Professional Documents
Culture Documents
Bekir Onur - Anılardaki Aşklar
Bekir Onur - Anılardaki Aşklar
YAYINA HAZIALAYAN
FÜSUN KİPER
DÜZELTİ
NiHAL BOZTEKİN
KİTAP TASARIMI
YETKİN BAŞARIR, BEK
TASAAIM DANIŞMANLleı
BEK
KAPAK RESMİ
AGNOLO BRONZINO, AŞKIN ALEGORİSİ, AYRINTI, YAK. 1545, ULUSAL GALERİ, LONDRA
1. BASIM
ŞUBAT 2005, ISTANBUL
YAYIN YÖNFTMENİ
ÇAGATAY ANA.DOL
BEKİR ÜNUR
KitapvAYINEvi
SÜHEYLA'YA...
İÇİNDEKİLER
YAZAR HAKKINDA 6
ÖNSÖZ 7
IKİ��İ!l
_ öL
_ _Qt.!:Aşi<IN VE CİNSELLİGİN TARİHİ
BATI'DA AŞKIN VE CİNSELLİGİN TARİHİ 73
YöNTEMBİLİM SORUNLARI 80
TüRKİYE'DE CİNSELLİGİN TARİHİ 88
TÜRK EDEBİYATINDA AŞK I02
6
ÖN SÖZ
aklaşık on yıldır, anı ve yaşamöyküsü kitapları okurken aşk ve cin
ANILARDAKİ AŞKLAR 7
Bugün bu durumun gitgide değiştiğini söyleyebiliriz. Önce, anı
edebiyatı ürünlerinin gün geçtikçe arttığını görüyoruz. Sonra, anılara da
yalı edebiyat incelemeleri de yavaş yavaş boy gösteriyor. Şimdi sırada anı
edebiyatından bilimsel araştırma kaynağı olarak yararlanma girişimi var.
Bu aşamaya ulaşıldığında eminim ki, edebiyatta olduğu kadar bilimde de
araştırmalarımızın çehresi değişecek, eserlerimiz yeni bir kan ve renk
kazanacak. Bu aşamaları kısaca örnekleyeyim. Anı, biyografi, otobiyogra
fi edebiyatının 8o'li yıllardan itibaren hız kazandığı, bu alanda Bir Dino
zorun Anılan'yla (1998) birlikte bir ürün patlaması yaşandığı söylenebi
lir. Bu patlamanın sosyolojik, hatta ekonomik nedenlerini araştırmacılar
ilerde mutlaka değerlendireceklerdir. İkinci aşamada yer alan anı edebi
yatı derlemeleri, bilimsel bir çalışma sayılmasa da, ilerde yapılabilecek
bilimsel çalışmalara yardımcı olabilecek kaynaklar. Bu bağlamda Yar
dım'ın (1998, 2004), Kansu'nun (2002), Altınkaynak'ın (2003) kitapları
sayılabilir. Reyna'nın hazırladığı llk Aşk'ın On Öyküsü (1997) türünden
edebiyat derlemeleri de, Harmancı'nın (1998) çocuklarla aşk soruştur
ması da konumuz açısından önemli. Bütün bunlara karşın bu alanda bi
limsel araştırma aşamasına geldiğimizi henüz söyleyemiyoruz. Başka bir
deyişle, şeker, su, un var, ama helva yapan henüz yok! Ben kendi payıma,
Mistik Aşktan Laik Aşka -Türkiye'de Aşkın Tarihi başlıklı bir çalışma ya
pabilmeyi çok isterdim.
Konu cinselliğin tarihi olunca sorun daha da zorlaşıyor. Anı ve oto
biyografi yazımının zaten az olduğu bir toplumsal ortamda cinsel yaşan
tılardan söz etmenin daha da güç olacağı önceden belli. Çocukluk -hatta
gençlik- ile cinselliğin yan yana getirilmesinin bile neredeyse olanaksız
olduğu baskıcı bir toplumda çocukluğa ilişkin cinsel anılar da tümüyle
bastırılıyor. Bu nederıle çocukluk ve ergenlik dönemlerindeki cinsel yaşan
tılarını arılatan yazarları gözü pek kahramanlar olarak görmek hiç de
abartılı olmayacaktır. Neyse ki bu kahramanlara her dönemde rastlanıyor
ve onların tanıklığıyla çağlarının cinsel tutum ve davranış özelliklerini tanı
ma olanağını buluyoruz. Bu anılan bir bilim adamı soğukkanlılığı ve nes
nelliğiyle okumak da çok önerrıli. Hiçbir kişisel yargıya ve yoruma yer ver
memek böyle bir çalışmanın ilk koşulu; çünkü amaç kişileri değil onlar
8 ÖN SÖZ
aracılığıyla çağlan belirlemek, toplumun tarihini yazmak. Ben de zaten
öyle yapmaya çalışhm, Duby'nin "yadsınamaz öznellik" dediği şeyden ola
bildiğinte kaçmaya çalışarak. ..
Bu çalışma dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde çocuk
luğun ve ergenliğin tarihi, psikoseksüel gelişim ve aşkın psikolojisi ince
leniyor, bütün bunların edebiyata nasıl yansıdığına bakılıyor. İkinci
bölümde aşkın ve cinselliğin tarihine ilişkin yöntembilim sorunları ve
Türkiye'de cinselliğin tarihini yazmayı sağlayacak kaynaklar inceleniyor.
Üçüncü bölümde çocukluktaki aşk ve cinsellik, dördüncü bölümde de
ergenlikteki arkadaşlık, aşk ve seks konulan ele alınıyor. Aslında ele alınan
bütün konuların tarihsel kökenlerini de irdelemek bu çalışmanın temel
yaklaşımı. Bu nedenle mastürbasyonun, eşcinselliğin tarihine değinildiği
gibi, karşı cinsle arkadaşlığın, flörtün, aşkın tarihine de yer veriliyor; ama
başlıca amaç bütün bu bilgilerin bizi Türkiye'de yaşanan cinselliğin tari
hine götürmesi. Bunun nasıl olanaklı olacağı sorunu önce ciddi bir yön
tembilim tamşması yapmayı gerektirmektedir. Türkiye'de çocukluğun ve
gençliğin psikoseksüel tarihini nasıl yazabiliriz? Böyle bir tarihin kaynaklan
neler olabilir? Anılar, otobiyografiler, biyografiler bu tür bir tarih yazımı
için yeterli midir? Tarihsel değişimi görmek için ne kadar geriye gidebiliriz,
gitmek istediğimiz geçmişe ilişkin yeterli kaynaklarımız var mı?
Bu ve benzeri yöntembilim sorularının ardı arkası kesilmeyecektir.
Konu bireyle toplumun kesiştiği kavşakta yer aldığı için böylesi sorulan
yanıtlamak da kolay değildir. Örneğin Volkan (2004), psikanalizin, analiz
süreci sırasında yaşananlarla tarihsel arenada olup bitenler arasında bir
bağlanh kurmaya çalışmadığını, oysa "ataların uğradığı tarihsel örselen
melerin de günümüzdeki kuşaklarda nasıl yankılandığını" dikkate almak
gerektiğini savunuyor. Ben dayanağımı bir yandan çocukluğun tarihi adı
verilen -yeni sayılabilecek- disiplinden, bir yandan da gelişim psikolo
jisinden almaya çalışıyorum; sadece bu bile işimin ne kadar zor olduğunu
göstermeye yeter. Gerçi hem doğrudan "cinselliğin tarihi" (Foucault), hem
de dolaylı olarak "psikolojik tarih" (deMause) bu konuda yol gösterici çalış
malar sayılabilir; ama gerek toplumsal gerek bireysel bağlamda yeterli bilgi
ve belgenin olmadığı, üstelik cinselliğin "dokunulmaz" sayıldığı bir
AN I LARDAKİ AŞKLAR 9
toplumda yöntembilim sorunlarını çözmek de, umahrem" bilgiyi üretmek
de araşhrrnacıya kalmaktadır. Ben kaynak sorununu anılara başvurarak
çözmeyi yeğliyorum; anılardan tarih yazılıp yazılamayacağı sorununu da
-çoktan çözülmüş sayıp- arhk tarhşmıyorum. Bununla birlikte, burada
yapılmak istenenin, siyasal tarih değil, duygunun, davranışın, zihniyetin
tarihi olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim.
Çocuğun ve ergenin psikoseksüel gelişimini tarihsel bağlamda ele
alan bu çalışmanın -yazarının formasyonu da dikkate alınırsa- psikolojiyi
tarihin önüne koyduğu, tarihe psikolojik açıdan bakhğı söylenebilir.
Koops'un (2004) dediği gibi, tarihçi ile gelişim psikoloğu arasındaki işbir
liği sadece olanaklı değil, aynı zamanda son derece verimlidir de. Bu kitap
taki gelişim bilgileri ergenlik psikolojisi uzmanı Prof. Dr. Figen Çok'un
eleştiri süzgecinden de geçti; katkılarına içtenlikle teşekkür ediyorum.
Ankara kütüphanelerinde kaynak araşhrrnama yardımcı olan Neslihan
Güney'e de teşekkür etmeliyim. On yıldır yaphğım bütün çalışmalarda
yanımda olan, bana destek veren genç meslektaşlarımın -Müge Artar ve
Tülin Şener'i de saymalıyım- tümüne minnet borçluyum. Hep birlikte
demokratik ve bilimsel bir tarhşma ortamı yarathğımıza inanıyorum. Bu
kitap böyle bir atmosferin ürünü. Zaten cinsellik gibi duyarlı bir konunun
da başka bir iklimde özgürce incelenemeyeceği açık!
BEKİR ÜNUR
ANKARA, ARALIK 2004
10 ÖN SÖZ
BİRİNCİ BöLÜM
ÇOCUKLUGUN VE ERGENLİGİN TARİHİ
BİRİNCİ BÖLÜM
Çoruk
ÇocuKLUGUN TARİHİ
nedir?" sorusu çocukla ilgili bütün sosyal bilim dallarında -çocuk
psikolojisi, çocuk sosyolojisi, çocuk antropolojisi vb- sorulur; ancak
bu sorunun tek bir yanıtı olamayacağı açıktır. Çocukluk kavramı
farklı kültürlerde, farklı tarih dönemlerinde değişik bir biçimde
oluşmuş ve zaman içinde değişim göstermiştir. Tarihsel bakış açısı, çocuk
luk kavramının görece yeni bir yaratım olduğunu kabul eder.
Çocukluğa ilişkin tarih araştırmaları Philippe Aries'in (1973) çocuk
luk kavramının modem bir yaratım olduğu görüşünü geliştirdiği çalışma
sıyla başlar. Aries bu çalışmasında, ortaçağ yazarlarının gelişim dönemle
rine ilişkin yazılarını, ortaçağ resim sanatındaki çocuk portrelerini, çocuk
ların giysilerini, oyun ve eğlencelerini, ahlakçıların masum çocuk kavramı
na ilişkin görüşlerini inceleyerek ortaçağda çocukluk kavramının olmadığı
sonucuna varıyordu. Ortaçağda çocuk minyatür bir yetişkin olarak görülü
yordu; onu yetişkinden ayıran özellik sadece beden ölçüleriydi. Böylece ço
cuklar yetişkinlerin yaşamının her şeyini, yiyeceğini, giyeceğini, eğlencesi
ni paylaşıyorlardı. Ortaçağda çocuklar çok kolay hastalandığı ve öldüğü
için, yetişkinler -özellikle babalar- çocuğa çok fazla bağlanmaya da gerek
duymuyorlardı.
Aries, tarih kuramında en önemli kavram olarak ele aldığı uçocuk
luk duygusu"nu (sentiment de l'enfance) şöyle açıklar: uçocukluk duygusu
başlangıç noktası olarak aldığımız ortaçağ toplumunda mevcut değildi;
ama bu, çocukların ihmal, terk edildiği ya da aşağılandığı anlamına gel
mez. Çocukluk duygusu çocuklara yönelik sevecenlikle karıştırılmamalıdır;
çocukluk duygusu çocukların özgül olduğu bilincine denk düşer, çocuğu
yetişkinden, hatta gençten ayıran bu özgüllüktür. İşte bu bilinç mevcut de
ğildi." (134). Aries çocukluk duygusunun modem zamanların eşiğinde or
taya çıktığını ileri sürer; bunu sağlayan da ailenin değişmesi ve eğitimin
yaygınlaşmasıdır. Aries'e göre modem çağa özgü çocukluk anlayışı 17. yüz-
AN 1 LARDAKİ AŞKLAR 13
yıldan itibaren gelişmeye başladı. Bunun örneklerini resim sanatında göre
biliyoruz: Ortaçağın "Çocuk İsa" portrelerinin yerini, sıradan çocukların
gündelik yaşamın içinde -hatta ölüm halinde- resmedilmesi aldı. Bu deği
şim, duyguların tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Anababalar çocuk
larını izlemekten haz duymaya başladılar; ahlakçı yazarlar korunma gerek
sinimi olan kırılgan çocuk görüşünü geliştirmeye koyuldular. Bu duygu ve
düşünceler Avrupa'da ı6oo'lerden önce mevcut değildi. Bu değişimde en
önemli etken, okullaşmanın gelişmesi oldu.
Aries'in yapıtı çocukluğun tarihi çalışmaları üzerinde son derece et
kili oldu. deMause (1974), Pollock (1993), Shahar (1992) , Postman (1995)
gibi yazarlar çocukluğun tarihsel gelişimi konusunda yeni araştırmalar
yaptılar ve değişik kavramlar geliştirdiler. Sözgelimi deMause çocukluğun
tarihini klasik çağdan (çocuklar öldürülüyor ya da terk ediliyordu) ortaçağa
(çocuklara kayıtsız kalınıyordu), oradan da günümüze (çocukların bakımı
ve özeni vurgulanıyor) geçilen bir süreç olarak görür. Aries'e yöneltilen en
önemli eleştiri, çocukları değil çocukluğu araştırmış olmasıdır; başka bir
deyişle, Aries'in, gerçekliği değil zihinlerdeki fikirleri araştırdığı ileri sürü
lür. Pollock, duygulara ilişkin genelleştirilmiş fikirlerin değil, tarih boyun
ca gerçek anababa-çocuk ilişkisinin araştırılması gerektiğini, böyle bir araş
tırma için günlüklerin, otobiyografilerin temel oluşturabileceğini savunur.
Aries'in ortaçağda çocukluk kavramının olmadığı, çocukluk anlayışının
modem zamanlarda ortaya çıktığı görüşü de eleştirilir. Örneğin Shahar,
gerçekte ortaçağ toplumlarında da bir çocukluk kavramının olduğunu sa
vunur. Bütün bu eleştirilere karşın, ilk kez Aries'in başlattığı çocukluk ta
rihi araştırmalarıyla, çocukluğun bir dönem olarak ortaçağda çok az bilin
diği ve değişmeden kaldığı, buna karşılık 17. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında
gitgide önem kazandığı ve hızla değiştiği ortaya çıkıyor. Bu gelişimin teme
linde, büyük aileden çekirdek aileye doğru bir değişim, çocuğun artık eko
nomik değil psikolojik değerinin olması, okullaşmanın artması, çocuk işçi
liğinin azalması gibi önemli toplumsal değişimler vardır.
Çocukluğun tarihi çalışmalarında önemli bir kavram da "çocuklu
ğun masumluğu"dur. Çocukların masum varlıklar olduğuna inanmanın
kökleri ortaçağa kadar gider; ancak ortaçağda çocuğun günahkar bir varlık
AN I LARDAKİ AŞKLAR
değer" kadın göıüşü yer alır. Cinsellikten yoksun çocuk anlayışı toplumsal
kurallarla da desteklenmiştir. Clarke (2004), bunun klasik bir örneğinin 19.
yüzyılda mastürbasyona karşı yüıütülen kampanya olduğunu söyler; daha
önce belirtildiği gibi, bu kampanyayı yalnızca din adamları değil, doktorlar
ve psikologlar da desteklemişti. Mastürbasyonun zeka geriliğine, ruh hasta
lığına, kısırlığa, aynca ahlak yoksunluğuna yol açtığı ileri sürülüyordu. Bu
nun sonucu olarak çocukları mastürbasyondan uzak tutmak için birtakım
teknikler, hatta cezalar geliştirilmişti. Victoria çağının bu baskıcı atmosfe
rinde Freud'un çocuk cinselliğine ilişkin göıüşlerinin nasıl bir dehşet yarat
tığını kestirmek zor olmasa gerek. Freud, cinselliğin erinlikten itibaren an
sızın ortaya çıkmadığını, çocuğun cinsel haz yetisine sahip olarak dünyaya
geldiğini savunuyordu; çocuk, bedeninin her yeriyle ve her türlü dokunma
ile cinsel haz duyabilirdi. Bu genelleşmiş haz yetisi üreme yeteneğine doğ
ru derece derece gelişecektir. Freud'un devrim yaratan bu kuramının Victo
ria çağının cinsellik dışı çocuk göıüşünü yıkacağı kesindi; bundan etkilenen
çocuk yetiştirme kuramcıları 196o'larda daha "izin verici" göıüşler geliştir
diler. Clarke, şair Philip Larkin'in şöyle dediğini aktarıyor: "Cinsel ilişki
196J'te . [Lady] Chatterley yasağının sonu ile Beatles'ın ilk LP'si arasında
..
ERGENLİGİN TARİHİ
Bizim bugün ergenlik dediğimiz olgu geçmişte biliniyor muydu?
Çocukluk gibi ergenlik kavramının da 17. yüzyıldan sonra ortaya çıktığını
kabul eden bilim adanılan Avrupa'da halkın daha önce ergenlik kavramına
sahip olmadığını belirtirler. 15. yüzyıldan itibaren önce çocuk (15. yüzyıl ile
18. yüzyıl arası), sonra da genç (18. yüzyıl) yaş gruplarının ortaya çıkmaya
başladığı görülür. Sosyolojik olarak bir dönemden söz edebilmek için o dö
neme özgü bir yaşam tarzının ve grup kültüıünün var olması gerekir. So
nuç olarak, gençliğin tarihini bu yeni toplumsal tipin ortaya çıktığı 18. yüz-
AN ILARDAKİ AŞKLAR
devam eder. Yüz yıl önce okul bilginin temel kaynağını oluşturmaktan çok
uzaktı ve çocukların değilse bile ergenlerin çalışması olağan bir şeydi; 'Ya
şamak yaşayarak öğreniliyordu.' Bugünün 12-18 yaşlarındaki gençleri ken
dilerini ansızın atalarının çağında bulsalardı, büyük olasılıkla, değerlerin,
geleneklerin, tekniklerin ve rollerin tümüyle farklı olduğu bir başka dünya
ya gittikleri izlenimine kapılırlardı. Bu 'başka dünya' belki bu modem gez
ginlerin çoğunu şaşkınlıkla seyrederdi: Yüz yıl önce çalışmaya çok daha
genç yaşta başlanıyordu, ama 18 yaşına kadar çocuk sayılmak da söz konu
su değildi. Kuşkusuz, teknik daha az ileriydi; ama uzman bir kişi, toplum
da gerçek bir yol üstlenmeye yetenekli bir kişi sayılmadan önce yıllarca
okula gitme zorunluluğu da yoktu." (876).
Batı'da ergenlik -Latince "adolescere: büyümek" sözcüğünden ge
lir- kavramının 15. yüzyılda ortaya çıktığı saptanıyor; ancak ergenliğe iliş
kin görüşler çok daha eski. Burada, ne felsefede belirtilen ergenlik görüş
lerini, ne psikolojide, sosyolojide, antropolojide geliştirilen ergenlik ku
ramlarını birer birer ele almamıza olanak var; ancak -Cloutier'ye dayana
rak- bazı önemli saptamaları aktarmak da yararlı olacaktır. Örneğin, MÖ
384-322 tarihlerinde yaşamış olan Yunan filozofu Aristoteles, 15-21 yaşlar
arasındaki gelişim evresini, "tutku -ki en güçlüsü cinselliktir-, tepisellik,
denetim yokluğu, fakat aynı zamanda cesaret, idealizm, başarı hazzı ve
iyimserlik" (877) evresi olarak görüyordu. Ergenliği karşıt duyguların çatış
ma alanı olarak gören bu tür görüşler günümüze kadar gelmiştir. Ergenlik
psikolojisinin kurucusu sayılan Amerikalı psikolog Stanley Hail da (1844-
1924), Darwin'in etkisiyle geliştirdiği "özünü yineleme" kuramında, insa
nın geçirdiği her gelişim evresinin insanlığın geçtiği bir dönemi yansıttığı
nı kabul ederek, ergenliğin de kabile toplumlarının çağına benzediğini ile
ri sürüyordu: "Bu, uygarlıktan önce gelen çağdır; bu, çelişkilerle, yani tut
kulu etkinlik ile kayıtsız uyuşukluk arasında gidip gelmeyle, yoğun ben
merkezcilikten cömert özgeciliğe geçişle nitelenmiş olan bir kargaşa ve
stres dönemidir. Ergen, bazen kendini yalnızlık içinde yalıtmak, bazen ça
bucak kurulmuş dostluklar arasında yaşamak ister." (881).
Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud'a (1856-1939) göre, er
genlik cinsel dürtülerin güçlendiği ve cinsel doyumla aşın derecede ilgile-
ANILARDAKİ AŞKLAR 21
ve parçalanmasının ürünüdür: "Batı kültüründe çocukla yetişkin arasında
belirgin bir farklılık vardır. Örneğin, çocuk cinselliğe rahatça yaklaşamaz,
cinsel ifadeleri sınırlanır, cinsel ilişkileri görmez, bir doğum olayını görme
fırsatını da nadiren bulur vb. Oysa bu bütün kültürlerde böyle değildir ( ... )"
(893). Ergenliğe sosyolojik bakışın da antropolojik yaklaşıma oldukça ben
zediğini söyleyebiliriz. Sosyolojik ergenlik araştırmaları özellikle toplum
sallaşma sürecini vurgular, toplumsal rollerin kazanılmasını önemserler.
Ergenin yaşamını kültür kadar toplumsal sınıf ve aile de etkiler, ergenliğin
yaşandığı tarihsel dönem de önemlidir. Cloutier, "her ergenlik kavramı,
içinde yer aldığı on yıllık dönemlerce değiştirilir. Bu tarihsel boyutun bilin
memesi bugün de ergenliği gerçekten anlama güçlüğünün temelinde ya
tan nedendir" (895) diyor.
Jean Piaget'nin (1896-1980) çağdaş gelişim psikolojisine damgasını
vuran bilişsel yaklaşımı bir evre kuramıdır ve bilişsel gelişimin, soyut dü
şünmenin ortaya çıkmasıyla beliren son evresini ergenlikte görür. Soyut
düşüncenin kazanılması ergene, zeka bakımından yetişkinle eşit olmak; ye
tişkinlerin dünyasından bağımsız olmak; aynı zamanda genel fikirlere, ide
allere, ideolojilere yaklaşabilmek; felsefi, siyasal, toplumsal, bilimsel spekü
lasyonlar yapabilmek gibi birçok yeni olanak sağlar. Ergen bu sayede bir
yandan içinde yaşadığı toplumu ve dünyayı özümseyebilmekte, öbür yan
dan da bu dünyaya karşı çıkma, hatta onu değiştirme planlan yapabilmek
tedir. Her ergenin içinde toplumu yargılayan ve dünyayı yeniden kurmak
isteyen bir kuramcı vardır. Ancak bu zihinsel uğraşlarda duyguların akıl yü
rütmeye sık sık karıştığı görülür. Mutlak, öznel, kişisel sanılan kuramlar as
lında son derece yavan, sıradan ve çelişkili olabilir. (Kimi yazarlar ergenliği
bir "metafizik geviş getirme" dönemi olarak nitelerler.) Ama bu hiç önem
li değildir. Önemli olan, soyut düşünmenin ergene bir değerler sistemi, bir
gelecek görüşü, bir yaşam planı sağlamasıdır. Aynı derecede önemli olan
bir nokta da, soyut düşünmenin ergene -erinlik gelişmelerinin alt üst etti
ği- iç yaşamını düzene sokma, içebakış, derin düşünme yeteneklerini ka
zandırmasıdır. Reymond-Rivier'nin (1979) belirttiği gibi, bu gelişmenin
manevi bir bunalım boyutlarına ulaşması bile söz konusudur: "Gençlerin
çoğu varoluşun büyük sorunlarıyla uğraşırlar: Aşk, din (ergenlik sırasında
A N I LAADAKİ AŞKLAR 23
Ergenliği kaçınılmaz bir "fırtına ve stres" dönemi olarak gören ge
leneksel arılayış sonradan çok eleştirilmiştir. Bu anlayışın bilimden -so
runlu ergerılerin klinik gözlemlerine dayanılması- ve medyadan -gençle
rin başanlannın değil zayıflıklarının öne çıkarılması- gelen pek çok kayna
ğının olduğu belirtilmiştir. Özellikle ruh sağlığı alanında çalışan araştırma
cıların ergenlik çalkantısını ( adolescent turmoil) normal gelişimin bir bö
lümü gibi görmelerine karşılık (kimi yazarlar ergenlerin bu duygusal ra
hatsızlığı "sessiz çalkantı" biçiminde yaşadığını ileri sürüyordu), görgül
araştırma ve gözlemler ergerılerin çoğunun psikolojik alt üst oluş ya da ka
rışıklık yaşamadığını ortaya koydu. Başka bir deyişle, ergenlerin çoğu huy
dalgalanmaları, beklenmedik davranışlar, anababaya başkaldırı ile kendini
gösteren köklü bir kişilik örgütlenmesi sorunu yaşamamaktadır. Bugün er
gerılik, daha çok, ergenin büyümeye ve gelişmeye büyük ölçüde uyum sağ
layabildiği kritik bir gelişim dönemi olarak görülmektedir. Dolayısıyla, zor
bir dönem olmakla birlikte, günümüzde ergenlik anababa değerleriyle ka
çınılmaz olarak çatışmaya girilen bir başkaldırı dönemi olarak da görülme
mekte artık (Austrian 2002).
Elkind (1998) değişen ergenlik algılarını açıklarken iki tarihsel dö
nem belirler. 19. yüzyılın ikinci yansı ile 20. yüzyılın ilk yarısını kapsayan
birinci dönem, ergerıliğin "altın çağ"ı sayılır. Bu dönemde parasız eğitim
bütün dünyada ilk kez ergenlere öğrenci olma rolünü veriyordu. Sosyal bi
limlerde ergenlik bir "fırtına ve stres" dönemi olarak, ergen de henüz ol
gurılaşmamış bir kişi olarak tanımlanıyordu. Yine bu dönemde kentleşme
ve çekirdek aile yaşam biçimi yaygırılaşıyordu. Çekirdek aile dışarıdaki kor
kunç dünyaya karşı olgunlaşmamış genç için en güvenilir ortamı sağlıyor
du. Elkind bu dönemin edebiyatının da ergerıliği yücelttiğini belirtir: Oğ
larılar için Mark Twain'in Tam Sawyeı'ı (1876) ve Huckleberry Finn'i
(1885), Salinger'ın A Catcher in the Rye'ı (1951); kızlar için Alcott'un Iittle
Women'ı (1869), Montgomery'nin Anne ofGreen Gables'ı (1908) gibi. Ba
zıları Türkçe'ye de çevrilen bu öyküler yetişkinlerin koruyucu dünyasında
yaşayan, işi ağır, ama iyi kalpli, iyi niyetli bir gençlik tablosu çiziyorlardı.
Elkind'e göre bütün burılar yüzyılın ortalarından itibaren değişme
ye başladı. 196o'lar insan haklan ve kadın özgürlüğü hareketleri çağıydı.
AN I LARDAKİ AŞKLAR
masında 19. yüzyılın ortalarından itibaren ortalama dört yıllık bir ilerleme
olduğunu gösterir (Mitterauer 1993).
Elimizde yeterli tarihsel veriler olmamakla birlikte Türkiye'de de
durumun genel olarak bundan farklı olmadığını biliyoruz. Türkiye'de de
sosyoekonomik düzeyin ilk ayhali ve gece boşalması yaşı üzerinde etkili ol
duğunu, dolayısıyla cinsel olgunlaşmanın gitgide daha erken başladığını
gösteren araştırma bulguları söz konusudur. Türkiye'de ergenler üzerinde
yapılan çalışmalar, üst sosyoekonomik düzey ergenlerinin alt düzeydekile
re göre cinsel olgunluğa daha erken eriştiklerini göstermektedir. Işıklar'ın
194o'larda yaptığı araştırmada, kızların Ege ve Akdeniz bölgelerinde, er
keklerin Marmara ve Ege bölgelerinde cinsel olgunluğa erken eriştikleri,
en geç olgunlaşan kızların ve erkeklerin Doğu ve İç Anadolu bölgelerinden
oldukları bulunmuştur. Gökçeoğlu 198o'lerde Ankara'da ilk ayhali yaşını
13.03; Tümerdam ve arkadaşları yine l98o'lerde İstanbul'da ilk ayhali yaşı
nı 12.87 olarak belirlemişlerdir. Gökdoğan'ın (1988) cinsel olgunlaşma
bulguları ise kızlar için 12.77, erkekler için l3.1ftür. 4o'lı yılların sayıları
elimizde olsaydı 8o'li yıllarla karşılaştırmak ve büyük olasılıkla bir düşüş
görmek olanaklı olabilirdi.
8o'lerin Alman gençliğinin cinsellikle ilgili bazı özellikleri şöyledir:
ilk aşık olma yaşı 15.4; ilk cinsel ilişki yaşı 16.2. l94o'larda doğanların için
de on yedi yaşından önce cinsel ilişki yaşayanların oranı yüzde 3 ile 6 ara
sında değişirken, l95o'lerde doğanlar için bu oranlar yüzde 26 ile yüzde
38'dir. Bu toplumsal değişimin temelinde hem cinsellikle ilgili değerlerde
ki ve ideallerdeki değişim, hem de insan bedenindeki biyolojik gelişmeler
yer alır; aynca doğum kontrolü ve güvenli cinsel ilişki gibi çağdaş olanak
lar da bunda rol oynar. Bütün bu etkenlerin Avrupalı gençlerin cinsel yaşa
mında gözlemlenen değişimi en önemli toplumsal değişim süreci duru
muna getirdiği söylenebilir. Cinselliği yüzyıllar boyunca evli/yetişkin er
keklerin tekelinde tutup gençleri cinsellik alanından dışlayan anlayış böy
lece kökünden değişmiş olmaktadır.
Elias (1987), ergenler arasında evlilik öncesi cinsel ilişkinin bir "cin
sel devrimn denebilecek ölçüde artmadığını belirtiyordu. Elias'a göre asıl
devrim, ergenleri cinsel uyaranlarla bombardımana uğratan kitle iletişim
AN I LARDAKİ AŞKLAR
Esman'a (1990) göre, bir "cinsel devrim"den ( sexual revolution)
çok bir "yeni cinsellik"ten (new sexuality) söz etmek daha doğru görünür;
kuşkusuz, bu yeni cinsellik de "yeni bir ahlak" (new morality) anlayışını ge
rektirir. Bu konudaki sosyolojik araştırmaların sonuçlan üç ana çizgide
toplanabilir: Birincisi, 6o'lı ve 7o'li yıllarda yetişkinlerin dünyasında geli
şen yeni ahlak anlayışı ergenler arasında özgür bir cinselliği -yüreklendir
mese bile- onaylamaktadır; ikinci olarak, bu yeni ahlakın egemen özelliği,
eskiden yasaklanan şeyleri artık yapmalarına izin verilen ergen kızların
davranışlarını ve değerlerini etkilemesidir; bir diğer sonuç ise yeni cinsel
davranışın temel örüntüsünün rasgele cinsel ilişki değil, geçici ya da "dizi
sel tekeşlilik" ( serial monogamy) olmasıdır. Bununla birlikte, Esman, cin
sel devrimin -yetişkinlerin üzerindeki etkisi ne olursa olsun- ergenlerin
dünyasında gerçekten yeni olan hiçbir şey getirmediğini söyler: "Cinsel de
neyim, yoğun cinsel tutku, sonsuz cinsel merak, güçlü istek ve uygun cin
sel partner arayışı her zaman ergenin yaşamının bir bölümü olageldi. Ye
ni ahlakın getirdiği şey, eski baskıların ve ketlenmelerin ağırlığının azal
masıdır; öyle ki, en azından orta sınıf ergenleri arasında -ve gitgide işçi sı
nıfı gençliği içinde de- açık cinsel deneyimde göreli olarak suçluluktan ba
ğımsız bir açılım önceki kuşaktakinden daha erken ortaya çıkıyor." (75).
Günümüzde gelişmiş ülkelerde gençliğin görece daha huzurlu bir cinsel
lik yaşadığı, bir yandan AİDS paniğinin, diğer yandan cinsel eğitim prog
ramlarının bunda etkili olduğu, böylece rasgele cinsel etkinlik yerine tekeş
li cinsel yaşamın yeğlendiği ileri sürülmektedir. (Cinsel alandaki bu durul
maya karşılık ruh sağlığı sorunlarının arttığı da saptanmıştır.)
Ergenliğin tarihi bağlamında bütün cinsel davranışların tarihini yaz
mak olanaklıdır; örneğin, eşcinselliğin ya da flörtün tarihi. Zeldin (1998) eş
cinselliğin tarihinde -hiçbiri bir öncekini sona erdirmeyen- dört dönem ol
duğunu saptamaktadır. Birinci dönemde eşcinsellik, "yerleşik kurumlan
destekleyen muhafazakar bir güçtü, bir haz kaynağı olduğu kadar bir ritüel
di de." (126). Geniş bir kabul gördüğü bu dönemde eşcinsellik pagan dini
nin ayrılmaz bir parçasıydı (çünkü seks tanrısal bir eğlenceydi); askeri kastı
güçlendirme yoluydu (Japon samuraylar savaşa genç bir erkekle birlikte
gönderilirdi); gençlere yurttaşlık dersi verme ve onları evliliğe hazırlama ara-
AN I LARDAKİ AŞKLAR 31
selliği, saygın vatandaşların titizlikle korunan kızlarının yerini al.acak kadar
çok kadın kölenin ve fahişenin bulunduğu toplwnlarda bile yaygı�dır. Çoğu
uygarlık bunu göz ardı etmeyi ya da bastırmayı denemiştir; başanyl� kurum
sallaştıranlarsa yalnızca, Yunanlılar ve 15. yüzyıl Yucatan Mayala,rı'dır." (79).
"Mayalar, ergen eşcinselliğini tanıyan ve hatta heteroseksüelliğe yeğleyen
halklardandı" diyen Tannahill, şu ek bilgiyi verir: "Günümüz kabileleri hak
kındaki (1952'de yapılmış) bir araştırma, bunlardan üçte ikisinin ergenlerde
eşcinselliği normal ve kabul edilebilir bulduklarını göstermiştir ve başka
araştırmacılar da eşcinselliğin Amazon'da Cubeolar, Kuzey Amerika'da da
Mohaveler, Zuniler ve kimi başka halklar arasında kurumsallaşmış olduğu
nu görmüşlerdir. Aslında modem psikiyatri, ergenlikte bir eşcinsellik evre
sinin hiç de ender olmadığını kabul etmektedir, airıa dünyanın büyük uy
garlıklarının çoğu bunu her zaman ya görmezlikten gelmiş ya da telaşla ört
bas etmişlerdir." (247) .
Karşı cinsler arasındaki arkadaşlığın da bir tarihi vardır. Zeldin
(1998), Birleşik Devletler'de ilk kez 1896'da kullanılan "çıkmak" (dating)
sözcüğünün başlangıçta yoksullar arasında yaygın olan argo bir sözcük ol
duğunu belirtir. 192o'lerde Amerikan gençliğinin en önemli okul dışı et
kinliğinin "çıkmak" olduğu görülür. 1945'e kadar çıkmanın temel amacı
olabildiğince çok sayıda kişiyle flört etmekti; özgüven sağlamanın başlıca
yolu, çıkılan kişi sayısını artırmaktı. Daha eskiden "ziyaret" denilen sistem
vardı ve genci anababanın iznine bağımlı kılıyordu. Oysa çıkma eylemi
gençleri anababa iktidarından kurtarmakta, evdeki denetimden kaçmayı
sağlamaktadır. Genç erkekler eğlenmek için arabalarına olduğu gibi kızlara
da para döküyorlardı; kızlara gelince, onlar da popüler olmanın ve koca bul
manın en güvenilir yolunu çok sayıda oğlanla çıkmakta buluyorlardı. Zel
din, artık aşktan eskisi gibi söz edilmediğini vurgular: "Çıkmak, özgüven el
de etmenin demokratik yöntemi gibi görünüyordu; burada da bir çeşit oy
lama, daimi bir seçim söz konusuydu. Gençler, aşk gibi anlaşılması zor bir
şeyle canlarını sıkmak yerine, aldıkları ya da kabul ettirdikleri çıkma teklif
leriyle popülerliklerini kanıtlıyorlardı." (124). İlk öneriyi yapma ayrıcalığı er
keklere aitti, ama karar verme yetkisi de kızların tekelindeydi. Bu durum
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bozuldu. Erkeklerin çoğunun savaşta
AN I LARDAKİ AŞKLAR 33
daha yeni yorumlar için Jacobson'a (2004) bakılabilir. Geleneksel psikana
litik yaklaşımın ergenliği biyolojik olarak temellendirdiği söylenebilir. Er
genlik çağı bedenin bilincine varılması çağıdır, ancak çoğu zaman can sıkı
cı bir bilinçlenmedir bu. Bedenini incelemek, gelişimlerini izlemek, yeni
den tanımaya ve aynı zamanda başkaları üzerindeki etkisini kestirmeye ça
lışmak zor uğraşlardır. Zorluk, yapılan işin duygusal yükünden gelmekte
dir. Ama zor da olsa kaçınılmaz bir uğraştır bu; çünkü ergenlik çağının gü
vensiz benliği bedende kendine kalıcı ve sağlam bir destek sağlamaya çalış
maktadır. Kendine güvenini artırmak için bedene başvurulmakta, bedenin
en küçük kusurları da bu yüzden bütün benliği istila etmektedir. Erinlikle
birlikte baskın yapan dürtüsel güçler bedeni cinsel bir nesne yapar ve cin
sel kimliğin kazanılmasında beden temel etken olur. Bu dönemde bedene
ilişkin saplantıların altında çoğu zaman cinsel kimliğe ilişkin kaygılar ya
tar. Ayrıca cinsellik karşısındaki çatışmalı duygular da genellikle bedene
ilişkin kaygılar olarak yansıtılır.
Beden şeması ya da imgesi kavramı bedenimize ilişkin kişisel tasa
rımımızı belirtir. Başka bir deyişle, beden imgesi bir insanın bedenine ve
bedensel görünümüne ilişkin duygularının toplamıdır. Bu imge, çözülmüş
parçalardan bütüne doğru giderek zaman içinde oluşur. Ergenlik döne
minde hızlı organik gelişme ve değişimler eski beden şemasını bozar ve ye
niden kurulmasını gerektirir. İmgenin böyle ansızın değişmesi ergeni, be
denini ve cinsel kimliğini yeniden tanıma sorunuyla karşı karşıya getirir.
Görünümü değişen beden, çocuğun ve çevresinin gözünde yeni bir anlam
kazanır. Hızlı bedensel değişimler bir hastalık gibi, bir anormallik gibi kay
gı ve korkuyla izlenir çoğu zaman. Değişen bedeninin sınırlarını ve olanak
larını tanıma zorunluluğu ergeni fiziksel oyunlara ve hareketlere iter, ayna
önünde uzun süre kalmaya zorlar. Belirsizlik içinde değişmek dayanılmaz
parçalanma ve yabancılaşma duygularına yol açacaktır.
Çocuklukta olduğu gibi ergenlikte de bedenin erojen bölgeleri be
den imgesinin gelişmesinde temel bir rol oynar. Bütün ergenler belirli bir
anda cinsel gelişimleriyle az çok uğraşırlar, fakat bunu genellikle gizlice ya
parlar. Ergen gitgide cinselleşen bedeni karşısında çelişik duygular yaşar;
bu yeni gerçekliği kabul etmekte güçlük çeker; gelişen bedenini bazen or-
(1967) ergen kahramanı ne güzel anlahr: "Tek bir eksiğim vardır benim, o
da seyirci. Kendimi göstermeye çok düşkünüm." (4 0). Aynca bedenin de
ğerlendirilmesi cinsel kimliğin oluşumuna da katkıda bulunur. Bedensel
değişimler ergenin belirli bir cinse mensup olduğunu göstermek bakımın
dan önemlidir. İkincil cinsel özelliklerin ortaya çıkması genellikle çevrede
ki -çoğu zaman zalim olabilen- seyircilerin de tepkileriyle karşılaşır. Örne
ğin, çevrenin ergenin değişen sesiyle, sivilceli yüzüyle alay etmesi, mastür
basyona ilişkin imalarda bulunması ya da gece boşalmalarını kınaması er
kek çocuk için çok zor deneylerdir; kız çocuğun ilk adet kanamalarından
utanması ya da gelişen göğüslerini saklamaya çalışması, çevresinin özellik
le cinsel içerikli tepkileri karşısında ne yapacağını şaşırması da öyle. Ancak
olumsuz yönleriyle bile bütün bu yaşanhlar ergen için zorunludur; çünkü
geçmişte "nötr" bir nesne olan beden erinlikle birlikte "cinsel" bir varlık
oluvermiştir ve bu oluşumu kabullenmek gerekir. Burada temel sorun, be
densel olgunlaşmanın getirdiği erotik olanaklar ile psikolojik olgunlaşma
nın henüz tam anlamıyla çakışmamasıdır.
Romanlarda ergenliğin işlenmesi neredeyse romanın tarihi kadar
eskiye dayanır. Söz gelimi, Sheakespeare'in Romeo ve fulief i günümüz ,
de gençlik çeteleri olarak adlandırılan grupların -en ünlü örneği Batı Ya
kasının Hikayesı' nde olan- kavgalarına benzer bir biçimde aşıkların so
kak kavgalarını betimler. Ancak klasik yazarlardan hiçbiri, ergenleri yapıt
larına baş kahraman yapmamıştır; değişken ve geçici sayılan ergenlik on
ları ilgilendirmez. Corneille ya da Racine'in bir tradejisine, Moliere'in bir
komedisine, La Bruyere'in bir portresine yaşam veren duygu ve düşünce
ler, her zaman yetişkin duygu ve düşünceleridir. Kısacası, klasik çağın ru
hu bir yetişkin ruhudur. Ergenlerin romanların önde gelen kahramanları
olması özellikle 18. yüzyıla rastlar; romantik edebiyat adeta bir ergenlik
edebiyatıdır. Abbe Prevost, Manon Lesko da ergenliğin sınırsız duygusal
'
AN I LARDAKİ AŞKLAR 37
Bütün bu sıkıntılar karşısında güçlü birinin sevgisine ve desteğine
duyulan gereksinmeyi Françoise Sagan dile getirir: "Gençlere ehemmiyet
vermezdim; babamın arkadaşlarını onlara tercih ederdim. Kırk yaşındaki
erkekler bana daima bir baba yahut sevgili şefkati gösterirlerdi." ( Günaydın
Hüzün, 1956 :9). Raymond Radiguet genç erkeğin annesine duyduğu cin
sel çeşnili hayranlığı sergiler: "François annesine yeniden baktı. Annesinin
gençliğini daha önce hiç fark etmemişti." ( Orgel Kontunun Balosu). Alain
Bosquet annesinin ezici kişiliğini ilk cinsel ilişkisinde de hisseder (Bir Sür
gün Ana). Romain Gary'nin de sorunu -farklı bağlamda- annesiyledir ( Şa
fakta Verilmiş Sözüm Vardı).
Psikanaliz, ergenliğin temel olgusu olarak Oedipus'un yeniden
canlanmasını görür. Erinlikle birlikte cinsel dürtülerin güçlü bir biçimde
canlanması kişiyi yeniden Oedipus dramının içine atacak, böylece çocuk
luktaki suçluluk duygusu ve kaygılar da yeniden canlanacaktır. Ancak bu
sorunla başa çıkmada, şimdi, benlik çocukluktakinden daha güçlüdür. Ki
şilik "örtülü dönem" sırasında duygusal, zihinsel ve toplumsal bakımdan
güç kazanmışhr. Ne var ki, ergenlikte aniden baskın yapan cinsel dürtüle
rin gücü de yabana ahlır gibi değildir. Bu yeni saldın karşısında benlik ken
dini savunmak zorundadır. Ergenliğin romanlara konu olan ünlü nostalji
si bu anda yoğunlaşır işte.
Psikolojide nostalji önceki bağlardan kopmanın, uzaklaşmanın yol
açhğı keder duygusu olarak tanımlanır. Şairler geçmişte kalmış ve kaybol
muş şeylerin üzüntüsünden başka bir şey olmayan düşsel nostaljiyi dile ge
tirmişlerdir. Buna karşılık duygusal nostaljinin daha hüzünlü bir tonu var
dır; uzaklaşma ve köksüzleşme durumuna bir de sevdiklerinden duygusal
bakımdan kopma duygusu eklenir, depresyona ve melankoliye girilir. Er
gen hem geçmişteki çocukluk cennetinden uzaklaşmanın, hem de çocuk
luk aşklarından kopmanın gerçek nostaljisini yaşar. Anababa artık çocu
ğun psikoseksüel eğilimlerinin hedefi olmaktan çıkmalı, libido artık aile dı
şı nesnelere yöneltilmelidir. Söylemesi kolay, ama ilk sevgiliden ayrılmak
ve hele bilinmeyen bir dünyada yeni sevgililer aramak o kadar kolay değil!
Ergen kendini hem çocukluğunun Oedipal saplanımlarına, hem de şimdi
benliğini istila eden cinsel dürtülere karşı savunmak durumundadır. Oedi-
AN ILARDAKİ AŞKLAR 39
zer bir sahneyi Herman Hesse'nin (1 9 68) Gençlik Bunalımları adlı roma
nında da buluruz: "Kalbi alışık olmadığı bir şekilde sıkışmaya başlamıştı.
Karanlık koridordaki bu beraber oluş, bu ani öpüş tuhaf bir şeydi, yeni bir
şeydi, hepsinden önemlisi tehlikeli bir şeydi." (83 ) . Ancak bu sadece geçici
bir aşamadır; cinsel dürtünün yoğunlaşmasıyla ergen daha sonra karşı
cinsten birine yönelecektir. Kız çocuğa gelince, onun durumu farklıdır: Kız
çocuk bütün jenital-öncesi cinselliği bastırmak zorundadır. Bunu başara
bilmek için de karşıcinselliğe yönelir. Ancak ergenliğin başlarında kız ço
cuğun bu karşıcinselliği tam anlamıyla kadınsı değildir; Carlo Cassola
(1973 ) Genç Kız'da bunu anlatıyor: "Bu iş geçen yıl olmuştu: Artık çocuk
değillerdi. Yıllardır yüzüne bakmayan Mauro geçen yıl birden çevresinde
dolaşır olmuş, her an el atmaya başlamış, önünü arkasını mıncıkladıkça
Mara da tokatı basmıştı. Parmaklarının izini bırakmak için, Mara'nın bü
tün gücüyle vurduğu olurdu." (12). Böylece ergenliğin başları ve ilk döne
mi savunma mekanizmalarının işletildiği yıllar olarak yaşanır, eski sevgi
nesneleriyle bağlar koparılmaya çalışılır, cinsel kimlikte geçici bir iki-cins
lilik egemendir. Asıl ergenlik dönemi ise karşıcinsel sevgi nesnesinin keş
fedilmeye çalışıldığı dönemdir. Eskilerin yerini alacak yeni sevgilerin aran
dığı dönemdir bu. Herman Raucher yazıyor: " Hermie on beş yaşındaydı
( ... ) Tarihin bu döneminde erkeklikle çocukluk arasındaki tel örgünün var
lığından son derece büyük bir üzüntü ve acı çekiyordu Hermie." (En Tatlı
Yaz 1 972:10). Bu dönemde "aşk" olaylarının ortaya çıkması dürtüsel ener
jinin artık yeni nesnelere yöneltildiğini gösterir.
Ergenlikte karşıcinselliğe geçiş zorunlu olarak çevresel koşullar
içinde yer alır. Bu toplumsal çevre çoğu zaman ergenin yeni yeni kazandı
ğı jenitalliğini kullanmasına izin vermez. Bu olanaksızlık genellikle ilk cin
sel deneyimlerin kökeninde bulunan cinsel merakı körükler. Cinslerin
farklılığı çocukluk döneminde çoktan keşfedilmiştir, daha sonra kendi be
deninin olgunlaşmasına da tanık olunmuştur, geriye sadece karşı cinsin ve
onunla ilişkinin "nasıl" olduğunu öğrenmek kalmıştır. Herman Hesse
"Benim için aşk, kapısı önünde çekingen bir özlemle beklediğim kilitli bir
bahçe idi henüz" der (Gençlik Güzel Şey l 9 8po). Glaeser ise şöyle yazar:
"İnsanların nasıl oynaştıklarını merak etmeye başladım. Buna 'oynaşmak'
ANILARDAKİ AŞKLAR 41
kiciliklerini, erdemlerini kendilerine mal ederek, gerçek yaşamda göster
dikleri acemiliği, beceriksizliği, utangaçlığı, gerçek her türlü aşk deneyimi
karşısında duydukları büyük korkuyu -ki cinselliğin ilk çağrılan karşısın
daki anksiyetelerini gizler- ödünleyebilirler." (19) . Ancak erkeklerle kızla
rın yolu bu noktada çabuk ayrılır. Erkek ergenin düşleri hızla daha gerçek
çi, daha jenital bir nitelik kazanır; oysa kız ergen daha uzun süre roman
tik düşlerde doyum arayacaktır. Yine bu noktada her iki cinsi de bekleyen
bir tehlike vardır: İçgüdü ile sevgi arasındaki çözülme. Erkek idealleştire
rek sevdiği kadına sadece platonik duygular duyacak, buna karşılık bede
nini arzu ettiği kadını sevemeyecektir; kadın ise bu aynını erkeğe değil
kendisine uygulayarak kendini ya basit bir cinsel nesne yapacak ya da ya
nına yaklaşılmaz bir düzeye koyacakhr. Bu tehlikeli noktada tek fark, er
keklerin sevdikleri kadını, kadınların ise sevdiği erkeği değil sevginin ken
disini yüceltmeleridir. Bu aynın sadece tek tek bireylerle sınırlı kalmaz,
cinsler arasında da gerçekleştirilir. Böylece, sevgi kadının payına düşer,
şehvet erkeğin. Ama sonunda her ikisi de bu sentezi hem kendi içlerinde
gerçekleştirememe, hem de karşı cinsle yaşayamama yenilgisine uğraya
caktır. Günümüzdeki gelişmenin fiziksel cinsel hazzı psikolojik özünden
gitgide daha fazla ayırma yönünde olduğu düşünülmektedir. Geçmişte
aşırı değer verilmiş ruh, günah kaynağı sayılan bedenden uzaklaşhnlmak
istenirdi; şimdi aşırı önemsenen beden, özgürlüğü kısıtladığı ileri sürülen
duygudan yalıtılmak isteniyor.
Ergenlik çağından itibaren kızların "kadınca" davranma eğitimine
hız verilir. Cinsellik arhk sadece romantik örtüler alhnda istenebilecek düş
sel bir yaşanhdır. Cinsel eylemin başarısı da teslimiyetle ölçülür; istemek
değil vermek asıldır. Kadınlığının özüne cinsel dürtülerin tinselleştirildiği,
arzuların acıyla yoğrulduğu oranda yaklaşılır. Sonunda sevgi ile seks birbi
rinden öylesine ayrılır ki, görünürdeki romantizmin alhnda kızgın bir hay
van zincirlerini zorlamaya başlar. Düşünülen -düşlenen- aşk ile yaşanan
aşk arasındaki aykırılık sadece kadınlara özgü değil elbette; hatta erkekle
rin payına düşen güçlüğün daha umarsız olduğu bile söylenebilir. (Erkek
lerin cinselliğine egemenlik kanşhğı için uğradıkları psikolojik zarar açık
ça görülmez.) Kadın romantizme, daha olmazsa soğukluğa sığınarak -böy-
AN I LARDAKİ AŞKLAR 43
verdim. ( ... ) Benim için kadın eskisi gibi mevcut olacaktır, fakat Anne'in
özel bir köşesi bulunacak." ( Gençlik Hülyaları 194s;s5-58). Vittorini'nin li
se öğrencisi kahramanı da aşkını okul arkadaşı Giovanna'ya, cinsel istekle
rini fahişe Zübeyde'ye yöneltir (Kırmızı Karanfil). Aşkın öğeleri böylesine
çocukça parçalanınca doyumsuz kalan cinsellik kahredici bir sabit fikir ha
line gelir. Roger Ikor'un Suçsuzlar Kapısı adlı eserinde, özgür olsaydı ne
yapacağını sorar baba oğluna: "Eğer babasına içtenlikle cevap verebilseydi
bir yığın kadınla yatmak istediğini açıklardı Nicolas." (1976:378) Ergenlik
te cinsel kaygılara karşı hangi savunma mekanizmalarının geliştirileceğini
tarihsel koşullar ve toplumsal-kültürel çevre belirler. Yakın zamanlara ka
dar, Amerikan gençliğinde "grup" yaşamı, felsefeye yatkın olan Avrupa'da
"düşünselleştirme" uğraşları, bizim acıya alışık kültürümüzde de "çileci
lik" mekanizması egemen görünüyordu.
Bütün bu romanların içeriğinin psikanalitik kurama çok yakın ol
ması bir rastlantı mıdır, yoksa bu yazarların çoğunun 20. yüzyılın başların
da ve dünya savaşları sırasında yaşamış -hatta ölmüş- olmaları bu yakınlı
ğı açıklayabilir mi? Günümüzün gençlerinin iç dünyalarının tamamen
farklı olduğunu söyleyebilecek durumda mıyız? Eğer öyleyse, onları açıkla
yacak yeni psikolojik kuramlara ve anlatacak yeni romanlara gereksinme
miz var demektir.
Çocukluk ve gençlik dönemine özgü konuları işleyen edebiyat
ürünlerini çocukların ve gençlerin sorunlarını çözmede araç olarak kulla
nan yaklaşım "bibliyoterapi" diye adlandırılmaktadır. Bibliyoterapi, okurun
kişiliği ile edebiyat arasında kurulan dinamik etkileşim süreci olarak ta
nımlanabilir. Bu etkileşim bir danışman rehberliğinde yapıldığında duygu
sal sorunları olan okur olumlu bir değişim yaşayabilir. Bibliyoterapi yalnız
ca duygusal çatışmaları değil, gündelik yaşamın daha basit sorunlarını çöz
mek için de kullanılabilir. Pardeck'e (1985) göre bibliyoterapi, okuru bir ki
tapla buluşturmaktan daha fazla bir şeydir. Okur, kendisiyle benzer bir so
run yaşayan kitaptaki karakter ile özdeşleşebilmeli, kendi sorunu ile kitap
taki karakterin sorunu arasındaki benzerlikleri görebilmelidir. Danışman
psikoloğun rolü, okurun öyküdeki karakterin özelliklerini yorumlamasına
ve çeşitli karakterler arasındaki ilişkileri anlamasına yardım etmektir. Bib-
AN I LARDAKİ AŞKLAR 45
engellerin kitap aracılığıyla yıkılması; roman okumanın çocukların top
lumsal tutumlarım değiştirmesi ve çizgi romanların toplumsal bakımdan
yalıhlmış çocukların tedavisinde kullanılması, kitap aracılığıyla yapılan te
rapi uygulamalarının örneklerindendir.
PsİKOSEKSÜEL GELİŞİM
Çocukların cinsel yaşam için erinlik dönemine kadar beklemek zo
runda olmadıklarım, cinsel dürtülerin erinlikte ansızın uyanmadığını çok
tan beri biliyoruz. Çocuk cinselliği kavramı, çocukların, bedenlerinden ge
len cinsel duyumları ve coşkulan yaşayabileceği, cinsel tutum ve davranış
ları öğrenebileceği varsayımına dayanmaktadır.
Çocuk cinselliğini en iyi açıklayan kuramın psikanaliz olduğuna hiç
kuşku yoktur; zaten bu kavramı bize kazandıran da psikanalitik kuramın
kendisidir. Öncelikle, çocuk cinselliğinin yetişkin cinselliğinden farklı ol
duğunu bilmek gerekir; en önemli fark, çocuk cinselliğinin jenital organ
larda yerleşmiş (lokalize) olmaması ve cinsel ilişkiye girme amacı taşıma
masıdır. Buna karşılık, çocuk cinselliği çocuğun kendi bedenine yönelik
(otoerotik) olabilmektedir. Her türlü uyarımın cinsel heyecan kaynağı ola
bilmesi, uyarılma ile doyumun birbirinden kesin biçimde farklılaşmamış
olması çocuk cinselliğinin temel özellikleridir. Psikanalitik kurama göre,
çocuk cinselliğinin yetişkin cinselliğine en çok yaklaşhğı dönem 4-6 yaşlar
arasındaki fallik dönemdir. Bu dönemde cinsel ilişkiye benzer eylemler gö
rülebilse bile, asıl jenital anlatım yolunun -cinsel organla sınırlı cinselli
ğin- mastürbasyon olduğu söylenebilir. Çocukluk mastürbasyonu -hpkı
oyun gibi- ilerdeki etkin cinsel yaşanhyı (uyarımlara egemen olma) şimdi
den öğrenme yolu olarak da değerlendirilebilir. Çocuklukta mastürbasyon
la birlikte görülen suçluluk duygusu genellikle eylemin kendisinden değil
eyleme eşlik eden fantezilerden kaynaklanır; ergenlikte ise yine mastürbas
yonun kendisi suçluluk kaynağı olabilir (Fenichel 1974).
Freud çocukların cinsel ilginin yoğun olduğu bir dönemden (ilk ço
cukluk), cinselliğin uykuda olduğu bir döneme (beş yaşından erinliğe ka
dar) geçtiklerini kabul ediyordu. Oysa yeni yorumlar bunun doğru olmadı
ğını, çocukların "örtülü" (laten� denilen dönemde de cinselliği yaşadığını,
AN I LARDAKİ AŞKLAR 47
Korku, kaygı, öfke, şiddet göstermenin çocuğa hiçbir yaran olmayacağı
açıktır. Olumlu tepki, çocuğun bu malzemeye ilgisi gözlemlendiğinde bu
nu bir cinsel eğitim fırsatı saymak olabilir.
Bebeklerde ve küçük çocuklarda da cinsel davranışlar olmakla bir
likte, cinsellik asıl ergenlikle birlikte sürekli ve çeşitlenmiş bir biçim kaza
nır. Cinsel davranışların ve rollerin ergenlikten önceki dönemlerdekinden
tamamen farklı bir anlam ve görünüm kazandığı söylenebilir. Bilindiği gi
bi, insan cinselliği belli başlı iki yaklaşımla açıklanmaktadır: Geleneksel
psikanalizin cinselliği büyük ölçüde biyolojik ve doğuştan dürtülere bağla
yan yaklaşımı ile cinselliği toplumsal olarak biçimlenmiş ve öğrenilmiş ör
tüntülerle açıklayan yaklaşım. Ergen cinselliğini açıklamakta bu iki yaklaşı
mın öğelerini bir arada kullanmak gerekmektedir. Bir yanda hormonların
işleyişine bağlı biyolojik etki, diğer yanda cinsel davranışı, anlatım tarzını,
cinsel eş seçimini belirleyen toplumsal etki söz konusudur. Öpüşme, oy
naşma, birleşme gibi cinsel davranışlar toplumsal beklentilerin ve deneti
min etkisi altındadır. Ergenlerin cinsel davranışları üzerinde öncelikle aile
nin etkisi vardır. Anababalann değerleri, gözetimi, iletişimi, model oluş
turması çocukların cinsel davranışlarını büyük ölçüde belirler. Öte yandan,
ergenlerin cinsel davranışı üzerinde yaşıtların da bir büyük etkisi vardır
(Miller ve ark. 1993).
Ergenlik dönemi erinlik gelişmeleriyle başlar. Bedenin tümünü et
kileyen çeşitli değişimler söz konusudur. Bu gelişme erkek çocuklarda tes
tislerin, skrotumun ve penisin gelişimi, apış arası ve koltuk altı kıllanması,
sesin kalınlaşması, cinsel organın sertleşmesi, ilk boşalma ile kendini gös
terir. Kız çocuklarda ise ilk ayhali, memelerin gelişimi, apış arası ve koltuk
altı kıllanması en önemli erinlik gelişmeleridir. Bu beden gelişimlerinin
her iki cinste yarattığı benzer duygular -sıkıntılar ya da mutluluklar- var
dır. Her şeyden önce, çocuklukta sadece toplumsal bir anlamı olan bedenin
erinlikten itibaren cinsel bir anlam da kazanması önemlidir. Bedenin cin
selleşmesi cinsel kimliğin yeniden tanımlanması sorununu da getirir. Hız
la değişen ve parçalanan bedeni yeniden bütünleştirmek; ansızın yabancı
laşan bedeni yeniden tanımak da kaçınılmaz olur. Cinsel organların olgun
laşması övünç yarattığı kadar kaygıya da yol açtığı için savunma mekaniz-
AN I LARDAKİ AŞKLAR 51
ile gece boşalması arasında bir ilişki söz konusudur: Yüksek eğitim öngö
renlerde gece boşalmaları daha fazladır.
Ormezzano (1987), ergenlik ile mastürbasyonun birbirine ayrılmaz
biçimde bağlanmasının, aynca mastürbasyonu olgunlaşma yolunda geçici
bir aşama olarak görmenin yanlış olduğunu düşünmektedir. Mastürbasyo
nun kaçınılmaz ve evrensel bir doyum biçimi olduğu kabul edilirse mas
türbasyona ilişkin yanlış anlamalar ve kaygılar da sona erecektir. Ormezza
no, mastürbasyonun uanlaşılması gereken bir dil" olduğunu söylemekte
dir: "Çocuk, ergen, yetişkin, her biri onunla kendilerinden, hazsız bir ya
şamdaki can sıkıntılarından, gevşeme gereksinmelerinden, kabul ettikleri
ya da etmedikleri yalnızlıklarından, sevme ve sevilme gereksinmelerinden,
güçsüzlük duygularından, her şeyi kucaklama arzularından bir şeyler anla
tırlar ve bunu böyle anlatmaları da iyidir." (380).
Elkind'in (1998) dediği gibi, erkek çocukların cinselliğine ilişkin en
yaygın söylence mastürbasyon konusunda yaratılmıştır. Günümüzde er
genlerin büyük çoğunluğu mastürbasyon karşısında artık olumlu tutumla
ra sahiptir; bununla birlikte, bu uygulamanın ergen kız ve erkeklerde hala
suçluluk duygusu yarattığı söylenebilir. Uzun bir tarihsel geçmişi olan bu
suçluluğu Philip Roth'un (1999), Portnoy'un Feryadı adlı romanında be
timlediğini görürüz: "Lisedeki -ve mastürbasyondaki- ilk yılımın sonun
da, penisimin alt tarafında, tam gövdesinin başıyla birleştiği yerde, solgun
renkli küçük bir benek keşfettim. (O zamandan beri bir çil olarak teşhis
edilmiştir.) Kanser. Kendi kendimi kanser yapmıştım. Tabii durmadan
kendi etimi sıvazlayıp çekiştirmem, bütün o sürtünmeler falan, tedavisi
mümkün olmayan bir hastalığa yol açmıştı işte sonunda. Üstelik daha on
dördüne bile basmadan! Gece yatakta yaşlar süzülüyordu gözlerimden."
(19). Geleneksel toplumlarda mastürbasyonun yol açtığına inanılan hasta
lığın kanser değil verem olduğunu da bu arada anımsamalıyız. Kendini
"Otuz birin Raskolnikov'uyum ben" (20) diye tanımlayan Portnoy, hem
durmadan mastürbasyon yapmaktan yakınır: uAh şu tek kürek gitmeyi
günde bire indirebilseydim, ya da ikide kesebilseydim, hiç değilse üçte!"
hem de bunun kendi iradesinin dışında olduğunu düşünür: "İyi de kalk
mış kamış laftan anlar mı? ( ... ) Alet kafasını kaldırınca, insanın kafası top-
AN I LAADAKİ AŞKLAR 53
ud'un, cinsel yönelimin ancak erinlikten sonra kesin biçimini aldığı sapta
ması da hala geçerlidir.
Türkiye'de ergenlerin aşk ve cinsellik konusunda ne durumda ol
duklarını gösteren çok sayıda araşhrma yoktur; yapılan araşhrmalar da de
ğişimi gösterecek sayıda ve sıklıkta değildir. Türkiye' de yayınlanmış en son
gençlik araşhrması TÜ BA'nın ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun des
teklediği çalışmadır (Çetin ve ark. 2004). Söz konusu çalışmada Ankara ve
Adana illerinden 18-21 yaşlarındaki öğrenci, çalışan, işsiz ergenler örnekle
me alınmışhr; araşhrmada nitel (derinlemesine görüşme, odak grup gö
rüşmesi) ve nicel yöntemlere (anket, envanter, ölçek) başvurulmuştur. 149
kişi (60 ergen, 65 veli ve öğretmen, aynca bir uzmanlar grubu) ile gerçek
leştirilen nitel değerlendirmenin konumuzla ilgili belli başlı bulguları şöy
ledir: Üniversite öğrencisi kızların ergenliği karşılama biçimi olumlu ya da
olumsuz olabilmekte, geç beden gelişimi kaygı yaratabilmekte, yalnızlığa
yol açabilmektedir. Üniversiteli erkeklerin ergenliğe geçişi daha çok beden
sel ve cinsel değişimlerle algıladıkları görülmektedir. Çalışan ergenler ise
beden gelişimiyle başlayan ergenliklerinin farkına varmadıklarını bildir
mektedir; çalışmaya erken yaşta başlamak (aileye ekonomik katkıda bulun
ma, geleceğe maddi yahrım yapma çabası) bu dönemi hızla geçirmelerine
neden olmuştur. Bir grup çalışan erkek ergen ise ergenliğin başlangıcını
cinsel deneyimlere başlama ve bağımsızlaşma dönemi olarak görmektedir.
Çalışmayan, okula da gitmeyen kızlar ergenliğin getirdiği bedensel geli
şimleri gizlemeye (bol giysiler giyme, göğüslerini bandajlama) çalışmakta,
eskisi kadar rahat oyun oynayamamakta, hatta oynamayı bırakmaktadırlar.
Hem çalışan hem okuyan erkek ergenlerin ergenliğe ve cinselliğe ilişkin
bilgilenme sürecinin ailenin ve okulun müdahalesinden çok önce başladı
ğı, 15-17 yaşlarındaki bazı ergenlerin karşı cinsle çeşitli düzeylerde ilişkiye
girdikleri görülmektedir. Alt sosyoekonomik düzeyden gelen ve tutucu
semtlerde oturan bu ergenlerin "zengin" cinsel deneyimlerinin olması dik
kati çekmektedir. Buna karşılık, çalışan ama okula gitmeyen ergenlerin
karşı cinsle ilişkilerinin sınırlı olduğu saptanmışhr; bu ergenler cinsel de
neyime daha erken yaşta profesyonel kadınlarla başlamakta, ama yaşıtları
olan kız ergenlerle arkadaşlık kuramamaktadırlar. Kırsal alandaki erkekler
AN I LAROAKİ AŞKLAR 55
kiler kuruluyor. ( ... ) Makyaj konusunda birinci sınıfla ikinci sınıf arasında
fark yok. Yalnızca lise üçte vakit bulamadıkları için yapmıyorlar. Fakat birin
ci sınıfta kaşını alamayan ikinci sınıfta mutlaka alıyor. Renkli ve marka ka
zaklar, marka spor ayakkabı giyiyorlar. (Kavgalar) Daha çok erkekler arasın
da oluyor. Bu okulda ne kadar kavga çılanışsa hepsinin altından 'kız mese
lesi' çıkıyor. Örneğin, kızların diğer okullardan sevgilileri oluyor. Haliyle
sevgililer kapının önüne geliyor. Bizimkiler, 'Sen bizim okulun kızısın.
Bunlar niye kapıya doluşuyor?' diye tepki veriyor. Kız, 'Sana ne' deyince dı
şarıdaki çocuk karışıyor ... Derken bir tartışma okul kavgasına dönüyor."
(Saymaz 2004). Bu son örnek Türkiye'de diğer konularda olduğu gibi karşı
cinsle ilişkiler konusunda da modernlik -flört, çıkma vb- ile gelenekselliğin
-sahiplenme, korumaya alma vb- hala iç içe olduğunu göstermektedir.
GENÇLİ K VE AŞK
Aşk, yüzyılımızın bilimi olan psikolojiye gelinceye kadar yüzyıllar
boyunca önce felsefede ve edebiyatta ele alınmış temel bir insanlık sorunu
dur. Platon'dan başlayarak günümüze kadar felsefede aşk, metafiziğinden
(Schopenhauer 1983) diyalektiğine (Timuçin 2003), anatomisine (Krich
1971), yaşamla ilişkisine (Ortega y Gasset 1995) kadar pek çok açıdan irde
lenmiştir. Psikolojide de aşk görgül araştırmalardan çok önce klinik çalış
malarda ve kuramsal eserlerde ele alınmıştır. Klasik psikanalizden modem
akımlara kadar pek çok yaklaşım çerçevesinde aşkın psikolojisi bize, sevme
sanatı (Fromm 1983), yaşam senaryosu (Beme 1986), ruhsal bir olgu (La
uster 1997), kişisel ilişki (La Follette 1997) olarak ulaşır. (Görüşleri, Türk
çe'ye çevrilmiş birtakım örneklerle sınırlı tutuyorum.) Görgül araştırmala
ra gelince, sevgi, psikologların sistematik araştırmalara ancak yeni yeni gi
riştikleri -belki otuz yıldan bu yana, ama özellikle son yıllarda- bir konu
dur. Klasik bir psikoloji kitabına (Zimbardo 1979) göre, bunun nedeni, ko
nunun tartışılamayacağına ilişkin tabular, sevginin akılcı açıklamalara ko
nu olamayacağına ilişkin yaygın inançlardır. Sevgiyi bilimsel araştırmaya
sokmak, gizeminden doğan güzelliğini, romantikliğini yok ermek demek
ti. Araştırmayı engelleyen bir başka neden de, sevgiyi tanımlama güçlüğüy
dü. Filozoflar ve toplumbilimciler sevginin biçimleri ve öğeleri konusunda
AN ILARDAKİ AŞKLAR 59
ilişkin duygu ve davranışlarda kişinin biyolojik cinsiyetinden çok, cinsel rol
yönelimi önemli bir etken olmaktadır. Araştırmalar "müthiş erkek"lerin ve
"dişi kadın"ların sanıldığı gibi en iyi aşıklar olmadıklarım söylemektedir.
Erkek ergenlerin cinsel yöneliminin kız ergenlerin yöneliminden
farklı olduğunu, oğlanların daha "erotik", kızların daha "romantik" ol
duğunu Elkind de (1998) kabul eder. Bu farklılığın nedeni biyolojik,
psikolojik ya da sosyal olabilir; büyük olasılıkla her üçünün birleşimidir.
Dolayısıyla genç kızlar cinsel ilişkiyi de bir sevgi ilişkisi olarak düşünürler;
oğlanlar ise ilişkideki eşten çok eylemin kendisini düşünme eğilimindedir.
Erkekler için ilk cinsel ilişki çoğu zaman olumlu bir deneyimdir; kızlar
içinse genellikle olumsuz bir deneyimdir, çünkü düşledikleri romantik iliş
kiyi nadiren yaşatır. Elkind gene de ilk cinsel deneyimin her iki cinsin de
benlik duygusuna ve kimliğine katkıda bulunduğunu belirtiyor. Elkind'e
göre ilk cinsel deneyim kimlik oluşumu sürecinin yolunda gittiği yıllarda
(16-19 yaşlar) olursa olumlu yönde katkıda bulunur ve gencin cinsel ben
liğinin psikolojik benliğiyle bütünleşmesini sağlar. Buna karşılık, ilk
deneyim kimlik oluşumu sürecinde erken (12-15 yaşlarda) ortaya çıkarsa bu
bütünleşme kolay olmaz ve kişiliğin geri kalanından kopuk bir yaşantı
olarak kalır.
Konuya kişilik açısından bakarak, kimi insanların romantik sevgiye
diğer insanlardan daha eğilimli olduğunu söyleyebilir miyiz? Bir bireyin
"benlik saygısı" düzeyinin romantik aşk yaşama olasılığını ele vereceği ileri
sürülmüştür. Yüksek benlik saygısının romantik yaşantıyı kolaylaştıracağı
kuramsal olarak kabul edilmektedir. Fromm, Rogers, Maslow gibi "ken
dini gerçekleştirme" kuramcıları, kendini kabul eden, savunmacı olmayan,
riski göze alan yürekli bireylerin -bunlar aynı zamanda kendini gerçekleş
tirmiş kişilerdir- başkalarım sevmeye ve doyumlu ilişkiler kurmaya daha
yetenekli olduklarım ileri sürerler. Arıcak bu konuda karşıt görüşler de var
dır. Örneğin Walster (1978) benlik saygısı düşük kişilerin özel bir sevgi
gereksinmesi duyduklarım ileri sürmektedir. Dion ve Dion'un (1975) araş
tırmasına göre, hem yüksek hem de düşük benlik saygısı aşık olma
konusunda büyük bir eğilim yaratabilmektedir. Konuya burada da cinsiyet
farkı açısından bakılmıştır. Benlik saygısı düşük kişiler romantik partner-
ANILARDAKİ AŞKLAR 61
karşısında duygusal bakımdan olgun kişiyle olgun olmayan kişi arasında
ancak çok küçük bir fark vardır. Kephart da 197o'lerdeki araşhrmasında
romantik aşkın bir duygusal bozukluk belirtisi olmadığını bulmuştu.
Düşük kişilik puanı alan üniversite öğrencileri yüksek puan alanlardan
daha fazla aşık oluyor değillerdir. Üstelik, aşık olmanın kişiyi zenginleştir
diği ve mutlu kıldığı da kabul edilmektedir.
Sullivan, Erikson gibi kuramcılar, aslında insanın tüm yaşamı
boyunca önemli olan yakınlığın özellikle gençlik çağında gelişmeye baş
ladığını, onu izleyen genç yetişkinlik döneminde en büyük çabanın
yakınlık duygusu geliştirmek olduğunu kabul ederler. Kişi yetişkinliğe
doğru ilerledikçe başkalarıyla sevgi ilişkisi kurma yönünde sürekli bir
çabaya girer. Fromm, Erikson gibi yazarlara göre, kişinin önce kendini
sevmesi doyumlu bir sevgi ilişkisi kurabilmenin ön koşuludur. Ancak
kendi kimliğine güven duyan kişiler başka biriyle yakın ilişki kurmaya
yetenekli olacaktır.
Yakınlık kavramı kuramcılar tarafından çeşitli biçimlerde tanımlan
mışhr. Steinberg'e (1987) göre, "yakınlık, iki kişi arasında birbirinin
iyiliğiyle ilgilenme ile belirlenen duygusal bir bağlanma, özel ve duyarlı
konulan açma yönündeki iyi niyet, ortak ilgileri ve etkinlikleri paylaş
ma"dır. Mitchell'e (1976) göre yakınlık, "bir başka kişiyle derin bir iç içe
girme gereksinmesidir." Mitchell yakınlığın, gençlikteki bütün davranış
ları, özellikle dostluğu ve romantik ilgileri etkileyen önemli bir gereksinme
olduğunu vurgulamaktadır. Mitchell'e göre yakınlık ne olmadığı yönünde
de tanımlanabilir. Yakınlık, yalıhlmışlığın, soğukluğun, yabancılığın kar
şıhdır; mesafelilikten çok yakın oluşla, tekdüzelikten çok coşkunlukla,
bölünmeden çok bütünlükle nitelenir. Yakınlık paylaşmakhr, inanmakhr,
güvenmektir. Yakınlık gereksinmesi kişinin bir sırdaşı olması isteğinin
ağır basmaya başladığı ergenlik döneminde kendini gösterir, yaşıt
grubunun ve dostlukların parçalanmasıyla ve karşı cinsten bir eşe eğilim
duyulmasıyla güç kazanır. Gençliğin iç çahşmalan yakın birinin varlığını
gerektirir; genç, kişiliğinin derinliklerini tanımayı başardıkça duyduğu
yoğun heyecanı paylaşma isteğini duyar. Mitchell'a göre yakınlık, gençlik
yıllarının doyurulması en güç gereksinmesidir, mesajları bulanıkhr, genç
AN I LARDAKİ AŞKLAR
çok benimsenen inanç (erkeklerde biraz daha fazla); ikinci olarak erkekler
romantik idealizmi, lazlar ise evlilik aşkını benimsiyorlar; üçüncü sırada
erkekler için evlilik aşla, kızlar içinse romantik idealizm geliyor. Araştır
macılara göre, beyaz Güney Afrikalı erkek ergenler romantizmin gücünü
ve idealizmi kızlardan daha fazla onaylıyorlar.
Yine Philbrick ve Stones (1988) tarafından bu kez Güney Afrikalı
siyahlar üzerinde yapılmış bir araştırma daha söz konusudur. Örnekleme
74 lise öğrencisi (ortalama 20 yaşında 3 6 erkek ve 19 yaşında 38 kız) ile
69 üniversite öğrencisi (yaş ortalaması 21 olan 32 erkek ve 37 kız) alınmış
tır. En yüksek toplam ortalama puanı erkek üniversite öğrencileri, en
düşüğünü de erkek lise öğrencileri almıştır. Liseli ve üniversiteli kızlar
benzer toplam ortalama puanları almışlardır. Romantik güç altölçeğinde
üniversite ve lise öğrencilerinin ortalama puanları birbirine çok yakındır.
Romantik idealizmde üniversiteli erkeklerin puanları liseli erkeklerinkin
den daha yüksekken, üniversiteli ve liseli kızlar arasında fark yoktur. Ev
lilik aşkını en çok üniversiteli erkekler benimsemektedir, onları liseli er
kekler izler, arkadan gelen her iki öğrenim düzeyinin kızları arasında ise
fark yoktur. Sonuç olarak, erkeklerin liseden üniversiteye doğru artan bir
biçimde genel aşk tutumunu benimsediği, aynı artışın kızlarda görül
mediği söylenebilir. Erkekler özellikle romantizmin gücüne gitgide daha
fazla inanıyorlar. Romantik idealizmde ise erkeklerdeki artışa karşılık kız
larda düşüş var. Evlilik aşkında da erkeklerde artış varken, kızlarda artış
görülmüyor.
Özetle söylersek, aşk konusuyla sadece edebiyatta, dinde, felsefede
değil, bilimde de ilgilenildiğini biliyoruz; ancak bu sonuncusu görece yeni
dir. Byer ve Shainber (1994), bilimde aşkın davranışsa!, psikanalitik,
hümanist ve sosyolojik açılardan ele alındığını belirtmektedir. Öğrenme
kuramcılarının desteklediği davranışsa} yaklaşıma göre aşk öğrenilmiş bir
tepkidir ve deneyimin ürünüdür; dolayısıyla sevme yeteneği birlikte doğ
duğumuz değil, öğrenmemiz gereken bir şeydir. Sevilen kişiye yaklaşırız,
çünkü onun bizi ödüllendireceğini öğrenmişizdir. Cinsel aşkta da beden
sel haz bir tür ödüldür. Psikanalitik yaklaşıma göre cinsellik insan için en
temel güdüleyici güçtür; aşk da cinsel isteğin anlatımından, cinsel gerilim-
A N I LARDAKİ AŞKLAR
İKİNCİ BÖLÜM
AŞKIN VE Cİ NSELLİGİN TARİ H İ
İKİNCİ BÖLÜM
AŞKIN VE CİNSELLİGİN TARİHİ
değildir. Çok katı yasalar çok özgür bir cinsellikle bir arada var olabilmek
tedir. ( Roma ve Bizans örneği). Tarihsel yaklaşım diğer bütün yaklaşımla
rın bireşimi olmak zorundadır; çünkü özellikle cinsellik konusunda tarih
te değişmezlikten söz edilemez. Sözgelimi, bazı toplumlar evliliği kurum
olarak bilmezler, bazıları tekeşliliği, bazıları da çokeşliliği tanımışlardır.
Cinsel eylemle çoğalma arasındaki bağ pek çok toplumda bilinmeden kal
mıştır. Eşcinsellik toplumlara ve çağlara göre yasaklanmış, serbest bırakıl
mış, idealize edilmiş ya da önemsiz sayılmıştır. Bazı dinler cinselliği katı
bir biçimde denetim altında tutmuş ve sınırlamışken, bazıları ise yüceltmiş
ve kutsamıştır. Bakirelik bazı toplumlarca tinsel bir değer sayılmış, bazıla
rınca bir tabu olarak görülmüş, bazılarınca da üzerinde hiç durulmamıştır.
Ensestin serbest olduğu çağlar ve toplumlar bile vardır.
AN I LARDAKİ AŞKLAR 73
yanlıktan önce, ı.ve 2. yüzyıllardaki Geç Roma çağında gerçekleştiği belirtil
mektedir. Le Gofra (1977) göre, Hıristiyanlığın getirdiği ilk yenilik beden ile
günah arasında kurulan ilişkidir. Hıristiyanlığın ortaya koyduğu "yeni cin
sel ahlak" tarih içinde ortaya çıktı ve zinanın, şehvetin, bedensel günahların,
yadsınan zevkin, övülen bekaretin tanımlanmasıyla gelişti. İlginç olan nok
ta, bu olumsuz gelişmeden evliliğin de payını almasıdır. Le Gofrun dediği
gibi, yeni cinsel ahlakın en büyük kurbanı evlilik olmuştur: "Çünkü, ne ka
dar az kötü olursa olsun, cinsel eyleme eşlik eden şehvetle, günahla damga
lanmıştır." (165). Evliliğin suçlanmasındaki temel amaç aslında cinselliği ev
lilik içinde de denetim altında tutmaktır. Bu denetim mekanizması dindar
çiftlerin cinsel ilişkiye girebileceği günlerin takvimini oluşturmaya kadar
varmıştır. Le Goff bütün ortaçağı etkileyen iki inancın ortaya çıktığını belir
tir. Birinci inanca göre, günahkar cinsellik önce cüzzam, daha sonra veba bi
çiminde bedenin yüzeyinde ortaya çıkıyordu. "Beden temel günahı kuşak
tan kuşağa geçirdiğine göre, çocuklar da anababalarının suçunun bedelini
öderler" (168). İkincisinde ise yoksulların, köylülerin, cahillerin dünyasında
aşın cinselliğin, sefıhliğin, yozlaşmışlığın egemen olduğuna ilişkin bir ön
yargı vardı. Aslında bu ikinci inancın da ortaçağ toplumunda toprak köleli
ğini meşrulaştırmak için uydurulduğu son derece açıktır. Sonuçta Hıristi
yanlık evlilik içinde bile cinselliği nereye koyacağına karar vermekte güçlük
çekmiş, sonunda evlilikte cinselliği kutsamış, ama bir arınmayı da zorunlu
görmüştür. Le Goff, "Bu yeni cinsel ahlak, Batı'yı yüzyıllarca etkisi altına al
dı. Bu ahlak, ancak tutkulu aşkın cinsel ilişkilere ve evliliğe girmesiyle bizim
dönemimizde yavaş yavaş değişmeye başladı" (169) der.
Batı' da -Doğu' da olduğu gibi- cinsel öğüt kitaplarına bolca rastlan
maktadır. Genellikle hekimler tarafından kaleme alınan bu kitaplarda Hip
pokrates, Aristoteles ve Galenos geleneğinin etkileri görülür. Corbin (1977)
bu tıp kitaplarının temelde sperm yönetimini öğreten el kitapları olduğu
nu belirtir; asıl kaygı sperm kaybıdır: "Erkeklerin kendilerini denetlemesi
nin yol açacağı yararlar -ya da aksi takdirde zararlar- konusundaki tartış
malar, mastürbasyon ve evlilik öncesi ilişkilere karşı açılan haçlı seferleri,
'evlilik kaçamaklarına' indirilen afarozlar, hep bundan kaynaklanmakta
dır." (214) . Corbin'e göre, "Hem Fransız doktorları, hem de Victoria çağı
AN I LARDAKİ AŞKLAR 75
niyle- şaşırtıcı gelmiyor. Şaşırtıcı olmayan bir başka nokta da, aynı sert tav
rın loz çoaıklar karşısında da gösterilmiş olmasıdır. Zaten lozlar bütün gü
nahların kaynağı olan korkunç bir organa (klitoris) sahip olmakla daha baş
tan suçluydular; üstelik bu organ üreme için gerekli de değildi. Böylece 19.
yüzyılda kadınlan aşın şehvetten korumak için en ünlü hp otoritelerinin bi
le "klitoridektomin işlemine kolayca başvurabildiği görülüyor; hplo mastür
basyon yapan erkek çoaıklann üretra kanalının dağlanması gibi.
İki dünya savaşı arasında laik değerlere bağlı eğitimciler psikanali
zin de etkisiyle arhk cinsel eğitimi savunuyorlardı. Katolik kilisesi ise tek
başına kalmışh, ama direnmeyi de sürdürüyordu. Gerçi 19. yüzyıldakinden
farklı olarak felaket tabloları çizmiyorlardı; ama iradenin yok olması, kalbin
yıpranması, belleğin zayıflaması gibi savlan işlemekten de geri kalmıyor
lardı. 6o'lı yıllarda bile, cinsel olgunlaşmayı engellediği savıyla, mastürbas
yona karşı uyanlarda bulunuluyordu. Ormezzano (1987), günümüzde de
mastürbasyon karşısında kaygılı bir tutumun olduğunu vurgulamaktadır:
" Eğitimcilerin yapıtlarında mastürbasyon konusunda daima kaygılı bir
yaklaşıma rastlanmaktadır. Kuşkusuz, bu yazarlar mastürbasyonun patolo
jik olmadığını, ergenin kendini suçlu hissetmesi gerekmediğini yineliyor
lar, fakat hepsi de psikolojik düzeyde birtakım sınırlayıcı öğütler ekliyorlar.
Yazılarında 'fakat', 'eğer', 'bununla birlikte' diye başlayan bir paragraf mut
laka vardır." (377).
Bah'da cinselliğin tarihi gibi aşlon tarihi de çokboyutlu, çokyönlü
dür. Aşlon evliliğin temeli olarak ortaya çıkması, ancak 20. yüzyılın başla
rında olmuştur. Antikçağdan 13. yüzyıla kadar iki kişi arasındaki tek "sem
pati" biçimi, iki erkeği yalonlaşhran dostluktu. Bah'da cinslerarası aşk, 12.
yüzyıl ile 13. yüzyıl arasında keşfedilmiştir. Ancak, aşk gene de evliliğin dı
şında ortaya çıloyordu, çünkü kadını kocasına değil, aşığına bağlıyordu.
Duby'nin (1991) dediği gibi: "Evlilik her halükarda o sıralar aşk olarak ta
nımlanan şeyin yeri değildir. Çünkü kocanın ve karının birbirlerine ateşli
ve çok arzulu bir şekilde ahlmalan yasaklanmışhr." (52). Daha sonra, en
azından asiller sınıfında, eşler saray aşlonın güzelliklerini tanıdılar.
Aşlon tarihsel gelişimi konusunda en önemli saptama, Bah'daki ro
mantik aşlon kaynağının Doğu'da, özellikle Arap dünyasında olmasıdır.
AN I LARDAKİ AŞKLAR 77
(1820-1840 dolayları) idealize ettiği ve yücelttiği aşk duygusu cinsellikten
anndınlmışhr. ı88o'lere doğru "Victoria ahlakı" cinsellik konusunda tam
bir sessizliği egemen kılar, günlük yaşamda ve eğitimde cinselliği yok say
mayı buyurur. Kadın, cinsel gereksinmeleri olmayan bir varlıktır. Bu çağ
da genellikle aşkın evlilikle ilgili sayılmaması, burjuvazinin henüz evliliği
aşkla güvence alhna almaya gereksinme duymamasındandır; yasa ve gele
neğin dış baskısı buna yetmektedir. Fakat çağın ekonomik yapısındaki iç
çelişkilerin gelişmesi bunu zorunlu kılmaya başlar. Aşkın yüceltilmesi ya
sal çiftin sürekliliğini güvence alhna almak için zorunludur. Bunun için de
genç kızlara annelik ve eşlik görevlerini öğretmek gereklidir. Evli eşler ara
sında derin bir birlik olmalıdır. Ancak, 19. yüzyıl yönetici sınıfla halk yığın
larını kesinlikle birbirinden ayırmışhr. Çağın baskıcı ahlak anlayışı, burju
va sınıfının cinsel davranışında tam bir ikiyüzlülüğe yol açar; her şey ser
besttir, yeter ki kimse görmesin ve bilmesin. Buna karşılık yoksul halk yı
ğınlarında evlilik, ekonomik nedenlerle pek yaygınlaşmadığı için cinsellik
le içli dışlı olmak açıkça serbest olmuştur.
Bu çelişkiler 20. yüzyıl cinselliğinin öğelerini doğuracak zemini ha
zırlar: psikanalizin ortaya çıkması (1905), kadın özgürlüğü hareketi (1903),
eşcinselliğin yeniden doğuşu (Wilde, Proust, Gide). Birinci Dünya Savaşı
Avrupa'da burjuva toplumunun çerçevelerini kırar, böylece ona bağlı cin
sel ahlak da çöker. 192o'ler, gün ışığına çıkmak isteyen cinselliğin patlama
yıllandır; hatta 1914'den önce bile serbest birleşmeyi, evlilik öncesi ilişkiyi,
cinsel eğitimi savunanlar görülmüştür. Fakat asıl 1918'den sonra devrimci
nitelikteki bütün bu kavramlar ikiyüzlü Victoria ahlakını yıkarak kendini
kabul ettirmiştir. 1930-1940 yıllarının büyük bunalımı ve İkinci Dünya Sa
vaşı bu evrimi değiştirememiş, üstelik 192o'lerin ürünlerini toplamayı hız
landırmışhr. (Aşkın Bah'daki tarihsel gelişimi için özellikle Simonnet'e
[2004] bakılabilir.)
Aşkın ve cinselliğin tarihsel gelişim sürecini Bah ve Doğu uygar
lıkları çerçevesinde karşılaşhrmak ilginç olacaktır. Doğu'yu sadece harem
yaşamı ya da eşcinsellik kültürü açısından görmek yerine, toplumsal, kül
türel, hatta siyasal ilişkiler açısından değerlendirmek değişik sonuçlar ve
recektir. Önce, özellikle Müslüman Ortadoğu'da aşk ve cinselliğin Hıris-
A N I LARDAKİ AŞKLAR 79
Altman (2003 ) , cinselliğin sürekli gözetim ve denetim altında tutu
lan bir alan olduğunu kesin bir dille doğrulamaktadır: "Toplumlar dinsel
ve kültürel yasaklar, törenler ve kurallarla; hukuk, bilim ve sağlık politika
larıyla; devlet kısıtlamaları ve teşvikleriyle ve Gayla Rubin'in 'biyolojik/top
lumsal cinsiyet sistemi' adını verdiği günlük yaşamın bir parçasını oluştu
ran geniş bir günlük pratikler yelpazesiyle cinselliği düzenler." (14) . Alt
man'a göre, hemen hemen bütün "geleneksel" toplumlar erkeklerle kadın
lan birbirlerinden ayn dünyalarda yaşamaya zorlarlar; evliliği ve cinselliği
ayrıntılı bir biçimde düzenlerler. Buna karşılık toplumlar "modernleştikçe"
cinsiyete dayalı keskin ayrımların azaldığı, aşka dayalı evlilik ideolojisinin
ortaya çıktığı görülür. Bu gelişim konusunda Altman şu uyarıyı yapmaktan
da geri kalmaz: "Bütün bu değişimlere rağmen, en 'modem' toplumlarda
bile, daha eski zamanlardan devralınan, çoğunlukla dinsel ve kültürel ide
olojilerin dayattığı cinsellik ve cinsiyete ilişkin belli bazı fikirler bugün de
varlığını sürdürmektedir." (15).
YöNTEMBİLİM SORUNLARI
Duby (1992), profesyonel tarihçilerin son yirmi otuz yıldır daha ön
ce ihmal edilen yeni bir alana girdiklerini belirtmektedir; bu alan aşkın ve
cinselliğin tarihidir. Duby'ye göre bu gecikme hiç de şaşırtıcı değildir; çün
kü bu çalışmanın olabilmesi için bu alanda belirli bir dönüşümün de olma
sı gereklidir: " Pek çok kişinin ağzını hayretten açık bırakan bir hızla, göz
lerimizin önünde, yüzyıllardır cinsiyetler arasındaki ilişkileri düzenlemek
için kurulmuş olan tüm çatılar çöküverdi. Yasaklar ortadan kalktı. Beden
ler çıplaklaştı. Bazı sözleri duyunca kızarmamaya alıştık. Eskiden büyük
bir özenle saklanan kimi davranışlar sergilenir oldu, evlilik de yeni biçim
lere büründü. Bu devrim, kuşaklar boyunca ekonomi ya da kültürde görü
len tüm değişikliklerden daha temel, daha derindi; yine devrim diye adlan
dırdığımız diğer sarsıntılar, bunun yanında yüzeysel ve geçici kalıyordu; iş
te bu devrim, insanoğlunun başlangıcından bu yana kurulmuş düzenleri
ortadan kaldırarak, erkeklerle kadınlar arasındaki rol ve iktidar dağılımını
tepeden tırnağa değiştirdi. Bunca keskin bir kargaşanın, etkilediği olgular
la insan bilimleri uzmanlarının, özellikle de tarihçilerin ilgisini çekmesine
ANILARDAKİ AŞKLAR 81
rini saptamıştır. Mitterauer'in de vurguladığı gibi, Avrupa tarihinde genç
lik, sonuçlan bugünkü gençliği anlamamızı sağlayacak bir kişisel bağım
sızlık gelişimi dönemi olmuştur. Peki Doğu'da durum nedir? Tanpınar
(1977), Batı'da romanın bile Hıristiyan dünyasında insanın kendini "her an
yoklama, derinleştirme terbiyesinnden doğduğunu; buna karşılık Müslü
man Doğu'nun "psikolojik tecessüs"ü pek az tanıdığını, dolayısıyla insan
ruhuyla çok az meşgul olduğunu söylemektedir.
Türkiye'de başka birçok alanda olduğu gibi cinselliğin tarihini yaz
makta da karşılaşılabilecek en önemli sorun, tarihsel kaynakların kıtlığı bir
yana, cinsellik alanında güncel araştırmaların da çok az olmasıdır. Bugü
nün cinselliğini tanımamızı sağlayacak görgül bulgulardan yoksun olduğu
muz için geçmişle karşılaştırma yapma, değişimi görme olanağına da yete
rince sahip olamıyoruz. Cinsel alanda Türkiye' de de olduğu düşünülen de
ğişimin boyutları hakkında yeterince bilgi sahibi miyiz? Sadece cinsel de
ğerlerin ve tutumların değişimini değil. cinsel davranışlardaki değişimi de
saptamak zorundayız. Bunun için de önce cinsel olgunlaşma yaşındaki de
ğişimi belirlemek, sonra ergenlerin açık ve örtülü cinsel davranışlarının
dökümünü çıkarmak, sözel anlatımlarla davranışların ne ölçüde örtüştüğü
nü soruşturmak, en sonunda da yeni değer ve tutumların neler olduğunu
ortaya koymak gerekmektedir. Bütün bunları eldeki -eğer varsa- tarihsel
verilere bakarak önceki kuşaklarla da karşılaştırmak toplumsal değişimi
görmek açısından kaçınılmaz olacaktır.
Başka bir soru, ergenlerin "cinsel toplumsallaşma"sıyla ilişkilidir:
Önceki kuşağın şimdi çocuklarına aktarmak istediği cinsel tutumlar ve de
ğerler ergenlerce kabul görüyor mu? Evlilik dışı cinsel ilişki, doğum kont
rolü, istenmeyen gebelik, erken annelik gibi konulara önceki kuşağın nasıl
tepki gösterdiği konusu kadar, bugünün gençlik kuşağının bu sorunlarla
nasıl baş ettiği de önemlidir. Bekaretin toplumca nasıl değerlendirildiği, er
genin bilincine nasıl yansıdığı, yarattığı iç çelişkiler, kanıların davranışa
nasıl dönüştüğü gibi konular araştırılmayı beklemektedir. Açıklanan tu
tumlarla davranışlar arasındaki farklılık ya da çelişki hala geçerli bir sorun
dur ve araştırma yapmayı güçleştiren önemli bir etkendir. Ergenlerin cin
sel toplumsallaşmasında kitle iletişim araçlarının rolünü de araştırmak ge-
A N I LARDAKİ AŞKLAR
katı tabulara bağlanmıştır. Örneğin Çin'de yasal ve ahlaki olarak izin veri
len tek cinsel davranış evlilik içindeki karşıcinsel ilişkidir, bunun dışında
ki her türlü ilişki (fuhuş, çokeşlilik, eşcinsellik vb) yasadışı sayılmaktadır.
Esman (1990), Batı kültürü dışındaki yazısız toplumlarda erinlik
gelişimine bağlı bir "cinsel ergenlik"in yaygın olduğunu belirtmektedir.
Ancak bu cinsel ergenlik toplumsal statü ile de bağlantılıdır ve bu toplum
sal boyut "geçiş törenleri" ile kendini gösterir. Geçiş törenleri çocuk rolün
den yetişkin rolüne geçmeyi kurumsallaştıran işlemlerdir. Avustralya'nın
totemik toplumlarında bu törenler anneden ayrılmayı ve erkekler dünya
sında yeniden doğmayı simgeler; ancak bu ayrılma Batı toplumlarına özgü
bağımsızlaşma/özerkleşme anlamına gelmez. Ergeni güçlü ve dayanıklı
kılma adına yapılan kırbaçlama (Amerikan Kızılderililerinde) , yumrukla
ma, jenital organını sakatlama, yanağını tokatlama (Doğu Avrupalı Yahudi
anneler kız çocukları adet gördüklerinde yaparlar) gibi işlemler aslında ye
tişkinlerin erinliğe ulaşmış çocuklarına otoritelerini anımsatma -ama aynı
zamanda onlara gıpta etme- simgeleridir. Özarslan (2004) tokatlama gele
neğinin Türkiye'de de yaygın olduğunu belirtmektedir.
Cinsel olgunluğa girmek cinsel ilişkiye başlamak için biyolojik açı
dan yeterli olduğu halde, toplumsal açıdan yeterli sayılmaz. Toplumsal ve
kültürel normlar ilk cinsel deneyimleri büyük ölçüde belirler. Gardiner ve
Kosmitzki (2005) birçok kültürde cinsel iffetin (namus) özellikle kadınlar
için norm olduğunu belirtmektedir: "Ataerkil toplumlar ve geleneksel Ka
tolik ve İslami değerlere dayanan toplumlar çok katı cinsel iffet normları
na sahiptirler. Bunun sonucu olarak genç kadınların evleninceye kadar çok
az cinsel deneyimleri ve bilgileri vardır ya da hiç yoktur. Kenya' da Masai ya
da Kuzey Amerika'da Hopi Kızılderili toplumları gibi kızlara kendi cinsel
liklerini az ya da çok özgürce keşfetme iznini veren toplumlarda bir kız ço
cuğun cinsel olarak etkin olabileceği yaş konusunda yasal ya da normatif
bazı kurallar vardır. Genellikle asgari yaş on üç ya da on dörtten daha dü
şük değildir. Cinsel iffet normları genç erkekler için ender olarak aynı bi
çimde uygulanır. Bunun yerine, oğlanlar cinsel davranışı uygulama, cinsel
isteklerini doyurma ya da erkekliklerini ve egemenliklerini ifade etme yö
nündeki değişik etkinlik türlerine girmeye sık sık teşvik edilirler. Genç er-
ANILARDAKİ AŞKLAR
sındaki farklılıkları ortaya koymaktadır. Önceki satırlarda gördüğümüz gi
bi, cinsiyet erkeklik ve kadınlığın biyolojik yönleri, toplumsal cinsiyet ise
bir erkek ya da kadın olmanın davranışsa} ve psikolojik yönlerinin kazanıl
ması olarak tanımlanır. Bu toplumsallaşma, toplumun kadın ve erkek dav
ranışına ilişkin beklentilerini, kalıpyargılannı, inanç sistemini dile getiren
kapsamlı bir süreçtir. Toplumsal cinsiyetin oluşumu üzerindeki kültürel
etkiler pek çok araştırmada ele alınmıştır. Bizi ilgilendiren en önemli olgu,
kız ve erkek çocukların birbirinden erken yaşta ayrıldığı bir ortamda böyle
bir yaşam tarzının çocukların toplumsallaşması üzerindeki kaçınılmaz et
kisidir. Erken toplumsal cinsiyet ayrımının (gender segregation) bunu uy
gulayan bir toplumda kadın ve erkeğe ilişkin beklentilerde önemli farklılık
lar yarattığını, buna karşılık iki cinsin bir arada büyüdüğü ve farklı muama
le görmediği bir çevrede yetişkinlikte iki cins arasında daha büyük bir eşit
lik oluştuğunu araştırmalardan öğreniyoruz. Başka bir deyişle, çocuklukta
öğrenilen kalıpyargılar toplumsal cinsiyete bağlı davranışların toplumsal
laşmasını daha o zamandan etkilemektedir. Böylece, kültürel geleneklerin,
kız ve erkek çocuklar arasındaki toplumsal etkileşimlerin yapısını ve içeri
ğini belirlediği söylenebilir. Bu etkileşimlerin yetişkin rollerine hazırlanan
gençler için daha önemli olduğu açıktır (bkz. Basow 1992; Gardiner ve
Kosmitzki 2005). Özetle, tarihsel ve kültürlerarası araştırmalar, cinselliğin
büyük ölçüde toplumsal olarak kurgulandığını, özellikle ataerkil kültürün
hem cinsel yaşantıyı hem de cinsellik tanımını ve anlayışını biçimlendirdi
ğini ortaya koymaktadır. Türkiye'de kadın ve erkeklerin toplumsallaşma
yollarının birbirinden erken çağlarda ayrılmasının olumsuz sonuçlan geç
mişe ilişkin anılarda görülebilmektedir; bu ayrımın günümüzde ne tür ge
lişimsel sonuçlar yarattığını ortaya koyan görgü} araştırmaların olmaması
önemli bir eksiklik sayılmalıdır.
ANILARDAKİ AŞKLAR
dinsel konulardaki parçalannın seçildiği, buna karşılık "aşk ve gençliğe da
ir" başlıklı bölümün kitaplara alınmadığı görülmektedir. 16. yüzyılda yaşa
mış olan Kınalızade Ali'nin 1564'te yazdığı Ahlak-ı Alai adlı kitaba da bir
ahlak eğitimi aracı olarak yüzyıllarca başvurulmuştur. Nabi'nin oğlu için
yazdığı 1701 tarihli Hayriyye de, yoksullan doyurmaktan eşcinsel ilişkiden
kaçınmaya kadar günlük yaşamın bütün alanlanna ilişkin öğütler içermek
tedir. Osmanlı döneminde en çok okunan eğitim kitabı ise Erzurumlu İb
rahim Hakkı'nın 1756 tarihli Marifetname'sidir. Amasyalı Hüseyinoğlu
Ali'nin 1453 tarihli Tarik-ul Edep adlı eserinde on yaşını geçen erkek çocuk
ların odasının anababasının ve kız kardeşinin odasından ayrılması öneril
mektedir; aynı öneri üç yüzyıl sonra Marifetname'de de karşımıza çıkıyor
(Akyüz 2001). Önemli öğüt kitaplarından biri de, 13. yüzyılda yaşamış İran
lı şair Feridüddin-i Attar'ın (1958), adı da "Öğüt Kitabı" anlamına gelen
Pendname'si. Attar'ın öğütlerinin başında önce Tanrı nimetlerine şükret
mek, sonra nefsine hakim olmak, şehvetten uzak durmak gelir: "Şehvetin
elinde esir olan zavallıyı, hür bile olsa köle farzet." (39). Attar'ın, kadınlara
düşkünlüğü de kötü ve tehlikeli saydığı görülür: "Ey kardeş: Dört şeyde teh
like vardır. Elinden gelirse bunlardan sakın. Sultana yakınlık, kötülerle
dostluk, dünya sevgisi, kadın düşkünlüğü. (n). Ey oğul, dört şey hatadan
sayılır. Dinle ki sana baştan anlatayım. Birincisi kadından vefa ummaktır
ki, bu saf insanlar için büyük hatadır. Düşman beslemek nasıl yanlış bir
hareket ise kötü nefsin muradını yerine getirmek de öyledir. Kötülerden
sakınmamak nasıl bir hata ise yaramaz çocuklarla yoldaşlık da bunlardan
beterdir. (33). Ahmak adamın iki nişanı vardır. Çocuklarla yoldaşlık, kadın
lara düşkünlük. " (38) . Attar'ın kadınlara olduğu gibi çocuklara da pek
olumlu bakmadığı dikkati çekiyor.
Cinsel tutkuya egemen olmanın, "nefis mücadelesi" yapmanın bu
tür öğüt kitaplarının başlıca önerileri içinde yer aldığı görülür. Kabusna
me'de (tarihsiz), "Ey oğul, aşık olmamaya çalış, eğer ansızın aşık olursan
bari gönlüne uyma ( ... ). Gönül şehvetine uymak akıllı kişilerin işi değildir''
(179) denir; ancak gençler ne yaparlarsa mazurdur denilerek hiç olmazsa
aşkı açıkça yapmamaları gerektiği vurgulanır. Kabusname cinsel ilişkinin
hangisinin yararlı, hangisinin zararlı olduğunu da belirtir: "Şöyle bilmiş ol
A N I LARDAKİ AŞKLAR 93
}ara Öğütlerim (1995) adlı kitabı için, "Bu öğütler alemi İslamın en ince ve
tahribkar hastalıklarını herkesin anlayacağı bir lisanla teşrih etmiş ve teda
vi usullerini de göstermiştir" (12) der. Demirhan (1939) Öğütlerim adlı ki
tabını geleneğe uyarak oğlu için kaleme almıştır. Daha modem görünmek
için La Rochefoucauld, La Fontaine, Shakespeare, Schiller gibi batılı yazar
lardan alıntılar yapılan kitapta günlük yaşamın bütün alanlarına yönelik
öğütlere yer verilmektedir. Büyüklere itaat, küçüklere şefkat, fakirlere mu
avenet, nefse hakimiyet, namus, şeref, haysiyet, mahviyet, mülayemet, me
tanet, mesuliyet, tevekkül gibi kavramlar öğütlerin felsefi özünü oluştur
maktadır. Cinsellik konusundaki temel öğüt ise yüzyıllardır değişmeyen
öğüttür: "Oğlum, iki şeyden çok kork: Hiddet ve şehvet. ( ... ) Esiri şehvet de
ğil, emiri şehvet ol! ( ... ) Müteehhil aile kadınlarile kat'iyyen gayri meşru
münasebetlerde bulunma: Bu büyük bir alçaklıktır. ( ... ) Genç kızların iffe
tini koru; asla ve asla bir genç kızın iffetine dokunma. Bir genç kızın en bü
yük hazinesi iffetidir. Bu iffete dokunursan o genç kızı soldurur ve öldü
rürsün. (... ) Fuhuştan, haramdan daima ihtiraz et." (96-97).
"Bahname"ler (hah Arapça cinsel istek, şehvet; name Farsça kitapçık
anlamında) cinsel sorunlarla ilgili bilgileri içeren eserlerdir. Uzel'in (2002)
açıkladığına göre; "Kaleme alınan Arapça, Farsça veya Türkçe bahnameler
de dini veya tıbbi bakımdan cima (cinsel birleşme) adabına yer verilmiş, ka
dın-erkek ilişkileri etraflı olarak incelenmiş, bu konuda yollar ve yöntemler
gösterilmiş, her türlü yetersizlik ve rahatsızlıklara iyi gelen çeşitli ilaçların
hazırlanması anlatılmış, tenasül hastalıkları, hamileliğin teşhisi, önlenmesi
vb gibi konular yanında, güzeller ve güzellikler de belirlenmişti" (191). Uzel.
Nasireddin Tusi'nin Farsça ve Yusuf el-Tifaşi'nin Arapça bahnamelerinin
Türkçe'ye birçok kez çevrildiğini ve Osmanlılarda yaygın olarak kullanıldığı
nı belirtmektedir. Bu eserlerde "cimaa kuvvet verir", "şehveti ziyade eder"
ifadeleriyle birtakım tıbbi önerilerde bulunulmaktadır. Uzel, Osmanlı-Türk
hekimlerinin de bu alanda telif eser yazmak için denemeler yaptıklarını ek
ler. Uzel'in, Mustafa Ebulfeyz tarafından 18. yüzyılda Türkçe'ye çevrilen
Tıihfe-i Müteehhilin (Evlilere Armağan) adlı kitaba ilişkin incelemesinden,
kadın güzelliğine ilişkin şu bilgileri ediniyoruz: Dili, dudakları, yanakları,
kalçaları kırmızı olmalı; yüzü, başı. topuklan, kalçaları yuvarlak olmalı; du-
A N I LARDAKİ AŞKLAR 95
bunu, "sımsıkı kapanık bir toplumda, baslanın yaratbğı lamıltısızlık içinde,
bu yoldan bir kaçamak aranması" (129) ile açıklar. Karagöz'ün açık saçıklı
ğını yerli araştırmacıların görmezden geldiğini (orılar bunu Nasrettin Hoca
konusunda da yaparlar), buna karşılık yabancı gözlemcilerin bu özelliğin
üzerinde ısrarla durduklarını belirtir ve G. A. Olivier (1800), Ch. White
(1845), G. de Nerval (1861), Ch. Rolland (1854), Th. Gauthier (1856), E. de
Amicis (1885) gibi yazarların adlarını verir. And, "Bir tanık, Karagöz'de hiç
sansür olmadığına, phallus'lu Karagöz'ü nasıl olup da çocuklarla kadınların
seyrettiğine şaşıyor" (136) der. En önemlisi de şu örnek: "Hele Karagöz'ü
uzun uzun anlatan bir başka yabancı, gördüğü açık saçık bir Karagöz göste
risinde, oraya iki laz çocuğu ile gelmiş yaşlı bir Türk'e, böyle utanmasız sah
neleri niye çocuklara seyrettirdiğini soruyor ve şu cevabı alıyor: 'Öğrensin
ler; ergeç bunları tanıyacaklar; onları bilgisizlik içinde bırakmaktansa öğret
mek için iyidir."' (136). Bu tanık Wanda, yıl 1884. And, Karagöz'ü bir halk
tiyatrosu gibi görmek isteyen yerli araştırmacıların "phallus'un (erkeğin cin
sel organı) Karagöz'ün ayrılmaz bir öğesi olduğunu" kabule yanaşmadıkla
rını; oysa "Phallus(un) bolluk törenlerinin bir kalıntısı olarak halle tiyatrola
rının en ayrılmaz bir özelliği" (138) olduğunu belirtmektedir.
Halk, cinselliği sadece Karagöz oyunlarında değil seyirlik köy oyun
larında da yansıtır. Örneğin, Çağımlar'ın (2003) saptadığı gibi, Sivas yöre
sinden derlenen köy seyirlik oyunlarında, "Oyunlar konu balamından çe
şitlilik gösterse de içlerinde yer alan ortak tema cinsellik olarak kendini
göstermektedir. Bazen de oyunların temel konusu cinsellik olabilmekte
dir." (198). Çağımlar'ın incelemesinde "madımak tezek oyunu", "aşık oyu
nu", "çepiç teke oyunu", "değirmen döndürme oyunu" gibileri erotik oyun
lar kategorisinde ele alınmaktadır. Araştırmacı, aşık oyunu için, "Çocuk
oyunu şeklinde oynanmasına rağmen büyükler tarafından oynandığı için
dili son derece açık saçıktır" (199) demektedir. Çağımlar'a göre, "oyunlar
da cinsellik, kimi zaman kelime oyunları ile verilirken, çoğu zaman cinsel
birleşmenin taklidi şeklinde de kendini göstermektedir. İnsan hayatında
ne varsa, oyunlarda da bunlar vardır." (204).
Aşkın ve cinselliğin hangi tarihsel-toplumsal çağda ve ortamda ya
şandığı da son derece önemlidir. İçinde yaşanan çağ ve toplumsal koşullar
ANILARDAKİ AŞKLAR 97
dan yırtmaç çarşaflar/ Görünüyor tombul bacaklar/ Kapanın şeytan postal
lar/ Bayılıyor sizi gören esnaflar... " (9). Kadın giyim kuşamıyla ilgili daha
fazla bilgi için Turan'ın (1990) Türk kültür tarihi çalışmasından yararlanı
labilir. Eski Türk toplumunda cinsiyet kültürü (evlilik, aile, aşk, cinsellik
vb) konusunda Türköne'nin (1995) çalışmasına bakılabilir. Kadın ve cinsel
lik sorunlarını Osmanlı aydınlarının da ele aldığını biliyoruz. Sözgelimi,
son Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyesi olan Celal Nuri'nin (1870-1939), ka
dınlığı, cinsellikten örtünme-kaçınma sorununa kadar birçok konuda ince
lediği Kadınlarımız (1915/1993) adlı bir kitabı vardır.
Türk toplumunun tarihinde iki olgunun çocuğun cinsel toplumsal
laşmasında önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bunlardan biri kız çocuk
ların belirli bir yaştan itibaren örtünmesi, diğeri de kız ve erkek çocukların
yollarının belirli bir yaştan itibaren ayrılmasıdır. Birbirine alttan alta son
derece bağlı bu iki uygulamanın, kaynağını toplumda egemen olan inanç
sisteminden aldığı açıktır. Osmanlı toplumunda kız çocukların belirli bir
yaştan itibaren çarşaf giymeleri konusunda ciddi bir toplumsal baskı oldu
ğunu Zeynep Hanım (Ellison 2001) 1 907 tarihli mektubunda din eğitimi
hocasının sözleriyle anlatır: "Bir gün geldiğinde, dersten sonra bana 'Ney
yir, sen on iki yaşına geldin, artık çarşafa girmelisin' dedi. 'Artık başın ve
yüzün açık dolaşamazsın; çarşafa girmelisin. Annen, senin artık büyük bir
kız olduğunu fark etmemiş, bunu söylemek bana düşüyor. Ben sana Allah
sevgisini öğretiyorum, sen benim manevi kızımsın; onun için seni, bun
dan sonra çarşafsız gezmenin tehlikelerine uyarmalıyım." (65). Örtünme
konusundaki bu baskı toplumun belirli kesimlerinde bugün de yaygınlaşa
rak sürmektedir; buna karşılık, örtünmeye Osmanlı döneminde bile tepki
ve başkaldırı olduğu birçok örnekte görülmektedir. 1902 doğumlu Selma
Ekrem (1998), ablasının peçe ve çarşaf giymesine gösterdiği tepkiye anne
sinin yanıtını anımsar: '"Anne, ablam neden çarşaf giydi? Hiç ama hiç sev
medim! 'Ablan büyüdü kızım' diye cevap verdi annem, 'artık yüzünü her
kese gösteremez."' Selma Ekrem, "Sen de yakında çarşafa gireceksin" di
yen küçük teyzesine, "Ben çarşaf giymek istemiyorum, yüzümü kapatmak
istemiyorum" diye bağırdığında teyzesinin verdiği yanıt önemlidir: "Her
Türk kızı çarşaf giymek zorundadır, yüzünü ve saçını erkeğe göstermek
ANILARDAKİ AŞKLAR 99
dedim. Emrullah Efendi şu cevabı verdi: 'Azizim, sen hem müfettiş, hem
de müessis olacaksın. Erkek muallim mektebinde ıslahat yapbk. Programı
na haftada iki defa beden terbiyesi dersi koyduk. Orada sen ders verip mu
allim yetiştireceksin. Kız mektepleri için de sonra düşünürüz'.n (47). Tar
can, öğretmen okulu öğrencilerine jimnastik dersi vermeye başladıktan
sonra, "Sıra, jimnastiğin kız mekteplerine sokulmasına gelmiştin der: "Ca
ğaloğlu'ndaki muallim mektebine yeni bir jimnastik salonu yaphrmışhm.
Burada, ilkokul öğretmenlerinden yüz kadar bayana haftada bir gün ders
vermeyi düşündüm. Fikrimi, Maarif Nazın Emrullah Efendiye söyledim.
Nazır keyfiyeti şeyhülislam efendiye açmış, o da: 'İlmiye mensubiyni, bu
bid'ati iyi karşılamaz! Yaşı otuzla sayılan genç bir erkek muallimin, çarşaf
lı hanımlara ders vermesi caiz olamaz! Mümkünse bu işten vazgeçin!' de
miş. Emrullah Efendi ise, 'Dersleri bizzat teftiş edeceği, ahlaka uygun ol
mayan bir nokta görürse sarfınazar eyliyeceği' cevabını vermiş." (48). Tar
can, "hocaların muhalefetini bertaraf etmenin çaresi"nin "medreselere
jimnastiği sokmak" olduğunu düşünmektedir. Şeyhülislam, "Medreseler
böyle yeniliklere müsait değildirn dese de, Tarcan yaşlan 20 ile 30 arasın
da kırk kadar sarıklı hocayı -başlarını açmak istemiyorlar- derse başlatma
yı başarır. Aklı kız öğretmen okullarında ve kız liselerinde kalan Tarcan bir
gün bu dersleri teftiş etme olanağını bulur, ama genç olmasının sorun ya
ratmasından korkmaktadır. "Gariptir, Meşrutiyetin ilanı tarihi olan ı908'e
kadar kız mekteplerinde elli yaşından küçük muallim kullanılmıyordu ve
bu yaş kaydi mekteplerin talimatnamelerine bile geçmişti!n (50). Tarcan,
okulu ziyaretinde, kız öğrencilerin "başörtülerini iyice sıkmaları, müfetti
şin yüzüne bakmamaları, bilhassa gülmemeleri" için müdire hanımın ön
lem aldığını fark eder; kızların siyah yeldirme ve başörtüsü ile jimnastik
dersi yaphğını görür. Kendi deyişiyle bir karikatüre dönüşen jimnastik der
si Tarcan'ı düşkınklığına uğratmışhr: "Mektebin iç kapısında Müdire Ha
nımdan, dış kapısında da Müdür Efendiden ayrıldım. n (52). Bu çift kapı sis
temi de ayrımcılık açısından anlamlıdır. Şanlıurfa'dan bir gazete haberi bu
tür uygulamaların günümüzde de sürdürülmek istendiğini gösteriyor:
"Endüstri Meslek Lisesi'ne giriş çıkışta kız ve erkek öğrenciler ayn kapıla
n kullanıyor. Okulun ön kapısını kız öğrenciler, arka kapısını da erkek öğ-
ANILARDAKİ AŞKLAR
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇOCUKLUKTA AŞK VE CİNSELLİK
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÇOCUKLUKTA AŞK VE CİNSELLİK
eçmişe baktığımızda -yaşanması ve anlatılması olanaksızlaştığı
BEDENİ TANIMA
Anadolu'da çocukların cinsellik konusunda -özellikle geçmişte
neredeyse doğal bir eğitim gördükleri söylenebilir. Erdentuğ (1975), " Köy
lü, şehirliye nisbetle bu konuda çok daha gerçek ve tabii görünmektedir"
der: " Hal'de ancak büluğa erdikten sonra kız ve erkek çocukların odaları ay
rılmaktadır. Fakat fakir ailelerde kız ve erkek çocuklar evleninceye kadar
bir arada yatarlar. Çocuklar cinsiyet hakkında her şeyi bilmektedirler. Çün
kü çok odalı evlerde bile, köylülerin deyimi ile, 'analar çocuklarına tutkun'
ve aynca bilgisiz olduklarından çocuklarını geceleri yanlarından ayırma
maktadır. Hal'de terbiye konusunda cidden dikkate değer ve üzerinde
önemle durulacak bir cihet, hayati ve cinsel konuların çocuklar önünde
açıkça konuşulmasıdır. Köy halkının bu husustaki düşüncesi şudur: Bu
hususta yapılacak açık konuşmalar çocuklar için faydalıdır." (80). Kırsal ya
şam koşullarında çocukların cinselliği doğadan, birbirlerinden, çevreden
gözlem yoluyla öğrendikleri doğrudur ve anılara da yansımışbr. 1933 Elbis-
lun da altına dikenli teller çekerek ne giriş ne de çıkışa izin veren bir öajı;:�
• l 'r , J . ı
AN I LARDAKİ AŞKLAR
me başvurmuştu. Sağ bacağımdaki iz o telden kalmadır." (75). Deniz ha
mamlarının tarihinin epeyce eskilere gittiği, 1881 doğumlu M. R. Mima
roğlu'nun anılarında da yer almasından anlaşılıyor. Mimaroğlu da hama
mın kadınlar bölümünden "haram" bir zevk çalmaya kalkışan gençlerden
dir: "Yazın bazı akşamlar, Küçük Moda'ya bahçeli birahaneye giderdik. Bu
ranın bahçesi denize karşı ferahlı bir yerdi. Sağ tarafı erkekler ve solu ka
dınlar deniz banyosuydu. Kadınlarınkinin yolu bu bahçeden geçerdi, er
keklerinkine gitmek için dışardan dolaşmak lazımdı. Bir müddet çalınan
müziğe dalar, kalır, hazan da konuşmalar açardık, kimi vakit de bir, iki bar
dak bira içerek biraz cesaretlenir, yaramazca işlere girişirdik: Bu bahçenin
bir ucundaki kadınlar deniz banyosuna gidip gelenlerin verdiği haz ve hız
la cür'etlenerek, hemen fırlar, bahçeden çıkar ve erkeklerin deniz banyo
sunda soluğu alırdık, tabii olarak hemen de suya dalardık. Bu haşarılıklar
da yoldaşım, kendisinden böyle şeyler hiç de umulmıyan sessiz ve halim
arkadaşım (H) 'di. o balık gibi yüzerdi. Bana da ondan cesaret gelerek, bir
dalışta, tahtalarla çevrilmiş olan yüzme havuzunun dışına çıktık mı, bu se
fer de soluğu kadınlar banyosunun önlerinde alırdık. Uzaklardan gözleyen
polisin, düdüğü çalınır çalınmaz hanımlarla aynı deniz parçası içinde bu
lunmaktan mütevellit keyif kaçar ve biz de oralardan uzaklaşırdık. Bu, o za
manın, çalmak gibi yasak bir hareketiydi. Bu haramı, bize hırsızlama yap
hrırlar ve haramı harama kathrırlardı.. O vakit bize çok neş'e veren bu tat
lı şey, çeşnilik olacak miktarlardan bize azdı. .. " (26).
Kadın bedenini denizde tanımak yolunu seçenlerden biri de 1928
doğumlu Refik Erduran (1987): "On yaşıma yaklaşırken mahalle arkadaş
larımla birlikte bota ya da küçük bir sandala biner, iskelenin alhna girer,
kadın yolcuların anatomilerini tahta aralıklarından ve çok acayip bir açı
dan incelemeye çalışırdık. O yüzden ciddi dayak yememize ramak kaldı
birkaç kez." (24). Kadınlar hamamını gözetlemek de erkek çocuklar için
kadın bedenini tanıma yollarından biri. 1927 doğumlu Yusuf Ziya Baha
dınlı (1995) Pazarören Köy Enstitüsü'nü ziyarete gelen kadınlan hamam
da yıkanırlarken bir arkadaşıyla çahdan gözetliyor: "Enstitünün elektrik
üreten motoru zaman zaman bozuluyordu. Lüks lambalan hazırda bekle
tiliyor, elektrikler kesildiğinde gereken yerlere asılıyordu. Llmbalann ha-
DOi.AYLI CİNSELLİK
- , ı ı · : ; Cinselliğin, doğrudan yaşanmasının engellendiği durumlarda do
ANILARDAKİ AŞKLAR
tarzı ve erkek çocuğu gibi bir çorukluk geçirdim. Bir keresinde teyzem anne
me kızmıştı. 'Bu kız oğlan çocuğuna benziyor' deyip bana kendi elleriyle kı
yafetler dikmişti, sonra da karşıma geçip 'ha şimdi kıza benzedin' demişti.
Çelik çomak oyunları oynarken genç kızlığımı geç idrak ettim. Aşk meşk iş
leri aklıma bile gelmezdi.n 1925 doğumlu Nezihe Meriç (2000) ablasının "di
abolon oyununu kapı önünde oynamasına nasıl karşı çıkıldığını anlatır. 1933
doğumlu Gülten Akın (Kansu 2002), "O zaman kızlara pek izin verilmezdi,
ama ben çelik çomak oynardım oğlanlarlan (34) diyor. Bu konuda en tipik ör
nekleri bebekle oynamayı reddeden kız çoruklar vermektedir. 1902 doğum
lu Selma Ekrem (1998) oyuncak bebekleri hiçbir zaman sevmemiş. Mina Ur
gan oyuncak bebekle hiç oynamamış, bebek hediye getirdilerse hemen par
çalamış. 1916 doğumlu İsmet Kür de (1995) bebekle hiç oynamamış, çok gü
zel bir taş bebeğe bile aldırmamış. 1926 doğumlu Necla F. Ertel (Köktürk
2001) "kız olduğu içinn alınan bebeklerle ilgilenmeyip erkek çocukların
oyunlarına yönelmiş.
Toplumsal cinsiyet konusunda en iyi bilgi kaynaklarından birinin
çocukların oyunları olduğunu belirtmiştim. Evcilik oyunu gibi cinsel tema
lı oyunlar özellikle önemlidir. Evcilik oyununda çocukların cinsiyeti kadar
yaşı da önem kazanır. Evcilik oyunu hem cinsel rollerin nasıl dağıtıldığını,
hem de cinsler arasındaki sınırlan gösterir. Belirli bir yaştan itibaren karşı
cinsten çocukların evcilik oynamasına da, oyun içinde cinsel temaların bu
lunmasına da iyi gözle bakılmamaktadır. Cinsiyetçi oyun yasaklarının ol
dukça eskilere gittiği, 1908 doğwnlu İrfan Orga'nın verdiği örnekten anla
şılıyor: "Bir gün bizim yemek odasında Yasemin ile evcilik oynamaktaydık.
Oyun herkesin bildiği oyun. Yasemin ile ben 'kan koca' olmuştuk. Ben iş
ten dönüyor ve onu ateşli bir şekilde öpüyordum. Tam bu sırada kaba eti
me inen bir şamarla neye uğradığımı şaşırdım. İnci bizi yakalamış, anne
me haber vermeye gitmişti. Annem duyunca hırsından kıpkırmızı oldu ve
beni odama kilitledi. Ağlıyan Yasemin'i evine götürdü. Öğrendiğime göre,
iki anne uzun uzun konuşup dertleşmişler, üstelik akşam eve gelen koca
larına da bu 'utanç verici' olayı anlatmışlar. Sonuç olarak Yasemin'le be
nim beraber oynamamız bundan böyle yasaklandı." (61). İki cinsin birlikte
oynamasının sadece kentlerde değil köylerde de hoş karşılanmadığı görü-
ÇOCUKLUK AŞKIA.RI
Anılarında çocukluk aşkını "İlk Aşk" ara başlığıyla veren Aziz Ne
sin (1969), "Tohum halinde bile olsa, ilk aşkı bu kıza duydum" (322) diyor.
Ancak Aziz Nesin, bu ilk aşkıyla ilgili bilgiler vermekten çok, anımsanan
duygular ve kişiler üzerine çözümlemeler yapmayı yeğliyor: "Anılarımızda
ki duygular, ansıdıklanmız başkaları değil, gerçekte başkalarında yansımış
olan kendimiziz; eski günleri ansıyorsak, yine kendimizi ansıyoruz demek
tir. Çocukluğumuzun sevileri bile, yine kendimizi sevmemizden başka ne
dir? .. " (323). Mutlu bir çocukluk yaşamadığını belirten Aziz Nesin gene de
kısa süreli, parçapürçük mutlulukları olduğunu söylüyor: "Bu mutlulukla
rın en güzeli Feride'yle olan arkadaşlığımızdı. Onunla ayrılmaz gibi olmuş
tuk. Hemen bütün gün birlikteydik. Bu yakınlıkta, elbette cinsel bir duygu
da vardı, ama bu en küçük belirtisiyle bile dışa vurulamamış, davranış ve
söze geçmemiş, kendimizden bile gizlediğimiz bir duyguydu. Daha çok,
uyanmamış, çocuksu bir cinsel duyguydu ve biz bu tohum duyguyu çevre
liyen sisli, buğulu bir dünyada dolanıyorduk. Doğrusu ben, cinsel konular
da hemen hiçbir şey bilmiyordum. Ama bir merak da vardı içimizde ... "
sela filmin ilk yansında elini bile tutmadım. 'Aaaa bak hemen... Ne kadar
açgözlü' demesin diye. Yani böyle platonik dönemler oldu. Bir de tanıştığı
mız bir ailenin genç bir kızı vardı. Onu çok beğenirdim. 'İşte benim evle
neceğim kız bu' diyordum. Kızla bir kere bir yerden bir yere böyle on daki
ka yürüdük. Yolda imalı üç beş laf söyledik, hepsi buydu." (67).
1926'da İstanbul'da doğan Şirin Devrim'i (2003) heyecanlandıran
ilk erkek bir Levanten: "Taksim Bahçesi'nde birlikte oynadığım Sarika ve
Nadia Burla'nın yanı sıra bir de Badetti adında Levanten bir arkadaşım var
dı. Her karşılaştığımızda kıpkırmızı kesilmesinden, benden hoşlandığı an
laşılıyordu; benim yanaklarıma da bir anda al basması, herhalde onun duy-
B koseksüel gelişmeler, karşı cinsle arkadaşlık, ilk aşk, ilk cinsel ilişki
ler şeklinde gruplanarak aktarılacak. Bu arada, ergenlik anılarının
çoaıkluk anılarından daha zengin olduğu hemen dikkati çekiyor.
ERGENLİK DEGİŞİMLERİ
Ergenlik dönemindeki cinsel gelişimi incelerken, önce bedendeki
değişimleri ve bunun yarathğı huzursuzluğu ele almak gerekir. Anılarda,
erkek çocuklarda cinsel organın sertleşmesinin, gece boşalmalarının ve
mastürbasyon eğiliminin sıkıntı kaynağı olduğu anlatılmaktadır. Aynı bi
çimde sıkıntılı olduğu halde, kız çocukların ilk ayhalinden çok az söz
edilmiştir.
Güneş Karabuda (1999) erinlik gelişmelerinden şöyle söz ediyor:
"Geçen birkaç yıl içinde büyüyor, gelişiyoruz. On beş, on altı yaşlarında, ka
lınlaşan sesimiz, çıkmaya başlayan sakalımızla, delikanlılığın eşiğindeyiz.
Dünyaya artık çocuk değil, erkek gözüyle bakmaya başlıyoruz. Sokakta ya
nımızdan geçen kızlara dönüp bakmak, hatta bazen işi ileriye götürüp çak
tırmadan onlara dokunmak hoşumuza gidiyor!" (29).
Aziz Nesin (1976) erinlik döneminin duygularını, iç dünyasını çok
güzel betimliyor: "Başkalarıyla ilişkimde belli etmezdim ama, o yaşımday
ken kendi kendime kalınca çok romantik bir çocuktum. Hiç yoktan neden
lerle ya da nedensiz olarak öyle derin, içli duygulara kapılırdım ki, 'medita
tion' dedikleri işte bu olacak! Böyle zamanlarımda, 'Bu anı hiç unutamaya
yım' derdim. Oysa, o an, unutulmayacak bir an değil, herhangi olağan bir
andı. Böyle aşın duygululuk içindeki bir anımda 'Bu anı hiç unutmayayım'
dediğim yerin dekoru şimdi de gözümün önündedir. ( ... ) Oysa orası ne bel
lekte kalacak, ne de unutulmayacak bir yerdi. Niçin böyle olduğumu bile
miyorum, belki o yaşın duygululuğu, gereksiz içliliğiydi. Ertesi yıllar böyle
duygulara hiç kapılmadım." (239-240).
AN ILARDAKİ AŞKLAR
çıkarsana!..' dedim. Şaşkınlıkla yüzüme bakb: 'Galiba oynatbn sen!..' Bunu
söylerken ayağa fırlamıştı. (297). Bu merakın karşılığı, yanakta patlayan
n
O, gözlerini açıp beni yanında görünce çok mutlu oluyordu. Sessizce öpü
şüyorduk... Evdekileri uyandırmaktan çekindiğimizden, kısa dudak doku
nuşlarıyla sınırlı oluyordu öpüşmelerimiz... Öpüşürken organımın sertleş
tiğini, damarlarının nabız gibi attığını duyumsuyordum ... Testislerim top
lanıyor, küçülüp sızlıyorlardı... Heidi'yi okşarken, öperken, minicik meme
uçlarını emerken tanıştığım bu 'ilk'ler bana büyük heyecan veriyordu...
Böyle gecelerden birinde, karnımın altındaki sızıların dayanılmaz olduğu
bir anda artık dayanamamış, dudaklarımı Heidi'nin dudaklarından ayır
madan, kanepeye çıkmıştım... Heidi, şaşırmış, ürkmüş, ama yatağına gir
meme karşı koymamıştı ... Külotumu çıkartıp da, organım Heidi'nin ateş
gibi yanan çıplak tenine değince, bedenim bir yay gibi gerilmişti. Yaşadı
ğım bu anın çok uzun sürmesini istemiş, ama başaramamıştım. Kamının
altına boşalırken dünyam dönmüştü sanki. Sonsuz bir boşluğa yuvarlanır
gibi olmuştum... Çok zevk almıştım. Ama ilk kez tattığım bu zevkin 'nor
mal' olup olmadığını bilemediğimden çok da korkmuştum... " (172-173).
Galatasaray Llsesi'nde öğrenci olan 1933 doğumlu Güneş Karabuda
(1999) rüyalarını süsleyen bir genç kızdan söz ediyor: "Müdür muavinimiz
İzzet Hamit Bey, ailesiyle arka bahçede bir evde otururdu. İzzet Hamit
Bey'in güzel bir kızı vardı. Kızın Beyoğlu'na çıkabilmesi için, tüm okulu aş
ması gerekirdi. Teneffüs sırasında onun ön bahçeyi ikiye ayıran ağaçlı yol
dan geçmesi, hangi gün olursa olsun olay sayılırdı! Kızcağız herhalde on
sekiz, on dokuz yaşlarındaydı, bizlerse on altı civan... Kız ağır adımlarla sü
züle süzüle, salına salına öyle ritmik bir şekilde yürürdü ki, dolgun kalça
ları, ahenkli küçük dalgalar gibi çalkalanırdı. Koca bahçede bağıra çağıra
oynayan tüm öğrenciler, kızı görünce hipnoza uğramış gibi anında durur,
ANILARDAKİ AŞKLAR
Bu diyalog, Nilgün'le sarışın 15-16 yaşında güzelce bir oğlan arasın
da geçiyor. Bizler de tenis maçı seyreder gibi başlarımızı bir o yana bir öte
kine çevirerek merakla izliyoruz onları." (95-96).
On ilci yaşındaki Gülriz Sururi az önceki karşılaşmada oğlanların
kendisiyle neden ilgilenmediğini düşünüyor: " Koşa koşa giriyoruz bizim
evin sokağına. Köşede sırıtıp duruyorlar oğlanlar hala. Eve girer girmez so
luğu aynada alıyorum. Bana niye laf atmadılar sanki? Çok mu çirkindim?
Ne ismimi soran oldu, ne bir şey. Zeynep'e de bakmadılar oğlanlar hiç.
Ama doğrusu Nilgün gerçekten çok güzel. Üstelik bizden iki yaş büyük.
Hem benim saçlarım pırasa gibi dümdüz. Ah keşke kıvırcık olsaydı Nilgün
gibi. Denizden çıkınca bile bukle bukle dururdu." (97).
1923 Sivas doğumlu İlhan Başgöz (Pultar ve Cengiz 2003) karşı
cinsle aralarında nasıl bir "duvar" olduğunu ve bu engellenmenin sonuçla
rını anlatıyor: "Okumaya başladığım ortaokul, benim girdiğim yıldan üç
dört yıl evvel karma olmuştu. Okul ilk başta bir kız okulu imiş; sonra da kar
ma okul olmuş. Biz kızlar erkekler birarada otururduk ve ona rağmen ara
mızda bir şey vardı. .. Duvar... Yani kızlarla rahat rahat konuşamazdık, uta
nırdık... Sokakta onlarla rahat rahat yürüyemezdik. Yalnız, bu karma eğiti
min getirdiği enteresan bir gelişme oldu. Karma eğitimden evvel, ben Hafız
Recep Okulu'ndayken, ders biter bitmez bütün çocuklar hadii kız mektebi
nin önüne koşardık. Başlardık onlara laf atmaya. Türküler söylerdik, bizi
çok çeken türküler: Kız Muallim ovalara yayılır/ Hafız Recep hayran olur ba
yılır, gibi. Biz laf atardık yani. Ama karma olunca bu bitti. Okul karma olup
da bizler kızlarla aynı sınıfta oturunca, onların da bizim gibi insan olduğu
nu görünce, bu laf atma fasılları bitti. Ama hala arada bir şey vardı böyle ...
duvar." (25) . Başgöz'ün kendisi de öğretmen olan babasının kızlarını okul
dan alması, halkın karma sistemi sindirmesinin ve benimsemesinin ne ka
dar güç olduğunu gösteriyor: "Bu arada, okul karına olunca babam orada
okuyan iki bacımı okuldan aldı. Erkeklerle okutmadı." (25). Altan Öymen
(2004), karma öğretimin 4o'lı yıllarda bile dirençle karşılaştığını belirtiyor:
"Kız-erkek, ayn liselerde okuyoruz. İlkokulda birlikteyken ortaokulda ayrıl
mışız. Yeniden aynı sınıflara girebilmemiz ancak üniversitede olacak. Bu,
eski öğretim sisteminden kalan bir uygulama. Değiştirilmesi ve eski dille
başlayan ilişkide taraflara verilen adın her on yılda bir değiştiğini saptıyor:
"Arkadaşlık teklifi kabul edilip, bir ilişki başlayınca oğlanın adı kız için ko
nuştuğu çocuk olurdu. 7o'li yıllarda küçük şehirlerde gönül ilişkisi yaşa
yan tarafların adı konuştuğu çocuk/konuştuğu kız idi. Böyle denmesinde
şaşılacak bir şey yoktu, çünkü aşk konuşmakla sınırlıydı. 8o'li yıllarda çık
tığı çocuk/çıktığı kız oldu. 9o'lı yıllara gelindiğinde erkek arkadaş, kız ar
kadaş oldu. Sınırlar aşılmış, dünyayla kültürel bütünleşmenin de adımla
rı atılmış, bazı kesimlerde sevgiliye boy friend/girl friend denmeye baş
lanmıştı. 2ooo'li yıllara yaklaşırken sevgili kelimesi otuz yıl öncesindeki
o tehlikeli ve ürpertici tanımını kaybetti. Evlenmeden birlikte yaşayan
gençlere rastlamak olağan hale geldi." (210-211). " Konuştuğu çocuk", "çık
tığı çocuk", "erkek arkadaş", "sevgili" biçimindeki değişimin sadece dilde
olmadığı, tam tersine, ilişkilerin özündeki değişimin dile yansımasının
sonucu olduğu görülebilmektedir.
Altan Öymen (2004), 4o'lı yılların sonlarında Ankara'da lise öğren
cisiyken gençlerin ilişkisini "konuşmak"la sınırlayan "ateşle barut" zihni
yetinin egemen olduğunu söylüyor: "Mahallemiz bu 'ateşle barut' tezinin
savunucularına göre, çok daha çağdaş bir havada. Kızlarla mahalle arkadaş
lığı edilebiliyor. Ama bunun hayli kesin bir sının var: ' Lise son'da da olsa
lar liseyi bitirip 18 yaşını da aşsalar, onlarla 'konuşmak' esas. Zaten o ko-
AN I LARDAKİ AŞKLAR
istenmeyen özellikleri tespit edilirdi. Bu bölüme sevdiğiniz kadın/erkek yaş
gününüzde size ne alırsa hoşunuza gider, hangi takımı tutuyorsunuz, uğur
lu rakamınız, burcunuz, burcunuzun özelliklerini gösteriyor musunuz, boş
zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz gibi sorular da girer, ardından 'haya
ta ve aşka dair' sorulara sıra gelirdi." (190) . Aşkla ilgili sorular önemlidir:
Yıldırım aşk var mıdır, aşk kalıcı mıdır, ölümsüz aşka inanır mısınız vb.
Aziz Nesin'in anket defterlerinden aşk konusunda aktardığı sorular da ben
zer sorulardır, yalnız dilleri oldukça farklı ve sanki biraz daha romantiktir:
"Izdırap aşkın hazinesidir, diyorlar... Doğru mudur?" " Kadınlar mı, erkek
ler mi hercailiğe meyillidir?" "Kadın kalbini nasıl tasavvur edersiniz?" "Ka
dın kalbi nasıl teshir edilir?" "İzzet-i nefis aşka galip midir?" "Kadınlar mı
erkekler mi bedayie meyyaldir?" (64-65) vb.
"Hatıra defterleri"nin 7o'li yıllarda da var olduğunu biliyoruz. Ayfer
Tunç (2001 ) genellikle kızların, zaman zaman da erkek çocukların hatıra
defteri tuttuğunu belirtiyor: "Hatıra defterleri 6o'lı, 5o'li, hatta daha eski yıl
lardan beri sürdürülen bir gelenekti. Hemen her genç kızın, hatta ilkokul
çağındaki kız çocukların birer hatıra defteri vardı. Az sayıda da olsa roman
tik ve duygulu erkek çocuklar da hatıra defteri tutarlardı. Ama genellikle bu
defterlere kızlar itibar ederlerdi. Hatıra defterleri mümkün olduğunca süs
lü hazırlanır, kapağında ' Hatıra Defteri' ibaresi bulunur, kırtasiyecilerde on
larca çeşidi satılırdı. Yapraklan uçuk pembe, mavi, yavruağzı olur, büyük ço
ğunluğunun sayfaları kalplerle, çiçeklerle süslenirdi. Yuva kurmak konu
sunda kararlı olan kızlar, sayfalarına bebek resimleri de çizilmiş olanlarını
tercih ederlerdi." (86). Aziz Nesin gibi Ayfer Tunç da hatıra defterlerinin fi.
ziksel özelliklerinden söz ediyor: "Hatıra defterleri özeldi, standart olamaz
dı. Kızlar dükkan dükkan dolaşıp, en sıra dışı, en romantik, en iyi süslenmiş
defteri ararlardı. En ilginç olanı kilitli hatıra defterleriydi. Kapağında genel
likle romantik bir manzara resmi veya büyükçe bir kalp, çiçek -genellikle
gonca gül- bulunurdu. Olur olmaz şahıslar tarafından açılıp okunmasını
önlemek üzere, tenekeden yapılmış, minicik kilitleri ve anahtarları vardı. Ki
litli defterler hatıradan çok günlük tutmak için kullanılır, ancak kızlarının
kendilerine ait özel hayatları olamayacağına inanan anneler bu kilitli defter
leri pek hoş karşılamazlardı. 7o'lerde birçok genç kız, kilitli günlük veya ha-
E R G E N Lİ KTE AŞK VE C İ N S E L L İ K
tıra defterlerini annelerinden kaçırmak; anneler de bir yolunu bulup bu def
terleri okumak ve kızlarının kime aşık olduğunu, 'ne kadar ileri gittiğini' öğ
renmeye çalışmak için uğraştılar." (186). Ayfer Tunç hatıra defterlerinin
kendine özgü bir düzeni olduğunu belirtiyor. Daha da önemlisi bu defterle
rin "gizli aşk"lan iletmesi: "Öğretmenlere ayrılan sayfalarda bir hiyerarşi ve
gönül bağı sezilirdi. Gizli bir aşk beslenen yakışıklı tarihçiye sayfalarda ön
celik tanınır, sayfasına özel muamele gösterilir, defterin kendi süsü yeterli
bulunmaz ve defter sahibi tarafından gizli aşkının ipuçlarını gösteren birta
kım simgeler, işaretler konurdu. ( ... ) Hatıra defterlerinin bir işlevi de gizli
aşkları ifşa etmekti. Defterin sahibi kıza ilgi duyan oğlan çok ince kelimeler
le duygularını ifade edebilir, kalemi kuvvetliyse kıza aşık olduğunu çok us
taca belli edebilirdi. Defter sahibi kız kütse bunu anlamaz ya da oğlana ilgi
duymuyorsa anlamazlıktan gelirdi. Ama defteri okuyan diğer kızlar derhal
bu gizli aşkı sezerler ve konu kulaktan kulağa aktarılır, aşk ifşa olur, kız oğ
lana ilgi duymuyorsa olay çıkarır, çocuğu herkesin içinde rezil eder, o sayfa
yı yırtıp atar veya benzer olaylar yaşanırdı." (187).
3o'lu ya da 7o'li yılların "hatıra defterleri"nin gençlik psikologları ve
sosyologlarınca incelenmemiş olması bugün büyül< bir kayıp olarak görüle
bilir. Dönemin gençliğinin karşı cinsle ilişkileri ve aşkları nasıl yaşadığını
bu defterler üzerinde yapılacak çözümlemeler çok iyi ortaya koyabilirdi.
Aziz Nesin de, elimizde bu defterlerden bir koleksiyon bulunsaydı, "toplum
sal tarihimiz açısından bir hazineye sahip olurduk gibi geliyor bana" (65) di
yor. Nitekim, 7o'li yılların davranış özelliklerini Ayfer Tunç'un aktardıkla
rından öğrenebiliyoruz: "7o'lerin ilk yansında ve öncesinde gençlikte 'top
lumcu-gerçekçi' eğilimler yaygın olmadığı ve gençliğin temel meselesi aşk
ve romantizm olduğu için şiirler genellikle basmakalıp aşk şiirleri olur, ay
nı şiire bir yığın defterde rastlanırdı. Aşk üzerine veciz sözler yazmak da
dönemin adetiydi. ( ... ) 7o'lerin sonlarına doğru yazdırılan hatıra defterle
rinde toplumcu-gerçekçi bir yaklaşım görülmeye başlandı. Nazım Hik
met'in ya da Ahmet Arifin şiirleriyle noktalanan yazılarda, aşktan meşkten
söz edilmekten vazgeçildi, toplumcu dilekler ağırlık kazandı. Bu dönemin
hatıra defterlerinde 'halkımızın kurtuluşu için savaşmalıyız', 'topluma ya
rarlı olmanı dilerim' gibi cümleler arttı. Toplumcu-gerçekçi dileklerle be-
İLK AŞKLAR
Gençlerin ilk aşklarını yaşamalarında tarihsel bir değişim söz konu
sudur. 19oo'lerin başlarında aşkların her zaman evliliğe yönelik olduğu,
karşı cinsle ilişki kurma yolunun mektuplaşmak, duygularını dile getirme
AN I LARDAKİ AŞKLAR
tuşturuverdi. Ardından da yıldınm gibi uzaklaşb. Şaşırdım kaldım, acaba bu
ne diye düşünmeden paltomun cebine koydum. O gün çok sıkı çalışbm,
mektubu okuma fırsabm olmadı. Ayrıca babamla birlikte çalışbğım için pek
cesaret edip, bakamamışbm. Akşam olunca karşımızda oturan arkadaşım
Esma'ya koştum ve cebimden mektubu çıkardım, okumaya koyulduk: 'Zeh
ra Hanım sizi gördüğüm günden beri unutmak kabil değil. Sizinle arkadaş
olmak istiyorum, kabul buyurun rica ederim. Nizam! (21-22) İlkbahar da
gelmişti. Bir gün işe erkenden gidiyordum, karşıma yine mektubu veren
genç çıkıverdi. Birden çok heyecanlanmışbm, selamlaştıktan sonra bana
mektubu ve arkadaş olup olamayacağımızı sordu. Bunun mümkün olmadı
ğını, şu anda bir gören olursa kötü olacağını, benim hep babamla birlikte işe
gittiğimi söyledim. Ama oğlan herhalde sırılsıklam aşıkb ki, bunlara karşı
çıkmadı. -Olsun, ben sizinle karşıdan karşıya, konuşmadan arkadaşlık et
meye razıyım, demez mi? Doğrusu ben de çocuktan hoşlanıyordum, ama
böyle sokak aralannda konuşmamızın yakışık almayacağını söyleyerek ayrıl
dım. Hem üzülmüş, hem de şaşınnışbm. Bu ne biçim bir çocuktu... Neyse
yürüyerek işe geldim, kapıyı açarak içeri girdim, babam daha sonra geldi.
Çalışmaya başladık. Böyle günler geçiyordu. Bir gün Nizam yine Sucuklu
Mahallesi'nde karşıma çıkb, onu görünce yüreğimde bir sevinç duyar gibi
oldum. Aşk dedikleri bu muydu acaba?" (26-27).
Mehmet Güleryüz (Sönmezay 2004), babası ile annesinin 192o'le
rin sonlannda başlayan, şiirli, mektuplu, ama aynı zamanda olaylı aşklan
nı anlatıyor: "Saraçhane'de, Bursalı Tahir Bey Sokak'ta komşularmış. Aile
ler iyi görüşüyormuş. O sıralar ağababam Anadolu'da, Arabistan'da Hicaz
Demiryolu'nda teftişte. Aileler arasında dayanışma var. Babamın küçüğü
Hayrettin amcam, annemin yaşıtı. Halam Güzel Sanatlar Akademisi'ne gi
diyor. Beraber dikiş dikiliyor. Annem ortaokul birinci sınıfındayken babam
ona duyduğu aşkı ilan etmiş; platonik bir aşk. Annem ailenin en küçüğü;
herkes şımartmış. Çok da güzel bir kız. Ama henüz dünyadan haberi yok;
sevgiyi, aşkı daha bilmiyor. Babamsa çok romantik bir genç; şiirler yazıp
okul çıkışı önüne çıkıyor. Annemi okuldan almaya büyükler gitmeye başla
mış ve ailelerin arası biraz gerginleşmiş. Bir gün babaannem, anneanne
me gelip demiş ki: 'Çocuğum aşkından ölecek, acıyın. Hem hasta.' Tarih
A N I LARDAKİ AŞKLAR
mızda küçük kıvılcımlar halinde belirmeğe başlıyan ve gitgide şimşekle
şen incizap, bir fırsatlı gecede evde de beni onun kollan arasına atıvermiş
ti. (İ)'nin yatak odası benimkinin altındaydı. Bir güzellik heykeli gibi vü
cut tenasübüne malik olan bu eşsiz güzelin, bende uyandırdığı temaşa
hissini tatmin etmek, onu doya doya seyreylemek için, yatağımın altında
ki döşeme kısmında bir delik açmıştım ... Bir çocukluk muzipliği, belki da
ha ziyade cinsi temayülün ince bir buluşu ve yaklaştırıcı addettiği bir hi
lesi, hasılı ne derseniz deyiniz, bir gece bu delikten onu kolonya yağmu
runa tuttum. Zavallı, epey de ıslandı, kızdı söylendi, ellerini tavana doğru
kaldırarak, ah yaramaz ah... dedi. İşte, ertesi günü beliren fırsattan istifa
de ederek, bana onun kollarını açan asıl büyü bu olmuştu zannederim."
(15). Mimaroğlu, kendisinin aşk öncüsü, öğreteni, başlatanı (Fransızca
"initiatrice" sözcüğünü kullanıyor) olarak nitelediği (İ) 'yi aşk perisinin bir
an görünüp kaybolan aracısı olarak görüyor: "Bu yaman kız, bu benim aşk
inisiyatris'im, bir ay kadar, aşkın bütün manevi ve sonunda biraz da mad
di zevklerini ve heyecanlarını bana tattırmıştı. Aşk perisinin bu tecellisi az
sürdü, (İ) bana az zaman yar oldu. Başkalarına yar olmak için bu aşk ku
şu, bizim kafesten uçtu, gitti." (r6).
M. R. Mimaroğlu gençliğinde yaşadığı aşkları anlatırken arada ken
di ruh halini de betimliyor; ergenlik psikolojisi açısından önemli olan bu be
timlemeleri aktarmakta yarar var. Mimaroğlu lise üçüncü sınıfta Fransızca
dergi ve kitaplar okuyabildiğini belirtiyor ve kafasının alamayacağı kadar
"güç ve karışık şeyler" okuyor olmaktan yakınıyor: "Görülüyor ya, şu müta
laa halitası içinde bocalayan halimi ve zavallı kafamı bir düşününüz " (22).
...
AN I LARDAKİ AŞKLAR
Mimaroğlu, 1898 yılında on yedi yaşında iken yaşadığı aşk için,
"Hayatımın başlıca aşkı ve romanı olan maceramı, bu yaz başlamış saya
nın" diyor: " Bu güzel yavru, komşularımızdan (A. İ.) Beyin kızı güzel
(R)'dı. Anneciği küçük iken ölmüş ve öksüz büyümüş, üvey anne elinde
epeyi kahır çekmiş bir kızdı, köşk komşularımız bunu hep biliyorlardı .. Bu
kızın biraz serbest hareketleri vardı. Bunu herkes hoş göremiyordu, fakat,
bunlar hep masum hareketlerdi, buna inanmıştım sonralan .. Onun parlak
beyaz ipekli bir maşlahı vardı, bazı akşam üstleri, eteklerini rüzgara kaptı
rarak, uçarak şen ve billur sesli gülüşleriyle ve şıih tavırlarıyla onun, önü
müzden bir geçişi olurdu. Onun bu halleri, arkadaşımın pek hoşuna git
mezdi ve derdi: -Bu öksüz ve güzel kız, bende bir iyi tesir yaparken şu hal
leri beni ondan soğutuyor." ( 20) . Bu söz, o dönemde kadını kadın gibi de
ğil melek gibi görme eğiliminin anlatımı sayılabilir. Mimaroğlu, mehtaplı
gecelerde arkadaşlarıyla birlikte çıktıkları tepenin üzerinden Marmara'nın
yıldızlı sularını seyrederken gazel okuyup şarkı söylediğini anlatıyor. Söy
lediği şarkılar, "Reng-i ruhsarına gülgün dediler/ Sana leyla, bana mecnun
dediler" ya da "Malı çehre, peri rı1 tende canım/ Nigarım, dilberim, rıih-i
revanım" gibi dönemin aşk şarkıları. Yazar bu şarkıları okurken arkadaşı
nın "vecde" geldiğini, R'nin de "hazin bir tebessüm" gösterdiğini söylüyor.
Çağın aşk anlayışı, "aşk demek gözyaşı ve ıztırap demekmiş" sözlerinde or
taya çıkıyor: "Anlamağa başlıyordum ki, (R), aşkıma kendini bu sahneler
de kaptırmış ve benimle fazla meşgul olmağa başlamıştı... Bense henüz
gönlü bin sevgili havai bir delikanlıydım... Arkadaşımın haline bakar ve acı
nırdım. Fuzuli'den alınmış parçalarla taksimler yaptığım zamanlar ben
okurken o sessiz sessiz ağlardı. Onun bu haliyle kendiminkini mukayese
ederdim. Benimki içimden taşan şevkli ve sesli bir neş'e tezahürü idi.
Onunki, sakin, sakit ve hüzünlü... Meğer bu hal, ilerde bana da mukadder
miş, bunun için de sempati'nin aşk olması lazım'mış .. Aşk demek, zaten
az-çok gözyaşı ve ıztırap demekmiş, ondan şikayet'te gerekmezmiş. Teşek
ki olsa da şiirle memzuç ve zarif olmalıymış .. Bir ehli dil olan arkadaşım
böyle derdi ve böyleydi de .. " (21). Mimaroğlu on yedi yaşında aşık olduğu
'R' ile yirmi iki yaşında tekrar karşılaşıyor: "Bu eski aşkım, beni bir anda
yeniden sarhoş ettikten sonra, hemen bir anda da ellerini omuzlanma ata-
AN 1 LARDAKİ AŞKLAR
li çocuklar... Birdenbire kendimi garip hissetmeye başladım. Ne oluyoruz,
buraya niye geldim diye düşünmeye başladım. Kaçmak, gitmek istiyorum,
kendimi oraya ait hissetmiyorum ... " (39). Sağ, Erzincan'da öğrenciyken iki
sevgilisi olduğunu söylüyor, usevgili dediysek, bugün sizin anladığınız an
lamda değil" diyerek: "Her şey çok masum. Ne yapıyoruz, işte bakışıyoruz,
gülüşüyoruz, o kadar. O dönemde en güzeli o. Elini tutsan öldürürler seni,
öyle şey olur mu?" (46). Sağ, köyde okuldan çıktığında bahçelere gidip ora
da saz çalıp "aşık olma hayali" kurduğunu, aşık olmanın da "Kerem gibi ol
mak, Karacaoğlan gibi olmak" anlamına geldiğini belirtiyor. Sağ'ın bu tür
aşka ilişkin açıklaması da şöyle: "Kerem gibi olmak. Karşındaki maşukanın
sana ağlaması, kavuşamaması ... işte böyle dramatik bir şey çizerdim. Ken
di kafama göre aşık olmayı öyle anlıyorum ben. Çünkü okuduğumuz kitap
larda, dinlediğimiz öykülerde aşk böyle tarif ediliyordu. Kavuşup mutlu
olan yok. Zaten kavuşup mutlu oldun mu, onu aşk saymıyorlar. Ayrıca ya
şadığımız çevredeki o feodal baskı insanı öyle bir yasaklarla çevreliyor ki,
zaten başka türlü bir şey düşünemiyorsun." (46-47). Sağ'ın, "Tam gelişme
sürecinde insani özelliklerini frenlettiriyorlar" demesi ve bunu sadece cin
selliğin değil -aile içinde gösterilmesi engellenen- sevginin yaşanmasına
da genelleştirmesi önemli.
1915 doğumlu Aziz Nesin (1996) "ilk aşk"ını Kuleli Askeri Lise
si'nde öğrenciyken yaşar. Durakta tramvay beklerken gördüğü bir genç kı
za tutulur ("Bundan güzel olamaz bir kız, dünya güzeli"), onu uzaktaki
evine kadar izler, sonra Kandilli Kız Lisesi öğrencisi olduğunu öğrenir:
"Okula döndüğümde çoktan gece olmuştu. Ancak pazar akşamı Nihat'la
okulda buluşabildik. Ona hemen aşık olduğumu söyledim. Tramvay bek
lerken gördüğüm bir kıza vurulmuştum. Kim olduğunu bilmiyordum.
Adı neydi? Büyük bir mıknatısın çekiciliğine kapılmış küçük bir demir
parçası gibi arkasından sürüklenerek gitmiştim. Mıknatısın, demir parça
sından haberi bile olmamıştı, haberi olmamasını özellikle istemiştim. ( ... )
Peki, bundan sonra ne yapacaktım. Can arkadaşım Nihat'a bir sevgilim (!)
olduğunu söylemiştim. Ama başka hiç kimseye söyleyemezdim. Bu bir
gizdi. ( ... ) Hatta bu öyle bir aşktı ki, sevdiğim kıza bile kendisini sevdiği
mi söyleyemiyordum. Bu, işte böyle bir gizdi." (158). Aziz Nesin bu aşk
A N I LARDAKİ AŞKLAR
bahçenin bir köşesindeki duvarlara sırtüstü yatıp gökte geleceğimi arar du
rurdum, okuduğum kitaplardaki öykülerle özdeşleşip gözyaşlarına boğuldu
ğumu da anımsıyorum. İlk yıllarda Kerime Nadir'in acıklı aşk öyküleri, sa
nının pek çok genç kız gibi beni ve arkadaşlarımı da derinden etkilemişti.
Bir havuzun soğuk sularına atlayıp verem olmak, sonra da ölmek, hem de
kan kusarak ölmek ne çok çekici gelirdi, bizim yaştakilere. Bir de Jane Ey
re'den etkilenişimiz vardı, çirkince genç kız ve yaşlıca erkeğin romantik aş
kı, rüyalarımızı süslerdi. Sanının 'romantik' sözcüğü 'platonik' sözcüğü, o
dönemlerde tam yerini buluyordu. Savaşta ölen sevgilisine, ömür boyu sa
dık kalan kadınlar, birbirlerine hiç kavuşamayan sevgililer, aşkı uğruna inti
har edenler... Bütürı okuduğumuz ve filmlerde izlediğimiz aşkların kendi
yaşantılarımızda da gerçekleşmesini gizli gizli beklediğimize eminim. Kız
ların abartılı aşk öyküleri, bunlara sahip olmayanları pek üzerdi ve benim gi
bi birçoğumuz da, tanışmadığımız ama göz göze geldiğimizi varsaydığımız,
ya da yalnızca yazdıklarıyla tanıdığımız gençlere aşık olduğumuzu sanıp
kendimize, kavuşamama, reddedilme, aldatılma öyküleri yaratır, bunları
gerçekmişçesine, gözyaşları içinde yaşardık. Kurduğumuz düşlerde ileri gi
dince, gerçekmişçesine utandığımız bile olurdu." (121).
Günümüze yaklaştıkça gençlerin ilk aşkları platonik olmaktan çıkıp
cinsel eylemle de bütünleşmeye başlamaktadırr. İlk aşkını on dokuz yaşın
da bir üniversiteli olarak liseli bir kız arkadaşıyla yaşayan Orhan Pamuk
(2003) bunun örneğini verir. Pamuk, 1952 İstanbul doğumlu.
manki ünlü sokağa, Abanoz'a gider.) Ve orada genelev eğitimi görür. Ben
bu eğitimi çok görenlerden biri değilim. ( ... ) sonradan oralara girip çıkma
ya başladığımız zamanlarda da beni itti. Genelevden ayn biliyorsunuz bir
de randevuevleri vardı. Randevuevine de en az giden bir gençtim. Orası da
beni çok itmişti. Hele pavyon ... " (96).
ANILARDAKİ AŞKLAR
ra arasında değişiyor. Gidiyoruz ama ilk zamanlar ne yaptığımızı bile tam
anlayamıyoruz. Heyecandan kulak duymuyor, göz görmüyor, ne yaptığını
bilmiyorsun. Bir tarafta müthiş bir utanma var, bir tarafta vicdan azabı, di
ğer tarafta da heyecan dorukta... Paldır küldür girip çıkıyorduk." (84-85).
1941 doğumlu Özer Baysaling de (1998) Beyoğlu'ndaki genelevleri
erken yaşta tanımış: " Kerhaneyle ilk tanışmam 14 yaşında oldu. Spora baş
ladığım için iri olduğumdan büyük gösteriyordum. Arkadaşlarımın da ço
ğu benden birkaç yaş büyüktü. Bir gün hep beraber Beyoğlu Ağacami'nin
arkasındaki 'Abanoz' sokağı denilen yere götürdüler. Koca adamlar, kapı
lardaki ufacık deliklerden, kendilerinden geçercesine bakmaya çalışıyorlar
dı. ( ... ) Çok utanmıştım. Sonra birkaç arkadaş içeri girip çıktı. Sanki Ame
rika kıtasını keşfetmiş veya meydan savaşını kazanmış muzaffer bir ku
mandan gibi gururlanarak, içeride olanları ballandıra ballandıra anlattılar.
O gün kafam iyice karışmıştı. Bir yandan, içeri girmesem bile oraya gitti
ğim için utanç ve suçluluk duygusu duyuyor, diğer yandan da o iş nasıl ya
pılıyor, diye fena halde aklım kurcalanıyor ve vücudumu ateşler basıyordu.
Suçluluk, utanç, acıma ve şehvet." (31-32).
Beyoğlu'ndaki genelev sokağını bir İstanbullu olarak küçük yaşla
rından beri bilenlerden biri de 1943 doğumlu Deniz Kavukçuoğlu (2002):
"Mahalledeki ahiler anlatır bizler de dinlerdik. Birçok ahimiz o sokakta
'milli' olmuştu. 'Milli olmak', ilk kez bir kadınla yatmak anlamına gelirdi.
Ergenlik çağını arkasında bırakmış bir delikanlının bir an önce bu dene
yimden geçmesi gerekirdi. Yoksa arkadaşları tarafından alaya alınır, arka
sından söylenmedik laf bırakılmazdı. ' Bekaret' denen şey kızlar için o yıl
larda vazgeçilemez bir 'iffet ve namus' simgesi olduğundan, sürekli bir kız
arkadaşı olan gençler bile ancak genelevlerde 'milli' olabilirlerdi." (205).
Kavukçuoğlu İstanbul'da değil Edime'deki genelevde ilk cinsel ilişkisini ya
şıyor: "Beni 'milli' yapacak olan kadına durumumu anlatmış olmalıydılar ...
Adının 'Defne' olduğunu söyleyen kadın önce kombinezonunu, sütyenini,
külotunu çıkarmış, sonra da beni soymuştu. Hastasına bakan bir hemşire
gibi şefkatliydi... Saçımı, kollarımı okşuyor, bana heyecanlanmamamı söy
lüyordu... Odanın aşın sıcaklığı, kadının yumuşak sesi ve benim sarhoşlu
ğum bir araya gelince üzerime bir uyuşukluk çökmüştü. Yatağa uzanır
A N I LARDAKİ AŞKLAR
zarlarının çoğu, Rum azınlığın ne kadar rahat ve eğlenmesini bilen bir top
luluk olduğunu özellikle belirtmiştir. Sözgelimi, Rasim Örsan (1989) eski
Bakırköy'ü anlattığı anı kitabında bu insanlardan sevgiyle söz ediyor: " Er
meniler kadınıyla, erkeğiyle kültürlü, lisan bilir, kibar insanlardır. Rumlar
da içlerinden neşe fışkıran, taverna müziği ile şarkı söyleyen, sirtaki dansı
oynayan sıcak kanlı ademlerdir. Hele Rum kızlarının işvelerine doyum ol
maz." (52). M. R. Mimaroğlu (1946) , Rum komşularıyla kaynaşan Türkle
rin eğlence açısından daha şanslı olduklarını söylüyor: "Fikir Tepesi deni
len yerse başka çeşnisi olan bir eğlence yeri sayılırdı. Orada en ziyade pa
zar günleri cünbüş olurdu, orası daha ziyade Hıristiyanların teferrüç yeriy
di. Hele Rumlar, Ermenilere nazaran sadık tebea sayılan bu millet halkı
çok keyifli vakit geçirirlerdi. Burada madamlar ve matmazellerle dans et
mek, yeni yeni yayılan fonoğraf makinelerini kurarak, adeta kır balosu eğ
lencesi yapmak mıltad ve mubahtı... Fikir Tepesi teferrücüne alışkın olan
Türkler, Rum komşulariyle fazlaca kaynaşanlardı ki bunlar, eğlence bakı
mından daha karlı idiler. Bu aleme de bir yaz, az çok karıştımdı." (27). Mi
na Urgan da (1998) Rumların neşesini vurguluyor: "Eski İstanbul'un çeki
ciliğinin büyük bir kısmı, ikisi de artık ortadan yok olan, iki etnik gruptan,
Rumlardan ve Beyaz Ruslardan kaynaklanıyordu. Rumlar, kendilerinde
çok bol olan yaşama sevincini. sanki boca ediyorlardı İstanbul'un üstüne.
Biz Türklerin başlıca kusuru doğuştan hüzünlü olmamızdır bence, onlar
ise doğuştan neşelidirler. Türk sarhoş olunca, ya ağlar ya kavga çıkarır.
Rum ise, sarhoş olunca, oynayıp şarkı söyler. Çocukluğumun Büyükada'sı,
mandolin ve gitar sesleriyle, o güzel Rum ezgileriyle sabahlara kadar çın
lardı yaz geceleri." (154) . Emine Esenbel de (Öndeş 2004), adalardaki Rum
ların arkadaşlıklarının ve "ateşli aşkları"nın onlar için bir yaşam biçimi ol
duğunu belirtiyor. Dolayısıyla, kimi Müslüman gençlerin ilk cinsel dene
yimlerini Rum kadınlarla yaşamaları hiç de şaşırtıcı değil.
l909'da Gaziantep'te doğan Mitat Enç (1979) ortaöğrenimini ve
üniversite yıllarının bir bölümünü İstanbul'da yaşar. Enç, 1929'da hukuk
fakültesinin birinci sınıfındayken kaldığı otelde daha önce oturduğu pansi
yonu anımsıyor: "Tuhaf, kendine öz bir güzelliği vardı, bu eski perişan otel
odasının. Kış sömestiri tatilinden dönünce Celal'le birlikte oturduğumuz
AN I LARDAKİ AŞKLAR
yor: "Yakacık ve Pendik yakın çevremizdi. Adalar hemen karşımızdaydı, ki
mi zaman oraya da geçerdik. Bu arada Kadıköy'de bir pansiyon da tutmuş
tum. Evin cici bir kızı vardı Raşel adında. Musevi adlarından en yakındığım
addı bu. Bu yüzden kendisine Jeli derdim ... O da sevmişti bu adı. 14 yaşla
rında var yoktu. Ama çok bilmiş bir yumurcaktı. İtalyan Lisesi'ne gidiyor
du. İtalyan asıllı arkadaşları da vardı. Bunların kimileri ile beni tanıştırmış
tı. Ben bu fırsatı iyi değerlendirmiş, İtalyanca öğrenmeye başlamıştım. Bu
girişimim bu yumurcakla arkadaşlığımızı pekiştirmişti. Bir mevsim içinde,
okullarda 8 yıl içinde öğrenmeye çalıştığım Almancam yaya kalmıştı bu yu
murcakların bana öğrettikleri İtalyanca karşısında. Özellikle dolunaylı ge
celerde Kalamış ve Kurbağalıdere mekanımız olurdu. Ay da pek anlayışlı
davranırdı böyle gecelerde... Hemen bir bulut arasına gizleniverir, bizi
utandırmazdı. Dahası, meydanı da bize bırakırdı." (44). İslimyeli, Musevi
genç kızı kendisinden daha atılgan ve becerikli buluyor: "Mevsimin sıcak
günlerinden biriydi. Altta bodrum katındaydık. Jeli'yle ikimiz de hafif giy
siliydik. Kanepede otururken afacan kolumu almış boynuna dolamıştı.
Tam karşımızda da dedesi oturuyordu. Kulağına eğilip hafıfce: -Deden, de
miştim. Başını omzuma dayayıp, -Görmez, demişti. Öyle ya görmesindi...
Ne vardı bizi görecek!.. Akşam üzerine doğru dışarı çıkmıştım. Ertesi gün
pazardı. Gerine gerine uyuyabilirdim. Gecenin tek rakamlı saatlerine dek
gönlümce eğlenmiş, sonra pansiyonun yolunu tutmuştum. Zili çalmak
üzere tam elimi uzatmıştım ki kapı birden açılıvermişti. Karşımda kombi
nezonuyla Jeli'yi bulmuştum, Tabii gürültü çıkarıp başkalarını uyandırır
mıydık hiç. Planlarım alt üst olmuştu. Uyumak benim için haramdı artık.
Ben kendimi yaramaz ve becerikli biri sanırdım. Oysa bu bir lokma çocu
ğa tutsak olmuştum. Ama Jeli'ye tutsak olmanın dayanılmaz bir yanı var
dı. Beraberliğimiz süresince bundan hiç yakınmadım." (44-45).
Osmanlı devletinde ve erken Cumhuriyet yıllarında İstanbul ko
naklarında ev işlerine yardımcı olan personelin içinde evlatlık kızlar
önemli bir yer tutar. Eve küçük yaşta alınan ve evin çocuklarıyla birlikte
büyüyen bu kız çocukların önemli bir işlevinin daha olduğu anılardan an
laşılmaktadır. 1927 doğumlu Ali H. Neyzi (1983) bu değişik işlevi ayrıntı
lı biçimde açıklıyor: " Evlatlıkların başka bir özelliği de, köşk yaşamına bir
SONUÇ
gen cinselliğinin en önemli özelliği hala toplumun sürekli denetimi altın
da tutulmasıdır; bu denetim birtakım yaptırımlarla da güçlendirilmiştir.
İnsanlık tarihinde belli başlı iki cinsel devrim yaşandığı birçok batı
lı yazar tarafından belirtilmektedir. 18. yüzyılın sonlarında gençlerin eş se
çiminde başkalarının dayatmasını değil kendi duygularını dikkate almaya
başlamaları birinci devrimi oluşturuyordu. 20. yüzyılın ortalarında gençle
rin aşkın cinsel boyutunu özgürce yaşamaya başlamaları da ikinci devrimi
getirdi. Ancak, Shorter'ın da belirttiği gibi, bütün sorun bu "cinsel devrim"
kavramı üzerinde odaklanmaktadır. Çünkü çoğu insan da cinsellik alanın
da hiçbir şeyin tam anlamıyla değişmediği kanısındadır. Gerçekten bir cin
sel devrim olup olmadığını saptamanın yolu kolay bulunabilecek gibi gö
rünmemektedir. Kesin olan bir şey varsa o da, gençlerin, içinde yaşadıkla
rı ailenin ve toplumun cinselliklerini yaşama konusunda onlara dayattığı
denetimden gitgide kurtulma ve özgürleşme eğilimini göstermeleridir. Ge
leneksel toplumda sadece yararcı -kendi soyunu sürdürmek gibi özde cin
sel olmayan, uzun vadeli- amaçlara yönelik cinselliğin, çağdaş toplumda
kendi içinde bir değer ve amaç taşıyan bir olgu haline gelmesi en önemli
değişim sayılabilir. Birinci cinsel devrimle birlikte yakınlık kurma eğilimi
büyük bir ilerleme gösterdi, erkeği ve kadını ayrı ayn yerlere koyan engel
ler aşıldı; böylece cinsellik duygusal yakınlığın bir uzantısı oldu. Dolayısıy
la ikinci cinsel devrim romantizmi öldürmedi; aksine, "aşk" fikri modern
toplumda cinsel etkinliğin zorunlu bir yoldaşı oldu. Bunun anlamı cinsel
eşler için yakın ilişkilerin aynı zamanda bir "iç arayış"a dönüşmesidir. Öz
gür olma isteği eşleri geçmişte toplumsal kurumlara bağlayan bütün bağ
lan kopardı; cinsel coşku aracılığıyla kendini geliştirmek gençler arasında
ki bağın en önemli öğesi oldu. Bugün gelinen noktanın, cinsel devrimin
bir "zorunluluk" haline getirdiği ve duygudan uzaklaştırdığı cinselliği sev
giyle yeniden barıştırmak olduğu söylenmektedir.
·
200 SONUÇ
gelindiğini daha önce görmüştük. Buradaki değişim sadece bir yaklaşım
değişimi değildir, tam tersine, ergen gerçekliği değiştiği için bakış açısı da
değişmiştir; başka bir deyişle, bilim yaşamı izlemiştir. Bah'da toplumla ça
hşmaya girmeyen, ciddi kuşak çahşması yaşamayan, derin iç fırhnalar da
duymayan -belki kapitalist ve postmodem toplumun bütün kurallarını be
nimsemiş de denilebilecek- bir gençlik, arhk cinselliği de daha sakin bi
çimde yaşayabilmektedir. (Bununla birlikte, cinsel sorunların değiştiği
ama kısmen hafiflediği de söylenebilir.) Türkiye'de ise iki yüzyıllık bir ça
badan sonra karşı cinsin ve cinselliğin yeni yeni keşfedilmesinin kaçınıl
maz sorunları bireysel ve toplumsal düzeyde bütün ağırlığıyla yaşanmakta
dır. Kadını bedeniyle ve cinselliğiyle birdenbire karşılarında bulan erkekle
rin korkulan ve bocalamaları, baş edemedikleri yerde eski bir çözüme -ör
tünmeye ve şiddete- sığınmaları pek çok örnekte kendini göstermektedir.
Henüz çıplaklıkla bile yüzleşemeyen bir toplumda köklü cinsel değişim
den söz edilemeyeceği açıkhr. 8o'li yıllarda başlayan göreceli serbestleşme
ekonomik bir bağımsızlık temeline -hem toplumsal hem bireysel olarak
dayanmadığı için cinsel alanda yaşananların da henüz "otantik" olmadığı,
genellikle güdümlü, taklit, özenti olduğu söylenebilir.
Modem Türkiye'de çocukların ve gençlerin cinselliğinin özellikle eği
tim sistemi içinde denetlendiğini ve engellendiğini anılar göstermektedir.
(Burada okul, toplumun denetim mekanizması işlevini görmektedir.) Okul
larda sistemli bir cinsel eğitim verilmediği gibi, cinsellik hakkında zihinlerde
olumsuz imgeler, kanılar, inançlar yaratabilecek bir uygulamanın ("negatif
eğitim") olduğu da görülmektedir. Her türlü doğal merakın, ufak tefek giri
şimlerin bile sert bir biçimde engellenmesi, şiddetle cezalandırılması -afişe
edilmesi de cabası- çok sık rastlanabilen uygulamalardır. Bu örnekler yetiş
kin oluncaya kadar toplumun hiç kimseye herhangi bir cinsel eylemde bu
lunma hakkını tanımayacağını göstermektedir. (O zaman, neden bu kadar
çok cinsel uyarana izin verildiğini sorma hakkı da doğmaktadır.) Anılar, hem
bu önlemlerin hiçbir işe yaramadığına, hem de nasıl yaralayıcı ve iz bırakıcı
olduğuna tanıktır. Ailenin ve okulun "normal olma kaygısı"nı giderecek ka
dar bile ergenlere yardımcı olmadığı dikkati çekmektedir. (O zaman, asıl ken
dilerinin neden bu kadar çok kaygı duyduklarını sormak gerekiyor.)
202 SONUÇ
Türk toplumunda cinselliğin ve aşkın geçirdiği gelişimi belir
lemede belli başlı kuramsal dayanağın toplumsal cinsiyet olması gerek
tiğini daha önce de belirtmiştim. lki cinsin arasına geniş bir mesafenin ve
kalın duvarların konulduğu uzun bir tarihsel geçmişin günümüzde
yaşananları etkilememesi olanaksızdır; hele bugün de o geçmişi özleyen ve
geri getirmeye çalışan toplumsal-siyasal bir hareketin olduğu dikkate
alınırsa ... Oysa kültür tarihi bize, geçmişte "kaçgöç"ün olmadığı, giyin
menin de "tesettür"e dönüşmediği dönemler yaşadığımızı göstermektedir.
Osmanlı yönetiminin kadın giyimi konusundaki bütün baskılarına karşın
yine aynı dönemde -bahlılaşmanın da etkisiyle- kısmi bir yenileşme ve
değişim olmuş, Cumhuriyet dönemi de bu gelişimi tamamlamıştı.
Günümüzde "türban" olarak adlandırılan örtünme aracının kadını erkek
ten -ve diğer kadınlardan- ayırmakla kalmayıp karşı cinsle ilişkinin çer
çevesi konusunda mesajlar da içeren bir simge olduğu açıktır. İki cinsin
birbirini "olduğu gibi" görmesini engelleyen her türlü -duygusal, zihinsel,
toplumsal, siyasal, vb- "örtü"nün kaldırılması gerektiği söylenebilir.
Bugün kadını örtünmeye, kız öğrenciyi okula başka kapıdan girmeye, er
kek öğrenciyi kız arkadaşlarını uzaktan seyretmeye zorlayan yaklaşımın aş
kın ve cinselliğin yaşanmasını nasıl etkilediğini mutlaka araşhrmamız
gerekmektedir. Anılar, karşı cinsle ilişkinin evlilikle sınırlı olduğu ya da ev
lenmeyi amaçlaması koşuluyla olanaklı olduğu, başka tür ilişkiye -ne
kadar "masum" olursa olsun- iyi gözle bakılmadığı, izin verilmediği
dönemlerin yakın zamanlara kadar geldiğini göstermektedir. Dolayısıyla,
iki cinsin ayrı kulvarlarda toplumsallaşmasının sonuçlarını (erkek ve kadın
imgeleri, kadına ve erkeğe ilişkin kalıpyargılar, aşk ve seks anlayışları vb)
görgül olarak araştırmak kaçınılmaz olmaktadır.
Kuşkusuz, cinsiyet ayırımcısı politikalar yalnızca bizim top
lumumuza özgü değildir; ama bunu gelişimi tersine çevirecek biçimde
gütmeye kalkışmak bize özgü gibi görünüyor. Bu olumsuz yaklaşımın
kuşaklar boyunca bireyin gelişiminde ve toplumun ilerlemesinde yarattığı
yıkımın boyutlarını hala tam olarak bilmiyoruz. (Anılan okumak bunu kes
tirmemizi kolaylaştırıyor.) Araşhrmalara gerek olduğunu ısrarla vur
gulamamın nedeni bu!
ABBE PREVOST (1938), Manan Lesko, (çev. M. Uraz), lstanbul, Sühulet Kitabevi.
ACAOCLU, Samet (2003), Hayat Bir Macera! Çocukluk ve Gençlik Hatıraları, lstanbul, Kitap Yayınevi.
ACAOCW, Süreyya (1975). Bir Ömür Böyle Geçti, lstanbul, ishak Basımevi.
AKSEL, Malik (1977). lstanbul'un Ortası, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınlan.
AKTAŞ. Pınar (2004). "Okumalıyım ben baba!", Milliyet, 30 Nisan.
AKYÜZ, Yahya (2001), Başlangıçtan 2001'e Türk Eğitimi Tarihi, lstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıbm.
ALAIN FOURNIER, H. (1981), Adsız Ülke, (çev. Ö. ince), lstanbul, Can Yayınlan.
ALI, Filiz (1997), Filiz Hiç Üzülmesin, ikinci baskı, lstanbul, Sel Yayıncılık.
ALTAN, Çetin (1992), Kavak Yelleri ve Kasırgalar, lstanbul, AFA Yayınlan.
ALTINKAYNAK, Hikmet (2003), Ünlüler de Çocuktu, lstanbul, Can Yayınları.
ALTMAN, Dennis (2003). Küresel Seks, (çev. S. Çağlayan), lstanbul, Kitap Yayınevi.
ALUS, Serme! Muhtar (2001), Eski Günlerde, (yay. haz. F. Ilıkan), lstanbul, iletişim Yayınları.
AND. Metin (1969). Geleneksel Türk Tiyatrosu, Kukla, Karagöz, Ortaoyunu, Ankara, Bilgi Yayınevi.
AN DAÇ, Feridun (2000), Adalet Ağaoğlu Kitabı, "Sen Türkiye'nin En Güzel Kazasısın" lstanbul,
Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları.
Anne Frank'ın Hatıra Defteri (1958), lstanbul, insel Kitabevi, (2. basım Adam Yayınlan 1985).
ARIES, Philippe (1973), L'Enfimt et la Vie Familiale Sous l'Ancien Regime, Paris, Editions du Seuil.
ARNETT, J. J. (2001), Adolescence and Emerging Adulthood, New Jersey, Prentice Hali ine.
AUSTRIAN, S. G. (2002), Developmental Theories Through the Life Cyde, New York,
Columbia University Press.
BAHADINLI, Yusuf Ziya (1995), Öyle Bir Aşk. 2. baskı, lstanbul, Say Yayınlan.
BASOW, S. A. (1992), Gender Stereotypes and Roles, 3. baskı, Kalifomiya, Brooks /Cale Pub. Comp.
BAŞGÖZ, ilhan (1999), Karac'oğlan /, lstanbul, Cumhuriyet Gazetesi Dünya Klasikleri Dizisi.
BAYKURT, Fakir (1999). Koy Enstitülü Delikanlı, lstanbul, Papirüs Yayınlan.
BAYSAL, Bahattin (2004), Üniversitelerde Altmış Yıl. Bilimle Geçen Bir Yaşam, lstanbul, ALFA Yayınlan.
BAYSALING, Özer (1998), Bir Yaşam Üzerine Sentezler, lstanbul, Tiglat Matbaacılık A. Ş.
BERNE, Erle (1986), insanca Sevgi ve Cinsellik, (çev. E. Kapkın), lstanbul, Yaprak Yayınlan.
BiRGÜL, Calıide (2003). Aklın Yolu Bindir, Talat Halman Kitabı, lstanbul,
Türkiye iş Bankası Kültür Yayınlan.
BLUE, Adriane (2000), Öpüşme-Metafizikten Erotiğe, (çev. 1. Sağlamer), lstanbul, Aynntı Yayınlan.
BOSQUET, Alain (1982), Bir Sürgün Ana, (çev. Ö. ince), lstanbul, Tekin Yayınevi.
BROWN, J .A.C. (1983), Freud and Post-Freudians, Londra, Penguin Books.
BURGESS, Anthony (1973). Otomatik Portakal, (çev. A. Üstel), Ankara, Bilgi Yayınevi.
BYER, C.O. ve L. W. Shainberg (1994), Dimensions of Human Sexuality, Boston, Massachusetts,
McGraw-Hill.
CASSOLA, Carlo (1973), Genç Kız, (çev. A. Oskulu), 3. baskı, lstanbul, e Yayınlan.
CELAL NURi (1993), Kadınlarımız, (yay. haz. Ö. Ozankaya), Ankara, T.C. Kültür Bakanlığı.
204 KAYNAKÇA
CERRAHOCLU, N. (2004), "AB Denizinde Tesettürlü Ölüm", Cumhuriyet, 2 Ağustos.
CL\RKE, John (2004), "Sexuality", D. Wyse (yay.), Childhood Studies, An Introduction içinde, Oxford,
Blackwel Publishing.
CLOUTIER, Richard (1997), "Ergenlik psikolojisinde kuramlar", (çev. B. Onur), Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, c. 27, sayı 2, s. 875-904.
CONTE, L ve ark. (1983), "Factors affecting reported level oflove in college students", Psychological Reports. 53.
CORBIN, Alain (1977), "Genç evlilerin küçük lncil'i", G. Duby (yay.), Batı'da Aşk ve Cinsellik içinde,
s. 210-223.
COWARD, Rosalind (1993), Kadınlık Arzulan, "Günümüzde Kadın Cinselliği", (çev. A. Türker), 3. baskı,
lstanbul, Aynntı Yayınlan.
ÇACIML\R, Zekiye (2003), "Sivas Yöresi Köy Seyirlik Oyunlannda Halk Bilimsel Öğeler ve Cinsellik",
Folklor/Edebiyat, c. IX, sayı XXXV, s. 195-204.
ÇAKIR. Şenol (2004), "'Ahlak Zabıtası' Avda", Radikal, 23 Eylül, s. 4.
ÇETiN, Füsun Çuhadaroğlu ve ark. (2004). " Ergen ve Ruhsal Sorunlan, Durum Saptama Araştırması",
Ankara, Türkiye Bilimler Akademisi Raporlan.
ÇIC, Muazzez ilmiye (2004). "AIHM'nin türban karan", Cumhuriyet, 24 Ağustos, s. 2.
DEBESSE, Maurice (1983). "Ergenlik Psikolojisinde Akımlar", (çev. B. Onur), A. 0. Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, c. 16, sayı l, s. 27-36.
deMAUSE, Lloyd (1974). The History ofChildhood, Londra, Souvenir Press.
DEMiRHAN, Pertev (1939), Oğlum Ömer /Jhan'a Öğütlerim, lstanbul, Matbaai Ebüzziya.
DEVRiM, Şirin (2003), Şirin, (çev. S. Selvi), lstanbul, Doğan Kitap.
DINO, Güzin (1991), Gel Zaman Git Zaman, lstanbul, Can Yayınlan.
DION, K. L. ve K. K. Dion (1973), "Correlates of romantic love", foumal of Consulting and Clinical
Psychology, 41.
DION, K. L. ve K. K. Dion (1975), "Self-esteem and romantic love", foumal ofPersonality, 43.
DOWNS, A.C. ve L. S. Hillje (1993). "Historical and theoretical perspectives on adolescents sexuality",
Gullotta, Adams ve Montemayor (yay.), Adolescent Sexuality, An Overview içinde, Newbury Park,
Sage Publications.
DRISCOLL, R. ve ark. (1972), "Parental interference and romantic love, The Romeo and Juliet effect",
foumal of Personality and Social Psychology, 24, ı.
du GARD, Roger Martin (1982), Thibault'lar, (çev. A. Cemgil), lstanbul, Cem Yayınevi.
DUBY, Georges (1991), Erkek Ortaçağ, Aşka Dair ve Diğer Denemeler, (çev. M. A. Kılıçbay), lstanbul,
Aynntı Yaymevi.
DUBY, Georges (1992), Batı 'da Aşk ve Cinsellik, (çev. A. Gür), lstanbul , iletişim Yayınlan.
DUBY, Georges (1992), "Kadın, Aşk ve Şövalye", G. Duby (yay.), Batı'da Aşk ve Cinsellik içinde, s. 185-197.
DUERR, Hans Peter (1999), Çıplaklık ve Utanç, Uygarlaşma Sürecinin Mit, (çev. T. Onur), Ankara,
Dost Kitabevi.
DUHAMEL, Georges (1945), Gençlik Hu/yalan, (çev. C. Bater), lstanbul, Ahmet Halit Kitabevi.
DURU, Kazım Nami (1938), Kemalist Rejimde Öğretim ve Eğitim, lstanbul, Kanaat Kitabevi.
DUSEK, jerome B. (1987), Adolescent Deve/opment and Behavior, Englewood Cliffs,
Prentice-Hall Intemational, ine.
206 KAYNAKÇA
Cinsiyet ve Sınıfın Yeniden Üretimi", D. Kandiyoti ve A. Saktanber (yay.), Kültür Fragmanları için
de, s. 100-123, lstanbul, Metis Yayınlan.
GÜRSEL, Nedim (2004), Sağsalim Kavuşsak, lstanbul, Doğan Kitap.
"Harem-selamlık olcul!" (OHA), (2004), Radikal, 30 Nisan.
HARMANCI, Hacı (1998), 5 Yaşında Aşk, lstanbul, Kara Yayın.
HENDRIK, C. ve S. Hendrick (1986), "A theory and method of love", foumal ofPersonality and Social
Psychology, c. 50, no 2.
HESSE, Herman (1968), Gençlik Bunalımları, (çev. A. Arpad), lstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.
HESSE, Herman (1983), Gençlik Güzel Şey, (çev. B. Necatigil, K.Şipal), lstanbul, Cem Yayınlan.
HEYWOOD, Colin (2003), Baba Bana Top At! Batı'da Çocuklugun Tarihi, (çev. E. Hoşsucu), lstanbul,
Kitap Yayınevi.
HIPPLE, T.W., J.H. Yarbrough, J.S. Kaplan (1984), "Twenty adolescents novels (and more) that coun
selors should know about", The School Counselor, Kasım.
HORHEY, Karen (1969), La Psychologie de la Femme, (lng. çev. G. Rintzler), Paris, Payot.
HOUPPERT, Karen (2004), Lanet. Son Tabuyla Yüzleşme, Adet Kanaması, (çev. E. Metin, N. Alcan),
lstanbul, Ayrıntı Yayınlan.
HYDE, H. Montgomery (1986), Pornografinin Tarihi, (çev. F. Çiçekoğlu), lstanbul, Kalem Yayınahk.
!KOR, Roger (1976), Suçsuzlar Kapısı, (çev. S. Tuğrul), lstanbul, Milliyet Yayınlan.
IRZIK, Sibel ve J. Parla (2004). (der), Kadınlar Dile Düşünce, Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet. İstanbul,
iletişim Yayınlan.
iLERi. Selim (2002), Anılar; lssız ve Yağmurlu, 2. baskı (Söyleşi, H. Şenköken), lstanbul. Doğan Kitap.
iLERi. Selim (2002), Nam-ı Diğer Kaptan, · Attila llhan 'ı Dinledim". lstanbul, Türkiye iş Bankası
Kültür Yayınlan.
ILYASOCLU MERCiMEK AHMED (tarihsiz), Kabusname, (yay. haz. A. Özkınınlı), lstanbul.
Tercüman 1001 Temel Eser.
ISLIMYELI, Nüzhet (1999), Yaşam ôyküm, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınlan.
JACOBSON, Edith (2004), Kendilik ve Nesne Dünyası, (çev. S. Yazgan), lstanbul, Metis Yayınlan.
KALKAN, Şenay (2004), MuhalifBağlama,"ArifSağ Kitabı", lstanbul, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınlan.
KANDIYOTI, Deniz (1997), Cariyeler, Baalar, Yurttaşlar, (çev. A. Bora ve ark.), lstanbul, Metis Yayınlan.
KANSU, Işık (2002), Çocukluğa Yolculuk, Ankara, Bilgi Yayınevi.
KAPLANOCLU, Raif (2001), Orhangazi Folkloru, Bursa, Avrasya Etnografya Vakfı Yayınlan.
KAPTANA, Melda (2003), Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
KARABUDA, Güneş (1999), indim Zaman Bahçesine, ikinci baskı, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
KARAOSMANOCLU, Yakup Kadri (1986), Anamın Kitabı, 5. baskı, lstanbul, iletişim Yayınlan.
KAVUKÇUOCLU, Deniz (2002), Alageyik Sokağı Bir Uman mıydı? lstanbul, Doğan Kitapçılık.
KAYRA, Cahit (1995), 1938 Kuşağı. Olaylar, insanlar, Anılar, lstanbul, Cem Yayınevi.
KEPHART, W. M. (1972), The Family, Society, and the lndividual, Boston, Houghton Wiffiin.
KESKINER, Arif (2003), Yine mi Çiçek, lstanbul, Can Yayınları.
KINALIZADE ALI EFENDi (tarihsiz), Devlet ve Aile Ahlakı, (yay.haz. A. Kahraman), lstanbul,
Tercüman 1001 Temel Eser.
KOÇU, Reşat Ekrem (1969), lst;ınbul Ansiklopedisi, lstanbul, lstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kol. Şii.
A N I LARDAKİ AŞKLAR
KONGAR, Emre (2002), Yaşamın Anlamı, 9. baskı, lstanbul, Remzi Kitabevi.
KOOPS, Willem (2004), "lmaging childhood in European history and developmental psychology",
European foumal ofDevelopmental Psychology, c. ı, sayı ı, s. 1-18.
KOSOVA, Zehra (1996), Ben işçiyim, (yay. haz. Z. T. Anadol), lstanbul, iletişim Yayınlan.
KOZALI, Şükran (2004), E#Teti Gelinler, Ankara, Bilgi Yayınevi.
KÖKTÜRK, Erol (2001), Minnacık Bir Dev, lstanbul, Metis Yayınlan.
KRISH, A. (der.) (1971), Aşkın Anatomisi, (çev. M. Harmancı), lstanbul, Milliyet Yayınlan.
KÜR, ismet (1995), Yansı Roman, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
LAFOLLETTE, Hugh (1997), Kişisel ilişkiler, (çev. F. Lekesizalın), lstanbul, Aynntı Yayınlan.
LAUSTER, Peter (1986), Aşk, Bir Olgu olarak Aşkın Psikolojisi, (çev. N. Yıldıran), lstanbul,
Doruk Yayımcılık.
LE GOFF, Jacques (1977), "Zevkin Yadsınması", G. Duby (yay.), Batı'da Aşk ve Cinsellik içinde, s. 156-172.
LEE, J.A. (1980), "The styles of loving", Psychology Today, Ekim.
LEVEND, Agah Sım (1964), "Ümmet Çağında Ahlak Kitaplanmız". Türk Dili Araştımıalan Yıllığı
Belleten, 1963, sayı 234. s. 89-115.
LINDHOLM, Charles (2004), lslami Ortadoğu, (çev. B. Şafak), Ankara, imge Kitabevi.
MARAR, Ziyad (2004). Mutluluk Paradoksu, Özgürlük ve Onaylanma, (çev. Serpil Çağlayan), lstanbul,
Kitap Yayınevi.
MERiÇ, Nezihe (2000), " Renklerden Yeşil", Bursa 'da Yaşam, Temmuz, s. 23-26.
MERiÇ, Nezihe (2004), Çavlanın içinde Sessizce, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
MiLLER, B. C., C. R. Christopherson ve P. K. King (1993), "Seırual behavior in adolescence", Gullotta,
Adams ve Montemayor (yay.), Adolescent Sexuality içinde, Newbury Park, Sage Publications.
MIMAROGLU, M. R. (1946), Gördüklerim ve Geçirdiklerim'den, Çocukluk ve Gençlik Hatıralarım,
Ankara, T.C. Ziraat Bankası Matbaası.
MITCHELL, J. J. (1976), "Adolescent intimacy", Adolescence, XI, 46.
MITTERAUER, Michael (1993), A History ofYouth, Oxford, Blackwell Publishers.
MORRIS, Desmond (1977), Sevmek Dokunmaktır, (çev. E. Darıca), lstanbul, Sander Yayınlan.
MUALLiM VAHiT (1934), "Bolu'da Çocuk Oyunları I", Halk Bilgisi Haberleri, 3(34), s. 293-296.
"Bolu'da Çocuk Oyunlan il", Halk Bilgisi Haberleri, 3(36), s. 336-339.
MUNRO, B. ve G. A. Adams (1978), "Love American style, A test of role structure theory on changes
in attitudes toward love", Human Relations, 31, 3.
MUNRO, B. ve G. R. Adams (1978), "Correlates of romantic love revisited", foumal of Psychology, 98.
MUSSEN, P.H. ve ark. (1990), Child Development and Personality, 7. baskı, New York,
Harper Collins Publishers.
NESiN, Aziz (1969). Böyle Gelmiş Böyle Gitmez. 2. baskı, lstanbul, Düşün Yayınevi.
NESiN, Aziz (1976), Böyle Gelmiş Böyle Gitmez z, Yokuşun Başı. lstanbul, Tekin Yayınevi.
NESiN, Aziz (1996), Böyle Gelmiş Böyle Gitmez J. Yokuş Yukan, lstanbul, Adam Yayınlan.
NEYZI. Ali H. (1983), Hüseyin Paşa Çıkmazı No 4, lstanbul, Karacan Yayınlan.
NEYZI, Ali H. (2003), Uıra Feneri, Çakıp Sönen Anılar, lstanbul, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları.
OGUZ, Orhan (2004), 80 Yıl. Cumhuriyet'e Yaşıt bir Hayat, lstanbul, Doğan Kitapçılık.
ORGA, irfan (1996), Bir Türk Ailesinin öyküsü 3. baskı, (çev. A. Bayraktaroğlu), lstanbul, Ana Yayıncılık.
208 KAYNAKÇA
ORMEZZANO, Jean (1987), "Ergenlikte Mastürbasyon", B. Onur (yay.), Ergenlik Psikolojisi içinde
(çev. B. Onur), Ankara, Hacettepe Taş Kitapçılık, s. 377-380.
ORTEGA Y GASSET, Jose (1995), Sevgi Üstüne, (çev. Y. Salman), lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
ÖNDEŞ, Osman (2004), Bin Renle Bir Ömür, Sefire Emine Esenbel'in Anılan, lstanbul,
Remzi Kitabevi.
ÖRSAN, Rasin (1989), Kaybolan Bakırköy, lstanbul, Afa Matbaacılık.
ÖYMEN, Altan (2002), Bir Dönem Bir Çocuk, lst.anbul, Doğan Kitap.
ÖYMEN, Altan (2004), Değişim Yıllan, lstanbul, Doğan Kitap.
ÖZARSLAN, Ayla Dikmen (2004), Kınnızı Kar. Toplumsal ve Kültürel Açıdan Ayhali, lst.anbul,
Bağlam Yayınlan.
ÖZBEK, Nizamettin (1982), Erzincandan Kemahtan, 2. baskı, Ankara. Emel Matbaacılık.
ÖZGÖK, Fehmi (1995), Paşa Olacak Benim Oglum, Ankara, Evrim Sanat.
ÖZKAN, Kaan (2001), Görünmez Adam," Tahsin Yücel Kitabı", lst.anbul, Türkiye iş Bankası
Kültür Yayınlan.
ÖZTÜRK, Hüseyin (1990), Kınalız:Jde Ali Çelebi'de Aile, Ankara, Aile Ar. Kurumu Başkanlığı Yayınlan.
ÖZTÜRK, Serhat (2002), Çivi Çiviyi Söker, •Muazzez ilmiye Çığ Kitabı", lstanbul, Türkiye iş Bankası
Kültür Yayınlan.
PAMUK, Orhan (2003), lstanbul-Hatıralar ve Şehir, lst.anbul, Yapı Kredi Yayınları.
PARDECK, J.A. ve Pardeck, J .T. (1985), "Bibliotherapy using a neo-Freudian approch for children of
divorsed parents", The School Counse/or, Mart.
PARLA, Jale (1993), Babalar ve Oğullar-Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri, 2. baskı, lstanbul,
iletişim Yayınlan.
PHILBRICK, J. L. ve M. Vandewiele (1983), "Attitudes of Senegalese students toward love",
Psychological Reports, 52.
PHILBRICK, J. L. ve Ch. R. Stones (1988), "Love attitudes in black South Africa, A comparison of
school and university students", The psychological Record, 34.
PHILBRICK, J. L. ve Ch. R. Stones (1988), "Love attirudes of white South African Adolescents",
Psychological Reports, 62.
PHILBRICK, J. L. ve J. A. Opolot (1980), "Love style, Comparison of African and American attitudes",
Psychological Reports, 46.
POLLOCK, LA. (1993), Forgetten Children, 5. baskı, Cambridge, Cambridge University Press.
POSTMAN, Neil (1995), Çocukluğun Yokoluşu, (çev. K. inal), Ankara, imge Kitabevi.
PULTAR, G. ve S. A. Cengiz (2003), Kardeşliğe Bin Selam, ilhan Başgöz ile Söyleşi, lstanbul, Tetragon
iletişim Hizmetleri.
RADIGUET, Raymond (1965), içimizdeki Şeytan, (çev. O. Akbal), lstanbul, Varlık Yayınlan.
RAUCHER, Herman (1972), En Tatlı Yaz, (çev. A. Üstel), Arıkara, Bilgi Yayınevi.
REEVY, William R. (1987), "Ergenlikte Cinsel Davranışlar", B. Onur (yay.) Ergenlik Psikolojisi içinde
(çev. A. Dönmez), Ankara, Hacettepe Taş Kitapçılık, s. nn68
REICH, Wilhelm (1974), Cinsel Devrim, (çev. B. Onaran), lstanbul, Paye) Yayınevi.
REYMOND-RIVIER, B. (1979), "Ergenlikte Dostluk ve Aşk", (çev. B. Onur), Eğitim Fakültesi Dergisi,
12 (1-4), 15-26.
210 KAYNAKÇA
TANPINAR, Ahmet Hamdi (1977), Edebiyat Üzerine Makaleler, (haz. Z. Kerman), 2. baskı, lstanbul,
Dergah Yayınlan.
TANPINAR, Ahmet Hamdi (2001), 19uncu Asır Türk Edebiyaıı Tarihi, 9. baskı, lstanbul,
ÇaAJayan Kitabevi.
TESAL, Reşat D. (1998), Selanik'ten lstanbııl'a, lstanbul, iletişim Yayınlan.
TiMUÇiN, Afşar (2003), Aşkın Diyalektiği, lstanbul, Bulut Yayınlan.
TIMUR, Taner (1991), Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, lstanbul, AFA Yayınlan.
TOLSTOY, Lev. (1985), Çocukluk Delikanlılık Gençlik, (çev. S. Raşa), lstanbul, Oda Yayınlan.
TOROS, Taha (1992), Mazi Cenneti, lstanbul, iletişim Yayınlan.
TUNÇ, Ayfer (2001), Bir Maniniz Yoksa Annem/er Size Gelecek, 70 '/i Yıllarda Hayallmız, lstanbul,
Yapı Kredi Yayınlan.
TURAN, Şerafettin (1990), Türk Kültür Tarihi, Ankara, Bilgi Yayınevi.
URGAN, Mina (1998), Bir Dinozorun Anılan, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
URGAN, Mina (1999), Bir Dinozorun Gezileri, lstanbul, Yapı Kredi Yayınlan.
UŞAKLIGIL, Halid Ziya (1987), Kırk Yıl, (haz. Ş. Kutlu), lstanbul, inkılap Kitabevi.
UZEL, !iter (2002), "Türkçe Bahnameler Hakkında Bir inceleme", Kebikeç, sayı 13. s. 191-205.
ÜNLÜOCLU, Gülören (1968), Özel Görüşme, 14 Şubat
VALA NUREDDiN (1969), Bu Dünyadan Nazım Geçti, 2. baskı, lstanbul, Remzi Kitabevi.
VA-Nü, Müzehher (tarihsiz), Bir Dönemin Tanıklığı, lstanbul, Cem Yayınevi.
VASCONCELOS, J. M. de (1977), Güneşi Uyandıralım, (çev. A. Emeç), lstanbul, Hürriyet Yayınları.
VELIDEDEOCLU, Hıfzı Veldet (1993), Anıların izinde, lstanbul, Remzi Kitabevi.
VIGARELLO, Georges (1996), Temiz ve Kirli, Orta.çağdan Günümüze Vücut Bakımının Tarihi, (çev.
Z. llkgelen), lstanbul, Kabakı Yayınevi.
VlTTORlNI, E. (1982), Kırmızı Karanfil, (Çev. 1. Çalışlar), lstanbul, Can Yayınlan.
VOLKAN, Vamık D. (2004), Kusursuz Kadının Peşinde, (çev. M. B. Büyükal), lstanbul, Okuyanus.
WALSTER, E. (1978), Interpersonal Attraction, Reading, MA, Addison-Wesley.
YARDIM, Mehmet Nuri (1998), Edebiyatçllanmızın Çocukluk Hallralan, 3. baskı, lstanbul,
Timaş Yayınlan.
YARDIM, Mehmet Nuri (2004), Yazar Olacak Çocuklar, lstanbul, Selis Kitaplar.
YESARi, Afif (1987), lstanbııl Hallrası, lstanbul, Türkiye Turing Otomobil Kurumu.
YILMAZ, Abf (1991), Hayallerim, Aşlam ve Ben, lstanbul, Simavi Yayınlan.
YILMAZ, Abf (2002), Bir Sinemacının Anılan, lstanbul, Doğan Kitap.
YÜCE, Ali (1999), Şeytanistan, 3. baskı, Ankara, Güldiken Yayınlan.
YÜCEL, Hasan Ali (1990), Geçtiğim Günlerden, lstanbul, iletişim Yayınlan.
ZELDIN, Theodore (1998), insanlığın Mahrem Tarihi, (çev. E. Özsayar), lstanbul, Aynntı Yayınlan.
ZIMBARDO, P. G. (1979), Psychology and life, 10. baskı, lllinois, Scott, Foresınan and Comp.
ZORLUTUNA, Halide Nusret (1986), Bir Devrin Romanı, 2. baskı, Ankara, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınlan.
Ya Yardım, M.N. 8
yaşar Nezihe 167
Yavuz, H. 182
Yıbnaz, A. 114, 115, 121, 180
Ytlce, A. 153, 154
Yücel, H. A. 125
Yücel, T. 114
KitapYAYIN EVi
LI M 1 T E T Ş İ R KETİ
iAD E S İZ K İ TA P