Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 88

TARİHİN IŞIGINDA

NASREDDİ.N HOCA VE AHİ EVREN

Prof. Dr. Mikail BAYRAM


isteme Adresi:
Prof Dr. Mikail Bayram
Hocafakih Mh. Alavardı Cad.
Gülhan Sk. Emre Sitesi B Blok No:5
KONYA

Baskı, Cilt:
Bayrak Mat. Ltd. Şti.
Tel./Fax.: 0212 638 40 88 / 638 42 02
İstanbul, Ağustos, 2001
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ i'
KISALTMALAR 10
GİRİŞ 11
Bir İddiaya Cevap 14
KAYNAK.LAR 17
I.BÖLÜM
YENİ BELGELER VE YENİ BİLGİLER IŞIGINDA AHİ EVREN
ŞEYH NASİRÜ'D-DİN MAHMUD 19
A. MEVLANA VE AHİ EVREN MÜCADELESİNİN
UMESNEVi"DEKİ YANSIMALARI 21
a. Kötü huylu Dabbağın (Derici) Hikayesi 25
b. Yılancının Hikayesi 27
c. "Mesnevi" de Ahi Evren'le İlgili Diğer Hikayeler 30
B. AHİ EVREN HACE NASİRÜ'D-DİN MAHMUD, NASREDDİN
HOCA'DIR 33
a. Mesııevi'de Bahsi Geçen Cuha Kimdir? 34
b. ''Mes,ıevr'den Bir Nasreddin Hoca Fıkrası 38
c. Halk Rivayetlerinden Bir Örnek 38
II. BÖLÜM
AHİ EVREN HACE NASRÜ'D-DİN -MEVLANA MÜCADELESİNİN
TASAVVU1?İ BOYUTU 43
a. Afakilik ve Enfüsilik Mücadeleleri 44
b. Cemal-perestlik (Suretcilik) 47
c. Evhadü 1 d-din-i Kirmani ve Türkmenler 52
d. Nasıreddin Hoca da Cemal-Perest İdi. 55
e. Şems-i Tebrizi Cazibesinde Mevlana 56

5
III. BÖLÜM
NASREDDİN HOCA İLE İLGİLİ TESPİT OLUNAN BİLGİLER 63
A. NASREDDİN HOCA "LATİFELERİ" AHİ EVREN HACE NASI­
RU'D-DİN �1.AHMUD'UN MENKABELERİDİR 63
a. Nasreddin Hoca Filosof Bir Kişidir. 66
b. Hoca Her Fende Mahir İdi. 69
c. İsimlerin Aynı Oluşu 69
d. Nasreddin Hoca Kadı veya Vezir miydi? 70
e" İmad Kimdir? 71
f. Nasreddin Hoca'nın Hanımı 71
g. Nasreddin Hoca Latifeleri Ahi Evren Nasirü'd-din'in "Letaif-i
Hikmet" ve" Letaif-i Giyasiyye"sinden Alınmadır. 72
B. AHİ ve TÜRKMENLERİN UC BÖLGELERE GÖÇÜ 75
C. NASREDDİN HOCA LETAİF'İNDE AHİ EVREN'İN HAYAT
HİKAYESİNİN İZLERİ 80
a.Türk İllerindeki Hoca Nasreddin 80
b. Anadolu'da 82
c. Moğolarla ve Moğol Yanlısı Yöneticilerle Mücadele 84
c. Nasreddin Hoca Ya da Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in Akşe­
hir'de Olması Meselesi 88
SONUÇ 91
BİBLİYOGRAFYA 95
DİZİN 99

6
ÖNSÖZ

Geçmiş dönemlerde yaşayan ilim, fikir ve san'at erbabını tam­


tanlar, şöhretini ve mirasını devam ettirenler, eserlerini okutan,
yayınlayan talebeleri, eserlerine şerhler ve haşiyeler yazmak suretiy­
ie onların temsil ettiği fikir ve san1 at ekolüne mensup olan takipçi­
leri olmuştur. Bazı fikir ve san'at adamları da vardır ki1 belli bir siya­
si otoritenin himayesini kazanarak bu siyasi otoritenin gölgesinde
şöhretin zirvesine yükselmiş oldukları görülür. Nice güçlü, fikir ve
san'at adamları da vardır ki, kendi dönemlerindeki siyasi otoriteye
muhalif bir konumda olmalarından dolayı siyasi gücün hışmına
maruz kalarak nam ve nişaneleri unutulmaya ve silinmeye mahkum
olmuşlar, tarihin karanlıklarına terk edilmişlerdir.
Anadolu Selçukluları zamanında Moğollar'm Anadolu'yu işgal
edip kendi çıkarlarına uyumlu bir yönetimi iktidara getirdikleri dö­
nemde (1243-1335 yıllan arası) Ahi ve Türkmen çevrelerin Moğolla­
ra ve Moğol yanlısı iktidara karşı bir mücadele başlatıp sürdürmeieri,
bu iktidarm onlar üzerinde ağır siyasi baskı ve şiddet uygulamaları­
na yol açmıştır. Bu ağır zulüm, şiddet ve baskılarda pek çok Ahi ve
Türkmen ileri gelenleri, fikir ve san'at erbabı kişiler öldürülmüşler­
dir. Ahi ve Türkmenlerin medrese, tekke, zaviye, iş yerleri ve kur­
duldan vakıflar müsadereye tabi tutulmuş, birçok Anadolu şehirle­
rinde katliamlar ve tehcir olayları meydana gelf1:1İŞtir. Ahi Teşkila­
tı'nın baş mimarı, derici esnafının piri,devrin önde gelen fikir ve
aksiyon adamı Ahi Evren Nasirü'd-din Mahmud da Kırşehir'de çev­
resindekilerle birlikte katliama uğramıştır. Ahi Evren ve onun talebe­
leri ve çevresindekiler üzerinde yaratılan takip ve baskılar eserlerinin
kaybolmasına meçhul kalmasına sebep olmuştur. İlk defa tarafım­
dan el-yazması eserler ihtiva eden kütüphaneler taranmak suretiyle

7
Ahi Evren Şeyh Nasiru'd-din veya Hace Nasirü'd-din'e ait 20 kadar
eserinin mevcut olduğu tesbit edilmiştir. Eserlerinin tetkikinden
onun güçlü bir fikir adamt ve feylesof bir kişi olduğu anlaşılmış bu­
lunmaktadır. Bu çalışmalarımız sonucunda asıl adı Hace Nasiru 1 d­
din Mahmud olup daha çok menkabevi adı olan Ahi Evren diye ta­
nınan şahsın etrafındaki esrar perdesi kalkmış durumdadır.Bu şahsın
Latifeler'in sahibi Nasreddin Hoca ile aynı kişi olduğunun belirlen­
mesi onun etrafındaki esrar perdesinin aralanmasına da vesile ol-
maktadır.
Öte yandan fıkraları ile ünlü Nasreddin Hoca da böyle bir oh
tamda yaşamıştır. Selçuklular zamanında yaşadığı bilinen bu eren
kişinin nerede, ne zaman ve nasıl yaşadığı bilinmemekte hayatı ve
çevresi hakkında çok az bilgi bize ulaşmıştır. Ondan günümüze ge­
len tek şey "Letaif" denilen güldürücü ve düşündürücü fıkralarıdır.
Ünü bu fıkralar ile bütün Osmanlı coğrafyasına ve Türk illerine
yayılmış olduğu halde gerçek şahsiyeti, hayat hikayesi meçhul kal­
mıştır.
Bu çalışmada Ahi Teşkilatı'nın baş mimarı olan büyük halk fi­
lozofu ve fikir adamı Ahi Evren diye bilinen Hace Nasirü'd-din
Mahmud hakkındaki yeni bulgu ve bilgiler sunulduktan sonra, bu
yeni bulgu ve bilgiler ışığında latifeleri ile tanınan Nasreddi,n Hoca
ile lakabı Nasiru'd-din olan Ahi Evren'in aynı kişi oldukları gösterile­
cektir. Böylece Anadolu Selçukluları devrinin bir ünlü fikir ve aksi­
yon adamının gerçek kişiliği su yüzüne çıkarılmış ve etrafındaki
esrar perdesi aralanmış olacaktır. Çünkü Ahi Evren Nasirü'd-din
Mahmud, hayatı, çevresi ve eserleriyle bilinen ve tanınan bir şahsi-·
yettir. Bu çalışmadan sonra bu alanda yürütülecek olan araştırmalar
· ve çalışmalar ile Filozof Nasreddin Hoca gerçek yönü ve fikirleri ile
yeniden gündeme gelecektir.
Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din Mahmud'un "Letaif-i hikmet" ve
"Letaif-i Gıyasiyye" adlı eserlerindeki birtakım latife ve hikayeler
halk arasında Nasreddin Hoca latifeleri olarak yer aldığı ve bazı
Nasreddin Hoea latifelerinin de Ahi Evren Nasirü'd-din Mahmud'un
eserlerindeki anlatımlardan ve yorumlardan alındığı veya hayatın-
. dan izler ihtiva ettiği gösterilecektir. Tabii 700 senelik zaman süreci
içinde halk muhayyilesinin ortaya koyduğu pek çok hikaye ve anek­
dotların Nasreddin Hoca'ya nisbet edildiği de gözlenmekte ve bilin-

8
mektedir. Nasreddin Hoca'nm Ahi Evren Hace Nasirü'd-din
Mahmud olduğu ve onun da eserlerinin ortaya çıkması ve bu eserle­
rin sahibi olarak hayat hikayesinin de aydınlatılması ve gerçek şah­
siyetinin tanınması ile 700 seneden beri Nasreddin Hoca'ya nisbet
edilen şeyleri tanıma ve belirleme iınkanı doğmaktadır. Nasreddin
Hoca'nın latifelerinin aslında meşayıh menakıb-nameleri türünde bir
eser olduğu ve bu latifelerin Ahi Hace Nasiru1 d-din1 in hayat hikayesi
ile ilgili iz.ler taşıdığı ve onun hayat hikayesini detaylandırdığı göste­
rilecektir. Böylece latifelerin Türkiye Selçukluları devrinin sosyal ve
kültürel olaylarına ne şekilde açıklık getirdiği belirtilecektir.

Prof. Dr. Mikail BAYRAM


Konya 2001

9
KISALTMALAR

A.g. e : Adı Geçen eser


a : El- yazması eserlerde sahifenin birinci yüzü
b : El- yazması eserlerde sahifenin ikinci yüzü
Bk. : Bak
Bkz. : Bakınız
Çev. : Çeviren
Ef. : Efendi
Fak. : Fakülte
H. : Hicri
Haz. : Hazırlayan
İA : İslam Ansiklopedisi
Krş. : Karşılaştır
Ktp. : Kütüphanesi
Mec. : Mecmuası
mlf. : Müellif
Neşr. : Neşreden
Nr. : Numara
s. : Sahife
Tere : Tercüme eden
v.s. : Ve saire
vd. : Ve devamı
yp. : Yaprak

10
G.iRİŞ

Anadolu Ahi Teşkilatı'nın baş mimarı olup, daha çok Ahi Ev­
ren diye tanınan ve asıl adı Nasirü'd-din Mahmud olan zat, yakın
zamana kadar menkıbevı bir şahsiyet olarak biliniyordu. Kırşehir' de
kendi adını taşıyan mahalledeki, Ahi Evren Camii'ne bitişik olan
türbesinde medfun olduğu bilinmektedir. Hakkında birçok araştır­
malar yapılmış olduğu halde 1 hayat hikayesi şöyle dursun, 200 sene­
ye varan zaman dilimi içinde, yaşadığı devir dahi belirlenememişti.
Bir taraftan Ahi Evren'in Anadolu Selçukluları sultanlarından, I.
Alaü'd-din Keykubad (618-634/1221-1237) ile ilgisi bulunduğuna
dair haberler2 onun VII. (XIII.) asır ortalarında yaşadığını belirler­
ken, diğer taraftan onun Orhan Gazi devri (726-761/1326-1360)
azizlerinden olduğuna dair rivayetlere 1dayanılarakı. VIII. (XIV.) asrın
ilk yarısında yaşadığı öne sürülmüştür. Ayrıca Ahi Evren'in ölü­
münden sonra adına düzenlenen vakfiyenin metninde� şeyhinin adı

1
Ahi Evren hakkında mevcut bibliyografya için bk. Franz Taecshner, "İslam Ortaça­
ğında Fütuvva" İktistıt Fakültesi Mecıttl/ası; XV, İstanbul 1955, s. 32; aynı mlf.,
Studieıı isMmica, IV, (1934), s. 31-34.
Firdevsi-i R(ııni, Vel!ıyet-ıuiıııe, nşr. A. Gölpınarlı, İstanbul 1958, s. 50-53.
' A.şık Paşa-z.ade,Tt'ırilt-i iil-i Osmmı, İstanbul 1332, s. 205; Taşköprü-zade, Şakayık-ı
ııu'maııiye, neşr. A. Suphi Fırat, İstanbul 1985, s. 13; Gelibolulu Mustafa Ali, Kii11-
l1ü'l-,ıhb,ır, V, İstanbul 1277, s. 63-65.
4 Cevat Hakkı Tarım, Ahi Evren'in Orhan Gazi'nin çağdaşı olduğuna dair haberler­
den dolayı omın çağdaşı olan Alaü'd-din Keykubad'ın, son Selçuklu sultanı III.
Alaü'd-din Keykubad olması gerektiğini savunmaktadır. (Bk. Kırşehir Tarihi Ouriııe
Araşiırııu1lar, Kır;1 chir 1938, s. 116-117) Aynı yazar bir başka eserinde ,(Tarihte
Kırşehri-Cülşt:hri, İstanbul 1948, s. 89) Ahi Evren ile Osman Gazi'nin kayınpederi
Edebalı'nın oğlu Ahi Mahmud'un aynı kişiler olduğunu savunmuştur.
' Bu vakfiyenin iki nüshası Kırşehir Turizm Derneği'nde bulunuyor. Muallim Cev­
det'in ne:şrettiği nüshasının (Zeyl alti fas!i'l-ahiyyati'l-fityaıı, İstanbul 1351/1932, s.
1

11
Şeyh Hamid-i Veli olarak geçiyor diye, A. Gölpınarlı onun Şeyh
Hamidü'd-din-i Aksarayiı nin (815/1412) müridi olabileceği fikrini
dahi ileri sürmüştür. Efsaneler ise onu, Hz. Peygamberin amcası
Abbas1 ın oğlu olarak göstermektedir7 • Bu farklı görüşler arasında,
Ahi Evren1in gerçek bir şahsiyet olup olmadığı dahi münakaşa konu­
su yapılmıştır.
1975 yılında tamamladığım doktora çalışmamda, Anadolu
Selçukluları zamanında Fars dili ve Edebiyatı'nın Anadolu'daki u­
zantısı üzerinde duruyordum. Bu münasebetle, Selçuklular zama­
nında Anadolu'da te'lif edilen Farsça eserleri ve bunların yazarlarını
tespit etmek maksadıyla, Türkiye'de el-yazması eser ihtiva eden
kütüphaneleri tarıyor ve o devirden günümüze intikal eden arşiv
belgelerini inceliyordum. Bu çalışmalarım esnasında biraz da rastlan­
tı olarak, Ahi Evren Şeyh Nasirü1d-din Mahmud'un tarihi kişiliğini
ve eserlerini keşfetme imkanına' kavuştum. İlk olarak 1978 yılında
"Ahi Evren Kimdir? (Gerçek şahsiyeti ve Eserleri)" adlı bir makale
yayınladım9 •
1978'den sonra ard arda Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din
Mahmud, eserleri ve Ahi Teşkilatı ile ilgili eserler ve makaleler ya­
yınladım. Bu çalışmalarım sayesinde artık bugün, Ahi Evren'in tarihi
kişiliği tamamen aydınlanmış bulunmaktadır. Vefat tarihi yıl, ay ve
gün olarak (1 Nisan 1261) tarafımdan tesbit edilmiştir 10 .• Ahi Ev­
ren'in Başta Metali'ü'l-iman, Tabsiratü'l-mübtedi ve tezkiretü'l-

279-282) 706 (1305) tarihli olduğu anlaşılmaktadır.


6
Velayet-name (Açıklamalar kısmı), s. 120-122. Oysa bu vakfiyede adı geçen Hamid-i
Veli, esas adı Hamid olan Şeyh Evhadü'd-din Hamid el-Kirmani'dir. (bk. Bediü'z­
zaman Fruzan-fer, Menakıb-i Şeyh Evhadii'd-din-i Kfrmmıi .Mukaddimesi, Tahran
1969, s. 10-11; Muhyi'd-din İbnü'l-Arabi, el-Futuhatü'l-mekkiye, Kahire 1923, I, s.
165) Bu zatın Ahi Evren'in şeyhi ve kayınpederi olduğu tesbit olunmaktadır. bk.
Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bacıya,ı-ı Rum, Konya 1987, 18-24.
Ahi Şecere-N.'.l.meleri'nde Ahi Evren adının bizzat Hz. Peygamber tarafından
Nasirü'd-din Mahmud'a verildiği ve fütuhat için Anadolu'ya gönderildiği anlatıl­
maktadır.
8
Franz Taecshner, Cülchehris Masnavi aufAchi Evran, Wiesbaden 1955, s. 1-4.
9
Mikail Bayram, "Ahi Evren Kimdir? (Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)", Türk Kültürü,
Sayı: 191, Ankara 1978, s. 658-668.
10 bk. Mikail Bayram, "Ahi Evren'in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin Tesbiti",Tarih
Etı�titüsii Dergisi, Sayı: XII, İstanbul 1982, s, 521-540.

12
müntehi;, Menahic-i seyfi, Letaif-i Gıyasiyye, Letaif-i hikmet, A.ğaz u
encam (Vasiyyet) olmak üzere 20 civarında eseri vardır. Artık Ahi
Evren ve Ahilik üzerinde çalışan herkes, onun hakkındaki efsanevi
bilgileri terk etmiş durumdadır. Fakat bütün bu çalışmalarıma rağ­
men, bu güne kadar bu alanda çalışanlardan şunu bekledim ve hala
da bekliyorum: Selçuklu devri kültür ve medeniyeti üzerinde çalışan
tarihçiler, sosyologlar ve hatta siyasi tarihçiler, bu alana yönelsinler
ve benim referansım olan eserleri ve arşiv belgelerini kullanarak,
Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu'daki sosyal, kültürel, fikri
ve siyasi yapılanmaları yeniden ele alsınlar ve bu yeni bilgi ve belge­
ler ışığında bu devrin çeşitli meselelerine yorumlar, açıklamalar ge­
tirsinler; çünkü bu konu, benim gibı onlarca kişinin mesaisini doldu­
racak kadar geniş ve çok yönlüdür.
Bu, sadece benim isteğim değil, başkaları da bu talepte bulu­
nuyorlardı. Mesela kendisini sonradan tanıdığım Ömer Tuncer adlı
bir yazar, "Tarih ve Toplum"da yayınladığı bir yazısında1 t benim
eserlerimi okuduktan sonra şöyle diyor: 11Bu eserlerde bir şeyler var,
bit şeyler oluyor. Tari�çiler, sosyologlar, siyası tarihçiler neredesiniz?
Niçin bu çalışmalara karşı ilgi duymııyorsuııuz''. Rahmetli Abdullah
0

Ceran da, "Ahilik Yolu"nda 12 buna benzer bir çağrı yapmıştı. Şimdi­
lerde de değerli hocam, büyük tarihçi Halil İnalcık Bey talebelerine
aynı çağrıda bu{unuyor ve şu anda iki talebesini bu alana yönlen­
dirmiştir. Yine sevgili dostum Sadık Gôksu'nun da bu yönde çağrıla­
rı olmuştur.
Maalesef bu güne kadar tarihçilerden bir Alla.h'ın kulu bu ala­
na yönelmedi. Bu güne kadar hiçbir araştırıcı, tarihçi ve sosyolog
ortaya çıkardığım araştırma alanına ve gösterdiğim yeni kaynakları
takip etmeye yönelmiş değildir. "Tarih ve Toplum"un değerli yazar­
larından Dr. Turgut Akpınar "Selçuklu Tarihçilerimizde Siyasi ve
İdeolojik Düşünceler" adlı yazısında 13 tarihimizin meselelerine karşı
ilgisizliğimizden yakındıktan sonra, bunun bir örneğinin de benim
çalışmalarıma karşı duyulan ilgisizlik olduğunu belirtmekte ve bu
durumu: "Yeni bir örnek ise değerli bilim adamı Mikail Bayram 1ın Ahi

11 bk Sayı: 120, Aralık 1994.


ıı "Ahilikle İilgili Eserlerin Yazarlan1', Ahilik Yolıı, Sayı: 116, Ekim 1995 1 s. 20-21.
u Sayı: 109, Ocak 1993, s. 42.

13
Bir çok Osmanlı devri yazarları bu iki bilge kişi arasında teati edildi­
ğine inandıkları mektuplardan söz etmişlerdir. Bu mektupları ihtiv2
E eden el yazması nüshalar meydana getirmişlerdir. Oysa Selçuklu
T devri arşiv belgelerine ve o dönemde meydana getirilen el yazması
d eserlere ve tarihi bilgilere ulaşılınca sözü edilen mektupların
Sadru'd--din Konevi ile Hace Nasırüd-din-i Tusi arasında değil Kon­
ya'da bulunan Sadru'd-din Konevi ile l<ırşehir'e yerleşen Ahi Evren
Hace Nasırü'd-din Mahmud arasında teati edildiği görülmektedir.
Bir takım siyasi ve kültürel olaylar sonucu Ahi Evren Hace Nasıru'd­
din tarihin karanlıklarında unutulunca onun Konevi'ye yazdığı
mektuplar, Tusi'ye nispet edilmiş, ve bu yanlışlık ğenel bir kanaat
haline gelmiştir.
İşte bunun için Türkiye Seiçukluları dönemi siyasi ve kültürel
olaylarını doğru teşhis ve tasvir etmek için o devrin kaynaklarına,
arşiv belgelerine nüfuz etmek zaruridir. Demek istiyorum ki, kültür
tarihi araştırıcıları sadece tarihi ve menkabevi eserlerin satır araları­
na bakarak ve bunlarla yetinerek sağlıklı sonuca varamaziar. Sayın
Ahmet Yaşar Ocak gibi daha Mevla!la'nın "Mesnevf"sini ve diğer
eserlerini okumadan Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu'da ce­
reyan eden kültürel macerayı teşhis edip anlamak ve sonra da bunu
tasvir etmek mümkün değildir. Selçuklular zamanında Anadolu'da
te'lif edilmiş henüz yayınlanmamış sayuarı yüzü aşan eserier ve
yüzlerce risale ve mektuplar var. Bunların daha adını duymamış
araştırıcıların bu sahada fütursuzca ahkam kesmeye kalkışmaları
elbette doğru değildir. Belli kurum ve kuruluşların himayesini kaza­
narak eserler yayınlamakla iş bitmiş olmuyor.
Bilindiği gibi Anadolu Selçukluları zamanında yaşadığı bilinen
düşündürücü ve güldürücü latife ve fıkraları ile tanınan bir
Nasreddin Hocamız var. Bu çalışmada Ahi Teşkilat1 1nm baş mimarı
kabul edilen ve asıl adı Nasiru'd-din Mahmud olup Ahi Evren diye
tanınan Anadolu Selçukluları devrinin güçlü fikir ve aksiyon adamı
ve halk filozofu olan şahsiyet ile gene bir halk filozofu olan
Nasreddin Hoca'nın aynı kişiler olduğu gösterilecektir. Demek isti­
yorum ki, Ahi Nasiru'd-din (Ahi Evren ) ile fıkraları ile ünlü
Nasreddin Hoca aynı dönemde yaşamış, çağdaş iki adaş değil, ikisi
aynı kişidir. Yani aynı kişi tarih boyunca iki ayrı unvanla, iki ayrı
şahsiyet görünümünde meşhur olmuştur. Bunlardan biri esnaf ve

16
san' at erbabı Ahiler arasında "Ahi Evren " diye şöhret bulmuş
dabbağların (Derici esnafının) piri olan teşkilatçı halk filozofudur.
Diğeri de Türkmen halk arasında "Nasreddin Hoca" adıyla şöhreti
bütün Osmanlı coğrafyasına ve 7ürk illerine yayılan halk filozofu­
dur.

KAYNAKLAR
Türkiye Selçukları devrinde, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İs­
lamlaşmasında büyük hizmetleri bulunan fikir adamı, şair, muta­
savvıf ve sanatkarlardan bir çoklarının adı ve sanı tamamen unu­
tulmuş, bir çoklannın da sadece adı menkabeleşmiş şahsiyetinden
bazı destansı hikayeler ( menkabe) günümüze gelmiştir. Bu kişiler­
den biri-· belki en önemlilerinden biri- de ünlü halk filosofumuz
Nasreddin Hoca, nam-ı diğer Anadolu'nun Cuhasıdır.
Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliğini tesbit etme amacına yö­
nelik olarak ilk defa bilimsel bir araştırma yapan merhum hocamız
F. Köprülü olmuştur ı7 • Daha sonra değerli araştırmacı rahmetli İ.
Hakkı Konyalı "Akşehir Tarihi" adlı eserinde· Nasreddin Hoca hak­
kmda1 Osınanlıiar döneminden kalma, bazı önemli belge ve bilgileri,
su yüzüne ı;ıkarmıştır 18 • İstanbul Maarif Kütüphanesinin yayınladığı
"Büyük Nasreddin Hocaıı ya Ercümend Ekrem Talu'nun yazdığı u­
:z,unca önsözde Osmanlı dönemi yazarlarının Nasreddin Hoca hak­
kındaki tespitlerini değerlendirmektedir 19 • Pertev Naili Boratav da
"Nasreddin Hoca" adlı eserinde Nasreddin Hoca hakkında eski kay­
naklarda mevcut olan bilgileri değerlendirmekte bilimsel yorumlarda
bulunmakta ve el yazması eserlerde bulunan "Latifeleri" ve ö;.'.:ellikle
de Hoca'nın bilge kişiliği ile bağdaşmayan müstehcen latifeleri oriji­
nal diliyle derlemiştir20 • Mehmet Arslan ile Burhan Paçacıoğlu birlik­
te Veled Çıelebi'nin "Letaif-i Hoca Nasreddin" ini dilini değiştirme­
den yeni harflere aktarmışlardır21 • M. Sabri Koz 1 un yayına hazıriadı­
ğı " Nasreddin Hoca'ya Armağan" kitabı da Nasreddin Hoca hakkın-

t, Nasreddin Hoca (Başlangıç), İstanbul 1918, s. 5-18.


ıR Age, İstanbul 1.945, s. 721-758
;9 İstanbul Maarif Kitaphanesi, İstanbul 1954, s. 5-13.
K Nasreddiıı i loı:.a (Edebiyatçılar Derneği Yayını, Ankara 1996)
zı Sivas 1996.

17
da değerli çalışmaları ihtiva etmektedir22•
Bunlardan başka A. Gölpınarlı'nın ıı Nasreddin Hoca"sı ( İs­
tanbul 1961), ·M. Önder'in gene " Nasreddin Hoca" sı ( İstanbul
1971) Nasreddin Hoca hakkında önemle anılması gereken çalışma­
lardır. M. Ülkütaşır, C. Öztelli de birlikte " Nasreddin Hoca ve
Bibliyoğrafyası" (Folklor derneği yayını) yayınlamışlardır. Kültür
Bakanlığı ve Atatürk Kültür Merkezi 1996 ve 1l997'de Nasreddin
Hoca hakkında düzenlenen Kongre ve Sempozyumların bildirilerini
yayınlamış bulunuyor. Burada son olarak Ahmed Kutsi Tecer'in
İsiam Ansiklopedisine yazdığı " Nasreddin Hoca' maddesini de an­
mak gerekir23 •

22 İstanbul 1996.
2' İA, IX, 109-114.

18
I. BÖLÜM

YENİ BELGELER VE YENİ BİLGİLER IŞIGINDA


AHİ EVREN
ŞEYH NASİRÜ'D-DİN MAH.tv1UD
YENİ BELGELER VE YENİ BİLGİLER IŞIGINDA AHİ EVREN
ŞEYH NASİRÜ'D-DİN MAHMUD

Bu çalışmada öne sürdüğüm iddianın en önemli ve temel kay­


nağı Türkiye Selçukluları devrinin en tanınmış şair ve fikir adamı
Mevlana Celalü'd-din-i Rumi'nin "Mesııevf"sidir. Mevlana, Ahi
Nasiru'd-din (Ahi Evren) ile aralarındaki fikri, siyasi ve kültürel bo­
yutları bulunan muhalefet ve mücadeleden dolayı bu düşmanı hak­
kında hayli bilgi vermiştir. O bu düşmanını zaman zaman "Cuha"
diye de anmış imalı ifadeler kullanarak onun aleyhinde bulunmuş­
tur. Burada bu belirtilen hususlar örnekler verilerek gösterilecek ve
sonuçta Ahi Evren Nasiru'd-din ile Nasreddin Hoca'nm aym kişi
olduğu ispat edilecektir. Sonuçta görülecektir ki1 Nasreddin Hoca
Menkabevi bir şahsiyet değil tarihi bir şahsiyet, güçlü bir fikir ve
aksiyon eridir.
Bu mukaddimeden sonra, Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din
Mahmud hakkında bazı yeni bilgi ve belgeleri sunmaya geçiyorum.
Bu yeni bilgi ve belgeler Mevlana Celalü'd-din-i Rumi'nin "Mesne­
vi" sinde verdiği bilgilerdir. ,:Mesnevf"de Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din
Mahmud'dan ne suretle bahsettiği ve bu bilgilerin onun hakkında
mevcut bilgilere neler kattığı belirtildikten sonra Ahi Evren Nasirü'd-·
din'in ünlü Türk Halk Filozofu Nasreddin Hoca olduğu gösterilecek­
tir.

A. MEVLANA VE AHİ EVREN MÜCADELESİNİN


"MESNEVi"DEKİ YANSIMALARI
Bu güne kadar Ahi Evren hakkında yazdıklarımda, Mevlana
ile Ahi Evr,en arasmda derin bir fikir ayrılığı bulunduğunu, araların-­
da şiddetli bir münaferet ve mücadele geçtiğini ve bu ayrılık ve

21
münaferetin boyutlarını açıklamaya çalıştım24 . Bu cümleden olarak,
Mevlana'nm eserlerinde birkaç yerde Ahi Evren'i andığını yazmış­
tım. Mesela: "Divan-ı kebir'inde Sadru'd-din Konevi'nin Ahi Evren
Şeyh Nasirü'd-din'e verdiği cevabı küçümseyerek Ahi Evren'i
"Nasiru'd-din" olarak andığını25 bir mektubunda Konya'daki
"Hamkah-ı Ziya" nın şeyhini tahkir ederken gene Ahi Evren Şeyh
Nasirü'd-din'i kastettiğini belirtmiştim26 • Keza Şems-i Tebrizi de
"Makalat"ında iki yerde "Nasir" veya "Hace Nasır" diyerek Ahi Ev­
ren Şeyh Nasirü1d-din'i tahkir ettiğini yazmıştım27 • Fakat daha sonra
Mevlana'yı daha iyi tanımak ve devrin fikir akımları arasındaki ye­
rini tesbit ve çevresindekileri daha etraflı öğrenmek maksadıyla ye­
niden eserlerini ve özellikle de "Mesııevf1'sini incelemeye aldım. Gör­
düm ki, Mevlana Celalü'd-din-i Rumi "Mesnevt'si.nde hikaye ve me­
sellerle bir yandan kendi dini, tasavvufi ve felsefi görüş ve düşünce­
lerini tarif ve tasvir ederken, bir yandan da devrinde ve çevresinde
cereyan eden sosyal, siyasi ve kültürel olaylara bakışını, görüşünü
vermekte ve fikri ve siyasi muhalifleri ile mücadele etmektedir. Bu
maksatla kendisinden önceki eserlerden maksadına uygun hikayeler
seçmiş ve yüksıek bir şairlik dehası ve tasvir gücü ile bu işi çok ustaca
yürütmüştür. Nitekim "Mesnevf"sinin VI. Cildinin başında bu altıncı
cilt ile "Mes,ıevf"nin sona ereceğini belirttikten sonra ".Mesnevf"sini
birileri ile mücadele etmek maksadıyla kaleme aldığını, bildirmekte··
dir.
Kendisini Nuh Peygambere benzetmekte ve: "Nuh dokuz yüz yıl
hakka davet etti fakat gene kavmi inkara devam etti. Ay nıır saçtı, köpek­
ler ise yaradılışları icabı havlayıp durdıı ama köpeklerin havlaması ker­
vanı yolundan alıkoyamaz" 28 diyerek kendisinin ay olduğunu, nur
saçmaya devam ettiğini söylemektedir. Muhalifleri hakkında da
şöyle diyor: "Kötüler kötülükler yaparlarsa1 su da oııu temizlemeye yöne-

24 Bk. Mikail Bayram, "Ahi Evren-MevlanA İhtilafının Mahiyeti ve Boyutları\ Kelime


Dergisi, Sayı: 4, Konya Eylül 1986, s. 26-28; Aym mlf., Ahi Evren ve Ahi Teşkila­
tı'nm Kuruluşu, Konya 1991, s. 89-961 114-127.
25
Külliyat-, Şems-i Tebfizf ya Divaıı-ı kebir, nşr. B. Furuzanfer, Tahran 1336-1338, I,
193.
26 Mektubat, tere., A. Gölpınarlı, İstanbul 1963, s. 115.
27 Şems-i Tebrizi, Makalat, Mevlana Müzesi Ktp., nr. 2144, yp .. 22· ve 72b .
28
Mesnevf, VI1 925i.

22
lir. Yılanlar .zelıir saçar ve zehri bizi perişan eder. Arılar ise bal üretirler.
Zehir işlevini yaparken panzehir de onun etkisini gidermeye koşar. Zira
bu düııya savaş yeridir1 zerre zerre ile iman küfür ile savaş halindedir1129 •
Sonra alemde genel bir uyumsuzluğun mevcut olduğunu bun­
dan dolayı da savaşların kaçınılmazlığını, Hz. Peygamber'in de Allah
için savaştığını uzun uzun hikaye eder ve sonuçta mücadelede nasıl
başarıya ulaştığını, düşmanlarının zelil, perişan ve helak olduklarını
anlatmakta )0 bundan dolayı da "Mesnevi"yi bu altıncı cilt ile tamam­
layacağını dostu Hüsamü'd-din Çelebi'ye bildirmektedir. Bu tarihten·
birkaç sene önce yani 660/1262'de oğlu Alaü'd-din Çelebi Kırşehir'de
Ahi Evren Hace Nasirü'd-din ile birlikte kendi müridi olan Nuru'd­
din Caca tarafından öldürülünce Alaü'd-din Çelebi'nin cenazesi
Konya 1ya getirilmiş, ısrarlara rağmen Mevlana oğlunun cenaze na­
mazını kılmamıştır3 i . Fakat 1265 yılından sonra oğlu Alaü'd-din
Çelebi'ye karşı öfkesinin yatışmış ve onu bağışlamı:i olduğu anlaşıl­
maktadır1z .
Demek oluyor ki, Mevlana birileri ile mücadele etmek ve zafe­
re ulaşmak için "Mesnevi"yi kaleme almıştır. Şems-i Tebrizi ile gö­
rüştüğü ve buluştuğu yıl olan Eylül 1245'den 1265 yılına kadar yani
20 sene süreyle "Mesnevf"yi yazmaya devam etmiştir13• Peki o muha­
lifleri kimlerdir? Bunların kimler olduğunu kısmen oğlu Sultan
Veled ı.İbtı'da-name" adlı eserinde isim vermeksizin, fakat Sipehsalar
ile Ahmed Eflaki, kısmen isim vererek ve kısmen de o kişilerin vasıf­
larını ve konumlarını dile getirerek onların kimler olduğuna ışık
tutmaktadırlar. Bunlar arasında Ahi Evren (Şeyh Nasirü'd-din), Ahi

29 ,11esııevf, vı, 926.


}c Mesttevi, VI, 927-930.
31 Geniş bilgi için bk Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı'nın Kıırulıışu, s. 56-57.
32 Bk. Ahmed Eflaki, Menakıbu'l-arifin, nşr. Tahsin Yazıc1 Ankara 1959, I, 523; trc.
1
Ariflerin Menkıbele:ri, çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, l 1 577-578; Abdülbaki
Gölpınarlı, Mevlana Celaltddin, İstanbul 1963, s. 93-94,
33
Şüphesiz "lv!.esııtvi" önceleri pasajlar ve kurraseler halinde piyasaya sürülüyor, ma­
gazin şeklinde elden ele yayılıyor, belli mahfillerde okunuyordu. 1265'den sonraki
yıllarda bu kurraselerdeki "Mtsnevf" metinleri rutüşten geçirildi, tasnif edıldi ve altı
defterlik bir kitap haline getirildi. Bunun safahatı hakkında fazla bir şey bilmiyo-·
ruz. Ama o dönemde "Mesnevf" üzerinde yapılan işlemler ile onu o dönemin ve çev­
renin insanlarına hitap eden bir eser olmaktan çıkarıp devirlere hitap eden kalıcı bir
eser haline getirildiğ,ini söyleyebiliriz.

23
Ahmed ve Ahiler, Hacı Bektaş, Baba İlyas ve Türkmen ileri gelenler,
·Seyyid Şerefü'd-din gibi Fahru'd-din-i Razi'nin talebeleri, Sadru'd­
din-i Konevi gibi Ekberiyye'ye mensup fikir adamları ve Memlukiu
sultanı Sultan Baybars ve Hulagu Han'ın önünden kaçıp Sultan
Baybars'ın himayesine sığınan son Abbasi Halifesi'nin oğlu ez-Zahir
Billah gibi devlet adamları bulunmaktadır.
Bunlar içinde Mevlana'nın baş düşmanı olan kişi Hace
Nasirü'd-din Mahmud (Ahi Evren)'dur. Hocası Şems-i Tebrizfyi
öldürtmüş olması, oğhı Alaü'd-din Çelebi'yi elinden almış olması
yanında aralarındaki fikri, siyasi, dini zıtlaşmalardan dolayı 14 1111 sinde
Ejder, Mar (Yılan), Dabbağ (Derici), Cuha, Mar-gir (Evren), Huyi,
Pelid (Çirkef) ve Muhannes kelimelerini tevriyeli, imalı biçimde
kullanarak hep ona hücum etmekte ve onu yermektedir.
Mesnevf yazıldıgı günlerde kürras�ler ve sahifeler halinde ya­
yınlanıyor ve belli meclis ve mahfillerde zevkle okunuyordu. Bu
manada o devrin bir magazin mecmuası gibi belli çevrelerce takip
ediliyordu. Bu çevreler Mevlana'nın "Mes11evf11 yi yazmaya devam
etmesi yönünde teşvikçi de oluyorlardı. Mevlana'nın muhalifleri
olan çevreler (Ahiler, Türkmenler v.s.) Moğollar'ın desteğinde hare­
ket eden Pervane Muinü'd-din Süleyman, Sahip Fahrü'd-din Ali,
Vezir Tacü'd-din Mu 1tez ve Nuru'd-din Caca gibi ümera tarafından
ortadan kaldırıldıktan'5 sonra (1262) gelen birkaç yıl içinde "A-1esne­
vf"nin yazım işlemi sona erdi. Bana göre Mesnevi"nin VI. Cildi 1265
11

yılında ya da bir yıl sonra tamamlandı. "Mesnevf11 tamamlandıktan


sonra kürrase ve sahifeler halindeki "Mesnevi" metinleri bir araya
getirildi ve altı defterden müteşekkil bir kitap halinde yayınlındı.
Öyle görünüyor ki, "Mesnevi" ?-in proto tipi olan bu kürraselerde
Mesnevf11ye konu olan birçok kişilerin adlan açık olarak zikredili­
11

yordu.
"Mesnevi" derlendiği zaman Mevlana ve yakınları (Sultan
Veled ve Hüsamü'd-din Çelebi) "Mesnevf"yi ciddi bir: şekilde

34
Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din'in Şems-i Tebrizi'yi öldürtmesi ve Mevlana ile araların­
daki ihtilafın boyutları için bk. Aiti Evren ve Aiti Teşkilatı'11111 Kımıiuşıı, s. 56-59, 89-
96.
'" Aks(lrayı, Müsameretü'l-tihlıar, s. 72-75. Mevlana'riın bu ümera ile sıcak ilişkileri için
bk. Ahi Evren ve Aiti Teşkilı1tı 111111 Kuruluşu, s. 114-121.

24
rutüşten geçirdiler. Bazı şeyleri kamufle etmek, bazı kimseleri açıkça
incitmemek için bazı isimler ve sözler çıkarıldı ya da değiştirildi.
Çünkü bu zamana gelindiğinde bir kısım ünlü Ahiler ve Türkmen
meşayih ve müritler bi'l-mecburiyye Mevlana'ya intisab etmişlerdir.
En azından onları incitici ifadeleri değiştirmek gerekiyordu. Böylece
"11ıfesnevf" yazıldıi�ı döneme hitap eden bir eser olmaktan çıkarıldı.
Kalıcı ve ç:ağlara hitap eden bir eser olması sağlanmış oldu. Bunun
üstünden zaman geçtikçe Mevlana'nın hucumlarına hedef olan şa­
hıslar ve çevrelerin kimlikleri unutuldu ve böylece Mesnevf" deki
11

hikaye ve meseller ortaya söylenmiş hikmetli sözler olarak algılan­


maya başlandı. Hiç şüphesiz ilk Mes,ıevf okurları bu hikaye ve mesel­
leri çok iyi biliyor ve anlıyorlardı. İşte bu çalışmada "Mesnevf" yi, ilk
lvfesnevf okurlarının nasıl anladıkları ve onların anladıkları manalar
tesbite çalışılacaktır. İşte bu yapıldığı takdirde Mesııevf'nin yazıldığı
dönemdeki sosyal, siyasi ve kültürel olayların içinden gelen edebi bir
eser ve o devrin magazini türünde bir yayın olduğu meydana çık­
maktadır. Şimdi bunun böyle olduğunu gösteren birkaç örnek suna:..
rak lv!esnevf'deki bilgi ve belgeleri gösterelim.

a. Kötü huylu Dabbağın (Derici) Hikayesi


Ahi Evren :Şeyh Nasirü'd-din Anadolu Selçukluları zamanında
Ahi Teşkilatı'nın baş mimarı olduğu gibi o dönemde derici esnafının
da piri idi, Osmanlı Tarihi boyunca bu unvanı ile bilinmiş ve saygı
ile yad edilen eren bir kişi olduğuna inanılmıştır. Şimdi Mevlana 1nın
ııJl1esııevf"sinde onu nasıl hicvettiğini görelim: "Attarlar pazarında
ıtır ve misk kokusundan bayılıp düşen dabba1�ın hikayesi ve
Dabbağın kardeşinin it pisliğinin kokusu ile dabbaj�ı tedavi etmesi"
hikayelerinde36 Ahi Evren ile Sadru'd-din Konevi'ye hücum ettiği
açık olarak anlaşılmaktadır. Bu hikayenin özeti şudur:
- .
Derici (dabbağ) bir gün Attarlar çarşısına varınca ıtır ve misk
kokularından dolayı bayılıp düşmüş. ·Halk başına toplanm!ş kimisi
kalbine masaj- yapıyor, kimi sarhoş mudur diye · ağzını kokluyor,
kimisi yüzüne gül suyu sürüyor, kimi nabzını tutuyor fakat ayılt­
mak mümkün olmuyor. Birileri yakınlarına ve kardeşine koşup ha­
ber veriyorlar. Kardeşi avucuna bir miktar köpek pisliği alarak olay

kiesııevi, IV, 568-570.

25
yerine gelir Hastalığın sebebi bilinirse tedavi kolay olur. Dabbağın
kardeşi halkın arasından sokulup elindeki köpek pisliğini onun bur­
nuna tutar. Bir saatten beri ölü gibiyken hareketlenir ve kendine
gelir. Onun çirkef beyninin ilacı o pislik imiş. Çünkü o daima pisiik
içinde yaşayan burnu pis kokulara alışık biridir17 •
Mevlana bu hikayeyi naklettikten sonra şöyle diyor:
"Her kime nasihat miski etki etmiyorsa şüphesiz o kötü ko­
kudan huy edinirıı
"Kafirler pislik içinde yaşadıklarındatt Cettab-ı Allah onlara necis
demiştir 11
11
Kurt gübre içinde doğduğu için anber kokusundan hııy edinemez 11
11
Nur serpintisi ona yağmam1şsa1 o ruhsuz, kabuktan ibaret birci­
simdir 11
11Eğer Hai� nıırımım serpintisine nail olsa Mmr 1da gübre içinde
1
doğan kuş gibi olur''
11
Sen o nurdan malırımıa benziyorsun ki, bıımııı1u pislik üstüne ko­
yuyorsun"
11
Ayrılıktan. yüziin ve yanağm sarardı, yaprağın sarı ve: meyveıı ol­
gunlaşmamış haldedir 11
11Kazan ateşten simsiyah oldu et hiilfı kart ve çı;ğ duruyor//
1
11
Sekiz yıldır ayrılık kazanında seni kay11atıyoru1111 çiğliğin ve ni­
fakın zerre kadar eksilmedi 1138
"Sen hastalıklı koruk üzüm gibisin. Bütün koruklar üzüm ol­
du, sen hala hamsın"
Ahi Evren lle Sadru'd-din Konevı birbirlerine yazdıkları mek­
tuplarda çoğu zaman kardeş ((Birader-i sadık) diye birbirlerine hitap
ediyorlar ve sulbı kardeşten öte bir muhabbet duyduklarını ifade
ediyorlar. i\hi Evren Şeyh Nasirü'd-din, Sadru'd-din K�mevi'ye yaz­
dığı 25 Şevval 653 (27 Kasım 1255) tarihli mektupta ona "Senden
ayrı olduğum bir gün bana bir ay ve seni görmediğim bir ay1 biıı ay gibi-­
dir"wdiyerek ona duyduğu iştiyakı belirtiyor. S. Konevi'den aldığı bir
mektuptan ötürü duyduğu sevincini de şöyle ifade ediyor: uMektu-
37 Mesnevi, IV, 567-570.
'8Mevlana'nın bu hikayeyi Şems-i Tebrizı'nin öldürüldüğü tarihten sekiz yıl sonra
kaleme aldığı bu beyitten anlaşılmaktadır.
39Ahi Evren 'in bu mektubu için bk. Konya Mevlana Müzesi Ktp., nr. 1633, yp. 111b ,
Bu mektubun bir nüshası da Esad Efendi (Süleymaniye) Ktp., n.r. 17831 yp.
g7a 'dadır.

26
bııııla dünyalar benim oldu. Lütfıın bana ebedi satuiet kazandırdı. Gön­
lıım ölmüş haldeydi. Mektubun okununca lıer harfinden biıı can buldu
f,ıde göıılüm" 40• Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesinin ardından Ahi Evren
·wn.1f Şeyh Nasirü'd-din Mevlana'nın oğlu Alaü'd-din Çelebi ile birlikte
ilnıiı Kırşehir'e göçmüştür ve 645/1247'den beri sadık dostu S Konev:i'den
yıla ayrı düşmüş ve mektupla bu hasreti gidermeye çalışmıştı�.
vıl, Yukarıda da ifade edildiği gibi Mevlana "Kötü huylu dabbağ"
dıt hikayesini Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesinden sekiz yıl sonra yani
C(l 653/1255 yılında kaleme almıştır. "Seni sekiz yıldır ayrılık kazanında
d kaytttuıy1orum" diyerek Ahi Evren'e hitap etmekte ve onu dostu
Konevi' den ayırdığını bildirmektedir. Nitekim Sadru'd-din
Konevi'nin de tam bu yıl içinde kardeşim dediği Ahi Evren'in yanına
gittiğini devrin tarihçisi İbn Bibi'den öğreniyoruz41 • Görüldüğü üzere
olayların zaman bakımından da birbirine tetabuk halinde olması
uMesnevf11 deki hikayelerin o dönemin sosyal, siyasi ve kültürel olay­
larla ne kadar bağlantılı olduğunu bize göstermekte ve ".A1esnevf"nin
yazılış macerasına açıklık getirmektedir. Mevlana'nın "Mes11evf'1 si
geçmişte de bu mantıkla okunmadığı için onun devrinin olayları ile
organik bağının unutulmasına yol açmıştır. Mes11evf'nin yazıldığı
günlerde onu okuyanlar bu olayları biliyorlar ve Mevlana'nın bu
hikayede ne anlattığını gayet iyi anlıyorlardı.

b. Yılancının Hikayesi
Şimdi de "Mesnevf"deki "Yılan avcısının Hikayesi" (Hikaye-i
Margir) başlığını taşıyan hikayede Ahi Evren'den ne surette söz
edildiğine bakalım. Bu hikaye bir takım tarihi gerçeklerin ortaya
çıkmasına vesile olmaktadır.
Bilindiği gibi "Evren 11 yılan ve ejder demektir. Klasik kaynak­
lar, ba-husus Ahi Fütüvvet-nameleri ve Ahi Menakıb-nameleri, Ahi
Nasirü'd-din Mahmud'a niçin Ahi Evren dendiğini izah etmektedir­
ler. Bu kaynaklar Ahi Evren'in yılan avlamakta mahir olduğunu,
yılanların ona muti olduklarını, dabbağ atölyesinin mahzeninde
yılan beslediğini, yılanlarla haşir neşir olup yılan donuna girdiğini
yazmaktadırlar. Bu yüzden ona, yılan ve ejder anlamına gelen "Ev-

4° Konya Mevlana Müzesi Ktp., nr. 1633, yp. 1 i4b .


41 e/.-Ev!imiril'i-'Ala'iyye fi'I-Umlıri1/-Ala'i ye1 haz. A. S. Erzi, Ankara 1956, s, 613.
y
ile Hanikah-ı Lala1nm sahibi Şeyh Nasirü'd-din oiduğum.1
bildirmektedir�9 ki, zaten bu iki hanikahın Ahi Evren diye tanınan
Şeyh Nasirü·d-din'e ait olduğunu belirlemiş bulunuyoruz7cı _
Dolayısıyle Mevlana'nın Ahi Evren Hace Nasirü'd-dinı i "Cuha11 diye
de andığı ortaya çıkmaktadır.

a. Mesnevi'de Bahsi Geçen Cuha Kimdir?


derı
Mevlana Celalü'd-din-i Rumi, "Mesnevi"sinde birçok defalar
°' -ı..e "Cuha" diye bir zattan banseder. Burada Cuha, Arap Külüründeki
\en
up gülünç ve komik, herkesin kendisiyle alay ettiği tip degil, o dönemde
�ı
herkesin çok iyi bildiği, tanıdığı bir kişidir. İşte bu kişi Mevlana '.ya
ı\a.t\ muhatap olmakta ve Mevlana onu hedef alarak onu alaya almakta­
ro.a� dır. Ahi Evren diye bilinen Hace Nasirü'd-din, güldürücü, nükteci ve
p.Ô3 şakacı bir tabiatta olmasından dolayı Mevlana onu Arap Kültürün­
.ene deki Cuha'ya benzeterek bu muhalifi ile mücadele ederek onu Cuha
ıe \ diye anmaktadır. Şimdi bunlardan birkaç örnek sunalım:
bit
Anadolu'da Nasreddin Hoca latifesi olarak da bilinen Mevlana
gö� Mesnevi'sindeki bu Cuha Hikayelerinden biri "Babasının cenazesi
ğ\l önünde ağlayan çocuk ve Cuha'nın hikayesi" başlığını taşımakta­
�J
dır'1. Bu hikayenin hülasası şudur:
t'.
Babasının cenazesi önünde dövünerek ağlayan çocuk "Ey baba
se,ıi 11erey1e götürüyorlar. Seni toprağın altına koy·acaklar. Seni içinde
kilim ve lıasır olmayan dar bir eve götürüyorlar. Orada gece lambası yokı
giindiiz ise aş ve ekttıek yok. Orada ne dam var, ne eşik varı ne komşu.
Herkesin öptüğü gözün mezara girecek 11 Bu sözleri dinleyen Cuha: "hev
muhterem baba vallahi onıı bizinı eve götüriiyorlar 11 der. Baba Cuha'ya:
"Afta/ olma'' deyince Cuha da ona: "Baksana tarifler aynen bizim eve
uyu},,Or. Çünkü bizim evde de ne lamba var, ne kilim varı ne hasır varı ıte
yiyecek. Ne damı var, ne kapısı var, ne eşiği" diyor. Bundan sonra
Mevlana sözü alıyor ve şöyle diyor:
"O kendisini böyle yüzlerce sıfatla tarif ediyıor, ,ıma sapıklar (Ahf.. .
fer) bııııu göremiyorlar. Cenab-ı Allah'm nımmdan mahrımı olan o gönül
evi Yahıı di'ıt in rıı!ııı kadar dar ve karanlıktır. O göııiilde ne bir güneş
parıltısı ve ne bir açılım olamaz". Bundan sonra bir takım öğütler sıra-
69 Metttıkıbu'l-arifitı, I, 188-190.
70 Ahi Evren ve Ahi Ttşkillttı'nııı Kuruluşu, s. 98-106
71 Mesnevi, II, 308-310.

34
ladıktan sonra yerdiği hasmı için şöyle diyor: "İnsanın yeme/ dinleme
ve gôrme zevki olur. Ama lHuhaımes'iıı zevki sırf şehvettir. Adi şehvetten
başka onun ne dini, ne zikri var. Bozuk düşüncesi onu esfele aldı götür­
dü. ' İşte burada Muhannes dediği Ahmed Eflaki'nin de tesbit ettiği
1

üzere Şeyh Nasirü'd-din denen Ahi Evren'dir.


Bu hikayenin hemen ardında, babası ölen çocukla iri cüsseli
bir adamın hikayesini anlatmakta ve gene "muhannes" (eşcinsel)
tanımlaması ile Ahi Evren Hace Nasiru'd-din Mahmud'u tezyif ve
tahkir etmektedirn . Burada iri cüsseli adam (muhannes) babası ölen
genci yalnız bulunca gence yaklaşıyor, gencin ondan çekinmesi üze­
rine gence şöyle dediğini ifade ediyor:
ii Benden emiıı ol. Çünkü, sen benim üstümde olacak:sın''

'Bc11 eşcinsel (111ııha111u.:s) oldıığııından deveye bindiğim gibi bana


f,i;; dilediğin gibi beni sür"
Mevlana burada da Cuha ile bu muhannesi özdeşleştiriyor ve
onu cinsi sapıklıkta meful durumunda tasvir ediyor.
Görüldüğü gibi Mevlana bu hikayede, Cuha'nm dilinden onun
bir kulübe olan evini tasvir etmektedir. Tasvir edilen bu kulübe Ahi
Evren Hace Nasru'd-din Mahmud'un eşi Fatma Hatun ile yaşadığı
Kırşehir 1deki evidir. "./'f,'1eıuıkıb-i EvhadıYd-diıı-i Kirınani" de bildirildi­
ğine, göre Selçuklu ümerası Pervane Muinü'd-din Süleyman,
Hatıroğlu Şerefü'd--din ve Sahip Fahrü'd--din Ali askeri yardım ve
siyasi destek sağlamak için Hülağü Hanın yanına gittikleri zaman,
Moğolların Kayseri'yi zapt ettikleri 1243 tarihinde Kayseri'de Mo­
ğoilara esir düşüp götürülen, Şeyh Evhadü'd-din'in kızı Fatma Ha­
tun' u serbest bırakılmasını sağlamışlar ve onu beraberlerinde Kayse­
ri'ye geri getirmişler, Fatma Hatun'a nerede ikamet etmek istediğini
sonmuşlar o da: Babamın arkadaşlarınııı yaşamakta oldukları kulübe
11

de }'tışaıııak'. isterim" demiş ve kendisini oraya götürmüşler­


<lk·1.Bilahare gelişen olaylardan Fatma Hatun'un eşi Ahi Evren Hace
Nasiru'd-din'in yanına gitmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu Fatma
Hatun'un Şeyh Evhadü'd-din-i Kirmani'nin ( 635-1237) kızı, Ahi

,-tfrsı12ı·i. II. 310.


71 Age., s. 70� 71. Burada anlatılan olayın tarihi IV. Kılıç Arslan'ın tahta geçtiği yıl
dan 658(1260) den bir uçuk- iki yıl kadar öncedir. Bkz. El- Evlımirü'l- Alaiyye, s.
635--640; Aksarayi, Müsaıneretii'l-a/ıbar, neşr. O. Turan, Ankara 1944, s. 66-72.

35
Aynı eserinin bir başka yerinde Mevlana'nın muhalifi Nasirü:d-din
ile Cuha arasında ilgi kurmaktan çekinmekted:ir. Sadreddin Konevı
ile mektuplaşan zatın Nasirü'd-din-i Tusi olduğunu düşündüğü için
tereddütten kurtulamadığı farkedilmektedir .ıı.ı Demek istiyorum ki
A. Gölpınarlı, Divaıı-i Kebirıde ve Eflakı'nirt Menakibii'l-arifin 1 inde
adı geçen Nasirü'din ile Cuha'nın aynı kişiler olduğunu görmüş gibi�
dir. Ancak bazı tereddütlerini gideremediği için bu konuda bir yo­
rumda bulunmaktan çekinmiştir.

b. "Mesnevf"den Bir Nasreddin Hoca Fıkrasi


Bu konuya bir Nasreddin Hoca fıkrası ile devam edelim. Bu
fıkrayı da Mevlana Celaleddin-i Rumi "Mesnevi"sinde anlatıyor"".
Herkes bu hikayenin Nasreddin Hoca ile kansı arasında geçtiğini
bilir. Hikaye özet olarak şöyledir: Adamın biri evine yarım okka et
getirir ve karısına bu eti pişirmesini söyler. Adam akşam eve gelir;
hanımı sofrayı kurar. Adam sofrada et görmeyince hanımına niçin
eti pişirmediğini sorar. Hanımı: Eti kedi yedf1 deyince adam evin
11

kedisini tartar. Kedi de yarım okka gelir. Hanımına sorar: !:ğer bu et


11

ise kedi nerede1 yok eğer kedi ise et nerede. 11 Bu hikayede bir halk filoz.o­
fu olan hocanın bir mantık kaidesini işletişini görüyoruz. Mevlfü1a
bu hikayeyi anlatırken de, gene o baş düşmanı ile alay ederek onu
küçük düşürmeye çalışmaktadır.Mevlana "Mesııevt'de zaman zaman
akılcılara_ da çatar. O dönemde akliyecilerin yolunda gittiği, mürşid
edindiği kişi· Fahru'd-din-i Razi (606/1209) idi. Ahi Evren Şeyh
Nasirü1d-din de uzun bir zaman ona talebe olmuştur. Mevlana isim
vererek Fahru'd-din-i Razi'yi hicvederken66 onun zihniyetinde olan­
lara çatmaktadır. Keza "Kel Papağan hikayesi"ndeH7 de gene akıl yü­
rütme ve kıyas metodu uygulayıcılarını yermektedir. İşte bunun için
bu hikayede Ahi Nasirü1d-din Mahmud'u kasdettiğini söylüyoruz.

c. Halk Rivayetlerinden Bir Örnek


Selçuklular zamanında (XIII. yy.) Konya'da Pir Ebi adında
Türkmen bir şeyh vardı. "Menakıb-ı Hacı Bektaş"da Pir Ebi'nin Hacı
Bektaş'ın halifelerinden olduğu ve Hacı Bektaş tarafından Konya'ya

84 Aynı eser, s. 683.


ııs Mesnevi, V, 883-884.
6
� Mesnevi;,
87 Mesnevi;, I, 15-18.

38
gönderildiği ifade edilmektedir88 • Mezarı ve adını ta§ıyan camii Kon­
ya1da bilinen ve tanınan bir yerdir. Halk, Pir Ehi Türbesi'nin sınan­
mış bir ziyaretgah olduğuna inanmaktadır. Bu zatın Türkmen ve
Hacı Bektaş'ın yakını olması sebebiyle Ahi Evren Şeyh Nasirü'd­
din'in Konya'da bulunduğu dönemlerde Ahi Evren'le ve gene Türk­
men çevrelerde büyük şöhrete sahip Fakih Ahmed'le ve diğer Türk­
men çevrelerle ilgisi ve yakınlığının bulunacağı muhakkaktır. Nite­
kim merhum İbrahim Hakkı Konyalı'nın derlediği ve yorumlayama­
dığı bir halk rivayetinde89 Fakih Ahmed90, Pir Ebi, Nasreddin Hoca ve
Hoca Cihan91 arasında ilgi ve yakınlık bulunduğu kabul edilmektedir.
Bu halk söyleminde Nasreddin Hoca'dan maksadın Ahi Evren Hace
Nasirü'd-din oldu,ğuna inanıyorum. Bu halk söylemi şöyledir:
Pir Ebi, Hoca Nasreddin ve Hoca Cihan samimi arkadaş imiş·­
ler. Bir gün hocalarının kuzusunu kesip yemişler. Hocaları da onlara
inkisar etmiş. Hoca Nasreddin'e: Seıı dünya durdukça aleme gülünç
11

0/ 1 Pir Ebi'ye: "Seııiıı de daima kemiklerin kaynasın", Hoca Cihan'a


11

da: "Çocııklar seni mezarda rahatsız etsinler11 demiş.


Bu ağızdan ağza, nesilden nesile gelen haberden bu üç kişinin
aynı hocanın talebeleri oldukları ifade ediliyor. Ben bu hocanın o
dönemde Ahi ve Türkmen çevrelerin şeyhi olan Şeyh Evhadü'd-din
Hamid el-Kirmani (635/1237) olduğunu düşünüyorum. Burada ö­
nemli olan Pir Ehi ile latifeleri ile ünlü olan Nasreddin Hoca'nın ar­
kadaş olduklarının vurgulanmış olmasıdır. Bu halk söyleminde
Nasreddin Hoca ile Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in kastedilmiş ol­
duğunu düşünüyorum. Çünkü burada adları geçen kişiler, Ahi Evren
Hace Nasirü'd-din'in dostları ve yakınlarıdırlar. Bu halk söyleminin
buradaki iddiamı te'yit ettiğini sanıyorum.
Bu halk rivayetinin bazı doğru bilgileri ve tarihi gerçekleri ih­
tiva ettiği görülmektedir. Böyle halk rivayetlerinden birini de
Şemseddin Sami Bey "Kamusu 1l-a 1lam 11 adlı eserinde vermektedir. Bu

88 Hacı Bekta; İlçe Kütüphanesi, nr. 200, yp. 202•.


1
89 Koııya Tarihi, Konya 1964, s. 701.
90
Ahi Evren Hace Nasirü'd-din, Sadru'd-din Konevi'ye yazdığı mektupta Fakih
Ahmed'den bahsetmektedir. bk. Mikail Bayram, "Sadru'd-din Konevi İle Hace
Nasirü'd-din-i Tusi'nin Mektuplaştıkları İddiası Üzerine", Tarih Dergisi, İstanbul
1979, s. 18--22.
91 Hace Cihan Konya'da kendi adıyla bilinen Hoca Cihan mahallesindeki türbesinde
medfun olup, 616 (1219) yılında uşerhıı 1t-tt1arruf li mezhebi ehli Tasavvuf' adlı eserin
çok değerli bir nüshasını vakfetmiştir. bk. Konya Yusufağa Kütüphanesi, nr. 5467,
yp.1...

39
rivayette şöyle deniliyor: "Nasreddin Hace züreftıdan ve mazaıınadan
bir zat ohıp Hacı Bektaş-ı Veli ile muasır bulıuımuş olduğu mervi ise de
daha eski olııp1 Selçukf/er zamanında yaşamış olması muhtemeldir, Her­
halde tafsil-i ahvali me�-hııl olup letaife olan meyl-i tabiisinden dolayı bir
çok letaif ve nevadir kendisine isnat olunarak isttıi bu hususta mesel hük­
müne geçmiştir" 92• Şemseddin Sami Bey kaynak göstermeden verdiği
bu bilgiler halk muhayyilesinde bulunan bilgilerdir. Tarihi bilgileri--·
mizle tam uyum halindedir. Zira .Ahi Evren Hace Nasıreddin
Mahmud, Hacı Bektaş'dan en az otuz yaş daha büyüktüL I.
Gıyaseddin Keyhüsrev ve onun oğulları ve torunları zamanını idrak
etmiş ve Hacı Bektaş'dan on sene önce ölmüştür. Bununla beraber
ömrünün son on üç yılını Hacı Bektaşla birlikte Kırşehirde geçirmiş­
tir. Bu itibarla Kamıısu 1l-a 1lam'da verilen bu halk rivayeti tarihi bilgi­
lerimize tam uygun düşmektedir.
Netice olarak; Bu çalışma ile, bugüne kadar tarihi kişiliği
tesbit olunamayan ve ünü bütün Türk illerine yayılan, Osmanlı
coğrafyasını taşan Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliği tesbit olun­
makta ve tarihin karanlıklarında unutulmuş olan bu eren kişinin
hayat hikayesi ile birlikte, fikir dünyası, düşünceleri ve mesajları,
halk söylemlerinden arınmış olarak ortaya çıkmış olmaktadır. Yeni
bir çalışma alam da ortaya çıkmış bulunuyor. Bu alanda yapılacak
çok yönlü araştırmalar iİe bu konunun vuzuha kavuşacak ve Türk
kültür tarihi'nde önemli bir sahife açılmış olacaktır.

92 S. Sami, Kamusıı'l-a'lam 1 İstanbul 1316, Vl, 4577.

40
II. BÖLÜM

AHİ EVREN HACE NASRÜ'I)-DİN -


�1EVLANA MÜCADELESİNİN
TASAVVUFI BOYUTUr
AHİ EVREN HACE NASRÜ'D-DİN ·- MEVLANA MÜCADE­
.LESİNİN TASAVVUF! BOYUTU

Mevlana Celalü'd-din-i Rumi ile Hace Nasirü'd-din Mahmud


(Ahi Evren) arasındaki muhalefet ve düşmanlık sadece bu iki şahsın
siyasi görüş farklılığından ve buna bağlı olarak Ahi Evren Hace
Nasıru'd-din'in, Mevlana'nın hocası Şems-i Tebrizi'yi öldürtmesi
(645/ 1247') olayından kaynaklanmamaktadır. Bu mücadelenin bir
yönü de 1V1evlana'nın babası Baha Veled ile Ahi Evren Hace Nasirü'd­
din'in hocası Fahrü'd-din-i Razi arasında Horasan'da cereyan eden
mücadelenin Anadolu'daki devamıdır. Biz bu mücadelenin Geçmiş­
teki derinliklerinden ve boyutlarından sarfı nazar ederek, Mevlana
ve Ahi Evren mücadelesinin tasavvufi boyutuna bir açıklık getirme­
ye çalışacağız. Çünkü konunun bu yönü halk efkarında daha çok
işlenmiş ve halka mal olmuştur. Tasavvufi duyuş ve düşünüş bakı­
mmdan d,3l aralarında derin bir fikir ayrılığı bulunmaktadır. Onların
arasındaki bu muhalefet aslında Mevlana'nın hocası Şems-i Tebrizi
ile Ahi Evren'in hocası, ve kayın pederi Türkmen şeyh Evhadü'd-din
Hamid el-Kirmani arasındaki görüş ayrılığının devamıdır.
Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din'in, Mevlana mücadelesinin bu
yönü de AJes11evi'de yer almış ve Mevlana tasavvufi duyuş ve düşü­
nüşünü açıklarken de bu konulardaki muhaliflerini şiddetli bir şekil­
de hicv etmekte ve bazen onları tahkir etmektedir. Bu konularda
birinci derecede muhatabı gene Ahi Evren Hace Nasırü'd-din
Mahmud'dur. Burada bu alandaki mücadelenin nasıl cereyan ettiğini
göstermeye çalışacağız. Aslında bu alandaki ayrılık ve farklılık Ana­
dolu Selçukluları devrinin en önemli sosyal ve kültürel problemidir.
Bir yönü ile de Türkmen mutasavvıfların tasavvufi duyuş ve düşü­
nüşü ile İran kültür muhitinden neşet eden tasavvufi duyuş ve dü­
şünüş arasındaki mücadelenin uzantısıdır. Bu ayrılığın siyasi boyutu

43
"Her kancaru bakar-ısatn oldur gözüme tuş olan
3
Önü111 ardı111 sağım1 solum ger yaz oldu ger kış olıı" 10
d

Bu anlayış uygulamasından dolayı bazı mutasavvıflar


Evhadü'd-din'e Mübahi veya ibaheci (her kötülüğü mübah sayan)
. 1erd'ır104·.
demış
..Ll.ll¾ı.s-° � �4I � u-AJl
Jj�u-° �:.. J�.J ��)...H

J..i � 1 ->-° �t.ı 1 <l.S <ll!__,

(Bana İbaheci diyenler kendi bıyık ve sakallarıyla alay etmiş


oluyorlar. Eğer Cüneyd-i Bağdadi, Şibli ve Ma'ruf-i Kerhi hayata
dönseler vallahi benim İbaheciliğimi överlerdi).
Anadolu Selçukluları zammında Evhadü'd-din'e muarız olan­
ların başında Mevlana Celalü'd-din-i Rumi ile hocası Şems-i Tebrizi
gelmektedir. Bu yüzden Evhadü'd-din-i Kirmani ile Şems-i Tebrizi ve
Mevlana arasındaki mücadele çok şiddetli olmuş ve muhtlif boyutlar
kazanmıştır. Burada sadece Mevlana'nın Cemal-Peresti ve Şahid­
bazı ile ilgili olarak Kirmanı'ye yönelttiği bir itirazı ifade etmekte
yarar görüyoruz. Eflaki'nin bildirdiğine göre birileri Mevlana 1nın
huzurunda Evhadü'd-din'den bahsederken: "Güzelleri severdi1 fakat
iffet ve isme.t sahibi idi. Onlara bir şey yapmazdı" dediklerinde
Mevlana'da "keşke yapsaydı ve geçseydi." buyurdu105 . Yani bu meslek
ve meşreb sona ermiş olsaydı demektedir. Gene bir gün Mevlana,
etrafındakilere: ııEvlıadii'd-din dünyada kötü bir miras bıraktı. Bıı kötü
mirasm ve bıı kötü miras ile amel edenlerin günahı onıın boyıııı11a" de­
miştir106 . Mevlana genel olarak Şahid-bazi ve Cemal-perestlik mes­
leğinin suistimale yol açacağı ve şeriatın zarar göreceği endişesiyle
bu meslek ve meşrebe hücum etmektedir. Nitekim "Mesnevi' sinde

103 Yıınıı5 Emre Divaııı, Haz. F.K. Timurtaş, s. 146.


ıo4 El-Vcfedii 1ş-şefik'in yazarı Niğdeli Kadı Ahmed de (Fatih Ktp. Nr.4518, yp.21b)
Tabduk Emre'ye ve Tabduklu Dervişlere Mübahi demektedir.
w5 Menakibü'l-arifitt, I, s. 439.
wr, if/Jeııakibi/l-lırifı11, I, 440.

50
Şahid-bazlığı kınamaktadır 107 .
Mevlana1 ve yandaşları genel olarak Evhadü 1 el-din ve müritle­
rini cinsi sapıklıkla itham ediyorlardı 108 . Ahmed Eflaki, Evhadü'd­
din ) in damadı ve önde gelen talebelerinden olan Şeyh Nasırü'd-din
(Ahi Evren) hakkında ileri sürdüğü çirkin iddia ise,. Mevlana ve ta­
raftariarının, Evhadü'd-din ve taraftarlarına karşı düşmanlıklarının
ifadesi olmalı 109. Molla Abdu'r-rahman el--Cami, 11 Nafı:ılıatü'I-Ons"
ünde: Evhadü'd-·din-i Kirmani'nin tasavvufi meslek ve meşrebini,
u1:"}ıadıi\f.-din1 şııhııd--i lıtıkikaı'a mezahir-i sııri ile tevessül eder idi. Ve
ı.:muıl-i mııt!ııkı sr.ıver-i mııkayyedııtta müşahı.Je eyler id/ 10 " diyerek
belirlerneye çalışmaktadır.
Molla Canü\ bu konuda te'lifci bir yol izleyerek, Kirmani ve
onun meşrebinde olan diğer mutasavvıflar ile onlara muhalif olanla­
mı arasını buln:ıaya çalışmakta ve şö y le demektedir: "Pes a,ıın surete
ttuılluJ: .'e ,neyli fetJı-i babdaıı lıirma,mıa ve fitne ve afet ıı !tiz/ana sebep
1

L)/ttr. Ves,ürii 1s-salihi11 min şerr-i zaHk ekabirden bazı cemaata Şeyh
ı1iımed-i Gtızzali ve Şeyh Evhadü 1d-din-i Kirmani ve Şeyh Fahrü'd-din-i
foıkf gibi kı� cemal-i mutlakı mezahir-i suri ve hissi mütalıwsına iştigal
göstermişlerdir. Hüsıı-i zan belki sıdk-i itiktıd oldur k( onlar ol mezahirde
Jı,,k Sıİblıımehu ve TealıYnın cemal-i mutlakı:tı müşahede etmişlerdir.
Suver-i lıissi ile mııkt1yyed olmamışlardır. Ve eğcJ bazı kiibemdan a11/ara
ııisbet ııisbet inkar vaki olduysa a11da11 nıaksııt oldur ki,mahcııplar anı
düsttır /Jilmı;yeler ve hallerini anların hallerine kıyas etmeyelu-" 111•
Gerçekten de Kirmani ve meşrebinin geniş kitleler arasında
revaç bulması ve yerine pek çok halifeler bırakmış olması, devlet
adamlarmm da ona değer vermiş olmaiarı, ciddiyet ve samimiyeti
onun kötü yolda olmadığını ve endişe duyulan kötülükleri tasvib
etmiş olmayacağını göstermektedir. İşte, Evhadü'd-·din'in bu duyuş
ve düşüncesinin Ahi Nasıre'd-din gibi haiifeleri devam ettiriyorlardı.
Bu yüzden Mevlana ile aralarında çok yönlü bir mücadele devam

,c ,,ı1esncvi, ( rıeşr. R. A. Nicholsoh), Leide.n 1933, VI, 372, 443.


ı:·� Tiırkiye Selçukluları ffokkıııda Resmi Vesihılıır, s. 169; A. B, Gölpına.rlı, Mevlana
Celale 'd-,Jiıı, s. 208-210.
w9 /deııahbii'l-arifiıı, I, 440.
uü �.g,e, s.409.
nı Ncf�1hati/l-iiıı�:. s. 662; Ayrıca krş. Tiirk Edebiyatmd,1 İlk Mutasavvıflar, s. 172.

51
etmiştir.

c. Evhadü 'd-din-i Kirmani ve Türkmenler


Evhadü'd-din-i Kirmani'nin kurduğu "Evhadiyye" tarikatı ve
bu tarikattaki eğitim ve- öğretim metodu (seyr-i suluk-i afaki) Ana­
dolu 1 da, Türkmenler arasında büyük ilgi uyandırmıştır. Evhadü'd­
din'nin, Türk asıllı olması ve Türkmenlere Türkçe olarak konuşma­
sı, onun Türkmenler arasında tanınmısına vesile olmuştur. Art dü­
şünceleri olmadığı ve samimi oldukları için, Türkmenleri irşad et­
menin daha kolay olduğunu ve kısa zamanda tasavvuf yolunda iler-·
leyebildiklerini söylüyordu 112 . Bu tasavvufi yol ve düşünce Türk­
menler'in yaşayış tarzına daha uygun olduğu için Türkmenler ara­
sında daha fazla ilgi toplamaktaydı. Türkmen dervişler çoşkun bir
iman ile Evhadü'd-din'e bağlanmışlardır. EI-Veledü'ş-şefik'in sahibi,
Niğdeli Kadı Ahmed (740/1341) Tapduklu dervişlerin,Evhadü'd-din-i
Kirmani'nin yolunda olduklarını çeşitli vesilelerle belirtmiştir. Ayrı­
ca Ebu Suud Efendi, Evhadü'd-din'e ait bir risalede 113 , Tabduk Em­
re'nin, Evhadü'd-din ve İbnü'l-Arabi'den ders almış olduğunu,
İbnü'l-Arabi'nin kendisine öğrettiği duayı Yunus Emre'yıe öğrettiği
ve Yunus Emre bu duaları öğrenince dili çözülüp, şiir söylemeye
başladığının yazılı olduğunu belirtmiştir.
Hayatı kırda, bayırda tabiatla haşhaşa geçen, hayvan sürüleri
ile göç.ebe olarak, veya kırsal bölgelerde geçen insanların bu tasavvu­
fi yolu tercih etmeleri gayet tabidir. Bu yolun Türkmenler tarafın­
dan kolay anlaşılır olması da yayılmasına vesile olmaktaydı. Yunus
Emre;
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerle kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni114
derken "Seyr-i sıılıık-i afakı" yolunda olduğunu ifade etmiş

m Meııakıb-ı Evlıadii'd-di11-i Kirıtıani, s, 76-79.


m Konya Yusufağa Ktp. Nr. 6730, yp. 43b, Ebu Suud Efendi'nin bahsc:ttiği bu risale
Evhadü'd-din'in Menakıb-namesi olmalıdır. Ancak menakıb-name1nin bilinen 4
nüshası da eksik olduğundan Tabduk Emre ile ilgili kısımları mevcud değildir.
114
Ytmııs Emre Divanı, s. 179.

52
olmakta ve bu tasavvufi anlayışa göre düşündüğünü göstermiş ol­
maktadır. Yunus, pek çok şiirlerinde bu anlayışı terennüm etmekte
ve suretciliği (cemal-perestlik) benimsediğini belirtmektedir. İşte bu
şiirlerden biri:
Su 1ret toprakdır diyeni gönlüm kabul itmez anı
Bu toprağın cevherini hazrete irdürdüm ahı
Ben de bakdum1 ben de gördüm benüm ile ben olanı
Suretime canvireni kimdüğini bildim ahi115
Bu tasavvufi meşreb Türkmenlere yeni bir duyuş ve düşünüş
biçimi veriyordu. Evhadü'd-din gibi diğer Türkmen dervişler bu yol­
la1 Türkmen halkın düşüncesini terbiye ediyor ahlaki yaşayışlar;na
yön veriyordu. Böylece Türkmenler çevrelerindeki eşyaya (suretlere)
tasavvufi --İslami bir bakış ile bakıp manalandırıyordu. Kısacası
Türkmenler kültür değişimine uğruyorlardı. Bu değişim Anado­
lu'nun Türkmenleşmesi, ve İslamlaşmasını hızlandırıyordu. Türk­
menlerin gönülleri ve akıllan yeni bir dünya ve hayat telakkisi ile
tanışıyordu.
Hayatları tabiatla başbaşa geçen, göçebe ve köylü Türkmen
halk, bu tasavvufi meşreb vasıtası ile İslamı daha kolay anlıyorlar,
ahlaki inceliklerle tanışma imkanı buluyorlardı. Eşyaya karşı mer­
hamet ve şefkat duyguları kuvvetlenmekteydi. Baba İlyas-ı Horasa­
ni'nin çoban olarak güttüğü koyunlara şefkat ve merhameti, ona
muhalif olanlar ta.rafından da takdirle yadedilmiştir116 . Bir hikmete
mebnf olarak yaratılmış olduğunu düşünerek karıncayı bile incit­
meme anlayışı da bu düşünceden kaynaklanmaktadır. Bu suretcilik
(cemal-peresti) meşrebi, müridlerde eşyanın yaradılış hikmetini ince­
leme ve öğrenme isteği uyandırmaktaydı. Evhadü'd-din'in damadı
önde gelen talebelerinden olan Ahi Evren (Şeyh Nasırü'd-din
Mahmud) ·"Letdif-i Gıyasiyye" adlı eserinde, insanın ve insan uzuvla­
rının, hayvanların, bitkilerin, gök cisimlerinin yaradılıştaki hikmet­
leri ve bunların Allah'ın varlığı ve birliği ve yüceliğine delalet eden
yönlerini dile getirirken, bu düşünce tarzını detaylardırmayı dü-

ıı; Yunus emre Divanı, s. 150; aynca bkz. 141 151 361 79, 122! 162, 1681 171, 182 no'lu
şiirler.
116 el-Evaınirü'l-,tlaiyye, s. 490-501.

53
şünmüş ve bu eserini bu maksatla kaleme almıştır 117 .
Bu tasavvufi anlayış biçimi, insanları eşyanın sırrını bilmeye
ve anlamaya yönlendirdiği için tabiat bilimlerinin gelişmesine de
vesile olmaktaydı. Bu yüzden Anadolu Selçukluları döneminde
Türkmen mutasavvıfların pozitif bilimlere ilgi duydukları ve hatta
bu alanda eserler yazdıkları görülür. Şeyh Evhadü1 d-din--i Kirmani:
Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din Mahmud ve bu iki zatın etrafındakile­
rin tıb1 hey'et, matematik gibi ilimlerle meşgul oldukları görülür.
Aslında Selçuklular zamanında Türkmenler tarafından kuru­
lan Ahi Teşkilatı'nın kuruluş amaçlarından biri de ilmi, çeşitli san'at
alanlarında uygulama ve toplumu bundan yararlandırma düşüncesi­
dir. İş ve san'at alanında ilimden yararlanma ve ilmi işe dönüştürme
fikri Ahi Teşkilatı'nın temel ilkesi olmuştur 118 .
Yuk,mda da görüldüğü üzere Evhadü'd-din ve onun tasavvufi
meşrebine muhalefet eden mutasavvıflar Molla Cami'nin de belirtti ..
ği gibi eşyanın suretine aşırı muhabbet duymaları, oniarın bu mu­
habbete kendini kaptırarak gerçek muhabbete (Allah Sevgisi) ulaş­
malarına engel olacağı endişesine dayanmaktaydı. Bu endişelerini
ısrarla öne sürmekteydiler. Bu yüzden de onları ,:,Suret-perese: likle
itham ediyorlardı. Yine Molla Cami, Evhadü'd-din-·i Kirmani,
Ahmed Gazali, Fahrü'd-din Iraki gibi büyük mutasavvıflar eşyaya
duydukları muhabbeti Allah sevgisine vasıta kılmışlardır. Ancak
müridlerin ve mukallitlerin kendilerini eşyanın muhabbetine kapt1-
np 1 o sevgiyi aşamayacakları tehlikesinden sözetmektedirler. Bir
kısım mutasavvıfların onlara muhalefet etmeleri bu tehlikeden kay­
naklanmaktadır. Onlar, ·bu şeyhlerin yolunda giden müridlerin şaş­
kınlık içinde kalabileceklerini ve muhabbetullaha ulaşamayacak-Ja­
rmı öne sürüyorlardı.
Moğolların Anadolu.'yu işgalinden sonra Türkmenlerin., Moğol
iktidarına karşı direnmeleri sonucu, Moğollar o dönemde Türkmen
halkı organize eden şeyhler ve fikir adamlarına karşı amansiz bir
mücadele başlatmışlardır. Türkmenlerin ellerinde bulunan tekke,
medrese, işyeri gibi müesseseleri ellerinden· alınarak onlara muhalif

m Konya Mevlana Müzesi ktp. Nr. 1728.


118 Ahi Evren ve Ahi Teş,kilatı'ıım Kıırulıışu, s. 136-137.

54
olan Mevlana ve etrafındakilerin hizmetine veriyorlardı. Bu dönem­
de (1260-1350) pekçok Türkmen, Ahi şeyh ve dervişlerin ya katle­
dildikleri veya ülke dışına sürüldükleri görülmektedir. Mevlana ve
etrafındakiler, Moğollar'ın ve Moğol yanlısı iktidarın himayesinde
Türkmen �;evrelere karşı amansız mücadeleye girişmişlerdir 119 • İşte
bu yüzdet1 ııEvhadiyye" Tarikatı ve Evhadü1d-din'in yarattığı fikir
hareketi Anadolu'da yaşama ve devam etme imkanı bulamamıştır.
Ahi Evren, Tapduk Emre, v·unus Emre ve daha birçok Türkmen ileri
gelenler bu fikir akımının mümessilieri oldukları için tarihin karan­
lıklarında unutulmaya mahkum edilmişlerdir.

d. Nasıreddin Hoca da Cemal-Perest İdi.


Nasreddin Hoca'nın ıı Latifeleri" incelendiği zaman onun da
Selçuklular zamanında yaşayan diğer Türkmen fikir adamları gibi
eşyanın görünümlerine ilgi uyandıran, tabiattaki varlıkların ve tabi­
atta cereyan eden olayların, deruni sırlarını aramaya ve düşünmeye
yönlendiren, bunlardan ibretler çıkarmaya çalışan bir eğitimci oldu-­
ğu görülmektedir.
Hoca birgün bir ceviz ağacı gölgesinde dinlenirken yakınında
da bir kabak dal budak salmış ve koca· kabaklar bitmişmiş. Hoca
kendince şöyle düşünür: Hey Allah'ım bu koca ağaçta küçük küçük
cevizler bitiriyorsun, şu yerdeki zayıf dal budaklarda koca koca
kabakları bitiriyorsun. Kabakların bu koca ağaçta, cevizlerin yerdeki
budaklarda olması daha münasip düşerdi diye aklından geçirir. Tam
bu sırada ağaçtan bir ceviz Hoca'nın başına düşer. Hoca bu defa: 11

Ey Allah'ım karışılmaz hikmetine işine. Eğer benim düşündüğüm


gibi, kabak ağaçta olsaydı ve kabak başıma düşseydi. Halim nice
olurdu"uo_ İşte hoca burada eşyanın düzenine ve her şeyin bir hik­
mete mebni olarak yerli yerince yaratıldığına dikkat çekmektedir. Bu
ve buna benzer pek çok tema, Letaif' de işlenmektedir. Bu yöndeki
latifelerin kısm-ı azamı Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in 11 Letaif-i
Ciyasiyye' sinden Türkçe'ye aktarılmış ve halk kültüründe yer tut­
muş şeylerdir. Hoca bir gün camide cemaata şöyle diyor: Ey cemaat!
Allah' a şükredin ki deveyi kanatlı yaratmamış. Eğer devenin kanadı

119 Aynı Eser, s. 114-127.


ııo Letaif-i Hoca Nasreddin, s. 104- 105; Nasredditı Hoca, s. 166.

55
olsaydı evlerinizin damına konar ve evleriniz başınıza çökerdi m .
İşte bu latife de böyle latifelerden biridir.
Velhasıl Hocanın Letaifinde buna benzer pek çok örnekler bu...
lunmaktadır. Bütün bu durumlar Nasreddin Hoca denen şahsın Ahi
Evren Hace Nasrü'd-din olduğunu ortaya koymaktadır.

e. Şems-·i Tebrizi Cazibesinde Mevlana


Mevlana ile Ahi Evren Hace Nasirü'd-din Mahmud arasındaki
mücadeleyi daha iyi kavramak için meselenin bir diğer tasavvufi
boyutunu da ele almak gerekmektedir. Bu da Tebrizli Şems' den
Mevlana'ya intikal eden "Hululiyye" denilen inanış biçimidir.
Mevlana'nm Şems-i Tebrizı ile tanışmasının onun fikir haya­
tında, gönlünde ve ruhunda derin bir inkılap yarattığı genel olarak
kabul edilmektedir. Fakat bu inkılabın mahiyetinin bugüne kadar
yeterince açıklanamadığı inancındayım. Şems-i Tebrizi'den önce
babası Baha Veled ve Seyyid Burhanü'd-din-i Muhakkik de
Mevlana'ya bir süre hocalık yaptılar. Fakat onlar Mevlana'nın gön­
lünde ve fikir dünyasında böyle bir inkılap yaratmamışlardı. Şems
ona neler verdi ki, onun hayatında, yaşayışında ve fikir dünyasında
. büyük değişmelere sebep oldu ve onu şiir dünyasına soktu ve bir şair
olarak parlamasına vesile oldu. Çünkü bilinen bir husustur ki
Mevlana, Şems ile tanışmadan önce şiir ile meşgul değildi. İşte bura­
da bu husus kısaca dile getirilecektir.
Mevlana'nin, bir kalenderi şeyhi olan Şems-i Tebrizi ile bera­
berliği üç sene kadar sürdü. Fakat Şems'in Konya'da bir suikast so­
nucu öldürülmesinden(645/1247) sonra 25 yıl daha yaşadı. Bu 25 yıl
boyunca Şems'i hiç unutmadı. Şems'in etkisi ömrünün sonuna ka­
dar devam etti. İşte bunun sebebi Şems'in sahip olduğu Hululiye
felsefesi'nin Mevlana üzerinde yarattığı derin etkidir. Daha doğrusu
Hulul felsefesi'nin Mevlana'nın fıtri kabiliyeti ve bu felsefeye karşı
duyarlı tabiatı onun ruhunda yarattığı depresyon hali, bu inkılabın
esasını teşkil etmektedir.
Öyle anla§ılıyor ki, Mevlana, Şems ile tanıştıktan sonra Hulul
, felsefesiile de\�hışmış ve bu felsefeye meclup olmuştuL Bu felsefi
düşünce ve jnanç onun mizacında ve ruh halinde büyük değişmeye
sebep olmuş onu şiir, aşk ve şevk dünyasına götürmüştür. Burada bu

ııı L;taif, s. 51; Nasreddin Hoca, s.123.

56
meseleyi ariz, amik ele alacak değilim. Ancak üzerinde durduğum
konuyu açıklamak için gerektiği mikdarda açıklamalarda bulunaca­
ğım.
Tasavvuf tarihinde ilk büyük etkili Hululiyyeci Hüseyin b.
Mansur el·- Hallac'dır. Bu felsefe Allah'ın varlıklara ve insana Hulul
ettiği inancına dayanmaktadır. Hululiyyeci Hüseyin b. Mansur el­
Hallac(öl. 309/921) o çok meşhur "Ene;-1-hak" ( Ben Hakkım) sözünü
derken bu felsefesini ifade etmekte, Cenab-ı Allah'ı:ri kendisine hulul
ettiğini söylemektedir. Keza Beyazid-ı Bestami (öl. 262/ 875)
11
Ciibbemi11 içinde Aliah/daıı gayrı nesne yoktur" derken de gene bu
Hulul felsefesini ifade etmektedir. Yani Allah'ın kendisine hulul
etmiş olduğunu bu sözü ile dile getirmektedir. Şems-i Tebrizi'nin de
Hululiyye Mezhebi'nden bir mutasavvıf olduğu anlaşılmaktadır. Bu
felsefe Allah'ın varlıkların ve insanın suretine girdiği inancına da­
yanmaktadır. Bazı Hrıstiyan mezheplerde Cenab-ı Allah'ın Hz. İ­
sa'ya hulul ettiği, yani Hz. İsa suretine girdiğine inanılmaktadır. Hz.
İsa hakkındaki ilahlık iddiası da buradan gelmektedir. Hallac ve
Bayezid-i Bestami gibi mutasavvıfların bu inançda oldukları görül­
mektedir 122 .
Şems-i Tebrizi 1244(642) yılında Konya'ya gelince Mevlana,
henüz 15 yaşında bulunan Kimya Hatun adındaki çok güzel olduğu
rivayet edilen cariyesini Şems-i Tebrizi'ye nikahladı. Bu sırada Şems··
en az 65 yaşındaydı. Oysa Kimya Hatun, Mevlana'nın oğlu Alaü'd­
din Çelebi'yi seviyordu. Alaü'd-din Çelebi de ona aşıktı. Onlar ev­
lenmeyi düşünüyorlardı. Alaü'd-din Çelebi zaman zaman babasının
yanına gitme bahanesiyle Şems ile Kimya Hatun'un oturdukları
hücrenin önünden geçiyor ve Kimya Hatun'a görünüyordu. Hatta
bir defasında Şems, Alaü'd-din Çelebi'yi "Hey delikanlı bir daha buru­
dan geçersen ayağ:1111 kırarım" diyerek tehdit etmişti m . Şems'in öldü­
rülnıesine sebep olan olaylardan biri de budur. İşte bu yüzden Şems
ile nikahlanan Kimya Hatun sık sık Şems'i terk ediyor, izini kaybet­
tiriyordu. Mevlana ve çevresindekiler Kimya Hatun1u aramaya çıkı­
yor, onu bulup Şems'e getiriyorlardı.
Ahmed Eflaki'nin anlattığına göre: Bir gün gene Kimya Hatun
Şems'i terketmişti. Şems'in canı sıkkındı. Mevlana Şemsi teselli et-
122 Hucviri, Keşfii'/.mahcııb, Tahran 13731 s. 334-338.
123 Sipeh-salar, Ahmed Feridun, Meııa/eıb-ı Hz. Hüdaveııdiğar, trc. Midhat Baharı, İst.
1331, s. 178; Sulta11 Veled, İbtida-ııame tercümesi, trc. A. B. Gölpınarlı, Ank. 1976, s.
61-64; Mevlana Celtıleddiıı, s. 85-94; Ahi Evreıı ve Ahi Teşkiltıtı, s. 56- 58.

57
mek can sıkıntısını gidermek amacıyla onun hücresine gider. Kapıyı
aralayınca Şems ile Kimya Hatun'un sevişmekte olduğunu görür
hemen kapıyı çeker. Biraz zaman geçer. Mevlana tekrar Şems'in
hücresine gider. İçeri girince Şems'in yalnız oturduğunu görür.
Şems'e sorar: "Üstad az öııce geldim. Kimya Hatun ile aşk-bazi (aşk
oyunu) lıalindeydiniz. Kimya nerede?" diye sorar. Şems de ona: "O
senin gördüğün Cenab-ı' Allah idi. Cenab-ı Allalı'ın ne kadar sevgili bir
kuluyum k(. Kimya Hatım suretinde bana geldi. Onunla aşk-bazi halin-
deydik" der124 .
İşte Şems-i Tebrizı'nin bu ifadesi onun Hulül akidesine sahip
bulunduğunu göstermektedir. O bu sözü ile Allah 1ın Kimya Hatun1a
hulul etmiş olduğunu ifade etmişti. Şems bu Hulul felsefesi ile
Mevlana'yı etkilemiş, ve onu kendisine bağ;lamıştır. Şems-i
Tebrizı'de Hulul felsefesi ile ilgili derin bir birikim bulunduğu söyle­
nebilir. M. İkbal da Mevlana'nın Hululi görüşlere sahip bu­
lunduğunu örmekler vererek açıklamaktadır 125 • Aslında Mesne­
vı'sinin mukaddimesi olan "Ney Mesnevisi" Hulul felsefesini dile
getir-mektedir. Fakat o bu Hulul felsefesini "Mesnevi'deki Bayezid-i
Bestami ile ilgili olarak anlattığı bir hikayede daha çarpıcı bir biçim­
de dile getirmektedir. Özet olarak hikaye şöyledir: Bayezıd-ı Bestami ·
bir hac yolcuğu esnasında çöl ortasında yaşlı bir adam görür. Onunla
biraz sohbet eder. Onun zamanın kutbu olduğunu anlar. O yaşlı
adam Bayezid--i Bestami'ye sorar: "Nereye gidiyorsun?" Bayazid de
ona: Hacca gitmekte olduğunu söyler. O kutp da ona: "Kabe bir bina
olarak inşa edildiğinden beri Allah oraya bir defa olsun girmedi. Fa­
kat benim kalbim olalıdan beri oradan hiç çıkmadı. O yolda harca­
yacağın parayı bana ver, yedi defa benim etrafımda dön. Bu hacdan
daha efdal olur. Allah benden ayrı değil. Beni görmek Allah'ı gör­
mektir. Bana hizmet Allah'a kulluktur" der 126. İşte burada Mevlana
Hulul felsefesini o kutup olan şahsın dilinden anlatmaktadır.
Hululi fikirler genel olarak aşk ve şiir için zengin malzeme ih­
tiva eder. Bu düşüncede olan aşık, sevgilisinin farklı ve cazip görün­
tüleri ile buluşur. Hayal dünyassını bu görüntülerle süsler. Onun
için Şems'in Hululi fikirleri bir anda fıtraten şair olan Mevlana'yı
cezbetmiş, celbetmiş, dünyasını değiştirmiş ve onda şafak doğması­
na vesile olmuştur. Mevlana'daki o zengin ve yüks(:k hayal gücünün
124 Me11akibü'l-arifin1 il, 636-637.
m M. İkbal, Seyr-i Felsefe der İran I trc. Aryan-pur, Tehran 13541 s. 88-89.
126 Mesnevi, II, 270-272.

58
kaynağı buraya dayanmaktadır. Bu felsefi boyut, MevlAna'nın yara­
dılışından kaynaklanan özel kabiliyeti ile buluşması o.nu şiir dünya­
sına götürmüştür.
Onun için Şems'in öldürülmesinden sonra Mevlana Şam'a
gitmiş ve orada Şems-i Tebrizi'nin hocası ve şeyhi olan Kalenderi
şeyhi Cemalü'd-din-i Savı'nin talebelerinin bulunduğu çevre ile te­
mas kurmuş ve devrin tanınmış kalenderi şeyhi Ali-yi Harirf ve
yakınları He görüşmüş olmalıdır. Hululi fikirlere sahip olan şeyh ve
dervişler Şems'den sonra da Anadolu'da faaliyet göstermekteydiler.
Ebu Bekr-i Niksari, Şeyh Osman-i Rumi bunlardandır. Mevlana'nın
bunlarla ilgisi de devam etmiştir. X:V. ve X:VI. yüzyıllarda Şems-i
Tebrizi'ye bağlı olmalarından dolayı kendilerine "Şemsi" denilen
dervişler Anadolu'da yaygın idiler. Abdu'l-vahid Çelebi "Menakıb-ı
Hace-i Cihaıı ve Netice-i Can 11 adlı eserinde onları anlatmaktadır127 .
Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in Mevlana;ya muhalif olduğu
konulardan biri de, Hululiyye Felsefesi'dir. O Hululi fikirlere tepki
göstermekte ve Hululiyyecilerin şerrinden AHah'a sığınmakta ve
onları sapık ve tehlikeli bulmaktadır 128 . Az yukarıda geçen Mev­
lana'nın "/Hesnevf"sinde naklettiği "Bayezid-i Bestami" hikayesinde
zamanın kutbu olduğu kabul edilen şahıs: "Allah'ın evi olduğu kabul
edilen Ka'be, inşa olalı Allah oraya hiç girmedi." Diyor. Nasreddin
Hoca bir mesel yaratarak bu tarz düşünce ile alay etmektedir. O da
Ka'be'nin kapısının halkasına yapışarak: "Ey Tanrım! Aç kapıyı.
Evinde misin?" diyor. Ayrıca bu latifenin devamında bu tarz düşün­
cenin küfür olduğ;u da vurgulanmaktadır 129. Tabii burada Hulul fikri
de yerilmiş olmaktadır.

ız;, Bu eserin güzel bir nüshası. S.Ü., Ed. Fak. Ktp.de. bulunmaktadır.
128 Tasavvuf, Diişüııcenin Esaslım, s. 141.
:ı9 Nasreddiıı Hoca, s. 143/201.

59
III. BÖLfTM

NASREDI)İN HOCA İLE İLGİLİ TESPİT


OLUNAN BİLGİLER
NASREDDİN HOCA İLE İLGİLİ TESPİT OLUNAN BİLGİLER

I. Bölümde Mevlana Celalü'd-din-i Rumi'nin ".Aiesnevi" sinde


Cuha ile ilgili hikayelere konu olan şahsın o dönemde yaşayan bir
kişi yani Anadolu'nun Cuhası olduğu ve Mevlana'nm Cuha takma
adı ile bu şahsı yerdiği, aşağılamaya çalıştığı, tahldr ettiği ve bu
takma ad ile hocası Şems-i Tebrizi'yi öldürten Ahi Evren diye tanı­
nan Hace Nasirü'd-din Mahmud el Hoyi'yi kasd ettiği ve ona karşı
mücadele yürüttüğü gösterildi. Şimdi de Nasreddin Hoca Latifele­
rinde ortaya çıkan, tasvir edilen Hoca1nm Ahi Evren Hace Nasire'd­
din Mahmud ile ne kadar uyumlu olduğu gösterilecektir. Gerçek­
ten onun hakkındaki rivayetler ve latifelerinden hasıl olan tarihi
bilgiler Ahi Evren Hace Nasire'd-dinle örtüşmekte ve onun hayat
hikayesi ile ilgili bazı detayları "Letaif-i Hoca Nasreddin" de bulmak­
tayız. Daha önemlisi Nasreddin Hoca latifelerinden bazılarının Ahi
Evren'in "letaif-i hikmet" ve "Letaif-i Girasiyye" adlı eserlerden a­
lınmış olduğu tespit olunmaktadır. Bu latifelerde adları geçen şahıs­
lar Ahi Evren Ha.ce Nasıreddin ile ilgileri bilinen, tarihi kişilikleri
tespit edilebilen kişilerdir.
Şunu da belirteyim ki, Nasreddin Hoca hakkındaki tespitler,
benim dışımda Nasreddin Hoca üzerinde çalışan, onun latifelerini
tahlil eden araştırıcı ve yazarların vardıkları sonuçlardır. Dolayısıyla
benim zorlamalarını veya yakıştırmalarını söz konusu olamaz. Şimdi
bu tespitlerin neler olduğunu görelim.

A. NASREDDİN HOCA "LATİFELERİ" AHİ EVREN


HACE NASIRU'D-DİN MAHMUD'UN MENKABELE­
RİDİR
Nasreddin Hoca ve latifeleri üzerinde inceleme ve araştırma
yapan herkes şunu kabul etmektedir ki, Nasreddin Hoca latifeleri
halk muhayyilesinden derlenip yazıya geçirilirken kısmen değişime
uğradıkları gibi bir kısmı da Anadolu insanının hayal hanesinde
63
meydana getirip Nasreddin Hoca'ya nispet ettikleri şeylerdir. Esasen
Anadolu insanı menkabe ve hikaye (destan) üretmeye çok yatkındır.
Bu yüzden Anadolu toprağında binlerce menakıb-name türünde
eserler meydana gelmiştir.
Letaif-i Nasreddin Hoca adlı eser de Nasreddin Hoca'nın
menkabeleridir. Meşayıh menkabeleri nasıl belli bir kişinin hayat
hikayesini gerçek ve hayal mahsulu olan şeylerin destani bir dille
anlatımı ise Nasreddin Hoca latifeleri de Nasreddin Hoca1yı böyle
bir uslupla anlatmaktadır. Herhangi bir şeyhi anlatan bir menakıb­
name dikkatlice mütalaa edildiği zaman, o şeyhin tasavvufi- dini
meşrebini yolunu yordamını anlamak mümkün olmaktadır. Aynı
şekilde Nasreddim hoca latifeleri okunduğu zaman or.un meşrebini,
zihniyetini, yolunu ve yordamını anlamak kabil olmaktadır. Elbette
ki Hoca'nm kendisine mahsus olan tavrı, uslubu, bir konuyu ve me­
seleyi anlatım biçimi latifelerde ifadesini bulmaktadır. Bu anlatım­
larda hayal ürünleri olan şeylerin yanında kısmen gerçeklerin izlerini
ihtiva ettikleri de görülmektedir.
Nasreddin Hoca latifelerini bilimsel incelemeye ve değerlen­
dirmeye tabi tutanlar ve bu latifelerle Nasreddin Hoca'yı tanıtmaya
çalışanlar onun bilge bir kişi olduğunu, vezir ve kadı olarak devlet
hizmetlerinde bull!nduğunu, fıkhı ve kalemi konulara vakıf melami
1

meşrepli bir mutasavvıf olup ilmi ve felsefi meseleleri basite indirge­


yerek latifeler halinde topluma sunduğunu tespit etmekteler. Böyle
olunca müstehcen ve edebe mugayır ve küfürlü sözler ihtiva eden
latifelerin Nasreddin Hoca'mn kişiliği ile uyuşmadığını ve zamanla
bu tür şeylerin ona nispet edildiğini haklı olarak belirtmekteler.
Yukarıda Mevlana Celalü'd-din-i Rumt'nin ona karşı mücade­
le yürütürken Nasreddin Hoca denilen Anadolu'nun Cuhası'na nasıl
çirkin isnatlarda bulunduğunu Mesnevisinde edep dışı hikayelerle
onu techil ve tahkir ettiğini ve ahlaki zaaf içinde gösterdiğini geniş
olarak belirttik. Mevlana'dan sonra Mevlevi yazarlar özellikle Alı­
met Eflaki'nin de hocalarının izinden giderek bazen Cuha bazen
Nasıreddin olarak ona ne kadar çirkin isnatlarda bulunduğunu gös­
termiş bulunuyoruz. İşte Nasreddin Hoca'ya müstehcen, edep dışı
latifelerin nisbet edilmesi Mevlevi çevrelerin ona karşı yürüttükleri
mücadelenin halk arasında yaygınlaşması sonucu oluşmuştur. Nite­
kim Mevlana'n.ın "Mesnevf"sinde Cuha(Nasreddin Hoca) ile ilgili

64
müstehcen, edebe mugayır hikaye ve meseller bulunduğu bilinmek­
tedir. Ayrıca Ahi Evren diye ünlenen Hace Nasirü1 d-din Mahmud,
lideri olduğu Ahi Teşkilatı üyeleri olan Ahilerle birlikte Moğol ikti­
darına ve Moğol yanlısı yöneticilere karşı mücadele etmiş ve Moğol
aleyhtarı isyanların liderliğini yapmış bir kişidir. Bu iktidara karşı
1261 ( 659) yılında Kırşehir'de çıkan isyan sırasında da öldürülmüş­
tür ı ,c. Bundan dolayı iktidar yanlısı olanlar Ahi Evren Hace Nasirü'd­
din ve etrafındakiler üzerinde ağır fikrt ve siyasi baskı yaratmışlar­
dır. Bu durumun onun bazı eserlerinin kaybolmasına sebep olduğu­
nu da tespit etmekteyiz. İşte bu çevreler onun aleyhinde olmak üze­
re onu kötüleyen, ahlaki zaaf içinde bir kişi olarak topluma sunmaya
ve böylece onun fikri ve siyasi nüfuzunu kırmaya çalışmışlardır.
Buna rağmen Anadolu insanı tamamen bu iftiralara kanmamış ve
Hoca'yı muhterem ve aziz bilmiş ve saygı ile yad etmiş ve Anado­
lu'nun önde gelen erenlerinden biri olarak bilmiştir.
Nasreddin Hoca'nın Anadolu Selçukluları zamanında Anado­
lu'da yaşadığı ayan beyan iken onun Emir Timur ile çağdaş olduğu­
nu gösteren ve Emir Timur ile aralarında geçen macerayı anlatan
yüzlerce Nasreddin Hoca latifeleri bulunmaktadır. Oysa rahmetli İ.
Hakkı Konyalı'nın tespit ettiği üzere Emir Timur, Anadolu'ya gel­
meden önce Akşehir'deki Nasreddin Hoca'ya nispet edilen türbesi
mevcut idi ve ziyaretgah idirn . Bu itibarla Nasreddin Hoca'nm Emir
Timur ile çağdaş olduğu rivayetleri ve Emir Timur ile hoca arasında
cereyan eden olayları konu alan latifeler, hocaya ait olamaz.
Burada pek çok Nasreddin Hoca latifelerinin �Ahi Evren Hace
Nasıru'd-din Mahmud'un hayatından kesitleri yansıttığını ve birçok
latifelerin de onun eserlerinden alınmış olduğunu ve böylece
Nasreddin Hoca veya Cuha denilen şahsın Ahi Evren diye bilinen
Hace Nasıru'd-din Mahmud'dan başkası olmadığı muhtelif başlıklar
altında sunulacaktır.

1,o Müsameretü'l-ahbar'ın sahibi Aksaraylı Kerimü'd-din Mahmud eserinin bir ye­


rinde bu isyana değinmekte ve bu isyanın liderinin burada öldürüldüğüne işaret
etmektedir. Bkz. Adı geçen eser s. 75.
ı,ı Akşehir Tarihi, s. 727-730

65
a. Nasreddin Hoca Filosof Bir Kişidir.
Nasreddin Hoca fıkralarını tahlil edenler onun bir takım fıkra­
larında baz felsefi ve mantıki meseleleri nükteli, espirili bir biçime
sokarak çak kolay anlaşılır hale getirmeye çalıştı;ğını belirtmekteler.
Mesela:
Kendisine "Dünyanın ortası neresidir?" diye soranlara "eşeği­
min ön sağ ayağının bastığı yerdir" der. İtiraz edilince de "inanmaz­
sanız gidin ölçün" diyor 112 • Bu espiri klasik mantıktaki "ed delilu ala
men yaddai" (Delil göstermek iddia da bulunana düşer) kaidesinin
yorumudur. Yani hoca u Dünya'nın ortası eşeğinin ön sağ ayağının
bastığı yerdir derken bir hüküm ve bir ispatta bulunmaktadır. Bu
verilen hükme itiraz edenler itirazlarının delilerini ortaya koymaları
gerekir.
Hoca pazarda bir papağanın yüz dinara satıldığını görünce o
da hindisini pazara getirir ve yüz dinara satmaya kalkar. Kendisine
''Hoca sen delirdin mi yüz dinara hindi olur mu?" diyenlere küçücük
bir papağanın yüz dinara satıldığını hatırlatır. İtirazcılar papağanın
konuştuğunu onun için o fiata satıldığını söyleyince hoca da " o
papağan konuşuyor ise, bu hindi de düşünüyor"P 1 der. Bu fıkra felse­
fede konuşmak ile düşünmenin aynı şey olduğu gerçeğini açıklamak­
tadır. Bu fıkrada "Konuşmak düşünmenin seslendirilmiş şeklidir 1 '

fikrini açıklayan bir nükte sergilenmiştir. Hoca'nın göle yoğurt çal­


ması da bilimde ihtimallerin göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade
etmektedir. Nitekim, Ahi Evren'in Letaif-i Giyasiyye'sinde düşünce­
nin lafza bürünmesi konuşmaktır demektedirm . Daha birçok
Nasreddin Hoca Latifeler'inde Hoca'nm bilge bir kişi olduğu, zaman
zaman Arap bilginlerle münazaraya girdiği ve onların beğenisini
kazandığı ifade edilmektedirm . Ünlü bilge bir kişi olduğu için diplo­
mat olarak muhtelif memleketlere gönderildiğini ifade eden Latifele­
re de rastlanmaktadırrn;_
Bu ve be:nzeri birçok Nasreddin Hoca latifeleri onun feylozof

132 Letaif-i Nasredditt Hoca, s. 59.


rn Letaif- Nasreddin Hoca, s. 90-91.
134 A.g.e., Edirne Selimiye Ktp., nr. 1298.
135 P. Naili Boratav, Nasreddin Hoca, Ankara 1996, s 101/39; Letaif, s.56.
136 Aynı Eserler ve aynı yer

66
bir kişi olduğunu gösteriyor. Ahi Evren Hace Nasırü'd-din'e baktı­
ğımızda onun kendi döneminin en güçlü filozofu olduğunu görüyo­
ruz. Sadrü'd-din Konevi ile birbirlerine yazdıkları mektuplarda, yük­
sek felsefi meseleler aralarında tartışma konuları olmaktadır. Ahi
Evren felsede İbn Sina ve Fahru'd-din-i Razi'nin takipçisidir. "Yezdan
Şınalıt\ "1.etaif-i lıikmet", "Letııif-i Giyasiyye 11 adlı eserleri felsefi eser­
lerdir. Bugüne kadar göremediğimiz "Tuhfetu'ş-şekur" adlı eserinin de
felsefeye dair olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Sadre'd-din Konevi ona
yazd:;.ğı bir mektupta bu felsefi eseri hangi maksatla yazdığını sor­
maktadır ıı ;·.
Bu durum Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-di.n Mahmud ile
Nasreddin Hoca'iun çağdaş iki ayn kişi değil, aynı kişi olduğu görü­
şümüzü te'yid etmektedir. Fıkralarda Nasreddin Hoca'nın doktorluk
yaptığı da görülmektedir. Bazı insanlar Hoca'ya baş vurarak ondan
hastalıkları için ilaç istemekteler 138 • Hoca'mn bu yönü de Ahi Evren
H.ace Nasire'd-din ile örtüşmektedir. Zira Ahi Evren'nin muhtelif
eserleri onun doktor olduğunu göstermektedir. Hatta "İlmü't-teşrih"
adında anatomiye dair bir eseri de vardır. Ahi Evren 1in bu yönünü
ayn bir makalede yazmış bulunuyoruz139 •
Ahi Evren döneminin en bilge kişisidir. " Menakıb-ı Evhadü'd­
din-i Kirmani" de "Danişmend-i Rumi" diye anılan kişi Ahi Evren
Hace Nasırü'd-dindir 140• Sultan I. Alaü'd-din Keykubad zamanında
çok mu'teber ve ikbali zirvede idi. Etrafında çok sayıda talebeler
vardı:� 1• Bütün ilimlerde Sadru'd-din Konevi ile atbaşı giderdi. Kırşe­
hir'e yerleştikden sonra sürekli S. Konevi ile mektublaşmıştır. S.
Korıevi'ye yazdığı mektublardan onun ne kadar güçlü bir fikir ada­
mı olduğu açıkça görülmektedir142 • "Yezdan Şıııaht 11 ve "Mürşidü 1l­
ktfaye·1 adlı felsefeye dair iki eserini Sultan Alaü'ddin Keykubad'a

rn "Sadru'd-din Konevi ile Ahi Evren Şeyh Nasiru'd-din Mahmud'un Mektuplaşma­


sı" s. 51-75.
138 B
kz. Nasreddiıı Hoca, 151/233, 151/2341 177/326, 173/302; Letaif-i Nasreddin
Jfo.:.l, 362.
ıw M.Bayram, "Anadolu Selçuklu Dönemi Tababeti İle İlgili Bazı Notlar", Yeni Tıp
T.ırilıi A..mştırıııaltm 1 İstanbul 1998, IV, 149-152.
140 M
enakıb-i Evhııdü'd-diıt-·İ Kirmaııi, s. 158
141 ldeııakıbu'l-arifin, I, 188.
1�2 Bkz., "Sadru'd-din Konev:i ile Ahi Evren Şeyh Nasiru'd-din Mahmud'un Mektup­
laşması".

67
sunmuştur. "Letaif-i Giyasiyye" adlı hacimli eserini Sultan Giyasü'd­
din'e ve "Letaif-i Hikmet" ini de Sultan İzzü'd-din Keykavüs'a sun­
muştur. Hulasa o her fende mahir bir kişidir.
İşte Ahi Evren Hace Nasirü'd-din böyle bir kişiliğe sahiptir.
Nasreddin 4oca Latifelerinde onun bu kişiliği sık sık ortaya çıkmak­
tadır. Bazı latifelerde Anadolu'nun en bilgesi (Danişmend-i Rumi)
olarak vasfediliyor143• Bazı latifelerde astronomiye dair konularda
Hocanın fikrine baş vuruluyor144 •
Bir defasında keşişler Sultan Alaü'd-din Keykubad'a gelmişler
ve müslünian ,fümlerle münazara etmek iştemişler. Sultan Alaü'd­
din Hoca'yı bu keşişlerin karşına çıkarmış ve Hoca o keşişleri ilzam
etmiş ve takdir toplamıştır 1 �5. Burada "Letaif-i Giyc.ısiyye" deki konular
münakaşa konusu olmaktadır. Kısacası latifelerde Hoca'nın felsefi
kişiliği sık sık vurgulanmaktadır.
Menakıb-ı Evhadü'd-din-i Kirmani'de Bağdad'da Evhadü'd-din
ile tanışan "Da.nişmend-i Rumi" (Anadolu'nun bilgesi) diye anılan
kişinin Ahi Evren Hace Nasırü'd-din olduğunu bir takım karinelerle
tespit etmekteyiz ii6 • Latifelerde de Nasreddin Hoca, sık sık, Diyar-ı
Rum'un danişmendi olarak anılmakta ve başka milletlerin
danişmendleriyle münazaraya tutuştuğu ve her defasında onları
ilzam ettiği görülür 147•
Gene bu Latifeler'de Nasreddin Hoca'mn Kelamcı (mütekel­
lim) kimliği de ortaya çıkmaktadır148• Bu kimliği de onun Ahi Evren
Hace Nasiru'd--din olduğunu belirtmektedir. "Letaif-i Hikmet" ve
"Letaif-i Giyasiyye" adlı eserlerinde halkın anliyabileceği biçimde
"Sani'in 11 varlı�;ı ve birliği için gösterdiği kevni deliler ve eşyanın
yaradılışında Allah 1 ın varlığına ve birliğine delalet eden hikmetler,
Nasreddin Hoca Latifeleri'ne yansımıştır.

143 Nasreddin Hoctıı, 132/164, 133/164.


144 Nasreddiıt, 123/129, 129/155; Letaif-i Nasreddin Hoca, 54, 74, 170, latifeler.
14; Nasreddiıı Hoca, 129/155.
146 Ahi Evren ve A.hi Teşkilatının Kuruluşu, s. 63i Me,ıak,b-ı Şeyh Evhadü'd-ditı-i
Kirnıaııi, s. 158.
147 Nasreddin Hoc,ı, s. 129, 132·133, 185.
148 Letaif-i Nasreddiıı Hoca, s. 75 103-104.
1

68
b. Hoca Her Fende Mahir İdi.
Latifelerde hocanın bütün fenlerde mahir bir kişi olduğu ve bu
yüzden her fende onun fikrine müracaat edildiği görülür. Letaif der­
leyicileri de onun hakkında şu rivayeti derlemişlerdir. " Rivayet olu­
nur ki, Hoca merhum nevverellahu kabrehu her ilimde mahir her
fende kamil imiş 1 i9 ." Bu vasıflar Ahi Evren'in önde gelen çok iyi bili­
nen vasfıdır. Nitekim Eflaki, Ahi Evren Şeyh Nasıru'd-din'i kötüle­
meye, tahkir etmeye çalışırken dahi onu vasfederken, "o her ilimde
mahir idi ve her fende Sadru'd-din Konevi ile atbaşı giderdi" 150• De­
mek suretiyle latifelerle Nasreddin Hoca'nın tarif edildiği biçimde
Ahi Evren'i tarif etmekten kendini alamamıştır.
Latifelerde Hoca bazen fakihdir, bazen mütekıellim, bazen ka­
dı bazen muhaddis, bazen de hekimdir. Bütün bunlar Ahi Evren
Şeyh Nasıru'd-din'in özellikleridir. Bütün bu alanlarda eserler yaz­
mış bir alimdir. "Letaif-i Hikmet" adlı eserinde örneklendirmek ama­
cıyla zaman zaman hikayeler anlatmaktadır. Bu hikayelerinden bazı­
ları Nasreddin Hoca latifeleri arasında yer almaktadır. Mesela, Per­
tev Naili Boratav'ın el- yazması Nasreddin Hoca veya Hoca
Nasreddin latifelerinden devşirdiği 143/207, 123/129, 158/258,
228/478, 183/ 336, 226/ 479. Keza M. Arslan B. Paçacıoğlunun,
"Letaif-i Nasreddin Hoca"sından 166, 325. Hikayeler Ahi Evren'in
''Letaif-i Hikmet" inden alınmıştır. Ayrıca Nasreddin Hoca Latifele­
rinden birçoklarının mazmunları Ahi Evren'in "Letaif-i Giyasiyye"
adlı eserinden alınmıştır.

c. İsimlerin Aynı Oluşu


Ahi Evren'in lakabı eski kaynaklarda Nasirü'd-din, Nasırü'd­
din ve Nasru'd-din olarak geçer. Ahmed Eflaki ve Sadru'd-din Konevi
onu Nasır ve Nasir olarak anıyorlar. Vakıa bu kelime Nasr, Nasır ve
Nasir olarak kullanımında hep aynı anlamı (ism-i fail) taşıyacağı için
üç şekilde "Din" kelimesine muzaf olabilmektedir. fakat Türk gırt­
lak yapısına en kolay gelen söyleyiş biçimi "Nasred�in 11 şeklidir. Bu
yüzden Ahi Evren'nin lakabı halk için kaleme alınan "Ahi Şecere­
nameleri", "Ahi Fütüvvet-nameleri" veaVakıf-name"lerinde çoğun-
149
Lewif-i Nasrtddin Hoca, s. 68; Nasreddin Hoca, s. 148.
ı,o Meıtakıbu'/-arifin 1 I, 188-190.

69
lukla "Ahi Nasrü'd-din" şeklinde kaydedilmiştir.
Anadolu Selçukluları zamanıda yaşayan ve daha çok Türkmen
esnaf ve sanatk,h çevrelerde şöhreti yayılan Ahi Evren diye ünlenen
Ahi Nasru'd-din ile aynı çevrenin kahramanı olan Nasreddin Ho-­
ca'nm aynı kişi oldukları lakaplarının aynı oluşundan da bellidir,
Sadru'd-din Konevı Ahi Evren'e yazdığı mektuplarda Onu, Hace
Nasirü'd-din olarak anmaktadır. 151• B� anış biçimi halk arasında Ho-·
ca Nasreddin olarak yaygınlaşmış ve tutunmuştur.

d. Nasreddin Hoca Kadı veya Vezir miydi?


Nasreddin Hoca latifelerini inceleyenler onun devlet
hizmetlerinde bulunmuş biri, bazen bir kadı, bazen bir vezir
konumunda bir görevli olduğu fikrini dile getirmişlerdir. Acaba
Nasreddin Hoca böyle birisi miydi? Fıkraları böyle bir intiba
uyand�JE:�en Nasıru'd-din Mahmud'un hayatına baktığımızda
�nu uzun süre Kayseri'de Kadı olarak bulunduğu, II. İzzü'd-din
Keykavus'un saltanatı döneminde kısa bir süre (1246--1248 arasında
olmalı)vezir olduğunu görüyoruz. Mevlana'nın babası kendisine
muhalif olan bir Kadı Nasir'den söz etmektedir ki m , karineler onun
Ahi Nasırü'd-din olduğunu gösteriyor. Ahmed Eflaki de eserinin bir
yerinde onu vezir Nasırü'd-din olarak anmaktadır1 �1. Mevlana ken­
disini ziyarete gelen Sultan II. İzzü'd-din Keykavus'a "sana çobanlık
vermişler, sen kurtluk yapıyorsun. Allah seni Sultan yaptı, sen Şey­
tan'ın sözüyle hareket ediyorsun"m derken Ahi Nasırü'd-din
Mahmud'u kasdetmektedir. Hatta burada Mevlana onu kendisine
151 Konevi ile Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in biribirine yazdıkları mektupların en
eski nüshasını Yar Ali Şirazi (814/1412) Konevi'nin özel defterlerinden derleyerek
meydana getirmiştir. Yar Ali bu mektupların Konevi ile İranlı Filozof Hace
Nasirü'd-din-i Tusi arasında teati edildiğini sanmıştır. Bu nüsha Aya5ofya
(Süleymaniye) Ktp. nr. 2349'dadır. Eratna Oğulları devri bilginlerinden olan Yar
Ali'den sonra başka müstensih ve yazarlarda bu mektuplan ele geçirmişler veya
Yar Ali Şirazi'nin nüshasından kopye ederek Tusi ile Konevi'nin mektuplaştıkla­
rı iddiasını yaygın bir kanaat haline getirmişlerdir. Bu konuda geniş bilgi için
bkz., "Sadru'd-din Konevi ile Ahi Evren Şeyh Nasiru'd-din Mahmud'un Mektup­
laşması" s. 51- 78.
152 Nasreddin Hoca, 114/95, 115/':19, 117/105, 131/156.
153 Baha Veled, Maarif, neşr. B. Furuzan-fer, Tahran 1352, I, 319.
154 Metıabbu'/-arifin, I, 133.
155 Menakıbu'l-arifin, I, 443A44.

70
vezir edindiğini de ima etmekte ve bu yüzden ona muhalif bir siyasi
tutum içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu durum da Nasreddin Hoca denen zatın Ahi Evren, nam-ı
diğer Nasırü'd-din Mahmud olduğunu düşünmemizi gerekli kılmak­
tadır.

e. İmad Kimdir?
Nasreddin Hoca'nın Ahi Nasıru'd-din olduğunu belirleyen ö­
nemli bir bulgu da İmad adındaki bir şahsın kimliğinin belirlenmesi­
dir. Nasreddin Hoca "Latifeleri"nde sık sık adı geçen İmad,
Nasreddin Hoca'nm yanından ayırmadığı talabesi yardımcısı ve
hizmetcisid ir 156 •
Yukarıda ifade edildiği gibi Ahi Evren Nasıru'd-din'den ismen
bahseden ç;ağdaşlarından biri de Mevlana'nın hocası Şems-i
Tebrizi'dir. Şems-i Tebrizi "Makalat"ında İmad'ı iki yerde anmakta­
dır15;. Bu İmad yahut İmadu'd-din'in, Evhadü'd-din-i Kirmani'ye ve
Kirmani'nin Konya'daki halifesi Zeynü'd-din Sadaka'ya yakınlığı
bulunduğunu da ifade etmekte ve her defasında onu aleyhinde bu­
lunmaktadır 158 . Şems'in bu menfi tavrı bu İmad'ın Ahi Evren diye
bilinen Nasırü'd-din'in adamı, yakını olduğunu gösteriyor.

f. Nasreddin Hoca'nın Hanımı


Nasreddin Hoca'nın latifelerinden çıkan sonuçfardan biri de
hanımının çok yaramaz ve Hoca'ya çile çektiren bir hanım olması­
dır. Hoca bu hanıma tahammül ederek kendisine riyazet çektirme­
dedir. Bir kulübe gibi olan evinde bu hanımla yaşamaktadır. Sık sık
hanımının yanlışlarını dile getirerek gene çevresine öğütler vermek­
tedir159 .
Ahi Evren Hace Nasirü'd-din Mahmud'un hanımı olduğu tara-

156
Bkz, Nasreddin Hoca, s. 101, 102, 125, 154, 185. Letaif-i Nasredditt, 36. 37. 199.
347. 409, latifeler.
157 JJakalat-ı Şems-i Tebrizi, neşr. M. Ali Muvahid, Tahran 1319, I,138, II, 251.
158 Ay
nı eser, I, 82-83; II, 102, 238,1,82-83.
159
Nasredditt Hoca, 227464, Letaif-i Nasreddin,, 103 gibi. Bu konu ile ilgili pek çok
müstehcen latifeler var. Bu tür latifelerin Hoca'nın bilge kişiliğine yakışmadığı
Hoca üzerinde çalışan bütün araştırmacıların özellikle belirttikleri ve müttefik ol­
dukları bir husustur.

71
fımdan tespit edilen Fatma Bacı veya Fatma Hatun'dan bahseden
Sivaslı Muhammed, Fatma Hatun'un küçükken ç:ok yaramaz kötü
huylu, kaba, söz dinlemez, eğitilemeyen biri olarak vasfetmekte ve
babası Şeyh Evhadü'd-din Hamid el Kirmani'ye riyazet yaptırdığını
anlatmaktadır. Bu çağdaş yazar Fatma Hatun'un Kayseri'de
Moğolar'a esir düştüğünü, 14-15 yıl süren esaretten dönünce gene
kocasının kulübesinde yaşamayı sürdürdüğünü ilk kocasından sonra
da bir evlilik yaptığını bildirmektedir 160 • Fatma Hatun'un Selçuklular
zamanında kurulmuş olan II Bacılar Örğütünün" lideri olduğu tara­
fımdan tespit edilmiş bulunuyor 161 • Manzum Velayet-name'de bu
Fatma Hatun'un bu örgüte mensup hanım cemaatle meşgul olduğu
anlatılmaktadır 162 • Onun bu görevinden dolayı e:�ine gereken ilgiyi
gösterememesi, sık sık evinde bulunamaması durumlarının ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Hoca da sık sık eşinden yakınmıştır. İşte
Fatma Hatun\m bu durumu Nasreddin Hoca'nın hanımı tipinin
ortaya çıkmasma yol açtığını ve Hoca1 nm hanımı etrafındaki
espirilerin buradan kay�aklandığını düşünüyorüm. Mesnevi'de de
Hoca'nın hanımı ile ilgili birkaç hikayenin geçtiğini yukarıda belirt­
miştik. Mevlana ve çevresindekiler hem Fatma Hatun'un babasi
Evhadü'd-din.;.i Kirmani'ye ve hem onun eşi Ahi Evren Hace
Nasirü'd-din Mahmud'a muhalif idiler. Bu muhalefetlerini Fatma
Hatun'a karşı da yürüttükleri görülmektedir.Bütün bu hikayelerde
Cuha'nın hanımı yaramaz, söz dinlemez anlayışsız biri olarak
vasfedilmektedilr.

g. Nasreddin Hoca Latifeleri Ahi Evren Nasirü'd-din'in


"Letaif-i Hikmet" ve " Letaif-i Giyasiyye" sinden Alın­
madır.
Ahi Evren'in "Letaif-i hikmet 1' ve "Letaif-i Giyasiyye" adların­
da ikincisi birincisinin genişletilmişi veya biri diğerinin ihtisar edil­
miş şekli olan iki eseri bulunmaktadır. Birincisi İran'da Siracü'd-din
Mahmud el- Urmevi'y.e nispet edilerek basılmıştır. Diğeri bugüne

160- Mettaktb-ı Şeyh Evhad1Yd-di11 Hamid el Kirmani, s. 68-71.


161
Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rıım.
162 A.g
.e. 1 Hacı Be:ktaş _İlçe Ktp. Nr. 200, Yp. 60b-65a. A),:'.rıca Bkz. Aşıkpaşa:zade,
Tarih-i Al-i Osman, Istanbul 1332, s. 204-205; Mustafa Ali I Künhü'I-Ahbar, Istan­
bul 1227, V1 52- 58.

72
kadar basılmamış el yazması nüshalar (üç nüsha) halinde bulunuyor.
Nasreddin Hoca latifeleri olarak bilinen fıkraların birçokları yukarıda
bir kaç defa söylediğimiz gibi halk muhayyilesinde şekillenmiş, de­
ğişmeye uğramış eklemeler, çıkarmalar yapılmış olarak bu iki eser­
den alınmışlardır. Burada bazı örnekler verilecektir.
1-Latifenin birinde suya düşüp boğulmakta olan cimriyi kur­
tarmaya çalışanlar ona: 11 elini ver seni kurtaralım" diyorlar.
Nasreddin hoca: "Ona elini ver demeyin, elimi tut deyin. Çünkü o
ömründe hiç kimseye bir şey vermemiştir. Size de elini vermez"
diyor. Bu latife hiçbir değişmeye uğramadan aynen "Letaif-i Hikmet''
de (s. 210) mevcuttur.
2-Biri bir taş attı hekimin ayağına değdi. Hekim hiç aldırmadı.
Bunu görenler niye hiç öfkelenmediğini sordular. Hekim onlara "ta­
şın kendiğinden düştüğünü düşünerek öfkemi yendim" demiş. Ahi
Evren eserlerinde çoğu zaman hekim diye kendini kastetmektedir.
Letaif-i hikmet'te: (s. 196) anlattığı bu hikayede hekimin yerine Ho­
ca'yı koyarsak bir Nasreddin Hoca latifesi ortaya çıkıyor. Nitekim
latifelerde de Hoıca kendisine hekim diyor163 • Hoca eşekten düşünce
kendisine gülenlere: "Zaten inecektim" demesi gibi.
3-Hekim evine gelen dostunun önüne yemek koyar, birlikte
yerlerken hekimin karısı içeri girer yemeği önlerinden alır ve hekime
hakaret eder. Hekim dostuna, biz de bir defa siz de yemek yiyorduk,
evinizdeki kuş sofraya konup ortalığı batırmıştı. Karımın şu yaptığı­
nı o kuşun yaptığının yerine say demiş. İşte "Letaif-i hikmet" de (s.
196) geçen bu fıkralarda Nasreddin hoca'nın yaramaz hanımı ile
ilgili bir fıkradır.
4- Nasreddin Hoca çift sürerken kayış kopmuş. Hoca sarığını
onun yerine bağlamış sarık hemen üzülmüş, paramparça olmuş.
Hoca Meğer zavallı kayış ne işkence çekermiş" demiş. Debbağ olan
II

Ahi Evren de şöyle diyor: "Deri debbağın elinde pek çok işkence
çekmedikçe büyüklere layık bir kemer olmaz" 164•
5- Nasreddin Hoca'nın "ye kürküm ye" latifesi (letaifı, s. 56)
da ııLetaif-i Hikmet" deki bir ziyafete giderken uyulması gereken

163 Nasreddin Hoca, s. 251/233.


lM Letaif-i hikmet, s. 265.

73
adab-ı muaşeret kurallarını açıklayan bahsi şerh etmekte veya ör-­
neklendirmektedir 165 . Burada bir ziyafete giderken ne kötü elbise, ne
de çok fakir elbise giymemelidir görüşü vurgulanmaktadır. Hoca
pazarda ineğini "altı aylık hamiledir" diye övünce hemen müşteri
çıkar ve iyi bir fiatla satılır. Evine gelince kızını da dünürcülere tak­
dim ederken "altı aylık hamiledir" diye övmeye çalışınca dünürcüler
bırakıp giderler.(Letaif, s. 56-57) Bu latife de "Letaif-i hikmet"deki 16�
Sözü yerli yerince sarf adabını açıklamaktadır.
6-Bir adamın çok cimri bir komşusu vardı. Sık sık ona "Hiç bi­
ze gelmiyorsun. Bir kere buyur birlikte tuz ekmek yiyelim" dermiş.
Bu teklifi birçok defalar tekrar edince nihayet birgün çok açıkmış
olan adam cimrinin evine gitmiş. Adam da sofraya tuz ve ekmek
getirmiş. Tam o sırada bir dilenci kapıya gelir. Bir şeyler ister. Allah
versin derse de dilenci tekrar eder. Adam bu defa gitmezsen sopa
alıp seni döverim diye tehdid eder. Misafiri de dilenciye: "Durma git.
Bu adam dediğini yapar. Defalarca ekmek ve tuz va'dinde bulundu
ve dediğini aynen uyguladı. Tuzdan ve ekmekten gayri nesne sofra­
ya getirmedi" dedi167 • İşte bu hikaye de misafirin yerine Nasreddin
hoca'yı koyarsak, bir Nasreddin hoca latifesi ortaya çıkar168 • Bu latife
çok az bir değişmeye uğrayarak halk muhayyilesinde yer tutmuştur.
7- Bir cimri bir arkadaşını evine da'vet etti. İkindiye kadar o­
turdular. Ona hiçbir ikramda bulunmadı. Daha sonra adam bir ud
getirdi. Dostuna: "Hangi makamı seversin?" dedi. Dostu ona: "Bir
lokma kebap severim" dedi169 • İşte bu espiri de Nasreddin Hoca lati­
feleri arasında yer almıştır.
8-Ahi Evren eserlerinde bazı konuları açıklarken kendisi
tarafından keşfedilen veya icad edilen şeylerden bahseder ve
kendisinden önce bu söylediklerinin hiç kimse tarafından
bilinmediğini veya yalnız kendisinin bunu bildiğini söyler17r . Ahi
Evren'in bu iddiası başkaları veya muhalifleri tarafından alaya
alındığı, bu yüzden latifelerinde sık sık ona izafe edilerek guya
165 A.g.e., s. 277
166 A.g.e., S. 184-185.
167 A.g.e., s. 210
168
Letaif-i Nasrcdditt Hoca, s. 126-325.
169
Letaif-i hikmet, s. 209.
170 Mesela:Bkz. Letaifi Giyasiyye, Mevlana Müzesi Kütüphanesi,nr. 1727,yp.47a.

74
N asreddin Hoca demiş ki, "Kar ile pekmez yemeyi ben icad eyle­
dim 1' · 7ı veya "Şu işi ve uygulamayı ilk defa ben icad eyledim. Fakat
bende bunu beğenmedim" 172 gibiJ!kralara rastlanmaktadır.
9-Yukarıda Mevlana1 nın "Mesnevı'sinde hikaye ve mesellerle
Ahi Evren Hace Nasirü'd-din 1 i alaya aldığını söylemi:itik. Aynı şekil­
de Nasreddin Hoca da bazı latifelerinde onu alaya almaktadır. Şöyle
ki:Ahmed Eflaki'nin anlattığına göre Hazret-i Mevlana etrafındakile­
re şu haberi vermiştir: İlhanlı hükümdarı Hulagu Han, Bağdad'ı mu­
hasara edince büyük bir savaş oldu. Fetih müyesser olmadı. Hulagu
Han askerlerine emir verdi. "Üç gün süreyle hiç kimse bir şey yeme­
sin ve içmesin, atlara da yem verilmesin ve her-kes kendi halince
yuadanına yalvarsın11 Atların ve askerlerin tuttu-ğu bu oruçlar

hürmetine fetih müyesser oldu171 . İşte Nasreddin Hoca, Mevlana 1nın


bu yorumuyla alay sadedinde o da eşeğine riyazet yap-tırıyor ve
günlerce eşeğine yem vermiyor ve nihayet hayvan ölüyor1 i'I
Burada sunduğumuz örneklerden başka Ahi Evren'in yukarda
sözü edilen eserlerindeki bir çok sözler, motifler tenkit ve tasvip u­
sulleri hocanın latifelerinde görülebilmektedir. Keza iki yüzlü olma­
mak, hırsızın veya kusurlu davranışta bulunanın suçunu yüzüne
vurmak yerine dolaylı yollarla onu uyarmak, misafire dolaylı yolla
gitmesini söylemenin adabı, yemek yeme ve söz söyleme adabı gibi
daha birçok konularda verdiği örneklendirmelerin benzerini Nasred­
din Hoca latifelerinde bulabilmekteyiz. Tabiat bilimlerine dair basite
indirgeyerek anlatımları dini, tasavvufi konuları yorumlayışları, halk
arasında gülünç ve düşündürücü fıkralar haline gelmiştir. Bu alanda
sürdürülecek çalışmalar bu konuya geniş boyutlar kazandıracağını
burada tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum.

B. AHİ ve TÜRKMENLERİN UC BÖLGELERE GÖÇÜ


Moğollar Anadolu'da iktidarlarına karşı olan Ahi ve Türkmen­
ler üzerinde ağır bir baskı uygulamaları yanında özellikle orta Ana-

ın Letaif-i Nasreddi11 Horn,s.73 131.


Letı1if�i 1V,1sreddin H·oca, s.89�206.
1 "' 1

m ,,ııJeı,akibii'/-arifiıt, I, 202-203; Arifl.eriıı Meıtkibe/eri, I1 243-244.


174 I.etaıfi Nasreddiıı Hocıı, s. 88/201.

75
dolu'da bu çevrelerin hizmet imkanlarını da ortadan kaldırdıkları
görülmektedir. Bu cümleden olarak Ahilerin iş yerlerinin ellerinden
alınıp, Mevlana ve yandaşlarına verilmiştir. Mevlana devlet büyük­
lerine yazdığı birçok mektuplarında birtakım hizmet yerleri­
nin(cami, medrese, vakıf gibi) birilerinden alınıp kendisinin bildirdi­
ği kimselere verilmesine dairdir.İşte bu kimseler Ahi ve Türkmen
çevrelerdir. Ahilerin Mevlana'ya bağlanmaya zorlandıkları, bunu
kabul etmeyenlerin göçe zorlandıklarım biliyoruz 175 • İşte devletin
Ahi ve Türkmen çevreler üzerindeki bu tür şiddetli fikri, siyasi ve
ekonomik baskıları karşısında pekçok Ahi ve Türkmen ileri gelenle­
rin uc bölgelere göç ettiklleri görülmektedir. Hizmet yerleri ve im­
kanları ellerinden alınan ve Mevlana'ya mürid olmayı reddeden
Ahillerin devletin takibatının ulaşamadığı yerlere,yani Uc bölgelere
göç etmek zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu konulara dair
Mevlevi çevrelerde yazılan eserlerde geniş malumat bulunmaktadır.
Kırşehir Emiri olan Moğol asıllı Caca oğlu Nuru'd-din'in Kır­
şehir'de gerçekleştirdiği ve Ahi Evren Hace Nasirü''d-din ve arkadaş­
larının öldürülmesi ile neticelenen katliamdan sonra pekçok Ahi'nin
Anadolu'daki Uc illere (batıya) kaçtıkları görülmektedir. Osmanlı
Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin kayınpederi Edebalı, Geyüklü
Baba ve Abdal Musa da bu katliamdan kurtulup Kırşehir'den batıya
göçenlerdendir176 • Nitekim halk rivayetlerine göre de Ahi Evren'in
ölümünden sonra Kırşehir'de dericiliğe artık son verilmiş ve bir daha
dericilik yapılmamıştır177 • Bu demektir ki Cacaoğlu Nuru'd-din Kır­
şehir'de Ahiliğin kökünü kazımıştır. Kırşehir'den göçenler Kırşehir
ve çevresinde kalanlarla ilgilerini kesmeyip, Nuıru'd-din, Caca ile
mücadelerini sürdüdükleri de anlaşılmaktadır. Nitekim Ahi Evren
Hace Nasiru'd-din Mahmut'un eşi Fatma Ana (Kadıncık Ana) uçlar-

175 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Aiti Evren ve Ahi Teşkilatı'nıtı Kıırulıışıı, s. 114-121.
176 Taşköprü-zade Edebah"nm Karamanlı olduğunu yazmaktadır. (Ş,ıkapk-ı
Nıı'maniye, s. 4) Hüseyin Hüsamaddin'in Amasya Tadlıi'ndı: (İstanbul 1929-1332,
III, 206) belirtt:iğ;i gibi Edebalı Kırşehir"den Söğüt"e göçmüştür. Kırşehir o zaman­
larda Kararnan'a bağlı olduğu için Edebalı'nın Karamanlı olduğu ileri sürülmüş­
tür.Nitekim Kırşehirli Aşık Paşa'nın oğlu Elvan Çelebi'nin "Menakıbu'l­
Kudsiye"sinden de (Mevlana Müzesi Kütüphanesi nr.4937, yp. 113a-113b)
Edebalı'nın bir zamanlar Kırşehir'de ikamet etmekte olduğunu, Hae1 Bektaş'a ya­
kınlığı bulunduğunu bilahere Söğüt'e gittiğini öğreniyoruz.
177 W. Ruben, "Kırşehir"de Dikkatimizi Çeken Sanat Abideleri'\ Belletw, XI, 637

76
daki Türkmenlerle irtibat kurduğu Abdal Musa ile gizli siyasi ilişki­
lerinden dolayı Cacaoğlu Nuru'd-din tarafından takibata uğradığı ve
bu siyasi baskılara dayanamayarak Sulucakarahöyük'e göçmek zo­
runda kaldığı rivayet edilmektedir 178• Bu durum Abdal Musa'nın
Kırşehir'deki Ahi ve Türkmenlerle ilgisini sürdürdüğünü göstermek­
tedir. Batıya göçen Bektaşi ve Ahiler ise Osmanlı Devleti'nin kurul­
masında ve güçlenmesinde en önemli amil oldukları bilinmektedir179 •
Diğer taraftan Baba İlyas'ın torunu Aşık Paşa'nm oğlu Elvan
Çelebi de Baycu Noyan'ın Anadolu işgalinden sonra Baba İlyas'ın
müridlerinden bazı ileri gelenlerin batıya göçtüklerini yazıyor. Bu
cümleden olarak Muhlis Paşa'nın (672-1275) halifesi Şeyh Affan ile
birlikte bir cemaatın Ercuma'ya (Bergama yöresi) göçtüklerini şu
aşağıdaki beyitle ifade etmektedir.
Çıktı kafirden Ercuma'ya kaçıp
Şeyh Affan u cümlegi Süleha 180
Keza manzum Hacı Bektaş u Menakıb-name" sinde de Hacı
Bektaş'ın halifelerinden bazılarının zulümden kaçıp uç bölgelere
(Tavas ve Uşak taraflarına) hicret ettikleri bildirilmektedir181•
Ahmet Eflaki de Mevlana'ya düşman olan kişilerin göç ettikle­
rini çeşitli vesilelerle bildirmektedir. Eflaki'nin eserinde bu şahısla­
rın sadece uc bölgelere değil Anadolu dışına göçenlerin bulunduğu da
bildirilmektedir 111�. Bu da gösteriyor ki Türkmen çevreler sadece uc
bölgelere değil başka bölgelere de göçmüşlerdir. O dönem de Mem­
luklular'ın Türkmenlerle siyasi ittifakı pek çok kimselerin onların
ülkesine sığınmasına yol açmıştır.
Bu konunun da daha iyi anlaşılabilmesi için Mevlana ve çevre­
sinin, Türkmen �;evrelere karşı tutumları ile ilgili müşahhas bir ör­
nek sunmakta yarar görüyoruz. Mevlevi yazar Ahmet Eflaki'ye göre
Sultan IV. Ruknu'd-din Kılıçarslan başlangıçta Mevlana'ya mürit
olup onu kendine baba edinmişken sonradan müritleri insan yüzlü
178
Tarih-i Al-i Osman, s. 204-205;Kırşehir Tarihi Üzerine Araştırmalar, s. 103-105
179
F. Köprülü, Osmanlı İmparatorlıığıı'nıın Kuruluşu, İstanbul 1972, s. 131-172
180 Me,ıakıb'iil-Kııdsiyye, Mevlana Müzesi Kütüphanesi nr. 49371 yp. 108b
181 Mmızıım Hacı Bektaş-, Veli, Menakıb-namesi, Hacı Bektaş İlçe Kütüphanesi, nr.
200, yp. 183b-187b
182 Ariflerin Menkıbelerı: 185-186

77
şeytanlar olan Baba Merendi adlı Türkmen bir şeyhle ve
müridleriyle tanışmış. Mevlana'nın da bulunduğu bir toplantıda
Sultan bu şeyhe iltifat edip onu kendine baba edinince Mevlana'yı
gücendirmiş, bunun üzerine: "öyle ise biz de başka birini kendimize
oğul ediniriz." Deyip toplantıyı terketmiştir181 .Nitekim bu olaydan
kısa br süre sonra Mevlana'nın müritleri olan Pervane Süleyman ile
Tacü'd-din Mu'tez, Moğollarla ittifak edip Sultanı öldürmüşlerdir'R\
Sultanın Türkmen çevrelere azıcık meyli öldürülmesine yeter bir
sebep olmuştur.
Eflaki bu olayı Selçuklu Devleti'nin yıkılış sebebini izah sade­
dinde anlatılmaktadır. Yani EflakFye göre devlet adamlarının Türk·
men ileri gelenlere değer vermeleri Selçuklu Devleti'nin yıkılışına
zemin hazırlamıştır. Eflaki'nin bu tespiti şüphesiz doğrudur. Ger­
çekten de XIH. asrın ikinci yansından itibaren Türkmen Beyler
bulundukları bölgelerde Türklük ülküsünü benimseyip destekleme­
leri, kendi�erini güçlü bulunca da istiklallerini ilan etmeleri Selçuklu
Devleti'nin yıkılışına sebep olduğu gibi Moğol emperyalizminin de
çöküşünü hazırlamıştır. Eflaki'nin bu durumdan rahatsız olup
üzüntüsünü ifade etmesi Mevlevi çevrelerin zihniyetini yansıtmakta
ve Türkmen çevrelere bakışlarını açık bir şekilde ortaya koymakta-
dır. F. Taeschner'in de Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılışını
Ahilerin devletle sürekli mücadele edip devleti güçsüz duruma ge­
tirmiş olmaları ile izah etmesi tamamen yanlıştır 1 �'. Bilakis II.
Gıyaseddin Keyhüsrev'den itibaren Selçuklu Devleti'nin bindiği dalı
kesmek kabilinden Ahilerle sürekli olarak mücadele etmesi devleti
Ahilerin gücünden mahrum bıraktığı gibi kendi gücünü yitirmeye
yol açmış, bu ise devletin yıkılışını hazırlamıştır.
Mevlevilerle Türkmen çevreler arasındaki münafcret Efüı­
ki'nin zamanına kadar bütün şiddeti ile devam etmiştir. Eflaki'nin
şeyhi olan Mevlna'nın torunu Ulu Arif Çelebi (719/1320) uc bölge­
lerdeki seyahatlerinde sık sık Türkmen çevrelerin protestoları ile
karşılaşmıştır. Bu demektir ki, bu bölgelerde Mevlevilere karşı olan

1113 Ariflerin Afettkıbeleri, I, 203-204


184 Pervane Muiımıı'd-diıı Siileymaıı, s. 111-112
185 F. Taeschner1 "İslam Ortaçağı'nda Futuvva", iktisat Fakültesi Mecmwısi, XV, 20-
21.

78
bir güç oluşmuş bulunuyordu.
Ahi ve Türkmenlerin en kuvvetli ve faal oldukları yöre şüphe­
siz Kırşehir, Aksaray, Kayseri, Tokat ve Sivas çevreleri idi. Türkiye
Selçukluları devrinin en büyük yerleşim yeri olan bu mamur şehirler
o zamanın en önemli ilim, irfan ve sanat beldeleri idi. Moğol
hakimiyetinden sonra bu yörelerde Türkmen halk ile yöneticiler tam
bir uyumsuzluk içinde idiler. Bu yörelerde yönetici olan Pervane
Süleyman, Tacü'd-din Mu'tez Nuru'd-din Caca Türkmen halkla
amansız bir mücadele içine girmişlerdi tö<,. Bir çok defalar Türkmen
ve Ahiler katliama tabi tutuldular. Moğol siyasetinin müdafii ol :m
Niğdeli kadı Ahrnet 1 in (741/1340) ifadelerinden Aksaray ve Niğde
çevresinde Taptuk Emre')le bağlı dervişlerin kamilen katliama tabi
tutulmuş oldukları anlaşılmaktadır 187 •
Yunus Emrenin (720/1320) piri Hacı Bektaş'm (669/1271) ha­
lifesi Tabtuk Emre'nin de bu katliamlar sırasında öldürülmüş olduğu
kuvvetle muhtemel görünüyor ıss . Bu yörelerdeki asayişsizlik XIV.
asır boyunca devam etmiştir. Bunun sonucu olarak yörenin Türk­
men halkı uc bölgelere veya güneye (Memluklular ülkesine) göç
etmek zorunda kalmışlardır. Kadı Burhanettin devri (1345-1398)
tarihçisi Aziz-i Esterabadi, Burhanettin iktidara gelmezden önce
Kırşehir ve Aksaray yöresinde tam bir asayişsizliğin hüküm sürmek­
te olduğunu ve halkın perişan bir vaziyette bulunduğunu haber
vermektedir 1 ·'''). Kadı Burhanettin'in iktidarı zamanında göçler sonu­
cu Ahiliğin merkezi olan Kırşehir'in nüfusunun iyice azalmış ve
Osmanoğulları'nın tehditi altında bulunduğunu ve şehrin yeniden
imarına ve Osmanlılara karşı tahkim edilmesine ıçalışıldığını gene

186 Bu üç emirde Mevlana'nın mürididir.


el-\leledü'ş-şefik, yp. 103a.
ı�x Kadı Ahmet, Tabtuk Emre'nin halifesi İbrahim Hacı'dan halen yaşamakta olan
biri olarak söz etmekte Tabtukluların bu çok yaşlı zatın başkanlığında faaliyetle­
rini sürdürmekte olduklarını bildirmekte ve "yöneticiler (Urnera ve hükkam) bu
kalan Tabtukluları da ortadan kaldırırlarsa cennete gireceklerini tekeffül ederim"
diy,!rck (el-Velcdıı'ş-şefi'k, yp. 108a) Moğol patronlarına ne kadar sadık bir kul ol­
duğunu göstermektedir. İbrahim Hacı için ayrıca bkz. Ma11zıım velaretııame yp.
52a-60b. Bu velayetnameye göre İbrahim Hacı Tabtuk Emre'nin halifesi olmakla
beraber Hacı Bektaş ile de mülaki olmuştur. Bu İbrahim Hacı'mn bilaherc Kayse­
ri'nin Develi ilçesinde öldürüldüğünü biliyoruz.
189
Be::111-u rezm, İstanbul 1928, s.85-86.

79
Aziz-i Esterabadi bildirmektedir190 . . Böylece yöre h,alkının Osmanlıla··
ra sempati duyduğu da ifade edilmiş olmaktadır. Osmanlı ülkesine
göçler neticesi Kırşehir nüfusunun çok azalmış olduğu anlaşılmak­
tadır. Kırşehirli Aşık Paşa'nın ölümünden sonra (732/1332) ailesi ve
yakınlarının da Kırşehir'den göçtüklerini oğlu Elvan Çelebi'nin Me­
citözü1ne yerleşmesinden anlıyoruz. Bu ailenin Kırşehir'den göçmesi
de gene yöredeki asayişsizlikle ilgili olmalıdır.

C. NASREDDİN HOCA LETAİF'İNDE AHİ EVREN'İN


HAYAT HİKAYESİNİN İZLERİ
Yukarıda da ifade edildiği gibi Ahi Evren Hace Nasırü'd-din
Mahmud'un hayat hikayesinin izlerini Nasreddin Hoca aLatifeler 1'
inde görmekteyiz. Bazı Latifelerinde Ahi Evren'in "Letaif-i Hikmet"
ve "Letaif-i Giyasiyye" den alınmış olduğını gördük. Şimdi Ahi Evren
Hace Nasiru'd-d'in hayat hikayesini ana hadan ile göstererek
Nasreddin Hoca latifelerindeki yansımalarına işaret edelim. Böylece
Nasreddin Hoca tipinin Orta asya Türk İllerinde ve Osmanlı Coğraf­
yasında nasıl kahramanlaştığı ve şöhretinin yaygınlaştığı gösterilmiş
olacaktır.
"Ahi Evren Hace Nasirü'd-din Mahmud Hayatı Çevresi ve
Eserleri" adlı doktora çalışmamda bu zatın hemen hemen tamamı el­
yazması nüshalar halinde bulunan eserleri taranmak suretiyle onun
hayat hikayesi tespit edilmiştir. Burada bu çalışmamı esas almak ve
detaylardan sarf-ı nazar etmek durumundayım. İşin detayını daha
sonra yapacağım veya yapılacak olan çalışmalara bırakmak zorun­
dayım. Çünkü bu çalışma bir ön bilgi sunmak amacına yöneliktir.

a.Türk :tllerindeki Hoca Nasreddin


Ahi Evren Hace Nasrü'd-din Mahmud el·-Hoyi, nispet adın­
dan da anlaşılacağı üzere aslen Azerbaycan'ın Hoy kasabasındandır.
Birkaç Nasreddin Hoca Latifesi, Nasreddin Hoca'nın Azerbaycan ile
ilgisi · bulunduğuna dairdir. Hatta Anadolu Selçuklu Devletini
temsilen Azerbaycan' a ve o yöredeki beylere elçilik görevi ile gönde­
rildiği de latifelerde geçmektedir. Ahi Evren'in ilk tahsil devresi
memleketi Azerbaycan'da geçse bile gençliğinde Horasan'a gitmiş ve

190 Aynı eser, s. 397

80
uzun bir tahsil hayatı bu bölgede geçmiştir. Uzun yıllar Herat'da
bulunmuş ve ünlü akliyeci Eş'ari kelamcısı Fahru'd-din Razi'ye
(606/1209)talebe olmuştur191 • Kendi ifadesine göre Razi'nin ünlü ve
hacimli eseri "Tefsir-i kebir 17 in yazımında görev almıştır 192 • Burada
bulunduğu dönemlerde Harezm-Şahlar'dan Alaü'd-din Tekeş ile
irtibatı bulunması imkan dahilindedir. Nitekim Nasreddin Hoca
latifelerinde Hoca'nın Harezm-şahlar zamanında o bölgede bulun­
duğu Sultan Alaü'd-din Tekeş ile ilgisini gösteren rivayetler bulun­
maktadır 1 ')'. Daha o dönemlerde Hoca Nasreddin'in o bölgede belli
bir şöhrete sahip olduğu da ortaya çıkmaktadır. Fakat Nasreddin
Hoca tipinin o bölgelerde yayılması daha çok Anadolu'ya gelen Emir
Timur Leng'in onbinlerce askerleri Anadolu'da dinledikleri ve sev­
dikleri latifeleri Horasan ve Maveraün-nehr'e götürmeleri onun şöh­
retini bu Türk illerinde yaymaları ile gerçekleşmiştir. Anadolu insanı
ve Timur'un askerleri Emir Timur ile Nasreddin Hoca'yı
ilişkilendirmişler ve bu ilişkiyi dillendirerek yüzlerce latife üretmiş­
lerdir.
Çok iyi bilinmektedir ki, Safavi Devleti'nin kuruluşunda ve
güçlenmesinde Anadolu'dan göçüp, Safavi devletinin hizmetine
giren Türkmenlerin büyük rolü olmuştur 194 • Anadolu'dan göçüp
Safavi Devletinin hizmetine giren Anadolu Türkmenleri ve Ahiler
beraberlerinde Nasreddin Hoca ile ilgili rivayetleri ve Nasreddin
Hoca Latifelerini götürmüşlerdir. Özellikle Azerbaycan bölgesinde
ve Azeri Türkler arasında Nasreddin Hoca motifinin yaygınlaşması
ve yerleşmesi bu yolla sağlanmıştır. Ayrıca Azerbaycan bölgesinde
ve Azeri Türkler arasında Nasreddin Hoca motifinin yaygınlaşıp
yerleşmesi bu yolla sağlanmıştır. Azerbaycan Türkleri ile Anadolu
Türkmenlerinin dini ve kültürel etkileşmeleri de Nasreddin Hoca
Latifeleri'nin Azerbaycan'a taşınmasında etkili olmuştur.

ı 9: ll1üktıte.biıt, Ayasofya Ktp. nr. 2412, yp. 95b


'92 Letaif-i Giy,ısiyye, Edirne Selimiyye Ktp., nr.1298. yp. 26b.

i93 Anadolu'nun Cuhası Nasreddin Hoca üzerinde çalışanlar Harezm-şahlı Alaü'd-din


Muhammed Tekeş ile ilgisine dair rivayetlerin bulunuşuna anlam vermekte güç­
lük çekmişierdir. Bkz. Akşehir Tarihi, s. 730, İA, IX, 112.
D4 Bkz. F. Sümer, Sa{avi Devletiııin Kıırıılıışwıda ve Gelişınesiııde Anadolu Türklerinin
Rolü, Ankara 1976.

81
b. Anadolu' da
Ahi Evren Hace Nasreddin 600(1203) yılında Herat'tan
Bağdad'a gelmiş, burada Fütuvvet Teşkilatı'na mensup Türkmen
Şeyh Evhadü'd--din-i Kirmani ile tanışmış ve 601 (1204) yılında o­
nunla birlikte Anadolu'ya gelmiştir. Onların Anadolu'ya gelmesi
Anadolu'da Sultanlar muallimi diye anılan Malatya'lı Şeyh Mecdü ı d­
din İshak'm (Sadru'd-din-i Konevi'nin babası) delaletiyle olmuştur.
Kısa bir süre Malatya'da bulunmuştur. Hoca'nm talebesi ve hizmet­
lisi olan ve çok sayıda latifelere konu olan İmad Ahi Evren1 in talebesi
ve hizmetlisi olan İmad da aslen Malatyalıdır. Ahi Nasirü'd-din u­
zun süre Kayseri'de bulunmuştur. Kayseri'de kadılık yaptığı anla­
11
şılmaktadır. Menakıb-ı Evhadü'd-din-i Kirmanf" de Dabbağlar Ma­
ha1Iesi(çarşı) ile Kulah-duzlar Mahalleleri (çarşısı) arasında bulunan
Cami, hanikah ve evin Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'e ait olduğunu
tespit etmekteyiz. Buradaki camiin bu iki mahalleye açılan iki kapısı
bulunduğu kaynaklarda belirtilmektedir195 • Bir Nasreddin Hoca lati­
fesinde yer belirtilmeksizin Hoca'ya ait camiin iki mahalle arasında
bulunduğu ifade edilmektedir196 • Bazı araştırmacıların Nasreddin
Hoca'yı Kayseri'ye nispet etmeliri onun adını bazı kitabelerde
ğeçtiğini göstenmeye çalışmalarında haklılık payı bulunmaktadır.
Nitekim 611(1214) tarihli bir mezar kitabesinde Nasrü'd-din adının
geçtiği belirtilmektedir 197 • Ben bu mezar taşını görmedim. Ancak
611 (1214) yılında Hace Nasrü'd-din Kayserideydi. Burada Kadı idi.
Bu mezar taşı bizzat onun mezar taşı değil, yakınlarından veya
bağlılarıdan birinin mezar taşı olabilir. Onun adıl bu vesiie ile taşa
hakkedilmiş olduğunu düşünüyorum.
Uluğ Sultan Alaü'd-din Keykubad tahta geçtiği yıilarda Ahi
Evren Hace Nasreddin'in Konya'ya yerleştiğini görüyoruz. Sultan
Alaü'd-din zamanında çok itibarlı, danişmend bir kişiydi.. Etrafında
çok sayıda muteber talebeleri vardı. Hanikah-i Ziya ile Hanikah-1
Lala gibi iki hanikahın müderrisiydi. 198• Bu dönemde "Yezdan-şiııa!tt 11

195
A.g.e., S. 158, Aynca bkz. Ahi Evreıı ve Ahi Teşkillttı, s. 82-83.
196 Nasreddin Hoca, s. 171.
197
Muharrem Bayan, "Vesikalara göre Nasreddin Hoca", V. A1illetler Artı.H Tiirk Ilall•
Kültürü Koııgresi,. Nasredditı Hoca Seksiyonu Bildiriler, Ankara 1996,. s. 41- 4'.?.
198
,Menakibıı 1/-arifi11 1 I, 188-190.

82
ve ' /ııforşidii1/-kifaye" adlı eserlerini Sultan Alaü'd-din Keykubad'a
1

sunmuştur. İbn Sina'nın "en-Nefsü'ıı-natıka" adlı eserini bu Sultan'm


isteği üzerine Farsça'ya tercüme etmiştir. Nasre'd-din Hoca latifele­
rinde Sultan Alaü'<l-din Keykubad'ın Hoca'ya büyük değer verdiği
ilim meclislerine onu davet ettiği anlatılmaktadır 199 • Hatta latifeler­
den Sultanın yakınlarından olduğu zaman zaman birlikte gezintilere
çıktıkları anlaşılmaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere Nasreddin
Hoca Latifeleri aslında Ahi Hace Nasirü'd-din Mahmud'un
rnenkabeleri olup, onun hayatından bazı detayları ihtiva etmektedir.
Latifelerden onun diplomat olarak Kürt Beylere ve Arap memleketle-.
re gönderildiğini öğreniyoruz. 200Böyle önemli devlet hizmetlerinde
bulunması muhtemelen Sultan I. Alau:d-din Keykubad'ın saltanatı
yıllarında vuku bulmuştur.
Sultan II. Gıyasu ıd-din döneminde Ahi Evrenı, Sadü'd-din Kö­
pek ve Babailer İsyanı ile ilgisi olduğu gerekçesi ile beş yıl süre ile
tutuklanmıştır. 643/1246 çıkan bir genel af ile zindandan çıkmıştır.
Onu bu hapis hayatı ile ilgili bir latifeye rastlanmamaktadır. Ahi
Evren hapisten çıktıktan sonra Uc vilayeti olan Denizli'ye gitmiştir.
Burada Uc Beyi olan Mehmed Beg'in himayesinde olmuştur.1247
yılında Sultan II. tzzü'd-din Keykavus, Sadru'd-din Konevi'yi gönde­
rerek Onu Konya'ya davet etmiş ve vezirlik makamına getirmiştir.
Hace Nasıru'd.;din bu görevde iken Mevlana1 mn hocası Şems-i
Tebrizi'ye suikasd düzenleyerek onu öldürttüğü anlaşılmaktadır. Bu
olaydan kısa bir süre sonra muhtemelen Moğollar'ın baskısı ile bu
görevinden alınıyor. Çünkü o, Moğollar'a ve Moğol işbirlikçilerine
muhalif olanların lideri konumundaydı. Bundan sonra talebesi olan
.tv1evlanhıın oğlu Alaü'd--din Çelebi ile birlikte Kırşehir'e göçmüştür.
Onu Kırşehir'e gidip orada faaliyetlerini sürdürmesini sağlayan da
Sultan II. İzzu'd-din Keykavus ile ünlü devlet adamı Celalü'd-din
Karatay olmuştur. O bu devrede Celalü'd-din Karatay'a "Medh-i fakr
u Zemm-i dünya" adlı eserini Sultan II. Keykavus'a da "Letaif-i Hik­
met" adlı eserini ithaf etmiştir. Özellikle Karatay'a minnettarlık
duymaktadır. Bu iki devlet adamı ile Nasreddin Hoca 1nın ilgisi bu­
lunduğunu bdirley·en latifelerin bulunduğunu görüyoruz.

:
99
Nasrc.fditt Hoca; s. 129-130, 154-170.
ıoc Ntı;;reddin Hoca, s. 101/399; Letaif, _s. 56.

83.
c. Moğolarla ve Moğol Yanlısı Yöneticilerle Mücadele
Nasreddin Hota'nın tespit olunan bir yönü de Moğol yöneti­
cilerle ve Moğollar'a hizmet eden yetkililerle mücadele içinde bu­
lunmasıdır. Fıkralarında onun bu yönünü ortaya ıçıkaran çok sayıda
temsiller vardır. Nasreddin Hoca1nın Selçuklular zamanında yaşadığı
bilindiği halde Anadolu insanı, onu Moğollar aleyhindeki fıkralarım
Timur Leng'e uyarlayarak onu Timurla çağdaş hal� getirmişlerdir.
Anadolu insanı Timur'u Moğol olarak görmüş, bu yüzden Timur,
Hoca'nın Moğollarla ilgili "Latifeleri" nin muhatabı konumuna geti­
rilmiştir.
Rahmetli İ. Hakkı Konyalının tespit ettiği üzere Timur Leng
Anadolu'ya gelmeden önce Akşehir'deki Nasreddin Hoca türbesi
mevcut idi ve ziyaret yeriydi2°1 • Bu itibarla Nasreddin Hoca'nın Ti­
mur ile çağdaş olduğu rivayetleri ve Timur ile Hoca arasında cereyan
eden olaylan konu alan fıkrnlar gerçeği yansıtmış olamaz.
Ahi Evren Nasıru'd-din Mahmud'a gelince: Ahi Evren ve ba­
şında bulunduğu Ahi Teşkilatı'nın üyeleri dönem dönem devletle ve
özellikle de Mo;ğollar ve Moğol yanlısı Selçuklu ümerası ile mücadele
etmiştir. Ahi Evren Nasiru'd-din, II. G. Keyhusrev'in saltanatının
son yıllarında Sa'du'd-din Köpek ile işbirliği içinde olduğu öne_ sürü­
lerek beş yıl müddetle Konya'da tutuklanmıştır. Ahi Evren ile birlik­
te tutuklanan Ahi Ahmed de o devrin ünlü ahilerdendir.Mevlevı
yazar Ahmed Eflaki, Ahi Evren Nasirdü1d-din\:: karşı yürüttüğü
düşmanlığı ona karşı da yürütmekte ve onu Ahi Ahmed-i Anud
(inatcı) diye anmaktadır. 202
Kösedağ yenilgisinden sonra (1243) Tokat, Sivas gibi şehirler
Moğollar tarafından işğal ve yağma edildi. Daha sonra Kayseri'ye
gelen Moğol ordusu burada Ahilerin direnişi ile karşılaştı. Ahiler
onbeş gün kahramanca şehri savundular. Fakat Moğollar sonunda
şehre girmeyi başardılar. Burada Moğollar büyük bir Ahi katliamı
gerçekleştirdiler203• Bu olay sırasında Ahi Evren Nasıru'd-din tutuklu
bulunuyordu. fakat Şeyh Evhadü'd-din Kirmani'nin kızı olan karısı

201 Akşehir Tarihi, s. 727-730.


202 Menakibi/l-arifin, I, 225,276;II, 755-758.
203 Menak-,b-ı Evhadü'd-din-i Kirmanf, s. 71; el- framirü'l-alaiyye, s. 527-531.

84
Fatma Hatun (Fatma Bacı)Kayseri'de Moğolar'a esir düşmüş ve bu
esaret hayatı 14 yıl sürmüştürı0·1 .Bu olay daha sonraki yıllarda Ahi ·
Evren'nin Moğollara ve Moğol yanlısı iktidara karşı mücadele az-·
minin oluşmasında etkili olmuştur.
Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din'in Moğolarla ve Moğol yanlısı
yöneticilerle lideri olduğu Ahi örgütü ile birlikte mücadeleye ·girmesi
ünlü Selçuklu devlet adamı Celalü'd-din Karatay'ın ölümünden son­
ra ortaya çıkan siyasi ortamda fiilen başlamıştır. II. İ. Keykavus'un
veziri olan Kadı İzzü'd-din Moğollar'a karşı dhad çağrısında bulun­
muştu. Ahilerin desteğini almak için 653 yılının Şevval ayında
(1255) Kırşehir'e giderek Ahi Avren ile de görüşmüştür ve Ahilerin
desteğini almıştır205 .
Vezir Kadı İzzü'd-din'in Moğolar'a karşı başlattığı hareket
1256'da Sultan Hanı savaşında ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Vezir
Kadı İzzü'd-din ile birlikte pek çok değerli Ahi ve Türkmen devlet
adamları Moğol komutanı Baycu Noyan tarafından idam edildi.
Sultan Hanı yenilgisinin ardından Baycu Noyan Selçuklu Devleti'nin
baş kenti Konya'yı işgal etti. Bu sırada Sultan II. İzzü1d-din
Keykavus ülkenin batısına uc bölgelere çekilmiş bulunuyordu. İlhan­
lı hükümdarı Hulagu Han maiyetindeki askerleri ile birlikte Bağdad
seferine katılması için Baycu Noyan'ı acilen geri gelmesini emret­
mişti. Bunun üzerine Baycu Noyan Anadolu'dan ayrılmak zorunda
kaldı. Sultan İzzü'd-din Keykavus da Denizli'den Konya'ya döndü.
Sultan Uc vilayetlerde iken Ahi Evren Hace Nasirü'd-din
Mahmud'un da sultanın yanına gitmiş olduğu anlaşılıyor. Zira tam
bu tarihte ( Zi'l-hicce 655/1257) "Letaif- hikmet" adlı eserini sultana
takdim etmiştir. Sultan uc vilayetlerden orta Anadolu'ya dönünce
Ahi Evren"in de Kırşehir'e döndüğünü görüyoruz.
Rahmetli Fuad Köprülü Akşehirli Seyyid Mahmud
Hayrani'nin 1257'(655) tarihli vakfiyesine Hoca Nasıreddin'in şahit
olarak kadı huzurunda imza koyduğunu yazmakta ve bu imzanın
"Latifeler" sahibi Nasreddin Hoca'ya ait olduğunu düşünmektedir206•
Yukarıda ifade edildiği gibi tam bu tarihte Ahi Evren Hace Nasirü'd-
204 Meııaktb-ı Evhadi/d-din-i Kirınani, s. 71.
205 "Sadru'd-din Konevi ile Ahi Evren'in Mektuplaşması'\ 57-60.
206 1Haıızııın Nasreddiıt Hoca Fıkraları, s. 8.

85
din uc vilayetlerdedir. Akşehir o dönemde bir uc şehridir.Bu sırada
Akşehir'e de uğrayıp Seyyid Mahmud Hayranı ile görüşmüş ve onun
kurduğu vakfın Vakıf-namesine imza koymuş olması ihtimal dahi­
lindedir. Hatta kısa bir süre Akşehir'de ikamet de etmiş olabilir.
Gene Fuad Köprülü hocamız adı geçen eserinin aynı yerinde
665(1267) tarihli Hacı İbrahim Sultan Vakfivesi'ne
., - Hace
imza kovan
· Nasru'd-din'in de Nasreddin Hoca olduğunu kabul etmektedir. Oysa
bu Hacı İbrahim Sultan'm 771 (1369) yılında vefat etmiş olduğu anla­
şılmaktadır207 . Bu itibarla Hacı İbrahim Sultan Vakfıyesi'ndeki İmza
ile Seyyid Mahmud Hayranı Vakfiyesi'ndeki imza aynı şahsa ait
olamaz. Zaten 665(1267) yılında Ahi Evren Hace Nasirü'd-din hayat­
ta değildi.
Baycu Noyan Anadolu'dan ayrıldıktan sonra II. İzzü1 d-din
Keykavus ile IV. Rüknü'd-din Kılıç Arslan kardeşler arasında taht
. ,mücadelesi başladı. Ahiler ve Türkmenler Keykavus'u destekliyor­
lardı. Ahi Evren Nasırü'd-din Mahmud Aralık 1257'de Keykavus1 a
ithaf ettiği "Letaif-i Hikmet" adlı eserinde onu Anadolu'nun son ü­
midi olarak vasfetmekte ve ona karşısına çıkaçak zorluklara katlan­
ması gerektiğini Hıristiyan halkı himaye etmesi. ve koruması,
Eyyubi hanedanlığı ile de iyi ilişkiler içine girmesi tavsiyesinde bu­
lunarak ona taktik ve destek vermektedir208•
Bu durum karşısında Moğol yanlısı olan Selçuklu Ümerası
Hulagü Han1a giderek ondan IV. Kılıç Arslan için menşur ve askeri
yardım ardılar ve bir Moğol ordusu desteğinde Anadolu'ya döndüler.
Pervane Müinü'd-din Süleyman, Sahip Ata Fahrü'd-din Ali, Vezir
Tacü'd-din Mü'tez, Hatiroğlu Şerefü'd-din gibi Selçuklu Ümerası
yanlarında Moğol Noyanı Almcak olduğu halde Anadoiu'ya gelip IV.
Rüknü'd-din Kılıç Arslan'ı Sultan ilan ettiler ve II. Keykavus'u des­
tekleyen Ahi ve Türkmenlere karşı mücadale başlatılar. 14 Ramazan
659( 13 Ağustos1261) IV. Kılıç Arslan tahta otururken II. İzzü'd-din
önce Denizli'de direnişe geçti. Burada da tutunamayarak Antalya'ya
çekildi. Oradan da deniz yoluyla Bizans'a sığındı. IV. Kıhç Arslan'ı
iktidara getiren güçler bu yeni sultan'm fermanı ile kendilerine karşı
olan Ahi ve Türkmenlerin mallarını, medrese, tekke, işyeri ve vakıf··

207 Akşehir Tarihi, s.727.


208 A.g.e, s. 6-7, 252-253, 261-282.

86
larını müsadereye karar aldılar ve uygulamaya geçtiler. Bu Yönetici­
ler Türkmen şeyh ve dervişlerin ve Ahilerin Mevlana'ya bağlanmala­
rı mecburiyetini getirdiler. Mevlana'ya Şeyhu'r-Rum unvanını verdi­
ler. İşte bundan sonradır ki Mevlana'ya "Rumi" denmiştir .
.., Bu uygulama Anadolu'da Ahi ve Türkmenlerin topluca isya-
nına yol açtı. Aksaray, Kırşehir, Sivas, Tokat, Ankara, Çankırı, De­
nizli, Karaman ve daha bir çok yerlerde Ahiler ve Türkmenler isyan
başlattılar. Konya'da da Hanikah-ı Ziya ve Hanikah-i Lala ahilerden
alınıp Mevlana'nın dostu Hüsamü'd-din Çelebi'ye verilmiştir20'>. Yeni
iktidar bu isyanı ç;ok acımasız bir şekilde bastırdı. Ahi Evren Hace
Nasıru'd-din ve beraberinde olanların Kırşehir'de başlattıkları isyan
daha acımasız bir şekilde bastırıldı. Ahi Evren ve beraberindeki Kır­
şehir Ahileri kamilen kılıçtan geçirildiler210 • Ahi Evren Hace Nasirü'd­
din bu sırada doksan yaşındaydı. Bu olaylar üzerine Anadolu şehirle­
rinden Uc bölgelere yani batı Anadolu'ya yoğun göçlerin yaşanması­
na sebep oldu. Hatta yöneticiler halkı tehcire zorluyorlardı. Bu göç­
ler XIV. asır ortalarına kadar devam etmiştir.
Manzum " Velayat-name" de bildirdiğine göre Hacı Bektaş
yakınianna Uc bölgelere göçmelerini öğütlemektedir. 211 Estarebadi
göçler sebebiyle Kırşehir'in köy haline geldiğini yazıyor1 :2• Tokat,
Amasya yöresinden Osmanlı ülkesine yoğun bir göç. dalgasının ya­
şadığını kaynaklar yazıyor. Baba İlyas'ın bazı halifelerinin Karesi
bölgesine göçtüklerini Elvan Çelebi yazmaktadırm . Netice olarak
demek istiyorum ki Orta Anadolu'dan Uc bölgelerine göçen bu
Türkmen ve Ahi zümreler o bölgelere Nasreddin Hoca nam- diğer
Ahi Evren Nasıru'd··din Mahmud ile ilgili hatıralar götürmüşler ve
bu hatırnlar etrafında bir Nasreddin Hoca imajı yaratılmışlardır.
Onun için de Uc beldelerden olan Sivrihisar, Akşehir, Denizli yöre­
lerinde Nasreddin hoca ile ilgili hatıra ve hikayeler daha yoğun ola­
rak anlatılmıştır.

209
iHeııcıkıbu'!-arifitı, II, 754-758.
210 AJüsanıeretü'l-alıbar, s. 75
ııı M,wzum Hacı Bekttzş-i Veli lvfenakıb-nlimesi, Hacıbektaş İlçe Ktp. nr. 2001 yp.
1836-1876.
212 Bezm ii Rezm, İstanbul 1928, s. 462.
ıu lvleııııkibu'I- Kudsiyye, Mevlana Müzesi Ktp. nr. 4937, yp. 108b.

87
Bu hatıralar arasında Nasreddin Hoca'nın Moğollar'm emrin­
deki yöneticiler aleyhinde fıkraların bulunması da çok anlamlıdır.
Tarihi vakıalara çok uygun düşmektedir. Nasreddin hoca Selçuklu
devlet adamlannın Moğollar lehine icraatta bulunma veya Moğolla­
rın güdümünde uygulanmalarını, bindikleri dalı kesmeye çalışmak
olarak vasfetmiştir.
Moğol yönetimi ve moğol yanlısı Selçuklu ümerası ve Mevlevi
çevrelerin Orta Anadolu'daki Türkmen çevreler üzerindeki ağır siya­
si, ekonomik ve kültürel baskıları, doktora çalışmamızda geniş ola­
rak ele almış ve yayınlamış bulunuyoruz214 .

c. Nasreddin Hoca Ya da Ahi Evren Hace Nasirü'd-din'in


Akşehir' de Olması Meselesi
Ahi Evren Hace Nasıre'd-din Mahmud'un, 1 Nisan 1261 tari­
hinde Kırşehir'de Ahilerin başiattığı isyan sırasında bu isyanı bas­
tırmaya memur edilen Kırşehir Emiri Nuru'd-din Caca tarafından
öldürüldüğünü tespit etmekteyiz215 • İsyan sırasında öldürüldüğü için
kendisine bir türbe inşa edilmemiştir. Eflaki, Konya'da muhalifi
olduğu bir çevreye mensup kişilerin gıyabında ona cenaze namazı
kıldıklarını yazıyor .Ancak Aşık Paşa zamanında (1332) onun defne­
dildiği yerin tespitine çalışıldığı, tespit olunan yere bugünkü türbe­
nin inşa edildiği, bilahare Sultan II. Murad ve Sultan II. Mehmed
(Fatih) dönemlerinde Ahi Evren külliyesi olan yapının genişletildiği
bilinmektedir. Fakat Ahi Evren türbesindeki sandukanın altında
mezar da yoktur. Bu durum buradaki türbenin bir makam olduğu ve
Ahi Evren1in Kırşehir'deki savaş sırasında nereye defnedildiğinin
belli olmadığını veyahut savaş sırasında kim vurduya gitmiş olduğu­
nu düşündürmektedir. Nuru1d-din Caca'nın gerçekleştirdiği katliam
sırasında öldürüldüğü kesindir216 • Ama Nasreddin Hoca'nın Akşe­
hir'de medfun olduğu rivayetleri burada ortaya attığımız görüşe
uygunluk göstermemektedir.
Bilindiği gibi Nasreddin Hoca'nm türbesi Akşehir'dedir. Bu
türbenin bugü:n kayıp olduğu bildirilen bir kitabesi varmış ve 386

214
Ahi Evren ve Ahi Teşkilattttı-ıt Kuruluşu, s. 97-121.
215 A.g.e, s. 97-108.
216
A.g.e., 108-113.

88
tarihli imiş. Başta Fuad Köprülü olmak üzere bu tarihin yanlış yazıl­
dığını, rakamların ters yazılmış olduğunu bunun 683 (1284) olması
gerektiğini iddia veya tahmin ettiklerini beyan etmişlerdir. Çünkü
386 (993) yılında Türkler Anadolu'ya gelmemişlerdir. Bu tarih 683
(1284) olarak alındığı takdirde türbede medfun olan zatın Selçuklu­
lar zamanında yaşamış olacağı sonucuna varmışlardır. Nasreddin
Hoca Selçuklular zamanında Sultan Alaeddin Keykubad döneminde
(618-634/1221-1237) yaşadığı kesin olduğuna göre bu tarihin böyle
alınması ve kabul edilmesi gerektiği genel kabul görmüştür.
Önce böyle bir yanlışın uzun tarih süreci içinde ve pekçok i­
lim ve fikir adamlarının görebileceği yerde kalamayacağı, türbenin
onarımları sırasında bunun düzeltileceğini, düzeltilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Burada Türk devri öncesinden kalan bir yatır bulu­
nuyor idiyse bu yatırın tarihi (386) muhafaza edilerek çok sevilen
Nasreddin Hoca 1ya nispet edilmiş de olabilir. Nitekim Anadolu:'da
bu tür uygulamalar az değildir. Vakıa Ahi Evren Hace Nasirü'd­
din'in Kısa bir süre o dönemde bir uc vilayeti olan Akşehir'de kalmış
olabileceğine ve burada iken adaşı ve gönüldaşı olan Akşehirli Seyyid
Mahmud Hayrani'nin kurduğu vakfiyeye imza koyduğunun da dü­
şünüldüğüne yukarıda işaret edildi. İşte bu vesile ile Akşehir'de ona
bir makam ihdas edilmiş olabilir. Nitekim Anadolu'da bu tür uygu­
lamalar az da değildir Bu mülahazalarla Akşehir'de ona bir makam
belirlenmiştir diye düşünüyorum. Nitekim Şemseddin Sami Bey de
bu iddianın bir halk rivayeti ve halk kabullenmesi olduğuna işaret
etmektedir217 .
Yukarıda da ifade edildiği gibi Kırşehir'de Ahi Evren Hace
Nasıru'd-din ve beraberindekiler katliama tabi tutulduktan sonra
Kırşehir'den Akşehir, Sivrihisar, Karahisar, Denizli, Uşak, Kütahya,
Bilecik gibi uc beldelere yoğun bir göç olayı yaşanmıştır. Eratna O­
ğulları zamanında da bu göçler devam etmiş ve Esterabadi'nin bil­
dirdiğine göre K1rşehir bu göçlerden dolayı köy haline gelmiştir218.
Bu göçlerden sonradır ki, Akşehir'de hiçbir belde de görülmedik ka­
dar XIII-XV. Yüzyıllara ait Ahi mezar taşları mevcuttur219. Kırşe-

!ti Kaııııısı/1-a'lam, VI, 4578.


218
Bezm ii Rezm, s. 462.
zı 9 A.kşelıir Tarihi, s. 528-429.

89
hir'den ayakları kesilen bu insanlar Pirleri için Ak§ehir'de bir türbe
(makam) ittihaz etmişlerdir. Kırşehir olmaz Akşehir olsun dercesine
kendilerini psikolojik bir tatmine kavuşturmak istenmiştir. İşte Ak­
şehir Nasreddin Hoca türbesi böyle ortaya çıkmıştır diye düşünüyo·
rum. Akşehir ve Sivrihisar gibi uc bölgelere yerleşen Ahi ve Türk­
menler buralarda Pirleri olan Hace Nasirü'd-din hakkında anekdot··
lar, menkabeler anlatmışlar ve bu anlatımlardan_, §en 7 şakrak, zeki
nüktedan, mütefekkir, şakacı, mizahçı, muzip, düşündürücü ve
problem çözücü bir tip olan, Anadolu'nun Cuhası ortaya çıkmıştır.
Bu ilk dönemlerde ( XIII- XV. yy) henüz Ahi Evren tabiri de ortaya
çıkmış değildi. Çünkü Hace Nasırü'd-din Mahmud hakkındaki yılan
ve ejder(Evrerr) rnenkabeleri üretildikten sonra Ahi Hace NasırWd­
din'e, Ahi Evren denilir olmuştur ki, bu da XV. yüzyıl ortalarından
sonra başlamıştır.

90
SONUÇ

İ. Hami Danişmend Nasreddin Hoca1 nm esas adının Nasirü'd­


din Mahmud olduğunu bunun da Kastamonu ve çevresinde kurulan
Çoban oğullan Devleti Emiri Muzafferü'd-din Alp-yürek'in oğlu
olan Nasıru'd-din Mahmud olduğu tezini ortaya atmıştır2ıo . Bu zat
iyi bilinen tanınan alim ve fazıl bir kişidir. Acaba Rahmetli İ. Hami
Bey1 Ahi Evren Hace Nasırü'd-din Mahmud1 un "Letaif-i Hikmet" ve
ııLctaif-i Giyasiyye" adlı eserlerinden birini veya her ikisini görüp de
bu eserlerdeki hikaye ve mesellerle Nasreddin Hoca Latifeleri arasın­
daki benzerlikleri ve ayniliği görerek mi böyle bir kanaatı izhar etti
bilemiyorum.
Görülen şu kiı bu güne kadar pek çok araştırmacılar ve hatta
arnatör kalemler kim Nasru'd-din adını taşıyan bir mezar taşı veya
bir kitabe bulmuş ise Nasreddin Hoca'yı keşfettiği iddiasında
bulunmuştur. Burada bu idda ve münakaşaların içine girmeye gerek
görmedim. Bir takım tahmin ve zanların ışığında Nasreddin Hoca 1 ya
doğum ve ölüm tairihi belirleme yönündeki çalışmaları, bir takım
çırpınışlar olarak gördüm. Oysa Nasreddin Hoca veya Anadolu'nun
Cuhası Mevlana Celalü'din-i Rumi'nın iWesnevf'sinde ve diğer eserle­
rinde, Eflakı'nin Me11akibu 1l-arifin'inde, Sadru'd-·din Konevi'nin
".Mektublar"mda adı anılan ve el-yaması eserler ihtiva eden kütüpha­
nelerde muhtelif eserleri bulunan bir kişi olarak karşımızda durmak­
ta imiş. Ben de doğrusu bunu geç farkettim. Bundan sonra bu alanda
yapılacak çok şeylerin bulunduğunu görüyorum. Bu işler, bir kişinin
gücünü çok aşan işlerdir. Şimdilik benden bu kadar diyorum.

Akşehir 1:1rihi, s. 733- 738; Büyük Nasredditı Hoca (ötısöz.), s. 6-7.

91
Bu çalışmada daha çok Anadolu Selçukluları devrinin sosyal
ve kültürel olaylarına -bu güne kadar hiç düşünülmeyen ve baş vu­
rulmayan bir metotla- nüfuz. edilmeye çalışıldı. Bu metot farklılığı
hem yeni kaynaklar kullanımı ve hem bilinen kaynakların --tabir
caiz ise- satır aralarındaki manaya nüfuz etmek şeklinde gerçekleş­
miştir. Görüldü�;ü gibi konular teksifi bir biçimde ele alınmıştır. Bu
alanda sürdürülecek yeni çalışmalar ile konuların detaylarına girile­
cek ve yeni boyutların keşfedileceğine inanıyorum. Böylece Selçuk­
lular döneminde Anadolu' daki fikri, edebi ve kültürel çevreler daha
iyi tanınacak ve bunların yarattıkları sosyal ve siyası ortam daha
netleşecektir. Anadolu'nun kültürel ve fikri temelleri ve ma'nevı
dinamiklerini daha sağlıklı bir şekilde değerlendirme imkanı hasıl
olacaktır. Ben ve hocam Türkiye Selçukluları dönemine ait bütün
malzemeleri kullandık. Bu alanda yapılacak bir şey kalmamıştır di­
yen kurum tarihçisinin bu kaziyesine tam olarak inanılmış gibi bir
görünüm var. Ben de: Çok az şey yapılmış, daha yapılacak çok şey
11

var" diyorum.
Şunu da iyi biliyorum: Bazı çevreler bana diyecekler ki, 11 Sen
de Hace Ndsıru 1d-din Mahmud el- Hoyf adında bir zatı ve beş-on eserini
buldun, önce bu şahsın Ahi Teşkilatı 1nın piri Ahi Evren Hace Nasırü 1d­
din Mahmud olduğunu söyledin. Şimdi de aynı şahsın Letaif s,1hibi
Nasreddin Hoca olduğunu söylüyorsun. Fakat bu sözü söyleyenlerin -
71

benim ulaştığım kaynaklara ulaşırlarsa, bir de Türkiye Selçukluları


döneminde Anadolu'da teşekkül eden kültürel ortamı ve kültürel
çevreleri tanırlarsa- peşiman ve mahcup olacaklarını da biliyorum.
Kaldı ki, benim yaptığım iş sadece bir isim ve birkaç eser ortaya
çıkarmaktan ibaret değildir. Bir ömürdür sürdürdüğüm çalışmalar
sonunda Ahi Evren Hace Nasirü1 d-din Mahmud'un gerçek kişiliği­
ni,hayatını, çevresini ve 20'den fazla eserini ve çevresindeki bazı
kişilerin birtakım eserlerini ortaya çıkarmış bulunuyorum. Şimdi de
bu zatın Nasreddin Hoca ve Molla Nasreddin diye ünlenen Anado­
lu1 nun Cuhası olarak da anılan kişi olduğunu tesbit etmiş olduğumu
iddia ediyorum Bu iddiamın da en kuvvetli kaynağı ve mesnedi
Mevlana Celalü' d-din- Rumı'nin "Mesnevi" si olduğunu ve Mesnevf'de
bu konu ile ilgili haberleri sunarken belirttim. Fakat burada asıl ö­
nemli olan Hace Nasirü'd-din'in (Ahi Evren) hayatı ve çevresinin
aydınlanması ile birlikte Türkiye Selçukluları döneminde Anado-­
lu' da büyük bir fikir ve aksiyon adamı olan Nasreddin Hoca'nın
92
gerçek kimliğinin ve onun etrafında oluşan Anadolu orijinli kültürel
aktivitenin fikri ve siyasi boyutlarının ortaya çıkmasıdır. Buna bağlı
olarak Türkiye Selçukluları devrinin birçok sosyal1 kültürel, siyasi ve
ekonomik olaylan da aydınlanmış olmaktadır. Bu dönemde Anado­
lu'da te'lif edilmiş olan bunca eser gün yüzüne çıkmış bulunuyor.
Başta Mevlana'nın ''iv.lesnevi"si ve diğer eserleri olmak üzere ilk devir
Mevlevi yazarların eserlerinde Türkiye Selçukluları devrinin sosyal,
siyasi ve kültürel olayları ile ilgili ne kadar çok bilgiler bulunduğunu
da bu vesile ile ortaya çıkarmış ve göstermiş oluyorum. Türkiye
Selçukluları döneminde Türkmen çevrelerin yetiştirdiği güçlü ve
sevimli bir kahraman olan Nasreddin Hoca'nın gerçek kişiliğinin
tesbiti de bu keşiflerden biridir Kendini alim sananlardan bazılarının
onu hayali bir şahsiyet olarak görmeye çalışmalarına rağmen.

93
BİBLİYOGRAFYA

Abdülvahid Çelebi. Menakıb-i Hace-i Cihan ve Netice-i Can, S.Ü. Ed.


Fak. Ktp. (Numarasız)
Ahi Evren, Nasırü'd­ letaif-i Gıyasiyye, Konya Mevlana Müzesi ktp. Nr.
din Mahmud 1727.
letaif-i Giyasiyye, Edime Selimiye Ktp., nr. 1298.
Tasavvufi Düşüncenin Esasları,
Terc.M.Bayram,Konya 1995.
Mektuplar, Konya Mevlana Müzesi, Ktp. Nr.1633, ve
Esad Efendi (Süleymaniye) Ktp., nr.1783
Ahmed Eflaki 1 Menakıbu'l-arifin, (nşr. Tahsin Yazıcı), I-II, Ankara
1959
.Ariflerin Menkıbeleri, (çev. Tahsin Yazıcı), I-II İs­
tanbul 1989.
Akpınar, Turgut, Selçuklu Tarihçilerimizde Siyasi ve İdeolojik Düşün­
celer, Tarih ve Toplum, Sayı: 109, Ocak, 1993
Aksaray'ı\ Kerimü'd­ Müsameretü'l-ahbar, (nşr. O. Turan(, Ankara 1944
din
Aiaü'd-din Fetva, Bu fetvanın el-yazması nüshası özel arşivim­
Muhammed ed­ dedir.
Dirnaşki,
Ali, Gelibolulu Mus­ Künhü'l-ahbar, V, İstanbul 1277.
tafa
Arslan, Mehmet­ Letaif-i Hoca Nasreddin, Sivas 1996.
Burhan Paçacıoğlu,
Aşık Paşa-zade, Tarih-i al-i Osman, İstanbul 1332.
Baha Veled, Maarif, n.şr. B. Furuzan-fer, Tahran 1352, I-II.
Bayan, Muharrem "Vesikalara Göre Nasreddin Hoca", V. Milletler Arası
Türk Halk Kültürü Kongresi, Nasreddin Hoca Seksi­
yonu Bildiriler, Ankara 1996.
Bayram1 Mikail. Fatma Bacı ve Bacıyarı-ı Rum, Konya 1994
"Sadruddin Kon.evi İle Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din
Mahmud'un Mektuplaşması, S. Ü. Fen Edebiyat
Fakültesi Edebiyat Dergisi,II, Sa. 2 1 Konya 1973,
Tasavvufi Düşüncenin Esasları, Ankara 1995.
"Anadolu Selçukluları Dönemi Tababeti İle İlgili Bazı
95
Notlar", Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, IV, İstanbul
1999.
Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı'nın Kuruluşu, Konya
1991.
'Menabu'l-kudyiyye'nin neşri Hakkında", Kelime
Dergisi, Sayı: 2, Konya Temmuz 1986.
Bayram, Mikail. "Ahi Evren Kimdir? (Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)",
Türk Kültürü, Sayı: 191, Ankara 1978
"Ahi Evren-Mevl,1na İhtilafının Mahiyeti ve Boyutla­
rı", Kelime Dergisi, Sayı: 4, Konya Eylül 1986.
"Selçuklular Zamanında Anadolu'da Bazı Yöreler
Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Bo­
yutları", S. Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya
1994, Yıl: 1, sayı: 1.
Babaıler İsyanı' Üzerine", Hareket Dergisi, Sayı: 23,
Mart 1981, s. 16-28.
"Ahi Evren1in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin
Tesbiti\Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: XII, İstanbul
1982.
Boratav, P. Naili Nasreddin Hoca, (Edebiyatçılar Derneği Yayını, An-
kara 1996), Arıkara 1996.
Browne, E.G. History of Persian Literature,I- III, Cambrige 1951.
Cami, Nefahatü'l-üns, tere. 1. Çelebi, İstanbul, 1279
Abdurrahman,
Ceran., Abdullah "Ahilikle İlgili Eserlerin Yazarlan", Ahilik Yolu, Sayı:
116, Ekim 1995.
Cevdet, Muallim Zeyl ·ala fasli'l-ahiyyati'l-fityan, İstanbul 1351/1932.
Ebu Suud Efendi, Risale, Konya Yusufağa Ktp. Nr. 6730.
el-Cendi, Nafhatu'r-ruh, Bursa Eski Eseder Ktp., (H. Çelebi
Müeyyedü' d-din, Kısmı), nr. 1183.
Mahmud
el-Gazzi Şihabü'd­ Fetva, Konya Yusufağa Ktp., nr. 5471.
din Ahmed
Elvan Çelebi Menakibu'l- kudsiyye, Mevlana Müzesi Ktp. nr. 4937
Ebu Nasr, Abdullah Kitabü'l-luma' fi't-tasavvuf (nşr.R. A. Nicholson)
bin Ali es Serraç Leiden 1914.
Estarabadi, Aziz Bezm-u rezm1 İstanbul 1928.
Evhadü 1 d-din Hamid Fevaid, Ayasofya (Süleymaniye) Ktp. Nr. 2910.
el Kirmani
Firdevs-i Rumi, Manzum Hacı Bektaş-ı Veli Menakıb-namesi, Hacı
Bektaş İlçe Kütüphanesi, nr. 200.
Velayet-name, nşr. A. Gölpınarh, İstanbul 1958.
Furuzan-fer, Bediü'z­ Menakıb-i Şeyh Evhadü'd-din-i Kirmani Mukaddi­
zaman mesi, Tahran 1969.
Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, İstanbul 1963.
Abdülbaki

96
Nasreddin Hoca, İstanbul, 1961.
Hucviri, Ebu'l Hasan Keşfu'l-mahcub, ( nşr. V. Jokofsky) Tahran 1338.
Ali
Hüseyin Hüsamettin Amasya Tarihi, III İstanbul 1929-1332.
İbn Bibi el-Evamirü1l-'Ala'iyye fi'l-Umuri'l-AJa'iyye, haz. A. S.
Erzi1 Ankara 1956
İbnü'l Cevzı Telbisü İblis, Beyrut 1368.
İbnü'l-Arabi, el-Futuhatü'l-mekkiye, I, Kahire 1923.
Muhyi'd din
İkbal, Muhammed Seyr-i Felsefe der İran, tere. A. H. Aryanpur, Tahran,
1354.
Kadı Ahmed, Niğde- El-Veledü'ş-şefik, Fatih Ktp. Nr.4518.
li
Kaymaz, Nejat. Pervane Muinu'd-din Süleyman, Ankara, 1970.
Konyalı, İ. Hakkı. Akşehir Tarihi, İstanbul 1945.
Konya Tarihi, Konya 1964.
Koz, M. Sabri Nasreddin Hoca'ya Armağan, İstanbul 1996.
Köprülü, Fuad. Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuruluşu, İstanbul 1972
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1972
Nasreddin Hoca (Başlangıç), İstanbul 1918.
Mevlana, Celaleddin Divan (tere. A. Gölpınarlı) İstanbul 1974.
Külliyat-ı Şems-i Tebrizı ya Divan-ı kebir, nşr. B.
Furuzan-fer, Tahran 1336-1338, I.
Mektubat, tere., A. Gölpınarlı, İstanbul 1963.
Mesnevi, ( nşr. R. A. Nicholson), Mesıuvf, 1-VI,
Leiden 1933.
Muhammed Sivası, Menakib-i Evhadü'd-din-i Kinmani, neşr. B.Furuzan­
fer, Tahran, 1369
Müstevfi, H. Tarih-i Güzide, I, nşr. E. Brawne, London 1910.
Müyyedü'd-din-i Nafhatü 1 r-ruh ve Tuhfetü'l-futfıh, Bursa Eski Eserler
Cendı, Ktp. (H. Çelebi Kısmı), nr. 1183,
Ocak, Ahmet Yaşar Türkiye'de Ahilik Araştırmalarına Eleştirel Bir Bakış"
Cem Dergisi, Sayı: 60, Kasım 1996.
Önder, Mehmet, Nasreddin Hoca, İstanbil, 1971
Ruhen, Walter. 11
Kırşehir'de Dikkatimizi Çeken Sanat Abideleri'\
Belleten, XI, Ankara 1947
Sadrü'd-din Konevi Mükatebat, Ayasofya Ktp. nr. 2412
ve Hace Nasır,
Sipeh-salar, Ahmed Menakıb-1 Hz. Hüdavendiğar, trc. Midhat Baharı,
Feridun, İst. 133.
Sultan Veled İhtida-name tercümesi, trc. A. B. Gölpınarlı, Ank.
1976.
Sümer, Faruk. Safavi Devletinin Kuruluşunda ve Gelişmesinde
Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1976.
Şemseddin Sami Kamusu'l-alam, İstanbul 1316, I-Vl.
97
il

Şems-i Tebrizi, Makalat, Mev!Ana Müzesi Ktp., nr. 2144.


Makalat-ı Şems-i Tebrizi, nşr. M. Ali Muvahid, Tah­
ran 1319. I-II.
Taecshner, Franz Gülchehris Masnavi auf Achi Evran, Wiesbaden
1955.
Studien İslamica, IV, (1934).
"İslam Ortaçağında Fütuvva" İktisat Fakültesi Mec­
muası, XV, İstanbul 1955.
Talu, Ercüment Büyük Nasreddin Hoca, İstanbul, 1954
Ekrem,
Tarım, Cevat Hakkı Kırşehir Tarihi Üzerine Araştırmalar, Kırşehir 1938.
Tarihte Kırşehri-Gülşehri, İstanbul 1948.
Taşköprü-zade, Şakayık-ı nu'maniye, nşr. A. Suphi Fırat, İstanbul
1985.
Tecer, Ahmed Kutsi "Nasreddin Hoca", İA, İstanbul 1970, IX.
Temir, Ahmet. Kırşehir Emiri Caca oğlu Nureddin Vakfiyesi, Ankara
1959.
Turan, Osman Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar,
TTK, Ankara 1985.
Ülkütaşır M. - Nasreddin Hoca ve Bibliyografyası, Folklor Derneği
Öztelli,C yay. Ankara (Tarihsiz)
Ünver, A. Süheyl Selçuklu Tababeti, Ankara 1940.
Yunus Emre Yunus Emre Divanı, nşr.F. Kadri Timurtaş, Ankara
1989.

98
DİZİN

Abbasi halifesi Musta'sım,32 Ahi Evren Hace Nasiru'd-din,


Abdal Musa, 7 6 35,68
Abdu'l-vahid Çelebi, 59 Ahi Evren Hace Nasiru'd-din
Ahi, 5, 6, 7, 8, 1 l, 12, 16, 22, Mahmud,3.5
23; 24, 26, 27, 29, 30, 31, Ahi Evren Hace Nasirü'd-din,
34, 36, 39, 46, 53, 54, 55, 44, 56, 65, 68, 72, 75, 76,
56, 57, 65, 67, 68, 70, 73, 86,87
75, 76, 79, 80,, 82, 84, 85, Ahi Evren Hace Nasirü'd-din
86,87,88,89,91,95,96 Mahmud,72
Ahi Evren, 7, 8, 11,12, 14, 16, Ahi Evren Hace Nasirü"d-din,
21, 22, 24, 25;, 26, 27, 28, 36
29, 30, 31, 32, 34, 35, 36, Ahi Evren Hace Nasirü1d-din,
37, 38, 39, 40, 43, 44, 45, 9, 34, 39, 55, 59, 71, 80, 85,
51, 54, 55, 56:r 59, 63, 65, 89
66, 67, 68, 69., 70, 71, 72, Ahi Evren Hace Nasreddin, 82
73, 74, 75, 76, 80, 82, 83, Ahi Evren Hace Nasru'd-din
84,85,87,88,90,92 Mahmud, 35
Ahi Evren Hace Nasrü'd-din Ahi Evren Nasıru'd-din
Mahmud el-Hoyi, 80 Mahmud,70,84,87
Ahi Evren Hace Nasıre'd-din, Ahi Evren Nasirü'd-din
45 Mahmud, 7, 8
Ahi Evren Hace Nasıreddin Ahi Evren Nasirü1 d-din
Mahmud, 40 Mahmud, 7, 8 1 37
Ahi Evren Hace Nasıru'd-din, Ahi Evren Şeyh Nasıru'd-din,
43 69
Ahi Evren Hace Nasırü'd-din, Ahi Evren Şeyh Nasırü'd-din
16,67,68,80 Mahmud,36, 54
Ahi Evren Hace Nasırü'd-din Ahi Evren Şeyh Nasiru' d-din,
Mahmud,16,91,92 8
Ahi Evren Hace Nasırü' d-din Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din,
Mahmud, 43 22
Ahi Evren Hace Nasire'd-din Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din,
Mahmud,63 43
99
Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din, 43,44,50,54,65, 70,92,95
21, 22, 24, 25, 26, 30, 31, Ankara, 12, 17, 23, 27,29, 31,
32,38 35, 36, 66, 81, 82, 87, 95,
Ahi Evren Şeyh Nasirü'd-din 96,97,98
Mahmud, 8, 12, 21,67 Arap,33,34,66,83
Ahi Menakıb-nameleri, 27 Aşık Paşa'nm oğlu Elvan Çe­
Ahi Nasıre'd-din,51 lebi, 77
Ahi Nasırü'd-din Mahmud, 70 Ata Bey Cemalü'd-din Ferruh
Ahi Nasiru'd-din, 16,21 Darü'ş-Şifası, 29
Ahi Nasiru'd-din (Ahi Evren), Aynü'l--Kuzat-i Hemedani, 47
16 Azerbaycan, 80 1 81
Ahi Nasirü'd-din Mahmud, Aziz-i Esterabadi, 79
27,37,38 Baba İlyas, 24, 30, 32, 77, 87
Ahi Teşkilatı, 24, 25, 54, 57, Baba İlyas-ı Horasani, 53
84 Baba Merendi, 78
Ahi Teşkilatı, 7, 12, 22, 23, Babailer İsyan� 15,83,96
- 24, 31, 34, 54,65, 76,82,96
Bağdad,28,68,75,82,85
Ahmed Eflaki, 23, 3.0, 31, 32, Bağdad'ın, 28
35,48, 70,75,95 Baha Veled, 43,56, 95
Ahmed Gazali, 54 Baycu Noyan,77,85, 86
Ahmed-i Gazzali,47 Beyazid-ı Bestami, 57
Aksaray,36,79,87 Caca oğlu Nuru'd-din,76
Akşehir, 6, 17, 65, 81, 84, 86, Cacaoğlu Nuru'd-din,76
87,88,89,91,97 Celaleddin-i Rumi, 38
Alaü'd-din Çelebi,36,83 Celalü'd-din Karatay,sa, 85
Alaü'd-din Çelebi, 23, 24, 27, Cuha,5,21,24,30,33,34,35,
57 36,37,38,63,64,65, 72
Anadolu, 61 71 8, 11, 12, 13, Cüneyd-i Bağdadi, 50
15, 16, 17, 30, 33, 34, 36,
Çankırı, 29,87
37, 43, 44, 45, 47, 52, 53,
Çoban oğulları Devleti, 91
54, 59, 63, 64, 67, 68, 75,
76, 77, 81, 82, 84, 85, 86, Danişmend-i Rumi, 67, 68
87, 88, 89, 90, 91, 92, 95, Denizli,83, 85,86, 87, 89
96,97 Divan-i Kebir, 38
Anadolu Selçuklu,15 Diyar-ı Rum, 68
Anadolu Selçuklu Devleti; 78 Ebu Hulman es-Sufi., 47
Anadolu Selçuklu Devletini, Ebu Suud Efendi, 52, 96
80 Edebah, 11,76
Anadolu Selçuklular,29 Elvan Çelebi, 76, 80, 87, 96
Anadolu Selçukluları, 7, 8, 11, El-Veledü'ş-şefik, 50, 52, 97
12, 13, 15, 16, 25, 29, 30, Emir Timur, 65, 81
100
Emiri Muzafferü'd-din Alp­ 8,9
yürek, 91 Hacı Bektaş, 24, 30, 38, 39,
Erzurum Çifte Minareli Med­ 40, 72,76, 77,79,87,96
rese, 29 Hanıkah-ı Ziya,22
Evhadü'd-din, 5, 12, 35, 37, Hanikah-ı Lala,34
43, 44, 45, 47, 48, 49, 50, Hanikah-ı Ziya,33, 87
51, 52, 53, 54, 55, 67, 68, Hanikah-i Ziya,82
84,85,96,97 Harezm-şahlar, 81
Evhadü'd-din Hamid eI- Hatıroğlu Şerefü'd-din, 35
Kirmani,43 Hatiroğlu Şerefü'd-din, 86
Evhadü'd-din-i Kirmani,44 Herat,81, 82
Evhadü'd-din-i Kirmani, 5, 12, Hoca Cihan,39
35, 37, 45, 47, 48, 50, 51,
Hoca Nasreddin,6, 171 39, 55,
52,54,6�71,72,84,85
63,69,70,81,95
ez-Zahir billah, 32
Horasan,43, 80
Fahru 1 d-di:n Razi,81
Hnstiyan,57
Fahru:;d-din-i Irak:t, 47
Hulagu Han,24, 75
Fahru:d-din-i Razi,38,67
Hulagu Han, 85
Fahrü'd-din Iraki,54
Hululiyye Felsefesi,59
Fahrü'd-din-i Razf, 32
Hülağü Hanın, 35
Fahrü'd-din-i Razı:,43
Hüsamü'd-din Çelebi, 23, 24,
Fatma Hatun, 35, 72, 85 30,87
Fütuvvet Teşkilatı,82 Hüseyin b. Mansur el- Hallac,
Fütüvvet-nameleri, 27, 69 57
Geyüklü Baba,76 Hz. İsa, 57
Hace Nasıru/d-diıı Mahmud el­ Hz. Peygamber, 12, 23
Hoyf, 92 II. G. Keyhusrıev, 84
Hace Nasırü'd-din-i Tusi, 15 II. Gıyaseddin Keyhüsrev,78
Hace Nasiru'd-din Mahmud, IL İ. Keykavus,85
8
II. İzzü'd-din Keykavus, 31
Hace Nasirü'd-din, 5, 6, 8, 24,
Irak, 28
34, 37, 39, 59, 71, 80, 82,
83,85,89,90,92 IV. Kılıç Arslan,35, 86
Hace Nasirli'd-din Mahmud, IV. Rüknü'd-din Kılıç Arslan,
63,65 31,86
Hace Nasirü'd-di:n Mahmud, İbn Sina,67,83
43 İbnü'l-Arabi, 12,52,97
Hace Nasirü'd-din Mahmud el İmam Gazzali, 4 7
Hoyi, 63 Kadı İzzü'd-din,85
Hace Nasirü'd-din, 8,23,37 Kadı Mecdü'd-din-i Merendi,
Hace Nasirü'd-din Mahmud, 36
101
Kayseri, 35, 70 1 7'2, 79,82, 84 34,45,63,64
Kırşehir, 71 11, 16, 23, 27, 35, Mevlana Celalü'din-i Rumi,
36, 65, 67, 76, 77, 79, 83, 91
85,87,88,89,97,98 Mevlana Celalü'd-din-i Rumi7
Kırşehir Emiri Nureddin Caca, 21,22,43,50
36 Moğollar, 7, 24, 54, 75, 83, 84 1
Kırşehirli Aşık Paşa, 76, 80 85,88
Kimya Hatun,57,58 Moğolların,35, 54,88
Konya, 9, 12, 15, 16, 22, 23, Molla Abdu'r-rahman Cami,
26, 27, 30, 33, 36, 38, 39, 48
44, 52, 54, 56, 57, 71, 82, Molla Abdu'r-rahman el-
83,84,85,87,88,95,96,97 Cami, 51
Kulah-duzlar Mahalleleri, 82 Molla Cami, 51, 54
Letaif-i Giyasiyye, 6, 66, 67, Molla Nasreddin, 92
68,69,72, 74,80,81,95 Muhannes,24,30,35
Letaif-i Giyasiyye, 55,63 Muhli� Paşa, 77
Letaif-i hikmet,67,68, 72,73, Mürşidü'l-kifaye, 67, 83
74,80,91 Müyyedü'd-din-i Cendi, 49,
Letaif-i hikmet, 8, 13, 31, 32, 97
63,69 Nasiru'd-din, 8,9, 16, 22, 76
Luti, 30 Nasreddin Hoca, 5, 6, 8, 16,
Ma'ruf-i Kerhi, SO 17, 18, 21, 33, 34, 38, 39,
Medh-i fakr u Zemm-i dünya, 40, 44, 55, 56, 59, 63, 64,
83 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71,
Memluklular,77,79 n, 73, 74-1 75, ·so, 81, 82,
Menakıb-ı Hace-i Cihan ve 83, 84, 85, 87, 88, 89, 90,
Netice-i Can,S9 91,92,95,96,97,98
Menakıb-i Evhadü'd-din-i Niğdeli Kadı Ahmed, SQ, 52
Kirmani, 35,67 Nuru'd-din Caca, 23, 24, 76,
Mesnevi, 5 1 16, 21, 22, 23, 24, 79,88
25, 26, 27, 28, 30, 31, 32, Osman Gazi., 11, 76
33, 34, 36, 37, 38, 43, 46, Osmanlı Devleti,76
50, 58, 59, 63, 64, 75, 91, Osmanlılar, 15, 17
92,97 Pervane Muinü'd-din Süley­
Mevlana, 5, 16, 21, 22, 23, 24, man, 35
25, 26, 27, 28, 29, 30 ı 31, Pervane Muinü'd-din Süley­
32, 33, 34, 36, 37, 38, 43, man 1 24
45, 46, 48, 51, 54, 55, 56, Pervane Müinü'd-din Süley-
57, 58, 59, 70, 71, 72, 75, man,86 __
76,83,92,95,96,97,98 Pervane Süleyman, 7� 79
Mevlana Celalü' d-din-i Rumi, Pir Ehi, 38, 39
102
Pir Ebi Türbesi,39 Şeyh Affan, 77
Sadru'd-din Konevi, 15, 22, Şeyh Ahmed-i Gazzali, 51
25, 39, 49, 67;, 69, 70, 83, Şeyh Evhadü'd-din,12,35,39,
85,91 49,51,68,72,84,96
Sadru'd-din Konevi, 26,27 Şeyh Evhadü'd-din Hamid el
Sadrü'd-din Konevi,67, 97 Kirmani,72
Sadü'd-din Köpek, 83 Şeyh Evhadü'd-din Hamid el­
Sahip Ata Fahrü'd-din Ali, 86 Kirmani, 37'
Sahip Fahrü'd-din Ali, 24, 35 Şeyh Evhadü"d-din-i Kirmani,
Selçuklu, 11, 13, 29, 35, 37, 45,54,82
67,84,85,86,88,95,98 Şeyh Fahrü'd-din-i Iraki, 51
Selçuklu Devleti, 78 Şeyh Mecdü 1d-din İshak, 8L
Seyyid Burhanü' d-din-i �u­ Şeyh Nasiru'd-din,31
hakkik, 56 Şihabü'd-din Ahmed el-Gazzi,
Seyyid Mahmud Hayranı, 85, 33
89 Tabduk Emre, 50 1 52
Siracü' d-din Mahmud el- Tabsire,28,31, 33
Urmevi 1 72 Tacü'd-din Mu'tez,78
Sivaslı Hace Şemsü'd-din Tapduk Emreı, 55
Ahmed, 45 Taptuk Emre, 45,79
Sivaslı Muhammed, 72 Timur, 65,81, 84
Sultan Alaeddin Keykubad, 89 Tokat,49,79,84,87
Sultan Alaü'd-din Keykubad, Tuhfetu'ş-şekur, 67
68, 82 Türkiye, 9, 12, 14, 17,51,79,
Sultan Alaü'd-din Tekeş, 81 92,97,98
Sultan Baybars,24,32 Türkiye Selçukluları, 9, 16,
Sultan I. Alau'd-din 21,51,79,92,98
Keykubad,83 Türkmen, 7, 17, 24, 25, 36,
Sultan I. Alaü'd-din 38, 39, 43, 44, 52, 53, 54,
Keykubad, 67 55, 70, 76, 77, 78, 79, 82,
Sultan II. İzzü'd-din 85,87,88,93
Keykavus, 70,83,85 Türkmenler, 5, 24, 33, 52, 53 1
Sultan IV. Ruknu'd-din 54,75,86,87,90
Kılıçarslan, 77 Vezir Tacü 1 d-din Mu'tez,24
Sultan Veled, 23, 24, 33, 36, Vezir Tacü'd-din Mü'tez,86
37,S7,97 Yezdan Şınaht,67
Sulucakarahöyük,77 Yunus Emre, 49, 50, 52, 55,
Şems-i Tebrizi, 5:ı 22, 23, 24, 79,98
26, 27, 31, 43, 47, 48, 50, Zeynü'd-din Sadaka,45, 71
56, 57, 58, 59, 63, 71, 83,
97,98
103

You might also like