Bakara-Al-i İmran'Da Secâvendî'Nain Vakf-I Lâ'Ları-Tuba Çoban (2018) - Maşalı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 154

TC

MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
KUR‟AN-I KERĠM OKUMA VE KIRAAT ĠLMĠ BĠLĠM DALI

BAKARA VE AL-Ġ ĠMRAN SURELERĠ


ÇERÇEVESĠNDE
SECAVENDĠ‟NĠN VAKF-ĠBTĠDA SĠSTEMĠNDEKĠ
“VAKF-I L”LARIN TAHLĠLĠ

(Yüksek Lisans Tezi)

TUBA ÇOBAN

Ġstanbul, 2018
TC
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
KUR‟AN-I KERĠM OKUMA VE KIRAAT ĠLMĠ BĠLĠM DALI

BAKARA VE AL-Ġ ĠMRAN SURELERĠ


ÇERÇEVESĠNDE
SECAVENDĠ‟NĠN VAKF-ĠBTĠDA SĠSTEMĠNDEKĠ
“VAKF-I L”LARIN TAHLĠLĠ

(Yüksek Lisans Tezi)

TUBA ÇOBAN

DANIġMAN
PROF. DR. MEHMET EMĠN MAġALI

Ġstanbul, 2018
ÖZET

Kur‟an metninin cümle yapısını dikkate alan, dolayısıyla da lafız-mana irtibatı


kuvvetli olan ifade öbeklerini birbirinden ayırmayacak özellikteki bir tilavetin teorik ve
pratik bilgilerini içeren vakf-ibtidâ bilgisi, bu yönleriyle, sahih bir Kur‟an tilaveti için
olduğu gibi Kur‟an‟ın doğru anlaĢılması için de büyük önem arz eden bir bilgi türüdür.
Böyle olduğu içindir ki erken dönemlerden itibaren vakf-ibtidâ konusu ile ilgili müstakil
eserler kaleme alınmıĢ, bu eserler çerçevesinde de belli vakf-ibtidâ sistemleri varlık
kazanmıĢtır. Bu alanda sistem geliĢtiren âlimlerden birisi de Muhammed b. Tayfûr es-
Secâvendî olmuĢtur. Secâvendî vakf tercihleriyle olduğu gibi vakf türlerini belirtmek
amacıyla kullanmıĢ olduğu vakf iĢareti uygulamasıyla da sonraki döneme büyük etkide
bulunmuĢ, mushaf kitabetinde onun sistemi yaygın kullanım elde etmiĢtir.
Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ sistemini sair sistemlerden ayıran önemli yönlerden birisi
vakf-ı lâ olarak ifade edilen vakf türünü içeriyor olmasıdır. Secâvendî‟nin esas itibariyle
“vakfın uygun olmadığı yerleri” ifade etmek amacıyla geliĢtirdiği bu vakf türünün,
zamanla, vakf-ı kabih olarak anlaĢılır olması ve “zinhar durulmaz” anlamında bir
uyarıyı ifade ediyor addedilmesi ciddi tilavet hatalarına yol açmıĢ, bu da Ġbnü‟l-Cezerî
gibi alimlerin eleĢtirilerine konu olmuĢtur. Bütün bunlar Secâvendî‟nin sistemindeki
vakf-ı lâ olgusunun ne anlama geldiğini, Secâvendî‟nin buna nasıl bir anlam ve
fonksiyon yüklediğini, sair sistemlerde bunun bir karĢılığının bulunup bulunmadığını
incelemeyi kaçınılmaz kılmaktadır. ĠĢte bu çalıĢma Secâvendî‟nin Bakara ve Âl-i Ġmrân
surelerindeki vakf-ı lâ tercihlerini incelemek suretiyle zikri geçen soruları cevaplamaya
çalıĢacak, bunu da sair vakf-ibtidâ alimlerinin ve müfessirlerin vakf-ı lâ bulunan yerler
hakkındaki değerlendirmelerini incelemek suretiyle gerçekleĢtirecektir.

Anahtar Kelimeler: Secâvendî, Vakf-Ġbtidâ, Vakf-ı Lâ, Vakf-ı Memnû

I
ABSTRACT

The knowledge of waqf-ibtida considers the form of Quranic sentences so that it


has got theoretical and practical information about distinguishing one clause to another
which has strong utterance-meaning relation. From this aspect, waqf and ibtida is a very
important discipline, not only for the correct Qur‟an recitation, but also for
understanding the messages of Quran correctly. For that reason, since the early times,
books on that topic had been written individually and as a consequence of these books a
certain system of waqf – ibtida had existed. One of the founders of that system is
Mohammad Tayfur b. l- Sec vend . As his choices of waqf, he has a big effect for
later time for using special signs to defer types of waqs. In addition to this, his system
became the prevalent method in the mushafs. One of the important characteristics that
d st ngu shes h s system to others s the usage of waqf l . In essence, th s k nd of waqf
had been developed by al- Sec vend to refer to “the places that are not su table for
waqf” however, it has been taken as “the places prohibited for waqf”. This inaccurate
cons derat on had caused ser ous rec tat on faults and scholars such as Ibn l- Jazar
criticized this issue. Taking all these into consideration, it is clearly seen that (i)
d scover ng the mean ng of waqf l n al-Sec vend ‟s system, h s attr but on of
mean ng and funct on for waqf l and (iii) finding out whether the existence of such
type of waqf in other waqf systems are needed. The aim of this work is to give answers
to the quest ons ment oned above, by scrut n z ng the waqf l cho ces n s rah al-
F t hah, al-Baqarah and l Imr n. Moreover, the assessments of forth scholars on waqf
l will be examined.

Keywords: al-Sec vend , Waqf – Ibtida, Waqf L , Waqf Mamn

II
ĠÇĠNDEKĠLER

ÖZET ................................................................................................................... I

ABSTRACT ...................................................................................................... II

ÖNSÖZ .............................................................................................................. V

KISALTMALAR.............................................................................................VII

GĠRĠġ .................................................................................................................. 1

1. R ġTIRM NIN KONUSU VE M CI ................................................ 1

2. R ġTIRM NIN METODU VE K YN KL RI ................................. 4

3. R ġTIRM NIN LĠTER TÜRDEKĠ YERĠ .......................................... 5

BĠRĠNCĠ BÖLÜM .............................................................................................. 7

1.V KF VE ĠBTĠDÂ KONUSUN GENEL BĠR B KIġ ........................... 7

2. SECÂVENDÎ‟NĠN V KF SĠSTEMĠ VE V KF-I LÂ ........................... 17

2.1.Vakf-ı Lâzım....................................................................................... 20

2.2. Vakf-ı Mutlak .................................................................................... 21

2.3. Vakf-ı Câiz ........................................................................................ 22

2.4.Vakf-ı Mücevvez li-Vech ................................................................... 23

2.5. Vakf-ı Murahhas Zarûreten ............................................................... 24

2.6. Mâ Lâ Yecûzü‟l-Vakf (Vakf-ı Lâ .................................................... 25

ĠKĠNCĠ BÖLÜM .............................................................................................. 32

MUSH FL RD V KF Ġġ RETLERĠNĠN KULL NIMI VE V KF-I


LÂ‟NIN DURUMU ........................................................................................................ 32

1. Mustafa el-Hâtemî Mushafı .................................................................. 36

2. Hafız Osman Mushafı ........................................................................... 36

3. Kazan Mushafları ................................................................................. 37

4. KayıĢzade Mushafı ............................................................................... 38

III
5. Muhallilâtî Mushafı .............................................................................. 38

6. Mısır Mushafı ....................................................................................... 39

7. Libya Mushafı....................................................................................... 40

8. Medine-Fehd Mushafı .......................................................................... 41

9. Tac Company Mushafı ......................................................................... 42

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .......................................................................................... 50

F TĠH , B K R VE ÂL-Ġ ĠMRÂN SURELERĠNDEKĠ V KF-I LÂ‟NIN


T HLĠLĠ ......................................................................................................................... 50

1. LÜG VÎ MÜL H Z L RIN ES S LINDIĞI DURUML R ...... 50

1.1. Sıfat-Mevsuf ĠliĢkisi .......................................................................... 51

1.2. Hâl-Zi‟l-Hâl ĠliĢkisi ........................................................................... 63

1.3. tıf veya Âmil-Ma‟mûl ĠliĢkisi ......................................................... 71

1.4. ġart-Cevab ĠliĢkisi ............................................................................. 81

1.5. Zarf-Mazruf veya Bedel-Mübdel ĠliĢkisi ........................................... 86

1.6. Fâ-i Ta‟kîbiyye, Ceza veya Tekid ĠliĢkisi ......................................... 93

1.7. Ġstisnâ-Müstesnâ Minh ĠliĢkisi........................................................... 95

1.8. Mübtedâ/Ġsim-Haber ĠliĢkisi .............................................................. 96

2. KIR T TERCĠHĠNĠN ES S LINDIĞI DURUML R .................... 100

3. M N ĠRTĠB TININ ES S LINDIĞI DURUML R ..................... 106

4. GENEL BĠR DEĞERLENDĠRME ........................................................ 123

5. SECÂVENDÎ‟NĠN TERCĠHLERĠ ĠLE V KF-ĠBTĠDÂ ULEM SININ


TERCĠHLERĠNĠN MUK YESESĠ ......................................................................... 127

SONUÇ ........................................................................................................... 135

K YN KÇ ................................................................................................. 139

IV
ÖNSÖZ

Kur‟an-ı Kerîm‟in lafız ve mana bütünlüğü içerisinde nâzil olmuĢ eĢsiz bir
ilahî hitap oluĢu, ilk günden itibaren Müslümanları onun hem lafzına hem de manasına
önem atfetmeye sevketmiĢ; naklî ve aklî ilimleriyle birlikte bütün bir Ġslam medeniyeti
bu önemin sonucu olarak vücut bulmuĢtur. Kur‟an‟ın hem lafzını hem de manasını konu
edinen bilgi türleri içerisinde vakf-ibtidâ bilgisinin ayrı bir yeri vardır. Zira bu bilgi,
Kur‟an ibarelerinin tazammun ettiği cümle yapılarını doğru kurgulamayı sağlamakta,
buna bağlı olarak da Kur‟an‟ın anlam ve delaletinin sahih bir biçimde ortaya
çıkarılmasına katkı sunmaktadır. Bunun da ötesinde rap diline vakıf olunmaması
durumunda Kur‟an ibareleri ve cümleleri arasındaki iliĢkiyi bozan ve buna bağlı olarak
da anlam ihlaline yol açan tilavet uygulamalarına engel olmakta, bu sayede Kur‟an‟ın
anlam ve delalet boyutunun korunmasına katkı sunmaktadır. Böyle olduğu içindir ki
çok erken süreçten itibaren vakf-ibtidâ konusunu ele alan çalıĢmalar kaleme alınmıĢtır.
Bu çalıĢmalar vakf-ibtidâ bilgisine iliĢkin teorik müktesebatı içerdiğinden, meselenin
pratik boyutunda boĢluk oluĢmuĢtur. Bu boĢluğun farkında olan Muhammed b. Tayfûr
es-Secâvendî, Kur‟an ibareleri arasındaki lafız-mana iliĢkisini dikkate alarak vakfları
belli bir taksimata tabi tutmuĢ, bununla da yetinmeyerek her bir vakf türünü belli bir
rumuz ile göstermiĢtir. Ġçerdiği bu pratik fayda sebebiyledir ki sonraki dönem mushaf
kitabetinde Secâvendî‟nin sistemi yaygın bir uygulama alanı elde etmiĢtir. Nitekim
geçmiĢte olduğu gibi günümüzde de baĢta Türkiye olmak üzere Ġslam dünyasının büyük
bir bölümünde basılan mushaflarda kısmen veya tamamen Secâvendî‟nin iĢaret sistemi
kullanılmaktadır. Bu durum Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ sistemini bütün boyutlarıyla
incelemeyi, onun zayıf noktaları olarak görünen yönleri derinlikli bir tahlile tabi tutmayı
zorunlu kılmaktadır ki bu yönlerin baĢında Secâvendî‟nin „‫ ‟ال‬rumuzuyla iĢarette
bulunduğu ve “mâ lâ yecûzu‟l-vakf” Ģeklinde tanımladığı vakf türü gelmektedir. ĠĢte bu
çalıĢma Secâvendî‟nin sisteminin müĢkil yönünü ifade eden vakf-ı lâ‟ları inceleyecek
ve bu vakf türünün Secâvendî‟nin sisteminde tam olarak neye tekabül ettiğini tespite
çalıĢacaktır. Bütün vakf-ı lâ‟ların incelenmesinin imkân durumu dikkate alınarak da
çalıĢma Bakara ve Âl-i Ġmrân sureleri ile sınırlı tutulacaktır.

V
ÇalıĢma giriĢ, üç bölüm ve sonuçtan oluĢmaktadır. GiriĢ bölümünde
araĢtırmanın konusu, metodu ve literatürdeki yeri ele alınmıĢtır. Birinci bölümde genel
hatalarıyla vakf-ibtidâ ilmine genel bir bakıĢ yapılmıĢ ve bu ilmin dayanağı, önemi ve
diğer ilimlerle iliĢkisi hakkında özet bilgi verilmiĢ olsa da bölümün mihverini
Secâvendî‟nin vakf sistemi, özellikle de vakf-ı lâ‟nın tanıtımı oluĢturmaktadır. Vakf-ı lâ
üzerinden Secâvendî‟ye yöneltilen eleĢtiriler de bu bölümde ele alınmıĢtır. ÇalıĢmanın
ikinci bölümünde vakf iĢaretlerinin mushaflardaki kullanımının tarihsel boyutu üzerinde
kısaca durulmuĢtur. Bu çerçevede farklı dönemlere ve bölgelere ait on mushaf
üzerinden vakf-ı lâ‟nın mushaf boyutunun keĢfine çalıĢılmıĢ, elde edilen bulgular bir
tablo üzerinden mukayeseli olarak aktarılmıĢtır. ÇalıĢmanın üçüncü ve son bölümünde
ise Bakara ve Âl-i Ġmrân sureleri çerçevesinde Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihleri ve bu
tercihleri temellendirmede baĢvurduğu ta‟liller ele alınmıĢ, ardından önde gelen vakf-
ibtidâ alimlerinin değerlendirmeleri ve bazı müfessirlerin izahlarıyla Secâvendî‟nin söz
konusu tercih ve talilleri arasındaki örtüĢen ve ayrıĢan yönlerin tespitine çalıĢılmıĢtır.
Bölüm Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihinde bulunduğu yerlerde diğer vakf-ibtidâ
alimlerinin ne gibi bir vakf türü öngördüğünü gösteren bir tablo ile sonlandırılmıĢtır.
Sonuç bölümünde çalıĢmada elde edilen veriler ve ulaĢılan bulgular özetlenmiĢ ve
çalıĢma bilgilerin temininde baĢvurulan kaynakların alfabetik sunumunu içeren bir
kaynakça ile sonlandırılmıĢtır.

Bu vesileyle çalıĢmanın Ģekillenmesine büyük destek sunan danıĢman hocam


Prof. Dr. Mehmet Emin MaĢalı‟ya, bu günlere gelmemde kendisine çok Ģey borçlu
olduğum hocam Fatma Yasemin Mısırlı‟ya, tezin gözden geçirilmesine ciddi manada
destek veren arkadaĢlarım Betül Genan ve ġeyma Genan‟a, dahası maddi ve manevi
desteklerini her daim yanımda hissettiğim aileme, özellikle ilk Kur‟an öğretmenim
babama ve hafızlık hocam anneme teĢekkür eder, çalıĢmanın alana mütevazı bir katkı
sunmasını ümit ederim.

Tuba ÇOB N

Ġstanbul, 2018

VI
KISALTMALAR

a.s : leyhisselâm
b. : Ġbn
bkz. : Bakınız
c.c. : Celle celâluhû
DĠ : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm nsiklopedisi
DĠB: Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı
h. : Hicrî
Hz. : Hazreti
Ġsam : Ġslam raĢtırmaları Merkezi
IRCICA: Ġslam Tarih, Sanat ve Kültür raĢtırma Merkezi
nr. : Numara
nĢr. : NâĢir/NeĢreden
ö. : Ölüm tarihi
r.a. : Radiyallâhu anh
r.anhâ: Radiyallâhu anhâ

s.a.v. : Sallallâhu Aleyhi ve sellem


s. : Sayfa
sy : Sayı
t.y. : Baskı tarihi yok
vd. : Ve devamı
yay. : yayınları
y.y. : Baskı yeri yok

VII
GĠRĠġ

1.ARAġTIRMANIN KONUSU VE AMACI

Genelde Kur‟an ilimleri özelde ise Kıraat Ġlminin alt disiplinlerinden biri
addedilen vakf-ibtidâ bilgisi, Kur‟an metnini sahih olarak tilavet etme açısından olduğu
gibi onun mana ve delaletini tespit açısından da büyük önem arz etmektedir. Zira lafız
ve mana iliĢkisini ihlal etmeyecek biçimde tilaveti uygun bir yerde kesmeyi ifade eden
vakf konusu ile yine mana bütünlüğüne halel getirmeyecek Ģekilde uygun bir yerden
baĢlamayı ifade eden ibtidâ konusu merkezinde ĢekillenmiĢ olan Vakf-Ġbtidâ Ġlmi, sahih
bir Kur‟an tilaveti ve doğru bir mana takdiri açısından etkin bir role sahiptir. Çünkü
belli bir dili esas alan bir metnin sahih bir biçimde okunması ve anlaĢılması, o dilin
cümle kurgusunu ve sentaktik yapısını ihlal etmemeyi, dolayısıyla da kelamın kendi
içindeki bağlantılarını dikkate almayı ve sözün baĢlangıç ve bitiĢ yerlerini göz önünde
bulundurmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bir baĢka ifade ile Kur‟an‟ı anlama etkinliği,
sebeb-i nüzul gibi metin dıĢı karîneleri dikkate almayı gerektirdiği gibi yapısı gibi metin
içi irtibatı ele veren karineleri dikkate almayı da gerektirir. Bu durum metnin cümle
kurgusunu ve iç irtibat noktalarını dikkate alma üzerine kurulu bulunan vakf-ibtidâ
bilgisini Kur‟an‟ın hem tilaveti hem de tefsiri açısından önemli bir konuma
yerleĢtirmektedir.

Kur‟an metninin doğru okunması ve mananın hakkıyla anlaĢılabilmesi


çabalarında evvelemirde kayda değer bir yere sahip olan vakf-ibtidâ yerlerinin
belirlenmesi ameliyesi, ilk dönemlerden itibaren zengin bir literatür ve bu literatürün
kaynaklık ettiği bir terminoloji birikimini ortaya çıkarmıĢtır. Nitekim Kur‟an‟ı okuma
hatalarının önüne geçmek amacıyla gerçekleĢtirilen noktalama ve harekeleme
çalıĢmalarının hemen ardından, h. II. asırda vakf-ibtidâ konusunda müstakil eserler
kaleme alınmaya baĢlanmıĢtır. MeĢhur kıraat âlimleri baĢta olmak üzere pek çok isim
bu alanda eser telif etmiĢ ve konuya kendi bakıĢ açıları ile farklı yönlerden katkı
sağlamıĢlardır. BaĢta Hz. Peygamber‟in s.a.v.) vakf-ibtidâ uygulamalarına iliĢkin
rivayetler olmak üzere rivayet ve dirayet boyutuyla önceki bilgi birikimini esas alan
alanın uzmanları kendi vakf-ibtidâ sistemlerini belirlemiĢlerdir. Bütün bunlar olurken,
tıpkı diğer ilim dallarında olduğu gibi, vakf-ibtidâ ilmi itibariyle de farklı görüĢler ve
ekoller meydana gelmiĢtir. Sözgelimi bazı âlimler ayet sonlarında vakfı esas alırken bir
kısmı manayı esas almıĢ, yine bir kısmı daha az sayıda vakf türünden bahsederek sade
bir sitem belirlemiĢken, bir kısmı ise vakf türlerini daha fazla çeĢitlendirmeyi tercih
etmiĢtir. Vakf-ibtidâ alanında kayda değer çalıĢmalarda bulunan alimlerin geliĢtirdikleri
vakf-ibtidâ sistemleri sonraki dönemlerde yütürülen teorik ve pratik çalıĢmalara esas
teĢkil etmiĢtir. Bu alimler içerisinde alanın öncü isimleri olarak Ġbnu‟l-Enbârî ö.
326/940 , Ebû Ca‟fer en-Nehhâs ö.328/942 ve Dânî‟yi ö.444/1053 zikretmek
mümkün olsa da sonraki döneme etkisi bakımından değerlendirildiğinde Secâvendî‟nin
hatırı sayılır bir konuma sahip olduğunu söylemek indirgemeci bir tavır olmayacaktır.

Vakf-ibtidâ ilminde köĢe taĢı kabul edilen isimlerin oluĢturduğu bu sistemler


sonraki dönemlerde esas kabul edilmiĢ, daha sonra ise vakf-ibtidâya dair bu tercihlerin
metin üzerinde de gösterilmesi sâikiyle harfler ile remzedilen “vakf iĢaretleri”
oluĢturulmuĢtur. Söz konusu vakf iĢaretlerinin tarihi sürecine bakıldığında bu anlamda
ilk çalıĢmanın Ġbn Evs el-Mukrî ö.341/952 tarafından yapıldığı görülmektedir. Bundan
sonra farklı isimler tarafından benzer çalıĢmalar yapılmıĢ olsa da geçmiĢte ve
günümüzde Ġslam dünyasındaki mushaf uygulamalarında esas alınan sistemin sahibi,
vakf iĢaretlerini ilk defa sistematize eden Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî
ö.560/1165)‟dir. Mushaflardaki vakf uygulamalarında karĢımıza çıkan „‫‟ج‬, „‫‟ز‬, „‫‟ص‬,
„‫‟ط‬, „‫‟ق‬, „‫‟م‬, „‫‟قف‬, „‫ ‟ال‬gibi sembollerin ona nispetle “secâvend” olarak anılmıĢ olması da
bu Secâvendî‟nin sisteminin etkinliğini göstermesi bakımından kayda değerdir.
Secâvendî‟ye has bu iĢaret çeĢitliliği, aynı zamanda vakf türü açısından da önceki
ulemaya göre daha fazla vakf türü belirlemiĢ olduğunun bir göstergesi kabul
edilmektedir. Kısmen kendisinden önceki sistemlere muvafık olsa da bazı iĢaretlerin
önceki sistemlerde bir vakf türü olarak karĢılığının olup olmadığı hususu ise baĢlı
baĢına bir araĢtırma konusu olarak mülahaza edilebilir.

Secâvendî‟nin sisteminde yer alan ve baĢka hiçbir âlimin sisteminde


bulunmayan bir vakf sembolü/iĢareti vardır ki bu “vakf-ı lâ” olarak anılan „‫ ‟ال‬remzidir.
Bu iĢaretin aslında ne mana ifade ettiği, bir vakf türüne tekabül edip etmediği, takdir

2
edildiği yerlerin isabetli olup olmadığı ve hatta bu remze ihtiyaç olup olmadığı soruları
cevaplanmayı beklemektedir. Kıraat ve tecvid ulemasının yanı sıra bazı müfessirlerden
de bu sorulara kısmen cevap olabilecek izah ve eleĢtiriler nakledilmiĢ, ancak konu
kapsamlı bir Ģekilde ele alınmamıĢtır. Hal böyle olunca geçmiĢten günümüze zihinleri
kurcalayan bu soruların problemize edilmesi, tartıĢılması ve olası cevapların sistematik
bir Ģekilde ele alınması bu çalıĢmanın vücut bulmasının asli sebebi olarak
değerlendirilebilir. Bu bağlamda ismi “Bakara ve Âl-i Ġmrân Sureleri Çerçevesinde
Secâvendî‟nin Vakf-Ġbtidâ Sistemindeki Vakf-ı Lâ‟ların Tahlili” olarak belirlenen
çalıĢmamız, baĢta ülkemiz olmak üzere Ġslam âleminde basımı gerçekleĢen mushaflarda
tercihe Ģayan bulunan vakf-ibtida sisteminin kurucusu Secâvendî‟nin vakf iĢaretlerinden
“lâm-elif”i inceleme konusu yapmaktadır. Bununla birlikte Secavendî‟nin sisteminde
ortaya koymuĢ olduğu bütün vakf-ı lâ‟lar bu tezin kapsamı içerisinde değildir.
Secâvendî‟nin sistemindeki vakf-ı lâ‟ların tamamını içeren bir incelemenin, yüksek
lisans düzeyinde kaleme alınan bir metnin gücünü aĢacağı muhakkaktır. Öte yandan
vakf-ı lâ olan yerlerin, ağırlıklı olarak anılan üç surede yoğunlaĢıyor olması da, tezin
kapsamını bu surelerle sınırlandırmayı gerekli kılmıĢtır. Dolayısıyla çalıĢmamızın
kapsamını, Fatiha, Bakara ve l-i Ġmrân sureleri çerçevesinde Secavendî‟nin Ġlelu’l-
Vukûf adlı eserinde takdir ettiği Vakf-ı Lâ tercihlerinin tahlili oluĢturmaktadır.

Bu çalıĢmanın amacını ise Secavendî‟nin vakf-ibtida sisteminde vakf-ı lâ


iĢaretlerine yüklediği anlamın tespit edilmesi, bunun yanı sıra bu iĢaretlerin dayandığı
manaların tahlil ve kategorize edilebilmesi Ģeklinde belirtmek mümkündür. ÇalıĢmada
bu temel amaca hizmet eden bazı hedefler güdülmüĢtür. Bu hedefleri Ģu Ģekilde
sıralamak mümkündür:

(1) Vakf-ibtidâ ulemasının vakf tercihleri ile Secâvendî‟nin vakf iĢaretleri


arasındaki ortak noktaları ve ayrıĢma noktalarını tesbit etmek,

2 Secâvendî‟nin vakf-ı lâ ile kastettiği manayı ortaya çıkarmak,

(3) Vakf-ı Lâ takdir edilen yerlerde gözetilen gerekçeleri tespit edip kategorize
etmek,

3
4 Müfessirlerin bu yerler için takdir ettiği mana örgüsü ile Secâvendî‟nin
vakf-ı lâ tercihinin örtüĢüp örtüĢmediğini tespit etmek,

5 GeçmiĢte ve günümüzde yazımı/basımı gerçekleĢen bazı mushaflarda bu


iĢaretin veya benzerlerinin mevcudiyetini araĢtırmak,

6 Kur‟an tilavetinin pratik yönü dikkate alındığında bu remze ihtiyaç olup


olmadığı konusundaki sorulara cevap aramak.

2. ARAġTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI

Konusu itibariyle sosyal bilimler alanına dahil olan bu çalıĢmada tümevarım ve


karĢılaĢtırma yöntemleri kullanılmıĢtır. Verilerin toplanarak sınıflandırılması,
tanımlanması, mukayese edilmesi ve değerlendirilmesi adımları izlenmiĢtir. Bunun için
öncelikle Secâvendî‟nin Ġlelu’l-Vukûf’da vakf-ı lâ takdir ettiği yerler, araĢtırmanın
kapsamı dâhilinde olan üç sure Fatiha, Bakara ve Âl-i Ġmrân özelinde tek tek
incelenmiĢ, elde edilen veriler, Secâvendî‟nin dile getirdiği gerekçelerdeki ortak
niteliklere göre kategorize edilmiĢtir. Bu tasnif esas alınarak yapılan baĢlıklar altında
Secâvendi‟nin bu üç surede doksan beĢ yere koyduğu gözlenen vakf-ı lâ ile ilgili
açıklamalarına yer verilmiĢtir. Secâvendi‟nin bu takdir ve açıklamaları, vakf-ibtidâ
alanında öne çıkan dört önemli ismin (Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî)
açıklamalarıyla karĢılaĢtırılmıĢtır. Bu sayede anılan müellifler ile Secâvendî‟nin
örtüĢtüğü ve ayrıĢtığı noktalar tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Diğer taraftan Secâvendî‟nin
i‟raba dayalı gerekçelerinin yoğunlukta olduğu göz önüne alınarak, eserlerinde nahvî
izahlara ağırlık veren üç müfessirin Ferrâ, Taberî ve Semîn Halebî bu ayetlerle ilgili
mana takdirleri ele alınmıĢtır. Bu yönde bir inceleme ile söz konusu eserlerde
Secâvendî‟nin gerekçelerine temel teĢkil edecek bir izah olup olmadığının tespiti
hedeflenmiĢtir. Bölümün sonunda içerikte zikredilmiĢ olan vakf-ibtidâ tercihlerini bir
arada sunan ve diğer müellifler ile mukayeseye de imkân tanıyan bir tabloya yer
verilmiĢtir.

Vakf-ibtida alanındaki araĢtırmamıza bilimsel arka plan sunması açısından bu


ilimle ilgili genel bilgilere yer verilmiĢ, vakf-ibtidânın kaynağı, önemi, diğer ilimlerle
iliĢkisi, vakf yerlerinin tespiti ve ulemanın bu tespitte esas aldıkları kriterler, vakf

4
çeĢitleri ana hatları ile izah edilmiĢtir. Bunun yanı sıra Secâvendî‟nin hayatı ve ilmi
kiĢiliğine, eserlerine ve özellikle araĢtırmaya konu olan Ġlelu’l-Vukûf‟un özelliklerine,
konunun temellendirilmesindeki rolüne binaen değinilmiĢtir. Bu eser çerçevesinde
Secâvendî‟nin vakf sistemi tanıtılmıĢ, Secâvendi‟nin tanımladığı vakf türleri ve her biri
için belirlediği rumuzlar izah edilmiĢtir. yrıca esas mevzu olan vakf-ı lâ kavramı ve
anlamından, bu iĢaretin hangi vakf türüne karĢılık gelmiĢ olabileceğinden, vakf-ı lâ‟ya
yöneltilen eleĢtirilerden söz edilerek Secâvendî‟nin bu iĢareti, anlamlandırılmaya gayret
edilmiĢtir. Secâvendi‟nin vakf-ibtidâ sisteminin pratik tezahürlerini görünür kılmak
adına vakf-ı lâ‟nın mushaflardaki durumu da incelenmiĢ, on ayrı mushafta bu iĢaretin
veya benzerinin mecvudiyeti tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu mushafların esas aldıkları
vakf sistemleri izah edildikten sonra ortaya çıkan veriler tablo ile gösterilmiĢtir.

ÇalıĢmanın baĢlıca kaynaklarını yukarıda zikri geçen vakıf-ibtida alanındaki


eserler ile dilbilimsel açıklamaların ağırlıklı olduğu tefsirler oluĢturmaktadır. Bunun
dıĢında Ulûmü‟l-Kur‟an ve Kıraat edebiyatına da baĢvurulmuĢ, ZerkeĢî‟nin el-Burhân‟ı,
Ġbnu‟l-Cezerî‟nin en-Neşr‟i ve Suyûtî‟nin el-Ġtkân‟ı gibi temel eserlerden istifade
edilmiĢtir. Vakıf-ibtida alanında rapça ve Türkçe olarak kaleme alınmıĢ çağdaĢ
eserlerden de yararlanılma yoluna gidilmiĢ, bunların yanı sıra Diyanet Ġslam
nsiklopedisine, konu ile ilgili basılmıĢ ve basılmamıĢ doktora/yüksek lisans tezlerine
ve Ġslam dünyasındaki meĢhur mushaflara da müracaat edilmiĢtir.

3. ARAġTIRMANIN LĠTERATÜRDEKĠ YERĠ

ÇalıĢmanın literatürdeki yeri ile ilgili olarak Ģunları söylemek mümkündür:


Vakf-ibtidâ alanında çokça eser telif edilmiĢ olmakla beraber sipesifik olarak “Vakf-ı
Lâ” ile ilgili çalıĢmaların az olduğu dikkati çeken bir husustur. Tespit edebildiğimiz
kadarıyla bu alanda rapça olarak yazılmıĢ tek müstakil kaynak Ġsmail Sâdık Ġbrâhim‟e
ait olan el-Vakfu’l-Memnû’ fi’l-Kurâni’l-Kerîm Mevâzıuhû ve Esrâruhû’l-Belâğiyye
isimli iki ciltlik eserdir. Müellif bu eserde vakf-ibtidâ ile ilgili temel bilgilere yer
verdikten sonra Melik Fehd üç ayrı baskısı ile , Ezher, Medine ve Libya mushafalarını
esas alarak bu dört mushafı vakf-ı memnû‟ açısından mukayese etmiĢtir. rdından sure
tertibine göre Kur‟an‟ın tamamını incelemiĢ, vakf-ı memnû‟ kabul edilen noktalar
içerisinden manaya tesir edecek derecede önemli gördüğü yerleri tespit etmiĢ ve

5
bunlarla ilgili detaylı izahlara yer vermiĢtir. Eserde vakf-ı lâ mahalleri incelenmiĢ
olmasına rağmen vakf-ibtidâ ile ilgili diğer ulemanın görüĢlerine yer verilmemiĢ olması
konuyu bütüncül Ģekilde anlamaya imkân vermemektedir.

Secâvendî‟nin sisteminden ve vakf-ı lâ‟nın hususiyetinden bahseden dilimizde


yapılmıĢ çalıĢmalara, Receb Koyuncu‟nun “Kur‟an-ı Kerîm‟in nlaĢılmasında Vakf
Ġbtidâ‟nın Rolü Ġbnu‟l-Enbârî, ed-Dânî, es-Secâvendî Örneği ” Necmeddin Erbakan
Üniversitesi, 2015 isimli doktora çalıĢması örnek gösterilebilir. Bu çalıĢmanın
“Secâvendî‟nin Vakf-ı Memnû‟u ve nlam Örgüsü” baĢlıklı son bölümünde konu ele
alınmıĢ, teklif ve öneriler sunulmuĢtur. yrıca Mehmet Emin MaĢalı Tarihi ve Temel
Meseleleri Ġle Kıraat Ġlmi isimli kitabında da “Secâvendî‟nin Vakf Sistemi ve Tahlili”
baĢlığı altında vakf-ı lâ konusunu ele almıĢ ve bu sistemin iyi ihata edilememesinin
tevlit edeceği hatalı uygulamalardan söz etmiĢtir. Son olarak Muhammed CoĢkun‟un
“Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları Çerçevesinde Secâvendî‟nin Vakf
Sisteminin Değerlendirilmesi” baĢlıklı tebliğ metni de kısmen bu konu ile ilgilidir. Bu
yönüyle üç sure üzerinden, Secâvendî‟nin sistemindeki vakf-ı lâ‟ların analizini esas alan
bu çalıĢmanın alanla ilgili bir boĢluğu dolduracağı, en azından vakf-ı lâ‟nın doğru
anlaĢılmasına katkı sağlayacağı ümit edilmektedir.

6
BĠRĠNCĠ BÖLÜM

1.VAKF VE ĠBTĠDÂ KONUSUNA GENEL BĠR BAKIġ

“Vakf” kelimesi sözlükte “hapsetmek, menetmek, durmak ve durdurmak”1


manalarına gelir. Bir kıraat terimi olarak “kelimenin sonunda sesi bir süre kesmek ya da
kelimeyi bir sonrakinden ayırmak.”2 Ģeklinde tanımlanmıĢ; Ġbnü‟l-Cezerî (ö.833/1429)
ise Ģöyle bir tarif serdetmiĢtir: “Vakf, kelime üzerinde kıraate tekrar baĢlamak niyetiyle,
normal olarak nefes alacak kadar bir süre sesi kesmektir.”3 Ġbtidâ kelimesine gelince bu
sözlükte “baĢlamak, bir Ģeyi ilk defa yapmak” gibi anlamlara gelir. Bir terim olarak ise
“ilk defa okumaya baĢlamak veya vakıftan sonra tilavete tekrar baĢlamak” olarak
anlamlandırılmıĢtır.4 Bu yönüyle vakf kelimesinin karĢıtı olan bir kelime olmaktadır.
Nitekim Dânî ö.444/1053 ibtidayı vakfın zıddı olarak tanımlarken iki kelime
arasındaki bu karĢıtlığı esas almıĢ gözükmektedir.5 ralarındaki bu karĢıtlığa rağmen
ikisi bir kavram çifti olarak kullanılmıĢ, böylece de aralarındaki sıkı irtibata ve ibtidanın
vakfın bir sonucu olduğuna iĢaret edilmek istenmiĢtir.6

Kur‟an kıraati esnasında tilaveti sonlandırmayı ve bunun ardından tilavete


yeniden baĢlamayı ifade etmek amacıyla kullanılan en yaygın iki kavram “vakf” ve
“ibtidâ” olsa da, bunların dıĢında daha baĢka kavramlar da kullanılmıĢtır. Bunlar
içerisinde kat„, sekte, fasl, i’tinâf ve isti’naf kavramlarını zikretmek mümkündür. Bu
kavramlar içerisinde vakf-ibtida kavram çiftinin ifade ettiği manayı birebir karĢılayan
ve bu yönüyle de eĢ anlamlı addedilebilecek kavramlar bulunduğu gibi, yakın anlama
gelmekle birlikte vakf-ibtida kavramlarının müteradifi addedilemeyecek olanlar da
vardır. Sözgelimi sekte kelimesi, her ne kadar vakf kelimesi ile anlamsal yakınlığa sahip

1
Ebû Nasr Ġsmail b. Hammâd Cevherî, es-Sıhah Tâcü‟l-luğa ve sıhahi‟l-Arabiyye, Mısır: Dâru‟l-
Kütübü‟l- rabî, [t.y.], IV, 1440; Mahmud Halil Husarî, Ahkâmu Kırâeti‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm,
Beyrut: Dâru Besâiru‟l-Ġslâmiyye, 2006, s. 251.
2
Ebu Bekr b. Muhammed b. El-Kâsım b. Muhammed Ġbnü„l-Enbârî, Îzâhu‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr.
Abdurrahim et-Tarhûnî, Kahire: Dâru‟l-Hadîs, 2007. s. 102-103.
3
Ebu‟l-Hayr Muhammed b. Muhammed Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr fi‟l-Kırâati‟l-AĢr, Beyrut: Daru‟l-
Kütübü‟l-Ġlmiyye, [t.y.]. I, 240.
4
Ebu‟l-Fadl Muhammed b. Mükrim Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, Beyrut: [t.y.], (b-d-e maddesi).
5
Ebû mr Osman b. Saîd ed-Dânî, el-Müktefâ fî‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. Yûsuf bdurrahman el-
Mar‟aĢlî, Beyrut: 1407/1987,, s.182.
6
Müsaid b. Süleyman b. Nâsır et-Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟an ve Eseruhâ fi‟t-Tefsir, Medine:
Merkezu‟t-Tefsîr. 1431/210, s.21.

7
olsa da onun eĢanlamlısı değildir. Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî sekteyi “Sesi bir süreliğine
kesmekten ibarettir” Ģeklinde tarif etmiĢ ve bu ifadeleriyle kelimenin vakf ile ortak
yönüne iĢaret etmiĢ iken “süresi genellikle vakfın süresinden daha kısa olacak Ģekilde”
ve “nefes almaksızın” kayıtlarıyla bunun vakf kavramından ayrıldığı yönlere iĢaret
etmiĢtir.7 Nihat Temel‟in söz konusu kavramların, vakf ve ibtidâ ile yakın anlamlar
taĢıdığı, bu yönüyle de terim anlamları itibariyle aralarında farklılıklar mevcut olduğu
yönündeki değerlendirmelerini de bu kapsamda ele almak gerekir.8 Suyûtî, mütekaddim
âlimlerin çoğunlukla vakf, kat‟ ve sekt kavramlarını aynı anlamda yani vakfetmek
anlamında kullandıklarını, müteahhir ulemanın ise bunlar arasında bir ayırıma
gittiğinden söz etmekte, örnek olarak da Ġbnu‟l-Cezerî‟nin açıklamalarını
9
göstermektedir.

Sekte kavramı için serdedilen bu değerlendirmelerin kat’ ve i’tinâf kavramları


hakkında aynıyla geçerli olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira anılan iki kavramın
vakf-ibtidâ ile eĢ anlamlı olarak kullanıldığı yönünde bir tespite gitmek mümkündür.
Nitekim vakf-ibtida alanının öncü âlimlerinden biri olan Ebû Ca‟fer en-Nehhâs‟ın
ö.338/950 eserini el-Kat’ ve’l-Ġ’tinâf olarak isimlendirmiĢ olması, en azından
dördüncü asır itibariyle kat’ ve i’tinâf terimlerinin vakf ve ibtidâ kavramları ile aynı
anlamda kullanıldığını göstermektedir. ncak Nehhâs öncesi ve sonrası edebiyatında da
görüleceği üzere vakf-ibtidâ kavramları baskın bir kullanıma sahip olmuĢtur. Nitekim
Nehhâs‟tan bir asır önceye ait Ġbn Sa‟dan el-Kûfî‟nin ö. 231 eserinin isminin el-Vakf
ve’l-Ġbtidâ oluĢu ile Nehhâs‟tan bir asır sonra gelen Dânî‟nin eserinin el-Muktefâ fî’l-
Vakf ve’l-Ġbtidâ oluĢu bu değerlendirmeye mesnet oluĢturmaktadır.

Vakf-ibtidâ bilgisi önemli bir bilgi olarak görülmüĢtür. Meselenin pek çok
rivayete konu edilmiĢ olması da bu önemin bir göstergesidir. Ümmü Seleme
hazretlerinin “Rasulullah s.a.v. Kur‟an okurken kıraatini ayet ayet keserdi ve ayet
sonlarında dura dura okurdu.” Ģeklindeki beyanları ve bunu, Efendimizin s.a.v.) Fatiha

7
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 240.
8
Nihat Temel, Kur‟an Kıraâtinde Vakıf ve Ġbtidâ, Ġstanbul: ĠF V Yay., 2016, s. 55 vd; Ġbrahim
Tetik, Vakıf ve Ġbtida Ġlminin Ayetleri Anlamlandırmaki Etkisi basılmamıĢ yüksek lisans tezi ,
Erzurum, 2012, s. 19 vd.
9
Ebu‟lFazl Celâlüddin bdurrahman b. Ebî Bekr es-Suyûtî, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, Beyrut:
Daru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1987 I, 183; Muhammed ‟lâ b. lî b. Mhammed Hâmid et-Tehânevî,
KeĢĢâfu Istılâhâti‟l-Funûn, Beyrut: Dâru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1418/1998, IV, 348 vd.

8
tilaveti ile örneklendirmesi bu rivayetlerin baĢında gelir.10 Hz. li‟nin Müzzemmil
suresinin 73/4 ayetinde geçen tertîl kelimesini (‫ف‬ٛ‫ل‬ٌٛ‫ِؼشفش ح‬ٚ ‫ف‬ٚ‫ذ حٌسش‬٠ٛ‫“ )طد‬Harflerin
tecvide riayet ederek okunması ve vakıf yapılacak yerlerin bilinmesi” Ģeklinde izah
ettiği yönündeki rivayetler11 ile bdullah b. Ömer‟in ö.73/692 Ģu ifadeleri de konunun
rivayet temelleri bağlamında sürekli olarak zikredilmektedir: “Kur‟ân‟ın nüzûlünden
önce, bir müddet içimizde imanın varlığını duyarak yaĢadık. llah Rasûlü‟ne Kur‟ân
nazil oluyor ve her birimiz onun helal ve haramını, emir ve yasağını, onda vakf
yapılması gereken yerleri öğreniyorduk. Sizin bugün Kur‟ân‟ı öğrendiğiniz gibi,
üzerinde vakfedilmesi gereken yerleri bilmeden, baĢından sonuna okuduğunuzu
gördük.”12 diyy b. Hatim‟den ö.67/686 gelen ve Hz. Peygamber‟in s.a.v. yanlıĢ bir
yerde durmasına bağlı olarak anlamı ihlal eden bir cümle kuran konuĢmacıyı eleĢtirdiği
yönündeki rivayetler ise, meselenin sadece Kur‟an tilaveti açısından değil, bir bütün
olarak dil ve hitabet açısından taĢıdığı önemi gösteren bir delil olarak
değerlendirilmektedir.13

Bütün bu rivayetlerin de teyit ettiği üzere vakf-ibtidâ konusu evvelemirde sahih


tilavetin temel Ģartı olarak değerlendirilmiĢ ve bu açıdan da Kur‟an‟ın kıraati ve tilaveti
açısından önemli görülmüĢtür. Tilavet esnasında tek nefeste bir surenin veya bir
konunun tamamının okunamayacağı malumdur. Uygun bir yerde vakfedilmesi ve
ardından yine usulünce bir baĢlangıç yapılması anlam ihlallerinin önüne geçmeyi
sağlayacak olması bakımından son derece önem arz etmektedir. 14 Ġbnü‟t-Tahhân ö.
560 “ limlere göre, Kur‟an‟ı okuyan kimse vakf-ibtidayı güzel/iyi yapmakla

10
Ebû bdillah Ahmed b. Hanbel, Müsned, nĢr. ġuayb rnavut, Beyrut: Müessese Risale, 2001/1421,
VI, 302; Ebû Ġsâ Muhammed b. Ġsâ et-Tirmîzî, Sünen, nĢr. hmet Muhammed ġakir-Muhammed
Fuad bdulbâkî, I-V, Mısır: 1975. Fedâilu‟l-Kur‟ân, 23. yet sonlarında vakfetmenin sünnet
olduğu görüĢünde olanlar da bu rivayete tutunmaktadırlar.
11
Suyûtî, el-Ġtkân, I, 180; Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 209.
12
Ebû bdullah Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale„s-Sahîhayn, nĢr. Mustafa bdulkadir tâ, I-
IV, Beyrut: Dar. Kütüb Ġlmiyye, 1411/1990, I, 91; Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Muhammed b.
Nasr, Muhtasaru Kıyâmi‟l-Leyl, nĢr. Faysal bbad, Pakistan: Hadis kademi, 1988; s.179. Gerçi
M. Emin MaĢalı, vakf-ibtida konusunun önemi doğrultusunda bu rivayetlerle istidlalde
bulunulmasını zorlama addetmektedir. Bkz. Mehmet Emin MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle
Kıraat Ġlmi, Ankara: Otto Yay., 2016, s.136-139.
13
Ebu„l-Hasen Müslim en-Neysâbûrî, Müsnedü Sahîhi Muhtasar, nĢr. Muhammed Fuad
bdulbâkî, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t- Turâsi‟l- rabî, 1956, Salâtu‟l-Musafirîn, 38; Nesai, Ebû
Abdurrahman Ahmed b. li b. ġuayb en-Nesâî, Sünen, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t- Turâsi‟l- rabî, [t.y.],
Nikâh, 40.
14
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 224-225.

9
yükümlüdür; amaç Kur‟an‟ın mucize olan nazmını muhafaza etmektir” demiĢtir.15
Ġbn‟ül-Cezerî ise “ Bizim imamlarımız bize her ayette nasıl vakıf ve ibtida yapacağımızı
öğretir, bunu da parmaklarıyla iĢaret etmek suretiyle tâlim ettirirlerdi.”16sözleriyle kıraat
tedrisatının sadece telaffuz ve tecvit kurallarının tatbikinden ibaret olmadığını, nitelikli
ve doğru bir tedrisatın vakf-ibtida konusunun eğitim öğretimini de içermesi gerektiğini
ifade etmiĢtir. Safâkusî ö.1118/1706 ise vakf-ibtida noktasında eksiklikler içeren bir
tilavetin sahih bir tilavet olamayacağını, dahası kimi durumda ayetin manasını ihlal
edecek düzeyde hatalı tilavetlerin vuku bulabileceğini belirtmekte ve Ģöyle demektedir:
“Vakıf ve ibtida bilgisi son derece zorunlu bir bilgidir. Çünkü llah Teala‟nın
kelamının manası ancak bu ilim sayesinde açığa çıkar ve en mükemmel Ģekilde
tamamlanır. Zira kimi zaman bir kârî kıraatte bulunur ama mana tamamlanmadan vakf
yapar. Bu durumda ne kendisi okuduğunun anlamını anlar ne de dinleyen. Bu yüzden
llah Teala‟nın kitabının okunmasının hedefi olan Ģey mana kaybolur gider, bunun
yanı sıra onun i‟caz yönü de yok olur. Hatta kimi zaman kastedilenin ötesinde bir mana
anlaĢılır ki bu büyük bir hatadır.”17 Saçaklızâde ö.1145/1732 de tecvid ilminde kemal
derecesine ulaĢabilmek için üç bilgi türünün zorunlu olduğunu belirtmiĢ ve bu
çerçevede kıraat bilgisi, mushaf imlası bilgisi ve vakf-ibtidâ bilgisini zikretmiĢtir.18
Vakıf-ibtida konusundaki bilgi ve değerlendirmelerin temel kaynağının kıraat âlimleri
oluĢu da bu bağlamda kayda değerdir. Nitekim Ġbnu‟n-Nedîm‟in ö.385/995 el-
Fihrist‟te “vakf ve ibtida konusunda te‟lif edilmiĢ eserler” baĢlığı altında zikrettiği
müellifler arasında Nâfi‟ ö.169/785 , Ebû mr ö.154/771 , Hamza ö.156/773 ve
Halef ö.229/944 gibi kıraat imamlarının isminin geçiyor oluĢu vakf-ibtida bilgisinin
Kur‟an kıraati açısından ifade ettiği öneme iĢaret etmek için yeterlidir.19

Âlimlerin vakf-ibtidaya riayetin hükmünün vacib olduğu yönündeki


değerlendirmelerinin, konunun önemini vurgulama amacı taĢıdığını söylemek

15
Ebû‟l-Esba‟ Ġbnü‟t-Tahhân el-Endelûsî, Nizâmü‟l-Edâ fî‟l-Vakfi ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. li Hüseyin el-
Bevvâb, Riyad: Mektebetü‟l-Meârif, [t.y.], s. 20.
16
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr , I, 225.
17
Ebu‟l-Hasen Ali b. Muhammed en-Nûrî es-Safâkusî, Tenbîhu‟l-Gâfilîn ve ĠrĢâdu‟l-Câhilîn, tashih
Muhammed eĢ-ġazeli Neyfer, [y.y.], Matbaatü‟r-Resmiyye, 1974, s.128.
18
Saçaklızâde Muhammed b. Ebû Bekr el-Mar'aĢî, Cühdü‟l-Mukill,, nĢr. Ğânim Kaddurî el-Hamed,
Amman. Daru Amman, 2001, s. 5.
19
Ebû‟l-Ferec Muhammed Ebû Ya‟kûb Ġshâk Ġbnu‟n-Nedîm, Kitâbü‟l-Fihrist, nĢr. Rızâ Teceddüd,
[y.y.], [t.y.], s. 38.

10
mümkündür. Dolayısıyla vakf uygulamalarını değerlendirmede kullanılan “haram”,
“vacib” ve “mekruh” kavramları, fıkhî düĢüncedeki gibi, Ģer‟î hükmün kuvvetini iĢaret
eden bir delalete sahip olmayıp “mutlaka gerekli”, “yapılmamalı” ve “güzel olmaz” gibi
anlamlara gelmektedir.20 Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî bu hususa ‫خذ‬ٚ ‫لف‬ٚ ِٓ ْ‫ حٌمشآ‬ٟ‫ظ ف‬١ٌٚ "
" ‫ش ِخ ٌٗ عزذ‬١‫الزشحَ غ‬ٚ Kur‟an‟da farz ya da vacip bir vakıf olmadığı gibi, herhangi bir
sebep olmaksızın haram vakıf da söz konusu değildir.” Ģeklinde iĢaret etmiĢ, vakf
itibariyle vaciplik ve haramlık hükmünün vakfın bizzat kendisine değil, onun
sonuçlarına yönelik olduğunu belirtmiĢtir.

Kur‟an tilaveti açısından taĢıdığı bu önem sebebiyledir ki konu özellikle


müteahhir dönem tecvit kitaplarında müstakil bir baĢlık altında ele alınmıĢtır. Ğânim
Kaddûrî Hamed‟e göre vakf-ibtida bilgisinin tecvit kitaplarına dâhil oluĢu, Dânî‟nin et-
Tahdîd isimli eserine kadar gider. Zira Dânî eserine “Vakf-Ġbtidânın Zikri” bölümünü
ilave etmiĢtir. Hamed, tecvid bilginlerinin söz konusu iki disiplin arasında var olan
irtibata rağmen aralarında bir farkın bulunduğunun idraki içinde olduklarından
bahsetmiĢ ve çok sayıda tecvid âliminin eserinde bu konuya temas etmemesini buna
dayandırmıĢtır. Hamed‟e göre Ġbnu‟l-Cezerî‟nin ö. 833 vakfla ilgili bahisler ile
mushaf imlasına dair bazı konuları el-Mukaddime‟nin sonuda dâhil etme Ģeklindeki
uygulaması, sonraki müelliflerin tecvid ilmine dair eserlerinde bu konulara
değinmelerinin üzerinde büyük etkide bulunmuĢtur. Dolayısıyla Ġbnü‟l-Cezerî‟den
sonraki tecvid müellefatında “tecvid”, “vakf-ibtida” ve “mushaf imlası” konularına
değinme Ģeklinde bir teamül varlık kazanmıĢtır.21

Vakf-ibtidâ bilgisi sadece Kur‟an‟ın tilavet ve kıraatini ilgilendiren bir husus


değildir, bunun da ötesinde Kur‟an‟ın anlam ve delaletiyle de güçlü iliĢkiye sahiptir. Bu
yönüyle de vakf-ibtida bilgisi, kıraat ilminin alt baĢlıkları içerisinde, anlam ve delalet
konusuyla en yakın iliĢkiye sahip bir konu olma özelliği taĢımaktadır. Zira vakf yerinin
tayini okuyucunun mana takdirine göre farklılık arzetmektedir, bir baĢka ifadeyle vakf
yerinin tayini mana takdirine göre Ģekillenmektedir. Nikzâvî‟nin ö.683/1283 “Vakf
konusu, önemi büyük ve kadri yüce bir husustur. Zira ifadelerin nerede bittiğinin bilgisi

20
Ramazan Pakdil, Ta‟lim Tecvid ve Kıraat, Ġstanbul: ĠF V, 2013, s.265.
21
Ğânim Kaddûrî elHamed, ed-Dirâsâtü‟s-Savtiyye ınde Ulemâi‟t-Tecvîd, Ürdün: Dâru mmâr
1428/2006, s. 69-70.

11
olmaksızın, Kur‟an‟ın anlamlarını bilmek ve Kur‟an‟dan Ģer‟î delilleri istinbat etmek
hiç kimse için gerçekleĢemez”22 sözleri bu hususu çok net bir biçimde gözler önüne
sermektedir. Böyle olduğu içindir ki müfessirler bu konuya ayrı bir önem atfetmiĢ, hatta
Ğarâibu’l-Kurân ve Rağâibu’l-Furkân müellifi Nîsâbûrî ö.730/1329) gibi, ayetlerin
tefsirine giriĢmezden evvel onların vakf durumu hakkında bilgi veren müfessirler de
vardır. Bu yönü sebebiyledir ki ZerkeĢî ö.794/1392 , Kur‟an ilimlerini doğru
anlamanın vakf ve ibtidayı çok iyi anlamaya bağlı olduğunu söylemiĢtir.23

Vakf-ibtidâ bilgisinin Kur‟an tefsiri ile irtibatının çift yönlü bir yapı arz
ettiğinden bahsetmek mümkündür. Zira bir taraftan müfessirler tefsir ve tevil
etkinliğinde bu bilgiden istifade ederken vakf-ibtida alimleri de vakf yerlerini ve bu
yerlerdeki vakfın derecesini belirlerken müfessirlerin izah ve açıklamalarından
yararlanmıĢlardır. Nitekim Ebû mr ed-Dânî, el-Muktefâ fi’l-Vakfi ve’l-Ġbtidâ isimli
eserini kaleme alırken kıraat alimlerinin yanında müfessirler ile nahiv ulemasının
izahlarından da istifade ettiğini açıkça beyan etmesi buna delil olarak gösterilebilir.24

Nikzâvî‟nin yukarıda geçen “Kur‟an‟dan Ģer‟î delilleri istinbat etmek”


Ģeklindeki ifadelerinin de delalet ettiği üzere vakf-ibtidâ konusu fıkıh ve kelam gibi sair
disiplinlerde de yeri geldiği zaman önem arz eden bir husus olmuĢ; fıkhî ve kelami
görüĢlerin temellendirmesinde kimi zaman vakf-ibtidâ bilgisine baĢvurulmuĢtur. Bu
bağlamda bir kimse hakkında zina isnadında bulunup da bunu Ģahitlendiremeyen
kimselerin bu fasıklıkları yüzünden Ģahitliklerinin kabul edilmeyeceğinden bahseden,
tövbe edip hallerini düzeltmeleri durumunda ise llah‟ın onları bağıĢlayacağı belirtilen
Nur 24/4-5 ayetlerindeki istisnanın yapısı ve Ģahitliğin kabul edilmeme halinin tövbe
sonrasını da kapsayıp kapsamadığı yönündeki ihtilafa bağlı olarak bu ayetlerdeki vakfın
durumu değiĢmektedir. Zira iftira suçu iĢleyenlerin tövbe etmesinin, Ģahitliklerinin
kabulünü sağlamayacağını düĢünenlere göre dördüncü ayetin sonundaki ْٛ‫حٌفخعم‬
kelimesinde vakf yapmak gerekli olurken, aksi yönde düĢünenlere göre bu kelimeyi illâ
istisnâ edatı ile baĢlayan bir sonraki cümleye vasletmek gerekli olmaktadır. Kurtubî
ö.671/1273 ilk görüĢü Ebû Hanife ö.150/767 ve ashabına, ikinci görüĢü ise Ġmâm-ı
22
Suyûtî, el-Ġtkân, II, 541.
23
Ebû bdillah Bedrü‟d-Dîn ez-ZerkeĢî, el-Burhân fî Ulûmi‟l-Kurân, nĢr. Muhammed Ebu‟l-Fadl
Ġbrahim, Kâhire: Dâru‟l-Kütübü‟l-Arabiyye, 1376/1957, s. 242.
24
Dânî, el-Müktefâ, s. 129.

12
Mâlik ö.179/795 ve Ġmâm-ı ġâfiî ö.204/820 ‟ye nispet etmekte, bu ihtilafa sebep
gösterdiği ilk hususla ilgili olarak da Ģöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Bu
cümleler, aralarındaki atıf sebebiyle tek bir cümle hükmünde midir? Yoksa bu
cümlelerden her birinin bağımsız bir hükmü mü vardır?”25 Kurtubî‟nin bu ifadelerinin
de gösterdiği üzere Ebû Hanîfe ve ashabı ْٛ‫ حٌفخعم‬kelimesinde cümlenin tamamlandığı
görüĢünde iken diğerleri cümlenin istisna içeren beĢinci ayetle birlikte tamamlandığı
kanaatindedirler ki bu da son tahlilde vakf yeri ile ilgili bir ihtilafa iĢaret etmektedir.

Kelami düĢünceye geldiğimizde vakfın yerinin tayininin kelami tartıĢmalara


çok daha fazla yansıdığı görülmektedir. Nitekim müteĢabihatın tevilini llah dıĢında
bilenlerin olup olmayacağı yönündeki tartıĢmada, llah dıĢında hiç kimsenin
müteĢabihatın anlam ve delaletini tespit edemeyeceği ve müteĢabihatın bilgisinin
llah‟a has bir bilgi olduğu düĢüncesinde olanlar Âl-i Ġmrân 3/7 ayetindeki ٍٗ٠ٚ‫ؼٍُ طؤ‬٠ ‫ِخ‬ٚ
‫ اال هللا‬ibaresinin sonunda yani ‫ هللا‬kelimesinde mutlak surette vakfedilmesi gerektiği
yönünde görüĢ beyan etmiĢler iken, bu görüĢe katılmayan ve ilim erbabının da
müteĢabihatın bilgisine sahip olabileceğini düĢünenler bu cümlenin devamındaki ٍُ‫حٌؼ‬
kelimesinde tamamlandığını ve vakfın da bu kelime üzerinde olacağını ifade
etmiĢlerdir. Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî bu tartıĢmayı ve onun vakf yerinin tayinine olan
etkisini Ģu Ģekilde ifade etmektedir:

“Bir tefsire ve cümle kurgusuna göre vakf tâm olurken bir baĢka tefsire ve
cümle kurgusuna göre tâm olmayabilir. Nitekim ‫ٍٗ اال هللا‬٠ٚ‫ؼٍُ طؤ‬٠ ‫ِخ‬ٚ ayetindeki vakf,
devamını baĢlangıç cümlesi olarak değerlendiren anlayıĢa göre vakf-ı tâm olur ki Ġbn
bbas, iĢe, Ġbn Mes‟ûd ve daha baĢkalarının görüĢü budur. Ebû Hanife ile ehl-i
hadisin ekseriyeti de bu görüĢtedir. Nafi„, Kisâî, Yakub, Ferrâ, hfeĢ, Ebû Hatim ve
daha baĢka dil âlimleri de bu görüĢü benimsemiĢtir. Urve, ilimde derinleĢmiĢ olanların
tevili bilemeyeceğini ve onların „biz buna iman ettik‟ diyeceklerini belirtmiĢtir.
BaĢkalarına göre ise burada vakf, tâm olmamaktadır. Onlara göre cümle ٟ‫ْ ف‬ٛ‫حٌشحعخ‬ٚ

25
Ebû bdullah Munammed b. hmed b. Ebû Bekr el-Kurtubî, el-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-Kur‟ân, nĢr.
bdülmuhsin et-Türkî, Beyrut: Müessetü‟r-Risâle, 1428/2006, XV, 135.

13
ٍُ‫ حٌؼ‬ifadesinde tamamlanmaktadır, dolayısıyla da lafzatullaha matuftur. Ġbnü‟l-Hâcib
ö.646/1249 ve daha baĢkalarının tercihi bu yöndedir.”26

Bu bahsi kapatmazdan evvel vakf-ibtida ilminin nahiv ilmi ile olan iliĢkisinden
de kısaca söz etmek gerekir. Zira vakf-ibtida ilmi bir yönüyle Kur‟an kelimelerinin ve
ibarelerinin cümle içi konumu ile irtibatlı iken diğer yönüyle de cümle kurgusunun ifade
ettiği anlam ve delaletle irtibatlıdır. Bu alanlardan ilki nahiv ilmine karĢılık gelirken
ikincisi yukarıda ifade ettiğimiz tefsir, fıkıh ve kelam gibi epistemolojik alanlardır. Ġbn
Mücâhid vakf-ibtida bilgisinin bu alanların tamamıyla olan iliĢkisine Ģu Ģekilde iĢaret
etmiĢtir: “Vakf itibariyle kelamın tamam olanını, yalnızca kıraatleri bilen, tefsirden ve
kıssalardan haberdar olan, bunlar arasında bir ayırıma gidecek altyapısı bulunan,
Kur‟an‟ın indiği dili bilen, fıkıh ilmine de vakıf olan nahivci kimse tespit edebilir.”27

Vakf çeĢitlerine gelince vakflar farklı türlere ve kısımlara ayrılmıĢtır. Bu


çerçevede vakfların temelde iki açıdan taksimata tabi tutulduğu görülmektedir. Ġlki,
vakfa sebep olan illet ve gerekçe açıdan yapılan taksimattır. Ġbnü‟l-Cezerî bu açıdan
vakfların “vakf-ı ızdırârî” ve “vakf-ı ihtiyârî” Ģeklinde ikili bir taksimata tabi
tutulduğunu söylemiĢtir.28 Bunlardan vakf-ı ızdırârî, tilâvet esnasında meydana gelen,
nefes kısılması, unutma veya tilavete devam edememe gibi herhangi bir sebepten dolayı
yapılan zorunlu vakfa denir. Bu vakf türünde kelam/cümle tamamlanmadığından, ortada
vakfa zorlayan nefesin kesilmesi vb. gibi bir sebep olmaması durumunda bu, vakf-ı
kabih olarak isimlendirilen vakf çeĢidine dâhil olmaktadır. Çünkü bu durumda kelam,
bir anlam ifade etmez veya gayr-i sahih bir anlam ortaya çıkar.29 Vakf-ı ihtiyârî ise
nefes yetmeme gibi zorunlu bir sebep olmaksızın okuyucunun kasıtlı ve bilinçli olarak
vakfa yönelmesidir. Kıraat ve tecvid kitaplarında vakf-ibtidâ konusuyla ilgili olarak
serdedilen hüküm ve değerlendirmelerin, vakf-ı ihtiyârî ile ilgili olduğu söylenebilir.30
Böyle olduğu içindir ki vakf-ibtidâ âlimlerinin taksimatında “vakf-ı ızdırârî” ve “vakf-ı
ihtiyârî” Ģeklinde bir ayırıma gidilmemiĢ, bu yöndeki ayırım Ġbnü‟l-Cezerî‟den
gelmiĢtir. Nitekim Ġbnü‟l-Cezerî‟nin “Vakf konusu ile ilgili olarak söyleyebileceğim en

26
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 227.
27
Dânî, el-Müktefâ, s. 58.
28
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 225.
29
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 226; Süyûtî, el-Ġtkân, II, 551.
30
Temel, Kur‟an Kıraatında Vakf ve Ġbtida, s.64.

14
kestirme Ģey vakfın ihtiyârî ve ızdırârî kısımlarına ayrıldığıdır.”31 Ģeklindeki ifadeleri,
bu ikili tasnifin Ġbnü‟l-Cezerî‟nin kendi çıkarımı olduğunu gösterir. Bu tarz bir
taksimata yer veren Süyûtî‟nin kaynağının da Ġbnü‟l-Cezerî olduğu dikkate
alındığında32 anılan ikili taksimatın kaynağının Ġbnü‟l-Cezerî olduğu söylenebilir.

Vakfların lafız-mana iliĢkisi açısından yapılan taksimatına gelince âlimler bu


noktada farklı taksimlere gitmiĢlerdir. Ġbnü‟t-Tahhân ikili, üçlü ve dörtlü taksimatların
varlığından bahsetmiĢtir. Buna göre ikili olan “mufassal” ve “muvassal” Ģeklindeki
taksimattır. Üçlü olan “tâm”, “kâfi” ve “kabih” Ģeklindeki taksimattır. Dörtlü olan ise
“tâm”, kâfi”, “hasen” ve “kabih” Ģeklindeki taksimattır. Ġbnü‟t-Tahhân bu Ģekilde
muhtelif taksimatların varlığına iĢaret ettikten sonra akabinde Ģöyle bir değerlendirmede
bulunmaktadır: “Ġlk taksim mücmeldir, buna bağlı olarak bir vakfa gidilemez. Ġkinci
taksimat ilkine göre daha izah edici ve daha yol göstericidir. Üçüncü taksimat ise
ikincisinden daha tercihe Ģayandır, daha doyurucudur, daha aydınlatıcıdır, hâzik
alimlerin esas aldığı da budur. Biz de değerlendirmelerimizi buna göre
dillendireceğiz.”33 Vakfların kaç kısma ayrıldığı hususunda farklı kanaatlerin
serdedildiğinden bahseden Safâkusî‟nin Ģu açıklamaları vakfların taksimatı ile ilgili
yaklaĢımları derli toplu bir biçimde özetler niteliktedir:

“Ġnsanlar vakfın kısımlarında ihtilaf etmiĢlerdir. Bazıları bu kısımları uzun


tutmuĢ ve çoğaltmıĢ, buna bağlı olarak da vakfları kâmil, tam, kâfi, salih, mefhum, câiz,
nâkıs ve mütecâzib Ģeklinde sekiz kısım olarak belirlemiĢlerdir. Bazıları ise iyice kısıp
sınırlandırmıĢlar ve vakfın kısımlarını tâm ve kabîh Ģeklinde iki olarak belirlemiĢlerdir.
Bazıları ise orta yolu tutmuĢ, iyice araĢtırmıĢ, incelemiĢ, düĢünmüĢ ve tâm, kâfi, hasen,
kabîh Ģeklinde dört kısım olarak belirlemiĢtir. Onlar bunların sayısında ittifak etmiĢ
olsalar da isimlendirme hususunda ihtilaf etmiĢlerdir. Zira tâm olanı bazıları kâfi,
bazıları hasen, bazıları mutlak, bazıları muhtâr olarak isimlendirmiĢ, kâfi olanı bazıları
hasen olarak isimlendirirken bazıları da hasen‟i kâfi olarak isimlendirmiĢtir. Bazıları
kâfî olanı câiz, sâlih olanı mefhûm olarak isimlendirmiĢtir. Bu gerçekte bir fikir ayrılığı
değildir, aksine herkesin esas aldığı bir ıstılahı ve bağlı olduğu bir taksimi söz

31
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 225.
32
Süyûtî, el-Ġtkân, II, 548.
33
Ġbnü‟t-Tahhân, Nizâmü‟l-Edâ, s. 29.

15
konusudur. Dânî, Ġbnü‟l-Cezerî ve daha baĢka âlimlere ittibaen benim tercihim de
vakfların tâm, kâfi, hasen ve kabîh Ģeklinde dört kısımdan ibaret olduğu yönündedir.
ncak iĢin aslı tâm, etem, kâfi, ekfâ, hasen, ahsen, kabîh ve akbah Ģeklinde her bir
kısım kendi içinde iki kısma ayrılmaktadır.”34

Ġbnü‟t-Tahhân‟ın açıklamalarında müphem bıraktığı hususa yani vakf-ibtidâ


âlimlerinden hangisinin hangi taksimatı benimsemiĢ olduğuna gelince Ebû Hâtim es-
Sicistânî (ö.255/869 ve Dânî‟nin dörtlü bir taksimi esas aldığı görülmektedir. Sicistânî
bu kısımları “vakf-ı tâm”, “vakf-ı mefhûm”, “vakf-ı salih”, “vakf-ı kabîh” Ģeklinde
isimlendirmiĢ iken35 Ebû mr ed-Dânî (ö.444/1053) “vakf-ı tâm”, “vakf-ı kâfî”, “vakf-ı
hasen” ve “vakf-ı kabîh” Ģeklinde bir isimlendirmeye gitmiĢtir.36 Ġbnu‟l-Enbârî
(ö.328/939) üçlü bir taksimi esas almıĢ ve bunları “vakf-ı tâm”, “vakf-ı hasen leyse bi-
tâm”, ve “vakf-ı kabîh leyse bi-hasen ve-lâ tâm” Ģeklinde isimlendirmiĢtir.37 Secâvendî
(ö.560/1164)–ileride detaylı bir Ģekilde ele alacağımız gibi- “vakf-ı lâzım”, “vakf-ı
mutlak”, “vakf-ı caiz”, “vakf-ı mücevvez li vech”, “vakf-ı murahhas darûraten” ve “mâ
lâ yecûzu‟l-vakf” Ģeklinde altılı bir taksimatı esas almıĢ;38 UĢmûnî ö.918/1513) ise
beĢli taksimatı esas almıĢ ve bunları “tâm/etemm”, “kâfi/ekfâ”, “hasen/ahsen”,
“salih/aslah”, “kabîh/akbeh” Ģeklinde isimlendirmiĢtir.39

Bu Ģekilde âlimlerimiz vakf çeĢitlerinin taksiminde farklı değerlendirmelere


gittikleri gibi vakf tercihlerinin neye göre olacağı hususunda da muhtelif bakıĢ açılarını
esas almıĢlardır. Bu çerçevede bazıları ayet sonu olmayı, bazıları mananın
tamamlanmasını bazıları ise nefes durumunu dikkate almıĢtır. Zira bir kısım ulema

34
Safâkusî, Tenbîhü‟l-Ğâfilîn, s. 130-131. Kaynaklarda daha baĢka vakf çeĢitlerinden de söz
edilmektedir. Hz. Peygamber‟in s.a.s dua maksadıyla yaptığı vakflar “vakf-ı gufrân”, Hz.
Cebrâil‟in vahiy esnasında yapmıĢ olduğu vakıflar “vakf-ı Cibril/vakf-ı münzel”, Hz. Peygamber‟in
(s.a.v. mutlak olarak vakfettiği yerler “vakf-ı Nebî”, vakfedilmeden anlaĢılmayacak bir manayı
ortaya çıkarmak maksadıyla yapılan vakf “vakf-ı beyân”, ayet içerisinde ifadenin anlatımında
birbirine alternatif iki farklı noktanın belirtildiği vakf “vakf-ı muânaka” olarak isimlendirilmiĢtir.
Bkz. Temel, Kur‟an Kıraatında Vakf ve Ġbtidâ, s. 82-84; Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in
AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın Rolü, s.83-86.
35
rabâvî, Ferğalî Seyyid, Merviyyatu‟l-Hâfız Ġbnü‟l-Cezerî fi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ min Kitâbi‟t-
Temhîd ve‟n-NeĢr, DımeĢk: 2009 s.21.
36
Dânî, el-Müktefâ, s.138 vd.
37
Ġbnü„l-Enbârî, Îzâhu‟l-vakfi ve‟l-Ġbtidâ, s.102-103.
38
Ebû bdullah Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, Ġlelu‟l-vukûf, Riyad: Mektebetu‟r-RüĢd, 1994,
s.116 vd.
39
Ahmed b. Muhammed b. Abdulkerim el-UĢmûnî, Menâru‟l-Hudâ fî Beyâni‟l-Vakfi ve‟l-Ġbtidâ,
Mısır: 1973, s.10.

16
kelamın tamam olmasını dikkate almaksızın ayet sonlarında mutlak surette vakıf
yapılması gerektiğini belirtmiĢler ve bu görüĢlerini de Hz. Peygamberin s.a.v.) Fatiha
suresini ayet sonlarında vakfederek okuduğu yönünde Ümmü Seleme‟den ö.62/681
r.anhâ gelen rivayetle temellendirme yoluna gitmiĢlerdir. Bazıları ise tam tersine lafız-
mana iliĢkisini esas almıĢ ve lafız-mana iliĢkisinin tamamlandığı yerde vakfa gidileceği
görüĢünü benimsemiĢlerdir. Kur‟ân‟ın tamamını tek bir metin olarak değerlendiren ve
lafız-mana iliĢkisi ne olursa olsun mümkün olan en uzun miktarı okumayı uygun
görenler de olmuĢtur. Zekeriyya el-Ensârî ö.926/1520 ise asıl olanın mana olduğunu,
gerek ayet sonunun gerekse nefes durumunun buna tabi olması gerektiğini belirtmiĢ ve
Ģöyle demiĢtir:

“Bazen ayet ortalarında vakıf yapmak daha güzel olsa da ayet sonlarında
vakfetmek daha uygundur; ama her ayet sonu vakf mahalli değildir. ksine mana
muteberdir ve nefes de ona tabidir. Kur‟an okuyan kiĢi, vakfa elveriĢli bir yere kadar
okuduğunda nefesi yetiyorsa bir sonraki uygun vakf yerine kadar tilavete devam etmeli,
Ģayet nefesi yetmiyorsa ikincisine geçmemelidir.”40

2. SECÂVENDÎ‟NĠN VAKF SĠSTEMĠ VE VAKF-I LÂ

Bu bölümün mihverini Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ


sistemini genel hatlarıyla tanıtmak oluĢturuyor olsa da, bunun öncesinde Secâvendî‟nin
biyografisi hakkında kısa bir bilgi vermemiz yerinde olacaktır. Bu noktada hemen Ģunu
ifade etmek gerekir ki iyi tanınan ve eserleri sonraki dönemlere intikal etmiĢ olan bir
âlim olmasına rağmen Secâvendî hakkındaki biyografik bilgiler son derece sınırlıdır ve
onun Ģöhreti ile mütenasip değildir. Dolayısıyla burada aktaracağımız bilgilerin az
oluĢu, bizim Secâvendî‟nin biyografisi hakkında icmali bir bilgi aktarma yoluna
gittiğimizden değil, onun biyografisine dair kaynaklarda geçen bilgilerin azlığından
dolayıdır. Zira Secâvendî‟nin hayatı hakkında en kapsamlı bilgiye yer veren müellif
olan Ġbnü‟l-Kıftî‟nin ö.646/1248 verdiği bilgiler dahi oldukça kısıtlıdır ve birkaç satırı
geçmemektedir. Zehebî ö.748/1348 ve Ġbnü‟l-Cezerî gibi âlimler ise Ġbnü‟l-Kıftî‟nin
verdiği bilgilerin üzerine yeni bir Ģey ilave edememiĢlerdir.

40
Ebu Yahya Zekerriya el-Ensârî, el-Muksıd li telhîsi mâ fi‟l-MürĢid, Mısır: 1973, s.3.

17
Tabakat literatüründe hakkında kayda değer bir bilginin bulunmaması
Secâvendî‟nin ilmî birikiminin kaynaklarını tespit etme imkânı vermediği gibi41 vefat
tarihi ile ilgili olarak da kısmi bir kapalılığa yol vermektedir. Zira Ġbnu‟l-Kıftî,
Secâvendî‟nin vefat tarihi olarak net bir tarihten bahsetmemiĢ ve “altıncı asrın ortaları”
42
gibi müphem bir ifade kullanmıĢtır. Bu yöndeki en titiz belirleme Safedî‟den ö.
764/1363 gelmiĢtir. Safedî vefat tarihi olarak h.560 yılını zikretmiĢ, sonraki müellifler
de bu bilgiyi esas almıĢlardır.43 Öte yandan kaynaklar Secâvendî‟nin ilim
yolculuklarından, hocalarından ve talebelerinden de bahsetmemiĢlerdir.44 Bu bilgi
eksikliği âlimleri, Secâvendî‟yi daha ziyade eserleri üzerinden tanıtma yoluna
sevketmiĢtir. Sözgelimi Ġbnu‟l-Kıftî, onun bir tefsirinin olduğundan söz etmiĢ ve bu
eserin hacmi küçük olmakla birlikte önemli ve faydalı yönler içerdiğinin altını
çizmiĢtir.45

Kaynaklarda geçen sınırlı bilgilere göre Secâvendî, hicrî altıncı asrın


ortalarında Sistan bölgesinde Kâbil ile Gazne arasında bir yerleĢim birimi olan
Segavend‟de gümüzde fganistan‟ın doğusuna düĢmektedir doğmuĢtur ve buraya
nispetle de Secâvendî olarak anılmıĢtır. Tam ismi Ebû bdullah Ebû Ca‟fer
Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî el-Gaznevî‟dir.

Secâvendî‟nin eserlerine gelince kaynaklarda Ģu eserlerinin varlığına iĢaret


edilmektedir: 1 Ğarâibu‟l-Kur‟ân 2 Ma‟rifetü ahzâbi‟l-Kur‟ân ve ensâfihi ve erbâihî
ve eczâih 3 el-Vakf ve‟l-Ġbtidâu‟s-Sağîr 4 Ġlelu‟l-Kıraât 5 Ġlelü‟l-Vukûf 6 ynü‟l-
Me‟ânî fî Tefsîri‟s-Seb‟i‟l-Mesânî. Bunlar içinde en öne çıkan iki eserinin Ġlelü’l-Vukûf
ile Aynü’l-Me’ânî fî Tefsîri’s-Seb’i’l-Mesânî isimli eserleri olduğu söylenebilir.
Haddizatında diğer eserlerinin günümüze ulaĢtığı yönünde kesin bir Ģey söylemek
mümkün değildir. Ġlelü’l-Vukûf eseri46 vakf-ibtidâ sahasının öncü metinlerinden biridir.

41
Ġbnu‟l-Cezerî, Gâyetü‟n-Nihâye fî Tabakâti‟l-Kurrâ, Beyrut: Dârul-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1982, II,
157.
42
Cemaleddin Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât alâ Enbahi‟n-Nuhât, Kahire: Dâru‟l-Kütübü‟l-Mısriyye,
1955, III, 153.
43
Ebu‟s-Sâfâ Salâhuddin Halil b. Ġzziddîn es-Safedî, Kitâbü‟l-Vâfî bi‟l-Vefeyât, Berlin: Das
Arabsche Buch, 1981, III, 178.
44
Ġbnu‟l-Cezerî, Gâyetü‟n-Nihâye, II, 157.
45
Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât, III, 153.
46
Secâvendî, Ġlelu‟l- vukûf, nĢr. Muhammed b. bdullah b. Muhammed el- „Îdî, Riyad: Mektebetü‟r-
RüĢd, I-III, 1994.

18
ÇalıĢmamızın mihverini oluĢturan bu çalıĢma bir sonraki baĢlıkta müstakil olarak
incelenecektir. Aynü’l-Meânî isimli tefsirine gelince bu, Ġbnü‟l-Kıftî‟nin ifadesiyle,
sonraki dönemde kaleme alınmıĢ olan çok sayıdaki tefsire kaynaklık etmiĢtir. Mekkî-
Medenî, nâsih-mensûh, esbâb-ı nüzul ve ahkâm gibi klasik tefsir anlayıĢının temel
özelliklerini yansıtıyor olmanın ötesinde, özellikle kıraat imamları ve ravileri ile ilgili
bilgilere, kıraat farklılıklarına ve vakf yerleri ile ilgili açıklamalara değinmek gibi
ayırıcı özelliklere sahiptir.47

Secâvendî‟nin vakf ibtidâ sistemine gelince vakf-ibtidâ alanında kaleme


alınmıĢ önceki eserlerin bıraktığı boĢluğu doldurmak üzere telif ettiğini ifade ettiği
Ġlelü’l-Vukûf isimli eserinde48 Secâvendî, bir mukaddime çerçevesinde öncelikle vakf-
ibtidâ sisteminin tanıtımını yapmıĢtır. Bu çerçevede vakfa uygunluk açısından beĢ vakf
türünün varlığından bahsetmiĢ ve bunları sırasıyla “vakf-ı lâzım”, “vakf-ı mutlak”,
“vakf-ı câiz”, “vakf-ı mücevvez li vechin”, “vakf-ı murahhas zarûraten” Ģeklinde
isimlendirmiĢtir. Bunlara ilave olarak “mâ lâ yecûzü‟l-vakfü aleyh” baĢlığı altında vakfa
uygun olmama halinden bahsetmiĢ olan Secâvendî, mukaddimesini, söz konusu vakf
türlerini göstermek amacıyla kullandığı remizler ile “kellâ” edatının vakf durumu
hakkındaki açıklamalarıyla sonlandırmıĢtır. Mukaddimenin ardından Secâvendî, mushaf
tertibine göre, Kur‟an ibarelerini ve cümlelerini vakf durumları itibariyle tahlile tabi
tutmuĢ, bu yerlerin hangi tür vakfa konu olduğundan bahsetmiĢ ve bunu ilgili remizlerle
de göstermiĢtir.49

Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ sistemini Ġlelü’l-Vukûf‟un mukaddimesi üzerinden


daha derinlikli ve tafsilatlı bir okumaya tabi tutmak, çalıĢmamız açısından bir
zorunluluktur. Çünkü Secâvendî‟nin zikri geçen vakf taksimatı ile çalıĢmamıza esas
teĢkil eden vakf-ı lâ ile ilgili temel yaklaĢımının bütüncül bir bakıĢla tespiti bu sayede
mümkün olacak ve bu tespit de çalıĢmamızın ileriki bölümlerindeki analiz ve
değerlendirmelerimize esas teĢkil edecektir.

47
Ġbnu„l-Kıftî, Ġnbahu'r-Ruvât, III, 153.
48
Secâvendî, Ġlelu‟l- vukuf, I, 103-105. Bu çerçevede Secâvendî „nin öne çıkan vakf-ibtidâ müellefâtı
içerisinde sadece Ebû Nasr Mansûr b. Ġbrâhim el-Irâkî‟nin el-Makâti’ ve’l-Mebâdii’i ile Ebû
Muhammed e-Ummânî‟nin el-Murşid‟inden bahsetmesi ve Ġbnü‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî gibi
müelliflerin eserlerinden hiç söz etmemesi dikkat çekicidir. Bkz. Ġlelu‟l-Vukûf, I, 103-105.
49
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 169 vd.

19
Secâvendî‟nin vakf sistemini daha iyi anlayabilmek için ona ait tasnifteki Ģu
vakf türlerinin ifade ettiği manaları zikretmek faydalı olacaktır:

2.1.Vakf-ı Lâzım

Öncelikle Ģunu belirtmek gerekir ki “vakf-ı lâzım” Ģeklinde bir


kavramlaĢtırmaya giden ve böyle bir vakf türünden ilk bahseden kimse Secâvendî
olmuĢtur. Böyle olduğu içindir ki Ġbnu‟-l Cezerî, Suyûtî, UĢmûnî gibi sonraki âlimler bu
kavramı Secâvendî‟ye nispet etmiĢlerdir.50 Bu vakıf türünün cumhurun tasnifinde hangi
vakf türüne tekabül ettiği hususunda da farklı görüĢler dillendirilmiĢtir. Bu çerçevede
“vakf-ı tâm”a karĢılık geldiğini söyleyenler olduğu gibi bunun cumhurun sistemindeki
muayyen bir vakf türü ile birebir örtüĢmediği, “vakf-ı kâfi” ve “vakf-ı hasen”i de içine
alacak bir geniĢlikte olduğundan bahsedenler de olmuĢtur.51

Vakf-ı lâzım‟ın tamınına gelince her ne kadar Secâvendî bu vakf türü ile ilgili
derli toplu bir tanım vermese de açıklamalarından onu “vasıl yapılması durumunda
anlam ihlaline yol açacak nitelikteki yerlerde yapılması gereken vakf” Ģeklinde
değerlendirdiği anlaĢılmaktadır. Zira bu vakf türünün ilk örneği olarak Bakara 2/8
ayetinin sonunu gösteren Secâvendî, ilgili ayetin sonunda yer alan َٓ١ ِِ۪ٕ ‫ َِخ ُ٘ ُْ رِّ ُْئ‬َٚ
ۚ َُِٕ ‫َٓ ٰح‬٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ َ‫حّٰلل‬
ifadesinde vakf yapılmasını zorunlu addetmektedir. Ona göre ‫ح‬ٛ ‫َْ ه‬ُٛ‫ُ َخخ ِدػ‬٠
‫َْ ه‬ُٛ‫ُ َخخ ِدػ‬٠
Ģeklindeki bir sonraki ayete vasledilmesi durumunda َ‫حّٰلل‬ cümlesi َٓ١ ِِ۪ٕ ‫ِرّ ُْئ‬
ifadesinin sıfatı olabilecektir ki bu da söz konusu kimselerden “ llah‟ı aldatmaya
çalıĢma” Ģeklindeki yaklaĢımı olumsuzlamayı ve “aldatmaya kalkıĢmalarıyla birlikte
mümin olabilecekleri” anlamını içermektedir. Oysa bu ayetlerde llah Teala o
kimselerden imanı olumsuzlamakta ve llah‟ı aldatmaya kalktıklarını ortaya
koymaktadır. Bir baĢka ifade ile bu iki ayet söz konusu kimseler hakkında imanın
olumsuzlanması ve aldatmanın isbatı yönünde bir mana içerirken, vasıl yapılması
durumunda imanın ikrarı ve aldatmanın olumsuzlanması yönünde bir anlam içerir hale

50
Ġsmail Sadık, bdurrahîm Ġsmail, el-Vakfu‟l-Lâzım fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Kahire: Dâru‟l-Besâir,
2008, s. 56.
51
Husarî, Ahkâmu kırâati‟l- Kur‟âni‟l-Kerîm, s. 254. Bu görüĢü destekler mahiyette bkz.
Muhammed CoĢkun, Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları Çerçevesinde
Secâvendî‟nin Vakıf Sisteminin Değerlendirilmesi, yayınlanmamıĢ tebliğ , DĠB. Uluslararası
Kıraat Sempozyumu, Ġstanbul, 2017, s.5.

20
gelecektir ki bu da ayetin anlamını tersine çevirmek olmaktadır. 52 Secâvendî Bakara
2/253 ayetindeki ‫ َرؼْغ‬ٍَٰٝ ‫ ُْ ػ‬ُٙ ‫ؼ‬
َ ‫ؼ ٍْ َٕخ رَ ْؼ‬ ُ ُّ‫ طِ ٍْهَ حٌش‬ifadesinin sonundaki ‫ رَؼْغ‬kelimesindeki
َّ َ‫ع ًُ ف‬
vakf ile Nisa 4/171 ayetindeki ‫ٌَذ‬َٚ ٌَُٗ َُْٛ‫ى‬٠َ ْْ َ ‫ع ْزسَخَٔ ُُٓٗ ح‬
ُ ifadesinin sonunda vakfedilmesini de
bu kapsamda değerlendirmiĢ ve her iki yerle ilgili olarak da “Ģayet vasledilmiĢ olsa”
Ģeklindeki kayıtlarla bu yerlerde vakfın değil de vaslın tercih edilmesi durumunda
anlamın tersyüz olacağına iĢaret etmiĢtir.53 Kendinden önceki cümlenin zarfı mef‟ûlün
fîh konumunda olmadığı halde, vasledilmesi durumunda zarf gibi algılanma ihtimali
olan ‫ ار‬edatlarının öncesinde de mutlak surette vakfa gidilmesi gerektiğinden bahseden
Secâvendî,54 vasıl halinde ayetin ifade ettiği anlama zıt bir anlamın oluĢma ihtimali
bulunan yerlerin tamamındaki vakfı bu kabilden değerlendirmiĢtir.55

2.2. Vakf-ı Mutlak

Secâvendî bu vakf türünü “Kendisinden sonrası ile ibtidâda bulunmanın


hasen/uygun olduğu Ģey”56 olarak tanımlamıĢ ve Ģu yapıları bu kapsamda
değerlendirmiĢtir: 1 Ġsim cümlesi 2 BaĢlangıç bildiren fiil 3 Mefulü hazfedilmiĢ
mastar cümleleri 4 ġart cümleleri 5 Mukadder bir soru edatını içeren cümleler 6
Olumsuzluk bildiren ifadeler (7) ْ‫ ا‬edatı ile baĢlayan cümleler 8 Mekûlü‟l-kavl
konumunda olan cümleler 9 Kip değiĢikliğini içeren cümleler. Bu değiĢiklik haber
kipinden tahkiye kipine, tahkiye kipinden haber kipine, maziden muzariye, muzariden
maziye, istihbâr kipinden ihbar kipine geçiĢ Ģeklinde olabilir.57 Secâvendî‟nin zikrettiği
bu ifade yapıları incelendiğinde onun baĢlı baĢına müstakil bir cümle olma vasfını
taĢıyan ve sonrasında da yine aynı özellikte bir cümle yapısı bulunan yerlerdeki vakfı bu
kapsamda değerlendirdiği anlaĢılmaktadır.

Secâvendî‟nin vakf-ı mutlak kabilinden addettiği yerlerle ilgili açıklamalarına


bakıldığında, genellikle, o yerde niye bu tarz bir vakfa gidilmesi gerektiğini
gerekçelendirmeye yönelik herhangi bir beyanda bulunmadığı görülür. Oysa diğer vakf
türleriyle ilgili açıklamalarında Secâvendî talile gitmekte ve yorumda bulunmaktadır.

52
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 180-181.
53
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 109-112.
54
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 113.
55
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 113 vd.
56
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 116.
57
Secâvendî, Ġlelü‟l-Vukûf, I, 116-127.

21
Secâvendî‟nin vakf-ı mutlaka dair verdiği hükümlerin genelinde herhangi bir illet
belirtmeden sadece remiz göstermekle yetinme Ģeklindeki bu tavrı dikkat çekicidir,
dolayısıyla da izaha muhtaçtır.58 Her ne kadar açıklamalarında bu yönde bir tespite
gitmeyi mümkün kılacak bir kayda rastlayamamıĢ olsak da, Secâvendî‟nin bu vakf
türünü talile elveriĢli olmaması yönüyle vakf-ı mutlak olarak isimlendirmiĢ olması da
muhtemel görünmektedir.

2.3. Vakf-ı Câiz

Secâvendî bu vakf türünü “Vaslı da vakfı da gerektiren durumların cezbedici


tecâzüb özellikte olmasına bağlı olarak vaslın da vakfın da caiz/mümkün olduğu Ģey”
59
olarak tarif etmiĢ ve bu özellikte olan cümle tiplerine dair örnekler vermiĢtir.
Sözgelimi Secâvendî‟ye göre Bakara 2/4 ayetindeki ْٓ ِِ ‫ َُِٓخ ح ُ ْٔ ِض َي‬َٚ َ‫ْه‬١ٌَِ‫َْ رِ َُّٓخ ح ُ ْٔ ِض َي ح‬ُِِٕٛ ‫ ُْئ‬٠ َٓ٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ
َ‫ لَ ْز ٍِ ۚه‬ifadesinin sonunda yapılacak vakf, vakf-ı caiz olacaktır. Zira devamında gelen
ٰ ْ ‫ ِر‬َٚ ifadesindeki „vâv‟, atıf harfi olduğu için bunu öncesine vasletmek
َُِْٕٛ‫ل‬ُٛ٠ ُْ ُ٘ ‫خال ِخ َش ِس‬
mümkündür. Fakat َْٕٛ‫ُ ِم‬٠ ُْ ُ٘ ‫رخألخش ِس‬ ِ ‫ و‬ifadesinde mef‟ul öne geçtiği için bu cümlenin nazım
ْ ‫ِخ أ ْٔض َي‬ٚ ‫ه‬١ٌ‫ْ رِّخ أ ُ ْٔ ِض َي ا‬ِٕٛ‫ُئ‬٠ ٓ٠‫ حٌز‬ٚ ifadesinin nazım yapısından farklıdır ki bu
yapısı َ‫ِٓ لز ٍِه‬
da iki cümle arasını ayırmayı icap ettirir. ĠĢte her iki ihtimalin varlığı ve bunlardan birini
diğerine tercih etmenin imkansızlığı vaslı da vakfı da mümkün kılmaktadır.60

Secâvendî‟nin bu vakf türüne yaklaĢımında dikkati çeken bazı hususlar


bulunmaktadır. Sözgelimi Secâvendî bu vakf türü ile ilgili olarak yaptığı yukarıdaki
tanımda vakf ve vaslın mümkün olduğundan bahsetmiĢ ve bunlar arasında bir tercihe
gitmenin imkanından söz etmemiĢ olsa da, bu vakf türüne örnek gösterdiği yerlerde
serdetmiĢ olduğu izahlarda, kimi vakf veya vasıl hallerinden birini öne çıkaran ve daha
kuvvetli gösteren değerlendirmelerde de bulunmuĢtur. Dolayısıyla Secâvendî‟nin vakf-ı
câiz kategorisinde değerlendirdiği yerleri kendi içinde üçe ayırmak mümkündür: 1
Vakf ve vaslın eĢit düzeyde olduğu yerler. 2 Vakfın evla olduğu yerler 3 Vaslın evla
olduğu yerler.61 Ġskelet olarak Secâvendî‟nin sistemini esas almıĢ olan Fehd

58
Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın Rolü, s.137.
59
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 128.
60
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 128.
61
Detaylı bilgi için bkz. Receb Koyuncu, Kur‟an-ı Kerim‟in AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın
Rolü, s.138

22
Mushafı‟nda, vakf-ı câiz‟in bu Ģekilde üçlü bir taksime tabi tutulmuĢ olması da bu
tespiti teyit etmektedir. Zira anılan mushafta vakfın ve vaslın eĢit düzeyde caiz olduğu
yerler Secâvendî‟nin vakf-ı câiz için kullandığı „‫ ‟ج‬sembolü ile gösterilmiĢ, vakf ve
vasıl caiz olmakla birlikte vakfın evla olduğu yerler “ٍٝ‫”ل‬, her iki durum caiz olmakla
birlikte vaslın câiz olduğu yerler ise “ٍٝ‫ ”ط‬sembolü ile belirtilmiĢtir. Bu vakf türünde
uygulamada genellikle vakf yönünde bir tercihe gidilmiĢ olmasının62 ardında da, vakf-ı
câiz kapsamında değerlendirilen yerlerin vakf-vasıl hükmünün aynı olmamasının yattığı
söylenebilir.

Secâvendî‟nin açıklamalarında dikkati çeken bir diğer husus ise vakfla ilgili
tanımında tecâzüb (‫ )طدخرد‬kavramını kullanmıĢ olmasıdır. Bilindiği üzere bu kavram
öncesiyle de sonrasıyla da irtibatlandırılması mümkün olan, ancak bunlardan biri ile
irtibatı kurulduğunda diğeri ile irtibatı kopan ifade öbeklerindeki vakf durumu için
kullanılmıĢ bir kavramdır. Zira bu vakf durumu, “vakf-ı muânaka”, “vakf-ı murâkabe”,
“vakf-ı tezâd”, “vakf-ı telâzüm” ve “vakf-ı tecâzüb” gibi farklı isimlerle ve kavramlarla
anılmıĢtır. Ġbnü‟l-Cezerî‟nin ifadesine göre ilk olarak Ebû‟l-Fadl er-Râzî‟nin v.
454/1062 “murâkabe” kavramıyla kendinden söz ettiği bu vakf türünden63
Secâvendî‟nin müstakil olarak bahsetmediği bir gerçektir. ncak Secâvendî‟nin vakf-ı
câiz ile ilgili tanımında geçen “tecâzüb” ifadesi, onun, vakf-ı muânaka kabilinden olan
yerleri de bu kapsamda zikretmiĢ olduğu yönünde bir tespite gitmeyi mümkün
kılmaktadır. Nitekim vakf-ı muânaka kapmasında değerlendirilen yerlerin büyük
bölümünün Secâvendî‟nin sisteminde vakf-ı câiz olarak değerlendirilmiĢ olması da bu
çıkarımı destekler durmaktadır.

2.4.Vakf-ı Mücevvez li-Vech

Secâvendî mukaddimedeki açıklamalarında bu vakf türünün tanımı ve tarifi


üzerinde herhangi bir beyanda bulunmamıĢ, sadece birkaç örnek üzerinden izaha
çalıĢmıĢtır. Bu örnekler üzerindeki açıklamalarından vakf-ı mücevvez li-vech ile ilgili

62
liyyü„l-Karî, Sultan Muhammed, el-Minehu‟l-Fikriyye Ģerhu Mukaddimeti‟l-Cezerîyye, nĢr.
bdulkavîy bdulmecîd, Medine: Mektebetu‟d-Dâr, 1998, s.265; Ġsmail Karaçam, Kur‟an‟ın
Faziletleri ve Okuma Kaideleri, Ġstanbul: ĠF V Yayınları, 2016, s.334; Temel, Kur‟an
Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s.77; burrahman Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, Bursa: Emin Yay.,
2008, s.269; Pakdil, Tecvid, s.243.
63
Ġbnü‟l-Cezerî, en-NeĢr, I, 237-238.

23
Ģöyle bir tanıma ulaĢmak mümkün görünmektedir: “Esas itibariyle vasıl daha uygun
olmakla birlikte, i‟rab bakımından tevili yapılabilecek bir yönü olması hasebiyle vakfın
ْ ‫َٓ ح‬٠ ۪‫ ٰ ٌُٓ ِجهَ حٌَّز‬ٚ۬ ُ ‫ح‬
da caiz olabileceği vakf türüdür.”64 Sözgelimi Bakara 2/86 ayetinde ‫ُ ح‬ٚ‫شظ َ َش‬
‫خال ِخ َش ِۘ ِس‬
ٰ ْ ‫خ ِر‬١َ ْٔ ُّ‫سَ حٌذ‬ٛ١َٰ ‫ ْحٌس‬ifadesinden sonra gelen َْٚ‫ظش‬
َ ْٕ ٠ ُْ ُ٘ ‫ال‬ٚ ُ‫ُُ حٌ َؼزحد‬ْٕٙ ‫ُخ َّففُ ػ‬٠‫ فال‬cümlesinin
baĢındaki „fâ‟ harfi hakiki anlamda Ģart-cevabı ifade etmese de anlam itibariyle Ģart-
cevap iliĢkisini içermektedir ki bu da vaslı icap ettirmektedir. Fakat ‫خفف‬٠ ‫ فال‬fiilinin söz
baĢı olabilecek bir yapıda olması, ‫ رخألخشس‬lafzında vakfedip iki cümleyi birbirinden
ayırma yönünde bir imkân sunmaktadır.65 Secâvendî‟nin ilgili ayetin geçtiği yerdeki Ģu
açıklaması da mukaddimedeki beyanlarının ihtisarı niteliğindedir: “Çünkü fiil ifade
baĢıdır, takibiyye „fâ‟sı ise cevap ifade eder.”66

Secâvendî bu vakf türüne örnek olarak Bakara 2/89 ayetindeki ‫ا‬ُٛ‫فٍَََّّخ َُٓخخ َء ُ٘ ُْ َِخ ػ ََشف‬
ِۘ ِ۪ٗ‫ح ر‬ٚ‫ َوفَ ُش‬ifadesinin sonunu gösterir. Onun ifadesine göre devamında gelen ‫حّٰلل‬ ِ ‫فٍََ ْؼَٕشُ ه‬
ifadesinin baĢındaki „fâ‟ vaslı daha kuvvetli kılmaktadır, fakat ِ‫حّٰلل‬ ‫ فٍََ ْؼَٕشُ ه‬Ģeklindeki
baĢlangıç ifadesinin yapısı zayıf da olsa vakfa imkân veren bir yön içermektedir.”67
Bazı tecvit yazarlarının “ta‟kibiyyet ve Ģart-cevap iliĢkisi, istinafiyyeden daha güçlü
olduğu için vakf caiz olmakla birlikte uygulamada vasıl evlâ görülmüĢtür.”68 tarzındaki
değerlendirmeleri, Secâvendî‟nin yukarıdaki izahından mülhem gözükmektedir. Zira
Secâvendî, vaslı daha kuvvetli görmüĢ, zayıf olmakla birlikte vakfı icap ettiren bir
gerekçenin varlığından da bahsetmiĢtir.

2.5. Vakf-ı Murahhas Zarûreten

Secâvendî bu vakf türünü “Uzunca bir cümle yapısına sahip olan yerlerde,
ifadenin sonrası öncesinden bağımsız olmadığı halde, nefesin yetmemesi gibi bir
zorunluluktan dolayı vakfa izin verilmesidir; vakfedilmesi durumunda da, sonrasındaki
ifade anlamlı bir cümle olduğu için geriden alınmasına gerek yoktur.”69 Ģeklinde
tanımlamıĢtır. Ona göre sözgelimi Bakara 2/22 ayetinde ‫ رٕخ ًء‬kelimesinde vakfedilmesi

64
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130. yrıca bkz. Tayyâr, Vukûfu‟l-Kurân, s.189; MaĢalı, Tarihi ve
Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.149.
65
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130.
66
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 214.
67
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 130.
68
Karaçam, Kur‟an-ı Kerim‟in Faziletleri, s.334; Temel, Kur‟an Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s.77;
Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, s.269; Pakdil, Tecvid, s.243.
69
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131.

24
durumunda, devamındaki ‫حَ ْٔ َض َي‬َٚ kelimesi ifadenin öncesinden bağımsız değildir. Çünkü
‫ أٔضي‬fiilinin faili, daha önce geçen ُُ ‫َس َّر ُى‬ kelimesine giden bir zamirdir. Ancak ‫رٕخء‬
kelimesinde vakfedilmesi halinde ‫أٔضي‬ٚ ile baĢlayan cümle baĢlı baĢına anlamlı bir
cümledir. Zira her ne kadar fail açıkça zikredilmese de gizli bir zamirden ibarettir.70
Secâvendî‟ye göre Bakara 2/27 ayetindeki ٗ‫ثخل‬١ِ kelimesinde yapılacak vakf da böyledir.
Zira her ne kadar َُْٛ‫َ ْم َطؼ‬٠َٚ ile baĢlayan cümle öncesindeki cümleye matuf olup faili de
ُ ُ‫َ ْٕم‬٠ fiilindeki zamire gidiyor olsa da, öncesinden bağımsız olarak okunduğunda
َْٛ‫ؼ‬
anlamlı bir cümle oluĢmaktadır.71 Secâvendî‟nin zikri geçen tarifinden ve serdettiği
örneklerden anlaĢıldığı üzere burada vakfa yol açan ana sebep, nefes zaruretidir; bu da
böyle bir zaruret olmaması durumunda vaslın daha uygun olacağı anlamına gelir. Böyle
olduğu içindir ki liyyü‟l-Kârî, bu vakf türünde vakfın caiz, vaslın evlâ olduğundan
bahsetmiĢtir.72

2.6. Mâ Lâ Yecûzü‟l-Vakf (Vakf-ı Lâ)

Daha önce de söylenildiği üzere Secâvendî, Ġlelü’l-Vukûf‟un mukaddimesinde


bu Ģekilde beĢ vakf türünün varlığından bahsetmiĢtir. Bu yöndeki açıklamalarının
akabinde Secâvendî, “mâ lâ yecûzü‟l-vakf” Ģeklinde bir baĢlık açmıĢ ve vakf
yapılmaması gereken durumları izaha yönelmiĢtir.73 Secâvenndî‟nin ‫ ال‬sembolü ile iĢaret
ettiği,74 bundan mülhem olarak da sonrakilerin “vakf-ı lâ” ve “vakf-ı memnû” olarak
isimlendirdiği bu hususların75 bir vakf olarak değerlendirilmesi mecazi bir
değerlendirmedir. Çünkü vakfa elveriĢli olmayan bir yer ve durum hakkında “vakf”
kavramının kullanılması, yalnızca, herhangi bir sebepten ötürü vakfedilecek olması
halinde bunun hükmünün ne olacağını ifade etmeyi amaçlamaya matuf gözükmektedir.
Nitekim Secâvendî‟nin herhangi bir kavramlaĢtırma ve tanımlamaya gitmeden vakfın
caiz/mümkün olmadığı yerleri sayma yoluna gitmiĢ olması da bunu destekler
mahiyettedir. Bütün bunlar göstermektedir ki Secâvendî‟nin vakf-ibtidâ sistemi esas

70
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131.
71
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf I, 131-132.
72
liyyü‟l-Kârî, el-Minehü‟l- fikriyye, s.265. yrıca bkz. Karaçam, Kur‟an-ı Kerim‟in Faziletleri,
s.334; Temel, Kur‟an Kıraatinde Vakf ve Ġbtidâ, s .78; Çetin, Kur‟ân Okuma Esasları, s.269;
Pakdil, Tecvid, s.243.
73
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132.
74
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 169.
75
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.178,195.

25
itibariyle beĢ vakf türünü içermektedir. Secâvendî‟nin sistemi ile ilgili açıklamalarda
bulunan Süyûtî‟nin de beĢ vakıf çeĢidinden bahsediyor oluĢu bunu teyit etmektedir.76
Nitekim böyle olduğu için olsa gerek ki Secâvendî‟nin ‫لف‬ٌٛ‫ص ح‬ٛ‫د‬٠ ‫ ِخ ال‬baĢlığı altındaki
açıklamalarını “vakf-ı murahhas zaruraten”in bir alt türü olarak kabul eden âlimler de
olmuĢtur. Bu âlimlere göre vakf yapıldığında, devamından ibtidâ yapılabilecek yerler
vakf-ı murahhas, devamından ibtidânın uygun olmadığı yerler ise mâ lâ yecûzü‟l-vakf
olmaktadır.77

Secâvendî “mâ lâ yecûzü‟l-vakf” kapsamında değerlendirilebilecek hususların


ve bunu icap ettiren durumların sayılamayacak kadar çok olduğunu söylemiĢ, hal böyle
olmakla birlikte Ģu hususların mutlak surette zikredilmesi gerektiğinden söz etmiĢtir.78
Ona göre Ģu ifade birimleri arasında yapılacak vakflar bu kabildendir: 1 ġart ve ceza
arasında ki Ģartın muahhar veya mukaddem olması durumu değiĢtirmez. 2 Bedel ile
mübdel minh arasında. 3 Mübteda ile haber arasında. 4 Sıfat ile mevsuf arasında. 5
tfa konu olan ile onun atfedildiği ifade arasında. 6 Âmil ile ma‟mul arasında. 7
Cerr edatı ile mecrur arasında. 8 Müstesna ile müstesna minh arasında.79
Secâvendî‟nin zikrettiği bu hususlar dikkate alındığında sonrası ile lafız yönünden
kuvvetli alakası bulunan ve bu sebepten mananın tamam olmadığı yerleri bu kapsamda
değerlendirdiği anlaĢılmaktadır.

Secâvendî‟nin zikrettiği bu hususlar ile önceki vakf-ibtidâ âlimlerinin “vakf-ı


kabîh” olarak değerlendirdikleri yerler arasında bir kıyaslamaya gidecek olursak,
Secâvendî ile Ġbnu‟l-Enbârî arasında ciddi bir paralelliğin varlığından bahsetmek
mümkün gözükmektedir. Her ne kadar Secâvendî, Ġbnü‟l-Enbârî gibi vakf-ı kabih
Ģeklinde bir vakf türünden bahsetmemiĢ olsa da, “mâ lâ yecûzü‟l-vakf” kapsamında
değerlendirdiği hususlar ile Ġbnü‟l-Enbârî‟nin “vakf-ı kabih leyse bi hasen ve-lâ tâm”
kapsamında değerlendirdiği hususlar arasında kayda değer bir örtüĢme dikkati
çekmektedir. Zira Ġbnü‟l-Enbârî vakf-ı tâm ve vakf-ı hasen dıĢında kaldığı için vakf-ı

76
Suyûtî, el-Ġtkân, I, 183.
77
CoĢkun, Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları Çerçevesinde Secâvendî‟nin Vakıf
Sisteminin Değerlendirilmesi, s.12.
78
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132.
79
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 132 vd.

26
kabîh olarak değerlendirdiği, dolayısıyla durulmaması gerektiğini belirttiği yerleri toplu
olarak Ģu Ģekilde vermektedir:

“Muzâfun ileyhi bırakıp muzâfta durmak, sıfatı bırakıp mevsufta durmak,


merfû olanı okumaksızın onu ref‟ edici kelimede durmak, ref‟ edici olanı okumaksızın
onun merfû kıldığı kelimede durmak, mef‟ulü okumaksızın fâilde durmak, fâili
okumaksızın mef‟ulde durmak, te‟kit edilen kelimeyi okumaksızın tekit edici kelimede
َّ
durmak, birbirine atfedilen kelimeleri ayırarak durmak, „ْ‫‟ا‬, „ْ‫ ‟وخ‬ve bu özellikteki
kelimelerin isimleri ile haberlerini birbirinden ayırarak durmak, istisnâ edileni
okumadan müstesnâ minh‟de durmak, tefsir edici özellikteki kelimeyi okumadan onun
tefsir ettiği kelimeyi okuyup durmak, sıla cümlesini bırakıp ism-i mevsûlda durmak,
ism-i mevsûlü bırakıp sıla cümlesini tek baĢına okuyarak durmak, mef‟ulü mutlak ile
fiili birbirinden ayırarak durmak, istifhâm harflerinde durmak, fiili okumaksızın onu
cezm eden edat ve harfte durmak, Ģart cümlesi ile cevap cümlesini birbirinden ayırarak
durmak, emir fiilini okuyup cevabını okumadan durmak, cevabı olmadan yeminlerde
ُ ١‫ ‟ َز‬kelimesinde durmak, bazı ism-i iĢâretlerde durmak,
durmak, mâba‟dini okumadan „‫ْث‬
inkâr ifade eden kelimeyi okuyup onunla neyin inkâr edildiğini bildiren kelimeyi
mechûd okumadan durmak veya tersini yapmak, meczûmu olmadan nehyde vaki olan
„‫‟ال‬ َ ‟ manasına gelen „‫‟ال‬
َ da durmak, „‫ْش‬١‫غ‬ َ edatında devamını okumadan durmak, lâ-i
tebriye‟de devamını okumadan durmak, inkâr bildirmeyen kelamı te‟kîd için gelen
َ
„‫‟ال‬da durmak, hikâye bildiren „‫‟لَ ْذ‬, „‫ف‬ َ ‟, „‫‟ٌََّّخ‬, „‫‟ ِا َّال‬, „َُّ ُ ‫ ‟ث‬kelimelerini okuyup, hikâye
َ ْٛ‫ع‬
edilen kısmı okumadan durmak, atıf harf olan „ َْٚ‫‟أ‬, „‫‟ال‬,
َ „ًْ َ‫‟ر‬, „َّٓ ‫ ‟ٌَ ِى‬edatlarında durmak.”80

Bu maddeler her ne kadar Secâvendî‟nin bahsettiği sekiz madde81 ile paralellik


arz etse de her iki âlimin de eserlerinde ilgili ayetler üzerinde yaptıkları takdirlere
baktığımızda bu muvafakatın kısmi olduğu anlaĢılmaktadır. Sözgelimi Secâvendî‟nin ‫ال‬
‫ ُ٘ ُْ ِرخ ِْر ِْ ه ه‬ُِٛ‫ ََض‬َٙ‫ ف‬lafzından sonraki vakf hakkında
takdir ettiği Bakara 2/251 ayetinde ِ‫حّٰلل‬
Ġbnu‟l-Enbârî َ‫ زغٓ غىش طخ‬değerlendirmesinde bulunmuĢtur.82 Keza Âl-i Ġmrân 3/137.
ayette Secâvendî vakf-ı lâ hükmünü vermiĢ83 iken Ġbnu‟l-Enbârî herhangi bir

80
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbü Îzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, I, 116 vd. yrıca bkz. Nihat Temel, Kur‟an
Kıraatında Vakf ve Ġbtida, s.73-86.
81
Daha önce geçmiĢti s.16.
82
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 324; Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.289.
83
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 391.

27
değerlendirmede bulunmamıĢ ve ilgili yerin vakf durumu hakkında herhangi bir
açıklamaya gitmemiĢtir. Vakf ibtidâ ilminde tebaruz etmiĢ önemli isimlerden Dânî‟nin
bu yerlerle ilgili açıklamaları da genelde Ġbnu‟l-Enbârî paralelinde gerçekleĢmiĢtir.84

Ġki alimin ayrıldığı hususlardan biri de Ģudur: Ġbnu‟l-Enbârî‟nin yukarıda


bahsettiğimiz otuz üç maddede izah ettiği “vakfın tamam olmadığı yerler”in çoğunda
anlamlı bir cümle oluĢmamakta veya ifade eksik kalmaktadır. Nitekim َّ‫ أال‬kelimesi
üzerinde yapılacak vakf böyledir. Ġbnü‟l-Enbârî‟nin verdiği örnekte raf suresi7/12
ayetindeki َ‫غ ُدذَ ح ِْر حَ َِشْ طُه‬
ْ َ ‫ لَخ َي َِخ ََِٕ َؼهَ ح َ َّال ط‬ibaresinde tekit ifade eden ‫ ال‬lafzından sonra
vakfetmek, cümle ve mana tamamlanmadığı için, uygun olmayacaktır.85 Bu durum
Ġbnü‟l-Enbârî‟nin vakfedilmemesi gereken yerlere iliĢkin açıklamalarından kasıt
“anlamın oluĢmaması hâli”dir. Bu da aslında tam anlamıyla kabih vakfa karĢılık
gelmektedir. Oysaki Secâvendî‟nin vakf-ı lâ kapsamında değerlendirdiği yerlerde kendi
içinde anlamlı bir cümle oluĢmakta ve fakat sonrasıyla mana veya lafız irtibatı devam
etmektedir. Nitekim Secâvendî vakf-ı lâ‟nın bulunduğu yerler olarak zikrettiği ilk
durumda Ģart-ceza iliĢkisinden bahsetmiĢ, mukaddem olsun muahhar olsun cezanın
Ģarttan ayrılmasının uygun olmayacağını vurgulamıĢtır. Buna göre Araf suresi 7/89
َ ‫َٕخ‬٠ْ ‫ لَ ِذ ْحفظَ َش‬lafzından sonra vakfedildiğinde, devamında gelen
‫ ه‬ٍَٝ ‫ػ‬
ayetinde ‫حّٰللِ َو ِزرًخ‬
mukaddem ceza konumdaki ‫ػ ْذٔخ‬ ْ lafzının öncesiyle irtibatı kopacaktır, bu yüzden de
ُ ْ‫ا‬
َ ‫َٕخ‬٠ْ ‫ لَ ِذ ْحفظَ َش‬ifadesi kendi içinde anlamlı bir
‫ ه‬ٍَٝ ‫ػ‬
vakf caiz görülmemiĢtir.86 Oysa ‫حّٰللِ َو ِزرًخ‬
cümledir. Bu durum, Ġbnü‟l-Enbârî‟nin vakfedilmemesi gereken yerler olarak zikrettiği
hususlar ile Secâvendî‟nin vakf-ı lâ kapsamında değerlendirdiği yerler arasında gerek
amaç gerekse içerik bakımından tam bir örtüĢmenin bulunmadığını göstermekte ve
anılan iki değerlendirme arasında tam bir ayniyet tesis etmenin sağlıklı olmayacağına
delalet etmektedir. Dahası bu durum Secâvendî‟nin sistematiğinin hem taksimat hem de
öncülük ettiği rumuzlandırma iĢlemi bakımından önceki ulemâdan oldukça farklı
olduğuna iliĢkin de telmih ve iĢaretler taĢımaktadır.

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ olarak değerlendirdiği yerlerin kendi içinde anlamlı bir


cümle oluĢturuyor oluĢu, vakf-ı lâ ile ilgili hâkim algının yanlıĢ yönler içerdiği Ģeklinde

84
Ġki sure üzerinden hazırladığımız tabloya bakıldığında bu durumun açıkça görülmesi mümkündür.
85
Ġbnu‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.99.
86
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, 132-133.

28
bir tespite gitmeyi mümkün kılmaktadır. Zira Secâvendî‟nin vakf-ı lâ ile neyi kastettiği
hususunda sahih bir bilgiye sahip olmayan kimseler nezdinde bu iĢaret “asla vakf
yapmamak” anlamına gelir, dolayısıyla da bu gibi yerlerde hiçbir biçimde vakf yapmak
mümkün değildir. Nitekim ülkemizdeki Kur‟an tedrisatında bu görüĢe göre amel
edilmektedir, dolayısıyla da vakf-ı lâ‟lar, “vakf-ı memnû” tabirinin ifade ettiği zahiri
anlam dikkate alınarak “yasak vakf” olarak değerlendirilmektedir.87 Oysa Secâvendî‟nin
sisteminde vakf-ı lâ‟lar “yasak vakf” anlamına gelmemektedir, Secâvendî de böyle bir
anlam yüklememiĢtir. Zira ona göre vakf-ı lâ, herhangi bir sebeple vakf yapma ihtiyacı
olduğunda anlamlı bir söz öbeğinin oluĢması hasebiyle durulabilecek, ancak bununla
beraber kimi yerde mana bakımından kimi yerde de i‟rab bakımından devamından
ibtidâ uygun olmayacak yerleri ifade eden bir iĢarettir. Nitekim Ġbnu‟l-Cezerî de bu
hususa iĢaret etmiĢtir. Ġbnu‟l-Cezerî, vakf-ı lâ konusunda Secâvendî‟nin aĢırıya kaçtığını
belirtmekle birlikte, Secâvendî‟nin ٗ١ٍ‫لف ػ‬ٌٛ‫ص ح‬ٛ‫د‬٠ ‫ ِخ ال‬ifadesinin “üzerinde vakf
yapılamaz” anlamına değil, “üzerinde vakf yapılması durumunda devamından ibtidâda
bulunmanın caiz olmaması” anlamına gelir. Ġbnü‟l-Cezerî bu istinbatını Ģu Ģekilde
temellendirmektedir: “Çünkü âlimlerin vakfa izin vermeleri demek, devamından
ibtidaya izin vermeleri demektir.”88 Buna göre Secâvendî‟nin “üzerinde vakfedilmesi
caiz olmayan Ģey” ifadesi de esas itibariyle “devamından ibtidada bulunulması caiz
olmayan Ģey” anlamına gelmektedir. Bu gerekçelemesinin ardından Ġbnü‟l-Cezerî, vakf-
ı lâ‟larla ilgili bu hatalı algının büyük tilavet hatalarına sebep olduğundan bahsetmiĢtir.
Öyle ki okuyucular bir zorunluluktan dolayı vakf yapmak durumunda kaldıklarında,
vakf-ı lâ olan kelimede vakf yapmamakta –çünkü kesinlikle durulamayacağını
düĢünmektedirler-, bir sonraki kelime üzerinde durmaktadırlar ki bu da çoğu durumda
akla ziyan hatalara yol açmaktadır. Sözgelimi Fatiha suresinin son ayetini
Secâvendî‟nin sistemini esas alan bir mushaftan okuyan kiĢi, ayeti tek nefeste okuma
imkânı bulamayınca arada vakfetme ihtiyacı duymaktadır. Pek tabi ki Secâvendî‟nin
sisteminde ُْ ‫ ه‬ِْٙ ١ٍَ‫ػ‬
َ kelimesinde vakf-ı lâ iĢareti bulunduğu için bu kelime üzerinde
durmamakta, bir sonraki kelime olan ‫ش‬١‫ غ‬üzerinde vakfı tercih etmektedir. Keza Bakara
‫ ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬kelimesinde vakf-ı lâ bulunduğu için bunda
2/1 ayetinin sonunda yer alan َٓ١
vakfetmemekte, devamındaki َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬kelimesi üzerinde vakfta bulunmaktadır. Ġbnü‟l-

87
MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.160.
88
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234.

29
Cezerî bu durumu “Vakf-ı haseni terk edip memnu olan vakf-ı kabîh‟i esas almak”89
olarak değerlendirmektedir. Çünkü vakf-ı lâ olan kelimeler üzerinde vakf yapıldığında
ortaya anlamlı bir cümle çıkmakta iken bu tür vakflarda anlamlı bir cümle
oluĢmamaktadır.

Ġbnü‟l-Cezerî bu Ģekilde bir taraftan Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larının ne anlama


geldiğini anlamayıp hatalı vakf uygulamalarına gidenleri eleĢktirirken diğer taraftan da
Secâvendî‟yi eleĢtirmektedir. Ġbnü‟l-Cezerî‟nin ilk eleĢtirisi Secâvendî‟nin vakf-ı lâ
meselesini abarttığı ve bu vakf türüne sisteminde çok yer verdiği yönündedir. Ġkinci
eleĢtirisi ise Secâvendî‟nin vakf-ı lâ kapsamında değerlendirdiği yerler içerisinde vakf-ı
kâfi kategorisinde olanlar olduğu gibi bunların çoğu da vakf-ı câiz kabilindendir. Bu
yönüyle de bu yerlerde vakf yapılması durumunda geriden almaya ihtiyaç yoktur,
devamlarından ibtidâ da bulunmak caizdir. Sözgelimi Bakara 2/1 ayetinin sonundaki
‫ ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬kelimesi üzerinde vakfetmeyi Secâvendî vakf-ı lâ olarak değerlendirmiĢtir.
َٓ١
Haddizatında ayet sonu olması hasebiyle bu kelime üzerinde vakf yapma hususunda bir
icma vardır, dolayısıyla da bu vakf-ı kâfî kabilindendir. Ġbnü‟l-Cezerî, bu Ģekilde
Secâvendî‟nin vakf-ı kâfî ve vakf-ı câiz olan çok sayıda yeri vakf-ı lâ kategorisinde
değerlendirmesini belli örnekler üzerinden serdettikten sonra eleĢtirilerini Ģu Ģekilde
sonlandırmaktadır: “Secâvendî‟nin vakflarında bu gibi olumsuzluklar/hatalar çoktur.
Onun içerdiği her Ģeye aldanmamalı, doğru olana tâbî olunmalı ve en yakın olan tercih
edilmelidir.”90

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larının esas itibariyle ne anlama geldiğine iliĢkin olarak


Ġbnu‟l-Cezerî‟nin yaptığı bu izahlara benzer değerlendirmelere, çağdaĢı Ebu‟l-Kâsım
Muhammed en-Nuveyrî‟de de rastlanılmaktadır. Zira Nüveyrî de Secâvendî‟nin ‫ِخ ال‬
‫لف‬ٌٛ‫ص ح‬ٛ‫د‬٠ ifadesinden kastın “sonrasından ibtidâ yapmak üzere burada durulmaz”
olduğunu ifade etmiĢtir.91 Tefsirinde, Secâvendî‟nin vakf tercihlerini esas alan92
müfessir Nizamuddin en-Nîsâbûrî‟nin (ö.730/1329) de Secâvendî‟nin bazı vakf-ı lâ

89
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234.
90
Ġbnu‟l-Cezerî, en-NeĢr, s.234-236.
91
Ebu‟l-Kâsım Muhammed b. Muhammed en-Nuveyrî, ġerhu Tayyibetu‟n-NeĢr fi‟l-Kırâati‟l-AĢr,
Beyrut: Dâru‟l-Kutubu‟l-Ġlmiyye, 2003, s.268.
92
Nizâmuddin el-Hasen b. Muhammed b. El-Huseyn el-Kummî en-Nîsâbûrî, Ğarâibu‟l-Kur‟ân ve
Rağâibu‟l-Furkân, XXVIII-XXX, nĢr. Ġbrahim tve Ġvaz, Kahire: 1973, s.235.

30
tercihlerini sağlıklı bulmamıĢ olması dikkat çekicidir. Nisâbûrî‟nin Ģu değerlendirmeleri
bu tavrına örnek gösterilebilir: “Mücadele suresinin ondördüncü ayetinde ُْ ُٙ ْٕ ِ ‫ال‬ٚ ُْ ‫ِخ ُ٘ ُْ ِٕ ُى‬
lafzından sonra Secâvendî (‫ )ال‬takdir etmiĢtir. Bunun sebebi devamındaki cer konumda
ِ ‫ حٌى ِز‬ٍٝ‫َْ ػ‬ٛ‫َسْ ٍِف‬٠ٚ ibaresinin önceki cümlenin hâli konumunda olmasıdır.
bir fiil olan ‫د‬
Ancak bana göre َْٛ‫َس ٍِف‬٠ٚ bir isti‟naf cümlesi de olabilir. Dolayısıyla buradaki vakf,
vakf-ı hasen olur.”93

Bütün bu izah ve açıklamalardan hareketle Ģu söylenebilir: ÇalıĢmamızın


ilerleyen bölümlerinde gerçekleĢtirilecek olan vakf-ı lâ tahlillerinin de delalet edeceği
üzere Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larını tek bir sebebe irca etmek ve tek yönlü bir izaha tabi
tutmak mümkün olmasa da Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larının, vakf-ı kabih olarak
isimlendirilen ve mutlak surette vakfedilmemesi gereken durumları ifade eden vakf
türüne tekâbul etmediği, dolayısıyla vakf-ı lâ ile vakf-ı memnu arasında bir paralellik ve
ayniyet tesis etmenin sahih olmayacağı rahatlıkla söylenebilir.

93
Nîsâbûrî, Ğarâibu‟l-Kur‟ân, s.6.

31
ĠKĠNCĠ BÖLÜM

MUSHAFLARDA VAKF ĠġARETLERĠNĠN KULLANIMI VE VAKF-I


LÂ‟NIN DURUMU

Kur‟an-ı Kerim ilk defa Hz. Osman ra zamanında yürütülen istinsah faaliyeti
neticesinde mushaf bütünlüğü içerisinde bir araya getirilmiĢtir.94 Genel kabule göre altı
adet olan bu ilk Kur‟an nüshaları, sadece kelimenin iskeletinin yazılı Ģeklini içermekte
olup bunun ötesinde hiçbir iĢareti tazammun etmemektedir. Sonraki süreçlerde özellikle
gayr-i rap toplumların müslüman olmasıyla birlikte Kur‟an bağlamında bir okuma
sorunu varlık kazanmıĢ, buna bağlı olarak da okuyuĢ hatalarını engellemeye yönelik bir
dizi tedbir alınmıĢtır. Bu çerçevede ilk olarak kelimenin cümle içi konumunu i‟rabını
gösteren harekeye karĢılık olarak noktanın kullanılması yoluna gidilmiĢtir naktu‟l-
i‟râb . Bilahare nokta, Ģekil/resim benzerliğine sahip harflerin ayırımı için de kullanılır
olmuĢtur naktu‟l-i‟câm . Hem harekelerin hem de resim benzerliğine sahip harflerin
ayırımının nokta ile yapılıyor olmasının tevlit ettiği olumsuzlukları bertaraf etmek
amacıyla yürütülen çalıĢmalar neticesinde bugünkü bildiğimiz harake sistemlerinin
keĢfi gerçekleĢmiĢtir naktu‟Ģ-Ģekl .95 Ġlerleyen süreçlerde, Mushaflarda, sureler arası
ayırıcı iĢaretler, ayet sonlarını gösteren iĢaretler, cüz ve hizb iĢaretleri, beĢli ve onlu ayet
gruplarını gösteren iĢaretler, secde ayetlerini gösteren iĢaretler ve son olarak da vakf
iĢaretleri gibi bir dizi alamet ve iĢaretin kullanılması yoluna gidilmiĢ, böylece mushafı
ilgilendiren hususlarla ilgili çalıĢmalar devam etmiĢtir.

Vakf-ibtidâ konusunun pratik yönünü yansıtan vakf iĢaretlerinin mushaflarda ne


zaman kullanılmaya baĢlandığına gelince her ne kadar bunu tam olarak tespit etmek
mümkün gözükmese de müteahhir döneme ait bir uygulama olduğunu söylemek
mümkündür. Nitekim TaĢkent Mushafı, el-Mescidü‟l-Huseynî Mushafı, Topkapı

94
Kur‟an‟ın mushaf bütünlüğü çerçevesinde ilk olarak Hz. Ebû Bekir döneminde gerçekleĢen cem
faaliyeti esnasında toplandığını ifade eden rivayet ve değerlendirmeler bulunsa da genel kabul bunun
yukarıda belirtilen Ģekilde Hz. Osman döneminde tahakkuk ettiği yönündedir.
95
Ebû mr ed-Dânî, el-Muhkem fî Ġlm-i Nakdi‟l-Mesâhif, nĢr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed, Beyrut:
Dâru‟l-Ğavsânî, 1438/2017, s.110-120; Ebû mr ed-Dânî, el-Mukni‟ fî Ma‟rifeti Mersûm-i
Mesâhifi Ehli‟l-Emsâr, Beyrut: Dâru‟l-BeĢâiri‟l-Ġslâmiyye, 1432/2011, s.113 vd.; Muhsin Demirci,
Kur‟an Tarihi, Ġstanbul: ĠF V Yay., 1997, s.167-170; Tayyar ltıkulaç, el-Mushafu‟Ģ-ġerîf (Hz.
Osman‟a Nisbet edilen Mushaf-ı ġerîf Türk ve Ġslam Eserleri Nüshası , Ġstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Ġsam Yay., 1428/2007, s.70-78; MaĢalı, “Mushaf”, DĠA, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., 2006, XXXI, 242-248.

32
Mushafı gibi en eski Kur‟an nüshalarında vakf iĢareti sayılabilecek bir iĢaret
bulunmadığı gibi h.391 tarihli Ġbnu‟l-Bevvâb Mushafı, h. 624 tarihli ĠĢbiliyye Mushafı
gibi orta döneme tarihlendirilebilecek mushaflarda da vakf alametleri görülmemektedir.
Haddizatında vakf türlerini belli rumuzlarla ve sembollerle gösterme yönündeki
uygulamanın banisinin Secâvendî olduğu yönündeki bilgiyi dikkate aldığımızda, altınca
asrın ikinci yarısından önceki Mushaflarda vakfları gösteren bir iĢaretin bulunması
imkânsız görünmektedir.96

Secâvendî‟nin sistemini esas alan ilk Mushaf uygulamasının Muerrih Mushafı


olarak bilinen h.635 tarihli mushaf olduğu kabul edilmektedir. Zira bu mushafta „‫‟ال‬, „‫‟ج‬,
„‫ ‟ؽ‬iĢaretleri kullanılmıĢtır. Princeton Üniversitesi Mushafında ise „‫‟ؽ‬, „‫‟ي‬, „‫‟ص‬, „‫‟ص‬, „‫‟ج‬
alametlerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu ilk örneklerden sonra meĢhur Türk Hattat
Hafız Osman ö.1111 mushafında ve yine Hacı Hafız Muhammed Emin er-RuĢdî‟nın
hattı ile h.1234‟te yazılmıĢ olan mushafta Secâvendî‟nin sisteminin tatbik edildiği
görülmektedir. Bundan sonra da Secâvendî‟nin bu sistemi sonraki dönem matbu
mushaflardaki vakf sistemine çokça tesir etmiĢtir. ġu var ki bu yeni mushaflarda tüm
alametler birebir kullanılmamıĢ bir kısmında ilave iĢaretler yer alırken bir kısmında ise
bazı alametlerin kullanımı tercih edilmemiĢ yani Secâvendî‟nin sistemi üzerinde
tasarruflarda bulunulmuĢtur. Örnek verecek olursak; Kahire‟de h.1342‟de basılan Emir
mushafında َ vakf-ı lâzım, ‫ ال‬vakf-ı memnu‟, ‫ ج‬vaslın da vakfın da müsavi kabul
edildiği caiz vakf, ٍٝ‫ ط‬vaslın evlâ olduğunu ifade eden caiz vakf, ٍٝ‫ ل‬vakfın evlâ
olduğunu ifade eden caiz vakf, .: .: yanyana olan iki ibarenin birinde vakfı diğerinde ise
vaslı tercih etmek gerektiğini ifade eden vakf-ı muâneka için kullanılmıĢtır. Yine
Medine-Fehd mushafında da bu alametlerin kullanımı tercih edilmiĢ ancak ‫ ) ال‬lamelif
vakfı hazfedilmiĢ yani oluĢturulan komisyonun tasarrufu ile bu iĢaretin kullanımı
gerekli görülmemiĢtir.97 Bu tasarrufların sebebi tercih edilen sistemin tasarrufta
bulunulan yönü itibariyle ihtiyaca cevap vermemesi, kafa karıĢıklığına sebep olması
veya bazı iĢaretlerin zaid kabul edilmesi olabilir.98

96
liyyu‟l-Kârî, el-Minehu‟l-Fikriyye, s. 63
97
Hamed, Ilmu‟l-Mesâhif, mman: Cem‟iyyetu‟l-Muhâfazati alâ‟l-Kur‟âni‟l-Kerim, 1439/2018,
s.34-36, 122-124.
98
Medine mushafı bahsinde detaylı bilgi verilecektir.

33
Günümüzde basımı gerçekleĢen mushafların çoğunda temel prensipler
bakımından Secâvendî‟den mülhem bir sistem esas alınmakta; Mağrib bölgesi/ Kuzey
frika ülkelerinde ise mushaflarda Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî‟nin sistemi tercih
edilmektedir.99 Kaynaklarda tam adı Ebû bdullah Muhammed b. Ebû Cum‟a el-Hebtî
ö.930/1524 olarak geçen bu zâtın vakf yerleri ile ilgili tercihleri talebeleri yoluyla
günümüze kadar intikal etmiĢ, Mağrib bölgesinde yaygınlık kazanmıĢtır. Bu sistemin
yaygınlık kazanmasındaki etkenlerin neler olabileceği düĢünüldüğünde, söz konusu
bölgede vakf-ibtidâ ile ilgili bir birikimin olmaması, el-Hebtî‟nin alandaki yetkinliği ve
en önemlisi oluĢturduğu sistemin oldukça sade ve basit olması gibi hususlardan söz
edilmektedir.100

Hebtî‟nin söz konusu sisteminde vakflar taksim edilmemiĢ, derecelendirilmemiĢ


ve farklı iĢaretler ile de gösterilmemiĢtir. Yalnızca vakf yapılması gereken yerlere iĢaret
etmekle yetinmiĢ ve bunun için de " ٗ‫ " ط‬remzini kullanmayı tercih etmiĢtir. Bu açıdan
Secâvendî ve benzeri ulemanın sistemleri ile kıyaslandığında oldukça pratik ve kendine
özgü bir sitem olduğu söylenebilir. Vakf ihtimallerinden birini tercih ederek
oluĢturduğu bu sistemin kimi zaman eleĢtrilere de muhatap olan bazı özellikleri
Ģunlardır: 1-Lafzatullah‟ta mutlak surette vakfetmek, 2- llah‟ın sıfatları arasında
vakfederek birbirinden ayrı ayrı belirtmek, 3-" ‫ " عُزسخْ هللا‬lafızlarında vakfetmek, 4-
Ta‟lil cümlelerini müstakil olarak almak, 5-Emir ve yasakları birbirinden vakfetmek
suretiyle ayırmak, 6- yetteki ahkâma iĢaret etmek için vakfetmek abdestte ayakların
yıkanması örneği , 7- Ġstifham bildiren ifadeler üzerinde vakfetmek, 8-Müstesna ile
müstesna minh‟i ayırmak, 9- Nahiv açısından farklı bir duruma veya anlamın inceliğine
iĢaret etmek için vakfetmek, 10- Vakf-ı muâneka gibi iki ihtimalli vakflardan birini öne
almak.101

Günümüz Mushaflarında yaygın olarak kullanılan bu iki sistemden Secâvendî‟nin


sistemi, Türk/Osmanlı beldelerinde olduğu gibi Hindistan, Pakistan, Irak gibi bölgelerde
de tercih edilmiĢtir. yrıca bu sistemin mushaflara yansıması da Hebtî‟nin sistemine
göre daha önce gerçekleĢmiĢtir. Hicrî ondördüncü asra gelindiğinde artık Mushaf tıbaatı

99
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.249; MaĢalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, s.142-145.
100
EĢ-ġeyh b. Hanefiyye el-Abidin, Menheciyyetu Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî fî Evkâfi‟l-Kur‟âni‟l-
Kerîm, Cezayir, 1427/2006, s.83.
101
Detaylı bilgi için bkz. Hanefiyye el-Âbidin, Menheciyyetu Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî, s.93 vd.

34
çokça artmıĢ ve farklı remizlerin kullanımı da belirgin bir halde ortaya çıkmıĢtır. Bu
mushaflardan, farklı zamanlarda basılmıĢ olup bazı iĢaretlerde ilave veya eksiltme
yoluna gitmiĢ olsalar da Secâvendî‟yi esas almıĢ olanlara; Mısır h.1332 , Pakistan
(h.791/1389), Endonezya (h.796/1394), Malabar102 (h.797/1395 Mushafları örnek
gösterilebilir.103 Bunlarla birlikte tedavülde olan pek çok faklı mushaf incelendiğinde
vakf yerlerinin tayin ve tespiti konusunda olduğu gibi vakf alametlerinin belirlenmesi
hususunda da bir fikir birliğinin olmadığı görülecektir. Öyle ki yukarıda bahsettiğimiz
Medine mushafı örneğinde olduğu gibi temelde bir sistemi esas almıĢ olan mushaflarda
bile Mushaf basımı iĢini gerçekleĢtiren komisyonlar tarafından önemli ölçüde
tasarruflarda bulunulması câlib-i dikkattir. Bu husus vakf-ibtida tercihlerindeki çok
çeĢitliliği, esnekliği ve ulema tarafından oluĢturulan sistemlerin sonraki dönemlerde
uygulanırken ayniyle tatbik etme mecburiyeti olmadan ele alındığını ifade etmesi
bakımından önem arzetmektedir.

Bu bahsi kapatırken Musaid et-Tayyâr‟ın konuyu özetler mahiyetteki Ģu


ifadelerini nakletmek yerinde olacaktır:

“Mushaflarda rumuz olarak tercih edilen sistem üç çeĢittir: Birincisi; Mütekaddim


dönem ulemanın vakıflarıdır ki bunlar; tam, kâfi, hasen, kabih olarak taksim edilmiĢ
olup kimi ulema bu ıstılahları ziyadeleĢtirerek de kullanmıĢtır. ncak bu vakf
çeĢitlerinin pratikte kullanımı sonraki iki çeĢit kadar yaygın olmamıĢtır. Ġkincisi;
Secâvendî‟nin vakıflarıdır ki bunlar; lâzım, memnû‟, câiz, mücevvez, mutlak, murahhas
zarureten olmak üzere belirlenmiĢ, müteahhir dönemde özellikle doğuda kabul görmüĢ
ve Mushaflarda tatbikine itimad edilmiĢtir. Üçüncüsü; el-Hebtî‟nin vakfı ve )ٗ‫( ط‬
remzidir ki bu da Mağrib bölgesinde yaygınlık kazanmıĢ ve günümüze kadar da
uygulanması devam etmiĢtir.”104

Bu genel değerlendirmelerden sonra geçmiĢte ve özellikle de yakın dönemde


kitabeti ve basımı gerçekleĢmiĢ olan belli baĢlı Mushafları vakf iĢaretleri bakımından
analiz etmemiz yerinde olacaktır. Böyle bir analiz genelde Secâvendî‟nin vakf

102
Hindistan‟ın güneybatısındaki kıyı Ģeridi.
103
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.249-252.
104
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.253.

35
sisteminin özelde ise vakf-ı lâ‟ların Mushaflarda kullanım düzeyinin ve boyutunu gözler
önüne serecektir.

1. Mustafa el-Hâtemî Mushafı

Bu mushafın sonunda Sadrazam Nasuh PaĢa soyundan gelen Hattat Mustafa


el-Hatemî tarafından h.1032 de yazıldığına dair bir ferağ kaydı mevcuttur.105 Ancak
vakf sistemine vb. konulara dair mushafta herhangi bir izah bulunmamaktadır.
Mushafta, Secâvendî‟nin takdir ettiği diğer alametlerle birlikte lamelif remzinin
kullanılmasından yola çıkarak temelde Secâvendî‟nin esas alındığını söylemek
mümkünse de diğer mushaflarda gördüğümüz tasarrufun burada oldukça bariz Ģekilde
varlığı dikkat çekmektedir. Öyle ki üç surede yalnızca on yerde ) ‫ ( ال‬takdir edilmiĢ olup
bunların hepsi ayet ortasındaki ibareler üzerindedir. yet sonlarında ise Secâvendî‟nin
aksine dört yerde „‫ ‟ص‬beĢ yerde „‫‟ن‬, iki yerde „‫‟ص‬, dokuz yerde „‫‟ج‬, bir yerde „‫ ‟ق‬, bir
yerde de „‫ ‟ع‬alameti kullanılmıĢtır. Bu alametlerin hepsi ya vakfetmenin uygun
olduğunu ya da vakfetmekte mahzur bulunmadığını ifade eden iĢaretlerdir. Geriye kalan
beĢ yerde herhangi bir iĢaret görülmemektedir. Dolayısıyla bu mushafın Secâvendî ile
müĢterek noktası sadece lamelifin varlığı olmaktan öteye geçmemiĢ gibi görünmektedir.

2. Hafız Osman Mushafı

Hafız Osman mushafı; üzerindeki ferağ kaydına göre h.1094‟te Hz.


Peygamber‟in mevlidinin ortalarında Câmiu‟l-Kur‟an diye isimlendirilen meĢhur
Ġstanbullu Hattat Hafız Osman ö.1110/1698 tarafından liyyu‟l-Kâri‟ el-Mekkî‟nin106
ö.1014/1605 mushafına uygun olarak yazılmıĢtır. Bu mushafın sonunda on altı farklı
alametin her birinin ne anlama geldiği izah edilmiĢtir. Mushafın tanıtımı, hatim duası
vb. kısımlar rapça iken vakf alametleri Farsça açıklanmıĢtır. Bu izahın ilgili
kısmındaki ifadeler Ģöyledir: “ ‫ ال‬durmamayı, vakf yapmamayı ifade eder ancak
durulacak olursa aynı kelimenin iade edilerek vaslı uygun olur. Eğer ٚ ve ‫ ال‬birarada
kullanılımıĢsa yine vakfetmeden geçmek gerekir ancak vakfedilecek olursa da geriden

105
Mustafa el-Hatemi Mushafı, [y.y.], 1032, s.730-731.
106
Ebu‟l-Hasen Nûruddîn lî b. Sultan Muhammed el-Kârî el-Herevî, fakih, muhaddis, müfessir ve
kıraat alimi. Detaylı bilgi için, hmet Özel, “Ali el-Kâri‟”, DĠ , c.II, s.403-404.

36
almak gerekmez..”107 Devamında anlatılan alametler ve kullanıldıkları manalar
Secâvendî‟nin tercihleri ile büyük ölçüde örtüĢmektedir. Bu açıklamadan da anlaĢıldığı
üzere Hafız Osman mushafında lamelif remzi yer almıĢ, seksen beĢ yerde kullanılarak
bu anlamda Secâvendî ile büyük ölçüde muvafakat sağlanmıĢtır. yet sonlarını ayrıca
değerlendirecek olursak on dokuz yerde ‫ ال‬, iki yerde durak olmaksızın yalnızca ‫ ال‬iĢareti
kullanılmıĢtır. Dört ayet sonunda lamelif yanında ٖ veya ‫ ء‬iĢaretleri108 ilave edilmiĢ, bir
ayet sonunda ‫ ؽ‬alameti kullanılmıĢ bir yerde de hiçbir iĢarete yer verilmemiĢtir. Hülasa
toplam yirmi beĢ yerde Secâvendî‟ye mutabaat hali söz konusudur.

3. Kazan Mushafları

ÇalıĢmamızda incelediğimiz Kazan Mushaflarının ilki109; Kelâm-ı ġerîf ismi


ile 1218/1803 tarihli nüshadan tıpkı basım olarak Ġslam Kültür Tarih ve Fen
raĢtırmaları Merkezi IRCIC tarafından m.2005‟te Kazan‟da basılmıĢ bir
mushaftır.110 Bu mushafta takip edilen vakf sistemine veya vakf alametlerinin
mahiyetine dair bir izahta bulunulmamıĢtır ancak ilk üç sure üzerinden yaptığımız
incelemede Secâvendî‟nin sistemini benimsediği anlaĢılmaktadır. Lamelif özelinde ele
alırsak üç surede toplam otuz altı yerde bu iĢaret kullanılmıĢtır. Burada dikkat çeken
husus bu otuz altı yerden yirmi üç tanesinin-ki bu kahir ekseriyete tekabul eder- ayet
sonu olmasıdır ki bu da Kazan mushafında vakf-ibtidâ açısından ayet sonlarında
durmanın değil lafız ve mana bütünlüğünün esas alındığına iĢaret kabul edilebilir.

Bir diğer Kazan mushafı111 ise; yine Kelâm-ı ġerîf ismi ile h.1433/m.2012‟de
Tataristan Müslümanlarının dînî nâzırı ‫ط‬ٚ‫ٍذ‬٠‫„زؼشص فخثض ا‬in kararı ile düzenlenip
bastırılmıĢ bir mushaftır.112 Bu mushafta da hat sahibi, mushaf özellikleri, vakf-ibtidâ
tercihleri vb. konularda herhangi bir izahta bulunulmamıĢtır. Üç suredeki lamelif
durumuna baktığımızda ise; toplam yirmi iki yerde ‫ ال‬remzine rastlanmaktadır. Bunların
neredeyse tamamı denecek Ģekilde yirmi bir tanesinin ayet sonu olması, mushafta tercih

107
Hafız Osman Mushafı, Ġstanbul: 1094, s.878.
108
Kufe ekolüne göre " ‫ " ه‬tahmis iĢareti olup her beĢ ayeti, " ‫ " أ‬ta‟Ģir iĢareti olup her on ayeti ifade
eder.
109
Tabloda Kazan-I Ģeklinde gösterildi. s.45.
110
Kelam-ı ġerif, Kazan: IRCICA, 2005, s.722.
111
Tabloda Kazan-II ismi ile gösterildi. s.45.
112
Kelam-ı ġerif, Tataristan, 2012, s.2.

37
edilen sistemin, Secâvendî‟den mülhem olmakla birlikte üzerinde oldukça tasarruf
edilmiĢ bir sistem olduğunu, lamelif tercihlerinin ayet ortalarında değil sadece ayet
sonlarında olmasıyla da Secâvendî‟den farklı bir uygulmanın tatbik edildiğini
göstermektedir.

4. KayıĢzade Mushafı

KayıĢzade mushafı olarak belirttiğimiz mushaf¸ h.1305‟te KayıĢzade olarak


meĢhur Osmanlı hattatlarından Nuri Hafız Osman Burdurî ö.1894 tarafından yazımı
tamamlanan mushaftır.113 Mushafın sonundaki bu bilgiden baĢka vakf sistemine ve
alametlerine dair herhangi bir izah bulunmamaktadır. ncak mushafın geneli
incelendiğinde görüleceği üzere yine Secâvendî‟nin sisteminin takip edildiği göze
çarpmaktadır. Üç surede toplam seksen döt yerde) ‫ ( ال‬lamelif remzi tercih edilmiĢken üç
yerde lamelif yerine kullanılan iĢaret ) ‫ ( ع‬olmuĢtur. Bunun dıĢında kalan yedi yerde ise
herhangi bir iĢaret kullanımına rastlanmamaktadır. nlaĢılan odur ki KayıĢzade
mushafında da Secâvendî sitemi tercih edilmiĢ, vakf alametleri de buna uygun olarak
takdir edilmiĢtir. yet sonlarındaki uyumdan da anaĢıldığı kadarıyla bu mushafta da
Secâvendî gibi ayet sonu olmasından ziyade makta„ sistemi denilen anlam ve lafız
bakımından irtibatlı bölümün sonunda vakfetmenin tercih edildiğini söylemek
mümkündür.

5. Muhallilâtî Mushafı

Mısır-Kahire‟de h.1308‟de ġeyh Rıdvan b. Muhammed el-Muhallilâtî


tarafından Hafs rivayeti esas alınarak yazılan bu mushafın sonunda, Mushaf içinde
kullanılan vakf alametleri ile ilgili olarak Ģu bilgilere yer verilmiĢtir: “.. bazı kelimelerin
üzerine koyulan Ģu vakf alametleri ġeyhu‟l-Ġslam‟ın “Vakf ve Ġbtidâ” isimli eserinden
yola çıkarak belirlenmiĢtir. Bu iĢaretlerden ‫ن‬: kâfi, ‫ذ‬: hasen, ‫ج‬: caiz, ‫ ص‬: Salih, َ :
mefhum ‫ ص‬: tam vakfı ifade eder.”114

Burada ġeyhu‟l-Ġslâm diye kasdettiği isim Ebu Yahya Zekeriyya el-Ensârî


ö.926/1520 olup altı tür vakf almeti ile bahsettiği sistemi anlattığı eseri de “el-Muksıd

113
KayıĢzade Mushafı, Hattat Nuri Hafız Osman Burdûrî , [y.y.], 1305, s.626.
114
Muhafu‟Ģ-ġerif, Muallilati Mushafı, Mısır: 1308, s.161.

38
li telhîsi mâ fi‟l-MürĢid” isimli eserdir.115 El-Ensârî‟nin sisteminde kabih vakfa veya
vakf yapmanın uygun olmadığı yerlere iĢarete eden bir alamet olmaması dikkat
çekicidir. Dolayısıyla bu mushafta da Medine mushafında olduğu gibi ‫ ال‬veya benzeri
bir iĢarete ayet ortalarında da sonlarında da rastlanmamaktadır. Bununla birlikte ilk üç
sure bazında ele alırsak Secâvendî‟nin lamelif takdir ettiği doksan beĢ yer için
belirlenmiĢ olan, ‫ ن‬kâfî vakf , ‫ ج‬câiz vakf ve ‫ ص‬sâlih vakf alametlerinin yoğunluğu
câlib-i dikkattir ki bu iĢaretlerin hepsi vakfı uygun gören iĢaretlerdir.

6. Mısır Mushafı

H.1337 tarihli Ezher ulemasından dört ismin hazırladığı bu mushafın


sonundaki “Mushaf-ı ġerif‟in Tarifi” bölümünde; “Vakflar ve alametler konusunda
tefsir ulemasının iĢaret ettiği manalara göre takdirde bulunan kiĢi Muhammed b. Halef
el-Huseynî Mısır Ģeyhu‟l-Kurrası ‟dir.” ifadesi yer almaktadır.116 yrıca el-
Huseynî‟nin takdir ettiği yukarıda da bahsettiğimiz altı çeĢit vakf alameti ve ifade
ettikleri mana birer örnek ile izah edilmiĢtir.117 Mushafın ikinci baskısı için verilen
bilgilendirme kısmında ise; sekiz yüzden fazla yerde vakflar konusunda tasarrufta
bulunulduğundan bahsedilmiĢtir.118

El-Huseynî‟nin sisteminin, özünde yine Secâvendi‟ye dayandığını göz önüne


alırsak bu mushafta da Medine mushafında olduğu gibi vakf-ibtida yerlerinin
belirlenmesi ve vakf alametleri açsısından tabi olunan sistem üzerinde ciddi tasarrufta
bulunulduğunu söylemek mümkündür. Zira araĢtırma konumuz olan doksan beĢ
noktadan sadece altısında lamelif )‫‟(ال‬in var olması buna iĢaret etmektedir. Bu altı
yerden yalnızca bir tanesinde; Bakara 2/219. Ayetin sonunda َْٚ‫ ٌَ َؼٍَّ ُى ُْ طَظَفَ َّى ُش ه‬lafzından

sonra ‫ ال‬vardır.119 Yalnızca burada olmasının sebebi, sonraki ayetin baĢlangıcındaki ِٟ‫ف‬
ٰ ْ َٚ ‫َخ‬١ْٔ ُّ‫ حٌذ‬lafzı ile görülen sıkı irtibat olsa gerektir.
‫حال ِخ َش ِس‬

115
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, s.250.
116
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf (el-mushafu‟l-Mısrî , Kahire: Dâru‟l-Kütubu‟l-Mısriyye, 1371/1952, s.832.
117
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf, s.840-841.
118
el-Mushafu‟Ģ-ġerîf, s.847. Ürdün:1414/1993.
119
el-Mushafu‟l-Mısrî, Kahire: s.43-44.

39
7. Libya Mushafı

Ġlk baskısı 1398/1988‟da Trablus‟ta yapılan bu Mushaf “Mushafu‟l-


Cemâheriyye” diye bilinir. Ġmam Kalûn rivayetine ve Hafız Ebû mr ed-Dânî‟nin
tercihleri esas alınarak Resm-i Osmanî‟ye uygun Ģekilde yazılmıĢtır. Mushafın
tanıtıldığı son kısımda “Mushaf-ı ġerif‟in Vakfları” baĢlığı altında Ģu ifadelere yer
verilmiĢtir:

“Vakf; bir Kur‟an kelimesini sonrasından nefes alacak Ģekilde bir süre ile
ayırmaya denir. Çokça çeĢidi vardır ki, Ġmam Ġbnu‟l-Cezerî; tam, kafi ve hasen vakf
olmak üzere üç kısımdan bahseder. Bu çeĢitlendirmenin kaynağı mananın idraki ile
ilgili olup buna göre de ihtilaflar söz konusudur. Kıraatler de dahil olunca ihtilaf artar,
öyle ki; bir yerde vakfetmek bir kıraate göre tam olabilirken bir diğerine göre kafi
olabilir. Vakfın ayet sonunda olması gerekmez, ortasında da sonunda da olabilir. Ayetin
tamamlanmasına değil mananın oluĢmasına itibar edilir. Vakf alametleri; kari‟in
rahatlayacağı, mananın açıkça anlaĢılacağı ve tilavetin düzgün olacağı yerlere konur.
Böylece okuyan kiĢiye göre mana ve vakf yerleri değiĢebilir. Bütün vakf yerlerinin
belirlenmesinde Kur‟an ile ve onun azameti ile uyuĢmayacak bir mana ifade etmekten
sakınılır. Bu mushafta Ebu bdullah Muhammed Ġbn Ebi Cum‟a el-Hıbtî es-Semâtî el-
Mağribî h.850-930 tarafından belirlenen Hıbtıyye Vakfları (‫ش‬١‫زط‬ٌٙ‫ف ح‬ٛ‫ف‬ٌٛ‫ ) ح‬tercih
edilmiĢtir. Bu vakf sistemi ehl-i ilim nezdinde oldukça meĢhur olmakla birlikte sadece
vakf yerlerini belli etmek üzere koyduğu ٗ‫ )ط‬iĢareti ile de diğer sistemlerden
ayrılır.”120 yrıca mushafın yine sonundaki kaynaklar bölümünde vakf ve ibtidâ için el-
Hıbtî‟nin yanında UĢmûnî‟nin Menâru‟l-Hudâ isimli eserinden de istifade edildiği
belirtilmiĢtir.121

Libya mushafında tek iĢaret tercihinden de tahmin edileceği üzere hiçbir yerde
lamelif remzi kullanılmamıĢ aksine Secâvendî‟nin ilk üç surede ‫ ال‬tercih ettiği doksan
beĢ yerden yirmi dördü için vakfetmeyi uygun gördüğünü ifade etmek için kullanılan (
) ٗ‫ ط‬iĢareti mevcuttur. Bunlardan sekiz tanesi de ayet sonu olan yerler için takdir
edilmiĢtir.

120
Mushafu‟l-Cemâhiriyye, Trablus: 1989, s.613.
121
Mushafu‟l-Cemâhiriyye, s.620.

40
8. Medine-Fehd Mushafı

, Melik Fehd adına H. 1429‟ da bastırılan bu mushafın son kısmında “Mushafın


Rivayeti ve Resm-Zabt- yet Sayısı Ġle Ġlgili Istılah” baĢlığı altında Ģu bilgiye yer
verilmektedir: “Bu mushafın vakfları, belirlenen komisyon tarafından, mananın
gerektirdiği hususlar ile birlikte, Dânî‟nin el-Muktefâ isimli eserinde tercihleri, Ebu
Ca‟fer en-Nehhâs‟ın el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf isimli eserindeki tercihleri ve önceki
Mushaflarda var olan tercihler esas alınarak belirlenmiĢtir.”122

Ġslam dünyasında oldukça yaygın kullanımı olan bu mushafın, temel


prensiplerde dayandığı Mushaf; eĢ-ġeyh li b. Halef el-Huseynî‟nin denetiminde
1333‟de bastırılan Birinci Fuad Mushafı‟dır ki bu mushafta lazım vakf için ) ‫ ( م‬,
memnû‟ vakf için ) ‫( ال‬, caiz vakf için ) ‫( ج‬, vaslın evlâ olduğu caiz vakf için ) ‫( صلى‬,
vakfın evlâ olduğu caiz vakf için ) ‫( قلى‬, vakf-ı muaneka için ) .: .: ( alametleri
kullanılmıĢtır. Görüldüğü gibi bu mushafta da Secâvendî‟nin vakf yerlerine de
kullandığı remizlere de tam bir muvafakat yoktur. Daha sonra Mısır, Irak, Suriye ve
Suûd Mushaflarında da Secâvendî‟den bu Ģekilde istifade edilmeye devam edilmiĢtir.

el-Huseynî‟nin sözünü ettiğimiz bu mushafındaki vakıflarından istifade eden


Mushaflardan biri de çalıĢmamızda incelediğimiz Medine mushafıdır. Bu mushafın
hazırlanmasını ve basılmasını, baĢkanlığını Dr. bdulaziz Kâri‟‟in yaptığı kıraat ve
tefsir ulemasından müteĢekkil bir komisyon üstlenmiĢtir.123 Dr. Abdulaziz, bu Mushaf
hakkında bir rapor kaleme almıĢ ve orada el-Huseynî‟ye ait mushafa itimad ettiklerini
beyan etmiĢ, yukarıda bahsettiğimiz rumuzu ve kullanım amaçlarını açıklamıĢ ve
ardından bundan baĢka tasarrufları ile ilgili olarak Ģu ifadelere yer vermiĢtir:

“OluĢturduğumuz komisyonda bu vakıfları ve kullanıldıkları


yerleri tek tek inceledik. Sahih bulduğumuzu ibkâ ettik ancak problemli
gördüklerimizi esas kaynaklara müracaat ederek heyetimizce tartıĢtık ve
doğru tercihe ulaĢmayı, doğru iĢareti koymayı hedefledik. Sonuçta Medine
mushafı, beĢyüz ellibeĢ noktada el-Huseynî mushafına muhalif olmuĢ oldu

122
Mushafu‟l-Medinetü‟n-Nebeviyye, Medine: Mucemmeu‟l-Melik Fehd li Tabâati‟l-Mushafi‟Ģ-ġerîf,
H.1429.
123
Tayyâr, Vukûfu‟l-Kur‟ân, 250-251.

41
ki bu aslında vakf alametlerinin tamamı içerisinde oldukça sınırlı bir yer
tutmaktadır.”

Bu ifadelerden sonra Dr. bdulaziz Kâri‟, lazım vakf, caiz vakf ve diğerleri
için nasıl değiĢiklikler uygun gördüklerini ayetler üzerinden örnekler ile izah etmiĢtir.
Komisyonun Lamelif konusundaki tercihleri ise “ yet Sonlarında Vakf” isimli yeni bir
baĢlıkta izah edilmiĢtir. Evvela tüm klasik kaynaklarda olduğu gibi Hz. Peygamber
(s.a.v. ve ashâbdan bu konuda bize ulaĢan rivayetler nakledilmiĢ, hemen arkasından
Ebû mr ed-Dânî‟nin bu rivayetlerden yola çıkarak ayet sonlarında –devamı ile irtibat
olsa bile- vakfetmenin uygun olduğunu ifade eden görüĢü zikredilmiĢtir. Bu görüĢün ve
önceki rivayetlerin Ümmü Seleme rivayeti muktezası gereğince komisyonun, ayet
sonlarındaki bütün lamelif iĢaretlerini hazfettiği ifade edilmiĢtir.124 Yine aynı raporda
ayet sonlarındakilerle birlikte ayet ortasındaki ‫ ال‬iĢaretlerinin de hazfedildiği belirtilmiĢ
Maide suresinden bir ayet ile de buna örnek verilmiĢtir.125

Bütün bu bilgiler ıĢığında mushafı incelediğimizde temelde dolaylı yoldan da


olsa Secâvendî'yi esas alan Medine mushafında gerek Fatiha, Bakar ve Âl-i Ġmrân
surelerinde gerekse mushafın tamamında ayet sonlarında ve ortalarında lamelif remzine
rastlamamaktayız. Kanaatimizce bu durum, bir sistemin örnek alınmasının o sisteme
ayniyle tabiiyet gerektirmeyeceğine, ihtiyaca binaen veya farklı kanaatler gereği mevcut
sistem üzerinde tasarruflarda bulunulabileceğine, dolayısıyla da vakf-ibtida tercihlerinin
bağlayıcı olmadığına iĢaret etmesi bakımından oldukça önem arzetmektedir.

9. Tac Company Mushafı

“Kur‟an Mecîd” ismi ile basılmıĢ bu mushafta basım yeri, heyeti, tarihi, vakf
ibtidâ, zabt vb. konularda hiçbir izaha yer verilmemiĢtir.126 Sayfa düzeni açısından
oldukça farklı olan mushafta, hem diğer vakf alametleri açısından hem de lamelif remzi
açısından Secâvendî‟nin sistemi birebir uygulanmıĢtır. Öyle ki çalıĢma konumuz olan

124
bdulaziz b. bdilfettâh Kâri‟, et-Takrîri‟l-Ġlmî an Mushafi‟l-Medîneti‟n-Nebeviyye,
Medine:1406, s.50 vd.
125
bdulaziz Kâri‟, et-Takrîri‟l-Ġlmî, s.57.
126
Kur‟an Mecîd, Pakistan: Tac Company, [t.y.].

42
ilk üç surede Secâvendî‟nin doksan beĢ yerde takdir ettiği ‫ ال‬alametine bu mushafta aynı
yerlerin seksen altısında rastlanmaktadır.

Tüm bu araĢtırmanın sonucuna göre ortaya çıkan durumu Ģu Ģekilde özetlemek


mümkündür: Bakara ve Âl-i Ġmran surelerinde Secâvendî‟nin vakfetmeyi uygun
görmeyerek lamelif remzi ile iĢaretlediği doksan beĢ yer için diğer mushafların
durumuna baktığımızda; yukarıda incelediğimiz on mushafta öncelikle dikkatimizi
çeken hepsinin müĢtereken vakfedilemeyeceğine hükmettiği herhangi bir yerin
olmamasıdır.

Hebtî‟yi esas alan Libya mushafı ve Zekeriyya el-Ensârî‟nin esas alan


Muhallilâtî mushafı hariç –ki bu iki mushafta lamelife rastlanmamamktadır- diğer sekiz
mushafın hepsi direkt veya dolaylı yoldan Secâvendî‟yi esas almaktadır. Bu sekiz
Mushaf içerisinde, Secâvendî‟nin sistemi birebir esas alan tamamiyle aynı noktalarda
aynı remizleri tercih eden tek Mushaf olması yönüyle Tac Company mushafı dikkat
çekmekte, tamamında olmasa da kahir eksiriyetinde lamelif bakımından uyumlu
olmaları bakımından Hafız Osman ve KayıĢzade Mushaflarını da bu kabilde
değerlendirmek mümkün görünmektedir. Mısır, Kazan ve Mustafa el-Hâtemî mushafı
lamelif sayısı itibariyle kısmî bir muvafakat görüntüsü içindeyken Secâvendî‟nin
sitemini esas aldığı halde hiçbir yerde lamelif kullanmayı tercih etmeyen Mushaf
Medine mushafıdır. yrıca bu on mushaftan yedisi Secâvendî‟nin lamelifleri yerine
baĢka bir iĢaret tercih etmedikleri halde diğerlerinden farklı olarak lamelifin yerine ،‫( ن‬
) ٗ‫ ط‬،‫ ج‬،‫ ص‬gibi iĢaretler takdir edilen Mushaflar, Libya, Muhallilâtî ve Mustafa el-
Hâtemî mushafları olmuĢtur.

Konuyu ayet sonları açısından ele alırsak Secâvendî gibi makta‟ sistemini
benimsemiĢ olanların; Tac Company, Hafız Osman, KayıĢzade ve Kazan Mushafları
olduğu söylenebilir. Medine, Mısır, Libya, Muhallilâtî ve Mustafa el-Hâtemî Mushafları
ise ayet sonlarında vakfı tercih eden ulamanın görüĢlerini benimsemiĢ görünmektedir.

Ezcümle, mushafların genelinden anlaĢılan durum Ģudur ki, Secâvendî‟nin


vakf-ibtidâ ilmine büyük bir katkı olarak sunduğu vakf yerlerini dercelendirerek herbiri
için bir alamet takdir etme faaliyeti, Ġslam dünyasında oldukça rağbet görmüĢ ancak

43
mushafın kullanımda olacağı bölgeye ve ihtiyaçlarına, hazırlanan mushafın sistemini
belirleyen kiĢi veya tertip komisyonunun takdirine göre vakf alametleri çeĢitlilik
arzetmiĢtir. Kimi mushafta lamelif hiç kullanılmazken kimi mushafta daha az sayıda
tercih edilmiĢtir. Mesele daha kapsamlı olarak düĢünüldüğünde bu durumun tesbitinin,
vakf-ibtidâ ilminin ictihâdî yönüne de iĢaret etmesi bakımından oldukça önem
arzettiğini söylemek mümkündür.

Bütün bu ifadeleri aĢağıdaki tabloda bir arada görmek mümkündür:

MEDİNE MISIR LİBYA MUHAL M. EL- TAC KAZAN KAZAN HAFIZ KAYIŞ
LİLATİ HATEMİ COMPAN I II OSMA ZADE
Y N 1094
FATİH _ _ _
A-1 ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
FATİH _ _ _
A-2 ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
FATİH _ _ _
A-6 ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
FATİH _ _
A-7 ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬

BAKAR _ _ _
A-1 ‫ت‬ ‫ال‬/‫ق‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _
A-3 ‫صه‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _
A-10 ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _ _ _ _ _
A-11 ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _ _ _
A-14 ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _ _ _ _
A-14 ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
(2)
BAKAR _ _ _
A-18 ‫صه‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
BAKAR _ _ _ _ _
A-20 ‫صه‬ ‫ه‬ ‫ال‬/‫ق‬ ‫ ه‬/ ‫ال‬ ‫ ه‬/ ‫ال‬
BAKAR _ _
A-21 ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬

44
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-25‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-26‬‬ ‫ت‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-33‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-45‬‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-69‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ط‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-70‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-89‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-113‬‬ ‫جا‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-116‬‬ ‫قلى‬ ‫قلى‬ ‫صه‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ط‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬
‫‪A-119‬‬ ‫صلى‬ ‫صلى‬ ‫صه‬ ‫ح‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-120‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-131‬‬ ‫صلى‬ ‫صه‬ ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ط‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-133‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-145‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-150‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-150‬‬ ‫صه‬ ‫ت‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ع‪/‬ء‬ ‫ع‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-155‬‬ ‫كت‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال ه‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-156‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-158‬‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-159‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-159‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-161‬‬ ‫جا‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬

‫‪45‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-165‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-165‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-174‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-177‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-183‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-186‬‬ ‫صلى‬ ‫صلى‬ ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-187‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-203‬‬ ‫صلى‬ ‫صلى‬ ‫ه‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-204‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-218‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫__‬
‫‪A-219‬‬ ‫ال‬ ‫صه‬ ‫ع‪ /‬ح‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-222‬‬ ‫صه‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-222‬‬ ‫صه‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-229‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-249‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-249‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-249‬‬ ‫ه‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال ه‬ ‫ال‬
‫‪3‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-251‬‬ ‫صه‬ ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال وقف‬ ‫ط‬ ‫ه‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-257‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-257‬‬ ‫ج‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-258‬‬ ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬

‫‪46‬‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-259‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-262‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-264‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-266‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪BAKAR‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪A-266‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪2‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صلى‬ ‫صه‬ ‫ح‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-2‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-7‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال ‪ /‬ء‬ ‫ع‬
‫‪N-10‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ت‪ /‬ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-11‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-18‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-21‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-33‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫__‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-37‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ح‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-39‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-49‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ت‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-73‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ط‬ ‫ال‬
‫‪N-79‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-87‬‬

‫‪47‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫جا‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-88‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال ه‬
‫‪N-105‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-121‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-122‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ج‬ ‫ج‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-125‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-126‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-133‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ت‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-133‬‬
‫)‪(2‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-137‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ك‬ ‫ك‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫الء‬ ‫الع‬
‫‪N-140‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صه‬ ‫ال‬
‫‪N-146‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫صلى‬ ‫صلى‬ ‫صه‬ ‫ح‬ ‫ح‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-154‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-155‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-165‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-166‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫جا‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-169‬‬
‫‪AL-İ‬‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬ ‫_‬
‫‪İMRA‬‬ ‫ص‬ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
‫‪N-170‬‬

‫‪48‬‬
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
N- 170
(2)
AL-İ _ _ _ _ _ _
İMRA ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
N-171
AL-İ _ _ _ _ _ _ _
İMRA ‫ال‬ ‫ال‬ ‫ال‬
N-174
AL-İ _ _ _
İMRA ‫صه‬ ‫ص‬ ‫ ال‬/ ‫ص‬ ‫ال‬ ‫ج‬ ‫ال‬ ‫ال‬
N-199

49
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

FATĠHA, BAKARA VE ÂL-Ġ ĠMRÂN SURELERĠNDEKĠ


VAKF-I LÂ‟NIN TAHLĠLĠ

Bu bölümde Secâvendî‟nin üç surede toplam doksan beĢ yer için takdir ettiği
lamelif remzini ele alarak öncelikle Secâvendî‟nin gerekçelerini anlamaya ve tasnif
etmeye gayret edeceğiz. Daha sonra bu tasnife göre baĢlıklandırdığımız ayetlerde söz
konusu yerler için vakf-ibtidâ ilminin önde gelen isimlerinden Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs,
Dânî ve UĢmûnî‟nin nasıl hüküm takdir ettiğini, Secâvendî ile örtüĢen ve ayrıĢan
noktalarının neler olduğunu tahlil etmeye çalıĢacağız. rdından dilci müfessirleri
temsilen Ferrâ, rivayet-dirayet ekolünü temsilen Taberî ve hem müteahhirun müfessirler
içerisinde Kur‟an i‟rabı ve luğavî izahlarla fazlaca hemhal olması sebebiyle hem de
Zekeriyya el-Ensârî‟nin talebesi olarak onun da görüĢlerini yansıtmıĢ olacağı
düĢüncesiyle Semîn Halebî‟nin ayetleri tefsir ederken kurdukları anlam örgüsüne, varsa
luğavî izahlarına yer verdik. Bunu yaparken amacımız müfessirlerin mana takdirleri ile
Secâvendî‟nin lamelif tercihlerininin ne derece örtüĢtüğünü anlamak olacaktır.

Vakf-ı lâ mevcud olan bu ayetlerdeki illetleri tasnif ettiğimizde; 1-Lüğavî


mülahazaların esas alındığı durumlar, 2-Kıraat tercihinin esas alındığı durumlar, 3-
Mana irtibatının esas alındığı durumlar olmak üzere üç ana baĢlıktan söz etmek
mümkündür. Bu bölümde sırasıyla sözünü ettiğimiz baĢlıklar altında ayetlerin tahliline
yer vereceğiz.

1. LÜGAVÎ MÜLAHAZALARIN ESAS ALINDIĞI DURUMLAR

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ takdir ettiği doksan beĢ ayet ve illetleri incelendiğinde


kahir ekseriyetin cümle yapısı ve i‟rab takdiri ile alakalı olması dikkat çekicidir. Zira
toplamda yetmiĢ yedi yerde vakf-ı lâ‟nın varlığı, Secâvendî tarafından lüğavi bir izah ile

50
temellendirilmiĢ, lafzî irtibatın devam etmesi gerekçesine dayanarak hüküm verilmiĢtir.
Bu luğavî gerekçeleri Ģu Ģekilde tasnif etmek mümkündür:

1.1. Sıfat-Mevsuf ĠliĢkisi

Bilindiği üzere Secâvendî makta‟ sistemini esas almıĢ, buna bağlı olarak da
farklı ayetlerde de olsa aralarında lafız ve mana iliĢkisi kuvvetli olan cümleleri bir ifade
öbeği olarak değerlendirmiĢtir. Bu anlayıĢa göre Fatiha suresi üç ifade öbeğinden
makta‟ oluĢmaktadır. Buna göre Fatiha suresindeki ilk makta‟ ٓ٠‫ حٌذ‬kelimesinde,
ikincisi ٓ١‫ ٔغظؼ‬kelimesinde son bulmaktadır, üçüncü makta‟ ise surenin sonuna kadar ki
kısmıdır. Dolayısıyla Secâvendî‟nin sisteminde ٓ١ٌّ‫حٌؼخ‬, ُ١‫ حٌشز‬ve ٓ٠‫ حٌذ‬kelimelerinin
sonunda vakf-ı lâ bulunmaktadır. Secâvendî ُ١‫ حٌشزّٓ حٌشز‬ayeti ile önceki ayetteki ‫سد‬
kelimesi arasında sıfat-mevsuf iliĢkisi bulunduğundan bahsetmiĢtir.127 Secâvendî‟nin bu
açıklamalarının Ebu Ca‟fer en-Nehhâs‟ın ö.338/950 izahlarıyla büyük benzerlik arz
ettiği görülmektedir. Nitekim Nehhâs, ٓ١ٌّ‫سد حٌؼخ‬, ُ١‫ حٌشزّٓ حٌشز‬ve ٓ٠‫َ حٌذ‬ٛ٠ ‫ ِخٌه‬lafızlarının
tamamının ilk ayette geçmekte olan ‫ هلل‬lafzının sıfatı olduğundan ve bu ayetlerin
tamamının okunmasının akabinde ifadenin tamamlanacağından bahsetmiĢ ve ٓ٠‫حٌذ‬
kelimesindeki vakfın vakf-ı tâm olacağını belirtmiĢtir.128 Bu durum Secâvendî gibi
Nehhâs‟ın da makta‟ sistemini esas aldığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Bu iki âlimin aksine Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî‟nin buradaki vakfla ilgili herhangi bir
açıklamada bulunmamıĢ olması da söz konusu iki alimin makta‟ sistemini değil de ayet
sonu sistemini esas alıyor olmalarının bir delili olarak değerlendirilebilir. Zira vakf-
ibtida âlimleri ayet sonundaki vakfın hükmü itibariyle iki kısma ayrılmıĢlardır.
Secâvendî gibi makta‟ sistemini esas alan âlimler ayet sonu da olsa lafız-mana
iliĢkisinin devam ettiği ve makta‟ın tamamlanmadığı yerlerde vakfı değil de vaslı tercih
etmiĢlerdir. Buna karĢın bazı alimler lafız-mana iliĢkisi güçlü olsa bile ayet sonunda
vakfetmeyi uygun görmüĢler ve bunun bir sünnet olarak değerlendirmiĢlerdir.

Secâvendî aynı mülahazaya yani sıfat-mevsuf iliĢkisinin devam ettiği


mülahazasına dayanarak ikinci ayetin sonundaki ُ١
ِ ‫ حٌشَّ ۪ز‬kelimesinde vakfın değil vaslın
evla olduğunu belirtmiĢ, bunu göstermek amacıyla da bu yere vakf-ı lâ iĢaretini

127
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 171.
128
Ebû Ca‟fer hmed b. Muhammed en-Nehhâs, Kitâbu‟l-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, nĢr. hmed Hattâb el-
Ömer, Bağdad: Vizâretu‟l-Evkâf, 1398/1978, s.108.

51
koymuĢtur.129 Secâvendî‟nin bu açıklamalarının da Nehhâs‟ın açıklamalarıyla paralellik
arz ettiği görülmektedir. Nitekim Nehhâs, yukarıda aktardığımız açıklamalarının da
delalet ettiği üzere, sıfat-mevsuf iliĢkisinin devam ettiğini belirtmiĢ ve cümlenin ٓ٠‫اٌذ‬
kelimesinde tamamlandığını, dolayısıyla da ٓ٠‫ اٌذ‬kelimesindeki vakfın vakf-ı tâm
olacağını söylemiĢtir.130 Dânî‟nin vakf durumu hakkında herhangi bir beyanda
bulunmadığı ُ١‫ حٌشز‬kelimesi, Ġbnu‟l-Enbârî‟ye göre vakf-ı hasen‟i haketmektedir. “Vakf-
ı tâm değil, vakf-ı hasendir” Ģeklindeki beyanıyla buradaki vakfın vakf-ı hasen
olduğuna iĢaret eden Ġbnu‟l-Enbârî, bu izahına gerekçe olarak bu ifadenin birinci
ayetteki ‫ هللا‬lafzının sıfatı oluĢunu göstermiĢtir.131

Müfessirlerin bu ayetlere iliĢkin değerlendirmelerinin tayin ve tespiti, vakf-


ibtidâ alimlerinin zikri geçen açıklamalarını değerlendirmeye katkı sunacaktır. Bu
çerçevede öncelikle lügavi tefsirin önde gelen temsilcisi olan Ferrâ‟nın bu noktada
ayetle ilgili mana takdirine tesir edecek herhangi bir izahta bulunmadığı görülmektedir.
Kur‟an‟ın özgün bir anlamının bulunduğunu ve bu anlama ulaĢmanın yolunun da
seleften gelen açıklamaları esas almaktan geçtiğini düĢünen Taberî ö.310/923 ise
Fatiha suresinin ilk üç ayeti arasında bir mana irtibatı bulunduğunu belirtmiĢ ve bu
açıdan söz konusu üç ayet arasını ayırma yoluna gidilmemesi gerektiğini ifade
etmiĢtir.132 Kur‟an ibareleri arasındaki dilsel iliĢkileri gözler önüne sermeyi amaçlayan
Semîn Halebî de ö.756/1355 ُ١‫ حٌشزّٓ حٌشز‬ve ٓ٠‫َ حٌذ‬ٛ٠ ‫ ِخٌه‬ifadelerinin her ikisinin de ilk
ayette geçmekte olan ‫ هللا‬lafzının sıfatı veya bedeli konumunda değerlendirilmesi
gerektiğini ifade etmiĢtir.133 nılan müfessirlerin bu açıklamalarını dikkate aldığımızda
Taberî ve Semîn Halebî‟nin beyanlarının vakf-ibtida âlimlerinden Nehhâs ve
Secâvendî‟nin açıklamalarıyla hemen hemen tam bir muvafakat içinde olduğunu
görürüz. Zira her iki müfessir de bu üç ayet arasında güçlü bir lafız-mana iliĢkisi
bulunduğu ve bunların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği anlamına gelen
açıklamalarda bulunmuĢlardır. Ferrâ‟nın ö.207/822 bu ayetler arasındaki lafız-mana
iliĢkisine yönelik herhangi bir açıklamada bulunmamıĢ olması, onlar arasında lafız-
129
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 171.
130
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.108.
131
Ġbnu‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.249.
132
Ebû Ca‟fer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu‟l-Beyan an Te‟vîli Âyi‟l-Kur‟ân, nĢr. bdullah
b. Abdulmuhsin et-Türkî, Riyad:1424/2003, I, 148.
133
Ahmed b. Yusuf es-Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Masnûn fî Ulûmi Kitâbi-l Meknûn, nĢr. hmed
Muhammed el-Harrad, DımaĢk: 1406/1986, I, 47.

52
mana iliĢkisi gözlemlemediği anlamına gelmez. Ferrâ‟nın bu ayetlerden her birini
müstakil olarak ele almıĢ olması ve bu noktada daha ziyade kelime düzeyindeki
açıklamalar özellikle de kelimelerin kıraat özelliği üzerinde durmuĢ olması cümleler
arasındaki iliĢkiler üzerine neden eğilmediğini izah eder niteliktedir.

Secâvendî‟nin sıfat-mevsuf iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate alarak


vakf-ı lâ takdir ettiği yerlere Bakara suresinde Ģu yerlerde rastlanmaktadır:

َ ۚ ٠‫ ٰر ٌِهَ ْحٌ ِىظَخدُ َال َس‬lafzından sonra


‫ ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬ًٜ‫ ۚ ِٗ ُ٘ذ‬١ ۪‫ْذ ف‬
Bakara 2/1‟de, ayetin sonundaki َٓ١
vakfetmek ile ilgili olarak Secâvendî‟nin tercihi, devamındaki َٓ٠ ۪‫ ح َ ٌَّز‬ifadesinin sıfat
olması sebebiyle burada vakfedilmemesinden yana olmuĢ ve ‫ ال‬rumuzu ile bunu ifade
etmiĢtir.134 yet sonu olmasına rağmen beyan etttiği bu takdiri, makta‟ sistemini
benimsemiĢ olması ile izah edilebilir. Nehhâs ve UĢmûnî‟nin tercihleri ise bir veche ile
Secâvendî‟nin bu yorumuna muvafık olsa da her ikisi de diğer i‟rab ihtimallerine göre
de hüküm vermeleri ve hatta söz konusu yerin ayet sonu olmasına vurgu yaparak tüm
i‟rab ihtimallerinden bağımsız olarak vakfın da mümkün olduğunu ifade etmeleri
yönüyle farklılık arzetmektedir. ġöyle ki; Nehhâs, burada iki farklı değerlendirme
yapılabileceğini, ardından gelen َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬lafzının mübteda kabul edilmesi durumunda َٓ١ ۪‫ٌِ ٍْ ُّظَّم‬
üzerinde vakfın caiz olacağını, sıfat veya bedel kabul edilmesi durumunda ise mananın
tamamlanmaması sebebiyle vakfetmenin uygun olmayacağını söylemiĢtir. yrıca ayet
sonu olması hasebiyle vakfı uygun görenlerin görüĢlerini de nakletmiĢtir.135 UĢmûnî de
sıfat kabul etme ihtimalini zikretmiĢ ancak buna göre verdiği hüküm ile Nehhâs‟tan
ayrılmıĢtır. Ona göre ikinci ayet-i kerimedeki ٓ٠‫ حٌز‬lafzının; ibtidâ konumunda ref‟ halde
kabul edilmesi halinde birinci ayetin sonunda tam vakf, mef‟ul konumunda mansub
kabul edilecek olursa hasen vakf olur ancak bedel, sıfat veya atf-ı beyan konumunda
mecrur kabul edilecek olursa vakf yapılmaz. Yine de ayet sonu olduğu için vakfetmenin
caiz olduğunu belirterek izahını sonlandırmıĢtır.136 Tüm bu izahlara benzer Ģekilde
ihtimaller üzerinden takdirde bulunan ancak mevzu bahis olan yerin ayet sonu olmasını
dikkate almadan yorum yapan Dânî; sonraki kelimenin mübteda kabul edilmesi
durumunda vakfın tam, medh manasında nasb veya ref konumda kabul edilmesi
durumunda kâfî, sıfat veya bedel kabul edilmesi durumda ise hasen kabul edileceğini

134
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 176.
135
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.113-114.
136
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.21.

53
ifade etmiĢtir.137 yet sonlarında vakfı esas alan Ġbnu‟l-Enbârî‟nin ise burada herhangi
bir izah yapmadığını görmekteyiz.

Müfessirlerin anlam örgüsünde bu ayet için dikkat çektikleri noktalara


baktığımızda Ferrâ‟nın bu ayet ve sonrasına dair i‟rabı ilgilendirecek herhangi bir
yorum yapmadığını, Taberî‟nin ise ٓ٠‫ حٌز‬lafzı ile baĢlayan kısım için iki ihtimalden söz
ederek mecrur konumda َٓ١ ۪‫ ٌِ ٍْ ُّظَّم‬lafzına atıf veya merfu‟ konumda is‟tinaf-baĢlangıç
cümlesi kabul edilebileceğini belirttiğini görüyoruz.138 َُِِْٕٛ ‫ ُْئ‬٠ َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬ibaresinin; sıfat
olarak cerr konumda kabul edilmesinin râcih görüĢ olduğunu beyan eden Semîn Halebî
bununla birlikte Ģu üç irab ihtimalinden daha söz etmiĢtir: 1-Sıfat, bedel ve atf-ı beyan
olmak üzere cerr konumda, 2-mahzuf bir mübtedanın haberi veya sonraki ayetlerde var
olan iki َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬lafzından birinin mübtedası olmak üzere ref‟ konumda, 3-muzari fiil olarak
öncesinden bağımsız nasb konumda.139 Bütün bu tercih ve yorumlardan yola çıkarak;
ayetin devamındaki lafızların i‟rab bakımından ihtimallere açık olduğu ve ulemanın
tercih yapmaktan çok bu ihtimallerin hepsini kayda değer buldukları söylenebilir.
Secâvendî‟ye yakın tavrı ile dikkat çeken UĢmûnî de dahi durum böyledir. Hal
böyleyken Secâvendî‟nin i‟rab ihtimallerinden yalnızca birine göre verdiği hükmün
nihâî bir söz olamayacağını söylemek mümkündür.

Benzer Ģekilde Bakara 2/21‟de ُْ ‫َٓ ِِ ْٓ لَ ْز ٍِ ُى ُْ ٌَؼٍََّ ُى‬٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ ُْ ‫ َخٍَ َم ُى‬ٞ ۪‫ح َس َّر ُى ُُ حٌَّز‬ُٚ‫خط ح ْػزُذ‬
ُ ٌَّٕ‫َخ ح‬ُّٙ٠َ‫َخح‬٠ُٓ (
‫ طَظَّمُ ه‬ayet sonu olan ْٛ‫ ٌؼٍىُ طظم‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak vakf-ibditâ
) َْٛ
ulemasının tercihlerine baktığımızda vakfın uygun olmadığını ‫ ال‬remzi ile belirten
Secâvendî140 ile aynı yer için َ‫ظ رظخ‬١ٌٚ ٓ‫ زغ‬ifadesi ile takdride bulunan Ġbnu‟l-
Enbârî‟nin141 gerekçeleri birbiri ile örtüĢmektedir. Her ikisi de bir sonraki ayetteki ٞ‫حٌَّز‬
ile baĢlayan sıla cümlesinin 21. ayetteki ‫ سد‬kelimesinin sıfatı olmasını sebep
göstermiĢlerdir. Dâni illet belirtmeksizin hasen vakfa hükmetmiĢken, Nehhâs burada
görüĢ bildirmemeyi tercih etmiĢtir. Farklı bir i‟rab takdiri ile sonrasının bedel olacağını
ve dolayısıyla bedel ve mübdeli birbirinden ayırmamak için burada durulamayacağını

137
Dâni, el-Muktefâ, s.118.
138
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 254-255.
139
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 91.
140
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 190-191.
141
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.262.

54
ifade deden UĢmûnî ise söz konusu yer ayet sonu olduğu için yine de vakfın caiz
olacağını ifade etmektedir.142

Müfessirlerin burası ile ilgili izahlarına baktığımızda Ferrâ; eserinde bu ayetle


ilgili hiçbir izaha yer vermemiĢ, Taberî; 22. ayetin tamamının bu ayetteki ُ‫ سرى‬lafzının
sıfatı olduğunu belirtmiĢ,143 Semîn Halebî ُُ ‫ َخؼَ ًَ ٌَ ُى‬ٞ‫ حٌََّ ۪ز‬ile baĢlayan ibare için nasb ve ref‟
olmak üzere iki ihtimalden söz etmiĢtir: 1-Kat‟ 2-Sıfat, 3-Bedel, 4-Mef‟ul, 5-Sıfatın
sıfatı olmak üzere nasb konumda, 1-Mahzuf bir mübtedanın ٛ٘ ) haberi, 2- ayetin
devamındaki ‫ح‬ٍَُٛ‫فَ َالطَدْ ؼ‬ lafzının mübtedası olmak üzere ref‟ konumda
değerlendirilebileceğini, bu ihtimallerden nasb için kat‟, ref‟ için haber olmanın daha
isabetli olacağını sebepleriyle îzah etmiĢtir.144 Semîn Halebî‟nin bu detaylı izahı ile
vakf-ibtidâ ulemasının hasen ve caiz vakf değerlendirmeleri birlikte ele alındığında
ardından gelen ifade ile sıfat iliĢkisi olsa dahi UĢmûnî‟nin de bahsettiği gibi ayet sonu
olması hasebiyle söz konusu yerde vakfetmek manaya bir halel getirmeyeceği için daha
isabetli görülebilir.

ِ ‫ ُِؼ ًُّ رِ۪ٗ ُٓ ح َِّال ْحٌفَخ‬٠ ‫ َِخ‬َٚ lafzından


Bir baĢka örnekte Bakara 2/26‟da, ayet sonunda َٓ١ ۪‫عم‬
sonra vakfetmekle ilgili olarak; makta‟ sistemini benimsediklerini tahmin ettiğimiz iki
ismin Nehhâs ve UĢmûnî‟nin takdirlerinde i‟rab ihtimalleri üzerinden birbirlerine yakın
hüküm verdikleri görülmektedir. Nehhâs; Ebu Hatim‟in görüĢünü naklettikten sonra
buradaki vakf için üç ayrı takdirden bahsetmiĢtir: “ rdındaki sıla cümlesi; 1-mübteda
ِ ‫ ٰ ٌُٓ ِجهَ ُ٘ ُُ ْحٌ َخخ‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬ifadesi de haber kabul edilirse, 26.
kabul edilir ve aynı ayetin sonundaki َْٚ‫ع ُش‬
Ayetin sonundaki vakf ( ً ‫ ( قطعًا تاما‬tam vakf olur. 2-Sıle cümlesi mansub )ٟٕ‫ أػ‬ٕٝ‫) رّؼ‬
veya merfu‟ konumda kabul edilirse 26. ayetin sonundaki vakf, ) ‫ ( قطعًا كافِ ًٌا‬kâfi vakf
olur. 3- atıf kabul edilirse tam veya kâfi vakf olmaz ‫) لم ٌك ُْن قطعًا تا ًما وال كافِ ًٌا‬ 145
. Buna
benzer Ģekilde UĢmûnî de cer konumda sıfat, bedel veya atıf kabul edilirse vakfın
uygun olmayacağını, nasb konumda hazfedilmiĢ fiilin mef‟ulü kabul edilirse hasen
vakf olacağını, ref‟ konumda mübteda kabul edilirse tam vakf olacağını ifade etmiĢ,
bütün bu izahlardan sonra da ayet sonu olduğu için burada vakfetmenin caiz olacağını

142
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
143
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 87.
144
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 191-192.
145
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.129-130.

55
belirtmiĢtir.146 Ġbnu‟l-Enbârî görüĢ bildirmezken, Dânî ve Secâvendî‟nin yalnızca tek bir
147
irab tercihi ile hüküm verdikleri görülmektedir ki Dânî; kâfi vakf olarak nitelemiĢ,
Secâvendî; sonraki ayetin baĢındaki ism-i mevsul ile baĢlayan ifadenin fasıkların sıfatı
olmasını gerekçe göstererek vakfetmeyi uygun görmemiĢtir ( ‫) ال‬.148

Tefsirlerde bu ayete ve sonrasına takdir edilen anlam örgüsüne baktığımızda


sistemini kelime izahları üzerinden yürüten Ferrâ burada herhangi bir izahta
bulunmamıĢ, Secâvendî gibi tek bir ihtimalden bahseden Taberî ise 27. ayetin baĢındaki
ism-i mevsûl ile baĢlayan ‫ اَلَّذ۪ ٌنَ ٌَ ْنقُضُون‬ibaresinin ayetin sonunda bahsedilen fasıkları
niteleyen sıfat konumunda olduğunu belirtmiĢtir.149 Semîn Halebî; 1- Fasıkların sıfatı,
2-Nasb konumda zemm ifadesi, 3-Merfu‟ konumda ibtidâ, 4-Mahzuf bir mübtedanın
ِ ‫ ُ٘ ُُ ْحٌ َخخ‬lafzının haberi olmak üzere dört farklı ihtimalden söz etmiĢ ve tercih
yani ْٚ‫ع ُش‬
yapmamıĢtır.150 Ayet sonu olan bu lafız ve sonrası için farklı i‟rab tercihleri ile Nehhâs,
UĢmûnî ve Semîn Halebî‟nin birden fazla hükmü mümkün kılan yorumları göz önüne
alındığında, burada mutlak surette vakfedilemeyeceğini söylemek tüm bu ihtimalleri
göz ardı etmek olarak düĢünülebilir.

Secâvendî‟nin yine diğer i‟rab ihtimallerini dikkate almadan devamındaki


ifadeyi sıfat kabul ederek vakfı uygun görmediği yerlerden biri de 45.ayetin sonudur.151
Bakara 2/45‟de ayet sonunda َٓ١ ‫ش ۪ؼ ه‬
ِ ‫ ْحٌ َخخ‬ٍَٝ ‫ػ‬ َ ‫َخ ٌَى َ۪ز‬َِّٙٔ‫ح‬َٚ ‫ ِس‬ٍَّٰٛ ‫حٌظ‬َٚ ‫ظز ِْش‬
َ ‫شس ح َِّال‬١ َّ ٌ‫ح ِرخ‬ُٕٛ١‫عظ َ ۪ؼ‬
ْ ‫ح‬َٚ lafzından
sonra vakfetmekle ilgili olarak diğer ulemanın takdirlerine baktığımızda her birinin irab
açısından sonrasını cerr konumda sıfat kabul ettiğini görüyoruz. Bununla birlikte
Nehhâs ve UĢmûnî merfu konumda olma ihitmaline binaen ikinci bir vakf hükmünden
de söz etmiĢlerdir. Ġbnu‟l-Enbârî; devamındaki ‫ الرين‬kelimesinin sıfat olması sebebiyle
burası için َ‫ش طخ‬١‫ زغٓ غ‬demiĢ,152 Dânî; herhangi bir sebep belirtmeksizin kafi vakf
olduğunu söylemiĢtir.153 Nehhâs‟a göre ise burada Ģu iki ihtimal söz konusudur: “1- ٓ٠‫حٌز‬
sıfat veya bedel kabul edilirse hasen bir vakf olmaz, 2- َٓ٠ ۪‫ حٌَّز‬kelimesi mübteda yerine

146
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.37.
147
Dâni, el-Muktefâ, s.120.
148
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 194.-195.
149
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 435.
150
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 234.
151
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 202.
152
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu îzâhi‟l-vakf ve‟l-ibtidâ, s.269.
153
Dâni, el-Muktefâ, s.121.

56
gelmiĢ ve merfu‟ konumda kabul edilirse vakfetmek hasen olur.” Bu ihitimalleri
zikrettikten sonra Nehhâs, bu gibi ayet sonlarında vakfetmeyi li b. Süleyman‟ın hasen
kabul ettiğini nakletmiĢtir.154 Bu ilave bilgiyi zikrediyor olması yine de ayet sonu
olduğu için vakfı mümkün gördüğünü ifade etmenin bir çeĢidi kabul edilebilir.
UĢmûnî‟nin görüĢü de Nehhâs ile parelellik arzetmektedir ki ardından gelen ٓ٠‫حٌز‬
ifadesinin ref‟ veya nasb konumda kabul edilmesi halinde vakfın tam olacağını, cerr
olduğu takdir edilirse vakf yapılamayacağını)‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ( beyan etmiĢtir.155

Bu ayet ile bir sonraki ayet arasında nasıl bir irtibat gördüklerini anlamak için
müfessirlerin yorumlarına baktığımızda Ferrâ‟nın açıklamalarında bu ayetle ve i‟rabı ile
ilgili herhangi bir izaha rastlamak mümkün değildir. Bu durum Ferrâ‟nın bu ayette i‟rab
açısından kayda değer bir izaha gerek duymadığını gösterir niteliktedir. Ferrâ gibi
Taberî de i‟raba dair açık bir izahta bulunmamıĢ ancak iki ayeti mana itibariyle birlikte
ele almıĢtır.156 Semîn Halebî َٓ٠ ۪‫ حٌَّز‬ile baĢlayan kısım için birincisi daha isabetli olmak
üzere öncesine tâbî bir sıfat olarak cerr, kat‟ olarak nasb veya ref‟ konumda üç
ihtimalden söz etmiĢtir.157 Bu ifadesinden tercihini sonrasını sıfat kabul etmek yönünde
kullandığı anlaĢılmaktadır.

Sıfat-mevsuf iliĢkisine bir baĢka örnek Bakara 2/69‟dur: ‫ِ ْٓ ٌَ َٕخ َِخ‬١ّ َ‫ُز‬٠ َ‫ع ٌََٕخ َسرَّه‬ ُ ‫ح ح ْد‬ٌُٛ‫(لَخ‬
ِ َّٕ ٌ‫َخ طَغُشُّ ح‬ُٙٔ ٌَْٛ ‫ط ْف َُٓشح ه ُء َفخلِغ‬
) َٓ٠‫خظ ۪ش‬ َ ‫َخ َرمَ َشس‬َِّٙٔ‫ ُي ح‬ُٛ‫م‬٠َ َُِّٗٔ‫َخ َلخ َي ح‬ُٙٔ ٌَْٛ . Bu ayet-i kerimede vakf durumunu
inceleyeceğimiz yer ‫ط ْفشح ُء‬
َ ‫ رَمَ َشس‬lafzıdır ki Secâvendî, cümlenin sonuna kadar sıfatın
devam etmesi sebebiyle burada vakfı uygun görmemiĢ lamelif remzi ile bunu ifade
etmiĢtir.158 Çoğu zaman olduğu gibi burada da Secâvendî ile mutabık olan UĢmûnî de
sıfat-mevsuf iliĢkisinden bahsederek (َ‫ش طخ‬١‫ )زغٓ غ‬ifadesi ile hüküm bildirmiĢtir.159
UĢmûnî‟nin َ‫ش طخ‬١‫ زغٓ غ‬Ģeklindeki hükmü her zaman lamelif ile örtüĢmese de genelde
illet birliği açısından aralarında var olan uyum burada da görülmektedir. Nehhâs ise çok
net bir hüküm belirtmeden, daha çok kurrranın görüĢlerine nakil yoluyla dikkat çekmiĢ,
bir kısım kurrânın ‫ طفشحء‬kelimesine farklı anlamlar yükleyerek devamındaki ‫فخلغ‬

154
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.139.
155
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.39.
156
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 627.
157
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 331-332
158
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 208.
159
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.41.

57
kelimesinin kendisi ile bir irtibatının olmadığını ve burada vakfedilebileceğini
söylediklerinden, bir kısmının ise aksi kanaatte olduklarından bahsetmiĢtir.160
Bahsettiğimiz yerde vakf ihtimali görmediklerinden olsa gerek Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
herhangi bir vakf türü takdir etmemiĢlerdir.

Tefsirdeki mana örgüsünün de devamındaki ‫خ‬ٌُٙٔٛ ‫ فخلغ‬ibaresinin sıfat olması


üzerinden oluĢturulduğu görülmektedir. Ferrâ burada iraba dair özel bir vurgu
yapmamıĢ olsa da Taberî ‫خ‬ٌُٙٔٛ ‫ رمشس طفشح ُء ف ِمغ‬ibaresine topluca “sarıdaki Ģiddet ve saflık”
gibi manalar yüklemiĢtir ki bu durum i‟rabtan bahsetmeksizin bu ibareyi birlikte
161
değerlendirdiğine bir iĢaret kabul edilebilir. Semîn Halebî de ‫ فخلغ‬kelimesi ve
sonrasını sıfat kabul etmiĢ anlam örgüsünü de buna göre oluĢturmuĢtur.162 Burada hem
vakf-ibtidâ ulemasının hem de müfessirlerin sıfat-mevsuf bağlantısı ile ilgili vurgularına
bakarak cümlenin devamı ile kuvvetli bir irtibat olduğunu ve dolayısıyla Secâvendî‟nin
vakfetmemeyi tercih etmesinin anlamlı olduğunu söylemek mümkün görünse de
Kur‟ân-ı Kerîm‟de buna benzer sayısız örnek olduğunu düĢünürsek her birine vakf-ı lâ
takdir etmek zaid bir tutum olacaktır. Kanaatimizce bu gibi yerlerde hiçbir alamet
koyulmasa da pratikteki genel tutuma göre rapça bilmeyen okuyucu, vakfetmiĢ olsa da
geriden alarak tilavete devam edecek, rapça bilen ve manayı anlayabilen okuyucu ise
ıztırarı bir durum olmadıkça mananın tamam olmadığı böyle bir yerde zaten vakf
yapmayacaktır. Dolayısıyla herhangi bir alamet olmadan da vakfetmeme uygulaması
kendiliğinden tatbik edilmiĢ olacaktır.

Bakara 2/155‟te yine bir ayet sonu olarak karĢımıza çıkan َِِٓ ‫ء‬َْٟ ‫َّٔ ُى ُْ رِش‬َٛ ٍُ‫ٌََٕ ْز‬َٚ
‫ش ِِش حٌظَّخرِ ۪ش ه‬
َٓ٠ ِ ‫حٌثَّ َّ َشح‬َٚ ‫ ْحالَ ْٔفُ ِظ‬َٚ ‫ح ِي‬َْٛ َِ‫َٔ ْمض َِِٓ ْحال‬َٚ ‫ع‬ُٛ
ّ َ‫ر‬َٚ ‫ص‬ ْ ِ ْٛ‫ ْحٌ َخ‬lafzından sonra vakfetmekle
ِ ‫حٌد‬َٚ ‫ف‬
ilgili olarak Secâvendî ardından gelen َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬ile baĢlayan cümlenin sıfat konumunda
olmasını gerekçe göstererek burada vakfı uygun görmemiĢtir.163 Daha önce de
belirttiğimiz gibi ayet sonlarındaki bu tutumu kendisinin makta‟ söz öbeği sistemini
benimsemesinden kaynaklanmaktadır. Vakf-Ġbtidâ ulemasının önde gelen isimlerinin
değerlendirmelerine baktığımızda ardından gelen ve ism-i mevsûl ile baĢlayan ifadeler
sıfat kabul edildiği zaman Dânî hariç diğerlerinin müĢtereken vakfı uygun görmediğini
160
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.146-148.
161
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 92-96.
162
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 424.
163
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 259.

58
müĢahede ediyoruz. ncak Nehhâs ve UĢmûnî diğer i‟rab ihtimallerini de mevzubahis
ederek farklı hükümlere de yer vermiĢlerdir. ġöyle ki Nehhâs; devamının sıfat kabul
edilmesi halinde buradaki vakf için َ‫ظ رظّخ‬١ٌ Ģeklinde hüküm belirtmiĢ ayrıca ٓ٠‫ حٌز‬nin
mübteda kabul edilmesi durumunda bahsedilen yerde tam vakf olacağını, gizli bir
mübteda olduğu düĢünülecek olursa da kâfi vakf olacağını belirtmiĢtir.164 UĢmûnî de
yukarıdaki üç isim ile aynı gerekçeleri benimsemiĢ ve farklı takdirlere bağlı olarak tam
vakf veya kafi vakf olma ihtimalinden, sıfat kabul edilmesi durumunda ise vakfetmenin
uygun olmayacağından (‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ) bahsetmiĢtir.165 yet sonlarında genelde vakfı
benimseyen Dânî baĢka bir ihitimale yer vermeksizin vakf-ı kâfi olduğunu ifade
etmiĢ,166 sonraki ayetin baĢındaki َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬lafzını sıfat kabul eden, Ġbnu‟l-Enbârî ise
167
görüĢünü kendine has ifade biçimi olan ( َ‫ش طخ‬١‫ )غ‬kavramı ile belirtmiĢtir Bu ifade,
Ġbnu‟l-Enbârî‟nin ayet sonlarında ekseriyetle vakfı benimsediği dikkate alındığında
“vakf yapılamaz” Ģeklinde değil de “cümle tamamlanmıĢ olmaz” gibi bir manada
kullanılmıĢ olduğu düĢünülebilir.

Söz konusu ayetteki vakf tercihlerine tefsrilerin katkısı olup olmayacağını


görmek için baktığımızda; lüğavî tefsirin önde gelen temsilcisi olan Ferrâ‟nın bu
noktada ayetle ilgili mana takdirine tesir edecek herhangi bir izahta bulunmadığı
görülmektedir. Ġki ayet arasındaki kuvvetli mana irtibatına dikkat çeken Taberî ise;
ayetin sonundaki sabır ehlinin vasıflarının ُٙ‫ٓ ارح أطخرظ‬٠‫ حٌز‬diye baĢlayan ayette
sayıldığına ve bu ayette bahsedilen musibetin de önceki ayette zikredilen açlık, korku
vb. kavramlar ile izah edildiğine temas eder.168 Semîn Halebî de çoğu zaman olduğu
gibi burada da geniĢ bir i‟rab tahlili yapmıĢ ve tefsirini bu irab ihtimalleri üzerine bina
etmiĢtir. Ona göre; ayetin devamındaki ٓ٠‫ حٌز‬lafzı için 1-sabredenleri niteleyen bir sıfat
en sahih görüĢ , 2-medh, 3-gizli bir mübtedanın haberi ki böyle kabul edilirse kat‟
manası taĢır yani istinaf mümkün olur , 4-mübteda olmak üzere dört farklı i‟rab takdiri
mümkündür.169 Tüm bu izah ve tercihler iĢığında denilebilr ki; burada da bir önceki
ayette olduğu gibi ayet sonu vakf durumu söz konusudur. Sonraki ayetin i‟rabına dair

164
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.170.
165
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
166
Dânî, el-Muktefa, s.130.
167
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu izahi‟l-vakf ve‟l-ibtidâ, s.279.
168
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 705-706.
169
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 186.

59
birden fazla ihtimal söz konusu iken bunun değerlendirilmesinin yahut vakfetmenin
manaya menfi bir tesiri olmayacağının düĢünülerek ayet sonu olması sebebiyle vakfın
tercih edilmesinin daha isabetli olacağı düĢünülebilir.

Benzer Ģekilde Bakara 2/266‟da ْٓ ِِ ٞ‫ح َ ْػَٕخد طَدْ ۪ش‬َٚ ً١‫َْ ٌَُٗ َخَّٕش ِِ ْٓ َٔ ۪خ‬ُٛ‫دُّ ح َ َزذُ ُو ُْ ح َ ْْ طَى‬َٛ َ٠َ‫(ح‬
ُ ‫َّش‬٠‫ٌَُٗ رُ ِ ّس‬َٚ ‫حَطَخرَُٗ ْحٌ ِىزَ ُش‬َٚ ‫ص‬
)‫ػ َؼ ُٓفَخ ُء‬ ُ ‫ ه‬ْٙٔ َ‫َخ ْحال‬ِٙ‫ ط َسْ ظ‬ayet ortasında iki ayrı yerde ٜ‫طدْ ش‬
ِ ‫َخ ِِ ْٓ ُو ِ ًّ حٌث َّ َّ َشح ه‬ٙ١ ۪‫َخس ٌَُٗ ف‬
ِ ‫خ ِٓ ُو ِ ًّ حٌث َ َّشح‬ٙ١‫ ٌٗ ف‬lafızlarından sonra vakfetmenin
‫خس‬ٙٔ‫خحأل‬ٙ‫ ِٓ طسظ‬ve hemen devamındaki ‫ص‬
uygun olmayacağı konusunda Secâvendî ve UĢmûnî hem fikirdir. Nitekim, Secâvendî;
ilkinde ardından gelen ibarelerin ayette bahsedilen cennetin sıfatı olması sebebiyle
burada mana bütünlüğünü ihlal etmemek için vakfedilemeyeceğini belirtmiĢ (‫)ال‬, yine
ِ ‫ ِِ ْٓ ُو ًِّ حٌثَّ َّ َشح ه‬lafzından sonra ardından gelen hal vavı sebebiyle vakf
aynı ayetteki ‫ص‬
170
yapılamayacağını ifade etmiĢtir. ynı Ģekilde UĢmûnî de; ayetin baĢındaki ‫د‬ٛ٠‫أ‬
lafzından ortasındaki ْ‫ فَا ْحت َ َرقَت‬lafzına kadar ifadelerin tamamının cennetin vasıfları olması
sebebiyle vakf yapılamayacağını belirtmiĢ, ‫ اٌثّشحص‬kelimesi için ayrıca ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ diyerek
hüküm belirtmiĢtir. Sebebini de Ģu Ģekilde izah eder: “Ġfade, emsâlü‟l-Kur‟an‟dan olup
kelamın anlaĢılması için misal verilmiĢtir. rada fasıla olması halinde anlamada sıkıntı
171
yaĢanması söz konusu olacaktır. Her iki ismin de sıfat ve hal irtibatı gerekçesi ile
vakfı uygun görmediği bu iki nokta için Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî‟nin görüĢ
bildirmemiĢ olması dikkat çekicidir ki bu vakf ihtimali görmemelerinden kaynaklanmıĢ
olabilir.

Müfessirlerden Ferrâ; yine bu iki ayette i‟raba dair bir izah yapmazken, Taberî;
her iki yerde de ardından gelen ‫خ‬ٙ١‫ ف‬- ٗ‫أطخر‬ٚ -ٌٗ kelimelerindeki zamirlerin öncelerine ait
olduğundan bahsetmiĢtir.172 Ġ‟rab bakımından oldukça çeĢitli ihtimalleri sıralayan Semîn
Halebî ise; birinci kısım için; devamındaki ‫ص‬ ِ ‫َخ ِِ ْٓ ُو ِ ًّ حٌث َّ َّ َشح ه‬ٙ١ ۪‫ ٌَُٗ ف‬lafzını mübteda ve
haberden oluĢan bir cümle olarak görmüĢ, haberin nasıl mecrur konumda olabileceğini
ve bununla ilgili Kûfe ve Basra ekollerinin farklı görüĢlerini serdetmiĢtir. Ġkinci kısım
için ise; yine ardındaki ‫حَطَخ َرُٗ ْحٌ ِى َزش‬َٚ lafzının i‟rab bakımından Ģu üç ihtimali taĢıdığını
belirtmiĢtir: “1-hal cümlesi olmak suretiyle nasb konumda olması. 2-muzari‟ fiil
konumunda olması. 3- ayetin baĢındaki ‫د‬ٛ٠‫ أ‬fiiline mana olarak atıf konumunda olması.”

170
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 339.
171
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.65.
172
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 680.

60
ZemahĢerî ve Ebû Hayyan‟ın da bu üçüncü ihtimali benimsediklerini tafsilatlı bir
Ģekilde anlatır.173

Yapılan bu detaylı izah ve vakf-ibtidâ ulemasından üç önemli ismin her iki


noktada da sessiz kalması dikate alındığında Ģu söylenebilir ki, bahsedilen birden fazla
irab ihtimali göz önüne alındığında vakfedilemeyeceğini söylemek yerine herhangi bir
iĢaret koymadan burada vakfa ihtimal vermemek ya da vaslın evlâ olduğunu belirten bir
iĢaret belirlemek daha isabetli görülebilir. Nitekim söz konusu iki nokta birbirinin
devamı olan ve tilavet esnasında normal Ģartlarda okuyucunun her ikisinde de
vakfetmesinin olası görülemeyeceği noktalardır.

Sıfat- mevsuf irtibatı sebebiyle vakf-ı lâ takdir edilen yerlere Âl-Ġmrân


suresi‟nde ise Ģu noktalarda rastalamak mümkündür;

Âl-Ġmrân 3/133‟de Secâvendî, ‫حص‬ ُ ْ‫ َخَّٕش ػَش‬َٚ ُْ ‫ َِ ْغ ِف َشس ِِ ْٓ َسرِّ ُى‬ٌِٰٝ ‫ح ح‬ٛ‫ػ‬
ُ َٛ َّّٰ‫َخ حٌغ‬ٙ‫ػ‬ ُُٓ ‫ع ِخس‬
َ َٚ
‫ ْحالَسْ ه‬َٚ lafzından sonra vakfetmeyi, ayetin devamındaki lafızların َٓ١
ُ‫ع‬ ‫ ح ُ ِػذَّ ْص ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬cennetin

sıfatı manasına gelmesi sebebiyle uygun görmemiĢtir.174 Bu görüĢüne iĢtirak eden yine
UĢmûnî olmuĢ ve o da Secâvendî gibi, sonrasının sıfat olması gerekçesi ile burada
vakfetmeyi uygun bulmamıĢtır.175 Nehhâs ise iki farklı takdirden söz etmiĢ: 1-Sonrası
bağımsız bir cümle kabul edilirse kâfî vakf olacağını, 2-Sonrası sıfat kabul edilirse kâfî
vakf olamayacağını belirtmiĢtir.176 Nehhâs‟ın bu ifadeleri her iki i‟rab ihtimaline göre
de aslında vakfa mani bir durum görmediği Ģeklinde anlaĢılabilir çünkü ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ gibi
bir takdirde bulunmamıĢtır. Vakf-ibtidâ ilminin temellerini atan iki önemli isim; Ġbnu‟l-
Enbârî ve Dânî ise burası için vakfa dair bir görüĢ bildirmemiĢ, herhangi bir vakf
ihtimalinden bahsetmemiĢlerdir.

Müfessirlerden Ferrâ; bu ayetin tefsirine ve i‟rabına eserinde yer vermemiĢtir.


Ġ‟raba tesir edecek bir izahta bulunmayan Taberî, cennetin takva sahipleri için
‫ح ُ ِػذَّ ْص ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬
hazırlandığını söylemekle yetinmiĢ,177 Semîn Halebî ise; ayetin devamındaki َٓ١
lafzının ‫ خٕش‬kelimesinin 1-sıfatı olmak suretiyle mecrur, 2-hali olmak suretiyle mansub

173
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 596-597.
174
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 389.
175
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.88.
176
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.234.
177
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 56.

61
konumda olabileceğini belirtir. Bu iki ihtimale ilave olarak Ebu‟l-Bekâ‟ın ö.616/1219
bu cümleyi baĢlangıç kabul ettiğini ayrıca hal olma ihtimalini doğru kabul etmediğini
sebepleriyle nakleder. Sonunda da onun bu itirazında haklı olduğunu ifade eder. 178 Bu
son ifadesinden Semîn Halebî‟nin aslında iki ifade öbeğini birbirinden de bağımsız
kabul ettiği anlaĢılmaktadır. Tüm bu izahlara göre, farklı ve kuvvetli i‟rab ihtimallerini
de göz önüne alınca burada kesinlikle vakfedilemeyeceğini söylemek mümkün
görünmemektedir.

‫ ح ُ ِػذَّ ْص ٌِ ٍْ ُّظَّم۪ ه‬lafzından sonra da vakf durumu söz konusu


ynı ayetin sonunda َٓ١
edilmiĢ, Secâvendî tarafından 134.ayetin ilk kelimeleri olan َُْٛ‫ُ ْٕ ِفم‬٠ َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬lafzının
muttakîlere ait bir sıfat olmasını gerekçe göstererek burada vakfedilemeyeceği ifade
edilmiĢtir.179 Yapılan diğer yorumlarda Secâvendî‟‟nin bu gerekçesini paylaĢarak sıfat
olma ihtimali zikredilse de verilen hükümler sadece vakfın caiz olmadığı yönünde
olmamıĢ bilakis caiz olduğundan, ayet sonu olduğu için zaten vakfın uygun olacağından
söz edilmiĢtir. Nitekim, Nehhâs; Nâfi‟in burası için tam vakf hükmü verdiğinden ancak
bunun ihtilaflı olduğundan Ģu Ģekilde bahsetmiĢtir; 1-Sonraki ayetteki lafızlar َُْٛ‫ُ ْٕ ِفم‬٠ َ‫اَلَّذ۪ ٌن‬
kabul edilirse, sıfat ve mevsuf birbirinden ayrılmıĢ olacağı için vakf burada
tamamlanmıĢ olmaz. Bu görüĢünü külli bir kaide olarak Ģu Ģekilde ifade etmiĢtir: ُُّ ِ‫َظ‬٠ ‫ال‬ٚ
‫ص اال رخٌٕؼض‬ٛ‫ حٌّٕؼ‬ٍٝ‫لف ػ‬ٌٛ‫ح‬. 2- Ebu Ca‟fer‟in de benimsediği bu görüĢe göre; ٓ٠‫ حٌز‬lafzı
merfu‟ konumda mübteda kabul edilirse ayet sonunda vakfetmek caiz olur.180 Nehhâs‟ın
burada söze kıraat imamı Nâfi‟in kanaati ile baĢlaması dikkat çekicidir. Zira bilindiği
gibi vakf-ibtidâ ile ilgili bilgilerin önemli kaynaklarından biri de bu konuda eser telif
etmiĢ olan kıraat imamlarıdır. Bu durum vakf-ibtidâ ilminin kıraat ilmi ile irtibatını
göstermesi bakımından da önem arzetmektedir.

Söz konusu yerde vakfın durumu için, genelde Secâvendî‟ye muvafık olması
ile bilinen UĢmûnî, sıfat olma ihtimaline dair verdiği hüküm ile Secâvendî‟den ayrılmıĢ
görünmektedir. Zira ona göre Ģu üç farklı i‟rab takdiri mümkündür: Sonrası; 1- Mübteda
kabul edilecek olursa tam, 2- Cer konumda bedel veya sıfat kabul edilirse caiz, 3- Nasb

178
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 394-395.
179
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 389.
180
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.234.

62
konumda ٟٕ‫ أػ‬veya ‫ ِذزؤ‬manasına alınırsa kafi vakf olur.181 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî‟nin
burası için sessiz kalarak herhangi bir vakf takdirinde bulunmaması ise genel
tutumlarına uygun bir durumdur. Zira ikisi de ayet sonlarında vakfı benimseyen ulemayı
temsil etmektedirler.

yet sonu ile sonraki ayetin irtibatına tefsirlerden bir izah aradığımızda Ferrâ;
yine bu ayetin tefsirine ve i‟rabına gerek duymadığını görmekteyiz. Nahvi bir izah
yapmak yerine mana bütünlüğüne dikkat çeken Taberî; gerek 134.ayetteki gerekse 135.
yetteki vasıfların tamamının muttakîlere ait sıfatlar olduğunu belirtmiĢtir.182 Semîn
Halebî ise; َُْٛ‫ُ ْٕ ِفم‬٠ َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬lafzı ile baĢlayan cümleye i‟rab bakımından Ģu iki ihtimali
vermiĢtir: 1-Sıfat, bedel veya beyan olarak mecrur, 2-medh manası veren bir atıf olarak
merfu‟ veya mansub konumda olabilir.183 Dolayısıyla yine ayet sonu olması hasebiyle
hem vakf ibtidâ ulemasının hem de müfessir Semîn Halebî‟nin bahsettiği diğer irab
ihtimallerini göz önünde bulundurarak vakfetmeye bir mani olmadığı kanaatindeyiz.

1.2. Hâl-Zi‟l-Hâl ĠliĢkisi

Secâvendî‟nin hâl-zi‟l-hâl iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate alarak


vakf-ı lâ takdir ettiği yerlere Bakara suresinde Ģu ayet-i kerimlerde rastlanmaktadır:

Bakara 2/89‟da ayet-i kerimenin ُْ ‫ ه‬ُٙ َ‫ظذِّق ٌِ َّخ َِؼ‬ ‫ٌََّّخ َُٓخخ َء ُ٘ ُْ ِوظَخد ِِ ْٓ ِػ ْٕ ِذ ه‬َٚ lafzından
َ ُِ ِ‫حّٰلل‬
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen ‫ح‬ُٛٔ‫وخ‬ٚ kelimesindeki ٚ
harfinin hal konumunda olduğunu belirterek cümlenin tamamlanmasını önemsemiĢ ve
vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.184 Yine Secâvendî ile mutabık olan UĢmûnî; aynı Ģekilde
devamının cümlenin hali olması durumunu zikretmiĢ ve burada vakfetmenin uygun
olmadığını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ Ģeklinde beyan etmiĢtir.185 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise
burada vakfa dair görüĢ bildirmemiĢlerdir.

Müfessirlerin anlam örgüsüne baktığımızda ise Ferrâ‟nın ayetin bu kısmında


özel bir izahta bulunmadığını görüyoruz., Taberî; “daha önce onunla kafirlere karĢı

181
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.88.
182
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 60.
183
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 395.
184
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 216.
185
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.44.

63
ۚ ‫َٓ َوفَ ُش‬٠ ۪‫ حٌَّز‬ٍَٝ‫ػ‬
yardım isterlerken” manasına gelen ‫ح‬ٚ َ َُْٛ‫غظ َ ْفظِس‬
ْ َ٠ ًُ ‫ح ِِ ْٓ لَ ْز‬ُٛٔ‫وَخ‬َٚ ibaresinin anlamı
üzerinde durmuĢ ancak cümledeki konumunu izah edecek açık bir ifade
kullanmamıĢtır.186 Semîn Halebî ise; ‫ح‬ٛٔ‫وخ‬ٚ için: 1-ُُ٘ ‫ َُٓخخ َء‬kelimesine atıf ve ‫ ٌَّّخ‬edatının
cevabı, 2-ُْ ُ٘ ‫ َُٓخخ َء‬kelimesi ile irtibatlı bir hal, 3-bir kelimeye değil de ‫ٌََّّخ‬َٚ ile baĢlayan
bütün bir cümleye atıf olmak üzere üç farklı vechin caiz olduğundan bahsetmiĢ, üçüncü
görüĢün ZemahĢerî‟ye ait olduğunu da belirtmiĢtir.187 Yukarıdaki değerlendirmelerde
sonrasının hal olması ağırlıklı görüĢ gibi görülse de Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî‟nin
burada herhangi bir izahta bulunmamasının; söz konusu yerde aslen vakf ihtimali
görmemelerinden kaynaklandığı düĢünülebilir.

Bir baĢka örnek Bakara 2/113‟te karĢımıza çıkmaktadır. 113.ayet-i kerimede


‫ هء‬َْٟ ‫ ش‬ٍَٰٝ ‫دُ ػ‬َُٛٙ١ٌ‫ض ْح‬ ِ ٌَ‫لَخ‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; ekseriyetle
َ ١ْ ٌَ ٜ‫ض حٌَّٕظ َٰخس‬
ِ ‫غ‬
görüĢ birliği içinde olan Secâvendî ve UĢmûnî ihtilaf etmiĢtir.ġöyle ki Secâvendî,
ardından gelen ٍُْْٛ‫َظ‬٠ ُْ ُ٘ َٚ kelimesinin hal konumunda olduğunu belirterek vakfı uygun
188
görmemiĢtir (‫)ال‬. UĢmûnî ise aksi doğrultuda kanaat belirterek ardında hal vavı
olmasına rağmen buradaki vakfın caiz olacağını ifade etmiĢtir.189 Ġ‟rab ihtimallerini
detaylandırmayan Nehhâs ise yalnızca hasen vakf olduğunu belirtmiĢ ve sonra ayetin
tefsirinden söz etmiĢtir.190 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burada vakf tercihi bildirmemiĢlerdir.

Nahvi yapıda izah gerektirecek bir durum görmediğinden olsa gerek müfessir
Ferrâ; bu ayetin tefsirine değinmemiĢ, Taberî; i‟raba dair bir açıklama yapmadan ayetin
devamına “her iki fırka da kitabı Tevrat ve Ġncil‟i okuyorlar” manası vermiĢtir.191
Semîn Halebî de ٍَُْْٛ‫ظ‬٠َ ُْ ُ٘ َٚ lafzı için hal cümlesidir demiĢ tefsir açısından detaylı bir
izaha gitmemiĢtir.192

Sonraki ifadenin hal olduğu noktasında ağırlıklı bir görüĢ oluĢtuğu


görülmektedir. ncak yukarıda bahsettiğimiz 89. ayette de aynı durum söz konusu
olduğu halde UĢmûnî‟nin orada ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifadesi ile vakfı uygun görmemesi, bu ayette

186
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 236-238.
187
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 505.
188
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 230.
189
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.47.
190
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.159.
191
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 437.
192
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 75.

64
ise caiz vakf takdir etmesi câlib-i dikkattir. Bu tutumu aynı durumlar için farklı
takdirlerde bulunan Secâvendî‟nin tavrı ile de benzeĢmektedir.

Bir baĢka örnek olarak Bakara 2/161‟de; ayet-i kerimenin sonunda ‫ح‬ٚ‫َٓ َوفَ ُش‬٠ ۪‫ح َِّْ حٌَّز‬
ِ ٌَّٕ‫ح‬َٚ ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِ َى ِش‬َٚ ِ‫حّٰلل‬
‫خط حَخْ َّ ۪ؼ ه‬
َٓ١ َ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ ُ٘ ُْ ُوفَّخس ح‬َٚ ‫ح‬ُٛ‫ َِخط‬َٚ lafzından sonra vakfın durumu için
‫ ُْ ٌَ ْؼَٕشُ ه‬ِْٙ ١ٍَ‫ػ‬
tek vecih ile bakılacak olursa hal-zi‟l-hal irtibatı sebebini ele alan ulemanın ortak kanaat
ile vakfı uygun görmediklerini söylemek mümkün olsa da ayet sonu oması hasebiyle
vakfın caiz olduğu da vurgulanmıĢtır. Nitekim Ġbnu‟l-Enbârî; ardından gelen ve nasb
konumda olan َٓ٠‫ خخ ٌِذ‬kelimesi sebebiyle buradaki vakfa َ‫ش طخ‬١‫ غ‬Ģeklinde görüĢ
‫ ح َخْ َّ ۪ؼ ه‬kelimesi
bildirmiĢ,193 Nehhâs; aynı Ģekilde devamının hal olması sebebiyle َٓ١
üzerinde vakf yapılmayacağını ifade etmiĢ194, Dânî görüĢ bildirmemiĢtir. UĢmûnî ise
ardından gelen hal sebebiyle vakfedilmeyeceğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ancak ayet sonu olması
sebebiyle vakfetmenin caiz olduğunu belirtmiĢtir.195 Secâvendî ise genel tutumunu
burada da sürdürmüĢ; ardından gelen َٓ٠‫ خخ ٌِذ‬kelimesinin hal konumunda olmasını
gerekçe göstererek ayet sonu olmasına rağmen burada vakf yapılamayacağını
söylemiĢtir.196

ِ ٌَّٕ‫ح‬َٚ ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِ َى ِش‬َٚ


Müfessirlerin söz konusu yer için izahları Ģu Ģekildedir: Ferrâ ‫خط‬
kelimelerinin ref‟ konumda okuyan kıraatten bahsetmek dıĢında bu ayet ve sonrası ile
ilgili izahatta bulunmamıĢtır.197 ynı Ģekilde ardından gelen ifadelerin hal konumda
olduğunu söyleyerek Taberî ve Semîn Halebî, vakf-ibtidâ ulemasına benzer izahlarda
bulunmuĢlardır.198

yet ortasından hal-zil-hâl iliĢkisine verebileceğimiz bir baĢka örnek Bakara


2/204‟tür. Bu ayet-i kerimede ‫ لَ ٍْزِ۪ٗ ه‬ٟ ۪‫ َِخ ف‬ٍَٰٝ ‫حّٰلل ػ‬ ْ ُ٠َٚ ‫َخ‬١ْٔ ُّ‫ ِس حٌذ‬ٛ١َٰ ‫ ْحٌس‬ِٟ‫ْ ٌُُٗ ف‬َٛ‫ُؼ ِْدزُهَ ل‬٠ ْٓ َِ ‫خط‬
َ ‫ذُ ه‬ِٙ ‫ش‬ ِ ٌَّٕ‫ َِِٓ ح‬َٚ
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen ‫ و‬harfinin hal
bildiren vav olması sebebiyle cümle bütünlüğünü dikkate alarak burada vakfetmeyi
199
uygun görmemiĢtir. Benzer Ģekilde aynı irtibattan bahseden UĢmûnî, sonrasını hal

193
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.280.
194
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
195
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
196
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 261-262.
197
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, II, 96-97.
198
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 743-744, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 196.
199
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 290.

65
kabul edenler tarafından burada vakf olmaz (‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ) denildiğini belirtmiĢtir.200
Hükmü belirtirken diğerlerinden farklı olarak ً١‫ ل‬lafzı ile aktarması bu görüĢe tam itibar
etmediğini gösteren bir karine kabul edilebilir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise vakfa
dair herhangi görüĢ bildirmemiĢlerdir. Müfessirlerin bu ayet ile ilgili anlam örgüsü
vakf-ibtidâ açısından kayda değer bir izah barındırmamaktadır. ġöyle ki; Ferrâ ve
Taberî yalnızca ayetin devamındaki َ‫َخ‬ ِ ‫ حٌََذُّ ْحٌ ِخظ‬َٛ ُ٘ َٚ lafzına mana vermiĢ öncesi ile
irtibatına dair herhangi bir izahta bulunmamıĢlardır.201 Semîn Halebî ise; َ‫ ح َ ٌَذُّ ْحٌ ِخظَخ‬َٛ ُ٘ َٚ
lafzının ayetin baĢındaki ُ‫ذ‬ٙ‫ُش‬
ِ ٠ fiilinin failine ait bir hal olduğundan söz etmiĢtir.
202

Hâl-zi‟l-hâl irtibatına bağlı olarak vakf-ı lâ‟nın takdir ediliği yerlerden bir diğer
örnek Bakara 2/257‟dir. Bu ayet-i kerimede ‫ح‬ٛ ‫َٓ ٰح َُِٕ ه‬٠‫ حٌَّ ۪ز‬ُّٟ ٌِ َٚ ُ‫ ح َ هّٰلل‬lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen ُُٙ‫ ُْخ ِشخ‬٠ kelimesinin ٌٟٚ kelimesinin
hâli konumunda olması sebebiyle burada vakfı uygun görmemiĢ (‫)ال‬, yine aynı
ayette ‫ص‬ٛ ُ‫غ ه‬ َّ ُُ ُ٘ ‫َخ ۬ ُإ‬١ُٓ ٌِ َْٚ‫ح ح‬ٚ‫َٓ َوفَ ُُٓش‬٠‫حٌَّ ۪ز‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak da ardından
ُ ‫حٌطخ‬
gelen ُْ ُٙ ُٔٛ‫ ُْخ ِشخ‬٠ lafzının hal olmasını gerekçe göstererek yine vakfedilemeyeceğini ifade
etmiĢtir ( ‫)ال‬.203 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise bu iki yer için görüĢ bildirmezken
UĢmûnî; buradaki vakfın hükmü için, ismini de vererek tamamen Secâvendî‟den nakil
yapmıĢ ve ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ diyerek aĢağıda bahsi geçen görüĢü ve aynı gerekçeyi
paylaĢmıĢ,204 ‫ص‬ٛ‫ حٌطخغ‬kelimesi için de herhangi bir izahta bulunmadan Nâfi‟e göre
burada hasen vakf olacağına iĢaret etmekle yetinmiĢtir.205 Dilci müfessir olarak bilinen
Ferrâ; yine i‟raba dair herhangi bir izaha ihtiyaç duymadığından olsa gerek bu ayete hiç
değinmemiĢtir. Taberî; manaya yoğunlaĢmıĢ cümle yapısı ile ilgili bilgi vermemiĢ,206
Semîn Halebî ise; ayetin devamındaki ‫ص‬ ُّ
ِ ‫حٌظٍُ َّخ‬ َِِٓ ُْ ُٙ ‫ ُْخ ِش ُخ‬٠ lafzının Ģu iki ihtimali
taĢıyabileceğini ifade etmiĢtir: 1- ‫ هللا‬kelimesinin ikinci haberi, 2- ٌٟٚ kelimesinin hali.207

nlaĢıldığı üzere devamındaki halin varlığı Secâvendî ve UĢmûnî için vakfa


mani‟ bir durum kabul edilmiĢtir. Kendi sistemleri içinde bu makul görülecek olsa bile

200
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.57.
201
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 123, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 578-580.
202
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 349-350.
203
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 330.
204
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.63.
205
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.63.
206
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 562 vd.
207
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 549.

66
ayetin baĢından yalnızca üç kelimeyi okuyup durulabileceğini ve bu Ģekilde
vakfetmenin de doğru olmayacağını düĢünmek ne derece isabetlidir? Yine Kur‟an-ı
Kerim‟deki bütün hal cümleleri için aynı durumun söz konusu olup olamayacağı akla
gelen ikinci sorudur.

Hâl-zi‟l-hâl iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate alarak Secâvendî‟nin


vakf-ı lâ takdir ettiği yerlere Âl-Ġmrân suresinde Ģu ayetlerde rastlanmaktadır:

۬
Âl-Ġmrân 3/87‟de ayet-i kerimenin sonunda ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِ َى ِش‬َٚ ِ‫حّٰلل‬ َ َّْ َ ‫ ٰ ٌُٓجِهَ خ ََُٓضح ُإ ُ٘ ُْ ح‬ٚ۬ ُ ‫ح‬
‫ ُْ ٌَ ْؼَٕشَ ه‬ِْٙ ١ٍَ‫ػ‬
‫خط حَخْ َّ ۪ؼ ه‬
َٓ١ ِ َّٕ ٌ‫ح‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; 88.ayetin ‫ َۚخ‬ٙ١ ۪‫َٓ ف‬٠‫َخخ ٌِ ۪ذ‬
ibaresinin 87.ayetteki ‫ حٌدضحء‬veya ‫ حٌٍؼٕش‬kelimesinin hâli konumunda mansub olduğunu
belirtmiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir.208 Söz konusu nokta için Dânî hariç diğer
bütün vaf-ibtidâ ulemasının bu irtibatı söz konusu ettmesi dikkat çekmektedir ancak
verdikleri hükümler kendi sistemleri içinde birbirinden farklılık arz etmektedir.
Nitekim, Ġbnu‟l-Enbârî َ‫ش طخ‬١‫لف غ‬ٚ demiĢ ve ardından gelen َٓ٠ ۪‫ َخخ ٌِذ‬kelimesinin mansub
209
konumda hâl olmasını gerekçe göstermiĢtir. Nehhâs da aynı gerekçe ile buradaki
vakfın hükmünü ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesi ile belirlemiĢ210 Dânî burada bir görüĢ belirtmemiĢ,
UĢmûnî; ayet sonu olduğu için burada vakfetmenin caiz olduğunu ancak ardından hal
gelmesi sebebiyle vakfetmemenin daha doğru olcağını ifade etmiĢtir211 Ferrâ bu ayeti
tefsir etmemiĢ, Taberî; 86.ayetten 89.ayete kadar hepsini birlikte, irabtan çok kelime
manalarını izah ederek ele almıĢtır.212 Semîn Halebî ise; ٓ٠‫ خخٌذ‬kelimesinin önceki ayette
geçen ُٙ١ٍ‫ ػ‬kelimesinin hali olduğunu, ‫خ‬ٙ١‫ ف‬ile kastedilenin de “lanet içinde olmak”
olduğunu belirtmiĢtir.213

ِ َ‫َّض َُٓؽخثِفَظ‬
Benzer Ģekilde Âl-Ġmrân 3/122‟de ‫خْ ِِ ْٕ ُى ُْ حَ ْْ ط َ ْفش َ هَال‬ ْ َّ٘ ‫ ح ِْر‬lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin takdiri devamındaki hâl vavı )‫هللا‬ٚ( sebebiyle
burada vakfedilememesi Ģeklinde olmuĢtur.214 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ

208
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 379-380.
209
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.300.
210
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.229.
211
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.83.
212
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, s.557 vd.
213
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 304.
214
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.

67
bildirmezken, Nehhâs buradaki vakf için ٓ‫ لطغ زغ‬tabirini kullanmayı tercih etmiĢtir. 215
UĢmûnî; sonrasının yeni bir baĢlangıç cümlesi kabul edilmesi halinde buradaki vakfın
hasen olacağını, ardından gelen ‫ و‬ın hal vavı olarak takdir edilmesi durumunda ise
vakfedilemeyeceğini)‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌٚ) beyan etmiĢtir.216

Tefsirlerde ise bu ayet için vakf-ibtidâ hükümlerine destek sağlayacak herhangi bir izah
yapılmamıĢtır. Ferrâ; i‟raba dair bir izah yapmamıĢ, Taberî; i‟rabtan söz etmeksizin
ardındaki ‫ّخ‬ٙ١ٌٚ ‫هللا‬ٚ ibaresini öncesi ile birlikte “o iki kabilenin baĢarısızlık kaygısını
gideren llah..” olarak tercüme etmiĢtir.217 Semîn Halebî ise; ‫ أْ طفشال‬lafzının sonrası
veya öncesi ile bir irtibatını kurmamıĢtır.

yet ortasından bir vakf-ı lâ örneğine de Âl-Ġmrân 3/154‟te rastlamak


mümkündür ki bu ayet-i kerimede ُْ ‫ َُٓؽخثِفَشً ِِ ْٕ ُى ه‬ٝ‫َ ْغ ٰش‬٠ ‫ ُى ُْ ِِ ْٓ رَ ْؼ ِذ ْحٌغَ ِ ُّ ح َ ََِٕشً ُٔؼَخعًخ‬١ْ ٍَ‫ػ‬
َ ‫ ث ُ َُّ ح َ ْٔ َض َي‬lafzından
sonra vakf konusunda hüküm takdir etmiĢ olan ulemanın görüĢlerinin çeĢitliliği câlib-i
dikkattir. Nitekim, Nehhâs; Ya‟kub‟un kâfî vakf dediğini, Ebu Ca‟fer‟in ise
Sîbeveyh‟ten nakille bunun aksini söylediğini, sonraki vav‟ın (‫ؽخثفش‬ٚ) atıf veya ibtidâ
vavı olabileceğine iĢaret ettiğini bildirir.218 UĢmûnî ise; devamındaki ‫ َُٓؽخ ِثفَش‬َٚ kelimesinin
mübteda konumda olduğunu dolayısıyla söz konusu yerdeki vakfın kâfî vakf olacağını
ifade etmiĢtir.219 Secâvendî; ardından gelen ‫ؽخثفش‬ٚ kelimesindeki hal vavı sebebiyle
cümlenin tamamlanması açısından burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.220 Ġbnu‟l-
Enbârî ve Dânî ise burada vakfa dair herhangi bir izahta bulunmamıĢlardır.

Vakf ibtidâ uleması hiç bahsetmediği halde müfessirler bu ayetin i‟rabını ve


cümle kurgusunu kıraat ihtilafına göre yapmıĢlardır. Ferrâ ve Taberî; ardındaki ‫ َُٓؽخ ِثفَش‬َٚ
kelimesini merfu‟ veya mansub olarak okunabildiğinden bahsetmiĢler, Ferrâ, fetha ile
okuyarak atıf olmasını, Taberî, damme ile okuyarak fail konumda olmasını tercih
etmiĢtir.221 Semîn Halebî ise; ref‟ halde okuyuĢu öncelemiĢ bu kıraate göre ٚ harfinin Ģu
üç Ģekilde i‟rabının muhtemel olduğunu söylemiĢtir: 1- Hal vavı, 2-Ġsti‟naf vavı bunu

215
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
216
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
217
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 15.
218
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.238.
219
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.90.
220
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 397.
221
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 240, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 166.

68
Mekkî, ibtidâ vavı olarak ta‟bir eder , 3- ‫ إذ‬edatı manasında. Üçüncü görüĢün Mekkî ve
Ebu‟l-Bekâ‟a ait olduğunu ancak zayıf bir görüĢ olduğunu ilave etmiĢtir.222

Bu tabloya göre müfessirlerin aksine vakf ibtidâ ulemasının kıraatlerden


bahsetmemiĢ olması dikkat çekicidir. Ancak yine de tercihlerini birden fazla irab
ihtimalini göz önünde bulundurarak yapmıĢlardır. Secâvendî ise ne farklı bir ihtimalden
ne de kıraatlerden söz etmiĢ, yalnızca hal irtibatını gerekçe göstermiĢtir. Bütün bu
izahları birlikte değerlendirerek burada herhangi bir iĢarete ihtiyaç olmayacağını
söylemek mümkündür.

Bir baĢka örnekte Âl-Ġmrân 3/169‟da ayet-i kerimenin sonunda َٓ٠ ۪‫غ َز َّٓ حٌَّز‬ َ ْ‫ َال طَس‬َٚ
‫ُشْ َصلُ ه‬٠ ُْ ِّٙ‫َخء ِػ ْٕذَ َسر‬١ُٓ ْ‫حطًخ رَ ًْ حَز‬َْٛ َِ‫حّٰللِ ح‬
َْٛ َ ٟ ۪‫ح ف‬ٍُِٛ‫ لُظ‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak
‫ ًِ ه‬١‫ع ۪ز‬
ِ
karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî, 170. ayetin baĢındaki َٓ١‫ فَ ِش ۪ز‬kelimesinin hâl olması
sebebiyle ayet sonu olmasına rağmen burada vakfı uygun görmese de223 onun bu
görüĢüne iĢtirak eden yalnızca UĢmûnî olmuĢ ki o da farklı bir terim kullanmayı tercih
etmiĢtir. UĢmûnî; ayet sonu olması sebebiyle caiz vakf dedikten sonra devamındaki
ٓ١‫ فشز‬kelimesinin hal konumda olmasını gerekçe göstererek (‫ذ‬١‫ظ رد‬١ٌ) gibi farklı bir
terim kullanarak aslında burada vakfetmenin iyi olmayacağını anlatmak istemiĢtir.224
Kullandığı bu terimin “vakfedilemez” Ģeklinde değil de “vasl daha uygun olur”
manasına anlaĢılabileceğini söylemek mümkündür. Bundan baĢka, Nehhâs; hmed b.
Ca‟fer‟e göre buradaki vakfın tam olduğundan söz etmiĢtir.225 Ġbnu‟l-Enbârî ve
Dânî‟nin ise bu kısım için görüĢ bildirmemelerini söz konusu noktayı muhtemel vakf
yeri olarak mülahaza etmedikleri Ģeklinde anlamak mümkündür.

Tefsirlere baktığımızda; Ferrâ; sonraki ayette gelen ٓ١‫ فشز‬lafzı için; ‫خء‬١‫أز‬
kelimesi ile birlikte düĢününce merfu‟, bağımsız düĢününce mansub olacağını belirtir.226
‫ُشْ َصلُ ه‬٠
Taberî‟nin benzer Ģekilde Ģu ihtimallerden söz ettiğini görüyoruz: 1- ُْ ِٙ ّ‫ ِػ ْٕذَ َس ِر‬veya َْٛ
kelimeleri ile bağlantılı olarak mansub konumda, 2-‫خء‬١‫ رً أز‬kelimesi ile birlikte merfu‟
konumda.227 Semîn Halebî ise; Ģu beĢ ihtimal üzerinde durmuĢtur: 1- ‫خء‬١‫ أز‬kelimesinin

222
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 446-447.
223
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
224
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
225
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
226
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247.
227
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 236.

69
‫ُشْ َصلُ ه‬٠ fiiline ait bir hal, 4- medh ifade etmek üzere
hali, 2- zarfa ait zamirin hali, 3- َْٛ
mansub, 5- ‫خء‬١‫ أز‬kelimesinin sıfatı.228 Bu ayette vakf ibtidâ ulemasının irabtan ya hiç söz
etmediğini ya da Secâvendî ve UĢmûnî gibi sonrasının yalnızca hal konumunda
olmasından bahsettiklerini görüyoruz. Buna karĢı müfessirlerin tamamının çok farklı
irab ihtimalinden detaylı bir Ģekilde bahsetmiĢ olması oldukça dikkat çekicidir. Bundan
yola çıkarak ayet sonu olan bu yerde vakfa engel bir durum olmayacağını ve dolayısıyla
herhangi bir iĢarete de gerek olmadığını söylemek mümkündür.

Keza Âl-Ġmrân 3/199‟da da benzer bir durum söz konudur. yet-i kerimede ‫ َُِٓخ‬َٚ
ِ ‫ ُْ َخخ‬ِْٙ ١ٌَِ‫ ح ُ ْٔ ِض َي ح‬l lafzından sonra Secâvendî; ardından gelen ْٚ‫شظَش‬
‫َٓ ِ ه ه‬١‫ش ۪ؼ‬
ِ‫ّٰلل‬ ْ ٠َ ‫ ال‬lafzının hal
olmasını gerekçe göstererek cümle bütünlüğünü dikkate almıĢ ve burada vakfı uygun
görmemiĢtir(‫)ال‬.229 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî görüĢ beyan etmezken, UĢmûnî;
çoğunluğa göre hasen vakf olduğunu ancak bazılarının, ‫ ِّٰلل‬kelimesindeki lam‟ın sonrası
ile irtibat sağlayan sıle manasına gelmesi sebebiyle burada vakfetmenin ve ardından
baĢlamanın hata olduğunu iddia ettiklerini nakletmiĢtir.230 Müfessirlerden Ferrâ ve
Taberî; yine ayette cümle kurgusuna iĢaret edecek bir vurgu yapmamıĢlardır. Semîn
Halebî ise; hem ‫ ِّٰلل‬hem de َْٚ‫شظَ ُش‬ ْ َ٠ ‫ َال‬fiilleri için iki vecihten söz eder: 1- ٓ١‫ خخشؼ‬fiiline
ْ َ٠ ‫ َال‬fiili tehir edilmiĢtir, aslında cümle kurgusu ً‫ال‬١ٍ‫خص هللا ثًّٕخ ل‬٠‫ْ رآ‬ٚ‫شظش‬٠‫ال‬
bağlıdır, 2- َْٚ‫شظ َ ُش‬
‫ ٌألخْ ًِ هللا‬Ģeklindedir. Buna ilaveten ْٚ‫شظش‬٠‫ ال‬kelimesi için üçüncü bir ihtimal de ٓ١‫خخشؼ‬
fiilinin hali olmasıdır.231

Daha önce de bahsettiğimiz gibi irabta devamının hal olarak belirlenmiĢ olması
irtibatın devamına iĢaret etse de asla vakfetmemeyi gerektirecek mana bozulması-
denilenin aksine bir mananın oluĢması vb bir durum değildir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve
Dânî „nin hem genel tutumları hem de burada herhangi bir vakftan söz etmemeleri bu
kanaati destekler görünmektedir. Dolayısıyla burada ‫ ال‬iĢaretine kat‟i surette ihtiyaç
olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir.

228
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 484.
229
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 410.
230
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.95.
231
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 549-550.

70
1.3. Atıf veya Âmil-Ma‟mûl ĠliĢkisi

Secâvendî‟nin atıf veya amil ma‟mul iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate
alarak vakf-ı lâ takdir ettiği yerlere Bakara suresinde dört ayet-i kerimede
rastlanmaktadır.

Bunlardan ilki Bakara 2/18‟de ayet-i kerimenin sonunda ‫ ُْ َال‬ُٙ َ‫ ف‬ّْٟ ‫ػ‬
ُ ُ‫طُُ رُ ْى‬
‫َشْ ِخؼُ ه‬٠ lafzından sonra Secâvendî tarafından takdir edilmiĢtir ki Secâvendî; sonraki
َْٛ
ayetin ilk lafzı olan ٚ‫ أ‬kelimesinin atıf ve tahyir manası taĢımasını ve tahyirin de fasl
kabul etmemesini gerekçe göstererek ayet sonu olmasına rağmen burada vakfı uygun
görmemiĢtir (‫)ال‬.232 Diğer ulemanın takdirlerinde dikkat çeken nokta Ģudur ki
ifadelerinde kesinlikle vakfedilemez anlamına gelecek bir mana yoktur hatta kâfi veya
salih vakfı tercih edenler olmuĢtur. Nitekim, Ġbnu‟l-Enbârî; devamının ‫ أو‬ile atıf olması
sebebi ile burası için َ‫ظ رظّخ‬١ٌٚ ٓ‫ زغ‬ifadesi ile görüĢ bildirmiĢ, Nehhâs; herhangi bir
izaha yer vermemiĢ, Dânî ise; kafi vakf olduğunu tam vakf diyenlerin de olduğunu ifade
etmiĢtir.233 UĢmûnî; salih vakf olduğunu söylemiĢ, 19. ayetin baĢındaki ibareleri önceki
ayetlere atıf kabul edenler tarafından burada vakf yapılmaz dendiğini de ٗ١ٍ‫لف ػ‬ٛ٠ ‫ً ال‬١‫ل‬ٚ)
ilave etmiĢtir.234 Bu son ifadesinde meçhul siğa ile hüküm belirtmesi bilindiği üzere bu
görüĢü önceki kadar kuvvetli görmediğine iĢaret eder niteliktedir.

Diğer taraftan müfessirlerin anlam örgüsünü incelediğimizde Ferrâ; ٍٝ‫د ػ‬ٚ‫ِشد‬


.ٞ‫ُ وّث ًِ حٌز‬ٍٙ‫ٌٗ ِث‬ٛ‫ ل‬diyerek ayetin devamındaki ‫ذ‬١‫ وظ‬ٚ‫ أ‬lafzını 17. ayet ile
irtibatlandırmıĢ ve her ikisinin de nifak kavramının misalleri olduğunu belirtmiĢ,235
Taberî; her ne kadar ٚ‫ أ‬edatı çoğu zaman Ģek-Ģüphe manası taĢısa da bazı cümlelerde
atıf vavı manasına da gelebileceğini burada da ٚ manasına alınarak öncesi ile birlikte
‫ذ‬١‫ وّث ًِ ط‬Ģeklinde düĢünülmesi gerektiğini beyan etmiĢtir.236 Semîn Halebî; ٚ‫ أ‬için;
tafsîl, ibhâm, Ģekk, ibâha ve tahyir olmak üzere beĢ farklı mana ihtimalinden söz etmiĢ,
Kûfelilerin buna ٚ ve ً‫ ر‬manalarını da ilave ettiğinden söz etmiĢ ancak bütün bunlardan
sonra ayetin devamındaki ‫ذ‬١‫ وظ‬ٚ‫ أ‬lafzının merfu‟ konumda bir önceki ayete atıf olarak

232
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 187-188.
233
Dâni, el-Muktefâ, s.120.
234
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
235
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, s.17.
236
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 354-356.

71
yani ‫ذ‬١‫ ط‬ٞٚ‫ وّث ًِ ر‬ٚ‫ أ‬manasına anlaĢılacağını söylemiĢtir.237 Çoğunluğun tercihi, ayetin
devamını atıf kabul etme yönünde olduğu halde Dânî ve UĢmûnî‟nin kafi-tam veya
salih vakf Ģeklinde görüĢ beyan etmelerinden; Semîn Halebî‟nin bahsettiği diğer beĢ
ihtimali göz önünde bulundurdukları düĢünülebilir.

Vakf-ı lâ‟nın var olduğu ikinci nokta Bakara 2/119‟da ‫ش هح‬٠ َ ْ‫حِ َُّٓٔخ حَس‬
ً ‫ع ٍَْٕخنَ رِ ْخٌ َسكّ ِ رَ ۪ش‬
ً ۪‫َٔز‬َٚ ‫شح‬١
lafzından sonra karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî‟ de dahil olmak üzere bütün
müellifler lafzın ardından gelen ifadedeki kıraat farklılıklarını dikkate almıĢ ve hüküm
takdirlerini buna göre birkaç ihtimal üzerinden beyan etmiĢleridir. Kıraat ihtilafına
dayanan bu meseleye rağmen bizim bu ayeti atıf-ma‟tuf iliĢkisi baĢlığı altında ele
almamızın sebebi Secâvendî‟nin nihai hükmünü buna göre ĢekillendirmiĢ olması
sebebiyledir. Nitekim Secâvendî; devamındaki ‫الطُغؤ ُي‬ٚ cümlesi ile atıf iliĢkisi sebebiyle
burada vakfı uygun görmemiĢ (‫)ال‬, ancak bu kelimeyi ‫ال طَغْؤ ْي‬ٚ Ģeklinde nehy sigası ile
okuyanlar için hükmün farklı olacağından bahsetmiĢtir.238

Sırasıyla diğer isimlerin takdirlerine bakacak olursak; Ġbnu‟l-Enbârî; devamı ile


irtibatı sebebiyle burada tam olmayan hasen vakftan söz etmiĢ ( َ‫ظ رظخ‬١ٌٚ ٓ‫زغ‬ ayrıca
kıraat farklılığı nehy sigası durumunda ‫شح‬٠‫ٔز‬ٚ
ً ‫شح‬١‫رش‬
ً lafzından sonra vakfetmenin daha
uygun olacağını ِٕٗ ٓ‫ أزغ‬ifade etmiĢtir.239 Nehhâs da Hz. Peygamber‟den nakledilen
rivayet240 esas alındığında cezm ile okununca burada vakfetmenin tam olmadığını ‫ظ‬١ٌ
َ‫ رظّخ‬ifade etmiĢ, ref‟ ile okuyanlara göre ise hal konumunda olacağı için vakfın ancak
ayet sonunda ُ١‫د ْحٌد َ۪س‬ ْ َ ‫ ػ َْٓ ح‬lafzından sonra tamam olacağını belirtmiĢtir.241 Dânî;
ِ ‫طسَخ‬
devamını cezm ile nehy sigasında okuyanlara göre burada tam vakf olacağını söylemiĢ
ve ardından bu görüĢü desteklemek maksadı ile Rasullah‟ın nehy ile okuduğuna dair bir
hadis nakletmiĢtir. Ref‟ ile okuyanlara göre ise manayı dikkate alarak iki ayrı vecihten
Ģu Ģekilde söz etmiĢtir: “1-Ref‟ ile ‫ال طُغؤ ُي‬ٚ okunursa ve bu “sen sorumlu
tutulmayacaksın” anlamına alınırsa mananın öncesinden bağımsız olur ve ‫شح‬٠‫ٔز‬
ً lafzından
sonra vakfetmek kâfi bir vakf olur, 2-Ref‟ ile okunur ve mana “sorumlu olmayarak”

237
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 167.
238
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 233.
239
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.276.
240
"‫ونذٌرا والتَسْأ ْل عن أصحاب الجحٌم‬
ً ‫بشٌرا‬
ً ‫أبواى؛ فأنزل هللا (عز وجل) "إنا أرسلناك بالحق‬
َ ‫ لٌت شعري مافعل‬:‫أن انبً (ملسو هيلع هللا ىلص) قال‬
615/ 1 ‫فً الطبري‬
241
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.161.

72
anlamına alınırsa bu durumda öncesine atıf konumunda olması sebebiyle ‫شح‬٠‫ٔز‬
ً lafzından
sonra vakfetmek uygun olmaz.”242 UĢmûnî; sonraki kelimeyi cezm ile nehy sigasında
okuyan Nafi‟ kıraatine göre hasen vakf olacağını, damme ile ref‟ sigada okuyanlara
göre ise;1-hal konumunda olacağı için mecbur kalmadıkça vakfetmemek gerektiğini, 2-
baĢındaki vav, vav-ı isti‟nafiyye kabul edilince cümlenin öncesi ile bağlantısı
kalmayacağı için ‫شح‬٠‫ٔز‬
ً kelimesinden sonra vakfetmenin kafi vakf olacağını
belirtmiĢtir.243

Tefsirlerdeki mana örgüsü açısından ise durum Ģöyledir: Ferrâ; yalnızca kıraat
ihtilaflarından tercihte bulunmaksızın bahsetmiĢ, Taberî; ref‟ ile ‫الطُغؤ َ ُي‬ٚ Ģeklindeki
kıraatin daha doğru olduğunu ve bazı nahiv ulemasının bu kıraate göre cümleyi hal
konumda ‫ي‬ٚ‫شِغئ‬١‫ غ‬manasına kabul ettiklerini belirtmiĢtir.244 Semîn Halebî ise;
cumhurun nefy sigada ‫الطُغْؤ ُي‬ٚ okuduğunu, Ģaz bir kıraate göre ‫الطَغْؤ ُي‬ٚ (mebniyyun lil
meful okunduğunu belirtmiĢ ardından 1-bu cümlenin ‫ي‬ٚ‫ش ِغئ‬١‫شح غ‬٠‫ٔز‬ٚ
ً ‫شح‬١‫رش‬
ً manasında
hal konumda veya 2-Nâfi‟ kıraatinde okunduğu Ģekliyle ‫الطَغْؤ ْي‬ٚ nehy sigasında isti‟naf
َّ
cümlesi konumunda olacağını zikretmiĢtir. Hal olmasının caiz olmayacağını da ‫ألْ حٌطٍذ‬
‫م ُغ زخي‬٠‫ ال‬ifadesi ile ilave etmiĢtir. 245

Bu yorumlardan anlaĢıldığı üzere ayetin devamındaki ‫ال طغؤي‬ٚ ifadesi ref‟, cezm
ve nehy sigalarında kıraat edilebilmekte ve her birine göre manada farklılıklar meydana
gelmektedir. Secâvendî bunlardan yalnızca ref‟ üzerine hüküm beyan etmiĢ cezm
sigasından bahsetmekle yetinmiĢtir. Bununla birlikte ref‟ ile okunsa bile birden fazla
manayı ihtiva edeceğini, bu manalardan birine göre de yeni cümlenin öncesinden
bağımsız kabul edilebileceğini söyleyen Dânî‟nin yorumu dikkat çekicidir.

ْ lafzından
ْ ‫ار لخي ٌُٗ سرُُٗ أ‬
Vakf-ı Lâ takdir edilen üçün yer ise Bakara 2/131‟de ُْ ٍِ ‫ع‬
ُ
sonraki durumdur. Secâvendî‟nin, devamındaki ‫أعٍّض‬ ‫ لخي‬lafzının ayetin baĢındaki ْ‫ار‬
edatının amili olduğunu, amil mahzuf sayılsa bile o zaman atıf konumunda olacağını
söyleyerek vakfı uygun görmediği bu yer için (‫)ال‬. 246, diğer müellfilerin takdirleri Ģöyle

242
Dânî, el-Muktefâ, s.127-128.
243
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.48.
244
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 481-483.
245
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 92-93.
246
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 238-239.

73
olmuĢtur: Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ belirtmezken, Nehhâs; tam veya tamam vakf
247
olduğunu söylemiĢtir. UĢmûnî ise; en-Nekzâvî‟nin burası için kâfî vakf takdir
ettiğini nakletmiĢtir.248 Görüldüğü üzere vakfetmenin uygun olmayacağından söz eden
tek isim Secâvendî olmuĢtur ki tefsirlere baktımızda da onun bu görüĢünü destekleyecek
derecede bir izaha ratlamak mümkün değildir. Nitekim Ferrâ; bu ayetin tefsirine
ُ
değinmemiĢ, Taberî; ‫أعٍّض‬ ‫ لخي‬Ģeklinde baĢlayan ibareden Ġbrahim (a.s)‟ın Rabbine
verdiği bir cevab olarak bahsetmekle yetinirken249 Semîn Halebî; burası için i‟rab
bakımından beĢ vechin söz konusu olduğunu bunların en doğrusunun ayetin baĢındaki ‫ار‬
‫ض‬ ْ َ ‫ لَخ َي ح‬lafzının ‫أعٍّض‬
ُ ٍَّْ‫ع‬ ُ ‫لخي‬ ile mansub konumda kabul edilmesi olduğunu ifade
etmiĢtir.250

Bakara suresinden konuya son örnek, 2/258. ayet-i kerimede ٞ ۪‫ حٌَّز‬َٟ ِّ‫ ُُ َسر‬١ ۪٘‫ح ِْر لَخ َي حِر ْٰش‬
ُ ‫ ُّ۪ ه‬٠َٚ ٟ
‫ض‬١ ۪ ْ‫ُس‬٠ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin ardından gelen ‫لخي‬
kelimesinin ayetteki ‫ار‬ ْ edatının amili olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi
uygun görmemiĢ olmasıdır.251 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ
bildirmezken UĢmûnî; hasen vakf olduğunu söyledikten sonra devamındaki ‫لخي‬
kelimesinin öncesi ile i‟rab açısından bağlantılı olabileceğini izah ederek söz konusu
۪ ْ‫ لَخ َي حََٔ ۬خ حُز‬ifadesinden sonra vakfetmenin daha iyi
ُ ِِ ُ ‫ح‬َٚ ٟ
yerde değil de daha ilerisindeki ‫ض‬١
olacağına değinmiĢtir.252 Müfessirlerin yorumlarında vakfın gerekli olcağına veya
uygun olmyacağın iĢaret edebilcek bir yoruma rastlanmamaktadır. ġöyle ki; Ferrâ, bu
kısma değinmemiĢ, Taberî; yine cümle yapısından değil ayetin manası ile ilgili
۪ ْ‫ لَخ َي ح َ َٔ ۬خ حُز‬ibaresinin
ُ ِِ ُ ‫ح‬َٚ ٟ
rivayetler ve görüĢlerden bahsetmiĢtir.253 Semîn Halebî ise; ‫ض‬١
kendi içinde mübteda ve haberden oluĢtuğunu ve ayrıca bir önceki ifadeye zıt olma
bakımından aralarında mana irtibatı olduğunu belirtmiĢtir.254

Tüm bu izahlardan anĢalıldığı gibi mana irtibatı ile lafız irtibatının da devam
ettiği vurgulanan bu yerde vakfetmemeyi ifade eden ‫ ال‬iĢareti yerine yine Secâvendî‟nin

247
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.163.
248
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.49.
249
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 581.
250
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 123.
251
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 332.
252
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.64.
253
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 570-571.
254
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 552.

74
belirlediği; vaslın daha uygun olduğunu ifade eden ‫( ص‬vakf-ı mücevvez veya
sonrasından ibtidâda mahzur olmadığını ifade eden ‫( ص‬vakf-ı murahhas iĢareti
koymanın daha isabetli olacağını söylemek mümkündür.

tıf veya Âmil-ma‟mul iliĢkisini gerekçe gösteren Secâvendî‟nin Âl-i Ġmrân


suresinde vakf-ı lâ takdir ettiği yerlerin ilki 3/11. ayettir. Bu ayetteki َْ‫ْ ه‬َٛ‫د ٰح ِي فِشْ ػ‬
ِ ْ‫َوذَح‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;255 Secâvendî; ardından gelen ٍُٙ‫ٓ ِٓ لز‬٠‫حٌز‬ٚ
ifadesi ile atıf-ma‟tuf bağlantısı olması sebebiyle burada vakfedilemeyeceğini
256
belirtmiĢtir. UĢmûnî; ardından gelen ٓ٠‫حٌز‬ٚ cümlesi mübteda veya öncesine ait bir
haber olarak takdir edilirse bağımsız bir cümle olacağı için ْٛ‫„ آي فشػ‬den sonra tam
vakf olacağını ancak öncesine atıf kabul edilmesi halinde vakfetmenin uygun
olmadığını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ Ģeklinde ifade etmiĢtir. Diğer üç müellif Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve
Dânî burası için ayrıca görüĢ bildirmemiĢlerdir. Bu iki ayet için müfessirlerin
yorumlarına bakarsak; Ferrâ ve Taberî, “Âl-i Firavun‟un küfrü ve hali gibi” Ģeklinde
teĢbih manası vermiĢ ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢlerdir.257 Semîn Halebî ise;
‫ وذأد‬kelimesindeki kâf için Ģunları söylemiĢtir: “Ġki vecih takdir olunabilir: 1-gizli bir
mübtedanın haberi olarak merfu‟konumda (ْٛ‫ رٌه وذأد آي فشػ‬ٟ‫ُ ف‬ُٙ‫ دأْر‬manasında Bu
görüĢü ZemahĢerî ve Ġbn tiyye‟nin benimsemiĢtir. 2- dokuz farklı amile bağlı olarak
mansub konumda.”258 Her iki ayet için de dikkat çeken husus, gerek vakf ibtidâ uleması
gerekse müfessirler irab bakımından çoklu tercihte bulunmuĢ olmasına rağmen,
Secâvendî‟nin yalnızca bir ihtimale göre hüküm bina etmesidir. Hal böyle olunca
özellikle 10. yetin sonunda –ayet sonu olması hasebiyle- ‫ ال‬iĢaretini gerektirecek bir
durum olmadığını söylemek mümkündür.

Al-i Ġmrân 3/18 bu surede atıf-ma‟tuf iliĢkisi açısından karĢılaĢtığımız ikinci


örnektir ki ayet-i kerimede َٛ ‫حّٰللُ حََُّٔٗ َُٓال ح ٌَِٰٗ ح َِّال ُ٘ ه‬
‫ذَ ه‬َِٙ ‫ ش‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; Secâvendî; ardından gelen ُ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِىَش‬َٚ kelimesindeki atıf sebebiyle mana irtibatı
259
devam ettiği için burada vakfedilmeyeceğini (‫ )ال‬belirtmiĢtir. Bu görüĢe katılan
Nehhâs da Ebu Ca‟fer‟in burada kâfî vakf olacağını söylediğini ancak bunun yanlıĢ

255
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
256
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
257
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 191, Taberî, Câmiu‟l-Beyân,V, 235-236.
258
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 37-38.
259
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 366.

75
olduğunu çünkü devamındaki ُِ ٍْ ‫ح ْحٌ ِؼ‬ٌُٛٚ۬ ُ ‫ح‬َٚ ُ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِىَش‬َٚ ibarelerinin atıf olduğunu belirtmiĢ,
hfeĢ‟in “manayı tamam hale getirmek istersen vakfı ‫ ُٓلَخثًِّخ ِر ْخٌ ِمغ ِْؾ‬lafzından sonra
yapman gerekir” dediğini nakletmiĢtir.260 Söz konusu yerde vakfa ihtimal görmeyen
Ġbnu‟l-Enbârî, Dânî ve UĢmûnî ise burada herhangi bir vakftan söz etmemiĢlerdir.

Tefsirlerdeki değinilen noktalara baktığımızda; Ferrâ, bu ayette daha çok kıraat


ihtilafına yer vermiĢ vakfı ilgilendirecek bir izahta bulunmamıĢtır.261 Taberî; ardındaki
ifadelerin atıf olduğunu belirtmiĢ,262 Semîn Halebî ise; kıraat ihtilaflarını esas alanların
ayete verdikleri farklı manaları aktarmıĢ ancak “ llah, melekler ve ilim sahipleri Ģahit
oldu” Ģeklindeki atfı ifade eden mana takdirini daha uygun gördüğünü ifade etmiĢtir.263
Genel olarak izahlarda atıf-matuf iliĢkisinin vurgulandığını görüyoruz. Böyle olmakla
birlikte Ģu sorular akla gelmektedir, َٛ ُ٘ ‫ َُٓال ح ٌَِٰٗ ح َِّال‬lafzından sonra gelen ُ‫ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِىَش‬َٚ kelimesinde
söz konusu olan atıf yine hemen sonrasındaki ُِ ٍْ ‫ح ْحٌ ِؼ‬ٌُٛٚ۬ ُ ‫ح‬َٚ kelimesi için de geçerli değil
midir? Secâvendî‟nin benimsediği metoda göre her bir atıftan önce ‫ ال‬iĢareti koymak
pratikte nasıl bir fayda sağlayacaktır? Bu örnekte olduğu Secâvendî Kur‟an-ı
Kerim‟deki bütün atıflar için bu hükmü vermeyerek tutarsız bir tavır izlenimi
oluĢturmuĢtur.

Âl-Ġmrân suresindeki üçüncü nokta 3/121.ayet-i kerimenin sonundaki ‫غ‬١ّ‫هللا ع‬ٚ


ُ١ٍ‫ ػ‬lafzından sonraki vakf durumudur. Burada dikkat çeken husus hüküm belirten
isimlerin birden fazla i‟rab ihtimalini dikkate almıĢ olmalarıdır öyle ki bu hükümler
birbirinin zıddı anlamlara gelebilecek vakf türlerine iĢaret edebilmektedir. Secâvendî;
122.ayetin baĢındaki‫ ار‬edatının ‫غ‬١ّ‫ ع‬ve ُ١ٍ‫ ػ‬kelimelerine bağlı olmasını gerekçe
göstererek burada vakfedilemeyeceğini belirtmiĢtir (‫)ال‬.264 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası
için görüĢ bildirmezken, Nehhâs; ardından gelen ‫ ار‬edatı sebebiyle mânâ irtibatının
devamı söz konusu olduğu için buradaki vakfetmeye dair hükmünü ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ lafzı ile
açıklamıĢtır. 265 UĢmûnî ise; 122.ayetin baĢındaki ‫ ار‬edatının gizli bir ‫ حروش‬emir fiile bağlı
olarak mansub konumda kabul edilmesi halinde vakfın tam olacağını, ‫ ار‬edatının

260
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.218.
261
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 199.
262
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 278.
263
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 72-81.
264
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 387.
265
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.232-233.

76
amilinin önceki cümlede var olduğu düĢünülerek iki ayetin lafzen irtibatlı olduğu takdir
edildiğinde ise vakfetmenin uygun olmayacağını ) ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌٚ ) belirtmiĢtir.266

Meseleye tefsirler açısından bakmak istediğimizde ise yine Ferrâ‟nın ayetin bu


kısmına değinmediği, i‟raba dair bir izahta bulunmadığı görülmektedir. Taberî; irabtan
ِ َ‫َّض َُٓؽخثِفَظ‬
söz etmeksizin bir mana takdirinde bulunarak 122.ayetin baĢındaki ْ‫خ‬ ْ َّ٘ ‫ ح ِْر‬ifadesi
ile bu kısmı tek bir cümle olarak tefsir etmiĢ “ llah cc iki grubun baĢarısız olmaktan
kaygılandığını iĢittiği vakit..” Ģeklinde bir cümle kurgusu oluĢturmuĢtur.267 Semîn
ْ َّ٘ ‫ ح ِْر‬ibaresi için Ģu ihtimalleri takdir etmiĢtir: 1- َ‫ْ ص‬َٚ‫غذ‬
Halebî ise; ‫َّض‬ َ ‫ح ِْر‬َٚ „nin bedeli, 2-
َ „ye ait bir zarf, 3- ‫إ‬ٛ‫ طُز‬fiiline ait bir zarf, 4-ُ١ٍ‫ ػ‬fiili ile mansub, 5- ‫غ‬١ّ‫ ع‬veya ُ١ٍ‫ػ‬
َ‫ْ ص‬َٚ‫غذ‬
lafızlarının bu kısma amil olması.268 Burada da belirtilan izahlardan ve yukarıda bahsi
geçen farklı irab tahlillerinden yola çıkarak ayet sonu olmasını da göz önünde
bulundurduğumuzda, vakfetmeye mani bir durum olmadığını söylemek mümkün
görünmektedir.

Yine Âl-i Ġmrân suresinden 3/140‟ı atıf-matuf iliĢkisi baĢlığı altında ele almak
mümkündür. Çünkü 140.ayet-i kerimenin sonunda َٓ١ٌّ‫ ُِسذُّ حٌظخ‬٠‫هللا ال‬ٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; 141.ayetin ilk kelimesi olan َ‫ُ َّ ِ ّسض‬١ٌِ ٚ lafzının,
ayetin baĢındaki َُ ٍَ‫ ْؼ‬١ٌِ ٚ fiiline atıf olmasını dikkate alarak burada vakfın uygun
olmayacağını (‫ )ال‬ifade etmiĢtir.269 Bu görüĢünde yalnız kaldığı anlıĢmaktadır nitekim
diğer hükümler genelde vakfı uygun gören ifadeler içermektedir. Mesela
Nehhâs,¸buradaki vakfın durumunu herhangi bir izah yapmadan ‫ لطغ وخف‬ifadesi ile
belirtmiĢ270 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî bir kayıt düĢmemiĢken, UĢmûnî; bir illet
göstermemiĢ, izahta bulunmadan tam vakf olduğunu söylemekle yetinmiĢtir.271

Tefisrlerde bu ayetin anlam boyutuyla nasıl ele alındığını incelendiğinde atıftan


söz edildiğini görmek mümkündür. Ferrâ ve Taberî; kelime anlamları ile ayeti tefsir
etmiĢ, baĢka bir izaha ihtiyaç duymamıĢlardır. Semîn Halebî ise; ardındaki َ‫ُ َّ ِ ّسض‬١ٌِ ٚ

266
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
267
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 12.
268
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 381.
269
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 392.
270
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.235.
271
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.89.

77
kelimesi ile baĢlayan cümleyi öncesindeki cümleye atıf kabul etmiĢ aradaki ‫سذ‬٠‫هللا ال‬ٚ
ٓ١ٌّ‫ حٌظخ‬cümlesini cümle-i mu‟teriza olarak kabul etmiĢtir.272

yet sonu olan bu yerde atfın varlığı diğer ulema nezdinde vakfa mani
görülmemiĢtir ki yukarıda bahsettiğimiz gibi kafi ve hatta tam vakf Ģeklinde tercih
belirtmiĢlerdir. Secâvendî‟nin de her atıf için aynı hükmü vermediğini düĢündüğümüzde
burada da bir ‫ ال‬iĢaretinin zaid olduğunu söylemek mümkündür.

Bir baĢka yerde Âl-Ġmrân 3/166‟da atıf iliĢkisini tekraren görmek mümkündür.
‫َ ْؼٍَ َُ ْحٌّ ُْئ ِِٕ۪ ه‬١ٌِ َٚ ِ‫حّٰلل‬
166. ayet-i kerimenin sonunda َٓ١ ‫خْ فَ ِزخ ِْر ِْ ه‬
ِ َ‫ ْحٌ َد ّْؼ‬ٝ‫ْ ََ ْحٌظ َ َم‬َٛ٠ ُْ ‫ َُِٓخ حَطَخرَ ُى‬َٚ lafzından
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; hemen sonrasındaki atıf ile baĢlayan ( َُ ٍَ‫ ْؼ‬١ٌِ ٚ
‫ح‬ُٛ‫َٓ ٔخ َفم‬٠‫ )حٌز‬167.ayet-i kerime ile mana ve lafız irtibatının devam etmesini gerekçe
göstererek burada ayet sonu olmasına rağmen vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.273Bir
yorumuyla Secâvendî‟ye tabi olanUĢmûnî de hem sonraki ayetin baĢındaki َٓ٠‫َ ْؼٍَ َُ حٌَّ ۪ز‬١ٌِ َٚ
‫َ ْؼٍَ َُ ْحٌّ ُْئ ِِٕ۪ ه‬١ٌِ َٚ lafzının, ayetteki ِ‫حّٰلل‬
‫ح‬ُٛ‫ َٔخفَم‬lafzının hem de söz konusu َٓ١ ‫ فَ ِزخ ِْر ِْ ه‬ibaresine atıf
olduğunu, üç lafzın da birlikte ayetin baĢında mübteda konumdaki ُ‫ِخ أطخرى‬ٚ lafzına ait
birer haber olduklarını belirterek Ģu ifadelerle ‫ال‬ٚ ,ٓ١ِٕ‫ حٌّئ‬ٍٝ‫ال ػ‬ٚ ,‫ فزبرْ هللا‬ٍٝ‫لف ػ‬ٛ٠ ‫(فال‬
)‫ح‬ٛ‫ ٔخفم‬ٍٝ‫ ػ‬burada vakfı uygun görmemiĢtir.274 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için
görüĢ bildirmemiĢlerdir. Müfessirlerden Ferrâ; bu ayete değinmezken, Taberî; her ne
kadar i‟raba dair bir izahta bulunmasa da ‫ح‬ُٛ‫َٓ ٔخفَم‬٠‫ ْؼٍَ َُ حٌز‬١ٌِ ٚ ٓ١ِٕ‫ ْؼٍَ َُ حٌّئ‬١ٌِ ٚ lafızlarını
birlikte ele almıĢ “Ġman edenler ile münafıkları llah cc birbirinden ayırsın diye..”
Ģeklinde mana vermiĢtir.275 Buradan yola çıkarak iki ayeti birbiri ile mana bakımından
irtibatlı gördüğünü söylemek mümkündür. Semîn Halebî ise; bu ayetin sonundaki َُ ٍَ‫ ْؼ‬١ٌِ ٚ
kelimesi ile ilgili i‟rab ihtimallerinden bahsetmiĢ ancak devamı ile bir irtibattan söz
etmemiĢtir.276 Söz konusu nokta ayet sonu olması hasebiyle her ne kadar lafzi irtibat
devam ediyorsa da vakfa mani bir durum olmadığı aĢkardır çünkü mana anlaĢılır
vaziyette tamamlanmıĢtır.

272
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 406.
273
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 400.
274
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91-92.
275
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 220.
276
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 475.

78
Âl-i Ġmrân suresi 3/170‟ de de atıf ma‟tuf iliĢkisini gündeme getiren Secâvendî,
170.ayet-i kerimede ‫ؼ ٍِ۪ٗ ه‬ ‫ ُُ ه‬ُٙ ١‫َٓ ِر َُّٓخ ٰح ٰط‬١‫ فَ ِش ۪ز‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
ْ َ‫حّٰللُ ِِ ْٓ ف‬
ardındaki َْٚ‫غظَ ْزش ُِش‬
ْ ٠َ َٚ kelimesinde atıf sebebiyle burada vakfedilemeyeceğini (‫)ال‬
belirtmiĢtir.277 UĢmûnî ise; herhangi bir izahta bulunmadan caiz vakf olduğunu ifade
etmiĢtir.278 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise görüĢ beyan etmemiĢlerdir. Tefsirlere
baktığımızda, Ferrâ ve Taberî, bu kısma dair özel bir vurgu yapmamıĢken, Semîn
Halebî; dört farklı i‟rab ihtimalinden bahseder: 1- ٓ١‫ فشز‬kelimesine atıf, 2- ٓ١‫فشز‬
kelimesini muzari‟ fiile benzer kabul ederek ْٛ‫فشز‬٠ fiiline atıf bu görüĢü çok isabetli
görmüyor 3- baĢlangıç cümlesi, 4- )ْٚ‫غظزشش‬٠ ُ٘ٚ( hazf olunmuĢ bir mübtedanın
haberi.279 Vakfedilemeyeceği Ģeklindeki görüĢü ile Secâvendî yalnız kalmıĢ
görünmektedir. Özetle vakfa ihtiyaç duyulacak bir yer olmaması ya da Semîn
Halebî‟nin de iĢaret ettiği gibi yeni bir cümle kabul edilme ihtimali burada ‫ ال‬iĢaretinin
elzem olmadığını göstermektedir diyebiliriz.

Bir baĢka örnek Âl-i Ġmrân suresi 3/171‟de karıĢımıza çıkmaktadır ki 171.
ayet-i kerimede ً‫فؼ‬ٚ ِ‫ْ رِِٕؼّْش َِٓ هللا‬ٚ‫غظ َ ْزشِش‬
ْ َ٠ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak her
ne kadar Secâvendî için illet ve hüküm atıf öncelikli olsa da kıraat ihtilafını gözardı
َّ
etmemesi câlib-i dikkattir. ġöyle ki Secâvendî; devamındaki atıf cümlesi ‫أْ هللا‬ٚ ile
mana irtibatının devam etmesini gerekçe göstererek burada vakfedilemeyeceğini
َّ okuyan Kisâî‟ye göre burada vakfedilebileceğini ifade
söylemiĢ ‫ )ال‬ve sonra ْ‫ا‬
280
etmiĢtir. Nitekim diğer vakf-ibtidâ uleması da benzer Ģekilde farklı okunuĢlara göre
َّ ) okuyan Kisâî
birden fazla hükümden sözetmiĢlerdir. Örneğin Nehhâs; kesra ile( َ‫اْ هللا‬
dıĢındakiler için burada vakfın ‫ظ رِمطغ وخف‬١ٌ hükmünde olacağını ifade etmiĢ,281 Dânî de
benzer Ģekilde kıraat ihtilafından söz etmiĢ, kesra ile tilavet edildiği takdirde kâfî vakf
olacağını, fetha ile okunursa devamı ile atıf irtibatı sebebiyle kâfî bir vakf olmayacağını
َّ
belirtmiĢtir.282 Yukarıdaki yorumlara iĢtirak eden UĢmûnî de; devamını kesra ile ْ‫)ا‬
okuyan Kisâî kıraatine göre tam vakf olduğunu, fetha ile okunması durumunda ise

277
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
278
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
279
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 484-485.
280
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 402.
281
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
282
Dâni, el-Muktefâ, s.150.

79
öncesine atıf kabul edileceği için vakfedilmesinin uygun olmadığını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifadesi ile
belirtmiĢtir.283 Ġbnu‟l-Enbârî ise burada herhangi bir vakf çeĢidinden söz etmemiĢtir.

Meseleye tefsir boyutundan baktığımızda Ferrâ ve Taberî‟nin de vakf ibtidâ


uleması gibi; fetha ile okunacak olursa öncesine atıf, kesra ile okunursa baĢlangıç
cümlesi kabul edileceğini belirtmiĢ olmaları önem arz etmektedir. Taberî bu iki
okuyuĢtan fetha ile olanı kurrânın hücceti olduğu gerekçesiyle tercih ettiğini ifade
eder. Semîn Halebî; Kisâî‟nin kesra ile okuduğundan bunun da isti‟naf manasına
geldiğinden bahsetmiĢtir. Yedi kıraat imamından kalanların ise fetha ile okuduğu
bilgisini vermiĢ bunun da ‫ بنعوة‬kelimesine atıf manasına geldiğini vurgulamıĢtır. yrıca
üç müfessir de bdullah‟ın ‫ اليضيع وهللا‬Ģeklindeki kıraatinin kesra ile okunmasına ve
dolayısıyla öncesinden bağımsız baĢlangıç cümlesi olduğuna delalet ettiğine iĢaret
etmiĢlerdir. 284

Hem vakf-ibtidâ ulemasının hem de müfessirlerin ortak bir tutumla iki farklı
kıraate göre hüküm verdikleri/mana takdirinde bulundukları yerlerden birisi de
burasıdır. Âsım kıraatini tilavet edenler olarak burada vakfetmemenin uygun olduğu
görüĢüne sadık kalmak Secâvendî‟nin görüĢünü de tatbik etmek anlamına gelecektir.

‫ع ه‬
Bir diğer örnek 3/174. ayet-i kerimede ‫ء‬ٛ ُُٓ ُْ ُٙ ‫غ‬ ْ َ‫ف‬َٚ ِ‫حّٰلل‬
َ ّْ َ٠ ُْ ٌَ ً‫ؼ‬
ْ ‫غ‬ ‫ح رِ ِٕ ْؼ َّش َِِٓ ه‬ُٛ‫فََ ح ْٔمٍََز‬
ْ ‫ح ِس‬ُٛ‫حطَّزَؼ‬َٚ (
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî yine devamındaki atıf َْ‫ح‬َٛ ‫ػ‬
‫ ه‬sebebiyle burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.285 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî söz
)ِ‫حّٰلل‬
konusu yer için vakfa dair görüĢ bildirmezken, Nehhâs; Nâfi‟den rivayetle burada tam
vakf olacağını ifade etmiĢtir.286 UĢmûnî; sonrasına isti‟naf baĢlangıç manası yükleyen
Nâfi‟ ve Ebû Hâtim‟e göre tam vakf olacağından bahsetmiĢtir.287 Müfessir Ferrâ; bu
ayetin tefsirine ve i‟rabına değinmemiĢ, Taberî; ayeti tefsir etmiĢ ancak cümle yapısına

283
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.
284
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, s.239, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-
Mesûn, III, 486-487.
285
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 404.
286
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.240.
287
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.93.

80
ayrıca izah getirmemiĢtir. Semîn Halebî ise ‫ح‬ٛ‫حطزؼ‬ٚ ile baĢlayan cümle için iki vechin caiz
olduğunu söyler: 1- ayetin baĢındaki ‫ح‬ٛ‫ حٔمٍز‬fiiline atıf, 2- ‫ح‬ٛ‫ حٔمٍز‬fiilin failine ait bir hal. 288

Bu verilere göre; Nehhâs ve UĢmûnî‟nin tam vakf hükmü ile Secâvendî‟nin ‫‟ال‬i
birbiri ile oldukça çeliĢkili bir görünüm arz etmektedir. Ġzahlarda görüldüğü gibi bu
durum devamı için takdir ettikleri irab mahallinden kaynaklanır. tıf olacak olsa bile
vakf yapıldığında ve sonrasından ibtidâ yapıldığında oluĢan anlamlı cümleyi göz
önünde bulundurarak burada ‫ ال‬iĢaretine lüzum olmadığı söylemek mümkündür

1.4. ġart-Cevab ĠliĢkisi

Secâvendî, Ģart-cevab iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate alarak Bakara


suresinde aĢağıdaki ayet-i kerimelerde vakf-ı lâ takdir ettmiĢtir:

ِ ‫ ُْ َال ط ُ ْف‬ُٙ ٌَ ًَ ١ ۪‫حِرَح ل‬َٚ lafzından sonra vakfın durumu ile


‫ ْحالَسْ ِ ه‬ِٟ‫ح ف‬ُٚ‫غذ‬
Bakara 2/11‟ de ‫ع‬
ilgili olarak görüĢlerini incelediğimiz ulemanın genelde aynı illeti dikkate alarak farklı
tabirler ile hüküm belirttiklerini görmek mümkündür. Bu yönüyle Nehhâs ve
UĢmûnî‟nin Secâvendî‟ye muvafakat ettikleri söylenebilir. Nitekim Nehhâs; devamının
ayetin baĢına cevap olmasını gerekçe göstererek ‫ظ رىخف‬١ٌ ifadesini kullanmıĢtır.289
UĢmûnî; de aynı Ģekilde devamının cevap konumunda olması sebebiyle burada
290
vakfedilemeyeceğini ( ‫لف‬ٛ٠ ‫ )ال‬belirtmiĢtir. Secâvendî benzer Ģekilde ardından
gelen ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬ile baĢlayan kısmın ayetin baĢındaki ‫ إذا‬nin cevabı ve amili olması
gerekçesiyle vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.291Müfessirlerden bu görüĢe destek verecek
Ģekilde i‟rab tahliline değinen Semîn Halebî olmuĢ, vakf ibtidâ ulemasına benzer
Ģekilde cumhura göre ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬ile baĢlayan kısmın ‫ ارح‬Ģart edatının cevabı olduğunu
belirtmiĢtir.292 Ferrâ; yine bu kısma eserinde değinmemiĢ, Taberî; ayetin tefsirinden
bahsetmiĢ ancak cümle kurgusu bakımından özel bir vurgu yapmamıĢtır.

ynı Ģekilde Bakara 2/14‟te ُْ ‫ ه‬ِٙ ِٕ١‫خؽ‬ َ ٌِٰٝ ‫ْ ح ح‬ٍَٛ‫حِرَح َخ‬َٚ ‫ح ٰح َِ َّٕ ۚخ‬ٌُُٛٓ ‫ح لَخ‬َُِٕٛ ‫َٓ ٰح‬٠‫ح حٌَّ ۪ز‬ُٛ‫حِرَح ٌَم‬َٚ
۪ َ١‫ش‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî;

288
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 491.
289
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.119.
290
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 33.
291
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 183.
292
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 137.

81
burası için bir görüĢ bildirmezken, Secâvendî; ardından gelen ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬ibaresinin , ayetin
baĢındaki ‫ ارح‬ya cevap olmasından bahsederek vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.293
Tefsirlerde ise Ferrâ; bu ayet ve sonrasına değinmezken, Taberî ve Semîn Halebî
sonrası ile irtibata dair özel bir vurguda bulunmamıĢlardır. 11. ve 14.ayetler arasında
cümle yapısı ve i‟rab bakımından büyük benzerlik olmasına rağmen, bu ayette Nehhâs
ve UĢmûnî‟nin hüküm bildirmemesi, Semîn Halebî‟nin özel bir vurgu yapmaması bir
çeliĢkinin mevcudiyetini düĢündürmektedir.

ġart-cevab iliĢkisi gerekçesine dayanan vakf-ı lâ takdirine bir örnek de yine


Bakara suresinde 2/ 25‟de ‫َخ ِِ ْٓ ث َ َّ َشس ِس ْص ًل هخ‬ْٕٙ ِِ ‫ح‬ُٛ‫ ُوٍَّ َّخ ُس ِصل‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Secâvendî, devamındaki ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬ile
baĢlayan cümlenin öncesindeki ‫ وٍّخ‬edatının cevabı olması sebebiyle burada vakfetmeyi
uygun bulmamıĢtır (‫)ال‬.294 Nehhâs; ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesini kullanmıĢ ve sonrası ile Ģart-
cevab iliĢkisini gerekçe göstermiĢtir.295 UĢmûnî de aynı gerekçeyi paylaĢarak ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ
ifadesi ile hüküm vermiĢtir.296 Müfessir Ferrâ; bahsi geçen kısımda herhangi bir izahta
bulunmamıĢ, Taberî; ayetin farklı te‟villerinden bahsetmiĢ tercihte bulunmuĢ ancak
vasıl veya vakf açısından kayda değer bir izahta bulunmamıĢtır.297 Semîn Halebî ise;
‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬kelimesinin ayetin baĢındaki ‫ وٍّخ‬edatı ile olan iliĢkisine dikkat çekmiĢtir.298 Nehhâs,
Secâvendî ve UĢmûnî‟nin birbirine yakın gerekçelerle ortak görüĢleri dikkat
çekmektedir

Bir baĢka vakf-ı lâ takdiri Bakara 2/33‟te ayet ortasında ُْ ‫ ه‬ِٙ ‫ع َُّٓخ ِث‬
ْ َ ‫فٍََ َُّّٓخ حَ ْٔ َزخ َ ُ٘ ُْ ِرخ‬
lafzından sonra karĢımıza çıkmaktadır. Secâvendî burada ardından gelen ‫ لخي‬kelimesinin
ayetin baĢındaki ‫ فٍّّخ‬Ģart edatının cevabı olması gerekçesi ile vakfı uygun görmemiĢtir
(‫)ال‬.299 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs, ardından gelen ifadelerle
Ģart-cevap iliĢkisini gerekçe göstererek ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesini kullanmıĢtır.300 UĢmûnî;
birinci görüĢte sebep belirtmeksizin hasen vakf olacağını, ikinci görüĢte ise sonrası ile

293
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 185.
294
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 192.
295
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.128.
296
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.36.
297
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 416-418.
298
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 216.
299
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 198.
300
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.135.

82
Ģart cevab iliĢkisi sebebiyle vakfedilemeyeceğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ söyleyerek iki farklı
takdirde bulunmuĢtur.301 Tefsir boyutundan bakacak olursak; Ferrâ ve Taberî; vakfa
tesir edecek özel bir izahta bulunmamıĢ, Semîn Halebî; de ‫ فٍّخ‬ile ‫ لخي‬arasındaki Ģart
cevap iliĢkisine atıfta bulunmuĢ anlam örgüsünü buna göre bina etmiĢtir.302

Bu ayette çoğunluğun Ģart-cevab durumunu dikkate alması Secâvendî‟nin


verdiği hükmü destekler gibi görünmektedir. ncak aynı cümle yapısına sahip baĢka
ayetlere baktığımızda Secâvendî‟nin bu kaideyi her zaman iĢletmemiĢ olması dikkat
çekicidir.303

Bakara suresinde kasem ve cevab iliĢkisine bağlı bir vakf-ı lâ takdirine


2/145‟te ayet ortasında rastlamaktayız. Bu ayette ُ‫ح َء ُ٘ ُْ ِِ ْٓ رَ ْؼ ِذ َِخ َُٓخخ َءنَ َِِٓ ْحٌ ِؼ ٍْ ِه‬َُٛٓ ْ٘ َ ‫ٌَجِ ِٓ حطَّزَؼْضَ ح‬َٚ
lafzından sonra vakedilecek olursa vakfın hükmü için, Secâvendî; ardından gelen ْ‫ا‬ َّ nin,
ayetin baĢındaki ِٓ ِ‫ٌَج‬َٚ kaseminin cevabı olduğunu, burada ٍُ‫ حٌؼ‬kelimesinden sonra vakf
yapılması durumunda ‫ أه‬ile baĢlayan ikinci cümlenin ayrılmıĢ olacağını ve dolayısıyla
َّ
da bu ikinci cümledeki ) َٓ١ّ۪ ٌِ ‫حٌظخ‬ َِّٓ ٌَ ‫ (حَِّٔهَ حِرًح‬zulüm vasfının önceki sebepten bağımsız
olarak mutlak halde Rasulullah‟a s.a.v. izafe edilmiĢ olacağını, bunun da mana
açısından tehlikeli olduğunu belirtmiĢ, burada vakfı uygun görmemiĢtir.304 UĢmûnî de
benzer kanaatini, ayetin devamındaki ibarelerin cevabu‟l-kasem olduğunu, kasem ile
cevabının vakf ile birbirlerinden ayrılamayacağını belirterek )‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ) ifadesi ile
beyan etmiĢtir.305 UĢmûnî‟nin burada küllî bir kaideden söz ediyor olması dikkate
değerdir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise burası için herhangi bir tercihte
bulunmamıĢlardır. Tefsirlerdeki anlam örgüsü açısından incelendiğinde ise i‟raba dair
kayda değer bir izah göze çarpmamaktadır. Ferrâ; ayetin bu kısmına değinmemiĢ,
Taberî; “bunu yaparsan zalimlerden olursun” Ģeklinde mana takdir etmiĢ fakat i‟raba
dair izahta bulunmamıĢtır.306 Semîn Halebî de ٓ‫ٌج‬ٚ deki kasemin cevabının َِّٓ ٌَ ‫حَِّٔهَ حِرًح‬

301
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.38.
302
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 270.
ِّ ّ
303
bkz. Yusuf suresi 50.ayet; (...‫ فل ّوا جاءه السسول قال ازجع‬, Mü‟min s. 25.ayet, ‫بالحق هن عندِّنا‬ ‫(فل ّوا جاءهن‬
)...‫ قالوااقتلو‬vb.örnekleri çoğaltmak müknündür.
304
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 251.
305
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
306
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 669.

83
َّ olduğunu ifade etmiĢ ardından Ebu Hayyân‟ın bu konu ile ilgili detaylı izahını
َٓ١ّ۪ ٌِ ‫حٌظخ‬
nakletmiĢtir.307

Kasem ile cevabın birbirinden ayrılmaması kaidesi yine lafız ve mana iliĢkisini
dikkate alan bir bakıĢın ürünüdür. Bu ayette bahsedilen yerde vakf yapılması ve
ardından tilavete baĢlanması gerçekten de Secâvendî‟nin bahsettiği gibi “zalimlerden
olma vasfını Rasulullah‟a izafe etmek” Ģeklinde anlaĢılabilir. Dikkat edilirse aslında söz
konusu yerde vakfetmek klasik vakf taksimatına göre hasen vakfa tekâbul etmekte,
vakfetmek değil de ardından ibtidâ durumunda mana olumsuz manada etkilenmektedir.
Bu sebepten buradaki ‫ ال‬iĢaretinin yerine vaslın evla olduğuna iĢaret eden bir alamet
belirlenmesinin daha yerinde olduğu söylenebilir.

Secâvendî, Bakara suresinde aĢağıdaki ayet-i kerimelerde de aynı illete bağlı


mülahazalarını sürdürmektedir:

2/156.ayet-i kerimede ‫زَش‬١‫ ُْ ِ ُ۪ظ‬ُٙ ْ‫َٓ ِح ُٓرَح حَطَخرَظ‬٠‫ حٌََّ ۪ز‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; Secâvendî; ardından gelen ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬lafzının ayetin baĢındaki ‫ ارح‬edatının cevabı
308
olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ (‫)ال‬, Ġbnu‟l-Enbârî,
Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî, Secâvendî gibi Ģart-cevab
iliĢkisini ileri sürmüĢ ve ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifadesi ile hüküm vermiĢtir.309 Müfesirlerden Ferrâ,
Taberî ve Semîn Halebî; bu kısma dair özel bir izahta bulunmamıĢlardır.

2/158.ayet-i kerimede ‫شح‬١‫خ‬


ً ‫ع‬ َ َّٛ‫ َِ ْٓ ط َط‬ٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî, ise burası için ayrıca görüĢ bildirmemiĢlerdir.
َّ َ‫ ف‬edatının Ģart cümlesinin cevabı olduğunu belirterek
Secâvendî ise; sonrasındaki ْ‫ب‬
burada vakfetmeyi mananın tamam olmaması sebebiyle uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.310

Tefsirlere baktığımızda kıraat ihtilafları ile ilgili değerlendirmeler dikkat


çekmektedir. ġöyle ki; Ferrâ; ‫ع‬ٛ‫ طط‬kelimesini izah etmiĢ ve farklı kıraatlere değinmiĢ,311
Taberî; de kıraat farklılıklarından bahsettikten sonra ُ١ٍ‫ فبْ هللا شخوش ػ‬ibaresi ile ilgili

307
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 166.
308
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 259.
309
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
310
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260.
311
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95.

84
farklı tefsirlerden bahsetmiĢtir.312 Her ikisi de nahvî bir izahta bulunmamıĢtır. Semîn
Halebî ise; iki farklı kıraatten bahsettikten sonra cumhurun kıraati dediği ‫ع‬
َ ‫تطو‬
َّ
Ģeklindeki okuyuĢa göre Ģu iki i‟rab ihtimalinden söz etmiĢtir: 1- ‫ع‬ٛ‫ِٓ طط‬ٚ ibaresinin
Ģart cümlesi olması, 2- ِٓ ism-i mevsûl, ‫ع‬ٛ‫ طط‬kelimesinin de onun sıle cümlesi olması
dolayısıyla i‟rabtan mahallinin olmaması. yrıca ref‟konumda ibtidâ olacağını,
َّ lafzının da haber konumda kabul edilebileceğini ilave etmiĢtir.313
devamındaki ‫فبْ هللا‬

Tüm bu izahlara baktığımızda, vakf ibtidâ uleması içinde Secavendî‟nin


görüĢünde yalnız kaldığı görülmektedir. Müfessirlerin yorumlarına baktığımızda ise üç
isminde kıraat ihtilafından söz ettiği görülmektedir. Semîn Halebî‟nin buna ilaveten
cumhur kıraatine göre hem Ģart cümlesi hem de mübteda-haber ihtimalinden söz etmesi
burada vakfedilmemesi Ģeklindeki tercihin çok da isabetli olmadığını göstermektedir.
Kaldı ki, eğer Secavendî bu tercihinde isabetli ise aynı ayetin baĢ kısmındaki ‫ض‬١‫فّٓ ز َّح حٌز‬
‫حػظّش‬
َ ٚ‫ أ‬lafzından sonra da bir vakf-ı lâ‟dan söz etmesi gerekirdi. Çünkü bu kısım da
i‟rab bakımından aynı özellikleri taĢımaktadır.314

‫ه‬
2/249.ayet-i kerimede, ‫ هد‬ُٕٛ‫ص ِر ْخٌ ُد‬ٛ َ َ‫ فٍَََّّخ ف‬, َُٗ‫ح َِؼ‬َُِٕٛ ‫َٓ ٰح‬٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ َٛ ُ٘ ُٖ‫ َص‬ٚ‫َخ‬
ُ ٌُ‫ظ ًَ َؽخ‬ َ ‫ فٍَََّّخ خ‬ve ‫لَخ َي‬
‫ح ه ه‬ُٛ‫ ُْ ِ َُالل‬ُٙ ََّٔ‫َْ ح‬ُّٕٛ‫َ ُظ‬٠ َٓ٠‫ حٌَّ ۪ز‬lafızlarından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî,
ِ‫حّٰلل‬
Nehhâs ve Dânî bu üç yer için de görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; ilk iki yer için de
Ģart-cevab bağlantısı sebebiyle ‫لٌس بوقف‬ifadesi ile vakfetmemeyi uygun bulduğunu
‫ح ه ه‬ُٛ‫ ِ َُالل‬kelimesinden sonra vakfetmeyi de uygun bulmamıĢ
belirtmiĢtir. ynı ayetteki ِ‫حّٰلل‬
ve vakfetmenin söz ile söyleyeni kavl-mekul) birbirinden ayırmak anlamına geleceğini
beyan etmiĢtir.315 Secâvendî; devamındaki ‫ح‬ٌٛ‫ لخ‬kelimesinin cevab konumunda olmasını
gerekçe göstererek ilk iki yerde vakfetmeyi uygun görmemiĢ (‫)ال‬, yine aynı ayette
‫هللا‬ٛ‫ِالل‬lafzından sonra da devamının cümlenin mef‟ulü olması sebebiyle
vakfedilemeyeceğini söylemiĢtir.316

Müfessirlere baktığımızda ise; Ferrâ ve Taberî‟nin; ayeti oldukça uzun tefsir


etmelerine rağmen Secâvendî‟nin bahsettiği üç nokta için de özel bir mana ya da i‟rab

312
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 727-729.
313
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 192.
314
Bakara, 2/158.
315
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.62.
316
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 322-323.

85
birlikteliği vurgusu yapmadıklarını görüyoruz.317 Semîn Halebî ise bu ayette ilk iki
‫ح ه ه‬ُٛ‫ ِ َُالل‬lafzından sonraki ‫ َو ُْ ِِ ْٓ فِج َش‬kelimelerini
nokta için ayrıca vurgu yapmazken ِ‫حّٰلل‬
mübteda ve haber olarak i‟rab edip, öncesi ile herhangi bir bağlantı kurmamıĢtır.318
Müfessirlerden vakfa ya da vasla meylettirecek bir izah görmüyoruz. UĢmûnî ve
Secâvendî pek çok yerde olduğu gibi burada da hemen hemen benzer tabirlerle; Ģart-
cevab, kavl-mekul bağlantısını söz konusu etmiĢlerdir. ncak defaatle bahsettiğimiz
gibi bizim kanaatimize göre bu bağlantılar ‫ ال‬iĢaretini gerekli kılacak derecede kuvvetli
bir gerekçe değildir.

Secâvendî‟nin Ģart-cevab iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu dikkate alarak vakf-


ı lâ takdir ettiği yerlere Âl-i Ġmrân suresinde Ģu yerlerde rastlanmaktadır:

َ ‫َّخ ْحٌ ِّسْ َش ه‬٠‫َخ َصو َِش‬ٙ١ْ ٍَ‫ػ‬


3/37.ayet-i kerimede ‫حد‬ َ ًَ ‫ ُوٍَّ َّخ دَ َخ‬lafzından sonra vakfetmekle
ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî ise buradaki vakfın türü ile ilgili
görüĢ beyan etmemiĢlerdir. Secâvendî ise; ardından gelen ‫خذ‬ٚ kelimesinin ‫ وٍّخ‬edatının
319
cevabı konumunda olmasını sebep göstererek burada vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.
Ayetin tefsirinde Ferrâ; bu kısımda i‟raba dair izaha yer vermemiĢ, Taberî; ayetin
tefsirinde kelimelerin manaları üzerinde durmuĢ olsa da cümle kurgusuna ayrıca temas
etmemiĢtir. Semîn Halebî ise;‫ َخذَ ِػ ْٕذَ َ٘خ ِس ْصلً ۚخ‬َٚ lafızlarının öncesi ile irtibatı hakkında farklı
görüĢlere yer verdikten sonra hal konumda olup ‫ وٍّخ‬lafzının cevabı kabul edilmesini
daha isabetli görmüĢtür.320

1.5. Zarf-Mazruf veya Bedel-Mübdel ĠliĢkisi

Bedel-mübdel irtibatının devamı sebebiyle vakf-ı lâ takdri edilmiĢ yerlerin ilki


ْ ُّ ٌ‫ظ َشح َؽ ْح‬
Fatiha suresinin 1/6. ayettir. Ayet-i kerimenin sonunda َُ ١ ۪‫غظَم‬ ّ ِ ٌ‫ حِ ْ٘ ِذَٔخ ح‬lafzından
sonra vakfetmek ile ilgili serdedilen görüĢler daha önce de ifade ettiğimiz gibi vakf
meslesine bakıĢ ile ilgilidir. Nitekim Secâvendî ve Nehhâs vakf için makta‟ sistemini
yani söz öbeğinin lafzen ve manen tamamlanmasını esas alırken Ġbnu‟l-Enbârî veDânî
ayet sonlarında vakfetmeyi esas almıĢlardır. Bundan hareketle aĢağıdaki yorumları

317
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 166, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 481-496.
318
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 532.
319
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 371.
320
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 145-147.

86
anlamlandırmak daha doğru olacaktır. Ġbnu‟l-Enbârî burası için َ‫ظ رظّخ‬١ٌٚ ٓ‫ زغ‬demiĢ,
gerekçe olarak da ardından gelen ikinci ‫ طشحؽ‬kelimesinin birincisinin mütercimi
olmasını göstermiĢtir.321 ynı Ģekilde Nehhâs da ardından gelen bedel sebebiyle burada
vakfetmeyi uygun görmediğini beyan etmiĢtir.322 Dânî ise burası için görüĢ
bildirmemiĢtir. Secâvendi de benzer Ģekilde, ardındaki ‫صساط الرين‬ ifadesinin bedel
olması bedel ile mübdelin ayrılmasının uygun olmayacağını kastederek gerekçesi ile
burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ ve bunu ‫ ال‬rumuzu ile ifade etmiĢtir. 323 Tefsirlerde
de i‟rab bakımından bedel vurgusu yapılmıĢtır ancak bu yorumlar vakfetmeye engel
teĢkil edecek hüvviyete sahip görünmemektedir. Nitekim Ferrâ; burada herhangi bir
yorumda bulunmazken, Taberî; 6.ayette bahsedilen yolun vasıflarının 7.ayette
açıklandığını söyleyerek mana irtibatına vurgu yapmıĢ324 Semîn Halebî; devamındaki
َٓ٠ ۪‫ ِط َشح َؽ حٌَّز‬ile baĢlayan kısmın bedel min küll olduğunu belirtmiĢ ve sonra bedel
çeĢitlerini tafsilatlı biçimde izah etmiĢtir.325

Secâvendî‟nin zarf-mazruf veya bedel-mübdel iliĢkisinin devam ediyor


oluĢunu dikkate alarak takdir ettiği vakf-ı lâ „ya Bakara suresinde Ģu yerlerde
rastlanmaktadır:

2/133.ayet-i kerimede ‫ص‬ ُ ‫ْ ه‬َّٛ ٌ‫د ْح‬ٛ


َ ُ‫َ ْؼم‬٠ ‫ ُٓذَح َء ح ِْر َزؼ ََش‬َٙ ‫ش‬ُ ُْ ُ ‫ ح َ َْ ُو ْٕظ‬lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen ‫ار‬ ْ kelimesinin ayetin baĢ
kısmındaki birinci ْ‫ ار‬den bedel kabul edildiğinde vakfın uygun olmayacağını söylemiĢtir
(‫)ال‬.326 UĢmûnî; sonrasının ayetin baĢına bedel oma yönü ile irtibatlı olduğu gerekçesi ile
vakfedilmeyeceği yönünde‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifadesi ile fikir beyan etmiĢ bununla birlikte
ayetteki iki ‫ ار‬edatının birbirinden ayrı takdir edilmesi durumunda vakf yapılabileceğini
(‫ص‬ٌّٛ‫ ح‬ٍٝ‫لف ػ‬ٚ ‫خ‬ٕٙ‫خ ػ‬ٙ‫ِٓ لطؼ‬ٚ ifade etmiĢtir.327 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise burası
için vakfa dair herhangi bir görüĢ belirtmemiĢlerdir. Ferrâ; ayetin bu kısmını tefsir
etmemiĢ, Taberî; ayetteki iki ‫ إذ‬edatının birbirinden bedel olduklarını dolayısıyla
mananın da buna göre"‫طٗ؟‬ِٛ ‫س‬ٛ‫ٓ زؼ‬١‫ٗ ز‬١ٕ‫دُ ٌز‬ٛ‫ؼم‬٠ ‫د ار لخي‬ٛ‫ؼم‬٠
َ ُ ُ‫ " أَ وٕظ‬Ģeklinde takdir
‫ذآء‬ٙ‫ش‬

321
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.250.
322
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.108.
323
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 172.
324
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, s.176-177.
325
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 65.
326
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 240.
327
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.49.

87
ْ edatı için;birinci ‫‟ار‬den
edilmesi gerektiğini söylemiĢtir.328 Semîn Halebî ise; ikinci ‫ار‬
bedel veya ‫ َزؼ ََش‬fiiline ait bir hal olmak üzere iki ihtimalden söz etmiĢtir.329

Yukarıdaki yorumlardan bedel veya hal olma bakımından ayetin sonrası ile
lafız iliĢkisi olduğu sonucuna varılabilir. ncak daha önce de değindiğimiz gibi bu lafız
iliĢkisi cümlenin tamamlanmamasına veya bahsi geçen yerde vakf yapılması halinde
mananın oluĢmamasına sebep olacak derecede kuvvetli bir iliĢki değildir. Nitekim ‫إذ‬
edatlarını birbirinden ayrı Ģekilde de takdir eden UĢmûnî‟nin beyanı görüĢümüzü
destekler mahiyettedir.

2/183.ayet-i kerimenin sonunda ْٓ ِِ َٓ٠ ۪‫ ح ٌَّز‬ٍَٝ‫ػ‬ َ ‫ح ُو ِظ َذ‬َُِٕٛ ‫َٓ ٰح‬٠ ۪‫َخ حٌَّز‬ُّٙ٠َ‫خح‬٠َُٓ
ّ ِ ٌ‫ ُى ُُ ح‬١ْ ٍَ‫ػ‬
َ ‫خ َُ َو َّخ ُو ِظ‬١َ ‫ظ‬
َ ‫ذ‬
‫ لَ ْز ٍِ ُى ُْ ٌَؼٍََّ ُى ُْ طَظَّمُ ه‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî; burada
َْٛ
َ ِ‫ ُوظ‬fiili ile ‫خًِخ‬٠‫ أ‬kelimesinin nasb
vakfetmeyi kabih görmüĢ, sebep olarak da ayetteki ‫ذ‬
edilmesini yani nahvi iliĢkinin devam etmesini zikretmiĢtir.330 Nehhâs ve Dânî ise
burası için görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî öncelikle ayet sonu olduğu için vakfın caiz
olacağını sonra da ardından gelen ‫ أيَّا ًها‬kelimesinin zarf olduğunu ve bir kaide olarak
zarf ile ona âmil olan fiilin arasının ayrılmasının hasen bir vakf olmayacağını ‫ظ‬١ٌٚ
ٓ‫ رسغ‬ifade etmiĢtir. 331
Secâvendî; ardından gelen ‫دَحص‬ُٚ‫َّخًِخ َِ ْؼذ‬٠َ‫ ح‬kelimesinin zarf olması
sebebiyle burada vakfı uygun görmediğini belirtmiĢtir.332 Ferrâ; 184.ayetin baĢındaki
‫هعدودات أيا ًها‬lafzının nasb konumda olmasına ve sebeplerine iĢaret etmiĢtir.333 Taberî de
bu iki kelimenin gizli bir fiil (‫ا‬ُُِٛٛ‫حَ ْْ طَظ‬َٚ ) ile mansub konumda olduğunu belirtir.334
Semîn Halebî de benzer Ģekilde bu kelimelerin hangi amillerle mansub olabileceğini
anlatmıĢtır.335 Müfessirlerin de vurgularından anlaĢılacağı üzere ayetin devamı ile nasb
etme-mansub olma bakımından irtibatı açıktır. yet sonu olmasına rağmen bu irtibatı
dikkate alan Ġbnü‟l-Enbârî ve Secâvendî burada vakfı uygun görmemiĢlerdir. Bu da iki
ismin makta‟ sistemini esas alıyor olması ile açıklanabilecek bir durumdur. Yani
durlamayacağı yönündeki kanaatleri sonsöz olarak değil bir tercih olarak algılanmalıdır.

328
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 586.
329
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 129.
330
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.282.
331
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.54.
332
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 273.
333
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 112.
334
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 156-157.
335
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 268-269.

88
‫ح َ ْٔظ ُ ُْ ػَخ ِوفُ ه‬َٚ َّٓ ُ٘ ٚ‫ش ُش‬
Bir baĢka örnekte 2/187.ayet-i kerimede َْٛ ِ ‫ َال طُزَخ‬َٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî vakfa ihtimal
vermediklerinden olsa gerek burada görüĢ belirtmemiĢlerdir. Secâvendî ise;
devamındaki ‫خخذ‬
ِ ‫غ‬َ َّ ٌ‫ ْح‬ِٟ‫ ف‬zarfı ile mana irtibatının devam etmesi sebebiyle burada
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.336 Müfessirlerden de ne Ferrâ ne Taberî ne de Semîn
Halebî ayetin bu kısmı için i‟raba dair bir yorum yapmıĢtır. nlaĢılacağı üzere burada
vakfetme ihtimali yalnızca Secâvendî‟ye ait bir yorumdur. Kur‟an-ı Kerim‟deki bütün
hal örnekleri için bu ihtimali düĢünerek her birinde vakfedilemeyeceği hükmünden söz
etmenin ne kadar isabetli olacağı tartıĢma konusudur.

Zarf-mazruf veya bedel-mübdel iliĢkisi gerekçesi ile Âl-i Ġmrân suresinde Ģu


noktalarda vakf-ı lâ takdir edilmiĢtir:

ُّ ‫ ْحٌس‬َٛ ‫ حَ هّٰللُ َُٓال ح ٌَِٰٗ ح َِّال ُ٘ ه‬lafzından sonra


Surenin 3/2. ayet-i kerimesinde َُ ُّٛ١َ‫ ْحٌم‬َٟ
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî ise; ardından gelen َٛ١‫ حٌم‬ٟ‫ حٌس‬ibaresininٛ٘ zamirinin
bedeli olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.337
Secâvendî‟nin bu gerekçesinde ifade ettiği bedel olma illeti diğerleri tarafından farklı
takdirler ile ifade edilmiĢtir. Mesela Ġbnu‟l-Enbârî; devamı ile sıfat mevsuf iliĢkisi
olduğunu söyleyerek burada vakfedilmesini َ‫ش طخ‬١‫ زغٓ غ‬olarak nitelemiĢ,338 Nehhâs;
sonrasını mübteda ref‟ kabul ettiğimiz takdirde buradaki vakfın hasen vakf olacağını,
sıfat kabul edilmesi halinde ise ayetin sonunda vakfedilmesinin kâfî vakf olacağını ifade
etmiĢtir.339 Dânî burası için görüĢ bildirmezken UĢmûnî; َٛ١‫ حٌم‬ٟ‫„ حٌس‬u mübteda veya
hazf olunmuĢ bir mübtedanın haberi olarak ref‟ konumda takdir edilirse burada tam
vakf olacağını, sıfat veya bedel konumda takdir edilirse vakf yapılmayacağını ifade
etmiĢtir. Son iki durum için aynı zamanda genel bir kaide belirlemesi dikkat
çekicidir.340

Ferrâ tefsirinde yalnızca َٛ١‫ حٌم‬kelimesinin َ‫خ‬١‫ حٌم‬Ģeklindeki kıraatinden söz etmiĢ
i‟raba etki edecek bir izahta bulunmamıĢtır.341 Ġ‟raba dair özel bir vurgu yapmayan

336
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 279.
337
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 360-361.
338
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.292.
339
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.195.
340
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.69.
341
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 190.

89
Taberî; kıraat ihtilafından söz ettikten sonra “ llah kendisini diri olmak ve bâkî olmak
vasıfları ile tavsif etmiĢtir” demiĢtir.342 Semîn Halebî ise ٛ٘ ‫ الاٌٗ اال‬lafzı ve i‟rabı ile ilgili
ihtimalleri zikrettiği halde devamı ile ilgili hiçbir izahta bulunmamıĢtır343

nlaĢıldığı üzere ayetin devamındaki lafızlar irab bakımından farklı Ģekillerde


değerlendirilebilmektedir. Bu takdirlere göre birden fazla hüküm de verilebilmektedir.
Secâvendî bütün bunları dikkate almadan yalnızca bedel olma ihtimaline dayanarak
hüküm belirtmiĢtir. Bu durumda diğer ihtimalleri de göz önünde bulundurarak asla
vakfedilemeyeceğini söylemek ya da anlamsız bir cümle oluĢacağı kanaatine sahip
olmak mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla mushafta sadeliği sağlamak ve
kolaylaĢtırmak adına burada herhangi bir alamete ihtiyaç olmadığı söylenebilir.

Yine aynı Ģekilde Âli Ġmrân suresinin 3/33.ayet-i kerimesinin sonunda َ‫حّٰلل‬ ‫ح َِّْ ه‬
‫ ْحٌ َؼخٌَ ّ۪ ه‬ٍَٝ‫ػ‬
َٓ١ ٰ ‫ ٰح َي ِػ‬َٚ َُ ١ ۪٘‫ ٰح َي حِر ْٰش‬َٚ ‫زًخ‬َُٛٔٚ ََ َ‫ ٰحد‬ٝ‫ط َط ٰ ُٓف‬
َ َْ‫ّْش‬ ْ ‫ ح‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
vakf-ibtidâ ulemasının i‟rab takdirlerindeki çeĢitlilik dikkat çekmektedir. rdındaki
ifadeleri kimi hal kimi bedel kimi sıfat kanul etmiĢ verdikleri hükmü de bu kabullerine
göre takdri etmiĢlerdir. Bu durum vakf-ibtidâ ilminin ictihadî yapısını anlatması
bakımından önem arzetmektedir. Nitekim Ġbnu‟l-Enbârî; burada vakfetmenin hükmünü
َ‫ش طخ‬١‫ غ‬olarak belirlemiĢ, sebep olarak da ‫َّش‬٠‫ رُ ِ ّس‬kelimesinin öncesine bağlı olarak mansub
konumda olmasını zikretmiĢtir.344 Nehhâs da benzer Ģekilde ‫ش‬٠‫ رس‬kelimesinin evveline
bağlı hal konumunda olmasını sebep göstermiĢ ve görüĢünü ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesi ile
açıklamıĢtır.345 Dânî görüĢ bildirmezken UĢmûnî; ayet sonu olması hasebiyle caiz vakf
olduğundan bahsettikten sonra bu hükmün son söz olmadığını, ً‫َّش‬٠‫ رُ ِ ّس‬kelimesinin ٝ‫حططف‬
fiilinin hali ya da ayetin baĢındaki dem a.s ve diğer peygamberlerin bedeli olarak
takdir edilmesi gerektiğini, böyle olunca da genel kaide gereği hal ile zi‟l-halin, bedel
ile mübdel minh‟in arasının ayrılmayacağını ifade etmiĢtir.346 çıkça ifade etmemiĢ olsa
da genel kaideyi hatırlatmasından burada vakfı uygun görmediği sonucunu çıkarmak
mümkündür. yrıca ً‫ ذزية‬kelimesinin medh manasına alınması durumunda buradaki

342
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 176.
343
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 6-15.
344
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzâhi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.297.
345
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.220.
346
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.75.

90
vakfın kâfî vakf olacağını ilave etmesi de dikkat çekicidir.347Secâvendî ise; 34.ayetin
baĢındaki ً‫َّش‬٠‫ رُس‬kelimesinin, bu ayette zikredilen Âdem, Nuh a.s ve diğerlerine bedel
konumunda olduğunu belirtmiĢ ve bu sebepten ayet sonunda vakfı uygun
görmemiĢtir.348

Müfessirlerin yorumlarına bakıldığında i‟raba dair izahların yoğun olduğu


görülmektedir. Ferrâ; 34.ayetin baĢındaki ‫ ًَّش‬٠‫ رُ ِ ّس‬kelimesinin 1-önceki ayette sayılan
isimlerle bağlantılı olarak veya mahzuf bir ٝ‫ حططف‬fiilinin tekrarı ile mansub konumda 2-
baĢlangıç cümlesi olarak kabul edilirse ref‟ konumda olmak üzere iki farklı i‟rab
takdirinde bulunmuĢtur.349 Taberî aynı kelimeyi “Ġbrahim ve Ġmran ailesi”‟nin hali
olarak mansub kabul etmiĢ350 Semîn Halebî de; aynı Ģekilde bedel ve hal olmak üzere
mansub olduğundan bahsetmiĢtir.351

‫ َِخ طَذَّ ِخ ُش ه‬َٚ ٍَُْٛ‫حَُٔزِّج ُ ُى ُْ رِ َّخ طَخ ْ ُو‬َٚ


Bir baĢka örnekte Âl-Ġmrân 3/49.ayet-i kerimede َْٚ
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî
burada vakfa ihtimal vermedikleri için olsa gerek herhangi bir izahta bulunmamıĢlardır.
Secâvendî; ardından gelen ُْ ‫ ِط ُى‬ُٛ١ُ‫ ر‬ٟ ۪‫ ف‬lafzı ile zarf-mazruf bağlantısı sebebiyle burada
vakfedilemeyeceğini (‫ )ال‬belirtmiĢtir.352 Ferrâ ve Taberî bu kısımda; özel birmana
‫ َِخ طَذَّ ِخ ُش ه‬َٚ
takdirine ihtiyaç duymamıĢ, Semîn Halebî ise yalnızca ُْ ‫طِ ُى‬ُٛ١ُ‫ ر‬ٟ ۪‫ ف‬lafzının َْٚ
fiiline bağlı olduğuna değinmekle yetinmiĢ ancak buna göre özel bir mana takdirine
gitmemiĢtir.353 Buna göre Secâvendî‟nin zarfı öncesinden ayırmama konusundaki
hassasiyetinin bahsettiğimiz ulemanın vakf tercihlerinde ve mana takdirinde karĢılığının
olmadığını söylemek mümkündür. Nitekim burada vakf ihtimali görmeyerek herahahngi
bir remze ihtiyaç duyulmayacağını söylemek de mümkündür.

َ ُْ ُٙ ٌَ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ح‬َٚ lafzından


Benzer Ģekilde 3/105. ayet-i kerimenin sonunda ُ١‫ػزَحد ػ َ۪ظ‬
sonra vakf için; Secâvendî; sonrasındaki zarf َٛ٠ ile cümle bağlantısını devam etmesini

347
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.75.
348
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 369.
349
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 207.
350
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 329.
351
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 128-129.
352
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 374.
353
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 148

91
gerekçe göstermiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir(‫)ال‬.354 Nehhâs; sonrası ile irtibatı
devam ettiği için ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesi ile görüĢ bildirmiĢtir.355Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
burası için görüĢ bildirmemiĢler, UĢmûnî ise; ayet sonu olması sebebiyle vakfın caiz
olacağını söylemiĢ ancak devamındaki َٛ٠ lafzın hal konumunda kabul edilmesi ile
buradaki vakfın hasen olmayacağını da ilave etmiĢtir.356 Ferrâ; eserinde ayetin tefsirine
yer vermemiĢ, Taberî; 105.ayetin sonu ile 106.ayetin baĢındaki ibaresini birleĢtirmiĢ
ُّ َ١‫ْ ََ ط َ ْز‬َٛ٠ azap onlar içindir”
“Kimi yüzlerin beyazlayıp kimi yüzlerin kararacağı o günde ‫غ‬
Ģeklinde mana vermiĢtir. Bundan baĢka i‟raba dair vurguda bulunmamıĢtır.357 Semîn
Halebî; َٛ٠ zarfının amillerinden bahsetmiĢ buna göre mana takdirlerinde bulunmuĢtur.
Kurduğu cümlelerden onun da Taberî gibi iki ayeti birlikte değerlendirdiği
anlaĢılmaktadır.358

Sonraki ayetin bir hal zarfı َٛ٠ ile baĢlıyor olması lafız ve mana irtibatının
devam ettiğinin göstergesidir ancak UĢmûnî‟nin de belirttiği gibi ayet sonu olması
sebebiyle burada vakfetmek ve ardından baĢlamak –mana da kendi içinde tamamlandığı
için- her halükarda caiz kabul edilmiĢtir. Bu durumda lafız-mana irtibatına dikkat
çekmek maksadıyla ‫ ال‬yerine vaslın evla olacağını ifade eden bir iĢaret konulursa daha
isabetli olacağını söylemek mümkündür.

Bedel-mübdel iliĢkisi sebebiyle Secâvendî‟nin vakf-ı lâ takdirine bir baĢka


örnek 3/170. ayet-i kerimede karĢımıza çıkmaktadır. Ayette ُْ ِٙ ‫ح ِر‬ُٛ‫ ٍْسَ م‬٠َ ُْ ٌَ َٓ٠‫َْ ِرخ ٌَّ ۪ز‬ٚ‫غظ َ ْزش ُِش‬
ْ َ٠َٚ
ُْ ‫ ه‬ِٙ ‫ ِِ ْٓ َخ ٍْ ِف‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; UĢmûnî ve Secâvendî‟nin görüĢleri
ْ ile bağlantılı olduğu için
parelellik arz edtemktedir. Nitekim Secâvendî, sonrasındaki ْ‫أ‬
ْ masdarının
burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir. (‫)ال‬.359 UĢmûnî de devamındaki ْ‫أ‬
ayetteki َٓ٠ ۪‫ رِخٌَّز‬kelimesine bedel konumda olduğunu bedel-mübdel minh ayrılmazlığı
kaidesini de hatırlatarak belirtmiĢ ve vakfedilmesinin uygun olmadığına
hükmetmiĢtir.360 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî‟nin vakfa dair görüĢ beyan etmedikleri
bu kısımda müfessirlerin nasıl bir cümle kurgusu oluĢturduklarına baktığımızda; Ferrâ;

354
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 382.
355
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.231.
356
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.85.
357
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 663.
358
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 339.
359
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 401.
360
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.92.

92
i‟rabtan bahsetmeksizin “korku ve hüzün olmayacağına dair müjdeleĢiyorlar” Ģeklinde
tefsir etmiĢ, böylece mana açısından bu kısmı bir bütün olarak gördüğünü ifade
etmiĢtir.361 Taberî; aynı manayı vermiĢ َّ‫ أال‬kelimesinin nasb konumda olduğunu da
ْ
belirtmiĢtir.362 Semîn Halebî; bu kısmın i‟rabı için iki ihtimalden söz eder: ardındaki ْ‫أ‬
1- öncesindeki َٓ٠‫ رِخٌَّ ۪ز‬kelimesinden bedel olarak mecrur konumda, 2-mef‟ul li eclihi
olmak suretiyle mansub konumda.363

Hem mana hem de lafız irtibatının devam ettiği görüĢü ağır basmaktadır. Buna
göre mutlaka bir iĢaret koyulacaksa vaslın evlâ olduğunu belirtecek bir iĢaret ‫)ص‬
koyulması daha isabetli görünmektedir. Çünkü vakf yapılacak olsa da manasız bir
cümle ortaya çıkmamaktadır.

1.6. Fâ-i Ta‟kîbiyye, Ceza veya Tekid ĠliĢkisi

Secâvendî‟nin fâ-i ta‟kîbiyye, ceza veya tekid iliĢkisinin devam ediyor oluĢunu
dikkate alarak vakf-ı lâ takdir ettiği ayetler Bakara suresinde sırası ile Ģu Ģekilde
karıĢımıza çıkmaktadır:

‫ ُْ َِش ه‬ٙ‫ر‬ٍُُٛ‫ ل‬ٟ ۪‫ ف‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili


Bakara 2/10.ayet-i kerimede ‫ع‬ َ ِِ
olarak; Ġbnu‟l-Enbârî; sebep belirtmeden hasen vakf olduğunu söylerken364Nehhâs; kâfi
vakf olduğunu, Dânî ise kâfi vakf olduğunu söylemekle birlikte cümleyi tamamlamayı
ve ‫ػ ۚخ‬ ‫ فَ َضحدَ ُ٘ ُُ ه‬ifadesinden sonra vakfetmeyi ِٕٗ ٝ‫( أوف‬daha uygun) görmüĢtür.365
ً ‫حّٰللُ َِ َش‬
UĢmûnî; Salih vakf olacağını, her ne kadar Ġbnü‟l-Enbârî hasen vakf demiĢolsa da
ardından gelen ibare ile irtibatın devam etmesi sebebiyle buradaki vakfın hasen
olmayacağını ٓ‫ظ رسغ‬١ٌ ibaresi ile ifade etmiĢtir.366 Secâvendî ise; devamındaki ُُ ُ٘ َ‫فَ َضحد‬
kelimesinin baĢında bulunan ‫ ف‬nin ceza ve te‟kid anlamı taĢıması sebebi ile burada
367
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir (‫)ال‬. Ferrâ; eserinde bu ayetin tefisirne ve i‟rabına
değinmemiĢ, Taberî; onlarının hastalığının artırılması ifadesinin, önceki kısımda
bahsedilen kalplerindeki hastalık ifadesini güçlendirdiğini söylemiĢ ancak i‟raba veya

361
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 247.
362
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 236.
363
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 486.
364
Ġbnü‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.260.
365
Dâni, el-Muktefâ, s.119.
366
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 33.
367
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 183.

93
ً ‫فضحدُ٘ هللا ِش‬
mana bütünlüğüne dair özel bir vurgu yapmamıĢtır.368 Semîn Halebî ise; ‫ػخ‬
Ģeklinde baĢlayan isim cümlesinin önceki cümleye atıf olduğunu ve bahsedilen artmanın
sebebinin, kalpteki hastalığın bizzat varlığı olduğunu belirtmiĢtir.369

Bu ayette; gerek bahsi geçen vakf-ibtidâ ulemasının hasen, kâfi ve salih vakf
Ģeklindeki hükümleri gerekse tefsirlerine yer verdiğimiz müfessirlerin anlam örgüsünde
vakfetmeye mani olacak bir vurguda bulunmamaları Secâvendî‟nin bu konuda yalnız
kaldığı izlenimi vermektedir.

ِ ‫سَ حٌذَّحعِ حِرَح دَػ ه‬َٛ ‫ذُ دَ ْػ‬١‫ ح ُ ۪خ‬lafzından sonra vakf için
Bakara 2/186.ayet-i kerimede ْ‫َخ‬
Secâvendî; ardından gelen fa-i takibiyye sebebiyle burada vakfı uygun görmediğini
belirtmiĢ (‫ )ال‬, yalnızca nefesin kesilmesi gibi bir zaruret ile durulabileceğini de ilave
etmiĢtir.370 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs; Nasir‟den nakil ile ‫حِرَح‬
ِ ‫ دَػ ه‬lafzından sonra veya ayetin sonunda vakfedilebileceğini söylemiĢtir. UĢmûnî
371
ْ‫َخ‬
hasen vakf olacağını ifade etmiĢ herhangi bir izahta bulunmamıĢtır.372 Müfessirlerin
yorumlarına baktığımızda; Ferrâ ve Taberî„nin ayetin bu kısmında i‟raba dair bir izaha
ْ َ١ٍْ َ‫ ف‬kelimesinin çekim
ihtiyaç duymadığını görüyoruz. Semîn Halebî ise; ٟ ٌ۪‫ح‬ُٛ‫ز‬١‫غظَ ۪د‬
sîgalarından ve manasından bahsetmiĢ ancak öncesi ile iliĢkisine dair özel bir vurgu
yapmamıĢtır.373

Tüm bu izahlara binanen Ģunları söylemek mümkündür: Fa-i ta‟kibiyye


cümlenin devam ettiğine iĢaret eden bir unsur olsa da cümle anlamlı bir biçimde
tamamlanmıĢtır ve vakfetmeye mâni bir durum görülmemektedir.

‫دَ ه ه‬ُٚ‫ َّخ ُزذ‬١ ۪‫ُم‬٠ ‫فَخ ِْْ ِخ ْفظ ُ ُْ ح َ َّال‬


Benzer Ģekilde Bakara 2/229.ayet-i kerimede ikinci ِ‫حّٰلل‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî ise; ardından gelen ‫ َّخ‬ِْٙ ١ٍَ‫ػ‬ َ ‫فَ َال ُخَٕخ َذ‬
kelimesindeki ceza fa‟sı sebebiyle burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.374 Ġbnu‟l-
Enbârî, Nehhâs ve Dânî görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; aynı ayetteki birinci ‫د هللا‬ٚ‫زذ‬
kelimesinde vakfetmeye kafi vakf derken ardındaki ceza fa‟sı sebebiyle esas bahsi

368
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 289-290.
369
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 129.
370
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 277.
371
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.177.
372
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.55.
373
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 291.
374
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 309-310.

94
geçen ikinci ‫د هللا‬ٚ‫ زذ‬lafzından sonra vakfetmenin böyle olmadığını ‫ي‬ٚ‫خأل‬١ٔ‫ْ حٌثخ‬ٚ‫وخف د‬
ifade etmiĢtir.375 Müfessirlerden Ferrâ; ayetin i‟rab tahlilini yaptığı halde bu kısma özel
bir izaha gerek duymamıĢtır.376 Taberî de; cümle yapısına ayrıca vurgu yapmadan
manayı bir bütün olarak ele almıĢ,377 Semîn Halebî ise; ‫ّخ‬ٙ١ٍ‫ فال خٕخذ ػ‬lafzındaki ‫خٕخذ‬
kelimesinin, ‫‟ال‬in ismi, ‫ّخ‬ٙ١ٍ‫ ػ‬kelimesinin de haberi olduğunu belirtmiĢtir.378Bu
ifadesinden bu kısmı yeni bir cümle olarak gördüğü anlaĢılabilir.

1.7. Ġstisnâ-Müstesnâ Minh ĠliĢkisi

Ġstisna ve müstesna mih irtibatı sebebiyle vakf-ı lâ takdirine yer veren


‫ ُُ ه‬ُٙ ُٕ‫ ٍْ َؼ‬٠َ َ‫ ٰ ٌُٓ ِجه‬ٚ۬ ُ ‫ح‬
Secâvendî, Bakara suresinde ilk olarak 2/159. ayet-i kerimenin sonunda ُ‫حّٰلل‬
‫حٌال ِػُٕ ه‬
َْٛ َّ ُُ ُٙ َُٕ‫َ ٍْؼ‬٠َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak mana bütünlüğünü dikkate almıĢ
ve ardından gelen َّ‫ اال‬istisna edatı sebebiyle burada vakfetmenin uygun olmayacağını
belirtmiĢtir.379 Diğer vakf-ibtidâ ulemasının tercihleri ise Ģu Ģekillerdedir: Ġbnu‟l-Enbârî
lafzın devamındaki istisna zikredilmeden kelamın tamam olmayacağını söyleyerek
vakfın tam olmayacağını ifade etmiĢ َ‫ش طخ‬١‫)غ‬, Nehhâs da aynı gerekçe ile buradaki
vakfın hükmünü ‫ظ‬١ٌ ‫ رمطغ وخف‬ifadesi ile belirtmiĢtir.380 Dânî ise burası için görüĢ
bildirmemiĢtir. UĢmûnî de aynı Ģekilde ardındaki istisna sebebiyle burada vakfın uygun
olmayacağından bahsetmiĢtir.381 Müfessirlerden Ferrâ; bu ayette yalnızca lanet edenler
kavramını tefsir etmiĢ i‟raba dair bir izahta bulunmamıĢtır.382 Taberî; lafzı ile
kastedilenin; ayetin baĢındaki “ llah‟ın kitabında açıkladıklarını gizleyenler”
olduğunu, 160. ayette de laneti hak edenlerin istisnasından bahsedildiğini zikretmiĢ
ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢtir.383 ُُ ُٙ َُٕ‫َ ٍْؼ‬٠ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬lafzı için mübteda ve bedel olmak
üzere iki ihtimalden bahseden Semîn Halebî, sonraki ayettin baĢlangıcındaki istisnanın
muttasıl veya munkatı‟ istisna olabileceğini ifade etmiĢtir.384

375
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.60.
376
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 145-147.
377
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 149-164.
378
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 453.
379
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260-261.
380
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu izahi‟l-vakf ve‟l-Ġbtidâ, s. 279, Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
381
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.
382
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95-96.
383
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 732-738.
384
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 193-194.

95
Her iki nokta için de müfessirlerin yorumlarında vakfedilemeyeceğine dair özel
bir vurgu bulunmasa da vakf-ibtidâ ulemasının hemen hemen aynı gerekçelerle
tamamlanmayan bir mana ve cümleden söz ettikleri görülmektedir. ncak bunun
örnekleri Kur‟an-ı Kerim‟de sayısız derecede çoktur.

Âl-i Ġmrân suresinde ise benzer Ģekilde 3/88. ayet-i kerimenin sonunda ُ‫ُ َخفَّف‬٠ ‫َال‬
‫ُ ْٕ َظ ُش ه‬٠ ُْ ُ٘ ‫ َال‬َٚ ُ‫ ُُ ْحٌؼَزَحد‬ُٙ ْٕ ‫ػ‬
َْٚ َ lafzından sonra vakf durumu için makta‟ sistemini benimseyen
Secâvendî; ardından gelen istisna cümlesi (‫ا‬ُٛ‫َٓ طَخر‬٠ ۪‫ )ح َِّال حٌَّز‬sebebiyle burada cümle
bütünlüğünü korumak düĢüncesiyle vakfı uygun görmediğini (‫ )ال‬ifade etmiĢtir. 385 ynı
sistemin takipçisi olan Nehhâs da sonrasındaki istisna sebebiyle buradaki vakf türü için
َ‫ظ رمطغ طخ‬١ٌifadesini kullanmıĢtır.386 Nitekim UĢmûnî de bazılarına göre caiz vakf kabul
edilirken, sonrasındaki istisna sebebiyle caiz olmadığını söyleyenlerin de olduğunu
belirtmiĢtir.387 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî ise burada vakfa dair herhani bir görüĢ
bildirmemeyi tercih etmiĢlerdir. Vakfibtidâ ulemasının istisna sebebiyle cümlenin
tamamlanmadığına iliĢkin görüĢleri tefsirlerde karĢılık buluyor mu diye baktığımızda
Ferrâ‟nın bu ayeti tefsir etmediğini, Taberî‟nin istisnadan tefsir mahiyetinde
bahsettiğini, Semîn Halebî‟nin ise yalnızca ً‫ حعظغٕخء ِظظ‬Ģeklinde kısa bir
değerlendirmede bulunduğunu görüyoruz.388

1.8. Mübtedâ/Ġsim-Haber ĠliĢkisi

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ için illet kabul ettiği durumlardan biri de mübtedâ/


isim-haber iliĢkisidir. Buna Bakara suresinden ilk örnek 2/159‟dur ki ayet-i kerimede َّْ ِ‫ح‬
ِ ‫ ْحٌ ِىظَخ ه‬ِٟ‫خط ف‬
‫د‬ ِ َّٕ ٌٍِ ُٖ‫ََّّٕخ‬١‫ ِِ ْٓ رَ ْؼ ِذ َِخ َر‬ٜ‫ ٰذ‬ُٙ ٌ‫ ْح‬َٚ ‫ص‬
ِ ‫َّٕخ‬١ِ َ‫َْ َُِٓخ ح َ ْٔ َض ٌْ َٕخ َِِٓ ْحٌز‬ُّٛ ُ ‫َ ْىظ‬٠ َٓ٠ ۪‫ حٌَّز‬lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ bildirmezken, Nehhâs;
َّ nin haberi söylenmemiĢ olacağı için kâfi bir vakf
burada vakfedildiğinde ْ‫ا‬
olmayacağını )‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifade etmiĢtir.389 UĢmûnî de ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ demiĢ, ardından
gelen ‫ٌجه‬ٚ‫ أ‬kelimesinin haber olduğundan ve kaide olarak isim ve haberin birbirinden
vakf ile ayrılamayacağından bahsetmiĢtir.390Secâvendî ise; ardından gelen ‫ٌجه‬ٚ‫أ‬

385
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 380.
386
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.230.
387
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.83.
388
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V,563, Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 304.
389
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171.
390
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.52.

96
َّ edatının haberi olduğu için burada vakfetmeyi uygun
kelimesi, ayetin baĢındaki ْ‫ا‬
görmemiĢtir.391 Müfessir yorumlarında Ferrâ; bu ayette yalnızca lanet edenler
kavramını tefsir etmiĢ i‟raba dair bir izahta bulunmamıĢtır.392 Taberî; ‫ٌجه‬ٚ‫ أ‬lafzı ile
kastedilenin; ayetin baĢındaki “ llah‟ın kitabında açıkladıklarını gizleyenler”
olduğunu, 160. yettede laneti hak edenlerin istisnasından bahsedildiğini zikretmiĢ
ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢtir.393 ُُ ُٙ َُٕ‫َ ٍْؼ‬٠ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬lafzı için mübteda ve bedel olmak
üzere iki ihtimalden bahseden Semîn Halebî, sonraki ayettin baĢlangıcındaki istisnanın
muttasıl veya munkatı‟ istisna olabileceğini ifade etmiĢtir.394 Her iki nokta için de
müfessirlerin yorumlarında vakfedilemeyeceğine dair özel bir vurgu bulunmasa davakf-
ibtidâ ulemasının hemen hemen aynı gerekçelerle tamamlanmayan bir mana ve
cümleden söz ettikleri görülmektedir. ncak bunun örnekleri Kur‟an-ı Kerim‟de sayısız
derecede çoktur.

ِ ‫حّٰللُ َِِٓ ْحٌ ِىظَخ‬


Benzer Ģekilde Bakara 2/174. ayet-i kerimede ‫د‬ ‫َْ َُِٓخ ح َ ْٔ َض َي ه‬ُّٛ ُ ‫َ ْىظ‬٠ َٓ٠‫ح َِّْ حٌَّ ۪ز‬
‫َْ ِر۪ٗ ث َ ًَّٕخ لٍَ۪ ً ه‬ٚ‫شظ َ ُش‬
‫ال‬١ ْ َ٠َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen
‫ٌجه‬ٚ‫ أ‬cümlesinin ayetin baĢındaki ْ‫ا‬ َّ nin haberi konumunda olmasını sebep göstererek
burada vakfedilemeyeceğini belirtmiĢtir.395 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ayetin bu
kısmı ile ilgili görüĢ bildirmemiĢlerken UĢmûnî; haberi gelmemiĢ cümle
tamamlanmamıĢ olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ).396 Ġ‟rab
bakımından özel bir izaha gerek duymayan Ferrâ bu ayete değinmemiĢtir. Taberî,
devamındaki ُِٙ ِٔ ٛ‫ ر ُُط‬ٟ ۪‫َْ ف‬ٍُٛ‫خْ ُو‬٠َ ‫ ٰ ٌُٓ ِجهَ َِخ‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬lafzı ile kastedilenlerin öncesinde bahsedilen
“ llah‟ın kitabını gizleyen ve az bir menfaat karĢılığında bunu satanlar” olduğunu
belirtirken,397 Semîn Halebî ayetin bu kısmı için izahta bulunmamıĢtır. Genelde olduğu
gibi burada da vakf-ibtidâ ulemasından Secâvendî ve UĢmûnî„nin yorumlarının
örtüĢtüğü görülmektedir. ncak gerek ismi zikredilen diğer vakf-ibtidâ ulemasının özel
bir vurgu yapmaması gerekse müfessirlerin lafız ve mana açısından öncesi ile çok

391
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 260.
392
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 95-96.
393
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 732-738.
394
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 193-194.
395
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 266.
396
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
397
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 66.

97
kuvvetli bir irtibattan söz etmemiĢ olması burada vakfedilemeyeceği sonucuna
ulaĢmanın mümkün olmadığını göstermektedir.

Bir baĢka örnekte Bakara 2/218.ayet-i kerimede ‫ح‬ُٚ‫خَخ َ٘ذ‬َٚ ‫ح‬ٚ‫َٓ َ٘خخ َُش‬٠‫ح ٌَّ ۪ز‬َٚ ‫ح‬َُِٕٛ ‫َٓ ٰح‬٠ ۪‫ح َِّْ حٌَّز‬
‫ ًِ ه ه‬١‫ع ۪ز‬
ِ‫حّٰلل‬ َّ
َ ٟ ۪‫ ف‬lafzından sonra vakf tercihinde Secâvendî; sonrası, ayetin baĢındaki ْ‫ا‬
edatının haberi olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir(‫)ال‬.398UĢmûnî
ardından gelen haberden dolayı burada vakf olmayacağını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifade etmiĢtir.399
Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise burada vakfa dair herhangi bir görüĢ
bildirmemiĢlerdir. Tefsirlere baktığımızda ise; Ferrâ‟nın kayda değer bir izaha gerek
duymadığından olsa gerek bu ayete ve i‟rabına değinmediğini görüyoruz. Taberî de
i‟raba dair bir açıklama yapmadan ayeti tefsir etmiĢtir. 400Semîn Halebî ise; bu ayeti
detaylı bir Ģekilde i‟rab etmiĢ; َُْٛ‫َشْ خ‬٠ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ ح‬lafzının ayetin baĢındaki ْ‫ا‬
َّ „ye ait bir haber
cümlesi olduğunu belirtmiĢtir.401 Gerek 204. Ayette gerekse 218.ayette hal ve haber
olma gibi lâfzî irtibatı gerekçe gösteren Secâvendî ve UĢmûnî‟nin bu tercihleri genele
yansımadığı için geçerli görülmeyebilir ya da en azından elimizdeki Mushaflara
mutlaka bir ‫ ال‬iĢareti koymamız gerektiği sonucuna varmamıza sebep değildir. yrıca
vakfibtidâ ulemasından sözünü ettiğimiz üç ismin de burada görüĢ belirtmemesi bu
düĢüncemizi destekler mahiyettedir.

‫ه‬
Benzer Ģekilde Bakara 2/262. ayet-i kerimede ًٜ‫ َُٓال حَر‬َٚ ‫ح ًَِّٕخ‬ُٛ‫َْ َُِٓخ حَ ْٔفَم‬ُٛ‫ُظْ ِزؼ‬٠ ‫ث ُ َُّ َال‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken,
Nehhâs; burası için Nâfi‟in tam vakf dediğini ancak bunun yanlıĢ olduğunu, ayetin
baĢındaki َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬kelimesi mübteda konumunda ise burada vakf yapıldığında haberin
zikredilmemiĢ olacağını bu sebeple de kelamın/mananın tamam olamayacağını ifade
etmiĢtir. yetin baĢındaki َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬kelimesinin bir önceki ayetteki َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬lafzına bedel kabul
edilmesi durumunda vakfetmek için bir çıkıĢ yolu oluĢacağını da ilave etmiĢtir.402
UĢmûnî; hasen vakf olduğunu ve sonrasından da baĢlanabileceğini belirtmiĢ, bununla
birlikte ُُ٘ ‫ ُْ حَخْ ُش‬ُٙ ٌَ lafzının öncesine ait bir haber olduğu takdir edilirse o halde

398
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 299.
399
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.
400
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 666-669.
401
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 402.
402
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.194.

98
vakfedilemeyeceğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ilave etmiĢtir.403Secâvendî ise; ardından gelen ٌُٙ
kelimesinin, ayetteki ٓ٠‫ حٌز‬lafzının haberi olması sebebiyle burada mana bütünlüğünü
korumak adına vakfın uygun olmayacağını belirtmiĢtir.404

Müfessirlere baktığımızda ise; Ferrâ; bu ayetten bahsetmemiĢ, Taberî; ardından


gelen ُُ٘ ‫أخش‬
ُ ٌُٙ lafzındaki zamirlerin, ayetin baĢında ْٛ‫ٕفم‬٠ ٓ٠‫ حٌز‬tabiri ile bahsedilen
“infak edenlere” ait olduğunu vurgulamıĢtır.405Semîn Halebî ise; bu ayet için iki farklı
takdirden söz etmiĢtir: “1- ْٛ‫ٕفم‬٠ ٓ٠‫ حٌز‬lafzı mübteda kabul edilirse ُ٘‫ُ أخش‬ٌٙ haberi olur.
2- ٓ٠‫ حٌز‬kelimesi gizli bir mübtedanın haberi (ٓ٠‫ )ُ٘ حٌز‬olur ve bu durumda ُ٘‫ُ أخْ ُش‬ٌٙ lafzı
için iki ihtimal söz konusudur: a hal olmak üzere mansub olması b baĢlangıç cümlesi
olarak i‟rabtan mahallinin olmaması.” Evlâ olanın da bu ikinci ihtimal olduğunu ifade
etmiĢtir.406

Hem müfessirler hem de vakf-ibtidâ uleması tarafından farklı i‟rab


takdirlerinin yapıldığı bu yerde Secâvendî‟nin sistemine de sadık kalarak; vakf-ı
mücevvezi ifade eden ‫ ص‬rumuzu tercih edilebilir. Böylece valsın daha uygun olacağı
ancak bununla birlikte farklı i‟rab tevilleri sayesinde vakfın da caiz olacağı vurgulanmıĢ
olacaktır.

Mübtedâ/isim-haber iliĢkisine Âl-i Ġmrân suresinde Ģu ayetlerde yer verilmiĢtir:


‫َْ ِر ْخٌ ِمغ ِْؾ َِِٓ حٌَّٕ ِ ه‬ٚ‫َخِْ ُُش‬٠ َٓ٠‫َْ حٌَّ ۪ز‬ٍُُٛ‫َ ْمظ‬٠َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili
3/21.ayet-i kerimede ‫خط‬
َّ edatının haberi olmasını ve sonraki lafzın
olarak; Secâvendî ayetin devamının baĢtaki ْ‫ا‬
ّ ‫ فَ َز‬baĢındaki Fa‟nın cümleye Ģart manası katmasını gerekçe göstererek burada
(ُْ ُ٘ ْ‫شِش‬
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.407 ynı görüĢü paylaĢan UĢmûnî ise; devamının haber
konumunda olmasını illet göstererek ‫لف‬ٛ٠ ‫ فال‬ifadesi ile durulmayacağını beyan
etmiĢtir.408 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise buradaki vakfın türü ile ilgili bir görüĢ
beyan etmemiĢlerdir. Tefsir açısından bakıldığında vakfa tesir edecek bir izaha
rastlanmamaktadır. ġöyle ki Ferrâ ve Taberî bu ayetin bu kısmının irabına
değinmemiĢlerdir. Semîn Halebî ise; ayetteki sıle cümlesinin Ģart manasını taĢıdığını ve

403
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.64.
404
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 336.
405
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 657.
406
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 582-583.
407
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 367.
408
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.73.

99
bu sebepten haberinin fa ile (ُ٘‫ فزشش‬ile baĢladığını söylemiĢtir. rdından hfeĢ‟in buna
itirazlarını ve sebebini aktarmıĢtır.409

Bir baĢka örnekte Âl-i Ġmrân 3/155. ayet-i kerimede َٝ‫ْ ََ ْحٌظَم‬َٛ٠ ُْ ‫ْ ح ِِ ْٕ ُى‬ٌَّٛ َٛ َ‫َٓ ط‬٠‫ح َِّْ حٌَّ ۪ز‬
ِ ‫ ْحٌدَّْ ؼَ ه‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî ve UĢmûnî‟nin tercihleri
ْ‫خ‬
parellik arz etmektedir. Nitekim Secâvendî, devamındaki ‫ أَّّخ‬edatının ayetin baĢındaki
َّ nin haberi konumunda olmasını gerekçe göstererek burada vakfetmeyi-cümle
ٓ٠‫‟اْ حٌز‬
bütünlüğünün korunması açısından- uygun görmemiĢtir ‫)ال‬.410 UĢmûnî ise; sonrasının
haber olması sebebiyle vakf olmayacağını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ terimi ile ifade etmiĢtir.411 Ġbnu‟l-
Enbârî, Nehhâs ve Dânî burada vakfetme ihtimali görmediklerinden olsa gerek herhangi
bir hüküm bildirmemiĢlerdir Müfessirlerden Ferrâ ve Taberî; burada cümle yapısına etki
edecek i‟raba dair bir izahta bulunmamıĢ, Semîn Halebî de ayeti kelimeleri bakımından
izah etmiĢ ancak cümle kurgusu açısından farklı bir duruma değinmemiĢtir.412

2. KIRAAT TERCĠHĠNĠN ESAS ALINDIĞI DURUMLAR

Vakf-ibtidâ uleması, vakf tercihlerini kimi zaman kıraat ihtilaflarını dikkate


alarak belirlemiĢtir ki bu durum kıraat ile vakf-ibtidâ ilmi arasındaki kuvvetli irtibatı
göstermesi bakımından oldukça önem arz etmektedir. Nitekim Secâvendî de vakf
tercihlerini ekseriyetle nahvî mülahazalara dayandırmıĢ olsa da bu bölümde sırası ile ele
alacağımız ayetlerde görüleceği üzere kıraat ihtilaflarını da dikkate almıĢtır. ncak vakf
tercihlerinin geneli düĢünüldüğünde kıraat tercihine dayalı takdirlerinin sayısı oldukça
azdır.

َ ‫ْ َْ ْحٌ َؼزَ ه‬ٚ‫َ َش‬٠ ‫ح ح ِْر‬ُُّٛٓ ٍَ‫َٓ َظ‬٠ ۪‫ حٌَّز‬ٜ‫َ َش‬٠ ٌََْٛٚ lafzından
Mesela Bakara 2/165.ayet-i kerimede ‫حد‬
sonra vakfetmekle ilgili olarak Secâvendî, kıraat ihtilafına dikkat çekmiĢ ve ardından
َّ Ģeklinde okuyanlar dıĢındakilerin burada vakf yapmalarının
gelen kelimeyi kesra ile ْ‫ا‬
uygun olmadığını ifade etmiĢtir.413 Konuyu daha detaylı Ģekilde ele alan diğer müellifler
eserlerinde Ģu izahlara yer vermiĢlerdir: Ġbnu‟l-Enbârî; ayetin farklı okunuĢlarından
bahsetmiĢ, buna göre‫ح‬ٍَُّٛ‫ٓ ظ‬٠‫ حٌز‬ٜ‫ طش‬ٌٛٚ ve ‫س‬ٛ‫أْ حٌم‬ َ ‫ْ َْ ْحٌ َؼزَ ه‬ٚ‫ َش‬٠َ lafzından
ّ okuyanlar için ‫حد‬

409
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 93
410
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 397.
411
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91.
412
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 451.
413
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 264.

100
sonra vakfetmelerinin َ‫ش طخ‬١‫ زغٓ غ‬olacağını, ۙ ‫ح‬ُُّٛٓ ٍَ‫َٓ َظ‬٠‫ حٌَّ ۪ز‬ٜ‫َ َش‬٠ ٌََْٛٚ ve ‫س‬ٛ‫ أْ حٌم‬okuyanların
َّ
anlam tamam olmadığı için burada vakfedemeyeceğini, ‫ح‬ٍّٛ‫ٓ ظ‬٠‫ حٌز‬ٜ‫ش‬٠ ٌٛٚ ve ‫س‬ٛ‫اْ حٌم‬
َ َۙ َ‫ ٌ ََر ْونَ ا ْلعَذ‬lafzından sonra durmanın hasen vakf olacağını, ٜ‫ طش‬ٌٛٚ
Ģeklinde okuyanlar için ‫اب‬
‫ح‬ٍّٛ‫ٓ ظ‬٠‫حٌز‬ve ْ‫س ا‬ٛ‫ حٌم‬Ģeklinde okuyanlar için de aynı Ģekilde hasen vakf olacağını ifade
etmiĢtir. Nehhâs da Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarından uzunca bahsetmiĢ ve
hükmün buna göre değiĢeceğinden söz etmiĢtir.414 Dânî de benzer Ģekilde kıraat
ihtilaflarından bahsederek hüküm vermiĢ Kufe mezhebine göre vakfın uygun
olmayacağını, kıraatte Basra mezhebine göre hasen vakf olacağını detaylı bir Ģekilde
sebepleri ile izah etmiĢtir.415 UĢmûnî de diğerleri gibi kıraat ihtilaflarını dikkate almıĢ
ve buna göre 1-Hasen vakf olur, 2-Vasıl evladır, 3-Durulmaz Ģeklinde üç farklı takdirde
bulunmuĢtur.416 ynı ayet-i kerimede ‫ؼًخ‬١ّ‫َّ سَ هلل خ‬ُٛ‫أْ حٌم‬
َّ lafzından sonra vakfetmeyi
َّ Ģeklinde okuyanlar dıĢındakiler için uygun görmezken (‫)ال‬,417 diğer dört
Secâvendî; ْ‫ا‬
isim burası için ayrıca görüĢ belirtmemiĢtir.

Müfessirlerin mana tercihlerine baktığımızda ise benzer bir durumla


karĢılaĢıyoruz. Farklı kıraatlerden bahseden ve buna göre bağımsız cümleler olarak
َّ ‫ْ حٌؼزحد‬ٚ‫ش‬٠ ‫ح ار‬ٍّٛ‫ٓ ظ‬٠‫ حٌز‬ٜ‫ش‬٠ ٌٛٚ
kabul edilebileceğini söyleyen Ferrâ, ya ve fetha ile ‫س‬ٛ‫أْ حٌم‬
Ģeklinde okumanın daha iyi olacağını belirtmiĢtir. Bu kıraate göre ٌٛٚ lafzının Ģart
manasına geldiğini ancak cevabının mahzuf olduğunu ifade etmiĢtir.418 Ferrâ‟nın bu
yorumuna iĢtirak eden Taberî kendisine göre en doğru kıraatin ْٚ‫ش‬٠ ‫ح ار‬ٍّٛ‫ٓ ظ‬٠‫ حٌز‬ٜ‫ طش‬ٌٛٚ
‫س‬ٛ‫ حٌؼزحد أْ حٌم‬Ģeklinde olduğunu beyan eder.419 Ġki müfessir gibi tafsilatlı bir Ģekilde
farklı kıraatlerden ve buna göre oluĢacak mana takdirlerinden söz eden Semîn Halebî
ise; ٜ‫ش‬٠ ve ٜ‫ طش‬Ģeklindeki her iki kıraatin de mütevâtir olduğunu bu ikisi arasında
ikisinden birinin isabetli olmadığını söylemenin mümkün olmadığını ifade eder. Yine
َ ‫ْ َْ ْحٌؼَزَ ه‬ٚ‫َ َش‬٠ ‫ح ح ِْر‬ُُّٛٓ ٍَ ‫َٓ َظ‬٠‫ حٌَّ ۪ز‬ٜ‫َ َش‬٠ ٌََْٛٚ Ģeklindeki kıraat cevabı mahzuf olan bir Ģart
ona göre ‫حد‬
cümlesi konumundadır.420

414
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.280-281, Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.171-172.
415
Dânî, el-Muktefa fi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s. 130-131.
416
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
417
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 264
418
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, II, 97-98.
419
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 18-23.
420
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 212-216.

101
Tüm bu izah ve tercihlerden Ģu sonuca varmak mümkündür: Secavendî bu iki
َّ kıraatini esas almıĢtır. Bu kıraat esas alınacak olursa
yerde vakf-ı lâ‟yı tercih ederken ْ‫ا‬
vakf-ibtidâ ulemasının görüĢleri de buna benzer durumdadır. Hepsinin ortak kanaati
mananın/cümlenin tamamlanmamıĢ olmasıdır. Fakat bu durum mutlak surette burada
vakf-ı lâ gibi bir iĢaret olması gerektiği anlamına gelmemektedir. Çünkü daha önce de
ifade ettiğimiz gibi söz konusu yere hiçbir iĢaretin koyulmaması da okuyucu açısından
vakfetmeme sonucuna ulaĢtıracak, böylece Secâvendî‟nin kastı da gerçekleĢmiĢ
olacaktır.

Secâvendî‟nin kıraat tercihine göre takdir ettiği vakf-ı lâ‟lara Âl-Ġmrân


َ ُ٠ ُِ‫ ُٓلَخث‬َٛ ُ٘ َٚ ُ‫فََٕخدَطُْٗ ْحٌ َّ ٰ ٍُٓجِىَش‬
suresinde karĢımıza çıkan ilk örnek 3/39. ayet-i kerimede ِٟ‫ ف‬ٍّٟ۪ ‫ظ‬
ِ ‫ ْحٌ ِّسْ َشح ه‬lafzından sonraki vakfın durumudur. Secâvendî, burada vakfı uygun görmemiĢ
‫د‬
(‫)ال‬, ve devamını kesra ile َ‫ُزششن‬
ُ ٠ ‫ اْ هللا‬okuyanlara göre Hamza ve Ġbn Âmir mananın,
nidâ olmaktan çıkıp yeni bir söz-cümle olacağını ifade etmiĢtir.421Bu ifadesine göre
Secâvendî‟nin; kesra ile okuyan kıraate göre iki cümle birbirinden bağımsız olacağı
için ‫ حٌّسشحد‬kelimesinden sonra vakfetmeyi uygun gördüğü söylenebilir. Diğer
ulemanın tercih ve izahatı ise Ģu yönde olmuĢtur: Nehhâs, ardındaki kelimeyi ( ‫اْ هللا‬
َ‫ُزششن‬
ُ ٠ kesra ile kıraat eden Kûfe ehline göre buradaki vakfın ‫لف طخٌر‬ٚ olacağını
َّ edatının hemzesini kesra ile okuyan
belirtmiĢtir.422 UĢmûnî ise; ardından gelen ْ‫ح‬
kıraate göre burada vakfetmenin ve sonrasından ibtidânın hasen olacağını, fetha ile
okuyan kıraatlere göre ise sonrasının müteaddi fiilin ikinci mef‟ulü olması hasebiyle
fasıla olmaması gerektiğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ , yine ardından gelen ibareler nida olarak takdir
edilecek olursa vakf yapılamayacağını ‫ حٌّسشحد‬ٍٝ‫مف ػ‬٠ ‫)فال‬belirtmiĢtir.423 Müfessirlere
baktığımızda onların da kıraat ihtilafını dikkate alarak cümle kurgusunu ihtimalli
َّ kelimesinin kesra ile de okunabildiğini
Ģekilde oluĢturduklarını görüyoruz. Ferrâ; ْ‫ح‬
ancak fetha ile okunmasının rapça‟da daha doğru olduğunu ifade eder. Fetha ile
okunduğunda nida, kesra ile okunduğunda 1-nida 2-hikâye olmak üzere farklı
konumlarda olacağını belirtir.424 Taberî; farklı okuyuĢlardan bahsettikten sonra ْ‫أ‬
Ģeklinde fetha ile okumayı daha doğru gördüğünü ve dolayısıyla devamının nida

421
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 372.
422
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.223.
423
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.77.
424
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 210.

102
konumunda kabul edileceğini söyler.425 Semîn Halebî ise; Nafi‟, Hamza ve Ġbn mir‟in
kesra ile diğerlerinin fetha ile okuduğu bilgisini vermiĢ ardından Kûfe ve Basra dil
ekollerine göre bu iki farklı okuyuĢun i‟rab açısından kattığı manayı açıklamıĢtır.426
Ġkisi arasında bir tercih yaptığını belirten ifadesine rastlanmaz. Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
vakfa dair herhangi bir takdirde bulunmamıĢlardır.

Bu örnek kıraatler ile vakf-ibtidâ ilminin irtibatını ifade etme açısından oldukça
dikkat çekicidir. Hem vakf-ibtidâ ulemasının hem de müfessirlerin tercihlerini kıraatlere
göre oluĢturmaları bu irtibatı net bir biçimde ortaya koyar. Öyle ki yukarıda ifade
ettiğimiz gibi Secâvendî de vakfı uygun görmemesini kıraat tercihi ile izah etmiĢ buna
rağmen diğer kıraati de göz ardı etmeyen bir uslup kullanmıĢtır.

َّ ًْ ُ‫ل‬
Benzer Ģekilde Âl-Ġmrân suresinde 3/73. ayet-i kerimede ِ‫ هللا‬ٜ‫ ُ٘ذ‬ٜ‫ُذ‬ٌٙ‫اْ ح‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak bütün tercihlerde kıraat ihtilafı etkin bir rol
oynamıĢ Secâvendî dahil olmak üzere her bir müellif birden fazla takdirde bulunmuĢtur.
ġöyle ki; Ġbnu‟l-Enbârî, kıraat farklılığına göre üç farklı takdirden söz etmiĢ,
devamındaki lafzı; 1-Fetha ile ٝ‫ُئط‬٠ ْْ َ ‫ أ‬okuyanlara göre ‫ هللا‬ٜ‫ ُ٘ذ‬lafzından sonra
ْ okuyanlara ve 3- Kesra ile ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ا‬
vakfedilemeyeceğini, 2-Med ile ٝ‫ئط‬٠ ْ‫آ‬ ْ okuyanlara
göre ise burada vakfedilebileceğini ve ardından da ibtidânın uygun olduğunu
belirtmiĢtir.427 Nehhâs da benzer Ģekilde kıraat ihtilafından ve vakf durumunun buna
göre takdir edileceğinden bahsetmiĢ,428 Dânî de Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarının
ikisinden bahsetmiĢ, 1-Devamı ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ آ‬Ģeklinde med ile okunursa vakfın uygun
olacağını, 2-ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ أ‬Ģeklinde fetha ile okunursa vakfedilmesinin uygun olmadığını
bildirmiĢtir.429 UĢmûnî; farklı takdirlere göre ele almıĢ, sonrasındaki ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ ح‬kelimesinin
baĢındaki edat; 1- Ġstifham olarak, hemzesi tahkik veya teshil ile okunup öncesindeki
ٜ‫ذ‬ٌٙ‫ ح‬kelimesi ile irtibatlandırılırsa veya ‫ ِخ‬manasına alınırsa vakf yapılabileceğini ( ‫لف‬ٛ٠
ٍٝ‫)ػ‬, 2-Bedel veya haber konumunda kabul edilirse, öncesi ile irtibatlı düĢünülerek
fetha ya da kasr ile okunursa vakf yapılmayacağını (‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌٚ), 3- llahu Teâlâ‟nın

425
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 366.
426
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 152.
427
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.299.
428
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.227.
429
Dâni, el-Muktefâ, s.145.

103
kelamının tamamlanması dikkate alındığında tam vakf olacağını belirtmiĢtir.430
Secâvendî ise; ‫ هللا‬ٜ‫ ُ٘ذ‬ٜ‫ُذ‬ٌٙ‫ لً اْ ح‬cümlesinin ara cümle cümle i‟tiraziyye olduğunu,
dolayısıyla öncesi ve sonrasının mana irtibatı açısından birbirinin devamı olduğunu
ْ
ifade etmiĢ ve burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ (‫)ال‬, sonrasındaki kısmı istifham ile ْ‫أ‬
ٝ‫ئط‬٠ ‫ أ‬Ģeklinde okuyanlara göre ise bahsedilen yerde vakfetmenin uygun olacağını ifade
etmiĢtir. 431

Tefsirlere bakarsak; Ferrâ; kıraat ihtilafından hiç bahsetmemiĢ, fetha ile


okumayı esas alarak iki farklı mana takdir etmiĢtir: 1-ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ أ‬lafzını ayetin
baĢındaki ‫ح‬ِٕٛ‫الطئ‬ٚ ile birlikte düĢünerek “Size verilenin bir baĢkasına verileceğine
inanmayın!” anlamına gelir, 2- yetin baĢındaki Yahudilerin sözü bitmiĢtir ve “Ey
Muhammed! Hidayet llah‟a aittir ve size verilen, sizden baĢkasına verilmemiĢtir.”
manasına gelir.432 Taberî de Ferrâ gibi bu iki farklı manayı zikretmiĢ ardından
birincisinin manasının daha doğru, rap dili açısından daha düzgün, cümlenin siyakı
ِّ ً‫ ل‬lafzı
açısından daha isabetli olduğunu vurgulamıĢtır. Yani ona göre de ‫ هللا‬ٜ‫ ٘ذ‬ٜ‫ذ‬ٌٙ‫اْ ح‬
llah Rasûlü‟nden söylemesi istenen i‟tirazî bir cümledir, ayetin devamı ile baĢı
birbirine bağlıdır ve söz Yahudilere aittir.433 Semîn Halebî; “bu ayet hakkında çokça söz
söylendiğini” belirttikten sonra ilk sırada Taberî ve Ferrâ‟nın tercih ettiği i‟tiraz
cümlesi görüĢünü zikretmiĢ ardından ٝ‫ئط‬٠ ْ‫ أ‬kelimesinin i‟rabı ile ilgili sekiz farklı
görüĢ daha nakletmiĢtir. yrıca istifham ile okuyan Ġbn Kesir kıraatinden ve bu Ģekilde
cümlenin alacağı manalardan da bahsetmiĢtir. Oldukça detaylı izah ettiği bu ayetin
tefsirini, Vâhidî‟den naklettiği Ģu sözlerle tamamlaması calib-i dikkattir: “Bu ayet
Kur‟an‟ın tefsiri en zor ayetlerinden olup müĢkilattandır. Tefsir ve meânî ehlinin bu
ayetle ilgili yorumlarını inceledim ancak baĢtan sona manasını beyanı ve nazmının
sıhhati açısından kapsamlı bir söze rastlamadım.”434

ynı Ģekilde Âl-Ġmrân 3/146. ayet-i kerimede ًَ ‫ لَخطَ ه‬ّٟ ‫ّ ْٓ ِِ ْٓ َٔ ِز‬٠ِ َ ‫ َوخ‬َٚ lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî, farklı bir uslüp ile çeĢitli takdirlerden söz etmiĢ,
kıraat ihtilafından bahsederek ًَ ِ‫ لُظ‬kutile Ģeklinde mebniyyun lil mef‟ul okuyanlara

430
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.81-82.
431
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 376.
432
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 222.
433
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 501-505.
434
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 278.

104
göre Ġbn Kesir, Nâfi‟, Ebû mr buradaki vakfın vakf-ı mutlak (‫ ؽ‬olacağını, ًَ َ ‫لَخط‬
Ģeklinde mebniyyun lil fail okuyanlara göre sım, Ġbn Âmir, Hamza, Kisâî ise
burada vakf yapılamayacağını ‫ )ال‬beyan etmiĢtir.435 Ġbnu‟l-Enbârî; kıraat ihtilafına
değinerek ً‫ لخط‬Ģeklindeki okuyuĢa göre buradaki vakfın hasen vakf olacağını ve
ardındaki َُّْٛ١ِّ‫ َِؼَُٗ ِسر‬kelimesinden ibtidânın da mümkün olduğunu, ancak ًَ ِ‫(لُظ‬kutile)
Ģeklinde okuyanlara göre burada mananın tamam olmadığını ve devamındaki ْٛ١‫ِسر‬
kelimesinin bu fiil ile merfu‟ konumda olduğunu lafız iliĢkisinin devam etmesini
kastederek ifade etmiĢtir. yrıca ً‫ لخط‬Ģeklinde okuyanlar için de vakfın tamam
olmadığından failin ْٛ١‫ )سر‬ayrılmaması gerekçesi ile söz etmiĢtir.436 Nehhâs; ًَ ‫لُ ِظ‬
kıraatini esas alarak; hfeĢ‟in burası için Kâfî vakf dediğini, Nâfi‟in tam vakf dediğini
nakletmiĢ ardından da Ġbnu‟l-Enbârî gibi kıraat ihtilaflarından bahsetmiĢtir.437 Dânî; ًَ ِ‫لُظ‬
okuyuĢunu esas alarak burada kâfî vakf olacağını fiilin Nebi‟ye isnad edilmesi halinde
mananın “Nice Peygamber öldürüldü, ama onunla beraber olan Rabbaniler zaafa
düĢmediler…” Ģeklinde olacağını ifade etmiĢ, ardından da buna senedleri ile birlikte
delil olacak nakillerde bulunmuĢtur. Sonra ً‫ لخط‬Ģeklinde okuyanları nakletmiĢ, bu
okuyuĢa göre ise fiilin Rabbanilere isnad edilmiĢ olacağını mananın; “Nice Peygamber
ve bir Kısım Rabbani öldü, ama geri kalanlar zaafa düĢmediler…” Ģeklinde olacağını
َُّْٛ١ّ‫ ِس ِر‬kelimesinin fiil ile merfu‟ konumda olması sebebiyle söz konusu yerde
vakfedilmesinin kâfî olmayacağını ‫لف‬ٌٛ‫ىف ح‬٠ ٌُ ifade etmiĢtir.438 UĢmûnî de; önce
kâfîvakf demiĢ sonra da Dânî gibi iki farklı kıraate göre mananın çeĢitleneceğinden ve
dolayısıyla vasıl ve vakf ihtimalinin buna göre Ģu iki durumda gerçekleĢeceğinden söz
etmiĢtir: “ 1- ًَ ِ‫ لُظ‬Ģeklinde okunursa fiilin yalnızca Nebî‟ye (s.a.v. atfedilmiĢ olması
sebebiyle burada vakfedilebilir, ardından ibtidâ mümkün olur. 2- ًَ ‫ لخط‬Ģeklinde okunursa
Ġbn bbas, Ġbn Kesir, Nâfi‟, Ebu mr böyle okumuĢlardır fiil, Nebî s.a.s ile birlikte
Rabbanîlerin de bir kısmına atfedilmiĢ olacağı için burada vakfederek küllî kaide gereği
iki faili birbirinden ve dolayısıyla fiilden ayırmak doğru olmaz.” 439

Müfessirlerin yorumlarına baktığımızda onların da kıraat ihtilafına göre


Ģekillendiğini söylemek mümkündür. ġöyle ki Ferrâ ve Taberî; her iki okuyuĢtan da
435
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 393-394.
436
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.302-303.
437
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.236-237.
438
Dâni, el-Muktefâ, s.149-150.
439
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.89-90.

105
bahsetmiĢ ًِ‫ لُظ‬Ģeklindeki meçhul siga ile okuyuĢu tercih etmiĢ ve buna göre “Uhud günü
Hz. Peygamber öldürüldü sanılınca geride kalanlar zaafa düĢmediler” Ģeklinde mana
vermiĢtir.440 Semîn Halebîde; oldukça tafsilatlı bir Ģekilde kıraat ihtilafını anlatmıĢ,
buna göre mana takdirindeki farklara değinmiĢtir. Diğerlerinden farklı olarak her iki
kıraati benimseyenlerin gerekçelerine ve diğer kıraate yönelttikleri itirazlara da yer
vermiĢtir. çıkça bir tercih de bulunmasa da ifadelerinden ًِ‫ لُظ‬kıraatini öncelediği
anlaĢılmaktadır.441

Bütün bu izahları kıraat ihtilafına dayanması dikkat çekicidir. Hal böyle iken
elimizdeki mushafta kıraat tercihimiz sım kıraati olduğuna göre Secâvendî‟nin buna
uygun olan tercihini uygulamak yani ً‫ لخط‬okuyuĢunu esas alarak burada vakfetmemeyi
tercih etmek isabetli olabilir. Bu tercihle birlikte diğer vakf-ibtidâ ulemasının da bu
kıraat için vakfetmeme tercihlerine riayet edilmiĢ olması fikrimizi destekler
mahiyettedir.

3. MANA ĠRTĠBATININ ESAS ALINDIĞI DURUMLAR

Bu kısımda zikredeceğimiz mülahazalar, Secâvendî‟nin i‟raba dayalı tahlilin


yanında mana bütünlüğünü ve mana irtibatını ön plana çıkardığı izahlardan ibarettir.

‫ُ ْٕ ِفمُ ه‬٠ ُْ ُ٘ ‫ َِِّّخ َس َص ْلَٕخ‬َٚ َ‫س‬ٍَّٰٛ ‫َْ حٌظ‬ُّٛ ١ ۪‫ُم‬٠َٚ ‫ذ‬


Bakara 2/3‟te َْٛ ِ ١ْ َ‫َْ رِ ْخٌغ‬ُِِٕٛ ‫ ُْئ‬٠ َٓ٠ ۪‫ حٌََّز‬lafzından sonra
vakf durumu için yapılan izahlar Ģöyledir: Ġbnu‟l-Enbârî; ardından gelen َُِِْٕٛ ‫ ُْئ‬٠ َٓ٠‫َوحٌَّ ۪ز‬
lafzının önceki kısma atıf olduğunu söyleyerek buradaki vakfı َ‫ظ رظّخ‬١ٌٚ ٓ‫ زغ‬olarak
nitelerken442 Nehhâs, ardından gelen ifadeye verilecek konuma göre iki ihtimalden söz
etmiĢ; atıf kabul edilmesi durumunda vakfın uygun olmayacağından, mübteda kabul
edilmesi durumunda vakfedilebileceğinden bahsetmiĢtir.443 Dânî, burada kâfi vakf
olduğundan bahsettikten sonra ً١‫ ل‬ifadesini kullanarak “mü‟minleri anlatan vasıfların
bitmesi ve devamında ehl-i kitabın vasıflarından bahsedilmesi” görüĢünde olanlara göre
tam vakf da denilebileceğini nakletmiĢtir.444 Farklı takdirlerden bahseden UĢmûnî de
ardındaki cümlenin baĢlangıç cümlesi kabul edilmesi halinde burada vakfetmenin tam

440
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 237, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 110.
441
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 426 vd.
442
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.257.
443
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.115.
444
Dâni, el-Muktefâ, s.119.

106
vakf, bu ayete atıf veya sıfat olarak kabul edilmesi halinde َُْٛ‫ُ ْٕ ِفم‬٠ lafzından sonra
vakfetmenin kâfi vakf olacağından söz etmiĢtir.445 Secâvendî ise tüm bunlardan farklı
olarak burada nüzul sebebini ve mana irtibatını esas almıĢ, bahsedilen yerde vakf
yapılması durumunda sure sonunda zikredilen felaha erme durumunun yalnızca bir
gruba hasredilmiĢ olacağından bahisle, ayet sonu olmasına rağmen burada vakfın uygun
olmadığını ‫ ال‬rumuzu ile ifade etmiĢtir.446

Müfessirlerin takdirlerine baktığımızda; Ferrâ bu ayetten bahsetmemiĢ, Taberî


ise sonraki ayetin baĢındaki َ‫ َُِٓخ ح ُ ْٔ ِض َي ِِ ْٓ لَ ْز ٍِ ۚه‬َٚ َ‫ْه‬١ٌَ ِ‫َْ ِر َُّٓخ ح ُ ْٔ ِض َي ح‬ُِِٕٛ ‫ ُْئ‬٠ َٓ٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ ifadesinin bu ayette
bahsedilen mü‟minler ve müttakilere atıf olarak kabul edilmesi halinde cerr konumda
olacağından, ehl-i kitaptan iman edenlere hamledilmesi halinde ise merfu‟ konumda
yani bir baĢlangıç ifade edeceğinden bahsetmiĢtir.447 Semîn Halebî, önceki َٓ٠‫ حٌََّ ۪ز‬lafzına
atıf olabileceği gibi öncesinden bağımsız bir mübteda olarak düĢünülebileceğini beyan
etmiĢtir.448

Taberî ve Semîn Halebî, bahsettikleri ihtimallerden hangisini tercih ettiklerine


dair açık bir beyanda bulunmasalar da yukarıda bahsedilen vakf-ibtidâ uleması ile
örtüĢen yorumları dolayısıyla, Secâvendî‟nin bahsettiği hasr durumunun pek de isabetli
olmadığı söylenebilir. Vakf tercihleri kahir ekseriyetle Secâvendî ile örtüĢen
UĢmûnî‟nin de burada tam ve kâfi vakf haricinde bir ihtimalden söz etmemesi câlib-i
dikkattir.

Bir baĢka mana irtibatı örneğine Bakara suresi 3/14.ayet-i kerimede rastlamak
mümkündür. Nitekim ُْ ‫ح حَِّٔخ َِؼَ ُى ه‬ٌُُٛٓ ‫ لَخ‬lafzından sonra vakfetmekle ile ilgili olarak; Ġbnu‟l-
Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs, ardındaki ibâre ile baĢlamanın hasen
olmayacağını belirterek buradaki vakf için ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ifadesini kullanmıĢtır.449
UĢmûnî, iki ihtimalden bahsetmiĢ, ayetin devamı sözün de devamı kalan kısmı olarak
düĢünülürse vakfedilemeyeceğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ), ayetin devamı َْ‫ ِْض ُ۫ ُإ‬َٙ‫غظ‬
ْ ُِ ُٓ ْ‫ حَِّٔ َّخ َٔس‬, Ģeytanlar
tarafından sorulmuĢ; “Ġmanınızı tasdik etmiĢ, izhar etmiĢken nasıl bizimle beraber

445
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.33.
446
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 176-177.
447
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 254-255.
448
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 97-98.
449
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.120.

107
oluyorsunuz?” Ģeklindeki gizli bir suale cevap gibi düĢünülürse burada vakfetmenin
caiz olduğunu ifade etmiĢtir.450 Secâvendî ise; burada vakfettikten sonra ٓ‫أّخ ٔس‬
ْٚ‫ضإ‬ٙ‫ ِغظ‬ifadesi ile tilavete baĢlamanın –kaide açısından caiz olsa bile- münafıkların
sözü olan “biz sizinle alay ediyoruz” ifadesini bir müslümanın tilavette bulunanın
söylemesi anlamına geleceğini, bu sebepten bahsedilen yerde vakfedilmesinin uygun
olmadığını belirtmiĢtir (‫)ال‬.451

Tefsir ulemasından Ferrâ; yukarıda da değindiğimiz gibi bu ayetten hiç


bahsetmemiĢ, Taberî, devamındaki istihzâyı münafıklara hamletmiĢ ancak vakfa ya da
vasla yönelik tercihini belirtecek bir yorumda bulunmamıĢtır.452 Semîn Halebî, “onların
dininden görünerek neden mü‟minlerle beraber oluyorsunuz?” Ģeklinde sanki
münafıklara yöneltilmiĢ bir sorunun cevabı gibi kabul etmiĢ ve َْ‫ ِْض ُ۫ ُإ‬َٙ‫غظ‬
ْ ُِ ُٓ ْ‫ حَِّٔ َّخ َٔس‬lafzının
baĢlangıç olduğunu ifade etmiĢtir.453 Bahsettiğimiz müfessirlerin anlam örgüsünü vakf-
ibtidâ uleması gibi çeĢitlendirmediği hatta Semîn Halebî‟de görüldüğü üzere vakfa
müsait bir cümle kurgusunda beis görmedikleri söylenebilir.

Bakara 2/20.‟de ِٗ‫ ه‬١ ۪‫ْ ح ف‬َٛ‫ ُْ َِش‬ُٙ ٌَ ‫ػخ َء‬


َُٓ َ‫ ُوٍَّ َُّٓخ ح‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için ayrıca görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî ise;
devamındaki ifadenin ayete mukabele ettiğini aydınlık-karanlık , iki ifadenin
birbirinden ayrılamayacağını söyleyerek vakf yapılamayacağını ‫لف‬ٛ‫ر‬
‫ظ‬١ٌ)
belirtmiĢtir.454 َ َُ ٍَ‫حِ ُٓرَح ح َ ْظ‬ٚ)
Secâvendî, devamındaki zıt halin de beyan edilmesi ‫ح‬ُِٛ‫ ُْ َلخ‬ِْٙ ١ٍَ‫ػ‬ َ
ile mananın ancak tamam olacağını ifade etmiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir
(‫)ال‬.455

Tefsir açısından baktığımızda Ferrâ, yalnızca kelimelerin lügat manalarından


bahsetmiĢ,456 Taberî, tamamı teĢbih olan bu ifadelerden ٍُ‫ارحأظ‬ٚ kısmının öncesi ile
birlikte “ĢimĢeğin ıĢığı kaybolduğu zaman” Ģeklinde , ُٙ١ٍ‫ ػ‬lafzının da 19.ayette ‫ّذ‬١ِ ‫ط‬
َ

450
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s. 34.
451
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 185.
452
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I, 311-312.
453
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 147.
454
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.35.
455
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 190.
456
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, s.18.

108
benzetmesi ile anlatılan kimseler ile birlikte anlaĢılacağını ifade etmiĢtir.457 Semîn
Halebî ise; kıraat farklılıkları haricinde farklı bir izahta bulunmamıĢtır. Buradan
hareketle müfessirlerin te‟villerinde Secâvendî ve UĢmûnî‟nin vakfa imkân vermeyen
tutumlarını destekleyici bir izaha rastlanmadığı söylenebilir. yrıca UĢmûnî bu ayette
de Secâvendî‟ye oldukça yakın bir izahta bulunmuĢtur.

ُ ‫ح ح ْد‬ٌُٛ‫ لَخ‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili


Bakara 2/70‟de َٟ ِ٘ ‫ِّ ْٓ ٌََٕخ َِخ‬١َ‫ُز‬٠ َ‫ع ٌََٕخ َسرَّه‬
olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî görüĢ bildirmezken, Nehhâs; ‫لف طخٌر‬ٚ olduğunu ifade
etmiĢtir.458 UĢmûnî ise; herhangi bir izaha yer vermeden burada vakfetmenin caiz
olduğunu ifade etmiĢtir.459 Secâvendî diğerlerinden farklı olarak manayı esas almıĢ ve
bakara ile ilgili sordukları sorunun tekrarlanmasında bir mazeret bildirme fikri
olduğunu, vakf yapmayarak bu mazeret beyanının hemen çürütülmesi gerektiğini ifade
etmiĢtir (‫)ال‬.460

Tesfirlerde ise Secâvendî‟nin dikkat çektiği derece kuvvatli bir mana irtibatı
görmek mümkündün değldir. ġöyle ki Ferrâ; bu ayetin tefsirine değinmemiĢ, Taberî;
َ ََٗ‫ ح َِّْ ْحٌزَمَ َش طَشَخر‬kısmını ayrı
ُ ‫ح ح ْد‬ٌُٛ‫ لَخ‬kısmını ayrı, ‫ َٕخ‬١ْ ٍَ‫ػ‬
ayeti tefsir ederken َٟ ِ٘ ‫ّ ْٓ ٌَ َٕخ َِخ‬١ِ َ‫ُز‬٠ َ‫ع ٌََٕخ َسرَّه‬
َ ََٗ‫ ح َِّْ ْحٌ َزمَ َش طَشَخر‬lafzını tefsir etmiĢ, ََٗ‫ طَشَخر‬kelimesinin
ele almıĢtır.461 Semîn Halebî; ‫َٕخ‬١ْ ٍَ‫ػ‬
farklı kıraatlerinden söz etmiĢ ancak ibarenin öncesi ile bir irtibat kurmamıĢtır.462 Buna
göre; Secâvendî‟nin cümlenin tamamlanması için acele etme tercihinde yalnız kaldığı
düĢünülebilir. yrıca Taberî ve Semîn Halebî‟nin iki terkibi mana açısından
birleĢtirmemelerinden, Nehhâs ve UĢmûnî‟nin vakfa müsaade eden yorumlarının
isabetli olduğu sonucuna varılabilir.

Benzer Ģekilde Bakara 2/116.‟da ‫ٌَذً هح‬َٚ ُ‫حّٰلل‬


‫ح حط َّ َخزَ ه‬ٌُٛ‫لَخ‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle
ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ bildirmemiĢlerdir. Nehhâs َ‫ح حط َّ َخز‬ٌُٛ‫لَخ‬َٚ
ُ ‫ٌَذً هح‬َٚ ُ‫حّٰلل‬
َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬ ‫ ه‬ibaresini birlikte ele almıĢ, farklı rivayetlere yer vermiĢ; Ġmam Nafi‟in
burası için tam vakf dediğini, Ebu Ca‟fer‟in َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬
ُ kelimesi için “müĢriklerin llah‟a
nispet ettikleri Ģeyleri tenzih manası ifade eder” diyerek burada salih bir vakf olacağını

457
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, I,380-381.
458
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.148.
459
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.41.
460
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 208-209.
461
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 97-105.
462
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, I, 426-427.

109
söylediğini belirtmiĢ devamında da َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬
ُ kelimesinin tenzih manasına kullanımı ile
ilgili Ģiir ile istiĢhadda bulunmuĢtur.463 Nehhâs‟ın bu açıklamasından ‫ٌذًح‬ٚ kelimesinden
sonra vakfetmekle ilgili bir izahta bulunmadığı görülmektedir. UĢmûnî de tenzih ifade
eden َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬
ُ kelimesinden sonra yapılacak vakfın Salih bir vakf olduğundan söz
etmiĢtir.464 Secâvendî, her ne kadar ardından gelen ve tenzih ifade eden َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬
ُ
kelimesinden ibtidâ yapmanın caiz olduğunu söylese de onların bu ifadelerini (Allah
çocuk edindi reddetmek ve tenzihte acele etmek için vaslın daha uygun olduğunu
söylemiĢ bununla birlikte ‫ٌذًح‬ٚ kelimesinden sonra vakfetmeyi uygun görmediğini (‫)ال‬
rumuzu ile belirtmiĢtir.465 Ferrâ, ayetin bu kısmını tefsir etmemiĢ, Taberî, vakf ya da
vasıl açısından açık bir ifadede bulunmasa da ‫ ٌَذً هح‬َٚ ُ‫حّٰلل‬
‫ححط َّ َخزَ ه‬ٌُٛ‫لَخ‬َٚ ile َُٗٔ‫ع ْزسَخ‬
ُ lafızlarını iki ayrı
cümle olarak ele almıĢ,466 Semîn Halebî de ayetin tefsirinde vasl veya vakf açısından
özel bir vurgu yapmamıĢtır.467

Yine aynı Ģekilde Bakara 2/120.‟de ُ‫ َُٓخخ َءنَ َِِٓ ْحٌ ِؼ ٍْ ِه‬ٞ ۪‫ح َء ُ٘ ُْ رَ ْؼذَ ح ٌَّز‬َُٛٓ ْ٘ َ ‫ٌَجِ ِٓ حطَّزَؼْضَ ح‬َٚ
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî‟nin mana hassasiyetinin diğer
ulemada karĢılığının olmaması dikkat çekicidir. Secâvendî devamı ile mana irtibatını
‫ َِخ ٌَهَ َِِٓ ه‬yardım ve nusretin gönderilmemesinin
ayetin devamındaki ‫ش‬١‫ َال َٔ ۪ظ‬َٚ ّٟ ٌِ َٚ ْٓ ِِ ِ‫حّٰلل‬
sebebi olarak onlara-Yahudi ve Hristiyanlara- ittibaın zikredilmesi gerekçe göstererek
vakfı uygun görmemiĢtir(‫)ال‬.468 Ancak UĢmûnî; ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ demiĢ ve sonrası ile mana
irtibatını ve Ģart-cevab iliĢkisini gerekçe göstermiĢtir.469 Ġbnu‟l-Enbârî, en-Nehhâs ve
Dânî ise burası için vakfa dair görüĢ belirtmeiĢlerdir. Müfessirlerin yorumlarına
baktığımızda; Ferrâ, bu ayete değinmemiĢ, Taberî; i‟raba dair bir izahta bulunmadan
“onlara tabi olursan sana benim katımdan ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” Ģeklinde
mana vermiĢtir.470 Semîn Halebî ise; ayetin baĢındaki lam‟ın kasem ifade ettiğinden ve

463
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.160.
464
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.47.
465
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 231-232.
466
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 461.
467
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 83.
468
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 234.
469
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.48.
470
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 485.

110
devamındaki Ģart edatından bahsetmiĢ ancak Ģartın cevabının hazfedildiğini belirtmiĢtir.
‫ ِخٌه ِٓ هللا‬Ģeklinde baĢlayan cümleye Ģartın cevabı manası vermemiĢtir.471

Zikredilen bu yorumlara göre bahsedilen iki cümle arasında lafız ve mana


bakımından irtibat olduğu açıkça görülmektedir. Vakf-ibtidâ ulemasından diğer üç isim
burada özel bir hüküm belirtmediği halde, Secâvendî mana irtibatına dikkat çekmiĢ,
ekseriyetle aynı Ģekilde görüĢ bildiren UĢmûnî ise hem lafız hem mana irtibatından söz
etmiĢtir. Her ikisinin de bu hükmü aynı özellikteki diğer ayetlere tatbik etmedikleri
düĢünüldüğünde, burada da vakfın caiz olmadığını söylemelerinin isabetli olmadığı
düĢünülebilir.

Hem i‟raba hem de mana takdirine göre hüküm verilmiĢ bir yere örnek olan
Bakara suresi 2/150‟de ُٖ‫ش ْط َش ه‬
َ ُْ ‫ َ٘ ُى‬ُٛ‫ُ خ‬ٚ ‫ح‬ٌَُّٛٛ َ‫ْث َِخ ُو ْٕظ ُ ُْ ف‬
ُ ١‫ َز‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili
olarak; UĢmûnî sonrasındaki illet lâmı sebebiyle burada vakf olmayacağını ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ)
söylemiĢtir.472Secâvendî, ardından gelen ‫ ٌِج َال‬ibaresindeki lamın sebebiyye anlamına
geldiğini bu sebepten mananın tamam olması için bahsedilen yerde durmanın uygun
olmayacağını söylemiĢtir.473 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için görüĢ
belirtmemiĢlerdir. Müfessir Ferrâ ve Taberî; bu kısma özel bir vurgu yapmamıĢ, Semîn
Halebî ise ‫ ٌجال‬kelimesindeki lam harfinin lamu‟l-cerr olduğunu ve cümleyi de ‫ح‬ٌَُّٛٛ َ‫ ف‬lafzı
ile birleĢtirme iĢlevi gördüğünü ifade etmiĢtir. Bunun dıĢında farklı görüĢleri de
serdetmiĢ ancak isabetli bulmadığını da açıkça beyan etmiĢtir.474

‫ظَذ ه‬ْٙ َ‫ٌَ َؼٍَّ ُى ُْ ط‬َٚ ُْ ‫ ُى‬١ْ ٍَ‫ػ‬


Yine Bakara 2/150‟de ayet-i kerimenin sonundaki َُْٚ َ ٟ ۪‫ ِالُ ِط َُّ ِٔ ْؼ َّظ‬َٚ
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak Secâvendî; ardından gelen ‫ وّخ‬lafzının mana
açısından irtibatı devam ettirmesi sebebiyle burada vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.475 Ayet
sonu olan bu yer için diğer ulemanın takdirleri ise Ģöyle olmuĢtur: Ġbnu‟l-Enbârî, ayetin
devamına iki türlü mana verilebileceğini; sonrasındaki ‫ وّخ‬ya öncesini tamamlayan sıle
manası verilirse َُْٚ‫ظَذ‬ْٙ َ ‫ ط‬lafzından sonra tam vakfolmayacağını (َ‫ش طخ‬١‫)غ‬, ‫ كوا‬ve sonrasına
152.ayetin cevabı olarak ‫ أروشوُ وّخ أسعٍٕخ‬ٟٔٚ‫ )فخروش‬mana verilecek olursa َُْٚ‫ظَذ‬ْٙ َ‫ ط‬lafzından

471
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 93-94.
472
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
473
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 253.
474
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, s.177.
475
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 257.

111
476
sonra ayet sonunda yapılacak vakfın tam vakf olacağını söylemiĢtir. Nehhâs da;
burada tam vakf olacağını söyledikten sonra ‫ وّخ‬lafzına verilecek farklı manalara göre
hükmün değiĢebileceğinden ve farklı takdirlerde bulunan isimlerin görüĢlerinden
bahsetmiĢ, nakillerde bulunmuĢtur.477 Dânî de; Ġbnü‟l-Enbârî gibi sonrasındaki ‫وّخ‬
lafzının irtibatlandırıldığı yere göre burada vakfetmenin tam veya tamam olacağını
söylemiĢtir.478 UĢmûnî ise; sonraki ayetin baĢındaki ‫ وّخ‬lafzı mana açısından; 152. ayet
ْ َ‫ ف‬irtibatlandırılacaksa tam vakf olacağını, 150. ayetteki َُّ ِ‫ألُط‬ٚ
ile (ُٟٓ ۪ٔٚ‫خر ُو ُش‬ ِ ibaresi ile
irtibatlı düĢünülecekse burada vakfedilemeyeceğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ifade etmiĢtir.479 Ferrâ;
yine bu kısma dair izahta bulunmamıĢ, Taberî; ‫ع ٍْ َٕخ‬
َ ْ‫ َو َُّٓخ حَس‬cümlesini;ٟ ۪‫ ِالُ ِط َُّ ِٔ ْؼ َّظ‬َٚ lafzı ile
irtibatlı görmüĢ ve manayı buna göre “nimetimi tamamlamak için Rasul gönderdim”
ْ َ‫ ف‬lafzı ile irtibatlandıranlar olsa da bu görüĢün
Ģeklinde takdir etmiĢ, 152.ayetteki ُٟٓ ۪ٔٚ‫خر ُو ُش‬
isabetli olmadığını zikretmiĢtir.480 Semîn Halebî ise; ‫ع ٍْ َٕخ‬
َ ْ‫ َو َُّٓخ حَس‬lafzının teĢbih ve ta‟lil
olmak üzere iki mana ifade etmek üzere geldiğini ancak bunlardan teĢbihin daha
makbul görüldüğünü ifade etmiĢ, teĢbih manasının gizli bir masdara sıfat olarak ortaya
çıktığını zikretmiĢ sonra da hangi kelimelerle irtibatlandırdığını beĢ vecihten bahsederek
açıklamıĢ, ilk sırada da َُّ ‫ألط‬ٚ kelimesini zikretmiĢtir. Buna göre ًَ ‫ىُ اطّخًِخ ِث‬١ٍ‫ ػ‬ٟ‫ألطُ ٔؼّظ‬ٚ"
"ُ‫ى‬١‫ ِي ف‬ٛ‫ اطّخَ حٌشع‬Ģeklinde mana takdir etmiĢtir. Ta‟lil manasına alındığı takdirde
sonrasındaki‫ فاذكسوني‬lafzı ile irtibatlı olarak mananın; "ً‫ال‬ٛ‫ىُ سع‬١‫ ألخ ًِ اسعٍٕخ ف‬ٟٔٚ‫"حروش‬
Ģeklinde oluĢacağını ifade etmiĢtir.481

Yukarıdaki izahlara göre sonraki ayetin lâfzen neresi ile irtibatlı olduğu
konusunda farklı görüĢler serdedilmiĢtir. Bu görüĢler arasında tam vakf olması
görüĢünün ağır bastığı görülmektedir. Dolayısıyla ayet sonu olan bu yerde vakfı
mümkün kılmanın daha isabetli olduğu söylenebilir.

Benzer Ģekilde Bakara 2/177. ayet-i kerimede ٝ ِٰ‫َظَخ‬١ٌ‫ ْح‬َٚ ٝ‫ ْحٌمُشْ ٰر‬ِٞٚ َ‫ ُز ِزّ۪ٗ ر‬ٍَٰٝ ‫ ْحٌ َّخ َي ػ‬َٝ‫ ٰحط‬َٚ
َ َّ ٌ‫ ْح‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî
ًِ ١‫حرَْٓ حٌغ َّ۪ز‬َٚ َٓ١‫غ ۪خو‬
görüĢ bildirmemiĢtir. Nehhâs, atıf ve sıle irtibatının devam ettiğini söyleyerek ٟ‫دحخً ف‬

476
Ġbnü‟l-Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.279.
477
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.169-170.
478
Dânî, el-Muktefa, s.130.
479
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.51.
480
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, II, 692-693.
481
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 181-183.

112
‫ حٌظٍش‬vakfedilmemesinden yana görüĢ bildirirken,482UĢmûnî ise atfı gerekçe göstermiĢ
483
ve vakfedilmeyeceğini ً١‫حرٓ حٌغز‬ٚ ٍٝ‫لف ػ‬ٛ٠ ‫ال‬ٚ ifadesi ile belirtmiĢtir. Secâvendî
devamının da öncesinin mef‟ulü olması sebebiyle mana bütünlüğünü dikkate almıĢ,
burada vakfı uygun görmemiĢtir.484 Müfessirlere baktığımızda ise; Ferrâ‟nın ayetin
‫ َِ ْٓ ٰح ََِٓ رِ ه‬lafzında ِٓ kelimesini ref‟konumda kabul ettiğini ve devamındaki
baĢındaki ِ‫خّٰلل‬
ibarelerin tamamını )ُِ٘ ‫ ِذ‬ْٙ َ‫َْ رِؼ‬ُٛ‫ف‬ٌُّٛ‫ ْح‬َٚ lafzına kadar sıle kabul ettiğini görüyoruz.485
Taberî ise daha çok ayetteki kelimelerin manaları üzerinde durmuĢ, atıf veya sıle
ْ
durumundan bahsetmemiĢtir.486 Semîn Halebî de; ayette sayılan tüm grupların َِٓ‫ِٓ آ‬
lafzı ile sıle ve atıf iliĢkilerinden tafsilatlı bir Ģekilde bahsetmiĢtir.487

Bütün bu yorumları tahlile geçmeden önce kastedilenin daha iyi anlaĢılması


için ayetin ilgili kısmını bir bütün olarak buraya almayı uygun gördük:

ٝ‫ ْحٌمُشْ ٰر‬ِٞٚ َ‫ ُز ِزّ۪ٗ ر‬ٍَٰٝ ‫ ْحٌ َّخ َي ػ‬َٝ‫ ٰحط‬َٚ َٓۚ ّ١۪ ‫حٌَّٕ ِز‬َٚ ‫د‬ ُٓ
ِ ‫ ْحٌ ِىظَخ‬َٚ ‫ ْحٌ َّ ٍٰجِ َى ِش‬َٚ ‫حال ِخ ِش‬ٰ ْ َِ َْٛ١ٌ‫ ْح‬َٚ ِ‫خّٰلل‬
‫ولكن ْحٌ ِزشَّ َِ ْٓ ٰح ََِٓ ِر ه‬
ۚ ُ‫ ِذ ِ٘ ُْ حِرَح ػَخ َ٘ذ‬ْٙ ‫َْ ِر َؼ‬ُٛ‫ف‬ٌُّٛ‫ ْح‬َٚ َ‫ ۚس‬ٛ‫حٌض ٰو‬
‫ح‬ٚ َّ َٝ‫ ٰحط‬َٚ َ‫س‬ٍَّٰٛ ‫ح َ َلخ ََ حٌظ‬َٚ ‫د‬ ِ ۚ ‫حٌشلَخ‬
ّ ِ ِٟ‫ف‬َٚ َٓ١ ٍِ۪‫غخث‬ َُّٓ ٌ‫ح‬َٚ ًِ ١‫حرَْٓ حٌغ َّ۪ز‬َٚ َٓ١‫غ ۪خو‬ َ َّ ٌ‫ ْح‬َٚ ٝ ِٰ‫َظ َخ‬١ٌ‫ ْح‬َٚ
ُْۙٛ‫ ٰ ٌُٓ ِجهَ ُ٘ ُُ ْحٌ ُّظَّم‬ٚ۬ ُ ‫ح‬َٚ ‫ح‬ٛ‫طذ َُل‬
َ َٓ٠‫ ٰ ٌُٓ ِجهَ ح ٌَّ ۪ز‬ٚ۬ ُ ‫َٓ ْحٌ َزخ ْ ِط ح‬١‫ ۪ز‬َٚ ‫حء‬ ِ َّ‫ؼ ُٓش‬
َّ ٌ‫ح‬َٚ ‫ُٓخء‬
ِ ‫ع‬َ ْ ‫ ْحٌ َزخ‬ٟ‫َٓ ِف‬٠‫حٌظَّخ ِر ۪ش‬َٚ

Buna göre ayet-i kerimede devamla birden fazla atıf olduğu malumdur. ksini
iddia etmek nahiv kaidelerini bilmemek anlamına gelir. Hem vakf ibitida ulemasından
Nehhâs, Secâvendî ve UĢmûnî, hem debahsettiğimiz müfessirlerin tamamı bu gerçeği
ifade etmiĢlerdir. ncak ardı ardına pek çok atıf varken Secâvendî‟nin yalnızca ٓ‫حر‬ٚ
ً١‫ حٌغز‬lafzından sonra vakf-ı lâ yerleĢtirmiĢ olması anlaĢılır bir tutum değildir. Kaldı ki
daha önce de bahsettiğimiz gibi vakf sisteminde Secâvendî‟nin kendisinden
etkilendiğini düĢündüğümüz Ġbnu‟l-Enbârî, eserinde burası için herhangi bir vakf
ihtimalinden söz etmemiĢtir. Dolayısıyla bu ayet Secâvendî‟nin muğlâk tavrına bir
örnek olarak gösterilebilir.

َ َُ ْ‫ َِ ْٓ طَخ َ َّخ َش فَ َُٓال حِث‬َٚ lafzından sonraki vakf olup


Bir baĢka örnek Bakara 2/203‟de ِٗ‫ ه‬١ْ ٍَ‫ػ‬
Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî ise sonrası ile mana

482
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.174.
483
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.53.
484
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 268.
485
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 105.
486
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 77-84.
487
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 235-239.

113
irtibatının devam etmesi sebebiyle burada vakfedilmesini uygun görmediğini ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ)
ibaresi ile belirtmiĢtir.488 Secâvendî; devamındaki ْٓ َّ ٌِ kelimesinin baĢındaki lam, önceki
iki Ģart cümlesine mana olarak bağlı olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir
(‫)ال‬.489 Müfessirlerin anlam örgüsü takdirlerine baktığımızda Ferrâ; yalnızca kelimelerin
manalarına dair açıklama yapmıĢ490 Taberî ise; ٝ‫ ٌِ َّ ِٓ حط َّ ٰم‬lafzının öncesi ile irtibatına
dikkat çekerek manası ile ilgili üç farklı görüĢü zikretmiĢtir.491 ٝ‫ ٌِ َّ ِٓ حط َّ ٰم‬lafzının
öncesindeki kelimelerden hangileri ile irtibatlı olabileceğine dair ihtimalleri sıralayan
َ َُ ْ‫ فَ َُٓال حِث‬lafzına irtibatını daha kuvvetli gördüğünü
Semîn Halebî; lam-ı ta‟lil olarak ِٗ ۚ ١ْ ٍَ‫ػ‬
ifade etmiĢtir.492

Burada bahsi geçen ulemanın da bahsettiği gibi lafız irtibatı devam etmektedir.
ncak Secâvendî ve UĢmûnî gibi vakfa ihtimal görmek pek çok ayette de aynı durumun
söz konusu olacağını düĢündürmektedir. Bu da aynı irab özelliği taĢıyan her ayete bir
alamet koyma sonucuna götürür ki baĢtan beri ifade ettiğimiz Ģekilde bunun hem
Mushaf sadeliği açısından hem de pratikteki uygulama açısından zaid olacağını
düĢünmekteyiz.

ynı Ģekilde Bakara 2/219‟da ayet-i kerimenin sonunda ‫ص‬ ِ ‫َخ‬٠‫حال‬ ‫ّ ُٓ ه‬١ِ َ‫ُز‬٠ َ‫و َٰز ٌِه‬
ٰ ْ ُُ ‫حّٰللُ ٌَ ُى‬
‫ ٌَؼٍََّ ُى ُْ طَظَفَ َّى ُش ه‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî, 220.ayet-i kerimenin
َْٚ
baĢındaki harf-i cer ile baĢlayan ‫خ‬١َ ْٔ ُّ‫ حٌذ‬ِٟ‫ ف‬ibare ile 219.ayetin mana irtibatının devam
etmesini gerekçe göstererek burada vakfetmeyi –ayet sonu olmasına rağmen- uygun
görmemiĢtir(‫)ال‬.493 UĢmûnî ise; 220.ayetin baĢındaki ‫خ‬١ٔ‫ حٌذ‬ٟ‫ ف‬lafzı ister ْٚ‫ طظفىش‬kelimesi
ile isterse öncesindeki ٓ١‫ز‬٠ kelimesi ileirtibatlı görülsün; her iki durumda da bu ayetin
sonunda vakfedilemeyeceği ْٚ‫ طظفىش‬ٍٝ‫لف ػ‬ٛ٠ ‫ال‬ görüĢünü benimsemiĢtir. Vakf
yapılması durumunda amil ile ma‟mulün birbirinden ayrılmıĢ olacağını da belirterek
bunu hoĢ görmediğini iĢaret etmiĢtir.494 Müfessirlerden Ferrâ; ayetin bu kısmı ile ilgili
nahvî bir izaha ihtiyaç duymamıĢ, Taberî; i‟raba yönelik bir izahta bulunmasa da 219 ve
220. yetleri birlikte ele almıĢ َْٚ‫ ٌَؼٍ ُى ُْ طَظَفىش‬ve ‫حألخشس‬ٚ ‫خ‬١ٔ‫ حٌذ‬ٟ‫ ف‬lafızlarına “dünya ve ahiret

488
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.57.
489
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 289-290.
490
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, I, 123.
491
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 570-571.
492
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 346-347.
493
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 301.
494
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.

114
üzerine tefekkür etmek” Ģeklinde birlikte mana vermiĢtir.495 Semîn Halebî, ‫حألخشس‬ٚ ‫خ‬١ٔ‫ حٌذ‬ٟ‫ف‬
lafzının tealluku ile ilgili Ģu beĢ ihtimalden söz etmiĢtir: 1- en kuvvetli görüĢ ; ْٚ‫طظفىش‬
fiiline, 2-ayetin baĢındaki ٓ١‫ز‬٠ fiiline, 3- ‫خص‬٠٢‫ ح‬kelimesine, 4- ‫خص‬٠٢‫ ح‬kelimesine hal olarak,
5- ‫خص‬٠٢‫ ح‬kelimesine sıle olarak.496 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî ise görüĢ
bildirmemiĢlerdir.

Ġki ayet arasında hem lafız hem de mana bakımından kuvvetli bir irtibat olduğu
görülmektedir. ncak ayet sonu olması ve kendi içinde anlamlı bir cümle oluĢturması
sebebiyle burada durmamaya değil de vaslın evlâ olacağına dair bir iĢaret konulsa daha
isabetli olacağı kanaatindeyiz.

Bakara suresi 222.ayet-i kerimede ٜ‫أر‬


ً ٛ٘ ًْ ُ‫ ل‬lafzından sonra vakf-lâ mana
irtibatına bir örnek olarak karĢımıza çıkmaktadır ancak bu irtibata göre hüküm bina
etmiĢ olan yalnızca .Secâvendî‟dir. Nitekim Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî veUĢmûnî
görüĢ bildirmemiĢlerdir. Secâvendî ise;tamamen mana vurgusu hassasiyeti ile meseleyi
ele almıĢ ve ayetin devamında bahsedilen kadınlardan i‟tizalin vücubunun daha tesirli
ifade edilmesi gerektiği düĢüncesi ile burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.497

Yine aynı ayette ‫غ‬١‫ حٌّس‬ٟ‫ ف‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
Secâvendî; devamındaki atıf )ٓ٘ٛ‫ ال طمشر‬ٚ( sebebiyle cümlenin tamamlanmasını
498
önemsemiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢ (‫)ال‬, Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî
görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; caiz vakf demiĢ ancak herhangi bir izahta
bulunmamıĢtır.499 Secâvendî; devamındaki atıf )ٓ٘ٛ‫الطمشر‬ٚ( sebebiyle cümlenin
tamamlanmasını önemsemiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.500 Tefsirlere
baktığımızda Ferrâ; her iki nokta için de ayetin bu kısmı ile ilgili nahvî bir izaha ihtiyaç
duymamıĢ, Taberî; ayeti fıkhî açıdan bolca görüĢ serdederek detaylıca izah etmiĢ ancak
i‟raba yer vermemiĢ,501 i‟raba dair tahlillerde bulunan Semîn Halebî ise öncesi veya

495
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 697-698.
496
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 410-411.
497
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 304-305.
498
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 305.
499
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.59.
500
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 305.
501
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, III, 723-731.

115
sonrası ile irtibatına özel bir vurgu yapmamıĢtır.502 Bu ayet-i kerimedeki her iki yerde
de vakfa engel bir durum olmadığı gibi ardından tilavete baĢlamakta da cümle yapısı
açısından herhangi bir mahzur söz konusu değildir. Dolayısıyla ‫ ال‬iĢaretine ihtiyaç
olmadığı söylenebilir. Zaten Secâvendî dıĢında kimse vakfa mâni bir durumdan söz
etmemiĢtir.

‫ ُ٘ ُْ ِرخ ِْر ِْ ه ه‬ُِٛ‫ ََض‬َٙ‫ ف‬lafzından sonra


Benzer Ģekilde Bakara 2/251. ayet-i kerimede ِ‫حّٰلل‬
vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî; devamındaki ifadelerin atıf manası taĢıdığını
503
dolayısıyla buradaki vakfın hükmünün َ‫ش طخ‬١‫غ‬
ُ ٓ‫ زغ‬olduğunu belirtmiĢ, Nehhâs; Abbas
b. el-Fazl‟ın burada vakf yapılacağını söylediğini ancak bunda ihtilaf edildiğini, sebep
504
olarak da sonrası ile atıf-ma‟tuf iliĢkisi olduğunu söylerken, Dânî, burada kâfi vakf
505
olacağını belirtmiĢtir. UĢmûnî; ardındaki ً‫لظ‬ٚ kelimesinin baĢındaki vav harfine atıf
manası verildiği takdirde vakfetmenin hasen olacağını belirtmiĢ, irtibat olmadığını
düĢünerek vakf yapanlar olduğundan bahsetmiĢtir.506 Secâvendî ise; sonrası ile lafız ve
mana irtibatının devam etmesini Hezîmetin; Davud‟un Calut‟u öldürmesi anlamına
geldiğini hatırlatarak gerekçe göstermiĢ ve burada vakfı uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.507
Müfessir Ferrâ; i‟raba dair herhangi bir izaha ihtiyaç duymadığından olsa gerek bu
ayete hiç değinmemiĢtir. Taberî mana bakımından cümleyi devamı ile birlikte el almıĢ
ancak atıf vb. Ģekilde bir açıklama yapmamıĢtır.508Semîn Halebî de herhangi bir nahvî
izah yapmadan ayetin sonraki kısmına geçmiĢtir.509

Bakara suresi 2/264‟de ٜ‫ ْحالَ ٰر ه‬َٚ ِّٓ َّ ٌ‫طذَلَخ ِط ُى ُْ ِر ْخ‬


َ ‫ح‬ٍُٛ‫ح َال طُز ِْط‬َُِٕٛ ‫َٓ ٰح‬٠ ۪‫َخ حٌَّز‬ُّٙ٠َ‫ ح‬lafzından sonra
vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî; ardından gelen teĢbih Kâf‟ı ٞ ۪‫ )و ََّخٌز‬sebebiyle mana
irtibatının devam etmesini gerekçe göstererek burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir
(‫)ال‬.510 Nehhâs; Nâfi‟in burada tam vakf olacağını söylediğini ancak bunun ihtilaflı
olduğunu, ayetin devamındaki riya için infak eden kimse ile sadakasının ardından baĢa
kakmak sureti ile minnet altında bırakan kiĢini birbirini teĢbih ettiğini dolayısıyla da

502
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 420-421.
503
Ġbnü‟l- Enbârî, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.289.
504
Nehhas, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinaf, s.192.
505
Dânî, el-Muktefa, s.137.
506
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.62.
507
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 324.
508
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 498 vd.
509
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, II, 533.
510
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 337-338.

116
manada bir bütünlük olduğunu ifade etmiĢtir.511 UĢmûnî de; teĢbih bağlantısı sebebiyle
burada vakfetmeyi uygun görmemiĢ ‫ق‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ , devamındaki ٞ‫ وخحٌز‬kelimesinin ayette
geçen ‫ ارطخي‬masdarının sıfatı konumunda kabul edilmesi halinde ise bu vakfın hasen
kabul edilebileceğini ifade etmiĢtir.512 Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası için görüĢ
bildirmemiĢlerdir. Tefsirlere baktığımızda; Ferrâ; i‟raba dair bir izaha ihtiyaç duymamıĢ
ve bu ayete değinmemiĢ, Taberî; tefsir ederken teĢbih manası verse de i‟raba dair özel
513
bir vurgu yapmamıĢtır. Semîn Halebîise; ayetin devamındaki ٞ‫ وخحٌز‬lafzı için Ģu üç
ihtimali zikretmiĢtir: “1-sıfat olmak suretiyle mansub, 2-hal olmak suretiyle mansub, 3-
‫ح‬ٍٛ‫ الطزط‬fiiline ait failin hali olarak mansub.”

Bu ayette de vaslın ve vakfın her ikisinin de caiz olduğunu ifade eden ‫ ج‬veya
vakf caiz olmakla beraber valsın evlâ olduğunu belirten ‫ ص‬iĢareti tercih edilebilir. Çünkü
söz konusu yerde vakfetmek; mana oluĢturmayacak ya da kabih bir durum oluĢturacak
Ģekilde değildir.

Secâvendî‟nin mana irtibatına dayalı vakf-ı lâ tercihleri Âl-Ġmrân suresinde


sırasıyla Ģu ayetlerde görülmektedir ki bunların ilki Ģöyledir: 3/7. ayet-i kerimede
‫َْ ٰح ََِّٕخ رِ۪ٗ ه‬ٌُُٛٛ‫م‬٠َ ُِ ٍْ ‫ ْحٌ ِؼ‬ِٟ‫َْ ف‬ٛ‫ع ُخ‬
ِ ‫حٌشَّ ح‬َٚ lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Secâvendî;
ayetin devamındaki ‫ ُوً ِِ ْٓ ِػ ْٕ ِذ َسرَِّٕ ۚخ‬ifadesinin de cümlenin devamı ilim sahiplerinin sözü
olması sebebiyle anlam bütünlüğünü dikkate alarak burada vakfetmeyi uygun
görmemiĢtir.514 Ġbnu‟l-Enbârî; herhangi bir izahta bulunmadan hasen vakf olacağını
belirtmiĢ,515 Nehhâs; açık bir hüküm belirtmemekle birlikte “ ٗ‫شجضَ وخْ حٌمط ُغ إَِّٔخ ر‬
ِ ْ‫ا‬ٚ
‫ح حألٌزخد‬ٌٛٚ‫زوش اال أ‬٠‫ِخ‬ٚ ٖ‫حٌمطغ رؼذ‬ٚ ifadesinden burada vakfetmeyi uygun gördüğünü burada
vakfedilirse sonraki vakfın nerede olması gerektiğini ifade ediyor söylemek mümkün
gözükmektedir.516 Dânî; kâfi vakf olarak görüĢ bildirmiĢ,517 UĢmûnî; her iki görüĢe göre
de hasen vakf olacağını söylemiĢtir.518Bahsettiği iki görüĢün bir önceki ayette bahsettiği
selef ve halefin görüĢü olması kuvvetle muhtemeldir. Tefsirlere baktığımızda; Ferrâ ve

511
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.194-195.
512
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.65.
513
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, IV, 659.
514
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 363.
515
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.293.
516
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.215.
517
Dâni, el-Muktefâ, s.141.
518
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.

117
Taberî‟nin burada i‟raba dair bir izah yapmadığını görüyoruz. Semîn Halebî ise;
ardından gele ‫ وً ِٓ ػٕذ سرٕخ‬ibaresinin kendi içinde mübteda ve haberden oluĢan bir isim
cümlesi olmakla beraber bu cümlenin öncesindeki sözün devamı mahiyetinde nasb
konumda olduğunu ifade etmiĢtir.519

Bu izahlara baktığımızda Secâvendî dıĢındaki vakf-ibtidâ ulemasının bir


Ģekilde vakfedilmesine olumlu baktığını -en azından itiraz etmediğini- görüyoruz.
Devam eden mana ve lafız irtibatı sebebiyle vaslın evla olduğunu gösteren bir iĢaret
düĢünülebilirse de vakfı engelleyecek bir durum söz konusu olmaması sebebiyle burada
‫ ال‬iĢaretine ihtiyaç olmadığı söylenebilir.

Benzer Ģekilde 3/10‟da ayet-i kerimenin sonunda ‫دُ حٌَّٕ هِخس‬ُٛ‫ل‬َٚ ُْ ُ٘ َ‫ ٰ ٌُٓجِه‬ٚ۬ ُ ‫ح‬َٚ lafzından
sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî sonrası ile mana irtibatının devam
ettiğinden bahsetmiĢ ve burada vakfetmekle ilgili olarak َ‫شطخ‬١‫ غ‬ifadesini kullanmıĢtır.520
Nehhâs ise; Ebu Hatim‟e göre burada vakfetmenin ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ olacağını söyledikten
sonra, Ferrâ ve Ebu Ca‟fer‟in görüĢlerinden bahsetmiĢ, eğer öncesinden bağımsız
düĢünülürse burada vakfetmenin caiz olacağını bunun Ebu Ġshak‟ın görüĢü olduğunu ,
bir kısım ulemânın ise ardındaki ‫د‬
ِ ‫ وذأ‬ifadesini öncesi ile değil sonrası ile
irtibatlandırdığını söyleyerek bolca nakle yer vermiĢtir.521 Dânî de benzer Ģekilde, ‫وذأد‬
ibaresinin irtibatlandırılacağı yere göre iki farklı takdirden ve manadan bahsetmiĢ: 1-
Kâf‟ı sonrası ile irtibatlı düĢünürseْٛ‫ُ وذأد حَ ِي فشػ‬ٙ‫ر‬ٛٔ‫ فؤخزُ٘ هللا رز‬manasına geleceğini ve
dolayısıyla ‫د حٌٕخس‬ٛ‫ل‬ٚ lafzından sonra yapılacak vakfın kâfî vakf olacağını,2-Kâf-i teĢbihi
öncesi ile irtibatlı düĢünürsek cümlenin ‫ح‬ٚ‫ْ وفش‬ٛ‫ َو ُى ْف ِش حَ ِي فشػ‬manasına geleceğini bu
durumda ise 10.ayetin sonunda vakfetmenin )‫لف‬ٌٛ‫ىف ح‬٠ ٌُ kâfî olmayacağını ifade
etmiĢtir.522 UĢmûnî ise; vakf veya vasıl hükmünün rap dilcilerinin ayetin
devamındaki‫ كدأب‬lafzına i‟rab açısından takdir ettikleri hükme göre değiĢeceğinden ve
bu konuda ref‟ veya nasb ihtilaf olduğundan söz etmiĢ ancak sonuçta bir hüküm
vermemiĢtir.523 Secâvendî; bir sonraki ayette َْٛ‫د حَ ِي ِفشػ‬
ِ ‫ وَذأ‬ibaresinin baĢındaki Kâf-i

519
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 29.
520
Ġbnu‟l-Enbâri, Kitâbu Ġzahi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, s.294.
521
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.215-216.
522
Dâni, el-Muktefâ, s.141.
523
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.

118
teĢbih sebebiyle mana irtibatının devam etmesini gerekçe göstermiĢ ve burada
vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.524

Diğer bir mana irtibatı örneği de Âl-Ġmrân 3/11. ayet-i kerimede َْ‫ْ ه‬َٛ‫د ٰح ِي فِشْ ػ‬
ِ ْ‫َوذَح‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak karĢımıza çıkmaktadır. ġöyle ki Secâvendî;
ardından gelen ُْ ِٙ ٍِ ‫َٓ ِِ ْٓ َل ْز‬٠ ۪‫حٌَّز‬َٚ ifadesi ile atıf-ma‟tuf bağlantısı olması sebebiyle burada
525
vakfedilemeyeceğini belirtmiĢtir. Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için ayrıca
görüĢ bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî ise; ardından gelen ٓ٠‫حٌز‬ٚ cümlesi mübteda veya
öncesine ait bir haber olarak takdir edilirse bağımsız bir cümle olacağı için ‫آي‬
ْٛ‫„فشػ‬den sonra tam vakf olacağını ancak öncesine atıf kabul edilmesi halinde )‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ
) vakfetmenin uygun olmadığını ifade etmiĢtir.526 Bu iki ayet için müfessirlerin
yorumlarına bakarsak; Ferrâ ve Taberî; “Âl-i Firavun‟un küfrü ve hali gibi” Ģeklinde
teĢbih manası vermiĢ ancak nahvî bir izaha yer vermemiĢlerdir.527 Semîn Halebî ise;
‫ وذأد‬kelimesindeki kâf için Ģunları söylemiĢtir: “Ġki vecih takdir olunabilir: 1-gizli bir
mübtedanın haberi olarak merfu‟konumda َْ‫ْ ه‬َٛ‫د ٰح ِي فِشْ ػ‬
ِ ْ‫ رٌه) َوذَح‬ٟ‫ُ ف‬ُٙ‫دأْر‬manasında Bu
görüĢü ZemahĢerî ve Ġbn tiyye‟nin benimsemiĢtir. 2- dokuz farklı amile bağlı olarak
528
mansub konumda.”

Her iki ayet için de dikkat çeken husus; gerek vakfibtidâ ulemasıgerekse
müfessirler irab bakımından çoklu tercihte bulunmuĢ olmasına rağmen, Secâvendî‟nin
yalnızca bir ihtimale göre hüküm bina etmesidir. Hal böyle olunca özellikle 10. yetin
sonunda–ayet sonu olması hasebiyle- ‫ ال‬iĢaretini gerektirecek bir durum olmadığını
söylemek mümkündür.

Âl-Ġmrân 3/125. ayet-i kerimede ٝ‫ َر ٰ ٍُٓ ه‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak;
ْ َ ‫ (ح ِْْ ط‬ile söz birliği sözün devamı olma durumu
Secâvendî, sonrasındaki lafız )‫ح‬ٚ‫ظزِ ُش‬
olduğu için burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir.529Ġbnu‟l-Enbârî herhangi bir görüĢ
beyanında bulunmazken, Dânî; kâfî vakf olacağını söyledikten sonra daha önce Bakara
suresinde ٍٝ‫ ر‬kelimesi ile ilgili zikrettiği küllî kaideyi hatırlatmıĢ ve “ rdından kasem

524
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
525
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 364.
526
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.71.
527
Ferrâ, Meânu‟l-Kur‟ân, \I, 191, Taberî, Câmiu‟l-Beyân, V, 235-236.
528
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 37-38.
529
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.

119
vavı gelen ٍٝ‫ ر‬kelimesi üzerinde vakfetmek kâfî ve hasen olmaz” ifadesini
kullanmıĢtır.530 Nehhâs; bu kelime üzerinde vakfetmenin Nâfî‟ tarafından tam vakf
addedildiğini nakletmiĢ,531 UĢmûnî ٍٝ‫ ر‬ve sonrasının, ayetin baĢındaki istifham elifinin
(ُْ ‫َ ُى‬١‫َ ْى ِف‬٠ ْٓ ٌََ‫ ح‬cevabı olması sebebiyle ٍٝ‫ ر‬den sonra vakf yapılmasının uygun olmayacağını,
ayet sonuna kadar vakfetmeden tamamlanması gerektiğini ifade etmiĢtir.532 Tefsirlere
baktığımızda Ferrâ‟nın bu ayetten tefsir veya i‟rab için hiç söz etmediğini görüyoruz.
Taberî; 125. Ve 126.ayeti konu itibariyle birlikte ele almıĢ ancak cümle yapısı açısından
ayrıca bir izaha yer vermemiĢtir.533 Semîn Halebî ise; ٍٝ‫ ر‬kelimesinin ُْ ‫َ ُى‬١‫َ ْى ِف‬٠ ْٓ ٌََ‫ ح‬lafzına ait
ve nefy manası taĢıyan bir cevap harfi olduğunu belirtmiĢtir.534

Secâvendî ve çoğu zaman onunla mutabık olan UĢmûnî haricindekiler bu lafzı


vakfa müsait görmüĢlerdir. Ġkisinin bu tercihinin de lafzın tamamlanması gerekçesine
dayandığı anlaĢılmaktadır. yetin ilk kelimesi olan ٍٝ‫ ر‬lafzından sonra vakfetmenin
iztirari bir durum olmadıkça olası görülemeyeceği düĢünüldüğünde burada herhangi bir
iĢaret koymamak aslında Secâvendî‟nin tercihini de yansıtmıĢ olacaktır.

Bir baĢka örnek olan Âl-Ġmrân 3/126. ayet-i kerimenin sonunda ْٓ ِِ ‫ َِخٌَّٕظ ُْش ح َِّال‬َٚ
ِ ‫ض ْحٌس َ۪ى‬٠
ُ١ ِ ‫حّٰللِ ْحٌؼَ ۪ض‬
‫ ِػ ْٕ ِذ ه‬lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî burası
için görüĢ bildirmezken, Nehhâs herhangi bir îzahta bulunmadan buradaki vakf için ٓ‫زغ‬
‫ لطغ‬demiĢtir.535 UĢmûnî ise; ayet sonu olması sebebiyle vakfetmek caiz olsa da ardından
gelen lam harfi (‫َ ْم َط َغ‬١ٌِ hal bildirdiği için burada fâsıla olmaması gerektiğini
vakfedilmemesinin uygun olacağını ًُ ‫فظ‬٠‫ فال‬ibaresi ile izah etmiĢtir.536 Secâvendî;
127.ayetin baĢındaki ‫مطغ( ِي‬١ٌِ ) harfinin ayetteki ‫ ٔظش‬fiili ile mana irtibatı olduğuna dikkat
çekmiĢ ve bu sebepten vakf yapılmamasını (‫ )ال‬takdir etmiĢtir.537 Ferrâ bu ayetin irabına
dair söz etmemiĢ, Taberî; iki ayete birlikte “ llah, bir grup kâfiri helak etmek için
yardım etti” mana vermiĢ ancak cümlenin i‟rabından bahsetmemiĢtir.538Semîn Halebî;

530
Dâni, el-Muktefâ, s.147.
531
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
532
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
533
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 27-28.
534
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 386.
535
Nehhâs, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, s.233.
536
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.87.
537
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 388.
538
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, VI, 40.

120
‫مطغ‬١ٌِ lafzının yedi farklı Ģekilde i‟rab edilebileceğinden bahsederek bunları
açıklamıĢtır.539

Daha önce de belirttiğimiz çoğu ayet arasında kimi zaman lafız kimi zaman
mana irtibatı devam etmektedir. Buradaki irtibatın lâfzen kuvvetli bir irtibat olduğu
görülmektedir. ncak yine de ayet sonu olmasını dikkate alarak vakfetmemeye değil de
valsın evla olacağına delalet eden bir iĢaret tercih edilmelidir.

Âl-Ġmrân 3/137. ayet-i kerimede ٓ‫ع َٕ ه‬


ُ ُْ ‫ لَ ْذ َخٍَ ْض ِِ ْٓ لَ ْز ٍِ ُى‬lafzından sonra vakfetmekle
ilgili olarak; Secâvendî, ayetin devamındaki azab haberinin verilmesinden sonra
mananın tamam olacağını ifade ederek burada vakfetmeyi uygun görmemiĢtir(‫)ال‬.540
ncak diğer ulema ya hiç görüĢ bildirmemiĢ ya da i‟raba dair izahlarda bulunarak
hüküm vermiĢtir. Nitekim UĢmûnî, caiz vakf olduğunu ancak devamındaki Fâ harfinin
ُ ‫ فَ ۪غ‬varlığı sebebiyle bu hükmün kat‟î olmadığını ‫ٗ ٌّىخْ حٌفخء‬١ٍ‫ص ػ‬ٛ‫ظ رّٕظ‬١ٌٚ)
(‫ا‬ٚ‫ش‬١
belirtmiĢtir.541 Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî burası için ayrıca görüĢ bildirmemiĢlerdir.
Ferrâ, bu ayetin tefsirine yer vermemiĢ, Taberî, ayeti tefsir etmiĢ ancak cümle yapısı
ُ ‫ فَ ۪غ‬lafzını
ِ ْ‫ ْحالَس‬ِٟ‫ح ف‬ٚ‫ش‬١
açısından özel bir vurgu yapmamıĢ, Semîn Halebî ise; ardındaki ‫ع‬
öncesine atıf olarak değerlendirmiĢ ayrıca Ebu‟l-Bekâ‟ın bu lafzın baĢındaki fâ harfi
için cümleye Ģart manası kattığını “Ģüphe ettiyseniz gezin bakın” manası verdiğini
söylediğini nakletmiĢtir.542 rdından gelen fa-i ta‟kibiyyenin hem lafız hem mana
iliĢkisi ifade ettiği malumdur. Bu yönüyle düĢünüldüğünde Burada vaslın evla olduğunu
örneğin ‫ ج‬iĢareti ile belirtmek daha isabetli olacaktır.

Son olarak Âl-Ġmrân 3/165. ayet-i kerimede ‫َخ‬ٙ١ْ ٍَْ‫ط ْزظ ُ ُْ ِِث‬
َ َ ‫زَش َل ْذ ح‬١‫ٌَ َُّّٓخ حَطَخرَظْ ُى ُْ ِ ُ۪ظ‬َٚ َ ‫ح‬
lafzından sonra vakfetmekle ilgili olarak; Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs ve Dânî herhangi bir
hüküm bildirmemiĢlerdir. UĢmûnî; ayetin baĢındaki istifham-ı inkarînin yani ُْ ‫ٌَ َُّّٓخ حَطَخرَظْ ُى‬َٚ َ ‫ح‬
lafzının devamını da kapsamasını gerekçe göstererek vakfedilemeyeceğini ifade
etmiĢtir.543 Secâvendî de; istifham-ı inkarînin sonrası için de geçerli olduğunu
sonrasının‫ ٘زح‬ّٝٔ‫ أ لٍظُ أ‬manasına geleceği için mana bütünlüğü açısından burada vakfı

539
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 390.
540
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 391.
541
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.89.
542
Semîn Halebî, ed-Dürru‟l-Mesûn, III, 400.
543
UĢmûnî, Menâru‟l-Hüdâ, s.91.

121
uygun görmemiĢtir (‫)ال‬.544 Müfessirlerin yorumlarına baktığımızda Ferrâ ve Taberî,
Semîn Halebî; ayetteki cümleleri tek tek açıklamıĢ ancak i‟rab bakımından veya
Secâvendî ve UĢmûnî‟nin bahsettiği istifham açısından herhangi bir vurgu yapmamıĢtır.

Ġstifham‟ın sonrasını da kapsadığı bilgisi olsa da bu pek çok yerde söz konusu
olduğu malumdur. Dolayısıyla burada vakfetmeyi engelleyecek bir durum olmadığına
göre ‫ ال‬iĢareti hiç olmayabilir veya yerine vasla da vakfa da müsaade eden bir iĢaret ‫)ج‬
yerleĢtirilebileceği söylenebilir.

544
Secâvendî, Ġlelu‟l-Vukûf, I, 400.

122
4. GENEL BĠR DEĞERLENDĠRME

Fatiha, Bakara ve Al-i Ġmran sureleri çerçevesinde tek tek ayetler üzerinden
yaptığımız bu tahlilde karĢılaĢtığımız tablo ile ilgili olarak sayısal veriler açısından
Ģunları söylemek mümkündür: Bu üç surede yirmi yedi tanesi ayet sonu olmak üzere
toplam doksan beĢ yerde Secâvendî, ‫ )ال‬vakf-ı lâ takdir etmiĢtir. Gerekçelerine
baktığımızda; yetmiĢ dokuz yerde, sıfat-mevsuf, bedel, amil-mamül, ceza-cevab,
istisna-müstesna, atıf-matuf, hal, zarf, mübteda-haber vb. lafzî irtibatın devam
etmesinden bahsetmiĢtir. Yedi yerde sadece kuvvetli bir mana irtibatından söz ederken,
sekiz yerde kıraat ihtilafından söz ederek tercih ettiği kıraate binaen vakfedilmemesi
gerektiğini ifade etmiĢtir.

Secâvendî‟nin vakfedilemeyeceğine hükmettiği bu doksan beĢ yer hakkında


Ġbnu‟l-Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî‟nin yorumlarına baktığımızda ise; Ġbnü‟l-
Enbârî bu yerlerden yetmiĢ üç tanesi için herhangi bir hüküm belirtmemiĢ, on yedi
yerde hasen vakf takdir etmiĢ, dört yerde ise kıraat ihtilafına göre iki ayrı takdirde
bulunmuĢtur. Nehhâs; bu yerlerden kırk altı tanesinde vakfa dair bir izahta bulunmamıĢ,
on beĢ yerde farklı irab takdirlerine göre verilmiĢ hükümlerden nakil yolu ile bahsetmiĢ,
on iki yerde hal, edat, zarf ve sıfat bağlantısı sebebiyle ‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ demiĢtir. Sekiz
yerde salih, hasen, tam ve kafî vakftan söz etmiĢ, altı yerde ‫مف‬٠‫ ال‬ibaresi ile vakfetmeyi
uygun görmediğini belirtmiĢ, dört yerde de kıraat ihtilafına göre birkaç hükümden
bahsetmiĢtir. Dânî; Secâvendî‟nin bahsettiği doksan beĢ yerden yetmiĢ yedisi için
herhangi bir hüküm takdir etmemiĢ, on iki tanesi için hasen veya kâfî vakf
olduklarından söz etmiĢtir. Yalnızca üç yerde farklı i‟rab ihtimaline binaen birden fazla
hüküm vermiĢ, üç yerde de kıraat ihtilafını göz önüne alarak hükmün değiĢebileceğini
ifade etmiĢtir. UĢmûnî de; bahsi geçen yerlerden otuz üç tanesinde birden fazla i‟rab
ihtimaline binaen farklı hükümlerden bahsetmiĢ, otuz tanesinde vakfetmeyi uygun
görmediğin ‫مف‬٠‫ ال‬ve ‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ gibi ifadelerle belirtmiĢtir. Caiz, salih, hasen vakf Ģeklinde
hüküm verdiği yerlerin sayısı on sekizdir. Bunun dıĢında bir yerde َ‫ش طخ‬١‫ زغٓ غ‬tabirini
kullanmıĢ, üç yerde kıraat ihtilafına göre birden fazla hüküm vermiĢ, sekiz yerde ise
herhangi bir Ģekilde görüĢ belirtmemiĢtir.

123
Bir baĢka açıdan baktığımızda; vakf-ibtidâ ilmi denince öncelikle akla gelen,
bu sahada sonraki pek çok ismin esas aldığı iki isim olan Ġbnu‟l-Enbârî ve Dânî,
Secâvendî‟nin vakfı uygun görmediği bu doksan beĢ noktanın altmıĢ sekiz‟inde
müĢtereken herhangi bir görüĢ bildirmemiĢtir. Yine eserinde bolca nahvi tahlilden söz
etmesi ve farklı isimlerden konu ile ilgili nakillerde bulunması hasebiyle zengin bir veri
sunan Nehhâs‟ı bu iki isimle birlikte değerlendirdiğimizde üçünün müĢtereken sessiz
kaldıkları yer sayısı kırk ikiyi bulmaktadır. Bu da ele aldığımız ayetlerin neredeyse
yarısına tekâbül eder.

UĢmûnî ise bu anlamda diğerlerinden ayrılmakta gerek vakfedilemez dediği


yerler gerekse gerekçeleri açsından Secâvendî ile büyük ölçüde uyumlu bir tablo
çizmektedir. Öyle ki kimi yerde tamamen Secâvendî‟den esinlendiğini söylemek bile
mümkündür. ncak burada dikkat çeken husus her ne kadar ortak gerekçeler ileri
sürmüĢ olsa da UĢmûnî, yukarıda da belirttiğimiz gibi vakfedilemeyeceğini söylediği
otuz üç yerde bu hükmüne temel teĢkil eden i‟rab tercihi dıĢında en azından bir diğer
i‟rab ihtimalini de göz önüne almıĢ ve ikinci bir hükümden de bahsetmiĢtir.
Hükümlerinde tek bir i‟rab takdirini esas alan Secâvendî‟den bu yönüyle ayrılmaktadır.

Ayet sonlarına ayrıca bakacak olursak Secâvendî; üç surede toplam yirmi yedi
yerde ayet sonu olmasına rağmen )‫ (ال‬vakf-ı lâ takdir etmiĢtir. Bu yerlerin gerekçelerini
incelediğimizde; yine çoğunlukla sıfat-mevsuf, bedel-mübdel minh, atıf-ma‟tuf, hal,
haber, zarf, teĢbih edatı, harf-i cerr, sebep bildiren lam edatı vb. sebeplerle
karĢılaĢmaktayız. Dolayısıyla lafız irtibatının devam etmesini dikkate alan Secâvendî
vakfı uygun görmemiĢtir.

Bahsettiğimiz ayet sonları için diğer isimlerin tercihlerine baktığımızda Ģu


tablo ile karĢılaĢmaktayız: Ġbnu‟l-Enbârî‟nin dokuz yerde “َ‫ش طخ‬١‫ ” زغٓ غ‬, üç yerde َ‫شطخ‬١‫غ‬
ve َ‫ طخ‬diyerek iki ihtimalden söz ettiğini, on dört yerde görüĢ bildirmediğini ve sadece
bir yerde kabih vakfa hükmettiğini görüyoruz.

Nehhâs‟a baktığımızda; onun da vakfedilemeyeceğini söylediği yer sayısının


azlığı dikkat çekmektedir. Kâfî, hasen, tam vakf takdirlerinin yanında vakfa imkan
veren türden birden fazla ihtimal üzerinde durduğu da görülmektedir. “‫ظ رمطغ وخف‬١ٌ ”

124
ifadesi ile takdir ettiği yer sayısı altı iken, aynı ifadenin veya ‫مف‬٠‫ ال‬ifadesinin yanına
ikinci bir hüküm olarak caiz olmasını takdir ettiği de olmuĢtur. ltı yerde görüĢ
belirtmezken mutlak olarak vakfedilemez (‫مف‬٠‫ ال‬Ģeklinde hükmettiği yer sayısı yalnızca
dört ile sınırlı kalmıĢtır. yrıca bir yerde )َ‫ظ رمطغ طخ‬١ٌ( demiĢ, iki ayet sonunda ise Nâfi‟
ve hmed b. Ca‟fer‟e göre tam vakftan söz etmiĢtir.

Dânî‟nin bu yirmi yedi yerden hiçbiri için vakfetmeme yönünde görüĢ beyan
etmemiĢ olması oldukça dikkat çekicidir. Bu tutumundan ayet sonlarında vakfetmeyi
sünnet gören ulema içerisinde olduğu sonucuna varılabilir. Sekiz yerde birden farklı
i‟rab ihtimaline dayanarak hasen/kâfî veya hasen/tam vakf takdir etmiĢ, bir yerde
tam/tam olmayan vakf Ģeklinde tercihte bulunmuĢ, on sekiz yerde ise herhangi bir görüĢ
bildirmemiĢtir.

Dikkat çeken bir baĢka husus; UĢmûnî‟nin genelde Secâvendî ile paralellik arz
eden tutumunun ayet sonlarında farklılık arz etmesidir. Zira üç yerde caiz, bir yerde tam
vakf takdir etmiĢ, bir yerde “ ٓ١‫ اخظالف ِزح٘ذ حٌّؼشر‬ٍٝ‫ "ػ‬ifadesine binaen birden fazla
hükümden bahsetmiĢtir. On dokuz yerde ise “ًُ ‫فظ‬٠ ‫ فال‬veya “‫لف‬ٛ‫ظ ر‬١ٌ ” Ģeklindeki
hükmüne ikinci i‟rab ihtimaline dayanarak caiz, hasen, kâfî veya tam vakf tercihini
ilave etmiĢtir. Mutlak olarak vakfedilemeyeceğini belirttiği yerlerin sayısı ise üçü
geçmemektedir.

Bu sayısal veriler ıĢığında Ģunları söylemek mümkündür: UĢmûnî dıĢındaki


diğer üç ismin büyük çoğunlukla bu yerlerde hüküm belirtmeden sessiz kalması, bahsi
geçen noktalarda vakfa ihtimal vermedikleri ve dolayısıyla herhangi bir vakf çeĢidinden
bahsetmeye gerek duymadıkları Ģeklinde anlaĢılabilir. En azından bu tutumları ile kabih
bir vakf görmediklerini katiyetle söylemek mümkündür. Hüküm belirttikleri kısımlara
baktığımızda ise hiçbirinin tek bir i‟rab tercihi ile yetinmediğini, ilk sözde vakfedilemez
dedikleri bir yer için ikinci bir i‟rab ihtimalini dikkate alarak bu hüküm ile oldukça zıt
olan tam vakf Ģeklinde hüküm verdiklerini görmekteyiz.

Secâvendî ise; altı yerde kıraat ihtilafına bağlı olarak ikinci bir ihtimalden söz
etmek dıĢında bütün noktalarda yalnızca bir i‟rab takdir etmiĢ ve hükmünü buna göre
belirlemiĢ görünmektedir. Bu onun için bir tercih sayılabilecekse de biz çalıĢmamızda

125
meseleye baktığımız zaviye açısından düĢündüğümüzde bu tutumun ‫( ال‬vakf-ı lâ
sayısını arttırmaya sebep olduğunu ve hatta Ġbnu‟l-Cezerî‟nin de değindiği gibi mevcut
olandan çok daha fazla yerde aynı hükmün takdir edilebileceğini göstermektedir. ncak
Kur‟an tilavetinde pratikte kafa karıĢıklığına sebep olan bu tür bir iĢaretin sayısının
arttırılmasında bir fayda görmemekteyiz. Öyle ki hem diğer vakf-ibtidâ alimlerinin hem
de detaylıca izahatından bahsettiğimiz dilci müfessirlerin bahsettiği farklı i‟rab
tahlillerini dikkate alarak mevcut doksan beĢ yerden yalnızca lafız ve mana irtibatı çok
kuvvetli olan, vakfedildiğinde mana oluĢmayacak ya da ardından ibtidâ yapıldığında
anlamsız bir baĢlangıç kabul edilebilecek yerlere vaslın evlâ olacağını ifade eden bir
iĢaret konulması gerektiği kanaatindeyiz.

Bununla birlikte herhangi bir gerekçe ile vakfın uygun olmadığı vaslın evlâ
görüldüğü bir yere hiçbir iĢaret yerleĢtirmemek da aslında pratikte vakfetmeme
sonucuna da ulaĢtıracaktır. Böylece hem Secâvendî‟nin kastettiği amaç hasıl olur hem
de daha sade bir mushaf görüntüsü elde edilmiĢ olacaktır. Yine de Secâvendî‟nin vakf-ı
lâ‟sını tamamen iptal etmeyip bu doksan beĢ yerden ayet sonları hariç lazım veya tam
vakfın zıddı olacak Ģekilde kabih vakf diyebileceğimiz yerlere takdir ederek yeni bir
yorum ile ona ait bu geleneği terk etmemek fikri de düĢünülebilir.

Fatiha, Bakara ve Al-i Ġmran sureleri çerçevesinde düĢündüğümüzde bize göre


kabih vakfa tekabül edecek veya ardından ibtida yapıldığında büyük anlam kaymalarına
neden olabilecek herhangi bir yer tespit edemedik. Ancak Kur‟an-ı Kerim‟in tamamı ele
alındığında bahsettiğimiz özellikte kabih vakfa tekabül edecek yerler mevcut olabilirse
de bu baĢka bir araĢtırmanın konusudur.

126
5. SECÂVENDÎ‟NĠN TERCĠHLERĠ ĠLE VAKF-ĠBTĠDÂ ULEMASININ
TERCĠHLERĠNĠN MUKAYESESĠ

Ģağıdaki tabloda Fatiha, Bakara ve Âl-i Ġmrân surelerinde Secâvendî‟nin


vakf-ı lâ ‫ال‬ remzi ile iĢaret ettiği yerler için diğer vakf ibtidâ ulemasının takdirlerini
birarada göstermeyi hedefledik. Bu amaçla, kronolojik sıralamayı dikkate alarak Ġbnu‟l-
Enbârî, Nehhâs, Dânî ve UĢmûnî‟nin ilgili eserlerinde belirttikleri takdirleri tabloda
gösterdik. Birden fazla takdirde bulunmaları halinde özetle maddeleyerek bu tercihlerini
yansıtmaya gayret ettik. Herhangi bir vakf türü takdir edilmeyen, izaha ihtiyaç
duyulmayan yerleri boĢ bırakmak suretiyle belirttik.

SECÂ ĠBNU‟L-
SURE-AYET NEHHÂS DÂNÎ UġMÛNÎ
VENDÎ ENBÂRĠ

FATĠHA 1/1 ‫لف رؼذ‬ٌٛ‫ظُ ح‬٠


1- ‫ال‬ -------- -------- ‫خخ ثضس‬
ٓ١ٌَّ‫سد حٌؼخ‬ ‫شحٌثٍثش‬٠‫حأل‬.

FATĠHA 1/2 ‫ظ‬١ٌٚ ٓ‫زغ‬ ‫لف رؼذ‬ٌٛ‫ظُ ح‬٠


2- ‫ال‬ ------- ‫خخ ثضس‬
ُ١‫حٌشزّٓ حٌشز‬ َ‫رظّخ‬ ‫شحٌثٍثش‬٠‫حأل‬

FATĠHA 1/6
‫ظ‬١ٌٚ ٓ‫زغ‬ ٍٝ‫مفُ ػ‬٠‫ال‬ٚ
3- ‫ال‬ ------- ‫خخ ثضس‬
َ‫رظّخ‬ ُ١‫حٌّغظ َم‬
ُ١‫حٌّغظم‬

FATĠHA 1/7
ٓ‫زغ‬ ‫ظ‬١ٌٚ ٓ‫زغ‬
4- ‫ال‬ ُٙ١ٍ‫ ػ‬ٍٝ‫مفُ ػ‬٠‫ال‬ٚ ‫خخ ثضس‬
َ‫ظ رظخ‬١ٌٚ َ‫طخ‬
ُٙ١ٍ‫أٔؼّض ػ‬
َ‫ طخ‬-1
BAKARA 2/1 َ‫ طّخ‬-1 َ‫ طخ‬-1
5- ‫ال‬ -------- ٓ‫وخف زغ‬
ٓ١‫ ٌٍّظم‬ٜ‫٘ذ‬ َ‫ظُ حٌىال‬٠ ٌُ -2 ٓ‫ زغ‬-2
-2
BAKARA 2/3 ‫ظ‬١ٌٚ ٓ‫زغ‬ ٗ١ٍ‫مِفُ ػ‬٠ ‫ ال‬-1 ً١‫ل‬ٚ ‫وخف‬-1 َ‫ طخ‬-1
6- ‫ال‬
‫ُ ِشع‬ٙ‫ر‬ٍٛ‫ ل‬ٟ‫ف‬ َ‫رظّخ‬ ٗ١ٍ‫لفض ػ‬ٚ -2 َ‫ طخ‬-2 ‫ وخف‬-2

127
‫‪BAKARA 2/10‬‬ ‫‪ -1‬وخف ِٕٗ‬
‫‪7-‬‬ ‫ال‬ ‫زغٓ‬ ‫لطغ وخف‬ ‫طخٌر‬
‫ف‪ ٟ‬لٍ‪ٛ‬ر‪ِ ُٙ‬شع‬ ‫‪? -2‬‬

‫‪BAKARA 2/11‬‬
‫‪8-‬‬ ‫ال‬ ‫‪--------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رىخف‬ ‫‪--------‬‬ ‫ال ‪ٛ٠‬لف‬
‫حألسع‬
‫ِ‬ ‫الط ُ ْفغذُ‪ٚ‬ح ف‪ٟ‬‬

‫‪BAKARA 2/14‬‬
‫‪9-‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬
‫اٌ‪ ٝ‬ش‪١‬خؽ‪ُٕٙ١‬‬

‫‪BAKARA 2/14‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬


‫‪١ٌ -1‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪10-‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫ألْ حإلىظٕخف رّخ رؼذٖ‬ ‫‪---------‬‬
‫لخٌ‪ٛ‬ح أَّخ ِؼىُ‬ ‫ال (‪ُ٠‬سغِٓ)‬
‫‪ -2‬خخثض‬

‫طخٌر‬
‫‪BAKARA 2/18‬‬ ‫زغٓ ‪١ٌٚ‬ظ‬ ‫وخف ‪ٚ‬ل‪ً١‬‬
‫‪11-‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪ٚ‬ل‪ ً١‬ال ‪ٛ٠‬لف‬
‫‪٠‬شخؼ‪َْٛ‬‬
‫ف‪ ُٙ‬ال ِ‬ ‫رظّخَ‬ ‫طخَ‬ ‫ػٍ‪ٗ١‬‬
‫‪BAKARA 2/20‬‬
‫‪12-‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ِش‪ٛ‬ح ف‪ٗ١‬‬

‫‪BAKARA 2/21‬‬ ‫زغٓ ‪١ٌٚ‬ظ‬ ‫‪١ٌ -1‬ظ ر‪ٛ‬لف‬


‫‪13-‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫زغٓ‬
‫ٌؼٍىُ طظم‪ْٛ‬‬ ‫رظّخَ‬ ‫‪ -2‬خخثض‬

‫‪BAKARA 2/25‬‬
‫‪14‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ِٓ ثّشص ِسصلًخ‬
‫لطؼخ طخِخ‬ ‫‪-1‬‬ ‫‪١ٌ -‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪BAKARA 2/26‬‬ ‫لطؼخ وخف‪١‬خ‬ ‫‪-2‬‬ ‫‪1‬‬
‫‪15‬‬ ‫‪٠‬ؼ ًُّ ر‪ٙ‬خ االَّ‬
‫‪ِٚ‬خ ِ‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪-3‬‬ ‫وخف‬ ‫‪ -2‬زغٓ‬
‫ٌُ ‪ُ ٠‬ىٓ لطؼخ‬ ‫‪ -3‬طخَ‬
‫حٌفخعم‪ٓ١‬‬ ‫طخِخ ‪ٚ‬ال وخفِ‪١‬خ‬ ‫‪٠ -4‬د‪ٛ‬ص‬
‫‪BAKARA 2/33‬‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬
‫‪16‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫رؤعّخث‪ُٙ‬‬

‫‪BAKARA 2/45‬‬ ‫‪ -1‬طخَ‬


‫‪٠ ٌُ -1‬سغٓ حٌمطغ‬
‫‪17‬‬ ‫ال‬ ‫زغٓ غ‪١‬ش طخَ‬ ‫‪ -2‬زغٓ‬
‫وخف‬ ‫‪١ٌ -‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫اال ػٍ‪ ٝ‬حٌخخشؼ‪ٓ١‬‬ ‫‪2‬‬
‫‪ ِٓ-‬حٌمشحءس رح حٌ‪ٛ‬لف‬
‫‪BAKARA 2/69‬‬ ‫زغٓ غ‪١‬ش‬
‫‪18‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪1‬‬ ‫‪---------‬‬
‫ط ْفشح ُء‬
‫رَمَ َشس َ‬ ‫‪-2‬ػىغ‪ٙ‬خ‬ ‫طخَ‬

‫‪BAKARA 2/70‬‬ ‫ال‬


‫‪19‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪ٚ‬لف طخٌر‬ ‫‪---------‬‬ ‫خخثض‬
‫ِخ ٘‪ٟ‬‬

‫‪BAKARA 2/89‬‬
‫‪20‬‬ ‫ال‬ ‫‪--------‬‬ ‫‪--------‬‬ ‫‪--------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ِظذق ٌِّخ ِؼ‪ُٙ‬‬

‫‪BAKARA 2/113‬‬
‫‪21‬‬ ‫ٌ‪١‬غض حٌ‪ٛٙ١‬د ػٍ‪ٝ‬‬ ‫ال‬ ‫‪--------‬‬ ‫‪ٚ‬لف زغٓ‬ ‫‪--------‬‬ ‫خخثض‬
‫ش‪١‬ت‬

‫‪128‬‬
‫‪BAKARA 2/116‬‬ ‫رؼذ عزسخٔٗ‬
‫‪22‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪--------‬‬
‫اطخز هللا ‪ٌٚ‬ذًح‬ ‫طخٌر‬

‫زغٓ‬ ‫‪1‬‬
‫ال ‪ٛ٠‬لف‬ ‫‪2‬‬
‫‪BAKARA 2/119‬‬ ‫ال‬ ‫زغٓ ‪١ٌٚ‬ظ رظخَ‬ ‫ٌ‪١‬ظ رظّخَ‬ ‫طخَ‬ ‫اال ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪23‬‬
‫‪ٔٚ‬ز‪٠‬شح‬
‫ً‬ ‫رش‪١‬شح‬
‫ً‬ ‫طغخِر‬
‫وخف‬ ‫‪3‬‬
‫‪BAKARA 2/120‬‬
‫‪24‬‬ ‫ال‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫خخءن ِٓ حٌؼٍُ‬

‫‪BAKARA 2/131‬‬
‫‪25‬‬
‫ْ‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫طخَ ‪ /‬طّخَ‬ ‫‪----------‬‬ ‫وخف‬
‫ار لخي ٌُٗ سرُُٗ أ ْ‬
‫ع ٍِ ُْ‬
‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬ ‫‪1‬‬
‫‪BAKARA 2/133‬‬ ‫‪ ِٓٚ‬لطؼ‪ٙ‬خ‬ ‫‪2‬‬
‫‪26‬‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫ػٕ‪ٙ‬خ ‪ٚ‬لف‬
‫ُ‬
‫حٌّ‪ٛ‬ص‬ ‫‪٠‬ؼم‪ٛ‬د‬
‫َ‬ ‫زؼش‬
‫َ‬
‫ػٍ‪ ٝ‬حٌّ‪ٛ‬ص‬
‫‪BAKARA 2/145‬‬
‫‪27‬‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫حٌؼٍُ‬
‫ِ‬ ‫ِخ خخء ن ِٓ‬

‫‪BAKARA 2/150‬‬
‫‪28‬‬ ‫‪ٌُّٛٚ‬ح ‪ ُٚ‬خُ‪٘ٛ‬ىُ‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ش ْ‬
‫َط َشُٖ‬
‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪BAKARA 2/150‬‬ ‫‪-1‬غ‪١‬ش طخَ‬ ‫‪ -1‬طّخَ‬ ‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪29‬‬ ‫ال‬ ‫‪َ٠ ٌُ -‬ىٓ طخِخ‬
‫‪ٌٚ‬ؼٍىُ ط‪ٙ‬ظذ‪ْٚ‬‬ ‫‪ -2‬طخَ‬ ‫‪2‬‬
‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬

‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪BAKARA 2/155‬‬ ‫‪١ٌ -1‬ظ رظّخَ‬
‫‪ -2‬وخف‬
‫‪30‬‬ ‫ال‬ ‫غ‪١‬ش طخَ‬ ‫‪ -2‬طخَ‬ ‫وخف‬ ‫‪١ٌ-‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪ٚ‬رشش حٌظخرش‪ٓ٠‬‬ ‫‪ -3‬وخف‬
‫‪3‬‬
‫‪BAKARA 2/156‬‬
‫‪31‬‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ارح أطخرظ‪ِ ُٙ‬ظ‪١‬زش‬

‫‪BAKARA 2/158‬‬
‫‪32‬‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬ ‫‪----------‬‬
‫خ‪١‬شح‬
‫ع ً‬ ‫‪ ْٓ َِ ٚ‬ط َ‬
‫ط‪َ َّٛ‬‬

‫‪BAKARA 2/159‬‬
‫‪33‬‬ ‫ِخ رَ‪َّّٕ١‬خٖ ٌٍٕخط ف‪ٟ‬‬ ‫ال‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫د‬
‫حٌىظخ ِ‬

‫‪BAKARA 2/159‬‬
‫‪34‬‬ ‫ال‬ ‫غ‪١‬ش طخَ‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪ٍ٠ٚ‬ؼُٕ ُ‪ ُُ ٙ‬حٌال ِػٕ‪َْٛ‬‬
‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪BAKARA 2/161‬‬
‫‪ ِٓٚ‬ز‪١‬ث‬
‫‪35‬‬ ‫‪ٚ‬حٌٕخط أخْ َّؼ‪َٓ١‬‬ ‫ال‬ ‫غ‪١‬ش طخَ‬ ‫ال ‪٠‬مف‬ ‫‪----------‬‬ ‫و‪ ٗٔٛ‬سأط أ‪٠‬ش‬
‫‪٠‬د‪ٛ‬ص‬

‫‪129‬‬
‫(اخظالف‬ ‫(اخظالف‬ ‫(اخظالف‬
‫(اخظالف حٌمشحءحص)‬
‫حٌمشحءحص)‬ ‫حٌمشحءحص)‬ ‫حٌمشحءحص)‬
‫زغٓ غ‪١‬ش طخَ‬ ‫‪1‬‬ ‫ٌُ ‪٠‬مف ػٍ‪.. ٝ‬‬ ‫‪1‬‬ ‫‪ 1‬فال ‪٠‬ىف‪ٟ‬‬ ‫زغٓ‬ ‫‪1‬‬
‫‪BAKARA 2/165‬‬ ‫ال‬ ‫ِف ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪٠َ ٌُٚ 2‬م ْ‬ ‫زغٓ‬ ‫‪2‬‬ ‫حٌ‪ٛ‬لف‬ ‫حٌ‪ٛ‬طً‬ ‫‪2‬‬
‫‪36‬‬
‫ْ‬ ‫(اخظالف‬ ‫‪..‬‬ ‫‪ٚ‬ال‬ ‫أ‪ٌٝٚ‬‬
‫حٌؼزحد‬
‫َ‬ ‫ار ‪٠‬ش‪ْ ْٚ‬‬ ‫حٌمشحءحص)‬ ‫‪٠‬سغٓ‬
‫زغٕخ‬ ‫‪3‬‬ ‫‪٠ 2‬سغٓ‬ ‫ال ‪ٛ٠‬لف‬ ‫‪3‬‬
‫حٌ‪ٛ‬لف‬
‫‪٠ٚ‬ىف‪ٟ‬‬
‫‪BAKARA 2/165‬‬
‫‪37‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫أْ حٌمُ‪ َّٛ‬سَ هلل خّ‪١‬ؼًخ‬
‫َّ‬

‫‪BAKARA 2/174‬‬
‫‪38‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ث َ ًَّٕخ لٍ‪١‬الً‬

‫‪BAKARA 2/177‬‬ ‫(ال ‪٠‬مف دحخً ف‪ٟ‬‬


‫‪39‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫حٌظٍش)‬
‫‪---------‬‬ ‫‪ٚ‬ال ‪ٛ٠‬لف ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪ٚ‬حرٓ حٌغز‪ً١‬‬

‫‪BAKARA 2/183‬‬ ‫‪ -1‬خخ ثض‬


‫‪40‬‬ ‫ال‬ ‫لز‪١‬ر‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪١ٌ-‬ظ رسغٓ‬
‫ٌؼٍىُ طظم‪ْٛ‬‬ ‫‪2‬‬
‫ال‬
‫(اال‬
‫‪BAKARA 2/186‬‬ ‫ػش‪ٚ‬سس‬
‫‪41‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪٠‬مف ػٍ‪.. ٝ‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫زغٓ‬
‫ارح دػخْ‬ ‫‪ٛ٘ٚ‬‬
‫حٔمِطخع‬
‫حٌٕفظ)‬
‫‪BAKARA 2/187‬‬
‫‪42‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫‪ٚ‬أٔظُ ػخوف‪ْٛ‬‬

‫‪BAKARA 2/203‬‬ ‫ال‬


‫‪43‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫فال اثُ ػٍ‪ٗ١‬‬

‫‪BAKARA 2/204‬‬ ‫ل‪١ٌ ً١‬ظ‬


‫‪44‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ر‪ٛ‬لف‬
‫ِخ ف‪ ٟ‬لٍ ِز ِٗ‬

‫‪BAKARA 2/218‬‬
‫‪45‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ف‪ ٟ‬عز‪ ًِ ١‬هللاِ‬

‫‪BAKARA 2/219‬‬ ‫ال ‪ٛ٠‬لف ػٍ‪ٝ‬‬


‫‪46‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫طظمىش‪ْٚ‬‬
‫ٌَؼٍ ُى ُْ طَظ َفىش‪َْٚ‬‬

‫‪BAKARA 2/222‬‬ ‫ال‬


‫‪47‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫لُ ًْ ٘‪ً ٛ‬‬
‫أر‪ٜ‬‬

‫‪BAKARA 2/222‬‬
‫‪48‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫خخثض‬
‫ف‪ ٟ‬حٌّس‪١‬غ‬

‫حأل‪ٚ‬ي وخف‬
‫‪49‬‬ ‫‪BAKARA 2/229‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫د‪ ْٚ‬حٌثخٔ‪.. ٟ‬‬

‫‪130‬‬
‫زذ‪ٚ‬د هللا‬
‫(حٌثخٔ‪)ٟ‬‬

‫‪BAKARA 2/249‬‬
‫‪50‬‬ ‫فٍّخ فظً ؽخٌ‪ٛ‬ص‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫رخٌ ُدُٕ‪ِ ٛ‬د‬

‫‪BAKARA 2/249‬‬
‫‪51‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪ٚ‬حٌز‪ ٓ٠‬إُِٔ‪ٛ‬ح ِؼٗ‬

‫‪BAKARA 2/249‬‬
‫‪52‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ِالل‪ٛ‬ح هللا‬

‫‪BAKARA 2/251‬‬ ‫‪ -1‬لخي ػزخط رٓ‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬


‫‪53‬‬ ‫ال‬ ‫زغٓ غ‪١‬ش طخَ‬ ‫حٌفؼً ‪ٚ‬لف‬ ‫وخف‬ ‫‪ٚ -2‬رؼؼ‪ُٙ‬‬
‫ربرْ هللا‬
‫ِ‬ ‫َف َ‪ٙ‬ضَ ُِ‪ُ٘ٛ‬‬ ‫‪ -2‬خ‪ٌٛ‬ف ف‪٘ ٟ‬زح‬ ‫‪ٚ‬لف‬
‫‪BAKARA 2/257‬‬
‫‪54‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫هللا ‪ ٌٟٚ‬حٌز‪ ٓ٠‬إِٔ‪ٛ‬ح‬

‫‪BAKARA 2/257‬‬
‫‪55‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫زغٓ ػٕذ ٔخفغ‬
‫أ‪١ٌٚ‬خإُ٘ حٌطخغ‪ٛ‬صُ‬

‫‪BAKARA 2/258‬‬
‫‪56‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫زغٓ‬
‫‪ُ٠‬سْ ‪١ُّ٠ٚ ٟ١‬ضُ‬

‫‪BAKARA 2/259‬‬
‫‪57‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫فٍّخ طز‪ٌٗ ٓ١‬‬

‫‪BAKARA 2/262‬‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬


‫لخي ٔخفِغ طُ ‪ٚ‬ظخ٘ش ٘زح‬
‫‪58‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫حٌم‪ٛ‬ي غٍؾ‬
‫‪-----------‬‬ ‫‪١ٌ -‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ًِّٕخ ‪ٚ‬ال ً‬
‫أر‪ٜ‬‬ ‫‪2‬‬
‫‪BAKARA 2/264‬‬ ‫لخي ٔخفِغ طُ ‪ٚ‬خ‪ٌٛ‬ف ف‪ٟ‬‬ ‫‪١ٌ -1‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪59‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫٘زح‬
‫‪-----------‬‬ ‫‪ -2‬زغٓ‬
‫رخٌ َّ ِّٓ ‪ٚ‬حألر‪ٜ‬‬

‫‪BAKARA 2/266‬‬
‫‪60‬‬ ‫طدش‪ ِٓ ٞ‬طسظ‪ٙ‬خ‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪ٚ‬ال ‪ٚ‬لف‬
‫حٌألٔ‪ٙ‬خس‬

‫‪BAKARA 2/266‬‬
‫‪61‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ِٓ وً حٌث َ َّشحص‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫غ‪١‬ش طخَ‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬ ‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪62‬‬ ‫‪3/2‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬
‫زغٓ‬ ‫‪ -2‬وخف‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ال اٌٗ اال ٘‪ ٛ‬هللا‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ٚ‬حْ شجض وخْ حٌمطغ‬
‫‪63‬‬ ‫‪3/7‬‬ ‫ال‬ ‫زغٓ‬ ‫إِٔخ رٗ‬
‫وخف‬ ‫زغٓ‬
‫‪٠‬م‪ ٌْٛٛ‬إِّٔخ رِ ِٗ‬

‫‪١ٌ -1‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪ -1‬وخف‬ ‫‪٠‬ز‪ ٓ١‬حٌ‪ٛ‬لف‬


‫‪64‬‬ ‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫ال‬ ‫غ‪١‬ش طخَ‬
‫‪ -2‬خخص حٌ‪ٛ‬ل‪ٛ‬ف‬ ‫‪٠ ٌُ -2‬ىف‬ ‫‪ٚ‬حٌ‪ٛ‬طً ػٍ‪ٝ‬‬

‫‪131‬‬
‫‪3/10‬‬ ‫اخظالف ِزح٘ذ حٌ‪ٛ‬ل‪ٛ‬ف‬
‫حٌّؼشر‪ٓ١‬‬
‫‪ٚ‬ل‪ٛ‬د حٌٕخس‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪65‬‬ ‫‪3/11‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫د ح َ ِي فشػ‪ْٛ‬‬
‫وذأ ِ‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪66‬‬ ‫‪3/18‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫وخف ٌ‪١‬ظ‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫ال اٌٗ اال ٘‪ٛ‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/21‬‬
‫‪67‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫فال‪ٛ٠‬لف ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪٠‬ؤِش‪ ْٚ‬رخٌمغؾ ِٓ‬ ‫حٌٕخط‬
‫حٌٕخط‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/33‬‬ ‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪68‬‬ ‫ال‬ ‫طخَ غ‪١‬ش‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪ ٚ‬حَي ػّشحْ ػٍ‪ٝ‬‬ ‫‪ -3‬وخف‪١‬خ‬
‫حٌؼخٌّ‪ٓ١‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪69‬‬ ‫‪3/37‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫صوش‪٠‬خ حٌّسشحد‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ -1‬زغٓ‬
‫‪70‬‬ ‫‪3/39‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪ٚ‬لف طخٌر ألً٘ و‪ٛ‬فش‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪ُ٠‬ظٍَّ‪ ٟ‬ف‪ ٟ‬حٌّسشحد‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/49‬‬
‫‪71‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫رّخ طؤ ُوٍ‪ِٚ ْٛ‬خ‬
‫طذَّخِ ش‪ْٚ‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬حٌ‪ٛ‬لف ػخ‪ٜ‬‬ ‫‪ٚ -1‬لف ػٍ‪ٝ‬‬ ‫‪ٛ٠ -1‬لف ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪٠ ٌُ -1‬مف ػٍ‪..ٝ‬‬
‫‪3/73‬‬ ‫ال‬ ‫‪ٚ-2‬لف ػٍ‪..ٝ‬‬ ‫( لً اْ ‪)....‬‬ ‫‪٠ ٌُ -2‬مف‬ ‫‪...‬‬
‫‪72‬‬
‫‪٠ ٌُ -2‬مف‬ ‫ػٍ‪ٝ‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫لخي اْ حٌ‪ُٙ‬ذ‪ُ٘ ٜ‬ذ‪ ٜ‬هللا‬ ‫‪ -3‬طخَ‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬وخف‬
‫‪١ٌ -‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫‪73‬‬ ‫‪3/79‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪2‬‬
‫‪ِ ٚ‬رّخ وٕظُ طذسع‪ْٛ‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/87‬‬ ‫خخثض‬
‫‪74‬‬ ‫ال‬ ‫‪ٚ‬لف غ‪١‬ش طخَ‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪------------‬‬
‫‪ٚ‬حٌٍّجىش ‪ٚ‬حٌٕخط‬
‫أخّؼ‪ٓ١‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪75‬‬ ‫‪3/88‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ طخَ‬ ‫‪------------‬‬
‫‪ -2‬ال ‪٠‬د‪ٛ‬ص‬
‫‪ٚ‬الُ٘ ‪َ ُٕ٠‬ظش‪ْٚ‬‬

‫‪132‬‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪76‬‬ ‫‪3/105‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ‬
‫ٌ‪ ُٙ‬ػزحد ػظ‪ُ١‬‬ ‫رسغٓ‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬طخَ‬


‫‪77‬‬ ‫‪3/121‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ رمطغ وخف‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ‬
‫‪ٚ‬هللا عّ‪١‬غ ػٍ‪ُ١‬‬ ‫ر‪ٛ‬لف‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬


‫‪78‬‬ ‫‪3/122‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫زغٓ لطغ‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ‬
‫أْ طفشال‬ ‫ر‪ٛ‬لف‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪79‬‬ ‫‪3/125‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫طخَ ػٕذ ٔخفغ‬ ‫وخف‬ ‫فال ‪ٚ‬لف‬
‫رٍ‪ٝ‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪80‬‬ ‫‪3/126‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫لطغ زغٓ‬ ‫‪---------‬‬
‫‪ -2‬فال ‪٠‬فظ ًُ‬
‫حٌؼضىض حٌسى‪ُ١‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/133‬‬ ‫‪ٚ -1‬لف وخف‬
‫‪81‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪٠ ٌُ-‬ىٓ ِخ لزٍٗ‬ ‫‪---------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫حٌغّخ‪ٚ‬حص ‪ٚ‬حألسعُ‬ ‫‪2‬وخف‪ً١‬خ‬
‫ػش ُ‬
‫ػ‪ٙ‬خ ‪ٚ‬خٕش‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬طخَ ػٕذ ٔخفغ‬


‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪3/133‬‬ ‫‪-2‬ال ‪٠‬ظُ حٌ‪ٛ‬لف ػٍ‪ٝ‬‬
‫‪82‬‬ ‫ال‬ ‫‪------------‬‬ ‫‪---------‬‬ ‫‪ -2‬خخثض‬
‫حٌّٕؼ‪ٛ‬ص‬
‫أُػِذص ٌٍِّظم‪ٓ١‬‬ ‫‪ -3‬وخف‪ً١‬خ‬
‫‪٠-3‬د‪ٛ‬ص‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪3/137‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ‬
‫‪83‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫رّٕظ‪ٛ‬ص‬
‫عَٕٓ‬ ‫لذ َخ ْ‬
‫ٍض ِٓ لز ٍِ ُى ُْ ُ‬
‫ػٍ‪ٌّ ٗ١‬ىخْ‬
‫حٌفخء‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪84‬‬ ‫‪3/140‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫وخف لطغ‬ ‫‪-----------‬‬ ‫طٍُ‬
‫‪ٚ‬هللا ال ‪ُ٠‬سِ ذُّ حٌظخٌّ‪َٓ١‬‬
‫‪ -1‬وخف‬
‫‪٘ -2‬زح‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬زغٓ‬ ‫‪.‬‬ ‫‪ -1‬وخف‬ ‫حٌ‪ٛ‬لف ثُ‬
‫‪ -1‬ؽ‬ ‫‪ -‬ال‪٠‬ظُ‬
‫حٌ‪ٛ‬لف‬
‫‪85‬‬ ‫‪3/146‬‬ ‫‪ -1‬وخف ػٕذ أزفش‬ ‫‪٠ ٌُ -2‬ىف‬ ‫‪٠‬زظذة‬
‫‪-2‬ال‬ ‫‪2‬‬
‫‪ٚ‬وؤ‪َٔ ِٓ ٞ‬زِ ّ‪ ٟ‬لخطَ ًَ‬ ‫‪ -2‬طخَ ػٕذ ٔخفغ‬ ‫حٌ‪ٛ‬لف‬ ‫‪١ٌ -3‬ظ‬
‫ر‪ٛ‬لف ٌّٓ‬
‫لشأ‪..‬‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬وخف ػٕذ ‪٠‬ؼم‪ٛ‬د‬
‫‪3/154‬‬ ‫‪ٚ -2‬ح‪ ٚ‬حٌؼطف أ‪ٚ‬‬
‫‪86‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫وخف‬
‫ً‬ ‫‪ٚ‬ح‪ ٚ‬حإلرظذحء ػٕذ حر‪ٛ‬‬
‫ؽخثفش ِٕىُ‬ ‫َ‪ْ ٠‬غش‪ٝ‬‬
‫خؼفش‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪87‬‬
‫‪3/155‬‬
‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬

‫‪133‬‬
‫‪ َٛ٠‬حٌظم‪ ٝ‬حٌدّؼخْ‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪88‬‬ ‫‪3/165‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ْ‬
‫لذ أط ْزظ ُ ُْ ِِ ثٍَ‪ْٙ١‬خ‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫فال ‪ٛ٠‬لف‬
‫‪89‬‬ ‫‪3/166‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫ػٍ‪..ٝ‬‬
‫‪ْ ١ٌِٚ‬ؼٍَ َُ حٌّئِٕ‪ٓ١‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪ -1‬خخثض‬
‫‪90‬‬ ‫‪3/169‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫طخَ ػٕذ أزّذ رٓ خؼفش‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ رد‪١‬ذ‬
‫ػٕذ سر‪ُ٠ ُٙ‬شصَ ل‪َْٛ‬‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/170‬‬
‫‪91‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫خخثض‬
‫ِرّخ آطخُ٘ هللاُ ِِ ٓ‬
‫فَؼ ٍِ ِٗ‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫‪3/170‬‬
‫‪92‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫ٌَ ُْ ‪َ ٍْ َ٠‬سمُ‪ٛ‬ح ر‪ْٓ ِِ ُٙ‬‬
‫َخ ٍْف ِِ‪ُْ ٙ‬‬
‫‪ -1‬وخف‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫‪ -1‬ال‬
‫رخٌىغشس‬
‫‪3/171‬‬ ‫ٌٍىغخء‪ٞ‬‬ ‫ٌ‪١‬ظ ِرمطغ وخف اال‬ ‫‪ -1‬طخَ‬
‫‪93‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪٠ ٌُ -2‬ىف‪ٟ‬‬
‫ِرِٕؼّْش َِٓ هللاِ ‪ٚ‬فؼً‬ ‫‪ٚ -2‬لف‬ ‫حٌىغخء‪ٞ‬‬ ‫‪١ٌ -2‬ظ ر‪ٛ‬لف‬
‫حٌ‪ٛ‬لف‬
‫رخٌفظسش‬
‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬
‫طخَ ػٕذ ٔخفغ‬
‫‪94‬‬ ‫‪3/174‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫طخَ‬ ‫ػٕذ ٔخفغ‬ ‫‪-----------‬‬
‫‪ ٚ‬أر‪ ٟ‬زخطُ‬
‫ٌَ ُْ ‪َ َّ٠‬‬
‫غ ْ‬
‫غ‪ ُُٙ‬عُ‪ٛ‬ء‬

‫‪ÂL-Ġ ĠMRÂN‬‬ ‫ػٕذ ‪ -1‬زغٓ‬


‫‪3/199‬‬ ‫حألوثش‬
‫‪95‬‬ ‫ال‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬ ‫‪-----------‬‬
‫‪ِٚ‬خ أ ُ ْٔ ِض َي اٌ‪ُٙ١‬‬ ‫‪ -2‬صػُ‬
‫خخشِؼ‪ِّٰ ٓ١‬للِ‬ ‫رؼؼ‪ ُٙ‬خطؤ‬

‫‪134‬‬
SONUÇ

Kökleri nüzul dönemine ve bizzat Hz. Peygamber‟in uygulamalarına dayanan


vakf-ibtidâ bilgisi çerçevesinde, zamanla geniĢ bir ilmi birikim oluĢmuĢtur. Bu ilmi
birikim, rivayeti esas alan bir boyutu bulunsa da daha ziyade dirayet ve içtihat
merkezinde bir geliĢim sergilemiĢtir. Zira âlimler Kur‟an ibareleri arasında bulunan
lafız-mana iliĢkisini dikkate almıĢlar ve buna bağlı olarak da vakfa konu olacak yerleri
ve bu yerlerin vakf açısından taĢıdığı hükmü tayin yoluna gitmiĢlerdir. Meselenin
içtihadi yönünün baskın oluĢu gerek vakf yerlerinin tayini gerekse bu yerlerdeki vakfın
hükmü konularında farklı değerlendirmelerin yapılmasına yol açmıĢtır. Buna bir de
lügavi, kelami, fıkhî mülahazalar eklendiğinde vakf konusu, âlimlerin fikrî duruĢuna
göre Ģekillenen bir boyut kazanmıĢ ve ihtilaf alanı da alabildiğine geniĢlemiĢtir. Böyle
bir zeminde konuyu müstakil eserler çerçevesinde inceleyen Ġbnü‟l-Enbârî, Ebû Ca‟fer
en-Nehhâs ve Dânî gibi alimler kendi lügavi kabulleri çerçevesinde lafız-mana iliĢkisini
dikkate alarak vakf türlerini belirlemeye çalıĢmıĢlar ve her bir ayeti bu açıdan tahlile
tabi tutmuĢlardır. Bu âlimlerin eserleri teorik yönü ağır basan bir niteliği haiz
olduğundan, ancak onlardaki bilgi birikiminin künhüne vakıf olabilen kiĢiler için bir
anlam ifade eden entelektüel bir birikim olarak kalmıĢ, uygulamaya olan katkısı sınırlı
olmuĢtur.

Meselenin pratik boyutunda ortaya çıkan bu boĢluğu gören Secâvendî, bir taraftan
önceki âlimler gibi lafız-mana iliĢkisini dikkate almak suretiyle vakf türlerini ve
bunların ifade ettiği hükmü ortaya koymaya çalıĢmıĢ, diğer taraftan da vakf türlerini
belli rumuzlar ile göstermek suretiyle konunun pratik boyutunu takviyeye
çabalalamıĢtır. Bu özelliği sebebiyledir ki sonraki süreç mushaf kitabetinde
Secâvendî‟nin rumuz sistemi baskın bir kullanım elde etmiĢtir. BaĢta ülkemiz olmak
üzere bugün bile Ġslam dünyasının büyük bölümünde basımı gerçekleĢen mushaflarda
Secâvendî‟nin bu rumuz sisteminin kısmen veya tamamen kullanılıyor olması bunun
delilidir. Bu durum Secâvendî‟nin sisteminde yer alan vakf türlerini ve Secâvendî‟nin
bu vakf türleri ile tam olarak neyi amaçladığını ortaya koymayı zorunlu kılmaktadır.
Böyle bir zorunluluğun evvelemirde geçmiĢten günümüze kimi yönleri itibariyle
tartıĢma konusu olan vakf-ı lâ‟lar için geçerli olduğu bir gerçektir. Zirâ Secâvendî‟nin

135
“mâ lâ yecûzü‟l-vakf” olarak tanımladığı ve ‫ ال‬rumuzu ile iĢarette bulunduğu bu vakf
türü, geçmiĢten günümüze ciddî eleĢtirel değerlendirmelere konu olmuĢtur.

Secâvendî “mâ lâ yecûzü‟l-vakf” kapsamında değerlendirilebilecek çok sayıda


cümle yapısı bulunmakla birlikte özellikle “Ģart-ceza”, “bedel-mübdel minh”,
“mübteda-haber”, “sıfat-mevsuf”, “ma‟tûf-mâ‟tûf aley”, “âmil-ma‟mûl, “câr-mecrûr” ve
“müstesnâ-müstesnâ minh” arasını ayıracak türdeki vakf uygulamalarının bu kabilden
olduğunu belirtmiĢtir. Bu yerler, Secâvendî‟nin, sonrası ile lafız yönünden kuvvetli
alakası bulunan ve bu sebepten mananın tamam olmadığı yerleri bu kapsamda
değerlendirdiğini göstermektedir. Secâvendî‟nin zikrettiği bu hususlar ile Ġbnü‟l-Enbârî
gibi diğer vakf-ibtidâ âlimlerinin “vakf-ı kabîh” olarak değerlendirdikleri yerler
arasında bir kıyaslamaya gidildiğinde bazı noktalarda bir örtüĢme bulunsa da tam bir
ayniyet tesis etmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Nitekim Secâvendî‟nin ‫ ال‬takdir
ettiği kimi yerleri Ġbnu‟l-Enbârî‟nin vakf-ı hasen addetmesi, keza Secâvendî‟nin vakf-ı
lâ hükmünü verdiği bazı yerler hakkında Ġbnu‟l-Enbârî‟nin herhangi bir
değerlendirmede bulunmamıĢ olması bir ayniyet tesisini engellemektedir. Daha da
önemlisi Ġbnu‟l-Enbârî gibi alimlerin vakf-ı kabih addettiği yerlerin çoğunda anlamlı bir
cümle oluĢmamakta iken Secâvendî‟nin vakf-ı lâ kapsamında değerlendirdiği yerlerin,
sonrasıyla mana veya lafız irtibatı devam etse de kendi içinde anlamlı bir cümle
oluĢturmaktadır. Bütün bunlar Ģöyle bir sonuca iĢaret etmektedir: 1 Secâvendî‟nin
vakf-ı lâ‟ları, vakf-ı kabih olarak isimlendirilen ve mutlak surette vakfedilmemesi
gereken durumları ifade eden vakf türüne tekâbul etmemektedir, dolayısıyla vakf-ı lâ ile
vakf-ı memnu arasında bir paralellik ve ayniyet tesis etmek sahih değildir. 2
Secâvendî‟nin sistematiği hem taksimat hem de öncülük ettiği rumuzlandırma iĢlemi
bakımından önceki ulemanın sisteminden ayrılmaktadır. 3 Fatiha, Bakara ve Âl-i
Ġmrân sureleri çerçevesinde Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihinde bulunduğu yerlerin
hiçbirinin vakf-ı kabih anlamını içermiyor oluĢu Secâvendî‟nin vakf-ı lâ ile genelde
“lafız-mana iliĢkisinin kuvvetli olduğu, vakfedilmesi halinde devamından ibtidânın
uygun olmadığını yerleri” kastetmiĢ olduğunu göstermektedir. 4 Secâvendî‟nin vakf
sistemi lafzî irtibatı oldukça önemseyen bir sistem olup vakf-ı lâ da esas itibariyle bu
irtibatı vurgulama amacı taĢımaktadır. Haddizatında tek baĢına ayet sonlarında bulunan
vakf-ı lâ‟lar, Secâvendî‟nin sisteminin bu yönünü göstermek için yeterli bir delildir. ġu

136
halde Secâvendî‟nin sistemi, ayet sonunu esas alan bir sistem değil, makta’ yani mana
bütünlüğü sağlanmıĢ söz öbeği bütünlüğünü esas alan bir sistemdir.

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ olarak değerlendirdiği yerlerin kendi içinde anlamlı bir


cümle oluĢturuyor oluĢu, vakf-ı lâ ile ilgili hâkim algının yanlıĢ yönler içerdiği Ģeklinde
bir tespite gitmeyi mümkün kılmaktadır. Zira Secâvendî‟nin vakf-ı lâ ile neyi kastettiği
hususunda sahih bir bilgiye sahip olmayan kimseler nezdinde bu iĢaret “asla vakf
yapmamak” anlamına gelir, dolayısıyla da bu gibi yerlerde hiçbir biçimde vakf yapmak
mümkün değildir. Nitekim ülkemizdeki Kur‟an tedrisatında bu görüĢe göre amel
edilmektedir, dolayısıyla da vakf-ı lâ‟lar, “vakf-ı memnû” tabirinin ifade ettiği zahiri
anlam dikkate alınarak “yasak vakf” olarak değerlendirilmektedir. Oysa Secâvendî‟ye
göre vakf-ı lâ, herhangi bir sebeple vakf yapma ihtiyacı olduğunda anlamlı bir söz
öbeğinin oluĢması hasebiyle durulabilecek, ancak bununla beraber kimi yerde mana
bakımından kimi yerde de i‟rab bakımından devamından ibtidâ uygun olmayacak
yerleri ifade eden bir iĢarettir. Buna göre Secâvendî‟nin “üzerinde vakfedilmesi caiz
olmayan Ģey” ifadesi de esas itibariyle “devamından ibtidada bulunulması caiz olmayan
Ģey” anlamına gelmektedir. Bu gerçeğin farkında olmamak, Ġbnü‟l-Cezerî‟nin de ifade
ettiği gibi büyük tilavet hatalarına sebep olmaktadır. ġöyle ki, tilavette bulunan kiĢi bir
zorunluluktan dolayı vakf yapmak durumunda kaldığında, kesinlikle vakf yapılamaz
anlamına geldiğini düĢündüğü için vakf-ı lâ olan kelimede vakf yapmamakta, bir
sonraki kelime üzerinde durmaktadır ki bu da çoğu durumda oldukça büyük hatalara yol
açmaktadır. Fatiha suresinin son ayetini okuyan bir kimsenin ُٙ١ٍ‫ ػ‬kelimesinde vakf-ı lâ
var diye onun üzerinde değil de devamındaki ‫ش‬١‫ غ‬kelimesi üzerinde vakf yapması bu tür
hatalara tipik bir örnektir.

Secâvendî‟nin vakf-ı lâ uygulamaları baĢta Ġbnü‟l-Cezerî olmak üzere bazı alimler


tarafından eleĢtirilmiĢtir. Bu yöndeki eleĢtirilerin daha ziyade Ģu iki noktada
yoğunlaĢtığı görülmektedir: 1 Secâvendî vakf-ı lâ meselesini abartmıĢtır ve bu vakf
türüne sisteminde çok yer vermiĢtir. 2 Secâvendî‟nin vakf-ı lâ kapsamında
değerlendirdiği yerlerin çoğu vakf-ı câiz kabilindendir, hatta bunlar içerisinde vakf-ı
kâfi kategorisinde olanlar dahi bulunmaktadır. Bu yönde eleĢtirilerin tefsirinde
Secâvendî‟nin vakf tercihlerini esas alan Nizamuddin en-Nîsâbûrî‟den de gelmiĢ olması
dikkat çekicidir. Böyle olduğu için olsa gerek ki Secâvendî‟nin rumuz sistemini esas

137
alan mushaflarda vakf-ı lâ konusunda ciddi tasarruflara gidilmiĢtir. nlaĢılan o ki bazı
hatalı uygulamalara yol vereceği düĢüncesinden hareketle Secâvendî‟nin vakf-ı lâ
tercihlerinin ayniyle tatbik edilmesi yoluna gidilmemiĢtir. Kanaatimizce sağlıklı olan
yaklaĢım da budur. Çünkü Kur‟an tilavetinde bir yerde durmamayı ifade etmek ile aynı
yere herhangi bir iĢaret koymamanın temelde aynı uygulama sonucunu doğuracağı
hesaba katıldığında, Mushaf kitabetinde sadeliği ve uygulama kolaylığını yakalama
adına Secâvendî‟nin vakf-ı lâ‟larının tamamının Mushafa taĢınmasının elzem olmadığı
söylenebilir veya en azından Ġbnu‟l-Cezerî‟nin de iĢaret ettiği gibi, vakf-ı lâ sayısında
bir azaltmaya gidilebilir. ncak Secâvendî‟nin bu iĢareti koyarken taĢıdığı endiĢelerin
haklılık payı dikkate alındığında en sağlıklı yol Ģu gibi gözükmektedir: Vakf-ı lâ, vakf-ı
lazım‟ın zıddı gibi değerlendirilmeli ve vakfedildiğinde anlamın oluĢmayacağı veya
kerih bir mananın ortaya çıkacağı yerlerdeki vakf-ı lâ‟lar ibkâ edilmeli, diğerleri terk
edilmelidir. Böylece hem Secâvendî‟nin vakf-ı lâ tercihlerinin ruhu korunabilecektir,
hem de bu tercihlerin künhüne vâkıf olamamaktan kaynaklanan hataların önüne
geçilebilecektir.

138
KAYNAKÇA

bdulaziz b. bdilfettâh Kâri‟, et-Takrîri‟l-Ġlmî an Mushafi‟l-Medîneti‟n-


Nebeviyye, Medine:1406/1985.

bidin, EĢ-ġeyh b. Hanefiyye, Menheciyyetu Ġbn Ebî Cum‟a el-Hebtî fî Evkâfi‟l-


Kur‟âni‟l-Kerîm, Cezayir, 1427/2006.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, nĢr. ġuayb rnavut, Beyrut, Müessese Risale, 2001/1421.

hmed Ġsâ el-Ma‟sarâvî/Muhammed ed-Düsûkî Emîn Kehîle, el-Vakf ve‟l-ibtidâ ve


eseruhumâ fî ihtilafi‟l-Müfessirîn, Kahire: Daru‟s-Selâm, 2015.

liyyü„l-Karî, Sultan Muhammed, el-Minehu‟l-Fikriyye Ģerhu Mukaddimeti‟l-


Cezerîyye, nĢr. bdulkavîy bdulmecîd, Medine: Mektebetu‟d-Dâr, 1998.

ltıkulaç, Tayyar, el-Mushafu‟Ģ-ġerîf Hz. Osman‟a Nisbet edilen Mushaf-ı ġerîf


Türk ve Ġslam Eserleri Nüshası , Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Ġsam Yay.,
1428/2007.

________, “Secâvendî”, DĠA, c. XXXVI, 268-269, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı


Yay., 2009.

rabâvî, Ferğalî Seyyid, Merviyyatu‟l-Hâfız Ġbni‟l-Cezerî fi‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ min


Kitâbi‟t-Temhîd ve‟n-NeĢr, DımeĢk: 2009.

Buhârî, Ebu bdullah Muhammed b. Ġsmâîl, Sahîhu‟l-Buhârî, nĢr. Muhammed Zuheyr


b. Nâsır en-Nâsır, Beyrut: Dâru Tavkı‟n-Necâ, 1422.

Cevherî, Ebû Nasr Ġsmail b. Hammâd, es-Sıhâh Tâcu'l-Luğa ve Sıhâhu‟l-Arabîyye, I-


VI, Ed: Seyyid Hasan ġerbetli, Kahire: Dâru„l-Kutubi„l- rabî, [t.y.].

CoĢkun, Muhammed, Mushaf Basımına Yansıyan Uygulama Farklılıkları


Çerçevesinde Secâvendî‟nin Vakıf Sisteminin Değerlendirilmesi,
(yayınlanmamıĢ tebliğ , DĠB. Uluslararası Kıraat Sempozyumu, Ġstanbul: 2017

139
Çetin, bdurrahman, Kur‟an Okuma Esasları, Bursa: Emin Yay., 2008.

Dânî, Ebû mr Osman b. Saîd, el-Müktefâ fî‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. Yûsuf


Abdurrahman el-Mar‟aĢlî, Beyrut 1404/1984.

________, el-Muhkem fî Ġlm-i Nakdi‟l-Mesâhif, nĢr. Ğânim Kaddûrî el-Hamed,


Beyrut: Dâru‟l-Ğavsânî, 1438/2017.

________, el-Mukni‟ fî Resm-i Mesâhifi‟l-Emsâr, nĢr. Hâtim Sâlih ed-Dâmin, Beyrut:


Dâru‟l-BeĢâiri‟l-Ġslâmiyye, 1432/2011.

Demirci, Muhsin, Kur‟an Tarihi, Ġstanbul: ĠF V Yay., 1997.

el-Mushafu‟Ģ-ġerîf (el-mushafu‟l-Mısrî , Kahire: Dâru‟l-Kütubu‟l-Mısriyye,


1371/1952.

Ensârî, Ebu Yahya Zekerriya, el-Muksıd li telhîsi mâ fi‟l-MürĢid, Mısır: 1973.

Ferrâ, Ebû Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meâni-l Kur‟ân, Beyrut: 1980.

Hafız Osman Mushafı, Hattat Hafız Osman , Ġstanbul, 1094.

Hâkim, Ebû bdullah en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale„s-Sahîhayn, nĢr.Mustafa


bdulkadir tâ, (I-IV), Beyrut: Dar. Kütüb Ġlmiyye, 1411/1990.

Hamed, Ğânim Kaddûrî, ed-Dirâsâtü‟s-Savtiyye ınde Ulemâi‟t-Tecvîd, Ürdün: Dâru


mmâr 1428/2006.

_________, Ilmu‟l-Mesâhif, mman: Cem‟iyyetu‟l-Muhâfazati alâ‟l-Kur‟âni‟l-Kerim,


1439/2018.

Husarî, Mahmud Halil, Ahkâmu Kırâeti‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Beyrut: Dâru‟l-


Besâiru‟l-Ġslâmiyye, 2006.

Ġbn Ebî Dâvud, Ebû Bekr bdullâh b. Suleymân b. el-EĢ‟as es-Sicistânî, Kitâbu‟l-
Mesâhif, nĢr. Muhibbuddîn bdussubhân Vâiz, Beyrut: Dâru‟l-BeĢâiri‟l-
Ġslâmiyye, 2002.

140
Ġbn Manzûr , Ebu‟l-Fadl Muhammed b. Mükrim, Lisânu‟l-Arab, Beyrut: [t.y.].

Ġbn‟ül-Cezerî, en-NeĢr fi‟l-Kıraati‟l-AĢr, Beyrut: Daru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, [t.y.].

___________, Ğâyetu‟n-Nihâye fî Tabakâti‟l-Kurrâ, nĢr. G. Bergstraesser, Beyrut:


Daru‟l-Kutubu‟l-Ġlmiyye, 1982.

Ġbnu„l-Enbârî, Ebu Bekr Muhammed b. El-Kasım, Kitâbu Îzâhu‟l-vakf ve‟l-Ġbtidâ,


nĢr. Abdurrahim et-Tarhûnî, Kahire: Dâru‟l-Hadîs, 2007.

Ġbnu„l-Kıftî, Cemaleddin, Ġnbâhu'r-Ruvât alâ Enbahi‟n-Nuhât, Kahire: Dâru‟l-


Kütübü‟l-Mısriyye, 1955.

Ġbnu‟n-Nedîm, Ebû‟l-Ferec Muhammed Ebû Ya‟kûb Ġshâk, Kitâbü‟l-Fihrist, nĢr. Rızâ


Teceddüd, [t.y.].

Ġbnü‟t-Tahhân, Ebû‟l-Esba‟ el-Endelûsî, Nizâmü‟l-Edâ fî‟l-Vakfi ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. li


Hüseyin el-Bevvâb, Riyad: Mektebetü‟l-Meârif, [t.y.],

Ġsmail Sadık, bdurrahîm Ġsmail, el-Vakfu‟l-Lâzım fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Dâru‟l-


Besâir, Kahire, 2008.

Karaçam, Ġsmail, Kur‟an‟ın Faziletleri ve Okuma Kaideleri, Ġstanbul: ĠF V


Yayınları, 2016.

KayıĢzade Mushafı, (Hattat Nuri Hafız Osman Burdurî), [y.y.], 1305.

Kelam-ı ġerif, Kazan: IRCICA, 2005.

Kelam-ı ġerif, Tataristan, 2012.

Koyuncu, Recep, Kur‟an-ı Kerim‟in AnlaĢılmasında Vakf ve Ġbtidâ‟nın Rolü,


BasılmamıĢ doktora tezi , Konya: 2015.

Kur‟an Mecîd, Pakistan: Tac Company, [t.y.].

141
Kurtubî, Ebû bdullah Munammed b. hmed b. Ebû Bekr, el-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-
Kur‟ân, nĢr. bdülmuhsin et-Türkî, Beyrut: Müessetü‟r-Risâle, 1428/2006.

Ma‟sarâvî, hmed Ġsâ / Muhammed ed-Düsûkî Emîn Kehîle, el-Vakf ve‟l-ibtidâ ve


eseruhumâ fî ihtilafi‟l-Müfessirîn, Kahire: Daru‟s-Selâm, 2015.

Mahmud Halil Husarî, Ahkâmu Kırâeti‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Beyrut: Dâru Besâiru‟l-


Ġslâmiyye, 2006.

MaĢalı, Mehmet Emin, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat Ġlmi, Ankara: Otto
Yayınları, 2016.

________, Kur‟an‟ın Metin Yapısı, nkara: Otto Yayınları, 2015.

________, “Mushaf”, DĠA, c. XXXI (242-248 , Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,
2006.

Mervezî, Muhammed b. Nasr Ebû bdullah, Muhtasaru Kıyâmi‟l-Leyl, nĢr. Faysal


Abbad, Pakistan: Hadis Akademi, 1988.

Muhafu‟Ģ-ġerif (Muallilati Mushafı), (Hattat ġeyh Rıdvan b. Muhammed el-


Muhallilâtî), Mısır: 1308.

Mushafu‟l-Cemâhiriyye, Trablus: 1989.

Mushafu‟l-Medinetü‟n-Nebeviyye, Medine: Mucemmeu‟l-Melik Fehd li Tabâati‟l-


Mushafi‟Ģ-ġerîf, 1429.

Mustafa el-Hatemi Mushafı, (Hattat Mustafa el-Hâtemî , [y.y.], 1032.

Müslim, Ebû„l-Hasen Neysâbûrî, Müsnedü Sahîhi Muhtasar, nĢr. Muhammed Fuad


bdulbâkî, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t- Turâsi‟l- rabî, 1956.

Nehhâs, Ebû Ca‟fer Muhammed b. Ġsmail, el-Kat‟ ve‟l-Ġ‟tinâf, nĢr. hmed Hattâb el-
Ömer, Bağdad: Vizâaretu‟l-Evkâf, 1398/1978.

Nesâî, Ebû bdurrahman hmed b. li b. ġuayb, Sünen, Beyrut: Dâru Ġhyai‟t-


Turâsi‟l-Arabî, [t.y.].

142
Nîsâbûrî, Nizâmuddin el-Hasen b. Muhammed b. El-Huseyn el-Kummî, Ğarâibu‟l-
Kur‟ân ve Rağâibu‟l-Furkân, XXVIII-XXX, nĢr. Ġbrahim tve Ġvaz, Kahire:
1973.

Nuveyrî, Ebu‟l-Kâsım Muhammed b. Muhammed, ġerhu Tayyibetu‟n-NeĢr fi‟l-


Kırâati‟l-AĢr, Beyrut: Dâru‟l-Kutubu‟l-Ġlmiyye, 2003.

Özel, hmet, “ li el-Kâri‟”, DĠA, c.II, (403-405 , Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., 2009.

Pakdil, Ramazan, Ta‟lim Tecvid ve Kıraat, Ġstanbul: ĠF V, 2013.

Saçaklızade, Muhammed b. Ebû Bekr el-Mar'aĢî, Cühdü‟l-Mukıll, nĢr. Ğanim Kaddurî


el-Hamed, Amman: Daru Amman, 2001.

Safâkusî, Ebu‟l-Hasen Ali b. Muhammed en-Nûrî, Tenbîhu‟l-Gâfilîn ve ĠrĢâdu‟l-


Câhilîn, tashih Muhammed eĢ-ġazeli Neyfer, y.y., Matbaatü‟r-Resmiyye,
1974.

Safedî, Ebu‟s-Sâfâ Salâhuddin Halil b. Ġzziddîn, Kitâbü‟l-Vâfî bi‟l-Vefeyât, Berlin:


Das Arabsche Buch, 1981.

Secâvendî, Ebû bdullah Muhammed b. Tayfûr, Ġlelu‟l-vukûf, Riyad: Mektebetu‟r-


RüĢd, 1994.

___________, Kitâbu‟l-Vakf ve‟l-Ġbtidâ, nĢr. Muhsin HâĢim DervîĢ, mman: Dâru‟l-


Menâhic, 2001.

Semîn Halebî, hmed b. Yusuf, ed-Dürru‟l-Mesûn fî Ulûmi Kitâbi-l Meknûn, nĢr.


Ahmed Muhammed el-Harrad, DımaĢk: 1406/1986.

Suyûtî, Ebu‟l-fadl Celaleddin Abdurrahman Ebu Bekr, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟an,


Beyrut: Daru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1987.

Taberî, Ebû Ca‟fer Muhammed b. Cerir, Câmiu‟l-Beyan an Te‟vîli Âyi‟l-Kur‟ân, nĢr.


Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Riyad: 1424/2003.

143
Tayyâr, Müsaid b. Süleyman b. Nâsır, Vukûfu‟l-Kur‟an ve eseruha fi‟t-tefsir,
Medine: Merkezu‟t-Tefsîr, 1431/2010.

Tehânevî Muhammed ‟lâ b. lî b. Mhammed Hâmid, KeĢĢâfu Istılâhâti‟l-Funûn, I-


VI, Beyrut: Dâru‟l-Kütübü‟l-Ġlmiyye, 1418/1998.

Temel, Nihat, Kur‟an Kıraâtinde Vakıf ve Ġbtidâ, Ġstanbul: ĠF V Yay., 2016.

Tetik, Ġbrahim, Vakf ve Ġbtidâ Ġlminin Ayetleri Anlamlandırmaki Etkisi basılmamıĢ


yüksek lisans tezi , Erzurum, 2012.

Tirmizî, Muhammed b. Ġsâ, Sünen, nĢr. hmet Muhammed ġakir-Muhammed Fuad


bdulbâkî, I-V, Mısır, 1975.

UĢmûnî, Ahmed b. Muhammed b. Abdulkerim, Menâru‟l-Hudâ fî Beyâni‟l-Vakfi


ve‟l-Ġbtidâ, Mısır: 1973.

ZerkeĢî, Ġmâm Bedrü‟d-Dîn, el-Burhân fî Ulûmi‟l-Kurân, nĢr. Muhammed Ebu‟l-Fadl


Ġbrahim, Kâhire: Dâru‟l-Kütübü‟l-Arabiyye, 1376/1957.

144

You might also like