Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 233

Türkiye'de Siyasi Dinci Bağnazlık

Laiklik "e Şeriat Çabşması


Toplumsal Dönüşüm YaymJan 313
Araştıma "e İnceleme l.20
Yazan Bahir Mazhar Erüreten
Genel Yayın Yönetmeni Hatice Bahtiyar
Yayın Editörü A.li Özoğlu
Hukuk Danışmam: Bahir Mazhar Erüreten
Yayın Uaklaru © copright Bu ki~abın yayın hakkı, yaza.oyla ya-
pılan sözleşme gereği Toplumsal
Dönüşüm Yayınları ve Bahir Mazhar
Erüreten'e aittfr. Kaynak gösterilme-
den kitaptan alıntı yapılamaz. Yayın­
cnıın yazı ! ı izini olmadan hiç i>ir yol-
la çoğaltılamaz.

ISBl'f 975-9086-11-5
ı. Basım Mart 2006
Görsel Yönetmen Kamil Temizel
Uygulama Posection
Elektronilc Posta toplunısaıdon usum @gmail .com

top!umsaldonusum@ttnet.net.tr
·Dizgi ve Sayfa Tasarımı Hasan Dem ir
·Genel Dağıtım KARDAK
Cagaloğlu Yokuşu Ergüç Han i\;ıt :3 No: 9
Cağ&loğlu/İSTAN!füL
Te!: (0 2 12) 5 28 65 89
Fax: (0 2 12) 5 19 8 4 85
B' askı-Cilt Sultanahmet Jllatbaas:
istar.bu l
BAHiR MAZHAR ERÜfillTEN;

1928 Üsküdar cJogunılu l 94e yılında .Kabataş 5rkek Lisesi­


ni, 1950 yılında istç;uıbul Hukuk fakültesini bitirdi.
lstanbul'da serbest Avukatlıi� ve çeşitli kuruluşların hukuk
danışmanlıgıııı yaparak yaşamı.ot sfu-dürdO.
Mesleğinin yanısıra, Ulu Önder Atatur:k'fın ülkemize kazan­
dırımlan konularında inceleme ve araştırma yaparak ve bu k�nu­
larda çeşitti kitaplar yazarak, Atatürkçü Düşünce sist eminin tam­
t:ılmo.sına katkı sağladı. Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde aynı ko­
nulan işJeyen ma kal eler yazıyor.

Yayımlaıımış Nı.ikuk kitap/an dışmdaJ Atatürf(ÇÜ(ügü konu alan


sosyal içerikli kitap/an:
Cumhuriyet Dönemi Smıflaşma Sureci
Çagrı Ozlem
-

Kemalizm - Çağdaş Uevlet - Çağt:laş Toplum


Cumhuriyet ve Devrimler
Tılrklye Cumhuriyeti Devrim Yasaları
Kendi Söylemleri İle Atatürkçülük
Yitik Zaman ·

isjJlili yapıtlardır.
Türkiye'de Siyasi D.bıci .6ağııazhk
Lal.klik ve Şeriat Çat.ışması
Toplumsal Dônüşıfm YayınJan 31.3
Araştıma ve im:el.eme, {20
Yazan Bahir Mazha r Eriireten

Genel Yayın YÖ.uetmeni ttatioe Battliyar


Yayın Editfüü Ali Ôzoğfu
H.._U,k. Danışmanı� Bahir Mazhar Erlıreten
Yayın mı:ı�ıan:- © coprigbt 8u W.tabın yayın ha�kı, yawıYta ya­
pılan sözleşme gereği Topfumsaı

D6lıüşüm Yayınlan ve Bahir Mazhar


Erfüeten'e- aitt!r.. Kaynak gôsteı'ilme­

den kitaptan allntı yapılamaz. Yayın·

cuıın yazı!ı iziııi Qlmadan h,lçlıir yol­

la çoğaıtııanıaz.
ISBN 975·9086· ll ·5
J. Basım Mart 20Q6
Görsel Yönetmen Kamil Temitel
Uygulatmt Posedion

Elektronik Posta. topTumsardonusum@gmail.com

top!umsaldcmusum@ttnet.net. tr

·Dlzgi ve Sayfa Tasl)rltuı ttasn.n iJemlr

· nenel Daijıtım l\JUIDAK


Uıgalo{jlu Yol<ı.ışu Erg�ç Han füıt:.3 No;9
cagsloğlu/1STANBU!.,
Tel: (O 212) 528 66 89
fax: (O :ı I2) 5.19 B4 85

l!a,skı-Cilt Suıtar«Jllmet .Matbaası


!star.bul
Türkiye� de Siyasal Dinci Bağnazlık

LAİKLİK ve ŞERİAT.
ÇATIŞMASI

Bahir Mazhar Erüreten

.
i!J
DÖNÜŞÜM
YAYINLl\RI
�11LUM$AL
İçindekiler

S un uş ........................ ........................................................... 7
Özgür insanın İki Dünyası .. . ... . ... .. .
... .... ,,............................... 15
insan, Din ve Blllm .......... . . . .. .. ...... . ... ......... .. . .. .... . ..
. ........ .. .. 19
. .

Atatürkçü DCtşunce Erdemi ..................................................2:5


lsıam Dini ve ôzeJUkl'eri . . ... . ... .. . . ... ... . . . .. . ... .. . .. .. ... ... .... ..... 29
. . . . .

Laikfigin Genel Tanımı ve T�rihçesi ......................................41


Türkiy.ede Siyasal Dinci Bağııpzhğın Amacı ve Nedenleri. .....45 .

Din ve Dünya Ayrımı .......... . . . . ... . .


.. . .. . . .... .. .. . . . .. ..
... . ......... . .. .49
. .

Kur'an ve Dünyasal Yaşamla İlgili Kurallar .............................53


Türl\iyede Laikfeşmenin Yasat Süreci.......... .. .. .. .. ..... .... . .... ....69

Mecelle ve Medeni Kanun ... . ... ... .. .. .. .


. . . ... ... . .. . .... . .
.. ... ... ..... . 79..

Türk.iye Cumhuriye�i Şeyhler, Dervişler, Müritler


Ülk:esi Ola ma .....................................................................85
z

Laik Devlet ve Diyanet tşleri. ........... . . . . . . ..... .. . ... . . ........ . .... .. .... 89
Djn ve Devrim .. .. ....... . ..... . .. . .. . . ., ...........................................95
Şeriat ve Laik trukuk Düzeni. ............... : ............... ,................97
Dinsel İnanç Özgörlüğü ve Laiklik . . .. . .. . ! 03 . .... .... ... .... .... . .. . .. .. . ·.

L'aJk Devlet. Laik Vatandaş İk1lemi...... ....... . . . .. ...


.. ..... . .. . ,.•... ı 07
Siyasal İslam ..... .
. . ..
.. .. .... .. . . . .. . .
. .. . .. .. ... .. . .... . . . . .... . .. .. . . . ..
.. .. .. ııı
Sözde İslam Anayascısıı .................................................,..... ı ı 7
D.in v.e Ahlak .................................................., ....... ,., ......... 121

Laiklik ve İslamın ö:ı Değetleri......................... ,. ................. 125


TürR Devrimi ve İslama Bakışı. . .. .. . . .. . ... . . .
. . . ..... . ..... ...
. .. . L-4 1 . .....

Ulusçull!ğGI !\arşı ümmetçilik. . . .. . . . . . . .. . .. . .


. .. . . ,..,.,.......... " ..... 145
.

Müslüman da Yenilenmelidir . . . . . .. ... ... .. .. .. . .... . . . ..,........... 150


.. . . .

İslamlık. ve Boş lnançlar .... . ... . . . . . .. ................ . . ... . .... . 1.55


.. .... .. . . .
Atatürk'ün Laiklik ve Din Hakkında Söylemleri.. . . . . . . .. . . . . . . . . . 167
Atatürk'üıı Türkiye Büyük Meclisinde Osmanlı
Saltanatının Kaldırılması ve Kararının GörUşüldüği.i
CeJsede Vetdlğl Söylev . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ,• • . . , .............................. 179·
Lafldi�e İlgili Anayasa Mahkemesi Karadan . . . . ........ . . . . . . . . .. . ..205
Ansiklopedik Sözlük . . . . . . . .................................. ................. .226
Kııynakça ....................................... . . . . . . . .. . . . ............ ........ ....... 2:37
Sunuş

Mo.dem devlet düzeninin vazgeçiJmez koşulu olan la­

ikilk; toplumsal düzenin, insanın özgür istemi ile oluşturul­

masının gerekliU:gi, Ata.türll'ün çagd-aş aydınlanma ideoloji­

sinin 'olmazsa olmaz' koşullaı:ındandır.

Gerçekten de laiklik ilkesinin bulunmadığı bir top­

lumda, uJusıaşma. anayasal birliktelik, eşitlik, egemenlik

ve tüm toplumu aynı ölçüde kucaklayacak tek bir hukuk ve

adalet düzeni kurmak. bu. koşullar oluşmadan, demolu-asi.

blreysel ô�gürlükJer, çeşitli inançlara eşit davranış gibi in­


san hak.lanna dayalı bir sistemin oluşturulması olanaksız­

dır. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir yaşamsal gerel�sinimin

ürünüdür.

Ne yaz:ık ki bu tartJşılmaz gerçege karşın. bugün ha·


la laik toplum düzenine karşı çıkmayı sürdüren büyükçe

bir kesim vardır. Bu kesimin, katş1 devrimci eylemleri. açık


ya da kapalı .biçimde siirdurülmektedlr. Bunların asıl ama­

cı, 'Siyasal İslam'ı hortlatarak ulke yönetimini ele almak,

Demokratik ve Laik Cumhuriyetimizi yok etmeJ<, bunun

için de demokrasiyi kendi hedenerine ulaşmak için bir

araç olarak kullanmak, eğitimi el<Sil< bıral\:ılmış, gelir düze­

yi dü,şük:, çınc.ak dinine sarnitni olarak bağlı, blıyüls.ı;e bir

JiaIK kesimini kendi yanlarına çekerek,, yasama Vf. yürütme

7
L.alhlik ve Şeriat Çatışmast

erl�inde çog tml uğ u sağlamak bu yol ile ikti da rlarını ve kad­

rolaşmalarını s ağlad ıktan sonra, İran benzeri yönetim kur­

, maktır.

Bu karşı dev;ıimci aroma karşı koymanın en gerçekçi


yolu; genç kuşagı iyi ve l:>ilinçU bir biçimde eğ{tmek, laik,
demokratik özgürlliJüer rejiminin, insanıtı tJÖ.tıencine �n

uygun sjstem olduğunu, laikliğin biçbfr biçimde, dine, dini­


mi.zh:ı özüne ayl'\ın olmadJğını, hem akıl ve bilim yolu.yl a,
. hem de bu sistemin ,
istam dilii ile çeliş mediğini, istami

ögeleıden örnekler vererek, kanıtlayarak an1atrnaktır.

Bu gö:rev önce devlete. onun görevli birimlerine, sJvil


toplum örgütlerine. en başta da İslam bilgini aydınl ara tf(Jş­
riıektetlir. Çünkü JaH\liğin fslam dininin üzüne zarar verme­

diği. üsteli1', katkıda butunduğu; isLam'ın "Muamelat" ola­


rak adlandırıJa n, dünyasal buyruklarının, zamanla değişimj­
nin, daha doğrusu geç�n zaman ve gereksirtimlere göre�
yeniden yorumlamanın mantlk ve ak ıl geregJ oldu_ğu; buna
dinimizin bazı kurallarının da esasen cevaz (izin} verdiği ay­

dui din adamları tarafından; köktendlncl kesimin kandır�

macalanna açık bir ortamda olaıı geniş halk ı,esi mi n e a:n­


latılmasının laiklik bi l incinin yerleşmesinde daha etkili oıa­
cagı kanısındayım.

Laik Cumhuriyetin .özerk bir kurumu olan Diyanet İş­


leri Başl�nhğı'nın ·btı görevi yeı:ine getirdiginl söyl eme k

olanak.sızdır. iiatta zarmlh zeman bunun tam tersi' uygula­


malar, bazı camilerde. Laik Cumhuriyete ters söylem•eı� di·

nine samimiyetle bağlı· halkımızın kafasmı karıştıran ne­


denlerden birisidir.

Kanımca, eger bu güne kadaı1 bu konu olumlu yönü


' ' '

ile halk a anJatılahilseydi, özellikle eğitimi noRşaiı, ançak


Bahir Mazhar Erüreten

dinine samimiyetle bağlı halk kesiminin laik / anti laik iki­


lemi ile kafası karışmaz, bu tartışmalar çoktan ortadan kal­
kardı. Yüksek din eğitimi görmüş din uzmanları için de ay­
nı şeyi söyleyebiliriz. Birkaçı dışında kaç din bilginimiz bir

araya gelerek laik devlet sisteminin olmazsa olmaz gerek­


liliğini, laikliğin dünya düzeni ile ilgili bir kavram olduğunu,
dinimizin özü ile asla çelişmediğini anlatmışlardır? Bu du­
rumda bu bilginlerin üzerlerine düşen görevi yaptıkları söy­
lenebilir mi?

ilahi dinsel inanç, insanoğlunun doğasında bulunan


bir olgu olarak ilk çağlardan beri toplumlar, dinsel davra­
nışlarla yaşama gereğinden ayrık bir yaşamı düşünmemiş­
ler, Yaradan'ın varlığı ve gizleri, insanlerın maddi yaşam dı­
şında tek umut kaynağı olmuştur. İslamiyet,- semavi dinle­
rin en gelişmişi olarak, getirdiği inanç, ibadet ve ahlak ku­
ralları ile son din olmuştur. islil.miyet'in en son din oluşu,
bundan böyle insanoğlunun, Tanrısına, kendisine verilen
zihinsel yetenekleri kullanarak birebir yönelmesinin de işa­
reti olmuştur.

LIJu önder Atatürk, O 1 Kasım ı 922 tarihinde saltana­


tın kaldırılması için yapılan görüşmeler sırasında, İslam di­
ni hakkında Meclis üyelerine; ,. ••• (Tanrı) Peygamberi­
miz" aracılığı ile yaptığı en son gerçek ve uygar
dini söylemler sonrasında, bundan böyle insanlık
ile bir aracı (Peygamber) kullanarak ilişkiye gir­
meye gerek görmemiştir. İnsanlığın idrak (algıla­
ma) ölçüsü, aydınlanma ve gelişimi, her kulun,
dogrudan doğruya tanrısal algılama yoluyla iliş­
ki yeteneğine eriştiğini kabul etmiş ve bu neden­
ledir ki. Peygamberimiz, Peygamberlerin sonun-

9
Lailılilı ve Şeriat Çatışması

CUSU, kitabi da en kusursuz kitap olmuştur. n di·


yordu.

Ulu Önderimiz bu tarihsel sözleri ile dünyasal yaşa­


ma ilişkin konuların bundan böyle tanrının insana verdiği
akıl gücü ile ve zamana göre yeniden yorumlama yetisini
kullanarak, bizzat kendisinin çözümleyeblleceği gerçegini
vurgulamıştı.

Felsefe açısından tanımlamak gerektiğinde laiklik;


dinsel düşünce ile bilimsel (akli) düşünce ve uygulama
alanlarının ayrılığı olarak belirlenir. Hukuksal açıdan ise din
işleri ile {Tanrısal buyruklarla) dünya {devlet) işlerinin birbi­
rinden ayırımı olarak tanımlanır.

Gerçi Kur'anda, dünyasal yaşam ile ilgili ba­


zı buyruklar vardır. Bunların toplamı elliyi geç­
mez. Geldiğimiz bu toplumsal aşamada elbette
ki bu buyruklar toplumsal yaşamın gereksinimle­
rini karşılamaz.
İnsanoğlu, kendi kurduğu toplumsal düzeni elbette
kendi yaptığı yasalarla düzenleyecek, yönlendirecektir.
Kur'an da dünyasal düzenle ilgili yasalar da elbette zama­
na göre yeniden yorumlanacak, evrende kaçınılmaz tek
doğru olan "değişim" bu konularda da insanın Tanrı'dan al­
dığı yetenekleriyle çözümlenecektir. İslam dininde 'Teced­
düt", yani yenilenme, yeniden yapılanma, dünyasal ayetler
için esasen kabul edilmiştir. Pak.istan'ın büyük din bilgini
Fazlur Rahman, yıllar önce bu konulardaki görüşlerini bil­
dirirken şöyle demişti; "Ne Allah nıeciise hangi kanunu çı­
karacağını söyler, ne de ulema (din bilginleri) O'na bir şey­
leri dikte ettirebilirler."

Laiklik, bireyin ve toplumların yaşam boyu içinde bu-

!O
Bahir Mazlıar Erı:ı.reten

lunaca�lan dünya düzenidir. Bu dü�m


� , ihsanın akıl, bilim
ve mantığı ile, değişen zamana göre, degişen kurallar.la
sağlanacaktır.

.Bu incelemede; laikliğin tanımı, nitelih.leri, tarihsel


gelişimi ile İslam diııirıin özüne aykırı bir duzen olmadığı­
m, dinin emredici ve degişmez hukümJeriyle, inanç ve iba­
deUe çeHşm.edigini irdelemeye ça.hştım.

Bu k.it:abımda. ınceleme ve. ar.aştırma konusu yaptı­


ğım konulann eJeştirlsi yapılırken, öncelikle: sen din ada­
rrumısın kL bu konulan ele alabiliyorsun? diyenlerin bulu­
nacagmı peşinen duyumsar gl:bi oluyoruı:n.

Ben hukL!kÇuyum, hukukçu-araştırmacı bir yc.ızanm.


Din adambğl sıfatım yol\. Ancak ben bu araştırmamda, ne
bir din yon.ırrtcu(uğu, ne de dinsel konulan irdeleyen kişi�
sel savlarda bıtlunmuyorum. Bôyle bir amacım zaten yok..
Kitabm ası] 1'otit.ısu da bu değil.

Anq:!k isJarn dininin,_ dünya yaş(lmı ile ilgili bazı-buy�


ıu.k.lan var. Bu buyruklar, islam'ın şeriat hukukunda İlm-i fı­
kıh denilen ilmin konusu içinde yer alıyor. Laik yaşam sis­
tem:inde �se, dünyasal y;::ışamla ilgili olan ber şey. hukuksal
d(izenlemelerden oluşur.

Eş anlatımla, dinin koyduğu dünyasal kllrallar İslam


Hukukunun, Laik sistemin koydtıgu l�urall'ar ise çağdaş top­
lumun düzeuJenı�leri olara� J:ıer ikisi de ayrı ya.Ş'� sist.e­
minİn hukuksal kurallandır. Birine, şeriat hukuku, digertne
ise Laik hukuk sistemi diyornz.

işte benim bu kitapta ele almaya çalıştığım l<.onular


bunlar olup, ber ik.isj de aslında djn uzmanlarının degil, hu­
kuk.çulann asli görevleridir.

Zorunlu olarak bazı Ayetlerin açıklamasında elbette


11
Laıklık ve Şeriat Çatışnıası

degerli din uzınanlarının görüşleri dogrultusunda düşünce


aktarımında bulunmamın da yadırganacak bir yönü oldu­
gunu sanmıyorum.

Cumhuriyet öncesi Osmanlı döneminin Dünya yaşa­


mı ile ilgili olan en önemli Şeriat hukuku düzenlemesi, adı­
na kısaca Mecelle denilen, Mecelle-i Ahkam-ı Adliye başlık·
lı Muamelat hukukunu ilgilendiren hukuksal düzenlemedir.

Laik hukuk sistemimizin Türk halkına kazandırdığı


Medeni Kanun ise, Mecellenin yerine yürürlüge giren, Laik
sistemin en önemli yapıtı olan Medeni Kanundur.

Hukuk egitimimiz sırasında, Medeni Hukuk ve muka­


yeseli Medeni Hukuk derslerini rahmetli Prof. Ebu'I Ula
Mardin' den alnıa şansına sahip olmuş ögrencilerden biri ol­
mak benim için en büyük şans olmuştur.

Bu degerli profesörümüz, Osmanlı döneminin en ön­


de gelen şeriat hukuku uzmanlanndan biri iken, Cumhuri­
yet sonrasında, Medeni Kanun hazırlanmasında görev alan
kurulun içinde bulunn1uş, bu yeni yasanın kabulünden
sonra da Medeni Hukuk Profesörü olarak yıllarca görevini
Laik Hukuk sisten1inin, görevli ve en yetenekli öğretim üye­
si olarak devam ettirmiştir.

Anısını saygı ile andıgım bu değerli bilim adamı, hem


Şeriat Hukukunun hem de sonraki Laik Hukukun en önde
gelen uzmanlanndan biri olarak, derslerinde konuların in­
celenmesi sırasında, önce, esk.i hukukun benzer konudaki
düzenlemesini anlatır, sonra da yeni Medeni Kanunun, ay­
nı konuda getirdiği düzenlemelere yer verir, mukayeseli

hukuk ögretiminin en güzel örneklerini ortaya koyardı.

•fıkıh Usulu dersten, Hukul: Fakültesinde 1926 yılında ka!dırıl;r, uncııı yeri­
ne Hııl;uk Tar:J�i ve /llukaveseli !vledenı P.ııkuk dersleri konuldu

12
Bahir Mazlıat Erütelen

AsıJ önemlisi, değerli bilim adamı, mukayeseli anJa­


tımlannı yaparken, Medeni "Kanunun geUrdiği ye.nilikler içjn
İnkılap ttükmü olarak söz eder. hiçbir dersinde ya da eser­
Jerinde, Medeni yasanın getirdiği yenilikler için, İslam dini­
nin özürte aykırı bir yam bulundu,gunu kabul etmezdi.

Derslerinde sıkl ıkla Mecellenjn "Ezmanın tagayyürO ile Ah­


kam-m tagayyürü inKar olunamaz'' biçimindel'-1 39. madde­

sinin te.krannı yapar. böylece şeriat hukukunda bile, za­


manla huku� hükümlerintn değişiminin gerekJİliğini açık·
lardı.

Kuşk:usuz, beni' bu kitabı yazmaya cesaretlendiren


etmen, bu degerli hukuk bilginimizden edindigim bilgiler­
dir. Kaynakça bölütnunde gösterdiğim diğer yapıtlar da
özeHikle bazı Ayetlerin açıklamasında önemli yol göstericj­
leri'm olmuştur.

Şu hususu d:a: önemle bdirtmek isterim ki, C,aikligin


her yönden, doğru bir biçimde anlaşılıp özüm�nmesi iÇin,
dinsel söylemleri de lmllanmış olmamdan yanlış anlamfar
ç.ıkarılmasın. Ödünsüz bir Atatürkçü kimUgim1e peşinen
açıklamalıy1m Jti, bu "Ilımlı İslam", "Türk İslam Sentezi",

"Laikliği İslam la Özdeşleştirmek" ya da "YeşJl Kuşakçı" ve-·


'

ya "Büyük Ortadogu: Projesi" gibi Atatürkçülükle ve Lai'Iui­


ğin özü Ue bağdaşmayan hiçbir görüşle uzaktan, yakından
ilişkisi yokttıı:

Çün�ü bu tür söylemler, binlerce yıllık Türk dil ve


kültütünün; kendine özgü bir tarihsel kültür içinde varlığı­
m korumuş Türk. ulusal bütlmliığünün, Arap i sl am kültürü
-

içinde. giderek yok olmasına yol açabilen kavramın karma­


şasına yol açar. Ulus kavramı, toplumsal bir olgudur. Din­
sel inanç, kul ile Tanrı arasındaki bireysel bir bağdır.

13
Laiklik ve Şeıiat. Çatı�rrwsı

Tek amaç, "Atatürkçü laik.Dk lıkesi"ni' tüm yönleriyle


açıklamak, dünyasal yaşamı özgü� kılan Lail\Jigln, isJamın
özü rıe çelişmediğini açıklamaktır.

Her türlü eleştiriye açık yorumlanmm. okuyucuya ya•


rarlı olması dileği ile...
Özgür İnsanın İki Dünyası

Sonsı..ız ve erişilmez .güç olan Yaratıc1; bu sınırsız

enerji· gücünün etkisi Ue sayısı henüz tam olarak bilinme­

.. Bunlardan biri de güneş sistemi ola·


yen .evrenleri yarattı

rak adlandmlan, içinde düiıyamıznı da bulunduğu gezegen­

lerden oluşan sistemdir. İçinde tüm canlıların ve insanın

birlikte yaşadığı ortam dünyamızdtr. Bu ortamın oluşumu


binlerce yıl süı:en bir evrimin sonucudur. f'arfünda olmasak

da bu degişim devam etmektedir. Yaratıcı güç, canlı carı.sız.


tüm varlıkları yarabrken bu sistemin bazı değişmez yasala­

nnı da koydu. DOÖA YASALARI olarak adlandırılan bu dü­

zen içinde, İNSANI canlı varlı.klann en gelişmiş halkası ola­

raJ( tüm diğer canhlara ü.stürı kıld\. Ona iYL DOÖ�U ve GÜ·

ZBLİ bulması lçin bazı önemli ôzemkJer verdi. Bu yetenek­


lerden bilebildiklerimiz, akıl, döşünce, be!Jek, hak duygıı­

su, yaratımı yetisi gibi yeteneklerdir.

insaı1oğlLt kendisine doğuştan verl


i en bu yetenekleri

yüzyıllar boyunca geliştirereı,, gözlem ve deneyim yoluyla

BiLOİSEL gerçeklere ulaştı. Bunları yaşatnma da uyguJaya­


rak. ve kuşak.tarı !<uşağa geliştir.erek doğanın bi!inmeyerı

gizlerini çözmeye çalıştt. Buldugu ve ulaştığı gerçekleri,

,kendisinden sonra gelen kuşaklara devrederek çoğalmg>sı­

ııı sagıadı. Böylece UYGARLIK doğdu ve gelişti. Giderek da-

15
Lai/ılik ve Şeriat Çatışması

ha mutlu yaşama kavuştµ.

BiUmseı gerçeldere ulaştrJ{ça. daha önceleri tüm yaşa·


mım ilahi gtz ve inanca bağlamış olan il"\sanpğlu, kendi.sine
verilen zihinsel niteliRJerin (düşünce gucünün) bu dünya ya­
şamında kullanılmak üzere verildlğinin bilincinde olarakr da­
ha önceleri Peygamberler ar<:lcıhğı ile gönderilen kitapların
çerçevesi içinde tüm somnlanm çözmeye çalışırken, bun­
dan bôyJe yeni araCllann da gö11deıilmeyecegi pgrenildigin­
den, Yaradan'ına dpgrudan ba9Jnı bilinçli bir şekilde kutıan­
manın geregini kavrayarak, bu dünyadaki yaş�mında kişisel
ve toplumsal mutlult.ı.ğurt ancak kendi oluşturduğu kurallar#
la sağlanmasına yöneldi. Bir başka deyişle dünyasal. yaşa­
mında kendi yasalarını, ruhsal ve IJahi yaşamında Tannsal
buyruktan öngörerek iki ayn dünyasırıın varlı{ıı m fark etti,
Buna LAİK YAŞAM adını verdi.

Bu ilkeleri doğru özıJmseyerek uyguJayan toplumlar


gelişip uygarlaştı. Bu ayınmı başaramayanlar geri kaldılar,
İki ayn dünya gerçegt dinsel inançlan ve 1'ann'yı inkılr et­
me anlamına gelmiyordu. Evrenin kendi sürekli evrim ve
değişimi de, aslında Yaradan'ın koyduğu kuraJJann arasın­
da yer alıyordu.. Evrende zaı:nanla değişmeyen hiçbjr şey
yoktu. Değişen zamanın koşullarına uyum sağlayabilmek
insanoğlunun göı:evi olmalıyd1.
Bu gerçeklerin ışığında doğru olan, bu dunyaiıın s.o-
- runlanm,. yine bu dünya insanının koydugu bilbtısel, man­
tıksal ve hukuksal kurallarla çözümlemek., inanç ve ibade­
ti, insannı tanrısı ne arasındaki kişisel bağ olarak algı]ayıp,
·salt kadercilik {Yazgıcıhk) saplantısından kurtulmaktı. Bu­
gi.�n. yeryüzünde :yaşayan toplumla11 inceledighnizde. tüm­
den kaderci toplumların daha az uygar, daha. az gelişmiş ve

16
Bahir Mazhar Erareteıı

daha tnutsuzyaşadıklannı görebiliyoruz. Buna karşılık Tarı­


n.sal inancı, Anayasal güvenceye ahp, bunu, l\işinin kendi
iç benliği ile Tann arasında kişisel bir bağ olarak aJgılayıp.

dunyasal yaşamın ,gereklerini, bili min tekniğin ve hukukun


,

koruyuculuğunda. düzenleyen toplumların çağdaşlaşmay�


açık. olduklan ve daha mutlu b'ir yaşama ulaştıkları yadsı­
namaz b ir gerçe.k olarak görülmektedir.

Bu ilerJ düzende bireyler ve toplum la r dünyasiiil ya­


şamlarında TannsaJ referans aJmadan kendi yasalar.mı ken­
di özğür ifpdeleri ile yapıyor, kendi dünyasal yaşamlanna
){endi akıl güçleri ile egemen olduklarını d�ünerek doğru
bilc.Ukleri yolda yaşamlarını sürdürüyorlar. Tanrısal ve
inançsal duygularını, dogrudan kişisel dünyalarında yaşatı­
yorlar,

Batıda Rönesans ve Reform etkinlikleri ile son rasın ­

da toplumsal yaşama iki yüz. yıl öncesirıden uygulanan bu


düşünce sistemi, Yüce Önder Atatürk'ün önderliği'ı:ıde Tür­
kiye Cumhu riyeti'nin yaşam biçimine yansıtıl abildi Aradan
.

geçen bunca yıla k,arşın toplum içinde bir kesimin hala bu


sisteme karşı olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu tür davranı­
şın altında yatan asıl amaç; Yaratan ile kul anısına girmek.

Yaratanı kişisel ve siyasal çıkarlar için kullanmaktır. Kötü­


lüklerin bağışlanamaz bağnazlığıdır.

17
insan, Din ve Bilim

Adına "Evren" denilen sınırsız oluşumun kaynağı,


sonsuz bir enerji gücü olarak açıklanabilir. Evrendefü tlım
maddesel oluşumlar. bu gizemli enerjinin çeşitli şekillerde
ve zaman süreci içinde farklı fiziksel göri.inümleridirler.

Evrenden bir parça olan dünyamızın oluşumu_ da., ay·


nı evrim sürecini izlemiş, sonsuz enerjiden bir bölümiınün
yeryüzü olarak maddeye dönüşümünü izleyen milyarlarca
yıl so11rası nda
, koşulların elverdiği ölçüde car\Jıların türe·
rrtesl olanağı doğmuş, bunun son halkasında insan dehilen
son tür canlı, bu sonsuz enerjinin gücü ile yaratılrl1ıştrr. in­
san denilen varlık, başka çanh türl e rin de buh.mrnayarı,

kendine özgü akıl ve :düşünme gücü: He donatılmıştır. Bu ni­


telikleri He insan, adına Yüce Tann dedfgi y&ratıcı güc.il, bu
yetileri ile fark etmiş , eş anlatınıla; "Sonsuz Yaratıcı Güç,
kendisini, ke:ndi yarattıgı �arhk1ardan biri olan insan aracı­
_ _

lığı ile kamtıama olanağtm bulmuştur." Tann'nm "En Onur#


ıu Varlık" oJarak nitelediği insan, bu niteliğinin yetisi ile ya­
ratanı. ile iletişim kurabilme etkinliğine girmiştir. Bu kar şı­
lıklı Hetişhtı toplumlarda Din denilen yi\dsınamaz th1sel ol­
guyu ortaya çıkarmıştır. Bu olgu bir yandan Tann ile kul
arası ndaki iletişimi sağlarken. diger yandan toprumların sü­
rekliligirıi sağlayan ümmetçilik bagı, aydınlanma dönemin-

19
Laiklik ve Şeriat Çatışması

de ulusallık bilincine dönüşecektir.

İnsanoğlu, kendisine sağlanan yeteneklerle bu iliı.hi


gücü algıladıktan sonra kapıldığı yaşam korkusu; sağlanan
dünyasal nimetler karşısında sevgiye dönüşmüştür. Ve
dünya yüzündeki maddi varlığı ve yaşamının ötesinde,
ölüm olayının kaçınılmazlığı, yaratanı ile arasındaki tinsel
bağı da kaçınılmaz kılmıştır.

Gizemlerle dopdolu olayların yaşandığı dünyasında


korumasız ilk insan, olgunlaşan aklının :Yargısı ile ke'ndisini
yarattığından artık kuşku duymadığı bu güce aklını ve man­
tıgını kullanarak inandıktan sonra, ancak o Yüce varlığa sı­
ğınarak yaşamını sürdürebileceğini, yapacağı hatalardan
dolayı, o Yüce varlıktan bağışlanmayı dileyerek, onun is­
temlerine olabildiğince uygun davranmayı yaşam felsefesi
olarak kabul etmiştir.

Ve kanımca insanoğlunun akıl ve mantık gücü ile ilk


algıladığı öge, var eden gücün tekliğidir. Bugün adına "Se­
mavi Dinler" dediğimiz Musevilik, İsevilik ve Muhammedi­
lik denen dinlerin ortaya çıkışından önce, eski Yunanda bi­
le asıl yaratıcı öğenin tekliğini kabul etmek gerekir. İnsan­
Tanrı ilişkisinin, ilk insan çifti olan Adem ile Havva döne­
minden başlamış olması bir yana, eski Yunanda ayn ayrı
tanrılar olarak nitelenen çeşitli mit ve sembollerin, hepsi­
nin aynı yaratanın birer parçası olarak simgelendiğini kabul
etmek gerekir. Bu dönemin şair ve filozofu Hesiodos, 'Tan­
rıların Yaratılışı" isimli kitabında, "Evren yaratılmadan ön­
ce, başlangıçta boşluk (Kaos) varınış. Kaostan toprak or­
taya çıkmış, aynca Eros, yani sevgi dogmuş. Sevgi, şekil ve­
rici olarak bütün evrende etkisini göstermiş ... " tümceleriy­
le Mit'lerin güç kökeninin tek bir yaratıcı güce bağlandığını

20
Bahir Mazhar Erarecen

v urgu lamaktadır .

"Tek Tanrılı Göksel Oinl e r in


" ortaya çık lşı , yani pey­

gamberler aracllıw il e va hiyl i dönemlerin başlaması, ilahi


varlığın, insanoglundaıı nasıl davranılmasını istediğini, buy­
ruklatınm ve gi zentinin neler öldugun,u doğ rudan anlamak
ve bil m ek güdilsli ile açılsl-anabilir. Tüm din ler insanogluna
önce bu dünyada iyi ve ,mutlu yaşamın yollarını ahlak ku­
ralları ne öğütl e rken , aykırı davranışların, geri dônulecek
gizemli ortamda cezalandmlacaklanm anlatmaktadır. Yapı­
lan hatalann ise pişman olunduktan sonra ibadet yolu ile
Tann'ya yaı�anlarah gideıilebileceğini göstermektedir. Bu
bağlamda dinler arasındaki farklar, çeşitli peygamberlerin
kendileri aracılığJ ile iletilen yöntem farkhlıluarından K.ay­
haklanmakta, bir sonraki dih, bir ônce°l'ini gerçeklerden

sapmakla eleştirmektedir.

İnsanın do ğası nda var olan başka bir dı,ıygu, hükmet­


me duygusu, bu kez y öneten l e rin yöıJetUenlere karşl Tanri
adına, Tann'nın buyruklarım baskı aracı olarak kullanma
yöntemine dönüşmüşlür. Uzun yıl l a r dünyada v arlığ ını sür­
dürmaş olan te okratik devlet sistemi, din in siyas et aracı
olarak lmllanıldiğı yöntemin ad1 olmuştur.

Dinin siyaset aracı olara.l' ve toplumlar uzeıinde bir


baskı un su nı olarak sürdürülmesi, Jnsa.rılığın toplumsa l ya·
şamında da bilimsel gelişmenin ayal' bağı olmuştur Aslın­ .

da, bilimin dine karşı bir olgu olarak algrlamnası, tamamen


yanlış olup, dinci bagoazlığoı eg�meoligine karş.ı olduğu
için, bu çevrelerce sürekli olarak engellenmeye çalışılmıştır.

Bilim; akı], gözlem ve deneyim yolu ile beJirli olgular

ve bunları .birbirine bağlayan ve sonucun ônceden doğru bi­


çimde saptarım.asını sa,ğlayan gerçel\:lere ulaşmaktır. İl1şan

2.1
Lai1ı1ik ve Şeriat Çatışması

ve toplum bu yön tem He aydmlanma, ilerleme ve sağladığı


teknikle daha iyi yaşam koşullannı elde eder. Bilimin dinden
bağımsız oluşu, onun dogası gereği dir. Ancak bu niteliğ i
onun mutlaka dine ve hele dinsel duygufara t ers ve karşı ol­
masını gE;!rektirrnez. Dfn, göksel vahiylere dayah doğmalar

bütünudür. Her ikisinde de asıl amaç, insanın daha mutlu

yaşaması nı saglamaya yöneliktir. Bilimsel bulgııJ insan akıJ

ve man tığının bir sonucu olduğuna göre, Ta.nrı'nın, ona bu

yetenegi kullantnaması için verdiğini söyleyebilir miyiz?

Dinsel bağnazlığın bilime karşı çıkmasının hiçbir


marı tıJçsal nedeni yok,tur. Tam aksirıe biliı;nde y ap ılan her
türlt'.1 gelişme, yeni bir vahiy , dinde bir reform olarak atgı­
Jannıahdır. İslam'da, topluma yar ar lJ hizmet üretenlerin.
ibadet ed�ne üstün sayılması bu nedenledir.

Oysa babda Rönesans ile başlayan billmse1 aydınlan·

ma döneminin ortaya çıkışı, kilise tara fmdah : bilimin dine.


karşı olduğu varsayımı He. uzun yıllar toplumun gelişmesine
f\östek oluşturulmuştur; Aydınlanma çağı fiJozof, düşunür
ve bilim adamlarırnn çoğunlugu dine; dinin temel öğelerine
de karşı değildiler. Doğanın onurlu bir varlığı olarak: nitele­

nen insanın daha mutlu yaşaması için, bu ugurda verdiği bi­

limsel uğraşa, Y.arada-n'ın karşı olması düşünülebilir mi?

İslam en son din olarak, bilime l<;arşı olmadığı halde,


dinsel bağnazlıJ� batıdak.indeh de daha katı şekilde, biJimin
Karşısına dikJ Jmlştit. Matbaanın, '"Gavur i cadı" varsayırnıy·
l a üç yüz yıl ülkeye sokulmamasJ bıı tür dinci bagnazlıgın
en güzel ômek(erinden bir değjJ mi?

Bu tur çağ.dışı direnişler, Türkiye de ancak Atatürk


'

devrimlerinin yürürJüge konulması ile aşılabilmiştir. Ancak,


aradan geçen sehsen yılı aşkın uygulamanın sonrasında
Bahir Mazhar Erii(etcn

bugün, Ulk.emizde, to plum umuzu karanlığa çekme amaçlı

eylemler baş(atıJmıştir.

Bu noktada bağnaz çevrelerce ortaya atılan bir savı

da yamtlamamız gerek i yor. Bilimsel gerçek ler, vahiylerle,


anlabm bi<;imi. olarak çakıştıgında çözüm nas.ti olacaktır?

ftangisi yeglenecekti'?

Uzun yıllar. tmam Gazali'nin görüşlerinin etkisinde

kalanların Heri s ürtıülueri bu görüşlerin karşıt yanıtı h iç


kuşkusuz "Bilim" olacaktır.

önceli'kie şunu belirtmek gerekir ki. 'Tann b uyru gunu

yalnız Jafzı (anlatış biçimi) ile değil. ruhu (özü-içeriği) ile bir­
likte anlamak ve özümseme k.. sindirmek gerekir, Son Pey�
gamber'in ölümün ün üzerinden ı 500 yıl geçtiğinden ve
O'nun ôliimü ile Vahiyler Dönemi sona erdigine göre ve el­
bette bütürl söylenmek istenenler tümü ile algılanamadığma

göre, bundan böyle. dogada var o.lan evrim süreci nasıl sag­
ıanacaktıt? insanlık, Vah iyl er Dönemi'nden sonra hiç kuşku
'

yol\ ki Tano'nın kendisine verdi gi akıl. düşünce. mantık gibi


yetenekleri� yoluna devam edecektir. Bu yol bilimin yoludur.
Billı'rıin ışığmda aydmlatıma yoıu�ur. Esasen Tann'nın ltita­

bmda da bu hususlar açılt ve seçik olarak yer al rnışb r Kitap;


.

ibadet ve ahlal�a yönelil{ buyruklannıtı ltesi n ve değişmez o1M


duklanm belirttikten sônra, bu kesin hükümler dışında bir
bölüm ayetleiin Müteşabih, yani değişmeceli, değişl�en, yo­

ruma açıh ya da eş attlan


J h olduklannı açıkça belirtiyor. (Ali
İmran Suresi 7nd ayet) Ayrıca bir kısım "Tamartılattmamış
Ayetler" bulundtıgu nazara alındıktanı İli\ dönem isıarn bjl­
ginleıinin de kabul ettikleri gibi. bu tür kuralların .koşullara
ve zamana göre değişik yorumu olanaklıdır. Nesih yanında,

"İlmi tahsil ibadettir", "İlim Çin de olsa bile onu izleyiniz�


mealindeki hacüsler, yüzyıllar sorıra "Yorum'' yolunu ı,apat-


Lailılik ve Şeriat Çatışması

mak suretjyJe insanlığın ge lişmesini önleyen dinci yobazların


eylem lerindeki haksızhgı açıkça ortaya koymaktc8dır,

Bu te rs ve yanlış görüş, ülkemizi uygal'h!]111 ve bilimin


sagladtğı o•anaklardan yararlanamama glbi bir durumla kar­
şı "karşıya b1rakmış, bir ölçl.'ıde Osmanl ı Devle.ti'nin batışını
hrzlandırmışhr. Oysa insanın geUşmekten alıkomtlması, sa­
dece bağnazlıgın eseridir. Ta,nrı. }{u llannın ,geri .kafmışlığınııı
"'
sürdürülmesini istemeyecek .kadar yücedir ve kutsaldır.

Bu yolda toplumumuzun, Türkiye Cumtıurlyeti'nin


kurucusu, Ulu önder AtatUrk'ün gösterdiği yolda yün1mesi,

esenJiğin sağlanması içrn başhca koşuldur..Büyük Atatürk,


halk.llla bu konuda şöyle sesleniyordw "Bizim dinimiz
için herke5in elinde bir ÖLÇÜT vardır. Bu ölçüt ile
hangi ş.eyin d.ine uygun olduğunu kolayca anla.
yahilirs'iniz. Hangi şekil akla,. mantığa uygun ve
kamunun yararına ise, biliniz ki o biz.im dibimize
de uygundur. Eğer bizim dinimiz.. akd ve mantı�
ğm birleştiği bir din olmasaydı, kusursuz ola­
mazdı. Son Din olamazdı. ( 1923-Söylev ve demeçleri
C: Tl. Sa: 1 27)

şu hususıı da yin eleyelim ki Büyük Atatürk'ün bu an­


lamb sözler.inde, O'nım ilke ve d�wimlerini, özellikJe çag­

daş ve Laik Demokratik Cumhuriyeti diıı karşıtı gibi göster­

meye yeltenenlere de açık bir mesaj vardır. Uygar dünya in·


sanının, evrenin diger gezegenlerine ulaştığı bu uzay çağın­
da, gerici bağm�zJığm lç_arşı direnişJerine geçit verilecek. mi?

• H2. Mulınrnmed'in de İnsan aklı üzerine Mtllsleti vardır: ''her şeyin bir rı::­
ıneli varı:hr. Insan.ın temeli de akildır.'', "Din, bir bin'agibidir, omın ceınen de
akddlf/, "Akı l , müminin (Müs!üm<ın'ın) kıyb-olmuş m:ılıdır, onp ner�de bıı­
hırsıı alm'1ya herkesL<>n damı çı>k hakkı vardır.'", "Aklı olımt]Mın tlinJ ı:le ol­
maz.\ "Jnşanlarb akıflıları cl�r�esinde konuşumııı.." �n.yqak: Prof. Qr, ihra­
BUKÇU: Kemalist Ülkü De�glsi, Ocak !997,
him Ag,\h ÇU S.10
24
Atatürkçü Düşünce Erdemi

Atatürk devrimleri; Çağdaş ve Uygar Türk Devleti'ni,


ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olarak yeniden
oluşturan ve yaşama geçiren ilkeler ve eylemler bütünü­
dür.

Bu ilkelerin esin kaynağı büyük ölçüde; Batının Re­


form ve Rönesans sürecinin devamı olan 1 8 nci yüzyıl ay­
dınlanma felsefesidir. Rönesans, Ortaçağın din kültürü ye­
rine bu dünyaya bağlı bir kültürün (Laik düşüncenin) kurul­
maya başlandığı çağdır. Bu dönemde Batıda kilise baskısı­
na karşı olan bilimsel yayınlar giderek sonuçlarını vermeye
başlamış, dinsel doğmalara karşı açıkça başkaldırı niteliği
kazanmıştır.

Örneğin Kopernik ( 1473-1 543), daha önceki iki bin


yıllık dönemde, evrenin merkezinin dünya olduğu yolunda­
k i yanlış görüşe karşı çıkmış, gerçekte evrenin merkezinin
dünya oldugunu, dünyanın ve diger gezegenlerin onun et­
rafında çevresel dönüş yaptıgını ortaya atmış, arkasından
Galileo ( 1 564-1642) bu tezi bilimsel olarak kesin şekilde
kanıtlamıştır. Ancak dine aykırı bu bilimsel veriler kilise ta­
rafından yadsınmış, bu düşünürlerin Engizisyon Mahkeme­
leri önünde suçlanarak cezalandınlmaları ile sonuçlanmış­
tır. Yine bu yüzyılda, Skolastik mantık düzeninin yerini dü-

r
-)
Vıiklil< ve .ŞeriaJ Çatışması

şünce, gözlem ve deneyimle k'1mtl<'l.nan bifünsel mantıgln

d avranış biç.imi almLşbr.

Böylece l 7nci yüzyıJ Avrupasma gelindiğinde, bilim­


sel dı'.işünceJer yaygın oJara:.k e,gemen olmaya başlamıştır.
Örneğin Descartes ( 1596-1650) hen1 Ye:niçag felsefesfnin
kurucusu. hem d.e pozitif bilimler alanında bir aydmlık ola·
rak ortaya çı.knııştır. Erdem denilen kavramın tanımını Uk
kez şöyle yapmıştır; "Erdem. iyi ahlaktır, doğruyu
bulmaktır. İnsanı mutluluğa gôtüren yoldur. İra­
denin bedene egemen olmasıdıt. _ İt:ades;ne ege.
men olan insanı gerçekten değerli olan şeylere
yönelip, bunun bilincine erişec.eği için wutluluğa
ulaşır� Duygular düşüncelerin önü.ne geçerse,
düşünceler bulanır. bireyler dış nimetlere aşın
değer "Verir bale gelirler."
Doğal olarak kilise, laik ahlakı içeren bu prensiplerin
yer aldığı bu gibi eserl eri de yasaklamlştır.. Ancak bu karşı
kaymal;;ır. gün geçtikçe etrusini kaybedecek ve �<lınlannia

felsefesinin birey ve devlet aı�Jayışım, dinsel doğmalardan


ayn, akla ve bilimsel gerçeK1ere dayanan prensipleri ile ya"
şama geçirilmesi karşı koyulmaz olacaktır.

Bu verilerin ış�gL alb nda aydın,lanmayı şöylece özetle­


yebiliıiz; Bireyin ve top1umun yaşanunqa, geleneklere ve
doğmalara bağlı olmadan ak.htı önderliğinde, bilimsel ger­
çeklere uygun olaral\. kuruJaıı yaşam biçimidir. Bu düşünce­
ye göre Din, AHab ile Kul arasmdaf\i ônernli bir bağ olaral\.
dünya yaşamt ve düşünce tarzr ile biiiri'ısel gerçeKlerden
ayn bir ka�egori olarak aJg.ılatımahdır.

Böylece modern devlet anlayışının mirnarlan olan İn·


giliz ve Fransız düşünürlerinin 1 8nci yüzyılın başlarından

26
Bahıı- Mazhar Erüreten

1789 Fransız İhtiliıli'ne kadar geliştirdikleri devlet teorileri,


bundan sonra pratiğe geçme aşamasına gelmiş, geniş halk
kitlelerini harekete geçirmiş, demokratik anayasal rejimle­
rin yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Örnegin; İngiliz Locke
( 1 632- 1 776), Berkeley ( 1 685-1753), Hume ( 1 7 1 1 - 1 776)
ile Fransız Voltaire ( 1 694- 1 7 78), Montesquieu ( 1 689-
1755), Rousseau ( 1 7 1 2-1778) vb. gibi tarihte iz bırakmış
düşünürlerin yapıtları, bir yandan modern devlet biçimleri­
ni, diğer yandan bireylerin doğuştan var olan vazgeçilmez
kişilik haklarını, Cumhuıiyet ve Demokrasi rejimlerinin ko­
şullan olarak önerirken, diger yandan da bu rejimlerin ya­
şatılmasında ahlaki değerlerin ön planda tutulması düşün­
cesini ısrarla vurgulamışlardır.
Bu düşünürler, Cumhuriyet ve Demokrasinin insan
dogasına en uygun sistem oldugunda birleştikJeri gibi, er­
dem denilen, iyi, güzel, faydalı ahl§.k kuralını şöyle özetle­
mişlerdir: "İnsan aklı ve onun iradesi, İyi'ye yönel­
meyi emreder. Çünkü erdem mutluluğun kayna­
ğıdır. Sosyal yaşamda iyi ise, toplumun iyi ve gü­
zel olarak algıladığıdır. Sosyal yaşamd.a iyi, top­
lumun iyiliğini, kendi kişisel iyiliğinden üstün
tutmaktır. İnsanın bilinçaltında var olan bencilli­
ği, ahlak bilinci ile yenmektir."

Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştıgımız esin kaynagı


görüşler ve prensipler, 1 9 ncu yüzyıldan itibaren Osmanlı
aydınlarını da etkisi altına almış, ancak Tanzimat'tan itiba­
ren başlatılan iyi niyetli girişimlere karşın, devlet yapısının
var olan teokratik düzenini değiştirme olanagı sagıanama­
mıştır. Batıdaki büyük devrimlerin Türk toplumuna yansı­
ması için iki yüzyıl beklemek gerekmiş ve ancak Büyük

27
Laiklilı ve Şeıiat ÇatJşması

Atatürk'ün önderliğinde bu sonuca ulaşmak olanagı bulun­


muştur.
Bilindiği gibi Atatürk Devrimleri Batıda çok
.öuce yaşama geçirilen kişilik baklan ve hukukun
üstünlüğü.ne dayalı Modern ve Laik Devlet anlayı,
ştnın TÜrkiye'nin koşullarına uygpJannnş bir sen,
tezidir. An<ıak burada önemle vurgulanması gere·
ken husus şudur ki., Atatürk, asla batının göm
kapal� bir taklitçisi oım�ış,. Ulusu koşulların uy..
giınluğuna göre yönlendirmek s"retiyle başanlı
olmuştur. Türklüğün kendi öz benliği ile ilgili
devrimler, örneğin; daha Kurtuluş Savaşı'nın baş­
Jangı<ımda Türkiye Büyük Mil'-et Meclisi'nde gün·
deme getirdiği ilkeler ile siyasal. sosyal ve eko­
nomik alanda dürüst, atılımcı. çalışkan bireyler­
den. oluş.an iyi ahlaklı,,. ça.karcılJktan uzcıL eşit
haklaı·a ve koşuJJara sahip birey ve toplum yarat­
mak ülküsü,. dev;riincillğe süreklilik niteliği ver.
mek suretiyle;. ilkelerinin geçen .zaman içinde
doğmalara dönüşmemesi ve çağ;lann g.erçekleri·
ne uygun biçimde sü.rdütübnesi ilkeleri, Türk Ta­
rihi ve TÜr'k Dili üzerindeki düşünce ve kummlaş­
tırına girişimleri. Medeni yasasuıı kendisinden al·
dığlmız ülkelerden yıJJar öıtce kadm·erkek eşitıı.
ğinin. sağlanması açısından, kadınlara siyasal
haklarının koşulsuz verilmesi gibi daha pek ç.ol{
kendine özgü devri.inler. Atatütk'Ün dam niteliği·
ni v.e düşün adamı olduğu görüşünü .kanıtlayan
girişbnler<lir. Atatürkçü Püşünce, O'nun gelecek
nesillere emanet ettiğ'i vazgeçilmez bir erdemdir.

28
isımn Dini ve Özellikleri

Orta Asya'yı esas vatan bilen Tü:rkler'in binlerce yıl lık


inançları. Şaman dininin buyruklanna bağlı olarak sürmek­
te iken, tsıam dininin Arap ülkelerinde ortaya Ç\kıp yayıl ­
m�ırıdan (Yedinci yüzyıl ) dört yuz yıl sonra, Abbasi dön�
minde. Arapların, Türk yurtlarına saldırmaları ve pe.k. çok
Türk ilini boyunduruklan altına almalanndan sonra, Türkler
kitleler halinde İslarııiyet'i kabul ettnişterdi. Karahanlılar
Devleti 900Jlü yılların son rası nda, bağlmsız bir Turı� Dev­
leti olaraı,, ilk tsl.;lm Devleti olma kimliğini de kazanmıştı.
(940-1 123) Şamanizm dini tek tanrılı bir din oldu�u için.
Türklerin bundan sonraki dönemlerde İslam dinini kabul
etmeleri zor olmadı.

Selçuklular döneminde, Türklerin İslamlığa katkıları


dinin gelişip yaytlmasmı sağla.malan Araplardan da daha
fazladır. özellikle fslfun ülkelerirti Bizans ve ttaÇlılar'a kar­
şı k.oruyanJar, Müslümanlığı.n Anadolu'da yayılıp gel işmesi­
ni gerçekleştirenler Selçuklu Tilr�leri'dir. OsmanlJlat döne­
minde ise islamiyet'in Avrupa'ya açılması, Arap ülkeleri de
dahil tüm lslam camiası nın alo yCızyıJ bpyuoca gelişip yer·
Jeşmest Osmanlılar sayesinde olanak bulm:u·ştur. (Bkz, lia­
yat Tarih Per. Kasım 1967J sayı 1 0 5:20)

Türklerin Orta Asya'da jsJam dinini kabul etmelerin·

29
Laıklik ve Şeliaı Çatışması

den sonra, en büyük İslam din alimleri oralarda yetişmiş,


verdikleri eserlerle, İslam'ın esaslannı halklara açık.lama
olanağını onlar sağlamıştır. Bu din alimleri içinde en önde
gelenleri, Farabi, İbni Sina ve imam-ı Gazali'dir. (il. Yüzyıl)
Bu Türk İslam bilginleri, aynı zamanda diğer bilim dal­
larında da birer uzman oldukları için, İsl<lm'ın Muamelat
olarak anılan, dünyasal yaşam ile ilgili kurallarının, bilimsel
bulgulara göre, zamanla yeniden yorumlanabileceğini, dün­
ya işlerinin çözümünde bilimsel bilgilerin, nakli bilgilerden
önce uygulama alanı bulması gerektiğini savunmuşlar, an­
cak ne yazık ki, İmam-ı Gazali, son radan tutucu bir tavır ta­
kınarak, eserlerinde, Nakli bilgilerin (doğmalann) değişim
kabul etmediğini, nakli bilgilerin, bilimsel yani akJi bilimle­
re karşın üstünlüğünü ısrarla vurgulamış. isıam'ın yalnızca
biçim$el yönüne ağırlık vermiş, Şeriatın Muamelat bölümü
dahil, bir söylemin zamana uydurulamayacağını ileri süre­
rek, İslamda esas kaynak olan İçtihat ve icma-ı Ümmet yo·
!unun kapanmasına öncülük etmiştir. İhyau Ulumi'd Din ad­
lı dört ciltlik kitabı, Osmanlı döneminde, Medreselerin esas
kitabı olarak kabul edilmiş, hatta ne yazık ki, Cumhuriyet
döneminde de günümüze kadar, isıam'da taassup ve tutu­
culuğu ön plana çıkaran bu kitaplardaki bilgiler, din eğitimi
veren okullarda egitimin baş kitapları olarak okutulmuş,
imam Hatip tutucu geleneğinin esasını da bu eğitim sistemi
oluşturmuştur. Ne yazık ki, Avrupa'da bile eserleri okutulan
büyük Türk bilginler Farabi ve İbni Sina (Avisen)'nın eserle­
rinden hiç biri eğitimde ele alınmamış, Cumhuriyet Döne­
minde bile bu bilginlerin yapıtları Türk okuyucusuna sunul­
mamıştır. Kanımca, bu konuda büyük günah işlenmiş, geri­
ciliğe ödün verilirken, İslcim'ın gelişim felsefesi, zamanla
değişim ve teceddüt esprisi gözardı edilmiştir.

30
Oysa tutuculuktan ya.na olan imam-ı Gazali'nin kitap­
lannda bile, tiz. Muhammed'in, "Her yüzyılın başında dini
yenileyecek kişileri. Tanrmıh ümmetine göndereceğine"
dair olan Hadisi yazılıdır.

İ�larn Türk .bilginleri arasında, Hanefi rnezhebimn ku­


rucusu, imam-ı Azam Ebu Hanife'yi de anmamız gerekiyor.
Anadolu Türklö,gü'nun büyük bjr bölümü bu Sünni mez..
heptendir. Bu. iürk İslam bilgini yalnız .b.ir mezhep kur­
makla kalmamış, aynı .zamanda, insanlanh, isJam'ı iyi anla­
yabilmesi için, kendi dillerinde iba.det yapabileceğini. b\.l·
nun bir sakıncası olmadığını, ezan ve duaların Türkçe yapı­
labilecegini söyletniş, sonrasında Arap bağnazlığının kur­
banı olarak, idam edlletek. yaşamma son verilmiştir.

lslilm büyük bir hoşgörü dini olmasın� karşm Arapla­


rın, İslam anlayışı ne yazık ki, kan akıtma, ihanetler ve te­
rör üzerinde odaklanmıştır. !\.onumuz dışında kaldığı için
İslam tarihinin kanlJ dönemlerini burada tekrarlamak gere­
ğini duymuyorum. Ancak şu kadarım söylemek gerekir ki.
İslam'a en büyült l<ôtülüğü. yine kendini İslam olarak gö­
renler yapmıştır. Bu yön ne yaZlk ki tsıamııgm bağnaz yönü­
dür. islam olUp da, kişisel ibadetini gereği gibi yerine geti­
remeyen kişiyi. düşman görmel<•, dinde zorlama olmadığı
halde, lnsanlan zorla ibadete yöneltmek, kendi görüşlerine
göre, in.sanlan iline güya uymadık.lan için öldürmek ya da
çeşitli biçimlerde cezalandırmak dayatıcılığını yapan bu
gruplar, sözde İsJam ideolojisinin takipçileridir.

Atatürl<., Cumhtıriyetln ilk yıllarında v.atattdaşlanrı, iba­


detlerinde okudukları duaların, Kur'an'daki Ayetlerin aııla­
mıoı bilerek Ta!'lnya yönelmeleri gereğini düşünmüş, bıını.m
için Kur'an'ın Türkçe tercümesini (mealini) yaptırmıştı.

31
Laiklik ve Şeıiat Çatışnwsı

.ElmaJı Hamdi (Yazır} isimli din bilginine Kur'an'ın tef­


sirini (Açıklamasını) yaptırmıştı. Sonradan Kur'an•m pek
çok 'Türkçe çevirileri de yapıldı.

Ancak bugün hala, buna karşı çıkan, ibadeti ve du­


alan mutlak surette Arapça yapma gereğini dayatanlar var.
Bunların amacı. Arapça olarak ezberden okunan ancak an­
·ıamı bilinmeyen duaJann açıltlamasını bir meslek edinenle­
rin, İslam dinini kendi tekeJlerlride tutmak istertıeleıinden
ve halkı kendi doğrultu1annda yôrıJendtrme gayretlerinden
başka bir şey değildir.

tter Müslümanmı okudugu duaların ve Kur'an Ayet.le­


rinjn anlamım bilmesj kadar doğal bir şey olamaz.

Bugün dünya üzerinde pek: çok Müslüman Ülke ve.

yaklaşık bir buçuk milyar Müslüman var. Bu insanlar çeşit­


li ülkelere dagılmış olup. her birinln ayn dilf eri var. ttepsi
de Kura.n'1 ve duaları lmndi dHlennden okumaktadır. Bugün
K.urarı'ın tam 102 dile çevrjldiği saptarımışt1r.

Bunlarm en önemlileri şu dillerdir: Türkçeden başka,


Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Sırpçı;t, Bulgarca, İtal­
yanca, Arnavutça, Ermenice, Rumca, İsveççe, Lehçe. Dan­
ca, Romence, Latince, Fince, Norveççe, İspanyolca, Ben­
galce, Hintçe, Çince, Japonca, İbranJce; Cavaca, Orduca,
*
Farsça, Birmanca, Malayca, Esperanto'ca v.b.

isıam dini., ttz, Muhammed aracılığ1 ile indirilen en


son ve diğer semavi dinlere göre. en ge1işmiş din olarak, in­
sanların (Müslümanların) Ahlaksal, Ruhsal ve Ahret Ue ilgi­
li düny_alannda, önemli rolünü sürdürmektedir. Yeniden
başJ(a bir Peygamberin gelmeyecegi de bilindi,ğinden, de­
ğişmez· ana ögeleri ile sonsuza dek sürekli kataca,k, dünya-

• Bkı.. Haym Tarih Dergi&� l'Jisan 1965, Ş-.ı.yı:3,Salı-4t. ve dev

32
Bahir Mazhar Erüret�n

sal ögeleri ile zaman� göre değişimi, insan akllnın ve bili­


min öncülwgunde tefsire (tevile) açık bulunacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk. 02.02.1 92.5 tarihinde, Balı�


kesir' de, Paşa camfüıde, yaptıgı bir lmnuşmada şöyle söy­
lüyordu:

NBi.zim dinimiz i çin her){esin elinde bir miyar (ölçüt)


vardır. Bu ô1çüt ile herhangi bir şeyin dine uygu tıluğunu im·

tayca anlayabflirsiniz. ftangi· şey (eylem ya da olay) akJa,


manbğa uygun ve kamu yaranna ise, biliniz iti, bizim dinimi­
ze de uygundur. Eger bizim dinimiz. akıl ve mantı,ğın birleş-
"'
tiği bir din olmasaydı, kusursuz olmazdı. Son din olmaz'dı. ''

isıam'ın en önemli ilke,lerinden biri, dind-e zorlama·


nın bulunmaması ve olabildiğince hoşgörülü davranmanın
*"
gerekltligidfr.

Ancak, kabul etmek gerekir ki, yıllar süren süreç içjn.


de, İslam dinj içme, bilerek ya da bilmeyerek bazı, anlam·
sız hurafeJer (kaynağmt Kur'an'dan almayan yanlış inanış­
lar) k�tılmış, dinin özijnden uzakJaşma ve taassup {gerici�
liK, bağnazlık) başlamış, şeriatçı tutucul uk, ülkelerin ve

toplumun ilerlemesini ve uygarlaşmasını kösteklemeyi sür­


dü rmüştür. Bu süreç, giderek bi rey üzerinde dinsel baskı­
ların artarak, dünyasal yaşamı çekilmez hale getirmeye
başlamıştır. Ötnegin, iman ederek. İs lam dinini kabul etmiş
bir .kişinin, ibadeti nde kusur edereK, bunun gereklerini
tam bfr biçimde uygulamaması, h;,ıtta bazı buyruklara uy­
mayarak günah lşle.ınlş olması . o kişinin dinine karşı .gel�
miş olmasını gerektirm eyeceği gibi, başkalarının da onu,
buna zorlamasının h\ç bir gerel{çesl olamaz. ÇLinki.i dinsel

• Söyle.v ve D.em. Cilt:2 Si!:l 27


•• Bakara �uı·esi 2.56 ve ?.71 Ayeder

33
Laiklik ve Şeri.at Çatışniası.

duygular bireyseldir. Orıun hesabını Yatad.an göre.ce·ktir. Ü&


telik Jsram dininde, ruhban sınıfı da yoktur. B1'gün ŞerlatçJ
ofarak adlmıdnılan !\esimin esas yanlışı burad�dır. Ôrne�
ğin, oruç tutmayan, namaz kılmayan ya da başını örtmeyen
kimseye m ü dahalede bulunmak., öncelikle dinimizin kural­
Jarına, sonra da, günümüzde evrensel kabul edilen dünya­
sal insan haklarına .aykındrr.

Osmanlı döneminin çok degerli bilim vç din adamı,


* .
Ahmet Cevdet Paşa Te-zakir adlı büyük yapıtında rsııım di-
ni hakkında şu aç.ıkJamay• yapıyor.

"İslam dinine girmek. hiç kimsenin kabulüne


ihtiyaç göstentlez, ne doğumd·a, ne nikahta� ne
ibadette ve de ölümde. din adamı şart değildir. Din
ulemasının (görevli uzmanlarının ) görevi. din hak·
klnda bilinmeyenleri açıklama� din ve ibadet ko­
nularında yol göstermektir. Dinimiwe, ilmin onu�
ru, yüc:edi.r. Bit Müslüman, Çin'de bile olsa. oradan
ilmi istemeye ve öğrenmeye mecJ>urdur. Adalet ise
en büyük ibadettir, islim Dininin esası iki sQzden
ibarettir. Biri, Tannnıu birliğjni tc:tSdik (Onaylama,
kabul) diğeri, Muhammed'in, Tannwn re.suJü (dçi­
sj, Peygamberi) olduğunu kabul etmektir. Hiç kİ!JI·
se dine zorlanamaz. D�vlet; vatandaşlanmn. din
farkı gözetmeksizin caa mal, ırz (namus) ve dinsel
itikadım (inanışım) korumaya mecburdur.

� AHMET CEVDET PAŞA (DılS22-Ö:lf39.5), Osmanlının, MECffi,LE adını taşr­


yan ka.rıununu hazırlayan kun;ıbJn başkar\U.lır. T<ırih, Hu�uk, Felsefe, Din \>e
Yazııı komılıtnnrJ<.ı· pek ı,.-ok yapıtl:m vardır. Evkaf (Vakıflar) AcJliye ve Maatif
(Eğitim) baJ�:anJıklcırında buhınmuştur_ Ba�lıca yapıtları: 12 Cihlik Tarlb-i
Cevde t , Kavaid-i Osman! Tezakir C'rerlc erelerl adh yayımlarımış. ')'apttland.ır.

34
Bııhlr Ma<:har fr(i relen

Politika dine, din politikaya kanştınlamaz.


Çünkü dinin gerekleri değişmez kurallardır. PQliti­
ka ise değişkendir, ibadetlerin g�reği gibi yapıl·
maması, dinden çıkmış olmayı .gerektirmez. Kul
yalmzca Tannsma karşı. sorumlu olur. Günahların
takdiri ise Tanrıya aittir. Taıın ile Kul arasına giri·
lemez. Tann kullarım affedicidir.. Bağışlanmayan
tek günah kuJ hakkı yemektir. İslam dlni adalete
ve hakka dayamr, özgürlük esaslanm kapsar. Bu
nedenle. mutlakıyete (tek adam yönetimi) dayaw
nan yönetimler, isıam dinine aykındır."

Ahmet Cevdet Paşa'nın yukant:la c.tktatdığırrıız anl<;ıtı­

mı bundan yüz elli yıJ öncesine aittir ve kendisi Şeriat tıu­


kuku bilginidir. Ancak söylenenler, bugünün L � k Türkiye
Cumhuriyetinin gerçek amacını aynen anlatma}mıdır. Ulu
Önderimi z Atatürk'ün eylem ve sôyJernJeri ile bu görüş ara­

sında esaslı hiçbir fark yoktur.

füç kuşku yok lti. ba,gnaz dinci kesimin basıncı tutu­

m una lrnrşı, kendini Laik: olarak gören kesim içinde, ôz:el


yaşamında, dinine baglı olarak, dinin gereklerini yerine ge­
tiren. samimi İslam'a karşı bir davranış söz konusu ise, bu

tutumda. aynı blçimde kınanmaya uyguı:ı ortam yaratmış

olur. tter iki kesim. hoşgörü ve bımun da ötesiFJde birbirle­


rinin Anayasal haklarına saygılı olması t�ışrna götürmeye­

cek biÇimde kabul edtımelldir.

ibadet, kulun Tannya yaklaşım yoludur. Kural ve bi­


çimi.eri Pinin kitabı olan Kur'an'da gösterilmiştir. Ancak,
yalnızca biçimsel ibadet' in ve günahlardan af için bir yakar·

ma .biçimi olan Duaların göstermelik degil, içten olm�ı ger

reklidir. Bunun tak.diri de elbette Tanrıya aittir. Dinimizde

35
Laiklik vı:: Şeriat Çaırşrrıası

ibadetin de önünde gelen; iyi bir kul olmak için, gerek.ti ah­
lak lwrallan vardır. İyi ahlak sahibi olmak. başkasına iyililv­
te bulunmak, yardımlaşmak, yalan söylememek, dedikodu
yapmamalç, dürüstlü:.kten aynlmamak, başkasının mahna,
namusuna. 1r21m1 saygılı ve koruyucu olmak, insanlığa ve
topluma karşı iyi işler yapmak, yararlar sağlamak v.b. gibi.

Nitekim Kur'an'da, haYJrlı işler işleyen ve insarıtarın


yaranna çalışanların yaptık.lan eylemlerin, ibadetin de üze­

rinde ohm yüksek değerli fiiller olduğu, bu kimselerin, iba­


det edenden daha fazla Tanrı'ya yakın buJunacakları,
Kur'an'ın pel<; çok ayetıeTinde açıklıkla anlablmaktadır.

Örneğin. Bakara Suresinin 62nci Ayetinde, "Şüphe


yo1' ki, im�n edenlerden.. Yahudilerden. Hıristiyan.
lardan ve Sabiilerden (YJldızJara yönelerek ibadet
edenler) kim, AIJall"a ve Ahret gününe (öte dünya)
iman edip salih (yarm-b} ameller (eylemler) i�ler­
lerse,, onlara, Rabi.eri (Tanrı} katında mü,ka(at
(ödül) vardır. Ortlar-a Ahrette 'hiç bir korku yoktur
ve onlar üzülmeyeceklerdir.:· ayni doğrultuda ayetler,
J\ur'an'ın Bakara 82, ttaç 1 7, Buruc n, Ali İmran 57, 134 SU·

relerinde de. mevcuttur.


İleride de, açıklanacağı gibL aslında g(inü­
müzde Jaikliğin, din ile dinin ôzü ile dinin ana
öğeJeri ile İstam'ın çelişen bir yönü yok.tur.
O halde neden bunca yıldır, Laik kesim üe Şeriatçı

kesim şiddetle birbirlerine karşıt cephede mücadeleye de­


vam etmektedirler?

Bu kitabımızda bu sorunun yanıtlan ile birlikte, özde


mevcut çatışmanın, çıkar ve siyasal din sömürüsü dışında,
yapay oldu.gunu açık.lamaya çahşacagız.

36
Bahıt Mnzhur Ert1 rden

Batıda, Rönesans ve aydınlanma devrimini �zleyen

dönemlerde kfüse ne siyasal iktidarların kendi a lan lann ı


ayırmasında faz1a bir zorluk çık,marnıştır. Bugün, kUise ile

siyasal iktidarlar f,lfasında hiç bir uyuşmazlık olmamasının

asıl nedeni. Hıristiyan dininin kitabı olan incil'de, Ahret ile


ilg.ili, yani yalnızca kişinin dinsel inanct dışında, dünya işle­
ri fle ilgjli hemen hemen bir düzenleme bulunmaması, Ba­
tı toplumlarınm ulaştığı bu çağdaş ve modern düzende, din
sömürüsünün ınevcut bulunmamasıdn.

İslam dünyasında bu karşıtlt(Vli nede�1leıi; lslam'ın


kitabı olan Kur'an'da dunya meseteleri11e alt bazı hüküm­
lerin (BuyrukJarın) butunmasıdı ı: örneğin, evıe.tıme ve bO·
şanma ile ilgili miras paylaşımı He ilgili, kadın erkek farklı·
l ığı ile ilgili. ceza kOill!Stında.r kısa.s gibi (Öldüreni öldür·
mek), recim gfbi (zina eden kadmı cezalandırmaJ<) Laik tt'u­
kuk sisteminde bulunmayan hükfünlerin bulunması ilk ne­
den olarak gösterilmektedir.

İkinci neden, İslam dininde demokrasi, eşitli.k, uft.1·


salcılı k gibi kavramların buJunmaması, buna karşılık İs·
lam'ın H�lifelik kurumu nu n devleti yöneten kişinin elinde
bulunması, yani İslarn da Halife aynı zaman da devlet baş­
' ,

kanı, Devlet Baş·kanı olan 11alife de, siyasal egenı enliğin


başkam konumunda bulunmasıdır. Bugünün Demokratik
Cumhuriyet rej,i'mlerinde elbette yeri yoktur. Bu nedenJe de
Hilafet Kurumu kaldırılmıştır.

Üçimcü neden ise. k.imj İslamcı akımların. iktidar ol­

ma"!\ ve orada kalmak için dinİı yapay sömürü aracı olarak


k.ullanmalan, demokrasiyi bir amaç degil, k:endi kişisel ik·
tidarları için araç olarak kullanmalarından. btı yapay ikiliği
devam ettirme!� için de, halkın eğitim düzeyinin düşü!� ot-

37
Laiklik ve Şeriat Çatışması

masından yararlanmalarıdır.

Dini siyasal sömürü aracı olarak kullananlar, .öylesine


bir kandırmanın içindededirler ki, Laikliğ] halka bir tür din
imiş gibi, Müslümanlığa karşı bir dayatma imiş gibi göster­
mektedirler. Oysa bu savlarının hiç bir geçer yanı yoktur.

Laikliğin bir din gibi algrlanmast bir yana, cr hiç. bir zaman,
dinin inşanlara yöneldiği Ah.ret, inanç ve ibadet gibi konu·
lara de�inmemiştir. Laiklik. insanlığın yaşamındaki iki ayrı
dünyasından, inanç dunyası ile hiç ilgilenmeyip, insanm
yalnızca bu gerçek (maddi) di.inyasına ait kurallar .koyma­
nın dışında dine, dinin özüne ve ki.şinin ibadet hakkma da
karşı olmayıp, tam ak.Sine din, inanç ve ibadet özgürlüğü­
nü anayasal bir hak olarak tüm vatandaşlara karşı tekeffül
(garanti} etmiştir.

Türkiye'nin laik düzeninde, din ve devlet, yani dünya


ile ilgili işlemler birbirinden aynlmış olup, ôzellikJe yasala­
rın yapılmasında dinden referans alma: zorunltı:ıugu yerine,
modern toplumun gereksi11imlerine göre yasalann koyul­
ması ve bu :>�yede, Çf;lğdaş bir yaşarna ulaşmanın yarımda,

yapay din sömürüsünün örılenrnesi de JaikJiğin .kapsamı içi­


ne almrıuş, bu nedenle, Diyanet İşleri örgütü, Devlet örgü­
tü içinde özeJ bir kurum olarak kurulmuştur. Atna:ç dine
müdahale degil, y�mz.ca din adam1arırnn ve ibadet yerleri­
nin halka geregi: gibi hizrrıet vermesini düzenlemek ve şe­
riatçı kesimin,_ yasalara aykrn işlemlerlni denet1emek­
tir.(Bkı, Anayasa M . l 36)

Laik sistem, dinin inanç ve ibadet konularına karış­


madıgı, insanların dinsel inamşlarına karşı yansız kaldığı ,gİ'­
bi, dinsel ideolojinin de, artık modent dunyada. dünya iş­
lerine. toplumların yönetimine kçırışm�m�sı ilkesi geçerU·
dir. Diğer bir anlatımla, evrensel egemenlik. Tannya, siyasal

38
Bahir Mazhar Erüreten

ve dünyasal egem enlik ise. insana, yani topluma (Devlet


düzenine) aittir.

tliç l�uşJ<u yo� ki, insanoğlu yalnız tekil bir varlık ola­
,

rak yaşamak için yaratılmamıştır. insanlar toplumsal var!Jk­


larclır. Toplum olarak yaşamak zorundadırlar. Bu toplumsal
yaşamında elbette adil ve eşitlikçi bir düzene gerekşinimi
vardrr. Bu gereksinim, Devlet denilen hukuka bağlı bir yö­
netim kurumunun oluşumunu gerekli kılnuştır. Bu kuru­
mun varlığını sü rdürmesi de adına ulus denilen toplu mun ,

'

kendi düzenini l\:unnasmı gerels.tiriyor. Bu düzen demokra·


tik hukuk düzenidir. Bu düzende toplumun kendi yaptığı
yasalar e·ge:mendir. Laiklik, bu modern düzen için, olmaz­
sa oımaz bir zorunlul uktur. Modern Hukµk., toplumun ge­
reksinimlerinden ve çağdaş deger yargılanndan ol uştuğu
için dinden referan s almaz. Ne vat ki ternel değerlerini ah·
lak ve adalet duygusundan alan laik hukuk sistemi, din,
inanç ve ibadet özgürlüğüne de hiç bJr bjçimde engel ol­
maz.

Demolu-atik ve laik blr hukuk düzeninde, yönetenJer


gücünü halk.tan alı rlar Buna uJusaJ ej!.emenlik diyoruz. Ege­
.

meiı.liğin asıl sahibi ise ul ustur.

H.ulrnk sistemi dOğrudan dine baglı toplumlar üm­


mettirler. özelUkle İslam'ea, pe,k çok mezhep ayrılıkları.
dinsel. hul<ukta ayrı kurallann geçerli olması sonucunu do­
ğurmuştt1r. Ümmet kimlikli toplumlann, bu nedenle ulus
oluşturması ve demnk:ratik eşillikçi bir hukı.ık sistemine
kavuşması olanaksızdır. Ayrı' din ve mezheplere bagh top­
lumlarda, tek bir hukuk sistemi oluşturmak olanaksJz bu­
lunduğu içJıı, hak.tarda eşitlik ilkesini uygul..:tmak da olanaıv
sı zdır.

39
LalkWı ve Şena.t Çatışması

TUrk devriminin esas amaçlan, uluslaşmak, çağdaş­


laşmak ve demokratik bfr .halk idaresi (yönetimi) kurmak­

tır. Bıı nedenle de Laik sistemin kabulü kaçrnılmazdı..

. laiksistetnde, çeşitli din ve mezhepJere aym -ve eşit

uzal�lıktzı kalan Devlet, din! inanç ve vicdan özgfulüğünü

daha iyi lılr biçimde yürütür,

Atatürk, Ankara Huktık Okulunun açrhşında, 5 .Kasım


1 925 günü verdiği söylevde bu gerel\siılimi şöyle açıklıyor­
du:

''Ulusun Varlığım sü:rdürebilmesi için. birey·


leri arasında amaçladığı mü.$terek bağ, yüzyıllar·
dan beri gelen şekil ve niteliğini değiştirmiş, ya­
ni uıus din ve mezhep bağı y,erine, Türk vatan..
daşlığı bağlan ile bireyleri toparlamıştır. Sonuç
ola:tak Ulus, saydığJm değişim ve devrimlerin do,.
ğaJ ve zomnlu bir sonucu olarak. genel yöneti­
min ve tüm yaşatann, ancak. dünye\li gereksiA
nimJerden esinlenen. gereksinimlerin (ibtjyaçla­
nn) değişimi ile gelişim, sürekli gelişim ve ilerle•
meyi, esas alan dünyevi. bir görüşü yaşam ilkesi
saymıştır...
Laik sistem, dinsel, erzgürlüğe izin vermekle blı'likte,

dinin siyaset aracı olar$1k kul1amlmasma izin vermez. Dü­

zen. devamhlığını sürdürme{< için buna mecburdur, Eş an·

1atımla, dinsel özgürlük bir hak, ancak, düzeni değiştirmek

için bir dayatma aracı değildir.

40
Laikliğin Genel Tanımı ve Tarihçesi

Laik ve toplumsal devlet yaşamında, siyasal iktidar,


bireysel özgürlükler alanında korumak zorunda olduğu din
ve vicdan işlerine karışmadığı gibi, dinsel alanı da, siyasal
iktidarın egemenliğinde olan hukuk alanına karıştırmaz.
Bunun sonucu olarak da, laik ve toplumsal düzende, yasa­
lar, dinden, din kurallarından referans {ön izin) almaz.

Avrupa' da, bütün Ortaçağ boyunca, toplum yönetimi­


ne kilise, yani Papazlar egemendi. ttııistiyanhğın temsilcile­
ri olan Papazlar (Papalar) en güçlü kralların bile önlerinde
diz çöktügü ruhban sınıfının önderleri olarak, dinsel konu­
larda oldugu gibi, siyasal ve hukuksal yaşamın da mutlak
hfı.kimleri idiler. Kurdukları engizisyon mahkemelerinde te­
rör estiriyor, bilim adamlarının gerçegi yansıtan söylemleri­
ni bile, ölüm cezaları ile önleyebiliyorlardı. Ortaçağı, tüm
Avrupa'ya karanlık bir kabus olarak yaşatıyorlardı.

Ancak, Ortaçagı sona erdiren Rönesans (yeniden do­


guş) aydınlanma dönemine girildiginde, 1789 Fransız bü­
yük devriminin öncüleri olan düşünsel eylemler, çeşitli tek­
nik gelişimler, Kilisenin bundan böyle çagdışı, ak.ıldışı ege­
menliklerini devam ettirmesinin olanaksızlığını ortaya koy­
makta idi. Böylece kilisenin mutlak egemenliği gücünü yi­
tirmeye başladı.

41
Laiklik ve Şeriat Çatı.şma.st

Sonuçta, f'ransız büyük devrimi ile laiWik ilkesi de,


toplumun yaşamına, yasalarla resmen girere_�, dinsel ya­
şam ile dünyasal yaşamın smırJan kesin bir .biÇimde aynl­
d1, izleyen yıll�rda, laiklik ilkesi., yani din işleri ile devlet iş­
lerinin ayrunı. batıda büyük sorun yaratmadı.

Bunun en önemli nedeni, linistlyan dininin buyrukJa­


n içinde dünyasal yani kişinin dünya yaşamına ilişkin hü­
- kümlerin bulunmamasıydı. Ancak Müslüman ülkelerde Jaik
...

ya.şama geçiş hiç de kolay olmadı. esasen, b�gün bile pek


çok lslam ülkesinde halen teokratik düzen sürmekte, bu
nedenle de bu ülkeler, çağdaş demo'kratik düzene .geçeme­
menin sıkıntısını çekmektedirler. 192.3 Cumhuriyet Devri.­
mi ile l&ik düzene geçen UI\ ve tek lke, Atatürk CLtmhLtri­
ü
yetidir. İslam ülkeleri içinde bugün, tüm olumsuzluklara
karşm çağdaş, demokrat bir devletin devamı, Yüce Önder
Atatür�ün sayesinde otmuşfur. Ve kuşku yok Ki bugun İ&
Jam ülkeleri içinde her bakımdan en gelişmiş tek ülke Tür·
kiye Cumhuriyetidir.

'Elb�t bu geçiş dönemi Türkjye'de de kolay olmadı.


Bunun en önemli nedeni, Osmanlının, yüzyıllat'ca süren te­
okratik (Din kurallarına göre yönetUen devlet biçimi) yöne�
tim biçimi gelenegidir. Osmanlı Devleti kuruJuşundan itiba­
ren, yıkılıncaya kadar, teo.kratik devlet olma geleneğini sür­
dümıüştü. Halkın yüzyıllar süren yaşam !:>içimi, alışl{anlık�
!arı ile egititnin esasmı oluşturan medrese kültürunün ve
bu .kültürü etRin bjçimde temsil eden zfüniyetin, kısa bir
süre içinde, böyle-si l<ökJü bir degişiklige ugratılması elbet­
te son derece zordu. Karşı koymalar kçıçınılmazdı.

Parçalanan Osmanlıda, KurtuJuş Savaşı sonrasında


Atatür� önde.rliginde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ulusalcı

42
Bahir Mazhar Erııreten

bir karakter taşıdrğl için, ·bu toplumun, ulusafcı laik bir sl's­
temi benimsemesi için ço� uğraş verilmek gerekiyordu. Ni­
tekim Cumhuriyet sonrasında ortaya çıkan direnmeler. yeni
devleti gereğinden fazla uğraştırmıştır. Daha Kurtuluş Sava­
şı1nın başlangıcında ve devamında Anadolu'nun çeşmı böl­
gelerinde çıkan gerici isyanlar. İstanbul hükümet1 ile ona
bağımlJ bi}rokrasi, basın ve d1ş kaynaklı klşkJrtmalar. savaş
.sürerken büyük wrluklar çıkardığı bir yana, Cumhuriyetin
ilanından sonra ortaya pkan, devrimlere karşı koyma ey­
lemleri ve iç �kışına ve silahlı isyaıııar, ôrllegin, doğuda
l Q;25 yılında baş gôsteren Şeyh Sait ayaklanması, Mene­
men'de patlak veren gerici, tarikat vahşeti, ne yazık ki, ye­
ni devletin yönetim çevrelerinde bile kendisine yandaş bul­
muştu. Karşı devrim bjçimincie sürdürülen olaylar, aslında
gizli ya da açık bjçimde bugünlere kadar devam ettirilmiş·
tir.

Kabul etmek gerekit Jrj, halknruza Jaikligi tam anlamı


ile benimsetmekte, aydınlarımı.zın ve asıl önemlisi. Ahado­
lu' da görev yapan yönetim bürokrasisinin de hatalan ol­
muştur. örneğin. anfabm e·k.si kliğinin ötes'inde, özellikle
devrimin ilk yıllarında, yerel yönetici kadronun bazt eyıem­
ı·eri. laik.liği din ve dinsel inanç k:<;lfş.ılıgı gibi göstermeye Ça·
lışanların ekme�ne yağ sürmüştür. Örneğin, gericiligiu tas­
fiyesi ve Cumhuriyet karşıtL eyle.mferin önlenmesi sırasın­
da. samimi dindar kesimi bile. küstürecek bazr olaylar ya­
şanm1ştır. Çünkü devrimin yerel temsilcileri olan bürokrat­
lar da aslında henüz devrimin felsefesini geregi gibi anla·
mak. ve uygulayabilmek yeteneğine kavuşınamışlardı .. ön­
celikle devrimi gerektiği gibi özümsemiş yöneticilerin ve
eğitici kadronun yetiştirilmesi ise zaman alıyordu.

43
Lath.Wı ve Şeriat Çatışması

Laik yasalarııı Millet Meclisinden geçirilmesi, sonra­

sında d,a bunJann topluma uygulanmasl için yönetici ve


yargı kadrosunun yetiştirilhiesi için zamana geteksirıim
vaı:dı. Laik Cumhuriyetin alt yapısı modern eği timdi Bunun
.

için Atatürk, daha Kurtuluş Sava şı devam ederken başlattı·

ğı eğitim seferberligint hızlı bir biçi mde yürütmenin uğraşı­

n ı veriyordu. Dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir top­

lumsal tlegJşimi ôhgö.ren devrim sürecinde bazı aksakllkla­


rın görülmesi lrnçmılmazdı. Bütün olumsuzluklara karşın,

sistemin, bugün bile pek çok ülkeye örnek gösterilecek ba·


şansı, Ulu Önder Atatürk'ün, devleti, çok sağlam temeller
üzerine oturtan düşünsel sisteminin dehası sayesinde ola­
nak bulmuştur.

44
Balıir Mazhar Eriireren

Türkiyede Siyasal Dinci Bağnazlığın


Amacı ve NedenJerl

Ülk�mizde, Atatürk. ilke ve Devrimlerine karşı çıkışın


en önemli nedenleıinden biri, hatta birincisi, Atatürkçü Dü­

şünce Sisteminin, çağdaşlaşma ideolojisinin lalklfü ilkesi­


cli.r.

Laikliğe. yarli din ve dünya düzeninin, eş anlatımla.


dinin siyasallaşıp saltanata dönüşmemesini öngören aydın­
lanmacı görüşe karşı ç1kış1n kökeninde, bu bağnazlık var­
dır. Bu anlayış, Arap yanmadasmda, Peygamberin ölümü
ile başlamıştır. Dört Halife döneminde, halifeler, din ve

inanç adına deği'L siyasa] amaçlarla .katledilmiştir. Bu kanlı


eylemler, Arap Emevi Devletinin kurulmasından sonra do­
ruğa ulaşmıştır. Çünkü özellikle Emevilerden itibaren Hila­
fet, yani dinin siyasallaşması ve saltanati'I (Devlet gücüne)
dönüşmesi, eş anlatımla, dio kurumunun, devlet f;Tkinin

de, bir dinsel basK.ı aracJ oJarak kullamlması tam anlamı ile

başlatılmış., din adına yüz binlerce masum insan. nedeni


yalnı_zca siyasi ola.n nedenJerle 1$tJedilmiş, İslam kardeşli­
ği, uygulamada yerini vahş�te dönüştürmüş, siyasal görüş
ayr1lık-lan, ikUdar mücadeleleri, islarn'm da özunden a,ynıa�·
rak, çeşitli mezhep ve tarikatJara bölünmesi sonunu doğur­
muştur.

45
Laiklilı ve Şeriat. ÇatışnıaS1

Bu acımasız savaşJar; Eme:vUe.roen sonra Abbasjler


dôneminde de siirmüş, öze!UkJe, adına tfariciler denilen
meztrebin. aslında İslam'm gerçel< özüne ay.kın yaıllış bir
inanJŞ ile İslam'ın dünyasal baskı aracı olarak sürdürüime­
st bugünlere kadar sürmüştür.

Konumuz, İslam tarihinin ayrıntıları ile ilgili 0Jmadığ1


iç1n, yüzyıllarca süren, islam'ın, fsl�m·ı acımasızca öldür�
düğü kanlı olayların ayrıntısma girmeyeceğiz. Ancak konu­
muzla ilgili· olarak şu kadanm anlatmak gerekiyor; İslam'ın
gerçelt özünde "Dinde zorlama yoktur" kuralı vardır ve ge­
çerlidir, Oysa !iariciye mezhebi bu görüşe kar.şı çıkarak, İ&
lam'ı insanlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmayı
yüzyıllarca sürdürmüştür. Bu siyasal baskı, İslamlığı dinsel
bağnazlığın taıihine d.önüştürm:üştür.

tlaricilikte en önenUi öge, İslami zorl'aınadır. '(ani


Tanrının sevap saydığı, ya d;ı onların öyle zannettikleri ey­
leme uymak Müslüman için zorunludur. Uyma�n kişinin
ise en ağır cezalar ile kendjJeri tarafmdan cezaıandmJması­
nı gerektiriyor. Çünlw onlar kenc:Lilerini, Tann'nın temsilci-
···
si olarak göruyorlar!

Ne yazık ki, bu yanlış görüş, Yavuz Sultan Selimin


Arabistan ve Mısnı işgali ile halifeliğin Osmanlı saltanatına
geçmesinden sonra da Osmanlıya geçmiş, Anadolu'nun öz
be öz Türk ve Müslüman olan halkına, sırf Sünni mezhep­
ten olttıadıJ<Jarı için oımad1}\ vahşetler uygulanmıştır.

tter ne lrndar, Fatih döneminin hoş�ör'ü ortamında


uygulamalar esm'!klik kazanmaya başlamtş idi ise der Ya­
vuz Selim döneminden sonra da, bağnaz dinsel baskıJaı�
Osmanlınm çöküş dönemine k.ad'ar çeşitli nedenlerle sür-

• oy,;a "Diııdezortamay(ı�mr.• CBa.knr:ı. Surasi 256. Ayet)

46
Ba1ı:ır Mazhcır Ertıtttım

dürülmüştür. SavaşJa gasp edilen Halüelik Kurumu, padi­

şahların siyasal egemenJlkJerinin aynlmaz bfr ögesi olarak

varlığını sürdürürken, onJann bu kimlikJeri.nj lrnllanan ule­

ma,, yani din adamları sınıfl, tüm toplum içjnde, dinseJ ege.

menliklerini birer ruhban sınıfı gibi sürdürme olanagı bm­

muşlardır.

Ne yazık Ki, ülkemizde bugün dahi dinsel öğelerin

baskı arac1 olarak kırUanılmasının altında yatan gelen ek ve

gerçek. budur. Türkiye Cumhuriyeti'nde bugün bile b azı

kentlerde, Ramazanda onıç tutmamak y a da Cuma nama­

zına gitmemek bir suç sayılmakta, hatta yaralama ve ölüm­

le biten Idşisel olaylar devam etmektedir. Toplantı alarıiarı

ve. salonlarda harem-selamlık lKadm-erkel}) ayrırıu zorunlu

olarak uyguJanmakta, bütün bu suç oluşturan dinsel baskı­


lara karşılık, bu düşüncede olanlar. güya Laik kesimin,, İs­

lam - dinine baskı yaptığı savlarım. yayın organlarınd a sür,

dürebilmektedirler.

Oysa bağnazların yurdumuzda halen direndikleri bu

olaylar, batının aydmlanma felsefesinin devlet ve toplum

yaşamına girdiği on sekizinci yüzyıl öncesindeh beri çok

gerilerde kalmıştır:

Yüce Önder Ataturk ile birlikte havuştuğı:ımuz Cum­

huriyet aydmlanrrı�sı, dinsel dayatmacıl:ığm, yobazlı ğ :m , kı­

sacası, din ile dünya yaşamının kaçınılmaz ayrımını ilk öğe

kabul ettiği için, kökten dinci mezheplerin, islam'ı, siyaset­


te bir baskı ve iktidada
r kaJma aracı olarak kullanmak ist�

yenlerin bu yeni rejimin karşısrnda olmaJan doğaldır.

Yapmak istedikleri, bir karşı devrimle Cumh uriyetin

tüm :kazanımlarını yok etmektir. Tek silahlan. cahiJ halk

üzerinde yogunlaşbrdık.lan, din sömürüsüdür. Laikliğin is-

47
fam'a karşı oldugu yanlışını durmadan yinelemeleıidir.

ı 950'1i yıllardan beri sürdürülen bu karşı devrimci


eylemlere karşın, Devletin, devrimleri korumakla görevli
kurumları rıe yaptı? Sivil toplum kurultışl� neyi ne kadar
yaptı? Birey. kendine düşen vatandaşlık görevlerinden ne
k.adannı yerine getirdi? Bu soruların yanıtı elbette oJumlu
değildir. füma karşın, devrimleri gerçekten benimsemiş, t11-
kesini seven bilim ve dQşün adamı bir avuç çok değerli i n­

sanımız, sırf devrim yanlısı gerçek Atatürkçü olduk.lan Jçin


.
.

alçakça pusuy.a düşürülup öldürüldüler.

Ne kadar düşündürücü ve acı sonuç degil mi'?

YapJlanJar düpedüz tsıamr terördür. liepsi de Müslü­


man olan bu değerli insanlanm12L acımasızca ôldürenler ya
da öldürtenler Müslüman olabilir mi?

48
Din ve Dünya Ayrimı

Laik yaşamın birinci ögesi. Din işleri ile Dünya işleri­


nin l>irbtrinden ay.rmndır. Din işleri, bireyin, uhrevi yaşaı:nı
ile ilgili, inanç ve ibadet konusundak.i düşünce ve eylemle·
dni 'kapsar, Burtun dışında k&Jan ve bireyin, bu dünya y<lŞa­
mJ ile il,glli tüm fiziksel yaşam ve davranışl::ın, dünya i şleri
kapsamı içindedir.

Din ve ibadet ile ilgili düşünce, eyJetn ve ibadetler,


bireyin, Tatmsı ile., men sup oJdugu dinin kit�_plarında sözü
edilen nakli (eleştirmeden aynen kabul zorunda oldugu
doğmalar) bilgilerd;r.

Bu dünya yaşamı ile ilgiJ i eylem ve. davr<'.lnışlar ise, bi�


reyin kendi ö�ur iradesi ile içinde yaşadığı toplumu yön­
lendiren, uyulması gerekl i, adma hukuk sistemi denilen
mevzuatın buyrukJarı için de gerçekleşir.

Lailt ve modern dünya y�şaırunda, pireyin yaşamına


yön veren kurallar ki, biz buna kısaca; bukuk dü.zenleme­
leıi .diyoruz, kişilerin birbirJeriYle, kişileıin toplumla ve Oe\1-
let organlan ne aralarındaki iUşkileri düzenleyen kurallar,
düzenlenirken, yasa koyucu ya da yönetici veya yargının
davranışlarının ölçütü; yaıtıızca, toplumı.m adil ve gönençli
b1r düzen içinde eşit biçimde yaşam alamu öngören koşul·
!ardır. Bu sistemde, yasalar yap11ır ve uygulamrkerı, dinsel

49
Lai,k1ik- ve Şeriat Ç-atışması

bilgi ve buyrukl ar belirleyici ölçüt {ktstas) olarak nazara


alııunaz. Yalnızcsı. insancıl ilişkHer, adiL eşitlikçi . yararlı ve
toplumu düıenleyiclti1' birtnci önceliK alır,

Sosyal (Toplumsal) yaşamının kaynağını salt dinsel


anlatımlardan alan dü.zenlet, siyasal ideoloji1erinj de dinsel
temeller üzeıine oturtarak din esasına ®yalı devlet mode·
linin peşindedirler.

Qysa Devlet denilen toplumsal düzeı'l, halkm, hulillk


düz�ni içinde .biUm ve tel:ml�in uıaştıgı çagdaş, refah (gö·
nenç) içinde bir düzeni n yaşam b içimidir. Eş anlatımla Dev­

let denilen üst kurum, tilin toplumu kavrayan tüzel kişim,.


tir. Bu bağlamda Devletin elini olmaz, olruuaz. Din, kişilere
özel Ahrete dönük inançlar bütünüdur.

elbet, İslam di n inin söylemleri arasmda dünya yaşa­


mı ile ilgili olanJar da vardır. Ancak bunlar 1500 yıJın geri­
sinde kalmış, yeniden yorumlanması gerektiği halde, Tec­

dit (yenilenme-yeniden yorumlanma} gereğine uyu1tnam1ş


olduğu için. bugü ııü n toplumsal yaşamının gereğine uym&
yan söylemlerdir. Ancak bunlar, fslam'ın özii ile ilgilf deği�
mez buyruk1ar değildir. l\ur'
. an'ın Ali İmran Suresinin 7nci.
Ayetinde açıklandığı gibi,

Müteşabih, yani zamana göre değişimi öngörülen.,


e:mredici değil, açıklayıcı ayetlerdir. Zaman içinde yeniden

yorumu (teviü) yapılması gereken ayetlerı:ıir.

Buna İslam'da Tecdit yani yenilen tne d enmektedir.


Bunların ayrıntısını diğer bahislerde açıkladıfıunız için daha
fazla ayn n tlya girmek gereğini görmüyorum.

Qünümüıün Laik Modern Devlet düzeni ise, hulmlv­


sa1 düzenlemelerde. topJumsaJ yaşamm gerekleriı1e, insan­
ların kayıtsız koşulsuz egemenliğine ve eşitJ!ğine, bll{rnseı
gerçeklere dayandığı için, bit bakınıa. tsıam·a i<arş1 olmak

50
Bahlr Mazhaı Erüf'eteıı

şöyle dursun, tam aksine İslam'm Tecdit (Zamana uyarak


yeniJenme) buyruğuna da uygun buJunmaktadır. ·

Bu nedenle, adına şeriat dediğimiz uhrevi düzen ye­


rini, hukuk sistemi dediğimiz, akılcı, sınırlı\yıq, d�z.enleyi­
ct koruyucu, Kişisel hak ve özgür.lükJeri eşitlikçi biçimde
ele alah laik sisteme dönüşmüştür.

Laik sistem, bireyin dünya yaşamını, bilim ve tekniğin


yol göstericiliğinde mutlu ve gönençli yaşamım sağlayan
dünya düzenidir. Din. inanç ve lbadetin karşısında olmak. bir
yana, inanç ve ibadetin de Anayasal güvencesidir. AkSini dü­
şünmek, Tanrının. bizlere bahşettiği, akılı mantık, düşünme
gücü ve doğruları özümseme gücüne karşı çı.h.maktır..

Ulusal egemenliğe, eşitliğe, adalete, kamusal yaşamın


erdemlerine insanın gönençli yaşamına karşı çıkmaktır;
Laik yaşam, bilinçli yaşarndtr. Bilinçli inanç, bireyin.
inanç ve ibadetine, onun değişmez özüne bağlı bireyin, dün­
yasal işlem ve işJevıerinde .bunları. günün koşullarına uygun

biçimde değerlendirerek, aklına, bilgi ve deneyimine ve in­


sanlıgm iyiliğine olduğundan kuşkusu bulunmadlğl olayJann
değerlendirilmesinde, kendi irade ve bilincini kullam.ıralt ya­
şamını sürdurmesidir. Laik sistemin özünde yatan gerçek bu­
dur. işte bu nedenle Yüce önder Atatürk; "Bizim dirimiz
için berkesin elinde bir öJçüt vardır� Bu ölçüt ile
hangi şeyin Dine uygun, olduğunu kolayca anlaya·
bilirsiniz. Hangi �ey ki. akla ve manbğa uygundur.
blUniz ki o şey bizim dinimize de uygundur.
Eğer bizim dininıiz akil ve mantığın birleştir�
diği bir din olıttasaydı, kusursuz olmazdı. Son din
olmazdı."
Yüce Önder. Cumhuriyetin Hanının hemen sohrasın­
da bir Fransız gazeteci' ile yaptığı röportaj sırastnda; "Türk

51
Laiklik ve Şeriat Çatışması

M:illeti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği


ile dindar olmalıdır.. demek istiyorum.
Dinime, bizzat hakikate nasd inanıyorsam
öyle inanıyorum. Dinimiz akla karşıt ve ilerleme­
ye engel değil. H (29. ı o. ı 923)

Yine bir başka konuşmasında, "Laiklik yalnız din


ve dünya işlerinin ayrımı değildir. Bütün yurttaşla­
rın vicdan ve ibadet özgürlüğünü özenle korumak
demektir. Ona göre düzeltiniz." (Atatürkçülük C:2)

Büyük Atamızın bu söylemlerini çoğaltmak olanaklı­


dır. Şu husus iyice bilinmelidir ki,
Atatürk İslam'ın esasına bağlı ancak, tarikatçılığa, ay­
mazlığa, bağnazlığa, dinin siyasallaşbnlıp, insanların çağ­
daş yaşamının engellenmesine, Türk ulusunun birlik ve bü­
tünlüğünün, ülkenin bağımsızlığının, sürekli devrimci atı­
lımlannın karşısında olanlara karşı idi.
Ve işte bu nedenle, 5 Kasım l 925 günü, Ankara Hukuk
Okulunun açılışında verdiği söylevde; "Ulusun varlığım
sürdürebilmesi için bireyleri arasında .amaçladığı
müşterek bağ,. yüzyıllardan beri gelen şekil ve ni­
teliğini değiştirmiş, yani Ulusu; din ve mezhep ba­
ğı yerine, Türk vatandaşlığı bağları ile bireyleri to­
parlamıştır. Sonuç olarak Ulus, saydığım değişim
ve devrimlerin doğal ve zorunlu bir sonucu olarak,
genel yönetimin ve tüm yasaların, anCak dünyevi
gereksinimlerden esinlenen ve gereksinimlerin (ih­
tiyaçların) değişimi ile gelişim, sürekli gelişim ve
ilerlemeyi esas alan dünyevi bir görüşü yaşam il­
kesi saymıştır. Ulu önderimiz Atatürk'ün bu söylemlerin­
de, ortaya koyduğu yadsınamaz gerçekler, biraz izan {anlama
yeteneği) olan iyi niyetli tüm bireyler için, özellikle Laikliğin
gerçek anlamı konusunda çok açık anlamlar vardır..
52
Kur'an ve .Dünyasal Yaşamla
İlgili Kurallar

Is lam lığın tek kaynagı olan Kur'an, lslami inanışa gö- ·

re, Son Peygamber ttz. Muhammed'e nazil olmuş (indiril­


miş} tamamı J 1 4 adet Sure ve bu Sureler içinde, Kur'an'm
yazılışındaki tertibi sırasında nurn_aralanm� '62.57 ade.t
Ayet'ten oltışturulmuştur. Surelerden 88'i Mekl<:e'de, 26 ta­
nesi de ttz. Peygamberin Medine'ye göçünden sonra orada
i nd4'ilmiştir.

Konuları içerfü olarak efe alındıgmda üç ayn katego­


riden oluştuğu görülmektedir;

1-İnaıtç ve ibadetlerle (Tanrıya:. inatıarak yakarış ve


yön�Uş) ilgili olanlar.

U-Birey·sel toplumsal {dünyasal) yaşamla ilgili kural-


lar.

l l l-Kıssalar, yani İsJam'dan önceki toplumsal yaşam,


Kul-Tanrı ilişkileri, bu yaşamın geçirdiği evreler, daha önce
gönderilen Peygamberler ve bunlara indirilen kitapJar ile
bu.olana indirildigi toplumların yaşam öykülerini Joıpsçıyan
bölümler:

1- Bunlardan birinci bölüm, İslam dininin degişmez


(muhkem) ana kuraJlannı, kesin buyruklar biçiminde bildir·
mektedlr. Bunlar, yine Kur'an'da belirtildiği gibi dinin esa­
sını oluşturan buyruklardır. Bu buyrukJarı bilmeJç, bunlara

53
Laifılih -ve Şena.t Çç.ıtışnıası

öz ve biçim olarak inanmak Müslüman oJmanm koşuJudur.

Bu degişmez kurallar, inanç ve füadetl kapsar.

inanç; Tanrıya k O'flun elçisi oları Peygambere indiri­


len hltabma, öte dünyaya (Ahrete) gönülden inanıp bağlan­
mak, zikirle (sözlü olarak) bunu yinelemektir.

İslam bilginlerine göre. gerçek bfr Müslüman oJma­


nın ilk. ve tek koşulu inanç'tır. İbadet, bu buyruklara uyula­
rak Tanrıya yönelmek, .kişise l bir görev olarak Tanrı ile l\ul
arasındal<i ı,işişel bir b"'ğdır. Ancak, gerçek jnanm1ş bir
Müslüman'ın, ibadetlerindeki aksamalar, -bazı bağnazların
dediği gibi- o kişinin dinden dışlanmasını gerektirmez,
Çünkü ibadet yalnızca 1'�nnrun tal<diri içinde olan bir hu­
sustur. Böyle bir yetki tiz. Peygambere bile verilmemiş-
• ..
tir.

"bfnçle zorl�n1a yoktı:.u-," de:rİ{erı, it>aci.etteki: .zoriama


kastedilmiştir. Kaldı ki, yine Kur'an'a göre, ibadet eğer bi­
çimsel bir biçimde gösteriş amacı ile yapı1ıyo.rsa bunun da
fazla bir değeri yoktur. Buna k.arşıhk. iman edip, insanlara
karşı yararlı işler yapan :oıreyler. Tannya daha yakındırlar.
Örneğin Bakara Suresinin 62 nci Ayetinde: "Ku�ku yok ki,
rman edenlerden, Yahudilerden, liırist.iyanıardan, Sabiiler­
den kiı11 Allah'a ve Ahret gününe iman edip, salih (yararlı)

• T�çe bir sözcük olan 'f;;mrı <l..eyimin�


l(imi {:ıağı1az bilir-bilmez ki�ller. Öı:
ele karş·ı ı:ıkmııkta, Taormıı:ı gerçek anlamı;ia H:ı.k'ıtı, k<\ı�ılığ.ı olroayıp, çok
Tanrılı dinlerdeki füUıları anınıs.attığull s.öylemek sapıklığına dü�melnedirler.
Oysa Tamı sfütüğü, gerçek Alfalı kurŞılığı Anı.ıvı r olan ııözcüğ.ün ı.ırn kar­
t'ltı o!ıuak kulbn1lrn.aktadır. En eski Türk kekenlj km·imlerın kull.anilıkhın
Tengı:I ·ı>öı.<:\iğiin.derı .gelmekıedır Bu <ıyma"l!;ıra J.3ncü yi
izyılda
. y:ı:şamış hü­
� lk halk şain M�tıllıt yJzan Süleyman Çelebfnin MııvlôL'wki şo dizderlni
i
anımsaım�yı da ynror\ı göıiiyonlJl1·
"Bari ne hacet kılarız sözü cok,
B'ir dürt'ır ol, om:i;in :lrnk T111m yok1••
"' l\lc-, ,�J-ı lmran Suresı 118. Ayel Maide 99. Ayet
Bahir Mazhar Erii reteır

aındleı: (işler) işlerse, onlara, Rableri ('Tanrı) !�atında Ödül­


ler vardır, onlara hiç bir korku yoktur. Ve onlar üzülmeye,.
cekJerdir."

Aynı Ayet Kur'an'ın Maide Suresinin 69tıcu Ayetinde


de yinelenmektedir.

JI. "İkinci böiüm Ayetler, Kur'an'ın indirildiği 1 400


.küsut yıl öncesinin toplumsal yaşammda uyu lması gerekli ,
lçinde yaşadığımız dünyasal yaşamı düzenleyen bir bölüm
kurallardır,. 5u 'kurallar, Kur'an'da Müteşabih (zamana göre

değişik-yorumu olanaklı) Ayetlerdendir.

Bu kurallar İslam hukukunda (Ftkıh) uyulması öngö,.


ri.ilmüş, Şeriat H u ku ku olarak antlan kategoriyi oluşturur.
"
Muamelat, Münakehat ve Ukubat bö
lümlerinden .
oluşu r

işte, Kökten dinci. ideolojik İslam Devletinden yana

olanlan n Laik,lik ile bağdaşbramadıkla,n Ayetler, bu Ayetler­

dir. Ashncta b u Ayetler Kur'Clrıın 6000 k,üsu r Ayeti içinde an·


ca-k. elli adet kadar olup. aşağıda. özetleyeceğimiz kategori·
lerd�m oluşur. BunJar Kur'an'ın ancak yüzde birlik: b.ir bôlü­
munü öluŞturur. Öyle ki, Kur'an ' ın indMkligi 1 4-00 yıl önce�
sinin dahi tüm dünyasal yaşamını yönlendirmeye yetmedi­

ği için, şeriat hukukunun açıl\layıcısı ol.arılar, pek çok konu­

da, içtihat, kma-i ümmet. Kıyas, Örf gibi, aslında,

Kur'an'clan kaynaklanmayan klşiseJ görüşleri, halka Tanrı


s özleri (btıyrul\lan) gibi anlatm1şlardtr. Yani. Şeriat ttukuku­

nun kaynqgı yalnızca Tanrısal buyruklardan oluşmuyor, on�


tarın da pel� çoğu insanların yorumundan oluşuyor.

t\ur'an'd.aki bu tür, yani dt)ny�sal yaşamla i lgW buy­

rukları 5 adet kategoride toplamak olanaklıdır.

' Bkz_ Al-1 İmran Slıl'<:$ı 7 nd Ayet

55
Laiklik ve Şetiat Çatışması

1 - Aile yaşantı lle İlgili olanlar; Şeriat fıkhrnda Müna­

kehat olarak adl;andınlan, evlenme, evlilik içi ilişkiler, ço­


cnk.lar, nafaka, boşanma ile ilgili konulan kapsar. örneğin
Kur'an'ın Bakara Suresinin 22 1 , 226 üe 2.3'7nci Ayetleri�
de, Nisa Suresinin çok eşli evliliğe izin veren 5, 34, 35,
ı 28, ı 29 ncu ve: Talak Suresinin 4 ve 6 ncı Ayetlerinde bu
konud& düzenlemeler vardır. Bu Ayetler, çogunh.ığu ile bu­
yurucu kesin değil, Muteşabihe olarak -adJandmlan aç1k.la­

yıc1 nitelikHdir. Bu Ayetlerin 1 400 yıl sonrasında bugün ge­


linen toplumsal aşamada ve eşitlikçi Devlet-toplum oluşu­
mu k.apsammda elbette aynen uygulanmast olanak,stz, Me..­
cellede yazılı olduğu gibi, "zamanın değişimi ile degişimi­
nin kaçınılmaz olduğu" kurallardır. Ö rneğin 4 eşte aym za­
manda evlilik,. boşanmayı, yalnızca erkeğin inisiyatifine
(karar QstünlUğüne) bırakan, kadın erkek eşitligihe uyma­
yan kurallar, gQnünıüzün Medeni yasalarında kabul gômte­
me�tedir. Bu konular modern Meden:i kanunlarda çok da­
ha aynnttlı. kadın ve çoctı.klann haklannı d.aha faz.la güven­
ceye alan kurallara bağlanmıştır. Bu yasal zorunluJuklann
hiçbirisinin, dinin; temel, degişmez iman esasianna aykırı
bit yönü yoktur. Tek eşli evlilik. evliligi.rı resmi memuı·
önünde yapılıp tescil zomnluJuğunun korunması, kadın eş

ve çocuklar aı;ısmdan kaçınıl:maz zorunluluktur. Bütün bu


olu mlu gelişmiş yasalara karşın, hala, birçok kesimlerde
imam nik.ahı uygulaması ne yazık ki yapılmakta, kadın v e

çocuk.l,ann yasal hakları v e dahası, k.adııim özgürlük ve


·

eşitlik haklan gö:z ardı edilmektedir. Oys;ı Kur'an'da, nik.A·


hırı imam tarafmdan yapılmasını buyuran bir hüküm de
yöktur. Bunda ısrar ve d irenme, yobazl@n bagışJanamaz
bağnaılığıdıt. Nitekim Mecelle 'de nikahın dünyasal bir iş­
lem ordugu açıkça yaz1lıdır. (M . ı )
56
Bahir Mazhar Erüreten

2· Kur'an'dakl dünyasal yaşamla ilgili Ayetlerden bir


diğer bölümü miras ile ilgili olanlardır: Buna İslam huku­
kunda Feraiz denilmektedir.

Örneğin Nisa Suresinin 4, 5, 6, 7, 8, 1 1 , 1 2 , 1 3 ile 25


ve l 76 numaralı Ayetlerinde mirasla ilgili düzenlemeler
vardır. Din ulemaları, bunlara kıyas yoluyla birçok ekleme­
ler de yaparak Feraiz hukukunu oluşturmuşlardır.

Ülkemizde, 1926 yılında yürürlüQe konulan Medeni


yasa ile bu hükümler deQiştirilmiştir. Bu da çok gerekli idi.
Çünkü eski hukukta kadın ile erkege eşit haklar tanınmı­
yordu. Örneğin mirasta, erkek kardeşe iki, kız kardeşe bir
ölçek miras hakkı tanınıyordu, Medeni kanun kadın erkek
farkı gözetmeksizin bu aynmcılıgı kaldırmıştır. 1400 yıl ön­

cesinin toplumunda uygun sayılan bu hükümler, bugünün


evrensel hukuk anlayışına elbette uymadığı için değişmek
zorundaydı, çünkü bunlar da İsl3m'ın deQişmez kesin buy­
ruklarından deQildi. Nitekim Osmanlı da bu konuda pek
çok değişimler yapılmış, özellik.le, Toprak Kanununun yü·
rürlüge konulması ile gayrimenkulde (Taşınmaz mallarda)
kısmen de olsa, eşitlikli uygulamalar getirilmişti.

Dinin, dünya ile ilgili yasalarının, zaman içinde degi·


şik yorumunu öngören medeni yasadaki hükümleri, dinci
bagnazlar bugün uygulamıyor mu? Örneğin hangi kökten·
dinci, mirasını erkek çocugu ile kız çocugu arasında ikili·
birli paylaştırıyor? Soruyu özellikle halka dönük yüzleri ile
oy uğruna kökten dinci geçinen siyasilerimize sormak ge­
rekiyor.

3· Kur'an' da dünyasal Ayetlerden-ki bunların Müteşa­


bih, yani değişen koşullara ve zamana göre yeniden yo­
rumlanması gereken Ayetlerden olduğu kuşkusuzdur, bir

57
Laıhlıh ve Şenal Çattşmast

bölümü de, yukarıda iki kategoride açıkJadığımızın da dı·


şında, kadın erkek eşitliğine olanak tanımayan bazı kural­
lardır. Örneğin Bakara Suresinin 282nci Ayetinde bir erkek
şahide karşılık, ancak iki kadın şahidin eşdeğerli olabilece­
ği kuralı, bugünün evrensel hukukunun eşitlikçi görüşüne
uygun deQildir ve elbette değiştirilmesi gerekliydi. Çünkü
bugün geldigimiz aşamada, artık kadın, ı 500 yıl evvelinde
oldugu gibi, egitimsiz ve kültürsüz degil, tam aksine erkek­
lerle aynı düzeyde kültürlü, eğitimli ve uygar insan olarak
elbette, hakJarını kullanmakta erkekle eşittir.

4- Kur'an'ın dördüncü kategori kuralları; yine dünya­


sal yaşam ile ilgili. Kişinin, sağlıklı, ahlaklı ve dürüst yaşa­
mı için öngörülen yasaklardır.

Bunların büyük bir bölümü, elbette bugün de top­


lumda uyulması gerekli kurallardır. Örneğin kişinin hak et·
tigi kadar kazanç saglaması, çalışmanın kutsa11ığı, başkası­
nın maJına haksız el koyma, cinayet, ırza saldın ve suç sa­
yılan diğer fiillerin işlenmemesi, yalan beyan, halkı aldat·
mak, dolandırmak, yalan şahitlik, büyü, fal gibi işlerle uğ­
raşmamak, zina etmemek, dürüstlükten ayrılmamak, iftira
etmemek, diğer bireylerin tüm haklarına riayet etmek, güç­
süzlere yardım etmek, teraziyi doğru tartmak gibi birçok
buyruklar, bugün de toplumun, bireylerden beklediği, dü­
rüst vatandaş olmanın koşullarındandır.

Ancak, toplumun, insanlarda, yönetenlerde ve siyaset·


çilerde en az görebildiği bu buyruklara ne kadar uyuldugunu,
takdirlerinize bırakarak, bu konular içinde, yobaz takımının
en çok üzerinde durduğu birkaç ı,onuya değinmeden geç·
mek istemiyorum. Bunlardan en önemlileri, yobazların, san·
ki isıam'ın kesin iman koşullanndanmış gibi göstermeye ça­
lıştıkları, tesettür yani örtünme, içki ve faiz konularıdır.
58
Bahır Mazhar Eriirelcn

Kur'an'da, faiz (riba) konusuna ait Ayetler vardır. Ör­


negin Bakara Suresinin 276 ve 278nci Ayetlerinde faizden
geri durulması istenmekte, aynı konu Al'i İmran Suresinin
130. Ayetinde de yinelenerek şöyle denilmektedir:

"Ribayı (faizi) öyle kat kat katlayarak yeme­


yin" biçiminde nitelendirilmektedir. Görülüyor ki, daha
önceki Ayette faiz kesin bir yasakmış gibi gösterilmesine
karşın, diger Ayette, faizin, yalnızca kat kat katlanarak alın­
ması, yani gerektiğinden fazla alınması, borçluya kaldıra­
mayacağı kadar ağır bir parasal yükün yükJenmesi yanlış
görülmektedir.

Bugün de, faizin gereğinden fazla alınması elbette


yanlıştır. Hatta kimi zaman cezai yaptınmlar uygulanmakta­
dır. Ancak, faizin niteliği, bugün Kur'an'da bahsedildiği ni­
teliğini değiştirmiştir. Bugün toplumların geldiği sanayi ve
ticari yoğunluk aşamasında, faiz, mali (Parasal) dönüşü­
mün zorunlu bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün
ekonomik yaşamın vazgeçilmez parasal dönüşümünde,
bankaların aracılığı ile faiz, sanayileşmenin kaçınılmaz ya­
tırımlarına katkı sağlamakta, yurt kalkınmasında önemli rol
üstlenmektedir. Bu sayede, para, yastık altında saklanmak-..
tan çıkarak, ülkelerin ekonomisinde işlev sürdürmektedir.
Kredi kullanan da, faizi, masraf olarak kazancına eklemek­

te, para sahibi, kredi vererek sağladığı katkıya karşılık be­

lirli bir nema almakta, aracılık eden bankalar da, yaptıkla­


rı bu alış verişin karşılığında belirli karlarını almaktadırlar.
Devletler de, hem, bunun bir düzen içinde yapılması için
yasalarla denetim sağlamakta, hem de konunun her üç ya­
nının kazancından da vergisini almaktadır.

Şeriat Hukukunun geçerli olduğu Osmanlı dönemin-

59
LailıHk ve Şııriat Çatışması

de fai;z uygulaması vard1.

Daha sonra hukuki mevzuat.içine alındı. ilk yasal dü­


zenleme., 25 Mart l 864 tarihinde Murabaha Nizammm;ıesi
adı ile çıkanlmış, daha sonra tüzük günfın koşullan na göre
yenilenmiş. 22 M�rt 1.303 (Miladi l 887) Murabaha Ni:ıam­
namesi adı ile yeni bjr tütük çıkanlrnış. Bu Tüzük Cumhu­
riyet dönemine kadar yürürlükte kal.mıştJr.

BU TÜZÜGÜN GÖNÜMÜZ TÜRKÇESjNe ÇBVİRİSİ ŞÖY­


LEDİR:
Faiz Tü:tuğü .22 Mart 1303

(Ceride�i Maha.kim: 4 Nisan. 1.303) 1887 (il. Abdülha.


mit dönemi)

1 . 5u tüzügün yayınlanma gününden başlayarak, her


türlü adi ve ticari b_orçlar faizinin tavanı� yılda yüzde dok.uz
olarak belirlenmiştir.
2. Bu tüzüğün yayınlanmasından önce yılda yüzde
oniki hesabtyla yapiirnış fai2 anlaşmaları, bu t.üZügün ilam
gününe dek geçerli ve yilıi1rlüktedit.
.3. Borçlu ile. ala.e:ak1ı arasında yasal sımrdan çok faiz
anlaşması yapıldığı ya senette belirlenmiş olmasıyla, ;ya da
anaparaya eklendiği saptanmasıyla o.rtaya çıkar ise, faiz tu·
tarı, yılda yüzde dokuza indirilir.

4. Borçlanma faizi.. kaç yıl .geç.erse geçsin


sonundCL anaparayı geçnıeyeceklir. Anaparayı
geçen faizin alınmasına
.. hiç bir bakim hükmede­
mez (böyle bir büküm verme. bütün baıdmlere
,

yasakbr) ..
S. Borçlanmada mürekkep faiz yürütülmesi olamaz.

60
Bahir Mazhar Erüreten

Ancak önce: borç alınmış paraya karşılık üç yıl içinde borç­


lu tarafından hiç para verilmez bulunduğu, ikincisi: Üç yıl­
da işlemiş bulunan faizin anaparaya eklenmesi için alacak­
lı ile borçlu arasında anlaşmaya varılmış olması durumun­
da, yalnız üç yıllık için mürekkep faiz (faizin faizi) yürütüle­
bilir. Ticaret yasasına göre tüccarlar arasında cari hesaptan
doğan mürekkep faiz işlemleri bunun dışındadır.

6. Alacaklı ile borçlu arasında borç alma ve borç ver­


me işlemi sürdükçe, ister hesap nakli yapılmış ı:ısun, ister
alacaklı senedi yenilenmiş ve değiştirilmiş bulunsun, aşın
faizin, yasal sınırına indirilmesi iddiası geçerlidir. Fakat
borç tamamen ödenmiş ve alacaklı ile borçlu arasında ilgi
kesilmiş ise, aşın faizin geri alınması iddiası geçerli olmaz.

7. 1 6 şevval 1280 (25 Mart 1 864) günlü faiz tüzüğü,


bu tüzüğün ilan gününden sonra geçersizdir.

8. Bu tüzüğün yürütülmesinde Adalet Bakanlığı gö­


revlidir.

Göıiilüyor ki faiz, toplumsal yaşamın her


döneminde vardır. Kaçınılmaz bir ekonomik ger·
çektir. Laik. sistemin getirdiği bir olgu değildir.

Kur'an'ın yasakladığı, kişiden kişiye, önemli gereksi­


nimleri için verilen paradan haksız kazanç sağlayan tefeci­
liktir ki, bugün de belirli yasal düzenlemeler dışında yasak­
lı fiillerdendir.

Bugün artık din bilginlerinin bile kabul ettikleri bu


gerçek ne yazık ki, yobaz dinciler tarafından sömürü aracı
olarak kullanılmakta, yalan yanlış söylemlerle halkın kafa­
sını karıştırmayı sürdürmektedirler.

Hatta faizsiz bankacılık yutt.urmacası ile, kar payı adı


altında, aldıkları paraların güya faiz sayılmayacağı kandır-

61
Lcıihlılı ve Şeıial Çatışması

macası ile, laik sistemi sorgulamanın bir yöntemi olarak bu


konuyu gündemde tutmaktadırlar.

Şeriatçı yobaz1arm, bir diğer bağnazlığı da içki hak­


kındadır. Alkollü jçkiler (Kur'an'da yalnızca şarap sözcüğü
kullamlı:nak.lfl. birlikte ) tümü sağlıga, hele gereğiııcten fazl•a
alındığı takdirde zararlıdır. Kur'an'ın bazı Ayetlerinde. içki­
nin yasaklanmasının altında yatan esas gerçek de bu olsa
gerektir. Bakara Sure.sinin 2 l 9 ncu Ayetinde; getirilen bu
yasak, çeşitli Kur'an teTCüme tefsirlerinde çelişkiJi bir bi­
çimde sunuluyoı� örneğin bu Ayet. en yetkin sayılan Elhla­
Jılı çevirisinde "Sana Hamr (;;arap) ve meyslr (lru­
nıar)'den soruyorlar. De ki, bu Udsinde de biiyük
günah ve de insanhna karşı menfaatler ('yararlar)
var. Fakat günahları yarar1anndan daha büyük�
tür."

Ömer Rıza çevirisinde aynı ayet şöyle açıklanmış


"Sana (yani Peygambere) sarboş edici içkiler ve
.kuımm soxarlar. De ki;. ikisinde de heın büyük gü­
nab vardır, bem de insanlara fayda vardır. Günah�
tarı faydalarından (yararlanndan } daha büyü.kw
tür.u

Besim Atalay. çevirisinde; .,.Şar�p ile kumardan


_
sorniak.tadırlar, diyesin ki., bunlarda büyük bir
günah vard1r. Herkes için fayda dahi varsa da, gU·
nahları faydasından çok büyük."

Aynı Ayet Or. Orhan Kunlman çevirisinde; "Sana şa,


raptan (şuuru gideren içkilerden) ve meysirden
(kumara dönüşen oynnl;ırdan) soruyorlar. De ki.
her ikisinde de büyük günah vanhr. insanlar için.
bazı yararlar olabUir.. (nitekim ağrı kesicilerin ya·

62
Bahir Mazhar fa-üreten

pımmda.. alkol türevlerinden yarar sağlanır. Sat­


ranç ve benzeri oyunlar da zınni geliştirii'ler. An·
cak (genelde ) günahlan yararlanndan daha bü·
yüktür." diyor.

Daha başlm Kur'an tercüme ve tefsirlerinde de. ben­

zer çeviriler var.

Birbirinden farklı gibi görünen bu çevirileıin ortak ya­

nı. Şarap gibi, baş:k.a alkollü içkilerin de, sarhoş edici, şu­
uru bozucu nitelikleri itibariyle yasaklandığı, ancak. azının

da bazı yararlar sağladığı hususudur.

Buna karşthk, kendi çev.irisinin hepsin den daha iyi

olduğunu söyleyen. gerçekten de, sadeleştirilmiş an latımJ

nedeniyle bugünlerde en çok okunan Yaşar Nuri öztörk'ün

bu AyeU �evirisi akıllan kanşbracak bir nitelik taşıyor. Bakı·

ruz aynı Ayeti öztürk şöyle çevirmiştir. ·

"Sana uyuşturucuyu (evet yanlış okumadı�


nız içki demiyot, yalnızca uyuşturucu diyor! ) ve
kuman sorarlar. De ki bu ikisinde büyük bir gü·
nah vardır; insarııar için çıkarlar da vardır. Ama
onlann kötiilüğüw yararlanndan ÇQk daha büyük·
tür."

Doğrusu bu çeviriyi arılamakta güçlük çekiyorum. İç,

ki ile uyuştu rucu aynı şey d�gildir. İçki, ki I\uran'ın Arapça


orijinalinde (Anilhamri) yani şarap sözcüğü kullanılıyor
Kur'an'ın indirild1g1 dönemlerde alkollu içki olarak beJki

yaltm:ca şarap biljndiğinden bu sözcük k:ullanılmış olabilir.


Ancak: çevirilerin ba,.zılannın tüm alkQJlü içkileri buna ctahil

etmelerinin mantıksal .bir yanı vardır. Çünkü tüm alkollü iç­

kiler ger.eginden fazla alındıldarında, sarhoşluk olarak anla -

• Yaşar Nuri Öztürk

63
Laiklik ve Şeriat Çanşmasr

tılan ve insanın normaJ düşünme ve etklnli�lni bozan nite�


lik (sonuç} aymdn.

Uyuşturucu ise, sarhoş eden bir nesne degil, ondan


çok daha bayağı, insanı öldürücü nitelikli ve tüm hukuk
sistemlerinde insanlık su�u oluşturan bir eylemdir. Bu ne­
denle, Özturk'ün çevirisinde büyük bir hata oldqğu kuşku­
suzdur. Belki mantıken, alkolJü iç.ld yasaklanmış ise, sonra­
dan insanlığın keşfettiği çok daha kötü bir alışkanh:k oJan
uyuşturucu da buna dahil edilebilir. Ancak, ..bu tür davranış
bir çeviri olmaktan çıkar. Oysa bir bilim adamının, çeviri
yaparken, metnin aslına bağlı kalması. okuyucun.un da on­
dan bunl:l beklemesi en dogalJ değil mi? Yoksa Öztürk, al­
kollü içkileri bu Ayetin kapsarnmda görmüyor mu? Kendisi
bunun nedetıini açıklamak zorundadır kamsındayım.

Biz Sayın Öztiirk'ü kendi görüşü ile baş başa bıraka­


rak, konunun özüne dönelim. Ayetln, alkollü içkiyi yasakia­
masma karşm, hatta ilk kez, Halife Ömer tarafından içilme­
sinin ya.saklanmasına. !çarşın, İslam.Iyet<in ilk. dönemlerin­
den beri insanlar içki içmeye devam etmiştir. Çeşitli yasak­
latn.a g1rişimieri baz1 dönemlerde olmuşsa da. başarılı ola­
mamış, lns�nlar azını yararlı saydıklan bu tür içN.leri, neşe­
lendikleıinde de, kederlendiklerinde de içmeye devam et­
mişlerdir� Son Kez Osmanlı Padişahı 4. M"ural İstanbuJ'da
içki yapımını ve satışını ve içilmesiru yasakladıgı halde,
buncla o da başarth olamamış, hatta bizzat kendisinin ölü­
mü de içki yüzünden olmuştur. Osmanlı saray1a.rmda içki
ale.mleri eksik olmamış, Lale devri olarak adlandırılan dö­
nemde ise içki, eğlencenin ayrılmaz bir parçası olarak. kul­
lanıhtıış, Osmanlı dönemi Dlvan Şiirinin başlıca konuların­
dan birini de oluşturmuştur.. Divan Şiiri topluma, Aşk ve şa�

64
Bah�r Mazlıar En:inıiım

ra,p edebiyatı olarak su n ulm uştur .

Beliti de, içki yasagı, islam'm iman ve ibadet gibi de­


ğişmez kurallanndan sayılmadığı i �l n bazı tsıam tarlkatla.­
rmda de yasaklı sayılmamıştır.

l Kur'an'da bile içki yasagına karşın, daha son­


Çün {ü
raki Nisa su tesi ni n 4:3l1cu Ayetinde "Ey iman edenlerr Sar­
hoşken, ne söylediğinjzi bilinceye kada r . . . namw,a yaklaş­
,

mayın," denilerek. ihsanların içkiden uzak durmayacakları

bilindiğJnden midir nedir? Hiç olmazsa, ibadetintzi ayılınca


yapın denmektedir.

Hatta bu iki ayeti kıyaslayan bazıları, iç'klnin kendisi­

nin degil, sarhoş edici niteliginin yasaklandığını, yani sar­


hoş olmayacak kadar az içimin yasakJanmadıgını savunma­
ya kadar gitmişlerdir.

Ama bugün görülen gerçek o ki. insanlar dünyanın


her taraf ınd a hangi dine merısup olurJarsa olsunlar, -yeteri
kadar olmaJi koşulu ile- alkollü içkiler luıllanrnaya devam
etmel:\tedirler. Hatta içki, Osmanlıdan beri, devlet tekeli
olarakı devlet vergi gelirinin e n önemli bôlUmünü oluştur­
maktadır.

Aslında bunl arı burada tartışmak, doğrudan çallşma­


mızın konusu değil,

Ancak, yadsuıamayacak bir gerçek var. Lçki ve faiz gi­


bi konuları (çfınl\ü ellerinde başka konu yok) şanki Laik
sist�ın topJuma getirtniş gjbi bi'r hava yaratarak, LaikJiğj
eleştiri konusu yapmal{ta, faturayı, laik sisteme çtkarmaya
yeltenmektedirler. LaH{ sistem, eşitlikçi, özgürlül{Çü ıüteliği
gereği bunları yasakJamarruştır. Ancak zararları her zaman
halka anlatılmaktadlJ. Hatta belirli promH üstünde alkol al­
mış kinıseJer araba kullanmaktan men edilmekte, çeşitli

65
Lcıi/dlh ve Şeriat Çatışmast

cezalara çatptırılmak:tadırlar. Ce.za yasaları, sarhoşken işle­


nen suçları ağırlaştırıcı neden kabul etmektedir.

Aykın oları husus, özel aJanda her yerde içilen içki­


nin, bazı yerel yönetimlerin kökten dinci sosyal tesislerin­
de yasa.klçmarak jnsanlaıı dinci ideo1ojinln etkisi altında bJ­
rakmalarıdır.

Oysa laik yaşamı gön4lden benimsemiş, ancak gerek


dinset gerekse sağlık açısından alkolden uzak duran mH­
yonlarca vatandaş var bu fılkede.

· Beldelerinin sosyal tesfalerinde alkolü yasak etme gi­

bi bir çarpık gösteri meraklısı yöneticiler, acilba haJka dog­

ruyu söylemedikleri, çeşitli suçlar işledikleri ve çeşfüi ka­


nunsuzluklar yaptıklannda, içkiden daha mı az. günahkar
sanıyorlar kendilerini?

Hz. Muhammed bir Hadisinde "Allah, a kıldan daha


*
k.ıymetH bir ş�y yaratmamıştır," diyor .

Muhat�p kabul etmedigi'rniz yobazlar bil.sin ki, Laik


insan dinsjz insan değildir. Ancak, dini. dürıyad'an ayn ya­
şayan. insandır. Tanrı'nm verdiği en kıymetli hazine olan ak­

lrm ge1·egi gibi kullanarak yaşamını sürdüren insa.ntiır.

5- İnsamn d ünyasal yaşama ile ilgili Ayetlerden beŞin­


ci bölümü,, çeşitli cezalarla ilgili Ayetlerdir. Mecelle üsJam
ttukukunun yasası) birinci maddesinde
, Dünyasal olarak
saydığı bu bölüm ile ilgili diğer kuralları da, Uk.t.ibat (ceza­

lar) olaraJç_ adlandırılıyor.

l\uran'da bazı suç kabul edilen fiiller için, bazı ağır


cezalar yer almaktadır. 6.rneğin, bı.tgünKü hu.kul\ slstemJe­
rinin kabul etmedildert Kısas olayı vardır. Klsas, suçluya, iş­
lediği suçun aynı türünden ceza vermektir. Öldüreni öldür-
• Bkz Mecelle Madde 1

66
Bahtr Mazhar Erüreten

mek, hırsızı n elini kesmek gibi. örneğin Bakara Suresinin


178ind Ayeti, kısası buyurmakla birlikte, 1,1.emen sonrasın­
da, affetmenin yan:ı.rtanndaıJ bahsetmek suretiyle , �ıs.as
hükmünün kesin, deği:Şmez, .zorunlu bir Ayet olmadığı an­
latılmak istenmektedir. Malde suresinin 45nci Ayetinde de

aynı ıneakle açıklamalar vardır. Yine Maide Suresihin 38 in�


ci Ayet i rıde "Hırsızlık y�pan erkek ve kadının. yap·
tıldanna karşıbk. Allah'tan bir c�� oıara.k elleri­
ni kesin " dedikten sonra izleyen 39 uncu .Ayette "Kim
..

zulmünden sonra tövbe eder, halini düzeltirse.


kuşkusuz Allah onun tövbesiı)i kabul eder. )\Jlah
çok affedici çok merhametlidir." denilmek suretiyle
af konusu gündeme getirilrriektedir,

Kur'an'da Zina da agır suç kabul edilmekte. cezalan­


dırma önerilmektedir, Örneğin Nur sures
inde bu konuda
önerilen buyruklar vardır. Surenin 2 n umaralı Ayetinde. zi­
na eden erk.ek ve kadıh için ön $Örülen oezalarm, aleniyet­
le (herkesin öl'ilunde) yerJne getirilmesi isten.me,kte, takip

eden Ayetlerde bu konu iJe ilgili öneriler sıralanmakt;;ıdır .

Bugün gelinen toplumsal aşamadap kişinin· Kişiye ce­


za vermesi söz konusu olma.maktadır. Jiukuk Devleti stste­
ıninde, cezalar kamusal hukt.ıkurı kapsaıru içinde, devletin

• Oşmanlı l"adişahlan içinde, eo şeriat yanlısı sayılan, Hllafetl Osmanlıya geti,


ren ünlü padişah Yavuz. Sıtan lt Selim 1516 tarihli bir Fe.rman ile Cka.rarmme)
Zina suı,:u tı;in,Kur'anda öngôıülen Recn; (Taşlayarak öldünne cezasını .kal­
dırtı:uş; bu ağır ceza yı;:ri�e Mecidiye{para) cc:z.ası koymuştur. P'etrrı.an
. Şöy­
le diyor: " .Bir kimsenin z.in-a yaptğı
ı §er'an ı;abıL olur ise, o kinıseııin geiiri ,

bin akçe veya dalın fazla olursa bu dahi Mal'ıkemece Tespit edilmiş ise (ka­
nulanmışsa) !)öyle zengin kimseden 400 .ak�·e ceza alınır. Ayni şaııları haiz

pr1?,ı. h�lli biıiı;inden 2.ÔO akçe, fakir olandıın 40 Ak\ie, �·ok daha yoksul oa­ l
nıoda{I 30 Ajcçe alınır. Kadını, çeşme b;l.Ş:ıı)da rnhaıı;ı;ı:. edenden, lk-1 s.op;ı ba­
şına (yerine) bir A:kçe ceza alınır. K.1dınm (hakim.in) lmberi olmaı:l:m kimse
hapş�dilerrıez I<;'�za cürmün icap eıtirdiginden fı:ı!da paru alımını:ız. (Ctirhüz
Çapan-Cumhuriyet-6 Ekim 2004)

67
LaiJclih ve Şt:riat Çatışması

ayn bir erki olan Adalet sağlamakla görevli yargının işlevle­


ri arasındadır. Üstelik bedene karşt işlenen suçlar için ön­
görülen ce:zalar;. (kısaslar) artık. modern evrensel hukuklar
tar.afmdan terke.dilmiş, hatta idam cezaları bile, pek çok ül­
kede kaldınJmıştır. Cezalar, geneJJikle özgürlüğü bağlayıcı,
yani hapis cezalan olarak infaz edilmektedir. Kuşl5.ı.ı yok kL
Kur'an'ın cezalarla ilgili .buyruk.farı da. müteşablh nitelikli
olup, irnan ve ibadetle ilgili kesin l1ükümlerden değiJdir.
Esasen, en bağnaz islamcı ideoloji yanlrları bile Laik site­
min cezalar konusundaki yaptırımlanıia karşı çılınıayı dü­
şünmemekteler.
Türkiye Cumhuriyetinfo Devrim yasaları dahil, hiç bir
Jark yasası, İslam dininin, inanç, ibadet gjbj degişrnet Ana
buyn.ıklanna aykırı de.ğiJc:Ur.
Din özgürlüğü, devletin Anayasal güvencesi altında­
dır, Türkrye'mizin Müslüman haJJsı bu özgürlüğünü Atatürk­
çu Cumhuriyete borçludur. Osmanlı dahil, Anadolu Türklü­
ğünün hiç bir döneminde böylesi bir özgürlük yaşanmadı.
Cumhuriyet döneminde açılan ve dinsel eğitim veren okul­
lar ile, Cumhuriyet döneminde Anadolu'da yapıJa� camUe­
rin topJamı. mi!Yarhk İslam camiasının tümünün...yaptıkla­
rından kat kat fazladır.
Safsatayı bırakalım,. Yüce Örıderimiz Atatürk'e. bize
bugünleri yaşattığı için minnettarlığınızı her zaman yinele·
yelim..
Kur'anda, rı. Kategori olarak, hacim olarak büyükçe
bir bölüm oluşturan Ayetler Kıssalardır. Bunlar, İslam önce­
si toplumsal taşanı, toplumlara daha önce göndeıilen Pey­
gam berJer, bunlara indirtTen kitaplar, ilk Peygamberlerin y;J.­
şam öykülerini anlatan öykülerden oluşmaktadır. Buyruk­
sa! degiL uyarıcı niteJiklidir.

68
Türkiyede Laikleşmenin Yasal Süreci

Kemalist devrimin, olmazsa olmaz koşulu olan laik­


lik ilkesi, yani toplumun laik sisteme dönüşümü, belirli bir
süreç içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarı­
lan yasalarla yaşama geçirildi.

Tarih sırasıyla özetlemeye geçmeden önce, şu husu­


su açıklamakta yarar vardır. Neden dolayı, ilkelerin yaşama
geçirilmesi aşamalı olarak bir süreçte oluşmuştur?

Bunun nedeni çok bellidir. Öncelikle, bu çok köklü,


toplumun yaşam tarzını değiştiren devrimler, yasalar yoluy­
la eyleme konulacağı için, yasaları çıkaracak meclis üyeleri,
mevcut dünya görüşleri ve Meclise taşıdıkları siyasal görüş
ve eğitimleri nedeniyle buna önce kendileri hazır değildi.

Çünkü devrimin, felsefesi, yani fikirsel temelleri Ulu


Önder Atatürk'ün kafasında önceden bütünü ile belirlen­
miş, yeni toplumun ideolojisi onun kafasında saptanmıştı.
Bunları, öncelikle en yakın dava arkadaşlarına açıklaması,
onları inandırması gerekiyordu. İlk Meclisi oluşturan millet­
vekillerinin çoğunluğu, Medrese eğitiminden gelmiş, Os­
manlı geleneğine bağlı kişilerdi. Eğer, devrimlerin uygula­
ması ile ilgili önerilerin hepsini birden önlerine getirseydi,
büyük bir olasılıkla retle karşılaşabilir, yapmak istedikleri­
nin belki hiç birini yapamayabilirdi.

69
Laihlik ve Şeriat Çatışması

O çok iyi bir asker, karizmatik bir lider, toplumu yön­


lendirebilecek güçte bir diı.hi idi. Belli bir süreç içinde, ye­
ri ve günü geldiğinde, aşama aşama isteklerini Meclise ve
topluma kabul ettirme gibi, çok hassas ve nazik bir strate­
jiyi uygulayarak isteklerinin tamamını kabul ettirmeyi bu
yöntemle başardı.

Mustafa Kemal Atatürk, bunu, l 926 yılında CHP'nin


Kurultayında okuduğu büyük nutkunda şöyle anlatmakta­
dır.
"TÜRK'ÜN ATA YURDUNA saldıranlar, kim
olursa olsun, onlara tüm ulusça karşı çıkmak ve
onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın
bütün gereklerini ve zorluklarını ilk günden açık­
lamak ve söylemek elbette doğru olmazdı. Uygu­
lamayı birtakım evrelere ayırmak,. olaylardan ya­
rarlanarak, ulusun duygu ve düşüncelerini yön­
lendirmek ve adım adım ilerleyerek, amaca ulaş­
maya çalışmak gerekiyordu. Ancak yaptıklarımız
(devrimsel eylemler) bir mantık dizisi içinde dü­
şünülürse, ilk günden bugüne kadar izlediğimiz
gidişin, ilk kararın çizdiği doğrultudan hiç sap­
mamış olduğu kolayca anlaşılır.
Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evre­
yi zamanı geldikçe uygulamaktır. Ulusun vicda­
nında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme
yeteneğini, ulusal bir sır gibi vicdanımda sakla­
yarak.. yavaş yavaş bütün topluma uygulatmak
zorundaydım. ( * ) (* Büyük Nutuk C:I Sa: I 4 ve dev.)
Kanımca, Büyük Nutuk'un en önemli bölümünü oluş­
turan bu bölümü iyi okuyup özümsemeden, Yüce Önderin

70
Bahir Mazhar Erüreten

özgün ideolojini anlamak olanaksızdır.

Devrimin Laik.Jik ile ilgili yasama süreci şu aşamalar­


da gerçekleştirilmiştir.

1 - 3 Mart 1340 ( 1 924) tarihinde kabul edilen 429 sa­


yılı yasa ile Şer'iye (Din işleri) ve Evkaf (Vakıflar) bakanlığı
kaldınlmış, aynı yasa ile Din işlerini görmek üzere Başba­
kanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Vakıf İŞ·
!erini görmek için de ayn bir Vakıflar Genel Müdürlüğü ku­
rulmuştur. Her iki kurum da doğrudan Başbakanlıga bağ­
lanmıştır. Bu kurumlar bugün de aynı görevlerini sürdür·
mektedirler.

Bu kanun ile Din işleri, siyasaı iktidarın, yani hükü­


metin oluşumundan ayrık özel bir kurum haline getirilmek
istenmiştir.

2-Aynı gün (3 Mart 1 340 1 924) kabul edilen başka


bir yasa ile Hilafet kurumu kaldırılmış, Osmanlı Padişahla­
rının içyüz küsur yıl (15 1 7 - 1 924) devlet başkanlıgı sıfatları­
na eklenen halifelik, bundan böyle Devlet başkanlıgı otori­
tesinin bir anlamı kalmadıgı gerekçesiyle kaldırılmış. Hali­
fe de yurt dışına çıkarılmıştır. Daha önce Türkiye Büyük Mil­
let Meclisi, 30 Ekim 1922 tarihinde aldığı 307 sayılı Meclis
karan ile Padişahlığın kaldırıldığını kabul etmiş. 1 Kasım
1 922 günlü Meclis karan ile de, Saltanatın sona erdiğine
308 sayılı kararı ile hükmünü vermiş, Osmanlının Devlet
varlığı sona ermişti.

3- Yine aynı tarih (3 Mart 1340 1924) ve 430 sayılı


yasa ile Tevhid·i Tedrisat (öQrenim birliği) yasası kabul edil·
miş, tüm ulusal eğitim işleri Maarif vekaletine (Milli Eğitim
Bakanlıgına) bağlanarak, dinsel egitimin (Medrese eğitimi­
nin) kaldınlması saglanmış, din eğitimi İmam ve Hatip ye·

71
Laiklik ve Şenal Çatışrıuısı

tiştirilmesi için ön görülmüş, aynca üniversiteye bağh ilahi·


yat f'akültesinin Eğitim Ba.Kanhgı içinde kuruımast aynı ya­
sa ile sagJanmıştır.
Laik vatandaş ve laik bir toplum olu şrııası içj.n en
ônemH yasalardan bfr'isi, belki de en ö nem lisi bu yasa Mi.

Çünku Osmanlı döneminden l{alan ve ortaçagın düşünce


ve ögrelim -sistemlnj uygulayah medreseler, yaltlızca dirı
eğitimi veriyor, Tanzimat döne mi n den sonra kurulmaya
başlayan az sayıdaki çagdaş eğitim k.ıınu nlan ile uıus kül·
türünde iki farkla eğitim büyük. blr kültılr farktılıgı çelişkisi
yaratıyordu.

Laik çağdaş yaşamın, topluma g�reğince yansıtılıp,


benimsetilebilmesi için, bu ikiliğe son vermek gerekiyor­
du. Öğrenim birl iği yasasına ait tasarın ın gerek.çesi, yasa­
nın gerekliliğini şöyle açıklıyordu:
"Bir Devletin genel .kiiltür ve eğitim siyase·
tinde. Ulusun düşünce ve duygu itibariyle biıUği�
ni sağlamak için. öğrenim birliği en do·� en il.­
mi ve çağdaş ve her yerde yarar ve iyilikleri gö.­
rülmüş bir urtıdedir. 1255 ( 1 839) Gfilhane Hattı
Hümayunundan (Tanzimat Fermanın yayımlan·
masmdan ) sonra, açılan Tanzimat--ı Hayriye döne·
minde. Osmanlı şaltanatı öğretimeı ögrenim bir·
liği esası ile başlamak istediyse de bunda başan­
h olamamış. tam aksine bu hususta. bir ikilik or·
taya çıkn'lıştır. Bu ildlik öğrenim birliği açısmdan
birçok kötü sonuçlar yaratmıştır. Bir ulusun bi"'
reyleri anc� bir eğitiın görmelidir. İki türlü eği...
tim, bir ülkede. im türlü insan yetiştirir, bu ise.
dqygu.. düşü.nce ve dayanışma amaçlarına tüm­
den karşıdır.
Bahir Mı:ızha·r Erarcten

Yasa ö.tterinıizbı kabulü haljnde,. Türkiye


Cumhu.riyetind.e killtür kurumlartnın tek yönetici­
sini Mili Eğjtjm BakanJığı olacaktır."

,Bu y,aşa k:abulüf!dt:n sonra uzun yılJar başarı ile uygu·


1an4ı. Ancak 1 950'1i yıllardan başlayarak, ihtiyaçtaıı fazla
açı lan imam Hatip 01�slek ok.ullan, bir yand.an devrimin öğ­
ren im birliğine ters sonuçlar oluştururken, djğer yandan
gereğinden fazla açdan bu okullardan mezun olan yCız bin­
lerce genç işsiz kalmaya başlayınca, bu kez siyasal parti­
,

ler oy avcılıgJ \1e siyasal getiritn kpygısı He bu ôk.ullann sa­


yılarını azaltacal\larına, daha da çogaltarak, hem öğrenim

birliğine, hem de bu gençlere zarar vermiş o·Jdula.r. Bu keız


de yine siyasal getirim (rant) amact ile bu gençlere arka çık�
ttklarrnı göstermek için burılann. normal liselerden çıl1mn
gençlerle, aynı haklara sahip olarak Üniversitenin tüm fa­
kültelerine. girmesini sağladtJar. Bu kez, normaJ liseden çı­
l�an gençleri mağdur etmiş ol dular .

Çözüm ve uıu §'aı barış yeıine, siyasal kaygılann ve


gerginliklerin ve siyasal getirimlerin (rant) ön pl ana al ı nd ığı
bu tartışmalar, ne yazık ki, günümüzde de sürdürülmekte,
toplum gerdiri lerek asıJ amac.ı n, karşı devr ime wka çık.mal'
gibi bir amaca yörıeli.ndiği izlem i ortaya çıkmaktadır. Toplu·
mun bu çatışmalardan zarar göreceğine, ortalığı geren lere
de bir y.arar sağlamayacağına da kuşku yoktur. Dileriz sag­
duyu ustün gelir.

4- Kutsal din duygulannın siy@set aracı ola­


rak lmllanılması:ru yas.aklayan 25 Şubat 1925 ıa,.
rih ve 556 sayıı,ı yasa, daha ön.ce çıkarılan ve Hı,.
�neti Vataniye fülııun11 adıyla yürürlüğe konmuş
bulunan 20 Nisan 1 920 Wribli yasanın '.2 nd Mad-

73
l..a.ihlilı ve Şenal Çatışrnast

desinin değişikliği olarak yürürlüğe konUldu. Bu


yasal. 37 1 5 sayı
ve r ı. Nisan 1 99 1 tarihli Terörle
Mücadele yasasının 23/a-b fıkrası ile yürürlükten
kaldırıldı.
5- Şer'iye Mahkemelerinin kaldınlmasıuı dü·
zelıleyen 469 sayı ve 8 Mart J 340 ( l 924) tarihli
yasa da, Laik. yasaların uygulandığı ülkede, bir iş­
levi. kalmamış bulunduğu için kaJdıniınıştır. Çün­
kü bundan böyle. şeriat buyruklanna değiL Ulus
adın� Türkiye Büyük Mili.et Meclisinin çıkardığı
yasalara göre karar verecek yargı erki. Maltkeme­
tere ait bulunacaktı.
6- Tekkeler. Zaviyeler ve Türbelerin kapittll�
ması hakkında 677 sayılı 30 Kasım 1 925 tarilt1i
kanun da, Laik yônetimjn uygulanma sürecinde
önemli bir a.dımdı.
İslam inancının önemli kurumlanndan olan ve ta.sav·
vuf felsefesini yaymak amacı ile kurulmuş bulunan çeşitli
tarikatlar, giderek işlevlerini yitirmeye, toplumu aydınlatma
yerine, tanı tersine koyu taassup (bağnazlık) gericilik yuva·
Jan olmaya, siyasal alanda çeşitli etkilerle rejime k,arşı açıl�­
tan açıga bir tehlike oJuşturmaya b_aşlamışJ.ardı. Türkiye
Cumhuriyetinde ibadet yerleri, diyanetin denetiminde ca­
miler olmalıydı.

Doyu illerini ka.Psayan tarikatçı ayakfanuna, genç


Cumhuriyeti önemli ölçüde sarsmış, dış guçJerden silah
yardımı alan Şeyh Sait yönetimindeki bu ayaldanma ülkeye
çol� şeyler kaybettirmişti. Bu ayaklai1ma sonunda bastın­
lıp, suçlulc.ırı ceıafandınlmak.la birlikte, Türkiye'nin Kerl�ük
ve Musul Ulerini lngilizlere l�aptmnasının da en önemU ne­
denlerinden biri olmuşttı.

74
Bahir Miızha� Erüreıen

Bu olaylar, tekke ve zaviyelerin kapatılmasım l�çınıl­


maz ,hale getirince bu yasanın çıkanlmas1 zorunluluk ol­
muştu.

Bu yasa bugünde yürüdükte bulunmasına ı�arşm,


tekkelerin faaliyetlerine göz yumulmakta, gizli ya da açık
bjçirnde çahşmaıarım sürdürmekte, hatta s1yasal partilerle

bağlantılarını devam ettirmekte, Kemalist rejim karşıtı ey­


lemlerini çeşitli biçimlerde sürdürmektedirler.

7. Laiklik ilkesinin Anayasaya girmesini sağ­


layan yasa ı o Nisan 1 928 tarihlidir. Gerek 1921
talihli Teşldlatı Esasiye .kanununda (Anayasa) ge·
rekse 1924 Anayasası.nda,. Devletin dittin İslam ol·
duğu yazdı idi. O zamanki Meclisi oluşbıran ço·
ğuruuğun isteği üzerine Anayasaya konulmuştu.
Atatürk, Büyük Nutuk'unda" yukarıya aldığımız
söyleminde de açıkça ifade ettiği gibi. devrimleri
evre e.vre uygulatma taktiği gereği bu isteğe kar·
şı çıkmayı o zaman için fazla önemsememişti. Oy�
sa Dtwlet bir gerçek kişi değil, bir Kamu Hükmi
Şahsiyeti (Tiizel Kişi) idi. Bu nedenle Devletin dİ·
ni olamazdı, 1928 tarihine gelindiğinde. artık.
Anayasada böyle bir maddenin bulunJDası Laik
Cumhuriyetle .çeliştiği için . Anayasanın 2� Madde•
sbıde yapılan bir değişiklikle A<Devletin Dini İs·
ıanı· dır.. tümcesi kaJdJnldı.

8- Medeni' Kanun, bireyin Laik. yaşamım düzenJeyen


en önemli bir yasa olarak 1 7 Şubat 1925 Talihinde kabul
edilip, 4 Ekim 19213 tari·hinde yürürlüğe konuldu. Bu yas�
nın tamamlayıcısı olan Borçlar Kanunu da 22 Nisan l 9126
t&rihinde kabul edilip, 4 Ekim 1946 l:ariltinde, yeni Medeni

75
Laiklik ve Şertat Çatışması

kanun ile aynı zamanda yürürlüge girdi. Bu iki yasanın yü­


rü rl üğe girrn@si ile birlikte o zaıımna kadar yürürlükte kal­
mış olan , kaynağım şeriat düzeninden. yahi Fıkıh'tan alan
MeceUe'de yürürlükten kalkmış oldµ. .

Medeni k �n un ile borçlar kmıunu, Laik devletin kişi­

ler arası ilişkilerini düzenleyen 'kanunlardır. Nitekim bazı


hukukçular Medeni l«anuı:ıu Yurttaşlar yasası olarak nitele­
nıek.tedirler,

,Ştırasım açıklamakta yarar vardır ki. Mecelle tam an­


lamı ile bir medeni kt;ırıun sayılmaz, örneğin, Medeni Kanu­
nun; Şansın tlu1rnku, Aile tfukulm, Miras Hukuku ve Mülki­
yet ttukııku bölümleri Mecellede düzenlenmezken, Mecel­

le ctaha çok Borçlar kanurıunun düzenlemeleri karşilıgı


o.lan çeşiUi akitler ile bu yas.ada düzenlenmiş diğer kon Ul a ­

rı içerir.

Mecelle. başlangıç böJümünde, kaynağını şerJat hü­


kümlerinden al dığını belirtmesine karşın, genel kurallar

böJümünde_. örneğin. birinci maddenin açıklamasında,.


"'M.esail�i fıkhiye. ya, eınr·i Ahrete taalluk eder ki,
ahkam,..ı ibaddattır. Veyahut emr.-i dünyaya' taaJ·
hlk eder ki, Münftkeh�t. muamelat ve uknl>at luı·
samlarına taksim olunur.,. demeJ;U:edlr.

Bugünün Türkçesiyle; Fıkıh (şer'i hukuk) konuları,


ya, ahirete (öte dünya) aittir ki, ibadet hüKütnleı:Uıi kapsar
veyahut dünyaya aittir Ki bunlarda muamelat (kişiler arası
işlemler). Münaketıat (evlilik hukuku). ve ukübat (ceza hu­
kuku) bölüınlerfoe aynhr, biçiminde tanımlar "Bu tanım. .

dinser buyruklardan bir bölümünün Ahret ve ibadetlerle.


diğer kısmının da Dünya işleri ile ilgili bulunduğunu açıkla-

76
Bahir Ma:(har En:freten

mak suretiyle 'iki tür şeıiat buyruğunu ke:sin biçimde birbi­

rirtden ayırmaktadır.

Mecelle, 39uncu madd esinde" "Ezmanm tagayyü..


rii ile abkimm tagayyürü jııJmr olunamaz.'' hükrnu­
nü koymuştur, Bu madd�nin bugünün Tl).rkçe .karşılığı ay­
nen şöyledir: "Zamanlar değiştikçe, hukuk kaid.ele•
, ri de değişir. (Bu değişim k:ac;ımlmazdır)" Görülüyor ki,
kaynajı nı dinin buyrvklanndan alan şe,·iat yasası bHe, za­
man değ.işimi ile hukukun (yasaların) değişe bil eceğini ka­
bul etmektedir. Mecelleye gôre bunlar, İslam fıkhının, l\a­

nurnm bir'incj maddes1n,de bahsi geçen dünyaya a:it olan

kurallandır. Kur'an'm AI-i İmran Suresinin yedinci Ayethı­


den. o ayette sözu geçen Muteşabih ayetler söyleminden
.kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu açıklama biçimi, Laik
sistemde toplumvn gen�ksiniµtlerine göre yasalar.ın değjş­
kenJiği prensibi ne ayniyet göstermektedir. Bu konuya telt­
rar döneceğiz.
9- Laiklikle ilgili bir baş.ka yasa da, bazı kisvelerin
(giysilerin) giyilemeyeceğine dair 3 Arahk 1 934 tarihli. yasa­
dtr. Bu yasa, dinsel mabetler (Cami. ftavra. Kilise gibi). dı·
şmda, dinsel kıyafetlerin yalnızca, ülkede mevcut bu dinle­
rin başkanları d�rumuoda bulunan kjros�ıere geçici i1Jıller­
le verilebileceğini hQkme baglamaktadır. Türkiye'de: İslam
dinini temsil eden en büyük makam sahibi Diyanet İşten
Başkanı'dır. Bunun dışında, ibadet yerlerj {camiler) dJŞında

�i:;ıHerin dinsel _giysil erl e. (cübbe veya sank.la) sokal\ta do­


l aşması yasak edilmiştir. Ancak, son zamanlarda, diğer

devrim yasaları gfüi bu yasJ:lı:ıın getirdiği yasağa da uyulma­


mal\ta, yasa föl en uygı.danmanrnktadtr.

77
Laiklik ve Şeriat Çatışması

ı O- Laiklik, söyJem oıarakr .3 Şubat 1937 tarihli Ana­


yasa değişikliği ile 1 924 Anayasasının ikinci ma,ddeslne, Al­
tı Ok. ile birlikte girmiştir. Sonradan kabul edilen I 96 ı ve
halen yürürlükte olan 1 982 Anayasasında LaikUgin, Türki­

ye Cumhuriyetinjn değişmez Anayasçı,l hülmıü olduğ\..l açık·

ça yazılmıştır.

7R
Mecelle ve Medeni Kanun

Osmanlı Devleti, yapısı itibariyle teokratik, yani hu­

kuksal oluşumu Din k4rallanna dayalı bir devletti. fiukuk­


saı yapbrımlar,. şeriat yasalarına dayamymdu.

1839 tarihli Tanzimat Fermanı ve onu izleyen 1856


Islahat .fermanı ile. açıklanan esaslara göre, yan djni nite-­
likH bir devlet konumuna dönüşmüş oldu. Çünkü, yaban­
cı batUı devletlerin baskısı He, girişilen yeı;ıilikçi yöntemi.er
gereği, bazı yasaların bundan böyle. kısmen laik esaslara
dayalı olmasını gerekli ·kJhyor:du. örneğin, Ticaret Kanunu,
Ceza :Kanı.mu, TopraJ<; yasasmdaki .değişjKJ.ikler, genellikle
batı yasalarından alınmış ve bu uygulamada. Şeriat Mahke­
meleri yanmda, Nizam iye Mahkemeleri bu konularda yetki­
li olmak üzere kurulmuştu.

ı 876 tari hi nde kabul edile:n Teşkilat-ı Esgısiye Kaflu­


nu da, batının, Anayasaların dan alıntı suretiyle oluşturul­
muştu Ancak Padişahm, Halife sıfatım sürdürmesi devam
.

ediyor, aynca da. Devletin dini ni n i.staın oı ct ugu vurgulanı­


yordu. Cumhuriyetin ilk An ayasas ı olan 1921 tarihJl Teşki­
lat-t Esasiye l<\anun.u devletin dinsel khnliğini koruyordu.
Cumhuriyet dönemi sonrasında. laiklik süreci gereği 1924
ile l 928 tarihleri arasında yapılan Anayasa degişikJiklerj ile
Din ve Devlet ayırımı gerçekJeştiriJrnjş bulunuyor.

79
Laıklik ve Şenal Çatışması

Osmanlı döneminde, bireyler arası ilişkileri düzenle­


yen yazılı bir kanun yoktu. Batının birkaç yüzyıldan beri uy­
guladığı bir medeni yasa yoktu. Ancak yukarıda değindiği­
miz gibi 1 839 Tanzimat dönemi sonrasında böyle bir yasa­
nın gereği kaçınılmaz olmuştu.

Ancak, toplum henüz Laik bir yasanın uygulanması


için hazır değildi. Bu nedenle, adına Muamelat Hukuku de·
nilen, Medeni yasa, şeriat kurallarına uygun nitelikli olma·
Iıydı. Bu düşünce üstün geldi. 1870 1i yılların başında, Me­
celle Meclisi adı ile bir bilimsel -hukuk kurulu oluşturuldu.
Bu Kurulun başına, zamanın büyük bilginlerinden Ahmet
Cevdet Paşa getirildi. (D;l 822-Ö: l 895) Bu kurul sekiz yılı
aşkın bir çalışma sonucunda 16 Kitap (bölüm) tam ve top­
lam 1 8 5 1 maddeden oluşan MECELLE, kısa isimli (Asıl
Başlığı: Mecelle-i Ahktım-ı Adliye-Texte Cod Civil Ottoman)
Medeni Kanunu oluşturdu.

Kendi döneminin Muamelat hukuku (Medeni Kanu­


nu) olarak kabul edilen bu yasa, zamanla yurttaşlar arası
Medeni ve borçlar ilişkilerinde yetersiz kalınca, Cumhuriyet
dönemi sonrasında Batının en son ve en gelişmiş yasası
kabul edilen Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu İsviçre
( I 9 1 2 tarihli) yasalarından alıntı suretiyle ı 926 tarihinde
yüıürlüğe kondu.

Mecellenin, uygar ve laik bir toplumun gereksinimle­


rine yanıt vermekten uzak olduğu ve yeni bir Medeni yasa­
ya mutlaka gereksinim bulunduğu, izleyen bölümde, Mede·
ni kanunun gerekçesinden alıntı suretiyle verildiği için bu­
rada ayrıca açıklamaya gerek görmüyorum.

Ancak şu kadarı söylenebilir ki, Mecelle bir şeriat ya­


sası oliııasına karşın, özellikle ilk bölümde 100 maddeden

80
Bahir Mazhar Erürelen

oluşan genel hükümleri ile, yasaların zamanla değişebile­


ceğini vurgulaması (.39 ncu madde) ayrıca birinci madde­
sinde Fıkhın, yani şeriat hukukunun Ahirete alt bölümü dı­
şında, Dünyaya yönelik Muamelat, Aile ve Ceza yasalannın
oluşabilecegi aynmını yapması, bu yasanın, Şeriat yasaları
değişmez! inancında bulunanlara karşı yeni görüş getirme­
si, taktirle anılacak bir görüş olarak algılanmalıdır.

Mecelleyi yapanların bu görüşü, bugün bana, dünya­


sal olan Laik yasaların, İslamın değişmez ana kurallarına
(iman ve ibadet) aykırı bulunmadıgı, çünkü islamda dünya­
sal buyrukların, zamanla degişebileceği, bu tür kuralların
Müteşabih, yani zamanla deQişime (tevile) açık buyruk.lar
olduğu biçimindeki kanımın en değerli ve kuwetli dayana­
gı oldu.

1 7 ŞUBAT 1926 TARİHLİ l'IEDENİ KANUNUl'I


GEREKÇESİ
(Bugünün Dili İle)
1926 yılında kabul edilen ve esası itibariyle İsviçre
Medeni Kanunundan tercüme ve uyarlama suretiyle uygu­
lamaya konulan Türk Medeni Kanunu'nun Gerekçesi zama­
nın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt imzası ile hazırlan­
mıştı. Bu gerekçe, Laik düzenin gerekliliQini ve önemini an­
latan ilk ve tek belge oldugu için önem taşımakta, bugün
bile laik.ligin Türkiye'de hiı.lEı. tanımlamasının yapılamadığı­
nı söyleyen aymazlara yanıt olmaktadır.

Bu önemi nedeniyle GEREKÇENİN önemli bölümleri­


ni bugünün dili ile özetlemeyi gerekli görüyorum.

"Bu gün (1926 yılı) Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Me·


deni Kanunu yoktur. Yalnızca sözleşmelerin küçük bir bö-
81
lallılih ve Şeriat Çatışması

lümünü kapsayan Mecelle vardır. I 85 l maddeU bu yas:a­


nın, günümüzde uyguJanabiJen µç yüz maddesi vardır. Me·
celle'nin esa:;ı ve ana çizgisi dindir, Oysa insan yaşamı her
gün, hatta her an değişimlerle karşı karşıyadır.
Kanunlan dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra
memlehetin ve ulusun geret\sinimJerini karşılay;:lmazıar.
'
Çunkü dinler degişmez hül<>ümlel'.i açlklarlar. Yaşam yürür,
gereksinmeler hızJa degişir. Dine dayalı J{anurılar ilerleyen
•.

yaşam sürecinde biçimden ve ölü sözcüklerden fazla bir


değer ve anlam içer:mezler. Değişmemek dinler için b.ir zo­
runluluktur. Bu nedenle dinle.-in yalnızca bir vicdan işi ola­
rak ka1ması, çağımı.z uygarl1ğmın esasJanndan ve eski uy·
garlıkJarl.a yeni uygarlJgm ayırmaçlarmda:n biridi r.

Özünü dinden alan kanunlar, uygulandıkları topluJil·


Jan indirUdikleıi çagıara bağlarlar ve ilerlemeyi önleyen
önemli etki ve nedenleı- arasında bulunurlar.
Ulusal sosyal y�şamm düzenleyicisi olan ve y<:\lruz
ondan esinlenmiş olmasJ gereken bir Medenf Kanun'dan
Türkiye CumhuriyeU'ni'n yoksun kalması; ne yüzyılımızın
uygarlık. gerekleriyle, ne de Türk ihtilalinin kapsadıgı aolaoı
ve 'kavram·ıarla uyuşamaz. Bu amaçla hazırlanan Türk Me­
deni Karı:umınu, uygar uluslar arasında en kusursuz ve
halkçı olan İsviçre Medeni Kanunu'ndan alınmıştır.
Çağtrrvzın uygarlrk ailesine bağJı ulusıaı:n gereJ�i·
nimleri arasında esasJı bir fark yoktur. Sosyq,I ve ekonomik
devamlı ilişkiler, insanlıgın büyük ve uygar bir kitlesini bir
aile haline getirmiş ve getirmekte bulunmuştur. . . "

'Türk yenilenme tarihi tanık tutufaral{ denilebUir ki,


Ti.iri� Uhıtsu bu çağın gereksinimlerine uygun olarak meyda­
na getirileh usa uygun yenilikle,rden hiç birisine karşı çık.-

. · 82
Balıtr Mazhıır Erüreı.en

mamıştır.

Unutmamak gerekir ki. Tôrk U\usunun karan, çağdaş


uygarlığı koşulsuz tüm prensipleriyle kabul etmektir. Bu­
nun en göze çarpan kanıtı, devrimlerimizin kendisidir. Ni­
tekim çağdaş uygarlıkla Mecelle hükümleri uyumlu değil·
dir. Fakat Mecelle ve buna benzet sair yasal hükümler ile
Türk U!Qsu'nun y�şamının uyumlu olmadığı açık ve seçik­
tir;

Şu -yörıu de saptamak gerekir ki, çağdaş uygarlıgı an­


lamak ve özümsemek kararlılıSında olan Türk Ulusu. çağ­
daş uygarhğı l\.enctfsine değil, kendini çağ<itlŞ uygarlığın ge....
rekJerine tlydurmak zotundadır. Yaşama kararında olan bir
ulus iÇin bu şarttır.

tsviçre, Almanya, Fransa politik ve ulusal birlikierini,


ekonomik, sosyal gelişmelerini, medeni kanunlarını yurür­
lüğe koymakla başarmışlardır. Bu saydığımız konulardaki
esas; din ile devJeön kesin olarak aynlığıdır.

Çağdaş uygarllk düzeyinde olan devletlerin ilk ilkesi.


din He dünyayı. a}lrl görmektir. Bunun aksi. devletin kabul
ettigi din esasJanni kabul etmeyen kimselerin vicdanlanna
baskı olur ki. modern devlet anlayışı bunu kabul edemez.
Pin, devlet nazarı.nda, vicdanlarda kaldıkça saygındır ve
dokunulmazdır.

Çağdaş devlet, dini dünyadan ayırmakl1:1, insanlığı,


taril'1in en kanlı girişimlerinden ku-rtarmrş ve dine gerçek ve
devamlı bir taht olan vicdanı ayırmıştır. Özellil�e çeşitli et­
nik mı.ıplan kapsayan devletlerde tek bir yasanın bütün
toplulukta uygulama aJam bulabilmesi için bunun. din �le
ilişkisinin bulunmaması, ulusal egemenlik iç-in zorunluJuk­
tur. Çünkü yasalar c:Une dayall olursa, vicdatı özgürlügünü

83
Laihjik ve Şeriat Çatışması

kabul zorunluluğunda olan devlette, muhtelif dinlere bağll


vatandaşlar için ayn yasarar yapmak gerekJr. Bu haJ, çağ­
daş devlette esas olan politik, sosyal. ulusal birliğe tarna-­
men karşıt olur.

Türk Ulusu'nun yük.sek. temsilcisi olan Büyük Mec­


Iis'in kabul ve onanmasına sunulan Türk MedenJ Kanunu
tasansı yürürlüğe k.onuldUğu gün. ulusumuz. kendisini çev­
releyen yanlış inançlanndan ve kararsızhgından kurtulmuş,
geri kalmış uygarllgırı kapılannı kapayarak. yaşam ve ve­
rim.lilik saglayan uygarlıgın i'çin.e girmiş bttlunacal\tJr."

Ne yazık ki bazı maddelerinin değiştirilmesi yapılır­


ken, güy;a tüm yasa rnetni.nln değiştirilmesj bahane edile­
rek� 1 926 taı1h1J yasa metninin başında bulunan bu GE-­
aBKÇB yazısı büyul\ bölümü itibarıyla 2001 yılında yasa-­
dan çıkarılmışt1r. I3u davranış affedilmeyecek tarihi bir ha-

tadır.

• Bahir Mazhar Erüreteh; Tıirkiyı: Gqmhuriyeti Devrim Y;ı�fan, Töre Yayın


Grubu, isı.;?004 $...

84
Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler. De
rvişle
r..
Müritler Ülkesi Olamaz
M.Kemal Atatürk

Büyük Önder Atatürk'ün ö.nctıJCiğünde gerçelı;:leştiri­


len çağdaş, laik ve bagımsız Tiirkiye Cumhµriyeti. Anaya­
sasındaki degişme.z temel ilkelerıııe karşın, 50 yıldır, karşı
devıimci güçlerin gizli-açık saldınlan ile karşı karşıyadır.
Bu gerici siyasal etkinliklere karşın. Atatürkçü kesi­
min aydını, sanatçısı, yazan ve sözde sivil :toplum örgütle­
ri, şaşılası bir vurdumduymazlık içinde, yalnızca bu kötü. gi.
dişe ağıt yakmanın dışında etkin bir davramş� sergileyeme·
me.ktedirler.
öte yandan, bu durumun en büyük soru.mlusu olan
ve devrjrn ifkeJerine baglılıgı yalnızca programl;:ırında yazıl!
bulunan sosyal demokrat partiJer ise liderlik ve koltu.k kav­
gaları yüzünden ortamı ve gerçekleri göremez durumdadır­
lar. Oysa düzen karşıtı şeriatçı güçler devlet içinde, sessiz
ve derinden hızla kadrolaşarak.. kutıtıayı düşledikJeri şeri­
atçı-irticai devletin, hukuksal yapısım pekiştirmektedirler.
Kurduklan dinsel i',lmaçb yüzlerce vak.ıflarda, bunlara
baglı okullarda, camilerde ve kurslarda eylemlerini sürdürü­
yorlar. Bir yandan da, diğer partilerden umutlarını kesen yok­
sul vatandaşa p.arasal deste]( sağlayçırak oylannı artırıyorlar:
85
Laiklik ve Şeriat Çatışması

işin en acı yanı da, bir devlet kuruluşu olan Diyanet


İşleri örgütünü bu amaca yönelik olarak kullanmalarıdır.
Laik Cumhuriyetin Anayasal bir kuruluşu olan Diyanet İşle­
ri, yine kendi buyruğundaki kurul' a °Fetva" adı altında dü­
zenleme yaptırıp bunlann tüm yurt düzeyinde halka aşılan­
mak üzere örgütüne dağıtımını sağlamaktadır.
Başkanının kendi deyimi ile bugün için uyulması so­
run olmayan bu düzenlemeler, bir şeriat düzeninin iktida­
ra gelmesinin hemen ertesinde laik yasaların yerine geçiri­
lecektir. Bunda hiç kuşku yoktur.
Oysa laik devlet düzeninde, görevi salt dinsel konu­
larda 0Görüş" bildirmek olan bu kurumun, teokratik devlet
düzenine özgü "Fetva" adı altında düzenleme yapmaya ve
bunları yayınlamaya yetkisi yoktur. Yapılan bu eylem, kuru­
luşun kendi yasasına da açıkça aykırıdır. Hele, laik yasala­
ra ters düşen konularda böyle hükümler yayımlaması açık
bir suç oluşturur. Cumhuriyet döneminin hiçbir diyanet iş­
leri, böylesine geçerli yasalara açıkça ters düşen düzenle­
melere kalkışmamış, yasalar üstü bir meydan okuma eyle­
mine cesaret edememişti. Belli ki bugünkü gücünü, hükü­
metin bugünkü yapısından almaktadır. Başta Anayasa ol­
mak üzere, yasalann kiiğıt üzerinde kaldığı bir anarşik or­
tam içinde davranışları, kendilerince doğal sayılıyor. Örne­
ğin, evlatlık edinme miras gibi medeni kanunda düzenlen­
miş yasal kurumlara, ekonomik düzenin vazgeçilmez öğe­
si olan nema ve faiz gibi bugünkü hükümetin bile göz ardı
edemediği düzenlemelere aykın fetvalar, yakın bir gelecek­
te gelmesi düşlenen şeriatçı bir iktidarın ayak sesleri ve da­
hası, halka şimdiden dinsel baskı niteligindedir.
Bu, karşı devrimci, yasa dışı eylemler, demokrasi adı-

86
Bahir Mazhar Etüı-cten

na hoşgörü ile karşılanabilir mi? Asla! Çünkü şeriat düzeni,

iM
Mara geJmek için demokrasiyi yalnızca kendi amacı için
kullarur, iktidara gelince, şeriat düzeni o · ülke ni n laik ve
çağdaş anayasasının yerine geçer, demokrasiden eser kal�
maz. Bundan kuşku duyan vıusa -ki bunlar arasında de­
mokrasi havarisi kesilen ga�ete yazarlan. hatta üniversite
öğretim üyeleri bile var� İran gerçeğine ve diğer .Arap ülke­
lerine baksınlar yeter. Laikliğin olmadığı yerde demokrasi
oıan:ıaz...

Ulu önder Atatürk, 'Onuncu Yıl Nutlru'nda; kurduğu


cumhuriyetin nitelikleıitıi belirtirken "TÜrk Ulusunun
yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda.
elin.de ve .kafasında tuttuğu meşaıe pozitif bilim ..

ctir. a diyordu.

50 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu:"da yaptığı bit


konuşmada, sanki bu günleri önceden görüyormuşçasma
uıusuna şöyle sesleniyordu ".Efendiler ve ey millet! İyi

biliniz ki, TÜ,rkiye Cmnlıµriyeti. şeyhler dervi�ler.


müritler mensuplar ülkesi oJamaz. En doğru, en
gerçek tarikat,, uygarhk tarikabdır. Uygarhgm
emir ve iste\derini yapmaL İnsan olmal,t İçin ye­
terlidir .....

• AtatürK'i.in Sôyıev ve Pe.11reçleri; 1989. Cilt


, 2 sa. 225

87
Laik Devlet ve Diyanet İşleri

Özellikle son yıllarda yayınladığı °Fetvalarla gündeme


gelen Diyanet İşleri Başkanlıgı ve örgütünün bu tutumu ile
ilgili eleştirilerimize geçmeden önce, bu kurumun yakın ta­
rihsel geçmişi ile bu günkü yasal konumuna ve yetkilerinin
sınırına bir göz gezdirmek gerekiyor

Osmanlı Devleti, Ortaçağa özgü teokratik yapıya sa­


hip bir devletti. Onun bu niteliği 1 5 nci Yüzyıldan itibaren
daha belirgin olarak görülmeye başlanmış, oluşumunda
çok çeşitli din ve mezhepleri topladığı halde, iktidarın İsla­
mi etki ve görüşe sahip bulunması sebebiyle bu yapıyı sür­
dürmüş, aslında devletin başlıca çöküş nedenlerinden biri­
si de bu yapı olmuştur.

Her teokratik devlet yapısında olduğu gibi Osmanlıda


da toplumsal ve hukuksal yaşantı dinsel ögelerden oluştu­
gu için, saltanat makamının "İlmiye" sınıfı olarak adlandırı­
lan din adamlannın etkisi albnda kalması dogaldı. Şeriat
kurallarını uygulayan örgüt Şeyhül İslfunlık adını taşıyan
resmi örgüttü. Bu örgüt dinsel ve hukuksal kararlar yanın­
da siyasal gücü de etkisi altında bulundurmuş, yüzyıllarca
Sadrazam, hatta Padişah kelleleri almış, kanlı iktidar ey­
lemlerinin karar yeri olmuştur. Son marifeti ise, bellekler­
den asla silinmeyecek olan başta Ulu Önder Atatürk olmak

89
Laiklilı ve Şeriaı Çatışması

üzere, Türk özgürl ük savaşını .ve onu başlatanlan lanetle­


yen, Başkumandan hakkında idam fetvası veren kararı
oluşturmuştur.

Osmanlı döneminde ilK fetvalaı Fatih H. Si.Utan Meh­


met zamanın da almm aya başlanmış olmak.la birlikte. Şey­


hillislam makamının devJet katında resmT bir kuruluş ola­

rak etkinliği Sultan Selim ve K;:\n uni dönemlerinde kendini


göstermeye başlamıştır 19 ncu Yüzyddan itibaren hü)\ümet
içinde yer almamakla birlikte, atamaları padişah tarafından
yapılan, bakanlıklara eşdeğer bir konum da idi. 1876 KaM
nun.'i Esasi'sinde Şeyhu1İs1am'ın Padişah tarafından atana­
cağı hükmü açJk.llk �anmıştı. (M.27)

Türkiye Cı.mıh uriyeti laik, vç çagd�ş kimUgi gereği.


din ve devlet işlerinin ayrımını öngördüğü için dinseJ bir
kurumun siyasal bir yapı içinde bulunması olanaksızdı an­
cak devı:iinlerin ilk oluşumunda bunların topluma slndlrile­

bflmes1 için bazı aşamalardah geçlJmesi kaçımlmazdı. Bu


nedenle Osmarılı dönemin ilk Kanun'i Esasi'sinde old ugu
gibi dinsel devlet öğesi korunmuş 192L Anayasasının 7nci
Maddesi dinsel hükümlerin yerine getirilmesini TBMM. nin '

görevleri ar�smda saymış 1 924, Tarihl.i ikinci Anayasanın


2. M addesi de Türkiye Devleti'nin di nin.i n İslam oldugtrnu
.

beli'rtrntştL Devrimlerin yürürlüğe. k.onulrnas.ı ile .birli kte .


1924. Anayasası'mn 2 nci Maddesi 1 0 Nisan 1928 Tari'hin­
de değiştirilmiş, din ögesi lmldmlmışt.ır. Bu suretle devlet
1dmliği ilk kez Anayasal laiklik niteliğine kavuşmuştur. Bıt
devrimio ilk adımı; dinin -siyasetten ayr:ılması n ı öngöre n Se�
riye ve Evkaf Vekfileti'nin l�aldı nlnı(!.smı dCızenleyen 3. Mart
1 924 tadb1i 429. sayıl ı yasa ile gerçekJeşttrilmtş bulunuyor­
du. Bu yasa, din 1şleri ile �lörevli ba.kanlıgr kaldJrmakla, sa-

90
Bahir Mazhar Erurcten

dece dinsel konularda yetkili olmak ve denetimi devlet


eliyle sağlamak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurul­

masını da aynca hükme bağlıyordu.

Bugün yürürlükte bulunan, Diyanet İşleri Başkanlı­


ğı'nın kuruluşu ve görevleri hakkındaki yasa 22 Haziran
1 965 tarih ve 633 sayılı yasadır. Bu yasanın görev yan baş­
lığı altındaki 1 nci Maddesi bu kurumun görevlerini açıkla­
mış "Din İşleri Yüksek Kurulu" başlıklı 5 nci Maddesi de, bu

kurulun başkanlığının en yüksek karar ve dayanma organı

olduğunu hükme bağlamıştır. Bu kurul, örgütün başkanı ta­


rafından seçilen l 6 üyeden oluşmaktadır. Yasanın bu kurul
ve kurula tanıdığı yetkiler; İslam dininin inançları ibadet ve
ahl8.k esaslan ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda top­
lumu aydınlatmak, ibadet yerlerini yönetmek ve görevlile.
rini atamakla sınırlı bulunmaktadır. Yasa, bu kurumu, sade­
ce din ve ahliik ve ibadet konularında görevlendirilmiş,
devletin laik kimliği geregi, hukuk alanına müdahalesine
asla olur vermemiştir. Vermesi de olanaklı değildir.

Olaya bu açıdan bakıldığında, Diyanet İşleri Başkan­


lığı'nın, Din işleri Yüksek Kurulu'nun görüşlerine dayana­
rak yayınladığı fetva adı altındaki bildirilerde, yür..ürlükteki
yasalara, devletin laik kimliğine karşı bir tavır açıkça göz­

lemlenmektedir. Eş anlatımla bu devlet kuruluşu, kendi gö­


rev ve yetki alanını çoktan aşmış, laik devlet içinde bir tür,
şeriat yasaları uygulamasını yavaş yavaş sahnelemek üzere
adımlar atmaya başlamıştır.

Konuyu somut bir örnekle göstermek gerekirse; ya­


yımlanan "fetva" adlı bir kararda, bireyin, kendi emrinde
çalışan hizmetkar ya da evlatlıklara miras bırakamayacağı,
evlt.ıtlıkla evlenmenin caiz bulunduğu açıkça dile getiril-

91
Laiklilı ve Şeıiaı Çatışması

meKte; bu suretle, din alanı dışında Medeni Kanı.m tarafın­


dan düzenlenmiş yürürlük.teki yasaya ters bit tutum içine
girilmektedir. Oysa Diyanet İşleri hiçbir şekj1de yürürlükte
olan yasalara ters duşen kararlar veremez. Aksi halde Şim­
di olduğu gibi. Diyanet İşl'eri açıkça anayasaya aykırı şekil­
de dünya işlerine karışmış, kendini bir ti.ir kanun yapıcı ye­
rine koymttş olur. Kaldı ki kendi özel yasasına göre. Diya­
net İşJeri'nin� teokratik düzene özgü fetva vermesi diye bir

şey yoktur. Sadece götüş bHdirebilir. Bu tür görttşlerin fet­


va adl altında yayımlanması bile sakıncalı ve laik devlet
kavraınma tamamen ay.kındır. fü.ı gidişe dur demenin ge­
reklifigi Ruşkusuzdur. (Bkz. Anayasa M, 1.36)
Aksi takdirde bttgün. Medeni Kanıın'un miras ve aile
hukuku düzenlemelerhıden bir bö.lümünün dine ayk.ı.rı ol­
dugunu -yanj bunlarm yasada olduğu şekilde uygulanma­

mı:tsmı�öngören fetvalar, yann; örneğin kadın- erkek. eşitli­


ğinin dine aykırı olduğunu, birden çok. evlenmenin aym za­
manda mubah oldugunı.r , kadının mirastan l;>ir pay alırken,
erkeğin iki pay alması gerektiğini. iki kadınm tanıklıgmı.n,

_ ya­
bir erkeğin tanJklılığına denK olduğunun fetva,Janm d'1
yımlayarak laik devlet yanmda, ya d a karşısında, bir şeriat
devleti kimliğini toplurna din adına dayatmaya kalk.arsa bu­
na şaşmama {
! gerekir. . "

92
Din ve Devrim

Türk devrimi, özüne dokunmamak koşulu ile dinde


de bir değişimi gerçe.Kleştirrruştir. Özellikle ''din işlerinin
devlet işlerinden ayrılması" yadsınmaz bir değişimdir. Bu­
na, dinde öze dönQş yolu ile. din adına ortaya konulan hu­
rafelerden kurtulmak demek daha dpğru olur kanısında­
yım.
Bir .bôlLım Atatürkçü ya da öyle gör\,\he.ıı yazarıanrı
Atatürl' devrimlerinin, din �onusun.da hiçbfr etkinlik yap­
madığını söYtemesl. bunda ısrarlı olması. gerçeklerle bağ­
daşmaz. bu tutumun temelinde dinci k.esimin, la.ikliği din·
sizlik sayan görüşü karşısmd_aki anlamsız bir çekince etkili
olsa gerektir. Hatta bazı inkılap Tarihi Jtitaplarmda, laiklik
'konusu anlatılırken, konuya, bu ilkenin tanımı ile başla­
mak yerine -Ki t>fümsel anlatım yöntemi burıu gerektirir- sö­
ze, "Laiklik dinsizlik demek değ;ldir:" diye başlanmaktadır.
eJbette değildir. Ancak, öncelikle laikliğin kapsamlı bir ta­

nımını yapmak, bütün bu öğ.eJeri ile açıklama :Yaparak, ar'·


dmdan, sonuç oJarak, bunu dinsizlik ,gibi göstermek i$te­
yen densizlere yanıt olarak, bu ilkenin asla .dinsizlik demek
olamadıgını vurgulamak gerekmez mi?
Anayasadan, devletin dini konusunda.ki maddenin çı­
kanlınası, Kadm el'k..eJi eşitllği11in tüm ögeleri ile yasal dü·

93
La.ı'kllh ve-Şeriat Çatışması

zenleme konusu yapılması, ezanın Türkçe olarak okuunıa­

sı nı n yasa teminatı altına alınmasL ve uygulanmas1,


Ku r'atı'ın Türkçeye çevrilm�si, hutbeJerin TürKçe okun ma­
smın sağlanması, tarikatların ve tekkelerin kapatılması, di­
nimi2in içine yerleşmiş olan çeş1tli hurafelerin yC,\saklanma·
sı, örneğin; F'alcılık, büyücülük, galpten ha_ber verrrıe gibi
aslında dine aykırı oıan çeşitli aykınlıkJarın yasalarla yasa k­
lanması eyletnleri, dinde, reformu öngören girişimlerdir. _
Ancak, hemen belirtelim ki, bütün bu yapılanlar, dinin özü
lle ilgili olmayıp, dinin aslına uygun bu.lunan değişiklikler
olarak, diıı �Ç)sından da yarattı sayılan biçimsel değişiklikt
lerdir. Din ve ibadet özgürlüğüne ''arşı herha·ngi bir k.arşıl­
hk sö'.Z kom.ı.su değildir. Asıl amav; yüzyıl1ard1r din adma
yutturulan hurafelerden toplumu kurtarmaktır.

Şimdi, bir kJsım bağnazların işlerine g�lmediği için,


Atatü.rk'ün devrimledni yapay isnatlarla din karşıtı im iş gl­
bi göstermeye çalışmalanmn gerçek nedeni.,. çağdaş devlet
ve çağdaş toplum yaratma amacındaki devrimlere karşı ol­
malan run bir sonucudu r. Aslında, içtenlikli dhıdar planların
değil, dinl sjyaset aracl olarak kullanmak isteyenlerin sap­
tırmacılandır...

Laikliğin; dünya yaşamında, dinden referans alma­


ması öğesine karşı, son zamanlarda bazı yazarlar v-e Özel­

l ikle Diyanet İşleri Başkanlıg1 � fetva adı altında çıkardığı -


kendi yasal yetkisini aşarak, pek çok konuda; yapılan dü­
zenlemelerin, din - ve. Blbette şeriat-açısından somut ör­

neklerle irdelenmesinl yapmaya çaftşmakta, eş anlatımla_.


somut dü.zenıeme, hatta yasafarm, din karşıtı oırnadığı gibi
bir saptamanm içine girtnek suretiyle, asımda laiklik ilkesi­
ne tamamen aykırı bir tutumu sürdürmektedirler.

94
Bahir lv/ıı.zha.r Eıweten.

Eger alınan her karar, her dünyasal düzenleme ya da


kişinin davn�nışlan, böyle d in ı,uraJları açısından irdelene­
rek, dine aykın olup ohnadtğı somut biçimde tartışılacak
ise, bu tutum dinden referans almak demektir. Kesinlikle

laikJi.ğe eyk.ırı davranıştır. Açık çelişkidir Laik yasa ve dü­


,

zenlemelerin dine ayk:ın olup olmadığım tartışmak laik.ligin


özüne ayl�ındlr. Çünkü laik yasa ve sair duzenleıneler, refe­
ransını yalnızca, akll, mantık ve bfümden <:ılarak, toplumun
gereksinhnlerine gö:re işlevini sürdürür. Din kuralları gibi,
laik hukukun da, asgari ahlak içen:ligi ge rçeği bu çelişkiyi
,

gidermeye yeterli olamaz.

Sonuç olarak; değerli. yazar Paıih RLfkı Atay'ın Çanka­


ya isimıt yapıtmda belirttigi sözlerle bli\ğlamak istiyorum:

"Kemalizm, asbnda büyük ve esaslı bir din


reformudur., 1'ann bir peygwnbere (İsa'ya) verdi•
ği şeriatı.r ikinci bir peyg@mberde fftz. Muham­
med) başka bir ayette değiştirmek suretiyle� hat�
ta Kur'an'ın bir ayetindeki emrini., başka bir ayet.
le kaldırmakla, hükümlerin. toplum evrimini izle­
mesi gerektiğini göstermiştir. Fıkah'ta buna Ne­
sib diyoruz. Muhammet son peygamber olduğuna
göre. ondan sonra nesih hakkı insan aklına kal·
mıştır. Onun için İslam hilginJeri, (Zamanla hÜ·
kümlerin degişebileçe,ği) içtihadında bulunı:nuş­
lardır.''

95
Şedat ve Laik Hukuk Düzeni

Şeriat sözcüğunü en $eniş anlamı ile ele alıp, dütin


esası olan inanç ve ibadet ile Kur'arı 'ın bUyük bir bölümü­
nü o1uştur-an dinsel ahlak. kurallarını ve dünya işlerini dü­
zenleyen çok az sayıdaki muamelat }{UraHannı bu tanıma
dahil ederek, 1aikHğe, laik hukuk sistemine karşı çıkanlar,
aslında yapay bir tartışma yaratarak, bımu olabildiğince tır­
mandırrna"ktadır. Gerçel) fsJarn ile, Siyasal (ideolojjk) İsla­
mın aynı şey olmadıgı bilinmelidir.

Laik hukuk, dünya işlerinin düzenlenmesinde, bire­


yin kendi iradesi ile Kişisel ve toplurnsal gereksinimlere gö­
re yaptırım içeren, herkes için eşit olarak geçerli, bir hukuk
dQzenid.ir. Bilimseldir, akılcıdn ve doğası gereği değişken­
dir..

Laik ahla]\, mutluluğa erişmek için akim önderliğinde


etı. iyi ve en dogru olduguna1inanııan şeyJer.i, yaşama geçir­
mek.tir. Eş anlatımla ahlak; iyi ve doğru olana ;yönelmektir.

Toplumsal a,hlfüı; ise, toplumun iyili,ğioi, kendi iyili!\


ve çıkarından daha önce düşünmektir. Laik ahlak, referan­
suu kişinin erdemli vicdanından ahr

Şeriat hukukıı, ise dinsel dogmalardan oluşan tann


ouyruklarıdır. Ancak, btı n e kadar böyledir? Şeriat ku ralla­
n olarak uygulanan kuralların ne kadarı tanrısaldır? bu l.;o-

97
Laildih ve Şeriat Çatışması

nuya kısa bir açıklık getirmel\te yarar göruyorl!m.

Mecellenin 1 nci maddesi, şeriatı tanımlamıştır. Bu


tanıma göre fıkıh; şeri hükümlerin ilgi alanını kapsar. Yani
bu bağlamda fıkıh ile şeriat aynı şeylerdir. Fıkıh, yani islam
hukuku iki esas bölümden oluşur.

Birinci bölüm din ve ibadettir bunlar islam'ın özü


olan d�gişmez kurallardır. İkinci bölüm ise düny� tşleri ile
ilgili bölümleri içerir. bu da üç kısımdır. Birinci kısım evlen­
me işlerini: ikinci kısım, muamelat denilen medeni ilişkile­
ri; ve borç tllşkiJeıini içeren kısımdlr. Üçüncü kısım ise uku­
bat denilen ceza hükümlericlir, Bu kısım h4kfünler zaman
değişimi ile değişikliğe uğrayabilir.

Hemen açıklamak gerekir .ki, Fı.khm içinde sayılan


din ve ibadet ya.ili Ahret işleri, laik hukuk sisteminin dışın �

da, kişi:rtln tanrı ile oları ilişkisi olup, laik sistem yalnızca.
dünya işleri Ue .ilgili olduğu için bt,ı. konuyu içine almaz, an­

cak dinsel inançlara saygı lıdır Üstelik din ve vicdan iliş.kisi­


.

ni, korunması en gerekli insan haklarından saydığı için,


inanç ye ibadet özgürlügünü Anayasal güvence altına al­
mıştır.
Yul\.andaki kısa tanımlara göre. laik hukuk si steminil1
kaynağı, bilimin yol ,göstericiliğirtde insan aklt ve iradesidir.
Şeriat hukukunun kaynakları ise Kur'an. Sünnet (Peygam­
berin söz ve fiilleri), İcma. (Hukuk u:zmanlanmn, Şer'i
'hü,kümlerin muamelat bolümünde, aym konuda bir­
leşmeleri ile oluş(ln hükümler) Kıyas, (Iiakkında açık bir
hüküm bulunmayan konularda benzer olaylara göre hü­
,

küm kurulması), lçtihat (Din uzmanlamun görüşleri) ve Örf


(insanlar Masında adet olduğu üzere, sağduyunun iyi ola­
rak kabuHendigi ina111çlar)'dan oluşur.

98
Bahir Mcızhar Erü'rele.tı

lüyor ki İslaın huk,uku olarak anılan ftkıh, yanı


Görü
şeriatın yalmzqı tek bir kaynağı; Kur'?.ln, Tanrı buyruğu, di­
ğerleri ise Sünnet, kma, Kıyas, içtihat, Örf ve adetler kul
yapısı olan düzenlemelerdir. Bu nedenle şeriat düzenleme�
!erinin tümuyle tann buyruğu olduğu hakkındalu bagnaz
görüşün gerçekle ilgis:i ·yoktur .

Aynı gerek.çeJerle, şeriat yanhlanrun bir devlette siya­


sal egemenliğin yalnızca tatınya ait oJup, halkın slyasal
egemenliginden bahsedilemeyecegi hakkındaki görüş de
yanlıştır, saptırmadır .Bu görüşe karşı en son yanıt, Tem­
.

muz ayı nda Abant'ta, aralarında, çoğunlugunu Devrim kar­


şıtı olan din uzrnanJarmın oluşturduğu toplantıda. bu konu­
da ahnan �aı:atlardaki doğrulamalan (itiraflan)dır.

Bu din uzmanlanrım ortak görüşlerine göre de; Tann


egemenUginin ilahi k.onuiarcia mutla){ olduğu, ancak Ta,n­
rı·nm sosyal ve siyasal konularda bu yet}\:iyi, yani ulu,sal
egemenliği. halka verdigjnl kabul, ederek, yaymladıltları
Sonuç Bildirgesinde aynen şöyle demektedirler:

"Sorı zamanlarda, tstfun dünyasırıôa kargaşaya s-e­

bep olan konulardan birisi de; Hakimiyet (Egemenlik) kav­


ramıdır. Kur'an açısmdan bakıldlğınd a; alem üzerinde bilgi­
si. iradesi, rahmeti, adaJet ve kudreti ile mutlak haklın hiç
k.uşk.usuz Allah'tır. Bütün varlrklar da, bu küJli hakimiyetin
altındadır. Müminler için Allah, ahJaki ve sosyal degerlcrin

öğreticisi ve yol gôSteridsidfr. Fakat bu hakimiyet. kavramı


ile "Hakimiyet Kayıtız Şartsız Milletindir" ilkesinde
yer alan .tıa.Kiıniyet kavramı birbirine karıştırılmamalıdır.
tfaklmlyet (BgemenJik) Milletlndir ifadesi, '1 1aklmiyet, bir
ferdin, sınıfın, zumrenhi tabfı ve ilahi ha.l\kı değildir" anla­

mına gelir. Siyasi manada. mfö iradeyi (Ulusal egemenJi gi)


Laiklllı ve Ştria� ÇarLŞması

esas atmak ve onun üstünde güç tannnamak demektir" (•)


( • tlün-iyet Gaz. 20 07. 1988 Sa:7).
..

Pozitif biUmselHge karşı çıkmak da, bağnaz çevrele­


rin akıl alamaz bir tutumudur. Amaç tektir: dini siyasete
alet etmek. Bu sömürü yolu ile, iktidarı elde ederek. de­
mokratik yaşama son vermek!. .
Dinimizin, yüzyıllarca, siyaset aracı olarak toplumlar
üzerinde baskı şeklinde surd'ürülmesi. insanbğın toplumsal
yaşamda da, bJiimseJ gelişmenin ayak bağı olmuştur.
BUim; akıı: gözlem ve deneyim yolu He belirli olgular
ve bunları birbirine bağlayan ve sonucun önceden doğru
biçimde saptanmasını sağlayan gerçeklere ulaşmaktır.

İnsl3nıık bu yöntem ile ilerleme, aydınlanma ve iyi ya­


şam koşullarına kavuşur. Bilimin, dinden bagımsız oluşu,
onun doğC\SI gereğldir. . . AncaJç bu niteliği, onun, mutlaka,
din ile inanca karşıt olm�smı gerel\tirmez, Din, göksel va:·
hiylere dayalı, doğmalar bütünüdür. Bilimsel bulgular, in­
san alol ve mantığırurı bir sonucu olduğuna göre, Tannnın
verdiği bu yeteneğin, yihe O'nun tarafından, (insan tarafın·
dan} kullanılmas1111 istemedigini kirrı söyleyebilir?' Tam al�­
sine, bilimde sağlanan her türlü gelişme, yeni t>ir vahiy.
olarak algılanmalıdır. Ord. Prof: All fuat Başgil, DİN ve LA­
İKLİK ( 1 9ö4) isitnli kitabında (S. 177 ve dev�) şöyle diyor;

"Din ile BiJim iki ayn sahadır. Ve iki ayn melek.enin


(alg1larna gücü - yeti) ürünüdür. Bmm aklın, din, ruhun ve
gönülün mahdır. Bunlar, insanın iki ayrı gereksinimini ı,ar­
şılar. B.Him, aklın billme gereksinimine, din de, ruhun inan­
m a ve bu yönde huzur ve esenliğe erme gereksinjmine ya­
nıt verir.
Sünni Mezheplerde (islamın sünni mezheplerinde) 2
'l,00
fuihir Mazhar Erürden

anahtar varclır,
J -Akıl ve din çeliştiğinde; akıl tercih edilir, din tevH
(buna- göre yorumlanır) edilir.
2-İsJamm kesin buyruklannda (Mevridi Nas'ta) içtiha­

da yer yoktur. Açık ve an1amı kesin ki nassın (ilahi buyru­


ğun) bulynduğu yerde içtihada gidilemez,."
Aynı yazar, bu suretle Kur·an hül\ümlerinin; asli hü­
kümler (buyruklar) ve fer'i (tamainlayıcı. açıkJayıcı) olarak
iki bölümden oluşt'ugunu açıklayarak, 'fer'i otan buyrukla­
rın, bilimsel gerçeklere göre farlc\:lı yorumun yapılacagıı:ıı

açıklıyor.
Devrimlerimiz;. yükseJen bir düzleme fırlatılan top mi­
sali, J 950'li yıllara kadar hızla yükseldi. Ancak o tarihte he·
nüz dorul\ noktasındaki yerine v.aramamıştı. O tarihJerden

başlayarak, önce hm yavaşlatıldı, sonra durdunddu. Bu


kez bu eğif\'. düzlemde aşagı dogru geri kaymaya başladı.
Ve başlangıca, sıftr noktasma dogru bfr tvme kazand1.
Bugün yeni bir hamJe ile tüm toplum oJar.ak, gerekli
etkinlik ve çabayı göstermek, devrimleri ve Cumhuriyeti
yaşatmak, başta, oı:ıu bizlere emanet eden Ulu Ônder Ata­
türk olmak üzere, Cılkemize, toplumumuza ve kendiln,ize
karşı botç1u olduğumuz en yaşamsaJ ve kaçınılmaz görev­
dir. Bunun tek yolu, Jai.kliği tam anlamı ile özümseyememjş
olduğu için, siyasal dinci çevrelerin, yanJtş yônleıtdirmele..
ti sonucu duraksamada (tereddütte) olan halk kesimine
gerçekleri iyi anlatmal,, gerçek İslam ile siyasal lslam'ın ay­
nı şey olmadığını özümsetmektir.

101
Dinsel inanç Özgürlüğü ve Laiklik

T(lm dünyada, insanların, din_.. inanç ve· il>adet. ö�Qr·


lügü. diğer temel insan haklan gibl. evre·nseı vazgeçilemez
·
haklardandır. Türkiye'nin de üye ülke sıfatı· Oe kabul etttği
Birleşmiş Milletler insan Haklan Evrensel Beyannamesinin
ı 8 nci Maddesinde bu özgürlük. şöyle tanımlanmaktadır....
Her .şahsın fikit, vicdan ve din ôz;gütiüğüne hakkı vardır. Bu
hak, din veyi) kanaat değiştirmek özgürlüğünü. dinini ya da
kanaatini tek başına veya topluca açık olarak ya da özel şe-­
.k!lde, ôgretim, uygulama, ibadet ve ayinlerle gerçekleştir·
me özgürlüğünü de kapsar." On Aralık günleri yıldönürnü
tüm 'dünyada kutlanmakta olan ".evrensel insan Haklan",

Batınm aydınlanma çt:\Qinın ürünü olan kavramlardandır.


İlk ke·z; 12 Haziran 1 7 7 6 tarihli Virginia Haklar Bildirgesi Ue
toplumsal yaşama geçirilmiş, daha sonra l 789 PransJz

devrimi ile "İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirisi" olarak kale­


me arınmış, arkasından 1781 Fransız .anayasa$ındaki yeri­
ni altnıştır.

Ülkemizde bu tür haklat Hk kez, ı 876 tarihli Teşkila­


tı Esasiye Kanununda yer alarak Osmanlı toplumsal yaşa­
mınG\ girmiş, ançak bu. ilk anayasa yaklaşık bir yıl sonra ta­
mamen yürürlükten kaldırılarak .32 yıl süren karanlık bl.r
dönemden sonra ancak 1908 yılında tekrar yürürlüğe ko-

103
Laihlik ve Şenal Çalışması

nulabilmiştır. Bu yasanın 1 1 nci Maddesi, Osmanll devleti


tebaasından bulunan tünı şahıslann, MüslıJtnan olmayan
azınlıklarda dahil olmcdt üzere, d in ve ibadet özgürlügünün
devletin güvencesi altında bulunduğunu kabul ve garanti
etmiştir. Ancak şeriat :yasalanmn yürürlügünli sütd'Utmesi
nedeniyle Osmanlı devleti laik devlet kimliği taşımıyordu.
Kişinin dünyasal yaşamında da şeriat yasaJan geçerli icli.

Türkiye Cumhuriyeti DevJeti'nin 2nci Anayasası oJan


1924 tarihli Teş.k.ilat-ı Esasiye Kanunu 68 ita 88'. Maddele­
rinde 'Türklerin Hukuku Aınmesi" başlıgı altında insan
haklarından olan kişilik haklan teminat altına alınmış, ya­
sanın 75nd Maodeısinde aynen "Hi�bir kimse. mensup
olduğu felsefi içtihat. din ve mezhepten dolayı
sorgulanamaz;. Asayiş. umumi muaşeret adabına
ve kanunlar büküınlerin,e aykırı bulunmamak
üzere her türlü dini ayinler yapılması şerbesttir"
denilmek sureti;yl.e di n vicd�n ve füadet özgürlügü güven­
,

ce altına alınmıştır.

Benzer hüküm, {96 l Anayasası nm 19ttcu M addesi n


­

de ve l 982 Anayasasınm 24ntü maddelerinde de aynen

korunmuş, ancak dinin ve dirısel duygulann siyasal amaç­


la ltu1Janılması yı;tS,ai\1annııştır.

Türk devletinin laiklik uygulamasında., din ve dünya

işleri birbirinden aynhnakla birUkte; din ve ibadet özgürlü­

ğü de teminat altına ahnmış yal11ızca laiklik karşıtı dinsel


bagnazJık ve irticai eylemler yasa dışı davranışlar olarak ya­
sal{}anmıştu. Ancak 1990 sonrasında bu yasağın yasal yap­
tırımt olan Türk Ceza Yasasi'nm l 63ncü Maddesinin ve ttı­
yaneti Vataniye Kanununun kaldınlmasınd.an sonra irtica­
nın yaptırımsız kalması sonucu, irticai eylemler artmaya

104
Bahir Mazhar Ertıreterı

başlamıştır. Oysa Amıyasıı,mız�n I 4ncü Mqddesf, bu konu­

da yaptmm içeren yasanın çıkanlmasım öngörmektedi r. Bu


görev yasama erkine düşmekte, yaşamsal bir zorunluluk
olarak beklemektedir. Çünkü kôktendind bir kesim, din ve

ibadet 6zgürlügü ile dinin siyasal amaçla devletin temelini


sarsmaya yôneJilı; yıı,saklamay1 sapt ırarak.. sunrtıakta, bu
Anayasal gereği, din ve vicdan özgürlüğüne aykın olarak
sunmaya çalışmakta. böylelil�e de lailfüğin dinsel öıgur­
lükleri engellediğini iddia etmektedirler. Bu katşıt götüşiih
hiçbir doğru ve 1$.abul edilebiJir bir yönü yoktur. Doğal in­
san haklarından ola n din ve ibad,et özgürJQğü, somut anla·
mı ile bireyleri . inandık.lan bir dini seçmekte özg_ür olmala­
n, ibadetlerini, yani Tannya kulluk görevlerini diledikleri

şel� il ve ölçüde yerine getirebilmelerine hiçbir Kimsenin

karşı çıkmaması demektir. Örneğin. bazt .kimseler dinine


çok bagJı olabilir, ibadetlerini en üst dilzeyde yapmaya
özen gösterebilir. J3una ka.rşılıl) ba_z1t;ın, bu görevini tam
olarak yerine getirmeyebilir. bu dfınya yaşamm1 ön plana
alaral<., dinsel ibadetlerinden uzak kalabilir. seküralist bfr
yaşam sürdürebilir: ı-ratta tumilyte inkarcı ol (;l bi li r; inarnş- iti·

ba,riyle bü.fün bu yelpaze i çi nde bulunan ülkenin insanları,


başkal�rı tarafından Kınanamaz ve wrlanamaz. Bu bağlam·

da,. tüm bu ulusun bireyleri, hukuk alanmda, din ve ditnya


işle rinin ayrımım 6ngören laik devletin eşit vatand.aşJan

olaraK birbirlerinin inançlarına saygılı olmak, kanşmamak


zorundadırlar. Bu temel öğe, ulusal devlet olmanın da te­
mel JidŞuludur. Aksi davranış, inançlara KarşılıkJı müdaha­
le, Laikliği ve ultı,salcılığı red anlamındadır. Ümmet toplum
olmanın, ya da bunu iı;temenin göstergesidir.

İşte, l ai' k1fğin Anayasamızda yasakJan d Lğı, b:u dayat­


macı c'.lavranı:ş biçimidir. Asıl bu dayatmacı davranış biçimi,

105
Laiklik ve Şeriat Çaıışması

din ve ibadet özgürlUQ;üne ve tümıiyle demokrasi ve çag­


daşlıga karşıdır. Anayasanın karşısında oldugu köktendinci
siyasal İslam budur. Din, kul ve Tanrı arasında bireysel, bir
bagdır. Laik ulusal devlet ise, tamamen toplumsal bir olgu­
dur. Bu orgu ulusal egemenliktir. Din, inanç ve ibadet öz­
gOrlıiğü, laikliğin de korumasındadır. Yeter ki siyasal sömü­
rıi aracı olarak kullanılmasın.•.

106
Laik Devlet. Laik Vatandaş İkilemi

BJr T�levizyon ltana{I ... Masanın bir ucunda sunucu,


karşısında bir siyasal partinin Genel başkam, Sunucu soru­
yor: Siz laik mJslrifz?
Gene) Başkan duraksamadan yanıtlıyor.

Hayır, ben laik degilim. Laiklik, bireyler iç.in söz ko­


nusu olamaz. Laik olan devlettir.

Sunucu, yeni sorularla konuyu irdelemeyi sürdürmü­


yor. 5aşka sorulara geçiyor. Konuşmanın bundan sonrası
da bizi Hgilendlrmiyor. Konuşmanın bu kısmt k:omtmuz açı-­

sından yeterli. Televizyonu kapatıyoruz.

Bu tür açı.kJamalar, son zamanlarda, tutucu ve gerici


siyasal parti sözc;üJerinin ağızJanndan düşmüyor. Hele % ,

30 oy alarak Mlllet'in Meclisinde parmak çe>Aunlu�u �a­


yarak iktidara tek başına gelme garipJiğini sağlayabilmiş bir

partinin baŞkanmdan geldiğinde, bu aykırı görüşe elbette


tepki göstermek, dogruları ortaya koymak kaçınılmaz olu·
yor:

Gerçekten de J:>ir devletin Anayasasında L?ıi1\ olduğu


yazılL ise, o devlet örneğin; Türkiye Cumh uriyeti Devi.eti, la­
i.k bir devleWr.

Bu durumda birey, ister tçine slılsin, isterse sindit-

107
Laikiiiı ve Şeria.t Çatışması

ıneyerek içtenlikle karşı olsun, de\/letirı bu Anayasasına,


bu Anayasaya göre oluşturulan tüm laiK içerikü yasalar� iti­
ra.zs\z uymak zorundad ır. Bu hLJsus., kaçım lmaz bir vatan­
daşllk görevi,dir..Aksi halde ya.sanın yaptınm gücü .gerek.en
karşılığı almasını elbette sağlar, sağlamalıdır. Bir vatanda­
şın, ben laik deyilim. O nedenle bu yasalara uymanı deme­
ye hakkı yoktur. Çünkü tüm va�ndaşlac, haklar ve ödevler
bagtarnında, yasalar 1\arşısmda eşifür.

Örnegin, Anayasalar ve yasalar; hatta bunlara 'daya­


narak çıkarılan karar ve tüzifülere uymak zoru nlı:ıJuğunô'a
olan Üniversite ôğrencil'erind�n bir böl ü mü, luyafet talim�t­
larına aykın olarak ve zor kullar\arak bunlara karşı çıkma­
ya kalk.arlarsa, karşılarında yasa ve talimatların (Tüzükle·
rjn) yaptınm gücünü :bu lurlar. Bu davramşlar, açıkça yasa­
ları çiğnemek sayılır, buna da, Jıiçbir vatandaşın gücü ve
hakkı olduğu söylene:rnez. Ak..si durum, ülkede anarşi ve
kargaşa doğurur: Bumm gibi, bir bayan doktor, ben. İslam
kurallarına göre · erkek hastaya bakmam ! derse, görevini
kötüye lrnUanrnış, yasalara ve ettigi ttipoktat yeminine kar,
şı gelmiş olur. Böylesine bağnaz bir düşünce sahibinin, ön­
celillle dok.tor kimliği taşımaya haltkı yoktur;.

Bundan çıkan doğal sonuç şudur ,ki; eğer bir devlet


laik ise ve bu dünya görüşü Anaya.sa ve yasalarında yaşama
geçi rilmiş tse, vatandaş, ben laik değili.m, ya da, laiKliği be­
nimsemiyorum, bu yasalara uymarn diyemeyeceğine göre,
itirazsıı bu yasalara uymak zorundadır. Buııu gönülden iste­
yerek yapıp yapmadığı önem taşimaz.. Uymal� zorunda oldu·
ğt.1 yasayı, fikir l/e düşünce. bazında ya.zıJı ve sözlü olqrak
eleştirmesi cte, aynca Anayasal blr haktır. Ancak eytem ya­
pılamaz. uygulanmasını bu gerekçe ile şavsaklayamaz.

108
Bahir Mrızhar Erllreten

Konu siyasal partiler açısından eıe. aunchgmda, daha


tehlikeli bir dunımla karşı karşıyayız demektir. Anayasa ve

yasalara göre bir siya,si parti kE>,siuJikJe, Laiklik l\PrşJtı ola·


maz. Bunu tüzuğünde de belirtmek ve kabull enmek zorun­

d�dır. Aksi halde o parti.ye ceza yapbrunı uygulanır ve par ­

ti ka patılır Bir siyasal parti Jaiklik karşıtı olamayacağına gö­


.

re, onu oluşturan bireyler de Jaiklik karşıtı olamazlar.

Bir s'iyasal parti üyesi, hele onun başkanı; berı laik


değil im diyorsa Anayasa ve yasalan doğrudan doğnıya,
, hi'­
çe sayarak, bunlarr çiğnemeye yelteniyor demektir. Bu par­
ti, onun başkanı ile üyeleri şahsen laikliğe karşı ise, iktida­
ra gelin�e, istemedigi yasalara göre mi, ül keyi id�e �de·
cek? Yoksa ik.tidannm çoğtmluğuna güvenere k bu Jaik ya­
salann tümünü değiştirecel{ ıni? Laikligin karşıtl şeriat ol­

du!;juna göre. bu parti iktidara geldigincle, Atatürk d�vrim·


terini hiçe sayarak, tümden k.aJdıracak demektir.

Aslında bu tür, Laik Devlet Laik vatandaş uydurmac&


sı, güya Laikliğin islaınlık.la bağdaşamayacağını kasten ileri
sürenlerin halkı yanıltmak için ortaya attıkları çarpık bir gö­
rüştür Ke::;inlikle yanlıştır,
.

Laiklik, din ve dünya işle.:rinin ayrımını öngörmesine


karşın, bir yurttaş hem laik hem dinine bağlı bir !timse dfa.
bilir. Onun hakkı Anayasal güvence altındadır. Aksi söylem­
ler, Tür]Uye'yi orta çağın karanlığına çekmek isteyenlerin
çarpıtmalanndan başka bir şey değildi r .

Laik Devletten, esas amaç. Laik ve çağdaş bireyi ya­


ratmak srıretiyle halki gön-ençli kılmak, özgürfülwü bir dün­

ya düıeni yaratmaktır. Vatandaş LaiK olamaz diyen kişi'Je re


soruyorum.;

Lai), olmayan ls1€;\rn ü lke leıind e, hala geçerl i olan dü-

109
Laiklik ve Şeriat Çatışması

zen şeriat düzenidir. Laik dü·zen. Laik yasaların geçerli ol­


dugu düzendir. L.aik düzenin 1926 yılında Med�ni Kanun
ve Borçlar kanunu ile getirdiğj düzenlemeler, kişiler arası
ilişkileri düzenleyen yasalar değil m11 Evlenmede, mirasta,
rnal etUnme v,b. konularda geçerli olan bu yasarann yürür�
lükte oldugu ülkede. yurttaşın laik olmadığını söyleyebi�
mek, Laik:Uge karşlt oJmanın en dayanılmaz ve kabul edile­
mez hafifliğidir.

110
Siyasal İslam

Laik hukuk düzeninde, İslam siyasete, siyaset de is­


lanr·a kanştınlamaz. Konu tsıamJık değil, isıam'ı. siyasete
araç olarak kullanarak, halkın ma.sum din duygülannı sö­
mürerek, ülke yönetimine egemen olmaktır. İslamlık; İslam
dinine inamruş iosanlann kişisel yaşamlannda, Tanrısına
inanç ve ibadetini geregi gibi yapma yoJundaki eylemidir.
5u inanç ve Tannya Kulh.ık görevi, kutsaldır ve bireylerin
vazgeçilemez haklarındandır. Gere� Anayasalarda, gere�­
se, uluslararas1 siyasal belgelerde, demokratik sistemdeki
H:ım topluınlarm, vatandaşları için kabul ve gara nti ettiği ki­
�ıi�eL haklardandır: ·
Din ve ibadet özgürlügu, Osmanlının ilk clönemlerin­
-Oen beri oevJetln üzerinde titizlikle durdu.ğu bir konudur.
Nite.k.im fatih Sultan Mehmet, istanbul·' u fethettlği günün
hemen sonrasında; çeşiUi dinlerin, eskiden olduğu gibi; ya­
şamlarını garanti altına almıştır.
1 839 Tanzimat Fermanı ve onu izleyen 1 856 tarihli
islahat Fermanı, bu konuda, Osmanlı ülkesinde yaşayan
çeşitli dinlerden insanlann ibadetlerine ,tamamen özgür
bulunduklarını titizlikle gUntleme get.innişlir. Birinci Meşru�
tlyet Anayasasında da çeşitli dinle.re baglı tebtıanın din ve
ibadet özgürlü.klerlnL güvence altına alınmıştır.

111
Laikl1k ve Şeriat Çcılışma.sı

Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının hepsinde aynı

konu eJe alınmış ve titizltkle korunmuştur. Yüce Önder Ata­


türJ'; "Laikli!' ya l nız din ve dünya işlerinin aynmı olarak alı­

namaz. Bu ilke ayhı zamanda; vatandaşların din ve lbadet

özgitrlüklerhıin de garantisidir." Diyerek, al<si yolda düşl'ı­


nenteri önemle uyarmıştır.

Türk Devletinin karşı olduğu, yalnızca, dinj sömürü

aracJ olarak kullanm ak. ve bu yolda. iktidar olmak girişim­

leridk Siyasal dincilik den.et} şey budur. Bu di n ci, id eoloj ik

ve siyasal akıma, günümüzde Köktendincilik, ya da siyasal

İslam denmek.tedir.

Siya.sal dfn, yani kökten dinci irtica, Osmanl.ı nın yeni­


lenme dönemi girişimleri olarak kabul edilen 'fanzjmat ve

ıslahat fermanlan döneminden sonra, siyasal bir a�m ola­


rak kendini gös.termeye başlam ıştır.

Sloganları, guya, yenilenme ile ülkeye getirilen yeni­

liklerin, gavur icadı şeyler oldu�u, bunlann gelmesiyle di­

nin elden gideceği görüşünü nalka kabul ettirme girişimi

olarak "Şeriat isteriz! çağmşlarıdtr.

YenHenmenin getirdigi ya da geti receği , dünyasal


öğelere; l\Jsaca çağdaşlaşmaya tepkidit.

Meşrutiyet d ö nemi nde, ilk büyük ve kanlı etl�nligi',

.3 1 Mart 1 325 ( Mi1adi tarihle l 3. Nisan 1909) tarihinde ey­


Jeme geçirmiş, örgüUenmesi ise dinei kesimin, bir kısım
basınla elbitliği yapması suretıyıe oluşturulmuştur. Bugü­

nün olaylan ile 1 5 Mart olaylan öncesinin benzerliği dfükat


çekici şekilde sergilenme�tedir. EŞ an l atım la, 31 Mart
1 909'da patlak vere11 3 1 Mart eyJemi·nin. zaman zaman si­
nerek., zaman zaman ortaya çıl�rak lafü ve ça{ldaş l;>jr dev­

Jet düzeninin karşısında deijişme:z; kalıplar biçi mind e etkin-

112
Bahir Mazhar Etareleı1

liğlni açık ya da glzli. aralıksız sürdürme istencidir.

Aynı mantık, be.nzer örgut ve aynı sJoganJa. Cumhu­

riyet dôneminde Ulusal Kurtuluş. Savaşı içindeki çeşiUI is­

yanlar saydm�a, ilk büyük ve kanlı eylemini doğuda.

Şeyh Sait isyanı olarak ortaya koymuş, aynı ülkenin insarı­

lan uzun süre bir İç savaşı yaşamıştır. Slogan aynı: Din el-
· *
den gidiyor!. .

Ve bütün bu olaylann ortak yanlarından birisi de her

defasında, dışarıdan, yabancı ülkelerden destek almalan­

dır.

1 925 bogu ayaklanmasının arlrnsında ingilizler vardı


Amaçlan. LGzan'da, sonradan her iki devletin birJikte hal­

letmeleri gereken Musul sorunı.mu, kentli yaraı1anmı so­

nuçlandırmakb, nitekim bunda başarılı da oldular.

Doğu isyanının bastırılmasından sonra, bir süre y�ral­

tına inen ve suskun k:aJan irtica, 1930 yılında (25 Arahk


1930) Menemen'de kanlı· bir eyle.rne aynı sıqganıa kalkış­
mıştır;

Cumhuriyet H.-ükiimetinin ödün vermez et­


kinliği ile bastınlmış ise de, masum bir silahlı
kuvvetler mensubunun şe� edilerek, feci şekil·
de ·öldürülmesi olayı, belleklerden silinmeyecek
şekilde tarihin sabüelerine, şetiatm kanlı yüzü
olarak geçmiştir. Daha birkaç_ yıl öncesinde Si­ •.

vas·t� insanların diri diri yaktlmasıua seyirci ka#


lanlann da aynı sloganla eylem yapanlar oldukta·
n tarihin yinelenmesi olarak algllanmalıd1r.

Oysa kutsal din, insanların vicdanu:un ve d ev (elin k-o­

ruması altındadır ve yüzyıldır, irtica y!'lnlılanrmı söyle.ınleri-

• Bkı F.R. Almf, Ç<m.k:ıy�. 1969 Bas, S;ıd93


113
La.ıklik ve Şeıiat Çatışması

nin aksine, aynen yerinde durmaktadır. Onların amacı, bu


sloganı sürdürerek, siyasal gücü elde etmek; uygarlığın
önünde bir set oluşturmaktır.

Yakın tarihimizden gelen deneyimler üzerine, Türkiye


Cumhuriyeti Anayasalarına; siyasal isıam'ın eylemlerine
karşı hükümler konulması zorunluluğu doğmuştur. 1982
Anayasasının 14 ncü Maddesi açık hükmüne göre; Devlet
bu tür kalkışmaları önlemek üzere yasal düzenlemeler yap­
mak, yani ceza yaptırımları koymak zorunluluğundadır. Bu
anayasa hükmüne karşın. tam tersi yapılmış, 199 ı yılında
çıkarılan terörle mücadele yasasına bir madde eklenerek,
Türk Ceza Yasası'nın bu konu ile ilgili 163 üncü Maddesi
ile birlikte, Kurtuluş Savaşı içinde çıkarılan ve o güne ka­
dar yürürlükte olan Hıyanet-ı Vataniye kanunu yürürlükten
kaldırılmış. Şu anda. Anayasanın buyruğuna göre bir uyum
yasası çıkarılmadığı için, ortada yasal bir boşluk vardır. Ey­
lemlerin artarak sürmesi bu boşluktan yararlananların, her­
hangi bir yaptırım ile karşılaşma olasılığının bulunmama­
sındandır. Günümüzde irtica, bazı basın kuruluşları başta
olmak üzere; aynı amaçlı, vakıf, dernek ve şirketler tarafın­
dan destekJenmekte, siyasal parti halinde örgütlenmekte­
dir.

İrtica olarak somutlaşan siyasal dincilik akımı, laikJik


karşıtı bir ideolojidir. Aynı ideoloji. Ümmetçi olduğu için
Ulusçuluğa, aynı gerekçe ile halkçılığa, eşitlikçi olmadığı ve
halkın siyasal anlamda egemenliğine inanmadığı için Cum­
huriyete ve elbette ilerlemeye karşı olduğu için, Devrimci­
liğe tümüyle karşıdır. Eş anlatımla irtica, Türkiye Cumhuri­
yeti Devletine, Onun Anayasasına ve yasalarına karşıdır.

Bu ideolojiye göre, Halk tarafından seçilmiş bir Millet

114
Bahir Mazhar Erılrrlen

Meclisi olamaz. Devlet başkanı İmam'dır. İmamın buyru­


ğunda yalnızca bir Meşveret takımı vardır. Devlet başkanı
olan Nimam" tüm siyasal gücü elinde bulundurur: Bunun

nasıl ve ne şekilde sağlandığı üzerinde durulmaz. Onun


sözde din uleması olması ve adil olması önemlidir.

Türklük ve bağımsız bir Türk devleti onlar için asla


kabul edilemez bir olgudur. Millet yok, İslam ümmeti var­
dır. Bu ümmeti, dünya yüzündeki tüm İslamların oluşturdu­
ğu bir toplumdur. Sonuç olarak, bu ideoloji yandaşları,

açıkça Panislamizm siyasetinin izleyicisidirler.

Çağdaşlığa karşı olduk.lan için, iktidara geldik.lerinde,


demokratik devlet yapısını kökten değiştirecek.lerdir. Hazır­
hk.larını buna göre başlatmışlardır.

Egitim kurumlarında, Devlet dairelerinde, güvenlik


birimlerinde ve tüm halk kesiminde bu felsefenin ısrarlı iz­

leyicisidirler.

Hatta daha ileri giderek, uluslar arası İslam Konseyi­


nin üyesi olarak, bu konsey tarafından oluşturulan ve adı­
na "İslam AnayasasıN dedikleri ve iktidara geldiklerinde

aynen uygulamayı düşündükleri yasayı yayınlayarak. Ana­


yasa ve Yasalara açıkça karşı olan bu belgeleri yurt içinde
yaymaktadırlar. Türkiye'de bu işi yapan ve Selçuk Üniversi­
tesinde ögretim görevlisi profesör olduğunu ilan eden Ah­

met Akgündüz isimli bir kişidir. "İslam Anayasası" kitabı,


maalesef Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı, Diyanet Vakfı ki·
tapevleri tarafından pazarlanmaktadırlar. Aşagıda bu Ana­
yasa(!)dan bazı maddeleri aynen aktarmak suretiyle ülke­
mizin nerelere sürük.lenmek istediğini vurgulamak için gö­
rüşünüze sunuyorum:

115
Sözele istam Anayasasıı ••

Madde J, a- Hakimiyet. tamamen Allah'a aittir ve ha­


kim olan hukuk nizamı. isıam tıukukudur.

B- Kur'an ve Sünnet'fe lfadeslni bulan İslam ttukukQ,

yasamanın kaynağı hakimiyetin temel esasıdır.

Madde 2- tter isıam devleti, islam aleminitı bir parça­


sıdtr ve orada yaşayan Müslümanlar da İslam ttiııetinin(i)
bir cüz'udürler.

Madde ı O- Her ferdin, şer'i h'ükfünlere uygun .hareket


etme hakkı vard\r:

Madde 20- Şura Medj�i. belli sayıda üyelerden olu-


şur.

Madcle 23-• Devlet Başkanlığı (İmametf) dinin hü­


kümlerini, tatbik ve islatn milletinin (!} maslahatlarını inti­
zama sokma açısından önemli bir müessesedir:

Devlet Başkşnı (İmam devletin yürütme gücünün ba­

şıdır. )

Madde .32- Devlet reisi, iki yardımcısını (Müsteşarım),


bakanları. elçileri ve kuvvet komutanlarını tayin eder.

Madde 57- Cihat (Allah yolunda savaş) daimi (I) ve di­


ni bir farizadır:

Madde 58-b-Devlet, halk.mır bizzat cihat yapatak şe-

117
Laihlik ve Şeriat Çatışması

l�Hde eğitir ve hazırlar.


Madde 72- islam MilletJnln (!) birliği ve bütünlüğü,
devletin en önemli gayesidir ve mümkün olan bütün vesi­
lelerle, buna gayret etmesi gerekir.
Madde 83- tHcri takvim (!) devlerin resmi takvimidlt.
Resmi dil her devlete göre deyişe.bilir.
Yukarıda baZJ madd eJerrn i- aldıgım bu irtica Anayasa­
sı, öyıes·ine çağ dışı hükümleri içeriyor ki. Qzednde fazlaca
durup yorum yapmaya gerek görmüyorum. Dehşeti gözler
önüne sermelde yetlniyorum.

Aynı kitapta, Osmanlı devletinin ilk Anayasası da ve­


rilmiş. Bi'r bu Anayasaya, bir de·, yazarın verdiği İslam Ana·
yasasına göz gezdirildiğinde, yüz yıldan fazla bir süre önce
yürutlü!)e lmnulan bu Osmanlı Anayasasının, bile şimdi
verdikkri orııel�:ten çok daha ileride oldugu görulmektedir.
Ya;ıar, bu eski Anayasayı da birlikte vermekle, kaş yapayım
derken göz çıkarmış, o Anayasanın bile yüzyıllarca gerisin·
de kaldığım idrak edememiştir.
o Anayasada bile, ( l 87 6 Osmanlı Anayasası) bir
Türl\. Devleti var. Türk dışında, başka lsıanı ülkel'erine kul
olmak değil, Osmanlı devletinin birJiğinden ve özgürlüğün­
den ödün verilmiyor. Turkçe bilmeyenl�r memur ol amıyor;
milletvekili olamıyor. Devlet mill f sınırlar içinde bir bütün,
yani özgür ve bağımsJZ. Oysa yazarın şim,di verdiği .bu "söz­
de An ayas a " da (!) -bu kavramların hepsi terkedi'lmiş. B'u
sözde Anayasada Millet Meclisi de yo.k. Çünkü mrllet varh­
ğ1 ve ulusun egemenHği asla kabul edilmiyor.
Açıl«anan bu tasla,Kta, ne Türklük var, ne egemenlik
v�r. ne de ulusal b<@msızlı'k var. Devletin içindek,i İslam
ümmeti. başka oir egemerıligi n (0 devlet hangisi ise) kô1e-

118
Bcıhiı- Mazhar Erareten

si durumuna indirgeniyor. Şetlat hükümleri, tüm vatandaş­


lara dayatmaca şeklinde uygulamaya konulm ak isteniyor.
Ve bunun için de isJarnj şeriat üzere yaşamayanlara katşJ
cihat öngörüJQyor.
İslam1ın özüne de t�rs düşen bu tasla\< ve onu yapan.

tar; yüzyıllardır d ünya yüzündeki lsJamlann ayrı ayrı devlet­


ler halinde yaşamak. için birbirleri ile nasıi kanlı savaşlar

yaptıklarım görmekten, .bu derecede yo1'.sun mudur? MiUi­


yetçjligi J\ôl<,ten yac:tsıyan bu sözde Anayasa ye on u hazırla•
yanlar, islam ülkelerinin. her ülkeden daha çok milliyetçi

oldµklan ve bu ned enl e hiçbir şekilde bir bütün oJuşturu:­


lamayacagı gerçeğini kavrama..ktan 3ciz miı::lirler?
Siyasal İslam iktidarı uğruna. peygamber toru nların ın

ve onlann yakınlarının katledildiklerini okumamışlar mıdır?


Yakın tarihimizi de mi, bilmiyorlar?

Örnegi_n fürinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı va­


tandaşı olan ArapJ;vın, l ngiliz altınları uğruna, Türk ordusu­

nu arkadan vurduklarını duymamışlar m1?

Bu tarihsel gerçeluer bütün canlılığı ile ortada iken,

böylesine gerici· bir ütopya pe$inde koşmanı n yalnızca bir

ki< amacı .vardır: Dini basamak yapıp, insanları kandırarak


ne bahasına olursa olsun. İktidara gelmek, gerjci düşünce

karşıtlarını yok etmek. Daha doğrusu demokratil( Cumhuri­

yeti yok etmek.

Bµ tasarın ı n "Cihat", ile i lgil i 57. Ma<ldesi üzerinde


önemle durmak gerekiyor. Cihat. ülke içinde eyleme kolm­

lursa ne olac:ak? Lalklik bu ı,esim tarafindan dinsizlik tmbul

ediJdiğine göre, laik kesim h�kmd a bu madde uygııl�a­

sı nasıl olacak? �
İ ktidar mücadelesi. kanlı mı olacak l\all­
sız nı1?" şeklinde ortaya atılan sloganın anlamı bu noktada

119
Lailllik ye Şeriat Çatışması

düğümlen mektedir .

Bu dugümü çözecek olanlar; yöneticilerdir, Yargıdır.


Bunlarm da şimdilik sesi solugu çıkmadİğına göre, görevi;
olaylan ve belgeleri: objektif ve tarafsız olarak ortaya koy­
maktan başka bir işlevi olmayan yazann, bu no.ktada söy­
leyeceği başka şey olamaz.

Özgürlük, banş ve demokrasi getirme sloganı ile


lrak ı işgal ede nler, şimdilerde Büyük Ortadoğu Projesi adı
'

aJtında Irak'ta, İran tipi bir İslam devleti modelinin hazırlı­

ğını yapmaktadırlar; Türkiytiyi de, bu proje nin merkezi ha­


Hne getirme gayretindedirler. ümmetçiliği destekleyen bu
güçlerin asıl amacı, MUliyetçiliğin pekiştirdiği ulusal devret­
ıeri parçalamak, bölmektir. Ne yazık ki, bu alçakça görüş­
leri savunarı lann işbirlikçisi medyamızd a da, gittikçe çoga­
farı yandaşları var.

120
Din ve Ahlak

Genel tanımı ile ahl:ılk; aklın ve vicdanın önderliğin­


de, iyi ve doğru olana yönelme, düşüncelerini, dirençli
{şaşmaz) bir kararlılıkla, hiçbir etki altında kalmadan ada­
letli bir biçimde yaşama geçirebilme yeteneğidir.

İçinde yaşadığı toplumun iyiliğini ve çıkarlarını, ken­


di kişisel kendi kişisel iyiliği ve çıkarlarından üstün gör­
mek, yasalara saygılı olmak, başkalarının hakkını çiğneme­
mektir.

İnsanın bu tür davranışlannda tek yol gösterici,


onun, iyi niyetli, önyargısız, tarafsız yargı gücü oluşturan
vicdanıdır.

Bu gücün kaynağı, kişinin sahip olduğu öz değerler­


dir. Özdeğer; bireye kişiliğini kazandıran bilgi ve deneyim­
lerin toplamıdır. Buna kısaca erdem (fazilet) diyoruz.

Dinler de, kişinin, dünya yaşamında uyması gereken,


yapılması ya da yapılmaması buyrulan davranışlarını öğüt­
ler. Eylemlerinin önerilen biçimde olması halinde ödüller,
aksi halde cezalar öngörür.

Toplumlann iyi bir düzen içinde yaşamını öngören


hukuk kuralları da, öncelik.Je ahlclk içeren düzenlemelerdir.
Ancak ahlclk, toplumda, hukuktan da daha geniş bir alanı

121
Laıhlih ve Şenal Çatışmaoı

kapsar. Yaptırım (müeyyide) öngören düzenlemeler hukuk


alanına girdiği halde, yaptırımı, yalnızca, toplumdan tepki
görmeyle sınırlı kurallar, hukuk alanı dışındaki ahlak kural­
larıdır.

Dinlerin buyurduğu ahltı.k kurallarının tümünün yap­


tırımı vardır. Bunlar genellikJe Ahrette hesabı görülecek
yaptırımlardır. Bunlar, günah kavramı içinde kişiye iletilmiş­
tir. Günahı engelleyen şey, Tanrı korkusudur.

Kişinin ahltı.k yapısı, doguştan var olan bir vicdan


duygusu ile eş anlamlı görülmesine karşın, kişinin egitim
düzeyi, içinde bulunduğu .toplumun değer yargıları ve kül­
türü ile ivme kazanır. Örf adaletlere bağlı olarak zamanla
değişim gösterir. Dinsel ahltı.k öğütleri ise, değişmez nitelik
taşır. Gerçi, İsltı.m'da, zamanların değişimi ile kurallarında
değişimi kaçınılmaz sayılsa da, İsltı.m'daki tecdit (yenilen­
me) ve içtihat kapısı ne yazık ki, yüzyıllardır din ulemaları
tarafından kapatıldığı için, kitaba uyma zorunluluğu, böyle­
si bir değişimin, İslam toplumlarında oluşmasını engelle­
mektedir.

Ahlaksal değerler, toplumların yaşamsal gücüdür.


Ulasal birlikteliğin, sağlam yapılı devlet oluşumunun en te­
mel öğesi, ahlaksal değerlerdir. Din olgusu da dünyasal ya­
şam da, ahlaksal temelleri en önemli öğe kabul etmiştir.
Örneğin Hz. Muhammed'e, din hakkında bilgi sorulduğun­
da, verdiği yanıt ilginçtir: "Din güzel ahlaklı olmaktır. " Der.

Gerçektende, dinlerin özünde ortak yanı, insanın iyi


ahlaklı olmasını sağlamaktır. Gerçek din kültürü budur.

Ulusun, ulusal birlikteliğin ta;ıımında, elbette dinle­


rin önemi tartışılmaz. Din öğesi, Ulusun tanımına müşterek
kültür içinde öngörülmüştür.

122
Bahu· /vlazhar Enıreıen

Ulu Önder Atatürk, Ulus tanımını yaparken, saydığı

öğeler arasında, iyi ahlaklı olmayı, ahlclklı toplum oluştur­

mayı özel bir önemle vurgulamaktadır. Kendi yazdığı Mede­

ni Bilgiler (Yurttaşlık bilgileri) kitabında bu konuda şöyle di­

yor:

"Türk Ulusunun ortak niteliği ahlaktır. Bu


yüksek ahlak hiçbir ulusun ahlakına benzemez.
Ahlakını ulusun oluşumundaki yeriı çok büyük·
tür ve çok önemlidir. Bir işin, bir davranışın ah·
laksal değer taşıması, onun, tek tek insanların
ötesinde. daha üstün, daha yüce bir kaynaktan
doğmasındandır. O kaynak, toplumdur, ulustur.

Ahlakın, ulusal-toplumsal olduğunu söyle·


mek ve o ortak vicdanın dile gelmesidir! Demek,
aynı zamanda ahlakın kutsal niteliğini de tanı­
maktır. Ahlak kutsaldır. Çünkü aynı değerde eşi
yoktur. Ve başka hiçbir değerle ölçülemez ••. "

123
Laiklik ve İslAmm Öz Değerleri

Bundan önceki açıklamalanmızda, laikliğin daha

doğrusu Türkiye'deki uygµJamaıan ile Laikliğin, üç ayn öge­


si .bulundUğunu belirtmeye çaltştık.

Bu üç ôğenin birinci ayağı, din işleri ile dün·


ya işlerinin birbirinden aynmım içerir. Bullun $0·
mut anlamı. huku.k k.urallannm dinden referans.
almamasıdır. Gerçekte laik bir Devlet düzeni
oıuştıırnıaınn.. birey açısından amacıı Laik toplu·
mu ve laı"k bireyi olnşturınak suretiyle. çağdaş·
laşmayı tfun öğeleri ile sağlamaktJ:r. Yani asıl
am,aç. bazılannın yanlış olarak algıladıldilll gibi,
yalwzca Devlet yaşamında. yani hukuksal düzen�
lemelerln,. toplumun geı-eksinmelerinden oluş­
masından ibaret iteğildiı:. Hunun da ötesinde, bi·
reyin sosyal ve siyasal yaşanundan.. davranış ve
giyiln biçiminden,. sanat anlayışına kadar tüm
dünyasal yaşamım çağdaşlaştınnaktır.
Örneğin. Devletin kamusal aJanJa ilgili yasaları. Dev.­

Jetin çağdaş kimliğini 01taya koyan zorunlu kurallar olma­

nın ötesinde, örneğin bazJ Devrim yasaları ve özelliltle Me­

deni Kanun (Yurttaşhır Yasası) bireyler a.ra.sı ilişkilerde, laik

sistemin uygulama biçimlerinf belirler. Buı1lar, iqşileri, laik

125
Laıhlık ı'f Şenal Çatışması

yaşama yönlendiren yasalardır.


Ne var ki, Türkiye Cumhuriyetinde, Devlet işlerinde,
başta Anayasa olmak üzere çeşitli yasalarla kamusal alanı
ilgilendiren yasalar. Devleti laik alanda somutlaştırırken,
halkın kültürel ve eğitimsel alanda çağdaşlaşması için ge­
reken özen gösterilmemiş, Devletin yasalarla Laik etkinliği
sağlanırken, bunun halka indirgenmesi, ona özümsetilme­
si istenen ölçüde sağlanamamıştır. Eğitimsel ve kültürel ço­
rak.lığın böyle devam etmesi halinde, toplumun ve bireyin
özel yaşamında, tam anlamı ile çagdaşlaşmasını beklemek
olanaksızdır.
Örneğin, haıa medeni nikahın sagladığı kazanımları
önemsemeyip, dini nikahı yeğleyen, kadını, bunca yasaya
karşın toplum içinde, etkinlikle, sosyal yaşamını sürdürme­
sine izin vermeyen kimi örfler, anlamsız töre cinayetleri,
toplumun büyükçe bir kesiminde sürdürülüyor ise, yalnız­
ca bu vatandaşlarımızın kınanması ile sorunun çözümlene­
meyeceği bilinmelidir.
Öncelik.le, Laiklik ilkesinin, Din ve Dünya işlerinin
birbirinden ayrımı biçiminde tanımlamasını yaparken, açık­
lık gerektirilmesi gereken husus; bu ayrımın ölçütünü sap­
tamaktır. Din işi, kişinin, Tanrısına yönelik Ahret ve ibadet
ile ilgili olan yanıdır. Bu bag Tann ile birey (kul) arasındaki
özel ve kişisel bağdır. . . Bunun dışında kalan, toplum ve bi­
reyin, maddi Dünya yaşamındaki tüm işlem ve işlevleri
Dünya işi sayılmalıdır.
Dünya işleri ile ilgili bütün konularda Laik Devletin;
yaşama, yürütme ve yargı erkinde, bunların uygulanmasın·
da, düzenlemeler, Din kurallarından referans yani ön izin
almaz. Çünkü Dünya yaşamı Dinden bağımsızdır. Laik sis-

126
Bahır Mazhar Enireten

temde, yol gösterici aklın ve bilimin öncülüğünde, toplu­


mun ve bireyin gereksinimleri neyi gerektiriyorsa, öyle dav­
ranmak, asıl amaç olan, bireyi ve toplumu gönençli kılmak­
tır. Bu çagdaş davranışın Din ile Dinin özü ile çelişir bir ya­
nı yoktur. Çünkü şeriabn, dünya işlerine yönelik kurallan,
1400 yılın gerisinde uygulanmış, üstelik çogunıugu ile em­
redici değil, öQütleyici ve açıklayıcı kurallardır.

Kaldı ki, biraz aşagıda örnekleri ile açıklayacagımız


gibi, bu tür buyruklann, yani dünya ile ilgili buyruklann, za­
manla degişik biçinide yorumlayabilecegi, bunların degiş­
kenlik gösteren buyruklar olduğu, Dinin de buyrukları ara­
sında mevcuttur.

Çağdaş, laik toplum yaşamına yön veren yasalar, ge­


rekçelerini, o toplumun gereksinimlerinden ve yaşam biçi­
minden alır. Bunun için ölçüt; akıl, mantık, bilim ve teknik­
tir. Bilim, gözlem yolu ile bu gözlem üzerine kurulmuş
mantık (akıl yürütme) araştırma ve deneyler yoluyla, belir­
li somut olguları ve bu olgulan birbirine baglayan fiziksel
yasaları, bulgulama yoluyla, sonuçlannın önceden kestiril­
mesini olanaklı kılma girişimleridir. Bu girişim, insanlıgın
daha mutlu yaşamının ögesi olan tekniği, insanlığın hizme­
tine ve kullanımına sokar. Bilimsel yöntem ve gelişimler,
Dinden bağımsız olarak kendi işlevlerini sürdürür. Ne dine
baQımlı ve ne de ona karşı değildir.

Laikliğin, yukarıda özetledigimiz biçimiyle yetinilip,


Laikliğin, neden İslıim'la, İslamlığın özü ile aslında çelişme­
diğini, yüzde doksanı Müslüman olan ülkemiz insanlarına
daha somut bir biçimde anlatmanın gerekliliğine inananlar­
danım.

Bilindiği gibi, insanlığın ahret ile iletişimini sağladığı-

127
Laihlik vt Şeriat Çatışması

na inanılan Din; bireyin, Tanrısı ile arasındaki ilahi (ahrete


dönük) inanç bağıdır. Genel tanımı ile Din; aracı Peygam·
berlet tarafından ihsanl�a uJaştınJan Tanrısal bilgilere
inanmaktır. Dinsel bilgller, dJn kitaplarında verilen, rıakU
bilgiler ölduğu içjn, tartışmasız kabul �dilen bilgilerdir. is­
lam'ın tek �aynağı, vahiylerden oluşan Kur'an'dır. is­
lam'da, diğer semavi dinlerde olduğu_ gibL kul ile Tanrı ara­
sında mşki kurma iddiasında olan bir Ruhban sınıfı yoktur.
Müslüman, inandığı Tanrısına doğrudan yönelir.

Ulu Önderimiz, Mustafa Kemal Atatürk, diğer pek çok


lmnuda olduğu gibi, İslam Dininin özünü ve aynrıbsım en
iyi bilen insanlardan biti idi.

O 1 Kasım 1922 günü, saltanatın .kaldınlnıası ile ilgili


yasanın görüşülmesi sırasında, Türkiye Büyük Millet Mecli·
sinde, bu konuda uzun bir k�muşma yapmış, bu konuşma
içinde M:illetveki:lJerine şöyle seslenmişti:

". . . (Tanrı) Peygamberimi'z ara.cıfığ·ı ile en son ve me­


del1İ dilli gônderdikten sonra, artık. insanlıkla, başl\alan
aracılığ1 ile ilişkide bulunmaya gerek görmemiştir. insanlı·
gın algılam.a dü;ıeyi, aydınlanma ve gelişJmi, her kuhm,
doğrudan doğruya, ilahi algılama yoluyla, temas gücüne
ulaştlgmı kabul buyurmuştur, Bu .nedenledir kl Yuce Pey·
ganıber, Peygamberlerin sonuncusu olmuştur."

Ulu Önderimiz Bu veciz sözleri ile tfz. Muhammed'in,


niçin en son Peygamber olduğunu açıklarken, bir yandan,
Dinimizin Tanrı ile blrey (kul) arasında doğrudan bir iJişk.i
'

olarak devam ettiğini. diğer yandan, "Değişimin" kaçınıl·


maz evrensel boyutünu açıkJıy.ordu.

Mustafa Kemal'1n bı� söylevi verdiği yer, o tarihte Tür­


kiye Birinci Millet Meclisi idi. Çoğunlugunu Medrese çıluşlt

128
Bahır Mazhar Erureten

din adamlanmn oluşturduğu bu Mecllste, bu konuşmaya

karşı ÇJkan tek mtUetvekili bulunmuyordu.

OerçeMen de, insan yaşamının her evresinde, degişi­


min kaçınılmazlığı yad.sınamaz. Bunun bilimsel ve mantıK·
sal açıklaması bir yana İslam'ın tek kaynagı olan Kur'an ve
onu yorumlayan dıin bilgiı-ı.letinin götüşlerlnde de aynı so·
nuca ulaşılmaktadır. Bunu örnekleri ile biraz aşağı.da açık­
lamaya çahşacağız.

Tütkiye'deki Laik uy!:}ulamamn ikinci ayağı, Din ve


vicdan inanış özgürlüğünü Anayasal güvence altına almış
olmasıdır. {An�yasa M�;2..4)

Türkiye'de. bugün� Laikliğin bu iki ayağında


bit mutabakat (uzlaşma) vardır. Ancak Laikliğin�
Türkiye'deki toplumsal ve tarihsel koşuııara uy·
gun bb" üçüncü ayağı vardır ki. o da. kutsal din
duygularının, siyas.et aracı ol.arak kUllaıu1masuı1
yasaklamasıdır� Bu çok gerçekçi ve yerinde olan
yasaklamaya, siyasal dinci, ideolojik dayatmacı,
şeriatçı Devlet ôzJemi içindeki karşı devri.mciler
karşı çıkmakta, kendi kişisel emelleri için bu ya­
saklamayı, güya özgürlüklere aykın bir kısıtlama
olarak algılayıp. büyükçe bir halk kesimine bunu
yutturmaya çalışmaktadırlar.

Oysa bu karş1 k:oyuş, Çağdaş Türk Devletine ve Dev­


rhnfere tümüyJe aykm bulunduğu için yasaklıdJr. (Anayasa
M:l4)

Hiçbir rejim, kendisine, fe]sefesin e v e yıkımına yol


açabilecek davranış ve eylemleri, bunlar, ö.zgürlük maske­
si altında bile ileri sürülse izin veremez. Bu gerçek, Avru­
pa'nın çeşitli üll\eleıinde ele anlaşılmış ve yasak kapsamı-

L29
Laiklik ve Şeriat Çatışması

na alınmıştır. Türkiye'nirı d.e ileride, kablıp katılmayacagı


bilinmeyen Avrupa Birliği normları da, böylesi .c;ıavranışla­
nn, Kişisel özgürluklerte bagdaşamayatagım açıkça belirle­
mişti

Diğer yandan, bazı kesimler (bunlara. çoğu


medya grupları da dahildir. ) Türkiye'de, Diyanet
İşleri Başkanlığı Kurumu'nun işlev sürdürmesi�
nin, laiklikle bağdaşmadığını ısrarla savunmak­
tadırlar. Böyle bir karşı çıkışın, Türkiye'nin tarih�
sel gelişimi, taıikj)t�s:iyaset işbirliği gelenekleri
açısından bakıldığında savunulabilir bir yönü
olamaz. Siyasal dinçt yani bugün kullandığımız
bağlamda. şeriat yanJılamım. karşı devrimci tu·
tum eyleınl�ıinin, kurum$a1 d�netbni açJsından
bu gereksinim yadsmamaz.

Siyasal dinci kesimin Laikliğe diger önemli bir itirazı


da Kur'an'da dünya işleri ile ilgili bazı konulan dUzenleyen
buyruklar bı:.Htınmasıdır.

l\ur'an'da elli adet kadar, bu lmnuda ayet vardır. l3u


Ayetlerin, toplumların bugün eriştHderi düzeyde, gereksi­

njmJere yamt vermeyeceği bir yana, Aslında aşağıda açıkla­


maya çalışacağımız gibi, İslam dininin, de.gişime. bJlime,
yenlden yorumlanmaya, zanıa.nlar ve gereksinimler değiş­
tikçe. bu tür uüzenlemeterin de d.e.ğişi.l'ne açık. olduğu gö­
rlllmeMedir. Ancak, bu gerçekler, değişimi n kaçmılmazhğı,
siyasal İslamcı kesimin işine gelmemekte, aksini savuna­
ral�. samimi olarak dinjne bağll insanlanırıızr kandırma yö­
nünde kullanmaktadırJar.

Yüzde doksanı Müslüman olan. ülkemizde 1 O Milyo­


nu hiç okuma- ya,zma bilmeyen büyük bir eğitims1z kesi-

1 30
Bahır Mazhar ErUreıen

min varlığı yadsınamaz. Bunlar, kırsal alanda yaşayan ve


bir bölümü de, işsizlik nedeniyle büyük kentlere göç zo­
runda kalıp, oralarda düzensiz varoşlar oluşturmuş, geçi­
mini sağlamaya çalışan, gelir düzeyi çok düşük insanları­
mızdır. Anayasasında, Sosyal Hukuk Devleti oldugunu vur­
gulayan ülkemizde, ne yazık ki sosyal yönden vatandaşına
el uzatamayan Devlet, bu vatandaşlarımıza gerektiği gibi
eğitim ve fırsat eşitliği sağlayamadığı için, dinini, kulaktan
dolma bilgilerle yaşamaya çalışar:. bu insanlarımıza, siyasal
dinci kesim yanlıları sahip çıkmış görünerek, İslami serma­
yeyi de kullanarak, bazı menfaatler sağlamakta, ancak, is­
tedikleri gibi yönlendirip, bu insanlarımızı, laikliğe karşı tu­
tum almaya yönlendirmektedirler.

Bu kesime, doğruları anlatmak, bunları anlatırken


de,dinimizin Laiklik.le çatışmadığını her yönü ile olduğu ka­
dar, dinimizin bu konudaki yönlerini anlatmakta yarar oldu­
ğuna inanıyorum. Samimi Müslüman kesiminin bu yolla
da, Siyasal sömürünün girdabından kurtulabileceğini bu
nedenle savunuyorum. Bu yoldan da, insanlarımıza, Laikli­
ğin, İslam Dinine karşıt bir yönünün bulunmadıgını, geçen
zaman içinde, gelişen ve uygarlaşan toplumsal olaylar kar­
şısında, Dünya işleri ile ilgili buyrukların, bugün aynen uy­
gulanmasının olanaksız bulunduğunu, bu işleve; tecdide
(yenilenmeye). Tevile (farklı yorumlamaya), izin veren Ku­
ran Ayetlerinin ve Fıkıh (Dinsel Hukuk) bilginlerinin söylem­
leri ile kanıtlandığını açıklamak, anlatmak zorunda olduğu­
muza inanıyorum.

Şöyle ki;

1- KUR-AN'IN AL-İ İMRAN SURESİNİN 7. AYETİ:

Kitabı Sana O (Tanrı) indirdi.

131
Laik!ılı ve Şeriat Çatışması

O'nun Ayetlerinden bir bölümü l'IUHKEM


(Kesin. değişmez) dir ki. Onlar. Kitabın
(Kur'anın) ANASIDIK. Diğer ayetler de MÜTEŞEHİ·
BELERDİK. (benzeşen. değişebilen. değişik yo­
rumlanabilen. birkaç anlama gelebilen. tevile
müsait)
Şu var ki. kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk
bulunanlar. fitne aramak. onun yorumuna öncelik
tanımak için. Kitabın yalnızca Müteşabih kısmı­
nın ardına düşerler. Onun Tevilini ise Allah bilir.
Bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar. O'na
inandık. Hepsi Rabbiınizin katındadır derler. Gö­
nül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince dü­
şünmez.
Yüce Tann bu Vahyinde, bir bölüm Ayetlerinin; değiş­
mez, kesin ve yoruma gerek kalmayacak kadar açık oldu­
ğunu, buna karşın, bazı Ayetlerin "Müteşabiheler" olduğu­
nu, bunlann yoruma açık, tevile müsait, değişik yorumlan­
nın yapılabileceğini söylüyor. Arkasından, insanları Pey­
gamber aracılığı ile uyanyor. Sakın ola ki. Yalnız Müteşabih
Ayetlerin peşine düşülmesin. Kitabın anası olan değişmez
kesin Ayetlerden sapılmamasını söyleyerek, en dOğru tevi­
lin, yine kendisi tarafından, bir de İslam dinini iyi bilen ve
yorumlayan din bilginlerinin buna yetkili bulunduğunu söy­
lüyor.
Kur'an, Tann tarafından peygamberimiz aracılığı ile
indirilmiş en son kitap olduğuna göre, Müteşabih Ayetlerin,
hangileri olduğunu, bize en iyi biçimde anlatacak kişilerin
İslam bilginlerinin yorumuna ya da teviline bağlı olduğunu
buyuruyor.

132
Bahir Mazhar Eriirete-ıı

Nedense, günümüzün İslam bilginleri. bu Ayeti açık-


1amakt�n. olabilı.'Rğinoe kaçmmal'-te}dırlar. Hatta fıangi ayet­
lerin Muhkem. yani kesin, değişmez olduklarım, hangileri­
nin müteşabiheler olduğunu da, sade vatandaşJar öğrenme
o1anag1 bulamamlşlardır.

Bazı din adamları, Miiteşı:lbih Ayetlerin, zamana göre


değişik yorumunun yapılabileceğini kabul edetken, bazıla­
n ise, çok muhafazakar bir gôrüş içindedirler. Bunlara gö­
re. M:uteşabih Ayetlerini ancak kesin Ayetlerin hükmü çer­
çevesfade yorumlanabilecekJerini, bunun dışında başka
bir anlam taşımadtgrm belirtmeıcteditler. Ancak ne biçimde
olursa olsun. her iki görüş sahi pleri de, Müteşabih Ayetle­
rin Tevile açık bulunduğunu kabul etmektedirler.

Aslında, dinden referans almayan Laik yasa..


larda, konulan bükiimlerin1 dinin.. kesin. muh�
kem kUrallarıoa aykln bir yam bulunmadığı da
ortadadır. Öınegin hiçbir din bilgbıi. medeni ka ...

nunda bahse konu hukuksal düzeıılemel�rilL di·


nimi'ı:in özünde, onun değişmez kesin lru:rallannJJ
açıkça aykırı bulunduğunu söyleyememektedir.

Bugün geldigimiz toplumsal aşamada, kadın-e*ek


eşUJiğini sağlayan, kadınlara erkek kadar haklar saglayan
yasaların, islam'ın muhkem buyrııklanna ters düştüğün"Q
hangi mantık yadsıyabilir?

Al-1 İmran Suresinin 7 nci Ayetini bir de, araştumacı


yazar Ihsan Pelı;el'in AtatUr1ı;'i.i anrnçık ve anlamak isimli ki­
tabından izleyelim:

1'Kur'am Kerim'in mesajlanna göre;. Muhkem (Degiş­


mez) Ayetler; ôzde, ibadet, iyilik, doğruluk. dürüstlük, hak,
adalet, .gibi evrensel insanlık değerleri ile iigilj, açık,, kesin

133
Laıklik ve Şeriat Çatışması

temel Ayetlerdir.

M:üteşabih Ayetler ise, yorumu gerektiren


Ayetlerdir. Yorum; amaca,. yer ve zaman koşulla­
n ve yorumu yapan veya yapanlara göre değişik
olacağından, getirilecek bir yorumun. Allanın
emri şeklinde ortaya konulmaması,. bu şekilde
bir baskı ve zorlama yapılmaması, yorumda ge­
nellemeye gidilmemesi isteniyor, neticede, yo­
rumla konulan kuralın, AJlah'ın emri şeklinde de­
ğerlendirilerek, sorumluluğun Allah'a mal edil­
memesi, sorumluluğun; yorumun Allah tarafın­
dan, iyi veya kötü görülmemesine göre, yorumu
yapanlara ait olacağı ortaya konulmuş oluyor.

Yaşamla ilgili ayetlerin; geliş nedenleri ve


amaçlarına göre, yer, zaman ve koşullar göz
önünde bulundurularak yorumlanması zorunlulu­
ğu vardır. Bu yüzyıllar önce içtihat koyan din bil­
ginlerine saygısızlık anlamına gelmeyeceği gibi,
Müslümanlığa da aykırı görülemez. O içtihatları
koyan saygıdeğer din bilginleri, bugün yaşamış
olsalardı. hiç kuşkusuz, içtihatları farklı olurdu.
Aklı kullanmayı, düşünmeyi ve bilimsel araştır­
mayı emreden bir dinin, bunları durdurması dü­
şünülemez.

Bu duruma göre, yorumu ve çeşitli göıüşle­


rin tartışılmasını gerektiren yasaların, Allah'a
mal edilir biçimde algılanması yerine, toplumun
sorumluluk duygusu içinde, ihtiyaca ve gerçekle­
re uygun biçimde, kendisince yapılması gereki­
yor."

134
Bahir Maehar Erllrelıen

Yukartdaki görüşe; özellikle Müteşahih Ayetlerin;

(dünya ile ilgiU Ayetlerin) zamana ve koşullara gpre, yeni�

den yor1..1mlanmas1 ger�gtne l�-abhyorum. Üstelik. aşa.gıda in­


celeyecegimiz, Osmanlı'nın Muamelat. yani dünya y.aşamı­
na illşKin yasasmda anJatııan hususlarm, M.üt�şabih Ayet­

lerle bağlantısı . görüşümüzü pekişUm1ektedir.

Ne yazık ki, bu ·gün bile üJkemizde, bazı kokten din­

ci bağnazla ile is.imlerinin başınd<\l Dr, Prqf unvanını taşı­


r

yan baz1 kabul edilemez görüşler i leri sürerek, Kur'anın bu


açık Ayetini saptıran din çıdamJan var.

Bu Ayetle ilgili olarak, son bfr örneği gözler önüne


sermeyi görev sayıyorum. Adı Süleyman Ateş. Bski bir' Di­

yanet Başkanı, Un.vam Prof. Dr.. Tanınmış Di n Uzmanı. Va­


tan Gazetesinin 22 A_ğustos 2,005 tarihl i nüshasında, yazdı­
ğı ınak:alede. Kur'anın Al-i İmran Sure.sinin 7 nci Ayetinde ­

ki açık beyana karşı şöyle yaz1yor: "Al-i Lnran Suresinin


94/7 Ayette sözü edilen mUteşabih Ayetler, Kur'amn değil,
Kur'andan önce.ki kitabın (Tevratın} AyetleridirlW

Üstelik makalesirıin başlığını 11Kur'an KolayJılüa Anla­


şılan Bir Din Kitabıdır" biçiminde koyan yazat, nasıl bir d ü ­

zeltilemez yanlışlığın farkında değil. Öyle ki. Kur'anda Ki­

tap sözcüklerinin , Kur'anı değil, Tevratı ı�asdettigini söyle­

yen yazar, dalia makalesinin başhğlnda çelişkiye düşerek,

Kur'an Kitaptı r diyorsa, çelişkiyi mutlaka açıkJarnası gere k­


mez mj?

Gerçekten bahsi geçen 7 nci Ayet ç-01� açtl"tır. Tüm


Ku r'an meal ve tefsirleri nde aynı biçimde verilmiştir. Ayet,
doğmdan Peygamberimize hitap ederek başlıyor: "Sana Ki­

tabı O {Tann) indird i .

O'nun Ayetleri·nden bir Jusmı muhmmdir


l •.

135·
Lı:ıthlik ve Şeriat Çqhşması

Bunlar Kitabın temelini (Esasını} ol�ışturur.

Diger bir bölümü ise müteşabfhtit . . "

Şimdi Sayın Yazara sormak gerekiyor:

f\ur'anda muhatap olan Peygamber nz.Muhammed


olduğuna göre, Sana!: diye lıitap edilen kişi kimdi r? Elbette
!iz. Muhammed ve kitap olarak bahsedilen de elbette
Kur'an.

Tevrat indirildiği zaman ttz.Muharnmed dCınyada ol­


rrıadtğına göre, S;qna inclirileo kitap (bu kitap Kur'andır)
şimdi kalkıp da fütap Tevrattır, Kur'an kitap olarak algılan­
rrıaz, demenin mantıksızlığı ortadadır.

Iiz. Mtıhan1it'lede indirilen kitap tektir ve yaJnızca


ı�ur'andu.

Bu açık ayeti anlamak için din bilgini olmaya da ger

reı, yok.

Yazar, kemdi savını gı'.içlendirmek için [bn-i Sina'ya


gönde,rmede bulu narak. fbn-i Sina da, Tevratın da mecaz
ve müteşabihlerle dolu oldugunu söylediğinden bahsedi·
yor. İbn-i Sim! " m n bl! bey�m, bahis konusu Ayetin, K.ur'.an
Ayeti olmadığı anlamına gelmez.

Yazar, "Ayette bahsi geçen dönemde, din alimleri

yoktu, bu nedenle de Ayette bahsi geçen din alimlerinin


Tevral Alimleri" oldugu nu söylerken de, kanımca samimi
değil. Kendisi, Kur'anın son kitap oıdugunu. bütün alemle­

re ve tünı zamanlara uygul anmak üzere gönderildiğini bil­


miyöı' mu? Elbette Kur'anda bahsi geçen alimler, müslü"
man alimleridir. Ayet, islarmn uyguJ;macagı tüm dönenıJer­
de ortaya çıkac:all büyü.k din alimlerini, yüce dinimizi Te-­
ceddüde yönlendirecek. m üteşabih Ayetleri zamanın ko•

136
Bahir Mazhaı· En1reıen

şullarına göre yorumlayacak alimlerden bahsediyor. Ve el­


bette, toplumları geri bıraktıracak, kıyas ve içtihat yolunu
kapatacak sözde din adamlarını kasdetmiyor.

Tesellimiz, pek çok din bilginimizin, bu tür açıklama­


lara iltifat etmediğini bilmek . . .

Mecelle'nin anlatımı ile de, dünyasal kuralların za­


manla değişimi, şeriat hukukuna {fıkıh ilmi) aykırı değildir.

Adına kısaca MECELLE denilen, Osmanlı döneminin,


şeriat hükümlerine uygun olarak hazırlanmış Medeni yasa­
sı da, yasaların zamana ve gereksinimlere göre değişimini
öngören Laiklik ilkesine aykırı bulunmadığını gösteren söy­
lemleri içermektedir.

Bu yasa, Kur'anın, yukarıda söz ettiğimiz Ayetten kay­


naklandığı anlaşılan, birinci maddesinde, İslam Fıkıhının
(Şeriat hukukunun) iki esas bölümünden olduğunu açıkça
belirtiyor. Bunlardan birinci bölüm, dine (Ahrete) ve ibade­
te aittir. İkinci bölüm ise, dünya yaşamı .ile ilgilidir. Bunlar
(yani dünya işleri) üç bölüme ayrılır. Bunlarda; Münakehat

(Evlilik Hukuku), Muamelat (Medeni kanun ile borçlar ka­

nunlarının düzenledigi konuların karşılıgı) ve Ukubat (Ceza


Hukuku)

Görülüyor ki, kaynagını din kurallarından aldığını


açıkça ve ısrarla belirten bu yasa bile, din ve dünya işleri

ayrımını yüz küsur yılın önceşjnden kabul ediliyor. Aynı ka­


nunun 39 ncu Maddeşi <le, dünyasal Ayetlerde degişimi ka­
bul ediyor.

Bu maddenin açık anlamı şudur: "Dinin (Şeıic;ıtın)


koyduğu dünya yaşamı ile ilgili kurallar da, za­
man içerisinde değişen koşullara uygun olarak
değişmek.- zamana göre yeniden yorumlanmak
137
Laiklik ve Şeriat Çatışması

zorundadır. 1400 yılın ötesinde konulmuş olan


kurallar, Dünya işlerinin düzenlenmesinde zama­
na ve koşullara uygun olarak değişmek zorunda­
dır." Kanunun bu açık söylemi, Dinin, dünya ile ilgili kural­

larının değişkenliğini açıkça kabul etmektedir. Kanunun

(mecellenin) bu söyleminin, Kur'an'daki Al-i İmran Suresi 7

nci Ayetinden kaynaklandığına kuşku yoktur. Ancak, katı

din yorumcularının bu görüşü kabul etmeyeceğini de kes­

tirebiliyorum.

Sonuç olarak özetlemek gerekirse, dinimizin emredi­

ci değişmez ana kuralları Ahiret ve ibadet ile ilgili olan ke­

sin hükümlerdir. Bunların dışında kalan dinsel öğüt ve açık­

lamalar insanlığın Dünya yaşamına ait olanlarıdır. Örneğin

Kur'anda, dünya yaşamına ilişkin çok eşlilik gibi, kadın-er­

kek eşitsizliği gibi mirasta eşitsizlik gibi, ya da cezada kısas

gibi konularda zamanın ve koşullarının değişimi ile deği­

şen hükümler konulması, ilk bakışta Kur'an'ın yazılışında­

ki şekle uygun gibi görülmese de, yapılan yasalar, insanlı­

ğın yararına uygun gibi görülmese de, yapılan yasalar, in­

sanlığın yararına uygun bulunduğundan Dinin özüne asla

aykırı kabul edilemez.

ID- İSLAMDA TECEDDÜT (YENİDEN YAPILAN-

l'IA)
İslam dini, sosyal değişime v e yaşamın yeni gerekle­

rine göre değişimi bir ilke olarak kabul edilmektedir. Hz.

Muhammed döneminden beri bu gerçek anlaşılmış ve dile

getirilmiştir.

Birçok sahih Hadis kitabında da aynen yazıldığı gibi,

Hz. Muhammed'in bu konudaki hadisi şöyledir: " Allah her

yüzyılın başında, dini yenileyecek kişileri ümmetine gönde-

138
Bahir Mazhar Erürctcn

rir. " İslamlığın başlangıcını izleyen ilk beş yüz yıllık dö·
nemde, yaşama, kültüre ve sosyal gelişmeye verilen önem
nedeniyle, İslamlık altın çağını yaşamış, bir yandan Asya
ve Afrika'ya, diğer yandan Avrupa'ya kadar hükümranlığını
sürdürmüştür. Ne yazık ki, sonrasında tutuculuk ve bağ·
nazlık ön plana çıkmış, din siyasetin; siyasal iktidarların
baskı aracı olarak kullanılmaya başlamıştır. Gerilemenin en
önemli nedeni, geçmişe takılıp kalmak, islam dininin ön­
gördüğü bilimsel gelişime ayak uyduramamak olmuştur.

"Bilim Çin'de olsa bile ona yöneliniz" biçimin­


deki pek çok Hadise karşın, ilerleyen medeniyet dünyası­
nın buluşları "gavur İcadı" diyerek toplumdan dışlanmış,
matbaayı bile dine aykırıdır diye, üç yüzyıl kullanmak iste­
meyen İslam dünyasının egemenleri, sanayileşmenin. iler·
!emenin ve aydınlanmanın gerisinde kalmışlardır.

Büyük Türk din uzmanı Türkçe Kur'an tefsirinin yaza­


n Elmalı Hamdi (Yazır) bu konuda şunları söylüyor:

"İnsan, olayların içinde sürüp giden bir ya­


şamı gözlemek ister. Oysa zamanın geçmesiyle
müminin kalbine derin yaralar açar. Bunun nede­
ni de, teceddüdün (yenilenmenin) eksikliğidir.
Eğer bir dinsel yaşam kendini yenileyemez, için­
de yeni gözlemler katarak zenginleşemez ve yeni
anlatım yolları bulamaz ise insanlar ona olan ilgi­
lerini yavaş yavaş kaybedebilir, hatta bütünüyle
yabancılaşabilir."
Vahiyler dönemi artık çoktan kapanmış olduğundan,
vahiyleri yeniden yorumlama, insan aklına kalmıştır.

• Necati ÇANKAYA Türk Klınuluş Sava�ın<la İrticai (llaylar ve İç hyanbr; Tö­


re yayın Grubu; 2. Baskı 2003 S. 222

139
Laiklik ve Şeriat Çtttışmım

Mecellenin 39 unc u Maddesi bu değişimin şeriat hu­


kukunun ağzından en veciz anlatımıdır.
Laikiik; hukukun, toplumların ilerleme doğrultusun­
da, değişimi öngören bir yaşam biçiminin adıdır. Şeriatçı
bağnaz kesim, hala bu gerçekleri anlayamayaçal< mı? Siya­
sal ideolojik İslam 'ın kandırmacası daha ne kadar süre­
cek?

Laikligi, dünyasal yaşamla ilgili yasaların, toplumun


gereksinmelerine göre <le,ğişen koşullara göre değişl,enliği·
nin zorunlulugunu, sürekli çağdaşlaşmanın b9nu gerekli
kıldığını; dinine yürekten b.ağlı insanlanmıza gereği gibi an­
latma.K, L<;ıikJiğin, dinsel inanç ve ibadet özgürlüğilne. yani
Kur'an'ın değişmez temel buyru.klanna aykırı butu:nmadığ1-
nı vurgulamak yine bizlere düşmektedir. işlerine gelme:digi
için:, kökten dinci görüş sahiplerinden ve de şeriatçı felse­

feyi insanlanmızm din duygularını sömürmeyi, kendj kişi­


sel çıkarlan için uygun bulanlard;an bel\.lemel\ boşunadJr.
ffallmnız, eğ,itim ve kültür duzeyi yülIBeldik'çe, doğruları da­
ha iyi öğrenecek, Laikliğin, dtne, dinin özüne aykı n bulun­
madığım anlayacak, aykın gôrüşü pompalamakta ÇlKarı
olarılann balonlarını söndürecektir.

tfaJkımızm büyükçe bir çoğunluğu bugün hala bı.ı ko­


nularda dural<samada ve kararsızlık içinde ise, hatayı, bu
insanJarımızda de,ğil, kendimizde aramalıyız.

140
Türk Devrimi ve islaına Bakışı

Yüce Önder AtatürK'ün başlattığı l 92.3 devrimi. öz­


gun adı ile Atatürk Devrlmi, Türk Devletini, ulusu ve ülke­
siyle bölünmez bir bütün olarak; çağdaş, bağımsız ve öz­
gürlükçü nitelikle yeniden yaşama ge.çiren etkinlikler bütü­

nfidUr.
Büyük ölçü_öe, Batı1nın Aydınlanma Çağl felsefesin�n
ürünü. olan devrimimiz, kul'un vatandaş'a, cemaatin
ulus'a ltişisel yönetimin ulusal egemenliğe dönüştürüldü­
ğü. laik bir devlet düzeninin yarabcı gücünü olu ştıırmak­
tadır. Sonradan altı ilke olara.k somutlaşan bu ilkelerden

cumhuriyetçilik, saltanal yönetimine. ulusçuluk ünımetçi­


lige. halkçı.lık seçkinciliğe, laiklik. şeriata, devrimcilik de
ttıtuculuğa bir tepki olarak ortaya çılüıgı için, bu yenilikle­
re ayal< uyduramayanlar, eskiye özlemi ol�nlar ile özellikle.
dinsel duygulan siyasal sömürü aracı yapmakta yaran olan�

lar tarahndan yadsınmaya k.alkışılması dog.atdı. Anayasa­


mızda geı;erliligini koruyan devrim ilkeleri, son zamanlarda
l<.ôl�tendincl siyasal kuruıuşlann hedefi haline gelmiş bulu·
nuyor. KullandıkJarı araç ise, sözde devrimlerin djrıe karşı
olduğu şeklindeki akıJ a1maz, saptmlmış yalan yanlış söy­
lemlerdir.
İşin asıl acı yanı, bütün bu bagıazca
ı söylemlere ve

ltı1
LaikWı ve Şetiat Çatışması

eyleml'ere karşın, anayasal düzeni korumakJa görevli resmi


kuruluşların başında bulunan yetkili lerin aymazJ1g1 ve sus­
kunlugudur.

Din, AUah ile kul arasındaki tinsel (manevi) bir bağ­


dır, Devlet düzeni ise hukuksal bir tüzel kişiliktir. Bu neden­
le din, gerçek kişiye özel olup devletin dini olmaz. Laiklik,
,

dünyamızın çağ.daş yaşam lmşullarını kapsayan , insan akıl

ve mantığının ürürıii olan kurallar bütünüdür. Bu l\urallar,


din ile doğrudan Hgili olmadığı gibi asla dine karşı da de·
,

gildir. Tam tersine, laiklik bir yönü He djn ve vicdan özgür­


lüğünün yanı sıra onun yadsrn amaz bir güvencesidir. Mo­
dern, çag:tıaş ve demokratik olan bir devlet.laik olrnak zo­
rundadır. Bu nedenle de laikliK, k.öktendind!ige, dinin sjya­
set aracı yapılmas.ına, halkımızın kutsal din duygulamıın
bu amaçla sömürülmesine, devletin dinsel yöntemlerle
yönlendirilmesine karşıdır.

Bah'nın t 8 nci Yüzyıl çağdaşlaşma feJsefesj düş:ünür­


lerinin çoğunlugu da din:e karşı değildi. Onlar sadece dfn
ile devlet işle rinin aynJ111as1 gereğini savunuyorlardı. Türk.
devrimi de hiçbir aşaımı.sında dinin ve dins�l inançların
karşısmda olmamıştır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk de, dine


karşı olmadığı bir yana. ditısel duygu ve inançlara !{arşı hiç­
bir tutum göstermemiştir. Devrimi gerçe kleştinnek içi'ri çı­
karılan yasaların, h';erik olarak dine karşı bir yönü söz ko­
nusu değildi r. Köktendinci bağnaz kesim, dinle doğrudan
hİçbir ilgisi olmayan yasal�l, örne.gin fes yasağı i[I} işlevini
çoktan yitirmiş teklçelerin kapatılmasını, ezanın Türkçe
.

Oi{UÜ.tlmasının S erbest bırafüJnıasmı, ÖZ Türls.çeye dönüşü,

saltanatın kaldmJmasını, ulusal egemenliği vb. hep dine

142
Bahir Mazhar Erilreten

karşı yasalarmış gi bi gösterme,k,tı::,dirler. Bun!ann hiçbirinin

dinin kitabında yeri olmadığı gibi. hiçbirisi dinin özüne kar­

şı degildlr. .fiuna karşcn sosyal yaşaınırı, uygarlıga erişmesi­

nin kaçınılmaz gerekleridir.

Devrimlerin, özellikle de büyük Atatiirk'ful, dine kar­

şı olmayıp tam aksine, dini en iyi özuı11seyenlerdeo�. biri ol­

dugunu göstermek. üzere. O'nun ağzından çe_şitıı zamanlar­

da söylediği sözlerden, bugitrıün diJl ile aktarmaJar yapmak

tstiyorum.

"Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz utuslano


devamı olanaksızdır. Din Allah ile kJı.1 arasındaki
bağlılıktır.,,
''Din vardır ve gereklidir. Temeli sağlam bir dinimjz.

var. Gereçleri iyi fakat bi'nası uzun yüzyıllar göz ardı edil­

miş."

'Tür-k ulusu dana dindar ohmthdır. Yani bü­


tün yalmlığl ile dindar olmalıdır demek istiyo�
mm.. Diilinıe: kişisel gerçeğe nasıl inanıyorsam
öyle inanıyorum. H
BıJyülı; Atatürk, 7 Şubat 1925 tarihinde, Balıkesi'.r'de
Paşa Camii'nde min}Jerden halka ya,phğt uzun lmnuşmasm­

da özetle şöyle diyordu :

Uİnsanlara feyz {ongunluk) ruhu vermiş olan


dinimiz, son dindir. Olgun dindir. Çünkii dinimiz,
akla, manllğa, hakikate eriştirici olntasaydt, bu·
mınla, öbür fizik yasalar ile arasında zıtlık olma­
sı gerekirdi." (Atatürl,'ün Söylev ve Demeçleri. 1 989
Bas. c. 2, s:· �Ş).

Cumhurbaşkam ismet İnönü. 28 Nisan 1967


tarihinde CHP olağanüstü kUntltayında yapbğı
1 43
laiklik ve Şeriat Çatışması

bir konuşmada laiklik ve din sömürüsü konusu­


nu şöyle dile getiriyordu: "Biz laik'iz. Toplumcu­
lar arasında ise, laikliği aşıp ilke olarak reddet­
tikleri için bizden ayn olanlar bulunduğu gibi,
din esasına dayanan. toplumcu oldukları için biz­
den ayrılanlar da vardır. Demek ki biz. cumhuri­
yetçi. milliyetçi. laik ilkemize, demokratik olan
veya olamayan toplumcu partilerden çok daha
kesin ve kararlı olarak bağlıyız."
İsmet İnönü, başka bir toplantıda, "Ben Al·
lah'ın adını ve şeriatın dinini kullanan bir eğitim
sisteminden geldim. Bunun aliisım bilirim ben.
Hocaların bilmediği kadar ben bunu ülke ve dev­
let işlerinde dinsel bakımdan değerlendirebili·
rim. Ama siyasette, bir defa buna başladım mı,
siyasal yaşamı bu yanşa solunuş olurum. Onun
için yapamam bunu ben. Yapmadım" şeklindeki üs­
lubu ile dini siyasal amaçla kullanmak isteyenlere en özlü
(veciz) yanıtını veriyordu.
Bugün geldiğimiz noktada ise hemen bütün politika­
cılarımız söylemlerinde, dinsel üslupta, yarış içinde bulu­
nuyorlar. Halk dalkavukluğunun en çarpıcı örneklerini orta­
ya koyuyorlar.
Dinine ve inançlarına bağlı olmak ile dinsel bağnazlı­
ğın, siyasal dinin aynı şey olmadığı, gereği gibi anlaşılıp
özümsenmedikçe, laik yasaların, laik toplum oluşturmaya
yetmeyeceği unutulmamalıdır.

144
Ulusçuluğa Karşı Ümmetçilik

İnsanoğlu, toplumsal birliktelik içinde yaşamını sür­


dürmek üzere yaratılmış bir varlıktır. Düşünen,üreten, araç
kullanan, aklı ve zekası ile, sürekli uygarlaşan ve bütün bu
üstün özellikleri ile, diğer canlılardan ayrılan onursal kişilik­
tir.
İnsanın bu toplumsal doğası, onu, binlerce yıldanbe­
ri,toplumun düzenli işlemesi için yöntemler üretmeye yö­
neltmiştir. Toplulukların, küçük siteler biçiminde örgütlen­
diği ilk çağlarda, dajrudan yönetim, yani siteyi oluşturanla­
rın tümünün toplanıp birlikte yönetsel kararlar alabilmele­
rini olanaklı kılıyordu. İlerleyen dönemlerde, birilerinin güç
kullanarak topluma egemen olmaları biçiminde bir çarpık­
lık ortaya çıktı. Yüzyılları kapsayan, bu insan doğasına ay­
kırı yönetimlerin yerini semavi dinlerin insan yaşamında ön
plana geçmesinden sonra, toplumu yönetmek için iktidar
olanlar, bu güçlerini, Tanrıdan aldıkları savı ile, toplumları,
dinsel sömürü baskısı ile yönetmeyi sürdürdüler. Bu dö­
nem, toplumlann,ümmet biçiminde örgütlendikJeri dö­
nemdir. Bu dönemde, toplumların müşterek ögesi yalnızca
dinsel birlikteliktir. Bu dönem, insanlığın, Oıtaçağ olarak
adlandırılan, özgür düşünceyi kısıtlayan, yalnızca ilahi bil­
gilerin egemen oldugu dönemdir.

145
Laiklik ve Şenal Çalışması

Yeni çağ ile başlayan ve gelişen Aydınlanma


döneminde, bireylerin, din bağı yerine, vatandaş
bağı ile bağlandıkları ulusal birliktelikler, mo­
dern devletin esasını oluşturdu. Temsili yönetim.
demokrasi. eşitlik. hukukun üstünlüğü gibi ortak
değerler. bu dönemden itibaren toplumların de­
ğişmez parolası oldu. Ancak bu hakça örgütlen­
meyi, çıkarlarına uygun bulmayan mutlak yöneti­
ciler. yüzyıllarca aydınlanmaya direndiler. Tarihin
sahifeleri bu uzun ve kanlı mücadelelerin öyküle­
ri ile doludur.
Burada biraz duralım ve tarihin Türk.Jerle ilgili yaprak­
larını karıştıralım: Türkler, dokuzyüzlü yıllardan itibaren Ön
Asyaya göçleri sırasında, İslam dini ile tanıştılar. Din bera­
berliğini, tek toplumsal birliktelik olarak algılayan diğer
toplumlar gibi, onlar da, kendi eski din ve törelerini terke­
dip ümmet kimliğine dönüştüler.

Oysa, daha o tarihlerde çeşitli mezhep kavgaları so­


nucu, Emevilerden itibaren, Abbasiler ve onları izleyen Kö­
lemenler döneminde, din, çoktan siyasetin buyruğuna gir­
miş, zalim ve mutlak sultanlar, İslamı, siyasal iktidarın bas·
kı aracı olarak kullanmaya başlamışlardı.

Diğer dinsel toplumlar gibi, İslamlığı kabullenen


Türk.Jer, Anadoluya yerleştikten sonra da, İslam dininin üm­
met toplumu olarak, yaşamlarını sürdürmeye başlayınca,
Arap kültürünün etkisi altında, dillerini ve kültürlerini de
Araplaştırmaya başlayıp, Türklüğün binlerce yıllık kültürün­
den bu nedenle uzak kaldılar.

Ümmetçi devletin, yıini dinsel buyrukların-dil, kültür


ve hukuk sistemine, kısaca dünyasal yaşamına egemen ol-

146
Bahir Mazhar Erı:ırelen

duğu Osmanlıda da, ö.zeUikl.e son ikiyüz yıld�, gerileme dö­


nemi bütün hızı ile sürmüş, l 9 ncu yüzyılda haşlatılan Tan­
ztmat ve meşrutiyet dönemlerindeki kıpırdanışlar, Osman­
lının yıkımını önlemeye yetmemiştir.

Türk toplumu, ancak, Yüce Önder Atatürk'ün sahne­


ye çıkması ile,ulusal Cumhuriyet yeni bir uygar devlet ola·
rak.. ulus devlet kimJiği kazanmıştır. Ahcak. ne yazık hl, bu
modem ulusal devlet kimUğlmizL tekrar ortaçağm ümmet
devleti kimliğine dö11dürtnek isteyen ideoloji. giderek, dev�
Jetin tüm katmanlarına egemen olmaya başlamıştır. Ulusal­
qlığ� karşı ümmetçj yal'1aşım, kirnilerince küreselci, kimi­
lerince., sözde demokrasi yalakalığında giderek güçlenme·
ye başlamış, Modern Cumht:ıriyetimlz içııı yakın ve açık bir
tehdit oluşturmaya başlamıştır. Ulusal laik devlet, huf\uksal
koruma dışı bırakılmış" Anayasatnızm 1 4 ncü maddesinin
açık hükmüne karşın� laik devleti koruyan yeni yasa koy·
mak şöyle dursun , bu konuda mevcut yasal yaptınmlar da
ortadan kaldırılmış., Laik devJet yaşa:nu, hukuk mevzuatının
dışında korumasız bırak:ılmışbr. Son, Türk Ceza yasası Ue,
yürürlükteki, yasak içeren pek çok devrim yasası .ela yaptı­
rımsı.z bıralolm\ştır. Buna. karştn şeriatçılık yapılanmas1 tü·
müyle serbest bırakılmıştır. Şeriat karşıtı söyJem ve eylem­
ler cezai yapbnn:ılarra karşılamrken, Laiklige, Cumhuriyete,
UJusalcıhğa ve Atatükçülere sövmek -Yargıtayın bir kanadı·
nm içtihadına gore de-hukulIBaJ yaptınm dış1 bırakılmıştır,

Oysa UJus Devlette, Türk Ulusçulugu, Türk Dili ve


lürk kültürü, toplum yapısını bütünleştiren ana öğedir.
Ulusç,uluk, üniter bağıınstz, demokratik, Laik ve eşitlikçi
bir toplumun. olmpzsa olmaz koşuludur.

'Ümmet toplum biçimi ise, Türklüğü, Arap kültürü

147
Laiklik ve Şeriat Çatışması

içinde eritip yo,k etmeyi amaçlayan, orta çağa özgü, mutfa,


)uyetçi bir girişimdir. T4rk.iye,, naumıın çoğun l uğunun Mü:r
füman olması bu gerçekleri de�ştırmez. Çünkü, bireylerin

dinsel inancı, onlann, kendi kişiJikleri ile, Tann arasındaki


mistik (inançsal} bir bağdJr. Oysa dünya yaşamının her ev�
resinde; siyasette, yönetimde. dilde, küitürde, sanatta ulus
bireyleti arasındaki. bağ, vatandaşhk bawdır. Ulusu yaratan
bu bağdır. Ulus toplum, djnsel inanç özgürlüğünün de ga­

ranl:lsidir..

6ugün dünyamızda yaşayan ve nüfusları


toplamı bir mDyan aşan İslaın tophi.lillanmn
oluşturduğu devletlerin geri kalmışbğmın tek ne·
deni ümmet toplumu aşamasından kUrtulama­
nuş_, ulus bilindne ve a,aınasına gelememiş ol·
malarıdır. Örneğin. Irak. Suriye, Mısır Libya, Ce·
...

zayir gibi. ülke1er insan.lan; ayn ayn etnik köken·


lerden gelmiş olmalanna karşın, islaın dil ve küJ,
türünün etkisind.e k.aldıklan için kendi öz benlik·
terine kavuşamamışlar... bu nedenle kendilerini
Arap olarak görmektedirler.
Çünk�, Ulus toplum ile ümmet toplumun öğelert bir·
leştiricl rutelikJeri, tamamen ayn olduğll için, bir toplumun

hem ummet, hemde uiusaJ kimliği bir arada bulundurma­


sı düşünülemez. Bu nedenle, örneğin. Türk-İslam sente,zi
söylemi geçerli olamaz. Bir topluma iki ayri kimlik vermek
olanaksızdır.Ümmetçilik, Türk UJusçuluğunu-biJerek ya da
bilrniyerek.- red anlamını taşır. Bu konuda Osmanlı Ör'lleği
ya.kın geçmiş deneyimimiz olarak. belleJtjerdedir.

Bu durumu en iyi gören Yüce önder Ata.turk, Ulusal

birlii'\teliğimtzin en önemli ög·esint, etil ve kültür birliğinde

148
Bahir Mazhar Emre.ten
.

görmüş. devrimlerini bu dogruJtuda yogunlaştırmıştır. Laik


Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bilinçe erişmesini öncelik, ver­
diği Öz Tür�ç.e ve Öz kKültüre dönüş ile başar.mıŞ, dil ve
kült:Uru kuşatmış ola:n Arapça deyimleri dilimizden temizle­
miştir; ögrenım birliği böyle safjlanmıştır.

ınusuna ve Ü1k.eşine bağlı, Tü.rkJük bilincine sahi'p.


gerçekten samimi MüsJüman vatandaşlanJ1lıza,, din eğitimi
.
ile, ibadetin TürKçe olarak yapılmast gereğini anlatabild(ği­
m iz ıarnan, karşı devrimcilerin etkisjnde kalabilen bu va­
tandaşlarımızın da. dinsel sömürünün ve Arap dil ve kültü­
rünün baskısından kurtuıacaklanna kuşku yoktur.

Unutmayalım .ki dinler -evrenseldir. Kitapları ol'\uyup


anlaşıltnak için gönderUmjştir. Bugün dünyada Kur'anın,
yüzden fl;lZla dilde çevrisi. vardır. Cumhuriyet döneminde.
1ürkçe çeviri görevi, Mehmet Akif'e verilmişti. Ancak o. Mı­
sırda, El Bzher Üniversitesi Kuranın Türkçeye çevrtlmesinl
yasak.lad�ğı için bunu başaramadı. Sonra Kur'an'ın ilk çevi­
rUexirıden birini "Tanrı Buyruğu" adı altında Ömer Rıza Doğ�
rul yaptı. Ömer Rı� Doğrul Kimdi? Mehmet Ak.if'in dam.a­
dı. Aym aile içinde gerçekleştirilmiş bu olay rçin, şimdi bi·
rilerinin kal�p da, Mehmet Aldf çeviriyi uygun bulmamıştı
diyebilir mi?

149
Müslüman da Yenilenmelidir

Yaradana inanç, insanoğlunun doğasında (Fıtratında)


mevcut olan ortak değişmez manevi duygudur. Bunun ak­
sini savunanlar, sıra dışı küçük bir azınlıktır. İnsanın doğa­
sında var olan bu olgu "onun inanç dünyasında, bir dinin
mensubu olma gereğini ortaya çıkanr. Din bilgileri. Tann­
nın Peygamberler aracılığı ile iletilen vahiy denilen buyruk­
lardan oluştuğu için, bunlar nakil bilgiler olarak tartışmaya
açık degildir. Buna karşı insanın, akıl mantık ve deneyim­
lerle kazandığı dünyasal yaşamına yön veren pozitif bilimin
kesin bilgileri vardır. Bunlara da akli bilgiler diyoruz.

Tüm yaşam biçimini, yalnızca dinsel inanıştan alarak


bunun dışına, yani maddesel dünya yaşamına önem ver­
meyen toplumlar, değişmeyen dinsel inanışlan, yeniden
yorumlamak ve zamana uymak gereksinimi duymadık.lan
için, bilimsel ve teknik gelişimden giderek yoksun kalırlar.
çagdaşlaşma olanaklan kısıtlanmış olur.

Laiklik, dini; kişinin Tannsıyla olan bağını bir vicdan


bağı olarak algılayıp, insanın maddi dünyasal yaşamında,
bilimi ve bunun sonucu olan teknik gelişimi geregi gibi kul­
lanılmasına yardımcı olan bir yaşam biçimidir.

Dinin. dünyasal yaşamla ilgili kurallarına bi�


çimsel olarak, takılıp kalmadan, dinsel bağldığı�

150
Ba!ıir Mazhar Erüreten

nı kendi kişisel vicdanında saklı tutarak, bilimin


insanbğa sağladığı nimetlerden yararlanın.ayı bi­
Jen insan, ınutlu insandır.
AsJmda tüm evren dQğal biır değişjm içindedfr. Deği­
şim ve dönüşüm, evren.in d,ogasında vardır. fnsanın dogu­
mu ile ölümü arasında geçen kaçınılmaz evreler de deği şi­
min en gf.ızel örııeği değil midir?
Blbette dinlerin esas ıı.tndeleri değişmez nitelikJidi r.
Arna özeUlkle İslam ctinln<le dünya yaşamına ilişkin kural·
lar da olduğu için, zaman Lçindç bQyle 'bir değişim gereJ\li·
dir ve olanaklıdır. Değişimden amaç l\ur'an�a_a yazılanlann
değiştirilmesi degildb: Değişmesi gerekenler, ki,tabın , dün­
ya yaşamı jJe llgjli söylemlerin in , zamana göre-, değişen fm·
şulJarda yentden değerlendirilmek suTetiyle yeni yorumları­
nın yapıimasıdJr.

Din kurallan ve cUn kitapları elbet değişmez. Örnegin


Kur'an değişmeyeceği için i's lam degişmez. Ancak, dinin,
dünya yaşamı ile ilgili kuralları yaşadıgımız çağa gôre y�ni·
den yorumlanabilir. Buna lslam'da Teceddüt (Yeniden yapı­
lanma) denme1'teclir, İslam değişmez, ama isı.am dinine
mensup olanların yruıi Müslümanların zamana ve yaşam
koşullarına uyum sağlayacak yorumlarla yenilenerek. ctegiş·
mesi olanaklıdır.

Kuran'm Al�i İmran Suresi'nin 7nci Ayetinde


yazıb olduğu gibt dinin iman ve ibadet ile ilgili
kura.ilan hiçbir biçi"'1de değişmez:. Bunlar
Kuran'ın ana hatlar.ıdtr.
Diğer buyruklar ise Müteşabihelerdir. Müteşabihe
sözcügü, bu tü r kuralların zamana göre din bilginlerinin ye­
n iden yorumları ile,, günün k.oşttllanna uygun haJe getiril·

151
L:aihllk ve Şeriat Çatışması

mesidit. Kur'an'da bunun içih (Tevil) sözcüğfı kullanllıyor.


Oysa İslam dünyasında son yüzyıllarda taassup ve bağnaz­
lık ön plana çıkmış, İslam'ın; "Bilim Çin'de bile ölsa ara­
mak.tan vazgeçmeH prensibi göz ardı edilerek modernleş.
menin ve çağa uymanın önü tıkanmıştır. Örneğin; Matbaa
batıda, keşfedilip, tekniğin hizmetine konulduktan ancak
üç yüz yıl sonrasında zorlukla Türkiye'ye getirilebilmiştir.

Kuran'ın pek çok Ayetinde, bilimin ve hayırlı işler iş­


lemenin ibadetin de önünde değerlendirildiği İslam d1nin­
de, bu tür bağnazlıklann bağışlanabilir bir özrü yoktur.

Osmanhda yüzyıllarca medrese egitimt veren dln


eğitmenleri, bu tür l'afalar oluşturmak suretiyle, Osmanlı­
nın geri kalıp ytkl!rna,sına neden olmuşlardır. Oysa Peygam­
berjmiz ftz. Muhammed, pek çok sahih hadis kitaplarında
yazlı olan bir J-J-adisinde, "Allah, ber yüzyılın başında,
dini yenileyecek kişileri' ümmetine gönderir." Bu­
yurınuştut. Bt.t h'adisten kasıt, iabli ki, dinin degiştlrllmesl
değil, Ayetlerin zamana göre yeniden yorumudur. Mecelle­
nin "E.imanm tagayyürü ile Ahkamın ta�ayyürü kaçınılmaz.­
ctır." Yani, zamanların değişimi ile hükümlerin (değerlendir­
melerin) değişiminin zorunlu olduğunu beUrten 39 uncu
m,addesi de yıllarca göz önüne ahnmamış, buna k.�rşıhlnli­
nin özünde olmayan yi)nfış örfler ve hurafeler (yanı iş ina­
nışlar) din hükümleri gibi sunulmaya başlanmıştm

Oysa gerçel< l�ur·an buyruk ve i.ııanışlannm tek kay­


nak olduğunu ve toplumun dfode yeniden ya'pılanma sure­
tiyle çagmın gelişimine ayM uydurması gereğinin, d,in buy­
ruklarından olduğunu açıkJayan pek çok din ru\mL gerek
Türkiye'de, gerekse diger islam ülkelerinde de anlatmaya
çalışrrıış.Jarsa da, yobaz, fanatik çoğunluğun tepkisi ile göz
ardı edilmişlerdir.
152
Bahir Mazlıar Erün:ten

Bir örn.e k vermek için, Pa:kistan'da Dr. Muhammed


İkbal ile ül kemizae, Etmalıll ttamtli Yazır'ı zikretmekte ya­
"İn·
rar götürüm. Elmalı11, Kur'an tefsirinde şöyle söylüyor:

san� olayların içind.e sürüp giden bir yaşamı göz..


lem.lemek ister. Oysa ;ı;��uı geçınesi ile snünıi..
nin (İnanmış Müslüman'in) kalbinde. derin yara�
ıar açar. Bunun nedeni de:. te.ceddödün (Yenilen..
menin} yokluğudur. Eğer bir dinsel yaşam, kendi..
ni yenileyemez. içine yeni deneyim'ler katarak
ze.nginleşemez ve. yeni ifade anlatım yollan hula,.
maz ise. insanlar ona (Dine) olan ilgilerini yavaş
yavaş kaybedebilİ& hatta bütünüyle yabancılaşa�
bilir. ..
Değerli Din bilghıim1zin bu çok anlamlr sözl eri ü.ze�
rinde durmak, düşünmek v.e gereğine L1ygun davranmakta

her bakımdan sayılamayacak kadar çok yarar vardır.

Osmanlıyı izleyen Cumhµriyet döneminde de, genel­


likle, kökten dinci çevrelerin. Lruklige haksız saldmtarı.
hatta dünyasal bir yaşam biçimi olan Laikliği. yeni bir din
imiş gibi göstermeye kalk.ı.şmalar,ı, top lumsal gelişmeleri.
'kösteklemekten başka bir amaç taşımanwktadır. Cumhuri­
yetin tüm kazanımlarına ve çeşitli devrim yasalarına karşın,

Devletin derıetimin de alan din egitiml bi le laik devlet kar


. e

şıtı gençl erin yetiştirilmesini ön leyememiştir. Laik sistemde


din egltimi n i üstlenen ve okullara din dersi koyan cumtıu­
ri yet yönetimleri, modern din adamı yetiştirmekte başarılı

oJarnamışıar, din adarm yetiştirmek üzere ac;ılah ve. siy.asi­


lerin kendi amaçları için. gereğinden fazla sayıda açıları
İmam Hatip okullanndan yeti şen nesil, Cumhuriyet (\arşıtı
skolastik· bir kafa yapıs1 ile irticaya arka çıkan ve Cumhl.lri·

153
Laiklik ve Şeriac Çatışması

yete teJ11lke teşkil eden boyuta varmışbr. Yapılan, g_övenilir


birçok yerli ve yabano anl�et sonuçlan , bu okullaYctan yeti­
şen gençlerin tam anlamı ile koyu bir tutucu Zihniyetin tut­
sağı halinde bulunduklanm ortaya_ koymuştur. Bu dutum,
yurt, içinde te� tip eğitimi amaçlayan Öğrenim Birliği yasa­
sına tamamen 'Wkırt sonuçlar doğurmuştur.

Oysa din eğitimini, orta öğretimde .'!!eçmeli dersler bi­


çiminde isteyene sunmak suretiyle, yeterinden fazla olan
İmam Hatip Uselerini kapatın.ak gerekir iken, yeni çıkarılan

bir yasa ile bu okullardan rtıezun -olanların başka alanlarda


egitim almalarının saglanması için, üniversitenin herbangi
blr dalına girtnelerinin yolu açtlmıştır-. Bu durum, zaten ge­
reğinden fazla olan imam Hatip liselerinin, daha da razıa­
laşmasını... giderek yüksek egitime tutucu zihniyetin yönlen­
dirilmek smetiyle Laiklikten geri adım atılma sonucunu do­
ğuracaktır. (Bu yeni yasa taslagını Cumhurbaşkanımız: veto
etmiştir.) Siyaset, dinden elini çekmedikçe, yani karşı dev�
rim zihniyeti, laiklik karşıtı bagnazhğmı sürdürdükçe, aslın­
da din kurallarının çağdaş yorumunun yapılmasına olanak
sağlanmadl.kça. yapay olarak, Laikliğin dinle çeliştiği biçi­
mir:ıdeki yanlış göruş egem.enliğtoı sürdürdükçe, Türlü·
ye'nirt çagdaşıaşmasına olanak. bulunmayacaktır.

154
İslamlık ve Boş inançlar

isJam'rn gerçek ve tek kaynağı Kur'an'dır. iyi bir Mü.s-­


lüman'ın, Kuran'1 iyi okuyup. iyi ahlayıp, iyi degerlendttme­
si esastır. Ancak Kur'an'ın aslı Arapça, olduğu ve uzun yüz­
yıllar Arapça metni ile insanlara ezberletildiği .için. ibadeti­
ni ve hatta tannsma yakarışı olan duasmı mecburen Arap­
ça yapan, ancak bun.un anlamını bilmeyen kişinin, biUnçli
bir Müslüman old"ğunu söyleme� olanakh değildir. Oysa
dininin gereklerini yerine getiren kişi, namazda okuduğu
duanın. Kur'an Ayetinin anlamını bilerek ibadetini yapma­
sı, onun h�m ha.kkı. hem de ödevidir.
Ne yazık ki', uzun yüzyıllar, Kur'anrtn, hatta ftz. Pey­
gamber sözlerinden ibaret olan sünnetin (tladis1erin),
Kur'an Çtyetlerinin yonım ve açıklamasını yapan kitaplann
Tür,kçeye çevrilmesi önlenmiştir.

Müslüman bir Türk'ün en doğal hakkı olan bu olana­


ğq, ancak Cumtıuriyet c:lönemi,nde kavuşulmuştur.
Kur'an'ın iJk Türkçeye tercümesi' 13.çıklama ve yorumlamayı
kapsayan Tefslti de yine Cumhuriyet döneminde yapılmış­
tır.
Natta namazda okunan Ayet ve duaların da Türkçe­
leştirilmesi, yani Türkçe ibadet için çalışmalar yaprhnış ise
de, J 932 yılında yalnızca ezanın Türkçe okunmasına izin

155
Laiklik ve Şeriat Çatışması

veren yasaya bile, öylesine karşı çıkılmıştır ki, 1 95 1 yılında


Demokrat Parti iktidarı bu olanağı kaldırmış, ibadetlerin
Tümünün Türkçe yapılması isteği ise birkaç aydın din bilgi­
ninin ısrarına karşı kabul görmemiştir.
Her ne kadar bir müminin, yani inanan Müslüman'ın
kendi dilinde ve anlamını bilerek ibadet yapması çok yerin­
de bir görüş ise de, din ve ibadet özgürlügünün bulundu­
ğu günümüzde bireyin dinini istediği gibi yaşaması kendi
kişisel tercihi olduğu için bazılannın önerdigi gibi bunu ya­
sa halinde hukuksal bir dayatma olarak yapmak da elbet
dogru olmaz.
Çünkü Laiklik, kamusal alanda ve hukuk alanında bir
zorunluluk olmasına karşın, insanın kişisel yaşamında ken­
di tercihidir. Aksi halde dine karşı bir dayatma olarak algı­
lanabilir. Nitekim yıllarca laiklik böyle algılanmış, din karşıt­
lığı gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa Türkiye Cumhuriyetinde, çağdaşlaşma ideoloji­
sinin gereği olarak, devrimleri gerçekleştirenler, başta Ulu
Önder Atatürk olmak üzere hiç biri, dine, dinin özüne, ki­
şinin, ibadet ve inanç özgürlüğüne karşı olmamışlardır. On­
ların asıl amacı, din adına yobazlığın her alanda egemen ol­
masını ö!1lemek, dinin siyasal baskı ve sömürü aracı olarak
kullanılmasını önleyerek, gerçek, eşitlikçi bir toplumsal sis­
temin oluşmasını sağlamaktı.
En önemlisi de, dini, kendi tekellerinde bulunduran
sözde din adamlannın, halkı diledikleri biçimde baskı altı­
na almalarını, din adına, aslında dinde hiç yeri olmayan ge­
reksiz ve yanlış hurafelerin, cahil halka, din buyrugu gibi
yansıtılmasını önlemektir Nitekim bazı devrim yasaları bu
amaçla çıkanlmıştır. Örnegin, bazı unvanların kaldınlması

156
Bahir Mazhar Erüreten

ile ilgili 2590 sayılı yasa Osmanlıdan kalan ve halkın tüm


bireyıerinrn eşit haklara sahip bulundugu yeni Türki.ye'de
Ağa, Hacı, ttafız, Hoca, Molla v.s. gibi dinsel sıfatfarm kul­
lamlmasım önlemek için, bazı kisvelerin (giysi lerin) giyile­
meyeceğine dair 2596 sayılı yasa. kendine din adamı süsü

vererek, Camilerde ve ib�det yerlerinde gjyllmesi öngörü­


len dinsel kıyafetlerle sokaklarda dolaşıJmasını önlemek
için, Şer'iye ve Ev'kaf Vekaletinin (Bakanlığının} kaldınlma­
sı ha kkmd aM 429 say,ılı yasa, din ile ilgili lmnulann siyasal
yötıetim den, yani hükCtmet oluşturan Bak.anJar Kurulu için­
den çikanlması i çin� dinin siyasallaşmasına olanak tanı ma­
mak için, şeriat Mahkemelerin.in kaldınlması hakkındaki
469 sayılı yasa. Laik devlette laik hukuk düzeninin, tek bir
hukuk düzeninin geçerli olmasmı saglamak için, Tekke ve
zaviyeleri n kaldırılması hakkındaki 677 sayıh yasa artılı;. iş­
levini bitirmiş çoğunluğu ile yozlaşmiş siyasal baskı aracı
haline gelmiş bu kuruluşların , Cumhury
i et Türkiye'sinde

geregi kalmadığı, i badet yerleri nin yalnızca Camiler oldugu


için çıkarılmıştır. Bu yasalardan hiç bjrisinin tek buyumcu
kitabı oJan Kur'an' da bulunmadığı için, islatn'a aykırı bir tu�

tum olarak ileri sürülemez. A.nca1' sonradan hortlatılan ba­

ıı tarikatlar bu yasalara ters yönd·e etkinlikler içine ginniş­


lerse de, ne ya.zJ k lü yasalan uygulamakla görevli olanlann
gereken duyarlılığı göstermedi'kJen; siyasal partiler de, kimi
tarikatları kendi arka bahçeleri ve oy depolan olanak gör­
dükleri için bunlar.a ses çıkarnıarnakta, hatta işbMiği yap­
maktadırlar.

Dinimizin özü ve asıl gerelueri, halk.muza iyi bir bi.·


çimde anlatılmadıgı ve bu lmnucla �ğitim ve ögretimi yeter·
li olmadığt için, din a<;tına,, ne yaz.ık ki, aslında yanlış örfle­
rin, yanlış inanışların, sanki din kurah imiş gibi sunulması-

157
lAihlih �·e Şeria.t Çaıışmcısı

nı önleyememiştir. 61J k.on uıar birkaç somut örnekle bellrt­


mel\.te y�r görüyorum.

İslam dini, esas özü itibanyla, iyi ahlak ve adalet ve


hakkaniyet ile davrahmayı bireye özümsetme amacını taşır.
Öngörtılen tüm ibadetlerin l>u amaçlara yönelik olmaS? gere­
kir. Oysa bilmeden ve kuşaJ\tan kuşai!a görerelc; yapılah yan­
lışlar, bfr tür İslami gelenek ina111ş1 haline gelmiştir. Kimi ta-­
rik.atçı gelenekler din l<uralr olarak bireylere aşılanmıştır.

Örnegin, lstam'ın demokrasiye. eşltHğe ve insan hak­


larına aykın olduğunu iddia eden şeriatçı kesim. egemenli­
ğin Tanrı'ya ait buJu:ııduğunu, egemenllgln ulusa ait bulun­

madığını il e ri sürerler ve bunu halkın bir bölümüne ne ya.­


zlk k( kabul de ettirenler, İs.lam1ın özünü bilerek ya da bil­

meyerek saptırmaktadırlar. Müslüman toplumların. kendi


seçtikleri yöneticilerinin, dünya yaşam ıııda ltehdiletinirı
temsilcileri oh�p. T'ann'nın temsDcisi olmadıKJannı anlama·
maya devam ettikleri sürece, bu yanhşlık sUri.lp gidecektir.
Bireyin bunun ayırdına varabilmesi için, laiklik düşüncesi�
ni tam anlamıyla özümsemesi gereklidir.

Dinin gereklerini yapmadıgı için, yalnızca Tanrısına


karşı sorumlu otan kiştyi ibadetine zorlamaya kalkışmak

da, şeriatçı-gerici zihniyetin, din ve inanç bagmın kul ile


Tanns1 arasında bulunduğunu kabul etmeyip, din adına

baskı uygulama yetkisini kendisinde göt;"mesi anlamında,


şeriatçı dayatm.adu·, Ama ne yazık ki yanlış yerleşmiş isıam
örfi.inden Jçaynaklanan yanlış inançlardır. Oysa Kur'an'a gö­
re dinde zorlama yoklur.

Şeriatçt, :ann'nın vekJJi midir kh başkasını yargılama


hakkını kendinde görsün? Bu yanlış düşünce 1sıatn'da ôv
gürhlgun bulunmadığı yanlış izlenimi vermekt.edir. Oruç

158
Bahir Mazhar Enlreten

tutmayan ya da namaz Kılmayana bask.ı yapmak bunun ör­

negi olarak görülmektedir. işt-e gününıü,zde şeriatçJlık bu­


dur. Yoksa samimi bir Müslüman'm: kendi dinine uyarak

ibadet etmesi, yaşamını dinin buyrukJarına gôre düzenle­

mesi hiç pir biçimöe. kınama konusu yapılitmaı, Yap1lıyor­

sa, bu d a laikçi olarak nitelendirilen kesimin ayı.bıdtr.

r'ala, büyüye, rruıskaya, bilinmeyenden haber verme­

ye yönelik aslında islfun'ın özüne aykın eylemler öylesine


fazladır ki, bu yaı:tlış inanışları ortadan kaldırmak için yasa
bile çılmrmaya gerek görillırtuş, ancak bundan bi1e sonuç

alınamamıştır. Kadercilik. İslam'ın tümden yaşam biçimi gi­

bi aJgdamr ohnuştur.

İslam'm temel buyrukları olan ibadetler bj,Je, göSteriş

olarak yapılmaya, giderek. daha fazJa uygulama aJanı bul­

maya başlarnış.tıt, Cuma namazları bile, gösteriye dönüştü­


*
rülmeye başlanmıştır . ffaJifeliğin .kaldırılması iç.in yasa gö­

rüşmelerinin yapıldıgı 3 1 Mart l 924 tarihinde Cumhurjye­

ün ilk Adalet Ba:kan lanndan ve aynı zamanda bir din bilgi·

ni 0lan Seyit Beyin yaptığı uzun konuşmadan bazı bölüm­


ler aktarmak istiyorum;

" ... t lazretLPeygamberin bu k�onuda (Hilafet) bir fiadi­

si vardır, şöyle diyot� "Benden sonra ttilafet otuz yıldır. on,


dan sonra saltanata, (siyasal egemenliğe) dönüşur, " Ger­

çekten Sünni İslam ulemalan (Din bilginl'eri) Halifeliği iki

bölüme ayfrirlar;

A- Gerçek tlaJifelik.

B- tfükmt ttalif:e.lik..

Gerçek ttalife halkın oylan ile seçimle işbaşına geJen

• Ziya Gökal;:ı Şfüinclen bJr dize: "Bir ülke ki Camilnde Türkçe Ezan okunur."

159
Laiklik ve Şeriat Çatışması

kimsedir. Dört Halife dönemindeki halifeler böyledir. İkinci


tür Halifeliğe gelince bu tür halifelik, şekli, yani görüntüden
ibaret halifeliktir.

Bu hilafet gerçek halifelik değildir!

Emeviler saltanatında ve ondan sonrasında halife sı­


fatını kullananlann yaptıklan türlü kötülüklerle bu husus
sabittir.

Şimdi sizlere sorarım; böyle bir yüce din, birtakım ki­


şileri başımıza oturtup, onlara taparcasına kutsiyet verme­
yi kabul eder mi? Bunun imkanı (olanağı) yoktur.

Bir kere şunu arz edeyim ki efendiler, İslam dininde


Allah ile kul arasına girecek bir vasıta asla yoktur. Bu, kim­
senin aksini savunamayacağı bir İslam gerçeğidir. Ne şeyh,
ne mürşit, ne müçtehit, ne imam ne bilmen kim asla vası­
ta olamaz. isıamiyet'te ruhaniyet ve din kurumu yoktur. İs·
ıamiyet'te Allah yolu açıktır. Ne Kur'an ne de hadiste böyle
bir şey bulamazsınız.

Cuma namazı siyasi bir ibadettir. Bayram namazı da


böyledir. Onun içindir ki, büyük şehirlerde ve kasabalarda
kılınır, köylerde kılınmaz. Bizim mezhebimizde (Hanefi
mezhebi) köylerde Cuma namazı sahih olmaz. Mutlaka şe­
hirde olacak, çünkü hutbe için {Cuma namazı sırasında ve­
rilen dinsel vaaz) din alimi olmak gerekir. (Kaynak: Parla­
mento tarihi il. Dönem 1 923-1927 CI S.300 ve dev.)

Cuma namazına birkaç kez gitmeyenlerin kafir (Din­


den çıkmış) sayılacağı hakkındaki inanışlar da, gerçek ol­
mayıp, bu hususta tefsir ve hadis kitaplarında Peygambere
atfen yapılan bu tür beyanların gerçek olmadığı açıktır. Bu
konuda, 26. 1 1 . 1 923 tarihli İkdam gazetesinde çıkan Mü·
derris (Din öğretmeni) Abdülnafi Beyin makalesinden alı-

160
Bt1Jıir Mcı.i}wı Erürt!terı

han bir bölümü aktarıyorum:


"İslfüniyet'te Curtıa gününün t2ttil olacağına. dair bir
hüki.ün yoktı.ır. Cuma tatili di n imize uygun degildir, Tam �
sine. bu günde çaltşılacağma dair hüküm var. (Cuma Sure­
sinde} Namazdan sonra çal1şnıa eınrediJrniştir� Cuma tatili
cuma ez.anının okunmasından başlar, Cuma namazının . bi·
timi saatinde. son bulur.
Cuma namazı tle ilgili bir başka konu, Cuma namaz­
larına birkaç kez gitmeyenin, sözde, k�fır (Dindetı dışltın·
mış) sayılacağı hakkındaki yanlış söylentilerdir. Bu konu ile

ilgili Kur;an suresinde böyle bir buyr� yoııtur.


Kur'ali'a ayk.ın sahih bir hadisin mevcudiyeti de iııah­

d ırıcı olamaz. İslam dininin kabulü yani Müslüman ormanın


şartı, 'Tanrıyı ve resulünü; yani ttz. Muhammed'in Peyganı­
b6rHğin i kabul ile başlar. Sonrasında, ibadette kusur ya da
günah işleme bahanesiyle, hiç bir k.iın.senin bfr digerini din­
den çıkmış saymaya yetkisi yöktur, olamaz. Hiç kimse Tan­
n'mn vekili degildir. Peygamber bile."
Bütün bu yan lış inamşlar, özeJJikle liarici Mezhe­
bi'nin ortaya çıkardıgı yanlış görüş ve inançl arın , günümü­
ze kadar yansımasından başka bir şey de,ğildir. İslam'm ge­

reklerini tam olarak yerine getirmeyen kişiler gibi, ülkele­


rin de, toptan, Dar-ül fiatp yani savaş alanı ifan edilip, İs­
lam düşmanı sayılması da, aynı hataların toptan öldurme­
Jer suretiyle, sözde İslam uğruna günümüzde bHe yapılan
terör vahşeUerinfn, i.slam anlayışı ile bagdaşmadıgı gerçeği
artık an1aşılma.lıdır. lslam'm özüne ayl\ırı böyle yüılerc,e ÖT·
ııel\ v�rmek olanak.fıd,ır.
Günümüzde. artık. lliavram kargaşalarına son ver­
mek:; dinine gerçekten bağlı, dini vecibele.ıir11 (borçlarını)

161
La.i/dih ve Şeriat Çatışması

yetine getirmeye çalışan, samimiyetle ibadetini yerine geti­


ren kimse ile, dini, topluma .basro aracı olarah J\ullantnak
ist eyen , bunun için dini siy�ete vası.ta yaparak, hal k
ı_ n

inanç duygularım sömö.ren kişi ve grupları birbirinden ayır­


mak gerek.mel(tedir. Günümüzde şeriatçı denen kesim bu
gruplardır.

Gerçekten dinine bağh, samimi Müslüman kesim ise,


gereği gi'bi aydı nlatılmalı , dinin buyruKtan yenjden yorum­
lanmak suretiyle• onlann özü anJattltnalr, özellikJe Laikliğin,
din karşıtı bir yaşam biçimi olmadığı, tam pksine, özg_ürlü­
gün garantisi olduğu, din ve vicdan ö:ıgürlügünün Anayasal
bir h�k olduğu ve bunu Laikli!} ilkesinin sağladığı gereği gi­
bi anlatılmalıdır. Ancak, Laikliğin vazgeçilmez m�e olduğu UJ.
kele rde, ö.ı;gürJill(, eşitlik ve demoluasi yerleşebilir.

Oysa şeriatçı denilen siyasal dinci ideoloji, bu kav­


ramlara tümden karşıdır. Halkın eğitim düzeyinin yükseltil­
mesi, bu açmawı aşılması için tek çöZfimdur. Egitim i eksik
toplumlarda, bağnazlJI{ çabuk ve kolay gelişir. Eğitimsiz bi­
reyin, çağdaşlaşması, özgürleşmesi, özgi
kce düşü nebilme­
si ve hemcinsi ne !çarşı hoşgörülü olması olanaksızdır.
Şeriatçı, yani siyasal d�atnı<:ıt:l, islanıcı kesim, dinin
öz ün ü, yani anlam ve amacım geri planda tutarak. konuyu
yal.rnzca biçimsel yönden ele al arak, halk.ıı:ı duygulw.mı sö­
mürmeye ç-alışmakl:adır. Bu konuda en çarpıcı örnek kadı­
nm örtünme konusu şekJl ne dönüştürülen türbandır. Siya­

s;;ıl sjmge olarak bir dayatma, ya da sözde Laik sistemin di­


i
ne aykm davranış bi çmi im iş gi bi �unuıarak, toplumda
üzer.inde sürekU sürtüşme yaratı1arak gündem oluşturma
politik mal zemesi oJara,k lmJlanıJan bu konuyu da irdele­
mekte yarat var.

162
Balıir Mazhar Enlreten

Kadının örtünme konusu Kur'an'ın Nur Suresinin .3 1 .


jnci Ayetin-Oe belirlenmiştir. Ancak orada bu konu kadının
iffetini (Tüm saflığı ile ke ndini dinine vermiş, ırz sahibi) ım­
ru mak adına buyrulmuştur.

Ayet aynen şöyle djyor: "Münıin Kadınlara da


söyle; bakışlarını sakınsmJar. Irzlanm komsun•
ıar. Ziynet yerlerini aç nı:a.sıntar. Başörtüleri'ni gö·
rünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Ziynet yel"·
terini (Belirli yakınlan dışında) kimseye göster­
mesinler. Ve gizlemekte oldukları ziynetler belli
olsun diye ayaklarını ye.re vunnasınla.r. Ey müA
minler.. hepiniz Allaha tövbe edin ki kurtuluşa
erebilesin.iz. 1'

Surenin metninden de açıkça anlaşıldığı gibi l\ur'�n,


iffetıi bir Müslümaıı kadirıın, yalnızca başım örtmesini ye­
terli görmüyot. Onun taVLr ve hareketrerinde. toplum için·
deki davranışlarında, hatta erkeklere baK:ışTannda ölçülü
oımalannı öne ml e .istiyor.

Bu Ayeti iyice okuduktan sonra, şimdi kendilerine,


katlın·erkek eşitliğini bile uygun görmeyen , onlah toplum­

dc:ın Kopartnaya çalışarı erkeklerin oluşturduğu bir siyasal


partinin militanı olarak gösteri yapan, ya da üniversite
önünde aylarca başö.rtu.sü (türban)'ın kamu alanına girme­
sin savaşı veren itimi 1<aduılanmıza bir bakalım;

Baş ve boynu belirli simge olarak. aynı biçimde bağ­


lanmış bu hanımlar. çogu kez. giydjkJeri u,zun eteklerine,
bellerin e kadar yırtmaç koydurarak, �alına salına ortalı.l\t<.!
dolaşıyorlar. Dekolte a�ık pabttçJar içinde özenle yapılmış

pedikurlü ayaklarım, nı,jlu, pudralı, rimeJli yüzlerini sergili­


yorlar; Eğlence yerlerinde ve televizyonların özel programla-

163
Laiklik ve Şeılat Çatışması

rında müzigirı ritmine kapılıp dansözlere taş çıkartacak bi­


çimde göbek atarak, vücutlarını tüm ayrıntıları ile sergiliyor­
lar.
Ve bütün bunları tüm toplum önünde çekinmeden
yapıyorlar. Hatta kimileri bu türbanlı kıyafetle erkekle sar­
maş dolaş gezebiliyor.
Bütün bunları yapan kişi sadece başına o türbanı
baglamakla, acaba Kur'an'ın yukarıda aynen aldığımız Aye­
tinin gerek.Jetine uymuş olabiliyor mu? Ayet yalnız başınızı
bağlayın demiyor, yukarıda saydığımız hareketlerin tümünü
aslında yasak.Jıyor. Amaç, karşı cinsi tahrik etmemek oldu­
ğu halde, eylem bu amaca tamamen ters düşüyor. Elbet ki­
şilerin davranış biçimlerini sorgulamak bize düşmez. Bu ki­
şiler o hareketleri yaparken, kendi özgür iradelerini kulla­
nıyorlar. Ancak bilmeliler ki, yalnız başlarını örterek, kimi­
lerine siyasal İslam işareti verirken, dinin gerek.Jetine tam
uymamak.Ja, kendi kendileri ile ilginç bir çelişkiye düşüyor­
lar. Bu tavırlan ile de amaçlarının siyasal olduğunu ele ver­
miş oluyorlar.
Aslında bu tür eylemlere kimsenin kanşbğı yok, kim­
senin karışmaya hakkı da yok. Ancak dinsel amaç yerine,
siyasal amacın ağır bastığı bu tür gösteriler, kamusal alan­
da yasak.Janmış, Devletin hukuk düzeni bunu yasak.Jamış
ise, böylesi bir yasa karşıtı eyleme izin verilmemesinin di­
ne müdahale olarak algılanmasının da anlamı yoktur.

Kadına tesettürü (örtünmeyi) buyuran Ayetten önce)


Hur Suresinin bir önceki 30 uncu Ayetinde, aynı şey erkek­
lere şöyle buyruluyor;
"Mümin erkeklere söyle; gözlerini (haram­
dan) saklasınlar. Ve ırzlannı korusunlar bu kendi-

164
Bahir Mazhar Enlreten

leri için en temiz tutumdur. Şüphe yok kiı Allahı


yaptıklan her şeyden haberdardır.'1

Görülüyor ki Tanrı, kadından önce cinsel dürtü ve


tahrik edici eylemlerden kaçınmayı öncelikle erkeklere bu­
yuruyor. Yani cinsler arasında karşılıklı bir sakınma ön gö­
rülüyor. Günümüzde, bu tür sakınma, insanların görünü­
şünden çok, kendi vicdanlarında temiz ve iyi ahlaklı davra­
nışlarından bekleniyor. Çünkü günümüzde çeşitli nedenler­
le örtünmenin biçimden öteye gitmediği artık anlaşılmıştır.
Kadınların sadece başlarını örtmekle bu tür sakınmanın
sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Gerçek sakınma, gerçek te­
settür, insanların içinde olan, olması gereken temiz ahlak
ve duygulardır.

165
Atatürk'ün Laiklik ve Din Hakkında
Söylemleri

(Din ve Devlet İşlerinin Aynmı-Din-Vicdan Özgürlü­


ğü- Dinsel Bağnazlık)

Balıkesir'de Paşa Camünde Yaptığı Konuş­


madan (02.02 . 1 923)
"Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ÖL­
ÇÜT vardır. Bu ölçüt ile hangi şeyin dine uygun
olduğunu kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şekil
akla, mantığa uygun ve kamunun yararına ise. bi­
liniz ki o bizim dinimize uygundur. Eğer bizim di­
nimiz. akıl ve mantığın birleştiği bir din olmasay­
dı,. kusursuz olmazdı. Son din olmazdı." (1 923
Söylev ve Demeçleri C:/l, Sa:l27).
29. 1 O . 1 923 Tarihinde Bir Fransız Gazeteci
ile Yaptığı Söyleşiden
(Söylev ve Demeçleri C. ili Sa: 89)
"Türk milleti daha dindar olmalıdır. yani bü­
tün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum.
Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam. buna
da öyle inanıyorum. Akla karşıt değil, ilerlemeye
engel değil." (Söylev ve Demeçleri C: IJL Sa: l 25)

167
Laildılı \'f Şenal Çatı)'ması

Bir Alman Gazeteci İle Yaptığı Konuşmadan


(30. 1 ı . 1929)
"Kur'an'ın tercüme edilmesini emrettim. Bu
da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Mu­
hammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edil­
mesi için de emir verdim. Halkımız, yenilenmek­
te bulunan bir şey mevcut olduğunu bilsinler."

Kastamonu'da Yaptığı Konuşmadan


(30.08. 1925)
(Söylev ve Demeçleri C.11 Sa. 223)

"Efendiler! Yaptığımız ve yapmakta olduğu­


muz devrimlerin amacı. Türkiye Cumhuriyeti hal­
kını, tamamen çağdaş ve bütün anlam ve biçimi
ile uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimle­
rimizin esas umdesi budur. Bu gerçeği kabul et­
meyen düşünceyi yok etmek gerekir.

Efendiler ve Ey Ulus! Biliniz ki. Türkiye Cum­


huriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar
ülkesi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat uygar­
lık tarik.atıdır. Uygarlığın buyruk ve isteklerini
yapmak insan olmak için yeterlidir."

Laikliğin Tanımı

(Atatürkçülük C:Jl, Milli .Eğitim Bakan/Jğı Yayını


1 997), (Atatürk Devrimi-Suna Kili Sa: 2 66)
Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin aynlma­
sı demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan. iba­
det ve din özgürlüğünü özenle korumak demek-

168
Bahir Ma.zhcır ErürEten

tir. Ona göre düzeltiniz....

Adana. Türk Ocağındaki Söyleşiden


( 1 6.03. 1 923)
(Söylev ve Demeçleri Cif, Sa. 129, 1989 Basıml)
u-uangi şey ki, i:lkla. mantığa... kamu yasasına
uyg11ndur; biliniz ki ·o şey bizim dinimize de uy·
gundur. Bir şey akıl ve mantığa. ulusun yararına
uygunsa .kimseye sormayın. o şey dinidir. Eğer
bizim dininıiz, aklın, mantığın uygulandığı bir din
olmasaydı ayrıcalıklı olmazdı. son din olmazdı.

dinimb. çalışmayanın insanltkla ilgisi


Büyük
olmadığını bildiriyor. Ban .kimseler. çağdaş olma­
yı kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür (İnkar) onla­
nll bu. sanısıdır.

Her sarıklıyı hoca sanma.pn� boca oJmak, sa­

nkla değil dimagladır (akılladır).'�

Kendisine llalifeligi KcıbuJ Etmesi için Rica-.


ya Oelen Hint Delegelerine Söylevinden (a.g.e)

..İslamiyet'e yapılacak en büyük hizmet� dini


devletten ayırmak ve önce ba.ğımsız bir devlete
sahip olmaktır. işte biz onun kavgasını yapıyo­
ruz utJm naşip olacak, işgalcileri kovacağız. Ve
..

dini devletten ayırarak. O(nun bir vicdan ve iman


varllğı olarak kalma.s.nu sağlayacağız."

Medeni Kanun ve Laiklik Tanıma

Medeni Kanunun Gerekçesinden


Ka,punlan dine dayalı olan Devletler, kısa bir
zaman so:nra memleketin ve ulusun gereksinim�

169
Laiklik ve Şeriat Çatışması

Jerini karşıJayamazJar. Çunkü dinler değişmez hü·


küınJer açıklfll'lar. Yaşam yiirür. gereksinimler
hızla değişir.. Dine dayalı kanunlar.. deger içer­
mezler. Degişmemek dinler için bir zorunluluk·
tur. Bu nedenle dinlerin yal.ruzca bir vicdan işi
olarak kalması. Ç1;1ğtouz uygarlığının esasların­
dan ve eski uygarlıkla yeni uygarbğın ayırmaçla·
mtdan biridir.
Özünft dinden alan kanunlar uygulandıkları
toplumıan. indbildikleri çağlaJ'a bağlarlar ve iler­
lemeyi önleyen önemli etki ve nedenler arasında
Jmlunurlar. Bu amaçla hazırlanan Türk Medeni
·

KanUDQ, uygar uluslar arasında en kusursuz ve


halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmış­
tır: Türk yenilenme tarihi tanık tutularak denile�
bilir ki, Türk ulusu bu çağnı gereksinimlerine uy ..

g1in olarak meydana getirilen usa uygun yenİ.l.İk·


terden hiç. birisine karşı çıkmamıştır.
Çağdaş devletler. dini dünyadan ayırmakla.
insanllğı. tarihin en kanb girişimlerinden kurtar­
mış. dine gerçek ve devamh bir taht olan vicdanı.
ayınnışbr. ÖzelUkle çeşiUi etnik gntplan kapsa­
yan devletlerde te)s. bir yasa�ın bütün toplulnkta
uygulanma alam bulabilmesi için, bunun din ile
ilişkisinin bulunmamasL ulusal egemenlik için
zorunluluktur. Çünkü yasalar dine dayalı olursa.
vicdan özgürlüğünü kabul zorunlulugunda olan
devlette, muhtelif dinlere bağlı vatandaşlar için
ayn ayn yasalar yapmak gerekir. Bu bal .. Çağdaş
devlette esas olan: politik, sosyal, ulusal birtqje

170
Bahir Mazhar Erıtreten

tamamen karŞıt olur •••. Din. 'Devlet nuannda: vic­


danlatda kal.dıkça s�ygındır ve güvencededir.

B.zan'ın Türkçe OkunınasJ Hakkındaki Yasa·


ya Tepki Olarak Bursa'da Gerçekleştirilen Geıid
Eylemler Üzerine 6 Şubat 1933 Tarihli Bildiri:

"Bursa'ya geldim. Olaylar hakkında ilgililer­


den bilgi aldım. Olay aslında önemli değildir • .

Herhalde cahil mürteciler (gericiler) Cumhuriyet


AdJiyesinih pençesinden kurtulamaya�aklardır.
Olaya dikkatioıizi yöneltmemizin nedeni; dini, si­
yaset ve. herhangi bir kışkırtmaya kalkışanlara
asla izin vermeyeceğimizin. bir daha anlaşılması�
dır. Olayın niteliği esasen din değil, dildir. Kesin
olarak bilinmelidir ki. Türk Ulusunun, ulusal dili
ve uıusaı benliği bütün yaşamında yararlı ve te·
mel kalacaktır."

ftoşgörü ve Bağnazlık

(Yurttaşlı/<: Bilgileri- S. 83 ve devamı)


"Türkiye Cuınhuriyeti'nde herkes Tann•ya is-
tediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinsel dij..
-şüncelerlnden ötürü blr şey yapılmaz. Türk Cum­
huriyeti'nin resmi dini yok.tur. Türkiye'de hiç kim­
se düşüncelerim başkalarına zorla kabul ettirme·
ye kalkışamaz ve böyle bir şeye izin verilme�.
Gerçekten inanan dindar-lal'.. içten inanç sahiple.­
ri. özgürlüğün gereklerini öğrenmiş görünüym-·
lar. Bütün bunlarla bif}ikte, din özgürlüğüne. ge­
nellik.le vicdan özgürlüğüne karşı bağnazca tu·

171
Lo.ihlik ve Şerıat Çatışması

turu büsbütün ortadan kalkmış mıdır? 6unu anla�


yabilmek için bağnazhğı aşmanın ne olduğunu ir·
deleyelim: Çiinkii bu kavrantJn içerdiği anlam.
anlayış, herkesin kendisine göre anlamasma çok
elverişlidir. Din ,özgürlüğünü bir hak olarak gör.­
mek istemeyen acaba kaldı mı?

Vicdan özgürlüğüııiin. insan ruhunun, Tan·


n'mn nüfuzu altında, dinsel yaşamı yönetmek
için sahip olduğu haktan baş'a bir şey oJı:nadığl­
nı bellemiş o.Janlar, acaba bugün nasıl düşün·
mektedirler? Bu gibiler, kendisi gibi düşünme­
yenlere içlerinden olsun kızmıyorlar mı?

Bu söylediğimiz anlayışta olduğu sanılan


özgür düşünceli kişiler, acaba bir acıma duygu·
şaıyla üzülerek bakınıyorlar mı'?

Bu saydlkJanmız gibi, değişik inanışları olan


kimseleri birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa,
birbirlerini aşağı görüyorlarsa ve dahası yalnızca
birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoş.­
görü yokt.ur,. bunlar bağnazdırlar. Oysa hoşgörü
sahibi olan bir kişi ne kendi yurttaşının. ne de
herhangi bir insanın kendi vicdanına ait inanışla­
nna karşı kin duyar; tam tersine saygı duyar. Hiç
olmazsa başkalarının, kendiniukine uyın"'Yan ina­
ruşlann.ı bilmezlikten, duymazlıktan gelir.

Bağnazlıktan kurtulma. hoşgörü satıibi ol·


ına budQT. fakat doğruyu söylemek gerekirse di­
yebiliriz ki, özgürJiiğii özgürlük için sevenler,
bağnazlığı aşınanın ne demek olduğunu anlayan·
tar, bütün dünyada pek azdır. H�r yerde genel

172
Bahir Mazhar Enm:tcrı

olarak yaygın olan bağnazlıktır. Her yerde görü­


lebilen barış ortamının temeli, bağnazbk. iJe ö.z·
gür düşüncenin birbirine karşı kin ve nefreti üs­
tündedir. Tem.elin yıkdmamaşı, kin ve nefret ta.

hanındaki dengeyi sağlayan fazla güç sayesinde­


dir.
Bu söylediklerinizden çıkan sonuç şudur:
Aramızda artık özgürlük engelleyicilerinin kal­
madığını sanıp. yalmz bizim gibi düşünen ve du­
yanıarıa yaşadığunız yargısına varmak güçtür.
Öyleyse görülen bağ:na.Wğı aşma değil. vıyıftığın
güçsüz bıraktığı bağnazbktlr.
Kuşkusuz.. düşüncelerin inançların başka
başka olmasından yakınmamak gerekir. Çünkü
bütün düşünceler ve İnançlar bir noktada birte·
�irse. bu devinimsizlik belirtisi. Öıüın demektil'�
Böyle bir durunı elbette istenilen bir durum de­
..

ğild.ir� Bunun içindir kL gerçek ö.�ü.lilkçüler bağ­


nazlığı aşmanın genel bir karakter olmasını ister,
ler. İyi niyetle de olsa b�gnazhğın neden olduğu
yanlışlara karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyor·
lar. Çünlrii iyi niyetle hiç bir zamanı hiçbir şey dü·
zeltilememiştir.. İnsanların rubun raJıatıaması için
yakıldıklan dönemleri biliyoruz. Herhalde bun.­
yapaıt engi::dsyon papazlan, iyi niyetlerinden söz
ediyorlar "e iyi iş yaptıklarım sanıyorlardı.
Belki de bu düşüncelerinde gerçekten içten­
dile:r,ne vw:- ki bir beyinşbıliği.. ya da bir hıyaneti.
bir iş kalıbına uydurmak güç değildir ve sonu�ta
bu da bir ad değiştirme sorunudur diyebiliriz.

173
lrıikfflı ve Ştıiqc Çı;ltışması

İşte bu nedenledir ki. hoşgörüyü. gerçekten


bir aldırmazlık ölçüsüne vardırmamak gerekir.
6n çok önemlidir.

Gerçi özgi.ir olınak herkesin bak:ildır; bunun


için gerçek özgürlükçüler. özgü.rJukten yana ol·
mayanlara karşı geniş davranılmasını isterler. Fa­
kat buruarın. hiçbir zaman elleri. ayaklan bağlı
kurbanlık koyu,n durunıuna boyun eğeçelderi ke­
sinlikle sanılmamalıdır.
unutulmamalıdır kL kbtd insanlar geleceği.
geçmişin atasından görmekte direnirler. Bunlar..
ilgimizi kestiğimiz geleneklere karşı bağlılığm
kesinlikle yeniden sağlanmasım isterler. Bu tür
insanlar, kendisinin inandığı gibi inanmayan kim­
seleri... İstedikleri gibi ezemezle.rse. ker,dilerini
cenderede hissederJe.r.
Herhalde bağnazhğı aşmak. istenen bir du"'
rum olduğu gibi. yaygınlaşmasıı genel bir karak­
ter durumu.na gelmesi,. düşünsel eğitiminiı:ı yük­
sek olmasma bağlıdır.,,. (Prof Afet İnan 'ın Ata�
türk'Qn MedenT f3Jtgiler f\itabından)

Saltanat ve Hilafet Hakkında Görüşü


(Bi.iyuk Nuttı]( C:Jf 5(1,566·567-İ.st 1 952 Ba,su:nı)
Türk" uhtsunun ve onun tek. temsilcisi bulu-
nan yüce ınecltsin., vatan ve ulusun, bağımsı.zhğı­
nL yaşamını temin için çalı�ırken; ID1afet ve sal·,
tanatla, halife ve sultanla bu, kadar çok meşgul
olunması zararlıdır. Şimdilik bqnlardau hiç bab·

174
Bahir Mcı.zhar Erürden

setmemek. yüksek ymarlann gereğidir. Eğer


amaç.. bugünkü halife ve padişaha bağlılık ve ha•
ğımlılığı açıklamak is.e. bu zat haindir. Düşmanlar
nn vatan ve ulus k:arşısmdaki aracıdır. Buna pa­
dişah �e hatife deyince, Ulus, onun buyruklarına
uyarak dü�manın isteklerini yerine getirmek zo.

runda lcalır. Hain ya da makamının kudret ve yet­


kisini kullanmaktan men edilmiş olan kişL zaten
padişah ve halife olamaz. O halde onu düşürüp.
yerine derhal cliğerini a�nz. (Padişah ve halife.
hakkındaki görüşünü Millet Medisinde ilk kez
açıkllyor. (25.9. 1 92 1 ) (Büyük Nutuk CH� Sa:566-
567. ist ı 952)) demek. istiyorsanız. buna da bu..
giinün dumm ve koşullan uygun değildir. Çünkü
düşünülmesi gereken kişi, ulusun elinde değil,
düşmanların e)jndedit. Onun varllğuu yok saya­
rak diğer birinin buyruğu.na girmek düşünülüyor­
sa� bugünkü halife ve sultan. hUkukundan vaz­
geçmeyerek istanbul'daki hü�etiyle, bugün
olduğu gj.bi makauunı koruyup, faaliyetine de..
vam edebileceğine gö�e, ulus ve yüce Meclis, asıl
amacını unutup.. halifeler davası ile mi uğraşa­
cak? Ali ve Muaviye dönemini nıi yaşayacağız?
Özetle bu komi genişı nazik ve önenılidir.
Halli (padişahın düşürüJmesi} bugünün işlerin­
den değUdir.
Sorunu esasından çözüme girişecek oJur·
sak. bugiin içinden çıkanıayız. Bununda zamanı
gelecektir.. (O tarihte Anadolu'da Kurtuluş Sava·
.şı tüm hızı ile tjürmekte idi).

175
Lııılılik Vt' Şenal Çatı�ması

Bugün yapacağımız esas yasalar, yaşamımı­


zı ve bağımsızlığımızı kurtaracak olan Millet Mec­
lisini ve ulusal hÜkÜmeti güçlendirmeye yönelik
anlam ve yetkiyi içermelidir.

Efendiler;
Bu açıklamamdan bir hafta önce, ben de
meclise bir proje vermiştim. 1 3 Eylül 1921 tarih­
li olup, siyasi, sosyal, yönetsel ve askeri göıiişle­
ri kapsayan bu program (Halkçılık Programı)
Meclisin 1 8 Eylül 192 1 günkü bileşiminde okun­
du. İşte bu tarihten daha 4 ay geçtikten sonra ka·
rarlaştınlan Teşkililt-i Esasiye Kanunu (20 Ocak
1 92 1 ) bu programdan çıkmıştır. (Meclis, 23 Nisan
l 920 Tarihinde açıldığına göre, ilk Anayasanın kabulü 9 ay
kadar bir zaman geçtikten sonra çıkarılabilmiştir.)
Saltanatın Kaldırılması (O ı . ı ı. ı 922)
(Büyük Nutuk C. il Sa. 682 ve dev. İst.1952)
28 Ekim I 922'de Bağlaşık Devletler tarafın­
dan Lozan'da bağıtlanacak olan sulh göıiişmele­
ıine çağrıldık. Bağlaşık Devletleri, hfilil İstan­
bul'daki hükümeti tanımak istiyor ve onu da bi­
zimle birlikte konferansa davet ediyordu.
Bu birlikte davet olayı, kişi saltanatının kal­
dınlması işlemiıü kesin olarak sonuçlandırdı. Ger­
çekten de 1 Kasım 1922 tarihli kanunla (.307 ve
308 sayılı Meclis kararlan) halifelik ve saltanat
birbirinden ayrıldı. İki buçuk yıldan fazla bir za­
mandan beri eylemli olarak yürürlükte olan ulusal

176
Bahrr ·Mazhar Erı.ı.t
eteıı

saltanat yinelendi. Hilafet, açık ve bu.kuka malik


olmaksızın bir süre daha bırakıldı�

Vabdettin'iıı Kaçışı ( ı 7 Kasım 1922)


(Büyf1/( Nutuk CM. Sa. 692 ist 1952)
l 7 Kasım 1922 taıihli resmi bir telgrafm ilk. tümcesj
bu idi:

"Vahdettin Efendi bu gece sarayı terk etmiş-


tir.H
Kamuoyunu. gerçek durmn He karşı karşıya bırakma­
yı yeğlerim. Kötü bir kalıtım sonucu olarak. büyük bir ına­
'kartı, tantanalı bir unvan J�azanabilmiş bir alçagın, gururu
çok ylı.f{sek, asil bir ulusu nasıl uta:mfacal\ bir duruma dı)­
şü.rebifeceğl, o zaman daha doğal olara'k anlaşılır.

Gerçekten, her ne neden ve şek.i lde olursa olsun,


Vahdettin gibi ö..zgürlük. ve yaşamım ulusun için·
de teh)ikede görebilecek kadar adi bir yaratığm.
bir dakika dahi olsun, bu ulusun başında bulun­
duğunu düşünınek ne hazindir!
Şqkretmek gerekir Ki, bu alçak devr.a!dığı s.altanat

makamından, ulus tarafından abldtktan sonra, kötülükleri­

ni tamamlamış buJun uyor. Türk uı usu nım bu a ltını (onu ön­


ceden görevden alması) -e l bet te takdire layıktır.

Yetenek.siz, bayağı ve bilinçten yoksun bfr yaratık; ka·


bul eden herhangi bfr yabancının savunma boyunduruğuna
girebilir. f'al\at böyle bir yaratıgın, bütün fslamlaıın halifesi
sıfatını üsllenmiş bulunduğunu söylemek elbette mümkün
değildir. Bôyle bk görüşün d ogru olabilmesi önce.Jif�Je. bü­
tün İslam kitlel e rin i n e.sir oJmalqrı k:oşı.ılı.ına bağlıdır.

177
Laik/ıh ve Şeıiat Çatışması

Halbuki cihan'da gerçek böyle midir? Biz Türk.1er, bü­


tün tarihi yaşamımızda, özgürlük ve bağımsızlığa gönül ver­
miş bir ulusuz! Değersiz yaşamlarını iki buçuk gün fazıa,
adice sürükleyebilmek için, her türlü alçalmayı uygun gö­
ren halifeler oyununu da sahneden kaldırabileceğimizi gös­
terdik. Bu suretle devletlerin, ulusların karşılıklı ilişkilerin­
de şahısların , özellikle bağlı olduğu devlet ve ulusun zara­
rına da olsa, şahsi durum ve yaşamlarından başka bir şey
düşünemeyecek aşağılık.1ann önemi olamayacağı, bilinen

gerçeğini yineledik.

Ulusların ilişkilerinde, mankenlerden yararlanma sis­


temine rağbet dönemine son vermek, uygar dünyanın sa­
mimi isteğini oluşturmalıdır.

178
Atatürk'ün Türkiye Büyük Meclisinde
Osmanlı Saltanatının Kaldınlması
Kararının Görüşüldüğü Celsede
Verdiği Söylev

( 1 Ekim 1922) (Bugünün dili ile)

Arkadaşlar;
İstanbul'da, meşru olmayan bir yetkiyi ken­
di kişiliğinde gören Tevfik Paşa (Sadrı Azam-Baş­
bakan) önce özel ve gizli olarak Ordulanmınn
Baş Kumandanına sonra da O'nu ele verir bir bi·
çimde açık bir telgraf ile Büyük Meclisinize baş­
vurdu. Dikkat edilirse gelen telgraf ile İslam ka­
muoyu kanştınlmak (birbirine düşürülmek) iste­
niyor. Bu telgraftaki düşünce, bağımsızlığımızı
yok etmeye çalışan düşmanlarımıza karşı başlat­
tığımız kutsal savaşımızı fiilen ve hukuken başa­
rılara ulaştırmış olan Ulusal hükümetimizi zayıf
düşürmeye yöneliktir.
Anlam ve mantıktan yoksun bulunan bu
telgrafın içeriği Büyük Meclisimizin kuruluşu ile
oluşan bir biçimi. bir gerçeği. tekrar gündeme
getirmeyi gerekli kıldı.

179
Laiklik ve Şeriat Çatışması

Yönetim hİçhnimizin içeriğinde bulunan


gerçek; 1Urkiye halkının, geleceğine fiilen ve ey­
lemli olarak sahip çlkmasıı ulusal egemenJiğbıt
nlusal hükümranlığını üç yıldan heri kendi elinde
bulundurarak,. kutsal davasını savunmakta olma­
sıdır.
Bu gerçeğin olu,şumu, bir kötülüğün yok
edilişini doğurdu.. Bu kötülük.te meşm olmayan,
kabul edilemez olwı, bir ulusun egemenlik ve hü·
kümranlığınm bir şahı_s üzerinde temsil edilmesi­
ne izin vermemesiydi.
Bu nokta üzerinde, tüm olusun ve uı,usun is­
teğin'e uygun olarak milletvekillerinden oluşan
Yüce Kurulunuzun do.ğal olarak verdiği karan,
birçok kereler birçok arkadaşlarınızın çeşitli ve.-­
siJelerle açlklanmıŞ, olmal:an:na karşın. ben de bir
arkadaşınız olarak bu kürsüden aynı şeyi yinele·
yeceğim. Beni beş, on dakika daha dinlemek ö.z.
verisinde bulunmanızı rica ediyorum, (hay hay
sesleri)
Arkadaşlar,. gerçeğin ortaya çıkntasJ için
hep beraber, Türk Tarihi ve isJam Tarih! üzerinde
kısa ve öz bir görüşte bulunmaya izin verir misi·
niz7
Efendiler, bu ni sanlık. aleminde en az yüz
milyonu �şkın nüfustan oluşan bir .Büyük Türk
Ulusu ltardır. Ve bu Ulusun büyüklüğii oranında.,
tarih sahne,sinde bir derinliği vardır.
Ekndilel', bu derinliğiı diler,seniz, bir ölçek­
le ölçelim. Birinci ölçüt, tarih öncesi dönemlere

180
Bahi1· Mazhar Erüıttt:n

aittir. Bu ölçüte (değerıendinneye) g.ôre. Türk


uJusunuıı geçmiş büyük atalan olan Türk admdaw
ki insan. insanlann ikinci babası olan N:11h Pey·
gamberin oğlu oJan Yasefuı oğlu olan ki�idir. Ta·
rihsel olayJann.. belge sağlamakta çok etkin ol�
mayan ilk dönemlerini.. biz de aynı biçimde göre­
lim. Fakat en açık.. en somut ve en kesin tarihsel
kanıtlara dayanarak söyleyebiUıiz ki, Türkler on
beş yüzyıl öncesinde Asya'nın göbeğinde çok bü·
yiil( devJetler kurmuş ve insanlığın her tütlü ya�
rab.cı gücüne tanık olnıuş bir toplumdur. Elçjle.ri·
ni Çin'e gönderen ve Bizans'ın elçilerfui kabul
eden bu Türk Devleti. geçmişimiz olan Tiirk ulu#
swıu.n oluşturduğu bir devıetti.
Efendiler, yine bilinmektedir ki, dünya yü·
zünde· yüz milyonluk bir Arap toplumu vardır.. Ve
bunlann Asya'da bulunan· bölümii Arap Yanma•
dasında oturmakta.dırlar.
Peygaıııberlik ldııtliğini kazanan ve lnsanlı·
ğın �aygınJığını da kazanmış olan (Fahr�ı Alem
�ndimiz) Arap toplumu içinde Mekke'de dünya..
ya gelmiş bir kutsal varlıktı.
Ey Arkadaşlar; Tann birdir_. büyüktür. İlahi
(TruınsaJ) adaletin oluşumuna bakarak diyebiliriz:
ki, insanlar iki safhada, iki dönemde incelenebi,.
lir. İlk dönem, insanlığın ço.:;ukluk ve yetişme dö"
nemidir.
insanlık bu birinci döneminde. tıpkı bir ço·
.cuk gibi. tıpkı bir genç gibi yakında.11 ve somut
araçlarla kendisi ile ilgilenmeyi bekler. Allah,

181
Laıiılih ve Şeriat Çatışn·ıası

kullan gerekli olan gelişmişliğe erişinceye kadar


aracılarla dahi olsa Onlarla ilgilenme gereğini
Tannsa] görevi saymıştır. Onlara Hazreti Adem
Aleyhisselcim'dan itibaren bilinen ya da bilinme­
yen ve sayısız denecek kadar çok elçiler ve Pey­
gamberler göndermiştir, fak.at Peygamberimiz
aracılığı ile en son ve gerçek dini ve uygarlığı
verdikten sonra, bundan böyle, insanlıkla başka­
sı aracılığı ile ilişki kurmaya gerek görmemiştir.
İnsanlığın idrak (Algılama) derecesi, aydınlanma
ve gelişimL her kulun doğrudan doğruya, Tann­
sa] (ilahi) algılama yoluyla ilişki yeteneğine eriş­
tiğini kabul etmiştir. Ve bu nedenledir ki, yüce
Peygamber Peygamberlerin sonuncusu olmuştur.
Ve kitabı (Kur'an) kusursuz kitaptır.
Son Peygamber olan Hz. M.uhaınmed M.usta­
fa (S.a.v.) 1394 yıl önce Rumi nisan ayı içinde Re­
biyülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi saba­
ha doğru, tan yeri ağanrken doğdu. Bu gün o
gündür.
Gerçekten Arabi tarihlerde bu akşam, do­
ğum gününün tam yıldönümüne rastlıyor. İnşal­
lah bu hayırlı rastlantıdır.
Hz. Muhammed, çocukluk ve gençlik dÖ·
nemlerini geçirdi, fakat henüz Peygamber olma­
dı. Yüzü nurlu (aydınlık), sözü ruhani (Tanrısal),
görüş ve anlayışta eşsiz, sözünde duran, yumu­
şak. yaradılışlı, iyilik severlikle başkalarından üs­
tün olan Muhammed Mustafa, öncelikle bu özel
nitelikleri ile kabilesi (toplumu) içinde (Muham-

1S2
Bahi ı Mazhar Et ıtreien

med-i Emin} kendisine güvenilebilen emanet edi­


lebilir kişi oldu. Muhammed Mustafa Peygamber
olnıadan önce. kavminin. se\'gisini. saygısını ·ve
inanıhThğmı kazandı. Ondan sonTa ancak lork ya�
şında Peygamberlik ve kırk üç yaşlllda nübüvvet
sıfatlannı kazandı.

Evrenlerin saygım olan Efendimiz sonsuz


tehlikeler içinde anlatılamaz zorluklar v e üzüntü­
lerle yirmi yıl çahştl. Ve İslam dinini lmrma göre�
vi olan Peyg�berliğini yapmakta başarıh olduk.·
tan sonraJ Tann'nm en yüce katına ulaştı. Kendi.­
sinin haşan ile eğittiği kimseleı:. özellikle yakını
olan seçk.in kişiler,,. birçok gözyaşı döktüJeı; fakat
insan olmanın gereği olan bu ü�ntülü. durumun
yararsız oldugunu kavrayan kişiler.. Peygamberin
arkasından ağlamak değil. toplumsal sorunıamıı
çözmek için bir an önce işleri kotarmaya ehil kj ...

şiler önlem almak üzere toplandılar. Peygambere.


halife �ıacak bir lider seçimi sö.z konusu idi. Hz.
Peygamber, Ebubedr'den
l kişisel olarak çok hoş­
lanırdı. Son günlerini yaşarken Ebubekir'in ken­
disine halef ohnasınm uygun ola�ğJ:na ç�şitli bi·
çimde işaret dahi etmişti.
Bu amaçla topJamp resmen bir seçim yapw
mak gerekiyoııdu. Ancak hu seçim işi o kadar ba�
sit olmadı. Tam aksine. olay. çok görüşmelere.
tartışmalara ve çok esasll anlaşwazlıkJara dönnş­
tü,.
se.çim sırasında üç ayn görüş ortaya çıktı.
Bu görüşlerden biri�i, hfütfet nı.akamma çılotıak,

183
ümmetin .sorunlarını .çözmek için gereMJ o1an
kudret ve yeteneğin kural sayılması ilkesi idi. Bu�
na göre hilafet makanuıu en güçlü. en etkili ve en
olgun gruptan biri alacaktı. Bu görüş sahabeıılıı
(Peygamberin yakınlanm oluşturan gurubun) idi.
İldnci görüş; o güne kadar İslamhğa ltizmet ede.n
kavmin hilafete. sahiµ olmasıydı. Bu görüş Bn ...

sar'·.ın (Y�cı komyucubtnn) görüşü idi.· Uçün­


cü görüş jse en güçlü kişinin seçilmesiydi. Bu da
Haşimilerin göriişü idi .Bu üç görüşten çoğunluk

sistemi ile birini yeğlemek olanağı bulunamadı.


En sonunda,. dağılma ve boşlugun yaratacağı
tehlikenin. derhal önüne geçme gereğini göte11
Hz. Ömer'in etkisi ile, Hz. Ebubekir'in seçilmesi
onandı.

Görülüyor ki. ilk halifenin seçiminde genel


kaınnın oluşumundan daha .çok_, kişisel baskı ÜS·
tün çıkmıştır.

Ef�ndiler: bu muhalefet ve tartışınaJa:.nn ge�


reksiz olduğunu sanmayalım. Gerçekten haJifelik
makamı� İslam toplumunca, en büyük dirlik ve
düT..enlik gereğiydi. Çünkü Efendiler, Peygambe­
rin halifesi. İslamlar arasında bağ oluştman biı·
hükümranlıktm Ve İslam. JtaJkımn, Tann'tnn birli­
ği yolunda. toplanmalarını sağlayan bir yöhetim-
dir.

l:lükümranJık, işte Yüce Tann'nın bir gizli


bilgelik nedenidir ki. lrnr.uiuşu her zaman zengin�
lilde ve güçle birlikte oluşur. Bundaıı asıl amaç
ise, kötüliiklerden annmak ve inancı korumak,

184
Bahır Mazhar Enıreıen

ülke ve toplum düzenini her yönü ile kurup sür­


dürebilmektir. Bu da ancak zenginliğe ve güce
dayanır. Örf ve adetler bu şekilde sağlanabilmiş·
tir. Buna göre, yukarıda açıkladığım üç ayn gö­
rüşten, birincinin ki, gücü ve etkinliği olan kav­
min (Topluluğun) Halifeliğe ardıl (varis) olması
idi. Bunun, diğer görüşlere üstün ve kabul edile­
bilir olması doğaldı. Ve Hz. Ebubekirin Hilafet
makamını işgal etmesi (atanması) uygun oldu.
İşte bu suretle Peygamberden sonra Hilafet unva­
nı ile bir İslftııı hükümranlığı oluştu.
Fakat Efendiler, Peygamberin ölümü ile der­
hal her tarafta irtidat (dinden yüz çevirme) baş­
ladı. Geriye dönüş başladı, isyan (başkaldırma)
başladı. Hz. Ebubekir bunlara karşı koyup yok et­
ti, duruma hakim oldu. Bir taraftan da, İslftııı ege­
menliğindeki yerleri genişletmeye başladı. Ebu­
bekir son dönemine yaklaşmaya başlayınca.. ken­
di seçimindeki zorlukları anımsadı. Ve bir vasi­
yetname ile Hz. Ömer'i kendisi seçti. Hz. Ömer'in
Halifeliği zamanında İslam ülkeleri de, olağanüs­
tü büyüdü, genişledi. Zenginlik çoğaldı. Oysa bir
ulusun içinde zenginlik ve bolluk oluşumu, halk
arasında dünyasal isteklerin çoğalması, bu ise,
kargaşa ve kötülüklerin kaçınılmaz sonucudur.
İşte bu nokta, Hz. Ömer'in zihnini kurcalı­
yordu. Bir de, Hz. Ömer düşünüyordu ki. Resulü
Ekrem (Hz. Muhammed) sahabelerine (kendi ya­
kınlarına) şöyle demişti; Nümmetim düşmanları­
na galip (üstün) gelecelL Mekke, Yemen. Kudüs

185
Laıhlık ve Şerial Çalışması

ve Şaın'ı işgal ederek. padişah ve hükümdar var­


lıkJannı bölüşecek ve fakat ondan sonra araların­
da fitne ve kargaşa ve nefislerine (kişisel istek1e­
rine) düşkünlükler ortaya çıkacak, aşağılıkJar ül­
kesine dönüşecekJerdi.

Hz. Ömer bir gün Huzeyfet-ül Yemani hazret­


lerine "denizler gibi ortaya çıkacak fitneyi (Kötü­
lükJeri)" sorduğu zaman. "Senin için ondan kor­
ku yok Senin zamanın ile onun arasında kapalı
bir kapı vardır." şek1inde yanıt aldı.

Hz. Ömer sordu; "bu kapı kırılacak mı?"

Huzeyfe. kınlacak dedi.

Hz. Ömer. öyleyse artık kapanmaz dedi ve


üzüntüsünü açıkJadı.

Gerçekten kapının kırılması kaçınılmazdı.


Çünkü İslam ülkesi çok büyümüş. işler çoğalmış·
tı. Bu biçimdeki bir yönetim ile adaletli iş görii.1 -
mesi zorlaşmıştı.

Hz. Ömer bunu anlıyor. sıkılıyor ve Tann'ya


yalvararak diyordu ki; 'Ya Rab ruhumu kabzet
(canımı al}

Hz. Ömer bir gün ağlarken nedenini sordu­


lar. Nasıl ağlamayalım ki. Fırat kenarında bir oğ­
lak kaybolsa. korkaıım ki Ömer'den sorulur." di­
ye yanıtladı.

Evet, Hz. Ömer artık halife unvanı altındaki


yönetim biçiminin bir Devlet yönetimi için yeter­
siz olduğunu, bir ldşinin kendi faziletinde (erde­
minde), kendi gücünde ve hatta kendi saygınlı-

1 86
Bahir Mazht:Jr Errlı-clen

ğında olsa dahi, bir Devletin yönetiminde yeter­


siz kaldığını tüm anlamı ve nedenleri ile algıla­
mıştı. Hatta bu endişe (kuşku) ile idi ki, Ömer,
kendisinden sonra artık bir Halife düşünemez ol­
du. Kendisine oğlunu halife olarak salık verdikle­
ri zaman; "Bir evden bir kurban yetişir" dedi.
Abdurrahman Bin Ayf'ı çağırarak; "Ben seni
kendi yerime atamak istiyorum "dedi. O da "Ba­
••

na kabul et diye oy ve öğüt verir misin?" dediğin­


de, Ömer "veremem" dedi.
En sonunda Ömer. en geçerli noktaya do­
kundu; hükümdarlık, devlet ve ulus işlerini Meş­
verete (Danışmanlar kuruluna) devretti.
Ömer' den sonra Danışmanlar Kurulu ve tüm
halk Camiyi tamamen doldurdu ve orada bazı
özel durumlarla. ümmetin yönetimini. seçtikleri
bir halifeye devrettiler. Hz. Osman halife oldu ••.

Fakat kırılması artık kaçınılmaz olan kapı. artık


kırılmaya, İslam ülkelerinin her tarafında bin tür­
lü söylenti ve hoşnutsuzluk yayılmaya başladı.
Zavallı Osman yetkisiz ve etkisiz bir duruma düş­
tü. O kadar ki, Şam Valisi Muaviye. onun yaşamı­
nı korumak için, kendi yanına. koruması altına
çağırdı. Bunu kabul etmeyen Hz. Osman'a kendi­
sini korumak için İlden asker göndermeyi önerdi.
"Bunların hiçbirine gerek kalmadı. Her tarafta
baş kaldıran çeşitli yöre halk.lan, Medine'de evi­
nin içinde Hz. Osmaıı'ı kuşatmaya aldı. Ve eşinin
yanında şehit ettiler.
Birçok kargaşa ve kanlı olaylardan sonra Hz.

187
Laihlih ve Şenat Çatışması

Ali Hilafet makamına getirildi. Yineleyelim ki. ka·


pı artık kınlmıştı ••. Aynı ırktan olmakla birlikte,
Irak başka bir yer. Yemen başka bir yer, Suriye
başka bir yer. hatta Hicaz bile bambaşka bir yer·
di. Hicaz'da bir halife, Suriye'de güce dayalı bir
Vali ile Sıffin'de karşı karşıya gelmeye mecbur ol·
du.

Muaviye, Hz. Ali'nin halifeliğini tanımıyor,


tam aksine onu Hz. Osman'ı yok etmekle suçlu­
yordu.

Görevi, İslam dünyasında Kur'an Hükümleri­


ni (buyruklarını) uygulamak olan Halife, mızrak·
larına Kur'an sahifelerini geçirmiş, Emeviye ordu­
sunun karşısında savaşmak, tarafların hakemleri­
nin vereceği karara uymaya söz vermek zorunda
kaldı. Muaviye'nin temsilcisi Amr lbn-ül As ile Hz.
Ali'nin temsilcisi (hakemi) Ebö-musel Eş'ari ha·
kem kararını oluşturmak için bir araya geldikle·
rinde. Uz.Ali de hazır bulunuyordu. "Emir-ül Mü­
minin Ali ile M.uviye arasında Tahkim namedir" di­
ye başlık konulan bu tümceye Muaviye'nin tem­
silcisi itiraz etti ve "Emir-ül Müminin (Tüm Müslü­
manların emiri) sözlerini kaldır, sen yalnızca ken·
di buyruğunda olanların emirisin, Şam halkının
Emiri değilsin" dedi.

Hz. Ali isminin başındaki sıfatının kaldırıl­


masını kabul etti. Bundan sonra iki tarafın tem­
silcileri (hakemleri) nin bundan sonra birbirleri­
ne karşı kullandıkları ;idi hile herkesçe bilinmek­
tedir. Bu konuda da başarılı olan Amr İbn-üt As,

188
Bahir A1azhar früre�en

Muaviye!ye Halife olduğunu bildirdi. Diğer yan­


dan Uz. Ali de hakemlerin kararlanna uyacağJna.
söz verdiği halde. biraz duraksamadan sonra. Ha·
lifeliğini sürdürmeye devam etti.
Oöıiilüypr ld Peygamberin ölfunünden 25 yıl
kadar bir süre geçtikten sonra. İslam toplumu
içinde İ�lam ileri gelenlerinden ikisi karşt k,:arşıya
gelip� Halife olmak iddiası ile arkalanndan sürük­
ledikleri, aynı din v·e aym ı.:ktaki insan.lan kanlar
içinde bırakmakta sakınca görnıedUer..
En sonunda. bilesinde (kötülüklerinde) ba­
şanlı olan saf ve nezih (teıniz �e pak} olanı yen..
di. Çocuklarını ve ailesini perişan etti.
Ve bu şekilde., Hilafet unvanı altındaki ·İslam
hükümranlığını, yine Hilaf�t unvanı altında. İslam
saltanatına (l'liikümdarlığına-Devletine) dönüş�
türdü. Emeviye saltanatı,, (devleti) büyük işgaller
yapmakla brrllk:ter .baştan sona kadar çok acı ve
gaddarca eylemleri ile ancak 90 yıl yaşayabilmiş
ve· llicretin {Peygamberin Mekke'den Medine'ye
göçünün başlangıç alan tarih) 1 32 yılında Arap
ulusu. Emeviye Saltan.atım işbaşından atmış.. ye�
rine başka isimde bir devlet kurmuştur. Bu dev­
lete Abl>asi. devletin başında bıdunan insaı1l�a
da Halife denilmişti.ı:.
Yöneti.m merkezi Jrak'ta blilunan Abbasi Hi�
lafetbıin varhğına karşın, Endülüs'te (İspan·
ya'da) dahi Halif'e·i Re$u.lu1lah ve Emi'r'ill Müminin
(Peygamberin halifesi ve İslam'Jann bükiimdarı)
u:nvanlan ile yüzyıllarça saltanat sürmüş büküm-

189
Laikti!< ve Şenaı. Çatışması

darlar vardı.
Sö7Jerime başlarken bundan ı 400 yıl önce,
yani Peygamberin Hicretinden iki buçuk yÜ� yıJ
önce. Orta Asya'da görkemli Türk Devletleri var­
dı. İslam öncesinde var olan bu Devletlerin, şatıj.
bi Tiirkler_, bundan bin yll önce İslamiyet'i kabul
ettiler.
Önce doğ-..ı.ya doğru ülkelertni genişleterek
Çin .sınırına kadar girdiler� Abbasi Halifeleri dö­
neminde· bu civanmert, saygınlık ve ım.ı.ramanbk
ile ·ünlü olan Türkler. orduları İle Suriye'ye, .lrak'a
kada:r geldiler. '
Abbasi Hilafetinin yönetimi �tında bulunan
bu yerlerde yetki sahibi oldUlar. en yüksek yöne­
tim ve kumanda makamlarında söz sahibi .oJdu.­
Jar.
Dördüncü hicri yüzyıld� SelçUk Devıeti na·
mı altında büyük bir Türk Devleti kuruldu. Bu
O.evletin. ismi altında etkinlik gösteren Türkler..
bir yandan Katkasya'ya, diğer yandan güneye
İran, Irak. ve Suriye'ye. bahda Anadalu'ya girdi.
Bağdat'ta oturan Abbasi Halifeleri bu büyük Türk
Devletinin nüfuz (etki) alanına girmişti. Beşinci
yüzyd ortalarında l'laveraünnehir ve Harzem ile
Şam ve Mısırı ve Anadolu yarımadasımn çoğunu
ve daha birçok ülkeyi işgal ederek.,. smırlannı
Kaş.gardan ve Seyhun metJrasından Akdeniz ve
Babri Ahnıcr ve Bahri Umman'a (Kızıldeniz ve
İran'm güneyindE: kalan deniz) k.adar genişletti.
Ve Bağdatrta bulunan Abbasi Halifeliğini yönetim

190
Sa!nr Mazhar Erü.reten

ve egemenliği aıtma aJdı.

Bağdat•ta aynı merkezde. Melikşah namın·


da, Türk egemenliğini temsil eden bir kişi ile .Ha·
life namını t�rj'an Muktedir Billah yan yana otırr­
dular ve akraba oldular. Bu durumu biraz açdda�
m.ak isterim;
TÜ.l'k Hakanı ki. çok büyük bir Türk devleti­
nin egemenlik ve saltanatını (Hükümranlığını)
temsil ediyor.. ilişkilerinde bir Hilafet makamının
ınevcut bulımmasında da bir sakınca görmüyor..
Eğer böyle bir .zararlı durum görseydi, zaten yö�
netimi albna aldığı nı�ı ortadan kaldmr ve o
makama ait sıfat ve yetkiyi kendi makamı ile bir·
l.eştirirdi.

Hazreti Selim'in ( 1 5 1 2 yılında tahta geçeh Os­


manlı Padişahı) yaklaşık be� yüz. yıl sonra yaptığını,
eğer isteseydi, Melikşah daha o .zaımuı Bağda�ta
yapttıış olurdu. Bu ş.ahsın bel.ki yalnız diişündüğu
bir şey var idiyse.. o da Türk Selçu.k Devletine da�
ha bağımlı ve hilafet makamına daha yakın diğer
bir kişinin. Muktedir 6illah'a halef olmas1m sağla·
dı.

Gerçekten. Muktedir 6illab'ın veliahtı (Ardı­


lı} olan oglu azledilipi onun yerine kendi torunu­
nu getirmesi için halifeyi zorladı. M.elİ.kşah ölme...
seyiti bu böyle olacd,ktı.

Şimdi Efendiler; Halifelik makamı saklı tutu­


ıarakJ onun yanında egem.enlik ve ulusal Saltan,at
makamı ki,. Türkiye Büyük Millet Meclisidir. el bet­
te yan yana durur ve elbette Melikşah'ın makamı

191
L.aıklih ve Seriat Çat1ŞTrıası

karşasmda QÜfSÜZ ve aciz bir makanı sahibi Ol·


maktatt daha yüce bir biçimde bulunur.

Çünkü bugünkü Türkiye Devletini temsil


edetı Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Çünkü bil­
tün Türk balln, bütün güçleri ile o hilafet maka·
nnn dayanağı olmayı doğrudan dogruya yaJnı:z
vicdani ve dini bir görev olarak. yükleniyor ve füit,
!eniyor.

Tarihi görüş sureci iizerinde birkaç adılnı


daha birUkte atahm.

Bu adımlarımız bizi, bugünkÜ yönetim biçi­


mimizin ne kadar doğal, ne kadar zorunlu ve TürN
.kiye için ve bütün İslam dünyası için ne kadar ya·
rarlı ve uygun olduğu sonucuna götür:ecektir.

"E-feudiler. Orta Asya' da bir öncekinin devamı


Qlarak Devlet üstüne Devlet kurmuş olan Türkler,
daha batıda İran Selçnldulan ve Anadolu'da da
Rum Selçukluları adı altında çok görkemli ve çok
uygar De"\'letter kurmuşlardır. Kımya,da Hükümet
merkezini oluşturmuş bulunan Kum (Anadolu)
Selçuklulan bilindiği gibi 1 308 yılına kadar ya·
şaınlannı sürdiirüyorlar. Hu 'fürk İslam Devletleri
hiiküm sürerken. Cengiz han adındaki oihilllgir.
Karalruruın'dan kalkarak. 1 227 yılmda, smırlannı
Çin denizine. Baltık denizine, Karadeniz'e kadar
genişletiyor. CengiZ"'in tomnu HUlagii idi ki, 656
tt.içri (Miladi 1 258) Bağdat'ı işgal ederek Abbasi
11alifesi Muttflsım'ı idam ediyor ve bu suretle
diinya üzerinde fiilen Hilafete son veriyor.

Peyganıberin ölümünden sonra birinci Hali�

192
Ba:hir l\11az}uıt Ercırt:Ltıı

fe Ebubekir, ne dünya yaşamını istemiş ne de


dünya ona yönelmişti. İkinci Halife Hz. Ömeı:. top­
lumsal ya,,amdaki çalkantıl� durdurulmasının
olanaksız bulunduğu kanısını yaşamında, yakan­
dan algılayarak. üzüntii. içinde öldü. Uz. Osman'a
gelince, beklenen saldırılar içinde kanım Kitabıtl­
laha (Allah yoluna) akıtarak dünyayı terk etti.

Hz4 AJL Halifeliği ü�erine alamayarak ve Eh·


li Beyt'in (Peygamber yakmlannın) baklan.nı muhafa­
za edemeyerek (koruyamayarak) bahtsızlığı içinde
yok oldu. Emeviler doksan yıldan fazla Hilafeti
koruyamadılar. �n sonunda. halifeliğin gücünü
Bağdat surları içinde sürdürmeye mecbur kalan
Abbasi Halifelerininsonuncusu Mu'ta.sım, ailesjr
çocukları. sekiz yüz bin kişilik Bağdat balkı ile
birlikte Hiilagü'ya k;urban oldular.

Abbasi Halifelerinin bu zayıflığını görmekle.


Peygamberin Halifesi ve İslamlann yöneticisi un�

vanını alınış olan ve halifeliğin gücünü Blhamra


sarayının kapısından çık.aramamaya mahkfuıı ka.,
lan Eınl·üJüs'teld halifenin de Hicri beşinci yüzyıl
başlarındaki sonu bilinm�ktedir.

Bağdat'ta, Hülagu'nun ortaya çıkarttığ•


önemli olaylar sonucunda. (Bagı;tat'ta yapılan soy,l\.1-
nm ve halifenin öldürülmesi orayı) yani hicri 659. mila�
di 1261 'de Abbasi Halifesi kuşağından Elmüstan·
sut Billah ismindeki kişi. HUiagu'dan ımıtulup Mı·
sır hükümetine sığındı. Ve bu kişi Mısır kralı tara­
fından Halife tanındı. Bundan sonra l 7 kişi.. Hali·
fe unvanı ile fakat. biç.bir yetki ve gücü olmadan,

193
1.,ai'hlik ve Şeriat Çan.şması

dogrudan doğruya Mısır DÜkÜmetinin güdümün­


de,. birbirlerini izleyerek yaşam sürdürmüşlerdir.
Selçuklu Devletinin yönetiminde, dağılma
yön.ünde genel .kanuun belirmesi üzerine, Türk·
let. Hicri 693 (Miladi 1 300) tarihinde Selçuklu Dev­
leti yerine O.smanJı Devletini kurdular. Bu Devle·
tin ulularından (Padişah) Yavm; Sultan Selim Hit:ri
924 (Miladi 1 5 1 7 ) yılında Mısır'ı işgal ettiği za.

man. orada idam ettiroiği Mısır hükümdarların­


dan başka, unvaw halife olan bir kişi buldu. Ha­
life kimliğinin böyle güçsüz bir kişi tarafından
kllllanılmasunn isıam dünyası için küçültücii ol·
duğuna kuşku. duymadığından o kimliği Türk
ı:>evletiniu gücüne dayanarak yeniden kurup _ge­
liştirmek üzere aldı •

.Efendiler.. Osmanlı Devleti ki 1300 de (mila�


di tarih) kurulmuştu. halifeliği aldığı ı 5 ı 7 tan.­
hinden ancak elli yıl sonrasına kadar dünya tari­
hinde yükselme dönemi denil�n ve başarısı yak·
taşık olarak 300 yıJ �üren bir dönemi yaşadı. on�
dan sonra • . ..

Ondart sonra Ef�ndileJ, gerileme döneminin


her evresi Türk Devletinin sınırlarım biraz daha
daraltıyor Tiirk �illetinin maddi (somut) ve ma�
nevi (Soyut) güçlerini biraz dahil kısıyor. Devle#
tin bağnnsJzlığıw darbeliyor. Arazi, zenginlik, nü­
fus ve ulusal onur büyü'k bir hula yok olmaya� yı­
kılmaya başlıyor.
Sonunda Ali Osman'ın (Osmanlı a1lesinin} otuz
altıncı ve sonuncu Padişahı Vahdettin'in saltana-

194
&ılıir Ma<har Erirreu11

tı döneminde Türk Ulusu. en derin tutsaklık çö·


küntüsü ile baş başa bırakılıyor.

Rinlerce yıldan beri brığnnsızlik kavramının


asalet örneğini oluşturan Türk ulusu bir tekme
ile bu yıkıntoun içine yuvarlanmak isteniyor.

fakat bu tekm�yi vurdurmak için bir hain>


bilinçsiz ve idraksiz (algılama. gücünden yoksun)
bir hain gerekiyordu. Nasıl ki, yasal olarak (mab·
keme karan ile) idaüıJ gerekenlerin bile, ipini
.çekmek için vicdan ve yüreği olmayan insanlık­
tan yoksun bir kinıse aranır iseı idam hükmünü
verenlerin� (yabancı düşman güçlerin ) böy•e adi
bir aracıya gereksinimleri vardır. O kim olabilir­
di? Türkiye Devletinin bağımsızlığına son veren,
Türk hrokırun yaşamını, namıJsunu, onurunu yok
eden, Tiirkiye için idam kaTannı ayağa kalkarak
bütün göriintüsü ile kabul edebilen kişi kim ola­
bilirdi?· (Vahdettin, Vahdettin sesleri. gürültüler)

Ne yazık ki bu Ulusun hükümdar diye.. Sul­


tan diye padişah diye, Halife diye başında buJun·
dlU'dugu (Vahdeltin. Allah ı�ahretsin sesleti) Vahdettin,
bu aşağılık davranışı ile yalnız kendisinin layık
oJduğu bir eyJend kabul etmekten öte.., başka biç
bir şey yapmış oJınadı.

ValıdettJn bu davramşı ile kendisini öldürA


dü. Ve temsil ettiği yönetim biçiminin yıkılması·
m zorunlu kıldı.

Fakat Bfendilet Ulus, hiçbir zaınan bu hain-­


ce eylemin kurbanı olmaya razı olamazdı. Çünkü
ulus geleneği gere.ği, başında buhuıanlann nite-

195
Laih1il< ve Şeliat ,Çatrşmast

liğinin gereğini kolayca algılayabilecek olgunluk


ve güçte idi.

Ulus. tarihin açıkça gösterdiği. yüzydlardan


beri içinde bulunduğu felaketlerin n.edenlerin1 bir
anda özetleyebilecek duyarlık ve uyanıklıbkta
idi.

Ulus: kişilerin saltanat, hükmetme istenci.


saldın istencinden başlayarak, yarannı sağlama.
rahatına düşkünlük. sefil yaşam. rezalet ve sa·
vurganbk gibi, kendi değersiz çıkartan için araç
olarak kullanılmak yüzünden. kendi benliğini
unutacak ölçüd� lmrşılaştığı aymazlıkların so�
nuçlannı anında özetJeyebileçek erişkin1ik ve y�
tişkinlikte idi. Artık ulusun en kabuJ edilebilir ve
en meşru (haklı) ve en insancll yetkisini kullan·
mak zamamnm geldiğinde, duraksamaşı (tereddü­
dü) kalmamıştı.

Dünya tarihinde bir Cengiz... bir Selçuk bir


Osmanlı Devletj kuran ve bunların hepsini olay#
larla deneyen TÜrk Ulusu, bu kez doğrudan doğ..
ruya kendi nam ve niteliğinde bir Devlet kurarak"
bütün felaketıe:re ,karşınr guı;ur duydu,ğu güç ve
yetenek ile hak ettiği yerini aldı. {Şiddetli alkışlar)

Ulus geleceğini doğrudan doğruya ele aJdl


ve ulusal güç- ve egemenliğin bir kişide değil, bil·
tun halkı tarafından seçilmiş nıilletvekilJerinden
oluşan bjr büyük Mec)jste tenısil etti. İşte o mec·
lis yüksek meclisinizdir� Ve bu egemenlik kuruJu.
nun Hükümetine Türkiye Büyük MiJJet Meclisi HÜ•
kümeli derler. Bundan başka bir saltanat {ege�

196
Bahir Mcız}ııır Ernreten

menlik mals.amı) yoktur ve olanıaz.


Kendisine Halife kimliğini yakıştıran bu şa.·
hıs makamı ortadan kalkınca hilafet makamı ne
olacaktır? suali akla gelebilir.

Bfendiler, Abbasiye halifeleri döneminde


Bağdat'ta ve ondan sonra Mısırda, Halifelik ma­
kam•nın yüzylllarca süre, saltanat (hükünıdaı:ltk}
makamı iJe yan yana, fakat ayn ayn bulunduğu­
nu gördil.k. Bugün dahi hiikümranbk ve egemen·
Jik makamı ile Hilafet makamının yan yana bulu­
nabilmesi en doğal durumdur. Şu farkla ki, Bağ­
dat'ta ve Mısır'ın saltanat makamında. bir şahıs
oturuyordu.. Türldye'de o makamda asil olan uıu�
sun kendisi oturuyor.. Halifelik makamında dahi,
Bağdat ve Mısır'da - oldıığu gibi güçsüz. ya da sı·
ğantı bir kişi değil, dayanağı Türkiye Devlet] Qlan
bir şaygın kişi oturacaktır.

Bu suretle bir yandan Tül'k Halkı, çağdaş bir


uygar Devlet halinde her gün daha kökleşecek.
her gün daha mutlu ve gönençli olacak, �er gün
daha çok insanlığına ve kişiliğini anlayacak, kişi-­
lerin hıyanet tehl�e_si ile karşı karşıya kalmaya­
cak diğer yandan, Halifelik makamında tüm İs·
lam dünyasımn ruh ve vicdanının ve inancının
birleşme noktası, İsJaıniyet kulübünün yüceli.k ve
gönenç nedeni olabilecek bir değerle ortaya çı·
kacaktır.

Efendiler,. Türkiye Devletinin Türkiye 6ii�


Millet M.ec.lisi ve onun HÜkUmet anlamlannm Ulus
ve ülke için ne kadar güç ve olgunluk (feyz) be:.

197
Lathlih ve Şeriat Çalışması

l"t';ket, kurtuluş ve· mutluluk vaat. ettiğini (üstlt>:n­


diğini) a�ıklanıaya gerek görmem. Üç yıllık fiili
deneyimler ve bunun mutlu sonuçlan, yeterli fi·
kir ve kanaat verebilir kanısındayım.
Bundan sonra Halifelik makamımn dahi, Tür­
k.iye Devleti için ne kadar verimli oıacağım da ge�
lecek bütün açıldığı ile gösterea:ıktir. Türk ve İs·
lam Türkiye Devleti,. iki mutluluğun oluşum ve
bideşimin de kaynak ve çıkış yolu .olarak dünya­
nın en mutlu bir Devleti olacaktır. (Büyük Nutuk
C.rıI ist 1 959 B.elge No: 264)

Atat.i
i r{';'ün bu önernli söylevi O'nun erişilmez deha­
sının ve derin bilgi birikiminin açık bir kanıtıdır. Bu önemi
nedeniyle, bug4ne kadar üzerinde fazfa durubnannş olan
bu nutku yukanda tam metin halinde ve bugü:nün dili ile
vermeyi uygun gördum ...

J3u söylev önceiikJe Mustafa Kemal Atatürk'ün .biriki­


minin ne kadar zen.gio olduğunu ortaya koyuyor. İslam di­
ni üzerinde olsun. Türklüğün en eski tarihi üzerinde olsun
ve özellikle de Halifeliğin taıihi gelişimi üzerinde ne l'ladar
geniş bilgi sahibi oldugu. o gün meclis kürsüsünden, olay­
ları en ince eynntısırıa k(ıdar anımsayıp ne lc;adar tuta,rlı .bir
mantık dizisi içinde anlattıgm1 görüyonız. Bu arada. Ulusal
e:gemenligin, ham yönetiminin, tel' adam (Padişahlık) sulta­
sıı:ıa karşı üstOniuğü. lialifelik şeklen kalsa bile bunun ulu­
sal egemenlik ve modern devlet kavramı ile bir ilgisinin
kalmamış bt.ıh..ındu_ğunu, meclis üyeleriı1i bilgilendirir bi­
çimde sunuşunu bir kez daha takdirle izliyornz.

Atatürk b1..1 söylevini. saltanatın ve Osmanb Devleti­


nin ortadan X.alkmış buluodugunu saptayan Meclis kararı-

J98
Brılıir Mazlıar Erıireten

nın alı nd ığı l Ekim I 922 günkö Meclis oturumuoda yap­


mış, görüşmeler sonrasıtıda Osmanh inıparatorluğurtun. so­
na erdiği n e ve saltanatın kaldırılc;ltğına (f�t'dişahlık yönetim

b1çinıinin son a erdiğine) dair 307 ve 3.08 sayılı Meclis ka·


r�ları al ınm ıştı r
.

Ulu Önder, bu k.onuşması mn en öhemli b61Umütıde


halk Devleti ile lialifeliğ,i n nitelikleri hakkında konuşnıasım

sonu.ca bağlarken. Devlet hükümranhgı 'karş1sırıda Halife li ·

gin yalmzca vicdani ve d ini amaçlı bir maK'c:ım olmaktan


öte bir işlevi otamayacagım şu sözlerle dtle getiriyordtı;
"Bu gijnkü 1'ürkiye: Devletini temsU eden Türkiye
Büyük Millet Meclisidir. Çünkü bütün Türkiye hal·
kı, bütün güçleri ile o Hilafet makamının dayana·
ğı olmayı. doğrudan doğruya yalmz vicdani ve di..­
ni bir görev olarak yükleniyor, üstleniyor."
Bu sözler, Ulu Önder'in o tarlnte ve eıı iyi duygularla,
eğer Halifelik rnaKarıu buıJdan böyle, yönetsel Devlet gücü­
n ıJ n yanında devam edecek. ise, bunun yal nı zca vicdani ve
dinj bit işleVi obtıaktan öte bir anlamı oiamayacagını, bu
makamı n devletle özdeşleşmesinin ve siyaset He ilişkisi nin
b-ulunamayac"'cl'ğını büyük bir incelikle ortaya koymuş bulu­
nuyordu.
Ne yazıl� l\.i, aradan geçen bir l�aç ytl sonrasında tta·
lifelik makam,ının, yukanda açık.lana.n, tinseJ biçJnıi ile dahi
varlığını sürdürmesinin sakıncaları bütün açıklığı ile anla­
şı l mıştı . Çünkü tıalifenin davranışı ne onu destekleyen;
Cumhuriyet ve Devriml ere ı,ınşt çıkaı1 bir azınlığl kışkırtn)a­
lan, rejimin kendini ı�oru ma altıııa alması açısından, önlem
almayı gerektiriyordu.
Çunkü en iyi ııiyetlerlE: bu makamın devlet yönetimi

199
Laiklih ve Şeriat ÇattŞ,mcısı

dışı, siyaset dışı, bir simge ofaral' devarm ve bu makama


Padişah soyundan bir .kimsenin (Abdülmecid Efendi) atan­
ması gerici bağnazlığın umut aracl olmasma yol açmış, tli­
lafetin tümden ka.ldrtıhnası zorunlu hale. gelmiştir.

Bu gereksiri1i gerçekleştirme!< için Urfa Milletvek;li


Şeyh Saffet Efendi (Yetk.in) ve elli üç mmetvekili arkadaşı­
nın Meclise verdiği yasa tasarısı, uzun gorüşmelerden son­

ra kabul ed iJerel\ 3 Mart 1924 Tarih ve


, 4 3· 1 saytlı yasa ile
Hilafet tnakah11 K.aldınlmış, Iialife azledilmiştir.

Tasarının görüşülmesi sırasında pek çok milletvekili


söz alarak ta'5an hakRmda görüşlerini bildirirken. özellikle
dönemin AdaJet Bakam İzmir Mi ll etveki l i din b.Ugini Seyit
Bey özetle durumu ve yasanın gerekliliğini şöyle açık
l amış­

tı:"Halifelik konusu İslami olmaktan çok dünya


ile ilgili bir konudur. inanç ile ilgisi yol,{tur.
Kur'an"da bAAsi geçen ffi.ılife sözcüğü Hz. Mu.­
hanımed'den önceki peygamberler için kullanıl•
mıştır. Halüelik dünyevi ve siyasi bir konudur. Hr.
Muhammed'i� bu ko.nuda bir Hadisj vardır, Halife­
lik benden sonra Otuz yıldır. Ondan sonra bük·
medici saltanata dö.niişür. Dört Halifenin toplam
Halifelik süre$i de otuz yıldır. İslam aleminin <lin
uzmanları. hiç bir zaman bizim Padişahların HaU·
feliğini ciddi olarak kabul etmemişlerdir. Onlar
hiç bir zaman bizim Padişilhlanmıza ftalif� deme·
mişlerdir.
İslam dininde. Tanrı ile imi arasına girecek
bir aracı yoktur. Bu bir İslam ge.-çeğidir. İslami·
yet'te ruhaniyet kummu yoktur.H

(AynntılJ bilgi iç,in Bk2. Parlam�nto Tarihi 2. Dönem

200
B.ahir Mazhar Ert.ireterı

1 9:23-1 927 c.ı Sah. 300 ve d�v.)

Atatiirk. ttalife:liğin kaldırılına,sı için ya pılan görüşme­


lerde söz almamış, yalnızca konu_şan pek çok m illetveki li­
nin konuşmaJarırıı di nleme kle yetinmiştir. MiUetvek.illetinin
konuşmalarından sonra ı-rn1<.uınet adına yalnızca, ismet Pa­
şa söz al.huş, .kısa bir l<on uşma yapmıştır. Bu özlü konuŞ,­
mada, şu husus üzerinde önemle durmuştur: . "Halife)JJ�
maka m ı nın lmldırılmJlSI ile İsltı,miyet'in muhafaza ve tam�
men uygulanmas!nda hiç bir eksik olmayacakbr. ,. Sonra oy­
lamaya geçilmiş, karar tasarısı ittffa!d'a kabul edilmiştir.

Bu konuyu bitirirken, ş-ı.ı nöktayı vlıtgulamak isterim


ki, belirli bir yobaz takırnınm öteden beri yaptıktan çirlsi n
iftiral<'.lrd.an biri de Ulu Önderimiz Mııstafçı Kemal Atatürk ve
dava arkadaşlarının, güya İslam dinine karşı oldukJan pro·
pagandaJ�rıdır. Yukarıda özetler hallnde sunmaya ç�llştı­
ğım görüşleri ve ôze.JliKle J Ek:i.n:\ l 922 tarihindeki tam
metnini verdiğim söylevi, Atatürk'ürı İslam'ın özüne ı1e
derıli samimiyetle bağlı olduğunu göstermeye yetmez mi?

Türk Devrimini yapanlar, başta Ulu Önder Atatürk ol­


mak üzere hemen hepsi, İslam ıjini konusunu herkesten
iyi bilen, isıam'ın uhrevi özüne gerçekten bagtı insanlardı.
Onlar, önü demokrasiye giden yolu aç.lk, hali'\ egemenliği­
nin .Kayıtsız, koşulsuz. .{llgtlandıgı çağdaş bir Türk: Cumh uri·
yetini kurarken, modern yaşamın, eşitliğin özgürlüğün, la­
ikliğin saglanabiJdiği t>ir devlet özlemi içind�, onun gerek­
lerini yerine getirme amacından başka bir düşüncede de­
ğillerdi. Bu düşünce ile onlar, modern bit- toplumda, din ve
dünya işlerinin, eş anlatımla dinsel inanç ve ibadet ile dev­
let yaşamuıın ayrımının zorunluluğuna i.nanmışia.rd1. Onfar
dine, dinin özüne değil, halk_a din diye dayatılmış h.urafele-

201
Laiklih ve Şerial Çatı�ması

re, yanl ış inançlara ve di n adı alt ınd a devlet yönetiminde,


,

dinsel sömürünün sürdüt41mesine lçarşı idiler.

DiQsel inanç, ibadet ve her tür1ü düşüncenin özgürce


kullamlmasını Anayasal g Ove nce a ltına ald ılar
, .

Yukanda tam metnini ver:diğim Atatürk.'ün 1922 ta­


rihli Meclis topl antısı nd a verdiği söyJev ile sonrasında Hali­
felik makamının kaldırılması oıayırıoa, kimi lerin in söyledlk­
Jeri gibi bir çelişki olup ol 01adıgı zam-an zaman tartışma ko­
nusu yapılmıştır. Kimileri Atatürk'Un söz konusu söylevin­
de Padişahın, yani Osmanlı saltanatının kaldırıldığı dönem­
de, ttalifeligin yalnız din ve vtcdan Konusunctaki işlevini
görmek kaydı ile saygın yeri n i sürdürebileceğjni söylemesi­
ne karşılık, neden arade\n g�çen ihl yıll ı k bir süre sonrasın­
da tt'alifelfk makamı tümden kaldınlmıştır?

Kanımca Atatürk ve yörıetimdeki arkadaşları ve tü­


müyle Türkiye Büyük Millet MeG)lsi üyeleri o tarihte göru�
!erinde sanilml ve iyi niyet sahibi idi leı� Anc�k, a:radfln ge­
ç�n süre sonrasında meydana gelen üzücü olaylar, iki yıl gi­
b i kasa bir süre sonrasında, bu kurumun yeni Devle.tirı te­
rner felsefesi ile bağdaşmayacağını açıkça ortaya koymuş­
tu.

Bu h usus açıkça b i linmelidir ki; mod ern Devlet ve


çağdaş toplum.sal yaşam konusunda Fransız büyük devri­
minden esinlenerek, yeni bir sentez ola rak ortaya konulan
'Kemalist De.vrim, bilimsel gerçekler, deneyimler ve ulusal
düzeni sağlam;;ık bagl am ı nd a �ynı zamanda Pragmatist bir
,

eylem olarak; doğru lugu gerçekligi ve eylemlerin sonuçla­


,

rına göre ula,şıl<ı.n verilerle yenidert dege.ıiertdirmeleri, Deve..


rimci1ik, yani sürekli yenilenme b ağlamında göz ardı edile­
mezdi. Bu nedenle Osmanlı döneminin bittiğini saptayan

202
Bahi r Mazhar Erüreten

ve Padişa!ılıgı kaldır-an yasanın görüşı)lmest sırasında gün­


demde olmayan Halifelik konusu, sonrasındaki devrim .kar­

şıtı ol'aylar.la zorunlu olarak gündeme gelmiş, gereken ön­


Jeın alınmıştır. O nedenle bu olayda çelişki ya da strateji
değişikliği söz Lmnusu olamaz in�ncıildayım.

Hilafetin kaldınlmas1 konusunda bir de aksi görüşler

var. Onlar yasanın açık hükm\lne karşın, Halifeliğin Türkiye

Büyük Millet .Meclisi şahsiyetinde devam ettiği görüşü n ü


hala savumnay(l devam ediyorlar.

3.4. 1924 tari h ve 451 sayılı yasaı:ıU1 ı. maddesi ay­


nen şöyledir; Madde J. Jialife halledilmi�t.ir (Azledilmiştir.
06revine son verilmiştir.) Hilafet. hükümet ve Cumhuri­
yet mana(anlam� ve mefhumunda (kavramında) esasen
mündemiç (esasen var olduğundan) ttile).fet makamı.
mUigadtr (kaldırılmıştır).

Bazılan, maddenin ikinci tümcesindeki anJatımı, tta­


lifeliğin kaldırılmayıp. HaJifo azleclilmekle birlikte bu Maka­
mın. T.B.M.M.'nin manevi Kişiliğinde devam ettiğinde cahil­
ce LSrar etmektedirler.

Bu yanlış anlay)ş, h ukul� bHgi sindeıı ve mantıktan


yoksun bir yanlış anlamanın söylemi degilse, kasıtlı bir çar­
pıtmı:rnm sonucu olsa gerektir.

Çünkü madd�nrn son bölümü, ttallfelik makamı müt,


gadır (kaldınlınıştlr) diyor. :Kaldmlmış olan, olmayan bir
makamın devam ettigini söyleyebilmek llaogj aklın işidir?

Kaldı k.L 11alifeliğrn n e oldugunu bilenler isıam ttali­


feJiğinde din iş leri ile saltanat, yani hükümet işlertnin aynı

l<işide toplanmış olduğunu bilirler. Yani. Halife, Müslüman­


ların dini lideri olmakla birliktep aynı zamanda Devletin de
başkan1d1r. Yasa maddesjnde, "ttilafet hükumet ve Cumhu-

203
L-aifdik ve Şeriat Çalışma,Sı

riyet anlam ve kapsamında esase.n mevcut buJunduguıı­


dan" tümcesi, HaJifelil' makamının temsil ettiği, aynı za-­
rnanc;ta devlete egemen olmak iddiasının1 artık Türkiye
Cumhuriyetinin anlam ve kapsamında temsil edilmekte oJ­
dugunu anımsatmaJ� için konulmuştur. Egemenliğin, kişide
değil. ulusta olduğunun bir tür vutgulamasıdır.
Sonuç olarak. belirtilen yasa ile Türltiye'de hem Hali­
fefik mal\amı l\aldınlmışr hem de Halifelik görevi lmJdınl­
mışhr. Eş anlabrnla, Halifenin temsil ettigi' iki başlı görev­
den, biri olan dinsel temsilcilik yok sayılarak, İslam dini,
Tann ile kullar arasında kişisel bl.r bağ olarak algılanmış,
hern de, Halifelerin devlet haşt,anlığını temsil yetkisini kap­
sayan Devleti temsil görevi kaldınJmıştır. Maddenin ikinci
tümcesinde Halifenin devleti temsil görevi söz k.onusu edil­
miş, 'Türkiye Devletinde, ulusu temsil etme yetkishıin.Tür­
kiye Büyük. Millet Meclisi ile 11fıkümetiıı Kişiliği.ne dönüştü­
ğü vurgulanmıştır.

204
Laiklikle İlgili Anayasa Mahkemesi
Kararlan

Anayasa Mahkemesi'nin Liı.iklik ilkesinin, Türkiye


Cumhuriyeti Anayasası açısından anlam ve kapsamının ne
olduğu hakkındaki Esas: 1 970/53, Karar: 1 97 1/76 sayılı ve
2 1 . 1 0 . 1 9 7 1 günlü kararında (AMKD, Sayı 1 0 , S. 52, R.G.,
15.06. 1972/l 42 1 6):

"Her şeyden önce şurası belirtilmelidir ki.


Laiklik ilkesi din ve devlet işlerini düzenleyen bir
ilke olması nedeniyle, her ülkenin içinde bulun­
duğu ve her dinin bünyesinin oluşturduğu koşul­
lar arasındaki aynlıklann laiklik anlayışında da
ortaya ayrımlar çıkarması zorunlu bir sonuçtur.
Hukuki yönden, klasik anlamda laiklik, din
ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına
gelmektedir. Ayrılık. dinin devlet işlerine. devle­
tin de din işlerine karışması karışmaması biçi­
mindedir ki bu anlayışa göre kilise tüm anlamı ile
bağımsızdır. Bu durum, Hıristiyan dinine bağlı
milletlerde birçok tarihi olguların, gereksinme ve
zorunlulukların sonucu olduğu kadar bu sonuçta
kilisenin dini bir kuruluş bulunmasının, Hıristi­
yanlıkta ruhani bir sınıfın. bir din hizmetinin var-

20')
Laihlih ve Şe-ıiııt Ça.ı1şmı:ısı

lığının ve �apa'mn kutsal nitelikte dini bir .baş­


kan olarak kabul edilmesinin etkisi çoktur�

İslamlıkta ise bir ruhban sınıfı bulunmadığı


gibi, mabetleTde görevli kimseler de kutsal nite­
likte değillerdir. Bu halde her ild dinin k.oşuUan
aynı ohnadığı gibi din işleriyle uğraşan kimseıe ...

rin bağımsızlığı veya özerkliği anlayışının gerek


ülkemizde gerekse batı devletlerinde oluşturam­
ğı sonuçlar da birbirinin aynı değildir. HU konuya
ileride değinilecekt)r.

Yukarıda açıklanan nedenlerle Dıristiyan ve


İslam dinine b�� uıiUetıerin lrurduklan devlet..
lerdeki laiklik anlayışında bir ayırımın var olması
zonm1u bnlunduğundan mabet ve din işleriyle
uğraşanlarm devletten tüm ayn ve bağımsız olu-
1=:...
� ... ·-

şunun laiklik anlayışında bir ilke gibi benimsen-


mesi. ancak Hlristiyan dininin kabul edildiği ill�
kelerdeki de�letler için söz- konusu olabilir. Yok·
.sa buna her dinin inanç ve gereklerinden doğan
aynlıkları göz önünde bulundurmadan geniş Öl·
çüde genel bir ilke niteliği vermeye oJartak yok·
tur. Laiklik din ve devlet ilişkileii,ni düzenleyen
bir ilke olduğuna göre din1 anlayış yö.ıı.ünden
benzer koşullan bulunmayan bir ülkenin batı hu­
lruJmndaki anlamı ve biçimiyle laiklik: ilkesini be·
niınsememesini koşultardakİ aynJığuı sonucu gi·
bi görmek gerekir� Kaldı ki batı ülkelerinde dabi
kimi devletletin laiklik anlayışı arasında ayırımlar
vardır.''

Bu açıklamadan sonta ülliemizde İslami esaslar kar-

206
Bahir M�luır Er{jrelen

şısmda laikliğin gelişmesine kısaca göz atmakta, konunun

iyice aydınlığa kavuşması bakımından yarar görülrnektedir.

Bilindiği uze.re Osmanlı İmparatorltıgtlılda d hıe bağlı bir

devlet düzeni kurulmuştu. Müslümanlık kurallan. yalnız bi­

reyin ma.n�vı hayatı nı yani inanç alanım değil, aynı zaman­


,

da toplum ilişkilerini devlet faaliyetlerini ve hukuku :ela dü­

zenlemiştir. fa K.at zaman ilerledikçe, özellik.le Tartzimanan

( 1 839) be ri birçoK tarihi olaylar, gereksinmeler ve bunları


dajuran toplumsal gerçeklerin etl<isiyle yavaş yavaş top•

lurn ilişkiJeri, devlet foaHyetleri ve hukuk alanında dini

esaslara dayanmayan kanunlar .kabul edilmeye başlanm ış

böytece dini kuralların toplumsal iUşkilere ve devlet faali·


yetleritıe egemen olması temel görüşünden ayrılmaya baş­
lanmış ve bu durum giderek kendi koşullarına uygun 'bir bi­

çimde. gelJşntişfü. füıbul etmek gere l\ir t<j, O:smanlı Devleti


gibi dine baglı bir devlet düzeninde böyle b:ir gelişmenin
ifade ettiği anlam büyüktür. Bu gelişmede İslaml ığın itimi

hoşgörü l·mraUannm da payı vardır "Zamanın ve hayat lço­


,

şullarının değişmesiyle dinin eylem hükümleri de değişir"

biçimindeki ifüe l«arş\sında lslamhğ111 toplum ilişkilerini

devlet faaJiyetıerini ve hııkul{U düzenleyen lrnrallan yerine,

zamanın ve yaşama koşullarınm değiŞ:mesiyle dini esaslara

dayanmayaı:ı kuralların geçmeye başlamasında dini anlayış

yönünden bir engel bulunmam•ş oJm;;ısı büyükyardınJ sağ­

lamıştır.

Bu açıkJamalaı-dan sonra 1961 Anayasasıyfa benim­

senmiş olan lail<lik ilkesinin anlamının ne oldugu konusu­

nun incelenmesine geçilecektir.

Ülkeıni
z<Le l 96 1 Anayasasıyla kabul edi lmiş olan ıa­
ikHk ilkesi. geçiri le n. tarihi tecrübelere. devrimlere, ulusun

207
Lalhlik ve Şeriat Çaışması
t

dini ve siyaşi özelliklerine ve yurdumuz koşu llarına uygun

bir anlam taşımaktadu . Anayasa'nın 2 nci mad'desi nde yer


alan laiklik ilkesi, devletin niteliklerinden brri,rıi açıklar ve

belirler. Buradaki laiklik ilkesinin kavramını saptamak için

Anayasa'nın konu ile yakın ilgisi buJunan, özellikle başlan­

gıç bölumünün 2, l 9, 1 53 ve 154 ne� maddelerinin ışıg1 al­

tmda inceleme yapılması ve Anayasa koyucunun kastettiği


anlamın araştınhp tartış ılma.sı uygun olacaktır.
.

1 - Anayasa 'mn 1 5 3 ncü maddesinde bu Anayasa'nın


hiçbir hükmünün Türk topl um unun çagdaş uygarlık sev1ye­

sine erişmesi ve Tütkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini


koruma amacını güden, madde metninde gösterilmiş dev­

rim kan u nlan n m bu Aı;ıayasa ' rı ın halkoyu ile kabul edildiği

tarihte yürürlükte bulunan hükü m leri nin Anayasa'ya aykırı

oldugu şekilde anlaşılamayacağı ve yonımlanamayaoağı

beLirlenerek böylece laik devJet düzeninin koru nması he­

def tutulınuş b.ulun:maktadır. 1961 Anayasasıyla güdülen

ana. erek başJangıç bölümünde (Tütk ulusunun daima yü­

celmesi ) ve 1 53 ncü maddesinde ise Tfirk ulusunun çağ­

daş uygarlık seviyesine erişmesi biçiminde saptanınışt:JT.

Bu esaslann Anayasa'da yer alması. az ônce açıklanan ana


ereğe varılmasım engelleyebilecek veya ı:orlaşbrabi1eeek

niteJikt� hiçbir hak ve özgürlügün Arıayasa'da tanmrnam1ş

oldvğ1.1rıu, Anaya,sa'da benimsenmiş hukµk düzenjne Hiş­

kin kurallaruı an cak bu ana erngin gerçekleştirme doğrul­


tusunda yon.ımlan_abile.ceğini, !Yu ana ereği Anayasa'da ön­

görülen birçok sınırlandıtmaıan zorunlu Jul<1n bir neden,

daha açıkçası Anaya.sa'da benimsenmiş bütün temel tlke­

lere egemen bir düşünce oldugunu anlatır.

Bu nedenl erled ir ki tarihi tecrübeleri.rıoen de ders alı-

2()8
Btıhir lvlı:ızhar Eriireteıı

narak ülkemizde bu ana amaca aykırı erek güden dini ör­


:güt!erin kurulmasma Anayasa hükümleriyle e>lanal" tanın­
mam1ştı.r. ikinci Meşrutiyet sıralarında Edirne'de kurulan
Cemaati İslamiye teşkilatının yurdun yükselmesi amacma
ertgel olma yönünden faaliyetleroe bulunma yolunu tut­
muş olöugunu burada beJiıtmede yarar vardır.

Şu halde Türkiye Cumhuriyeti Ana,yasasında yer alar:ı


laiklik ilkesinin anlamı saptanırken clayanılacak ilk es.as bu
ana erektir.

2- Anayasa'rtın, lailJiJ' ilke.sinin esaslannı saptayan


ve düşünt:e ve inanç. hak ve hürriyetlerini belirleyen 19
ncu maddesinin birinci fıkrasmda ferdin manevi hayatına
ilJşkin olan dini inanç bölümünde sınırsız bir hürriyet tanın­
mış, üçCmcü ve dördüncü. fıkralarla da (Kimsenin ibadete,
dinj ayin ve törenlere katılmaya. dini inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamayacağı ve kimsenin dini inanç ve ka­
naatlerinden dolayı kınanaınayacagı ve dini eğitim ve ôğre·
nimjn atıcak kişilerih kençti isteğine ve küçüklerin. de kanu­
ni temsilcilerinin isteğine bağlı bulunduğu açıklanmıştır.
LaH\.fik ilkesinin. önemli' esasıanndan olan bu hü.kümJer din
ayrımı gözetmel{sizin herkesi .kapsamakta bulunmuş ve
böylece din hürriyeti Anayasa güvencesi altımı ahnnuşt.ır.

3-Ancak toplum hayatına etkili olabilecek ilişkilerde


ölçüsüz hak ve s1rursız ht1rriyet düş.ünillemeyeceğinden
din hürriyetinden doğan haklanrt da bireyin ma11evi hayatı
alanından taşıp toplum alanına ve topJuınun h uzurunu ve
ç:ıKarlanm tehdit eı;:len eylem ve davranışlara dönüşmesi·
nin milletin çıkarlarını ve huzıırunıı korumakla yükümlü
olan devletçe önlenmesi zorunludur. Bu nedenle di,rı tıürri­
yetinin bu bölümünün her toplumsal mti�ssesede oldugıı

209
latlılih ve Şeıial Çaltşması

gibi smırlamalara tabi tutulmak zorunlul'Uğu karşısında l 9


ncu maddenin ikinci fıl\rasıyla dinin, bireyin manevi haya­
tının sınmm aşa.n, toplumsal bir nitelik alan ibadet, dini
ayin ve törenler l\amu düzenine veya genel �hlarra veya bu
amaçlarla çıl{.anlan 'kanunlara aykırı olmamak şartıyla ser·
best bırakılmıştır.

l 9 ncu maddenin beşlnd fıkrasında da kimsenin

devletin sosyal, iktisadi, siyasf veya hukuki temel düzen·irıi


kısmerı de ol.sa, di.n kurallan.na dayandı.rmaya veya �iyasi
veya şahsi çıkar veya nüfuz- sağlarna runacıyla her n.e suret­
le olursa, olsun, dini veya din duygularını yahut djnce kut­
sal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği, kötüye kullana­
m()yacağı açıkl(}nmış ve yasak 'dışına çıl\anıar için yaptınm­
ıar konulmuştur.

Gerçekten tarihimizde görülmüştür ki; devJetin dine


baglı olduğu Osmanh imparatorluğunda. elin ,hürriyetinin sL­
mtlanmadıgı devirlerde din toplum hayatının bütün alanla·

rına, devletin !�arar ve hareKeUerine daima müdahale et·


rniş- ve dirıin sömürülmesi, lilltüye kullanılması dini taassu­

bun son derecelere ulaşması yüzünden medeniyetin ilerle­


me aşamalannda ortaya çılrnn her icat ve yeni huluş dine

aykırı olduğu fetvalan ile karşılaşmış; hatta bu fetvalar düş­


man istilasına uğrayan vatanı kurtarmak çab(llarını engelle·

yecek derecelere J<adar varan tehHkelere yol açmıştır. Bu


yüzden toplumumuıun gelişmesi için en lüzumlu icatlar bi­
l e yıl larc a ve hatta bazen yüzyıllarca sonra ülk.ettıjze: soku­

labilmiş, bôyle.ce med·er\lyetin ilerleyişlne ayak uydurula­


manıış bunun sonucu olaral< da devlet zaafa ve gerileme­
l�re uğrayc.ıral<: Osmanlı İmparatorluğu'nıın son yıllarında
parçalanmalara kadar sürül\l�nmiştir. Bugün dahi kimileri-

210
Bahir Mazhar En:ıretcn

nin dini kötüye kullanmakta ve sömürme:kte oldukları acı

tecrübelerle anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle Anayasa koyu·


cu din hürriyetinde bu ):)içimde stnırlarnaları öngörmek zo­
runda kalmıştır.

4- Anayasa'nın 1 9 ıııcu maddesinin 5 rıci fıkrası, aynı


zamahda laiklik ilkesinin anlamını tayin eden hükümler de
getirmiştir. Bu fıkr.ada Devletin sosyal. iktisadi, siyasi veya
hukuhl temel düzeninin kısmen de olsa din kurallanna da­
yandmlamayacağı hükmü de kabul edilmiş bulunmaktadır,
ttüküm, Anayasa'daKi laikli!< ilkesinin dinin devlet işlerine
. l�anşamay&cağı anlamında olduğunu ı:ıçıkça göstermekte­
dir. Bizde din ve devlet işlerinin birbirinden aynllğımn an­
Jamı budur. Anayasa'nın 2 nci maddesiııe ilişkin gerekçede
yer alan #Türkiye cumhuriyeti laiktir. Dinin devlet
işlerine kanşmasmı ve hukukun akli olamayan
(nakli) kaynaklann tesiri altında bulunmasını
reddeder. Bunun.. dini inkar manasına gelmediği,
ancak dinin fertlerin vicdanına terk edildiğini ifa.
de ettiği şüphesizdir. Biçimindeki sözler dahi Anaya­
11

sa Koyucu'm.tn bu kastın1 pek.iştlrınektedir.

Yukarıda saptanan esaslardan da anlaşıldığı üzere


Anayasa Koyucu Anayasadaki laiklik ilkesinin anlamını ta­
yin ederken mabedin ve din işleriyle uğraşan kişilerin
özerk ve bağımsız oldukları biçiminde bir anlam kastetmiş
değildir. Daha ônce de deginildigi üzere, tiıristiyan dihinin
taşıdığı özelliğe 9öre din ve devlet işlerinin birbirine karış­
maması esasının kilisenin bağımsızhğı biçiminde anlam­
landmlmasmda bir sakınca görillmemiştir. Çünkü batı dev­
letlerinde dinin l\ötüye l\ullanılması ve sömürülmesi bizde­
ki şekilde bir sonuç doğurmadığmdı;ın din ve Devlet işleri·

211
Lailtlih ve Şeriat Çı:ttışması

nin birbiıi.ne karışma.mas\ yönünden kabul e:dHen, kfü_senin

bağımsızhgı durumu Pe.vıet ôüzenJ bakımından bit tehlike


göstermemektedir. oysa istamlık bireylerin yalnız vicdanla­

rına ili.şkin oran dfoi i na nç hölümünü du�enlemeKle kalma­


mış, ay11ı zamanda bütün toplum ilişkilerini Devlet faaliyet­
lerini ve hukuku da tanzim etmiştir.. Bu durumda ülkemiz­
de din hürriyetinirı Anayasa ile çiıilen sınırlarının ihJali, diı­
nin sömürülmesi ve kötüye kullaıulması, Devletin laiklik
esasma dayanan düzenine k.arşJ ge]jnmesi anJamıaı tctŞk
makta; Anayasa nın temel gereklerini engdleme sonucunu
'

dogurmaktadır.

Böyle bir tutumun ve smırsız, denetimsiz bir din hür­


riyeti ve bağımsız bir dinI örgütlenme anlayışının ulkemiz
için pek agır tehUk.elerle yüklü oldugu uzak ve yakın tarihi

tecrübelerle anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Anayasa Koyucu,

mabedin ve din işleriyle uğraşan kimselerin öze1'lüigini ve­


ya bağımsızlığı biç.iminde smmsız ve Devlet denetimi dışın­
da imlan bir din hüniyeti anlayışmın Anayasa' da .kabul edi­
len laH�li.k düzeni ve ilkelerine uygun görmemiştir.

5- Yukarıdaki bentte açıklanan nedenlere dayanan


zorunluluklar karşısında Ana.yasamızda djn ve devlet işleri

tayin edilirken din hürriyetinin, bireyin manevi hayatına


ilişkin olanlarnun dışındaki böıümle.rl için blr tal�m sınırla­

malar getiıilm iş ve kurulmuş olart laik. devJet düzenini ko.-


. runıak �zere yaptJtımlar lmnulmuştur. Bunların sonucu ola­
rak devlete din hürriyeti üzerinde bir d�netim yetkisi tanın·

mış bu\µnmaktadır. 'Bu yetki din ayrımı gözetmeksizin, bi.


reylerin dinI inançJ.a ra tecayt)zle-r-ini önleyici tedbil'ler al­
mak ve i.badetlerin i dini aytn ve törenlerin karnu düzenine
veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara

212
Bahır Mazhar Enlreıen

aykırı olup olmadığını izlemek, dini sön'ı.ürmeyi ve kötüye


kullanmaları ve dini taassubu önlemek gibi biçimlerde
kendini göstermektedir. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti Ana­
yasası'nda yer alan ve 'Türk ulusunun daima yücelmesi",
Türk ulusunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi" deyim­
lerinde ifadesini bulan ana ereğin gerçekleştirilmesi müm­
kün görülmüştür.

Dinin toplum alanına etkili eylem ve davranışlar bö­


lümünün kamu düzeni ve güvenliği yönünden çoğu ülke­
lerde denetim altına alınmış bulunduğu da bir gerçektir.

Şu halde Anayasa'dak.i laiklik ilkesinin bir özelligi de


devlete din hürriyeti üzerinde denetim yetkisi tanıyan bir
nitelik taşımakta olmasıdır.

Özetlemek gerek.irse, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa­


sı'nda kabul edilen laiklik ilkesi, özellikle;

a) Dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması


esasını benimseme.

b) Dinin bireylerin manevi hayatına ilişkin olan dini


inanç bölümünde aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız
bir hürriyet tanımak suretiyle dini Anayasa güvencesi altına
alma,

c) Dinin, bireyin manevi hayatını aşarak toplumsal


hayatı etkilCyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerin­
de, kamu düzenini. güvenini ve çıkarlarını korumak ama­
cıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye kullanılması­
nı ve sömürülmesini yasaklama,

d) Devlete, kamu düzeninin ve haklarının koruyucu­


su sıfatıyla din hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi
tanıma niteliklerinden oluşmuş bir ilkedir" denilmiştir.

213
Laihllk ve Şe:ııo.t ÇGtLışması

Yine Anayasa Mahketnesi"niıı esas: 1 986/J ı , l\aran


1986/26 sayı 4 . 1 ı . 1 986 gü n lü kararında ise (AMKD sayı
2.2, 8. 296. R.G.

22.02. l 987/19380}:

"Batıda dogmuş ve gelişmiş olan hukuk an layışı, po­


zi ti f bir hukuk kuralı olarak Anayasa hukukumt�za 1 924 ta­
rihli Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun Cumhu riyetin nitelik­

lerini belirl eyen 2 nci maddesinde 5.2.1937 gün lü, 3 1 1 5


sayılı 'Kan un ile yapılm ış olan değişikli kle girmiş l>ulunmak­
tadır.

Kurtuluş SavaşJ 'ndan s<nıra Türkiye Cumhuriyeti'nin


kuruluş yıllarında, başta Atatürk olmak üzere Türlx devrim­
lerim gerçekleştiren aydınların din ile devlet i şlerinj birbi­
rintlen ayırmak. tlini'rl devlet hayatına müdahalesini kesin­

lilde be-rtaraf etmeK gibi çagdaş bir c.lüŞühce ve ihtiyacın


eseıi oJan laiklik, toplumun her alanda kalkınması ve çağ­
daş uygarlık düzeyine uJaşmasJ yolu nd aki her türlü çabayı

e n g.ell eyecek nitelil(tel<i bir d ünya görüşünü etkisiz hale ge­


tirecel" çare olarak düşünülm üş ve benimsenırıiştir.
Lail�ik kavramı n m değişik üJkelerde, çeşitli dönem­
lerde birbirinden f�rl<lı anlamlarda kullanıldığı, hatta aynı
ülkede aynı dönemlerde d i n ve devlet ilişkileri konusuna

birbirinden farklı bakan kimselerin konuyu kendi anlayışla­


rı ya da siyasal tercihlerine göre yoru:rnladıkları görülmek­
tedir. Laiklik üzerinde herkesin kolayca an laştıgı tek ve ge­
nel bir tarıtmiamanm yapılamayışının daha başlm sebeple­
ri de vardır.

Laiklili: sadece felsefi ve ideolojik bir kavram deği ld i r.

liayata g�çiı-jlen bir ilkedir. Bôyle olunca da uygulandığı ü!-


ll4
B.ahir Mazhar Eriul:!t�ıı

kenin dini, siyasi ve sosyal şart.lan, Iaifl\lik anlayışını etkile­


nıekted ir. Kurtuluş S<:ıvaşı sonrası şartları laiklik anlayışını
etk.iiemeMedi r. Kurtuluş Savaşı sonrası teolu-atik. yapı$ın1
terk ederek çeşitli reform hareketleriyle demokratik cum­

huriyet düzenini kabul etmfş ve büyü k 'ÇOgunluğu Müslü­


man olan toph.numuzda
u An�yasamıza göre laiklik, batı
dünyasındaki anlanundan kısmen farklı bir bi çimde ele
alınmıştır.

Anayasa'nm 2 nd maddesinde yer alan ve Türkiye


Cuınhwlyeti 'nin niteliklerinden biri ni bdirl�mekte olan la­
ik.Jjk tll�esi; Anayasa Mah kemesi' n i n konuyla ilgili olarak
1961 Anayasası'nın yü rürlükte olduğu döne.mde verdiği
2 1 / 1 0/ 1 97 1 günlü, 53/76 sayılı kararında, Türk toplumu

açısırıdan l aikliğin anlammm saptanabilmesi için Anaya­


sa'nm Başlang1ç böll.(mü ile 2, 1 9 15.3 ve 154 ncü madde­
lerinde yer alan esasların herhalde göz önünde tutulması
gereğine işaret edildikten sonra, "Anayasa'nın 153 ncü
maddesinde, bu Anayasa'nın hiçbir l"Jükmünün Türk. topl u­
munun çağdaş uygarlık seviyesine erişme.si ve Türltiye
Cumhuriyetinin laiklik niteligini koruma amacını güden,
madd� metninde göstedlmiş devrim kanunlanmn bu Ana�
yasa'nm halkoyuyla kabul edildigi tarihte yürürlüKte bulu·

nan hi.lkümler1ni n Arıaya.sa'ya <'lykm oldugu şehlinde anla.


şılam.ayacağL ve yorumlanamayacagı belirlenerek böylece
laik devlet düzeninjn kotunması hedef tutulmuş bulun­
maktadır. ı 961 Anayasasıyla güdülen ana erek Başla_ngıç
bölümünde 'Türk ulusunun dalına yücelmesi" ve 153 ncü
.maddesinde ise ''"fürlt ulusunun çağdaş uygarill\ seviy�si ne
erişmesi" bölümünde saptaı1mıştır. Bu esasların A11aya­
sa'd a yer alması., az önce .açıl<lanan, ana ereğe varıl ması nı
engelleyebilecek veya zorlaştırabilecel> nltelil\te hiçbir hal�

215
Laiklllt ve Şeıiaf Çatışması

ve özgürlüğün Anayasa'da tanınmamış ol'duğunu A11ay-a­


sa'da benimsent:niş laiklik <!üzenine iHşk.in kuralların ancak
bu ana ereği gerçekleştirme d oğru ltusun da yotumlanahile­

cegini hu ana ereği Anayasa'da öngörülen birço k sırnrıav­


,

dırmaJan zorunlu kılan bir neden, daha açıkçasr Anaya­

sa' da benimsenmiş bütan temel ilkelere egemen bir dU­


şünce oJduğt,J";

"Laiklik ilkes_i 198'2 Anayasasının 1 9 6 ı Anayasasın �

dan pek az değişi�Jiklerle devraldığı bir ilkedir. Şöyle ki;

ı 982 Anayasasında da devletin laiklik niteliği aynen korun­

muş, etin ve vicdan özgürlüğüne HişJ<:irı olarak 1 9 6 1 Aneya­


sasının l 9 ncu maddesjnde'ki dlh öğren lmi nin lhtiyariUgi
dışında kalan esaslara. 1982 Anayasasın ın 24 ncü madde­
sinde yine yer verilmi ş , 1 9 6 1 Anayasasın ın. 1 53 ncü mad­
desindeki inkılap kanunl arını n korunmasına lıişkin hüküm,
l 74 ncü madde olarak yeni Anayasaya aynen aktanımw ve

Anayasanın Başlangıç bölümünde 1 961 Anayasasmdan da­


lta da Heri gidilerek "laiklik. ilkesinin ge.regi kutsal din duy­

gu.Iannın devlet işJerine ve poJitikaya karıştırılmayaoa_ğı"

açıklanmış olduğuna göre, Anayasa Mahkern�si'nin 1 9 6- l

Anayasasının yürürlükte bulundugu dönemde verd igi kimi

bölümle1i yukanya ayn en almm lş olan kararda faikJ.ik konu ­

sunda verdiği tü'rn sonuçların bugün için de bütünüyle ge­

çerlili'ğ
1nf koruduğunda duraksamaya yer yoktur" denilmiş­

tir.

(Xaynak: Atatürk'ü Anmak Ve AnlamaK ihsan


Peke/. 1 998 Ankara)

NB YAPMALI?

Osmanlı'da, özellikle 1 5 nci Yüzyıl sonrasında, dind.e

216
Bahir Mazhar Erurerım

içtihat yoluyla tecdit (Yenilenme) yolunun tümüyle kapahl­


ması. Devletin de. sonunun başlangtcı olmuştu.

On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, üll�eınizde. çağ­


daşlaşmanın ka_çınılmazhgı, ancak ileri bazı aydınl arın ba- · ,

tı kültürünün etkisi ile dUşünsel boyutta başl'atılmışb. An­


cak bu bir avuç aydıo:rn (Ahmet Cevdet, Ali Suavi,. Şinasi gi­
bi) çabaları, ge,rek dinci bağnaz çevrelerin, gerekse devlet
yönetiminin bask.ılart sonucu ülke içfnd e etkinlik kazana­
madı.

Gerçekten de daha Tanzimat döneminin başındah iti­


baren ( 1 839) c,ıydml anmacı Osmanlı düşi.intırleri Din ve
Devlet işlerinin birbi rinde n ayrımım savunmaya başlamış�
lardı. Bunların 19 ncu yüzyıldaki son temsilcisi 'l'evfik fik.­
ret'tir.

33 Yıllık n. Abdülhamit döııeminih sonrası hda, tekrar


'
yürürlüğe h-Unulan 1876 Anayasası ile dinde taassubun
(gerici tlayatmalann) ka1dı1ı lması suretiyle yeni ve modern
eğitim yuvalarının kurulması girişjmlerL- kendilerine Türkçü
ya da Battct denilen gruplarca yandaş toplamaya başlamış­
tı. Ziya Oökalp, bu hareketin birinci Dünya. Savaşı öncesin­
deki temsilcisi olarak, I�ur'an'ın ve .Ezan'ın Türkçe okun�
ması duşüncesinj yazılannda ve şiirlerinde ısrarla beUtti­
yordu.

ilerici görüşün temsilcileri olarak,. siyasal oluşum

jçinde, ittihat ve 1'eraklti hareketi önemli .röl Oynamaya


başlamıştı. Nitekim ittihat TeraK.ki'nin iktidard;a bulundugu
dönemde baz1 laik düzenlemeler yapılrmştı . . Bunların en
önemlisi, 1 9 1 7 tarihli Aile Hukuku Kararnamesidir.

Ancak, bütün bu düzenleme ve girişimler yanında,


Medresenin ve ŞeyhülisJamlık nakamımn
t Devlet yaşamı

217
Laiklik ve Şeriat Ç1ıtışmaSt

içindeki etkinliği sürdükçe, ikilemli bir yönetimle bir yere


varılamayacagı anlaşılıyordu.

1 9 1 8 yılına gelindiginde, Birinci Dünya Savaşının acı


sonuçları, Osmanlının tarih sahnesinden silinmesini gün­
deme getirmişti.

Ne var ki, Cumhuriyet dönemine girildiğinde, başta


Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, çevresindeki asker ve
sivil aydınların, çagdaşlaşma gereksinimleri konusunda, az

çok bilgi ve deneyimleri oluşmuştu.

Ancak, toplumun, yüzyıllardan beri yerleşmiş alış­


kanlık ve uygulamalarına karşın; din ile devlet işlerini ayrış­
tırmak için girişilecek eylemlerde olabildiğince esnek dav­
ranılması, zamanı ve yeri geldikçe, evre evre yasalarla, di­
nin, Devletten ayrılması yoluna gidildi. Devletin yeni yöne­
ticileri siyasal konularda radikal olarak hemen devreye
koyduk.lan devrimlere karşın, dinin Devletten ayrılması ko­
nusunda esnek davranma yolunu tercih ettiler.

Eş anlatımla, yasalarla Laikleşen Devlet, bu devrim­


leri halka geregi gibi özümsetemedi.

1 924 yılından başlayarak l 92 1 Anayasasına koymak


zorunda kaldıktan, "Devletin Dini İslam'dır" tümcesini

1 928 yılında Anayasadan çıkarmak suretiyle laik devleti


gerçekleştirmiş oldular. Sonrasında Altı Ok ile birlikte Laik­
lik ilkesi de resmen l 937 yılında Anayasanın 2 nci Madde­
sine konuldu. Laiklik, devletin temel düzeni, olnıazsa ol­
mazı haline geldi. Daha sonraki l 9 6 1 ye 1 982 anayasala­
rında bu ilke, devletin degişmez, degiştirilmesi teklif dahi
edilemez ilkesi haline geldi.

Ancak, ne yazık ki bugüne değin devlet yönetiminin


Anayasal Laik !1.i mliğinin, halka yansıtılması toplumun ve

218
bireyih yaşamırtda, laikliği n halka özümsetilmesi. tam anla­
mı ile gerçekleşttrilemedi.

Ulu önder Atatürk, çogunh.ığu Mü:>Jüman olan Türk


insanı' nın, inanç ve ibad�tine bP'glılığına karşı saygısmr hiç
bir zaman yltirmeden, kendi deyimi ite "Ulusun vicda­
nında ve geleceğinde sezdigi büyük gelişme ye-­
teneğini göz ardı etmeden yavaş yavaş topl.uma
uygulatma" prensibi içtnde hareket ile, bffim ve tekniği,
kendi ideolojisinin de önünde tutarak toplumun dünyasal
yaşamım dinsel inanç yaşamından ayırmayı başarmıştır.

Aslınd<':I Atatürk'ün görüşüne göre bilim, akıl ve man­


tık, insamn inanç dünyası.nı da kapsar. İslam dini bu görü­
şü tümüyle kabulle nir. O'nun l 923 ytlmda Balıkesir Zagnos
Paşa Camiinde (ilk ve son .kez) verdiği Türkçe hutbede be­
"Hangi şey akla ve mantığa uygunsa, o şey
lirttiği:

toplumun (kamunun) çıkarına da uygundur. Biliniz


ki o şey bizim dinimize de uygundur. biçimindeki 11

veciz, söylemi, aslında çağdaş dünyasal yaşamla, dinsel ya­


şamın da1 toplumsal yaşamın gereği olduğu hakkındaki gö­
ri.\şünün ince çizgilerle anlatımıdır.

Atatürk'ün djn ve dünya işlerini birbirinden ayırmaya


yönelik Laik sistemi, Dinde reform olaral< aJgılanabilir mi?

Kimi yaıarl<,tr, laikUgin dinin Özünde, yani inanç v e


İbadet Konularmda herhangi bi r değişikliğin öngörülmüş
olmasını, yalrıızca din ve dünya İşlerinin aynmını öngören
sistemin bir reform sayılamayacağını ileri sürmektedirl.er.
Ancal� fslam dini, inanç ve ibadeti kapsayan Ana buyruKlar
yanında, dünya yaşamı ile ilgili bazı l\onıılan da (50 kadar)
buynıkları arasma aldığı için, <!ini dünyadan ayıraı1 larkHğiıı
yasalarla getirdiği düzenlemelerle yaptığL çağdaş degJşikU-

2J9
Laiklik ve Şeriat Ç".tışması

gin, dinin özüne aykın bir yönü bulunmasa da, bilimsel ola­
rak bir yenilenmeyi içermesi, bir -teceddüt (yenilenme ya
da reform) olarak kabulünü gerekli kılar kanısındayım. Her
ne kadar bu yenilenmeye bizzat Kur'an'ın kendisi Al'i İm­
ran suresinin 7 nci Ayetinde, "Müteşabiheler olarak, yoru­
ma açık hükümlerin yeniden günün koşullarına uygun yo- ·
rumunun yapılmasına izin verse de Medeni Kanunun koy­
dugu bazı kuralların, bilimsel bir degişikligi öngördüQü
açıktır.

Ancak Atatürk, "Ben Türkçe ezan ile, din'e değil, dil


üzerine egilmek istiyorum. İnanıyorum ki,Türk insanı Ezan
ve Kur'an'ı kendi ana dili ile okursa daha dindar ve de asıl
benimsedigi dinin yüceligini derinden ve şuurla (bilinçle)
kavramış olacaktır. " diyordu.

Çünkü Ulu Önder, TürklüQün milliyetçi (ulusalcı) bü­


tünlüğünün, ancak Türk dilinin korunması ile sağlanabile­
ceğine yürekten inanıyordu.

Kitabımızın diğer ünitelerinde bu değişimlerin, şeriat


hukukuna da ters sayılamayacagını anlatmaya çalıştık, bu­
rada tekrarlamayacagız. Bu değişimlerin çağdaş sosyal ya­
şamın kaçınılmaz zorunluluklardan kaynaklandığını yadsı­
mak olanaksızdır. Ancak ülkemizdeki, baQnaz gerici ve si­
yasal dinci kesimin tavrını deQiştirmek elbet olanaksızdır.

Bizim konuyu anlatmaya çalıştıgımız kesim, ulusun


çoğunlugunu oluşturan samimi İslam halkıdır. Kabul etmek
gerekir ki, bu yolda, Laik kesim (bürokrasi dahil) aydını,
eğiticisi ve yöneticisiyle bu konuda başarılı olmuş sayıla­
maz. Tam aksine baQnaz kesim, gerçek (samimi) dinine
bağlı insanlanmızı daha çok etkisine almakta, yanlış yön­
lendirmelerle din sömürüsü yaparak laikliği, din karşıtı

220
Bahir Mazhar Emn:ten

imiş gibi göstermekte daha başarılı olmaktadırlar.

Aslında, bu görev, aydın ve uzman din adamlarına


düşerdi.

İslam dininin bilime ve bilimsel düşünceye


karşı olmadığını, Kur'an'ın ana {değişmez) ayet­
leri dışında bir kısım ayetlerin Müteşabih, yani
zamana göre değişik yorumunun, dinin özüne hiç
bir zarar vermediQ:ini. sosyal yaşamın gereği ola­
rak Medeni yasaların getirdiği; örneQ:in, kadın er­
kek eşitliğini sağlayan yasaların. miras hakkını.
kadın ve erkek kardeş için eşitleyen düzenleme­
lerin, nikahın resmi devlet düzeni içinde tescil
zorunluluğunun, aile yaşamı ve birliğini düzenle­
yen yasaların. dine. dinin özüne hiç bir etki etme­
diğinin vatandaşlara anlatılmasını. aydın din gö­
revlileri üstlenmeli, hutbe ve vaazlarda halka bu­
nu anlatmalı ve bunca yıl sonrasında. artık bu so­
runun kalmadığı anlatılmalı idi. Ancak ne yazık
ki böyle olmaınışbr.
Devlet de üzerine düşeni yapmamış, gerici akımlara,
Devrim yasalarına karşın hoşgörülü davranmış, hatta oy ug­
runa taraf tutmuştur. En önemlisi, aydın din adamı yetiştir­
me amacı ile kurulmuş İmam hatip liselerinde; skolastik
(Çagdışı, gerici) egitim verilerek, sorgulayıcı yerine, ezber­
ci din adanılan yetiştirilerek Atatürk devrimleri karşıtı bir
kuşak yaratılmıştır. Bu tür egitimin kökten degiştirilmesi,
Diyanet İşleri Başkanlıgının yeniden yapılandırılması bu ku­
rumun kendini Şeyhül İslılmhk makamı gibi görmekten vaz
geçirilmesi, danışma kurullarının "İslitm'ın zamana göre
degişimini" ön gören kuralı geregince Tecdit {yenilenme)

221
Leilhlik ve Şeıfol Çcıtı�mcm

konusunda bilİmseJ bir kuruluş haline getirilmesi. Camile­


re siyasetin hiç bir biçimde sokulmaması, işlevleri kalma·
mış cemaat ve tariJuıtları nın faaliyetler.ine izin verilmeme­
si', özellihle hutbelerde laik toplum düzeni11in, dine karşıt
bir yönü oJmadıgı, dinin özi.i ile laikliğin çelişrnedigL butün
ayrıntıları ile halka açıklanarak an)al1Jmas1ru sağl<�yacak zo­

runlu düı:enlemeJer yapılmalıdır.

İslamcıl'ar siyasetten, siyasetçiler istfün'dan ellerihi


çe1�111edikçe, bu aymazlığın yarattığı karışık.lığın daha yıllar­
ca sürecegine. kuşlu� yoktur,

"Devlet şu ya da bu dinin ya da mezhebin


emrinde olamaz.

Hiçbir din ve mezhebin toplumda ayrıcaııgı


yoktur.

Birey istediği gibi d.üşünüp inanacak� top­


lum ve devlet de istediği gibi ·Örgütlenecektir. La�
ildik Ö·zgürlüğün ve demokrasinin giivencesidi:r..
Onun savunucuJan olmuş. ve bugün d.e varsa, şu
ya da. bu sisteme sıradan bir öykünmenin soııncu

değil, yaşam böyle dayattıgı içindir ve· önemli


olan da yaşamdır- Gericiler ve gericilik bunun bi·
Unc;inde değiJ . Ancak yaşam yürüyecek ve aydm..
lanma süre<ıek. (ServerTanillL İslam Çagrmıza Yantt ve­
rebilir mi? 5. Z.62)

Turkiye Cumhuriyeti laiklik ilkesi teme.li üzerine ku­


rulmuştur. Bu sistem halkı Müslüman olan tnsanımızın
inancının da gü'Venc:esidir. Bu nedenle ülkemizde laikliğin
ve laik Kesimin bir ödünü söz konusu değildir. Ancak yan­
lış yönlendirilmiş kesimi. d.oğru olan bu yola iletmek, siya­
sal dinci ideolojinin pençesinden kmt�rmaya yardımo ol·

222
Bahtr ·/oh,ızhar En1rett11

mayı d a bir görev saymalıdlr. Halkımızın bu kesimini. geri

kalmışlıktan kurtarmanın yolu da budur.

Dünyamızın bugün uJaştıgı uygarJık aşamasında sek­


sen yıJ önç.esinden bugünleıi görebilen Büyü!-; önder Mus­
tafa l�emal Atatürk'un gösterdigi en doğru yolda. O'nun
Türk ulusuna kazantlırdıgı Cumhuriyetçi. Milliyetçi, Halkçı.
LaiK ve sürekli yenilikçi Devrltnci1ik anlayışına bağlı kalarak
bu kazanımlann bizlere 2 1 nci yüzyılda da tek yol gösteri­
ci olduğunun bilincine vararak, tüm bu kazammlara sahip
çıKm.ak vazgeçilmez yaşamsal ereğimiz olmalıdJr. Aksini bir
an düşünmek bile ülkemizin birlik ve bütünlügüne özgür
ve bagtmsız yaşamın erdemlerine ters düşmeı,. dinsel ide­
olojinin çarpık. bagnazlığın ı n ağına dı1şmek demektir.. Bu
nedenle Atatürkçü düşüncenin evrensel değerlerirti koru­

mak başlıca vatandaşlık görevimiz olmalıdır.

Bu gerçegi, ttım insanlanmıza anJatmak, özellikle din


ve dünyı;ı yaşarnmm ayrımını öngöreı:ı Laikliğin. i'sla1111ın
gerçek özüne, iman ve ibadete karşı hiç bir yönünün bu­
h.mmadJğını, aksjne, laikliğin din ve vicdan özgürlugün:ün
Anaya:saJ eşitlik ilkesi içinde, bireyleün en esaslı ve geçet­

Jj garantisi (teminatı) ölduğunu ôziımsemek suretiyle açık­


lamak yönünde tüm olanaklar eyleme geçirilmeli, meydam
gerici bağnazlığın saµtınnacı yönlendirmelerinden kurtar­
malıyız.

Bunun için, ö.ıe.llikle eğitim ve kültür açJsından geri bı­


raktırılmış insanıımza dfr1 adına yutturulmaya çaJışılan h.ura­
felerin elinin özünden kaynaklanınachgını. dinin, dünya yaşa­
nn ile ilgili komdarının degişen zamana ve toplumun yaşam
biçirrtine göre yeniden yorumlanarak değerlendirilmesinin
zorunlu, k?Jçımılmaz gereğini en yalın biçimde anlatmalı, din·

223
Lai/dik ve Şeıiı:ıL Çatışması

sel inançJarm: insanlığın; akıl, mantı�, deneyim ve bilim ala­


nında elde etükl.eri degişim ve gelişimJere paralel olarak yü.­

celdigi nj , bundan böyl e din konusunda yol gösterici yeni


aracıhmn (Peygamberlerin) gönderilmeyeceğini., çünkü insa­
n ın zihinsel {akla ve mantığa dönük) algılarna gücünün za­
manla gelişerek bundan böyle Tanrısı ile dünyasal yaşamın·
da, birebir ilişlrj içinde bulundu;gunun lrnbı,ü ve idrakine (Dü­

şünme ve anlama yeteneğine) varmalıdır.

DüpYasal yaşamda eylemler ve davramşla.r, hukukun


sınırlan içjnde., yalmzca bireyin ve toplumun gönencine ve

yaranrıa dönük ve bilinç;li olmalıdır.

İslam dini bilimsel ilerleme ve değiş:İ'me açık bir din


olarak, insanlıgırı yücermesine olanak saylayan e n �on d i n

oıara;t bazı dünyasal Rurallann değişimine açıktn-. Buna tec­


dit (yenilenme) denilmel\tedir. Bu yenilenme geregi dünya­ ,

.sal Ayetlerin yen ide n insanhk yararına yorumlanmasını ge­


rekli ve kaçınılmaz kılıyor Bu .kitabnnızda dinsel kurallann
.

da buna i.ıfo verdJgini özeUikle, Al·i İmran Sureı>jnin 7 nci


AyetindeKi tamına göre Muteşabfü (Zamana göre değişik. yo­

rumlaıabJlen)
i ayetlerin bu ti.irderı ayetler olduğunu, bir şe­

riat yasası olan Mee�ll�nin d.e birinci maddesin d e bu ayırımı


yaparak, aynı Ayetten esinlendigini, Müte:şabih Ayetlerin
dünya işleri ile ilgili k.onulan Rapsadıgtrıt açık.lamaya çalıştık.

Gön;.ilüyor ]{i, islam'ın degişme:z olaral{. gösteril�n


ayetleri laik. sistem l e çelişmiyor. Çünkü Türkiye Cumhuriye­
tinin hiçbir yasası, İslam'ın, inanç, ibadet ve ahiret He ilgili
değişmez Juırallanna ters bir hüküm içermiyor. Laik yasa­

lar yaJnız.ca bireyin dünya yaşamı He ilgili yasalardan ibaret

olup, toplum yaşamının zorunlu degişiklikleridifler.

Bu biljnç ve inançla, ulus toplum olarak uyg21'rlı'


! yo-

224
Ba,hir Mazhar Erüreten

!unda, bagnazlığın engellerine takılmadan, dosdogru o!du­


ğun.a immdığın1ız Atatürk,çÇı Cumhuriyetimizin tüm kaza­
nımlarına hep birlikte sahip ç.Jl\aJım.

önemle vurgulayalım ki, Anayasa J'1ahkemesinin, La­


ikliğin korunması konusundaki bu kararlan, şeriatçı gerici
eylemlerin, Türban konusunu bahane :ederek Avrupa insan
Haklan Mahkemesinde, Türkiye Cumhuriyeti devJeti aleyhi­
ne açtıkları davaların da reddi suretiyle$ .kuşl<u�a yer kal­
mayacak biçi md e, Türkiye Cunıhur1yeti.tıin Anayasası ve
Devrim yasalarının geç�rliiigini bir kez daha. kanıtlamış ve
bu konuya l<esin ve son noktayı koymuştur. (Avrupa İnsan
Haklan Mahkeme.sinin 29 Haziran 2004 tarihli kararı ile bu
�aran onayan Avrupa lnsan Hahları Mahkemesi büyük Ku­
rulunun l 0.4.2005 tarihli }raran}

225
Ansiklopedik Sözlük

{Metinde geçen kavramların açıklamaları)


A
Abes: Boş, saçma, dayanaksız
Aciz: Güçsüz
Adalet: Bir hakkın, geçerli hukuk kurallarına göre yerine
getirilmesi, haklı ile haksızın, adalet organlarında
doğru saptanması, saptanan haksızlığın giderilmesi
için yaptırım (müeyyide uygulanmasıdır. Eş anlatım­
la, hukuk kurallarının belirli güncel olaylara uygula­
narak somuta indirgenmesi, yaşama geçirilmesidir.
Adalet, toplum düzeninin olmazsa olmaz kuralıdır.
Adaletin olmadığı yerde toplumsal düzen sağlana­
maz. Bu nedenle öteden beri adaletin önemini vur­
gulamak için "Adalet Mülkün (Devletin) Temelidir."
denir. Bu deyim çok eski çağlardan beri kullanılmak­
tadır. Arapça karşılıgı "El adlü esas-ül mülk"tür.
Adet: Teamül, töre, gelenek, örf sözcükleri de bazı farklı­
lıklanna karşın aynı anlamda kullanılan sözcüklerdir.
Anlamı; toplum içinde aynı olaylara aynı tepki, aynı
çözüm, aynı ceza verme gibi. Zamanla yerleşmiş alış­
kanlıklar, giderek toplumda uyulması zorunlu sayılan
töresel bir olgu yaratır. Bu, yazılı olmayan kuralların
toplamına Adet (Örf, Töre) denir. Yazılı hukuk düze­
ninin tam oluşmadıgı dönemin toplumlannda, geçer­
li kurallar olarak uygulanır. Bu günün modern Devlet­
lerinde bile, yazılı hukuk sistemi içinde (kanunlarda)
yer almamış bazı konularda, uygulama, örf ve adet-

226
Jere göre yapıJır. Örnegin, isviçre'den ald1gımız Mede­
nı Kanun'un birinci maddesinde; yasalarda hüküm
btJlumnayan bazr konula;rda, .tıilkJmio, örf ve adete
göre karar v.erebileceği yazılıdır. Türk Ticaret Kanu­
ntı'nun ı nci Maddesinde <:ıe benzer hüküm vardu:
Ahlak: Toplumun, bireylerde bulunmasını öngördüğu iyi,
güzel ve dağru davranış biçimidit. Uukuk kurallann­
da.n farkl1 olarak ahlaka aykın davranışın yaptırımı k.ı­
namadır. Kötü gözle görülme, dışlanmadU'. TopJum­
sal ahlak. ise; başka insanJara doğru / dürüst davran­
mak. toplumun iyilfğini kendi kişisel çıkarının üstün­
de görmektir. Laik ahlak sistemi, referansını, kişinin
kendi temiz vicdamndan alır. Dinsel ahlak Tanr.ı buy­
ruklarıdır. Onlara uygun davranmaktır.

Ahkam; Hükümler (Jiukuk sistemi) F.ıkıh,

Ahret: Öte dünya, Kutsal kitaplarda ölümden sonra yaşa­


nacağı belirtilen yer.

Asrilik: Çagdaşhk., modern yaşama ayak uydurma, uygar


ulusl(;mn yaşam duzeylne etişm€;k.

Asır: Yüzyıl.
Ati: Gelecek.
Ayet: Kur'an't oluşturan Surelerin bölümleri.

Amm (i): En büyük

İmam�i Azam: 4 büyük Sünni islam mezhebinden biri


olan Hanefi' Mezhebi'nin lmmcusu Ebu ftanife (Nu­
man BJn Sabir) bu isimle amlır.

Aziz: Üstün tutulan, ermiş kişi.

B
Bağnaz: karşıt görüşü tartışmayan, gerici, fanatik

Bani: Kurucu
Bedbabb Mutsuz

Bedhah: Kötü yürekli.

Bdagat: İyi anlatım gücü.

227
Laiklif< ve Şeriat Çatışması

JJid'at: ttz. Peygamber döneminden sonra ortaya çık.an,


gerçek isJam inanışı iJe çelişen, ancak toplumların
bir böJUmü tarafından doğru imiş gibi algıJanan gö­
rüşler,
Bilinç: şuur
Bilfarz:, Sözgelişi.
Bilfiil: Eylemli ot&trak.
Bizatihi: Kendiliğinden.
D
Dahilinde: .içinde.
Delalet: SapklnlJk, dognı yoldan ayrılma.
Dar-:ül Harp: islarn ideolojisine göre insanlan Müslüman
sayılmayıp:, kendileri.njn QJkesi savaş alanı sayılan
topraklar.
Dergah: Tarın katı. tekke
Devrim: Toph,.ımun yaşam biçiminin, önceki şekline göre
tümden değişimini ön gören ey1emler bütünü. (Ata.­
Atatürk devrimi, ftansız devrim( gibi)

Din: Cnsanın .kendi inanışına göre Ahret töte dürıya} ile ile­
tişimini saglayan.. Tann ile kul arasındaki jnanç bağı.
Tarmnm öiı'ligine. Peygamberin O;nun elçisi olduğu­
na inanmaı,, Dinin kitabında aç.ıklanan olaylara inan­
ma!\, buyruklara uymak, öte dünyanın varlığını kabul
etmektir.
Dini: Dine ait olan şeyler (Dinsel).
Dindar: Dinine inanan, ibadetini gereği gibi yerine geti-
ren. günahlardan kaçınan kimse.
Diyanet: Dindarlık duygusu, din işleri.
Dogma.: Doğrulugu sınanmadan inanılan şeyler.
E
Efrat: Bireyler.
Ezeli: Çoh gerilerde kalmış, uzun yıllardtr suren.

228
Bahir M,tzlıo.r Enlı�tetı

F
Farnıt•k: Karşıt görüşe kapalı: hoşgörüsüz.

fesih: Uükümsüz k1fma, yürürlükten !\:aldırma.


Fıkıh:İslam hukuku.
Fani: Jümlü.
Ö
F'ltrat: Yaradılıştan mevcut:; ins�nm tabiatı {dogası).
Q
Gafil: Aymaz
Galibiyet: Yengi.
H
Hadis-: isıam Peygamberi liz. Muhammed tarafından -söy­
lenmiş kutsal sô:zler.
Hadi.m: Hadisleri konu alıp ln.celeyen ve yorumlayan İsla­
mi ilim dalı.
Hak: Tarın, doğruluk gerçeğe uygunluk g1bi çeşitli anlam­
,

larda kUIJamlan sözcük. Hukuk dninde Hak; Din,


inanç. düşünce glbt bireyin insan haklarından yarar­
lanma ve bunl an aynı kurallar içinde kullanma yetki­
sidir. ttakkm sı nın başkasmin hakkının başladıgı yer­
,

dir. Eş anlatnnJa, kişh:ıln hakkı, başkasmm hakkına


teı::avı1z sı rıın na kadar ge çerli oım.

Hakkaniyet: Hak ve ad&lete uygun davranma biçimi.


Halife: Hz. Muhammed'in öl üm ü nden sonra, toplu mu din
ve siyaset er� adına yönetmeyi Cıstlemrn kimse. Hz.
MUhammed'i izleyen ilk dört tfalife; Hı. Ebubekir,
Ömer, Osman, Ali dört hali'feler olarak anılırlar Bun­
.

lar �erçek halifelerc:fir. Ne yazık ki Hz .Ebubel<ir'den


.

sonra gelen üç halife de dnayete kurban gitmişlerdir.


Sonrasında Hilafet saltan ata (Devleti yönetenlerin ka­
yıtsız, şartsız egemenJigine) dönuşmüştür. Sırası ile
Abbasiler, Kölemenler döneminin devlet başka.nla.n
ttalife unvanım alarak devleti yönetmişlerdir. Halife­
lik daha sonra Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Se1im
tarafından Mısır'ın zaptı ile birlikte Osmanh haneda·

229
Laiklik ve Serial Çattşması

nına geçmiş. Cumhuriyet dönem\ne girildikten sonra


J 924 tarihinde çıkanlan bjr kamın ile halifelik kaJdı­
nlmış, Halife azledilmiştir.

Hatıra: Anı.
Hıyanet: Güvene 'karşın kötülük.
Huk.u� (Tüze): Sosyal bir bilim dalı olan hukuk; Toplu­
mun düzen içinde yaşamını sürdürebHmesi/ hak ve
özgtırlükJerln belirli ölçüler içinde kullanılması için
uyulması zorunlu olan kurallar bütünüdür (Yasa, tü­
zıll\, yönerge gibi).
Hurafe: Çogu kez; Konunun ö.zü Ue çelişen yanhş (batıl)
inanç.

1. i
icma-ı Ümmet: Din bilginleriııin. dinsel konuların açık­
lanmasmda birlik. oiuşturmala,rı, aym dinden olan
kimselerin birlikte oluşturdu.klan topluluk.

İcazet : Bir işleJnin ya dc;ı eyJemfo öncesinde mevcut ol­


mayıp sonradan, bu jşlem ya da eylemin ctogn.ıluğu­
nu kabul.
İdeoloji : Toplumsal, sJyasal, ekonotnjk, kültürel,. felsefi,
vs. gereksinimleri karşılamaya yönelik düşünceler
bi.itünü. Kuram.

İçtihat: ttukuksal bir olay hak.kında, yaşalqrda lıül<:Qm bu·


Junınayan konularda bilim adamlannın ya da mahke•
meJerin görüş birligine vardıkları �onular.

İdrak: Algılama yeteneği.

İfade: Söylem.
İffet: NamL\S. Cinsel konularda, dinsel konularda ahla}{ ve
din kurallarına baghhk, temiz, halis, doğru, sevgi ile
yönelme, gönülden gelen baglılık gibi çeŞitti konular­
da k.ullanılu:.

İhtimal: Olasılık. .
İhtiram: saygı.

230
Bahir Mazhar Erilreıen

İhtilaf: Uyuşmaz1ık.
İtilaf: Bağdaşık.
İlelebet: Sohsuza dek.
İlmiye (sımfi): Din konuJarı ile ilgili işlerle uğraş veren sı·
nıfa bağlı oJrna. Osmanlıda çe,şitli sın ıflardan biri. (Di·
ğer smıflar: Mülkiye ve Seyfıye.)
İlmMi flfil : Din bUgilerini ögtetmek jçln yazıJan kitap.
İmam: Namazda kendjsine uyulan kimse. Diyanet işleri ile
gôrevli kimse.
iman: Kutsal \nal'\ç.
İrade: Dileme, toteme,
İrtica: Gericilik, yeniliğe kar.şı çıkma

İstildil: Bag1msızlık.
itikat: inanış.
K
&id.er: Yazgı.
lianun: Yasa. Devletin yasama organı tarafından, her va�
tandaş için uyulması zorunlu yaptırım içeren düzen·
·

lemeler.
Kisve: Giysi. kıyafet.
Kıyas: Bir eşyayı ya da bir kuralı eşde�eri ile karşılaştırıp,
benzeştirerek karar vermek. Birbiriyle benzeşen
olaylarda birisi hakkında hüküm mevcut, diğeri hak­
!Smda yoksa. benzeşen bu olayların her ikisini de ay­
nı sonuçla değerlendirmek.
Kökten dinci: Siyasal isıaın yatılısı, bağnaz.
Kurran: Tanh. tarafından Muhammed Peygambere çeşitlf
zamanlarda indirilen dinsel mesajlardan (VahiyJer�
den) oluşan Müslümanlığın kutsal kitabı. Sure ve yak­
laş1k. Aye,tten oluşur.
Kültür: Kişi ya da toplumlann maddi, manev1 ve sanatsal
tüm kazanımları. Bilimsel, sanatsal, tarihi. yazınsal,
yapısal v.b. birikimJeri,. Atatürk kişis�I bagh,.mda kül·
231
Laildik ve Şeriat ÇaLışması

törü şöyle tanımlamıştır: Türkiye Cumhuriyetinin te�


meli kültürdür. KQJtür; okumak, anlamak, görebil­
mek. görebildiğinden anlam çıkartmak, ders almak,
düşünmek, enleme yeteneğini egitmektlr.
M
Mateeeısüf: Ne yazık ki.
Maddi: Özdek sef
Mahkeme: Yargı mak1;3mı
Manevi: Tjnsel
Makam: Orun.
Maznun: ,Sanık.
Mabküm: fiükömlü, suçu kesinleşmiş kişi.
Mecaz: Benzetme, eş anlamlı sözler.
Medeni: Çagdaş, uygar.
Mefhum: Kavram, nosyon.
Mensuh: l\uran'da önceden gelmiş bir Ayetin, sonradan
gelen Ayet ile bükümsuı buakılması. (Bazı İslam dü­
şünürleri Meosuh sözcüğünün. Kur'an içi Ayetler için
değil, başka dinlerdeki söylemlerin hüküm<len Kaldı­
nlması anlamında Jrn.llanıldı�ı g:örüşundedMer.
Miras: Kalıt.
Misal: Örnek.
MeZiyet: üstün nitel ik .

Muahede: Antlaşma.
Muasır: Çağdaş. : tutucu, eskiye bağlı.
Muhafazakar: Tutucu, eskiye bağlı.
Muhit! Çevre
Mukadd�s : Mübarek, kutsal
Mücehhe.z; Donanmış. donanımlı
l'lüdafaa: Savunma
Mükellef: YükümJü

232
Bahir Mazhar Eriıreten

Mümin: İslam dinine bağlı kimse


Mümtaz: Seçkin
Münafık: Fesat ara bozucu
Müctehit: İçtihat oluşturan, içtihat öğretisinde bulunan
kimse
Münezzeh: Temizlenmiş
Mürşit: Yol gösterici,
Mürit: Mürşide bağlı kimse, tarikat mensubu
Müspet: Olumlu, pozitif
Müstevli: İşgalci
Müşahhas: Somut
Müşrik: Puta tapan, Tanrıya ortak koşan.
Mütareke: Silah bırakışması, savaşı durdur
Müteşabih: Benzeşen, değişken , yoruma açık, (Kur'an'ın
Al-i İmran Suresi'nin 7 nci Ayetinde bahsi geçen de­
yim)
N
Naaş: İnsan cesedi, ölü
Nas: İnsanlar
Nass: Kur'an'ın değişmez, kesin Ayeti.
Nefis (Nefs): Hoş, güzel, beğenilen şeyler, İnsanın içinde-
ki doğal güdüler.
Nesnel: Objektif
Nisbeten: Görece, göreceli, rölatif
Nüfuz: İçine girme
Nesih: Kaldırma, hükümsüz bırakma
o
Orun: Makam
ö
Öznel: Subjektif
Özür: Bağışlama, engel, kusur, af dileme, noksanlık

233
Laiklik ve Şeriat Çatışması

p
Promil: Binde. Genelde kanda bulunan alkol oranı ölçüm­
lerinde kullanılan binde ölçü birimi.
s
Sabii: Yıldızlara yönelerek ibadet eden Sadık : Gerçek
dost, bağımlı
Sahabe: Peygamberin yakınları
Salih amel: Düşünülen veya fiiliyata geçirilen insanlara
yararlı olacak işler. Kur'an'da Salih amel işleyenlere
büyük ödüller vaat edilmektedir.
Seküier: Yaşamı dünyaya dönük
Sünnet: Peygamberin uygulamaları
ş
Şart: Koşul
Şerait: Koşullar
Şeriat: Kur'an ve Hadislerde yapılması ya da yapılmaması
buyrulan, İslam anlayışını kapsayan kurallann tümü.
Bu genel tanım dışında şeriat sözcüğü bugün daha
çok İslam hukuku konulannı içeren, fıkıh olarak ad­
landınlan, İslami hukuk kurallannı kapsayan görüşle­
re verilen isimdir. Bugün şeriatçı denildiğinde kaste­
dilen anlam, laiklik karşıtı siyasal, ideolojik, kökten­
dinci davranış biçimidir. Bu bağlamda dinine, dinin
buyruklarına özden bağlı, samimi Müslümanlar bu
deyimin kapsadığı kitle dışında tutulmaktadır.
Şeref: Onur
Şeyh: Bir tarikatın kurucusu, ya da tarikatın en üst buyur­
ma mertebesine yükseltilmiş kişi. Şeyhin altındaki
kademede bulunanlara Derviş, rütbesiz tarikat men­
suplarına mürit denir.
Şirk: Tanrıya ortak olma (ortak koşma)
Şuur: Bilinç
Şükran: Gönül borcu, minnettarlık

234
Bahir Mazhar ErUrcten

T
Takdir! Değerlendirme, beğenme
Tashih: Düzelme, doğrusuna çevirme
Tahrif: Değiştirme, bozma
Tagayyür: Zıt olma, uymama
Tarikat: Yol anlamına gelen tarik sözcüğünden türetilmiş,
Tanrıya kavuşturma yolu anlamında kullanılmakta.
Bu dünya yaşamına önem vermeyerek, nefsi terbiye,
kalbi temizleme, yalnızca din ugrunda gayret sarf et­
me şek1inde tasavvuf felsefesini seçip, kal)ul etmiş
görüşe sahip kişilerin oluşturduğu topluluk.
Tazim: Saygı
Tedeyyün: Dinine bağlı olma
Teceddüd: Yenilenme
Tecvit: Kur'an'ı usulüne uygun biçimde okuma, bu usulü
ögreten kitaba verilen isim
Tesettür: Örtünme, Kadınları dinin öngördüğü iddia edi­
len biçimde kapatarak, örtülerle saklayarak giydirme
Teokrasi: Din erkine dayalı devlet sistemi, şeriatçı, din
eksenli devlet yapısı
Tevil: Bir söz ya da bir davranışı görünen anlamından baş­
ka bir anlamda yorumlama. Değişik koşul ve zaman­
larda birbirine tezat teşkil edecek değişik biçimlerde
yorumlama.
Teyit: Doğrulama
Tezahür: Belirti
Tezat: Çelişki
u
Ukubat: Şeriat hukukunda (Fıkıhta) cezalandırma ile ilgili
buyruklar.
Ulus: Ortak dil, ortak kültür ve ortak amaçlar dogrultusun­
da bir araya gelmiş, yaşadığı toprakları vatan bilen
halk toplulugunun oluşturduğu birlik ve beraberlik.
235
Laiklik ve Şeriat Çatışınası

Modedr devlet yapısının ana ögesi olan toplum. Böy­


le bir toplumda din, mezhep, cins, ırki ve etnik fark­
lılıklar önem taşımaz. Tüm vatandaşlar toplum yaşa­
mında ve yasalar önünde eşit birer vatandaştırlar.
Unsur: Öge, ilke, eleman (Bir bütünün parçaları)
Uygarlık: Medeniyet. Bir toplumun içinde bulundugu çag­
daşlık düzeyi
Ü
Ümmet: Aynı dine bagh insanların oluşturduQu topluluk
v
Vaiz: Dini örgütlerde topluluga nasihat etmekle görevli
kimse
Vakfetme: Bir maJ ya da parayı belli amaca yöneltme
Vakıt: Bilgilenmiş, bilen
Vecibe: Borç
Vicdan: Duyunç (Kişinin, ahilik degerleıi üzerindeki ada-
letli yargı gücü, iyi ile kötüyü ayırma yetenegi)
Vesatet: Aracılık etme
y
Yorum: Tefsir, açıklama (Yasaların ya da din kurallarının
amacına uygun biçimde doQru açıklanması
z
Zihin: Bilinçli düşünme gücü
Ziynet: Degerli eşya, süs, takı
Ziynet Yeri: Kur'anda, kadının örtünmesi gereken yerle­
ri.

236
Kaynakça

Ahmet Rasim: Osmanlıda Batışın Üç Evresi


Alan Palmer: Osmanlı İmparatorluğu-Bir çöküşün tarihi
Akbal Oktay: Atatürk Yaşadı Mı?
Aygü n Ahmet: İslam Anayasası
Aksoy Muammer: Atatürk ve Tam Bagımsızlık
Aksoy Muammer: Laiklige Çagn
A1ptuna Erdem: Türk.lam
Armaner Meda: İslam Dünyasından ayrılan cereyanlar: nur-
culuk
Arnold J. Toynbee : Atatürk- Bir Devletin Yeniden Doğuşu
Arsel İlhan: Şeriat ve Kadın
Atalay Besim: Kur'anı Kerim
Atatürkçülük: Genel Ku. Yay. L iL ili
Atatürk M. Kemal: Yurttaşlık Bilgileri
Atatürk M. Kemal: Büyük Nutuk l., il., ili.
Atatürk M. Kemal: Söylev ve Demeçleri 1., il., ili.
Atatürk M. Kemal: Tamim, Tebliğ ve Beyannameleri

Atatürk Vakfı: İslam ve Laiklik (koli. Eser)


Atay Falih Rıfkı: Çankaya
Atay Falih Rıfkı: Atatürk'ün Bana Anlattıklan
Atay Hüseyin: Kur'an'a Göre isıam'ın Temelleri
Avcıoğlu Doğan: Türkiye'nin Düzeni
Ayasbeyoğlu Nevzat : İslamiyet'in Eğitime Getirdiği Değer­
ler

237
Laiklik ve Şeriat Çatışması

Başgil Ali Fuat : Din ve Laiklik


Baykam Bedri : Ödünsüz Laik Tür�iye
Baydar Suat Yakup : Dil ve Kültür
Berkes Niyazi : Türkçede Çagdaşlaşma
Berkes Niyazi : Atatürk ve Devrimleri
Berkes Niyazi :Teokrasi ve Laiklik
Berkes Niyazi : 200 yıldır Neden Bocalıyoruz?
Berki Ai Himmet : Mecelle (Ankara Huk. Fak. Yayını)
Beıtrand Russell : Bilim ve Din (Çev.H. Yavuz)
Bozkurt Mahmut Esat : Atatürk İhtilali
Bulut Faik : Allah Devletinde Demokrasi
Caporal Bernard : Kemalizm'de ve Kemalizm Sonrasında
Türk Kadını !., il. Çev. Neşe Doster
Cem İsmail : Türkiye'de Geri Kalmışııgın Tarihi Dogrul
Ömer Rıza : Tanrı Buyruğu !., il. Dilmen Duhanıel Ge­
orges : Yeni Türkiye - Bir Batı Devleti
Dursun Turan : Tabular Çekişiyor-Din Bu !., il.,
Eliçin Emin Türk ; Kemalist devrim İdeolojisi
Eyuboğlu İsmet Zeki : irticanın Ayak Sesleri
Eyuboglu ismet Zeki : İslam Dininden Aynlan Cereyanlar:
Nakşibendilik
Eyuboglu İsmet Zeki : Karanlıgın Ayak Sesleri : Kadirilik
Eyuboğlu ismet Zeki : Bütün yönleri ile Tasavvuf-Tarikatlar
ve Mezhepler Tarihi
Gökberk Macit : Felsefe Tarihi
Gökberk Macit : Aydınlanma Felsefesi, Devrimler Ve Ata-
türk
Gülvahaboğlu Adil : Hacı Bektaş-ı Veli
Gümüşhanevi Ziyaüddin : Ramüz El-Hadis
Hablemitoğlu Necip: Şeriatçı Terör ve Batının Kıskacındaki
Ülke Türkiye / Toplumsal Dönüşum Yayınlan.

238
Bahir Mazhar Erüreten

imam Gazali : İhyılu Ulumi'd Din 1., 11., 111:, iV.


İnan Afet : Atatürk'ten Yazdıklarım
Irmak Sadi ; İslam Tarihi 1., il.
Johannes Glasneck : Kemal Atatürk ve Çağdaş Türk.iye !.,
il., ili.
Kalkanoğlu Semih : İsmet İnönü Din ve Laiklik
K.ırçak Çağlar : Cumhuriyetten Günümüze Gericilik !., il.,
111.
Kışlalı Ahmet Taner : Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi
Kışlalı Ahmet Taner : Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Ha-
fifliği
Köprülü Bülent: Medeni Hukuk
Kunbnan Orhan : Kur'anı Kerim
Kutay Cemal : Atatürk Olmasaydı
Kutay Cemal : Türkçe İbadet
Mardin Şerif : Din ve ideoloji
Mardin Ebu'! Ula : Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cev-
det Paşa
Mardin Ebu'I Ula :Medeni Hukuk Dersleri
Mardin Ebu'! Ula : Usulü flkıh Dersleri
Mardin Şerif : Türkiye' de Din ve Siyaset
Mehmet Arif : Binbir Hadis
Mumcu Uğur : Tarikat, Ticaret, Siyaset
Nadir Nadi : 27 Mayıs'tan 1 2 Mart'a
Nadi Yunus : Birinci Türk.iye Büyük Millet Meclisi
Nebiler Halil : Türkiye' de Şeriatın Kısa Tarihi
Ömer Nasuhi: Büyü·k İslam İlmihali
Özek Çetin : Devlet ve Din
Özkes İhsan : İnanç Sömürüsü
Özturanlı İskender: Türkiye' de Laikliğin Serüveni / Toplum­
sal Dönüşüm Yayınları

239
Özturanlı İskender: Laik Devlet ve Sarıklı Siyaset/ Toplum­
sal Dönüşüm Yayınları
Öztürk Kazım: Türk Parlamento Tarihi 1 9 1 9-1 923- 1927 (6
Cilt)
Pekel ihsan: Atatürk'ü Anlamak ve Anmak
Perin Cevdet: Atatürk Kültür Devrimi
Russell Bertrand: Bilim ve Din
Sanbay Ali Yaşar: Postmodernite Sivil Toplum ve İslam
Sencer Muammer: Osmanlılarda Din ve devlet/ Toplumsal
Dönüşüm Yayınlan
Şayian Gencay: İslamiyet ve Siyaset
Tanilli Server: İslam Çağımıza Yanıt Verebilir Mi?
Tanilli Server: Volter ve Aydınlanma
Toker Metin: Şeyh Sait İsyanı
Tunaya Tarık Zafer: İslamcılık Cereyanı 1., il, ili.
Tunaya Tank Zafer: Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve
Atatürkçülük
Türkiye Diyanet Vakfı: Günümüz Meselelerine Fetvalar
Uluğ Naşit: Siyasi Yönleri İle Kurtuluş Savaşı
Üçok Bahriye: Atatürk'ün İzinde Bir Arpa Boyu
Zola Emile: Din ve Laiklik Çatışması (Çev. Erdoğan Allan)

240

You might also like