Professional Documents
Culture Documents
Klasik Türk Edebiyatında Lale
Klasik Türk Edebiyatında Lale
Klasik Türk Edebiyatında Lale
bilig-4/Kış’97
109
mıştır. (BAYTOP, 1987: 3) Romalılar ve Bizanslılar merakı bütün halka sirayet etmiştir. Lâlenin bu
döneminde lâle tanınmıyordu. Bu döneme ait kadar değer bulması halk arasında musabaka
paralar âbideler ve eşyalar üzerinde hiçbir lâle hissinin doğmasına sebep olmuştur. Hemen hemen
motifinin bulunmaması bunun açık bir kanıtıdır. her bahçede ayrı cins lâleler yetiştirilmiş ve her
(BAYTOP: 1). birine şâirâne isimler verilmiştir. Hatta İstanbul'da
İran Selçuklularının ve Büyük Selçukluların olaşan bu lâle merakı bütün dünyaya yayıldığından
sanat eserlerinde, XII. asırdan itibaren, lâle Avrupa'nın her köşesinden İstanbul'a muhtelif
motiflerine rastlanmaktadır. Anadolu Selçuklu cinste ve muhtelif renkte lâleler getirtilmesi ne
Devleti'nin başkenti Konya'daki eserlerde de lâle sebep olmuştur. (ALTINAY: 40)
motifine rastlanır. Türk çinilerine, kumaşlarına, Şeyhülislâm Yahyâ'nın şu beyti bize
halı ve kilimlerine, cami ve mescit, türbe, sevgililerin nezdinde mücevherât takmanın
medrese, sebil ve okul gibi eserlerin duvarlarına rağbetten düştüğünü onun yerine lâle ve gül
her renkten lâle işlenmiştir. Ayrıca lâle resimleri takmanın revaç kazandığını* belirtir ki bu da
padişah ve sultanların papuçlarını, çizmelerini, lâlenin o dönemde gördüğü ilgiyi daha belirgin bir
peşkir ve uçkurlarını da süslemiştir. (LAROUSSE: şekilde göstermektedir:
783) Bunlardan başka tahta, deri, sedef ve taş
Lâle ve gül takınur oldu güzeller şimdi hep
işlerinde süsleme unsuru olarak kullanılan
La'lu gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi
(AYVAZOĞLU, 1992: 138) lâle stilize edilmiş
olarak Selçuklu kitap ve kaplarında da Lâleye karşı olan ilgi özellikle Sultan III.
görülmektedir. (AYVAZOĞLU: 108) Ahmed (1673-1736)'in saltanatının son yıllarında
Osmanlılar devrinde süs bitkisi olarak doruk noktasına çıkmıştır. (BAYTOP: 2) Ahmed
İstanbul'da daha çok lâle, sünbül ve zerrin gibi Refik Altınay bundan dolayı, bu dönemi anlattığı
soğanlı bitkilerle, karanfil, gül ve menekşeye değer eserine "Lâle Devri" (REFİK, 1970: 5) ismini
verilmiştir. Önceleri, saray bahçeleri için vermiştir.
imparatorluğun değişik bölgelerinden getirtilen Lâlenin bu kadar rağbet görmesinin belki de
yabanî bitkiler kullanılıyordu. Lâle, Kırım'ın en önemli sebeplerinden biri lâleyi meydana
güneyinde bulunan Kefe'den, sünbül de Maraş ve getiren harflerin Allâh lafzında bulunmasıdır.
Halep taraflarından getirtiliyordu. Sultan Üçüncü (ARSE-VEN, 1983: 1219) Her ikisi de ebced
Murâd (156-1505)'ın, saray bahçeleri için sünbül değeri olark 66 sayısını vermektedir. Refî'i Kâlâyî
soğanı getirilmesi hakkında yazdığı iki buyruğu
bugün elimizdedir. Bu iki buyruk konuya daha da Subh-dem dönse n'ola mifır-i cemâle
açıklık getirmektedir. (BAYTOP: 3) Oldı ınazhar aded-i isın-i Celâle lâle (OLGUN: 3)
Lâle Osman İmparatorluğu döneminde, beytiyle bu hususa işaret etmektedir. İzzet
bilhassa XVI-XVIII. yüzyıllar arasında, süs bitkisi Ali Paşa, Sultan III. Ahmed için yazmış olduğu
ve süsleme motifi olarak çok büyük önem lâle redifli kasidesinde lâlenin bu kadar rağbet
kazanmıştır. (BAYTOP: 2) Özellikle tabiat güzelliği görmesini ve rütbesinin yükselmesini aynı sebebe
ve sanat zevkine düşkün olan İbrahim Paşa, lâlenin bağlamıştır:
yayılmasına son derece Özen göstermiştir. Onun
bu gayretleri sayesinde İstanbul'un seçkin Mazhar-ı isnı-i Celâl olmasa hakka lâle Bulamazdı bu
bahçelerini lâleler süslemiş; birçok evlerin kadar rütbe-i vâlâ lâle (BOZTEPE: 321)
pencerelerinde, saksılar üzerinde, lâlelerin renkli Remzi Efendi ise herhalde aynı sebebe bağlı
endamı sokaklara başka bir güzellik vermiştir. olarak lâle sevgi ve merakının ezeli olduğunu şu
Hatta lâle yetiştirmek için bahçeler tanzim edilmiş; beyitiyle ifade etmiştir:
risaleler yazılmıştır. (ALTIN AY: 1973:39)
Lâleye pîr-i sabâdan bu nefes şimdi değil Ezelidir bu
Osmanlı kültürünün klasik ölçülerinin iyiden
lıevâ vü heves şimdi değil (AYVAZOĞLU: 110)
iyiye belirginleştiği XVI. asırda İstanbul'da bu lâle
bilig-4/Kış’97
110
Ayrıca lâle soğanı, sadece bir sap ve bir çiçek yorduk: Kışın ortasında, buz gibi soğukta, her
verdiğinden lâle tevhîd işareti sayılmıştır. Lâlenin tarafta çiçekler ölürken burada Trakya'da nergizler
Arapça yazılışı da "kelime-i tevhîd" in harfleriyle ve leylaklar her tarafı dolduruyor ve öylesine bir
başlar. Yine Arapça Allah'ın başındaki 'elif harfi rayiha saçıyorlar ki, alışık olmayanların kokudan
ile lâle arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi başı ağrıyordu. Lâleler ya hiç kokmuyorlar ya da
lâledeki 'lamelif, lâm ve he' harfleri ile İslâmiyetin çok az kokuyorlardı; bunlar güzel ve çeşitli renkleri
sembolü olan "hilâl" kelimesi yazılmakta, bunun dolayısıyla aranıyor." (TEBLY, 1988: 123) Rainer
yanında yukarıda belirttiğimiz gibi ebced hesabıyla Zitta ise, 1555-1562 yılları arasında Âsitân
"Allah" ve "lâle" kelimeleri aynı sayıyı yani 66 (İstanbul'da ikâmet eden Busbecq'in lâleyi
sayısını vermektedir. İşte bundan dolayı diyebiliriz Viyana'ya getirdiğini söylemektedir. (ZİTTA,
ki, lâle doğal ve estetik özellikleri bir yana İslâmî 1978:131-132) Biz bu bilgilerin ışığında,
bir yorumlayışla kutsal sayılmış; Allah'ın Avrupa'da, lâlenin XVI. asrın ortalarından itibaren
yaratıcılığını en güzel yansıtan varlık kabul Avrupa'ya Busbecq ya da bir başkası tarafından
edilmiştir. Nitekim: "dülbend lâlesi" denen türün soğanlarının
Yokdıır bu âb u tâb ne milır ü ne jalede götürülmesiyle yayıldığını söyleyebiliriz. XVII.
İzhâr- kudret eylemiş Allâh hu lâlede asrın başlarından itibaren ise özellikle Hollanda'da
lâle sevgisi bir çılgınlık derecesine ulaşmıştır.
beyti bunu ifade etmektedir. (SAKAOĞLU, 1994:
(MACKEY) Busbecq, hatıratında XVII. asrın
178) Yine aynı sebeplerle cami, çeşme, mezar gibi
başlarından itibaren Batı'da 'lâle modası'nın
dînî önemi olan binalarda tezyinat olarak çok
gerilerken, bu 'güzel çiçek'in Sultan İbrahim'in
kullanılmıştır. (ARSEVEN: 1219)
şahsında, güçlü bir hami bulduğunu söylemektedir.
Lâlenin Avrupa'ya hangi tarihte ve hangi (TEBLY: 221)
yolla gittiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak
Yukarıda tarihi hakkında kısa bilgi
B. Belon adlı bir Fransız 1549 yılında çıktığı bir
verdiğimiz, özellikle XVI. asırdan itibaren Klâsik
Yakındoğu gezisi sırasında İstanbul'da bir süre
şiirimizin ve süsleme sanatlarımızın vazgeçilmez
kalmıştır. Yazdığı hatıratında, "kırmızı zanbak"
çiçeği olan lâlenin Klâsik edebiyatımızda nasıl
diye söz ettiği lâle çiçeğinin soğanlarından
algılandığını yine Klâsik şâirlerimizin şiirlerinin
edinmek üzere birçok yabancının gemilerle
ışığı altında incelemeye çalışacağız. Bunu
İstanbul'a geldiğinden söz etmiştir.
yaparken Anadolu, Azerî, Harezm ve Çağatay
(AYVAZOĞLU: 113) Charles Mackay'in "Lâle
sahalarında şiir yazan şâirlerimizin ulaşabildiğimiz
Deliliği (Tulipomania) başlıklı makalesi, verilen bu
eserlerinden faydalandık.Bu arada şunu tespit
bilgileri doğrulamaktadır. (MACKAY: 35)
ettik: Özellikle Azerî, Harezm ve Çağatay
Avusturya-Macaristan İmparatoru'nun Sultan sahalarında yetişmiş şâirlerimizin eserlerinde sözü
Süleyman nezdindeki büyükelçisi O.G. Bus-becq'in edilen lâleler şakâyık-ı Nu'mâniye denilen ve
İstanbul'dan Avrupa'ya götürdüğü bitkiler arasında gelincik olarak bilinen yaban lâleleridir.
lâle soğanlarının da bulunduğu sanılmaktadır. Anadolu'da, XVI. asra kadar yazılmış eserlerde
(BAYTOP: 1-2) Busbecq hatıratında, lâlenin zikredilen, lâleler de aynı türdendir. Bu asırdan
Edirne'den İstanbul'a giderken yolun kenarında sonra Anadolu sahasında yazılan şiirlerde kültür
uzayıp giden ova boyunca yetiştirildiğini yoluyla üretilen yeni lâle türleri de anılmaya
gördüğünü ve bu konudaki düşüncesini şu şekilde başlanmıştır.
ifade etmektedir: "Edirne'de bir gün kaldıktan
sonra, fazla uzak olmayan hedefimiz İstanbul'a
doğru yola çıktık. Yolun geçtiği ova boyunca bize B. Klâsik Şâirlerin Şiirlerinde Yer
her tarafta nergiz, leylak ve Türklerin lâle Alan Lâle İsimleri
dedikleri çok miktarda güzel çiçeklerden hediye Yapmış olduğumuz divan ve diğer kaynak
ettiler. Şuna şaşı- eser taramalarında lâle çiçeğinin çeşitli isimler
altında geçtiğini gördük. Lâle, en çok lâle genel is-
bilig-4/Kış’97
111
miyle kullanılmıştır. Buna rağmen çeşitli kültür yoluyla Gülmîh-i âf tâb: (BOZTEPE: 98)(v)
elde edilen lâlelere verilen şairane isimlerin de klâsik Görünse dîdeye gülınîh bâbı âfitâb-âsâ
şâirlerimizin şiirlerinde ebedileştiğini görmekteyiz. Misâl-i şebpere âsâyişe tâkat komaz gamda
Ayrıca Şâkâyık-ı Nu'mân denilen ve gelincik olarak
bilinen yaban lâlesine de çeşitli isimler verilmiş ve Nedîm
bunlar da Klâsik şiirimizde yer almıştır. Tespit Gül-rîz: (vi)(BOZTEPE:318; AKTEPE: 118)
edebildiğimiz lâle isimleri şunlardır: Sük-ı isti'dada şelır-âyîn edip yârân-ı nazın
Âfitâb- gülzâr: **(SAKAOĞLU: 182) Ettiler gül-rîzler âvîhte dükkân üstüne
Lâle-i rûhân hüsne verdi safâ-yı envâr Doğdu Nedîm
bugün çemende bir Afîtab-ı gülzâr
Gül-ruhsâr: (AKTEPE: 119)
Seyyid Hanif Efendi Bu lalenin tohumu, Eyyubi Hacı Ahmed'e ait olup değeri 40
kuruştur.
Atâ-y Hak: ***(AYVAZOĞLU: 134-135)
Bu nâzük lâle-i zîbâ ki olmuş namı "gül-ruhsâr"
Atâ-yı Hakka ibretle nazar kıl lâlezâr içre Ola hünkârımın bezıninde sad şevk ile hidmet-kâr
Serâpâ âteş-i aşkile. gûyâ şenı'-i sazandır
Nedîm
Lâ-edrî
Hâverân (Horasan'da bir şehir) lâlesi:
Bedî-i çemen:(SAKAOĞLU: 182)
Hâverân lâlesi dik altun cam
Ma'nû-Şinâs ehli bilür kadr-ı lâleyi Kim anga tüşse bu râh-ı gül-fâm
Gelmez beyâna vasf-ı Bedî-i çemen
Nevâ'î
Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi
Hüsn-âmîz (BOZTEPE: 310)
Bî-mânend: (AYVAZOĞLU: 126-127)
Bu iki hile nev'inin sahibi İbrahim Hanzade Mehmet Bey'dir. Hüsn-i Hasan: (AYVAZOĞLU: 127)
Evvelâ anda oldu rüy-nümâ Bu Sâde-rû kırmızıda bî-mânend Bâğ-ı
iki lâle-i cihân-ârâ Birinin nâmı âlemde nâdir ü kem-yâb Ruh-ı
oldu Bî-mânend Birine dediler dilber gibi olup rengin Oldu Hüsn-i
Semen-Sîmâ Hasan 'la şöhret-yâb
Fennî Mehmed Dede Fennî Mehmed Dede
Cennât- Adn lâlesi: İkrâm- hak: (SAKAOĞLU: 182)
Gülgûn yanakları arakın gör ne hoş düşer Gülü bülbülden özge zevk verdi hâtır-ı lâle
Cennât-ı Adn lâlesine lu'lu-yı Aden Çerağan inâyetde Hanif gördük Ikrâm-ı hak
Şeyhî Seyyid Hanif Efendi
Dil-cûy:(BOZTEPE:310) Kavs- Kuzah: (AYVAZOĞLU: 127)
Duhânî Lâle: Hak budur bu şükûfe-i garrâ
. Şarâb-ı ergüvânıdır duhânî lâle camında Ne kan Bakdığınca verir derûna ferah Nice
tanıdıysa odunda benim bağrım kebabında levn ile olmadığın zâhir Nâm-ı
Şeyhi nâmîsi oldu Kavs-ı Kuzah
bilig-4/Kış’97
112
Kudret-i Hak: (AYVAZOĞLU: 136) Gül-i terden gülicek ârızına mâ' dökülür
(Bu lale nev'ini Debbah Ataullah Etendi yetiştirmiştir) Bâğa gir gör ki nece lâle-i hamrâ dökülür
bilig-4/Kış’97
113
bilig-4/Kış’97
114
C. Klâsik şiirde geçen lâle renkleri Nergis ciğeri dag urur gözi alından
İzzet Ali Paşa'nın: Al kana bayandı lebi aliyile lâle
Rengden renge hulul eylemese bulmaz idi Fuzûlî'ye göre de Allâhu Teâlâ'nın feyzi ve arzu
Eller üstünde gezip revnak-ı zîba lâle etmesinden dolayı, lâle kırmızı rengi almıştır:
(BOZTEPE: 321) Feyz-i Hak etmiş ârzû çıkmış şekâyık surh-rü
beytinde de anlaşılacağı gibi lâlenin çok çeşitli renkleri Kılmış bi-emri Hak gülü sadikî kılmış pîş-vâ
olmasına rağmen en çok kırmızı rengi anılarak Lâlenin kırmızı renginin yanında kebûd (mavi),
kullanılmıştır. Kırmızı renk de yer yer k rm z , al, kibriti (açık sarı), sar , duhânî (siyah), ve Lâciverd
hamrâ, sürh, ahmer ve k z l kelimeleriyle ifâde renklerinin de dîvan şâirlerince kullanıldığını
edilmiştir: görmekteyiz:
Kırmızı lâle takınmış başına ol nev-cüvân Bir Gam-ı batınla nev ü köhne döndü dağlarını
güneşdür sanasın mirrîh ile itmiş kırân Benefşezârda sürh u kebûd lâlelere
Yahyâ Bey Nailî
Sâkiyâ câın-ı muravvak sun ki sâgar devridir Mücerred bî-ser ü pâ bir gedâ-yı hâne-ber-dûşem
Lâle gibi al olalım çün gül-i ter devridir Hemân lâle gibi egnümde bir kibriti şalum var
bilig-4/Kış’97
115
Hâr çevrinden incinip ey dil Bir şemme bûy-ı râhat ümîd itme lâleden
Gül yerine göreni mi lâleleri itmiş o derd-mendi kati bî-dimâg dâg
Şinâsî ise, zaten "lâlenün nakşın"ı gören gönlün
3. Çiçeğinin ağzının açık ve ondan koku ümit etmiyeceğini belirtmiştir:
ortasının boş oluşu Ehl-i dünyâ ile ülfet eyler amma bî-niyâz Lâlenün
Açılmış lâlenin çiçek kısmının ortası boştur. nakşın görüp üınnıîd-i bû itmez gönül
Nev'î, onun bu özelliğinden hareketle, gül bahçesinde
seher vakti Cem'in kadehinin kıssası anlatılmaya
5. Yeşil Yaprakl Oluşu
başlanınca gülün "kulak tut" tuğunu, lâlenin ise ağzının
açık kaldığını ifade etmiştir: Lâlenin kök kısmına yakın bir yerden çıkan yeşil yaprağı
vardır. Cinânî, aynaya benzeyen yanağına doğru yeşil
Gül tutdı kulak lâle açup agzını kaldı
sarığının aksi düşmüş sevgiliyi, . kök kısmından yeşil
Gülşende seher kıssa-i Câın-ı Cem açıldı
yaprağı çıkmış lâleye benzetmiştir:
Ruhi mir'âtıııa destâr-ı sebzi aksi düştükçe
4. Kokusuz Oluşu Gören anı sanur bi lâledür kim ola pervâzı
bilig-4/Kış’97
116
Lâle sevgi ateşinin tesiriyle açılır ve özellikle Lâle, bahar mevsiminin müjdecisi olup
âşıkların gönül yaralarının yenilenmesine sebep olur: açılmasıyla güzeller seyrana çıkmaya başlar ve işret
Eser-i sûz-ı muhabbetle açıklı lâle günlerinin başlamasına zemin hazırlar. Bundan dolayı
Tazelik verdi derûnlarda olan dâga yine bahar mevsimine "devr-i lâle", "lâle mevsimi", "lâle
Cevrî fasl ", "lâle zaman ", "lâle vakti" ve "lâle
hengâm "da denmiştir:
Lâle açılmasıyla birlikte yüzünü kapatan "du-
vağı"da kaldırır: Çü devr-i lâledir ihlâs ile kadeh dutalım
Nite ki nergis olur ınest-i bî-riyâ olalım
bilig-4/Kış’97
117
Her yakadan baş çıkarmadır benefşe şöyle kim le)" le bülbülün kana bulaşmış göz yaşıdır:
Lâlelerde hod pür etmiş dâmenini kûhsâr
Şüküfte câ-be-câ gül-şende sanma lâle vü güldür
Usûlî
Akıtmış hâr-ı hasret eşk-i hûn-âlûd bülbüldür
Seng-i hârada bitüp lâle cıyag aldı ele Kalb-i
sâfiye bu halet ne 'aceb kalmadı Yahyâ Bey, her tarafı süsleyenin ne lâle ne de gül
Zâtî olduğunu, sevgilinin kırmızı dudağının hasretinden kan
Saçların çözsün bulutlar ra'dkilsim nâleler ağlayan zemin olduğunu belirtir:
Kahriim üzre haşre dek yansım yakılsıın lâleler
Lâle vü gül sanmanuz her cânibi zeyn eyleyen
Âhî
La'l-i dilber hasretinden kalanlar ağladı zemin
Dâğdan fehm ideniz sûz-ı dil-i ıışşâkı Lâleden
kiişte-i gam hâk-i mezârın bilimiz Hüseyin Baykara, sevgilinin ayak bastığı her yere
Sükkerî göz yaşlarını öyle akıttığını söyler ki, o topraktaki her
Câm-ı la'Un nûş ider bâg içre her dem lâleler diken ve çöpün lâle verdiğini ifade eder:
Nergis-i şehlâ elinde sâgar-ı zerrin tutar Kayda kim basting ayağ aktı şirişkim ança kim
Muhibbî Lâle birdi bâr ol tofrak ara her hâr u lies
Lâlelerle bezene niteki düşt ii sahrâ Nitekim güller
ile z.eyn ola dest ii destâr Bakî ise, sahrâda yetişerek kırları kaplayan
Bâkî lâlelerin, orayı Bedahşân vilâyetine dönderdiğini söyler:
Lâlelerden kûh u sahrâ şöyle tezyin oldu kim Bir Sahrâya kıldı lâle Bedahşân vilâyeti
güz.eldür geydi gûyâ her yaka gülgûn kabâ Gülzârı itti tâze çemen mülk-i sebze-zâr
Zâtî
Yine aynı şâir, gülşende yetişen lâlenin,
Sâkî-i gül-çehre aldıkça ele peyınânesin Gonca-i
renginden dolayı gül bahçesinin toprağını Bedahşân
zanbaklar içre lâle bitmiş semasın
madenine benzetirken, sahrâda yetişen lâlenin ise bütün
Revânî
sahrayı Bedahşâh madenine çevirdiğini ifade etmiştir:
Şikâyet kılına zulmünden nazar kıl ol hat ii hâle Ki
bitmez bu çemende hârsız gül dağsız lâle Jâle kıldı her kenârı sâhil-i bahr-i Aden
Hayâlî Bey Lâle hâk-i gülşeni kân-i Bedahşân eyledi
Halting ara izârıng sebze içinde lâle Ol çeşm-i
pür-humârıng lâle dagı gazâle Lâle sahrâyı bugün kân-i Bedahşân itti
Bâbür Jâle gülzâre nisâr eyledi dürr-i şehvâr
Vâdî-i hayretde bitmiş lâlelerdir gûyiyâ Yaktığım
Şeyh Gâlib de lâle tarhında bulunan çakıl taşlarını
her dağ bu sînemdeki çâk üstüne
"la'l" ve "yâkûf'a benzetmiştir:
Hayâlî Bey
Bencileyin la'l-i nâbıın yâdına ey gonce-feın Lâle tarhında çakıl taşları la'l ü yâkût
Gülşen içre lâlei gördüm mey-i hamrâ çeker Şeb-çerâg olsa çeragân kim eder istib'âd
Muhibbî
Dağlarda ve kırlarda yetişen lâle, yâni gelincik
Bir zemin oldu bu Gâlib ki hasedkârâne Süsen ii
divan şâirleri tarafından "sahrâ-nişîn (kırda, çölde
lâle-i gülzâre serâser hançer
oturan)" olarak nitelendirilmiştir:
Şeyh Gâlib
Gül yüzüne öykünürse lâle-i sahrâ-nişîn
Şâir Sûzî, "kûhsârda" yetişen lâleleri göz yaşının Yüreğine dağ-ı hirmân ur yüzünü kana bas
besleyerek yetiştirdiğini söyler:
Necâtî Beğ
Serv-kaddün dikmesidür şâh-ı gül gülzârda
Ekşindin perverdesidür lâleler kûhsârda Gelincik kırlarda ve dağ eteklerinde yetiştiği ve
meslis âdâbını bilmediği için taşralıya benzetilir ve
Refetî'ye göre, gülşende yer yer yetişen ne lâle ne
"devr-i gül sohbeti"ne kabul edilmez:
de güldür. O, "hâr-ı hasret (hasret dikeniy-
bilig-4/Kış’97
118
Taşradan geldi çemen mülküne bigâne diye Her biri gezer kenâr-ı bâğı
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler Devşirdiği lâle kendi dâğı
Necâtî eğ Şeyh Gâlib-Hüsn ü Aşk
Çünkü o, meclis usul ve erkanını bilmediğinden Yetiştiği yerden koparılan lâleler ise daha sonra
bu toplantıya "yaramaz (lâyık değildir)": suya konur:
Lâle-i dil-sühte tutmağa geldi dâmenin Gözi yaşın alma halkun mâline itme tama'
Dediler bunda yaramazsın sen ey sahrâ-nişîn Suya konmış lâle gibi dîde-i pür-hûna bak
Hayâlî Bey Yahyâ Bey
Bundan dolayı lâleyi geldiği yere yani dağa geri H. Lâle-sabâ münasebeti
gönderirler: Sabâ, seher vakti lâlenin yüzündeki "hicâb perdesi
Geldi benefşe bağa arar hattına misâl "ni kaldırır:
Reng-i ruhuna lâleleri dağa saldılar Dün subh-dem ki lâle vü nesrin salıp nikâb
Hayâlî Bey Gül çehresinden aldı sabâ perde-i hicâb
Meclis erkanının bu tavrından dolayı lâle, bağ Fuzûlî
kenarında boynu bükük ve "hacîl (:utanmış)" olarak Lâleler "sahn-ı çemen (çimenlik)" i ateşe
bekler: verdikleri zaman "bâd-ı bahâr (bahar rüzgarı" bu ateşe
Aceb mi bâğ kenarında olursa lâle hacîl karşı mushaf açarak karşı durur:
Ki lâle-zâr-ı cemâlinde hâr u zârındır Lâleler urdılar ateş yine sahn-ı çemene
Ahmed Paşa Mushaf açup karşu tutar bâd-ı bahâr
bilig-4/Kış’97
119
KAYNAKLAR
bilig-4/Kış’97
120
ZlTTA, Rainer
1978 Die Tiirken-und was von Gelişim Hachette Alfabetik
ihnen Blieb, Wien. Genel Kültür Ansiklopedisi,
"Lale" mad., C.7, Sabah..
bilig-4/Kış’97
121
Zâtı 'aceh pâkdür gonca-i nevrestenün Dürr ü gevherden pür olmuş kâse-i mercânıdır.
Lâle-i ebr-i-sıfat cildi behaklı degül Bak. Kaside 15, beyit 17, s. 56.
bilig-4/Kış’97
122
bilig-4/Kış’97