Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 348

YORK TIMES BESTSELLER

KIRMIZI ÇADIR
Anita Diamant

Özgün Adı: The Red Tent

© Anita Diamant, 1997

Kesim Telif Hakları Ltd Şti. aracılığıyla;


© Bılge Sanat Yapım Yay. Tant. Kağ. Turz. San. T ic. Ltd. Şti.

Ekim - 2003

ISBN: 975 - 8509 - 92 - 6

Yayına Hazırlayan: Ahmet Nuri Y üksel


T ürkçesi: Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt
Kapak: Mehmet Neşeli
Dizgi: Myra Ajans
Baskı: Özener Matbaacı/ık
Kapak Baskı: Trichrome Matbaacılık
Mücellit: Yedigün Mücellithanesi

BİLGE KÜLTÜR SANAT


Yerebatan Cad. Salkım Söğüt Sok.
No: 20/4 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel: (0212) 520 72 53 - 513 85 04
Fax: (0212) 5ll 47 74
bilge@bilgeyayincilik.com.tr
www.bilgeyayincilik.com.
KIRMIZI ÇADIR
Anita Diamont

Türkçesi
Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt

il
BİLGE
KÜLTÜR
SANAT
KIZIM EMIL.A'YA,

Bu kitap bir kurgu eserdir. Kutsal Kitap'ta yer alan hika�


yelere dayanmasına rağmen, burada geçen olay ve kişiler
tamamen yazann hayal ürünüdür.
KUŞAKLAR
İLK KUŞAKLAR

Terah lmma

-----------
Nahor Milka Abram Sa

Betual Saruga

Laban Adah Mer-Nefat Huna Tefnut (Ruti) Rebeka ishak

Lea Zilpa Rahel Bilha (Kemuel


Yakub
Beor)
Esav

YAKUB'UN ÇOÇUKLARI ESAV'IN ÇOCUKLAR!

Yakub Lea Zilpa Rahel Bil ha Es av Adat Basemat Qbolibaı


Ruben Gad Yusuf Dan Elitaz Rei.ıel Yeuş
Şimeon Aşer Benyamin Edva Tabea Yalam
Levi Libbe Korah
Yahuda Amat iti
Zebulun
Naftali
issakar
Dina
DİNA MISIR'DA
Paser Nebbetani

----------
Ra-nefer Hamor Nakht-ra Herya

Şalem Dina Benya


!
Ra-mose
GİRİŞ

Birbirimizi kaybedeli çok oldu.


Adım size hiçbir şey ifade etmez. Hah(am toprak olmuş.
Bu sizin hatanız değil, benim de değil . Anneyi kızına bağla­
yan zincir kırılmış ve sözün idaresi hiçbir şekilde bu bağı an­
lama olanakları olmayan erkeklerin himayesine verilmiş. İş­
te bu yüzden adım sadece bir dipnot, hikayem de babam Ya­
kub'un pek bilindik hayat öyküsüyle Yusuf'un , kardeşimin
meşhur geçmişi arasına sıkışmış küçücük bir ayrıntı olarak
kaldı. Hatırlandığım o pek nadir anlarda ise sadece bir kur­
ban olarak akla geldim. Kutsal kitabınızın başlarında tecavü­
ze uğradığımı söyleyen ve onurumun nasıl geri kazanıldığı­
nın kanlı öyküsüyle devam eden bir bölüm var.
Bir kez daha bir annenin kızına Dina adını vermesi bir mu­
cize. Ama bazıları bunu yaptı. Benim kutsal kitapta anlatıldı­
ğı gibi bir kenarda unutulmuş sessiz birinden daha fazlası ol­
duğumu anlamışsınızdır belki. Hatta belki de bunu ismimdeki
melodide duymuşsunuzdur; ilk ünlü sert ve net, aynen bir an­
nenin akşam karanlığında çocuğuna seslenmesi gibi ; ikinci
ses ise yumuşak, yatakta fısıldanan sırlar gibi. Dii - naa.
Kimse benim ebe olarak hünerimi ya da söylediğim şar­
kıları ya da doymak bilmez erkek kardeşlerim için pişirdiğim
ekmekleri hatırlamadı. Şekem'de geçirdiğim o haftalar hak­
kındaki birkaç bölük pörçük ayrıntı dışında geride hiçbir şey
kalmadı.
8 Anita Diamant

Anlatacak daha çok şey vardı. Eğer benden anlatmamı is­


teselerdi, beni büyüten kuşağın hikayesiyle başlardım, bu
başlamak için en uygun noktadır. Herhangi bir kadını anla­
mak istiyorsanız, ona öncelikle annesini sormalı ve sonra_ da
Onu dikkatle dinlemelisiniz. Anlatılan yemekler hakkındaki
hikayeler güçlü bir bağı simgeler. Derin sessizlikler de bitiril­
memiş işleri gösterir. Bir evlat annesinin hayatının ayrıntıla­
rı hakkında ne kadar çok şey bilirse -hiçbir şeyden sakınma­
dan ve sızlanmadan- o kadar güçlü olur.
Elbette ki bu benim için biraz daha karışık bir durum,
çünkü benim dört annem vardı; ayrı ayrı her biri beni azar­
layan, bana bir şeyler öğreten ve üzerime titreyen, bana
farklı farklı hediyeler veren, beni ayrı ayrı korkularla lanetle­
yen dört anne . Lea bana hayat verdi ve muazzam kendini
beğenmişliğini sundu. Rahe! ebe tuğlalarını nereye koyaca­
ğımı ve saçımı nasıl yapacağımı gösterdi. Zilpa dUşünmemi
sağladı. Bilha dinledi. Annelerimden ikisi bile yahniyi aynı
şekilde pişirtnezdi; babamla aynı ses tonuyla konuşmazdı
-babam da onlarla . Ve şunu da bilmelisiniz ki annelerim ay­
nı zamanda kız kardeşti de; büyük babam Zilpa ve Bilha'yı
asla kabullenmemiş olsa da hepsi Laban'ın farklı eşlerinden
olan kızlarıydı ; bu ona iki tane fazladan çeyize mal olmuştu
ve kendisi' pinti domuzun tekiydi.
Birlikte yaşayan ve bir eşi paylaşan her kız kardeşin ya­
pacağı gibi annem ve teyzelerim de bağlılık ve hasetten olu­
şan zorlu bir ağ ördüler. Sırları bilezikler gibi paylaştılar ve
bunlar, bana� yaşayan tek genç kıza kadar geldi. Bana duya­
mayacak kadar genç olduğum şeyleri öğrettiler. Yüzümü el­
lerinin arasında tuttular ve hatırlamam için bana yemin ettir­
diler.
Annem babama bu kadar çok oğul vermekle gurur duyar­
dı. Oğullar bir kadının· onurunun ve mertebesinin gösterge­
siydi. Ancak birbiri ardına doğan oğullar kadınların çadırın­
da katışıksız bir mutluluk kaynağı değildi. Babam gürültülü
kabilesiyle övünürdü ve kadınlar da erkek kardeşlerimi sever-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 9

!erdi, ancak kız evlatlara da özlem duyarlar ve kendi arala­


rında dertlenip bu kadar çok oğul veren Yakub'un tohumun­
dan şikayet ederlerdi.
Kız evlatlar annelerinin yüklerini hafifletirlerdi -yün eğir­
meye, tahıl tanelerini öğütmeye ve ne söylerseniz söyleyin
sürekli çadır köşesine işeyen erkek bebeklerin bakımıyla ilgi­
li sayısız işlere yardımcı olurlardı.
Ancak kadınların kız evlat istemelerinin bir diğer nedeni
de hatıralarını canlı tutabilmekti. Oğullar sütten kesildikten
sonra annelerinin öykülerini duymaz olurlardı. Böylece ben
o hikayeleri dinleyen tek kişi oldum. Annem ve teyzelerim
bana kendileri hakkında sayısız hikaye anlattılar. Elleri hangi
işle meşgul olursa olsun -bebekleri tutarken, yemek pişirir­
ken, yün eğirirken, dokuma yaparken- kulaklarımı hep hika­
yeleriyle doldurdular.
Kadınların adet dönemlerini geçirdikleri çadırın, kırmızı
çadırın kızıl gölgesinde, gençlik maceralarını, yaptıkları do­
ğumlara ait destanları tekrarlayarak parmaklarını buklelerim
arasında dolaştırırlardı. hikayeleri Gökyüzü Kraliçesi'ne su­
nulan umut ve güç dolu adaklar gibiydi, ama bu hediyeler
hiçbir tanrı ya da tanrıça için değil -yalnızca benim içindi.
Hala annelerimin beni nasıl sevdiklerini hissedebiliyorum.
Onların sevgilerini her zaman kalbimde yaşatıyorum. Bu ba­
na güç verdi. Bu beni canlı tuttu. Onları terk ettikten sonra
bile ve hatta şimdi ölümlerinden bu kadar süre sonra bile ha­
tıralarıyla huzur buluyorum.
Ben, annelerimin öykülerini sonraki kuşağa taşıdım, ama
benim yaşam öyküm bana yasaklandı, bu sessizlik neredey­
se içimdeki yüreği öldürüyordu. Ölmedim, aksine başka öy­
külerin günlerimi ve gecelerimi doldurmasına yetecek kadar
uzun yaşadım. Yeni dünyaya gözlerini açan bebekleri izle­
dim. Gülmek ve minnettar kalmak için sebepler buldum. Se­
vildim.
Ve şimdi siz bana geliyorsunuz -elleri ve ayakları bir kra­
liçeninki kadar yumuşak kadınlar, ihtiyacınız olandan çok da-
1O An ita Diamant

ha fazla pişirme kaplarınızla, doğum sırasında öylesine gü­


vendesiniz ve dilleriniz öylesine özgür. Bu kayıp öyküye su­
samış olarak geliyorsunuz. Beni ve annelerimi ve onlardan
önce büyük annelerimi yutan o büyük sessizliği dolduracak
sözcükleri arzuluyorsunuz.
Büyük annelerim hakkında anlatacak daha çok şeyim ol­
sun isterdim. Bu kadar çok şeyin unutulmuş olması korkunç;
neden unutuldu derseniz, öyle sanıyorum ki unutmak insan­
lara özgü hatırlamak ise kutsal bir şey.
Geldiğiniz için öylesine minnettarım ki . . . İçimdeki her şe­
yi ortaya dökeceğim böylece siz de bu masadan doymuş ve
güçlenmiş olarak kalkabileceksiniz. Tanrı gözlerinizi koru­
sun. Tanrı çocuklarınızı korusun . Tanrı altınızdaki toprağı
korusun. Yüreğim içi ağzına kadar tatlı su dolu bir kepçe .
Selah.
BİRİNCİ KISIM

ANNELERİMİN
••

ÜYKÜSÜ
BiRiNCİ BöLÜM

nların hikayeleri babamın ortaya çıktığı gün başladı .

O Rahe! annesinden koparılmış bir buzağı gibi böğüre­


rek uçar adımlarla kampa girdi. Henüz kimse onu
vahşi bir oğlan gibi davrandığı için azarlayamadan, kuyunun
oradaki ·bir yabancıyla ilgili öyküsünü nefessiz anlatmaya
başladı, sözcükler ağzından kuma dökülen su gibi dökülüyor­
du.
Ayakları çıplak vahşi bir adam. Keçe gibi saçlar. Kirli bir
yüz. Rahel'i dudağından öpmüş, onun için koyun ve keçile­
re su veren ve kuyunun başındaki haydutları azarlayan bir
kuzen, bir hala oğlu.
Babası, Laban " Ne zırvalıyorsun sen?" diye sordu. "Ku­
yuya gelen de kim? Ona kim eşlik ediyor? Kaç parça yük ta­
şıyor?"
Nefesi yerine gelir gelmez, Rahel, bu çok doğal bir şey­
miş gibi "Benimle evlenecek, " dedi. "Benim onun için yara�
tıldığımı ve yapabilecek olsa yarın benimle evleneceğini söy­
lüyor. Sana sormak için buraya geliyor. "
Lea bu haber karşısında 'kaşlarını çattı. Kollarını kavuştu­
rup omuzlarını geriye atarak "Seninle evlenecek mi?" dedi,
Rahel'den sadece birkaç yaş büyük olmasına rağmen çoktan
baLasının ufak çiftlik arazisinin baş kaJını gibi davranan ab­
la . "Bir sene daha geçmeden evlenilecek yaşa gelemezsin.
Laban' ın evinin on dört yaşır,ıdaki hanımı kız kardeşiyle ki-
14 Aniıa Diamanı

birli ve annelere özgü bir ses tonuyla konuşmaktan hoşlanı­


yordu. "Tüm bunlar da ne? Ve nasıl olup da seni öpebildi?"
Bu adetlerin feci şekilde ihlal edildiği bir durumdu -kendisi
bir kuzen olsa bile ve hatta Rahe! hala çocuk denecek yaşta
olsa bile.
Rahe! -birkaç saat önce sadece çocukça görünebilecek
şekilde- somurtarak alt dudağını sarkıttı . Bu sabah gözlerini
açtığından beri epey şey olmuştu, gün doğduğunda aklında­
ki tek şey sadece Lea'nın balı sakladığı yeri bulmaktı. Lea, o
eşek, balı asla onunla paylaşmazdı, sadece acınacak durum­
daki küçük Bilha'ya tattırıp, başka kimseye vermeden ko­
nuklar için saklardı.
Şimdi Rahel'in tek düşünebildiği, onu kemiklerine kadar
zangırdatan tanıyormuş duygusu ile gözlerinin buluştuğu o
pejmürde yabancıydı.
Rahe!, Lea'nın neyi kast ettiğini biliyordu ancak hala adet
görmeye başlamamış olması şimdi ona hiçbir şey ifade etmi­
yordu . Yanakları yanıyordu.
Lea aniden neşelenerek " Bu da ne?" dedi. "Kız abayı
yakmış. Ona bir bakın, bu kızın daha önce hiç kızardığını
görmüş müydünüz?"
Laban, hayvan sürüsünün yanında davetsiz bir misafir
hisseden bir köpek gibi hırladı: "Adam sana ne yaptı?" Yum­
ruğunu sıktı , kaşlarını çattı ve tüm dikkatini Rahel'e, asla bir
kez bile vurmadığı kızına, yüzüne nadiren tam olarak baktı­
ğı kızına çevirdi. Kız, onu doğumundan -annesinin ölümüne
neden olan o yırtıcı, vahşi çıkıştan- bu yana hep korkutur­
du . Bebek sonunda çıktığında, kadınlar bu kadar ufak tefek
olması karşısında şok olmuşlardı: Böylesi bir kız bu kadar
çok soruna, annesine bu kadar çok kana ve sonunda da ha­
yatına mal olmuştu.
Rahel'in varlığı ay kadar güçlüydü ve bir o kadar da gü­
zel. Kimse onun güzelliğini inkar edemezdi. Kendi annesinin
yüzüne tapan bir çocukken bile, Lea'nın güzelliğinin genç
kız kardeşininkinin yanında sönük kaldığını biliyordum; öyle
K ı r m ı z ı Ça d ı r 15

bir bilgi ki, kendimi bir hain gibi hissetmeme yol açıyordu .
Ancak, bunu inkar etmek güneşin sıcaklığını inkar etmek gi­
bi bir şeydi.
Rahel'in güzelliği nadir ve etkileyiciydi. Kahverengi saçla­
rı kızıllarla gölgeliydi ve cildi altın gibi, yumuşacık ve mükem­
meldi. Bu amber rengi yüzdeki gözler şaşırtıcı şekilde koyuy­
du, yalnızca koyu kahve değil cilalanmış bir kaya kadar ya da
bir kuyunun derinlikleri kadar siyahtı. İnce yapılı ve hamiley­
ken bile ufak göğü!?lü olmasına rağmen, güçlü elleri ve daha
iri bir kadına aitmiş gibi gelen boğuk bir ses tonu vardı.
Bir keresinde iki çobanın Rahel'in en güzel yerinin nere­
si olduğu konusunda tartıştığını duydum, bu benim de oyna­
dığım bir oyundu. Bana göre Rahel'in görünüşündeki en
mükemmel ayrıntı yüzünde incirler gibi yüksekte ve sımsıkı
duran yanaklarıydı. Bebekken onlara ulaşmaya çalışırdım,
güldüğünde beliren o meyveyi almaya çabalardım. Onları al­
manın. bir yolu olmadığını anladığımda ise bunun yerine tat
almak umuduyla onları yalardım. Bu benim güzel teyzemi ta
içten gelen bir gülüşle güldürürdü. Beni tüm yeğenlerinin
toplamından daha çok severdi; ya da sabır ve zamandan
yoksun kendi annemin hiçbir zaman uğraşmadığı şekilde
saçlarımı özenle örerken söylediği buydu.
Rahel'in güzelliğinin boyutlarını abartmamak neredeyse
imkansızdı . Bir bebekken bile, onu bir yerden bir yere taşı­
yan herhangi bir çift kalça üzerinde tutulan bir mücevherdi,
bir hediye, nadir tadılan bir zevk -altın saçlı siyah gözlü bir
çocuk. Takma adı "tatlılık" anlamına gelen ''Tuki"ydi.
Annesi Huna öldükten sonra kadınların tümü Rahel'in
bakımını aralarında paylaştılar. Huna boğazdan gelen kahka­
hası ile tanınan ve kadınlar tarafından ardından çok fazla
gözyaşı dökülen yetenekli bir ebeydi. Kimse Huna'nın anne­
siz kalan kızına çadırını açmaya yüksünmedi ve hatta onlar
için bebeklerin taşlar kadar bile cazibe taşımadığı erkekler bi­
le o belirgin yanağı nasırlı elleriyle okşamak için eğilirlerdi.
Sonra da ellerini koklayarak ve kafalarını sallayarak ayağa
kalkarlardı.
16 Anita Diamant

Rahel su gibi kokardı. Gerçekten! Teyzem ne zaman yü­


rüse, ortalığı taze su kokusu sarardı . Mucizevi bir koku; taze
ve tatlı, o tozlu tepelerde hayatın ve zenginliğin kokusu. Bu
kokunun bir mucize gibi geldiği o tozlu tepelerde yıllarca ai­
lesinin açlıktan ölmemesinin tek nedeni Laban'ın kuyusu ol­
muştu.
Daha sonraları Rahel'in bir su cadısı, gizli pınarları ve yer
altı kaynaklarını bulacak biri olduğuna dair umutlar ortaya
çıktı . O bu umutları gerçeğe dönüştürmedi ancak bir şekilde
tatlı su kokusu ve tadı onun cildine· işlemiş ve elbiselerine sin­
mişti. Bebeklerden biri kaybolduğunda bu küçük kaçak sık
sık onun çarşafları üzerinde parmağını emerek uykuya dal­
mış olarak bulunurdu.
Yakub'un da kuyunun başında büyülendiğine hiç şüphe
yoktu. Diğer adamlar Rahel'in görünüşüne artık alışmışlardı
ve hatta onun sarsıcı kokusuna bile; ama, o Yakub'a tam bir
hayal gibi görünmüş olmalıydı. Doğrudan gözlerinin içine
bakmış ve alt üst olmuştu. Yakub, onu öptüğünde karısıyla
yatan bir erkeğin sesiyle haykırmıştı. Bu ses Rahel'i çocuk­
luğundan uyandırmıştı.
Yakub belirmeden önce, Rahel'in, karşılaşmalarını anla­
tacak pek vakti olmamıştı. Yakub, Laban'a doğru ilerledi ve
Rahel de babasının onu ölçüp tartmasını izledi.
Laban önce adamın boş ellerini fark etti ama hemen ar­
kasından yabancının tuniğir'iin ve pelerinin iyi malzemeden
yapıldığı, su tulumunun çok iyi bir işçiliğe sahip olduğu, bı­
çak kılıfının da cilalanmış fildişinden yapıldığı dikkatini çekti.
Yakub başını öne eğerek Laban'ın önünde durdu ve kendisi­
ni tanıttı: "Dayı, ben sizin de ana babanız olan Nahor ve Mil­
ka'nın kızı, kız kardeşiniz Rebeka'nın oğluyum. �nnem be­
ni size gönderdi, erkek kardeşim beni buraya kovaladı , ba­
bam beni size gelmem için kovdu. Bu kadar kirli ve bitkin ol­
madığım bir başka zaman size tüm hikayeyi anlatırım . Bu
topraklarda ünü duyulmuş konukseverliğinizi bizzat görmek
için geldim.
K ı r m ı z ı Çad ı r 17

Rahel konuşmak üzere ağzını açacak oldu ama Lea ani­


den kız kardeşini kolundan çekti ve ona uyarıcı bir bakış fır­
lattı; Rahel'in toyluğu bile erkekler birbiriyle konuşurken bir
kızın araya girmesini affettiremetdi. Rahel yeri tekmeledi ve
kız kardeşi hakkında aklından berbat şeyler- geçirmeye baş­
ladı: şişman yaşlı karga, şaşı keçi . . .
Yakub 'un Laban'ın' ünü duyulmuş konukseverliği hakkın­
daki sözleri nazik bir yalandı, çünkü Laban yeğeninin orada
bulunmasından hiç de memnun olmamıştı. Zaten pek az şey
yaşlı adamı memnun ederdi ve aç yabancılar da istenmeyen
sürprizlerdi. Yine de yapılacak hiçbir şey yoktu; bir akraba­
nın iddiasını kabul edip bu�a saygı göstermeliydi, zaten ara­
larındaki akrabalık bağı da su götürmezdi. Yakub isimleri bi­
liyordu ve Laban da kız kardeşinin yüz hatlarını önünde di­
kilen adamda seçebiliyordu.
Laban gülümsemeden ve yeğeninin selamına karşılık ver­
meden " Hoş geldin, " dedi. Yürüyüp gitmek için arkasını dö­
nerken,Laban parmağını Lea'ya doğrultup bu bela ile ilgilen­
me görevini ona verdi . Annem kafasını salladı ve gözleriyle
karşılaşınca bakışlarını yere indirmeyen ilk yetişkin erkekle
yüz yüze gelmek için başır:ıı çevirdi.

Lea'nın gözleri son derece keskindi. Ailemin hikayesi et­


rafına örülmüş en gülünç masallardan birine göre gözlerini,
amcam Esav ile evlenme umudu ile bir nehri dolduracak ka­
dar gözyaşı dökerek mahvetmiş. Eğer buna inanıyorsanız,
siz, size bakanı kendinize deli gibi aşık edecek büyülü bir aşk
iksiri gibi saçma şeylerle de ilgileniyorsunuz demektir.
Ama annemin ne zayıf ne hastalıklı ne de sulu gözleri var­
dı. Gerçek şu ki, gözleri diğerlerini elden ay�ktan keserdi ve
pek çok insan o gözlerle yüzleşmektense başını çevirmeyi
yeğlerdi .-biri lapis taşı kadar mavi, diğeri ise Mısır'daki çi­
menler kadar yeşil.
Doğduğunda, ebe bir cadının dünyaya geldiğini ve aileye
lanet getirmeden boğulması gerektiğini haykırmış. Ama bü­
yük annem Adah aptal kadına bir tokat atıp diline küfretmiş.
18 Anita Diamant

Adah, dışarıdaki erkeklerin duyabileceği kadar yüksek ve


kendinden emin bir sesle: " Bana kızımı göster, " demiş.
Adah sevgili son doğan bebeğine "efendi" anlamına gelen
Lea adını vermiş ve daha önce yedi çocuğunu gömdüğün­
den bu bebeğin yaşaması içiı:ı bir dua ederek ağlamış.
Bebeğin bir şeytan olduğuna ikna olan pek çok kişi var­
mış. Hayal edebileceğiniz en batıl inançlı adam olan Laban
(öyle ki sola her döndüğünde tüküren ve eğilen, her ay dö­
nümünde uluyan) Lea'nın gece dışarıda ölüme terk edilmesi
önerilerini duymayı anlaşılmaz bir şekilde reddetmiş. Bu ço­
cuğun ileride dişiliğin özelliklerini taşıması konusunda sıra­
dan bir yeminde bulunmuş; ama, bunun dışında Laban, kızı
umursamamış ve onun aykırılığını asla dile getirmemiş. O
zaman da kadınlar, yaşlı adamın renkleri iyi göremediğinden
şüphelenmişler.
Lea' nın gözlerinin rengi -bazı kadınların kehanette bu­
lunduğu ve umduğu şekilde- asla solmamış, aksine daha da
parlak hale gelerek farklılığını göstermiş ve kirpikleri çıkma­
yınca tuhaflığını daha da çok gözler önüne sermiş. O da her­
kes kadar gözlerini kırpmasına rağmen, bu refleks neredey­
se görünmezmiş; böylece sanki Lea asla gözlerini kapatmı­
yor gibi gelirmiş insanlara . En sevgi dolu bakışı bile bir yıla­
nın bakışını anımsatırmış. Ve çok az insan doğrudan onun
gözünün içine bakmaya dayanabilirmiş. Bunu yapabilenler
ise Lea tarafından öpücükler, kahkahalar ve ballı ekmekler­
le ödüllendirilirmiş.
Yakub, Lea'nın gözleriyle doğrudan buluştuğunda, anın­
da Lea' nın da kanı· ona kaynadı. Aslında Yakub boyu yüzün­
den zaten Lea'nın ilgisini çekmişti . Lea gördüğü her erkek­
ten yarım baş kadar uzundu ve bu yüzden onların hepsini
reddediyordu. Bunun adil olmadığının farkındaydı. Kafaları
yalnızca onun burnuna erişenler arasında elbette ki iyi
adamlar da vardı. Ama bacakları ondan daha kısa ve güçsüz
biriyle yatma fikri onu iğrendiriyordu. Onu isteyen kimse ol­
duğundan da değil hani. Onların tümünün kendisinden Ker-
K ı r m ı z ı Çad ı r 19

tenkele ve Şeytan Gözlü ve hatta daha kötü şekillerde bah­


settiklerini biliyordu.
Kısa erkekler için duyduğu tiksinti uzun bir erkeğin kula­
ğına bir şeyler fısıldadığı bir rüya ile de onaylanmıştı. Söyle­
diklerini hatırlamıyordu ama bunlar onun kalçalarını yakmış
ve onu uykusundan uyandırmıştı. Yakub'u görünce, rüyasını
hatırladı ve tuhaf gözleri daha da irileşti.
Yakub da Lea'yı arzuyla fark etti. Hala Rahel'le karşılaş­
malarının etkisinden kurtulamamış olsa da Lea'nın varlığını
göz ardı edememişti.
Kadın yalnızca uzun değil biçimli ve güçlüydü de. İri, dol­
gun göğüsleri ve elbisenin altından görünen kaslı baldırları
vardı. Genç bir "' erkeğinkine benzer kollara sahipti ama yürü-
yüşü umut vaat eden kalçalarıyla bir kadının yürüyüşüydü.
Lea bir keresinde rüyasında önünde açılınca sekiz kırmı­
zı tohum ortaya çıkaran bir greyfurt görmüştü. Zilpa bu rü­
yanın sekiz sağlıklı çocuk sahibi olacağı anlamına geldiğini
söylemişti, annem de ekmek ve biranın yapılışını bildiği gibi
bu sözlerin doğru olduğunu anlamıştı.
Lea'nın kokusu gizemli değildi. Her gün tuttuğu maya, bi­
ra ve un kokuyordu. Ekmek, huzur ve -Yakub'a göre- cin­
sellik kokuyordu. Bu dev kadına baktı ve ağzı sulandı. Bildi­
ğim kadarıyla gözleri hakkında asla tek kelime etmedi.

Teyzem Zilpa, Laban'ın ikinci kızı, başına gelen her şeyi


hatırladığını söylerdi. Kendi doğumuna ait anılarını ve hatta
anne rahmindekileri bile hatırladığını iddia ederdi. Zilpa ön­
ce ayakları görünüp dünyaya geldikten sonraki birkaç gün
içinde hastalanıp, kırmızı çadırda hayata veda eden annesi­
nin ölümünü hatırladığına yemin ederdi. Lea, bu iddiaları
doğrudan kız kardeşinin yüzüne karşı olmasa da alaya alırdı;
Zilpa annemin her konuda dilini tutmasına neden olan tek
kişiydi.
Zilpa'nın Yakub'un gelişine dair anısı ne Rahel'inkine ne
de Lea'nınk !ne benziyordu, ama zaten erkekler Zilpa'yı hiç
20 Anila Diamanı

ilgilendirmezdi; onları kıllı, kaba ve yarı insan bulurdu. Ka­


dınların erkeklere çocuk yapmak ve ağır eşyaları kaldırmak
için ihtiyaçları vardı, aksi takdirde onların çekiciliklerini tak­
dir etmeyi bırakın onların varoluş amaçlarıni da anlamıyo�­
du. Oğullarını da sakalları çıkana kadar tutkuyla sevdi, am�
sonra, onlara bakmaya bile tahammül edemez oldu.
Babamın geldiği günün nasıl olduğunu soracak kadar bü­
yüdüğümde bana El'in varlığının onun üzerinde dolaştığını,
bu yüzden dikkate değer olduğunu söyledi. Zilpa bana El'in
öfke, zirve ve zalim kurban tanrısı olduğunu anlattı. El bir ba­
badan oğlunun boğazını kesmesini -onu çölde ölüme terk
etmesini ya da oracıkta katletmesini- isteyebilirdi. Bu, zorlu,
tuhaf bir tanrıydı; yabancı ve soğuktu; ama yin� de Zilpa'nın
her şekliyle ve ismiyle sevdiği Gökyüzü Kraliçesi'ne uygun
gt.:çlü bir eşti.
,Zilpa tannlar ve tanrıçalar hakkında insanlar hakkında ol­

du undan çok daha fazla konuşurdu. Bunu za�an zaman
bıktırıcı bulurdum, ama sözcükleri öylesine harika kullanırdı
ki ben de Ninhursag (ulu ana) ve Enlil (ilk baba) hakkındaki
hikayeleri severdim. Gerçek insanların ilahlarla karşılaştıkla­
rını; birlikte flüt ve zil sesleriyle, küçük, kilden bir davula eş­
lik eden tiz, ince bir sesle şarkı söyleyerek' dans ettiklerini an­
latan görkemli ilahiler uydururdu.
Zilpa ilk adetini gördüğü yaştan beri kendini bir tür rahi­
be, kırmızı çadırın koruyucusu, Asherah'ın kızı, kadınların
yardımcısı hemşire Siduri olarak gördü. Yalnızca rahipler bü­
yük şehir tapınaklarının tanrıçalarına, rahibeler de tanrılara
hizmet ettiğinden bu aptalca bir fikirdi. Zilpa'da bir kahinin
yetenekleri de yoktu. Şifalı otlar konusunda bir şey bilmez,
kehanette bulunamaz, sihirbazlık yapamaz ya da keçi bağır­
saklannı okuyamazdı. Lea'nın sekiz tohumlu greyfurdu, doğ­
ru yorumladığı tek rüyaydı.
Zilpa, Laban'ın hala zengin olduğu günlerde Mısırlı bir
tüccardan satın al�ığı Mer-Nefat isimli bir köleden olan kızıy­
dı. Adah'a göre Zilpa'nın annesi uzun, ince, kuzguni saçlı ve
K ı rm ı z ı Ça d ı r 21

konuşma yeteneği olduğunu unutturacak kadar sessizdi ki bu


kızının ondan almadığı bir özellikti.
Zilpa, Lea'dan. yalnızca birkaç ay büyüktü ve Zilpa'nın an­
nesi öldükten sonra Adah ikisini birlikte emzirmişti. Bebek­
ken oyun arkadaşıydılar; çocukken de yakın ve birbirini se­
ven iki dost; birlikte sürüleri güder, böğürtlen toplar, şarkılar
uydurup gülerlerdi. Adah �ışında dünyada kimseye ihtiyaçla­
rı yoktu.
Zilpa neredeyse Lea kadar uzundu ama daha inceydi ve
göğüsleri ve baldırları o kadar da dolgun değildi. Siyah saçlı
ve zeytin tenli Lea ve Zilpa babalarına benzeyen ve Ya­
kub'unkinden de farkı olmayan aileye özgü burnu taşırlardı
-gülümsedikçe sanki daha da uzuyor gibi görünen görkemli
şahin gagası. Lea ve Zilpa, her ikisi de ellerini kullanarak, baş
ve işaret parmaklarını vurgulu bir oval oluşturacak şekilde bir­
leştirerek konuşurlardı. Güneş gözlerini kısacak kadar kuwet­
li olduğunda gözlerinin köşelerinde benzer çizgiler belirirdi.
Ama Lea'nın saçları kıvırcıkken, Zilpa'nın siyah saçları
düzdü ve beline kadar uzanıyordu. Bu onun en önemli Özel­
liğiydi ve teyzem saçlarını bağlamaktan nefret ederdi. "Saçı­
mı toplamak başımın zonklamasına neden oluyor" derdi, bir
elini aptalca tiyatrovari bir gösteriyle yanağına koyarak. Ço­
cukken bile ona gülmeme izin vardı. Baş ağrıları kadınların
çadırında bu kadar çok kalması için gösterdiği bahanesiydi.
Bahar güneşinin altında dolaşırken ya da sıcak bir gecede
rüzgarı ararken bize katılmazdı. Ama ay tazeyken -ince ve
utangaç, kendini gök yüzünde zorlukla gösterirken- Zilpa
uzun saçlarını savurup ellerini çırparak ayın dönüşünü cesa­
retlendirecek şarkılar söyler, kampın etrafında dolaşırdı.

Yakub geldiğinde Bilha daha sekiz yaşında bir çocuktu ve


o gün hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu. Lea, "Muhteme­
len bir ağaçta, bir yerle.rde, parmağını emiyor ve bulutları sa­
yıyordu," dedi, Bilha'nın ilk yılları hakkında hatırlanan tek
şeyi tekrarlıyordu.
22 Anita Diamant

Bilha ailenin öksüz kızıydı. Laban'ın tohumundan doğan


son çocuktu, Tefnut isimli bir kölenin -Bilha terk edildiğini
anlayacak kadar büyüdüğünde bir gece kaçıp giden ufak te­
fek, kara kuru bir kadının- kızıydı. Zilpa büyük bir şefkatle,
"Asla bu acıyı yüreğinden atamadı," derdi. Zilpa acıya saygı
duyardı.
Bilha onların arasında tek başınaydı. Bunun.nedeı:ıi sade­
ce en küçük olması ve işi paylaşacak ondan başka üç kiz kar­
deş daha olması değildi. Bilha mutsuz bir çocuktu ve onu
yalnız bırakmak çok daha kolaydı. Nadiren gülümser ve zar
zor konuşurdu. Ufak kızlara tapan ve annesiz Zilpa'yı kendi
yanına kabul eden ve Rahel'in üzerine titreyen büyük annem
Adah bile asla on yaşındaki bir oğlandan daha uzun olma­
yan ve derisi de kara amber rengindeki bu tuhaf, yalnız ku­
şu yumuşatamadı.
Bilha, Rahel gibi güzel, Lea gibi yetenekli ya da Zilpa ka­
dar hızlı değildi. Ufak tefek, kara ve sessizdi. Adah, onun. elle­
rine itaat etmeyen dolaşık saçlarına öfkelenirdi. Diğer iki an­
nesiz kızla karşılaştırıldığında Bilha feci şekilde ihmal edilirdi.
Kendi haline bırakıldığında ağaçlara tırmanır ve hayallere
dalmış görünürdü. Tünediği yerden dünyayı, gökyüzündeki
şekilleri, kuşların ve diğer hayvanların davranışlarını inceler­
di. Kuş sürülerini bir bir tanır hale gelmişti, her bir hayvana
kişiliğine uygun düşecek gizli bir isim verirdi. Bir akşam tar­
ladan geldi ve Adah'a siyah dişi bir keçinin ikiz doğurmak
üzere olduğunu fısıldadı. Mevsim keçilerin yüklenmesine uy­
gun değildi ve söz konusu hayvan da dört mevsimdir kısırdı.
Adah, Bilha'nın saçmalığı karşısında başını salladı ve onu
kışkışladı.
Bir sonraki gün Laban küçük kızın kehanetini doğrulayan
şeyler anlatarak sürüdeki ilginç olayla ilgili haberler getirdi.
Adah kıza döndü ve özür diledi. Adah, diğer kızlara dönüp
"Bilha olanları apaçık anlıyor," dedi, onlar ise gözlerini bu
görünmeyen kız kardeşe çevirip ilk kez onun kara gözlerin­
deki iyiliği fark ettiler.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 23

Eğer bakmak için biraz zaman harcasanız Bilha'nın ne


kadar iyi olduğunu kolayca görebilirdiniz. O, sütün temiz ol­
duğu gibi, yağmurun duru ve berrak olduğu gibi iyiydi. Bilha
gökyüzünü ve hayvanları izlerdi. Ailesini izlerdi. Çadırın ka­
ranlık köşelerinden, Lea'nın, insanlar ona baktığındaki mah­
cubiyetini gizlediğini görürdü. Bilha, Rahel'in karanlık kor­
kusunu ve Zilpp.'nın uykusuzluk çektiğini fark ederdi. Bilha,
Laban'ın aptal olduğu kadar bir parça da sağduyudan yok­
sun olduğunu bilirdi.
Bilha, Yakub'la ilgili ilk net anısının ilk çocuğunun doğdu­
ğu güne ait olduğunu söylerdi. İlk çocuk oğlandı -Ruhen- ve
elbette Yakub çok mutluydu. Yeni doğan ilk oğlunu kollarına
almış ve kırmızı çadırın dışında bir aşağı bir yukarı bebekle
birlikte dans etmişti.
Bilha, "Oğlana karşı öylesine şefkat doluydu ki," diye an­
latırdı. "Adah'ın Ruben'i ondan almasına izin vermemişti,
hatta ufaklık ağlamaya başladığında bile."
"Oğlunun mükemmel bir yaratık, dünyanın bir mucizesi
olduğunu söyledi. Onun yanında durdum ve birlikte, Yakub
ve ben bebeğe taptık. Parmaklarını saydık ve başındaki yu­
muşak tacı titrettik. Bebekten ve birbirimizin neşesinden ke­
yif aldık," dedi Bilha. "İşte baban Yakub'la böyle tanıştım."

Yakub, dolunayın çıktığı hafta, öğleden sonra geç bir sa­


atte geldi; yulaf ekmeği ve zeytinden oluşan basit bir yemek
yedi ve bir sonraki günün büyük bir kısmına da yayılan bay­
gın bir uykuya daldı. Lea, ilk gün ona verdikleri yemeğin ba­
sitliği karşısında mahcup oldu ve bö�lece bir sonraki gün yal­
nızca büyük festivallerde görülen bir ziyafP.t ortaya çıkarmak
için işe koyuldu.
Lea, keçi çökeleğinin suyunu süzüp dar ağızlı kavanozla­
rı salladığımız sıcak, sıkıcı ikindiler boyunca bana hikayesini
anlatırken "O yemek için, şimdiye kadar pişirdiklerimin hep­
sinden daha fazla uğraştım, dedi.
24 Anila Diamanı

"Çocuklarımın babası bu evdeydi, bundan emindim. Gü­


zelliğinin farkına. sanki ilk kez vardığım Rahel' den et_kilendi­
ğini görebiliyordum. Yine de gözlerini kırpmadan bana bakı­
yordu ve.ben de böylec..e umutlandım."
"Sanki tanrılara bir kurb�n sunuyormuşum gibi bir oğlak,
körpe bir erkek keçi öldürdüm. Eti bir bulut kadar ·yumuşa­
yıncaya dek dövdüm. En değerli baharatlarımı sakladığım
keseyi '.buldum ve kurutulmuş narların sonuncusunu kullan­
dım. Ona ne sunduğumu anlayacağına inanarak coşkuyla
dövdüm, kıydım ve kazıdım.
"Yemeği yaparken kimse bana yardım etmedi, ben de
kimsenin ete ya d� ekmeğe ve hatta arpa suyuna bile dokun­
masına izin vermedin:ı. Kendi annemi bile testiye su.koyma­
sı için bırakmadım," dedi ve kıkırdadı.
Bu hikayeyi çok severdim ve tekrar tekrar dinlemek için
ısrar ederdim. Lea her zaman güvenilir ve vakurdu, dikkat­
liydi ve hoppa olamayacak kadar ciddiydi. Ama yine de Ya­
kub için ilk yemeği hazırlarken şapşal ve mızmız bir kız o4ı­
verrriişti.
"Aynen bir aptaldım," derdi. "İlk ekmeği yakmıştım ve
gözyaşlarına boğulmuştum. Bir sonraki somunun bile bir kıs­
mını ziyan etmiştim, Yakub benimle dalga geçecekti. Yedin­
ci gUn Gökyüzü Kraliçesine pişirdiğimiz keklerde olduğu gi­
bi bir parça kopardım, bunu öptüm ve bu adamın bana sa­
hip çıkması umuduyla bunu bir adak gibi ateşe sundum."
Lea alaycı bir fısıltıyla, "Asla Zilpa'ya bundan bahsetme
yoksa sonunu duyamazsın, " derdi. "Ve elbette ki büyük ba­
ban Laban' ın bir dilenci için ne kadar yemek harcadığım
hakkında her hangi bir fikri olsa, mutlaka beni döverdi. Ama
yaşlı adam ona yeteri kadar bira verdiğimden bu konuda hiç
yorum yapmadı."
"Ya da belki de benim yaptığım israfın sözünü bile etme-
di. Çünkü böylesi bir akrabası olduğu için ne kadar şanslı ol­
duğunu biliyordu. Belki de, �eyi? olarak çok az şey isteyecek
bir damat bulduğunu tahmin ediyordu. Yaşlı adamın neyi bi-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 25

!ip neyi bilmediğini anlamak çok zordu. O, büyük baban,


tam bir öküzdü.
"Tam bir kazma," dedim.
"Tam bir taş , " dedi annem.
"Tam bir keçi leşi," dedim.
Annem, işaret parmağını sanki yaramaz bir çocukmuşum
gibi bana doğru salladı, ama hemen ardından da kahkahayı
bastı, ne de olsa Lab�n ile şiddetle dalga geçmek kız kardeş­
ler arasında en büyük eğlenceydi.
Hazırladığı mönüyü hala ezbere söyleyebilirim. Ekşi keçi
sütünde marine edilmiş ve kişniş ile baharatlanmış nar soslu
oğlak eti. Arpadan ve buğdaydan olmak üzere iki çeşit ek­
mek. Ayya kompostosu, taze hurma ve kara dutlarla birlikte
pişirilmiş incirler. Ve zeytin tabii ki. İçecek olarak da tatlı şa­
rap ve üç çeşit bira.
Yakup öyle yorgundu ki Lea'nın böylesine tutkuyla ha­
zırladıği yemeği az kalsın kaçırıyordu. Zilpa onu uyandır­
mak için çok çaba harcadı ve sonunda başından aşağı su
dökmek durumunda kaldı. Bu onu öyle ürküttü ki kollarını
savurdu ve Zilpa'yı yere yapıştırdı; kızcağız yerde bir kedi
gibi büzüldü.
Zilpa, Yakup'un orada bulunmasından pek de memnun
değildi. Onun varlığının kız kardeşler arasında bazı şeyleri
değiştirdiğini ve kendinin Lea'ya olan bağını zayıflattığını gö­
rebiliyordu. Onu gücendirmesinin bir sebebi de Yakub'un,
gördüğü diğer adamlardan, küfürbaz çobanlardan ve kız kar­
deşlerini dişi hayvan sürüsü gibi gören tüccarlardan çok da­
ha çekici olmasıydı.
Yakub temiz yüzlü ve düzgün konuşan biriydi. Lea'nın
gözleriyle karşılaştığında, Zilpa haya�larının bir daha asla es­
kisi gibi olmayacağını anlamıştı. o·enemesine rağmen bu de­
ğişimi durduramadığı için kederli, �zgın ve çaresizdi.
Yakub sonunda uyanıp çadırın Önüne, Laban'ın sağına
oturduğunda gerçekten iyi yedi. Lea onun her lokmasını ha­
tırlıyordu. "Koyun yahnisine defalarca ekmeğini bandırdı ve
26 Anita Dlamanı

üç lokmada ekmeği bitirdi. Tatlılan beğendiğini ve Laban'ın


içtiği acı içeceğin yerine ballı birayı tercih ettiğini gördüm.
Onun iştahını nasıl tatmin edeceğimi anladığımı düşündüm.
Geri kalanını da nasıl memnun edeceğimi biliyordum."
Bu sözler her zaman diğer annelerimin çığlık atmalarına
ve dizlerini dövmelerine neden olurdu. Çünkü Lea aklı ba­
şında bir kadın olmasına rağmen kardeşleri arasında en tut­
kulu olanıydı.
"Ve sonra tüm o işler bittikten ve tüm o yemekler yendik­
ten sonra ne oldu dersin?" diye sorardı Lea, sanki bunun ce­
vabını sağ başparmağındaki hilal şekilli minik yara kadar iyi
bilmiyormuşum gibi.
"Yakub hastalandı, işte olan bu. Yediği her bir lokmayı çı­
kardı. İnleyerek güçsüz kalıncaya kadar kustu. Onu acıların­
dan kurtarmaları ya da ölmesine izin vermeleri için El'e, lsh­
tar'a, Marduk'a ve sevgili annesine yalvardı."
"Zilpa, yumurcak, neler yaptığını görmek için gizlice
onun çadırına doğru sıvıştı ve sonra da her şeyi olduğundan
daha da vahim göstererek bana rapor etti. Onun dolunay­
dan daha beyaz olduğunu, bir köpek gibi uluduğunu, kurba­
ğa ve yılan kustuğunu söyledi.
"Yerin dibine geçmiştim ve korkmuştum. Ya benim pişir­
diklerim yüzünden ölürse ne olacaktı? Ya da daha kötüsü;
iyileşir ve çektiklerinden beni sorumlu tutarsa?"
"Kimse yemek yüzünden hastalanma belirtisi göstermedi­
ğinden bunun yenenlerle alakası olmadığını biliyordum.
Ama arkasından da, ne kadar budalayım, dokunuşumun ona
tiksindirici gelmiş olabileceğinden endişelenmeye başlıyor­
dum. Ya da belki ekmeği tanrılara sunarken bir şeyleri yan­
lış yapmıştım, bunu bir tanrıya ya da bir tanrıçaya saygı gös­
tergesi olarak değil de sihir yapmaya teşebbüs olarak sun­
muştum."
"Yeniden dine dönmüş ve iyi şarabın en son damlasını da
Anat, şifa verici adına boşaltmıştım. Bu onun acılarının
üçüncü gecesiydi ve bir sonraki sabah iyileşti." Tam bu nok-
Kırmızı Çadır 27

tada hep başını sallar v e iç çekerdi. "Böylesi aşıklar için hiç


de umut verici bir başlangıç değil ha, ne dersin?"

Yakub hızla iyileşti ve haftalar haftaları kovaladı. O sanki


eskiden beri orada yaşıyormuş gibi hissedilene kadar kalma­
ya devam etti. Sıska çobanları işe aldı, böylece artık Rahel'in
hayvanlarla ilgilenmesine, erkek kardeşleri olmadığı için ona
düşen bu görevi yapmasına ger:ek kalmadı
Büyük babam sürülerinin içinde bulunduğu durumun ve
gittikçe eriyen mal varlığının tüm suçunu, bütün oğullarının
doğumda ya da erken yaşlarda ölmelerine ve onu kızlarıyla
baş başa bırakmalarına yüklemişti. Tek bir oğlanın bile şan­
sını döndüreceğine inanır, kendi tembelliğinin bunda payı
olabileceğini hiç aklına getirmezdi. Din adamlarına danıştı,
onlar da koçlarından en iyilerini ve bir boğayı tanrılara kur­
ban vermesini söylediler. Ancak bu şekilde tanrılar ona bir
erkek evlat verebilirlerdi. Yaşlı bir ebenin öğüdüyle karılan ve
cariyeleri ile tar!alarda yattı, ama bu çabalarından elde ettiği
tek sonuç kaşınan bir sırt ve diz kapaklarındaki yara bereler
oldu. Yakub geldiğinde Laban bir oğul umudunu ya da haya­
tında her hangi bir gelişme olacağı umudunu yitirmişti.
Doğurganlık yaşı geçmiş ve hasta olan Adah'tan hiçbir
şey beklemiyordu. Diğer üç karısı ise ya ölmüş ya da kaçıp
gitmişti ve yeni gelin için ödenecek başlık parasından çok
daha ucuz gösterişsiz bir köle kızı almak için bile verecek üç
beş kuruşu yoktu. Bu nedenle yalnız uyurdu, tabii kızışmış bir
yeni yetme oğlan gibi sürülerle eğlenmek için tepelere çıktı­
ğı geceler hariç". Rahel, büyük babamın şehvetinin çobanlar
arasında efsanevi olduğunu söylerdi. "Laban tepelere doğru
ilerlediğinde dişi koyunlar ceylanlar gibi koşarak kaçar," diye
kendi aralarında gülerlerdi.
Kızları yüzlerce nedenden dolayı onu küçümserdi ve ben
bunların tümünü bilirdim. Zilpa bir keresinde bana, kendisi
ilk adetini görmesine yalnızca birkaç ay kala; büyük babama
öğle yemeğini götürme görevi ona düştüğü bir gün; büyük
28 Anita Diamant

babamın yukarı uzanıp başparmağı ve işaret parmağıhın


arasında Zilpa'nın göğsünün ucunu tutup, sanki dişi bir ke­
çiymişcesine sıktığını anlatmıştı:
Lea da Laban'ın bir gün elbisesinin altına elini soktuğunu
söylemişti; bunu Adah'a anlattığında ise büyük annem La­
ban'ı kan getirinceye kadar havan tokmağıyla döVJTlüş. Bü­
yük annem Laban'ın evdeki en değer verdiği tanrının boy­
nuzlarını kırmış ve onu ateşte yanması, iktidarsız kalması
için lanetlemekle tehdit ettiğinde, Laban bir daha asla kızla­
rına dokunmayacağına yemin etmiş ve hatasını telafi etmiş­
ti. Adah'a ve tüm kızlarına -ilk kez kendi kanından olduğu­
nu kabul et:tiği Zilpa ve Bilha'ya bile halhallar almıştı. Eve de
bulabildiği en iyi çanak çömlekçiye yaptırdığı, dişbudak ağa­
cından, neredeyse Bilha kadar büyük nefis bir Asherah ge­
tirmişti. Kadınlar bunu yükseğe, adakların sunulduğu bama­
ha koymuşlardı. Tannça'nın yüZü, badem gözleri ve aydınlık
gülüşüyle çok güzeldi. Her yeni ayın karanlığında üzerine şa­
rap döktüğümüzde, zevk içinde ağzı daha da açılır gibi gelir­
di bize.
Ancak bunlar Yakub gelmeden yıllar önce, Laban'ın ya­
nında henüz birkaç işçinin çalıştığı, karılarıyla çocuklarının
kampı yemek kokuları ve kahkahalarla doldurduğu günler­
deydi. Babam geldiğinde, geride kalan yalnızca hasta bir eş
ve dört kızdı.
Laban, Yakub'un varlığından yeterince hoşnut olmasına
rağmen, aslında iki adam birbirlerinden ölesiye nefret edi­
yorlardı. Birbirlerinden bir kuzgun ve bir eşek kadar farklı ol­
malarına rağmen kan bağıyla ve sonraları da iş ilişkisi ile
bağlıydılar.
Zamanla Yakub'un hayvanlar -özellikle de köpekler- ko­
nusunda yetenekli bir işçi olduğu ortaya çıktı. Laban'ın üç
kırma köpeğini iyi eğitilmiş çoban köpeklerine çevirdi. Islık
çalar ve köpekler de onun yanına varmak için yarışırdı. Elle­
rini çırptığında köpekler de daire olup koşarlar ve Yakub'u
takip etmeleri için koyunları hizaya sokarlardı. Tiz bir sesle
Kı rmız ı Ça d ı r 29

haykırır, bu s�fer de köpekler Laban'ın sürülerinin bir tilki ya


da çakal tarafından zarar görmesini engellemek için kulakla­
rını dikip korumada kalırlardı. Ve eğer yasak bölgede avla­
nanlar olursa, onlar da bu güçlü grubun keskin dişleriyle kar­
şılaşmaktansa koşmayı yeğ tutarlardı.
Yakub'un köpekleri zamanla diğer adamların gıptayla
baktıkları hayvanlar oldu, kimileri bunları satın almak için çe­
şitli şeyler önerdiler. Bunun yerine, Yakub bir günlük kazan­
cını, kurnaz kurt gözlü damızlık bir köpekle takas etti. Dişi
köpeklerimizden en ufağı, tam beş tane kurt-köpeği yavrula­
dı; Yakub da bunları eğiterek dördünü Laban'ın kızlarına
sunmak üzere hediyelere dönüştüreceği bir hazine karşılığın­
da hemen takas etti.
Rahel'i ilk karşılaştıkları kuyuya götürdü ve son nefesine
kadar takacağı mavi lapis taşlı yüzüğü ona verdi. Lea'yı yün
tımar ettiği yerde yakaladı ve tek söz etmeden eline çok iyi
·
işlenmiş ·\,iç altın halhal verdi. Zilpa'ya göğüslerinden kutsal
şarap dökülen Tanrıça Anat'a benzeyen ufak bir adak kabı
verdi. Adah' ın şişmiş ayaklarına bir çuval tuz serdi. Küçük bir
kapta bal vererek Bilha'yı bile hatırladı.
Laban yeğeninin köpek yavrularından kazandığı karın tü­
münü kendisine vermesi gerektiği konusunda şikayetçiydi.
Bu yavruların anası onun malıydı. Ancak yaşlı adam bir ke­
se altınla sakinleştirildi, bununla hemen köye dönüp Ruti'yi
geri aldı. Ruti, zavallı şey.
Bir yıl içerisinde Yakub Laban'ın bütün mallarının idare­
cisi oldu. Köpekleri sayesinde sürüleri yönetti, böylece ku­
zular daha iyi otlarin bulunduğu yerde beslendi, koyunlar iyi
otlaklarda atladı ve iyi gelişmiş boğalar da sert kökleri didik
didik araştırdı. Sürü o kadar sağlıkiı duruma geldi ki bir son­
raki kırpmada Yakub yağmurlar bastırmadan işi bitirmek için
iki oğlan tutmak zorunda kaldı. Rahe! de buğday tarlasını ge­
nişlettikleri bahçe işlerinde Lea, Zilpa ve Bilha'ya katıldı.
Yakub cömertliğinin karşılığı olarak babasının tanrısına iki
yapılı kuzu ve bir oğlak kurban etmek için Laban'ı ikna etti.
30 Anita Diamant

Lea da kurban için buğday hasadından ekmek pişirdi ve bun­


lar Yakub'un söylediği şekilde sunuldu. Babalarının yaptığı
şekilde tüm ekmeği ve birkaç istisna dışında hayvanların en
güzel parçalarını yaktı. Kadınlar bu savurganlık karşısında
söylendiler.

Ailem için bir değişim mevsimiydi. Sürüler katlanmış,


ürün alınmıştı ve yakında olması beklenen bir düğün vardı.
Çünkü geldikten sonra bir ay içerisinde ilk geldiği gün yapa­
cağını söylediği gibi Yakub, Laban'a Rahel'in başlık parasını
sormuştu. Yeğeninin hiç malı ya da mülkü olmadığı açık ol­
duğundan Laban bu adamı ucuza çalıştırabileceğini düşün­
müş ve kızına sunması gereken şeyin yedi yıllık bir hizmette
bulunmak olduğunu söylemişti.
Yakub bu fikre gülmüştü. "Yedi yıl ha? Burada bir kızdan
bahsediyoruz, bir krallıktan değil. Yedi yıl içinde, ölmüş bile
olabilir. Ben de ölmüş olabilirim. Ve her şeyin ötesinde sen
ölmüş olabilirsin yaşlı adam," demişti.
Yakub "Sana yedi ay veriyorum," dedi, "ve çeyiz için de
senin acınacak durumdaki sürünün yansını istiyorum."
Laban onun ayaklarına atladı ve Yakub'u hırsızlıkla suçla­
dı. "Tam da annenin oğlusun," diye haykırdı. "Bu dünyaya
hiçbir şey borçlu olmadığını mı düşünüyorsun? Benim kar­
şımda bu kadar kibirli olma, seni yeni yetme, yoksa seni kar­
deşinin bıçağı altına gönderirim."
Zilpa, içlerindeki en iyi casus, tartışmayı anlattı: Teyze­
min değeri üzerine nasıl bir pazarlık yaptıklarını, Laban'ın
nasıl kükrediğini ve Yakub'un nasıl tükürdüğünü anlattı. So­
nuç olarak, başlık parası karşılığında bir yıllık hizmette karar
kıldılar. Laban çeyiz olarak da yoksulluğunu hatırlattı. Ani­
den şefkatli bir baba gibi, "Benim yok denecek kadar az şe­
yim var, evlat," dedi "ve kızımın kendisi de zaten tam bir ha­
zine."
Yakub çeyizi olmadan bir gelini kabul edemeyeceğini söy­
ledi. Bu Rahel'i bir cariye gibi ve kendisini de sadece bir bile-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 31

ği taşı, bir i ğ v e sırtındaki elbiselerden başka şeyi olmayan bir


kız için hayatının bir yılını harcayan bir aptal gibi gösterirdi.
Böylece laban anlaşmanın içine Bilha'yı da kattı, böylece
Rahel'e bir eş unvanı, Yakub'a da bir cariye vermiş oldu.
Yakub, "Buna ek olarak bir yıllık hizmetim boyunca senin
adına baktığım sürüden doğacak kuzu ve oğlakların onda bi­
rini de bana vereceksin," dedi.
Bunun üzerine laban, Yakub'un tohumunu lanetledi ve
orayı fırtına gibi terk etti. Erkeklerin karşılıklı konuşmalarını
bitirmelerinden önceki o hafta, Rahel'in ağlayıp durduğu ve
bir bebek gibi ellerde taşındığı, Lea'nın çok az konuşup yas
tutanlara soğuk çorba ve ekmekten başka bir şey sunmadığı
haftaydı.
Tüm sınırları zorlayana kadar çabaladıktan sonra laban
Adah'a gitti, böylece evliliği planlamaya başlayabileceklerdi.
Ancak Adah "hayır," dedi, "bizler küçük çocukları evlendi­
ren barbarlar değiliz."
Rahel'in üzerine henüz söz bile verilemeyecek kadar kü­
çük olduğunu kocasına anlattı. Kız evlenmeye hazır gibi gö­
rünebilirdi, ancak henüz adet bile görmemişti, henüz tam ol­
gunlaşmamış'bir durumdaydı. Büyük annem eğer laban bu
kuralı bozmaya cüret ederse Anat'ın bahçeyi lanetleyeceğini
ve kendisinin de yeniden kocasının kafasına havan tokma­
ğıyla vuracak gücü kendinde bulabileceğini iddia etti.
Ancak tehditler zaten gereksizdi. laban bu ertelemedeki
yararı anlayıp Yakub'a evlilik için bir gün kararlaştırmadan
önce kız hazır olana kadar beklemesi gerektiği haberini ver­
mek için gitti.
Yakub bu durumu kabul etti. Zaten başka ne yapabilirdi
ki? Rahe! öfkeli bir halde Adah'a bağırdı, o da onu tokatla­
yıp öfkesini başka yerde göstermesini söyledi. Rahe! sırayla
Bilha'yı tokatladı, Zilpa'ya küfretti ve Lea'ya hırladı. Hatta
Yakub'un ayaklarına kum fırlatıp onu yalancılık ve korkaklık­
la suçladı, ardından da Yakub'un boynunda göz yaşlarına bo­
ğuldu.
32 Anila Diamanl

Geleceğe dair karan!� düşünceler beslemeye başlamıştı.


Asla adet görmeyecek, asla Yakub'la evlenemeyecek, asla
ona oğullar veremeyecekti. Her zaman çok gurur duyduğu
ufak, dik göğüsleri aniden ona çelimsiz görünmeye başlamış­
tı. Belki de bir kaçık, bir er dişiydi, aynen babasının çadırın­
daki, bacaklarının arasında ağaçtan bir dal bulunan büyük
put gibi.
Böylece Rahe! mevsiminin gelmesini hızlandırmak için
uğraştı. Gelecek olan ilk aydan önce, Gökyüzü Kraliçesine
ekmekler pişirip sundu, bu daha önce hiç yapmadığı bir şey­
di ve tüm gece boyunca Asherahı karnına ba�tırarak uyudu.
Ancak ay küçüldü ve tekrar büyüdü, Rahel'in bacakları ise
hep kuru kaldı. Ebe lnna'ya danışmak için tek başına köye
indi ve vadinin yanında yetişen çirkin i'sırgan otlarından ya­
pılmış biı:- şurup alarak geri döndü. Ancak ilk ay yine belirdi
ve Rahe! yine çocuk kaldı.
Ay bir kez daha küçüldüğünde, Rahe! yabani böğürtlenle­
rin suyunu çıkardı ve çarşafındaki lekeyi görmeleri için di�er
kardeşlerini çağırdı. Ancak meyvelerin suyu eflatundu, Lea
ve Zilpa bacaklarının arasında kalan t6hum tanelerine de
çok güldüler.
Bir sonraki ay Rahe! çadırına kapandı ve bir kez bile Ya­
kub'u bulmak için dışarı çıkmadı.
Sonunda Yakub'un gelmesinden sonra geçen dokuzuncu
ayda Rahe! ilk adetini gördü ve huzur içinde ağladı. Adah,
Lea ve Zilpa doğum, ölüm ve kadınların olgunlaşmalannı
anlatan o acı, boğazdan gelen şarkıyı söylediler. Güneş ba­
tıp yerini ilk aya bırakırken tüm kadınlar kanamaya başladık­
larında, Rahel'in parmaklarına ve ayak tabanlarına kınalar
sürdüler. Göz kapaklarını sarıya boyadılar ve parmaklarında­
ki, ayaklarındaki, bileklerindeki tüm takıları çıkardılar. Başını
güzelim işli örtülerle örtüp onu kırmızı çadıra götürdüler.
Tanrıçalar için, lnnana ve Deniz Tanrıçası Asherah için şar­
kılar söylediler. Aralarında annelerin koruyucusu Anat'ın da
olduğu yedi tanrının hepsinin annesi Elat'tan bahsettiler;
Şarkılar söylediler:

"Büyüleyici taurı Anat'ınkine benzer


Güzelliğini Astarte'den alır

"Astarte şimdi senin rahminde


Elat'ın gücünü taşıyorsun."

Kadınlar tüm bu hoş geldin şarkılarını ona söylerken Ra­


he! de bal ve buğday unundan yapılmış, rahme benzeyen üç
köşeli keki yedi. Dayanabileceği kadar tatlı şarap içti. Adah,
neredeyse kendinden geçinceye kadar Rahel'in kollarını ve
bacaklarını, sırtını ve karnını kokulu yağlarla ovdu. Toprakla
birleşeceği alana onu taşıdıklarında Rahe! zevk ve şarapla
aptallaşmıştı. Bacaklarının nasıl olup da toprakla buluştuğu­
nu ve kanının burayı nasıl örttüğünü hatırlamadı, uykusunda
gülümsüyordu.
Üç gün boyunca çadırda tembellik yaparak geçirdiği an­
larda neşe ve mutlulukla d9luydu, bu değerli sıvıyı bronz bir
kapta topladı -çünkü bir bakirenin ilk kanı bahçe için güçlü
ve kutsal bir sıvıydı. O saatler boyunca, herkesin onu tanıdı­
ğından çok daha rahat ve çok daha cömertti.
Kadınlar aylık aytnlerinden uyanır uyanmaz, Rahe! düğün
tarihinin belirlenmesini istedi. Onun tepinmeleri Adah'ı ilk
kandan sonra yedi ay bekleme geleneğini değiştirmeye ikna
edemedi. Böylece her şey yeniden düzenlendi ve Yakub La­
ban için zaten bir yıl çalışmış olmasına rağmen sözleşme
mühürlendi ve bir yedi ay daha Laban'a ait oldu.
.

iKİNCİ BöLÜM

lay aylar değildi. Rahe! sürekli emirler yağdırıyor,


Lea işe koşulmuş bir inek gibi yorgunlukla iç çekiyor,
ilpa surat asıyordu. Yalnızca Bilha bu karışıklıktan
etkilenmemiş görünüyordu, yün eğiriyor ve dokuma yapıyor,
bahçedeki zararlı otları temizliyor ve şu sıralar artık hep ya­
nan Adah'ın ateşiyle ilgilenip, üşümüş kemiklerini rahatlatı­
yordu.
Rahe! bahçeden ve diğer işlerden vakit buldukça tepeler­
de sevgilisi Yakub'u yalnız yakalayarak onunla mümkün ol­
duğu kadar çok vakit geçiriyordu. Adah, onu böylesi yabani
bir davranıştan uzak tutamayacak kadar çok hastaydı ve Ra­
he! de Lea'dan küçük olduğu halde ondan önce gelin ve an­
ne olacağı için konumundan çok şey kaybetmiş olan Lea'yı
dinlemeyi reddediyordu.
Yakub ile tarlalarda geçirdiği günler Rahel'in en keyifli za­
manlarıydı. Güzel teyzem "parmaklan saçlarımda, hayretle
bana bakardı" diye anlatırdı. "Önce gölgede ve sonra da gün
ışığında duruşumu seyreder ve yanaklarımdaki farklı ışık
oyunlarını görmeye çalışırdı. Güzelliğim karşısında ağlardı.
Bana ailesinin söylediği şarkıları söyler ve annesinin güzelli­
ğini anlatırdı."
Rahe! anlatmaya devam ederdi. "Yakub oğullarımızın ne
kadar güzel olacağına dair hikayeler de anlatırdı. Bana ben­
zeyen altın sarısı çocuklar. Prens ve kral olacak mükemmel
evlatlar."
Kırmızı Çadır 35

"Onların -kız kardeşlerimin ve çobanların- ne düşündük­


lerini biliyorum ama asla birbirimize dokunmadık. Şey, belki
bir kez, Beni göğsüne doğru çekti, ama sonra titremeye baş­
ladı ve beni itti. Bundan sonra da hep mesafesini korudu."
"Bu benim için de iyiydi. Bilirsin, kokardı. Pek çok erkek­
ten daha temizdi. Ama yine de keçi ve erkek kokusu çok
güçlüydü. Eve koşar ve burnumu kişnişin içine gömerdim."
Rahel, Yakub'un ailesiyle ilgili hikayeyi ilk dinleyen kişi ol­
makla övünürdü. İkizlerden ufak olanıymış, bu da onu anne­
sinin varisi kılıyormuş. Kendisi hem daha yakışıklı olan, hem
de daha akıllı olanmış. Rebeka, kocası İshak'a Yakub'un çok
hassas olduğunu söyleyerek diğer kardeş sütten kesildikten
bir yıl sonra bile onu göğsünde beslemeye devam etmiş.
İkizlere hayat vermek neredeyse Rebeka'yı öldürüyor­
muş. Öylesine çok kanaması olmuş ki, içinde başka bir ha­
yatı sürdürecek hiç bir şey kalmamış. Hiç kızı olmayacağını
fark ettiğinde, hikayelerini Yakub'a fısıldamaya başlamış.
Rebeka, Yakub'a, Esav'a edilecek olan hayır duasının as­
lında kendisinin hakkı olduğunu söylermiş, yoksa lnnana ne­
den iki kardeş arasında kendisini daha iyi olarak kutsamış ol­
sun ki? Ve bunun yanı sıra ailesinde varisi seçmek annenin
hakkıymış. İshak 'ın kendisi de ikinci doğan çocukmuş. Ab­
ram'a bırakılsa, İsmail reis olacakmış, ancak karısı Saray
haklarını kullanmış ve onun yerine İshak 'a bu unvanı ver­
miş. Eski günlerdel<i geleneğe uyarak, ailesi arasında gelini­
ni seçmesi için İshak'ı gönderen de oymuş.
Yine de Yakub Esav'ı sever ve ona herhangi bir zarar ver­
me düşüncesinden nefret edermiş. Babası İshak'ın ve büyük
babası Abram'ın tanrısının, annesinin sözlerini dinlediği için
onu cezalandıracağından korkarmış. Onu sık sık korku için­
de uyandıran ve tamamen mahfeden bir rüyanın rahatsızlı-
·

ğını duyarmış.
Böyle zamanlarda Rahel onun yanağını okşar, korkuları­
nın yersiz olduğunu söylerdi. "Ona eğer annesinin sözünü
tutmasaydı, beni asla bulamayacağını söylerdim, hiç şüphe-
36 Anila Diamant

siz ki Rebeka'yı seven İ�hak'ın tanrısı, Yakub'un Rahel'e


beslediği aşkın üzerinde gülümseyecekti."
"Bu onu neşelendirirdi" derdi, "Onun kalbini güneş ışığı
gibi aydınlattığımı anlatır, bunun gibi tatlı sözler söylerdi."
Yakub Rahe! ile böyle tatlı tatlı konuşurken Lea acı çeki­
yordu. Gün geçtikçe süzüldü. Saçlarını ihmal etmeye başla­
dı, her şeye rağmen asla görevlerini yerine getirmemezlik et­
medi. Kamp her zaman çok iyi durumda, temiz, erzak bakı­
mından daima hazır ve_ yoğundu. Y ün eğirme işi asla durma­
dı, bahçe serpilip gelişti ve öyle çok şifalı ot filiz verdi ki bun­
lar pazarda kuzu ile takas edilmeye bile yetti.
Yakub tüm bu olanların farkındaydı. Lea'nın neler yaptı­
ğını gördü ve Laban'ın aylaklık ettiği tembellik yıllarında dü­
zeni sağlayanın o olduğunu anladı. Yakub'un, Aleppo'dan
gelen kara sakallı tüccarın güvenilir olup olmadığı ya da kırp­
ma mevsiminde kimi kiralayacakları gibi bir sorusu olduğun­
da yaşlı aclam tamamen çaresiz kahyordu. Lea sürü hakkın­
da soru sorulacak tek kişiydi: Bir sene önce doğan dişi ko­
yunlar hangileriydi, hangi k�çiler siyah babanın, hangileri de
alacalı olanın dölüydü? Hayvanlar arasında çalışmış olan Ra­
he! bir hayvanı diğerinden ayıramazdı ama Lea gördüğü her
şeyi ve Bilha'nın söylediği her şeyi hatırlardı.
Yakup Lea'ya Adah'a gösterdiği, saygının aynıyla yaklaşı­
yordu. Ne de olsa onlar aynı kandandı. Ama ona gerekli oldu;
ğundan daha sık yaklaşıyordu ya da Zilpa'ya öyle geliyordu.
Yakub, en büyük kız için her gün yeni bir soru buluyordu.
Baharda oğlakları nerede otlatmalı? YaVnı vereceği anlaşılan
bir dişi koyun için fazladan balı var mı? Önlerindeki buğda�
hasadında adak adamak için hazır mı? Lea'nın, annesinin
Mısırlı bir tüccardan öğrendiği lezzetli �ariflerden biriyle yap·
tığı bira içinse her zaman Yakub'un iştahı vardı.
Lea Yakub'un sorularına cevap verir ve bakış.larını başk2
yöne çevirip, başı yuva arayan bir kuş gibi neredeyse onur
göğsüne gömülerek içkisini doldururdu. Ona bakmak kızc:
acı verirdi. Ama yine de, her sabah gözlerini açtığında ilk dü·
K ı rm ı z ı Ça d ı r 37

şüncesi oydu. O gün de konuşmaya gelecek miydi? Kadehi­


ni doldun.ırken elinin titredjğini fark eder miydi?
Zilpa onl�r birlikteyken yanlarında olmaya dayanamıyor­
du. "Bu sanki kızışmış erkek keçilerin yanında olmaya ben­
ziyor," diyordu. "Öylesine de kibardılar ki, birbirlerini gör­
memek için neredeyse eğiliyorlardı, yine de her an kızışmış
köpekler gibi birbirlerinin üstüne çıkabilirlerdi."
Lea vücudundaki yangını duymazdan gelmeye çalişıyor­
du. Rahe! düğün hazırlıkları dışında hiçbir şeyin farkında de­
ğildi. Ama Zilpa baktığı her yerde tutkuyu görebiliyordu.
Ona göre tüm dünya aniden tutkuyla nemlenmişti.
Lea geceleri yatağında 1 dön.tip duruyor, Zilpa tarlalarda
Yakub'u bir ağaca yaslanmış, rahatlayıp yere yığılana kadar
eli cinsel organında gidip gelirken görüyordu. Düğüne bir ay
kala Yakub rüyasında savaş görmeyi de anne, babasını ve
kardeşini görmeyi . de bırakmıştı. Bunun yerine gecelerini
dört kız kardeşten her bi,ri ile uyur gezer halde geçiriyordu.
Irmaktaki sulardan. içiyor ve kendini Rahel'in kucağında bu­
luyordu, Altında çırılçıplak Lea'yı bulacağı iri bir kayayı ye­
rinden kaldırıyordu. Onu kovalayan berbat bir şeyden kaçı­
yor ve bir kadına dönüşen Bilha'nın kollarında bitkin düşü­
yordu. Zilpa'yı uzun saçlarının dallarına dolandığı akasya
ağacından kurtarıyordu. Her sabah kan ter içinde ve organı
dimdik uyanıyordu. Çarşafa sarılıyor ve utanmadan ayağa
kalkacak duruma gelene kadar yerde kıvranıyordu.
Zilpa; Yakub, Rahe! ve Lea üçgenini, onun kullanabilece­
ği bir kıskaç haline gelene dek izledi. En çok Lea'yı sevdiğin­
den tatlı Rahel'i 'asla dikkate almazdı. (Bu Zilpa'nın hep onu
çağırırken kullandığı isimdi -"Ah işte tatlı Rahe! de geldi"
derdi ekşi bir sesle.) Yakub'un ailenin reisi olmasını engelle­
mek için yapabileceği fazla bir şey olmadığını biliyordu ve as­
lında o da doğacak çôcuklar için sabırsızlanıyordu. Yine de
bu nehrin onun seçimi doğrultusunda akmasını sağlamak is­
tiyordu. Zilpa tatlı Rahel'e hafif de olsa acı çektirmek arzu­
sundaydı.
38 Anita Diamanl

Zilpa, Rahel'in düğün gecesinden korktuğundan şüphe­


lenmişti ve endişelerini itiraf etmesi için onu yüreklendirmiş­
ti. Rahel cinsellik hakkında ne kadar az şey bildiğini ortaya
dökerken, büyük kız da iç çekti ve acıyla başını salladı; ke­
sinlikle hiç zevk beklentisi yoktu, yalnızca acıyı bekliyordu.
Böylece Zilpa endişeli kız kardeşine çobanların, Yakub'un
aletinin muazzam büyüklüğü hakkında konuştuklarını anlat­
tı. Bir yandan elleri arasında imkansız bir boyutu gösterirken
"Normal bir erkeğinkinin iki katı büyüklüğünde" diye fısılda­
dı. Zilpa Rahel'i en yüksek meraya götürdü ve delikanlıların
kanlı bir şekilde acı acı meleyen koyunlarla yollarını bulma­
larını gösterdi. Abla, korkuyla titreyen genç kızın derdini
paylaştı. Bir yandan "Zavallı şey" diyerek Rahel'in saçını ok­
şuyordu. "Zavallı dişi şey."
İşte bu yüzden düğün günü Rahel panik içindeydi. Ya­
kub'un derin ve saf sevgisi memnunluk vericiydi, ama şimdi
ondan her istediğini talep edebilirdi ve onu reddedebilmenin
bir yolu yoktu. Midesi isyan etti ve öğürdü. Saçlarını avuç
dolusu yoldu. T ırnaklarını kanatana kadar yanaklarına geçir-
di. Kız kardeşlerine onu koruyup kurtarmaları için yalvardı.
Lea, "Şölen için giydirmeye çalışırken Rahel ağlıyordu"
dedi. "Kocası için uygun olmadığını, hazırlıksız ve daha çok
küçük olduğunu iddia ederek ağlıyordu. Ezilmiş böğürtlenler­
le yaptığı o oyunu yeniden denedi. Eteğini kaldırıp eğer ger­
dek yatağında adet kanını bulursa Yakub'un onu öldüreceği­
ni söyleyerek inledi. Ona bir çocuk gibi davranmayı bırak­
masını söyledim, artık bir kadın kuşağı takıyordu."
Ama Rahel inledi ve dizleri üstüne çökerek, duvağın altın­
da onun yerini alması için kız kardeşine yalvardı. "Zilpa se­
nin bunu yapacağını söylüyor, " diye ağladı.
Lea o anı "Uyuşup kaldım," diyerek hatırlardı. "Çünkü
Zilpa haklıydı. Kendimi böyle bir şeyin hayalini kurmaktan
alıkoymuştum, yani o gece onunla olabilecek kişinin ben
olabileceğim hayalini. Bırakın kız kardeşimi kendime bile bu­
nu zor itiraf ediyordum, o ise o anda ağlamaktan kızarmış
K ı r m ı z ı Ça d ı r 39

gözleri v e kan v e böğürtlen suyundan çizgi çizgi olmuş ya­


nakları ile pek de hoş değildi.
"İlk önce hayır dedim. Bir bakışta anlayacaktı, çünkü hiç­
bir duvak görünüşümüzdeki farkı saklayamazdı. Beni almayı
reddederdi ve ben de o zaman defolu bir mal, artık evlenme­
si uygun düşmeyen bir köle olarak satılmaktan başka işe ya­
ramayacak biri olurdum.
"Ama itiraz ettiğim süre boyunca kalbim kendi evetiyle
çarpıyordu. Rahel benden, hayatta her şeyden çok yapmayı
arzuladığım bir şeyi yapmamı istiyordu. Böylece bir süre tar­
tışmama rağmen ikna oldum."
Adah o sabah gelinin giyinmesine yardım edemeyecek
kadar hastaydı. Böylece Zilpa giydirme işini üzerine aldı.
Lea'nın ellerini ve ayaklarını kınayla ovdu, gözlerine rastık
çekti, takılarla her yanını kapladı. Lea aslında Rahel'in dü­
ğün gecesi için hazırlanırken, Rahel de bir köşede oturmuş,
dizlerini göğsüne çekmiş, titriyordu.
Lea "Asla olmadığım kadar mutluydum," diye anlatırdı.
"Ama aynı zamanda da korkuyla doluydum. Ya iğrenerek
benden kaçarsa? Ya çadırı terk ederek beni sonsuza kadar
utanç içinde bırakırsa? Ama içimde bir şeyler onun beni ku­
11

caklayacağını söylüyordu.
Bir kaç konuğun katıldığı sade bir şölendi. Köyden kaval
çalan iki müzisyen gelip çabucak gitmişlerdi. Karnını doyu­
rur doyurmaz giden çobanlardan biri adak olarak sunmak
için içi yağ dolu bir testi getirmişti. Laban en başından beri
sarhoş, eli zavallı Ruti'nin elbisesinin altında, oturuyordu.
Lea'yı Yakub'un yanına götürürken kendi ayağına takılıp tö­
kezliyordu. Duvağın altında diz çökmüş olan gelin, damadııı
etrafında üç kez bir yönde üç kez de diğer yönde döndü. Zil­
pa yemekleri dağıttı.
Lea "Günün as1a bitmeyeceğini düşündüm, diye anlatır­
11

dı. "Duvağın altından görünmüyordum, dışarıyı da net ola­


rak seçemiyordum, ancak nasıl olur da Yakub gelinin ben ol­
duğumu anlayamazdı? Beni ortaya çıkarmasını, üzerime at-
40 Anila Dlamant

!ayıp aldatıldığinı iddia etmesini karamsarlıkla bekledim.


Ama bunu yapmadı. Baca,ğının benimkinin yanındaki sıcak­
lığını · hissedecek kadar yakın, yanımda oturdu. Kuzu eti ve
ekmek yedi, uyku vermeyecek ve şapşallaştırmayacak kadar
şarap ve bira içti.
"Sonunda Yakub kalktı ve benim de doğrulmama yardım
etti . Beni.. yedi günümüzü birlikte geçireceğimiz çadıra gö­
türdü. Laban arkamızdan haykırarak bize erkek evlatlar dili­
yordu, " diye anlatırdı Lea.
"Yakub dışarısı tamamen sessizleşene dek yanıma yaklaş­
madı. Ardından duvağımı çıkardı. Bu duvak pek çok renk ile
işlenmiş; zevk, şiddet, korku, lezzet, hayal kırıklığı ile dolu
yüzlerce düğün gecesi yaşamış gelinlerin kuşaklar boyunca
örtündükleri güzel bir kumaştı. Benim kaderimin bunlardan
hangisi olacağını merak ederek titredim.
"Çadırın içi tümüyle karanlık değildi. Yüzümü gördü ve
hiç şaşkınlık göstermedi. Ağır ağır soluyordu. Sonra üzerim­
de kalanları da çıkardı, önce omzumdan pelerinimi aldı, ku­
şağımı çözdü ve sonra da elbiselerimin arasından sıyrılırken
bana yardım etti. Karşısında çırılçıplaktım. Oysa annem ko­
camın yalnızca eteğimi yukarı sıyırıp kendi kıyafetleri de üze­
rindeyken içime gireceğini söylemişti bana . Ama çırılçıplak­
tım. Sonra birkaç saniye içinde o da cinsel organı bana doğ­
rulmuş bir halde çıplak kaldı . Yüzü olmayan bir Asherah'a
benziyordu . Aslında bu öyle komikti ki kahkahalarla gülebi­
lirdim, eğer nefes alabilseydim.
"Ama korkuyordum. Çarşafların arasına daldım ve o da
hemen yanıma geldi. Ellerimi okşadı ve yanağıma dokundu,
işte üzerimdeydi . Korkuyordum. Ama annemin tavsiyesini
hatırladım, ellerimi ve bacaklarımı açtım, onunki yerine ken­
di nefesimi dinledim.
"Yakub bana karşı iyiydi. İlk defasında içime girerken ya­
vaştı, ama öylesine çabuk bitirdi ki saatler gibi süren dakika­
lar boyunca sanki ölü bir adam gibi hareketsiz ve tüm ağırlı­
ğıyla üzerime yığıldığında sakinleşecek vakti ancak bulmuş-
Kırm ızr Çadır 41

tum. Sonra ellerine yeniden can geldi. Elleri yüzümde, saç­


lanmın arasıl"\da ve sonra, oh, göğüslerimde ve karnımda,
bacaklarımda . ve en yumuşak dokunuşlanyla keşfettiği cinsel
organımda başıboş dolaştı. Sanki bir annenin, parmağını ye­
ni doğan bebeğinin kulağında dolaştırrnası gibi bir dokunuş­
tu, öylesine tatlı bir duyguydu ki gülümsedim. Aldığım zevki
fark etti ve başını salladı. İkimiz de güldük. " Ve sonra Yakub
ilk karısıyla konuştu.
"Babam nadiren benimle konuşur, hep erkek kardeşimin
sohbetini tercih eder görünürdü, " diye fısıldadı. "Ama bir
defasında yolculuk ederken bir erkeğin bir kadına vurduğu
-karısı, cariyesi ya da kölesi olabilirdi, bilmemizin imkanı
yoktu- bir çadırın önünden geçiyorduk.
"İshak , babam, içini çekti ve ona sadece evliliklerinin ilk
yılında iki oğul vermesine rağmen annem dışında hiçbir ka­
dını yatağına götürmediğini anlattı . Rebeka ile evliliklerinin
ilk yıllarında kadın onu her zaman muhabbet ve.tutkuyla kar­
şılamış, çünkü kocası olarak ona, sanki Gökyüzünün Krali­
çesiymiş, kendisi de onun kölesiymiş gibi davranmış. Onla­
rın beraberliği deniz ve gökyüzünün, yağmur ve kavrulmuş
toprağın beraberliği gibiydi. Gece ve gündüzün, rüzgar ve
suyunki gibi.
"Tanrıça ve tanrıyı oynarken geceleri yıldızlar ve iç çekiş­
lerle dolarmış. Dokunuşları binlerce rüyayı doğururmuş. Kır­
mızı çadırda geçirdiği anlar ya da oğullarını emzirdiği zaman­
lar dışında her gece birbirlerinin kollarında uyurlarmış."
Babam Yakub ilk gecelerinde karısı Lea'ya "Bu babamın
kadınlar ve kocaları hakkındaki öğretisiydi," dedi. Ve sonra
da babasının sevgisini yitirdiğine ağladı .
Lea, kocasının üzüntüsüyle ve kendi iyi kaderinin getirdiği
rahatlama ve neşeyle gözyaşı döktü. Annesinin de düğün ge­
cesi ağladığım biliyordu. Ama onunkiler Laban'ın en ·başın­
dan �ri bir hödük olduğunu gösteren hüzün gözyaşlarıydı.
Lea kocasını öptü. O da kadını öptü. Tekrar ve tekrar bir­
birlerine sarıldılar. Ve 'O ilk gece bile, bir erkek tarafınr!an
42 Anita Diamanı

keşfedilmenin verdiği hassaslıkla, Lea onun dokunuşlarına


karşılık verdi . Onun kokusunu ve sakallarının tenindeki do­
kunuşlarını seviyordu. İçine girdiğinde, kendisini bile şaşırtan
ve adamı da memnun eden bir tür güçle bacaklarını ve cin­
sel organını kasıp gevşetebiliyordu. Yakub son zevk anıyla
haykırırken o da kendi gücünün verdiği bir hisle çağladı . Ve
kendi soluk alış verişini takip ederken aldığı hazzı, bir açılma
ve doluluk duygusunu keşfetti . Bu durum onun iç geçirmesi­
ne, keyifle mırıldanmasına ve sonra da çocukluğundan beri
hiç olmadığı kadar derin bir uykuya dalmasına yol açtı.
Adam ona Innana adını verdi . O da erkeğine Baal, Ishtarın
kardeş-severi diye seslendi.
Dolu dolu yedi gün ve yedi gece boyunca yalnız bırakıldı­
lar. Şafak sökerken ve akşamın alacakaranlığında onlar için
yemek bırakılıyordu. Onlar da aşıklara özgü bir açlıkla önle­
rine konanı silip süpürüyorlardı. Haftanın sonu geldiğinde,
gün ve gece her dakika aşk yapmışlardı. Zevk almanın ve
vermenin binlerce yeni yolunu keşfettiklerine eminlerdi. Bir­
birlerinin kollarında uyuya kalıyorlardı. Laban'ın aptallığına
ve Zilpa'nın tuhaf hareketlerine çocuklar gibi güldüler. Ama
Rahel'den hiç bahsetmediler.
Her günün hem daha fatlı, hem de daha hüzünlü geçtiği
altın bir haftaydı. Lea ve Yakub'un birbirlerinin anılarında
pervasızca dolaşabilecekleri ya da gündüzleri birbirlerinin
kollarında aylaklık edecekleri başka bir zaman asla olmaya­
caktı. Bu günler, konuşup iş ve aile meseleleri hakkında iki­
sinin de aynı fikirleri ve alışkanlıkları paylaştıklarını fark et­
tikleri, yegane günlerdi.
Yakub'un bu haftadan, çok kızgın görünerek çıkmasına
karar verdiler. Laban'a gidip şunları diyecekti : "Kandırıldım.
Bana kuwetli şarap içirdin ve benim sevgili Rahel'imin yeri­
ne cadaloz Lea'yı verdin. Rahe! için yaptıklarım karşılığında
bana oyun oynadın. Ve ben de bunun telafisini istiyorum.
Görevlerim gereği bu yedi gün ve geceyi geçirmiş olmama
rağmen, onun adına bana bir çeyiz verene kadar ve Rahe]
de benim olana kadar onu karım olarak ilan etmeyeceğim . "
K ı r m ı z ı Ça d ı r 43

Yakub çadırı terk ettiğinde tam olarak söylediği buydu.


" Bilha'yı Rahe!' in çeyizi olarak aldığım gibi bakire Zilpa'yı da
Lea'nın çeyizi olarak alacağım. Senin çirkin kızını almak için
arazinin diğer onda birini daha alacağım. Ve adil olmak için
Lea'nın başlık parası olarak, bir yedi ay daha senin için ça­
lışacağım . "
"Bunlar benim şartlarım. "
Yakub, Lea ile çekildikleri inzivadan çıktıkları o gün, ko­
nuşmasını kamptaki herkesten önce yaptı. Kocası, bir gece
önce çırılçıplak birbirlerinin terine bulanmışken provasını
yaptıkları sözleri tekrarlamaya başladığında, Lea gözlerini
yere dikti. Gülmesini engellemek için dudaklarını kıvırırken
ağlıyormuş gibi görünmeye çalıştı .
Yakub derdini anlatırken, Adah da rıza göstererek başını
salladı. Zilpa kendi adının da geçmesi üzerine bembeyaz ke­
sildi. Haftayı kızının evlenmesi şerefine sarhoş geçiren La­
ban öylesine aptallaşmıştı ki, ellerini iki yana açıp hepsine
küfrederek çadırının karanlığına dönmeden önce, karşı gele­
bilecek gücü kendinde zor buldu.
Rahe! Yakub'un ayağına tükürdü ve fırtına gibi kayboldu.
Gerdek haftasının sonuna doğru, yaşadığı panikten pişman
olmaya başlamıştı. İlk eş konumunu sonsuza kadar kaybet­
mişti ve ayrıca gerdek çadırından gelen sesleri, kahkahaları
ve zevk çığlıklarını da duymuştu. Rahe! üzüntüsünü Bilha'ya
döktü, Bilha da ona çiftleşen iki köpek ve iki koyun göster­
di, hiç biri de olay sırasında acı çekiyor gibi görünmüyordu.
Rahe! köye gitti ve olanlardan Inna'ya bahsetti. Inna da ona
tutku ve zevk dolu hikayelerini anlattı ve Rahel'i kulübesine
götürüp vücudunun sırlarını nasıl açığa çıkaracağını göster­
di.
Yakub Rahel'i hep bı..ıluştukları ağacın yanında bulduğun­
da kız ona yüksek sesle küfretti, onun bir hırsız ve bir adi; bir
şeytan; koyunlar, keçiler ve köpeklerle çiftleşen bir domuz
olduğunu haykırdı. Onu kendisini sevmemekle suçladı. Du­
vakla bile , düğün şöleninde yanında oturanın Lea olduğunu
44 Anita Diamanl

anlaması gerektiğini söyleyerek acı - aca feryat etti. Tüm bu


olanları engelleyebilirdi . Neden yapmamıştı? İçli içli ağladı.
Gözyaşları tükendiğinde Yakub onu uykuya dalmış gibi
görünene kadar göğsüne bastırdı ve Raliel' e onun ayın kızı
olduğunu, ışık saçtığını, pırıltılı ve mükemmel olduğunu söy­
ledi. Ona duyduğu bu aşk, tapınmaktı . O gece hissettiği ise,
Rahel'in saçtığı ışığın yalnızca bir gölgesi olabilen Lea'ya
karşı göreviydi. Yalnızca o, yalnızca Rahe.! onun kalbinin ge­
lini, ilk eşi, ilk aşkı olabilirdi. Öylesine bir ihanetti işte.
Böylece o gün, bir sonraki dolunaydan önce ikinci bir dü­
ğün şöleni daha yapıldı. İlkinde.n bile daha basit bir tane. Ve
Rahe! Yakub ile çadırdaki sırasını aldı.
Rahe! asla bundan bahsetmediği için o hafta hakkında
fazla şey bilmiY,orum. Yakub ile Rahel'in çadırından hiç g?z­
yaşı duyulmamıştı, ki bu da iyiye işaretti . Kimse kahkaha da
duymamıştı. Hafta sona erdiğinde Rahe� şafaktan önce kır­
mızı çadıra doğru süzülüp bir sonraki sabaha kadar uyudu.

Gerdek haftasından sonraki ilk yeni ayda, Lea'nın bacak­


ları arasında hiç kan yoktu. Ama o bu haberi kendisine sak­
ladı. Rahel'in telaşlı düğün hazırlıkları arasında samanların
üzerindeki yerini değiştirmesine gerek olmadığı ya da etraf�
ta dolaşırken bacakları arasında bir paçavra kullanmadığını
saklamak zor olmadı.
Rahel'in Yakub'la gerdek çadırına girmesinden iki gün
sonra Lea annesinin yanına gitti ve Adah'ın kurumuş elini
genç karnına koydu. Yaşlı kadın kızını kucakladı . "Bir torun
görecek kadar yaşayacağımı düşünmemiştim" dedi Lea'ya,
hem gülüyor hem ağlıyordu. " Sevgili kız, kızım benim. "
Lea, Rahel'in mutluğunu bozmamak için hamileliği hak­
kındaki sessizliğini korudu. Baş kadın olarak konumu bir er­
kek evlat doğurarak daha da sağlamlaşacaktı ve ilk andan iti­
baren karnında bir oğlan taşıdığını biliyordu. Ama Rahe!
Lea'nın bir çocuk beklediğini öğrenince öfkelendi. Kız kar­
d�şinin bu haberi ondan saklamasını, onu utandırmak, ilk eş
K ı rm ı z ı Ça d ı r 45

olarak konumunu sağlamlaştırmak için yazılmış karışık se­


naryonun bir parçası, Yakub'un onu terk etmesini sağlaya­
cak bir yol olarak düşündü.
Rahel'in suçlamaları ta kuyudan, bağırdığı yerden olduk­
ça uzakta bulunan yerlerden bile duyulabiliyordu. Lea'yı,
onu hakkı olan yerden alıköyabilmek amacıyla kendisini al­
datması için Zilpa'dan yardım istemekle suçladı. Lea'nın
Yakuh'tan değil de, kuyunun oralarda aylak aylak gezen
tavşan dudaklı ahmak bir çobandan hamile kaldığını ima et­
ti. Rahe) "Seni kıskanç kancık� " diye haykırdı. "Seni şeytan
gözlü aptal, senin tek istediğin Yakub'un seni de beni sev­
diği gibi sevmesi , ama bu asla olmayacak. Ben tekim. Ben
onun yüreğiyim. Sen ise damızlık bir kısraksın. Seni acına­
cak inek. "
Lea Rahe) bitirene kadar dilini tuttu. Sonra sakin sakin
kız kardeşine, eşek, dedi ve yüzüne sıkı bir tokat indirdi, ön­
ce bir yanağına sonra da diğerine. Aylarca birbirleriyle tek
kelime konuşmadılar.
Lea'nın her zaman Rahel'i kıskandığını düşünmenin çok
doğal olduğunu sanıyorum:Ve Yakub'un Rahel ile geçirdiği
hafta boyunca Lea' nın şarkı söylemediği ve gülmediği de
doğruydu. Aslında yıllarca, babam ne zaman güzel teyzemi
yatağına götürse annem başını, doğurduğu oğullar arttıkça
ve Yakub'un işçileri, eğirmesi gereken daha çok yün çıkar­
dıkça artan işlerine gömerdi.
Ama Lea, aşk şarkılarındaki özlemle ölen aptal kızlar gi­
bi kıskanmazdı . Yakub diğer eşleriyle yattığında Lea'nın
duyduğu hüzünde hiç hırçınlık yoktu. Aslında tüm oğulların­
dan haz duyar ve zaman zaman çoğunu göğsüne bastırırdı.
Sürüler hakkında konuşmak ve bir parça daha tatlı bira iç­
mek için ayda bir ya da iki kez Yakub'un onu çağırmasını
beklerdi. O gecelerde, kolları onun belinde kilitlenmiş hal­
de, birlikte· uyuyacaklarını bilirdi . Ve bir sonraki sabah, aile­
si onun gülüşüyle gevşer ve yenecek lezzetli şeylerin keyfini
çıkarırdı .
46 Anita Dlamant

Ama artık hikayemi hızlandırmalıyım. Sonunda Lea ve


Rahe! bir eşi nasıl paylaşmaları gerektiğini öğrenene kadar
yıllar geçti. İlk başlarda aralarındaki sınırı aştıklarında köpek­
ler gibi birbirlerine hırlıyor, birbirleriyle didişiyor, kapışıyor­
lardı.
Tüm bunlara rağmen ilk başlarda bir çeşit eşitlik sağlanı­
yor gibi görünüyordu, çünkü bir sonraki yeni ayda Rahe! de
saman ya da paçavralara ihtiyacı olmadığını fark etti. Her iki
kız kardeş de hamileydi. Arpadan alınan ürün çok bereket­
liydi. Çobanlar Yakub'un sırtını sıvazlıyor ve gücü üzerine şa­
kalar yapıyorlardı. Tanrılar gülümsüyordu.
Ama Lea'nın karnı elbisesinin altında şişmeye başladığın­
da Rahel'in de kanamaları başladı. Düğününden yaklaşık üç
ay sonra, bir sabah erken saatte tüm kampı çığlıklarıyla aya­
ğa kaldırdı. Zilpa ve Lea hemen yanına koştular ve onu kan­
lı bir çarşafa sarılmış hıçkırırken buldular. Kimse onu yatıştı­
ramıyordu. Adah'ın onunla oturmasına izin vermediği gibi,
Yakub'un onu görmesini de istemiyordu. Bir hafta boyunca
çok az yemek yediği ve rüyasız, sıkıntılı uykular uyuduğu kır­
mızı çadırın bir köşesine büzüştü.
Lea, Rahel'i söylediği arsızca sözler için affetti ve onun
için yas tuttu. Rahel'i onun en sevdiği şekerlemeler ile yatış­
tırmaya çalıştı; ancak, Rahel yemeğe tükürdü, ardından da
her gün daha da büyüyen, yuvarlaklaşan ve hiç olmadığı ka­
dar güzelleşen Lea'ya.
Sonunda Bilha, "Bu hiç de adil değil; çok üzücü" deyip,
Rahe!'e açlıktan ölmek üzereyken birkaç zeytin tanesi yedi­
rerek, onu yataktan çıkarmayı başardı. Inna'nın yaşadığı kö­
ye gidip, ebenin, kız kardeşi Rahel'i yan ölü uykusundan
uyandıracak bir iksiri olup olmadığını sordu. Inna da onunla
birlikte geldi ve Rahel'e saatlerini harcadı: Onu yıkadı, bala
bandırdığı ufak ekmek parçalarıyla besledi, güzel kokulu, kır­
mızı ballı içkiden yudumlar alması için onu zorladı. Inna, Ra­
hel'in kulağına huzur ve umut veren gizli sözcükler fısıldadı.
Çocuk sahibi olmanın onun için pek kolay olmayacağını
K ı rm ı z ı Çad ı r 47

söyledi. Ancak bir gün Rahel'in yıldızlar gibi parlayan, onu


yaşatacak güzel oğullara sahip olacağını da anlattı. Inna Ra­
hel'in yeniden hamile kalması için her türlü hünerini göste­
receğine söz verdi. Yalnız Rahe!, ebenin ona yapmasını söy­
lediği şeyleri tam olarak yerine getirmeliydi.
İşte bu yüzden Lea hamileliğinin altıncı ayındayken kız
kardeşinin hayır duasını aldı . Rahe! ellerini Lea'nın karnına
koydu ve oradaki hayatı okşadı. Rahe) kız kardeşinin kolla­
rında ağladı. Adah'ın ellerini öptü ve Zilpa'dan onun saçla­
rını taramasını istedi. Bilha'yı yanına çekti, ona sarıldı ve In­
na'yı getirdiği için ona teşekkür etti. Bu, Rahel'in bir şey için
birine ilk teşekkür edişiydi.
Bir sonraki sabah, Lea ve Rahe! yan yana kırmızı çadırın
karanlığından çıktılar ve Yakub'un yaşadığı dünyanın aydın­
lığına geri döndüler. Rahe!, onları birlikte gördüğünde Ya­
kub 'un ağladığını söyledi ama Lea da onun gülümsediğini id­
dia ediyordu.

Rahe! " Lea'nın ilk doğumu çok da zor geçmedi, " diye an­
latırdı. Teyzem Ruben'in geliş hikayesini bana anlattığında
çoktan yüzlerce bebeğin doğumuna şahit olmuştu. Rahe) iği­
ni nereye koyduğunu unutmasına rağmen şahit olduğu her
doğumun tüm ayrıntılarını hatırlardı.
Lea'nın sancılarının gün batımından önce başlamasına ve
gün ağarana ·kadar sürmesine rağmen bunun kolay bir do­
ğum olduğunu anlattı bana. Bebeğin kafası aşağıdaydı ve
Lea' nın kalçaları da yeterince genişti. Kırmızı çadırdaki o
yaz gecesinin sıcağı boğucuydu ve kız kardeşlerden hiç biri
daha önce bir doğum görmemişlerdi. Aslında Lea daha çok
kız kardeşlerinin korkuları yüzünden acı çekti .
Doğum öğleden sonra küçük aralıklarla gelen sancılarla
başladı . Lea her ufak sancıdan sonra doğum başladığı için
mutlu ve anneler kervanına katılmaya istekli olarak gülümsü­
yordu. Vücudu öyle geniş ve büyüktü ki duyduğu güvenle gö­
revini yerine getiriyordu. İlk başlarda şarkı söyledi . Çocuk
şarkıları, aşk şarkıları, ninniler. . .
48 Anita Diamant

Ama gece inip ay gökyüzünde belirdiğinde ve ardından


da batmaya başladığında artık gülümsemeler ve şarkılardan
eser kalmamıştı. Her kasılma Lea'yı içine çekip bir kumaş
parçası gibi �kıp suyunu çıkartıyordu ve bir sonraki sancıyı
nefes nefese korkuyla bekler halde bırakıyordu. Adah elini
tutuyordu, Zilpa Anat'a dualar mırıldanıyordu. Rahe! " Hiç­
bir işe yaramıyordum" diyerek o anları hatırlardı. "Kıskanç­
lık beni yiyip bitiriyor, çadıra girip çıkıyordum. Ancak her
biri, öncekinden daha da zor olan saatler gelip geçerken,
kıskançlığım söndü ve Lea'nın, içimizde güçlü olanın, o ye­
nilmez öküzün, yerde gözleri fal taşı gibi açık tepindiğini gö­
rünce ürktüm. Onun yerinde olabilirdim; hala da olabilirim
düşüncesiyle paniğe kapıldım. Kız kardeşimiz yerde doğum
sancıları çekerken, aynı düşüncelerin Zilpa ve Bilha'nın da
ürpermesine ve sessiz kalmasına neden olduğuna emin­
dim . "
Bilha sonunda': Adah'ın sağlayabileceğinden daha çok
yardıma ihtiyaçları olduğunu fark etti ve ancak gün ağarır­
ken gelebilen Inna'yı almaya gitti . Lea artık bir köpek gibi in­
lemeye başlamıştı. lnna gelince ellerini Lea'nın karnına koy­
du ve sonra da içine uzandı. Onu yan yatırarak belini ve kal­
çalarını nane kokulu yağ ile ovdu. Inna, Lea'nın yüzüne gü­
lümsedi ve " Bebek neredeyse kapıda, " dedi. Çantasını bo­
şaltırken kız kardeşlerinin bebeği dünyaya getirmesine yar­
dım etmeleri için kadınları bir araya topladı,
Rahe! "Hayatımda ilk kez bir ebenin takım çantasını gö­
rüyordum" d�di. "Bıçak, tel, havayı çekmek için kamışlar,
kimyon, zufa otu, riane yağı dolu küpler. lnna iki tuğlayı ye­
re koydu ve Lea 'ya tuğlaların üzerine yatmasını söyledi. Lea
temiz samanlardan yeni bir yatağa geçerken beni ve Zilpa'yı
ona destek vermemiz için iki yanına çekti . Zilpa ve ben kol­
larımızı omuzlarından ve kalç;:ılarının altından geçirerek
Lea'nın sandc;ılyesi olduk. Inna o anda kendini hiç de şanslı
hissetmeyen Lea'ya dcni.ilJ " Seni şanslı kız," dedi. "Kız kar­
deşlerinin senin için yaptıkları şu kraliyet tahtına bir bak . "
K ı r m ı z ı Çad ı r 49

lnna, Lea'nın etrafında bir duvar ören korku dolu sessiz­


liği yararak konuştu, konuştu. Adah'a kendi ağrıları. ve acıla­
rı ile ilgili sorular sordu, Zilpa'ya dolaşık saçları hakkında şa­
kalar yaptı . Ama gerektiği zamanlarda sözcükler.ini yalnızca
Lea'ya sakladı. Ne zaman bir kasılma gelse onu övüyor, sa­
kinleştiriyor, "Güzel, güzel, çok güzel kızım. Güzel, güzel, "
diyordu. Az sonra, çadırdaki kadınların tümü kumrular gibi
sesler çıkartarak bu "güzel, güzel" e katılmışlardı.
lnna, şişerek şeklini kaybeden Lea'nın kalçası etrafındaki
deriye masaj yapmaya başlamıştı . Ağrılar arttıkça o da daha
güçlü hareketlerle ovuyordu. Sonra Rahel'in elini Lea'nın
karnına koydu. Zamanı geldiğinde nasıl nazik ama güçlü bir
şekilde aşağı doğru bastıracağını gösterdi. Lea'ya sürekli "it­
me, itme , " diyordu, ta ki Lea küfürler savurana kadar.
Rahe! " Hayatımda daha önce hiçbir şeyin farkına varma­
dığım bit şekilde bebeğin· dünyaya gelişini hissettim. Açıkça .
Kendimi düşünmeden. Bunu defalarca gören, elleri pek çok
ruhun dünyaya gelişine yol gösteren, ancak bana hayat ve­
rirken kendininkini kaybeden annemi düşündüm. "·
"Ancak kendim için üzülecek vaktim olmadı, çünkü ani­
den tuhaf kırmızı bir .baloncuk Lea'nın bacakları arasında be­
lirdi ve sonra neredeyse· aynı hızla bir kan gölü bacaklarını
yıkadı. "
Lea. korku içinde kalkmaya çabaladı; ancak, Inna ona
ayaklarım tuğladan çekmemesini �öyledi. " Bu çok iyiydi" ,
dedi. Bebek geliyordu.
Lea itti; yüzü kıpkırmızı, gözleri mavi ve. yeşil, yuvaların­
dan dışarı fırlayarak, parlayarak. Bacakları sanki her an bü­
'
külecekrrliş gibi titriyordu ve bu durum Zilpa ile Rahel'in onu
tutmak için harcadıkları tüm gücü alıp götürüyordu . Ardın­
dan lnna, Bilha'dan Rahel'in yerini almasını istedi, böylece
Rahe! bebeği yakalayabilecekti. Belki de doğum kanı Ra­
hel'in rahmini yeniden dolması için uyandırabilirdi. Böylece
Rahe.l hayat pınarında yıkandı.
50 Anita Diamant

Lea kükredi ve oğlunu dünyaya getirdi. Bebek öyle iriydi


ki Inna ve Rahel'in onu birlikte yakalamaları gerekti; daha
onlar bebeğin kafasını kaldırmadan ağlamaya başladı . Bebe­
ğin bumunu ve ağzını temizleyecek kamışlara hiç ihtiyaç ol­
madı. Hepsi birden gözlerinden yaşlar boşanarak Lea'nın
doğumu için verdikleri uğraştan nefes nefese kalmış güldü­
ler.
Bebeği temizleyip öperek, bacaklarını, göğüs kafesini,
kafasını, minik erkeklik organını överek elden ele çadırda
dolaştırdılar. Hepsi aynı anda konuşarak altı kadının çıkara­
bileceğinden daha çok gürültü çıkarıyorlardı. Yakub haberle­
ri alabilmek için kadınları çağırdı . Inna "Baba oldun, " dedi.
"Şimdi git. İşimiz bittiğinde seni çağıracağız ve ardından da
oğlunu, ilk doğan çocuğunu görebileceksin. " Yakub'un neşe
içinde bağırdığını, haberleri Laban ve Ruti'ye ve havlayan
köpeklere ve gökyüzündeki bulutlara verdiğini duydular.
Döl eşi, Lea yorgunluktan neredeyse uykuya dalmak üze­
reyken düştü. Inna, onun dinlenmeden önce bir şeyler yiyip
içmesini sağladı ve emzirmesi için bebeği Lea 'nın göğsüne
bıraktı . Ana oğul uyudular, kız kardeşleri üzerlerini örttü.
Adah, uyuduktan sonra bile yüzünden kaybolmayan bir bü­
yük anne gülümsemesi ile onları izledi. Inna döl eşini eski bir
paçavraya sardı ve bunu aynı gece, ilk doğan oğula yaraşa­
cak biçimde bamahın doğu kanadına gömdüler.
Lea birkaç saat sonra uyanınca bebeğe Ruben adını ver-
di. İsim neşeli bir çığlığı andırıyordu, sanki ona zarar vermek
isteyecek kötü ruhlara bir meydan okuyuş gibiydi . Ancak
Lea'nın yeni doğan oğlu için hiç de böyle korkuları yoktu.
Yakub çağırıldı ve oğlunu büyük bir şefkatle karşıladı .
Oğluyla ilk buluşmasının ardından Yakub'un mutluluğu
sanki buharlaşmış gibi görünüyordu. Başı göğsüne düşmüş
bir sonraki adımda yapılacak şey üzerine kafa yoruyordu. Ai­
lesinin geleneklerine göre çocuğun sünnet edilmesi gerekliy­
di, bu işi yapacak ondan başka kimse de yoktu. Yakub, La­
ban'ın eline değil bıçak vermek, onun bebeğe dokunmasına
Kırmızı Çadır 51

bile izin vermezdi. Köyde ya da yakınlardaki tepelerde bıra­


kın bunun nasıl yapılacağını bilen, bunu yeni doğan bir be­
beğe neden yapmak istediğini anlayacak birini de tanımıyor­
du. Bunu yapacak kişi kendisi olmalıydı.
Yakub; babasını, işçilerinin yeni doğan bebeklerinin sün­
net derilerini keserken görmüştü, bu iş yapılırken ne kafası­
nı çevirmiş ne de bir hoşnutsuzluk göstermişti . Ancak şimdi
bunu kendi başına hiç yapmadığı gibi, babasının yarayı nasıl
kapadığına da hiç dikkat etmemiş olduğunu fark ediyordu.
Ne de olsa hayatı boyunca hiçbir bebeği bu kadar dikkate al­
mamıştı.
Yine de bunu yapmalıydı, Zilpa'nın izlediği ve Lea'ya ak­
tardığı hazırlıklara başladı. Lea bunları dinledikçe bebeğinin,
en değerli hazinesinin sunak taşına konacağı ve sakat bıra­
kılacağı düşüncesiyle hasta düşüyordu. Onun tek önemsedi­
ği bebeğiydi. Penisinin üzerindeki deri parçası onun için hiç­
bir şey ifade etmiyordu. Aslında şimdi sünnet olmamış bir er­
keği gördükten sonra Yakub'un görünüşünü -apaçık, hatta
cüretkar- kırmızı çadırda bir sürü aptal ve kaba şakaya ne­
den olan oğlunun penisi üzerindeki ufak başlığa tercih edi­
yordu. Bir keresinde Lea bir parça yanmış odun alıp Ru­
ben 'in minik organına bir surat çizmeyi teklif etti, böylece
Yakub deriyi geri çektiğinde, şaşkınlıkla bıçağı yere düşüre­
cekti. Kadınlar elleri bellerinde yerde yuvarlanıp, erkeklerin
bacakları arasında taşıdıkları hassas alete gülüyorlardı.
Ancak bir gün sonra şakalar sona erdi, Lea oğlunu göğ­
süne bastırıp öyle uzun ve çok ağladı ki bebeğin kafasındaki
kara bukleler gözyaşlarıyla tuzlandı. Yine de kocasının gele­
neğine karşı duramıyordu. "Yakub bunu atlatmıştı, " diyerek
tekrar tekrar kız kardeşlerine anlattı. Aslında daha çok ken­
dini ikna etmeye çalışıyordu. İshak da sünnet edilmişti, on­
dan önce de Abram. Ancak bebeğin acı içinde ve tehlikede
olacağı düşüncesi genç annenin ürpermesine neden oluyor­
du. Yakub'un bu konuda hiç tecrübesi olmadığını fark etme­
si de kadını dondurucu bir endişeye sürüklüyordu.
52 Anita Diamanı

Zilpa 9lanları izledi, Yakub'un da bu tören konusunda ' hiç


rahat olmadığını gördü. Her gece, bamaha. oturup elindeki
bıçağı sunak taşında biliyordu. üç· gece boyurca, gün batı­
mından ay çıkana kadar bu devam etti, ta ki bıçağın ucu mü­
kemmel hale gelene kadar; bileğinin hafif bir hareketiyle bir
saç telini keser hale gelene kadar bıçağı biledi ve parlattı .
Adah'tan, mevsimin ilk doğan kuzusunun kılından örülmüş
ufak bandajlar hazırlamasını istedi . lnria'ya haber gönderip,
iyileşmeye yardımcı olacak ebe ilaçları bulunup bulunmadığı­
nı sordu.
Ruben'in doğumundan sonra geçen yedinci gecede Ya­
kub sessizce gökyüzünü izleyerek, gün doğumuna kadar
oturdu. Kutsal sular döktü ve babasının tanrılarına şarkılar
söyledi. Zilpa bunların tümünü izledi: O günden sonra Ya­
kub'a " o yeni adam" demeyi bıraktı, ondan adıyla bahset­
meye başladı·.
Oğlunun doğumundan sonraki sekizinci günün şafağında
Yakub bir oğlak kurban etti ve bunu sunak taşında yaktı. El­
lerini yıkadı ve bir ceset taşımış izlenimi vermek için ellerini
çilekler ile kırmızıya boyadı . Ardından çadıra girdi ve kadın­
lardan Lea'nın oğlu Ruben'i ona vermelerini istedi.
Onu takip etmesi için Laban'ı çağırdı ve iki erkek bir baş­
larına bamaha doğru ilerlediler. Yakub burada gözleri açık
bebeği soydu ve onu sunak taşına bıraktı. Yakub bebeği so­
yarken uzunca ve oldukça sesli bir şekilde içini çekti. Ardın­
dan da Laban'a bebeği bacaklarından tutması için işaret et­
ti. Bunun üzerine Ruhen ağlamaya başladı. Yakub bıçağı eli­
ne aldı ve kaşlarını çattı.
Zilpa "Gözlerinde yaş vaFdı" dedi. "Bebeğin pipisini eline
aldı ve deriyi sıkıca çekip Sol elinin iki uzun parmağı arasın­
da sıkıştırdı. Sağ eliyle, hızlı ve kendinden emin bir darbeyle
deriyi kesti, sanki bu çok eskiden be.ri uyduğu bir gelenekti,
sanki ne yaptığını iyi biliyordu, " dedi.
Ruben ağlamaya başlayınca Yakub bıçağı düşürdü. Yara­
yı hemen Adah'ın bandajlarıyla sardı ve her erkeğin yapaca-
K ı r.m ı z ı Ça d ı r 53

ğ ı gibi, bebeği beceriksizce kundakladı. Oğlunu kadınlara ge­


ri . götürürken başka kimsenin duyamayacağı sözleri Ru­
ben 'in keskin kulaklarına fısıldadı.
Bebeğin yokluğunda sessizleşen kırmızı çadu, şimdi faali­
yete geçmişti. Lea yarayı, lnna'nın kendi doğutn yaralan için
bıraktığı kimyon yağıyla sardı. Adah, Ruben'i uygun şekilde
kundakladı ve onu annesine verdi. Bebek hemen rahatlaya­
rak annesinin göğsünü emdi ve ardından da uyudu.
Çabucak iyileşmişti. Aynen Lea'nın kırmızı çadırın altın­
da yeni anrn:ıliğinin ilk ayında olduğu gibi. Kız kardeşleri ta­
rafından şımartıldı, toprağa çıplak ayakla basmasına bile izin
verilmedi . Yakub her gün lezzetli etler taşıyarak geldi. Çadı­
rın tüylü duvarlarından onlara kulak misafiri olanların içini
ısıtan bir şefkatle, günlerin nasıl geçtiğine dair hikayeler an-
'
lattılar.
Adah tüm ay boyunca memnuniyetle gülümsedi ve kızı­
nın kırmızı çadırdan iyileşip dinlenmiş olarak çıktığını gördü.
Torununun sesi ve ilk çığlıklarıyla mutlu oldu. Ruben'in başı­
nı kald,rdığını il� fark eden de oydu. Ne zaman Lea bebeği
yerine bıraksa Adah onu hemen kucağına alıyordu, bebeğin
getirdiği neşe, geçen yıllar yüzünden çektiği acıyı kemiklerin­
den alıp gitmişti . Ama gücünü azaltan hastalık böylesi büyük
bir neşeyle bile tedavi edilemezdi. Bir sabah yataktan kalka­
madı.
Adah kız kardeşlerden her birinin bildiği tek anneydi, kız-
'
lar saçlarına küller serpip onu onurlandırdılar. Lea, Adah'ın
yüzünü ye ellerini yıkadı. Zilpa saçlarını taradı. Rahel sahip
,
oldukları en iyi elbiseyi ona giydirdi ve Bilha da Adah 'ın bir­
kaç yüzüğünü, kolyesiniı ve bileziğini onun solmuş bilekleri­
ne, boynuna, parmaklarına taktı . Birlikte kollarını kavuştur­
dular ve dizi.erini büktüler. Böyle uyuyan bir çocuğa benze­
mişti. Kulağına iyi dilekler fısıldadılar, bunları ışığın 9teki ta­
rafına taşıyabilecekti, atal;:ırının ruhlarının onun ruhunu kar­
şılaycK::>k1ar! , �opıağın tozunda dinlenebileceği ve artık daha
fazla acı çekmeyeceği o yere . . .
54 Anita Diamanı

Tatlı kokulu otlarla dokunup doğal yünden yapılmış kefe­


ne onu sardılar ve kadınların ayın doğuşunu izlemek üzere
toplandıkları ağacın kökleri arasına gömdüler.
Laban ilk kansını onurlandırmak üzere kafasında küllerle
durmuş izlerken, Yakub mezarı kazdı. Laban Adah ile birlik­
te gençliğini, gücünü ve belki de aslında daha iyi olan unu­
tulmuş kendini de gömdü. İlk avuç toprağı attı, ardından da
döndü ve yürüyüp gitti . Dört kız kardeş toprak, çiçekler ve
ağıtla onu ebedi yolculuğuna uğurlamayı henüz bitirmemiş­
lerdi.
Adah'ın ölümünden iki ay sonra Bilha kırmızı çadıra gir-
di. Adah'ın gidişiyle onun yerini alacak daha yaşlı kimse ol­
madığından, onu karşılayan anne görevini hala bebeğini em­
ziren Lea üstlendi. Yardımcısını karşıladı ve ona akan kanla
nasıl başa çıkacağını, ayın karanlığında nasıl sevineceğini,
vücudunun döngüsünü hayatın tekrarlarına nasıl katacağını
öğretti.
Tekerlek döndü. Ve ailenin başı unvanını Laban'ın alma­
sına rağmen Yakub'un reislik yılları başladı. Annemler de ka­
dınlara özgü bir bilgelikle günlerini geçirmeye başladılar.

Pek çok güzel yıl geçti. Yağmurlar mevsiminde yağdı. Ku­


yunun suyu tatlı ve yeterliydi. Arazi verimliydi ve etraftaki
kabileler arasında barış hüküm sürüyordu. Sürüler gelişip bü­
yüdüler, böylece Yakub'un işleri, altından tek başına kalkıla­
maz hale geldi ve yerli bir çobanın üçüncü oğlu olan Shibtu
adındaki bir işçi ile yedi yıllık anlaşma yaptı. Ardından da
Nomir'i kiraladı, o da yanında eşi Zibatu'yla birlikte geldi.
Böylece kırmızı çadıra yeni bir yüz daha eklenmiş oldu.
Ailenin iyi talihi ve gittikçe artan mal varlığı sadece Ya­
kub' un yeteneğinden kaynaklanmıyordu, yalnızca tanrıların
iradesine de atfedilemezdi. Annelerimin yaptıkları da bunda
büyük rol oynadı. Koyun ve keçilere sahip olmak zenginliğe
işaretti ; ama, onların gerçek değeri ancak kadınların hay­
vancılıktaki ustalığı ile ortaya çıkardı. Lea'nın peynirleri asla
K ı rm ı z ı Ç a d ı r 55

ekşimezdi; pas hastalığı buğday ya da darıyı sardığında bun­


larla ilgilenir, zarar görmüş gövdeleri hasadın geri kalanını
korumak için koparıp temizlerdi. Zilpa ve Bilha, Yakub'un
gelişip serpilmiş sürülerinin yünlerini; siyah, beyaz ve safran
renkleriyle desenler yapıp dokuyarak bunları tüccarlara sat­
tılar ve yeni bir kazanç kapısı daha buldular.
Bu dönem aynı zamanda kadınlar arasında da tam bir be­
reket dönemiydi. Pek çok bebek doğdu ve çoğu da yaşadı.
Lea ulu ana pelerinini giydi, her zaman ya hamileydi ya da
emziriyordu. Ruben'in doğumundan iki yıl sonra ikinci bir
erkek çocuk dünyaya getirdi, Şimeon. Levi yalnızca on sekiz
ay sonra dünyaya geldi. Lea bundan sonra bir düşük yaptı,
ancak bir yıl sonra dördüncü oğlu Yahuda'nın getirdiği se­
vinçle bu üzüntü unutuldu.
Yaşlan birbirine çok yakın olan bu kardeşler kendi arala­
rında bir kabile oluşturmuşlardı. En kilolu ve en uzun olan
Ruben daha küçük olanlara karşı her zaman nazikti. Şime­
on tam bir şeytandı -yakışıklı ve kendinden emin, buyurgan
ve kaba- ancak tüm bunları gamzeleri ile affettirmesini bilir­
di . Levi ise uysal bir fareydi ve Şimeon'un da kölesiydi. Ya­
huda herkese karşı şefkatli, sessiz bir çocuktu. Kardeşlerin­
den çok daha adildi ve Yakub Lea'ya, onun, kendi erkek kar­
deşi Esav'a benzediğini söylerdi.
Lea Şimeon'a hamileyken, Laban'ın Ruti' sinin de karnı
şişmeye başladı ve Kemuel adını verdiği bir oğlan doğurdu.
Onu bir yıl sonra Beor takip etti. Yaşlı adam dar alınlı oğul­
larının üzerine titriyordu. Çocuklar önceleri Lea' nın oğlanla­
rı ile gürültülü patırtılı oyunlar oynarken sonralan kendileri­
ni yine kendi oluşturdukları bir dünyaya hapseden gizli bir dil
keşfettiler. Laban bunun oğullarının üstünlüğünü gösterdiği­
ni düşündü ancak ailenin geri kalanı bu durumu onların ge­
lişmemiş doğalarının ve sınırlı beklentilerinin bir kanıtı olarak
gördü.
Çocukların mutlu çığlıkları aileyi kuşattı , ancak bu kuşa­
ğın talihi eşit olarak dağıtılmamıştı . Rahe! tekrar tekrar dü-
56 Aniıo Diomonl

şük yaptı . Kanlı selin dördüncü kez de umutlarını önüne ka­


tıp götürmesinin ardından üç gün üç gece boyunca aklını ba­
şınd_an -alan bir ateşle hasta düştü. Bu durum kız kardeşleri­
ni Öylesine korkuttu ki, hamile kalmaya çalışmasına bir son
vermesi için ısrar ettiler. En azından yeniden güç toplayıp ki­
lo alıncaya kadar. Rahe! yorulmuştu, ikna oldu.
Ama kız kardeşlerinin oğullarının çıkardığı gürültü patırtı
içinde uzun .süre dinlenemedi. Artık Lea'dan geçmişin tüm
hiddetiyle nefret etmemesine rağmen Rahe!, kendi bedeni
meyvesiz kalırken kız kardeşine gülümseyemezdi. Sık sık ai­
le çadırından uzaklaştı, rahmini açması için çeşitli karışımlar
ve yöntemlerden oluşan ve hiç bitmeyecek gibi görünen bir
listeye sahip lnna'nın tavsiyelerine koştu.
Rahe! her türlü tedaviyi, her türlü iksiri, etrafta dolaşan
her türlü söylentiyi denedi . Bir süre yalnızca 'kırmızı ve sarı
giydi -hayat veren kanın renkleri ve sağlıklı bir adet dönemi­
ni simgeleyen muska. Yerel tanrıçalara adandığı söylenen
ağaçlara karnını yaslayarak uyudu. Ne zaman akan bir su
görse içine uzanıp nehrin teninin ona hayat vermesini dile­
di. Dili sarıyla kaplanana ve safrandan bir ırmak işeyinceye
kadar arı polenlerinden yapılan içecekleri içti. Yemeklerde,
her yıl kendi kendine hayat veren hayvanın etini, yılan etini
yedi .
Elbette, çocuk ya da yetişkin her hangi biri, bir adam otu
-tahrik olmuş bir erkeğe oldukça benzeyen o kökü- buldu­
ğunda, ot hemen Rahe!' e getirilir ve göz kırparak, bir dua
eşliğinde ona sunulurdu. Hatta Ruben bir keresinde oldukça
iri bir tane bulup bir aslan gururuyla bunu teyzesine getirmiş­
ti . Ama adam otlarının da Rahel'in rahmine hiç faydası yok­
tu.
Rahe!, kendi çocuğuna sahip olmak için uğraşırken ln­
n� 'va da yardım etti ve onun çırağı oldu. Önce bebeğin
ayakları çıktığında ne yapması gerektiğini, beb �k çok hızlı
gelip anneni n derisi yırtılıp iltihaplandığında ne yapılacağını
öğrend i Bebeği ölü doğan bir annenin umutsuzluk içinde
.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 57

kendi ruhunu salıvermesini nasıl engelleyeceğini de öğ.rendi .


Ve bir" anne öldüğünde rahmi açıp çocuğu nasıl kurtaracağı­
nı da . . .
Rahel kız kardeşlerine onları ağlatacak, i ç çektirecek ve
meraklandıracak hikayeler getirdi: Ölen bir anne ve henüz
onun vücudu soğumadan b�beği satan bir baba hakkında.
Sevgili karısının ölümü üzerine bilincini yitirip kendinden ge­
çen bir adam hakkında. Ölü çocuğu için kan ağlayan bir ka­
dın hakkında. Bir kadında mucizeler yaratan ve diğerini ölü­
me götüren iksirleri, gece karanlığında ölüme terk edilen
kolsuz bir canavarı, öldüren kanı ve iyileştiren kanı anlattı.
Zafer dolu hikayeleri de vardı: Sağlıklı doğan ikizler hak­
kında. Inna'nın ufaklığın burun deliklerinden bir kamışla ölü­
mü çekerek hayatını kurtardığı, göbek bağı boynuna dolan­
mış mosmor doğan bir bebek hakkında. Kimi zaman da Ra­
hel aslanlar gibi kükreyen kadınların ve nefeslerini tutup
ıkınmak yerine ·bayılan diğerlerinin taklidini yaparak kız kar­
deşlerini güldürürdü.
Rahel ·kız kardeşlerinin büyük dünyayla bağlantıları haline
gelmişti. Hayat ve ölüm hikayelerinin yanı sıra Rahel, sebze­
lere çeşni katacak farklı otlar, yaraları iyileştirecek merhem
tarifleri ve hatta kendi kısırlığına çözüm bulacağını umduğu
ancak hiç biri de bir işe yaramayan farklı tedavilerle geri dö­
nerdi.
Rahel sık sık elinde bir bilezik, bir çanak ya da bir çile yün
ile de dönerdi -bunlar doğum sırasında gösterdiği cömertlik
karşısında duyulan minneti anlatan hediyelerdi. Mağrur gü­
zellik, annelerin hizmetinde şefkatli bir şifa dağıtıcıya dönüş­
müştü. Her doğumda, ağıt ve inlemelerle son bulanlarda ol­
duğu kadar, kolay ve mutlu bitenlerde de gözyaşı döktü. Ru­
ti'yle ve hatta Lea'yla birlikte de ağladı.
Eb'enin tuğlaları üzerinde yatma sırası Zibatu'ya geldiğin­
de Rahe] tek başına -yanında Inna olmaksızın- kadının acı­
larından kurtulmasına yardımcı oldu, göbek bağını düğümle­
di ve "kendi " Hkir.i , kendisine eb": urıv::ır.ını bahşeden bebe-
58 Aniıa Diamanı

ği avuçlan arasına aldığında yanaklan mutlulukla pembeleş­


ti. Lea o gece kız kardeşi için görkemli bir yemek hazırladı
ve Zilpa şifa verici Anat adına, kadınların hizmetine girdiği­
ni gösteren yeni sıfatını tanıyarak Rahel'in önünde durup tuz
ve şarap sundu.
Zaman geçtikçe daha çok işçi Yakub için çalışmaya geldi
ve orada yaşamaya başladı, onlarla birlikte çocuklar doğuran
ve çocuklar düşüren kadınlar da arttı. Zibatu, Nasi'yi dünya­
ya getirdi ama arkasından ikinci çocuğunu, vaktinden iki ay
önce gelen kızını kaybetti. Iltani gelişip serpilen ikiz kızlar
dünyaya getirdi ama kadın, kızlan daha annelerinin yüzünü
tanımadan yüksek ateşten öldü. Lamassi, Zinri adı verilen
bir erkek çocuk dünyaya getirdi, ancak dünyaya getirdiği kı­
zı tavşan dudaklı olduğundan ölüme terk edildi.
Kırmızı çadırda ölümün, doğumun gölgesi olduğunu, bu­
nun kadınlann hayat verme adına ödedikleri bir bedel oldu­
ğunu biliyorduk. Bunun için üzüntümüz de ölçülüydü.
Lea, Yahuda'nın doğumundan sonra yorgun düştü. Her
zaman en erken kalkan ve en geç yatan, aynı anda iki şey
yapmaktan (çocuğunu emıirirken çorbayı kanştıran ya da
çıkrığa bakarken bir yandan da tahıl öğüten) son derece
memnun gözüken o, öğleden sonralan sendelemeye ve ol­
mayan gölgeler görmeye başladı. lnna ona bir süreliğine ço­
cuk doğurmayı bırakmasını tavsiye etti ve rezene tohumlan
verip balmumundan nasıl fitil yapılacağını gösterdi.
Böylece Lea dinlenmeye çekildi. Oğullannın gücünün ve
azminin tadını çıkardı. Her gün anlan sevmek ve düz taş oy­
namak için vakit ayırdı. Eskiden yaptığı gibi ballı kekler pi­
şirdi ve içinde, yakınlardaki kovanlara daha çok an çekecek
otların bulunduğu yeni bir bahçe düzenledi. Geceleri deliksiz
uyudu ve sabahlan huzur içinde uyandı.
Lea kendini nadasa bıraktığı o yılları tam bir mutluluk dö­
nemi olarak hatırlardı. Çocuklanyla olmanın tadına vararak,
çalışmanın zevkini çıkararak her günü dolu dolu elinde tut­
muştu . Rezene tohumlarına ve onların mucizesine minnet-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 59

tardı . Pişirdiği kekler hiçbir zaman o sene yaptıklarından da­


ha lezzetli olmamıştı . Ve Yakub'un bedenine yıllardır hisset­
tiğinden çok daha güçlü bir heyecanla cevap vermişti.
O günlerden bahsederken Lea şöyle derdi: " Minnetin ta­
dı kovandan alınan öze benzer. "
Lea iki yıl sonra rezene tohumlarını ve rahim fitilini bir
yana bırakıp yeniden hamile kaldı. Doğum kolaydı ve övgü
anlamına gelen "Zebulun" adını verdiği bir erkek çocuk dün­
·
yaya getirdi, çünkü onun doğumuyla birlikte Lea bedeninin
iyileşme ve hayat verme gücünü bir kez daha övmüştü. Bu
yeni doğan bebeğe neredeyse ilk doğan kadar sevgiyle bağ­
lanmıştı . Oğlunu sünnet edilmesi için Yakub'a teslim ettiğin­
de kocasının yüzüne gülümsedi, o da karısının ellerini öptü.
UçüNCÜ BöL,ÜM

ahe! sessizleşti. lnna'ya eşlik etmeyi bıraktı ve Lea ge­

R lip onu sarsana ve onun da işlerde diğer kadınlara


yardım etmesi konusunda ısrar edene kadar yatağın­
dan kalkmadı. Ancak ondan sonra Rahe! gidip yün eğirdi ve
dokudu ya da bahçede çahştı, ama tek söz söylemeden ve
hiç gülümsemeden. Yakub da onu hüznünden uyandırama­
dı . Rahel'in kırılmayan sessizliğiyle terslenip geceleri onu ya­
nma çağırmayı bıraktı. Hüznü öylesine soğuk ve kasvetli bir
hal almaya başladı ki, bebekler bile teyzelerinden sakınmaya
başladılar. Rahe! kendi karanlığında yalnızdı.
Bilha, Rahel'in umutsuzluğunu gördü ve çarşafının üstün­
de yığıldığı yere, onun yanına gitti. Küçük kız kardeşi Ra­
hel'in yanına uzandı ve ona bir anne gibi şefkatle sarıldı. Bil­
ha fısıltıyla "Senin adına Yakub'a gitmeme izin ver" dedi.
"Senin dizlerinde bir erkek evlat dünyaya getirmeme izin
ver. Senin rahmin ve göğüslerin olmama izin ver. Bırak se�
nin kanın bende kanasın ve gözyaşlarını ben dökeyim. Se­
nin vaktin gelene kadar, çünkü eninde sonunda bu olacak,
senin bedenin olayım. Senin umudun olmama izin ver Ra­
he!. Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım. "
Rahe! hiç cevap vermedi. Uzun süre hiçbir şey söyleme-
di. Bilha kız kar•..ıeşinin o konuşurken uyuyup kaldığından ya
da teklifinin onu gücendirmiş olabileceğinden endişelendi.
13ilha u� -:� -:.ı;-ı için öylesine u;.cııı b·?.kledi ki, kalbinde topla­
•.

nan sözcüklerin dudaklarına hiç ulaşi nadığından şüphelendi.


K ı r m ı z ı Ça d ı r 61

Bilha sessizliğe alışkındı ve bekledi . Sonunda Rahel dön­


dü ve bu küçük kadını kendi bedenine çekip onun sıcaklığıy­
la huzur bularak öptü. "Döktüğü gözyaşları ne acı ne de tuz­
luydu, " diye anlatırdı Bilha, "aksine yağmur suyu kadar tat­
lıydı. "
Bilha, Rahel'e yaptığı teklifin ona olan sevgisinden kay­
naklanmasına rağmen bir yandan da kendi yüreğinin arzula­
rına hizmet ettiğini biliyordu. Rahel'in güçlü arzusunu anlı­
yordu, çünkü bu aynı zamanda onun da arzusuydu . Çocuk
sahibi olacağı yıllara çoktan girmişti . Çadırlarımızın birbirine
yakın dünyasında duyulan sevişme sesleri ,geceleri onu uyan­
dırıyor, içini ürpertip uykusuz bırakıyordu. Kız kardeşlerinin
doğumlarına katılmak; acıyla kazanılan, bir bebeğin parlak
gülüşü ve ipek gibi teniyle geri ödenen o muhteşem. annelik
sırrının bir parçası olmayı istemesine neden olmuştu. Göğüs­
leri emzirmek isteğiyle sızlıyordu. Dürüst Bilha, kız kardeşi­
nin anlattığı boşluk duygusunu çok iyi bilen RaheFe yüreği­
nin her köşesini açtı. Birlikte ağladılar ve birbirlerinin kolla­
rında uyudular. Bir sonraki sabah Rahel Yakub'u aradı ve
ondan kendi adına Bilha'dan doğacak bir çocuğa babalık et­
mesini istedi. Bu bir rica değildi, Yakub'tan bir çocuk sahibi
olmak Rahel' in de hakkıydı.
Başkasından istenecek ya da alınacak bir izin yoktu. Ya­
kub kabul etti. (Hem neden etmeyecekti ki? Lea en son do­
ğan oğlunu emziriyord4 ve Rahe) de uzun aylardır 9na arka­
sını dönmüştü.) Böylece o gece, soğuk bir dolunay gecesi
Bilha YakUb'a gitti, ertesi sabah �mun yanından ayrıldığında
artık bir bakire değildi ama gelin de olmamıştı .
Bilha' nın ellerinde kına yoktu, ziyafet verilmemişti ve
hediye de sunulmamıştı. Yakub':0n bedeninin sırlarını ya
da sözlerinin anlamın!' öğrenecek yedi günü de yoktu� Er­
tesi gün güneş' doğduğunda Yakub sürüyle ilgilenmek için
geri döndü ve Bilha da Rcıhel 'e gidip gecenin her ayrıntı­
sını kız kardeşine anlattı. Yıllar sohra da bunları bana an­
latacaktı .
62 Anita Diamant

Yakub'un çadırına girdiğinde ağlıyordu ve kendi gözyaş­


larına kendisi de şaŞmıştı. Cinselliğin gizemli dünyasındaki
sırlarını öğrenmek, bacaklarını aralayıp kadın ile erkeğin en
eski sırrını keşfetmek istiyordu. Ama kocasının çadırına tek
başına, yanında kız kardeşleri olmadan, bir kutlama ya da bir
tören yapılmaksızın yürüyordu. Kendine ait çeyizi olan bir
geline layık törenlere hakkı yoktu, yine de bunun özlemini
çekiyordu.
"Yakub bana karşı iyiydi" diye hatırlardı Bilha . "Göz yaş­
larımın bir korku işareti olduğunu düşünmüştü, bu yüzden
beni bir çocuk gibi elleri arasında tutup bana yünden örül­
müş bir bileklik verdi. " Bu hiçbir şeydi. Ne pahalı bir metal
ne bir fildişi ne de değerli her hangi bir şey. Yalnızca yün ar­
tıklarından örülmüş bir bileklik. Çobanların günün sıcağında,
ağacın altında otururken hiçbir şey düşünmeden, çitlere ta­
kılıp yere düşen yün tutamlarından yaptıkları türden bir şey­
di. Yakub kahverengi, siyah ve bej renkli ipleri, bir bileği kav­
ramaya yetecek kadar oluncaya dek dizinde örmüştü.
Bu basit şeyi bileğinden çıkarıp onunkine takmıştı. Baş­
lık parası yerine sadece ufak, hüzünlü bir hiçbir şey; ama
Yakub'un üçüncü kansı olarak Bilha ilk yılı boyunca bunu
hep taktı, ta ki bir gün bilezik bilmediği bir yerde düşüp kay­
bolana kadar. Bilha bileziği düşünürken gülümserdi ve işa­
ret parmağıyla bir parça ipin onu Yakub'a bağladığı yeri ok­
şadı.
"Tek söz etmeden o zavallı hediyeyle beni rahatlattı ve
ağlamayı bıraktım. Yüzüne gülümsedim. Ve ardından da,
oh, öylesine gurur duyuyordum ki bunun ben olduğuma ina­
namıyordum. Elimi cinsel organına koydum ve onunkini de
benimkine getirdim. Eteğimi kaldırdı, karnıma ve göğüsleri­
me masaj yaptı. Yüzünü bacaklarımın arasına gömdü ve ben
aldığım zevkin şokuyla neredeyse yüksek sesle güldüm. İçi­
me girdiğinde kendimi sanki içi su dolu bir kuyuya düşüyor
gibi hissettim, sanki ay adımı haykırıyordu. Tüm umduğum
buydu . "
K ı rm ı z ı Ça d ı r 63

"Annemin, adı yıldızlara yazılsın, beni son kez kucakla­


masından bu yana ilk kez bir çocuk gibi kıvrılıp Yakub'un
uzun kollarında uyudum. İşte o gece, Yakub'u sevdim. "
Bilha bunların tümünü Rahe!' e anlattı. Güzel teyzem için
bunları duymak kolay değildi ama Bilha'nın hiç bir şeyi atla­
maması konusunda ısrar etti. Ve genç kız kardeş Rahe! duy­
mak istedikçe hikayesini tekrar tekrar anlattı; ta ki Bilha'nın
aldığı zevk Rahel'in kendi hatırası , kız kardeşinin tattığı haz
ve duyduğu minnet onun Yakub'a karşı olan hislerinin bir
parçası oluncaya kadar.
Yakub, Bilha ile ilk beraber olduğu günün ertesinde, bir
tüccar ile iş yapmak üzere Carchemish'e çağırıldı ve iki gün­
lük bir yolculuğa çıktı . Bilha onun yokluğunda çok acı çekti ,
yeniden onunla yatmayı öylesine şiddetle istiyordu ki . . . Ra­
he!, Yakub'un Bilha'da mutluluk bulduğunun bilincinde acı
çekiyordu. Lea da acı çekiyordu, çünkü kendini kız kardeş­
lerinin hayatlarından o kadar uzak hissediyordu ki . . . Zilpa
bunların tümünü izledi, çok az konuştu ve çok fazla iç geçir­
di.
Yakub dönüşte Rahe!' e boncuklardan yapılmış bir kolye
getirdi ve ilk geceyi onunla geçirdi. Lea hala emziriyordu; bu
yüzden sonraki aylarda, özellikle de Rahe!, bir doğuma katıl­
mak için uzaklara gittiğinde, sık sık yanına Bilha'yı çağırdı.
Yakub ve üçüncü karısı birlikte olduklarında çok az konuş­
tular; ama, bedenleri öylesine birbirine uyumlu bir şekilde
birleşiyordu ki her ikisi de bundan hem zevk hem huzur du­
yuyordu. Bilha büyük bir memnuniyetle "Yakub benim ona
huzur verdiğimi söylerdi,'" derdi.
Bilha hamile kaldı. Rahe! haberi öpücüklerle karşıladı ve
kız kardeşiyle birlikte sevindi. Aylar geçip karnı büyüdükçe,
Rahe! onun üzerine titreyip ondan her hissettiğini, her san­
cıyı, her ruh halini adlandırmasını istedi. Bilha içindeki haya­
tın kök salmaya başladığı anı hissediyor muydu? Hamileliğin
yorgunluğunu bacaklarında ya da gözlerinde hissediyor muy­
du? Tatlıya mı yoksa tuzluya mı aş eriyordu?
64 Anita Diamanı

Bilha'nın hamileliği sırasında ikisi bir yatağı paylaştı . Kı­


sır kadın kız kardeşinin karnının yavaş yavaş şiştiğini ve gö­
ğüslerinin dolgunlaştığını hissetti . Esmer karnında ve uyluk­
larında derisinin gerilip esmer çizgiler oluşturmasıni izledi
ve göğüs uçlarının renginin değiştiğini fark etti . Çocuk Bil­
ha 'nın içinde onun rengini ve enerjisini alarak büyüqükçe
Rahel de daha güzelleşti. Onun bedeni de Bilha ile birlikte
dolgunlaştı ve yuvarlaklaştı ve hüznün yanaklarında açtığı
çukurlar kayboldu . Yeğenleriyle ve diğer çocuklarla gülüp
oynadı. Kimse istemeden ekmek pişirdi ve peynir yaptı . Bil­
ha'nın hamileliğini onurtla birlikte öylesine derinden yaşadı
ki dokuzuncu ayda Rahel'in de bilekleri şişti ve bebeğin
dünyaya gelme vakti geldiğinde Rahel ebe olarak lnna'yı
çağırdı. Böylece o da yolculuk sırasında yalnızca Bilha'nın
arkasında durup onu tutabilecek ve onunla birlikte acı çeke­
cekti.
Bilha'nın şansına hamiİeliği·ne kadar zor geçtiyse doğum
da o kadar basit ve çabuk oldu. Tüm sabah süren sık nefes
alıp verişler ve inlemelerden sonra, yanında Rahel çömelmiş
halde tuğlaların üzerindeydi . Bilha'nın dirsekleri Rahel'in ya­
yılmış dizlerinden destek alıyordu. Sanki iki kadın bebeğin
yolunu bulmaya çalıştığı sırada tek bir rahmi paylaşıyordu.
Yüzleri birlikte gQriliyor ve kızarıyordu. Bebegin kafası belir­
diğinde .tek, ses olup bağırdilar. lnna sanki iki başlı bit kadı­
nın doğum yaptığını söyledi ve bunun gördüğü en ilginç şey­
lerden olduğunu belirtti.
Oğlan doğup göbek bağı kesildiğinde bebeği önce uzun
süredir gözlerinden sel gibi yaşlar boşanan Rahel aldı. Ya da
o an için Bilha'ya ağlıyor gibi görünmüştü, bu sırada dilini
ısırıp rahminin ilk meyvesini kucaklayacağı anı bekliyordu.
Rahel bebeğin bedenindeki kaflı silip onun tam ve 1ekesiz ol­
duğunu görmek için kontrol ederken Bilha'nın gö2leri onun
her hareketini izledi. Dakikalar geçip kolları boş kaldıkça Bil­
ha neredeyse 'nefes bile almadı ama tek söz de etmedi. Ne
de olsa kanunen bu oğlan Rahel' e aitti.
Kırmızı Çadır 65

Çok sayıda doğuma tanık olduğu yıllar Rahel'!n yüreğini


yumuşatmıştı, derin bir iç çekerek oğlanı Bilha'nın kollarına
verdi. Bebek gözlerini annesinin yüzüne çevirdi ve emmeye
başlamadan önce gözlerinin içine gülümsedi.
O anda Rahel rüyasından uyandı ve bebeğin onun çocu­
ğu olmadığını anladı. Gülümsemesi söndü ve omuzları çök­
tü, elleri genç kız göğüslerinde birleşti . Inna Rahel 'e bebek
eğer onu yeterince uzun emerse onda da süt bulacağını ve
onun süt annesi olabileceğini söyledi. Ama Rahel'in, vücu­
dunun bir yaşamı sürdürecek yeteneği olduğuna dair hiç
inancı yoktu. Bebeği emzirmek için boş bir göğüste tutmak
oğluna acı verecekti ; hem bu çocuk onun bile değildi, Bil­
ha'nındı. Bunun yanı sıra Bilha'da hastalanabilir, hatta gö­
ğüslerini boşaltmazsa ölebilirdi bile; bunun olduğunu daha
önce görmüştü. Ve Rahe) kız kardeşini seviyordu. Bilha'nın
göğsündeki bebeğin, annesinin iyi bir kadın olduğu kadar iyi
bir erkek olmasını umuyordu.
Rahel, Bilha'yı oğluyla bıraktı ve Yakub'u bulmaya gitti.
Kocasına bebeğin adının Dan olduğunu söyledi, "hüküm"
anlamına geliyordu. Dan ismi bebeği dünyaya getiren kadı­
nın kulağına hoş geliyordu, ama adına doğurduğu kadında
acı bir tat bırakıyordu.
Bilha'nın kollarındaki bebeğin görüntüsü gün geçtikçe
Rahel'in yeniden sahip olduğu kendine güveni zedeledi. O
yalnızca teyzeydi, seyirciydi, meyve vermeyendi. Ama şimdi
gökyüzüne küfretmiyor ya da sinirli sinirli gezinip kız kardeş­
lerinin canını sıkmıyordu . Ağlayamayacak kadar üzgün hal­
de, Innana'ya adanan, şafakta kuşların toplandığı akasya
ağacının altında oturuyordu. Asherah'a gidiyor ve koca ağ­
zıyla sırıtan tanrıçanın karşısında yere kapanıp fısıldıyordu.
"Bana çocuklar ver, yoksa öleceğim.
Yakub onu acı çekerken gördü ve büyük bir şefkatle ken­
dine çekti. Tüm o yıllar, tüm o geceler, o düşükler ve kırılan
umutlardan sonra Rahel onun kollarında teselli buldu. "O za­
mana kadar Lea ve Bilha'nın Yakub'un yatağını neden bu
66 Anito Diamanı

kadar özledikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. " derdi. "Hiç­


bir zaman onun yatağına giderken isteksiz değildim, ancak
çoğu zaman da sırf görevim olduğu için bunu yapıyordum. "
"Ama Dan, Bilha'nın rahmini açtıktan sonra bir şekilde
benim tutkum da sonunda Yakub'unkiyle eşleşti ve ben de
kız kardeşlerimin onunla yatmadaki istekliliğini anladım.
Sonra da aşıklar arasındaki o vahşi hazzı kaçırdığım yılları
kıskandım. "
Rahel ve Yakub aralarındaki yeni ateşi ortaya çıkaracak
pek çok geceyi birlikte geçirdiler, Rahe! yeniden umutlanma­
ya başladı. Bazı ebeler hazzın tohumu çok fazla ısıtıp öldür­
düğünü söyler. Ama diğerleri bebeklerin yalnızca kadınlar
güldüğünde geldiğini iddia ederler. Bu onun Yakub'un doku­
nuşlarına ilham vermek için anlattığı hikayeydi.

Bilha'nın hamileliğinin son aylarında, Zilpa ilk kez Ya­


kub'un yatağına gitti. O Bilha gibi kendini sunmadı, oysa on­
dan en azından beş yaş büyüktü, şimdiye kadar beş çocuk
doğuran Lea 'yla aynı yaştaydı .
Zilpa bir gün bunun olacağını biliyordu ve buna razı ol­
muştu. Ama Bilha'nın aksine Zilpa bunu asla istemeyecekti.
Lea bunu emretmek durumunda kalacaktı . Zaten sonunda
da bunu yaptı .
Zilpa " Bir gece dolunayın ışığında yürürken önümde be­
lirdi, " dedi . "Önce hayal gördüğümü sandım. Kız kardeşim
Laban kadar ağır uyur ve geceleri asla kalkmazdı. Bebekleri
bile onu uyandırmakta zorlanırlardı. Ama işte oradaydı. Ses­
sizlikte. Uzun süre ayın parlak beyaz ışığı altında el ele yürü­
dük ve yeniden bunun benim kız kardeşim mi, yoksa bir ha­
yalet mi olduğu konusunda meraklandım, çünkü yanımdaki
kadın sessizdi . Oysa Lea' nın her zaman söyleyecek bir şeyi
olurdu. "
"Sonunda dikkatle seçtiği sözcüklerle ay hakkında konuş­
tu. Bana beyaz ışığı ne kadar çok sevdiğini ve ayla nasıl ko­
nuşup her ay dönümünde ona nasıl adıyla seslendiğini anlat-
Kı r m ı z ı Ça d ı r 67

tı. Lea ayın !<endi bedenini doldurma ve boşaltma becerisi


nedeniyle, bunun tanrıçanın ona dönük tek yüzü olduğunu
söyledi. "
Zilpa "Kız kardeşim bilgeydi" dedi. "Durdu ve bana bak­
tı, ellerimi kendininkilerin arasına alıp sordu, sonunda ayı
yudumlamaya hazır mısın?"
" Ne diyebilirdim ki? Benim vaktimdi. "
Aslında gerekenden uzun beklemiş olması da olasıydı. Zil­
pa kendisinin çocuk sahibi olamayacak kadar yaşlı -yirmi
beş- olduğunu sanıyordu. Ama yaş iyi bir gösterge değildi.
Gençliğindeki tüm çabalarına rağmen Rahe! hala meyve ve­
remiyordu. Ve Lea da, sulanmış bir arazi kadar verimli, yaş­
lanmış olmanın hiçbir belirtisini göstermiyordu. Zilpa'nın ha­
yat verebilecek bir anne olup olmadığını anlamasının tek yo­
lu Yakub'a gidip onun karılarından biri olmaktı.
Sonraki sabah, Lea Yakub'la konuştu. Bilha Zilpa'nın el­
lerine kına yakmayı teklif etti; ama o ağzını kapatıp reddet­
ti. O gece sessizce Yakub'un çadırına gitti. Yakub onunla ya­
tıp onu tanıdı . Zilpa Yakub'un dokunuşlarından hiç zevk al­
madı. "Benden isteneni yaptım, " dedi . Bunu öyle bir tonda
söyledi ki kimse ona daha fazlasını sormaya cesaret edeme­
di.
Yakub'un gösterdiği ilgiden hiç şikayet etmedi. Yakub tıp­
kı diğer eşlerine yaptığı gibi onun korkularını yatıştırmak için
elinden geleni yaptı . Onu kazanmaya çalışarak defalarca ya­
nına çağırdı. Tanrıçaların ilahilerini söylemesini istedi ve saç­
larını taradı. Ama yaptığı hiçbir şey Zilpa'yı harekete geçire­
medi. "Kız kardeşlerimin, " uzun elinin bıkkın bir hareketiy­
le, "onunla yatmalarındaki istekliliğini hiç anlayamadım"
derdi. "Bu bir görevdi, aynen tahıl öğütmek gibi. Vücudu yo­
ran ancak hayatın devamı için gerekli bir şey . "
"Senin için bir önemi varsa hayal kırıklığına uğramadım,
dedi . "Bu zaten zevk almayı beklediğim bir şey değildi . "
Zilpa Bilha 'nın hamileliği sırasında hamile kaldı. Ve Bilha
Dan'ı doğurduktan kısa süre sonra gerçekten de Zilpa ay
68 Anita Diamant"'

yutmuş gibi göründü. O narin çatısında karnı kocaman ve


yusyuvarlak görünüyordu. Kız kardeşleri onunla şakalaşıyor­
lar ama o yalnızca gülümsüyordu. Erkekler hamile kadınlar­
la yatmadıklarından, Yakub'un gösterdiği özenden uzak ol­
duğu için mutluydu. Yeni vücudu içinde gururluydu. İktidar
ve uçmakla ilgili muhteşem rüyalar görüyordu .
Bir kız dünyaya getirdiğini hayal ediyordu: Bir insan de­
ğil, perilerin kaçırdıklarının yerine koydukları bir çocuk, dişi
bir ruh . Tamamen gelişmiş, göğüsleri yerinde. Sadece önü­
nü ve arkasını kapatan ipten bir kıyafet giymiş. Toprağı bü­
yük adımlarla arşınlıyor; ay kanı, yürüdüğü her yerde ağaç­
ların gelişmesini sağlıyor.
Zilpa "Hamile olduğum zamanlarda uyumak için uzakla­
ra gitmeyi severdim , " derdi. "O aylarda yatağımdan öylesi­
ne uzaklara yolculuk ederdim ki. . . "

Ama · vakit geldiğinde, bebek öyle yavaş çıktı ki bu Zil­


·pa 'ya çok acı verdi. Kalçaları öylesine dardı ki doğum bir
günbatımından diğer günbatımına üç gün sürdü. Zilpa ağla­
dı ve feryat etti, kızının öleceğinden ya da daha kızını, Ash­
rat'ı -çoktan bu ismi seçmiş ve eğer yaşayamazsa diye kız
kardeşlerine söylemişti- göremeden kendisinin ölmüş olaca­
ğından emindi.
Zilpa'nın işi zordu. Doğumun üçüncü gününün akşamı,
güçlü ağrılardan bitkin düşmüştü, bebeği bu dünyaya biraz­
cık olsun yaklaştıramamış görünüyordu. Sonunda lnna Ke­
nanlı bir tüccardan aldığı daha önce hiç denenmemiş bir ik­
sire başvurdu. Zilpa'nın rahminin inatçı kapısına kadar elini
götürdü ve çabucak etkisini gösteren güçlü, aromatik sakızı
sürdü, Zilpa'nın boğazından bir hırıltı koptu, yolculuğu öyle­
sine zorluydu ki sesi bir kadınınkinden çok, ateşe atılmış bir
·
hayvanınkine benziyordu. ınna şifa verici antik tanrıça adına
büyülü sözler fısıldadı:

"Gula doğumu' çabuklaş tırır


Gu/a, umutsuz ve bitkin sana sığınıyorum
K ı r � ı z ı Ça d ı r 69

Acıyla kıvranan, senin kulun


Merhamet göster ue bu duayı işit. "

Sonunda Zilpa tuğlaların üzerindeydi, Lea d a �rkasında ,


onun adına doğacak çocuğun dünyaya gelmesine yardım
ediyordu. Inna ona itmesini söylediğinde artık Zilpa'nın göz­
yaşları kesilmişti. Rengi kül gibiydi ve buz kesmişti. Yarı ölüy­
dü artık ve bebek sonunda öndeki ve arkadaki deriyi yırtarak
geldiğinde bağıracak kadar bile gücü kalmamıştı .
Gelen umulan kız değil; uzun, ince, kara saçlı bir oğlan­
dı. Lea kız kardeşini kucakladı ve böylesi sağlıklı bir oğlana
sahip olduğu ve hala hayatta olduğu için şanslı olduğunu
söyledi. Lea, çocuğa uğurlu anlamına gelen Gad adını verdi
ve şöyle dedi, "Sana ayı ve yıldızları getirsin ve yaşlandığın­
da seni güvende tutsun. "
Ama kırmızı çadırdaki sevinç kısa sürdü, çünkü Zilpa ye­
niden haykırmaya başladı. Sancılar geri gelmişti. "Ölüyo­
rum. Ölüyorum," diye hıçkırdı, asla annesini tanıyamayacak
oğlu için ağlıyordu. "O da benim gibi yaşayacak, " diye hay­
kırdı, "Soğuk, ölü bir annenin hayalleriyle kuşatılmış olarak,
bir cariyenin yetimi olarak. "
"Şanssız çocuk, " diye inledi . "Şanssız bir annenin şanssız
oğlu. "
Inna ve Rahel, b u yeni ağrının nedenini anlamak için
umutsuz annenin her iki yanına çömeldiler. Inna, Rahel'in
elini aldı ve ikinci bir bebeğin daha rahimde olduğunu gös­
tererek elini Zilpa'nın kamına koydu. Inna, Zilpa'ya "Henüz
pes etme, küçük anne, " dedi. "Bu gece ikiz dijnyaya getire­
ceksin. Zaten rüyanda da bunu görmüyor muydun? Pek de
iyi bir kahin değil, öyle değil ini?" Sırıttı.
Gad zaten yolu açt�ğından ikinci bebek çabucak geldi.
Annesinin rahminden olgunlaşmış bir meyve gibi düştü bir
başka oğlan daha; o da kara ama ilkinden çok daha ufak.
Ama annesi onu göremedi . Bebeğin ardından bir kan gö­
lü takip etti ve Zilpa'nın gözlerindeki ışık kayboldu. Inna ve
70 Aniıa Oiamanı

Rahe!, kanamayı durdurmak için tekrar tekrar rahme yün ve


otlarla tampon yaptılar. Dudaklarını ballı içkilerle ıslattılar.
Şifa verici ilahiler söyleyip, ruhun çadırdan uçup gitmesini
önlemek için tütsü yaktılar. Ama Zilpa çarşafların üzerinde,
ölümle hayat arasında sekiz ya da daha fazla gün yattı.
Gad'ın ve Lea'nın, Zilpa'nın sevdiği tanrıça nedeniyle adını
Aşer koyduğu ikinci oğlunun sünnetinin farkına bile varma­
dı . Lea, Bilha ve işçilerden birinin karısı oğlanları emzirdi
On gün sonra Zilpa inledi ve ellerini kaldırdı. "Rüyamda
iki oğlan gördüm, " diye hırıltılı sesler çıkardı. "Öyle mi?"
Kapkara ama büyümüş bebekleri ona getirdiler. Ve Zilpa bir
kahkaha attı . Zilpa'nın kahkahası nadiren duyulan bir şeydi,
ama isimler onun gülmesine yol açmıştı. "Gad ve Aşer. Uğur
ve tanrıça. Eski günlere ait efsanelerdeki isimiere benziyor, "
dedi. "Ve ben de Ninmah'ım, hepsine hayat veren coşku do­
lu hanımefendi. "
Zilpa yedi, içti ve iyileşti, ama oğlanlarını emziremedi.
Hastalığı sırasında sütü kesilmişti. Ama bu katlanabileceği
bir üzüntüydü. İki oğlu vardı, her ikisi de iyi ve güçlü, hayal­
lerindeki kız çocuğunun özlemini çekmiyordu. Çocuklar er­
genliğe erişip onun yanından ayrıldıklannda, yaşadıklarını
öğretecek bir kızı olmadığına üzüldü. Ama onları kollarında
tutarken yalnızca anneliğin, en tatlı gözyaşlarının tadını çı­
kartıyordu.
Inna ona en azından iki yıl hamile kalmamaya özen gös­
termesini söyledi; ama, Zilpa'nın zaten böylesi bir acıyı ye­
niden yaşamaya hiç niyeti yoktu. Ailesine iki erkek evlat ver­
mişti. Bir sabah meraya gitmeden Yakub'u buldu ve ona bir
başka hamileliğin onu kesinlikle öldüreceğini söyledi. Ondan
yatağına bir eş çağırırken bunu aklında bulundurmasını iste­
di ve bir daha asla Yakub'la yatmadı.
Aslında Yakub, ikizleri olduğunu öğrendiğinde titremişti.
Kendisi de iki çocuktan biriydi ve bu ona acıdan başka hiç­
bir şey getirmemişti . "Onların annelerinin rahmini paylaştık­
larını unut, " diye emretti . Öyle de oldu, ama sadece Yakub
K ı r m ı z ı Ça d ı r 71

bunu emrettiğinden değil ikisi de birbirlerinden çok farklı ol­


duğu için. Gad, elinde kavalı ve davuluyla uzun ve ince; Aşer
ise babasının hayvanlar konusundaki yeteneğine sahip kısa,
dinç bir rençber.
Lea'nın bir sonraki hamileliği de ikiz bebekler getirdi
-Naftali ve İssakar. Ama Zilpa'nınkilerin aksine bu ikizler bir­
birlerine öylesine çok benziyorlardı ki çocukken kendi anne­
leri bile onları birbirlerinden ayırt edemiyordu. Yalnızca bir
ağaçtaki her bir yaprağı kendi öz ışığında görebilen Bilha bu
ikisi konusunda asla şaşırmazdı, diğer erkek kardeşlerimin
hiçbirinin bilmediği bir çeşit sessiz uyumla her birini severdi.
Zavallı Bilha . Dan'dan sonra, tüm bebekleri -bir oğlan ve
iki kız- sütten kesilmeden öldüler. Ama asla hüznünün kalbi­
ni zehirlemesine izin vermedi ve onun yerine hepimizi sev­
di.

Yakub şimdi dört kansı, on oğlu olan bir adamdı ve ismi


kasabadaki erkekler arasında biliniyordu. İyi bir babaydı,
kendi sularını taşıyacak yaşa gelir gelmez çocuklarını yanın­
da tepelere götürüyordu ve onlara koyun ve keçilerle nasıl il­
gilenilmesi gerektiğini, iyi otlak bulmanın sırlarını, uzun yü­
rüyüşün özelliklerini, sapan atmanın ve zıpkın kullanmanın
yöntemlerini öğretiyordu. İşte orada annelerinin çadırların­
dan çok uzakta babası İshak'ın acıklı öyküsünü anlattı.
Yakub ve oğulları, bir çakalın göründüğü yeri gözlemek
ya da yalnızca yaz ayında serin gecenin tadını çıkartmak için
uzak meralarda kaldıklarında, büyük babaları, Abram'ın El'e
en sevdiği oğlunu kurban olarak sunmak için nasıl İshak'ın
ellerini ve ayaklarını bağlayıp ardından oğlunun boğazına bir
bıçak dayadığını anlatırdı. El, Yakub'un önünde eğildiği tek
tanrıydı; kıskanç, gizemli bir tanrı (Yakub'un dediğine göre)
insanlara bir idol olamayacak kadar korku veren, hiçbir ye­
re -gök yüzü kadar geniş bir yere bile- sığmayacak kadar ulu.
El; Abram'ın, İshak'ın ve Yakub'un tanrısıydı ve oğullarının
da tanrı olarak El'i kabul etmeleri Yakub'un dileğiydi.
72 Ani ta Diamant

Yakub bir sözcük dokumacısıydı ve onlara parlayan bıça­


ğı , İshak'ın korkuyla fal taşı gibi açılmış gözlerini anlatarak
istekli dinleyicilerini hikayenin ipleri arasında yakalardı. Kur­
tuluş en son dakikada geldi, bıçak İshak'ın boğazında ve bir
damla kan aynen Abram'ın dolu gözlerinden düşen göz yaş­
ları gibi boynundan süzülürken. Ardından kızgın bir ruh yaş­
lı adamın elini çekmiş ve İshak'ın yerine kurban edilecek saf­
kan bir koç indirmişti. Ruben ve Şimeon, Levi ve Yahuda
babalarının koluna bakıp, yıldızlı geceye doğru gerildiler ve
kendilerini sunak taşında düşünerek ürperdiler.
Yakub "Babalarımın tanrısı merhametli bir tanrı, " dedi.
Ama Zilpa oğullarından hikayeyi duyduğunda "Bu ne tür bir
merhametmiş, zavallı İshak'ı ölesiye korkutan? Babanızın
tanrısı mükemmel olabilir ama o zalim, " dedi.
Yıllar sonra torunları, artık yaşlı bir adam olan hikayede­
ki oğlanla karşılaştıklarında ; İshak'ın hala babasının bıçağın­
dan duyduğu korkuyla nasıl kekelediğini görünce dehşete
düşmüşlerdi.
Yakub'un oğulları babalarına tapıyordu ve komşuları da
başarısına saygı gösteriyorlardı. Ama o huzurlu değildi. La­
ban, onun kendi elleriyle başardığı her şeyin asıl sahibiydi
-sürülerin, işçilerin ve onların aileleririin, bahçedeki ürünün,
ticareti yapılan yünün. Laban'a duyduğu bu kırgınlıkta Ya­
kup yalnız değildi. Lea ve Rahe!, Bilha ve Zilpa; yıllar geç­
tikçe daha da kaba ve kibirli bir hale gelen babalarının ida­
resi altında tedirginlerdi. Adam kendi kızlarına köle gibi dav­
ranıyor, oğullarını dövüyordu. Tek bir teşekkür sözü etme­
den dokuma tezgahından elde ettiklerinden kar ediyordu. İş­
çi kadınlara yiyecekmiş gibi bakıyor ve tutkusuna karşılık rüş­
vet olarak içkilerini alıyordu. Ruti'ye her geçen gün daha da
kötü davranıyordu.
Dört kız kardeş, kamptaki kadınların tümünden her za­
man bir gün önce girdikleri kırmızı çadırda bunları konuşu­
yorlardı. Kampın yegane kadınları olarak birlikte geçirdikleri
eski yıllar belki de onların bedeninde, işçi kadınlardan saatler
K ı r m ı z ı Ça d ı r 73

önce kanın akmasına neden olan bir alışkanlık yaratmıştı. Ya


da belki de yalnızca ·yüreklerinin, bir günü kendi aralarında
geçirme ihtiyacıydı olan. Her şekilde de işçi kadınlar şikayet­
çi değillerdi, zaten orası onların söz hakkı bulunan bir yer de
değildi. Bunun yanı sıra Yakub'un eşleri, onlar yeni ayı kutla­
mak ve samanların üzerinde dinlenmek için geldiklerinde on­
ları her zaman yaptıkları tatlılarla karşılarlardı .
Ruti de hiçbir şey söylemiyordu, ancak morarmış gözleri
ve yara b�releriyle onlara �rzenişte bulunuyordu. Lea'dan
daha büyük olmamasına rağmen, Ruti aralarında en çökmüş
olanıydı. Oğullarının doğumundan sonra, Laban ona bir sü­
re iyi davrandı -sıkı yumruklu el ve ayak bileklerini süslemek
için ona bilezikler ve halhallar getirdi. Ama sonradan kadın
çocuk doğuramaz hale geldi ve o da onu dövmeye ve an­
nemlerin bana tekrar edemeyeceği kadar çirkin isimlerle
onu çağırmaya başladı. Ruti'nin omuzlan umutsuzlukla çök­
tü ve dişlerinin bir kaçı Laban'ın yumruklarının gücüyle kırıl­
dı. O zaman bile adam onun vücudunu sırf kendi zevki için
kullanmaya devam etti, bunun düşüncesi bile annemlerin ür­
permesine yetiyordu.
Tüm acımalarına rağmen Yakub'un karıları Ruti'ye kucak
açmıyordu. O, kendi· oğullarının rakiplerinin, maddi düş­
manlarının annesiydi. İşçi kadınlar da kız kardeşlerin nasıl
kendilerini ondan uzaklaştırdıklarını görüp onlar da aynı şe­
yi yaptılar. Kendi çocukları bile ona gülüp, bir köpek gibi
davranıyorlardı. Zaten yalnız olan Ruti daha da kendi içine
kapanmıştı. Kimsenin bakınca görmediği, dalga geçilen ve
hırpalanan bir zavallı olmuştu. Yardım istemek için umutsuz­
ca Rahel'e geldiğinde bir kadından çok bir hayalete benzi­
yordu.
"Hanımefendi, size yalvarıyorum. Taşıdığım bebeği düşü­
recek otlar verin bana, " diye soğuk, düz bir sesle fısıldadı.
"Ona bir başka oğlan vermektense ölmeyi tercih ederim ve
eğer bu bir kız olursa, onun ellerinde acı çekecek kadar bü­
yümeden onu kendi ellerimle boğarım.
74 Anita Diamant

Ruti mezardan, diğer dünyadan gelen bir sesle "Bana ko­


canızın oğulları adına yardım edin, " dedi. " Bunu benim için
yapmayacağınızı biliyorum. Benden nefret ediyorsunuz; he­
piniz! "
Rahe! Ruti'nin sözlerini kız kardeşlerine götürdü, onlar da
sessizce dinlediler ve utandılar.
Lea " Bunu nasıl yapacağını biliyor musun?" diye sordu.
Rahe!, soruyu dikkate almadığını belirten bir el hareketi
yaptı . Zor bir konu değildi, özellikle de Ruti ilk ayındd oldu­
ğundan.
Bilha'nın gözleri parladı. "Onu tek başına acı çekmeye
bıraktığımız, ona hiç huzur vermediğimiz ve yardım etmedi­
ğimiz için biz de Laban'dan daha iyi değiliz. "
Zilpa Rahel'e döndü ve sordu " Bunu ne zaman yapacak­
sın?"
Rahe! " Bir sonraki yeni ayı beklemeliyiz, tüm kadınların
bize geldiği anı," diye cevap verdi, "Laban hiçbir şeyden
şüphelenmeyecek kadar aptal. Aslında onların arasında en
zekisinin bile bizlerin neler qildiğimizi ve kendi aramızda ne­
ler yapabileceğimizi fark edeceklerini sanmıyorum, ama yi­
ne de tedbirli olmakda fayda var. "
Kız kardeşler, Ruti'ye karşı olan davranışlarını görünüşte
değiştirmediler. Onunla konuşmadılar ya da ona özel bir ilgi
göstermediler. Ama geceleri, Laban horlarken, dördünden
biri onu çadırın uzak bir köşesinde kirli çarşafında kıvrılmış
olarak bulur ve onu et suyu ve ballı ekmekle beslerdi. Zilpa,
Ruti'nin acılarını kendi acıları olarak gördü. Onun gözlerin­
deki boşluğa ya da ölülerin dünyasındaki bir sis gibi omuzla­
rında asılı umutsuzluğa dayanamıyordu. Ruti'nin kulaklarına
cesaret sözcükleri fısıldamak için her gece onun yanına gi­
dip ziyaret ediyordu, ama o tüm umutlara kulağı tıkalı, yal­
nızca orada öylece yatıyordu.
Sonunda ay küçüldü ve tüm kadınlar kırmızı çadıra girdi .
Lea, işçi kadınların önünde durup tüm kalbiyle şunları söyle­
di, " Ruti iyi değil. Adet dönemleri gecikti ama karnı sıcak ve
K ı r m ı z ı Çad ı r 75

bu gece düşük olmasından korkuyoruz. Rahe! çocuğu kurtar­


mak için otlar ve tütsülerle elinden geleni yapacak. Kız kar­
deşimiz Ruti'yle ilgilenelim. "
Ama birkaç dakika içinde hepsi, Rahel'in yardımlarının
bebeği kurtarmak değil düşürmek için olduğunu anladı. Ra­
he!, Ruti'nin sessizce içtiği siyah otlardan yaptığı içkiyi karış­
tırırken, kadınlar kek ve şarabın el sürülmeden durduğu kır­
mızı çadırın bir ucundan olanları izlediler.
Ruti hareketsiz, gözleri kapalı uzandı. Zilpa şifa verici
Anat'ın ve doğum sırasında kadınlara yardım eden antik Gu­
la'nın adını mırıldandı; Rahe) de gece indikçe cesareti de ar­
tan Ruti'ye övgü dolu sözler fısıldadı.
Otlar yarıcı büyük kramplara neden olarak etkisini gös­
termeye başladığında; Ruti hiç ses çıkarmadı. Kan pıhtı ha­
linde ve kapkara akmaya başladığında Ruti'nin dudakları
aralanmadı. Saatler geçtikçe kan aktı ve durmadı ve o hala
tek söz etmiyordu. Rahe!, Ruti'nin rahmine yünlerle tampon
yaptı ve sonunda kanama durdu.
Hiçbir erkek o gece ne olduğunu bilmedi. Hiçbir çocuk
bu sırrı ağzından kaçırmadı, çünkü kadınlardan hiç biri bu
konuda tek kelime bile etmedi, ta ki Zilpa bana hikayeyi an­
latana kadar. Zaten o an geldiğinde bu mezardan gelen yan­
kılanmadan başka bir şey değildi.

Annem, ikizlerinin doğumundan sonra çocuk doğurmayı


bırakmaya karar verdiğini anlattı bana . Göğüsleri, yaşlı bir
kadınınki gibiydi, karnı sarkmıştı ve beli her sabah ağrıyor­
du. Başka bir hamilelik düşüncesi bile onu dehşete düşürü­
yordu ve böylece Yakub'un tohumunun yeniden kök salma­
ması için rezene içmeye başladı.
Ama ardından tohumların stoku, Inna kuzeyde uzaklar­
dayken tükendi. Aylar geçti ve ebe hala ot tutamlarıyla dön­
medi. Lea eski bir yöntem denedi -zeytin yaprağına bir par­
ça yün sarıp bunu Yakub'la yatmadan rahminin ağzına yer­
leştirdi. Ama çabaları sonuçsuz kaldı ve ilk kez içinde bir ha­
yatın filizlendiğini anlamak ona kendini kötü hissettirdi.
76 Anita Diamant

Lea, bu sorunu Rahel'e açmak istemedi, ne de olsa be­


bek sahibi olma açlığı henüz dinmemişti. Doğurgan eş, kısır
kız kardeşinin duygularına ondan uzak durarak saygı göste­
riyordu. Baş kadının görevlerini paylaşmışlardı. Lea, doku­
ma ve yemek pişirme, bahçe ve çocuklardan sorumluydu.
Hala çok güzel ve ince olan Rahe! ise kocasına hizmet edi­
yor ve kampa gelen tüccarlarla ilgileniyordu. Yakub'un ihti­
yaçlarına özen gösteriyor ve şifa dağıtıcı olarak hünerleri er­
keklerin, kadınların ve hatta hayvanların acı ve hastalıkları­
na iyi geliyordu.
Doğumlar ve yeni ay iki kadını çadırın içinde bir araya ge­
tirirdi. Ama Lea batı duvarına bakarak uyurken Rahe! de do­
ğuyu kucaklardı ve birbirleriyle ancak kız kardeşleri vasıtasıy­
la konuşurlardı: Lea Zilpa yoluyla, Rahe! de Bilha aracılığıy­
la.
Şimdi Lea'nın başka seçeneği kalmamıştı . Inna dönme­
mişti ve Rahe! de otları, duaları, uygun masajı bilen tek ki­
şiydi. Soracak başka kimse yoktu.
Rahe! yakınlarda bir kamptaki doğuma katılmak için ay­
rıldığında, Lea su almak bahanesiyle Rahel'in yanına gitmek
üzere adımlarını sıklaştırdı. Lea'nın yanakları yanıyordu ve
Ruti'ye yaptığı gibi kendisine de yardım etmesini kız karde­
şinden isterken gözlerini aşağıya indirdi. Rahe!, verdiği ceva­
bın yumuşaklığı ile onu şaşırttı .
"Kızını ortadan kaldırmayı gerçekten istiyor musun?" de­
di, "Sen karnında bir kız taşıyorsun. "
Lea " O zaman bu da ölecek , " diye cevap verdi, Ra­
he!' in yaptığı düşükleri kast ediyordu. (lnna hepsinin kız ol­
duğunu söylemişti.) "Ve o yaşasa bile, annesini tanıyama­
yacak, çünkü ben çocuk doğurmaktan neredeyse ölmek
üzereyim. "
Ama Rahel bir kız çocµğu için tüm hazinelerini yıllardır
saklayan tüm kız kardeşler adına buna karşı geldi . "Sen on­
ların kızını taşırken biz senin için her şeyi yapacağız, Lea , "
dedi. "Lütfen, " diye ısrar etti .
K ı r m ı z ı Ça d ı r 77

"Ben gidip .bunu Zilpa'ya anlatmadan dediğimi yap , " di­


ye Rahe! muzırca onu tehdit etti. " Eğer yaptığın planları fark
ederse hayatını aşağılanmış zavallı bir tanrıçanınkine dönüş­
türür. "
Lea güldü ve yumuşadı, çünkü onun da bir kız çocuğuna
sahip olma arzusu hala çok güçlüydü.
Ben annemin rahminde uyurken, ona ve teyzelerimin her
birine rüyalarında capcanlı görilndüm.
Bilha, bir gece Yakub'un koMarında yatarken beni rüya­
sında gördü, "Seni mavi ve yeşil boncuklardan yapılmış, iyi
kumaştan beyaz uzun bir elbise içinde gördüm. Saçların
örülmüştü ve hayatımda gördüğüm en yeşil meraya doğru
elinde bir sepet taşıyarak ilerliyordun. Kraliçelerin arasında
yürüyordun ama yalnızdın. "
Rahe! benim doğumumu gördü. "Annenin rahminde
gözlerin açık ve ağzın mükemmel minik dişlerle dolu olarak
belirdin. Onun bacakları arasından kayarken konuşuyordun,
'Merhaba, anneler. Sonunda buradayım. Yiyecek hiçbir şey
yok mu?' Bu bizi güldürdü. boğumuna katılan yüzlerce ka­
dın vardı, kimi tuhaf elbiseler, şaşırtıcı renkler içinde, kafala­
rı traş edilmiş kadınlar. Hepimiz güldük, güldük. Gecenin bir
yansı hep gülerek uyanırdım . "
Annem Lea beni her gün rüyasında gördüğünü anlatırdı.
"Sen ve ben, eski dostlar gibi fısıldaşıyorduk. Karın ağnmı
dindirmek için ne yapmam gerektiğini, Ruhen ve Şimeon
arasındaki bir tartışmayı nasıl tatlıya bağlayacağımı bana an­
latıyordun, ne kadar da bilgeydin. Sana baban Yakub ve tey­
zelerin hakkında her şeyi anlatıyordum. Karanlık ve ışığın
ayrılmadığı evrenin diğer tarafı hakkında bana hikayeler an­
latıyordun. Öylesine iyi bir dosttun ki, uyanmaktan nefret
ediyordum. "
Annem " Bu rüyalarda tek bir şey beni sıkıyordu, " dedi.
"Yüzünü asla göremiyordum. Her zaman arkamda, tam sol
omzumun arkasındaydın. Ve seni görmek için her dönüşüm­
de kayboluyordun . "
78 Ani ta Dlamant

Zilpa'nın rüyası kahkaha ya da dostlukla dolu değildi. Be­


ni, içinden sivri dişlerle dolu ağızlarını açan yeşil canavarla­
rın çıktığı kandan bir nehri dolduracak kadar ağlarken gör­
düğünü söyledi. "O zaman bile korkusuzdun, " dedi Zilpa.
"Arkalarından gidip, çirkinliklerini evcilleştiriyor ve güneşte
kayboluyordun . "

Koyunların doğurganlığıyla hatırlanan bir bahar vakti do­


lunay zamanı doğdum. Zilpa, annemin solunda dururken,
Bilha da onun sağında destek oldu. Inna da oradaydı, kutla­
ma ve antik kabında döl eşini yakalamak için hazırdı. Ama
Lea Rahel'in ebe olup, beni onun yakalamasını istemişti.
Kolay bir doğumdu . Benden önce gelen tüm oğlanlardan
sonra ben çabucak ve bir doğumun olabileceği en sancısız
şekilde geldim. İriydim -neredeyse en irileri olan Yahuda ka­
dar büyüktüm. Inna, memnunlukla beni "Lea'nın kızı" ola­
rak takdim etti. Tüm bebeklerinde yaptığı gibi annem önce
gözlerime baktı ve her ikisinin de Yakub ve tüm oğullarının­
ki gibi kahverengi olduğunu görünce gülümsedi.
Rahe! beni temizleyip Zilpa'ya verdi, o da bana sarılıp be­
ni Bilha'ya uzattı, o da beni öptü. Hevesli bir ağızla annemin
göğsünü aldım ve kamptaki tüm kadınlar annem ve benim
için el çırptılar. Bilha annemi ballı süt ve kekle besledi.
Lea'nın saçlarını parfümlü sularla yıkayıp ayaklarına masaj
yaptı.
Lea uyurken Rahe!, Zilpa ve Bilha beni ay ışığına çıkarıp,
ellerime ve ayaklarıma sanki bir gelinmişim gibi kına sürdü­
ler. Beni Lamashtu ve diğer bebek çalan iblislere karşı koru­
mak için, etrafımda dolanıp kuzeye, güneye, doğuya ve ba­
tıya yüzlerce dua ettiler. Beni binlerce öpücüğe boğdular.
Sabahleyin, annem kırmızı çadırdaki iki aylık dönemini
geçirmeye başladı. Bir oğlanın doğumundan sonra anneler
bir aydan diğerine dinlenirler ama bir dişinin yani bir hayat
verenin doğumu, erkeklerin dünyasından daha uzun süre
uzak kalmayı gerektirir. Annem " İkinci ay öylesine zevkliydi
K ı r m ı z ı Ça d ı r 79

ki, " diye bana anlattı. " Kız kardeşlerim her ikimize de krali­
çeler gibi davrandılar. Bir an bile çarşafta yatar bırakılmadın .
Her zaman seni tutacak, kucaklayacak, sana sarılacak kollar
vardı. Sabah ve akşam cildini yağladık. Kulağına şarkılar mı­
rıldandık ama hiç saçma bebek sözleri söylemedik. Seninle
sanki sen de bir bebek değil de yetişkin bir kız kardeşmişsin
gibi kendi yetişkin kelimelerimizle konuştuk. Ve bir yaşına
basmadan sen de bize bebeklerin peltek konuşmalarından
çok uzak cevaplar verir oldun. "
Ben annemden, teyzeme ondan bir başkasına geçerken
ismim hakkında tartışmaya başladılar. Bu konuşma asla din­
medi ve her kadın kendi rahminden olacak kızına vermeyi
arzuladığı en sevdiği ismi savundu durdu .
Bilha, onların hepsini seven büyük annem Adah anısına
Adahni ismini önerdi. Bu uzun iç çekişlere ve Adah' ın anıl­
masına neden oldu; hayatta olsa tüm torunlarını çok sever­
di. Ama Zilpa böylesi bir ismin şeytanları şaşırtacağından
korkuyordu, Adah'ın yer altından kaçtığını düşünüp benim
ardımdan gelebilirlerdi.
Zilpa lshara adını seviyordu -bu tanrıçalara bağlılığı dile
getiriyordu ve de kafiye uydurmak da kolaydı . Benim şerefi­
me pek çok şarkı planı vardı. Ama Bilha bunun tınısını sev­
medi. "Kulağa hapşırık gibi geliyor, " dedi.
Rahel, bir tüccarın karısından duyduğu bir Hitit adı olan
Bentresh'i önerdi. "Kulağa müzik gibi geliyor, " dedi.
Lea onların tümünü dinledi ve kız kardeşlerinin kendi kı­
zı hakkında yaptıkları tartışma çok ateşlendiğinde, onları ba­
na hepsinin nefret ettiği "Lillu" ismini vermekle tehdit etti.
Doğumundan sonraki ikinci dolunayda Lea eşine katılıp
ismimi ona söyledi. Bana ismimi kendimin seçtiğini anlattı .
"Altmış gün boyunca, kız kardeşlerimin önerdiği her ismi se­
nin kulağına fısıldadım. Duyduğum her ismi ve hatta kendi
bulduğum bazılarını da. Ama "Dina , " dediğimde, ağzını göğ­
sümden çekip bana baktın. Böylece adın Dina oldu, benim
son doğanım. Benim kızım. Benim hatıram.
80 Anita Diamanı

Benim dünyaya gelişimi takip eden günlerde Rahel, Yu­


suf' a hamile kaldı. Rahel doğruca Yakub'a gidip sonunda sağ­
lıklı bir kız çocuğu olduğunu haber vern:ıişti. Bunu anlatırken
gözleri parlıyordu ve Yakub, kısır karısının Lea'nın bebeğin­
den duyduğu mutluluğu görünce gülümsedi. O gece, birbiri­
ne alışkın çiftlerin yumuşak uyumuyla seviştikten sonra Rahel
ilk oğlunu rüyasında gördü ve gülümseyerek uyandı.
Ay kanı gelmediğinde kimseye tek söz etmedi . Pek çok
hatalı başlangıç ve erken düşükler onu yormuştu ve sırrını
özenle sakladı. Yeni ayla birlikte kırmızı çadıra gitti ve sanki
kirletmiş gibi samanları düzenli olarak değiştirdi. Öylesine in­
ce, uzun bir fiziği vardı ki belindeki hafif kalınlaşma Bilha dı­
şında kimse tarafından fak edilmedi, o da zaten bunu kendi­
ne sakladı.
Dördüncü ay, Rahel Inna'ya gitti, o da işaretlerin oğlu
için olumlu gözüktüğünü söyledi ve Rahel umutlanmaya baş­
ladı. Şişen karnını kız kardeşlerine gösterdi, etrafında dans
ettiler. Yakub'un elini karnındaki tümseğe koydu. On oğulun
babası ağladı.
Rahel'in gitgide beli büküldü. Ufak göğüsleri dolgun ve
sancılı hale geldi. Mükemm�l ayak bilekleri şişti. Ama o ço­
cuk taşıyan kadınların şikayetlerinden yalnızca haz aldı. Ye­
mek ateşiyle ilgilenirken ya da iğ ile çalışırken şarkılar söyle­
meye başladı. Ailesi onun sesinin güzelliği karşısında hayre­
te düştü, daha önce onu hiç şarkı söylerken duymamışlardı.
Yakub hamileliği süresince her gece Rahel'le birlikte uydu,
bu adetleri sarsıcı şekilde ihlal eden ve şeytanları kızdıran bir
şeydi. Ama o, uyarıları dinlemedi ve Rahel, genişledikçe
onun gösterdiği özenle keyiflendi.
Sekizinci ayında Rahe! hastalanmaya başladı. Cildi soldu
ve saçları döküldü. Bayılmadan ayakta güç durur hale geldi .
Korku, umudunu yuttu ve Inna'yı çağırdı. Inna ona koç ve
boğaların kemiklerinden yapılan etkili çorbalar salık verdi.
Rahe!' e dinlenmesini ve mümkün olduğunca sık arkadaşını
ziyarete gelmesini söyledi.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 81

Inna, vakit geldiğinde Rahel'in doğumuna yardımcı olma­


ya geldf. Bebeğin ayakları aşağıya dönüktü ve çıkana kadar
uzunca bir süre kanama devam etti . Inna'nın çocuğu dön­
dürme çabaları Rahe!' e berbat bir acı veriyordu ve öylesine
acıklı ağlıyordu ki kampın tüm çocukları bu ses karşısında
gözyaşlarına boğuld�. Yakub, bamaha oturup tanrıçanın yü­
züne gözlerini dikti, yalnızca babasının tanrısına ibadet et­
meye söz vermiş olmasına rağmen bu tanrıçaya adakta bu­
lunup bulunmamayı düşünüyordu. Çimlerde çılgınlar gibi
koştu ve çığlıkların neden olduğu gürültüye daha fazla daya­
namayacağı ana kadar başını dik tuttu ve sonunda Rahe! do­
ğurana kadar en dik meraya gidip orada kaldı.
Ruhen onu gidip geri getirdiğinde iki gün geçmişti . Lea,
Zilpa ve Bilha'nın her birinin tek tek Rahe!' e elveda dilediği
iki berbat gün, öleceği öylesine kesin gözüküyordu ki.
Ama Inna pes etmedi. Kesesinde bulunan her ot ve her
ilacı Rahe!' e verdi. Hiçbir lokmanın kullanmadığı farklı bile­
şimler denedi. Sihirli sözcük ve tütsülerin gizemine daha ön­
ce hiç dalmamış olmasına rağmen gizli dualar mırıldandı .
Rahe! de pes etmedi, aksine on beş yıldır inkar ettiği bir
yürek tutkusuyla mücadele etti . Gözleri yerlerinden oynaya­
rak, vücudundan terler fışkırarak bir hayvan gibi dövüştü. Üç
gün üç gece sonra bile onu bu işkenceden kurtarması için
ölümü çağırmadı . "Durup bakılacak kadar uluydu, " derdi Zil­
pa.
Sonunda Inna bebeği çevirdi. Ama bu çaba sanki Ra­
hel 'in içinde bir şeylerin dengesini bozmuştu, bedeni asla
geçmeyecek bir ürperti ile sarsılmaya başlamıştı. Gözleri ba­
şının arkasına doğru yuvarlandı ve boynu öylesine kasıldı ki
yüzü geriye düştü. Sanki şeytanlar vücudunu teslim almıştı.
lnna'nın bile nefesi kesildi.
Ardından sona erdi. Rahel'in vücudu ölümün kavrayışın­
dan kurtuldu, bebeğin başı belirdi ve Rahe! onu dışarı itmek
için son bir güç daha buldu .
82 Anita Diamant

Tepesinde bir tutam saçla öylesine ufaktı ki. . . Tüm be­


beklere benzeyen bir bebek, buruş buruş, sıradan ama mü­
kemmel. En güzeli de Rahel'in bebeği olması. Her kadın
minnettarlık gözyaşları dökerken çadır sessizliğe büründü.
Tek söz etmeden Inna göbek bağını kesti ve Bilha da döl eşi­
ni yakaladı. Lea, Rahel'i temizledi ve Zilpa da bebeği yıkadı.
İç çekip gözlerini kuruladılar. Rahel bebeğinin büyüdüğünü
görecek kadar yaşayacaktı.
Rahel yavaş yavaş iyileşti ama bebeğini emziremiyordu.
Yusuf'un doğumundan sonraki üç günde, göğüsleri sertleş­
miş ve yanıyordu. Ilık kompresler acısını hafifletti ama sütü
de kuruttu. Aynı sırada beni emziren Lea, Yusuf'u da göğsü­
ne aldı. Rahel'in Lea'ya duyduğu küllenmiş öfkesi bunun
üzerine yeniden alevlendi, ama Yusuf un annesinin kolların­
da yatana kadar ağlayan ve yüzünü ekşiten huysuz bir bebek
olduğunu fark ettiğinde öfkesi de ortadan kayboldu.
İKİNCİ KISIM

••

BENİM ÜYKÜM
BiRiNCİ BöıüM

n eski anılarımın tamamen bana ait olup olmadığından

E emin değilim, çünkü bunlar aklıma geldiğinde, her bir


sözcükte annelerimin nefesini hissediyorum. Ama ku­
yudan çektiğimiz suyun süt dişimde bıraktığı saf ve soğuk ta­
dı hala hatırlıyorum. Ve ilk yıllarıma ait yalnızlık ve korku do­
lu anılarım da olmadığından, her tökezlediğimde beni saran
kollar olduğuna da eminim.
Çok sevilen her çocuk gibi, annemin . dünyasındaki en
önemli kişi olduğumu biliyordum. Ve en önemlisi de yalnız­
ca annem Lea için değil anne-teyzelerim içinde öyleydim.
Oğullarına tapmalarına rağmen, oğlanlar çamur içinde itişir­
ken, giydirip dizlerinde hoplattıkları bendim. Sütten kesildik­
ten çok sonra bile onlarla birlikte kırmızı çadıra girmeye de­
vam eden, de bendim.
Bebekken, Yusuf benim yegane arkadaşımdı, ilk önce süt
kardeşim ve sonraları da gerçek dostum oldu. Sekiz aylık­
ken, ben annemin çadırının önünde en sevd@m yerde otu­
rurken kalkıp bana doğru yürümüştü. Ondan pek çok ay da­
ha büyük olmama rağmen, hala ayaklarımın üzerinde salla­
myordum, bunun nedeni büyük olasılıkla teyzelerimin· beni
kucakta taşımayı fazlaca sevmeleriydi. Yusuf iki elini de ba­
na uzattı ve ayağa kalktım. Annem, onun bana nasıl yürüne­
ceğini göstermesi karŞ'llığında benim de ona nasıl konuşuJa­
cağını öğrettiğimi söylerdi. Yusuf insanlara ilk sözcüğünün
"Dina" olduğunu söylemekten hoşlanırdı, aslında Rahe) bu-
86 Anita Diamanı

nun "Anne" anlamına gelen " Ema" sözcüğü olduğu konu­


sunda beni temin etmişti.
Yusuf un doğumunda yaşadığı o berbat tecrübeden sonra
kimse Rahe) 'in yeniden çocuk sahibi olacağını düşünmüyor­
du, bu nedenle o ve ben, baş eşin son meyvelerine gösteri­
len aynı muameleyi görüyorduk. Eski günlerin geleneklerine
göre, en ufak çocuk zaten annenin hayır duasını alır ve öy­
le ya da böyle babalar da genellikle buna saygı gösterirdi.
Ama Yusuf ve ben, hem annelerimizin son doğan çocuğu
hem de babamızın neşe kaynağı olan bebekler olduğumuz
için okşanıp şımartılırdık. Ama aynı zamanda abilerimizin de
kurbanlarıydık.
Yakub'un çocukları arasında yaş nedeniyle iki ayrı kabile
oluşmuştu . Ruben, Şimeon, Levi ve Yahuda; ben onların
adını öğrendiğimde neredeyse birer erkek olmuşlardı. Sürü­
lere göz kulak olmak için sık sık babama eşlik ederlerdi ve
biz ufak olanlara da hiç değer vermezlerdi. Ruben tabiatı ge­
reği çocuklara karşı iyiydi ama bizlerle dalga geçen ve Tali ve
İssa'yla, ikizlerle alay eden Şimeon ve Levi'den uzak durur­
duk. Levi " Hanginizin hanginiz olduğunu nasıl biliyorsu­
nuz?" diye takılırdı. Şimeon daha da kötüydü: "Biriniz ölse,
annemiz tam olarak aynısından bir tane daha olduğundan
yas tutmaz. " Bu her zaman Tali'nin ağlamasına neden olur­
du.
Yahuda'nın oyunlarımızı izlerken gözlerinde hep bir öz­
lem gördüğümü sanırdım. Bizim.le oyun oynamayacak kadar
büyüktü ama büyük grubun en genci olarak da aralarında en
değersiziydi ve bu nedenle de acı çekerdi. Yahuda sık sık be­
ni sırtında taşır ve bana Ahatti, ufaklık, diye seslenirdi. Bü­
yük oğlanların arasında kahramanımın o olduğunu düşünür- ·

düm.
İlk başlarda , Zebulun bizim, küçük olanların lideriydi ve
eğer ona tapmaz ve kendi rızamızla ona itaat etmezsek hir
kabadayıya dönüşürdü. Dan onun yardımcısıydı -Bilha'nın
çocuğundan bekleyeceğiniz gibi sadık ve tatlıydı . Gad ve
K ı r m ı z ı Çad ı r 87

Aşer yabani, dikkafalı ve zorlu oyun arkadaşlarıydı, ama mü­


kemmel taklit yaparlardı -Laban'ın hantal yürüyüşünü ve iç­
kiden dolaşan ağzını öylesine hınzırca taklit ederlerdi ki- bir
gösteri karşılığında onların her yaptıklarını affedebilirdik. Ta­
li dışında hiçbir isimle anılmayan Naftali ve kardeşi İssakar,
ya da İssa, Yusuf ve bana hükmetmeye çalışırlardı, çünkü
bizden neredeyse iki yaş büyüktüler. Bize bebekler, diye ses­
lenirler ama bir dakika sonra yerde bize katılıp aynı elle kaç
tane taş yakalayacağımızı görmek için havaya çakıl taşlan
fırlatırlardı. Onların beş taşına karşılık ben on taş yakalaya­
na kadar bu bizim en sevdiğimiz oyun oldu. Ama ondan son­
ra ağabeylerim bunun yalnızca kızlara uygun bir oyun oldu­
ğunu söyleyip bir daha asla oynamadılar.
Altı yaşımıza geldiğimizde, Yusuf ve ben ufaklar grubu­
nun liderliğini üstümüze almıştık, çünkü hikayeler uydurmak­
ta üstümüze yoktu. Ağabeylerimiz bizi kuyudan annemin ça­
dırına taşır ve benim önümde, sanki kraliçeleriymişim gibi
eğilirlerdi . Yusuf, kralları, onları parmağıyla gösterince öl­
müş gibi yaparlardı. Onları şeytanlarla savaşıp bize büyük
hazineler getirmeye yollardık. Başlarımıza otlardan yapılmış
taçlar örerler ve ellerimizi öperlerdi.
Oyunun sona erdiği günü hatırlıyorum. Tali ve Issa benim
onuruma ufak taşları yığıp bir sunak taşı yaparak emrimi ye­
rine getiriyorlardı. Dan ve Zebulun da yapraklarla bizi yelpa­
zeliyorlardı. Gad ve Aşer de önümüzde dans ediyorlardı.
Sonradan ağabeylerimiz belirdi. Ruben ve Yahuda gülüm­
sedi ve yürüyüp geçtiler ama Şimeon ve Levi durup kahka­
halarla güldüler. "Şuna bakın bebekler büyük oğlanları nasıl
da parmaklarının ucunda oynatıyorlar! Zebulun ve Dan'ın
çıplak kıçlıların eşeği olduğunu babamıza söyleyene kadar
bekleyin hele. Bizimle birlikte yüksek meraya gelmelerine
izin vermek için iki yıl daha bekletecektir onları . " Aniden
kendilerini erkek kardeşlerimin soğuk gözleriyle gören oyun
arkadaşlarımız tarafından terk edilip, Yusuf ve ben yalnız ka­
lıncaya kadar alaylarını sürdürdüler.
88 An i ta Diamanı

Bunun ardından Zebulun ve Dan artık annelerimiz için


yün eğirmeyi reddettiler ve uzun yalvarmalardan sonra ağa­
beyleriyle tepelere gitmeye izin alabildiler. İkizler -bahçede­
ki otları toplamadıkları ya da dokuma tezgahında yardım et­
medikleri sürece.:... kendi başlarına oynuyorlardı, dördü bir­
den avcı oyunları ve güreş maçlarıyla ilgilenen başlı başına
bir kabile olmuşlardı.
Yusuf ve ben gittikçe daha çok birbirimize döndük ama
yalnızca ikimiz olmak o kadar da eğlenceli değildi. Hiç biri­
miz bir diğerine bir hikaye için diz bµkmüyordu ve Yusuf, be­
nimle oyun oynadığı için ona kötü sözler söyleyen ağabeyle­
rimizin alaylarına da maruz kalmak durumundaydı. Kampı­
mızda pek az kız vardı -kadınlar Yakub'un kızları olmasın di­
ye kuyuyu zehirlediği üzerine şakalar yaparlardı. İşçi eşleri­
nin kızlarıyla arkadaş olmaya çalıştım ama onların oyunları
için ya çok büyük ya da çok küçüktüm ve kuyudan su testi­
sini taşıyacak kadar büyüdüğümde, kendimi annemin çevre­
sinin bir üyesi olarak görmeye de başlamıştım.
Çocuklar pek sık oyun oynamaya bırakılmazdı . Birkaç
odun parçası taşıyacak kadar büyüdüğümüzde, zararlı otları
ve haşereleri bahçeden toplamak, su taşımak, yün taramak
ve eğirmek gibi işlere koşulurduk. Elimin iğ tutmadığı bir an
hatırlamıyorum. Beceriksizliğim, yünümde tohum kabukları
kalması ve ipimin düzensizliği konusunda küçümsendiğimi
hatırlıyorum.
Lea çok iyi bir anneydi ama iyi bir öğretmen olduğu pek
söylenemezdi. Yetenekleri ona öylesine doğal sunulmuştu ki
ufak bir çocuğun bile ip bükmek gibi basit bir şeyi nasıl olup
da kavrayamadığını anlayamıyordu. Sık sık bana karşı sabrı­
nı yitiriyordu. "Lea 'nın kızının nasıl olup da bu kadar şansız
parmakları olabilir?" dedi bir gün, elimdeki arap saçına dön­
müş işime bakarak.
Bu sözlerden dolayı ondan nefret ettim. Hayatımda ilk
kez, annemden nefret ediyordum. Yaşiar gözlerimde birikir­
ken yüzüm kıpkırmızı kesildi ve tüm gün boyunca eğirdiğim
K ı r m ı z ı Ça d ı r 89

ipliği çamurun içine fırlattım. Bu, israf ve saygısızlık ifade


eden berbat bir hareketti ve hiçbirimizin bunu yapmış oldu­
ğuma inanamayacağını düşünüyorum. Bir anda, annemin
keskin tokatı havayı yararak yüzümde patladı. Canımın acı­
masından daha çok şaşırmıştım. An.nem zaman zaman abi­
lerime şaplak atsa da bana ilk kez vuruyordu.
Yaptığı şey karşısında acıyla buruşan yüzünü seyrederek
uzun bir süre orada ayakta durdum. Tek söz etmeden dön­
düm ve Bilha'nın kucağına sığınmak için koştum, orada ba­
na yapılan bu berbat haksızlık karşısında ağladım ve sızlan­
dım. Kalbimi sıkıştıran her şeyi teyzeme anlattım. Asla yünü
doğru düzgün bükemeyen ya da iği düzgünce döndüreme­
yen işe yaramayan parmaklarıma ağladım. Böylesine tuhaf
olduğum için annemi utandırmış olmaktan korkuyordum. Ve
tüm kalbimle sevdiğim birine karşı aniden duyduğum nefret­
ten utanıyordum.
Bilha, ben ağlamaya son verene kadar saçımı okşadı ve
tatlı şaraba batırılmış bir parça ekmekle beni besledi. "Şim­
di sana iğin sırrını göstereceğim, " dedi bir parmağını dudak­
larıma götürerek. " Bu büyük annenin bana öğrettiği bir şey
ve şimdi sana gösterme sırası bende . "
Bilha beni onun için fazlasıyl;;ı iri olduğum kucağına oturt­
tu. Kolları beni ancak sarıyordu, ama Bilha Uttu'nun hikaye­
sini kulağıma fısıldarken orada yeniden bir bebek gibi güven­
le kucaklanmış şekilde oturdum.

"Bir zamanlar, kadınlar yünü ipe ve ipi de kumaşa nasıl


döndüreceklerini bilmeden önce, insanlar yeryüzünde çıplak
dolaşırlarmış. Gün ışığı ile yanarlar ve geceleri de titrerlermiş
ve bebekleri de bu yüzden bir bir ölürmüş.
"Ama Uttu ağlayan kadınları duymuş ve onlara üzülmüş.
Uttu, ay tanrısı Nanna'nın ve toprak ana Ninhursag'ın kızıy­
mış. Uttu babasına, kendisinin kadınlara .nasıl yün eğirecek­
lerini ve dokuyacaklarını öğretip· öğretemeyeceğini sormuş
böylece bebekler de yaşayabilecekmiş.
90 Anila Diamant

" Nanna alay etmiş ve kadınların yünü kırpma, yıkama ve


tarama, dokuma tezgahında dokuma, argaçı ve arışı kurma
sırasını hatırlayamayacak kadar aptal olduklarını söylemiş.
Ve parmaklan da yün eğirme sanatını yapamayacak kadar
kalınmış. Ama Nanna kızını sevdiği için gitmesine izin ver­
miş.
" Uttu önce batıya, Yeşil Nehir topraklarına gitmiş, ama
buradaki kadınlar tanrıçayı dinlemek için davul ve kavalları­
nı bir kenara bırakmamışlar.
"Uttu güneye gitmiş, ama oraya berbat bir kuraklığın or­
tasında, güneşin kadınları hatıralarından kopardığı bir za­
manda varmış. Çocuklarının soğuktan öldüğü ayları unuta­
rak Tek istediğimiz yağmur, ' demişler. ' Bize yağmur getir
yoksa defol . '
" Uttu kuzeye gitmiş, burada bedenleri kürk kaplı kadınlar
öylesine güçlülermiş ki sonu olmayan av için hazırlanmak
üzere acele ediyorlarmış. Bu kadınlar ip ve dokuma sanatla­
rı için fazlasıyla sıcak kanlılarmış.
" Uttu güneşin doğduğu doğuya gitmiş ama erkeklerin ka­
dınların dillerini çaldığını görmüş, kendi başlarına cevap ve­
rememişler.
" Uttu erkeklerle nasıl konuşulacağını bilmediğinden dün­
yanın merkezi olan Ur'a gelmiş, burada öğrenmeyi çok iste­
yen Enhenduanna adında kadınla karşılaşmış.
" Uttu, Enhenduanna'yı kucağına alıp, kocaman kollarıy­
la Enhenduanna'nın ufak kollarını sarmış ve altından elleriy­
le Enhenduanna'nın kilden ellerini tutup önce sol sonra sağ
elini yönlendirmiş.
"Uttu lapis lazuliden yapılmış bir iğ çıkarmış ve güneş ışı­
ğından yapılan ipi eğirmiş. Enhenduanna Uttu'nun kucağın­
da uyuyakalmış.
"Enhenduanna uyurken, görmeden ya da bilmeden hiç­
bir çaba ya da yorgunluk olmaksızın yün eğirmiş. Büyük tan­
rı Nanna 'nın tüm evini doldurmaya yetecek kadar ip olunca­
ya kadar eğirmiş . Nanna o kadar memnun olmuş ki Ut-
Kı rm ı z ı Ça d ı r 91

tu'nun Enhenduanna 'nın kızlarına nasıl çanak çömlek ve


bronz yapılacağını, nasıl müzik icra edileceğini, nasıl şarap
hazırlanacağını öğretmesine izin vermiş.
"Bunun ardından, insanlar çimen yemeği ve su içmeyi bı­
rakıp; bunun yerine ekmek yiyip bira içmişler. Ve onların
yün çarşaflar içinde kundaklanan bebekleri de artık soğuktan
ölmemiş, tanrılara kurbanlar sunacak kadar büyümüş. "

Bilha Uttu'nun hikayesini anlatırken, kıvrak elleriyle be­


nim beceriksiz ellerimi kavradı. En genç teyzemin üzerine si­
nen yoğun ve yumuşak parfümü kokladım ve onun tatlı, akı­
cı sesini dinledim ve kalbimdeki tüm sızıyı unuttum. Ve hika­
ye bittiğinde Bilha benim iğimden çıkan ipin de Lea'nın ken­
di el işi kadar düzgün ve güçlü olduğunu gösterdi.
Bilha'yı yüzlerce kez öptüm ve yaptığımı göstermek için
anneme koştum. Sanki ölümden dönmüşüm gibi beni ku­
cakladı. Bundan sonra bir daha asla bana tokat atmadı . Ka­
rışık yün yumaklarından, ailemin elbise, çarşaf ve ticaret
mallarına dönüşen güçlü ve iyi ipler bükmek işinden hoşlan­
maya bile başladım. Ellerim kendi işini yaparken aklımın
başka yerlere gitmesinden zevk almayı öğrendim. Büyüyüp,
yün yerine pamuk bükmeye başladığımda bile teyzemin par­
fümünü ve tanrıça Uttu'nun adını söyleyiş tarzını hatırladım.

Yusuf'a Uttu'nun, dokumacının hikayesini anlattım. Ona,


ulu tanrıça Innana'nın ölüler ülkesine yaptığı yolculuğun hi­
kayesini ve beslediği aşkın doğumun ve şarabın ve yağmu­
run bereketini getiren çobanların kralı Dumuzi'yla yaptığı
evliliğin öyküsünü anlattım. Bunlar, kırmızı çadırda duydu­
ğum; annelerimin ve ara sıra çadıra gelip tanrı ve tanrıçala­
rı bilinmedik isimlerle adlandıran ve bazen hikayeleri farklı
sonlarla bitiren tüccarın karısı tarafından tekrar tekrar anla­
tılan hikayelerdi .
Bunlara karşılık, Yusuf da bana İshak 'ın bağlanmasının
ve kurtulma mucizesinin ve büyük büyük babamız Abram'ın
92 Anita Diamant

tanrının gönderdiği elçilerle buluşmasının hikayesini anlattı.


Babamız Yakub'un hiç kurban vermeden gece gündüz baba­
sının El'i ile konuştuğunu anlattı. Babamız; şekilsiz, yüzsüz
bir tanrının, tanrıdan başka adı olmayan bir tanrının, gece­
leri rüyalarına ve gündüzieri de sadece yalnızken ona geldi­
ğini söylermiş. Ve Yakub oğullarının geleceğinin bu tanrı ta­
rafından kutsandığından eminmiş.
Yusuf, büyük büyük annemizin her akşam tanrılarıyla ko­
nuştuğu ve bir gün babamızın Saray adına kutsal şarap sun­
mak üzere bizi götüreceği, Mamre'deki sakız ağaçlarından
oluşan harikulade koruluğu bana anlattı. Bunlar, koyunlar ve
keçiler otlarken, erkek kardeşlerimiz arasında otururken Yu­
suf un Yakub'tan duyduğu hikayelerdi. Ben kadınların hika­
yelerinin çok daha hoş olduğunu düşünürdüm ama Yusuf ba­
bamızın hikayelerini tercih ederdi·.
Konuşmalarımız her zaman bu kadar ahlaklı değildi. Cin­
sellik ve doğurganlık üzerine sırlarımızı da paylaşır ve anne
babamızın toz içerisinde köpekler gibi yuvarlandıklarını hay­
retler içinde düşünerek kahkahalarla gülerdik. Şimeon ve
Levi arasındaki , işçilerin bir ağaç altında sıraya konması gibi
incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit bir şeyden bü­
yük bir kavgaya dönüşecek rekabeti yakından takip edip, er­
kek kardeşlerimiz hakkında durmadan dedikodu yapardık.
Yahuda ve Zebulun -erkek kardeşlerim arasındaki iki boğa­
arasında da süregelen bir yarış vardı , ama onlarınkisi hangi­
sinin daha güçlü olduğunu görmek için yapılan iyi tabiatlı bir
mücadeleydi, her biri erkek kardeşinin büyük kayaları kaldır­
ma ve otlak boyunca semiz dişi koyunları taşıma yeteneğini
alkışlardı.
Yusuf ve ben, Zilpa'nın oğullarının annemin kahramanla­
rı haline gelişini de izlerdik; Gad ve Aşer kendi annelerinin
tuhaflıklarından utanırdı. Onun iyi ekmek yapmadaki yete­
neksizliği onları Lea'nın çadırına gönderirdi. Zilpa'nın doku­
ma tezgahındaki hünerini anlamaz ya da değer vermezlerdi
ve elbette ki onun hikaye anlatmadaki yeteneğini bilmeleri-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 93

nin hiçbir yolu yoktu. İşte böylece kendi ufak ödüllerini -çi­
çekler, parlak renkli taşlar, bir kuş yuvasından geriye kalan­
lar gibi- anhemin kucağına taşırlardı . O da onların saçlarını
karıştırır ve onları beslerdi ve onlar da ufak kahramanlar gi­
bi kasılarak yürürlerdi .
Diğer yandan, Lea'nın kendi rahminden çıkan ikizler Tali
ve Issa ona hiç de düşkün değillerdi . Birbirlerine böylesine
benzemekten nefret ediyorlar ve bunun için annelerini suçlu­
yorlardı. Kendilerini birbirlerinden ayırmak için her şeyi yapı­
yorlar ve neredeyse hiç birarada gözükmüyorlardı. Issa ken­
dini onun gösterdiği özenden etkilenmiş görünen Rahe!'e
bağlamıştı ve Rahe! de onun kendisi için gidip bir şeyler taşı­
yıp getirmesine izin veriyordu. Tali, Bilha'nm oğlu Dan'la sı­
kı arkadaş oldu ve ikisi Bilha'nın çadırında yan yana uyuma­
yı çok seviyorlardı, ikisi de teyzemi saran bir huzur ve sakin­
lik getiren en büyük abi Ruben'in ağzının içine bakıyordu.
Lea, Issa ve Tali'yi şeker ve fazladan ekmekle kandırma­
ya çalıştıysa da bir sürü oğlu içinden bu iki oglunun ilgisine
hasret kalamayacak kadar ailesinin işleriyle meşguldü. Ve
sevgi azlığı da çekmiyordu . Oğullarının gece inmeye başladı­
ğında bir başka annenin çadırına doğru yürümesini izlerken
onu yakaladığımda, elini tutardım. Ardından o da beni yuka­
rı kaldırırdı ve gözlerimiz buluşurdu; beni önce yanaklarım­
dan sonra da burnumun ucundan öperdi . Bu her zaman be­
ni güldürürdü ki benim gülmemle birlikte annemin yüzüne
de ılık bir tebessüm konardı. En büyük sırlarımdan biri de
onu güldürme gücüne benim sahip olduğumu bilmemdi.
Dünyam; anneler ve kardeşler, işler ve oyunlar, yeni ay ve
iyi yemeklerle doluydu. Uzaktaki tepeler, hayatımı, isteyebi­
leceğim her şeyi içinde barındıran bir kapta tutar gibi çevre­
liyordu.

Babam bizi iki nehir ülkesinden uzaklara, doğduğu ülke­


nin güneyine götürdüğünde henüz bir çocuktum. Ufak olma­
ma rağmen neden gittiğimizi biliyordum . Babam ve büyük
94 Anita Diamanı

babam arasındaki kızışmış öfke duvarını hissedebiliyordum.


Birlikte oturdukları nadir durumlarda aralarındaki kızgınlığı
neredeyse görebiliyordum.
Laban, sürülerden elde ettikleri için ve kendi iki oğlundan
çok daha yetenekli ve daha fazla oğulları olduğu için baba­
ma öfkeleniyordu. Laban, başarısını kızlarının kocasına
borçlu olduğu gerçeğinden nefret ediyordu. Yakub'un ismi
her anıldığında ağzı ekşiyordu.
Babama gelince; sürünün çoğalmasını, kampın bir çok iş­
çi ve bizim çadırlarımızdan yolunu bulan tüccarlar ile dolma­
sını sağlayan kişi olmasına rağmen, Laban'ın uşağından da­
ha fazlası değildi. Aldığı ücretler yetersizdi ama azıcık olan
mal stoğu konusunda idareli ve akıllıydı ve kahverengi tüylü
keçiler ve gri koyunlardan oluşan kendi ufak sürüsünü çift­
leştirmek konusunda dikkatliydi.
Yakub Laban'ın miskinliğinden ve oğullarının onun kendi
elleriyle yaptığı işi ziyan etmelerinden nefret ediyordu. Bü­
yük oğlu Kemuel, bir bahar günü çiftleşme mevsimindeki ke­
çilere göz kulak olma işini bıraktığında, içlerinden en iyisi en
güçlü erkekler arasında çıkan kavgada öldü. Beor fazlaca şa­
rap içip uyuduğunda, bir şahin Yakub'un kurban etmek için
işaretlediği yeni doğmuş bir oğlağı aşırdı.
En kötüsü de Laban Yakub'un en iyi iki köpeğini -en akıl­
lı ve en sevdiklerini- kaybettiğinde yaşandı. Yaşlı adam, üç
günlük bir ticaret yolculuğu için Karkamış'a gitmişti ve sor­
madan, ufak bir oğlanın bile kendi başına becerebileceği bir
işi yapması, bir sürüye göz kulak olması için köpekleri de ya­
nında götürmüştü. Laban şehirdeyken, daha sonra bir şans
oyununda kaybedeceği bir miktara, köpeklerin değerlerinin
çok altında bir miktara her ikisini de satmıştı.
Köpeklerini yitirmiş olmak babamı çok öfkelendirdi. La­
ban' ın kampa döndüğü gece, uykuya daldığımda bile onların
bağrışmalarını ve küfürlerini duydum. Bunun ardından baba­
mın asık suratı hiç yumuşamadı. Lea'yı bulup, bu son olayın
ayrıntılarını dökene kadar yumrukları gevşemedi .
K ı r m ı z ı Ça d ı r 95

Annem ve teyzelerim Yakub'un hislerini paylaştılar. La­


ban'a karşı duydukları sadakat ise asla güçlü olmamıştı ve yıl­
lar geçtikçe, ondan nefret edecek nedenleri biriktirdiler -tem­
belliği, düzenbazlığı, kalın kafalı oğullarının kabalığı ve onun
Ruti'ye karşı yıllar geçtikçe daha da kötüleşen tavırları.
Köpekler hakkındaki kavgadan birkaç gün sonra, Ruti
anneme gelip kendini yere attı . "Beni kaybetmiş, " diye ağlı­
yordu, tozlar içinde bir kadının hüzün dolu su birikintisi. . .
Saçı dağılmış, sanki annesini henüz gömmüş gibi küllere bu­
lanmıştı.
O Karkamış oyununda Laban köpeklerden kazandığı me­
teliklerden daha fazlasını kaybetmişti . Ruti üzerine de bahse
girmişti ve şimdi de bir tüccar onun üzerinde kölesi olarak
hak iddia etmeye gelmişti . Laban çadırında oturdu ve dışarı
çıkmayı ve oğullarının annesine yaptığı şeyi kabul etrr.cıyi
reddetti, ama tüccar birlikte yolculuk ettiği yandaşlarını kefil
ve ırgatını da tanık olarak yanında getirmişti . Ruti alnını ye­
re koyup yardım etmesi için Lea'ya yalvardı.
Lea dinledi ve babasının adına tükürdü. " Bir eşeğin kıçı
bile Laban'dan daha erdemlidir, " dedi. "Benim babam bir yı­
lan. O, bir yılanın kokuşmuş leşi . "
Çökelek yapmaya uğraştığı süt testisini yere bıraktı ve
ağır adımlarla babamın hala kara kara köpeklerini düşündü­
ğü yakındaki meraya yürüdü. Annem öylesine düşüncelerine
dalmıştı ki onu takip ettiğimi fark etmiş gözükmüyordu.
Kocasına yaklaştıkça Lea'nın yanakları kıpkırmızı kesildi
ve ardından olağandışı bir şey yaptı. Lea dizleri üstüne çök­
tü ve Yakub'un elini alıp parmaklarını öptü. Annemin böyle
boyun eğdiğini izlemek sanki bir çakalı avlayan bir koyun ya
da bir bebeği emziren bir erkek görmek gibiydi. Hiçbir za­
man sözcük bulmakta zorlanmayan annem, konuşurken ne­
redeyse kekeliyordu.
"Kocam, çocuklarımın babası, sevgili dostum, " dedi. "Tü­
müyle bahtsız biri için, hi·; de erdemli olmayan bir olay için
sana yalvarmaya geldim. Kocam, dedi, "Yakub, " diye fısıl-
96 Anıra Diamanı

dadı, "biliyorsun ki hayatımı tümüyle yalnızca sana sundum


ve biliyorsun ki babamın adı benim için bir utanç.
" Böyleyken bile babamın karısını satarak onu mahkum
ettiği kölelikten kurtarmanı istemeye geldim. Laban'ın, san­
ki sürüden bir hayvanmış ya da aramızdaki bir yaba�cıymış
gibi ve sanki oğullarının annesi değilmiş gibi bir şans oyu­
nunda ortaya koyduğu Ruti üzerinde Karkamış'tan bir adam
hak iddia etmeye geldi.
"Senden ona kendi kocasının davrandığından daha iyi
davranmanı istiyorum. Baba gibi davranmanı istiyorum. "
Yakub karısının ricası üzerine kaşlarını çattı, halbuki yüreğin­
de ona yalnızca kocası olarak değil aynı zamanda da aile re­
isi olarak seslendiği için memnun olmuş olmalıydı. Başı
önünde Lea'nın tepesinde duruyordu ve ona şefkatle baktı.
"Karım," dedi ve onu kaldırmak için ellerinden tuttu. "Lea . "
Gözleri buluştu ve kadın gülümsedi.
Şaşırmıştım. Ruti'nin hikayesini daha iyi anlamak için
gelmiştim ama bir şeyi daha keşfetmiştim. Annem ve babam
arasındaki ateşi görmüştüm. Lea'da yalnızca benim yarata­
cağımı düşündüğüm güçlü huzur ve mutluluk hissine Ya­
kub' un da neden olabileceğini görmüştüm .
Gözlerim ilk kez babamın bir erkek olduğu gerçeğiyle
açılmıştı . Sadece uzun değil aynı zamanda da geniş omuzlu
ve dar kalçalı olduğunu fark ettim. O sıralarda kırkıncı yazı­
nı devirmiş olmalıydı, buna rağmen sırtı dimdikti ve dişleri­
nin çoğu da sapasağlam duruyordu ve parlak gözleri vardı.
Babam yakışıklıydı, farkına varmıştım. Babam anneme la­
yıktı .
YiJ1e de bu keşfim bana bir avuntu vermedi. Çadırlara dö­
nerlerken, Lea ve Yakub kafaları neredeyse birbirine değe­
cek kadar yanyana yürürlerken, Lea Yakub'un Ruti'yi kurtar­
mak için karılarından toplayacağı miktarı fısıldıyordu: bal ve
otlar, bir yığın bakırdan bilezik, bir top keten ve üç top yün.
O da zaman zaman kafa sallayarak sessizce dinledi. Onların
arasında bana yer yoktu, bana ihtiyaç yoktu. Annemin göz-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 97

leri Yakub'la doluydu. Ben, onun benim için önemli olduğu


kadar, onun için önemli değildim. Ağlamak istiyordum, ama
bunun için fazlaca büyük olduğumu fark ettim . Yakında bir
kadın olacaktım ve kırık bir kalple yaşamayı öğrenmeliydim .
Mutsuz şekilde annemle babamı çadırlara doğru giderken
takip ettim. Lea sessizleşti ve kocasının arkasında yerini al­
dı . Yakub'un, tüccarın kararını yumuşatmasına yardım et­
mek için gidip en güçlü birasından bir testi getirdi. Ama
adam; Laban'ın karısının yıpranmış ve sıradan olmasına rağ­
men , karşılığında verdiği miktarın ona düşündürttüğü gibi ne
tavşan dudaklı ne de topal olduğunu görmüştü. Varlığının te­
laşa neden olduğunu anlayacak kadar da kurnazdı. Bu konu­
da avantajın onda olduğunun kokusunu da almıştı; böylece
tüccar borcu affedip Ruti 'yi arkada bırakıp oradan gitmenin
karşılığında tüm kadınların hazinelerini ve Yakub'un köpek
yavrularından birini yanında götürdü. Kısa sürede, kampın
tüm kadınları neler olup bittiğini öğrendiler ve bundan haf­
talar sonra bile Yakub bir prens gibi yiyip içti .
Laban asla Yakub'un karısını nasıl kurtardığı hakkında
konuşmadı. Yalnızca bu olaydan sonra hep mor gözle dola­
şan Ruti'ye olan davranışlarında daha da iğrenç hale geldi.
Babalarının davranışını benimseyen oğulları da annelerine
hiç saygı göstermediler. Yemek kazanı için ona su taşımadı­
lar ve avladıkları hayvanları ona getirmediler. Ruti sessizce
hizmet ederek erkekleri arasında süründü durdu.
Kadınlar arasındaysa, Ruti yalnızca annemin yaptığı iyilik
hakkında konuştu. Onun ellerini ve eteğini öperek, olabildi­
ğince kurtarıcısına yakın oturarak Lea'nın gölgesi haline gel­
di. Zavallı kadının varlığı Lea'yı memnun etmiyordu, zaman
zaman ona karşı sabrını yitiriyordu. Ruti ayak altında oldu­
ğunda ona "çadırına git , " diyordu. Ama Lea her defasında
annemden gelen tek bir sözcükle sinen Ruti'yi azarladığına
pişman oluyordu. Onu gönderdikten sonra, Lea onu bulup
zavallının, bahtsız ruhun, yanına oturup tekrar tekrar kendi­
sinin öpülmesine ve kendisine teşekkür edilmesine izin veri­
yordu .
.

lKiNCİ BöLÜM

uti'nin kurtarılmasını takip eden günlerde Yakub bura­

R dan ayrılmamızı ciddi olarak planlamaya başladı. Lea


ile geçir�iği geceler boyunca ve Rahel'le geçirdiği ge­
celer boyunca, Laban'ın çadırlarını terk edip babasının top­
raklarına dönme özleminden bahsetti. Yakub, Bilha'ya, duy­
duğu sıkıntının huzun.,ınu tükettiğini ve hiç uyuyamadığını
·
söyledi. Yakub, uykusuzluğun ayrı ayrı her ikisini da sunak
taşının yanında duran ulu sakız ağacının sessiz huzuruna ta­
şıdığı bir gecede Zilpa'yı buldu . Sakin, rüzgarsız gecelerde
bile, meltemler Zilpa'nın ağacının geniş düz yapraklarını ya­
lardı . Yakub dördüncü karısına da tanrısının ona göründüğü­
nü ve iki nehir topraklarını terk etme vaktinin geldiğini söy­
l�diğini anlattı'. Karılarını ve oğullar.mı ve elleriyle inşa ettiği
varlığını alıp götürmenin vakti gelmişti.
Yakub Zilpa'ya rüyalarının gaddarlaştığını söyledi. Gece­
leri öfkesi burnunda sesler, onu Kenan'a babasının toprakla­
rına geri çağırıyordu. Rüyaları hiddetli.olduğu kadar neşe do­
luydu da. Rebeka güneş gibi par:lıyor ve İshak da hayır du­
asını vererek gülümsüyordu. Erkek kardeşi bile artık tehdit­
lerini bırakmış aksine Yakub'u arkasına binmeye davet eden
iri, al bir boğa olmuştu. Kenan'dan gelen tüccarlar Esav'ın
bir çok oğula sahip, ·comertliği ile ün salmış ·refah içinde bir
çoban olduğu haberlerini getirmiş olduğundan Yakub'un ar­
tık erkek kardeşinden korkmasına gerek yok gibi görünüyor­
du.
Kırmızı Çadır 99

Kırmızı çadırda tek başlarına olduklan o günlerinde, Ya­


kub 'un eşleri kocalarının rüyaları ve planları hakkında kendi
aralarında konuştular. Rahel'in gözleri güneye doğru yola
çıkma olasılığı karşısında parladı. Tepelerde, Karkamış'ta ve
hatta bir keresinde de bizzat Haran şehrinde doğumlara ka­
tılmış olan Rahe! aralarında en çok seyahat edeniydi. " Oh,
ulu dağları ve gerçek bir şehri görmek, dedi. "Pazarlar, ka­
11

liteli mallar ve henüz adlarını bile bilmediğimiz meyvelerle


dolu! Dört bir yandan gelen yeni yüzlerle tanışacağız. Gü­
müş tefler ve altından flütlerle yapılan müzikleri duyacağız. "
Lea, ona hayat veren vadinin ötesindeki yeni dünyaları
keşfetmeye o kadar da istekli değildi. " Burada etrafımda
gördüğüm yüzlerden memnunum, " dedi, "ama Laban' ın iğ­
renç kokusundan uzakta olmayı içtenlikle i�terim. Gideceğiz
elbette . Ama buradan üzülerek ayrılacağım."·
Bilha kafasını salladı. "Ben Adah'ın kemiklerini arkamda
bırakmaktan üzüntü duyacağim. Oğullanmı dünyaya getirdi­
ğim yerde güneşin doğuşunu görmeyi özleyeceğim. Gençli­
ğimizin geçip gitmesine yas tutacağım. Ama ben de ha:zırım.
Ve oğullarımız da buradan gitmek için can atıyorlar. "
Bilha, konuşulmayan bir gerçeğe ses vermişti. Her bir te­
pesinde pek çok kuşak tarafından .hak iddia edilen Haran'da
bu kadar çok oğlana geçimlerini sağlamaları için yeterli yer
yoktu. Annelerinin ülkesinde de ele geçirilmedik hiç toprak
kalmamıştı. Eğer aile birlikte burayı terk etmezse , kadınlar
'
çok yakında oğullarının birbirlerine karşı döndüklerini ya da
kendi yollarını bulmak için kaybolup gittiklerini kalpleri kırı­
larak izleyeceklerdi .
füz kardeşleri yüzlerini geleceğe döndükçe, Zilpa'nın ne­
fesi hızlandı ve düzensizleşti. "Ben gidemem , " diye patladı.
"Gücümün kaynağı olan kutsal ağacı bırakamam . Ya da
adaklarımızla ıslanan bamahı . Eğer onlara hizmet etmek için
burada olmazsam, tanrılar nerede olduğumu nasıl bilecek­
ler? Beni kim koruyacak? Kardeşlerim, şeytanlar yakamızı
11

rahat bırakmayacak.
1 00 Ani ta Diamanı

Gözleri faltaşı gibi açılmıştı . "Bu ağaç, bu yer, burası,


onun olduğu, benim ufak tanrıçam Nanshe'nin olduğu yer. "
Yalnızca ölüm döşeğinde yapılan bir şeyi, Zilpa'nın kendi
tanrısı hakkında konuştuğunu daha iyi duymak için kız kar­
deşler oturdukları yerden doğruldular. Kız kardeşleri kendisi­
ni umudun sonunda hissediyordu ve sesi gözyaşlarıyla boğu­
lurken, "Sizin de, kız kardeşlerim . Sizin de isimlendirdiğiniz
tanrılarınızın hepsi burada kalıyor. Burası bizim tanındığımız
nasıl hizmet etmemiz gerektiğini bildiğimiz yer. Burayı terk
etmek ölüm olacak. Bunu biliyorum, " diyordu.
Diğerleri gözlerini dikip bakarken sessizlik indi. Önce Bil­
ha konuştu. " Her yerin kendi kutsal ilahları , ağaçları ve kut­
sal yerleri vardır, " dedi, bir annenin korkmuş bir çocuğa ses­
lendiği sakin bir ses tonuyla "Gideceğimiz yerde de tanrılar
olacak. " Ama Zilpa, Bilha'nın gözleriyle karşılaşmadı ve sa­
dece başını bir yandan diğerine sallayarak, "Hayır, " diye fı­
sıldadı.
Ardından Lea konuştu. "Zilpa, biz senin koruyucularınız.
Senin ailen, senin kız kardeşlerin, açlığa karşı, soğuğa karşı,
deliliğe karşı senin tek güvencendir. Bazen merak ediyorum,
ya tanrılar soğuk gecelerden ve karanlık düşüncelerden kur­
tulmak için uydurulan hayaller ve hikayelerse?" Lea kız kar­
deşini omuzlarından yakaladı. " Rüzgar ve korkudan ortaya
çıkmış hikayeler yerine bana ve Yakub' a güvensen daha iyi . "
Zilpa kız kardeşinin elleri arasında büzüldü ve başını çe­
virdi. " Hayır, " dedi .
Rahe!, Lea'nın tanrılara karşı saygısız ancak mantıklı söz­
lerini hayretle dinledi ve ancak onlara ses verirken farkına
vardığı düşünceleri için sözcükleri seçerek konuştu. "Senin
korkuna asla kanıtlarla cevap veremeyiz, Zilpa. Tanrılar her
zaman sessizdir. Doğum anında kadınların tanrılarının isim­
lerinden güç aldıklarını ve bunlarda huzur bulduklarını biliyo­
rum . Büyülü sözlerle tüm umutların ötesinde çabaladıklarını
gördüm . Son anda, ortada umuttan başka hiçbir neden yok­
ken bağışlanan hayatı gördüm .
K ı rm ı z ı Çadı r 1 0 1

"Ama tanrıların en iyi, en dindar kadınları kalp sancısın­


dan ya da ölümden korumadığını da biliyorum. Bu yüzden
Bilha haklı . Nanshe'yi yanımızda götüreceğiz, " dedi, Zil­
pa'nın sevgili hayaller ve şarkılar tanrıçasını anarak. Rahel'in
adaklar adadığı şifa tanrısını anarak "Gula'yı da alacağız,"
dedi. Ve ardından aklında gelişen bir fikirle Rahel düşünme­
den söyleyiverdi, "Çadırlarımızdaki ev mabutlarının tümünü
alacağız ve onları kocamız ve çocuklarımızla birlikte Kenan' a
götüreceğiz."
Rahel, "Onlar bize kesinlikle zarar vermez. " dedi, plan
kafasında şekillendikçe daha hızlı konuşuyordu . " Eğer bizim
himayemizde olurlarsa Laban'a da hiç faydaları olmaz" diye
kurnazca ekledi. Bilha ve Lea kutsal heykelleri elinden alın­
mış Laban fikrine sinirli sinirli güldüler. Yaşlı adam başka hiç­
bir seçeneği kalmadığında heykellere başvururdu. Saatlerce
düşüncelere dalarak en sevdiklerini okşardı. Lea, huysuz bir
çocuğu yatıştıran sütle dolu bir göğüs gibi bunların da La­
ban' ı yatıştırdığını söylerdi .
Ev mabutlarını yanlarında götürmeleri Laban'ın öfkesini
kışkırtmak demekti . Buna rağmen Rahel'in bir iddiası vardı.
Ailenin Ur şehrinde yaşadığı eski günlerde, tüm kutsal şey­
leri almak en genç kızın sorgusuz sualsiz hakkıymış. Bu adet­
ler artık evrensel saygıyla karşılanmıyordu ve Kemuel sahip
olduğu yetkiyle ev mabutlarının en büyük oğulun doğum
hakkı olduğunu iddia edebilirdi.
Kız kardeşler Rahel'in cesur fikrini düşünerek sessizlik
içinde oturdular. Sonunda Rahel konuştu. "Ev mabutlarını
alacağım ve onlar bizim için bir güç kaynağı olacak. Doğum
hakkımızın bir işareti olacak. Babamız tıpkı diğerlerinin acı
çekmelerine sebep olduğu gibi kendisi de acı çekecek. Bir
kez daha bu konuda konuşmayacağım.
Zilpa gözlerini kuruladı. Lea boğazını temizledi . Bilha
ayağa kalktı . Karar verilmişti.
Güç nefes alıyordum. Beni hatırlayacaklarından korku­
yordum, çadırdan gönderilebilirdim. Hala annemin sağ eli
1 02 Anita Dlamant

ve Bilha'nın sol eli arasında, duyduklarımdan hayrete düş­


müş şekilde oturuyordum.
Rahel; Gula, şifa vericiye sadıktı . Bilha'nın tahıl adakları
Uttu'ya, dokumacıya giderdi. Lea, Ninkasi'ye, saf lapis lazu­
liden yapılan bir bira fıçısı ile altın ve gümüşten yapılmış bir
kepçe kullanan bira yapıcıya, özel hisler beslerdi. Tanrı ve
tanrıçaları, anne babalardan büyük, toprağın altında ve üs­
tünde istedikleri gibi yaşayabilen teyzeler ve amcalar olarak
görürdüm . Onları ölümsüz, korkusuz, her zaman mutlu ve
güçlü, başıma gelen her şeyle ilgileri olan varlıklar olarak ha­
yal ederdim. Lea'nın, kadınlar içinde en bilgesinin, bu güçlü
dostların çocukların kabuslarını dindirmek için anlatılan hi­
kayelerden başka bir şey olup olmadığını merak edı:ırken
duymak beni korkutmuştu.
Ürperdim. Annem ateşim olup olmadığını anlamak için
elini yanağıma koydu ama sıcak değildim. Daha sonra o ge­
ce düşüyormuş gibi bir hisle dehşetle bağırarak ve kan ter
içinde ·uyandım. Ama Lea yanıma gelip uzandı ve onun vü­
cudunun sıcaklığı beni rahatlattı . Onun sevgisinden emin,
güven bularak uykuya daldım; ardından bir an için Rahel'in
"B� anı, annenin bedeninin ruhundaki tüm sorunları çözdü­
ğünü hep hatırla" diyen sesini duyduğumu düşünerek kalk­
tım. Etrafıma bakındım ama teyzem yakınlarda değildi .
Bu bir rüya olmalıydı.
Üç gün sonra Lea Yakub'a1 karılaı:ının onunla doğduğu
topraklara gitmeye hazır olduklarını söylemek için batıdaki
kayalık meraya doğru yola koyuldu. Babam için biraz ekmek
ve bira taşıyarak onun ardından gidiyordum. Böylesine sıcak
bir günde hizmete koşulmaktan pek de memnun değildim.
Kampımızı otlaktan ayıran tepeye varınca büyüleyici ha­
rika bir manzara ile donakaldım. Dişi koyunların çoğu yük­
lüydü ve gitgide yoğunlaşan sıcakta zorlukla hareket ediyor­
lardı. Yükselen güneş yonca kokusuna eşlik ediyordu. Gök­
yüzünün pirinçten mavi örtüsü altında yalnızca arıların sesi
duyuluyordu. Annem yürümeye devam ederken ben dur-
K ı rm ı � ı Ç a d ı r 1 03

dum. Dünya öylesine mükemmel, öylesine e�iksiz ve bir o


kadar faniydi ki. Neredeyse ağlayacaktım. Hissettiğim bu
duyguyu hemen Zilpa'ya anlatıp bunun için bir şarkı bilip bil­
mediğini sormalıydım. Ama ardından evrende bir şeyin yer
değiştirdiğini fark ettim . Önemli bir şey değişmişti. Ufku
araştırdım, gökyüzü hala berraktı, yonca kokusu ha.la keskin-
-Oi, arılar vızıldıyordu, .
Annemitı ve babamın yalnız olmadıklarını fark ettim, Lea
yüzü kocasına dönük duruyordu. Onun yanında ise Rahe!
vardı. İki kadın yıllar önce bir tür anlaşma yapmışlardı. Bir­
likte çalışmıyor ya da birbirlerine danışmıyorlardı . Kırmızı
çadırda yan yana oturmuyorlar ya da doğrudan birbirlerine
seslenmiyorlardı. Yine de şimdi üçü sıradan bir görüntü için­
de, durmuş, eski dostlar gibi konuşuyorlardı. Kadınların ar­
kası bana dönüktü.
Ben yaklaşırken konuşma sona erdi. Annem ve teyzem
Yakub'a sırtlarını döndüler ve yüzlerindeki ciddi ifadeyi, ye­
tişkinlerin çocuklardan bir şey saklamak istediklerinde .takın­
dıkları sahte gülüşe bıraktıl�r. Onların gülüşüne karşılık ver­
medim. Buradan ayrılmaktan bahsettiklerini biliyordum. Ba­
bamın yemeğini ve içkisini ayağının dibine bıraktım ve Lea
ile Rahel'i çadıra doğru takip etmek için tam dönmüştüm ki
Yakup, babam koı;ıuştu.
"Dina," dedi. Onun ağzından adımı ilk kez duyuyordum.
"Teşekkürler, kızım, her zaman annelerin 'için bir huzur kay­
nağı olasın. " Yüzüne baktım, bana gerçek bir tebessüm ile
gülümsedi. Ama ben babama nasıl gülümseyeceğimi ya da
ona nasıl karşılık vereceğimi bilmiyordum, bu yüzden çoktan
çadırlara doğru yola koyulmuş olan annem ve Rahel'in ar­
dından yetişmek için dönçlüm. Usulca elimi Lea'nınkinin içi­
ne koydum ve bir kez daha Yakub'a bakmak için döndüm,
ama o çoktan bana sırtını dönmüştü.
Yakub, oradan ayrılmamız için yapması gereken konuş­
malarına o gece başladı. O gece inerken ve ardından da bu­
nu takip eden bir çok gece, kadınlar yataklarına kulakları er-
1 0 4 Anita Dia!71anı

keklerin bağrışmaları ile dolu uzandılar. Laban, Yakub'un


kızlarını ve çok yiyip ona hiç saygı göstermeyen torunlarını
alıp gittiğini görmeyi çok istiyordu. Ama yaşlı adam Ya­
kub' un burayı zengin bir adam olarak terk edeceği düşünce­
sinden nefret ediyordu.
Bağrışmalarla dolu uzun geceler boyunca Laban oğulları
Kemuel ve Beor arasında oturdu. Üçü bira ve şarap içip Ya­
kub 'un yüzüne haykırdılar ve hiçbir şeyi çözmeden konuş­
maları sonlandırdılar.
Yakub en büyük oğulları Ruben ve Şimeon ile birlikte
oturdu. Ve arpa birasından daha güçlü hiçbir içkiye elini sür­
medi . Onların arkasında Levi ve Yahuda duruyordu. Daha
genç yedi oğlan da söylenenleri duymaya çabalayarak çadı­
rın dışında oturuyorlardı. Yusuf kulak misafiri olduğu her şe­
yi bana anlattı ve ben de her şeyi annemlere tekrarladım.
Ama ben Yusuf' a kadınlar arasında fısıldanan konuşmaları
anlatmıyordum. Onların sert ekmeği stoklamalarından ya da
otları elbiselerinin kenarlarına nasıl diktiklerinden bahsetmi­
yordum. Rahel' in ev mabutlarını götürme planını da Yusuf'a
fısıldamayacak kadar akıllıydım.
Geceler boyu Laban Yakub'a Lea ve Rahe! için verdiği
azıcık çeyizden fazlasını borçlu olmadığını söyledi durdu. Bu,
babama başımızın üzerindeki çadırlardan başka bir şey ver­
memek demekti. Ardından büyük bir cömertlik yaparak yir­
mi koyun ve yirmi keçi -ona Laban' ın rüyalarında bile gör­
mediği bir zenginlik sunan Yakub'un yıllık hizmetindeki her
bir türden birer tane- vermeyi önerdi.
Yakub kendi adına bir ırgat başının hakkını talep etti, ya­
ni sürünün yüzde onunu, ve kendisi seçecekti . Karılarının ki­
şisel mallarını da istedi, yani bir miktar bileği taşı ve iğ, do­
kuma tezgahı ve testiler, mücevher ve peynir. Laban'a; ça­
dırların, sürülerin ve işçilerin Yakub'un elinden çıktığını ha­
tırlattı. Yakub, Haran 'daki mahkemede adaleti aramakla La­
ban 'ı tehdit etti ama bu yalnızca Laban'ın alaycı bir şekilde
gülmesine yol açtı . Yıllardır şehrin ileri gelenleriyle bahisler
K r r m ı z ı Çadı r 1 05

oynamış ve birlikte içki içmişti . Onların kimin tarafını tuta­


caklarından hiç şüphesi yoktu.
Bir gece geç saatlerde, haftalar süren ve sonuç vermeyen
konuşmalardan sonra, Yakub Laban'ın kalbini hareketlendi­
recek sözcükleri buldu. Lea ve Rahel'in kocası, Zilpa ve Bil­
ha 'nın çocuklarının babası gözlerini Laban'ınkilere sabitledi.
Babalarının tanrısının, Kabilesinde kutsanan bu adamı dolan­
dıran bir kişiye hiç de iyi gözle bakmayacağını söyleyerek
onu tehdit etti. Yakub tanrısının bir rüyada ona gelip onun­
la konuştuğunu, ona eşlerini, oğullarını ve bolluk içindeki sü­
rülerini alıp gitmesini söylediğini anlattı . Yakub'un tanrısı,
onu yolundan vazgeçirecek olan her kim olursa onun, sürü­
lerinin ve evlatlarının acı çekeceğini söylemişti .
Bu durum her hangi bir tanrının gücü karşısında titreyen
yaşlı adamı endişelendirdi. Yakub, babalarının tanrısından
yardım dilerken, aptal tebessüm Laban'ın dudaklarından dü­
şüverdi. Yakub'un sürüler konusundaki başarısı, on bir oğlu­
nun sağlığı, işçilerinin ona olan sadakati ve hatta köpekleri­
nin cesareti Yakub'un gökyüzü tarafından kutsandığının bir
işaretiydi. Laban Yakub'un tanrısına sunduğu büyük kurban­
larla geçen tüm o yılları hatırladı. Yaşlı adam El'in böylesi bir
bağlılıktan son derece memnun olduğunu tahmin ediyordu.
Bir sonraki gün Laban ev ilahlarıyla birlikte çadıra kapan­
dı ve akşama kadar ortalarda görünmedi . Çıktığında Ya­
kub 'u çağırdı. Yakub kayınpederinin yüzünü görür görmez
avantajın ona geçtiğini anladı. Ciddi ciddi pazarlığa girişti .
Yalandan bir tatlı dillilikle "Babacığım, " dedi, "bana karşı
hep iyi davrandığın için, yalnızca çizgili ve benekli , yani yün­
lerinin ve derilerinin pazarda bana getirisi olmayan hayvan­
ları götürmek istiyorum. Sende safkan sığırlar kalacak. Ben
de senin evinden mütevazi ama minnettar ayrılacağım. "
Laban, Yakub'un teklifinde bir numara olduğunu sezdi
ancak bundan karının ne olacağını çıkaramadı. Koyu renkli
hayvanlardan beyaz ip ya da düzgün tabaklanmış deri elde
edilemeyeceğini herkes bilirdi. Laban'ın bilmediği şey ise
1 0 6 Anila Diamanı

"düşük kalitedeki" hayvanların iyi kalitede yün ve düzgün de­


ri veren hayvanlardan daha güçlü ve sağlıklı olduklanydı.
Çizgili maryalar sıklıkla ikiz doğururlardı ve çoğunun yavru­
su da dişi' ol�rdu ki bunun anlamı daha çok peynir demekti.
Alacalı keçilerin tüyü,· dayanıklı ip yapmaya yarayacak şekil­
de özellikle yağlı olurdu. Ama bunlar sürü' �rle birlikte geçir­
diği yıllar boyunca Yakub'un öğrendiği sırlanydı. Bu da La­
ban'ın tembelliğinin bedeliydi .
Laban "Öyleyse tamam, " dedi ve adamlar b u anlaşmayı
mühürlemek için şarap içtiler. Yakub kanlan ve oğullanyla ve
sayılan altmış keçi ve ..ıltmış koyunu geçmeyen çizgili ve be­
nekli sürüleriyle gidecekti . Daha çok çiftlik hayvanı olması
gerekirdi ama Yakub bunlarla iki işçiyi ve onlann eşlerini ta­
kas etmişti . Bir eşek ve yaşlı bir öküz karşılığında Laban, en
iyi sığırtmaçlan da dahil köpeklerinden ikisini bırakmaya ra­
zı oldu.
Lea ve Rahel'in eşyalannın tümü kadar Zilpa ve Bilha'nın
da giysileri ve takılan, yanında götürmek üzere Yakub'undu.
Yakub oğullannın pelerin ve mızraklan, iki dokuma tezgahı,
yirmi . dört mina yün, altı sepet tahıl, on iki testi yağ, on tu­
lum şarap ve herkese bir tane olacak şekilde su tulumu üze­
rinde hak iddia etti. Ama bu yalnızca resmi hesaptı, annele­
rimin zekası hesaba katılmamıştı .
Üç ay içinde gitmek üzere tarih kararlaştırdılar. İlk söy­
lendiğinde sonsuz gibi görunse de haftalar çabuk geçti . An­
nelerim toplama, atma, paketleme, sınıflandırma, satma,
yıkama işlerine giriştiler. Yakub için sandaletler yaptılar ve
sert ekmek pişirdiler. Hırsızlar yolda yolumuzu keserse diye
en değerli mücevherlerini tahıl sepetlerinin derinlerine yer­
leştirdiler. Keselerini dolduracak otlar için tepeleri kolaçan
ettiler.
Eğer isteselerdi, annemler bahçeyi çorak bırakabilirlerdi.
Her sebze soğanını alıp, gömülü tahıl stoklannı kazıp, yürü­
me mesafesindeki her an kovanını boşaltabilirlerdi. Ama yal­
nızca haklı olarak kendilerinin olduğunu düşündüklerini aldı-
K ı rm ı z ı Çadı r 1 0 7

!ar, daha · fazlasını değil. Bunu Laban 'a saygılarından değil,


arkada bırakılacak işçilerin eşleri ve çocukları için yaptılar.
Getir götür işlerini yapan ben de çok sıkı çalıştım. Kimse
beni okşamıyor ya da saçımla ilgilenmiyordu . Kimse yüzüme
gülümsemfyor ya da yün eğirmemi övmüyordu. Hor kullanıl­
mış ve ihmal edilmiş hissediyordum; ama, kara kara duşün­
düğümde bile kimse bunu fark etmedi ; böylece ben de ken­
dim için üzülmeyi bırakıp. bana söyleneni yaptım.
Eğlenceli bir zaman olabilirdi eğer hazırlıklarımızın son
haftalarında tüm inancını yitiren Ruti olmasaydı . Lea'nın ça­
dırının önünde tozun içinde oturmaya başladı, herkesi ·etra­
fından dolanmak durumunda bırakan umutsuz, yitik bir ha­
yal olmuştu. Lea çömeldi ve Ruti'yi hareket etmesi , çadırın
içine girmesi ve bir şeyler yemesi, huzı,ır bulması için ikna et­
meye çalıştı. · Lea kendisinden yaşlı olmadığı halde dişlerinin
çoğu dökülmüş ve bir kocakarı gibi ayaklarını sürüyen zaval­
lı kadın için üzüldü. A.rna yapılacak hiçbir şey yoktu ve onu
umutsuzluğundan kurtarmak için birkaç dil dökme teşebbü­
sünden scmra annem kalktı ve yürüdü.
İki nehir topraklarında geçirdiğimiz son yeni aydan önce­
ki gecede, Yakub'un eşleri sessizce kırmızı çadırda toplandı­
lar. Kız kardeşler önlerindeki sepette duran üç köşeli kekle­
re dokunmadan oturdular. Bilha "Ruti artık ölecek, " dedi.
Sözcükleri meydan okumayan ama doğruyu gösterir· halde
havada asılı kaldı. " Bir gün Laban ona öylesine sert vuracak
ki ya da yalnızca üzüntüden eriyip gidecek. "
Zilpa sessizlikte içini çekti ve Lea da gözlerini kuruladı.
Rahe! gözlerini ellerine dikti . Annem beni, kucağına sığ­
mayacak ka8ar gelişmiş olduğumdan , ayağının dibine, yere
çekti . Orada oturdum ve onun 'beni bir bebek gibi okşama­
sına izin vererek onun dalgın okşayışlarının tadını çıkardım.
Her yeni ayda yaptıkları gibi, her yedinci günde yaptıkla­
rı gibi, kadınlar adak olarak aya sundukları keklerden birini
yaktılar. Ama ne şükran şarkıları söylediler ne de dans etti­
ler.
1 0 8 Anita Diamanı

Bir sonraki gün işçilerin eşleri adet günleri için Yakub'un


eşlerine' katıldılar ama bu bir şölenden çok bir cenazeye ben­
ziyordu . Kimse hamile kadından belirtilerini saymasını iste­
medi. Kimse oğlunun kahramanlıklarından bahsetmedi . Ka­
dınlar birbirlerinin saçlarını örmediler, ya da birbirlerinin
ayaklarını yağ ile ovmadılar. Annelerin göğüslerini ve kucak­
larını arayarak bir içeri bir dışarı girip çıkan bebekler dışında
tatlı kekler el sürülmeden kaldı.
Tüm işçi eşleri arasında yalnızca Zibatu ve Uzna annele­
rimle birlikte Kenan' a gidiyorlardı. Diğerleri eşleriyle geride
kalacaklardı. Bu uzun bir kardeşliğin sonuydu. Çocuk doğu­
rurken birbirlerinin bacaklarını tutup, birbirlerinin çocukları­
nı emzirmişlerdi. Bahçede gülmüşler ve yeni ay için melodi­
ler mırıldanmışlardı. Ama o günler sona eriyordu ve her bir
kadın kendi anıları, kendi üzüntüleri ile başbaşa oturuyordu.
ilk kez olarak, kırmızı çadır hüzünlü bir yer olmuştu ve ben
de uyuyacak kadar yorulana dek dışarıda oturdum .
Ruti kırmızı çadırda görünmedi . Sabah oldu ve ardından
akşam ve o hala gelmedi. İkinci gün güneş doğduğunda, an­
nem onu aramam için beni gönderdi. Yusuf' a büyük baba­
mızın karısının o sabah ekmek pişirip pişirmediğini sordum.
Yahuda'ya Ruti'yi bir yerlerde görüp görmediğini sordum.
Erkek kardeşlerime ve işçi eşlerinin kızlarına sordum ama
kimse Ruti'yi gördüğünü hatırlamıyordu. Kimse hatırlayamı­
yordu. O ana kadar hüzün onu neredeyse görünmez kılmış­
tı .
Birkaç ay önce öylesine mutlu olduğum tepelere çıktım
ama şimdi gökyüzü kasvetliydi ve toprak da kur�ni görünü­
yordu. Ufku araştırdım, kimseyi göremedim. Kuyuya yürü­
düm, orası da boştu. Yakın meranın en uzak noktasındaki
bir ağacın alçak dallarına tırmandım, ama Ruti'yi yine göre­
medim.
Onun hiçbir yerde görünmediğini anneme söylemek için
geri giderken, onunla karşılaştım. Başıboş koyunların bazen
dolaşıp bacaklarını kırdıkları ıssız bir yer olan kurak bir vadi
Kı r m ı z ı Ç a d ı r 1 0 9

kenarında yatıyordu. İlk önce Ruti'nin sırtüstü, dik yamaca


uzanmış uyuduğunu düşündüm. Yaklaştıkça gözlerinin açık
olduğunu görebildim böylece ona seslendim, ama bana kar­
şılık vermek için hiçbir harekette bulunmadı.
Ağzının yayılmış olduğunu ve gözlerinin kenarlarına ve
kanla kapkara olmuş bileğinin üzerine sineklerin konduğunu
gördüğüm anda anladım. Leş kargaları başında dolanıyordu.
Daha önce hiç bir ceset görmemiştim. Gözlerim Ruti'nin
yüzünün; artık Ruti 'nin yüzünden çok hatırladığım bir yüz­
den izler taşıyan mavi arduvaz parçasının görüntüsüyle dol­
du. Üzgün görünmüyordu. Canı yanmış görünmüyordu.
Hiçbir şey gibi görünmüyordu, yalnızca boş . . . Ruti'nin nere­
ye gittiğini anlamaya çalışarak gözlerimi diktim. Ve o an fark
etmemiş olmama rağmen nefesimi tutuyordum .
Eğer Yusuf arkamda belirmeseydi o noktadan asla hare­
ket edemeyebilirdim. Rahe! onu da Ruti'yi araması için gön­
dermişti. Yanımdan geçip gitti ve bedenin yanına, yere çö­
meldi. Sabitlenmiş gözlerine hafifçe üfledi, parmağıyla ya­
naklarına dokundu ve ardından sağ elini kapatmak için göz­
lerinin üzerine koydu. Erkek kardeşimin cesareti ve soğuk­
kanlılığı karşısında büyülenmiştim.
Ama ardından Yusuf sanki bir yılan tarafından sokulmuş
gibi titredi ve geriye zıpladı. Bir zamanlar suyun aktığı ve çi­
çeklerin açtığı yere doğru, vadinin aşağısına doğru koştu.
Dizleri üzerine düşerek Yusuf kurak vadiye doğru öğürdü.
Derin derin hıçkırarak çömeldi ve inledi ve öksürdü. Ona
doğru yürüdüğümde sendeleyerek ayağa kalktı ve beni dur­
durmak için hamle yaptı .
"Geri dön ve onlara söyle, " diye fısıldadım. " Ben burada
kalıp akbabaları uzak tutacağım. Ağzımdan çıktığı saniyede
sözlerime pişman oldum. Yusuf cevap vermeye uğraşmadı,
yalnızca sanki onu bir kurt kovalıyormuş gibi ileriye atıldı.
Yüzümü bedenden öteye çevirdim, ama bileğinde ve ya­
nında duran kanlı bıçaktaki sineklerin vızıltısını susturama­
dım. Akbabalar kanat çırparak cıyaklıyorlardı . Rüzgar tuni­
ğimden içeri giriyordu titredim.
1 J O Anito Di11mont

Vadinin zirvesine doğru yürüdüm ve Ruti hakkında iyi


şeyler düşünmeye çalıştım. Ama tüm hatırlayabildiğim onun
gözlerindeki korku, saçındaki kir, bedeninin, o yenilmiş yığı­
nın ekşi kokusuydu. O da tıpkı benim annem gibi bir kadın­
dı, ama yine de tamamen annemqen farklı bir yaratıktı .
Lea'nın Ruti'ye karşı gösterdiği iyiliği anlayamıyordum. Yü­
reğimde ben de onun için oğullarının küçümseyici tavrını
paylaşıyordum. Neden Laban'a teslim olmuştu? Yaşam için
hiç cesareti yokken kendini öldürme ce�aretini nasıl bulmuş­
tu? Yüreğimin soğukluğundan utanmıştım, çünkü biliyordum
ki Ruti'yi burada öylece yatarken görünce Bilha ağlayacaktı
ve ne olduğunu öğrenince Lea da saçlarına küller serpecek­
ti .
Ama ben orada durdukça güçsüzlüğü için ve beni buna
tanık olmak zorunda bıraktığı için Ruti 'den daha çok nefret
etı;im. Beni almak için kimse gelm�yecek gibi görünüyordu
ve ben de titremeye başladım. Belki de Ruti kalkacak ve za­
limce düşüncelerime ceza olarak bıçağını bana doğrultacak­
tı. Belki de yer altı tanrıları onu almaya gelecek ve beni de
götürecekti . Annemin gelip beni kurtarması için ağlamaya
başladım. Her bir teyzemin adını tek tek haykırdım. Yusuf ve
Ruben ve '(ahuda'ya seslendim. Ama beni unutmuşlar gibi
görünüyordu.
Otlakta hareket ( eden iki kişinin siluetini gördüğümde
duyduğum endişeyle hastalanmıştım. Ama beni yatıştıracak
kimse yoktu. Kadınlar çadırda kalmışlardı. Yalnızca Ruti'nin
korkunç oğulları gelmişti. Kuru bir iç çekişle annelerinin yü­
züne bir çarşaf attılar. Beor sanki başıboş bir oğlak taşıyor­
muş gibi Ruti'yi ufak bir çıkın gibi sırtına vurdu. Onu tek ba­
şıma takip ettim. Kemuel zavallı ölü annesiyle hiç ilgilenmi­
yordu ve dönüş yolunda bir tavşan avladı. Oku hedefi bulun­
ca "A ha! " diye haykırdı.
Ancak kampın ucundaki kırmızı çadırı görünce gözyaşla­
rım yeniden yanaklarımdan süzülmeye başladı ve anneleri­
me koştum. Lea yüzümü ara$tırdı ve öpücüklere boğdu. Ra-
Kı r m ı z ı Ç a d ı r 1 1 1

hel bana sıkı sıkı sarıldı ve beni kokulu yatağına yatırdı. Zil­
pa bereketli yağmurlar ve bol .hasatlar hakkında bir ninni
söyledi, Bilha ise ben uykuya dalıncaya kadar ayaklarımı ov­
du. Bir sonraki akşama kadar uyanmadım ve 6 ana kadar
Ruti çoktan yerin altındaydı. Birkaç gün sonra oradan ayrıl­
dık.

Babam ve abilerim, tüm işçiler ve Laban'ın oğullan şim­


di Yakub'a ait olan çizgili ve benekli hayvanları ayirmak için
meralara gitmişlerdi. Tüm erkekler arasında yalnızca Laban
kampta kalıp doldurulan testileri saydı, onun razı olmadığı
hiçbir şeyi almadığımızı kontrol etmek için düzgünce katlan­
mış yünlüleri dağıttı . Tek bir özür bile dilemeden " Bu benim
hakkım" diyerek havladı durdu.
Sonunda Laban kızlarının yaptığı işleri didiklemekten
yorgun düşüp "iş için" Haran'a gitmeye karar verdi. Lea bu
bildiriye dudak büktü. Yolculuk sırasında 'yemesi için ona ye­
mek verdiler. "Yaşlı adam kumar oynamak, içki içmek ve di­
ğer tembel ahmaklara, sonunda aç gpzlü damadından ve
nankör kızlarından kurtulduğunu söyleyerek övünmek için
gidiyor, " dedi bana. Beor da, Kemuel'i başımıza bekçi bıra­
karak tam bir gösteri yapan Laban ile birlikte gitti.
Oradan ayrılmadan bir araya topladığı Yakub'un eşleri ve
ufak oğullarına "O her konuda benim y�tkime sahiptir, " de­
di. Laban'ın tepelerde kaybolmasının üzerinden Çok .geçme­
den Kemuel Rahel'den ona çok güçlü bir şarap getirmesini
i.stedi. "Bana çirkin kızlar gönderme, " diye böğürdü. " Ben
kız kardeşimi istiyorum. "
Rahe! ona hizmet etme konusunda hiç itiraz etmedi.
Çünkü bu ona, kadehine uykusunu getirecek otlar koyma
fırsatını veriyordu . "İyi iç kardeşim, " dedi tatlılıkla, ilk kade­
hini doldururken. "Bir tane daha alır mısın?"
Laban gittikten bir saat sonra Kemuel horlamaya başla­
mıştı . Her uyandığında Rahe! elinde içkiyle onun çadırına gi­
dip yanına oturuyor, onun acemice baştan çıkarma teşeb-
1 1 2 Anita Diamant

büslerine yalandan ilgi gösterir gibi görünüp, kadehini öyle­


sine sık ve çok dolduruyordu ki delikanlı yalnızca tüm günü
kaybetmekle kalmadı, ertesi gün de kendine gelemedi .
Kemuel horlarken, adamlar çadırların hemen dibinde
yükselen meraya sürüleri getirerek döndüler; böylece son sa­
atlerimiz melemeler, toz ve hayvan kokularıyla dolu geçti .
Aynı zamanda aramızda hiç de alışık olmadığımız böylesine
çok erkeğin gürültüsü ve gerilimiyle de doluydu.
Sıradan günlerde çadırlar yalnızca çocuklar ve kadınlarla
dolu olurdu. Hasta ya da güçsüz bir adam yatağında yatar ya
da yün, ekmek ve bira ile ilgili işler etrafında devam ederken
güneşin altında otururdu, ama böylesi bir adam utanmayı ve
kendi kendine yetmeyi bilirdi.
Şimdi ise yapacak çok az şeyi olan kalabalık ve sağlıklı bir
erkek grubumuz vardı. Oğullarının acımasız varlığı karşısın­
da annem "Ne bela, " dedi.
Mercimek ve soğan vererek o sabah Ruben'i ikinci kez
gönderdikten sonra "Her zaman açlar" diye homurdandı as­
la homurdanmayan Bilha . Her dakika başı Bilha ya da Lea
ekmek taşlarını ısıtmak için yaptıkları işe ara vermek zorun­
da kalıyorlardı.
Erkeklerin varlığı farkına varılmayan çok daha ince bir so­
runu da beraberinde getirmişti. Çadırlar Lea'nın uzmanlık
alanıydı ve ne yapılması gerektiğini bilen tek kişi olmasına
rağmen kocası yanındayken emirler veremiyordu. Bu yüz­
den Yakub'un arkasında durup yavaşça soruyordu, "Acaba
kocam büyük dokuma tezgahını söküp, bunu el arabasına
yüklemeye hazır mı?" ve o da oğullarına gereken şeyi yap­
malarını söylüyordu. Ve böylece işler, her şey tümüyle hazır
olana kadar ilerledi.
Hazırlık haftaları boyunca ve özellikle de Laban Haran
için ayrıldıktan sonra, teyzem Rahel' e yakın durdum. Onun
için bir şeyler taşımayı önererek, görevlerim konusunda on­
dan tavsiye isteyerek bir işten diğerine onu takip edecek ba­
haneler buldum. Gece inene kadar onun yanında kalıp hat-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 1 3

ta onun çarşafları üzerinde uyuya kalıp sabahları üzerime


onun tatlı kokulu pelerini örtülmüş olarak uyandım. Dikkatli
olmaya çalışıyordum ama benim onu izlediğimi biliyordu .
Ayrılmamızdan önceki gece, Rahe) onun her hareketine
sabitlenen bakışlarımı yakaladı. Önce ters ters gözlerini ba­
na dikti, ama sonra kazandığımı kabullenerek bir kez daha
bana baktı; onu takip edebilecektim. Zilpa'nın sunak taşının
yanında yüzükoyun uzanmış, geride bırakacağımız tanrı ve
tanrıçalarına bir şeyler fısıldadığı bamaha gittik. Oradaki ulu
ağaçların kökleri arasında otururken kafasını kaldırıp bize
baktı; ama Zilpa'nın, Rahel'in dizleri arasında oturan beni
gördüğünden emin değildim. 3eklerken teyzem saçımı ördü
ve bana sıradan otların şifa verici özelliklerini anlattı (kişniş
tohumları karın ağrısına, kimyon yaralara iyi geliyordu) . In­
na'nın ona öğrettiklerini benim de öğrenmem gerektiğine
uzun süre önce karar vermişti.
Zilpa kalkıp iç çekerek ayrılana kadar orada ağacın kuca­
ğında kaldık. Çadırlardan gelen sesler dinip son koyunlar da
ortadan kaybolana kadar oturduk. Dolunaya yarı yolu kalan
ay tepemizdeki dallara yükselene kadar ve tek ses bir koyu­
nun sıradan melemesi kalıncaya kadar bekledik.
Ardından Rahe! kalktı ve ben de yavaşça Laban'ın çadırı­
na yürürken onun ardından gittim. Teyzem benim varlığımın
farkındaymış gibi davranmıyordu ve daha önce hiç bulunma­
dığım bulunmayı da istemediğim yere doğru benim de geç­
mem için çadırın kapısını kaldırana kadar onun arkasında ol­
duğumu bildiğinden emin değildim.
Büyük babamın çadırının içi suyu kurumuş bir kuyu gibi
karanlıktı ve içerdeki hava pis kokulu ve bayattı. Elinde içkiy­
le Kemuel'in etrafında gidip gelirken burada bulunan Rahe!;
kaba tahtadan bir sıranın Laban'ın sunak taşı olarak hizmet
ettiği yere çadırın köşesine doğru onun horlayan bedenini
doğrudan geçti. Ev mabutları iki sıra şeklinde ayrılmıştı . Ra­
he) duraksamadan onlara uzandı ve sanki soğanları hasat
ediyormuş gibi beline bağladığı önlüğe bir bir onları attı :
1 1 4 Anita Diamant

İdollerden sonuncusu da önlüğüne düşünce döndü, yanın­


dan geçerken uykusunda inleyen Kemuel' e tek bir bakış bi­
le atmadan çadırdan çıktı ve sessizce çadırın kapısını benim
için tuttu.
Sessizliğe doğru yürüdük. Kalbim kulaklanmda çarpıyordu
ve çadınn kokusunu içimden atmak için derin bir nefes aldim
ama Rahe! durmadı. Hızla Bilha'nın uyuduğu çadıra yürüdü.
Teyzemin çarşaflar arasında hışırdadığını duydum ama içerfsi
idolleri r:ıereye sakladığını göremeyecek kadar karanlıktı. Ar­
dından Rahe! de uzandı ve daha fazlasını duymadım.
Onu sarsmak ve bana hazinelerin yerini göstermesi için
ısrar etmek istedim. Bana sarılmasını ve sessiz durarak bu işi
nasıl iyi becerdiğimi söylemesini istiyordum . Ama sessiz kal­
dım. Kemuel'in çadıra dalıp hepimizi öldüreceğini düşüne­
rek hızla çarpan kalbimle uzandım. Ev mabutlarının canlanıp
onları rahatsız ettiğimiz için bizi lanetleyeceğinden emindim
ve gece soğuk olmamasına rağmen çarşafın altında titredim.
Sonunda gözlerim rüyasız bir uykuya kapandı.
Çadınn dışından gelen seslerle uyandığımda Rahe! ve Bil­
ha çoktan gitmişlerdi ve ben de düzgünce katlanmış iki çar­
şaf yığını ile yalnızdım. Onları da yanında götürdüğünü fark
ettim. Rahe! idolleri bensiz götürmüştü. Böylesine dikkatle
onu izledikten ve takip ettikten sonra yine de onu kaçırmış­
tım. Erkek kardeşlerimin babamın çadırı olan keçi derilerini
yuvarladıklannı görerek dışarı fırladım. Her yanım; yerde du­
ran çadırlar, toplanmış sırıklar ve sarılmış iplerle kuşatılmış­
tı. Evim sökülmüştü. Gidiyorduk.
Yakub şafakla birlikte kalkmış ve yolculuk için tahıl, şarap
ve yağdan oluşan bir adak sunmuştu. Bir değişiklik sezen sü­
rüler meliyor ve toprağı tekmeliyordu. Köpekler havlamayı
kesmiyordu . Çadırların yarısı yerdeydi, sanki güçlti'bir rüzgar
dünyanın yarısını uçurmuş gibi kamp bir yana sarkmış ve
terk edilmiş duruyordu.
Bize eşlik etmeyenlerin gözyaşlarıyla tuzlanan bir sabah
kahvaltısı ettik. Kadınlar kaselerin sonuncusunu da koyup
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 1 5

boş ellerle kalktılar. Yapılacak hiçbir şey kalmamıştı ama, Ya­


kub ayrılmamız için bize hiçbir işarette bulunmuyordu . La­
ban söz verdiği gibi Haran'dan dönmemişti.
Güneş tepeye çıkmaya başlamıştı ve biz çoktan gitmiş ol­
malıydık ama Yakub Haran' a doğru giden yola bakan dağ
sırtının tepesinde tek başına durmuş, Laban' a dair bir işaret
görmek için gözlerini kısarak bakıyordu. Yakub 'un oğulları
kendi aralarında homurdanıyorlardı . Zilpa, elbisesini yırtıp
saçlarına küller koyduğu bamaha yürüdü. Gittikçe hava ısını­
yor ve sessizleşiyordu ve hatta sürüler bile susmuştu .
Sonra Rahel; Yakub'un etrafa bakındığı tepenin eteğinde
duran Ruhen ve Şimeon'un, Levi ve Yahuda'nın yanından
geçip kocasına yaklaştı ve şöyle dedi, "Gidelim. Kemuel ba­
na babasının mızraklar ve atlılarla dönüp bizi gitmekten alı­
koyacağını söyledi. Haran'a, hakimlere senin bir hırsız oldu­
ğunu söylemek için gitmiş. Beklememeliyiz. "
Yakub dinledi ve ardından cevap verdi, "Senin baban
böylesine cesur davranamayacak kadar çok korkuyor benim
tanrımdan. Ve Kemuel de aptalın teki . "
Rahel başını öne eğip, "Kocam daha iyisini bilir, ama sü­
rüler hazır ve mallar da paketlendi. Ayaklarımız sabırsız ve
yapacak hiçbir şey olmadan bekliyoruz. Gecenin karanlığın­
da hiçbir şey çalmıyoruz. Bize ait olan dışında hiçbir şey al­
mıyoruz. Mevsim uygun. Eğer daha çok beklersek, - ay incel­
meye başlayacak ve dünyayı karanlığa boğan yeni ay da yol­
culuğa çıkmak için hiç de uygun zaman değildir. "
Rahel'in söyledikleri gerçeklerden başka bir şey değildi
ve Yakub'un da Laban'ı yeniden görmek için hiç de arzusu
yoktu. Aslında, onu böylesine · beklettiği, oğullarının büyük
babalarına uygun bir elveda diyemeden bir hırsız gibi bura­
dan ayrılmasına neden olduğu için yaşlı adama öfkeliydi.
Rahel'in sözleri Yakub'un kendi amacını dile getirdi ve o
yanından ayrıldıktan sonra gitme emrini verdi. Yola çıkmak
için sabırsızlanan Yakub'un oğulları mutlulukla haykırdılar
ama geride kalan kadınlardan bir ağlama sesi yükseldi.
1 1 6 Anita Diamant

Babam onu takip etmemiz için işaret etti . Önce bizi , her
birimizin sunak taşının dibine birer çakıl taşı bırakacağımız
bamaha götürdü. Adamlar ayaklarının dibinde duran her­
hangi ufak bir taşı buradan selametle ayrılmak için ellerine
aldılar. Lea ve Rahel, yıllarca onlara gölgesini sunan ve hu­
zur veren en yakındaki sakız ağacının dibinde taş aradılar.
Tek söz edilmedi. Taşlar bizim adımıza tanıklık edecekti .
Bilha kendi taşını diğerlerinin üzerine koymadan önce öptü.
Yalnızca ben ve Zilpa bu an için hazırlıklıydık. Haftalar
öncesinden, yas tutan teyzem beni Ruti'nin öldüğü vadiye
götürmüş ve düzgün, oval taşlarla dolu derin vadi eteğini
göstermişti. O başparmağı büyüklüğünde ufak beyaz bir ta­
ne seçti . Ben ise neredeyse yumruğum kadar büyük ve üze­
rinde siyah çizgiler olan kırmızı bir tane aldım. Bunu benim
için sakladı ve ailemin kutsal yerine doğru son kez yürürken
avucumun içine koydu.
Ardından Yakub ailesini, işçilerin sürülerin başında bekle­
diği tepeye götürdü. Annelerim, hatta gözleri kıpkırmızı an­
cak kuru olan Zilpa bile geriye dönüp bakmadı.
UçüNCÜ BöLÜM

abam, yolculuk için ailesini, sürülerini ve tüm ev eşya­

B sını hazırladı. Yakub elinde bir zeytin dalı tutarak, ya­


nında kurumla yürüyen Levi ve Şimeon ile birlikte biz­
lere yol gösterdi. Onların arkasında sürülerle ilgilenemeye­
cek kadar genç kadınlar ve çocuklar yürüyordu. Uzna'nın
ufak oğlu ve kızı annelerinin ayakları dibinde ilerlediler, Ziba­
tu da belindeki askıda henüz bir bebek olan kızını taşıyordu.
Ona asılıp kalan mutsuzluğu biraz olsun hafifletmeyi umarak
Zilpa'nın yanına gittim. Ama onun hüznü, sonunda beni an­
nemle Bilha'nın yanına sürükledi; onlar ise yemekleri plan­
lama işine dalmışlardı, bana hiç ilgi göstermediler. Böylece
ben de Rahel'e yaklaştım, güneş tepemizde şiddetle bastırdı­
ğında bile yüzündeki gülümseme kaybolmamıştı. Arkasında­
ki çıkın ev mabutları için yeterince genişti ve ben de onların
burada saklandığına emindim.
Yusuf, Tali ve Issa'ya kadınların yanında yük taşıyan hay­
vanlarla kalmaları söylenmişti; bu da onların surat asmasına
ve toprağı tekmelemesine, evcil bir eşekle ağır bir arabayı
çeken öküze göz kulak olmaktan daha önemli bir görev al­
maları için ne zaman yeterince güven kazanacakları konu­
sunda homurdanmalarına neden oluyordu.
Bizim ve yük hayvanlarının tam arkasındaki Ruhen, sürü­
den, aralarında Zebulun, Dan, Gad, Aşer ve Zibatu'nun ko­
cası Nomir ile Uzna'nın çocuklarının babası Zimri 'nin de bu­
lunduğu işçilerden ve çobanlardan sorumluydu. Dört köpek,
1 1 8 Anita Diamanı

sürülerin etrafında koşuşturuyordu, kulakları kafalarına ya­


pışmıştı. Yalnızca Yakub yaklaştığında kahverengi gözlerini
keçi ve koyunlardan ayırıyor ve elinin bir dokunuşu ya da se­
siyle bir an olsun onun lütfuna mazhar olmak için efendile­
rinin etrafını kuşatıyorlardı.
Geri kuwetimiz Yahuda sürünün arkasından yürüyüp
gruptan ayrı düşenleri gözlüyoı du. Konuşacak hiç kimse ol­
madan orada yapayalnız kalacaktım, oysa erkek kardeşim
yalnızlığından hoşnut görünüyordu.
Sayımız ve büyük mal varlığımız gibi görünenlerden etki­
lenmiştim. Yusuf bana bunun sadece bize ait eşyaları taşıya­
cak yalnızca iki yük hayvanına sahip ufak bir grup olduğunu
söyledi, ama ben babamın mal varlığı karşısında gururlandım
ve annemin de kendisini bir kraliçe gibi hissettiğini düşün­
düm.
Levi ilerde yolun kenarında oturmuş bir silueti işaret etti­
ğinde henüz çok az yol kat etmiştik. Yakına geldikçe Rahe!
haykırdı: "Inna! " ve arkadaşını ve öğretmenini selamlamak
için ileri koştu. Ebe yolculuk için toplanmıştı, çarşaf ve se­
petlerle yüklü bir eşek de yanındaydı . Kervan , yalnız kadının
beklenmeyen görüntüsü karşısında durmadı; suwn olmadığı
bir yerde sürüyü durdurmak manasız olacaktı. Bunun yerine,
Inna eşeğini çekerek Yakub'a yaklaştı ve onun bir adım ar­
kasında kaldı. Inna babama doğru konuşmadı ama Rahel'le
konuştu böylece o da kadının sözlerine kulak misafiri olacak­
tı.
Genellikle en basit ve bazen de kaba terimler kullanan bi­
rinin ağzından çıkması kulağa tuhaf gelen tatlı sözlerle ebe
durumunu anlattı. "Oh, arkadaşım, dedi. Inna "Seni ayrılır­
ken görmeye dayanamadım. Benim hayatım senin yoklu­
ğunda ıssız olacaktı ve ben de bir başka çırak daha yetiştire­
meyecek kadar yaşlıyım. Yalnızca senin ailene katılmak ve
hayatımın geri kalan günlerinde sizin aranızda olmak istiyo­
rum . Beni koruması ve kendi çadırının kadınları arasında bir
yer karşılığında kocana tüm mal varlığımı veririm. Güneyde
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 1 9

de zanaatimi uygulamak ve orada ne öğrettiklerini öğren­


mek için size köleniz ya da hizmetçiniz olarak' eşlik ederim.
Kadınlar için tuğlaları düzenleyerek, erkeklerinizin yaralarını
iyileştirerek şifa verici Gula'ya Yakub adına hizmet ederek si­
ze yardım ederim, " dedi.
Babamı övdü, onun iyi olduğu kadar akıllı da olduğundan
bahsetti . Kendini onun hizmetkarı olarak sundu.
Ben Inna'nın konuşmasının tanıklarından biriydim. Ebe­
nin ne istediğini merak ederek Levi ve Şimeon da yaklaştı­
lar. Lea ve Bilha da dostlarının neden aralarında belirdiğini
keşfetmek için adımlarını sıklaştırmışlardı. Hatta Zilpa bile
kendine gelip yakına geldi.
Rahe!, elleri göğsünde kenetli, kaşlarıyla soruyu sorarak
yüzünü Yakub' a çevirdi. Kocası yüzüne gülümsedi . "Arkada­
şına kapım açıktır. Benim gözümde o, senin yardımcın ola­
cak. Sanki çeyizinin bir parçası gibi o, senin . Söyleyecek
başka bir şey yok."
Rahe!, Yakub'un elini öptü ve bir an bunu kalbinin üzeri­
ne koydu. Ardından Inna'yı ve eşeği arkaya, hayvanların ya­
nına, kadınların daha özgürce konuşabilecekleri yere götür­
dü.
Rahe!, ebeye "Kız kardeşim! " dedi. "Tüm bu olanlar da
ne?"
.
Inna sesini alçalttı ve ilk kanında hamile bırakılmış bir kız­
dan ölü doğan bir bebek -ufak kafalı, çarpık bacaklı- haKkın­
daki hikayeyi anlatmaya başladı. lnna kızgın bir dille "Çok
gençti , " dedi. "Çok çok genç . " Baba bir yabancıymış, yalnız­
ca bir peştamal giyen ve karısını Inna'nın kulübesine getiren
yaşlı, dağınık saçlı bir adammış. Bebek ve anne her ikisi de
öldüğünde ebeyi ona küfrederek kendi talihsizliğine neden
·

olmakla suçlamış.
Anneyi kurtarmaya çalışırken üç berbat gün geçiren Inna
dilini tutamamış. Yorgun ve üzgün, adama, canavar, diye ba­
ğırmış ve onu kocası olduğu kadar kızın babası da olmakla
suçlamış. Ardından da yüzüne tükürmüş.
1 2 0 Anita Diamant

Öfkelenen yabancı ebenin boğazına yapışmış ve onun


çığlıklarını duyup adamı geri çeken komşuları olmasaymış
onu öldürecekmiş, lnna bize boğazındaki morlukları göster­
di. Adam, lnna'nın babasından tazminat talep etmiş ama ln­
na'nın babası yokmuş, aynen erkek kardeşi ya da kocası da
olmadığı gibi . . . Annesinin ölümünden sonra yalnız yaşıyor­
muş.
Ailesinin kulübesini kullandığından vaktiyle sığınma talep
etmemiş ve ebelik de ona tahıl ve yağ ve hatta takas edece­
ği yün sağlıyormuş. Kimseye yük olmadığından kimse de
onu rahatsız etmiyormuş. Ama şimdi kızgın yabancı, şehir
halkının böylesi bir "iğrençliğe" nasıl hoşgörü gösterdiğini
bilmek istiyormuş.
"Yalnız bir kadın bir tehlikedir, " diye lnna'nın komşuları­
nın yüzlerine haykırmış. "Hakimleriniz nerede?" diye tısla­
mış. " Büyükleriniz kim?"
Bunun üzerine lnna korkuya kapılmış. Çamurdan köyü­
nün en güçlü adamı, kıt zekalı oğlu adına yaptığı bir evlilik
teklifini geri çevirdiğinden beri ondan nefret edermiş. Adam­
ları ona karşı kışkırtacağından korkmuş; belki de onu köle
gibi satarlarmış.
lnna, "Aptallar! Hepsi, " dedi ve toprağa tükürdü. Her
sözcüğü dinleyerek onun yanı sıra yürüyen ailemin tüm ka­
dınlarına seslenerek: "Sığınmak için aklıma siz geldiniz, " de­
di. " Rahe! bilir, dünyada her zaman bu tozlu tepelerden faz­
lasını görmek istemişimdir ve Yakub karılarına pek çokların­
dan iyi davrandığından, sizin gidişinizi tanrıların bir lütfu ola­
rak gördüm, diye devam etti. "Ve kız kardeşler size söyle­
meliyim ki akşam yemeğimi yalnız yemekten bıktım. Doğu­
munda bulunduğum bir bebeği erkekliğe adım atarken gör­
mek istiyorum. Yeni ayı dostlar arasında kutlamak istiyorum.
Kemiklerimin ben öldükten sonra uygun şekilde gömülece­
ğini bilmek istiyorum. " Bizlere bakarak kocaman gülümsedi.
"İşte buradayım.
Kırmızı Çadır 1 2 1

Aralarında böylesi bir şifa verici olmasından mutlu, kadın­


lar da ona gülümsediler. Rahel yetenekli olmasına rağmen,
Inna altın elleri ile ünlüydü ve anlattığı hikayeleri nedeniyle
de çok sevilirdi.
Zilpa Inna'nın ortaya çıkışını iyiye işaret olarak yordu.
Ebenin varlığı umutsuzluğunu öylesine yok etmişti ki az son­
ra teyzem şarkı söylemeye başladı. Heyecan verici bir şey
değildi; yalnızca bir tavşanın canını sıkan bir sineği, bunun
üzerine onu yutan ve kendisi de bir köpek tarafından yeni­
len tavşanı, bir aslan tarafından avlanan ve köpeği yiyen bir
çakalı, aslanı öldüren kibirli bir adamı ve An ve Enlil, gökyü­
zü tanrıları tarafından yakalanan ve ona bir ders vermek için
gökyüzüne konan adamı anlatan bir çocuk şarkısı.
Her çocuk ve bir zamanlar çocuk olduğundan her yetiş­
kin tarafından bilinen basit bir şarkıydı. Son satırda annele­
rimin tümü ve işçi kadınlar ve onların çocukları da şarkıya
katılmışlardı, Şimeon ve Levi birbirlerini bastırmaya çalışa­
rak bir yarış yapmaya bile başlamışlardı . Şarkı sona erdiğin­
de herkes ellerini çırptı ve güldü. Laban'ın gölgesinden uzak­
ta olmak keyifliydi . Yeni bir hayatın başında olmak keyifliy­
di.
Kadınların seslerini ve erkeklerin seslerini ilk kez olarak
bir şarkıda bir arada duyuyordum; yolculuk sırasında erkek­
lerin ve kadınların yaşamları arasındaki sınırlar gevşemişti.
Erkeklere sürülere su verme işinde katılıyorduk, onlar da ak­
şam yemeği için çıkınlan açmamıza yardım ediyorlardı. Ge­
celeri, gökyüzüne seslendikleri ve takım yıldızlarının hikaye­
lerini anlatan çoban şarkıları söylerken onları dinliyorduk.
Onlar da yürürken, ufak iğlerden yün eğirirken söylediğimiz
dokuma şarkılarımızı duyuyorlardı. Birbirimizi alkışlıyor, bir­
likte gülüyorduk. Yaşadığımız hayatın ötesinde bir zamandı.
Bir rüya gibiydi.
Şarkılar çoğu zaman ya hemen uykudan önce ya da sa­
bah erken saatlerde henüz hepimiz dinçken söyleniyordu.
Öğleden sonra olana kadar herkes acıkmış, ayakları ağrımış
1 22 Aniıa Diamanı

oluyordu. Kadınların gün doğumundan gün batımına kadar


sandalet giymeye alışmaları birkaç gün aldı -evdeyken çadı­
rın içinde ve dışında çıplak ayak gezerdik. lnna ayaklarımız­
daki su kabarcıklarını rahatlatıp ayağımıza kekik kokulu yağ
ile masaj yaparak acılarımızı dindiriyordu .
İştahımız da yerindeydi. Uzun günler herkesin kurt gibi
acıkmasına neden oluyordu ve erkek kardeşlerimin yol için
hazırlanan katıksız ekmek ve yulaf lapasının yanına yol bo­
yunca avladıkları kuş ve yaban tavşanları getirmesi de iyiydi.
Yemek, bir takasta aldığı parlak sarı sosla lnna tarafından
hazırlandığından farklı ama nefisti.
Akşam yemeği boyunca ufak söyleşiler oluyordu. Erkek­
ler kendi aralarında, kadınlar da kendi kendilerineydi. Ay
yükseldiğinde herkes uyumuş oluyordu -kadınlar ve çocuklar
geniş tek bir çadırın iÇinde kalabalık, erkekler ve oğlanlar da
yıldızların altında çarşafların arasında . . . Şafakla birlikte hızla
yenen soğuk ekmek, zeytin ve peynirden oluşan kahvaltıdan
sonra, yeniden yola düzülüyorduk. Birkaç gün böyle geçtik­
ten sonra, bir yerlere gömülmüş eski hayabmı güç hatırlar
oldum.
Her sabah yeni ve hoş bir şeyi de beraberinde getiriyor­
du. İlk gün lnna bize katıldı. İkinci gün öğleden sonra geç sa­
atte büyük bir nehirle karşılaştık.
Babam büyük suyu geçeceğimizi söylemişti ama onun
sözlerine bir anlam verememiştim. Nehir vadisine kuş bakı­
şı bakacağımız tepenin zirvesine geldiğimizde, hayrete düş­
tüm. Bu kadar çok suyu bir arada görmemiştim, Yakub ve
lnna dışında hiçbirimiz görmemiştik. Geçtiğimiz yerde su -ya
da Zilpa'nın nehri de bir birey olarak görüp bana dedirtme­
ye çalıştığı gibi "O"- çok geniş değildi. Buna rağmen benim
bildiğim akarsulardan yirmi kat daha büyüktü. Vadi nehir bo­
yunca, · batmakta olan güneşin ateşe verdiği kıvılcımlar saçan
bir yol gibi görünüyordu.
Dibinin çakıl taşlarıyla kaplandığı bir geçite geldik, geçit
sığ olmasına rağmen genişti. Her iki yanda uzanan nehrin
K ı r m ı z ı Ç a d ı r 1 23

dibi pek çok atlı araba ile düzleşmişti ve babam yarın saba­
ha kadar burada konaklamamıza karar verdi. Hayvanlar su­
ya salındı ve biz de kamp kurduk ama yemekten önce ba­
bam ve kardeşlerim Euphrates'in kıyılarında toplanıp ulu
nehre kutsal şarap döktüler.
Bizler sığ geçitteki tek yolcular değildik. Nehir kenarların­
da, yukarda ve aşağıda tüccarlar yemek yemek ve uyumak
için konaklamışlardı . Erkek kardeşlerim dolanıp yeni yüzlere
ve tuhaf kıyafetlere baktılar. Yusuf " Bir deve, " diye bağırdı
ve erkek kardeşlerimiz de bu sıska bacaklı hayvana yakından
bakmak için onun arkasından koştular. Ben onlarla gideme­
miştim ama geride kalmış olmaktan da üzüntü duymuyor­
dum. Bu, beni bir hikaye anlatıcı gibi çeken nehre inmek
için bana bir şans vermişti.
Gün ışığının son izleri de gökyüzünden çekilene kadar su­
yun kenarında durdum, sonra akşam yemeğinin ardından
nehrin kokusunun keyfine varmak için geri döndüm; iyi su­
yun tatlı, yoğun kokusundan tamamen farklı bu koku benim
için güzel olduğu kadar da heyecan vericiydi. Annem Lea
bataklıkta çürüyen çimenlerin ya da böylesine çok hayvan ve
erkeğin birbirine karışan varlığının kokusunu duyduğumu
söylemişti ama ben bu suyun kokusunu, annemin bedeninin
kokusunu bildiğim gibi biliyordum.
Diğerleri uyumaya gittikten sonra bile .nehrin yanında
oturdum. Ayaklarım buruşup yumuşayana ve hiç görmedi­
ğim kadar bembeyaz olana kadar suyun içinde sallC\dım. Ay
ışığı altında yapraklar yavaşça akıntıya kapılıp gözden kay­
bolurken izledim. Suyun sığ setlere yavaşça çapması ile üze­
rime rehavet çöktü ve sesler beni kendime getirdiğinde ne­
redeyse uyumuştum. Yukarı akıntıya bakmak için döndü­
ğümde iki siluetin suyun ortasında hareket ettiğini gördüm.
Bir an için bunların nehir şeytanları ya da beni _su dolu bir
mezara sürüklemek üzere gelen su hayvanları olabileceğini
düşündüm. İnsanların suda bu şekilde hareket edebilecekle­
rine dair hiçbir fikrim yoktu -daha önce hiç yüzen birini gör-
1 24 Anita Diamanl

memiştim. Ama sonra bunların yalnızca adamlar, devenin


sahipleri, birbirleriyle tuhaf, mırıltılı bir dille konuşan Mısırlı­
lar olduğunu fark ettim. Kahkahaları sessiz olmasına rağ­
men; su, sesi sanki onlar doğrudan benim kulaklarıma fısıl­
dıyormuş gibi taşıdı. Onlar sudan çıkıp nehri, gece içindeki
huzurlu yolculuğunda rahatsız edilmeden bırakana kadar ya­
tağıma gitmedim.
Sabah babam ve erkek kardeşlerim, elbiselerini kuru kal­
ması için kaldırarak neredeyse hiç durmadan nehrin içinde
yürüdüler. Annemler sandaletlerini kemerlerine takıp bacak­
larını bu kadar fazla gösterdiklerine kıkırdayarak ilerlediler.
Zilpa geçerken bir nehir şarkısı mırıldandı. İkizler düşünce­
sizce birbirlerine su sıçratarak hızla öne atıldılar.
Ama ben korkuyordum. Nehre aşık olmama rağmen en
derin noktasında suyun babamın beline geldiğini görebiliyor­
dum. Bu benim boynuma kadar suya gömüleceğim anlamı­
na geliyordu, boğulabilirdim de. Bir bebek gibi annemin elin­
den tutmayı düşündüm ama, o kafasının üzerinde bir çıkını
dengede tutmaya çalışıyordu. Annelerimin hepsinin elleri
doluydu ve ben de Yusuf tan elimi tutmayı istemeyecek ka­
dar gururluydum.
Korkmaya vaktim yoktu. Yük hayvanları arkamda ilerle­
mem için beni zorluyorlardı, böylece ben de suya girdim ve
suyun bileklerime ve baldırlanma çıkmasını izledim. Akıntıyı
dizlerim ve uyluklarımda bir okşayış gibi hissettim. Bir anda
belim ve göğsüm de suyla kaplandı ve kıkırdadım. Korkacak
hiçbir şey yoktu! Su tehdit etmiyordu yalnızca bozmak iste­
mediğim bir kucaklayışı vardı . Öküzler ve ardından da hay­
vanların geri kalanları geçene kadar bir kenarda durdum.
Kollarımı suda hareket ettirerek onların yüzeye kalkmalarını
hissettim, hareketlerimi takip eden dalgaları izledim.İşte sihir
bu, diye düşündüm. İşte kutsal olan şey bu.
Boyunlarını suyun üstünde tutmaya çalışan koyunları;
gözleri kocaman olmuş, ayakları yere zor değen keçileri iz­
ledim. Ve ardından sanki suyun üzerinde koşar gibi köpek-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 25

ler geldi -hem de hiç zorlanmadan bacaklarını çırpıp su püs­


kürterek ilerleyerek. İşte daha çok sihir; köpeklerimiz de Mı­
sırlılar gibi yüzebiliyordu.
Sonunda benim birkaç dakika önce hissettiğim gibi Yahu­
da da suya kuşkuyla bakarak yanım sıra geldi. " Kız karde­
şim," dedi, "uyan ve benimle birlikte yürü. İşte elim , " diye eli­
ni uzattı. Ama elini tutmak için ona uzanırken dengemi yitir­
dim ve sırt üstü düştüm. Yahuda beni yakaladı ve sürükledi .
Üstümde gökyüzü sırt üstü duruyordum ve suyun beni kaldır­
dığını hissediyordum. "Ay! " Ufak bir çığlık ağzımdan kaçtı.
Bir nehir şeytanı, diye düşündüm. Bir nehir şeytanı beni tu­
tuyordu. Ama Yahuda beni kenardaki çakıl taşlarının üzerine
çekti ve ben de vücudumdaki o vahşi hafifliği yitirdim .
O gece daha sonra kadınlar arasında uyumak üzere yat­
tığımda annemlere nehrin kıyısında ve sonra da suyun için­
den geçerken gördüklerimi ve hissettiklerimi anlattım. Zilpa
benim nehir tanrısı tarafından büyülendiğimi söyledi. Lea
uzandı ve her ikimizi de onaylayarak elimi sıktı. Ama Inna
"Sen suyun çocuğusun. Senin ruhun nehrin ruhuna karşılık
vermiş. Sen bir gün bir nehir kenarında yaşamalısın, Dina.
Yalnızca bir nehrin yanında mutlu olabilirsin. " dedi.

Kenan'a yapılan yolculuğun her dakikasını sevdim. İğimi


meşgul tuttuğum sürece, annemler ne yaptığımla ya da ne­
reye gittiğimle ilgilenmiyorlardı, böylece kervanın başından
sonuna gezinip her an her yerde olmaya ve her şeyi görme­
ye çabalıyordum. Biz ilerledikçe muhakkak değişmiş olan
toprak ve gökyüzü hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum. Bir
keresinde Rahel ve Inna, güneye gittikçe daha da dikleşen
ve sarp hale gelen bir tepeye otlar ve çiçekler toplamaya be­
ni de götürdüler. Ağaçların Rahel ve Inna kadar ince kadın­
ların bile aralarından geçmek için tek sıra halinde yürümele­
rini gerektirecek kadar sık olduğunu gördüğümde hayrete
düşmüştüm. Parmaklarımın tüm gün boyunca taze kokması­
na neden olan ağaçların ilginç iğnelerini hatırlıyorum.
1 2 6 Anita Diamant

En çok da yolda gördüklerimizden keyif alıyordum.· Sedir


ağacı yüklü Mısır'a doğru yol alan at arabaları, Damaskus'a
giden köle sıraları ve Şekem'den gelip Karkamış'a eski evi­
mizin yakınlarına giden tüccarlar vardı. Pek çok ilginç insa­
nın yanından geçiyorduk: oğlanlar gibi temiz-tıraşlı .�rkekler
ve iri, esmer, çıplak göğüslü erkekler. Yolda: çok az kadın ol­
masına rağmen, siyah çarşafların arkasına gizlenen annele­
ri, çıplak köle kızları ve bakırdan yapılan bir göğüs zırhı gi­
yen bir dansözü gördüm.
Yusuf da ·benim kadar insanlardan etkilenmişti ve zaman
zaman özellikle farklı bir hayvan ya da kıyafete yakından
bakmak için arkalarından koşuyordu. Ben ise onunla gide­
meyecek kadar utangaçtım ve annemler de zaten buna izin
vermezlerdi. Erkek kardeşim gördüklerini anlatır ve biz de
hepimiz buna hayret ederdik.
Ben ise kendi ailemle ilgili gözlemlerimi Yusuf'la paylaş­
mıyordum. Kendimi anne-babam ve erkek kardeşlerim hak­
kında daha fazlasını öğrenmek için casusluk yapan biri gibi
hissediyordurn ama onlar hakkında -özellikle de babam hak­
kında daha fazlasını öğrenmek için yanıp tutuşuyordum. Ya­
kub her gün bir süreliğine bizimle yürüdüğünden onu izliyor­
dum ve annemlere nasıl davrandığını fark ettim. Lea ile er­
zak ve planlar hakkında ve Rahel'le de Haran'ın kuzeyine
yaptığı yolculukla ilgili anıları hakkında konuşuyordu. Davra­
nışlarında her iki kadına da saygısızlık etmemek konusunda
dikkatliydi.
Babam yaklaştığında Zilpa başını öne eğerdi ve o da iyi­
likle karşılık verirdi, ama nadiren konuşurlardı. Yakub, Bil­
ha 'ya sanki onun çocuğuymuş gibi gülümserdi. Onun tek
dokunduğu kişiydi, ne zaman yanından geçse elini onun yu­
muşak siyah saçında gezdirirdi. Bu, Bilha'ya düşkünlüğünü
ifade eden bir samimiyet hareketiydi, ama karıları arasında
en küçüğü olarak onun güçsüzlüğünü de ispatlayan bir şey­
di. Bilha hiçbir şey söylemez yalnızca bu okşayışlar karşısın­
da derinden kızarırdı.
K ı rm ı z ı Ç a d ı r 1 2 7

Ruben'in Bilha'ya olan bağlılığının da zaman geçtikçe


azalmadığını fark ettim. İdeal kilolarına ulaşıp yüzlerinde sa­
kalları bitince erkek kardeşlerimin çoğu anneleri ve teyzele­
ri ile çocukluk bağlarını zayıflatıyorlardı ; kadınların özellikle
de Bilha'mn yanında vakit geçirmekten hoşlanan Ruhen ha­
ricinde hepsi. O ise gezi sırasında her an onun nerede oldu­
ğunu biliyor görünürdü. Onu çağırdığında yeğeni olmasına
rağmen, "Evet, kardeşim," diye cevap verirdi. Asla kimsey­
le onun hakkında konuşmazdı, onun adını ağzına aldığını
duyduğumu hiç sanmıyorum ama onların sonsuz sevgisini
görebiliyordum ve bu beni mutlu ediyordu.
Ruben'i anlamak kolaydı ama Yahuda huzursuzdu. Sürü­
lerin arkasındaki yerini o seçmişti ama zaman zaman ondan
daha ufak olan .erkek kardeşlerini görevini devralması için
zorlar, böylece gezebilirdi. Kayalıklı bir tepenin zirvesine tır­
manır ve aşağıya bize bağırır; ardından gece inene kadar or­
tadan kaybolurdu. Inna bir akşam anneme, Yahuda o gece
geç saatte ateşin başına gelip yemeğini aradığında, "Bunun
için çok genç ama bu çocuk çoktan bir kadına aç, " diye m,­
rıldandı .
Yahuda'ya döndüm ve erkek kardeşimin vücudunun bir
erkeğinkinin şeklini almaya başladığını fark ettim, kolları iyi­
ce kaslanmış, bacaklarında kdlar çıkmıştı. Tüm erkek kardeş­
lerim arasında en yakışıklı olanıydı. Dişleri mükemmel, be­
yaz ve ufaktı; bunu hatırlıyorum çünkü öylesine nadiren gü­
lümserdi ki her zaman bu hayret verici olurdu. Yıllar sonra
ilk kez incileri gördüğümde Yahuda'nın dişlerini düşündüm.
Yahuda'ya bir erkek olarak bakınca Ruben'in de tam ola­
rak evlenecek ve çocukları olacak yaşta olduğunu düşün­
düm. Aslında kızı neredeyse yürüyecek yaşa gelen No­
mir' den daha genç değildi. Şimeon ve Levi de evlenecek ka­
dar buyüklerdi. Ardından Haran'dan ayrılmamızın bir diğer
nedenini daha fark ettim -Laban'ın yapış yapış parmakları
işe karışmadan erkek kardeşlerimin alacakları gelinler için
başlık paralarını çıkarmak. Anneme bunu sorduğumda
1 2 8 Anita Diamant

"Şey, elbette ki, " dedi, kendi kendimin dünyayı kavrayış şek­
limden ve sezgimden etkilenmiştim.
Artık kimse Laban'dan bahsetmiyordu. Günler geçip ay
küçülmeye başladıkça, büyük babamın elinden kurtulmuş
görünüyorduk. Her şeyin ötesinde Yakub sürünün arkasın­
daki Yahuda'yı ziyaret edip, kayınpederinin gelip gelmediği­
ni görmek için omuzlarından bakmaya son vermişti . Bunun
yerine düşünceleri Edom'a ve babasının hayır duasını çaldı­
ğı günden bu yana yirmi yıldır görmediği erkek kardeşi
Esav'a odaklanmıştı. Haran'dan uzaklaştıkça, Yakub da
Esav'dan o kadar sık bahsetmeye başlamıştı.
Yeni aydan önceki gün, kırmızı çadırı hazırlamamıza ve
kadınlara tanınan üç gün boyunca yenecek yemek yapma­
mıza zaman kalması için öğleden sonra erken saatte konak­
ladık. Bir günden fazla bu yerde kalacağımız için babam da
çadırını kurdu. Yabani sarımsağın bol miktarda yetiştiği ufak
şirin bir dere kenarındaydık. Ekmeğin kokusu kısa sürede
kampı doldurdu ve büyük kaplarda yahni hazırlandı böylece
annelerim erkeklerin hizmetinden muafken onların yiyecek­
leri hazır olacaktı.
Annemler ve Uzna kadınların çadırına güneş batmadan
girdiler. Erkeklere hizmette yardım etmek için ben dışarıda
kaldım. Hayatımda hiç bu kadar sıkı çalışmamıştım. On dört
erkeği ve oğlanı ve iki ufak çocuğu ve elbette ki içerideki ka­
dınları beslemek hiç de küçümsenecek bir iş değildi. Hizme­
tin çoğu bana düştü, çünkü Zibatu sık sık bebeğini emziriyor­
du. Inna'nın ise erkek kardeşlerime karşı hiç tahammülü
yoktu.
Yetişkin bir kadının işini yaparak ailemi besliyor olmaktan
kıvanç duyuyordum. Sonunda karanlık indikten sonra an­
nemlere kırmızı çadırda katıldığımızda, dinlenmeye hiç bu
kadar ihtiyaç duymamıştım. İyi uyudum ve rüyamda bir taç
giydiğimi ve sular dökündüğümü gördüm. Zilpa bunların ka­
dınlığımın çok da uzakta olmadığına dair işaretler olduğunu
söyledi. Tatlı bir rüyaydı ama bir sonraki sabah Laban'ın se­
sinin yankılandığı bir kabusla son buldu.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 1 2 9

Ama bu bir rüya değildi. Büyük babam adalet aramaya


gelmişti. "İdollerimi çalan hırsızı bana verin, " diye böğürdü.
"Ev mabutlarım nerede?"
Elinde zeytin dalıyla Laban 'la karşılaşmak için uzun adım­
larla ilerleyen babamı görmek için tam zamanında çadırdan
çıktım. Beor ve Kemuel büyük babamın arkasında duruyor­
lardı; yanlarında, çok sevdikleri Yakub'un yüzüne bakmak­
tansa gözlerini yere indiren Haran' dan gelen üç işçi vardı.
"Kime hırsız diyorsun?" diye babam sordu. " Kimi suçlu­
yorsun, seni bunak ahmak? Hiç ücret almadan onursuzca
yirmi yıl boyunca sana hizmet ettim. Bu barışı bozana kadar
burada hırsız yoktu. "
Laban'ın, damadının ses tonu karşısında dili tutuldu. Ya­
kub " Ben senin huzur dolu yaşlılık günlerinin tek nedeni­
yim, " dedi, "dürüst bir hizmetkardım. Benim olmayan hiçbir
şey almadım. Benim olduğuna rıza gösterdiklerin dışında bu­
rada hiçbir şey yok ve sana verdiklerim düşünülürse bu hiç
de adil bir ödeme değildi."
"Kızların, benim karılarımdır ve onlar seni istemiyorlar.
Torunların, benim oğullarımdır ve onlar sana hiçbir şey
borçlu değiller. Senin topraklarındayken, sana hak etmedi­
ğin bir saygı gösterdim; ama şimdi konuğu ve ev sahibini
bağlayan yükümlülüklerim yok."
O ana kadar, kardeşlerimin hepsi Yakub'un arkasında
toplanmışlardı ve birlikte bir orduyu andırıyorlardı. Yusuf bi­
le ellerinde bir dal tutuyordu. Hava nefretle gerilmişti.
Laban bir adım geri attı. "Oğlum! Neden beni azarlıyor­
sun?" diye dil döktü, sesi aniden yaşlı ve yumuşak çıktı. "Yal­
nızca sevgili aileme, kızlarıma ve torunlarıma elveda demek
için buradayım. Bizler akrabayız, sen ve ben. Sen benim ye­
ğenimsin ve ben de seni bir oğul gibi seviyorum. Sözlerimi
yanlış anladın. Yalnızca ailemi öpmek ve size hayır duaları­
mı vermek istiyorum, dedi parmaklarını çıtlatıp, teslimiyet
gösteren bir köpek gibi başını önüne eğerek. "Abram'ın tan­
rısı benim babalarımın da tanrısı değil mi? O mükemmel,
1 3 0 Anita Dlamant

emin olabilirsin. Ama oğlum," dedi Laban, Yakub'un yüzü­


ne bakarak, "peki ya benim diğer tanrılarım? Onlarla ne
yaptın?"
" Ne demeye çalışıyorsun, " dedi babam.
Laban gözlerini kıstı ve cevapladı, "Ev ilahlarını çalınmış
ve onlar sizin ayrılmanız üzerine yok oldu. Onların benim ve
oğullarımın olduğunu söylemeye geldim. "
" Neden beni onların korumasından mahrum bırakmayı
istiyorsun? Yalnızca yüzünü görmediğin bir tanrıya tapındı­
ğın halde onların öfkesinden korkuyor musun?"
Babam Laban'ın ayaklarına tükürdü. " Ben hiçbir şey al­
madım. Evdeki eşyalarım arasında sana ait hiçbir şey yok.
Çadırlarını altında hırsızlara yer yoktur. "
Ama Laban kararlıydı,. "Ev mabutlanm benim için değer­
lidir, yeğenim. Bu yeri onları almadan terk etmeyeceğim."
Bunun üzerfıe Yakub omuz silkti. " Burada değiller, " de-
di. "Kendin bak." Ve bununla birlikte Laban'a sırtını dönüp
ağaçların arasına girip gözden kayboldu.
Laban araştırmasına başladı. Erkek kardeşlerim kolları
göğüslerinde kenetli durup, yaşlı adam her çıkını bozup,
her kıvrılmış çadırı açıp, parmaklarını her tahıl çuvalına so­
kup, her şarap tulumunu sıkarken yaşlı adamı izlediler. Ya­
kub'un çadırına yönelince, Şimeon ve Levi onun yolunu tı­
kamaya çalıştılar, ama Ruben onları kenara çekti. Laban'ın
peşinden gidip, babamızın çarşaflarını karıştırıp bir çukur
kazılmış mı diye yeri tekmelemek için yerdeki döşemeyi bl�
le kaldırdı.
Gün ilerledi ve Laban hala araştırıyordu. Büyük babam
kırmızı çadıra ilerlerken ben de gördüklerimi annemlere ra­
por ederek bir ileri bir geri koşturuyordum. Yüzleri ifadesiz
kaldı ama' endişelendiklerini biliyordum. Yeni ay sırasında
kadınların E:11erinin işlediğini hiç görmemiştim, yine de her
biri iği ile meşguldü.
Laban babamın çadırını kurcaladıktan sonra, kırmızı ça­
dır dışında araştıracağı hiçbir yer kalmamıştı . Gözleri kam-
Kı rm ı z ı Ça d ı r 1 3 1

pın sonundaki kadınların çadırına kilitlendi'. Sağlıklı bir erke­


ğin kendi isteğiyle yeni ayda o yere girmesi düşünülemezdi.
Adamlar ve oğlanlar onun kanayan kadınların -daha da kö­
tüsü kendi kızlarının- arasına girip girmeyeceğini görmek
üzere gözlerini diktiler.
Laban kadınların çadırına yaklaştıkça kendi kendine söy­
lendi. Kapıda durdu ve omzunun üstünden baktı. Oğulları ve
torunlarına baktı ve ardından Laban örtüyü açtı ve içeriye
girdi.
Laban'ın hırıltılı nefesi tek sesti. Sinirli bir şekilde, kadın­
lardan hiçbirinin gözleriyle karşılaşmadan çadıra göz gezdir­
di. Kimse hareket etmedi ya da konuşmadı. Sonunda ve bü­
yük bir güvenle, "A ha, " dedi ve üst üste konmuş çarşaflara
yöneldi.
Rahe! samanların üzerindeki yerinden kalktı. Babasına
seslenirken gözlerini yere indirmedi. Aslında gözlerini doğ­
rudan onun yüzüne dikti ve kızgınlık veya korku ya da: hiçbii:"
duygu belirtisi olmaksızın "Onları ben aldım, Baba. Tüm ev
mabutları bende. Tanrılarının hepsi burada. " dedi.
"Onların üzerine oturdum. AilelT).izin mabutları benim ay
kanımla yıkandı, kurtarılamayacak şekilde benim kanımla
kirletildi. Eğer istersen bunları alabilirsin, diye Rahe! sakin
sakin devam etti, sanki önemsiz şeylerden bahsediyordu.
"Bunları kazıyıp hatta istersen senin için silebilirim, baba.
Ama bunların gücü şimdi sana karşı döndü. Bu andan itiba­
ren onların korumasından yoksunsun. "
Rahe! konuşurken kimse soluk almadı. Laban'ın gözleri
büyüdü ve titremeye başladı. Çadırdan süzülen pembemsi
ışık altında parlıyor görünen güzel kızına baktı. Laban'ın dö­
nüp görüş alanımızdan ayağını sürüyerek kaybolmasıyla son
bulan uzun ve berbat bir andı.
Babam, kendinden emin, güvenle · "Hiçbir şey bulama­
dın, dedi. Laban cevap vermeyince Yakub devam eti, "Ça­
dırlarımda hırsız yok. Bu bizim son karşılaşmamız olacak,
yaşlı adam. İlişkimiz sona erdi .
1 32 Anita Diamant

Laban bir şey demedi, ama ellerini açtı ve yumuşak baş­


lılıkla kafasını öne eğdi. "Gel , " dedi. "Aramızdaki meseleyi
çözelim. " Büyük babam, kamptaki tepeye doğru onu takip
etmek için Yakub'a doğru yürüdü. Erkek kardeşlerim de ta­
nık olmak üzere onu takip etti.
Laban ve Yakub her biri on taş seçtiler ve aralarındaki sı­
nırı belirleyecek bir yığın oluşturana kadar birbiri üzerine
bunları koydular. Laban yığının üzerine şarap döktü. Yakub
bunun üzerine yağ döktü. Her bir adam da birbirlerinin ba­
caklarına değerek diğerine barış yemini etti. Ardından Ya­
kub döndü ve tepeden aşağıya yürüdü. Laban'la son kez
karşılaşıyorduk ve bunu bir lütuf olarak gördük.
* * *

Yakub burayı derhal terk etmek istediğinden, kırmızı ça­


dır ertesi sabah söküldü ve babamın anayurdum dediği top­
raklara doğru yolculuğumuz kaldığı yerden devam etti.
Babam, Esav'a ait hatıralarıyla tükenmişti. Yirmi yıl geç­
mesine rağmen hala Esav'ın başına geleni tam olarak kavra­
dığında erkek kardeşinin yüzünün aldığı şekli ayrıntılarıyla
hatırlıyordu. Sevgili babasının hayır duasını çalarak ona iha­
net eden yalnızca Yakub değildi, Rebeka'nın da bunun arka­
sında olduğu açıktı, bu durum kadının tercihinin küçük oğ­
lundan yana olduğunu kanıtlayan pek çok şeyin sonuncusuy­
du.
Esav aile ihanetinin parçalarını bir araya getirirken Yakub
erkek kardeşinin yüzünü izlemiş ve babam utanmıştı . Yakub
Esav'ın karnındaki sancıyı anlamıştı ve eğer kardeşinin ye­
rinde o olsaydı, o da bir hançer ile kardeşini kovalayacağını
biliyordu.
Yakub, yaşamını, intikam peşindeki erkek kardeşinin ha­
yaliyle sürdürüyor ve kardeşini günler boyunca oğullarına,
onlarla geçirdiği geceler boyunca da Lea'ya ve Rahel'e ve
Bilha'ya anlatıp duruyordu . Ne de olsa artık kendi çadırını
kurdurduğundan sabaha kadar bir kadında huzur bulabiliyor-
K ı r m ı z ı Ç a d ı r 1 33

du. Yakub'un korkusu öylesine derindi ki anılarında erkek


kardeşinin kendisine duyduğu kısa süreli öfkeden daha güç­
lü olan sevgisine dair ne varsa silinmişti. Esav'ın onu besle­
diği ve koruduğu, onunla birlikte güldüğü ve onu övdüğü
günleri unutmuştu.
Babamın duyduğu korku Esav'ı bir intikam şeytanına dö­
nüştürmüştü; ben de onu ağaç kütüklerine benzer kollarıyla
bir tilki gibi kırmızı hayal ediyordulT' Bu amca benim rüya­
larımı kuşatıyor ve çok sevdiğim bu yolculuğu kesin bir ölü­
me doğru zorunlu bir yürüyüşe döndürüyordu.
Korku içinde yürüyen tek ben değildim. Babamın Esav hi­
kayelerini anlatmaya başlamasından sonra artık yolda ya da
kampta şarkı söyleyemez olmuştuk. Laban'dan son kez ayrıl­
dıktan sonraki günlerde yolculuk sessizleşmişti ve Yahuda bi­
le artık sürülerin arkasında tek başına yürümek istemiyordu.
Bir süre sonra önümüzde geçilmesi gereken bir nehir da­
ha belirdi. Ve Esav zihnimden çıktı gitti. Akan suyu yeniden
görmek beni eğlendirmişti. Lezzetli kokusuna ve çıkardığı
sese yaklaşmak için nehir kenarına koştum.
Babam da nehrin görüntüsü ile ve yapılacak işlerle yeni­
den dinçleşmiş görünüyordu . O gece kıyıda kamp yapacağı­
mızı bildirdi ve en büyük oğullarını görevlerini vermek için
etrafına topladı.
Su hiçbir yerde kuzeydeki kadar geniş olmasa da merke­
ze doğru daha da derinleşiyor ve hızlanıyordu. Yapraklar
akıntıyla yavaş yavaş kıvrılarak akmıyor, sanki çevik bir avın
peşinden koşuyormuş gibi hızla hareket ediyorlardı . Güneş
çoktan alçalmaya başlamıştı, burayı hızla geçmeliydik.
Inna ve Zilpa, hayvanlardan ilki suya sokulup karşıya ge­
çirilirken, nehir tanrısına bir adakta bulundular. Daha ufak
hayvanların ikişerli olarak her iki yanlarında bir erkekle en­
selerinden tutulup götürülmeleri gerekti. Köpekler yorgun­
luktan bitkin düşene kadar çalıştılar. Akıntıda neredeyse biri­
ni kaybediyorduk ama Yusuf onu yakaladı ve erkek kardeş­
leri arasında bir anda kahraman oluverdi.
1 34 Anita Diamanı

Erkeklerin tümü yorgun düşmüşlerdi. Yahuda bile bir yan­


dan onu sürükleyen akıntıya karşı durmaya çalışırken diğer
yandan da korkan hayvanlara yol gösterme çabasıyla sende­
liyordu. Nehir cömertti ve hayvanlardan hiç biri kaybedilme­
di. Güneş ağaçların tepesine geldiğinde geride yalnızca
öküz, eşekler, kadınlar ve bebekler kalmıştı.
Ruhen ve Yahuda, sanki katledilmeye götürülen bit hay­
van gibi sesler çıkaran korkmuş öküzle uğraştılar. Hayvanı
karşıya geçirmeleri uzun vakit aldı ve sonunda bunu başar­
dıklarında alacakaranlık olmuştu. Annem ve pen karşıya ge­
çen son kişiler olduk. Bu kez elim onun ellerinin arasınday­
dı, böylece akıntı beni alıp götürmedi. Kıyıya ulaştığımızda
karanlıktı ve geride yalnızca babam kalmıştı.
Yakub suyun karşısından bağırdı : "Ruhen" dedi.
Erkek kardeşim cevap verdi. " Ben buradayım. "
Babam, "Hay\ianlara göz kulak ol, " dedi, "bir çadır kur­
makla uğraşma. Gece yeterince ılık. İlkışıkla karşıya geçece­
,,
ğim. o· zaman yola çıkmak için hazır olun.
Annem Yakub'un planından hiç hoşlanmadı ve Ruben'e
babamızı çağırmasını ya da nehri geçmeyi ve geceyi onunla
birlikte geçirmeyi önermesini söyledi. Ama Yakub buna izin
vermeyecekti. "Annene korkularıyla oturmasını söyle. Ben
ne bir çocuk, ne de titrek bir ihtiyarım. Kuzeye yolculuk
ederken gençliğimde yaptığım gibi gökyüzünün altında ken­
di kendime uyuyacağım. Sabah yola Çıkmak için hazır olun,"
dedi Yakub ve daha fazla konuşmadı.
Gökyüzünde hala yeni ay vardı, bu yüzden gece de ka­
ranlıktı. Hayvanların ıslak kürkleri yaydıkları kokuyla havayı
bulanıklaştırmasa, su havayı tatlılaştıracaktı. Gecenin ayazın­
da ıslak kalmaya alışkın olmayan hayvanlar uykularında me­
liyorlardı. Çarpan suyun melodisini dinlemek için uyanık kal­
maya Çalıştım ama bu kez, su sesi, beni derin bir uykuya ya­
tırdı. Herkes derin derin uyuyordu. Eğer babam seslenseydi
kimse onu duymazdı.
K ı r m ı z ı Ç a d ı r 1 35

Ruhen daha güneş doğmadan Lea ile birlikte Yakub'u


karşılamak için nehrin kenarındaydı ama babam ortalarda
gözükmedi. Kuşların günü karşılayan sesleri kesilmiş ve gü­
neş çiğ tanelerini kurutmaya başlamıştı ama ondan hala ha­
ber yoktu. Lea'nın işareti üzerine Ruhen, Şimeon ve Yahu­
da babalarını aramak için suya daldılar. Onu etrafında çalıla­
rın bulunduğu bir alanın ortasında kuru, ezik ve kırılmış otla­
rın içinde hırpalanmış halde ve çıplak buldular. Ruhen baba�
mızı örtecek bir elbise için bağırarak bize geri döndü ve ar­
dından da onu ırmaktan karşıya geçirdi.
Yakub, oğlunun kollarında bilinçsiz şekilde sağ bacağı
sanki artık vücuduna ait değilmiş gibi tuhaf bir açıyla sarka­
rak getirildiğinde, gürültü yerini sessizliğe bıraktı . lnna . öne
atılıp babamın çadırının kurulmasını emretti.. Bilha ateş yak­
tı. Erkekler boş ellerle duruyorlardı. Ruben'in onların sorula­
rı karşısında verecek cevabı yoktu ve herkes sessizleşti.
lnna çadırdan çıkıp, "Ateşi var, " dedi. Rahe) onun şifalı
otlar takımı.nı almak için koştu. lnna, Ruben'e onu içeriye
kadar takip etmesi için işaret etti ve birkaç dakika sonra ba­
bamızın bacağını yerine oturtmaya çalışırken acı bir hayvan
çığlığının koptuğunu duyduk. Bunu takip eden inlemeler ise
daha da kötüydü.
Bir içeri bir dışarı gidip gelen lnna'nın ciddi yüzünü ve
Rahel'in pembeleşen yanaklarını izleyerek farkına varılma­
dan ve ihtiyaç duyi.İlm.adan çadırın dışında oturdum. Onların
söylediklerini duymak için kafasını eğen annemin dudakları­
nı ince bir çizgi şeklinde sıktığını gördüm. Babam, mavi bir
nehir şeytanına bağırıp sulardan çıkan bu güçlü düşmana
karşı savaşması için bir melek ordusunu yardımına çağırır­
ken çadırının duvarlarında yankılanan sesi dinledim. Zilpa
Gula'ya dualara mırıldandı ve lnna da adlarını daha önce hiç
duymadığım antik tanrılarla ilgili ilahiler söyledi: Nintinugga,
Ninisinna, Baba.
Babamın ağlayıp erkek kardeşine merhamet için yalvar­
dığını duydum. Yakub'un, on bir erkek evlat babasının kay-
1 3 6 Anita Diamant

bolmuş bir çocuk gibi annesini çağırdığını duydum, "Ema,


Ema. " Sanki huysuz bir çocukmuş gibi lnna'nın onu sakin­
leştirip bir şeyler içmesi için cesaretlendirdiğini duydum.
O sonu gelmeyecek gibi günde kimse bir şey yemedi ve
çalışmadı. Çadırın yanındaki yerimde uyuya kaldım, rüyala­
rım babamın çığlıkları ve annemlerin mırıltılarıyla şekillendi.
Şafakla birlikte uyandım ve beni sessizlik karşıladı. Baba­
mın öldüğüne emin dehşet içinde ayağa fırladım. Büyük bir
ihtimalle Esav tarafından yakalanacak ve köle yapılacaktık.
Ama tam ağlamaya başlamıştım ki Bilha beni buldu ve kol­
ları arasına aldı.
Keçeleşmiş saçımı okşayarak " Hayır, ufaklık, " dedi. "O
iyi. Bilinci yerine geldi ve şimdi sakin sakin uyuyor. Annele­
rin de uyuyorlar, tüm bu yaşananlardan dolayı öylesine yo­
ruldular ki . "
Çektiği sıkıntılardan sonraki ikinci gece alacakaranlık in­
diğinde, babam akşam yemeğini yemek için çadırın kapısı
önünde oturacak kadar iyiydi. Bacağı hala ağrıyordu ve zor
yürüyordu ama gözleri berrak ve elleri güçlüydü . Yeniden
korkusuzca uyudum.
Böylece Jabbok nehri kenarında iki ay boyunca konakla­
dık. Yakub da iyileşti. Kadınların ve işçilerin çadırları kurul­
du. Günler eski düzenli halini almaya başladı, kadınlar ye­
mek pişirirken erkekler de sürülerle ilgileniyordu. Nehirden
çıkarttığımız kil ile bir tandır yaptık; yol boyunca yediğimiz
üzerinde her zaman toz tadı bulunan kuru katığın yerine ye­
niden ta�e ekmek yemek güzeldi, hafif nemli ve ılık. Ya­
kub'un hastalığının ilk günlerinde kemiklerinden güç verici et
suyuna çorba yapmak için iki koyun kesildi, böylece bir sü­
reliğine yemekte et de oldu. Bu nadir bulunan ikram, olayı
bir şölene çevirdi.
Ama babam sağlığına kavuşunca korkuları da öncekin­
den daha güçlü olarak geri döndü ve onu değiştirdi. Yakub
erkek kardeşinin intikamı dışında hiçbir şeyden konuşamaz
oldu ve gece saldırısını ve melekler ordusuyla girdiği çarpış-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 3 7

mayı gelecek savaşın habercisi olarak gördü . Onu sakinleş­


tirmek için yapılan her teşebbüsten şüphelenmeye başladı
ve şefkatli Ruben'i yolladı. Bunun yerine Levi'ye bağlanma­
ya başladı; o da, Yakub'un endişelerini daha fazla arttırma­
sına yol açıp, babamızın dehşet veren varsayımları karşısın­
da gaddarca kafasını salladı.
Kendi aralarında annemler Yakub'un son rüyasının taşıdı­
ğı anlamı zihinlerinde tartıyorlardı, rüya öylesine güçlüydü ki
bu dünyaya geçmişti. Yakub'un endişeleri ve planları üzeri­
ne tartışıyorlardı. Saldırmalı mıydık? Esav'a bir elçi gönder­
mek hata mı olurdu? Yardım için babası İshak 'a başvurma­
sı daha akıllıca olmaz mıydı? Belki de kadınlar yalnızca ka­
yınvalideleri değil aynı zamanda da halaları olan Rebeka 'ya
bir elçi göndermeliydi. Ama kocalarının tavrındaki değişiklik­
ten hiç söz etmiyorlardı . Öz güven sahibi adam, aşırı hassas
ve tedbirli olmuştu. Şefkatli baba talepkar ve hatta soğuk bir
insana dönüşmüştü. Belki de bu hastalığının neden olduğu
bir davranıştı, diye düşünüyorlardı ya da belki de yalnızca
onlar benim gördüğümü görmüyorlardı.
Esav' dan her bahsedildiğinde bundan nefret etmeye baş­
ladım hatta bir süre sonra duyduğum korku yerini sıkıntıya
bıraktı. Onların çadırlarından sakınmaya başladığımda an­
nemler bunu fark etmediler bile. Onlar da babamın ortaya
çıkan hikayesi ve bizi nelerin beklediği konusundaki tahmin­
lerle öylesine kuşatılmışlardı ki . . Ve benim için yapacak hiç­
.

bir şey yoktu. Yünün tümü eğirilmişti ve dokuma tezgahları


da açılmayacaktı, bu nedenle ellerim sık sık boş kalıyordu.
Kimse su getirmem ya da yün taşımam için beni çağırmıyor­
du ve zararlı otlardan temizlenecek bahçe de yoktu. Çocuk­
luğun sonlarındaydım ve hayatımda hiç omadığım ve bir da­
ha asla olmayacağım kadar özgürdüm.
Yusuf la birlikte nehri keşfe çıktık. Kenarından yürüdük
ve suyun girdabında oynaşan ufak balıkları izledik. Kurbağa­
lar avladık, daha önce gördüklerimize hiç benzemeyen par­
lak yeşil renktekileri . Ben vahşi otları ve sebzeleri topladım .
1 3 8 Anita Diamanı

Yusuf da bala batırmak üzere çekirgeleri yakaladı. Soğuk su­


larda ayaklarımızı yıkadık ve sırılsıklam olana kadar birbiri­
mize su sıçrattık. Güneşte kuruduk ve elbiselerimiz Jab­
bok'un rüzgarı ve suyu koktu.
Bir gün nehrin yukarısına yürüdük ve nehrin üzerinde do­
ğal bir köprü keşfettik -kolay geçişi sağlamak için yapılan
düz taşlardan bir yol. Yasaklayacak kimse olmadığından kar­
şı kıyıya geçtik ve kısa sürede babamızın yaralandığı yeri bull
duğumuzu fark ettik. Onun tarif ettiği açıklığı tanıdık -on se­
kiz ağaç, ezilmiş otlar ve de kırılmış ve bükülmüş çalılıklarla
çevrelenen bir daire. Büyük bir ateşin yakıldığı bir alanda dö­
vülmüş bir yer bulduk.
Ensemdeki tüyler ürperdi ve Yusuf elimi kendisininkilerin
içine aldı, elleri korkuyla terlemişti. Yukarı bakarken hiçbir
şey duymadık -ne kuş cıvıltıları ne de yaprakların rüzgarda­
ki fısıltısı. Yanmış yerden hiç koku gelmiyordu, gün ışığı bile
etrafımızda suskun görünüyordu. Hava, vadide yatan Ruti
kadar ölü görünüyordu.
Ayrılmak istedim ama hareket edemiyordum. Yusuf bana
daha sonra kendisinin de kaçacak olduğunu anlattı. Ama
ayakları toprağa mıhlanmıştı. Babamızın korku salan melek­
lerinin dönüp dönmediğini merak ederek gözlerimizi gökyü­
züne kaldırdık ama gökyüzü bomboştu. Bir şeyler olmasını
bekleyerek taşlar gibi kıpırdamadan durduk.
Ağaçların arasından gökgürültüsüne benzer tiz bir çıtırtı
koptu; çığlık attık ya da en azından bağırmaya çalıştık, ama
siyah bir yaban domuzu ormandan koşarak çıktığında açık
ağzımızda� tek bir ses bile çıkmadı. Harap olmuş çayırlık bo­
yunca bize doğru koştu. Yeniden sessiz çığlığımızı haykırdık,
bir ceylan hızıyla bize yönelen hayvanın toynaklarından ge­
len ses de duyulmuyordu. Ölmek üzere olduğumuzu düşün­
düm ve gözlerim annemler için duyduğum acıyla doldu,
Lea'nın benim arkamdan hıçkırdığını duydum.
Onu bulmak üzere döndüğümde orada değildi. Ama bü­
yü de bozulmuştu. Ayaklarım özgürdü, ve kendimden bekle-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 3 9

meyeceğim bir güçle Yusuf'u da çekerek nehre doğru koş­


tum. Taşlara ulaşıp yollın bittiğini fark ettiği�de belki de be­
nim de yanımda melekler vardı diye düşündüm. Yusuf ilk ka­
yalıktan kayıp ayağını kesti. Bu kez sesi acıyla çınlıyordu.
Çığlığının sesi domuzu olduğu yerde durdurmuş gibiydi ve
sanki bir mızrakla vurulmuşcasına hayvan düştü.
Yusuf kendini toparlayıp karşı kıyıya doğru hızla ilerledi,
ellerimi ona uzattım ve suyun, yaprak hışırtılarının, ·kalpleri­
mizin korkulu çarpıntısının çıkardığı sesler arasında titreye­
rek birbirimize sarıldık.
Erkek kardeşim "Orası nasıl bir yerdi öyle?" diye sordu,
ama ben yalnızca kafamı sallayabildim. Yaban domuzuna,
açıklık alana ve ağaçlardan oluşan daireye dönüp baktık ama
hayvan kaybolmuştu ve manzara şimdi sıradan hatta güzel
görünüyordu. Bir kuş cıvı)dqyarak ufuk boyunca uçuyor ve
ağaçlar da rüzgarda dans ediyordu. Titredim. Yusuf elimi sık­
tı. Tek söz etmeden, o günü sır olarak saklayacağımıza dair
yemin ettik.
Ama erkek kardeşim bir daha asla eskisi gibi olmadı. O
geceden sonra babamızın rüyalarının etkisinde rüyalar gör­
meye başladı. Önceleri, melekler ve şeytanlarla dans eden
yıldızlarla ve konuşan hayvanlarla mucizevi karşılaşmaların­
dan yalnızca bana bahsediyordu. Daha sonraları ise rüyala­
rını benimle birlikte başkaları da duymaya başladı.
DöRDÜNCÜ BöLÜM

suf ve ben ortadan kayboluşumuz hakkında sorguya


ekileceğimizi düşünerek kampa döndük, neler oldu­
gunu kurnaz annelerimizden saklamaya çalışmak ko­
nusunda endişeliydik. Ama kimse geldiğimizi görmedi. Tüm
gözler Yakub'un yanında duran bir yabancıya çevrilmişti.
Adam güneye özgü bir aksanla heceleri yutarak konuşuyor­
du ve onun ağzından duyduğum ilk sözcük "babam" oldu.
Elçinin yüzünü görmek için yanından süzülünce olsa olsa bir
akraba olabilecek birini gördüm.
Bu Elifaz'dı, Esav'ın oğlu ve benim kuzenim, öylesine Ya­
huda'ya benziyordu ki bunu yüksek sesle ağzımdan kaçırma­
mak için elimle ağzımı kapattım. Yahuda gibi sağlıklı ve ya­
kışıklıydı, hatta daha da uzundu. Aslında Ruben kadar uzun­
du. Öylesine uzun zamandır özlemle beklediğimiz haberleri
bize getirirken başı bir yana yatmış sol kolu beline dolanmış
sağ eli açılıp kapanarak Ruben'in mimikleri ile konuşuyordu.
Elifaz " Babam akşam olmadan gelecek, " dedi. "Kadınlar
da dahil sayıları kırkı bulan erkek kardeşlerim, işçiler ve kö­
leler ile birlikte geliyor. Annem de onların arasında, diye
ekledi, bir yandan da kendilerine rağmen kibarca gülümse­
yen annelerime doğru başını sallıyordu.
Elifaz konuşurken babamın yüzü bir maskeyi andırıyordu
-tepkisiz ve duygusuz. Yüreğindeyse aslında sövüp sayıyor,
ağlıyordu. Esav'ın bizi tek bir saldırıyla yerle bir etmemesi
için bizi iki gruba bölme planı bozulmuştu. Hangi hayvanla-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 4 1

rın barış adağı olarak verileceği ve hangilerinin de Esav'dan


saklanacağı hakkında erkek kardeşlerimi yönlendirerek geçi­
rilen tüm o akşamlar artık işe yaramazdı . Annemler berbat
öfkesini yatıştırma umutlarıyla babamın ağabeyine sunmak
istediği malları ayırmaya ve hazırlamaya bile henüz başlama­
mışlardı.
Şimdi tuzağa düşürülmüştü. Şeytanlar ve meleklerle dü­
şüncelerini öylesine meşgul ettiği ve amacını bulandırdığı
için kendine küfrediyordu, çünkü şimdi arkalarında kaçmala­
rını engelleyen nehirle birlikte çadırları konum olarak savun­
masızdı.
Ama Yakub bunların hiçbirinden yeğenine bahsetmedi.
Eşit derecede kibarlıkla Elifaz'ı buyur etti ve ona getirdiği ha­
ber için teşekkür etti. Onu kendi çadırına götürüp, dinlen­
mesini sağladı ve ona yiyecek ve içecek getirilmesini söyle­
di. Lea yemeği hazırlamaya gitti. Rahel genç adama arpa bi­
rası getirdi, ama kadınlar acele etmemeye özen gösterdiler
böylece Yakub'un da düşünmeye vakti olacaktı.
Elifaz dinlenirken Yakub annemi buldu ve ona kadınların
en iyi elbiselerini giymelerini sağlamasını ve adakları hazırla­
masını söyledi. Ruben'e erkek kardeşlerini gösterişli elbisele­
ri içinde bir araya toplattı ve hançerlerini kuşaklarının altın­
da gizlemelerini söyledi böylece Esav kendisine hiç zarar gel­
meden anlan katledemeyecekti. Bunların tümü hızla yapıldı.
Elifaz yemekten kalktığında tümümüz sıralanmış gitmeye ha­
zırdık.
Elifaz "Bu hiç gerekli değil, amca , " dedi. " Babam size ge­
liyor. Neden onu burada huzur içinde karşılamıyorsunuz?"
Ama Yakub buna itiraz etti. "Onun durumunda bir ada­
ma yaraşacak bir tavır içinde erkek kardeşimi karşılamalı­
yım. Ona hoş geldin demek için yola çıkmalıyız. "
Arkada yalnızca işçileri ve onların eşlerini bırakarak Ya­
kub bize yol gösterdi. Elifaz onun yanında yürüyordu , onları
annemlerin güttüğü adak hayvanları -on iki güçlü keçi ve on
sekiz sağlıklı koyun- takip ediyordu . Lea'nın omzundan geri-
1 4 2 Anitu Diamant

ye baktığını gördüm; hüzün ve korku, güneşin önündeki bu­


lutlar gibi yüzünü kaplamıştı ama hüznünü çabuk atlattı ve
yüzüne bir huzur maskesi takındı.
Babam durmak için eşyaları yere bıraktığında henüz çok
kısa süre yürümüştük -hatta elbiselerimizin tozlanmasına ne­
den olacak kadar bile uzun değildi. Esav hafifçe eğimi artan
vadinin uzak köşesinden görüntüye girdi. Yakub erkek kar­
deşini selamlamak için yalnız yürüdü ve Esav da aynını yap­
tı; maiyetindeki yetişkin oğullarından oluşan grup da onu az
arkadan takip etti. Tepenin eteğinde iki adam yüzyüze gelir­
ken dehşetle izledim. Bir anda babam erkek kardeşinin
önünde yerdeydi. Berbat bir an için onun görünmeyen bir
ok ya da mızrakla vurulduğunu düşündüm. Ama ardından
dizleri üzerinde yükseldi ve yerlere kadar eğildi, tekrar tekrar
tam yedi kez toprağa secde etti. Bu bir kölenin efendisini se­
lamlama şekliydi. Annem utanç içinde başka yana baktı.
Açıkça· görülüyordu ki amcam da erkek kardeşinin göste­
risi karşısında huzursuzlanmıştı; o da yere çömeldi ve başını
bir o yana bir bu yana sallayarak Yakub'u kolundan tuttu.
Sözcükleri duyamayacak kadar uzaktaydık ama iki adamın
önce yerde çömelmiş, sonra da ayakta birbirleriyle konuş­
tuklarını görebiliyorduk.
Ve ardından inanılmaz şey oldu. Esav kollarını babama
doladı. Erkek kardeşlerim derhal ellerini kuşakları altında
gizlenen hançerlerine götürdüler. Ama Esav erkek kardeşine
zarar vermek için değil onu öpmek için hamle yapmıştı. Ba­
bamızı uzun bir kucaklamayla göğsüne bastırdı ve sonunda
birbirlerini bıraktıklarında, Esav, oyun sırasında çocukların
yaptıgı gibi kardeşini omzundan itti. Ardından elini babamı­
zın ellerinde gezdirdi ve bunun üzerine her iki adam da biri
esmer ve biri açık tenli, biri uzun ve biri tiknaz olmasına rağ­
men annelerinin rahmini paylaştıklarını kanıtlayan aynı içten
kahkahayla güldüler.
Babam erkek kardeşine bir şey söyledi ve yeniden Esav
onu göğsüne bastırdı ama bu kez ayrıldıklarında kahkaha
Kırm ızı Çadır 1 43

yoktu. Daha sonra Ruben kolları birbirlerinin omzunda bize


doğru yürünı:ek için döndüklerinde yanaklarının gözyaşlarıy­
la ıslak olduğunu söyledi .
Şaşkındım. Esav, kırmızı suratlı, k,ana susamış, il)tikam
düşkünü adam, babamın kollarında ağlamış mıydı? Rüyaları­
ma giren ve erkek kardeşlerimin dudaklarından şarkıları ça­
lan canavar bu adam mıydı?
Annelerim hayret dolu gözlerle baktılar ama Inna'nın
omuzları sessiz bir kahkahayla sarsılıyordu. Haftalar sonra
Sukkota'da o günün hikayesini yeniden anlatılırken "Senin
baban tam bir ahmak, " dedi. " Böyle bebek yüzlü tatlı bir in­
sandan korkulur mu? Böyle kuzu gibi bir adam için hepimi­
ze kabuslar yaşatılır mı?"
Babam Esav'ı konakladığımız yere götürdü ve Yakub er­
kek kardeşine hediyeler sundu. Amcamız geleneklere uygun
olarak üç kez bunları reddetti ve sonra_da geleneklere uygun
olarak erkek kardeşinin sunduklarını her birini en övgü dolu
kelimelerle kabul etti. Hediye sunma töreni uzun zaman al­
dı, bense yalnızca Esav'ın arkasında duran kuzenlerime,
özetlikle de kollarına ve bileklerine, kolyeler ve d92inelerce
bileklik takan kadınlara daha yakından bakmak istiyordum.
Hayvanları, yünü, yiyecekleri ve Yakub'un ikinci en iyi
çoban köpeğini kabul ettikten sonra Esav erkek kardeşine
dönüp babamın kendi �esine çok benzer bir sesle sordu, " Bu
efendi adamlar da kim bakalım?"
Böylece Yakub oğullarını tanıttı; adları söylendikçe onlar
da amcalarının önünde yerlere kadar eğildiler. " Bu · Ruben,
benim ilk oğlum, orada duran Lea'nın oğlu. " Annem olabil­
diğince başını eğdi, bu davranışının saygı göstermekten çok
tüm oğulları sayılmadan Esav'ın onun birbirinden farklı göz­
lerini görmesini engellemek için olduğunu düşündüm .
·Babam "Ve burada da yine Lea'nın çocukları: Şimeon ve
Levi. Bu da Yahuda, d�di dördüncü oğlunun omzuna vura­
rak. Yahuda ve Esav birbirlerine aynı tebessümle gülümsedi­
ler.
1 4 4 Anita Diamant

"Zebulun da Lea'nın oğludur ve bunlar da onun ikizleri


Naftali ve İssakar. "
Esav, annemi selamladı ve " Lea, on binlerin annesi, " de-
di. Lea gururla kızardı.
Ardından babam Yusuf'u tanıttı. "Bu da en ufakları, Ra­
hel'imin tek oğlu, " dedi, bu sözleri teyzeme olan düşkünlü­
ğünü sergiliyordu. Esav başını salladı ve en gözde oğula bak­
tı ve Rahel'in yıllar geçtikçe eksilmeyen güzelliğini süzdü. O
da, hala günün olayları ile afallamış bakışlarıyla ona karşılık
verdi.
Yakub, Dan'i takdim etti. "Bu da Rahel'in cariyesi Bil­
ha'nın oğlu, ve bunlar da Gad ve Aşer, benim için Lea'nın
cariyesi Zilpa tarafından dünyaya getirildiler. "
Erkek kardeşlerim ya da teyzelerim arasındaki ayrımın ilk
kez böylesine açıklandığını ya da halka mal edildiğini duy­
muştum. Dünyanın "cariyeler" diye adlandırdığı daha değer­
siz eşlerin oğullarına baktım ve böylesine isimlendirilmekten
ötürü başlarının nasıl da eğildiğini gördüm.
Ama Esav ikinci olmanın ne demek olduğunu biliyordu
ve diğer erkek kardeşlerime de yaptığı gibi aynı şekilde da­
ha değersiz olan oğullara yaklaştı, Dan, Gad ve Aşer'in yan­
larına giderek onları selamlamak için ellerini tuttu. Bilha ve
Zilpa'nın oğullarının gururları okşandı; ben de böylesi bir
amcaya sahip olduğum için gururlandım.
Esav'ın oğullarını sorma sırası şimdi de babamındı, Esav
her birini gururla tanıttı: "Zaten Elifaz'la tanıştın, orada du­
ran Adat'tan olan ilk oğlum, " dedi, dövülmüş bakır diskler­
den yapılmış bir baş örtüsü takan ufak, tombulca bir kadını
işaret ederek.
Esav "Ve, işte Reuel" dedi, sakallı ince, esmer bir adama
kolunu dolayarak. Kucağında bir bebek taşıyan tatlı yüzlü bir
kadını göstererek, "Basemat'ın oğludur, " dedi.
Esav " Ufak oğullarım, Yeuş, Yalanı ve Korah. Orada Ba­
semat'ın yanında duruyorlar, ama onlar aslında en genç ka­
rım Oholibama 'nın oğulları, " dedi. "Geçen bahar doğum sı­
rasında öldü.
K ı rm ı z ı Ç a d ı r 1 4 5

Tanışmalar sürerken herkes boynunu uzatıp adı geçenle­


ri görmeye çalışıyordu, ama ancak Yakub'un nehir kenarın­
daki kampına doğru yaptığımız kısa yürüyüş sırasında birbi­
rimize daha yakından bakabildik. Ağabeylerim, erişkin ku­
zenlerini süzdüler ama konuşmadılar. Kadınlar bir araya ge­
lip, yavaş yavaş birbirleriyle tanışmaya başladılar. Aralarında
Adat'ın iki ufaklığı da bulunan Esav'ın kızları da vardı. Aslın­
da Adat pek çok kız dünyaya getirmişti, bazıları yetişkindi ve
kendileri de anne olmuştu, ama Libbe ve Amat henüz evlen­
memişlerdi . Benden çok büyük değillerdi, ama ben hala ço­
cuk elbisesi giydiğim ve kendileri ise artık birer kadın olduk­
larından beni umursamadılar.
Basemat, Oholibama'nın çocuklarına ve özellikle de
Oholibama'nın hayatına mal olan bebek, Iti'ye karşı iyi bir
üvey anneydi. Basemat pek çok bebek kaybetmişti, hem kız
hem erkek, sayısını zor hatırlıyordu. Tek bir oğlu Reuel ve
yaşavan tek kızı, tam da benim boyumda Tabea vardı . Ta­
bea ve ben yürürken yanyana düştük ama kafilenin üzerine
çöken ciddi sessizliği bozmaya cesaret edemeden biz de ses­
siz kaldık.
Öğleden sonra çadırlarımıza ulaştığımızda vakit geç ol­
muştu. Akşam yemeğini hazırlamaya başlamalarını söyle­
mek için işçi kadınlara önden bir elçi gönderilmişti, pişen ek­
mek ve kızaran et kokusuyla karşılandık. Ama yine de İshak
'ın oğullarının uzlaşması gibi büyük bir olayı kutlamak üzere
verilen ziyafet öncesi yapılacak çok şey vardı.
Kadınlar işe girişti ve Tabea da nehir boyunca yabani so­
ğanlar toplamama yardım etmek üzere gönderildi. Görev bi­
len kızlar gibi başlarımızı salladık ama büyüklerimizin görüş
alanından çıkar çıkmaz, neredeyse gürültüyle kahkaha attım.
Bir dilek gerçekleştirilmişti. Yalnız kalmıştık.
Tabea ve ben, Jabbok'a geldiğimizin daha ilk günü benim
soğanları topladığım tarha geldik; sepetimizi dolduracak ka­
dar yeni filizler topladık. Ama annelerimizin işimizi ne kadar
çabuk bitirdiğimizi bilmelerine gerek olmadığına karar ver-
1 4 6 Anıta Diamant

dik, ayaklarımız suyun içinde, çocukluğumuza dair anılarla


dolu bir avuç hikayeyi ortaya dökerek özgürlüğümüzün tadı­
nı çıkardık.
Bileklerindeki bakır bileziklere imrendiğimde bana anne­
sinin hikayesini anlattı. Büyük annemiz Rebeka'nın yaşadığı
Mamre'ye yakın bir pazar yerinde Esav'ın nasıl görür gör­
mez genç ve güzel Basemat'a tutulduğunu anlattı. Esav, baş­
lık parası olarak, uygun sayıda koyun ve keçiye ek olarak
Basemat'ın babasına en azından kırk bakır bilezik ve halhal
sunmuş, "Böylece el ve ayak bilekleri güzelliğini herkese ilan
edecek, " demiş. Esav Basemat'ı sevmiş ama kadın onun çok
kıskanç olan ilk eşi Adat'ın elinden çok çekmiş. Basemat'ın
bebeklerinin ölü doğması bile Anat'ın yüreğini yumuşatama­
mış. Evde bu kadar çok öfkeyle doluyken nasıl olup da yeni
ayı birlikte kutlayabildiklerini sorduğumda, Tabea ailesinin
kadınlarının, ayın ölümü ve yeniden doğumunu birlikte an­
madıklarını söyledi. Tabea, "Bu da büyük annenin Esav'ın
kadınları konusunda nefret ettiği bir diğer şey," dedi.
"Büyük annemizi tanıyor musun?" diye sordum. "Rebe­
ka'yı tanıyor musun?"
Kuzenim, "Evet, " dedi. "Onu iki kez gördüm, arpa hasa­
tında. Ne annemle ne de Adat'la konuşmasına, ne de yaşar­
ken Oholibama'yı dikkate almasına rağmen büyük anne ba­
na gülümsedi. "
" Büyük anne, annem hakkında nefret dolu şeyler söylü­
yor ve bu yanlış. " Kuzenim kaşlarını çattı ve gözleri de yaş­
larla doldu. "Ama ben büyük annenin çadırını seviyorum.
Orası öyle güzel ki. O hayatımda gördüğüm en yaşlı kadın
olmasına rağmen güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. "
Tabea kıkırdadı ve "Her açıdan anneme benzediğim açık ol­
masına rağmen büyük anne bana kendisine benzediğimi
söyledi, " dedi.
İnce burnu, parlak siyah saçları, kırılgan el ve ayak bilek­
leriyle Tabea Basemat'ın bir kopyası gibiydi. Ama Rebeka
ile karşılaşınca, kuzenimin sözlerini hatırladım ve büyük an-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 4 7

nenin neyi kastettiğini anladım. Rebeka'nın kendisine mal


ettiği Tabea'nın gö�leriydi; çünkü, aasemat'ın gözleri kahve­
rengi ve her zaman yere bakar olduğu halde kuzenimin göz­
leri simsiyah ve ok gibi keskindi.
Tabea'ya kırmızı çadırı, annelerimin yeni ayı kekler, şar­
kılar ve hikayeler eşliğinde, karanlık gece boyunca kötü ru­
hu dışarda bırakarak nasıl kutladıklarını anlattım. Sütten ke­
silen ve henüz kadın olmamış herkes için oraya girmek ge­
leneklere aykırı olmasına rağmen, benim, tek kızın, çocuklu­
ğum boyunca onlarla birlikte içeriye alındığımı anlattım. Bu­
nun üzerine ikimiz de göğüslerimize bakıp vücudumuza
olanları karşılaştırmak için tuniklerimizi sıkıca gerdik. İkimiz
de süt vermeye hazır olmasak da, kadınlığa ilk önce benim
erişeceğim açıkça görülüyordu. Tabea iç geçirdi ve ben de
omzumu silktim, ardından da gözlerimizden yaş gelene ka­
dar güldük, bu da bizi yerlerde yuvarlanırcasına daha da çok
güldürdü.
Dinlenince erkek kardeşlerimizden bahsettik. Tabea Eli­
faz'ı çok iyi tanımadığını söyledi ama Reuel iyiydi. Ufak oğ­
lanlar ara�ında ise her fırsatta saçını çeken ve ne zaman ken­
disine yardım için bahçeye gönderilse bacaklarını tekmele­
yen Yeuş'tan nefret ediyordu. Ben de ona Şimeon ve Le­
vi'nin, nasıl Yusuf ve diğer erkek kardeşlerimin oyunumuza
son vermelerine neden olduklarını ve bana, tek işi onların
kadehlerini dolu tutmak olan .özel hizmetkarları gibi davran­
dıklarını anlattım. Hatta ·fırsatım olduğunda kadehlerine na­
sıl tükürdüğümü de söyledim .. Ruben'in iyi yürekliliğinden ve
Yahuda'nın güzelliğinden, Yusufla ikimizin nasıl birlikte em­
zirildiğimizden bahsettim.
Tabea hiç çocuk istemediğini söylediğinde hayretler için­
de kaldım. "Annemin bir sürü ölü bebeği beşiğine yatırdığı­
nı gördüm, " dedi. "Oholibama'nın iti için hayatını kaybet­
meden önce üç gün boyunca haykırdığını duydum. Bu şekil­
de acı çekmek istemiyorum . " Tabea evliliğe dair hiçbir şey
istemediğini, Mamre'de hizmet edip, adını Debora olarak
l 48 Ani ta Diamanl

değiştirmeyi yeğlediğini söyledi . Ya da o olmazsa dedi, Şe­


kem'dekine benzer büyük bir tapınağın mihrabında şarkı
söyleyecekti. "Orada, tanrılar için dokuma yapan ve hep te­
miz elbiseler giyen, kendini tanrıya adamış kadınlardan biri
olacağım. Sonra da arpa festivalinde bir eş bulmayı seçme­
diğim takdirde yalnız uyuyacağım."
Onun arzularını anlayamadım. Aslında, tapınaklar ya da
orada hizmet eden kadınlar hakkında hiçbir şey bilmediğim­
den onun söylediklerini de tam olarak anlayamamıştım. Ta­
bea'ya annemin dünyaya getirdiği gibi on güçlü çocuk umut
ettiğimi ama aralarından en az beşinin kız olmasını istediği­
mi söyledim. Bunları ilk kez yüksek sesle söylüyordum, bel­
ki de bunları ilk kez düşünüyordum. Ama yürekten konuş­
muştum.
Kuzenim, "Çocuk doğurmaktan hiç korkmuyor musun? "
diye sordu. "Ya acılar ne olacak? Ya bebek ölürse?"
Kafamı salladım. "Ebeler hayattan korkmaz, " dedim ve
kendimi Rahel'in çırağı ve lnna'nın torunu olarak düşünme­
ye başladığımı fark ettim.
Gözlerimiz suya daldı ve sözcüklerimiz eridi. Tabea ve
ben aramızdaki farkı düşündük ve umutlarımızın gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğini, babalarımız ayrıldıktan sonra diğerine
ne olacağını öğrenip öğrenemeyeceğimizi merak ettik. Dü­
şüncelerim bir ileri bir geri gitti geldi. Sanki kocaman bir do­
kuma tezgahı üzerindeki mekik gibi. Sonunda annemin ağ­
zından adımı duyduğumda, sesinde birazcık da öfke fark et­
tim. Çok fazla oyalanmıştık. Tabea ve ben elele ve hızla ye­
mek ateşine doğru yürüdük.
Kuzenim ve ben, hafif gizlenmiş bir merakla birbiri etafın­
da daireler oluşturan annelerimizi izleyerek, bundan sonra
da bir arada kalmak için elimizden geleni yaptık. Onlar ise
birbirlerinden isimlerini kibarca tekrar etmelerini isteyerek,
mümkünse sadece bir kez daha, yalnızca doğru telaffuz ede­
bilmek için, birbirlerinin kıyafetlerini ve yemek tariflerini in­
celiyorlardı. Kenanlı kadınların tuzu kullanışları karşısında
K ı r m ı z ı Çad ı r 1 4 9

annemin kaşlarının kalktığını görebildim ve Adat'ın, Bilha


kurumuş keçi eti yahnisine bir avuç dolusu taze soğan ekler­
ken yüzünün gerildiğini fark ettim. Ama tüm bunlar şölen
hazırlama telaşı arasında ufak tebessümlerle maskelendi .
Kadınlar yemeği hazırlarken, Esav ve Yakub babamın ça­
dırında ortadan kayboldular. Esav'ın oğullan gece için çadır­
larını kurduktan sonra, erkek kardeşlerimin de beklediği ba­
bamın çadırının kapısı önünde toplandılar. Ruben ve Elifaz,
babalarının sürüleri hakkında, ustaca her bir sürünün sayısı­
nı ve sağlık durumunu karşılaştırarak, birbirlerinin hayvancı­
lık ve köpekler konusundaki hünerlerini değerlendirerek hoş
beş ettiler. Elifaz ne Ruben'in ne de onun kardeşlerinin he­
nüz evlenmediğini ve çocuk sahibi olmadığını öğrendiğinde
oldukça şaşırmış görünüyordu ama bu Ruben'in Esav'ın oğ­
luyla tartışacağı bir konu değildi. Toprağı tekmeleyen ve sı­
kıntı içinde yumruklarını bir sıkıp bir açan kuzenler arasında­
ki konuşmalar sırasında uzun sessizlikler oluyordu.
Sonunda çadırın kapısı açıldı, babam ve Esav günün he­
nüz kaybolmamış aydınlığıyla gözlerini ovuşturup, şarabın
getirilmesini, yemeğin başlamasını söylediler ve dışarı çıktı­
lar. İki kardeş Yakub'un kendi serdiği bir örtü üzerine otur­
dular. Oğulları da kendiliğinden oluşan hiyerarşik bir düzen
tutturup yerlerini aldılar. Elifaz ve Ruben babalarının arkasın­
da duruyor, Yusuf ve Korah da yanlarında oturuyordu . Ka­
dehleri dolu tutmak için gidip gelirken, erkek kardeşlerimin
sayıca nasıl Tabea'nınkileri geçtiğini ve Esav'ın oğullarından
çok daha yakışıklı olduklarını fark ettim. Annelerimiz ve hiz­
metkarları, erkekler tıka basa doyana kadar tabaklarını dol­
dururken Tabea da ekmek sundu.
Her kadın, kendisinin yaptığı yahniden, onun ekmeğin­
den, onun birasından kimin en çok aldığına dikkat ediyor ve
her iki adam da erkek kardeşinin karısının sunduğu yemeği
övmek için didiniyorlardı . Esav annemin birasından fazlasıy­
la içip Bilha'nın soğanlı keçi etini övdü. Yakub az yedi, ama
Basemat ve Adat tarafından ona getirilen yemeği onurlan­
dırmak için elinden geleni yaptı.
1 5 0 ."Anita Diamant

Erkekler doyunca kadinlar ve kızlar oturdular. Ama her


büyük yemek de olduğu gibi saatler süren karıştırma ve tat­
madan sonra iştah kalmamıştı. Kadınlara Esav'ın köleleri
hizmet etti - kulaklarının üst kısmındaki deliklere ufak gü­
müş halkalar takan iki güçlü kız. Bunlardan biri hamileydi,
Tabea bunun Esav'ın tohumu olduğunu söyİedi, eğer bir oğ­
lan doğurursa kız kulağındaki küpeyi çıkarıp daha değersiz
ikinci eş olacaktı. İri yarı kızı süzdüm, bilekleri Yahuda'nın bi­
lekleri kadar kalındı, ardından da narin Basemat'a bir göz at­
tım ve Tabea'ya Esav'm eşleri konusundaki ze�kinin de diğer
zevkleri kadar çeşitli olduğunu söyledim. Kıkırdamaya başla­
dı ama Adat'ın bir bakışı bizi susturdu.
Yakub ve Esav hikayeler anlatmaya başladıklarında ışık da
solmaya başlamıştı. İşçilerimiz lambaları getirdiler, Esav'ın
köleleri de bunları yağ ile doldurdu, böylece çıkan kıvılcımla­
rın dans eden ışığında tüm aile fertlerimin yüzleri, aniden sa­
yısız gözükerek, aydınlandı. Tabea ve ben dizdize oturduk;
Nanna ve Ningal adına aya tapınılan Ur'daki antik vatanını
bırakıp, El'in sesinin, gelip onu Kenan'a gitmesi için yönlen­
dirdiği Haran'a giden büyük büyük babamız Abram'ın hika­
yesini dinledik, Güneyde Abram büyük işler yapmış; tek bir
hamlede bin adamı öldürmüş, çünkü El-Abram ona on bin­
lerin gücünü vermiş.
Yakub, Abram'ın kansı, Nanna ve Ningal'ın kızı lnna­
na nın hizmetkarı olan Saray'ın ,güzelliğinden bahsetti. İnna­
na Saray'ı öyle çok sevmiş ki tanrıça Mamre'de bir sakız
ağacı koruluğunda ona gelip, yaşamının son yıllarında ona
sağlıklı bir oğlan vermiş. Bu oğul, kahin Saray'ıri yeğeni Re­
beka'nın kocası olacak büyük babamız İshak'mış. Şimdi Sa­
ray' ın Mamre'deki kutsal koruluğunda insanlara kehanetler­
de bulunan Rebeka işte bu Rebeka'ymış.
Geleneklere uygun olarak aile geçmişini yadeden babam
ve amcam çocukluk hikayelerine doğru yol aldılar, birbirleri­
nin sırtlarına vurarak, kuzularla oynamak için annelerinin
bahçesinden kaçtıkları zamanları hatırladılar, en sevdikleri
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 5 1

köpeklerinin adlarını hatırlamak için birbirlerine yardım etti­


ler - Kara, Benekli ve özellikle de bir çakalın saldırısından
sağ kurtulan, aralarında en iyisi, mucizevi kancık, Üç Ayak­
lı Harika.
Bu hikayeler ortaya dökülürken babamın yüzünün al­
dığı ifadeyi görmek harikaydı . Onu yeniden bir delikanlı ola­
rak hayal edebiliyordum -kaygısız, güçlü, azimli. Esav, ona
bir vadiye düşüp, kalın, gri bir çamur tabakasıyla kaplanmış
halde annelerinin çadırına girdikleri günü hatırlatınca baba­
mın kayıtsızlığı da tamamen eridi. Ardından da kardeşlerin,
pişirmesi tüm güne mal olan yemeği çalıp hastalanana ka­
dar yiyip sonra da bunun için iyi bir dayağı hak ettikleri gün­
le ilgili hikayeye güldü.
Pek çok hikaye anlatıldıktan sonra, huzur dolu bir sessiz­
lik topluluğun üzerine çöktü. Sürülerin hışırtısını ve Jab­
bok'un fısıltılarını dinledik. Ve ardından Esav bir şarkıya baş­
ladı. Babamın da yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi
ve o da bir koçun gücü hakkındaki pek de bilindik olmayan
bir çoban şarkısının sözlerine yüksek ve arzulu bir sesle ka­
tıldı. Her biri bir diğerinden daha şehvetli ve daha arsız şe­
kilde süregelen mısralar devam ettikçe kadınlar hep birlikte
dudaklarını ısırdılar. Şaşırtıcı şekilde, erkek kardeşlerim ve
kuzenlerimiz her bir sözü biliyorlardı ve büyük gürültü çıkar­
tarak şarkıya katılıyorlardı; bir haykırış ardından da kahkaha
ile şarkı son buldu.
Erkekler bitirince Esav ilk karısına başıyla işaret etti, o da
eşlerin ve çocukların, işçi kadınların ve köle kızların ağzını
açan bir işaret verdi. Kenanlı kadınların Innana 'c:İan bahse­
derken kullandık.lan isim olan Adat' a adanmış bir ilahiydi bu
ve tanrıçanın savaştaki yiğitliğini ve aşktaki gücünü övüyor­
du.
Şarkıları duyduğum hiçbir şeye benzemiyordu ve ensem­
deki tüyler sanki Yusuf bir bitki sapıyla beni gıdıklıyor gibi ür­
perdi. Ama onu azarlamak için döndüğümde, onun gözleri
parlayarak babamızın yanında oturduğunu gördüm. Sözcük-
1 5 2 Anita Diamanı

!eri bir uyum içinde söylüyorlardı. ama bir şekilde sesleriyle


bir melodi ağı örüyorlardı . Bu, bir gökkuşağının tüm renkle­
riyle dokunan bir kumaş parçasını duymaya benziyordu.
Böylesi bir güzelliğin insan ağzıyla şekillenebileceğini bilmi­
yordum. Daha önce hiç armoni duymamıştım.
Bitirdiklerinde gözlerimde yaşlar olduğunu fark ettim ve
Zilpa'nın da yanaklarının ıslak olduğunu gördüm. Bilha'nın
dudakları hayranlıkla aralanmış ve Rahel'in gözleri de ilgiyle
dinlemek için kapanmıştı.
Erkekler alkışladı ve tekrarını istediler, böylece Basemat
hasat ve dünyanın olgunlaşması hakkında bir şarkıyla yeni­
den başladı. Tabea'da onlara katıldı ve arkadaşımın da anne­
leriyle birlikte böylesi bir mucizenin gerçekleşmesine ortak
olduğunu düşünmek gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi kapa­
dım. Kadınlar kuşlar gibi ama daha da tatlı tatlı cıvıldıyorlar­
dı. Ağaçtaki rüzgarın sesi gibiydi, ama daha yüksek. Sesleri,
nehrin suyunun akışına benziyordu, ama daha anlamlı. Ar­
dından sözcükler sona erdi ve hiçbir anlama gelmeyen ses­
ler çıkartarak yeni bir şarkıya başladılar ve bu yeni sese ne­
şe, zevk, özlem, huzur kattılar. "La, la, la , " diye şakıyorlar­
dı.
Bitirdiklerinde Ruhen akrabalarımızın yaptığı müziği al­
kışladı ve önlerinde eğildi. Yusuf ve Yahuda ve Dan da kal­
kıp teşekkürlerini sunarak onları selamladılar ve ben de "Bu
dördü benim en sevdiklerim ve erkek kardeşlerimin en iyile­
ri, " diye düşündüm.
Daha çok şarkı söylendi ve birkaç hikaye daha anlatıldı ve
lambaların ışığı altında oturduk durduk. Ancak ay gözden
kaybolmaya başladığında kadınlar son kadehleri de temizle­
diler. Kollarında uyuyan çocuklarıyla, genç anneler kendi ya­
taklarına yöneldiler ve erkekler de ayrılmaya hazırlandılar.
Sonunda, Yakub ve Esav son lambanın titrek fitiline sessizce
gözlerini dikmiş başbaşa kaldılar.
Tabea ve ben kaçtık ve kollarımız birbirimizin belinde
nehre yürüdük. Tüm kalbimle mutluydum. Burada gün ağa-
Kırm ı z ı Çadır 1 53

rana kadar durabilirdim ama annem beni bulmaya geldi ve


Tabea'ya gülümsemesine rağmen, elimi tuttu ve beni arka­
daşımdan uzaklaştırdı.
* * *

Bir sonraki sabah ayrılmaya hazırlanan Esav'ın kafilesinin


sesleriyle uyandım. Gece geç saatte yaptıkları konuşma sıra­
sında, babam, erkek kardeşine onu Seir' e kadar takip etme­
yeceğini söylemişti. Kardeşler karşılaştıklarına ne kadar
memnun da görünseler, kaderleri birleşmiyordu. Amcamın
topraklan geniş ve kendisinin konumu da sağlamdı. Onlara
katılırsak, Yakub'un mal varlığı bununla karşılaştırıldığında
önemsiz kalırdı. Bu durum erkek kardeşlerimin de aleyhiney­
di, çünkü Esav'ın oğullarının uzun zamandır kendilerine ait
sürüleri ve topraklan vardı. Ve bir gece önce geçirilen tüm o
hoş vakte rağmen İshak'ın oğulları tam olarak uzlaşmamışlar­
dı, bu asla da olmayacaktı. Yirmi yıldır yüreklerinde taşıdıkla­
rı yaralar tek bir görüşme ile kapanamazdı ve de böylesi fark­
lı dünyalarda yaşamanın getirdiği, yıllar boyunca kazanılan
alışkanlıkları da onlarla birlikte gelmeye mahkumdu.
Yine de kardeşler, sevgi sözcükleri ve ziyaret sözleri ile sa­
rıldılar. Ruben ve Elifaz birbirlerini omuzlarından kavradılar,
kadınlar da başlarıyla vedalaştılar. Tabea beni kucaklamak
için annesinin yanından ayrılıp koşma cesaretini gösterdi ve
birbirimizin göz yaşlarını tattık. Birbirimizi tutarken fısıldadı,
"Cesur ol. Yakında Büyük anne'nin çadırında yine bir arada
olacağız. Annemin arpa festivalinde kesinlikle orada karşıla­
şacağımızı söylediğini duydum. Bu andan o zamana dek ya­
şanan her şeyi aklında tut, böylece bana anlatabilirsin. "
Ayrılırken beni öptü ve annesinin yanına koştu. Gözden
kaybolana dek elini salladı. Onlar ayrılır ayrılmaz, babam
Ruben'e ve anneme yola çıkmak için hazırlanma talimatı
verdi.
Bana düşen görevi mutlulukla yaptım, yolculuğumuzu
Esav'dan korkmadan yapacağımıza memnundum, dostumu
1 5 4 Anita Diamanı

yeniden görmek ve çoktan hayalimde yaşamaya başlayan


Büyük anne'yle karşılaşmak için yanıp tutuşuyordum. Rebe­
ka'nın benim annelerimi seveceğine emindim; her şeyin öte­
sinde onlar gelinleri olduğu kadar yeğenleriydi de. Ve kendi­
mi de onun maskotu, gözdesf olarak hayal ediyordum. Ne­
den olmayayım ki, diye düşündüm. Her şeyin ötesinde, ben
onun en sevdiği oğlunun tek dişi mirasçısıydım.
Bir sonraki sabah ayrıldık, ama çok uzağa gitmedik. İkin­
ci gün babam, genç bir meşe ağacının dibinden akan bir de­
re kenarına eşyalarını · yığdı ve burada kalma fikrini bizlere
bildirdi. Sukkota denen bir köye yakın olduğumuzu söyledi,
buranın · halkı onun kuzeye yaptığı yolculukta ona çok iyi
davranmıştı. Önce erkek kardeşlerim toprağı keşfettiler ve
bize uygun bir yer buldular ve birkaç gün içerisinde hayvan­
lar için kümes ve ahırlar ve hem ekmek hem keki aynı anda
pişirmeye yetecek kadar büyük kilden iyi bir tandır kuruldu.
İki yıl boyunca or�da yaşadık.

Laban'ın evinden başlayan yolculuk ile değişikliğin tadına


varmıştım ve Sukkota 'daki yerleşik hayatın günlük rutinleri
başta beni sıktı. Ama günlerim gün doğumundan karanlık
inene kadar dopdolu geçiyordu ve kısa sürede unun ekme­
ğe, etir:ı yahniye, suyun biraya dönüşüm simyasından keyif
almayı öğrendim. Ben de ip bükmekt�n dokuma yapmaya
terfi ettim, bu tahmin ettiğimden çok daha zordu ve doku­
ma yaparken çözgünün hiç kırılmadığı Zilpa ve Bilha'nın ak­
sine benim asla hakkından gelemediğim bir beceri işiydi.
En büyük kız olarak, sık sık işçi kadınların çocuklarına
bakma görevi bana verilirdi ve ben de sümüklü canavarları
hem sevmeyi hem de onlara kızmayı öğrendim. Kadınların
dünyasında bana öylesine ihtiyaç duyuluyordu ki erkek kar­
deşlerimle nasıl az ilgilendiğimi ya da onların arasında işlerin
nasıl değiştiğini zor fark ettim. Çünkü o günler Levi ve Şi­
meon'un babamın sağ kolu olarak Ruben'in yerini aldıkları
ve onun en yakın danışmanları haline geldikleri günlerdi.
Kırm ızı Çadır 1 5 5

Sukkota benim ailem için verimli bir yerdi. Zibatu'nun ye­


ni bir bebeği olmuştu ve Uzna da bir oğlan doğurmuştu -her
ikisi de babamın meşe ağacı altındaki mihrabına kabul ettiği
oğlanlardı. Babam onları sünnet etti ve onları babalarının
resmi maiyetinden çıkarıp, El--Abram'ın kabilesinin üyeleri
olarak bildirdi, böylece Yakub'un kabilesi büyüdü.
Bilha, Sukkota'da hamile kaldı ama bebek daha rahmine
düşmeden düşük yaptı. Rahe! de aynı şekilde bebeğini dü­
şürdü ve yaklaşık bir ay boyunca Yusuf'u gözünün önünden
ayırmadı . Annem de rahminden vaktinden aylar önce çıkan
bir bebeğini kaybetti. Kadınlar ufacık ölü bebekten öteye
başlarını çevirdiler ama ben yalnızca mükemmel bir güzellik
gördüm. Kirpikleri bir kelebeğin kanatları gibi örülmüştü,
baş parmakları bir çiçeğin taç yaprakları gibi kıvrılmıştı.
Kız kardeşimi tuttum, asla bir adı olmayan ve asla gözle­
rini açmayan ve kollarımda ölü yatan . . .
O ufak ölüyü tutmaktan korkmadım. Yüzü huzurlu, elle­
ri tertemizdi. Sanki her an uyanacakmış gibi görünüyordu.
Gözlerimden akan yaşlar onun mermer yanağına düştü ve
öyle göründü ki sanki o kendi hayatının bitmesine yas tu­
tuyordu. Annem kız kardeşimi benden almaya geldi ama
hüznümü görünce onu cenaze yerine kadar taşımama izin
verdi . İyi kumaştan bir kefene sarıldı ve annemin çadırına
bakan en güçlü ve en ulu ağacın altına yatırıldı. Hiç kurban
verilmedi, ama çıkın toprakla örtülünce annelerimin ağız­
larından çıkan iç çekişler her hangi bir ilahi kadar doku­
naklıydı.
Bebeğin ölümünden sonra yürürken Zilpa buranın tanrı­
larının hayata karşı olduklarını mırıldandı ama her zamanki
gibi teyzem işaretleri yanlış yorumluyordu. Çünkü işçi kadın­
lar bebekleri sütten kesilir kesilmez yeniden hamile kalarak
irileşiyorlardı. Her dişi koyun ve keçi ikiz doğuruyor ve hep­
si de yaşıyordu. Sürüler çabuk büyüdü ve babamı müreffeh
bir adam yaptı , bunun anlamı artık erkek kardeşlerimin de
evlenebileceğiydi.
1 5 6 Anila Diamanı

Üçü Sukkota'da evlendi. Yahuda, bir tüccarın kızı olan


Şua'yla evlendi. Gerdek haftaları sırasında kız hamile kaldı
ve ona Er'i dünyaya getirdi, oğullarının ilki ve babamın to­
runlarının ilkiydi. Tombul ve iyi yürekli Şua'yı sevdim. Ça­
dırımıza Kenanlılara özgü şarkı söyleme yeteneğini getirdi ve
bize armoniler söylemeyi öğretti. Şimeon ve Levi eş olarak
iki kız kardeş aldılar -lalutu ve Inbu, bir çömlekçinin kızları.
Yakub'un eşleri festivale katılırken çocuklarla birlikte kal­
ma ve ateşle ilgilenme işi bana düştü. Arkada bırakıldığım
için öfkeliydim ama gerdek haftalarından sonraki haftalarda
annelerim düğünün her bir ayrıntısı üzerine öyle çok konuş­
tular ki sanki ben de oradaymışım gibi hissettim.
Yeni bir melodi mırıldanarak ve elini kemikli bacağına vu­
rup ritim tutarak dönen Zilpa, "Elbette ki şarkılarının mü­
kemmel olduğunu itiraf etmelisiniz, " dedi.
Annem düşünmeden, "Şey, elbette, " dedi. " Bunu anne­
lerinden ve büyük annelerinden öğrenmişler. "
Rahe! sırıttı ve Lea'ya eğilerek, "Büyük annelerinin ye­
mek pişiremiyor olması çok kötü, ha?"
Lea buna katılarak yüzünü buruşturdu. " Gerdek çadırına
girme sırası Dina'ya geldiğinde onlara bir düğün şöleni nasıl
olmalıdır göstereceğim," dedi elini başımda gezdirerek.
Yalnızca Bilha yeğenlerinin düğününden keyif almış görü­
nüyordu. "Oh, kardeşim, " dedi Lea'ya "altınlarla süslü ve
çeyiz paralarıyla donanmış duvağın güzel olduğunu düşün­
müyor musun? Kızın bir tanrıçaya benzediğini düşünüyo­
rum. "
Lea bunlardan hiçbiriyle ilgilenmiyordu. " Bana karnının
yemekten sonra doyduğunu söylemeyeceksin herhalde?"
dedi.
Ama Lea oğullarının ona getirdiği gelinlerden mutsuz de­
ğildi. Tümü sağlıklı ve saygılıydı, ama Şua hızla gözdesi ol­
muştu. İki kız kardeş asla tam olarak annemin ortamına gi­
remedi ve geriye kalanlarımızdan kısa bir mesafe ötede ko­
calarıyla birlikte yaşamaya başladılar. Erkek kardeşlerim, bu-
Kı r m ı z ı Ça d ı r 1 5 7

nu sürülere daha yakın diye adlandırdılar. Bense Şimeon ve


Levi'nin Ialutu ve Inbu mesafeyi korumak istedikleri için ta­
şındıklarını düşündüm hep. Zaten onların sohbetini de hiç
özlemiyordum. Onlar, bana kocalarının yaptığı gibi hor gö­
rerek yaklaşıyorlardı ve bunun yanı sıra annem haklıydı; iki­
si de yemek pişiremiyordu.
Yakub'un yetişkin oğulları arasında yalnızca Ruhen evlen­
medi. En büyük kardeşim annesine hizmet etmekten ve tek
oğlu avlanmak için henüz çok ufak olan Bilha'ya yardım et­
mekten memnun görünüyordu.

Bir sabah erken saatte herkes uykudayken, kampta bir


kadın sesi işitildi, "Saray'ın kızları nerede? Yakub'un eşleri
nerede?"
Yumuşak bir sesti ama yine de annemin ayakları dibinde
yattığım derin uykudan beni uyandırdı. Benim gibi Lea da
sese kalkıp hızla dışarı çıktı, Rahel'le aynı anda sesin geldiği
yere ulaştılar. Tek kalp atışı içinde Bilha ve Zilpa da oraday­
dı, beşimiz de Mamre'den gelen; elbisesi, şafağın habercisi
mavi ışıkta gümüş gibi parlayan elçiye bakıyorduk.
Konuşması tüm elçilerin tarzında resmiydi. "Rebeka,
Mamre'deki kahin, Yakub ve Esav'ın annesi, on binlerin bü­
yük annesi arpa festivali için sizi sakız ağaçlarının gölgesine
çağırmaktadır. "
"Yakub'a haber verin ve bildirin. "
Her bir sözcüğü üç yerinden büken farklı bir ksanla ko­
nuşan ziyaretçinin bu fermanı sessizlik ile karşılandı. Sanki
hepimiz bir rüyayı paylaşıyorduk, çünkü hiç birimiz daha ön­
ce ne kırmızı saç ne de elçilere özgü çizgili çanta taşıyan bir
kadın görmüştük. Ama yine de sabah esintisi içimizi ürpert­
tiğine göre bu hiç de bir rüya değildi.
Sonunda Lea kendine geldi ve yabancıya oturacak bir yer
gösterip yiyecek ekmek sunarak hoş geldin dedi. Ama konu­
ğumuzun etrafında toplanır toplanmaz, teyzelerim ve ben
yeniden sessizleştik ve şaşkınlıkla gözümüzü ona diktik. Elçi
1 5 8 Anıta Diamanl

etrafına bakındı ve bir çift tuhaf lekeli dudak arasından ufak,


sarı diş sırasını gösteren bir gülümseme suratına yayıldı.
Şimdi herkesi rahatlatan daha sıradan bir ses ve· hafiflikle
şöyle dedi, "Aranızda hiç kırmızı kafa olmadığını görüyo­
rum. Benim geldiğim yerde kırmızı saçlı kadınların anneleri­
nin adet dönemlerinde yaratıldığı söylenir. Bu, kuzey toprak­
larının umursamazlığıdır. "
Bilha, bir yabancıdan gelen böylesi cesur sözlere yüksek
sesle güldü. Bu konuğumuzu memnun etmiş görünüyordu,
teyzeme dönüp kendini tanıttı. " Benim adım Werenro ve
Büyük anne'ye hizmet ediyorum. " Bunun üzerine saçını,
bronz çivili kulağını göstermek için arkaya attı ve ekledi,
"Ben dünyanın en mutlu kölesiyim. " Bilha böylesi bir açık
yüreklilik karşısında yeniden yüksek sesle güldü. Ben de kı­
kırdadım.
Erkekler karınlarını doyurur doyurmaz, Lea Yakub' a gi­
dip elçiyi takdim etti, o ana kadar o da saçındaki ateşi ört­
müş ve gözlerini indirmişti . Lea "Annenden geliyor, " dedi.
"Rebeka arpa festivaline katılmamızı buyuruyor. Elçi senin
cevabını bekliyor. "
Yakub yeni gelenin varlığı karşısında şaşırmış görünüyor­
du ama kendisini çabuk toparladı ·Ve Lea'ya her konuda Re­
beka'ya itaat edeceklerini ve kendisinin arpa zamanı Lea ve
diğer eşleri, oğulları ve kızlarıyla ona gideceğini söyledi.
Sonra Werenro annemin çadırına çekildi ve uyudu. Onun
bir bakışını yakalamayı umarak tüm gün yanında çalıştım.
Çadıra girmek için çeşitli nedenler bulmaya uğr�ştım. O sa­
çı yeniden görmek istiyordum ve parmaklarım da akan su­
daki sazlar gibi hareket eden elbiselerine dokunmak için ya­
nıp tutuşuyordu. lnna bana Werenro'nun elbiselerinin ipek­
ten, kurtçuklar tarafından kendi ufak dokuma tezgahlarında
dokunan bir tür kumaştan yapıldığını söyledi . Böylesi bir
saçmalığa aldanmayacak kadar büyüdüğümü göstermek için
-annemin hor gören bakışını kopya etmek için elimden ge­
leni yaparak- kaşlarımı kaldırdım, lnna bana güldü ve benim
buna inanmadığımı görerek daha fazla nefesini tüketmedi .
K ı rm ı z ı Ça d ı r 1 Ş 9

Erkekler yemeklerini yeyip kadınların akşam yemeği ka­


seleri de temizlenene kadar, akşam geç saatlere dek Weren­
ro rahatsız edilmeden dinlendi. Annemler, yabancının bize
bir hikaye anlatmak üzere zamanında ortaya çıkmasını uma­
rak ateşin etrafında toplanmışlardı.
Elçi, çadırdan çıktı ve bizi etrafında dizilmiş görünce say­
gısını ifade eden bizim için yabancı bir hareketle parmakla­
rını açarak bizleri can.:!an selamladı. Ardından dikleşti, bir bir
yüzlerimize bakıp, bir incir çalmış ufak qir çocuk gibi sırıttı.
Werenro dünyadaki hiç kimseye ya da hiçbir şeye benzemi­
yordu. Büyülenmiştim.
Onun için bırakılan zeytin, peynir dolu kase ve taze ek­
mek için annelerime teşekkürlerini sunarak kafasını salladı.
Yemeden önce, bir şahinin çığlığını andıran bir dilde kısa bir
dua etti. Bir başka şaka yaptığını düşünerek bu sese güldüm
ama kızıl saçlı yabancı, şaşırtıcı öfke dolu bir bakış fırlattı ba­
na. Sanki yüzüm tokatlanmış gibi hissettim, yanaklarım yan­
dı ve bir kez daha ortaya çıkan ve hatırladığım kadar kırmı­
zı olan saçının ateşi gibi alev aldı. Ama bir sonraki dakikada,
bana, affettiğini belirten şekilde gülümsedi ve yere pat pat
vurarak beni yanına davet etti.
Ekmeği ve birayı överek yemeğinin son lokmasını da bi­
tirdikten sonra, Werenro bir şarkıya başladı. Hikayesinde
pek çok farklı · isim vardı ve melodisi de hayatımda duydu­
ğum her şeyden daha üzücüydü. Kucaktaki bir çocuk gibi
hepimizi kendinden geçirdi .
Dünyanın başlangıcıyla ilgili bir.hikayeydi, Ağaç v e Atma­
ca hakkındaydı; bunlar Kırmızı Kurt'a hayat veriyor, o da
tüm kırmızı kanlılara hayat verecek bir rahimle dünyayı dol­
duruyor, kadını ve erkeği koruyordu. Çok uzun, gizemli ve
bilinmedik ağaçlar ve hayvan isimleri dolu bir öyküydü.
·
Rüzgarın acıyla haykırdığı berbat bir soğuğun olduğu bir yer­
de geçiyordu: korkutucu, titretici ve yalnızdı.
Werenro bitirdiğinde, ateş sönmüş yalnızca tek bir lamba
titrek bir ışık saçıyordu. Ufak olanlar annelerinin kucağında
1 6 0 Anita Diamanı

uyuyakalmışlardı ve hatta birkaç kadının da içleri geçmiş,


başları göğüslerine düşüyordu.
Elçinin suratına baktım, ama o beni görmedi. Gözleri gü­
lümseyen dudaklarının üzerinde kapalıydı. Hikayesindeki
topraklardan, bilinmedik mitlerin uzak topraklarından, anne­
sinin gömüldüğü yerlerden çok uzaktaydı. Vatanından bu ka­
dar uzakta elçinin yalnızlığını hissettim. Yüzümü ısıttığında
güneşi hissettiğim gibi anladım Werenro'nun yüreğini. Elimi
uzattım ve onun omzuna koydum ve Werenro bana döndü,
yaşlarla ıslak gözlerini açtı ve beni dudaklarımdan öptü. 'Te­
şekkür ederim, dedi ve ayağa kalktı.
Annemin çadırına girdi ve hikayesindeki kırmızı kurtun
kadına ve erkeğe nasıl hayat verdiğini bana anlatmadan şa­
faktan önce ayrıldı. Ama bu beni endişelendirmedi, çünkü
sonunda Büyük anne'yi görmeye gideceğimiz Mamre'de bu­
nun devamını duyacağımı biliyordum.
BEŞİNCİ BöıüM

olculuk hazırlıkları arpa hasatından bir ay önce başla­

Y dı. Babam eşlerinin tümünü ve oğullarının büyük ço­


ğunluğunu Mamre'ye götürmeye karar verdi. Şimeon
ve Levi'ye sürülerle birlikte arkada kalmaları söylendi ve her
ikisinin eşleti de ilk kez olarak hamile olduklarından, onlar
da buna itiraz etmediler. Şua' nın karnında bebeği olmama­
sına rağmen Yahuda da arkada kalmayı istedi. Kadinların tü­
mü bunun nedenini biliyordu; her gece yaşadıkları zevkin
çığlıkları, espri ve gülmece kaynağı olmuştu.
Erkek kardeşlerim ve ben annelerimiz tarafından çağrıl­
dık, onlar da en iyi elbiselerimizi inceleyip bunların elden
geçmeye ihtiyacı olduğunu fark ettiler. Bir yıkama, tamir ve
dikiş telaşı bunu takip etti. Rahel tek oğlu için yeni bir tunik
yapmaya karar verdi. Kırmızı ve sarı bantlarla süslü Yusuf'un
elbisesi yanında erkek kardeşlerinin ağır alaylarını da getirdi.
Onların aşağılamalarını umursamazdan gelerek erkeklere
ğiymeleri için verilen sıradan kıyafetlerdense annesinin yap­
tığı elbiseyi tercih.ettiğini söyledi. Bunu cesur bir karşılık ver­
mek için mi yoksa gerçekten kıyafetini sevdiği için mi söyle­
di anlayamadım.
Bileklerime takmam için bana bilezikler verildi -ilk mü­
cevherlerim. Bunlar yalnızca bakırdandı; ama, ben bunları
çok sevdim, özellikle de çıkarttıkları kadınlara özgü sesi. As­
lında bu üç bileziğin bileklerimde bir arada duruşuna hayran
hayran bakmakla öyle çok zaman harcadım ki, yürüdüğüm
1 6 2 Anilo Diamant

yere hiç dikkat etmedim; onları taktığım ilk gün sendeleyip


düştüm ve çenemi derisinin yüzülmesine neden olacak
şekilde sürttüm. Büyük anne'yle, çenesi kabuk bağlamış bir
çocuk gibi görünerek karşılaşacağım düşüncesinden ürktüm.
Yola çıkana kadar her gün Rahel'in aynasında yüzümü ince­
ledim. Inna'ya bana merhem vermesi için yalvardım ve ko­
caman kırmızı kabuğu yoldum.
Mamre'ye doğru yola çıktığımız gün heyecan içinde ken­
dime öylesine dalmıştım ki, benden istenen her şeyi gözardı
ediyordum. Aynı anda her yerde olan annem, yağ ve şarap
kavanozlarının güvenli şekilde kapatıldığından, erkek kardeş­
lerimin sakallarını taradıklarından, her şeyin hazır olduğun­
dan emin olmaya çalışırken sonunda bana karşı sabrını yitir­
di. Bana sesini yükselttiği nadir anlardan biriydi. "Ya bana
yardım edersin ya da seni kardeşlerinin kanlarının başını
beklemen için geride bırakırım, " dedi. .· Başka söze gerek
yoktu.
Yolculuk yalnızca birkaç gün sürdü ve eğlenceli bir yolcu­
luktu. En güzel kıyafetlerle giyinip kuşandık ve Büyük an­
ne'ye hediye olarak yalnızca hayvanların en iyilerini seçtiği­
miz sürümüzden gurur duyarak yürürken, şarkılar söyledik.
Sabah Yakub, onun kokusunu içine çekerek, gülümseye­
rek, çok az konuşarak Rahel'in yanından yürüdü. Ardından
hayvanları, ürünü ve ebeveynlerini karşılamak için en uygun
biçimi konuşmak üzere Lea'nın yanında yerini aldı . Öğleden
sonra geç saatte Yakub, gölgesi Ruben'in yerini alarak Bil­
ha'nın yanında yürüdü. Babam elini sanki desteğine ihtiyacı
varmış gibi onun ufak omzuna koyarak yürüyordu.
Tamamen mutluydum. Yusuf yanımdan yürüyor ve hatta
zaman zaman elimi tutacak kadar kendini unutuyordu. Ge­
ce, Zilpa'nın yanında kaldım, o da Rebeka'nın bir kahin, bir
şifa verici ve bir elçi olarak ününü anlatan hikayeleriyle me­
rakımı giderdi; o gece zor uykuya daldım . Koşmamak için
kendimi zor tuttum, ne de olsa Tabea'yl yeniden görecek­
tim. Werenro ·da bana gülümseyecek ve bana hikayesinin
K ı r m ı z ı Çadı r 1 6 3

geri kalanını anlatacaktı. Anında benim farkıma varıp, erkek


kardeşlerimden çok benden hoşlanacağını hayal ettiğim Bü­
yük anne ile de karşılaşacaktım.
Üçüncü gün, sabah saatlerinin sonlarına doğru Rebe­
ka'nın çadırı önümüzde belirdi. Böylesi bir uzaklıktan bile
muhteşemdi, aslında ilk başta vadinin uzağında önümde ne­
yin parladığını tam olarak anlamamıştım. Kocamandı -haya­
tımda gördüğüm bütün çadırlardan çok daha büyüktü ve açık
söylemek gerekirse bizim gösterişsiz keçi kılından çadırları­
mıza hiç · benzemiyordu. Sanki kaynağını topraktan alan bir
gökkuşağıydı -kırmızı, sarı ve mavi-; dalları bulutsuz gökyü­
züne doğru yükselen ulu yaşlı ağaçların altında, orada, ken­
dinden emin bir ihtişamla parlıyordu.
Yakına geldikçe buranın bir evden çok her yönden gelen
yolcuları buyur eden dört bir yanı açık bir gölgelik olduğu da­
ha da belirginleşti. İçerde hem ince hem de cesur çizgilerle
çizilmiş dans eden kadın figürleri ve uçan balıklar, yıldızlar,
güneşler, kuşlar içeren sahnelerle süslü canlı perdeler gözü­
müze çarptı. Hayatımda gördüğüm her türlü el işinden çok
daha güzeldi.
Kutsal koruluğun neredeyse gölgesini hissedecekken, Bü­
yük anne belirdi. Bizi karşılamak için dışarı çikmadı, kadın­
larını da göndermedi, sadece harika çadırının gölgesinde
kollarını önünde kavuşturup izleyerek bekledi . Gözlerimi on­
dan alamıyordum.
Babamın resmi selamlamasını ya da bir bir erkek kardeş­
lerimi ve ardından da hediyeleri ve son olarak da annemleri
ve beni sunma törenini de hatırlamıyorum. Yalnızca onu gör­
düm -Büyük anne'yi- büyük annemi. Hayatımda gördüğüm
en yaşlı insandı . Yaşadığı yıllar alnındaki ve ağzının kenarın­
daki derin çizgilerden kendini ele veriyordu, ama gençliğinin
güzelliğini hala taşıyordu. Ruhen kadar dik ve neredeyse
onun kadar uzun duruyordu. Mısır tarzı boyanmış -her şeyi
görüyor havası veren koyu siyah rastık çektiği- gözleri berrak
ve keskindi. Kıyafetleri mor renkteydi; asaletin ve kutsallığın
1 6 4 Anila Dlamanı

ve zenginliğin rengi. Baş örtüsü uzun ve altın işlemelerle süs­


lenmiş siyahtı, aslında ona kalan yalnızca birkaç gri tutam ol­
masına karşın gür saçları olduğu yanılsamasına neden olu­
yordu.
Onu süzdüğümü Rebeka fark etmedi. Büyük anne'nin
gözleri henüz kadife tenli bir çocuk olarak gittiğinden beri
görmediği şu anda yetişkin oğulları olan bir adam ve bir bü­
yük baba olan oğluna kenetlenmişti. Yakub çocuklarını, ka­
rılarını ve getirdiği hediyeleri sunarken hiçbir duygu belirtisi
göstermedi. Her şeyi kabul ederek, tek söz etmeden başını
salladı.
Onun inanılmaz -bir kraliçe kadar mesafeli- olduğunu dü­
şündüm. Ama annemin ağzının memnuniyetsizlik içinde kıv­
rıldığını gördüm. En gözde oğula birazcık anne sevgisinin
gösterilmesini ummuştu. Babamın yüzünü ise tepkisini anla­
yacak kadar göremiyordum.
Resmi karşılamadan sonra Büyük anne bizden öte döndü
ve biz de çadırlarımızı kurmak ve akşam yemeği için hazır­
lanmak üzere tepe�in batı kanadına alındık. Burada Ta­
bea'nın henüz gel��digini ve Werenro'nun da Büyük an­
ne'nin en sevdiği nadir bulunan mor boyayı almak için
Tyre'ye gönderildiğini öğrendim.
Korulukta hiç erkek yaşamıyordu. Rebeka'ya on kadın
eşlik ediyordu, bunlar aynı zamanda, "Kahin" diye adlandır­
dıkları Rebeka' dan tavsiye etmesini ve kehanette bulunması­
nı istemek için gelen hacılarla da ilgileniyorlardı . Babamın
babasını sorduğumda, Büyük anne'nin yardımcılarından bi­
ri, İshak 'ın kısa bir mesafe ötede, Arba köyünde; yaşlı ke­
miklerine, açık bir çadırda yaşamaktan daha iyi gelecek kuy­
tu bir kulübede ikamet ettiğin_i söyledi. Adı yalnızca Debora
olan kadın, "Bu gece yemek için gelecek, " dedi. Büyük an­
ne, onun çocukken dadısı ve hayat boyu yardımcısı olan ve
kemikleri Mamre'de ağaçların altında gömülü kadın onuru­
na yardımcılarının hepsini Debora diye çağırıyordu.
K ı rm ı z ı Çad ı r 1 6 5

Büyük anne'nin kadınli3rı utangaç fısıltılarla konuşuyor­


lardı ve hepsinin üzerinde aynı sade beyaz tunik vardı. Hep­
si aynı şekilde iyi ama mesafeliydi ve ben de anında onları
bireyler olarak görmeye çalışmaya bir son verip onların hep­
sini Deboralar olarak düşünmeye başladım.
Akşam yemeği hazırlıkları içinde öğleden sonrq çabuk
geçti. İlk ekmek tam ateşten indiğinde, İshak 'ın geldiği ha­
beri de geldi. Büyük babam koruluğa yaklaşırken onu izle­
mek için koştum. Rebeka da izlemek için geldi ve kısa bir
selamlama ile elini kaldırdı. Babam da onu karşılamak için
yürüdü, adımları hızlandıkça hızlandı; ta ki babasına doğru
gerçek anlamda koşar hale gelinceye kadar.
İshak karısının selamına ya da oğlunun heyecanına kar­
şılık vermedi; devam etti. Ancak yakına gelince büyük baba­
mın kör olduğunu gördüm, tüm yüzüne daimi bir çatıkkaş
havası veren ve yüzünü ekşiten şekilde gözlerini kısmıştı. İn­
ce kemikli ve zayıftı ve saçının genç bir adamınki kaqar ka­
lın ve siyah olması dışında çelimsizdi.
Büyük annemin maiyetindeki beyaz elbiseli ve peçeli
kadın İshak 'ın inmesine yardım ederken ve onu Mamre 'nin
doğu yakasındaki yerine götürürken Büyük anne de onları
izledi. Hizmetkar onun dirseğini bırakmadan İshak onun eli­
ni kendi elleri arasına alıp dudaklarına götürdü. Avcunun içi­
ni öptü ve sonra yanağına koydu. İshak 'ın yüzü bir tebes­
sümle rahatladı; böylece görmeye zahmet eden herkes pe­
çelinin büyük babanın yürek eşi olduğunu anladı.
Babam, İshak 'ın önünde durdu ve gözyaşlarıyla çağlayan
bir �esle, " Baba?" dedi. İshak yüzünü Yakub'a çevirdi ve
kollarını açtı. Babam yaşlı adamı kucakladı ve her ikisi de ağ­
ladı. Erkek kardeşlerim durup tanıştırılmayı beklerken onlar
fısıltıyla konuştular. Annemler geride durdular ve hemen su­
nulmazsa kuruyup tatsızlaşacak yemek konusunda endişeyle
'
birbirlerine baktılar.
Ama erkekler acele etmedi. İshak oturması için oğlunu
yanına \çekti, Yakub her bir oglunu tek tek babasına tanıttı.
İshak ellerini erkek kardeşlerim Ruben ve Zebulun, Dan,
1 6 6 Anita Diamant

Gad ve Aşer, Naftali ve İssakar'ın yüzlerinde gezdirdi. En


genç oğul olarak sonunda Yusuf takdim edilince Büyük ba­
ba onu sanki erkekliğe yaklaşan bir oğlan değil de bir bebek
gibi kucağına oturttu. İshak şefkatle parmaklarını Yusuf'un
yüzünde, kollarında gezdirdi. Ardından bir rüzgar çıktı ve
ipekten çadırı havalandırdı; Büyük baba ve torun çadırın
sunduğu muazzam gökkuşağıyla kucaklançh. İlahi bir görün­
tüydü, nefesimi kesti. Ve tam o anda, o ana kadar mesafe­
sini koruyan Rebeka büyülü sessizliğini bozdu.
Hiç de nazik olmayan bir ses tonuyla konukseverlik gös­
tererek, "Acıkmış ve susamış olmalısınız, İshak , " dedi. "Ço­
cuklarınız yolculuktan kavruldular. Bırakın da Debora sizi
içeriye alsın. Bırakın da gelinleriniz bana yemek pişirip pişi­
remediklerini göstersinler. "
Beyaz elbiseli bir telaş dalgası yemekleti getirdi ve şölen
başladı. Büyük babam peçeli kadının ağzına verdiği lokmala­
rını iştahla yuttu. Torunlarının da yeterince yiyip yemedikle­
rini soruyor ve zaman zaman oğlunun orada olduğundan
emin olmak için ileri uzanıyordu -titreyen elini omzuna ya
da yanağına koyuyor, her yerinde babamın silmediği yağ le­
keleri bırakıyordu. Bunu bir ağacın ardından izledim, çünkü
bu kadar çok uşakla benim yemek ya da içki sunmama ge-
rek yoktu. ·

Erkek kardeşlerim açtı ve yemeği hızla bitirdiler ve az


sonra Zilpa gelip beni kadınların toplandığı büyük çadırdaki
yerimize geri götürdü. Büyük anne oturdu ve biz de o önün­
deki her şeyden birer lokma tadarken onu izledik. Yahniler
veya ekmekler ya da tatlılar hakkında hiçbir şey söylemedi.
Peyniri ya da annemin topladığı muazzam büyüklükteki zey­
tinleri de övmedi. Annemin birasıyla bile ilgilenmedi.
Ama yine de ben Rebeka'nın sessizliği karşısında ·şaşır­
madım. Onu annemler gibi bir kadın ya da herhangi başka
bir kadın olarak düşünmeyi bırakmıştım. Bir öğleden sonra
içinde, o aynen bir fırtına ya da bir orman yangını gibi tan­
r�ların iktidarının simgesi olmuştu.
K ı r m ı z ı Çad ı r 1 6 7

Büyük anne çok az yediği ve hiç konuşmadığı için yeme­


ğimiz bir festivalden beklenenden çok daha kasvetli geçti.
Tabaklar ikinci kez tatmak için uzatılmadı, yemekler hiç
övülmedi, hiç soru sorulmadı, hatta hiç konuşulmadı . Büyük
ziyafet birkaç dakika içinde son buldu ve Debora'lar yeniden
doldurmayı düşünmek için zaman bırakmadan son kadehle­
ri de temizlediler.
Büyük anne ayağa kalktı ve güneşin turuncu ve altın bir
ışık hüzmesi içinde battığı yere çadırın batı yakasına doğru
yürüdü. Yardımcıları onu takip ettiler. Rebeka sanki son ışın­
larına dokunur gibi ellerini güneşe kaldırdı.
Ellerini aşağıya indirdiğinde, yardımcıları arpa hasatında
çıkan ayı çağıran bir şarkı söylemeye başlamışlardı . Mısralar
eski bir kehaneti tekrarlıyordu. Her bir arpa tarlasının her bir
filizi yirmi yedi tohumu bulduğunda, günlerin sonu gelecek
ve yorgunlar dinlenecek ve kötülük güneş doğarken kaybo­
lan yıldızlar çöktüğünde ışığı gibi dünyadan yok olacak. Ka­
ranlık kampa çöktüğünde koro da son mısraları söyledi .
Erkekler ve kadınlar arasında ayrı ayrı lambalar yakıldı.
Büyük anne de bizimle birlikte geldi ve tüm akşam boyunca
sessiz kalarak oturacağımızdan korktum ama korkum yersiz­
di, çünkü ışıklar yakılır yakılmaz konuşmaya başladı:
Eğer dinliyor olsalardı erkekler tarafından da duyulabile­
cek bir ses tonuyla, " Bu, benim Mamre çadırın".\, kutsal
ağaçların koruluğuna, dünyanın merkezine geldiğim günün
öyküsüdür," diye söze başladı.
"Abram'ın sevdiği, İshak 'ın annesi Kahin Saray'ın ölü­
münden sonraki haftalardı . O ki bırakın bir çocuk taşımayı
su taşımak için bile çok yaşlıyken oğluna hayat vermişti. Sa­
ray, aziz anne.
" Bu koruluğa girdiğim sabah, Saray'ın çadırının üzerine
bir bulut indi. Yağmur taşımayan, güneşi gölgelemeyen altın­
dan bir bulut. Yalnızca büyük nehirlerin üzerinde ve denizin
üzerinde görülen ama daha önce hiç bu kadar yüksek bir
yerde görülmeyen bir bulut. İshak beni tanırken ve ben
1 6 8 Anita Diamant

onun karısı olurken Saray'ın çadırının üzerinde bulut asılı


kaldı. Kan koca olarak ilk yedi 'günümüzü şüphesiz tanrıla­
rında bulunduğu o bulutun altında geçirdik.
"Ve kızlarım, şarap ve tahıl ve yağ açısından o bahardan
daha zengin bir hasat asla olmadı, " dedi, bir anda gururlu ve
alt edilmiş bir fısıltıyla. "Ah, ama benim için, pek çok kız ölü
doğdu. P�k çok oğlan rahmimde öldü. Yalnızca ikisi yaşadı.
Bu gizemi kim açıklayabilir?"
Büyük anne sessizleşti ve onun karanlık ruh hali dinleyen­
leri sardı ve omuzlarımız çöktü. Hiç çocuk kaybetmemiş ben
bile bir annenin mahrumiyetini hissettim. Bir dakika sonra
büyük annem kalktı ve Lea 'ya onu büyük çadırın iç odasına
doğru takip etmesini işaret etti , burada lambalar aromalı bir
yağ ile yakılmış ve işlemeli duvar örtüleri parlıyordu. Geri ka­
lanımız sonunda azledildiğimizi anlayana kadar bir süre da­
ha oturduk.

Annemin Büyük anne ile görüşmesi gece geç saatlere ka­


dar sürdü. Önce Rebeka, miyopluğunu ortaya çıkartacak şe­
kilde yakınlaşıp, dikkatle ve sertçe yüzüne bakarak gelinini
uzun uzun süzdü. Ardından Lea'nın hayatının her ayrıntısını
özenle soruşturmaya girişti.
"Senin gibi gözleri olan birine yapacakları şekilde neden
seni doğar doğmaz ölüme terk etmediler? ·Annenin gömül­
düğü yer neresi? Yünü boyanma aşamasına nasıl hazırlar­
sın? O birayı yapmayı nerede öğrendin? Oğlum Yakub nasıl
bir baba? Oğullarından en çok hangisini seviyorsun? Oğulla­
rından hangisinden korkuyorsun? Oğlum bahar festivalinde
El'e kaç koyun kurban etti? Yeni aydaki uygulaman nedir?
Doğum sırasında kaç bebek kaybettin? Kızının ergenlik yaşı
için planların neler? Sukkota'da ne kadar arpa ve ne kadar
buğday yetiştiriyorsun?"
Annem o gece kendisine sorulan soruların hepsini hatır­
!iıyamıyordu bile ama bunların hepsine tam anlamıyla ve
gözlerini Büyük anne'nin gözlerinden ayırmadan cevapla-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 6 9

mıştı. 8u, insanların sinirlerini bozmaya alışkın yaşlı kadını


şaşırtmıştı ama Lea kqrkutulamamıştı. İkisi de birbirlerini
süzmüştü.
Sonunda Büyük anne soracak hiçbir şey düşünemez ha­
le gelince başını salladı ve sözsüz bir ses, isteksiz bir onayı
belirten bir hırıltı çıkardı. "Çok güzel, Lea, pek çok oğulun
annesi. Çok güzel. " Elinin bir hareketiyle annem gönderildi.
Yatağına gidip bitkin uykuya daldı.
Bir sonraki iki gün boyunca teyzelerim birer birer Büyük
anne' nin iç odasına çağrıldı.
Rahe! öpücükler ve okşayışlarla karşılandı . İkisi birlikte bir
öğleden sonra geçirirken genç kız kahkahaları etrafı çınlattı .
Büyük anne güzel teyzemin yanaklarını okşadı ve nazikçe
kollarını sıktı. Kendi kuşağının güzellik timsali olan Rebeka
makyaj kutusunu çıkardı -her biri bir iksir ya da merhem,
parfüm ya da boyayla dolu pek çok gözü olan büyük, siyah,
vernikli bir şey. Rahe! Büyük anne'nin huzurundan gülümse­
yerek ve nilüfer yağı kokarak, göz kapakları yeşil ve gözleri
onu güzelin de ötesinde heybetli gösteren parlak siyah bir
rastıkla çerçevelenmiş olarak ayrıldı.
Zilpa istenince, teyzem Büyüh anne önünde başını eğdi
ve El'in eşi ve deniz tanrıçası büyük Asherah hakkında kısa
bir şiirle ödüllendirildi. Büyük anne kısa bir süre Zilpa'nın yü­
züne baktı, kara gözlerini kapattı ve teyzemin öleceği zama­
nı ve yeri ona söyledi. Tek bir kula bile asla anlatmadığı bu
haberler Zilpa'yı rahatsız etmedi. Hiçbir şey olmasa bile ona
hayatının geri kalanı boyunca sürecek bir tür huzur verdi . O
günden sonra Zilpa dokuma tezgahında çalışırken sanki iyi
bir şakayı hatırlar gibi gülümsedi -dalgın ufak bir tebessüm­
le değildi üstelik; kocaman, tüm dişlerini açığa çıkaran bir
gülümseme.
Bilha'nın Büyük anne ile olan görüşmesinden ödü kopu­
yordu ve yaşlı kadına yaklaşırken tökezledi . Büyük anne kaş­
larını çattı ve Bilha gözlerim ellerine dikerken içini çekti.
Sessizlik ağırlaşmaya başladı ve kısa bir süre sonra Rebeka
1 70 Anita Diamant

döndü ve Bilha'yı sanki onunla eğlenir gibi duran güzel işle­


meli duvar örtüleriyle yalnız bırakarak dışarı çıktı.
Bu görüşmeler bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Üç gün
boyunca gözlerim ufukta Tabea'yı bekledim. Festival günü
Tabea; Esav ve ilk karısı Adat ile birlikte sonunda geldi. En
iyi arkadaşımın görüntüsü dayanamayacağım kadar güzeldi
ve ona doğru koştum. Kollarını bana doladı.
Ayrıldığımızda uzak kaldığımız birkaç ay içinde nasıl da
değiştiğini gördüm. Yarım kafa kadar benden uzundu ve gö­
ğüslerini görmek için artık kıyafetlerini sıkıca göğsüne yapış­
tırmasına gerek kalmamıştı. Ama onun bir kadın olduğunu
gösteren kuşağı görünce ağzım açık bakakaldım. Kırmızı ça­
dıra girmişti! Artık bir çocuk değil bir kadındı. Onunkiler gu­
rurla pembeleşirken benim yanaklarımın da kıskançlıkla yan­
dığını hissettim. Ona soracak binlerce sorum vardı, onun
için yapılan tören nasıldı ve şimdi kendisinin dünyadaki yeri
farklı olduğuna göre dünya da onun için farklı bir yer mi ol­
muştu?
.
Ama kuzenime hiçbir şey soracak vaktim olmadı. Büyük
anne Tabea'nın önlüğünü çoktan fark etmiş ve madeni pa­
ralarla süslü yengeme yaklaşmıştı. Birkaç dakika içinde, şim­
şek ve gökgürültüleri ile öfkelerini ifade eden tanrılara özgü
·

bir öfkeyle Adat' a haykırıyordu.


Rebeka'nın öfkesi berbattı. " Kanının boşa harcandığını
mı söylüyorsun sen bana? Onu yalnız başına, bir hayvan gi­
bi mi bıraktın?"
Adat korkuyla sindi ve Büyük anne yumruklarını kaldırdı­
ğında sanki ona karşılık verecek gibi yaptı. "Kendini savun­
maya kalkışma, seni kendini bilmez şey." Tısladı. "Seni şe­
bek! Sana ne yapacağını söyledim ve sen bana itaat etme­
din ve şimdi yapacak hiçbir şey yok. Oğlumun kızları içinde
en iyisi, tohumu içinde bir parça zeka ve duyguya sahip ola­
nı ve sen ona öyle davrandın ki, sanki bir. . . sanki bir. . . Pah! "
Rebeka gelininin ayaklarına tükürdü. " Bu melunca hareket
için söyleyecek sözüm yok. "
K ı r m ı z ı Çadır 1 71

Sesi buz gibi oldu ve alçaldı. "Yeter. Çadırımda bulunma­


ya layık değilsin. Buradan defol. Lanet olasıca! Burayı terk
et ve asla bir daha karşıma çıkma. "
Büyük anne tüm heybetiyle dikleşti ve tüm gücüyle
Adat'a bir tokat indirdi. Zavallı kadın yere yığıldı, üzerine bir
lanet indiği korkusuyla inlemeye başladı. Büyük anne'nin
memnuniyetsizliğinin nedenini anlamak için koşan erkekler
Kahin'in laneti karşısında irkilip açıkça bir kadın meselesi ol­
duğu anlaşılan bu olaydan hızla uzaklaştılar.
Adat yerde sürünerek ilerledi, ama şimdi Rebeka'nın
ayakları dibinde yerde Tabea duruyordu, hıçkırıyordu, "Ha­
yır, hayır, hayır. " Kuzenimin yüzü kül gibi olmuş, gözleri kor­
kuyla açılmıştı. "Adımı alın ve bana da Debora deyin . Beni
hizmetkarlarınızın en alçağı yapın ama beni kovmayın. Oh
lütfen, Büyük anne. Lütfen. Size yalvarıyorum, size yalvarı­
yorum."
Ama Rebeka ayakları dibinde acıyla kıvranan yaratığa
bakmadı. Tabea'nın yanaklarında kanlı çizikler olana kadar
yüzünü parçaladığını görmedi. Elbisesini lime lime ettiğini ya
da avuç dolusu toprak yuttuğunu da görmedi. Büyük anne
sanki kendini önünde duran bir sefaletten korur gibi peleri­
nini sıkıca vücuduna sararak döndü ve Tabea'nın can çeki­
şen umudundan uzaklaştı. Tabea Büyük anne'nin yardımcı­
ları tarafından yerden kaldırıldı ve Esav'ın eşlerinin çadırına
geri taşındı.
Ne olduğunu tam olarak anlamadım ama tek bildiğim
sevgili dostumun bir adaletsizliğin kurbanı olduğuydu . Kulak­
larım uğuldadı ve kalbim çarptı. Büyük anne'nin gaddarlığı­
na inanamadım. Rebeka'yı kendi annesinden üstün tutan
benim sevgili kuzenime mucizevi şifalar arayan cüzzamlılar­
dan daha kötü davranılmıştı. Hiç kimseden nefret etmediğim
kadar Rebeka'dan nefret ettim.
Annem elimi tuttu, beni çadırına götürdü ve bana bir ka­
deh tatlı şarap verdi. Saçımı okşayarak ben sormadan soru­
mu cevapladı . Lea, annem, şöyle dedi:
1 72 Anita Diamant

"Kız geride kalan günleri boyı,ınca acı çekecek ve merha­


metin de yerli yerinde. Ama nefretin hak edilmiyor, kızım. "
"Onun niyeti Tabea'yı incitmek değildi. Öyle düşünüyo­
rum ki onu yeterince seviyordu, ama başka seçeneği yoktu.
Kendi annesini ve kendini, beni ve teyzelerini, seni ve sen­
den sonra gelecek kızlarını koruyordu. Annelerimizin ve
onun annelerinin ve pek çok isimle anılan ama unutulma
tehlikesiyle karşı karşıya olan ulu ananın yöntemlerini koru­
yordu.
"Bunu açıklamak kolay değil, ama sana anlatacağım.
Çünkü sen benim tek kızımsın ve çünkü dışarıdaki hayattan
uzak öylesine uzun yaşadın ki bilmen gerekenden zaten çok
daha fazlasını biliyorsun. Bizimle birlikte kırmızı çadıra gir­
din. Bir doğuma katıldın ki bu asla Büyük anne'ye anlatma­
man gereken bir şey. Şimdi sana anlatacaklarımı da asla açı­
ğa çıkarmayacağına eminim. "
Başımı sallayarak söz verdim ve annem yürekten iç geçir-
di. Güneşten kararmış, kullanılmaktan bilgeleşmiş -ve nadi­
ren şu anda olduğu gibi ifadesiz duran ellerine baktı . Avuç�
)arını yukarı bakacak şekilde dizlerine koydu ve gözlerini ka­
pattı. Yarı şarkı söyler, yan fısıldar gibi Lea anlattı:
"Innana diye adlandırdığımız ulu ana, güçlü bir savaşçı ve
Ölüm'ün nedimesidir. Innana dediğimiz ulu ana, zevkin mer­
kezi, kadınlan ve erkekleri gece birbirlerine döndürendir. In­
nana dediğimiz ulu ana, okyanusun kraliçesi ve yağmurların
koruyucusudur. "
"Bu herkesçe -kadınlar ve erkekler tarafından- bilinir.
Henüz sütten kesilmemiş. bebeklerce ve ölüme yaklaşan bü­
yük babalarca. ·�
Burada durdu ve yüzüne kocaman genç kızlara özgü bir
gülümseme yayıldı. Bir an için doğrudartbana bakarak "Zil­
pa, benim efsaneden bahsettiğimi görse çok eğlenirdi, " de­
di , bir espriyi paylaşarak ben de ona gülümsedim . .Ama bir
an sonra annem yeniden resmi pozunu takındı ve devam et­
ti.
K ı rm ı z ı Çad ı r 1 73

" Innana dediğimiz ulu ana kadınlara erkekler tarafından


bilinmeyen bir hediye verdi ve işte bu kanın gizemidir. Bu gi­
zem; yeni ayın karanlığındaki akıştır, ay yeniden doğarken
kanın şifa verici özelliğidir -erkeklere göre ise bu bir değişim
ve hastalıktır, sıkıntı ve acıdır. Bizi acı çekerken hayal eder
ve kendilerini şanslı sayarlar. Bizler ise işin doğrusunu onla­
ra anlatmayız:"
"Kırmızı çadırda gerçek bilinir. Günlerin dingin bir akar­
su akıntısı gibi geçtiği kırmızı çadırda, Innana'nın hediyesi
içimizden akarak ölmüş eski aydan bedeni temizlerken ve
bedeni yeni ayın sunduğu hayatı almaya hazırlarken, kadın­
lar şükrederler -dinlenme ve yenilenme zamanı için, hayatın
bacaklarımız arasından geldiğinin ve hayatın bedelinin kan
olduğunun bilincine v::ırdıkları için.
Ardından elimi tuttu ve bana şöyle dedi: "Bunu sana uy­
gun vakitten önce anlattım, kızım, ama zaten ben ve teyze­
lerinle kutlamak için çadıra girmene fazla zaman kalmadı.
Seni taşıyacak ve ilk kanını yakalayarak, bunun Innana'nın
rahmine, ilk kadın ve ilk erkeği yaratan toprağa geri gidece­
ğine emin olacak sevgi dolu ellerle çevrelenmiş olarak bir ka­
dın olacaksın. Öyle bir toprak ki ayın kendi kanıyla karışa­
cak."
"Yazık, onun kızlarının pek çoğu Innana'nın hediyesinin
gizemini unutmuş ve kırmızı çadıra sırtlarını dönmüşler. Re­
beka'nın hor gördüğü Esav'ın kanları, Edom'un kızlan, yaş­
lan gelince genç kadınlarına öğretilecekleri öğretmiyor, on­
ları aralarına buyur etmiyorlar. Onlara hayvanlar gibi davra­
nıyorlar; onları yalnız ve korkmuş dışarda bırakıp yeni ayın
karanlık günlerine, şarap ve annelerinin tavsiyeleri olmaksı-
.
zıı;ı mahkum ediyorlar. Bir hayat taşıyacak olanların ilk kanı­
nı kutlamıyorlar, bunu toprağa geri döndürmüyorlar. Kadın­
ların kutsal görevi olan Açılış'la ilgilenmiyorlar · ve erkeklerin,
kızlarının kanlı çarşaflarını görmesine izin veriyorlar, sanki
böylesi bir aşağılanmayı hak eden zavallı bir hayvanmış gi­
bi. "
1 74 Anila Diamanı

Annem aklımın karıştığını gördü. " Bunun tümünü şu an­


da anlayamazsın, Dina, " dedi. "Ama yakında öğreneceksin
ve seni temin ederim kadınların dünyasına tören ve şefkatle
kabul edileceksin. Korkma. "
Annemin dudaklarından son heceler d e döküldüğünde
karanlık inmişti. Arpa festivalinin şarkıları kulaklarımızı bul­
du ve annem bana elini uzatarak kalktı . En ulu ağacın yanın­
daki sunak taşında sunulan adakları izlemek üzere gecenin
içine yürüdük. Harika bir müzik yapılıyordu, çok parçalı ar­
moniler. Deboralar kendi el çırpışlarının sesiyle bir daire için­
de dans ediyorlardı. Bükülüyorlar ve çömeliyorlar, sıçrayıp
sallanıyorlardı, sanki tek bir aklı , tek bir bedeni paylaşır gibi
ve o zaman Tabea'nın onların dansına katılma arzusunu an­
ladım.
Adat; ağlamalarını boğmak için ağzına tıkılmış bir paçav­
rayla, henüz ölmemiş bir kurban gibi bir eşeğin arkasına ka­
yışla tutturulmuş arkadaşımı da alarak o gece ortadan kay­
boldu.

Ayrılmamızdan önce birkaç gün boyunca Büyük anne'­


den uzak durdum ve annemlerin yanında kaldım. Sadece o
yeri terk etmek istiyordum ama Sukkota'ya dönmek için ha­
zıralnırken Lea yüzünde ciddi bir ifadeyle bana geldi. "Büyük
anne, senin üç ay boyunca burada Mamre'de kalacağını söy­
lüyor, " dedi. "Rebeka babanla konuşmuş ve her şey karar­
laştırılmış, benim nzam . . . " Benim kasılmış yüzümün görün­
tüsü karşısında durdu. "Keşke ben de seninle kalabilseydim
ya da senin yanında kalması için Zilpa'yı bırakabilseydim,
ama Büyük anne bunların hiçbirini istemeyecektir. Yalnızca
seni istiyor. "
Uzun bir sessizlik oldu ta ki annem, "Bu bir onurdur, " di­
yene kadar. Çenemi elleri arasına alıp şefkatle ekledi, "Buğ­
day olgunlaştığında yeniden birlikte olacağız. "
Ağlamadım. Korkmuş ve kızmıştım ama ağlamamaya ka­
rarlıydım böylece burnumdan nefes alarak ağzımı kapalı tut-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 75

tum ve gözlerimi de kırpmadım. Annemin siluetinin ufalıp


ardından ufuk çizgisinde kaybolmasını izlerken işte böyle ha­
yatta kaldım. O ya da teyzelerim ya da hatta erkek kardeş­
lerimden biri olmadan varolmanın getirdiği yalnızlığı asla ha­
yal etmemiştim. Kendimi dışarda ölüme terk edilmiş bir be­
bek gibi hissediyordum ama ağlamadım. Endişeyle beni izle­
yen Debora'lara sırtımı döndüm ama ağlamadım.
Yalnızca gece yatağımda tek başıma yatarken yüzümü ye­
re çevirip boğulana kadar ağladım. Her sabah halsiz ve
büyük annemin çadırında yalnız olduğumu hatırlayana kadar
aklım karışmış olarak uyandım.
Mamre'deki o aylara dair anılarım soluk ve dağınık. An­
nelerime döndüğümde gördüğüm mucizeleri ya da öğrendi­
ğim sırları onlara anlatamadığım için hayal kıırklığına uğra­
dılar. Sanki mücevher dolu bir mağaraya girmiş ve yalnızca
bir avuç gri çakıl taşı ile geri dönmüştüm.
Hatırladığımın hepsi işte bu:
Her yedi günde bir Büyük anne'nin bir yemek pişirme tö­
reni yaptığını hatırlıyorum. Haftanın geri kalanında bırakın
hamur yoğurmayı ve hamuru ellemeyi, ellerini kadın işiyle
bile kirletmezdi. Ama yedinci gün, hamuru ve suyu ve balı
alır, onları yoğurur ve şekillendirirdi ve üç kenarlı kekin bir
köşesini kurban ederdi, hamuru ateşe atmadan önce fısıldar­
dı, "Gökyüzü Kraliçesine. "
Kraliçenin Rebeka'nın sunduğu tatsız tuzsuz, kuru şeyler­
le ilgilendiğinden şüpheliydim. Fırından çıkarken sorar­
dı: "Güzel değil mi?" Tabağımı içmem için verilenin tamamı
olan suyla yıkar, görev bilinciyle kafamı sallardım. Neyse ki
hizmetkarlar iyi ahçılardı ve kekleri her kraliçeyi memnun
edecek kadar tatlı ve yumuşaktı. Yine de büyük annemin, bu
ufak adaklarına dualar fısıldarkenki hali, gözlerinin içinin gül­
düğünü gördüğüm yegane andı.
Sabahın erken saatlerinde Rebeka'ya gidip, her gün ko­
ruluğa gelen hacılar için hazırlanmak üzere olağan sabah
banyosunda onc: yardım etmek benim görevimdi. Alın, el bi-
1 7 6 Anita Diamant

!ekleri, koltuk altları ve ayak bilekleri için farklı kokular; göz


altları için bir karışım ve boğaz için ekşi-kokulu bir başka ka­
rışım içeren işlemeli makyaj kutusunu taşırdım. Parfüm ve
kremlerin ardından dudaklarını, gözlerini ve yanaklarını dik­
katle renklendirmeye başlardı. En önemli güzellik kuralının
hoş kokmak olduğunu söylerdi ve nefesi sabah akşam çiğne­
diği nane kokardı.
Büyük anne sanki bir tür ateşle yanıyor gibiydi. Çok az
yer ve nadiren otururdu. Dinlenmeye ihtiyacı olan herkesi
de küçük görürdü. Aslında oğulları dışında herkesi eleştirirdi
ve Yakub'un dış görünüşünü ve iyi yetiştirilmiş oğullarını
överek en çok onu sevse de her şey konusunda amcama ba­
ğımlı olduğu açıktı. Gün aşırı Seir'den elçiler gelip giderdi.
Esav fazladan arpa getirmesi ya da Büyük anne'nin masası­
na uygun eti bulması için çağrılırdı. Onu gün aşırı eli kolu he­
diyelerle dolu görürdüm.
Amcam iyi bir erkek ve iyi bir evlattı. Varlıklı hacıların ko­
ruluğu ziyaret edip, cömert adaklar sunduklarından emin
olurdu. Rebeka'ya bir rahibe gibi, hizmet edeceği bir erkek
olmadan yaşam lüksünü sağlamak için İshak 'a taştan kulü­
beyi o bulmuştu. Ne zaman çadırdan ayrılsa Büyük anne
Esav'ın yanağını okşardı ve Esav'ın da sanki övülerek gökle­
re çıkarılmış gibi gözleri parlardı. Övmekse Rebeka'nın asla
yapmadığı bir şeydi.
Büyük anne asla Esav hakkında kötü konuşmadıgı gibi
onun hakkında iyi bir şey de söylemezdi. Karılarının her bi­
rinden ise tek tek nefret ederdi. Aslında onlar da bir zaman­
lar onun onayını kazanma umutlarıyla hediyeler gönderen,
görev bilincine sahip kadınl�rdı; ama, o hepsini beceriksiz
şapşallar olarak reddetti. Yıllar geçtikçe onları açıktan açığa
hor görmeye başladı, böylece onlar da ancak Esav ısrar
ederse onun ziyaretine gelmeye başladılar.
Annelerim konusundaki görüşleri ise bundan daha iyi de­
ğildi. Rahel'i tembel -güzel ama tembel- bulur. Bilha'yı çir­
kin ve Zilpa 'yı de batıl inançlı bir sopa diye adlandırırdı.
K ı r m ı z ı Çad ı r 1 7 7,

Lea'nın çalışkan bir işçi olduğunu ve böylesi sağlıklı oğlanlar


dünyaya getirqiğine göre kutsanmış olduğunu ise gönülsüz­
ce itiraf ederdi. Ama Lea bile mükemmel bir hayat arkada­
şını hak eden Ya)<.ub için yeterince iyi değildi. Bir gözü diğe­
rinden farklı bir dev değil.
Bu tür şeyleri aslında ben varken söylüyordu! Sanki ben
annemin kızı değilmişim, sanki teyzelerim de benim biricik
annelerim değillermiş gibi. Ama onları savunamadım. Kahin
konuşunca hiçbir zıt' düşünceye yer verilmezdi. Ben Lea ka­
dar cesur değildim· ve gece vakti akıttığım gözyaşlarım sık sık
yalnızlık dolu olduğu kadar utanç dolu da olurdu .
Ama Rebeka en acı sözlerini kocası için saklıyordu İshak
'ın yaşı ilerledikçe şapşallaştığım söylüyordu ve de adam ko­
kuyordu -ki bu onun asla katlanamayacağı bir şeydi. Adam
ona neyi borçlu olduğunu unutmuştu, Yakub'a hayır duasını
vermesini istemekte haklı değil miydi? Sürekli olarak İshak
'ın değerbilmezliğinden ve kendisinin onun ellerinqe çektik­
lerinden bahsederdi. Ama benim için büyük babamın ne
yaptığı açık değildi. Ulu ağaçların altında rüzgarın tadını çı­
karmak için geldiği sıcak günlerde kibar ve zararsız görünü­
yordu. İshak 'ın Rebeka'nın ihtimamı.na ihti�acı olmadığına
memnundum. Peçeli Debora'sı -tarafından iyi 'hizmet görü­
yordu. Örtüsünün tavşan dudağını sakladığı dedikodusu do­
laşıyordu, aslında böyle birinin bebekken öldürülmemiş ol­
ması düşünülemezdi.
Esav, Mamre'ye gelince önce annesini ziyaret eder ve
onun ihtiyaçlarıyla ilgilenirdi. Nazik ve hatta · annesine düş­
kündü ama fırsatını bulur bulmaz Büyük baba'ya doner ve
ona Arba'ya kadar eşlik ederdi, burada iki erkek akşam içi­
len şaraplarının tadını çıkarırlardı . Peçeli Debora onlara hiz­
met ederken konuşup güler, gece ·geç saatlere kadar kalıtlar­
dı.
Bunu beyaz giyen diğerlerinden öğrendim. Onlar bana
karşı iyilerd_i . Akşam yemeği verirken omzumu okşarlar, sa­
çımı tararlar ve onların güzelim fildişi iğleriyle çalışmama izin
1 7 8 Ani ta Diamant

verirlerdi. Ama akşamları hikayeler anlatmazlardı. Ve asla


kendi annelerinin onlara verdikleri isimleri öğrenemedim ya
da Mamre'ye nasıl geldiklerini ya da erkeklerin arkadaşlığını
özleyip özlemediklerini. Yumuşak başlı ve memnun görünür­
lerdi ama elbiseleri kadar da renksizlerdi. Onların Kahin'le
olan hayatlarına, kendilerine imrenmedim.
İlk ayda Rebeka kanayan kadınlarla kırmızı çadıra girme­
me izin vermedi; bu gelenek konusunda katıydı. Çocuk do­
ğurma vakti geçmiş olan kendisi de henüz olgunlaşmamış
olan benim gibi çadıra girmiyordu. Diğer Debora'lardan biri
de bizimle birlikte dışarda kalıyordu. Kanamalarının hiç gel­
mediğini söyledi ama dinlenemediği için şikayetçi değildi. O
ve ben yemek pişirip, yeni ayı kutlayanlara hizmet ettik; on­
ların sessiz kahkahaları annemlerin çadırına özlem duyma­
ma neden oluyordu.
Kadınlar üçüncü günün sabahı dinlenmiş olarak ve gü­
lümseyerek ortaya çıktıklarında, benim de güneşin doğuşu­
nu izlemek için çıktıkları tepenin zirvesine kadar onları takip
etmeme izin verilirdi. Kadınlar sessiz mutluluk şarkıları söy­
lerken Büyük anne de kutsal şarap dökerdi . Bunu takip eden
derin sessizlikte sanki Gökyüzü Tanrıçası üzerimizdeki ağaç­
lardaymış gibi gelirdi bana. Bu hatıra her yeni ayda bana ge­
ri dönerdi.
Asla büyük annemi sevmeyi öğrenemedim. Tabea'ya ne
yaptığını unutamadım ya da affedemedim. Ancak ona saygı
duyduğum gün de geldi.
Kahin'in çadırındaki kapılar her zaman açıktı ve her yön­
den yabancıları kabul ederdi. Bu söylendiğine göre prensle­
re ve dilencilere eşit derecede evlerini açan Saray ve Ab­
ram' ın kararıymış. Ve böylece her sabah Rebeka güzelim ça­
dırının içine hacıları kabul ederdi. Her gelenle -sefil ya da
varlıklı- ilgilenir, fakirlerle acele etmezdi.
O konukları selamlarken ben onun kadınlarıyla birlikte
dururdum. Önce çocuksuz bir kadın yaklaştı ve bir oğul için
yalvardı . Kahin ona Mamre'deki ağaçlardan birine bağlama-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 7 9

sı için kırmızı bir kuşak verdi, kısır kadının kulağına bir dua
fısıldadı ve onu şifalı otlardan anlayan Debora'yla birlikte
gönderdi.
Ardından kervanı için bir tılsım isteyen bir tüccar geldi.
" Benim için kötü bir dönem oldu, " diye söze başladı. " Nere­
deyse muhtaç hale geldim, ama sizin gücünüzü duydum, "
dedi sesinde meydan okuma vardı. "Kendi gözlerimle gör­
meye geldim. "
Büyük anne ona yaklaştı ve bakışlarını onunkinden kaçı­
rana kadar adamın yüzüne baktı. "Ancak geri ödeme yap­
malısın, " dedi, sanki bir uyarıda bulunuyormuş gibi.
Adamın omuzları çöktü ve kendini beğenmiş hali gitti.
"Alacaklarımı geri ödeyecek kadar malım yok, Büyük
anne, " dedi.
Yüksek, resmi bir ses tonuyla Kahin, "Başka yolu yok, "
dedi. Elinin bir hareketiyle onu gönderdi ve o da süklüm
büklüm onun huzurundan çekildi ve sanki arkasından bir or­
du kovalıyormuş gibi tepe eteklerine doğru koştu.
Rebeka hayretle açılmış ağzımı gördü ve omzunu silkerek
açıkladı. "Yalnızca hırsızlar iş ile ilgili mucizeler istemek için
gelirler. "
O sabahki son hacı kucağında yürüyebilecek yaşta bir ço­
cuk taşıyan bir anneydi -çocuk üç belki dört yaşında vardı.
Ama kadın çocuğu soyunca neden hala onun kollarında ol­
duğunu anlayaqildik. Bacaklqrı kurumuştu ve ayakları yara­
larla kaplanmış, derisi sıyrılmış ve iltihaplanmıştı; görmek bi­
le acı veri�iydi. Gözlerindeki bakıştan çocuğun çektiği acıyla
neredeyse ölmek üzere olduğu anlaşılıyordu. Büyük anne
çocuğu annesinin kollar�ndan aldı. Dudaklarını çocuğun alnı­
na bastırarak onu kendi minderine taşıdı ve kucağında ço­
cukla oturdu. Yanıklar için kullanılan yatıştırıcı ama tedavi et­
me özelliği bulunmayan merhemi istedi. Ardından kendi el­
leriyle, çekinmeden ve elini çekmeden, merhemi yaralarına
sürdü . Rebeka işini bitirdiğinde kokulu elleriyle yaralı ayakla­
rı sardı ve sanki bunlar eşi bulunmaz, kırılgan ve temiz şey-
1 8 0 Anita Diamant

)ermiş gibi tuttu. Kadının hayretten ağzı açık kaldı ama ufak
oğlan şifa vericisine şaşırmamıştı. Bir anlığına hafifleyen
acıyla kafasını Rebeka'nın sığ göğüslerine bırakıp uykuya ·

daldı.
Kimse hareket etmedi ya da konuşmadı . O uyurken ne
kadar süre ayakta durduk bilmiyorum ama çocuk gözlerini
açtığında sırtım ağrıyordu. Kollarını Büyük anne'nin boynu­
na dolayıp onu öptü. O da karşılığında ona sarıldı ve ardın­
dan oğlunun yüzündeki tebessümü görerek ağlayan ve onu
yaşatmak için elinden bir şey gelmediğini gösteren Kahin 'in
yüzündeki hüznü görünce yeniden ağlayan annesine taşıdı.
Bundan sonra Rebeka 'dan nefret etmedim. Bir daha as­
la kimseye böylesi bir şefkat gösterdiğini görmememe rağ­
men o küçük oğlanın acısını kendi ellerine alıp ona rahatlık
ve annesine de huzur verişini unutamadım.
Büyük annemle asla Tabea hakkında da konuşmadım.
Buna cüret etmedim. Sessizlik içinde, sanki kefen giyen ben­
mişim gibi sevgili dostumun yitip gitmesine yas tuttum.
Ama toprağın altına soktuğumuz Werenro oldu.
Mamre'deki diğerleri gibi ben de elçiyi yeniden görece­
ğim için heyecanlıydım. Deboralar arasında da en "sevileniy­
di, ne zaman döneceğini sorduğumda gülümsüyorlardı. Sa­
çımı taramaktan hoşlanan içlerinden biri "Elbette ki yakında
gelecek," dedi, "ve de akşamları dinleyecek hikayelerimiz
olacak ve sen de bu kadar üzgün olmayacaksın . "
Ama Tyre'den gelmekte olan bir tüccar tarafından We­
renro'nun; Mamreli Rebeka'nın elçisinin öldürüldüğü haberi
geldi. Vücudundan kalanlar şehrin bir ucunda bulunmuş; di­
li kesilmiş, kırmızı saçları her yana dağılmış. Yıllar önce tür­
beyi ziyaret eden bir tüccar Kahin'e hizmet eden tuhaf görü­
nüşlü kadını hatırlamış ve çantasını tanımış. Ondan geriye
ne kaldıysa toplamış ve kötü haber karşısında hiçbir duygu
belirtisi göstermeyen Büyük anne'ye kemiklerini getirmiş.
Taşıdığı çıkın acınacak derecede ufaktı ve bunu kilden ya­
pılmış süssüz bir kap içinde toprağın derinliklerine gömdük.
K ı r m ı z ı Çad ı r 1 8 1

O gece Deboraların ağladıklarını duydum ve ben de kendi


çarşaflanma bir başka tuz daha ekledim. Ama Werenro'yu
rüyamda gördüğümde omzuna iri bir kuş tünemiş, ağaçtan
geniş bir koltuğa oturmuş, o tuhaf gülümsemesi ile gülümsü­
yordu.
Werenro'nun gömüldüğünün ertesi günü, her zaman ol­
duğu gibi sabahtan Rebeka'ya gittim, ama o çoktan gün için
giyinmiş, kokularını sürmüş ve boyanmıştı. Minderinde ses­
siz ve dalgın oturuyordu. Geldiğimi fark ettiğinden bile emin
değildim. Öksürdüm. Bana bakmadı ama bir süre sonra ko­
nuştu ve ben de neden hacıların Mamre'ye geldiğini öğren­
dim.
"Burada olduğunu biliyorum, Dina," dedi.
"Esav'ın kızı için benden nefret ettiğini biliyorum . Bu çok
kötü, içlerinde· en iyisiydi ve tabii ki bu onun hatası da değil­
di. Hu, benim ona yapmasını söylediğim şeyi değil kendi ah­
mak annesinin ona öğrettiğini yapan zavallı ahmak annesi­
nin hatasıydı. Onu bir bebekken yanıma almalıydım . Kızın
hiç şansı yoktu. "
Büyük annem bunları bana bakmadan söylemişti, sanki
düşüncelerini söze döküyordu. Ama sonra gözl,erini bana çe­
virdi ve bakışıyla beni yerime mıhladı.
" Sen bu kaderden uzaksın, " dedi. "Annen bakireliğini bir
ödüle dönüştürmelerine izin vermeyecektir. Kanının, ulu
'

ananın rahmine giden bir adağın dışında başka bir şey olma-
sına izin vermeyecektir. Bu şekilde güvendesin.
"Yine de seni başka mutsuzluklar bekliyor, " dedi dikkatle
bana ba�ıp, geleceğimi tahmine çalıŞ9rak. "Anlayamadığım
bir şey. Aynen Werenro'nun sonunu önceden tahmin ede­
mediğim gibi. Belki acın kaybedilen bir veya iki bebekten ya
ö genç yaşta dul kalmaktan başka bir şey değildir, çünkü
ömrün uzun olacak. Ama zaten hayatın getirecekleri .ile ço­
cukları korkutmanın faydası yoktur. "
Bir süreliğine sessizlik oldu ve Rebeka tekrar konuştuğun­
da, sözleri benim hakkımda olmasına rağmen sanki artık
1 82 Anita Diamant

orada değilmişim gibiydi. " Dina varis de olmayacak. Şimdi


aslında hiç kimsenin olmayacağını görüyorum. Mamre unu­
tulacak. Çadır benim ardımdan ayakta kalmayacak. " Omuz­
larını silkti sanki bu büyük bir mesele değilmiş gibi .
"Aslını istersen ulu olanların bizim vereceğimiz hiçbir şe­
ye ihtiyaçları yoktur. Döktüğümüz kutsal şaraplarımız ve
okuduğumuz dualarımız, kuş cıvıltılarından ya da arı vızıltı­
sından daha önemli değildir. En azından onların minneti da­
ha gerçektir. "
Kalktı ve bana doğru yürüdü ta ki burunlarımız neredey­
se birbirine değene kadar. "Benden nefret ettiğin için seni
affediyorum , " dedi ve beni elinin bir hareketiyle çadırdan
gönderdi.
Birkaç gün sonra Ruhen geldi ve ben de Mamre'yi Büyük
anne'nin başının bir onayı dışında hiçbir şey olmadan terk
ettim. Annelerimin çadırına dönüyor olmama mutlu olsam
da, yürürken gözlerim yaşlarla doluydu. Ellerim boş dönü­
yordum. Rebeka'nın sevgisine hak kazanamamıştım. Onu
memnun etmeyi başaramamıştım.
ALTINCI BöLÜM

okluğumun her anında evi özlememe rağmen oraya

Y vardığımda şaşkına döndüm. Hiçbir şey benim hatır­


ladığım gibi değildi. Erkek kardeşlerim, babam ve di­
ğer erkeklerin hepsi dayanılmaz derecede kaba ve hayvan
gibilerdi . Konuşmak yerine homurdanıyorlar, kaşınıyorlar ve
burunlarını karıştırıyorlar ve hatta kadınların gözü önünde
kendilerini rahatlatıyorlardı. Ve o koku!
Kampın gürültüsü de dayanılmazdı. Havlayan köpekler,
meleyen koyunlar, ağlayan bebekler ve bağıran kadınlar. Na­
sıl olup da onların birbirlerine ve çocuklara böylesine bağır­
dıklarını hiç fark etmemiştim? Kendi annem bile değişmişti.
Onun ağzından çıkan her sözcük eleştiri dolu, bir şey talep
eden ve emrediciydi. Her şey onun istediği şekilde yapılma­
lıydı ve benim yaptığım hiçbir şey yeterince iyi değildi. Ben­
den su getirmemi istediğinde veya bebeklerden biriyle ilgi­
lenmemi ya da dokumada Zilpa'ya yardım etmemi, sesinde
yalnızca küçümseme ve kızgınlık duyuyordum.
Ne zaman benimle konuşsa, gözlerim yaşlarla doluyor,
boğazım utanç ve öfke ile tıkanıyor ve toprağı tekmeliyor­
dum. Günde üç kez "Senin neyin var?" diye soruyordu. "Se­
nin sorunun ne?"
Benim bir sorunum yok, diye düşünüyordum. Çabuk par­
layan aksi ve çekilm�z hale gelen Lea'ydı . Benim gittiğim ay­
larda bir şekilde yaşlanmıştı . Alnındaki çizgiler sık sık toza bu­
lanıyordu ve tırnaklarındaki kirler de midemi bulandırıyordu.
1 84 Anita Diamanı

Elbette ki böylesi bir saygısızlığı asla dile dökemezdim, bu


yüzden annE;!mden uzak 0durdum ve Zilpa1nın dokuma tezga­
hının sakinliğine ve Bilha'nın sesinin yumuşaklığına kaçtım.
Hatta Rahel'in çadırında uyumaya başladım ki bu Lea'ya
mutlaka acı veriyordu. Şimdi en azından Büyük anne kadar
yaşlı olduğunu fark ettiğim Inna ise anneme böyle acı çektir­
diğim için bana kızıyordu. Ama değişimlerin anneme değil
bana ait olduğunu anlayamayacak kadar gençtim.
Birkaç hafta sonra yeniden günlük seslere ve erkeklerin
kokularına alışmaya başladım ve hatta kendimi onlardan et­
kilenir buldum. Etrafta çıplak koşuşan küçük oğlanların
önündeki ufak tomurcuklara baktım ve çiftleşen köpekleri
inceledim. Yatağımda dönüp duruyor ve ellerimi göğüslerim­
de ve bacaklarımın arasında gezdirip meraklanıyordum.
Bir gece, Inna beni Yahuda'nın çadırının yanında, onun
ve Şua'nın bir bebek daha yapmakta oldukları yerde yakala­
dı. Ebe kulağımdan çekip beni götürdü. "Çok uzun sürme­
yecek, kızım, " dedi bana yan yan bakarak. " Senin zamanın
geliyor. " Mahcup olmuş ve Inna'nın anneme beni nerede
bulduğunu anlatacağından korkmuştum. Yine de erkeklerin
ve kadınların paylaştıkları o sırrı düşünmeden edemiyordum.

Merak ve özlemle tükendiğim gecelerde babam ve oğul­


ları derin bir sohbete dalmışlardı. Sürüler yakında emrimiz­
deki topraklara sığamayacak kadar artacaktı ve erkek kar­
deşlerimin de kendileri ve oğulları için büyük planları vardı.
Yakub yeniden rüyalar görmeye başladı, bu kez surlarla çev­
rili bir şehir; ve iki dağın arasındaki yamaçtaki tanıdık bir va­
diydi gördüğü. Rüyalarında biz çoktan Şekem'de büyük ba­
basının bir taş yığınına *'�ap döküp burayı kutsal sunak taşı
diye adlandırdığı yerdeydik. Erkek kardeşlerim bu rüyayı sev­
diler. Şehirde iş yapmış yün ve sürülerin iyi fiyata satıldığı
pazar yeri hakkında hikayelerle dolu olarak çadırlara dön­
müşlerdi. Şekem'in kralı Hamor bir banşseverdi ve toprak­
larını kalkındırmak isteyen kabileleri kabul ederdi. Şimeon
Kı rm ı z ı Ça d ı r 1 85

ve Levi, Hamor'un . veziriyle babam adına konuşup Yakub'a


geldiler ve kayda değer büyüklükte, üzerinde bir de kuyu bu­
lunan topraklar için anlaştıklarını anlatarak kendi kendileri­
ne şişindiler.
Böylece çadırlar toplandı ve sürüler bir araya getirildi ve
kralın bize ait olabileceğini söylediği yere doğru kısa bir me­
safe yol kat ettik. Annelerim vadiden memnun kaldıklarını
belirttiler.
"Dağlar gökyüzünün yerle birleştiği yerdir, " dedi Zilpa, il­
ham bulduğuna memnun.
"Dağlar bizi kötü rüzgarlara karşı koruyacaktır, " dedi Lea
mantıklı mantıklı.
"Bu tepelerin bize neler sunabileceğini göstermesi için şi­
falı qtlardan anlayan yerli bir kadın bulmalıyım, " dedi Rahe!
lnna'ya.
Yalnızca Bilha, yamaçlarına çadırlarımızı kurduğumuz da­
ğın, Ebal'in gölgesinden mutsuz görünüyordu. " Burası çok
geniş, " diye iç geçirdi. "Kendimi kaybolmuş hissediyorum. "
Tandırlar yaptık ve tohumlar ektik. Sürüler çoğaldı ve er­
kek kardeşlerimden üçü dahi=i eşlerini buldular, annemlerden
bir itiraz almayan genç kızlar. Bunlar Kenanlıydı ve annele­
rin güzellikleri kadar güçleriyle de onurlandırıldıkları Ha­
ran' ın gelenekleri hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı . Ve yeni
kız kardeşlerim Lea'yı memnun etmek için �irmızı çadıra gir­
diklerinde de asla bizimle birlikte gülmüyorlardı . Bizim-Gök­
yüzü Kraliçesine sunduğumuz kurbanları ilgisizce izliyor ve
ne yapılması gerektiğini öğrenmeyi reddediyorlardı. "Adak­
lar erkekler içindir, " deyip, şekerlei"ini yiyorlardı . Yine de er­
kek kardeşlerimin gelinleri çalışkan ve doğurganlardı. Şe­
kem 'de pek çok kız ve oğlan yeğenim oldu ,ve Yakub'un ai­
lesi genişledi.
Kendi memnuniyetsizliklerinin sınırları gittikçe genişleyen
dünyasında yaşayan Şimeon ve Levi dışında çadırlarımızda
huzur vardı . Toprakları bir ödül gibi gösteren kuyu biz gel­
dikten sonra kısa süre içinde kuruyup; eskimiş, ufalanan bir
1 86 Anita Diamant

taş yığınına dönüştü. Erkek kardeşlerim bir başka çukur kaz­


dılar, daha ilk aşamasında başarısızlığa uğrayan yorucu bir iş­
ti. Şimeon ve Levi, Hamor'un bilerek kendilerini kandırdı­
ğından emindiler ve aşağılama olarak nitelendirdikleri şey
konusunda birbirlerinin öfkesini beslediler. İkinci kuyu su
vermeye başladığında, kırgınlıkları isimleri gibi onların bir
parçası olmuştu. Yolum nadiren onlarla ilişkide olmamı ge­
rektirdiği için minnettardım. Kara görünüşleri ve her zaman
kemerlerine takılı uzun bıçaklarıyla beni korkutuyorlardı.

Hava baharın gelmesiyle birlikte güzelleşip, dişi koyunlar


da kuzularla yüklendiğinde benim ayım da geldi. Karanlığın
ilk gecesinde akşam inerken, rahatlamak için çömelmiştim
ki bacağımda bir leke fark ettim. Ne gördüğümü anlayana
kadar birkaç saniye geçti. Kırmızıdan çok kahverengiydi.
Kırmızı olması gerekmiyor muydu? Belki de yanılmıştım ve
kanayan bacağımdı ama hiç sıyrık ya da çizik bulamadım.
Sanki her an kadınlığımın gelmesini bekliyor gibiydim
ama yine de hemen annemlere anlatmak için atlamadım,
çalılıklarla gizli kıçımın üstünde olduğum yerde kaldım, düşü­
nüyordum: Çocukluğum bitti. Artık bir önlük takacak ve ba­
şımı örtecektim. Artık yeni ay boyunca gidip gelmek ve bir
şeyler taşımak zorunda olmayacağım, hamile kalana kadar
diğer kadınlarla birlikte oturacağım. Üç gün boyunca hilal
tanrıçasının ilk ortaya çıktığı ana kadar kırmızı çadırın al göl­
gesinde annemler ve kız kardeşlerimle birlikte oturacağım.
Kanım, havayı kadınların tuzlu kokusuyla doldurarak saman­
ların arasına akacak.
Bir an için sımmı saklayıp bir kız olarak kalma fikrini öl­
çüp biçtim ama bu düşünce çabuk kayboldu. Neysem yalnız­
ca o olabilirdim. Ve ben de bir kadındım.
Ayağa kalktım, parmaklarım olgunluğumun ilk işaretleriy­
le lekelenmişti ve aslında bağırsaklarımda tuhaf bir ağrı oldu­
ğunu da fark ettim. Yeni bir gururla çadıra gittim, büyüyen
göğüslerimin artık kadınlar arasında bir espri konusu olma-
K ı r m ı z ı Çadır 1 87

yacağını biliyordum. Şimdi Rahel ve lnna bir doğuma katıl­


dıklarında ben de onlarla birlikte her çadıra kabul edilecek­
tim. Şimdi şarap sunabilir ve yeni ayda ekmek adayabilirdim
ve çok yakında erkeklerin ve kadınların ortak sırlarını da öğ­
renecektim.
Kırmızı çadıra elimde getirmem gereken su olmadan git­
tim. Ama annem bana kızmak için ağzını daha açamadan,
lekeli parmaklarımı kaldırdım. " Benim de hiçbir şey taşıma­
ma izin yok, Anne. "
Bir seferlik ağzından hiç sözcük çıkmadan Lea, "Oh, oh,
oh! " diyebildi. Her iki yanağımdan da beni öptü ve teyzele­
rim de etrafımda toplanıp daha çok öpücükle beni tebrik et­
mek için sıraya girdiler. Yengelerim de ellerini çırptı ve her­
kes bir ağızdan konuşmaya başladı. lnna bu gürültüye neyin
sebep olduğunu anlamak için içeriye koştu ve gülümseyen
yüzler etrafımı sardı.
Neredeyse hava kararmıştı ve ben daha ne olduğunu an­
layamadan tören başladı. lnna çok güçlü bir şarap dolu cila­
lanmış metal bir kadeh getirdi, öylesine yoğun ve tatlıydı ki
gücünü hissetmedim. Ama annelerim beni ayaklarımın altı­
na ve avuç içlerime sürdükleri kına ile hazırlarken başım dö­
nüyordu. Bir gelinin aksine, ayaklarımdan rahmime ve elle­
rimden göbeğime uzanan kırmızı bir çizgi çizip desenler yap­
tılar.
Gözlerime rastık sürdüler ("Böylece ileriyi görebilecek­
sin," dedi Lea) ve alnımı ve koltuk altlarımı parfümlediler
("Böylece çiçekler arasında yürüyeceksin," dedi Rahel). Bile­
ziklerimi çıkardılar ve elbiselerimi aldılar. Boyanma ve koku
ile neden bu kadar vakit harcayıp sonra da kadınların do­
ğumda kullandıkları ve bebek geldikten sonra döl eşini sar­
dıkları kefene benzeyen ev yapımı kaba bir elbise giydirdik­
lerini sormamı engelleyen şarap olmalıydı.
Bana karşı öylesine iyi, öylesine komik, öylesine tatlılardı
ki. Yemeğimi kendi başıma yememe izin vermediler, ağzımı
1 88 Anita Diamanı

kendi parmaklarıyla en güzide lokmalarla doldurdular. Bir


kedi kadar uysal hale gelene kaçlar boynuma ve sırtıma ma­
saj yaptılar. Aramızda bilinen her şarkıyı söylediler. Annem
şarap kadehiJni hep dolu tuttu ve bunu o kadar sık dudakla­
rıma götürdü ki az sonra konuşmakta bile· .güçlük çekmeye
başlamıştım ve etrafımdaki sesler, yüksek tonlu neşe)j bir mı­
rıltıya dönüştü.
Zebulurı'un karısı, Ahavah, çırpılan eller eşliğinde hamile
karnıyla dans etti. Kasıklarım ağrıyana kadar güldüm. Yü­
züm acıyana kadar gülümsedim. Bir kadın olmak çok güzel-
d·ı
ı.
Ardından Rahe) ev mabutlarını çıkardı ve herkes sessizli­
ğe büründü . Ev tanrıları o ana kadar gizli kalmıştı. Onları
son gördüğümde ufak bir kız olmama rağmen, eski dostlar
gibi hatırladım onları: hamile anne; yılandan saçları olan
tanrıça; aynı anda hem kadın hem erkek olan, bir de kızgın
koç. Rahe) dikkatle bunları serdi ve sırıtan bir kurbağa şek­
lindeki tanrıçayı seçti. Geniş ağzı korumak için kendi yu�ur­
talannı tutuyordu, bacakları da bin tane yumurta daha ser­
meye hazır hançer şeklinde bir üçgen şeklinde yayılmıştı .
Rahel, yaratık lambaların ışığı altında parıldayıp damlalar
akıtır h;:ıle gelene kadar yanardağ taşından yapılmış bu figü­
rü yağ ile ovdu. -Kurbağanın aptal suratına bakıp kıkırdadım,
ama benimle birlikte kimse gülmedi.
Daha sonra kendimi annem ve teyzelerimle birlikte dışa­
rıda buldum. _Bahçenin kalbindeki buğday tarlasındaydık
-kurban için ayrılan tahılın yetiştirildiği gizli yerde. Ay dönü­
mü tamamlandıktan sonra sonra ekmek için toprak işlen­
mişti ve ben yüzüm serin toprağa dönerek çıplak yatıyor­
dum. Ürperdim. Annem yanağımı toprağa koydu ve saçları­
mı çözdü. Kollarımı açıp "toprağı kucakla" , diye fısıldadı.
Dizlerimi büktü ve ayak tabanlarımı birbirine değecek şekilde
yaklaştırdı, " İlk kanını toprağa vermek tçin, " dedi Lea. Gece
havasını rahmimde hissedebiliyordum ve gökyüzü altında
böylesine açık olmak tuhaf ve harikaydı.
Kırmızı Çadır 1 8 9

Annelerim etrafımda toplandı: Lea tepemde, Bilha sol ta­


rafımda, Zilpa'nın eli bacaklarımın arkasında. Aynen kurba­
ğa gibi, yarı uykulu, herbirini çok severek sırıtıyordum. Ra­
hel'in arkamdan gelen sesi sessizliği bozdu. "Ana! Innana!
Gecelerin Kraliçesi! Kızının sunduğu kanı, annesinin namı­
na, kendi namına kabul et. Sana sunduğu kanda yaşasın, sa­
na sunduğu kanda hayat versin. "
Canımı acıtmadı. Yağ girişi kolaylaştırmıştı ve dar üçgen
de içime girerken tam tamına uydu. Rahmimdeki kilidi açar­
ken tanrıçanın yüzü doğuya bakarken ben de batıya bakıyor­
dum. Haykırdığımda, bu acıdan değil şaşkınlık ve hatta bel­
ki de zevktendi, sanki bana öyle geliyordu ki Kraliçenin ken­
disi benim üzerimde yatıyor, 2şi Dumuzi de altımda duruyor­
du. Ben onların sevişmelerinin arasında kalmış, tutkuyla ya­
nan bir kumaş parçasıydım.
Annelerim bana acıyarak sessizce inlediler. Eğer konuşa­
bilseydim onları tamamen mutlu olduğuma temin ederdim.
Gökyüzünün tüm yıldızları , gülümseyen ufak kurbağa tanrı­
çanın bacakları ardından rahmime girmişti. Toprak ve su­
yun, yer ve göğün birbirinden ayrıldığından beri en yumu­
şak, en vahşi gecede bir köpek gibi nefes nefese yatıyor ve
döne döne gökyüzüne yükseldiğimi hissediyordum. Ve düş­
meye başladığımda korkmadım.
Gözlerimi açtığımda gökyüzü pembeydi. Inna yanımda
çömelmiş yüzümü seyrediyordu. Sırtüstü yatıyordum, kolla­
rım ve bacaklarım iki yana açılmıştı, çıplaklığım annemin en
sevdiği çarşaf ile örtülmüştü. Ebe ayağa kalkmama yardım
etti ve beni diğer kadınların hala uyudukları kırmızı çadırda­
ki yumuşak köşeye götürdü. "Rüya gördün mü?" diye sordu.
Gördüğüme dair kafamı sallayınca da yakınlaştı ve " Ne şekil
almıştı," dedi.
Tuhaf şekilde neyi öğrenmek istediğini biliyordum ama
bana gülümseyen yaratığı nasıl adlandıracağımı bilmiyor­
dum. Daha önce hiç ona benzer bir şey görmemiştim -ge­
niş, kara, dişleri gösteren bir sırıtış, hayvan derisine benze-
1 9 0 Anita Diamanl

yen bir deri . Hayvanı, şaşırmış görünen Inna'ya anlatmaya


çalıştım. Ardından sordu, "Suyun içinde miydi?"
· Evet, dedim ve Inna gülümsedi . " Sana suyun senin kade­
rin olduğunu söylemiştim. Bu çok eski bir tanedir, Taweret,
nehirde yaşayan ve kocaman bir ağızla gülen bir Mısır tanrı­
çası. Annelere sütlerini verir ve tüm çocukları korur. " Yaşlı
dostum yanaklarımı öptü ve ardından yavaşça sıkıştırdı. "Ta­
weret hakkında tüm bildiğim bu, ama yaşadığım bunca yıl
boyunca daha önce onu rüyasında gören bir kadın hiç tanı­
madım. Bu bir şans işareti olmalı, ufaklık. Şimdi uyu . "
Gözlerim akşama kadar açılmadı ve tüm gün �oyunca ba­
caklarım arasında büyüyen altın bir ayın rüyasını gördüm. Ve
sabahleyin yeni ayın ışıklarını karşılamak için ilk dışarı çıkma
onuru bana verildi.

Lea kızının ergenliğe ulaştığını Yakub'a söylemek için gitti­


ğinde onurı bunu çoktan bildiğini gördü. lnbu, burıdan Levi'ye
bahsetmiş, o da burıu "nefret dolu" babasına fısıldamıştı.
Kenanlı kadın, beni toprak, kan ve gökyüzünün antik
sözleşmesine katan tören karşısında hayrete düşmüştü. In­
bu'nun ailesi rahmi açma töreni hakkında hiçbir şey bilmi­
yordu. Aslında erkek kardeşimle evlendiklerinde annesi ger­
dek gecesinin kanlı çarşafını kapmak için çadıra koşmuştu
eğer Yakub -başlık parasını eksiksiz ödeyen kişi- onun beka­
retinin kanıtını isterse diye . Sanki babam bir kadının kanına
bakmaya çok meraklıymış gibi.
Ama şimdi lnbu Levi'ye bahçede sunulan adağı -ya da en
azından bunun hakkında ne tahmin ediyo: sa- anlatmıştı ve o
da babamız Yakub'a gitmişti. Erkekler kırmızı çadır ya da bu­
radaki törenler ve adaklar konusunda hiçbir şey bilmezdi.
Yakub bunları öğrendiğinde memnun olmadı. Karıları ona
ve tanrısına karşı sorumluluklarını yerine getirirlerdi; o da
onlarla ya da tanrıçalarıyla tartıŞmaya girmezdi. Ama artık
Laban'ın ev mabutları evinde değilmiş gibi davranamazdı ve
yeminle reddettiği malların varlığım� da dayanamıyordu.
Kı rm ı z ı Ç a d ı r 1 9 1

Böylece Yakub Rahel'i önüne çağırdı ve ona Laban'dan


aldığı ev tannlannı getirmesini emretti. Bunların hepsini bi­
linmeyen bir yere götürüp bir bir bir kaya ile bunları parça­
ladı. Ardından gizlice bunları gömdü böylece kimse üzerleri­
ne kutsal şarap da dökemeyecekti.
Sonraki hafta Ahavah çocuğunu düşürdü, Zilpa bunun bir
cezalandırma ve daha kötüsünün geleceğine dair delil olarak
niteledi. Lea ev mabutlarıyla o kadar da ilgili değildi. "Yıllar­
ca bir sepetin içinde saklandılar ve bu bize bir zarar verme­
di. Asıl sorun bizim yollarımızdan gitmeyen oğullarımın eşle­
riyle ilgili. Onlara daha iyisini öğretmeliyiz. Onları kendi kız­
larımız yapmalıyız. " Böylece annem Ahavah ve Yahuda'ın
Şua'sını bağrına bastı. Sonraki yıllarda İssakar'ın gelini Hes­
ya'ya ve Gad'ın Oreet'ine de öğretmeye çalıştı. Ama onlar
kendi annelerinin yollarını terk etrhedi{er.
lnbu'nun ihaneti derin bir bozulma ve asla iyileşmeyen ljr
bölünme bıraktı geride. Levi ve Şimeon'un karılan asla b1r
daha kırmızı çadıra gelmediler, yeni ayda kendi evlerinde ka­
lıp kızlarını da yanlarında tuttular. Ve Yakub da kırmızı çadı­
ra kaşlarını çatmaya başladı .

Her yeni ayla birlikte kırmızı çadırda yerimi alıp, annele­


rimden ayaklarımı nasıl çıplak toprağa basmamam gerekti­
ğini ve samanların üzerindeki bir paçavra üzerinde nasıl ra­
hat oturacağımı öğrendim. Günlerim ayın büyüyüp incelme­
sine bağlı şekilleniyordu. Zaman; vücudumun dolgunlaşma­
sı, göğüslerimin şişmesi, temizlenmenin getirdiği sancılı ra­
hatlık, erkeklerin dünyasından ayrılıp çalışmaya ara verdiği­
miz üç sakin gün etrafında dönüyordu.
Annelerime mükemmel yaratıklar olarak tapınmayı bırak­
mış olmama rağmen, onlarla ve kanayan diğer kadınlarla
birlikte geçirdiğim o günleri özlemle bekliyordum. Bir kere­
sinde yalnızca annelerimin ve benim çadırda birlikte oturdu­
ğumuz zaman Rahe! bunun Haran' daki eski günlere benze­
diğini söyledi. Ama Lea, "Tam olarak aynı değil. Şimdi bize
1 9 2 Anila Diamanı

hizmet · eden pek çokları var ve bizimle birlikte samanların


üzerinde kızım da oturuyor, " dedi. Bilha annemin sözlerinin
Rahel'in kalbini yaraladığını gördü, ne de olsa hala bir kıza
özlem duyuyordu ve ümidini de yitirmemişti. Hassas teyzem
"Ah, ama Lea, yeniden beşimizin bir ara.da olması çok hoş.
Adah olsa nasıl da gülümserdi, " dedi. Büyük annemin adı
her zamanki çarpıcı etkisini göstermiş ve kız kardeşler onun
anısıyla rahatlamışlardı. Ama olan olmuştu bir kere; Lea ve
Rahe! arasındaki eski soğuk rüzgarlar kadınların cephesine
geri dönmüştü.
Ebal'in gölgesine yerleşmemizin üzerinden çok geçme­
den Inna ve Rahe! işçi kadınlarımızdan birinin tersten gelen
bebeğini doğurttular. Anne yaşadı; bu, oralarda bebek ters­
ten geldiğinde nadiren görülen bir şeydi. Kısa sürede tepe
eteklerinden kadınlar ve hatta vadi içlerinde, daha uzakta ya­
şayanlar zor bir doğumun ilk işaretini alır alqıaz onları çağır­
maya başladılar. Inna ve Rahel'in -ama özellikle de Mamre.
kuşağıyla kan bağı bulunan Rahel'in- oranın yerlilerinin yü­
reklerine korku salan, yeni doğanların kanına susamış oldu­
ğu rivayet edilen antik demonlar Lamashtu ve Lillake'yi ya­
tıştırma gücüne sahip olduğu dedikodusu dolaşıyordu.
Pek çok kereler ben de, teyzem ve omzunda bir çanta ol­
madan bir yol arkadaşına dayanmayı daha kolay bulan yaşlı
ebeyle birlikte yürürdüm. Tepe halkı doğum yapan kadınları
ziyarete benim gibi henüz evlenmemiş bir kızı da götürmele­
ri karşısında hayrete düşüyordu. Ama vadi içlerinde yaşa­
yanlar buna aldırış eder gibi görünmüyorlardı ve ilk kez an­
ne olacaklar -bazısı benden bile genç- acıları çoğaldığında
ellerini tutan ve gözlerinin içine bakanın ben olmamı istiyor­
lardı.
Öğretmenlerimin bebek doğurmak konusunda her şeyi
bildiklerine emin olmama rağmen Rahe! ve Inna nereye git­
seler kadınlardan öğrenebilecekleri ne varsa öğrenmeye ça­
lışıyorlardı. Tepelerde yetiŞen tatlı naneyi keşfedince mutlu
oldular. Mideyi hızla yatıştırıyordu ve hamilelik esnasında mi-
Kı r m ı z ı Ç a d ı r 1 9 3

de bulantısı ve kusmadan yakınanlara iyi geliyordu. Ama in­


na tepe kadınlarının bazılarının annenin vücudunu "demon­
lan şaşırtmak için" sarı çizgilerle boyadıklarını görünce duda­
ğını büküp bunun deriyi tahriş etmekten başka işe yarama­
dığını homurdandı.
Öğretmenlerimin Şekem vadisi kadınlarından öğrendikle­
ri arasında bir tanesi gerçekten tam bir nimetti. Bu bir ot ya
da bir alet değil, bir doğum şarkısıydı ve lnna ve Rahel'in
kullandığı en yatıştırıcı merhemdi. Doğum sırasında kadınla­
rın kolay nefes almalarını sağlar ve derinin yırtılmadan geril­
mesine olanak tanırdı. En kötü sancılan bile hafifletirdi.
Ölenler bile -elbetteki lnna gibi hünerli bir ebeyle bile bazı­
ları ölürdü- gözlerini sonsuza dek kapatırken, korkusuzca gü­
lümserlerdi.

Şöyle söylerdik:

"Korkma, uakit geliyor


Korkma, kemiklerin güçleniyor
Korkma, yardım yanıbaş ında
Korkma, Gula yanında
Korkma, bebek kapıda
Korkma, seni onurlandırmak için yaşayacak olan orada
Korkma, ebenin elleri hünerli
Korkma, toprak, altında
Korkma, suyumuz ve tuzumuz hazırda
Korkma, ufak ana
Korkma, hepimizin anası "

lnna bu şarkıyı sevdi özellikle de evin kadınları buna ar­


moni katıp büyüyü daha da güçlü kılınca. Hayatının bu ka­
dar sonlarındayken böylesine güçlü bir şeyi öğrenmiş olmak­
tan dolayı mutluydu. "En yaşlımız bile , " dedi, kemikli parma­
ğını bana doğru sallayarak, "biz kocakarılar bile şurda hurda
yeni şeyler öğrenebiliriz. "
1 94 Anila Diamant

Sevgili dostumuz yaşlanıyordu; Inna'nın da gece karanlı­


ğında yürüyemeyeceği ya da dik yokuşları tırmanall'layacağı
vakit geldi, böylece Rahe! yanında yalnızca beni götürmeye
başladı ve ben de gözlerim kadar ellerimi de kullanmayı öğ­
rendim.
Genç bir anneye ikinci oğlunu doğurması için yardıma
çağrıldığımız bir keresinde -doğum sırasında bile gülümse­
yen tatlı bir kadının kolay bir doğumuydu- teyzem tuğlaları
koymama ve göbek bağını bağlamama izin verdi. Eve dönüş
yolunda Rahe! omzumu okşayıp bana iyi bir ebe olacağımı
söyledi . Sesimin de korkusuz anne şarkısına çok uyduğunu
ekleyince gururuma diyecek yoktu .
yEDİNCİ BöLÜM

aman zaman şehri gören bir yerde yaşayan, doğurmak

Z üzere olan bir anneye yardıma çağrılırdık. Bu yolculuk­


ların benim için farklı bir tadı vardı. Şekem'in surları
beni Yakub ve Zilpa'ya adakları için ilham veren sisli dağlar­
can çok daha heyecanlandırırdı . Böylesi büyük bir projeyi
yapan akıllar, kendimi zeki hissetmeme; kaleyi inşa eden ki­
rişlerin gücü, kendimi güçlü hissetmeme neden olurdu. Ne
zaman surlara gözüm takılsa bakışlarımı bunlardan alamaz­
dım.
İçeri girmek; tapınak meydanını, dar sokakları ve kalaba­
lık evleri görmek için yanıp tutuşuyordum. Buranın neye
benzediği konusunda erkek kardeşlerimizle birlikte zaman
zaman Şekem'de bulunan Yusuf'tan birkaç şey öğrenmiş­
tim. Yusuf Kral Hamor'un Mısırlı eşi ve on beş cariyesiyle
şaşaa içinde yaşadığı sarayın kardeşlerimin sayısından daha
çok odası olduğunu söylerdi . Yusuf Hamor'un sahip olduğu­
muz koyunlarından daha çok hizmetkarı olduğunu da anla­
tırdı. Aslında erkek kardeşim gibi sıradan bir çobanın bırakın
böylesi büyük bir evin içini gözetleme şansı, bunun için bir
umudu bile olamazdı. Yine de onun uzun hikayelerini sevi­
yordum. Saray hakkındaki yalanlar bile beni heyecanlandırı­
yordu ve o pazardan gelince tuniğine sinmiş olan kadın ko­
kularını duymaktan da hoşlanıyordum.
Annem pazarı bizzat görmek istediğine karar verdi. Lea
bu tür alışverişlerde, yünler için, güvenilmeyecek kadar cö-
1 96 Anita Diaman ı

mert Ruben'den daha iyi pazarlık edeceğinden emindi. Be­


nim de ona yardım etmek için gideceğimi söylediğinde ne­
redeyse ellerini öpecektim. Ruhen bizi şehrin kapısının he­
men dışında iyi bir noktaya yerleştirdi ama kendisi, annem
her geçen yabancıya bağırıp, her yaklaşanla bir deve tücca­
rı gibi sıkı bir pazarlık edince bizden uzakta durdu.

Benimse izlemek dışında yapacak bir şeyim yoktu ki bu­


nu da neşeyle yaptım. Doğu kapısında geçirdiğim o gün bir
mucizeydi. Hayatımın ilk hokkabazlarını gördüm. Hayatımın
ilk narını yedim. Siyah yüzler ve kahverengi yüzler, inanıl­
maz derecede kıvırcık tüylü keçiler, siyah elbiseler giyen ka­
dınlar ve hiç bir şey giymeyen köle kızlar gördüm. Yeniden
yolda olmak gibi bir şeydi hem de bu sefer ayaklarım acıma­
dan. Ay kadar beyaz bir eşeğin yanında hoplayıp zıplayan
bir cüce gördüm ve uzun boylu, kaftan giymiş bir rahibi zey­
tin alırken izledim. Ardından Tabea'yı gördüm.
Ya da en azından onu gördüğümü sandım. Onun boyun­
da ve renginde bir kız bizim tezgahımıza doğru yürüdü. Ta­
pınağın beyaz 'elbiselerini giymiş, başı traşlı ve iki kulağı da
halkalıydı. Kalktım ve ona seslendim ama o topuklan üzerin­
de dönüp hızla ilerledi. Düşünmeden ve annem daha beni
durduramadan, sanki genç bir kadın değil de bir çocukmu­
şum gibi onun arkasından koştum. "Tabea! " diye haykırdım.
"Kuzen! " ama beni duymadı ya da duyduysa bile durmadı ve
beyaz elbiseler kapı aralığında kayboldu.
Ruhen bana yetişti. "Ne yapıyordun öyle?" diye sordu.
"Onun Tabea olduğunu düşündüm, " dedim neredeyse
ağlamaklı . "Ama yanılmışım. "
"Tabea mı?" diye sordu.
"Esav tarafından bir kuzen. Onu tanımazsın," dedim.
"Seni peşimden koşturduğum için özür dilerim. Annem kız­
gın mı?"
Sorumun aptallığı karşısında güldü ve ben de güldüm.
Annem köpürmüştü ve öğleden sonranın geri kalanında du-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 1 9 7

vara bakarak oturmak zorunda kaldım. Ama o ana kadar za­


ten neşem kalmamıştı ve yalnızca pazarın, kaybolan dostu­
mun hatırasıyla beslenen sesini dinlemekten memnundum.

O yolculuktan döndükten sonra, şehirden bir elçi geldi.


Keten bir elbise ve güzel sandaletler giyiyordu ve yalnızca
Rahel'le konuştu. "Kralın aile erkanındaki kadınlardan biri
doğurmak üzere, " dedi teyzeme. "Hamor'un kraliçesi doğu­
ma yardım etmeleri için Yakub'un evinden ebeleri çağırıyor. "
Lea ben de yolculuk için çantamı hazırlamaya başlayınca
hiç memnun olmadı. Rahel'e gidip sordu, " Neden kraliçeye
seninle birlikte Inna da gelmiyor? Neden Dina'yı benden al­
mak konusunda ısrar ediyorsun, hem de hasat edilecek bu
kadar zeytin varken?"
Teyzem omzunu silkti. "Biliyorsun ki Inna şehir kadar
uzak bir yere yürüyecek durumda değil artık. Eğer yanıma
bir köle almamı istiyorsan, bunu yaparım. Ama kraliçe iki­
mizi bekliyor ve onun sarayına yetenekli yardımcımla git­
mezsem, senin yünlülerini" almaktan vazgeçecektir. "
Lea kız kardeşinin sakin sözlerini dinledi ve ben de anne­
min gitmeyi ne kadar istediğimi görmemesi için gözlerimi
yere diktim. Annem karar verirken nefesimi tuttum. "Pah , "
dedi, yenilgiyi kabullenmiş yürüyüp giderken. Sevinçle hay­
kırmamak �çin ellerimle ağzımı kapadım ve Rahel de büyük­
leri atlatmış bir çocuk gibi bana sırıttı.
Hazırlıklarımızı bitirip bayramlık elbiselerimizi giydik;
ama, Rahel çıkmadan beni durdurup saçlarımı düzgün ipler
halinde ördü. " Mısır - tarzı, " diye fısıldadı. Bilha ve Zilpa el
sallayarak bizi uğurladılar ama biz elçiyle birlikte vadiye yö­
nelirken Lea görünürde yoktu.
Şehrin kapılarından ilk kez girip yürüyünce fena şekilde
hayal kırıklığına uğradım. Yollar benim hayal ettiğimden çok
daha dar ve tozluydu. Çürümüş meyve ve insan dışkısının
birbirine karışmasıyla ortaya çıkan berbat bir koku vardı. Ka­
ranlık ahırların içini göremeyecek kadar hızlı yürüdük ama
1 98 Anita Diamant

keçilerin sahipleriyle birlikte yaşadıklarını duyabiliyor ve bu­


nun kokusunu alabiliyordum ve sonunda babamın şehir ha­
yatına karşı olan nefretini anlayabildim.
Sarayın eşiğinden geçer geçmez farklı bir dünyaya adım
attık. Duvarlar caddeden gelen sesleri ve kokulan geçirmeye­
cek kadar kalındı ve bulunduğumuz avlu da ferah ve parlaktı.
Çıplak bir köle yaklaştı ve hareme açılan kapılardan biri­
ne ve oradan da müstakbel annenin nefes nefese yattığı
odaya doğru onu takip etmemiz için bize işaret etti. Yaklaşık
benim yaşımdaydı ve ona bakarak doğum sancılarının erken
geldiği de anlaşılıyordu. Rahel onun karnına dokundu, rah­
mine baktı ve gözlerini bana çevirdi. En kolay doğumlardan
biri için çağrılmıştık. Bu ikimizin de umrunda olduğundan
değildi; saraya yapılan bir gezi ikimizin de minnettar kaldığı
bir maceraydı.
Kısa süre sonra anneyle karşılaştık, Hamor'un kraliçesi,
dağda yetişmiş ebeleri görmek için merakla odaya girdi. Ra­
nefer denen kraliçe turkuvaz boncuklarla süslü bir tunikle
kaplanmış ince ketenden dar bir elbise giyiyordu -hayatım­
da gördüğüm en şık kıyafetti. Böyleyken bile teyzem hanı­
mefendiyi gölgede bırakıyordu. Kraliçe, güneşten ve çalış­
maktan kırışmış elleri doğum ağrısı çeken bir kadının bacak­
tan arasında yere çömelmiş Rahel'le aynı yaştaydı -bu halde
bile teyzem altın ışığıyla parlıyordu. Saçtan hala parlak ve
kara gözleri de pırıltılar saçıyordu. Kadınlar onaylayarak bir­
birlerine baktılar ve kafalarını eğerek selamlaştılar.
Ra-nefer elbisesini dizlerine kadar kaldırıp Ashnan'ın di­
ğer yanına çömeldi; acıdan çok, korkudan surat asıp inleyen
genç annenin adı buydu. İki yetişkin kadın bebeğin başının
kolay çıkmasını ·sağlayacak yağlardan bahsettiler ve ben de
hem böyle asil bir kadının doğum hakkında bu kadar çok şey
bilmesinden hem de Rahel'in bir kraliçeyle sohbet ederken­
ki rahatlığından etkilendim.
Ashnan daha sonra anlaşıldığı kadarıyla kraliçenin çocu­
ğuna bakan dadının kızıymış. Tuğlalar üzerindeki kadın, ken-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 1 9 9

di oğlunun çocukluk arkadaşı hem de oğlunun süt kardeşiy­


miş -aynen Yusuf ve benim gibi. Dadı çocuklar henüz be­
bekken ölmüş ve Ra-nefer de o günden beri kıza karşı şef­
kat göstermiş ve şimdi Hamor' dan hamile kaldığı için daha
da şefkatliymiş. Ashnan kralın en yeni cariyesiymiş.
Bunların tümünü öğle vaktinden neredeyse gün batımına
kadar Ashnan'ın yanında kalan Ra-nefer'den öğrendik. An­
ne güçlüydü ve tüm işaretler de iyiydi ; ama, doğum yavaş
ilerliyordu. Şiddetli sancılar uzun aralar takip ediyordu ve
Ashnan doğum sancılarından bitkin, öğleden sonra geç sa­
atte uykuya dalınca, Ra-nefer Rahel'i bir şeyler yiyip içmesi
için kendi odasına götürdü ve ben de anneye göz kulak ol­
mak için geride kaldım.
Dış odada bir erkek sesi duyduğumda neredeyse kendim
de uykuya dalmak üzereydim. Köle kızı gönderip ne olduğu­
nu sordurabilirdim ama bunu düşünemedim. Sıkılmış ve sa­
atlerce oturmaktan uyuşmuştum böylece kalktım ve kendim
gittim.
Adı Salem 'di . Kralın ilk oğlu ve oğulları arasında en yakı­
şıklı ve hızlı olanıydı, Şekem halkı tarafından en çok sevile­
niydi de . Altından ve günbatımı kadar güzeldi.
Ona bakmamak için gözlerimi yere indirdim -sanki o iki
başlı bir keçi ya da düzene karşı gelen bir . şeymiş gibi. Aslın­
da o doğaya karşı geliyordu. Mükemmeldi.
Onun yüzüne bakmamaya çalışırken tırnaklarının temiz
ve ellerinin. de düzgün olduğunu fark ettim. Kolları kardeşle­
riminki gibi güneşten kararmamıştı yine de hastalıklı da gö­
rünmüyordu. Üzerinde yalnızca bir etek vardı ve göğsü de
çıplak, tüysüz ve kaslıydı.
O da bana bakıyordu ve önlüğümdeki lekeleri düşününce
tüylerim ürperdi. Bayramlık gömleğim bile onun evde giydi­
ği basit ışıldayan kıyafeti ile karşılaştırıldığında pejmürde ve
soluk görünüyordu. Saçım karışık ve açıktı. Ayaklarım kirliy­
di. Nefes alıp verişlerini duymaya başladım onun mu benim
mi olduğunu bilemeden.
200 Anila Diamanı�

Sonunda kendime hakim olamadım ve gözlerimi onunki­


lere kaldırdım . Benden bir karış uzundu. Saçları siyah ve
parlaktı, dişleri düzgün ve beyaz. Gözleri bal rengi veya ye­
şil ya da kahverengiydi . Gerçeği söylemek gerekirse onların
rengini anlayacak kadar u�n bakamadım çünkü daha önce
böyle bir bakışla hiç karşılaşmamıştım. Dudaklarını aralayıp
kibarca gülümsedi ama gözleri tam olarak anlayamadığım
bir sorunun cevabını arıyordu.
Kulaklarım çınlıyordu. Kaçmak istadim ama yine de bu
tuhaf can çekişmeYi ve beni bulan bu mahrumiyeti sona er­
dirmek istemiyordum. Hiçbir şey söylemedim.
O da şaşkındı. Yumruğuna öksürdü, Ashnan'nın yattığı
kapı aralığına bir göz attı ve gözlerini bana dikti. Sonunda
kız kardeşi hakkında bir soru kekeledi . Bir şeyler söylemiş ol­
malıyım ama söylediklerimin hepsi hafızamdan silinmişti.
Tek hatırladığım çıplak dar koridorda karşılaştığımızda duy­
duğum sancıydı.
Bunların tümünün bir ya da iki nefes alışında olduğunu
düşünmek beni şaşırtıyor. O süre boyunca kendimi azarla­
dım. Aptalca! Çocukça! Aptalca ! Ona anlatınca annem çok
gülecek.
Ama bunu anneme anlatmayacağımı biliyordum ve bu
düşünce kızarmama neden oluyordu. Adını bile öğreneme­
diğim, varlığı beni sersemleten ve dilimin tqtulmasına neden
olan bu Salem'e karşı duyduğum hissin sıcaklığı değildi kı­
zarmama neden olan. Buna neden o�an yüreğimdeki dolu­
luk hissinden ve ateşten Lea 'ya bahsetmeyeceğimin farkın­
da olmamdı.
Kızardığımı gördü ve yüzüne daha büyük bir tebessüm ya­
yıldı. Acemiliğim kayboldu ve ben de ona gülümsedim. Ve
sanki başlık parası ödenmiş ve çeyize karar verilmişti. Sanki
gerdek çadırımızda yalnız kalmıştık.
Bunlar şimdi bana komik geliyor ve eğer benim çocuğum
böyle şeyleri bana itiraf etse, kahkahalarla güler ya da onu
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 0 1

azarlardım. Ama o gün ben bir erkek için artık hazır ol�n
genç bir kızdım.
Birbirimize sırıtırken Yahuda'nın çadırından gelen sesleri
hatırladım . ve kendi ateşli gecelerimin nedenini anladım.
Benden yalnızca birkaç yaş büyük Salem de o gün kendi öz­
leminin farkına varmış ve hatta bunun yalnızca heyecan ve­
rici bir tutkudan daha fazlası olduğunu hissetmişti ya da e�­
lilik yeminimizi edip birbirimizin kollarında yatarken bana
söylediği buydu. Harem bölümüne açılan dış odada batıa vu­
rulduğunu ve utandığını da söyledi. Büyülendiğini, dilinin tu­
tulduğunu ve titrediğini de söyledi . Benim gibi.
Rahe! ve kraliçe odaya gelip beni de doğum odasına çe­
kene kadar başka bir şey konuştuğumuzu sanmıyorum. Da­
ha sonra Salem'i düşünecek vaktim olmadı, çünkü Ash­
nan'ın suyu patlamıştı ve de derisini yırtan iri ve sağlıklı bir
oğlan dünyaya getirdi. Bitmesinin verdiği rahatlıkla hıçkıran
kıza Rahel, "Bir haftaya kalmaz iyileşeceksin, " dedi.
O gece sarayda uyuduk aslında ben heyecandan gözleri­
mi zor kapadım. Ertesi sabah ayrılmak sanki ölüm gibiydi.
Onu bir daha asla göremeyeceğimi düşündüm. Belki de bu
benim açımdan zaten bir hataydı -bir prensin huzurundaki
kaba bir kasaba kızının fantazisi. Ama yüreğim bu düşünce
karşısında isyan etti ve ben de ayrılırken onun beni sakinleş­
tirmek için geleceğini düşünerek boynumu kırıp geriye bak­
tım. Ama Salem görünmedi ve ben de babamın çadırlarına
doğru tepeleri tırmanırken ağlamamak için dudaklarımı ısır­
dım.

Kimse bilmiyor! İçimdekini tümüyle çözeceklerini düşün­


müştüm. Rahel'in sırrımı tahmin edip daha eve yürürken hi­
kayemi ağzımdan alacağını düşünmüştüm. Ama teyzem yal­
nızca onun hünerlerini övüp akik boncuklardan yapılmış bir
kolye veren Ra-nefer' den bahsetmek istiyordu.
Kampa döndüğümüzde annem vücudumdaki yeni ateşi
hissetmeden beni kucakladı ve hasatın yoğun olduğu zeytin-
202 Anila Diamanı

liğe gönderdi . Zilpa işleri denetliyordu ve selamıma bile zor


karşılık verdi. Anlayışlı yüreği olan Bilha bile çatlayan yağ
kavanozlarıyla meşguldü ve hiçbir şey sezmedi.
Onların dikkatsizliği benim açımdan bir şeyi ortaya çıkar­
dı. Şekem'e yolculuğumdan önce annelerimin benim düşün­
celerimi gördüklerini ve yüreğimi doğrudan bildiklerini sanı­
yordum. Ama şimdi böyle olmadığını ve onların hiç bilmedi­
ği bir eksende döndüğümü keşfetmiştim.
Yalnızlığımı keşfetmekten mutluydum ve meyve bahçele­
rinin bir ucunda kendimi meşgul ederek ve hatta hasatın bir
ucunda geçici olarak kurulmuş çadırda kardeşlerimin karıla­
rıyla birlikte uyuyarak bunu korudum. Sevdiğimi düşünerek,
onun özelliklerini sayıp, erdemlerini hayal ederek yalnız ol­
maktan mutluydum. Ellerime baktım ve onun parlayan
omuzlarına, güzelim kollarına dokunmanın neye benzeyece­
ğini merak ettim. Rüyalarımda güneş ışığının suda parladığı­
nı görüyor ve gülümseyerek uyanıyordum.
Üç gün süren mutluluk sarhoşluğundan sonra umutlarım
tükenmeye başladı. Beni almaya gelecek miydi? Bu nasırlı
eller bir prensi mutlu edemeyecek kadar kaba mıydı? Tır­
naklarımı yedim ve yemek yemeyi unuttum. Geceleri yata­
ğımda gözüme uyku girmeden yatıyor, buluşmamızı aklımda
tekrar tekrar evirip çeviriyordum. Onun dışında hiçbir şey
düşünemiyordum, fakat anılarımdan da şüphe duymaya baş­
lamıştım. Belki de gülümseyişi bir kabulden çok, hoş görüy­
dü. Belki de ben bir ahmaktım.
Ama tam da gözyaşları içinde annelerime gidip kendimi
açığa vereceğimden korkmaya başladığım sırada kurtuldum.
Kralın kendisi beni götürmek için birini gönderdi. Hamor
genç eşinden hiçbir şey esirgemiyordu ve Ashnan, Yakub'un
iyi yetişmiş genç kızının, loğusalık döneminde kendisini oya­
laması için getirilip getirilemeyeceğini sorduğunda bir elçi
gönderildi. Kralın adamı hasatta benim yerimi alması için bir
de köle getirmişti . Annem bu hareketi düşünceli ve cömert
buldu. "Gitmesine izin ver, " dedi babama . Yakub itiraz etme-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 0 3

di ve Hamor'un sarayındaki harem bölümüne kadar bana


eşlik etmesi için Levi'yi gönderdi.
Annelerime el sallarken Bilha ve Rahel'in beni gözetle­
diklerini gördüm. Kralın emri karşısında telaşım ya da mut­
luluğum onları bir şey olduğu konusunda uyandırmıştı ama
artık sormak için çok geçti. Vadiden inerken onlar da bana
el salladılar; ama, arkamda onların sorularını hissedebiliyor­
dum. Vadiye doğru yol boyunca bir şahin, başımızın üzerin­
de dönüp durdu. Levi bunun iyiye bir işaret olduğunu söyle­
di; ama, elçi kuşun gölgesi her yolumuza çıktığında yere tü­
kürdü.
Erkek kardeşim beni Hamor'un sarayının kapısında bıra­
kırken yüksek, gururlu bir ses tonuyla, "Yakub'un kızların­
dan birine yakışır şekilde davranmamı, " tembihledi. Ben za­
ten Yakub'un hayattaki tek kızı olduğumdan gülümsedim.
Kendim gibi davranmam isteniyordu ve ben de tam olarak
böyle yapmaya niyetliydim.
Sonraki üç haftada Şekem'in kızlarıyla karşılaştım. Tüm
önemli kadınların eşleri Ashnan'ı ve Mısır geleneklerine gö­
re üç aylık olana kadar isim konmayan ufak oğlunu ziyarete
geldiler. "Böylece demonlar onu nasıl bulacaklarını bileme­
yecekler, " diye fısıldadı As�nan, rahat odalarının güvenliğin­
de bile şeytanın varlığından korkarak.
Ashnan düzgün dişleri ve büyük göğüsleri olan oldukça
aptal bir kızdı; göğüsleri bebek emzirilmek için verildikten
sonra hızla eski şeklini ve güzelliğini geri kazanmıştı. Daha
önce sağlıklı bir kadının, bebeğini ,diğer bir kadının göğsü­
ne verdiğini hiç duymamıştım; benim dünyamda süt anne
yalnızca anne öldüyse ya da ölüyorsa kullanılırdı. Ama za­
ten ben saray kadınlarının hayatları hakkında ne biliyordum
ki? Aslında ilk kez gördüğüm hemen her şey beni şaşırtıyor­
du.
Ashnan'ın hizmetkarı olmayı çok kafama takmıyordum,
bana tam da öyle davranıyordu. Ona yemek götürüyor ve
2 0 4 Anita Diamant

onu besliyordum. Ayaklarını ve yüzünü yıkıyordum. Masaj


yapmamı istiyordu; böylece evdeki yaşlı bir kadından bu sa­
natı öğrendim. Makyaj da istiyordu; bana kendi gözlerime
nasıl rastık süreceğimi ve yeşil tozu nasıl göz kapaklanma
uygulayacağımı öğretirken gevezelik ediyordu. "Bu yalnızca
seni güzelleştirmekle kalmaz," dedi Ashnan, "aynı zamanda
sivrisinekleri de uzak tutar. "
Ashnan aynı zamanda bana sıkıntıyı da öğretti, bu saray­
daki kadınlan ziyaret eden berbat bir belaydı. Ashnan uyur­
ken, sessizce oturmanın monotonluğu karşısında gözyaşları­
na boğulduğum bir öğleden sonra bile oldu. Kendimi tek
meşgul edebildiğim şey, Salem'in, babasının çatısı altındaki
varlığımdan haberdar olup olmadığı konusundaki endişemdi.
Süt kardeşine yardıma gelen ebenin dağınık yardımcısını ha­
tırladığından bile şüphe duymaya başlamıştım. Cevaplar ol­
madan sıkışmıştım, kadınların dünyası ve erkeklerin bölümü­
nü ayıran duvarlar kalındı ve saray dünyasında bunlar arasın­
da geçişi sağlamanın hiçbir yolu yoktu.
Günler sonra Ra-nefer Ashnan'a bakmaya geldi ve ben
de oğlu hakkında onunla konuşmak için cesaret bulmaya ça-

lıştım. Ama tüm yapabildiğim karşısında kekelemek ve kızar-
mak oldu. "Anneni özledin mi, çocuğum?" diye kibarca sor­
du. Kafamı salladım; ama, öylesine umutsuz görünüyordum
ki, kraliçe elimi tuttu ve " Senin zihnini biraz dağıtmana ihti­
yacın var diye düşünüyorum. Senin gibi güneşin altında ya­
şayan bir kız bu duvarlar arasında kendisini kafese konmuş
bir kuş gibi hissediyor olmalı, " dedi.
Ra-nefer'e gülümsedim ve o da parmaklarımı sıktı. "Be­
nim yardımcımla birlikte pazar yerine gideceksin, " dedi.
"Ona narların en iyisini seçmede yardım et ve bir bak baka­
lım oğlum için incir bulabilecek misin? Salem inciri çok se­
ver. "
Sonraki sabah saraydan �·ktım ve içinde canımın istediği
kadar kaybolabileceğim şehrin gürültüsüne daldım. Yanım-
Kırm ı z ı Çad ı r 2 0 5

daki uşak hiç acele etmiyordu ve durduğum yerde oyalanma­


ma olanak tanıyordu. Neredeyse her tezgahta durdum; ko­
yunların, meyvelerin, işlenmiş malların, peynirlerin, boyala­
rın, araç-gereçlerin, sürülerin, sepetlerin, mücevherlerin',
flütlerin, otların çeşitliliği ve sayısı karşısında hayretler içinde
kalmıştım.
Ama o gün alınacak hiç incir yoktu. Sıcaktan ve susuzluk­
tan neredeyse bayılana kadar bunları aradık, kraliçenin iste­
diğini yerine getiremeden, sevdiğime meyve götüremeden
saraya dönmek fikrinden nefret ettim. Sonunda her köşeye
baktık, geri dönmekten başka yapacak şey kalmamıştı .
Saraya doğru yola çıktığımız sırada hayatımda gördüğüm
en yaşlı yüzü gördüm -siyah derisi, kurumuş bir vadi gibi yol
yol olmuş bir şifalı ot satıcısı. Onun sergisinin önünde durdum
ve "sırt ağnsına iyi gelen" bir merhem hakkında dediklerini
dinledim. Ama ilk kez gördüğüm köke dokunmak üzere eğil­
diğimde, bileğimi yakaladı ve yüzüme baktı. "Ah, genç hanım
sevgilisi için bir şey istiyor! Genç erkeğini yatağa getirecek
böylece sıkıcı bekaretinden kurtulabilecek sihirli bir şey. "
Büyücünün yüreğimin bu kadar derinlerini gördüğünden
korkmuş olarak kolumu çektim. Bu muhtemelen ona gelen
tüm genç kızlara söylediği şeylerdi ama Ra-nefer'in hizmet­
çisi yüzümün karıştığını gördü ve güldü. Mahcup olmuştum
ve hızla yaşlı adamdan uzaklaştım.
Salem'in yaklaştığını görmemiştim, ama önümde duru­
yordu, öğleden sonra güneşi parlak bir taç gibi başının üs­
tünde gökyüzünü dolduruyordu. Yüzüne baktım ve nefesim
kesildi . " İyi misiniz küçük hanım?" diye sordu o hatırladığım
tatlı, melodili sesiyle. Sessiz kaldım.
Benim de duyduğum aynı açlıkla yüzüme baktı ve bana
saraya kada,r eşlik etmek üzere sıcak elini dirseğime koydu,
kraliçenin hizmetçisi, yüzünde kocaman , bir gülümseme ile
bizi takip ediyordu. Efendisi haklıydı; prens ve Mamre'nin
torunu arasında bir kıvılcım vardı .
* * *
2 0 6 Anita Diamant

Benim tersime Ra-nefer'in oğlu yüreğini annesinden sak­


lamayı becerememişti. Genç bir gelin olarak Şekem' e geldi­
ğinden beri kraliçe şehir kadınlarını hor görürdü. Tümünü
"Aptal ve boş," diye nitelemişti. Ra-nefer, "Kötü yün eğirir­
ler, korkunç dokuma yaparlar, erkekler gibi giyinirler ve ot­
lar hakkında hiçbir şey bilmezler. Sana aptal çocuklar doğu­
rurlar, " demişti oğluna. "Senin için daha iyisini yapacağız. "
Ra-nefer dağlardan gelen ebeden etkilenmişti ve onun
çantasını taşıyan kızın görüntüsü de hoşuna gitmişti. Boyu­
mu ve kollarımın gücünü, rengimi ve başımı tutuş tarzımı
onaylamıştı. Benim gibi genç birinin bir ebenin yolunda yü­
rümesi de, ona, benim hiç de aptal olmadığımı göstermişti.
Rahe!, Ashnan'ın doğumu sırasında bir şeyler yemek için
kraliçeyle gittiğinde, Ra-nefer benim hakkımda daha çok bil­
giyi öylesine usulca öğrenmişti ki, Rahe!, o benim yaşım, an­
nemin konumu, fırın ve dokuma tezgahındaki hünerim ko­
nusunda sorgulanırken kraliçenin asıl amacından şüphelen­
memişti.
Ra-nefer ve Rahe! beni ve Salem'i ön odada şaşırttıklann­
da, fikrinin tohumunun çoktan kendi kendine filizlendiğini
anında fark etmişti. Tohumun boy atmasını hızlandırmak
için elinden geleni yaptı.
Ra-nefer Ashnan'a babamın evinden beni çağırtmasını
söyledi ve oğlundan da o sabah beni pazar yerinde bulması­
nı istedi. "Tepelerden gelen ufak kızın kaybolmasından kor­
kuyorum, " dedi Salem'e. "Biliyorsun ki hizmetkarım onu
gözünün önünde tutamayacak kadar ahmaktır. Ama belki de
Dina denen kızın neye benzediğini hatırlamazsın?" diye sor­
du oğluna. "Ebeyle birlikte gelen kara gözlü, kıvırcık saçlı,
güzel elleri olan kız. Ashnan doğum sancısı çekerken onun­
la ön odada konuşmuştun. " Salem annesinin emrini yerine
getirmeye öylesine çabuk razı oldu ki, Ra-nefer kahkahasını
zor tuttu.
Prens ve ben saraya döndüğümüzde avlunun Ra-nefer'in
emrettiği şekilde boşaltılmış olduğunu gördük. Hizmetkar da
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 0 7

gözden kayboldu. Bir anlığına sessizce durduk ve sonra Sa­


lem beni bir köşenin karanlığına çekip ellerini omuzlarıma
koydu ve ağzını dudaklarıma bastırdı ve vücudunu da benim­
kine yasladı. Daha önce hiç bir erkek tarafından dokunulma­
mış ya da öpülmemiş olan ben korkusuzdum. Acele etmedi,
sabırsızlanmadı; ben de ona sıkıca sarılıp kendimi göğsüne
bastırdım, onun ellerinde ve ağzında eridim.
Dudakları boynumu bulduğunda, inledim ve Salem durak­
sadı. Anlamını anlamak için yüzüme baktı ve yalnızca eveti
görünce elimi tutup beni daha önce hiç görmediğim bir ko­
ridordan geçirip yerleri cilalı ve ayaklan bir şahinin pençele­
ri gibi kıvrık bir yatağın bulunduğu bir odaya götürdü. Tatlı
kokulu kumaş üzerine uzanıp birbirimizi keşfettik.
Beni aldığında bağırmadım, çünkü genç olmasına rağ­
men sevgilim acele etmiyordu. Salem en sonunda hareket­
siz yatıp yanaklarımın ıslandığını fark ettiğinde, "Oh, küçük
sevgilim. Yeniden canını acıtmama izin verme, " dedi. Ama
ona göz yaşlarımın acıya dair hiçbir şey anlatmadığını söyle­
dim. Bunlar hayatımda akıttığım ilk mutluluk göz yaşlarıydı .
"Tadına baksana, " dedim sevdiğime, tadınca göz yaşlarımın
tatlı olduğunu fark etti. O da benimle ağladı. Salem'in tutku­
su yeniden alevlenene kadar birbirimize kenetlendik ve içime
girerken nefesimi tutmadım, böylece vücuduma neler oldu­
ğunu hissetmeye ve aşkın zevklerini tatmaya başladım.
Bizi kimse rahatsız etmedi. Gece oldu, kapıya yemekler
bırakıldı -nefis meyveler ve altından şarap, taze ekmek ve
zeytin, bir de bala batırılmış kekler. Her bir lokmayı acıkmış
köpekler gibi yedik.
Yemekten sonra, tıpkı yemekler gibi gizlice ortaya çıkan
sıcak su dolu bir küvette beni yıkadı. Bana Mısır'ı, beni gö­
türeceği, içinde keyif yapıp yüzebileceğim büyük nehri anlat­
tı. Salem'e, "Ben yüzemem, " dedim.
"İyi , " diye cevapladı. "O zaman sana yüzme öğretecek ki­
şi ben olabilirim. "
Düğümlenene kadar ellerini saçımda gezdirdi, ellerini dü­
ğümlerden kurtarmak uzun zamanımızı aldı. Kendini kurta-
208 Anita Diamant

ramayınca, " Bu prangaları sevdim, dedi ve sonra yeniden


büyüdü, sevişmemiz yumuşacık ve ahenkliydi . Elleri yüzümü
okşadı, aynı anda zevk içinde haykırdık.
Öpüşmediğimiz, sevişmediğimiz ya da uyumadığımız za­
manlarda Salem v� ben birbirimize hikayeler anlatıyorduk.
·
Ona babamı ve annelerimi anlattım. Tek t�k erkek kardeşle­
rimi tanıttım. İsimleri çok hoşuna gitti ve her birini doğum
sırasına göre öğrendi. Artık hangisinin hangi annemin rah­
minden geldiğini de biliyordu. Kendi babamın bile onları bu
kadar iyi sıralayabileceğinden emin değildim.
Ona şarkı söylemeyi ve okumayı öğreten ustasından, bü­
yüleyici bir sesi olan topaldan bahsetti. Salem bana annesi­
nin sadakatini ve beş üvey erkek kardeşini anlattı, içlerinden
hiç biri Mısır sanatlarını öğrenmemişti. Kendisine evrensel
ahenkin güzelliğini ve yüceliğini anlatan rahibeye yaptığı zi­
yaretleri anlattı. "Ônun yüzünü hiç görmedim , " dedi. "Ayin­
ler hiç ışığın bulunmadığı iç odada yapılıyor. Sanki bir rüya­
nın içine bir rüya hapsedilmiş gibi. " Bana üç kez bir köle kız­
la, ona sarılınca kıkırdayan ve sonrasında da ödeme yapma­
sını bekleyen biriyle yattığını söyledi .
Ama birlikte geçirdiğimiz ikinci günün sonunda birleşme­
lerimiz onun diğer kadınlarla yaşadıklarını katlamıştı. "Onla­
rın tümünü unuttum, " dedi.
"O zaman ben de seni hepsi için affettim," dedim.
Tekrar tekrar seviştik. Ellerimiz birbirimizin üzerinde uyu­
duk ve uyandık. Birbirimizi her yerinden Öptük ve ben sev­
gilimin ayak parmağının tadını, çiftleşmeden önce ve sonra
kamışının kokusunu, boynunun ıslaklığını öğrendim.
Neden Ashnan'ın ayaklarını yıkamaya ya da sırtını kaşı­
maya alınıp götürülmediğimi merak etmeye başlayana kadar
gelin ve damat olarak üç gün geçirdik. Salem de babasıyla
yediğLzorunlu akşam yemeklerini unutmuştu. Ama Ra-nefer
bizim dünya hakkında hiçbir şey bilmememiz ve dünyanın
da bize rahat vermesi konusunu halletmişti . Günün ve gece­
nin her saatinde güzide yemekler gönderiyordu ve hizmet-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 0 9

karlarına da biz uyur uyumaz Salem'in banyosunu taze ko­


kulu su ile doldurmalarını emrediyordu.
Gelecek konusunda endişem yoktu. Salem sevişmemizin
evliliğimizi mühürlediğini söylüyordu. Babama sunacağı baş­
lık parası konusunda bana şakalar yapıyordu: iki küp altın,
lapis ve k€ten yüklü develer, bir araba dolusu köle, bir sürü
koyun, yünleri o kadar güzel ki yıkamaya bile gerek yok.
"Sen bir kraliçeye ödenecek başlık parasını hak ediyorsun, "
diye fısıldadı ortak rüyalarımıza doğru sürüklenirken.
"Sana eşi bulunmaz güzellikte bir türbe inşa edeceğim, "
dedi Salem. "Yüreğimi değerli kılan Dina adını dünya asla
unutmayacak."
Keşke sözlerimde ben de o kadar cesur olabilseydim.
Utangaç olduğumdan değil. Salem benim ondan aldığım
zevki, ona duyduğum minnettarlığı, ona olan tutkumu bili­
yordu. Ona her şeyimi vermiştim. Kendimi ona ve onun yü­
reğine adamıştım. Yalnızca bu mutluluk tufanını dile getire­
cek söz bulamıyordum.
Salem'in ilk kez kollarında yatarken Levi de fırtına gibi
Hamor'un sarayından çıkıyordu, kendi hakkı olduğunu dü­
şündüğü şekilde kralın huzuruna kabul edilmediğine öfkeliy­
di . Erkek kardeşim eve gönderilip gönderilmeyeceğimi anla­
mak için gelmişti , eğer ona iyi yemekler ve gece için bir ya­
tak verilseydi hayatımın farklı bir hikayesi olabilirdi.
Daha sonra hep merak ettim beni almaya gelen Ruhen
ya da Yahuda olsaydı acaba neler olurdu. Hamor, Yakub'un
bu oğluyla, kendisini ailesini kandırmakla suçlayan bu kavga­
cıyla görüşmek istememişti. Bir kral neden bir çobanın mız
mız oğlunun suçlamalarıyla canını sıksın ki?
Eğer gelen Ruhen olsaydı Hamor onu yemek yemesi ve
geceyi geçirmesi için davet ederdi. Aslında diğerleri arasın­
dan kim gelse, Yusuf bile, sıcak bir hoşgeldinle karşılanırdı.
Kraliçenin Yakub'un eşlerini sevdiği şekilde Hamor da bu ai­
leyi onaylıyordu . Kral babamın sürülerini öylesine ustaca
güttüğünü ve hızla vadinin en zengin çobanı olduğunu bili-
2 1 O Anita Diamanı

yordu. Yakub'un yünü en yumuşağıydı, eşleri hünerli ve


oğulları da sadıktı. Komşulan arasında da düşmanlığa neden
olmuyordu. Vadiyi zenginleştirmişti ve Hamor onunla iyi iliş­
kiler kurmaya istekliydi . İki ev arasındaki evlilikler ise en çok
istenendi, bu nedenle Ra-nefer, oğlunun Yakub'un kızından
hoşlandığını fısıldayınca Hamor memnun olmuştu. Aslında
kral Salem'in benimle yattığını duyar duymaz hatırı sayılır
miktarda bir başlık parasını hazırlamaya başlamıştı bile.
Hamor hizmetkarlardan genç çiftin uyumlu olduklarını,
birbirlerine taptıklarını ve ona bir torun vermekle meşgul ol­
duklarını duyunca, haberler onu öylesine heyecanlandırmış·
tı ki loğusalığı sona ermeden tam bir hafta önce Ashnan'ı
yatağına çağırmıştı . Ra-nefer onları fark ettiğinde onun da
oğlunun uygun eşi bulduğu için neşesi o kadar yerindeydi ki
kocasını ve kızı azarlamadı bile.
Mutluluğumuzun dördüncü gününde Salem banyodan
çıktı, giyindi ve bana babasıyla konuşmaya gideceğini söyle­
11

di . "Hamor'un başlık parasını hazırlamasının vakti geldi.


Tuniği ve sandaletleri içinde öylesine yakışıklı görünüyordu
ki gözlerim yeniden yaşlarla doldu. "Artık ağlamak yok, mut­
11

luluktan bile olsa, dedi; hala suyla ıslak olan beni kaldırdı ve
burnumu ve dudaklarımı öpüp beni yatağa götürdü ve "beni
bekle sevgilim. Giyinme. Yalnızca burada yat, böylece seni
11

bu şekilde hayal edebilirim. Geç kalmayacağım. dedi.


Yüzünü öpücüklere boğdum ve ona çabuk geri gelmesini
söyledim. Yanıma süzüldüğünde uyuyordum, günlerden son­
ra ilk kez yatağımızın ötesindeki dünya kokuyordu.
Hamor sonraki sabah arkasında yüklü bir kervan Ya­
kub' un kampına doğru ayrıldı . Yanında gece kalmak üzere
bir çadır ya da hizmetkar götürmüyordu. Kalmayı ya da pa­
zarlık etmeyi beklemiyordu ki. Bu güzel haberlerine ve cö­
mert hediyelerine itiraz edileceğini nasıl düşünebilirdi ki?
Salem ve Yakub'un kızı hakkındaki haberler şehirde yayıl­
mıştı ama Yakub'un çadırında hiçbir şey bilinmiyordu . Şeh-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 1 1

rin prensi tarafından eş olarak alındığımı duyunca hiçbir şey


söylemedi ve Hamor'un teklifine de karşılık vermedi. Oğul­
lan Levi ve Şimeon'un düşmanlıkla bahsettikleri adamı süze­
rek taş gibi durdu -şimdi onun kendi yaşlarında ama daha
şaşalı giyinmiş, düzgün konuşan ve şişman bir adam olduğu­
nu görüyordu. Kral hediyelerle yüklü; koyun ve keçileri de
peşinden sürükleyen bir kervana el etti. Onları yakında bir
torun sahibi olacak akrabalar olarak ilan etti.
Yakub gözlerini indirdi ve ağzını eliyle kapadı böylece Ha­
mor onun huzursuzluğunu ya da şaşkınlığını göremeyecekti.
Hamor kızının güzelliğini överken kafasını salladı. Karısının
bundan bahsetmeye başlamasına rağmen Yakub kızının ev­
lilik çağı geldiğine hiç ihtimal vermemişti. Elbette ki yaşı gel­
mişti. Ama Yakub bu birliktelik konusunda rahatsızdı, neden
olduğunu söylemese bile! Hamor'un kendisine deneni yapa­
cağı konusundaki beklentisi de boynunun uyuştuğunu hisset­
mesine neden olmuştu.
Kararı erteleyecek bir yol, kontrolü yeniden ele geçirmek
için bir yol aradı zihninde. " Bunu oğullarımla tartışacağım, "
dedi krala, sesi istediğinden daha güçlü çıkmıştı.
Hamor keskin bir sızı duydu. "Kızın artık bakire değil, Ya­
kub, " diye kral üsteledi. "Yine de burada Mısırlı bakire bir
prensese yakışır bir başlık parası var -benim babamın karım
için ödediğinden çok daha fazla. Kızın buna ya da daha faz­
lasına layık olmadığından değil. Ne istediğini söyle ve senin
olsun, çünkü oğlum kızını seviyor. Ve kızının da istekli oldu­
ğunu duydum." Hamor Yakub'un tarzı için fazlaca aşırı ka­
çabilecek şekilde hafifçe gülümsedi. Dina'nın yüzünün neye
benzediğini bile tam olarak çıkaramasa da, kızından böylesi­
ne kaba şekilde bahsedilmesinden hoşlanmamıştı. Net ola­
rak hatırladığı tek şey, kızın Yusuf'un ardından koşarken sa­
çının görüntüsüydü, dağınık ve vahşi. Bu anı çok uzun za­
man önceye aitti.
Yakub, "Oğullarımı bekleyeceğim," dedi ve Şekem'in
efendisi sanki bir çobandan başkası değilmiş gibi krala sırtı-
2 1 2 Anita Diamant

m dönüp, içki ve yemekle kralı ağırlamayı karılarına bıraktı .


Ama Harrıor kalmak için bir neden görmedi ve hediyelerini
de arkasından çekerek sarayına doğru yola çıktı .
Yakub, Lea'yı çağırdı ve karısına hitap ederken asla kul­
lanmadığı en ağır sözlerle onunla konuştu. "Kızın artık bir
bakire değil, " dedi . "Bunu benden saklayarak haddini aştın.
Daha önce de işleri yüzüne gözüne bulaştırdığın olmuştu
ama asla beni utandırmamıştın. Şimdiyse bu. "
Annem de kocası kadar şaşkındı ve Yakub' a kızı . hakkın­
daki haberleri anlatması için üsteledi . "Şekem prensi onun
üzerinde hak iddia ediyor. Babası bir bakireye biçilen başlık
parasını ödemek için geldi. Ve bu nedenle şehrin o gübre yı­
ğını dolu duvarları arasına girene kadar da bakire olduğunu
tahmin ediyorum. " Yakub acı konuştu. "Şimdi o Şekem'e ait
ve tahmin ediyorum ki artık benim de bir işime yaramaz. "
Lea öfkeliydi. "Git karınla, kız kardeşimle konuş," dedi.
"Onu oraya götüren Rahel' di. Gözleri şehirde olan Rahel,
ben değil, kocam. Git karına sor. " Annemin sözlerinden saf­
ran kokusu yayılıyordu.
Beni gerçekten düşündü mü merak ediyorum; benim rıza
gösterip göstermediğimi, bağırıp bağırmadığımı düşünerek
acı çekti mi? Acaba yüreği, ağladım mı yoksa güldüm mü,
bunu öğrenmek için yandı mı? Ama sözleri yalnızca yaban­
cı bir kadınla yaşamaya şehre giden, onların tarzını öğrenen
ve annesini unutan bir kız evladın kaybedilmesinden bahse­
diyordu.
Babam daha sonra Rahel'i çağırdı. "Kocacığım! " diye
haykırdı Rahe!, ona yaklaşırken gülümseyerek "Güzel hava­
disler olduğunu duydum. "
Ama Yakub gülümsemedi. "Şehirden ya da onun kralın­
dan hoşlanmıyorum, " dedi . "Ama en hoşlanmadığım şey
güvenilmez bir evlat ve yalan söyleyen bir eş. "
Rahe!, "Pişman olacağın hiçbir Şey söyleme, " diye cevap­
ladı. "Kız kardeşim seni bana karşı ve Mamre'deki annenin
K ı rm ı z ı Ç a d ı r 2 1 3

tek sevgilisi olan kendi kızına karşı doldurmuş. Bu iyi bir ·bir­
liktelik. Kral onların birbirlerine düşkün olduğunu söylüyor,
öyle değil mi? Kendi ateşini unuttun mu, kocam. O .tutkuyu
hatırlayamayacak kadar çok mu yaşlandın?"
Yakub'un yüzü hiçbir şey ifade etmiyordu. Uzun uzun Ra­
hel'e baktı ve sonra gözlerini çevirdi. Rahel, "Onlara onayı­
nı ver, kocam," dedi. " Gümüş ve ketenle yüklü kervanı ka­
bul et ve Hamor'a bir krala yakışır ikramda bulun. Buranın
efendisi sensin. Beklemeye gerek yok . "
Ama Yakub, Rahel'in ısrarı karşısında kaskatı kesildi.
"Oğullarım dönünce karar vereceğim. "
Hamor daha önce böylesine kötü muamele gördüğünü
hatırlamıyordu . Yine de Yakub'a karşı yüreğinde iyi duygu­
lar oluşmuştu. Hamor ertesi gün, " İyi bir mUttefik, diye dü­
şünüyorum," dedi Salem'e. "Ama kaçınılması gereken bir
düşman. Gururlu bir adam, " diye devam etti. "Ailesinin ka­
derinin kontrolünü kaybetmekten hoşlanmıyor. Yetişkin ol­
dukları zaman çocukların nasıl da ailelerine itaat etmeyi bı­
raktıklarını hala öğrenememiş olması tuhaf. Kız çocuklarının
bile. "
Ama Salem en kısa sürede geri dönmesi için babasını sı­
kıştırdı. "Kızı seviyorum, " dedi.
Hamor sırıttı. "Korkma. Kız senin. Hiçbir baba onu şu
şekliyle geri istemez. Karına geri git ve baba konusunda en­
dişelenmeyi hapa bırak. "
Bir hafta daha geçti ve kocam ve ben birbirimizi daha da
ince yollarla, okşayışlar ve tatlı sözlerle sevmeye başladık.
Ayaklarım yere değmiyordu . Yüzüm gülümsemekten ağrı�
yordu.
Ve sonra özel bir evlilik hediyesi aldım: Bilha beni görme­
ye geldi. Teyzem sarayın girişinde belirip Salem'in karısı Di­
na'yı görmek istediğini söyleı:nişti . Önce, onu, Yakub'un ko­
casının teklifi karşısında tereddüt göstermesi konusunda so­
ru yağmuruna tutan Ra-nefer'e götürüldü. Kraliçe, Lea ve
Rahel'i de sordu ve Bilha'ya sarayı gelininin ailesine sunulan
2 1 4 Anila Diamanı

hediyeleri almadan terk etmemesini söyledi. Sonra Ra-ne­


fer'in bizzat kendisi teyzemi bana getirdi.
Kucaklayışım ufak teyzemin ayağını yerden kesti, onun
esmer yüzünü bir düzine öpücüğe boğdum. "Parlıyorsun, "
dedi geri çekilip ellerimi kendisininkilerin arasına alırken.
"Mutlusun. " Gülümsedi. "Böylesi bir mutluluğu bulmuş ol­
man harika. Lea'ya anlatacağım, o da sakinleşecek. "
"Annem, kızgın mı?" diye hayret içerisinde sordum.
"Lea, Rahel'in seni şeytanın ellerine sattığına inanıyor.
Şehre güvensizliği konusunda babana benziyor ve dört du­
var arasında yattığın için memnun değil. En çok da, diye dü­
şünüyorum, seni özlüyor. Ama ona gözlerindeki ışığı, dudak­
larındaki tebessümü ve artık bir eş olmanın getirdiği o kadın­
sı duruşunu anlatacağım."
Bilha, "Sana karşı iyi, değil mi?" diye sordu, bana Sa­
lem' imi övme fırsatını vererek. Kendimi hissettiğim mutlulu­
ğun ayrıntılarını anlatırken buldum ve her şeyi Bilha'nın is­
tekli kulaklarına döktüm. Benim bir gelin gibi konuştuğumu
duyunca ellerini çırptı. "Oh, sevmek ve bu şekilde sevilmek, "
diye iç geçirdi .
Bilha benimle birlikte yedi ve gizlice Salem'e bir göz attı .
Onun güzel olduğu konusunda bana katıldı ama onunla kar­
şılaşmayı reddetti. "Kocam konuşmadan ben onunla konu­
şamam, " diye itiraz etti. "Ama kızımız hakkında iyi bir rapor
götürecek kadar çok şey gördüm. "
Sabahleyin beni kucakladı ve onu almaya gelen Ruben'le
birlikte ayrıldı. Babamın çadırına benim mutlu olduğum ha­
berini getirdi ama sesi beni bir fahişe olarak nitelendiren er­
kek kardeşlerimin bağrışları arasında boğuldu. Yakub ise on­
ların bozuk ağızlarını kapatmak için hiçbir şey yapmadı .
Şimeon ve Levi gizli bir amaçlarını gerçekleştirememiş
olarak birkaç gün sonra babamıza döndüler. Yalnızca ailenin
keçileri ve koyunları, yün ve yağı için takas yapmak üzere
değil aynı zamanda da, toprağın alın teri ile kazanılan hasa­
tının getirdiğinden daha büyük bir zenginlik sunmak olan kö-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 1 5

le satıcılarıyla konuşmak üzere Ashkelon'daydılar. Şimeon


ve Levi zenginlik ve bunun getireceği gücü istiyorlardı ama
bunun Yakub'tan miras kalması konusunda hiç umutları yok­
tu. Ruben'in babasının doğum hakkını alacağı ve hayır du­
asının da Yusuf' a gideceği açıktı bu yüzden nasıl olursa olsun
kendi zaferlerini kazanmaya kararlılardı.
Ama Levi ve Şimeon köle satıcılarının çocuklar dışında
hiçbir şey istemediklerini keşfettiler. İşler kötüydü. Çok fazla
tüccar pazarı güçsüzleştiriyordu ve şimdi yalnızca sağlıklı
gençlere iyi para veriliyordu. Erkek kardeşlerim, eşlerinin
çeyizi olan iki yaşlı hizmetkar kadın karşılığında hiçbir şey
alamadılar. Eve işlerini başaramamış ve öfke dolu döndüler.
Hamor'un babama benim için bir kralın başlık parasını
önerdiğini duyunca böylesi bir müttefiklik ile kendi konumla­
rının gözden düşeceğini sezerek evliliğe karşı seslerini yük­
selttiler. Yakub'un evi Şekem'in hanedanı tarafından yutula­
caktı ve Ruhen bir prens olmayı beklerken; onlar ve oğulla­
rı çobanlar, zavallı kuzenler, hiç kimse olarak kalacaklardı.
"Esav'dan daha aşağı olacağız, " diye birbirlerine ve hala
üzerlerinde etkileri bulunan kardeşlerine: Lea'dan olma Ze­
bulun, İssakar ve Naftali ile Zilpa'dan olma Gad ve Aşer'e
homurdandılar.
Hamor'un teklifini değerlendirmek için Yakub tüm oğul­
larını çadırına çağırınca, Şimeon yumruğunu kaldırıp haykır­
dı, "İntikam! Kız kardeşim bir Mısır köpeği tarafından aşağı­
landı! "
Ruhen, Salem adına konuştu. "Kız kardeşimiz itiraz et­
memiş, " dedi, "prens de onu bir kenara atmadı."
Yahuda da Ruben'e hak verdi. " Başlık parasının miktarı
kız kardeşimize, babamıza ve Yakub'un tüm ev halkına bir
övgüdür. Kendimiz de prens olacağız. Tanrıların bizlere ver­
diği hediyeleri kabul etmemekle aptallık etmiş oluruz. Ne tür
bir ahmak bir övgü ile küfrü birbirine karıştırabilir? "
Ama Levi sanki benim ölümüme yas tutuyormuş gibi el­
biselerini parçaladı ve Şimeon da "Bu Yakub'un oğulları için
2 1 6 Anita Diamanı

bir tuzaktır. Eğer bu evliliğe rıza gösterirsek, şehrin zevk-i se­


fası benim oğullarımı ve kardeşlerimin oğullarını tüketecek­
tir. Bu evlilik babamızın tanrısını da mutsuz eder," diye Ya­
kub' un da bu evliliğin aleyhinde karar vermesini sağlamak
üzere uyardı.
Sesleri yükseldi ve erkek kardeşlerim lambaların altında
birbirlerine baktılar ama Yakub kendi düşüncelerinin bilin­
mesine izin vermedi. "Sünnet olmamış köpek her gün kız
kardeşimi beceriyor, " diye Şimeon patladı . "Kız kardeşimin
kendi annemin kızının böyle kötüye kullanılmasına izin mi
vereceğim?"
Bunun üzerine Yusuf kuşkulu bir ifade takındı ve Ruben'e
yarı fısıldadı, "Eğer erkek kardeşim damadımızın penisinin
şekliyle bu kadar ilgiliyse bırakalım da babamız başlık parası
olarak onun sünnet derisini istesin. Aslında bırakalım da Şe­
kem'deki tüm erkekler bizim gibi olsun. Bırakalım da derile­
rini babamızın çadır direkleriyle yarışacak şekilde üst üste
yığsınlar, böylece onların oğulları ve bizimkiler aynı şekilde
işer ve aynı şekilde çiftleşirler ve kimse bizi ayırt edemez. Ve
böylece Yakub'un kabilesi yalnızca gelecek nesillerde değil
ilelebet büyür. "
Yakub, Yusuf'un yalnızca küçüklüğünden beri ona eziyet
eden kardeşleriyle alay etmek için söylediği sözleri duydu.
Ama Yakub, oğlunun sözlerindeki alayı fark etmedi. Şöyle
dedi: "Abram anlaşmasına uymayanlara bıçağını çekmişti.
Eğer Şekem'in erkekleri buna rıza gösterirse kimse kızımızın
incindiğini söyleyemez. Eğer şehrin erkekleri babamın tanrı­
sına böyle bir fedakarlıkta bulunursa bizler insanları birleşti­
ren, erkekleri bir araya toplayanlar olarak hatırlanırız. Deni­
zin kumları gibi, annem Rebeka'nın kehanette bulunduğu gi­
bi . İşte şimdi bunun olmasını sağlay�cağım. Yusuf'un dediği­
ni yapacağım çünkü onda benim yüreğim var. " Yakub öyle­
sine bir tutkuyla konuştu ki daha fazla tartışmaya gerek kal­
madı .
Levi'nin yüzü Yakub'un kararı karşısında öfkeyle kasıldı
ama Şimeon kardeşinin kolunu tuttu ve onu karanlığa,
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 1 7

lambalarının ışığından ve kardeşlerinin kulaklarının duyabile­


ceğinden uzağa götürdü.

İkinci kez Hamor Yakub'un çadırına doğru yola çıktığın­


da Sı;ılem de ona eşlik etti. Babamın onayını almadan şehre
dönmemeye kararlı, öncekinden daha çok hediye yüklü iki
de eşek götürdü. Sevgilim ayrılırken kendine güveniyordu
ama babamın çadırıı:ıa ulaştığında kralın erkanı yeniden ka­
vuşmuş kollarla karşılandı ve erkekler şartlan tartışmaya baş­
lamadan yalnızca bir kepçe su sunuldu.
Önce ve törensiz şekilde babam konuştu. "Kızımızı iste­
mek için geldiniz, " dedi. "Evliliğe rıza gösteriyoruz, ama
şartlarımızın size uyacağından şüpheliyim çünkü çok katı. "
Hamor cevap verdi; adama karşı başlarda hissettiği sıcak­
lık, onur kırıcı şekilde gösterilmeyen konukseverlik ile yok
olmuştu. Kral, "Oğlum kızı seviyor, " dedi. "Onun için her şe­
yi yapacaktır ve ben de oğlum ne isterse onu yapacağım.
Şartlarını say Yakub. Şekem bunları yerine getirecektir böy­
lece senin çocukların ve benim çocuklarım bu topraklara ye­
ni kuşaklar dünyaya getirecektir. "
Ama Yakub kızı için i_stediği bedeli söyleyince, Hamor
bembeyaz kesildi. "Bu ne tür bir barbarlıktır," diye sordu.
"Sen kim olduğunu sanıyorsun, çoban, oğlumun erkekliği­
nin ve benim ve akrabalarımın ve halkımın kanını istiyorsun?
Çok fazla güneş, yıllar süren vahşi yaşam aklını kaçırmana
neden olmuş. Kızını olduğu şekilde geri mi istiyorsun? Gele­
ceğiyle oyun oynayarak, bu kızı hiç düşünmüyor olmalısın . "
Ama Salem bir adım öne çıktı ve elini babasının omzuna
koydu. "Bu isteklere rıza gösteriyorum, " dedi Yakub'un yü­
züne karşı. "Burada ve şimdi, eğer istediğiniz buysa. Karı­
mın ailesinin geleneğine saygı göstereceğim ve kölelerime
ve onların oğullarına da beni takip etmelerini emredeceğim.
Biliyorum ki babam benim için duyduğu korkudan ve acı çe­
kecek adamlarına olan bağlılığından böyle konuşuyor. Ama
benim .için sorun yok. Duydum ve buna itaat edeceğim."
2 1 8 Anita Diaman t

Hamor oğlunun teklifine karşı çıkabilir ve Levi ve Şime­


on da onun yüzüne tükürmek için hazırlanabilirdi. Hava da
fırtına kokusu vardı ve kargılar da çekilebilirdi, eğer Bilha
elinde su ve şarapla belirmeseydi . Onu ellerinde ekmek ve
zeytinle kadınlar takip etti ve Yakub hizmet etmeleri için on­
lara başıyla işaret etti. Sessizlik içinde birkaç lokma yediler.
Şartlar konusunda akşam anlaşıldı. Yakub başlık parası
olarak dört yüklü eşeği kabul etti. Salem ve Hamor üç gün
içinde bıçak altına gireceklerdi aynen Şekem' in asil ya da
köle tüm erkekleri gibi. Aynı sab'!h duvarları arasında bulu­
nan sağlıklı erkeklerin tümü, üzerlerinde Yakub'un işaretini
taşımayı kabul edecekti ve Hamor bu andan itibaren şehrin
sınırları içinde doğan her erkek çocuğun, Abram'ın oğulları
arasındaki geleneğe uygun olarak sekizinci gün sünnet edi­
leceğine de söz verdi. Kendi tapınağının duvarları arasında,
Yakub'un tanrısına ibadet edileceğine de yemin etti, hatta
kral ona Elohim, tüm tanrıların tanrısı adını verecek kadar
ileri gitti.
Babam benim için kayda değer bir çeyiz hazırladı. On se­
kiz koyun ve on yedi keçi, kıyafetlerimin ve mücevherlerimin
tümü, iğim ve bileği taşım, on testi taze yağ ve altı top yün.
Yakub bu andan itibaren kendi çocukları ve Şekem'de doğa­
caklar arasında yapılacak evliliklere rıza göstermeyi de kabul
etti.
Hamor elini Yakub'un bacağına koydu ve Yakub da aynı
şekilde krala dokundu ve nişanım gülümsenmeden ve mem­
nun kalınmadan mühürlendi.
Aynı gece Salem babasının çadırından süzülüp haberler­
le yatağımıza geldi. "Artık evli bir kadınsın, sadece aşağılan­
mış bir kız değil," diye fısıldadı beni sabahın ilk ışıklarından
önce uyandırarak.
Onu öptüm ve öteye ittim. "O zaman, eğer artık evliysem
ve beni bir kenara koymayacaksan sana başımın ağrıdığını
ve efendimi şu anda kabul edemeyeceğimi söyleyebilirim,
dedim, elbisemi omuzlarımın üzerinde toplayıp esner gibi
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 1 9

yaparak, bu sırada elim de kocamın bacakları arasına doğru


kaydı. " Biliyorsunuz ki efendim kadınlar kocalarının yalnızca
nazik okşayışlarını kabul ederler -bedenlerinin hor kullanıl­
masından hoşlanmazlar. "
Salem güldü ve beni yatağa çekti ve o sabah derin bir şef­
katle seviştik. Beni pazarda bulup birbirimizin olduğumuz ya­
tağa götürdüğü günden beri en uzun ayrılığımızın ardından
bu bir yeniden kavuşma gibiydi.
Gün boyunca uyuduk, ancak yemeğimizi yedikten sonra
bana babamın isteğini anlattı. Buz kesildim, midem bulandı.
Hayalimde sevgilimi şiddetli ağrılar içinde gördüm, bıçağın
çok derinden kestiğini, yaranın iltihaplandığını ve Salem'in
kollarımda öldüğünü gördüm. Ufak bir çocuk gibi göz yaşl�­
rına boğuldum.
Salem bunların tümünü hafife alıyordu. "Bu hiçbir şey"
dedi. "Yalnızca önemsiz bir yara. Duyduğuma göre bunun
ardından senden aldığım zevk şimdikinden bile fazla olacak­
mış. Bu yüzden kendini hazırla, kadınım. Gece gündüz üze­
rinde olacağım. "
Ama ben gülümsemedim. İliklerime dek işleyen ve bir da­
ha beni terk etmeyen bir soğukla titredim.
Ra-nefer de beni yatıştırmaya çalıştı . Kocasının donup
kaldığı bu pazarlık onu mutsuz etmemişti. "Mısır'da," dedi,
"sesleri değişince oğlanları sünnet ederler. Çok eğlenceli bir
zamandır -oğlanları kovalarlar ve yakalarlar ve ardından şı­
martır, şeker ve istedikleri her şey ile beslerler. Emin ol ki
hepsi de hayatta kalır.
"Bu görevi üstlenmesi için benim muhafızımı görevlendi­
receğiz, " dedi. "Nehesi pek çok sünnet derisi kesmiştir.
Acıyla da ben ilgilenirim ve sen de bana yardım edersin, kü­
çük ebe . " Bunun ne kadar kolay olacağı konusunda konu­
şup durdu ve ardından bilmiş bir gülümsemeyle fısıldadı. "Er­
kekleri, o başlık olmadan daha çekici bulmaz mısın?" ama
ben Salem'in vereceği bu sınav konusunda hiçbir şeyi eğlen­
celi bulmuyordum ve kayınvalidemin tebessümüne karşılık
vermedim.
2 2 0 Anita Diamant

Üç gün geçti, o gecelerde kocama yabani biri gibi kenet­


lendim ve öncekinden çok daha büyük hazlar almama rağ­
men gözümden yaşlar boşandı. Kocam yanaklarımdaki suyu
yaladı ve tuzlu dilini bedenimde dolaştırdJ. Ben hala soğuk­
tan titreyerek onun göğsünde yatarken " İlk -oğlumuz doğdu­
ğunda bu konuda seninle dalga geçeceğim, " diye fısıldadı.
Kararlaştırılan saat geldi. Salem şafakla birlikte yanımdan
ayrıldı. Uyuyormuş gibi yapmaya çalışarak, kapalı gözler ar­
dından onun yıkanmasını ve giyinmesini izleyerek yatakta
kaldım. Beni öpmek için eğildi ama ben onun dudaklarıyla
karşılaşmak üzere yüzümü çevirmedim.
Orada tek başıma içimdeki nefreti düşünerek yattım.
Böyle korkunç bir bedel istediği için babamdan nefret edi­
yordum. Bunu ödemeye razı geldikleri için kocamdan ve
onun babasından nefret ediyordum. Yolu açtığı için kayınva­
lidemden nefret ediyordum. En çok da tüm bunların nedeni
olduğum için kendimden nefret ediyordum.
Çarşafların altında büzüşmüş; öfke ve korku ve nedeni bi­
linmeyen kötü bir önsezi ile titreyerek; o bana geri getirile­
ne kadar yatakta uzandım.
Kralın ön odasında yapılmıştı. Salem ilkti ve ardından da
babası Hamor. Nehesi ne kralın ne de prensin bağırdığını
söyledi. Ashnan'ın ufak oğlu onları takip etti ve ağladı; ama
ufaklık uzun süre acı çekmedi, çünkü onu yatıştıracak dolu
bir göğüs vardı. Evin diğer erkekleri ve duvarların dışında ka­
lan kırlık alana doğru gözden kaybolamayan zavallılar da o
kadar şanslı değillerdi. Bıçağı keskin şekilde hissettiler ve ço­
ğu da sanki öldürülüyormuşcasına çığlık attılar. Çığlıkları sa­
bah boyu havayı delip geçti ama öğlene doğru kesildi.
Merhametsiz sıcak bir gün oldu. Hiç rüzgar ya da bulut
yoktu ve sarayın kalın duvarları arasında bile hava nemli ve
ağırdı. İyileşmekte olan adamlar elbiseleri içinde terliyor ve
uyudukları yataklarını ıslatıyorlardı .
Kesilirken hiç ses çıkarmayan Hamor acıyla bayıldı ve
kendine gelince de haykırmamak için dişleri arasına bir bı­
çak sıkıştırdı. Benim Salem'im de o kadar kötü olmasa da
Kırmızı Çadır 221

acı çekiyordu. Daha gençti ve merhemler onu rahatlatmış


görünüyordu ama onun için bile tek kesin tedavi uykuydu .
Bir uyku ilacıyla onu uyuttum; her kalktığında mankafa ve
yorgun, çenesi gevşek ve afallmış durumdaydı . Sevgilimin
uyurken yüzünü yıkadım ve becerebildiğim en yumuşak do­
kunuşla sırtını sildim. Ağlamamak için elimden geleni yap­
tım, böylece o uyandığında dinç görünece1<tim, ama gün
ilerledikçe gözyaşlarım da akmaya devam etti. Gece inene
kadar yorgunluktan baygın düşmüştüm ve Salem vücudu
ateşler içinde çıplak uyurken bile ben korkularımın buz gibi
rüzgarları ile çarşaflara sarınarak kocamın yanında uyudum.
Gece, Salem'in yanağımı okşadığını hissederek bir kez
uyandım. Gözlerimin açık olduğunu görünce ürkek bir gü­
lümseyişle gülümsemeyi becerdi ve şöyle dedi, "Yakında bu
bir hayalden başka bir şey olmayacak ve sevişmelerimiz her
zamankinden daha tatlı olacak. " Gözleri yeniden kapandı ve
onun ilk kez horladığını duydum. Ben de uykuya dalarken
uykusunda çıkardığı ses hakkında -güneşin sıcağında uyu­
yan yaşlı bir köpek gibi- onunla nasıl da dalga geçeceğimi
düşündüm. Bu güne kadar, Salem bana o sözleri gerçekten
söylemiş miydi yoksa bu beni rahatlatacak bir rüya mıydı,
emin olamadım.
Geri kalanların ise gerçek olduğunu biliyordum.
Önce çığlık atan bir kadının sesi vardı. Zavallının başına
korkunç bir şey gelmiş olmalı diye düşündffm, bir yandan da
gerçek dünya için çok acı, bir kabusun sesi gibi; keskin, tit­
reten, ürperten çığlığa sırtımı dönmeye çalışıyordum .
Vahşi, korku dolu çığlık oldukça uzaktan geliyordu , ama
umutsuzluğu öylesine ısrarlı ve rahatsız ediciydi ki onu bir ya­
na itemiyordum. Böylece ağır uykumdan uyanıp çığlıklardan
kaçmaya çalıştım. Gittikçe daha korkunç, daha korkunç ol­
maya başladı ; aniden gözlerimin açık olduğunu ve acıdığım,
işkence edilen ruhun bir rüya olmadığını, hatta uzak bile ol­
madığını fark ettim. Çığlıklar benim kendi çığlıklarımdı, dün­
ya dışından gelen ses benim hırıltılı boğazımdan geliyordu.
222 Anita Diamanı

Kan ile kaplanmıştım. Kollarım, Salem'in boğazından ge­


len ve bir nehir gibi yatağa ve yere akan yoğun, ılık kanla
kaplanmıştı. Kanı yüzümü de bulaşmıştı; gözlerimi yaktı ve
dudaklarımı tuzladı. Kanı çarşafları ıslatmıştı ; göğüslerimi ya­
kıyor, bacaklarıma akıp, parmaklarımı kaplıyordu. Sevgili­
min kanında boğuluyordum. Ölüyü bile uyandıracak kadar
yüksek sesle haykırıyordum, ama kimse duymuyor görünü­
yordu. Hiçbir muhafız kapıdan dalmadı. Hiçbir hizmetkar
içeri girmedi. Sanki ben, dünyada hayatta kalan son insan­
mışım gibi görünüyordu.
Güçlü kollar beni yakalayıp sevgilimden ayırmaya çalışa­
na kadar hiç ayak sesi ya da uyarı duymadım. Kanlar akıta­
rak gecenin karanlığında haykırırken beni yataktan ayırdılar.
Beni kaldıran Şimeon'du ve ağzımı kapatan da Levi ve ikisi
da ellerimi ve ayaklarımı kurbanlık koyun gibi bağladılar, be­
ni bir eşeğin arkasına atıp ben şehirde hayatta · kalan hiçbir
zavallı ruhu uyaramadan babamın çadırına gönderdiler. Er­
kek kardeşlerimin bıçaklan, Yakub'un oğulları tarafından iş­
lenen nefreti ortaya çıkarana kadar çalıştı: Canlı buldukları
her adamı öldürdüler.
Ama ben bunun hakkında bir şey bilmiyordum. Yalnızca
ölmek istediğimi biliyordum. Hiçbir şey; ancak ölüm korku­
mu dindirebilirdi. Hiçbir şey; ancak ölüm, ürkütücü uykusun­
da bıçaklanan, kanlar akıtan, öldürülen Salem'in görüntüsü­
nü gözümün önünden silebilirdi. Eğer biri ağzımdaki bez
parçasını ben kusarken gevşetmeseydi, dileğim yerine gele­
cekti. Yakub'un tepe kenarındaki çadırlarına doğru tüm yol
boyunca sessizlik içinde haykırdım. Oh tanrılar. Oh gökyü­
zü. Oh Anne. Neden hala hayattayım?
SEKİZİNCİ BöLÜM

abercileri bendim. Kendi annem beni gördü ve kan­

H lı bedenim karşısında çığlık attı . Öldürülen çocuğuna


yas tutarak yere düştü ve çadırlar Lea'nın yasının ne­
denini öğrenmek için boşaldı. Ama Bilha beni çözdü ve aya­
ğa kalkmama yardım etti, bu sırada Lea olanları izliyordu
-önce korkmuş, ardından rahatlamış ve sonunda da afalla­
mış halde. Ellerini bana doğru uzattı ama yüzüm onu durdur­
du.
Şekem'e geri yürümeye niyetlenerek döndüm. Ama an­
nelerim beni kucakladılar ve ben de karşı koyamayacak ka­
dar güçsüzdüm. Salem'in kanıyla kararmış ve sertleşmiş çar­
şaflarımı ve elbiselerimi üzerimden çırkardılar. Beni yıkadılar,
yağlarla tüm vücudumu ovdular ve saçlarımı taradılar. Ağzı­
ma lokmalar koydular ama yemedim. Beni bir yatağa yatır­
dılar ama uyumadım. Günün geri kalanı boyunca kimse be­
nimle konuşmaya cesaret edemedi ve benim de söyleyecek
hiçbir şeyim yoktu.
Gece yeniden inerken, erkek kardeşlerimin dönüşünü
dinledim ve yağmaladıkları şeyin sesini duydum: ağlayan ka­
dınlar, sızlayan çocuklar, meleyen hayvanlar, çalınan malla­
rın ağırlığı altında gıcırdayan arabalar. Şimeon ve Levi kaba
emirler yağdınyorlardı. Yakub'un sesi hiçbir yerden duyul­
muyordu.
Çektiğim ıstırap beni alt etmiş olmalıydı. Gôremeyecek
kadar bitkin olmalıydım. Ama nefret omurgalarımı uyuştur-
224 Anita Diamant

muştu. Bir kurban gibi bağlanmış dağa doğru gönderildiğim


yolculuk, beni sarsmış, yatakta yatarken kendi kendini bes­
leyen, katı ve canlı , içimde biriken bir öfkeye neden olmuş­
tu. Erkek kardeşlerimin sesi beni yatağımdan kaldırdı ve on­
larla yüzleşmek için dışarı çıktım.
Gözlerimden ateşler fışkırıyordu, Tümünü tek bir söz, tek
bir nefes, tek bir bakışla yakıp küle. dönüştürebilirdim. "Ya­
kub, " diye haykırdım yaralı bir hayvanın sesiyle . Sanki baba
olan benmişim ve o da söz dinlemez bir çocukmuş gibi ona
adıyla seslenerek, "Yakub, " diye uludum.
Yakub titreyerek çadırından çıktı. Daha sonra kendi adı­
na yapılanlar hakkında hiç bilgisi olmadığını iddia etti. Şime­
on ve Levi 'yi suçladı ve onlara sırtını döndü. Ama ben o
önümde dururken bulutlanmış gözlerinin ardındaki her şeyi
bilen bakışı gördüm. Bunu inkar edecek vakti olmadan önce
suçluluğunu gördüm.
"Yakub, oğul�arın cinayet işledi," dedim kendimin bile ta­
nıyamadığı bir sesle. "Yalan söyledin ve suç ortaklığı ettin ve
oğulların da, dürüst adamları, senin icadın olan bedeli öde­
mekten takatsiz kalmışken onlara saldırarak öldürdü. Ölüle­
rin bedenlerini yağmaladın ve mezarlarını talan ettin, bu yüz­
den onların gölgeleri sonsuza kadar peşini bırakmayacak.
Sen ve senin oğulların, sizi asla affetmeyecek dullardan ve
öksüzlerden bir kuşak yarattınız. "
"Yakub, " dedim, gökgürültüsü gibi yankılanan bir sesle,
"Yakub, " diye tısladım, deri değiştiren ve,hala yaşayan bir yı­
lanın sesiyle, "Yakub" diye uludum ve ay kayboldu.
"Yakub bir daha asla huzur nedir bilmeyecek. Değer ver­
diği her şeyi kaybedecek ve gerçekten seveceği hiçbir şeyin
farkına varamayacak. Bir daha asla rahat bulamayacak ve
duaları da babasının tanrısının onayını alamayacak. "
"Yakub sözlerimin doğru olduğunu biliyor. Bana bak,
çünkü ben Şekem'in dürüst adamlarının kanını taşıyorum.
Onların kanı senin ellerini ve dimağını kirletti, bir daha asla
temiz olamayacaksın.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 225

"Temiz değilsin ve lanetlisin, dedim, bir zamanlar babam


olan adamın suratına tükürerek. Sonra sırtımı ona döndüm
ve o artık benim için öldü.
Tümünü lanetledim. Kocamın kanının kokusu hala burun
deliklerimde, her birini -annem Lea'nın oğullarını ve annem
Rahel'in oğlunu ve annem Zilpa'nın oğullarını ve annem Ra­
hel'in oğlunu- tek tek sayıp; her tanrı ve tanrıçanın gücünü,
her şeytanı ve her belayı onlara zarar vermesi ve esir alma­
sı için çağırdım. Salem'in kanı tırnaklarım arasında gömü­
lüydü ve hiç biri için yüreğimde zerre acıma duymadım.
"Yakub' un oğulları zehirli yılanlardır, " dedim. Sinmiş er­
kek kardeşlerime, "Leşle beslenen kurtlar gibi kokuşmuşlar.
Yakub'un oğullarının her biri sırayla acı çekecek ve bu acıy­
la babalarına saldıracaklar. "
Onlara sırtımı döndüğümde sessizlik bir duvar gibi keskin
ve katıydı. Çıplak ayak ve bir iç gömleği dışında hiçbir şey
giymemiş halde erkek kardeşlerimden ve babamdan ve bir
zamanlar bana ev olan her şeyden öteye yürüdüm. Bir daha
asla kendi yansımamı annelerimin gözlerinde göremeyeceği­
mi bilerek mutlak sevgiden de öteye yürüdüm. Ama onların
arasında yaşayamazdım.
Vadiye giden yolda ayaklarım kanayarak ve dizlerim par­
çalanarak aysız bir geceye doğru yürüdüm ve Şekem'in ka­
pılarına gelene kadar asla durmadım. Önümde tek bir hayal
duruyordu.
Kocamı gömecek ve ben de onunla birlikte gömülecek­
tim. Bedenini bulacak ve onu ketene saracak, onun hayatı­
nı çalan bıçağı alıp ben de bileklerimi kesecektim, böylece
toprağın altında birlikte uyuyabilecektik. Ölümün sessiz, hü­
zünlü, puslu dünyasında toprak yiyerek; topraktan gözleri­
mizle yalancı adamların dünyasına bakarak sonsuzluğa karı­
şacaktık.
Başka bir düşüncem yoktu. Yalnız ve boştum. Ölümün
huzuru ile doldurulmayı bekleyen bir mezardım. Kendimi
dizlerimin üzerinde, hareket edemez halde Şekem'in büyük
kapısı önünde bulana kadar yürüdüm.
226 Anili:J Diamaril

Eğer Ruben beni bulup geri götürseydi, hayatım son bu­


lurdu. Birkaç yıl daha yarı deli şekilde yürüyüp ağlardım, da­
ha az değerli erkek kardeşin üçüncü karısının kapısında gün­
lerimi geçirirdim. Ama hayatım da biterdi.
Eğer Ruben beni bulsaydı, Şimeon ve Levi muhakkak be­
beğimi öldürüp, çakalların parçalaması için gece dışarı atar­
lardı. Onların gözlerine, derilerine, kemiklerine, erbezlerine
lanet etmemi engellemek için önce dilimi keserler, Yusuf la
birlikte beni de köle olarak satarlardı . Ne kadar korkunç
olursa olsun onların acıları ve çektikleri ile asla yatışmazdım.
Yakub korkup insanlar onu Şekem kasabı diye anmasın­
lar diye yeni bir ad, lsra' El adını aldığında da yumuşamaz­
dım. "Yakub'un tanrısına hizmet ediyorsun, " sözü, bir ada­
mın o topraklarda kuşaklar boyunca bir diğerine söylediği en
kötü sözlerden biri olduğunda, artık "yalancı" anlamına
gelen Yakub, adından kaçtığında da onu umursamazdım.
Bunları görmek üzere orada olsaydım, onun hayvanlara kar­
şı yeteneği onu terk ettiğinde ve hatta köpekleri bile onun
yanından ayrıldığında gülümserdim. Yusuf'un vahşi hayvan­
larca parçalandığını öğrenmenin verdiği acıdan fazlasını hak
���. .
Eğer Ruben Şekem'in kapılarında beni bulsaydı, Rahel'e
hak ettiği mezarı ben yapardım. Hamor'un öldürülmesinin
ve Şekem'in çalınan huzurunun intikamını almak için ortaya
çıkan vadinin öfkesinden kaçmak için Yakub giderken Rahe!
yolda öldü. Rahe!, Yakub'un son oğlunu dünyaya getirirken
ızdırap içinde yok oldu. Ona bir nehir kadar kan kaybına mal
olan ufak oğlunu "kederimin oğlu," diye adlandırdı. Ama
Rahel'in oğlu için seçtiği isim yalnızca sıradan bir suçlama­
dan çok daha fazlasını ifade ediyordu; böylece Yakub ölen
kansının son arzusuna karşı gelerek Ben-Oni sanki Benya­
min 'miş gibi davrandı.
Yakub'un korkusu onu Rahel'in zavallı kurumuş bedenin­
den de uzaklaştırdı; yolun kenarına törensiz ve acele ile gö­
müp hayatının büyük aşkını hatırlatması için birkaç çakıl dı-
Kırmızı Çadır 227

şında hiçbir şey koymadı. Belki de kendini de oraya bağla­


yan ve tek kızının anısına bir sunak yapmak için güzel taşlar
toplayan Inna ile birlikte Rahel'in mezarının başında orada
kalırdım ben de. Inna vadideki kadınlara Rahel adını ve sü­
tunlara kırmızı kurdeleler bağlamayı öğretti, bunun karşılı­
ğında onlara, rahimlerinin yalnızca yaşayan meyveler vere­
ceği sözünü verdi ve teyzemin adının her zaman kadınların
dillerinde yaşayacağına emin oldu.
Eğer Ruhen beni bulsaydı, lanetimin onun boynuna do­
lanmasını izlerdim; şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden bir
ömür boyu süren tutkusunun ve dile getirilmemiş aşkının,
Bilha'ya olan aşkının ve onun da Ruben'e olan aşkının salı­
verilmesi ile lanetlenmelerini izlerdim. Engel bir şekilde kalk­
bğında, birbirlerinin kollarına soluksuz koştular. Tarlalarda,
yıldızların altında ve hatta Bilha'nın çadırında seviştiler. On­
larınki gerçek bir aşktı, Deniz Tanrıçası ve onun Efendi Kar­
deşi gibi birbirleri için yaratılmış, yine de bunun için acı so­
na mahkum edilmişlerdi.
Yakub üzerlerine gelince oğulları arasında bunu en çok
hak edeni mirasından mahrum bıraktı ve onu artık Yusuf'u
koruyamayacağı en uzak meraya gönderdi. Yakub Bilha'nın
suratına bir yumruk indirip dişlerini kırdı. Bilha bu olaydan
sonra yok olmaya başladı. Tatlı, küçük anne ufaldıkça ufaldı
ve zayıfladıkça zayıfladı, çok daha sessiz, çok daha ürkek ol­
du. Artık yemek pişirmedi, yalnızca iğ eğdi; onun ipi kadın­
ların yaptıkları arasında en iyisi oldu, bir örümcek ağı kadar
iyi.
Sonra bir gün gitti. Kıyafetler yatağının üzerinde, birkaç
bileziği de aslında ellerinin olması gerektiği yerde bulundu.
hiçbir iz bırakmadı. Kayboldu. Yakub bir daha asla onun adı­
nı ağzına almadı.
Yakub'un Rahel'in ev tanrılarının sonuncusunu kutsal bir
ağacın altında kırdığı gece Zilpa yüksek ateşten öldü. Yakub
kuşaklar boyunca kadınların rahimlerini açan ufak kurbağa
tanrıçayı buldu ve antik idole baltayı indirdi. Parça parça ol-
228 Anita Diamant

muş taşa işedi ve tüm talihsizliğin asıl nedeni olarak taşı la­
netledi. Bunu gören Zilpa saçlarını yoldu ve gökyüzüne hay­
kırdı . Ölmeyi diledi ve onu terk eden annesinin hatırasına tü­
kürdü. Yere yatıp avuçlar dolusu kum attı ağzına. Kendisine
zarar vermesini engellemek için üç adam gerekti . Berbat bir
ölümdü. Onu mezarına yatırmak için hazırlarlarken bedeni
gevrek kilden eski bir lamba gibi parçalara ayrıldı.
Bunu görmediğime seviniyorum. Lea ellerinin ve ardın­
dan kollarının gücünü yitirirken orada olmadığıma seviniyo­
rum. Yerinden kalkamaz halde kendini kendi pisliği içinde
bularak uyandığı sabah onu görmediğime de memnunum.
Zehir vermeleri için acımasız gelinlerine yalvardığı gibi bana
da yalvarırdı ve ben de bunu yapardım . Ona acır ve ölümcül
içeceğini hazırlar, onu öldürür ve gömerdim. Utanç içinde
ölmekten daha iyi olurdu.
Eğer Ruhen berii Salem'in ölümüne neden olan adamla­
rın çadırlarına geri taşısaydı, her gün yüreğimde cinayet iş­
lerdim. Rüyalarımda acı ve safra tadardım. Dünya üzerinde
bir leke olurdum. Ama tanrıların benim için başka planları
vardı . Ruhen çok geç geldi. O doğu kapısına vardığında şeh­
rin duvarları üzerinde güneş parlıyordu ve o zamana kadar
başka kollar beni taşıyıp götürmüştü.
ÜÇÜNCÜ KISIM

MISIR
BiRİNCİ BöLÜM

a-nefer'in hizmetkarı ve muhafızı Nehesi'nin kolların­

R da hissiz yatıyordum. Beni, babaların ve oğulların ka­


nına üşüşen sineklerle kaynayan saraya taşıdı. Benim
şeytan kardeşlerim Ashnan'ın bebeğine bile bıçaklarını kal­
dırmışlar ve zavallı anne de onu koruyabilmek için kolu bal­
tanın darbesini engellemeye çalışırken kopmuş ölesiye kan
kaybetmişti.
Evdeki erkeklerin tümü içinde, yalnızca Nehesi hayatta
kalmıştı. Çığlıklar başlayınca kralın odalarının bulunduğu ta­
rafa doğru koşmuş, böylece Ra-nefer'i, Levi ve adamından
korumak için tam zamanında yetişmişti. Nehesi oraya vardı­
ğında kraliçe Levi'ye bıçak çekmişti. Nehesi erkek kardeşimi
bacağından yaralamış ve hizmetkarını da oracıkta öldürmüş­
tü. Kendi kalbine saplamasını engellemek için kraliçenin
elindeki bıçağı çekip almıştı.
Nehesi, beni avlunun pisliğinde oturan, kafası duvara dö­
nük, saçlarında toz, tırnakları kanla dolu Ra-nefer' e götürdü.
Neden beni ölüme terk etmediğini; onu sevdiklerinin kurban
gittiği cinayete ve tüm bu vahşete sebep olan bana karşı
neden öfke ile doldurmadığını anlayana kadar yıllar geçti.
Ama Ra-nefer, kocasının ve oğlunun ölümü için yalnızca
kendisini suçluyordu, çünkü bizim evlenmemizi kendisi arzu
etmişti. Birlikteliğimizi sağlamak için kurbanlar adamıştı. Be­
ni pazarda bulması için Salem'i o göndermişti ve hiçbir en­
gelle karşılaşmadan birbirimizin kollarına atılmamız için her
232 Anita Dlamant

şeyi de o ayarlamıştı. Suçu kendi üzerine aldı, sahiplendi ve


asla bırakmadı.
Ra-nefer'in bana karşı duyduğu merhametin bir diğer ne­
deni pişmanlıktan bile güçlüydü. Bir torun umut ediyordu.
Ona bir mezar yapacak ve harcanan hayatını kurtaracak bi­
ri, yaşama nedeni olacak biri. İşte bu yüzden Kenan'dan
kaçmadan hemen önceki dakikalarda Ra-nefer kendine ge­
lerek beni bulması için Nehesi'yi inleyen şehire gönderdi.
Hizmetkarı sessizce ama korkuyla buna itaat etti . Kraliçe­
yi herkesten daha iyi tanıyordu - ona hizmet eden kadınlar­
dan daha iyi, kesinlikle kendi kocasından daha iyi . Korku do­
lu genç bir gelin olarak Ra-nefer oraya ilk geldiğinde Nehesi
de onunla birlikte Şekem'e gelmişti. Beni bulduğunda, onun
huzuruna daha fazla hüzün taşıyarak efendisinin ıstırabına ıs­
tırap ekleyeceğinden endişelendi. Kollarında bir ceset gibi ya­
tıyordum, Kımıldadığımda da, ya haykırıyordum ya da kan
getirene kadar boğazımı yırtıyordum. Ellerimi bağlamak, ağ­
zımı da kapatmak durumunda kaldılar, böylece o gecenin ka­
ranlığında fark edilmeden şehirden süzülüp çıkabildik.
Ra-nefer ve Nehesi, altın ve gümüş dolu testileri kazıp çı­
karmışlardı ve benimle birlikte Mısır'a doğn• yapacakları yol­
culuk için bir Minoa gemisi kiraladıkları Joppa 'daki limana
gizlice ulaştılar. Yolculuk esnasında yelkenleri parçalayan ve
neredeyse gemiyi alabora edecek korkunç bir fırtına çıktı.
Benim bağırdığımı ve ağladığımı duyan denizciler, suları on­
lara kışkırtan bir şeytan tarafından ele geçirildiğimi düşün­
müşlerdi . Bana dokunmalarını ve beni azgın dalgalara atma­
larını engelleyen tek şey Nehesi'nin kılıcıydı.
Ben karanlıkta, sarılmış, terleyerek kocamın ardından git­
meye uğraşırken bu olanların hiç birini hatırlamıyorum. Bel­
ki üzüntüden ölemeyecek kadar gençtim ya da belki duydu­
ğum acıyla yok olamayacak kadar iyi bakıldım. Ra-nefer be­
ni asla bırakmadı. Dudaklarımı nemli tuttu ve benimle anne­
lerin huysuz bebekleriyle konuştukları o yatıştırıcı, affedici
sesiyle konuştu.
K ı rm ı z r Ça d ı r 233

Umut etmek için neden buldu. Yeni ay çıktığında, ben


kendi karanlığımda yatarken, bacaklarımın arasındaki çar­
şaflarda hiç kan yoktu. Karnım yumuşadı, göğüslerim yan­
maya başladı, nefesim yulaf gibi kokuyordu. Birkaç gün son­
ra uykularım daha az hummah olmaya başladı. Ra-nefer'in
verdiği et suyu çorbalarını içtim Ve sessiz bir minnettarlıkla
parmaklarını sıktım.
Karaya çıkacağımız gün, kayınvalidem bana geldi, par­
maklarını sıkıca dudaklarıma bastırdı ve sağlığımla alakası ol­
mayan bir telaşla konuştu. "Annemin ve babamın toprakla­
rına geri döndük," dedi. "Söylediklerimi dinle ve itaat et. "
"Erkek kardeşim ve karısı önünde sana kızım olarak hi­
tap edeceğim, " dedi. "Onlara benim evimde hizmet ettiğini
ve oğlumun seni benim rızamla bakire olarak aldığını anlata­
cağım. Bana barbarlardan kaçmam için yardım ettiğini söy­
leyeceğim. Sen benim gelinim olacaksın ve ben de senin
efendin. Oğlunu dizlerimde doğuracaksın ve o bir Mısır
prensi olacak."
Gözleri benimkilerle karşılaştı ve anlayış bekledi. İyiydi ve
onu sevdim, ama yine de bir şey yanlış görünüyordu. O ko­
nuşurken korkumu isimlendiremiyordum . Daha sonra yeni
annemin oğlunun, kocamın adını anmadığını, cinayet ya da
erkek kardeşlerim ve onların aldatmacaları hakkında hiçbir
şey söylemediğini fark ettim. Asla Salem için ağlamadık ya
da yas tutmadık, bana sevdiğimin nerede gömüldüğünü · de
söylemedi. Korku, konuşulmadan kalacaktı; yasım dudakla­
rımın arasında mühürlendi. Bir daha asla ortak hikayemiz­
den bahsetmedik ve ben de onun anlattığı hikayenin boşlu­
ğuna .mahkum edildim.
Mısır'a ayak bastığımda hamile ve duldum. Mısırlıların
giydiği beyaz ketenden bir elbise giyiyordum ve artık bir ba­
kire olmamama rağmen, toprakların diğer kadınları gibi sa­
çım açık yürüyordum. Ra-nefer için ufak bir sepet taşıyor­
dum ama kendime ait hiçbir şey getirmemiştim. Kendi an­
nelerim tarafından dokunan bir parça yün, bir anı tesellisi bi­
le yoktu.
234 Anita Diamant

Ra-nefer'in erkek kardeşinin evinin bulunduğu yere, bü­


yük şehrin güneyine yaptığımız yolculuk sırasında görülecek
pek çok harika şey vardı. Şehirlerin ve piramitlerin, kuşlann
ve ovaların, palmiyelerin ve çiçeklerin, kumlu arazilerin ve te­
pelerin yanından geçtik ama ben bunların hiçbirini görme­
dim. Gözlerim yalnızca nehre kilitlenmişti ve karanlığa doğru
bir eli takip ederek, sırayla kahverengi, yeşil, siyah, gri ve ta­
bakhaneden geçerken de kan rengine dönüşen suyu izledim.
O gece, tırnaklarım boynuma geçmiş, kana bulanmış;
Salem' in, annemin gelmesi için haykırarak, beni tekrar tek­
rar ziyaret edecek bir kabusun içinde uyandım . Önce, ar­
kamda Salem'in ağırlığını hissettim, beni tamamiyle rahatla­
tan mükemmel bir ağırlık. Ama sonra göğsüme ve ellerime
doğal olmayan bir sıcaklık yayıldı ve sonra ağzımın Salem'in
kanıyla dolu olduğunu, burnumun onu terk eden hayatın
tozlu kokusuyla tıkandığını fark ettim. Gözlerim kanla kap­
lanmıştı ve onları açmaya çabaladım. Nefessiz haykırdım,
ama hiç ses duymadım. Yine de yüreğimin ve midemin, bu
haykırış sırasında içimden çıkacağı ve benim de ölebileceğim
umuduyla haykırmaya devam ettim.
Bu rüyanın dördüncü gecesinde, tam kan beni yutmaya
başlarken ve ağzım ölümü arayarak açıldığında, beni nefes­
siz bırakan bir acıyla dağlanarak kendime geldim. Kalktığım­
da tepemde Nehesi duruyordu, geniş kılıcının düz tarafını
beni yere mıhlayarak ayak tabanlarıma dayamıştı. "Artık ye­
ter, " diye tısladı. "Ra-nefer buna dayanamaz. "
Nefes almaya çalışarak, tüylerim ürpermiş halde beni bı­
raktı. O geceden sonra ılıklığın göğüslerime yayıldığını his­
seder hissetmez kendimi uyandırdım. Nefes nefese ve terle­
yerek, sırt üstü uzanıp yeniden uyumamaya çalıştım. Bazı er­
keklerin ölümden korktuğu gibi ben de gün batımından
korkmaya başladım.
Günle birlikte güneş korkularımı ağarttı. Sabahleyin hava
ısınıp sıkmaya başlamadan önce Ra-nefer benimle ve Nehe­
si ile birlikte oturur ve çocukluğundan neşeli hikayeler anla-
K ı rm ı z ı Çad ı r 2 3 5

tırdı. Bir ördek gördük ve babası ve erkek kardeşleriyle katıl­


dığı av partilerini hatırladı; erkek kardeşlerinin en büyüğü bi­
zim sığınağımız olacaktı. Küçük bir kızken ona oklar emanet
edilirmiş, o da bunları avcılara vererek ihtiyaçlarını karşılar­
mış. Büyük bir evin yakınından geçerken, Ra-nefer babası­
nın Memfis'teki evini ve buradaki bahçeleri ve büyük avlu­
sundaki havuzlarını anlattı . Babası , Ra'nın rahiplerinin kati­
biymiş ve hayat onun ailesi için güzel geçermiş.
Ra-nefer, bir çocukken onun başını bekleyen her hizmet­
kar ve köleyi hatırladı. Kendi annesinden, Nebettani'den
bahsetti, onu güzel ama uzakta hatırlıyordu -her zaman ras­
tık kapları arasında; hizmetkarlar, güzelim banyosunda sır­
tından kova kova kokulu su dökerken en mutlu haliyle. Ama
Nebettani çocuk doğururken, Ra-nefer henüz kahküllü ufak
bir kız çocuğu iken ölmüştü.
Kayınvalidem, evlenmek üzere Mısır'ı terk ettiği haftaya
kadar çocukluğundan etkileyici hikayeler ve masallar anlata­
rak o günleri hatırladı. Düğün hazırlıkları şıktı ve büyük bir
çeyiz toplanmıştı. Ra-nefer üzerindeki ketenleri, parmakla­
rındaki ve boynundaki mücevherleri, onu denizde taşıyan
mavnacıları hatırlayabildi.
Şekem'deki hayat hakkında biraz ayrıntı öğrenmek, Sa­
lem'in doğumuna ait bir hikaye ya da çocukluğuna dair bir
şeyler duymak için öne eğildim. Ama tam kocasının sarayı­
na geldiği noktada durdu; boş bir bakış neşesinin yerini aldı.
Kenan hakkında hiçbir şey söylemedi , kocası ve ona verdiği
bebekler hakkında da konuşmadı. Bir kez bile Hamor adını
ağzına almadı, sanki Salem hiç doğmamış ya da beni hiç
sevmemiş ya da kollarımda kanlar içinde ölmemişti.
Eline dokunmak için uzandığımda P..a-nefer'in sessizliği
acı ile zonkluyordu, neşeli bir tebessüm takındı ve palmiye
ağaçları ve erkek kardeşinin Ra katiplerinin baş katibi ve da­
nışmanı olarak yüksek konumu hakkında gevezelik etmeye
başladı. Gözlerimi suya çevirdim ve Teb'e gelene kadar da
gözlerimi ayırmadım.
236 Anita Diamanı

Koca şehir batan güneş altında gözleri kamaştırıyordu.


Batıya doğru mor dağlar, yeşil ve altın renginde flamalar ası­
lı parlak renklere boyalı tapınakların yayıldığı yeşil bir vadi­
ye ev sahipliği yapıyordu. Doğu tarafında, tapınaklar ve ba­
danalı ufak binalar, hatta büyük evler de vardı, güneş batı ka­
yalıklarına doğru geri çekilmeye başladığında hepsi kırmızı
ve altın gölgelerle ışıldıyordu. Çatılarda beyaz çadırlar gör­
düm ve şehir sakinlerinin üzerinde farklı ırktan gelen başka
insanların yaşayıp yaşamadığını merak ettim.
Nehir boyunca caddeler gürültülü ve tozluydu ve oradan
çabucak geçip gece inmeden varış yerimize ulaşmaya çalıştık.
Gün ışığı solarken nilüfer kokusu daha güçlenmeye başladı.
Nehesi yoldan geçen birine katip Nakht-ra'nın evinin yolunu
bilip bilmediğini sordu. Adam, doğu tarafındaki büyük tapı­
naklardan birinin yanındaki geniş bir binayı işaret etti.
Büyük cilalı kapıyı çıplak bir genç kız açtı ve önünde du­
ran üç yabancıya göz kırptı. Ra-nefer erkek kardeşi Nakht­
ra ile görüşmek istedi. Ama çocuk yalnızca baktı. Tozlu bir
elbise giyen ve hiç makyaj yapmamış ya da mücevher tak­
mamış Mısırlı bir hanımefendi, belinde kargısıyla ayakları
çıplak, heybetli, siyah bir muhafız ve başını önüne eğmiş
üzerine uymayan bir kıyafet içinde bir yabancı görüyordu .
Ra-nefer isteğini tekrarladıktan sonra da uşak hareket et­
meyince Nehesi kapıyı itip açtı ve büyük bir koridora açılan
girişe yürüdü. Evin efendisi, kucağında bir tomar kağıt ve
ayağının dibinde yardımcılarıyla günün işlerini bitirmek üze­
reydi . Şaşırmış ve anlamaz gözlerle Nehesi'ye baktı, ama
Ra-nefer'i görünce Nakht-ra ayağa fırladı, onu kucaklamak
için koşarken kucağındaki kağıttan etrafa dağılmıştı.
Kolları onu sardığında, Ra-nefer ağlamaya başladı -aile­
siyle yeniden bir araya geldiğine mutlu bir kadının huzur ve
mutluluk gözyaşlanyla değil çocuğu yatağında öldürülen bir
annenin acı hıçkırıklarıyla. Ra-nefer şaşkın erkek kardeşinin
kollannda inledi. Dizlerinin üzerine düştü ve kırık bir kalbe
ses vererek feryat etti.
Kırmızı Çadır 237

Korkunç ses Nakht-ra'nın ev halkının tümünü odaya top­


ladı: aşçılar ve bahçıvanlar, fırıncılar ve çocuklar ve de evin
hanımı. Nakht-ra kız kardeşini kaldırıp onu kendi koltuğuna
oturttu, burada yelpazelendi ve su verildi. Tüm gözler, erkek
kardeşinin elini kendi elinde tutan ve bana provasını yaptır­
dığı gibi hikayenin tüm ayrıntılarını ona anlatan Ra-nefer' e
kilitlenmişti. Evinin barbarlar tarafından istila edildiğini, tüm
malvarlığının çalındığını, ailesinin katledildiğini, tüm hayatı­
nın yağmalandığını söyledi. Kaçışından ve denizdeki fırtına­
dan bahsetti. Nakht-ra kocasını sorunca cevapladı, " Öldü.
Ve oğlum da ! " ve bir kez daha gözyaşları içinde yığıldı. Bu­
nun üzerine evin kadınları, bir lanet gibi ense�de yürüyüp
giden yüksek sesli bir ağıta başladılar.
Ra-nefer yeniden erkek kardeşi tarafından kucaklandı ve
yeniden kendini topladı. " Nehesi benim kurtarıcımdır, " dedi
tüm gözleri onun benim yanımda durduğu yere çevirerek.
"Onun güçlü kolu ve zekası ve verdiği huzur olmasaydı öle­
bilirdim. Beni Kenan'dan getirdi, yanımda oğlumun eşi olan
ve rahminde torunumu taşıyan bu kızla birlikte. " Tüm gözler
şimdi karnıma dönmüştü ve ellerim kendiliklerinden bebeğin
büyüdüğü yere kaydı.
Bu benim yaptığım dilsiz bir gösteriydi. Onların dilinde
yalnızca bir avuç sözcük biliyordum ve bunlar da yatakta sev­
gilimden öğrendiklerimdi. Vücudun bölümlerine dair, gün
batımı ve gün doğumuna, ekmek ve şarap ve suya dair keli­
meler; aşka dair. . .
Ama Mısırlılar elleriyle konuşan ve konuşurken dişlerini
gösteren ifade yetenekleri üstün insanlardı ve hikayeyi yete­
rince iyi takip ettim. Ra-nefer'in yüzünü izledim ve babasının
öldüğünü, genç erkek kardeşinin uzakta olduğunu, en sevdi­
ği dostunun -ya da belki de bir kız kardeşin- çocuk doğurur­
ken öldüğünü, Nakht-ra'nın babası kadar başarılı olduğunu
öğrendim.
Tamamen unutulmuş olarak bayılana kadar kapının ya­
nında ayakta durdum. Bir süre sonra karanlıkta, Ra-nefer'in
238 Anita Diaman ı

sessizct? uyuduğu yatağın yanında tatlı kokulu bir ot şiltenin


üzerinde uyandım. Ev halkının geri kalanı da aynı şekilde
uyumuş görünüyordu. Sessizlik öylesine derindi ki eğer o ay­
nı öğleden sonra bu şehrin gürültülü sokaklarında yürüme­
miş olsaydım, terk edilmiş bir meranın ortasında ya da bir
dağın tepesinde olduğumu düşünürdüm.
Bir kuş sessizliği bozdu ve ben de onun yabani şarkısın­
daki melodiyi çıkarmaya çalışarak dinledim. Daha önce ge­
ce hiç kuş cıvıltısı duymuş muydum? Hatırlayamadım. Bir
anlığına, yarım aya şarkı söyleyen bu kuşun sesi dışında her
şeyi unuttum ve neredeys� gülümsedim.
Bir sonraki an aldığım haz sona erdi, parmaklarımda ha­
fif bir dokunuş hissettim. Ayağa fırladım ama Nehesi'nin kı­
lıcını hatırlayarak çığlığımı bastırdım. Ufak bir gölge etrafım­
da bir daire içinde hareket etti. Kuşun sesi hala titriyordu
ama şimdi az önce hissettiğim neşeyle alay ediyor görünü­
yordu.
Gölge Ra-nefer'in yatağına atlayıp ardından yok olur gi­
bi görünürken korkuyla izledim. Gözlerim karanlıkta gölgeyi
aramaktan ağrıdı ve kendimi iyi efendimin ölümüne ağlar­
ken buldum; çünkü, muhakkak ki yaratık onu öldürmüş ol­
malıydı. Ellerimi sıkıp kendime acıdım, uzak topraklarda yal­
nız ve terk edilmiş . . . Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı ve Ra-ne­
fer uyandı.
Yan uykulu "Ne oldu, evladım," diye mırıldandı .
"Tehlike, " diye hıçkırdım.
Yattığı yerde sırtını dikleştirip oturunca gölge üzerimden
atladı. Başımı eğdim ve çığlık attım.
Ra-nefer hafifçe güldü. "Bir kedi, " diye açıkladı. "Yalnız­
ca bir kedi. Burada evin kalbini Bastet yönetir. Şimdi uyu,"
diye iç geçirdi ve yastığına geri döndü.
Uzandım ama gözlerim o gece bir daha kapanmadı . Çok
geçmeden, gün ışığı tavana kadar duvarları saran pencere­
lerden içeri dolmaya başladı. Gün ışığı odayı doldururken,
badanalı duvarları inceledim ve bir örümceğin köşeye ağ ör-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 3 9

mesini izledim. Duvarlardaki oyuklara konmuş bilinmedik ev


mabutlarına baktım ve efendimin yatağının şık ayağına do­
kunmak için uzandım, iri bir hayvanın ayağına benzer şekil­
de oyulmuştu. Yatağımın kokusunu soludum -bilinmeyen bir
çiçeğin kokusu ile tatlandırılmış saman. Oda şık sepetler ve
örgü döşemelerle dolu görünüyordu. Daha sonra banyo
havluları olduğunu öğrendiğim bir yığın katlı kumaşın yanın­
da işlemeli bir kutu duruyordu . Her yüzey parlak renklerle iş­
lenmiş ya da boyanmıştı.
Tüm bu harika şeylerin arasında bana yer yoktu ama yi­
ne de burası benim tek evimdi .

İlk birkaç hafta içerisinde içimdeki çocuğun zor farkına


varıyordum. Vücudum hiç farklı görünmüyordu. Ve ben ye­
ni çevremle öylesine meşguldüm ki ayın gelişimini fark et­
medim, Mısırlı kadınlar bunu ufak bir törenle ve diğerlerin­
den ayrı kalmadan anıyorlardı. İlk günlerini bahçede dinlene­
rek geçiren ve bana söylenen birkaç sözü anlamayınca bana
çeviren Ra-nefer'in yanında kaldım.
Kötü davranılmıyordum. Nakht-ra'nın evindeki herkes,
hatta aniden evini, uzun süredir unutulmuş bir kız kardeş ve
onun iki yabancı uşağı ile paylaşmak durumunda kalan eşi
Herya bile iyiydi . Nehesi kendisinin nasıl işe yarayacağını bi­
liyordu ve Nakht-ra kısa zamanda onu ev, tapınak ve batı va­
disinde inşa edilen mezarlar arasında haber taşımaya gön­
dermeye başladı.
Ben ise ne tam bir hizmetkar ne de tam bir yeğendim, dil
bilmeyen ve görünür yetenekleri olmayan bir yabancı. Evin
hanımı beni görünce bir kedi gibi okşuyor ama konuşma ih­
tiyacı doğmadan dönüp gidiyordu. Hizmetkarlar da benimle
ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Bana nasıl keten eğeceğimi
gösterdiler, böylece onlara ev işlerinde yardım edebilirdim;
ama, ellerim öğrenmek için çok yavaştı ve mutfakta onlarla
dedikodu da edemediğim için yalnız bırakıldım.
2 4 0 Anita Diaman t

Başlıca meşguliyetim Ra-nefer' e eşlik etmekti, ama o da


yalnızlığı tercih ediyordu; böylece günlerimi meşgul edecek
başka işler buldum, özellikle evin merdivenlerinden medet
umup her. adımda odanın nasıl değiştiğini izleyerek yukarı
aşağı yürümek için her bahaneye başvuruyordum. Akşamla­
rı bunları süpürme ve sabahları yıkama işini üzerime aldım
ve onların bakımını yap_maktan anlamsızca bir gurur duy­
dum.
Ne zaman fırsat bulsam, nehirden gelen kuzey rüzgarının
gölge vermesi için asılı çadırı havalandırdığı çatıya kadar.tüm
yolu tırmanıyordum. Ev halkının büyük kısmı sıcak geceler­
de burada uyuyordu, ama ben kabusumıi diğerlerine de ge­
çireceğim korkusuyla asla onlara katılmadım.
Çatının tepesinden nehirde yansıyan güneşe ve aşağıda
süzülen gemilerin zarafetine bakardım. Küçük bir kızken ai­
lem Haran'dan güneye göçerken gördüğüm ilk büyük suyu
hatırladım. Yusuf un ve benim görünmeyen bir güçle ele ·ge­
çirildiğimiz ve annelerimizin sevgisiyle kurtulduğumuz nehri
düşündüm. Salem'in nasıl yüzüleceğini bana öğreteceğine
dair verdiği sözü hatırlayınca boğazım acıyla tıkandı. Ama
Mamre' de yaptığım gibi gözlerimi kocaman açtım; ağlama­
mak ve kendimi çadırdan atmamak için ufka gözlerimi dik­
tim.
Günler, yeni geleneklerin ve görüntülerin bulanıklığı ara­
sında geçti ama geceler hep aynıydı . Ben, beni kan ter için­
çle bırakarak Salem'in kanının yatağımızı ıslattığını gördü­
ğüm rüyalarıma karşı savaşıyordum, nefes nefese ve ses ı;ı­
karmaktan korkarak. Sabahleyin gözlerim ağrıyordu ve ba­
şım zonkluyordu. Ra-nefer benim için üzülüyordu ve gelini­
ne danıştı . Öğleden sonraları dinlenmemi salık verdiler. Be­
lime kırmızı bir kuşak bağladılar. Dilimi boyayan sarı bir sı­
vıyla karıştırdıkları keçi sütünü içirdiler.
Karnım şişmeye başlayınca evin kadınları üzerime titredi.
Nakht-ra 'nın ailesinde en son bir bebek olduğundan beri
uzun zaman geçmişti ve bir ufaklığa açtılar. Evin arkasında-
K ı rm ı z ı Çad ı r 24 1

ki bahçede, yaz kış açan çiçekler kadar egzotik, lezzetli ye­


meklerle beslendim. Turuncu renkte kavunlar ve pembe
renkte kavunlar yedim, ayrıca her zaman yemekte pek çok
hurma olurdu. Tanrılara ve aile tatillerine ayrılan pek çok zi­
yafet günlerinde, sarımsakla pişirilmiş kaz eti ya da ballı sos­
lu balık yenirdi.
Ama içlerinde en iyisi salatalıktı, hayal edebileceğjm en
lezzetli yiyecek, yeşil ve tatlı . Güneşin sıcağında bile, bir sa­
latalık dili ayın serinliği ile öperdi. Bunlardan bol miktarda yi­
yor ve asla doymuyordum ya da hastalanmıyordum. Sulu
göbeğinden ilk ısırığı aldığımda, annem tatsaydı bu meyveyi
çok severdi diye düşündüm. Bir ayı aşkın süredir ilk kez
Lea'yı düşünüyordum. Annem hamile olduğumu bilmiyordu.
Teyzelerimin yaşadığımdan bile haberleri yoktu. Yalnızlıkla
ürperdim.
Herya omuzlarımın titrediğini gördü ve beni eliyle tutup
ön kapının girişine götürdü. Nil'in önünde durduk, tıfak tan­
rıçayı .almamı işaret etti. Bu, dev bir kamı ve kocaman gü­
lümseyen bir ağzı olan, arka ayakları üzerinde duran bir de­
niz atıydı. Kilden şekle dokunarak "Taweret" dedi, sonra eli­
mi karnıma götürdü. Kaşlarımı çattım. Doğum sancısı çeken
bir kadın gibi çömeldi, şekli bacakları arasında yerleştirdi ve
hareketlerle bana Taweret'in kolay doğumu sağladığını gös­
terdi.
Evin hanımefendisi doğum yapmaktan korktuğumu düşü­
nüyordu. Başımı salladım ve gülümsedim. "Erkek, " dedi, ye­
niden karnımı okşadı.
Herya, onu alabileceğimi ima ederek ellerimi heykelin et­
rafında kapadı ve yanaklarımı öptü. Bir an için Inna'nın kah­
kahasının boğuk sesi kulaklarımda öylesine tiz çınladı ki yaş­
lı ebenin benimle birlikte odada, Taweret'in beni kendine
sakladığı kehaneti üzerin� kıkırdadığını sandım.
Sonraki hafta yüreğimin altında bir kuşun kanat çırpışma
benzer bir şey hissettim. Taşıdığım hayata duyduğum sevgiy­
le afalladım. Şiltemde yatarken doğmamış oğluma fısıldama-
242 Aniıa Diamanı

ya başladım; etrafı süpürürken, iğ eğerken çocukluğumun


şarkılarını ona mırıldandım. Saçımı tararken, yemek yerken,
sabah, akşam bebeğimi düşündüm.
Salem hakkındaki kanlı rüyalar yerini Bar-Salem diye ad­
landırdığım onun oğlu hakkındaki neşeli bir rüyaya bıraktı.
Rüyamda oğlum bir bebek değil, babasının ufak bir kopya­
sıydı; kollarımda yatmış bana saraydaki çocukluğu hakkında,
nehrin harikalarına dair, diğer taraftaki hayatıyla ilgili hika­
yeler anlatıyordu. Bu rüyada sevgilim beni koruyor, beni ve
oğlumuzu yutmak için gelen aç timsahla savaşıyordu.
Uyanmaktan nefret ediyordum, yalnızca bu rüyanın
devam etmesi için tekrar tekrar uyuyordum. Ra-nefer bana
istediğim kadar yatağımda kalmam, arzu ettiğim her şeyi
yapmam konusunda izin veriyordu. Uyumadan önce o ve
ben karnımın içindeki şeyin yuvarlanmasını ve titremesini
seyrediyorduk. O, "Güçlü," diye seviniyordu.
Ben, "Güçlü olsun, " diye dua ediyordum.

Vakit geldiğinde hazırlanmamıştım. Rahe! ve lnna 'dan


öğrendiğim her şeyden emindim, doğum yapmak konusun­
da hiç endişem yoktu. Pek çok sağlıklı bebeğin doğumuna
ve pek çok yetenekli annenin cesaretine tanık olmuştum.
Korkacak hiçbir şeyin olmadığını sanıyordum.
İlk gerçek sancı karnımı sarıp beni nefessiz bıraktığında
bayılan kadınları; haykıran, ağlayan, ölmek için yalvaran ka­
dınları; hatırladım. Gözleri korkuyla fal taşı gibi açık ölen bir
kadını ve sel gibi akan kan içinde, gözleri bitkinlikle içeri gö­
mülerek ölen bir kadını hatırladım.
Suyum patlayıp bacaklarımı yıkadığında, boğazımdan bir
hıçkırık koptu. "Anne, " diye haykırdım, dört sevgili yüzün,
dört çift şefkatli elin yokluğunu hissederek. Ne kadar uzak­
talardı. Ben ne kadar yalnızdım. Onların kendi dilimde ko­
nuşan rahatlatıcı seslerini duymaya ne kadar hasrettim.
Neden kimse bana bedenimin bir savaş sahası, bir kur­
ban, bir sınav yeri olacağını söylememişti? Neden doğumun
K ı r m ı z ı Ça d ı r 243

kadınların anne olma cesaretlerini ortaya koydukları bir er


meydanı olduğunu bilmiyordum? Ama elbette ki bunu anlat­
manın ya da bunu duymanın hiç yolu yoktu. Tuğlalar üzerin­
deki kadın sen olana kadar, ölümün köşede kendi bölümünü
oynamak için nasıl beklediği konusunda hiçbir fikrin yoktur.
Tuğlalar üzerindeki kadın sen olana kadar, diğer kadınlardan
yükselen gücü bilemezsin -hatta onlar bilmediğin tanrıçala­
rın adlarına dua eden, bilinmeyen bir dilde konuşan yaban­
cılar olsa bile.
Ra-nefer, ağırlığım onun dizleri üzerinde, cesaretimi öve­
rek arkamda duruyordu. Herya,, evin hanımı, Taweret'e,
lsis'e ve bebekleri seven çirkin cüce tann Bes'e dualar mırıl­
danarak sağ kolumu tutuyordu. Sol yanımdaki aşçı acıyı ha­
fifletmek için üzeri doğum sahneleri ile işlenmiş bir yelpaze­
yi sallıyordu. Bebeği yakalamak için önümde çömelen Meryt
isimli bir ebeydi. Tanıdık değildi ama elleri lnna'nınkilerin ol­
masını hayal ettiğim gibi emin ve nazikti. Yüzüme üfledi
böylece sancılar geldiğinde nefesimi tutmayacaktım ve hatta
beni birazcık güldürdü bile ve ona üflememi sağladı.
Dört kadın, sancılar kesildiğinde başımın üzerinde geve­
zelik ediyor ve sancılar geri geldiğinde de cesaret veriyorlar­
dı. Ağzıma meyve suyu döküp, tatlı kokulu havlularla yüzü­
mü siliyorlardı. Meryt bacaklarıma masaj yapıyordu . Ra-ne­
fer'in gözleri yaşlarla parlıyordu.
Ağladım ve bağırdım. Tüm umudumu yitirdim ve dua et­
tim. Kustum ve dizlerim büküldü. Ama benim sancılanma
karşılık olarak kaşları çatıldığında bile, hiç biri endişeli ya da
kaygılı görünmüyordu . Böylece kendimden emin savaşmaya
devam ettim.
Sonra itmeye başladım çünkü yapabileceğim başka bir
şey yoktu.
Bayılacağımı düşünene kadar ittim ve ittim. İttim ve hala
bebek gelmedi. Vakit geçti. Daha çok ittim. Hiç gelişme yok.
Meryt, Ra-nefer' e baktı ve ben de onların birbirlerine Ra­
he! ve lnna'nın bu tür anlarda birbirlerine baktıkları ifadeyle
2 4 4 Anita Diamant

baktıklarını gördüm, hani hayata doğru sıradan bir yaşam


yolunun, hayat ve ölüm arasında bir mücadeleye dönüştüğü
anlardaki bakış. Köşedeki gölgenin bana ve oğluma doğru
eğildiğini hissettim.
"Hayır," diye haykırdım önce ana dilimde. "Hayır, " de­
dim etrafımdaki kadınların dilinde.
"Anne," dedim Ra-nefer'e "bana bir ayna getirin de ken­
dimi görebileyim . " Derimin gerildiğini bana göstermek için
bir ayna ve bir lamba getirildi. Inna'nın yaptığını hatırlaya­
rak, "İçeri gir, " dedim Meryt'e. "Korkarım ki dönmüş. İçeri
gir ve yüzünü, omzunu döndür. "
Meryt ondan istediğimi yapmaya çalıştı, ama elleri çok
büyüktü. Benim derim de çok gergin. Oğlum da çok iri . "Bir
bıçak getirin, '' dedim neredeyse haykırarak. "Daha geniş bir
kapıya ihtiyacı var. "
Ra-nefer söylediklerimi dillerine çevirdi ve Herya ciddi bir
fısıltıyla ona cevap verdi. "Evde cerrah yok, kızım, " diye Ra­
nefer bana açıkladı. "Şimdi birini göndeririz, ama . . . "
Sözcükler bana çok uzaklardan geliyordu. Tüm yapmak
istediğim kendimi içimdeki bu kayadan kurtarmak, sancıyı
atmak ve uyumaktı ya da hatta ölmekti . Bedenim itmek için
haykırıyordu ama köşedeki gölge onay istediğinde, itaat et­
meyi reddettim.
"Bunu sen yapacaksın, " dedim Meryt'.e . " Bir bıçak al ve
onun için yolu aç. Lütfen, " diye yalvardım ve o da bana an­
lamayan gözlerle acıyarak baktı .
"Bir bıçak! Arıne ! " diye umutsuzca haykırdım. "Rahe!,
neredesin? Inna ne yapmalıyım?"
Ra-nefer istedi ve bir bıçak getirildi. Meryt bunu korkarak
aldı. İtmemek için kendimi engellemeye çalışarak haykırır ve
çabalarken, bıçağı derime batırdı ve önden arkaya daha ön­
ce yapıldığını gördüğüm şekilde kapıyı açtı. Bebeğin omzu­
nu hareket ettirmek için uzandı. Duyduğum acı sanki güne­
şin tepesinde oturuyormuşum gibi kör ediciydi. Bir anda be­
bek çıktı. Ama neşeli bir çığlık yerine sessizlikle karşılandı ;
göbek bağı boynundaydı, dudakları maviydi .
Kı.rm ı z ı Ç a d ı r 2 4 5

Meryt acele etti. . Boynuna dolanan bağı kesti ve kamışını


çıkarıp, dudaklarından ölümü çekip burnuna hayatı üfledi .
Haykırıyor, ağlıyor, titriyordum. Hepimiz ebeyi izlerken Her­
ya, beni tuttu.
Gölgeler arasındaki ölümün köpek kafası ileri atıldı, ama
sonra bebek öksürdü ve öfkeli bir çığlık tüm şüpheleri yok
etti. Karanlık köşe aydınlandı. Ölüm mağlup edildiği yerde
kalamadı . Yüksek sesle konuşan, gülen dört kadının sesleri
etrafımda yankılandı. Şilteye geri düştüm ve daha fazlasını
hatırlamıyorum.
Karanlıkta uyandım. Tek bir lamba yanımda titriyordu .
Yer yıkanmıştı ve hatta saçlarım da temiz kokuyordu. Beni
izlemesi için bırakılan kız gözlerimi açtığımı görünce, keten
bir çıkın taşıyan Meryt'i getirmeye koştu. "Senin oğlun, " de­
di.
Onu kollarıma alırken "Oğlum, diye hayretler içerisinde
cevap verdim.
Çocuk doğurmak konusunda hiçbir uyarı olmadığı gibi,
ilk çocuğun görüntüsü karşısında hissedilenler için de hiç ha­
zırlık yapılmıyordu. Onun yüzünü, parmaklarını, kemiksiz
ufak bacaklarındaki kıvrımları, kulağındaki halkaları, göğsün­
deki ufak meme uçlarını inceledim. O esnerken, iç çeker­
ken, gülerken nefesimi tuttum, parmağımı tutuşuna hayret
ettim. Ona bakmaya doyamıyordum.
Kadınların bu anda söyleyecekleri bir şarkı olmalıydı ya
da mırıldanacak bir dua. Ama belki de hiç yoktu çünkü bu
anı isimlendirecek kadar güçlü bir sözcük yoktu. İlk anneden
bu yana her anne gibi ben de alt edilmiş ve mahrum edilmiş,
yüceltilmiş ve tahrip edilmiştim. Genç kızlıktan çıkmıştım .
Kendimi annemin kollarında bir bebek gibi görüyor ve ken­
di ölümüm gözüme ilişiyordu. Sevindiğimi mi yoksa yas tut­
tuğumu mu bilemeden ağlıyordum. Annelerim ve onların
anneleri, ben be�eği tutarken benimle birlikteydi.
"Bar-Salem, diye fısıldadım. Göğsümü aldı ve uykusun­
da emdi. "Şanslı çocuk, dedim, "Avnı anda iki zevk birden.
246 Anita Diamant

Bir daha asla yüzünü göremeyecek olsam da sonsuza ka­


dar seveceğimi bildiğim Mısırlı ebenin gözetiminde ikimiz de
uyuduk. O gece rüyamda, Rahe! bana bir çift altından tuğla
verdi ve Inna da bana gümüşten bir kamış sundu. Ben de on­
ların hediyelerini yanımda Meryt ile birlikte, vakur bir şekil­
de ve gururla kabul ettim.
Uyandığımda, oğlum gitmişti. Korku içinde ayağa kalk­
maya çalıştım ama acı beni yatağıma mıhladı. Haykırdım ve
Meryt yaralarım için yumuşak bezler ve merhemlerle geldi.
"Oğlum," dedim onun dilinde.
Şefkatle bana baktı ve cevap verdi, "Bebek annesiyle bir­
likte. " Onu yanlış anladığımı düşündüm. Belki de ben doğru
kelimeleri kullanmamıştım, daha yavaş konuşarak yeniden
sordum; ama o bana acıyarak dokundu ve kafasını salladı.
" Bebek annesiyle birlikte, hanımefendi."
Kafam karışmış halde haykırdım, "Ra-nefer. Ra-nefer.
Bebeğimi, oğlumu almışlar. Anne, bana yardım et. "
Altın iplikle işli, beyaz ketenden güzel bir çarşafla kundak­
lanmış bebeği taşıyarak geldi. " Evladım, " dedi Ra-nefer te­
pemde durarak, "iyi iş başardın. Aslında harikaydın ve
Teb'in tüm kadınlan senin cesaretini bilecek. Bana gelince,
sonsuza kadar minnettar kalacağım. Dizlerimde dünyaya ge­
tirdiğin erkek çocuk bir Mısır prensi olacak. Büyük katip
Nakht-ra'nın yeğeni ve iki krallığın katibi, kralın kendi hazi­
nesinin bekçisi Paser'in torunu olarak yetiştirilecek."
Şaşırmış ve felakete uğramış yüzüme baktı ve beni yatırıp
yatıştırmaya çalıştı. " Ben onun Mısır'daki annesiyim. Sen de
onun süt annesisin ve senin ona hayat verdiğini de bilecek.
Onun bakımı senin sorumluluğunda ama her ikimize de An­
ne diyecek ve okul çağı gelene kadar burada kalacak ve bu­
nun için minnettar olabilirsin."
"Çünkü bu benim oğlum Ra-mose, Ra'nın oğlu, benim
ailem için senin dünyaya getirdiğin oğul. Benim mezarımı o
yapacak ve senin adını da onun üzerine yazacak. Bir Mısır
prensi olacak.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 4 7

Ağlamaya başlayan bebeği kollarıma verdi ve bizi yalnız


bırakmak için döndü. " Bar-Salem, " diye kulağına fısıldadım.
Ra-nefer bunu duydu ve olduğu yerde durdu. Bana bakmak
için dönmeden, "Eğer bir kez daha onu bu isimle çağırırsan
seni bu evden ve bu caddeden attırırım. Bu konudaki tali­
matlarıma ve oğlumuzun eğitimi hakkındaki her konuya
özen göstermezsen, onu kaybedersin. Bunu tamamen anla­
malısın, " dedi.
Sonra döndü ve yanaklarının ıslak olduğunu gördüm.
" Benim tek hayatım buradadır, nehrin kıyısında, " dedi sesi
gözyaşlarıyla ağırlaşmış. "Kötü talih, benim ka 'mı çalan ve
onu batıdaki vahşi hayvanların arasına atan şeytani güç so­
na erdi. Ailemde , insanlığın ve Re' nin hizmetinde yeniden
hayat buldum. Erkek kardeşimin hizmet ettiği rahiplere da­
nıştım ve onlara öyle geliyor ki senin ka 'ğın, senin ruhun da
buraya ait, öyle olmasaydı hastalandığında ya da yolda ya da
bu doğumdan sonra hayatta kalamazdın."
Ra-nefer göğsümdeki bebeğe baktı ve sonsuz bir şefkatle
şöyle dedi , "Kötü rüzgarlara, kötülük edenlere, iftira atanla­
ra karşı korunacaktır. Bir Mısır prensi olacaktır. " Ve sonra
kararlılığından hiçbir şey gizlemeyen bir fısıltıyla, "Sen de
ben ne söylersem onu yapacaksın, " dedi.

İlk başlarda Ra-nefer'in söyledikleri benim için pek anlam


taşımadı . Odada birileri varken oğluma Bar-Salem diye ses­
lenmeme konusunda dikkatliydim, ama aksi takdirde ben
onun annesiydim. Ra-mose gündüz gece benimle birlikte ka­
lıyordu, böylece her ağladığında onu emzirebiliyordum. Ya­
nımda uyuyordu; onu kucaklıyor, onunla oynuyor, her hare­
ketini ve her özelliğini hafızama kaydediyordum.
Üç ay boyunca Ra-nefer'in odasında yaşadık. Oğlum
günden güne tombullaşarak ve aynı zamanda da ışıklar
saçarak büyüyordu, şimdiye kadar doğan en mükemmel ço­
cuktu. Meryt'in özenli bakımı sayesinde tamamen iyileştim.
Öğleden sonra sıcağında, Ra-nefer onunla ilgilenirken ban­
yo yapıp dinlenebiliyordum da.
2 4 8 Anilo Diamant

Günler kurulacak bir hayal olmadan ya da yapılacak bir iş


olmadan, anılar olmadan geçti. Göğsümdeki bebek evrenin
merkeziydi, birkaç haftalığına tanrıça ve ben bir ve tek ol­
muştuk.
Dördüncü ayın başında aile Nakht-ra'nın yardımcıları ara­
sında oturduğu büyük odada bir araya geldi. Kadınlar duvar
kenarlarında toplanırken erkekler de bebeğin etrafında kü­
melendiler ve katib araç gereçlerini onun ufak ellerine koy­
dular. Parmakları yeni kamış tüylerin etrafında kıvrıldı ve
mürekkebin karıştırıldığı yuvarlak kabı kavradı. Bir tomar
papirüsü ise elleri arasında yelpaze gibi salladı, bu Nakht­
ra'yı çok memnun etti ve oğlanın bu meslek için doğduğunu
ilan etti. Böylece oğlum erkeklerin dünyasına kabul edildi.
Ancak bundan sonra ben ailenin yeni doğan çocuklarının
sünnet edildiği ve ilk kez anne olanların kırmızı çadırda kor­
karken daha olgun kadınların onları yatıştırdığı sekizinci gü­
nü hatırladım. Kalbim iki parçaya ayrıldı; babamın tanrısının
bu oğlanı tanımadığına ya da erkek kardeşim Yusuf'un ve
hatta büyük annelerinin onu hiç görmediğine neredeyse yas
tuttum. Ama yine de oğlumun penisinin tam olarak kalma­
sından çok güçlü bir gurur duyuyordum, neden kendi baba­
sının ölümünü hatırlatacak bir yara taşıyacaktı ki? Neden
sünnet derisini, adına benim dul kaldığım ve oğlumun da ye­
tim kaldığı tanrıya kurban etsin ki?
O gece bir ziyafet verildi. Ben, yerde, Ra-nefer'in yanın­
da oturdum. O da kucağında bebeği tutuyor ve ağzına ezil­
miş kavun verip onu tüylerle gıdıklayarak hoplatıyordu böy­
lece bebek Nakht-ra'nın evine yeni bir oğlanın gelişini kutla­
maya gelen konuklara kahkahalar atıyor ve gülümsüyordu.
Sunulan yemek ve içki tahmin bile edemeyeceğim kadar
boldu: balık ve av eti , meyv� ve tatlılar, şarap ve bira ağız su­
landırıcıydı. Müzisyenler, a�n su sesine benzer bir ses çıka­
ran şıngırdayan tokmakları olan Mısır'a özgü çalgılarını,
sistrlerini ve flütlerini çaldılar. Aptalca şarkılar, aşk şarkıları
ve tanrılara adanan şarkılar vardı. Sistrler ortaya Çıkar çık-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 4 9

maz, onlarla birlikte hızla dönüp sıçrayan, geriye bükülüp


kafalarını yere değdirebilen dansçı kızlar da sahneye koştu­
lar.
Kapıda her konuğa içlerinde parfümlü balmumu bulunan
koni biçiminde başlıklar verildi, bunlar karanlık inerken nilü­
fer ve zambak kokuları saçarak eridiler. Ra-nefer'in kucağın­
dan aldığımda, bebeğim parfümle yapış yapıştı, derin uyku­
daydı ve misk günlerce siyah saçlarında kaldı.
Mısır'da katıldığım İlk ziyafete dair pek çok mucizevi şey
arasında kadınlar ve erkeklerin bir arada yemek yemeleri de
vardı. Kocalar ve karıları yemek boyunca yan yana oturdu­
lar ve birbirleriyle konuştular. Bir kadının kocasının kolunu
tuttuğunu ve eşinin mücevherlerle dolu ellerini öpen bir
adam gördüm. Kendi annem ve babamın, bırakın diğerleri­
nin önünde birbirlerine dokunmak birlikte yemek yediklerini
düşünmek bile imkansızdı. Ama burası Mısır'dı ve ben de bir
yabancıydım.
O gece benim inzivamın da sona erişini temsil ediyordu .
Yaram iyileşmişti ve çocuğum da sağlıklıydı. Böylece onun
dağınıklığının etrafı kirletmeyeceği ve sesinin de etrafta çalı­
şan katipleri rahatsız etmeyeceği bahçeye gönderildik. Gün­
lerim açık havada geçmeye başladı. Oğlum çiçekten yatak­
larda uyuklarken, ben de yabani otları temizledim ve ahçının
istediklerini topladım. Bu topraklarda yetişen çiçek ve mey­
veleri öğrendim. Bebeğim uyandığında, Mısır'a özgü kuşla­
rın cıvıltılarıyla karşılanıyordu, bunlar uçtuklarında ise gözle­
ri memnuniyetle açılıyordu.
Bahçe benim evim ve oğlumun da öğretmeni oldu. Ra­
mose, ağzı açık izlediği balık ve ördeklerle dolu büyük havu­
zun yanında ilk adımlarını attı . "Anne" den sonraki ilk �öz­
cükleri "vak vak" ve "nil" oldu.
Büyük annesi ona ilginç oyuncaklar getiriyordu. Nere­
deyse her gün ona bir top; bir topaç ya da bir minyatürle
sürprizler yapıyordu. Bir keresinde ona, ipini çektiğinde ağ­
zı açılıp kapanan tahtadan bir kedi verdi. Bu harika şey, be-
2 5 0 Anita Diamant

bek kadar benim ilgimi de çekti. Oğlum Ra-nefer'i seviyor­


du ve ne zaman onun yaklaştığını görse, onu karşılamak için
emekliyordu.
Bahçede mutsuz değildim. Sağlıklı ve ışık saçan Ra-mose
bana yaşamam için bir neden vermiş ve yeni bir konum ka­
zandırmıştı, çünkü evdeki herkes ona tapıyor ve onun iyi
davranışları ve olumlu tutumundan dolayı bana paye veriyor­
lardı.
Her gün parmaklarımı öpüp, İsis heykeline dokunuyor,
hikayelerini bilmediğim bir çok Mısır tanrıçasına ve tanrısına
iletmesi için, oğlum gibi bir hediyeye minnettar, teşekkürle­
rimi sunuyordum. Oğlum beni her kucakladığında şükredi­
yordum ve her yedinci gün bir parça ekmek koparıp, anne­
lerimin Gökyüzü Tanrıçasına adadıktan adaklar anısına ve
Ra-mose'nin hep sağlıklı olması için dua ederek bununla ör­
dekleri ve balıklan besliyordum.
Günler tatlı tatlı geçti ve bir çocuğu sevmenin sonsuz
meşguliyetiyle aylara dönüştü. Geriye bakmaktan hiç haz al­
mıyordum ve geleceğe de ihtiyacım yoktu.
Bu bahçede, Ra-mose'nin çocukluğunda sonsuza dek ka­
labilirdim ama zaman her annenin düşmanıydı. Bebeğim
ben farkında olmadan büyümüş elimi tutup emekleyenin ye­
rini koşan bir oğlan almıştı. Sütten keslince ben de Kenan' ın
mütevaziliğini bırakıp, diğer Mısır'lı kadınlar gibi ipekten bir
elbise giydim. Ra-mose'nin saçları traş edildi ve tüm Mısırlı
çocuklar gibi örgülü favorileri bırakıldı.
Oğlum kuwetliydi. Baba dediği dayısı Nakht-ra ile oynu­
yordu. Birbirlerine tapıyorlardı ve Ra-mose ördek avı parti­
lerinde ona eşlik ediyordu. Ra-nefer'in söylediğine göre bir
balık gibi yüzebiliyordu. Ben evden ve bahçeden hiç ayrıl­
mazken, o oğlunu izlemek için mavrıaya gidiyordu. Yalnızca
yedi yaşında olmasına rağmen amcasını on iki taşta yenebi­
liyordu; bunlar, kazanmak için strateji ve mantık gerektiren
oyunlardı. Eli iş yapar hale geldiği andan itibaren Nakht-ra
oğluma kırık taş parçaları üzerine nasıl şekiller yapacağını
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 5 1

gösterdi; önce bir oyun gibi, sonra da öğretmeninin öğren­


cisine öğretmesi gibi.
Büyüdükçe Ra-mose evin içinde daha fazla vakit geçir­
meye, Nakht-ra'yı çalışırken gözlemlemeye, mektuplarını in­
celemeye, akşam yemeklerini büyük annesiyle yemeğe baş­
ladı. Bir sabah mutfakta benimle birlikte kahvaltı ederken
ağzımla bir inciri ayırıp yarısını ona verdiğimde kaskatı kesil­
di ve kızardı. Oğlum bana acı vermemek için hiç bir şey söy­
lemedi , ama Ra-mose bundan sonra benimle birlikte yemek
yemeyi bıraktı ve beni bahçedeki şiltemde sekiz yılın nereye
gittiğini merak ederken bırakarak evin çatısında uyumaya
başladı.
Dokuz yaşında Ra-mose oğlanların çıplaklığına bir son
vererek ilk kuşaklarını bağladıkları yaşa gelmişti. Artık okula
gidip bir katip olma vakti de gelmişti. Nakht-ra yerli öğret­
menlerin yeğeni için yeterli donanıma sahip olmadıklarına
karar verdi, en güçlü katiplerin oğullarının eğitim alıp mes­
lek edindikleri ve Nakht-ra'nın kendisinin de okuduğu Mem­
fis'teki büyük akademiye yazılacaktı. Bunların hepsini bana
bir sabah, bahçede açıkladı. Kibarlıkla ve şefkatle konuştu.
Ra-mose'nin gittiğini görmenin beni ne kadar üzeceğini bili­
yordu.
Ra-nefer elbiselerini koymak için uygun sepetler, daya­
nıklı sandaletler, fırçalarını koyacağı hoş bir kutu için tüm
pazarı taradı. Mürekkebini karıştıracağı bir hokka oyması
için bir usta görevlendirdi. Nakht-ra Ra-mose'nin ayrılması
onuruna büyük bir ziyafet verdi ve ona zarif bir fırça seti ar­
mağan etti. Ra-mose'nin gözleri dünyaya açılacak olmanın
verdiği heyecanla kocamandı ve ne zaman bir araya gelsek
yolculuktan bahsediyordu.
Karanlık bir kuyunun dibinden hazırlıkları izledim. Oğ­
lumla konuşmaya çalışınca gözlerimden yaşlar boşanıyor ve
boğazım tıkanıyordu. Beni rahatlatmak için elinden geleni
yaptı. "Ben ölmüyorum ki, anne" dedi bana, beni daha da
hüzünlendiren bir tatlılıkla. "Sana elimde hediyelerle döne-
252 Anita Diamant

cegim ve babam gibi büyük bir katip olunca da sana içinde


tüm güney ülkelerindekinden daha büyük bir bahçesi olan
kocaman bir ev yapacağım. " Bana sarıldı ve gitmeden önce­
ki günlerde pek çok kereler ellerimi öptü. Çenesini yukarda
tuttu böylece onun korktuğunu ya da mut�uz olduğunu dü­
şünmeyecektim, ama elbette ki o annelerini ve evini ilk kez
bırakıp gidecek henüz ufak bir çocuktu. Balıklara hayret
edip ördeklere güldüğü o havuzun yanında, bahçede son kez
onu öptüm, ve sonra Nakht-ra elini tuttu.
Çatının tepesinden onların evi terk edişlerini, ağzıma bir
bez tıkmış halde izledim, sonunda bomboş kalana kadar ağ­
ladım. O gece, eski rüyalarım tüm gücüyle geri döndü , Mı­
sır'da bir kez daha yalnızdım.
.

iKİNCİ BöLÜM

oğduğu andan itibaren hayatım oğlum etrafında dön­

D meye başlamıştı. Düşüncelerim onun mutluluğundan


sapmadı ve yüreğim onunkiyle birlikte attı. Onun
mutlulukları benim mutluluğum oldu ve o öylesine altın bir
çocuk olduğundan günlerim bir amaç ve neşe ile doldu.
O gittiğinde, kendimi Mısır'da ilk bulduğum andan daha
da yalnızdım. Salem birkaç hafta için kocamdı ve onun ha­
tırası da rüyalarıma giren hüzünlü bir gölge olarak , gitgide
gücünü yitirdi; ama Ra-mose tüm yetişkin hayatım boyunca
benimle birlikteydi. Onunla geçirdiğim yıllar içinde bedenim
tam şekline kavuşmuş ve yüreğim bilgelikle gelişmişti, bir an­
ne olmanın ne olduğunu anlamıştım.
Havuzda kendime gözüm ilişince; ince dudaklı, kıvırcık
saçlı ve ufak, yuvarlak, yabancı gözlü bir kadın görüyordum.
Herkesten çok dayısına benzeyen ve Ra-nefer'in kehanette
bulunduğu gibi bir Mısır prensi olmaya aday esmer, yakışıklı
oğluma ne kadar da az benziyordum.
Yalnızlığım konusunda derin düşüncelere dalacak zama­
nım yoktu, çünkü Nakht-ra'nın büyük evindeki yerimi kazan­
malıydım. Ra-nefer hiçbir zaman kaba olmamasına rağmen,
Ra-mose'nin gidişiyle birbirimize söyleyecek hemen hiçbir
şeyimiz kalmamıştı ve aramızda sessizliğin uğursuzca büyü­
düğünü hissediyordum. Nadiren evin içine giriyordum.
Tırpanları ve çapaları saklamak için kullanılan bir bahçe
sundurrrıasının köşesinde kendime bir yer yaptım -burası
2 5 4 Anita Diamant

Ra-mose'nin hazinelerini; düz taşlar, tüyler, Nakht-ra'nin


odasından alınan papirüs parçaları- sakladığı bir yerdi. Tüm
bu şeyleri geriye bile bakmadan arkasında bırakmıştı, ama
ben bunları yalnızca bir çocuğun sakladığı önemsiz oyuncak­
lar gibi değil de sanki fildişinden yapılmış ev mabutlarıymış
gibi keten kumaşa sararak sakladım.
Bahçeyle ilgilenen erkekler etraflarında bir kadın olması­
na itiraz etmediler. Sıkı çalışıyordum ve onlar da benim aşÇ'­
ya götürmek için ayıkladığım çiçekler ve meyveler konusun­
daki hünerimi takdir ettiler. Ben ise arkadaş istemiyordum ve
adamların iltifatlarına o kadar sık ters karşılıklar verdim ki
sonunda benim peşimde dolaşmayı bıraktılar. Oğlumun aile­
sinin bahçenin gölgesinde vakit geçirdiğini görünce yalnız­
ca nazik selamlaşmalar anlamına gelen şekilde kafa sallıyor
ve bakışıyorduk.
Memfis'ten Ra-mose'ye dair bir haber gelince, Nakht-ra
kendisi, onun da öğreticisi olan baş öğretmen Kar'ın gön­
derdiği haberleri bana getiriyordu. Böylece Ra-mose'nin
keym t denilen bir şeyi yalnızca iki günde öğrendiğini öğren­
dim -bu oğlumun yükseleceğini ve belki de hatta kralın ken­
disine hizmet edeceğini kanıtlayan bir hafıza başarısıydı.
Onun eve gelmesi konusunda ise hiçbir haber yoktu. Ra­
mose valinin oğullarıyla ava çıkmak için davet edildi ve böy­
lesi uğurlu bir teklifi reddetmek uygun düşmezdi. Sonra di­
ğer oğlanların ailelerini ziyaret ettikleri haftalar boyunca sü­
ren bir hukuk davasını yönetmeye çağrıldığında oğlum
Kar'ın yardımcısı ve çırağı olarak seçildi.
Bir keresinde Nakht-ra ve Ra-nefer, kendi babalarının
Memfis'teki mezarını ziyaret etmeye gittiklerinde Ra-mose'yi
gördüler. Bana sevgi dolu selamlar ve onun büyüdüğüne da­
ir haberlerle döndüler; dört yıldan sonra Nakht-ra'dan bile
uzundu, düzgün konuşuyordu ve kendinden emindi. Onun
eğitimine dair ispatlar da getirdiler -yazıyla kaplanmış kırık
çömlek parçaları. "Baksana, dedi Nakht-ra çizdiği şekiller­
den birini göstererek. "Horus'un omuzlarını nasıl da güçlü
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 5 5

yaptığına bak." Oğlumun elinden çıkan bu hazineyi bana he­


diye ettiler. Buna bayıldım ve Meryt'e gösterdim, o da şekil­
lerin düzeni ve güzelliği karşısında etkilendi. Oğlumun kırık
kil parçaları üzerine yaptığı çizimlerden anlam çıkarmasın­
dan etkilenmiştim ve onun bir gün büyük adam olacağının
bilincinde huzur buluyordum. Ammon rahiplerinin katibi ve
belki de bir valinin veziri bile olabilirdi. Hem Nakht-ra'nın
kendisi söylemiyor muydu, Ra-mose'nin kralın hizmetine bi­
le girebileceğini? Ama elbette ki bu rüyaların hiç biri kolları­
mı doldurmuyor ya da gözlerimi rahatlatmıyordu. Oğlumun
erkekliğe doğru ilerlediğini biliyor ve onu gördüğüm bir son­
raki sefer yabancı olacağımızdan korkuyordum.

Meryt dışında kimsenin kuru bir selam vermenin ötesin­


de beni dikkate almadığı uzun yıllar boyunca ölebilirdim.
Ama Meryt her zaman oradaydı, ben sırtımı ona dönüp ona
beni sevmesi için hiç neden bırakmadığım zaman bile ilgisin­
den bir şey kaybetmedi.
Ra-mose'nin doğumundan sonraki haftalarda ebe her
gün beni görmeye geldi. Bandajlarımla ilgilendi ve güçlen­
mem için öküz kemiklerinden yapılmış çorbalar ve sütüm
için de tatlı bira getirdi. BebeğL taşımaktan uyuşan yerleri,
omuzlarımı ovdu ve bir anne olarak ilk gerçek banyom için
ayağa kalkmama yardım edip, sırtımdan serin, kokulu su
döktü, beni temiz bir havluya sardı.
Loğusalığım sona erdikten çok sonra bile Meryt ziyaret­
lerine devam etti. Sağlığım hakkında endişe duyup bebekle
neşelendi; onu yakından inceleyip, onun saatlerce uyuması­
na yardım eden yumuşak masaj yapıyordu. Hatta bebek süt­
ten kesildiği gün Meryt bana bir hediye bile getirdi -yanar­
dağ taşından yapılmış emziren bir anne heykeli. Onun cö­
mertliği karşısında kafam karıştı ama ben onun tüm ilgisini
ve hediyelerini reddetmeye çalıştıkça o ısrar etti. "Ebenin
hayatı kolay değildir, ama bunun zevksiz olması için hiç ne­
den yoktur," derdi.
2 5 6 Anita Diamant

Meryt her zaman benimle, bir ebe diğeriyle konuşuyor gi­


bi konuşurdu . Kendi oğlumun doğumundan sonra bir do­
ğum odasının içini hiç görmemiş olsam da o benim Ra-mo­
se'nin doğumunda gösterdiğim mahareti övmeye devam et­
ti. Oğlum doğduktan sonra kendi eVine dönünce de efendi­
sinden benim hakkımda öğrenebileceği ne varsa öğrenmesi­
ni rica etti ; hanımı Ruddedit çok az ayrıntı veren Ra-ne­
fer' den hikayeyi öğrendi. Meryt ise, bu öğrendiklerinden gi­
zemli bambaşka bir hikaye dokudu.
Meryt'in söylediğine göre ben şifalı otları ve ağaçları kul­
lanmayı Mısır'ın şifa verme sanatının öğretildiği On'daki bü­
yücülerden bile iyi bilen ebelerin !çızı ve torunuydum. Benim
bir Kenan prensesi, kötü bir kral tarafından tahttan indirilen
azametli bir kraliçenin neslinden olduğuma inanıyordu.
Ona doğruları anlatmadım, eğer annelerimin ya da In­
na' nın adını anarsam tüm hikayemin ağzımdan döküleceğin­
den� evden atılacağımdan ve oğlumun da damarlarında ka­
tillerin kanını taşıyor diye reddedileceğinden korkuyordum.
Böylece Meryt hikayemi süsleyip, karşılaştığı kadınlara tek­
rar etti ve o kuzey kısmındaki doğumların bir çoğuna -asil ya
da yoksul- katıldıkça hikayemi anla!tıklarının sayıları da art­
tı. Oğlumun hayatını kendi ellerimle nasıl kurtardığımın hi­
kayesini, kenciı kısmını atlayarak anlattı. Şifalı otlarla olan
hünerimden ve bir şifa verici olarak batıdaki vahşi topraklar­
da kazandığım ünden bahsetti. Bu şeyleri tümüyle kendi ba­
şına hayal etti. Ve ben Nakht-ra'nın uşaklarından birinin ilk
bebeğini doğurmasına yardım edince, Meryt altıncı ayda
rahmin içindekini nasıl döndürdüğümün haberini yaydı.
Meryt sayesinde bir kez bile Nakht-ra'nın bahçesinden çık­
madan yerli kadınlar arasında efsane haline geldim.
Meryt'in anlatacak kendi hikayesi de v::ırdı. Teb'de doğ­
muş olmasına rağmen, annesinin kanı uzak güneyle karışık­
tı ve teni de Nübyelilere özgü renkteydi. Ama Meryt geveze­
lik ederken yüzünü .benzettiğim Bilha'nın aksine uzun ve
heybetliydi. " Eğer bir ebe olmasaydım, dedi, "büyük evler-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 25 7

de ve hatta kralın kendi sarayında verilen büyük şölenler için


kiralanan bir dansçı kız olmak isterdim. "
"Ama o hayat çok hızlı geçer, " dedi alaylı bir i ç çekişle.
"Zaten ben de prensler için dans edemeyecek kadar şişma­
nım/ kemikli kolunun üzerindeki hareket etmeyen deriye
vurarak ve benim de engel olamadığım bir kahkaha patlata­
rak.
Meryt herkesi güldürebilirdi. Doğum sancıları çeken ka­
dınlar bile onun şakalarına gülümserken ıstıraplarını unutur­
lardı. Ufakken Ra-mose ona "Anne'nin arkadaşı , " derdi,
ben onun benim gerçek dostum ve kurtarıcım olduğunu fark
etmeden çok önce.
Konuşmayı sevdiğinden Meryt hakkında bilinebilecek her
şeyi öğrendim. Annesi bir aşçıymış ve bir fırıncıyla evlenmiş;
bir şarkıcı olara.k da bilinirmiş. Sık sık efendisinin verdiği şö­
lenlere misafirleri eğlendirmek için çağrılırmış. Sesi, içli tını­
s•yla, dinleyenlerin zevkle ürpermesine neden olurmuş.
"Göğüsleri çıplak olmasa onun bir kadın olduğundan bile
şüphe ederlerdi, " derdi Meryt.
Ama anne, kızı h�nüz bir genç kızken ölmüş ve ev halkı­
nın da ona ihtiyacı yokmuş, böylece Meryt onu tanıdığım bu
günlere kadar yaşadığı yere gönderilmiş. Bit çocukken rahip­
lerin, sihirbazlar ve şifa vericiler kadar ünlü olduğu On'lu bi­
rinin kızı ola.n Ruddedit' e su taşırmış. Hanımefendi Meryt'le
ilgilenmiş ve Meryt'in akıllı olduğunu görünce de onu, anne­
lere şans getiren olağandışı uzun parmakları olan yerli, yaşlı
bir ebeden bir şeyler öğrenmesi için göndermiş.
Meryt kadınlığa bu evde ulaşmış ve annesi gibi orada bir
fırıncıyla evlenmiş. Ona iyi davranan iyi bir adammış. Ama
Meryt kısırmış ve hiçbir şey rahmini meyve vermesi için ik­
na edememiş. Yıllar sonra Meryt ve adam ailesi nehir hum­
masından ölen iki oğlanı evlat edinmişler. Oğlanlar şimdi
koskocaman adamlar olmuşlar ve mezar yapıcıların kasaba­
sında, nehrin batı yakasındaki işçilere ekmek pişiriyorlar­
mış.
258 Anita Dlaman t

Kocası uzun zaman önce ölen ve Meryt oğullarını nadi­


ren görmesine rağmen, sık sık onların yetenekleri ve sağlık­
ları ile övünüyordu. "Oğullarım hayatında görebileceğin en
güzel dişlere sahip, " diyordu gururla, çünkü kendi ağzı bir
çürük kuyusuydu ve ağrıyı hafifletmek için gün boyu güvey
otu çiğnerdi.
Yıllar boyunca, Meryt, kendi hayatımla ilgili biraz ipucu
paylaşırım umuduyla, kendininki hakkında bana soracak hiç
ayrıntı bırakmadı. Sonunda, benim hakkımda soru sormayı
o da bıraktı, ama asla onunla birlikte doğum yapan kadınla­
ra yardıma gelmem için beni davet etmeye son vermedi.
Nakht-ra'nın evinin önünde durur ve Herya ya da Ra-ne­
fer' den ona eşlik etmem için bana izin verilip verilemeyece­
ğini sorardı. Hanımefendiler kararı bana bırakırlardı, ama
ben her zaman reddederdim. Ra-mose'den ayn kalmaya hiç
niyetim olmadığı gibi dünyayı görmek arzum da yoktu. Ora­
ya geldiğimden beri dışarıya adım atmamıştım ve aylar yılla­
ra dönüştükçe de bu düşünceden korkar hale geldim. Kay­
bolacağımdan emindim ya da daha kötüsü bir şekilde keşfe­
dilecektim. Birinin yüzümde ailemin günahını okuduğunu ve
oracıkta parçalandığımı hayal ediyordum. Oğlum da annesi
hakkındaki ve onun erkek kardeşleri -kendisinin dayıları­
hakkındaki gerçeği keşfedecekti. Ona miras kalacak görü­
nen asil hayattan kovulacak ve benim hatıramı lanetleyecek­
ti.
Ben bu gizli korkulardan utanıyordum; bunlar Rahel ve
Inna'nın bana öğrettiği derslere ve böylece onların hatırala­
rına da sırtımı dönmeme neden oluyordu. Değersizliğim be­
ni hapsediyordu; yine de yapmam gerektiğini bildiğim şeyi
yapamıyordum.
Meryt asla pes etmedi. Zaman zaman eğer bir doğum kö­
tü giderse, bunun ardından bana geri gelip, hatta gecenin bir
köründe bile olsa, hikayeyi anlatmak ve daha iyi ne yapabi­
leceğini sormak için bahçe sundurmasındaki şiltemden beni
kaldırırdı. Sık sık herkesin yapabileceğinin en iyisini yapmış
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 5 9

olduğu konusunda onu temin ederdim ve birlikte sessizce


otururduk. Ama zaman zaman kalbimin içine işleyen bir hi­
kaye de duyuyordum. Bir keresinde, bir kadın doğum yapar­
ken aniden ölmüş, Meryt de rahimdeki bebeği çıkarmayı de­
nemek için bir bıçak kullanmayı akıl edememişti, böylece
her ikisi de ölmüştü. Kederimi yeterince saklayamadım ve
Meryt surat ifademi gördü.
"O zaman bana anlat, " diye haykırdı, omuzlarımı kavra­
yarak "bebeği kurtarabilecekken dudağını bükme. En azın­
dan bana öğret de ben de deneyebileyim. "
Meryt'in gözyaşlarından utanmıştım, Inna'nın yöntemle­
rinden, onun bir bıçakla yaptıklarından, manevra konusun­
daki ustalığından bahsettim. Onun şifalı otları nasıl kullan­
ması gerektiğini açıklamaya çalıştım, ama bitkilerin ve kök­
lerin Mısır dilindeki isimlerini bilmiyordum. Böylece Meryt
şifalı otlar takımını getirdi ve bunların benim bildiğim hangi
otlar olduğu konusunda çalışmaya başladık. Annelerimin;
ısırgan otu, rezene ve kişnişle yaptıklarını anlattım ve o da
çocukluğumdan beri görmediğim yapraklan ve tohumları
bulmak için pazarı taradı .
M�ryt, bana rıhtımda satılan her çiçekten ve tohumdan
örnekler getirdi. Bazıları tanıdıktı ama bazıları çok kötü ko­
kuyordu, özellikle de ölü şeylere dayanan karışımlar: kuru­
muş hayvan parçaları, yuvarlak kayalar, kabuklar ve her tür
dışkı. Mısırlı şifa bulucular, deniz atlarının ve timsahların güb­
relerini ve atların ve çocukların sidiklerini farklı dönemlerde
vücudun değişik kısımlarına uyguluyorlardı. En tiksindirici
karışımların işe yaradığı zamanlar vardı, ama ben her zaman
için beden temizliğine bu kadar düşkün bir halkın nasıl olup
da böylesine pis tedavileri kabullendiğine şaşıyordum.
Mısır' da şifalı otlar ilmi çok derin ve eskilere dayanıyor ol­
masına rağmen, ben onların hemen hiç bilmediği yöntemler
ve bitkiler bulmaktan memnundum. Meryt pazarda kimyon
tohumu buldu ve bunun yaraların iyileşmesine yardımcı ol­
duğunu öğrenince hayrete düştü. Köklerine dokunulmamış
2 6 0 Anita Diamant

züfa otu ve nane aldı ve bunlar Mısır'ın keskin kokulu . kara


toprağına serpildi. Nakht-ra'nın evinde bir daha kimse karın
ağrısından şikayet etmedi. Böylece Meryt "kendisinin" egzo­
tik şifalı tedavileri ile ünlendi ve ben de annelerimin · bilgisi­
nin işe yaradığını bilmekten büyük haz duydum.

Hareketsiz hayatım, Ra-mose'nin Nakht-ra'nın evinden


ayrılmasının dördüncü yılında, Ruddedit'in kızı tuğlalar üze­
rinde olduğu sırada sona erdi.
İsmi Hatnuf'tu ve kötü bir durumdaydı. İlk bebeği ölü
doğmuştu -normal kiloda ve her organı tam ama çansız.
Çocuk düşürmeyle geçen yıllardan sonra bir başka çocuk so­
nunda kök vermişti, ama bu doğumu korkuyla karşıladı ve
bütün gün süren doğum sancılannın ardından, ağrılar bebe­
ği ilerletmedi. Meryt doğuma katılmıştı ve evin hanımı da
doktor bir rahip getirtmişti, o da dualar söyleyip her yere
mus�ar asıp, Hatnuf'un çömelqiği yerde bir yığın şifalı ot
ve keçi gübresi yakmıştı.
Ama koku annenin bayılmasına neden olmuş ve düşer­
ken de kız alnını yarmış ve kanatmıştı. Bunun üzerine Rud­
dedit doktoru odadan uzaklaştırıp, ön kapının dışında beklet­
mişti; orada adam bir rahibin burundan gelen monoton ses
tonuyla efsunlar okumuştu. Gün yeniden geceye döndüğün­
de ve gece de yeniden şafağın gelmesiyle aydınlanmaya baş­
ladığında sancılar hala azalmadığı gibi bebek de hareket et­
memişti. Hatnuf, hanımefendinin tek kızı, korku ve acıdan
neredeyse ölmek üzereydi ki Meryt benim çağnlmamı öner­
di.
Bu kez, bu bir rica meselesi değildi. Meryt, bahçe kulübe­
sinin kapısında1 arkasından tan ışığt vuran Ruddedit'le birlik­
te belirdi. Bitkinlik, artık genç olmayan yüzündeki güzelliği
gölgelemeye yetmemişti. "Den-ner" dedi, Mısır aksanıyla,
"gelip kızım için ne yapabileceksen yapmalısın. Denemedi­
ğimiz hiçbir şey kalmadı . Anubis'in kokusu çoktan doğum
odasında. Ebelik takımını al ve beni takip et. "
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 6 1

Meryt hızla. bana hikayeyi anlattı ve ben de sundurmanın


arasında kuruttuğum birkaç şifalı otu kaptım. Hanımefendi
neredeyse koşuyordu. Bahçeden çıktığı.mı anlayacak zor
vaktim oldu. Nakht-ra'nın evinin Önünden geçtik ve bu yeri
ilk gördüğüm günü, bir ömür önceyi hatırladım. Güneş ·ışığı,
bayrakların şafağın dt..ıgunluğunda cansız asılı durduğu bü�
yük tapınağın önündeki altın uçlu bayrak direklerine vuru­
yordu. Rt.ıddedit'in evi tapınağın hemen diğer yanındaydı
böylece Hatnuf'un, neredeyse doğum sancısı çeken anne
kadar bitkin evin hizmetkarları arasında yerde inlediği ön
odaya ulaşmamız vakit almadı.
Ölüm odadaydı. Orada_ kendi güçsüzlüğüne surat asar gö­
rünen, dost canlısı, çirkin Bes heykelinin, çocukların koruyu­
cusunun altındaki gölgelerde ölümü gördüm.
Ruddedit, beni, boş gözlerle bana bakan, ama istedikleri­
mi yapan kızıyla tanıştırdı. Yana döndü, ben de böylece rah:
mine yağladığını elimle bakabildim, . ama bebeğin kafasına
dair hiç işaret hissetmedim. Kadınlar ne yapacağım ya da
onlardan ne isteyeceğim diye beklerken oda çok sakindi.
Köpek başlı ölümün gölgesi kederimi hissederek canlan­
dı. Ama onurı şevki beni yalnızca sinirlendirdi. Onun havla­
masına ve kuyruğuna ve anasına lanet ettim. Bunu, kulakla­
rımda yıllardır yankılanan Mısır dilindeki sözcüklerden sonra
bana bile kaba gelen ana dilimde yaptıtn. Meryt ve diğerleri
benim gizli tılsımlı bir dua okuduğumu sandılar ve onaylaya­
rak mırıldandılar. Hatnuf bile canlandı ve etrafına bakındı.
Yağ ve bir havan istedim ve elimdeki en güçlü otları ka­
rıştırdım: zeravent ve ke,nevir özü, ikisi de zaman zaman ha­
mileliğin başlarında rahmin içindekilefi · atmasına neden olur­
du. Burıların işe yarayıp yaramayacağını bilmiyordum ve ka­
rışımın hasara neden olmasından endişeleniyordum, ama
denenecek başka şey kalmadığının da farkındaydım, çünkü
ölüyordu. Bebek çoktan ölmüştü ama anneyi de bırakmanın
hiç gereği yoktu.
2 6 2 Anita Diamant

Karışımı uyguladım ve kısa sürede güçlü sancılar kızı kav­


radı. Kadınların, Hatnuf'un tuğlalardan destek almasına yar­
dım etmelerini sağladım, ben de karnına masaj yaptım ve
bebeği aşağı 'itmeye çalıştım. Hatnuf'un bacakları onu tuta­
mıyordu ve Meryt, arkasında Ruddedit'in yerini almak duru­
munda kaldı, ben bebeğin başını yeniden hissetmek için uza­
nıp, şimdi kapıya yakın olduğunu anladığımda o cesaret söz­
cükleri fısıldadı.
Sancılar durmaksızın ve tuğlalar üzerindeki zavallı kadının
dayanamayacağı şekilde geliyordu. Gözleri döndü ve hissiz,
itemez halde Meryt'in kollarına düştü.
Şimdi gün tamamen ağarmıştı, ama odadaki gölge güne­
şin ışınlarının kasveti delmesine olanak vermiyordu. Yanak­
larım yaşlarla yol yol olmuştu. Daha sonra ne yapmam ge­
rektiğini bilmiyordum. Inna bir keresinde ölü annenin rah­
minden bir bebeği kurtarma hikayesini anlatmıştı, ama bu
anne ölü değildi. Deneyecek başka yollarım, kullanacak baş­
ka otlarım kalmamıştı.
Ve sonra Inna'nın çok sevdiği şarkıyı, Şekem'deki tepe­
lerde öğrendiği şarkıyı hatırladım.
"Korkma," diye başladım, melodiyi 'kolayca hatırlayıp,
sözcükleri hatırlamak için daha derinleri araştırarak.

"Korkma, uakit geliyor


Korkma, kemiklerin güçleniyor
Korkma, yardım yanı baş ında
Korkma, Gula yanında
Korkma, bebek kapıda
Korkma, seni onurlandırmak için yaşayacak olan orada
Korkma, ebenin elleri hünerli
Korkma, toprak, altında
Korkma, suyum uz ue tuzumuz hazırda
Korkma, ufak ana
Korkma, hepimizin anası "
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 6 3

Meryt, ne söylediğimi bilmeden seslerin gücünü hissede­


rek "Korkma, " sözcüklerinde bana katıldı. Üçüncü seferde
tüm kadınlar şarkıyı söylüyordu, "Korkma, " ve Hatnuf yeni­
den derin derin nefes alıyordu.
Bundan kısa süre sonra bebek doğdu ama ölüydü. Hat­
nuf yüzünü duvara döndü ve yalnızca ona katılmayı dileye­
rek gözlerini kapattı. Ama Meryt, onun zavallı, harap olmuş
rahmini kaynatılmış ketenle saracakken Hatnuf doğum san­
cısı çeken bir annenin sesiyle haykırdı. "Bir çocuk daha var, "
dedi Meryt. "Gel, Den-ner" dedi, "ikizi yakala. "
Yalnızca bir iki ıkınmayla Hatnuf erkek kardeşine hiç ben­
zemeyen bir bebek daha doğurdu. İlki şişman ve mükemmel
ve cansızken, bu çelimsiz ve kırışıktı ve bir öküzün ciğerleriy­
le böğürüyordu.
Meryt sese güldü ve oda çan seslerine, kahkahalara, ra­
hatlama ve neşe seslerine boğuldu. Kanlı, yıkanmamış, yay­
gara koparan bebek elden ele geçip, oradaki her kadın tara­
fından öpüldü ve kutsandı. Ruddedit dizleri üzerine düştü;
kollarında torunu, güldü ve ağladı. Ama Hatnuf bizi duyma­
dı. Ufaklık, durmayan bir kan seliyle gelmişti. Tampon kan
akışını durdurmadı ve oğlunun doğumundan sonraki dakika­
larda, Hatnuf başı annesinin kucağında öldü.
Odadaki sahne korkunçtu: anne ölü, bir bebek ölü, zayıf
ve kuru bir yeni doğan asla onu besleyemeyecek olan meme
için ağlıyor. Tek kızından mahrum kalmış, ilk kez bir büyük
anne olmuş, Ruddedit oturdu. Meryt de efendisiyle ağladı ve
ben bahçemden hiç çıkmamış olmayı dileyerek süzüldüm.

Bu sahnenin korkunçluğundan sonra bir başka doğum


odasına girmemin yasaklanacağını düşündüm. Ama Meryt
hikayeyi anlatınca, ben yalnızca canlı doğan çocuğun haya­
tını kurtarmaktan sorumlu sayıldım, çünkü çocuk onun söy­
lediğine göre Set tarafından nefret edilen öyle bir günde
doğmuştu ki tek bir soluk alması bile bir mucizeydi.
264 Anıta Diamant

Kısa sürede Teb'in diğer önemli evlerinden elçiler, ebe


Den-ner olmadan eve dönmeme emirleriyle Nakht-ra'nın
bahçe kapısına geldiler. Bunlar rahiplerin, katiplerin ve red­
dedilmeyecek diğerlerinin uşaklarıydı. Ancak Meryt bana eş­
lik ederse rıza göstereceğimi söylerdim ama o her zaman ka­
bul ettiğinden hanımlarının ve uşakla.rının doğurgan olduğu
bir çok ev buluı:ıan mahallemizin ebeleri olduk. Yedi günde
en �zından bir kez çağrılıyorduk ve her sağlıklı bebek için
mücevherler, tılsımlar, ketenler ya da yağ testileriyle ödüllen­
diriliyorduk. Meryt ve ben bu malları bölüştük ve ben kendi
payımı Ra-nefer' e teklif etsem de o bunların bende kalması
konusunda ısrar etti.
Bir yıl içerisinde sundurmam kullanmadığım ve ilgimi
çekmeyen bir nesneler koleksiyonu ile doldu. Meryt bir gün
etrafa bakıp sahip olduklarımı koymam için benim bir sepe­
te ihtiyacım olduğunu söyledi. Takas edecek gereğinden faz­
la şeyim olduğundan Meryt pazara gitmemiz için uğurlu bir
gün seçti.
O ana kadar pek çok doğuma katılmak için dışarı çıkmış­
tım ama hala daha geniş dünyaya bir geziden çekiniyordum.
Meryt korktuğumu biliyordu ve bahçeden dışarı çıkarken eli­
mi tutup, korkularımla baş başa kalmamam için yol boyu ge­
vezelik etti. Ona annesini kaybetmekten korkan bir çocuk
gibi tutundum ama bir süre sonra, kalabalık Teb yollarının
manzarasına bakma cesaretimi buldum. Hasat geride kal­
mıştı ve çiftçilerin çoğunun olgunlaşma zamanını beklemek­
ten başka yapacak bir şeyleri yoktu, böylece tezgahlar za­
man dışında takas edecek hiçbir şeyleri olmayan kasaba hal­
kıyla doluydu.
Meryt, annelerden birinin verdiği boncuklu bir kolyeyle
tatlı kekler takas etti ve bir tezgahtan diğerine kol kola dola­
şırken bunları yedik. Satılan mücevherlerin miktarı karşısın­
da hayrete düştüm ve bu kadar çok bibloyu almaya kimin gü­
cünün yettiğini merak ettim. Sipariş üzerine ucuz ayakkabı­
lar yapan sandalet yapıcıları gördüm. Bir dizi erkek en iyi de-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 6 5

dikoduyu yapmakla ünlü bir berberde sıra bekliyordu. Teyze­


lerim tarafından 'örülmüş olması olası bir yığın Kenan'a ait
yünlülerden öteye kafamı çevirdim. Meryt ve ben aç görü­
nen köpekleri bir tasmayla tutup, yiyecek için onları yalvar­
tan bir maymunun maskaralıklarına güldük.
Görülebilecekleri gördükten sonra, dostum avımıza başla­
manın vakti geldiğini söyledi, ama ilk karşılaştığımız sepet­
yapıcısının benim ihtiyaçlarıma uyacak kadar geniş bir şeyi
yoktu; böylece şarap ve yağ tüccarlarını, fırıncıları ve canlı
kuş satan adamları geçerek yolumuza devam ettik. Pek çok
güzel şey de gördük: oyulmuş bir Kus çömleği , dövülmüş
bronz vaz�lar, ev tanrıları ve tanrıçaları, üç ayaklı tezgah ve
sandalyeler. Gözüm fildişi çini ve sedefle süslenmiş, işlemeli
bir kapağı olan şık bir kutuya takıldı. "Şimdi efendinin me­
zarı için bir parça bulduk, " dedi Meryt, haklı bir hayranlıkla.
Marangoz, eseı:�nin arkasında �lirdi ve bunun yapımının
hikayesini anlatmaya başladı; akasya ağacını nereden aldığı­
nı ve fildişi yerleştirmede ne kadar zorluk çektiğini. Bir satış
yapmaya çalışmaktan çok sanki bir hikaye anlatır gibi düşü­
ne düşüne ve yavaş konuşuyordu. O konuşurken yalnızca se­
sindeki sıcaklığı duyarak ve elleri kendi el işindeki tasarımda
gezinirken ellerine bakarak gözlerimi kutudan ayırmadım.
Meryt adama şaka yapmaya başladı. "Bizi ne sandın, üç
kağıtçı?" diye sordu. "Bizim ebe kılığına bürünmüş zengin
hanımlar mı olduğumuzu düşünüyorsun? Bunun gibi mü­
kemmel bir şeye zengjn bir adam dışında kimin gücü yeter
ki? Kralın kendi mezar-yapıcısından başka bu sanat eserinde
kim hak iddia edebilir ki? Benimle alay ediym-sun, ufak
adam," dedi.
Adam bu sözlere kahkahalarla. güldü ve cevapladı, " Eğer
benim ufak olduğumu düşünüyorsunuz, siz devler diyarından
geliyor olmalısınız hemşire. Ben Benya, " diye kendini tanıt­
tı. "Ve benim tezgahımda yapılan pazarlıklara da şaşıracak­
sınız. Her şey alıcıya bakar, canım" diye o da şakayla karşı­
lık verdi. "Güzel kadınlar her zaman istediklerini alırlar. "
2 6 6 Anıta Diaman t

Bunun üzerine Meryt ulur gibi bir ses çıkardı ve beni dir­
seğiyle dürttü ama ben hiç bir şey demedim. Çünkü sözleri­
nin beni hedef aldığını biliyordum. Bir anda Meryt de ma­
rangozun benimle konuşmakta olduğunu anladı, tek söz söy­
lernernerne rağmen sesinin tınısı ve sözlerinin kibarlığı beni
harekete geçirmişti.
Parmaklarım neredeyse kendiliklerinden kutuya işlenen
süt beyaz yaprak deseninde gezindi. Benya, desenin diğer
kısmını işaret ederek "Bu uzak kuzeyde yaşayan bir deniz ya­
ratığının yüreğinden geliyor" dedi.
Ellerinin büyüklüğünü fark ettim. Parmakları genç bir
meyve ağacının dalları gibi kalındı ve sıkı çalışarak kas dağ­
ları ve vadiler oluşturmuş avuç içinden de uzundu. Benim
baktığımı fark etti ve utanmış gibi elini çekti.
"Ben doğunca annem bana şöyle bir bakmış ve bunları
görünce de bir çığlık atmış" dedi Benya, "vücuduma göre o
zaman bile çok büyükmüş. Beni en iyi taş oyucusunun yanı­
na çırak veren babama dönüp - bir heykeltıraş demiş."
"Ama taş konusunda hiç yeteneğim yoktu. Kayrnaktaşı
ben bakınca bile kırılıyordu, hatta granit bile yaklaşmama
izin vermedi. Yalnızca ağaç ellerimin dilinden anladı. Esnek,
sıcak ve canlı; ağaç benimle konuşur ve bana nereyi oymanı
gerektiğini, ona nasıl şekil vereceğimi anlatır. İşimi severim
hanırnefendi. "
O konuşurken yüzüne kaldırdığım gözlerimin içine baktı.
Meryt aramızda gidip gelen bakışı gördü ve cin fikirli bir
balıkçı kadın gibi sessizliğin üzerine atladı. "Bu Den-ner, tüc­
car, bir dul ve Teb'teki en iyi ebe. Pazara, onun minnettar
annelerinin yaptıkları ödemeleri koyacak basit bir sepet ara­
maya geldik. "
"Ama bir sepet, bir ustanın işine yaramaz, " dedi Benya,
Meryt'le pazarlığa dönerek. "Bakayım takas etmek için ne­
leriniz var, tüm gün burada şans yüzüme gülmeden oturuyo­
rum."
Meryt, incik boncuk koleksiyonumuzu açtı; bakı taşını
yeşil göz boyasına karıştırmak için oymalı bir arduvaz, be-
K ı r m ı z ı Çad ı r 2 6 7

nim zevkime göre fazlasıyla kırmızı olan akikten geniş bir


skarab ve güzel boncuklu bir baş örtüsü: Bu, güzel, ufak bir
oğlanı dünyaya getiren ve bebeğe bir kez bile bakmadan ha­
nımına veren güzel genç bir cariyenin armağanıydı. (Meryt
ve ben Teb'teki doğum odalarında pek çok ilginç olaya tanık
oluyorduk.)
Benya, skaraba ilgi gösterir göründü. Meryt, "Karın için
mi?" diye sordu, kurnaz görünme çabasından uzak.
"Karım yok, " diye Benya basitçe cevapladı. "Kız kardeşi­
min evinde yaşıyorum ve yıllardır da bu böyle, ama kocası
masasındaki yerim konusunda sabırsız. Yakında, Kralın Va­
disindeki işçiler arasında yaşamak için şehirden ayrılaca­
ğım, " dedi yavaşça, yeniden benimle konuşarak.
Bunun üzerine Meryt kendi adına heyecanlandı ve orada­
ki işçiler için çalışan fırıncılar olan oğulları hakkındaki her şe­
yi ona anlattı. "Gidince, onları bulacağım, " diye Benya söz
verdi ve ekledi, "usta bir zanaatkara yakışır şekilde orada
kendi evim olacak. Yalnızca bana ait dört oda , " dedi sanki
kendi sesinin boş odalarda yankılandığını şimdiden duyuyor­
du.
.
"Nasıl bir müsriflik bu böyle, marangoz, " diye Meryt ce­
vapladı.
İkisi benim adıma bu imalı konuşmaları yaparken, par­
maklarım Benya'nın kutunun kapağına yaptığı havuzun ke­
narlarını takip etti. Geri çekemeden, elimi ellerinin arasına
aldı.
Yüzüne bakmaya korktum. Belki de pis pis sırıtıyordu.
Belki de bu tuhaf muameleyi yaparak -güzel ucuz bir mücev­
herle bir baş yapıtı takas ederek- benim onun vücudumu kul­
lanmasına izin vereceğimi düşünüyordu. Ama Meryt bunla­
ra cevap olarak beni dürttü, marangozun yüzünde yalnızca
iyilik gördüm.
Meryt, "Kutuyu Ammon-Ra rahiplerinin katibi Nakht­
ra'nın evinin bahçe kapısına getir, " dedi. "Yarın getir." Ska­
rabı verdi.
2 6 8 Anita Diamanı

"Yarın sabahleyin, " dedi ve ayrıldık.


"Bu iyi bir iş oldu kız, " dedi Meryt. "O skarab da sana bir
hazine ve de bir koca alacak uğurlu bir parçaymış hani. "
Dostuma kafamı salladım ve sanki saçma sapan konuşu­
yormuş gibi gülümsedim ama hayır demedim. Aslında hiçbir
şey demedim. Utanmıştım ve heyecanlanmıştım. Bacakları­
mın arasında tanınmadık bir uyuşukluk hissettim ve yanakla­
rım kızardı.
Ama yine de kalbimi tam olarak anlayamadım, çünkü bu
hiç de Splem'i ilk gördüğümde hissettiğim şeye benzer bir
şey değildi. Benya'dan benim içime sıcak bir rüzgar esmedi.
Bu duygu çok daha serin ve sakindi. Böyleyken bile, kalbim
hızlı atıyordu ve gözlerimin de günün ilk saatlerinkinden da­
ha parlak olduğunu biliyordum.
Benya ve ben birkaç kelime konuşmuş ve birbirimizin
parmaklarına dokunup geçmiştik. Ama yine de bu yabancı­
ya bağlandığımı hissettim. Onun da aynısını hissettiğinden
hiç şüphem yoktu.
Eve doğru yol boyunca, adımımı merakımın ritmiyle at­
tım -"Bu nasıl olabilir? Bu nasıl olabilir?"
Nakht-ra'nın evine yaklaşırken, Meryt alışılmadık sessizli­
ği bozdu ve gülerek şöyle dedi, "Senin bebeklerini de doğur­
tabilirim. Hesabıma göre, bu dünyada otuz yıl geçirmedin
daha. Senin sayende, hayalimdeki torunları göreceğim, " ve
güle güle demek için berii öptü.
Ama bahçeye girer girmez Benya ile ilgili tüm düşünceler
dağıldı. Ev curcuna içindeydi. Ra-mose geri dönmüştü!

Ben ayrıldıktan kısa süre sonra gelmiş. Hizmetkarlar be­


ni bulmaları için gönderilmiş ve ben Ra-nefer' e haber ver­
rQeden bahçeyi asla terk 'etmediğimden paniklemiş ve arka­
daşı Ruddedit' e bile haber salmış. Kayınvalidem, benim bah­
çeden içeriye elimde pazardan alınmış yarısı yenmiş· bir kek­
le girdiğimi görünce, öfkelendi ve konuşmadan topukları
üzerinde döndü. Acele· edip; iyileşmesi için eve gelen oğlu­
mu görmemi . bana söyleyen aşçı oldu.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 6 9

Aniden korkuyla buz keserek sordum "İyileşmek mi?"


"Hasta mıydı?"
"Oh, hayır, " dedi kocaman bir sırıtışla. "Sünnetten sonra
iyileşmek ve erkekliğini yüksek tabakaya yakışır şekilde kut­
lamak için eve geldi. Bu hafta boyunca gece yarısına kadar
çalışacağım, " dedi ve yanağımı sıktı.
Bense "sünnet" sözcüğünden öte hiçbir şey duymadım.
Kafam zonkluyor ve kalbim hızla çarpıyordu, Ra-mose'nin
Nakht-ra'nın sandalyesi yanındaki bir yatakta uzandığı bü­
yük salona koştum. Bana baktı ve kolayca, şimdi bütünüyle
faklı bir yüz olan yüzünde hiçbir acı belirtisi olmaksızın, gü­
lümsedi.
Beni bıraktığından bu yana neredeyse beş yıl geçmişti ve
ufak oğlan şimdi genç bir erkekti. Artık tıraş edilmeyen saç­
lan gür ve siyahtı. Kolları kaslıydı, bacakları da artık ipek ka­
dar düzgün değildi ve göğsü de babasının güzelliğinin kanı­
tıydı. "Anne , " dedi benim oğlum olan genç adam. "Oh, An­
ne, çok iyi görünüyorsun. Hatırladığımdan bile iyi . "
Yalnızca nazik olmaya çalışıyordu. On.u dünyaya getiren
hizmetkar kadına seslenen bir Mısır prensiydi. Tam da kork­
tuğum gibiydi: birbirimize yabancı olmuştuk ve hayatlanmız
bundan daha fazlası olmamıza asla izin vermezdi. Gelmem
ve yanına oturmam için işaret etti ve Nakht-ra da gülümse­
yerek onayladığını belirtti.
Acı çekip çekmediğini sordum ve o soruyu geçiştirdi.
"Hiç ağnm yok," dedi. "Bıçağı çekmeden ve de bunun ar­
dından haş haş suyu konmuş şarap veriyorlar, " dedi. "Ama
bunların hepsi bir hafta önce oldu ve tamamiyle iyileştim.
Şimdi kutlama zamanı ve ben de ziyafet için evdeyim. "
"Ama, sen nasılsın, Anne?" dedi. "Senin şimdi ünlü bir
ebe olduğunu duydum, anlaşılan Teb'li zengin hanımların
doğum sırasında güvenecekleri tek kişisin. "
"Elimden geldiğince hizmet ediyorum, " dedim sessizce ve
soruyu geçiştirdim; bir kadın bir erkeğe bebekler ve kan hak­
kında ne anlatabilirdi ki? "Ama sen oğlum bana neler öğren-
270 Aniıo Dıamanı

diğini anlatsana. Okuldaki yıllarını kurduğun dostlukları ve


kazandığın onurlan anlatsana bana, dayın senin arkadaşların
arasında en iyisi olduğunu söylüyor. "
Ra-mose'nin yüzünden bir hüzün bulutu geçti ve ben bah­
çede ölü bir yavru ördek bulduğunda göz yaşlarına boğulan
ufak oğlanı hatırladım. Ama oğlum, okul arkadaşlarının alay­
larından bahsetmedi ya da çalışmalarının ilk yılında onu her
yerde takip eden alay dolu haykırışları anlatmadı: "Baban
nerede? Baban yok ki! "
Ra-mose, kendisini sınıfın en iyisi olarak kanıtlayıp, öğret­
meni onu fark edip, gözdesi yaptığında daha da büyüyen yal­
nızlığından bahsetmedi. Yalnızca Kar'ı; sevdiği ve her konu­
da itaat ettiği ve kendisine düşkün olan öğretmenini anlattı.
Diğer efendilerin aksine, o asla öğrencilerine vurmaz ya
da hatalarından dolayı onları azarlamazdı. "O Dayım'dan
sonra hayatımda karşılaştığım en asil adam , " dedi Ra-mose
Nakht-ra'nın elini kendininkinin içine alırken. "Eve yalnızca
ergenliğimi değil, Kar'ın bana verdiği büyük hediyeyi de kut­
lamak için geldim. "
"Öğretmenim, güneye Kus'a giderken ona eşlik etmemi
istedi; burada abanoz ve fildişi takası yapılmış ve vezir kral­
dan usulsüz olarak mal kaçırırken yakalanmış. Kralın bizzat
kendisi Kar'ın gitmesini ve yeni bir denetçinin yerleştirilme­
sini gözetmesini ve durum değerlendirmesi yapıp orada gör­
düklerini rapor etmesini istemiş.
"Ben de öğretmenime yardıma gideceğim ve yargıç ola­
rak otururken ve halk onun önüne anlaşmazlıklarını getirir­
ken onu izleyeceğim . " Ra-mose söyleyeceklerinin önemini
anlamam için durakladı. "Bana da bir vezirin görevlerini öğ­
renmem talimatı verildi. Bu yolculuktan sonra eğitimim ta­
mamlanacak ve görev alıp, ailem için onur kazanmaya baş­
layacağım. Dayım çok memnun, Anne. Sen de memnun
musun?"
Soru samimiydi, annesinin onun başarısı hakkında hü­
küm vermesini isteyen bir evladın özlemiyle yankılanıyordu.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 7 1

"Ben de memnunum, oğlum. Sen b u eve onur verecek iyi


bir adamsın. Sana mutluluk, iyi bir eş ve pek çok çocuk dili­
yorum. Seninle gurur duyuyorum ve annen olmaktan gurur­
luyum."
Tüm söyleyeceklerim bu kadardı. Onun bana okulda çek­
tiği acıyı anlatmaması gibi ben de ona, onu ne kadar özledi­
ğimi, yüreğimin ne kadar boş olduğunu ya da gittiğinde ha­
yatımdan ışığı aldığını anlatmadım. Gözlerinin içine baktım
ve o da bu bakışa sevgi dolu bir karşılık verdi. Elimi okşadı
ve bunu dudaklarına götürdü. Yüreğim, mutluluk ve yalnızlı­
ğın çifte davullarını çalıyordu.
İki gece sonra, onuruna verilen şölende odanın içinde
Ra-mose'yi izledim. Nakht-ra'nın yanında oturdu ve bir haf­
tadır aç duran bir oğlan çocuğu gibi yedi. Şaraptan içti ve
gözleri heyecanla parladı. Ben de şarap içtim ve yaşayacağı
hayatı merak ederek; çoktan bir erkek olduğuna, babasının
evinde onu ilk kez gördüğümde babasının olduğundan yal­
nızca birkaç yaş genç olduğuna hayret ederek oğlumu süz­
düm
Erkekliğin eşiğinde Ra-mose Nakht-ra'dan yarım kafa
uzun ve bir ağaç kadar dimdikti. Ra-nefer ve ben yıllardır ilk
kez yanyana oturduk ve her ikimize de yaşama nedeni veren
oğula hayranlık duyduk. Elim onunkine deydi ve benim do­
kunuşumdan geri çekilmek yerine parmaklarımı tuttu ve en
azından bir anlığına oğlumuza karşı duyduğumuz ve onun
aracılığıyla, isimlendirilmeyen Şekem'li oğula ve eşe karşı
duyduğumuz sevgiyi paylaştık.
Hoş bir hizmetkar genç kız gözlerini ona kaldırdı ve o da
karşılığında kur yaptı. Altını yıkadığım bebeğimin şimdi bir
kadına kanının kaynadığını düşünmek beni güldürdü. Yüzüm
gülümsemekten ağrıdı, yine de iç çekişlerim öylesine yüksek
sesle çıktı ki Ra-nefer canım mı acıyor diye dönüp baktı.
Pek çok asil Teb'linin katıldığı çok güzel bir şölendi. Çi­
çekler yüzlerce lambanın ışığında parlıyordu. Hava zengin
yemek çeşitleri, taze nilüfer, tütsü ve parfüm kokularıyla ka-
2 72 Aniıa Diamanı

lınlaşmıştı. Altı çeşit bira ve üç çeşit şarap ile beslenen kah­


kahalar odada çınlıyordu ve dansçılar, kan ter içinde kalıp
yerde nefes nefese olana kadar sıçradılar ve dönüp baktı.
İkinci grup müzisyenler, yerel müzisyenlere ek olarak ki­
ralanmışlardı. Bu grup, gösterilerini sunmak için tapınaklar­
da ve asil evlerde konaklayarak nehri geçmişlerdi ama diğer­
lerinin aksine yerdeki dansçılarla çalmayı reddederek, seyir­
cilerin, sihirli özellikleri olduğu söylenen şarkılarına katılma­
larında ısrar ederlerdi. Gizemli liderleri peçeli bir hanımefen­
diydi. Pek çok arp ustası gibi kördü; elle çalınan zilli davulun,
sistrin efendisiydi.
Dedikoduya göre şarkıcı, Anubis'in dişlerinden kaçmış ve
ikinci bir hayat kazanmış, ama canavar onu yüzünden ısır­
mış, işte bu yüzden peçe takıyormuş. Hikaye bir göz kırpma
ve dirsek ile anlatılırdı çünkü Mısırlılar işi döndürmek için na­
sıl ağız sulandıran hikayeler anlatıldığını bilirlerdi. Yine de
peçeli şarkıcı odaya girince, umut edilen bir sessizlik oldu ve
çakırkeyf kalabalık oturdu.
Tepeden tırnağa yere kadar kat kat uzanan ince kumaş­
tan beyaz bir elbise giymişti. Ra-nefer bana eğildi ve fısılda­
dı, "Bir duman bulutu gibi görünüyor. "
Bir tabureye yerleşerek, müzik aletini tutmak için ellerini
kıyafetlerinden kurtardı ve sessizlik bir iç çekiş koyuverdi,
çünkü elleri de kıyafeti kadar beyazdı, doğa üstü soluktu,
sanki berbat bir ateşle yarçılanmıştı. Sistri dört kez salladı ve
dikkat kesilerek susan dinleyicileri ayıltan tamamen birbirin-
den farklı dört· ses çıkardı. ,
İlk önce grup, flütler ve davullarla hafif bir parça çaldı, ar­
dından tek başına bir trampet, hanımefendilerin iç geçirme­
sine ve erkeklerin de çenelerini ovuşturmalarına neden olan
acıklı bir melodi vtirdu. Eski bir çocuk şarkısı, salondaki her­
kesi, çocukken takındıkları aydınlık suratlarla gülümsetti.
Bu müzikde en karanlık hüznü en aydınlık nesneye dö­
nüştürebilen bir sihir vardı aslında. Konuklar, müzisyenlerin
yönlendirmesiyle hızla ellerini çırptılar ve bu mükemmel eğ­
lence için kadehlerini. minnettarlıkla Nakht-ra'ye kaldırdılar.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 73

Alkışlar kesildikten sqnra, sistr-çalıcısı kendi enstrumanı


ve bir davul eşliğinde şarkı söylemeye başladı. Pek çok na­
karatı olan uzun bir şarkıydı. Anlattığı hikaye alışıldıktı: bulu­
nan ve kaybedilen aşkın öyküsü -dünya üzerindeki en eski
hikaye. Tek hikaye.
Şarkı başlarken, adam kızın aşkına karşılık veriyor ve bir­
birlerinden haz duyuyorlar. Ama sonra hikaye hüzünlü bir
dönüş yapıyor ve aşığı hanımefendiyi reddedip onu yalnız bı­
rakıyor. Kız ağlıyor ve Altın Kadın Hator'a dua ediyor ama
bu hiç fayda etmiyor. Sevdiği adam onu yeniden istemiyor.
Kızın hüznü sonsuz ve dayanılmaz bir hal alıyor. Kadınlar
her biri gençliklerini hatırlayarak açık açık ağladılar. Erkek­
ler, utanmadan, ilk tutkuları akıllarına gelerek gözlerini kuru­
ladılar. Genç olanlar bile, henüz gelmemiş olan kayıpların
sancısını hissederek iç geçirdiler.
Şarkı sona erince uzun bir sessizlik oldu. Arpçı yavaş bir
hava seçti ama konuşma sona ermişti. Artık başka kadeh
havaya kalkmadı. Ra-nefer ·kalktı ve törensiz salonu terk et­
ti; ardından da teker teker, grubun geri kalanı ayrıldı . Parti
sessizce sona erdi ve salon; iç çekişler ve mırıldanmalar, te­
şekkürler ile boşaldı. Müzisyenler enstrumanlarını topladılar
ve liderlerine yol verdiler. Hizmetkarların bir kısmı sabaha
kadar sürecek temizliğe başlayamayacak kadar yorgun, yer­
lerde uyudular. Ev tamamen sessizleşti.
Müzisyenlerin uyuduğu yere doğru yol alırken şafak yal­
nızca birkaç saat uzaktaydı. Peçeli olan kıpırtısızca bir duva­
ra yaslanmıştı. Onun da uyuduğunu düşündüm ama o dön­
dü, kimin yaklaştığını anlamak için ellerini açtı. Ellerimi kü­
çük ve serin olan onunkilerin içine koydum.
"Werenro, " dedim.
Aksanımın tınısı onu ürküttü. "Kenan, dedi acı bir fısıl­
tıyla. "Bu benim azap içindeki ismimdi. "
Ben bir Çocuktum, " dedim. "Sen, Rebeka'nın, büyük
annemin elçisiydin. Bize asla unutmadığım bir hikaye anlat­
tın. Ama sen öldürülmüştün, Werenro. Seni geri getirdikle-
2 74 Anıta Dlamanı

rinde ben orada Büyük anne ile birlikteydim. Onların senin


kemiklerini gömdüklerini gördüm. Gerçekten ölümden mi
döndün?"
Uzun bir sessizlik oldu ve kafası peçesinin ardında düştü.
"Evet," dedi. Ve ardından, bir an sonra, "Hayır. Kaçmadım.
Gerçek şu ki ben öldüm. "
"Nehrin yanındaki büyük bir evde burada o zamanlara ait
bir hayalet bulmak ne kadar da tuhaf. Anlat bana, " diye sor­
du, "sen de öldün mü?"
"Belki de, " diye cevap verdim ürpererek.
"Belki de, çünkü yaşayanlar bu tür sorular sormazlar ya
da gerçeğin verdiği acıya müziğin yatıştırıcı gücü olmadan
dayanamazlar. Ölüler anlar. "
"Ölümün yüzünü biliyor musun?" diye sordu.
"Evet, " dedim, aynı anda hem sabırlı hem sabırsız pek
çok doğuma katılan köpeğe benzer gölgeleri hatırlayarak.
"Ah," dedi ve uyarmadan peçeyi kaldırdı. Dudakları zarar
görmemişti ama yüzünün geri kalanı parçalanmış ve yaralıy­
dı. Burnu kırılmış ve yarılmıştı, yanakları çökmüş ve derin
yarıklar oluşturarak dikilmişti, gözleri bulanık taşlardı. Böyle­
si bir yıpranmanın ardından birinin yaşaması imkansız görü­
nüyordu.
"Onun için, Büyük anne için bir testi mor boya ile Tyre
'den dönüyordum. Şafak vaktiydi ve gökyüzü Mamre'deki
tüm çadırları mahçup ediyordu. Benle karşılaştıklarında yu­
karıya bakıyordum. Üç tanelerdi; tüm diğerleri gibi, pis ve
aptal Kenan'lı adamlar. Bana ya da birbirlerine hiçbir şey
söylemediler. Kesemi ve sepetimi aldılar ve bunları parçala­
yarak açtılar ve sonra bana döndüler. "
Werenro ileri geri sallanmaya başladı ve sesi düzleşti. "İl­
ki, tam yolun ortasında beni yere itti. İkincisi elbiselerimi
parçaladı. Üçüncüsü elbisesini kaldırıp üzerime yığıldı. Daha
önce asla bir erkekle yatmamış olan benim içime boşaldı. Ve
ardından yüzüme tükürdü.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 75

"İkincisi sırasını aldı, ama işi beceremedi ve bunun üzeri­


ne kendi sorununa neden olduğum için bana küfrederek vur­
maya başaldı. Burnumu kırdı ve ağzımdan birkaç dişimi dök­
tü ve ancak ben kanlar içinde kalınca yapmak istediği şeyi
yapmaya yetecek kadar tahrik oldu."
"Üçüncüsü beni yüzüstü çevirdi ve beni arkadan açtı. Ve
kahkahalarla güldü. " Sallanmayı bıraktı ve hala o kahkahayı
duyarak dikleşti.
"Üçü üzerimde ayakta dururken ben yolda yüzükoyun ya­
tıyordum. Beni öldüreceklerini ve bu işkenceye son verecek­
lerini düşündüm. "
"Ama bu onlara göre değildi. 'Neden. bağırmıyorsun?' di­
ye haykırdı az önce gülen. �Yoksa dilin yok mu? Ya da belki
de gerçekten bir kadın bile değilsin, ne de olsa bir kadın ren­
ginde değilsin. Hasta bir köpek leşi gibi rengin. Senin bağır­
dığını duyacağım ve biz de senin bir kadın mı yoksa bir hort­
lak mı olduğunu anlayacağız. ' "
"Ve işte o zaman şimdi senin gördüğün şeyi yaptılar.
Bundan bahsetmeme gerek yok." Werenro peçesini indirdi
ve yeniden sallanmaya başaldı.
"İlk ayak sesleri ile beni ölüme terk ettiler, " dedi. "Bir ço­
ban köpeği beni yattığım yerde buldu, arkasından bir oğlan
çocuğu geliyordu, beni görünce haykırdı. Onun öğürdüğünü
duydum ve kaçacağını düşündüm, ama bunun yerine beni
kendi elbisesiyle sardı ve annesini getirdi. Kadın yüzüme ya­
kılar ve vücuduma merhemler sürdü ve ellerimi acıyarak ok­
şadı ve beni yaşattı ve asla açıklamamı istemedi. "
"Yaşayacağım kesinleşince, Mamre'ye haber göndereyim
mi, diye sordu, çünkü parçalanan elbisemi tanımıştı. Ama
'hayır' dedim. "
"Bir köle olarak işim bitmişti, Rebeka' nın küstahlığıyla
işim bitmişti ve Kenan'la işim bitmişti. Tek arzum vatanıma
gelmek ve nehrin kokusunu ve sabahlan nilüfer kokusunu
duymaktı. Mamre'de ölü olmak istediğimi ona söyledim ve o
da öyle yaptı. "
2 7 6 Anila Diamanl

"Saçımdan bir tutam kesti ve bunu kıyafetlerimle sarıp


birkaç koyun kemiğini de çantamın içine koydu. Oğlunu
şehre gönderdi, burada çocuk Mamre'ye doğru yola çıkan
bir tüccar buldu, o da Büyük anne'ye ölüm haberlerini gö­
türdü. "
"Kenanlı kadın bana bir peçe ve bir baston verdi ve beni
Tyre'ye götürdü. Büyük nehir topraklarına doğru y9la çıka­
cak bir kervan buldu. Onlar da beni, kadının sürüsünden bir
koyuna karşılık ve benim şarkılar ve hikayelerle onları eğlen­
dirmem sözüyle aldılar. Tüccarlar beni bir sistrin ellerimde
yolunu bulduğu On'a götürdüler ve şimdi de kendimi burada
seninle, ağzımda yeniden Kenan lafı dönerken buldum. " Bu­
nun üzerine kafasını çevirdi ve tükürdü. Bir yılan, tükürüğü­
nün düştüğü yerden kayarak geçti ve ben Werenro'nun öf­
kesinin soğuk rüzgarında titredim.
" O Kena,n'lı kadının yaptığı iyilik olmasa tüm ulusu la­
netlerdim. Gözlerim oyuldu, bu yüzden onun yüzünü asla
göremedim, ama onun ışık ve güzellikle parladığını hayal
ettim. Aslında onu düşününce dolunaydan bir yüz görüyo­
rum."
"Belki de yaptığı bir kötülüğü telafi ediyordu. Ya da belki
bir keresinde terk edilmiş ve birileri kaçmasına yardım etmiş­
ti. Ya da belki ihtiyacı olduğunda kimse ona yardım etme­
mişti. Bana hiçbir şey hatta adımı bile sormadı. Beni yüreği­
nin iyiliğinin ötesinde bir nedenden kurtarmadı. Adı da iyi­
likti, Tamar, sürekli meyva, " dedi Werenro- ve yeniden sal­
lanmaya başladı.
Şafaktan Önceki bir saat boyunca, bir süre sessiz kalarak
birlikte oturduk. Sonunda yeniden konuştu, hiç sormayı dü­
şünmediğim bir soruya cevap verdi.
"Mutsuz değilim," dedi. "Memnun da değilim. Yüreğim­
de hiçbir şey yok. Kimseyi ve hiçbir şeyi önemsemiyorum.
Dişlerini gösteren köpekler görüyorum rüyamda. Ben öl­
düm. Ölü · olmak o kadar da kötü değil. "
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 7 7

Uyuyan müzisyenlerin iç çekişleri ve horlamaları onun


sö.zlerini kesti. "İyi insanlar, " diye şefkatle bahsetti yandaşla-
·

rından. "Birbirimize hiçbir şey sormuyoruz. "


"Ama sen," dedi Werenro, "nehrin dilini konuşmaya na­
sıl başladın?"
Duraksamadan ona her şeyi anlattım. Kafamı arkaya yas­
ladım, gözlerimi kapadım ve hayatıma ses verdim. Tüm o
yıllarım boyunca daha önce hiç bu kadar çok ya da bu kadar
uzun konuşmamıştım ve yine de kelimeler çaba gösterme­
den ağzımdan çıktı, sanki bu daha önce pek çok defalar yap­
tığım bir şeydi.
Tabea'yı hatırlayarak, Ruti'yi hatırlayarak, kırmızı çadırda
ergenliğimi hatırlayarak kendi kendimi şaşırttım. Salem'den
ve hiç kızar!lladan tutkulu sevişmelerimizden bahsettim. İha­
netimizden ve onun öldürülmesinden bahsettim. Ona, Ra­
nefer'in benimle yaptığı anlaşmayı ve Meryt'in bana göster­
diği özeni anlattım ve oğlumdan gurur ve sevgiyle bahsett�m.
, Zor değildi. Sanki bir oyuncak gibi ku�lmuştum, dudak­
larımdan serin su akıyor gibiydi. "Salem," dedim ve nefesim
yıllar süren acılıktan sonra temizlendi. Oğluma " Bar-Salem, "
dedim ve göğsümdeki sıkışma sona erdi.
Annelerimin isimlerini saydım ve onların öldüğüne kesin­
likle emin oldum. Yüzümü Werenro'nun omzuna dayadım
ve elbisesini Lea'nın ve Rahel'in, Zilpa'nın ve Bilha'nın anı­
sına ıslattım.
Ben bunları anlatırken Werenro kafasını salladı, iç geçir­
di ve elimi tuttu. En sonunda sessizleştiğimde, "Sen ölü de­
ğilsin, " dedi. Sesi azıcık hüznü ·ele veriyordu. " Sen benim gi­
bi değilsin. Senin acın yüreğinden yansıyor. Aşkın ateşi güç­
lüdür. Senin hikayen bitmedi, Dina, " dedi, annelerimin ak­
sanında. "Den-ner" yabancı ebe değil; "Dina", dört annenin
sevgili tek kızı.
Oda şafağın ilk ışıklaıryla aydınlanmaya başlarken We­
renro omzunda dinlenen başımı okşadı. Orada yatarken uy­
kuya daldım ama:kalktığımda o gitmişti .
2 7 8 An ita Diamant

Ra-mose bir hafta sonra, Memfis'ten Kus'a giderken onu


almaya gelen Kar'la birlikte evden aynldı. Ra-mose saygı de­
ğer öğreticisini bizimle tanıştırmak için bahçeye getirdi, ama
o en gözde öğrencisinin alt tabakadan annesinin zor farkına
vardı. Onlar aynldıktan sonra, acıma hissi duymadan bu ka­
dar yaşlı bir adamın böylesi uzun bir yolculuğu kaldırıp kal­
dıramayacağını merak ettim.
. .

UçüNCÜ BöLÜM

enya, yapacağını söylediği şekilde kutuyu getirdi, an­

B cak ben bunu almak üzere orada değildim. Kutuyu


bahçe kapısına getirince, ona sertçe Den-ner'ın oğ­
luyla birlikte geniş salonda oturmakta olduğu ve bir tüccar
tarafından çağnlamayacağı söylenmişti. Kutu mutfağın bir
köşesine bırakılmıştı ve· ben Ra-mose Teb'ten aynlıp ev nor­
male dönene kadar bunu görmedim.
Aşçı bunu bana verirken, merakı onu etkisi altına almıştı.
Böylesine şık ve nadir bir şey nasıl olup da benim olmuştu?
Ve beni görmeyi bu kadar ısrarla isteyen adam da kimdi?
Onun ya da kutunun hakkında evdeki kimseye hiçbir şey
söylemedim ve dedikodu da kısa sürede dindi. Sessizliğimi,
bana pazarda yaptığı dolaylı teklifine bir red olarak alacağı­
nı umarak Benya'ya hiç haber göndermedim. Onun söyle­
dikleri ve dokunuşuyla her ne kadar duygulanmış olsam da
kendimi diğer kadınlar gibi yaşarken göremiyordum. Weren­
ro'nun sözlerinin aksine; benim hikayemin bir sonraki ve
son bölümlerini Ra-mose'nin anlatacağına emindim.
Meryt, Benya'yı reddetmem karşısında bana öfkelendi.
"Onun gibi bir adam? Böylesine becerikli? Böylesine iyi?"
Beni, bir daha benimle asla konuşmamakla tehdit etti ama
ikimiz da bunun asla olmayacağını biliyorduk. Ben onun kı­
zıydım ve o benimle bağlantısını asla kesmeyecekti.
Ama Benya'nın kutusu benim için bir utanç ve bir leke
olarak kaldı. Bu, bir bahçe sundurmasına yakışmıyordu.
280 Anita Diamant

Saygın bir konumu olmayan yabancı bir ebe için yapılma­


mıştı. Yalnızca marangoz benim yalnızlığımın farkına vardığı
için ve ben de ondaki mahrumiyeti gördüğüm için benimdi.
Annelerimden gelen hediyelerle kutuyu doldurdum, ama bu­
nun parıldayan güzelliğini eski bir papirüs döşemeyle kapla­
dım böylece bana, ölmüş olan diğer hayallerimle birlikte yü­
reğimin bir köşesine terk ettiğim Benya'yı hatırlatmayacak­
tı.
Haftalar sessizce aylara aktı; zamanın akışı, pek çokları
sağlıklı doğumların hikayeleriyle işaretlendi. Bahçemde yeti­
şen kırmızı kökten yapılan bir losyonun doğumu kolaylaştır­
dığını öğrendim, günler geçtikçe Meryt ve ben çok daha
uzak komşu mahallelere çağrılmaya başlandık. Bir keresinde
bir rahibin en gözde cariyesinin ölmek üzere olduğu On ka­
sabasına bizi götürmesi içiiı bir barka gönderildi. Bir başka
kadının verdiği huzurdan yoksun bir odada yalnız, korku
içinde haykıran, anne olmak için fazlasıyla genç bir kız bul­
duk. Biz vardıktan kısa süre sonra, gözlerini kapattık ve ben
de bebeği kurtarmayı denedim ama o da öldü.
Meryt babayla konuşmaya gitti; o ise yaslı olmaktan çok
uzak, arkadaşıma ve bana, karısını ve çocuğunu öldürdüğü­
müz için lanetler yağdırmaya başladı. Zavallı anneyi örtecek
vakit bulamadan doğum odasına daldı. "Yabancı ona bıçak
mı kaldırdı?" diye haykırdı. "Yalnızca bir cerrah böyle bir şey
yapmaya muktedirdir. Bu kadın bir bela, nehir krallığını yık­
ması için doğudan gönderilen bir şeytan. " Üzerime atıldı
ama Meryt onu durdurdu ve sahip olduğunu bilmediğim bir
güçle onu duvara mıhladı ve ann�yi, çocuğu kurtarma umu­
duyla açtığımı açıklamaya çalıştı.
Ama ben kendimi açıklama� için hiç sebep görmedim.
Onun gözlerinin içine baktım; tiksindirici ve rezil bir insan
gördüm ve ayağımın dibinde yatan genç kadın için öfke ve
acıyla doldum. "Sapık, " diye kükredim, annelerimin dilinde.
"Bir solucanın iğrenç oğlu, sen ve senin gibiler çöldeki buğ­
day gibi kuruyasınız. Bu, burada ölü yatan, sevgi görmemiş
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 8 1

bir genç kızdı. Onun mutsuzluğunun pis kokusu üzerine sin­


mişti. Bunun için sen azap içinde öleceksin. "
Hem Meryt hem de rahip, ben lanetimi kusarken bana
baktılar ve bitirdiğimde adam titremeye başladı ve korku do­
lu bir fısıltıyla, "Tannlann Evinde yabancı bir büyücü! " dedi.
Seslerimiz, benim gözlerimle karşılaşmadan, gidebilme­
miz için kardeşlerini tutan diğer rahipleri çekmişti. Dönüş
yolunda, kıyıyı izledim ve Inna 'nın yüreğimin arzusunu bir
nehir kenannda bulacağıma dair kehanetini hatırladım.
Onun gördüğü geleceğin, benimkiyle ne kadar zıt olduğunu
düşünerek başımı salladım; tedirgin ve midem bulanarak
bahçe sundurmama geri döndüm.
Çocukluğumdan beri ilk kez olarak huzursuzdum. Artık
rüyamda Salem'i ya da onun ölümünü görmüyordum ama
her sabah terk edilmiş manzaralar, sıska koyunlar, inleyen
kadınların görüntüleri ile kuşatılmış uyanıyordum. Şiltemde
boşuna kaygılarımı adlandırmaya çalışarak doğruluyordum.
Meryt kafamdaki gri · saçlan fark etti ve bana kül ve kara bir
öküz kanından saç boyası yapmayı teklif etti. Onun bu karı­
şımı kullandığını ve bu nedenle yaşından çok daha genç gö­
ründüğünü bilmeme rağmen bu fikre güldüm. Onun bu öne­
risi benim huzursuzluğumun geçen yıllarıma dair bir işaret­
ten başka bir şey olmadığını görmemi sağladı. Neredeyse
kadınların yeni ayda kanamalarının durduğu yaştaydım ve
çöküş günlerimi Nakht-ra'nın bahçesinin tanıdık huzuru için­
de geçirirken kendimi gördüm. Yatağımın üzerine bir lsis
heykeli yerleştirdim ve henımefendi tanrıçanın, kadınların ve
erkeklerin şifa vericisinin bilgeliği ve huzuru için dua ettim.
Ama dünyadaki koruyucularımın sağlıkta olmaları için
dua etmeyi ihmal etmişim. Bir gece geç saatte, bağıran ke­
dilerin sesiyle uyandınldım ve sonraki sabah da Nakht-ra,
Ra-nefer'in uykusunda öldüğünü bana söylemek için geldi.
Hatırasına bir heykelin hazırlatıldığı Memfis'teki babasının
mezarında, onu şık bir törenle bir sonraki yaşama hazırlaya­
cak olan rahipler tarafından bedeni alınmıştı . Törenler üç
gün boyunca sürecekti.
282 Anita Diamanı

Nakht-ra kendisiyle birlikte törene katılmak isteyip iste­


mediğimi sordu. Ona teşekkür ettim ama hayır dedim. Ra­
hatlamış olmalıydı, çünkü ikimiz de biliyorduk ki ayinci pa­
pazların arasında bana yer yoktu,
Ra-nefer'in ölümünden sonraki günlerde onun için ağla­
dığım kadar ona lanet de ettim. O benim kurtarıcım olduğu
gibi benim gardiyanım da olmuştu. Bana Salem'i vermiş ve
sonra da onun hatırasını çalmıştı. Sonuç olarak kadını tam
anlamıyla tanımıyordum bile. Ra-mose okula gittiğinden bu
yana onu çok az görmüştüm ve tüm o yıllar boyunca kendi­
ni nasıl oyaladığı konusunda hiçbir fikrim yoktu; yün mü
eğirdi yoksa dokuma mı yaptı, ya da günlerini uyuyarak mı
geçirdi, oğlu ve kocası için geceleri ağladı mı? Benden nef­
ret mi etti yoksa bana acıdı mı ya da beni sevdi mi?
Onun ölümünü takip eden gecelerde capcanlı ayrıntılar­
la bir rüya gördüm; Ra-nefer, isimlendiremediğim tanıdık
bir sesle "Şekem" diye haykırarak, gün batımında uçan
ufak bir kuş biçiminde beni ziyaret etti. O, Ra-nefer kuşu,
insanları ve nesneleri yerden kaldırmaya çalışıyor ama güç
bulamıyordu ve bitkin düşüp öfkelenene kadar umutsuzca
kanatlarını çırpıyordu. Her gece, haykırarak güneşin içinde
kayboluyordu. Öyle görünüyordu ki sıkıntılı ruhu asla huzur
bulamayacaktı. Bu rüyayı gördüğüm yedinci gecenin
sonunda onun için içimde acıma dışında artık hiçbir şey his­
setmez olmuştum.
Bir sonraki mevsim Nakht-ra öldü ve onun için hiç kuşku
duymadan yas tuttum. Dürüst, cömert, iyi huylu ve her za­
man nazik, Mısırlı bir asil adam örneğiydi. Oğlum böylesi bir
babaya sahip olduğuna göre kutsanmış olmalıydı ve Ra-mo­
se 'nin de hayatında bildiği tek Babası için ağladığını biliyor­
dum. Bana söylenmemesine rağmen Ra-mose'nin törenler
için Memfis'e gittiğini de tahmin ediyordum. Yalnızca
Nakht-ra, bana oğlumun yolculuklannı anlatmayı akıl eder­
di. Onun ölümüyle birlikte, Ra-mose'yle olan bağımın zayıf­
ladığını hissettim.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 283

Nakht-ra gittikten sonra; karısı, erkek kardeşiyle yaşama­


ya Delta'da kuzeyde bir yere gitti. 'Ev yeni bir katibe verile­
cekti. Ra-mose biraz daha büyük ve tapınağın politikaları
hakkında daha tecrübeli olsaydı, bu mevki ona verilebilirdi.
Bunun yerine, Nakht-ra'nın rakiplerinpen biri seçildi. Çalı­
şanların çoğu kalacaktı ve �şçı bana da kalmam için ısrar et­
ti. Ama evinin neye benzediğini araştırmaya gelen yeni ha­
nımefendinin gözlerindeki buz gibi bakış en son isteyeceğim
şeyin bu olması gerektiğini bana gösterdi.
Meryt de bir değişimin eşiğindeydi. Büyük oğlu Menna
Kralların Vadisinde çatısı altında ona da bir yer önermişti.
Baş fırıncı olarak atanmıştı ve annesini de memnuniyetle ka­
bul edeceği daha geniş bir ev verilmişti. Menna, hünerli ebe­
ler olmadığından vadideki zanaatkarların eşlerinin, pek ço­
ğunun doğum sırasında öldüğünü söylüyordu. Meryt onların
arasında yaşamaya gelirse saygı duyulan bir vatandaş ola­
caktı.
·
Arkadaşım baştan çıkmıştı. On'a yaptığımız felaket dolu
yolculuktan sonra yabancı ebe ve onun yandaşı hakkında
dedikodular dolaşmaya başlamıştı. Lanet ettiğim rahip ben
onu gördükten sonra sesini kullanamaz olmuştu ve topalla­
maya başlamıştı. Hizmetkarlar ve tüccarların eşleri hala bizi
çağırmasına rağmen, asil kadınların doğumlarına katılmak
üzere daha az çağrı gelmeye başlamıştı.
Dostumun, saygın olma ve yeni bir başlangıç düşüncesin­
den zevk aldığını biliyordum, ama o bir gelinle birlikte yaşa­
mak konusunda endişe duyuyordu ve Teb'teki hayatın rahat­
lığını bırakmaktan sıkıntı duyuyordu. Oğluna, davetini bir
sonraki mevsime kadar, yeni yıla kadar aklında tartacağını
söyledi. Her şeyin ötesinde, diye açıkladı, köpek yıldızının
görünmesi değişiklikler yapmak için en uğurlu vakti işaret
eder.
Dostum ve ben seçimlerimizi değerlendirdik, ama sık sık
en kötü korkularımızı kendimize saklayarak sessiz kaldık.
Gerçekte benim gidecek hiçbir yerim yoktu. Herya bana ya-
284 Aniıa Diamanı

nında bir yer teklif etmemişti. Basitçe olduğum yerde kal­


mak ve en iyisini umut etmek zorundaydım. Eğer Meryt oğ­
lunun evine gitmek üzere aynlırsa yalnızlık beni yutacaktı,
ama ben bu konuda sessiz kalıyor ve o vadideki hayatı anla­
tırken dinliyordum.
Meryt asla bensiz ayrılmayı düşünmedi, ama gelininden
evinde iki kadına tahammül etmeyi istemek konusunda çeki­
niyordu. Dostum ikilemini iyi kalpli efendisine açtı ve Rud­
dedit ona kalması için yalvardı ve ona benim de her zaman
çatısı altında bir yerim olacağı konusunda söz verdi.
Ama hanımefendinin kocasının Nakht-ra'yla alakası yok­
tu. Zaman zaman hizmetkarlarına vuracak kadar öfkeli, dar
kafalı bir tirandı ve Ruddedit bile onunla mesafesini korurdu.
Eğer o eve gidersem hayatım kısıtlı ve gizli olacaktı.
Eğer rüyalarımda bulduğum huzur olmasa tüm umutları­
mı yitirirdim; rüyamda bin nilüferle dolu bir bahçe çiçek açı­
yor, çocuklar kahkahalar atıyor ve güçlü kollar beni güvende
tutuyordu. Meryt bu rüyalardan muazzam bir hikaye çıkardı
ve yerel bir kahini ziyaret etti; o da, bir keçinin bağırsakla­
rında benim için sevgi ve zenginlik gördü.
Yeni yıl geldi ve Menna annesini görmek için geri döndü.
Karısı, Shif-ra de bu kez ona eşlik ediyordu ve şöyle dedi,
"Anne, bizimle eve gel. Oğullarım tüm gün fırında babalarıy­
la çalışıyorlar ve ben sık sık evde yalnız kalıyorum. Güneşin
altında oturman ve istirahat etmen için pek çok oda var. Ya
da ebe olarak devam etmek istersen ben senin takımını taşır
ve senin yardımcın olurum. Kocamın evinde saygı görecek­
sin ve senin ölümünden sonra hatıranı batı tarafında adına
dikeceğimiz bir fidan ile onurlandıracağız.
Meryt gelininin konuşması ile duygulandı. Shif-ra benden
birkaç yaş gençti, sevecenlikle bakan, kalın ve gür siyah kir­
piklerle çevrili iri gözlerini saymazsak sıradan bir kadındı.
Kadının ellerini tutarak Meryt "Menna sana sahip olduğu
için şanslı, dedi .
K ı r m ı z ı Çad ı r 285

"Ama Den-ner'ı burada bırakamam. O artık benim kızım


ve ben olmadan dünyada yalnız kalır. Gerçekte o usta ebe ve
ben onun yardımcısıyım. Vakitleri geldiğinde Teb'teki asil ka­
dınların çağırdığı ilk kişi odur. "
"Onu da evine almanı senden isteyemem. Ve yine de,
ona da aynı misafirperverliği gösterirsen, senin de bu dün­
yada en iyi şekilde ödüllendirileceğine inanıyorum. O, para­
nın ve şansın işaretini taşıyor. Muazzam bir güçle rüya görü­
yor ve yalanlari anlıyor. Bunlarm hepsi bana verildi ve bu sa­
na ve senin evine de yarar sağlayacaktır. "
Meryt'in sözleri üzerine Shif-ra kocasına gitti. Menna evi­
ne bir başka yaşlanmakta olan kadının gelmesi fikrinden
hoşnut olmasa da şans sözü onu ikna etmişti. Annesi ve ka­
rısıyla beni davet etmek üzere sundurmama geldi . Kutum­
dan turkuvaz renkli bir skarab alıp bunu Menna'ya verdim.
" Misafirperverlik tanrıların kendi zenginlikleridir, " dedim fı­
rıncının önünde alnımı yere dayayarak; o, kendisine böyle­
sine saygı gösterilmesi karşısında utandı.
"Belki de erkek kardeşim bahçesini size verebilir, " dedi,
ayağa kalkmama yardım ederken. ' "Karısının bir şeyler yetiş­
tirme konusunda yeteneği yok ve annem bana sizin toprak­
ta Osiris'in dokunuşunun etkisini yarattığınızı söyledi. " Şim­
di bu iyilik karşısında utanma sırası bendeydi. Hayatımda bu
kadar iyi insanı nasıl olup da bulmuştum? Böylesi iyi bir tali­
hin arkasında yatan neydi?
Menna'nın görevi onu evi�e çağırdı, böylece yolculuğu­
muz için hazırlanmak üzere yalnızca birkaç günümüz vardı.
Önce pazar yerine gittim ve okuma yazma bilmeyen insan­
ların adına yazan bir katip kiraladım ve onun aracılığıyla
Kus'da ikamet eden, katip Kar'ın asistanı, Ra-mose'ye ha­
ber gönderip; onu, annesi Den-ner'ın Kralların Vadisine,
Menna adındaki baş fırıncının evine taşındığı konusunda bil­
gilendirdim. lsis'in ve oğlu Horus'un adına ona iyi dilekleri­
mi gönderdim ve katibe mesajın oğluma ulaşacağından emiiı
olmak için ücretinin iki katını ödedim.
286 Anita Diamanı

Kurumuş bitkileri olduğu kadar kökleri de alarak, bah­


çemdeki otları topladım. Çalışırken bir hayatı bırakıp diğeri­
ne gitmeden annemlerin kendi bahçelerini nasıl talan ettik­
lerini hatırladım. Kendi başıma pazara gittim ve kıyafetieri­
min çoğunu zeytinyağı ve sofralık yağ, ardıç yağı ve böğürt­
lenlerle takas ettim, çünkü vadide pek az ağacın ürün verdi­
ğini duymuştum. En iyi bıçağı alabilmek için her tezgahı
araştırdım ve gitmeden bir önceki gün Meryt ve ben nehre
gidip bin kadar bebeği doğurmaya yetecek kadar kamış top­
ladık.
Yıllar geçtikçe ağacının olgunlaşmasıyla daha da güzelle­
şen Benya'nın kutusu içinde sakladıklarımı paketledim. Ka­
pağını kapatırken, mutsuz bir gelecekten kaçmanın getirdiği
rahatlamayı hissettim.
Nakht-ra'nın evini bırakmadan önceki gece; havuzun et­
rafında yürüyerek, parmaklarımı her bir çalı ve ağacın üze­
rinde gezdirerek, açmakta olan nil(\f er ve taze yonca koku­
larını içime çekerek bahçeyi izledim. Ay batmaya başladığın­
da, evin içine süzüldüm ve çatıya kadar uyuyan bedenlerin
arasında dolaştım. Kediler bana sürtündüler ve bu toprakla­
rın "kürklü yılanlarını" ilk gördüğümde duyduğum korkuyu
hatırlayarak gülümsedim.
Mısır'daki günlerimin tümü o evde geçmişti ve gece ka­
ranlığında dönüp geriye bakınca çok az ama güzel şeyleri
hatırladım: bebek oğlumun kokusu ve Nakht-ra'nın suratı,
salatalıklar ve ballı balık, Meryt'in kahkahası ve sağlıklı oğ­
lanlar ve kızlar doğurttuğum yeni annelerin tebesümleri. Acı
dolu şeyler -Werenro'nun hikayesi, Ra-nefer'in seçimi, hat­
ta kendi yalnızlığım- güzel bir gerdanlıktaki düğümlere ben­
ziyordu, boncukları yerinde tutmak için gerekli olan. O gün­
lere elveda derken gözlerim doldu ama hiç pişmanlık hisset­
medim.
Sabahleyin diğerleri geldiğinde, kutum ve ufak çıkınım
yanımda, bahçe kapısının dışında oturuyordum. Gemiye ka­
dar Ruddedit de bizimle birlikte yürüdü ve gemiye binmeden
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 8 7

beni kucakladı. Uzun bir süre Meryt'in kollarında ağladı, ge­


mi kıyıdan ayrılırken de ağlayan tek kişi oydu. Ona bir kez
el salladım, ama sonra gözlerimi batıya diktim.

Katibin evinden, fırıncının evine yolculuk yalnızca bir gün


sürdü, ama geçiş iki dünya arasındaki farkı gözler önüne se­
riyordu. Gemi pazardan evlerine dönmekte olan bir bayram
havasındaki vadi sakinleri ile doluydu. Erkeklerin pek çoğu
açık havada, güvertede traş olmuşlardı; bu yüzden yanakları
parlıyor ve saçları da işıldıyordu. Anneler yanlarındaki ço­
cukları hakkında sohbet edip, sırayla onları okşuyor sonra
da azarlıyorlardı. Yabancılar birbirleriyle sohbete girişmiş;
yüklerini kıyaslıyorlar ve aile isimlerini, mesleklerini ve ad­
reslerini karşılaştırarak bir bağ kurmaya çalışıyorlardı. Sanki
her zaman ortak bir dost ya da ata buluyor gibi görünüyor­
lardı ve ardından da uzun süredir dostmuş gibi birbirlerinin
sırtına vuruyorlardı.
Kendileri ve birbirleri ile başka hiçbir halkın olamayacağı
kadar rahattılar ve ben de buna neden olan şeyi merak et­
tim. Belki de gemide hiçbir asilzade ya da muhafız hatta
katip bile olmadığı içindi. Yalnızca evlerine giden zanaatkar­
lar ve onların aileleri.
Gemiden sonra, dev bir yaban arısı kovanına benzer va­
di girişine uzanan kısa, dik bir yokuş vardı. Yüreğim sıkıştı.
Hayatımda gördüğüm en çirkin yerdi. Öğleden sonra güne­
şinin kavurucu sıcağında, terk edilmiş yollar boyunca ağaç­
lar bükülmüş ve kirli görünüyordu. Yanyana dizilmiş, her bi­
ri diğerinden daha sıradan ve kasvetli evlerin içleri kalabalık­
tı. Kapı aralıklarından, karanlığın içine doğru uzanan dara­
cık koridorlar göze çarpıyordu ve bunların en büyüğünde bi­
le dik duramayacak kadar uzun muyum yoksa diye merak­
landım. Caddeler; bahçeler, renkler ya da hayattaki iyi şey­
lerin herhangi birine dair hiç ipucu vermiyordu.
Bir şekilde Menna bir caddeyi diğerinden ay·rt ederek ta­
nıyıp bizi kapısında ufak bir oğlanın etrafı izleyerek durduğu
288 Anita Diaman ı

erkek kardeşinin evine götürdü. Çocuk bizi görünce babası­


nı çağırdı ve Meryt'in il<ıinci oğlu Hori iki eli de ekmek ha­
muruna batmış olarak caddeye fırladı. Meryt'e koştu ve dir­
seklerinden tutup onu kaldırdı, Meryt'in gülümsemesi ile gü­
lüp onu çevresinde döndürdü, döndürdü. Ailenin geri kalan­
ları da bir araya toplaP,dı ve büyük anneleri oğlunun yüzüne
gülümseyip onu burnundan öperken ellerini çırptılar. Ho­
ri' nin evlilik yaşı gelmiş bir genç kızdan, geldiğimizde bizi in­
celeyen yeni yürümeye başlayan ufaklığa uzanan toplam beş
çocukla dolu bir evi vardı.
Aile, gürültü karşısında gülümseyen komşuları kapılara
çekerek sokağa döküldü. Ardından Meryt, Hori'nin evinin
ön odasına ve salona götürüldü; burası yüksek pencerelerin,
öğleden sonra güneşinin parlak renkli yer döşemelerini ve
bahçe manzaralarıyla boyanmış duvarları yalayıp geçmesine
izin veren mütevazi bir odaydı. Arkadaşım evin en iyi sandal­
yesine oturtuldu ve resmi olarak bir bir torunlarına tanıştırıl­
dı.
Ben ise çocuklarının ilgisinin tadını çıkaran Meryt'i izleye­
rek, bir duvara yaslanarak yere oturdum. Kadınlar bir gözü­
me mutlak bahçesinin iliştiği arka odalardan yemek getirdi­
ler. Meryt lezzetle baharatlanmış ve bol olan yemeği övdü ve
biranın asillerin şehrinde tattıklarının hepsinden daha iyi ol­
duğunu söyledi. Gelini bu sözler üzerine mutlu oldu ve oğlu
da gururla başını salladı.
Daha önce bu kadar uzun boylu bir kadın ya da yabancı
olduğu bu kadar belirgin bir yüz görmemiş olan çocuklar be­
ni süzüyorlardı. Kucağıma tırmanıp, baş parmağı ağzında
orada kalan ufak gözcü dışında çocuklar mesafelerini koru­
dular. Göğsümde bir çocuğun ağırlığı, Ra-mose'yi böyle tut­
tuğum günlerin tatlılığını anımsattı bana. Öyle bir özlemle iç
çektim ki diğerleri de bana döndüler.
"Dostum, " diye haykırdı Meryt ve bir çocuk gibi beni et­
rafımda döndürdü böylece herkes yüzümü görebilec�kti.
" Menna size, onun, kendisinin şefkatle evine kabul ettiği hiç
K ı rm ı z ı Ça d ı r 2 8 9

dostu olmayan bir ebe olduğunu söyleyecektir. Ama ben si­


ze, benim onun dostu ve onun kardeşi olduğumu ve ondan
daha yetenekli bir ebeyi ne gördüğümden ne de duyduğum­
dan, benim onun öğrencisi olduğumu söylüyorum. lsis'in el­
lerine sahip ve tanrıçaya özgü çocuk sevgisiyle, anneler ve
bebeklere gökyüzünün şefkatini sunar. "
Meryt, ailesinin ilgisiyle yanakları kızarmış, pazarda mal­
lannı satan bir tüccar gibi benim hakkımda konuştu. "Ve
-
kendisi aynı zamanda bir kahindir de, canlarım. Rüyaları
güçlüdür ve öfkesinden korkulur, çünkü onun şeytani bir
adamı genç bir anneye zarar verdiği için tüm hayatı boyun­
ca lanetlediğini gördüm. Erkeklerin yüreklerini açıkça görür
ve kimse onu yalan söyleyen bir yüreği saklayacak güzel söz­
lerle kandıramaz.
Şimdi kendi sesi ve çocuklarının ilgisiyle mest olmuş
Meryt "O, doğudan geliyor, " dedi. " Orada, kadınlar genel­
likle Mısırlı erkekler kadar uzun olurlar. Ve bizim Den­
ner' ımız uzun boylu olduğu kadar da akıllıdır, çünkü d( ·<luda
konuşulan dili ve bizim dilimizi konuşur. Ve, Ra-mose'yı , bir
gün bu topraklardaki tek güç olacak Nakht-ra'nın varisini
dünyaya o getirmiştir. Onun annesini aramızda gördüğümüz
için şanslıyız ve Menna'nın evi ve ailesi de, çatısı altında
Den-ner uyuduğu sürece bu şansa hep sahip olacaktır. "
Üzerime bu kadar çok göz dikilmesinden mahcup olmuş­
tum. Tüm söyleyebildiğim "Teşekkürler, " oldu. Menna ve
Shif-ra'ye ve ardından da Hori ve eşi, Takharu'ya eğilerek
"Teşekkür ederim, " dedim. "Cömertliğiniz için teşekkür ede­
rim. Ben sizin minnettar hizmetkarınızım."
Birlikte yemek yiyip, şakalaşırken ve birbirleriyle eğlenir­
ken aileyi incelemekten memnun duvar yanındaki köşeme
döndüm. Gün ışığı solmaya başlarken ben de bir anlığına
gözlerimi kapattım ve kucağında Yusuf'u tutan, yanağını
onunkine bastırmış Rahel'i gördüm.
Yıllardır erkek kardeşim Yusuf'u aklımdan geçirmemiştim
ve hatırladığım anıyı da tam olarak bir yere koyamadım.
2 9 0 Anita Diamanı

Ama bu sahne Lea'nın dokunuşlarının hatırası kadar canlı,


Mamre'deki çadırlar kadar hayalimde netti. Bir çocukken bi­
le Yusuf' un aile hikayesini bir sonraki kuşaklara taşıyacak ki­
şi olduğunu biliyordum. O, yalnızca güzel bir anneden doğ­
muş güzel bir erkek olmaktan daha ilgi çekici ve karmaşık bi­
rine dönüşecekti.
Meryt'in ailesi, duvarın yanında otururken kestirdiğimi
düşündüler ama Yusuf ve Rahe!, Lea ve Yakub, teyzelerim
ve Inna ve Şekem'den önce'ki. günlerimle ilgili düşüncelerde
kaybolmuştum. Yeniden iç geçirdim, bir öksüzün iç çekişiy­
le. Ve nefesim, hoş geldin partisinin sona erdiğini bildiren
anlık bir geçmişe özlemle odayı doldurdu.
Menna, Meryt'le beni yakın olan evine doğru ay ışığıyla
aydınlanan caddelerden götürürken gece iniyordu. Hori'nin­
kinden daha geniş ve hatta daha iyi donatılmış olsa da, içe­
risi sıcak ve havasızdı böylece şiltelerimizi bir merdivenle ça­
tıya taşıdık, burada yıldız takımları yalnızca bir kar.ş ötede
görünüyordu.
Gün doğumundan az önce uyandım ve tüm şehri rüya
görürken izlemek için kalktım. Yalnız veya çiftler halinde ya
da çocuklar ve köpeklerle kümeler halinde yatıyorlardı. Bir
kedi ağzında bir şey taşıyarak caddeden aşağıya indi. Bunu
yere bıraktı ve bunun temizlemek için yalamaya başladığı bir
kedi yavrusu olduğunu gördüm. İzlerken, güneş tepeleri
pembeye ve ardından da altına boyadı. Kadınlar uyandılar
ve gerindiler ve sonra da merdivenlerden aşağıya indiler. Kı­
sa sürede yemek kokusu havayı doldurdu ve gün başladı.

İlk önceleri, Shif-ra benim ya da Meryt'in mutfağında ya


da bahçesinde hiçbir şey yapmamıza izin vermedi, böylece
ikimiz onun çalışmasını izleyerek işe yaramadan oturduk.
Meryt her şeye burnunu sokan bir kaynana olmaktan korku­
yordu, ama elleri bir şeyler yapmak için sızlıyordu. "Yalnız­
ca biranın suyunu çıkarayım, " dedi. "Ben de yeri süpürebili­
rim, diye teklif ettim. Ama Shif-ra önerilerimizden gücen-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 2 9 1

miş göründü. Bir hafta boyunca boş boş oturduktan sonra,


artık buna daha fazla dayanamadım. Kocaman boş bir tes­
tiyi kaparak, "Ben çeşmeye gidiyorum," dedim ve Meryt'i
olduğu kadar kendi kendimi de hayrete düşürerek, ev sahi­
bim itiraz edemeden kapıdan çıktım. Teb'teki caddelerden
korktuğum tüm o yıllardan sonra, bu caddeye, tam olarak
nereye gideceğimden bile emin olmadan fırlamıştım. Ama,
her zaman çeşmeye giden ya da oradan dönen kadınlar ol­
duğundan çabucak yolumu buldum.
Yürürken, kapı aralıklarından evlerin içini gözetledim ve
tozun içinde oynayan çıplak çocuklara gülümsedim. Bir ev
ve diğeri arasındaki farkları görmeye başladım; oraya bura­
ya ekilmiş çiçekler, kırmızı ya da yeşile boyanmış üst eşikler,
kapı aralıklarına yerleştirilmiş tabureler. Yeniden kendimi bir
kız çocuğu gibi hissettim, gözlerim yeni sahnelere açık, gün­
lerim yapacak işim olmadan boş.
Çeşme yakınında, önümde badi badi yürüyen hamile bir
kadınla karşılaştım. "Bu senin için ilk değil, değil mi?" diye
sordum heyecanla ona yetişince. Bana bakmak için döndü­
ğünde Yusuf doğmadan önceki uzun yıllar boyunca Rahe!' in
yüzünün de almış olduğunu düşündüğüm ifadeyi gördüm.
Kadının yüzü öfke ve ümitsizlikle karıştı.
"Oh, tatlım, " dedim utanarak. "Bunun senin için ne an­
lama geldiğini anlamadan konuştum. Korkma, ufak anne.
Bu oğlan sağlıklı doğacak. "
Gözleri korku ve umutla açıldı ve ağzı yayıldı. " Benimle
böyle konuşmaya nasıl cüret edersin? Bu da daha öncekiler
gibi ölecek. Ben lanetliyim. " Sözlerinde acı ve keder taşıyor­
du. "Ben şanssız bir kadınım."
Cevabım ulu ananın güveni ile çıktı, benim aracılığımla ı;:ı­
kan ama benden gelmeyen bir sesle . "Oğlun bütün ve sağ­
lıklı doğacak hem de pek yakında. Eğer bu gece değilse de
yarı n . Beni çağır ve ben de tuğlalar üzerinde sana yardım
eder, göbek bağını keserim.
292 Anita Diamanı

Adı Ahouri'ydi ve testilerimizi doldurduktan sonra, bana


fırıncının evine doğru yol gösterdi. Menna'nın doğusunda
yalnızca birkaç kapı ötede yaşıyordu ve bir sonraki gece vak­
ti gelince, kocası yabancı ebeyi arayarak geldi.
- Meryt ile birlikte hayatımda görmediğim kadar kolay ve
doğrudan bir doğuma katıldık. Ahouri, rahminin üçüncü
ama tek nefes alarak doğan çocuğunu tutarken huzurla ağlı­
yordu. İri yarı bir oğlandı ve ona Den-ouri adtnı verdiler. Bir
çömlekçi olan kocası; bana duydukları minnettarlığa karşılık
teşekkürlerle ellerimi öperek güzel bir testi hediye etti ve
eğer buna izin verseydim beni eve kadar kollarında taşıya­
caktı.
Meryt, Ahouri için bir tür mucize gerçekleştirdiğimin hi­
kayesini yaydı ve kısa sürede Teb'te olduğumuzdan daha
meşguldük. Vadide çalışan erkeklerin çoğunluğu, doğurgan
yaşta karılan olan genç erkeklerdi ve bir ayda on doğuma
yakın doğuma katıldık. Shif-ra'nin aftık doyurması gereken,
elleri boş konukları yoktu ve aslında hızla ne yapacağını bi­
lemediği pek çok güzel şeyi ve fazladan keteni oldu. Menna
çatısı altında böyle saygı duyulan konuklan olmasından gu­
rur duyuyordu ve bana sanki kendi teyzesiymişim gibi davra-
·

nıyordu.
Haftalar ve aylar hızla geçti ve vadideki hayat sıradan dü­
zenine kavuştu. Sabahlar, kavurucu sıcaklar inmeden, en yo­
ğun zamanlardı. Erkekler erkenden gidiyor ve kadınlar evi
süpürüp, günün yemeklerini pişirip; haberlerin alınıp verildi­
ği ve bir sonraki şenlik için planların yapıldığı çeşmelerden
su taşırken çocuklar da oynuyorlardı.
Büyü)< nehir şehirden görünmemesine rağmen, kıraç va­
dideki günlük hayatın gelgitlerini hala o yönetiyordu. Mev­
simleri, Nil'in kıyısında çiftçiliğin ritimlerini öğrenerek büyü­
yen zanaatkarlar tarafından, yoğun duygularla kutlanıyordu.
Büyük nehrin topraklarındaki bunca yıldan sonra sonunda
mevsimlerinin o güzelim isimlerini öğrenmiştim. Akhit -taş­
ma, perit -durulma, shemou -hasat. Hepsinin kendi tatili ve
aya ait töreni, kendi şölen yemekleri ve şarkıları vardı.
Kı rm ı :t ı Ç a d ı r 2 9 3

Vadideki ilk hasat ayımdan hemen önce, bir katip elinde


oğlumdan gelen bir mektupla Menna'nın kapısına geldi. Ra­
mose, kralın seçimi olan Zafenat Paneh-ah denen yeni vezi­
rin katibi olarak görevlendirilerek yeniden Teb'te yaşadığını
söylemek için yazmıştı. Ammon-Ra ve İsis adına selamlarını
gönderiyor ve sağlığıma dua ediyordu. Resmi bir yazıydı
ama ben bunu gönderecek kadar beni düşündüğüne mutluy­
dum. Kendi eliyle yazılmış, kireç taşından bir parça çömlek
benim en değer verdiğim varlığım oldu ve benim karşı çıkış­
larıma aldırmadan, önemli bir insan olarak konumumun da
kanıtı haline geldi.
Oğlumun mektubunun gelmesinin üzerinden çok geçme­
den, bir başka adam, Den-ner isimli kadını arayarak kapıda
belirdi. Shif-ra ona, bir ebenin tuğlalarına ihtiyacı olanın kı­
zı mı yoksa karısı mı olduğunu sôrdu ama o "Hiç biri , " de­
di. Sonra da Shif-ra ona Teb'ten gelen bir başka mektup ge­
tiren bir katip olup olmadığını sordu, ama o yine " Hayır" de-
di. "Ben marangozum. "
Shif-ra, bir ebe arayan bekar bir marangoz hakkındaki il­
gi çekici haberlerle bahçeye geldi. Meryt, elindeki işten ka­
fasını kaldırıp sertçe ve ilgisizliğini gösteren bir bakışla bakıp
" Den-ner, git ve bak bakalım yabancı ne istiyor, " dedi. Ben
de hiç düşünmeden gittim.
Gözleri eskisinden daha hüzünlüydü ama diğer tüm yön­
lerden aynıydı. Benya sağ eliyle bana uzanmadan önce yal­
nızca bir an için durdum. Tereddüt etmeden, sol elimi onun­
kinin içine koydum. Sağ elimi uzattım ve o da bunu sol eliy­
le kavradı. Bu şekilde kaldık, el ele ve aptallar gibi gülümse­
yerek; hiç konuşmadan; ta ki Meryt bu belirsizlik durumuna
daha fazla dayanamayana kadar. "Oh, Den-ner, " dedi yalan­
cı bir ilgiyle "Orada mısın yoksa kapıdaki bir korsan mı?"
Meryt'in . tanrı Bes'in vahşi gµlümsemesini takınmış bir
ayağından diğerine kuş gibi sıçradığı eve doğru onu götür­
düm. Meryt'in geçen ayları Teb'ten buraya bana eşlik eden
zengin işi kutu ile yüreğini bana sunan sanatçıyı arayarak ge­
çirdiğini henüz öğrenmiş olan Shif-ra da gülümsüyordu.
2 9 4 Anita Diamanı

Onu oturttular, bira ve ekmek ikram ettiler. Ama Benya


yalnızca bana bakıyordu. Ve ben de onun bakışlarına karşı­
lık veriyordum.
Meryt bana sarılıp sonra da itekleyerek "Gidin o halde, "
dedi. "Menna kutunu sabah sana getirir ve ben de onu ek­
mek ve tuz ile takip ederim. Leydi !sis ve onun eşi Osiris adı­
na gidin. Gidin ve mutlu olun."
Bir yabancının peşinden gitmek için dostumun evini terk
ederken, kendi kararlılığım konusunda şaşırmıştım ama te­
reddüt etmedim.
Yan yana tek kelime etmeden caddeler boyunca, bana
saatler gibi gelen dakikalarca yürüdük. Evi, Meryt'ten çok
uzakta, mezarlıklara uzanan yola yakın, vadinin bir ucund<"y­
dı. Yürürken, annelerimin kınalı eller ve evlilik çadırına gi­
den gelin ve damat için söylenen şarkılarla ilgili hikayelerini
hatırladım. Şu anda kendimin de böylesi bir geçitte olup,
kendi evlilik yatağıma yürüdüğümü düşünerek gülümsedim.
Bir sonraki sabah Meryt'in nasıl bir çeşmeden diğerine ko­
şup, herkese baş marangoz Benya ve mucizevi ebe Den-ner
arasındaki aşk ilişkisini anlatacağını düşününce de gülümse­
dim. Hatta bu düşünce karşısında neredeyse kahkaha attım.
Benya ağzımdan kaçan bu sesi keder olarak algıladı. Kolunu
bana doladı, dudaklarını kulağıma dayadı ve fısıldadı, "Kork­
ma. "
Sihirli sözcükler. Başımı omzuna dayaçlım ve yolun geri
kalanını çocuklar gibi el ele tutuşarak yürüdük.
Neredeyse Menna'nın evi kadar geniş evine varınca beni
odalara götürdü ve büyük bir gururla kendi yaptığı mobilya­
ları gösterdi -iki tahta benzer sandalye, süslü püslü oyulmuş
bir yatak, pek çok farklı şekillerde kutular. Rahatlama otura­
ğını görünce güldüm, bu pis amacı için fazlaca güzeldi. "Bu
şeyleri yaparken seni düşündüm, " dedi mahcup omuz silke­
rek. "Senin burada oturduğunu, burada uyuduğunu, eşyala­
rı kendi zevkine göre yerleştirdiğini düşündüm. Meryt beni
bulunca senin için bunu yaptım. "
K ı rm ı z ı Çad ı r 2 9 5

Duvardaki nişten zarif ufak bir kutu aldı. Süslenmemişti


ama mükemmeldi, abanozdan yapılmıştı -kralların mezarla­
rı için kullanılan bir ağaçtan- ve kara bir ay gibi parlayana
kadar cilalanmıştı. "Ebelik takımın için," dedi ve bunu bana
uzattı.
Onun cömertliği ve nezakeı� ile mağlup olmanın
ezikliğiyle bir an için kutuya baktım. "Bir hatıra olarak sana
verecek hiçbir şeyim yok," dedim. Tek omzunu silkti, kısa
sürede kendi ellerim gibi bilir hale geleceğim bir hareketle.
"Bana hiçbir şey vermen gerekmiyor. Eğer bunu benim elle­
rimden kendi arzunla alırsan, senin seçimin, bana bıraktığın
hatıra olacaktır."
Böylece ben Mısır' da evli bir kadın oldum.
Benya, bizim için ekmek, soğan ve meyveden oluşan bir
yemek hazırladı ve mutfakta oturup sinirli bir sessizlikle ye­
dik, içtik. Bir erkekle son kez yattığımda genç bir kızdım.
Benya iki yıl önce pazarda ilk karşılaştığımız günden beri be­
ni düşünüyordu. Ailelerinin birleştirdiği iki bakire gibi utan­
gaçtık.
Yedikten sonra, elimi tuttu ve beni temiz çarşafların seril­
diği şık yatağın bulunduğu esas salona götürdü. Bu bana,
Nakht-ra'nın evindeki Ra-nefer'in yatağını anımsattı. Bu ba­
na babasının evinde Salem'in yatağını anımsattı. Ama Ben­
ya beni kendine doğru döndürdü ve ellerini yüzüme koydu
ve ben o andan önce gördüğüm her yatağı urn,.ıttum.
Birlikte yatmak yepyeni bir sürprizdi. İlk gecemizden iti­
baren Benya benim aldığım hazza çok dikkat etti ve kendi
aldığı hazzı benimkinde bulur göründü. O gece girdiğimiz
ilişki de utangaçlığım da kayboldu ve haftalar geçtikçe, ken­
dim de hiç farkına varmadığım arzu ve tutku kuyularını keş­
fettim. Benya benimle yatarken, geçmiş kayboluyordu ve
ben onun ağzının tadında, parmaklarının dokunuşunda yeni­
den doğan bir ruh oluyordum. İri elleri bedenimi sarıyor ve
yalnızlık ve sessizlik dolu yılların yarattığı gizli düğümleri çö­
züyordu. Çıplak bacaklarının görüntüsü, kalın ve kaslı, beni
296 Anila Diamant

öylesine tahrik ediyordu ki Benya sabah aynlırken, bacağı­


nın üst kısmını gösterecek şekilde eteğini kaldırıp, kızarma­
ma ve gülmeme neden olarak benimle dalga geçiyordu.
Kocam her sabah dükkanına gidiyordu ama taş oyucula­
nn ve boyacıların tersine mezarlarda çalışması gerekmiyor­
du. Bu yüzden akşamları bana dönüy.·>rdu, o ve ben birbiri­
mizden büyük hazlar alıyorduk, kötü olan tek şey benim na­
sıl yemek pişirileceğini bilmiyor, olmamdı.
Nakht-ra'nın evinde geçirdiğim yıllar boyunca, bırakın ye­
mek hazırlamak nadiren mutfağa girmiştim. Bir Mısır fırının­
da nasıl ekmek yapılacağını veya balık temizlemeyi ya da ta­
vuğun tüylerini yolmayı öğrenmemiştim. Benya'nın ihmal
edilmiş bahçesinden henüz olmamış meyveler yiyorduk ve
ben Menna'dan ekmek istiyordum. Mahcup yüzle Shif-ra'­
dan bir yemek pişirme dersi istedim, Meryt de derse yalnız­
ca benimle dalga geçmek için katıldı.
Annemin tariflerini yeniden yaratmaya çalıştım ama mal­
zemelerim yoktu ve oranlarını da unutmuştum. Beceriksiz ve
utanmış hissediyordum, ama Benya yalnızca güldü. "Açlık­
tan ölmeyiz, " dedi. "Ben yıllarca ödünç ekmek, meyve ve
dostlarımla ailemin evindeki geleneksel ziyafetlerle yaşadım.
Ben seninle benim aşçım olman için evlenmedim. "
Ama mutfakta bir yabancıyken, kendi evimle ilgilenmek­
ten büyük haz duyuyordum. Bir sandalyeyi nereye koyacağı­
ma karar vermek ve ·bahçeye ne ekeceğimi seçmekte öyle
bir tatlılık vardı ki kendi düzenimi yaratmaktan zevk alıyor­
dum ve ne zaman yerleri süpürsem ya da çarşafları katlasam
şarkı mıpldanıyordum. Mutfakta tencereleri önce boylarına
sonra da renklerine göre düzenlemeye saatler harcıyordum.
Benim evim kendime ait şeylerin olduğu bir dünyaydı, be­
nim idarecisi ve vatandaşı olduğum, benim seçtiğim ve hiz­
met ettiğim bir ülke. Bir gece, sağlıkl! ikizlerin dünyaya gel­
diği bir doğuma katılmış bitkin halde geç saatte eve döner­
ken yolumu kaybettiğimi' düşündüm. Gecenin karanlığında
sokağın ortasında durmuşken evimi kokusundan tanıdım
Kırmızı Çadır 2 9 7

-kişniş, yonca ve Benya'nın sedir ağacını andıran kokusu­


nun karışımı.
Kendi evime taşındıktan birkaç ay sonra, Menna benim
için ve Benya için ufak bir davet verdi. Kocamın işçileri ken­
di dükkanları ile ilgili şarkılar söylediler. Meryt'in oğulları ek­
mekle ilgili şarkılar söylediler ve sonra tüm erkekler karıları
ve çocukları ile birlikte sayısız aşk şarkılarına ses verdiler. Bi-
!
'
ze gösterilen ilgi, kaldırılan kadehler, kocaman tebessümler
ve öpücükler karşısında mahcuptum. Benya ve ben aslında
böylesi bir saçmalık için çokca yaşlı olmamıza rağmen birbi­
rimizden aldığımız haz başımızı döndürmüştü. Meryt bana
uzanıp, paylaşılan mutluluğumuzun saçtığı ışık karşısında
gevşeme şansını insanlardan esirgemeyi bırakmamı söyledi­
ğinde, tüm utangaçlığı minnetle bir yana bırakıp, dostlarımın
yüzlerine gülümsedim.
Bir iyilik meleği olan Benya'ya güvenmekte haklıydım.
Bir gece gökyüzüne bakarak sırt üstü uzanmıştık. Bana ha­
yatını anlattığında yalnızca incecik bir ay vardı ve yıldızlar yu­
karıda dans ediyorlardı. Sözler ağzından yavaşça çıktı, anıla­
rının çoğu hüzünlü olanlardı.
Benya, "Babama ait tek bir anım var, " dedi. "Kesekleri
parçalayarak sobanın arkasında oturduğum bir tarlada ben­
den uzaklaşırken gördüğüm sırtının görüntüsü. Annemi,
dört çocukla bırakarak öldüğünde ben altı yaşındaydım. Ben
üçüncü çocuktum. "
" fml:ıemin hiç erkek kardeşi yoktu ve babamın akrabala­
rı da cömert değillerdi. Bizim için bir yer bulması gerekiyor­
du, böylece annem beni şehre götürdü ve ellerimi taş oyucu­
lara gösterdi. Beni çırak olarak aldılar ve bana öğrettiler ve
sırtım güçlen�me ve ellerim nasır tutana kadar beni çalıştırdı­
lar. Ama ben dükkanlarda bir espri konusu olmuştum. Ben
odaya girince mermer kırılır ve ben ona keskiyi kaldırınca
granit ağlardı. "
" Bir gün pazarda dolaşırken bir marangozun yaşlı bir ka­
dın için eski bir tabure tamir ettiğini gördüm. Kemerimi gör-
298 Anita Diamant

dü ve önümde eğildi, benim yalnızca bir çırak olmama rağ­


men, ölümsüz maddelerle çalışan taş oyucular; en mükem­
mel eserleri bile bir adamın bedeni gibi çürüyen ağaç işçile­
rinden çok daha üstün görünürlerdi. "
"Marangoza b u saygının yersiz olduğunu ve bir kum taşı­
nın bile beni alt ettiğini söyledim, sokaklara dönme tehlikesi
ile karşı karşıya olduğumu itiraf ettim. "
"Tahta işçisi elimi eline aldı, bir o yana bir bu yana çevir-
di. Bana bir bıçak ve bir parça ağaç verdi ve benden torunu­
na bir oyuncak yapmamı istedi. "
"Ağaç sıcak ve canlı görünüyordu ve bir oyuncak bebek
ellerimde çaba sarfetmeden şekillendi. Çam ağacı bana gü­
lümsüyor gibi geldi. "
"Marangoz yaptığım b u şeye kafa salladı ve beni ustası­
nın dükkanına götürüp, beni muhtemel bir çırak olarak ta­
nıttı. Ve orada hayatımın işini keşfettim."
Burada kocam içini çekti. "Yine orada, karımla karşılaş­
tım, efendimin evinde hizmetkardı. Çok gençtik, " dedi ya­
vaşça ve bunu takip eden sessizlikte gençliğinin aşkını tüm
kalbiyle sevmiş olduğunu anladım.
Uzun bir sessizlikten sonra devam etti, "İki oğlumuz ol­
du. Tekrar durdu ve sessizlikte ufak oğlanların seslerini,
Benya'nın üzerlerinde titreyen kahkahasını, ninni söyleyen
bir kadının sesini duydum.
"Nehir hummasından öldüler, " dedi Benya. "Evlenip çift­
çi bir aileye giden erkek kardeşimi görmeye onları şehirden
götürdüm. Ama eve vardığımızda erkek kardeşimin ölmekte
olduğunu ve ailenin geri kalanının da hastalığa yakalanmış
olduğunu gördük. Karım hepsiyle ayrı ayrı ilgilendi, " diye fı­
sıldadı. "Oradan ayrılmalıydık," dedi o kadar yıldan sonra
hala capcanlı duran suçluluk duygusuyla.
"Bundan sonra, " dedi, "yalnızca işimle yaşadım ve yalnız­
ca işimi sevdim. Birkaç kez fahişelere gittim, " diye mahcup
itiraf etti. "Ama onlar fazlaca hüzünlüydü. "
K ı rm ı z ı Çadır 2 9 9

"Seni pazar yerinde gördüğüm güne kadar, hiçbir şey için


umut etmeye tenezzül etmedim. Seninle ilk karşılaştığımız­
da, yüreğim hayat buldu," dedi. "Ama sen ortadan kaybol­
duğunda ve beni hor gördüğünde öfkelendim. Hayatımda ilk
kez, ailemi çaldığı için ve sonra da gözlerimin önünde seni
vaad edip sonra da çekip aldığı için gökyüzüne isyan ettim.
Öfkeliydim ve kendi yalnızlığımdan korktum. "
"Böylece bir eş aldım. "
O ana kadar tümüyle sakindim, ama bu söz beni dikleş­
tirdi.
"Evet, evet, " dedi mahcup. "Kız kardeşim bana evlenme­
ye uygun bir genç kız buldu, bir boyacının evindeki bir hiz­
metkar ve onu buraya getirdim. Tam bir felaketti. Ben onun
için çok yaşlıydım; o da benim için çok salak. "
"Oh, Den-ner, " dedi, özür diler gibi mutsuzca. "Öylesine
uyumsuzduk ki komik olurdu. Asla konuşmadık. Yatağımı
paylaşmayı denedik iki kez ve o bile berbattı. "
"Sonunda kız benden daha cesur çıktı; zavallı kız, iki haf­
ta sonra burayı terk etti. Ben işteyken evden çıkıp gemiye
binmiş ve kaldığı boyacının evine geri dönmüş. "
"Teselliyi güçlü içkilerde aradım; artık tek eşim onlardı, ta
ki Meryt beni arayıp bulana kadar. Seni görmeyi kabul ede­
ne kadar beni üç kez ziyaret etti. Dostun 'hayır' dan anlama­
dığı için şanslıyım. "
Kocama döndüm ve şöyle dedim, "Ve benim şansım da
senin sınırsız iyi niyetinle geldi."
O gece çok yavaş seviştik, sanki son kezmiş gibi, ağlaya­
rak. Gözyaşlarından biri ağzıma düştü, burada mavi bir safir
oldu, gücün ve sonsuz umudun kaynağı.
Benya bunun karşılığında benim hikayemi sormadı. An­
nemin birayı yapış şekli ya da teyzemin bir ebe olarak yete­
neğinden bahsedince gözleri sorularla doluyordu ama bu bil­
me ihtiyacından hep bir adım uzak duruyordu. Eğer bana
adımın anlamını ya da "suyun" benim dilimdeki karşılığını
sorarsa gidebileceğimden korktuğunu düşünüyordum.
300 Anila Diamanı

Bir başka aysız gecede ona yapabildiğim oranda kendi


gerçeğimi anlattım: Ra-mose'nin babasının Nakht-ra'nın kız
kardeşi Ra-nefer'in oğlu olduğunu ve Teb'e kocamın kendi
yatağımızda öldürülmesinden sonra geldiğimi. Bunu duyun­
ca, Benya ürperdi, sanki bir çocukmuşum gibi beni kollarına
aldı ve saçımı: okşadı ve "Zavallıcık," dışında hiçbir şey söy­
lemedi. Bu duymayı istediğim tek şeydi.
İkimiz de, sevdiğimiz ölülerimizin adına asla bir daha ses
v�rmedik ve bu saygı gösteren davranış ile onlar da bizim
yeni eşlerimizle huzur içinde yaşamamıza izin verdiler ve- as­
la gündüzleri düşüncelerimizi sarmadılar ya da geceleri rüya­
larımızı ziyaret etmediler.
Hayat, Kralların Vadisinde, nehrin batı yakasında tatlıy­
dı. Benya ve benim ihtiyacımız olan her şey birbirimizde
vardı. Aslında. biri hariç her konuda zengindik; çocuklarımız
yoktu.
Kısırdım ya da belki yalnızca doğum için fazlaca yaşlıy­
dım. Aslında çoktan dolu dolu bir hayat yaşamıştım -kırk yı­
la yakındı- sırtım güçlüydü ve vücudum da hala ayın çekimi­
ne itaat ediyordu. Rahmimin donduğuna emindim ama yine
de tüm umudu yüreğimden söküp atamadım asla ve her ye�
ni ay, bedenimden akıp gid�n umut ile kederlendim.
Yine de tamamen çocuksuz değildik, çünkü Meryt sık sık
kapı eşiğimizde, bizi amca ve teyze diye gören torunlarını
oyalayarak oturuyordu -özellikle de küçük Kiya, bizim evde
uyumaktan o kadar çok hoşlanıyordu ki annesi zaman za­
man onu bizimle kalmaya, bana bahçede yardıma ve günle­
rimizi şenlendirmeye gönderiyordu.
Benya ve ben akşamları hikayeler paylaşıyorduk. Ben
ona yakaladığım bebekleri ve neyse ki oldukça az sayıda
olan ölen anneleri anlatıyordum. o da kendi işlerinden bah­
sediyordu -her biri yeni bir mücadele olan, yalnızca alıcı ve
yapıcıların isteklerine dayanan değil aynı zamanda da elin­
deki ağacın arzularına da uyan.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 0 1

Günler huzur içinde geçiyordu ve birinden diğerini ayırt


edecek hiçbir şeyin olmama�ı bana büyük bir hediye gibi gö­
rünüyordu. Benya'nın ellerine, Meryt_'in dostluğuna, yeni
doğan tenin dokunµşuna, yeni annelerin gülümsemelerine,
mutfağımda gülen ufak bir kıza, kendime ait bir eve sahip­
tim.
Razı olduğumdan fazlaydı.
DöRDÜNCÜ BöLÜM

lçi daha evime varmadan Ra-mose'den bir haber gel­

E diğini biliyordum. Kiya, bir katibin Den-ner'ı arayarak


Menna'nın evine geldiği ve Benya'nın evine doğru yol­
da olduğu haberleriyle kapıya koştu.
Oğlumdan bir başka mektubun geleceği umuduyla keyif­
lendim. Son gelenden bu yana bir yıldan fazla geçmişti ve
kendimi bu gece eve geldiğinde Benya 'ya oğlumun kendi
eliyle kireç taşından bir tablete yazdıklarını gösterirken hayal
ettim.
Kapı aralığında, bu mektubun içindekileri bir an önce
görmek için heyecanla bekledim. Ama adam, meraklı ufak
bir çocuk kümesiyle çevrelenmiş köşeyi döndüğünde, elçinin
kendi haberlerini kendisinin getirdiğini fark ettim.
Ra-mose ve ben birbirimize baktık. Karşımda tanımadı­
ğım bir adam görüyordum, babasınınkilere benzeyen gözle­
ri dışında Nakht-ra'nın bir kopyasıydı. Kaliteli ketenden kı­
yafeti, göğsünde parlayan iğnesi ve manikürlü ayaklarındaki
yeni sandaletleriyle karşımda duran Mısır prensinde kendim­
den hiçbir şey görmedim.
Bana bakarken ne gördü bilmiyorum. Gözlerinde mem­
nuniyetsizlik gördüğümü sandım ama belki de bu yalnızca
benim kuruntumdu. Artık sırtımda daha az hüzün taşıdığım
için daha dik durduğumu görebilecek mi diye merak ettim.
Gördüğü ya da düşündüğü her ne olursa olsun , bizler yaban­
cıydık.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 0 3

"Kabalığımı bağışla, " dedim sonunda. "Benya'nın evine


gir ve sana biraz soğuk bira ve meyve vereyim. Teb'ten bu­
raya yolculuğun yorucu olduğunu biliyorum."
Ra-mose de kendine geldi ve şöyle dedi, "Beni bağışla,
Anne. Senin güzel yüzünü en son gördüğümden bu yana öy­
le uzun zaman geçti ki. " Sözleri sakin ve kucaklayışı hızlı, tu­
haf bir sarılmaydı. "Bir içki içmekten memnun olurum, " de­
di ve beni evin içine doğru takip etti.
Her odayı, sarayların ve tapınakların zenginliklerine alış­
kın olan onun gözleriyle gördüm. Ön oda, renkli duvar re­
simleriyle donattığım benim odam aniden ufak ve çıplak gö­
ründü ve buradan hızla geçtiğine memnun oldum. Ben­
ya'nın salonu ise daha genişti ve yalnızca zengin evlerde ve
mezarlıklarda görülen parçalarla döşenmişti. Sandalyelerin
ve yatağın kalitesi oğlumun gözlerinde onay buldu ve onu
orada yiyecek ve içki getirmek üzere bıraktım. Kiya bizi içe­
riye kadar takip etmişti ve evimdeki bu güzel giyimli adamı
süzüyordu.
Ra-mose sessiz çocuğu göstererek sordu, "Bu benim kız
kardeşim mi?"
"Hayır, " dedim. "Bir dostumun yeğeni ve benim için de
bir yeğen gibidir. " Cevabım onu rahatlatmış göründü. "Tan­
rılar senin benim tek çocuğum olarak kalmanı takdir etmiş
görünüyorlar, " diye ekledim.
"Seni sağlıklı ve başarılı gördüğüme sevindim. Anlat ba­
na, evlendin mi? Büyük anne oldum mu?"
"Hayır, " dedi Ra-mose. "İşlerim beni kendi ailemi kura­
mayacak kadar çok meşgul etti," dedi, elinin keskin bir ha­
reketiyle. "Belki bir gün konumum ilerler ve ben de sana di­
zinde hoplatacak ufaklıklar verebilirim. "
Ama bu nazik bir diyalogdan başka bir şey değildi, hava­
da asılı kalan ve yapmacık kokan. Aramızdaki uçurum böy­
lesi bir yakınlık için fazlaca derindi. Eğer ben bir büyük anne
olursam, torunlarımı yalnızca, okunduktan sonra atılacak ki­
reç taşından tabletlerle gönderilen mesajlardan tanıyacak­
tım.
304 Anita Diamant

"Anne, " dedi, kadehinden bir yudum içtikten sonra, "Bu­


rada yalnızca kendi zevkim için bulunmuyorum. Efendim be­
ni karısının doğumuna katılması için Mısır'daki en iyi ebeyi
getirmem için gönderdi. "
"Hayır, bu doğru," dedi omuz silkmeme itiraz ederek.
"Ününü azaltacak hiçbir şey söyleme, çünkü Teb'te kimse
senin yerini alamadı. Efendimin eşi iki kez düşük yaptı ve ölü
doğan bir bebek yüzünden de neredeyse ölüyordu. Doktor­
lar ve büyücülerin de ona bir yararı olmadı ve şimdi ebeler
de doğum sırasında böylesine kötü talihe sahip bir prensesin
doğumuna katılmaya korkuyorlar. Kendi annesi de öldü ve o
çok korkuyor. "
"Efendim karısının üzerine titriyor ve ondan oğulları ol­
masından başka hiçbir şeyi bu kadar çok istemiyor. As-naat
hizmetkarlarından senin hünerini duymuş ve kocasının bir
zamanlar Teb'li kadınlara hizmet etmiş olan altın elli yaban­
cı kadını bulmasını.istemiş. Efendim her şey konusunda ba­
na güvenir ve bu konuda da beni çağırdı," dedi Ra-mose
efendisinden her bahsedişinde ince ağzı daha da küçülüp bü­
zülerek.
"Aradığının benim annemden başkası olmadığını öğre­
nince şaşkınlığımı düşün. Senin or:ıun hemşehrisi olduğunu
öğrenince aniden benim soyumdan etkilendi, " diye ekledi
Ra-mose alayla. "Vezir bana devlet meselelerini bir yana bı­
rakıp Krallar Vadisine gitmemi ve sana onun evine kadar eş­
lik etmemi buyurdu. Seni almadan geri dönmememi emret­
ti. "
"Sen b u adamı sevmiyorsun, " dedim sakince.
"Zafenat Paneh-ah kralın isteğiyle Teb'te vezir oldu, " de­
di oğlum resmi ama öfkeli bir tonla. "Geleceği gören ve baş
katibin bir öğrencinin yazdıklarına göz gezdirdiği gibi kolay­
ca rüyaları yorumlayan büyük bir kahin olduğu söyleniyor.
Ama okuma-yazması yok," dedi Ra-mose sertçe "hesap ya­
pamıyor, yazamıyor ve okuyamıyor; bu yüzden kral beni
Kar'ın öğrencilerinin en iyisini, onun sağ kolu olarak görev-
Kırmızı Çadır 305

lendirdi. Ve benim şimdi .olduğum yerde burası işte; eşsiz,


çocuksuz, bir barbarın gerisinde."
Bu söz karşısında gerildim. Ra-mose tepkimi fark etti ve
utançla renkten renge girdi. "Ah, Anne, sen öyle değilsin, "
dedi çabucak. "Sen diğerleri gibi değilsin, yoksa babam ve
büyük annem asla seni seçmezlerdi. Sen iyisin, " dedi. "Mı­
sır' da senden daha iyi· bir anne yoktur. " Onun iltifatı kendi­
me rağmen beni gülümsetti. Bana sarıldı ve bir an için be­
nim oğlum olan· sevgi dolu çocuğu geri kazandım.
Bir an sessizlik içinde biramızı içtik, sonra, "Tabii ki se­
ninle Teb'e gelirim. Eğer kralın veziri sana beni getirmeni
buyuruyorsa geleceğim. Ama önce dostum Meryt'le konuş­
malıyım, doğum odasında o benim sağ kolumdur ve o da be­
nimle gelmeli, " dedim.
"Kocamla, baş marangoz Benya'yla da konuşmalıyım,
böylece nereye gittiğimi ve ne zaman dönebileceğimi bilir: "
Ra-mose yeniden dudaklarını büzdü. "Bunun için hiç vak­
timiz yok, anne. Şimdi gitmeliyiz, çünkü hanımefetıdinin do­
ğumu yakın ve efendim de beni her an bekliyor. Diğerlerine
haber vermesi için kızı gönder. Vakit kaybedemem. "
"Korkarım ki bunu yapmak zorundasın, " dedim ve oda­
dan çıktım. Ra-mose mutfağa doğru beni takip etti ve itaat­
sizlik eden bir hizmetkara vurmak üzere olan bir efendi gibi
beni dirseğimden yakaladı.
Geri' çekildim ve yüzüne baktım. "Nakht-ra bırak bir .an­
neye, bir akrabaya böyle davranmaktansa ölmeyi yeğlerdi.
Hayatında bildiğin tek babanın anısını bu şekilde mi onurlan­
dırıyorsun? Onu, senin her şeyini borçlu olduğun asil bir
adam olarak hatırlıyorum ve sen onun adına saygısızlık edi­
yorsun. "
Ra-mose durdu ve başını önüne eğdi. Hırsı ve yüreği sa­
vaştaydi ve yüzü ruhundaki bölünmeyi gösteriyordu. Yere
düştü ve. alnı ayaklarımda eğildi.
"Seni affediyorum, " dedirrt "Hazırlanmak için yalnızca
bir dakikaya ihtiyacım var ve dostumu ve kocamı da Teb yo­
lunda bulacağız . "
3 0 6 Anila Dian)ant

Ra-mose yeniden yerden kalktı ve ben yapmaktan nefret


ettiğim bir yolculuk için hazırlanırken dışarıda bekledi. Takı­
mımı ve birkaç şifalı otu toplarken, hoşça kal demek için ıs­
rar ederek, güçlü oğlumu kabalığı için utandırdığım için ken­
di arsızlığıma gülümsedim. Tüm o yıllar boyunca Nakht­
ra' nın evinde yaşayan o korkak kadın neredeydi?
Meryt, haberlere aç, oğlunun kapısında beni bekliyordu.
"Çocukluğundan bu yana görmediği Ra-mose'yle onu tanış­
tırınca gözleri açıldı. Kralın vezirinin eşinin doğum için bizi
beklediğini öğrenince hayretle elini ağzına götürdü, ama
Meryt bana eşlik edemeyecekti. Şehirdeki üç kadın her an
doğum yapabilirdi ve içlerinden biri de bir akrabaydı, Shif­
ra 'nın erkek kardeşinin kızıydı. Kucaklaştık ve bana lsis'in
dokunuşunu ve Bes'in şansını diledi. Kapı da durdu ve ne­
şeyle el salladı. "Bana güzel hikayelerle dön, " diye haykırdı
ve kahkahası beni caddenin aşağısına kadar takip etti.
Benya beni kahkahayla göndermedi. O ve oğlum soğuk
soğuk birbirlerine baktılar; Benya, katibin konumunu tanıya­
rak başını eğdi ve Ra-mose de bir marangoz dükkanında en
az onun kadar saygı duyulan baş marangozu selamladı. Ko­
camın ve benim uygun şekilde vedalaşmamızın olanağı yok­
tu. Gözlerimizle veda yeminlerimizi ettik. Dönecektim. O,
ben bunu yapana kadar rahat olmayacaktı.
Ra-mose ve ben vadiden birbirimize hiçbir şey söyleme­
den yürüdük. Vadiden nehir kenarına inişe başlamadan, dur­
masını işaret ederek elimi koluna koydum. Eve yüzümü dö­
nerek acele bir dönüşü kesin kılsın diye, bahçemden bir bü­
kümlük sedef otu ve kendi fırınımdan bir parça ekmek dü­
şürdüm.
Nehre ulaşana kadar karanlık olmuştu ama sabah gemi­
sini beklemeye gerek yoktu. Kralın barkası yüzlerce lamba
ile aydınlatılmış bizi bekliyordu. Pek çok kürek çekti bizi ve
yok zamanda şehrin uyuyan caddelerine ve Ra-mose'nin be­
ni haremin kapısında bıraktığı muhteşem sarayın içine doğ­
ru hızlandık. Soluk, genç bir kadının büyük yatağında tek ba­
şına tünediği bir odaya götürüldüm.
Kı rm ı z ı Ça d ı r 3 0 7

"Sen Den-ner'sin, değil mi?" diye sordu.


"Evet, As-naat," diye kibarca cevap verdim, tuğlalarımı
yere bırakırken. "Bakalım tanrılar bizim için ne saklamış. "
"Bunun da ölü olmasından korkuyorum, " diye fısıldadı .
"Ve eğer öyleyse, bırakın ben de onunla öleyim. "
Kulağımı karnına dayadım ve rahmine dokundum. " Bu
bebek canlı," dedim. "Korkma. Yalnızca yolculuk için dinle­
niyor. "
Gün ışığıyla, sancıları başladı. As-naat, asil bir bayana ya­
kışır şekilde sessiz kalmaya çalıştı ama doğa onu feryat ettir­
di ve kısa sürede her sancıda havayı çığlıklarıyla doldurur ol­
du.
Annenin yüzünü yıkamak için soğuk su, yeni saman, oda­
yı ferahlatmak için de nilüfer çiçekleri istedim ve cesaret ver­
meleri için efendilerinin etrafında toplanacak beş hizmetkar
çağırdım. Bazen bunun yoksullar için daha kolay olduğunu
düşündüm. Ailesi olmayanlar bile komşularına o kadar yakın
mahallelerde yaşarlar ki doğum yapmakta olan bir annenin
çığlıkları, uçuşta liderin çağrısına cevap veren kazlar gibi di­
ğer kadınları onun yanına getirir. Ama zenginlerin etrafı, ha­
nımefendilerine kardeş gibi davranamayacak kadar korku
dolu uşaklarla sarılır.
As-naat'ın doğumu çok kolay olmadı ama gördüğüm en
kötü doğumun yakınından bile geçmiyordu. En azından o
gün için kız kardeşi olan kadınlarla desteklenerek uzun saat­
lerce itti. Gün batımının hemen ardından doğar doğmaz me­
me için haykıran kemikli ama sağlıklı bir oğlan dünyaya ge­
tirdi.
As-naat mutluluk gözyaşlarıyla yıkayarak ellerimi öptü ve
hizmetkarlarından birini Zafenat Paneh-ah'a sağlıklı bir oğ­
lan babası olduğunu söylemesi için yolladı. Ben de karanlık,
rüyasız bir uykuya daldığım sakin bir odaya götürüldüm.

Bir sonraki sabah terden sırılsıklam olmuş, başım zonkla­


yarak, boğazım yanarak uyandım. Şiltede yatarken, yüksek
308 Anita Diamanı

pencerelerden içeri dolan ışığa gözlerimi kısarak baktım ve


en son ııe zaman hasta olduğumu hatırlamaya çalıştım. Ba­
şım ·küt küt atıyordu ve yeniden gözlerimi kapattım. Daha
sonra yeniden açıldıklarında, gün ışığı odadan çekilmektey­
di.
Quvarın yanında oturan bir kız benim , kalktı9J1lı fark etti
ve bana bir içecek getirdi, alnıma da ıslak bir havlu koydu.
Ateşli uyku!'lun ve kompreslerin bulanıklığında iki gün geçti
ya da belki üç. Başım sonunda serinleyip, ağrı da azaldığın­
da, kendimi kalkamayacak kadar güçsüz buldum.
O ana kadar Shery adında bir kadın bana eşlik etmesi için
gönderilmişti. Kendini tanıttığında ağzım açık bakakaldım,
çünkü "ufaklık" anlamına gelen adı hayatımda gördüğüm en
şişman kadına tuhaf şekilde oturmuştu.
Shery vücudumdaki ekşi kokuyu yıkadı, bana yahni ve
meyv'i! getirdi ve isteyeceğim her şeyi getireceğini söyledi.
Bu ,şekilde hiç başımda beklenmemişti, onun tepemde diki­
lip durmasından hoşlanmasam da ettiği yardım için minnet­
tardım.
Birkaç gün sonra gücüm yerine gelmeye başladı ve
Shery' den doğurttuğum bebekle ilgili haberleri bana anlat­
masını istedim. Sorduğum soru karşısında keyiflendi ve ağır­
lığını tabureye iyice yaydı, Shery bir izleyicisi olmasindan
hoşlanıyordu.
Bebek iyiymiş, diye anlattı. "Bir kurt gibi aç ve sürekli
emerek neredeyse annesinin memesini yıprattı, " dedi Shery
zalimce bir sırıtışla. Efendisinin çocuğu olmamasından dola­
yı üzülmüştü ama As-naat'ı küstah bir hanımefendi parçası
olarak görürdü. "Annelik ona her şeyi öğretecek," diye yeni
arkadaşım sırrını açtı. ·

"Babası oğlana Menaşe adını koydu, mutlaka ana dilinde


iyi bir anlama gelen berbat bir isim. Menaşe. Çiğneme sesi­
ne benziyor, değil mi? Ama siz de Kenan diyarındansınız,
öyle değil mi?"
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 0 9

Omuz silktim. "Uzun zaman önceydi, " dedim. "Lütfen,


hikayeye devam et, Shery. Sihirli sözcüklerinin akış tijrzı ağ­
rılanmı ve sızılarımı bana unutturuyor. "
İltifatımın ağzı sıkılığımı örtmediğini bildiren keskin bir
bakış fırlattı. Ama yine de devam etti.
·Zafenat Paneh-ah küstah bir o . . . . çocuğu, " ,fadi efendi­
sine küfredip bana duyduğu güveni kanıtlayarak. ·�sanki
bundc,m bahsetmesi güçlü konumunu daha da güçlendirecek,
onu yüceltecekmiş gibi, mütevazı geçmişinden bahsetmek­
ten hoşlanıyor. Ama bu Mısır' da büyütülecek bir şey değil ki.
Pek çok önemli adam -devlet adamları ve zanaatkarlar, sa­
vaşçılar ve esnaflar- mütevazı bir hayatın içinde doğmuştur.
Sizin kocanızın mesleğinde de durum böyle değil mi, hı,
Den-ner?" diye sordu, benim hikayemin ona tamamen ka­
palı olmadığını bilmemi sağlayarak. Ama yalnızca gülümse­
dim.
"Kenan'lı çok yakışıklı, buna hiç şüphe yok. Kadınlar
onun· görünüşü karşısında kendilerinden geçiyorlar -ya da
en azından o gençken böyle yapıyorlardı. Erkekkr de ondan
etkileniyorlardı, hem de yalnızca oğlanları tercih edenler de
değil. "
"Elbette, bu güzellik gençken ona iyi anlamda hizme.t et­
memiş'. Kendi erkek kardeşleri ondan öylesine nefret etmiş­
ler ki onu bir grup köle tüccarına satmışlar -bir Mısırlının
böyle bir şeyi yaptığını düşünebiliyor musun? Her gün tanrı­
lara ·büyük nehir vadisinde doğduğum için şükrediyorum . "
"Hiç şüphe yok ki şükretmelisin, " dedim, kuşağını incele­
yerek, çünkü böylesi bir şişmanlığı destekleyecek başka hiç
bir ülke olamazdı. Shery ne ima ettiğimi anladı ve belini iki
eliyle kavradı. "Ha, ha! Şaşırtıcı ölçülerde bir yaratığım değil
mi? Kral bir keresinde beni cimcikleyip yalnızca cücelerin
onu benim kadar geniş ve yuvarlak birinin görüntüsü kadar
eğlendireceğini söylemişti. Ne kadar çok erkeğin bunu arzu­
ladığına inanamazsın, " dedi Shery. "Gençken, " diye başladı
fesat bir fısıltıyla, "yaşlı krala haz verirdim, ta ki karısı kıska­
nıp beni Teb'e sürene kadar. "
31 O Ani ta Diamant

"Ama bu" -göz kırptı- "bir başka zaman anlatılacak baş­


ka bir hikaye. Siz bu evin hikayesini istiyorsunuz, zaten o da
yeterince ağız sulandırıcı, " diye sır verdi.
"Zafenat Paneh-ah kölelik için satılmış, dediğim gibi, ve
yeni efendileri de birer domuzmuş, Kenan'Jının �n Kenan'lı­
sı. Dövüldüğüne, tecavüze uğradığına ve en kirli işleri yap­
maya zorlandığına hiç şüphem yok. Elbette, majesteleri bun­
dan artık bahsetmez."
"Zafenat Paneh-ah çok yakın vakte kadar bu debdebeli is­
mi almamıştı. Anlamı Tanrı Konuşur ve O Yaşar! ' Ona Sı­
rık derlermiş, çünkü Mısır'a ilk geldiğinde yeni doğmuş oğlu
gibi bir deri bir kemikmiş. "
"Sahipleri Teb'e gelince; Po-ti-far'a, şehrin eteklerinde
büyük bir evde yaşayan bir saray muhafızına satılmış. Sırık
efendisinden daha akıllı olduğundan, bahçe işlerine koşul­
muş ve sonra da şarap-ezme işine bekçilik etme görevi veril­
miş. Sonunda evdeki diğer hizmetkarların üstüne çıkmış,
çünkü Po-ti-far Kenan'Jı oğlanı sevmiş ve onu kendi zevki
için kullanmış. n

"Ama Po-ti-far'ın karısı da, Nebetper denen o muazzam


güzellik de ona tutkuyla göz koymuş ve ikisi efendinin burnu
dibinde birbirlerine aşık olmuşlar. Son kızlarının babasının
kim olduğu konusunda dedikodular bile vardır. Po-ti-far so­
nunda onları yatakta birlikte yakalamış ve daha fazla olan
şeyleri görmezden geliyor gibi davranamamış. Böylece bir
öfke ve öç alma gösterisi ile Sırık'ı zindana göndermiş. "
Bu ana gelene kadar, açıkça bir sonu olmadığı görülen,
Shery'nin hikayesine olan ilgimi kaybetmiştim. Uyumak isti­
yordum ama esnediğimde ve hatta gözlerimi kapattığımda
imamı anlamayan kadının susacağı yoktu.
"Theban zindanı hiç de gülünecek bir mesele değildir, "
dedi karanlık. "Deliler ve katillerle dolu, erkeklerin ateşten
olduğu kadar cinayetten ve umutsuzluktan da öldüğü gizli bir
çukur. Ama muhafız ne kötü niyetli ne de deli olan bu yakı­
şıklı hapishane sakinine acımış. Kısa sürede, o ana kadar
Kırmızı Çadır 3 1 1

Mısır dilini de iyi konuşmaya başlayan Kenan'lı ile birlikte


yemeğe başlamış yemeklerini. "
"Muhafız bekarmış ve çocuğu da yokmuş ve Sırık'a oğlu
gibi davranmış. Yıllar geçtikçe Sırık'a hapishane sakinlerinin
sorumluluğunu vermiş, sonunda hangi adamın bir cama da­
ha yakın uyuyacağına ve hangi adamın helaya yakın zincir­
leneceğine o karar verir olmuş, böylece hapishane sakinleri
ona rüşvet vermek ve onu memnun etmek için yapabildikle­
ri her şeyi yapmaya başlamışlar. Size söylüyorum ya, Den­
ner, " dedi Shery, kafasını gıpta ile sallayarak, "bu adam ne­
reye gitse iktidar onun ellerine geliyor gibi görünüyor."
"Bu sırada yaşlı kral ölmüş ve yeni kralın da ona karşı iş­
lenen önemsiz suçları insanları zindana göndererek cezalan­
dırma alışkanlığı varmış. Yemekte ekmeğinin karışımından
hoşlanmazsa, fırıncısını bir haftalığına ya da daha uzun süre
için zindana gönderebilirmiş. Sakiler, şarap kahyaları, san­
dalet yapıcılar, hatta muhafız şefleri bile Sınk'la karşılaştıkla­
rı bu yerde çürümeye gönderiliyormuş. "
"Herkes onun prense yakışır havasından ve rüyaları yo­
rumlama ve geleceği tahmin etme yeteneğinden etkileniyor­
muş. Zavallı bir sarhoşa haftayı çıkaramayacağını söylemiş
ve adam ölü bulunduğunda -ilgini çekiyorsa adam öldürül­
memişti, yıllarca içtiği içkilerin etkisiydi- mahkumlar onu bir
kahin ilan etmişler. Bir saki, zindandan geleceğini gören bir
mahkum ile ilgili bir hikaye ile dönünce, kral Sırık'ı çağırtmış
ve aylardır onu yiyip bitiren bu rüyalar dizisini ona yorumlat­
mış . "
"Eğer bana sorarsan zaten kehanette bulunması zor bir
rüya değilmiş," dedi Shery. "Küçük balık büyük balığı yutu­
yor, semiz inekler sıska inekler tarafından yeniyor ve hatta
yedi iri buğday filizi yedi ölü filiz bırakarak kuruyor. "
"Pazarda sepetlerin altından kuşlar çıkaran herhangi yarı
akıllı bir sihirbaz bunu yorumlayabilirdi, " diye Shery alayla
güldü. "Ama rüyalar aptal kralı rahatsız ediyor ve korkutu­
yormuş ve gelecek olan kıtlık için hazırlanmaya yedi yıl ol-
3 J 2 Ani ta Diaman t

duğunu duymak onu rahatlatmış. Ve böylece mahkOmu,


okuma-yazması olmayan yabancı doğumlu bir suçluyu, ken­
di baş veziri olarak yükseltmiş."
"Oğlunuz zaten size bu sözde Zafenat Paneh-ah'ın tama­
men Ra-mose'ye bağlı olduğunu söylemiştir. Ve şimdi Zafe­
nat yalnızca vezir değil aynı zamanda da bir baba, onun
onurla yükselmesini durduracak hiçbir şey yok, " diye Shery
öfkelendi, tüm öğleden sonra konuştuğu için yatağımı hazır­
layarak odada koşuşturuyordu.
"Ve dili1:, " diye homurdandı, bu noktadan itibaren kendi
kendine konuşarak, "bu deli adam oğlunun sünnet edilmesi­
ni buyurdu. Bebek erkekliğin eşiğinde değilken ve böyle bir
şeye dayanamayacak durumdayken. Uygar insanlar gibi de­
ğil de şimdi. Hemen! Bunun ufacık bir bebeğe yapılmasını
istediğini hayal edebiliyor musunuz? Bu şunu gösteriyor ki
doğuştan barbar olan değişmiyor. As-naat çığlık attı ve par­
çalanmış bir kedi gibi taşınmak zorunda kaldı. Ve bunun için
onu suçlayamam. "
"Yusuf, " diye fısıldadım, korku ile ve inanmadan.
Shery bana baktı. "Ne?" dedi. "Ne dediniz, Den-ner?"
Ama aniden soluk alamaz hale gelerek gözlerimi kapa-
dım. Aniden neden Teb'e çağrılmış olduğumu ve neden
Shery'nin bana vezirin bitmeyen hikayesini anlattığını anla­
dım. Ama bu olamazdı. Mantığımı zayıflatan ateş olmalıydı.
Başım dönerek ve zonklayarak, nefes nefese yatağa uzan­
dım.
Shery bende bir şeylerin kötü gittiğini fark etti. "Den­
ner, " dedi. "Kötü müsünüz? Size bir şey getireyim mi? Bel­
ki de artık katı yiyeceklere hazırsınız. "
"Ama işte sizi neşelendirecek bir şey," dedi, ayak sesleri­
ni dinleyerek. " Oğlunuz size saygılarını sunmak için geliyor.
İşte Ra-mose. İkinize yiyecek bir şeyler getireyim, " diye mı­
rıldandı ve beni oğlumla yalnız bıraktı.
"Anne?" dedi, resmi bir tarzda ciddiyetle eğilerek. Ama
yüzümü görünce başladı. "Anne? Bu da ne? Bana senin iyi-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 1 3

ce iyileştiğini ve seni bugün görebileceğimi söylemişlerdi, "


dedi şüpheyle. "Ama belki de bu doğru bir zaman değil. "
Yüzümü duvara ç�virdim ve bir el hareketiyle onu odadan
çıkardım. Shery'nin de onunla çıktığını ve bir açıklama mı­
rıldandİğını duydum. Uykuya dalmadan önce uzakta kaybo­
lan acele adımlan bildiğim son şeydi.

Shery1 Ra-mose'ye sohbetimizden bahsetmiş ve aklın


ateşli karanlığında kaybolmadan söylediğim sözcüğü ona
tekrar etmişti. Böylece oğlum "Yusuf" u ağzına takıp, önce­
den bildirmeden, Mısır vezirinin bu gün erken saatlerde sün­
net edilmiş ilk doğan oğluna huzur sözcükleri fısıldayarak
oturduğu büyük salona gitmişti.
"Yusuf" dedi Ra-mose bir düelloya davet eder gibi önüne
bu ismi atarak. Ve Zafenat Paneh-ah diye bilinen kişi titredi.
"Den-ner diye bir kadın tanıyor musun?" diye sordu.
Bir an için Zafenat Paneh-ah hiçbir 'şey söylemedi ve son­
ra sordu, "Dina?" Efendi, katibin gözlerinin içine baktı. "Di­
na isimli bir kız kardeşim vardı ama uzun zaman önce öldü.
Onun qdını nereden duydun? Yusuf hakkında ne biliyor­
sun?" diye buyurdu.
"Anlatılaçak ne var5a sen onun ölümünü anlattıktan son­
ra anlatacağım," dedi Ra-mose, "ama ancak o zaman. "
Sesindeki tehdit Yusuf'a mutsuzluğunu hatırlattı. Kolların­
da sağlıklı bir evlat ve onun bir emriyle harekete geçmeye
hazır muhafızlarla bir tahtta oturmasına rağmen, kendini ce­
vap vermeye zorunlu hissetti. Kendi adını en son duyduğun­
dan bu yana bir ömür, kız kardeşinin adını yüksek sesle an­
dığından bu yana yirmi yıl geçmişti.
Böylece başladı. Ra-mose'yi tahta yaklaştıran yavaş bir
sesle Dina'nın evdeki doğuma yardım etmek üzere, kendi
annesi ebe Rahel'le Şekem'deki saraya gittiğini ona anlattı.
"Şehrin prensi onu eş· olarak istemiş, " dedi Yusuf ve böyle­
ce Ra-�ose, Yakub'un nasıl yüklüce başlık parasını geri çe­
virdiğini ve sonunda ancak en zalim koşullarla kabul ettiğini
duydu.
3 1 4 Anila Diamant

Ra-mose babasının adını Yustif'un dudaklarından duyun­


ca ürperdi ama arkasından erkek kardeşlerimin, yani
dayılarının saray yatağında Salem'i katlettiklerini öğrendi .
Haykırmamak için Ra-mose dilini ısırdı.
Yusuf; bu vahşete karşı olduğunu belirtti ve kendisinin
masum olduğunu; ama, onları engelleyemediğini söyledi.
"Erkek kardeşlerimden ikisi ellerini kana buladılar, " dedi
ama içlerinden dördünün de cinayette payı olduğunu itiraf
etti. "Hepimiz cezalandırıldık. "
"Hepimizi lanetledi. Erkek kardeşlerimden bazıları hasta
düştü, diğerleri oğullarının öldüğünü gördü. Babam tüm
umudunu kaybetti ve ben de köle olarak satıldım. "
Yusuf "Talihsizliklerimiz için kız kardeşimi suçlardım, ama
artık suçlamıyorum. Eğer onun nerede gömüldüğünü bilsey­
dim, gider, onun için kutsal şarap dökerdim ve onun anısına
taş anıt dikerdim. En azından ben erkek kardeşlerimin zalim­
liğinden sağ kurtuldum ve bu oğlanın doğumuyla da baba­
mın tanrısı, bana unutularak ölmeyeceğimi gösterdi. Ama
kız kardeşimin adı, sanki o hiç soluk almamış gibi ortadan si­
lindi. "
" O benim süt kardeşimdi," dedi Yusuf kafasını sallayarak.
"Şimdi ben de bir baba olmuşken ondan bahsetmek tuhaf.
Belki de bir sonrakini onun onuruna adlandırırım," dedi ve
sessizleşti.
"Peki ya Yusuf ne anlama geliyor?" dedi Ra-mose.
"Yusuf annemin bana verdiği isim," dedi Zafenat Paneh­
ah sessizce.
Ra-mose gitmek için döndü ama vezir onu geri çağırdı.
"Bekle! Bir anlaşma yaptık. Benim adımı ve kız kardeşimin
adını nasıl olup da öğrendiğini bana anlat."
Ra-mose durdu ve yüzünü ona çevirmeden "O ölmedi, "
dedi.
Sözcükler havada asılı kaldı. "O burada, senin sarayında.
'

Aslında onu buraya sen getirttin . Oğlunu doğurtan ebe Den-


ner, senin kız kardeşin Dina'dır. Benim annem.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 1 5

Yusuf un gözleri hayretle açıldı ve mutlu bir çocuk gibi gü­


lümsedi. Ama Ra-mose onun ayağına tükürdü.
"Beni sana dayı demeye zorlayacak mısın?" diye tısladı.
"İlk başından beri senden nefret ettim. Aslında sen beni be­
nim olan bir konumdan mahrum ettin ve benim hünerim sa­
yesinde kralın gözünde yükseldin. Şimdi görüyorum ki sen
benim hayatımı doğduğumda mahvetmişsin! Sen babamı
gençliğinin baharında öldürdün. Sen ve senin barbar erkek
kardeşlerin bir Kenan'lının karşısında bile onurlu davranan
·

büyük babamı öldürdünüz. "


"Büyük annemin yüreğini söküp çıkardınız. Kız kardeşini­
ze ihanet ettiniz, annemi dul, beni öksüz ve mahrum bırak­
tınız."
"Ufak bir çocukken büyük annemin hizmetkarı, bana, so­
nunda babamın katillerini bulduğumda, adlarının ruhumu
parçalara ayıracağını söylemişti. Sözleri doğruymuş . "
"Sen benim dayımsın. O h tanrılar, bu nasıl bir k�bus," di­
ye Ra-mose haykırdı. "Bir katil ve bir yalancı. Bu işte ma­
sum olduğunu iddia ·etmeye nasıl cüret edersin? Belki de
kendin kılıç çekmedin, ama onları durdurmak için de hiçbir
şey yapmadın. Yapılacaklardan haberin vardı muhakkak,
sen ve senin baban ve onun tohumunun geri kalanı. Baba­
mın kanını ellerinde görüyorum. İşlediğin suç hala gözlerin­
de. "
Yusuf ileriye baktı.
"Seni öldürmekten ya da bir korkak olarak ölmekten baş­
ka çarem yok. Eğer babamın intikamını almazsam, diğer ha­
yatı bırak bu hayat için bile değersiz olurum. "
Ra-mose'nin sesi, nefretle yükselerek, muhafızları hare­
kete geçirdi; onu tutarak, Menaşe babasının kollarında ağlar­
ken götürdüler.

Sonunda kalktığımda, Shery felakete uğramış bir suratla


yanımda oturuyordu.
" Ne oldu?" diye sordum.
3 1 6 Anita Diamant

"Oh hanımefendi, " dedi, bildiklerini bana anlatmak için


aceleyle. "Kötü haberlerim var. Oğlunuz ve vezir tartıştnışlar
ve Ra-mose odasında gözetim altında tutuluyor. Efendinin
öfkeden köpürdüğü söyleniyor ve genç katibin de ölüm teh­
likesi ile karşı karşıya olduğunu söylüyorlar. Onların tartış­
malarının nedenini bilmiyorum, en azından henüz değil.
Ama öğrenince size hemen söylerim. "
Ayağa kalktım, yalpalayarak ama kararlı. "Sryery" diye
buyurdum. "Şimdi beni iyi dinle, çünkü bunun için tartışma­
yacağım ve tekrar etmeyeceğim. Evin efendisiyle konuşma­
lıyım. Git ve ceni bildir.
Hizmetkar kadın belinden eğildi ama ince bir sesle "Zafe­
nat Paneh-ah'a bu şekilde göründüğünüz gibi gidemezsiniz.
Size bir banyo hazırlayayım ve saçınızı yapayım. Temiz bir
elbise giyin, böylece davanızı bir hanımefendi gibi sunarsı­
nız, bir dilenci gibi değil, " dedi.
Aniden yaşanacak olan sahneden korkup başımı sallaya­
rak onayladım. Bir ömürdür görmediğim bir erkek kardeşe
karşı hangi sözcükleri kullanacaktım? Shery üzerimden ılık
su dökerken banyoda oturdum ve saçımı t�ayıp yaparken
arkama yaslandım. Alıcıların önünde tanıtılmak üzere olan
bir -köle gibi hissediyordum kendimi.
Hazır olduğumda Shery beni Zafenat Paneh-ah'ın salo-
nuna götürdü. burada başı ellerinde oturuyordu.
"Ebe Den-ner huzurunuza çıkmayı talep ediyor, " dedi.
Vezir kalktı ve eliyle beni içeri çağırdı.
"Bizi yalnız bırakın, " diye havladı. Shery ve refakatçileri­
nin tümü kayboldu. Yalnızdık. İkimiz de hareket etmedik.
Odanın bir ucunda o, bir ucunda ben yerimizde kalıp, gözle­
rimizi diktik.
Yıllar ona, pürüzsüz yanaklarına ve birkaç dişine mal ol­
sa da Yusuf hala beyaz tenli ve güçlüydü, hala Rahel'in oğ�
!uydu.
"Dina, ded i . "Ahatti - ufaklık, dedi gençliğimizin diliy­
le. " Mezar seni serbest bırakmış . "
K ı r m ı :ıı ı Ça d ı r 3 1 7

"Evet, Yusuf, " dedim. "Hayattayım ve senin huzurunda


olmaktan hayrete düşüyÔrum. Ama sana gelmemin tek ne­
deni oğluma ne olduğunu sormaktır. "
" Oğlun babasının ölümünün hikayesini artık biliyor ve ha­
yatımı tehdit ediyor," dedi Yusuf sertçe. "Erkek kardeşleri­
min günahlarından beni sorumlu tutuyor. Tek başına bu teh­
dit bile onun hayatına mal olabilirdi ama senin oğlun olduğu
için onu yalnızca buradan göndereceğim."
Yusuf, "Ona bir zarar gelmeyecek, söz veriyorum, " dedi
kibarca. "Kralın ona kuzeyde bir valilik görevi vermesini
önerdim, burada ikinci adam olmayacak. Zamanla denize
aşık olacaktır; tuzlu hava ile tuzlu su üzerine bir hayat ,kura­
cak ve daha farklısını arzulamayacaktır. "
"Ona söylediğimi yapmasını ve bu intikam laflarını unut­
masını söylemelisin, " dedi Yusuf. "Bunu şimdi, bu gece yap­
malısın. Eğer bana el kaldırırsa, eğer muhafızlarımın yanın­
.da beni tehdit ederse ölür. "
" Oğlumun benim sözlerimi dinleyeceğinden şüpheliyim, "
dedim üzüntüyle. "Benden nefret ediyor, çünkü ben onun
mutsuzluğunun nedeniyim. "
"Saçmalık, " dedi Yusuf erkek kardeşlerimizin onu böyle­
sine kıskanmasına neden olan öz güvenle. "Mısır'ın erkekle­
ri, dünyadaki hiçbir erkeğin olmadığı kadar annelerine saygı
duyarlar. "
"Bilmiyorsun, " dedim. "O büyük annesine Anne derdi.
Ben onun süt annesinden daha fazlası değilim. "
"Hayır, Dina," dedi Yusuf. "Bunun gerçek olamayacağı ,
kadar çok acı çekiyor. Seni dinleyecektir ve gitmeli. "
Erkek kardeşime baktım ve tanımadığım bir adam gör­
düm. "Söylediğiniz gibi yapacağım, efendim, " dedim itaat­
kar bir hizmetkarın ses tonuyla. "Ama benden daha fq.zlası­
nı istemeyin. Buradan gitmeme izin verin, çünkü burası be­
nim için bir mezar gibi. Sizi görmek ise hüznümün yattığı
geçmişe geri dönmek gibi. Ve şimdi sizin yüzünüzden, oğ­
lumla ilgili tüm umudumu da yitiriyorum. "
3 1 8 Anita Diamanı

Yusuf başını salladı. "Anlıyorum, Ahatti, tek bir konu dı­


şında her şey senin istediğin gibi olacak. Karım yeniden tuğ­
lalar üzerinde olunca -ve ikinci bir oğlanın rüyasını henüz
gördüm- gelecek ve ona yardım edeceksin.
"İstersen beni görmeden gidebilirsin ve iyi para alacak­
sın. Aslında eğer isterseniz, sen ve marangoz, ödemeyi top­
il

rak olarak da yapabilirim.


Benim bir yoksul olduğumu ima eden teklifi reddettim ve
şöyle dedim, "Kocam, Benya, Kralların Vadisinin baş ma­
il

rangozudur.
"Benya?" diye sordu ve Yusuf'un yüzü pişmanlıkla buruş­
tu. "Bu erkek kardeşimiz Benyamin'in, ona hayat verirken
ölen annemin son oğlunun bebeklik adı. Onun ölümüne ne­
den olduğu için Benya'yı suçlardım ama şimdi yalnızca onun
elini tutmak için bile benim olan her şeyin yansını ona verir­
dim."
"Onu görmek için hiç arzu duymuyorum, " dedim sesim­
deki öfkeyle her ikimizi de şaşırtarak. "Artık o dünyaya ait
değilim. Eğer annelerim öldüyse ben bir öksüzüm. Erkek
kardeşlerimin, benim için gençliğimizin sığır sürülerinden
farkı yok. Sen ve ben çocukken yüreklerimizi paylaşacak ka­
dar birbirimizi tanıdığımızda birbirimize yakındık. Ama bu
başka bir hayatta kaldı."
Büyük oda sessizdi, ikimiz de hatıralarda kaybolduk.
"Oğlumun yanına gideceğim," dedim sonunda. "Sonra
da buradan gitmiş olacağım. "
"Selametle git, " dedi Yusuf.

Ra-mose şık elbisesi içinde yatağında yüzükoyun yatıyor­


du. Oğlum hareket etmedi ve konuşmadı ya da beni duydu­
ğunu belirten bir işarette bulunmadı. Onun sırtına konuş­
tum.
Pencereleri ay ışığında parlayan nehre bakıyordu. "Ba­
ban nehri severdi, " dedim, göz yaşlarıyla mücadele ederek.
"Ve sen de denizi seveceksin. "
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 1 9

"Seni bir kez daha görmeyeceğim, Ra-mose ve bu sözle­


ri söylemek için bir başka fırsatım daha olmayacak. Sana el­
veda demeye gelen anneni dinle. "
"Senden erkek kardeşlerimi affetmeni istemiyorum. Ben
bunu asla yapmadım. Asla da yapmayacağım. Yalnızca sen­
den onların kız kardeşi olarak üzerime çöken kötü talih için
beni affetmeni istiyorum. "
"Beni, sana asla babandan bahsetmediğim için affet. Bu
büyük annenin emriydi, çünkü o bu sırrı gizlemeyi, bugün
seni paramparça eden ıstıraptan seni korumak için tek yol
olarak gördü. Geçmişin senin geleceğini tehdit edebileceği­
ni biliyordu ve bizler seni doğumun kazalarına karşı koruma­
ya devam etmeliydik. Ailenle ilgili gerçek hikaye hala yalnız­
ca, sen, ben ve Zafenat Paneh-ah tarafından biliniyor. Kim­
seye söylemeye gerek yok."
"Ama bu sırrı paylaştığımıza göre, sana bir şey daha an­
latacağım. "
"Ra-mose, seni� babanın adı Salem'di ve onuruna adlan­
dırıldığı gün batımı kadar güzeldi. Birbirimizi aşkla seçtik.
Göğsümde benim sana verdiğim isim Bar-Salem'di, gün ba­
tımının oğlu ve baban senin içinde yaşadı. "
"Büyük annen seni Mısır'ın oğlu ve güneş tanrısı yaparak
sana Ra-mose dedi. Her dilde ve her ülked-� sen gökyüzünün
büyük gücü tarafından kutsandın. Geleceğin yüzünde yazılı
ve babanın mahrum kaldığı yılların senin olması için dua edi­
yorum. Gönül rahatlığı bulasın. "
"Sabahları ve akşamları, gözlerimi kapayana dek her gün
sonsuza kadar seni hatırlayacağım. Benim hakkımda düşün­
düğün her kötü düşünceyi ve adıma savurduğun her küfrü af­
fediyorum. Ve sonunda beni affedersen, benim adıma bir an
bile suçluluk duymaktan seni men ediyorum. Senden yalnız­
ca üzerindeki dualarımı hatırlamanı istiyorum, Bar-Salem
Ra-mose."
Oğlum yatağından kalkmadı ya da tek söz etmedi ve ben
de kalbi kırık ama özgü; oradan ayrıldım.
BEŞİNCİ BöLÜM

ve dönmek sanki yeniden doğmak gibiydi. Yüzümü ya­

E tak çarşaflarına gömdüm ve ellerimi her bir mobilyada,


her bahçe bitkisinde, her şeyi bıraktığım haliyle bul­
maktan keyifli gezdirdim. Kiya, içeri girip beni bir su testisi­
ni kucaklarken buldu. Onu Meryt'e eve döndüğümü söyle­
mesi için gönderdim ve sonra yapabileceğim en hızlı şekilde
Benya'nın dükkanına yürüdüm.
Kocam benim yaklaştığımı gördü ve beni karşılamak için
fırladı. Sanki günlerdir değil de yıllardır ayrı kalmıştık. "Çok
zayıflamışsın, karım, " diye fısıldadı beni kollarında tutarken.
"Şehirde hasta düştüm, " diye açıkladım. "Ama yeniden
sağlığıma ka�ştum şimdi. "
Birbfrimiziİı yüzlerini incele.dik. "Bir şey olmuş, " dedi
Benya, par�aklarını alnımda gezdirip, geç�n günlerin şaşır­
tıcı olaylarıyla ilgili bir şeyler okuyarak. "Kalmak üzere mi
geldin, sevgilim?" diye sordu ve ben de gözleri altındaki göl­
gelerin nedenini anlpdım.
Bize dükkandaki adamlardan yüksek sesli bir kahkaha ge­
tiren bir şanlışla onu temin ettim. "Yapabileceğim en kısa
sürede evde olacağım," dedi ellerimi öperek. Daha fazlasını
söyleyemeyecek kadar mutlu kafamı sallad.ım.
Evime döndüğümde Meryt sıcak ekmek ve bira He bekli­
yordu. Ama beni görünce haykırdı, "Sana ne yaptılcır, kar­
deşim? Bir deri bir kemik kalmışsın ve gözlerin de sanki bir
nehri dolduracak kadar ağlamış görünüyor. "
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 2 1

Dostuma ateşten ve Ra-mose'nin efendisiyle olan tartış­


masından . bahsettim. Dostum onun kuzeye yo!landığını du­
yunca, gözleri acı ile doldu.
Meryt, getirdiklerini yedikten sonra, bana yatağa gitme­
mi söyledi ve ayaklarıma masaj yaptı. O parmaklarımı ovup,
topuklarımı tutarken geçen haftaların tüm acısı eridi. Huzu­
ra erip sakinleştikten sonra ondan yanıma oturmasını iste­
dim; hala sıcak ve yağ ile nemli olan elini tuttum ve ona
Teb'te başıma gelenlerin devamını da anlattım, Zafenat Pa­
neh-ah'ın, kralın sağ kolunun nasıl olup da benim erkek kar­
deşim Yusuf olduğunu da ekledim.
Annelerimin hikayesin\ Şekem'in öyküsünü ve Salem'in
ölümünü anlatırken yüzümü izleyerek Meryt sessiZlik içinde
dinledi. Dostum hareket etmedi ya da tek bir ses çıkarmadı;
ama yüzü korku, öfke, acıma, şefkat göstererek kalbinin acı­
sını ortaya çıkarıyordu.
Bitirdiğimde kafasını salladı. "Bana bunu neden daha ön­
ce anlatmadığını anlıyorum, " dedi hüzünle. " Keşke bu yükü
taşımana daha ilk günden yardım edebilseydim. Ama şimdi
geçmişini benim korumama bırakıyorsan, güvendedir. Bili­
yorum ki benden yemin etmemi istemiyorsun , yoksa zaten
bana bunları anlatmazdın . "
"Canım, " dedi elimi yanağına koyarak, "Bu acı ve kuwet
dolu hikayeyi döktüğün bir kap olmaktan öylesine gururlu­
yum ki. Tüm bu yıllar içinde, hiçbir kız evlat beni senin yap­
tığından daha mutlu ve daha gururlu kılamazdı. Artık senin
kim olduğunu ve hayatın sana neye mal olduğunu bildiğime
göre, seni sevdiklerim arasında saymaktan .huşu duyuyo­
rum . "
Huzurlu bir sessizliğin ardından, Meryt eşyalarını topladı
ve ayrılmak için hazırlandı. "Benya'nın gelişi için hazırlan­
man için sana zaman vermek üzere gideceğim , " dedi iki eli­
mi elleri arasına alarak. "lsis'in duaları . . . Hather'in duaları . . .
Kendi evindeki annelerin duaları senin olsun.
322 Anita Diamanı

Ama kapıdan çıkmadan dostumun yüzü eski afacan sırı­


tışını aldı ve dostça bir yan bakışla, "Sana yarın uğrarım, ba­
na değişiklik olarak yiyecek bir şeyler yaparsın, ha?" dedi.
Benya kısa süre sonra içeri geldi ve yapılmamış yatağa
genç sevgililer gibi nefessiz ve aceleyle koştuk. Bunun ardın­
dan, birbirimizin kıyafetleri arasında kıvrılıp, henüz birleşmiş
sevgililerin aç uykusunu uyuduk. Gece bir kez kalktım, heye­
canla ve gülümseyerek, evde olmanın mutluluğuyla gözleri­
mi kapamak istemeyerek.
Döndükten sonra, asla tam olarak sıradan zevklere olan
saygımı yitirmedim. Benya'dan önce, yüzünü incelemek için
uyanıyordum ve sessiz şükür duaları soluyordum. Su çeşme­
sine giderken ya da bahçedeki otları toplarken tüm günü kal­
bimi parçalayan geçmişin ağırlığı olmadan geçirdiğimi fark
ederek mutlanıyordum. Kuş cıvıltıları beni gözyaşlarına bo­
ğuyordu ve her yeni gün benim gözlerimde bir hediye gibi
görünüyordu.
Vezirin ulağı kapımıza geldiğinde, bir gün geleceğini bil­
diğim gibi, bir gün bile olsa evden ayrılacağım düşüncesinin
verdiği hüzünle dondum; ama sonra rahatladım, çünkü mek­
tup beni doğu yakasındaki büyük eve çağırmıyordu. Yu­
suf un rüyası gerçekleşmişti ve ikinci bir oğlu olmuştu. Ama
bu sefer ki öyle hızlı gelmişti ki As-naat'ın, Efraim denen
ufaklık dünyaya doğru yolunu bulmadan beni getirtecek vak­
ti olmamıştı.
Ona hizmette bulunmamış olmama rağmen Zafenat Pa­
neh-ah hediye olarak üç boy kumaş göndermişti. Benya ba­
na hediyenin neden bu kadar özel olduğunu sorunca ona
her şeyi anlattım.
Tüm hikayeye ses verdiğim üçüncü kezdi; ilki Werenro'ya
sonra da Meryt'e. Ama bu kez hikayeyi anlatırken kalbim
çarpmadı, gözlerim dolmadı. Bu yalnızca uzak geçmişten bir
hikayeydi. Beni dinledikten sonra, Benya beni rahatlatmak
için kollarına aldı ve ben de Benya'nın elleri ve onun çarpan
yüreği arasında, beni koruyan huzurlu yerde kaldım.
K ı rm ı z ı Ç a d ı r 323

* * *

Benya, üzerinde hayatımın dimdik durduğu bir kayaydı ve


Meryt de benim bitmez tükenmez kaynağım. Ama dostum
benden bir kuşak kadar yaşlıydı ve hayat çanlarını çalıyordu.
Ağzındaki son dişi de dökülmüştü, bunun için minnettar
olduğunu iddia ediyordu. "Artık acı yok," diye kıkırdadı. "Ar­
tık et de yok, " dedi, kederli bir omuz silkmeyle. Ama gelini,
Shif-ra her yemeği ince ince kıydı ve ezdi; böylece dostum
dinç kaldı ve biranın ve şakaların her zamanki gibi keyfini çı­
kardı. Benimle birlikte , pek çok doğuma katıldı, yeni doğan­
ların gülümsemeleriyle keyiflenip, yolumuza çıkan ölümlere
ağladı. Sayısız yemek paylaştık ve onun masasından her za­
man gülümseyerek ayrıldım. Onun günlerinin sayılı olduğu­
nu biliyorduk ve her ayrıldığımızda veda ederek birbirimizi
öpüyorduk. Aramızda dile getirilmeyen hiçbir şey kalmadı.
Kiya'nın kapıda belirip Meryt'in yatağından kalkamadığı­
nı söylediği sabah da geldi. Yanına varır varmaz "Ben bura­
dayım, canım, kardeşim," dedim, ama eski dostum artık be­
ni selamlayamıyordu. Hareket bile edemiyordu. Yüzünün
sağ kısmı çökmüştü ve güçlükle nefes alıyordu.
Sol elindeki parmaklarımın yaptığı basınca karşılık verdi
ve bana göz kırptı. "Oh, kardeşim," dedim, ağlamamaya ça­
balayarak. Kıpırdadı ve ölümün eşiğindeyken bile Meryt'in
beni rahatlatmaya çalıştığını görebiliyordum. Bu işe yaramı­
yordu. Gözlerinin içine baktım ve bir ebenin gülümsemesiy­
le gülümsemeye çalıştım. Yapmam gerekeni biliyordum.

"Korkma, " diye fısı ldadım, "uakit geliyor, "


Korkma, kemiklerin güçleniyor
Korkma, yardım yanı başında
Korkma, Gula yanında
Korkma, bebek kapıda
Korkma, seni onurlandırmak için yaşayacak olan orada
Korkma, ebenin elleri hünerli
324 Anita Diamanı

Korkma, topra/<", a.ltında


Korkma, suyumuz ue tuzumuz hazırda
Korkma, ufak ana
Korkma; hepimizin anası "

Meryt gevşedi; oğullar, kızlar, torunlar ile etrafı sarılı göz­


lerini kapattı. Otların arasından geçen rüzgara benzer uzun
bir iç geçirdi ve bizi bıraktı.
Yüksek sesle ağıt yakan kadınlara katıldım; sevgili ebe­
nin, annenin ve arkadaşın ölümü tüm komşuları harekete
geçirdi. Çocuklar sesli gözyaşlarına boğuldular ve erkekler
de nemli yumruklarla gözlerini sildiler. Yüreğim parçalan­
mıştı ama Meryt'in. bana verdiği son hediye ile mutluydum,
çünkü onun ölüm döşeğinde ben de onun yas tutan ailesinin
bir ferdi olmuştum.
Aslında, bana en yaşlı kadın akraba olarak davranıldı ve
onun sararmış kollarını ve bacaklarını yıkama onuru bana
verildi. Onu, bana ait olan Mısır'ın erı iyi kumaşına sardım.
Eklemlerini dünyaya gelmek üzere olan bir bebeğin oturu­
şundaki gibi düzelttim ve gece boyunca yanında oturdum.
Şafakla birlikte, onu huzurla uyuması için kralların ve kra­
liçelerin mezarlarına bakan bir tepedeki bir hendeğe taşıdık.
Oğulları onu kolyeleri ve yüzükleri ile gömdüler. Kızları iği,
su mermerinden kabı ve . sevdiği diğer şeylerle birlikte göm­
düler. Ama ebe takımının sonraki hayatta yeri yoktu ve bu;
Meryt'in takımınl sanki altındanmış gibi saygıyla tutan Shif­
ra'ya geçti.
Meryt'i şarkılar ve gözya.şlarıyla gömdük ve eve dönerken
onun anısına; sürprizlerden, şakalardan, y�mekten ve tüm
tensel zevklerden aldığı keyfi hatırlayarak güldük. Bu dünya­
ya çok benzediğine inandığı, yalnızca ölümsüz ve sonsuz
olan, diğer hayatında da bunlardan zevk almaya devam ede­
ceğini umdum.
O geceMeryt'i rüyamda gördüm ve onun söylediği bir şe­
ye gülerek uyandım. Sonraki gece Bilha'yı gördüm, yanak-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 2 5

!anında teyzemin yemeklerinde kullandığı baharatların ta­


dında gözyaşlarıyla uyandım. Bir gece sonra, Zilpa beni
selamladı ve birlikte, bir çift dişi şahine dönüşerek, gece gök­
yüzüne doğru uçtuk.
Güneş yeniden battığında, rüyamda Rahel'le karşılaşaca­
ğımı biliyordum. Hatırladığım kadar güzeldi. B�ni bir bebek
gibi yıkayan ılık bir yağmurda koştuk ve kuyu suyunda yıkan­
mışım gibi bir kokuyla uyandım.
Heyecanla, Lea'nın geleceği rüyamı bekledim ama o bir
sonra�i gece ya da daha sonraki gece gelmedi. Yalnızca ye­
ni ayın karanlığında kendi kanımdan olan annem beni ziya­
ret etti. O gece ilk kez vücudum ayın akışına cevap verme­
mişti. Hayat verme vaktim geçmişti ve o kadar çok çocuk
doğurmuş olan ,.annem beni rahatlatmaya gelmişti.
"Şimdi yaşlı birisin, " dedi yavaşça. "Sen bilgeliğe ses ve­
ren büyük annesin. Bu sana onurdur, " dedi annem Lea, al­
n.ını önümde yere değdirip benden af dilerken. Onu kaldır­
dım ve kundakta bir bebeğe dönüştü. Onu kollarımda tuta­
rak onun sevgisinden şüphe ettiğim için özür diledim ve yü­
reğimde onun da özrünü hissettim. Lea'yı gördüğüm rüya­
dan sonraki sabah Meryt'in mezarına gittim, ona annelerimi
'
bana geri gönderdiği için teşekkür ederek şarap döktüm.
Meryt'in gidişiyle ben de bilge kadın, anne, büyü� anne
ve hatta etrafımdakilerin büyük büyük annesi oldum. Henüz
büyük anne olmuş Shif-ra ve evlenecek yaşa gelmiş olan Ki­
ya tuğlaları koymaya nereye gitsem bam� eşlik ettiler. Ne öğ­
retmem gerektiyse öğrendiler ve kısa sürede kadınları doğu­
mun korkusu ve yalnızlığından kurtarmaya kendi başlarına
gitmeye başladılar: Çıraklarım, kardeş ve evlat oldular. On­
larda, Meryt öldükten sonra sonsuza kadar kuru kalacağına
inandığım kuyuda yeniden su buldum.
Aylar geçti ve yıllar da. Günlerim yoğun, gecelerim hu­
zurluydu. Ama · mezara girmeden sürekli huzur diye bir şey
yöktu ve bir gece Benya ve ben yattıktan sonra, Yusuf kapı­
nın eşiğinde belirdi.
326 Aııita Diamant

Onu bir gölgeye döndüren uzun siyah pelerinine sarılmış


halde onun oradaki görüntüsü öylesine tuhaftı ki onun bir
rüyanın parçası olduğunu düşündüm. Ama kocamın sesinde­
ki kızgınlık beni aniden karanlık ve tehlikeli hale dönüşen
ana uyandırdı.
"Kapımı çalmadan evime giren de kim?" diye kükredi,
tehlikeyi sezen bir köpek gibi, bunun ebeyi arayan aklını ka­
çırmış bir baba olmadığı açıkça belliydi.
"Bu Yusuf, " diye fısıldadım.
Lambaları yaktım ve Benya erkek kardeşime en iyi san­
dalyesini verdi. Ama Yusuf, dokunulmadan kalacak bir ka­
deh şarap doldurduğum mutfağa doğru beni takip etmekte
ısrar etti.
Sessizlik uzun ve derindi. Benya'nın elleri kenetlenmişti,
çünkü benim ondan alınacak olmamdan korkuyordu; çenesi
kilitlenmişti çünkü mutfağındaki bir tabureye tünemiş bir
asille nasıl konuşacağını kestiremiyordu. Yusuf, söze dökül­
meyen acil bir durumu anlatan bakışlar gönderiyordu, çünkü
Benya'nın önünde konuşmak istemiyordu. Bir onun yüzüne
bir diğerinin yüzüne baktım ve ne kadar yaşlandığımızı fark
ettim.
Sonunda Yusuf'a "Benya artık senin kardeşindir. Söyle­
meye geldiğin şey neyse söyle, " dedim.
"Babacık, " dedi, Kenan'dan beri duymadığım bebek keli­
mesini kullanarak. "O ölüyor ve ona gitmeliyiz. ' "
Behya tiksintiyle burnundan soludu.
"Ne cüretle?" dedi Yusuf ayağa fırlayıp, elini mızrağına
götürerek.
"Asıl sen ne cüretle?" diye Benya, onunkine yakın bir tut­
kuyla karşılık verdi, daha yakına gelerek. "Benim karım,
onun mutluluğunu ve kendi onurunu bir cinayetle yok eden
bir babanın ölüm döşeğinde neden ağlayacakmış? Seni, za­
limlikleri ile tanınan adamların bıçakları altına gönderen ba­
banın?"
"O halde hikayeyi biliyorsun, " dedi Yusuf, aniden mağlup
olmuş. Oturdu ve başını elleri arasına aldı ve inledi.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 2 7

"Erkek kardeşlerimin ve onların oğullarının, Mısır'ın sürü­


lerini güttükleri kuzeyden bana haber yollandı. Yahuda baba­
mızın bu mevsimi geçiremeyeceğini söyledi ve Yakub da be­
nim oğullarıma hayır duasını vermek istiyormuş. "
"Gitmek istemedim," dedi Yusuf sanki benim ona söyle­
yeceğim de aynı şeymiş gibi bana bakarak. " Oradaki işimin
bittiğini düşünüyordum. Karşılıksız babamı affettiğimi düşü­
nüyordum. "
"Açlıktan ölmek üzere ve sığınma arayarak evime geldik­
lerinde, bıçağımı doğrulttum. Onları hırsızlıkla suçladım ve
onları büyük Zafenat Paneh-ah'ın önünde yere kapanmaya
zorladım. Levi ve Şimeon'un alınlarını ayaklarımın dibinde
yere koymalarını ve titremelerini izledim. Şeytanca bir zevk
duydum ve Benyamin 'in gönderilmesini buyurarak onları
Yakub'a geri gönderdim. Babamızı onun en gözdelerini se­
çerek cezalandırdım. Kardeşlerimi de cezalandırdım ve onla­
rın sürekli hayatlarından endişe etmelerini sağladım.
"Şimdi yaşlı adam, hayır duaları için onları seçerek, elle­
rini oğullarımın başlarına koymayı arzuluyor. Tüm o yıllar
boyunca ona destek olan ve onun inlemelerini ve huysuzluk­
larını çeken Ruben'i ya da Yahuda'nın oğullarını değil. Hat­
ta en son doğan oğlu Benyamin'in oğullarını da değil. "
"Yakub'un yüreğini biliyorum. Oğullarıma hayır dualarını
sunarak geçmişin hatalarını telafi etmek istiyor. Ama ben
onlar için korkuyorum. Rahatsız eden anıları ve tuhaf rüya­
ları devralacaklar. Benim adımdan nefret eder hale gelecek­
ler. "
Yusuf; Benya ve ben dinlerken yakındı. Geçmişin acıları,
uzun kara pelerininin kıvrımlarında onu yakalamıştı. Boğul­
makta olan bir koyun gibi sallanıp duruyordu.
Bereketli yıllardan ve verimsiz yıllardan, yalnızlıktan ve
uykusuz gecelerden, hayatın ona nasıl zalimce davrandığın­
dan bahsederken; hatırladığım erkek kardeşimi inceledim,
kadınların sözlerini saygıyla dinleyen ve beni dostu olarak
gören oyun arkadaşımı. Ama kendi içine gömülmüş önüm-
328 An ita Diamant

de duran bu adamda, sesi bir andan diğer hüzünlü ana deği­


şen bu adamda; o çocuktan kalan hiçbir şey göremedim.
"Ben kişiliği zayıf bir insanım, dedi Yusuf. "Öfkem din­
medi ve ondan Önce babası gibi kör olan Yakub' a karşı yü­
reğimde hiç acıma yok. Ve yine de ona hayır diyemiyorum. "
"Mesajlar kaybolur, " dedim sessizce. "Elçiler baz(;n yolda
.saldırıya uğrar. "
"Hayır, " dedi Yusuf. "Bu yalan sonunda beni öldürür.
Eğer gitmezsem, beni sonsuza kadar takip eder. Gideceğim
ve sen de benimle geleceksin, " dedi Yusuf, güce alışkın bir
adamın keskin sesiyle.
Bu ses tonu karşısında tiksintimi saklamaya çalışmadım
ve benim küçümseyişimi görünce utançla kafasını eğdi ve
sonra erkek kardeşim yerlere kadar eğilip, bir marangozun
kirli döşemesine alnını koyarak benden ve hatta Benya 'dan
özür diledi.
"Beni affet, kardeşim. Beni affet, abi. Babamı ölürken
görmeyi istemiyor:um. Aslında onu hiç görmeyi istemiyorum
ve yin� de karşı gelemiyorum. Seni benimle gelmeye zorla­
yabileceğim doğru ve bunun elimi tutmanı istememden baş­
ka bir nedeni yok. Ama siz de bu şekilde refaha kavuşacak­
sınız. "
Ayağa kalktı ve Zafenat Paneh-ah'ın tavrını takındı yeni­
den. " Benim konuklanm olacaksınız, " dedi dümdüz. "Baş
marangoz kralın adına iş yapacak., Kuzeye kereste satın al­
maya gideceğim ve en iyi ağacı nasıl seçeceğini bileo bir sa­
natçının hizmetine gerek duyuyorum. Memfis'te pazar yeri­
ne gideceksin ve zeytin, meşe ve çam ağaçlarının çokça bu­
lunduğunu görüp yalnızca kralın evine ve mezarına yaraşa­
cak olanı seçeceksin. Mesleğini ve kendi adını onurlandıra­
ca,ksın."
Sözleri baştan çıkancıydı, ama Benya yalnızca bana baktı.
Sonra.Yusuf yüzünü benimkine yaklaştırdı ve kibarca şöy­
le dedi-, " �hatti, ufaklık, bu annelerinin rahimlerinin meyve­
lerini', onların torunlarını görmen için son şansın. Çünkü on-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 2 9

!ar yalnızca Yakub'un çocukları değil; aynı zamanda Lea'nın,


Rahel'in, Zilpa'nın ve Bilha'nın da çocukları.
"Sen onların annelerinin kanından olan tek halalarısın ve
annelerimiz senin onların torunlarını görmeni isterlerdi. Her
şeyin ötesinde sen tek kız evlatsın, onların sevdikleri tek ki­
şi. "
Erkek kardeşim bir kuşun kanatlarıyla konuşabiliyordu ve
güneş doğup, Benya ve ben bitkin düşene kadar konuştu.
Kesinlikle hayır· dememize rağmen, Zafenat Paneh-ah, kra­
lın vezirine hayır demenin yolu yoktu; aynen Yusuf'a, Ra­
hel'in oğlu, Rebeka'nın torununa hayır demenin yolunun ol­
madığı gibi.
Sabahleyin onunla birlikte ayrıldık. Nehirde, aşırı lüks bir
barka bizi karşıladı; içi sandalyeler ve yataklar, boyalı tabak­
lar ve kadehler, tatlı şarap ve soğuk bira doluydu. Her yerde
çiçekler ve meyveler vardı. Benya zenginlikler karŞısında do­
nup . kaldı ve ikimiz de, bizi de· Zafenat'la iki oğlu ve onların
asil maiyetine gösterdikleri saygı ve özenle bekleyen çıplak
kölelerin yüzlerine bakamadık.
Çocuklar saçlarını uzatacak kadar büyümüşlerdi v� iyi ye­
tişmiş çocuklardı, babalarının konuklarını merak ediyorlardı
ama soru sormayacak kadar kibarlardı. Benya, onlara ağaç­
tan yaptığı ufak oyuncaklar verip, bunlara isimler koyarak
onları keyiflendirdi. Beni, onu izlerken yakaladı ve ağlamak-
ı
lı gülüşü, bana, onun aynısını uzun süre önce ölen oğulları-
na da yaptığını anlatti.
As-naat bizimle birlikte gelmedi ve Yusuf karısı ile ilgili tek
kelime etmedi. Erkek kardeşime, hepsi onun gençliğinde ol­
duğu kadar güzel genç muhafızlar eşlik ediyordu ve sık sık
onun yakışıklı refakatçilerine 9zlemle bakarken gördüm. O
ve ben kuzeye yapılan yolculukta hemen hiç konuşrnadık.
Yemeklerimizi ayrı yedik ve kimse marangozun karısının
güçlü vezire söyleyecek bir şeyi olduğundan şüphelenmedi.
Birkaç kelime ettiğimizde de -günaydın demek ya da çocuk­
lar hakkında yorumda bulunmak için- asla ana dilimizde ko-
330 Anita Diamanı

nuşmadık. Bu onun bir yabancı olduğum;ı dikkat çekebilirdi,


ki kralın hizmetinde bulunan pek çokları için bu zayıf bir
noktaydı.
Yusuf; parlayan bir tentenin altında, kara pelerinine sarıl­
mış halde barkanın pruvasında durdu. Yalnız olsaydım, ben
de onun gibi oturup, bir anne olduğum Nakht-ra'nın evine
getirildiğim yolculuğu yeniden yaşar, hatta oğlumun yitmesi­
ni hatırlardım. Eğer Benya olmasaydı, kardeşlerimle yapaca­
ğım eli kulağında karşılaşmayı düşünür, yüreğimin tüm eski
yaralarını açardım.
Ama Benya her zaman yanı başımdaydı ve kocam onun
için farklı bir hayat gibi bir hediye olan yolculuğun manzara­
larıyla büyülenmişti. Gözlerimi rüzgardaki gemilere çeviriyor
ya da hava sakinken kürekçilerin küreklerinin uyumunu gös­
teriyordu. Hiçbir şey onun dikkatinden kaçmıyordu ve ufku,
ağaçları, uçan kuşları, saban süren adamları, yabani çiçekle­
ri, batan güneş altında bir bakır tarlasını andıran papirüs tez­
gahını işaret ediyordu. Deniz atları sürüsüyle karşılaşınca
gösterdiği heyecan yalnızca Taweret'in oğullarının su sıçrat­
tığını izlemek için onun yanına gelen Yusuf'un çocuklarının­
kine eşti.
Yolculuğun on üçüncü gününde iğimi bir yana koydum ve
aklım nehrin yüzeyi kadar sakin ve sözsüz suyun kıyıya vuru­
şunu izleyerek sessizce oturdum. Nehrin zengin kokusunu
içime çektim ve sürekli bir rüzgara benzeyen suyun gemi
gövdesindeki sesini dinledim. Ellerimi suyun içinde gezdire­
rek, onların buruşup beyazlamasını izledim.
"Gülümsüyorsun! " dedi Benya beni görünce.
"Bir çocukken bana yalnızca bir nehrin yanında huzur bu­
lacağım söylenmişti," dedim ona. "Ama bu hatalı bir keha­
netti. Su benim yüreğimi yabştınyor ve düşüncelerimi sakin­
leştiriyor ve suyun yanında kendimi evde hissettiğim de doğ­
ru ama ben mutluluğu çeşmenin uzak olduğu ve tozun yo­
ğun olduğu kurak tepelerde buldum. " Benya elimi sıktı ve
güneş suyu sayısız ışık huzmesine bölüp parlatırken Mısır'ı
izledik.
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 3 1

Sabahları ve barka geceyi geçirmek için yanaştığı gün ba­


tımında, Menaşe ve Efraim suya atlıyorlardı. Hizmetkarlar
da timsah ve yılanları gözlüyorlardı, ama kocam, oğlanların
onlara katılma teklifine karşı koyamıyordu. Peştamalını çı­
kartıp çocukça bağırışlarla karşılanan bir kükreme ile suya
atlıyordu. Ben de kocamın; bir balıkçıl gibi, bir çocuk gibi su­
yun altına dalıp sonra da çıkmasını izleyerek gülüyordum.
Benya'ya bir balık olduğum bir rüyamı anlatınca, sırıttı ve
bunu gerçekleştirmeye söz verdi.
Böylece bir gece, dolunayın altında, Benya parmağını
dudaklarına götürüp, beni suyun kenarına getirdi. Sessizce,
sanki ben bir bebek kadar hafifim ve o da on adam kadar
güçlüymüş gibi çaba sarf etmeden beni tutarak kollarinda
sırt üstü yatırdı. Ben başımı arkaya koyup, ellerimi çözüp,
bir yataktaymış gibi yatana kadar bana dil döktü ve rahatlat­
tı. Gevşeyince kocam beni bıraktı böylece nehir beni tutar­
ken ve ay ışığı da suyu gümüşe döndürürken yalnızca onun
parmak uçlarını hissettim.
Her gece daha da cesaretlendim. Kocamın ellerinin deste­
ği olmadan suyun üzerinde durmayı öğrendim ve sonra da
aya bakarak sırt üstü hareket etmeyi. Bana nasıl yüzeyde ka­
lacağımı ve suyu hayatta kalma güdüsüyle tekmeleyerek nasıl
bir köpek gibi yüzeceğimi gösterdi. Güldüm ve su yuttum. Oğ­
lumun bebekliğinden bu yana oynayıp eğlendiğim ilk kezdi.
Kuzeye yolculuğun sonu geldiğinde ben kafamı suyun al­
tına sokabiliyor ve hatta Benya'yla yan yana yüzebiliyordum.
Daha sonra şiltemizde fısıldarken ona Haran' dan olan yol­
culuğumuz sırasında nehirde ilk kez birilerinin yüzdüğünü
gördüğüm anı anlattım. " Mısırlılardı, " dedim seslerini hatır­
layarak. "O nehrin suyunu bununla, benim bu gece yaptığım
gibi karşılaştırdılar mı acaba merak ediyorum. "
Birbirimize döndük ve balıklar gibi sessizce seviştik ve bü­
yük nehrin üzerindeki çocuklar gibi uyuduk, kaynak ve do­
yum.
332 Anila Diamant

Tanis'e varınca nehri bırakıp Yakub'un oğullarının yaşa­


dığı tepelere doğru yok:uluğa başladık. Mısır'da, çiftçiler ve
hatta sepiciler bile, işleri meslekler içinde an alçak ve tiksin­
dirici bulunan çobanlardan daha saygın tutulurlardı. Zafenat
Paneh-ah'ın yolculuğunun resmi amacı sürülerin sayımını
yürütmek ve kralın masası için en iyi hayvanları seçmekti.
Aslında bu onun konumunun altında bir görevdi, bu tür işler
genellikle orta rütbeli bir katibe verilirdi. Yine de, bu erkek
kardeşime, Kenan'daki kıtlıktan kaçıp sığınma hakkı verdi­
ğinden bu yana on yıldır görmediği akrabalarını ziyaret et­
mesi için bir bahane olarak hizmet ediyordu.
Zafenat Paneh-ah'ın kervanında yolculuk etmek çocuklu­
ğumun yolculuklarına hiç benzemiyordu. Erkek kardeşim as­
keri taşıyıcıları tarafından bir tahtırevanda taşınıyordu ve
oğulları da arkada eşeklere binmişti. Yürüyen Benya ve ben
ise, gözlerimize siper etmek için bile elimizi kaldırınca soğuk
bira ve meyve sunan hizmetkarlarla çevriliydik. Geceleri, saf
ve beyaz çadırların altında, kalın şilteler üzerinde dinleniyor­
duk.
Tek farklılık şatafat değildi. Yolculuk son derece sessiz,
neredeyse suskun geçiyordu. Yusuf, kaşları çatık parmakları
sandalyesinin kollarında yalnız oturuyordu. Ben de huzursuz­
dum; ama başkaları tarafından duyulmadan Benya ile konuş­
mamın hiç yolu yoktu. Menaşe ve Efraim eşeklerini Huppim
ve Muppim diye adlandırmışlardı ve onlar hakkında hikaye­
ler uyduruyorlardı. Aralarında, bir topu, bir ileri bir geri atı­
yorlar ve gülüp kıçlarının eşek üstünde olmaktan morarma­
sından şikayet ediyorlardı. Eğer onlar olmasa, nasıl gülüm­
seneceğini unutmuş olurdum.
Dört gün sonra Yakub'un oğullarının yaşadığı kampı bul­
duk. Büyüklüğü karşısında hayrete düştüm. Şekem'deki gibi,
bir düzine çadır ve bunların yarısı kadar aş ateşiyle bir alan
hayal etmiştim. Ama burası tam bir köydü; başları bağlı bir
oraya bir buraya koşuşturan, su testileri ve ateş odunları ta­
şıyan düzinelere� kadın. Bebeklerin bağrışları, konuşulanlar
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 3 3

ana dilimdeydi. Ama beni gözyaşlarına boğan tek şey koku­


lardı: zeytin yağında kızaran soğanlar, pişen ekmeğin koku­
suna karışan sürülerin kokusu. Yalnızca Benya'nın eli beni
sendelemek+en kurtardı .
Kabile liderlerinden bir grup, veziri, akrabalarını karşıla­
mak için yürüdü. Yusuf, iki yanında oğulları, yakışıklı muha­
fızlarla etrafı sarılı onlarla karşılaştı. Arkalarında uşaklar, ta­
şıyıcılar ve köle kızlar ve bir yanda da bir marangoz ve karı­
sı duruyordu. Yusuf un yüzü endişeyle neredeyse bembeyaz­
dı, ama kocaman, sahte bir tebessümle dişlerini gösterdi.
Yakub'un oğulları önümüzde durdular, ama ben bu yaşlı
adamlardan hiç birini tanımadım. Aralarında en yaşlısı, yüzü
derin kırışıklarla dolu ve kirli gri kıllarla gizlenmiş olanı, ya­
vaşça, Mısır dilinde tuhaf bir şekilde konuştu. Koruyucuları
ve kurtarıcıları, huzur için onlan topraklarına getiren ve do­
yuran Zafenat Paneh-ah'a resmi selamlarını iletti.
Ancak ,doğduğu dile dönünce konuşar;ıı tanıdım. " Baba­
mız Yakub adına, seni, kardeşim, mütevazı çadırlarımıza bu­
yur ediyorum, " dedi gençken çok yakışıklı olan Yahuda.
"Babacık sona yakın;'' dedi. "Aklı her zaman yerinde değil
ve Rahe! ve Lea'yı çağırarak yatağını dövüyor. Bir rüyadan
uyanıyor ve bir oğluna lanetler yağdırıyor, ama bir sonraki
an aynı adamı övgüler ve sözlerle kutsuyor. "
"Ama seni bekliyordu, Yusuf. Seni ve oğullarını. "
Yahuda konuşurken arkasındaki adamlardan bazılarını ta­
nımaya başladım. Oradaki Dan'di, annesinin siyah yosuna
benzer saçları ile, cildi hala kırışmamış ve gözleri Bilha'nın­
ki kadar sakin. Artık Naftali'yi İssakar'dan ayırt etmek güç
değildi, çünkü Tali topallıyordu' ve İssakar da kamburlaşmış­
tı. Hayat onu daha az yıpratmış olsa da Zebulun hala Yahu­
da 'ya benziyordu. Yeğenlerim olduklarını tahmin ettiğim
genç adamlardan bir kaçı Vakub'un olmasını tahmin ettiğim
gençliğini hatırlatıyorqu. Ama onların kimlerin oğulları ol­
duklarını ya da hangisinin Benyamin olduğ�nu tahmin ede­
medim.
334 Anita Diamant

Yusuf, Yahuda'yı ona kenetlenen erkek kardeşinin gözle­


riyle bir kez bile karşılaşmadan dinledi. Yahuda konuşmasını
bitirince bile Yusuf cevap vermedi ya da kafasını kaldırmadı.
Sonunda Yahuda yeniden konuştu. "Bunlar senin oğulla­
rın olmalılar. Onlara ne ad verdin?"
"Büyük olanı Menaşe ve bu da Efraim, " diye cevap verdi
Yusuf, ellerini sırayla onların başlarına koyarak. Adlarını du­
yunca, çocuklar babalarına baktılar, daha önce babalarının
ağzından duymadıkları kulağa tuhaf gelen dilde ne söylendi­
ğini merak ederek yüzleri parlıyordu.
Yusuf "Neden burada olduğumuzu zor anlıyorlar, " dedi.
"Ben de kendi adıma bunu bilmiyorum. "
Yahuda'nın yüzü öfkeyle kaplandı ama bu hemen yerini
mağlubiyete bıraktı. "Geçmişin hatalarını telafi etmenin hiç­
bir yolu yok," dedi. "Yine de senin yaşlı adamın huzurla öl­
mesine yardımcı olman iyi. Senin öldüğünü söylediğimiz an­
dan beri azap içinde yaşadı ve senin hala hayatta olduğunu
öğrenince bile asla kendine gelmedi. "
"Gel," dedi Yahuda. "Gidip babamız uyanık mı bakalım.
Yoksa önce bir şeyler yiyip içmek mi istersin?"
"Hayır," diye Yusuf cevapladı. "Önce bunu yapalım. "
Oğullarını ellerinden tutarak, Yusuf Yahuda'yı Yakub'un
ölümün eşiğinde yattığı çadıra doğru takip etti. Onlar tozlu
köyün içinde kaybolurken, ben Zafenat Paneh-ah' ın
hizmetkarları ve refakatçileriyle kaldım.
Titreyerek, içlerinden birinin bile beni tanımadığına öfke­
li toprağa mıhlanıp kaldım. Ama aynı zamanda da rahatla­
mıştım. Benya beni yavaşça hizmetkarların akşam için çadır­
ları kurdukları yere götürdü ve orada bekledik.
Yusuf, gözleri korku içinde yere mıhlanmış Menaşe ve Ef­
raim'le birlikte belirdiğinde hislerimi anlatacak ancak zaman
bulmuştum. Kardeşim yanımdan geçip tek söz etmeden ça­
dırına girdi.
Benya o gece yemek yemem için beni kandıramadı ve
onun yanında yatmama rağmen gözlerimi kapatmadım. Ka-
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 3 5

ranlığa gözlerimi dikip geçmişin olanca gücüyle üzerime ak­


masına izin verdim.
Ruben'in iyi yürekliliğini ve Yahuda'nın güzelliğini hatırla­
dım. Şarkı söyleyen Dan'ın sesini ve Gad ve Aşer'in ben
kahkahadan yere yığılana kadar büyük babamızı taklit ediş­
lerini hatırladım. Levi ve Şimeon onlara işkence edip, anne­
lerinin gözünde kendilerinin değişilmez olduğunu söyledikle­
rinde Issa ve Tali'nin nasıl ağladıklarını hatırladım. Yahu­
da' nın beni bir keresinde ben altıma işeyene kadar nasıl gı­
dıkladığını ama bunu tek kişiye bile anlatmadığını hatırladım.
Sonunda daha fazla yatamadım ve çadırımın yanında do­
lanarak Yusuf'un beni beklediği gecenin içine doğru yürü­
düm. Yavaşça kamptan çıktık; ay yoktu ve karanlık her şeyi
saklıyordu. Biraz ilerledikten sonra Yusuf kendini yere attı ve
bana ne olduğunu anlattı.
"İlk başta, beni tanımadı, " dedi kardeşim. " Babacık yor­
gun bir çocuk gibi 'Yusuf' diye haykırarak inliyordu. 'Yusuf
nerede?' "
"Dedim ki 'Ben buradayım,' ama hala soruyordu, 'Oğlum
Yusuf nerede? Neden gelmiyor?' "
"Kulağına ağzımı dayadım ve 'Yusuf oğullarıyla birlikte
tam istediğin gibi burada. "
"Bunun gibi bir çok konuşmanın ardından aniden anladı
ve yüzümü, ellerimi, elbiselerimi yakaladı. Ağlayarak tekrar
tekrar adımı tekrarladı ve benden ve annemden af diledi. Le­
vi 'nin ve Şimeon'un ve de Ruben'in anılarına küfretti. Son­
ra da ilk doğan oğlunu affetmediği için ağladı. "
"Erkek kardeşlerimin sırayla her birinin adını saydı; onla­
rı kutsayarak ve lanetleyerek, onları hayvanlara çevirerek,
onların çocukluk oyunlarına iç geçirerek, altlarını temizleme­
leri için annelerini çağırarak. "
"Bu şekilde yaşlanmak ne kadar da korkunç, " dedi Yusuf,
sesinde acıma ve tiksintiyle. "Oğullarımın bebek mi yoksa
büyük baba mı olduğunu bilemeyeceğim gün gelmeden öl­
mek için dua ediyorum.
336 Anita Dlamanı

"Yakub uyuyor görünüyor ama biı: an sonra yine haykırı­


yordu 'Yusuf nerede?' sanki az önce beni öpmemiş gibi. "
"Ben buradayım," diye cevap verdim.
"Oğullarına hayır dualarımı vereyim, " dedi Yakub. "Onla­
rı şimdi 'göreyim. "
"Oğullarım yanımda tittiyordu. Çadır hastalık kokuyordu
ve onun abartılı konuşmaları çocukları korkutmuştu ama on­
lara büyük babalarının onlara hayır ,dualarını vermek istedi­
ğini söyledim ve her iki yanına her birini ittim. "
"Sağ elini Efraim'in başına ve sol elini d e Menaşe'ninki­
ne koydu. Onlara Abram ve İshak adına hayır dualarını ver­
di, sonra da oturdu ve kükredi, 'Beni hep hatırlayın! ' Çocuk­
lar sindiler ve arkama saklandılar. "
"Yakub'a torunlarının adını söyledim, ama beni duymadı.
Gözlerini, çadırın tepesine görmeden dikti ve kemiklerini bir
yol kenarında bıraktığı için özür dileyerek Rahel'le konuştu.
Sevdiği için ağladı ve ona huzur içinde ölmesi için yalvardı. "
, "Oğullarımla ayrıldığımı fark etmedi. "
Yusuf konuşurken, yüreğimde eskiden kalma bir sıkışma
hissettim .ve yıllar boyu Nakht-ra'nın evinÖe taşıdığım ağırlı­
ğı hissettim. Bu yük düşündüğüm gibi hüzünden kaynaklan­
mıyordu. Benden fışkıran şey öfkeydi ve kaybettiği sese ka­
vuştu. "Peki ya benden?" dedim. "Benden bahsetti mi? Ba­
na yaptıklarına pişman oldu mu?"
"Şekem halkının öldürülmesinden bahsetti mi? Salem'in
ve Hamor'un masum kanı için ağladı mı? Kendi onurunun
katledilmesinden pişmanlık duydu mu?"
Yusuf'un yattığı yere sessizlik indi. "Senin hakkında hiç­
bir şey söylemedi. Dina, Yakub'un evinde unutulmuş. "
Sözleri beni yıkabilirdi ama yıkmadı. Yusuf 'i.ı yerde bırak­
tım ve kendi başıma sendeleyerek çadırıma döndüm. Aniden
bitkin düşmüştüm ve her adım bir çabaydı, arria gözlerim ku­
ruydu.
* * *
K ı r m ı z ı Ça d ı r 3 3 7

Yusuf geldikten sonra Yakub yemeyi ve içmeyi bıraktı.


Ölümü, saatler en fazla günler içinde gelecekti. Böylece bek­
ledik.
Çadırımın önünçle oturup, iğ eğerek Lea ' nın, Rahel'in,
Zilpa'nın ve Bilha'nın çocuklarını inceleyerek vakit geçirdim.
Annelerimin gülüşlerini ve mimiklerini gördüm ve kahkaha­
lannı işittim. Bazı benzerlikler gün kadar açıktı. Dan'ın kızı
olduğunu düşündüğüm kız da Bilha' nın tam bir kopyasını
gördüm; bir başka kız teyzem Rahel'in saçlarını taşıyordu.
Lea'nın keskin hatlı burnu her yerde göze çarpıyordu.
Yakub'un ölümünü beklediğimiz ikinci gün ellerinde bir
sepet taze ekmekle bir kız yanıma yanaştı. Mısır dilinde ken­
dini Gera, Benyamin'in ve onun Mısırlı karısı Neset'in kızla­
rı olarak tanıttı. Gera, Zafenat Paneh-ah'a refakat eden di­
ğerleri yemek pişirip getir götür işleri yaparken ve gün bo­
yunca ortalığı temizlerken, benim konumumda bir kadının,
nasıl olup da oturup iğ eğdiğimi merak etmişti.
"Kız kardeşlerime sizin vezirin, amcamın oğullarının da­
dısı olduğunuzu söyledim," dedi. "Bu doğru mu? Doğru tah­
min etmiş miyim?"
Gülümsedim ve "İyi bir tahmin yapmışsın, " dedim; ona
oturmasını, bana kız kardeşlerinden ve erkek kardeşlerinden
bahsetmesini istedim. Gera memnun bir sırıtışla davetimi ka­
bul etti ve ailesinin dokumasını önüme sermeye başladı.
... Kız kardeşlerim hala birer çocuk, " dedi kendinin de ka­
dın olmasına daha birkaç yılı olan genç kız, "İkizlerimiz var,
iğ bile eğemeyecek kadar ufak Mevza ve Naamah. Babam
Benyamin'in Kenan'da ölen bir' karısından oğullan var. Er­
kek kardeşlerimin adları Bela, Bakher, Ehi ve Ard; onlar iyi
çocuklar, ama ben onları sürülerimiz kadar çok ve gürültücü
olan amcalarımın oğullarından daha iyi tanımıyorum, " dedi
ve sanki eski dostmuşuz gibi göz kırptı.
"Pek çok amcan olmalı?" dedim.
"On bir, " dedi Gera. "Ama en yaşlı üçü öldüler. "
"Ah,'1 diye kafami salladım, yüreğimde Ruben'e elveda
diyerek.
338 Anita Diamant

Yeğenim, önlüğünden bir iğ çıkarıp, bunu işe koyarak ya­


nıma yerleşti; bir yandan da ailemizin hikayesini anlatıyor,
çilelerini çözüyordu. "En büyüğü Ruben, Lea'nın oğlu, bü­
yük babamın ilk eşi. Skandal şuydu, Ruhen, Bilha ile yani
Yakub'un eşlerinin en genci ile yatarken yakalandı. Yakub ilk
doğan oğlunu Bilha öldükten sonra bile, Ruben ona torun­
lar ve erkek kardeşlerimin geri kalanının tümünden daha
çok zenginlik vermesine rağmen affetmedi. Amcamın, öldü­
ğünde Yakub'un affı için ağladığını ama babasının ona gel­
mediğini söylüyorlar. "
"Yine Lea'dan olan Şimeon ve Levi ben bebekken Ta­
nis'te öldürülmüş. Oradaki tüm hikayeyi kimse bilmiyor,
ama kadınlar arasında, ikisinin ufak bir meselede bir tüccar­
dan daha iyisini almaya çalıştığına dair bir konuşma var.
Kurbanları için Mısır'ın en zalim katilini seçmişler, o da on­
ları aç gözlülükleri yüzünden öldürmüş. "
Gera kafasını kaldırıp baktı ve Yahuda'nın Yakub'un ça­
dırına girdiğini gördü. "Lea'nın oğlu Yahuda Amca yıllardır
aile reisidir. Adil bir adamdır ve ailenin yükünü ustaca om�z­
larında taşır, yine de kuzenlerimden bazıları onun yaşlanınca
fazlaca tedbirli olmaya başladığını düşünüyorlar. "
Gera, bana erkek kardeşlerimin ve onların karılarının hi­
kayesini öğreterek, çocuklarını işaret ederek, asla tek kelime
bile konuşamayacağım benim kanımdan yeğenlerimin adla­
rını sayarak devam etti.
Ruben'in Zillah adında bir eşinden üç oğlu vardı. İkincı
karısı Altar ona ikiz kızlar vermişti, Bina ve Efrat.
Şimeon'un, Gera'nın kötü ağız kokusu ile hatırladığı iğ­
renç Ialutu'dan beş oğlu vardı. Şekem'li bir kadından bir oğ­
lu daha varmış, ama çocuk sel basmış bir vadiye düşüp bo­
ğulmuş. "Annem onun kendini öldürdüğünü söylüyor, " dedi
fısıltıyla.
"Oradaki adamın adı Merari, dedi. "Onunla ilgili mucize
şu ki Levi ve lnbu 'dan doğmuş olmasına rağmen iyi bir in­
san. Erkek kardeşleri babaları kadar kötüler. "
Kırm ızı Çad ı r 339

Gevşek çeneli bir adam ayağını sürüyerek Gera'ya yak­


laştı, o da ona bir parça ekmek verip onu yolladı. "Bu She­
la," diye açıkladı, "Yahuda'nın Şua'dan olan oğlu. Geri ze­
kalı ama tatlıdır. Amcamın ona Peretz ve Zerakh'i ve benim
en iyi arkadaşım Dafna'yı veren Tamar adlı ikinci bir eşi da­
ha var. Dafna bu kuşakta ailenin en güzeli. "
"Oradaki de Hesya, " dedi neredeyse benim yaşımda bir
kadını işaret ederek. "Lea'nın oğlu İssakar'ın karısı. Hesya
üç oğlan ve ebe hayatını seçen Tola'nın annesi. Eğer Dafna,
Rahel'in güzelliğinin varisiyse, Tola da onun altından elleri­
ne sahiptir. "
"Rahe! kim?" diye sordum, teyzem hakkında daha fazla­
sını duymayı umarak.
"O efendinizin annesidir, " dedi, ilgisizliğim karşısında şa­
şırarak. "Onun adını bilmeniz için hiç neden yok tabii ki; Ra­
he!, ikinci eş, Yakub'un sevdiği güzellik. Benyamin'e, baba­
ma hayat verirken ölmüş. "
Kafamı salladım ve onun elini okşadım, orada Rahel'in
parmaklarının şeklini görerek. "Devam et, canım, " dedim.
"Bana daha fazlasını anlat. Aile fertlerinin adlarının melodi­
sini sevdim.
"Dan, Bilha'nın tek oğludur, " dedi Gera.' "O, Yakub'un
üçüncü karısı, Rahel'in cariyesiydi ve Ruben'le yatan da o.
Dan'ın Timna'dan olma Edna, Tirza ve Berit isimli üç kızı
var. Üçü de iyi kalpli kadınlar; Yakub'a bakanlar da onlar. "
"Zilpa dördüncü eştir, Lea'nın cariyesi ve ikiz doğurmuş­
tur. İkizlerden ilki, kansı Serah lmnah'ı büyük bir aşkla seven
Gad. Ama kadın dördüncü çocuklarını; güzel bir sesi olan ilk
kızları Serah'ı dünyaya getirirken ölmüş, " dedi Gera.
"Gad'in ikiz kardeşi Aşer, Oreet'le evli, " diye devam etti.
"En büyükleri olan kızlan Areli, geçen hafta bir kız dünyaya
getirdi, adı Nina, ailedeki en yeni sima."
"Lea'nın Naftali'si, Yedida'dan olma altı çocuğun babası,
kızları Elisheva ve Vaniah. Ve elbette Yusuf'un oğullarını her­
kesten iyi tanıyorsunuz, " dedi Gera. "Hiç kızı yok mu?" di­
ye sordu.
3 4 0 Anita Diamanl

"Henüz yok," diye cevap verdim.


Gera'nın gözüne iki genç kadın ilişti ve bana göstererek,
üzerine basa basa başını salladı. " Bunlar Zebulun'un,
Lea'nın oğlunun kızlarından ikisi. Anneleri Ahavah kendi
ufak kabilelerini oluşturan altı kız dünyaya getirdi. Beni ken­
di aralarına almaları hoşuma gidiyor. Çok eğlenceli bir
grup."
"Liora, Mahalat, Giah, Yara, Noadya ve Yael, " dedi ad­
larını parmaklarıyla sayarak. "En iyi dedikodu onlardadır.
Şekem'li kadının kendini öldüren , oğlunun hikayesini bana
anlatan onlardı. Çocuk delirmiş, " dedi sesini alçaltarak, "ya­
ni kendi doğumunun berbat koşullarını öğrenince. "
"Böylesi bir umutsuzluğa ne neden olmuş olabilir ki?" di­
ye sordum.
"Çirkin bir hikaye, " dedi çekingen, iştahımı kabartmaya
çalışarak.
"Ama genellikle en iyi malzeme onlardan çıkar, " diye ce­
vapladım.
"Harika," dedi Gera iğini bırakıp doğrudan gözlerimin içi­
ne bakarak. "Ahavah Yenge'nin hikayesine göre Lea'nın ya­
şayan tek bir kızı varmış. Çok güzel olmalıymış çünkü Şe­
kem'li bir asilzade, aslına bakarsanız bir prens tarafından ev­
lenmek üzere alınmış. Kral Hamor'un oğlu tarafından! "
"Kral Yakub'a kendi elleriyle şık bir başlık parası getirmiş,
ama bu Şimeon ve Levi için yeterli olmamış. Kız kardeşleri­
nin kaçırıldığını ve tecavüze uğradığını ve de aile şerefinin le­
kelendiğini iddia etmişler. Öylesine gürültü patırtı çıkarmış­
lar ki kral, oğlunun Lea'nın kızına duyduğu büyük tutkuya
boyun eğerek başlık parasını iki katına çıkarmış. "
"Ancak amcalarım yine de tatmin olmamışlar. Bunun Ya­
kub'un mallarını alıp, bunu Hamor'un kılmak için Kenan'lı­
ların oynadığı bir oyun olduğunu iddia etmişler. Böylece Le­
vi ve Şimeon, Şekem'lilerden sünnet derilerini verip, 'Ya­
kub'tan olma'larını talep ederek evlilikten vazgeçirmeye ça­
lışmışlar. "
K ı r m ı z ı Çad ı r 3 4 1

"Şimdi bunun kızların birbirlerine anlattıkları uydurma bir


hikayeden başka bir şey olmadığını düşünmeme yol açan
kısmı geliyor. Prens bıçağa razı gelmiş! O ve babası ve şehir­
deki tüm erkekler! Kuzenlerim bunun imkansız olduğunu
söylüyorlar, çünkü erkeklerin böyle bir aşk duymaya yete­
nekleri yoktur. "
"Yine de hikayede prens razı geliyor. O ve şehrin erkek­
leri sünnet ediliyorlar, " diye Gera sesini alçaltıp hüzünlü bir
son için karanlık bir tona bürüdü.
"Kesilmeden iki gece sonra, şehrin erkekleri acı içinde
kıvranırlarken, Levi ve Şimeon şehre girip, prensi, kralı ve
şehrin kapıları arasında buldukları tüm erkekleri katlediyor­
lar. "
"Sürüleri ve şehrin kadınlarını da rehin alıyorlar, işte böy­
lece Şimeon'un Şekem'li bir karısı oluyor. Oğulları, babası­
nın zalimliğini öğrenince de kendini boğuyor. "
Hikayeyi anlatırken gözlerim iğime kilitlendi. "Peki ya kız
kardeşe ne oluyor?" diye sordum. "Hani prensin aşık oldu-
gu .
- ?"

"Bu bir sır, " dedi Gera. "Ben onun üzüntüden öldüğünü
düşünüyorum. Serah onun Gökyüzü Kraliçesi tarafından alı­
nip kayan bir yıldıza dönüştüğünü anlatan bir şarkı yaptı . "
"Adı hatırlaniyor mu?" diye yavaşça sordum.
"Dina," dedi. " Melodisini sevdim, siz sevmedıniz mi? Bir
gün eğer bir kızım olursa onun adını Dina koyacağım . "
Gera, Lea'nın kızı hakkında daha fazla bir şey anlatmadı
ve kuzenleri arasındaki düşmanlıklar ve aşk ilişkileri hakkın­
da çene çalmaya devam etti. Benim hakkımda bir şey sor­
mak aklına gelmeksizin öğleden sonra geç saate kadar ko­
nuştu ancak bundan sonra ben akşam yemeği vakti geldiği­
ni söyleyerek izin istedim.
Yakub o gece öldü. Bir kadının ağladığını duydum ve ge­
linleri arasında kimin yaşlı adam için gözyaşı döktüğÜriü me­
rak ettim. Benya beni kollarına aldı, ama ben ne hüzün ne
de öfke hissettim.
342 Anila Diamanı

Gera bana huzur vermişti. Dina'nın hikayesi unutulama­


yacak kadar berbattı. Yakub'un hatırası yaşadığı sürece be­
nim adım da hatırlanacaktı. Geçmiş bana olabilecek en kö­
tüyü yapmıştı ve gelecekten hiç korkum yoktu. Yakub'un
evini Yusuf'tan daha huzur dolu terk ettim.
Sabahleyin, Yahuda, Yakub'un bedenini babası İshak ile
birlikte yatması için Kenan'. a götürmek üzere hazırlandı. Yu­
suf, kemikleri, cenaze yolculuğu için verdiği altın kaplamalı
tahtırevana kaldırılırken izledi. Yahuda babasını gömmek
üzere ayrılmadan, o ve Yusuf son kez sarıldılar. Bu manza­
radan kafamı çevirdim, ama çadırıma ulaşmadan sırtımda
bir el hissettim ve yüzü bir belirsizlik ve utanç haritası olan
Yahuda ile karşılaşarak döndüm.
Bana bir yumruğunu uzattı. "Bu annemizindi, " dedi, ko­
nuşmakta zorluk çekerek. "Ölüm döşeğinde beni çağırdı ve
bunu kızına vermemi söyledi. Aklını kaçırdığını düşündüm, "
dedi Yahuda. "Ama bizim karşılaşmamızı önceden görmüş.
Annemiz seni asla unutmadı ve Yakub'un bunu yasaklamış
olmasına rağmen, ölene kadar her gün senden bahsetti. "
"Bu annemiz Lea'dan, al ve huzura kavuş, " dedi başı
önünde gitmeden elime bir şey sıkıştırarak.
Baktım ve Rahel'in lapis yüzüğünü gördüm, Yakub'un
ona verdiği ilk hediyesi. İlk önce Yahuda'yı geri çağırıp ona,
annemin, neden bana Yakub'un kız kardeşi Rahel'e olan aş­
kınının kanıtını bana verdiğini sormayı düşündüm. Ama el­
bette ki bunu bilmesinin hiçbir yolu yoktu.

Nehri yeniden görmek güzeldi. Tepelerin sıcağından son­


ra, Nil'in kucaklayışı tatlı ve serindi. Ve gece Benya'nın kol­
larında ona Gera 'dan duyduklarımın tümünü anlattım VP
ona yüzüğü gösterdim.
Anlamını merak ediyor ve bana sırrı açıklayacak bir rüya
için dua ediyordum. Elimi ışığa tutup, güzellikleri görmeye
idmanlı gözlerini kısarak şöyle dedi, "Belki de annen bunu
kız kardeşini affettiğinin bir işareti olarak gördü. Belki de hu-
K ı rm ı z ı Ça d ı r 3 4 3

zur dolu bir yürekle öldüğünün ve senin için de aynısını ar­


zuladığının bir işaretiydi. "
Kocamın sözleri yerini buldu ve Zilpa'nın kırmızı çadırda
ben bir çocukken bana söylediği bir şeyi hatırlattı; ben o za­
manlar bunun anlamını anlamayacak kadar ufaktım. "Hepi­
miz aynı anneden doğduk, " demişti. Bir ömür geçirdikten
sonra bunun doğru olduğunu biliyordum.
Yolculuk olaysız geçmesine ve ellerim de boş olmasına
rağmen, eve doğru yaptığımız yolculuktan bitkindim. Kendi
evime dönmek, Shif-ra'yı, ben yokken doğan Kiya'nın bebe­
ğini görmek için sabırsızlanıyordum.
Memfis'teki üç günlük duraklama boyunca son derece
huzursuzdum, ama sırf Benya için, sabırsızlığımı kendime
sakladım. Her akşam pazardan gördüğü güzellikleri anlata­
rak dönüyordu. Zeytin ağacının ipeksiliği, abanozun saf ka­
rası, kokulu sedirler karşısında heyecanlanıyordu. Meşe pla­
kalar ile geri dönüp, Yusuf'un oğullarına bunu nasıl oyacak­
larını gösteriyordu. Bana da bir hediye almıştı, ona her bak­
tığımda beni gülümseten, sırıtan Taweret şeklinde bir süra­
hi.
Vezirin barkası, yolculuğun son kısmı için Memfis'ten
Teb'e yol alırken, iyi kerestelerle yüklü bir mavna çekiyordu.
Yusuf ve ben son gecenin karanlığında birbirimize elveda de­
dik. Ayrılırken üzülmemiz için gerek olmadığını söyledi ya­
vaşça. "Bu yalnızca bir hoşça kal. Eğer As-naat yeniden do­
ğum yaparsa, seni çağıracağız. "
Ama bir daha karşılaşmayacağımızı biliyordum. "Yusuf, "
dedim, "bu bizim elimizde değil. "
"Sağlıcakla kal," diye fısıldadım, annesinin yüzüğünü ta­
şıyan bir elimle yanağına dokunarak. "Seni düşüneceğim."
"Ben de seni düşüneceğim, diye cevapladı yavaşça.
Sabahleyin Benya ve ben heyecanla batıya döndük. Bir
kez eve varınca, günlerimiz düzen içinde devam etti. Ki­
ya' nın ilk oğlu iyi huyluydu ve annesi geceleri bir doğuma
katılmak için giderken onu bana bıraktığında bıcır bıcır ötü-
3 4 4 Anıta Diamant

yordu. Gün batımından sonra ben nadiren ona katılabiliyor­


dum, artık yaşlanıyordum.
Sabahları ayaklarım ağrıyor ve ellerim uyuşuyordu, ama
yine de takatsiz olmadığım ya da duyularım körleşmediği için
kendimi şanslı sayıyordum. Kendi evimi çekip çevirecek ve
Benya ile ilgilenecek kadar gücüm vardı. Benya ise hep güç­
lü ve kendinden emin kaldı, gözleri her zaman berrak, işine
ve bana olan aşkı güneş kadar bakiydi .
Son yıllarım en iyi olanlardı. Kiya'nın iki bebeği daha ol­
du, bir oğlan daha ve bir kız, evime ve kocamın yüreğine
yerleştiler. Her gün sayısız şeker kokulu öpücük alıyorduk.
"Siz gençlik iksirisiniz," diyordum onları gıdıklayıp onlarla
birlikte gülerken. "Siz bu yaşlı kemikleri ayakta tutuyorsu­
nuz. Siz beni hayatta tutuyorsunuz. "
Ama ufak çocuklara adanmak bile ölümü sonsuza dek
uzak tutamıyordu. Uzun süre acı çekmedim. Bir gece göğ­
sümde· bir ağırlık hissederek uyandım ama ilk şoktan sonra
hiç acı duymadım.
Benya yüzümü iri, sıcak elleri arasında tuttu. Kiya geldi ve
ayaklarımı uzun parmakları ile kucakladı . Ağladılar ve ben
onları rahatlatacak sözcükleri çıkaramıyordum. Sonra gözle­
rimin önünde değiştiler ve ne gördüğümü tanımlayacak hiç
sözcük yoktu.
Sevdiğim, güneş kadar parlak bir ateşe dönüştü ve onun
ışığı beni ısıttıkça ısıttı. Kiya ay gibi parladı ve Gece Kraliçe­
sinin berrak, kendinden emin sesiyle şarkı söyledi.
Hayatımın parlayan ışıklarını saran karanlıkta, anneleri­
min yüzlerini seçtim, her biri kendi ateşiyle yanıyordu. Lea,
Rahe!, Zilpa ve Bilha.. Inna, Ra-11efer ve Meryt ve hatta za­
vallı Ruti ve .·küstah Rebeka beni karşılamak için dizilmişler­
di. Onları asla görmemiş olmama rağmen Adah ve Saray'ı
da tanıdım. Güçlü, cesur, meraklı, iyi yürekli, kutsanmış, kı­
rılmış, sadık, ahmak, yetenekli, güçsüz . . . Her biri beni ken­
di yoluna davet ediyordu.
K ı rm ı z ı Çad ı r 3 4 5

"Oh," diye haykırdım, hayretle . Benya beni daha sıkı tut­


tu ve hıçkırdı. Acı çektiğimi düşünüyordu, ama ben ölümün
bana sunduğu dersler karşısında heyecan dışında hiçbir şey
hissetmiyordum. Ölüm nehrini geçqıeden önceki anda, ra­
hiplerin ve Mısır' daki büyücülerin, bize verilen dünyanın öte­
sinde de hayatın güzelliklerini devam ettirme sözü veren ah­
maklar ve şarlatanlar olduklarını biliyordum. Ölüm hiç de
düşman değildi; aksine minnettarlık, sempati ve sanat ile
örülmüş bir yapıydı. Hayattaki tüm zevklerin içerisinde yal­
nızca sevginin ölüme borcu yoktu.
"Teşekkür ederim, sevdiğim, " dedim BeAya'ya ama beni
duymadı.
"Teşekkür ederim, kızım, " dedim Kiya'ya; kulağını göğ­
süme koyup hiçbir şey duymayınca ağıt yakmaya başlayan
kızıma.
Öldüm ama onları terk etmedim. Benya benim yanımda
oturdu ve ben onun gözlerinde, yüreğinde kaldım. Haftalar­
ca ve aylarca ve yıllarca yüzüm bahçede yaşadı, kokum çar­
şaflara sindi. O yaşadığı sürece her gün onunla birlikte yürü­
düm ve gece onunla birlikte yattım.
Gözleri son kez olarak kapandığında, sonunda belki de
dünyadan ayrılacağımı düşündüm. Ama o zaman da dolaş­
tım. Shif-ra ona öğrettiğim şarkıyı söyledi ve Kiya benim yü­
rüyüşümle yürüdü. Yusuf kızı doğunca beni düşündü. Gera
bebeğine Dina adını koydu. Ra-mose �vlendi ve karısına onu
uzağa gönderip, onu ölümden kurtaran ve yaşamasını sağ­
layan annesini anlatb. Ra-mose'nin çocuktan yüzlerce kuşak
öteye çocuklar dünyaya getirdiler. Bazıları benim doğduğum
topraklarda ve bazıları da Werenro'nun, annelerimin ateşi
ışığında anlattığı soğuk ve rüzgarlı yerlerde yaşadı.
Ölümsüzlükte hiç mucize yok.
Mısır'da ben nilüfer kokusunu sevdim. Şafakla birlikte
gölde bir çiçek açar, tüm bahçeyi mavi bir miskle doldurarak.
Öyle güçlüdür ki balıklar ve ördekler bile bayılacakmış gibi
görünür. Gece olana kadar çiçek solabilir ama kokusu kalır.
3 4 6 A.nita Diamant

Azalır ve azalır ama asla tamamen gitmez. Hatta günler son­


ra bile, nilüfer bahçede kalır. Aylar geçer ve bir arı, nilüferin
açtığı yere yakın bir noktaya konar ve kokusu yine ortaya
çıkar, anlık ama inkar edilemez.
Mısır nilüferi sevdi, çünkü o asla ölmez. Sevilen insanlar
için de bu böyledir. Ve işte bu yüzden önemsiz bir şey, bir
isim -iki heceli, biri düz, biri tatlı- sayısız tebessümü ve göz
yaşını, iç çekişi ve bir hayata dair nice görüntüyü bir araya
getirir.
Eğer bir nehir kıyısında oturursanız, nehrin yüzünün yal­
nızca bir parçasını görürsünüz. Ve yine de gözleriniz önün­
de akıp giden sular, bilinmeyen derinliklerin kanıtıdır.
Yüreğim, bu nehrin kıyısında oturup adımı yankılarla tekrar­
layarak gösterdiğiniz iyilik karşısında teşekkürlerle çarpar.
Gözleriniz ve çocuklarınız kutsansın. Altınızda toprak
kutsansın. Nereye yürürseniz ben de sizinle gelirim.
Selah.
ÇEVİRMEN NOTU

Selah: Kutsal Kitap'ta, özellikle (tanrıyı öven) ilahilerde


sıkça geçen İbranice bir sözcük. Anlamı çok kesin olmamak­
la birlikte "sessizlik" , "durma" , "son" anlamına gelir.
Bamah: Yahudilerin idollerine taptıkları yüksek yeri belirt­
mek için kullanılır.
Skarab: Eski Mısır'da hem süs, hem de ölümden sonraki
hayatın simgesi olarak kullanılan iri, siyah renkli bir böceğin
ufak bir taş üzerine işlenmiş resmi.
" ( •lp\ . ı ı ı h , duygu dolu bır roman . . . Kınnızı Çadır için
Kutsal Kıtap'ın kadınlar tarafından kaleme alınan
bır versıyonu olduğunu söylemek bile yeterince
cezbedici ve ancak Diamant bunu böylesi bir
incelik ve zarafetle anlatabilirdi."
- The Baston Globe

Diamant, antik dünyanın kervanlannı, çobanlannı,


çiftçilerini, ebelerini, kölelerini ve zanaatkarlannı
capcanlı gözümüzün önüne getiriyor. . .
Diamant'ın Dina'sı, zamanın ötesinde bir
sürekliliği olan bir hikayenin, insanın ilgisini
canlı tutan anlatıcısı . "
- MERLE Ruam , Christian Science Monitor

"Kınnızı Çadır sürükleyici bir roman. Müthiş bir


incelikle yazılmış bu gerçekçi, tutkulu hikaye ,
en basit ifadeyle , keyifle okunacak
bir roman sunuyor ."
- JANE REDMONT, National Catholic Reporter

dı Dina. Hayatı, Kutsal Kitap'taki Varoluş

A Hikayesinde , babası Yakub ve onun on iki


oğlunu anlatan daha bilindik bölümler
arasında kısacık geçilmiş, üstü kapalı anlatılmış.
Dina'nın ağzından anlatılan bu roman , eski
dünyanın kadınlarının gelenek ve heyecanlarını
-kırınızı çadırdaki dünyayı- gözler önüne seriyor.
Roman, annelerinin, Yakub'un dört karısının
hikayesiyle başlıyor. -Lea, Rahel, Zilpa ve Bilha.
Onlar Dina'yı seviyorlar ve ona, çalışkan bir genç kız
olarak, ebelik yapmasını ve yabancı topraklarda
ayakta kalmasını sağlayacak yetenekler bahşediyorlar.
Dina'nın hikayesi tarihin ilk dönemlerinden başlıyor,
samimi ve hızlı bir bağ kuruyor.
Derinden etkileyerek, Kınnızı Çadır, zengin hikaye
anlatma gücünü modem bir kurguyla bağlıyor ve
bize, kutsal kadınlar birliğine yeni bir bakış açısı
sunuyor.

You might also like