Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 147

128

TARIK TUFAN’IN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ

(Yüksek Lisans Tezi)

Hakan YAŞA

Kütahya – 2022
129

T.C.
KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

TARIK TUFAN’IN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ

Danışman:
Prof. Dr. Şahmurat ARIK

Hazırlayan:
Hakan YAŞA

Kütahya – 2022
130

Kabul ve Onay

Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürlüğüne,

Bu çalışma, jürimiz tarafından

Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul
edilmiştir.

İmza
Tez Jürisi
Kabul Red

Prof. Dr. Şahmurat ARIK (Danışman)

Doç. Dr. Ahmet USLU

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Malik BANKIR

Onay

Doç. Dr. Arif Kolay


Enstitü Müdürü
131

Bilimsel Etik Bildirimi


Yüksek Lisans tezi olarak hazırladığım “Tarık Tufan’ın Hayatı, Sanatı ve
Eserleri” adlı çalışmanın öneri aşamasından sonuçlandığı aşamaya kadar geçen süreçte
bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle uyduğumu, tez içindeki tüm bilgileri bilimsel
ahlak ve gelenek çerçevesinde elde ettiğimi, tez yazım kurallarına uygun olarak
hazırladığımı, bu çalışmamda doğrudan veya dolaylı olarak yaptığım her alıntıya kaynak
gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu beyan
ederim.

21/06/2022

Hakan YAŞA
132

Özgeçmiş
Hakan YAŞA ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Elazığ’da tamamladı. Lisans
öğrenimini yaptığı Yozgat Bozok Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyat Bölümünden 2015 yılında mezun oldu. Aynı yıl Adalet Bakanlığı bünyesinde
memur olarak göreve başladı.

2020 yılında Dumlupınar Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve


Edebiyatı Ana Bilim Dalında başladığı yüksek lisans çalışmasına devam etmekte olup;
halen Adalet Bakanlığı bünyesinde görevini sürdürmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.
v

ÖZET

TARIK TUFAN’IN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ

YAŞA, Hakan
Yüksek Lisans Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Şahmurat ARIK
Haziran, 2022, 133 sayfa

Tarık Tufan 5 Haziran 1973 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Liseyi Kabataş
Erkek Lisesinde okudu. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu.
Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji ve
Antropoloji Ana Bilim Dalı, Ortadoğu Sosyolojisi bölümünden Irak’ta Türkmen Azınlık
ve Kerküklü Göçmenler adlı çalışmasıyla 2001 yılında yüksek lisans eğitimini
tamamladı. Birçok gazete ve dergide yazıları yayınlanan yazar, televizyon kanallarında
edebiyat sohbeti üzerine programlar sundu. Marmara Fm adlı radyoda Düş Vakitleri,
Ülke Tv isimli kanalda Meksika Sınırı, 24 Tv isimli kanalda Kafa Dengi adlı
programlarda yer aldı. 2008 yılında Mahşer, 2009 yılında Ertelenmiş Hayatlar adlı
dizilerin senaristliğini yaptı. 2009 yılında Al Jazeera Documentary isimli kanalda Arafta
Bir Sultan: Abdülhamid, 2010 yılında Mimar Sinan 8 Ülke 8 Yönetmen adlı belgeselleri
hazırladı. Uzak İhtimal ve Yozgat Blues filmlerinin senaristlerinden olan Tarık
Tufan, 2009 yılında Uzak İhtimal filmiyle İstanbul Film Festivali'nde en iyi senaryo
ödülünü, 2013 yılında Yozgat Blues filmiyle Altın Koza Festivali'nde en iyi senaryo
ödülünü kazandı. Bazı romanları Arnavutça, Boşnakça, Azerbaycan Türkçesi, Arapça ve
Bulgarca dillerine çevrildi. İstanbul'da yaşayan yazar, çeşitli dergilerde yazmakta,
edebiyat ve senaryo çalışmalarına devam etmektedir.
Edebiyat alanında on adet kitabı bulunan Tarık Tufan; roman dışında hikâye,
deneme, şiir gibi türlerde de eserler vermiştir. Türk edebiyatının genç kuşak
yazarlarındandır. İlk kitabı olan Kekeme Çocuklar Korosu'nu 2000 yılında yayımladı.
Sonrasında sırasıyla Kraliçenin Pireleri (2002), Ve Sen Kuş Olur Gidersin (2004), Hayal
Meyal (2007), Bir Adam Girdi Şehre Koşarak (2010), Şanzelize Düğün Salonu (2015),
Beni Onlara Verme(2017), Düşerken (2018), Kaybolan (2020) ve Geç Kalan (2021) adlı
kitapları yazdı.
Tarık Tufan kitaplarında genellikle günlük yaşamı, kimlik sorunlarını ve insanın
varoluşunu naif bir anlatım üslubu kullanarak kaleme almıştır.
Bu çalışmayla Tarık Tufan’ın hayatı, sanatı ve eserlerinin incelemesi yapılacak
olup; yazarın romanları detaylı bir şekilde ele alınarak teknik ve materyal unsurlar
açısından değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: Edebiyat, Hikâye, Materyal, Roman, Şiir, Tarık Tufan, Teknik
vi

ABSTRACT

LIFE, ART AND WORKS OF TARIK TUFAN

YAŞA, Hakan
Master Thesis, Deparment of Turkish Language and Literature
Thesis Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Şahmurat ARIK
June, 2022, 133 pages

Tarık Tufan was born on June 5, 1973 in Istanbul. He graduated from Kabataş
High School for Boys. He graduated from the Philosophy Department of Istanbul
University.
He completed his master's degree at Marmara University, Institute of Middle
East and Islamic Countries, Department of Sociology and Anthropology, Department of
Middle East Sociology with his study titled Turkmen Minority in Iraq and Immigrants
from Kirkuk. The author, whose articles were published in many newspapers and
magazines, presented programs on literary conversation on television channels. He took
part in the programs called Dream Vakitleri on Marmara Fm, Mexican Border on Ülke
TV, and Kafa Dengi on 24 TV. He wrote the screenplay of the TV series Mahşer in 2008
and Postponed Lives in 2009. In 2009, he prepared the documentaries A Sultan in
Purgatory: Abdulhamid and in 2010 Mimar Sinan 8 Countries 8 Directors on the channel
Al Jazeera Documentary. Tarık Tufan, who is one of the screenwriters of the films "Zar
Ihtimal" and "Yozgat Blues", won the best screenplay award at the Istanbul Film Festival
in 2009 with the film "Light Ihtimal" and the best screenplay award at the Golden Boll
Festival in 2013 with the film Yozgat Blues. Some of his novels have been translated into
Albanian, Bosnian, Azerbaijani Turkish, Arabic and Bulgarian. The writer, who lives in
Istanbul, writes for various magazines and continues to work on literature and
screenplays.
Tarık Tufan, who has ten books in the field of literature; Apart from the novel,
he also produced works in genres such as stories, essays and poetry. He is one of the
young generation writers of Turkish literature. He published his first book, Stuttering
Children's Chorus, in 2000. Afterwards, the Queen's Fleas (2002), And You Become a
Bird and You Go (2004), Indistinct (2007), A Man Entered the City Running (2010),
Champs-Elysées Wedding Hall (2015), Don't Give Me To Them (2017), While Falling
(2018) He wrote the books Lost (2020) and Late (2021)
In his books, Tarık Tufan generally wrote about daily life, identity problems and
human existence using a naive style of expression.
With this study, Tarık Tufan's life, art and works will be examined; The novels
of the author will be discussed in detail and evaluated in terms of technical and material
elements.
Keywords: Literature, Materiel, Novel, Story, Poetry, Tarık Tufan, Technical
vii

ÖNSÖZ

Tarık Tufan, eserlerinde günlük yaşamı, kimlik sorunlarını ve insanın


varoluşunu naif bir anlatım üslubu kullanarak kaleme almıştır. Roman anlayışına farklı
bir üslup kazandırmıştır. Klişe, sıradan olay örgülerinden öte; alışılmışın dışında bir
şekilde eserlerini kaleme alması, ortaya koyduğu ürünleri daha kıymetli bir hale
getirmiştir. Bu yolda kendini geliştirerek devam etmektedir. Bu çalışma vesilesiyle
kendisi ile tanışmış olmaktan mutluyum.

Bu süreçte verdiği değerli bilgiler ve göstermiş olduğu yol ile beni sürekli
destekleyen danışman hocam Prof. Dr. Şahmurat ARIK’a, çalışmamın başından sonuna
kadar destek olan eşime teşekkürlerimi sunarım.
viii

İÇİNDEKİLER

Sayfa
ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
ÖNSÖZ ........................................................................................................................... vii
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................viii
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM
TARIK TUFAN’IN HAYATI VE SANATI

1.1. HAYATI VE SANATI ......................................................................................... 3

İKİNCİ BÖLÜM
TARIK TUFAN’IN ESERLERİ

2.1. KEKEME ÇOCUKLAR KOROSU .................................................................. 6

2.1.1. Materyal Unsurlar ....................................................................................... 6


2.1.1.1. Eser Hakkında................................................................................. 6
2.1.1.2. Olay Örgüsü .................................................................................... 6
2.1.1.3. Şahıs Kadrosu ................................................................................. 7
2.1.1.4. Zaman ............................................................................................. 9
2.1.1.5. Mekân ........................................................................................... 10
2.1.1.6. Anlatıcı ......................................................................................... 11
2.1.1.7. Bakış Açısı .................................................................................... 11
2.1.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 12
2.1.2.1. Anlatma Tekniği ........................................................................... 12
2.1.2.2. Betimleme(Tasvir) Tekniği .......................................................... 13
2.1.2.3. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 14
2.1.2.4. Leitmotiv Tekniği ......................................................................... 16
2.1.2.5. Diyalog Tekniği ............................................................................ 17
2.1.2.6. İç Diyalog Tekniği ........................................................................ 18

2.2. KRALİÇENİN PİRELERİ ................................................................................ 20

2.2.1. Maretyal Unsurlar ..................................................................................... 20


2.2.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 20
2.2.1.2. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 20
2.2.1.3. Zaman ........................................................................................... 21
2.2.1.4. Mekân ........................................................................................... 21
2.2.1.5. Anlatıcı ......................................................................................... 22
2.2.1.6. Bakış Açısı .................................................................................... 23
2.2.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 23
2.2.2.1. Anlatma Tekniği ........................................................................... 23
2.2.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 25
2.2.2.3. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 26
2.2.2.4. Özetleme Tekniği.......................................................................... 27
2.2.2.5. Leitmotiv Tekniği ......................................................................... 28
ix

2.2.2.6. Diyalog Tekniği ............................................................................ 29


2.2.2.7. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 30

2.3. VE SEN KUŞ OLUR GİDERSİN ..................................................................... 31

2.3.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 31


2.3.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 31
2.3.1.2. Olay Örgüsü .................................................................................. 32
2.3.1.3. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 33
2.3.1.4. Zaman ........................................................................................... 34
2.3.1.5. Mekân ........................................................................................... 35
2.3.1.6. Anlatıcı ......................................................................................... 36
2.3.1.7. Bakış Açısı .................................................................................... 36
2.3.1.8. Dil ve Üslup .................................................................................. 37
2.3.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 37
2.3.2.1. Anlatma Tekniği ........................................................................... 37
2.3.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 38
2.3.2.3. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 38
2.3.2.4. Özetleme Tekniği.......................................................................... 39
2.3.2.5. Leitmotiv Tekniği ......................................................................... 40
2.3.2.6. Diyalog Tekniği ............................................................................ 42
2.3.2.7. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 43

2.4. HAYAL MEYAL ................................................................................................ 45

2.4.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 45


2.4.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 45
2.4.1.2. Olay Örgüsü .................................................................................. 45
2.4.1.3. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 46
2.4.1.4. Zaman ........................................................................................... 50
2.4.1.5. Mekân ........................................................................................... 51
2.4.1.6. Anlatıcı ......................................................................................... 52
2.4.1.7. Bakış Açısı .................................................................................... 53
2.4.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 53
2.4.2.1. Anlatma Tekniği ........................................................................... 53
2.4.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 54
2.4.2.3. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 54
2.4.2.4. Özetleme Tekniği.......................................................................... 55
2.4.2.5. Leitmotiv Tekniği ......................................................................... 56
2.4.2.6. Diyalog Tekniği ............................................................................ 58
2.4.2.7. İç Çözümleme Tekniği ................................................................. 60
2.4.2.8. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 60

2.5. BİR ADAM GİRDİ ŞEHRE KOŞARAK ......................................................... 61

2.5.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 61


2.5.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 61
2.5.1.2. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 62
2.5.1.3. Zaman ........................................................................................... 62
2.5.1.4. Mekân ........................................................................................... 63
x

2.5.1.5. Anlatıcı ......................................................................................... 64


2.5.1.6. Bakış Açısı .................................................................................... 64
2.5.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 65
2.5.2.1. Betimleme(Tasvir) Tekniği .......................................................... 65
2.5.2.2. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 66
2.5.2.3. Özetleme Tekniği.......................................................................... 66
2.5.2.4. Leitmotiv Tekniği ......................................................................... 66
2.5.2.5. Diyalog Tekniği ............................................................................ 67
2.5.2.6. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 67

2.6. ŞANZELİZE DÜĞÜN SALONU ...................................................................... 68

2.6.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 68


2.6.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 68
2.6.1.2. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 68
2.6.1.3. Zaman ........................................................................................... 72
2.6.1.4. Mekân ........................................................................................... 72
2.6.1.5. Anlatıcı ......................................................................................... 73
2.6.1.6. Bakış Açısı .................................................................................... 74
2.6.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 74
2.6.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 74
2.6.2.2. Özetleme Tekniği.......................................................................... 75
2.6.2.3. Diyalog Tekniği ............................................................................ 76
2.6.2.4. İç Monolog.................................................................................... 77

2.7. BENİ ONLARA VERME .................................................................................. 78

2.7.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 78


2.7.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 78
2.7.1.2. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 80
2.7.1.3. Zaman ........................................................................................... 81
2.7.1.4. Mekân ........................................................................................... 81
2.7.1.5. Anlatıcı ......................................................................................... 82
2.7.1.6. Bakış Açısı .................................................................................... 83
2.7.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 83
2.7.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 83
2.7.2.2. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 84
2.7.2.3. Özetleme Tekniği.......................................................................... 84
2.7.2.4. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 85

2.8. DÜŞERKEN ........................................................................................................ 85

2.8.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 85


2.8.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 85
2.8.1.2. Olay Örgüsü .................................................................................. 86
2.8.1.3. Şahıs Kadrosu ............................................................................... 88
2.8.1.4. Zaman ........................................................................................... 91
2.8.1.5. Mekân ........................................................................................... 91
2.8.1.6. Anlatıcı ......................................................................................... 92
2.8.1.7. Bakış Açısı .................................................................................... 92
xi

2.8.2. Teknik Unsurlar ........................................................................................ 94


2.8.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği ......................................................... 94
2.8.2.2. Geriye Dönüş Tekniği .................................................................. 95
2.8.2.3. Özetleme Tekniği.......................................................................... 95
2.8.2.4. Diyalog Tekniği ............................................................................ 96
2.8.2.5. İç Monolog Tekniği ...................................................................... 97

2.9. KAYBOLAN ....................................................................................................... 97

2.9.1. Materyal Unsurlar ..................................................................................... 97


2.9.1.1. Eser Hakkında............................................................................... 97
2.9.1.2. Olay Örgüsü .................................................................................. 98
2.9.1.3. Şahıs Kadrosu ............................................................................. 100
2.9.1.4. Zaman ......................................................................................... 103
2.9.1.5. Mekân ......................................................................................... 104
2.9.1.6. Anlatıcı ....................................................................................... 104
2.9.1.7. Bakış Açısı .................................................................................. 105
2.9.2. Teknik Unsurlar ...................................................................................... 106
2.9.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği ....................................................... 106
2.9.2.2. Geriye Dönüş Tekniği ................................................................ 106
2.9.2.3. Özetleme Tekniği ................................................................................. 107
2.9.2.4. Diyalog Tekniği .......................................................................... 108
2.9.2.5. İç Monolog.................................................................................. 109

2.10. GEÇ KALAN .................................................................................................. 110

2.10.1. Materyal Unsurlar ................................................................................. 110


2.10.1.1. Eser Hakkında........................................................................... 110
2.10.1.2. Şahıs Kadrosu ........................................................................... 111
2.10.1.3. Zaman ....................................................................................... 112
2.10.1.4. Mekân ....................................................................................... 112
2.10.1.5. Anlatıcı ..................................................................................... 113
2.10.1.6. Bakış Açısı ................................................................................ 113
2.10.2. Teknik Unsurlar .................................................................................... 113
2.10.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği ..................................................... 113
2.10.2.2. Geriye Dönüş Tekniği............................................................... 114
2.10.2.3. Özetleme ................................................................................... 114

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ............................................................................. 115

EKLER ......................................................................................................................... 122

KAYNAKÇA ............................................................................................................... 130

DİZİN ........................................................................................................................... 133


xii

TEZ METNİ
1

GİRİŞ

Bu tez çalışmasıyla edebiyatımızın genç kuşak yazarlarından olan Tarık


Tufan’ın hayatı, sanat anlayışı ve eserlerinin incelemesi yapılmış, yazarın romanlarından
yola çıkarak teknik ve materyal unsurlar tespit edilmiştir.

Yazar, kitaplarında genellikle günlük yaşamı, kimlik sorunlarını ve insanın


varoluşunu akıcı bir üslup kullanarak kaleme almıştır.

Lise dönemlerinde yazım hayatına başlayan Tarık Tufan’ın gerçek anlamda


yazma serüveni üniversite dönemlerinde başlar. Sıkı bir anlatıcı olan yazar, bu anlatım
borcunu kuşkusuz üniversite dönemlerinde yapmış olduğu radyo programcılığına
borçludur. Anlatıp konuşulan şeylerin uçup gideceği endişesi kendisini yazmaya yöneltir.
Bu vesile ile eserlerini kaleme almaya başlar. Eserlerinde duyguların aktarımını
okuyucuya yansıtma konusunda başarılı olan yazar, duygunun arkasındaki derin ve güçlü
anlatımı karşıya ulaştırmakta oldukça başarılıdır. Kitapları incelendiğinde duygusal
yönünün daha ağır olduğu görülür. Her okuyanın kendinden bir parça bulduğu bu eserler,
okurla eser arasında bir ruh akrabalığı oluşturması açısından kıymetlidir.

Özellikle radyo, televizyon, beyaz perde ve kitaplarda iyi bir edebiyatın peşinde
olan, netice itibariyle hep hikâye anlatan adam olarak anılmak istenen Tarık Tufan’ın
romanları materyal ve teknik unsurlar ışığında, detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
2

BİRİNCİ BÖLÜM
TARIK TUFAN’IN HAYATI VE SANATI
3

1.1. HAYATI VE SANATI

Tarık Tufan 5 Haziran 1973 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Liseyi Kabataş
Erkek Lisesinde okudu. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu.

Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji ve


Antropoloji Ana Bilim Dalı, Ortadoğu Sosyolojisi bölümünden Irak’ta Türkmen Azınlık
ve Kerküklü Göçmenler adlı çalışmasıyla 2001 yılında yüksek lisans eğitimini
tamamladı. Birçok gazete ve dergide yazıları yayınlanan yazar, televizyon kanallarında
edebiyat sohbeti üzerine programlar sundu. Marmara Fm adlı radyoda Düş Vakitleri,
Ülke Tv isimli kanalda Meksika Sınırı, 24 Tv isimli kanalda Kafa Dengi adlı
programlarda yer aldı. 2008 yılında Mahşer, 2009 yılında Ertelenmiş Hayatlar adlı
dizilerin senaristliğini yaptı. 2009 yılında Al Jazeera Documentary isimli kanalda Arafta
Bir Sultan: Abdülhamid, 2010 yılında Mimar Sinan 8 Ülke 8 Yönetmen adlı belgeselleri
hazırladı. Uzak İhtimal ve Yozgat Blues filmlerinin senaristlerinden olan Tarık
Tufan, 2009 yılında Uzak İhtimal filmiyle İstanbul Film Festivali'nde en iyi senaryo
ödülünü, 2013 yılında Yozgat Blues filmiyle Altın Koza Festivali'nde en iyi senaryo
ödülünü kazandı. Bazı romanları Arnavutça, Boşnakça, Azerbaycan Türkçesi, Arapça ve
Bulgarca dillerine çevrildi. İstanbul'da yaşayan yazar, çeşitli dergilerde yazmakta,
edebiyat ve senaryo çalışmalarına devam etmektedir.

Sanat anlayışı, insan duyarlılığını geliştirme özelliğiyle anlam kazanan bir duyuş
alanıdır. Kurmaca eserlerin bu niteliğini sağlayan estetikle konuyu uyumlu bir biçimde
birleştirmektir. Yazar, eserlerinde kurmaca olaylara fazlaca yer vermektedir. Roman
sanatı, toplumsal bir sorunu yaşayan, ondan etkilenen insanı, birey olarak var edebilmeyi
gerektirir. Sanatçının toplumsal sorunlara edebi eserlerde yer vermesinin ölçüsü, bunlara
duyarlılığıyla veya söz konusu sorunları, anlatılmaya değer bulup bulmamasıyla ilişkili
olarak değişkenlik gösterir. Tarık Tufan’ın eserlerinde toplumsal sorunlara büyük ölçüde
yer verdiği görülür. Bu durum, yazarın toplumsal sorunları gündeminin dışında
tutmadığını, olayları anlatılmaya değer bulduğunu gösterir.

Yazarın sanatına etki eden en temel unsur yaşamın kendisidir. Yazar, sanatında
hayatın iyi-kötü yanlarını, farklı yaşam koşullarına sahip fakat benzer sorunlarla
mücadele eden insanları, gündelik hayattaki olayları işlerken kimi zaman da yalnızlığı,
aşkı, çaresizliği anlatarak eserlerinde insanın iç dünyasına doğru bir yolculuk
gerçekleştirir.
4

Tarık Tufan’ın yazarlığında yetiştiği çevrenin önemli etkisi vardır. Doğup


büyüdüğü, çalıştığı yerler eserlerinde yer alır.
5

İKİNCİ BÖLÜM
TARIK TUFAN’IN ESERLERİ
6

2.1. KEKEME ÇOCUKLAR KOROSU

2.1.1. Materyal Unsurlar

2.1.1.1. Eser Hakkında

Kitap ilk olarak 2000 yılında okurlarıyla buluşur. Yazar bu eserde anlatılması
gerektiğine inandığı konuları kaleme alır. Bir manada inandığı değerleri işler. Kendi
ifadesiyle “anlatmam gerektiğine inandığım şeyler vardı ve yazarak anlattım” (Tufan,
2000) der. Kekeme Çocuklar Korosu hayatın içinde kekeleyerek konuşan çocukların
hikâyelerini anlatır. Hadiseler birbirinden ayrı gibi görünse de genel itibariyle olaylar bir
radyo istasyonunda geçer. Yazar uzun süre radyoculuk programı yapmıştır. Bu romanda
da başından geçen olaylara, bireysel ve toplumsal konulara duyarsız kalmamış ve bu
konuları Kekeme Çocuklar Korusu ile bir araya getirme fırsatı bulmuştur.

Kitapta yazarın hayatından oldukça fazla izler vardır. Bu sebeple otobiyografik


bir eser özelliği taşır. Kitapta karakterlerin yaşadığı dönemin arka planı doksanların
Türkiye’sidir. Kendi inancını dahi yaşamanın sıkıntılı olduğu bir dönemden bahsedilir.
Bazen bu durum bir başörtüsü konusu olur, bazen emek ve sömürü sorunlarına değinilir.
Metnin duygusal arka planı oldukça güçlüdür. Kitapta sözü edilen dönem 1990 ile 2000
yılları arasıdır. Bir anlamda İslamcılık söyleminin bir tarafında yer tutmuş kuşağın içinde
biriktirdiklerinin dışavurumu eserde kendisini hissettirir. Bundan dolayı eser oldukça
gerçekçi bir iç dünyaya karşılık gelir. Kitapta yazarın hep kendi iç dünyasıyla bir
hesaplaşma içerisinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Eserde genel itibariyle o
dönemin mevcut düzeninden duyulan rahatsızlık ifade edilmiş, bunlar yer yer
eleştirilmiştir. Eser 2014 yılında Boşnakça ’ya çevrilmiştir.

Biz varlığımızı armağan paketlerine koyanlarız. Düşünsenize küçükken


anlamadığımız yeminler savurup, varlığımızı varlığınıza, Türk varlığına armağan ettik.
Ağabeylerimize, efendilerimize, vakıflara, derneklere, sonra bütün kente. Tüketildik
bayım, çarçur edildik. Film izlerken patlamış mısırlar gibi. Şimdi reddediyoruz. Sahte
kutsalları, kudurgan şehvetleri (A.g.e.).

2.1.1.2. Olay Örgüsü

“Anlatma esasına bağlı metinlerde olay vazgeçilmez bir unsurdur; çünkü bu


metinler bir olay veya bir olay örgüsü çevresinde vücut bulur. Olay, zaman ve mekân
7

içerisinde yer alır. Kişiyi beraberinde getirir. Öyleyse bunların birlikteliği söz konusudur”
(Aktaş, 2013, s. 41).

Roman bir radyo istasyonunda geçen olayların tamamını kapsar. Vakalar her ne
kadar o gece anlatılmışsa da anlatıcı geriye dönüş tekniğine sıklıkla başvurarak geçmişte
yaşanmış olaylara yer vermiştir. Yazar burada bazen kendisine telefonla bağlanıp sohbet
etmek isteyen kişilerle olan diyaloglarını anlatırken, bazen de bireysel ve toplumsal
manada rahatsızlık duyulan konulara yer vermiştir. Olay örgüsü genel anlamda
anlatıcının hayatına dair yaşanmışlıklar çerçevesinde döner.

2.1.1.3. Şahıs Kadrosu

Roman, birtakım elemanlardan örülmüş bir sistemdir. Bu sistemin oluşmasında,


vaka, dil, kişi ve teknik olmak üzere dört ortam önemli rol oynar. Romanın bilinen estetik
dünyası kurulurken, vakaya, kişi veya kişilerle canlılık kazandırılır ve bu canlılık dil ve
anlatım teknikleriyle dışa yansıtılır, hissettirilir. Sonuçta aslının benzeri olan bir dünya,
literatürdeki adıyla “kurmaca” bir dünya elde edilir. Romancının muhayyile gücü ve
yazma yeteneğiyle aslına benzer yaratılan bu dünyada başlıca ilgi odağı kişidir. (Tekin,
2018, s. 75)

Romandaki olayları gerçek hayattan esinlenerek ele alan yazarın bu kitaptaki


başkahramanı da kendisidir. Yazarın düşüncesinde şekillendirdiği kurmaca kişiler de şu
şekildedir:

Metin: Romanın başkahramanının mahalleden çocukluk arkadaşıdır. Haydar


semtinde yaşar. Gedik Paşa’da çalışır.

Okullar yaz tatiline girmişti. İlkokul üçüncü sınıfı bitirmiştim o yıl. Metinle
beraber çıktık mahalleden. Gedik Paşa’da çalıştığı iş yerinin karşısında bir yerde iş
bulmuştu bana (Tufan, 2000).

Çiko usta: Metin’in iri göbekli ustasıdır. Kırmızı suratlı, şişko bir karakterdir.
Saya atölyesinin sahibidir.

Metin’in iri göbekli ustası Çiko; bir arkadaşına gönderdi beni. İlk işe başladım
böylece (A.g.e.).

Murat: Metin’in abisidir.


8

Akşam paydostan sonra Beyazıt’tan Fatih’e dönerken otobüse bilet yerine kâğıt
atmak fikrini Metin’in ağabeyi Murat’tan öğrendim (A.g.e.).

Ferruh Usta: Baş karakterin yazın yanında çalıştığı konfeksiyon ustasıdır.

Ferruh ve Feridun adında iki ustamla çalıştım bir yaz boyunca. Rakı içmeyi
oldukça severlerdi ve galiba onlara da yalanlar söylüyordum. Rakılar içilmeye
başlandığında kokunun midemi bulandırdığını söyleyip dışarı kaçıyordum, sonra
Beyazıt’a tur atmaya (A.g.e.).

Feridun Usta: Baş karakterin yazın yanında çalıştığı diğer konfeksiyon


ustasıdır.

Alaattin Ağabey: Kilotlu çorap satan bir atölyenin sahibidir. Kahramanımız bu


atölyede birkaç yaz çalışmıştır.

Bir yaz Alaattin ağabeyin yanında çalışıyordum. Kilotlu çorap atölyesiydi burası
(A.g.e.).

Melahat: Kahramanın ilkokuldaki arkadaşıdır. Çocuk yaşta bir hastalık


dolayısıyla ölmüştür. Ölümü ana karakteri oldukça etkilemiştir.

Ölümü Melahat’tan öğrendim ben. Sekiz yaşındaydım ve okulda yanımda


oturuyordu Melahat. Bembeyaz solgun bir yüzü, kıvırcık saçları ve mavi gözleri vardı
(A.g.e.).

Ümit: Ana karakterin radyo istasyonunda birlikte çalıştığı arkadaşıdır. Ana


karakterin radyodaki telefon trafiğini sağlamaktadır.

-Hocam iyi değilsen bırakalım programı. İyi gözükmüyorsun.

-Yoo iyiyim Ümit, devam edelim.

-Ağabey çok suskunsun. Yani konuşmak istemiyor gibi bir halin var. Sürekli fon
giriyorum.

-Dalgınım biraz ondan, şimdi toparlarım (A.g.e.).

-….

-Kapattı ağabey

-Adını verdi mi Ümit?

-Vermedi ağabey
9

-Oğlum sorsana millete adını. Elli kere söyledim ya!.. (A.g.e.).

Romanda şahıslar detaylı bir şekilde anlatılmamıştır. Yazarın bazen tek sayfada,
bazen ise tek cümlede değindiği kişilerin fiziksel ve ruhsal yönleri hakkında bilgi
edinmek oldukça kısıtlıdır.

2.1.1.4. Zaman

Zaman mefhumu bu romanda geçmiş ile gelecek arasında bir köprü vazifesi
görür.

“Zaman kavramı romanda kendisine yer verilen olayların geçtiği, olup bittiği,
cereyan ettiği nesnel, vaka ve anlatma zaman dilimlerini karşılayan bir kavramdır” (Çetin,
2009, s. 126).

Kekeme Çocuklar Korosundaki zaman kavramı incelendiğinde iç içe geçmiş


farklı zamanlar görülür. Bu durum romana gizem katmakla birlikte, okuyucular üzerinde
de hayranlık uyandırır. Yazar, hedeflediği gayeye bu vesile ile ulaşır. Zaman mefhumuna
anlam ve gizem katan muhteviyat biraz da bu durumla bağlantılıdır.

Esasen zaman kavramı “insan zihnini en fazla meşgul etmiş kavramlardan biri,
belki de en önemlisidir. Bu kavram, sadece felsefenin değil, aynı zamanda, matematik ile
fiziğin, hatta bilimsel gelişmelere paralel olarak diğer birçok disiplinin gündeminde yer
almıştır. Böyle bir niteliğe sahip olan zaman kavramı öteden beri gizemli bir değer olarak
görülmüş ve düşünenler üzerinde hayranlık uyandırmıştır” (Tekin, 2018, s. 114).

Romanda zaman genel itibariyle bir radyo istasyonunda geçse de kullanılan


tekniklerle kahramanın geçmiş zamanına sıkça yolculuk yapıldığı görülür.

Bir radyo istasyonunda gecenin başladığı saatler (Tufan, 2000)’de radyo


programına başlayan yazar, “Bir yaz Alaattin ağabeyin yanında çalışıyordum” (A.g.e.).
ifadesiyle geçmiş zamana, gençliğine yolculuk yapar.

Zaman sürekli akıp giden bir süreçtir. Romanlarda sabit kalması düşünülemez.
“Zaman Newton’un sandığı gibi değişmez bir sabit değil, çok geniş bir fenomenler
yelpazesini kapsayan bir kavramlar, olaylar ve ritimler yığınıdır” (T. Hall, 1997, s. 149).
Eserde yer yer vaka zamanının kronolojik sıralaması yapılarak bu ritim yakalanmıştır.

Sabah…

Gözlerim acıyor anne. Açmazsam olmaz mı?.. (Tufan, 2000).


10

Öğle…

Sahi nasıldı saçlarının kokusu?.. (A.g.e.).

Gece…

Bu sesler neden düştü odama?.. (A.g.e.).

2.1.1.5. Mekân

Mekân kavramı kahramanların oluşturulmasında önemli bir yere sahiptir.


Romanların nitelik yönünden güçlü olmasında mekânın etkisi yadsınamayacak derecede
büyüktür. Mekânlar romanların topluma açılan kapısıdır.

Roman, esas karakteri itibariyle bir terkiptir. Diğer birçok eleman gibi mekân
da, bu terkibi meydana getiren önemli unsurlardan biridir. Önemlidir diyoruz: Çünkü
terkipte ‘asıl unsur’ konumunda bulunan vakanın gerçek veya muhayyel hatta ütopik,
mutlaka bir mekâna ihtiyacı vardır. Mekân unsuru bir tanıtım veya takdim sorununun
ötesinde işlevsel bir özellik taşır. (Aktaş, 1984, s. 43)

Kahraman olayları anlatırken içinde bulunduğu mekân bir radyo istasyonuyken,


geçmiş hatıralarına sıklıkla yer vermesi romandaki mekân olgusuna farklı bir boyut
kazandırmıştır. Programcılık yaparken geçmişe yolculuk yaparak kendisini bir anda
Eminönü meydanında bulur.

Eminönü Meydanı, seyyar satıcılar olmamasına rağmen oldukça kalabalıktı


(Tufan, 2000).

Metin’le beraber çıktık mahalleden. Gedik Paşa’da çalıştığı iş yerinin karşısında


bir yerde iş bulmuştu bana (A.g.e.).

Başka bir yerde kahraman Haydar semtindeki hatıralarına gider.

Haydar semtinde hayatı bir yazlık sinemada gibi yaşardı insanlar (A.g.e.).

En geniş anlamıyla mekân, uygarlığın ve uygarlaşmanın vitrinidir. İnsanlığın


uygarlaşma serüveninin ilk ayak izlerini mekânda görebiliriz (A.g.e.).

Mekân, genel ve geniş anlamda maddi ve manevi değerler manzumesini içinde


barındırır. Hangi zamanda, hangi maksat ve ölçüde yararlanılırsa yararlanılsın, mekân
unsuru, anlatılan olayların sahnesi durumundadır. Geçmiş ve mevcut zaman arasında bağ
kuran yazar, roman kahramanının hayatındaki değişim ve gelişimi ortaya koyar.
11

2.1.1.6. Anlatıcı

Romanın bir anlatım unsuru olarak sunulmaya ihtiyacı vardır. Bu işi anlatıcı
yapar. Anlatıcının romanda bulunduğu ya da durduğu yer ise bakış açısını gösterir. Tarık
Tufan’ın romanlarında anlatıcı ve bakış açısı birbirine çok yakın olsalar da mümkün
olduğunca ayrı değerlendirilmeye gayret edilmiştir.

Anlatıcı romanda iki türlü kendini hissettirir. Ya olayların içerisindedir ya da


anlatılarda yer almayarak kendini dışarda tutar. Bu romanda yazar kendini olayların baş
aktörü olarak gösterir. Anlatıcı yaşanan süreçlerin merkezindedir. Bu sebeple metinlere
yazar/anlatıcı unsuru hâkimdir.

“Anlatıcı, “anlatı” işini gerçekleştiren, hikâyeyi okuyucuya sunan kişidir. Bir


romanda sesini duyduğumuz ilk kişi, odur: O, kurmaca metinlerin sesi, konuşanıdır”
(Demir, 1995, s. 30). Romanda sesini duyduğumuz ilk kişi anlatıcıdır.

2.1.1.7. Bakış Açısı

Romanın başından sonuna kadar geneline hâkim olan anlatıcı bu konumu


itibariyle Tanrısal Anlatıcı profilini ortaya koyar.

“Temel karakteri itibariyle her şeyi bilme, esasına dayanan bu bakış açısı, yazara
geniş imkânlar sunmaktadır” (Tekin, 2018, s. 54).

Bundan dolayıdır ki yazar içerisinde bulunduğu zamandan geçmişe doğru


rahatlıkla yolculuk yapar ve tekrar bulunduğu zamana dönerek olayların akışını kaldığı
yerden devam eder.

Roman farklı bakış açılarıyla kaleme alınmıştır. Gözlemci ve kahraman (ben)


bakış açıları sıklıkla yer alır. Yazar olayların bazen ortasındayken bazen de uzaktan
izleyen biri olarak mesajlarını verir.

Deniz kenarında eski süsü verilmiş kıyılarda, Osmanlı kıyafetleri giymiş


balıkçıların bağırışları duyuluyor. Kenarda küçük tabureler var. İnsanlar oturmuş,
ellerinde yarım ekmek arası balık, üzerine tuz ekip, limon sıkıp yemeye çalışıyorlar.
Kılçıklar ağızlarına batmasın diye oldukça dikkatli davranıyorlar. Ellerini bulaştırmak
istemeyenler oldukça zorlanıyor. (Tufan, 2000) ifadeleri gözlemci bakış açısına örnektir.

Hava sıcak ve dışarıda bir grup insan dolaşıyor. Kalabalık olmalarına rağmen
pek bir gürültü yok. Çoğunluğu yaşlı ve özellikle erkek sayısı biraz daha fazla. Büyük bir
12

bina, dış sıvasında dökülmeler var ve dışarıdan baktığınızda kamu binalarından bir farkı
yok. Eşofmanlar ve pijamalarla dolaşıyor insanlar bahçede. Ağaçlar henüz yeşillenmemiş
tam anlamıyla. Bazıları grup olarak dolaşıyor bazıları ise tek başına. Ortalıkta renksizlik
hâkim. Grilerin ve siyahın, kısmen de lacivert ve kahverenginin ağırlığı var. Kendini
gösterebilecek bir renk yok insanların üzerinde. Kimileri çok ağır davranıyor kimileri ise
çok ani hareketlerde bulunuyor (A.g.e.). ifadelerinde de aynı bakış açısı görülür.

2.1.2. Teknik Unsurlar

Bir sanat eserinde ya da edebi bir metinde anlatılacak olaydan ziyade, anlatım
yöntemi daha önemlidir. Çünkü yöntem ya da biçim, verilen mesajı okuyucuya ulaştıran
bir vasıtadır. Bu sebepledir ki bir metnin nitelikli olması sağlam bir biçime sahip
olmasından geçer. Biçim, ortaya konulan eserin okuyucu üzerinde daha etkili bir iz
bırakmasını sağlar.

Teknik unsurların en fazla kullanıldığı edebi metinlerden biri de romanlardır.


Roman bireysel ve toplumsal olaylar karşısında problemleri ifade etmede etkili bir türdür.
Bu sebeple roman ilk dönemlerinden günümüze kadar bu tarihi serüven içerisinde bireyin
ve toplumun aynası olmuş, bu şekilde içerisinde bulunduğu çağa tanıklık etme fırsatı
bulmuştur. Roman bu görevi yerine getirirken bir takım anlatma yöntemi kullanmıştır.
Bu yöntemlere teknik unsurlar da denilebilir. Romandaki bu teknik unsurlar anlatmada
çeşitliliği ve dinamik bir süreci beraberinde getirmiştir. Çünkü romanı roman yapan şey
ondaki anlatım tekniğinin nasıl ve ne şekilde verildiğiyle ölçülür.

2.1.2.1. Anlatma Tekniği

“Anlatma ve gösterme tekniklerinin ustalıkla kullanılması halinde, anlatıcının


eser üzerindeki ağırlığı – dolayısıyla okuyucu üzerindeki etkisi – azalacak ve anlatılanlar
doğal bir çerçevede cereyan ediyormuş gibi hissedilecek” (Tekin, 2018, s. 206).

Bu tekniğin etkili kullanılması romanda ayrı bir hava oluşturur. Kekeme


Çocuklar Korusu’nda anlatma tekniğine sıklıkla başvurulduğu görülür.

İş hanının hemen karşısında bodrum katından aşağıya doğru merdivenlerin


indiği bir esnaf lokantası vardı. Yaşlı bir kadın çalışıyordu. Esnaf lokantasında en çok
tüketilen şey herhalde ekmektir. Öğle paydosunda bir sürü işçi, kalfa buralara doluşur,
13

birkaç tabak yemeğin yanında bir sürü ekmek yerlerdi. Çok kişi sığsın diye masanın
etrafında küçük küçük tabureler konurdu bu tip lokantalarda (Tufan, 2000).

Konfeksiyon atölyesinde çalışan kızların iş çıkış saatleri uzun sürer. Aynanın


karşısında elbiselerine takılan iplikleri temizlemek, bir gelin hassasiyetini beraberinde
taşır. Üzerinde bir tek parça iplik kalmamalı konfeksiyoncu kızların. Bilinmemeli
atölyede çalıştıkları. Arebesk tutkularla örülü aşk hikâyelerine iplik bulaştırmaz atölyeci
kızlar. Pek çoğu sefer tası da taşımaz. Sahi, ne yerlerdi çoğu zaman? Duvara astıkları
posterlerin içinden bir başka atölyede çalışan, taşralı bir gencin çalıntı sözlerle ifade ettiği
aşklar düşer avuçlarına (A.g.e.).

Romanda örneklendirdiğimiz bu paragraflar gibi pek çok anlatma tekniği


bulunur.

2.1.2.2. Betimleme(Tasvir) Tekniği

Betimleme tekniğinde görsellik ön plandadır. Bu teknik ile yazar okuyucusunun


kafasında anlatmak istediği şeyin bir manada kelimelerle resmini çizmeyi amaçlar.
Romanda betimleme (tasvir) tekniği sıklıkla kullanılmıştır. Bu durum içerik ve muhteva
yönünden esere farklı bir hava katmıştır.

Mekân tasvirleri, eserdeki kahramanların bazı hususiyetlerini dikkatlere


sunmaya yardım eder. Bir odanın teftiş tarzı, orada günlerini geçiren insan hakkında bilgi
verir. Anlatma esasına bağlı eserlerde mekâna ait görünüşle vaka kahramanının uyuşması
kadar mahalle has hususiyetlerle ferdin yaşayış tarız arasındaki çatışmalardan da
yararlanılabilir. (Aktaş, 1998, s. 145)

Roman, en basit tanımıyla, bir olayı; kişi, çevre, zaman göstererek anlatma
sanatıdır. Betimleme temelde niteliği itibariyle anlatma, somutlaştırma demektir. Bir şeyi
somutlaştırmak demek ise, onun karakteristik çizgilerini, rengini ve ruhunu canlandırmak
demektir. Romancı, somutlaştırma işlemini gerçekleştirirken, tasvir yönteminden geniş
bir şekilde yararlanır. Bugünkü romanda “tasvir” diye niteleyeceğimiz uygulamalar
azalmış olsa da, dünden bugüne uzanan süreçte tasvir, en fazla uygulanan yöntem
olmuştur diyebiliriz. (Tekin, 2018, s. 209)

Meydan Anadolu kokuyor. Bir Anadolu şehrinin gürültüleri var ortalıkta. Eğer
Galata Kulesi’nin hüzünlü yüzü olmasa, Kız Kulesi cilveleşmese denizle, Boğaz’ın kibri
ortalığı sarmasa ve Galata Köprüsü’nün bilge bakışlarını hissetmesek (Tufan, 2000).
14

Galata Kulesi, Kız Kulesi ve Boğaz’a insani özellikler verilerek canlı bir tasvir
ortaya konulmuştur. Özellikle hayal gücü ve gözleme dayalı olan betimleme sanatı,
anlatımı daha kuvvetli ve etkili hale getirir. Başka bir ifadeyle varlıkların belirgin
özelliklerini tanıtıp göz önünde canlandırır.

“Anlatma esasına bağlı eserlerdeki itibari dünya olgusu, kahramanların belli bir
mekâna bağlı olma veya olayların belli bir mekânda yaşanması mecburiyeti, tasvir tarzı
anlatımı çok daha zaruri kılar” (Çetişli, 2004, s. 100).

Saat duruyor, kalem eskiyor. Çirkin bir kıza somurtuyor zaman. Gözlerin
yüzümden düşüyor (Tufan, 2000).

Senin gözlerindeki kuyulara yuvarlandım, ateş senin saçlarındı. Beni fark


etmediğin her gün bir yanım daha sancıyordu. Belki de gözlerine bakmanın günahıydı,
kurduğum hayallerin bedeliydi üzerimde gezinen suzinak hüzünler (A.g.e.).

Yalancı bir güneş, sabahı seriyor şehrin tenha sokaklarına. Kalbim kurumuş bir
toprak gibi darmadağın. Korkular düşüyor kalabalığın fısıltılarına. Kırmızı pabuçların
hatırına, fabrikalarda makinelerin ürküten kucağına düşüyor küçük kız çocukları (A.g.e.).

Tasvir sanatı kendi içerisinde açıklayıcı, sanatsal, ruhsal ve fiziksel betimleme


olarak gruplara ayrılır. Bazı sanatçılar bu gruplamalardan hareketle betimlemelerini
yapar.

Tasvir, bir kahramanın bakış açısı demektir; işte kahramanın hikâyeye


girmesinin ve obje karşısına geçmesinin zarureti bundandır. Semantik sahalar (Psikolojik
ve fizikî davranışları niteleyen sıfatlar, kavrama fiilleri ve benzerleri), tip kahramanlar
(avare, ressam, uzman, teknisyen), basmakalıp sahneler (bilinmeyen bir yerin ziyareti,
seyre dalma, manzara karşısında düş kurma), psikolojik çizgiler (merak, tedirginlik,
ruhsal boşluk) bu tutumla belirlenen yöntemlerdir. (Bourneur, 1989, s. 110-111)

2.1.2.3. Geriye Dönüş Tekniği

Zamanın kurgulanmasında kullanılan bir teknik olan geriye dönüş (flashback),


sinema sanatından edebiyata aktarılmış bir tekniktir. Hatırlama yoluyla gerçekleşir.

“Geriye dönüş tekniği anlatma zamanı ile ilgili bir problemdir. Öykü anlatıcısı,
olayı içinde bulunduğu şimdiki zamandan alıp karakterin geçmişine ya da olayın
meydana geldiği zamana gider” (Kolcu, 2005, s. 52).
15

Bir gün öğleye doğruydu galiba. Kocaman, top top kumaşları Unkapanı İMÇ
bloklarındaki atölyeye taşıyordum. Havanın yakıcı sıcaklığı oldukça terletiyordu. Koca
top kumaşı sırtlamış zorlukla götürmeye çalışırken birden onunla karşılaştım.
Ortaokuldaydım o sıralar ve tarih öğretmenim Esra Hanım’la yüz yüze geldim (Tufan,
2000).

Romanın iç zamanı genel olarak, olgu ister nedenden sonuca, isterse sonuçtan
nedene şekilde kurulsun, ileriye doğru akar. Bu kronolojik akış sırasında öykünün kimi
yerlerinden geçmişe dönülmek suretiyle ya an içindeki yaşantısıyla sunulan figür(ler)in
ya da yaşanmakta olan olay(lar)ın bütüncül bir anlayışla tanıtımı ve nedenselliği ortaya
konur. (Sazyek, 2021, s. 81-82)

Roman anlatıcısı şimdiki zamanda yaşadığı için eserlerinde şimdiki zaman ağır
basar. Bu etkiyi azaltabilmek için geriye dönüş tekniğini kullanır. Bu teknik ayrıca kişiler
ve olaylar hakkında bilgi verilirken de kullanılır. Anlatıcı bu şekilde karakterlerin,
yerlerin ve olayların geçmişiyle ilgili bilgi vermeyi amaçlar. Bu anlatım tekniği romanın
gerçekliğini ciddi ölçüde etkiler. Yazar olayların altyapısıyla ilgili bilgiler verdiği için
okur gelecekte olabilecek olaylar veya kişilerin şu anki konumlarıyla ilgili de fikir sahibi
olur.

Anneannem nasıl da ciddiye alırdı hayatı. Bir gece ben evde film seyrederken, o
televizyonun yanında tesbih çekiyordu. Sonra birden televizyona sık sık bakıp bir şeyler
fısıldadığını duydum.

‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’

‘Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz!’

Meğer filmde her ölen adamın ardından bu cümleyi tekrar ediyormuş (Tufan,
2000).

Aynı hisleri taşıdığım bir sabahtı. Aynı çaresizlik ve seçememe haliydi o sabah
yaşadığım. Kabataş Erkek Lisesi’ni o yıl bitirmiştim ve hayata neresinden dâhil
olabileceğimi bilmiyordum (A.g.e.).

Evimizin duvarında, küçük odanın giriş kapısının üzerinde asılı bir kartpostalı
hatırlıyorum. Arapça Hu yazıyordu üzerinde. Bu nedir diye sormuştum. Allah yazıyor
demişlerdi. Küçükken Allah’ın yüzünün h harfine benzediğini düşünürdüm. Allah
denildiğinde aklıma h harfi gelirdi (A.g.e.).
16

Üniversitedeydim o yıllar ve tek tek insan hayatlarıyla ilgilenmek yerine,


toplumsal yaşam projelerinin ütopik ve büyülü havasında yaşamayı tercih ediyordum
(A.g.e.).

Yoldaki İşaretler, Dört Terim, Fizilal’il Kuran elimizden düşmüyordu. Seyyid


Kutub’un, Ali Şeriati’nin, Mevdudi’nin yaşamlarına dalıyorduk bir aradayken.
Muhafazakârlıktan, sağcılıktan sıyrılıyorduk böylece (A.g.e.).

Romandaki geriye dönüş tekniği örnekleri bu şekilde çoğaltılabilir. Esere daha


gerçekçi bir hava katması ve romanı daha etkili bir hale getirdiği için bu teknik sıklıkla
kullanılır.

2.1.2.4. Leitmotiv Tekniği

Bu kavram aslında bir müzik terimi olmakla birlikte roman sanatında sıklıkla
kullanılan bir teknik unsurdur. Romanın çeşitli bölümlerinde konu ve olayların içerik ve
akışına göre tekrarlanan ifade kalıplarıdır. Kekeme Çocuklar Korosunda az da olsa yer
verilen bu teknik unsur romanın devamlılığı açısından kıymetli ve önemlidir.

“Özellikle natüralist romancıların başvurduğu bu teknik, roman şahıslarını


belirleyen tipik özellikleri vermede kullanılır. Mesela belli bir kelimenin dikkati çeken
telaffuzu, ya da belli şartlar altında tekrarlanan mimikler, sonra her fırsatta hatırlatılan
bazı yaratılış özellikleri leitmotiv karakteri taşır” (Aytaç, 1972, s. 173).

“Kurmaca içerikte düzenli ya da düzensiz aralıklarla yinelenen davranış, söz


öbeği, nesne gibi öğeler için kullanılan söz öbeğidir” (Sazyek, 2021, s. 217).

On iki yaşındaki çocukların iş bulabilmelerini diliyorum. On iki yaşındaki


çocukların intihar edebilecekleri bir ip bulamamalarını diliyorum. On iki yaşındaki
çocukların sokaklarda yürürken akıllarına ölüm düşmemesini diliyorum…

On iki yaşındaki çocuklar

On iki yaş.

Çocuklar…” (Tufan, 2000).

Kente ruhunu kat! Benim dediğim ne varsa ve sonra hayal ettiklerini bile…
Kente ruhunu kat! Aşklarını kat, anı defterinde sakladıklarını ya da aile albümünde
sakladığın fotoğrafları kat kentin fahişe ruhuna (A.g.e.).
17

Yazar ve şairler, bu teknik ile öncelikli olarak muhtevada sürekliliği sağlama


amacı güderler. Eğer leitmotiv kahramana ait bir söz veya bir tavır olarak gerçekleşiyorsa,
bu, o söz veya tavrın kahramanın çok belirgin bir yönünü karakterize ettiğinin işaretidir.
Bununda ötesinde leitmotiv, edebi metne simetrik ve estetik bir değer kazandırır. (Çetişli,
2014, s. 134)

2.1.2.5. Diyalog Tekniği

Edebi eserlerde kullanılan en etkili anlatım tarzlarından biri konuşmadır. Roman


ve hikâye türlerinde bilindiği üzere anlatıcı zaman zaman aradan çekilerek sözü
kahramanlara bırakır ve onları konuşturur. Bu şekilde anlatıcı kahraman ile okuyucuyu
yüz yüze getirmiş olur.

Romanın anlatım sürecinde karakterler birbirleriyle doğal olarak konuşma


içerisine girer. Bu şekilde karakterlerin birbirleri hakkındaki düşünceleri ve karakterler
arasındaki çatışmalar bu teknik unsur yardımıyla ortaya çıkar. Eserin daha dinamik ve
etkili bir hale gelmesinde, daha sade bir hal almasında diyalog tekniği önemlidir. Bu
tekniğin bilinen kökeni M.Ö. 4. Yüzyıla kadar gitmekle birlikte, edebiyat içerisinde
kullanımı 16. Yüzyıldan itibaren başlar. Diğer tekniklerden farklı olarak, diyalog
tekniğini oluşturan konuşmak cümleleri genellikle (-) işaretiyle başlar ve çoğunlukla da
“ ” imleri arasına alınarak belirginleştirilir.

“Diyaloğun basit ama temel işlevi, gizli olanı ‘aşikâr’ kılmak, soyut olanı
somutlaştırmaktır. Aslında bu nitelik; sanatın, dolayısıyla romanın da niteliğidir. Roman,
esasen eşyayı konuşturma sanatıdır” (Tekin, 2018, s. 266).

Romandaki konuşmalar anlatıcının anlatma kapasitesini sınırlaması ve farklı


anlatım tarzlarına imkân sağlaması bakımından önemlidir. Bu durum eserin içerik ve
üslubunu monotonluktan kurtarır ve esere zengin bir içerik katar.

“Diyalog felsefede ve mitolojide genellikle eylemin amacını bildiren bir işleve


sahip olmakla birlikte edebiyata geçerken imgeli, törensel ve etkileyici bir niteliğe
dönüşür” (Pospelov, 1985, s. 22).

-Alo!..

-Gece sizi dinliyor…

-Merhaba.
18

-Merhaba. Neden gecenin bu saatinde radyo dinliyorsunuz?

-Bilmem… Galiba kendimi pek iyi hissetmiyorum. Yani her şey sarpa sarıyor.
Boğulacak gibiyim. Konuşmak istiyorum biriyle. Bu yüzden seni aradım.

-Pekala anlatsana biraz, neler oldu?

-Aslında çok somut şeyler yok… (Tufan, 2000)

-Hocam iyi değilsen bırakalım programı. İyi gözükmüyorsun.

-Yo iyiyim Ümit, devam edelim.

-Ağabey çok suskunsun. Yani konuşmak istemiyor gibi bir halin var. Sürekli fon
giriyorum.

-Dalgınım biraz ondan, şimdi toparlarım.

-Bazen bir şeyler sayıklıyor gibisin ama anlamadım. Ağabey istersen bırakalım.

-Hayır devam edelim. (A.g.e.)

2.1.2.6. İç Diyalog Tekniği

Kişinin kendi kendine ya da karşısında başka biri varmış gibi sessiz bir şekilde
konuşmasıdır. Kişi bazen başkasıyla paylaşamadığı bazı şeyleri kendi kendine konuşarak
itiraf etmek ister. Bu durum tek bir insanın çift kişilik diyaloğu şeklinde değerlendirilir.

“İç konuşma daha çok kişinin iç dünyasını, aracısız bir şekilde okuyucuya
sezdirme amacına hizmet eder” (Çetişli, 2014, s. 128).

Kekeme Çocuklar Korusu romanındaki konuşmalar karşılıklı bir konuşma gibi


görünse de kahramanın karşısında kimse yoktur. Kendi kendisine konuşmalar yapar.

-Merak etme. Uzun zaman kalmayacağım. Biraz eşlik etmek istedim, o kadar.

-Yoo sorun değil. Gerçekten... Fark etmez. Yürüyebiliriz.

-Nasılsın?

-İyi… Fena değilim. Sen?

-Bende iyiyim. Nereye gideceksin?

-Bilmem. Bakarız. Şimdi Unkapanı’na doğru gideceğim.

Sana zarar verdiğimi biliyorum. Ama isteyerek yapmadım.


19

-Boşver şimdi bundan söz etmeyelim.

-Tamam haklısın… (Tufan, 2000)

-Ekmek arası balık yiyelim.

-Yiyelim.

-Hep gerçekçi olmam gerekti.

-Evet.

-Bunu beceremedim değil mi?

-Fena sayılmazdım.

-İyilik olsun diye söylüyorsun değil mi?

-Hayır. Benim yüzümden çok şey yaşadın.

-Biraz zor oldu tabi ki (A.g.e.).

-Sen kendini ne sanıyorsun?

-Bir şey sandığım falan yok.

-Hiç de öyle davranmıyorsun.

-Nasıl davranıyorum?

-Biraz şey.

-Ne?

-Neyse bana bak, o otobüste kendinle karşılaştığın günü hatırlıyor musun?

-Hayır… Hem lafı değiştirme…

-Otobüsteydin… Bostancı otobüsü…

-???

-Nasıl hatırlamazsın? Benim hiç aklımdan çıkmayan bir gündür. Sen de unutmuş
olamazsın (A.g.e.).

-Oğlum boşver iyi yaptın.

-Allah aşkına sen de git başımdan

-Ben ne yaptım, iyi diyorum işte…


20

-Her şeyi kullanmaktan vazgeç. Haklıydı işte.

-Ne ilgisi var o kendinde değil, kesin intihar eder o.

-Sus be! Ne biçim şeyler söylüyorsun?

-Ne dedim ki? Uyuşturucuya da başlamış. Sana acıyan biri olması ne kadar da
güzel değil mi?

-Düşünmedim bile (A.g.e.).

2.2. KRALİÇENİN PİRELERİ

2.2.1. Maretyal Unsurlar

2.2.1.1. Eser Hakkında

Yazarın ikinci eseri olan Kraliçenin Pireleri ilk olarak 2002 yılında okurlarıyla
buluşur. Bu kitapta yazar, günlük yaşam içerisinde dikkatini çeken olayları kaleme alır.
46 başlıktan oluşan eser yazarın duygularına tercüman olmuş, anlatıcı her başlıkta
hayattan bir parçaya yer vermiştir. Okur her bölümde farklı yerlere misafir olur.
Metinlerdeki yalın anlatım ve akıcı üslup okuyucuyu daha da içine çeker. Günlük hayat
içerisinde herkesin görüp geçirdiği ve hatta sıradanlaşmış denilebilecek olaylar yazarın
anlatımıyla etkili bir hal alır.

Yazar bu eserde günlük hayata dair hemen her konuya değinmiştir. Okuyucusu
ile dertleşerek, sohbet ederek, samimi bir üslup içerisinde eserini oluşturmuştur. Roman
2021 yılında Bulgarca ’ya çevrilmiştir.

2.2.1.2. Şahıs Kadrosu

Karakter bir birey olarak kendisini temsil etmekle birlikte hayatın içinde,
insanların arasında yaşayan bir ferttir. Dolayısıyla bulunduğu romandaki ortamın
algılanış ve aktarılış boyutları da geniş ölçüde onun tarafından belirlenir. Bir başka
deyişle karakterin bakış açısından algılanan, görülen ve görülmeyen yaşantı öğeleri özel
ve öznel bir yoğunluk taşır. (Sazyek, 2021, s. 190)

Eserin tek bir başlık altında toplanmaması, ayrı ayrı 46 başlık halinde devam
etmesi, yazarın günlük hayat içerisindeki olayları anlatması sebebiyle şahıs kadrosu
21

açısından bir bütünlük oluşmamıştır. Bu sebeple eserde şahıs kadrosundan ziyade ayrı
başlıklar altında kaleme alınan konulardaki karakterler derlenmeye çalışılmıştır.

Rene Descartes; karışık saçlı, beyaz ve seyrek sakallı, iyice kızarmış ve yorgun
gözleriyle uzaklara doğru sık sık dalan, tuhaf bir adam (Tufan, 2002).

Kraliçe Christina ise otuz yedi yıl daha soylu alkışların cazibesinde yaşamını
sürdürdü (A.g.e.).

Napoleon Bonaparte, Paris’te asillerin de katıldığı bir toplantıdadır (A.g.e.).

Madam Butterfly filminin final sahnesi… Madam Butterfly görkemli bir vedayla
düşüyor sahnenin ortasına (A.g.e.).

2.2.1.3. Zaman

“Zaman daima dünyanın bir numaralı harikasıydı ve hep de öyle olacaktır”


(Borts, 1997, s. 12).

Kırk altı başlığa ayrılan romanın bazı bölümlerinde içerisinde bulunulan zaman
anlatılırken, bazı bölümlerinde geçmişe dönüş zamanlardan bahsedilir.

1649 yılına gelindiğinde Descartes hayatının dönüm noktalarından birini yaşadı


(Tufan, 2002).

1666’da kemikleri Fransa’ya taşındı. Ancak yolculuk esnasında birçok kemiğini


aşırdılar (A.g.e.).

Akşam olduğunda, erkekler işlerinden, yaşlılar çay ocağından döndüklerinde,


konağın bahçesine, sofrasına, geniş bir odasına toplanıp anlatıcı ihtiyarların hikâyelerini
dinlemeye koyuluyorlardı (A.g.e.).

“Anlatı, ister geleneksel, ister modern olsun, zamana tâbidir ve oluş sürecini
zamana bağlı olarak idrak eder. Öyledir; çünkü sanat eseri “zamani” bir varlıktır ve sanat
eseri, mutlaka “belli bir zaman bölümü içinde yaratılır” (Tunalı, 1971, s. 63).

2.2.1.4. Mekân

Mekân kavramı eserlerin olmazsa olmazıdır. Romanın sağlam temeller üzerine


oturmasını sağlar. Mekân bir romanın asli unsurlarından olup, kahramanların oluşumunda
da önemli bir yere sahiptir. Anlatıcı romanında bazen kahramanı karakter özelliklerinden
22

ziyade içerisinde yaşadığı toplum ve çevre ile anlatır. Okuyucu bu şekilde kahramanı
içinde bulunduğu mekân/toplum unsuruyla birlikte değerlendirir.

Rönesans’ın mekân ve zaman kavramlarında yarattığı devrim birçok bakımdan


aydınlanma projesinin kavramsal temellerini atıyordu. Şimdilerde birçok insanın
modernist düşüncenin ilk atılımı olarak gördüğü hareket doğa üzerinde hâkimiyeti insanın
özgürleşmesinin ilk gerekli koşulu olarak kabul ediyordu. Mekân doğal bir ‘olgu’
olduğuna göre, mekânın fethi ve rasyonel biçimde düzenlenmesi modernleşme projesinin
ayrılmaz bir parçası haline geliyordu. Bu defaki fark, mekân ve zamanın Tanrı’nın
haşmetini yansıtmak üzere değil, bir bilinç ve bir irade ile donanmış özgür ve aktif bir
birey olarak ‘insan’ın özgürlüğünü kutlamak ve kolaylaştırmak için düzenleniyor
olmasıdır. (Harvey, 1997, s. 279)

Bu yüzden âşıklar kenti Paris’te fazla kalmayıp neredeyse kaçarcasına


Hollanda’ya yerleşti (Tufan, 2002).

Fransa’ya taşındı. Ancak yolculuk esnasında birçok kemiğini aşırdılar (A.g.e.).

Bizden öncekiler Siirt’ten göç ettiğinde buralara gelmişler. Yakınları, dostları


yüzünden kendilerini en güvenli hissedebilecekleri yer burası olmuş; İstanbul’da,
Fatih’te, Haydar semti (A.g.e.).

Vakit biraz ilerlemişti ve sanırım herkesin acelesi vardı. Arabada sekiz kişiydik.
Taksimden kalkıp Bostancı yönüne giden dolmuşlardan biriydi (A.g.e.).

2.2.1.5. Anlatıcı

Anlatıcı her ne kadar romanı tüm hatlarıyla oluşturan kişi olsa da, okuyucu ile
romanı yazan kişi arasında bir ara kişi olmaya çalışır.

Kraliçe’nin Pireleri romanında geçen olayları, kişileri, duygu ve düşünceleri,


zaman ve mekânı kısaca romandaki tüm teknik ve materyal unsurları oluşturan kişi
anlatıcıdır. Yazar bu vesileyle bir anlamda üçüncü tekil şahıs anlatıcı/yazar anlatıcı
konumundadır. Bu anlatım türü yazara alan olarak çok geniş manevra imkânı sunmakla
birlikte yazarın daha güçlü metinler oluşturmasını sağlar. Anlatıcı eserde ya hikâye
kişilerinden biridir ya da hikâye içerisinde yer almayan ve olayların dışında kalan kişidir.
23

2.2.1.6. Bakış Açısı

Yazar olup biten her şeyden haberdardır. Zaman ve mekân kavramı anlatıcı
tarafından şekillendirilir. Bu şekilde romandaki bakış açısı etkili bir üslupla ortaya
konulmuştur. Tanrısal (ilahi) bakış açısının hâkim olduğu görülür.

Her zamankinden daha kalabalıktır. Kadınlar ve erkekler ve yaşlılar, hepsi


oradalar ve senin dışarı çıkmanı bekliyorlar. Seni sevmediklerini biliyorsun, hatta nefret
ettiklerini. Gülümsemenden nefret ediyorlar, masumiyetinden, iffetli düşlerinden, dua
edişinden. Seni onlardan farklı kılan ne varsa nefret ediyorlar. Onlara kaybettiklerini
hatırlatıyorsun (Tufan, 2002).

2.2.2. Teknik Unsurlar

2.2.2.1. Anlatma Tekniği

Anlatma yöntemi edebi metinler içerisinde, özellikle roman alanında oldukça


geniş bir yere sahiptir. Batı edebiyatında 19. Yüzyıla, bizim edebiyatımızda ise 20.
Yüzyıla kadar ortaya konulan eserlerin çoğu bu şekilde yazılmıştır.

Roman sanatı bütünü itibariyle anlatmaya dayalı bir sanattır. Anlatıcı kendi
anlatımını gerçekleştirmek için çeşitli teknikler kullanır. Anlatma tekniği de bu
yöntemlerden biridir.

“Anlatma ve gösterme yöntemiyle yazar, kendini saklama, gizleme fırsatını


yakalar; dolayısıyla okuyucunun anlatılanlarla karşı karşıya kalmasını sağlar” (Tekin,
2018, s. 208).

Anlatma tekniğinde eser ile okuyucu arasına anlatıcı girer. Yani anlatıcı kendi
varlığını araya girerek, yorum ve değerlendirmeler yaparak belli eder. Gösterme
tekniğinde ise olaylar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı kendini belli etmez, arka
planda kalmaya çalışır.

“Anlatma ve gösterme teknikleri roman sanatında iki ana aktarım olarak kabul
edilegelmiştir. Ancak bu iki yöntemin birbirinden ayrılış noktaları üzerinde farklı
görüşlerin bulunduğunu da belirtmek gerekir” (Sazyek, 2021, s. 37).

Kraliçenin Pireleri adlı eserin tümü incelendiğinde genel manada anlatma tekniği
üzerine kurulu olduğu görülür.
24

Konağın kapısından genişçe bir sofaya giriliyordu ki burası, ailelerin sosyal


yaşam alanı sayılabilirdi. Yaz günlerinde konak bahçesi daha çok kullanılan bir mekân
olsa da, uzun kış gecelerinde ve güz mevsiminde bu sofalar kullanılıyordu. Güğümlerde
sular ısıtılıyor, ortaya konulan büyük leğenler içinde çamaşırlar ve çocuklar yıkanıyordu.
Anneler, sertleşmiş elleriyle çocukların başlarını acıtarak ovuyor, sabunun göz yakmasına
ve suyun sıcaklığına aldırmadan çocuklarının haftalık banyolarını halletmiş oluyordu.
Konaktaki kalabalık, yaşı biraz büyük çocukların yüzünü kızartan bir utanca neden
oluyordu. (Tufan, 2002)

Adam kaliteli ve sert bir sigara yaktı. Dumanı bile insanı sersemleten cinsten.
Bir metal kutudan çıkardı sigarayı. Galiba daha önce açık tütünden sarılmış
sigaralardandı. Yanında oturan kadın sinirlendiyse de hiçbir şey diyemedi. Hareket ettik,
arabanın içindeki ışıklar kapandı. Birbirimizin yüzünü seçemiyorduk. Arada bir yol
kenarındaki lambalar arabanın içini aydınlatıyordu. Yol olağanın dışında açıktı ve sanki
biraz herkesin dışında, bir tünelin içinde hareket ediyorduk. Sağır edici bir sessizlik
yayıldı ortalığa. Sanki hepimiz şoförün muhtemel bir acısını paylaşıyor, sessiz ama
içtenlikli bir ağıta ortak oluyorduk. Adam sadece yola bakıyor ve sigarasından derin derin
nefesler çekiyordu. Ama yolu değil de başka şeyleri görüyormuşçasına ifadeler
takınıyordu. (A.g.e.).

Çelişkinin tam ortasında, ayağında uzun süredir giydiği Hollanda tipi pantolon,
utancından başı öne eğik, yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Majesteleri bu yolla kendini
tatmin ederken, Descartes üçüncü sınıf bir Yeşilçam dramasının aktörü gibi kesiyordu
(A.g.e.).

Siirt’ten göç edenlerin çoğunluğu oluşturduğu kalabalık bir semt burası. Eski
semtlerin havası hâlâ üzerinde duruyor; kesilmiş raconlar hâlâ yerli yerinde. Eğlenceli
ortamlar kadar kavga gürültü de eksik olmuyor. Eskiden kalma konaklar var az da olsa;
son Osmanlı paşalarından kalma konaklar. Bu konaklarda hayat, anlatıcı ihtiyarların
dilinde merakla dinlenen hikâyelere dönüşüyordu (A.g.e.).

Descartes’in yaşam fotoğrafları birçok ilginç hikâyeyi barındırsa da, bunlardan


bir tanesi oldukça hüzünlü, insanı içini acıtacak cinsten. Duyanların boğazını
düğümleyen, yutkunmasını zorlaştıran bir hikâye (A.g.e.).

1649 yılına gelindiğinde Descartes hayatının dönüm noktalarından birini yaşadı.


Kraliçe Christina’ya felsefe dersleri vermek üzere Stockholm’e davet edildi. Bir filozofun
25

kudretli bir kraliçe tarafından saraya davet edilmesi büyük onur olarak görülüyordu
(A.g.e.).

Mat bir gündü ve biz ne yaparsak yapalım kent üzerimize yağmanın pususunu
kolluyordu.

Başını yerden kaldırdın ve gök gürledi. Özenle yazılmış mektuplar, akrebi


yorgun saat, duvardaki poster, sararmış tül perde savruldu.

Gittin ve kent üzerime yağdı.

Gittin, kent gözlerimden boşaldı.

Gittin ve hemen ardından yağmur yağdı (A.g.e.).

2.2.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği

“Tasvir, hikâyenin ritmini vermeye yarar: Bakışı dış çevreye yöneltmek suretiyle
tasvir, aksiyonun arkasından gevşeme veya kritik bir anda hikâyeyi kestiğinde okuyucuya
sabırsızlık getirir; müzikal anlamda, zaman zaman esere ton ve hareket veren bir uvertür
durumundadır” (Bourneur, 1989, s. 108).

Betimleme; bir eserin muhteva yönünden daha güçlü olmasını sağlar. Eserde
Tarık Tufan sıklıkla betimlemelere yer vermiş ve anlatımı kuvvetli hale getirmiştir.

Radyoda okunan haber bültenlerinde, Ortadoğu’nun herhangi bir coğrafyasından


dökülen kanlar odanıza sızar ve kan rengi rüyaların ortasında korkuyla ayağa fırlarsınız
gece yarısı (Tufan, 2002).

Rene Descartes; karışık saçlı, beyaz ve seyrek sakallı, iyice kızarmış ve yorgun
gözleriyle uzaklara doğru sık sık dalan, tuhaf bir adam (A.g.e.).

Munzur hararetle olayları anlatır gibi akıyor. Yerinde duramıyor bir türlü.
Oturuyor, kalkıyor, hiddetleniyor, bağırıyor, terliyor. Bir türlü anlatmaktan usanmadığı
eski ve çok acıtan eski bir öyküsü var (A.g.e.).

Ben bir çay bardağına sığınıyorum şimdilerde. Kahvede oturan yaşlı adamın
filtresiz sigarasından yükselen dumana sığınıyorum. Caddenin kenarında bekleşen
amelelerin, dirsekleri aşınmış berbat renkli ceketlerine mesela. Böylesi küçük, böylesi
gözden uzak şeylere sığınıyorum anlayacağın. Savrulan hayatların, kimselerin görmediği
küçük ayrıntılarına. Gösterişsiz yaşam öykülerinin korunaklı yalnızlığına bırakıyorum
kendimi (A.g.e.).
26

Papatyaların güneşle sevişip sevgililerin saçlarını süslediği bir günün sabahına


uyanamamaktır haziran ölümleri (A.g.e.).

2.2.2.3. Geriye Dönüş Tekniği

Romanlar, içerisinde bulunduğumuz şimdiki zaman diliminde yazıldığı için


eserde dil olarak şimdiki zaman kullanılır. Roman yazarı için şimdi diye bir kavram
yoktur. Çünkü devam eden olaylar vardır ve zaman durmadığı müddetçe bu şekilde
devam edecektir. Bu sebeple zaman diliminin etkisini azaltmak, romana gerçeklik
duygusu katabilmek ve tesiri arttırabilmek için geriye dönüş tekniğine başvurulur.

Bu şekilde yazar tarafından olayların alt yapıları, karakterlerin geçmiş


yaşantıları, özellikleri hakkında bilgiler verildiği için okuyucu, gelecekte yaşanacak
olaylar ve kişilerin şimdiki durumları hakkında bilgi sahibi olur.

Roman, zaman bakımından geçmiş, hâl ve geleceğe açık bir türdür. Roman
sanatında geçerli olan zaman ‘şimdi’dir. Her şey bu ‘şimdi’nin içinde kurgulanır. Ancak
romanı roman yapan, bu değildir. Romancı, gerçek olan anlatıma ‘şimdi’den geçmişe ve
hatta geleceğe uzanır. Dolayısıyla anlatıma bir sahihlik kazandırır. Özellikle ‘geçmiş’
roman için önemli bir zaman dilimidir. ‘Şimdi’ ise bir anlamda geçmişe adanmış
yaşantılar manzumesidir ve ‘şimdi’ görecedir. (Tekin, 2018, s. 244)

Bu teknik ile okuyucuda merak uyandırma, kahramanların fiziksel ve ruhsal


çözümlemesini yapma, olayların nedenlerini açıklama ve okuyucuyu şimdiki zamandan
alıp olayların meydana geldiği geçmiş zamana götürmek amaçlanır. Yazar; üslup ve
mizacı gereği geçmiş ve şimdiki zamanı eserinde çok sık kullanır.

Babamın, bir portakalı insan yüzüne benzettiği, çakıya keserek ağız biçimini
verdiği yere bir sigara iliştirdiği zamanları hatırlıyorum. Mum ışığında, elleriyle yaptığı
gölge oyunlarını ve duvardaki kuşlara, atlara bıkıp usanmadan baktığım zamanları.
Bitmek bilmeyen hayretimi hatırlıyorum (Tufan, 2002).

Çocuk zamanlarım! Çokomel kutusuyla yakalayıp örümcek ağına attığımız


sineklerin çığlıkları, bilet parası bulamadığım zaman otobüse kaçak binmenin tedirgin
edici aceleciliği, öğle paydoslarında bir tabak çorbayla yenilen bir bütün ekmeğin utancı.
Orada olmaktan başka, her zaman diliminde olmaya razıydım (A.g.e.).

Bazen merhametli berberlerin önden bıraktığı bir tutamın tesellisiyle dönerdik


evlerimize, okulumuza, kursumuza, her nereye gideceksek işte oraya. Daha ilk adımda
27

öfkeli bağırışlarla berbere geri döndüğümüz çok oldu bizim. Biraz utanarak, biraz
sıkılarak, çokça öfkeyle berbere geri dönüp “her tarafı üç numara olacakmış” dediğimiz
günler çok oldu (A.g.e.).

Bizimkiler de bu konaklardan birinde kalıyordu. Yıkılmadan kalabilmiş üç beş


konaktan biriydi; üç katlı, ahşap, gösterişli bir konak. Kapı ve pencerelerin üzerini,
balkonların çevrelerini saran ahşap işlemeler, burasının zamanında ne kadar gösterişli bir
konak olduğunu belli ediyordu. Bu konağın içinde beş aile kalıyordu. Konağın
büyüklüğüne göre beş, altı ailenin yerleşebildiği de oluyordu (A.g.e.).

Güğümlerde sular ısıtılıyor, ortaya konulan büyük leğenler içinde çamaşırlar ve


çocuklar yıkanıyordu. Anneler, sertleşmiş elleriyle çocukların başlarını acıtarak ovuyor,
sabunun göz yakmasına ve suyun sıcaklığına aldırmadan çocuklarının haftalık
banyolarını halletmiş oluyorlardı. Konaktaki kalabalık, yaşı biraz büyük çocukların
yüzünü kızartan bir utanca neden oluyordu (A.g.e.).

Evlerimizin kendine has kokuları vardı; daha girişte misafirlerini karşılayan bir
koku. Yabancıların garipsediği ve bazen iğreti bir bakışla yüzlerini buruşturdukları
kokuları vardı evlerimizin. Yoksulluk kokuyordu evlerimiz. Umutsuzluk kokuyordu.
Geride bıraktığımız köyün kokusu bizimle geliyordu (A.g.e.).

2.2.2.4. Özetleme Tekniği

“Bir zaman süresi içinde çeşitli yerlerde olan bir seri olayı genel çizgileriyle
okuyucuya ileten bir tekniktir ve hikâye anlatmanın tabii şeklidir” (Stevick, 1988, s. 113).

Özetleme tekniği öz bir ifadeyle uzun süren bir zamanın kısa bir şekilde
anlatılmasıdır.

Oluşturduğu eserde varlığı açık bir şekilde hissedilen anlatıcı; karakterleri,


olayları ve romana ait diğer unsurları özetleyerek okuyucuya sunar. Verilen bilgiler özet
halinde sunulur. Bu şekilde gereksiz ayrıntılara girmeden olaylar birkaç satır cümle ile
anlatılır. Bu teknik ile yazar bir anlamda hatırlatma mahiyetinde geride kalan olayları
genel hatlarıyla okuyucuya sunar.

Daha çok 19. Yüzyıl eserlerinde kullanılan bu tekniğin modern romanla birlikte
kullanımı azalmıştır.
28

“Özetleme yöntemi genellikle anlatmanın hâkim olduğu romanlarda ilahi


anlatıcının ilahi bakış açısıyla uygulanır. Bu ortak nokta anlatma ile özetlemenin
eşanlamlı ve zaman zaman birbirinin yerine kullanılabilen iki terim olduğu algısının
oluşmasına da yol açabilmektedir” (Laurie, 1995, s. 181).

Gün geçtikçe Descartes’in ruhsal acısı arttı. Acısı arttıkça sağlığı bozulmaya
başladı. Saraya geldikten birkaç ay sonra, 2 Şubat 1659’de pnömoniye yakalandı. 11
Şubat 1650’de elli üç yıl, on ay ve on bir gün yaşadıktan sonra öldü (Tufan, 2002).

Descartes’in son anlarında ağzından tek bir cümle döküldü: Ey ruhum gidelim.
Cenazesi kendi parası ile kaldırıldı. Güce tapan soylular, arkasından bir an bile
ağlamadılar. Basit bir tören yapıldı, bir mezarlığa gömüldü. 1666’da kemikleri Fransa’ya
taşındı (A.g.e.).

2.2.2.5. Leitmotiv Tekniği

Oluşturulan metnin farklı yerlerinde çeşitli nedenlerle tekrarlanan ifade


kalıplarıdır. Yerinde ve özenle kullanıldığında metne güçlü bir hava katar. Kişileri ve
nesneleri karakterize etmede, metnin anlamsal derinliğini yakalamada ve karakterlerin iç
dünyalarını anlamada yardımcı olur. “Tekrar, anlama duygusal bir yücelik ve bir vurgu
kazandırır” (Leech, 1986, s. 247).

Biliyorum gideceksin. Bir Eylül ayında ve günün herhangi bir vakti gideceksin.

Usul usul ve ağırbaşlı adımlarla gideceksin. Bir törendeymişçesine görkemli bir


yürüyüşle gideceksin. Sen geriye dönüp bakmayacaksın.

Gideceksin.

…Duvarlara bakıp hayıflanacağım.

Biliyorum gideceksin.

Puslu bir eylül ayında gideceksin. Gözlerinle birlikte, saçlarınla birlikte


gideceksin. (Tufan, 2002)

Mat bir gündü. İnsanın içine sıkıntı veren cinsten. Mat bir gündü ve biz ne
yaparsak yapalım kent üzerimize yağmanın pususunu kolluyordu (A.g.e.).

-Allah!

-Allah!
29

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!

-Allah!... (A.g.e.).

2.2.2.6. Diyalog Tekniği

Bu teknik ile roman akıcı bir hale gelir. Kahramanların karşılıklı konuşmalarıyla
romanda daha samimi bir hava oluşur. Karakterler sosyal statülerine göre konuşturulur.
Bu vesile ile anlatının edebi ve düşünsel dokusu daha zengin bir hal alır.

“Diyaloglar kişilerin karakterini, fikirlerini ve tutkularını ifşa ederek, romanda


olağanüstü bir önem kritik pasajlardan biridir” (Bahktin, 2001, s. 320).

-Neyin var Descartes?


30

-Düşünüyorum, öyleyse…

-Evet öyleyse?

-Hiçç” (Tufan, 2002).

-Neyin var kötü görünüyorsun?

-Bir şeyim yok iyiyim.

-Eylül geldi sonunda değil mi?

-Evet.

-Gittin mi?

-……

-Öyle olmalıydı biliyorsun

-Biliyorum (A.g.e.).

-Bir şeyler yedi mi?

-Hayır.

-Tedaviyi kabul etmiyor mu hâlâ?

-İstemediğini söyledi.

-Ne olacak şimdi?

-Sanırım (A.g.e.).

2.2.2.7. İç Monolog Tekniği

İç monolog tekniği genellikle hikâye ve romanlarda kullanılır. Bu sayede


karakterin duygu ve düşünceleri gerçekçi bir şekilde anlatılır, kişinin içinden geçenler,
duygu ve düşünceleri dışa vurulur. Bu durum karakterin daha iyi tanınmasını sağlar.

“İç monologda dikkat çeken özellik zihnin serbestçe ve etkin bir şekilde
çalışmasıdır” (Bowling, 1965).

İnsan her zaman sesli konuşmaz. Bazen iç dünyasında kendine özgü tarzıyla
konuşur. Bu özellik roman ve hikâye yazarlarının dikkatlerini çekmiş, karakterlerin
duygu ve düşüncelerini dışa yansıtmak için eserlerinde bu tekniğe yer verilmiştir.
31

“Bu vesileyle roman sanatı, hatta genel anlamda edebiyat, gerçeği yansıtmada
geniş imkânlar sunan bir yönteme kavuşmuştur. İleride bu yöntem, özellikle Joyce ile
Proust tarafından daha geliştirilecek ve bireyin iç dünyasını hakkıyla yansıtmada önemli
rol oynayacaktır” (Suçkov, 1976, s. 187).

Bu yöntem ile okuyucu kahramanın iç dünyasına girer. Bir anlamda anlatıcı


devreden çıkar, okuyucu ile kahraman baş başa kalır. Bu şekilde okuyucu karakterlerin
düşüncesini, ruhsal yapısını, iç dünyasını en saf şekliyle öğrenir.

Kalbimden neler geçtiğini, kafamda biriktirdiklerimi, tasarladığım her şeyi


bildiğini düşünüyorum. En azından tüm bunları hissettiğini. Belki de böyle bir beklenti
benimkisi. Çünkü bunları sana asla söyleyemem (Tufan, 2002).

Acaba erkek bu yakada oturuyor da, kızla biraz daha vakit geçirmek için mi karşı
tarafa geçiyordu? Nereden böyle bir hisse kapıldığımı bilmiyorum (A.g.e.).

Bu vurdumduymazlık beni de delirtecek. Ulan adam düşecek! diyesim geliyor.


Karar verdim, adam çocuğa saldırırsa bende yardım edeceğim (A.g.e.).

2.3. VE SEN KUŞ OLUR GİDERSİN

2.3.1. Materyal Unsurlar

2.3.1.1. Eser Hakkında

Yazarın 3. kitabı olan Ve Sen Kuş Olur Gidersin ilk olarak 2004 yılında
yayımlanmıştır. Kısa kısa denemelerden bir araya getirilen kitap 25 bölümden oluşur.
Okur her bölümde hayata dair farklı zorluklara şahitlik eder. Ana kahramanın adı kitapta
geçmemekle birlikte; karakter analizi yapıldığında her okuyanın kendinden bir parça
hissedebileceği şekilde ustaca kaleme alınmıştır.

Genelde negatifliklerle dolu olan roman, ana kahramanın ve diğer karakterlerin


gözleriyle ayrı ayrı anlatılır. İlk başta olaylar başkahraman tarafından anlatılırken,
ilerleyen sayfalarda Suzan, Nazlı, başkahramanın babası ve tahtadan kuş kafesleri yapan
Muzaffer amcanın gözünden olaylar anlatılır. Deneme havasında başlayan eser adeta
büyüyerek bir romana dönüşür.

Dram, umutsuzluk, hüzün, huzursuzluk eserin geneline hâkimdir.


32

Burada başkahraman hayatı sorgulayabilen, kendi benliğini arayan, yorgun bir


karakter olarak karşımıza çıkar.

Kitap adı Cahit Zarifoğlu’nun Ve Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle adlı
şiirinden esinlenerek verilmiştir. Bu eser 2021 yılında Bulgarca ‘ya çevrilmiştir.

2.3.1.2. Olay Örgüsü

Kitabın ilk bölümlerinde olay örgüsüne fazla yer verilmezken; ilerleyen


bölümlerde ana karakterin hayat hikâyesi işlenir.

Başkahramanın babası kendisine ait olan, ailesinden kalma işini devam


ettiremeyerek işini batırır. Bunalıma girerek aile içerisinde huzursuzluk çıkmasına sebep
olur. Maddi durumlarının kötüleşmeye başlamasıyla başkarakterin annesi de çalışmak
ister, bu durum babayı çok rahatsız eder. Bu şekilde aile içerisindeki ilişkiler zayıflar,
anne ve baba sürekli kavga ederek tartışmaya başlar. Bu kavgaların neticesinde baba
evden ayrılır. Ayrılığın getirdiği yıkımlar büyüyerek devam eder. Anne üzüntüsünden
göğüs kanseri olur, ameliyat olmasına rağmen ilerleyen süreçlerde anne daha fazla
dayanamayarak vefat eder. Bunun sonucunda başkahraman ve kardeşi baş başa
kalmışlardır. Kız kardeşiyle hayata tutunmaya çalışan başkahraman, üniversiteyi
bitirdikten sonra bir yerde çalışmaya başlar. Ablası başka bir ilde çalışmak zorunda
olduğu için onlar da birbirlerinden ayrılır.

Başkahraman annesizliğin acısını çok derinden hisseder. Ablasından da ayrılınca


ruhsal bunalımlar yaşayarak geceleri uyuyamaz ve uyku problemi çekmeye başlar.

Kahraman iş hayatında da sağlıklı bir süreç yürütemez, depresyona girer. Öyle


ki bir gün iş yerindeki kitapları bir masanın üzerine toplayarak hepsini ateşe verir.
Sonrasında işinden olarak hapse girer.

Başkahramanın sevdiği Suzan adında bir karakter vardır. Bu kadın başkasıyla


evlidir. Başkahramanı hapisten Suzan kurtarır. İşten kovulan kahramanın depresyon
süreci daha da ilerler ve kendine zarar vermeye başlar. Akıl hastanesinde bir süre
kaldıktan sonra iyileşerek buradan çıkar. Tahtadan kuş kafesleri yapan Muzaffer amca
adlı bir adamın yanında çalışmaya başlar. Başkahraman yaptığı her tahtadan kuş kafesinin
bir tahtasını gevşek bırakır. Bunun da kendi dünyasında bir karşılığı olduğu ilerleyen
sayfalarda okuyucu ile paylaşılır ve roman bu şekilde sonlandırılır.
33

2.3.1.3. Şahıs Kadrosu

Karakter bir romanın daha canlı ve gerçekçi bir şekilde sunulmasına yardımcı
olur. Metinler genel manada şahıslar etrafında cereyan eder. Bu vakaların olması için
eylemlere ihtiyaç vardır. Eylemler de karakterler üzerinden kendini bulur. Karakterlerin
romanlarda etkili oluşu 19. yüzyılda kendini hissettirmekle birlikte bu dönemden sonra
romanlar karakterler etrafında şekillenmeye başlar.

“On dokuzuncu yüzyıl romanlarında bireyler önemliydi; romanda nesnelere


ancak bu bireylerin özelliklerini vurgulamak amacıyla yer verilirdi” (Parla, 2000, s. 39).

Romanın en önemli kişisi başkahramandır. Bu karakter olayların tam


merkezinde olmasına rağmen romanın hiçbir yerinde ismi geçmemektedir.

Nazlı: Başkahramanın ablasıdır. Romanın ilerleyen kısımlarında karşımıza


çıkan karakter, annesinin ölümünden sonra başkahramana ablalıktan öte annelik de yapar.

Nazlı abla… Annemin yakın arkadaşı olan o şuh kadın. Ona sadece kadın
diyebiliriz aslında. Annemin yanındayken ablaydı ama tek başımızayken Nazlı ya da
kadın (Tufan, 2004).

Nazlı’nın yanıma kadar yaklaşmış olduğunu fark etmiştim (A.g.e.).

Nil: Başkahramanın iş yerinden arkadaşıdır.

İşte sabahın en keyifli diyaloğu buydu benim için. İstanbul barlarının müdavimi
Nil’e usturuplu bir selam ve karşılığı bekleyiş (A.g.e.).

Masanın üzerinde dağ gibi yığılmıştı kitaplar, dergiler. Nil’in masasının


çekmecesinde hiç eksik olmayan asetonu aldım (A.g.e.).

Suzan (Lola): Başkahramanın sevdiği kadındır. Evlidir. Başkahraman kendisine


Lola lakabını vermiştir. Suzan’da başkahramanı sevmektedir. Ancak bu sevmeler hep
uzaktan olur.

Adı Suzan. Ben ona Lola diyorum. Lola; bir filmde sevgilisine yardım
edebilmek, hayatını kurtarabilmek için deli gibi koşup duran kız. Oda benim için
koşuyordu. Yorulmadan koşuyordu. Başım her sıkıştığında karşımda buluyordum. Bir
kitapçıda tanıştım onunla (A.g.e.).

İhsan Bey: Başkahramanın oturduğu binanın kapıcısıdır. Romanda iki yerde adı
geçer.
34

Zile basıp kapıcıyı çağırdım.

-Buyrun beyim. Hayırdır inşallah

-İhsan abi kusura bakma bu saatte rahatsız ettim. Şu televizyonu al götür


diyecektim.

-Nesi var beyim arızalandı mı? (A.g.e.).

Kardeşim ve Lola her hafta geliyordu. Bir kere de apartmandaki kapıcı İhsan
ağabey ziyaretime geldi. Buna da çocuklar gibi sevindim (A.g.e.).

Hasan: Suzan’ın eşidir. Romanın sadece bir yerde geçmektedir.

-Hasan’la boşanmak istiyorum. Yani henüz kararlı değilim ama bilmiyorum.

-Nereden çıktı şimdi bu Suzan? Sorun nedir?

-Aslında sorun benim. Hasan’ın yaptığı pek bir şey yok. Sıkıntım da bu (A.g.e.).

Muzaffer Amca: Tahtadan kuş kafesi yapar ve bunları satar. Roman


başkahramanı geçirmiş olduğu uzun badirelerden sonra Muzaffer amcanın yanında
çalışmak ister. Muzaffer amca ilk başta buna sıcak bakmayarak kabul etmez. Sonrasında
ise kabul eder ve başkahramanı yanına alır.

Muzaffer amca insanın ilk gördüğünde kanı ısınacak türde adamlardan biriydi.
Hani herkesin bir yakınına benzetebileceği türden adamlar var ya, onlardan işte (A.g.e.).

Muzaffer amca yaklaşık kırk yıldır bu işi yapıyordu. Dolayısıyla birçok


müşterisi olmuştu zaman içinde. Onlar da sağa sola haber veriyordu. Böyle döndürüp
gidiyordu işlerini (A.g.e.).

2.3.1.4. Zaman

Romanda zaman kavramı o romanın kendine has dünyasını anlamak için önemli
bir argümandır. Roman “Zaman da bir anlam taşıyıcıdır” (Fabian, 1999, s. 9). Zaman
romanın olmazsa olmazıdır. Ancak zaman kavramının anlaşılması ve çözülmesi güçtür.
Uzun yıllar insanların zihinlerini meşgul eden bu kavram, yapılan onca araştırma,
araştırma ve yoruma rağmen beklenildiği şekilde saf bir anlama kavuşmuş değildir.

Ve Sen Kuş Olur Gidersin romanı kesin bir zaman diliminde yazılmamış olup,
gün içerisindeki vakitlere (sabah, öğlen, akşam vb.) değinildiği görülür.
35

Akşam saatlerinde Balat’a inip karşı kıyıların ışıklarını seyretmek kadar beni
rahatlatacak bir şey yoktur bu dünyada (Tufan, 2004).

Bir gece yarısı Kitap’tan okuduğum bir cümle beyin hücrelerimin duvarlarını
paramparça edip, kalbimin en ıssız köşelerini bile büyük bir gürültüyle sarstı; “Allah’a ve
Peygamberine ihanet etmeyin (A.g.e.).

Yanlış hatırlamıyorsam, oldukça hareketsiz geçen bir akşamın sonrasında gece


saat üç civarındaydı. Üniversiteyi bitireli henüz çok fazla zaman geçmemişti (A.g.e.).

Şimdi hâlâ onun yanında çalışıyorum. Akşamları da Haliç kıyısına inip bir şeyler
yazmaya çalışıyorum (A.g.e.).

19. yüzyıl boyunca birçok cerrah bir hayvan üzerinde operasyon yapmadan önce
alışılmış bir biçimde ses tellerini kestiler (A.g.e.).

2.3.1.5. Mekân

“Arapça ‘kevn’ kökünden türeyen mekân kelimesi yer, mahal, ev, oturulan yer
anlamına gelir” (Develioğlu, 1992, s. 721).

Tanzimat’tan sonra gelişen roman sanatıyla birlikte mekân unsuru önemli hale
gelmeye başlar. Karakterlerin ya da toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarını
ifade etmede etkili bir yöntem olarak kullanılır. 19. Yüzyıl ile birlikte karakterler,
içerisinde yaşadıkları ya da yaşamayı düşündükleri mekânlara göre belirlenmeye başlar.
Bu durum yazarın kendi romanında daha geniş ufuklara ulaşmasını sağlar.

Mekân kavramıyla anlatıcı romanı hakkında bir takım bilgiler vermeyi amaçlar.
Bu şekilde içerisinde bulunduğu toplumu yansıtmak, olayların gerçekleştiği yerleri
göstermek, roman kahramanlarını daha belirgin hale getirmek ister. Böylece anlatı daha
sağlam temeller üzerine inşa edilmiş olur.

Roman hakkında kabul edilen genel bir söylem vardır; romanın topluma açık
olduğu ve toplumu yansıtan bir tür olduğudur. Bu haliyle mekân, toplumsallaşmadan
uzak olamayacağı için romanın topluma açılmasında onu destekleyici bir unsur olmuştur.

Ve Sen Kuş Olur Gidersin romanında mekân unsurlarına az da olsa yer verildiği
görülür.

Unkapanı ile Balat arasında, Haliç’e bakan eski bir evde kalıyordum (Tufan,
2004).
36

Haliç’in kıyılarında dolaşırken hayatımda bir şeylerin değiştiğini hissediyordum


(A.g.e.).

Fatih’te yürüyordum. Gece yarısı sabaha kadar açık olan bakkallardan birine
girip bir şeyler atıştırmak istiyordum (A.g.e.).

Gümüşsuyu’nun arka tarafında ağaçların altında masaların olduğu bir kafede


buluştuk (A.g.e.).

Akşamları da Haliç’in kıyılarına inip bir şeyler yazmaya çalışıyordum (A.g.e.).

2.3.1.6. Anlatıcı

“Yazar hiçbir zaman kendini gizlemek kaygısı taşımaz; söyleyeceğini,


profesyonel bir hikâyeci gibi üstelik kendi düşüncelerini katarak ve yine kendine özgü bir
üslupla söyler” (Wellek, 1983, s. 307).

Roman anlatıcılarının kendilerini içerikte hissettirmelerinin iki türlü olduğu daha


önce belirtilmişti. Bunlar; dışardan biri gibi anlatmak ve olayların içerisinde, bir
kahraman olarak anlatmak şeklinde kategorize edilir. Bu farklılıkların roman açısından
ciddi faydaları vardır.

Bu romanda ise olaylar genellikle başkahramanın gözünden okurlarına sunulur.


Başkahraman bu romanın merkezindedir.

2.3.1.7. Bakış Açısı

Gözlemci ve kahraman (ben) bakış açılarına sıklıkla başvurulur. Yazar olayların


bazen ortasında, bazen de uzaktan izleyen biri olarak mesajlarını verir.

İnsanların yüz ifadelerine biraz dikkatli bakınca birçok şeyi gizlemenin, ya da


en azından bir şey yokmuş gibi davranmanın zorunlu olduğunu düşündüm. Birçoğu ‘bu
herife nereden yakalandım’ der gibi bakıyordu (Tufan, 2004). ifadesinde anlatıcı
gözlemci bakış açısıyla bakar.

Söyledikleri her sözün altında uzun düşünceler, gayretli hissedişler, samimi


endişeler yattığını biliyordum (A.g.e.).

Kafamda böyle düşünceler dörtnala koşarken, büyük bir uysallıkla ve yavaş


adımlarla ana caddede yürümeye devam ediyordum. Bir süre sonra apartmanlardan
37

birinin önünden geçerken bir karaltıyla irkildim (A.g.e.). ifadesinde kahraman bakış açısı
görülür.

Evin içini dolaşmaya başladım. İhtiyaç fazlası neler var diye bakınıyordum.
Giysilerimi kolaçan ettim. Kütüphanemdeki kitaplara göz gezdirdim. Kitaplarımı
birilerine dağıtabilirim diye düşündüm (A.g.e.).

Roman, başkahramanın gözünden onun bakış açısıyla devam etse de; ilerleyen
sayfalarda önce kahramanın sevdiği kadın Suzan, ‘Bana Lola Adını Vermiş’ (A.g.e.).
başlıklı yazıyla daha sonra kahramanın kız kardeşi Nazlı, ‘Ah Ağabeyim! Hüzün Bakışlı
Ağabeyim’ (A.g.e.). başlıklı yazıyla kendi bakış açılarından romana dâhil olur.

Daha sonra başkahramanın babası ‘Oğul candan bir parçadır’ (A.g.e.). başlığıyla
kendi penceresinden, ‘Kuşlara Gösterişli Kafesler’ (A.g.e.). başlığıyla kuşlara tahtadan
kuş kafesleri yapan Muzaffer amcanın bakış açısı romana farklı bakış açıları katar.

2.3.1.8. Dil ve Üslup

Eser sade ve gündelik bir dille kaleme alınmıştır. Ancak dilin sade olduğu eserin
basit olacağı kanısına sebep olmamalıdır. Zira eserin geneli oldukça düşündürücü
cümlelerle doludur. En doğal haliyle ifade etmek gerekirse bu roman samimi bir üslup,
yalın bir dil ve derin duyguları içerisinde barındırır.

2.3.2. Teknik Unsurlar

2.3.2.1. Anlatma Tekniği

Bu teknik, roman yazarları açısından metin içerisinde oldukça geniş yerlerde


kullanılır. Bu sayede anlatıcı romana çeşitli yollarla müdahale etme fırsatı bulur. Sonuç
olarak yazar romanda kendi varlığını daha çok hissettirir. Esasen bu durum daha çok
klasik romanlarda kendisini gösterir.

Biraz ilerde açık bir yer görmek şaşırtıcı olmadı. Önünde iki üç taksinin park
ettiği bakkala kadar yürüdüm. İçeride taksiciler ekmek arasına konmuş bir şeyler
yiyorlardı. Kapıya yaklaşırken elimi cebime attığımda yanımda iyice karnımı doyuracak
kadar para olmadığını fark ettim (Tufan, 2004).
38

Yavaşça yatağımdan kalkıp banyoya girdim. Aynaya bakmadan yüzümü


yıkadım ve havluyla kuruladıktan sonra aynadaki yüzümle göz göze geldim. Oldukça
değiştiğimi fark ediyordum (A.g.e.).

2.3.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Bir anlamda tarif etme sanatıdır. Bu vesile ile kişi, çevre, zaman ve olaylar tasvir
edilir. Tasvir tekniği hem klasik hem de modern romanlarda sıklıkla görülür.

“Tasvir kök itibariyle suretten türetilmiş Arapça bir kelimedir. Kelime anlamı
itibariyle resim, figür, suret demektedir ve yazıyla tarif etme şeklinde tanımlanmaktadır.
Bir başka tasvirle eşyayı görünür hale koyma sanatıdır” (Özön, 1985, s. 113).

Romanda betimlemelere sıklıkla başvurulur.

O gülerken bir kardelen daha açıyordu gökyüzünde. O gülerken salıncaklar


gökyüzüne salınıyordu. O gülerken her şey güzelleşiyordu bizim gözümüzde (Tufan,
2004).

Akrep ve yelkovan uyuşturucu almışlar da saat kadranının ortasında kendinden


geçmiş gibiydiler (A.g.e.).

Zayıf, ince parmaklı, beyaz bıyıklı, gözlüklü ellili yaşlarda bir adamcağız
(A.g.e.).

Kör bir kanserli hücrenin bütün vücudunda saltanat kurduğu, gözaltları çökmüş
adam susmuştur (A.g.e.).

Saçları uzun sayılırdı ama karışık ve kirli görünmüyordu. Yüzü de öyle.


Sakalında beyazlar iyice görünür bir hal almıştı (A.g.e.).

2.3.2.3. Geriye Dönüş Tekniği

Bu teknik roman yapısının şekillenmesinde, olayların ayrıntılı bir şekilde


sunulmasında, kahramanların özelliklerini ortaya koyup tanıtmada etkili bir yöntemdir.
Bir anlamda hatırlatmadır. Yazarın sevdiği ve eserlerinde sıklıkla kullandığı bir yöntem
olan bu tekniğe Ve Sen Kuş Olur Gidersin adlı eserinde de başvurulur.

Geriye dönüp, kendi ıssızlığıma terk ettiğim kelimeleri, henüz belleğimde


ifadesini yitirmemiş yüzleri ve bir panik anında yaptığım anlık tercihlerimi arıyorum
(Tufan, 2004).
39

Yaşadıklarımı, hissettiklerimi bütün açıklığıyla anlatmak gibi, bugün


düşündüğümde son derece aptalca gelen çabalara giriştiğimi hatırlıyorum (A.g.e.).

Hayatımın zor dönemlerinden biriydi ve o dönemde yaşadıklarımın tümü dün


gibi aklımda (A.g.e.).

Yumacılık oynayan çocukların, beni unutup ömür boyu aramayacaklarını ve


yalnız kalacağımı düşünüp, orada olduğumu gösterebilmek ve beni bulabilmelerini
sağlayabilmek için elimden geleni yaptığım zamanlardı (A.g.e.).

Bir şirkette çalışıyordum o sıralar. Üç saatlik uyku ile gittiğim işyerinde


çalışanlardan bir teki bile bunu fark etmiyordu (A.g.e.).

Üniversiteye başladığım ilk yıldı. Komşularımızın şaşkın bakışları altında, bir


sürü sorunun artık pencerelerden, duvarlardan dışarıya taştığı bir ailenin çaresiz oğlu
üniversiteye girmeyi başarmıştı (A.g.e.).

2.3.2.4. Özetleme Tekniği

Bu teknik ile verilecek bilgi adından da anlaşılacağı üzere eserlerde özet halinde
sunulur. Bu şekilde anlatıda gereksiz ayrıntıya inilmeden eser daha sade bir halde
okuyucuya aktarılmış olur. Karakterler tanımlanırken, olaylar, mekânlar ve özellikle
zamanlar ifade edilirken bu tekniğin kullanımıyla eserin daha derli toplu bir hal alınması
sağlanır. Bu şekilde bazı ayrıntılar atlanır, kısaltılır ve önemli görülen olaylar ön plana
çıkartılır.

Aksine her şey daha kötüye gitmeye başladı. Sürekli iş değiştirdiği için, aralarda
çalışmadan geçen bir hayli zaman oluyordu. Yeni bir işe başlayana kadar epeyce bir
zaman işsiz dolaştı (Tufan, 2004).

Evimizde kavga her geçen gün daha da artıyordu (A.g.e.).

Bir gece yine kavgaya başladılar, vakit ilerleyince kısık sesli konuşmalar başladı
bu kez. Sabah uyandığımda ikisinin de gece boyunca oturdukları yerde olduklarını ve
uyumadan o saate kadar konuşmuş olduklarını fark ettim (A.g.e.).

Ameliyat günü geldi çattı. Öğleden önce ameliyata girecekti annem (A.g.e.).

Ameliyattan dört ay sonra bir ikindi vakti annem gitti (A.g.e.).

Aradan geçen yıllar boyunca onunla yüz yüze gelemeyecek kadar zavallı bir
adamdım ben. Böyle de oldu. Ailemden kaçıp gittikten sonra her gece ağladım. Biliyorum
40

bu bir şeyi değiştirmez ama gerçek bu. Her gece aralıksız burnum sızlayıncaya kadar
ağladım (A.g.e.).

Bir hafta sonu acılarım azaldı. Durumu kavramaya başladım (A.g.e.).

2.3.2.5. Leitmotiv Tekniği

Tekrarlamalar sayesinde anlatılarda pekiştirmeyi sağladığı için kullanılan ve


tercih edilen bir tekniktir. Edebi metinlerde tekrar, yerinde kullanıldığında metni daha
etkili hale getirir. O sebeple özenli, seçici ve dikkatli kullanılması halinde anlatının daha
güçlü olmasını sağlar. Bu romanda da aynı amaç güdülerek bazı bölümlerde leitmotiv
tekniğinden faydalanılmıştır.

Her şey susmuştur böyle zamanlarda. Yavrularını yedikten sonra bir kenara
kıvrılan kedi susmuştur. … elleri erkeksi, kalın kaşlı kadın da susmuştur. Acının bağıra
çağıra ortalığa tehditler savurduğu sokaklardaki evlerde yaşayan herkes susmuştur
(Tufan, 2004).

Boğazım patlarcasına bağırıyordum:

-Burdayım!

-Burdayım!

-Burdayım!.. (A.g.e.).

Bir gece yarısı kitaptan okuduğum bir cümle beyin hücrelerimin duvarlarını
paramparça edip, kalbimin en ıssız köşelerini bile büyük bir gürültüyle sarstı; ‘Allah’a ve
Peygamberine ihanet etmeyin!

Günlerce aynı şeyi tekrarladım durdum; ‘Allah’a ve Peygamberine ihanet


etmeyin.

Allah’a ve Peygamberine ihanet etmeyin (A.g.e.).

Masamın üzerinde, bir arkadaşıma yazdırdığım hat yazısı da duvara asılmayı


bekliyordu. Bu da geçer Ya Hu!

Ah evet! Bu sahiden benim için önemliydi. Bu da geçer Ya Hu!

Kendi kendime defalarca kez tekrarladığım bir zikir haline gelmiştir. Bu da


geçer. Bu da geçecek. Bu da geçmeli. Bu da geçsin Ya Hu! (A.g.e.).
41

hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat

hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat ölüm hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat
hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat hayat (A.g.e.).

Yaralarım yarın iyileşecek!

Oyuncağım yarın alınacak.

Yarın iş bulacağım.

Sevgilim yarın dönecek.

Dostlarım yarın ziyaretime gelecek.

Beklediğim mektup yarın elime ulaşacak.

Annem yarın daha iyi olacak.

Yarın buralardan kaçacağım.

Yarın daha rahat ve derinden uyuyabileceğim.

Yarın bugünden daha çok iyi olacak.

Yarın bugünden iyi olacak (A.g.e.).


42

2.3.2.6. Diyalog Tekniği

Konuşma en doğal haliyle dilin temelini oluşturur. İnsanlar kendi görüş ve


taleplerini konuşma vasıtasıyla iletir. Konuşma eylemi iki kişi arasında gerçekleşince
diyaloğa dönüşür. Bu etkileşim kendi doğal çizgisinde ilerlerken zamanla edebi türlerde
de etkisini göstermeye başlar. Anlatıcının romanında diyalog tekniğine yer vermesinin en
önemli sebepleri arasında bu tekniğin romana güç kattığı ve eserin edebi açıdan
zenginleştiği düşüncesidir.

Bahktin’e göre diyalog “Gerçeğe ancak konuşarak ulaşılabilir, düşüncelerin


gerçek anlamda aktarılabildiği biçim konuşmak, karşılıklı söyleşmek, düşünce
alışverişinde bulunmaktır” (Aktulum, 1999, s. 32).

Yazar romanını daha etkileyici kılabilmek için diyalog tekniğinden


faydalanmıştır.

-Buyrun beyim. Hayırdır inşallah.

-İhsan abi kusura bakma bu saatte rahatsız ettim. Şu televizyonu al götür


diyecektim.

-Nesi var beyim arızalandı mı?

-Yok arızalanmadı. Senin olsun.

-Yenisini mi alıyorsun beyim?

-Yok yahu, al şunu. Ben artık kullanmayacağım.

-Bizde var beyim. Gerek yoktu.

-Ya al dedik. Gerekirse satarsın, birine verirsin, çöpe atarsın, ne bileyim işte bir
şeyler yap.

-Allah razı olsun beyim, sağol (Tufan, 2004).

-Korkma benim.

-Dalmışım o yüzden.

-Ne yapıyorsun?

-Hiç. Okuyorum işte. Annem için

-İyi olacak inşallah


43

-İnşaallah

-Benim için de okur musun?

-Neden? Şeyy.. okurum tabi.. ama bir şey mi oldu?

-Yoo.. oku işte. İhtiyacım var (A.g.e.).

-Ateş nasihat değil cezadır.

-Pardon, ne dediniz?

-Ne demek istiyorsunuz?

-Ateş nasihat değil cezadır (A.g.e.).

-Bak hiç olmazsa bir kere git. Beğenmezsen bir daha gitmezsin.

-Ya saçmalama diyorum. Bu heriflerin büyücülerden ne farkı var? İyiyim


diyorum sana.

-Asıl sen saçmalıyorsun. Hastalanınca hiç dokto…

-Yeter! Ben hasta filan değilim. Sizinle konuşunca hastalanıyorum. Hadi


eyvallah görüşürüz (A.g.e.).

-Nereden çıktı şimdi bu Suzan? Sorun nedir?

-Aslında sorun benim. Hasan’ın yaptığı pek bir şey yok. Sıkıntım da bu. Sebebini
somutlaştıramıyorum. Ona da haksızlık etmek istemiyorum.

-Hasan sana çok iyi davranıyor. İyi de bir çocuk. Kötülüğünü filan görmedim.

-Doğru bir kötülüğü yok. Ne bileyim. Kelimelerimiz farklı. Gökyüzümüz farklı


gibi geliyor.

-Sen kendine sorun arıyorsun bence. Dışarıda bulacağın başka insanlar hayalini
kurduğun insanla örtüşmez.

-Belki sen örtüşürsün (A.g.e.).

2.3.2.7. İç Monolog Tekniği

Söz anlatılmak istendiğinde iki türlü gerçekleşir. İlki sese dönüşerek dışa yansır.
İkincisi ise bir sese dönüşmeyerek insanın iç dünyasında gerçekleşir.
44

İnsan özelliği gereği her zaman sesli konuşmaz, bazen sorunları kendi iç
dünyasında kendine özgü konuşmayla çözmeye çalışır. Romancılar insanın bu
özelliğinden hareketle karakterin iç dünyasında oluşan düşünce ve ifadeleri dışarıya
yansıtmak için iç monolog tekniğini kullanır. Bu şekilde insanın zihninden geçen
düşüncelerde okuyucuya yansıtılmış olur.

Böyle bir anlatımda dil konuşma dilinden çok farklı değildir. Söylenmiş
düşünceler için kullanılan dil, söylenmemiş düşünceler için de kullanılır. Cümle yapısı
konuşma cümlesinin yapısına uyar. Kişinin söylenmemiş düşünceleri dilbilgisi
kurallarına uyan bir düzen içinde araya bir anlatımcı girmeden doğrudan doğruya verilir.
Düşünceler mantık sırasını izler. (Aytür, 1974, s. 61)

Bu yöntem ile oluşturulmuş cümlelerde dil konuşma diline yakındır. Bu


durumda iç monolog ifadelerde doğal bir dil süreci ve yalın kelimeler vardır. Bu şekilde
karakterlerin duygu ve düşünceleri daha gerçekçi bir üslupla yansıtılmış olur.

Oysa ağzıma farklı cümleler dolmuştu. Boğazıma başka kelimeler takılmıştı.


Bütün zerrelerim farklı şeyleri bağıra çağıra söylüyordu.

Hayır baba!

Sizi anlamıyorum.

Çekip gitmene dayanamam. Kavga etmenize de dayanamıyorum zaten. Lütfen


bütün bunlar sona ersin. Bir şeyler yapın ve dağılmayalım.

Gitme lütfen!

Gitme babacığım. Annem de gitmesin. Bütün bunlar bir kâbus aslında. Gerçek
değil tüm bu yaşananlar.

Yalvarıyorum gitme!

Ama sustum (Tufan, 2004).


45

2.4. HAYAL MEYAL

2.4.1. Materyal Unsurlar

2.4.1.1. Eser Hakkında

Roman ilk olarak 2007 yılında okuyucularıyla buluşur. Yazarın dördüncü


romanı olan bu kitap üç bölümdür. Her bölüm kendi içerisinde başlıklara ayrılır. Birinci
bölüm on, ikinci bölüm altı, üçüncü bölüm üç başlıktan oluşur.

Bir gencin hayat hikâyesini konu alan bu romanda ana karakter olan
başkahramanın adı kitapta geçmemektedir. ‘İnsan sakladıklarıyla insandır’ düsturundan
hareketle, başkahramanın hayatından hikâyeye başlayan anlatıcı, aslında içerisinde
bulunduğu toplumun gizli, saklı kalmış yanlarından bahseder. Hayal ettiği, olmasını ya
da olmamasını istediği şeylere kendi çerçevesinden bakarak cevaplar bulmaya çalışır. Bu
sebeple Hayal Meyal adlı eserinde uzun iç seslere sıklıkla yer verir. İç ses kişilerin dışa
vuramadığı, gizlediği yanlarıdır. Anlatıcı bu durumu eserinde okuyucularına başarılı bir
şekilde sunar.

Eser olumsuzluklar ve dramatik süreçlerle doludur. Kelimelerin uyumu,


konuların iç içe geçişi, metni daha samimi bir hale büründürmüştür. Kitap 2020 yılında
Arapçaya çevrilmiştir.

2.4.1.2. Olay Örgüsü

Hayal Meyal romanının kendine özgü bir olay örgüsü ve kurgusu vardır.

Berna Moran bu durumu “Hayatta olaylar peş peşe sıra ile dizilir, roman ise
olayları, hayattaki sırayı izleyerek anlatmaz; onları kendine özgü düzenler. Kâh
özetleyerek kısaltır, kâh olduğu gibi verir, kâh sıralarını değiştirir vb. bu ham madde
romanda olay örgüsüne dönüşürken…”(Moran, 1981, s. 173) sözleriyle ifade eder.

Roman, başkahramanın bir hastane odasında doktor ile konuşmasıyla başlar.


Kanser hastası olduğunu öğrenen başkahraman, bundan sonraki sıkıntılı ve bir o kadar da
bunalım dolu hayatını anlatmaya başlar. Aile içerisindeki sıkıntılar, gitmeler, kalmalar,
aşklar hepsi bu romanda toplanmış gibidir.

Otuz dört yaşında olan başkahraman geçmişiyle alakalı yaşadığı sıkıntılarından


dolayı bir süre mahallesini terk etmek durumunda kalır. Mahalleyi terk edişinin temelinde
46

kendisine sevgi duyan, âşık olan İlknur adındaki bir kızın teklifini kabul etmemesi ve
bunun üzerine başta başkahramanın ailesi olmak üzere mahallelinin kendisi üzerindeki
baskıları etkili olur. Başkahraman ilk dönemlerde bu baskıların etkisiyle İlknur ile
nişanlanır. Nişan süreci başkahramanın beklediği gibi gitmez. Çünkü başkahramana göre
İlknur onu bir sevgili olarak değil, bir baba gibi görmektedir. Bu durum başkahramanı
oldukça rahatsız etmeye başlar. İlknur’un onca yalvarma ve ısrarlarına rağmen
başkahraman nişanı bozar. İlknur bu sürece dayanamayarak kimselere haber vermeden
mahalleyi terk eder. Aile, mahalle ve toplum baskısını üzerinde fazlaca hisseden
başkahraman da bu duruma dayanamayarak doğup büyüdüğü ve sevdiği mahalleyi terk
eder. Bu sıkıntılı süreçlerden sonra başkahraman, kanser hastalığına yakalanır ve bir süre
sonra tekrar mahallesine geri döner. Bu geri dönüş başkahramanın yarım kalmış
hikâyesini, geride bıraktığı insanlarla ve en çokta kendisiyle yüzleşmesine sebep olur.
Kitap bölümlere ayrılmış olup; her bölümden sonra bir şiir paylaşılmıştır. Başkahramanın
mahalleye dönmesinden bir süre sonra İlknur’da mahalleye döner.

Nefes saatçisi Nurettin Efendi romanın içerisinde tabiri caizse insanın nefes
almasını sağlar. Bu karakter zaman dışı bir insan gibidir. Kitaba ayrı bir hava katar.
Nurettin Efendi de herkes kendinden bir parça bulabilir. Başkahraman saatçinin yanına
gidince rahatlar. Onun yanındayken kendini Allah’a daha yakın hissetmektedir.
Kendisine dair sırlarını paylaşır. Nurettin Efendi sır tutabilmenin ötesinde sırlarla dolu
bir karakterdir.

Roman sürpriz bir sonla biter. Âdeta romana adını veren Hayal Meyal gibi.
Başkahraman uzun bir aradan sonra İlknur ile görüşmek ister. İlknur kabul eder, buluşup
görüşürler. Başkahraman tüm pişmanlıklarını anlatır, içini döker. Sonrasında tekrar eve
döndüğünde annesine İlknur ile görüştüğünü söyler. Ancak annesi İlknur’u kafasından
silmesi gerektiğini, onun kaç zaman önce öldüğünü başkahramana söyler. Ayrıca bir
hastalığının olmadığını da annesi kendisine söyler. O zaman kahramanın yaşadığı bunca
acı, sıkıntı, hastalık, İlknur ile görüştüğünü söylemesi, ancak İlknur’un yıllar evvel ölmüş
olması… Bütün bunlar bir Hayal miydi?

2.4.1.3. Şahıs Kadrosu

Yazar romanlarındaki karakterleriyle bir biçimde özdeşleşerek ilişki kurar. Onun


için romandaki karakterler hayatın birer parçasıdır. Bu romanda da yazarın aynı duygu ve
düşünceleri benimsediği görülür. Mehmet Kaplan şahıs kadrosunun önemini, “Bir
47

bakıma, insan hayatına karışan, ona şekil veren veya onu bozan, mesut veya bedbaht eden
unsurları bir kelime ile ‘gerçek insanı’ incelemektir. Mükemmel bir edebî eser, insanı
bütünüyle veren eserdir” (Kaplan, 1996, s. 9). sözleriyle ifade etmiştir.

Yazar önceki romanlarına göre burada şahıs kadrosunu daha geniş tutar.

Başkahraman: Romanın anlatıcısı ve aynı zamanda olayları yaşayan kişidir.


Romanın tamamında olayların ve süreçlerin merkezindedir.

Otuz dört yaşındayım ve ölüyorum. Bir üniversitesi bitirdim, hayatımda


gerçekten sevdiğim insanlar oldu. Geçimimi sağlamada uzun süredir hiç dara düşmedim.
Bir sene öncesine kadar kendi yaşıtım olan insanlarla karşılaştırıldığımda sağlıklı
duruyordum (Tufan, 2007).

O zamana kadar binlerce kez kapımı çaldığı halde içeri girmesine izin
vermediğim anılarım pencereden umutsuzca bana bakıyordu ve nihayet o gece içeri
girmelerine izin verdim (A.g.e.).

Artık alışıyordum hastalığıma. Alışabilmemi de garipsiyordum. Tam da o


zamanlarda öğrendim ki, insan denilen varlığın alışamayacağı hiçbir durum, hiçbir olay
yok yeryüzünde (A.g.e.).

İlknur: Başkahramanı seven kişidir. Mahallenin en eğitimli kızıdır. İki yıllık


yüksekokulu bitirdikten sonra bir dişçinin yanında teknisyen olarak çalışır. Normal
yaşantısında sakin biri olan İlknur’un bu durumdan ziyade ürkek, korkak, suskun bir
yapısı vardır. Böyle olmasının altında babasının bir arkadaşı tarafından tacize uğraması
yatar. O günden sonra İlknur daha içine kapanık, durgun bir kız olur. Romanın başından
sonuna kadar başkahraman kadar etkili bir karakterdir.

Uzun boylu, beyaz tenli, zayıf, arkadan topladığı düz açık kumral saçları, keskin
yüz hatları, çıkık elmacık kemikleri, ışıkta değişen göz renkleri, küçük burnuyla
görenlerin ilk bakışta karar veremeyeceği bir güzelliği vardı İlknur’un (Tufan, 2007).

İlknur, bir hayattan başka bir hayata kaçmak, yazarı bilinmeyen bir isyan
şiirinden, mutedil bir türküye sığınmak istiyordu (A.g.e.).

İlknur’u ilk kez böyle görüyordum. Ona acıdığım doğru ancak bu içsel bir hal
olarak ötelerde bir yerlerde duruyordu (A.g.e.).

Remzi Hoca: Başkahramanın ilkokul öğretmeni ve aynı zamanda İlknur’un


babasıdır. Sendika uğraşları vardır. Tüm bunlara rağmen mahallenin geneli tarafından
48

sevilip sayılan, dürüst bir adam olarak bilinir. Başkahramanın ailesiyle aile dostlukları
vardır.

Remzi hoca iyice kırlaşmış ve diken diken saçlı, hastalıklı gibi zayıf vücutlu,
kalın bıyıklı, alt dudağının hemen altında kesik izi olan bir adamdı. Sendika uğraşları
oldukça yoğundu. Birkaç gazetede de fotoğraflarının basılmış olması mahallede önemli
yüzlerden biri haline gelmesine neden olmuştu (Tufan, 2007).

Remzi hoca iddialarından, sloganlarından, sendika işlerinden, okuduğu az


fotoğraflı çok yazılı gazeteden, kolları deri yamalı, kahverengi kareli ceketinden,
bıyığından, sürekli taşıdığı çantasından, cümlelerin arasına sıkıştırdığı bildik
kelimelerden hiç vazgeçmedi (A.g.e.).

O dönemde babamın arkadaşlarıyla konuşmalarından birinde Remzi Hoca’nın


işkenceden geçtiğini ve o zamandan sonra bir daha çocuğu olmadığını duydum (A.g.e.).

Aysel Hanım: Remzi hocanın eşi, İlknur’un da annesidir. Kocasının siyasi


görüşlerine rağmen kendi halinde bir ev hanımı olarak hayatını sürdürmektedir.

Arada bir annemle dertleştiklerini hatırlıyorum. İyi hoş adam ama bir gün sağda
solda öldürüverecekler diye çok korkuyorum. Alıp götürecekler bir daha bulamayacağız
türünden şikâyetler ediyordu (Tufan, 2007).

Başkahramanın babası: Romanın hiçbir yerinde adı geçmemekle beraber


romanın bazı yerlerinde başkahraman tarafından anılır. Hakkında kısıtlı bilgiler vardır.
Mahalleden, kendi halinde biri olarak bilinir. Aile içerisinde biraz sert, bir yapısı vardır.

Babam bana uzun uzun, İlknur’un ne kadar iyi bir kız olduğundan, Remzi
Hoca’nın, Aysel teyzenin sahip oldukları güzel hasletlerden, bildik ailelerin çocuklarının
evliliğinin öneminden, annemin de bunu ne kadar istediğinden bahsetti (Tufan, 2007).

Başkahramanın annesi: Eşi gibi romanın hiçbir yerinde adı geçmemekle


birlikte romanda yer yer başkahraman tarafından anılır. Hakkında kısıtlı bilgiler olup,
kendi halinde sakin biri olarak bilinir.

Annem bir sürü şey anlatıyordu geldiğimden beri. Aslında benimle ilgisi
olmayan bir sürü gereksiz olaya girdi çıktı. Fakat anlıyorum ki ucu bir tarafıyla bana
dokunabilecek hiçbir şeyle ilgili tek kelime bile etmiyor (Tufan, 2007).

Nurettin Efendi: Mahallenin saatçisidir. Başkahramanın tabiriyle nefes


saatçisidir. İlk zamanlar PTT’de memur olarak çalışmaktaydı.
49

Uzun yıllar mahallede kaldıktan sonra Mukaddes adında bir kadına âşık olur.
Evlenirler ve evlilikten iki ay gibi kısa bir zaman sonra ani bir kararla mahalleden ayrılıp
İzmit tarafına yerleşirler. Ayrılmalarının sebebini ise Nurettin Efendi’ye eşi Mukaddes
Hanım İzmit’e yerleştikten sonra anlatır. Mukaddes Hanım henüz on beşli yaşlardayken
İmam nikâhı ile başka birine nikâhlandırılır. Nikâhlandığı adam ise Mukaddes Hanım’ın
peşini bırakmaz. İzmit’te de kendilerini bulur. Evde Mukaddes’i rehin alarak öldürür.
Bunun üzerine Nurettin Efendi’de adamdan bıçağı aldığı gibi kalbine saplar. Mukaddes
ve adam ölür. Nurettin Efendi ise sekiz yıl cezaevinde kalır.

Hapisten çıktıktan sonra tekrar mahalleye yerleşir. Kendi halinde iyi bir insandır.

Bazı insanlar yaşadıkları zaman diliminde yapıştırma dururlar. Nasıl


anlatacağımı bilemiyorum. Yüzlerine bakıldığında başka topraklara, başka zamanlara,
başka göklere, başka öykülere ait olduğunu hissettiğiniz adamlar tanıdınız mı? (Tufan,
2007). İşte Nurettin Efendi başkahramanın tanımıyla tam da böyle bir adamdır.

Mahalleden uzaklaştıktan sonra en çok özlediğim insanlardan biri de Saatçi


Nurettin Efendi oldu (A.g.e.).

Aradan on yıl geçmiş ve Nurettin Efendi geri dönmüş mahalleye. Bir tek kelime
bile etmeden gelmiş ve şu an bulunduğu küçük dükkânı tutup, saat tamiri yapmaya
başlamış. O gün bugündür saatçiliğe devam ediyor. Mahallelinin zihnini kemirip duran
olayları ise kimseler bilmiyor (A.g.e.).

Nurettin Efendi cezaevinde saatçilikle uğraşmış. Bu arada da birini ziyarete


gelen bir şeyh ile tanışmış ve hayatını da değiştirmiş diyorlar (A.g.e.).

Vakit nefestir demişti bir keresinde Nurettin Efendi. Neden böyle söylediğini
anlayamamıştım. Vakit varlığın nefesidir. Zamanın eceli geldiğinde var olan her şeyin de
eceli gelir (A.g.e.).

Bir süre bekledim vitrinin önünde. Saatler, saatler, saatler, zamanın karmaşası,
telaşı, yürüyüşü…

Eski cep saatleri, masa saatleri, kol saatleri, duvar saatleri…

Biri haricinde, hepsi tek bir saati gösteriyor; 18.10 (A.g.e.).

Mukaddes Hanım: Nurettin Efendi’nin sevdiği ve evlendiği kadındır. Güzel,


alımlı ama bir o kadar da sessiz ve sakin bir kadındır. Evlilikten sonra kendi ısrarlarıyla
50

Nurettin Efendi’yi ikna ederek İzmit taraflarına taşınırlar. Daha önce imam nikâhı yapılan
kocası tarafından öldürülür.

Görenler dünya güzeli bir kadın olduğunu söylüyorlar ama nasıl denir,
korkutucu bir tarafı varmış. Korkutucu derken bu kadar güzel bir kadının bu kadar sessiz
olması, bu kadar kendi içinde yaşaması, insanların anlam veremediği bir şeymiş.
Mahalleye sonradan taşınmış bir ailenin kızıymış. Annesi anneannesi ve kendisi (Tufan,
2007).

Latif Bey: Başkahraman kendi mahallesinden ayrılıp Üsküdar’a yerleşir.


Yerleştiği evin sahibidir.

Ev sahibi Latif Bey, büyücek kafalı, saçları iyice dökülmüş, Ayhan Işık bıyıklı,
şişmanca bir adamdı (Tufan, 2007).

Şefika Hanım: Latif Bey’in eşidir. Hakkındaki bilgi bu kadardır.

Aydın: Bir şirkette satış temsilcisi olarak çalışır. İlknur’u seven ve onunla
evlenmek isteyen kişidir. Mahalleli tarafından içine kapanık biri olarak bilinir ancak bir
firmada satış temsilcisi olarak çalışması başkahramanı şaşırtır. Yirmili yaşlardan sonra
karakter olarak değişmeye başlar. Mahallesinden uzaklaşıp başka adamlarla başka sokak
ve mekânlarda bulunmaya başlar. İlerleyen süreçlerde ise bir cami tuvaletinde kolunda
serum lastiği ve iğne ile ölü olarak bulunur.

Aydın, o kadar içine kapanık bir çocuktu ki satış temsilciliği gibi bir işi nasıl
yapabileceğine akıl sır erdiremiyordum (Tufan, 2007).

Aydın İlknur ile konuşmayı başarmış. İlknur’un daha sonra anlattığına göre uzun
uzun konuşmuş Aydın. Evlenmek istediğini söylemişse de İlknur kendisini pek
tanımadığını söyleyerek çekinceli davranmış (A.g.e.).

Bir gün, bir caminin tuvaletinde kolunda serum lastiği ve iğneyle, ellerine doğru
sızan kanla ölü bulundu Aydın. Tek kişilik fotoğrafta ayakları kıvrılmış, kravatı iyice
gevşemiş, beyaz gömleğinin kolları sıvanmış bir şekilde tuvalette yatmış duruyordu
(A.g.e.).

2.4.1.4. Zaman

Roman sanatı zaman unsuruyla iç içedir. Onu zamanın dışında düşünmek doğru
olmaz. O sebepledir ki roman yazılmaya başladığı an itibariyle zaman kavramındaki
51

yolculuğuna başlamış demektir. Bu kavram ile anlatıcı içerisinde bulunduğu zamanın


topluma yansımalarını ya da farklı dönemlerin toplumsal olaylarını yansıtırken, okuyucu
da olayları o zamanın şartlarına göre değerlendirme fırsatı bulur. Çünkü anlatıcı romanını
sunarken zaman kavramı ile anlatılan olaylar arasında bir denge kurmak zorundadır.

Genel manada bir değerlendirme yapıldığında anlatıcı romandaki zaman


kavramıyla, karakterlerin içinde bulundukları ortama göre olayları daha sağlıklı
anlatabilme ve karakterleri belirlerken o zamanın şartlarına uygun değerlendirebilme
fırsatını yakalar. Bu şekilde roman daha gerçekçi bir hal alır.

Evin içinde sıkıştığımı hissediyordum o akşam. Koltuklar, masa, raflar, dolaplar


üstüme üstüme geliyordu (Tufan, 2007).

Mevsim, yazdan sonbahara dönmek konusunda kararsızlık yaşıyordu ve


ağlamamı duyunca ölgün bakışlı bir sonbaharda karar kıldı (A.g.e.).

O gece evde kalmakla dışarı çıkmak arasında gidip geldim saatler boyunca
(A.g.e.).

Oradan ayrılalı yaklaşık sekiz dokuz yıl oldu (A.g.e.).

Kaçınılmaz olan bir akşamüzeri babamın seninle bir şeyler konuşmamız lazım
deyişinden sonra odaya geçmemizle gerçekleşti (A.g.e.).

İlginçtir, özellikle atlıkarıncayı izlemekten büyük bir zevk duyuyordu.


Akşamları beni lunaparka götür diyordu (A.g.e.).

Akşam vakti işinden eve dönmek için bindikleri otobüslerde uyuyakalan


kadınların yüzündeki hüzün gibi (A.g.e.).

Ve bir gece bütün cesaretimi toplayıp sabahın erken saatinde evden çıkıp,
sokağın girişinde beklemeye karar verdim (A.g.e.).

2.4.1.5. Mekân

Arapça ‘kevn’ kökünden türemiş olan mekân kelimesi yer, mahal, ev, oturulan
yer anlamlarına gelir. Bu sözcük ayrıca çevre, ortam, yaşanılan dünya ve kâinat
anlamlarını da içerir. Mekân, insanın ihtiyaçlarını giderdiği, barındığı, maddi kazanç
sağladığı, manevi haz duyduğu vb. yerdir. Bu bakımdan ev, işyeri, ibadet yeri, eğlence ve
alışveriş merkezleri vb. mekânlar arasındadır (Korkmaz ve Şahin, 2017).
52

Mekân roman karakterlerinin tasvir edilmesinde önemli bir rol oynar. Tarık
Tufan, romanlarında bulunduğu çevreyi okuyucusunun dikkatine sunmakla birlikte
roman karakterlerini de anlatır. Karakter-mekân ilişkisi onun romanlarında önemli bir
yere sahiptir.

“Romanda çevre, insanın kaderini etkilerken olayın geçtiği yer, fizikî ve sosyal
bir etken olarak da yerini alır. Böylelikle mekân, bir karakter olarak bazen de karakterin
şekillendiren bir yapı olarak karşımıza çıkar. Modern tarzdaki romanlarda, mekânın
şahıslaşmasını daha sık görürüz” (Narlı, 2002, s. 104).

O zamanlar Üsküdar’dan Bağlarbaşı’na çıkan yolda, sol tarafta kalan Fıstıklı


Parkı’nın hemen altında, zamanın geride kalmasına kimsenin aldırmadığı, kadınların hâlâ
camdan cama konuşabildikleri, çocuklarına bağırıp babalarına şikâyet etmekle tehdit
ettikleri, kızların mahalle girişinde sağını solunu düzeltmek zorunda hissettikleri türden
sokakların birinde oturuyordum (Tufan, 2007).

İstanbul’un akşamüzerleri yansıyan eşsiz siluetini bir battaniye gibi omuzlarıma


alıp koltuğa yaslandım (A.g.e.).

Eski mahallem dediğim yer, Vefa Stadı’nı geçer geçmez aşağıya doğru uzanan
yokuşun bitiminden sonraki sola kıvrıldığında ilk sokak. Kariye ve Draman arasında bir
yer (A.g.e.).

Yirmi beş yaşındayken işimi bahane ederek şehrin karşı yakasına, Üsküdar’a
taşındım (A.g.e.).

Üstümü başımı son bir kez daha kontrol edip dışarı çıktım. İlknur’la buluşacağım
yere. Gümüşsuyu’ndan aşağıya inerken sağ tarafta kalan bahçeli kafeye (A.g.e.).

2.4.1.6. Anlatıcı

Roman genel çerçeve itibariyle yazar anlatıcı üzerinden okurlarına aktarılmıştır.


Tarık Tufan bu romanında diğerlerinde olduğu gibi aynı tekniği kullanmıştır.

Artık benim için olağanlaşan konuşmalar bunlar. Hayatım, bir muayenehaneden


sıradan prosedürlerin uygulama alanına dönüştü. Oysa bunların hiçbirini beklemiyordum
itiraf etmeliyim (Tufan, 2007).
53

O ana kadar sürekli güçlü olmaya çalışan ben, doktorun ağzından dökülen
birbirinden sert kelimeler yere düşüp paramparça olurken ilgisizce izleyen ben, hangi
coğrafyadan (A.g.e.).

Doktorun odasındaki sedye benzeri, üzerinde yeşil bir çarşaf serili olan yatağa
oturdum. Burnumu çekip durdum bir süre. Her burnumu çekişte biraz daha ağlayabilecek
güç bulduğumu zannediyorum (A.g.e.).

Doktordan haberi ilk aldıktan sonra hastaneden nasıl çıktığımı hiç


hatırlamıyorum. Etrafımdaki beyazlı yeşilli gölgelere, telaşlı koşuşturmalara, umutsuz
gözlere, bitmek bilmeyen ağrılara, saatler süren bekleyişlere (A.g.e.).

Sokakta nasıl tedirgin yürüdüğümü anlatamam. Kimseyle karşılaşmak


istemiyordum bugünlerde. Biraz zaman diyordum kendi kendime biraz zaman. Herkesle
yüzleşebilmek için biraz zaman. Bu yüzden de zamanın durduğu yere attım kendimi.
Saatçi Nurettin Efendi’nin yanına (A.g.e.).

2.4.1.7. Bakış Açısı

Anlatıcı bazen gözlemci, bazen kahraman bakış açısı kullanarak Hayal Meyali
kaleme alır. Yüksek bir yerden olayların tamamını izler. Genel itibariyle olaylara,
mekânlara ve süreçlere hâkimdir. Bu durum eseri inandırıcılık yönünden daha kuvvetli
yapar.

2.4.2. Teknik Unsurlar

2.4.2.1. Anlatma Tekniği

Bu teknik ile yazar, roman ile okuyucu arasında köprü görevi görür. Bir romanda
ya da anlatıda olay anlatıcı üzerinde yoğunlaşıyorsa; bu anlatıda ağırlıklı olarak anlatma
tekniği kullanılmış olur. Tarık Tufan’ın bu romanında da anlatılan süreçler ve olaylar
anlatıcı üzerinde yoğunlaşır. Çünkü romanda isimsiz bir başkahraman vardır ve olaylar
bu karakter etrafında şekillenir. O sebeple roman genel itibariyle anlatma tekniği üzerine
kuruludur. Bu teknikte anlatıcının mutlak egemenliği hâkimdir.

Uzun yıllardır bilgisayar başında çalışmalarımı sürdürüyordum. Fazla insanla


karşılaşmamak, muhatap olmak zorunda kalmamak hoşuma gidiyordu. Bilgisayarın
54

başında ve genellikle ve evimde olabileceğim bu işi gayet iyi yaptığımı düşünüyorum.


Yani en azından benim için biçilmiş kaftan diyebilirim (Tufan, 2007).

Gizli saklı ilaçlarımı aldım. Bunu nasıl devam ettirebileceğimi düşündüm bir ara.
Bir çaresini bulurum herhalde deyip, yeni demli çayın şifalı kokusuna bıraktım bütün
benliğimi (A.g.e.).

Hayatım boyunca kendimle ilgili olarak uzun açıklamalara girmekten kaçındım.


Yani duygularımı bütün açıklığıyla uzun uzun anlatmadım kimseye. Bunu yapmak doğru
muydu bilemiyorum ama bu böyle sürdü (A.g.e.).

2.4.2.2. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Bu tekniğin önem kazanıp gerçek anlamda kullanılmaya başlaması 19. yüzyılda


mümkün olmuştur. Realist anlayışa göre gerçeği ifade edebilmek için tasvir tekniğini
kullanmak bir mecburiyettir.

Tarık Tufan çok dikkatli ve detaycı bir yazar olduğu için romanlarında tasvir
tekniğine sıklıkla başvurur. Hayal Meyal romanını da bu anlayışla kaleme alır ve
betimlemelerden mümkün olduğu kadar faydalanmaya çalışır.

İçeriye adım attığımda Nurettin Efendi’yi bıraktığım gibi buldum. Gözüne


taktığı bir aletle bir saatine neredeyse içine girmiş, elindeki incecik aletle kurcalayıp
duruyordu. Oturduğu yerin hemen üstünde bir levhada ‘Aşkın meyine kandım / N’oldun
gönül n’oldun’ yazıyordu (Tufan, 2007).

Bir caminin tuvaletinde kolunda serum lastiği ve iğneyle, ellerine doğru sızan
kanla ölü bulundu Aydın. Tek kişilik fotoğrafta ayakları kıvrılmış, kravatı iyice gevşemiş,
beyaz gömleğinin kolları sıvanmış bir şekilde tuvalette yatmış duruyordu (A.g.e.).

Remzi hoca iyice kırlaşmış ve diken diken saçlı, hastalıklı gibi zayıf vücutlu,
kalın bıyıklı, alt dudağının hemen altında kesik izi olan bir adamdı (A.g.e.).

Bir gösteride en ön sırada, sol yumruğu havada, gömleği pantolonunun dışına


taşmış, can havliyle slogan atıyor ve polis barikatını aşmaya çalışıyordu (A.g.e.).

2.4.2.3. Geriye Dönüş Tekniği

Roman kahramanlarının tanıtılmasında, roman yapısının oluşmasında,


romandaki olayların yüzeysel ya da ayrıntılı olarak sunulmasında ve sunulan metnin daha
55

etkili olmasında kullanılan bu yönteme Tarık Tufan’ın diğer romanlarında olduğu gibi
Hayal Meyal romanında da sıklıkla rastlanılır.

Bu teknik ile yapılan geriye dönüşlerde bir saat, bir gün ya da birkaç gün öncesi
gibi kısa zaman dilimleri olabileceği gibi ay, yıl gibi uzun zaman dilimleri de kullanılır.

Rahatsızlığımla ilgili bundan tam yedi ay önce çeşitli rahatsızlıklarla doktora


gittim. Aslında uzun zamandır bazı sorunların varlığını biliyordum ancak doktora gitmek
benim için oldukça zor bir karar olduğundan ancak yedi ay öncesinde buna cesaret
edebildim (Tufan, 2007).

Hayal Meyal romanında şimdi verilecek örnekte anlatıcı geriye dönüş tekniğini
kullanmakla kalmamış, aynı zamanda Kraliçenin Pireleri adlı önceki romanında
başkahramanın aile içerisinde geçen tartışma ve huzursuzluklarını da bu romanına taşıdığı
görülür. Yazarın bu satırlarından anlaşılacağı üzere Hayal Meyal ile Kraliçenin Pireleri
romanı arasında bir bağlantı vardır.

Çocukluğumda annem ve babam diğer odada kavga ederken yaptığım gibi


gözlerimi kapatıp başka şeyler düşünmeye çalıştım o zamanlar (A.g.e.).

Çocukluğumda kahramanlık hayalleri kuruyordum. Son anda yetişen adam


hayalleri. Güzel bir kızı, ihtiyaç sahibi bir yaşlıyı, bir çocuğu kurtaran bir kahramanı
(A.g.e.).

O dönemde babamın arkadaşlarıyla konuşmalarından birinde Remzi Hoca’nın


işkenceden geçtiğini ve o zamandan sonra bir daha çocuğu olmadığını duydum (A.g.e.).

İlginçtir o zamanlar her mahallenin sakinleri, kendi mahallelerinde yaşayan


çocukları kendi evlatları gibi düşünüp birbirlerine yakıştırabiliyorlardı (A.g.e.).

Eskiye her dönüşümde, kumrular gelip yanımda uçmaya başlıyorlardı.


Kahverengi kumruları, mahalleden ayrıldıktan sonra hiçbir yerde görmedim (A.g.e.).

O zamanlar gençtim, memurluk yapıyordum. Şimdi oturduğum yerde


oturuyorduk. Babam rahmetlik olmuştu ama anam sağdı (A.g.e.).

2.4.2.4. Özetleme Tekniği

Anlatıcı tarafından romanda gerçekleşen olaylar bütün ayrıntılarıyla değil,


kısaltılarak ve önemli görülen olaylar belirtilerek okuyucuya aktarılır. Burada roman
okuyucusu olayları daraltışmış olarak takip eder. Bu şekilde olaylar nesnel zamana paralel
56

olarak değil; kısa özetler halinde sunulur. Tarık Tufan bu tekniği Hayal Meyal romanında
çok sık kullanır.

Çünkü aylardır aynaya her baktığımda olanca zavallılığıyla çare dilenen bir
yüzle karşılaşıyorum (Tufan, 2007).

Durumun en kısa özetini kendi kendime tekrar ettim: Otur dört yaşındayım ve
ölüyorum (A.g.e.).

Bir hafta çabuk geçti. Ertesi hafta hastaneye gitmek üzere yola koyuldum
(A.g.e.).

Bunca isteğime rağmen beş ay boyunca kimseye bir şey söylemedim (A.g.e.).

Remzi Hoca da bundan nasibini aldı. Altı ay kadar içeride kaldı (A.g.e.).

Altı ay süren nişanlılığın ardından İlknur’dan ayrılmaya kesin olarak karar


verdim (A.g.e.).

Zaman geçtikçe İlknur’la aramızda süregelen ilişki de benim açımdan


zorlaşıyordu (A.g.e.).

Nişanı bozup ayrılmamızın ardından beş ay geçmişti ki İlknur bir sabah evden
çıkıp bir daha da dönmedi (A.g.e.).

Bir ay haber alınamadı. Bir ay sonra eve telefon açtı. Çok kısa bir cümleyle
geçiştirdi ama ortalığı bayram yerine çevirdi (A.g.e.).

Aradan iki ay geçtikten sonra da mahalleden ayrılmışlar. Aradan on yıl geçmiş


ve Nurettin Efendi geri dönmüş mahalleye (A.g.e.).

2.4.2.5. Leitmotiv Tekniği

Tarık Tufan romanını güçlendirmek, kişilerin görülmeyen yanlarını göstermek


bağlamında kullandığı bu tekniğe paylaştığı şiirleriyle başvurarak etkili bir hava katar.
Bu kavram romanın geneline yayılmış olup; bölüm aralarındaki şiirlerde sık sık
tekrarlanır.

Ben bulutların dilinden anlamam.

O yüzden sık sık yağmur yağar ben dışarı çıkınca

Şimdi bütün bunların önemi yok.


57

Önemi yok şimdi bütün bunların.

Ben umut arıyorum.

Ben umut arıyorum.

Ben umut arıyorum.

Ben umut arıyorum (Tufan, 2007).

İstanbul yanıma usulca sokulup öpücük kondurdu boynuma.

Üzgünüm… Gitmeliyim.

Ben sabah ışığını arıyorum.

Ben sabah ışığını arıyorum.

Ben sabah ışığını arıyorum.

Ben sabah ışığını arıyorum (A.g.e.).

Hayata katılmakta güçlük çekiyorum.

Benim mevsimim sonbahar.

Sokakların tenhalaşmaya başladığı vakitler.

Tek kişilik oyunlar ustasıyım ben.

Tek kişilik özlemler, tek kişilik acılar ustasıyım.

Ben yağmuru arıyorum.

Ben yağmuru arıyorum.

Ben yağmuru arıyorum.

Ben yağmuru arıyorum (A.g.e.).

İstanbul sonbaharı giyince üzerine, nasıl da sana benziyor farkında mısın?

Ben kalbimi arıyorum.

Ben kalbimi arıyorum.

Ben kalbimi arıyorum.

Ben kalbimi arıyorum (A.g.e.).

Biliyor musun sonbahar gelince İstanbul susuyor birden?


58

Bu şehir sustuğunda en çok martılar hüzünlenir.

Ben bir şarkıyı arıyorum.

Ben bir şarkıyı arıyorum.

Ben bir şarkıyı arıyorum.

Ben seni arıyorum (A.g.e.).

Yarım çıkarlar çekilen toplu fotoğraflarda.

Görmezden gelinmek biraz da böyle bir şey olsa gerek.

İstanbul, sonbaharda saçlarını arkadan topluyor.

Nasıl da yakışıyor, görmelisin.

Ben bir cesaret arıyorum.

Ben bir cesaret arıyorum.

Ben bir cesaret arıyorum.

Ben seni arıyorum (A.g.e.).

2.4.2.6. Diyalog Tekniği

Özellikle roman sanatında anlatıcı bazen aradan çekilerek sözü kahramanlara


bırakır ve onları konuşturur. Bu şekilde roman üslubu monotonluktan kurtarılır, çeşitlilik
kazanır ve daha samimi bir hava yakalanmış olur. Anlatıcı bu şekilde kahramanları kendi
ağızlarından tanıtarak olaylara gerçeklik duygusu kazandırır. Yazarın diğer romanları gibi
bu romanında da daha ilk satırlardan itibaren diyalog tekniğine başvurduğu görülür.

-Hepsi bu kadar mı doktor bey?

-Evet, bu kadar. Yalnız…

-Yalnız ne?

-Kızıp alınmazsanız size bir şey soracağım. Neden hep yalnız başınıza
geliyorsunuz? Yani kimseniz yok mu?

-Hayırdır? Bazı şeyleri yüzüme söylemekte güçlük mü çekiyorsunuz? (Tufan,


2007).

-Biliyor musun bende bazen kendimi yüz yıldır yalnız gibi hissediyorum.
59

-Neden İlknur?

-Benimle sohbet etmek istiyor musun sahiden?

-Elbette.

-O zaman bana neden diye sorma olmaz mı?

-Peki, nasıl istersen.

-Yaptığım her şeye bir neden bulma zorunluluğundan nefret ediyorum.

-Böyle bir zorunluluğun yok.

-Sen öyle san. Aklımın erdiği günden beri bu böyle (A.g.e.).

-Olmuyor anne.

-Bak senin canın bir şeylere sıkılmış. Doğru söyle kavga mı ettiniz İlknur’la?

-Yok anne kavga filan etmedik.

-Bak ölümü öp doğru söyle, kavga mı ettiniz, Remzi Hoca bir şey mi söyledi?

-Hayır kavga etmedik Remzi Hoca da bir şey söylemedi.

-Kızın bir ahlaksızlığını mı duydun, gördün?

-Hayır (A.g.e.).

-İlknur yeter Allah aşkına sus. Olmayacak böyle biliyorsun.

-Olacak, sen istersen olur. Yeter ki bi…

-Olmayacak! Benden hayatımı istiyorsun sen. Bunu yapamam anlıyor musun?

-Peki söz veriyorum bende elimden geleni…

-İlknur! (A.g.e.).

-Şuna bak a şaşkaloz oğlum. Ne öyle yabancı gibi. At üstünden şu ceketini de


masaya kurul.

-Tamam annecim tamam. Acıkmışım vallahi.

-Acıkmaz mı insan? Bunca yoldan geldin. Eşyaydı bavuldu. Hemen otur hemen.

-Babam nerede gelmedi mi daha?

-Yok… Aradı gelecekmiş ama. Sen yemek yiyene kadar gelir (A.g.e.).
60

-Ne var ne yok?

-İyidir baba ne olsun işte.

-İşler ne âlemde? Çalışıyor musun?

-Hı hı… Evde çalışıyorum. Bilgisayarda işlerim.

-Adam gibi bir iş yeri bulsaydın daha sağlam olurdu.

-Yoo.. Aslında öyle değil. Sağlam… Sağlam bir iş.

-Sigortan var mı?

-Var baba.

-İyi bari (A.g.e.).

2.4.2.7. İç Çözümleme Tekniği

İçimden bir ses şöyle söylüyor. Aslında Remzi Hoca da, Aysel teyze de bir şeyler
biliyordu fakat onlar da üzerini örtüp, nişan bozulunca kaçan kız klişelerine sığındılar
(Tufan, 2007).

2.4.2.8. İç Monolog Tekniği

Bu teknik doğru ve yerinde kullanıldığı takdirde modern ve post modern


romanın en etkili unsurlarından olur. İnsanın iç dünyasını anlattığı, bunları dışa yani
okuyucuya yansıttığı için romana muazzam bir değer katar. İç monolog ile anlatıcı
kahramanın içine, kalbine girer, bu vesile ile karakterlerin iç dünyası ve özlemleri
okuyucuya açılmış olur.

Berna Moran bu tekniğin ilk olarak Recaizade Mahmut Ekrem tarafından 1886
yılında ‘Araba Sevdası’ adlı romanında denediğini ifade eder.

Yazar bu romanında iç monolog tekniğine fazlaca yer vermiştir.

Bağırmak istiyordum. Hey, siz koşuşturup duranlar! Bırakın bütün bunları. Bu


aptalca şeylerle uğraşıp durmayın. Ben ölüyorum! Size söylüyorum, duyuyor musunuz
ben ölüyorum (Tufan, 2007).

Baba sarıl bana.

Baba öp beni.
61

Baba göğsümü çatırdatırcasına sarıl (A.g.e.).

Var. Kanser tedavisi pahalı bir iş. Bir sürü ilaç masrafı olur. Sigorta epeyce bir
kısmını karşılıyor. Özel sigorta yapıyor şirket. Allah’tan öyle, yoksa her şeyimizle bitirir
bizi (A.g.e.).

Bir güzel kahvaltı etmeye başladık. Tanrım şimdi tam da burada, böyle
oturmuşken, kalbime dolanan huzur çıkıp gitmezden önce, biraz zaman ver bana (A.g.e.).

Haydi, evet de.

Tut çıkar beni karanlığımdan.

Evet de.

Bulutları bir kez olsun görebileyim sen gittiğinden beri.

Bir mum ışığı yansın odamda. İyi yürekli bir peri girsin içeri dans edelim
sabahlara kadar. Güneş gözlerimizden alsın aydınlığını.

Evet de ne olursun (A.g.e.).

Sarıl bana İlknur.

Sarıl bana

Başını omzuma yasla ve ağlamaya başla artık.

Sonra bende sarılayım (A.g.e.).

2.5. BİR ADAM GİRDİ ŞEHRE KOŞARAK

2.5.1. Materyal Unsurlar

2.5.1.1. Eser Hakkında

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak adlı eser ilk olarak 2010 yılında okuyucusuyla
buluşur. Tarık Tufan’ın beşinci eseri olan bu çalışma Anna başlığıyla başlar. Bundan
sonraki bölümlerde başlıklara yer vermeyen yazar eserini altmış sekiz bölüme ayırarak
okurlarına sunmayı tercih eder.

Kitapta belirtildiği üzere eserin adı verilirken Kur’an-ı Kerim’den Yasin


suresinin yirminci ayetinden esinlenilir.
62

“Şehrin uzak ucundan bir adam koşarak geldi ve “Ey kavmim!” dedi, ‘Bu
elçilere uyun! Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu
kimselere uyun!” (Yasin Suresi 20-21)

Okuyan herkesin kendinden ya da hayattan bir parça bulduğu bu eserde yazar,


okuyucularını yeryüzünün farklı noktalarına götürebilmeyi başarır. Anlatıcı eserde
kendimizi görmemizi sağladığı gibi bizi bize anlatır. Bazen de kendinden bahseder.
Eserinin başında ‘yakama yapışan cümleleri kullandım’ ifadesi bu durumu açıklar
niteliktedir. Böylelikle yazar gün içerisinde yaşadığı olayları ilginç bir kurgu haline
dönüştürerek okuyucularına sunar.

Yazarın eserini bu kadar fazla bölüme ayırması, haliyle konularda bir bütünlük
oluşmasına engel olur. Oldukça geniş bir alana yayılan eserde her bölüm kendi içerisinde
bir takım olaylara yer verir. Bu roman kendi yazıldığı döneme ait olaylardan gündelik
hayata, yazarın ya da bizim başımıza gelebilecek olaylardan genel konulara kadar birçok
alandan bahseder. Aşk, acı ve inanmışlık eserin temel argümanıdır. Akıcı bir üslupla
kaleme alınmış ve kolay okunabilmektedir. Eserde dikkat edilen bir diğer husus dini ve
tasavvufi motiflere sıkça yer verilmesidir.

Özet bir ifadeyle yazar bu eserde hayattan yorulan insanları etkili kurgular
oluşturarak ustalıkla ele almıştır. Bir Adam Girdi Şehre Koşarak; 2014 yılında Boşnakça
‘ya 2015 yılında ise Arnavutça ve Azerbaycan Türkçesine çevrilmiştir.

2.5.1.2. Şahıs Kadrosu

Eser birbirinden bağımsız bölümlerden meydana geldiği için bir bütünlük teşkil
etmez. Bu bölümler deneme şeklinde birbirini takip eder. Bölümlerin genel mana
itibariyle gündelik ve toplumsal olaylar üzerine kurulu olması eserin şahıs kadrosu
yönünden zayıf kalmasına sebep olmuştur.

Anna, Maria Puder, Raif Efendi, Bachelard, Sartre kitapta adı geçen
kahramanlardır. Bu kahramanlar diğer romanlardaki olaylar zinciri içerisinde yer alan
karakterler gibi değildir. Romanın bazı bölümlerinde yer yer isimleri geçer.

2.5.1.3. Zaman

Zaman kavramına bu romanda yer verilir.


63

Zengin semtlerin sokakları, sabahın erken saatlerinde yoksulların aceleci


adımlarıyla doluyor (Tufan, 2010).

Sorun şu ki bu bir ay içinde kurmayı unuttuğum için defalarca durdu (A.g.e.).

Annesi dün ölmüş çocuklara dokunurcasına şefkatle. Bir yıllık Mushaf’ın


sayfalarına nasıl dokunursa insan, öyle dokun (A.g.e.).

1600’lerde Cervantes, aynı durumu, yarı akıllı bir asilzadenin bitmek bilmeyen
cesaretiyle anlattı (A.g.e.).

Bir haftadır yanımda bir şemsiye var (A.g.e.).

Kışın havanın bu kadar erken saatlerde bu kadar kesif bir karanlığa bürünmesi
insanda bir güvensizlik duygusu oluşturuyor (A.g.e.).

Sabah sekizde işbaşı yaptıktan sonra on buçukta çay paydosu verdiğimiz, öğle
paydosunda herkesin ucuz esnaf lokantalarına ya da sefer taslarına gömüldüğü
zamanlardan kalma müzikler onlar (A.g.e.).

1924 Nisan’ında Viyana’da bir hastaneye kaldırıldı (A.g.e.).

Mayıs gelmiş, içeriye buyur edilmeyi bekleyen bir Tanrı misafiri gibi kapımızda
beklerken bahar… (A.g.e.).

2.5.1.4. Mekân

Yazarların hayatları yazmış olduğu eserlerde az da olsa yer alır. Onların


hayatlarını eserlerinden bağımsız olarak düşünmek zordur. Bu romanda da yazar
romanını gerçek hayattan bağımsız olarak düşünmez. Doğup büyüdüğü ev, oyun oynadığı
mahalle, çalıştığı işyerleri ve mekânlar yazarın hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu
sebeple anlatıcı romanlarında buralara sıklıkla yer verir.

Bir çay ocağında otursak. Hani o oyunsuz olandan, hani o tabureleri olandan,
hani o Fatih’te Malta’dakine benzer birinde (Tufan, 2010).

Elimi tutmazsan ben on yaşıma düşerim. Gedik Paşa’ya bir kundura atölyesine
düşerim (A.g.e.).

Elimi tutmazsan on yaşıma düşerim. Gedik Paşa’ya Ünal Han’ın ikinci katına.
Akşama yakın saatlerde kundura atölyesine yayılan rakı kokularına, mide ağrılarına
düşerim. Her sabah yürüdüğüm Vezneciler yolunun yorgun akşamüstlerine.
64

Elimi tutmazsan, kaçak bindiğim Fatih otobüslerine düşerim (A.g.e.).

Haberde sözü edilen, Brezilya ve Peru arasındaki Amazon Ormanları’nda, dış


dünya ile daha önce hiç tanışmamış bir kabile bulunması olayı (A.g.e.).

Kalk Kudüs’e gidelim sevgilim. Tanrı şehrine gidelim (A.g.e.).

Artık dünyanın neresinde bir çocuk ölürse orası Gazze’dir (A.g.e.).

Filistin, İstanbul oluyor. İstanbul, Filistin (A.g.e.).

Kadıköy’den kalkan Beşiktaş vapuru (A.g.e.).

Unkapanı’nda İMÇ bloklarının en alt katında, penceresiz bodrumlardaki


konfeksiyon atölyesinden hayatıma değen müzikler onlar (A.g.e.).

Küçük Pazarı geçince Süleymaniye’ye gelmeden yolun sonundaki Akfa İş


Hanı’nın beşinci katından kalma melodiler bunlar (A.g.e.).

1924 Nisan’ında Viyana’da bir hastaneye kaldırıldı (A.g.e.).

Tanrının ayak izleri diye kendimi paralayıp duruyorum kendimi Cihangir’den


aşağıya doğru salınırken (A.g.e.).

2.5.1.5. Anlatıcı

Romanda anlatıcı ve bakış açısı unsurları iç içe geçmiş durumdadır. Olayların


aktarımında yazar anlatıcı ile gözlemci ve hâkim bakış açıları kullanılır.

Bazen göz göze geliyorduk ve anlamıyordum ki olup biten her şeyden haberdar
(Tufan, 2010).

Annesi ağlıyor Pavel’in. Aslında ağlamamak geçiyor içinden. Dik durmak, güçlü
görünmek oğlunun yanında. Ana ağlasa, oğul da ağlar. Ama anneler gözyaşlarına söz
geçiremezler işte. Annelerin gözyaşları da, söz dinlemeyen evlatları gibidir. Akıp gider
(A.g.e.).

2.5.1.6. Bakış Açısı

Çetişli’ye göre bakış açısı; “herhangi bir varlık ve olay karşısında, sahip
olduğumuz dünya görüşü, hayat tecrübesi, kültür, yaş, meslek, cinsiyet, ruh hali ve yere
göre aldığımız algılama, idrak etme ve yargılama tavrıdır” (Çetişli, 2014, s. 105).
65

Yaşlı kadın başı öne eğik bir halde elindeki tespihle sessizce oturuyordu.
Tespihin her bir tanesinde geçmişten kalan bir hüznü tamir etmek ister gibi tevekkülle
susuyordu. Genç kız gülümseyerek odaya girip, elindeki bir bardak açık çayı usulca
kadının yanına bırakıp odadan çıktı (Tufan, 2010).

Bu kadar kalabalık ve bu kadar sessizlik dikkat çekici. Yaz kalabalıkları


gürültülü olur ve fakat kış kalabalıkları suskundur. Kimseler konuşmuyor (A.g.e.).

2.5.2. Teknik Unsurlar

2.5.2.1. Betimleme(Tasvir) Tekniği

Yazar mizacı gereği neredeyse tüm eserlerinde betimleme tekniğine yer verir.
Bu eserde de kullanıldığı görülür.

Karşımda duran mağazanın camında büyük harflerle aynen böyle yazıyordu.


Kapanış nedeniyle zararına satışlar. Paltoların üzerine yine büyükçe yazılmış fiyatlar,
yüksek sesle ihtiyaç sahiplerini çağırırken, bir adım daha ileri gidemeden, vitrinin önünde
öylece beklemeye başladım (Tufan, 2010).

Ağzından akan salyalar giydiği kazaklar, gömleklerin ön tarafının sürekli ıslak


kalmasına neden oluyordu (A.g.e.).

Geçmişin ölmek istemediği, geleceğin doğmayı reddettiği bir bölgede yaşlı


adam kenarları iyice yıpranmış, sararmış Mushaf’ın önünde, kurumuş ve çatlamış
dudaklarını kıpırdatıyor usulcacık. Mushaf’ın sayfalarını incitecekmişçesine özenle
çevirip, ileri geri hafif kıpırdanışlarla, hayatın damarlarını çatlatacak bir coşkuyla okuyor
(A.g.e.).

Yakasını kulaklarına kadar kaldırdığı pardösüsü ve aşağıya kadar çektiği


şapkasının arasından elinde bir cep telefonu olduğunu fark ediyorum (A.g.e.).

Şişmanca bir kadın yanına duran gözlüklü kızın elini sıkıca tutup vapurun en
arkasına doğru yürüdü. Kızda zekâ geriliği olduğunu fark edince biraz daha üşümeye
başladım. Güleç yüzü hiç değişmiyordu neredeyse. Ellerinde poşetten simit çıkardılar.

Onları beklermişçesine gürültüyle uçuşan martılar vapura yanaştılar bir parça


daha. Ana kız ellerindeki simit parçalarını martılara savurmaya başladılar (A.g.e.).
66

İki genç kadın tekerlekli sandalyeyle cadde kenarında gidiyorlar. Birinin


tekerlekli sandalyesi akülü ve düğmesine basınca kendisi gidiyor. Diğeri elle
götürülenlerden. Ama birbirinin arabalarına tutunmuşlar ve yan yana gidiyorlar. Biraz
ileride deniz var (A.g.e.).

2.5.2.2. Geriye Dönüş Tekniği

Bir keresinde ölmüştüm. Bir bodrum katında, penceresinden kaldırım


taşlarından başka bir şeyin görülmediği, duvarlarındaki nemin boyaları döktüğü, tek odalı
bir evde öldüm ben (Tufan, 2010).

Dijital fotoğraf makinelerinin icat edilmediği yıllardan söz ediyorum. O vakitler


objektifin önünden çok kıymetli insanlar yoksa çok önemli anlar yoksa düğmesine
basılmazdı. Fotoğraf çekmenin değerli olduğu zamanlardı (A.g.e.).

2.5.2.3. Özetleme Tekniği

O çocuk yıllar boyunca pencerelerini kapatan demir parmaklıklardan kurtulup


sokağımıza hiç inmedi (Tufan, 2010).

Yaklaşık bir aydır masamda mütevazı bir yer işgal ediyor. Her saniyeyi canhıraş
bir gayretle duyurmak için çıkardığı sesiyle (A.g.e.).

2.5.2.4. Leitmotiv Tekniği

“Bir romanda sık sık tekrarlanan söz grubu herhangi bir dize, yine konu veya
kişilerle ilgili olarak tekrarlanan bazı kelimelerde “leitmotiv” olarak kabul edilmektedir”
(Tekin, 2018, s. 263).

… hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna.


İnsaf et Anna! Ölelim diyecektim az kalsın. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna (Tufan,
2010).

Bahtı güzel olsun diye mırıldandı yaşlı kadın. Bu ülkenin merhametli kadınları,
genç ve güzel kızlarını bu duayla sarıp sarmaladılar; Bahtı güzel olsun. …Başka türlüsü
ellerinden gelmiyordu çünkü. Bahtı güzel olsun (A.g.e.).
67

2.5.2.5. Diyalog Tekniği

-Teyze korkuyorsunuz galiba diye gülümseyerek soruyor, beyaz kıyafetli genç


kız. Anneme ameliyathaneye eşlik etmek için gelmiş.

-Hayır, korkmuyorum kızım. Nereden çıkardın. Okuyorsunuz da ondan

Bir korktuğumuz için okumayız güzel kızım.

Bir korktuğumuz için okumayız. Bunu hiç unutmamalıyım (Tufan, 2010).

-Ne yaptım ulan ben bu adamlara diye iç çekti. Bende iç çektim.

-Bir şey yapmam gerekmez kötülük etmeleri için dedim. İnsanın kötülük
yapmak için sebebe ihtiyacı yoktur.

-Bunların tek sebebi kıskançlık dedi.

-Olabilir dedim bende.

-Ben dedi. Hayatımda tek bir adamı kıskandım.

-Kimi?

-Ali’yi!

-Neden?

-Peygambere en yakın adam o olduğu için.

-Bende senin yazdığın son şiiri kıskandım diyecektim ki sustum.

Ali de kıskanılacak adam doğrusu (A.g.e.).

2.5.2.6. İç Monolog Tekniği

O adam bizim şehrimize de gelsin anne. Sen okumaya devam et lütfen. O adam
bizim şehrimize de gelip, hakikat adına ne varsa şahitlik etsin (Tufan, 2010).
68

2.6. ŞANZELİZE DÜĞÜN SALONU

2.6.1. Materyal Unsurlar

2.6.1.1. Eser Hakkında

Şanzelize Düğün Salonu ilk olarak 2015 yılında okuyucusuyla buluşur. Yazar’ın
altıncı eseri olan bu roman otuz altı bölümden oluşur. Bölümlerde başlık adlarına yer
verilmez.

Tarık Tufan’ın tabiriyle bu eser bir arayışın romanı ya da bir kaybedişin


romanıdır. Bu arayış, roman başkahramanı ve şahıs kadrosu üzerinden romanda temsil
edilen tüm kesimler için geçerlidir. Sevilen üslubu, acayip denilebilecek kurgusuyla yazar
okuyucularını bu eserde ilginç bir yolculuğa çıkarır.

Roman; şeyh bir babanın yirmili yaşlarda olan üniversiteli oğlunun aşka düşmesi
ve bunun neticesinde yoldan çıkma hikâyesini konu alır. İstanbul’da bir dergâha mensup
kişileri merkeze alan eser; tasavvuf anlayışını, ahlakı ve terbiyeyi babasından alan
başkahramanın dış dünyaya açılmasıyla yaşadığı sıkıntıları anlatır. Yazar bu durumu
kitapta şöyle ifade eder:

Derviştim senden önce. Derviş nedir biliyor musun? Bir şeyhe intisap etmiş, bir
dergâha gidip gelen dervişlerden biriydim. Aslında gidip geldiğim yer de babamın
dergâhıydı. Evet, babam bir şeyh. Şeyh Ahmet Niyazi Efendi (Tufan, 2015).

Ana karakter romanda isimsiz kahramandır. Annesinin vefatıyla içine kapanarak


yalnızlaşır. Bir aşk için evinden çıkıp savrulmaya başlayınca, kendisini daha önce hiç
yaşamadığı türden şaşırtıcı ve bir o kadar da tuhaf olayların içerisinde bulur. Annesinin
ölümünden sonra Eda karakteri ile tanışması, sonrasında Nurhan ve Rüstem
karakterlerinin romana dâhil olması, en önemlisi de Baki Semih karakterinin romanın her
yerinde olur olmadık çıkması esere oldukça etkileyici bir hava katar. Eser 2017 yılında
Bulgarca ’ya, 2021 yılında ise Arnavutça ve Gürcüce ‘ye çevrilmiştir.

2.6.1.2. Şahıs Kadrosu

Başkahraman romanın en önemli kişisidir. Eserde bulunan tüm karakterlerin


isimleri varken, başkahraman olayların tam merkezinde olmasına rağmen romanın hiçbir
yerinde ismi geçmez. Kendisine sadece iki yerde ‘Hacı’ diye hitap edilir.
69

Baki Semih: Romanın etkili karakterleri arasındadır. Dergâhın eskilerinden olan


Baki Semih, Ahmet Niyazi Efendi’nin en sevdiği dervişlerinden biridir. Geçkin yaşına
rağmen yakışıklılığını muhafaza eden eski bir İstanbul beyefendisidir. İstanbul’un sayılı
zengin ailelerinden birine mensuptur. Dergâhla yolları birleştikten sonra ailesi tarafından
aforoz edilmiş, eski arkadaşları tarafından da bir daha aranıp sorulmamıştır. Sırlı bir
yapısı vardır. Başkahramanın ne zaman başı sıkışsa hemen yanı başında bitmesi ona
gizem katmaktadır. Bundan dolayıdır ki yazar Baki Semih karakterine etkili bir rol
vermiştir. Asıl adı ise Ayhan’dır. Bir kadına âşık olmuş ve onunla evlenmek istemiştir.
Âşık olduğu kadın bir bankada çalışmaktadır. Baki Semih’in bankadaki yüklü miktardaki
parasından dolayı kadın kendine yakınlaşmak ister, hatta eski sevgilisiyle birlik olup Baki
Semih’i dolandırmaya çalışırlar. Bu durumu öğrenen Baki Semih ciddi bir bunalım yaşar.
Romanın en pozitif kişisidir. Şeyhi Ahmet Niyazi Efendinin vefatından sonra onun
postuna oturan kişidir.

Baki bey, hakikatin yaraladığı adamlardan biridir. Hakikatin bir kere yara açtığı
adama bundan sonra ne tabipler ne de mal, mülk, dünya çare olur. Öyle bir adamdır Baki
Semih; derdi de dermanı da bir olan adamdır (Tufan, 2015).

Baki Semih gözümün önünden gitmiyordu. Öğleden sonra yeniden gelecekleri


düşüncesi nefes almamı bile güçleştiriyordu (A.g.e.).

Sabah, kapının çalınma tarzından Baki Semih’in geldiğini anladığım için kapıyı
açınca hiç şaşırmadım. Ama asıl şaşırtıcı olan Baki Semih’in söyledikleriydi (A.g.e.).

Rüstem: Roman başkahramanın arkadaşıdır. Sıra dışı bir hayata sahiptir.


Romanın sonucunu etkileyen kişidir. Halkla ilişkiler bölümünden mezundur. Esenler ’de
bir düğün salonunda sunuculuk yaparak geçimini sağlar. Düğün olduğu akşamlarda hem
sunuculuk yapar hem de salondaki ıvır zıvır işlere yardımcı olur. Başkahramanla altı yedi
ay aynı evde kalmıştır. Çalıştığı düğün salonunda o gece düğünü olan gelinle birlikte
kaçar. Bundan sonraki dönemlerde sıkıntılar başlarından eksik olmaz. Çalıştığı düğün
salonun adı Şanzelize Düğün Salonudur. Annesi, babasının Rüstem’i pis işlerde
kullanmasından dolayı öldürmüştür. Bu sebeple annesi Çorlu Cezaevinde yatmaktadır.
Rüstem ise annesini zaman zaman ziyaret etmektedir. Çalıştığı düğün salonunda bir
düğünde daha önce hiç görüşmediği, konuşmadığı gelinle bir an göz göze gelerek, o
gelinin evliliğe rıza göstermediğini, zorla evlendirildiğini hissederek düğün gecesi
70

salondan birlikte kaçarlar. Annesinin kendisi için yaptığı fedakârlığa karşı annesinin hem
cinsi olan Nurhan’ı kaçırarak ona olan borcunu ödemek ister.

Her düğün sahibinin memleketine uygun sahne performansı var Rüstem’in.


Kürtlerin, Lazların, Egelilerin memleketin her köşesinin düğün ritüellerini, eğlenme
biçimlerini iyi biliyor. Uzunca bir süredir bu işi yapıyor. Salon sahibi de memnun (Tufan,
2015).

Bir tek kusuru var Rüstem’in; dinlemektense uzun uzun anlatmayı seviyor.
Otursun yanında ve hiç bıkmadan, yorulmadan saatlerce anlatsın. Seni dinlemek için gelir
yanı başına oturur, sen henüz ilk cümleni kurarsın ve Rüstem oradan lafı alıp kendi
meselesine bağlayıp uzun uzun anlatmaya başlar (A.g.e.).

Nurhan: Şanzelize Düğün Salonunda düğünü olduğu gece damat ile evlenmeyip
o salonda çalışan Rüstem ile kaçan kişidir. Rüstem vasıtasıyla romana dâhil olur. Onun
da kaderi Rüstem’inki gibidir. Ebeveynleri tarafından istemediği bir evliliğe zorlanır.
Yazar bu evlilik üzerinden günümüz toplumuna bir mesaj verir.

Rüstem ve Nurhan ile birlikte ortalık kararana kadar o odada öylece sessizce
oturduk. Akşam olunca Nurhan mutfağa gitti ve bir şeyler hazırlamaya başladı (Tufan,
2015).

Nurhan ne ara becerdiyse artık, kısa bir süre sonra elinde kahve fincanlarıyla
içeriye girdi (A.g.e.).

Rüstem ile Nurhan zaten birkaç parça olan eşyalarını bir çantaya sığdırmışlardı
(A.g.e.).

Eda: Başkahramanın sevdiği kızdır. Eda, başkahraman ile üniversiteye girdiği


ilk yıl tanışır. Küçük yaşlardayken anne ve babası boşanır. Babası başka bir kadından
dolayı annesinden ayrılır. Eda babasından bir babalık şefkati göremediği için o yönü hep
eksik kalır. Baba şefkati arayışı içerisinde olan Eda, Savaş ile evlenir. Sonraki süreçlerde
Savaş’tan şiddet görür. Savaş’ın yine Eda’ya şiddet uyguladığı bir gece Eda Savaş’ı
bıçaklayarak yaralar. Sonrasında Savaş’tan ayrılır. Romanda adı çokça geçmesine
rağmen güçlü bir karakter olarak verilmez.

Edayla üniversiteye girdiğim yıl tanıştık. Annemin öldüğü yıl (Tufan, 2015).

Eda ismim, dedi hafif şaşırarak. Üçüncü kez sormam aptalca olacaktı. Dilimin
ucuna kadar geldi ama vazgeçtim (A.g.e.).
71

Eda benden yeni bir anayasa istese onu bile yazardım. Ama annemin ölümünden
sonra onunla ilgili bir yazı yazmak kafamı karıştırdı. Bir an afalladım. Ne diyeceğimi
bilemedim (A.g.e.).

Beni Eda’dan uzak koyacak hiçbir sözün buyruğuna girmek istemiyordum


(A.g.e.).

Ümmü Gülsüm Hanım: Başkahramanın annesidir. Merhum Seyyid


Nizamettin’in en büyük kızıdır. Başkahraman üniversiteye başladıktan bir ay sonra
annesini kaybeder. Annesini kaybedişi kahramanda derin yaralar açar.

Pek çok hastalıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Ömrünün son yıllarında;
şekeri epeyce yüksekti, tansiyonu fırlıyordu, karaciğerinde sorunlar vardı (Tufan, 2015).

Şeyh Ahmet Niyazi Efendi: Başkahramanın babasıdır. Dergâhın şeyhidir.


Mahzun bir adamdır.

Annemin ölümünden sonra babam gözle görülür bir biçimde yaşlanmaya


başladı. Her yeni günde yaşlandığının başka bir izini daha görebiliyordum (Tufan, 2015).

Şeyh Ahmet Niyazi Efendi yani babam, sadece babam değil, belki de daha
önemlisi, belki değil şeksiz şüphesiz daha önemlisi şeyhim, mürşidim, yol göstericim,
kemâlât yoldaşım, bana meselenin zahirini, batınını sahih biçimde açık etti fakat ben buna
rıza gelemedim (A.g.e.).

Babam yaşından beklenmeyecek bir şekilde saatlerce yürüyebilen bir insandı.


Herhangi bir araca binmeden uzun yol boyunca yürümeyi de severdi (A.g.e.).

Mürsel Abi: Rüstem’in çalıştığı düğün salonunun sahibidir.

Bizim patron. Buranın sahibi. Kafasına emaneti dayadılar. Valla vuruyorlardı az


kalsın. Şimdi hastanede zaten (A.g.e.).

Mürsel abimin hastaneden çıkınca konuşuruz, önce geçmiş olsun deriz sonra da
ona da durumu güzelce anlatırız, kafa kafaya verir kızın ailesine gideriz, çocuklar ailelerin
ellerini öper, özür diler… (A.g.e.).

Levent: Henüz piyasaya sürülmemiş, satışı başlanmamış ilaçların yapıldığı bir


laboratuvarda denek olarak çalışır. Bu laboratuvar ilaçların insanlar üzerindeki etkisini
tespit etmek için illegal olarak bu işi yapar. Leventte burada çalışır. Ayrıca Levent
başkahramanın burada çalışmasını sağlayan kişidir.
72

Levent üç yıldır bu işi yapıyordu. İşin ayrıntılarından biraz bahsettikten sonra


araştırmaları yapan laboratuvara gitmek için yola koyulduk (Tufan, 2015).

Levent’in sayesinde iş buldum. Bir ilaç şirketinde henüz piyasaya sürülmemiş


ilaçlar için kobaylık yapıyorum. İyi para kazanıyorum. Arada bir halüsinasyonlar
görüyorum o kadar (A.g.e.).

Savaş: Eda’nın sevdiği ve birlikte olduğu kişidir. İlk başlarda sevgi süreci olsa
da sonradan Savaş Eda’yı dövmeye, ona eziyet etmeye başlar. Eda ise zamanla
kendisinden uzaklaşır.

Savaş’ı öldürmeye karar verdim. Hiç kuşkum yok. Daha fazla yaşamayı hak
etmiyor (Tufan, 2015).

Bu sefer biraz daha uzun sohbet ettik. Savaş’ta bir tuhaflık vardı. İlk zamanlarda
tanıdığım, âşık olduğum savaş gibiydi (A.g.e.).

2.6.1.3. Zaman

Zaman mefhumuna bu romanda fazla yer verilmez. Kurmaca olarak zaman


kronolojik bir şekilde ilerler. Olaylar genel itibariyle altı, yedi yıllık bir zaman diliminde
gerçekleşir. Öğlen, akşam, sabah gibi ifadelerle metinler kurulur ve zaman kavramı bu
şekilde temsil edilir.

Öğleden sonra geleceklerine emindim. Kendi kendime konuşarak ve bolca


küfrederek televizyonun başına geçtim (Tufan, 2015).

Sabah erken saatlerde İzmir otogarında indim. İlk kez geliyordum (A.g.e.).

Önceki akşam olan biteni anlamaya gayret ettim (A.g.e.).

O esnada gece gördüğüm rüyayı hayal meyal hatırlamaya çalıştım (A.g.e.).

Ekim sonu bir Çarşamba gecesi saat on biri yirmi geçiyordu (A.g.e.).

2.6.1.4. Mekân

Yazarın gerçek hayatı ile romanlarındaki mekânlar birbiriyle örtüşür. Olaylar


genel itibariyle İstanbul’da geçmekte olup, detaya inildiğinde ise yazarın çocukluğunun,
gençliğinin mekânları olduğu bu romanda da kendisini net bir şekilde hissettirir. Yani
eserdeki hâkim mekân İstanbul’dur. Mahalleler ve sokaklar bir bütün olarak burada
karşımıza çıkar. Özelde Şeyh Ahmet Niyazi Efendi’nin dergâhı, genelde ise İstanbul’un
73

birçok semti ile birlikte; İzmir, Çorlu, Erzincan, Siirt, Bayburt, Bitlis, Kocaeli, Gaziantep
ve Bursa romanda sözü edilen diğer mekânlardır.

Boğazkesenden aşağıya doğru yavaş yavaş yürümeye başladım. Deniz kenarında


bir banka oturup kafamı toplamak istiyordum (Tufan, 2015).

Kurtuluş’ta Erzincanlıların mahallesinde bir evde. Bir buçuk sene kaldım orada
(A.g.e.).

Salacak’taki evimiz sustu. Annem ölünce evimiz ev olmaktan çıktı, ruhunu


yitirdi, bir pansiyon sıradanlığına dönüştü (A.g.e.).

Aşağıya tramvay yoluna yürüdüm. Tramvay kalabalığında kendime bir yer


bulup Yusuf Paşa’ya, oradan da aktarma yapıp metroyla Esenler’e gittim (A.g.e.).

Dergâha kapıldıktan sonra Şişli’de oturan ailesi tarafından neredeyse aforoz


edilmiş, eski arkadaşları tarafından da bir daha aranıp sorulmaz olmuş suskun adam
(A.g.e.).

Tramvayla Kabataş’a gidip oradan da Finikelerle Taksim’e çıktık. Biraz


yürüdükten sonra kulübün demir kapısının önüne gelmiştik bile (A.g.e.).

Sabahın ilk saatlerinde hepsi uyurken dışarı çıktım. Elmadağ’dan Beşiktaş’a,


oradan da motorla Üsküdar’a geçtim (A.g.e.).

İstiklal ’in girişinde Fitaş’tan başlayıp sinemaları dolaştım. Atlas’a baktım,


saatler uymadı. Oradan Majestik’e gittim, oradan da uygun film bulamadım. En son
Beyoğlu’nda La Migliore Oferta diye bir film buldum (A.g.e.).

2.6.1.5. Anlatıcı

Şanzelize Düğün Salonunda olaylar genellikle yazarın gözünden verilir. Bu


sebeple yazar anlatıcı hâkimdir.

Yazarın romanında bu unsuru sıklıkla kullanması anlatıcı ile okuyucu arasındaki


engelleri kaldırır, okuyucunun kendisini metnin içerisinde hissetmesini sağlar. Bu şekilde
okuyucu ile eser arasında sıkı bir bağ kurulmuş olur.

Uzun uzun sonra iliklerime kadar ürperdiğimi ve hatta korktuğumu, evet apaçık
korktuğumu ilk defa hissettim. Bu adamları öylece karşımda görmek bütün dengemi
altüst etmişti. Keşke söyleyeceklerini hemen oracıkta dinleseydim diye geçti içimden
(Tufan, 2015).
74

Kapıya doğru yürürken içimden geçen onca makul sebeple teselli ararken,
hiçbirinin doğru olmadığını içimin en derinlerinden biliyordum. Kötülüğün ayak
seslerini, metafizik gerilimini, kalp çarpıntısını fark edebiliyorum. Bazı insanlara
bahşedilmiş bir mucize bu. Kötülüğün ayak seslerini tanımak. (A.g.e.).

2.6.1.6. Bakış Açısı

Bu teknik unsurun roman sanatına bir terim olarak girişi Percy Lubbock ve
Henry James’in etkileriyle başlar. Onlara göre “romancının inandırıcılığı büyük ölçüde
anlatıcı veya kişilerin takındıkları bakış açısına” (Boynukara, 1997, s. 18).
dayanmaktaydı. Romanda kahraman, ilahi ve gözlemci bakış açılarına sıklıkla yer verilir.
Yazarın sevdiği bir teknik olan bu unsur neredeyse eserin tamamına hâkimdir.

Sırrını ne kadar saklasa o kadar hayatta kalabileceğini düşünüyor. Dahası sadece


kendisi ölse iyi, oradaki perdeyi kaldırırsa annesi de ölecek gibi düşünüyor. Kendi
ölümüne razı gelse de annesine kıyamıyor. O kalın perde, üzerindeki tozlarla birlikte
duruyor (Tufan, 2015).

Eve döndüğümde saatin kaç olduğunun farkında değildim. Yalnızca önemli


insanlar, plazalarda çalışanlar, metroyu kullananlar ve memurlar saatin tam olarak
farkındadırlar (A.g.e.).

Artık Eda ile daha çok vakit geçiriyordum. Kenarında, kıyısında onun olduğu
yeni şeyler oluyordu hayatımda (A.g.e.).

2.6.2. Teknik Unsurlar

2.6.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Tarık Tufan Şanzelize Düğün Salonu romanında betimleme tekniğine sıklıkla


başvurur. Esere bakıldığında genel itibariyle bu teknik sürekli kullanılır.

Yaşlı adam evlenebilmek için, yanında oturan hafif şişman ama kendinden yirmi
beş yaş küçük kadına iltifatlar yağdırırken gözlerim yaşardı (Tufan, 2015).

Üzerinde sigara yanıkları olan bordo renkli ikili koltuğa sığabilmek için iki
büklüm uzanmışım (A.g.e.).
75

Sürekli vakit geçirdiği odasında, her zamanki yerinde oturuyordu. Yanında bir
kahve fincanı, her zaman oturduğu koltukta geriye yaslanmış istirahat ediyordu. Yan
tarafındaki pencereden güçlü bir ışık vuruyordu (A.g.e.).

Annemin kalın iplikten mavili siyahlı namaz çoraplarına, iyice solmuş kırmızı
altından yüzüğüne, upuzun zikir tespihine, sardunyalarına, üzeri kırmızı çiçek
desenleriyle kaplı beyaz porselen demliğine, yakın gözlüğüne, kahverengi merserize
hırkasına ağladım (A.g.e.).

Düz kumral saçlı, ince yapılı, kemikli yüzlü bir kız bir süre kapıda dikildi ve
hoca çıkar çıkmaz yüksek sesle aynen böyle sordu (A.g.e.).

İkili koltukta Rüstem ve kız yan yana oturuyorlardı. Kızın gelinliğinin duvağı
arada bir yüzüne doğru kayıyordu ve kız duvağını geriye doğru itiyordu (A.g.e.).

Düğün salonuna, sağında ve solundaki tutacak yerlerine beyaz tüller dolanmış


bir merdivenle iniliyordu. Beyaz tüller belli aralıklarla kırmızı kurdelelerle demirlere
bağlanmıştı. Merdivenin iki yanındaki duvarlar boydan boya aynayla kaplıydı (A.g.e.).

Odadaki tek bir pencerenin önüne konmuş masasının üzerinde eski bir
bilgisayar, üst üste onlarda kitap, kâğıt dosyalar, içi kararmış bir fincan, içinde aile
fotoğrafının olduğu metal bir çerçeve, içinde çeşit çeşit kalemlerin yer aldığı kalemlik,
bir gözlük kabı ve birde parol kutusu duruyordu (A.g.e.).

Biraz sonra zayıf, kısa beyaz saçlı, esmerce bir kadın yanıma yaklaştı (A.g.e.).

Televizyonun hemen karşısında krem renkli ikili koltuk ve bir tane de geriye
yaslanan televizyon izleme koltuğu vardı. Orta sehpanın üzerinde üç tane kumanda, içi
dolu bir kül tablası, içi yarıya kadar dolu bir fincan, iki tane korsan DVD vardı (A.g.e.).

2.6.2.2. Özetleme Tekniği

Anlatıcı bu tekniğe romanda fazlaca yer verir.

Burası benim evim. İki seneyi geçti bu eve taşınalı, fakat her sabah kısa bir anda
olsa yabancı bir evde uyanmış gibi (Tufan, 2015).

Baki Semih onca yıldan sonra kapıma kadar gelmişse zaten önemli bir şey vardır
ortada (A.g.e.).

Saatlerce konuşmanın yorgunluğuyla susuyor ve asıl anlatmak istediği şeyi


(A.g.e.).
76

Sen susalı üç hafta oldu ve bazen karıştırıyorum hangimizin öldüğünü (A.g.e.).

Tam yedi gece uzunluğundaki bir geceden sonra güneşsiz, yarım yamalak,
üstünkörü bir sabah oldu (A.g.e.).

O günden sonra tam iki yıl boyunca bu işle idare ettim (A.g.e.).

Yedi gece uzunluğunda bir geceden sonra ertesi gün oldu (A.g.e.).

Aradan bir sene geçmemişti ki Eda’yla Savaş’ın boşandığı haberini duydum


(A.g.e.).

Öğle ve ikindi namazlarını Baki Semih’le birlikte Rüstem de kıldı (A.g.e.).

2.6.2.3. Diyalog Tekniği

-Hacı n’aber?

Döndüm. Rüstem’di.

-İyi Rüstem, senden?

-İyidir. Nereye?

-Hiç, öyle takılıyorum. Sen?

-Akşam düğün var, salona gideceğim.

-İyi, görüşürüz.

-Evde misin gece?

-Buralardayım. Görüşürüz (Tufan, 2015).

-Bizim kulüp çıkarıyor. Görmüş müydün?

-İlk kez görüyorum.

-Evet

-Nasıl buluyorsun?

-Herhangi bir dergiyi eleştirecek kadar iyi okuyucu değilim.

-Çok iyi bence. Gayet iyi (A.g.e.).

-Levent ilaçlardan öldü, değil mi?

-Tam olarak değil. Uyuşturucu da almış.


77

-Sende öleceksin.

-Yani… Evet. Bir gün hepimiz gibi.

-Delisin sen. Delisin. Gerçekten delisin. (A.g.e.).

-Neden hâlâ ilaç deneklerine devam ediyorsun dedim.

-Hayır, ondan önce.

-Ne zaman

-Boşandım mı dedin?

-Evet

Hiçbir şey olmamış gibi salatasını yemeye devam etti.

-Öldür kendini, aferin.

-Neden boşandın?

-Boş ver, olan oldu.

-Neden ama? Merak ettim (A.g.e.).

-Alo

-Tekrar merhaba Eda. Kusura bakma telefonun şarjı bitti de.

-Önemli değil. Nasılsın diye aramıştım. Evde misin?

-Efendim? Ha yok evde değilim. Bir arkadaşın yanına geldim de. Sen… Sen iyi
misin?

-İyiyim. Aynı işte. Tatsız biraz.

-Ne oldu? Bir şey mi var?

-Yoo. Konuşuruz müsait olursan.

-Müsaitim ben. Bugün görüşelim istersen.

-Olur. Akşam şirketten çıkınca bende müsait olurum (A.g.e.).

2.6.2.4. İç Monolog

Romana gerçekçi bir hava katar. Bu sebeple yer yer bu tekniğe başvurulmuştur.
78

Anlat artık Rüstem! Bırak bu uzun martavalları asıl konuya gel. Anlatacaksan
anlat, ağlayacaksan ağla, küfredeceksen küfret. Anlat lan! Annen neden öldürdü babanla
diğer herifi? Baban, anneni o adama mı sattı? Kumar borcuna mı saydı? Ne oldu oğlum?
Adam, annenin sevgilisiydi de bir bokluk mu çıktı? Annen akıl hastasıydı da cinnet
anında ikisini de öldürdü mü? Anlat artık Rüstem (Tufan, 2015).

Eda bana da sordu.

-Akşam sen de gelir misin? Bir işin var mı?

Bu akşam Cuma akşamı. Tekkede olmam lazım. Yatsı namazını cemaatle


kıldıktan sonra hafızlar aşır okuyacak. Sonra da zikir var. Cehrî zikir yapıyoruz biz.
Meşrebimiz böyle. Bismillah zikriyle başlayıp tevhit zikriyle devam edeceğiz… Niyazi
Mısri hazretlerinin divanından okuyup şerh ediyoruz.

Nihayetinde niyazımızı edip ayrılıyoruz huzurdan.

-Yoo. Hiçbir işim yok (A.g.e.).

2.7. BENİ ONLARA VERME

2.7.1. Materyal Unsurlar

2.7.1.1. Eser Hakkında

Beni Onlara Verme 2017 yılında okuyucularıyla buluşur. Tarık Tufan’ın yedinci
eseri olan bu roman kırk bir bölümden oluşur. Her bölüm kendi içerisinde ayrı başlıklar
halinde verilir.

Beni Onlara Verme bir semtin hikâyesidir. Bu yer İstanbul ili Fatih ilçesi sınırları
içerisinde bulunan Haydar semtidir. İnsanın içerisinden çıkamadığı mekânlar ya da
zamanlar vardır. Bu eserinde yazar bir dönemin kavgasını, bu semtin içerisinde sıkışmış
karakterlerin birbirinden ilginç olaylarını anlatır. Yaşanan bu ilginç ve sıra dışı olaylar
okuyucuların hafızaları ve duygularını oldukça etkiler.

Olay örgüsü yalın ve özlü olmalı; içindeki her davranışın, her sözün bir önemi
bulunmalı. Karmaşık olduğu durumlarda bile tüm parçaları, canlı bir varlığın parçaları
gibi birbirine bağlanmalı, içinde ölü hiçbir şey kalmamalı. Olay örgüsü kolay anlaşılır
olabilir; içinde gizem bulunabilir ve bulunmalıdır da ancak okuyucuyu yanıltmaktan
kesinlikle sakınmalıdır. (Forster, 1982, s. 131)
79

E.M. Forster’ın da ifadesinden hareketle bu romanda birbirinden farklı


karakterlerin kesişen hayatları, aşk acısı, sevdiğine hasret kalan sevdalılar, iftira olayları
gibi günlük hayatta karşılaşılabilecek neredeyse her şeyi yazar bu romana sığdırmaya
çalışır. Yazarın tabiriyle bu semt öyle bir yerdir ki insanlar girmekten çekinir,
sokaklarında sürekli bir uğursuzluk döner.

Yazarın gerçek hayatına baktığımızda asıl ilginç olan ve merak uyandıran konu,
yazarın çocukluğunun ve gençliğinin bu semtte geçtiğidir. Evet, anlatıcı gerçek hayattan
kopmamış, tabiri caizse gerçek hayatı Beni Onlara Verme romanında hikâyeleştirmiştir.

Hayatımı her yanından kuşatan gerçekliğin kalın ve aşılmaz duvarlarını güçsüz


ellerimle yıkamayacağımı zamanla öğrenmiştim. Bu nefes darlığından, bu iç sıkıntısından
kurtulabilmek için kendi kendime hikâyeler anlatmaya başladım. Gerçekliği bozarak,
ruhumu ayakta tutmaya çalışıyordum. Bu durumla başka türlü yüzleşmeyi göze alacak
kadar cesur bir adam olmak isterdim (Tufan, 2017).

Mahallemizi, insanları, yaşadıklarımı, hayallerimi katarak anlatıyordum. Beni


yaralayan ne varsa, anlattıkça anlam ve duygu değişikliğine uğruyordu. Nefes darlığı ve
iç sıkıntısı yaratan bu gerçeklik tahammül edilebilir bir hale dönüşüyordu (A.g.e.).

Yazarın kendi ifadesiyle bütün bu olayları anlatmasının altında yatan bir sebep
var. Hikâyelerin bir yerlerine iliştirdiği yaraları gösterebilmek. Okuyacağımız hikâyelerin
özeti budur. Bir semt var. O semtte yaşayan insanlar ve o semtte olup bitenler.

Yazarın gerçek hayattan, mahallesinden, kendinden izler paylaşması, yaşadığı


Haydar semtini anlatması eserin hemen her yerinde kendini gösterir.

Daha semtin girişinde, kokusundan, renginden, duvarlarından, taşından,


insanların yüzlerinden, seslerden anlaşılıyordu içeride boktan bir hayatın sürdüğü. Katili,
gaspçısı, psikopatı, siyasisi, cigaracısı, şucusu, bucusu derken semt taksicilerin girmekten
imtina ettiği muhitlerden biri olarak biliniyordu (A.g.e.).

Küçük fakat kalabalık bir mahallede yaşıyorduk. Altmış metrekarelik bir dairede
bizim üç aile kaldığımızı düşünürsek mahallenin ne derece kalabalık olduğu anlaşılabilir.
İşte o kalabalığın bütün sıradanlığını aşan bir adamdan söz ediyoruz nihayetinde (A.g.e.).

Fatih’teki Günışığı FM stüdyosunda bir Ahmet Kaya şarkısıyla dinleyicilere


veda ediyordum (A.g.e.).
80

Ya bak sana bir şey diyeceğim. Geçenlerde hangi gündü hatırlamıyorum ama
senin radyo programını dinledim biliyor musun? Hangi radyoydu? Marmara FM (A.g.e.).

Bir yandan üniversitede felsefe okuyor, bir yandan da Beyoğlu’nda bir pasajın
alt katında güneş görmeyen bir dükkânda penye satıyordum (A.g.e.).

Serkan’la birlikte Günışığı FM’de program yapıyorduk (A.g.e.).

Çünkü İMÇ bloklarının iki kat altındaki atölyeye güneş girmiyordu (A.g.e.).

Sabah erken saatlerde Unkapanı’nda, Fil Yokuşu’ndan aşağıya doğru inerken


benim kafamda adamların beşi bitirmediğimi anlayacağı korkusu büyüyordu (A.g.e.).

Üniversitede felsefe bölümünü bitirmiştim. Çalıştığım radyo kapanmıştı ve iş


bulamıyordum (A.g.e.).

Harun bir arkadaşıyla birlikte tekstil işi yapıyordu. Şişli’de Polat Pasajı’nda ve
Beyoğlu’nda Terkos Pasajı’nda dükkânları vardı. İhraç fazlası tekstil satıyorlardı.
Beyoğlu İş Merkezinde bir yer daha açacaklardı ve başında durmamı istiyorlardı (A.g.e.).

Unkapanı yokuşundan çıkarken karşılaşıp mahalleye birlikte yürümeye başladık


(A.g.e.).

Verilen örneklerin neredeyse tamamı yazarın gerçek hayatı ile örtüşür. Bu


romanda verilen tüm olayların kendi içerisinde gerçeklik payı vardır. Okuduğu
üniversiteden, çalıştığı radyolara, yaşadığı mahallenin genel durumundan, çalışmış
olduğu iş yerine kadar yazar okuyucuya kendi hayatından kesitler sunar. Roman 2020
yılında Makedonca ’ya çevrilmiştir.

2.7.1.2. Şahıs Kadrosu

Romandaki kırk bir bölümün her biri kendi içerisinde ayrı ayrı konuları ele alır.
Her bölümdeki kahramanlar, isimler ve karakterler farklılık göstermekle birlikte
başkahramanın adı romanın hiçbir yerinde geçmez.

Bölümlerdeki karakterler gündelik hayatın içerisinden isimlerdir. Tamamı


başkahramanın yaşadığı mahalleden olup; genel itibariyle isimleri şu şekildedir:

Fırtına Cemal, Hasan, Ganyancı Bülent, Özlem, Cesur, Zehra, Harun, Mehmet
Ali, Lale, Sevil, Rauf, Dursun, Mecit, Şermin gibi onlarca kahraman yazarın romanındaki
bölümlerde yer alır.
81

Yazar romanında kendi hayatından izlere değinmekle birlikte; gerçek hayattan


kahramanları seçtiği de görülür.

Erkan Pala 15 Temmuz şehididir. Yazar bu romanda bir vefa borcu olarak
kendisine de yer vermiştir.

Erkan Pala, 15 Temmuz darbe gecesinde, darbecilere karşı çıkmak için büyük
bir cesaretle direndiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde katillerin kurşunlarıyla
şehit oldu. Geriye dünya güzeli çocuklar ve tertemiz bir isim bıraktı (Tufan, 2017).

2.7.1.3. Zaman

Yazarın bu romanındaki zaman anlayışı diğer romanlarından farksız değildir.


Sabah, öğle, akşam, gece, gündüz ya da tarih ifadelerine yer verilir.

Sabahın erken saatleriydi. Dükkândan içeri girdi. Çok güzeldi (Tufan, 2017).

Geceleri Balat’a, Haliç kıyısına iniyorum (A.g.e.).

Dışarıda beyaz bir Toros duruyordu. Sene 1995 (A.g.e.).

Ben hatırlayamıyorum ama 1984 senesinde Bozo’nun öldürülmesi Milliyet


gazetesinde çıkmış (A.g.e.).

Gülhane Parkı’nda birlikte çektirdiğimiz fotoğrafa bakıp durdum; sabah


Kapalıçarşı’nın hemen arkasındaki (A.g.e.).

Bir keresinde akşam saatlerinde evine kadar eşlik eden bir herifi, onların
sokağını döktükten sonra çevirip (A.g.e.).

1990. Eğer birtakım politik tercihler içinde örgütlü bir yaşam sürüyorsanız
(A.g.e.).

Gece saat iki. Oturmuş laflarken birden kapı çalınmaya başladı (A.g.e.).

2.7.1.4. Mekân

Yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da mekân olarak


çocukluğunun ve gençliğinin izleri hâkimdir. Genel çerçeve İstanbul olmakla birlikte
özelde Haydar semti, İMÇ blokları, Un Kapanı, Fatih, Üsküdar, Taksim, Sirkeci, Haliç,
Balat semtleri yer alır.
82

Taksim’den gelirken Unkapanı Köprüsü’nü geçtikten hemen sonra bizim semte


doğru girmek için taksiciye sağa dönmesini söyledim (Tufan, 2017).

Haydar semtinin her yanı açıktı. İstanbul’un her yerine yakın yolların
ortasındaydı ama yine de girilmiyordu ve çıkılmıyordu (A.g.e.).

Daha küçücük bir çocukken, 29 Mayıs İlkokulu’ndan okurken, okuldan kaçıp


Fatih’te At Pazarı’nda kaportacı Sedat’ın yanına gidiyordu ve kovsalar da oradan
ayrılmıyordu (A.g.e.).

Mesela ben Kabataş Erkek Lisesi’ne giderken akşama doğru okulun dönüş
saatinde, Beşiktaş’ta her Allah’ın günü (A.g.e.).

Annesi daha evvel adak olarak adadığı kurban için Fatih’ten Sirkeci’ye, oradan
da vapurla karşıya, Üsküdar’da Aziz Mahmut Hüdai Türbesine gitti (A.g.e.).

Geceleri Balat’a, Haliç kıyısına iniyordum (A.g.e.).

Taksimden Dolapdere’ye inen yolun başında Balkanlar’ın en büyük (A.g.e.).

Unkapanı’nda geçit altında bir kuş pazarı kuruluyordu (A.g.e.).

Fatih’ten çıkıp Unkapanı’na, oradan da Karaköy üzerinden Boğaz’a doğru sahil


yoluna uzandık (A.g.e.).

Küçükpazar’dan Unkapanı’na doğru yürürken yolda karşılaştım Gülseren


teyzeyle. Kan ter içinde sağına soluna bakmadan İMÇ bloklarına doğru yürüyordu
(A.g.e.).

Prenses kendi ülkesinden kovulup Haydar’daki bir kahvehanenin masasına


kadar düşmüştü (A.g.e.).

Bunun anası öldü. Daha küçüktü. Ben bizim Karakoçan’dan bir hanım aldım
(A.g.e.).

Metin, Haydar’da, çıkmaz bir sokakta annesinden kalma, müstakil ahşap bir
binada tek başına yaşıyordu (A.g.e.).

Ben okula gitmek için Unkapanı’ndaki durağa Fil Yokuşu’ndan değil (A.g.e.).

2.7.1.5. Anlatıcı

Romanlarda anlatıcı sadece içeriği anlatmakla yetinmemelidir. Anlatma dışında


birkaç işlev daha vardık ki bu durumu Hakan Sazyek şöyle açıklar: “anlatıcı anlatma
83

işlevi diye adlandırılan temel yükümlülüğünün dışında dört işlevi daha vardır. Bunlar,
metnin iç düzenini oluşturmaya yönelik yönetme işlevi, tanıklık işlevi, ideolojik işlev ve
iletişim işlevidir” (Sazyek, 2021, s. 31).

Beni Onlara Verme romanında olaylar yazarın önceki romanlarında olduğu gibi
genellikle yazar anlatıcı bakış açısıyla kaleme alınır.

Düğün esnasında Cesur’la bir kez göz göze geldik. O bakışı hiç unutamam. O
bakış, sen anlamazsın aşk denen şeyi bakışıydı. O bakış, ben bu kızı ne kadar çok
seviyorum biliyor musun bakışıydı. O bakış, ben aslında acıdan geberiyorum ama onun
yanında olabilmek için her şeyi göze aldım bakışıydı. O bakış seven bir adamın bakışıydı
ve neler anlattığını sabaha kadar yazsam bitmez (Tufan, 2017).

2.7.1.6. Bakış Açısı

“Özellikle modern romanda önemli bir işleve sahip olan bakış açısı en kısa
tanımıyla olay, çevre ve kişilere bakılan optik açıdır” (Aytür, 1974, s. 38).

Bu romanda Kahraman bakış açısının sıklıkla yer aldığı görülür. Zaman zaman
hâkim ve gözlemci bakış açılarına da yer verilir.

Güzel bir kadının yanında yürümenin kendisinden nasıl bedeller istediğini henüz
bilmiyordu ama ne olursa olsun bütün hepsiyle baş edebilecek kadar çok numara bildiği
düşüncesiyle kendisini rahatlatıyordu (Tufan, 2017).

Şule Metin’in yüzüne baktı. Adamın yüzündeki saflık ve merhametin bir


sihirbaza yakışmadığını düşündü (A.g.e.).

2.7.2. Teknik Unsurlar

2.7.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Detaycı bir özelliğe sahip olan yazarın kullandığı bu tekniğe Beni Onlara Verme
romanında sıklıkla rastlanılır.

Kapıyı açtım. Karşımda altmışlı yaşlarında, yüzü kırış kırış, bıyığının uçları
sigara içmekten hafif sararmış, yorgun, çok yorgun gözlerinin beyazı neredeyse mat bir
griye dönmüş ve gözbebeklerinin etrafı iyice kanlanmış, yüzündeki kemikler dışarı
fırlamış, kırçıllı sakalıyla yanakları çökmüş, büyükçe burunlu, dudakları sanki bin yıldır
susuz kaldığı için çatlamış, çizik çizik olmuş, gözaltındaki kara, mor torbalara yerleşmiş.
84

Üzerine giydiği parlak bordo renkli bir gömlek ve kırışmış kahverengi ceketiyle, yorgun
ama çok yorgun bir adam duruyordu (Tufan, 2017).

Askıdaki gömleklere, raflardaki kazaklara, tezgâhtaki tişörtlere ve en sonunda


doğrudan yüzüme baktı (A.g.e.).

Atölyenin önünde bekleşiyoruz, arada bir adam çıkıyor işçilerini azarlamış gibi
bir tonda talimatlar veriyor ve tekrar içeriye giriyordu. Kadınlar huzursuz, çünkü hava
soğuk, üşüyorlar ve çuvalların ne zaman dağıtılacağı belli değil (A.g.e.).

Salonun bir köşesinde yüksekçe bir cam masanın üzerindeki cam bardağa
dizilmiş ince doğranmış salatalık ve havuçları yoğurt sosuna batırıp yerken, bir yandan
da davetlileri izleyip açılış saatini bekliyordum (A.g.e.).

2.7.2.2. Geriye Dönüş Tekniği

Romanın belirli bölümlerinde sık olmamakla birlikte yer alır.

Bir gün cami avlusundaki banka oturmuş uzaklara bakıyordum (Tufan, 2017).

On sekiz yaşındaydım, sakallıydım, üniversitede felsefe okuyordum (A.g.e.).

1990. Eğer birtakım politik tercihler içinde örgütlü bir yaşam sürüyorsanız ya
da… (A.g.e.).

2.7.2.3. Özetleme Tekniği

Yazarın bu romanında teknik unsur anlamında en fazla başvurduğu


yöntemlerden biridir.

Böyle böyle aradan dile kolay tam beş koca yıl geçti. Beş yıl sonra hiç
beklenmedik bir şey oldu (Tufan, 2017).

Aradan altı ay geçmişti ki bizimkileri yine çağırdılar emniyete (A.g.e.).

Aradan on gün geçti geçmedi, Bülent abinin karısı Özlem abla anneme bir
davetiye verdi (A.g.e.).

Lale üç yıl sonra o bankadan ayrıldı (A.g.e.).

Turgut aradan bir sene geçtikten sonra, bu ay parçasını, annem güzel kadınlara
öyle diyor (A.g.e.).
85

Teşekkür ederek yanından ayrıldım. Sonra, iki üç yıl sonra, bir fotoğrafını
gördüm (A.g.e.).

Aradan dört, beş ay geçti (A.g.e.).

Birbirimizi görmeyeli yedi sene geçmişti (A.g.e.).

Evlilik haberi geldikten sonra yedi sene hiç görüşmedik (A.g.e.).

2.7.2.4. İç Monolog Tekniği

Bir gün Hergele ’de oturmuş dergi üzerine konuşurken, birden bunları kime
yazıyorsun diye sordu. Lan desene sana yazıyorum. Seni tanıdıktan sonra her şeyi seninle
konuşur gibi yazıyorum desene. Sen okuyacaksın diye içimi kanatıyorum, senin
okuduğunu düşündükçe yüzüm bembeyaz oluyor heyecandan, desene. Her yazının başına
oturduğumda bir paket sigara bitiriyorum seni düşünmekten desene (Tufan, 2017).

Ölmek ne Bahar? Ölmek ne? Senin ölmekle ne işin var? Sen güzelsin, güzele
ölüm yakışır mı? Ben seni buradan gittiğin günden beri bekliyorum, ölmek ne demek?
Sen Bahar’sın adının yanına ölüm koyunca oluyor mu, denesene bir kere. Şu fotoğrafta
onca yıldır gülümseyip dururken ölmenin sırası mı? (A.g.e.).

2.8. DÜŞERKEN

2.8.1. Materyal Unsurlar

2.8.1.1. Eser Hakkında

Düşerken romanı Tarık Tufan tarafından 2018 yılında kaleme alındı. Yazar’ın
sekizinci eseri olan bu roman yirmi beş bölümden oluşur. Romanda etkili olan en önemli
karakterler İshak ve Jülide’dir. Roman bölümlerinin tamamı yazar anlatıcı, Jülide ve
İshak’ın gözünden okuyucularına sunulur. Bu vesileyle okuyucu her açıdan romana
hâkim olabilmekte ve gerçekleşen olayları hissedebilmektedir.

Romanda başkahraman, ailesi ve çevresi içerisinde yalnız kalmış bir karakteri


okuyucularına çok iyi yansıtır. Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan insanlar anlatılır. Bir
arayışın, bir hesaplaşmanın, kapanmamış yaraların romanı olan bu eser; farklı
dünyalardan fakat aynı yaralara sahip bir erkek ile bir kadının zamansız karşılaşması ve
birlikte kaçışlarını ele alır. Yalnızlık, kahramanı hep gitmeye, uzaklaşmaya iter. Yazarın
86

da dediği gibi insanın en ölümcül yarası, içinde anbean büyüyen gitme hevesidir ifadesi
eserin tamamında kendini hissettirir.

Düşerken; İshak, Jülide ve 3.kişinin gözünden etkili bir şekilde anlatılır. Üç


farklı dil, üç farklı kişi, çok katmanlı kurgusuyla sadeliğin harmanlandığı, anlaşılır ve
olabildiğine doğal bir şekilde aktarılır. Kurgularda yaşattığı hisler romanın gerçek
hayattan alınarak okuyucuya sunulduğu izlenimini okuyucuda uyandırır. Kitabın kapak
tasarımı oldukça ilgi çekicidir. Farklı tonlarda renklerin kullanılması, bir insan yüzünü
temsil eden birden fazla yüz bulunması etkileyicidir. Bu tasarım romanın içeriğiyle iç içe
geçmiş ve ete kemiğe bürünerek tam bir uyum halini almıştır. Düşerken 2021 yılında
Hırvatça ’ya çevrilmiştir.

2.8.1.2. Olay Örgüsü

“Olay örgüsü, olup biten şeyleri nedenleri ve sonuçlarıyla, etki ve tepkisiyle


birlikte sunmaktır” (Çetin, 2009, s. 187).

Düşerken romanı, içerisinde bulundukları hayatlardan uzaklaşmak isteyen iki


komşunun seyahatini ve bu seyahat esnasında başlarına gelen olayları anlatır. Kitabın en
önemli kahramanları İshak ve Jülide’dir. Tesisat işiyle uğraşan İshak, hayatından mutlu
görünür gibi davranır; ancak aslında gerçekte mutlu değildir. Daha önce yanında çalıştığı
Aykut adında birisi İshak’ın şimdiki karısı olan Nurten ile daha önce bir ilişki yaşar. Bu
gayri meşru ilişkiden Nurten hamile kalır. Aykut ise bu ilişkiden pişmanlık duyduğunu
İshak’a söyleyerek kendisinden yardım ister. İshak’ın Nurten ile evlenmesini ister. İshak
bu durumu kabul eder.

Zaman ilerledikçe İshak bu durumu içine sindiremez. Nurten ile hiçbir zaman
karı-koca gibi yaşayamaz. İlk çocukları olur, adını Hasret koyarlar. Sonra Nurten ikinci
çocukları Korkut’a hamile kalır. Bu süre zarfında Nurten hala Aykut ile görüşür. İshak
bu yaşananları daha fazla kaldıramayarak evden ayrılmak, içerisinde bulunduğu bu
durumdan, mahallesinden kaçmak, bir an önce uzaklaşmak ister.

Bir tesisat arızası sebebiyle üst komşusu Jülide ile tanışır. Jülide ise yalnız
yaşayan, Nişantaşı’ndaki galerilerde tabloları sergilenmeye başlayan, resim sanatı
camiasında dolanan söylentilere göre eserleri ileride kıymetlenme ihtimali yüksek olan
genç ressam kadın kahramandır. Bu iki kahramanın tanışmaları, Jülide’nin evinin
banyosundan İshakların evine su damlaması üzerine Nurten’in, İshak’a üst komşuya
87

gitmesini ve sorunu halletmesini istemesi ile başlar. İshak istemeyerek de olsa Nurten’in
dırdırını çekmek istemediğinden Jülide’nin evine gider. İlk başta çekingen davranan
İshak pek konuşmaz ve Jülide’ye bakmaktan sakınır. Banyodaki su sızıntısını halletmeye
çalışırken sohbet ederler. Jülide’nin kahve teklifini İshak kabul eder ve otururlar. İshak’ın
gözüne Jülide’nin yaptığı tablolardan biri takılır ve tabloyu Jülide’nin yapıp yapmadığını
sorar. Jülide evet der. İshak’ın tabloyu çok beğenmesiyle birlikte Jülide İshak’ın tabloda
ne gördüğünü merak ederek kendisine sorar. İshak’ın tabloya dair yapmış olduğu yorum
Jülide’yi çok şaşırtır ve gözleri dolar. İshak ilerleyen günlerde su sızıntısını kontrol etmek
için tekrar geldiğinde muhabbetleri artar ve Jülide’ye içini açarak buralardan gitmek
istediğini söyler. Jülide ise kendisine beraber gitmeyi teklif eder. İshak bu teklife şaşırsa
da kabul eder ve beraber yola çıkarlar. İshak ailesinden, mahallesinden ayrıldığını
dükkânındaki çırağıyla Nurten’e bir mektup yollayarak haber eder. Nurten bu duruma
çok meraklanır ancak İshak’ın tek düşüncesi her şeyden uzaklaşmaktır. Jülide daha
önceden sevgili olduğu Gökçe adında bir arkadaşının evine gitmeyi İshak’a teklif eder.
Jülide evde kimsenin olmadığını, Gökçe’nin iş gereği yurtdışına gittiğini, ilişkisinin
eskide kalan bir mazi olduğunu ve şu an normal arkadaşı olduğunu İshak’a söyler. O gece
uyurlar, sabah olduğunda İshak Jülide’yi evde bulamaz. Saatlerce bekler ancak Jülide
yoktur. Jülide’yi dışarılarda ararlar ancak bir netice alamazlar. Sonrasında Jülide çıkıp
gelir. İshak, nereye kaybolduğunu sorunca, Jülide gözlerindeki rahatsızlık dolayısıyla
doktora gittiğini söyler.

İshak ertesi gün, Erzincan’da bulunan babasının ölüm haberini alır. Jülide’nin
ısrarıyla babasına son görevini yapmak için birlikte Erzincan’a giderler. Yolda İshak
kendinden bahseder. İshak bebekken annesini kaybeder. Çocukken okumak için
memleketi Erzincan’dan çıkmış, babası onu İstanbul’a götürmüştür. İshak İstanbul’a her
ne kadar gitmek istemese de üvey annesinin varlığı ve babasının bu duruma sessiz kalışı
gitmesine sebep olmuştur. İshak Jülide ile birlikte babası Sefer beyin mezarını ziyaret
eder. Ayrılacakları sırada, tulum peyniri almak için peynir satan bir dükkâna girerler.
Yaşlı bir teyze onları karşılar. Bu teyze İshak’ın annesi Nuran hanımı tanıdığını söyler.
Nuran’a kısaca Nora derler. Bu teyze Nora’yı daha iyi tanıyacak olan kişi olan Muazzez
Hanım’ın ismini verir. İshak ve Jülide Muazzez Hanım’ı bir huzur evinde bulur ve ondan
annesiyle ilgili bilgiler alır. İshak annesini hiç hatırlamadığı için yüzünün nasıl olduğunu,
her fırsatta sormaya, öğrenmeye çalışır. Muazzez Hanım’da bu konuda bir takım bilgiler
verir. Ardından, Jülide İshak’ın artık eşi Nurten’in yanına dönmesi gerektiğini söyler.
88

İshak, bu duruma şaşırsa da ailesinin yanına döner. Sonrasında Jülide ile tekrar buluşurlar
ve Jülide İshak’ın annesinin tasvir edildiği gibi çizdiği tablosunu İshak’a hediye eder.
Roman bu şekilde biter.

Romanda ilginç olan ve göze çapan önemli bir husus vardır. Romanın ilk
başlarında su sızıntısı nedeniyle İshak’ın Jülide’ye gitmesi, Jülide’nin yaptığı tabloya
yorum yapmasıyla, annesi Nuran’ın yaptığı tablo arasında ciddi anlamda benzerlikler
vardır. İshak’ın her iki tabloya da yapmış olduğu yorumlar da benzerlik gösterir.

2.8.1.3. Şahıs Kadrosu

Tarık Tufan’ın bundan önceki yedi romanına baktığımızda; tamamında yazar


anlatıcı rolünde olan karakterlerin hiçbirine isim vermemiştir. Bu romanda ise daha farklı
bir üslup kullanarak şahıs kadrosunda bulunan İshak ve Jülide karakterlerini anlatıcı
olarak kullanır. Roman’ın şahıs kadrosundaki en önemli karakterler İshak ve Jülide’dir.
İshak’ın karısı Nurten, çocukları Hasret ve Korkut, Jülide’nin vefat eden eski kocası
Ceyhun, İshak’ın babası Sefer, annesi Nuran(Nora), İshak’ın daha önce çalıştığı iş yeri
sahibi Aykut ve babası Namık Amca, Jülide’nin eski sevgilisi Gökçe, İshak’ın
Erzincan’dan üvey kardeşleri Zafer, İlyas ve Betül, Nuran’ın babası Gabris, Nuran’ın
arkadaşı Muazzez romanın kahramanlarıdır.

Olaylar genellikle İshak ve Jülide etrafında dönse de diğer karakterler ustaca


yerli yerinde kullanılmıştır.

İshak: Romanın başkahramanı ve aynı zamanda olayların etrafında döndüğü


kişidir. Romanın tümünü oluşturan yirmi üç bölümden sekiz bölüm İshak’ın gözünden
okuyucularına aktarılır. Evli, iki çocuk babasıdır. Önceleri bir firmada uzun yıllar
çalışırken yaşanan olumsuzluklar nedeniyle firmadan ayrılarak sıhhi tesisat işiyle
uğraşmaya başlar. Kendi iç dünyasında ciddi anlamda git-gel yaşayan bir tip olan İshak’ın
asıl macerası üst komşusu ile tanıştıktan sonra başlar.

İshak, eski çağlardan kalmış paslı asma kilidi hiç anahtar görmemiş demir bir
çemberin içinde, orada unutulmuş azılı bir mahkûm gibi sıkışıp kalmıştı ve bunu ailesine
hissettirip onları da üzmemek için ne gerekiyorsa yapıyordu (Tufan, 2018).

İki çocuk babası sıhhi tesisatçı İshak’ın henüz bilinen hiçbir sebep yokken
birdenbire ortadan kaybolmasıydı (A.g.e.).
89

Jülide: Romanın bir diğer önemli karakteridir. Güzel sanatların resim


bölümünden mezun olmuş, tablolar yapmaktadır. Gözünden rahatsızlığı vardır. Ailesi ile
yaşadığı bir takım sıkıntılardan dolayı pek görüşmemektedir. Ceyhun adında bir adamla
evlenir. Evlendiği kişi bir süre sonra suya düşerek ölür ya da öldürülür. Bu durum
Jülide’de ciddi anlamda sıkıntıya sebep olmuş; ömür boyu unutamayacağı bir iz olarak
kalmıştır. İlginç ve farklı bir karaktere sahiptir.

Son yıllarda mahalleye musallat olmaya başlayan, mahallelinin deyişiyle tuhaf


görünüşlü tiplerden biri olan Jülide’yle (Tufan, 2018).

Gitgide büyüyen tantanalı merakın içine Jülide de dâhil oldu (A.g.e.).

Nurten: İshak’ın karısıdır. Önceleri İshak’ın çalıştığı şirkette sekreter olarak


görev yaparken şirket sahibinin oğlu Aykut ile birliktelikleri olmuş, gayri resmi bu
ilişkiden hamile kalmış, bu durumu ailelerine açıklayamadıkları için Aykut; Nurten’in
İshak ile evlenmesini istemiştir. İshak bu durumu kabul etmiş Nurten ile evlenmiştir.
Hamileliğinden doğan kızına Hasret, daha sonra doğan oğluna Korkut adını vermiştir.
Her iki çocukta Aykut’tandır. İshak ve Nurten evli oldukları süre zarfında hiç birliktelik
yaşamamışlardır.

İshak’ın karısı Nurten birkaç defa merakına yenik düşüp pencerenin başında
genç kadının geliş gidişini gözetlemişti (Tufan, 2018).

Ceyhun: Jülide’nin eski kocasıdır. Suya düşerek ölür.

-Lafı değiştirmenin en kestirme yolunu arıyordum.

-Evet. Ceyhun’la birlikte.

-Ceyhun kim?

-Eski kocam (Tufan, 2018).

Gökçe: Jülide’nin eski sevgilisidir. Özel bir şirkette çalışmakla birlikte iş icabı
zaman zaman yurt dışına çıkar. İshak ve Jülide kendi mahallelerinden ayrıldıktan sonra
kalmak için uzun bir zaman Gökçe’nin evini kullanırlar.

Gökçeyle çok eskiden sevgiliydik. Bir süre devam etti ama yürütemedik.
Klişenin dibini bulmak pahasına söyleyeyim, arkadaş olarak birbirimizi daha çok
seviyoruz (Tufan, 2018).
90

Gökçe yaptı bu tabloyu. Çok istedim ama vermedi. Ayrılığın anısı olarak
saklamak istediğini söyledi (A.g.e.).

Aykut: İshak ve Nurten’in daha önce çalıştıkları araba ve yedek parça satan iş
yerinin sahibi Namık Amca’nın oğludur. Nurten ile gayri resmi bir ilişki yaşamış bu
ilişkiden Hasret ve Korkut adında iki tane çocuk dünyaya gelmiştir. Bu durumdan İshak
dışında kimsenin haberi olmamıştır.

Ne Namık Amca’nın ne de oğlu Aykut’un bana karşı bir kötülüğünü gördüm


(Tufan, 2018).

Nuran (Nora): İshak’ın annesidir. İshak çok küçükken annesinin öldüğünü bilir
ve onu hiç hatırlamaz. Genç yaşta bir hastalık geçirir. Tedavilere rağmen kurtulamaz.
Gerçek adı Nuran olmasına rağmen arkadaşları ve yakın çevresi tarafından kendisine
Nora denilir. Zamansız bırakıp gitmesi İshak’ın hayatında onarılmaz bir yara açar.

Annemin adı Nora değil ki Nuran (Tufan, 2018).

Tamam, herkes Nuran diyordu ama bazı yakın arkadaşları yine Nora diyordu.
Valla bizden bir farkı yoktu. Hep iç içeydik. Gerçi sadece Nora değil, diğer Ermeni
komşularımız da öyle. Allah var. Biz nasılsak onlar da öyle. Birbirimizi sever sayardık.
Nora da nasıl cana yakındı. Onun ailesi de, babanın ailesi de rahat vermediler çocuklara.
Ondan hastalandı Nora. Hiçbir şeyi yoktu. Kadının aklını başından aldılar (A.g.e.).

Sefer: İshak’ın babasıdır. Ömrünün son zamanlarında Erzincan’da yaşamış ve


orada vefat etmiştir. İshak, babasının cenazesine Erzincan’a gitmiştir.

Cenaze çok kalabalıktı maşallah. Ne kadar çok seveni varmış. Cami doldu. Hoca
çok güzel konuştu. Hiç tanımadığım, görmediğim adamlar camide, mezarlıkta yanıma
geldi, Sefer Abi’yi çok severdik, çok düzgün insandı, dediler. Duyan gelmiş mezarlığa.
Ayrılmadılar sağ olsunlar (Tufan, 2018).

Gabris: Nora’nın babasıdır. Ermeni bir ailenin çocuğudur.

Gabris Bey kim?

Nora’nın babası işte. Deden (Tufan, 2018).

Zafer: İshak’ın üvey kardeşidir. Babası Sefer’in ikinci eşinin çocuğudur.


Zafer’den başka İlyas ve Betül adında iki üvey kardeşi daha vardır.
91

Konuşmamıza lüzum yok Zafer. Siz aranızda konuşursunuz sonra. Ben bir şey
istemiyorum. Siz Betül’le İlyas’la aranızda paylaşırsınız ne kaldıysa (Tufan, 2018).

Muazzez: Nora’nın İstanbul’dayken evinde kaldığı yakın arkadaşlarından


biridir.

Beş yaşında mıydın neydin. O kadarını bilmiyorum. Nora o ara kalktı. İstanbul’a
geldi. Bomonti’de Muazzezler ’de kalıyordu (Tufan, 2018).

2.8.1.4. Zaman

Bu romanda zaman kavramı öncekilerde olduğu gibi gün içerisindeki vakitleri


ifade etmek için kullanılmıştır.

Sabahın erken saatlerinde sanki birileri pusuya yatmış da suçüstünde (Tufan,


2018).

Ertesi akşam tekrar geldi (A.g.e.).

Sabah saatlerinde şehrin içine karıştıkları andan itibaren yavaş yavaş


kayboldular (A.g.e.).

Bence bugün gitmeyelim. Yarın kahvaltından sonra gideriz. Hem cumartesi daha
rahat olur (A.g.e.).

2.8.1.5. Mekân

Yazar diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da mekân olarak İstanbul’u


kullanır. İstanbul Tarık Tufan’ın romanlarında çok önemli bir yeri sahiptir. Bu romanda
sadece diğerlerinden farklı olarak bir takım olaylar Erzincan ilinde geçer. İshak’ın
babasının Erzincan’da yaşaması, orada vefat etmesi ve İshak’ın taziye için oraya gitmesi
mekân olarak romana farklılık katar.

Kurtuluş’un Cin Deresi mahallesinde oturanlar için en mühim hadise, iki çocuk
babası sıhhi tesisatçı İshak’ın bilinen hiçbir sebep yokken ortadan kaybolmasıydı (Tufan,
2018).

Feriköy’de Behram Çavuş Camisi’nin önünde hacı yağı, tespih, alkolsüz


esans… (A.g.e.).
92

Okul döneminde iki ayrı yurtta yatılı olarak kalmıştım; ortaokula giderken
sanayi mahallesinde, lisedeyken Çağlayan’da. Babamla birlikte memleketten,
Erzincan’dan İstanbul’a gelmiştik (A.g.e.).

Taksim’e gidip neredeyse bütün zamanımı kütüphanede… (A.g.e.).

Sahrayıcedit’ten eve gitmek için minibüs caddesi üzerinde yürümeye başladık


(A.g.e.).

Kadıköy’den vapurla Eminönü’ne, oradan da taksiyle Levent’e hastaneye gittim


(A.g.e.).

Moda’dan hareket edip Hasanpaşa’ya döndük, oradan da trafiğe takılmadan


TEM yoluna bağlandık (A.g.e.).

Yeliz, ben ve Ceyhun Teşvikiye’de Hünkâr Lokantasına gidip bir akşam yemeği
yedik (A.g.e.).

2.8.1.6. Anlatıcı

Romanın anlatımında birden fazla anlatıcı türünün yer aldığı görülür. Yirmi beş
bölümden oluşan eser; yazar anlatıcı, Jülide ve İshak’ın gözünden kaleme alınır.

2.8.1.7. Bakış Açısı

Romandaki bakış açıları oldukça farklı ve güzel işlenmiştir. Yirmi beş bölümün
dokuz bölümü anlatıcının, sekiz bölüm İshak’ın, sekiz bölüm Jülide’nin gözünden
okuyucularına aktarılır.

İshak ve Jülide’nin ağzından aktarılanlar genellikle kahraman bakış açısıyla


okuyucuya sunulurken; anlatıcının ağzından aktarılanlar ilahi(hâkim) ve gözlemci bakış
açısıyla kaleme alınmıştır. Bu bakış açılarından faydalanılarak olaylar, mekânlar ve
kişilerin görünen ve görünmeyen yönleri tüm ayrıntılarıyla ortaya koyulmuştur.

“Yazar-anlatıcı tanrısal bir güçle romandaki kişiler hakkında her şeyi bilir,
gerekli görürse zihinlere girerek en gizli duygu ve düşünceleri açıklar” (Aytür, 2009, s.
2). İfadesinden hareketle birçok bölüm tanrısal bakış açısıyla kaleme alınmıştır.

Kendi içindeki o tekinsiz sesi bastırabilmek için saçma sapan, gerekli gereksiz
demeden, yerli yersiz diye düşünmeden elinden ne geliyorsa yapıyordu (Tufan, 2018).
93

Miktarın bugünün parasıyla on bir bin lira olduğunu idrak ettikten hemen sonraki
birkaç saniye içinde bu parayla kaç ay geçinebileceğini düşündü (A.g.e.).

Annesinin de rahatsız edecek kadar buyurgan bir sesi vardı. Onu hatırladı
(A.g.e.).

Ucuz boya kullanmaktan iyice yıpranmış, telleri zayıflamış saçlarındaki tokayı


açıp elleriyle saçlarını iki yana saldı ve karmaşık hale gelmiş buklelerini düzeltmeye
çalıştı. Gözlerinin altındaki kırışıklıklara dikkat kesildi. Kırışıklıkları da ilk kez görüyor
gibiydi. Gözaltını iki yandan gerdirip bıraktı. Hafifçe çenesini yukarı doğru kaldırıp
boynunu incelemeye başladı. Bir yandan da ellerini boynunda gezdiriyordu. Operasyon
öncesi hastasını tetkik eden estetik cerrahlar gibi bakıyordu yüzüne. Tuhaf şekilde
kendine yabancılaşmış, sanki bedeninden ayrılmış da banyonun tavanından izliyordu olup
bitenleri (A.g.e.).

Gözlerini kırpıştırdı. Eskinden daha büyük gözlerim vardı diye düşündü (A.g.e.).

Bir önceki gün gördüğü külotun Jülide’nin üzerinde olduğu düşüncesi bir kez
daha kızarttı İshak’ı. Kafasına üşüşen bu kışkırtıcı görüntüleri savmak için hemen takım
çantasını açıp işine koyuldu (A.g.e.).

İshak görmeyi başarınca kadının yarasını bütün sızısıyla beraber kendi içinde
hissetti; acıdan dişlerini sıktığını, güçlükle nefes aldığını, bütün bunlara rağmen inatla ve
vakur bir şekilde üzerini acısının örttüğünü gördü (A.g.e.).

Kafasından geçirdiklerini Jülide’nin duyacağı ve çok üzüleceği gibi endişeye


kapılınca, vazgeçip farklı şeyler düşünmeye başladı (A.g.e.).

Arı kovanını andıran kafasının içinde, şifalı birkaç kelime bulma umuduyla el
yordamıyla bakınırken, kanına karışan zehrin acısını her saniye daha çok hissediyordu
(A.g.e.).

Bitmek bilmeyen bu on beş dakikalık arayışın on beş saatlik yolculuktan daha


yorucu olduğunu düşünüp küfretti içinden (A.g.e.).

Üvey annesi ve kardeşleriyle konuşmalarını düşündü. Canı sıkıldı (A.g.e.).

Yüzü kızaran, mahcup insanlar iyidir diye içinden geçirdi Jülide (A.g.e.).
94

2.8.2. Teknik Unsurlar

2.8.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Yazarın romanlarında bu tekniği sürekli kullandığı görülmekle birlikte; dikkatli,


seçici ve detaycı olması tasvir tekniğini Düşerken ’de de aynı hassasiyetle kullanmasını
sağlamıştır.

Tam o esnada kapının önüne bırakılmış yüksek topuklu, üstü ucuz parlak taşlarla
süslü kadın terliğine ayağım takılınca sendeledim (Tufan, 2018).

Evi bizim eve hiç benzemiyordu. Her duvar başka renk boyanmıştı, neredeyse
hiç eşya yoktu, sağda solda duvara yaslı halde birkaç tablo duruyordu (A.g.e.).

Beyaz önlüğünün kenarları kararmış cebinden çıkardığı adisyon fişine, mavi


kapaklı sarı tükenmez kalemle bir çarpı işareti koydu. Kâğıdı masanın yan tarafında
duran, içi sigara izleriyle dolu metal kül tablasının altına sıkıştırdı (A.g.e.).

Pencerenin önünde küçük bir masa, onun hemen önünde de sırtı ve oturma yeri
kalın sünger ve kahverengi deriyle kaplanmış, eski süsü verilmiş ahşap bir sandalye
duruyordu (A.g.e.).

Diğer masada, bordo renkli takım elbiseli, kır saçlı, dudağının üzerine sonradan
eklenmiş gibi duran simsiyah boyanmış bıyıklı –bıyıkların dibinde beyazlar görünmeye
başlamıştı-, yanakları iyice içine çökmüş, zayıf yüzlü adam iki elini kucağında
birleştirmiş bir vaziyette, neredeyse annesinden azar işiten çocuk gibi, utanç ve endişe
içinde önüne bakıyordu (A.g.e.).

Üç harfin karanlıkta kaldığı ışıklı otelin isminin üzerine kocaman bir kral tacı
yerleştirmişlerdi. Binanın ön yüzü cam cephe ile kaplanmıştı. Çivit maviye boyalı yan
duvarlar çıplak kaldığı için cam kaplama otele tuhaf bir dekor havası veriyordu (A.g.e.).

Kafamı kaldırınca karşı duvarda kahverengi ahşap çerçeveli siyah-beyaz bir


fotoğrafla göz göze geldik. Saçları yana taralı, geniş alınlı, uzun favorili, küçük gözlü,
sivri burunlu, bıyıklı bir adamdı (A.g.e.).

Saçları düzgünce taranmış, dar gri takım elbiseli, siyah parlak ayakkabılı, kırklı
yaşlarının başında bir adam gülümseyerek yanlarına yaklaştı (A.g.e.).
95

2.8.2.2. Geriye Dönüş Tekniği

Tarık Tufan’ın sevdiği ve eserlerinde sürekli kullandığı bu tekniğe Düşerken


romanında rastlanılır.

Annem bir zamanlar yılın belli aylarında Hindistan’dan İstanbul’a gelen bir
adamın toplantılarına katılıyordu (Tufan, 2018).

Bin yıl önceydi. Çocuktuk işte. Şimdi sorgusuz sualsiz arkadaşız (A.g.e.).

En savunmasız yıllarımı geçirdiğim o soğuk ranzalı yurt gecelerinde, herkes


uyuduktan sonra okuduğum kitapların karakterleriyle konuşuyordum (A.g.e.).

Kitaplardan birini elime aldığım anda ortaokul ve lisede okuduğum zamanlar


geldi aklıma (A.g.e.).

Kalbime ürperti veren, dudaklarımı titreten bir iç burkulmasıyla babamın beni


Sanayi Mahallesi’ndeki yurda bıraktığı ilk günü hatırladım (A.g.e.).

İlkokulu yeni bitirmiştim. Daha on iki yaşına bile basmamıştım. Öğretmenim


benim için zehir gibi çocuk diyordu (A.g.e.).

Ben doğduktan çok kısa bir süre sonra annem vefat etmiş. O zamanlar
İstanbul’daymış evimiz (A.g.e.).

Beni o sıralarda komşumuz Bedia Teyze emzirmiş (A.g.e.).

Güzel Sanatların son senesindeydim (A.g.e.).

Oturduğum yerden yurttaki ilk geceme düşmüştüm. Aklımdan çıkmıyor.


Ranzaya henüz uzanmıştım. Uyandığımda gözlerimi evde açacağıma dair çocuksu bir
hayale inandırmıştım kendimi (A.g.e.).

2.8.2.3. Özetleme Tekniği

Üç dört ay geçtikten sonra servisin ücra köşelerinde zehirli bir dedikodunun


karanlık izleri belirmeye başladı (Tufan, 2018).

Hasret bir yaşına geldiğinde İshak ile Nurten’in formalite evlilikleri de ikinci
seneye yaklaşmak üzereydi (A.g.e.).

Gece zor geçti.

Ertesi gün çantamı hazırladım (A.g.e.).


96

Bir hafta sonu, bir gece geç saatlerde eve geldi. Alışkın olmadığım bir şeydi
(A.g.e.).

İshak ile ayrılmamızın üzerinden iki ay geçti (A.g.e.).

2.8.2.4. Diyalog Tekniği

Yazar diğer romanlarında olduğu gibi bu eserinde de diyalog tekniğine başvurur.


Anlatıda daha samimi ve içten bir hava oluşmasını sağlayan bu yaklaşım, metni daha
güçlü kılar.

-Bayan! Bayan bakar mısınız?

-Bana mı seslendiniz?

-Evet.

-Benim adım yok mu?

-Kusura bakmayın, bir anda hatırlayamadım ben. Yanlış da bir şey söylemek
istemedim. Yanlış anlamayın.

-Jülide benim adım.

-Jülide Hanım. Benim de adım İshak (Tufan, 2018).

-Ne oldu, niye güldün?

-Hiç. Aklıma bir şey geldi.

-Babanla ilgili mi?

-Hayır, Asfalttaki su birikintilerine güldüm (A.g.e.).

-Nurten benim ismim. İki hafta oldu başlayalı. Aykut beyin sekreteriyim.

-Biliyorum. Hayırlı olsun. Ben de İshak. Servis bölümünde çalışıyorum.

-Memnun oldum. Bende biliyorum sizi. Namık Bey ve Aykut Bey sizi epeyce
seviyor. Diğerlerinden farklı muamele ediyor.

-Nasıl farklı?

-Yanlış anlamayın. Seviyorlar, güveniyorlar. Ne olsa İshak halleder diyorlar


(A.g.e.).

-Beraber çıkalım İshak abi. Dönüşte öğle yemeğini yeriz.


97

-Ben mezardan sonra İstanbul’a döneceğim. Acil işlerim var. Bırakıp geldim.

-Nasıl acil işler? Olmaz abi, bu gece buradasın. Katiyen bırakmam.

-Gitmem lazım Zafer. Kalamam.

-Abi hem yorucu olur hem de konuşmamız gereken şeyler var.

-Ne gibi?

-Ölüm kader, miras hak. Kardeşler arasında oturup konuşurduk hazır gelmişken
(A.g.e.).

-O değil de İstanbul’a döndüğümüzde nerede kalacağız, düşündün mü hiç?

-Gökçe’ye gideriz yine. Atina’dan hemen gelmeyecek nasılsa, biliyorum.

-Ya başka yere mi gitsek? Orası bana iyi gelmedi.

-Merak etme. Gayet rahat ederiz. Durduk yere kalacak yer aramayalım. Bana
güven diyorum.

-Güveniyorum (A.g.e.).

2.8.2.5. İç Monolog Tekniği

Gidip de tanımadığın bir tesisatçıyı çağırıp eşek yüküyle para verme diye, işten
yorgun argın çıkmış ve sorunu halletmeye gelmiş. Kibar olsana. Bir bardak su ikram
etsene önce. Adam mecbur değil ki bunu yapmaya. Senin evinin hizmetçisi değil ki böyle
suratsız konuşuyorsun. Hizmetçin bile olsa saygı gösterirsin. Bir şeyi yaptırmak için rica
edersin (Tufan, 2018).

2.9. KAYBOLAN

2.9.1. Materyal Unsurlar

2.9.1.1. Eser Hakkında

Kaybolan Tarık Tufan tarafından 2020 yılında kaleme alınır. Yazar’ın


dokuzuncu eseri olan bu roman yirmi üç başlıktan oluşur. Romanın en etkili karakterleri
Hakan, Yıldız ve Sonay’dır. Romanın on altı bölümü yazarın gözünden, yedi bölüm
Hakan’ın gözünden okuyucularına sunulur. Bu şekilde okur her açıdan romana hâkim
olur ve gerçekleşen olayları kendi açısından değerlendirme fırsatı bulur.
98

Bu hayatın en çetrefilli hali, çözülmesi en zor sırrı gerçekte kim olduğumuzdur.


Yazarın çünkü herkes hayatın bir yerinde kaybolur cümlesinden hareketle oluşturduğu bu
eserde yazar gerçekte kim olduğumuzu, bu zor sırrı çözmemizi ister. Romanın konusu
kaybolmanın arifesinde sıkışmış bir adam ve iki kadının hikâyesidir.

Kaybolan; kişinin kendi tutkuları, hayalleri, korkuları ve gerçekleriyle


yüzleşmeyi göze alanların romanıdır. Roman adından hareketle başkahraman Hakan
kaybolan değil, kaybedilen bir hayatı temsil eder. Roman başkarakter Hakan etrafında
şekillenirken özelde yani olayların merkezinde bir var oluş ve kayboluşun fikri vardır. İlk
kitabı olan Kekeme Çocuklar Korosu eseriyle edebiyat dünyasına giriş yapan Tufan,
sırasıyla Kraliçenin Pireleri, Ve Sen Kuş Olur Gidersin, Hayal Meyal, Bir Adam Girdi
Şehre Koşarak, Şanzelize Düğün Salonu, Beni Onlara Verme ve Düşerken ’in ardından
bu romanıyla tabiri caizse kendi dünyasını, mahallesini tuğla örer gibi inşa etmiştir.

“Modern ve postmodern romanlarda klasik romanın aksine romandaki ‘hikâye’


yavaş yavaş önemini yitirir. Artık roman yazmak değil, roman kurmaktır önemli olan”
(Ecevit, 2002, s. 45).

Bu romanıyla yazar, artık romanını yazmaktan öte kurmaya başlar. Tarık Tufan
ilk romanından bugüne kadar tüm eserlerinde insanı merkeze alır. Bütün hikâyelerinde
hüzün olmasının belki de en önemli sebebi budur. Önceki eserlerinde mekân ve zaman
ön plandayken, bu eserinde arka planda kalır. Esasen bu durum yazarın istediği bir şeydir.
Çok katmanlı üslup, iç içe geçmiş anlatılar ve sağlam kurgu içeriği ile Kaybolan, bir
roman olarak okuyucusunun ilgisini çekmeyi başarır.

2.9.1.2. Olay Örgüsü

Roman; uzun bir nesir anlatı türüdür. Hayat gerçekliğinden kaynağını aldığı
halde kurmaca bir gerçeklik yaratır ve bunu anlatım tekniklerinin yardımıyla organik bir
parça-bütün ilişkisini gerçekleştirecek yapı mükemmelliği içinde dile getirir. Roman
bireyin ya da bireyler topluluğunun kader ve çevre gibi güçlerin etkisi altında bulunduğu
bir dünya ve hayat kesintisini yaratıcı bir biçimde ortaya koyan tasvir, hikâye etme,
konuşma vb. sunuş biçimlerinden örülü bir anlatı dokusudur. (Aytaç, 1999, s. 241)

Kaybolan romanında olay örgüsü Hakan, Yıldız, Sonay, Reha İleri, Mert ve
şahıs kadrosu başlığında ele alınacak diğer karakterler etrafında şekillenir. Bazı bölümler
başkahraman Hakan’ın gözünden kahraman bakış açısıyla işlenirken, çoğunlukla
99

anlatıcının gözünden ilahi (tanrısal) anlatım hâkimdir. Hakan kırklı yaşlarında bir
karakter olup; on altı yıldır bir sigorta şirketinde çalışmaktadır. Eşi Yıldız ile on beş yıldır
evlidir. Hakan’ın çalıştığı sigorta acentesindeki arkadaşları kendisinin kırkıncı yaş
gününü kutlamak için doğum günü pastasıyla kutlama yapacaktır. Buradaki pastanın
üzerine Hakan yerine Arda yazılmış olması başkahramanın iç dünyasındaki sıkıntılarının
gün yüzüne çıkmasına bahane olur. Yazar tarafından kırk yaşının seçilmesi alelade
yapılmış bir olay değildir. Anlatıcı için kırk yaş insanın geçmişini, kendini ve belki de
birçok şeyi sorgulamak için ideal bir yaştır. Yazarın metaforik olarak kırk yaşını ve
doğum gününü kullanmasıyla macera başlar. Hakan’ın teyzesine evlatlık verilmesi ve bu
durumu Hakan’ın yıllar sonra öğrenmesi, Yıldız’ın çocuk yapma isteği, Yıldız’ın babası
Reha İleri’nin çocukluğunda babasından çektiği eziyetlerin akabinde kendi evlatları
Yıldız ve Murat’a karşı olumsuz tutumu, sonrasında Alzheimer hastalığına yakalanması,
Hakan’ın tesadüfen bir kafedeki yazar söyleşisine katılması ve üniversite yıllarında
sevdiği kız olan Sonay ile karşılaşması kronolojik olmasa da kendi içerisinde muazzam
bir bütünlük oluşturur.

Hakan üniversite yıllarında Sonay, Mert ve diğer arkadaşlarıyla bir evde kendi
çaplarında sinema çekimleri yaparken deprem olur. Ev yıkılmadan hemen önce Hakan
kurtulur ve oradan ayrılır. Arkadaşları yıkılan evin altında kalır. Kurtulup
kurtulamadıklarından dahi haber alamaması ve yıllar sonra Sonay ile karşılaşması çok
ilginçtir. Hakan’ın Sonay ile kısa süre de olsa bir birliktelikleri olur ve bu birliktelikten
Sonay hamile kalır. Sonrasında Hakan’ın kendilerini arayıp sormaması üzerine Sonay
karnındaki bebeği aldırır. Sonay, depremden sağ çıktılarını ancak Mert’in tekerlekli
sandalyeye mahkûm olduğunu, kendisinin Mert’e baktığını ve yanında olduğunu Hakan’a
anlatır. Hakan ise yaşanan bu süreçlerden içten içe çok ciddi pişmanlıklar duymaya
başlar. Yıldız ile çocuklarının olmamasını bile kendi iç dünyasında bu olaya bağlar. Reha
İleri’nin sonradan Romanya’ya yerleşen oğlu Murat’ın maddi sıkıntılardan dolayı
Türkiye’ye gelip babasının yaşadığı daireyi satma fikri, bu durumu ablası Yıldız ile
konuştuktan sonra babaları Reha beyin evine gitmeleri, o gece Reha İleri’nin bir kutu ilaç
içerek ölmesi/öldürülmesi metni daha etkileyici kılar. Okurların olayı yaşıyormuş gibi
hissetmesi yazarın kaleminin ne kadar güçlü olduğunu gösterir.

Yıldız’ın tüm çabalarına rağmen Hakan’ın Yıldız ile ciddi anlamda bir sevgi bağı
kuramaması, Hakan Sonay’ı uzun bir aradan sonra görünce, gönlünde Sonay’a karşı farklı
duygular beslemeye başlar. Yıldız’ın Hakan’a karşı yapmış olduğu tüm sevgi adımlarının
100

karşılıksız kalması, Reha İleri’nin vefatından sonra Yıldız’ın kardeşi Murat’ın babalarına
ait Serencebey apartmanındaki evi satma fikrine Yıldız’ın karşı çıkması ve Yıldız’ın o
evde yaşamaya başlaması romanın olay örgüsünü oluşturur. Yıldız da Hakan kadar
yalnız, kaybolmuş, boğulmuş ve kimsesizdir. Yaşadıkları az değildir. Babasının
merhametsiz oluşu, kocasından ilgi görememesi onu daha da yalnızlığa iter.

Genel itibariyle bakıldığında Kaybolan romanında anlatıcı Hakan’ın geçmişi,


hataları ve içinde yaşadığı dönemdeki yalnızlığı ve pişmanlığı ile yüzleşmesini göstererek
okuyucuyu da kendisiyle yüzleşmeye çağırır.

2.9.1.3. Şahıs Kadrosu

Romanın başkahramanı Hakan’dır. Olaylar onun etrafından şekillenir. Bununla


birlikte Yıldız, Murat, Sonay, Mert, Reha İleri, Yalçın, Süha Bey, Ayhan Hanım, Serpil,
İnci Hanım, Zurnacı Muzaffer, Demirci İlyas, Aygül Hanım, Ceren, Yavuz Selim Bey,
Serdar Bey, Didier romandaki diğer karakterlerdir.

Romanda okuyucuları şaşırtan ve heyecanlandıran başka karakterler vardır.


Bunlar İshak ve Jülide’dir. Kısa bir bölüm de olsa yer alırlar. Aynı şekilde Hayal Meyal
romanında yer alan nefes saatçisi Nurettin Efendi’de bu romanda kendini gösterir.

Hakan: Romanın başkahramanıdır. Olayların tamamı kendi etrafında cereyan


eder. Romandaki yedi bölüm Hakan’ın gözünden anlatılır. Yazar’ın gözünden
bakıldığında başkahraman yaşadıklarıyla kaybedilen bir hayatı temsil eder. Kırklı
yaşlarında olan başkahraman bir sigorta şirketinde çalışır. Üniversite dönemlerinde Sonay
adında bir kızı severken yaşanan deprem sebebiyle birbirlerinden bir daha haber
alamazlar ve sonraki süreçlerde Hakan, kendisiyle aynı şirkette çalışan Yıldız adında bir
kızla evlenir. Yıldız’ın çok istemesine rağmen bu evlilikten hiç çocukları olmaz ve Hakan
ilerleyen süreçlerde Sonay ile tekrar karşılaşır. Hakan ilerleyen zamanlarda
komşularından öğrendiği kadarıyla teyzesinin uzun yıllar çocuğunun olmaması sebebiyle
annesi onu evlatlık olarak teyzesine vermiştir. Bu durumu kırklı yaşlarında öğrenmesi
kendisini çok üzer. Gerçekte Demirci İlyas’ın değil de, Zurnacı Muzaffer’in oğlu
olduğunu öğrenmesiyle daha da etkilenmiş ve kendi içine kapanır hale gelmiş, adeta
kaybolmuştur.

Birkaç dakika geçtikten sonra Ceren elindeki çikolatalı pastayla iyi ki doğdun
Hakan! diye diye masaya yaklaşmaya başladı (Tufan, 2020).
101

Yıldız: Hakan’ın eşi ve Reha İleri’nin kızıdır. Roman ilerledikçe daha güçlü bir
karakter olur. Çocukluğunda babasından ilgi, şefkat ve merhamet görmez. Otuz sekiz
yaşındadır ve Hakan ile olan evlilikleri on beşinci yılına girmiştir. Hiç çocukları olmamış,
bu özlem ile yanıp tutuşmaktadır. İstanbul’da doğup büyümüştür.

Babalarının yaraladığı kadınların acısına ölüm bile çare olamaz. Yıldız’ın


camdan kalbi, tıpkı o kadınlar gibi çocukluğundan itibaren babasının hoyrat ellerinde
parça parça kırıldıktan sonra hiç kimseden hiçbir şeyden derman bulamadı (Tufan, 2020).

Sonay: Hakan’ın gençliğinde kendisini sevdiği karakterdir. Yirmili yaşlarda,


içerisinde Hakan’ın da olduğu arkadaşlarıyla bir evde çekimler için bulunurken yaşanan
deprem sonrasında yaklaşık yirmi yıl kadar Hakan ile görüşememiş, sonrasında tesadüf
eseri bir kafede karşılaşmışlardır. Karşılaşmalarından sonra geçmişte yaşadıklarını, o
dönemde Hakan’dan hamile kaldığını ancak Hakan’ın gitmesinden sonra çocuğu
aldırdığını, aynı evde kaldıkları Mert’in enkazdan çıktıktan sonra tekerlekli sandalyeye
mahkûm olduğunu anlatır. Romanın en etkili karakterlerindendir.

Sonay sen misin? Sesinin duyulup duyulmadığından emin olamamıştı.


Unutulmadığıma sevindim Hakan. Gerçi unutsan da haklısın, aradan çok zaman geçti.
Kaç senedir görüşmedik. Yirmi olmuş mudur? Olmadıysa da yakın herhalde (Tufan,
2020).

Reha İleri: Yıldız ve Murat’ın babasıdır. Varlıklı bir aileden gelmekte olup;
Albay Sami İleri’nin oğludur. Babasından gördüğü kötü muamele onun da çocuklarına
eziyet etmesine sebep olur. İlerleyen yaşında Alzheimer hastası olur. Bakıcı bir kadın
(Aygül Hanım) ve Yıldız’ın desteğiyle Serencebeydeki apartmanda yaşamına devam
eder. Hafızasında git-gel yaşanmakla birlikte bakıma muhtaç bir durumdadır ve romanın
sonlarına doğru ilginç bir şekilde yaşamını yitirir.

Oğlu Murat’ın, babasına ait olan evi satmak istemesiyle onlara gelmesinin
akabinde babası kendisini fırçalamış ve erkenden odasına çekilmiştir. Sabah
kalktıklarında bakıcıları Aygül Hanım’ın, Reha Beyin odasına girip ilaçlarını vermek
istediğinde, yeni açılmış olan ilaç kutusunun boş olduğunu görür. Bakıcı Reha İleri’nin
öldüğünü anlar. Romanın sonuna doğru Hakan’ın anlattığına göre o gece Reha İleri’nin
odasında, başucunda birinin olduğunu gördüğü, bunun kim olduğunu seçemediğini
okuyucularına anlatması Reha İleri’nin şüpheli bir şekilde öldüğünü ortaya koymaktadır.
102

Ancak kimin öldürdüğü romanda söylenilmemiş, bu durum okuyucularda ciddi anlamda


merak uyandırmıştır.

Kazanan yine sen oldun değil mi? Ne olursa olsun Reha İleri hep kazanır. Buna
izin vermeyeceğim baba! Beni duyuyor musun? Söylediklerimi anlayabiliyor musun?
Buna izin vermeyeceğim. Unutturmayacağım sana. Her gün anlatacağım bize
yaptıklarını. Anneme yaptıklarını, Murat’a yaptıklarını. Sen hiç ailem dedin mi bizim
için? Demedin değil mi? (Tufan, 2020).

Murat: Reha İleri’nin oğlu, Yıldız’ın kardeşidir. Babasının çektirdiği sıkıntı ve


eziyetlere dayanamayıp Romanya’ya gider ve orada evlenir. İş düzenini istediği gibi
kuramayarak, ciddi anlamda borca batar. Sonraki süreçlerde İstanbul’a döner. Babasına
ait olan evi satarak borçlarını ödemek istediğini ablası Yıldız’a anlatır. Yıldız ilk başlarda
bu duruma sıcak baksa da babasının ani ölümünden sonra o evde yaşadığı anıları aklına
gelince satıştan vazgeçerek Murat’ın isteğini reddeder. Ancak Yıldız bir şekilde Murat’a
hakkını vereceğini ifade eder.

Annesinin uzun zaman ölümle pençeleştiği –aslında annesi kendisini çoktan


bırakmıştı ama ölüm, aralarındaki hadiseyi uzatıp zahmetli hale getirmişti- kederli günler,
kardeşi Murat’ın yaşananlardan usanıp uzaklara gitmeye karar verdiği o gece ve
babasının artık sıradanlaşmış öfke nöbetleri huzursuz edici bir gürültüyle etrafında
dolanmaya başladı (Tufan, 2020).

İnci Hanım: Reha İleri’nin eşi, Yıldız ve Murat’ın annesidir. Yıldız küçük
yaşlardayken annesi hayatını kaybeder. İnci Hanım, eşi Reha İleri ile Gümüşkaya’daki
devre mülklerinin balkonunda yaşadıkları bir tartışma sonucu balkondan düşerek hayatını
kaybeder. Yıldız annesinin düşmediğini, babasının onu ittiğini bilse de bunu hayatında
hiç kimseye söyleyememiş, bu olay ve öncesinde babasının yaptıkları sebebiyle babasına
bir ömür nefret duymasına sebep olmuştur.

Annesi İnci Hanım, Yıldız henüz on bir yaşındayken, yaşadığı talihsiz bir kaza
sonrasında, uzunca bir müddet komada kalmış ve maalesef kurtarılamayıp vefat etmiş
(Tufan, 2020).

Mert: Hakan ve Sonay’ın üniversiteden arkadaşıdır. Üniversite dönemlerinde


bir aradayken yaşadıkları deprem sebebiyle enkaz altında kalır, sonrasında kurtulur ancak
bir ömür tekerlekli sandalyeye mahkûm kalır. Birkaç yıldır Sonay’ın evinde kalmakta,
Sonay Mert’in ihtiyaçlarını bir ablası, kardeşi gibi karşılamaktadır.
103

Bu karakterlerden başka romanda Reha İleri’nin babası Albay Sami Bey, vefat
eden ablası Serpil, abisi Süha Bey ve abisinin eşi Ayhan Hanım, Yıldız’ın iş yerinden
eski arkadaşı Yalçın, Yıldız’ın babası Reha Bey’e bakan bakıcı Aygül Hanım, Sonay’ı
deprem enkazından kurtaran ve Sonay’dan yaşça büyük olmasına rağmen kendisine âşık
olup tekrar ayrıldığı Didier, Hakan’ın gerçek babası Zurnacı Muzaffer, yıllarca baba
olarak bildiği teyzesinin eşi Demirci İlyas, Hakan’ın iş yerindeki arkadaşları Ceren,
Yavuz Selim Bey ve Serdar Bey diğer karakterlerdir.

Ayrıca romanda metinlerarasılık tekniği ustaca kullanılarak önceki romanlarda


yer alan İshak, Jülide ve nefes saatçisi Nurettin Efendi’de yer alır. Şahmurat Arık bu
teknik unsuru; “Hikâyenin yazım süreci, kurgu ve gerçeklik, gerçek hayatın edebiyata
taşınıp taşınmaması, öyküde sahicilik ve samimiyet, okuru metne dâhil etme vb. gibi
birçok edebî mesele, edebî metin içinde yeniden kurgulanır” (Arık, 2007, s. 339).
ifadesiyle açıklar.

2.9.1.4. Zaman

Zaman unsuru romanda ön planda yer almamakla birlikte sabah, öğle, akşam
kavramlarına az da olsa yer verilir. Zaman unsuru hayali bir dünya olan romana şekil
vermesi açısından önemli ve değerlidir.

Mehmet Törenek’in “Üzerinde yaşadığımız dünyayı kendine model alan edebî


eser, sahip olduğu kurmaca yapının gereği hayalî bir dünyaya şekil verir. Bu itibarî
âlemde her şey gibi zamanda itibarîdir” (Törenek, 1999, s. 290). ifadeleri bu durumu
destekler niteliktedir.

Bugün, zayıf, miskin bir sokak köpeğinden bile daha zavallı bir halde, geride
kalmaya direnen ruhumu peşimden sürükleyerek güç bela sokağa çıktım (Tufan, 2020).

Tenha sokaklarda yürümeye henüz başlamışken, Kasım ayının ortasında


masmavi, parlak, güneşli bir gökyüzüyle karşılaşmayı işaret olarak kabul ettim (A.g.e.).

Sabahın erken saatlerinde İstanbul’dan yola çıktım, Yalova’ya vardığımda


henüz öğlen olmamıştı (A.g.e.).

Hakan’ın düşündükleri olmadı. Yıldız gece geç saatlerde eve geldi (A.g.e.).
104

2.9.1.5. Mekân

Kaybolan romanında mekân unsuru önceki romanlarındaki gibi ön planda


değildir. Mekândan ziyade karakterlerin duygu ve düşünceleri, iç çatışmaları, iç dünyaları
ve kendileriyle farklı biçimlerde verdikleri mücadeleler ağır basmaktadır.

Yine de bu romanında da önceki romanlardaki gibi mekân unsurunun genellikle


İstanbul olduğunu söylemekte yarar olacaktır.

“Bir romanda vakanın meydana geldiği, şahısların içinde yaşadıkları bir yer
vardır. Gerçekte var olan yer isimleri kullanılabileceği gibi uydurma isimlerde
kullanılabilir. Yani bir eserin mekânı hem “gerçek” hem de “kurmaca” olabilir” (Narlı,
2002, s. 95).

Amaçsızca Mecidiyeköy’ün kasvetli sokaklarında yürümeye başladım (Tufan,


2020).

Yıldız, babasının yanına uğramak için, aynı anda hem İstanbul’un içine
hapsettiği yalnızlıklarla ünlü tarihi sarayına hem de en kalabalık caddelerinden birine
dokunabilme hünerine sahip Serencebey yokuşundan çıkarken senelerdir her seferinde
olduğu gibi ayakları geri geri gidiyordu (A.g.e.).

Evden çıktıktan sonra yol beni Çağlayan meydanına götürdü (A.g.e.).

Uzun uzun kafa yormam gerektiğinden, Şişli’de, Osmanbey metro çıkışına yakın
Dosto Kitap Kafe’de, saat 19:00’da düzenlenecek ücretsiz söyleşiye katılabilecektim
(A.g.e.).

Mehmet Emin Tokadi türbesine gitmişlerdi, orası Zeyrek’teydi (A.g.e.).

Galata Köprüsü’nden tekrar Sirkeci’ye, esnaf lokantasının olduğu sokağa doğru


yürüdü (A.g.e.).

2.9.1.6. Anlatıcı

Kaybolan romanının on altı bölümü yazarın gözünden, yedi bölümü Hakan’ın


gözünden okuyucularına sunulmuştur. Hakan’ın gözünden anlatılan olaylar genellikle
birinci tekil ve gözlemci tutum ile anlatılmaktadır.
105

2.9.1.7. Bakış Açısı

Yazar bu romanında da her şeyi görme, sezme ve bilme anlayışının hâkim


olduğu bakış açısı olan ilahi(tanrısal) bakış açısını etkili bir şekilde kullanmıştır. Bu
anlayış neredeyse romanın tamamına hâkimdir. Etkili bir biçimde kullanıldığı
gözlemlenir. Bu şekilde okur, kahramanların olaylara kendi iç dünyalarında nasıl
yaklaştıklarını da müşahede etmiş olur.

Ay yıldızlı sürahinin ve bardağın eksik edilmediği, saatler süren rakı sofralarını


hatırladı Yıldız (Tufan, 2020).

Karşılıklı oturdukları zaman içinde zehir yüklü kelimeler en hırçın halleriyle


Yıldız’ın zihninde, dilinde, dudaklarında bir o yana bir bu yana koşuşturuyor, bir an önce
dışarı çıkmak, karşısında duran hasmını acımasızca alaşağı etmek için fırsat kolluyordu
(A.g.e.).

Devetabanına baktı öfkeyle, bir anlığına saksısından söküp parçaladığını hayal


etti (A.g.e.).

Saçlarını garipsedi, keşke kısaltmasaydım diye içinden geçirdi (A.g.e.).

Yer yer morluklar ve çürükler gözüne çarptı. İyice yaşlanmış diye içinden
geçirdi (A.g.e.).

Bir şeyler oldu diye geçirdi içinden Yıldız. Muhakkak kötü bir şeyler oldu
(A.g.e.).

Yazmanın geçici bir heves olduğu, Hakan’ın er geç bundan usanıp rutinine
döneceğini düşünüyordu. Düşündüklerini asla dile getirmedi (A.g.e.).

Kafasında neler söyleyeceğini kurmaya başladı (A.g.e.).

Kaybolduğunu anlatmak geçiyordu kafasından (A.g.e.).

Onun yaptığını ben yağmaya kalksam bir daha asla benimle olmaz diye geçirdi
içinden (A.g.e.).

Hakan’ın aklından bir an Yıldız’ın babasının ölüm haberini almış olabileceği


geçti (A.g.e.).
106

2.9.2. Teknik Unsurlar

2.9.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği

Tasvir anlayışı Tarık Tufan’ın olmazsa olmazları arasındadır. Detaycı bir yazar
olması, ince detaylara dikkat etmesi, diğer romanlarında olduğu gibi Kaybolan eserinde
de bu tekniği fazlaca kullanmayı tercih etmiştir.

Babası her zamanki gibi, ayağında deri terlikleri, üzerinde uzun kollu, krem
rengi pamuklu sabahlığıyla, el işi oymalı berjerde omuzları dimdik oturmuş, iki kolunu
berjerin koluna düzgünce koymuş, Yıldız’a bakıyordu (Tufan, 2020).

Giriş katının bitiminde ancak bir kişinin sığabileceği daracık bir ahşap
merdivenle inilen alt katında, duvarları kitap rafları ve büyük yazarların siyah beyaz
fotoğraflarıyla kaplı loş mekânda (A.g.e.).

Beş yıldızlı otelin etkinlik salonu sahnesinde, üzerine dar geliyormuş gibi duran
siyah takım elbiseli, parlak kırmızı kalın çerçeveli gözlüklü, sakallı ara ara kırlaşmaya
başlamış, kırklı yaşlarındaki adam (A.g.e.).

İçeride küçük bir masa, masanın üzerinde bir bilgisayar, karşı duvarda bir
kitaplık ve hemen önünde oraya ancak sığabilecek bir misafir koltuğu vardı (A.g.e.).

Kemikleri vücudundan fırlayacak gibi duran zayıf vücutlu, aralıklı çürük dişli,
bıyıklarının önü sararmış, sakalları seyrek çıkmış, saçlarının önleri dökülmüş, gömleğinin
her daim açık duran düğmeleri yüzünden göğsünün üst tarafı boynuna kadar güneşten
kızarmış, konuşurken ağzından tükürükler sıçrayan bir adam (A.g.e.).

Odada her biri Devlet Malzeme Ofisi’nden alınma akağaç bir masa, biri masanın
arkasında diğeri önünde iki sandalye, masanın yanında masayla uyumsuz mavi kaplamalı
bir keson, üç raflı ve dolaplı meşe kitaplık, gri metal bir çöp kovası, bir ayağı kısa sehpa
–dokununca sallanıyordu- vardı (A.g.e.).

Birden kapı açıldı içeriye kısa boylu, tıknaz, belden aşağısı ince, yukarısı
orantısız şekilde şişman, kendinden çizgili gri takım elbiseli bir adam girdi (A.g.e.).

2.9.2.2. Geriye Dönüş Tekniği

Sıklıkla kullanılan bir teknik olan geriye dönüş Tarık Tufan’ın bu romanında da
çokça karşımıza çıkar.
107

Doğup büyüdüğü Serencebey Apartmanı’na yaklaştıkça içinde büyüyen


sıkıntıyla birlikte, geceleri uyumadan evvel zamanı hızlandırma hayallerini kurduğu
kasvetli çocukluğuna, kederli ilk gençliğine dönüyor (Tufan, 2020).

Bir ay evvel yine bakıcının dışarda olduğu bir Pazar günüydü (A.g.e.).

Önceki gece, bunlardan biriydi; konuşmanın bir yerinden sonra Yıldız dışardaki
dünyaya kendini… (A.g.e.).

Yirmi yıl evvel, üniversitedeki ilk yılımı tamamladıktan sonraki yazın,


gökyüzünde insanın aklını durduran… (A.g.e.).

Doğum günü gecesini hatırladı Hakan. Daha birkaç gün önce olmasına rağmen,
sanki aradan yıllar geçmişti (A.g.e.).

Bir gün sabahın erken saatlerinden itibaren kardeşlerimle evin bahçesinde


güneşin altında, kan ter içinde kalıncaya kadar oynadıktan sonra eve girdik (A.g.e.).

Henüz ilkokula yeni başladığım sıralarda, babamın bir gece bizde kalmasıyla…
(A.g.e.).

Anneannemin yanında yaşamaya başladıktan sonra dört veya beş yıl sonraydı
(A.g.e.).

2.9.2.3. Özetleme Tekniği

Tarık Tufan’ın romanlarında olaylar silsilesi birbirini fazlaca takip ettiği için
zaman zaman metinlerde kısaltma yoluna başvurulur. Kaybolan romanında da bir takım
kısaltmalar yapılmıştır. Yazar bu kısaltmaları yaparken metnin ana düşüncesini
engellememiş, önemli bilgileri içerir şekilde bu tekniği kullanmış, tüm bunları yaparken
özenli ve dikkatli olmuştur. Netice itibariyle bu tekniği başarılı bir şekilde kullandığı
görülür.

Yıllar geçtikçe ürün satma becerisiyle, satış ekibine kattığı elemanlarla üzüm
salkımının üstlerine tırmanmaya başlamıştı (Tufan, 2020).

On yılı aşkın zaman geçti, Hakan belli etmemeye çalışsa da yavaş yavaş sıkıldı
(A.g.e.).

Bir buçuk yıl sonra Yıldız’ın korktuğu başına geldi (A.g.e.).


108

O günden bu yana iki yıl geçmiş, Hakan’da hiçbir hastalık belirtisi ortaya
çıkmamıştı (A.g.e.).

Çekimlerin ardından geçen bir buçuk aya yakın zamanda hiç görüşmemiştik
(A.g.e.).

Sabahın erken saatlerinde İstanbul’dan Yalova’ya yola çıktım, Yalova’ya


vardığımızda henüz öğlen olmamıştı (A.g.e.).

Dosto Kafe’deki konuşmalarının ardından iki haftadan fazla geçmişti (A.g.e.).

Bir hafta boyunca Yıldız, Hakan’ın o gece neden eve gelmediğini, nerde kiminle
kaldığını anlatmasını beklerken… (A.g.e.).

Babasının ölümünün üzerinden beş gün geçmişti (A.g.e.).

2.9.2.4. Diyalog Tekniği

Az da olsa bu romanda yer aldığı görülür.

-Hakan iyi misin? Ne olduğunu anlatacak mısın, meraktan öldürmeye mi niyet


ettin?

-Bir şey yok ya. İyiyim, biraz yoruldum iş yerinde.

-E bu saatte evde ne işin var?

-Ne oldu? Üzüldün mü erken geldiğim için?

-Kırıcı oluyorsun ama (Tufan, 2020).

-Bugün babama uğradım. Biraz ona kafam takıldı. Kusura bakma.

-Ne oldu? Kötü bir şey mi var?

-Yeni bir haber yok. Unutkanlığı daha da artmış. Beni tanımıyor. Moralim
bozuluyor onu öyle görünce.

-Üzülme. Son zamanlarda çok arttı Alzheimer filan (A.g.e.).

-Benim iyi ki çocuğum olmuyor Hakan biliyor musun? İyi bir anne olamazdım
ben. Belki de bunun için çocuğum olmuyor.

-Ne alakası var Yıldız? Nereden çıktı şimdi bu? İyi anne olamazmış.

-Öyle ama.
109

-Nasıl öyle?

-Sevdiklerime sahip çıkamıyorum ben (A.g.e.).

2.9.2.5. İç Monolog

Karakterlerin iç çatışma ve dünyaları, kendi benlikleriyle vermiş oldukları


mücadele romanda ağır bir şekilde işlendiği için iç monolog tekniğine başvurulduğu
görülür.

Kızgın bir sesle kendi kendime isteğin bu mu? Diye sordum. Kendi sesimi
duymamışım gibi istediğin bu mu? Diye tekrarladım. Sanki başkasıyla konuşuyordum da
ısrarla sorduğum soruya bir türlü cevap alamıyordum. Cevap alamadıkça adam yerine
konuşmadığımı düşünüyor, öfkem daha da çoğalıyordu. Üçüncü seferki, civardaki
apartmanların alt katlarında yaşayan insanların duyabileceği bir bağırışa dönüşmüştü.
Cevap versene, istediğin bu mu? (Tufan, 2020).

Keşke kendime sırt çevirebilseydim ve sonsuza kadar bir daha


karşılaşmayabilseydim. Ne kadar güzel olurdu sahiden. İyi miyim? Nasıl olabilirim?
Bütün bunları içimden geçtiyse de utancımdan Sonay’a söyleyemedim (A.g.e.).

Sesini az evvelki boşlukta yitirdiğinden, vücut diliyle peşimden gel, bana sarıl,
bir süre öylece odanın ortasında kalalım, bir şey söylemen gerekmez diye bağırıyordu
(A.g.e.).

Hakan, Yıldız ben artık bu evliliği sürdürmek istemiyorum, kendime yeni bir
hayat kurmaya karar verdim. Çok yoruldum, seni suçlamak derdinde değilim. İkimiz de
yeteri kadar fedakârlık ettik, artık kendim için yaşamak istiyorum diyecekti az daha,
diyemedi. Çok yaklaştı, bir şeyler engel oldu, söyleyemedi (A.g.e.).

Yıldız kardeşine anlatabilmeyi isterdi. Babamın dayattığı hayattan kurtul,


çocuklarını başka tür sevmeyi öğren, seni soktuğu kafesin içinden kurtulamazsan
çocuklarını da o kafesin içine alırsın, oysa sevgi koşulsuzdur, sevginin gücü
ölçüsüzlüğündedir, hiçbir şey buna karşılık olamaz demeyi hayal ediyordu (A.g.e.).
110

2.10. GEÇ KALAN

2.10.1. Materyal Unsurlar

2.10.1.1. Eser Hakkında

Geç Kalan romanı 2021 yılında kaleme alınır. Tarık Tufan’ın onuncu eseri olan
bu roman yirmi dokuz bölümden oluşur. Romanda başkahramanın adı verilmemekle
birlikte; bazı bölümlerde yazar anlatıcı, bazı bölümlerde başkahramanın gözünden
anlatılır. Bir geç kalmışlığın romanı olan bu eserde yazar, klasik bir kurgu romanından
ziyade şiirsel anlatım tarzını benimsemiş ve bunu da içeriğinde fazlaca hissettirmiştir.
Yazar bu eserinde geç kalışı, kaybedişi, yenilgiyi, sızlanışı, üzüntüyü, yalnızlığı, arayış
içerisinde olan bir ruhu fazlasıyla hissettirir. Eserin her bölümü yapbozun birer parçası
gibidir. Parçalar birleştirildiğinde okuyucuda derin izler bırakan bir yapı ortaya çıkmakla
birlikte; arayışları, yitirişleri ve yüzleşmeleri ile baş başa kalan bir insan çıkar.

Kaybettiği ve bir o kadar da sevdiği kadını; Füruzan’ı, yaşadığı şehrin


sokaklarında, kendi hafızasında, içindeki derin kuyularda arayan yalnız bir adamın
hikâyesidir Geç Kalan.

Yaşadığı evi bir yılbaşı gecesi terk eden annenin arkasında bıraktığı bir çocuğun
kırık kalbi, zamansız ve vedasız ayrılan dostların üzüntüsü, vakitsiz yaşanan hastalıklar,
ölümler, sevdiği kadını hayatın her anında arama çabası içinde olan yalnız bir adamın
arayışları…

Sahile ölü bir at vurdu, ilk gören ben oldum (Tufan, 2021). İfadesiyle başlayan
roman kendi sıkıntılarıyla mücadele eden başkahraman ile okuyucularını buluşturur.
Okur, daha ilk cümlelerden ıstıraplı, kederli bir adamın hayat hikâyesine misafir olacağını
anlar. İlk satırlarda kahramanın bir labirentte olduğu ve buradan çıkmaya çalıştığı hissine
kapılan okuyucu, ilerleyen satırlarda kahramanın terapi odasına konuk olur. Burada
gerçek ve hayal iç içe geçmiş durumdadır. Okur hikâyenin sonuna doğru başkahramanın
travmalarıyla yüzleşmeye, kayıplarını, kaybedişlerini görür. Sonsuz anlam evinin manası,
gar saatinin altındaki bekleyiş, çöpte görünen güvercin, köpeğin çaresizliği,
dermansızlığı, ani bir araba çarpmasıyla sokak ortasında ölen martı ve sinema
salonundaki son ya da başlangıç…
111

Tüm bu yaşanan olaylarda her okuyanın kendinden bir şeyler bulabileceği,


çarpıcı bir üslup ve episodik bir teknik ile yazılmış bu eser sıra dışı bir üslup, kendine
özgü dil ve derin anlamlar içeren güçlü duygu dünyası ile bir arayışın hikâyesi olmayı
başarır.

2.10.1.2. Şahıs Kadrosu

Olaylar tamamen başkahramanın kendisi ve çevresinde cereyan etmekle birlikte


romanın hiçbir yerinde adı geçmemektedir. Romanda başkahramanın sevdiği karakter
olan Füruzan’ın ismi birçok yerde zikredilir.

Füruzan: Başkahramanın sevdiği kadındır. Okuyucular romanın ilerleyen


süreçlerinde Füruzan’ın başkahramanı terk edişine şahitlik eder. Füruzan romanda tam
bir karakterden ziyade bir gölgedir. Okuyucuda böyle bir his uyandırır. Var ile yok
arasında, hayal ile gerçek arasında sıkışıp kalmış gibidir. Bu durum yazar anlatıcının
istediği bir şeydir. Füruzan başkahramanın zihninden geçen şekliyle okuyucuya aktarılır.

Kadıköy’de oturuyorum ve bir süre önce Füruzan’la ayrı düştük. Hayatımın


özeti bu kadar, Kadıköy’de oturuyorum kısmı bile fazlalık. Füruzan artık yok demek, bu
dünyadaki varlığıma dair her şeyi anlatmak için yeterli. Benim için tek gerçek bu:
Füruzan beni yalnız başıma bırakıp gitti (Tufan, 2021).

Söz ağzımdan çıktığında pişmandım ve artık pişman olmak için çok geçti. Çünkü
Füruzan yok (A.g.e.).

Bütün bunları neden anlatıyorsun bana? Füruzan’ı aramanın beyhudeliğini


hatırlatıp durmanın manası nedir? (A.g.e.).

Doğruca Füruzan’ın evinin kapısına gidiyorum ve kapı binlerce yıldır bir kere
bile açılmamış gibi duruyor (A.g.e.).

Kafamı kemirip duran lanetli sesten kurtulabilmek için, bir an evvel Füruzan’ı
görmem ve ona birkaç şey söylemem lazım (A.g.e.).

Bu boğucu halden kurtulabilmek için bir an evvel Füruzan’ı bulmam ve ona


birkaç şey söylemem lazım (A.g.e.).

Bu karakter dışında yazarın romanda değindiği iki isim daha vardır. Bunlar
Füruzan’ın yakın arkadaşı Leyla ve başkahramanın yüksek lisans döneminden arkadaşı
Turan’dır. Bu isimler eserde sadece birer kez geçer.
112

İskele önünde dolmuştan indim, kütüphanenin arkasındaki yoldan Füruzan’ın


yakın arkadaşı Leyla’nın evine doğru yürüdüm (A.g.e.).

Geldiğim yoldan geriye, çarşıya doğru yürürken belki Füruzan’ı görürüm


umuduyla etrafa bakınıp dururken birden Turan’la karşı karşıya geldik. Yüksek lisanstan
arkadaşım, kısa bir süre de birlikte çalışmıştık (A.g.e.).

2.10.1.3. Zaman

Geç Kalan romanında zaman kavramına çok az yer verilir.

Belki aynı soruyu o da kendine soruyordu. Vakit gece yarısına geldiğinde bunun
kendisine iyi geldiğini söyledi (Tufan, 2021).

Ertesi gün buluştunuz. O mu seni çağırdı sen mi onu çağırdın bilmiyorsun


(A.g.e.).

Birdenbire ortadan kaybolduğu gecenin öncesinde öğleden sonra buluştuk


Füruzan’la (A.g.e.).

2.10.1.4. Mekân

Yazarın önceki romanlarında olduğu gibi bu romanında da İstanbul, ilçeleri,


semtleri, sokakları ve apartmanları merkeze alınır.

Hafızam küçük boşluklar dışında gereğinden fazla yerinde sayılır: Kadıköy’de


oturuyorum ve bir süre önce Füruzan’la ayrı düştük (Tufan, 2021).

Pazar günleri arada sırada Gülhane Parkı’na gitmeye devam ettiniz. Bütün
bunları yaparken annenin bir gün geri geleceği umuduyla bekleyip duruyordunuz (A.g.e.).

Nişantaşı’nda Sonsuz Anlam Evi’nde bir konuşma var. İki kişilik kayıt
yaptırdım (A.g.e.).

Doğan Apartmanı’na, Kamondo Apartmanı’na, Frej Apartmanı’na ve


başkalarına gittik seninle birlikte (A.g.e.).

Taksim Meydanı’nda buluştuk, yürüyerek Tünel’e, Botter Apartmanı’na gittik,


yolun karşısında durdu, uzun uzun yıkılmaya yüz tutmuş binaya baktı Füruzan (A.g.e.).
113

2.10.1.5. Anlatıcı

Yazar bu romanında anlatıcı değiştirme tekniğini kullanır. Hikâyeler bazen


kahramanın ağzından anlatılırken bazen de bilincini konuşturarak ikinci tekil anlatıcıya
dönüşür.

2.10.1.6. Bakış Açısı

Geç Kalan’ın tamamında yazar anlatıcıyla birlikte; ilahi (hâkim), gözlemci ve


kahraman bakış açıları sıklıkla kullanılır.

Sık sık ilk gördüğün anı hayal ediyorsun. Onu sevmeye sürekli yeniden
başlarcasına, ilk anın her detayını hafızanda döndürüp duruyorsun (Tufan, 2021).

Tuhaf bir mutlulukla doldu için; bir kalbin olduğundan değil, ona gerçekten
dokunabilen birinin varlığından. Hemen arkasından bir sancı gelip geçti içinden (A.g.e.).

Annen dönmesine dönmüştü ama bakışlarına sirayet eden o boşluğu görünce


korkuya kapıldın. Yanınızda olmadığını fark ediyordun. O boşluğu ilk gördüğün anda
anlamıştın gelenin annen olmadığını (A.g.e.).

Dışarı çıktınız. Güneş açmıştı. Sakın yarım bırakma diye geçirdin içinden.
Yanlış anlamasından endişe ettiğin için sadece içinden geçirdin. Yüzüne baktı. Ona ne
kadar çok inandığını düşündün (A.g.e.).

Yol boyunca insanların ruhları yer değiştirebilir mi diye tuhaf şeyler geçti
aklından (A.g.e.).

2.10.2. Teknik Unsurlar

2.10.2.1. Betimleme (Tasvir) Tekniği

İki büklüm kıvranırken, yanıma orta yaşlı bir adam yanaştı, üzerinde kırmızı,
pahalı bir eşofman, gözlerinde pahalı güneş gözlükleri, elinde pahalı cep telefonu, her iki
kulağında pahalı kablosuz kulaklıklar ve ayaklarında pahalı beyaz ayakkabılar vardı
(Tufan, 2021).

Saçları kazınmış, küpeli, daracık gri takım elbiseli, parlak deri ayakkabılı,
şişman adam, kendisini davet eden kadına, yıllardır görmediği…( A.g.e.).
114

Minibüs şoförü, uzattığım parayı alıp para üstü verirken, elindeki telefonla
konuşmayı sürdürdü. Sağ kolunun dirseğiyle korna çalıp, sol diziyle direksiyonu sağa
kırıp yol üstünde elini kaldıran yolcuyu aldı (A.g.e.).

2.10.2.2. Geriye Dönüş Tekniği

Romanda bu tekniğe oldukça sık başvurulmuştur. Bölümler geriye dönüşlerle


anlatılır. Yazarın sevdiği bu anlatım tarzıyla geçmiş ile kurulan bağın daha sıkı olması
sağlanır.

Uzun zaman önceydi. Yeni yıla girmek üzereydiniz (Tufan, 2021).

Oysa daha geçen hafta bu evdeydik, mutsuzdu ama oradaydı, ikimiz de


mutsuzduk ama oradaydık işte (A.g.e.).

Son günlerde sık sık şehrin en eski tren garına gittiğiniz o günü hatırlıyorsun
(A.g.e.).

Bir gün bilgisayarı açtın önüne koydun. Benimle gel, birlikte o şehirde
dolaşacağız dedin (A.g.e.).

2.10.2.3. Özetleme

Çok uzun zaman evinize geri dönmedi. Ne kadar uzun zaman? Bir yıl mı? Daha
mı az? (Tufan, 2021).

Sabahtan bu yana, kafamın içinde ölü bir atla dolanıyorum; şehir kalabalık, her
yer tıka basa insan dolu (A.g.e.).

Uzun süre öylece gittiniz. Ne kadar sürdü? Bir an bitmeyeceğini düşündüm


(A.g.e.).

Her şey birkaç ay içinde oldu. Ne olduğunu bile anlayamadım (A.g.e.).

Aradan günler geçti, belki birkaç hafta. Bir gün öylesine pencereden dışarı
bakarken yeniden fark ettin böceği (A.g.e.).
115

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Günümüz edebiyatının genç yazarlarından olan Tarık Tufan, eserlerinde


genellikle toplumsal ve bireysel yaşamı, günlük olayları, insanın varoluşunu ve kimlik
sorunlarını ele alır. Gözlem gücü çok yüksek olan yazar, eserlerinde duygu aktarımlarını
okuyucuya başarılı bir şekilde yansıtır. Duygusal yönü oldukça ağır olan yazar, o kadar
dokunaklı cümleler kurar ki her okuyan satır aralarında kendinden muhakkak bir şeyler
bulur. Bu durum okur ile eser arasında sıkı bir bağ kurulmasını sağlar. Kendisini hikâye
anlatan adam olarak görmek isteyen Tarık Tufan bu yolda başarılı bir şekilde
ilerlemektedir.

Bu tez çalışması ile birinci bölümde yazarın hayatı ve sanatı anlatılır. Üzerinde
durulan ve derinlemesine incelemesi yapılan asıl konu ikinci bölümde yer alan
romanlarındaki materyal ve teknik unsurlardır. Detaylı bir şekilde değerlendirmesi
yapılan bu unsurların romanlarda sıklıkla kullanıldığı gözlemlenir.

Yazar 2000 yılından şuana kadar Kekeme Çocuklar Korosu (2000), Kraliçenin
Pireleri (2002), Ve Sen Kuş Olur Gidersin (2004), Hayal Meyal (2007), Bir Adam Girdi
Şehre Koşarak (2010), Şanzelize Düğün Salonu (2015), Beni Onlara Verme (2017),
Düşerken (2018), Kaybolan (2020) ve Geç Kalan (2021) olmak üzere on roman yazmıştır.

Eserlerinde kendi hayatından fazlaca izler barındıran yazar; inandığı, inanmak


istediği, düşlediği konuları kaleme alır. Yazdığı eserlerde insanı merkeze almış, bireysel
ve toplumsal değerlere duyarsız kalmamış, değindiği meselelerde her okuyanın
kendinden bir şeyler bulabileceği izler bırakmıştır. Bazen okuyucusu ile sohbet eder gibi,
bazen dertleşircesine samimi ve içten bir üslupla, bazen de toplumun gizli saklı kalmış
yanlarından bahsederek metinlerini oluşturur.

Romanlarda yer alan karakterler bir metnin daha canlı ve gerçekçi sunulmasına
yardımcı olur. Ayrıca roman sanatının şekillenmesi ve güçlü bir kurgunun oluşması için
şahıs kadrosu oldukça önemlidir. Tarık Tufan’ın romanlarındaki kahramanlar, kendi
düşünce dünyasında şekillendirdiği kurmaca karakterler olmakla birlikte; gerçek hayattan
esinlenerek oluşturduğu kahramanlarında eserlerinde yer aldığı görülür. Yazar hiçbir
romanında başkahramana isim vermez, bundan sakınır. İsimlendirdiği karakterler
başkahraman dışındaki diğer kahramanlardır. Yazarın bütün romanları derinlemesine
incelendiğinde, kişi kadrosunun insanlardan oluştuğu görülür. Ayrıca anlatıcının
karakterlerle adeta özdeşleşerek sıkı bir ilişki içinde olduğu gözlemlenir. Roman
116

karakterlerini hayatın birer parçasıymış gibi okuyucuya yansıtması oldukça başarılır. Bazı
romanlarda anlatıcı başkahraman rolündeyken, bazı romanlarda kahramanlar anlatıcı
rolüne geçer.

Zaman mefhumu bir romanın olmazsa olmazıdır. Bu anlayış sabit halde olmayıp,
kendi içerisinde akıp giden bir durumu ifade eder. Romanlarda zaman, geçmiş ile gelecek
arasında bir köprü vazifesi görür. Yazar romanlarında bazen geçmişe dönük zamandan
bahsederken, bazen gelecek zamandan bahseder. Bazen bu durumun karışık bir hal aldığı
da görülür. Yani zaman kronolojik olarak değil de akronik olarak devam eder. Anlatıcı,
içerisinde bulunduğu anı ya da günü değerlendirirken çoğunlukla sabah, öğlen ve akşam
kavramlarını kullanır. Bu değerlendirmeler romana şekil verilmesi ve içeriğinin
güçlendirilmesi açısından önemlidir. Romanlarda zaman ifade edilirken günün belirli
vakitleri kullanıldığı gibi yıl ve günün belirtilmesi için tarihlerin de kullanıldığı görülür.

“Vak’anın çözümlenmesinde mekân tasviri, birinci derecede öneme sahiptir.


Zira kişi ve olayların tam olarak anlaşılması, insanların içinde yaşadığı çevrenin ayrıntılı
olarak tanıtılmasıyla mümkün olmaktadır” (Arık, 2006, s. 17). Eserlerde yer alan
mekânlar çok kıymetlidir çünkü mekân romanın topluma açılan kapısıdır. Yazarın
eserinde değinmiş olduğu mekân olgusu toplumsal tabakanın belirlenmesi açısından
önemlidir. Tarık Tufan romanlarında mekân anlayışına önemli bir yer vermekle birlikte;
mekânı gerçek hayattan bağımsız olarak düşünmemiştir. Çünkü yazarın doğup büyüdüğü,
çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği yer olan İstanbul, onun eserlerinde fazlaca yer alır.
Genel tablo İstanbul olmakla birlikte özelde Fatih, Üsküdar, Kadıköy, Eminönü, Pendik,
Taksim, Haliç, Haydar Semti, Unkapanı gibi mekânlar yazarın romanlarında işlediği
mekânlardır.

Romanların anlatım unsuru olarak okuyucuya sunulma ihtiyacı, anlatıcı için


önem arz eder. Bazı romanlarda yazar ile anlatıcı örtüşürken bazı romanlarda ayrışırlar.
Anlatıcı, okuyucu ile romanı yazan kişi arasında bir ara kişi olma gayretindedir. Tarık
Tufan romanlarında kendini iki türlü hissettirir. Bazı yerlerde olayların içerisinde bir
kahraman gibi bulunurken bazı yerlerde dışardan izleyen bir gözlemci olarak karşımıza
çıkar. Kısaca yazar, anlatıcı olarak her iki tekniği de başarılı bir şekilde kullanır. Bir kısım
romanlarda başkahraman olarak bulunurken bazılarında gözlemci olarak eserlerini sunar.
Anlatıcı kahramanların iç dünyasına hâkimdir. Romanlarda bu durum fazlasıyla
görülmektedir. Romanlarda anlatıcı ile bakış açısı ayrı başlıkları halinde
değerlendirilmiştir. Anlatıcı konuşan ve konuşturan konumu ifade ederken bakış açısı
117

görme odaklı hareket etmeyi sağlamıştır. Bu şekilde romanlar daha detaylı bir şekilde ele
alınmıştır.

Bakış açısı romanların olmazsa olmazlarıdır. Bu teknik unsur metinlere etkili bir
hava katmakla birlikte, eserin inandırıcılık yönünü daha kuvvetli bir hale getirir. Yazar
romanlarında genellikle hâkim (ilahi), gözlemci ve kahraman bakış açılarını kullanır.
Okur bu yaklaşım ile metinlerde yer alan kahramanların olaylara kendi iç dünyalarından
nasıl yaklaştıklarını görme fırsatı bulur. Yazar bakış açısı ile olayların içerisinde daha
rahat hareket edebildiği gibi okuyucuya da geniş bir pencereden yorum yapabilme fırsatı
verir. Romanların tamamı incelendiğinde bakış açısının her romanda defalarca
kullanıldığı görülür.

Anlatma tekniği olayların daha doğal bir üslupla okuyucuya sunulmasını sağlar.
Bu şekilde anlatıcı kendini gizleme imkânı bularak okuyucunun olaylar ile baş başa
kalmasına yardımcı olur. Bu tekniğin yazar tarafından romanlarda kullanılması
okuyucunun hemen her şeyi anlatıcının gözüyle görmesini sağladığı gibi metnin daha
güçlü bir hale gelmesini ve okuyucunun dikkatinin anlatıcı üzerinde yoğunlaşmasını da
sağlar. Tüm bunlar genel bir çerçevede değerlendirildiğinde, yazar anlatma tekniği ile
romana müdahale ederek kendi varlığını hissettirdiği gibi metnin okuyucular tarafından
çok yönlü bir şekilde değerlendirilmesine imkân verir.

Betimleme (Tasvir), Tarık Tufan’ın romanlarında sıklıkla kullandığı bir


tekniktir. Bu unsur ile kelimeler tabiri caizse tasvir edilerek resim çizercesine işlenir. Bu
anlayışta görsellik ön plandadır. Metnin muhteva yönünden daha güçlü olmasını sağlar.
Tasvirle anlatılan olaylar sağlam bir zemine oturtulur. Yazara ait romanların tamamında
gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına detaylı bir şekilde yer verilir. Bu şekilde yazar
nesnel olabileceği gibi gözlemine duygu ve düşüncelerini katarak hayal gücünden
yararlanır. Betimleme tekniği, kişinin iç dünyasını anlatan tahlil betimleme (ruhsal portre)
ve dış dünyasını anlatan fiziksel (simgesel) betimleme olarak iki türlü ifade edilir. Yazar
tüm eserlerinde bu iki türü de kullanır. Romanlarda bu tekniğin kullanılması okuyucuya
izlenim kazandırmış, adeta bir tiyatro sahnesinde dekor görevi görerek eserlerin içerik
yönünden daha güçlü ve inandırıcı olmasını sağlamıştır. Yazar bütün romanlarda bu
tekniği ustaca kullanır.

Geriye dönüş tekniği ile yazar olayların, yerlerin ve karakterlerin geçmişleriyle


alakalı bilgiler vermeyi amaçlar. Bu teknik romanın gerçekliğine önemli ölçüde katkı
118

sağlar. Bu sayede olayların altyapısı daha da güçlendiği gibi okur, romanın içerisinde
bulunduğu zaman, geçmiş ve gelecek zamandaki olayların gidişatı hakkında fikir sahibi
olur. Tarık Tufan’ın her romanında başarı ile kullandığı bu teknik, eserlerini içerik ve
muhteva yönünden daha güçlü bir hale getirir. Onun eserlerinde olaylar şimdiki zaman
diliminde devam ediyor gibi görünse de bu teknik ile geçmişe gidilir. Bu sayede
karakterlerin roman içerisinde bir şeyler hatırlaması sağlandığı gibi bu durum
okuyucunun istifadesine sunulur. Bu şekilde okuyucu romana her açıdan hâkim
olabilmekte ve olay örgüleri içerisinde karakterler ile birlikte seyahat etme imkânı
bulmaktadır.

Özetleme tekniği sayesinde Tarık Tufan’ın romanlarında uzun olan zaman


dilimleri kısa bir şekilde anlatılır. Romanlarında çok sık rastlanan bu teknik ile verilen
bilgilerin özet halinde sunulması sayesinde gereksiz ayrıntıya girilmeden olaylar birkaç
satır halinde ifade edilir. Bu durum ile eserin daha derli toplu bir hal alması, gereksiz
ayrıntılara girilmeden önemli olayların ifade edilmesi sağlanır. Böylece yazar olayları
genel hatlarıyla okuyucunun istifadesine sunar. Yazarın eserlerinde olaylar birbirini
silsile halinde takip ettiği için zaman zaman kısaltma yoluna başvurduğu görülür. Bu
sayede metinlerde gereksiz ayrıntılara girilmeden olaylar özetlenmiş olur. Romanlar daha
sade bir hal aldığı gibi yazarın işini de kolaylaştırır. Olaylar tekrara düşürülmeden toplu
bir halde verilerek ilerler. Yazarın varlığı oldukça belirgin olmakla birlikte romanlarda
yıl, ay, hafta ve gün gibi zaman dilimleri içerisinde geçen olaylar tamamıyla an an
verilemeyeceği için özetleme tekniğinden hareketle mümkün olduğunca kısaltılarak
verilmiştir.

Leitmotiv tekniği bir metnin muhteviyatında yer alan olayların içerik ve akışına
göre dikkat çekme düşüncesiyle tekrarlanan ifade kalıplarıdır. Özenle ve yerinde
kullanılması halinde metne güçlü bir hava katmasının yanında, pekiştirmeyi sağlamada
da önemli bir rol alır. Yazarın romanlarının değerlendirilmesi yapıldığında bu tekniğin az
da olsa kullanıldığı görülür. Günlük hayatta önemli olmayan bir kelime, yazarın
romanlarında sıklıkla tekrarlamasıyla çok önemli bir ifadeymiş gibi gösterilir. Bu şekilde
o ifade kalıbı tekrarlanarak kendisini hissettirir ve okuyucunun dikkatini kendi üzerine
çeker. Bu durum yazarın romanlarında daha dinamik ve estetik bir yapının oluşmasını
sağlar.

Diyalog edebi metinlerde kullanılan en etkili anlatım tekniklerinden biridir.


Tarık Tufan’ın romanlarında sık kullandığı bu teknik kahramanlar ile okuyucuyu
119

birbirine yaklaştırmış, yerinde kullanılarak okuyucu ile kahramanı karşı karşıya


getirmiştir. Okuyucunun kahraman ile ya da kahramanların birbirleriyle konuşması,
romanlarda daha sahici bir hava oluşturmuştur. Yazar bu tekniği hemen her romanında
başarılı bir şekilde kullanır. Bu sayede metinlerin daha güçlü olması sağlanmıştır.
Konuşmaların kitabi değil doğal bir şekilde ilerlemesi, kahramanların sosyal statülerini
belirlemede fayda sağlamıştır.

İç monolog tekniği metinlerde yer alan karakterlerin daha iyi tanınmasını sağlar.
Yazarın romanlarında kullandığı bu teknik sayesinde okur, kahramanların zihninden
geçen kendi iç seslerini öğrenerek, düşünceleri hakkında fikir sahibi olur. Bu tekniği
yazar romanlarında defalarca ve ustalıkla denemiş, başarılı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
Bu teknik yaklaşım ile anlatıcı aradan çıkar, okuyucu ve kahraman baş başa kalır. Okur
karakterin ruhsal yapısını, iç dünyasını, duygu ve düşüncesini en saf haliyle öğrenmiş
olur.

Bunların haricinde yazarın romanlarında az da olsa iç diyalog, iç çözümleme,


gösterme ve mektup tekniklerine de başvurduğu görülür. Bu teknik unsurlar başlıklar
halinde detaylı bir şekilde örnekleriyle açıklanmıştır. Romanlara muhteviyat yönünden
oldukça fayda sağladıkları görülmüş, okur ile metinler arasında daha samimi bir ortam
oluştuğu tespit edilmiştir.

Yazarın bütün romanları değerlendirildiğinde teknik ve materyal açıdan zengin


bir içeriğe sahip oldukları, örnekleriyle birlikte değerlendirilerek açıklanmıştır.

İlk yazma serüvenine doksanlı yıllarda özel bir radyoda programcılık yaparken
başlayan Tarın Tufan’ı yazmaya yönelten en önemli sebeplerden biri yine radyoculuğu
olur.

Tarık Tufan genç yaşına rağmen oldukça üretken bir yazardır. 2000 yılından
2021 yılına kadar geçen sürece on roman sığdırarak edebiyat alanında etkili olur. Bu
çalışmayla yazarın hayatı ve sanatı hakkında bilgiler verilmiş, bütün romanları roman
sanatı açısından; teknik ve materyal bakımından değerlendirilmiştir.

Yazarın tüm eserlerinde gerçeklik ve kurmacanın iç içe geçtiği görülür. İlk


romanı olan Kekeme Çocuklar Korosundan son romanına kadar genel bir değerlendirme
yapıldığında; yazarın dil, üslup, karakter ve diğer unsurlar bakımından bir inşaatın
tuğlalarını ince bir işçilikle örer gibi yükselttiği görülür. Her bir romanını bir öncekinden
120

daha etkin ve yetkin yazarak ilerler. Bu durum yazarın kendisini sürekli geliştirdiğine
işarettir.

Tarık Tufan, derdi olan ve bu sebeple yazan bir romancıdır. Günlük olaylar,
toplumsal vakalar, insani, vicdani ve kültürel olarak değer niteliği taşıdığına inandığı ne
varsa onu korumaya, gözetmeye ve eserlerinde yer vermeye çalışır. Yazar muhafazakârlık
kimliğini koruyarak, evrensel çerçevede bir sanat anlayışı kurma gayesinde olmuştur.
Görünenin arkasındakini keşfetme gayretindedir.

Anna şiiri yazarın çıkış noktalarından en önemlisidir. Şimdiye kadar yazara ait
üç şiir yayınlanmakla birlikte; Anna şiirine bakıldığında çok derin anlamlar içerdiği
görülür. Dini ve inanç yönü ağır olmakla birlikte toplumsal olaylar, değerlerimiz,
kaybedişlerimiz ve hassasiyetlerimiz işlenir.

Eserlerini oluştururken kelime hazinesinden, mecaz ve kurmacalardan aldığı güç


ile mevcut gerçekliğin ve hakikatin ışığında yeni ve farklı bir şeyler inşa etmenin
peşindedir. Başkaca mümkün dünyalar kurma gönüllüsüdür. Daha farklı bir ifadeyle
kendi hayal ettiği gerçek dünyayı kurma gayretindedir. Bu hassasiyetle yazmak onun
eserlerini daha derin ve sahici bir hale dönüştürmesini sağlar. Eserlerinin birçok yerinde
altı çizilecek onlarca, yüzlerce ifade bulunmasının temelinde yatan bir diğer sebep de bu
hassasiyeti gözetiyor olmasından kaynaklanır.

Bekleyişler, özlemler, düşmeler, yalnızlıklar, kaybolmalar, geç kalmalar yazarın


eserlerindeki duygusal izlerdir.

Yazar eserlerinde oluşturduğu karakterler ile iç içedir. Onlarla ete kemiğe


bürünmüş gibidir. Kendi kurduğu bu karakterleri çok iyi tanımakta ve onlarla yol
yürümektedir. Bu karakterler bazen kendisidir; bazen de kendisi değilse bile çok
yakınındaki kişilerdir.

Anadolu insanının kendi değerlerine, gelenek ve göreneklerine bağlılıklarının


farkında olan yazar; eserlerinde bu ince detaylara önem vererek toplumsal hassasiyetleri
gözetir. Yarım kalmış, köşede bırakılmış, unutulmuş ya da alışılmış ne varsa bunlara
dikkat kesilmiş, ufak ayrıntılara dahi değinme gayreti içinde olmuştur.

Tarık Tufan’ın edebiyat kimliğinin oluşmasında Oğuz Atay’ın çok önemli bir
yeri vardır. Şehrin, sokağın insanı kalabilme gayretinde olan yazar; eserlerinde mekân
olarak İstanbul’u merkeze alır. Bu durumun altında birkaç sebep yatar; Kendisinin
İstanbul’da doğup büyümesi en temel gerekçe olmakla birlikte; yazara göre büyük
121

yazarlarımızı gerçekte büyük yapan şehrin İstanbul olduğu fikridir. Bu düşünceden


hareketle Tarık Tufan; Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Orhan Pamuk’ta olduğu
gibi İstanbul’u eserlerinde merkeze alır. İstanbul onun eserlerinde o kadar yer alır ki bu
şehir eserlerde neredeyse bir karakter niteliği taşır.

Edebiyatın bize kazandırdığı en temel duygu; meseleleri, kavramları ve olayları


soyutlayabilme, katmanlaştırarak anlam arayışını ve derinliğini güçlendirme imkânıdır.
Yazar eserlerinde bunu yapmaya gayret eder. Her yeni romanında çok katmanlı bu üslup
kendini daha da etkili bir şekilde hissettirmiş, bu teknik okuyucuda daha kalıcı bir iz
bırakmıştır.

Sonuç olarak, çalışmanın birinci bölümünde yazarın hayatı ve sanat anlayışı


hakkında bilgiler verilmiş ve değerlendirmeler yapılmıştır.

Çalışmanın ikinci bölümü daha kapsamlı bir şekilde ele alınarak yazara ait olan
on romanın tamamı teknik ve materyal unsurlar açısından değerlendirilmiştir. Tespit
edilen bu unsurlar eserde yer alan örnekleriyle açıklanmış, yapılan değerlendirmeler
başkaca kaynaklardan desteklenerek okuyucunun istifadesine sunulmuştur. Bu vesileyle
onlarca kaynak kitap okunmuş, birçok makale incelenmiş, yazara ait birçok söyleşi, köşe
yazısı, deneme taraması ve bunlara dair incelemeler yapılmıştır.
122

EKLER
123

Ek- 1: Tarık Tufan ile Yapılan Röportaj

1. Okuma ve yazmaya ilk ne zaman başladınız? Bu husustan biraz bahseder


misiniz?

- Bunun geçmişi çocukluk yıllarıma dayanıyor. O dönemlerden itibaren elime


geçirdiğim her metni büyük bir hevesle okuduğumu söyleyebilirim; çizgi roman kitapları,
dergiler, takvim arkalarındaki yazılar ve elime bir şekilde ulaşmış kitaplar oluyordu.
Yoksul çocukluk dönemi içinde kitaplara ulaşmam çok kolay olmuyordu, bu yüzden de
aldığım kitapları defalarca okuduğumu bilirim. Hayal kurmayı, okuduğum, izlediğim
hikâyelerdeki kahramanlarla özdeşip, onların yerine geçmeyi seviyordum. Türk ve dünya
klasikleri ile tanışmamın ardından yapmış olduğum Dostoyevski okumaları hayal
dünyamı oldukça genişletti. Okuma ve yazma serüvenimin ilk başlangıç dönemini bu
şekilde özetleyebilirim.

2. Sizi yazma serüvenine yönlendiren sebep ya da sebepler nelerdir?

- Yazma sürecini kendime dert edindiğimi düşünüyorum. Ancak bu şekilde


kendimle baş edebilirdim. Çocukluğumdan bu yana yalnız başıma kalıp uzun uzun
düşünmeyi seviyorum. Küçükken kardeşime hüzünlü hikâyeler anlatıyordum. Kardeşim
bu durum karşısında çocuk aklıyla bir süre sonra ağlamaya başlıyordu. Bunu kardeşimle
eğlenmek, ya da ona acımasızlık etmek için yapmıyordum ama onun etkilendiğini
görünce hikâyelerimin gücü hakkında bir fikir sahibi oluyordum. Sonrasında kendimle
baş başa kaldığım zamanlarda yazmaya başladım. Zaman geçirmek ya da oyalanmak için
değil, hayatla, kendimle yüzleşir gibi bir ciddiyetle yazmaya başladım. Bu süreç beni
yazma serüveni ile karşı karşıya bıraktı.

3. Çocukluk döneminizden bahseder misiniz?

- Kendi dünyamda yaşayan bir çocuktum. Aslına bakarsanız bir çocuğa da


benzemiyordum. Erkenden büyümek zorunda kaldım, sonrasında ise bir daha çocuk gibi
davranamadım. Her şeyin özü çocukluk döneminde mi bilmiyorum ama her yara oradan
kanamaya başlıyor gibi. Hayat sanki çocukluk zamanında hafızamıza düşülen
dipnotlardan ibaret. O dönemle birlikte ruh haline bürünüyor, bir yaşama çemberine dâhil
oluyoruz ve bir ömür oradan kurtulmamız mümkün olmuyor. Çocukluk dönemi genel
çerçevede zorluklarla geçti diyebilirim.
124

4. Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Yazar, senarist, radyo ve TV program


yapımcısı, belgeselci, hangisi size daha yakın geliyor?

- Yazar olmak kendimi tanımlamanın asli unsuru. Diğerleri geçmişte şu ya da bu


sebeple yaptığım işler. Çok severek yaptığım radyoculuk bitti, televizyonculuk bitti, ama
yazmaya devam ediyorum. Sinema da bunun önemli bir parçası.

5. Bir romanı yazmaya nasıl başlıyorsunuz? Bunun kararını nasıl


veriyorsunuz? Bu süreçte izlediğiniz bir yöntem var mı?

- Yazmayı düşündüğüm roman, öncelikle uzun bir süre zihnimde dolanıyor.


Doğru karakter, doğru zaman ve doğru mekânı bulduğumda yazmaya başlıyorum. Bir
romanda anlattığım olayların izlerini başka bir romanımda görebilirsiniz. Bunlar yıllar
içinde kafamda olgunlaşıyor. Yüzleşmeler, insanın yalnızlığı, içsel duygular, toplum
yapısıyla uyumsuzluk, sürekli bir arayış, şehrin yoğunluğunda kaybolmak, yarım
yamalak kalmış ilişkiler, hesaplaşmalar, aşk ve yolculuk gibi konulara romanlarımda
çokça yer veriyorum. Bunlar hayatla kurduğum ilişkinin sonuçları. Şehir hayatı ve
insanlarının ruhsal karmaşası ve bunalımları üzerine sık sık düşünmeye çalışıyorum. Bu
durum aynı zamanda kendime dönük bir düşünme olgusu. Hemen her romanımda bir
karakterin bedenine sızmaya çalışıyorum ve hayatın çileli yolculuğunda hesaplaşmama
devam ediyorum. Bu şekilde roman yazma sürecim başlıyor.

6. Romanlarınızda mekân olarak İstanbul’un çok önemli olduğunu


gözlemliyoruz. Bu konu hakkında fikirlerinizi alabilir miyim?

- İstanbul’da doğdum, burada büyüdüm ve yaşamaya devam ediyorum. Bu şehir


varlığımın en önemli parçalarından. Düşünmeme, hayal etmeme, davranışlarıma ilham
oluyor. Şehirle kurduğum ilişki neredeyse bütün anlatılarımın seyrini, duygusunu
belirliyor. Bu şehrin her noktası benim için çok kıymetli. Böyle bir ilişki kurunca şehir
de bu duruma kayıtsız kalmıyor, karşılık veriyor ve içini dökmeye başlıyor. Aramızda
böyle bir bağ var. Şehirle konuşuyoruz. Hikâyemizi karşılıklı anlatıyoruz. Bu şehir beni
besliyor, büyütüyor, hayatıma anlam katıyor.

Romanlarımı okuyan ve beni tanıyanlar İstanbul ile ilgili nasıl bir bağ içinde
olduğumu bilir. Her fırsatta anlatmaya çalışıyorum. Benim için İstanbul bir mekân olarak
köklü bir hafızayı, duygu ve düşünüş biçimlerini, insanlık hallerini, hayat tasavvurlarını
temsil eder. Ben İstanbul ile ilgili bir hikâye anlatırken aynı zamanda İstanbul’un
görkemli varoluşuna, büyülü dünyasına dokunmaya çalışıyorum. Bu şekilde İstanbul
125

anlatının bir parçası olmaktan ziyade, roman içinde büyük anlamlar taşımaya başlıyor.
Sonrasında her şeyi İstanbul ile birlikte düşünmeye başlıyorum. Karakterler ve olay
örgüleri mekân olarak İstanbul’un açtığı büyük olanaklar ölçeğinde ilerliyor, dönüşüyor
ve hafızamda yeni ufuklar açılmasına vesile oluyor.

7. Eserlerinizde insanı merkeze aldığınız görülmektedir. Bu durum ile ilgili


neler söylemek istersiniz?

- Sanatın, bilhassa edebiyatın hayatımızdaki temel işlevi insan cevherinde


saklıdır. Asıl olan insanı merkeze alabilmektedir. Bir üslup geliştirerek, dil ve biçime
dikkat ederek hikâyenin, peşine düşüyoruz. Her hikâye bize olaylarla, karakterlerle ve
duygularla örülü bir dünya kuruyor. Bu dünyanın içinde tanıdık gelen ya da yabancı
olduğumuz sahneler var. Her seferinde yüzleşmemize, üzerine düşünmemize,
anlamamıza ve kendi içimize dönmemize sebep durumlar var. Kısaca her sanat eserinin
çağırdığı bir yer var. Esere muhatap olanlar anladığı, yorumladığı ölçüde metine
yöneliyor. Bu değerlendirmeler bir çerçeve içine alındığında merkezde insan olması gayet
doğan karşılanmalıdır.

8. Romanı nasıl tanımlıyorsunuz? Olay, karakter ya da mekân. Sizce


romanı roman yapan bunlardan hangisidir?

- Romanı tanımlamaya kalkıştığımızda oldukça zor bir yükün altına girmiş


oluyoruz; karakter, olay, zaman, mekân elbette romanı oluşturan temel parçalardır ancak
roman bütün bunların toplamını aşan bir dünya. Hayatı küçük parçalara bölerek
tanımlamak mümkün olamayacağı gibi romanı da bir nesneyi tarif eder gibi parçalar
üzerinden anlatmak mümkün olmaz. Romanın dünyasını oluşturan karakterler bir yanıyla
kurmaca karakterlerdir bir yandan da yazarının kendi gerçekliğinden derin izler
barındırırlar. Romanın atmosferini kuran olay, zaman, mekân unsurları da gerçekliğin ve
kurmacanın iç içe geçtiği tasarımlardır. Romanı sıklıkla hayatın bizatihi kendisi
üzerinden metaforlar kurarak anlatma girişiminin sebebi de budur. Romancı bir hayatı
yaşarken, içeride bir hayat daha inşa etme uğraşısındadır; hayatın içinde hayat, benliğin
içinde başka benlikler. Uzun zaman devam eden bu inşa süreci kendi yaratıcısını da
değiştirip dönüştürüyor bir yandan. Romancı kendi kurduğu dünyanın bir parçası
olmaktan kurtulamıyor. Büyük ve güçlü romanlar, içlerinde bir hayat barındırır; sorular
sorar, düşünmeye sevk eder, duygu durumlarında salınımlara sebep olur.
126

9. Bize biraz kendinizden, doğduğunuz evden ve annenizden bahseder


misiniz?

- İstanbul’da, Unkapanı ile Zeyrek arasında kalan eski bir mahallede doğdum.
Şehrin son ahşap evlerini görerek büyüdüm. Her şeyin geç girdiği yoksul bir mahalle
olduğundan hayatı geriden takip etmek durumundaydık. Dışarıdaki dünyayla aramdaki
mesafeyi hikâyelere merak duyarak kapatmaya çalıştım. Gerçekliğin hayatımıza musallat
ettiği boşlukları hayallerimle doldurmaya çabalıyordum. Evimizi gerçek manada çekip
çeviren annemdi. Bir yandan çocuklarının her birinin üniversite eğitimi almasına vesile
oldu bir yandan da evin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için babamın yanında durup, bütün
emeğini ortaya koydu. Zeki ve uyum kabiliyeti yüksek bir kadın. Rum komşularıyla hâl
hatır edebilecek kadar Rumca, Kürt komşularıyla her derdini anlatacak ve dinleyecek
kadar akıcı bir Kürtçe, iyi derecede Arapça ve İstanbul lisanıyla Türkçe konuşuyor.
Üstelik bunları kurumsal eğitim süreçlerinde değil, hayatın kendisinden öğrendi;
komşuluktan, meraktan ve önemli olduğunu düşünmekten. Kibar, fedakâr, zeki bir kadın
olarak etrafındaki hayatlara değer katmaya devam ediyor. Uzun yıllar boyunca
mahallenin çocuklarının eğitiminde, hastaların tedavisinde, evleneceklerin düğün ve
alışverişlerinde emek harcadı.

Çocukluğumdan bu yana eğitim ve çalışma hayatını birlikte sürdürmek zorunda


kaldım. Okula giderken, arta kalan zamanlarda değişik iş kollarının atölyelerinde
çalışıyordum. İstanbul’la kurduğum derin ilişkinin başlangıcı da bu erken dönemlere
rastlar. Eğitim hayatım Fatih’te, Vefa’da, Ortaköy’de, Beyazıt’ta geçti. Buna paralel
olarak çalıştığım mekânlar da yakın çevrelerdeydi: Unkapanı İMÇ Blokları,
Süleymaniye, Beyoğlu, Gedikpaşa. Üniversiteden sonra hayata atılınca Kadıköy ve
Cihangir günlerim başladı.

Çocukluğumda evden çıkınca Fil Yokuşu’ndan inip Cibali Tütün Fabrikası


yönüne doğru yürürken Orhan Kemal’in evinin önünden geçiyordum. Yıllar sonra Orhan
Kemal’in romanlarının bizim mahallenin havasını taşıdığını gördüğümde şaşkınlıkla
karışık bir mutluluk yaşadım. Aynı duyguyu bir Ara Güler fotoğrafında kendi
mahallemizi ve mahallemizde oturan engelli bir arkadaşımızı görünce yaşadım. Sonraki
yıllarda bu sürpriz karşılaşmalar devam etti. Bir örnek de Füruzan’ın çektiği Benim
Sinemalarım filmidir. Bu film de ağırlıklı olarak bizim mahallelerde çekilmişti.
Semtimizdeki yazlık Yavuz Sineması’nı filmde görünce kalp çarpıntılarım hızlanmıştı.
127

Zeyrek – Balat arasındaki hatta ortaya konan farklı türlerde sanat eserleriyle karşılaşmak,
benim anlatıya, edebiyata yakınlaşmama vesile oldu.

İstanbul’u seyrettim. İnsanların yüzlerini inceledim. Haliç’e, Sirkeci’ye,


Beyoğlu’na, Galata’ya, Eminönü’ne girip çıktım. Bütün bunlar hayalimi ve bilincimi
geliştirdi. İçimde anlatmak için heyecan duyduğum hikâyeler birikmeye başladı. Bu
mekânlarda insanlarla, olaylarla, tarihle, hayatın değişik yüzleriyle karşılaştım. Yirmi
yıldır buradan biriktirdiklerimle ve hâlihazırda yaşadıklarımla birlikte yazmaya devam
ediyorum.

10. Gençliğin okuma alışkanlığının azaldığı yönünde söylemler var. Bu


konu hakkında neler söylersiniz?

- Okumaya olan ilginin azaldığını sanmıyorum. Gözlemim bu yönde. Yani


gençliğin okuma alışkanlığında bir sorun görmüyorum.

11. Şuana kadar basılmış on romanınız var. Sizi yazım sürecinde en çok
zorlayan roman hangisi oldu? Ayrıca eserlerinizde karakter seçerken bunlar gerçek
hayattan ne kadar besleniyor?

- Böyle bir kıyas yapmak zor ama yazdığım her romanda bir öncekine göre daha
çok zorlanıyorum diyebilirim. Kendime göre ölçüler koyuyorum ve o çıtaya ulaşabilmek
için çaba harcamam gerekiyor. Üslubumu ve dilimi her defasında daha iyi bir yere
taşıyabilmem gerekiyor. Ben bunun gayreti içerisindeyim. Romanlarımın üzerinde gerçek
hayatın etkisi var. Doğup büyüdüğüm yerler bende önemli izler bırakmıştır. Bu sebeple
karakterleri oluştururken beslendiğim kaynaklardan en önemlisi gerçek hayattır
diyebilirim.

12. Radyo ve TV programcılığı, sinema ve yazarlık gibi farklı alanda işler


yaptınız. Bunların en çok hangisinde kendinizi buldunuz?

- Bunların hiçbirini birbirinden ayırt etmiyorum; hepsinin ortak bir noktası var.
Anlatmak. Geçmiş dönemlerde radyoda ve televizyonda anlatıyordum, şimdi ise roman
ve senaryo yazarak anlatmaya çalışıyorum. Roman hepsinden bir adım önde gibi gidiyor.
Kendi özüme dönerek ve kendim kalmaya çalışarak romanın dünyasında olmak
istiyorum. Bu özgürleştirici bir duygu.
128

13. Roman yazarken eserden bir beklentiniz ya da bir hedefiniz var mı?

- Şimdiye kadar on romanım yayımlandı. Her romanda yeni bir şeyler denemeye
çalışıyorum. Üslubumu, dilimi mümkün olduğunca geliştirmeye çalışıyorum. Anlatımı
farklılaştırarak, temel konuları daha güzel anlatmanın peşinde oldum. Yirmi yılı aşkın bir
süredir anlatmaya çalıştığım bir dünyam var. Bu hiç değişmedi. Çünkü insan değişmiyor.
Çevremizde bulunan pek çok değişse de hakikat hep aynı. Hayatı ve insanı anlamaya,
anlamlandırmaya çalışırken bir roman yazarı olarak gayretli bir şekilde yeni diller
aramaya çalışıyorum. Dilimi geliştirdiğim ölçüde, dünyam gelişiyor ve genişliyor.
Anlamak istiyorum Böyle bir derdim var. Bu derdimin ilacı da anlatmakta, dilde gizli.

14. Karamsar bir yazar mısınız? Bu durumun eserlerinize yansıdığını


düşünüyor musunuz?

- Romanlarımda karamsarlık olduğu kanaatinde değilim. Eğlenceli şeyler yazan


bir romancı değilim, bunu kabul ediyorum. Ancak hayatın olağan akışına dokunmaya
çalışırken ister istemez karanlık kelimelerin üzerimize bulaştığı oluyor. Ben bu durumu
karamsarlık olarak görmüyorum. Romanlarımdaki pek çok karakter içinde bulunduğu
ağır duygusal sarsıntılara, kederlere, yaralara rağmen vazgeçmeden yollarına devam
ediyorlar. Karamsarlıktan ziyade küçük de olsa umuda tutunduklarını söyleyebilirim.
Roman insanın içindeki en saf ve yalın duyguya dokunmaya çalışırken, haliyle insanın
karanlık doğasıyla yüzleşiyor. Bu yüzleşmenin doğal olarak yaralayıcı ve sarsıcı tarafları
var. Benim romanlarımda da bu durumla çokça karşılaşıyoruz denilebilir.

15. Bugüne kadar yazmış olduğunuz romanlardaki karakterler gerçek


olsaydı hangisiyle bir bağ kurup yakın arkadaş olurdunuz, neden?

- Buna karar vermek benim için hiçte kolay değil. Romanın yazılma sürecinde
bir karakterle uzun uzun zaman geçiriyorsun ve doğal olarak aranızda güçlü bağlar
oluşuyor. İlle de birini seçmem gerekirse Şanzelize Düğün Salonu’nun isimsiz karakterini
seçmek isterdim. Düşüşlerine rağmen vazgeçmemesi, bir aşka tutunması beni ona
yakınlaştırıyor.

16. Nasıl bir okuma programınız var? Ne sıklıkla okursunuz? Geçmişten ve


günümüzden başucu kitabım dediğiniz kitaplar var mıdır?

- Her şeyi okumaya çalışıyorum. Eski – yeni, yerli – yabancı, modern – klasik.
Düzenli okuyorum diyebilirim. Elimin altında sürekli olarak kitaplar olmasını
önemsiyorum. Bir süre okumadan geçersem hemen rahatsız olmaya başlıyorum. Kendimi
129

huzursuz hissediyorum. Okumak hayatımın doğal alışkanlıklarından bir tanesi


diyebilirim. Bir tür hayat ritmi olarak düşünebilirsiniz. Başucu kitabım ise o gün
başucumda olan kitap hangisiyse o.

17. Önümüzdeki bir yıl içinde yazar Tarık Tufan’ın hayalleri/ projeleri
(hem sinema hem edebiyat olarak cevaplandıracak olursanız) nelerdir?

- Yeni bir roman üzerine çalışıyorum. Okuyucularımıza yeni kitabımın


müjdesini verebilirim. Bunun yanında uluslararası bir film projesinin senaryosunu
çalışıyorum. Film Türkiye’de çekilecek. Atmosferi oldukça etkileyici, güçlü karakterlerin
yer aldığı bir hikâye kurmanın peşindeyim.
130

KAYNAKÇA

Aktaş, Ş. (1984). Roman sanatı ve roman incelemesine giriş. Ankara: Birlik Yayınları.

-------. (2013). Anlatma esasına bağlı edebî metinlerin tahlili - teori ve uygulama. Ankara:
Kurgan Edebiyat.

Aktulum, K. (1999). Metinlerarası ilişkiler. Ankara: Öteki Yayınevi.

Arık, Ş. (2006). Ahmet Midhat Efendinin romanlarında roman sanatı üzerine düşünceler.
İlmi Araştırmalar – Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri Dergisi, 21, 15-36.

-------. (2007, 19-20 Ekim). Kurmacanın üstkurmacaya dönüştürülmesinde Murat Gülsoy


hikâyeleri. Hikâyenin bugünü - bugünün hikâyesi: 80 Sonrası Türk Hikâyesi
Sempozyumu, Karaelmas Üniversitesi, Zonguldak.

Aytaç, G. (1972). Thomas Mann’ın Der Zauberberg ve Lotte in Weimar romanlarındaki


edebi kişiliği. Ankara: DTCF Yayınları.

-------. (1999). Genel edebiyat bilimi. Ankara: Papirüs Yayınları.

Aytür, N. (1974). Amerikan romanında gerçekçilik. Ankara: DTCF. Yayınları.

Aytür, Ü. (2009). Henry James ve roman sanatı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Bahktin, M. (2001). Karnavaldan romana. İstanbul: İletişim Yayınları.

Borts, A. (1997). Computes. Avrupa tarihinde zaman ve sayı. (Z. Aksu, Çev.). Ankara:
Dost Kitabevi.

Bourneur, R. ve Quellet, R. (1989). Roman dünyası ve incelemesi (H. Gümüş, Çev.).


Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Boynukara, H. (1997). Modern eleştiri terimleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.

Bowling, E. L. (1965). Bilinç akımı tekniği nedir? (M. Belge, Çev.). İstanbul: Yeni Dergi.

Çetin, N. (2009). Roman çözümleme yöntemi. 8. baskı, Ankara: Öncü Kitap.

Çetişli, İ. H. (2004). Metin tahlillerine giriş 2: hikâye-roman-tiyatro. Ankara: Akçağ


Yayınları.

-------. (2014). Metin tahlillerine giriş 2: hikâye-roman-tiyatro. Ankara: Akçağ Yayınları.

Demir, Y. (1995). Anlatılar tipolojisi. Ankara: Akçağ Yayınları.

Develioğlu, F. (1992). Osmanlıca-Türkçe ansiklopedik lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi.


131

Ecevit, Y. (2002). Türk romanında postmodernist açılımlar. İstanbul: İletişim Yayınları.

Edward, T. Hall. (1997). Kaç çeşit zaman var?. (11. bs). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Fabian, J. (1999). Zaman ve öteki. (S. Budak, Çev.). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Forster, E. M. (1982). Aspect of the novel, penguin books, (Ü. Aytür, Çev.). İstanbul:
Adam Yayınları.

Harvey, D. (1997). Postmodernliğin durumu, (S. Savran, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.

Kaplan, M. (1996). Türk edebiyatı üzerine araştırmalar-3 tip tahlilleri. İstanbul: Dergâh
Yayınları.

Kolcu, A. İ. (2005). Öykü sanatı. Ankara: Salkımsöğüt Yayınları.

Korkmaz, R. ve Şahin, V. (2017). Romanda mekân - Romanda mekân poetiği ve


çözümlemeler. İstanbul: Akçağ Yayınları.

Laurie, H. (1995). Kurgu sözlüğü. İstanbul: Öykü Yayınları.

Leech, N. G. (1986). Style in fiction(Kurguda Stil). Longman, Londra.

Moran, B. (1981). Edebiyat kuramları ve eleştiri. İstanbul: Cem Yayınları.

-------. (1994). Türk romanına eleştirel bir bakış III. İstanbul: İletişim Yayınları.

Narlı, M. (2002). Orhan Kemal’in romanları üzerine bir inceleme (1. Basım). Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.

Özön, N. M. (1985). Türkçede roman. İstanbul: İletişim Yayınları.

Parla, J. (2000). Donkişot’tan bugüne roman. İstanbul: İletişim Yayınları.

Pospelov, N.G. (1985). Edebiyat bilimi II. (Y. Onay, Çev.). Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.

Sazyek, H. (2021). Roman terimleri sözlüğü. 4. Basım, Ankara: Hece Yayınları.

Stevick, P. (1988). Roman sanatı, (S. Kantarcıoğlu, Çev.). Ankara: Gazi Üniversitesi
Yayınları.

Suçkov, B. (1976). Gerçekliğin tarihi. (A. Çalışır, Çev.). İstanbul: Bilim Yayınları.

Tekin, M. (2001). Roman sanatı. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

-------. (2018). Roman sanatı. (16. bs). İstanbul: Ötüken Yayınları.


132

Törenek, M. (1999). Hikâye ve romanlarıyla Mehmet Rauf. 1. baskı. İstanbul: Kitabevi


Yayınları.

Tufan, T. (2000). Kekeme çocuklar korosu. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2002). Kraliçenin pireleri. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2004). Ve sen kuş olur gidersin. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2007). Hayal meyal. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2010). Bir adam girdi şehre koşarak. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2015). Şanzelize düğün salonu. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2017). Beni onlara verme. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2018). Düşerken. İstanbul: Profil Kitap.

-------. (2020). Kaybolan. İstanbul: Doğan Kitap.

-------. (2021). Geç kalan. İstanbul: Doğan Kitap.

Tunalı, İ. (1971). Sanat ontolojisi. İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Wellek, A. (1983). Edebiyat biliminin temelleri. (A.E Uysal, Çev.). Ankara: KB


Yayınları.
133

DİZİN

-A- İç Monolog, ix, x, xi, 30, 43, 60, 67, 77,


85, 97, 109
Anlatıcı, viii, ix, x, xi, 11, 15, 21, 22,
23, 36, 45, 52, 53, 55, 58, 62, 64, 73, -M-
75, 82, 92, 99, 104, 113, 116
Mekân, viii, ix, x, xi, 10, 13, 21, 22, 35,
Anlatma Tekniği, viii, ix, 12, 23, 37, 53
51, 52, 63, 72, 81, 91, 104, 112
-B-
-O-
Bakış Açısı, viii, ix, x, xi, 11, 23, 36,
Olay Örgüsü, viii, ix, x, xi, 6, 32, 45,
53, 64, 74, 83, 92, 105, 113
86, 98
Betimleme, viii, ix, x, xi, 13, 25, 38, 54,
65, 74, 83, 94, 106, 113, 117 -Ö-
-D- Özetleme, viii, ix, x, xi, 27, 28, 39, 55,
66, 75, 84, 95, 107, 114, 118
Diyalog, viii, ix, x, xi, 17, 29, 42, 58,
67, 76, 96, 108, 118 -Ş-
-G- Şahıs Kadrosu, viii, ix, x, xi, 7, 20, 33,
46, 62, 68, 80, 88, 100, 111
Geriye Dönüş, viii, ix, x, xi, 14, 26, 38,
54, 66, 84, 95, 106, 114 -Z-
-İ- Zaman, viii, ix, x, xi, 9, 21, 23, 34, 50,
56, 62, 72, 81, 83, 86, 91, 103, 112,
İç Diyalog, viii, 18
116, 123, 131
134

You might also like