Professional Documents
Culture Documents
Anita Diamant - Kırmızı Çadır
Anita Diamant - Kırmızı Çadır
KIRMIZI ÇADIR
Anita Diamant
Ekim - 2003
Türkçesi
Sinem Sancaktaroğlu Bozkurt
il
BİLGE
KÜLTÜR
SANAT
KIZIM EMIL.A'YA,
Terah lmma
-----------
Nahor Milka Abram Sa
Betual Saruga
----------
Ra-nefer Hamor Nakht-ra Herya
ANNELERİMİN
••
ÜYKÜSÜ
BiRiNCİ BöLÜM
bir bilgi ki, kendimi bir hain gibi hissetmeme yol açıyordu .
Ancak, bunu inkar etmek güneşin sıcaklığını inkar etmek gi
bi bir şeydi.
Rahel'in güzelliği nadir ve etkileyiciydi. Kahverengi saçla
rı kızıllarla gölgeliydi ve cildi altın gibi, yumuşacık ve mükem
meldi. Bu amber rengi yüzdeki gözler şaşırtıcı şekilde koyuy
du, yalnızca koyu kahve değil cilalanmış bir kaya kadar ya da
bir kuyunun derinlikleri kadar siyahtı. İnce yapılı ve hamiley
ken bile ufak göğü!?lü olmasına rağmen, güçlü elleri ve daha
iri bir kadına aitmiş gibi gelen boğuk bir ses tonu vardı.
Bir keresinde iki çobanın Rahel'in en güzel yerinin nere
si olduğu konusunda tartıştığını duydum, bu benim de oyna
dığım bir oyundu. Bana göre Rahel'in görünüşündeki en
mükemmel ayrıntı yüzünde incirler gibi yüksekte ve sımsıkı
duran yanaklarıydı. Bebekken onlara ulaşmaya çalışırdım,
güldüğünde beliren o meyveyi almaya çabalardım. Onları al
manın. bir yolu olmadığını anladığımda ise bunun yerine tat
almak umuduyla onları yalardım. Bu benim güzel teyzemi ta
içten gelen bir gülüşle güldürürdü. Beni tüm yeğenlerinin
toplamından daha çok severdi; ya da sabır ve zamandan
yoksun kendi annemin hiçbir zaman uğraşmadığı şekilde
saçlarımı özenle örerken söylediği buydu.
Rahel'in güzelliğinin boyutlarını abartmamak neredeyse
imkansızdı . Bir bebekken bile, onu bir yerden bir yere taşı
yan herhangi bir çift kalça üzerinde tutulan bir mücevherdi,
bir hediye, nadir tadılan bir zevk -altın saçlı siyah gözlü bir
çocuk. Takma adı "tatlılık" anlamına gelen ''Tuki"ydi.
Annesi Huna öldükten sonra kadınların tümü Rahel'in
bakımını aralarında paylaştılar. Huna boğazdan gelen kahka
hası ile tanınan ve kadınlar tarafından ardından çok fazla
gözyaşı dökülen yetenekli bir ebeydi. Kimse Huna'nın anne
siz kalan kızına çadırını açmaya yüksünmedi ve hatta onlar
için bebeklerin taşlar kadar bile cazibe taşımadığı erkekler bi
le o belirgin yanağı nasırlı elleriyle okşamak için eğilirlerdi.
Sonra da ellerini koklayarak ve kafalarını sallayarak ayağa
kalkarlardı.
16 Anita Diamant
iKİNCİ BöLÜM
ğını duyarmış.
Böyle zamanlarda Rahel onun yanağını okşar, korkuları
nın yersiz olduğunu söylerdi. "Ona eğer annesinin sözünü
tutmasaydı, beni asla bulamayacağını söylerdim, hiç şüphe-
36 Anila Diamant
caklayacağını söylüyordu.
Bir kaç konuğun katıldığı sade bir şölendi. Köyden kaval
çalan iki müzisyen gelip çabucak gitmişlerdi. Karnını doyu
rur doyurmaz giden çobanlardan biri adak olarak sunmak
için içi yağ dolu bir testi getirmişti. Laban en başından beri
sarhoş, eli zavallı Ruti'nin elbisesinin altında, oturuyordu.
Lea'yı Yakub'un yanına götürürken kendi ayağına takılıp tö
kezliyordu. Duvağın altında diz çökmüş olan gelin, damadııı
etrafında üç kez bir yönde üç kez de diğer yönde döndü. Zil
pa yemekleri dağıttı.
Lea "Günün as1a bitmeyeceğini düşündüm, diye anlatır
11
Rahe! " Lea'nın ilk doğumu çok da zor geçmedi, " diye an
latırdı. Teyzem Ruben'in geliş hikayesini bana anlattığında
çoktan yüzlerce bebeğin doğumuna şahit olmuştu. Rahe) iği
ni nereye koyduğunu unutmasına rağmen şahit olduğu her
doğumun tüm ayrıntılarını hatırlardı.
Lea'nın sancılarının gün batımından önce başlamasına ve
gün ağarana ·kadar sürmesine rağmen bunun kolay bir do
ğum olduğunu anlattı bana. Bebeğin kafası aşağıdaydı ve
Lea' nın kalçaları da yeterince genişti. Kırmızı çadırdaki o
yaz gecesinin sıcağı boğucuydu ve kız kardeşlerden hiç biri
daha önce bir doğum görmemişlerdi. Aslında Lea daha çok
kız kardeşlerinin korkuları yüzünden acı çekti .
Doğum öğleden sonra küçük aralıklarla gelen sancılarla
başladı . Lea her ufak sancıdan sonra doğum başladığı için
mutlu ve anneler kervanına katılmaya istekli olarak gülümsü
yordu. Vücudu öyle geniş ve büyüktü ki duyduğu güvenle gö
revini yerine getiriyordu. İlk başlarda şarkı söyledi . Çocuk
şarkıları, aşk şarkıları, ninniler. . .
48 Anita Diamant
ki, " diye bana anlattı. " Kız kardeşlerim her ikimize de krali
çeler gibi davrandılar. Bir an bile çarşafta yatar bırakılmadın .
Her zaman seni tutacak, kucaklayacak, sana sarılacak kollar
vardı. Sabah ve akşam cildini yağladık. Kulağına şarkılar mı
rıldandık ama hiç saçma bebek sözleri söylemedik. Seninle
sanki sen de bir bebek değil de yetişkin bir kız kardeşmişsin
gibi kendi yetişkin kelimelerimizle konuştuk. Ve bir yaşına
basmadan sen de bize bebeklerin peltek konuşmalarından
çok uzak cevaplar verir oldun. "
Ben annemden, teyzeme ondan bir başkasına geçerken
ismim hakkında tartışmaya başladılar. Bu konuşma asla din
medi ve her kadın kendi rahminden olacak kızına vermeyi
arzuladığı en sevdiği ismi savundu durdu .
Bilha, onların hepsini seven büyük annem Adah anısına
Adahni ismini önerdi. Bu uzun iç çekişlere ve Adah' ın anıl
masına neden oldu; hayatta olsa tüm torunlarını çok sever
di. Ama Zilpa böylesi bir ismin şeytanları şaşırtacağından
korkuyordu, Adah'ın yer altından kaçtığını düşünüp benim
ardımdan gelebilirlerdi.
Zilpa lshara adını seviyordu -bu tanrıçalara bağlılığı dile
getiriyordu ve de kafiye uydurmak da kolaydı . Benim şerefi
me pek çok şarkı planı vardı. Ama Bilha bunun tınısını sev
medi. "Kulağa hapşırık gibi geliyor, " dedi.
Rahel, bir tüccarın karısından duyduğu bir Hitit adı olan
Bentresh'i önerdi. "Kulağa müzik gibi geliyor, " dedi.
Lea onların tümünü dinledi ve kız kardeşlerinin kendi kı
zı hakkında yaptıkları tartışma çok ateşlendiğinde, onları ba
na hepsinin nefret ettiği "Lillu" ismini vermekle tehdit etti.
Doğumundan sonraki ikinci dolunayda Lea eşine katılıp
ismimi ona söyledi. Bana ismimi kendimin seçtiğini anlattı .
"Altmış gün boyunca, kız kardeşlerimin önerdiği her ismi se
nin kulağına fısıldadım. Duyduğum her ismi ve hatta kendi
bulduğum bazılarını da. Ama "Dina , " dediğimde, ağzını göğ
sümden çekip bana baktın. Böylece adın Dina oldu, benim
son doğanım. Benim kızım. Benim hatıram.
80 Anita Diamanı
••
BENİM ÜYKÜM
BiRiNCİ BöıüM
düm.
İlk başlarda , Zebulun bizim, küçük olanların lideriydi ve
eğer ona tapmaz ve kendi rızamızla ona itaat etmezsek hir
kabadayıya dönüşürdü. Dan onun yardımcısıydı -Bilha'nın
çocuğundan bekleyeceğiniz gibi sadık ve tatlıydı . Gad ve
K ı r m ı z ı Çad ı r 87
nin hiçbir yolu yoktu. İşte böylece kendi ufak ödüllerini -çi
çekler, parlak renkli taşlar, bir kuş yuvasından geriye kalan
lar gibi- anhemin kucağına taşırlardı . O da onların saçlarını
karıştırır ve onları beslerdi ve onlar da ufak kahramanlar gi
bi kasılarak yürürlerdi .
Diğer yandan, Lea'nın kendi rahminden çıkan ikizler Tali
ve Issa ona hiç de düşkün değillerdi . Birbirlerine böylesine
benzemekten nefret ediyorlar ve bunun için annelerini suçlu
yorlardı. Kendilerini birbirlerinden ayırmak için her şeyi yapı
yorlar ve neredeyse hiç birarada gözükmüyorlardı. Issa ken
dini onun gösterdiği özenden etkilenmiş görünen Rahe!'e
bağlamıştı ve Rahe! de onun kendisi için gidip bir şeyler taşı
yıp getirmesine izin veriyordu. Tali, Bilha'nm oğlu Dan'la sı
kı arkadaş oldu ve ikisi Bilha'nın çadırında yan yana uyuma
yı çok seviyorlardı, ikisi de teyzemi saran bir huzur ve sakin
lik getiren en büyük abi Ruben'in ağzının içine bakıyordu.
Lea, Issa ve Tali'yi şeker ve fazladan ekmekle kandırma
ya çalıştıysa da bir sürü oğlu içinden bu iki oglunun ilgisine
hasret kalamayacak kadar ailesinin işleriyle meşguldü. Ve
sevgi azlığı da çekmiyordu . Oğullarının gece inmeye başladı
ğında bir başka annenin çadırına doğru yürümesini izlerken
onu yakaladığımda, elini tutardım. Ardından o da beni yuka
rı kaldırırdı ve gözlerimiz buluşurdu; beni önce yanaklarım
dan sonra da burnumun ucundan öperdi . Bu her zaman be
ni güldürürdü ki benim gülmemle birlikte annemin yüzüne
de ılık bir tebessüm konardı. En büyük sırlarımdan biri de
onu güldürme gücüne benim sahip olduğumu bilmemdi.
Dünyam; anneler ve kardeşler, işler ve oyunlar, yeni ay ve
iyi yemeklerle doluydu. Uzaktaki tepeler, hayatımı, isteyebi
leceğim her şeyi içinde barındıran bir kapta tutar gibi çevre
liyordu.
lKiNCİ BöLÜM
rahat bırakmayacak.
1 00 Ani ta Diamanı
hel bana sıkı sıkı sarıldı ve beni kokulu yatağına yatırdı. Zil
pa bereketli yağmurlar ve bol .hasatlar hakkında bir ninni
söyledi, Bilha ise ben uykuya dalıncaya kadar ayaklarımı ov
du. Bir sonraki akşama kadar uyanmadım ve 6 ana kadar
Ruti çoktan yerin altındaydı. Birkaç gün sonra oradan ayrıl
dık.
Babam onu takip etmemiz için işaret etti . Önce bizi , her
birimizin sunak taşının dibine birer çakıl taşı bırakacağımız
bamaha götürdü. Adamlar ayaklarının dibinde duran her
hangi ufak bir taşı buradan selametle ayrılmak için ellerine
aldılar. Lea ve Rahel, yıllarca onlara gölgesini sunan ve hu
zur veren en yakındaki sakız ağacının dibinde taş aradılar.
Tek söz edilmedi. Taşlar bizim adımıza tanıklık edecekti .
Bilha kendi taşını diğerlerinin üzerine koymadan önce öptü.
Yalnızca ben ve Zilpa bu an için hazırlıklıydık. Haftalar
öncesinden, yas tutan teyzem beni Ruti'nin öldüğü vadiye
götürmüş ve düzgün, oval taşlarla dolu derin vadi eteğini
göstermişti. O başparmağı büyüklüğünde ufak beyaz bir ta
ne seçti . Ben ise neredeyse yumruğum kadar büyük ve üze
rinde siyah çizgiler olan kırmızı bir tane aldım. Bunu benim
için sakladı ve ailemin kutsal yerine doğru son kez yürürken
avucumun içine koydu.
Ardından Yakub ailesini, işçilerin sürülerin başında bekle
diği tepeye götürdü. Annelerim, hatta gözleri kıpkırmızı an
cak kuru olan Zilpa bile geriye dönüp bakmadı.
UçüNCÜ BöLÜM
olmakla suçlamış.
Anneyi kurtarmaya çalışırken üç berbat gün geçiren Inna
dilini tutamamış. Yorgun ve üzgün, adama, canavar, diye ba
ğırmış ve onu kocası olduğu kadar kızın babası da olmakla
suçlamış. Ardından da yüzüne tükürmüş.
1 2 0 Anita Diamant
dibi pek çok atlı araba ile düzleşmişti ve babam yarın saba
ha kadar burada konaklamamıza karar verdi. Hayvanlar su
ya salındı ve biz de kamp kurduk ama yemekten önce ba
bam ve kardeşlerim Euphrates'in kıyılarında toplanıp ulu
nehre kutsal şarap döktüler.
Bizler sığ geçitteki tek yolcular değildik. Nehir kenarların
da, yukarda ve aşağıda tüccarlar yemek yemek ve uyumak
için konaklamışlardı . Erkek kardeşlerim dolanıp yeni yüzlere
ve tuhaf kıyafetlere baktılar. Yusuf " Bir deve, " diye bağırdı
ve erkek kardeşlerimiz de bu sıska bacaklı hayvana yakından
bakmak için onun arkasından koştular. Ben onlarla gideme
miştim ama geride kalmış olmaktan da üzüntü duymuyor
dum. Bu, beni bir hikaye anlatıcı gibi çeken nehre inmek
için bana bir şans vermişti.
Gün ışığının son izleri de gökyüzünden çekilene kadar su
yun kenarında durdum, sonra akşam yemeğinin ardından
nehrin kokusunun keyfine varmak için geri döndüm; iyi su
yun tatlı, yoğun kokusundan tamamen farklı bu koku benim
için güzel olduğu kadar da heyecan vericiydi. Annem Lea
bataklıkta çürüyen çimenlerin ya da böylesine çok hayvan ve
erkeğin birbirine karışan varlığının kokusunu duyduğumu
söylemişti ama ben bu suyun kokusunu, annemin bedeninin
kokusunu bildiğim gibi biliyordum.
Diğerleri uyumaya gittikten sonra bile .nehrin yanında
oturdum. Ayaklarım buruşup yumuşayana ve hiç görmedi
ğim kadar bembeyaz olana kadar suyun içinde sallC\dım. Ay
ışığı altında yapraklar yavaşça akıntıya kapılıp gözden kay
bolurken izledim. Suyun sığ setlere yavaşça çapması ile üze
rime rehavet çöktü ve sesler beni kendime getirdiğinde ne
redeyse uyumuştum. Yukarı akıntıya bakmak için döndü
ğümde iki siluetin suyun ortasında hareket ettiğini gördüm.
Bir an için bunların nehir şeytanları ya da beni _su dolu bir
mezara sürüklemek üzere gelen su hayvanları olabileceğini
düşündüm. İnsanların suda bu şekilde hareket edebilecekle
rine dair hiçbir fikrim yoktu -daha önce hiç yüzen birini gör-
1 24 Anita Diamanl
"Şey, elbette ki, " dedi, kendi kendimin dünyayı kavrayış şek
limden ve sezgimden etkilenmiştim.
Artık kimse Laban'dan bahsetmiyordu. Günler geçip ay
küçülmeye başladıkça, büyük babamın elinden kurtulmuş
görünüyorduk. Her şeyin ötesinde Yakub sürünün arkasın
daki Yahuda'yı ziyaret edip, kayınpederinin gelip gelmediği
ni görmek için omuzlarından bakmaya son vermişti . Bunun
yerine düşünceleri Edom'a ve babasının hayır duasını çaldı
ğı günden bu yana yirmi yıldır görmediği erkek kardeşi
Esav'a odaklanmıştı. Haran'dan uzaklaştıkça, Yakub da
Esav'dan o kadar sık bahsetmeye başlamıştı.
Yeni aydan önceki gün, kırmızı çadırı hazırlamamıza ve
kadınlara tanınan üç gün boyunca yenecek yemek yapma
mıza zaman kalması için öğleden sonra erken saatte konak
ladık. Bir günden fazla bu yerde kalacağımız için babam da
çadırını kurdu. Yabani sarımsağın bol miktarda yetiştiği ufak
şirin bir dere kenarındaydık. Ekmeğin kokusu kısa sürede
kampı doldurdu ve büyük kaplarda yahni hazırlandı böylece
annelerim erkeklerin hizmetinden muafken onların yiyecek
leri hazır olacaktı.
Annemler ve Uzna kadınların çadırına güneş batmadan
girdiler. Erkeklere hizmette yardım etmek için ben dışarıda
kaldım. Hayatımda hiç bu kadar sıkı çalışmamıştım. On dört
erkeği ve oğlanı ve iki ufak çocuğu ve elbette ki içerideki ka
dınları beslemek hiç de küçümsenecek bir iş değildi. Hizme
tin çoğu bana düştü, çünkü Zibatu sık sık bebeğini emziriyor
du. Inna'nın ise erkek kardeşlerime karşı hiç tahammülü
yoktu.
Yetişkin bir kadının işini yaparak ailemi besliyor olmaktan
kıvanç duyuyordum. Sonunda karanlık indikten sonra an
nemlere kırmızı çadırda katıldığımızda, dinlenmeye hiç bu
kadar ihtiyaç duymamıştım. İyi uyudum ve rüyamda bir taç
giydiğimi ve sular dökündüğümü gördüm. Zilpa bunların ka
dınlığımın çok da uzakta olmadığına dair işaretler olduğunu
söyledi. Tatlı bir rüyaydı ama bir sonraki sabah Laban'ın se
sinin yankılandığı bir kabusla son buldu.
K ı rm ı z ı Ça d ı r 1 2 9
sı için kırmızı bir kuşak verdi, kısır kadının kulağına bir dua
fısıldadı ve onu şifalı otlardan anlayan Debora'yla birlikte
gönderdi.
Ardından kervanı için bir tılsım isteyen bir tüccar geldi.
" Benim için kötü bir dönem oldu, " diye söze başladı. " Nere
deyse muhtaç hale geldim, ama sizin gücünüzü duydum, "
dedi sesinde meydan okuma vardı. "Kendi gözlerimle gör
meye geldim. "
Büyük anne ona yaklaştı ve bakışlarını onunkinden kaçı
rana kadar adamın yüzüne baktı. "Ancak geri ödeme yap
malısın, " dedi, sanki bir uyarıda bulunuyormuş gibi.
Adamın omuzları çöktü ve kendini beğenmiş hali gitti.
"Alacaklarımı geri ödeyecek kadar malım yok, Büyük
anne, " dedi.
Yüksek, resmi bir ses tonuyla Kahin, "Başka yolu yok, "
dedi. Elinin bir hareketiyle onu gönderdi ve o da süklüm
büklüm onun huzurundan çekildi ve sanki arkasından bir or
du kovalıyormuş gibi tepe eteklerine doğru koştu.
Rebeka hayretle açılmış ağzımı gördü ve omzunu silkerek
açıkladı. "Yalnızca hırsızlar iş ile ilgili mucizeler istemek için
gelirler. "
O sabahki son hacı kucağında yürüyebilecek yaşta bir ço
cuk taşıyan bir anneydi -çocuk üç belki dört yaşında vardı.
Ama kadın çocuğu soyunca neden hala onun kollarında ol
duğunu anlayaqildik. Bacaklqrı kurumuştu ve ayakları yara
larla kaplanmış, derisi sıyrılmış ve iltihaplanmıştı; görmek bi
le acı veri�iydi. Gözlerindeki bakıştan çocuğun çektiği acıyla
neredeyse ölmek üzere olduğu anlaşılıyordu. Büyük anne
çocuğu annesinin kollar�ndan aldı. Dudaklarını çocuğun alnı
na bastırarak onu kendi minderine taşıdı ve kucağında ço
cukla oturdu. Yanıklar için kullanılan yatıştırıcı ama tedavi et
me özelliği bulunmayan merhemi istedi. Ardından kendi el
leriyle, çekinmeden ve elini çekmeden, merhemi yaralarına
sürdü . Rebeka işini bitirdiğinde kokulu elleriyle yaralı ayakla
rı sardı ve sanki bunlar eşi bulunmaz, kırılgan ve temiz şey-
1 8 0 Anita Diamant
)ermiş gibi tuttu. Kadının hayretten ağzı açık kaldı ama ufak
oğlan şifa vericisine şaşırmamıştı. Bir anlığına hafifleyen
acıyla kafasını Rebeka'nın sığ göğüslerine bırakıp uykuya ·
daldı.
Kimse hareket etmedi ya da konuşmadı . O uyurken ne
kadar süre ayakta durduk bilmiyorum ama çocuk gözlerini
açtığında sırtım ağrıyordu. Kollarını Büyük anne'nin boynu
na dolayıp onu öptü. O da karşılığında ona sarıldı ve ardın
dan oğlunun yüzündeki tebessümü görerek ağlayan ve onu
yaşatmak için elinden bir şey gelmediğini gösteren Kahin 'in
yüzündeki hüznü görünce yeniden ağlayan annesine taşıdı.
Bundan sonra Rebeka 'dan nefret etmedim. Bir daha as
la kimseye böylesi bir şefkat gösterdiğini görmememe rağ
men o küçük oğlanın acısını kendi ellerine alıp ona rahatlık
ve annesine de huzur verişini unutamadım.
Büyük annemle asla Tabea hakkında da konuşmadım.
Buna cüret etmedim. Sessizlik içinde, sanki kefen giyen ben
mişim gibi sevgili dostumun yitip gitmesine yas tuttum.
Ama toprağın altına soktuğumuz Werenro oldu.
Mamre'deki diğerleri gibi ben de elçiyi yeniden görece
ğim için heyecanlıydım. Deboralar arasında da en "sevileniy
di, ne zaman döneceğini sorduğumda gülümsüyorlardı. Sa
çımı taramaktan hoşlanan içlerinden biri "Elbette ki yakında
gelecek," dedi, "ve de akşamları dinleyecek hikayelerimiz
olacak ve sen de bu kadar üzgün olmayacaksın . "
Ama Tyre'den gelmekte olan bir tüccar tarafından We
renro'nun; Mamreli Rebeka'nın elçisinin öldürüldüğü haberi
geldi. Vücudundan kalanlar şehrin bir ucunda bulunmuş; di
li kesilmiş, kırmızı saçları her yana dağılmış. Yıllar önce tür
beyi ziyaret eden bir tüccar Kahin'e hizmet eden tuhaf görü
nüşlü kadını hatırlamış ve çantasını tanımış. Ondan geriye
ne kaldıysa toplamış ve kötü haber karşısında hiçbir duygu
belirtisi göstermeyen Büyük anne'ye kemiklerini getirmiş.
Taşıdığı çıkın acınacak derecede ufaktı ve bunu kilden ya
pılmış süssüz bir kap içinde toprağın derinliklerine gömdük.
K ı r m ı z ı Çad ı r 1 8 1
ananın rahmine giden bir adağın dışında başka bir şey olma-
sına izin vermeyecektir. Bu şekilde güvendesin.
"Yine de seni başka mutsuzluklar bekliyor, " dedi dikkatle
bana ba�ıp, geleceğimi tahmine çalıŞ9rak. "Anlayamadığım
bir şey. Aynen Werenro'nun sonunu önceden tahmin ede
mediğim gibi. Belki acın kaybedilen bir veya iki bebekten ya
ö genç yaşta dul kalmaktan başka bir şey değildir, çünkü
ömrün uzun olacak. Ama zaten hayatın getirecekleri .ile ço
cukları korkutmanın faydası yoktur. "
Bir süreliğine sessizlik oldu ve Rebeka tekrar konuştuğun
da, sözleri benim hakkımda olmasına rağmen sanki artık
1 82 Anita Diamant
Şöyle söylerdik:
azarlardım. Ama o gün ben bir erkek için artık hazır ol�n
genç bir kızdım.
Birbirimize sırıtırken Yahuda'nın çadırından gelen sesleri
hatırladım . ve kendi ateşli gecelerimin nedenini anladım.
Benden yalnızca birkaç yaş büyük Salem de o gün kendi öz
leminin farkına varmış ve hatta bunun yalnızca heyecan ve
rici bir tutkudan daha fazlası olduğunu hissetmişti ya da e�
lilik yeminimizi edip birbirimizin kollarında yatarken bana
söylediği buydu. Harem bölümüne açılan dış odada batıa vu
rulduğunu ve utandığını da söyledi. Büyülendiğini, dilinin tu
tulduğunu ve titrediğini de söyledi . Benim gibi.
Rahe! ve kraliçe odaya gelip beni de doğum odasına çe
kene kadar başka bir şey konuştuğumuzu sanmıyorum. Da
ha sonra Salem'i düşünecek vaktim olmadı, çünkü Ash
nan'ın suyu patlamıştı ve de derisini yırtan iri ve sağlıklı bir
oğlan dünyaya getirdi. Bitmesinin verdiği rahatlıkla hıçkıran
kıza Rahel, "Bir haftaya kalmaz iyileşeceksin, " dedi.
O gece sarayda uyuduk aslında ben heyecandan gözleri
mi zor kapadım. Ertesi sabah ayrılmak sanki ölüm gibiydi.
Onu bir daha asla göremeyeceğimi düşündüm. Belki de bu
benim açımdan zaten bir hataydı -bir prensin huzurundaki
kaba bir kasaba kızının fantazisi. Ama yüreğim bu düşünce
karşısında isyan etti ve ben de ayrılırken onun beni sakinleş
tirmek için geleceğini düşünerek boynumu kırıp geriye bak
tım. Ama Salem görünmedi ve ben de babamın çadırlarına
doğru tepeleri tırmanırken ağlamamak için dudaklarımı ısır
dım.
luluktan bile olsa, dedi; hala suyla ıslak olan beni kaldırdı ve
burnumu ve dudaklarımı öpüp beni yatağa götürdü ve "beni
bekle sevgilim. Giyinme. Yalnızca burada yat, böylece seni
11
tek sevgilisi olan kendi kızına karşı doldurmuş. Bu iyi bir ·bir
liktelik. Kral onların birbirlerine düşkün olduğunu söylüyor,
öyle değil mi? Kendi ateşini unuttun mu, kocam. O .tutkuyu
hatırlayamayacak kadar çok mu yaşlandın?"
Yakub'un yüzü hiçbir şey ifade etmiyordu. Uzun uzun Ra
hel'e baktı ve sonra gözlerini çevirdi. Rahel, "Onlara onayı
nı ver, kocam," dedi. " Gümüş ve ketenle yüklü kervanı ka
bul et ve Hamor'a bir krala yakışır ikramda bulun. Buranın
efendisi sensin. Beklemeye gerek yok . "
Ama Yakub, Rahel'in ısrarı karşısında kaskatı kesildi.
"Oğullarım dönünce karar vereceğim. "
Hamor daha önce böylesine kötü muamele gördüğünü
hatırlamıyordu . Yine de Yakub'a karşı yüreğinde iyi duygu
lar oluşmuştu. Hamor ertesi gün, " İyi bir mUttefik, diye dü
şünüyorum," dedi Salem'e. "Ama kaçınılması gereken bir
düşman. Gururlu bir adam, " diye devam etti. "Ailesinin ka
derinin kontrolünü kaybetmekten hoşlanmıyor. Yetişkin ol
dukları zaman çocukların nasıl da ailelerine itaat etmeyi bı
raktıklarını hala öğrenememiş olması tuhaf. Kız çocuklarının
bile. "
Ama Salem en kısa sürede geri dönmesi için babasını sı
kıştırdı. "Kızı seviyorum, " dedi.
Hamor sırıttı. "Korkma. Kız senin. Hiçbir baba onu şu
şekliyle geri istemez. Karına geri git ve baba konusunda en
dişelenmeyi hapa bırak. "
Bir hafta daha geçti ve kocam ve ben birbirimizi daha da
ince yollarla, okşayışlar ve tatlı sözlerle sevmeye başladık.
Ayaklarım yere değmiyordu . Yüzüm gülümsemekten ağrı�
yordu.
Ve sonra özel bir evlilik hediyesi aldım: Bilha beni görme
ye geldi. Teyzem sarayın girişinde belirip Salem'in karısı Di
na'yı görmek istediğini söyleı:nişti . Önce, onu, Yakub'un ko
casının teklifi karşısında tereddüt göstermesi konusunda so
ru yağmuruna tutan Ra-nefer'e götürüldü. Kraliçe, Lea ve
Rahel'i de sordu ve Bilha'ya sarayı gelininin ailesine sunulan
2 1 4 Anila Diamanı
muş taşa işedi ve tüm talihsizliğin asıl nedeni olarak taşı la
netledi. Bunu gören Zilpa saçlarını yoldu ve gökyüzüne hay
kırdı . Ölmeyi diledi ve onu terk eden annesinin hatırasına tü
kürdü. Yere yatıp avuçlar dolusu kum attı ağzına. Kendisine
zarar vermesini engellemek için üç adam gerekti . Berbat bir
ölümdü. Onu mezarına yatırmak için hazırlarlarken bedeni
gevrek kilden eski bir lamba gibi parçalara ayrıldı.
Bunu görmediğime seviniyorum. Lea ellerinin ve ardın
dan kollarının gücünü yitirirken orada olmadığıma seviniyo
rum. Yerinden kalkamaz halde kendini kendi pisliği içinde
bularak uyandığı sabah onu görmediğime de memnunum.
Zehir vermeleri için acımasız gelinlerine yalvardığı gibi bana
da yalvarırdı ve ben de bunu yapardım . Ona acır ve ölümcül
içeceğini hazırlar, onu öldürür ve gömerdim. Utanç içinde
ölmekten daha iyi olurdu.
Eğer Ruhen berii Salem'in ölümüne neden olan adamla
rın çadırlarına geri taşısaydı, her gün yüreğimde cinayet iş
lerdim. Rüyalarımda acı ve safra tadardım. Dünya üzerinde
bir leke olurdum. Ama tanrıların benim için başka planları
vardı . Ruhen çok geç geldi. O doğu kapısına vardığında şeh
rin duvarları üzerinde güneş parlıyordu ve o zamana kadar
başka kollar beni taşıyıp götürmüştü.
ÜÇÜNCÜ KISIM
MISIR
BiRİNCİ BöLÜM
iKİNCİ BöLÜM
Bunun üzerine Meryt ulur gibi bir ses çıkardı ve beni dir
seğiyle dürttü ama ben hiç bir şey demedim. Çünkü sözleri
nin beni hedef aldığını biliyordum. Bir anda Meryt de ma
rangozun benimle konuşmakta olduğunu anladı, tek söz söy
lernernerne rağmen sesinin tınısı ve sözlerinin kibarlığı beni
harekete geçirmişti.
Parmaklarım neredeyse kendiliklerinden kutuya işlenen
süt beyaz yaprak deseninde gezindi. Benya, desenin diğer
kısmını işaret ederek "Bu uzak kuzeyde yaşayan bir deniz ya
ratığının yüreğinden geliyor" dedi.
Ellerinin büyüklüğünü fark ettim. Parmakları genç bir
meyve ağacının dalları gibi kalındı ve sıkı çalışarak kas dağ
ları ve vadiler oluşturmuş avuç içinden de uzundu. Benim
baktığımı fark etti ve utanmış gibi elini çekti.
"Ben doğunca annem bana şöyle bir bakmış ve bunları
görünce de bir çığlık atmış" dedi Benya, "vücuduma göre o
zaman bile çok büyükmüş. Beni en iyi taş oyucusunun yanı
na çırak veren babama dönüp - bir heykeltıraş demiş."
"Ama taş konusunda hiç yeteneğim yoktu. Kayrnaktaşı
ben bakınca bile kırılıyordu, hatta granit bile yaklaşmama
izin vermedi. Yalnızca ağaç ellerimin dilinden anladı. Esnek,
sıcak ve canlı; ağaç benimle konuşur ve bana nereyi oymanı
gerektiğini, ona nasıl şekil vereceğimi anlatır. İşimi severim
hanırnefendi. "
O konuşurken yüzüne kaldırdığım gözlerimin içine baktı.
Meryt aramızda gidip gelen bakışı gördü ve cin fikirli bir
balıkçı kadın gibi sessizliğin üzerine atladı. "Bu Den-ner, tüc
car, bir dul ve Teb'teki en iyi ebe. Pazara, onun minnettar
annelerinin yaptıkları ödemeleri koyacak basit bir sepet ara
maya geldik. "
"Ama bir sepet, bir ustanın işine yaramaz, " dedi Benya,
Meryt'le pazarlığa dönerek. "Bakayım takas etmek için ne
leriniz var, tüm gün burada şans yüzüme gülmeden oturuyo
rum."
Meryt, incik boncuk koleksiyonumuzu açtı; bakı taşını
yeşil göz boyasına karıştırmak için oymalı bir arduvaz, be-
K ı r m ı z ı Çad ı r 2 6 7
UçüNCÜ BöLÜM
nıyordu.
Haftalar ve aylar hızla geçti ve vadideki hayat sıradan dü
zenine kavuştu. Sabahlar, kavurucu sıcaklar inmeden, en yo
ğun zamanlardı. Erkekler erkenden gidiyor ve kadınlar evi
süpürüp, günün yemeklerini pişirip; haberlerin alınıp verildi
ği ve bir sonraki şenlik için planların yapıldığı çeşmelerden
su taşırken çocuklar da oynuyorlardı.
Büyü)< nehir şehirden görünmemesine rağmen, kıraç va
dideki günlük hayatın gelgitlerini hala o yönetiyordu. Mev
simleri, Nil'in kıyısında çiftçiliğin ritimlerini öğrenerek büyü
yen zanaatkarlar tarafından, yoğun duygularla kutlanıyordu.
Büyük nehrin topraklarındaki bunca yıldan sonra sonunda
mevsimlerinin o güzelim isimlerini öğrenmiştim. Akhit -taş
ma, perit -durulma, shemou -hasat. Hepsinin kendi tatili ve
aya ait töreni, kendi şölen yemekleri ve şarkıları vardı.
Kı rm ı :t ı Ç a d ı r 2 9 3
rangozudur.
"Benya?" diye sordu ve Yusuf'un yüzü pişmanlıkla buruş
tu. "Bu erkek kardeşimiz Benyamin'in, ona hayat verirken
ölen annemin son oğlunun bebeklik adı. Onun ölümüne ne
den olduğu için Benya'yı suçlardım ama şimdi yalnızca onun
elini tutmak için bile benim olan her şeyin yansını ona verir
dim."
"Onu görmek için hiç arzu duymuyorum, " dedim sesim
deki öfkeyle her ikimizi de şaşırtarak. "Artık o dünyaya ait
değilim. Eğer annelerim öldüyse ben bir öksüzüm. Erkek
kardeşlerimin, benim için gençliğimizin sığır sürülerinden
farkı yok. Sen ve ben çocukken yüreklerimizi paylaşacak ka
dar birbirimizi tanıdığımızda birbirimize yakındık. Ama bu
başka bir hayatta kaldı."
Büyük oda sessizdi, ikimiz de hatıralarda kaybolduk.
"Oğlumun yanına gideceğim," dedim sonunda. "Sonra
da buradan gitmiş olacağım. "
"Selametle git, " dedi Yusuf.
* * *
"Bu bir sır, " dedi Gera. "Ben onun üzüntüden öldüğünü
düşünüyorum. Serah onun Gökyüzü Kraliçesi tarafından alı
nip kayan bir yıldıza dönüştüğünü anlatan bir şarkı yaptı . "
"Adı hatırlaniyor mu?" diye yavaşça sordum.
"Dina," dedi. " Melodisini sevdim, siz sevmedıniz mi? Bir
gün eğer bir kızım olursa onun adını Dina koyacağım . "
Gera, Lea'nın kızı hakkında daha fazla bir şey anlatmadı
ve kuzenleri arasındaki düşmanlıklar ve aşk ilişkileri hakkın
da çene çalmaya devam etti. Benim hakkımda bir şey sor
mak aklına gelmeksizin öğleden sonra geç saate kadar ko
nuştu ancak bundan sonra ben akşam yemeği vakti geldiği
ni söyleyerek izin istedim.
Yakub o gece öldü. Bir kadının ağladığını duydum ve ge
linleri arasında kimin yaşlı adam için gözyaşı döktüğÜriü me
rak ettim. Benya beni kollarına aldı, ama ben ne hüzün ne
de öfke hissettim.
342 Anila Diamanı