üthiş takdir görürdü , ayrıca pren ses, kendisin e yapılan her il-

350
tifatta, m üthiş bir zarafet ve day an ılm az bir m izah bulurdu
m utlaka.
"K ü çü k akd iken m eyvelerim in hoşu nuz a gitm esine çok se-
vindim C harles. Bu C am brem er denen kadını niye selam lıyor-
su n uz , sizin d e 'kır evi' k om şu n uz m u y o k sa?"
Prensesin Sw an n 'la sohbet etm ekten m em nun görün düğü-
nü fark eden M m e d e Saint-Euverte, yanların dan uzaklaşm ıştı.
"S izin de k om şu n u z sayın P ren ses."
"Benim m i? D em ek bu insanların her yerde kırları var! On-
ların ye rin de olm ayı çok isterdim d o ğru su !"
"S izin kom şuların ız C am brem er'ler değil, gelinin ailesi;
M m e d e C am brem er, henüz M adem oiselle Legran din olduğu
y ıllarda C o m b ray 'y e gelirdi. Bilem biliyor m usu n uz , siz
C om b ray K ontesi unvanına d a sah ipsin iz, rahipler meclisinin
siz e vergi verm esi gerekir."
"R ah ipler m eclisinin bana ne verm esi gerektiğini bilmiyo-
rum , am a rahibe yılda y üz frank ö d ediğim i biliyorum , hiç de
m eraklısı değilim . Baksanıza, şu C am brem eı'lerin so yad ı inanı-
lır gibi değil. Tam zam an ın da bitiyor, am a kötü b itiy o r!"1 dedi
pren ses gülerek.
"B aşlan gıcı da dah a iyi sa y ılm az ,"2 diye cevap verdi
Sw ann.
"D o ğru , çifte k ısaltm a!"
"Belli ki çok öfkeli ve çok terbiyeli birisi ilk kelimenin so-
n unu getirem em iş."
"A m a m ade m ki kendini alam ayıp İkincisine başlayacakm ış,
birinciyi tam am layıp kurtulsa dah a iyi ederm iş. Sevgili Charles,
şakalarım ızın konularına diyecek yok; kuzum , sizi artık hiç göre-
m em ekten sıkıldım ," dedi prenses sevecen bir tavırla, "sizinle
sohbet etm eyi o k adar özlüyorum ki! D üşünsenize, o geri zekâlı
Froberville'e Cam brem er soyadının çok kom ik olduğun u anlat-
m am bile m üm kün olm azdı. Hayatın çok korkunç bir şey oldu-
ğun u kabul edin. Bir tek sizi gö rd üğüm d e sıkıntım geçiyor."
1 Burada Cam brem er özel adının son undaki mer [mer] sesiyle 1-r.ınsı/cada "bok,
pislik" anlam ına gelen merde [merd] kelimesi arasında bir bağlantı kuruluyor.
2 Bu kez de Cam brem er özel adının başındaki Cambre [kambı | sesiyle I ransızcada
yine "bok, pislik" anlam ına gelen mot de Cambroıme (Cam broım r'ım sn/ü) deyişi
arasınd a bir ilişki söz konusu.

351
Prensesin bu sö y led iğ i d o ğru d eğild i şü phesiz. Fakat
Sw an n ve pren ses, ön em siz ayrıntıları aynı şek ilde değerlen d ir-
dikleri için -belk i d e sebep sonuç ilişkisi tersin ey di- ifad e tarz-
ları ve hattâ telaffuzları, birbirine çok benzerdi. Bu benzerlik
pek gö ze batm azdı, çünkü sesleri birbirinden çok farklıydı.
A m a zihn inizde, Sw an n'in sözlerini, kendilerini sarm alay an tı-
nıdan ve arasın d an süzü ld ü kleri bıyıktan ayırm ayı b aşard ığ ı-
nız takdirde, b u sözlerin, G uerm antes m uhitinin cüm leleriyle,
tonlam alarıy la, tarzıyla tıpatıp aynı olduklarını fark ederdiniz.
Sw an n 'la pren ses, önem li m eselelerde asla aynı fikirleri p a y la ş-
m azlardı. A m a Sw ann , hep kederli o ld u ğ u bu son dönem lerde,
sürekli ağlam ak üzerey m iş gibi ürperiyor, bir katilin, işled iği ci-
nayetten b ahsetm ey e ihtiyaç d u y d u ğ u kadar, o d a k ederden
bah setm e ihtiyacı du y uy o rdu . Prenses kendisine hayatın kor-
kunç bir şey o ld uğu n u söy le diğin d e, sanki O dette'ten sö z et-
m işçesine tatlı bir his k aplad ı Sw ann'in içini.
"A h! Evet, hayat gerçekten korkunç. G örüşm em iz lazım
sevgili dostum . Sizinle birlikte olm anın en güzel tarafı, neşeli
olm ayışınız. Birlikte bir gece geçirelim ."
"Bence d e iyi olur; G ue rm an tes'a gelsenize, kayın validem
sevincinden d eliye döner. Ç ok çirkin d iye bilinen bir yer, am a
inanın benim ho şum a gidiyor, ben 'güzel m an zaralı' yerlerden
nefret ed iy oru m ."
"B ilm ez m iyim , harika bir yerdir," diye cevap verdi
Sw an n, "şu an d a b an a aşırı gü zel, aşırı hayat do lu geliyor d iy e-
bilirim ; m utlu olu nacak bir yer orası. Belki o rad a y a şad ığ ım
içindir, am a her şeyin benim le k o n uştu ğu h issin e kapılırım !
A niden bir esinti çıkıp d a b u ğ d ay başaklarını dalgalan d ırdığın -
da, birinin geleceğin i, bir haber alacağım ı hissederim ; son ra o
su k ıyısın dak i küçük evler... şim d i çok bedbaht olurum o ra d a "
"A m an , sev gili C harles, dik kat edin, Ram pillon cadısı beni
gördü , sak layın beni; hatırlatsanıza ban a, ne gelm işti başın a,
karıştırıyorum , kızını ya d a âşığın ı evlendirdi, h an gisiy di bile-
m iyorum ; belki ikisini de... birbirleriyle hem de!.. Yok, yok, ha-
tırladım , prensi onu reddetm işti... benim le k on uşuy orm uş gibi
yapın d a şu Berenike ge lip beni ak şam yem eğine d av et etm e-
sin. Ben d e kaçıyorum zaten. Sevgili C harles, kırk yılda bir gö -

352
rü şm ü şken , gelin sizi kaçırıp Parm a Prensesi'nin evine gö tü-
reyim ; pren ses o k ad ar m em nun olurd u ki! Basin 'le de orada
b u lu şacağız , o da çok sevinirdi. N ey se ki M em e'den haberleri-
nizi alıyoruz... Sizi artık hiç görm üyorum ki!"
Sw ann prensesin teklifini reddetti; M. de C h arlus'e, M m e
d e Saint-Euverte'in davetinden sonra, d o ğru d an evine dö nece-
ğini söylem işti; Parm a Prensesi'ne g id ip de, baron dan k en disi-
ne gelebilecek notu kaçırm aya niyeti yoktu; d avet boyunca, bir
hizm etkârın gelip kendisine bir m ektup getirm esinden u m u d u -
nu kesm em işti, belki de eve vard ığınd a kapıcıya bırakılm ış bir
not b ulurdu. O gece, M m e d es L aum es kocasına, "Z avallı
Sw an n ," ded i, "e sk isi gibi sevim li, am a çok bedb ah t görünüyor.
Siz d e göreceksiniz, yakın da ak şam y em eğin e geleceğine söz
verdi. A slın da onun zekâsına sah ip bir erkeğin bu tür bir kadın
yüzün den acı çekm esi gülünç bence; üstelik k adının ilginç bir
yanı d a yok, geri z ekâlıym ış," d iy e ekledi, âşık olm ayan insan-
lara ö z gü sağ d uy u y la; bunlar, zeki bir erkeğin sad ece üzü n tü-
sün e değecek kadın lar yüzün den bedbah t olm ası gerektiğini
düşün ürler, ki bu da, in sanların kolera basili k adar m inik bir
varlık yüzünden , kolera hastalığın ı çekm eye nasıl tenezzül ed e-
bildiklerine şaşırm ay a benzer.
Sw ann artık evine dönm ek istiyordu , am a tam sıv ışacağı
an d a, G eneral de Froberville kendisini M m e d e C am brem eı'le
tanıştırm asını rica edince, generalle birlikte, M m e d e C am bre-
m eı'i aram ak üzere salon a dönm eye m ecbur oldu.
"N e dersiniz Sw an n, bu kadının kocası olm ak, vah şiler ta-
rafından katledilm ekten iyidir herhalde, öyle değil m i?"
Bu "vah şiler tarafından k atledilm ek" sö zü üzerine kalbi
acıyla sızlayan Sw ann, generalle sohbete d ev am etm e ihtiyacı
duy du :
"A h !" dedi. "B u şek ilde son bulan nice güzel hayatlar var-
dır... M esela bild iğin iz gibi... D um ont d'U rville 'in küllerini g e -
tirdiği şu denizci, La Perouse..." (Sw ann sank i O dette'ten bah-
setm iş gibi m utluydu.) "L a P erouse çok esaslı, çok ilginç bir ş a -
hıs bence," diye hüzünle ekledi.
"G ay et tabii, La P erouse," d ed i general. "M eşh u r bir adam .
Sok ağı bile var."

353
"L a Perouse S ok ağı'n d a oturan bir tanıdığınız m ı v a r?" d i-
ye sordu Sw ann telaşla.
"Bir tek M m e d e C h anlivau t var, bizim C h au ssepierre'in
kız kardeşi. G eçenlerde çok gü zel bir tiyatro daveti verdi. S alo -
nu bir gün en seçkin salon lar arasın d a yer alacak, g ö rü rsü n ü z !"
"Ya! La P erouse So k a ğı'n d a oturuyor dem ek. Sevim li bir
yer güz el bir sokaktır, h üz ün lüd ü r çok."
"Yok canım , siz belli ki uzun zam an d ır gitm em işsiniz; artık
h ü zü n lü değil, yeni b inalar y apılıyor bütün o m ah allede."
Sw ann nihayet M. d e Froberville'i genç M m e de Cam bre-
m er'e takdim etm eyi b aşard ığ ın d a, generalin adını dah a önce
hiç du y m a m ış olan M m e de C am brem er, sanki en sık d u y d u ğ u
isim bu y m u ş gibi sevinç ve şaşkın lıkla gülüm sed i; yeni ailesi-
nin dostlarını tanım ad ığın dan, kendisine tanıştırılan herkesi ai-
le d o stu sanıyor, ev len diğind en beri hep on dan bah sedildiğini
işitm iş gibi bir tavır takınm akla incelik ettiğini d ü şün üy o rd u;
elini tanıştığı kişiye uzatırken k apıld ığı tereddüt, hem k en d isi-
ne öğretilm iş olan ölçülü tu tum u yenm ek zo run da oldu ğu n u
kanıtlıyordu, hem de h issettiği içten yakınlık say e sin d e bu çe-
k ingenliği yendiğini. İşte bu y üzd en de, onun hâlâ F ransa'nın
en seçkin insanları zannettiği k ayınvalidesi ve kayın pederi, g e-
linlerinin bir m elek old u ğ u n u sö ylüy orlardı; oğullarını ev len di-
rirken, gelin adayının, yü klü servetinden çok m eziyetlerinden
etkilenm iş gibi görün m ey i d e tercih ediyorlardı elbette.
"M üzisy en ruhlu o ld u ğu n u z derhal anlaşılıyor hanım efen-
d i," ded i general, hiç d ü şün m ed en şam d an olayına im ad a b u -
lunarak.
A m a o e sn ad a k on ser tekrar b aşla d ı ve Sw ann, program ın
bu bölüm ü sona erm eden gidem eyeceğini anladı. A ptallıklarıy-
la ve gü lün ç halleriyle gö zü n e her zam ank inden çok batan bu
insanların arasın d a h apis kalm ak, ona acı veriyo rdu; bu in san -
lar, aşkını bilm edikleri, bilseler de ilgilenem eyecekleri için, an -
cak çocukça bir şey m iş gibi gülüm seyecekleri veya bir delilik-
m iş gibi ona acıyacakları için, aşkını sad ece kendi nazarın da
var olan, gerçekliği kend isi d ışın d a hiçbir şey tarafından kanıt-
lanm ay an, öznel bir d u ru m gibi gö rm esin e yol açıyorlardı; ona
en çok acı veren, m üzik aletlerinin sesini d u y d u ğ u n d a ağlam ak

354
isteyecek k adar çok acı veren şey de, O dette'in hiç gelm eyeceği
bu salon da, onu tanıyan hiç kim senin, hiçbir nesnenin bu lu n -
m adığı, O dette'in hiçbir biçim de var olm adığı bu m ek ând a g e-
çirdiği sü rgü n saatlerinin uzam asıydı.
A m a ansızın, sanki O dette içeri girm iş gibi oldu; bu hayal
öyle keskin bir acı verdi ki Svvann'a, aniden elini kalbine bastır-
dı. Ç ün kü o esn ada kem an yü ksek notalara tırm anm ıştı; o rada
sanki bir şeyi bekliyor, gid erek uzay an bu bekleyiş içinde, bek-
lediği şeyin yak laşm ak ta old uğu n u görm enin co şk usu y la, o g e-
linceye k adar day anabilm ek, onu karşılay abilm ek için, tıpkı
kendi kendine kapan m asın diye bir kapıyı açık tutarcasın a, o
geçebilsin diye yolu açık tutabilm ek için, gü cünü n son d a m lası-
nı k ullanarak , aşırı bir gayretle o tiz notalara tutun uyordu. D a-
ha Sw an n ne o ld u ğu n u an lam ay a, kendi kendine, "Vinteuil so -
natının cüm leciği bu, dinlem em eliyim on u !" dem eye vakit b u -
lam ad an , O dette'in ona âşık o ld u ğ u gün lere ait anılar,
Sw an n'in o âna k ad ar benliğinin derinliklerinde, gö z d e n u zak -
ta sak lam ay ı b aşard ığı bütün hatıralar, aşk m ev sim in den çıkıp
gelen bu ani ışığa ald an ıp aşk m evsim inin geri geldiğin i zan n e-
derek uyan dılar ve kanatlanıp Sw ann 'in etrafını sararak , o an -
dak i talihsizliğine acım adan , m utluluğun u n utulm uş şark ıları-
nı sö ylem eye b a şlad ılar çılgınca.
Sw ann, "m utlu o ld u ğu m zam an lar", "se v ild iğim z am an -
la r" gibi so yut ifadeleri d ah a önce sık sık telaffuz etm iş ve pek
de acı çek m em işti, çünkü zihni onları, geçm işin sö z d e kesitle-
riyle d o ld u rm u ştu , bu kesitler geçm işe ait hiçbir şey içerm iyor-
lardı; oysa şim d i, bu soy u t ifadelerin yerine, k aybettiği m u tlu -
lu ğun kendine has, uçucu özünü so n su za dek sab itlem iş olan
şeylerin her biri, tek tek karşısına çıkıyordu: O dette'in k en d isi-
ne, arabanın içine fırlattığı, Sw an n'in du dak ların a uzun uzun
b astırd ığı kasım patının k ar beyazlığındaki kıvrık taçyaprak la-
rını, "S ize yazarken elim öyle titriyor ki," sözlerini o k u d u ğ u
m ektubun üzerindeki kabartm a "M aiso n D ore e" adresini,
O dette'in yalvaran bir eday la, "Beni aram ay ı çok geciktirm ez-
siniz, değil m i?" derken bitişen kaşlarını, hepsini tek tek gö rd ü;
Lored an genç işçi kızı alm aya giderken Sw an n'in "ala b ro s" ke-
silm iş saçlarını düzelten berberin kullan dığı m aşan ın k o k u su -

355
nu d u y d u ; o bahar çok sık y ağan sağan ak ları, fayton un da ü şü -
yerek m ehtapta eve dönüşlerini tekrar y a şad ı; o dönem in b ü -
tün zihinsel alışkanlıklarından, m ev sim e ait izlenim lerinden ve
tensel tepkilerinden d o kun m uş, tekbiçim li bir ağ, birkaç h afta-
lık bir sürenin üzerine örtülm üştü, v ü c ud u tekrar o ağ a takıldı.
O sıralar, sad ece aşkla y a şay an insan ların zevkleriyle tanışarak,
tensel bir m erakını giderm ekteydi. İstediği no ktada d urabilece-
ğini, bu insanların acılarıyla tan ışm ak zo run d a kalm ay acağın ı
zannetm işti; O dette'in b ü y üsü , şim d i bak tığın da, o büy ü y ü b u-
lanık bir hâle gibi genişleten m ua zzam korkun un ve O dette'in
her an ne yaptığın ı bilm em enin, ona her yerde, her zam an s a -
hip olm am an ın yarattığı so n suz yürek daralm asın ın yanında,
bir hiç gibi ge liy ordu S w an n'a! H eyhat! O dette'in, şim d i bir tek
d ak ik ası serb est olm ayan O dette'in, "S izin le istediğin iz an g ö -
rüşebilirim , ben her zam an serbestim !" d iye haykırışını hatırlı-
yo rdu ; Svvann'ın hayatına dair her şey e b esle diği ilgiyi, m erakı,
b u hayata girm esin e Svvann'ın izin verm esini nasıl şid d etle ar-
zu lad ığın ı -k en d isin in se o d ön em d e ak sine, sıkıcı birtakım ra-
hatsızlık lara sebep olur diye bu izni verm ekten k ork tu ğun u-;
kend isin i Verdurin'lere gitm eye razı edebilm ek için O dette'in
n asıl yalva rm ak zo run da kaldığını; a y d a bir kere O dette'i evine
çağırdığın d a, O dette'in onu p e s ettirm ek için n asıl dil dö km esi
gerektiğini, Sw an n 'a sıkıcı bir şey gibi gelen her gü n gö rüşm e
alışkanlığının ne k adar harika olacağın ı, hep bunun hayalini
k urd u ğ un u tekrar tekrar sö yleyişini, son ra, her gün gö rüşm ek
Sw an n için b a şa çıkılm ası im kânsız, sancılı bir ihtiyaç haline
ge ld iğ i sırad a da, O dette'in bu alışkanlıktan tiksinip tem elli
yürürlükten kaldırdığını h atırlıyordu. O dette'i üçüncü gö rü -
şü n d e, O dette ona kim bilir kaçıncı kez, "Peki am a niye dah a
sık gelm em e izin ve rm iy orsu n u z?" diy e so rd u ğ u zam an,
Sw ann gülerek, çapkın bir ed ayla, "A cı çekm ekten k orktuğum
için," d iy e ceva p verirken, sözlerinin ne k ad ar isabetli o ld u ğ u -
nu b ilm iyordu. Şim di d e m aale se f O dette'in kend isin e bir res-
toran dan ya d a otelden, başlık lı bir k âğıd a m ektup yazıp g ö n -
d e rd iği oluyo rd u ara sıra, am a b u lu n d u ğ u yerin ism i, adeta
Sw an n 'i yakan , alevde n harflerle yazılm ış oluyo rdu. "Vouille-
m ont O teli'nden yazılm ış ha? O ray a ne y apm ay a gitti acaba?

356
Kim inle gitti? N eler oldu o rad a?" Italiens B u lv arı'n da sokak
lam baları sö n dürülürken , k açam ak gölgelerin arasın d a, bütün
u m u d u n u k aybettiği halde O dette'e rastlayışını hatırladı;
Svvann'ın n eredeyse tabiatüstü bir gece gibi algılad ığı o gece,
gerçekten de, -Svvann'ı görm enin, eve onunla birlikte dö n m e-
nin O dette için hayattaki en b üyük m utlulu k o ld u ğ u n d an hiç-
bir k uşku d u y m ad ığ ı ve onu ararsa, bu lursa, O dette'in kızıp
k ızm ay acağın ı d ü şü n m e si bile gerekm ediği bir zam an a v e - bir
kez kapıları k apan d ı m ı bir d ah a dön ülem eyen esraren giz bir
âlem e aitti. Bütün bunları hatırlayınca, Svvann, tekrar y aşan an
bu m u tluluğun k arşısın d a kıpırtısız du ran, bedbah t bir zavallı
gö rd ü; ilk an da tan ıy am adığı için acıdı ona, hattâ gö zlerindeki
y aşlar gö rülm esin diye başını eğm ek zo run da kaldı. O zavallı
k endisiydi.
Bunu anlayınca acım a d u y g u su yok oldu, am a O dette'in
sev m iş old u ğu öteki Svvann'ı kıskandı, içten içe, pek de ü zü l-
m eden, "O dette on u seviyord ur belki," d iye d ü şü n d ü ğ ü onca
erkeği kıskandı, çün kü içinde aşk bulu n m ay an m uğlak sevm e
kavram ının yerini, aşk la d o p d o lu olan kasım patı y aprakları ve
La M aison d 'O ı'u n "an tet"i alm ıştı şim di. Sonra, ıstırabı fa zla-
sıyla keskinleşince, alnını ov uşturdu, m onoklün ü çıkarıp cam ı-
nı tem izledi. H iç şü ph e yok ki, o an da kendini gö rsey d i, g ö rd ü -
ğ ü m onokllar koleksiyonun a, m ünaseb etsiz bir fikirm işçesine
çekip çıkardığı, b u ğu lu yüzeyin den, bir m endille kaygıları sil-
m eye çalıştığı kendi m onoklün ü d a eklerdi.
Kem anın bazı vu rguları -ale tin kendisini görem ediğim iz
ve bu y üzd en de, d u y d u ğ u m u z sesi, tınıyı değiştiren kem an
gö rü n tü süy le b a ğd aştıram ad ığım ız d u ru m lard a- b azı kontral-
to seslerin vurgularına öylesine tıpatıp benzer ki, konsere bir
kadın şan sanatçısının d a katıldığı yanılsam asın ı yaşarız. B aşı-
m ızı kald ırıp bakar, sadece Çin kutuları k ad ar değerli en strü -
m an kılıflarını gö rü rü z, am a zam an zam an Siren'in aldatıcı
çağrısına yine kanarız; bazen , o bilgiç, büy ülü, titrek kutunun
içinde h apis kalm ış bir cinin telaşla çırpınıp d u rd u ğun u işitir
gibi oluruz; b azen de sanki d o ğaü stü , saf bir yaratık, bir rulo
halindeki gö rün m ez m esajını aça aça, havanın içinden geçip gi
der.

357
Sanki m üzisyen ler cüm leciği çalm aktan ziy ad e, cüm leciğin
ortaya çıkm ak için şart k oştuğu törenleri yerine getiriyorlar, bu
m ucizeyi yaratıp birkaç saniye sürdürebilm ek için gereken b ü -
y ü lü sözleri söylüyorlardı; cüm leciği, sanki m orötesi bir âlem e
aitm işçesine görem eyen ve ona y aklaştığınd a m aru z k aldığı g e-
çici körlükte, adeta bir başkalaşım ın tazeliğini bulan Sw an n,
cüm leciğin varlığını hissediyor, onu, aşkının k o ru y ucu su ve sır-
d aşı olan bir tanrıçaya, kalabalığın içinde Sw an n 'a u laşıp onu
bir kenara çekerek kendisiyle konuşabilm ek için kılık değ iştir-
m iş ve ses görün üm ün e b ürü n m üş bir tanrıçaya benzetiyordu.
C üm lecik bütün hafifliğiyle, huzur vererek, bir rayih anın m ırıl-
tısıyla, söyleyeceklerini Sw an n'a söyleyerek geçip giderken,
Sw ann kelim elerin hepsini dikkatle dinliyor, çabucak u çup g i-
diverm elerine üzülüyor, farkında o lm adan , o ahenkli, kaçak
varlığı geçerken öpecekm iş gibi d udak ların ı uzatıyordu. A rtık
kendini sü rg ü n d e ve yalnız h issetm iyo rdu , çün kü Sw an n 'a s e s-
lenen cüm lecik, usulca O dette'ten b ahsetm ekteyd i kendisine.
Sw an n artık eskisi gibi, cüm leciğin O dette'i ve kendisini tanı-
m adığını d üşü n m ü y ord u . M utluluklarına kim bilir kaç kere şa -
hit olm uştu! Gerçi bu m utlulukların dayan ık sızlığı k on u sun da
d a Sw an n'i çok uyarm ıştı. Hattâ Sw ann o zam an lar te b essü -
m ün d e ve o du ru , kırık tonlam aların da bir ıstırap sezer gibi ol-
d u ğ u bu cüm lecikte, şim di neredeyse neşeli bir tevekkülün z a-
rafetini buluy o rd u dah a çok. O zam an lar cüm leciğin, d o lam -
baçlı, hızlı akışı içinde, gülü m seyerek sürü k led iğ i ve Sw an n 'a
sö zü n ü ettiği, Sw an n 'm sa henüz tanım ad ığı kederler hakkında,
artık Sw an n 'a m al olm uş, kurtulabilm e u m u d u taşım ad ığı ke-
derler hakkında sanki şim di, tıpkı bir zam an lar m utlu luğu için
sö yled iği gibi, "N e d ir ki bu? Bunlar hiçbir şey d eğ il," diyordu.
Sw an n 'm içi ilk kez Vinteuil'e, bu m eçhul, yüce k arde şe karşı
m erham et ve sevgiyle d o lu p taştı; o d a kim bilir ne acılar çek-
m işti; n asıl bir hayat yaşam ıştı acaba, bu ilahi gücü , b u sınırsız
y aratm a gücün ü hangi acıların derinliğin den çekip çıkarm ıştı?
Sw ann az önce, aşkını ön em siz bir saçm alık gibi gören d u y g u -
su z insanların yüz ün de o k u d u ğu sağ d u y u y u day an ılm az b u l-
m u ştu; o y sa kendisine acılarının an lam sızlığın dan bah seden ,
Vinteuil'ün cüm leciği olunca, şim d i aynı sa ğ d u y u d a bir şefkat

358
buluyo rd u. A radak i fark, cüm leciğin, o insanların aksine, bu
ruh hallerini, gelip geçicilikleri k on usu nd aki fikri ne olursa ol-
sun , m ad d i hayattan dah a cid diyetsiz bir şey olarak değil, çok
d ah a ü stün bir şey, sö zü edilm ey e değer tek şey olarak görm e-
siydi. C üm leciğin taklit etm eye, yeniden yaratm aya çalıştığı
şey, m ahrem bir hüznün b ü y ü sü y d ü ; bu büyünün özü, ifade
edilm eyişi ve onu yaşay an insanın haricindeki herkese b oş g ö -
rü nm esi oldu ğu halde, cüm lecik bu özü y akalam ış, görün ür
hale getirm işti. Ö yle ki -ru h u n d a azıcık m üzisyenlik o lan - b ü -
tün dinleyiciler, d ah a so nra gerçek hayatta, yanı b aşların da fi-
lizlenen her aşkta bu b ü y ü y ü g öz d en kaçıracakları halde, cüm -
leciği dinlerken aynı büy ün ün değerini kavrıyor, ilahi h o şlu ğ u -
nu tadıyorlardı. Hiç şü ph esiz , cüm leciğin bu bü y ü y ü ifade et-
m ek için ku llan dığı biçim , bir dizi d üşü n cey e dön üştü rülem ez-
di. A m a Sw ann bir yıldır, m üzik tu tk usu (en azın dan bir süreli-
ğine) içinde yeşerm eye v e k endisine ruh unun zenginliklerini
gösterm eye başlad ığın d an beri, m ü zik al m otifleri gerçek fikir-
ler olarak gö rüy o rdu; bir b aşk a âlem e ait, farklı nitelikteki bu
fikirler, karanlıkların ardın d a gizlenm elerine rağm en , m eçhul
ve zekânın n üfuz ed e m e diği fikirler olm aların a rağm en, yine
de h epsi birbirinden değişik , d eğe r ve an lam bakım ın dan farklı
fikirlerdi. Sw ann, Verdurin'lerdeki geceden sonra cüm leciği
tekrar tekrar çaldırıp, bu cüm leciğin kendisini nasıl o lup d a bir
rayiha, bir o k şay ış gibi sarm aladığın ı, aklını başın d an aldığını
k avram ay a çalıştığın da, şu n u fark etm işti: Bu b ü zülm ü ş, ürper-
tili şefkat izlenim i, cüm leciği oluşturan b eş notanın birbirine
y akınlığından ve araların dan ikisinin sürekli hatırlatılm asından
kay naklan ıyordu; am a Sw an n aslın d a, cüm leciğin kendisi ü ze-
rinde m antık yürütm ediğini biliy ordu; henüz Verdurin'lerle ta-
nışm azken, sonatı ilk kez işittiği o gece dav etin de algılad ığı es-
raren giz varlığın yerine, zihni d ah a rahat çalışabilsin diye b asit
değerler koy up bunları çözüm lediğin in farkındaydı. Piyano-
nun hatırasının bile, m ü ziğe ilişkin kon ulara bakışını yan ıltm a-
ya katkıda b ulu n d uğ u n u ve m ü zisyen e su nulan alanın, yedi
notalı daracık bir gam değil, n eredeyse tam am ı henüz bilinm e
yen, sınırsız bir yelpaz e old u ğu n u biliyordu; her biri İ m i k r . k ı
âlem olan m ilyonlarca sev gi, tutku, cesaret ve sıık ıım l ımi,r>m

SV)
dan oluşan bu so n su z aland a, keşfe dilm em iş yoğun karanlık la-
rın arasın da, ancak tek tük birkaç nota, kim i b ü yük sanatçılar
tarafın dan k eşfedilm işti; bu ustalar, bu ldukları m otifin içim iz-
deki karşılığı olan d u y g u y u u yan d ırm ak suretiyle, bir boşluk
bir hiçlik zannettiğim iz ruh um uzun, o m eçhul, bezdirici, d e v a-
sa karanlığın, içinde bizden h abersiz ne büy ük bir zenginlik ve
çeşitlilik gizle diğini görm em izi sağlıy orlardı. İşte Vinteuil de
bu m ü zisyen lerden biriydi. Vinteuil'ün cüm leciğinde, zihne k a-
ranlık bir yü zey su n d u ğ u halde, öylesine yo ğun ve belirgin bir
içerik hissed iliy ordu ve bu içerik o k ad ar yeni ve ö zgün bir g ü -
ce sahipti ki, cüm leciği dinlem iş olanlar, onu içlerinde, zihnin
o lu şturd u ğ u fikirlerle aynı sev iy ed e taşıyorlardı. Sw an n onu
zihn inde bir aşk ve m utluluk kavram ı gibi taşıyordu ve nasıl ki
Kleve Prensesi ya d a René ad ları hatırına geldiğin d e, özelliklerini
derh al biliyorsa, onun d a kendine h as özelliklerini biliyordu.
H attâ Sw an n onu dü şü n m ed iğ i an lard a bile, cüm lecik, m ad d i
k arşılığı olm ayan b aşk a bazı k avram larla, ışık, ses, derinlik,
tensel haz gibi kavram larla aynı şekilde Sw an n'in zihnindeki
gizli varlığını sürdü rüy o rd u; iç yaşantım ızı çeşitlendirip sü sle -
yen değerli v arlıklarım ızdır bu kavram lar. Belki hiçliğe geri d ö -
necek olu rsak, onları kaybederiz; silinip giderler. A m a y aşa d ı-
ğım ız sürece, tıpkı gerçek nesneler gibi, bu k avram larla d a ta-
nıştığım ızı inkâr etm em iz im kânsızdır; örneğin lam bay ı yaktı-
ğım ızd a od am ızd a k i eşyaları dönüştüren, karanlığın hatırasını
bile kovan ışıktan şü ph e edem eyiz. İşte bu şekilde, Vinteuil'ün
cüm leciği de, m esela Tristan'm, bizim için belirli bir d u y g u sal
k azanım ı ifad e eden bir m otifi gibi, ölüm lü lü ğü m ü zle b a ğ d a ş-
m ış, epeyce d okunaklı, insani bir özellik kazanm ıştı. İnsan ru-
hunun en özel, en kendine has sü slerind en biri olan cüm leciğin
k aderi, geleceğe ve ruhun gerçekliğin e bağlıydı. Belki de gerçek
olan hiçliktir ve hayatım ız var olm ayan bir rüyadır, am a o z a-
m an, bu m üzik cüm lelerinin de, h ayatım ızla bağlantılı biçim de
v ar olan d iğ er kavram ların da birer hiç olm ası gerektiğini his-
sederiz. Biz y ok olm aya m ah kûm uzdur, am a bizim k aderim izi
izleyecek olan bu ilahi esirler, elim izd e birer rehinedirler. O n-
larla birlikte ölm e fikri ise, ölüm ün acılığını, sıradanlığını, hattâ
belki ihtim alini d e biraz azaltır gö zü m ü zd e.

360
D olayısıyla, Sw ann sonatın cüm leciğinin gerçekten var ol-
d u ğ u n u düşü n m ekte h aksız değildi. Şüph esiz , cüm lecik bu açı-
dan insani olm akla birlikte, tabiatüstü varlıklar sınıfına dahildi;
bu varlıkları daha önce hiç gö rm ediğim iz h alde, görün m ez âle-
m in kâşiflerinden biri, girm esine izin verilen ilahi d ün y ad a bu
tür bir varlığı ele geçirip de, bizim dün yam ızı bir süreliğine
onunla ay dınlattığında, m utlulukla kendim izd en geçerek tanı-
rız onu. İşte Vinteuil'ün d e cüm lecikle ilgili y aptığı buydu.
Sw ann bestecinin, m üzik aletlerini kullan arak cüm leciği ortaya
çıkarm akla, gö rün ür k ılm akla ve onun m otifini aynen izlem ek-
le yetindiğini hissediy ord u; öyle şefkatli, öyle temkinli, öyle
h a ssas ve öyle em in bir şek ilde izliy ord u ki, se s her an d e ğ işi-
yor, bir gö lgeyi işaret ederken silik leşiyor, dah a cüretkâr bir çiz-
giyi adım adım takip etm esi gerektiğind e, canlanıyordu.
Sw ann'in, bu cüm leciğin gerçekten var old u ğu n a inanm akta
haksız sayılam ayacağın ı gösteren bir kanıt d a şu y d u: Eğer Vin-
teuil cüm leciğin çizgilerini gö rm e ve ifad e etm e k on usu n da bu
k ad ar yetenekli olm ayıp, gö rüşün d ek i bo şlu kları veya ifadesin -
dek i yetersizlikleri telafi etm ek için, sağ a so la kendi icadı olan
bazı çizgiler ekleseydi, birazcık h assasiy eti olan her m üzik tut-
kunu, bu hileyi hem en fark ederdi.
C üm lecik yok o lu p gitm işti. Sw ann onun ilk bölüm ün so-
n un da, M m e Verdurin'in piyanistinin daim a atlad ığı uzu n bir
pasajın ardın dan tekrar ortaya çıkacağını biliyordu. Bu pasajd a,
Sw an n'in ilk din leyişinde fark etm ediği çok parlak fikirler var-
dı; bunlar sanki yeniliğin tekdüze kılıfını hafızasının vestiye-
rinde çıkarıp bırakm ışlardı ve Sw an n d a bu say ed e, şim d i onla-
rı algılay abiliyordu . Vargıyı o lu şturan önerm eler gibi cüm leciği
oluşturacak olan d ağınık m otiflerin h epsini tek tek dinliyor,
cüm leciğin d o ğu şu n a şah it oluyordu. "A d e ta bir Lavoisieı'n in,
bir A m pere'in d âh iy an e cesareti!" d iy ord u ken di kendine. "D e-
neyler y apan , bilinm eyen bir kuvvetin gizli yasaların ı keşfe-
den, hiçbir zam an görm eyeceği, gö rün m ez atlara gü v en ip onla-
rı keşfedilm em iş âlem lere, m üm kün olan y egân e h edefe doğru
süren bir Vinteuil'ün cesareti!" Sw ann 'in son pasajın başın da
işittiği piyano-kem an d iy alo ğu ne k ad ar gü ze ld i! İnsan icadı
kelim elerin bu diy alo ğu n d ışın d a bırakılm ası, zannedilebilece-

361
ği gibi, hayal gücünün hâkim olm asın a izin verm ek bir yana,
on u tam am en safd ışı bırakm ıştı; kon uşulan dil, hiç bu k adar
kesin bir zorun luluk olm am ış, bu k ad ar isabetli sorular ve açık
seçik cevaplar içerm em işti. Ö nce piy an o tek başın a, eşi tarafın-
d an terk edilm iş bir k uş gibi sızlan dı; kem an onu işitip, adeta
y an dak i bir ağaçtan cevap verdi. Sanki dün yan ın başlan gıcıyd ı,
sanki henüz yery üzünd e, dah a d o ğru su , diğer her şey e kapalı,
bir yaratıcının m antığı tarafın dan ku rulm uş ve ikisinin ebedi-
yen yalnız kalacakları bu d ü n y ad a , yani bu sonatta, ikisinden
b aşk a hiçbir varlık yoktu. P iyanonun tekrar tatlılıkla şikâyetini
dile getirdiği bu gö rün m ez ve inleyen varlık, bir k u ş m u y du,
cüm leciğin henüz tam am lan m am ış olan ruhu m uy du , y ok sa
bir peri m iydi? Ç ığlıkları o k ad ar an iydi ki, kem ancı onları kar-
şılayabilm ek için v ar gücüyle yaym a sarılm ak zoru n day dı. H a-
rika kuş! K em ancı onu büyülem ek, evcilleştirm ek, y ak alam ak
ister gibiydi. Ruhuna girm işti bile; çağrılan cüm lecik, kem ancı-
nın cin tutm u ş bedenini bir m ed y um gibi sarsm ak tay d ı gerçek-
ten. Sw an n cüm leciğin son bir kez k on uşacağın ı biliyordu. İki-
ye b ölün m ü ş gibiydi, cüm lecikle karşı k arşıya kalacağı ânın
beklentisi, Sw an n 'i bir hıçkırıkla sarstı; güzel bir d iz e veya acı
bir haber de, yalnız o ld u ğ u m u z d a d e ğil am a, o dizeyi veya ha-
beri do stlarım ıza aktarırken, on larda k endim izi bir b aşk ası, d u -
yarlılığı onları etkileyen biri olarak gö rd ü ğ ü m ü z z am an bizi
aynı hıçkırıkla sarsar. C üm lecik tekrar ortaya çıktı, am a bu se-
fer, h av ad a bir an, ad eta kıpırd am a d an asılı kaldı ve sonra tü-
keniverdi. Böylece Sw ann, cüm leciğin kısacık süresinin tam a-
mını değerlen dirm iş oldu. C üm lecik hâlâ o rad ay d ı, sedeflenen
bir kabarcık gibi. Parıltısı azalan , son ra artan ve tam yok olm a-
dan önce en parlak n oktasına u laşa n bir gö k k uşağı gibiydi: D a-
ha önce sergiled iği iki renge, prizm anın bütün renklerinde, ala-
calı çizgiler ekledi ve on lara şarkı söyletti. Sw ann kıpırdam aya
cesaret ed em iy o rd u; elinden gelse öteki insanların da hareket
etm esini engellerdi; san ki en u fak bir hareketin, o her an yok
olabilecek, tabiatüstü, h ariku lad e ve kırılgan b ü y üy ü b o zm a-
sın dan kork uyordu. A slın da k on uşm ak hiç kim senin aklından
geçm iyordu. O rad a b u lun m ay an bir tek kişinin, belki de bir
ölünün (Sw ann, V inteuil'ün h ayatta o lu p olm adığın ı bilm iyor-

362
du) yüce kelam ı, iki rahibin yönettiği ayinin ü zerin de yükseli-
yor, üç yü z kişinin dikkatini tek başın a tutsak ediyor, bir ruhun
çağrıld ığı o platform u, d o ğ aü stü bir törenin yapılabileceği so y-
lu bir altara dö n ü ştürüy ordu . Ö yle ki, cüm lecik nihayet parça
parça ç özülüp yerini b aşk a motiflere b ıraktığın da, Sw an n saflı-
ğıy la ünlü M onteriender Kontesi'nin daha so nat bitm eden ken-
disin e d o ğru eğilerek izlenim lerini itiraf etm esine ilk an da kız-
d ıy sa da, kontesin k ullan dığı kelim elere gü lüm sem ekten ken-
dini alam ad ı ve belki de bu kelim elerde, kontesin fark etm ediği
derin bir an lam bu ldu. Virtüozlarm ustalığın a hayran olan kon-
tes, S w an n 'a dönerek, "O lağan üstü , hiç bu k ad ar etkileyici bir
şey görm ed im ..." diye haykırdı. A m a d o ğru lu k k aygısıyla ilk
sap tam asın ı düzeltip şu istisnayı etkiledi: "...ruh çağırm a m asa -
ları hariç!"
Sw ann, o geceden sonra, O dette'in kendisin e olan aşkının
bir daha asla canlanm ayacağın ı, m utluluk um utlarının d a asla
gerçekleşm eyeceğini anladı. O dette'in kendisin e beklenm edik
bir sevecenlik, bir ilgi gö sterdiği günlerde, Sw an n, kendisin e
d o ğru belli belirsiz bir d ön ü şü n bu gö rünü rdeki yalancı işaret-
lerini, tıpkı ölüm cül bir h astalığın son aşam a sın a gelm iş bir
dostlarına bakan ve çok önem li olayları haber verirm iş gibi,
"D ün hesapları kend isi yaptı, bizim y aptığım ız bir toplam a h a-
tasını o b u ldu ; bir yum urtayı iştah la yedi, sindirm ekte zorluk
çekm ezse yarın bir pirzola yedirm eyi den ey eceğiz," d iy e an la-
tan, am a bunların, kaçınılm az bir ölüm ün hem en öncesindeki
ön em siz şeyler o ld uğu n u bilen insan lar gibi, şefkatli ve şüpheci
bir ilgiyle, çaresiz bir sevinçle fark ediyordu. Sw ann şim d i
O dette'ten uzakta y aşasa , bir m ü d d e t sonra ona olan d u y g u la -
rını d a kaybedeceğin den em indi şü ph esiz; öyle ki, O dette P a-
ris'ten temelli ay rılsa m em nun olur, P aris'te kalm a cesaretini
b u lu rd u kendinde; am a gitm eye cesareti yoktu.
G itm eyi d ü şü n d ü ğ ü oluyordu sık sık. VermeePle ilgili
araştırm asına tekrar b aşlad ığın d an , birkaç gün lüğü n e de olsa
Lahey'e, D resden 'e, B rau nsch w eig'a gitm esi gerekiyordu.
G oldsch m id t koleksiyonu satışın da M auritsh uis tarafın dan bir
N ico las M aes tablosu olarak satın alınan Diana Tuvaiet M asasın-
da adlı resm in, aslında Vermeer'e ait o ld u ğu n dan em indi. Bu

363
kanısını perçinlem ek için, resm i y erinde incelem ek istiyordu.
A m a O dette Paris'teyken, hattâ değilken bile Paris'ten ayrıl-
m ak, -d u y u la rın alışkanlıkla körelm iş olm ad ığ ı yeni yerlerde
eski yaralar deşilip eski acılar c an lan d ırıld ığm d an - Svvann'a o
k ad ar zalim bir proje gibi geliy ordu ki, asla u y gulam ay acağın ı
bild iği için, sürekli bu projeyi d üşün ebiliy ord u . A m a bazen
uyurken, sey ahat isteği tekrar içinde filizlen iyor -S w an n bu se -
yahatin im k ân sız o ld uğu n u h atırlam ıy o r- ve gerçekleşiyordu.
Bir kere rüyasın d a, bir senelik bir yolculu ğa çıktığını gö rdü; bir
vago n u n k apısın dayd ı, pero nda ağlay ara k kend isiyle v e d ala-
şan genç bir erkeğe do ğru eğilm iş, onu kend isiy le birlikte gel-
m eye ikna etm eye çalışıyordu. Trenin sarsılm asıy la birlikte, y ü -
reği d aralarak uy an dı ve hiçbir yere gitm ediğini, O dette'i o ak -
şam , ertesi gün , hem en hem en her gün göreceğin i hatırladı. B u-
nun üzerine, hâlâ rüyanın etkisi altında, kendisini b ağım sız kı-
lan, O dette'in yanında k alm asın ı ve on u ara sıra gö rm e iznini
alm asın ı sağlay an özel k oşu llara şükretti; ayrıcalıklarını tek tek
saydı: m evkii, O dette'in sık sık ihtiyaç d u y d u ğ u ve ayrılık ihti-
m ali k arşısın d a geri ad ım atm asın ı sa ğ lay an (hattâ Sw an n'i
kend isiyle evlenm eye razı etm ek gibi bir art niyeti old u ğu sö y -
leniyordu) serveti; aslına bak ılırsa Sw an n'in O dette'ten pek bir
şey elde etm esine y aram am ış olan, am a O dette'in, çok değer
verd iği bir ortak do sttan kend isi hakkında öv g ü do lu sözler
din lediği dü şün cesiyle Sw an n 'i rahatlatan M. d e C h arlus'le
d o stlu ğu ; ve hattâ son olarak da, varlığını O dette için arzulanır
o lm asa d a en azın dan gerekli kılabilm ek için, her gün yeni bir
d o lap çevirm eye hasrettiği zekâsı; bütün bun lardan m ah rum
olsa kim bilir ne halde olacağını, onca insan gibi yok sul, m üte-
vazı, her işi kabul etm eye m ecbur o lsa ya d a ailesine, karısına
karşı yüküm lülükleri olsa, belki d e O dette'ten ayrılm ak zorun -
d a kalacağını, k o rk usun u hâlâ üzerinden atam ad ığ ı rüyanın
gerçek olabileceğini d ü şü n d ü ve kendi kendine, "İn san m utlu -
lu ğu görem iyor. K endim izi d aim a o ld u ğu m u zd an d ah a b e d -
baht san ıy o ru z," dedi. A m a hayatının yıllardır b öy le d eva m et-
tiğini, böyle dev am etm esin den b aşk a bir u m u d u o lam ay acağı-
nı, kendisin e herhangi bir m utlu luk getirm esi im kân sız bir ran-
d ev u n un um ud un u her gü n y aşam ak uğrun a, çalışm alarını,

364
zevklerini, dostlarını, sonuçta bütün hayatını feda edebileceğini
dü şün ün ce, yanılıp y an ılm adığın ı so rguladı; belki de ilişkisini
destekleyen, ayrılığı engelleyen koşullar, geleceğini b altalam ış-
tı, belki de asıl istenilecek olay, sad ece rü yad a o ldu ğun a sevin-
d iği şey, yani gitm esiy di; insanın bedbah tlığını görem ediğini,
kend im izi daim a o ld u ğu m u zd an dah a m utlu zannettiğim izi
dü şü n d ü .
A ra sıra, sabah tan ak şa m a k ad ar d ışarıd a, so k ak lard a, cad -
delerde gezen O dette'in bir k az ad a acı çekm eden ölm esini dili-
yordu. O dette s a ğ salim ev e d ö n d ü ğ ü n d e de, insan vü cudu nun
bu k ad ar çevik ve sa ğ la m olm asın a, etrafında kol gezen (ve
kendi gizli arzu su d o ğ ru ltu su n d a hesabını y ap m ay a b a şla d ı-
ğın d an beri Sw an n 'a say ılam ay acak k ad ar çok görünen ) bütün
tehlikeleri d u rm ad an atlatıp üstesin den gelerek, in san lara her
gün , n eredeyse hiç zarara uğ ram ad an yalan söylem e ve zevk
p eşin d e k oşm a im kânı tan ım asına şaşıyor, h ayran oluyordu.
Bellini tarafın dan yapılan portresini çok se vdiği, karılarından
birine çılgınca âşık olunca, Venedikli biyografi yazarının safça
ifadesiyle, zihnini bu esaretten kurtarabilm ek için onu hançer-
leyen Fatih Sultan M ehm et'e derin bir yakınlık besliyordu.
Sonra, bir tek kend isin i d ü şü n d ü ğ ü için kendine kızıyor, kendi-
si O dette'in hayatına zerrece değer verm e diğine göre, kendi
çektiği acıların d a m erham eti katiyen hak etm ediğin i d ü şü n ü -
yordu.
O dette'ten kesin olarak ayrılam adığın a göre, hiç d eğ ilse
onu arad a ayrılıklar o lm adan , sürekli görebilseydi, acısı sonu n -
d a yatışır, belki aşk ı d a sönerdi. O dette Paris'ten tem elli ayrıl-
m ak istem ediğin e gö re de, Sw ann hiç ay rılm am asını diliyordu.
H iç d eğilse, O dette'in Paris'ten en uzun ayrılışının her yıl a ğ u s-
tos ve eylül ay larınd a o ld u ğu n u bild iği için, aylarca önceden
b aşlay arak bu acı ayrılık düşün cesini, peşinen içinde taşıdığı,
yaşam ak ta o ld u ğu günlere benzer günlerden oluşan ve zihnin-
d e bütün say d am lığı ve soğu k luğu y la d o laşarak kederi besle-
yen, am a kendisine pek keskin acılar da y aşatm ay an onca z a -
m an içinde eritip sulan dırm a lük sü n e sahipti. N e var ki O det-
te'in bir tek sözü, Sw an n'in ru hu ndaki b u iç geleceğe, o renk-
siz, özgürce akan nehre isabet etm eyi başarıyo r ve bir b uz par-

365
çası gibi akışkanlığını yok ed ip sertleştirerek tam am ını dondu-
rabiliyordu; Sw ann ansızın, benliğinin du varların ı patlatacak -
m ış gibi zorlayan, m uazzam bir kütlenin, içini d o ld u rd uğ u n u
hissetm işti, çünk ü O dette Sw an n'i inceleyen, gü lü m ser ve sinsi
bir bakışla, "Forcheville Pentekostes yortu sun da m ü th iş bir se -
yahate çıkıyor. M ısır'a gidiyor," dem iş, Sw ann da bunun, "P en -
tekostes y o rtusu n da Forcheville'le birlikte M ısır'a gid eceğim ,"
an lam ın a geldiğin i derhal anlam ıştı. G erçekten de, Sw ann bir-
kaç gün sonra, "H an i Forcheville'le birlikte sey ah ate çıkacağını
söylem iştin y a," dese, O dette düşün cesizce, "E v et hayatım , on
d o k u z un d a yola çıkıyoruz, san a bir piram it m an zarası gö n d e ri-
riz," d iy e cev ap veriyordu. O zam an Sw an n, O dette'in, Forche-
ville'in m etresi olu p olm adığını öğrenm ek, bunu do ğru d an
O dette'e sorm ak istiyordu. O dette'in ne k ad ar çok batıl inancı
o ld u ğu n u ve birtakım yem inleri yalan yere etm eyeceğini bili-
yordu; ayrıca, önceleri kendisini engellem iş olan, O dette'i so ru -
larıyla kızdırm a, on da nefret u y an dırm a k ork usu d a, O dette'in
bir gün kendisini seveceği um u d u n u tem elli k aybetm esiyle bir-
likte ortad an kalkm ıştı.
Bir gün, O dette'in say ısız erkekle (sayılan in san lar arasın d a
Forcheville, M. de Breaute ve ressam da vardı) ve b azı k ad ın -
larla m etres hayatı yaşad ığın ı, randevuev lerin e gid ip geld iğin i
bildiren im zasız bir m ek tup aldı. D ostlarının arasın da k en d isi-
ne bu m ektubu yazabilecek (kimi ayrıntılar, m ektubu y azan ki-
şinin Sw an n'in hayatını çok iyi bildiğini gösteriyordu) birinin
b u lu n d u ğ u dü şün cesi, onu çok ü zdü. M ektubu kim in yazm ış
olabileceğini tahm in etm eye çalıştı. A m a Sw ann, insan ların bi-
linm eyen davran ışlarınd an, sözleriyle görün ü r bir b ağlantısı o l-
m ayan d avranışların dan hiçbir zam an şüph elenm em işti. Bu al-
çakça d avran ışın filizlenm iş olabileceği bilinm ez bölgeyi, M. de
C harlus'ü n m ü, M. des L aum es'u n m u, yoksa M. d 'O rsan 'ın mı
görün ür kişiliğine yerleştirm esi gerektiğini dü şün ün ce, bu
ad am lard an herhangi biri, o gün e k adar Sw ann'in yanın da im -
zasız m ektupları on ay lam adığı ve her söyledikleri, bu tür m ek-
tupları kınadıklarını gösterdiği için, bu kalleşliği birinin ya da
ötekinin m izacına yakıştırm ak için bir sebep görem edi. M. de
C harlus biraz den gesiz, am a tem elde iyi ve şefkatli bir insandı;

366
M. de s L au m e s ise, biraz kuru, am a sağlıklı ve d ürü st bir m iza-
ca sah ipti. M. d 'O rsan 'a gelince, Sw an n en hazin k oşullarda bi-
le onun k adar içten sö zler söyleyen, onun k adar ölçülü ve isa-
betli d av ranışlard a bulun an bir kişi d ah a tanım ıyordu. O k ad ar
ki, zengin bir kadınla y aşad ığ ı ilişk ide M. d 'O rsa n 'a yakıştırılan
nahoş sıfatı katiyen anlayam ıyor, onu her d üşün d ü ğü n d e , ince-
liğini kesin olarak kanıtlayan onca d av ran ışla b a ğd aşm a y an bu
kötü şöhretini bir yana bırakm ak z o ru n d a kalıyord u. Bir an gel-
di, Sw ann zihninin karardığın ı hissetti v e ay dın lığa k av u şab il-
m ek için b aşk a şeyler d ü şü n d ü . Sonra tekrar bu düşüncelere
dö nm e cesaretini k en din de bu ld u. A m a o zam an da, hiç k im se-
den şüph e edem eyince, herkesten şüph e le n m esi gerekti. Evet,
M. de C h arlus kendisini severdi, iyi kalpliy di, am a sinir h asta-
sıydı; ertesi gün Sw an n 'in hastalan dığın ı öğrense ağlardı, am a
b u gün , kıskançlığından , öfkesinden , ansızın k apıldığı bir fikir
yüzün d en ona kötülük etm ek istem işti. A slın da bu türden in-
sanlar, h epsin den beterdi. L au m es Prensi'nin Sw an n'i M. de
C harlus k ad ar sev m ed iği m uhakkaktı. A m a tam d a bu sebeple,
onun gibi alıngan d eğild i; ayrıca prens kesinlikle soğu k , am a
kahram anlıktan o ld u ğ u k ad ar alçaklıktan da uzak bir m izaca
sahipti; Sw ann hayatta sad e ce bu tür in san larla d ostluk k u rm a-
dığına pişm an d ı şim di. Sonra, insan ları başk aların a kötülük et-
m ekten alıkoyan şeyin iyilik o ld u ğun u ve esasen, m esela iyilik
k o n usu n d a M. d e C h arlus'ün k i gibi, ancak kendi m izacına ben-
zer m izaçlar hakkında kesin fikir sah ibi olabileceğini d ü şün d ü .
M. de C harlus, Sw an n 'a böyle bir ü zü n tü yaşatm anın d ü şün ce-
sine bile taham m ül edem ezd i. O ysa M. d es Laum es gibi, farklı
bir insan türüne ait, d u y g u su z bir adam ın , öz ün de farklı g ü d ü -
lerden yola çıkarak hangi davran ışlard a bulunabileceğini nasıl
tahmin edebilirdi? İyi yürekli olm ak her şe y dem ekti ve M. de
C h arlu s de iyi yürekliydi. M. d 'O rsa n da öyleydi; Sw an n 'la pek
sıkı fıkı olm asa da do stça ilişkisi, her k on ud a aynı fikirleri pay -
laşan iki insanın birbirleriyle sohbet etm ekten aldıkları zevkten
k aynaklan ıyordu ve bu do stluk, tutkudan kaynaklanan iyi ya
d a kötü davranışlara kendini kaptırabilen M. d e C h arlus'ün
coşkulu sev gisin den d ah a din gin bir ilişkiydi. Y eryüzünde
Sw an n 'a d aim a an laşıldığını ve incelikle sev ild iğin i hissettiren

367
biri v arsa, o d a M. d 'O rsan 'd ı. Peki am a, ya o sü rd ü ğ ü şerefsiz
hayat? Sw ann onun bu yanını hiç hesaba katm adığın a ve böy-
lesine bir yakınlık ve h ayranlık d u y gu su n u , ancak bir alçakla
beraberken y a şa d ığın ı sık sık şak a yollu itiraf etm iş old uğu n a
pişm andı. İnsanların öteden beri, başkalarını yaptıklarına gö re
y argılam aları boşun a d eğilm iş diye d ü şü n üy o rd u şim di. Bir
tek, yaptıklarım ızın bir anlam ı vardı; ne d ed iğim iz, ne d ü şü n -
d ü ğ ü m ü z hiç mi hiç önem li değildi. C h arlu s'ü n ve Lau m es'u n
şu veya bu k usurları olabilirdi, am a n am uslu insanlardı. Or-
sa n 'd a belki bu k usurların hiçbiri yoktu, am a n am uslu değildi.
Bir hata dah a y a pm ış olabilirdi. Sw ann sonra R ém i'den şü p h e-
lendi; evet, Rém i ancak m ektupla ilgili fikir verm iş olabilirdi,
am a bir an do ğru yo ld a ilerlediği h issin e kapıldı. Bir kere, Lore-
d an 'ın O dette'e hınç besle m esi için çeşitli nedenler m evcuttu.
Ayrıca, bizd en d ah a d ü şü k bir k on um da y aşay an , zengin -
liğim ize ve k usurlarım ıza hayalî servetler ve ah laksızlıklar ek-
leyerek hem b ize gıpta eden, hem d e bizi aşağ ılay an h izm etkâr-
larım ızın, kaçınılm az olarak bizim çevrem izin in sanlarından
farklı d avran ışlara yönelm eleri beklenm ez m iydi zaten ? Sw ann
b ü y ü k b ab am d an da şüph elendi. Sw ann ne zam an on dan bir
iyilik istediyse, her d e fasın d a geri çevrilm em iş m iy di? Ayrıca
burjuva d ü şü n ce yap ısıy la, böy le bir şeyi Sw an n'in iyiliği için
y ap m ış olabilirdi. Sw ann d ah a son ra Bergotte'tan, ressam d an,
V erdurin'lerden d e şüph elen di; bu arad a y ük sek so sy ete m en-
supların ın , bu tür şeylerin m ü m k ün o ld uğu , hattâ belki güzel
bir şak a adı altın da itiraf bile ed ildiği sanatçı çevrelerden u zak
du rm ak la gösterdikleri bilgeliği bir kez d ah a takdir etti; am a
bir yan dan d a b u boh em lerin dürüstlüklerini hatırlıyor, aristok -
ratların sık sık parasızlık , lü k s d ü şk ü n lü ğ ü ve yo z zevkler yü -
zün den sürük len d iği hayat tarzıyla, geçinm ek için her çareye,
neredeyse dolan dırıcılığa b aşv urm alarıy la k arşılaştırıyord u. K ı-
sacası, bu im zasız m ektup, Sw an n 'in tanıdıkları arasın da hain-
lik yapabilecek birinin b u lu n d u ğu n u kanıtlıyordu, am a Sw ann
bu hainliğin, so ğ u k değil d e sevecen bir insanın, bir burjuvanın
d e ğil d e bir sanatçının, bir uşağın d eğil d e b üyü k soylun un m i-
zacının -b aşk aları tarafın dan k eşfed ilm e m iş- özü n de gizle n di-
ğini d ü şü n m ek için bir seb e p görem iyordu. İnsanları yargılar-

368
ken hangi ölçütü k ullan m ak gerekirdi? A slın d a, alçakça bir
d av ran ışta bu lu n m ası kesinlikle im k ânsız olan tek bir insan bi-
le tanım ıyordu. H epsiyle görüşm ekten vaz mı geçm eliy di? Zih-
ni bulan dı; eliyle iki üç kez alnını sıv az lad ı, gö z lüğü n ün cam la-
rını m endiliyle sildi ve nihayet, k endisiyle eşd eğe rd e insanlar,
M. de C h arlus'le, L au m es Prensi'yle ve diğerleriyle gö rü ştü ğ ü -
ne göre, bun un, onların bir alçaklık y apm aların ın im kânsız ol-
d u ğ u an lam ın a ge lm ese de, en azın dan , bir alçaklık yapm aları
im kânsız olm ayan kişilerle görüşm enin, herkesin boyun eğdiği
bir m ecburiyet o ld uğu n u kan ıtladığın a hükm etti. Sonuçta, şü p -
helenm iş old u ğ u bütün do stlarıyla el sıkışm ayı sü rd ü rd ü , yal-
nız, kendisin i üzm ey e çalışm ış olabileceklerini, ihtiyat kaydı
olarak, form alite icabı bir kenarda b ulu n du rd u .
M ektubun içeriğine gelince, bu k on u d a hiç k aygılan m adı,
çünkü O d ette'e yöneltilen suçlam aların hiçbirinde gerçeğe en
u fak bir benzerlik yoktu. Birçok insan gibi Sw an n'in da zihni
tem beldi ve hayal gücü n d en yo k su n du. G enel bir do ğru olarak,
insanların hayatının zıtlıklarla dolu o ld u ğu n u biliyordu, am a
tek tek insanların hayatını dü şün ürken , o insanın hayatının
kendi bilm ed iği kısm ını da , bildiği kısm ın dan fark sızm ış gibi
hayal ediyord u. K endisine söylenm eyen şeyleri, söylenenler-
den yola çıkarak hayal ediyordu. O dette yan ın dayken, bir b aş-
kasının yaptığı bir n am ussuzluk tan , ya d a n am u ssu zc a bir
d u y g u su n d an bahsettiklerinde, O dette, bu d avran ış ve d u y g u -
lan , Sw an n'in hayatı boyun ca anne babasının ağzın d an d u y d u -
ğ u ve hep sad ık kald ığı ilkelere d ay an arak kınar ve sonra d a çi-
çeklerini düzenler, bir fincan çay içer, Sw an n'in çalışm alarıyla
ilgilenirdi. D olayısıyla Sw ann da bu alışkanlıkları O dette'in ha-
yatının geri kalanına yayıyor, yan ın da olm ad ığı zam anlar
O dette'i hayal ettiğinde, b u hareketlerini tekrarlıyordu k afasın -
da. O dette'i Sw an n'a gerçek haliyle tasvir etselerdi, dah a d o ğ -
rusu, Sw an n 'la birlikteliğinin uzun bir kısm ın da o ld u ğ u gibi,
am a b aşk a bir erkeğin yan ın da tasv ir etselerdi, b u portreyi ger-
çeğe u y gun bu lacağı için çok üzü lürdü. A m a çaçalarla içlidışlı
olm ası, k adınlarla orjilere katılm ası, aşağ ılık yaratıkların rezil
hayatını sü rm esi, saçm a sap an say ık lam alard an b aşk a bir şey
olam azd ı; Tanrıya şükür, h ayal edilen k asım patları, art arda içi-

369
len çaylar ve iffetli itirazlar böy le bir ihtim ali tam am en ortadan
k aldırıyo rdu! Yalnız ara sıra, bazı kişilerin, fesatlıkları y ü zün -
den, O dette'in her yaptığım kendisin e anlattıklarını im a ediyo r-
d u sev gilisine; tesadüfen öğren diği ön em siz am a do ğru bir ay -
rıntıyı, san ki içinde gizli tuttuğu, O dette'in hayatının ek siksiz
bir tablosun u n, ağzın d an kaçırıverdiği k üçücük bir parçasıy m ış
gibi, tam yerinde kullanıyor, O d ette'te aslında bilm ediği, hattâ
hayalinden bile geçirm ed iği şeyleri bildiği zannını uyan dırıyor-
du ; O dette'e gerçeği sap tırm am ası için sık sık yalvarıyordu,
am a bunu -k e n d isi bu sebebin farkına v arsa da, v arm asa d a -
O dette her yaptığını k en d isin e anlatsın diy e yapıyo rd u sadece.
Şü ph esiz Sw an n, O dette'e d e sö y le diği gibi, içtenlikten ho şlanı-
yordu, am a kendisini m etresinin yaptıkların dan haberdar eden
bir çaçaym ış gibi h oşlanıyordu. D olayısıyla, Sw ann'in içtenlik
aşk ı, m enfaatten b ağım sız o lm ad ığı için, onu dah a iyi bir insan
haline getirm em işti. O nun her şey d en çok d eğe r verd iği d o ğ ru -
lar, O dette'in kendisine söyleyeceği do ğru lardı; am a ken disi bu
do ğru ları öğrenebilm ek için yalan a, O dette'e d u rm a d an her in-
sanı m ah va sü rü kleyen bir şey olarak tarif ettiği yalana b a şv u r-
m aktan kaçınm ıyordu. So nuç olarak O dette'ten d ah a fazla y a-
lan sö ylüy o rd u, çünkü hem O dette'ten dah a bedbah t, hem de
en az onun k ad ar bencildi. K endi yaptıklarını Sw ann'in ağzın -
dan dinleyen O dette ise, Sw an n 'a bir yan dan kuşku y la, bir
yandan d a, yaptık ların dan utan ıy orm uş izlenim i u yan d ırm a-
m ak için, y arad an a sığ ın ıp öfkeyle bakıyordu.
Sw ann, bir kıskançlık krizi patla k verm eden geçirdiği en
u zun sakin dö n em d e, bir gün , L aum es Prensesi'nin ak şam a bir-
likte tiyatroya gitm e teklifini k abul etmişti. H angi tem silin oy-
nandığını öğrenm ek için gazetey i açtığında, T héodore Bar-
rière'in Taştan Kızlar başlığını görün ce öyle çarpıldı ki, irkilip
başını çevirdi. Sık sık k arşısın a çıktığı için, alışkanlıktan artık
görem ediği " ta ş " kelim esi, bu yeni b ağlam d a sanki ram p ışıkla-
rıyla aydınlatılm ışçasın a an sızın tekrar görü n ür olm uş ve
Sw an n'a, O dette'in bir zam a n la r kendisine an latm ış old u ğu şu
olayı hatırlatm ıştı: O dette M m e Verdurin'le birlikte Endüstri
Saray ı'n d a bir sergiyi ge zm ey e gittiğinde, M m e Verdurin, ken-
disine, "D ikkatli ol, ben sen i gevşetm eyi bilirim , sen d e taştan

370
d e ğilsin ," dem iş; O dette Sw an n 'a bunun sadece bir şak a old u -
ğu n u söyleyince Sw ann da ü zerin de du rm am ıştı. A m a o z a -
m an lar O dette'e şim dikin den dah a çok gü veniyo rd u. İm zasız
m ek tupta d a tam olarak bu tür m aceralardan bah sediliyo rdu.
G azeteye bak m aya cesaret edem eyerek açtı, "Taştan K ızlar" ke-
lim elerini görm em ek için say fayı çevirdi ve k uru lm u ş gibi, taş-
ra haberlerini o kum aya koy uldu. M anş D enizi'nde fırtına çık-
m ıştı, D ieppe, C ab ou rg ve B euzeval'in h asar g ö rd ü ğü bildirili-
yordu. Sw ann b u nu okuyunca tekrar irkildi.
Beuzeval adı, aynı bölged e bir başk a yerleşim in adını,
Beuzeville'i getirm işti aklına; bu kentin h aritalarda birçok kez
g ö rd ü ğü adı, iki kelim eden olu şuy o rd u ve Beuzeville'den bir
tireyle ayrılan ikinci ism in, im zasız m ektupta O dette'in âşıkları
arasın d a sayılan, ark ad aşı M. d e Breaute'nin d e ism i o ld u ğun u
Sw ann ilk kez fark ediyordu. E sasen, M. de Breaute'ye ilişkin
su çlam a pek in anılm az değildi, am a M m e Verdurin, im kân sız-
dı. O dette'in ara sıra yalan söylem esin den , asla d o ğ ru y u söyle-
m ed iği son ucu çıkarılam azdı; M m e VerdurinTe arasın da geçen,
kendisin e bizz at ak tard ığı k o nuşm a Sw an n'a yabancı gelm e-
m işti: A slın da b aşk a bir k adın a coşkulu bir sev gi beslem esi en
u zak ihtim al olan -ö rn eğin O dette gib i- kadınların, h ayat tec-
rübesinden yo ksun olduk ları ve ah laksızlığı bilm edikleri için
yaptıkları, m asum iyetlerini ortaya koyan gereksiz ve tehlikeli
şak alard ı bunlar. O y sa O dette'in, bu olayı anlattığınd a istem e-
yerek S w an n 'd a uyan dırdığı şüph elere öfkeyle itiraz etm esi,
Sw an n 'm , sevgilisin in eğilim leri ve m izacı hakkında bütün bil-
dikleriyle b ağd aşıy ord u. A m a Sw ann ani bir k ıskançlıkla, elin-
de henüz bir tek kafiyesi olan bir şaire veya bir tek gözlem i
olan bir âlim e gerekli gü cü k azan dıracak fikri ya d a y asay ı su -
nan ilham a benzer bir kıskançlık ilham ıyla, O dette'in iki yıl ön-
ce söylem iş o ld u ğu bir cüm leyi ilk kez hatırladı: "A h! M m e
Verdurin'in gözü bu aralar benden başkasın ı görm üyor, gözbe-
beğiyim , beni ku caklay ıp öpüyor, alışverişe birlikte çıkalım d i-
yor, ona sen diye hitap etm em i istiyor." O sırad a bu cüm leyle,
O dette'in kendisin e anlatm ış old uğu , baştan çıkarm ayı am açla-
yan saçm a sözler arasın da bir bağlantı kurm ak şö yle d ursu n,
bu cüm leyi yakın bir do stlu ğun göstergesi olarak algılam ıştı.

371
O y sa şim d i M m e Verdurin'in sev gisin e ilişkin bu anı, birden
o tatsız şak asıy la birleşm işti. A rtık ikisini zih ninde birbirin-
den ayıram ıy ordu; gerçekte de birbirlerine karıştıklarını gö r-
d ü, M m e Verdurin'in sev gisi, şak aların a bir ciddiyet ve ehem -
m iyet katıyor, şak aları da sevgisin in m asum iy etini lekeliyordu.
O dette'in evine gitti. O dette'e u zak bir yere oturdu. O nu öp m e -
ye cesaret edem iyor, bir öp ücü ğün , O dette'te de, kendisinde
de, se vgi m i, öfke m i uyandıracağın ı bilem iyordu. Hiçbir şey
söylem iyor, aşklarının ölm esini seyrediy ordu. A nsızın bir k a-
rar verdi.
"O d ette ," d ed i, "sev gilim , çok tatsızım biliyorum , am a s a -
na bir şey so rm am lazım . M m e V erdurin'le ilişkin ko n usun da
k apıld ığım şü p h ey i hatırlıyor m u su n ? Sö yle bana, öyle bir şey
oldu m u, onunla ya da b aşk a bir k ad ın la?"
O dette, "R esm igeçid i izlem ey e gelecek m isin iz?" so ru sun a
karşılık, töreni çok sıkıcı b u ld u ğu n u , gitm eyeceğini bildirirm iş
gibi suratını b u ru ştu ra rak başın ı iki y ana salladı. A m a genellik-
le gelecekteki bir olay sö z k on usu o ld u ğu n d a kullanılan bu baş
hareketi, geçm işteki bir olayı inkâr etm ek için kullan ıldığında
biraz şü ph e uyandırır. Üstelik, bir kınam a veya ah laki im kân -
sızlık değil, kişisel tercihe bağlı nedenler getirir akla. Sw ann,
O dette'in, öyle bir şey olm adığın ı belirtm ek için bu b aş hareke-
tini k ullan dığın ı görün ce, o lm u ş olabileceğini anladı.
"S ö yled im ya, sen d e b iliyorsu n ," diye ekledi O dette, sinir-
li, keyifsiz bir tavırla.
"Evet, biliyorum , am a em in m isin? 'Sen d e biliyorsun,' d e -
m e bana, 'Bir kadınla asla bu tür şey ler ya pm ad ım ,' d e."
O dette, d ers ezberler gibi, alaylı bir tonda, S w an n 'dan kur-
tu lm ak istercesine tekrarladı:
"Bir kadın la a sla b u tür şeyler y ap m ad ım ."
"L ag h et M eryem i m ad aly on u n un üstün e elini ko y up ye-
m in eder m isin ?"
Sw an n, O dette'in o m ad a ly o n üzerin e yalan yere yem in et-
m eyeceğini biliyordu.
"A y! C an ım d an bezd irdin ben i," diye haykırdı O dette ve
sorun u n bask ısın d an bir ham lede kurtuldu. "Yetm ez mi artık?
Senin neyin var b ug ü n ? Senden nefret etm em i, iğrenm em i mi

372
istiy orsu n? Ben seninle eski gün lerim ize dönelim , birlikte hoşça
vakit geçirelim istiyorum , sen se bana böy le teşekkür ediyor-
su n !"
N e var ki, Sw an n, tıpkı am eliyatı sekteye uğratan , am a
kend isini yıldıram ayan bir spazm ın geçm esini bekleyen bir cer-
rah gibi, O dette'in peşini bırakm adı:
"O dette, san a birazcık olsu n kızabileceğim i san ıyorsan y a -
n ılıyo rsun ," ded i, ikna edici, sah te bir tatlılıkla. "Ben san a sa d e -
ce bild iğim şeylerden sö z ediyorum ve her zam an da, söy led i-
ğim d en çok daha fazlasını biliyorum aslında. A m a bir şeyi sa-
dece başk aların d an d u y d u ğu m d a senden nefret ediyo rsam ,
on u gö z ü m d e ancak sen, bir itirafla yum uşatabilirsin. Benim
san a karşı öfkem hareketlerinden kaynaklanm ıyor, çün kü seni
sev d iğim için, her hareketini affediyorum ; ben senin riyakârlı-
ğın a, benim bild iğim şeyi inatla inkâr etm ene yol açan o gülünç
riyak ârlığın a kızıyorum . A m a do ğru olm adığını bild iğim bir
şey i bana sav u n d u ğ u n u , yem in ettiğini gö rüp de hâlâ seni sev -
m em i bekleyebilir m isin? Odette, ikim iz için de bir işkence olan
bu ânı uzatm a. Eğer istersen, bir san iy ed e sona erdirebilir, te-
m elli kurtulabilirsin. M adaly on un üzerine yem in et, bu tür şe y -
leri hiç yaptın m ı, evet mi, hayır m ı?"
"A m an , ne bileyim ben," diy e öfkeyle haykırdı O dette,
"belk i yıllar önce, ne yaptığım ın farkında olm adan, iki üç kere
olm u ştu r belki."
Sw an n bü tün ihtim alleri ön görm üştü. D em ek ki gerçeklik,
tıpkı y e diğim iz bir bıçak darbesinin tepem izdeki bulutların h a-
fif hareketleriyle alakasızlığı gibi, ihtim allerle alakası olm ayan
bir şey di, çünkü bu "iki üç kere" lafı, Sw an n'in k albin de adeta
haç biçim inde bir yara açm ıştı. K elim elerden b aşk a bir şey o l-
m ay an, uzak tan h avay a söylenen bu "iki üç kere" lafının, fizik-
sel bir d arbe gibi kalbini parçalay abilm esi, onu zehir içm işçesi-
ne h asta ede bilm esi ne tuhaf şeydi! Sw ann elinde o lm ad an
M m e d e Saint-Euverte'in ev inde işittiği sözleri d ü şü n d ü : "R u h
çağırm a m asaları hariç, hiç b u k ad ar etkileyici bir şe y gö rm e-
d im ." H issettiği acı, tahm inlerine katiyen benzem iyordu. G ü -
ve nsizliğin in doruk ta o ld u ğu gün lerde bile kötülüğü n bu k a-
darını h ayal etm em iş o lm ası bir yana, sö z k o nusu şeyi k afasın -

373
d a c anland ırd ığın da bile, bir belirsizlik içinde canlandırırdı
hep; h ayalindeki olay, "iki üç kere olm uştu r b elk i" sözlerinden
fışkıran kendine h as dehşeti içerm ez, b ild iği b ütün acılardan,
ilk kez y akalan d ığım ız bir h astalık k adar farklı olan bu benz er-
siz gad darlık tan yo ksun olurdu. Yine de, bütün bu k ötü lüğün
k ayn ağı olan O dette'e se v gisi azalm am ış, ak sine, O dette gö-
zü n de d eğe r kazanm ıştı; sanki acısı arttıkça, bir tek bu kadının
elinde bu lun an ilacın, panzehirin bedeli de artıyordu. O dette'e,
birden ciddileştiğini fark ettiği bir hastalık m ış gibi, d ah a çok
özen gö sterm ek istiyordu. O dette'in "iki üç kere" yaptığın ı sö y -
le diği o korkunç şeyin tekrarlanm am asını istiyordu. Bunun için
d e O dette'e gö z kulak olm ası lazım dı. Bir d o stu m u z a se v gilisi-
nin kabahatlerini söylem enin, onun sevgilisin e bağlılığını artır-
m aktan b aşk a işe ya ram ad ığı, çünkü söy ledik lerim ize in anm a-
yacağı söylenir sık sık; halbuki inanırsa bağlılığı çok dah a fazla
artar! Peki am a, d iy ord u Sw ann kendi kendine, O dette'i ko ru -
m ayı nasıl b aşaracağ ım ? O nu belki belirli bir k ad ın d an k o ruy a-
bilirdi, am a yüzlerce b aşk a kadın vardı; O dette'i Verdurin'lerde
b u lam ad ığ ı o geceden itibaren, katiyen im k ân sız bir şeyi, bir
başk a varlığa sah ip olm ayı istem ekle, nasıl bir çılgınlığa k apıl-
m ış o ld u ğu n u anladı. N e y se ki, Sw an n'in ruhuna bir istilacılar
güruhu gibi giren yeni acıların altında, tıpkı yaralı bir organın,
h asara u ğray an do kuları derh al yenilem eye koyulan hücreleri
gibi, felçli bir uzv un , eski hareketlerine de v am etm eye eğilim li
kasları gibi, d ah a köklü, d ah a y u m uşak , se ssiz ve çalışkan bir
tem el m evcuttu. Ruhunun b u d ah a eski, yerli sakinleri, nekahet
d önem indeki bir h astay a, am eliyat geçirm iş birine dinleniyor-
m u ş yanılgısını yaşatan o an laşılm az onarım faaliyeti için bir
an d a Sw an n'in bütün gü cü n ü seferber ettiler. Bu sefer, bitkinli-
ğin getird iği rahatlam a, her zam anki gibi Sw ann'in zihninde
değil, kalbin de m ey d an a geldi dah a çok. N e var ki h ayatta bir
kere var olm u ş olan her şey, tekrarlanm a eğilim i gösterir; işte
Sw ann'in bir an kurtu lm u ş gibi görün en kalbinde de, aynı acı,
kend iliğind en, bittiği zan nedilen bir çırpınm anın, can çekiş-
m ekte olan bir h ayvanı bir kez d ah a sarsm a sı gibi, tekrar gelip
aynı haç biçim indeki yarayı açtı. Sw ann, o m ehtaplı gecelerde,
fayton un da kay kılarak La Perou se So k ağı'n a gidişlerini hatırla-

374
dı; o zam anlar, âşık erkek d u y guların ı içinde b üyük bir hazla
b e sle y ip b üyü tm ü ştü , bu d u y gu ların m ecburen vereceği zehirli
m ey ved en habersizdi. A m a bütün bunları d üşün m esi bir tek
san iye sü rd ü , elini kalbine gö türü p so luklanm asına ve çektiği
ıstırabı gizlem ek için g ülüm sem e sin e yetecek k adar bir zam an
aldı sadece. Soruları tekrar p e ş p e şe d izm eye başlam ıştı bile.
Ç ü n k ü bu darbeyi Sw an n'a indirebilm ek, o gü n e k ad ar y aşa d ı-
ğı en d ay an ılm az ıstırabı ona yaşatabilm ek için, hiçbir d ü şm a-
nın girm eyeceği zahm etlere girişm iş olan kıskançlığı, Sw ann 'in
çektiği acıyı yeterli bu lm u yor ve dah a d a derin bir yara açm aya
çalışıy ordu içinde. İşte kıskançlığı Sw an n 'a bu şekilde, fesat bir
tanrıym ış gibi ilham veriyor ve onu m ah va sürüklü yordu. B aş-
langıçta ıstırabı artm ad ıy sa, kab ah at on da değil, O dette'teydi.
"S e v g ilim ," d ed i Sw an n O d ette'e, "son bir soru, benim ta-
n ıdığım biri m iy d i?"
"Yok canım , yem in ederim , zaten biraz abarttım ga liba, o
k ad ar ileri gitm em iştim h erhalde."
Sw an n gü lüm seyerek d e v am etti:
"N e yapalım ! Ö nem li değil, am a ism ini keşke söyleyebil-
seydin. O nu k afam d a canlandırabilsem , bir dah a bu olayı d ü -
şü n m e zdim . Senin iyiliğin için söylü yorum , senin canını daha
fazla sıkm am ış olurdum . İnsan bir şeyi kafasın da canlandırabi-
lince öyle sak inleşiyor ki! A sıl korkunç olan, hayal edilem eyen
şeyler. A m a bana o k ad ar yardım cı oldu n ki, seni dah a fazla
y o rm ak istem iyorum . Bu iyiliğin için san a bütün kalbim le te-
şek kü r ederim . B aşka bir şey sorm ayacağım . Bir tek şey yalnız:
N e k ad ar zam an ön cey di?"
"A h ! C harles, öldüreceksin beni am a! H atırlayam ayacağım
k ad ar eski. Son rad an hiç d ü şün m em iştim , sen ille benim aklı-
m a bu fikirleri tekrar sok m ak istiy orsun galiba. O zam an g ö -
rürsü n gü n ü n ü ," d e d i O dette bilinçsiz bir aptallık ve kasıtlı bir
fesatlıkla.
"C an ım , ben sad ec e seninle tan ışm am ızdan so nra m ıydı
d iye m erak ettim. Olabilir, çok norm al; b urad a mı o ld u ? Belirli
bir gece söyleyebilsen bana, o gece ben ne yaptığım ı k afam d a
canlandırırdım ; O dette'çiğim , kim oldu ğun u hatırlam am an
m ü m kü n değil, bunu biliyorsun değil m i?"

375
"C an ım ne bileyim ben, galiba Boulogn e O rm an ı'nda, se -
nin de gelip a d a d a bize katıldığın bir geceydi. Sen Lau m es
Prensesi'nin evinde ak şam yem eğinden gelm iştin ," ded i O d et-
te, d o ğru söylediğini kanıtlayan so m u t bir ayrıntı b u ld u ğun a
sevinerek. "Yanım ızdaki m asad a, çok uzun zam an d ır görm ed i-
ğim bir kad ın vardı. Bana, 'H ad i gelin şu ufak kayanın ark asın a
g id ip m ehtabın suya yansım asın ı sey re delim / dedi. Ben önce
esneyerek, 'O lm az, yo rgunum , b u rad a rahatım y erin d e / d e-
dim . H ayatın da hiç bu k adar güze l bir m eh tap görm ediğin i
sö y ley ip ısrar etti. Ben de, 'H ad i canım !' ded im , işi nereye v ar-
d ıracağın ı biliy ordu m ."
O dette bunları, belki kendisine çok d o ğ al geldiğind en , bel-
ki olayın önem ini azalttığını düşü n erek, belki d e m ah cu p g ö -
rünm em ek için, n eredeyse gülerek anlatıyordu. Sw an n'in y ü -
zü n ü görünce, tavrı değişti:
"A lçağın tekisin, bana işkence etm ekten zevk alıyorsun;
sırf beni rah at bırakasın diye m ecburen yalan u yd u ru y o ru m ."
Sw an n 'in yediği bu ikinci darb e, birincisinden d e feciydi.
Bu olayın bu k ad ar taze olabileceği, gö zün ün ön ünd e o lu p bit-
tiği halde onu gö rm em iş olabileceği, kendisinin bilm ediği bir
geçm işte değil, gayet iyi hatırladığı ve O dette'le birlikte geçir-
d iği gecelerde cereyan etm iş olabileceği aklına bile gelm em işti;
Sw an n'in çok iyi bild iğini zannettiği o geceler, şim d i geriye d ö -
n ü p baktığında, bir sin siliğe, iğrençliğe bürün üyor ve bu gece-
lerin o rtasın da, birdenbire o d ip siz uçurum , Boulogne O rm anı
A d ası'n d ak i o an açılıyordu. O dette, zeki olm am ak la birlikte,
d o ğallığın cazibesine sahipti. Bu sahneyi Sw an n 'a öyle bir sa -
delikle an latm ış ve oynam ıştı ki, nefes nefese kalan Sw ann her
şeyi gö rür gibiydi: O dette'in esneyişini, küçük kayayı. Odet-
te'in -m a ale se f şen şa k ra k - "H a d i canım !" deyişini d u y ar gi-
biydi. O dette'in o gece dah a fazla bir şe y söylem eyeceğini, şim -
dilik yeni bir ifşaat beklem enin an lam sız olacağını hisse d iy o r-
du , "Z avallı sev gilim ," d ed i, "affet beni, seni üzd üm , bitti artık,
artık dü şü n m üy o ru m bu kon uy u."
A m a Sw an n'in bakışlarının , bilm ediği şeylere ve aşklarının
o geçm işteki dönem ine d ikilm iş old u ğu , O dette'in gö zün den
kaçm adı; bu dönem , belirsizliğin den ötürü Sw ann'in h afızasın -

376
d a tekd üze ve huz urluy d u, am a şim di, Boulogn e O rm anı A da-
sı'n d a, m ehtabın altında, L aum es Prensesi'nin ak şam yem eği
d avetin den sonraki o dakikalar, bir yara gibi deşm ek teydi bu
geçm işi. Fakat Sw ann hayatı ilginç bu lm ay a -h ayatta y apılabi-
lecek d eğ işik keşiflere hayranlık d u y m a y a - o k ad ar alışm ıştı ki,
bir yan dan b u acıya uzun süre d ay an am ayacağın ı düşünecek
k ad ar ıstırap çekerken, bir y an dan da şun ları düşü n üy ordu :
"H a y at gerçekten çok şaşırtıcı, güzel sürprizlerle dolu; aslın da
sapıklık, zan nettiğim izden çok d aha yaygın bir şey. Ben bu k a-
dın a gü ven iy o rd um ; gö rün ürde gayet sa d e ve d ü rüst bir kadın;
en azın dan , hafifm eşrep o lsa d a son derece norm al ve sağlıklı
eğilim lere sah ip biri gibi gö rün üy o rd u ; inanılacak tarafı olm a-
yan bir ihbar üzerine kendisini so rgu ya çektim ve itiraf ettiği
bir iki ayrıntı, asla hayal edilem eyecek k ad ar çok şey i açığa çı-
k ardı." A m a Sw ann bu nesnel yo rum larla yetinem iyordu.
O dette'in anlattıklarını tam olarak değerlen dirm eye çalışıyor,
söylediklerinden , O dette'in bu tür şeyleri sık sık yaptığı, y a p -
m ay a da de v am edeceği son u cun u çıkarm ası gerekip gerekm e-
diğin i an lam ak istiyordu. O d ette'in söyled iği sözleri tekrarlı-
yordu kendi kendine: "İşi nereye vardıracağın ı biliy ord um ",
"ik i üç kere", "H a d i can ım !"; am a bu sö zler Sw an n'in hafıza-
sın d a silah sız çıkm ıyorlardı ortaya, her birinin elinde kendi bı-
çağı vard ı ve her seferinde Sw ann 'a yeni bir d arbe indiriyorlar-
dı. U zu n bir süre boyunca, tıpkı bir h astanın, kendisine acı ve-
ren hareketi ikide birde denem ekten kendini alam am ası gibi,
kendi kendine şu sözleri tekrarlayıp du rdu : "B u rad a rahatım
yerin d e", "H ad i canım !"; am a ıstırabı o k adar d ay an ılm azd ı ki,
so n un d a vaz geçm ek zo ru n da kaldı. H ayatı boyunca hafife ald ı-
ğı, gülerek y argıladığı dav ranışların , şim di gö zü n d e ölüm cül
bir hastalığın ciddiyetine bürünm elerine şaşırıyo rd u. O dette'i
kollam alarını kendilerinden rica edebileceği birçok kadın tanı-
yordu. A m a bu kad ınların kendisiyle aynı b ak ış açısını p ay la ş-
m alarını bekleyebilir m iydi, Sw ann'in kendisinin de yıllar boyu
benim sediği, cinsel hayatını her zam an yö nlendirm iş olan bakış
açılarını değiştirm ey ip, gülerek, "Seni kıskanç, başk alarını
zevkten m ahru m etm ek istersin h a !" dem eleri, norm al değil
m iydi? Birdenbire nasıl bir tu zağa d ü şm ü ştü de (bir zam an lar

377
O d ette'e olan aşk ınd a sad ece incelikli hazlar bulurken) ansızın
kendini hiçbir çıkış yolu görem ediği bu cehennem de b u lm u ş-
tu? Z avallı O dette! O na kızm ıyordu. O dette yarı yarıya suçlu
sayılırdı. N erede y se çocuk denecek yaştayken, öz annesinin
onu N ice'te, zengin bir İngilizin ellerine teslim ettiğini d u y m a-
m ış m ıy d ı? A lfred d e Vigny'nin eseri Bir Şairin Günlüğü'n d e bir
zam an lar kayıtsızlıkla o k u d u ğu şu satırlar, şim di onun gö zü n -
d e ne acı bir gerçeği yansıtıyordu: "B ir kadına âşık o ld u ğ u m u z -
da, şu soruları sorm alıyız kendim ize: Etrafında ne tür insanlar
var? N asıl bir hayat y aşam ış? H ayattaki bütün m u tlulu ğum u z
bu na bağlıd ır." Sw ann zih ninde hecelediği, "H a d i can ım !", "İşi
nereye vardıracağını b iliy ord um ," gibi basit cüm lelerin k en di-
sine bu k ad ar acı verebilm esine hayret ediyordu. A m a b asit bi-
rer cüm le zannettiği şeylerin, aslın d a, O dette'in anlattıklaruü
dinlerken y aşa d ığ ı ıstırabı taşıyan iskeletin parçaları old uğu n u
anlıyordu; aynı acı, kendisin e her an yüklenm eye hazır bekli-
yo rdu orada. Ç ü n kü içinde tekrar uyan an his, aynı ıstıraptı. A r-
tık her şeyi bilm esi -h a ttâ zam an la biraz unu tm ası, affetm esi-
b o şun ay d ı; kendi kendine b u sözleri tekrarladığı an da, eski ıstı-
rap, O dette'in k o n u şm asın d an önceki cahil ve güvenli haline
getiriyord u Sw an n'i; acım asız kıskançlığı, onu O dette'in itira-
fıyla sersem letebilm ek için, tekrar henüz bilm eyen insan kon u-
m un a getiriyo rdu; öyle ki, arad an aylar geçtikten sonra, bu eski
hikâye, hâlâ yepyen i bir ifşaat gibi allak bu llak ediyo rd u
Sw ann'i. H afızasın ın o m üth iş yeniden üretm e gü cüne hayran -
dı. Ç ektiği işkenceyi hafifletebilecek tek şey, y aşla birlikte ve-
rim liliği azalan bu üretecin güçten d üşm esiy d i. N e var ki,
O dette'in cüm lelerinden birinin Sw an n 'a acı verm e gücü tü-
kenm eye y üz tuttu ğun da, zihninin o âna k ad ar pek ü zerin de
d u rm ad ığ ı, n eredeyse yeni bir cüm le gelip diğerlerinden nöbeti
devralıyor, tap taze bir güçle saldırıyo rd u Sw an n 'a. Lau m es
Prensesi'nin evind e ak şam yem eği yediği gecenin hatırası
Sw an n 'a acı veriyord u, am a hastalığının m erkeziydi sadece.
H astalık, o geceye yakın günlerin hepsine karm akarışık bir bi-
çim de yayılıyordu . Verdurin'lerin sık sık Bo ulogne O rm anı
A d ası'n a, a k şam yem eğine gittikleri y az m evsim inin tam am ı,
hatıralarında o m evsim in herh angi bir noktasına d okund uğu n -

378
d a, Sw an n 'a acı veriyordu. O k ad ar acı veriyord u ki, k ıskançlı-
ğının Svvann'da u y an dırdığ ı m eraklar, zam anla, bu m erakları
giderm enin bedeli olan yeni işkencelerin kork usun a yenildi.
Sw an n, O dette'in k endisiy le k arşılaşm ad an önceki hayatının,
k afasın d a can landırm aya hiç çalışm adığı o dönem in, kend isi-
nin bulan ık bir biçim de gö rd ü ğü soyut süreç olm adığını, a k si-
ne, belirli yıllardan o lu ştu ğu n u ve so m u t olaylarla d o lu o ld u -
ğun u biliyordu. A m a bu so m ut olayları öğrenirse, renksiz, ak ış-
kan ve dayan ılır olan bu geçm işin, som ut, iğrenç bir bedene,
belirgin, şeytani bir çehreye bürüneceğin den korkuyordu. Bu
y ü zd en de hâlâ eskisi gibi, onu kafasın da can lan dırm aya çalış-
m ıyordu, am a artık d ü şü n ce tem belliğinden değil, acı çekm e
k o rk usun dan ötürü. Z am an geçtikçe, Boulogne O rm anı A dası,
L au m es Prensesi adlarını işittiğind e o eski acıyı hissetm eyece-
ğini um uyor, tam acısı dinecekken O dette'i kışkırtıp, onun a ğ -
zın dan aynı acıyı bir başk a görü n üm le yaşatacak olan yeni sö z -
ler, yeni yer adları, yeni d uru m lar duy m ayı tedbirsizlik olarak
görüyordu.
A m a çoğun lukla Sw ann'in bilm ediği, artık öğrenm ekten
d e ko rk tuğu şeyleri, O dette kendiliğinden, farkına varm ad an
ifşa ediyordu; aslınd a O dette'in gerçek hayatıyla, Sw an n 'in d a -
ha önceleri, hattâ sık sık şim di de, sevgilisinin sü rd ü ğü n ü zan -
nettiği görece m asu m hayat arasın d a var olan ah laksızlık u çu-
rum un un boyutlarını O dette bilm iyordu; açık verm ek istem e-
d iği insanların yan ın da hep erdem li görünen ah lak sız kişi, b o-
yutların daki sürekli artışı kendisinin fark ed em ed iği ah lak sız-
lıklarının, giderek kendisini norm al yaşayışların ne k ad ar d ışı-
na çıkardığını kestirecek ölçüden yoksundur. O dette'in zihnin-
de bir ara d a bulun an hatıralar arasın d a Sw an n 'd an gizled iği
olaylar, zam anla diğerlerine, O dette'in bir tuhaflık gö rem ediği,
onun zihnindeki bağlam ları içinde gö ze b atm ayan olaylara
yansıyor, bulaşıy ord u ; O dette bu norm al zannettiği şeyleri
Sw an n 'a anlattığı zam an, Sw ann, bunların açığa vu rd u ğ u hayat
tarzı k arşısın da deh şete d ü şüy o rd u . Bir gün Sw ann, O dette'i
gücen dirm eden, ran devuevin e hiç gid ip gitm ediğin i öğren m e-
ye çalışıyordu. D oğruyu söylem ek gerekirse, gitm ediğin den
em indi; im zasız m ektubun kafasın a soktuğu bu ihtim al, zihnin-

379
d e sad ece otom atik olarak yer alm ıştı; orad a gü v en le beslen m e-
m iş, am a varlığını d a sü rd ü rm ü ştü ; Sw ann d a, şüphenin tam a-
m en fiziksel, am a rah atsız edici varlığın dan k urtulm ak için,
O dette'in onu kökünden sö k ü p atm asın ı istiyordu. O dette,
"Yok canım !" ded i, sonra da, Sw an n'in norm al k arşılam asının
m ü m kü n olm adığını artık gö rem ed iği bir g ururla gü lüm sey e-
rek ekledi: "B aşım ın etini yiyenler var gerçi. D aha dün, rande-
vuevi sahibi bir kadın beni iki sa at b u rad a bekledi, istediğim
k ad ar para vereceğini sö ylüyo rdu . Bir büyükelçi, 'Beni ona g ö -
türm ezsen iz intihar edeceğim ,' dem iş kendisine. Önce evd e
yok dedirttim , so n u n d a kadın dan kurtulabilm ek için kendim
gid ip konuştum . O na karşı nasıl dav ran d ığım ı görm eni ister-
dim ; o d a hizm etçim yan o d ad an beni d u y u y o rm u ş, av azım çık-
tığı k ad ar bağırıy orm uşum : 'Söyledim ya, istem iyorum ! C anım
istem iyor, işte o kadar. İstediğim i y ap m a özgü rlü ğü n e sah ibim
herhalde! Paraya ihtiyacım olsa neyse...' d iy orm uşu m . K apıcıya
talim at verildi, bir d ah a içeriye alm ay acak kadını, say fiy e d e ol-
d u ğ um u söyleyecek. Ah! Senin gizli bir k öşe de seyretm eni n a-
sıl isterdim ! Ç ok m em nun olurdun sevgilim . G ördün m ü bak,
hakkında neler söylü yorlar am a, O dette'çiğinin aslın da iyi ta-
rafları d a v arm ış."
Zaten O dette, Sw an n'in keşfettiğini san d ığı kabahatlerini
itiraf ettiğinde de, bu itiraflar, Sw an n'in eski şüphelerine son
verm ekten çok, yeni şü ph eler için çıkış noktası olu şturuy orlar-
dı. Ç ü n kü itiraflar hiçbir zam an şüph elere tam den k d ü şm ü -
yordu. O dette itirafını yaparken m eselenin özü n ü tam am en ke-
sip atsa da, ayrıntılarda m u tlaka Sw an n'in asla hayalinden ge -
çirm ediği, yeniliğiyle onu ezen ve kıskançlığına he def olan m e-
selenin öğelerini değiştirm esin e im kân verecek bir şey b u lun u -
yordu. Üstelik bu itirafları unu tam ıyo rd u artık. R uhu onları bi-
rer ceset gibi sürüklüyor, bir kenara atıyor, sin esinde saklıy or-
du. R uhu itiraflarla zehirleniyordu.
Bir keresin de O dette, Paris-M urcia G ün ü 'n de, Forchevil-
le'in kendisini ziyarete geldiğin den bahsetti. "N asıl olur, o sıra-
lar Forcheville'le tanışıyor m u yd u n ? H a, evet, d o ğru y a!" ded i
Sw ann, b ilm ediği an laşılm asın diye so n radan lafı çevirerek.
Birdenbire, O dette'ten hâlâ g ö zü gibi sak lad ığı o m ek tubu aldı-

380
ğı gü n , O dette'in belki d e Forcheville'le birlikte La M aison
d 'O F a ö ğle yem eğine gitm iş o ld u ğu şü ph esi içini k em irm eye
b aşladı. O dette bunu yem inlerle inkâr etti. Sw ann, "H alb u k i La
M aison d'O r, bana d o ğru olm adığını öğrendiğim bir şeyi hatır-
latıyor," d e d i O dette'i k orkutm ak için. "Evet, senin beni Pré-
v o st'd a arayıp bulam ad ığın gece, La M aison d 'O Fd a n çıktığım ı
sö ylem iştim sana, am a oraya gitm em iştim a slın d a ," diy e cevap
verdi O dette (Sw ann'in tavrından, bildiğini zannederek); ceva-
bın daki kararlılık, alaycılıktan çok çekingenlikten, belli etm eyi
guru run a yedirem ediği Sw an n'i kızdırm a ko rk usun d an ve
açık sözlü olabildiğin i ona gö sterm e arzu su n d an kayn ak lanı-
yordu. Böylece, bir cellat sebatı ve gücüyle darbeyi indirdi, am a
acım asızlıktan eser taşım ıyo rdu , çünkü Odette, Sw an n'a çektir-
d iği acının bilincinde d eğild i; hattâ gülm eye başlad ı, am a belki
u tan dığ ı, sık ıldığı zan n edilm esin diy e g ü lü y o rd u d ah a çok.
"Evet, La M aison D orée'ye gitm em iştim , Forcheville'in evinden
çıkıyordum . P révo st'ya sah iden gitm iştim , yalan değild i;
Forcheville'le orad a karşılaşm ıştık, o da gravürlerini gösterm ek
için evine dav et etm işti beni. A m a sonra bir m isafiri gelm işti.
Ben de, sen kızarsın diye korkup La M aison d 'O F d an geld iğim i
sö yledim san a. G ördüğü n gibi aslın da senin hatırın için yalan
söylem iştim . Diyelim ki hata ettim , hiç d eğilse açık açık sö y lü -
yorum . Paris-M urcia G ü n ü 'n d e onunla öğle yem eği ye m iş ol-
sam , san a niye sö ylem eyeyim , benim ne işim e yaray acak ? Ü ste-
lik o zam an lar ikim iz henüz pek sam im i say ılm azd ık, d eğil m i
can ım ?" Bu baly o z gibi inen sözlerle bütün gü cü tükenen
Sw an n, bir an d a çökm üş gibi bir ifadey le gü lüm sed i. D em ek ki
kendisin in, fazlasıyla m utlu bir dönem o ld uğu için asla d ü şü n -
m eye cesaret edem ediği ay larda, O dette tarafından se v ild iği sı-
ralard a bile, O dette on a yalan sö ylem eye başlam ıştı! Yani O det-
te'in La M aison D orée'den çıktığını sö ylediği (ilk " cattleya y a p -
tıkları" geceydi) o âna benzer, Sw an n'in hayalinden dahi geç-
m em iş bir yalanı gizleyen niceleri o lm u ştu kimbilir. O dette'in
bir gü n kendisin e söy lediği şu sözleri hatırladı: "M m e Verdu-
rin'e elbisem in hazırlan m ası uzun sü rd ü derim , araba gecikti
derim , olur biter. Bir çaresi b ulun ur elbet." H erhalde O dette'in
kendisin e bir gecikm eyi, bir ran d evun un saatin deki d eğişik liği

381
m azur gösterm ek için yaptığı açıklam alardan birço ğu d a, ken -
disi hayalinden bile geçirm ediği halde, O dette'in başk a biriyle,
"Svvann'a elbisem in hazırlan m ası u zun sürdü derim , arab a g e-
cikti derim , olur biter, bir çaresi bu lunu r elbet," d em iş o ld u ğu
biriyle yaptığı bir program ı gizlem işti. Svvann, yalanların m uh -
tem el ve karanlık varlığının her yere, en tatlı hatıraların a, O d et-
te'in kendisin e bir zam an lar söylem iş o ld u ğu, k endisinin de
Tanrı kelam ı kabul ettiği en basit sözlere, kendisine anlattığı
bütün gün delik faaliyetlerine, en m utat m ekânlara, terzisinin
evine, Bois C ad d e si'n e, H ipo d ro m 'a sızm akta o ld u ğu n u h isse-
d iy o rd u; en ayrıntıyla anlatılm ış gü n lerde bile, içine kim i faali-
yetlerin saklanabileceği boşluklar, aralıklar yaratan fa zlad an bir
zam an vardı m utlaka; bu zam an say esin d e gizlenen yalanlar,
en çok üstün e titrediği şeyleri (en gü zel gecelerini, O dette'in
m uhtem elen hep söy le diğind en farklı saatlerde girip çıktığı La
Perouse Sok ağı'n ın kendisini) kirletiyor, La M aiso n D oree'ye
ilişkin itirafı dinlerken d u y d u ğ u koy u dehşeti her tarafa dağ ıtı-
yor ve N inive'n in Ç ök ü şü 'n de k i iğrenç h ayv anlar gibi, y av aş
y av a ş bütün geçm işini çök ertiyordu. Şim di hafızası Svvann'a o
zalim La M aison Doree adını ne zam an fısıldasa, on dan k açm a-
ya çalışıyordu; am a d ah a pek kısa bir süre öncesine kadar, ör-
neğin M m e de Saint-Euverte'in davetin de de o ld u ğ u gibi, çok-
tan kaybettiği bir m utlulu ğu hatırladığı için d eğil, yeni öğren-
d iği bir felaketi hatırladığı için kaçm ak istiyordu şim di. D aha
sonra, La M aison D oree ad ı da, B oulogne O rm anı A d ası gibi,
zam anla Svvann'a acı verm ez oldu. Ç ün kü aşkım ız, kıskançlığı-
m ız d ed iğim iz şey, sürekli, bölünm ez ve tek bir tutku değildir.
Birbirini izleyen say ısız aşktan, farklı kıskançlıklardan oluşur;
bunların her biri gelip geçicidir, am a kesintisiz bollukları n ede-
niyle, devam lılık, bü tünlü k izlenim i uyandırırlar. Svvann'ın a ş -
kının canlı kalm ası, h epsi O dette'i hedef alan say ısız arzu ve
say ısız şüphenin ölm esine bağlıydı; kıskançlığının sad ak ati, bu
arzu ve şüphelerin sad ak atsizliğin d en olu şu yordu. U zun bir
süre O dette'i gö rm em iş o lsay dı, ölüp gidenlerin yerine yenileri
gelm eyecekti. A m a O dette'in varlığı, Svvann'ın kalbine kâh se v-
gi, kâh şü ph e tohum ları ekm eye d e v am ediyordu.
Bazı geceler O dette birden Svvann'a eskisi gibi iyi d av ran ı-

382
yor, bu iyiliğinden derh al y ararlan m ası gerektiği, yo ksa yıllarca
bir d ah a tekrarlanm ayabileceği k o n usu n d a sertçe uyarıyordu
onu; derh al O dette'in evine d ö n ü p "cattleya y a pm aları" gereki-
yordu; Sw an n 'a gü y a d u y d u ğ u bu arzu o k adar ani, o k ad ar
açıklanm az, o k ad ar bu yurgan , ardın dan Sw an n 'i okşayışları
d a o k ad ar gösterm elik v e tuhaf oluyord u ki, bu h oyrat ve
inandırıcılıktan u zak sev gi, Sw ann 'i bir yalan, bir kötülük k a-
d a r ü züyo rdu. Yine O dette'in em ri üzerine onunla birlikte evi-
ne gittiği bir gece, O dette, öpücüklerinin arasın a her zam anki
so ğ u k lu ğu y la çelişen tutkulu sözler sıkıştırdığı sırad a, Sw ann
ansızın bir gürültü işitir gibi oldu; kalk ıp her yeri arad ı, k im se-
yi b u lam ad ı, am a tekrar O dette'in yanına dön m ey e cesaret ed e-
m edi; bunun üzerine O dette öfkeden köpürerek bir vazoyu
parçalad ı ve "Seninle hiçbir şey yapılm az zaten !" dedi
Sw an n 'a. Sw an n O dette'in, k ıskandırm ak ya da kızıştırm ak
am acıyla içeriye birini sak lam ış o ld u ğu şüph esin den k urtu la-
m adı.
A ra sıra O dette h akkında bir şeyler öğren m e um ud uy la
randev uevlerin e gidiyor, am a orad a adını söyle m eye d e cesaret
edem iyordu. "H o şu n u z a gidecek bir kız var elim de," diyordu
çaça. Sw ann da bir sa at boyun ca, b aşk a bir şey yapm am asın a
şaşırıp kalan zavallı bir k ızcağızla ü zgü n ü zg ü n soh bet ediyor-
du. Bir keresinde, gencecik, çok gü zel bir kız, "B enim isted i-
ğim , bir d o st bulm ak; o zam an başk a kim seyle birlikte olm am ,
bana kesinlikle güvenebilir," d ed i Sw an n 'a. Sw ann, "Sa h i mi,
sence bir kadının, bir erkeğin sevgisin d en etkilenip on u hiç al-
d atm am ası m ü m kün m ü ?" diy e so rd u heyecanla. "Tabii ki!
A dam ın a b ağ lı!" Sw ann bu k ızlara, L aum e s Prensesi'nin h oşla-
n acağı türden sö zler söylem ekten kendini alam ıyordu. Bir dost
arayan kıza, gülüm seyerek, "N e hoş, kem erinle aynı renkte m a-
vi gözler takm ışsın," dedi. "Sizin d e m anşetleriniz m avi. -B öyle
bir yerde ne gü zel sohbet ediyoruz! Canını sık m ıyorum ya? İşin
var m ıydı? -Yoo, istediğin iz k ad ar vaktim var. C an ım ı sık saydı-
nız söylerdim . Tam tersine, sizi dinlem ek çok h o şum a gidiyor.
-T eşek kür ederim . Tatlı tatlı sohbet ediyoru z, gö rd ü n ü z m ü ?"
ded i Sw ann içeri giren çaçaya. "Ya, ben de onu d ü şü n üy o rdum .
'N e k adar uslu du ru yorlar!' diy ordu m kendi kendim e. Buyrun

383
bakalım ! Artık evim e sohbete geliniyor. Geçen gün pren s de
sö ylü yo rd u , burası karısının salo n u n d an dah a iyiym iş. Artık
yük sek so syete kadınları çok yapm acıkm ış, rezalet yani! N eyse,
ben sizi d ah a fazla rahatsız etm eden gide y im ." Ç aça dışarı çı-
k ıp Svvann'ı m avi gö zlü kızla yalnız bıraktı. A m a Sw ann az
son ra kalkıp kızla v edalaştı; kız ilgisini çekm iyordu, O dette'i
tanım ıyordu.
R essam bir ara rahatsızlanm ıştı, D oktor C ottard kendisine
bir den iz y o lcu lu ğu tavsiy e etti; m üritlerin birço ğu, onunla bir-
likte y o lculu ğa çıkm ayı d ü şü n d ü ; Verdurin'ler d e yalnız k al-
m ay a razı olam ay ıp bir yat kiraladılar, sonra d a yatı satın ald ı-
lar; böylece O dette sık sık gem i yolculuklarına çıkar oldu.
O dette'in her gidişin den birkaç gü n sonra, Sw ann on dan k o p -
m ay a b aşladığın ı hissediyor, am a san ki bu m an evi m esafe,
m ad d i m esafey le doğru orantılıym ış gibi, O dette'in d ö n d ü ğ ü -
nü öğren d iği an d a, onu gö rm eden edem iyordu. Bir keresinde,
bir ay süreceğini san dık ları bir yo lculu ğa çıkm ışlardı; belki yol-
d a akıllarına esm iş, belki d e M. Verdurin karısını m em nun et-
m ek için her şeyi önceden gizlice ay arlay ıp m üritlere adım
adım , yol aldıkça haber verm iş, sonuçta, C ezayir' den T un us'a,
o rad an İtalya'ya, ardın dan Y unanistan'a, sonra d a İstan bul'a
geçm işlerdi. Yolculuk yaklaşık bir yıldır de v am ediyordu.
Sw ann son derece huzurlu, neredey se m u tluy du. M m e Verdu-
rin, piy an istle D oktor C ottard'ı ikna etm eye çalıştı: Piyanistin
teyzesi d e doktorun hastaları d a kendilerine katiyen ihtiyaç
du y m u y o rlard ı, üstelik M. Verdurin, P aris'te devrim in patlak
verd iğini kesin kayn ak lard an öğrenm işti, M m e C ottard'ın o ra-
ya dö nm esi ihtiyatsızlık o lu rd u; am a ne k ad ar u ğ raştıy sa da
in and ıram adı, İstan bul'da, piyanistle C o ttard 'lara öz gü rlük leri-
ni iad e etm ek zo ru n da kaldı. R e ssam d a onlarla birlikte d ön dü.
Bu dö rt yolcu P aris'e dö nd ükten kısa bir sü re sonra, Sw ann bir
gü n L uxem b ou rg'a gitm ekte olan bir om n ib üse rastlay ıp, o rada
yapılacak bir işi old uğu n d an , içine atlayıverm iş, k arşısın daki
koltukta, iki dirh em bir çekirdek, tüylü şap k ası, ipek elbisesi,
m an şon u, şem siyesi, kartvizit cüz dan ı ve tem izleyiciden gel-
m iş b ey az eldivenleriyle, "g ü n " d o laşm a y a çıkm ış olan M m e
C ottard'ı bulm uştu. M m e C ottard b u am blem lerin hepsini k u -

384
şanır, h ava y ağışlı d eğ ilse aynı sem tteki evlerin birinden öteki-
ne yürür, am a sonra, bir b aşk a sem te geçm ek için aktarm alı
om n ibüsü kullanırdı. İlk birkaç d akika boyun ca, d oğal kadın
sevecenliği küçük b u rjuv a yapm acıklığın ı d e lip geçinceye k a-
dar, ayrıca Svvann'a Verdurin'lerden bahsetm esinin d o ğru olup
olm ayacağını da pek bilem ediğinden, M m e C ottard rahat bir
tavırla, ara sıra om n ibüsün patırtısında d u y ulam ay an ağır ak-
sak, y um u şak sesiyle, bir gü n d e m erdivenlerini tırm andığı yir-
m i beş ev de d u y d u ğ u ve tekrarladığı k o n uşm alardan bir derle-
m e sun du:
"Sizin gibi her şeyden h aberdar birinin, M irlitons sergisin -
de, P aris'i ay a ğa kaldıran M ach ard portresini g ö rüp gö rm ediği-
ni sorm aya bile gerek d uy m uy oru m beyefendi. N e d iy orsun uz
peki? T asvip edenlerden m isiniz, yo ksa kınayan lardan m ı? Bü-
tün salo n larda tek konu M ach ard'ın portresi; M achard portresi
hakkındaki fikrinizi belirtm edikçe, seçkin, nezih, m odern sayıl-
m ıyorsu n uz."
Svvann portreyi görm ediğini söyleyince, M m e C ottard onu
bu itirafa zorlam ak la ayıp etm iş olm aktan korktu.
"Ya! H arika, hiç d eğ ilse açıkça itiraf ediyorsun uz,
M achard'ın portresini görm ed in iz diye alçaldığın ızı d ü şü n m ü -
yorsunuz. Bence fev k alad e bir tutum . Ben gö rd üm portreyi;
farklı görüşler m evcut, bazıları biraz fazla özenli, biraz fazla
abartılı buluyor, bence m ükem m el. D o stu m u z Biche'in m avi-
sarı kadın larına benzem iyor elbette. A m a size açıkça itiraf ed e-
yim , beni çok geri kafalı b ulacak sın ız am a, aklım dan geçeni ay-
nen sö ylüyo rum işte: Ben Biche'in resim lerini anlam ıyorum .
Evet, kocam ın portresinin çok güzel tarafları o ld u ğu n u kabul
ediyorum , diğerleri k ad ar garip bir portre değil, am a tutup m a-
vi bıyık yapm ış. O ysa M ach ard öyle m i ya! B iliyor m usu n u z, şu
an da bir arkadaşım ın evine gidiy oru m (böylece sizin le gö rü ş-
m e zevkini de tatm ış oldum ), k ocası kend isin e sö z verm iş,
A kad em i'ye seçilirse (doktorun m eslektaşlarındandır) Mac-
h ard 'a karısının portresini sip ariş edecekm iş. Rüya k adar güzel
bir proje tabii! Bir b aşk a hanım ark a daşım v ar ki, LeloiPı tercih
ettiği id d iasın d a. Bert k ara cahilin tekiyim , Leloir daha da ü s-
tün bir sanatçı olabilir. A m a ban a sorarsan ız, bir portrenin,

385
özellikle de on bin franklık bir portrenin, her şey den önce aslı-
na benzer, hem d e hoş bir biçim de benzer olm ası gerekir."
M m e Cottard, uzun so rgucun dan , kartvizit cüzdanının
üzerin deki m arkasınd an, eldivenlerinin iç k ısm ına tem izleyici-
nin m ürekkeple y az m ış old u ğu m inik rak am d an ve Sw an n'a
Verdurin'lerden bahsetm enin zo rlu ğun dan esinlenen bu k on uş-
m ay ı yaptıktan sonra, om nibüsten ineceği B onaparte Soka-
ğı'nın köşesin e gelm elerine daha çok vakit old u ğu n u görün ce,
kend isine farklı sözler söylem esini tav siye eden kalbinin sesini
dinledi.
"M m e V erdurin'le y aptığım ız yolculuk boy un ca, kulakları-
nız hep çınlam ış olm alı beye fen di," dedi. "Sürek li sizden bah-
se d iy o rd u k ."
Sw ann çok şaşırdı, Verdurin'lerin yanın da ism inin asla
an ılm adığını zann ediyordu.
"Z aten ," d iy e d eva m etti M m e C ottard, "M m e d e C recy de
bizim leydi, daha fazla bir şey söylem eye gerek yok. O dette ne-
reye gid erse gitsin, uzun m üd d et sizde n bahsetm eden d u ra-
m az. Eh, kötülem ek için sö zü n ü zü etm ediği de aşikâr! N asıl
olur, şü ph en iz m i v ar?" ded i, Sw ann'in k uşk u lu bir hareket
yaptığın ı görünce.
Sam im iyetle inan dığı sözlerinin verd iği coşku yla, ayrıca,
iki do stu n birbirlerine b e sle diği sev gid en bah sederk en kullanı-
lan bir kelim eyi hiçbir art niyet gü tm ede n kullan arak haykırdı:
"O dette size tapar! O nun yanın da size en u fak bir laf ed e-
nin vay haline! M ahveder insanı! H er an, her yerde, m esela bir
tablo gö rd ü ğü m ü z d e , 'Ah! O b u rad a olsay dı, hem en söylerdi
gerçek o lu p olm adığını. Bu işlerden onun k ad ar anlayan yok -
tur,' diy ordu . Sürekli m erak içindeydi: 'Şu an da ne yapıyor aca-
b a? Biraz çalışsa bari! Bu k ad a r yetenekli bir insanın bu k adar
tem bel olm ası ne kötü.' (A ffınıza sığın arak söylüy orum .) 'Şu
an da onu gö rür gibiyim , bizi düşün üyo r, nerede o ld u ğu m u zu
m erak ediyor,' diyordu. H attâ bir keresin de çok ho şum a giden
bir şey söyledi: M. Verdurin, 'Canım , ondan sek iz y ü z mil
uzaktasınız, şu an da ne yaptığını nasıl görebilirsiniz?' diyordu.
O dette d e şöyle cevap verdi: 'Bir do stun gözü için hiçbir şey
im kân sız değild ir.' Yemin ederim sizi po hp oh lam ak için sö y le-

386
m iyorum , O dette az bulunur, gerçek bir dostlu kla b ağlı size.
Ayrıca şun u d a söyleyeyim , eğer bun u b ilm iyorsan ız, bilm eyen
bir tek siz kalm ışsınız. M m e Verdurin de son gü n aynı şeyi sö y -
lü y ordu (biliyorsunuz ayrılık öncesin de sohbetler çok hoş
olur): 'O dette bizi sevm iy or dem iyorum , am a biz ne dersek d i-
yelim , M. Sw ann'in söyleyeceklerinin yan ın da hiçbir h ük m ü ol-
m az.' A m an Tanrım! Benim d u rağa geldik, sizinle ge vez eliğe
d a lıp Bon aparte Sok ağı'n ı kaçırıyordum az kalsın... Bir zah m et
b ak ar m ısınız, sorgucum d ü z g ü n m ü acab a?"
M m e C ottard'ın m an şon un d an çıkarıp Sw an n 'a uzattığı
bey az eldivenli eli, bir aktarm a biletiyle birlikte, om n ibü sün ta-
m am ına yayılan, tem izleyici k okusu yla karışık bir lü k s hayat
görü n tüsün ü açığa çıkardı. Sw an n, içinin M m e C ottard 'a ve a y -
rıca M m e Verdurin'e karşı sev giy le d o lu p taştığını h isse diy o r-
d u (hattâ bu hanım lara O dette'i d e eklem ek m üm kü n d ü, çün-
kü O dette'e ilişkin d u y gu ları şim d i ıstıraptan arınm ış old u k la-
rından, aşk diye de tanım lanam azdı); M m e C ottard'ın, so rgucu
h avad a, bir eliyle eteğini k aldırıp ötekinde şem siyesin i ve m ar-
kası görünecek şek ilde kartvizit cüzdan ını tutarak, m an şon unu
ön ün de sallan dırarak Bonaparte So k ağı'n d a kahram anca, d ü m -
d ü z ilerleyişini d u y gu lu gö zlerle izliyordu.
M m e Cottard, kocasını g ö lg ed e bırakacak bir tedavi yete-
neğiyle, Sw ann'in O dette'e b esle diği m arazi d uy gu ları telafi et-
m ek için, onlara başk a, n orm al birtakım d u y gu lar aşılam ıştı; bu
m innet ve do stluk d uy gu ları, Sw an n'in nazarında O dette'i d a-
ha insani (bu du y guları Sw an n 'a b aşk a kadın lar d a esinleyebi-
leceğinden, diğer kadınlara dah a benzer) kılacak, onun eski
O dette'e, huzurlu bir şefkatle sevilen, bir gece, ressam ın evin-
deki bir davetin ardın dan Sw an n 'i evine, Forcheville'le birlikte
portakal şerbeti içm eye çağıran, Sw an n 'm bir ara d a m u tluluk
içinde yaşayabileceğini gö rür gibi old u ğu O dette'e nihai dö n ü -
şüm ü n ü hızlandıracaktı.
Sw ann eskiden, ileride O dette'e âşık o lm ayacağı günlerin
geleceğini sık sık d ü şü n ü p d eh şete kapıld ığı zam anlar, hep te-
tikte olacağına, aşkının kendisin den uzak laşm ay a b aşlad ığın ı
hissettiği anda ona sarılıp gitm esine izin verm eyeceğine dair
kendi kendine ant içmişti. N e var ki, aşkının yo ğu n lu ğun dak i

387
a/alm a , aynı an da âşık olm aya d e v am etm e arzu su n un y oğu n -
lu ğun d a da bir azalm ayla çakışm aktaydı. Ç ünkü insan, eski
benliğinin du y gu ların a boyun eğm eyi sü rdü rerek değişem ez,
yani başka birisine dönüşem ez. Bazen, O dette'in geçm işteki
m uhtem el âşıkların dan biri olarak gö rd ü ğ ü bir erkeğin ism ine
gazeted e rastlay ıp kıskançlık hissinin tekrar k abard ığı olu yor-
du. A m a pek hafif bir kıskançlıktı bu ve Sw an n'a, onca acı çek-
tiği -a m a aynı zam an d a öylesine haz do lu d u y gu lar y a şa d ığ ı-
dönem i henüz tam am en geride bırakm ad ığın ı ve hayatın te sa-
düfleri say esin d e belki de bu dönem in güzelliklerini uzaktan
gizlice seyredebileceğini k anıtladığı için, tıpkı Venedik'ten ayrı-
lıp istem eye istem eye, asık suratla F ran sa'y a dönen Parisliye,
İtalya'nın ve yaz m evsim inin pek de o k ad ar u zak ta olm adığını
kanıtlayan son bir sivrisinek m isali, bu kıskançlık da Sw an n 'a,
ho ş denebilecek bir heyecan veriyordu. A m a Sw an n çoğun lu k-
la, hayatının, geride bırakm ak ta o ld u ğu b u çok özel dönem ini
sürdürebilm ek için değilse de, en azın d an , henüz m üm kün ken,
bu dönem in açık seçik bir gö rü n tüsü n ü elde etm ek için bir çaba
gösterdiğin d e, artık bunun m üm kün olm adığını fark ediyo rd u;
ard ın d a bıraktığı bu aşkı, g öz d en k aybolacak olan bir m an z ara-
ya bak ar gibi gö rm ek istiy ordu; am a aynı an da iki kişi birden
olm ak ve artık y a şam ad ığ ım ız bir d u y gu n u n gerçeğe u ygun
gö rün tüsün ü canlandırm ak o k ad a r zor bir şey d ir ki, çok geç-
m eden Sw ann'in zihni kararıyor, hiçbir şey gö rem ez oluyor,
bakm aktan vazgeçiyor, g öz lü ğ ü n ü çıkarıp cam larını siliyo rdu;
sonra, kendi kendine biraz dinlenm esinin dah a iyi olacağını,
dah a bol bol vakti old uğu n u söy lüy or ve tıpkı bir trende, ken-
disin i hızla m em leketinden, onca yıl y a şad ığ ı, son bir kere v e-
d a laşm ad an ayrılm am aya sö z ve rd iği m em leketin den uzak lara
götüren v ago n da u yu m ak üzere şap k asın ı gözlerinin üzerine
indiren uykulu bir yolcu gibi, m erak sız bir u y u şu k lu ğ a gö m ü -
lüyordu. H attâ ancak F ran sa'y a va rd ığın d a uyan an yolcu gibi,
Sw an n da, Forcheville'in esk id en O dette'in âşığı old u ğu n u te-
sad ü fen , zah m etsizce ö ğren diğin de, bu nun kendisine hiçbir acı
verm ediğini, aşkın çok u zak lard a k alm ış o ld uğu n u fark etti ve
aşkı temelli ge ride bıraktığı ânın h abersiz y aşan m ış olm asına
üzü ld ü. Sw ann, O dette'i ilk k ez öp m ed en önce, O dette'in onca

388
zam an kend isine su n d u ğ u ve bu öp ücü ğü n hatırasıyla d e ğ işe -
cek olan çehreyi hafızasına kayd etm ek istem işti; aynı şekilde,
k endisin e aşk ve kıskançlık esinleyen, acılar çektiren, bir dah a
hiç görem eyeceği bu O dette'e de, hâlâ var old u ğ u sırada, hiç
d eğilse k afasın da v ed a etm ek isterdi.
A m a Sw an n yanılm ıştı. H iç görm eyeceğini san d ığ ı o Odet-
te'i, birkaç hafta so n ra bir kere dah a gördü. U y uy o rd u, rü yasın -
d a etraf alacakaranlıktı. M m e Verdurin, D oktor C ottard, kim ol-
d u ğ un u bilem e diği fesli bir genç, ressam , O dette, III. N apoléon
ve bü y ük babam la birlikte, denizin kıvrım larını kâh çok yüksek,
dim d ik bir u çurum d an , kâh sad ece birkaç m etre yüksekten iz -
leyen bir y o ld a yürüyorlar, sürekli yo k u ş tırm anıp y o k u ş aşağ ı
iniyorlardı; yo k u şu tırm anm akta olanlar, y o k u ş aşa ğ ı inenleri
göz d en k ay bed iy o rdu , gü n ışığı giderek azalm ak tayd ı, sanki
bir an da her yeri k oy u bir karanlık k aplay acak m ış gibiydi. A ra
sıra yük sek d algalar kıyıya çarpıyor, Sw ann y a n ağın d a b u z gibi
bir serpinti h issed iyord u. O dette yanağını silm esini sö ylüyo r-
du, Sw ann silm eyi becerem iyor ve hem bu yüz den , hem d e ü s-
tünde gecelik old u ğ u için, O dette'ten utanıyordu. Kıyafetinin
karanlıkta fark edilm eyeceğini um uy ord u, am a M m e Verdurin
uzu n m ü dd et şaşkın bakışlarını Sw an n 'dan alam ad ı; Sw ann bu
süre zarfında M m e Verdurin'in yüzün ü n şekil d eğiştirdiğini,
burnun un uz ad ığın ı ve p o s bıyıkları o ld u ğun u gö rdü. D önüp
O dette'e baktı; O dette'in y ü z hatları y o rgu n d u, so lgun
yan ak ların da m inik kırm ızı sivilceler, gözlerinin altında m or
halkalar vard ı, am a Sw an n 'a se v gi do lu , g ö zy aşı dam laları gibi
k o pu p Sw an n 'm üzerin e d ü şm ey e hazır gözlerle b akıy ordu ve
Sw an n öyle bir sev g i h issed iy o rd u ki içinde, o an da O dette'i
alıp götürebilm ek isterdi. A nsızın O dette bileğini çevirip küçük
saatin e baktı ve "Benim gitm em lazım ," ded i; herkesle aynı şe-
kilde vedalaşıyor, Sw an n 'i bir ken ara çekip ak şam a ya d a bir
başk a gü n nerede bulu şacak larını söylem iyordu. Sw ann so rm a-
ya cesaret ed em edi; onun peşind en gitm ek isterken, O dette'ten
yana bile dön em eden , gülüm seyerek M m e Verdurin'in bir so -
rusunu cev aplan dırm ak zo run d ay d ı, am a kalbi feci şek ilde çar-
pıyordu; O dette'ten nefret ediy ord u, az önce öylesine se v d iğ i
gözlerini oym ak, pürü zlü , solgu n yanaklarını ezm ek istiyordu.

389
M m e V erdurin'le birlikte tırm anm aya, yani ters yön d e yo k uş
aşağ ı inen O dette'ten adım adım u zak laşm ay a de vam ediyor-
du. Bir san iye sonra, O dette gideli saatler geçm işti. R essam , III.
N apo lé o n 'un O dette'in hem en ardın dan ortadan k ay bo lm uş ol-
d u ğ u n a dikkatini çekti Sw ann'in. "H erh alde araların da an laş-
m ışlard ı," d iye ekledi; "kıyının biraz aşağ ısın d a bulu ştu lar
m utlaka, am a ay ıp olm asın diy e birlikte gitm ediler. O dette
onun m etresi." Sw ann'in tanım ad ığı delikanlı ağ lam ay a b aşla-
dı. Sw ann on u teselli etm eye çalıştı. "O d a haklı a slın d a ," dedi,
delikanlının gözlerini k urulay ıp rah at etsin d iye fesini çıkara-
rak. "Ben bunu kaç kere tav siye ettim kendisine. Ü zülecek ne
var? O dette'i en iyi anlayabilecek erkek o." Sw an n bu sözleri
kendine sö ylüyo rd u, çünkü b aşta tanıy am ad ığı delikanlı da
k en d isiy di; bazı rom ancılar gibi o da, kişiliğini iki k ahram an
arasın d a, rüyayı görenle k arşısın daki fesli genç arasın d a pay-
laştırm ıştı.
III. N ap oléo n 'a gelince, u zak bir çağrışım , baronun her z a-
m anki y ü zü n d e küçük bir değişik lik , son olarak d a uzun kor-
don lu Légion d'h on n eu r nişanı, Forcheville'e bu ism i verm esi-
ne sebep olm u ştu ; fakat aslın da, rü yad a k i k ahram an , tem sil et-
tiği ve hatırlattığı her şey b ak ım ın dan , Forcheville'di. Ç ünkü
Sw an n uyurken, n oksan ve de ğişk e n görün tülerden yanlış so -
nuçlar çıkarıyordu; zaten u yk ud a geçici olarak öyle bir yaratıcı
gü ç k azan ırdı ki, kim i ilkel o rgan izm alar gibi, do ğru d an bö lü-
nerek çoğalırdı; kendi av cunun ısısıyla bir b aşk a elin av cunu
şekillendirir, onu sıktığını zanneder, henüz bilincinde o lm adığı
d u y g u ve izlenim lerden de, uy k u su n un belirli bir n oktasında
aşk ın a karşılık verecek veya Sw an n'i u yan dıracak olan şah sı or-
taya çıkarm ak üzere, m antıklı bir o laylar zinciri yaratırdı. Bir-
denbire her yer karanlığa gö m ü ld ü , alarm çanı çalındı, alevler
içindeki evlerden fırlayan in san lar ko şarak geçtiler; Sw ann p at-
layan d algaların ve g ö ğ sü n d e aynı şidd etle, kaygıyla çarpan
kalbinin sesini işitiyordu. A nsızın kalp atışları iki m isli hızlan -
dı, an laşılm az bir acı, bir bulantı hissetti; her tarafı yanıklarla
k aplı bir köylü, geçerken k end isin e sesleniyordu: "G elin Char-
lu s'e sorun bakalım , O dette ark ad aşıy la geceyi n ok talam aya
nereye gitm iş; C h arlu s bir zam an lar onunla beraberdi, O dette

390
ona her şey i söyler. Yangını onlar çıkarm ış." K endisini uyan dır-
m ay a gelm iş olan od a h izm etkârıydı konuşan:
"B eyefendi, saa t sekiz, berber geldi, bir saat sonra tekrar
u ğram asın ı sö y led im ."
A m a bu kelim eler, Sw an n'i sarm alay an uykunun dalgaları
arasın a n üfuz ettiklerinde, ancak su y un dibindeki ışını bir g ü -
neş gibi gösteren kırılm ayla bilincine ulaşabilm işlerdi; aynı şe-
kilde, az önce o uçurum ların dibin de alarm çanının tınısına bü-
rünen zil sesi de, yangın olayını do ğu rm uştu . Bu arad a gö zleri-
nin ön ündeki dekor u çup gitti; gözlerini açtı, d en izdeki bir d a l-
ganın u zak laşan sesin i son kez işitti. Y anağına doku n du . K u -
ruy du. O ysa so ğu k su y un tem asını ve tuz tadını hâlâ hatırlı-
yordu. Yataktan kalktı, giyindi. Berberi erken saatte çağırm ıştı,
çün kü bir gün önce, bü y ü k bab am a m ek tup yazm ış, o gün öğle-
den sonra C o m bray 'y e gideceğini bildirm işti. Sw ann, M m e de
C am brem eıün -e sk id en M ile L e g ran d in 'd i- C o m b ray 'de birkaç
gün geçireceğini d u y m uştu ; bu genç k adının çehresiyle onca
zam and ır gitm e diği köyün cazibesi h afızasın da birleşince, ni-
hayet P aris'ten birkaç gü n lü ğü n e ayrılm aya karar verm işti. Bizi
kim i in san larla k arşılaştıran tesadüfler, onları sev d iğ im iz za-
m anla çak ışm adığı için, o zam anın dışına taşarak, aşk b aşlam a-
dan önce ve bittikten sonra ortaya çıkabildiği için, d ah a sonra
h o şu m u za gideceği k ad erim izde yazılı olan bir insanın hayatı-
m ızd ak i ilk görüntüleri, geriye bak tığ ım ızda bir uyarı, bir ke-
hanet niteliğine bürünürler. İşte Sw ann d a, O dette'in, onu tiyat-
roda ilk gö rd üğ ü ve bir dah a göreceğini aklın dan bile geçirm e-
diği o geceki gö rün tüsün ü , sık sık bu şek ilde hatırlam ıştı; G e-
neral d e Froberville'i M m e d e C am brem er'e takdim ettiği M m e
d e Saint-Euverte'in davetini de, şim di bu şek ilde hatırlıyordu.
H ayatta o k ad ar çok şeyle ilgileniriz ki, belirli bir d u ru m da, he-
n üz m evcut olm ayan bir m utluluğu n tem eli atılırken, aynı sıra-
da, çektiğim iz bir acının do ruk n oktasına çıkm ası, oldukça sık
rastlan an bir durum du r. Şü ph esiz bu du ru m Sw an n'm başın a,
M m e de Saint-E uverte'in evinden başk a bir yerde d e gelebilir-
di. H attâ kimbilir, belki o gece b aşk a bir yerde o lsay dı, başka
m utluluklar, ba şk a kederler çıkacaktı k arşısın a ve dah a sonra
geriye baktığın da, onlar d a kaçınılm az görünecekti gözüne.

391
A m a Sw an n 'a kaçın ılm az görünen şey, y aşan m ış olan dı ve
M m e de Saint-Euverte'in davetine gitm eye karar verm iş olm a-
sını, n eredeyse kaderin bir işareti olarak gö rü y o rd u; çünkü h a-
yatın hayal gücü zenginliğin e hayran olm ak isteyen ve en arz u -
lanır şeyin ne olacağını d üşü n m ek gibi zor bir m eseley e uzun
süre y o ğu n laşam ay an zihni, o gece y a şad ığ ı ıstırapla henüz ak -
lından geçm eyen, am a tohum ları atılan hazlar arasın d a zo run -
lu bir bağlantı ku ru yo rdu - bu ıstırabı ve bu hazları tartıya v u r-
m ak ise, Sw ann için im kânsız denecek k adar zordu.
N e var ki, uy an dık tan bir saa t sonra, trende saçının b oz ul-
m am ası için berberine talim at verdiği sırad a, rüyasın ı tekrar
d ü şü n d ü ve tıpkı rü y asın d a yanı b aşın d a hissettiği şekilde,
O dette'e ilişkin ilk izlenim i, bü tün ayrıntılarıyla, tekrar gö zü n -
d e canlandı; çökük yanakların ı, yorgu n hatlarını, m or halkalı
gözlerini, -O d ette 'e b e slediği kalıcı aşk ı, ona ilişkin ilk izleni-
m inin uzun bir u n u tuşu haline getiren ve birbirini izleyen sev gi
dönem leri b oy u n ca - ilişkilerinin ilk günlerin den beri fark et-
m ed iği ve herhalde hafızasının d a, o uyurken, o gün lere gid ip
ilk izlenim lerini arad ığı b ütün özelliklerini yenid en gördü. Ve
zam an zam an, artık kendini bedbah t hissetm ediği, bu arad a
ahlak düzeyin in d e d ü ştü ğ ü an larda ortaya çıkan o eski kaba
sab alığıyla kendi k endine haykırdı: "H ay atım ın onca yılını h as-
rettiğim , u ğru n a ölm ek isted iğim , en büyük aşkım ı y a şad ığ ım
kadın, aslın da hoşu m a gitm eyen, tipim bile olm ayan bir k ad ın -
m ış m eğer!"

392
Memleket İsimleri

İsim

U y k u su z gecelerim de hayalini k afam d a en sık canlandırd ı-


ğım o d alar arasın d a, C o m bray'nin taneli, çiçektozlu, yutulabilir
ve so fu bir h av ası olan od alarına en az benzeyeni, Balbec'te,
G rand-H ötel de la P lage'd ak i odam dı: R ipolin'le boy an m ış d u -
varlarının arasın d a, tıpkı m asm av i suyla do lu bir h avu zu n par-
lak duvarlarının arasın d aki gibi, tem iz, gök m avisi ve tuzlu bir
hava so lun u rdu . O telin dek orasyonu nu y apan B avyeralı d öşe-
m eci, her odayı aynı şek ilde döşem em işti; benim odam ın üç
d u v arı, cam lı, alçak k itaplıklarla k aplıy dı ve döşem eci bunu
ön görm em iş o lsa da, kon um un a bağlı olarak her cam ın üzeri-
ne, d eğ işk en den iz m an zarasının farklı bölüm leri yan sıy or ve
böylece, üç d u v ard a, kitaplığın m au n raflarıyla bölünen, ışıltılı
bir den iz m an zaraları frizi oluşuyo rd u. D olayısıyla o d am , "m o -
dern ü slu p "tak i m obilya sergilerin de g ö rd ü ğü m ü z, içinde y ata-
cak olan kişinin göz zevkini o k şam a k üzere, odanın bu lu n d u ğ u
m ekâna uy gu n konuların işlen diği san at eserleriyle bezenm iş
od a m odellerind en birini andırıyordu.
A m a zaten, bu gerçek Balbec'in kendisi de, benim hayalle-
rim deki Balbec'ten çok farklıydı; fırtınalı günlerde, Fran-
çoise'ın, beni C ham ps-E ly sees'ye götürürken, k afam a kirem it
d ü şm esin diy e d uv ar dibinden yürütm ediği ve inleye inleye
gazetelerd eki felaket haberlerini, batan gem i haberlerini anlattı-
ğı o en rü zgârlı günlerde, sık sık Balbec'i hayal ederdim . H ayat-

395
taki en b üyük arzum , den izde bir fırtına görm ekti; bu benim
n azarım da, güzel bir görün tüd en çok, do ğan ın gerçek y aşan tı-
sının bütün çıplaklığıyla g ö rü n d ü ğ ü bir andı; d ah a d o ğrusu ,
benim n azarım da gü zel görüntüler, benim zevkim için y ap ay
olarak d üzenlenm em iş, kaçın ılm az ve d eğ işm ez olduklarını bil-
d iğim görüntüler, yani d o ğ a m anzaraların ın ve yüce sanatın
güzellikleriydi. M erak ettiğim , öğren m ek istediğim şeyler ise,
k en dim den d ah a gerçek o ld uğu n u d ü şü n d ü ğü m şeylerdi; bana
b ü yük bir dâhinin düşün cesini biraz olsun açıkladıkları için ya
d a kendi halindeki do ğan ın, insan m ü dah alesi o lm ad ığın d a or-
taya çıkan gücün ü ve zarafetini gösterdik leri için d eğ e r verdi-
ğim şeylerdi. N asıl ki annem izi k aybetm işsek , onun fonografta
tek b aşın a din le diğim iz o gü zel sesi, bizi teselli edem ezse, ben
d e m ekanik bir fırtına taklidini, U lu slararası F u a /d a k i ışıklı fıs-
kiyeleri seyred ercesine bir kayıtsızlıkla seyrederdim . Fırtınanın
tam am en gerçek olm ası için, kıyının d a, yakın z am an d a beledi-
ye tarafın dan in şa edilm iş bir m endirek d eğil, d o ğal bir kıyı o l-
m asın ı isterdim . Zaten d o ğ a, içim de u yan dırdığı bütün d u y g u -
lard an ötürü, insanların m ekanik icatlarının tam tersiym iş gibi
ge liy ordu bana. Bir d o ğ a parçası insanların izini ne k ad ar az ta-
şıy orsa, benim ruh um u n genişlem esin e o k ad ar çok im kân tanı-
yordu. Balbec ism ini ise, "batan gem ileriyle ünlü, yılın altı ayı
boyunca sisten bir kefene b ü rü n ü p d algaların k öpü ğü n e gö m ü -
len o kasvetli k ıyılara" çok yakın bir sahil o ld u ğu n u söyleyen
L egran d in 'den d uy m u ştu m .
"O ra d a," dem işti, "in sa n hâlâ, bastığı toprakların, gerçek-
ten d e Fransa'n ın, A vrupa'nın , Eski D ünya'nın so n u o ld uğu n u
hissediyor, hem de F inistere'dekinden çok daha y o ğu n bir bi-
çim de (hattâ p e ş p eşe dikilen yeni oteller bile, yeryüzünün en
eski yapısını değiştirem iyor). O rası, d ü n ya k u ru ld u ğun d an beri
hep aynı şekilde, denizdeki sisin ve karanlıkların son suz âle-
m iyle y üz yü ze yaşay an balıkçıların son lim anıdır."
Bir gün C om bray 'de , en şid detli fırtınaları seyretm ek için
en u ygun yer olup olm adığın ı öğrenm ek am acıyla, Balbec sah i-
linden M. Svvann'a söz ettiğim de, şu cevabı alm ıştım : "B albec'i
bilm ez olur m uyu m ! Balbec K ilisesi XII. ve XIII. y ü zyıllard a y a -
pılm ıştır, yine d e yarı yarıya R om an san atı ü slubu ndadır, N or-

396
m an gotiğinin en ilginç örn eğidir belki de; o k adar değişiktir ki,
adeta İran sanatı d ersin iz." Benim o âna k ad ar hep ezelî d o ğ a -
nın bir parçasın d an ibaret zannettiğim yerlerin, büyü k jeolojik
olaylar dönem indeki halleriyle k o rund uğunu - v e ortaçağdan
b alin alar k ad ar habersiz olan o vahşi balıkçılarıyla birlikte, ok-
y an u s gibi, Büyük Ayı gibi, insanlık tarihinin d ışın d a k aldığın ı-
zannettiğim yerlerin, birdenbire, Rom an san atı dönem ini y a şa -
y arak yüzyılların akışına girm esi çok h oşum a gitm iş, gotik
yoncaların, zam anı geldiğin d e, tıpkı ilkbaharda k utup karları-
nın ü zerind e yıld ız yıldız açan narin, am a u zun öm ürlü bitkile-
rin çiçekleri gibi, o v ah şi kayalıkları süslediğ in i öğrenm ek, beni
çok sevindirm işti. N asıl ki gotik üslu p, o yerlere ve insanlarına,
dah a önce ek sik olan bir belirginlik kazan dırıyorsa, onlar da
k arşılığın da go tiğe bir belirginlik katıyorlardı. O balıkçıların or-
taçağd a nasıl yaşadık larını, cehennem kıyılarındaki, ölüm fa-
lezlerinin eteğindeki bir n oktada toplanm ış bu insanların, çe-
kingen, bek lenm edik toplu m sal ilişki denem esini k afam d a can-
lan dırm ay a çalışıy ord um ; gotik ü slu p da, onu h ayalim d e hep
yerleştirdiğim kentlerin dışın a çıkm ıştı, bu ü slubu n özel k o şu l-
larda, vah şi kay alıklardak i zarif bir çan kulesi gö rü n ü m ü n de
nasıl yeşerip çiçek açtığını d üşün ün ce, bana d ah a canlı gö rün -
m eye başlam ıştı. Beni Balbec'in en ünlü heykellerinin -y a ssı
burunlu, sırtları kam bu r h avarilerle sun d u rm ad ak i M er-
y e m 'in - röprodüksiyonların ı görm eye gö türm üşle rd i; Bal-
bec'te, onların o so n su z , tuzlu sislerin içinden yük selişlerini g ö -
rebileceğim i d ü şü n dü kçe, sevinçten nefesim tıkanıyordu. Şubat
ayının o fırtınalı, gü zel gecelerinde, rüzgâr, -o d a m ın şöm ine-
sin de ne k ad ar k uvvetli u ğ u ld u y o rsa aynı kuvvetle sarstığı y ü -
reğim e, bir Balbec seyah ati hayalini üfleyerek- gotik m im ari ve
d en izd e fırtına özlem lerini içim de bir araya getiriyordu.
H em en ertesi gün, dem iry olu şirketinin ilanlarında, tur
ilanlarında kalkış saatin i kalbim çarpm ad an o k u yam adığım o
harika, cöm ert "bir yirm i ik i" trenine binm ek istiy ordum ; bu
tren, öğle so nrasının belirli bir noktasında enfes bir çatlak aç ı-
yo rm uş gibi geliy ordu ban a; bu esrarengiz b aşlan g ıç işaretin-
den itibaren yönün ü değiştiren saatler, yine ak şam a ve ertesi
gün ün sabahına varıyorlardı, am a biz b u saatleri Paris'te değil,

397
trenin geçtiği yerlerden birinde görecektik; üstelik çeşitli yerler
arasın d a seçim yapm a şan sına d a sah iptik , çünkü tren Ba-
y eux 'd e , C o utan ces'ta, Vitre'de, Q uestam bert'de, P on torson 'd a,
Balbec'te, Lannio n'da, Lam balle'd e, Benodet'de, Pont-A ven'da,
Q u im perle 'de duruyor, hiçbirinden v azgeçem ediğim d en , arala-
rın da bir tercih yapam ad ığım seçeneklerle, isim lerle d o lu p ta-
şarak bütü n ihtişam ıyla ilerliyordu. H attâ annem le b abam izin
verseler, onu bile beklem eden, çabucak giyinip hem en o ak şam
yola koyulabilir, azgın denizin ü zerin d e şafak sökerken Bal-
b ec'e varabilir, d algaların savrulan köpük lerinden k açıp İran
ü slu b u n d a k i kiliseye sığınabilirdim . N e var ki, P ask alya'd an
bir sü re önce, annem le babam ban a K uzey İtaly a'd a bir tatil v a -
at edince, en vahşi kıyılarda, kulelerinde deniz kuşlarının çığ-
lıkları yankılan an , falezler gibi sarp ve pü rü zlü kiliselerin yanı
b aşın d a, d ö rt bir yand an savrulan ve giderek yükselen d a lg a-
lard an b aşk a şe y görm ek istem ed iğim gü n lerde bütün benliği-
m i k ap lam ış olan fırtına hayalleri, birdenbire silinerek, bütün
büyülerin i kaybederek yerlerini bir b aşk a hayale, onların tam
zıd d ı olan ve ister istem ez kendisini zayıflatacakları için onları
d ışlay an , rengârenk bir ilkbahar hayaline bıraktılar: kırağı so -
ğu ğ u n u n hâlâ iğne iğne battığı C o m bray baharının değil, Fieso-
le kırlarını şim d iden zam b aklarla ve dağlaleleriy le k aplayan ,
F loran sa'yı A ngelico'n un resim lerindeki fona benzer gö z k a-
m aştırıcı, yaldızlı bir fona oturtan ilkbaharın hayaline. O an dan
itibaren, gü n e ş ışığından , k ok ulardan ve renklerden başk a hiç-
bir şeyin değeri k alm adı göz üm d e ; çünkü görüntülerin d e ğ iş-
m esi, arzularım ın d a çehresini değiştirm iş, duy arlılığım a - m ü -
zikte bazen karşılaşılan ton d eğişik likleri k ad ar an i- bam başka
bir ton getirm işti. D aha sonraları, m evsim in değişm esini bekle-
m eye gerek kalm adan, h av ad ak i basit bir değişiklik, ben de bu
geçişleri y aratm ak için yeterli olm ay a başladı. Ç ünkü çoğun -
lukla her m ev sim d e, başk a bir m evsim e ait, yolunu şaşırm ış
gün ler bu lun ur; bu günler, derhal ait olduk ları m evsim leri k a-
fam ızd a canland ırarak, bizi alıp o m evsim e götürerek, bize o
m evsim e h as zevklerin arzu su n u aşılarlar ve kurm akta o ld u ğ u -
m uz hayalleri bölerek, parça parça birbirine eklenen M utluluk
takvim in de bir b aşk a bö lüm e ait olan bu kopuk sayfay ı, dah a

398
öne ya da ark aya yerleştirirler. Am a nasıl ki sağlığım ızın ya da
keyfim izin ancak tesad üfi ve epeyce kısıtlı bir yarar sağ lay ab il-
d iği birtakım tabiat olayları, bilim in hâkim iyeti altına girdikle-
rinde, yani bilim onları canı istedikçe yarattığın da, biz de bu
olayları tesad üflerde n bağım sız olarak y aşay ab ilm e fırsatını
b ulursak , b u A tlantik O ky an usu ve İtalya hayallerinin ortaya
çıkışı da, kısa bir süre sonra, m evsim ve zam an dak i değişiklik-
lerin b o y u n d u ru ğu n d an kurtuldu. Artık b u hayalleri canlandır-
m ak için şu isim leri telaffuz etm em yeterliydi: Balbec, Venedik,
H o ran sa; bu m ekânların içim de uyan dırdığı arzu, son u n d a
isim lerin k end isin de toplanm ıştı. İlkbahar m ev sim in d e bile bir
k itapta Balbec ism ine rastlam ak , fırtınalara ve gotik N orm an
ü slubu n a d u y d u ğ u m arzu y u uy an dırm aya yetiyordu; fırtınalı
bir gün d e dahi, H o ran sa veya Venedik isim leri, gü n eşi, zam -
bakları, D ük lük Sarayı'nı ve Santa M aria del Fiore'yi arzu lam a-
m a yol açıyordu.
N e var ki bu isim ler, kentlerin bendeki h ayalini d aim a içle-
rinde barındırm ak la birlikte, bu hayalleri dönüştürerek, benim
zihn im de ortaya çıkışlarını, kendi yasaların a tabi tutarak barın -
dırdılar; sonuç olarak, hayallerim i, N orm an d iy a ya da Toskana
kentlerinin gerçekte olabileceğinden hem dah a güzel, hem d a -
ha farklı kıldılar ve hayal gü cüm ün keyfî m utluluklarını ço ğal-
tarak, ileride ya pacağım yolculukların d ü ş kırıklığını artırdılar.
D ün yanın belirli yerlerini d ah a özel, dolayısıyla d ah a gerçek
hale getirdiklerinden, bu yerler hakkında k afam d a olu ştu rd u -
ğum fikri yücelttiler. O sıralar, zihn im de kentleri, m an zaraları
ve anıtları, aynı m alzem eden alm an çeşitli kesitler, hoş ya da
va sat resim ler olarak canlan dırm az, her birini, diğerlerinden
öz ün de farklı, ruhum un özlem d u y d u ğu ve yararlı bilgiler ed i-
nebileceği bir bilinm ez o larak canlandırırdım . Tıpkı in san lar gi-
bi, her biri kendine ait bir isim le anılınca, iyice kendilerine has
oldular. Kelim eler bize nesnelerin açık seçik, bildik ve küçük
birer suretini sun arlar; tıpkı ok ullarda, çocuklara bir tezgâhın,
bir k uşun , bir karınca yuvasının ne oldu ğu n u öğretm ek üzere,
aynı türe ait şeyleri temsil eden birer örnek olarak duv arlara
asılan resim ler gibi. O ysa isim lerin bize su n d u ğu insan surelle
ri -v e insanlar gibi ayrı ayrı bireyler olarak görm eye bizi alıştır
dıkları kent suretleri-, kullanılan yöntem in sınırlılığı yüzü n den
veya dekoratörü n keyfine uygun olarak, yalnızca gö k yü zü n ün
ve denizin değil, teknelerin, kilisenin, insanların d a m avi veya
kırm ızı o ld u ğu , tam am ı m avi veya kırm ızı afişler gibi tekrenkli,
rengini isim lerden , isim lerin parıltılı ya da koyu tınısından
alan, bulan ık resim lerdir. Parma Manastırı'x\ı o k u d u ğu m d an be-
ri gitm eyi en çok isted iğim kentler arasın da yer alan P arm a'nın
ism i, benim k ulağım a yo ğu n , kaygan, eflatun ve h uzurlu ge ld i-
ğinden, P arm a 'd a m isafir edileceğim bir evden sö z edilse, kay-
gan, yoğu n , eflatun ve h u zurlu bir o d ad a k alacağım ı d ü şü n ü p
sevinirdim ; içinde hiçbir h ava dolaşım ı olm ayan, yo ğu n P arm a
ism inden ve bu ism e yük led iğim Stendh al'e özgü hu zurla m e-
n ekşe yan sım aların d an yola çıkarak hayal ettiğim bu o da, İtal-
ya'n ın herhangi bir kentindeki o d alara benzem ezdi. F lo ran sa'yı
ise, sihirli rayihalarla do lu , çiçeğe benzeyen bir kent olarak d ü -
şü n üy o rd um , çünkü ona Z am baklar Şehri den iy ordu ve k ate d-
ralinin adı d a Santa M aria del F iore1 idi. B albec'e gelince, o, tıp-
kı içinden çıktığı toprağın rengini koruyan eski bir N orm an
çöm leği gibi, u n u tulm u ş bir geleneği, bir feodal hakkı, bir yerin
eski statüsü n ü tasv ir eden ve o k uraldışı heceleri oluşturan eski
bir telaffuz şeklini canlandıran isim lerden di; oraya v ard ığım d a,
ban a sü tlü kahvem i verip son ra da kilisenin önündeki azgın
denizi seyretm eye götürecek olan, ortaçağ halk hikâyelerindeki
k ah ram anların k avgacı ve haşm etli gö rünüm ünü yakıştırdığım
hancının k o n u şm asın d a bile, bu eski telaffuzu bulacağım d an
em indim .
Sağlığım d ü ze lse ve annem le babam , Balbec'te tatil y a p m a-
m a, ya d a en azın dan N o rm an d iy a'n ın veya Bretanya'nın m i-
m arisiy le, m an zaralarıy la tanışm ak am acıyla, hayalim de d e fa -
larca bin d iğim "b ir yirm i ik i" trenine bir kerecik binm em e izin
verseler, en gü zel kentleri seçip onları gezm ek isterdim ; am a bu
kentleri birbirleriyle ne k ad ar k ıy aslasam da, birbirinin yerini
tutm ası im k ânsız, ayrı ayrı insan lar arasın da bir seçim y a pıla-
m ay aca ğı gibi, onlar arasın da d a bir seçim yapam ıyo rdu m : asil,
kırm ızı dantelleri ve son hecesindeki esk im iş yaldızın aydın lat-
tığı çatısıyla, dim d ik Bayeux; eski vitrayları, son un daki incelt-
1 Italyancada "çiçek" anlam ına gelen kelime.

400
m e tarafından siyah ah şap b ak lav alarla kafes kafes bölünen
Vitré; yu m u rta k ab uğu sarısın dan inci grisine u zan an bir y elp a-
zedek i beyazlığıyla tatlı Lam balle; yağlı ve sararm ış son harfi
say e sin d e tereyağından bir kuleyle taçlanan N orm an katedrali
C outances; köyün se ssiz liğin d e yolcu arabasın ın sesiy le onu ta-
kip eden sineğin vızıltısı işitilen Lannion; bu şairane nehir yer-
leşim lerinin yoluna serpiştirilm iş beyaz tüyler ve sarı g a galar
olan, saf ve kom ik Q uestam bert ve Pontorson; nehrin ad eta y o-
sun larla birlikte k ap ıp götürm ek isted iği, palam arı üstün körü
b ağlan m ış Benodet; Pont-Aven: hafif bir hotozun, h avalan ıp gi-
den ve kanalın yeşil suy u n d a titrek titrek yansıyan , pem beli be-
yazlı kanad ı; ortaçağd an beri şırıl şırıl akan nehirlerin arasına
sıkıca bağlan m ış ve vitraylı b ü yü k bir pencerede, kararm ış g ü -
m üşten kör kazı kalem lerine dön üşen gün eş ışınlarının, örüm -
cek ağlarının arasın da çizd iği külrengi resim ler gibi, incilerle
sü slen m iş Q uim perlé.
Bu suretlerin yanıltıcı olm aların ın bir b aşk a sebebi de, m ec-
buren çok basitleştirilm iş im geler olm alarıydı; m uhtem elen,
hayal gü cüm ün bütün beklentisini, duyularım ın o an d a bir haz
d u y m ad an , eksik algılad ığı her şeyi, isim lerin sığın ağın a k ap a -
m ıştım ; içlerinde çeşitli hayaller biriktirdiğim bu isim ler, şim d i
arzularım ı m ıknatıs gibi çekm ekteydiler; ne var ki isim ler o k a-
d ar u çsu z bu cak sız değildirler; bir ism e, kentin başlıca "ilgin ç
özellikleri"nden ikisini, üçünü sığd ırabiliy ord u m çok çok, on-
lar d a balık istifi diziliyorlardı; say fiy e yerlerinde satılan büyü-
teçli kalem likleri hatırlatan Balbec ism inin içinde, İran üslu b u n -
da bir kilisenin etrafında kabaran d algalar görüy ord um . H attâ
belki b asitleştirilm iş im geler olm aları, bu görün tülerin üz erim -
d e hâkim iyet kurm asının bir b aşk a sebebiydi. B abam bir yıl
P askalya tatilinde bizleri Venedik ve H o ran sa 'y a gön derm eye
karar verince, norm al olarak bir kenti oluşturan öğeleri H o ran -
sa ism ine sığd ıram ad ım ve G iotto'nun dehasının özü o ld uğu n u
d ü şü n d ü ğ ü m şeyi, birtakım bah ar kokularıyla dölleyerek, tabi-
atüstü bir şehir yaratm ak m ecburiyetinde kaldım . H oran sa is-
m i -b ir ism e b üyü k bir alan sığd ırılam ad ığ ı gibi u zu n bir sü re
de sığd ırılam ad ığı için - G iotto'nun aynı kişiyi iki ayrı an d a, bir
y atağın d a yatarken, bir d e atına binm eye hazırlanırken göste-

401
ren kimi resim leri gibi, en fazla iki bölm eye ayrılabiliyordu.
Bölm elerin birinde, bir sayvan ın altın daydım ve tozlu, eğik, g i-
derek ilerleyen, sabah gün eşin den bir perdenin yarı yarıya ört-
tü ğü bir freske bak ıyordum ; öteki b ölm ed ey se, (erişilm ez birer
ide al gibi değil, içine dalacağım gerçek birer ortam gibi gö rd ü -
ğü m isim lere hapsettiğim , henüz yaşan m a m ış, el de ğ m em iş ve
s a f hayat, en so m ut h azlara, en basit sah nelere bile prim itiflerin
eserlerind eki cazibelerini k azan dırdığın dan ) fulyalarla, n ergis-
lerle, dağlaleleriy le d olu p taşan Vecchio K ö p rü sü 'n d e -ö ğ le ye-
m eğin d e beni bekleyen m eyvelere ve Chianti şarabın a bir an
önce k av u şm ak için - hızlı hızlı yürüyordum . İşte (hâlâ P aris'te
o ld u ğu m halde) gördü klerim , etrafım ı çevreleyen şeyler değil,
bunlardı. En basit ve gerçekçi bir açıdan b ak ıldığın da bile, git-
m eyi isted iğim iz m em leketler, gerçek h ayatım ızd a, fiilen b u -
lu n d u ğu m u z m em leketten hep çok d ah a geniş bir yer kaplar.
M uhtem elen, o sıralarda, "F lo ran sa'y a, P arm a'ya, Piza'y a, Ve-
n edik'e gitm ek" kelim elerini söylerken zihnim den geçenlere bi-
raz dah a dikkat etm iş o lsam , h ay alim de g ö rd ü ğ ü m şeyin kati-
yen bir kent olm adığını, bütün hayatı kış ak şam ü stü lerin den
oluşan bir insanlık için, bir ilkbah ar sabah ı, ne görülm ed ik bir
m ucize olursa, o k adar h ariku lade ve benim bütün bildiklerim -
den o k ad ar d e ğişik bir şey o ld u ğun u, kendim de fark ederdim .
N asıl ki bir ezgi, bir m otif, op eraya sad e ce librettoyu okum akla
tasav vur edem eyeceğim iz, hele tiyatro binasının dışın d a bek le-
yip geçen dakik aları say m ak la hiç bilem eyeceğim iz, farklı bir
şey katarsa, benim günlerim i ve gecelerim i d o ld uran bu ger-
çekdışı, sabit ve hiç d eğişm ey en görüntüler de, hayatım ın
(olayları sad ece d ışa rıd an gören, yani hiçbir şey görm eyen bir
gözlem cinin diğerleriyle karıştırabileceği) bu dönem ini, önceki
dönem lerden farklı kıldı. A yrıca, sad ece nicelik açısından bakıl-
dığ ın da bile, hayatım ızın her gü n ü eşit değildir. Benim ki gibi
biraz sinirli m izaçlar, günleri katetm ek için, otom obillerdeki vi-
tesler gibi, farklı hızlarla donatılm ışlardır. T ırm anm ası m üth iş
uzun süren, yok uşlu , zahm etli gün ler vardır, şarkı söyleyerek,
süratle aşa ğı k ayd ığım ız inişli günler vardır. Bende bir in sana
duyu lan aşk k ad ar kişisel bir arzu uy an dıran H oran sa, Venedik
ve Piza görüntülerini, hiç bıkılm ayan bir ez gi gibi tekrar tekrar

402
zihn im de canlan dırdığım o bir ay boyunca, hep benden b ağ ım -
sız bir gerçekliğe tekabül ettiklerine inandım ve onlar say esin -
de, ilk dö n em H ıristiyanlarının, cennete girm eden hem en önce-
ki beklentileri k ad ar güzel bir um u t y aşadım . Bu y ü zd en de,
du y ularla algılan m ış olm ayıp tahayyülle oluşturulm u ş -y e n ili-
ği sebebiyle d u y u organları için iyice kışkırtıcı o lan - bir şeyi
görm ek, ellem ek, d uy u larla tanım ak isteğinin, üzerind e d u r-
m ad ığım çelişkisine rağm en, arzu m u en çok alevlendiren şey,
bu görüntülerin gerçekliğini bana hatırlatan şeylerdi, çünkü ar-
zum un tatm in edileceğine dair birer vaattiler. C oşk un lu ğu m ,
gerekçesi san atsa l hazlara d u y d u ğ um arzu o ld u ğ u halde, este-
tiğe ilişkin kitaplardan çok, k ılavuz k itaplarla, en çok d a d em ir-
yolları tarifesiyle besleniyordu. Beni heyecanlandıran şey, h a-
y alim de yakın am a erişilm ez olarak gö rd ü ğü m bu Floran sa
kentine, kendi içim deki yold an u laşm ak im k ân sızsa eğer, dah a
uzun, dolam baçlı bir yoldan, "k aray o lu "y la ulaşabileceğim d ü -
şün cesiydi. Hiç şü ph e yok ki, kendi kendim e Venedik'in,
"G io rgion e'n in okulu, T iziano'nun evi, ortaçağ konut m im arisi-
nin en zengin m ü z esi" old uğu n u tekrarlam ak suretiyle, görece-
ğim şeyi yücelttiğim de, m utlu oluyordum . Yine de, bir iş için
so k ağ a çıktığım da, birkaç m ev sim siz bah ar gün ü nün ard ın dan
tekrar bastıran (genellikle K utsal H afta'd a C o m b ray'y e gittiği-
m izd e karşılaştığım ız) kış so ğ u ğ u yüzün den , hızlı hızlı yü rü r-
ken -b u lv arlard a , kestane ağaçlarının su gibi sıvı haline geçm iş,
do n d uru cu bir havay la sarm alan m ış oldu ğun u, fakat buna rağ-
m en, cesaretlerini kırm ad an giyinip k uşan m ış dak ik m isafirler
gibi, so ğ u k havanın kısırlaştırıcı gü cüyle bü yü m e si engellenen
am a frenlenem eyen, d o n m uş kütleler halindeki kaçın ılm az ye-
şilliklerini biçim lendirm eye, yu v arlam aya başlad ıkların ı gö rü n -
ce - Vecchio K öprü sü 'n iin şim d iden süm büllerle, dağlaleleriy le
k aplan dığın ı, Büyük K anal'ın, Tiziano'nun resim lerinin hem en
dibin de k aray a çarpan dalgalarının , bah ar gün eşi say esin d e
resim lerle rekabet edebilecek derinlikte bir m aviy e ve asil Dıı
züm rüt yeşiline bü rü n d üğü n ü d ü şü n d ü ğ ü m d e, dah a d a m utlu
oluyord um . Bir yan dan barom etreye bakıp so ğuk tan yakm an
b abam , bir yan dan d a h angi trenlerin bize en u yg un olacağını
araştırm ay a b aşla d ığın d a, sevincim den yerim de d u ra m az ol-

403
d u m , çünkü öğle yem eğinden so nra o k öm ür karası laboratu-
v ara, çevresind eki her şeyi dö n üştü rm e kle y ükü m lü o sihirli
o d ay a girm ek suretiyle, ertesi sabah "akiklerle bezen m iş, zü m -
rütlerle d ö şen m iş", m erm er ve altından olu şan şehirde uyanıla-
bileceğini k avram ıştım . D em ek ki, hem o, hem d e Z am bak lar
Şehri, sad ece isted iğim izd e hayalim izd e canland ırdığım ız kur-
g u sal resim ler değillerdi, P aris'ten belirli bir uzak lıkta -on ları
görm ek istiyorsak m utlaka katetm em iz gereken bir m esafe d e -,
yeryü zü n ün belirli ve tek bir n oktasında m evcuttular, k ısacası,
gerçektiler aynı zam an da. Babam , "Son uç o larak, nisanın
20'sin den 29'una k ad ar Venedik'te k alıp P ask alya sabah ı Flo-
ran sa'y a varabilirsin iz," diyerek, her iki şehri de, hem so yut
U za y 'd an , hem de sadece bir tek seyah ati değil, aynı an da bir-
çok seyahati içine sığdırdığım ız, birer ihtim alden öteye gitm e-
dikleri için fazla d a h eyecan lan m adığım ız h ayalî Z am an 'd an
-k e n d i kendini yeniden üretebildiği için, bir şeh irde geçirdik-
ten sonra bir başk a şehirde tekrar y aşayab ilece ğim iz Za-
m a n 'd an - çekip çıkardığınd a ve bu şehirlere, kullanılınca tüke-
nen, geri gelm eyen, bir yerde geçirm işsek tekrar b aşk a bir yer-
d e y aşay am ay ac ağım ız ve bu y ü zd e n de, ne için k ullan ılm ışlar-
sa, onun gerçekliğini belgeleyen, belirli ve tek tek gün ler tah sis
ettiğinde, bu şehirlerin gö zü m de k i gerçekliği d ah a da arttı;
kubbelerini ve kulelerini, düşün ülebilecek en heyecanlı g e -
om etri say e sin d e kendi hayatım ın fonuna yerleştireceğim bu
iki K raliçe şehrin, henüz var olm adık ları zihinsel z am an dan
çıktıklarını ve tem izleyicinin, üzerine m ürekkep d ö ktü ğü m be-
y az yeleğim i geri getireceği pazartesi g ün ü b aşlay an haftaya
d o ğru yöneldiklerini h issed iy o rd um . Ü stelik dah a sevincim in
d o ruğu n a varm am ıştım bile; o noktaya u laşm am , (yani gelecek
hafta, P askalya'n ın hem en öncesinde, G iorgion e fresklerinin
yansım asıy la kızıla boyanm ış, ayak seslerinin yank ılan dığı Ve-
nedik so kakların da gezinen kişinin, onca uyarıya rağm en h ay a-
lim de canlan dırm aya d ev am ettiğim şekilde, "d ö k üm lü kanlı
paltolarının altında tunç parıltılı zırhlarıyla den iz gibi haşm etli
ve korkunç" ad am lard an biri değil, b izz at ben olabileceğini,
gö rdüğü m o b üyü k San M arco fotoğrafının üzerin e çizilm iş,
sun durm aların ön ü nde m elon şap k asıy la du ran m inik şah siy e-

404
tin ben olabileceğini nihayet k av ram am ) babam ın şu sözleri sa-
yesin de gerçekleşti: "B üy ü k K an al'd a hava hâlâ soğuktur, her
ihtim ale karşı bavu lu n a kışlık pardö sü n le kalın ceketini d e koy-
san iyi ed ersin ." Bu sözleri duy un ca adeta k endim den geçtim ;
o ân a k ad ar im kânsız zannettiğim bir şeyi, gerçekten, o "H int
O ky an u su 'n d ak i resifleri hatırlatan am etist kayalarının" arası-
na gird iğim i hissettim ; gü cü m ü aşan , inanılm az bir jim nastikle,
işe y aram az bir k ab uğ u ü stü m d en atarcasına, odam ın beni çev-
releyen h av asın d an k urtuldu m ve onun yerine, hayal gücüm ün
Venedik ism ine hapsettiği, rüyalard aki atm osfer k ad ar kendine
has, kelim elerle an latılam ayacak , den iz kokan Venedik h av ası-
nı k oy du m ; m ucizevi bir şekilde bedenim den sıyrılm akta o ld u -
ğu m u hissettim ; hem en ardın dan , boğazım ızı adam akıllı ü şü t-
tü ğü m ü zd e h issettiğim iz o belli belirsiz k usm a isteğine k apıl-
dım ve yük sek ateşle y atağ a yatırıldım ; ateşim bir türlü d ü ş-
m ek bilm ediğinden, doktor, o sırad a H oran sa v e Venedik'e git-
m ek şö yle du rsu n , tam am en iyileştikten so nra da, en az bir yıl
boyunca, en u fak bir seyahatten ve heyecan dan bile kaçınm am
gerekeceğini bildirdi.
Ve ne yazık ki, Berm a'yı izlem ek üzere tiyatroya gitm em i
d e kesin kes y asak ladı; o y sa Bergotte'un dâh i diy e nitelediği o
yüce sanatçı say e sin d e, belki gid em ed iğim H oran sa ve Venedik
kadar, gidem eyeceğim Balbec k ad ar önem li ve gü zel bir şeyle
tanışır, av un u rd um . A nn em le b abam , beni her gün bir refakatçi
eşliğinde C ha m ps-E ly se es'ye gönderm ekle yetindiler m ecbu-
ren; yorulm ayay ım d iye ban a g ö z k ulak olm akla y ük ü m lü kişi,
Leonie H alam ın ölü m ün den son ra bizim hizm etim ize girm iş
olan Françoise'dı. C h am p s-E ly se es'y e gitm ekten nefret ed iyo r-
dum . Bergotte bir kitabın da C h am ps-E ly sees'd en b ahsetm iş ol-
sa, "k o p y a "sı önceden h ayal gü cü m e so ku lm u ş her şey gibi,
orayı d a görm ek isterdim m utlaka. H ayal gücüm bu kopyaları
ısıtıyor, yaşatıyor, onlara bir şahsiyet k azan dırıy ord u ve o z a-
m an bu k opyaların gerçeğini de görm ek istiy ord um , o y sa bu
parkta hayallerim le b ağlantılı hiçbir şey yoktu.

Bir gü n , her z am an k i yerim izde, atlıkarıncanın y an ın d a sı-


kıldığım için Françoise beni ge zm ey e -e şit aralık larla d iz ilm iş

405
k üçü k kalelerind e şekerci kadın ların nöbet tuttu ğu sınırın öte-
sin e -, yüzlerin aşin a o lm ad ığı, keçi arabasın ın geçtiği, k om şu,
am a yaban cı bölgelere gö tü rm üştü; Fran çoise so n ra eşy aların ı
alm ak üzere, sık defne ağaçlarının yak ın ın d ak i isk em lesin e
d ö n m ü ştü; ben onu beklerken, bir u cun d a heykelli h av u z b u-
lun an, gü n eşten sararm ış, k u rum uş çim enlikte o y alan ıy o rdu m
ki, ağaçlı y old an bir kız, bir yan d an p alto su n u giy ip raketini
k olun a kıstırarak, h avu zun ön ü nd e b ad m in to n oy n ayan kızıl
saçlı bir kıza, sertçe seslen di: "H oşçak al G ilberte, ben g id iy o -
rum , un utm a, bu ak şam yem ekten son ra san a g eliy oru z." Ya-
n ım d an geçip gid en bu G ilberte ism i, hakk ınd a k o n uşu lan biri
gibi onu ad lan d ırm ak la k alm ay ıp d o ğ ru d an ken disin e se sle n -
d iği için, ait old u ğ u kişinin varlığını d a h a d a canlı kılıyo rdu;
y an ım d an , adeta hareket h alin de, h av a d a çizd iği eğri say e sin -
d e ve h edefe y aklaştıkça artan bir gü çle geçti; yön eld iğ i k işiy e
ilişkin, benim d eğil, ona seslen en ark ad aşın ın sah ip o ld u ğ u
bü tün bilgileri, k av ram ları d a y an ın da taşıdığın ı h issed iy o r-
d u m ; ark ad aşın ın onu telaffuz ederken h atırlad ığı, en azın dan
h afız asın d a sak lı bulun an , ikisinin gü n d elik yakın lıklarına,
birbirlerinin evine gid iş ge lişlerine ilişkin her şey i, bu talihli
kızın bir hayk ırışla h av ay a atıverd iği, benim d e ğ d iğ im am a
içine girem ediğim , bu kız için son derece tanıdık ve rah at ol-
d u ğ u n d a n b an a iyice u laşılm az gelen ve acı veren b ütü n o bi-
lin m ezliği beraberin de taşıyordu ; M ile Svvann'ın hayatının g ö -
rün m ez birkaç noktasına değerek , ön üm ü zd ek i gecenin, a k -
şam yem eği so n rasın d a onun evin d e geçecek saatle rin e u sta-
lıkla d o k u n arak açığa çıkardığı rayih ayı, içinden geçtiği h a va -
d a d o laştırıy o rd u; çocukların ve hizm etçilerin o rtasın d a ilahi
bir yolcu yu an dıran , P o ussin 'in gü zel bir bah çesinin ü stü n d e
d o laşıp , atlarla, arab alarla d o lu bir o p era b ulu tu gibi tanrıların
hay atın dan bir gö rün tüy ü b ütün ay rıntılarıyla yan sıtan y u v ar-
lak b u lu tlara benzer, zarif renkli, k üçük bir b ulu t olu şturu y o r-
d u; ve nihayet, kırpık otların üzerine, aynı an d a hem k u ru m u ş
bir çim enlik, hem d e (m avi so rgu çlu bir m ü re bb iy e kend isin i
çağırın cay a k ad ar oy u nu n a d e v am eden) sarışın badm in ton
oy un cu su n u n öğle son rasın d a bir an olan belirli bir n ok taya,
siğilo tu renginde, bir ak is gibi elle tutulm ası im kânsız, hariku-

406
İade bir şeridi, halı gibi serd i; ben bu şerid in üzerin d e özlem le
do lu, sa y g ısız ad ım larla d o laşm ay a d oy am az k e n , Françoise,
"H ad i bak alım , palto n u zu ilikleyiverin d e g idelim hele," diye
b ağırdı ve ilk d efa, canım sık ılarak fark ettim ki, F rançoise'ın
k o n u şm ası çok bay a ğıy d ı ve heyh at, şap k a sın d a m avi sorgucu
d a yoktu!
A caba C ham p s-É ly sées'y e tekrar gelecek m iydi? Ertesi gün
gelm edi, am a dah a sonraki gün ler gö rd ü m kendisini; onun kız
ark ad aşlarıy la oyun o y n ad ığı yerin etrafında d o laşıp d u ru yor-
d um , hattâ bir keresinde, esir alm aca oynarken bir kişi eksik
kalınca, onların takım ını tam am lar m ıyım diye so rd u bana ve
on dan sonra, onun ge ld iğ i gü n lerde daim a birlikte oyun oyna-
dık. A m a her gü n gelm iy ordu; dersleri, din dersi veya bir ak şa -
m üstü kahvaltısı yüzün den , biri C o m b ray'd ek i p atik ada, öbürü
de C h am ps-E ly sé es'nin çim enleri ü zerin d e olm ak üzere iki ke-
re, G ilberte ad ın da y o ğun laşm ış halde, bana acı vererek yanım -
dan geçm iş olan, benim kinden ayrı hayatı nedeniyle gelem edi-
ği gün ler oluyordu. Böyle günleri, kend isini görem eyeceğim izi
söyleyerek önceden haber veriyordu; dersleri yüzünd en gele-
m eyecekse, "N e sıkıcı, yarın gelem ey eceğim , siz hepiniz bensiz
eğleneceksiniz," diyor, ü zg ü n d u ru şu beni biraz teselli ediyor-
du; bu na karşılık, bir çay partisine davetliy se, ben d e bun u bil-
m eden oyun oyn am aya ge lip gelm eyeceğini so rm uşsa m ,
"U m arım gelm em ! U m arım annem izin verir de ark ad aşım a gi-
d erim ," diy e cevap veriyordu. Hiç değilse böyle gün lerde, onu
görem eyeceğim i önceden biliyordum , oy sa bazı günler, annesi-
nin aklına esiyor, onu alışv erişe gö türüy o rd u, o zam an , ertesi
gün gö rüştüğ üm ü zd e, son derece d o ğ al bir şe y m iş gibi, bir b aş-
kası için, başın a gelebilecek en b ü y ük felaket d eğilm iş gibi,
"H a, evet, annem le birlikte çıktık," diyordu. Bir de, yağm urd an
kendi adın a korkan m ürebbiyesinin onu C h am ps-É ly sées'y e
getirm ek istem ed iği yağışlı gün ler vardı.
İşte bu yüzden , gö k yü zün ü n k ararsız o ld u ğ u gün lerde sa -
bahtan itibaren du rm ad an g ö ğ ü yoklar, bütün önbelirtileri dik -
kate alırdım . K arşı ap artm an dak i kadını pencerenin önünde,
şap kasın ı başın a takarken gö rsem , "K arşıd ak i hanım sok ağ a çı-
kıyor, dem ek ki d ışarı çıkılabilecek bir h ava var; bu hanım çıkı-

407
yo rsa G ilberte niye çıkm asın ?" d iye düşü n ürd üm . A m a gö k y ü-
zü giderek kararırdı, annem yine de havanın açm a ihtim ali ol-
d u ğ u n u , gü n eş yü zü n ü bir gö sterse açacağını, am a d ah a büyük
ihtim alle y ağm u r yağacağın ı söylerdi; eh, y a ğm u r y ağ d ığ ı tak-
d irde de, C h am ps-E ly se es'ye gitm enin ne an lam ı v ard ı? D ola-
yısıyla, öğle yem eğin den itibaren, kaygılı bakışlarım ı kararsız,
bu lutlu gö k yü zü n d en ayıram azdım . Bulutlar d ağ ılm azd ı. Pen-
cereden, gri balk on u gö rürdüm . Birdenbire, iç karartıcı balkon
taşın d a, biraz d ah a az d on u k bir renk görem esem de, adeta bu
yön d e bir çaba, ışığını serbest bırakm ak isteyen k ararsız bir ışı-
nın çırpınışını sezinlerdim . Bir san iye sonra, balkon sab ah v ak -
tinde bir göl k ad ar so lgu n ve ay n a gibi olur, dem ir kafeslerin,
taşın üzerine konan yan sım alarıyla dolardı. Esen rü z g â r bir an-
d a b unların hepsini dağıtır, taş yine kararırdı, am a y an sım alar
san k i evcilleşm iş gibi tekrar geri gelirlerdi; balkon u n taşı belli
belirsiz b e yazlaşm aya b aşlar ve tıpkı m üzikte, bir uvertürün
so n u n d a tek bir notayı alıp sırayla bütün ara b asam ak lard an
hızla geçirerek fortissim o' ya ulaştıran sürekli crescendo’ ya benzer
bir yük selişle, gün eşli günlerin b ozulm az, sabit yaldız ın a u la-
şırdı; bu y aldızın üstün de , net siyah çizgilerle, oy nak bir bitki
gibi beliren işlem eli dem ir parm aklıkların gö lgesi, en k üçük ay -
rıntılarına varıncaya k ad ar öyle bir incelikle çizilm iş o lurd u ki,
ade ta bilinçli bir özeni, bir sanatçı tatm inini ele verirdi; o k oyu
ve m u tlu gölgelerin d in gin liğind e öyle bir k ad ife kabarıklığı
h issedilirdi ki, san ki bu gün eş gö lün ün ü zerinde dinlenen o iri
ve yapraklı akisler, sükûnetin ve saad etin tem inatı olduk larını
bilirlerdi.
Bir anlık sarm aşık , kaçak y apışkano tu! Birçoklarına göre
d u v arlara tırm anan, pencereleri süsleyen bitkilerin en renksizi,
en hazini; benim içinse, b alk o n u m u zd a, belki d e o dak ikalard a
C h am ps-E ly sees'y e v arm ış ve beni gö rd ü ğü an d a, "E sir alm a-
caya hem en b aşlayalım , siz benim tak ım d asın ız," diyecek olan
G ilberte'in varlığının gölgesi gibi boy gösterd iğ i and an itiba-
ren, bitkilerin en değerlisi; narin, bir esintiyle dağılıveren, am a
aynı zam an d a m ev sim le değil, anla bağlantılı; gü n ün getireceği
veya geri çevireceği d o ğru d an saad etin v aad i ve bu y üzden de,
d o ğru d an saadetlerin hası, aşkın m u tlu luğu ; taşın ü zerinde y o-

408
su n d an d a y um uşak ve sıcak; kışm ortasın da bir tek gü n eş ışı-
nıyla doğabilecek ve n eşe saçabilecek k ad ar canlı.
H attâ her tür bitkinin ortadan k ay b o ld u ğu, yaşlı ağaçların
gö vd esin i sarm alay an o güzel, yeşil m eşinin, karın altına g iz-
lendiği gü n lerde bile, kar d u rd u ğ u n d a, am a h ava yine de Gil-
berte'in d ışarı çıkm asına ihtim al verm eyecek k adar kapalıyken,
an sızın beliren gün eş, balk onu k aplay an k ar örtüsünün üzerine
altın iplikler dokur, siyah gö lgeler işler ve annem e, "A a, bak,
hava açtı, her şey e rağm en C h am ps-E ly sées'y e gitm eyi den ey e-
bilirsiniz belki," dedirtirdi. O gün parkta ya k im seyi b u lam az,
ya d a dönm eye hazırlanan tek bir kıza rastlardık, o da Gilber-
te'in kesinlikle gelm eyeceğini söylerdi. H aşm etli, am a so ğu ğ a
d ay an ıksız m ürebbiyeler m eclisi tarafın dan terk edilm iş san -
dalyeler, bom b oş du rurd u. Bir tek, çim enliğin yakınında, hava
nasıl olu rsa olsun m utlak a park a gelen, yaşını alm ış bir hanım
oturur, d aim a aynı koyu renk, m uh teşem kıyafeti giyerdi; o sı-
ralar, bu hanım la tan ışm ak için, m ü m k ün o lsa bütün geleceği-
m i feda ederdim . Ç ün kü G ilberte her gü n onun yanm a gid ip
konuşur, o d a G ilberte'e, "g ü z e l an neciği"n den haber sorardı;
bana öyle geliyordu ki, bu hanım la tanışsam , G ilberte'in gö -
zü n d e b am b aşk a biri, aile ah baplarını tanıyan biri olurdum . To-
runları biraz ileride oyun oynarken, yaşlı hanım d a, " ş u benim
D éb ats" diye bahsettiği Débats gazetesini o k urdu d aim a; aris-
tokratlık taslam ak için de, po lis m em urun dan , "e sk i d o stu m
po lis m em u ru ", san dalyeleri k iralayan k ad ın d an, "S an d a ly e ki-
ralay an hanım la ben, yılların d o stu y u z ," d iy e bah sederdi.
Françoise çok ü ş ü d ü ğ ü için hareketsiz d uram ad ığ ın d an ,
birlikte C oncorde K öprü sü 'n e, Seine N eh ri'nin do n m u ş halini
görm eye gittik; çocuklar d a d ah il herkes, san ki Seine, karaya
v urm uş, sav u n m asız, parçalara bölünecek olan bir balin aym ış
gibi, k ork usuzca nehre y aklaşıyo rdu. C h am ps-E ly sée s'y e geri
d ön dük ; kıpırtısız atlıkarıncayla karları tem izlenm iş yolların si-
yah ağına takılm ış, elinde adeta d u ru şu n u açıklayan fa zlad an
bir b u z parçası tutm akta olan heykelin b u lu n d u ğ u b ey az çi-
m enlik arasınd a, ıstıraptan bayılm ak üzereydim . Yaşlı hanım
bile, Débats'sini katlayıp, önünden geçen bir hizm etçiye saati
sordu, "Ç o k n azik sin iz!" diyerek teşek kür etti ve yol bakıcısın-

409
dan , torunlarına artık ü şü d ü ğü n ü ve dönm ek isted iğini haber
verm esini rica ed ip ekledi: "S iz e çok zah m et olacak. N asıl te-
şekk ür edeceğim i b ilem iyo ru m !" A nsızın h a vad a kâğıt gibi bir
yırtılm a oldu: K ukla tiyatrosuyla sirkin arasın d a, aralan an gö k -
y ü zün de, güzelleşen ufukta, M adem o iselle'in m avi so rgucu,
m ucizevi bir işaret gibi gö rün d ü. İşte G ilberte d e hızla bana
d o ğru k oşuy ordu, d örtk öşe kürk şapk asın ın altın da yü zü ışıl
ışıl, kıpkırm ızıydı, soğu k tan , geç k alm ış olm aktan ötürü ve
oyun oynam a arzu suy la kıpır kıpırdı; aram ızd a birkaç m etre
k aldığın d a buzun üzerin de k aym ay a b aşla d ı, belki den gesin i
koruyabilm ek için, belki d e b u n u d ah a zarif b u ld u ğ u n d an veya
patencileri taklit ederek, san ki beni k uc ak layacak m ış gibi k olla-
rını iki yana açm ış, g ülüm seyerek ilerlem ekteydi. "Brav a! Bra-
va! M ükem m el d o ğru su ; dev rim öncesinden kalm a bir kadın
olm asam , siz gençlerin diliyle 'bo m b a gibi', 'çok havalı' der-
d im !" d iy e haykırd ı yaşlı hanım ; h av ad an korkm ayıp geldiği
için G ilberte'e teşekkür etm ek üzere, se ssiz C ham ps-Ely-
sees'n in sö zc ülüğü n ü üstlenm işti. "S iz d e benim gibi, ne olursa
olsun sevgili C h am ps-E ly se es'm ize sad ıksın ız; bizi hiçbir şey
y ıldıram az. Biliyor m u sun uz, ben b u h aliyle bile seviyorum b u-
rayı. G üleceksiniz am a, bu kar ban a erm in gibi görü n üyo r!"
Yaşlı hanım gü lm ey e koyuldu.
O ilk karlı gün, -G ilb erte 'i görm ekten beni m ah rum edebi-
lecek güçlerin tim sali olan kar, tek b u luşm a yerim izin şeklini
d eğiştirdiği, n eredey se kullan ım ını en gellediği, her yanını kılıf-
larla örttüğü için, bir ayrılık gün ün ü n hüznüne ve hattâ gö rü -
nüm üne bürünen günlerin ilk i- yine d e aşk ım d a bir ilerlem e
sağ lad ı, çünkü G ilberte'in benim le p ay laştığı ilk üzüntü sayılır-
dı. Bizim gru ptan sadec e ikim iz vardık; onunla b aş başa olm a-
m ız, benim g ö zü m d e hem bir sam im iyetin başlangıcıy dı, hem
d e G ilberte - san k i sırf benim hatırım a b u h av ad a kalkıp gelm iş
g ib i- bir partiye d av etli o ld u ğ u gün lerin birinde, partiden v az-
geçip beni gö rm ey e C h am p s-E ly sees'ye gelm işçesine d u y g u -
lanm ıştım ; etrafındaki her şey i k ap lay an u y u şuk lu ğun , y aln ız-
lığın ve yıkım ın ortasın da canlı kalabilen do stluğu m uzu n g ü -
cüne ve geleceğine dah a bir gü ven le bakıyordum : Gilberte en-
sem den içeri kartopları atarken, ben sev giy le gü lüm süy ord u m ;

410
bu du ru m , hem bu yabancı kış diyarına yapılan yolculukta ona
eşlik etm em e ses çıkarm adığına göre, G ilberte'in beni b aşk ala-
rına tercih ettiğini, hem de felaketin ortasınd a bana sad ık k aldı-
ğını k an ıtlıyordu benim n azarım da. A z sonra kız arkadaşları,
karın ü stün d e sim siyah , çekingen serçeler gibi, birbiri ardına
sökün ettiler. O yuna koy ulduk ; öylesine kederli başla m ış olan o
gün ü n m utlu lukla so na erm esi gerektiği için, esir alm aca oyn a-
m ay a hazırland ığım ız sırad a, ben, ilk gün sertçe Gilberte diye
seslen m iş olan arkadaşın ın yanm a gidince, o, "H ayır, hayır, siz
G ilberte'in takım ın da oyn am ayı tercih edersiniz, biliyoruz, za-
ten bakın, o da size işaret ediyor," dedi. G erçekten d e Gilberte,
gün eşin , eski, y ıpran m ış brokarların pem be, m ade nî parıltıları-
nı hatırlatan yansım alarıy la Altın Ç ad ır O vası'n a d ö n ü ştü rd ü -
ğ ü karların üzerin de, kendi takım ına çağırm aktay dı beni.
O k ad ar ko rktu ğum gün, aksine, fazla bedbah t olm adığım
n adir gün lerden biri oldu.
Ç ü n kü artık G ilberte'i her gün m utlak a görm ekten başk a
şey d ü şü n m e d iğim h alde (o k ad a r ki, bir k eresinde b üy ü kan -
nem ak şam yem eği saatin d e hâlâ eve dönm eyince, eğer bir ara-
banın altın da k alm ışsa, bir sü re C ham ps-E ly sees'ye gidem ey e-
ceğim i dü şü n m ekten kendim i alam ad ım ; insan âşık o ld u m u,
kim seyi sevm ez), G ilberte'le birlikte old u ğu m anlar, bir gün
öncesinden beri sabırsızlık la, k ay gıyla beklediğim , u ğru n a her
şeyi feda edebileceğim anlar, katiyen m utlu anlar değild i; ü ste-
lik b un u gayet iyi biliyordum , çünkü hayatım ın titiz, kararlı bir
dik katle in celediğim tek anlarıydılar ve bu an larda bir m u tlu-
luk kırıntısı dahi görem iyordum .
Gilberte'ten ayrı o ld u ğ u m her an, onu gö rm e ihtiyacı için-
deyd im , çünk ü sürekli onun görün tüsün ü k afam d a canlandır-
m ay a çalışa çalışa so n u n d a hiçbir şey görem ez oluyor, aşkım ın
neye tekabül ettiğini tam o larak bilem iyordum . Ayrıca Gilberte
beni sev d iğin i hiç söylem em işti henüz. A ksine, ban a tercih etti-
ği ark a d aşları o ld u ğun u, beni, fa zlasıy la d algın o ld u ğ u m ve
kendim i oyu na verm ediğim halde, sad ece iyi bir oy un ark ad aşı
olarak g ö rd ü ğ ü n ü birçok kere söylem işti; hattâ birçok kez, şü p -
heye yer bırakm ay acak k ad ar so ğu k davran m ıştı; G ilberte'in
n azarınd a başk aların d an farklı, özel biri o ld u ğu m a d air inan-

411
cim, onun bana aşk ın dan kayn ak lan m ış olsay d ı, b u so ğu k d av -
ranışları inancım ı sarsabilirdi, am a bu inancım , benim ona a ş-
k ım dan kayn ak lan dığı için, benim içsel bir m ecburiyet sonucu,
G ilberte'i ne şek ilde düşü n m ek z oru n d a o ld u ğu m a bağlıydı ve
bu d a inancım ı sağlam laştırıy ordu. O y sa ben d e ona olan d u y -
gularım ı kend isin e itiraf etm em iştim henüz. Evet, defterlerim in
her say fasın a onun adını, adresin i y azıyo rd u m d urm adan , am a
ona beni düşü n dürm eyen , görü n ürd e etrafım ı onunla d o ld u -
ran fakat onu hayatım a so k am ay an bu an lam sız satırlara bak -
tıkça, cesaretim k ırılıyordu, çünk ü onlar b ana, kendilerinden
haberi bile olm ayan G ilberte'i değil, kendi arzum u anlatıyorlar,
b u arzun un tam am en kişisel, gerçekdışı, can sıkıcı ve iktidarsız
bir şey o ld u ğun u söylüy orlardı. G ilberte'le bir an önce g ö rüş-
m em iz ve karşılıklı aşkım ızı birbirim ize itiraf etm em iz lazım dı;
bu itiraf yapılıncaya kadar, aşk ım ız b aşlam ış say ılam azd ı. Hiç
şü ph e yok ki, benim onu görm ek için sabırsızlanm am ın çeşitli
nedenleri, olgun bir erkeğe o k ad a r zorlayıcı görün m ezdi. D a-
ha ileriki y aşlard a, hazlarım ızı üretm ek k o n u su n d a öyle u stala-
şırız ki, bir kadını, benim G ilberte'i d ü şü n d ü ğü m gibi, k afam ız-
dak i görüntünün gerçeğe u ygun olup olm adığına ald ırm adan
dü şün m ekten aldığım ız h azla, onun bizi sev d iğ in d en em in ol-
m ay a ihtiyaç d uy m aksız ın onu sevm enin h azzıyla yetiniriz;
hattâ daha gü zel b ir çiçek elde etm ek için birçok b aşk a çiçeği
feda eden Japo n bahçıvanları gibi, sö z k on usu kadının bize eği-
lim ini d ah a canlı tutabilm ek için, ona olan eğilim im izi k en disi-
ne itiraf etm ekten d u y acağım ız h a zd an vazgeçtiğim iz olur.
A m a ben G ilberte'i sev d iğ im d ö n em d e, A şk'ın gerçekten bizim
d ışım ızd a v ar o ldu ğun u, bizim ancak engelleri ortadan k aldır-
m am ıza izin verdiğini ve m utlulukları, en ufak bir ayrıntısını
değiştirem eyeceğim iz bir sırayla bize su n d u ğ u n u zan n ediyor-
d u m hâlâ; bana öyle geliyo rd u ki, ben kendi b aşım a buyruk
olup itirafın h o şluğ u yerine sah te bir kayıtsızlık k oy arsam , h a-
yalini en çok k urdu ğum m utlulukların birinden m ah rum ol-
m akla kalm ayıp, kendi keyfim e göre, yalan cı ve d eğ ersiz bir
aşk yaratm ış olacaktım ; b u aşk ın gerçek aşk la hiçbir bağlantısı
bulun m adığı için de, gerçek aşk ın önceden v ar olan, esrarengiz
yollarını izlem ekten v azge çm iş sayılacaktım .

412
A m a C h am p s-E ly sees'y e v ard ığım d a -h er şeyden önce aş-
kım ı, benden b ağım sız olan canlı k aynağıyla yüzleştirebilecek
ve gerekli düzeltm elerin yapılm asını sağlay abilecek du ru m -
d ay k en - yorgu n hafızam ın artık b ulam adığı görüntüleri tazele-
sin diye görm ek isted iğim G ilberte Svvann'la, dah a bir gün ön-
ce birlikte oyun oy n ad ığım ve şim d i, tıpkı yürürken, d ü şü n m e-
m ize fırsat o lm adan bir ay ağım ızı ötekinin ön üne koym am ızı
sa ğlay an iç gü d ü gibi kör bir iç güd ü y le tanıyıp selam verd iğim
G ilberte Svvann'la k arşılaştığım an dan itibaren, her şey, sanki o
ve hayallerim deki kız iki ayrı k işiy m iş gibi olu p bitiyordu. M e-
sela h afızam d a bir gü n d ü r çakm ak çakm ak iki gözle do lgun ,
p arlak yan ak lar v arsa, G ilberte'in çehresi, şim d i bana ısrarla,
benim h atırlam adığım bir özelliğini sunuyor, burnunu n öne
d o ğru sivrilerek u zay ışı, derh al b aşk a hatlarla birleşip doğabi-
lim de bir türü tanım layan özellikler gibi önem k azan arak , Gil-
berte'i, sivri suratlılar cinsinden bir kıza dö n üştü rüyordu . Ben,
gelm eden önce h azırladığım , am a şim di k afam d a bu lam adığım
G ilberte görün tü sün d e gerekli ay arlam aları yapabilm ek için,
daha son ra, tek b aşım a geçireceğim uzun saatler boyunca, h a-
tırladığım kişinin gerçekten G ilberte, bir eser yaratır gibi y av aş
y a v aş ge liştirdiğ im aşk ın d a, gerçekten G ilberte'e aşkım o ld u -
ğu n d an şü ph ey e d ü şm em i engelleyecek düzeltm eleri yapm ak
üzere, bu beklenen an dan yararlan m aya hazırlanırken, Gilberte
topu ban a atıyo rdu; nasıl ki idealist bir filozofun zihni dış d ü n -
yanın gerçekliğine in an m ad ığı halde, bedeni d ış dü ny ay ı h esa-
ba k atarsa, benim G ilberte'i dah a tanıyam am ışken se lam lam a-
m a seb ep olan benliğim d e (sanki G ilberte benim birleşm eye
geldiğim k ardeş bir ruh değil de, oyun oyn am aya ge ld iğim bir
ark ad aşm ış gibi) onun attığı to pu tutm am ı sağlıyor, gö rgü k u-
ralları uyarınca, G ilberte'in eve d ö n ü ş saatine k adar bana çeşitli
kibar ve ön em siz k o n u şm alar yaptırıyordu; so nuç olarak, ne
se ssizliğim i k oruy u p o acil ve yolunu şaşırm ış gö rün tü yü y ak a-
layabiliyor, ne de aşk ım ızd a, belirleyici bir ge lişm e sağ lay acak
sözleri G ilberte'e söyleyebiliyo rd um ; dolayısıyla her seferinde
ertesi gün öğleden so n ray a k ad ar bu gelişm eleri gö zd en çıkar-
m am gerekiyordu.
Buna rağm en aşk ım ız birtakım gelişm eler kay dediy ordu.

413
Bir gün, GilberteTe birlikte, bizim şekercinin kulü besine g itm iş-
tik; şekerci kadın -M . Sw ann, sağlık nedenleriyle, hem etnik e g -
zam ası, hem de pey gam b er kabızlığı sebebiy le bol bol tükettiği
baharatlı ç avd ar çöreklerini h ep on dan ald ırdığı için - bize özel-
likle iyi davranırdı; G ilberte gülerek bana iki oğlan çocuğu g ö s -
terdi, biri çocuk k itapların dak i küçük san atçıya benziyordu,
öteki d e küçük doğabilim ciye. Birincisi, m oru d ah a çok se vd iğ i
için kırm ızı bir şekerlem eyi alm ak istem iyor, İkincisi de, gö zü n -
d e y aşlarla bakıcısının alm ak isted iği bir eriğe itiraz ediyo rd u,
sebebini so n u n d a tutkulu bir sesle belirtti: "Ö teki eriği istiyo-
rum , çünkü onun k urdu v ar!" Tanesi beş santim olan bilyeler-
den iki tane aldım . Ayrı bir çanağın içinde esir tutulan ışıltılı
akik bilyelere bakıy ordum hayran hayran; hem genç kızlar gibi
güleryüzlü ve sarışın oldukları için, hem de tanesi elli san tim -
den satıldıkları için, çok değerli görün üyo rlardı gözü m e. Ben-
den çok dah a fazla harçlık alan G ilberte, hangisini en çok be-
ğen d iğim i sordu. Bilyeler hayatın say dam lığın a ve y um u şak lı-
ğına sahipti. G ilberte'in hiçbirini feda etm esini istem ezdim .
M üm k ün olsa, hepsini satın alm asını, hepsini esaretten k urtar-
m asın ı isterdim . Bununla birlikte, G ilberte'in gözlerinin rengin-
d e olan bir tanesini seçtim . G ilberte bilyeyi aldı, yald ızlı yan sı-
m asını görm ek için çevirdi, elinde y u v arlad ı, fidyesini ödedi,
am a esirini derhal ban a vererek, "A lın, bu sizin, size veriyo-
rum , hatıra olarak saklayın o n u ," ded i.
Bir b aşk a seferinde, B erm a'yı k lasik bir o y un d a izlem e is-
teği hâlâ k afam ı m eşgu l ettiğinden , B ergotte'un R acine hak-
kınd aki, k itapçılarda tü kenm iş olan bro şürün ü n k end isind e
b u lu n u p bulu n m ad ığın ı sorm uştu m G ilberte'e. O da ism ini
tam olarak ken disin e h atırlatm am ı rica etm işti; bu nun üzerine
aynı gece ona küçük bir not y a zm ış, zarfın üzerine, defterleri-
m e kim bilir kaç kere yazd ığım G ilberte Sw ann ad ın ı k on d u r-
m u ştum . Ertesi gün , aratıp b u ld u r d u ğ u bro şü rü, eflatun k ur-
delelerle b ağlan ıp beyaz m üh ürle k apatılm ış bir pak etin içinde
getirdi. "İşte bakın, isted iğin iz b ro şürü n ta k en d isi," ded i ve
m an şon un u n içinden, benim gön d erm iş o ld u ğu m telgrafı çe-
k ip çıkardı. A m a bu şehiriçi telgrafın - d a h a bir gün önce bir
hiçken, benim y azd ığ ım bir telgrafken, postacı onu G ilberte'le-

414
rin kapıcısın a verip bir hizm etk âr d a G ilberte'in od asın a k adar
g ö tü rd ü ğ ü n d e , pah a biçilm ez bir şey, G ilberte'in o g ün aldığı
telgraflard an biri haline gelen telg rafın - adresin d e, postanenin
b astığı d am gaların , p o stacıla rd an birinin kurşun kalem le ekle-
d iği karalam aların altın da, kend i yazım ın an lam sız, yalnız çiz-
gilerini tanım akta gü çlü k çektim ; bu fiilî icraat işaretleri, dış
dü n y an ın m üh ürleri, hayatı sim geleyen m or çemberler, h ayali-
m i ilk o larak benim siyor, destekliyor, yükseltiyor, n eşelendiri-
yordu.
Bir b aşk a gün de, G ilberte, "B iliyor m u sun uz, bana Gilber-
te diyebilirsiniz, siz d em esen iz de ben siz e adın ızla hitap ed e-
ceğim . Ö bür türlüsü çok sıkıcı," dedi. Bununla birlikte, bir süre
bana " siz " d em eye d ev am etti, ben bunu kendisine söyleyince
de, gü lü m sed i ve yabancı dil kitaplarında rastlanan, bize yeni
bir kelim eyi kullan d ırm aktan b aşk a am acı olm ayan cüm lelere
benzer bir cüm le kurarak, benim ad ım la bitirdi. O an da neler
hissettiğim i daha son ra h atırlad ığım d a, G ilberte'in bir an beni
ağz ın d a tuttu ğu izlenim ini edinm iş old u ğu m u an ladım ; bu biz-
zat bendim , çıplaktım , aynı z am a n d a G ilberte'in diğer ark ad aş-
larına veya soyadım ı sö y le d iğin d e o ld u ğ u gibi, ailem in diğer
fertlerine de ait olan toplu m sal kim liklerin hepsin den sıyrılm ış-
tım; sanki d uda kları -b a b a sı gibi, v u rgu lam ak isted iği kelim e-
leri tane tane telaffuz etm eye özen gö stererek - sadece eti yenen
bir m eyvenin k abu ğ u n u soyarcasın a beni bu kim liklerden so y -
m uş, arındırm ış, bakışları da, sözlerinin benim sediği yeni sam i-
m iyet seviyesine gelerek bana d ah a do ğru dan yönelm iş, bir g ü -
lüm sem eyi de yanlarına katarak, yaşad ık ları bilinci, hazzı, hat-
tâ m inneti belirtm işlerdi.
A m a bu yeni h azlarm d eğerin i, onları y a şad ığ ım an da tak-
dir edem iyo rdum . Bu hazlar, se v d iğ im kız tarafından , onu se-
ven benliğim e verilm iyordu; birlikte oyun oy nadığım öteki kız,
öbür benliğim e veriyordu bu hazları; öbür benliğim se, ne ger-
çek G ilberte'in hatırasını taşıyo rdu içinde, ne de, bir saad eti
yalnızca k end isi arzu lad ığı için, o saad etin değerini bilebilecek
yegân e varlık olan sah iplenilm iş kalbi barındırıyordu. Hattâ
eve dön dük ten sonra bile y aşay am ıy o rd u m bu hazları, çünkü
beni hep ertesi gü n ü beklem ekle, ertesi gü n G ilberte'i ayrıntılı,

415
huz urlu ve m u tlu bir şek ild e seyredebileceğim i, G ilberte'in b a-
na nihayet aşkını itiraf edeceğini ve o gün e k ad ar duy gu ların ı
niçin gizlediğin i açıklayacağını u m m ak la y ük üm ü kılan zorun -
luluk, aynı z am an d a geçm işi d e hiçe say m ay a, sad ece ileriye
b ak m ay a, G ilberte'in b ana gösterd iği ufak tefek lütufları, kendi
içlerinde, kendine yeterli birer bütün olarak değil, bir adım d a -
ha atm am ı ve henüz b u lam ad ığım m utluluğa nihayet u laşm a-
mı sağlay acak birer b asam a k olarak değerlen dirm ey e d e m ec-
bu r ediyord u beni.
G ilberte ara sıra ban a böyle yakınlıklar gösteriyo rd u, am a
beni görm ekten h o şlan m am ış gibi bir tavır takınarak beni ü z -
d ü ğ ü d e olu yo rdu; üstelik bu, çoğun lukla, um utlarım ın gerçek-
leşeceğine en çok inand ığım gü nlerde oluyordu. Bazı günler,
G ilberte'in C h am p s-E ly se es'y e geleceğin den em in olur, bana
b ü yük bir m utlu lu ğun belli belirsiz ön sezisi gibi gelen bir se-
vinçle do lardım ; -sa b a h erkenden salon a gid ip, bütün hazırlık-
larını tam am lam ış, giy in ip kuşan m ış, siyah saçları sağ lam bir
to pu z halinde toplan m ış, o güzel, tom bul beyaz elleri h enüz sa-
bun kokan annem i öp e rk e n - piy ano n un üzerin d e tek b aşın a
yükselen toz sü tu n u n u görür, pencerenin altında bir laternanın
Resmigeçitten Dönerken şarkısını çaldığını işitir ve kış m ev sim i-
nin, ak şam a kadar, beklen m edik, ışıl ışıl bir ziyaretçiyi, bir ilk-
bah ar gün ü n ü m isafir edeceğini anlardım . Ö ğle yem eğinde,
k arşı bin ad aki hanım penceresini açınca, iskem lem in yanında
öğle u y k u su n a y atm ış olan bir ışık huzm esi, şim şek gibi bir
hızla -tek ham led e yem ek salon un u bo y dan boy a k atederek -
kaçıp gider, son ra yine eski yerine, u yk u sun a dönerdi. O ku lda,
saat birde b aşlay an derste, gün eş, yaldızlı ışıltısını ta sıram ın
üzerine kadar, benim ancak üçte katılabileceğim bir eğlencenin
dav etiyesi gibi gönderir, beni sabırsızlıktan ve can sıkıntısın-
d an bayılacak hale getirirdi; tam saat üçte, beni çıkışta bek le-
yen F ran çoise'la birlikte C h am p s-E ly se es'ye d o ğru yola koy u-
lurduk; gü n eş ışığıy la süslen m iş, kalabalık sok ak lard a, gü n eşin
yerlerinden sö k tü ğü b u ğ u lu balkonlar, yaldızlı bulutlar gibi ev-
lerin önünde, h av a d a asılı dururdu. Heyhat! C ham ps-E ly-
se e s'd e G ilberte'i b u lam azd ım , henüz gelm em iş olurdu. Sa ğd a
so ld a tek tek otların ucun u tu tuştu ran gö rün m ez gün eşle b esle-

416
nen ve üzerine, bahçıvanın vu rd u ğ u bir kazm a darbesiyle kut-
sal toprakların altından gün ışığına çıkm ış antik heykellere
benzer güvercinlerin k on du ğu çim enlikte kıpırtısız durur, g ö z-
lerim i u fka diker, her an, elindeki ışıl ışıl bebeği gün eş k utsasın
d iy e ileriye uzatan heykelin ark asın dan, m ürebbiyesini izleyen
G ilberte'in ortaya çıkm asını beklerdim . H er zam anki k o ltu ğun -
d a yerini alm ış olan yaşlı Débats okuru, bir görevliye dostça el
sallay arak , "N e güzel h av a!" diy e bağırırdı. Görevli kadın kol-
tuk k irasını tahsil etm ek için yanm a yaklaştığın d a da, kadının
verd iği on santim lik bileti eldiveninin kenarına sıkıştırırken,
sanki k en disine h ediye edilen bir buket çiçeğe en u y gun yeri
ararm ış gibi, binbir cilve yapardı. N ih ayet uy g un bir yer b u l-
d u ğ un d a, b oynunu şöyle bir döndürür, kürk etolünü düzeltir
ve b ileğin dek i açıklıktan ucu gö rünen sarı kâğıt parçasın ı g ö s-
tererek, genç bir erk eğe korsajm ı işaret edip, "G üllerinizi tanı-
dınız h erh alde!" diyen bir kadının gü zel tebessüm ü nü b ah şe-
derdi görevli kadına.
Françoise'ı d a yanım a alır, G ilberte'i k arşılam ak üzere Z a-
fer Takı'na k adar giderd im ; orad a d a bulam ay ın ca, artık gelece-
ğind en bütün ü m idim i k esip geri dö nerdim , çim enliğe do ğru
yürürken, atlıkarıncanın önünde gü r sesli kız üzerim e atılır,
"Ç ab u k , çabuk, G ilberte on beş dakika önce geldi. Ç ok k alm a-
yacak. Esir alm aca oyn am ak için sizi bekliyoru z," derdi. Ben
C h am ps-E ly sées C ad d esi'n d e n yukarı çıkarken, G ilberte'in de,
güzel h av ad an y ararlan ıp G ilberte için alışv eriş y a pm ak iste-
yen M ad em o iselle'le birlikte B o issy -d 'A n g las So k ağı'n d an gel-
diğini, d ah a sonra d a M. Sw ann'in kızını alm aya geleceğini ö ğ -
renirdim . Yani kabahat bend e olurd u; çim enlikten u z ak la şm a-
m am gerekirdi; çünkü G ilberte'in ne taraftan geleceği, erken
m i, geç m i geleceği hiçbir zam an belli olm azd ı ve bu bekleyiş,
hem her noktasında, her ânında G ilberte'in görün tüsü n ün orta-
ya çıkabileceği m uaz zam bir alan ve zam an haline gelen
C h am p s-E ly sées'nin tam am ına ve bütün öğleden so nray a, hem
d e bu görüntünün kend isine bir heyecan katardı, çünk ü G ilber-
te'in gö rü n tüsün ü n ardın da, bu görün tün ün kalbim in ortasına
niçin iki buçukta d e ğil de dörtte, tepesin de niçin bir oyun bere-
siy le değil d e ziyaret şap k asıy la, niçin iki k uk la tiyatrosunun

417
arasın d a değil d e A m b assa d e u rs Tiyatrosu'nun ön ünde sap lan -
dığını açıklayan sebebi, yani benim G ilberte'e eşlik edem eyece-
ğim , onu bir yere gitm eye veya e v d e oturm aya m ecbur eden fa-
aliyetlerden birini sezinler, bilinm eyen hayatının m uam m asıy la
karşı karşıya kalırdım . Yine aynı m u am m a, derhal esir alm aca-
ya b aşlam ak üzere, gü r sesli kızın em riyle k oşarak yan m a gitti-
ğim G ilberte'i gö rd ü ğü m an d a d a, beni allak bu llak ederdi; bi-
zim yan ım ızd a hep sert ve fevrî olan G ilberte'in (kendisine,
"G ün e ş ne k ad ar güzel, ateş gibi yakıyor," diyen) Débats okuru
hanım a reverans yapışını, çekingen bir tebessüm le, ölçülü bir
tavırla k on uşm asını seyreder, G ilberte'in, anne b abasıyla, o nla-
rın ah baplarıyla, m isafirlikte, benim tam am en d ışım d a kalan
d iğ e r hayatınd a, herhalde b am b aşk a bir genç kız o ld u ğu n u d ü -
şü n ürdüm . A m a G ilberte'in öteki hayatını bana en çok hissetti-
ren, az son ra kızını alm ay a gelen M. Sw ann olurdu. Ç ün kü M.
ve M m e Sw an n, -k ızları onlarla birlikte y aşad ığ ı ve eğitim i, e ğ -
lenceleri, ark ad aşları onlar tarafın dan belirlendiği için - benim
n az arım d a tıpkı G ilberte gibi, belki d e ona hayat veren kadiri
m utlak tanrılara yaraşır şekilde, G ilberte'ten de fazla, erişilm ez
bir bilinm ezliğe, zalim bir b ü y ü y e sahiptiler. O nlara ilişkin her
şey kafam ı d urm ad an öyle kurcalard ı ki, (eskiden, ailem le g ö -
rü ştü ğü zam an la rd a sık sık görd ü ğü m h alde m erakım ı cezbet-
m em iş olan) M. Sw an n'in kızını alm ay a C h am ps-E ly sées'y e
ge ld iğ i gün lerde, gri şap k a sıy la pelerinli palto sun un görün m e-
siy le birlikte deli gibi çarpm ay a b aşlay an k albim biraz yatıştık-
tan sonra d a, M. Sw an n 'm gö rün tüsü , hakkında bir dizi kitap
o k u d u ğu m u z, en u fak bir özelliği bile bizi heyecanlandıran
tarihî bir şah siy etm iş gibi etkilerdi beni. M. Sw ann'm ,
C om b ray 'd e d u y d u ğ u m d a hiç ilgilenm ed iğim P aris K ontu'yla
ilişkisi, sanki O rléan s'lan tanıyan tek insan o ym uş gibi, o la ğ a-
n üstü bir nitelik kazan m ıştı şim d i; M. Sw ann, bu ilişkileri say e -
sin d e, C h am p s-E ly sées'nin ağaçlı yolunu dolduran ve her sınıf-
tan in san lard an o luşan b ay ağ ı fon üzerin de öne çıkardı; b u k a-
labalığın ortasınd a, ken disin e özel bir say gı, bir ilgi gösterilm e-
sini talep etm eden b ulun m ay a razı olm asını takdir ederdim ;
zaten M. Sw an n kim liğini öyle gizlerdi ki, böyle bir ilgiyi g ö s -
term ek kim senin aklından d a geçm ezdi.

418
M. Sw an n, G ilberte'in ark adaşların ın selam ların a kibarca
karşılık verirdi, hattâ ailem le küs o ld u ğ u h alde, beni de, tanı-
m am ış gibi gö rün m ek le birlikte, kibarca selam lardı. (Bu se la m -
la şm a, M. Sw an n 'in say fiy ed e beni birçok kere gö rd ü ğ ü n ü h a-
tırlatm ıştı ban a; bu hatırayı sak lam ıştım h afız am d a, am a k a-
ranlık bir yerinde saklam ıştım , çünkü G ilberte'le gö rüşm e y e
b aşlad ığ ım d an beri, Sw an n benim g ö zü m d e C o m b ray 'de ki
Sw an n d e ğil, G ilberte'in b ab asıy d ı d ah a ziy ad e; artık onun is -
m iyle e şle ştird iğim kavram lar, esk id en dah il o ld u ğ u ve onu
d ü şü n ü rk e n artık hiç k ullan m ad ığım k av ram lar çerçevesinden
farklı o ld u ğ u için, M. Sw an n yeni bir şah siy et haline gelm işti;
yine d e on u su ni, ikincil ve y atay bir çizgiyle, eski m isafirim ize
b ağlıy o rd um ; artık her şeyin değerini, aşk ım a ne k ad a r fay d ası
olab ileceğiyle ölçtü ğüm için, o an d a C h am p s-E ly see s'd e k ar-
şım d a du ran ve G ilberte'in ney se ki soy ad ım ı sö y lem em iş o la-
bileceği Sw an n 'in g ö z ü n d e bir z am an lar kendim i ne k ad ar g ü -
lünç d u ru m a d ü şü rm ü ş o ld uğ um u , geceleri Sw an n bütün ai-
leyle birlikte bahçe m asasın d a kahve içerken, annem i iyi ge ce-
ler dilem ey e od am a çağırttığım C o m b ray yıllarını, birden
utançla hatırlam ış, onları silem ediğim e hayıflanm ıştım .) M.
Sw an n , G ilberte'in biraz oy n am asın a izin verir, on b e ş dak ik a
bekley ebileceğini söyler ve herkes gibi d em ir bir iskem leye
o tu rara k VII. P hilippe'in pek çok kez sıkm ış o ld u ğu eliyle p a -
rasını ö d e y ip biletini alırdı; b u a rad a biz çim enlerin üstün d e
o y u n u m uz a b aşlard ık; güvercinler, k u şlar âlem inin leylakları
olan o gü ze l, kalp biçim indeki m en evişli bedenleriyle çim en-
likten h av alan ıp çeşitli sığın ak lara dağılırlardı; araların d an bi-
ri, b ü y ü k taş kurnanın kenarına konar, içine d a ld ırd ığ ı g a g a -
sıy la ad eta işlevin e işaret ettiği bu yem liğin, bol bol m ey ve ve
tahıl su n d u ğu n u gö sterird i; bir b a şk a sı, heykelin alnına konar,
kim i antik eserlerde rastlan an ve çokrenkliliğiyle taşın tek d ü -
zeliğin i kıran m ineli figürleri andırır ve sank i heykeli bir sim -
geyle, ait o ld u ğ u tanrıçaya belirli bir sıfat k azan d ıran ve ölüm -
lülerdek i isim gibi, on u yeni bir tanrıça haline getiren bir sim -
geyle taçlandırırdı.
Beklentilerim i gerçekleştirem eyen bu gü n eşli gün lerin bi-
rinde, hayal kırıklığım ı G ilberte'ten gizleyem edim .

419
"A slın d a benim size sorm ak istediğim bir sü rü şey vard ı,"
ded im . "B u g ü n ün ark ad aşlığım ızd a çok önem li bir yeri olaca-
ğını d ü şü n m ü ştü m . H albuki siz gelir ge lm ez gid iy orsu n uz! Ya-
rın erken gelm eye çalışın ki artık kon uşabilelim ."
G ilberte'in y ü zü ay dınlandı, sevinçle zıplayarak cevap ver-
di:
"C an ım ark ad aşım , yarın kesinlikle gelm eyeceğim d en
em in olabilirsiniz! Yarın kalabalık bir çay partisin e davetliyim ;
yarın dan son ra d a yokum , bir kız ark adaşım ın evine gidece-
ğim , onların penceresinden K ral T h e o d o siu s'u n gelişini seyre-
d eceğiz, çok heyecanlıyım , ondan sonraki gün d e Michel Stro-
g o jfa gidiy o ru z, eh, sonra d a N oel ve yılbaşı tatili var. Tatilde
beni G ü n ey 'e götürecekler belki. H arika olm az m ı?! G erçi o za-
m an N oe l ağacım o lm ayacak ; am a ne o lu rsa olsun, P aris'te kal-
sa m d a, b u ray a gelm em , çünkü annem le ziyaretlere gideriz. B a-
b am beni çağırıyor, h o şçak alm ."
FrançoiseTa birlikte, gün eşin hâlâ bir bayram gü n ün ü n ak-
şam ın d ak i gibi, bayrak larla don atm aya d e v am ettiği sokak lar-
dan eve dö nd ük . Bacaklarım ı sürü klem ekte zorluk çekiyor-
dum .
"B un da şaşılacak bir şey yo k ," d iy ord u Françoise, "b u
m evsim in h avası d eğil ki bu, çok sıcak. Yüce Tanrım ! Kim bilir
ne çok in san hastalanm ıştır, y uk arıd a d a her şe y birbirine gir-
m iş san k i."
H ıçkırıklarım ı b astırm ay a ç alışarak , G ilberte'in C h am ps-
E ly see s'y e uzun sü re gelem ey eceğin e d air sev in çle h ay kırdığı
sö zle ri içim den tek rarlıy ordu m . A m a zihnim in, G ilberte'i d ü -
şü n m ey e b a şla d ığ ı an d an itibaren, k e n d iliğin d en k apıld ığı
b ü y ü ve zihinsel bir alışkan lığın yarattığı içsel baskının, beni
G ilberte'in k a rşısın d a her zam an k i gibi -acık lı d a o ls a - özel
bir k o n um a yerleştirm esi, vakit geçirm ed en etkisini gö sterm e-
ye b a şlam ış, b u k ay ıtsızlık belirtisin e bile bir ro m an s k atm ıştı;
gözyaşların a d a h a k uru m ad an y ü zü m d e beliren tebessüm , bir
ö p ü cü ğü n titrek bir tasla ğın d a n b aşk a şe y d eğ ild i aslın da.
Postacının geleceği saa t y aklaşırke n , o a k şam d a her ak şam o l-
d u ğ u gibi, "G ilberte'ten bir m e k tup a lac ağım ," d ed im kendi
k en dim e; "ben i ne zam an d ır sev d iğ in i nihayet itiraf edecek,

420
b u gü n e k ad ar se vg isin i gizle m esin in , beni gö rm ede n de m u t-
lu o lab iliy orm uş gibi y apm asın ın , basit bir ark ad aş g ö rü n ü -
m ün e b ürü n m esin in ard ın d a yatan esraren giz nedeni açıkla-
y a cak ."
Her ak şam bu m ektubun hayalini kurar, onu h ayalim de
okur, her cüm lesini kendi kendim e tekrarlardım . Birdenbire
d eh şete k apılarak duru rd um . G ilberte'ten bir m ektup alsam d a,
onun bu m ek tup olam ayacağını, çünkü bu m ektubu benim
kendi k afam d an u y d u rd u ğ u m u kavrardım . O ndan sonra, eğer
telaffuz edersem , bu -e n değerli, en arzu lan an - kelim eleri ihti-
m aller k apsam ın d an çıkarırım kork usuy la, G ilberte'in bana
yazm asın ı istediğim kelim eleri zihnim den uzak tutm aya çalı-
şırdım . M ucizevi bir te sad ü f sonucu, G ilberte'ten alacağım
m ek tup benim k afa m d an u y d u rd uğ um m ektubun aynısı olsay -
dı bile, ben bu m ektupta kendi m etnim i görecektim ve benim
d ışım d an gelen, gerçek, yeni bir şeyle karşılaşm ışım , zihnim in
d ışın da, irad em den b ağım sız , gerçekten aşkın su n d u ğ u bir
m utluluk elde etm işim izlenim ini yaşayam ayacaktım .
Bu arad a, G ilberte'in ban a yazm ad ığı, am a hiç d eğilse
onun bana verm iş o ld u ğu bir yazıyı ok urdu m tekrar tekrar;
Bergotte'un, Racine'e ilham verm iş olan eski mitlerin gü zelli-
ğiyle ilgili, akik bilyeyle birlikte yanım dan hiç ay ırm ad ığım y a -
zısıyd ı bu. Bu yazıyı benim için aratıp b u ld u rm u ş olan ark ad a -
şım ın iyi kalpliliği du y gulan d ırırd ı beni; her insan, tutkusuna
birtakım sebepler b ulm ay a ihtiyaç d u y d u ğu için, hattâ ed eb i-
yattan ya d a başkaların ın ko n uşm alarından, insanı âşık ede bi-
lecek özellikler olduklarını öğren diği m eziyetleri se v d iğ i kişide
b ulunca sevin diği için ve hattâ -Svvann'ın bir zam an lar O det-
te'in güzelliğinin estetik niteliğiyle ilgili olarak yaptığı g ib i- bu
özellikleri taklit yo lu y la benim seyip, aşkının d ah a d o ğ al ve
kend iliğinden o ld u ğ u dön em d e aradığı özelliklere aykırı bile
olsalar, yeni birer âşık olm a sebebi haline d ö n ü ştü rd ü ğ ü için,
ben d e başlangıçta, ta C om b ray'd en beri, G ilberte'e hayatının
bü tün bilinm ezliği y ü zün den âşık o ldu ğum halde, onun hay a-
tına dalm ayı, artık benim için hiçbir anlam ı k alm am ış olan ken-
di hayatım ı terk ed ip onun hayatında yeniden vücut bulm ayı
isted iğim halde, şim d i G ilberte'in bir gün benim o bildik, d e -

421
ğe rsiz hayatım ın m ütevazı hizm etkârı, rahatlatıcı iş ark ad aşı
olabileceğini, geceleri ban a çalışm alarım da yardım cı olup çeşit-
li broşürler arasın d a k arşılaştırm alar yapabileceğini düşü n üyor,
bun u m üthiş bir ayrıcalık olarak gö rüyord um . Bergotte'a gelin-
ce, b aşlan gıçta G ilberte'i henüz görm eden sev m em e sebep olan
o bilge, n eredeyse ilahi ihtiyarı, şim d i en çok G ilberte y ü zü n -
d en seviyo rdum . Bergotte'un R acine'le ilgili y az ısı kadar, Gil-
berte'in onu paketled iği, iri beyaz m ühürlerle k ap atıp eflatun
k urdelelerle b a ğladığ ı k âğıdın gö rü n tü sü de haz verirdi bana.
G ilberte'in ru hu nd aki en iyi şeyleri, onun h avai yanını d eğil,
vefalı yanını tem sil eden ve G ilberte'in hayatının esraren giz b ü -
y ü sü y le sarm alan m ış o ld u ğu h alde, benim yan ım da, o d am d a
y aşay an , benim ya tağ ım d a yatan akik bilyeyi öperdim . N e var
ki, G ilberte'e olan aşkım ın bana artık bir hiçlik olarak gö rü n d ü -
ğ ü an lard a, aşk ım a adeta bir y oğun lu k kazan dırdık ları için G il-
berte'e olan aşkım la özdeşleştirm ekten ho şland ığım bu taşta ve
Bergotte'un y azısın d a b u ld u ğu m güzelliğin , aslın d a b u aşktan
önce var o ld u ğu n u, b u aşk a benzem ediklerini, bütün u n surları-
nın G ilberte henüz beni tanım azken, yetenek veya m adenbilim
y asaları tarafın dan belirlenm iş o ld u ğu n u ve G ilberte beni se v -
m ese, kitapta da, taşta d a hiçbir değişik lik olm ayacağını, d o la-
yısıyla onlard an bir m utluluk işareti çıkarm am ın an lam sız ol-
d u ğ un u fark ederdim . A şkım sürekli olarak ertesi gü n ü bekler,
ertesi gün , G ilberte'in aşkını itiraf edeceğini um ar, her akşam ,
gü n d üz ü n b aşarısız çalışm alarını b o zu p dağıtırdı; bu arad a
benliğim in karanlık larında m eçhul bir işçi, ko parılıp atılm ış ip -
likleri değerlendirir, benim h oşu m a gitm e, m utlu lu ğum için ça-
lışm a k ay gısı gütm eden, bü tün işlerinde görülen değişik bir
d ü ze n e göre, tekrar yerleştirirdi onları. Benim aşk ım a özel bir
ilgi d uy m ayan , sevild iğim e dah a baştan karar verm em iş olan
bu işçi, G ilberte'in bana an laşılm az gö rü n m ü ş olan hareketleri-
ni ve affettiğim kusurların ı tek tek toplardı. O zam an, bir araya
geldiklerin de, bütün bu hareketler ve k u surlar bir an lam k az a-
nırdı. Bu yeni d üzenlem e, G ilberte'in C h am p s-E ly sees'y e gele-
ceğine bir çay partisin e veya m ürebbiyesiyle alışverişe gittiğini,
yılbaşı tatilinde seyahate çıkm aya hazırlan dığın ı görünce, "D e -
m ek ki G ilberte ya h avai ya d a fazla u y sal," diye düşün m ekte

422
hak sız old u ğu m u söylerdi san ki bana. Ç ünkü Gilberte beni
sev se , havai de o lm azdı, uysal da; itaat etm eye zorlan dığı tak-
d irde de, benim onu gö rm ed iğim gün lerde hissettiğim ıstırapla
itaat ederdi. Bu yeni dü zenlem e, G ilberte'i sev diğim e göre, sev -
m enin ne dem ek o ld u ğu n u gaye t iyi bilm em gerektiğini de
söylerdi ban a; G ilberte'in gözün dek i değerim i artırm a isteğinin
b en de n asıl sürekli bir k aygı haline geldiğin e dikkatim i çeker,
bu y ü zd en Françoise'a m u şam ba bir ya ğm u rlu kla m avi sorguç-
lu bir şap k a alsın diye, dah a d o ğru su , beni C h am ps-E ly sees'y e
bu utanç d u y d u ğ u m hizm etçiyle gön derm esin diye annem e
y alvard ığım ı (annem Françoise'a haksızlık ettiğim i, onun bize
çok bağlı, n am uslu ve vefalı bir k adın o ld u ğun u söylerdi ceva-
ben) hatırlatır, G ilberte'i gö rm e ihtiyacım ın ald ığı boyutları, ay -
lar öncesinden itibaren, onun Paris'ten ne zam an ayrılacağını
ve nereye gideceğini öğrenm ekten b aşk a bir şey d ü şü n em ed iği-
m i, eğer G ilberte oray a gitm eyecekse en güzel m em leketi bir
sü rgü n yeri gibi g ö rd ü ğü m ü ve onu C h am p s-E ly sees'd e gö re-
b ild iğim sürece Paris'te kalm aktan başk a şey istem ed iğim i k a-
nıtlardı; G ilberte'in dav ranışlarının ardın da bu kaygıyı d a, bu
ihtiyacı d a b u lam ay acağım ı ban a gö sterm ek te zo rluk çekm ez-
di. G ilberte ise, aksine, benim bu k on ud ak i fikrim e hiç ald ırm a-
dan m ürebbiyesini takdir ediyo rd u. C h am ps-Ely sees'ye, M ade-
m oiselle'le alışverişe gideceği için gelm em eyi d o ğ al buluyor,
annesiyle bir yere gidecek se, gelm eyeceğin e sevin iyo rdu. Tatili
benim de onun gid eceği yerde geçirm em e izin verdiğini farz et-
sek bile, o gideceği yeri seçerken, anne babasının isteklerini,
kendisine sö zü edilen say ısız eğlenceyi düşün ür, ailem in beni
nereye gö nd erm eye niyetli old uğu y la zerrece ilgilenm ezdi. A ra
sıra, d ik katsizliğim y üz ün den ona oyunu kaybettirdiğim için
beni bir gün öncesinden veya bir ba şk a ark adaşın d an dah a az
sevd iğin i sö ylediğin d e, on dan öz ür diler, beni yine esk isi k a-
dar, diğerlerinden dah a çok sev sin diye ne yap m am gerektiğini
sorardım ; hiçbir şey y apm am a gerek olm adığını, beni zaten
sev d iğin i söylesin ister, sanki benim iyi veya kötü d av ran ışları-
m a day an arak, sırf sö yled iği sözlerle, kendi keyfine y a d a be-
nim keyfim e göre, beni sev in dirm ek için, ban a olan d u y g u ları-
nı değiştirecekm işçesin e yalvarırdım . H albuki benim ona iliş-

423
kin duygularım ın, onun davranışlarına da, benim isteğim e de
bağlı olm adığını bilm iyor m uy du m ?
G örünm ez işçinin y aptığı yeni düzenlem e, son olarak şun u
d a söylerdi: Bizi hep ü zm ü ş olan bir insanın d av ranışlarının sa -
m im i olm am asını arzu etsek de, bu davranışların geleceğe tut-
tuğu ışık k arşısınd a arzum u zun eli kolu bağlanır ve sö z k o n u-
su insanın gelecekteki davranışlarının ne olacağını arzum uza
d eğ il, bu ışığa so rm am ız gerekir.
A şkım bu yeni sözlere kulak verirdi; ertesi gün ün diğer
günlerden farklı olm ayacağın a, G ilberte'in ban a ilişkin, artık
değişem eyecek k ad ar eskiyen d u y gu su n u n kayıtsızlık o ld u ğ u -
na, G ilberte'le d o stlu ğu m u z d a tek sevenin ben old u ğu n a ina-
nırdı. "D o ğ ru ," diy e cev ap verirdi aşkım , "bu do stlu kla ilgili
y apılacak hiçbir şey yok, de ğişm esi im k ân sız." Bunun üzerine,
hem en ertesi gü n (ya d a yakında bir bayram , bir yıldön üm ü,
yılbaşı gibi d iğe r gün lerden farklı bir gün , geçm işin m irasını,
geçm işten kalan kederleri reddederek zam anı sıfırdan başlatan
özel bir gün v arsa, onu bekleyip) G ilberte'ten eski d o stlu ğu -
m uz d an vazgeçm esin i ve yeni bir do stlu ğun tem ellerini atm a-
sını rica ederdim .

D aim a el altın da b ulu n d u rdu ğum Paris haritası, M. ve


M m e Sw an n'in o tu rd u ğu so k ağ ı da gö sterd iğind en , benim n a-
zarım d a adeta bir hazine barındırırdı içinde. D u rup dururken,
neredeyse kahram an ca bir sad akatle, olur olm az bahanelerle,
so kağın adını söylerdim ; o k ad ar ki, annem le büyükannem in
aksine, aşk ım d an haberdar olm ayan b abam sorardı:
"C an ım ne diye sürekli şu sokak tan b ah sediy orsu n ? O lağ a-
n üstü bir tarafı yok ki; Bo ulo gn e O rm am 'na iki adım m esafede
olm ası bakım ın dan , oturm ak için hoş bir yer, am a aynı av antaja
sah ip en az on so k ak vardır."
A nn em le b ab am a Sw an n ism ini söyletm ek için binbir m a-
zeret yaratırdım ; k afa m d a zaten bu ism i d u rm ad an tekrarlar-
d ım elbette, am a o e şsiz tınısını işitm eye, notalarını ok um ak la
yetin em ed iğim b u m üziğin seslen d irilm esin e d e ihtiyaç d u -
yardım . A slın da onca z am an d ır b ild iğim bu Sw ann ism i, tıpkı
kim i afazi v ak aların d a, en çok kullan ılan kelim elerin bile o la-

424
bild iği gibi, yeni bir isim haline gelm işti benim için. Zihnim de
her an m evcuttu, buna rağm en zihnim ona alışam ıyo rd u. O nu
p arçalara ayırır, harflerini tek tek söylerdim , yazılışı her d e fa-
sın d a beni şaşırtırdı. Benim için tanıdık b ir isim olm aktan çık-
tığı an d a, gö zü m d ek i m asum iyetin i de kaybetm işti. Bu ism i
işitm ekten d u y d u ğ u m haz bana öyle utan ılacak bir şe y gibi
gelird i ki, ak lım dan geçenleri herkesin o k u d u ğ u n u ve ben ko-
nuyu oraya getirm ek isted iğim d e onların d eğ iştirm ey e çalış-
tıklarını zann ederd im . H ep d ö n ü p d o laşıp G ilberte'le ilgili k o-
n ulara gelir, aynı sözleri tekrarlayıp d u rurd u m ; bunların an -
lam sız sözlerd en -G ilb erte'ten u zak ta söylenen, on un d u y m a -
dığı, olanı tekrar eden, am a değiştirem ey en d e ğ e rsiz sö zler-
d e n - b aşk a bir şey o lm adığını ne k ad ar bilsem de, san ki b u şe-
kilde G ilberte'i çevreleyen her şeyi evirip çevirerek, y o ğ u ra-
rak, so n u n d a belki o n lard an bir m utluluk çıkarabilirm işim gibi
gelird i bana. A nn em le b abam a, san ki y üz kere tek rarladığım
sözler, nihayet G ilberte'in tem elli bizim le y aşam a k üzere, an i-
den k ap ıd an içeri girm esi son ucun u d o ğu ra cak m ış gibi, G il-
berte'in m ürebbiy esin i çok sev d iğ in i söylerd im . Débats okuyan
yaşlı hanım ı d u rm ad an göklere çıkarır (annem le b ab am a onun
bir büyükelçi eşi ya d a bir pren ses olabileceğini im a etm iştim ),
güz elliğin i, ihtişam ını, asaletini överdim ; bir gü n , G ilberte'ten
y an lış d u y m a d ıy sam , adının M m e Biatin o ld u ğu n u sö yledim .
"A a! A n ladım kim o ld u ğ u n u ," diye haykırdı annem ; ya-
naklarım ın utançtan kızardığını hissettim . "D ikkat! Dikkat! Z a-
vallı bü yü kbaban o lsa, öyle derdi. G üzel de d iğin o k adın mı!
K orkunç bir kadındır, her zam an d a öyleydi. D uldur, kocası
m übaşirdi. H atırlam ıyor m usu n ? K üçükken seni jim nastik der-
sine g ö tü rd ü ğ ü m d e onunla k arşılaşm am ak için ne num aralar
yapardım ; beni tanım adığı h alde ge lip konuşur, senin İDİr o ğ-
lan çocuğu için aşırı gü zel' o ld u ğu n u söylerdi, insan larla tanış-
m ak on da bir saplantıdır, gerçekten M m e Sw an n'la tanışıyorsa,
onu hep delinin teki gibi görm ekte haklıym ışım dem ektir. Ç ün -
kü d ü şü k bir m uhitten çıkm ış olm akla birlikte, bir ayıbı da
yoktur bild iğim k adarıyla. N e v ar ki, in san larla tanışm ak d a -
im a v azgeçem ediği bir tutku olm uştur. K orkunç bir kadındır,
son derece bayağıd ır ve ayrıca yapm acıktır."

425
Sw an n 'a gelince, ona ben zeyebilm ek için, so frad a sürekli
b u rn u m u çekiştirip gözlerim i o vu ştururd u m . B abam , "B u ço-
cuk geri zekâlı, bü yüyün ce feci bir şey olacak," derdi. Her şe y -
den çok isted iğim , Sw ann gibi kel olm aktı. Sw ann bana o k a-
d ar olağ a n ü stü bir varlık gibi görün ü y o rd u ki, benim g ö rü ştü -
ğü m insan ların onu da tanım asını, onunla herhangi bir gün,
tesad üfen k arşılaşm an ın m üm kün olm asın ı m ucizevi b u lu y o r-
du m . Bir keresin de annem , her ak şam yem eğin deki gibi, bize
ö ğle den so nra yaptığı alışverişleri anlatırken, "B u arad a bilin
b ak alım Trois Q u artiers'de, şe m siy e reyon un da kim i gö rdü m :
Sw an n 'i," deyince, benim için bir çölden fark sız olan h ikây esi-
nin o rtasın d a esraren giz bir çiçek açıverdi. Sw an n'in o gün ö ğ -
leden son ra, tab iatüstü siluetiyle k alab alığın içinde boy g ö ste-
rerek bir şem siy e aldığını öğrenm ek ne h üzün lü bir hazdı!
H epsin e aynı dereced e k ayıtsız k aldığım irili ufaklı olayların
arasın d a bir tek bu, G ilberte'e olan aşkım ı sürekli alevlendiren
özel titreşim leri y aratıy ord u içim de. Babam o gün lerd e Fran -
sa'n ın resm î k o n uğu olan ve m üttefiki o ld u ğ u id d ia edilen
K ral T h eo d osius'u n ziyaretinin ne gibi siy asi son uçlar d o ğ u ra -
bileceği k on uşulurken din le m e diğim için, hiçbir şe y le ilgilen -
m ediğim i sö ylüy ord u. O y sa ben öğleden sonra Sw an n 'in ü ze -
rin de pelerinli p alto su o lup olm adığını o k adar m erak e diy or-
d u m ki!
"S elâm laştın ız m ı?" diye sord um .
"Tabii can ım ," ded i annem ; her zam anki gibi, S w an n'la
aram ızın b o zuk o ld u ğu n u itiraf ederse, M m e Sw an n 'la tanış-
m ak istem ediği için arz u lam ad ığı bir barıştırm a girişim iyle k ar-
şıla şm ak tan korkar gibiydi. "O geldi yanım a, ben on u gö rm e-
m iştim ."
"Peki am a siz k ü s değil m isin iz ?"
"K ü s m ü? N iy e küs olalım k i?" d e d i annem sertçe, sanki
ben Sw an n 'la iyi bir ilişkisi o ld u ğ u varsayım ına gö lg e d ü şü r-
m üş, bir "y ak ın laştırm a" çabası içine girm işim gibi.
"O n u artık eve d ave t etm ediğin için san a kızm ış olabilir."
"H erk esi ev im ize dave t etm ek zo run d a değiliz ki; o beni
d av e t ediyor m u evine? K arısını tanım ıy orum ."
"A m a C o m b ray 'd e hep evim ize gelirdi."

426
"Ev et, C o m b ray 'd e gelirdi, am a Paris'te b aşk a m e şg u liy et-
leri var, benim de öyle. Fakat em in ol, halim iz birbirine k ü s iki
in san a hiç m i hiç benzem iyordu. O nun paketini getirm ekte g e -
ciktikleri için birkaç dakika çene çaldık. Seni so rd u, kızıyla bir-
likte oyun oynadığınızı sö y le di," diye ekledi annem . Ben,
Svvann'ın zihninde var olm am gibi bir m ucize k arşısın da ken-
d im d en geçm iştim ; hattâ yalnızca var olm akla k alm ayıp, ben
C h am p s-E ly sé es'd e onun karşısınd a aşkla tir tir titrerken, o be-
nim adım ı, annem in kim olduğu n u bildiğin e göre, benim kızı-
nın ark ad aşı sıfatım a, b üyükann em ve bü yükb ab am la, onların
aileleriyle, nerede o tu rd uğu m u zla, eski günlerim izin, belki be-
nim bile bilm ed iğim bazı özellikleriyle ilgili bazı bilgiler de ek-
lediğin e göre, dem ek ki zihninde oldukça ayrıntılı biçim de yer
alıyordum . N e var ki annem , kendisini g ö rd ü ğü an Sw an n'in
n azarın d a belirli bir kişiyi tem sil ettiği ve Sw an n'in, onun yanı-
na g id ip selam verm esini gerektirecek ortak bazı anıları p a y laş-
tığı biri sıfatıyla yer aldığı o Trois Q uartiers reyo nun da, kend i-
ne has bir bü yü b ulm am ış gibiydi.
Zaten annem d e babam d a, Svvann'ın büyü k bab asın d an ,
em ekli sarraf un van ın dan sö z etm eyi hazların en b ü y ü ğ ü o la-
rak görm ü yor gibiydiler. H ayal gücüm , Paris'in tam am ınd a bir
tek aileyi diğerlerinden ayırm ış ve k utsam ış, aynı şeyi şehrin
binaları için de y a p ıp d ış kapısın ı kendi yo nttuğu, pencerelerini
sü sle d iğ i belirli bir evi d e tecrit etm işti. A m a bu sü sleri gören,
bir tek bendim . B abam la annem in nazarın da, nasıl Svvann'ın
o tu rd u ğu ev, B ou logn e O rm anı civarında aynı d ö n em d e inşa
edilm iş d iğ er evlere benziyo rsa, Svvann'ın ailesi d e d iğ er sarraf
ailelerine benziyordu. A nnem ler Svvann'ın ailesini, bü tü n d ü n -
y ad a geçerli ölçütlere göre değerlendiriyorlar, herhangi bir
özellik atfetm iyorlardı ona. A ksine, bu ailede tak dir ettikleri
m eziyetleri, aynı, hattâ d ah a yü ksek bir derecede, b aşk a aileler-
d e d e buluyorlardı. D olayısıyla, evlerinin yerinin güze l o ld u ğ u -
nu söyledikten sonra, d ah a d a iyi bir kon um a sah ip, am a Gil-
berte'le hiç ilgisi olm ayan bir evden , aynı şek ilde, onun b ü y ük -
b ab asın d an dah a yü ksek seviyedeki bir sarraftan sö z ed iyo rlar-
dı; bir an sanki benim le aynı fik irdeym iş gibi görün seler de, bu
bir yanlış an laşılm ad an öteye gitm iyor ve çok geçm eden açıklı-

427
ğa k av uşu y o rdu . Ç ünkü annem le babam , G ilberte'i çevreleyen
her şey d e bir bilinm ezlik, renk âlem in d e kızılötesi neyse, d u y -
gu lar d ü n y asın da ona tekabül edebilecek bir özellik görebilm ek
için gerekli, bana aşkım ın sağ lad ığı o geçici ve faz lad an d u y u -
dan yoksundular.
G ilberte'in C ha m ps-E ly sees'ye gelm ey eceğini b ildird iği
günlerde, beni ona biraz olsun yaklaştıracak gezintiler y ap m a-
ya çalışırdım . Bazen Françoise'ı Svvann'ların evinin önüne, hac-
ca gö türürdüm . M m e Svvann hakkında m ürebbiyeden öğren-
diklerini defalarca tekrarlatırdım Françoise'a. "M ad aly o n u ğ u -
runa çok inanırm ış. G eceyağrısı kedi görse, b ay k u ş sesi veya
d u v ard a sank i saatin tik-takları gibi bir ses, bir ah şa p çıtırtısı
d u y sa, im kânı yok sey ahate çıkm azm ış. Ya, inancı çok kuv ve t-
liy m iş!" G ilberte'e o k ad ar âşıktım ki, y o ld a yaşlı uşak ların a
köpek gezdirirken rastlasam , h eyecandan y olum a d evam ed e-
m eyip durur, sev gi do lu bakışlarım ı u şağın b ey az favorilerine
dikerdim . Françoise sorardı:
"N ey iniz v a r?"
Sonra, yola d evam eder, G ilberte'lerin evinin önüne, dış
k apısın a gelirdik; bütün k apıcılardan farklı, üniform asının şe-
ritleri bile G ilberte ism ini d uyun ca h issettiğim zalim büyüyle
sarm alan m ış olan kapıcı, benim , d o ğ u ştan d eğ ersiz o ld uğ um
için, kendisinin koru m akla görevli o ld u ğ u esraren giz hayata
n üfuz etm esine asla izin verilm eyecek kişilerden o ld u ğu m u bi-
lirm iş gibi du ru rd u; asm a kat pencereleri d e san ki bu hayatın
üzerine kapatıldıklarının bilincinde gibiydiler, m uslin perd ele-
rinin asil kıvrım ları arasın d a, herhangi bir pencereden çok, G il-
berte'in bakışlarına benzerlerdi. Bazen d e b ulv arlara giderdik,
ben D uphot Sok ağı'n ın başın a dikilirdim ; Svvann'ın, dişçisin e
giderken orad an sık sık geçtiğini d uy m u ştum ; hayal gücüm
G ilberte'in babasını insanlığın geri k alan ından o k ad ar farklı kı-
lıyordu, M. Svvann'ın varlığı gerçek d ün y ay a o k a d ar gerçekü s-
tü bir nitelik k azan dırıyord u ki, d ah a M adeleine'e gelm eden, o
d o ğaü stü görü ntün ü n ansızın ortaya çıkabileceği bir so k ağa
yak laşm ak ta o ld u ğu m u d ü şü n ü p heyecanlanırdım .
A m a en sık yaptığım şe y -G ilb erte'le gö rüşm ey ecek sek -,
M m e Svvann'ın hem en hem en her gün "A k a sy a la r" yolunda,

428
B üy ük G öl'ün etrafında ve "K raliçe M argu erite" y olunda y ü rü -
y ü ş yaptığını öğrend iğim den, Françoise'ı Bo ulogne O rm anı'na
sürüklem ekti. B oulogne O rm anı benim gö z üm d e , çeşitli çiçek-
leri, birbirine aykırı m an zaraları bir arada gö rd ü ğü m üz , bir te-
penin ard ın da bir m ağara, bir çayır, kayalar, bir nehir, bir çukur,
bir tepe, bir bataklık b u ld u ğ u m u z, am a bütün bunların, sadece
suaygırın ın , zebraların, tim sahların, Rus tavşanlarının, ayıların
ve balıkçılın oyunlarına u yg u n bir ortam ya da özgün bir fon
sağ lam ak üzere orada bu lu n d uğ un u bildiğim iz h ayv anat bah -
çeleri gibiydi; Bo ulo gne O rm anı da aynı karm aşık yapıya sa -
hipti, birbirinden farklı, k apalı küçük dünyaları bir araya getiri-
yordu -V irgin ia'd a bir tarım işletm esine benzeyen, sekoyalar
ve A m erika m eşeleri ekili bir çiftliğin yanında, göl kenarında
bir kökn ar k orusu ya d a içinden ansızın y u m u şak kürkü ve g ü -
zel vahşi hayvan gözleriyle hızlı hızlı yürüyen bir kadının fırla-
dığı, y ük sek bir ağaçlık yer alıy o rd u - orası, K ad ınlar Bahçe-
si'y d i; ve A k asy alar yo lu da -tıp k ı Aeneis' teki M ersinler yolu
g ib i- ünlü G üzellerin, onların şerefine tek türden ağaçlarla s ü s -
lenm iş m ekânıydı. N asıl ki çocuklar, denizaslanının su y a atla-
dığı kayanın ucunu ta u zak tan gördüklerinde, orada den izasla-
mnı d a göreceklerini bildikleri için, sevinçten yerlerinde d u ra-
m azlarsa, ben d e d ah a A k asyalar yoluna v arm ad an çok önce,
akasy aların etrafa yayılan k ok u sun u, hem gü çlü, hem d e y u -
m uşak , benzersiz bir bitkisel varlığın yakın da o ld u ğu n u ta
u zaktan hissettiren k ok usu n u d u y d u ğ u m d a, sonra yak laşıp
yük sek dallardak i hafif, cılız, d o ğa l ve zarif, cilveli kesim li, ince
d o k u lu y aprakları v e yaprak ların ü stün e kanatlı, titrek, değerli
p arazit kolonileri gibi ü şü şm ü ş yüzlerce çiçeği gö rd ü ğü m d e,
hattâ o dişi, aylak, tatlı isim lerini işittiğim de, kalbim çarpm aya
b aşlard ı, am a sanki bir balonun girişin de teşrifatçının d u y u rd u -
ğu, güz el davetli hanım ların isim lerinden başk a bir şey çağrış-
tırm ayan bir vals işitm işçesine, sosyetik bir arzuyla çarpardı.
Bana A k asy alar yo lun da, h epsi evli olm adıkları h ald e M m e
Svvann'ın yanında sık sık adları geçen, am a tak m a isim leriyle
anılan kim i şık hanım ları görebileceğim i söylem işlerdi; eğer
v arsa, yeni soyad ları, ad eta kim liklerini gizlem ek için kullanı-
lırdı ve b u h anım lardan bah sederken, kim den sö z edildiğin in

429
an laşılm ası için, bu yeni soyad larının k ullanılm am ası gerekirdi.
K adın zarafeti bağlam ın d a G üzelliğin gizli birtakım y asa lar ta-
rafın d an yönetildiğini ve bu gizli bilgilere sah ip olan b u k ad ın -
ların, onu gerçekleştirm e yetisine de sah ip olduk ların ı d ü şü n -
d ü ğ ü m için, kıyafetlerinin, arabaların ın, gö n ü lden inan dığım
binbir ayrıntının k arşım da belirm esini peşinen bir vah iy kabul
ederdim ; inancım , bu geçici ve devingen top lu lu ğa bir şah ese-
rin bü tü n lü ğü n ü k azan dıran ruhtu. A m a asıl gö rm ek isted iğim ,
M m e Svvann'dı; onun geçm esini, G ilberte'i görecekm işim gibi
heyecanla beklerdim ; G ilberte'in çevresindeki her şe y gibi, an -
nesiyle babası d a onun b üy ü sü y le sarm alan m ış olduk ların d an ,
b en d e onun k adar güçlü bir aşk, hattâ dah a çok acı veren bir
heyecan (çünkü onunla ortak noktaları, hayatının b an a y asak
olan m ahrem bölüm üy dü) ve son olarak d a, (ileride görüleceği
gibi, k ısa bir süre sonra, G ilberte'in benim le oyun oy n am asın -
d an hoşlanm ad ıkların ı öğrend iğim için) b ize acı çektirm e im -
kânlarını son un a k ad ar k ullan an lara d aim a b esled iğim iz h ay -
ranlık d u y gu su n u uyandırırlardı.
M m e Svvann'ı, üzerinde yün lü k um aştan, kısa, yırtm açlı
bir etek, b aşın d a bir sülün k anad ıy la süslen m iş küçük bir bere,
gö ğsü n d e bir dem et m enekşeyle hızlı hızlı yürü yerek, arab a la-
rının içinde onun siluetini u zak tan tanıyıp kim senin onun k a-
d a r şık olam ayacağını dü şün en ve kendisin i se lam lay an beye-
fendilere bir göz kırpışıyla ce vap vererek, sanki evine dönm ek
için en kısa yol oym uşçasın a A k a sy alar y o lu n d an geçerken gö r-
d ü ğ üm d e, estetik değerler ve yü k sek so syeted e itibar sırala m a-
sın da, sad eliğ i ilk sıray a koyardım . A m a eğer gü cü tükenen,
dizlerinin "k esild iğin i" söyleyen Françoise'ı zorlayıp , bir saat
boyunca volta attıktan sonra, nihayet Porte D auph in e'e b ağ la-
nan ağaçlı yolun başın d a, -benim n azarım da, daha sonraki yıl-
lard a nüfuzların a ilişkin d ah a belirgin ve tecrübeye day an an
bir fikir edin diğim gerçek kraliçelerin katiyen tem sil ede m ediği
bir kraliyet itibarının, bir saltan at girişinin canlı sim g esi olan ,-
C onstantin G uy s'in desenlerini hatırlatan, iki ince, biçim li, kula
atın rü zgâr gibi u çu rdu ğu, arabacı k oltuğu n da K azak lar gibi
kürklere bü rün m ü ş d ev bir arabacıyla, yanın da "rahm etli
B aud en o rd'un k aplan ı"n ı hatırlatan u fak tefek bir u şağ ın otur-

430
d u ğ u , norm alden kasten b iraz d ah a yü ksek , son m od a, gö ste-
rişli süslem eleri bir yandan eski m otifleri de çağrıştıran m uhte-
şem faytonu gö rm ü şsem -d a h a d oğ ru su , şeklinin, kalbim e d e -
rin ve keskin bir yara h alin de o y u ld u ğ u n u h issetm işse m - birin-
ci sıraya sad eliği değil, şatafatı koyardım . A rabanın arkasınd a
rahatça k aykılm ış oturan M m e Sw an n, o sıralar tek bir ak tuta-
m ın haricinde sap sarı olan saçları, çiçeklerden, çoğunluk la m e-
nekşelerden olu şan, u zun tüllü, ince bir taçla tutturulm uş, elin-
d e eflatun bir gün eş şem siy esi, d ud ak ların da benim yalnızca
bir kraliçenin iyilikseverliğin i gö rd ü ğ ü m , d ah a ziya d e bir y o s-
m an ın kışkırtıcılığını sergileyen, çeşitli an lam lara çekilebilecek
bir tebessüm le, kendisini selam lay anlara hafifçe başını eğerek,
tatlı tatlı karşılık verirdi. Bu teb essü m aslın da kim ilerine, "Ç o k
iyi hatırlıyorum , h arik ay d ı!", kim ilerine, "O k adar isterdim ki!
N e b ü y ük talihsizlik !", kim ilerine de, "İstiy orsan ız, gayet tabii!
Ben bu k on voyu bir süre dah a izleyeceğim , sonra ilk fırsatta ay-
rılacağım ," derdi. Tanım adığı in san lar geçerken de, adeta bir
d o stun bekleyişiyle ya d a h atırasıyla biçim lenen ve görenlere,
"N e k ad ar güzel bir k ad ın !" dedirten aylak bir tebessü m d o la-
şırdı d ud akların d a. Bir de, sad ece bazı erkeklere yönelttiği, acı,
gergin, çekingen ve so ğu k bir tebessü m ü vardı ki, "E vet, p e sp a-
ye ad am , o yılan dilinizi katiyen tutam adığın ızı gayet iyi bili-
yorum ! Ben sizinle u ğraşıy o r m u y u m ?" anlam ına gelirdi. Co-
quelin, kendisini dinleyen d ostların a nutuk çekerek geçer, ara-
b alardaki tanıdıklarına eliyle abartılı tiyatro selam ları verirdi.
A m a ben sad ece M m e Sw an n 'i d ü şü n ü r ve onu görm ezlikten
gelirdim , çünkü A tış alanı h izasın a geldiğin d e arabacısına kon-
voyd an ayrılıp durm asın ı söyleyeceğini, ağaçlı yolu yürüyerek
ineceğini bilirdim . M m e Sw an n 'm yanın dan geçm e cesaretini
k en d im de bu labild iğim günler, Françoise'ı o tarafa d o ğru sü -
rüklerdim . G erçekten de M m e Sw an n 'i y a ya y o lun da bize d o ğ -
ru gelirken görürdüm ; halkın kraliçeleri hayal ettiği şekilde,
b aşk a kadınların üzerin de gö rm ed iğ im iz zengin k u m aşlar ve
takılarla d onan m ış, eflatun elbisesinin uzu n k u y ruğ un u peşin -
d e sürüyerek, bakışlarını ara sıra şem siyesinin sap ın a indirerek,
geçenlere pek dikkat etm eden, sanki tek am acı, tek derd i spo r
y apm akm ış, g örüld ü ğün ü, bütün başların kend isin e çevrildiği-

431
ni dü şü n m ezm iş gibi yü rü rdü. Yine de ara sıra, tazısına seslen -
m ek için ark asın a dö n d üğ ü n d e , etrafını fark ettirm eden şöyle
bir kolaçan ederdi.
O nu tanım ayan in san lar bile, onda bir farklılık, bir aşırılık
g ö rü p -belki de Berm a'nın kendini aştığı an larda, cahil seyirci-
ler top lulu ğund a patlayan alkışlar gibi, telepati d algaların ın y a-
y ılm asıy la- m eşh ur biri o lm ası gerektiğine kanaat getirirlerdi.
K endi kendilerine, "K im acab a?" d iye m erak eder, bazen yol-
d an geçen birine sorar veya kendilerini derhal aydınlatabilecek
bilgili ark ad aşların a tarif edebilm ek için, kıyafetini hatırlarında
tutm aya çalışırlardı. Bazıları da, adım larını y av aşlatarak k on u-
şurlardı:
"K im bu, biliyor m u su n u z? M m e Sw ann! A nlam ad ın ız m ı?
Peki, O dette de Crecy d e se m ?"
"O dette d e C recy m i? Ben de kendi kendim e diy ord um ki
bu hüzün lü gözler... A slın da pek genç d e say ılm az artık! H atır-
lıyorum da, M ac-M ahon'un istifa ettiği gün yatm ıştım on u nla."
"Bence bunu kendisine hatırlatm asanız iyi edersiniz. Şim di
o M m e Sw ann oldu; Jockey K u lübü üyesi ve G aller Prensi'nin
d o stu olan bir beyefendiyle evli. H âlâ d a bir içim su ."
"Evet, am a siz bir d e kendisini o zam anlar görseydiniz, ne
k ad ar güz eldi! Çin işi biblolarla dolu tuhaf, küçük bir ev de otu-
rurdu. H atırlıyorum d a, gazete satıcılarının gü rültüsü n den ra-
hatsız o lm uştuk, so n un d a yataktan kaldırm ıştı beni."
Ben y apılan yorum ları d u y m az, sad ece M m e Sw an n'in et-
rafın dak i belirsiz şöhret m ırıltısını fark ederdim . Birkaç san iye
sonra, araların da beni k üçüm sed iğin i h issettiğim m elez b ank a-
cının bu lun m ad ığın ı esefle fark ettiğim bütün bu insanların,
hiç dikkatlerini çekm eyen, silik bir delikanlıyı, güzelliği, ah lak -
sızlığı ve şıklığıyla d ün ya çapın d a bir şöhret y ap m ış olan bu
k adın a selam verirken (d o ğruy u sö ylem ek gerekirse kendisini
tanım ıyordum , am a annem le b ab am kocasını tanıdıkları ve ben
d e kızının ark ad aşı o ld uğ u m için, k en d im d e bu hakkı b u luyo r-
dum ) göreceklerini düşü n ün ce, kalbim sabırsızlıkla çarpardı.
M m e Sw an n yakm a ge ld iğin d e de, şap k am ı çıkarıp kolum a
kocam an bir daire çizdirerek öyle abartılı ve uzun bir selam ve-
rirdim ki, gülüm sem ekten kendini alam azd ı. Etraftakiler güler-

432
di. M m e Sw ann ise, beni G ilberte'le birlikte hiç gö rm ediği için
adım ı bilm iyordu, am a onun gö z ün d e, -bek çiler gibi, kayıkçı
gibi, ekm ek attığı, göld eki ördekler g ib i- B oulogn e O rm anı ge-
zintilerinin, ikincil, aşina, isim siz, bir "sah n e görev lisi" k adar
bireysellikten yo ksun şah siyetlerin den biriydim . O nu A k asy a-
lar yo lu n da gö rem ediğim bazı günler, yalnız kalm ak veya öyle
gö rün m ek isteyen kadınların gittiği Kraliçe M arguerite yolun -
d a karşım a çıkardı; M m e Sw ann uzu n sü re yalnız kalm az, ço-
ğunlu kla gri silindir şap kalı, benim tan ım adığım bir erkek ar-
k ad aşı d a ona katılır, ikisinin d e arabaları peşlerin de, uzun
u zu n sohbet ederlerdi.

Boulogne O rm anı'nı suni bir yer, bir h ayvan at ya da m ito-


loji bahçesi haline getiren k arm aşıklığı, bu yıl bir kez d ah a g ö z-
ledim ; Trianon'a gitm ek üzere orm anın içinden geçiyordum ;
Paris'te, biz görem eden, çabucak geçip giden sonbaharın g ö-
rüntülerine hem çok yakın, hem d e onlardan m ahrum o ld u ğ u -
m u z evlerin içinde, dökülen y apraklara d u y ulan özlem in, bir
hum m a gibi insanın u y k u sun u bile kaçırabildiği, kasım ayının
ilk sabah larından biriydi. O nları görm e isteğim in çağrısına
u y up gelen kuru yapraklar, pencereleri k apalı o d am d a, bir ay-
dır, zihnim le y oğu n laşm ay a çalıştığım bir nesnenin arasına gi-
riyor, ara sıra nereye b ak sak gö zü m üz ün ön ünde kıpırdayan
sarı lekeler gibi, d ö n ü p du ruyorlardı. O sabah , gün lerdir yağan
yağm u ru n sesini işitm eyince, tıpkı b itişm iş du dak ların iki köşe-
sind e gizli bir m utluluğun açığa çıkm ası gibi, k apalı perdelerin
kenarın dan gün eşli havanın gülüm se diğin i görün ce, o sarı y ap -
rakları, gü n e ş v u rm u ş halleriyle, güzelliğin in d o ruğu n d a göre-
bileceğim i hissetm iş, eskiden şöm inem in bacasın d a rüzgâr
u ğu ld a d ığ ın d a d en iz kenarına gitm ek için nasıl d ay an ılm az bir
istek d uy arsam , o gün de d ay an am ay ıp so n bah ar yapraklarını
görm ek için Boulogne O rm an ı'ndan geçerek Trianon'a gitm ek
üzere yola koy ulm uştum . B oulogne O rm anı'nın, belki de en
çokyönlü gö rün d ü ğü saat ve m evsim di, çünkü hem her zam an -
kinden dah a fazla, hem d e dah a farklı biçim de bölünm üştü.
G eniş bir açıklığın bu lu n d u ğu alanlarda bile, yer yer, yaprak la-
rının tam am ını d ök m üş veya hâlâ yeşil yapraklarını koruyan

433
uzaktaki koyu ağaç küm elerinin o luştu rd u ğu fonda, turuncu
renge bürün m üş, çift sıra halindeki k estane ağaçları, sanki yeni
b aşla n m ış bir tabloda ilk boy anan figürler gibi, araların da u z a-
nan ışıklı yolu, dah a sonra resm e eklenecek kişilerin gezintisine
deko r olarak sunm aktaydılar.
Biraz ileride, yeşil yaprakların ın hiçbirini dökm em iş olan
ağaçların arasın da, bir tek küçük, bodur, tepesi bu dan m ış, inat-
çı ağacın çirkin kızıl saçları rüzgârla savrulu yordu. Bir başk a
k öşede, yaprakların m ayıs ayı olan bu m evsim in ilk uyanışı y a-
şan ıyo rd u ; kışın açan pem be bir akdiken gibi güleç, m ucizevi
bir Ja po n sarm aşığm ın yaprakları, d ah a o sabah rengârenk aç-
m ışlardı. Bo ulo gne O rm anı, bitkibilim sel bir kaygıyla ya d a bir
şen liğe hazırlık olarak, hen üz yerlerinden sök ülm em iş yaygın
türden ağaçların ortasına iki üç değerli türün dik ildiği ve garip
yapraklı b u ağaçların, adeta çevrelerine bir açıklık, aydınlık ve
hava yayd ığı fidanlıkların, parkların geçici ve sun i h avasın a
bürünm üştü. K ısacası, Bo ulo gne O rm anı'nın, en çeşitli türleri
sergilediği, en çok say ıd a farklı un suru , k arm aşık bir bileşim
halin de sun d u ğ u m evsim di. Aynı şey, gün ü n o saati için d e ge-
çerliydi. A ğaçların henüz yapraklarını dökm em iş kısım ları, s a -
bah güneşinin neredey se y atay ışınlarının d e ğ d iğ i n oktadan iti-
baren, sanki bir m ad d e d eğişim in e m aruz kalıyorlardı; ışık, tıp-
kı birkaç saat sonra, gün batım ı y ak laştığın d a da görüleceği şe-
kilde, bir lam ba gibi bir an da ayd ınlan arak ta uzak taki y ap ra k -
lara yapay, sıcak parıltılar yansıtıyor, gö v d esi yan m az, donuk
bir şam d an a benzeyen bir ağacın üstteki yapraklarını alev alev
tutuşturuyordu. G ün eş bir tarafta kestane ağaçlarının y a prak la-
rını birer tuğla gibi kalınlaştırıyor, İran işi, m avi desenli sarı bir
d u v ar gibi, gök y ü zün e kaba bir işçilikle yapıştırıyor, öte tarafta,
aksine gök yü zünd en ay ırd ığı yapraklar, gergin, altın p arm ak la-
rını hav aya uzatıyorlardı. Japo n sarm aşık ların a b ü rü n m üş bir
ağacın tam ortasına, o g ö z alıcı parlaklıkta tam seçilem eyen,
kırm ızı çiçeklerden, belki bir cins karanfilden oluşan d ev asa bir
buket aşılıyord u. O rm anın, y a z m evsim in de yeşilliğin yo ğun -
lu ğu ve tek düzeliği n eden iyle iç içe geçen değişik bölüm leri,
birbirinden ayrılm ıştı. A çıklık alanlar, her bölüm ü n b aşlad ığı
yeri görm e im kânı sağ lıy ord u ; bazı bölüm ler de, önlerinde san -

434
cak gibi dikilen görkem li bir yaprak toplulu ğu yla işaretlenm iş-
ti. A rm enonville, Pré C atelan, M adrid, K o şu alanı, gölün kıyısı,
tıpkı renkli bir haritadaki gibi ayırt edilebiliyordu. A ra sıra,
ağaçların kenara çekilip yer açtığı veya bir çim enliğin, yu m u -
şak p latform un da taşıdığı gereksiz bir yapı, suni bir m ağara,
bir değirm en çıkıyordu ortaya. Boulo gne O rm anı'nın bir orm an
olm akla k alm ayıp, ağaçlarının hayatıyla ilgisiz bir am aca hiz-
m et ettiği hissed iliy ord u; y aşad ığ ım coşkunun kayn ağı, so n ba-
har hayranlığı değil, bir arzu yd u . R uhu m uzun önce sebebini
bilm eden, d ışarıd an k ayn aklanm adığın ı an lam ad an hissettiği
m u tluluğun tükenm ez kayn ağı olan arzuyd u . A ğaçlara, onları
aşan ve her gü n birkaç saat boyunca çevreledikleri o gezinen
dilberler şah eserin e d oğru, benden h abersiz yönelen, d o y u m -
su z bir sev giy le bakıyordum . A k asyalar yoluna d o ğru yü rü yo r-
dum . içinden geçtiğim yüksek ağaçlı k orularda sabah güneşi
yeni bölünm eler yaratıyor, ağaçları buduyor, d eğ işik dalları
birleştirip buketler oluşturuyo rd u. İki ağacı ustalıkla kendine
çekiyor, ışık ve gölgenin keskin yontm a kalem iyle her birinin
gö vd esin i ve y aprak larını ortadan ikiye b ö lüp geriye kalan iki
yarım dan , ya etrafı gü n eşle sınırlanm ış tek bir gö lg e sütun u, ya
d a sun i, titrek silueti siyah bir gö lge ağıyla kuşatılm ış tek bir
aydınlık hayalet örüyordu. Bir gün eş ışınıyla altın rengine b o-
yan an en tepedeki dallar, bütün k oruluğu n d en ize batm ışçasın a
gö m ü lü o ld u ğ u zü m rüt renkli, sıv ı atm osferden , tek başların a,
pırıltılı bir ıslaklık içinde çıkar gibiydiler. Ç ünk ü ağaçlar kendi
canlarıyla beslenm eye de v am ediyorlardı; yaprakları d ö k ü ld ü -
ğ ü zam an bu hayatiyet, gö vdelerin i saran yeşil k adife kılıfın
üzerinde, veya kavakların tepesine serpiştirilm iş, M ichelange-
lo'nun Yarafı/zş'ındaki gü n eş ve ay k ad ar y usy uv arla k ökseotu
toplarının beyaz m inesinde, d ah a d a güze l parlıy ordu . A m a
yıllardır adeta aşılanm ış gibi, kad ın larla ortak bir h ayat y a şa-
m ak zo run da kalm ış olan ağaçlar, geçerken dallarıyla örttükle-
ri, kendileri gibi m evsim in gücün ü hissetm eye m ecbur ettikleri
orm an perisini, süratli, rengârenk sosyete dilberini çağrıştırı-
yorlardı ban a; kadın zarafeti şah eserlerinin, bilin çsiz ve suçor-
tağı yaprakların arasın d a birkaç san iyeliğine görüneceği yerle-
re heyecanla k o ştuğu m inançlı gençliğim in m utlu günlerini ha-

435
tırlatıyorlardı. A m a Boulogne O rm anı'nın, az sonra Trianon'da
göreceğim k estane ve leylak ağaçların d an bu b ağlam d a daha
etkileyici olan köknarlarıyla akasy alarının arzulattığı güzellik,
benim d ışım d a, tarihî bir dönem in hatıralarında, sanat eserle-
rinde, önüne altın dam arlı yap rakların yığıldığı küçük bir A şk
tapın ağın da sabitlenm iş değildi. G ölün kıyısına vardım , A tış
alanına k ad ar gittim . O zam an la r k afam d aki m ükem m eliyet
k avram ı, bir faytonun yüksek liğin den ve o y aban arısı k adar çe-
vik, öfkeli ve D iom ed es'in zalim atları gibi gözleri kanlı atların
zay ıflığınd an oluşu y ord u; işte şim d i de, eskid en sev d iğim şey -
leri yeniden gö rm e isteğine, yıllar önce beni aynı yollara sü rük -
leyen arzu k ad ar şiddetli bir arzuya kapılm ıştım ve aynı atları
görm ek istiyordum ; onları, M m e Svvann'ın dev arabacısı, ya-
nında y u m ru k büyü klü ğün dek i, A ziz G eorge k adar çocuksu,
küçük u şak la birlikte, atların k orkuyla çırpınan çelikten kanat-
larına hâkim olm aya çalıştığı an d a görm ek istiyordum . H eyhat!
A rtık sad ece, iriyarı üniform alı u şak ların eşliğindeki bıyıklı şo -
förlerin k ullandığı otom obiller vardı. H afızam ın gözleriyle gö r-
d ü ğü m , b asit birer çelenk k ad ar b asık , küçük k adın şap k aları-
nın sevim liliğini teyit etm ek için, onları bir de bedenim in g ö z -
leriyle görm ek istiyordu m . Şim di bü tün şap k alar d ev gibiydi
ve m eyvelerle, çiçeklerle, türlü çeşitli k uşlarla kaplıydı. M m e
Svvann'a bir kraliçe ed ası veren güzel elbiselerin yerini, Tanagra
plili, bazen d e D irektuvar tarzı Yunan-Sakson tünikleri ve d u -
var k âğıd ı gibi çiçeklerle bezeli Liberty şifon lar alm ıştı. M m e
Svvann'la Kraliçe M arguerite y olun d a dolaşabilecek beyefen di-
lerin başın d a, o zam anın gri şap k aları, hattâ herhangi bir şap k a
yoktu. Ş ap k asız çıkıyorlardı so k ağ a. Benim se, görüntünün bu
yeni unsurların a bir yoğunluk , bir bütün lük, bir varlık k azan d ı-
racak inancım kalm am ıştı; ön ü m d en ge lişigüzel geçen, dağınık,
gerçeklikten yok sun un surlardı, gözlerim in eskisi gibi bileştir-
m eye çalışabileceği bir güzellik içerm iyorlardı. Zarafetlerine
in anm adığım , kıyafetlerini ö n em sem ed iğim sıradan kadınlardı
bunlar. A m a bir inanç yok o ld u ğ u zam an , yeni şeylere gerçek-
lik k azan dırm a gü cü m ü zü kayb ettiğim izd e, bunun yok luğun u
telafi etm ek üzere inancım ızın bir zam an lar hayat verdiği eski
şeylere fetişistçe bir bağlılık, sanki ilahi gü ç bizim içim izde d e-

436
ğil, onların k en d isin deym iş ve inançsızlığım ız tesad üfi bir se-
bepten, tanrıların ölüm ünden kaynaklanırm ış gibi, gitgide gü ç-
lenerek varlığını sürdürür.
N e korkunç bir şey! diy ordum kendi kendim e. Bu oto m o-
billerde eski arabaların zarafetini bulm ak m üm kün m ü? H er-
halde benim artık yaşım geçti, am a kadınların, ku m aştan bile
o lm ayan elbiselerin cenderesine girdikleri bir dün ya, bana g ö -
re değil. K ızaran narin yaprakların altın da bir araya gelen şe y -
lerin hiçbiri artık y o k sa, esk id en onların çerçevelediği zarafe -
tin yerini şim d i b ayağılık ve çılgınlık alm ışsa, bu ağaçları z iy a -
ret etm enin ne an lam ı v ar? N e korkunç şey! Z arafetin artık b u -
lu n m adığı g ü n ü m ü z d e tek tesellim , eskiden tanım ış o ld u ğu m
k ad ın ları d üşün m ek . Peki am a, şap kaların a iri k uş kafesleri,
se bze bahçeleri o turtulm uş bu feci yaratıkları sey reden in san -
ların, M m e Svvann'ı m inik, sad e, eflatun bir şap k ay la veya
d ü m d ü z, tek bir sü sen çiçeğiyle sü slü k üçük bir şap k ay la gö r-
m enin b ü y ü sü n ü hissetm eleri m üm kün m ü d ü r? K ış sabah ları
sam u r kürk ün den bir p altoy la, b aşın d a iki d ü z keklik tüyüyle
sü slen m iş sad e bir bereyle yü rü y üş y apan M m e Svvann'a rast-
la d ığım d a y a şad ığ ım heyecanı tahm in etm eleri m üm kün
m üd ür? M m e Svvann'm gö ğ sü n e taktığı, gri gö k y ü zü n e, bu z
gibi h av ay a, d alları çıplak ağ açlara m eydan o kuyan canlı, m or
m enekşelerin, tıpkı salo n u n d aki v azolardan , çiçekliklerden,
yanan şöm inenin y an ın dan ve ipek kaplı k anapenin önünden,
k apalı pencerelerin ark asın d a y a ğan karı seyreden çiçekler g i-
bi, m evsim i ve havay ı sad e ce bir dek or kabul ed ip in san i bir
atm osferd e, bu kadının atm osferin de y aşam an ın b ü y ü sü n e
bürün dük lerini ve onun evinin suni sıcaklığını çağrıştırd ıkları-
nı an lam aları m ü m k ün m üd ü r? Zaten kıyafetlerin o eski yıllar-
d ak i kıyafetlerden fark sız o lm as d a bana yetm ezdi. Bir h atıra-
nın farklı bölüm leri birbiriyle d ay an ışm a halin d e oldu k ların -
dan ve h afızam ız onları, bizim herhangi bir parçasın ı çıkara-
m ay acağım ız , atam ay acağım ız, den geli bir b ütün h alin de b a-
rındırdığınd an , gü n ü m ü o k ad ın lardan birinin evind e, elim de
bir fincan çayla, o yıllarda (bu kitabın ilk bölüm ün ün son b u l-
d u ğ u y ıld an bir yıl sonra) M m e Svvann'm h enüz d eğiştirm e-
m iş old u ğ u salon u gibi, d u v arları koyu renklere b oy anm ış, ka-

437
sim ayının alacak aran lığın da kasım patların ın turuncu bir ateş-
le, kırm ızı korlar halinde, pem be-beyaz alevlerle ışıld a d ığı sa -
lon un da, (ileride görüleceği gibi) arz u lad ığım hazları k e şfed e-
m ed iğim dak ik alara benzer dak ik alarla n oktalam ak isterdim .
O dakikaları şim d i d ü şü n d ü ğ ü m d e , hiçbir yere v arm a salar da,
kend i içlerinde bü yü lü d ak ik alar olarak g ö rü y o rd um . O nları
tıpkı hatırladığım şek ilde yeniden b ulm ak istiy ordum . H ey-
hat! A rtık m avi ortancalarla renk lendirilm iş, bem beyaz , XVI.
L o uis ü slu b un d a salon lar vardı bir tek. Z aten artık P aris'e çok
geç dö n ü lüy ord u. Ç ok uzakta kalm ış bir yıla, d ön m em e izin
verilm eyen bir çağa bağlı o ld uğu n u h issettiğim bu hatıranın
un surlarını, k en d isi de bir z am an lar nafile p eşin d e k oştu ğu
haz k ad ar u laşılm az hale gelm iş olan bu arzun un unsurlarını,
tekrar bir araya getirm esini M m e Svvann'dan rica etseydim ,
bana bir şato d an m ek tup y az ıp P aris'e an cak şub at ay ın da, k a-
sım patı m evsim in den çok sonra döneceğin i bildirirdi. Ayrıca
b u kadın ların, kıyafetiyle ilgilen diğim kadın ların aynıları ol-
m aları gerekirdi, çünkü inancım ın henüz yok o lm ad ığı yıllar-
d a, hayal gü cü m onları bireyselleştirm iş, birer efsan eyle d o n at-
m ıştı. H eyhat! A cacias C a d d e si'n d e -M ersin li y o ld a - bu k a-
dın lardan bazılarını gö rdüm ; yaşlıydılar, eski hallerinin kor-
kunç birer gö lg e si, Vergilius'un k o ru larınd a u m u tsuz ca, kimbi-
lir neyin p eşin d e, b aşıb o ş d o laşan birer hayalettiler. O nlar k a-
çıp gittikten çok so n ra, ben hâlâ terk ed ilm iş yolları b oş yere
so rgu lam ay a d e v am ed iyo rd u m . G ü n eş sak lan m ıştı. Tabiat
tekrar B ou lo gne O rm am 'n d a saltan at sürm eye b aşlam ış, b u ra-
nın, K adın 'ın Cennet Bahçesi o ld u ğ u fikri u çu p gitm işti; sun i
değirm enin üzerin deki gerçek g ö k y üz ü griy d i; rüzgâr, Büyük
G öl'ün yüzeyini, gerçek bir gö l gibi m inik d a lga larla kırıştırı-
yordu; gerçek bir o rm an dak i gibi, B ou lo gn e O rm an ı'm süratle
k ateden iri kuşların, tiz çığlıklar atarak p e ş p e şe k on d u ğu ulu
m eşeler, druid'leri hatırlatan taçları ve D o d o n a'y a ö zgü ihti-
şam larıy la, san ki hizm et d ışı k alm ış orm anın in san lıkdışı b o ş-
lu ğu n u haykırıyor, h afızan ın resim lerini gerçekte aram an ın çe-
lişkisini ve b u resim lerin, d u y u larla algılan m ayışların d an , h a-
fızanın kend isind en k ayn ak lan an b ü y üd en d aim a yoksun k a-
lacaklarını d ah a iyi an lam am ı sağlıy o rlard ı. Benim bildiğim

438
gerçeklik artık yoktu. M m e Svvann'ın, tıpkı esk isi gibi, aynı a n -
d a ortaya çıkm am ası bile, cadden in farklı olm ası için yeterliy-
di. Eskiden bild iğim iz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye
y erleştirdiğim iz m ek ânlar âlem ine ait değildirler sad ece. O za-
m anlarki hayatım ızı oluşturan , birbirine bitişik izlenim lerin
ince bir dilim idirler; belirli bir görün tün ün hatırası, belirli bir
ânın özlem inden ibarettir; ve evler, yollar, cadde ler de, heyhat,
sen eler gibi uçup giderler.

439
V

“...tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye


attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez
çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik
kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan
birer çiçek, ev, insan olduğu oyunlarındaki gibi,
hem bizim bahçedeki, hem M . Swann’ın
bahçesindeki bütün çiçekler, Vivonne nehrinin
nilüferleri, köyün iyi yürekli sakinleri, onların küçük
evleri, kilise, bütün Combray ve civarı şekillenip
hacim kazandı, bahçeleriyle bütün kent
çay fincanımdan dışarı fırladı.”

Combray’de günbatımı, alışkanlık, iyi geceler


öpücüğü, Françoise, ıhlamura batırılan madlen,
Leonie Hala, kilise, Adolphe Amca, pembeli kadın,
bahçede kitap okuma, akdikenler, mehtapta gezinti,
sonbahar yalnızlığı, arzunun doğuşu, Balbec,
zambak kokan oda, Verdurin’ler ve müritleri,
Swann’la O dette’in karşılaşması, Vinteuil’ün sonatı,
Swann’ın aşkı, kasımpatları, kıskançlık, yalan,
bekleyiş, müziğin dili, Cham ps-Elysees’de karlı
günler, Gilberte, hayal kırıklığı, umut...

Ihlamura batırılan bir madlenle


yeniden yakalanan, belleğin yaratıcı gücüyle
yeniden canlandırılan bir geçmiş...

TÜ R K İY E ÇO L O L M A SIN !
( 0212 ) 281 10 27

ISBN 9 75 -36 3-910 -4

You might also like