Professional Documents
Culture Documents
Bakara-Al-i İmran'Da Secâvendî'Nain Vakf-I Lâ'Ları-Tuba Çoban (2018) - Maşalı
Bakara-Al-i İmran'Da Secâvendî'Nain Vakf-I Lâ'Ları-Tuba Çoban (2018) - Maşalı
Bakara-Al-i İmran'Da Secâvendî'Nain Vakf-I Lâ'Ları-Tuba Çoban (2018) - Maşalı
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
KUR‟AN-I KERĠM OKUMA VE KIRAAT ĠLMĠ BĠLĠM DALI
TUBA ÇOBAN
Ġstanbul, 2018
TC
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
KUR‟AN-I KERĠM OKUMA VE KIRAAT ĠLMĠ BĠLĠM DALI
TUBA ÇOBAN
DANIġMAN
PROF. DR. MEHMET EMĠN MAġALI
Ġstanbul, 2018
ÖZET
I
ABSTRACT
II
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖZET ................................................................................................................... I
ABSTRACT ...................................................................................................... II
ÖNSÖZ .............................................................................................................. V
KISALTMALAR.............................................................................................VII
GĠRĠġ .................................................................................................................. 1
2.1.Vakf-ı Lâzım....................................................................................... 20
III
5. Muhallilâtî Mushafı .............................................................................. 38
7. Libya Mushafı....................................................................................... 40
K YN KÇ ................................................................................................. 139
IV
ÖNSÖZ
Kur‟an-ı Kerîm‟in lafız ve mana bütünlüğü içerisinde nâzil olmuĢ eĢsiz bir
ilahî hitap oluĢu, ilk günden itibaren Müslümanları onun hem lafzına hem de manasına
önem atfetmeye sevketmiĢ; naklî ve aklî ilimleriyle birlikte bütün bir Ġslam medeniyeti
bu önemin sonucu olarak vücut bulmuĢtur. Kur‟an‟ın hem lafzını hem de manasını konu
edinen bilgi türleri içerisinde vakf-ibtidâ bilgisinin ayrı bir yeri vardır. Zira bu bilgi,
Kur‟an ibarelerinin tazammun ettiği cümle yapılarını doğru kurgulamayı sağlamakta,
buna bağlı olarak da Kur‟an‟ın anlam ve delaletinin sahih bir biçimde ortaya
çıkarılmasına katkı sunmaktadır. Bunun da ötesinde rap diline vakıf olunmaması
durumunda Kur‟an ibareleri ve cümleleri arasındaki iliĢkiyi bozan ve buna bağlı olarak
da anlam ihlaline yol açan tilavet uygulamalarına engel olmakta, bu sayede Kur‟an‟ın
anlam ve delalet boyutunun korunmasına katkı sunmaktadır. Böyle olduğu içindir ki
çok erken süreçten itibaren vakf-ibtidâ konusunu ele alan çalıĢmalar kaleme alınmıĢtır.
Bu çalıĢmalar vakf-ibtidâ bilgisine iliĢkin teorik müktesebatı içerdiğinden, meselenin
pratik boyutunda boĢluk oluĢmuĢtur. Bu boĢluğun farkında olan Muhammed b. Tayfûr
es-Secâvendî, Kur‟an ibareleri arasındaki lafız-mana iliĢkisini dikkate alarak vakfları
belli bir taksimata tabi tutmuĢ, bununla da yetinmeyerek her bir vakf türünü belli bir
rumuz ile göstermiĢtir. Ġçerdiği bu pratik fayda sebebiyledir ki sonraki dönem mushaf
kitabetinde Secâvendî‟nin sistemi yaygın bir uygulama alanı elde etmiĢtir. Nitekim
geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de baĢta Türkiye olmak üzere Ġslam dünyasının büyük
bir bölümünde basılan mushaflarda kısmen veya tamamen Secâvendî‟nin iĢaret sistemi
kullanılmaktadır. Bu durum Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ sistemini bütün boyutlarıyla
incelemeyi, onun zayıf noktaları olarak görünen yönleri derinlikli bir tahlile tabi tutmayı
zorunlu kılmaktadır ki bu yönlerin baĢında Secâvendî‟nin „ ‟الrumuzuyla iĢarette
bulunduğu ve “mâ lâ yecûzu‟l-vakf” Ģeklinde tanımladığı vakf türü gelmektedir. ĠĢte bu
çalıĢma Secâvendî‟nin sisteminin müĢkil yönünü ifade eden vakf-ı lâ‟ları inceleyecek
ve bu vakf türünün Secâvendî‟nin sisteminde tam olarak neye tekabül ettiğini tespite
çalıĢacaktır. Bütün vakf-ı lâ‟ların incelenmesinin imkân durumu dikkate alınarak da
çalıĢma Bakara ve Âl-i Ġmrân sureleri ile sınırlı tutulacaktır.
V
ÇalıĢma giriĢ, üç bölüm ve sonuçtan oluĢmaktadır. GiriĢ bölümünde
araĢtırmanın konusu, metodu ve literatürdeki yeri ele alınmıĢtır. Birinci bölümde genel
hatalarıyla vakf-ibtidâ ilmine genel bir bakıĢ yapılmıĢ ve bu ilmin dayanağı, önemi ve
diğer ilimlerle iliĢkisi hakkında özet bilgi verilmiĢ olsa da bölümün mihverini
Secâvendî‟nin vakf sistemi, özellikle de vakf-ı lâ‟nın tanıtımı oluĢturmaktadır. Vakf-ı lâ
üzerinden Secâvendî‟ye yöneltilen eleĢtiriler de bu bölümde ele alınmıĢtır. ÇalıĢmanın
ikinci bölümünde vakf iĢaretlerinin mushaflardaki kullanımının tarihsel boyutu üzerinde
kısaca durulmuĢtur. Bu çerçevede farklı dönemlere ve bölgelere ait on mushaf
üzerinden vakf-ı lâ‟nın mushaf boyutunun keĢfine çalıĢılmıĢ, elde edilen bulgular bir
tablo üzerinden mukayeseli olarak aktarılmıĢtır. ÇalıĢmanın üçüncü ve son bölümünde
ise Bakara ve Âl-i Ġmrân sureleri çerçevesinde Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihleri ve bu
tercihleri temellendirmede baĢvurduğu ta‟liller ele alınmıĢ, ardından önde gelen vakf-
ibtidâ alimlerinin değerlendirmeleri ve bazı müfessirlerin izahlarıyla Secâvendî‟nin söz
konusu tercih ve talilleri arasındaki örtüĢen ve ayrıĢan yönlerin tespitine çalıĢılmıĢtır.
Bölüm Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihinde bulunduğu yerlerde diğer vakf-ibtidâ
alimlerinin ne gibi bir vakf türü öngördüğünü gösteren bir tablo ile sonlandırılmıĢtır.
Sonuç bölümünde çalıĢmada elde edilen veriler ve ulaĢılan bulgular özetlenmiĢ ve
çalıĢma bilgilerin temininde baĢvurulan kaynakların alfabetik sunumunu içeren bir
kaynakça ile sonlandırılmıĢtır.
Tuba ÇOB N
Ġstanbul, 2018
VI
KISALTMALAR
a.s : leyhisselâm
b. : Ġbn
bkz. : Bakınız
c.c. : Celle celâluhû
DĠ : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm nsiklopedisi
DĠB: Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı
h. : Hicrî
Hz. : Hazreti
Ġsam : Ġslam raĢtırmaları Merkezi
IRCICA: Ġslam Tarih, Sanat ve Kültür raĢtırma Merkezi
nr. : Numara
nĢr. : NâĢir/NeĢreden
ö. : Ölüm tarihi
r.a. : Radiyallâhu anh
r.anhâ: Radiyallâhu anhâ
VII
GĠRĠġ
Genelde Kur‟an ilimleri özelde ise Kıraat Ġlminin alt disiplinlerinden biri
addedilen vakf-ibtidâ bilgisi, Kur‟an metnini sahih olarak tilavet etme açısından olduğu
gibi onun mana ve delaletini tespit açısından da büyük önem arz etmektedir. Zira lafız
ve mana iliĢkisini ihlal etmeyecek biçimde tilaveti uygun bir yerde kesmeyi ifade eden
vakf konusu ile yine mana bütünlüğüne halel getirmeyecek Ģekilde uygun bir yerden
baĢlamayı ifade eden ibtidâ konusu merkezinde ĢekillenmiĢ olan Vakf-Ġbtidâ Ġlmi, sahih
bir Kur‟an tilaveti ve doğru bir mana takdiri açısından etkin bir role sahiptir. Çünkü
belli bir dili esas alan bir metnin sahih bir biçimde okunması ve anlaĢılması, o dilin
cümle kurgusunu ve sentaktik yapısını ihlal etmemeyi, dolayısıyla da kelamın kendi
içindeki bağlantılarını dikkate almayı ve sözün baĢlangıç ve bitiĢ yerlerini göz önünde
bulundurmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bir baĢka ifade ile Kur‟an‟ı anlama etkinliği,
sebeb-i nüzul gibi metin dıĢı karîneleri dikkate almayı gerektirdiği gibi yapısı gibi metin
içi irtibatı ele veren karineleri dikkate almayı da gerektirir. Bu durum metnin cümle
kurgusunu ve iç irtibat noktalarını dikkate alma üzerine kurulu bulunan vakf-ibtidâ
bilgisini Kur‟an‟ın hem tilaveti hem de tefsiri açısından önemli bir konuma
yerleĢtirmektedir.
2
edildiği yerlerin isabetli olup olmadığı ve hatta bu remze ihtiyaç olup olmadığı soruları
cevaplanmayı beklemektedir. Kıraat ve tecvid ulemasının yanı sıra bazı müfessirlerden
de bu sorulara kısmen cevap olabilecek izah ve eleĢtiriler nakledilmiĢ, ancak konu
kapsamlı bir Ģekilde ele alınmamıĢtır. Hal böyle olunca geçmiĢten günümüze zihinleri
kurcalayan bu soruların problemize edilmesi, tartıĢılması ve olası cevapların sistematik
bir Ģekilde ele alınması bu çalıĢmanın vücut bulmasının asli sebebi olarak
değerlendirilebilir. Bu bağlamda ismi “Bakara ve Âl-i Ġmrân Sureleri Çerçevesinde
Secâvendî‟nin Vakf-Ġbtidâ Sistemindeki Vakf-ı Lâ‟ların Tahlili” olarak belirlenen
çalıĢmamız, baĢta ülkemiz olmak üzere Ġslam âleminde basımı gerçekleĢen mushaflarda
tercihe Ģayan bulunan vakf-ibtida sisteminin kurucusu Secâvendî‟nin vakf iĢaretlerinden
“lâm-elif”i inceleme konusu yapmaktadır. Bununla birlikte Secavendî‟nin sisteminde
ortaya koymuĢ olduğu bütün vakf-ı lâ‟lar bu tezin kapsamı içerisinde değildir.
Secâvendî‟nin sistemindeki vakf-ı lâ‟ların tamamını içeren bir incelemenin, yüksek
lisans düzeyinde kaleme alınan bir metnin gücünü aĢacağı muhakkaktır. Öte yandan
vakf-ı lâ olan yerlerin, ağırlıklı olarak anılan üç surede yoğunlaĢıyor olması da, tezin
kapsamını bu surelerle sınırlandırmayı gerekli kılmıĢtır. Dolayısıyla çalıĢmamızın
kapsamını, Fatiha, Bakara ve l-i Ġmrân sureleri çerçevesinde Secavendî‟nin Ġlelu’l-
Vukûf adlı eserinde takdir ettiği Vakf-ı Lâ tercihlerinin tahlili oluĢturmaktadır.
(3) Vakf-ı Lâ takdir edilen yerlerde gözetilen gerekçeleri tespit edip kategorize
etmek,
3
4 Müfessirlerin bu yerler için takdir ettiği mana örgüsü ile Secâvendî‟nin
vakf-ı lâ tercihinin örtüĢüp örtüĢmediğini tespit etmek,
4
çeĢitleri ana hatları ile izah edilmiĢtir. Bunun yanı sıra Secâvendî‟nin hayatı ve ilmi
kiĢiliğine, eserlerine ve özellikle araĢtırmaya konu olan Ġlelu’l-Vukûf‟un özelliklerine,
konunun temellendirilmesindeki rolüne binaen değinilmiĢtir. Bu eser çerçevesinde
Secâvendî‟nin vakf sistemi tanıtılmıĢ, Secâvendi‟nin tanımladığı vakf türleri ve her biri
için belirlediği rumuzlar izah edilmiĢtir. yrıca esas mevzu olan vakf-ı lâ kavramı ve
anlamından, bu iĢaretin hangi vakf türüne karĢılık gelmiĢ olabileceğinden, vakf-ı lâ‟ya
yöneltilen eleĢtirilerden söz edilerek Secâvendî‟nin bu iĢareti, anlamlandırılmaya gayret
edilmiĢtir. Secâvendi‟nin vakf-ibtidâ sisteminin pratik tezahürlerini görünür kılmak
adına vakf-ı lâ‟nın mushaflardaki durumu da incelenmiĢ, on ayrı mushafta bu iĢaretin
veya benzerinin mecvudiyeti tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu mushafların esas aldıkları
vakf sistemleri izah edildikten sonra ortaya çıkan veriler tablo ile gösterilmiĢtir.
5
bunlarla ilgili detaylı izahlara yer vermiĢtir. Eserde vakf-ı lâ mahalleri incelenmiĢ
olmasına rağmen vakf-ibtidâ ile ilgili diğer ulemanın görüĢlerine yer verilmemiĢ olması
konuyu bütüncül Ģekilde anlamaya imkân vermemektedir.
6
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
1
Ebû Nasr Ġsmail b. Hammâd Cevherî, es-Sıhah Tâcü‟l-luğa ve sıhahi‟l-Arabiyye, Mısır: Dâru‟l-
Kütübü‟l- rabî, [t.y.], IV, 1440; Mahmud Halil Husarî, Ahkâmu Kırâeti‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm,
Beyrut: Dâru Besâiru‟l-Ġslâmiyye, 2006, s. 251.
2
Ebu Bekr b. Muhammed b. El-Kâsım b. Muhammed Ġbnü„l-Enbârî, Îzâhu‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr.
Abdurrahim et-Tarhûnî, Kahire: Dâru‟l-Hadîs, 2007. s. 102-103.
3
Ebu‟l-Hayr Muhammed b. Muhammed Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr fi‟l-Kırâati‟l-AĢr, Beyrut: Daru‟l-
Kütübü‟l-Ġlmiyye, [t.y.]. I, 240.
4
Ebu‟l-Fadl Muhammed b. Mükrim Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, Beyrut: [t.y.], (b-d-e maddesi).
5
Ebû mr Osman b. Saîd ed-Dânî, el-Müktefâ fî‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. Yûsuf bdurrahman el-
Mar‟aĢlî, Beyrut: 1407/1987,, s.182.
6
Müsaid b. Süleyman b. Nâsır et-Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟an ve Eseruhâ fi‟t-Tefsir, Medine:
Merkezu‟t-Tefsîr. 1431/210, s.21.
7
olsa da onun eĢanlamlısı değildir. Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî sekteyi “Sesi bir süreliğine
kesmekten ibarettir” Ģeklinde tarif etmiĢ ve bu ifadeleriyle kelimenin vakf ile ortak
yönüne iĢaret etmiĢ iken “süresi genellikle vakfın süresinden daha kısa olacak Ģekilde”
ve “nefes almaksızın” kayıtlarıyla bunun vakf kavramından ayrıldığı yönlere iĢaret
etmiĢtir.7 Nihat Temel‟in söz konusu kavramların, vakf ve ibtidâ ile yakın anlamlar
taĢıdığı, bu yönüyle de terim anlamları itibariyle aralarında farklılıklar mevcut olduğu
yönündeki değerlendirmelerini de bu kapsamda ele almak gerekir.8 Suyûtî, mütekaddim
âlimlerin çoğunlukla vakf, kat‟ ve sekt kavramlarını aynı anlamda yani vakfetmek
anlamında kullandıklarını, müteahhir ulemanın ise bunlar arasında bir ayırıma
gittiğinden söz etmekte, örnek olarak da Ġbnu‟l-Cezerî‟nin açıklamalarını
9
göstermektedir.
Vakf-ibtidâ bilgisi önemli bir bilgi olarak görülmüĢtür. Meselenin pek çok
rivayete konu edilmiĢ olması da bu önemin bir göstergesidir. Ümmü Seleme
hazretlerinin “Rasulullah s.a.v. Kur‟an okurken kıraatini ayet ayet keserdi ve ayet
sonlarında dura dura okurdu.” Ģeklindeki beyanları ve bunu, Efendimizin s.a.v.) Fatiha
7
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 240.
8
Nihat Temel, Kur‟an Kıraâtinde Vakıf ve Ġbtidâ, Ġstanbul: ĠF V Yay., 2016, s. 55 vd; Ġbrahim
Tetik, Vakıf ve Ġbtida Ġlminin Ayetleri Anlamlandırmaki Etkisi basılmamıĢ yüksek lisans tezi ,
Erzurum, 2012, s. 19 vd.
9
Ebu‟lFazl Celâlüddin bdurrahman b. Ebî Bekr es-Suyûtî, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, Beyrut:
Daru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1987 I, 183; Muhammed ‟lâ b. lî b. Mhammed Hâmid et-Tehânevî,
KeĢĢâfu Istılâhâti‟l-Funûn, Beyrut: Dâru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1418/1998, IV, 348 vd.
8
tilaveti ile örneklendirmesi bu rivayetlerin baĢında gelir.10 Hz. li‟nin Müzzemmil
suresinin 73/4 ayetinde geçen tertîl kelimesini (فٛلٌِٛؼشفش حٚ فٚذ حٌسش٠ٛ“ )طدHarflerin
tecvide riayet ederek okunması ve vakıf yapılacak yerlerin bilinmesi” Ģeklinde izah
ettiği yönündeki rivayetler11 ile bdullah b. Ömer‟in ö.73/692 Ģu ifadeleri de konunun
rivayet temelleri bağlamında sürekli olarak zikredilmektedir: “Kur‟ân‟ın nüzûlünden
önce, bir müddet içimizde imanın varlığını duyarak yaĢadık. llah Rasûlü‟ne Kur‟ân
nazil oluyor ve her birimiz onun helal ve haramını, emir ve yasağını, onda vakf
yapılması gereken yerleri öğreniyorduk. Sizin bugün Kur‟ân‟ı öğrendiğiniz gibi,
üzerinde vakfedilmesi gereken yerleri bilmeden, baĢından sonuna okuduğunuzu
gördük.”12 diyy b. Hatim‟den ö.67/686 gelen ve Hz. Peygamber‟in s.a.v. yanlıĢ bir
yerde durmasına bağlı olarak anlamı ihlal eden bir cümle kuran konuĢmacıyı eleĢtirdiği
yönündeki rivayetler ise, meselenin sadece Kur‟an tilaveti açısından değil, bir bütün
olarak dil ve hitabet açısından taĢıdığı önemi gösteren bir delil olarak
değerlendirilmektedir.13
10
Ebû bdillah Ahmed b. Hanbel, Müsned, nĢr. ġuayb rnavut, Beyrut: Müessese Risale, 2001/1421,
VI, 302; Ebû Ġsâ Muhammed b. Ġsâ et-Tirmîzî, Sünen, nĢr. hmet Muhammed ġakir-Muhammed
Fuad bdulbâkî, I-V, Mısır: 1975. Fedâilu‟l-Kur‟ân, 23. yet sonlarında vakfetmenin sünnet
olduğu görüĢünde olanlar da bu rivayete tutunmaktadırlar.
11
Suyûtî, el-Ġtkân, I, 180; Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 209.
12
Ebû bdullah Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale„s-Sahîhayn, nĢr. Mustafa bdulkadir tâ, I-
IV, Beyrut: Dar. Kütüb Ġlmiyye, 1411/1990, I, 91; Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Muhammed b.
Nasr, Muhtasaru Kıyâmi‟l-Leyl, nĢr. Faysal bbad, Pakistan: Hadis kademi, 1988; s.179. Gerçi
M. Emin MaĢalı, vakf-ibtida konusunun önemi doğrultusunda bu rivayetlerle istidlalde
bulunulmasını zorlama addetmektedir. Bkz. Mehmet Emin MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle
Kıraat Ġlmi, Ankara: Otto Yay., 2016, s.136-139.
13
Ebu„l-Hasen Müslim en-Neysâbûrî, Müsnedü Sahîhi Muhtasar, nĢr. Muhammed Fuad
bdulbâkî, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t- Turâsi‟l- rabî, 1956, Salâtu‟l-Musafirîn, 38; Nesai, Ebû
Abdurrahman Ahmed b. li b. ġuayb en-Nesâî, Sünen, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t- Turâsi‟l- rabî, [t.y.],
Nikâh, 40.
14
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 224-225.
9
yükümlüdür; amaç Kur‟an‟ın mucize olan nazmını muhafaza etmektir” demiĢtir.15
Ġbn‟ül-Cezerî ise “ Bizim imamlarımız bize her ayette nasıl vakıf ve ibtida yapacağımızı
öğretir, bunu da parmaklarıyla iĢaret etmek suretiyle tâlim ettirirlerdi.”16sözleriyle kıraat
tedrisatının sadece telaffuz ve tecvit kurallarının tatbikinden ibaret olmadığını, nitelikli
ve doğru bir tedrisatın vakf-ibtida konusunun eğitim öğretimini de içermesi gerektiğini
ifade etmiĢtir. Safâkusî ö.1118/1706 ise vakf-ibtida noktasında eksiklikler içeren bir
tilavetin sahih bir tilavet olamayacağını, dahası kimi durumda ayetin manasını ihlal
edecek düzeyde hatalı tilavetlerin vuku bulabileceğini belirtmekte ve Ģöyle demektedir:
“Vakıf ve ibtida bilgisi son derece zorunlu bir bilgidir. Çünkü llah Teala‟nın
kelamının manası ancak bu ilim sayesinde açığa çıkar ve en mükemmel Ģekilde
tamamlanır. Zira kimi zaman bir kârî kıraatte bulunur ama mana tamamlanmadan vakf
yapar. Bu durumda ne kendisi okuduğunun anlamını anlar ne de dinleyen. Bu yüzden
llah Teala‟nın kitabının okunmasının hedefi olan Ģey mana kaybolur gider, bunun
yanı sıra onun i‟caz yönü de yok olur. Hatta kimi zaman kastedilenin ötesinde bir mana
anlaĢılır ki bu büyük bir hatadır.”17 Saçaklızâde ö.1145/1732 de tecvid ilminde kemal
derecesine ulaĢabilmek için üç bilgi türünün zorunlu olduğunu belirtmiĢ ve bu
çerçevede kıraat bilgisi, mushaf imlası bilgisi ve vakf-ibtidâ bilgisini zikretmiĢtir.18
Vakıf-ibtida konusundaki bilgi ve değerlendirmelerin temel kaynağının kıraat âlimleri
oluĢu da bu bağlamda kayda değerdir. Nitekim Ġbnu‟n-Nedîm‟in ö.385/995 el-
Fihrist‟te “vakf ve ibtida konusunda te‟lif edilmiĢ eserler” baĢlığı altında zikrettiği
müellifler arasında Nâfi‟ ö.169/785 , Ebû mr ö.154/771 , Hamza ö.156/773 ve
Halef ö.229/944 gibi kıraat imamlarının isminin geçiyor oluĢu vakf-ibtida bilgisinin
Kur‟an kıraati açısından ifade ettiği öneme iĢaret etmek için yeterlidir.19
15
Ebû‟l-Esba‟ Ġbnü‟t-Tahhân el-Endelûsî, Nizâmü‟l-Edâ fî‟l-Vakfi ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. li Hüseyin el-
Bevvâb, Riyad: Mektebetü‟l-Meârif, [t.y.], s. 20.
16
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr , I, 225.
17
Ebu‟l-Hasen Ali b. Muhammed en-Nûrî es-Safâkusî, Tenbîhu‟l-Gâfilîn ve ĠrĢâdu‟l-Câhilîn, tashih
Muhammed eĢ-ġazeli Neyfer, [y.y.], Matbaatü‟r-Resmiyye, 1974, s.128.
18
Saçaklızâde Muhammed b. Ebû Bekr el-Mar'aĢî, Cühdü‟l-Mukill,, nĢr. Ğânim Kaddurî el-Hamed,
Amman. Daru Amman, 2001, s. 5.
19
Ebû‟l-Ferec Muhammed Ebû Ya‟kûb Ġshâk Ġbnu‟n-Nedîm, Kitâbü‟l-Fihrist, nĢr. Rızâ Teceddüd,
[y.y.], [t.y.], s. 38.
10
mümkündür. Dolayısıyla vakf uygulamalarını değerlendirmede kullanılan “haram”,
“vacib” ve “mekruh” kavramları, fıkhî düĢüncedeki gibi, Ģer‟î hükmün kuvvetini iĢaret
eden bir delalete sahip olmayıp “mutlaka gerekli”, “yapılmamalı” ve “güzel olmaz” gibi
anlamlara gelmektedir.20 Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî bu hususa خذٚ لفٚ ِٓ ْ حٌمشآٟظ ف١ٌٚ "
" ش ِخ ٌٗ عزذ١الزشحَ غٚ Kur‟an‟da farz ya da vacip bir vakıf olmadığı gibi, herhangi bir
sebep olmaksızın haram vakıf da söz konusu değildir.” Ģeklinde iĢaret etmiĢ, vakf
itibariyle vaciplik ve haramlık hükmünün vakfın bizzat kendisine değil, onun
sonuçlarına yönelik olduğunu belirtmiĢtir.
20
Ramazan Pakdil, Ta‟lim Tecvid ve Kıraat, Ġstanbul: ĠF V, 2013, s.265.
21
Ğânim Kaddûrî elHamed, ed-Dirâsâtü‟s-Savtiyye ınde Ulemâi‟t-Tecvîd, Ürdün: Dâru mmâr
1428/2006, s. 69-70.
11
olmaksızın, Kur‟an‟ın anlamlarını bilmek ve Kur‟an‟dan Ģer‟î delilleri istinbat etmek
hiç kimse için gerçekleĢemez”22 sözleri bu hususu çok net bir biçimde gözler önüne
sermektedir. Böyle olduğu içindir ki müfessirler bu konuya ayrı bir önem atfetmiĢ, hatta
Ğarâibu’l-Kurân ve Rağâibu’l-Furkân müellifi Nîsâbûrî ö.730/1329) gibi, ayetlerin
tefsirine giriĢmezden evvel onların vakf durumu hakkında bilgi veren müfessirler de
vardır. Bu yönü sebebiyledir ki ZerkeĢî ö.794/1392 , Kur‟an ilimlerini doğru
anlamanın vakf ve ibtidayı çok iyi anlamaya bağlı olduğunu söylemiĢtir.23
Vakf-ibtidâ bilgisinin Kur‟an tefsiri ile irtibatının çift yönlü bir yapı arz
ettiğinden bahsetmek mümkündür. Zira bir taraftan müfessirler tefsir ve tevil
etkinliğinde bu bilgiden istifade ederken vakf-ibtida alimleri de vakf yerlerini ve bu
yerlerdeki vakfın derecesini belirlerken müfessirlerin izah ve açıklamalarından
yararlanmıĢlardır. Nitekim Ebû mr ed-Dânî, el-Muktefâ fi’l-Vakfi ve’l-Ġbtidâ isimli
eserini kaleme alırken kıraat alimlerinin yanında müfessirler ile nahiv ulemasının
izahlarından da istifade ettiğini açıkça beyan etmesi buna delil olarak gösterilebilir.24
12
Mâlik ö.179/795 ve Ġmâm-ı ġâfiî ö.204/820 ‟ye nispet etmekte, bu ihtilafa sebep
gösterdiği ilk hususla ilgili olarak da Ģöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Bu
cümleler, aralarındaki atıf sebebiyle tek bir cümle hükmünde midir? Yoksa bu
cümlelerden her birinin bağımsız bir hükmü mü vardır?”25 Kurtubî‟nin bu ifadelerinin
de gösterdiği üzere Ebû Hanîfe ve ashabı ْٛ حٌفخعمkelimesinde cümlenin tamamlandığı
görüĢünde iken diğerleri cümlenin istisna içeren beĢinci ayetle birlikte tamamlandığı
kanaatindedirler ki bu da son tahlilde vakf yeri ile ilgili bir ihtilafa iĢaret etmektedir.
“Bir tefsire ve cümle kurgusuna göre vakf tâm olurken bir baĢka tefsire ve
cümle kurgusuna göre tâm olmayabilir. Nitekim ٍٗ اال هللا٠ٚؼٍُ طؤ٠ ِخٚ ayetindeki vakf,
devamını baĢlangıç cümlesi olarak değerlendiren anlayıĢa göre vakf-ı tâm olur ki Ġbn
bbas, iĢe, Ġbn Mes‟ûd ve daha baĢkalarının görüĢü budur. Ebû Hanife ile ehl-i
hadisin ekseriyeti de bu görüĢtedir. Nafi„, Kisâî, Yakub, Ferrâ, hfeĢ, Ebû Hatim ve
daha baĢka dil âlimleri de bu görüĢü benimsemiĢtir. Urve, ilimde derinleĢmiĢ olanların
tevili bilemeyeceğini ve onların „biz buna iman ettik‟ diyeceklerini belirtmiĢtir.
BaĢkalarına göre ise burada vakf, tâm olmamaktadır. Onlara göre cümle ْٟ فٛحٌشحعخٚ
25
Ebû bdullah Munammed b. hmed b. Ebû Bekr el-Kurtubî, el-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-Kur‟ân, nĢr.
bdülmuhsin et-Türkî, Beyrut: Müessetü‟r-Risâle, 1428/2006, XV, 135.
13
ٍُ حٌؼifadesinde tamamlanmaktadır, dolayısıyla da lafzatullaha matuftur. Ġbnü‟l-Hâcib
ö.646/1249 ve daha baĢkalarının tercihi bu yöndedir.”26
Bu bahsi kapatmazdan evvel vakf-ibtida ilminin nahiv ilmi ile olan iliĢkisinden
de kısaca söz etmek gerekir. Zira vakf-ibtida ilmi bir yönüyle Kur‟an kelimelerinin ve
ibarelerinin cümle içi konumu ile irtibatlı iken diğer yönüyle de cümle kurgusunun ifade
ettiği anlam ve delaletle irtibatlıdır. Bu alanlardan ilki nahiv ilmine karĢılık gelirken
ikincisi yukarıda ifade ettiğimiz tefsir, fıkıh ve kelam gibi epistemolojik alanlardır. Ġbn
Mücâhid vakf-ibtida bilgisinin bu alanların tamamıyla olan iliĢkisine Ģu Ģekilde iĢaret
etmiĢtir: “Vakf itibariyle kelamın tamam olanını, yalnızca kıraatleri bilen, tefsirden ve
kıssalardan haberdar olan, bunlar arasında bir ayırıma gidecek altyapısı bulunan,
Kur‟an‟ın indiği dili bilen, fıkıh ilmine de vakıf olan nahivci kimse tespit edebilir.”27
26
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 227.
27
Dânî, el-Müktefâ, s. 58.
28
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 225.
29
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 226; Süyûtî, el-Ġtkân, II, 551.
30
Temel, Kur‟an Kıraatında Vakf ve Ġbtida, s.64.
14
kestirme Ģey vakfın ihtiyârî ve ızdırârî kısımlarına ayrıldığıdır.”31 Ģeklindeki ifadeleri,
bu ikili tasnifin Ġbnü‟l-Cezerî‟nin kendi çıkarımı olduğunu gösterir. Bu tarz bir
taksimata yer veren Süyûtî‟nin kaynağının da Ġbnü‟l-Cezerî olduğu dikkate
alındığında32 anılan ikili taksimatın kaynağının Ġbnü‟l-Cezerî olduğu söylenebilir.
31
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 225.
32
Süyûtî, el-Ġtkân, II, 548.
33
Ġbnü‟t-Tahhân, Nizâmü‟l-Edâ, s. 29.
15
konusudur. Dânî, Ġbnü‟l-Cezerî ve daha baĢka âlimlere ittibaen benim tercihim de
vakfların tâm, kâfi, hasen ve kabîh Ģeklinde dört kısımdan ibaret olduğu yönündedir.
ncak iĢin aslı tâm, etem, kâfi, ekfâ, hasen, ahsen, kabîh ve akbah Ģeklinde her bir
kısım kendi içinde iki kısma ayrılmaktadır.”34
34
Safâkusî, Tenbîhü‟l-Ğâfilîn, s. 130-131. Kaynaklarda daha baĢka vakf çeĢitlerinden de söz
edilmektedir. Hz. Peygamber‟in s.a.s dua maksadıyla yaptığı vakflar “vakf-ı gufrân”, Hz.
Cebrâil‟in vahiy esnasında yapmıĢ olduğu vakıflar “vakf-ı Cibril/vakf-ı münzel”, Hz. Peygamber‟in
(s.a.v. mutlak olarak vakfettiği yerler “vakf-ı Nebî”, vakfedilmeden anlaĢılmayacak bir manayı
ortaya çıkarmak maksadıyla yapılan vakf “vakf-ı beyân”, ayet içerisinde ifadenin anlatımında
birbirine alternatif iki farklı noktanın belirtildiği vakf “vakf-ı muânaka” olarak isimlendirilmiĢtir.
Bkz. Temel, Kur‟an Kıraatında Vakf ve Ġbtidâ, s. 82-84; Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in
AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın Rolü, s.83-86.
35
rabâvî, Ferğalî Seyyid, Merviyyatu‟l-Hâfız Ġbnü‟l-Cezerî fi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ min Kitâbi‟t-
Temhîd ve‟n-NeĢr, DımeĢk: 2009 s.21.
36
Dânî, el-Müktefâ, s.138 vd.
37
Ġbnü„l-Enbârî, Îzâhu‟l-vakfi ve‟l-Ġbtidâ, s.102-103.
38
Ebû bdullah Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, Ġlelu‟l-vukûf, Riyad: Mektebetu‟r-RüĢd, 1994,
s.116 vd.
39
Ahmed b. Muhammed b. Abdulkerim el-UĢmûnî, Menâru‟l-Hudâ fî Beyâni‟l-Vakfi ve‟l-Ġbtidâ,
Mısır: 1973, s.10.
16
kelamın tamam olmasını dikkate almaksızın ayet sonlarında mutlak surette vakıf
yapılması gerektiğini belirtmiĢler ve bu görüĢlerini de Hz. Peygamberin s.a.v.) Fatiha
suresini ayet sonlarında vakfederek okuduğu yönünde Ümmü Seleme‟den ö.62/681
r.anhâ gelen rivayetle temellendirme yoluna gitmiĢlerdir. Bazıları ise tam tersine lafız-
mana iliĢkisini esas almıĢ ve lafız-mana iliĢkisinin tamamlandığı yerde vakfa gidileceği
görüĢünü benimsemiĢlerdir. Kur‟ân‟ın tamamını tek bir metin olarak değerlendiren ve
lafız-mana iliĢkisi ne olursa olsun mümkün olan en uzun miktarı okumayı uygun
görenler de olmuĢtur. Zekeriyya el-Ensârî ö.926/1520 ise asıl olanın mana olduğunu,
gerek ayet sonunun gerekse nefes durumunun buna tabi olması gerektiğini belirtmiĢ ve
Ģöyle demiĢtir:
“Bazen ayet ortalarında vakıf yapmak daha güzel olsa da ayet sonlarında
vakfetmek daha uygundur; ama her ayet sonu vakf mahalli değildir. ksine mana
muteberdir ve nefes de ona tabidir. Kur‟an okuyan kiĢi, vakfa elveriĢli bir yere kadar
okuduğunda nefesi yetiyorsa bir sonraki uygun vakf yerine kadar tilavete devam etmeli,
Ģayet nefesi yetmiyorsa ikincisine geçmemelidir.”40
40
Ebu Yahya Zekerriya el-Ensârî, el-Muksıd li telhîsi mâ fi‟l-MürĢid, Mısır: 1973, s.3.
17
Tabakat literatüründe hakkında kayda değer bir bilginin bulunmaması
Secâvendî‟nin ilmî birikiminin kaynaklarını tespit etme imkânı vermediği gibi41 vefat
tarihi ile ilgili olarak da kısmi bir kapalılığa yol vermektedir. Zira Ġbnu‟l-Kıftî,
Secâvendî‟nin vefat tarihi olarak net bir tarihten bahsetmemiĢ ve “altıncı asrın ortaları”
42
gibi müphem bir ifade kullanmıĢtır. Bu yöndeki en titiz belirleme Safedî‟den ö.
764/1363 gelmiĢtir. Safedî vefat tarihi olarak h.560 yılını zikretmiĢ, sonraki müellifler
de bu bilgiyi esas almıĢlardır.43 Öte yandan kaynaklar Secâvendî‟nin ilim
yolculuklarından, hocalarından ve talebelerinden de bahsetmemiĢlerdir.44 Bu bilgi
eksikliği âlimleri, Secâvendî‟yi daha ziyade eserleri üzerinden tanıtma yoluna
sevketmiĢtir. Sözgelimi Ġbnu‟l-Kıftî, onun bir tefsirinin olduğundan söz etmiĢ ve bu
eserin hacmi küçük olmakla birlikte önemli ve faydalı yönler içerdiğinin altını
çizmiĢtir.45
41
Ġbnu‟l-Cezerî, Gâyetü‟n-Nihâye fî Tabakâti‟l-Kurrâ, Beyrut: Dârul-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1982, II,
157.
42
Cemaleddin Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât alâ Enbahi‟n-Nuhât, Kahire: Dâru‟l-Kütübü‟l-Mısriyye,
1955, III, 153.
43
Ebu‟s-Sâfâ Salâhuddin Halil b. Ġzziddîn es-Safedî, Kitâbü‟l-Vâfî bi‟l-Vefeyât, Berlin: Das
Arabsche Buch, 1981, III, 178.
44
Ġbnu‟l-Cezerî, Gâyetü‟n-Nihâye, II, 157.
45
Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât, III, 153.
46
Secâvendî, Ġlelu‟l- vukûf, nĢr. Muhammed b. bdullah b. Muhammed el- „Îdî, Riyad: Mektebetü‟r-
RüĢd, I-III, 1994.
18
ÇalıĢmamızın mihverini oluĢturan bu çalıĢma bir sonraki baĢlıkta müstakil olarak
incelenecektir. Aynü’l-Meânî isimli tefsirine gelince bu, Ġbnü‟l-Kıftî‟nin ifadesiyle,
sonraki dönemde kaleme alınmıĢ olan çok sayıdaki tefsire kaynaklık etmiĢtir. Mekkî-
Medenî, nâsih-mensûh, esbâb-ı nüzul ve ahkâm gibi klasik tefsir anlayıĢının temel
özelliklerini yansıtıyor olmanın ötesinde, özellikle kıraat imamları ve ravileri ile ilgili
bilgilere, kıraat farklılıklarına ve vakf yerleri ile ilgili açıklamalara değinmek gibi
ayırıcı özelliklere sahiptir.47
47
Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât, III, 153.
48
Secâvendî, Ġlelu‟l- vukuf, I, 103-105. Bu çerçevede Secâvendî „nin öne çıkan vakf-ibtidâ müellefâtı
içerisinde sadece Ebû Nasr Mansûr b. Ġbrâhim el-Irâkî‟nin el-Makâti’ ve’l-Mebâdii’i ile Ebû
Muhammed e-Ummânî‟nin el-Murşid‟inden bahsetmesi ve Ġbnü‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî gibi
müelliflerin eserlerinden hiç söz etmemesi dikkat çekicidir. Bkz. Ġlelu‟l-Vukûf, I, 103-105.
49
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 169 vd.
19
Secâvendî‟nin vakf sistemini daha iyi anlayabilmek için ona ait tasnifteki Ģu
vakf türlerinin ifade ettiği manaları zikretmek faydalı olacaktır:
2.1.Vakf-ı Lâzım
Vakf-ı lâzım‟ın tamınına gelince her ne kadar Secâvendî bu vakf türü ile ilgili
derli toplu bir tanım vermese de açıklamalarından onu “vasıl yapılması durumunda
anlam ihlaline yol açacak nitelikteki yerlerde yapılması gereken vakf” Ģeklinde
değerlendirdiği anlaĢılmaktadır. Zira bu vakf türünün ilk örneği olarak Bakara 2/8
ayetinin sonunu gösteren Secâvendî, ilgili ayetin sonunda yer alan َٓ١ ِِ۪ٕ َِخ ُ٘ ُْ رِّ ُْئَٚ
ۚ َُِٕ َٓ ٰح٠ ۪حٌَّزَٚ َحّٰلل
ifadesinde vakf yapılmasını zorunlu addetmektedir. Ona göre حٛ َْ هُُٛ َخخ ِدػ٠
َْ هُُٛ َخخ ِدػ٠
Ģeklindeki bir sonraki ayete vasledilmesi durumunda َحّٰلل cümlesi َٓ١ ِِ۪ٕ ِرّ ُْئ
ifadesinin sıfatı olabilecektir ki bu da söz konusu kimselerden “ llah‟ı aldatmaya
çalıĢma” Ģeklindeki yaklaĢımı olumsuzlamayı ve “aldatmaya kalkıĢmalarıyla birlikte
mümin olabilecekleri” anlamını içermektedir. Oysa bu ayetlerde llah Teala o
kimselerden imanı olumsuzlamakta ve llah‟ı aldatmaya kalktıklarını ortaya
koymaktadır. Bir baĢka ifade ile bu iki ayet söz konusu kimseler hakkında imanın
olumsuzlanması ve aldatmanın isbatı yönünde bir mana içerirken, vasıl yapılması
durumunda imanın ikrarı ve aldatmanın olumsuzlanması yönünde bir anlam içerir hale
50
Ġsmail Sadık, bdurrahîm Ġsmail, el-Vakfu‟l-Lâzım fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Kahire: Dâru‟l-Besâir,
2008, s. 56.
51
Husarî, Ahkâmu kırâati‟l- Kur‟âni‟l-Kerîm, s. 254. Bu görüĢü destekler mahiyette bkz.
Muhammed CoĢkun, Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları Çerçevesinde
Secâvendî‟nin Vakıf Sisteminin Değerlendirilmesi, yayınlanmamıĢ tebliğ , DĠB. Uluslararası
Kıraat Sempozyumu, Ġstanbul, 2017, s.5.
20
gelecektir ki bu da ayetin anlamını tersine çevirmek olmaktadır. 52 Secâvendî Bakara
2/253 ayetindeki َرؼْغٍَٰٝ ُْ ػُٙ ؼ
َ ؼ ٍْ َٕخ رَ ْؼ ُ ُّ طِ ٍْهَ حٌشifadesinin sonundaki رَؼْغkelimesindeki
َّ َع ًُ ف
vakf ile Nisa 4/171 ayetindeki ٌَذَٚ ٌَُٗ َُْٛى٠َ ْْ َ ع ْزسَخَٔ ُُٓٗ ح
ُ ifadesinin sonunda vakfedilmesini de
bu kapsamda değerlendirmiĢ ve her iki yerle ilgili olarak da “Ģayet vasledilmiĢ olsa”
Ģeklindeki kayıtlarla bu yerlerde vakfın değil de vaslın tercih edilmesi durumunda
anlamın tersyüz olacağına iĢaret etmiĢtir.53 Kendinden önceki cümlenin zarfı mef‟ûlün
fîh konumunda olmadığı halde, vasledilmesi durumunda zarf gibi algılanma ihtimali
olan ارedatlarının öncesinde de mutlak surette vakfa gidilmesi gerektiğinden bahseden
Secâvendî,54 vasıl halinde ayetin ifade ettiği anlama zıt bir anlamın oluĢma ihtimali
bulunan yerlerin tamamındaki vakfı bu kabilden değerlendirmiĢtir.55
52
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 180-181.
53
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 109-112.
54
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 113.
55
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 113 vd.
56
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 116.
57
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 116-127.
21
Secâvendî‟nin vakf-ı mutlaka dair verdiği hükümlerin genelinde herhangi bir illet
belirtmeden sadece remiz göstermekle yetinme Ģeklindeki bu tavrı dikkat çekicidir,
dolayısıyla da izaha muhtaçtır.58 Her ne kadar açıklamalarında bu yönde bir tespite
gitmeyi mümkün kılacak bir kayda rastlayamamıĢ olsak da, Secâvendî‟nin bu vakf
türünü talile elveriĢli olmaması yönüyle vakf-ı mutlak olarak isimlendirmiĢ olması da
muhtemel görünmektedir.
58
Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın Rolü, s.137.
59
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 128.
60
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 128.
61
Detaylı bilgi için bkz. Receb Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın
Rolü, s.138
22
Mushafı‟nda, vakf-ı câiz‟in bu Ģekilde üçlü bir taksime tabi tutulmuĢ olması da bu
tespiti teyit etmektedir. Zira anılan mushafta vakfın ve vaslın eĢit düzeyde caiz olduğu
yerler Secâvendî‟nin vakf-ı câiz için kullandığı „ ‟جsembolü ile gösterilmiĢ, vakf ve
vasıl caiz olmakla birlikte vakfın evla olduğu yerler “ٍٝ”ل, her iki durum caiz olmakla
birlikte vaslın câiz olduğu yerler ise “ٍٝ ”طsembolü ile belirtilmiĢtir. Bu vakf türünde
uygulamada genellikle vakf yönünde bir tercihe gidilmiĢ olmasının62 ardında da, vakf-ı
câiz kapsamında değerlendirilen yerlerin vakf-vasıl hükmünün aynı olmamasının yattığı
söylenebilir.
Secâvendî‟nin açıklamalarında dikkati çeken bir diğer husus ise vakfla ilgili
tanımında tecâzüb ( )طدخردkavramını kullanmıĢ olmasıdır. Bilindiği üzere bu kavram
öncesiyle de sonrasıyla da irtibatlandırılması mümkün olan, ancak bunlardan biri ile
irtibatı kurulduğunda diğeri ile irtibatı kopan ifade öbeklerindeki vakf durumu için
kullanılmıĢ bir kavramdır. Zira bu vakf durumu, “vakf-ı muânaka”, “vakf-ı murâkabe”,
“vakf-ı tezâd”, “vakf-ı telâzüm” ve “vakf-ı tecâzüb” gibi farklı isimlerle ve kavramlarla
anılmıĢtır. Ġbnü‟l-Cezerî‟nin ifadesine göre ilk olarak Ebû‟l-Fadl er-Râzî‟nin v.
454/1062 “murâkabe” kavramıyla kendinden söz ettiği bu vakf türünden63
Secâvendî‟nin müstakil olarak bahsetmediği bir gerçektir. ncak Secâvendî‟nin vakf-ı
câiz ile ilgili tanımında geçen “tecâzüb” ifadesi, onun, vakf-ı muânaka kabilinden olan
yerleri de bu kapsamda zikretmiĢ olduğu yönünde bir tespite gitmeyi mümkün
kılmaktadır. Nitekim vakf-ı muânaka kapmasında değerlendirilen yerlerin büyük
bölümünün Secâvendî‟nin sisteminde vakf-ı câiz olarak değerlendirilmiĢ olması da bu
çıkarımı destekler durmaktadır.
62
liyyü„l-Karî, Sultan Muhammed, el-Minehu‟l-Fikriyye Ģerhu Mukaddimeti‟l-Cezerîyye, nĢr.
bdulkavîy bdulmecîd, Medine: Mektebetu‟d-Dâr, 1998, s.265; Ġsmail Karaçam, Kur‟an‟ın
Faziletleri ve Okuma Kaideleri, Ġstanbul: ĠF V Yayınları, 2016, s.334; Temel, Kur‟an
Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s.77; burrahman Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, Bursa: Emin Yay.,
2008, s.269; Pakdil, Tecvid, s.243.
63
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 237-238.
23
Ģöyle bir tanıma ulaĢmak mümkün görünmektedir: “Esas itibariyle vasıl daha uygun
olmakla birlikte, i‟rab bakımından tevili yapılabilecek bir yönü olması hasebiyle vakfın
ْ َٓ ح٠ ۪ ٰ ٌُٓ ِجهَ حٌَّزٚ۬ ُ ح
da caiz olabileceği vakf türüdür.”64 Sözgelimi Bakara 2/86 ayetinde ُ حٚشظ َ َش
خال ِخ َش ِۘ ِس
ٰ ْ خ ِر١َ ْٔ ُّسَ حٌذٛ١َٰ ْحٌسifadesinden sonra gelen َْٚظش
َ ْٕ ٠ ُْ ُ٘ الٚ ُُُ حٌ َؼزحدْٕٙ ُخ َّففُ ػ٠ فالcümlesinin
baĢındaki „fâ‟ harfi hakiki anlamda Ģart-cevabı ifade etmese de anlam itibariyle Ģart-
cevap iliĢkisini içermektedir ki bu da vaslı icap ettirmektedir. Fakat خفف٠ فالfiilinin söz
baĢı olabilecek bir yapıda olması, رخألخشسlafzında vakfedip iki cümleyi birbirinden
ayırma yönünde bir imkân sunmaktadır.65 Secâvendî‟nin ilgili ayetin geçtiği yerdeki Ģu
açıklaması da mukaddimedeki beyanlarının ihtisarı niteliğindedir: “Çünkü fiil ifade
baĢıdır, takibiyye „fâ‟sı ise cevap ifade eder.”66
Secâvendî bu vakf türüne örnek olarak Bakara 2/89 ayetindeki اُٛفٍَََّّخ َُٓخخ َء ُ٘ ُْ َِخ ػ ََشف
ِۘ ِ۪ٗح رٚ َوفَ ُشifadesinin sonunu gösterir. Onun ifadesine göre devamında gelen حّٰلل ِ فٍََ ْؼَٕشُ ه
ifadesinin baĢındaki „fâ‟ vaslı daha kuvvetli kılmaktadır, fakat ِحّٰلل فٍََ ْؼَٕشُ هĢeklindeki
baĢlangıç ifadesinin yapısı zayıf da olsa vakfa imkân veren bir yön içermektedir.”67
Bazı tecvit yazarlarının “ta‟kibiyyet ve Ģart-cevap iliĢkisi, istinafiyyeden daha güçlü
olduğu için vakf caiz olmakla birlikte uygulamada vasıl evlâ görülmüĢtür.”68 tarzındaki
değerlendirmeleri, Secâvendî‟nin yukarıdaki izahından mülhem gözükmektedir. Zira
Secâvendî, vaslı daha kuvvetli görmüĢ, zayıf olmakla birlikte vakfı icap ettiren bir
gerekçenin varlığından da bahsetmiĢtir.
Secâvendî bu vakf türünü “Uzunca bir cümle yapısına sahip olan yerlerde,
ifadenin sonrası öncesinden bağımsız olmadığı halde, nefesin yetmemesi gibi bir
zorunluluktan dolayı vakfa izin verilmesidir; vakfedilmesi durumunda da, sonrasındaki
ifade anlamlı bir cümle olduğu için geriden alınmasına gerek yoktur.”69 Ģeklinde
tanımlamıĢtır. Ona göre sözgelimi Bakara 2/22 ayetinde رٕخ ًءkelimesinde vakfedilmesi
64
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130. yrıca bkz. Tayyâr, Vukûfu‟l-Kurân, s.189; MaĢalı, Tarihi ve
Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.149.
65
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130.
66
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 214.
67
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130.
68
Karaçam, Kur‟an-ı Kerim‟in Faziletleri, s.334; Temel, Kur‟an Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s.77;
Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, s.269; Pakdil, Tecvid, s.243.
69
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131.
24
durumunda, devamındaki حَ ْٔ َض َيَٚ kelimesi ifadenin öncesinden bağımsız değildir. Çünkü
أٔضيfiilinin faili, daha önce geçen ُُ َس َّر ُى kelimesine giden bir zamirdir. Ancak رٕخء
kelimesinde vakfedilmesi halinde أٔضيٚ ile baĢlayan cümle baĢlı baĢına anlamlı bir
cümledir. Zira her ne kadar fail açıkça zikredilmese de gizli bir zamirden ibarettir.70
Secâvendî‟ye göre Bakara 2/27 ayetindeki ٗثخل١ِ kelimesinde yapılacak vakf da böyledir.
Zira her ne kadar ََُْٛ ْم َطؼ٠َٚ ile baĢlayan cümle öncesindeki cümleye matuf olup faili de
ُ َُ ْٕم٠ fiilindeki zamire gidiyor olsa da, öncesinden bağımsız olarak okunduğunda
َْٛؼ
anlamlı bir cümle oluĢmaktadır.71 Secâvendî‟nin zikri geçen tarifinden ve serdettiği
örneklerden anlaĢıldığı üzere burada vakfa yol açan ana sebep, nefes zaruretidir; bu da
böyle bir zaruret olmaması durumunda vaslın daha uygun olacağı anlamına gelir. Böyle
olduğu içindir ki liyyü‟l-Kârî, bu vakf türünde vakfın caiz, vaslın evlâ olduğundan
bahsetmiĢtir.72
70
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131.
71
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131-132.
72
liyyü‟l-Kârî, el-Minehü‟l- fikriyye, s.265. yrıca bkz. Karaçam, Kur‟an-ı Kerim‟in Faziletleri,
s.334; Temel, Kur‟an Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s .78; Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, s.269;
Pakdil, Tecvid, s.243.
73
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132.
74
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 169.
75
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.178,195.
25
itibariyle beĢ vakf türünü içermektedir. Secâvendî‟nin sistemi ile ilgili açıklamalarda
bulunan Süyûtî‟nin de beĢ vakıf çeĢidinden bahsediyor oluĢu bunu teyit etmektedir.76
Nitekim böyle olduğu için olsa gerek ki Secâvendî‟nin لفٌٛص حٛد٠ ِخ الbaĢlığı altındaki
açıklamalarını “vakf-ı murahhas zaruraten”in bir alt türü olarak kabul eden âlimler de
olmuĢtur. Bu âlimlere göre vakf yapıldığında, devamından ibtidâ yapılabilecek yerler
vakf-ı murahhas, devamından ibtidânın uygun olmadığı yerler ise mâ lâ yecûzü‟l-vakf
olmaktadır.77
76
Suyûtî, el-Ġtkân, I, 183.
77
CoĢkun, Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları Çerçevesinde Secâvendî‟nin Vakıf
Sisteminin Değerlendirilmesi, s.12.
78
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132.
79
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132 vd.
26
kabîh olarak değerlendirdiği, dolayısıyla durulmaması gerektiğini belirttiği yerleri toplu
olarak Ģu Ģekilde vermektedir:
80
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbü Îzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, I, 116 vd. yrıca bkz. Nihat Temel, Kur‟an
Kıraatında Vakf ve Ġbtida, s.73-86.
81
Daha önce geçmiĢti s.16.
82
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 324; Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.289.
83
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 391.
27
değerlendirmede bulunmamıĢ ve ilgili yerin vakf durumu hakkında herhangi bir
açıklamaya gitmemiĢtir. Vakf ibtidâ ilminde tebaruz etmiĢ önemli isimlerden Dânî‟nin
bu yerlerle ilgili açıklamaları da genelde Ġbnu‟l-Enbârî paralelinde gerçekleĢmiĢtir.84
84
Ġki sure üzerinden hazırladığımız tabloya bakıldığında bu durumun açıkça görülmesi mümkündür.
85
Ġbnu‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.99.
86
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, 132-133.
28
bir tespite gitmeyi mümkün kılmaktadır. Zira Secâvendî‟nin vakf-ı lâ ile neyi kastettiği
hususunda sahih bir bilgiye sahip olmayan kimseler nezdinde bu iĢaret “asla vakf
yapmamak” anlamına gelir, dolayısıyla da bu gibi yerlerde hiçbir biçimde vakf yapmak
mümkün değildir. Nitekim ülkemizdeki Kur‟an tedrisatında bu görüĢe göre amel
edilmektedir, dolayısıyla da vakf-ı lâ‟lar, “vakf-ı memnû” tabirinin ifade ettiği zahiri
anlam dikkate alınarak “yasak vakf” olarak değerlendirilmektedir.87 Oysa Secâvendî‟nin
sisteminde vakf-ı lâ‟lar “yasak vakf” anlamına gelmemektedir, Secâvendî de böyle bir
anlam yüklememiĢtir. Zira ona göre vakf-ı lâ, herhangi bir sebeple vakf yapma ihtiyacı
olduğunda anlamlı bir söz öbeğinin oluĢması hasebiyle durulabilecek, ancak bununla
beraber kimi yerde mana bakımından kimi yerde de i‟rab bakımından devamından
ibtidâ uygun olmayacak yerleri ifade eden bir iĢarettir. Nitekim Ġbnu‟l-Cezerî de bu
hususa iĢaret etmiĢtir. Ġbnu‟l-Cezerî, vakf-ı lâ konusunda Secâvendî‟nin aĢırıya kaçtığını
belirtmekle birlikte, Secâvendî‟nin ٗ١ٍلف ػٌٛص حٛد٠ ِخ الifadesinin “üzerinde vakf
yapılamaz” anlamına değil, “üzerinde vakf yapılması durumunda devamından ibtidâda
bulunmanın caiz olmaması” anlamına gelir. Ġbnü‟l-Cezerî bu istinbatını Ģu Ģekilde
temellendirmektedir: “Çünkü âlimlerin vakfa izin vermeleri demek, devamından
ibtidaya izin vermeleri demektir.”88 Buna göre Secâvendî‟nin “üzerinde vakfedilmesi
caiz olmayan Ģey” ifadesi de esas itibariyle “devamından ibtidada bulunulması caiz
olmayan Ģey” anlamına gelmektedir. Bu gerekçelemesinin ardından Ġbnü‟l-Cezerî, vakf-
ı lâ‟larla ilgili bu hatalı algının büyük tilavet hatalarına sebep olduğundan bahsetmiĢtir.
Öyle ki okuyucular bir zorunluluktan dolayı vakf yapmak durumunda kaldıklarında,
vakf-ı lâ olan kelimede vakf yapmamakta –çünkü kesinlikle durulamayacağını
düĢünmektedirler-, bir sonraki kelime üzerinde durmaktadırlar ki bu da çoğu durumda
akla ziyan hatalara yol açmaktadır. Sözgelimi Fatiha suresinin son ayetini
Secâvendî‟nin sistemini esas alan bir mushaftan okuyan kiĢi, ayeti tek nefeste okuma
imkânı bulamayınca arada vakfetme ihtiyacı duymaktadır. Pek tabi ki Secâvendî‟nin
sisteminde ُْ هِْٙ ١ٍَػ
َ kelimesinde vakf-ı lâ iĢareti bulunduğu için bu kelime üzerinde
durmamakta, bir sonraki kelime olan ش١ غüzerinde vakfı tercih etmektedir. Keza Bakara
ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ هkelimesinde vakf-ı lâ bulunduğu için bunda
2/1 ayetinin sonunda yer alan َٓ١
vakfetmemekte, devamındaki َٓ٠ ۪ حٌََّزkelimesi üzerinde vakfta bulunmaktadır. Ġbnü‟l-
87
MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.160.
88
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234.
29
Cezerî bu durumu “Vakf-ı haseni terk edip memnu olan vakf-ı kabîh‟i esas almak”89
olarak değerlendirmektedir. Çünkü vakf-ı lâ olan kelimeler üzerinde vakf yapıldığında
ortaya anlamlı bir cümle çıkmakta iken bu tür vakflarda anlamlı bir cümle
oluĢmamaktadır.
89
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234.
90
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234-236.
91
Ebu‟l-Kâsım Muhammed b. Muhammed en-Nuveyrî, ġerhu Tayyibetu‟n-NeĢr fi‟l-Kırâati‟l-AĢr,
Beyrut: Dâru‟l-Kutubu‟l-Ġlmiyye, 2003, s.268.
92
Nizâmuddin el-Hasen b. Muhammed b. El-Huseyn el-Kummî en-Nîsâbûrî, Ğarâibu‟l-Kur‟ân ve
Rağâibu‟l-Furkân, XXVIII-XXX, nĢr. Ġbrahim tve Ġvaz, Kahire: 1973, s.235.
30
tercihlerini sağlıklı bulmamıĢ olması dikkat çekicidir. Nisâbûrî‟nin Ģu değerlendirmeleri
bu tavrına örnek gösterilebilir: “Mücadele suresinin ondördüncü ayetinde ُْ ُٙ ْٕ ِ الٚ ُْ ِخ ُ٘ ُْ ِٕ ُى
lafzından sonra Secâvendî ( )الtakdir etmiĢtir. Bunun sebebi devamındaki cer konumda
ِ حٌى ِزٍَْٝ ػَٛسْ ٍِف٠ٚ ibaresinin önceki cümlenin hâli konumunda olmasıdır.
bir fiil olan د
Ancak bana göre ََْٛس ٍِف٠ٚ bir isti‟naf cümlesi de olabilir. Dolayısıyla buradaki vakf,
vakf-ı hasen olur.”93
93
Nîsâbûrî, Ğarâibu‟l-Kur‟ân, s.6.
31
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
Kur‟an-ı Kerim ilk defa Hz. Osman ra zamanında yürütülen istinsah faaliyeti
neticesinde mushaf bütünlüğü içerisinde bir araya getirilmiĢtir.94 Genel kabule göre altı
adet olan bu ilk Kur‟an nüshaları, sadece kelimenin iskeletinin yazılı Ģeklini içermekte
olup bunun ötesinde hiçbir iĢareti tazammun etmemektedir. Sonraki süreçlerde özellikle
gayr-i rap toplumların müslüman olmasıyla birlikte Kur‟an bağlamında bir okuma
sorunu varlık kazanmıĢ, buna bağlı olarak da okuyuĢ hatalarını engellemeye yönelik bir
dizi tedbir alınmıĢtır. Bu çerçevede ilk olarak kelimenin cümle içi konumunu i‟rabını
gösteren harekeye karĢılık olarak noktanın kullanılması yoluna gidilmiĢtir naktu‟l-
i‟râb . Bilahare nokta, Ģekil/resim benzerliğine sahip harflerin ayırımı için de kullanılır
olmuĢtur naktu‟l-i‟câm . Hem harekelerin hem de resim benzerliğine sahip harflerin
ayırımının nokta ile yapılıyor olmasının tevlit ettiği olumsuzlukları bertaraf etmek
amacıyla yürütülen çalıĢmalar neticesinde bugünkü bildiğimiz harake sistemlerinin
keĢfi gerçekleĢmiĢtir naktu‟Ģ-Ģekl .95 Ġlerleyen süreçlerde, Mushaflarda, sureler arası
ayırıcı iĢaretler, ayet sonlarını gösteren iĢaretler, cüz ve hizb iĢaretleri, beĢli ve onlu ayet
gruplarını gösteren iĢaretler, secde ayetlerini gösteren iĢaretler ve son olarak da vakf
iĢaretleri gibi bir dizi alamet ve iĢaretin kullanılması yoluna gidilmiĢ, böylece mushafı
ilgilendiren hususlarla ilgili çalıĢmalar devam etmiĢtir.
94
Kur‟an‟ın mushaf bütünlüğü çerçevesinde ilk olarak Hz. Ebû Bekir döneminde gerçekleĢen cem
faaliyeti esnasında toplandığını ifade eden rivayet ve değerlendirmeler bulunsa da genel kabul bunun
yukarıda belirtilen Ģekilde Hz. Osman döneminde tahakkuk ettiği yönündedir.
95
Ebû mr ed-Dânî, el-Muhkem fî Ġlm-i Nakdi‟l-Mesâhif, nĢr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed, Beyrut:
Dâru‟l-Ğavsânî, 1438/2017, s.110-120; Ebû mr ed-Dânî, el-Mukni‟ fî Ma‟rifeti Mersûm-i
Mesâhifi Ehli‟l-Emsâr, Beyrut: Dâru‟l-BeĢâiri‟l-Ġslâmiyye, 1432/2011, s.113 vd.; Muhsin Demirci,
Kur‟an Tarihi, Ġstanbul: ĠF V Yay., 1997, s.167-170; Tayyar ltıkulaç, el-Mushafu‟Ģ-ġerîf (Hz.
Osman‟a Nisbet edilen Mushaf-ı ġerîf Türk ve Ġslam Eserleri Nüshası , Ġstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Ġsam Yay., 1428/2007, s.70-78; MaĢalı, “Mushaf”, DĠA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., 2006, XXXI, 242-248.
32
Mushafı gibi en eski Kur‟an nüshalarında vakf iĢareti sayılabilecek bir iĢaret
bulunmadığı gibi h.391 tarihli Ġbnu‟l-Bevvâb Mushafı, h. 624 tarihli ĠĢbiliyye Mushafı
gibi orta döneme tarihlendirilebilecek mushaflarda da vakf alametleri görülmemektedir.
Haddizatında vakf türlerini belli rumuzlarla ve sembollerle gösterme yönündeki
uygulamanın banisinin Secâvendî olduğu yönündeki bilgiyi dikkate aldığımızda, altınca
asrın ikinci yarısından önceki Mushaflarda vakfları gösteren bir iĢaretin bulunması
imkânsız görünmektedir.96
96
liyyu‟l-Kârî, el-Minehu‟l-Fikriyye, s. 63
97
Hamed, Ilmu‟l-Mesâhif, mman: Cem‟iyyetu‟l-Muhâfazati alâ‟l-Kur‟âni‟l-Kerim, 1439/2018,
s.34-36, 122-124.
98
Medine mushafı bahsinde detaylı bilgi verilecektir.
33
Günümüzde basımı gerçekleĢen mushafların çoğunda temel prensipler
bakımından Secâvendî‟den mülhem bir sistem esas alınmakta; Mağrib bölgesi/ Kuzey
frika ülkelerinde ise mushaflarda Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî‟nin sistemi tercih
edilmektedir.99 Kaynaklarda tam adı Ebû bdullah Muhammed b. Ebû Cum‟a el-Hebtî
ö.930/1524 olarak geçen bu zâtın vakf yerleri ile ilgili tercihleri talebeleri yoluyla
günümüze kadar intikal etmiĢ, Mağrib bölgesinde yaygınlık kazanmıĢtır. Bu sistemin
yaygınlık kazanmasındaki etkenlerin neler olabileceği düĢünüldüğünde, söz konusu
bölgede vakf-ibtidâ ile ilgili bir birikimin olmaması, el-Hebtî‟nin alandaki yetkinliği ve
en önemlisi oluĢturduğu sistemin oldukça sade ve basit olması gibi hususlardan söz
edilmektedir.100
99
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.249; MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.142-145.
100
EĢ-ġeyh b. Hanefiyye el-Abidin, Menheciyyetu Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî fî Evkâfi‟l-Kur‟âni‟l-
Kerîm, Cezayir, 1427/2006, s.83.
101
Detaylı bilgi için bkz. Hanefiyye el-Âbidin, Menheciyyetu Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî, s.93 vd.
34
çokça artmıĢ ve farklı remizlerin kullanımı da belirgin bir halde ortaya çıkmıĢtır. Bu
mushaflardan, farklı zamanlarda basılmıĢ olup bazı iĢaretlerde ilave veya eksiltme
yoluna gitmiĢ olsalar da Secâvendî‟yi esas almıĢ olanlara; Mısır h.1332 , Pakistan
(h.791/1389), Endonezya (h.796/1394), Malabar102 (h.797/1395 Mushafları örnek
gösterilebilir.103 Bunlarla birlikte tedavülde olan pek çok faklı mushaf incelendiğinde
vakf yerlerinin tayin ve tespiti konusunda olduğu gibi vakf alametlerinin belirlenmesi
hususunda da bir fikir birliğinin olmadığı görülecektir. Öyle ki yukarıda bahsettiğimiz
Medine mushafı örneğinde olduğu gibi temelde bir sistemi esas almıĢ olan mushaflarda
bile Mushaf basımı iĢini gerçekleĢtiren komisyonlar tarafından önemli ölçüde
tasarruflarda bulunulması câlib-i dikkattir. Bu husus vakf-ibtida tercihlerindeki çok
çeĢitliliği, esnekliği ve ulema tarafından oluĢturulan sistemlerin sonraki dönemlerde
uygulanırken ayniyle tatbik etme mecburiyeti olmadan ele alındığını ifade etmesi
bakımından önem arzetmektedir.
102
Hindistan‟ın güneybatısındaki kıyı Ģeridi.
103
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.249-252.
104
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.253.
35
sisteminin özelde ise vakf-ı lâ‟ların Mushaflarda kullanım düzeyinin ve boyutunu gözler
önüne serecektir.
105
Mustafa el-Hatemi Mushafı, [y.y.], 1032, s.730-731.
106
Ebu‟l-Hasen Nûruddîn lî b. Sultan Muhammed el-Kârî el-Herevî, fakih, muhaddis, müfessir ve
kıraat alimi. Detaylı bilgi için, hmet Özel, “Ali el-Kâri‟”, DĠ , c.II, s.403-404.
36
almak gerekmez..”107 Devamında anlatılan alametler ve kullanıldıkları manalar
Secâvendî‟nin tercihleri ile büyük ölçüde örtüĢmektedir. Bu açıklamadan da anlaĢıldığı
üzere Hafız Osman mushafında lamelif remzi yer almıĢ, seksen beĢ yerde kullanılarak
bu anlamda Secâvendî ile büyük ölçüde muvafakat sağlanmıĢtır. yet sonlarını ayrıca
değerlendirecek olursak on dokuz yerde ال, iki yerde durak olmaksızın yalnızca الiĢareti
kullanılmıĢtır. Dört ayet sonunda lamelif yanında ٖ veya ءiĢaretleri108 ilave edilmiĢ, bir
ayet sonunda ؽalameti kullanılmıĢ bir yerde de hiçbir iĢarete yer verilmemiĢtir. Hülasa
toplam yirmi beĢ yerde Secâvendî‟ye mutabaat hali söz konusudur.
3. Kazan Mushafları
Bir diğer Kazan mushafı111 ise; yine Kelâm-ı ġerîf ismi ile h.1433/m.2012‟de
Tataristan Müslümanlarının dînî nâzırı طٍٚذ٠„زؼشص فخثض اin kararı ile düzenlenip
bastırılmıĢ bir mushaftır.112 Bu mushafta da hat sahibi, mushaf özellikleri, vakf-ibtidâ
tercihleri vb. konularda herhangi bir izahta bulunulmamıĢtır. Üç suredeki lamelif
durumuna baktığımızda ise; toplam yirmi iki yerde الremzine rastlanmaktadır. Bunların
neredeyse tamamı denecek Ģekilde yirmi bir tanesinin ayet sonu olması, mushafta tercih
107
Hafız Osman Mushafı, Ġstanbul: 1094, s.878.
108
Kufe ekolüne göre " " هtahmis iĢareti olup her beĢ ayeti, " " أta‟Ģir iĢareti olup her on ayeti ifade
eder.
109
Tabloda Kazan-I Ģeklinde gösterildi. s.45.
110
Kelam-ı ġerif, Kazan: IRCICA, 2005, s.722.
111
Tabloda Kazan-II ismi ile gösterildi. s.45.
112
Kelam-ı ġerif, Tataristan, 2012, s.2.
37
edilen sistemin, Secâvendî‟den mülhem olmakla birlikte üzerinde oldukça tasarruf
edilmiĢ bir sistem olduğunu, lamelif tercihlerinin ayet ortalarında değil sadece ayet
sonlarında olmasıyla da Secâvendî‟den farklı bir uygulmanın tatbik edildiğini
göstermektedir.
4. KayıĢzade Mushafı
5. Muhallilâtî Mushafı
113
KayıĢzade Mushafı, Hattat Nuri Hafız Osman Burdûrî , [y.y.], 1305, s.626.
114
Muhafu‟Ģ-ġerif, Muallilati Mushafı, Mısır: 1308, s.161.
38
li telhîsi mâ fi‟l-MürĢid” isimli eserdir.115 El-Ensârî‟nin sisteminde kabih vakfa veya
vakf yapmanın uygun olmadığı yerlere iĢarete eden bir alamet olmaması dikkat
çekicidir. Dolayısıyla bu mushafta da Medine mushafında olduğu gibi الveya benzeri
bir iĢarete ayet ortalarında da sonlarında da rastlanmamaktadır. Bununla birlikte ilk üç
sure bazında ele alırsak Secâvendî‟nin lamelif takdir ettiği doksan beĢ yer için
belirlenmiĢ olan, نkâfî vakf , جcâiz vakf ve صsâlih vakf alametlerinin yoğunluğu
câlib-i dikkattir ki bu iĢaretlerin hepsi vakfı uygun gören iĢaretlerdir.
6. Mısır Mushafı
sonra الvardır.119 Yalnızca burada olmasının sebebi, sonraki ayetin baĢlangıcındaki ِٟف
ٰ ْ َٚ َخ١ْٔ ُّ حٌذlafzı ile görülen sıkı irtibat olsa gerektir.
حال ِخ َش ِس
115
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.250.
116
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf (el-mushafu‟l-Mısrî , Kahire: Dâru‟l-Kütubu‟l-Mısriyye, 1371/1952, s.832.
117
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf, s.840-841.
118
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf, s.847. Ürdün:1414/1993.
119
el-Mushafu‟l-Mısrî, Kahire: s.43-44.
39
7. Libya Mushafı
“Vakf; bir Kur‟an kelimesini sonrasından nefes alacak Ģekilde bir süre ile
ayırmaya denir. Çokça çeĢidi vardır ki, Ġmam Ġbnu‟l-Cezerî; tam, kafi ve hasen vakf
olmak üzere üç kısımdan bahseder. Bu çeĢitlendirmenin kaynağı mananın idraki ile
ilgili olup buna göre de ihtilaflar söz konusudur. Kıraatler de dahil olunca ihtilaf artar,
öyle ki; bir yerde vakfetmek bir kıraate göre tam olabilirken bir diğerine göre kafi
olabilir. Vakfın ayet sonunda olması gerekmez, ortasında da sonunda da olabilir. Ayetin
tamamlanmasına değil mananın oluĢmasına itibar edilir. Vakf alametleri; kari‟in
rahatlayacağı, mananın açıkça anlaĢılacağı ve tilavetin düzgün olacağı yerlere konur.
Böylece okuyan kiĢiye göre mana ve vakf yerleri değiĢebilir. Bütün vakf yerlerinin
belirlenmesinde Kur‟an ile ve onun azameti ile uyuĢmayacak bir mana ifade etmekten
sakınılır. Bu mushafta Ebu bdullah Muhammed Ġbn Ebi Cum‟a el-Hıbtî es-Semâtî el-
Mağribî h.850-930 tarafından belirlenen Hıbtıyye Vakfları (ش١زطٌٙف حٛفٌٛ ) حtercih
edilmiĢtir. Bu vakf sistemi ehl-i ilim nezdinde oldukça meĢhur olmakla birlikte sadece
vakf yerlerini belli etmek üzere koyduğu ٗ )طiĢareti ile de diğer sistemlerden
ayrılır.”120 yrıca mushafın yine sonundaki kaynaklar bölümünde vakf ve ibtidâ için el-
Hıbtî‟nin yanında UĢmûnî‟nin Menâru‟l-Hudâ isimli eserinden de istifade edildiği
belirtilmiĢtir.121
Libya mushafında tek iĢaret tercihinden de tahmin edileceği üzere hiçbir yerde
lamelif remzi kullanılmamıĢ aksine Secâvendî‟nin ilk üç surede الtercih ettiği doksan
beĢ yerden yirmi dördü için vakfetmeyi uygun gördüğünü ifade etmek için kullanılan (
) ٗ طiĢareti mevcuttur. Bunlardan sekiz tanesi de ayet sonu olan yerler için takdir
edilmiĢtir.
120
Mushafu‟l-Cemâhiriyye, Trablus: 1989, s.613.
121
Mushafu‟l-Cemâhiriyye, s.620.
40
8. Medine-Fehd Mushafı
122
Mushafu‟l-Medinetü‟n-Nebeviyye, Medine: Mucemmeu‟l-Melik Fehd li Tabâati‟l-Mushafi‟Ģ-ġerîf,
H.1429.
123
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, 250-251.
41
ki bu aslında vakf alametlerinin tamamı içerisinde oldukça sınırlı bir yer
tutmaktadır.”
Bu ifadelerden sonra Dr. bdulaziz Kâri‟, lazım vakf, caiz vakf ve diğerleri
için nasıl değiĢiklikler uygun gördüklerini ayetler üzerinden örnekler ile izah etmiĢtir.
Komisyonun Lamelif konusundaki tercihleri ise “ yet Sonlarında Vakf” isimli yeni bir
baĢlıkta izah edilmiĢtir. Evvela tüm klasik kaynaklarda olduğu gibi Hz. Peygamber
(s.a.v. ve ashâbdan bu konuda bize ulaĢan rivayetler nakledilmiĢ, hemen arkasından
Ebû mr ed-Dânî‟nin bu rivayetlerden yola çıkarak ayet sonlarında –devamı ile irtibat
olsa bile- vakfetmenin uygun olduğunu ifade eden görüĢü zikredilmiĢtir. Bu görüĢün ve
önceki rivayetlerin Ümmü Seleme rivayeti muktezası gereğince komisyonun, ayet
sonlarındaki bütün lamelif iĢaretlerini hazfettiği ifade edilmiĢtir.124 Yine aynı raporda
ayet sonlarındakilerle birlikte ayet ortasındaki الiĢaretlerinin de hazfedildiği belirtilmiĢ
Maide suresinden bir ayet ile de buna örnek verilmiĢtir.125
“Kur‟an Mecîd” ismi ile basılmıĢ bu mushafta basım yeri, heyeti, tarihi, vakf
ibtidâ, zabt vb. konularda hiçbir izaha yer verilmemiĢtir.126 Sayfa düzeni açısından
oldukça farklı olan mushafta, hem diğer vakf alametleri açısından hem de lamelif remzi
açısından Secâvendî‟nin sistemi birebir uygulanmıĢtır. Öyle ki çalıĢma konumuz olan
124
bdulaziz b. bdilfettâh Kâri‟, et-Takrîri‟l-Ġlmî an Mushafi‟l-Medîneti‟n-Nebeviyye,
Medine:1406, s.50 vd.
125
bdulaziz Kâri‟, et-Takrîri‟l-Ġlmî, s.57.
126
Kur‟an Mecîd, Pakistan: Tac Company, [t.y.].
42
ilk üç surede Secâvendî‟nin doksan beĢ yerde takdir ettiği الalametine bu mushafta aynı
yerlerin seksen altısında rastlanmaktadır.
Konuyu ayet sonları açısından ele alırsak Secâvendî gibi makta‟ sistemini
benimsemiĢ olanların; Tac Company, Hafız Osman, KayıĢzade ve Kazan Mushafları
olduğu söylenebilir. Medine, Mısır, Libya, Muhallilâtî ve Mustafa el-Hâtemî Mushafları
ise ayet sonlarında vakfı tercih eden ulamanın görüĢlerini benimsemiĢ görünmektedir.
43
mushafın kullanımda olacağı bölgeye ve ihtiyaçlarına, hazırlanan mushafın sistemini
belirleyen kiĢi veya tertip komisyonunun takdirine göre vakf alametleri çeĢitlilik
arzetmiĢtir. Kimi mushafta lamelif hiç kullanılmazken kimi mushafta daha az sayıda
tercih edilmiĢtir. Mesele daha kapsamlı olarak düĢünüldüğünde bu durumun tesbitinin,
vakf-ibtidâ ilminin ictihâdî yönüne de iĢaret etmesi bakımından oldukça önem
arzettiğini söylemek mümkündür.
MEDİNE MISIR LİBYA MUHAL M. EL- TAC KAZAN KAZAN HAFIZ KAYIŞ
LİLATİ HATEMİ COMPAN I II OSMA ZADE
Y N 1094
FATİH _ _ _
A-1 ص ص ال ال ال ال ال
FATİH _ _ _
A-2 ك ك ال ال ال ال ال
FATİH _ _ _
A-6 جا ج ال ال ال ال ال
FATİH _ _
A-7 جا ج ال ال ال ال
BAKAR _ _ _
A-1 ت ال/ق ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-3 صه ال ال ج ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-10 صه ص ص ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-11 ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-14 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-14 ال ال ال
(2)
BAKAR _ _ _
A-18 صه ج ال ال ج ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-20 صه ه ال/ق ه/ ال ه/ ال
BAKAR _ _
A-21 صه ص ص ال ال ج ال ال
44
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-25 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-26 ت ت ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-33 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-45 ج ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-69 ال ال ط ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-70 جا ج ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-89 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-113 جا ال ال ال ال
BAKAR _ _
A-116 قلى قلى صه ال ال ال ط ال
BAKAR _
A-119 صلى صلى صه ح ج ال ج ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-120 ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _
A-131 صلى صه ك ك ال ط ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-133 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-145 ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-150 ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _
A-150 صه ت ت ال ج ع/ء ع
2
BAKAR _ _ _ _
A-155 كت ت ال ال ال ه ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-156 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _ _
A-158 ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-159 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _
A-159 ال ال ال ال ال
2
BAKAR _ _ _ _
A-161 جا ال ال ال ال ال
45
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-165 ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-165 ال ال ال
2
BAKAR _ _ _ _
A-174 ال ال ال ج ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-177 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _
A-183 جا ج ال ال ال ال ال
BAKAR _ _
A-186 صلى صلى صه ص ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-187 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-203 صلى صلى ه ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-204 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-218 ال ال ال ال
BAKAR _ __
A-219 ال صه ع /ح ال ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-222 صه م ال ال
BAKAR _ _ _ _
A-222 صه جا ج ال ال ال
2
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-229 ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-249 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-249 ال ال ال
2
BAKAR _ _ _ _ _
A-249 ه ال ال ال ه ال
3
BAKAR _ _ _
A-251 صه ك ك ال وقف ط ه ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-257 ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-257 ج ج ال ال
2
BAKAR _ _ _ _
A-258 صه ص ص ال ال ال
46
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-259 ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-262 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-264 ال ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-266 ال ال ال
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-266 ال ال ال
2
AL-İ _ _ _ _
İMRA صلى صه ح ج ال ال
N-2
AL-İ _ _ _
İMRA ص ص ال ال ج ال ال
N-7
AL-İ _ _ _
İMRA جا ج ال ال ال ال /ء ع
N-10
AL-İ _ _ _ _ _ _
İMRA صه ت /ال ال ال
N-11
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-18
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA ك ال ال ال ال
N-21
AL-İ _ _ _
İMRA جا ج ال ال ال ال ال
N-33
AL-İ _ _ _ _ __ _ _ _
İMRA ال ال
N-37
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA ح ج ال ال ال
N-39
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-49
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA ت ت ال ال ال
N-73
AL-İ _ _ _
İMRA صه ك ال ال ال ط ال
N-79
AL-İ _ _ _
İMRA جا ج ال ال ال ال ال
N-87
47
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA جا ج ال ال ال
N-88
AL-İ _ _ _ _
İMRA ك ك ال ال ال ال ه
N-105
AL-İ _ _
İMRA صه ك ك ال ال ج ال ال
N-121
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-122
AL-İ _ _ _ _
İMRA ج ج ت ال ال ال
N-125
AL-İ _ _ _ _
İMRA ج ال ال ال ال ال
N-126
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-133
AL-İ _ _ _
İMRA ت ت ال ال ج ال ال
N-133
)(2
AL-İ _ _ _ _
İMRA صه ص ص ال ال ال
N-137
AL-İ _ _
İMRA صه ك ك ال ال ال الء الع
N-140
AL-İ _ _ _ _ _ _ _ _
İMRA صه ال
N-146
AL-İ _ _
İMRA صلى صلى صه ح ح ال ال ال
N-154
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-155
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-165
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال ال ال
N-166
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA جا ال ال ال ال
N-169
AL-İ _ _ _ _ _
İMRA ص ص ال ال ال
N-170
48
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N- 170
(2)
AL-İ _ _ _ _ _ _
İMRA ت ال ال ال
N-171
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ال ال ال
N-174
AL-İ _ _ _
İMRA صه ص ال/ ص ال ج ال ال
N-199
49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bu bölümde Secâvendî‟nin üç surede toplam doksan beĢ yer için takdir ettiği
lamelif remzini ele alarak öncelikle Secâvendî‟nin gerekçelerini anlamaya ve tasnif
etmeye gayret edeceğiz. Daha sonra bu tasnife göre baĢlıklandırdığımız ayetlerde söz
konusu yerler için vakf-ibtidâ ilminin önde gelen isimlerinden Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs,
Dânî ve UĢmûnî‟nin nasıl hüküm takdir ettiğini, Secâvendî ile örtüĢen ve ayrıĢan
noktalarının neler olduğunu tahlil etmeye çalıĢacağız. rdından dilci müfessirleri
temsilen Ferrâ, rivayet-dirayet ekolünü temsilen Taberî ve hem müteahhirun müfessirler
içerisinde Kur‟an i‟rabı ve luğavî izahlarla fazlaca hemhal olması sebebiyle hem de
Zekeriyya el-Ensârî‟nin talebesi olarak onun da görüĢlerini yansıtmıĢ olacağı
düĢüncesiyle Semîn Halebî‟nin ayetleri tefsir ederken kurdukları anlam örgüsüne, varsa
luğavî izahlarına yer verdik. Bunu yaparken amacımız müfessirlerin mana takdirleri ile
Secâvendî‟nin lamelif tercihlerininin ne derece örtüĢtüğünü anlamak olacaktır.
50
temellendirilmiĢ, lafzî irtibatın devam etmesi gerekçesine dayanarak hüküm verilmiĢtir.
Bu luğavî gerekçeleri Ģu Ģekilde tasnif etmek mümkündür:
Bilindiği üzere Secâvendî makta‟ sistemini esas almıĢ, buna bağlı olarak da
farklı ayetlerde de olsa aralarında lafız ve mana iliĢkisi kuvvetli olan cümleleri bir ifade
öbeği olarak değerlendirmiĢtir. Bu anlayıĢa göre Fatiha suresi üç ifade öbeğinden
makta‟ oluĢmaktadır. Buna göre Fatiha suresindeki ilk makta‟ ٓ٠ حٌذkelimesinde,
ikincisi ٓ١ ٔغظؼkelimesinde son bulmaktadır, üçüncü makta‟ ise surenin sonuna kadar ki
kısmıdır. Dolayısıyla Secâvendî‟nin sisteminde ٓ١ٌّحٌؼخ, ُ١ حٌشزve ٓ٠ حٌذkelimelerinin
sonunda vakf-ı lâ bulunmaktadır. Secâvendî ُ١ حٌشزّٓ حٌشزayeti ile önceki ayetteki سد
kelimesi arasında sıfat-mevsuf iliĢkisi bulunduğundan bahsetmiĢtir.127 Secâvendî‟nin bu
açıklamalarının Ebu Ca‟fer en-Nehhâs‟ın ö.338/950 izahlarıyla büyük benzerlik arz
ettiği görülmektedir. Nitekim Nehhâs, ٓ١ٌّسد حٌؼخ, ُ١ حٌشزّٓ حٌشزve ٓ٠َ حٌذٛ٠ ِخٌهlafızlarının
tamamının ilk ayette geçmekte olan هللlafzının sıfatı olduğundan ve bu ayetlerin
tamamının okunmasının akabinde ifadenin tamamlanacağından bahsetmiĢ ve ٓ٠حٌذ
kelimesindeki vakfın vakf-ı tâm olacağını belirtmiĢtir.128 Bu durum Secâvendî gibi
Nehhâs‟ın da makta‟ sistemini esas aldığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bu iki âlimin aksine Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî‟nin buradaki vakfla ilgili herhangi bir
açıklamada bulunmamıĢ olması da söz konusu iki alimin makta‟ sistemini değil de ayet
sonu sistemini esas alıyor olmalarının bir delili olarak değerlendirilebilir. Zira vakf-
ibtida âlimleri ayet sonundaki vakfın hükmü itibariyle iki kısma ayrılmıĢlardır.
Secâvendî gibi makta‟ sistemini esas alan âlimler ayet sonu da olsa lafız-mana
iliĢkisinin devam ettiği ve makta‟ın tamamlanmadığı yerlerde vakfı değil de vaslı tercih
etmiĢlerdir. Buna karĢın bazı alimler lafız-mana iliĢkisi güçlü olsa bile ayet sonunda
vakfetmeyi uygun görmüĢler ve bunun bir sünnet olarak değerlendirmiĢlerdir.
127
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 171.
128
Ebû Ca‟fer hmed b. Muhammed en-Nehhâs, Kitâbu‟l-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, nĢr. hmed Hattâb el-
Ömer, Bağdad: Vizâretu‟l-Evkâf, 1398/1978, s.108.
51
koymuĢtur.129 Secâvendî‟nin bu açıklamalarının da Nehhâs‟ın açıklamalarıyla paralellik
arz ettiği görülmektedir. Nitekim Nehhâs, yukarıda aktardığımız açıklamalarının da
delalet ettiği üzere, sıfat-mevsuf iliĢkisinin devam ettiğini belirtmiĢ ve cümlenin ٓ٠اٌذ
kelimesinde tamamlandığını, dolayısıyla da ٓ٠ اٌذkelimesindeki vakfın vakf-ı tâm
olacağını söylemiĢtir.130 Dânî‟nin vakf durumu hakkında herhangi bir beyanda
bulunmadığı ُ١ حٌشزkelimesi, Ġbnu‟l-Enbârî‟ye göre vakf-ı hasen‟i haketmektedir. “Vakf-
ı tâm değil, vakf-ı hasendir” Ģeklindeki beyanıyla buradaki vakfın vakf-ı hasen
olduğuna iĢaret eden Ġbnu‟l-Enbârî, bu izahına gerekçe olarak bu ifadenin birinci
ayetteki هللاlafzının sıfatı oluĢunu göstermiĢtir.131
52
mana iliĢkisi gözlemlemediği anlamına gelmez. Ferrâ‟nın bu ayetlerden her birini
müstakil olarak ele almıĢ olması ve bu noktada daha ziyade kelime düzeyindeki
açıklamalar özellikle de kelimelerin kıraat özelliği üzerinde durmuĢ olması cümleler
arasındaki iliĢkiler üzerine neden eğilmediğini izah eder niteliktedir.
134
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 176.
135
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.113-114.
136
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.21.
53
ifade etmiĢtir.137 yet sonlarında vakfı esas alan Ġbnu‟l-Enbârî‟nin ise burada herhangi
bir izah yapmadığını görmekteyiz.
Benzer Ģekilde Bakara 2/21‟de ُْ َٓ ِِ ْٓ لَ ْز ٍِ ُى ُْ ٌَؼٍََّ ُى٠ ۪حٌَّزَٚ ُْ َخٍَ َم ُىٞ ۪ح َس َّر ُى ُُ حٌَّزُٚخط ح ْػزُذ
ُ ٌََّٕخ حُّٙ٠ََخح٠ُٓ (
طَظَّمُ هayet sonu olan ْٛ ٌؼٍىُ طظمlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak vakf-ibditâ
) َْٛ
ulemasının tercihlerine baktığımızda vakfın uygun olmadığını الremzi ile belirten
Secâvendî140 ile aynı yer için َظ رظخ١ٌٚ ٓ زغifadesi ile takdride bulunan Ġbnu‟l-
Enbârî‟nin141 gerekçeleri birbiri ile örtüĢmektedir. Her ikisi de bir sonraki ayetteki ٞحٌَّز
ile baĢlayan sıla cümlesinin 21. ayetteki سدkelimesinin sıfatı olmasını sebep
göstermiĢlerdir. Dâni illet belirtmeksizin hasen vakfa hükmetmiĢken, Nehhâs burada
görüĢ bildirmemeyi tercih etmiĢtir. Farklı bir i‟rab takdiri ile sonrasının bedel olacağını
ve dolayısıyla bedel ve mübdeli birbirinden ayırmamak için burada durulamayacağını
137
Dâni, el-Muktefâ, s.118.
138
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 254-255.
139
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 91.
140
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 190-191.
141
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.262.
54
ifade deden UĢmûnî ise söz konusu yer ayet sonu olduğu için yine de vakfın caiz
olacağını ifade etmektedir.142
142
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
143
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 87.
144
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 191-192.
145
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.129-130.
55
belirtmiĢtir.146 Ġbnu‟l-Enbârî görüĢ bildirmezken, Dânî ve Secâvendî‟nin yalnızca tek bir
147
irab tercihi ile hüküm verdikleri görülmektedir ki Dânî; kâfi vakf olarak nitelemiĢ,
Secâvendî; sonraki ayetin baĢındaki ism-i mevsul ile baĢlayan ifadenin fasıkların sıfatı
olmasını gerekçe göstererek vakfetmeyi uygun görmemiĢtir ( ) ال.148
146
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.37.
147
Dâni, el-Muktefâ, s.120.
148
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 194.-195.
149
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 435.
150
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 234.
151
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 202.
152
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu îzâhi‟l-vakf ve‟l-ibtidâ, s.269.
153
Dâni, el-Muktefâ, s.121.
56
gelmiĢ ve merfu‟ konumda kabul edilirse vakfetmek hasen olur.” Bu ihitimalleri
zikrettikten sonra Nehhâs, bu gibi ayet sonlarında vakfetmeyi li b. Süleyman‟ın hasen
kabul ettiğini nakletmiĢtir.154 Bu ilave bilgiyi zikrediyor olması yine de ayet sonu
olduğu için vakfı mümkün gördüğünü ifade etmenin bir çeĢidi kabul edilebilir.
UĢmûnî‟nin görüĢü de Nehhâs ile parelellik arzetmektedir ki ardından gelen ٓ٠حٌز
ifadesinin ref‟ veya nasb konumda kabul edilmesi halinde vakfın tam olacağını, cerr
olduğu takdir edilirse vakf yapılamayacağını)لفٛظ ر١ٌ( beyan etmiĢtir.155
Bu ayet ile bir sonraki ayet arasında nasıl bir irtibat gördüklerini anlamak için
müfessirlerin yorumlarına baktığımızda Ferrâ‟nın açıklamalarında bu ayetle ve i‟rabı ile
ilgili herhangi bir izaha rastlamak mümkün değildir. Bu durum Ferrâ‟nın bu ayette i‟rab
açısından kayda değer bir izaha gerek duymadığını gösterir niteliktedir. Ferrâ gibi
Taberî de i‟raba dair açık bir izahta bulunmamıĢ ancak iki ayeti mana itibariyle birlikte
ele almıĢtır.156 Semîn Halebî َٓ٠ ۪ حٌَّزile baĢlayan kısım için birincisi daha isabetli olmak
üzere öncesine tâbî bir sıfat olarak cerr, kat‟ olarak nasb veya ref‟ konumda üç
ihtimalden söz etmiĢtir.157 Bu ifadesinden tercihini sonrasını sıfat kabul etmek yönünde
kullandığı anlaĢılmaktadır.
Sıfat-mevsuf iliĢkisine bir baĢka örnek Bakara 2/69‟dur: ِ ْٓ ٌَ َٕخ َِخ١ّ َُز٠ َع ٌََٕخ َسرَّه ُ ح ح ْدٌُٛ(لَخ
ِ َّٕ ٌَخ طَغُشُّ حُٙٔ ٌَْٛ ط ْف َُٓشح ه ُء َفخلِغ
) َٓ٠خظ ۪ش َ َخ َرمَ َشسَِّٙٔ ُي حُٛم٠َ ََُِّٗٔخ َلخ َي حُٙٔ ٌَْٛ . Bu ayet-i kerimede vakf durumunu
inceleyeceğimiz yer ط ْفشح ُء
َ رَمَ َشسlafzıdır ki Secâvendî, cümlenin sonuna kadar sıfatın
devam etmesi sebebiyle burada vakfı uygun görmemiĢ lamelif remzi ile bunu ifade
etmiĢtir.158 Çoğu zaman olduğu gibi burada da Secâvendî ile mutabık olan UĢmûnî de
sıfat-mevsuf iliĢkisinden bahsederek (َش طخ١ )زغٓ غifadesi ile hüküm bildirmiĢtir.159
UĢmûnî‟nin َش طخ١ زغٓ غĢeklindeki hükmü her zaman lamelif ile örtüĢmese de genelde
illet birliği açısından aralarında var olan uyum burada da görülmektedir. Nehhâs ise çok
net bir hüküm belirtmeden, daha çok kurrranın görüĢlerine nakil yoluyla dikkat çekmiĢ,
bir kısım kurrânın طفشحءkelimesine farklı anlamlar yükleyerek devamındaki فخلغ
154
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.139.
155
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.39.
156
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 627.
157
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 331-332
158
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 208.
159
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.41.
57
kelimesinin kendisi ile bir irtibatının olmadığını ve burada vakfedilebileceğini
söylediklerinden, bir kısmının ise aksi kanaatte olduklarından bahsetmiĢtir.160
Bahsettiğimiz yerde vakf ihtimali görmediklerinden olsa gerek Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
herhangi bir vakf türü takdir etmemiĢlerdir.
Bakara 2/155‟te yine bir ayet sonu olarak karĢımıza çıkan َِِٓ ءَْٟ َّٔ ُى ُْ رِشَٛ ٌٍََُٕ ْزَٚ
ش ِِش حٌظَّخرِ ۪ش ه
َٓ٠ ِ حٌثَّ َّ َشحَٚ ْحالَ ْٔفُ ِظَٚ ح ِيَْٛ ََِٔ ْمض َِِٓ ْحالَٚ عُٛ
ّ َرَٚ ص ْ ِ ْٛ ْحٌ َخlafzından sonra vakfetmekle
ِ حٌدَٚ ف
ilgili olarak Secâvendî ardından gelen َٓ٠ ۪ حٌََّزile baĢlayan cümlenin sıfat konumunda
olmasını gerekçe göstererek burada vakfı uygun görmemiĢtir.163 Daha önce de
belirttiğimiz gibi ayet sonlarındaki bu tutumu kendisinin makta‟ söz öbeği sistemini
benimsemesinden kaynaklanmaktadır. Vakf-Ġbtidâ ulemasının önde gelen isimlerinin
değerlendirmelerine baktığımızda ardından gelen ve ism-i mevsûl ile baĢlayan ifadeler
sıfat kabul edildiği zaman Dânî hariç diğerlerinin müĢtereken vakfı uygun görmediğini
160
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.146-148.
161
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 92-96.
162
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 424.
163
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 259.
58
müĢahede ediyoruz. ncak Nehhâs ve UĢmûnî diğer i‟rab ihtimallerini de mevzubahis
ederek farklı hükümlere de yer vermiĢlerdir. ġöyle ki Nehhâs; devamının sıfat kabul
edilmesi halinde buradaki vakf için َظ رظّخ١ٌ Ģeklinde hüküm belirtmiĢ ayrıca ٓ٠ حٌزnin
mübteda kabul edilmesi durumunda bahsedilen yerde tam vakf olacağını, gizli bir
mübteda olduğu düĢünülecek olursa da kâfi vakf olacağını belirtmiĢtir.164 UĢmûnî de
yukarıdaki üç isim ile aynı gerekçeleri benimsemiĢ ve farklı takdirlere bağlı olarak tam
vakf veya kafi vakf olma ihtimalinden, sıfat kabul edilmesi durumunda ise vakfetmenin
uygun olmayacağından (لفٛظ ر١ٌ ) bahsetmiĢtir.165 yet sonlarında genelde vakfı
benimseyen Dânî baĢka bir ihitimale yer vermeksizin vakf-ı kâfi olduğunu ifade
etmiĢ,166 sonraki ayetin baĢındaki َٓ٠ حٌََّ ۪زlafzını sıfat kabul eden, Ġbnu‟l-Enbârî ise
167
görüĢünü kendine has ifade biçimi olan ( َش طخ١ )غkavramı ile belirtmiĢtir Bu ifade,
Ġbnu‟l-Enbârî‟nin ayet sonlarında ekseriyetle vakfı benimsediği dikkate alındığında
“vakf yapılamaz” Ģeklinde değil de “cümle tamamlanmıĢ olmaz” gibi bir manada
kullanılmıĢ olduğu düĢünülebilir.
164
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.170.
165
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
166
Dânî, el-Muktefa, s.130.
167
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu izahi‟l-vakf ve‟l-ibtidâ, s.279.
168
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 705-706.
169
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 186.
59
birden fazla ihtimal söz konusu iken bunun değerlendirilmesinin yahut vakfetmenin
manaya menfi bir tesiri olmayacağının düĢünülerek ayet sonu olması sebebiyle vakfın
tercih edilmesinin daha isabetli olacağı düĢünülebilir.
Benzer Ģekilde Bakara 2/266‟da ْٓ ِِ ٞح َ ْػَٕخد طَدْ ۪شَٚ ً١َْ ٌَُٗ َخَّٕش ِِ ْٓ َٔ ۪خُٛدُّ ح َ َزذُ ُو ُْ ح َ ْْ طَىَٛ َ٠َ(ح
ُ َّش٠ٌَُٗ رُ ِ ّسَٚ حَطَخرَُٗ ْحٌ ِىزَ ُشَٚ ص
)ػ َؼ ُٓفَخ ُء ُ هْٙٔ ََخ ْحالِٙ ط َسْ ظayet ortasında iki ayrı yerde ٜطدْ ش
ِ َخ ِِ ْٓ ُو ِ ًّ حٌث َّ َّ َشح هٙ١ َ۪خس ٌَُٗ ف
ِ خ ِٓ ُو ِ ًّ حٌث َ َّشحٙ١ ٌٗ فlafızlarından sonra vakfetmenin
خسٙٔخحألٙ ِٓ طسظve hemen devamındaki ص
uygun olmayacağı konusunda Secâvendî ve UĢmûnî hem fikirdir. Nitekim, Secâvendî;
ilkinde ardından gelen ibarelerin ayette bahsedilen cennetin sıfatı olması sebebiyle
burada mana bütünlüğünü ihlal etmemek için vakfedilemeyeceğini belirtmiĢ ()ال, yine
ِ ِِ ْٓ ُو ًِّ حٌثَّ َّ َشح هlafzından sonra ardından gelen hal vavı sebebiyle vakf
aynı ayetteki ص
170
yapılamayacağını ifade etmiĢtir. ynı Ģekilde UĢmûnî de; ayetin baĢındaki دٛ٠أ
lafzından ortasındaki ْ فَا ْحت َ َرقَتlafzına kadar ifadelerin tamamının cennetin vasıfları olması
sebebiyle vakf yapılamayacağını belirtmiĢ, اٌثّشحصkelimesi için ayrıca لفٛظ ر١ٌ diyerek
hüküm belirtmiĢtir. Sebebini de Ģu Ģekilde izah eder: “Ġfade, emsâlü‟l-Kur‟an‟dan olup
kelamın anlaĢılması için misal verilmiĢtir. rada fasıla olması halinde anlamada sıkıntı
171
yaĢanması söz konusu olacaktır. Her iki ismin de sıfat ve hal irtibatı gerekçesi ile
vakfı uygun görmediği bu iki nokta için Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî‟nin görüĢ
bildirmemiĢ olması dikkat çekicidir ki bu vakf ihtimali görmemelerinden kaynaklanmıĢ
olabilir.
Müfessirlerden Ferrâ; yine bu iki ayette i‟raba dair bir izah yapmazken, Taberî;
her iki yerde de ardından gelen خٙ١ ف- ٗأطخرٚ -ٌٗ kelimelerindeki zamirlerin öncelerine ait
olduğundan bahsetmiĢtir.172 Ġ‟rab bakımından oldukça çeĢitli ihtimalleri sıralayan Semîn
Halebî ise; birinci kısım için; devamındaki ص ِ َخ ِِ ْٓ ُو ِ ًّ حٌث َّ َّ َشح هٙ١ ۪ ٌَُٗ فlafzını mübteda ve
haberden oluĢan bir cümle olarak görmüĢ, haberin nasıl mecrur konumda olabileceğini
ve bununla ilgili Kûfe ve Basra ekollerinin farklı görüĢlerini serdetmiĢtir. Ġkinci kısım
için ise; yine ardındaki حَطَخ َرُٗ ْحٌ ِى َزشَٚ lafzının i‟rab bakımından Ģu üç ihtimali taĢıdığını
belirtmiĢtir: “1-hal cümlesi olmak suretiyle nasb konumda olması. 2-muzari‟ fiil
konumunda olması. 3- ayetin baĢındaki دٛ٠ أfiiline mana olarak atıf konumunda olması.”
170
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 339.
171
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.65.
172
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 680.
60
ZemahĢerî ve Ebû Hayyan‟ın da bu üçüncü ihtimali benimsediklerini tafsilatlı bir
Ģekilde anlatır.173
Âl-Ġmrân 3/133‟de Secâvendî, حص ُ ْ َخَّٕش ػَشَٚ ُْ َِ ْغ ِف َشس ِِ ْٓ َسرِّ ُىٌِٰٝ ح حٛػ
ُ َٛ ََّّٰخ حٌغٙػ ُُٓ ع ِخس
َ َٚ
ْحالَسْ هَٚ lafzından sonra vakfetmeyi, ayetin devamındaki lafızların َٓ١
ُع ح ُ ِػذَّ ْص ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ هcennetin
sıfatı manasına gelmesi sebebiyle uygun görmemiĢtir.174 Bu görüĢüne iĢtirak eden yine
UĢmûnî olmuĢ ve o da Secâvendî gibi, sonrasının sıfat olması gerekçesi ile burada
vakfetmeyi uygun bulmamıĢtır.175 Nehhâs ise iki farklı takdirden söz etmiĢ: 1-Sonrası
bağımsız bir cümle kabul edilirse kâfî vakf olacağını, 2-Sonrası sıfat kabul edilirse kâfî
vakf olamayacağını belirtmiĢtir.176 Nehhâs‟ın bu ifadeleri her iki i‟rab ihtimaline göre
de aslında vakfa mani bir durum görmediği Ģeklinde anlaĢılabilir çünkü لفٛظ ر١ٌ gibi
bir takdirde bulunmamıĢtır. Vakf-ibtidâ ilminin temellerini atan iki önemli isim; Ġbnu‟l-
Enbârî ve Dânî ise burası için vakfa dair bir görüĢ bildirmemiĢ, herhangi bir vakf
ihtimalinden bahsetmemiĢlerdir.
173
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 596-597.
174
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 389.
175
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.88.
176
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.234.
177
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 56.
61
konumda olabileceğini belirtir. Bu iki ihtimale ilave olarak Ebu‟l-Bekâ‟ın ö.616/1219
bu cümleyi baĢlangıç kabul ettiğini ayrıca hal olma ihtimalini doğru kabul etmediğini
sebepleriyle nakleder. Sonunda da onun bu itirazında haklı olduğunu ifade eder. 178 Bu
son ifadesinden Semîn Halebî‟nin aslında iki ifade öbeğini birbirinden de bağımsız
kabul ettiği anlaĢılmaktadır. Tüm bu izahlara göre, farklı ve kuvvetli i‟rab ihtimallerini
de göz önüne alınca burada kesinlikle vakfedilemeyeceğini söylemek mümkün
görünmemektedir.
Söz konusu yerde vakfın durumu için, genelde Secâvendî‟ye muvafık olması
ile bilinen UĢmûnî, sıfat olma ihtimaline dair verdiği hüküm ile Secâvendî‟den ayrılmıĢ
görünmektedir. Zira ona göre Ģu üç farklı i‟rab takdiri mümkündür: Sonrası; 1- Mübteda
kabul edilecek olursa tam, 2- Cer konumda bedel veya sıfat kabul edilirse caiz, 3- Nasb
178
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 394-395.
179
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 389.
180
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.234.
62
konumda ٟٕ أػveya ِذزؤmanasına alınırsa kafi vakf olur.181 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî‟nin
burası için sessiz kalarak herhangi bir vakf takdirinde bulunmaması ise genel
tutumlarına uygun bir durumdur. Zira ikisi de ayet sonlarında vakfı benimseyen ulemayı
temsil etmektedirler.
yet sonu ile sonraki ayetin irtibatına tefsirlerden bir izah aradığımızda Ferrâ;
yine bu ayetin tefsirine ve i‟rabına gerek duymadığını görmekteyiz. Nahvi bir izah
yapmak yerine mana bütünlüğüne dikkat çeken Taberî; gerek 134.ayetteki gerekse 135.
yetteki vasıfların tamamının muttakîlere ait sıfatlar olduğunu belirtmiĢtir.182 Semîn
Halebî ise; َُُْٛ ْٕ ِفم٠ َٓ٠ حٌََّ ۪زlafzı ile baĢlayan cümleye i‟rab bakımından Ģu iki ihtimali
vermiĢtir: 1-Sıfat, bedel veya beyan olarak mecrur, 2-medh manası veren bir atıf olarak
merfu‟ veya mansub konumda olabilir.183 Dolayısıyla yine ayet sonu olması hasebiyle
hem vakf ibtidâ ulemasının hem de müfessir Semîn Halebî‟nin bahsettiği diğer irab
ihtimallerini göz önünde bulundurarak vakfetmeye bir mani olmadığı kanaatindeyiz.
Bakara 2/89‟da ayet-i kerimenin ُْ هُٙ َظذِّق ٌِ َّخ َِؼ ٌََّّخ َُٓخخ َء ُ٘ ُْ ِوظَخد ِِ ْٓ ِػ ْٕ ِذ هَٚ lafzından
َ ُِ ِحّٰلل
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen حُٛٔوخٚ kelimesindeki ٚ
harfinin hal konumunda olduğunu belirterek cümlenin tamamlanmasını önemsemiĢ ve
vakfı uygun görmemiĢtir ()ال.184 Yine Secâvendî ile mutabık olan UĢmûnî; aynı Ģekilde
devamının cümlenin hali olması durumunu zikretmiĢ ve burada vakfetmenin uygun
olmadığını لفٛظ ر١ٌ Ģeklinde beyan etmiĢtir.185 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise
burada vakfa dair görüĢ bildirmemiĢlerdir.
181
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.88.
182
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 60.
183
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 395.
184
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 216.
185
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.44.
63
ۚ َٓ َوفَ ُش٠ ۪ حٌَّزٍَٝػ
yardım isterlerken” manasına gelen حٚ َ َُْٛغظ َ ْفظِس
ْ َ٠ ًُ ح ِِ ْٓ لَ ْزُٛٔوَخَٚ ibaresinin anlamı
üzerinde durmuĢ ancak cümledeki konumunu izah edecek açık bir ifade
kullanmamıĢtır.186 Semîn Halebî ise; حٛٔوخٚ için: 1-ُُ٘ َُٓخخ َءkelimesine atıf ve ٌَّّخedatının
cevabı, 2-ُْ ُ٘ َُٓخخ َءkelimesi ile irtibatlı bir hal, 3-bir kelimeye değil de ٌََّّخَٚ ile baĢlayan
bütün bir cümleye atıf olmak üzere üç farklı vechin caiz olduğundan bahsetmiĢ, üçüncü
görüĢün ZemahĢerî‟ye ait olduğunu da belirtmiĢtir.187 Yukarıdaki değerlendirmelerde
sonrasının hal olması ağırlıklı görüĢ gibi görülse de Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî‟nin
burada herhangi bir izahta bulunmamasının; söz konusu yerde aslen vakf ihtimali
görmemelerinden kaynaklandığı düĢünülebilir.
Nahvi yapıda izah gerektirecek bir durum görmediğinden olsa gerek müfessir
Ferrâ; bu ayetin tefsirine değinmemiĢ, Taberî; i‟raba dair bir açıklama yapmadan ayetin
devamına “her iki fırka da kitabı Tevrat ve Ġncil‟i okuyorlar” manası vermiĢtir.191
Semîn Halebî de ٍَُْْٛظ٠َ ُْ ُ٘ َٚ lafzı için hal cümlesidir demiĢ tefsir açısından detaylı bir
izaha gitmemiĢtir.192
186
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 236-238.
187
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 505.
188
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 230.
189
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.47.
190
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.159.
191
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 437.
192
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 75.
64
ise caiz vakf takdir etmesi câlib-i dikkattir. Bu tutumu aynı durumlar için farklı
takdirlerde bulunan Secâvendî‟nin tavrı ile de benzeĢmektedir.
Bir baĢka örnek olarak Bakara 2/161‟de; ayet-i kerimenin sonunda حَٚٓ َوفَ ُش٠ ۪ح َِّْ حٌَّز
ِ ٌَّٕحَٚ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِ َى ِشَٚ ِحّٰلل
خط حَخْ َّ ۪ؼ ه
َٓ١ َ َ ٰ ٌُٓجِهٚ۬ ُ ُ٘ ُْ ُوفَّخس حَٚ حُٛ َِخطَٚ lafzından sonra vakfın durumu için
ُْ ٌَ ْؼَٕشُ هِْٙ ١ٍَػ
tek vecih ile bakılacak olursa hal-zi‟l-hal irtibatı sebebini ele alan ulemanın ortak kanaat
ile vakfı uygun görmediklerini söylemek mümkün olsa da ayet sonu oması hasebiyle
vakfın caiz olduğu da vurgulanmıĢtır. Nitekim Ġbnu‟l-Enbârî; ardından gelen ve nasb
konumda olan َٓ٠ خخ ٌِذkelimesi sebebiyle buradaki vakfa َش طخ١ غĢeklinde görüĢ
ح َخْ َّ ۪ؼ هkelimesi
bildirmiĢ,193 Nehhâs; aynı Ģekilde devamının hal olması sebebiyle َٓ١
üzerinde vakf yapılmayacağını ifade etmiĢ194, Dânî görüĢ bildirmemiĢtir. UĢmûnî ise
ardından gelen hal sebebiyle vakfedilmeyeceğini لفٛظ ر١ٌ ancak ayet sonu olması
sebebiyle vakfetmenin caiz olduğunu belirtmiĢtir.195 Secâvendî ise genel tutumunu
burada da sürdürmüĢ; ardından gelen َٓ٠ خخ ٌِذkelimesinin hal konumunda olmasını
gerekçe göstererek ayet sonu olmasına rağmen burada vakf yapılamayacağını
söylemiĢtir.196
193
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.280.
194
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
195
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
196
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 261-262.
197
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, II, 96-97.
198
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 743-744, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 196.
199
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 290.
65
kabul edenler tarafından burada vakf olmaz (لفٛظ ر١ٌ) denildiğini belirtmiĢtir.200
Hükmü belirtirken diğerlerinden farklı olarak ً١ لlafzı ile aktarması bu görüĢe tam itibar
etmediğini gösteren bir karine kabul edilebilir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise vakfa
dair herhangi görüĢ bildirmemiĢlerdir. Müfessirlerin bu ayet ile ilgili anlam örgüsü
vakf-ibtidâ açısından kayda değer bir izah barındırmamaktadır. ġöyle ki; Ferrâ ve
Taberî yalnızca ayetin devamındaki ََخ ِ حٌََذُّ ْحٌ ِخظَٛ ُ٘ َٚ lafzına mana vermiĢ öncesi ile
irtibatına dair herhangi bir izahta bulunmamıĢlardır.201 Semîn Halebî ise; َ ح َ ٌَذُّ ْحٌ ِخظَخَٛ ُ٘ َٚ
lafzının ayetin baĢındaki ُذُٙش
ِ ٠ fiilinin failine ait bir hal olduğundan söz etmiĢtir.
202
Hâl-zi‟l-hâl irtibatına bağlı olarak vakf-ı lâ‟nın takdir ediliği yerlerden bir diğer
örnek Bakara 2/257‟dir. Bu ayet-i kerimede حٛ َٓ ٰح َُِٕ ه٠ حٌَّ ۪زُّٟ ٌِ َٚ ُ ح َ هّٰللlafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen ُُٙ ُْخ ِشخ٠ kelimesinin ٌٟٚ kelimesinin
hâli konumunda olması sebebiyle burada vakfı uygun görmemiĢ ()ال, yine aynı
ayette صٛ ُغ ه َّ ُُ ُ٘ َخ ۬ ُإ١ُٓ ٌِ َْٚح حَٚٓ َوفَ ُُٓش٠حٌَّ ۪زَٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak da ardından
ُ حٌطخ
gelen ُْ ُٙ ُٔٛ ُْخ ِشخ٠ lafzının hal olmasını gerekçe göstererek yine vakfedilemeyeceğini ifade
etmiĢtir ( )ال.203 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise bu iki yer için görüĢ bildirmezken
UĢmûnî; buradaki vakfın hükmü için, ismini de vererek tamamen Secâvendî‟den nakil
yapmıĢ ve لفٛظ ر١ٌ diyerek aĢağıda bahsi geçen görüĢü ve aynı gerekçeyi
paylaĢmıĢ,204 صٛ حٌطخغkelimesi için de herhangi bir izahta bulunmadan Nâfi‟e göre
burada hasen vakf olacağına iĢaret etmekle yetinmiĢtir.205 Dilci müfessir olarak bilinen
Ferrâ; yine i‟raba dair herhangi bir izaha ihtiyaç duymadığından olsa gerek bu ayete hiç
değinmemiĢtir. Taberî; manaya yoğunlaĢmıĢ cümle yapısı ile ilgili bilgi vermemiĢ,206
Semîn Halebî ise; ayetin devamındaki ص ُّ
ِ حٌظٍُ َّخ َِِٓ ُْ ُٙ ُْخ ِش ُخ٠ lafzının Ģu iki ihtimali
taĢıyabileceğini ifade etmiĢtir: 1- هللاkelimesinin ikinci haberi, 2- ٌٟٚ kelimesinin hali.207
200
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.57.
201
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 123, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 578-580.
202
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 349-350.
203
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 330.
204
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.63.
205
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.63.
206
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 562 vd.
207
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 549.
66
ayetin baĢından yalnızca üç kelimeyi okuyup durulabileceğini ve bu Ģekilde
vakfetmenin de doğru olmayacağını düĢünmek ne derece isabetlidir? Yine Kur‟an-ı
Kerim‟deki bütün hal cümleleri için aynı durumun söz konusu olup olamayacağı akla
gelen ikinci sorudur.
۬
Âl-Ġmrân 3/87‟de ayet-i kerimenin sonunda ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِ َى ِشَٚ ِحّٰلل َ َّْ َ ٰ ٌُٓجِهَ خ ََُٓضح ُإ ُ٘ ُْ حٚ۬ ُ ح
ُْ ٌَ ْؼَٕشَ هِْٙ ١ٍَػ
خط حَخْ َّ ۪ؼ ه
َٓ١ ِ َّٕ ٌحَٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; 88.ayetin َۚخٙ١ َ۪ٓ ف٠َخخ ٌِ ۪ذ
ibaresinin 87.ayetteki حٌدضحءveya حٌٍؼٕشkelimesinin hâli konumunda mansub olduğunu
belirtmiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir.208 Söz konusu nokta için Dânî hariç diğer
bütün vaf-ibtidâ ulemasının bu irtibatı söz konusu ettmesi dikkat çekmektedir ancak
verdikleri hükümler kendi sistemleri içinde birbirinden farklılık arz etmektedir.
Nitekim, Ġbnu‟l-Enbârî َش طخ١لف غٚ demiĢ ve ardından gelen َٓ٠ ۪ َخخ ٌِذkelimesinin mansub
209
konumda hâl olmasını gerekçe göstermiĢtir. Nehhâs da aynı gerekçe ile buradaki
vakfın hükmünü ظ رمطغ وخف١ٌ ifadesi ile belirlemiĢ210 Dânî burada bir görüĢ belirtmemiĢ,
UĢmûnî; ayet sonu olduğu için burada vakfetmenin caiz olduğunu ancak ardından hal
gelmesi sebebiyle vakfetmemenin daha doğru olcağını ifade etmiĢtir211 Ferrâ bu ayeti
tefsir etmemiĢ, Taberî; 86.ayetten 89.ayete kadar hepsini birlikte, irabtan çok kelime
manalarını izah ederek ele almıĢtır.212 Semîn Halebî ise; ٓ٠ خخٌذkelimesinin önceki ayette
geçen ُٙ١ٍ ػkelimesinin hali olduğunu, خٙ١ فile kastedilenin de “lanet içinde olmak”
olduğunu belirtmiĢtir.213
ِ ََّض َُٓؽخثِفَظ
Benzer Ģekilde Âl-Ġmrân 3/122‟de خْ ِِ ْٕ ُى ُْ حَ ْْ ط َ ْفش َ هَال ْ َّ٘ ح ِْرlafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin takdiri devamındaki hâl vavı )هللاٚ( sebebiyle
burada vakfedilememesi Ģeklinde olmuĢtur.214 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ
208
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 379-380.
209
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.300.
210
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.229.
211
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.83.
212
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, s.557 vd.
213
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 304.
214
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.
67
bildirmezken, Nehhâs buradaki vakf için ٓ لطغ زغtabirini kullanmayı tercih etmiĢtir. 215
UĢmûnî; sonrasının yeni bir baĢlangıç cümlesi kabul edilmesi halinde buradaki vakfın
hasen olacağını, ardından gelen وın hal vavı olarak takdir edilmesi durumunda ise
vakfedilemeyeceğini)لفٛظ ر١ٌٚ) beyan etmiĢtir.216
Tefsirlerde ise bu ayet için vakf-ibtidâ hükümlerine destek sağlayacak herhangi bir izah
yapılmamıĢtır. Ferrâ; i‟raba dair bir izah yapmamıĢ, Taberî; i‟rabtan söz etmeksizin
ardındaki ّخٙ١ٌٚ هللاٚ ibaresini öncesi ile birlikte “o iki kabilenin baĢarısızlık kaygısını
gideren llah..” olarak tercüme etmiĢtir.217 Semîn Halebî ise; أْ طفشالlafzının sonrası
veya öncesi ile bir irtibatını kurmamıĢtır.
215
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
216
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
217
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 15.
218
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.238.
219
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.90.
220
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 397.
221
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 240, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 166.
68
Mekkî, ibtidâ vavı olarak ta‟bir eder , 3- إذedatı manasında. Üçüncü görüĢün Mekkî ve
Ebu‟l-Bekâ‟a ait olduğunu ancak zayıf bir görüĢ olduğunu ilave etmiĢtir.222
Bir baĢka örnekte Âl-Ġmrân 3/169‟da ayet-i kerimenin sonunda َٓ٠ ۪غ َز َّٓ حٌَّز َ ْ َال طَسَٚ
ُشْ َصلُ ه٠ ُْ َِّٙخء ِػ ْٕذَ َسر١ُٓ ْحطًخ رَ ًْ حَزَْٛ َِحّٰللِ ح
َْٛ َ ٟ ۪ح فٍُِٛ لُظlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak
ًِ ه١ع ۪ز
ِ
karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî, 170. ayetin baĢındaki َٓ١ فَ ِش ۪زkelimesinin hâl olması
sebebiyle ayet sonu olmasına rağmen burada vakfı uygun görmese de223 onun bu
görüĢüne iĢtirak eden yalnızca UĢmûnî olmuĢ ki o da farklı bir terim kullanmayı tercih
etmiĢtir. UĢmûnî; ayet sonu olması sebebiyle caiz vakf dedikten sonra devamındaki
ٓ١ فشزkelimesinin hal konumda olmasını gerekçe göstererek (ذ١ظ رد١ٌ) gibi farklı bir
terim kullanarak aslında burada vakfetmenin iyi olmayacağını anlatmak istemiĢtir.224
Kullandığı bu terimin “vakfedilemez” Ģeklinde değil de “vasl daha uygun olur”
manasına anlaĢılabileceğini söylemek mümkündür. Bundan baĢka, Nehhâs; hmed b.
Ca‟fer‟e göre buradaki vakfın tam olduğundan söz etmiĢtir.225 Ġbnu‟l-Enbârî ve
Dânî‟nin ise bu kısım için görüĢ bildirmemelerini söz konusu noktayı muhtemel vakf
yeri olarak mülahaza etmedikleri Ģeklinde anlamak mümkündür.
Tefsirlere baktığımızda; Ferrâ; sonraki ayette gelen ٓ١ فشزlafzı için; خء١أز
kelimesi ile birlikte düĢününce merfu‟, bağımsız düĢününce mansub olacağını belirtir.226
ُشْ َصلُ ه٠
Taberî‟nin benzer Ģekilde Ģu ihtimallerden söz ettiğini görüyoruz: 1- ُْ ِٙ ّ ِػ ْٕذَ َس ِرveya َْٛ
kelimeleri ile bağlantılı olarak mansub konumda, 2-خء١ رً أزkelimesi ile birlikte merfu‟
konumda.227 Semîn Halebî ise; Ģu beĢ ihtimal üzerinde durmuĢtur: 1- خء١ أزkelimesinin
222
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 446-447.
223
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
224
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
225
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
226
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247.
227
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 236.
69
ُشْ َصلُ ه٠ fiiline ait bir hal, 4- medh ifade etmek üzere
hali, 2- zarfa ait zamirin hali, 3- َْٛ
mansub, 5- خء١ أزkelimesinin sıfatı.228 Bu ayette vakf ibtidâ ulemasının irabtan ya hiç söz
etmediğini ya da Secâvendî ve UĢmûnî gibi sonrasının yalnızca hal konumunda
olmasından bahsettiklerini görüyoruz. Buna karĢı müfessirlerin tamamının çok farklı
irab ihtimalinden detaylı bir Ģekilde bahsetmiĢ olması oldukça dikkat çekicidir. Bundan
yola çıkarak ayet sonu olan bu yerde vakfa engel bir durum olmayacağını ve dolayısıyla
herhangi bir iĢarete de gerek olmadığını söylemek mümkündür.
Keza Âl-Ġmrân 3/199‟da da benzer bir durum söz konudur. yet-i kerimede َُِٓخَٚ
ِ ُْ َخخِْٙ ١ٌَِ ح ُ ْٔ ِض َي حl lafzından sonra Secâvendî; ardından gelen ْٚشظَش
َٓ ِ ه ه١ش ۪ؼ
ِّٰلل ْ ٠َ الlafzının hal
olmasını gerekçe göstererek cümle bütünlüğünü dikkate almıĢ ve burada vakfı uygun
görmemiĢtir()ال.229 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî görüĢ beyan etmezken, UĢmûnî;
çoğunluğa göre hasen vakf olduğunu ancak bazılarının, ِّٰللkelimesindeki lam‟ın sonrası
ile irtibat sağlayan sıle manasına gelmesi sebebiyle burada vakfetmenin ve ardından
baĢlamanın hata olduğunu iddia ettiklerini nakletmiĢtir.230 Müfessirlerden Ferrâ ve
Taberî; yine ayette cümle kurgusuna iĢaret edecek bir vurgu yapmamıĢlardır. Semîn
Halebî ise; hem ِّٰللhem de َْٚشظَ ُش ْ َ٠ َالfiilleri için iki vecihten söz eder: 1- ٓ١ خخشؼfiiline
ْ َ٠ َالfiili tehir edilmiĢtir, aslında cümle kurgusu ًال١ٍخص هللا ثًّٕخ ل٠ْ رآٚشظش٠ال
bağlıdır, 2- َْٚشظ َ ُش
ٌألخْ ًِ هللاĢeklindedir. Buna ilaveten ْٚشظش٠ الkelimesi için üçüncü bir ihtimal de ٓ١خخشؼ
fiilinin hali olmasıdır.231
Daha önce de bahsettiğimiz gibi irabta devamının hal olarak belirlenmiĢ olması
irtibatın devamına iĢaret etse de asla vakfetmemeyi gerektirecek mana bozulması-
denilenin aksine bir mananın oluĢması vb bir durum değildir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve
Dânî „nin hem genel tutumları hem de burada herhangi bir vakftan söz etmemeleri bu
kanaati destekler görünmektedir. Dolayısıyla burada الiĢaretine kat‟i surette ihtiyaç
olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir.
228
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 484.
229
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 410.
230
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.95.
231
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 549-550.
70
1.3. Atıf veya Âmil-Ma‟mûl ĠliĢkisi
Secâvendî‟nin atıf veya amil ma‟mul iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate
alarak vakf-ı lâ takdir ettiği yerlere Bakara suresinde dört ayet-i kerimede
rastlanmaktadır.
Bunlardan ilki Bakara 2/18‟de ayet-i kerimenin sonunda ُْ َالُٙ َ فّْٟ ػ
ُ ُطُُ رُ ْى
َشْ ِخؼُ ه٠ lafzından sonra Secâvendî tarafından takdir edilmiĢtir ki Secâvendî; sonraki
َْٛ
ayetin ilk lafzı olan ٚ أkelimesinin atıf ve tahyir manası taĢımasını ve tahyirin de fasl
kabul etmemesini gerekçe göstererek ayet sonu olmasına rağmen burada vakfı uygun
görmemiĢtir ()ال.232 Diğer ulemanın takdirlerinde dikkat çeken nokta Ģudur ki
ifadelerinde kesinlikle vakfedilemez anlamına gelecek bir mana yoktur hatta kâfi veya
salih vakfı tercih edenler olmuĢtur. Nitekim, Ġbnu‟l-Enbârî; devamının أوile atıf olması
sebebi ile burası için َظ رظّخ١ٌٚ ٓ زغifadesi ile görüĢ bildirmiĢ, Nehhâs; herhangi bir
izaha yer vermemiĢ, Dânî ise; kafi vakf olduğunu tam vakf diyenlerin de olduğunu ifade
etmiĢtir.233 UĢmûnî; salih vakf olduğunu söylemiĢ, 19. ayetin baĢındaki ibareleri önceki
ayetlere atıf kabul edenler tarafından burada vakf yapılmaz dendiğini de ٗ١ٍلف ػٛ٠ ً ال١لٚ)
ilave etmiĢtir.234 Bu son ifadesinde meçhul siğa ile hüküm belirtmesi bilindiği üzere bu
görüĢü önceki kadar kuvvetli görmediğine iĢaret eder niteliktedir.
232
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 187-188.
233
Dâni, el-Muktefâ, s.120.
234
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
235
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, s.17.
236
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 354-356.
71
yani ذ١ طٞٚ وّث ًِ رٚ أmanasına anlaĢılacağını söylemiĢtir.237 Çoğunluğun tercihi, ayetin
devamını atıf kabul etme yönünde olduğu halde Dânî ve UĢmûnî‟nin kafi-tam veya
salih vakf Ģeklinde görüĢ beyan etmelerinden; Semîn Halebî‟nin bahsettiği diğer beĢ
ihtimali göz önünde bulundurdukları düĢünülebilir.
Vakf-ı lâ‟nın var olduğu ikinci nokta Bakara 2/119‟da ش هح٠ َ ْحِ َُّٓٔخ حَس
ً ع ٍَْٕخنَ رِ ْخٌ َسكّ ِ رَ ۪ش
ً َ۪ٔزَٚ شح١
lafzından sonra karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî‟ de dahil olmak üzere bütün
müellifler lafzın ardından gelen ifadedeki kıraat farklılıklarını dikkate almıĢ ve hüküm
takdirlerini buna göre birkaç ihtimal üzerinden beyan etmiĢleridir. Kıraat ihtilafına
dayanan bu meseleye rağmen bizim bu ayeti atıf-ma‟tuf iliĢkisi baĢlığı altında ele
almamızın sebebi Secâvendî‟nin nihai hükmünü buna göre ĢekillendirmiĢ olması
sebebiyledir. Nitekim Secâvendî; devamındaki الطُغؤ ُيٚ cümlesi ile atıf iliĢkisi sebebiyle
burada vakfı uygun görmemiĢ ()ال, ancak bu kelimeyi ال طَغْؤ ْيٚ Ģeklinde nehy sigası ile
okuyanlar için hükmün farklı olacağından bahsetmiĢtir.238
237
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 167.
238
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 233.
239
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.276.
240
"ونذٌرا والتَسْأ ْل عن أصحاب الجحٌم
ً بشٌرا
ً أبواى؛ فأنزل هللا (عز وجل) "إنا أرسلناك بالحق
َ لٌت شعري مافعل:أن انبً (ملسو هيلع هللا ىلص) قال
615/ 1 فً الطبري
241
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.161.
72
anlamına alınırsa bu durumda öncesine atıf konumunda olması sebebiyle شح٠ٔز
ً lafzından
sonra vakfetmek uygun olmaz.”242 UĢmûnî; sonraki kelimeyi cezm ile nehy sigasında
okuyan Nafi‟ kıraatine göre hasen vakf olacağını, damme ile ref‟ sigada okuyanlara
göre ise;1-hal konumunda olacağı için mecbur kalmadıkça vakfetmemek gerektiğini, 2-
baĢındaki vav, vav-ı isti‟nafiyye kabul edilince cümlenin öncesi ile bağlantısı
kalmayacağı için شح٠ٔز
ً kelimesinden sonra vakfetmenin kafi vakf olacağını
belirtmiĢtir.243
Tefsirlerdeki mana örgüsü açısından ise durum Ģöyledir: Ferrâ; yalnızca kıraat
ihtilaflarından tercihte bulunmaksızın bahsetmiĢ, Taberî; ref‟ ile الطُغؤ َ ُيٚ Ģeklindeki
kıraatin daha doğru olduğunu ve bazı nahiv ulemasının bu kıraate göre cümleyi hal
konumda يٚشِغئ١ غmanasına kabul ettiklerini belirtmiĢtir.244 Semîn Halebî ise;
cumhurun nefy sigada الطُغْؤ ُيٚ okuduğunu, Ģaz bir kıraate göre الطَغْؤ ُيٚ (mebniyyun lil
meful okunduğunu belirtmiĢ ardından 1-bu cümlenin يٚش ِغئ١شح غ٠ٔزٚ
ً شح١رش
ً manasında
hal konumda veya 2-Nâfi‟ kıraatinde okunduğu Ģekliyle الطَغْؤ ْيٚ nehy sigasında isti‟naf
َّ
cümlesi konumunda olacağını zikretmiĢtir. Hal olmasının caiz olmayacağını da ألْ حٌطٍذ
م ُغ زخي٠ الifadesi ile ilave etmiĢtir. 245
Bu yorumlardan anlaĢıldığı üzere ayetin devamındaki ال طغؤيٚ ifadesi ref‟, cezm
ve nehy sigalarında kıraat edilebilmekte ve her birine göre manada farklılıklar meydana
gelmektedir. Secâvendî bunlardan yalnızca ref‟ üzerine hüküm beyan etmiĢ cezm
sigasından bahsetmekle yetinmiĢtir. Bununla birlikte ref‟ ile okunsa bile birden fazla
manayı ihtiva edeceğini, bu manalardan birine göre de yeni cümlenin öncesinden
bağımsız kabul edilebileceğini söyleyen Dânî‟nin yorumu dikkat çekicidir.
ْ lafzından
ْ ار لخي ٌُٗ سرُُٗ أ
Vakf-ı Lâ takdir edilen üçün yer ise Bakara 2/131‟de ُْ ٍِ ع
ُ
sonraki durumdur. Secâvendî‟nin, devamındaki أعٍّض لخيlafzının ayetin baĢındaki ْار
edatının amili olduğunu, amil mahzuf sayılsa bile o zaman atıf konumunda olacağını
söyleyerek vakfı uygun görmediği bu yer için ()ال. 246, diğer müellfilerin takdirleri Ģöyle
242
Dânî, el-Muktefâ, s.127-128.
243
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.48.
244
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 481-483.
245
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 92-93.
246
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 238-239.
73
olmuĢtur: Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ belirtmezken, Nehhâs; tam veya tamam vakf
247
olduğunu söylemiĢtir. UĢmûnî ise; en-Nekzâvî‟nin burası için kâfî vakf takdir
ettiğini nakletmiĢtir.248 Görüldüğü üzere vakfetmenin uygun olmayacağından söz eden
tek isim Secâvendî olmuĢtur ki tefsirlere baktımızda da onun bu görüĢünü destekleyecek
derecede bir izaha ratlamak mümkün değildir. Nitekim Ferrâ; bu ayetin tefsirine
ُ
değinmemiĢ, Taberî; أعٍّض لخيĢeklinde baĢlayan ibareden Ġbrahim (a.s)‟ın Rabbine
verdiği bir cevab olarak bahsetmekle yetinirken249 Semîn Halebî; burası için i‟rab
bakımından beĢ vechin söz konusu olduğunu bunların en doğrusunun ayetin baĢındaki ار
ض ْ َ لَخ َي حlafzının أعٍّض
ُ ٍَّْع ُ لخي ile mansub konumda kabul edilmesi olduğunu ifade
etmiĢtir.250
Bakara suresinden konuya son örnek, 2/258. ayet-i kerimede ٞ ۪ حٌَّزَٟ ِّ ُُ َسر١ ۪٘ح ِْر لَخ َي حِر ْٰش
ُ ُّ۪ ه٠َٚ ٟ
ض١ ۪ ُْس٠ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin ardından gelen لخي
kelimesinin ayetteki ار ْ edatının amili olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi
uygun görmemiĢ olmasıdır.251 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ
bildirmezken UĢmûnî; hasen vakf olduğunu söyledikten sonra devamındaki لخي
kelimesinin öncesi ile i‟rab açısından bağlantılı olabileceğini izah ederek söz konusu
۪ ْ لَخ َي حََٔ ۬خ حُزifadesinden sonra vakfetmenin daha iyi
ُ ِِ ُ حَٚ ٟ
yerde değil de daha ilerisindeki ض١
olacağına değinmiĢtir.252 Müfessirlerin yorumlarında vakfın gerekli olcağına veya
uygun olmyacağın iĢaret edebilcek bir yoruma rastlanmamaktadır. ġöyle ki; Ferrâ, bu
kısma değinmemiĢ, Taberî; yine cümle yapısından değil ayetin manası ile ilgili
۪ ْ لَخ َي ح َ َٔ ۬خ حُزibaresinin
ُ ِِ ُ حَٚ ٟ
rivayetler ve görüĢlerden bahsetmiĢtir.253 Semîn Halebî ise; ض١
kendi içinde mübteda ve haberden oluĢtuğunu ve ayrıca bir önceki ifadeye zıt olma
bakımından aralarında mana irtibatı olduğunu belirtmiĢtir.254
Tüm bu izahlardan anĢalıldığı gibi mana irtibatı ile lafız irtibatının da devam
ettiği vurgulanan bu yerde vakfetmemeyi ifade eden الiĢareti yerine yine Secâvendî‟nin
247
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.163.
248
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.49.
249
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 581.
250
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 123.
251
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 332.
252
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.64.
253
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 570-571.
254
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 552.
74
belirlediği; vaslın daha uygun olduğunu ifade eden ( صvakf-ı mücevvez veya
sonrasından ibtidâda mahzur olmadığını ifade eden ( صvakf-ı murahhas iĢareti
koymanın daha isabetli olacağını söylemek mümkündür.
255
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
256
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
257
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 191, Taberî, Câmiu‟l-Beyân,V, 235-236.
258
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 37-38.
259
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 366.
75
olduğunu çünkü devamındaki ُِ ٍْ ح ْحٌ ِؼٌُٛٚ۬ ُ حَٚ ُ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِىَشَٚ ibarelerinin atıf olduğunu belirtmiĢ,
hfeĢ‟in “manayı tamam hale getirmek istersen vakfı ُٓلَخثًِّخ ِر ْخٌ ِمغ ِْؾlafzından sonra
yapman gerekir” dediğini nakletmiĢtir.260 Söz konusu yerde vakfa ihtimal görmeyen
Ġbnu‟l-Enbârî, Dânî ve UĢmûnî ise burada herhangi bir vakftan söz etmemiĢlerdir.
260
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.218.
261
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 199.
262
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 278.
263
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 72-81.
264
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 387.
265
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.232-233.
76
amilinin önceki cümlede var olduğu düĢünülerek iki ayetin lafzen irtibatlı olduğu takdir
edildiğinde ise vakfetmenin uygun olmayacağını ) لفٛظ ر١ٌٚ ) belirtmiĢtir.266
Yine Âl-i Ġmrân suresinden 3/140‟ı atıf-matuf iliĢkisi baĢlığı altında ele almak
mümkündür. Çünkü 140.ayet-i kerimenin sonunda َٓ١ٌّ ُِسذُّ حٌظخ٠هللا الٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; 141.ayetin ilk kelimesi olan َُ َّ ِ ّسض١ٌِ ٚ lafzının,
ayetin baĢındaki َُ ٍَ ْؼ١ٌِ ٚ fiiline atıf olmasını dikkate alarak burada vakfın uygun
olmayacağını ( )الifade etmiĢtir.269 Bu görüĢünde yalnız kaldığı anlıĢmaktadır nitekim
diğer hükümler genelde vakfı uygun gören ifadeler içermektedir. Mesela
Nehhâs,¸buradaki vakfın durumunu herhangi bir izah yapmadan لطغ وخفifadesi ile
belirtmiĢ270 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî bir kayıt düĢmemiĢken, UĢmûnî; bir illet
göstermemiĢ, izahta bulunmadan tam vakf olduğunu söylemekle yetinmiĢtir.271
266
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
267
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 12.
268
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 381.
269
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 392.
270
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.235.
271
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.89.
77
kelimesi ile baĢlayan cümleyi öncesindeki cümleye atıf kabul etmiĢ aradaki سذ٠هللا الٚ
ٓ١ٌّ حٌظخcümlesini cümle-i mu‟teriza olarak kabul etmiĢtir.272
yet sonu olan bu yerde atfın varlığı diğer ulema nezdinde vakfa mani
görülmemiĢtir ki yukarıda bahsettiğimiz gibi kafi ve hatta tam vakf Ģeklinde tercih
belirtmiĢlerdir. Secâvendî‟nin de her atıf için aynı hükmü vermediğini düĢündüğümüzde
burada da bir الiĢaretinin zaid olduğunu söylemek mümkündür.
Bir baĢka yerde Âl-Ġmrân 3/166‟da atıf iliĢkisini tekraren görmek mümkündür.
َ ْؼٍَ َُ ْحٌّ ُْئ ِِٕ۪ ه١ٌِ َٚ ِحّٰلل
166. ayet-i kerimenin sonunda َٓ١ خْ فَ ِزخ ِْر ِْ ه
ِ َ ْحٌ َد ّْؼْٝ ََ ْحٌظ َ َمَٛ٠ ُْ َُِٓخ حَطَخرَ ُىَٚ lafzından
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; hemen sonrasındaki atıf ile baĢlayan ( َُ ٍَ ْؼ١ٌِ ٚ
حَُٛٓ ٔخ َفم٠ )حٌز167.ayet-i kerime ile mana ve lafız irtibatının devam etmesini gerekçe
göstererek burada ayet sonu olmasına rağmen vakfı uygun görmemiĢtir ()ال.273Bir
yorumuyla Secâvendî‟ye tabi olanUĢmûnî de hem sonraki ayetin baĢındaki َٓ٠َ ْؼٍَ َُ حٌَّ ۪ز١ٌِ َٚ
َ ْؼٍَ َُ ْحٌّ ُْئ ِِٕ۪ ه١ٌِ َٚ lafzının, ayetteki ِحّٰلل
حُٛ َٔخفَمlafzının hem de söz konusu َٓ١ فَ ِزخ ِْر ِْ هibaresine atıf
olduğunu, üç lafzın da birlikte ayetin baĢında mübteda konumdaki ُِخ أطخرىٚ lafzına ait
birer haber olduklarını belirterek Ģu ifadelerle الٚ ,ٓ١ِٕ حٌّئٍٝال ػٚ , فزبرْ هللاٍٝلف ػٛ٠ (فال
)حٛ ٔخفمٍٝ ػburada vakfı uygun görmemiĢtir.274 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için
görüĢ bildirmemiĢlerdir. Müfessirlerden Ferrâ; bu ayete değinmezken, Taberî; her ne
kadar i‟raba dair bir izahta bulunmasa da حَُٛٓ ٔخفَم٠ ْؼٍَ َُ حٌز١ٌِ ٚ ٓ١ِٕ ْؼٍَ َُ حٌّئ١ٌِ ٚ lafızlarını
birlikte ele almıĢ “Ġman edenler ile münafıkları llah cc birbirinden ayırsın diye..”
Ģeklinde mana vermiĢtir.275 Buradan yola çıkarak iki ayeti birbiri ile mana bakımından
irtibatlı gördüğünü söylemek mümkündür. Semîn Halebî ise; bu ayetin sonundaki َُ ٍَ ْؼ١ٌِ ٚ
kelimesi ile ilgili i‟rab ihtimallerinden bahsetmiĢ ancak devamı ile bir irtibattan söz
etmemiĢtir.276 Söz konusu nokta ayet sonu olması hasebiyle her ne kadar lafzi irtibat
devam ediyorsa da vakfa mani bir durum olmadığı aĢkardır çünkü mana anlaĢılır
vaziyette tamamlanmıĢtır.
272
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 406.
273
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 400.
274
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91-92.
275
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 220.
276
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 475.
78
Âl-i Ġmrân suresi 3/170‟ de de atıf ma‟tuf iliĢkisini gündeme getiren Secâvendî,
170.ayet-i kerimede ؼ ٍِ۪ٗ ه ُُ هُٙ ١َٓ ِر َُّٓخ ٰح ٰط١ فَ ِش ۪زlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
ْ َحّٰللُ ِِ ْٓ ف
ardındaki َْٚغظَ ْزش ُِش
ْ ٠َ َٚ kelimesinde atıf sebebiyle burada vakfedilemeyeceğini ()ال
belirtmiĢtir.277 UĢmûnî ise; herhangi bir izahta bulunmadan caiz vakf olduğunu ifade
etmiĢtir.278 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise görüĢ beyan etmemiĢlerdir. Tefsirlere
baktığımızda, Ferrâ ve Taberî, bu kısma dair özel bir vurgu yapmamıĢken, Semîn
Halebî; dört farklı i‟rab ihtimalinden bahseder: 1- ٓ١ فشزkelimesine atıf, 2- ٓ١فشز
kelimesini muzari‟ fiile benzer kabul ederek ْٛفشز٠ fiiline atıf bu görüĢü çok isabetli
görmüyor 3- baĢlangıç cümlesi, 4- )ْٚغظزشش٠ ُ٘ٚ( hazf olunmuĢ bir mübtedanın
haberi.279 Vakfedilemeyeceği Ģeklindeki görüĢü ile Secâvendî yalnız kalmıĢ
görünmektedir. Özetle vakfa ihtiyaç duyulacak bir yer olmaması ya da Semîn
Halebî‟nin de iĢaret ettiği gibi yeni bir cümle kabul edilme ihtimali burada الiĢaretinin
elzem olmadığını göstermektedir diyebiliriz.
Bir baĢka örnek Âl-i Ġmrân suresi 3/171‟de karıĢımıza çıkmaktadır ki 171.
ayet-i kerimede ًفؼٚ ِْ رِِٕؼّْش َِٓ هللاٚغظ َ ْزشِش
ْ َ٠ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak her
ne kadar Secâvendî için illet ve hüküm atıf öncelikli olsa da kıraat ihtilafını gözardı
َّ
etmemesi câlib-i dikkattir. ġöyle ki Secâvendî; devamındaki atıf cümlesi أْ هللاٚ ile
mana irtibatının devam etmesini gerekçe göstererek burada vakfedilemeyeceğini
َّ okuyan Kisâî‟ye göre burada vakfedilebileceğini ifade
söylemiĢ )الve sonra ْا
280
etmiĢtir. Nitekim diğer vakf-ibtidâ uleması da benzer Ģekilde farklı okunuĢlara göre
َّ ) okuyan Kisâî
birden fazla hükümden sözetmiĢlerdir. Örneğin Nehhâs; kesra ile( َاْ هللا
dıĢındakiler için burada vakfın ظ رِمطغ وخف١ٌ hükmünde olacağını ifade etmiĢ,281 Dânî de
benzer Ģekilde kıraat ihtilafından söz etmiĢ, kesra ile tilavet edildiği takdirde kâfî vakf
olacağını, fetha ile okunursa devamı ile atıf irtibatı sebebiyle kâfî bir vakf olmayacağını
َّ
belirtmiĢtir.282 Yukarıdaki yorumlara iĢtirak eden UĢmûnî de; devamını kesra ile ْ)ا
okuyan Kisâî kıraatine göre tam vakf olduğunu, fetha ile okunması durumunda ise
277
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
278
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
279
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 484-485.
280
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 402.
281
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
282
Dâni, el-Muktefâ, s.150.
79
öncesine atıf kabul edileceği için vakfedilmesinin uygun olmadığını لفٛظ ر١ٌ ifadesi ile
belirtmiĢtir.283 Ġbnu‟l-Enbârî ise burada herhangi bir vakf çeĢidinden söz etmemiĢtir.
Hem vakf-ibtidâ ulemasının hem de müfessirlerin ortak bir tutumla iki farklı
kıraate göre hüküm verdikleri/mana takdirinde bulundukları yerlerden birisi de
burasıdır. Âsım kıraatini tilavet edenler olarak burada vakfetmemenin uygun olduğu
görüĢüne sadık kalmak Secâvendî‟nin görüĢünü de tatbik etmek anlamına gelecektir.
ع ه
Bir diğer örnek 3/174. ayet-i kerimede ءٛ ُُٓ ُْ ُٙ غ ْ َفَٚ ِحّٰلل
َ ّْ َ٠ ُْ ٌَ ًؼ
ْ غ ح رِ ِٕ ْؼ َّش َِِٓ هُٛفََ ح ْٔمٍََز
ْ ح ِسُٛحطَّزَؼَٚ (
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî yine devamındaki atıf َْحَٛ ػ
هsebebiyle burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.285 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî söz
)ِحّٰلل
konusu yer için vakfa dair görüĢ bildirmezken, Nehhâs; Nâfi‟den rivayetle burada tam
vakf olacağını ifade etmiĢtir.286 UĢmûnî; sonrasına isti‟naf baĢlangıç manası yükleyen
Nâfi‟ ve Ebû Hâtim‟e göre tam vakf olacağından bahsetmiĢtir.287 Müfessir Ferrâ; bu
ayetin tefsirine ve i‟rabına değinmemiĢ, Taberî; ayeti tefsir etmiĢ ancak cümle yapısına
283
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
284
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, s.239, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-
Mesûn, III, 486-487.
285
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 404.
286
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
287
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.93.
80
ayrıca izah getirmemiĢtir. Semîn Halebî ise حٛحطزؼٚ ile baĢlayan cümle için iki vechin caiz
olduğunu söyler: 1- ayetin baĢındaki حٛ حٔمٍزfiiline atıf, 2- حٛ حٔمٍزfiilin failine ait bir hal. 288
Bu verilere göre; Nehhâs ve UĢmûnî‟nin tam vakf hükmü ile Secâvendî‟nin ‟الi
birbiri ile oldukça çeliĢkili bir görünüm arz etmektedir. Ġzahlarda görüldüğü gibi bu
durum devamı için takdir ettikleri irab mahallinden kaynaklanır. tıf olacak olsa bile
vakf yapıldığında ve sonrasından ibtidâ yapıldığında oluĢan anlamlı cümleyi göz
önünde bulundurarak burada الiĢaretine lüzum olmadığı söylemek mümkündür
ynı Ģekilde Bakara 2/14‟te ُْ هِٙ ِٕ١خؽ َ ٌِٰٝ ْ ح حٍَٛحِرَح َخَٚ ح ٰح َِ َّٕ ۚخٌُُٛٓ ح لَخَُِٕٛ َٓ ٰح٠ح حٌَّ ۪زُٛحِرَح ٌَمَٚ
۪ َ١ش
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî;
288
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 491.
289
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.119.
290
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 33.
291
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 183.
292
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 137.
81
burası için bir görüĢ bildirmezken, Secâvendî; ardından gelen حٌٛ لخibaresinin , ayetin
baĢındaki ارحya cevap olmasından bahsederek vakfı uygun görmemiĢtir ()ال.293
Tefsirlerde ise Ferrâ; bu ayet ve sonrasına değinmezken, Taberî ve Semîn Halebî
sonrası ile irtibata dair özel bir vurguda bulunmamıĢlardır. 11. ve 14.ayetler arasında
cümle yapısı ve i‟rab bakımından büyük benzerlik olmasına rağmen, bu ayette Nehhâs
ve UĢmûnî‟nin hüküm bildirmemesi, Semîn Halebî‟nin özel bir vurgu yapmaması bir
çeliĢkinin mevcudiyetini düĢündürmektedir.
Bir baĢka vakf-ı lâ takdiri Bakara 2/33‟te ayet ortasında ُْ هِٙ ع َُّٓخ ِث
ْ َ فٍََ َُّّٓخ حَ ْٔ َزخ َ ُ٘ ُْ ِرخ
lafzından sonra karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî burada ardından gelen لخيkelimesinin
ayetin baĢındaki فٍّّخĢart edatının cevabı olması gerekçesi ile vakfı uygun görmemiĢtir
()ال.299 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs, ardından gelen ifadelerle
Ģart-cevap iliĢkisini gerekçe göstererek ظ رمطغ وخف١ٌ ifadesini kullanmıĢtır.300 UĢmûnî;
birinci görüĢte sebep belirtmeksizin hasen vakf olacağını, ikinci görüĢte ise sonrası ile
293
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 185.
294
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 192.
295
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.128.
296
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.36.
297
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 416-418.
298
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 216.
299
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 198.
300
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.135.
82
Ģart cevab iliĢkisi sebebiyle vakfedilemeyeceğini لفٛظ ر١ٌ söyleyerek iki farklı
takdirde bulunmuĢtur.301 Tefsir boyutundan bakacak olursak; Ferrâ ve Taberî; vakfa
tesir edecek özel bir izahta bulunmamıĢ, Semîn Halebî; de فٍّخile لخيarasındaki Ģart
cevap iliĢkisine atıfta bulunmuĢ anlam örgüsünü buna göre bina etmiĢtir.302
301
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.38.
302
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 270.
ِّ ّ
303
bkz. Yusuf suresi 50.ayet; (... فل ّوا جاءه السسول قال ازجع, Mü‟min s. 25.ayet, بالحق هن عندِّنا (فل ّوا جاءهن
)... قالوااقتلوvb.örnekleri çoğaltmak müknündür.
304
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 251.
305
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
306
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 669.
83
َّ olduğunu ifade etmiĢ ardından Ebu Hayyân‟ın bu konu ile ilgili detaylı izahını
َٓ١ّ۪ ٌِ حٌظخ
nakletmiĢtir.307
Kasem ile cevabın birbirinden ayrılmaması kaidesi yine lafız ve mana iliĢkisini
dikkate alan bir bakıĢın ürünüdür. Bu ayette bahsedilen yerde vakf yapılması ve
ardından tilavete baĢlanması gerçekten de Secâvendî‟nin bahsettiği gibi “zalimlerden
olma vasfını Rasulullah‟a izafe etmek” Ģeklinde anlaĢılabilir. Dikkat edilirse aslında söz
konusu yerde vakfetmek klasik vakf taksimatına göre hasen vakfa tekâbul etmekte,
vakfetmek değil de ardından ibtidâ durumunda mana olumsuz manada etkilenmektedir.
Bu sebepten buradaki الiĢaretinin yerine vaslın evla olduğuna iĢaret eden bir alamet
belirlenmesinin daha yerinde olduğu söylenebilir.
2/156.ayet-i kerimede زَش١ ُْ ِ ُ۪ظُٙ َْٓ ِح ُٓرَح حَطَخرَظ٠ حٌََّ ۪زlafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; Secâvendî; ardından gelen حٌٛ لخlafzının ayetin baĢındaki ارحedatının cevabı
308
olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ ()ال, Ġbnu‟l-Enbârî,
Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî, Secâvendî gibi Ģart-cevab
iliĢkisini ileri sürmüĢ ve لفٛظ ر١ٌ ifadesi ile hüküm vermiĢtir.309 Müfesirlerden Ferrâ,
Taberî ve Semîn Halebî; bu kısma dair özel bir izahta bulunmamıĢlardır.
307
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 166.
308
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 259.
309
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
310
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260.
311
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95.
84
farklı tefsirlerden bahsetmiĢtir.312 Her ikisi de nahvî bir izahta bulunmamıĢtır. Semîn
Halebî ise; iki farklı kıraatten bahsettikten sonra cumhurun kıraati dediği ع
َ تطو
َّ
Ģeklindeki okuyuĢa göre Ģu iki i‟rab ihtimalinden söz etmiĢtir: 1- عِٛٓ ططٚ ibaresinin
Ģart cümlesi olması, 2- ِٓ ism-i mevsûl, عٛ ططkelimesinin de onun sıle cümlesi olması
dolayısıyla i‟rabtan mahallinin olmaması. yrıca ref‟konumda ibtidâ olacağını,
َّ lafzının da haber konumda kabul edilebileceğini ilave etmiĢtir.313
devamındaki فبْ هللا
ه
2/249.ayet-i kerimede, هدُٕٛص ِر ْخٌ ُدٛ َ َ فٍَََّّخ ف, َُٗح َِؼَُِٕٛ َٓ ٰح٠ ۪حٌَّزَٚ َٛ ُ٘ ُٖ َصَٚخ
ُ ٌُظ ًَ َؽخ َ فٍَََّّخ خve لَخ َي
ح ه هُٛ ُْ ِ َُاللُٙ َََّْٔ حَُّٕٛ ُظ٠ َٓ٠ حٌَّ ۪زlafızlarından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî,
ِحّٰلل
Nehhâs ve Dânî bu üç yer için de görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; ilk iki yer için de
Ģart-cevab bağlantısı sebebiyle لٌس بوقفifadesi ile vakfetmemeyi uygun bulduğunu
ح ه هُٛ ِ َُاللkelimesinden sonra vakfetmeyi de uygun bulmamıĢ
belirtmiĢtir. ynı ayetteki ِحّٰلل
ve vakfetmenin söz ile söyleyeni kavl-mekul) birbirinden ayırmak anlamına geleceğini
beyan etmiĢtir.315 Secâvendî; devamındaki حٌٛ لخkelimesinin cevab konumunda olmasını
gerekçe göstererek ilk iki yerde vakfetmeyi uygun görmemiĢ ()ال, yine aynı ayette
هللاِٛاللlafzından sonra da devamının cümlenin mef‟ulü olması sebebiyle
vakfedilemeyeceğini söylemiĢtir.316
312
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 727-729.
313
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 192.
314
Bakara, 2/158.
315
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.62.
316
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 322-323.
85
birlikteliği vurgusu yapmadıklarını görüyoruz.317 Semîn Halebî ise bu ayette ilk iki
ح ه هُٛ ِ َُاللlafzından sonraki َو ُْ ِِ ْٓ فِج َشkelimelerini
nokta için ayrıca vurgu yapmazken ِحّٰلل
mübteda ve haber olarak i‟rab edip, öncesi ile herhangi bir bağlantı kurmamıĢtır.318
Müfessirlerden vakfa ya da vasla meylettirecek bir izah görmüyoruz. UĢmûnî ve
Secâvendî pek çok yerde olduğu gibi burada da hemen hemen benzer tabirlerle; Ģart-
cevab, kavl-mekul bağlantısını söz konusu etmiĢlerdir. ncak defaatle bahsettiğimiz
gibi bizim kanaatimize göre bu bağlantılar الiĢaretini gerekli kılacak derecede kuvvetli
bir gerekçe değildir.
317
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 166, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 481-496.
318
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 532.
319
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 371.
320
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 145-147.
86
anlamlandırmak daha doğru olacaktır. Ġbnu‟l-Enbârî burası için َظ رظّخ١ٌٚ ٓ زغdemiĢ,
gerekçe olarak da ardından gelen ikinci طشحؽkelimesinin birincisinin mütercimi
olmasını göstermiĢtir.321 ynı Ģekilde Nehhâs da ardından gelen bedel sebebiyle burada
vakfetmeyi uygun görmediğini beyan etmiĢtir.322 Dânî ise burası için görüĢ
bildirmemiĢtir. Secâvendi de benzer Ģekilde, ardındaki صساط الرين ifadesinin bedel
olması bedel ile mübdelin ayrılmasının uygun olmayacağını kastederek gerekçesi ile
burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ ve bunu الrumuzu ile ifade etmiĢtir. 323 Tefsirlerde
de i‟rab bakımından bedel vurgusu yapılmıĢtır ancak bu yorumlar vakfetmeye engel
teĢkil edecek hüvviyete sahip görünmemektedir. Nitekim Ferrâ; burada herhangi bir
yorumda bulunmazken, Taberî; 6.ayette bahsedilen yolun vasıflarının 7.ayette
açıklandığını söyleyerek mana irtibatına vurgu yapmıĢ324 Semîn Halebî; devamındaki
َٓ٠ ۪ ِط َشح َؽ حٌَّزile baĢlayan kısmın bedel min küll olduğunu belirtmiĢ ve sonra bedel
çeĢitlerini tafsilatlı biçimde izah etmiĢtir.325
321
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.250.
322
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.108.
323
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 172.
324
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, s.176-177.
325
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 65.
326
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 240.
327
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.49.
87
ْ edatı için;birinci ‟ارden
edilmesi gerektiğini söylemiĢtir.328 Semîn Halebî ise; ikinci ار
bedel veya َزؼ ََشfiiline ait bir hal olmak üzere iki ihtimalden söz etmiĢtir.329
Yukarıdaki yorumlardan bedel veya hal olma bakımından ayetin sonrası ile
lafız iliĢkisi olduğu sonucuna varılabilir. ncak daha önce de değindiğimiz gibi bu lafız
iliĢkisi cümlenin tamamlanmamasına veya bahsi geçen yerde vakf yapılması halinde
mananın oluĢmamasına sebep olacak derecede kuvvetli bir iliĢki değildir. Nitekim إذ
edatlarını birbirinden ayrı Ģekilde de takdir eden UĢmûnî‟nin beyanı görüĢümüzü
destekler mahiyettedir.
2/183.ayet-i kerimenin sonunda ْٓ ِِ َٓ٠ ۪ ح ٌَّزٍَٝػ َ ح ُو ِظ َذَُِٕٛ َٓ ٰح٠ َ۪خ حٌَّزُّٙ٠َخح٠َُٓ
ّ ِ ٌ ُى ُُ ح١ْ ٍَػ
َ خ َُ َو َّخ ُو ِظ١َ ظ
َ ذ
لَ ْز ٍِ ُى ُْ ٌَؼٍََّ ُى ُْ طَظَّمُ هlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî; burada
َْٛ
َ ِ ُوظfiili ile خًِخ٠ أkelimesinin nasb
vakfetmeyi kabih görmüĢ, sebep olarak da ayetteki ذ
edilmesini yani nahvi iliĢkinin devam etmesini zikretmiĢtir.330 Nehhâs ve Dânî ise
burası için görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî öncelikle ayet sonu olduğu için vakfın caiz
olacağını sonra da ardından gelen أيَّا ًهاkelimesinin zarf olduğunu ve bir kaide olarak
zarf ile ona âmil olan fiilin arasının ayrılmasının hasen bir vakf olmayacağını ظ١ٌٚ
ٓ رسغifade etmiĢtir. 331
Secâvendî; ardından gelen دَحصَُّٚخًِخ َِ ْؼذ٠َ حkelimesinin zarf olması
sebebiyle burada vakfı uygun görmediğini belirtmiĢtir.332 Ferrâ; 184.ayetin baĢındaki
هعدودات أيا ًهاlafzının nasb konumda olmasına ve sebeplerine iĢaret etmiĢtir.333 Taberî de
bu iki kelimenin gizli bir fiil (اُُِٛٛحَ ْْ طَظَٚ ) ile mansub konumda olduğunu belirtir.334
Semîn Halebî de benzer Ģekilde bu kelimelerin hangi amillerle mansub olabileceğini
anlatmıĢtır.335 Müfessirlerin de vurgularından anlaĢılacağı üzere ayetin devamı ile nasb
etme-mansub olma bakımından irtibatı açıktır. yet sonu olmasına rağmen bu irtibatı
dikkate alan Ġbnü‟l-Enbârî ve Secâvendî burada vakfı uygun görmemiĢlerdir. Bu da iki
ismin makta‟ sistemini esas alıyor olması ile açıklanabilecek bir durumdur. Yani
durlamayacağı yönündeki kanaatleri sonsöz olarak değil bir tercih olarak algılanmalıdır.
328
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 586.
329
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 129.
330
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.282.
331
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.54.
332
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 273.
333
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 112.
334
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 156-157.
335
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 268-269.
88
ح َ ْٔظ ُ ُْ ػَخ ِوفُ هَٚ َّٓ ُ٘ ٚش ُش
Bir baĢka örnekte 2/187.ayet-i kerimede َْٛ ِ َال طُزَخَٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî vakfa ihtimal
vermediklerinden olsa gerek burada görüĢ belirtmemiĢlerdir. Secâvendî ise;
devamındaki خخذ
ِ غَ َّ ٌ ْحِٟ فzarfı ile mana irtibatının devam etmesi sebebiyle burada
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.336 Müfessirlerden de ne Ferrâ ne Taberî ne de Semîn
Halebî ayetin bu kısmı için i‟raba dair bir yorum yapmıĢtır. nlaĢılacağı üzere burada
vakfetme ihtimali yalnızca Secâvendî‟ye ait bir yorumdur. Kur‟an-ı Kerim‟deki bütün
hal örnekleri için bu ihtimali düĢünerek her birinde vakfedilemeyeceği hükmünden söz
etmenin ne kadar isabetli olacağı tartıĢma konusudur.
Ferrâ tefsirinde yalnızca َٛ١ حٌمkelimesinin َخ١ حٌمĢeklindeki kıraatinden söz etmiĢ
i‟raba etki edecek bir izahta bulunmamıĢtır.341 Ġ‟raba dair özel bir vurgu yapmayan
336
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 279.
337
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 360-361.
338
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.292.
339
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.195.
340
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.69.
341
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 190.
89
Taberî; kıraat ihtilafından söz ettikten sonra “ llah kendisini diri olmak ve bâkî olmak
vasıfları ile tavsif etmiĢtir” demiĢtir.342 Semîn Halebî ise ٛ٘ الاٌٗ االlafzı ve i‟rabı ile ilgili
ihtimalleri zikrettiği halde devamı ile ilgili hiçbir izahta bulunmamıĢtır343
Yine aynı Ģekilde Âli Ġmrân suresinin 3/33.ayet-i kerimesinin sonunda َحّٰلل ح َِّْ ه
ْحٌ َؼخٌَ ّ۪ هٍَٝػ
َٓ١ ٰ ٰح َي ِػَٚ َُ ١ ۪٘ ٰح َي حِر ْٰشَٚ زًخَُٛٔٚ ََ َ ٰحدٝط َط ٰ ُٓف
َ َّْْش ْ حlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
vakf-ibtidâ ulemasının i‟rab takdirlerindeki çeĢitlilik dikkat çekmektedir. rdındaki
ifadeleri kimi hal kimi bedel kimi sıfat kanul etmiĢ verdikleri hükmü de bu kabullerine
göre takdri etmiĢlerdir. Bu durum vakf-ibtidâ ilminin ictihadî yapısını anlatması
bakımından önem arzetmektedir. Nitekim Ġbnu‟l-Enbârî; burada vakfetmenin hükmünü
َش طخ١ غolarak belirlemiĢ, sebep olarak da َّش٠ رُ ِ ّسkelimesinin öncesine bağlı olarak mansub
konumda olmasını zikretmiĢtir.344 Nehhâs da benzer Ģekilde ش٠ رسkelimesinin evveline
bağlı hal konumunda olmasını sebep göstermiĢ ve görüĢünü ظ رمطغ وخف١ٌ ifadesi ile
açıklamıĢtır.345 Dânî görüĢ bildirmezken UĢmûnî; ayet sonu olması hasebiyle caiz vakf
olduğundan bahsettikten sonra bu hükmün son söz olmadığını, ًَّش٠ رُ ِ ّسkelimesinin ٝحططف
fiilinin hali ya da ayetin baĢındaki dem a.s ve diğer peygamberlerin bedeli olarak
takdir edilmesi gerektiğini, böyle olunca da genel kaide gereği hal ile zi‟l-halin, bedel
ile mübdel minh‟in arasının ayrılmayacağını ifade etmiĢtir.346 çıkça ifade etmemiĢ olsa
da genel kaideyi hatırlatmasından burada vakfı uygun görmediği sonucunu çıkarmak
mümkündür. yrıca ً ذزيةkelimesinin medh manasına alınması durumunda buradaki
342
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 176.
343
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 6-15.
344
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.297.
345
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.220.
346
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.75.
90
vakfın kâfî vakf olacağını ilave etmesi de dikkat çekicidir.347Secâvendî ise; 34.ayetin
baĢındaki ًَّش٠ رُسkelimesinin, bu ayette zikredilen Âdem, Nuh a.s ve diğerlerine bedel
konumunda olduğunu belirtmiĢ ve bu sebepten ayet sonunda vakfı uygun
görmemiĢtir.348
347
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.75.
348
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 369.
349
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 207.
350
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 329.
351
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 128-129.
352
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 374.
353
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 148
91
gerekçe göstermiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir()ال.354 Nehhâs; sonrası ile irtibatı
devam ettiği için ظ رمطغ وخف١ٌ ifadesi ile görüĢ bildirmiĢtir.355Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
burası için görüĢ bildirmemiĢler, UĢmûnî ise; ayet sonu olması sebebiyle vakfın caiz
olacağını söylemiĢ ancak devamındaki َٛ٠ lafzın hal konumunda kabul edilmesi ile
buradaki vakfın hasen olmayacağını da ilave etmiĢtir.356 Ferrâ; eserinde ayetin tefsirine
yer vermemiĢ, Taberî; 105.ayetin sonu ile 106.ayetin baĢındaki ibaresini birleĢtirmiĢ
ُّ َ١ْ ََ ط َ ْزَٛ٠ azap onlar içindir”
“Kimi yüzlerin beyazlayıp kimi yüzlerin kararacağı o günde غ
Ģeklinde mana vermiĢtir. Bundan baĢka i‟raba dair vurguda bulunmamıĢtır.357 Semîn
Halebî; َٛ٠ zarfının amillerinden bahsetmiĢ buna göre mana takdirlerinde bulunmuĢtur.
Kurduğu cümlelerden onun da Taberî gibi iki ayeti birlikte değerlendirdiği
anlaĢılmaktadır.358
Sonraki ayetin bir hal zarfı َٛ٠ ile baĢlıyor olması lafız ve mana irtibatının
devam ettiğinin göstergesidir ancak UĢmûnî‟nin de belirttiği gibi ayet sonu olması
sebebiyle burada vakfetmek ve ardından baĢlamak –mana da kendi içinde tamamlandığı
için- her halükarda caiz kabul edilmiĢtir. Bu durumda lafız-mana irtibatına dikkat
çekmek maksadıyla الyerine vaslın evla olacağını ifade eden bir iĢaret konulursa daha
isabetli olacağını söylemek mümkündür.
354
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 382.
355
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.231.
356
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.85.
357
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 663.
358
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 339.
359
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
360
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
92
i‟rabtan bahsetmeksizin “korku ve hüzün olmayacağına dair müjdeleĢiyorlar” Ģeklinde
tefsir etmiĢ, böylece mana açısından bu kısmı bir bütün olarak gördüğünü ifade
etmiĢtir.361 Taberî; aynı manayı vermiĢ َّ أالkelimesinin nasb konumda olduğunu da
ْ
belirtmiĢtir.362 Semîn Halebî; bu kısmın i‟rabı için iki ihtimalden söz eder: ardındaki ْأ
1- öncesindeki َٓ٠ رِخٌَّ ۪زkelimesinden bedel olarak mecrur konumda, 2-mef‟ul li eclihi
olmak suretiyle mansub konumda.363
Hem mana hem de lafız irtibatının devam ettiği görüĢü ağır basmaktadır. Buna
göre mutlaka bir iĢaret koyulacaksa vaslın evlâ olduğunu belirtecek bir iĢaret )ص
koyulması daha isabetli görünmektedir. Çünkü vakf yapılacak olsa da manasız bir
cümle ortaya çıkmamaktadır.
Secâvendî‟nin fâ-i ta‟kîbiyye, ceza veya tekid iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu
dikkate alarak vakf-ı lâ takdir ettiği ayetler Bakara suresinde sırası ile Ģu Ģekilde
karıĢımıza çıkmaktadır:
361
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247.
362
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 236.
363
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 486.
364
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.260.
365
Dâni, el-Muktefâ, s.119.
366
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 33.
367
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 183.
93
ً فضحدُ٘ هللا ِش
mana bütünlüğüne dair özel bir vurgu yapmamıĢtır.368 Semîn Halebî ise; ػخ
Ģeklinde baĢlayan isim cümlesinin önceki cümleye atıf olduğunu ve bahsedilen artmanın
sebebinin, kalpteki hastalığın bizzat varlığı olduğunu belirtmiĢtir.369
Bu ayette; gerek bahsi geçen vakf-ibtidâ ulemasının hasen, kâfi ve salih vakf
Ģeklindeki hükümleri gerekse tefsirlerine yer verdiğimiz müfessirlerin anlam örgüsünde
vakfetmeye mani olacak bir vurguda bulunmamaları Secâvendî‟nin bu konuda yalnız
kaldığı izlenimi vermektedir.
ِ سَ حٌذَّحعِ حِرَح دَػ هَٛ ذُ دَ ْػ١ ح ُ ۪خlafzından sonra vakf için
Bakara 2/186.ayet-i kerimede َْخ
Secâvendî; ardından gelen fa-i takibiyye sebebiyle burada vakfı uygun görmediğini
belirtmiĢ ( )ال, yalnızca nefesin kesilmesi gibi bir zaruret ile durulabileceğini de ilave
etmiĢtir.370 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs; Nasir‟den nakil ile حِرَح
ِ دَػ هlafzından sonra veya ayetin sonunda vakfedilebileceğini söylemiĢtir. UĢmûnî
371
َْخ
hasen vakf olacağını ifade etmiĢ herhangi bir izahta bulunmamıĢtır.372 Müfessirlerin
yorumlarına baktığımızda; Ferrâ ve Taberî„nin ayetin bu kısmında i‟raba dair bir izaha
ْ َ١ٍْ َ فkelimesinin çekim
ihtiyaç duymadığını görüyoruz. Semîn Halebî ise; ٟ ٌ۪حُٛز١غظَ ۪د
sîgalarından ve manasından bahsetmiĢ ancak öncesi ile iliĢkisine dair özel bir vurgu
yapmamıĢtır.373
368
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 289-290.
369
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 129.
370
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 277.
371
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.177.
372
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.55.
373
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 291.
374
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 309-310.
94
geçen ikinci د هللاٚ زذlafzından sonra vakfetmenin böyle olmadığını يٚخأل١ْٔ حٌثخٚوخف د
ifade etmiĢtir.375 Müfessirlerden Ferrâ; ayetin i‟rab tahlilini yaptığı halde bu kısma özel
bir izaha gerek duymamıĢtır.376 Taberî de; cümle yapısına ayrıca vurgu yapmadan
manayı bir bütün olarak ele almıĢ,377 Semîn Halebî ise; ّخٙ١ٍ فال خٕخذ ػlafzındaki خٕخذ
kelimesinin, ‟الin ismi, ّخٙ١ٍ ػkelimesinin de haberi olduğunu belirtmiĢtir.378Bu
ifadesinden bu kısmı yeni bir cümle olarak gördüğü anlaĢılabilir.
375
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.60.
376
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 145-147.
377
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 149-164.
378
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 453.
379
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260-261.
380
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu izahi‟l-vakf ve‟l-Ġbtidâ, s. 279, Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
381
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
382
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95-96.
383
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 732-738.
384
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 193-194.
95
Her iki nokta için de müfessirlerin yorumlarında vakfedilemeyeceğine dair özel
bir vurgu bulunmasa da vakf-ibtidâ ulemasının hemen hemen aynı gerekçelerle
tamamlanmayan bir mana ve cümleden söz ettikleri görülmektedir. ncak bunun
örnekleri Kur‟an-ı Kerim‟de sayısız derecede çoktur.
Âl-i Ġmrân suresinde ise benzer Ģekilde 3/88. ayet-i kerimenin sonunda ُُ َخفَّف٠ َال
ُ ْٕ َظ ُش ه٠ ُْ ُ٘ َالَٚ ُ ُُ ْحٌؼَزَحدُٙ ْٕ ػ
َْٚ َ lafzından sonra vakf durumu için makta‟ sistemini benimseyen
Secâvendî; ardından gelen istisna cümlesi (اَُٛٓ طَخر٠ ۪ )ح َِّال حٌَّزsebebiyle burada cümle
bütünlüğünü korumak düĢüncesiyle vakfı uygun görmediğini ( )الifade etmiĢtir. 385 ynı
sistemin takipçisi olan Nehhâs da sonrasındaki istisna sebebiyle buradaki vakf türü için
َظ رمطغ طخ١ٌifadesini kullanmıĢtır.386 Nitekim UĢmûnî de bazılarına göre caiz vakf kabul
edilirken, sonrasındaki istisna sebebiyle caiz olmadığını söyleyenlerin de olduğunu
belirtmiĢtir.387 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî ise burada vakfa dair herhani bir görüĢ
bildirmemeyi tercih etmiĢlerdir. Vakfibtidâ ulemasının istisna sebebiyle cümlenin
tamamlanmadığına iliĢkin görüĢleri tefsirlerde karĢılık buluyor mu diye baktığımızda
Ferrâ‟nın bu ayeti tefsir etmediğini, Taberî‟nin istisnadan tefsir mahiyetinde
bahsettiğini, Semîn Halebî‟nin ise yalnızca ً حعظغٕخء ِظظĢeklinde kısa bir
değerlendirmede bulunduğunu görüyoruz.388
385
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 380.
386
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.230.
387
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.83.
388
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V,563, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 304.
389
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
390
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
96
َّ edatının haberi olduğu için burada vakfetmeyi uygun
kelimesi, ayetin baĢındaki ْا
görmemiĢtir.391 Müfessir yorumlarında Ferrâ; bu ayette yalnızca lanet edenler
kavramını tefsir etmiĢ i‟raba dair bir izahta bulunmamıĢtır.392 Taberî; ٌجهٚ أlafzı ile
kastedilenin; ayetin baĢındaki “ llah‟ın kitabında açıkladıklarını gizleyenler”
olduğunu, 160. yettede laneti hak edenlerin istisnasından bahsedildiğini zikretmiĢ
ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢtir.393 ُُ ُٙ ََُٕ ٍْؼ٠ َ ٰ ٌُٓجِهٚ۬ ُ حlafzı için mübteda ve bedel olmak
üzere iki ihtimalden bahseden Semîn Halebî, sonraki ayettin baĢlangıcındaki istisnanın
muttasıl veya munkatı‟ istisna olabileceğini ifade etmiĢtir.394 Her iki nokta için de
müfessirlerin yorumlarında vakfedilemeyeceğine dair özel bir vurgu bulunmasa davakf-
ibtidâ ulemasının hemen hemen aynı gerekçelerle tamamlanmayan bir mana ve
cümleden söz ettikleri görülmektedir. ncak bunun örnekleri Kur‟an-ı Kerim‟de sayısız
derecede çoktur.
391
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260.
392
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95-96.
393
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 732-738.
394
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 193-194.
395
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 266.
396
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
397
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 66.
97
kuvvetli bir irtibattan söz etmemiĢ olması burada vakfedilemeyeceği sonucuna
ulaĢmanın mümkün olmadığını göstermektedir.
Bir baĢka örnekte Bakara 2/218.ayet-i kerimede حُٚخَخ َ٘ذَٚ حَٚٓ َ٘خخ َُش٠ح ٌَّ ۪زَٚ حَُِٕٛ َٓ ٰح٠ ۪ح َِّْ حٌَّز
ًِ ه ه١ع ۪ز
ِحّٰلل َّ
َ ٟ ۪ فlafzından sonra vakf tercihinde Secâvendî; sonrası, ayetin baĢındaki ْا
edatının haberi olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir()ال.398UĢmûnî
ardından gelen haberden dolayı burada vakf olmayacağını لفٛظ ر١ٌ ifade etmiĢtir.399
Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise burada vakfa dair herhangi bir görüĢ
bildirmemiĢlerdir. Tefsirlere baktığımızda ise; Ferrâ‟nın kayda değer bir izaha gerek
duymadığından olsa gerek bu ayete ve i‟rabına değinmediğini görüyoruz. Taberî de
i‟raba dair bir açıklama yapmadan ayeti tefsir etmiĢtir. 400Semîn Halebî ise; bu ayeti
detaylı bir Ģekilde i‟rab etmiĢ; ََُْٛشْ خ٠ َ ٰ ٌُٓجِهٚ۬ ُ حlafzının ayetin baĢındaki ْا
َّ „ye ait bir haber
cümlesi olduğunu belirtmiĢtir.401 Gerek 204. Ayette gerekse 218.ayette hal ve haber
olma gibi lâfzî irtibatı gerekçe gösteren Secâvendî ve UĢmûnî‟nin bu tercihleri genele
yansımadığı için geçerli görülmeyebilir ya da en azından elimizdeki Mushaflara
mutlaka bir الiĢareti koymamız gerektiği sonucuna varmamıza sebep değildir. yrıca
vakfibtidâ ulemasından sözünü ettiğimiz üç ismin de burada görüĢ belirtmemesi bu
düĢüncemizi destekler mahiyettedir.
ه
Benzer Ģekilde Bakara 2/262. ayet-i kerimede ًٜ َُٓال حَرَٚ ح ًَِّٕخَُْٛ َُِٓخ حَ ْٔفَمُُٛظْ ِزؼ٠ ث ُ َُّ َال
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken,
Nehhâs; burası için Nâfi‟in tam vakf dediğini ancak bunun yanlıĢ olduğunu, ayetin
baĢındaki َٓ٠ حٌََّ ۪زkelimesi mübteda konumunda ise burada vakf yapıldığında haberin
zikredilmemiĢ olacağını bu sebeple de kelamın/mananın tamam olamayacağını ifade
etmiĢtir. yetin baĢındaki َٓ٠ حٌََّ ۪زkelimesinin bir önceki ayetteki َٓ٠ ۪ حٌََّزlafzına bedel kabul
edilmesi durumunda vakfetmek için bir çıkıĢ yolu oluĢacağını da ilave etmiĢtir.402
UĢmûnî; hasen vakf olduğunu ve sonrasından da baĢlanabileceğini belirtmiĢ, bununla
birlikte ُُ٘ ُْ حَخْ ُشُٙ ٌَ lafzının öncesine ait bir haber olduğu takdir edilirse o halde
398
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 299.
399
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.
400
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 666-669.
401
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 402.
402
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.194.
98
vakfedilemeyeceğini لفٛظ ر١ٌ ilave etmiĢtir.403Secâvendî ise; ardından gelen ٌُٙ
kelimesinin, ayetteki ٓ٠ حٌزlafzının haberi olması sebebiyle burada mana bütünlüğünü
korumak adına vakfın uygun olmayacağını belirtmiĢtir.404
403
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.64.
404
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 336.
405
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 657.
406
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 582-583.
407
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 367.
408
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.73.
99
bu sebepten haberinin fa ile (ُ٘ فزششile baĢladığını söylemiĢtir. rdından hfeĢ‟in buna
itirazlarını ve sebebini aktarmıĢtır.409
Bir baĢka örnekte Âl-i Ġmrân 3/155. ayet-i kerimede َْٝ ََ ْحٌظَمَٛ٠ ُْ ْ ح ِِ ْٕ ُىٌَّٛ َٛ ََٓ ط٠ح َِّْ حٌَّ ۪ز
ِ ْحٌدَّْ ؼَ هlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî ve UĢmûnî‟nin tercihleri
ْخ
parellik arz etmektedir. Nitekim Secâvendî, devamındaki أَّّخedatının ayetin baĢındaki
َّ nin haberi konumunda olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi-cümle
ٓ٠‟اْ حٌز
bütünlüğünün korunması açısından- uygun görmemiĢtir )ال.410 UĢmûnî ise; sonrasının
haber olması sebebiyle vakf olmayacağını لفٛظ ر١ٌ terimi ile ifade etmiĢtir.411 Ġbnu‟l-
Enbârî, Nehhâs ve Dânî burada vakfetme ihtimali görmediklerinden olsa gerek herhangi
bir hüküm bildirmemiĢlerdir Müfessirlerden Ferrâ ve Taberî; burada cümle yapısına etki
edecek i‟raba dair bir izahta bulunmamıĢ, Semîn Halebî de ayeti kelimeleri bakımından
izah etmiĢ ancak cümle kurgusu açısından farklı bir duruma değinmemiĢtir.412
َ ْ َْ ْحٌ َؼزَ هَٚ َش٠ ح ح ِْرُُّٛٓ ٍََٓ َظ٠ ۪ حٌَّزَٜ َش٠ ٌََْٛٚ lafzından
Mesela Bakara 2/165.ayet-i kerimede حد
sonra vakfetmekle ilgili olarak Secâvendî, kıraat ihtilafına dikkat çekmiĢ ve ardından
َّ Ģeklinde okuyanlar dıĢındakilerin burada vakf yapmalarının
gelen kelimeyi kesra ile ْا
uygun olmadığını ifade etmiĢtir.413 Konuyu daha detaylı Ģekilde ele alan diğer müellifler
eserlerinde Ģu izahlara yer vermiĢlerdir: Ġbnu‟l-Enbârî; ayetin farklı okunuĢlarından
bahsetmiĢ, buna göreحٍَُّٛٓ ظ٠ حٌزٜ طشٌٛٚ ve سٛأْ حٌم َ ْ َْ ْحٌ َؼزَ هٚ َش٠َ lafzından
ّ okuyanlar için حد
409
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 93
410
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 397.
411
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91.
412
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 451.
413
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 264.
100
sonra vakfetmelerinin َش طخ١ زغٓ غolacağını, ۙ حُُّٛٓ ٍََٓ َظ٠ حٌَّ ۪زَٜ َش٠ ٌََْٛٚ ve سٛ أْ حٌمokuyanların
َّ
anlam tamam olmadığı için burada vakfedemeyeceğini, حٍّٛٓ ظ٠ حٌزٜش٠ ٌٛٚ ve سٛاْ حٌم
َ َۙ َ ٌ ََر ْونَ ا ْلعَذlafzından sonra durmanın hasen vakf olacağını, ٜ طشٌٛٚ
Ģeklinde okuyanlar için اب
حٍّٛٓ ظ٠حٌزve ْس اٛ حٌمĢeklinde okuyanlar için de aynı Ģekilde hasen vakf olacağını ifade
etmiĢtir. Nehhâs da Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarından uzunca bahsetmiĢ ve
hükmün buna göre değiĢeceğinden söz etmiĢtir.414 Dânî de benzer Ģekilde kıraat
ihtilaflarından bahsederek hüküm vermiĢ Kufe mezhebine göre vakfın uygun
olmayacağını, kıraatte Basra mezhebine göre hasen vakf olacağını detaylı bir Ģekilde
sebepleri ile izah etmiĢtir.415 UĢmûnî de diğerleri gibi kıraat ihtilaflarını dikkate almıĢ
ve buna göre 1-Hasen vakf olur, 2-Vasıl evladır, 3-Durulmaz Ģeklinde üç farklı takdirde
bulunmuĢtur.416 ynı ayet-i kerimede ؼًخ١َّّ سَ هلل خُٛأْ حٌم
َّ lafzından sonra vakfetmeyi
َّ Ģeklinde okuyanlar dıĢındakiler için uygun görmezken ()ال,417 diğer dört
Secâvendî; ْا
isim burası için ayrıca görüĢ belirtmemiĢtir.
414
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.280-281, Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171-172.
415
Dânî, el-Muktefa fi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s. 130-131.
416
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
417
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 264
418
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, II, 97-98.
419
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 18-23.
420
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 212-216.
101
Tüm bu izah ve tercihlerden Ģu sonuca varmak mümkündür: Secavendî bu iki
َّ kıraatini esas almıĢtır. Bu kıraat esas alınacak olursa
yerde vakf-ı lâ‟yı tercih ederken ْا
vakf-ibtidâ ulemasının görüĢleri de buna benzer durumdadır. Hepsinin ortak kanaati
mananın/cümlenin tamamlanmamıĢ olmasıdır. Fakat bu durum mutlak surette burada
vakf-ı lâ gibi bir iĢaret olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Çünkü daha önce de
ifade ettiğimiz gibi söz konusu yere hiçbir iĢaretin koyulmaması da okuyucu açısından
vakfetmeme sonucuna ulaĢtıracak, böylece Secâvendî‟nin kastı da gerçekleĢmiĢ
olacaktır.
421
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 372.
422
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.223.
423
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.77.
424
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 210.
102
konumunda kabul edileceğini söyler.425 Semîn Halebî ise; Nafi‟, Hamza ve Ġbn mir‟in
kesra ile diğerlerinin fetha ile okuduğu bilgisini vermiĢ ardından Kûfe ve Basra dil
ekollerine göre bu iki farklı okuyuĢun i‟rab açısından kattığı manayı açıklamıĢtır.426
Ġkisi arasında bir tercih yaptığını belirten ifadesine rastlanmaz. Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
vakfa dair herhangi bir takdirde bulunmamıĢlardır.
Bu örnek kıraatler ile vakf-ibtidâ ilminin irtibatını ifade etme açısından oldukça
dikkat çekicidir. Hem vakf-ibtidâ ulemasının hem de müfessirlerin tercihlerini kıraatlere
göre oluĢturmaları bu irtibatı net bir biçimde ortaya koyar. Öyle ki yukarıda ifade
ettiğimiz gibi Secâvendî de vakfı uygun görmemesini kıraat tercihi ile izah etmiĢ buna
rağmen diğer kıraati de göz ardı etmeyen bir uslup kullanmıĢtır.
َّ ًْ ُل
Benzer Ģekilde Âl-Ġmrân suresinde 3/73. ayet-i kerimede ِ هللاٜ ُ٘ذُٜذٌٙاْ ح
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak bütün tercihlerde kıraat ihtilafı etkin bir rol
oynamıĢ Secâvendî dahil olmak üzere her bir müellif birden fazla takdirde bulunmuĢtur.
ġöyle ki; Ġbnu‟l-Enbârî, kıraat farklılığına göre üç farklı takdirden söz etmiĢ,
devamındaki lafzı; 1-Fetha ile ُٝئط٠ ْْ َ أokuyanlara göre هللاٜ ُ٘ذlafzından sonra
ْ okuyanlara ve 3- Kesra ile ٝئط٠ ْا
vakfedilemeyeceğini, 2-Med ile ٝئط٠ ْآ ْ okuyanlara
göre ise burada vakfedilebileceğini ve ardından da ibtidânın uygun olduğunu
belirtmiĢtir.427 Nehhâs da benzer Ģekilde kıraat ihtilafından ve vakf durumunun buna
göre takdir edileceğinden bahsetmiĢ,428 Dânî de Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarının
ikisinden bahsetmiĢ, 1-Devamı ٝئط٠ ْ آĢeklinde med ile okunursa vakfın uygun
olacağını, 2-ٝئط٠ ْ أĢeklinde fetha ile okunursa vakfedilmesinin uygun olmadığını
bildirmiĢtir.429 UĢmûnî; farklı takdirlere göre ele almıĢ, sonrasındaki ٝئط٠ ْ حkelimesinin
baĢındaki edat; 1- Ġstifham olarak, hemzesi tahkik veya teshil ile okunup öncesindeki
ٜذٌٙ حkelimesi ile irtibatlandırılırsa veya ِخmanasına alınırsa vakf yapılabileceğini ( لفٛ٠
ٍٝ)ػ, 2-Bedel veya haber konumunda kabul edilirse, öncesi ile irtibatlı düĢünülerek
fetha ya da kasr ile okunursa vakf yapılmayacağını (لفٛظ ر١ٌٚ), 3- llahu Teâlâ‟nın
425
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 366.
426
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 152.
427
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.299.
428
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.227.
429
Dâni, el-Muktefâ, s.145.
103
kelamının tamamlanması dikkate alındığında tam vakf olacağını belirtmiĢtir.430
Secâvendî ise; هللاٜ ُ٘ذُٜذٌٙ لً اْ حcümlesinin ara cümle cümle i‟tiraziyye olduğunu,
dolayısıyla öncesi ve sonrasının mana irtibatı açısından birbirinin devamı olduğunu
ْ
ifade etmiĢ ve burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ ()ال, sonrasındaki kısmı istifham ile ْأ
ٝئط٠ أĢeklinde okuyanlara göre ise bahsedilen yerde vakfetmenin uygun olacağını ifade
etmiĢtir. 431
ynı Ģekilde Âl-Ġmrân 3/146. ayet-i kerimede ًَ لَخطَ هّٟ ّ ْٓ ِِ ْٓ َٔ ِز٠ِ َ َوخَٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî, farklı bir uslüp ile çeĢitli takdirlerden söz etmiĢ,
kıraat ihtilafından bahsederek ًَ ِ لُظkutile Ģeklinde mebniyyun lil mef‟ul okuyanlara
430
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.81-82.
431
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 376.
432
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 222.
433
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 501-505.
434
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 278.
104
göre Ġbn Kesir, Nâfi‟, Ebû mr buradaki vakfın vakf-ı mutlak ( ؽolacağını, ًَ َ لَخط
Ģeklinde mebniyyun lil fail okuyanlara göre sım, Ġbn Âmir, Hamza, Kisâî ise
burada vakf yapılamayacağını )الbeyan etmiĢtir.435 Ġbnu‟l-Enbârî; kıraat ihtilafına
değinerek ً لخطĢeklindeki okuyuĢa göre buradaki vakfın hasen vakf olacağını ve
ardındaki َُّْٛ١ِّ َِؼَُٗ ِسرkelimesinden ibtidânın da mümkün olduğunu, ancak ًَ ِ(لُظkutile)
Ģeklinde okuyanlara göre burada mananın tamam olmadığını ve devamındaki ْٛ١ِسر
kelimesinin bu fiil ile merfu‟ konumda olduğunu lafız iliĢkisinin devam etmesini
kastederek ifade etmiĢtir. yrıca ً لخطĢeklinde okuyanlar için de vakfın tamam
olmadığından failin ْٛ١ )سرayrılmaması gerekçesi ile söz etmiĢtir.436 Nehhâs; ًَ لُ ِظ
kıraatini esas alarak; hfeĢ‟in burası için Kâfî vakf dediğini, Nâfi‟in tam vakf dediğini
nakletmiĢ ardından da Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarından bahsetmiĢtir.437 Dânî; ًَ ِلُظ
okuyuĢunu esas alarak burada kâfî vakf olacağını fiilin Nebi‟ye isnad edilmesi halinde
mananın “Nice Peygamber öldürüldü, ama onunla beraber olan Rabbaniler zaafa
düĢmediler…” Ģeklinde olacağını ifade etmiĢ, ardından da buna senedleri ile birlikte
delil olacak nakillerde bulunmuĢtur. Sonra ً لخطĢeklinde okuyanları nakletmiĢ, bu
okuyuĢa göre ise fiilin Rabbanilere isnad edilmiĢ olacağını mananın; “Nice Peygamber
ve bir Kısım Rabbani öldü, ama geri kalanlar zaafa düĢmediler…” Ģeklinde olacağını
َُّْٛ١ّ ِس ِرkelimesinin fiil ile merfu‟ konumda olması sebebiyle söz konusu yerde
vakfedilmesinin kâfî olmayacağını لفٌٛىف ح٠ ٌُ ifade etmiĢtir.438 UĢmûnî de; önce
kâfîvakf demiĢ sonra da Dânî gibi iki farklı kıraate göre mananın çeĢitleneceğinden ve
dolayısıyla vasıl ve vakf ihtimalinin buna göre Ģu iki durumda gerçekleĢeceğinden söz
etmiĢtir: “ 1- ًَ ِ لُظĢeklinde okunursa fiilin yalnızca Nebî‟ye (s.a.v. atfedilmiĢ olması
sebebiyle burada vakfedilebilir, ardından ibtidâ mümkün olur. 2- ًَ لخطĢeklinde okunursa
Ġbn bbas, Ġbn Kesir, Nâfi‟, Ebu mr böyle okumuĢlardır fiil, Nebî s.a.s ile birlikte
Rabbanîlerin de bir kısmına atfedilmiĢ olacağı için burada vakfederek küllî kaide gereği
iki faili birbirinden ve dolayısıyla fiilden ayırmak doğru olmaz.” 439
105
bahsetmiĢ ًِ لُظĢeklindeki meçhul siga ile okuyuĢu tercih etmiĢ ve buna göre “Uhud günü
Hz. Peygamber öldürüldü sanılınca geride kalanlar zaafa düĢmediler” Ģeklinde mana
vermiĢtir.440 Semîn Halebîde; oldukça tafsilatlı bir Ģekilde kıraat ihtilafını anlatmıĢ,
buna göre mana takdirindeki farklara değinmiĢtir. Diğerlerinden farklı olarak her iki
kıraati benimseyenlerin gerekçelerine ve diğer kıraate yönelttikleri itirazlara da yer
vermiĢtir. çıkça bir tercih de bulunmasa da ifadelerinden ًِ لُظkıraatini öncelediği
anlaĢılmaktadır.441
Bütün bu izahları kıraat ihtilafına dayanması dikkat çekicidir. Hal böyle iken
elimizdeki mushafta kıraat tercihimiz sım kıraati olduğuna göre Secâvendî‟nin buna
uygun olan tercihini uygulamak yani ً لخطokuyuĢunu esas alarak burada vakfetmemeyi
tercih etmek isabetli olabilir. Bu tercihle birlikte diğer vakf-ibtidâ ulemasının da bu
kıraat için vakfetmeme tercihlerine riayet edilmiĢ olması fikrimizi destekler
mahiyettedir.
440
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 237, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 110.
441
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 426 vd.
442
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.257.
443
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.115.
444
Dâni, el-Muktefâ, s.119.
106
vakf, bu ayete atıf veya sıfat olarak kabul edilmesi halinde َُُْٛ ْٕ ِفم٠ lafzından sonra
vakfetmenin kâfi vakf olacağından söz etmiĢtir.445 Secâvendî ise tüm bunlardan farklı
olarak burada nüzul sebebini ve mana irtibatını esas almıĢ, bahsedilen yerde vakf
yapılması durumunda sure sonunda zikredilen felaha erme durumunun yalnızca bir
gruba hasredilmiĢ olacağından bahisle, ayet sonu olmasına rağmen burada vakfın uygun
olmadığını الrumuzu ile ifade etmiĢtir.446
Bir baĢka mana irtibatı örneğine Bakara suresi 3/14.ayet-i kerimede rastlamak
mümkündür. Nitekim ُْ ح حَِّٔخ َِؼَ ُى هٌُُٛٓ لَخlafzından sonra vakfetmekle ile ilgili olarak; Ġbnu‟l-
Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs, ardındaki ibâre ile baĢlamanın hasen
olmayacağını belirterek buradaki vakf için ظ رمطغ وخف١ٌ ifadesini kullanmıĢtır.449
UĢmûnî, iki ihtimalden bahsetmiĢ, ayetin devamı sözün de devamı kalan kısmı olarak
düĢünülürse vakfedilemeyeceğini لفٛظ ر١ٌ), ayetin devamı َْ ِْض ُ۫ ُإَٙغظ
ْ ُِ ُٓ ْ حَِّٔ َّخ َٔس, Ģeytanlar
tarafından sorulmuĢ; “Ġmanınızı tasdik etmiĢ, izhar etmiĢken nasıl bizimle beraber
445
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.33.
446
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 176-177.
447
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 254-255.
448
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 97-98.
449
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.120.
107
oluyorsunuz?” Ģeklindeki gizli bir suale cevap gibi düĢünülürse burada vakfetmenin
caiz olduğunu ifade etmiĢtir.450 Secâvendî ise; burada vakfettikten sonra ٓأّخ ٔس
ْٚضإٙ ِغظifadesi ile tilavete baĢlamanın –kaide açısından caiz olsa bile- münafıkların
sözü olan “biz sizinle alay ediyoruz” ifadesini bir müslümanın tilavette bulunanın
söylemesi anlamına geleceğini, bu sebepten bahsedilen yerde vakfedilmesinin uygun
olmadığını belirtmiĢtir ()ال.451
450
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 34.
451
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 185.
452
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 311-312.
453
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 147.
454
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
455
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 190.
456
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, s.18.
108
benzetmesi ile anlatılan kimseler ile birlikte anlaĢılacağını ifade etmiĢtir.457 Semîn
Halebî ise; kıraat farklılıkları haricinde farklı bir izahta bulunmamıĢtır. Buradan
hareketle müfessirlerin te‟villerinde Secâvendî ve UĢmûnî‟nin vakfa imkân vermeyen
tutumlarını destekleyici bir izaha rastlanmadığı söylenebilir. yrıca UĢmûnî bu ayette
de Secâvendî‟ye oldukça yakın bir izahta bulunmuĢtur.
Tesfirlerde ise Secâvendî‟nin dikkat çektiği derece kuvvatli bir mana irtibatı
görmek mümkündün değldir. ġöyle ki Ferrâ; bu ayetin tefsirine değinmemiĢ, Taberî;
َ ََٗ ح َِّْ ْحٌزَمَ َش طَشَخرkısmını ayrı
ُ ح ح ْدٌُٛ لَخkısmını ayrı, َٕخ١ْ ٍَػ
ayeti tefsir ederken َٟ ِ٘ ّ ْٓ ٌَ َٕخ َِخ١ِ َُز٠ َع ٌََٕخ َسرَّه
َ ََٗ ح َِّْ ْحٌ َزمَ َش طَشَخرlafzını tefsir etmiĢ, ََٗ طَشَخرkelimesinin
ele almıĢtır.461 Semîn Halebî; َٕخ١ْ ٍَػ
farklı kıraatlerinden söz etmiĢ ancak ibarenin öncesi ile bir irtibat kurmamıĢtır.462 Buna
göre; Secâvendî‟nin cümlenin tamamlanması için acele etme tercihinde yalnız kaldığı
düĢünülebilir. yrıca Taberî ve Semîn Halebî‟nin iki terkibi mana açısından
birleĢtirmemelerinden, Nehhâs ve UĢmûnî‟nin vakfa müsaade eden yorumlarının
isabetli olduğu sonucuna varılabilir.
457
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I,380-381.
458
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.148.
459
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.41.
460
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 208-209.
461
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 97-105.
462
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 426-427.
109
söylediğini belirtmiĢ devamında da َُٗٔع ْزسَخ
ُ kelimesinin tenzih manasına kullanımı ile
ilgili Ģiir ile istiĢhadda bulunmuĢtur.463 Nehhâs‟ın bu açıklamasından ٌذًحٚ kelimesinden
sonra vakfetmekle ilgili bir izahta bulunmadığı görülmektedir. UĢmûnî de tenzih ifade
eden َُٗٔع ْزسَخ
ُ kelimesinden sonra yapılacak vakfın Salih bir vakf olduğundan söz
etmiĢtir.464 Secâvendî, her ne kadar ardından gelen ve tenzih ifade eden َُٗٔع ْزسَخ
ُ
kelimesinden ibtidâ yapmanın caiz olduğunu söylese de onların bu ifadelerini (Allah
çocuk edindi reddetmek ve tenzihte acele etmek için vaslın daha uygun olduğunu
söylemiĢ bununla birlikte ٌذًحٚ kelimesinden sonra vakfetmeyi uygun görmediğini ()ال
rumuzu ile belirtmiĢtir.465 Ferrâ, ayetin bu kısmını tefsir etmemiĢ, Taberî, vakf ya da
vasıl açısından açık bir ifadede bulunmasa da ٌَذً هحَٚ ُحّٰلل
ححط َّ َخزَ هٌُٛلَخَٚ ile َُٗٔع ْزسَخ
ُ lafızlarını iki ayrı
cümle olarak ele almıĢ,466 Semîn Halebî de ayetin tefsirinde vasl veya vakf açısından
özel bir vurgu yapmamıĢtır.467
Yine aynı Ģekilde Bakara 2/120.‟de ُ َُٓخخ َءنَ َِِٓ ْحٌ ِؼ ٍْ ِهٞ ۪ح َء ُ٘ ُْ رَ ْؼذَ ح ٌَّزَُٛٓ ْ٘ َ ٌَجِ ِٓ حطَّزَؼْضَ حَٚ
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin mana hassasiyetinin diğer
ulemada karĢılığının olmaması dikkat çekicidir. Secâvendî devamı ile mana irtibatını
َِخ ٌَهَ َِِٓ هyardım ve nusretin gönderilmemesinin
ayetin devamındaki ش١ َال َٔ ۪ظَٚ ّٟ ٌِ َٚ ْٓ ِِ ِحّٰلل
sebebi olarak onlara-Yahudi ve Hristiyanlara- ittibaın zikredilmesi gerekçe göstererek
vakfı uygun görmemiĢtir()ال.468 Ancak UĢmûnî; لفٛظ ر١ٌ demiĢ ve sonrası ile mana
irtibatını ve Ģart-cevab iliĢkisini gerekçe göstermiĢtir.469 Ġbnu‟l-Enbârî, en-Nehhâs ve
Dânî ise burası için vakfa dair görüĢ belirtmeiĢlerdir. Müfessirlerin yorumlarına
baktığımızda; Ferrâ, bu ayete değinmemiĢ, Taberî; i‟raba dair bir izahta bulunmadan
“onlara tabi olursan sana benim katımdan ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” Ģeklinde
mana vermiĢtir.470 Semîn Halebî ise; ayetin baĢındaki lam‟ın kasem ifade ettiğinden ve
463
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.160.
464
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.47.
465
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 231-232.
466
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 461.
467
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 83.
468
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 234.
469
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.48.
470
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 485.
110
devamındaki Ģart edatından bahsetmiĢ ancak Ģartın cevabının hazfedildiğini belirtmiĢtir.
ِخٌه ِٓ هللاĢeklinde baĢlayan cümleye Ģartın cevabı manası vermemiĢtir.471
Hem i‟raba hem de mana takdirine göre hüküm verilmiĢ bir yere örnek olan
Bakara suresi 2/150‟de ُٖش ْط َش ه
َ ُْ َ٘ ُىُُٛ خٚ حٌَُّٛٛ َْث َِخ ُو ْٕظ ُ ُْ ف
ُ ١ َزَٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; UĢmûnî sonrasındaki illet lâmı sebebiyle burada vakf olmayacağını لفٛظ ر١ٌ)
söylemiĢtir.472Secâvendî, ardından gelen ٌِج َالibaresindeki lamın sebebiyye anlamına
geldiğini bu sebepten mananın tamam olması için bahsedilen yerde durmanın uygun
olmayacağını söylemiĢtir.473 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ
belirtmemiĢlerdir. Müfessir Ferrâ ve Taberî; bu kısma özel bir vurgu yapmamıĢ, Semîn
Halebî ise ٌجالkelimesindeki lam harfinin lamu‟l-cerr olduğunu ve cümleyi de حٌَُّٛٛ َ فlafzı
ile birleĢtirme iĢlevi gördüğünü ifade etmiĢtir. Bunun dıĢında farklı görüĢleri de
serdetmiĢ ancak isabetli bulmadığını da açıkça beyan etmiĢtir.474
471
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 93-94.
472
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
473
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 253.
474
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, s.177.
475
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 257.
111
476
sonra ayet sonunda yapılacak vakfın tam vakf olacağını söylemiĢtir. Nehhâs da;
burada tam vakf olacağını söyledikten sonra وّخlafzına verilecek farklı manalara göre
hükmün değiĢebileceğinden ve farklı takdirlerde bulunan isimlerin görüĢlerinden
bahsetmiĢ, nakillerde bulunmuĢtur.477 Dânî de; Ġbnü‟l-Enbârî gibi sonrasındaki وّخ
lafzının irtibatlandırıldığı yere göre burada vakfetmenin tam veya tamam olacağını
söylemiĢtir.478 UĢmûnî ise; sonraki ayetin baĢındaki وّخlafzı mana açısından; 152. ayet
ْ َ فirtibatlandırılacaksa tam vakf olacağını, 150. ayetteki َُّ ِألُطٚ
ile (ُٟٓ ۪ٔٚخر ُو ُش ِ ibaresi ile
irtibatlı düĢünülecekse burada vakfedilemeyeceğini لفٛظ ر١ٌ ifade etmiĢtir.479 Ferrâ;
yine bu kısma dair izahta bulunmamıĢ, Taberî; ع ٍْ َٕخ
َ ْ َو َُّٓخ حَسcümlesini;ٟ ۪ ِالُ ِط َُّ ِٔ ْؼ َّظَٚ lafzı ile
irtibatlı görmüĢ ve manayı buna göre “nimetimi tamamlamak için Rasul gönderdim”
ْ َ فlafzı ile irtibatlandıranlar olsa da bu görüĢün
Ģeklinde takdir etmiĢ, 152.ayetteki ُٟٓ ۪ٔٚخر ُو ُش
isabetli olmadığını zikretmiĢtir.480 Semîn Halebî ise; ع ٍْ َٕخ
َ ْ َو َُّٓخ حَسlafzının teĢbih ve ta‟lil
olmak üzere iki mana ifade etmek üzere geldiğini ancak bunlardan teĢbihin daha
makbul görüldüğünü ifade etmiĢ, teĢbih manasının gizli bir masdara sıfat olarak ortaya
çıktığını zikretmiĢ sonra da hangi kelimelerle irtibatlandırdığını beĢ vecihten bahsederek
açıklamıĢ, ilk sırada da َُّ ألطٚ kelimesini zikretmiĢtir. Buna göre ًَ ىُ اطّخًِخ ِث١ٍ ػٟألطُ ٔؼّظٚ"
"ُى١ ِي فٛ اطّخَ حٌشعĢeklinde mana takdir etmiĢtir. Ta‟lil manasına alındığı takdirde
sonrasındaki فاذكسونيlafzı ile irtibatlı olarak mananın; "ًالٛىُ سع١ ألخ ًِ اسعٍٕخ فٟٔٚ"حروش
Ģeklinde oluĢacağını ifade etmiĢtir.481
Yukarıdaki izahlara göre sonraki ayetin lâfzen neresi ile irtibatlı olduğu
konusunda farklı görüĢler serdedilmiĢtir. Bu görüĢler arasında tam vakf olması
görüĢünün ağır bastığı görülmektedir. Dolayısıyla ayet sonu olan bu yerde vakfı
mümkün kılmanın daha isabetli olduğu söylenebilir.
Benzer Ģekilde Bakara 2/177. ayet-i kerimede ٝ َِٰظَخ١ٌ ْحَٚ ٝ ْحٌمُشْ ٰرِٞٚ َ ُز ِزّ۪ٗ رٍَٰٝ ْحٌ َّخ َي ػَٝ ٰحطَٚ
َ َّ ٌ ْحَٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
ًِ ١حرَْٓ حٌغ َّ۪زَٚ َٓ١غ ۪خو
görüĢ bildirmemiĢtir. Nehhâs, atıf ve sıle irtibatının devam ettiğini söyleyerek ٟدحخً ف
476
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.279.
477
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.169-170.
478
Dânî, el-Muktefa, s.130.
479
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
480
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 692-693.
481
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 181-183.
112
حٌظٍشvakfedilmemesinden yana görüĢ bildirirken,482UĢmûnî ise atfı gerekçe göstermiĢ
483
ve vakfedilmeyeceğini ً١حرٓ حٌغزٚ ٍٝلف ػٛ٠ الٚ ifadesi ile belirtmiĢtir. Secâvendî
devamının da öncesinin mef‟ulü olması sebebiyle mana bütünlüğünü dikkate almıĢ,
burada vakfı uygun görmemiĢtir.484 Müfessirlere baktığımızda ise; Ferrâ‟nın ayetin
َِ ْٓ ٰح ََِٓ رِ هlafzında ِٓ kelimesini ref‟konumda kabul ettiğini ve devamındaki
baĢındaki ِخّٰلل
ibarelerin tamamını )ُِ٘ ِذْٙ ََْ رِؼُٛفٌُّٛ ْحَٚ lafzına kadar sıle kabul ettiğini görüyoruz.485
Taberî ise daha çok ayetteki kelimelerin manaları üzerinde durmuĢ, atıf veya sıle
ْ
durumundan bahsetmemiĢtir.486 Semîn Halebî de; ayette sayılan tüm grupların َِِٓٓ آ
lafzı ile sıle ve atıf iliĢkilerinden tafsilatlı bir Ģekilde bahsetmiĢtir.487
ٝ ْحٌمُشْ ٰرِٞٚ َ ُز ِزّ۪ٗ رٍَٰٝ ْحٌ َّخ َي ػَٝ ٰحطَٚ َٓۚ ّ١۪ حٌَّٕ ِزَٚ د ُٓ
ِ ْحٌ ِىظَخَٚ ْحٌ َّ ٍٰجِ َى ِشَٚ حال ِخ ِشٰ ْ َِ َْٛ١ٌ ْحَٚ ِخّٰلل
ولكن ْحٌ ِزشَّ َِ ْٓ ٰح ََِٓ ِر ه
ۚ ُ ِذ ِ٘ ُْ حِرَح ػَخ َ٘ذْٙ َْ ِر َؼُٛفٌُّٛ ْحَٚ َ ۚسٛحٌض ٰو
حٚ َّ َٝ ٰحطَٚ َسٍَّٰٛ ح َ َلخ ََ حٌظَٚ د ِ ۚ حٌشلَخ
ّ ِ ِٟفَٚ َٓ١ ٍِ۪غخث َُّٓ ٌحَٚ ًِ ١حرَْٓ حٌغ َّ۪زَٚ َٓ١غ ۪خو َ َّ ٌ ْحَٚ ٝ َِٰظ َخ١ٌ ْحَٚ
ُْۙٛ ٰ ٌُٓ ِجهَ ُ٘ ُُ ْحٌ ُّظَّمٚ۬ ُ حَٚ حٛطذ َُل
َ َٓ٠ ٰ ٌُٓ ِجهَ ح ٌَّ ۪زٚ۬ ُ َٓ ْحٌ َزخ ْ ِط ح١ ۪زَٚ حء ِ َّؼ ُٓش
َّ ٌحَٚ ُٓخء
ِ عَ ْ ْحٌ َزخَٟٓ ِف٠حٌظَّخ ِر ۪شَٚ
Buna göre ayet-i kerimede devamla birden fazla atıf olduğu malumdur. ksini
iddia etmek nahiv kaidelerini bilmemek anlamına gelir. Hem vakf ibitida ulemasından
Nehhâs, Secâvendî ve UĢmûnî, hem debahsettiğimiz müfessirlerin tamamı bu gerçeği
ifade etmiĢlerdir. ncak ardı ardına pek çok atıf varken Secâvendî‟nin yalnızca ٓحرٚ
ً١ حٌغزlafzından sonra vakf-ı lâ yerleĢtirmiĢ olması anlaĢılır bir tutum değildir. Kaldı ki
daha önce de bahsettiğimiz gibi vakf sisteminde Secâvendî‟nin kendisinden
etkilendiğini düĢündüğümüz Ġbnu‟l-Enbârî, eserinde burası için herhangi bir vakf
ihtimalinden söz etmemiĢtir. Dolayısıyla bu ayet Secâvendî‟nin muğlâk tavrına bir
örnek olarak gösterilebilir.
482
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.174.
483
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
484
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 268.
485
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 105.
486
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 77-84.
487
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 235-239.
113
irtibatının devam etmesi sebebiyle burada vakfedilmesini uygun görmediğini لفٛظ ر١ٌ)
ibaresi ile belirtmiĢtir.488 Secâvendî; devamındaki ْٓ َّ ٌِ kelimesinin baĢındaki lam, önceki
iki Ģart cümlesine mana olarak bağlı olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir
()ال.489 Müfessirlerin anlam örgüsü takdirlerine baktığımızda Ferrâ; yalnızca kelimelerin
manalarına dair açıklama yapmıĢ490 Taberî ise; ٝ ٌِ َّ ِٓ حط َّ ٰمlafzının öncesi ile irtibatına
dikkat çekerek manası ile ilgili üç farklı görüĢü zikretmiĢtir.491 ٝ ٌِ َّ ِٓ حط َّ ٰمlafzının
öncesindeki kelimelerden hangileri ile irtibatlı olabileceğine dair ihtimalleri sıralayan
َ َُ ْ فَ َُٓال حِثlafzına irtibatını daha kuvvetli gördüğünü
Semîn Halebî; lam-ı ta‟lil olarak ِٗ ۚ ١ْ ٍَػ
ifade etmiĢtir.492
Burada bahsi geçen ulemanın da bahsettiği gibi lafız irtibatı devam etmektedir.
ncak Secâvendî ve UĢmûnî gibi vakfa ihtimal görmek pek çok ayette de aynı durumun
söz konusu olacağını düĢündürmektedir. Bu da aynı irab özelliği taĢıyan her ayete bir
alamet koyma sonucuna götürür ki baĢtan beri ifade ettiğimiz Ģekilde bunun hem
Mushaf sadeliği açısından hem de pratikteki uygulama açısından zaid olacağını
düĢünmekteyiz.
ynı Ģekilde Bakara 2/219‟da ayet-i kerimenin sonunda ص ِ َخ٠حال ّ ُٓ ه١ِ َُز٠ َو َٰز ٌِه
ٰ ْ ُُ حّٰللُ ٌَ ُى
ٌَؼٍََّ ُى ُْ طَظَفَ َّى ُش هlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî, 220.ayet-i kerimenin
َْٚ
baĢındaki harf-i cer ile baĢlayan خ١َ ْٔ ُّ حٌذِٟ فibare ile 219.ayetin mana irtibatının devam
etmesini gerekçe göstererek burada vakfetmeyi –ayet sonu olmasına rağmen- uygun
görmemiĢtir()ال.493 UĢmûnî ise; 220.ayetin baĢındaki خ١ٔ حٌذٟ فlafzı ister ْٚ طظفىشkelimesi
ile isterse öncesindeki ٓ١ز٠ kelimesi ileirtibatlı görülsün; her iki durumda da bu ayetin
sonunda vakfedilemeyeceği ْٚ طظفىشٍٝلف ػٛ٠ ال görüĢünü benimsemiĢtir. Vakf
yapılması durumunda amil ile ma‟mulün birbirinden ayrılmıĢ olacağını da belirterek
bunu hoĢ görmediğini iĢaret etmiĢtir.494 Müfessirlerden Ferrâ; ayetin bu kısmı ile ilgili
nahvî bir izaha ihtiyaç duymamıĢ, Taberî; i‟raba yönelik bir izahta bulunmasa da 219 ve
220. yetleri birlikte ele almıĢ َْٚ ٌَؼٍ ُى ُْ طَظَفىشve حألخشسٚ خ١ٔ حٌذٟ فlafızlarına “dünya ve ahiret
488
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.57.
489
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 289-290.
490
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 123.
491
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 570-571.
492
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 346-347.
493
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 301.
494
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.
114
üzerine tefekkür etmek” Ģeklinde birlikte mana vermiĢtir.495 Semîn Halebî, حألخشسٚ خ١ٔ حٌذٟف
lafzının tealluku ile ilgili Ģu beĢ ihtimalden söz etmiĢtir: 1- en kuvvetli görüĢ ; ْٚطظفىش
fiiline, 2-ayetin baĢındaki ٓ١ز٠ fiiline, 3- خص٠٢ حkelimesine, 4- خص٠٢ حkelimesine hal olarak,
5- خص٠٢ حkelimesine sıle olarak.496 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise görüĢ
bildirmemiĢlerdir.
Ġki ayet arasında hem lafız hem de mana bakımından kuvvetli bir irtibat olduğu
görülmektedir. ncak ayet sonu olması ve kendi içinde anlamlı bir cümle oluĢturması
sebebiyle burada durmamaya değil de vaslın evlâ olacağına dair bir iĢaret konulsa daha
isabetli olacağı kanaatindeyiz.
Yine aynı ayette غ١ حٌّسٟ فlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
Secâvendî; devamındaki atıf )ٓ٘ٛ ال طمشرٚ( sebebiyle cümlenin tamamlanmasını
498
önemsemiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢ ()ال, Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî
görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; caiz vakf demiĢ ancak herhangi bir izahta
bulunmamıĢtır.499 Secâvendî; devamındaki atıf )ٓ٘ٛالطمشرٚ( sebebiyle cümlenin
tamamlanmasını önemsemiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir ()ال.500 Tefsirlere
baktığımızda Ferrâ; her iki nokta için de ayetin bu kısmı ile ilgili nahvî bir izaha ihtiyaç
duymamıĢ, Taberî; ayeti fıkhî açıdan bolca görüĢ serdederek detaylıca izah etmiĢ ancak
i‟raba yer vermemiĢ,501 i‟raba dair tahlillerde bulunan Semîn Halebî ise öncesi veya
495
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 697-698.
496
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 410-411.
497
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 304-305.
498
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 305.
499
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.
500
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 305.
501
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 723-731.
115
sonrası ile irtibatına özel bir vurgu yapmamıĢtır.502 Bu ayet-i kerimedeki her iki yerde
de vakfa engel bir durum olmadığı gibi ardından tilavete baĢlamakta da cümle yapısı
açısından herhangi bir mahzur söz konusu değildir. Dolayısıyla الiĢaretine ihtiyaç
olmadığı söylenebilir. Zaten Secâvendî dıĢında kimse vakfa mâni bir durumdan söz
etmemiĢtir.
502
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 420-421.
503
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.289.
504
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.192.
505
Dânî, el-Muktefa, s.137.
506
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.62.
507
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 324.
508
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 498 vd.
509
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 533.
510
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 337-338.
116
manada bir bütünlük olduğunu ifade etmiĢtir.511 UĢmûnî de; teĢbih bağlantısı sebebiyle
burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ قٛظ ر١ٌ , devamındaki ٞ وخحٌزkelimesinin ayette
geçen ارطخيmasdarının sıfatı konumunda kabul edilmesi halinde ise bu vakfın hasen
kabul edilebileceğini ifade etmiĢtir.512 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ
bildirmemiĢlerdir. Tefsirlere baktığımızda; Ferrâ; i‟raba dair bir izaha ihtiyaç duymamıĢ
ve bu ayete değinmemiĢ, Taberî; tefsir ederken teĢbih manası verse de i‟raba dair özel
513
bir vurgu yapmamıĢtır. Semîn Halebîise; ayetin devamındaki ٞ وخحٌزlafzı için Ģu üç
ihtimali zikretmiĢtir: “1-sıfat olmak suretiyle mansub, 2-hal olmak suretiyle mansub, 3-
حٍٛ الطزطfiiline ait failin hali olarak mansub.”
Bu ayette de vaslın ve vakfın her ikisinin de caiz olduğunu ifade eden جveya
vakf caiz olmakla beraber valsın evlâ olduğunu belirten صiĢareti tercih edilebilir. Çünkü
söz konusu yerde vakfetmek; mana oluĢturmayacak ya da kabih bir durum oluĢturacak
Ģekilde değildir.
511
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.194-195.
512
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.65.
513
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 659.
514
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 363.
515
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.293.
516
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.215.
517
Dâni, el-Muktefâ, s.141.
518
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
117
Taberî‟nin burada i‟raba dair bir izah yapmadığını görüyoruz. Semîn Halebî ise;
ardından gele وً ِٓ ػٕذ سرٕخibaresinin kendi içinde mübteda ve haberden oluĢan bir isim
cümlesi olmakla beraber bu cümlenin öncesindeki sözün devamı mahiyetinde nasb
konumda olduğunu ifade etmiĢtir.519
Benzer Ģekilde 3/10‟da ayet-i kerimenin sonunda دُ حٌَّٕ هِخسُٛلَٚ ُْ ُ٘ َ ٰ ٌُٓجِهٚ۬ ُ حَٚ lafzından
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî sonrası ile mana irtibatının devam
ettiğinden bahsetmiĢ ve burada vakfetmekle ilgili olarak َشطخ١ غifadesini kullanmıĢtır.520
Nehhâs ise; Ebu Hatim‟e göre burada vakfetmenin ظ رمطغ وخف١ٌ olacağını söyledikten
sonra, Ferrâ ve Ebu Ca‟fer‟in görüĢlerinden bahsetmiĢ, eğer öncesinden bağımsız
düĢünülürse burada vakfetmenin caiz olacağını bunun Ebu Ġshak‟ın görüĢü olduğunu ,
bir kısım ulemânın ise ardındaki د
ِ وذأifadesini öncesi ile değil sonrası ile
irtibatlandırdığını söyleyerek bolca nakle yer vermiĢtir.521 Dânî de benzer Ģekilde, وذأد
ibaresinin irtibatlandırılacağı yere göre iki farklı takdirden ve manadan bahsetmiĢ: 1-
Kâf‟ı sonrası ile irtibatlı düĢünürseُْٛ وذأد حَ ِي فشػٙرٛٔ فؤخزُ٘ هللا رزmanasına geleceğini ve
dolayısıyla د حٌٕخسٛلٚ lafzından sonra yapılacak vakfın kâfî vakf olacağını,2-Kâf-i teĢbihi
öncesi ile irtibatlı düĢünürsek cümlenin حْٚ وفشٛ َو ُى ْف ِش حَ ِي فشػmanasına geleceğini bu
durumda ise 10.ayetin sonunda vakfetmenin )لفٌٛىف ح٠ ٌُ kâfî olmayacağını ifade
etmiĢtir.522 UĢmûnî ise; vakf veya vasıl hükmünün rap dilcilerinin ayetin
devamındaki كدأبlafzına i‟rab açısından takdir ettikleri hükme göre değiĢeceğinden ve
bu konuda ref‟ veya nasb ihtilaf olduğundan söz etmiĢ ancak sonuçta bir hüküm
vermemiĢtir.523 Secâvendî; bir sonraki ayette َْٛد حَ ِي ِفشػ
ِ وَذأibaresinin baĢındaki Kâf-i
519
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 29.
520
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.294.
521
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.215-216.
522
Dâni, el-Muktefâ, s.141.
523
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
118
teĢbih sebebiyle mana irtibatının devam etmesini gerekçe göstermiĢ ve burada
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.524
Diğer bir mana irtibatı örneği de Âl-Ġmrân 3/11. ayet-i kerimede َْْ هَٛد ٰح ِي فِشْ ػ
ِ َْوذَح
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak karĢımıza çıkmaktadır. ġöyle ki Secâvendî;
ardından gelen ُْ ِٙ ٍِ َٓ ِِ ْٓ َل ْز٠ ۪حٌَّزَٚ ifadesi ile atıf-ma‟tuf bağlantısı olması sebebiyle burada
525
vakfedilemeyeceğini belirtmiĢtir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için ayrıca
görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî ise; ardından gelen ٓ٠حٌزٚ cümlesi mübteda veya
öncesine ait bir haber olarak takdir edilirse bağımsız bir cümle olacağı için آي
ْٛ„فشػden sonra tam vakf olacağını ancak öncesine atıf kabul edilmesi halinde )لفٛظ ر١ٌ
) vakfetmenin uygun olmadığını ifade etmiĢtir.526 Bu iki ayet için müfessirlerin
yorumlarına bakarsak; Ferrâ ve Taberî; “Âl-i Firavun‟un küfrü ve hali gibi” Ģeklinde
teĢbih manası vermiĢ ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢlerdir.527 Semîn Halebî ise;
وذأدkelimesindeki kâf için Ģunları söylemiĢtir: “Ġki vecih takdir olunabilir: 1-gizli bir
mübtedanın haberi olarak merfu‟konumda َْْ هَٛد ٰح ِي فِشْ ػ
ِ ْ رٌه) َوذَحُٟ فُٙدأْرmanasında Bu
görüĢü ZemahĢerî ve Ġbn tiyye‟nin benimsemiĢtir. 2- dokuz farklı amile bağlı olarak
528
mansub konumda.”
Her iki ayet için de dikkat çeken husus; gerek vakfibtidâ ulemasıgerekse
müfessirler irab bakımından çoklu tercihte bulunmuĢ olmasına rağmen, Secâvendî‟nin
yalnızca bir ihtimale göre hüküm bina etmesidir. Hal böyle olunca özellikle 10. yetin
sonunda–ayet sonu olması hasebiyle- الiĢaretini gerektirecek bir durum olmadığını
söylemek mümkündür.
Âl-Ġmrân 3/125. ayet-i kerimede ٝ َر ٰ ٍُٓ هlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
ْ َ (ح ِْْ طile söz birliği sözün devamı olma durumu
Secâvendî, sonrasındaki lafız )حٚظزِ ُش
olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.529Ġbnu‟l-Enbârî herhangi bir görüĢ
beyanında bulunmazken, Dânî; kâfî vakf olacağını söyledikten sonra daha önce Bakara
suresinde ٍٝ رkelimesi ile ilgili zikrettiği küllî kaideyi hatırlatmıĢ ve “ rdından kasem
524
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
525
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
526
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
527
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, \I, 191, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 235-236.
528
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 37-38.
529
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.
119
vavı gelen ٍٝ رkelimesi üzerinde vakfetmek kâfî ve hasen olmaz” ifadesini
kullanmıĢtır.530 Nehhâs; bu kelime üzerinde vakfetmenin Nâfî‟ tarafından tam vakf
addedildiğini nakletmiĢ,531 UĢmûnî ٍٝ رve sonrasının, ayetin baĢındaki istifham elifinin
(ُْ َ ُى١َ ْى ِف٠ ْٓ ٌََ حcevabı olması sebebiyle ٍٝ رden sonra vakf yapılmasının uygun olmayacağını,
ayet sonuna kadar vakfetmeden tamamlanması gerektiğini ifade etmiĢtir.532 Tefsirlere
baktığımızda Ferrâ‟nın bu ayetten tefsir veya i‟rab için hiç söz etmediğini görüyoruz.
Taberî; 125. Ve 126.ayeti konu itibariyle birlikte ele almıĢ ancak cümle yapısı açısından
ayrıca bir izaha yer vermemiĢtir.533 Semîn Halebî ise; ٍٝ رkelimesinin ُْ َ ُى١َ ْى ِف٠ ْٓ ٌََ حlafzına ait
ve nefy manası taĢıyan bir cevap harfi olduğunu belirtmiĢtir.534
Bir baĢka örnek olan Âl-Ġmrân 3/126. ayet-i kerimenin sonunda ْٓ ِِ َِخٌَّٕظ ُْش ح َِّالَٚ
ِ ض ْحٌس َ۪ى٠
ُ١ ِ حّٰللِ ْحٌؼَ ۪ض
ِػ ْٕ ِذ هlafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası
için görüĢ bildirmezken, Nehhâs herhangi bir îzahta bulunmadan buradaki vakf için ٓزغ
لطغdemiĢtir.535 UĢmûnî ise; ayet sonu olması sebebiyle vakfetmek caiz olsa da ardından
gelen lam harfi (َ ْم َط َغ١ٌِ hal bildirdiği için burada fâsıla olmaması gerektiğini
vakfedilmemesinin uygun olacağını ًُ فظ٠ فالibaresi ile izah etmiĢtir.536 Secâvendî;
127.ayetin baĢındaki مطغ( ِي١ٌِ ) harfinin ayetteki ٔظشfiili ile mana irtibatı olduğuna dikkat
çekmiĢ ve bu sebepten vakf yapılmamasını ( )الtakdir etmiĢtir.537 Ferrâ bu ayetin irabına
dair söz etmemiĢ, Taberî; iki ayete birlikte “ llah, bir grup kâfiri helak etmek için
yardım etti” mana vermiĢ ancak cümlenin i‟rabından bahsetmemiĢtir.538Semîn Halebî;
530
Dâni, el-Muktefâ, s.147.
531
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
532
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
533
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 27-28.
534
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 386.
535
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
536
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
537
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.
538
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 40.
120
مطغ١ٌِ lafzının yedi farklı Ģekilde i‟rab edilebileceğinden bahsederek bunları
açıklamıĢtır.539
Daha önce de belirttiğimiz çoğu ayet arasında kimi zaman lafız kimi zaman
mana irtibatı devam etmektedir. Buradaki irtibatın lâfzen kuvvetli bir irtibat olduğu
görülmektedir. ncak yine de ayet sonu olmasını dikkate alarak vakfetmemeye değil de
valsın evla olacağına delalet eden bir iĢaret tercih edilmelidir.
Son olarak Âl-Ġmrân 3/165. ayet-i kerimede َخٙ١ْ ٍَْط ْزظ ُ ُْ ِِث
َ َ زَش َل ْذ ح١ٌَ َُّّٓخ حَطَخرَظْ ُى ُْ ِ ُ۪ظَٚ َ ح
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî herhangi bir
hüküm bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; ayetin baĢındaki istifham-ı inkarînin yani ُْ ٌَ َُّّٓخ حَطَخرَظْ ُىَٚ َ ح
lafzının devamını da kapsamasını gerekçe göstererek vakfedilemeyeceğini ifade
etmiĢtir.543 Secâvendî de; istifham-ı inkarînin sonrası için de geçerli olduğunu
sonrasının ٘زحّٝٔ أ لٍظُ أmanasına geleceği için mana bütünlüğü açısından burada vakfı
539
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 390.
540
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 391.
541
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.89.
542
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 400.
543
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91.
121
uygun görmemiĢtir ()ال.544 Müfessirlerin yorumlarına baktığımızda Ferrâ ve Taberî,
Semîn Halebî; ayetteki cümleleri tek tek açıklamıĢ ancak i‟rab bakımından veya
Secâvendî ve UĢmûnî‟nin bahsettiği istifham açısından herhangi bir vurgu yapmamıĢtır.
Ġstifham‟ın sonrasını da kapsadığı bilgisi olsa da bu pek çok yerde söz konusu
olduğu malumdur. Dolayısıyla burada vakfetmeyi engelleyecek bir durum olmadığına
göre الiĢareti hiç olmayabilir veya yerine vasla da vakfa da müsaade eden bir iĢaret )ج
yerleĢtirilebileceği söylenebilir.
544
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 400.
122
4. GENEL BĠR DEĞERLENDĠRME
Fatiha, Bakara ve Al-i Ġmran sureleri çerçevesinde tek tek ayetler üzerinden
yaptığımız bu tahlilde karĢılaĢtığımız tablo ile ilgili olarak sayısal veriler açısından
Ģunları söylemek mümkündür: Bu üç surede yirmi yedi tanesi ayet sonu olmak üzere
toplam doksan beĢ yerde Secâvendî, )الvakf-ı lâ takdir etmiĢtir. Gerekçelerine
baktığımızda; yetmiĢ dokuz yerde, sıfat-mevsuf, bedel, amil-mamül, ceza-cevab,
istisna-müstesna, atıf-matuf, hal, zarf, mübteda-haber vb. lafzî irtibatın devam
etmesinden bahsetmiĢtir. Yedi yerde sadece kuvvetli bir mana irtibatından söz ederken,
sekiz yerde kıraat ihtilafından söz ederek tercih ettiği kıraate binaen vakfedilmemesi
gerektiğini ifade etmiĢtir.
123
Bir baĢka açıdan baktığımızda; vakf-ibtidâ ilmi denince öncelikle akla gelen,
bu sahada sonraki pek çok ismin esas aldığı iki isim olan Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî,
Secâvendî‟nin vakfı uygun görmediği bu doksan beĢ noktanın altmıĢ sekiz‟inde
müĢtereken herhangi bir görüĢ bildirmemiĢtir. Yine eserinde bolca nahvi tahlilden söz
etmesi ve farklı isimlerden konu ile ilgili nakillerde bulunması hasebiyle zengin bir veri
sunan Nehhâs‟ı bu iki isimle birlikte değerlendirdiğimizde üçünün müĢtereken sessiz
kaldıkları yer sayısı kırk ikiyi bulmaktadır. Bu da ele aldığımız ayetlerin neredeyse
yarısına tekâbül eder.
Ayet sonlarına ayrıca bakacak olursak Secâvendî; üç surede toplam yirmi yedi
yerde ayet sonu olmasına rağmen ) (الvakf-ı lâ takdir etmiĢtir. Bu yerlerin gerekçelerini
incelediğimizde; yine çoğunlukla sıfat-mevsuf, bedel-mübdel minh, atıf-ma‟tuf, hal,
haber, zarf, teĢbih edatı, harf-i cerr, sebep bildiren lam edatı vb. sebeplerle
karĢılaĢmaktayız. Dolayısıyla lafız irtibatının devam etmesini dikkate alan Secâvendî
vakfı uygun görmemiĢtir.
124
ifadesi ile takdir ettiği yer sayısı altı iken, aynı ifadenin veya مف٠ الifadesinin yanına
ikinci bir hüküm olarak caiz olmasını takdir ettiği de olmuĢtur. ltı yerde görüĢ
belirtmezken mutlak olarak vakfedilemez (مف٠ الĢeklinde hükmettiği yer sayısı yalnızca
dört ile sınırlı kalmıĢtır. yrıca bir yerde )َظ رمطغ طخ١ٌ( demiĢ, iki ayet sonunda ise Nâfi‟
ve hmed b. Ca‟fer‟e göre tam vakftan söz etmiĢtir.
Dânî‟nin bu yirmi yedi yerden hiçbiri için vakfetmeme yönünde görüĢ beyan
etmemiĢ olması oldukça dikkat çekicidir. Bu tutumundan ayet sonlarında vakfetmeyi
sünnet gören ulema içerisinde olduğu sonucuna varılabilir. Sekiz yerde birden farklı
i‟rab ihtimaline dayanarak hasen/kâfî veya hasen/tam vakf takdir etmiĢ, bir yerde
tam/tam olmayan vakf Ģeklinde tercihte bulunmuĢ, on sekiz yerde ise herhangi bir görüĢ
bildirmemiĢtir.
Dikkat çeken bir baĢka husus; UĢmûnî‟nin genelde Secâvendî ile paralellik arz
eden tutumunun ayet sonlarında farklılık arz etmesidir. Zira üç yerde caiz, bir yerde tam
vakf takdir etmiĢ, bir yerde “ ٓ١ اخظالف ِزح٘ذ حٌّؼشرٍٝ "ػifadesine binaen birden fazla
hükümden bahsetmiĢtir. On dokuz yerde ise “ًُ فظ٠ فالveya “لفٛظ ر١ٌ ” Ģeklindeki
hükmüne ikinci i‟rab ihtimaline dayanarak caiz, hasen, kâfî veya tam vakf tercihini
ilave etmiĢtir. Mutlak olarak vakfedilemeyeceğini belirttiği yerlerin sayısı ise üçü
geçmemektedir.
Secâvendî ise; altı yerde kıraat ihtilafına bağlı olarak ikinci bir ihtimalden söz
etmek dıĢında bütün noktalarda yalnızca bir i‟rab takdir etmiĢ ve hükmünü buna göre
belirlemiĢ görünmektedir. Bu onun için bir tercih sayılabilecekse de biz çalıĢmamızda
125
meseleye baktığımız zaviye açısından düĢündüğümüzde bu tutumun ( الvakf-ı lâ
sayısını arttırmaya sebep olduğunu ve hatta Ġbnu‟l-Cezerî‟nin de değindiği gibi mevcut
olandan çok daha fazla yerde aynı hükmün takdir edilebileceğini göstermektedir. ncak
Kur‟an tilavetinde pratikte kafa karıĢıklığına sebep olan bu tür bir iĢaretin sayısının
arttırılmasında bir fayda görmemekteyiz. Öyle ki hem diğer vakf-ibtidâ alimlerinin hem
de detaylıca izahatından bahsettiğimiz dilci müfessirlerin bahsettiği farklı i‟rab
tahlillerini dikkate alarak mevcut doksan beĢ yerden yalnızca lafız ve mana irtibatı çok
kuvvetli olan, vakfedildiğinde mana oluĢmayacak ya da ardından ibtidâ yapıldığında
anlamsız bir baĢlangıç kabul edilebilecek yerlere vaslın evlâ olacağını ifade eden bir
iĢaret konulması gerektiği kanaatindeyiz.
Bununla birlikte herhangi bir gerekçe ile vakfın uygun olmadığı vaslın evlâ
görüldüğü bir yere hiçbir iĢaret yerleĢtirmemek da aslında pratikte vakfetmeme
sonucuna da ulaĢtıracaktır. Böylece hem Secâvendî‟nin kastettiği amaç hasıl olur hem
de daha sade bir mushaf görüntüsü elde edilmiĢ olacaktır. Yine de Secâvendî‟nin vakf-ı
lâ‟sını tamamen iptal etmeyip bu doksan beĢ yerden ayet sonları hariç lazım veya tam
vakfın zıddı olacak Ģekilde kabih vakf diyebileceğimiz yerlere takdir ederek yeni bir
yorum ile ona ait bu geleneği terk etmemek fikri de düĢünülebilir.
126
5. SECÂVENDÎ‟NĠN TERCĠHLERĠ ĠLE VAKF-ĠBTĠDÂ ULEMASININ
TERCĠHLERĠNĠN MUKAYESESĠ
SECÂ ĠBNU‟L-
SURE-AYET NEHHÂS DÂNÎ UġMÛNÎ
VENDÎ ENBÂRĠ
FATĠHA 1/6
ظ١ٌٚ ٓزغ ٍٝمفُ ػ٠الٚ
3- ال ------- خخ ثضس
َرظّخ ُ١حٌّغظ َم
ُ١حٌّغظم
FATĠHA 1/7
ٓزغ ظ١ٌٚ ٓزغ
4- ال ُٙ١ٍ ػٍٝمفُ ػ٠الٚ خخ ثضس
َظ رظخ١ٌٚ َطخ
ُٙ١ٍأٔؼّض ػ
َ طخ-1
BAKARA 2/1 َ طّخ-1 َ طخ-1
5- ال -------- ٓوخف زغ
ٓ١ ٌٍّظمٜ٘ذ َظُ حٌىال٠ ٌُ -2 ٓ زغ-2
-2
BAKARA 2/3 ظ١ٌٚ ٓزغ ٗ١ٍمِفُ ػ٠ ال-1 ً١لٚ وخف-1 َ طخ-1
6- ال
ُ ِشعٙرٍٛ لٟف َرظّخ ٗ١ٍلفض ػٚ -2 َ طخ-2 وخف-2
127
BAKARA 2/10 -1وخف ِٕٗ
7- ال زغٓ لطغ وخف طخٌر
ف ٟلٍٛرِ ُٙشع ? -2
BAKARA 2/11
8- ال -------- ٌ١ظ رىخف -------- ال ٛ٠لف
حألسع
ِ الط ُ ْفغذُٚح فٟ
BAKARA 2/14
9- ال --------- --------- --------- ---------
اٌ ٝش١خؽُٕٙ١
طخٌر
BAKARA 2/18 زغٓ ١ٌٚظ وخف ٚلً١
11- ال --------- ٚل ً١ال ٛ٠لف
٠شخؼَْٛ
ف ُٙال ِ رظّخَ طخَ ػٍٗ١
BAKARA 2/20
12- ال --------- --------- --------- ٌ١ظ رٛلف
ِشٛح فٗ١
BAKARA 2/25
14 ال --------- ٌ١ظ رمطغ وخف ---------- ٌ١ظ رٛلف
ِٓ ثّشص ِسصلًخ
لطؼخ طخِخ -1 ١ٌ -ظ رٛلف
BAKARA 2/26 لطؼخ وخف١خ -2 1
15 ٠ؼ ًُّ رٙخ االَّ
ِٚخ ِ ال --------- -3 وخف -2زغٓ
ٌُ ُ ٠ىٓ لطؼخ -3طخَ
حٌفخعمٓ١ طخِخ ٚال وخفِ١خ ٠ -4دٛص
BAKARA 2/33 -1زغٓ
16 ال --------- ٌ١ظ رمطغ وخف ---------- ١ٌ -2ظ رٛلف
رؤعّخثُٙ
BAKARA 2/89
20 ال -------- -------- -------- ٌ١ظ رٛلف
ِظذق ٌِّخ ِؼُٙ
BAKARA 2/113
21 ٌ١غض حٌٛٙ١د ػٍٝ ال -------- ٚلف زغٓ -------- خخثض
ش١ت
128
BAKARA 2/116 رؼذ عزسخٔٗ
22 ال --------- ------------ --------
اطخز هللا ٌٚذًح طخٌر
زغٓ 1
ال ٛ٠لف 2
BAKARA 2/119 ال زغٓ ١ٌٚظ رظخَ ٌ١ظ رظّخَ طخَ اال ػٍٝ
23
ٔٚز٠شح
ً رش١شح
ً طغخِر
وخف 3
BAKARA 2/120
24 ال --------- --------- --------- ٌ١ظ رٛلف
خخءن ِٓ حٌؼٍُ
BAKARA 2/131
25
ْ ال ---------- طخَ /طّخَ ---------- وخف
ار لخي ٌُٗ سرُُٗ أ ْ
ع ٍِ ُْ
ٌ١ظ رٛلف 1
BAKARA 2/133 ِٓٚلطؼٙخ 2
26 ال ---------- ---------- ---------- ػٕٙخ ٚلف
ُ
حٌّٛص ٠ؼمٛد
َ زؼش
َ
ػٍ ٝحٌّٛص
BAKARA 2/145
27 ال ---------- ---------- ---------- ٌ١ظ رٛلف
حٌؼٍُ
ِ ِخ خخء ن ِٓ
BAKARA 2/150
28 ٌُّٛٚح ُٚخُ٘ٛىُ ال ---------- ---------- ---------- ٌ١ظ رٛلف
ش ْ
َط َشُٖ
-1طخَ
BAKARA 2/150 -1غ١ش طخَ -1طّخَ -1طخَ
29 ال َ٠ ٌُ -ىٓ طخِخ
ٌٚؼٍىُ طٙظذْٚ -2طخَ 2
١ٌ -2ظ رٛلف
-1طخَ
BAKARA 2/155 ١ٌ -1ظ رظّخَ
-2وخف
30 ال غ١ش طخَ -2طخَ وخف ١ٌ-ظ رٛلف
ٚرشش حٌظخرشٓ٠ -3وخف
3
BAKARA 2/156
31 ال ---------- ---------- ---------- ٌ١ظ رٛلف
ارح أطخرظِ ُٙظ١زش
BAKARA 2/158
32 ال ---------- ---------- ---------- ----------
خ١شح
ع ً ْٓ َِ ٚط َ
طَ َّٛ
BAKARA 2/159
33 ِخ رََّّٕ١خٖ ٌٍٕخط فٟ ال ---------- ٌ١ظ رمطغ وخف ---------- ٌ١ظ رٛلف
د
حٌىظخ ِ
BAKARA 2/159
34 ال غ١ش طخَ ٌ١ظ رمطغ وخف ---------- ٌ١ظ رٛلف
ٍ٠ٚؼُٕ ُ ُُ ٙحٌال ِػَْٕٛ
ٌ١ظ رٛلف
BAKARA 2/161
ِٓٚز١ث
35 ٚحٌٕخط أخْ َّؼَٓ١ ال غ١ش طخَ ال ٠مف ---------- و ٗٔٛسأط أ٠ش
٠دٛص
129
(اخظالف (اخظالف (اخظالف
(اخظالف حٌمشحءحص)
حٌمشحءحص) حٌمشحءحص) حٌمشحءحص)
زغٓ غ١ش طخَ 1 ٌُ ٠مف ػٍ.. ٝ 1 1فال ٠ىفٟ زغٓ 1
BAKARA 2/165 ال ِف ػٍٝ
٠َ ٌُٚ 2م ْ زغٓ 2 حٌٛلف حٌٛطً 2
36
ْ (اخظالف .. ٚال أٌٝٚ
حٌؼزحد
َ ار ٠شْ ْٚ حٌمشحءحص) ٠سغٓ
زغٕخ 3 ٠ 2سغٓ ال ٛ٠لف 3
حٌٛلف
٠ٚىفٟ
BAKARA 2/165
37 ال ----------- ----------- --------- -----------
أْ حٌمُ َّٛسَ هلل خّ١ؼًخ
َّ
BAKARA 2/174
38 ال ----------- ----------- --------- ٌ١ظ رٛلف
ث َ ًَّٕخ لٍ١الً
BAKARA 2/218
45 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ف ٟعز ًِ ١هللاِ
BAKARA 2/222
48 ال ----------- ----------- ----------- خخثض
ف ٟحٌّس١غ
حألٚي وخف
49 BAKARA 2/229 ال ----------- ----------- ----------- د ْٚحٌثخٔ.. ٟ
130
زذٚد هللا
(حٌثخٔ)ٟ
BAKARA 2/249
50 فٍّخ فظً ؽخٌٛص ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
رخٌ ُدُِٕ ٛد
BAKARA 2/249
51 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ٚحٌز ٓ٠إُِٔٛح ِؼٗ
BAKARA 2/249
52 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ِاللٛح هللا
BAKARA 2/257
55 ال ----------- ----------- ----------- زغٓ ػٕذ ٔخفغ
أ١ٌٚخإُ٘ حٌطخغٛصُ
BAKARA 2/258
56 ال ----------- ----------- ----------- زغٓ
ُ٠سْ ١ُّ٠ٚ ٟ١ضُ
BAKARA 2/259
57 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
فٍّخ طزٌٗ ٓ١
BAKARA 2/266
60 طدش ِٓ ٞطسظٙخ ال ----------- ----------- ----------- ٚال ٚلف
حٌألٔٙخس
BAKARA 2/266
61 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ِٓ وً حٌث َ َّشحص
ÂL-Ġ ĠMRÂN
غ١ش طخَ -1زغٓ -1طخَ
62 3/2 ال -----------
زغٓ -2وخف ١ٌ -2ظ رٛلف
ال اٌٗ اال ٘ ٛهللا
ÂL-Ġ ĠMRÂN
ٚحْ شجض وخْ حٌمطغ
63 3/7 ال زغٓ إِٔخ رٗ
وخف زغٓ
٠م ٌْٛٛإِّٔخ رِ ِٗ
131
3/10 اخظالف ِزح٘ذ حٌٛلٛف
حٌّؼشرٓ١
ٚلٛد حٌٕخس
ÂL-Ġ ĠMRÂN
-1طخَ
65 3/11 ال ----------- ----------- ----------- ١ٌ -2ظ رٛلف
د ح َ ِي فشػْٛ
وذأ ِ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
66 3/18 ال ----------- وخف ٌ١ظ ----------- -----------
ال اٌٗ اال ٘ٛ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/21
67 ال ----------- ----------- ----------- فالٛ٠لف ػٍٝ
٠ؤِش ْٚرخٌمغؾ ِٓ حٌٕخط
حٌٕخط
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/33 -1خخثض
68 ال طخَ غ١ش ٌ١ظ رمطغ وخف ----------- ١ٌ -2ظ رٛلف
ٚحَي ػّشحْ ػٍٝ -3وخف١خ
حٌؼخٌّٓ١
ÂL-Ġ ĠMRÂN
69 3/37 ال ----------- ----------- ----------- -----------
صوش٠خ حٌّسشحد
ÂL-Ġ ĠMRÂN
-1زغٓ
70 3/39 ال ----------- ٚلف طخٌر ألً٘ وٛفش ----------- ١ٌ -2ظ رٛلف
ُ٠ظٍَّ ٟف ٟحٌّسشحد
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/49
71 ال ----------- ----------- ----------- -----------
رّخ طؤ ُوٍِٚ ْٛخ
طذَّخِ شْٚ
ÂL-Ġ ĠMRÂN -1حٌٛلف ػخٜ ٚ -1لف ػٍٝ ٛ٠ -1لف ػٍٝ
٠ ٌُ -1مف ػٍ..ٝ
3/73 ال ٚ-2لف ػٍ..ٝ ( لً اْ ).... ٠ ٌُ -2مف ...
72
٠ ٌُ -2مف ػٍٝ ١ٌ -2ظ رٛلف
لخي اْ حٌُٙذُ٘ ٜذ ٜهللا -3طخَ
ÂL-Ġ ĠMRÂN -1وخف
١ٌ -ظ رٛلف
73 3/79 ال ----------- ----------- ----------- 2
ِ ٚرّخ وٕظُ طذسعْٛ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/87 خخثض
74 ال ٚلف غ١ش طخَ ٌ١ظ رمطغ وخف ------------
ٚحٌٍّجىش ٚحٌٕخط
أخّؼٓ١
ÂL-Ġ ĠMRÂN
-1خخثض
75 3/88 ال ----------- ٌ١ظ رمطغ طخَ ------------
-2ال ٠دٛص
ٚالُ٘ َ ُٕ٠ظشْٚ
132
ÂL-Ġ ĠMRÂN -1خخثض
76 3/105 ال ------------ ٌ١ظ رمطغ وخف ------------ ١ٌ -2ظ
ٌ ُٙػزحد ػظُ١ رسغٓ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
79 3/125 ال ------------ طخَ ػٕذ ٔخفغ وخف فال ٚلف
رٍٝ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
-1خخثض
80 3/126 ال ------------ لطغ زغٓ ---------
-2فال ٠فظ ًُ
حٌؼضىض حٌسىُ١
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/133 ٚ -1لف وخف
81 ال ------------ ٠ ٌُ-ىٓ ِخ لزٍٗ --------- ٌ١ظ رٛلف
حٌغّخٚحص ٚحألسعُ 2وخفً١خ
ػش ُ
ػٙخ ٚخٕش
133
َٛ٠حٌظم ٝحٌدّؼخْ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
88 3/165 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ْ
لذ أط ْزظ ُ ُْ ِِ ثٍَْٙ١خ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
فال ٛ٠لف
89 3/166 ال ----------- ----------- -----------
ػٍ..ٝ
ْ ١ٌِٚؼٍَ َُ حٌّئِٕٓ١
ÂL-Ġ ĠMRÂN
-1خخثض
90 3/169 ال ----------- طخَ ػٕذ أزّذ رٓ خؼفش ----------- ١ٌ -2ظ رد١ذ
ػٕذ سرُ٠ ُٙشصَ لَْٛ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/170
91 ال ----------- ----------- ----------- خخثض
ِرّخ آطخُ٘ هللاُ ِِ ٓ
فَؼ ٍِ ِٗ
ÂL-Ġ ĠMRÂN
3/170
92 ال ----------- ----------- ----------- ٌ١ظ رٛلف
ٌَ ُْ َ ٍْ َ٠سمُٛح رْٓ ِِ ُٙ
َخ ٍْف ُِِْ ٙ
-1وخف
ÂL-Ġ ĠMRÂN -1ال
رخٌىغشس
3/171 ٌٍىغخءٞ ٌ١ظ ِرمطغ وخف اال -1طخَ
93 ----------- ٠ ٌُ -2ىفٟ
ِرِٕؼّْش َِٓ هللاِ ٚفؼً ٚ -2لف حٌىغخءٞ ١ٌ -2ظ رٛلف
حٌٛلف
رخٌفظسش
ÂL-Ġ ĠMRÂN
طخَ ػٕذ ٔخفغ
94 3/174 ال ----------- طخَ ػٕذ ٔخفغ -----------
ٚأر ٟزخطُ
ٌَ ُْ َ َّ٠
غ ْ
غ ُُٙعُٛء
134
SONUÇ
Meselenin pratik boyutunda ortaya çıkan bu boĢluğu gören Secâvendî, bir taraftan
önceki âlimler gibi lafız-mana iliĢkisini dikkate almak suretiyle vakf türlerini ve
bunların ifade ettiği hükmü ortaya koymaya çalıĢmıĢ, diğer taraftan da vakf türlerini
belli rumuzlar ile göstermek suretiyle konunun pratik boyutunu takviyeye
çabalalamıĢtır. Bu özelliği sebebiyledir ki sonraki süreç mushaf kitabetinde
Secâvendî‟nin rumuz sistemi baskın bir kullanım elde etmiĢtir. BaĢta ülkemiz olmak
üzere bugün bile Ġslam dünyasının büyük bölümünde basımı gerçekleĢen mushaflarda
Secâvendî‟nin bu rumuz sisteminin kısmen veya tamamen kullanılıyor olması bunun
delilidir. Bu durum Secâvendî‟nin sisteminde yer alan vakf türlerini ve Secâvendî‟nin
bu vakf türleri ile tam olarak neyi amaçladığını ortaya koymayı zorunlu kılmaktadır.
Böyle bir zorunluluğun evvelemirde geçmiĢten günümüze kimi yönleri itibariyle
tartıĢma konusu olan vakf-ı lâ‟lar için geçerli olduğu bir gerçektir. Zirâ Secâvendî‟nin
135
“mâ lâ yecûzü‟l-vakf” olarak tanımladığı ve الrumuzu ile iĢarette bulunduğu bu vakf
türü, geçmiĢten günümüze ciddî eleĢtirel değerlendirmelere konu olmuĢtur.
136
halde Secâvendî‟nin sistemi, ayet sonunu esas alan bir sistem değil, makta’ yani mana
bütünlüğü sağlanmıĢ söz öbeği bütünlüğünü esas alan bir sistemdir.
137
alan mushaflarda vakf-ı lâ konusunda ciddi tasarruflara gidilmiĢtir. nlaĢılan o ki bazı
hatalı uygulamalara yol vereceği düĢüncesinden hareketle Secâvendî‟nin vakf-ı lâ
tercihlerinin ayniyle tatbik edilmesi yoluna gidilmemiĢtir. Kanaatimizce sağlıklı olan
yaklaĢım da budur. Çünkü Kur‟an tilavetinde bir yerde durmamayı ifade etmek ile aynı
yere herhangi bir iĢaret koymamanın temelde aynı uygulama sonucunu doğuracağı
hesaba katıldığında, Mushaf kitabetinde sadeliği ve uygulama kolaylığını yakalama
adına Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larının tamamının Mushafa taĢınmasının elzem olmadığı
söylenebilir veya en azından Ġbnu‟l-Cezerî‟nin de iĢaret ettiği gibi, vakf-ı lâ sayısında
bir azaltmaya gidilebilir. ncak Secâvendî‟nin bu iĢareti koyarken taĢıdığı endiĢelerin
haklılık payı dikkate alındığında en sağlıklı yol Ģu gibi gözükmektedir: Vakf-ı lâ, vakf-ı
lazım‟ın zıddı gibi değerlendirilmeli ve vakfedildiğinde anlamın oluĢmayacağı veya
kerih bir mananın ortaya çıkacağı yerlerdeki vakf-ı lâ‟lar ibkâ edilmeli, diğerleri terk
edilmelidir. Böylece hem Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihlerinin ruhu korunabilecektir,
hem de bu tercihlerin künhüne vâkıf olamamaktan kaynaklanan hataların önüne
geçilebilecektir.
138
KAYNAKÇA
Ahmed b. Hanbel, Müsned, nĢr. ġuayb rnavut, Beyrut, Müessese Risale, 2001/1421.
139
Çetin, bdurrahman, Kur‟an Okuma Esasları, Bursa: Emin Yay., 2008.
Ġbn Ebî Dâvud, Ebû Bekr bdullâh b. Suleymân b. el-EĢ‟as es-Sicistânî, Kitâbu‟l-
Mesâhif, nĢr. Muhibbuddîn bdussubhân Vâiz, Beyrut: Dâru‟l-BeĢâiri‟l-
Ġslâmiyye, 2002.
140
Ġbn Manzûr , Ebu‟l-Fadl Muhammed b. Mükrim, Lisânu‟l-Arab, Beyrut: [t.y.].
141
Kurtubî, Ebû bdullah Munammed b. hmed b. Ebû Bekr, el-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-
Kur‟ân, nĢr. bdülmuhsin et-Türkî, Beyrut: Müessetü‟r-Risâle, 1428/2006.
MaĢalı, Mehmet Emin, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, Ankara: Otto
Yayınları, 2016.
________, “Mushaf”, DĠA, c. XXXI (242-248 , Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,
2006.
Nehhâs, Ebû Ca‟fer Muhammed b. Ġsmail, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, nĢr. hmed Hattâb el-
Ömer, Bağdad: Vizâaretu‟l-Evkâf, 1398/1978.
142
Nîsâbûrî, Nizâmuddin el-Hasen b. Muhammed b. El-Huseyn el-Kummî, Ğarâibu‟l-
Kur‟ân ve Rağâibu‟l-Furkân, XXVIII-XXX, nĢr. Ġbrahim tve Ġvaz, Kahire:
1973.
Özel, hmet, “ li el-Kâri‟”, DĠA, c.II, (403-405 , Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., 2009.
143
Tayyâr, Müsaid b. Süleyman b. Nâsır, Vukûfu‟l-Kur‟an ve eseruha fi‟t-tefsir,
Medine: Merkezu‟t-Tefsîr, 1431/2010.
144