Klasik Türk Edebiyatında Lale

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 15

108

KLASİK A. Lâlenin K sa Tarihçesi


TÜRK EDEBİYATINDA Lâle zambakgiller familyasından güzel
görünüşlü bir çiçektir. (MEYDAN LAROUSSE,
'LÂLE' 1987: 783) Soğanlı ve otsu bir süs bitkisi olan
lâlenin yapraklan tam kenarlı, oval ve mızraksıdır.
Çiçeklerin parlak renkli, hemen hemen birbirine
eşit olan altı taç yaprağı vardır. (GELİŞİM, C.7:
2420) Ayrıca çok tohumlu bir bitki olap kapsül
yapısında meyveleri vardır. (ANABRİTANNİCA,
1990 C.14: 249).
Batı dillerinde lâle (tulip) adını, sarık
mânâsına gelen Farsça "tülbend" kelimesinden
almış (MACKAY, 1989: 35) olup Latince tulipa ger-
neirana, Almanca tulpe, Fransızca tulipe, İngilizce
tulip, İtalyanca tulipano, Rusça tul'pan kelimesiyle
karşılanmaktadır. Avrupalı yazarlar ilk dönemlerde
lâleyi tanımadıklarından, bu çiçeği bir çeşit
zambak (Lilium) olarak kabul etmiş ve bu
düşünüşe göre isimlendirme yapmışlardır. P.
Belon "Lils rouges" (Kırmızı zambak), C. Clusius
"Lilionar-cissus" (Nergis zambağı), P. de
Tournefort "Lis de Byzance" (Bizans zambağı), A.
Toderini ise "Lys sanguins" (Kan renkli zambak)
ismini kullanmışlardır. (BAYTOP, 1992: 1) Tulip
kelimesinin kullanımı hakkında Turhan Baytop
şöyle demektedir: "Bugün Avrupa ülkelerinde lâle
için kullanılan Tulip veya Tulipe kelimesinin
aslının O. G. Bus-becq'in hatıratına dayanmaktadır.
O. G. Busbecq hatıratında Türklerin bu bitkiye
"Tulipan" ismini verdiğini yazmıştır. S.W. Murray
bu ismin Türklerin başlarına sardıkları "Tülbent"
ile ilgili olduğunu, O.G. Busbecq ile tercümanı
arasında meydana gelen bir yanlışlık sonucu ortaya
çıktığını söyler" (BAYTOP: 2). Halîl Nihâd
(Boztepe) ise hazırladığı Nedîm Dîvânı'nın sonuna
eklediği "Lügatçe" kısmında 'lâle'nin kırmızı ve
kırmızılı bir çiçek olduğu için Farsça, kırmızı
anlamına gelen "lâl" den türediğini söylemektedir.
(BOZTEPE: 320)
Vatanı çeşitli kaynaklarda Eski Dünya
(ANABRİTANNİCA: 249), Güney Avrupa ve Batı
Asya (Kafkas, İran) (GELİŞİM: 2156) ve Anadolu
Ahmet KARTAL
______________________________________ (TÜRKİYE: 29) olarak gösterilen lâleye yabani
Kinkkale Ü. Fen-Ed. Fak. olarak Akdeniz'in kuzey kıyıları, Japonya ve Orta
Türk Dili ve Ed. B. Arş. Görevlisi Asya'da da rastlanmaktadır. (GÖKYAY, 1990: 30)
Anadolu'da lâle ile ilgili kültür türkler ile başla-

bilig-4/Kış’97
109

mıştır. (BAYTOP, 1987: 3) Romalılar ve Bizanslılar merakı bütün halka sirayet etmiştir. Lâlenin bu
döneminde lâle tanınmıyordu. Bu döneme ait kadar değer bulması halk arasında musabaka
paralar âbideler ve eşyalar üzerinde hiçbir lâle hissinin doğmasına sebep olmuştur. Hemen hemen
motifinin bulunmaması bunun açık bir kanıtıdır. her bahçede ayrı cins lâleler yetiştirilmiş ve her
(BAYTOP: 1). birine şâirâne isimler verilmiştir. Hatta İstanbul'da
İran Selçuklularının ve Büyük Selçukluların olaşan bu lâle merakı bütün dünyaya yayıldığından
sanat eserlerinde, XII. asırdan itibaren, lâle Avrupa'nın her köşesinden İstanbul'a muhtelif
motiflerine rastlanmaktadır. Anadolu Selçuklu cinste ve muhtelif renkte lâleler getirtilmesi ne
Devleti'nin başkenti Konya'daki eserlerde de lâle sebep olmuştur. (ALTINAY: 40)
motifine rastlanır. Türk çinilerine, kumaşlarına, Şeyhülislâm Yahyâ'nın şu beyti bize
halı ve kilimlerine, cami ve mescit, türbe, sevgililerin nezdinde mücevherât takmanın
medrese, sebil ve okul gibi eserlerin duvarlarına rağbetten düştüğünü onun yerine lâle ve gül
her renkten lâle işlenmiştir. Ayrıca lâle resimleri takmanın revaç kazandığını* belirtir ki bu da
padişah ve sultanların papuçlarını, çizmelerini, lâlenin o dönemde gördüğü ilgiyi daha belirgin bir
peşkir ve uçkurlarını da süslemiştir. (LAROUSSE: şekilde göstermektedir:
783) Bunlardan başka tahta, deri, sedef ve taş
Lâle ve gül takınur oldu güzeller şimdi hep
işlerinde süsleme unsuru olarak kullanılan
La'lu gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi
(AYVAZOĞLU, 1992: 138) lâle stilize edilmiş
olarak Selçuklu kitap ve kaplarında da Lâleye karşı olan ilgi özellikle Sultan III.
görülmektedir. (AYVAZOĞLU: 108) Ahmed (1673-1736)'in saltanatının son yıllarında
Osmanlılar devrinde süs bitkisi olarak doruk noktasına çıkmıştır. (BAYTOP: 2) Ahmed
İstanbul'da daha çok lâle, sünbül ve zerrin gibi Refik Altınay bundan dolayı, bu dönemi anlattığı
soğanlı bitkilerle, karanfil, gül ve menekşeye değer eserine "Lâle Devri" (REFİK, 1970: 5) ismini
verilmiştir. Önceleri, saray bahçeleri için vermiştir.
imparatorluğun değişik bölgelerinden getirtilen Lâlenin bu kadar rağbet görmesinin belki de
yabanî bitkiler kullanılıyordu. Lâle, Kırım'ın en önemli sebeplerinden biri lâleyi meydana
güneyinde bulunan Kefe'den, sünbül de Maraş ve getiren harflerin Allâh lafzında bulunmasıdır.
Halep taraflarından getirtiliyordu. Sultan Üçüncü (ARSE-VEN, 1983: 1219) Her ikisi de ebced
Murâd (156-1505)'ın, saray bahçeleri için sünbül değeri olark 66 sayısını vermektedir. Refî'i Kâlâyî
soğanı getirilmesi hakkında yazdığı iki buyruğu
bugün elimizdedir. Bu iki buyruk konuya daha da Subh-dem dönse n'ola mifır-i cemâle
açıklık getirmektedir. (BAYTOP: 3) Oldı ınazhar aded-i isın-i Celâle lâle (OLGUN: 3)
Lâle Osman İmparatorluğu döneminde, beytiyle bu hususa işaret etmektedir. İzzet
bilhassa XVI-XVIII. yüzyıllar arasında, süs bitkisi Ali Paşa, Sultan III. Ahmed için yazmış olduğu
ve süsleme motifi olarak çok büyük önem lâle redifli kasidesinde lâlenin bu kadar rağbet
kazanmıştır. (BAYTOP: 2) Özellikle tabiat güzelliği görmesini ve rütbesinin yükselmesini aynı sebebe
ve sanat zevkine düşkün olan İbrahim Paşa, lâlenin bağlamıştır:
yayılmasına son derece Özen göstermiştir. Onun
bu gayretleri sayesinde İstanbul'un seçkin Mazhar-ı isnı-i Celâl olmasa hakka lâle Bulamazdı bu
bahçelerini lâleler süslemiş; birçok evlerin kadar rütbe-i vâlâ lâle (BOZTEPE: 321)
pencerelerinde, saksılar üzerinde, lâlelerin renkli Remzi Efendi ise herhalde aynı sebebe bağlı
endamı sokaklara başka bir güzellik vermiştir. olarak lâle sevgi ve merakının ezeli olduğunu şu
Hatta lâle yetiştirmek için bahçeler tanzim edilmiş; beyitiyle ifade etmiştir:
risaleler yazılmıştır. (ALTIN AY: 1973:39)
Lâleye pîr-i sabâdan bu nefes şimdi değil Ezelidir bu
Osmanlı kültürünün klasik ölçülerinin iyiden
lıevâ vü heves şimdi değil (AYVAZOĞLU: 110)
iyiye belirginleştiği XVI. asırda İstanbul'da bu lâle

bilig-4/Kış’97
110

Ayrıca lâle soğanı, sadece bir sap ve bir çiçek yorduk: Kışın ortasında, buz gibi soğukta, her
verdiğinden lâle tevhîd işareti sayılmıştır. Lâlenin tarafta çiçekler ölürken burada Trakya'da nergizler
Arapça yazılışı da "kelime-i tevhîd" in harfleriyle ve leylaklar her tarafı dolduruyor ve öylesine bir
başlar. Yine Arapça Allah'ın başındaki 'elif harfi rayiha saçıyorlar ki, alışık olmayanların kokudan
ile lâle arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi başı ağrıyordu. Lâleler ya hiç kokmuyorlar ya da
lâledeki 'lamelif, lâm ve he' harfleri ile İslâmiyetin çok az kokuyorlardı; bunlar güzel ve çeşitli renkleri
sembolü olan "hilâl" kelimesi yazılmakta, bunun dolayısıyla aranıyor." (TEBLY, 1988: 123) Rainer
yanında yukarıda belirttiğimiz gibi ebced hesabıyla Zitta ise, 1555-1562 yılları arasında Âsitân
"Allah" ve "lâle" kelimeleri aynı sayıyı yani 66 (İstanbul'da ikâmet eden Busbecq'in lâleyi
sayısını vermektedir. İşte bundan dolayı diyebiliriz Viyana'ya getirdiğini söylemektedir. (ZİTTA,
ki, lâle doğal ve estetik özellikleri bir yana İslâmî 1978:131-132) Biz bu bilgilerin ışığında,
bir yorumlayışla kutsal sayılmış; Allah'ın Avrupa'da, lâlenin XVI. asrın ortalarından itibaren
yaratıcılığını en güzel yansıtan varlık kabul Avrupa'ya Busbecq ya da bir başkası tarafından
edilmiştir. Nitekim: "dülbend lâlesi" denen türün soğanlarının
Yokdıır bu âb u tâb ne milır ü ne jalede götürülmesiyle yayıldığını söyleyebiliriz. XVII.
İzhâr- kudret eylemiş Allâh hu lâlede asrın başlarından itibaren ise özellikle Hollanda'da
lâle sevgisi bir çılgınlık derecesine ulaşmıştır.
beyti bunu ifade etmektedir. (SAKAOĞLU, 1994:
(MACKEY) Busbecq, hatıratında XVII. asrın
178) Yine aynı sebeplerle cami, çeşme, mezar gibi
başlarından itibaren Batı'da 'lâle modası'nın
dînî önemi olan binalarda tezyinat olarak çok
gerilerken, bu 'güzel çiçek'in Sultan İbrahim'in
kullanılmıştır. (ARSEVEN: 1219)
şahsında, güçlü bir hami bulduğunu söylemektedir.
Lâlenin Avrupa'ya hangi tarihte ve hangi (TEBLY: 221)
yolla gittiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak
Yukarıda tarihi hakkında kısa bilgi
B. Belon adlı bir Fransız 1549 yılında çıktığı bir
verdiğimiz, özellikle XVI. asırdan itibaren Klâsik
Yakındoğu gezisi sırasında İstanbul'da bir süre
şiirimizin ve süsleme sanatlarımızın vazgeçilmez
kalmıştır. Yazdığı hatıratında, "kırmızı zanbak"
çiçeği olan lâlenin Klâsik edebiyatımızda nasıl
diye söz ettiği lâle çiçeğinin soğanlarından
algılandığını yine Klâsik şâirlerimizin şiirlerinin
edinmek üzere birçok yabancının gemilerle
ışığı altında incelemeye çalışacağız. Bunu
İstanbul'a geldiğinden söz etmiştir.
yaparken Anadolu, Azerî, Harezm ve Çağatay
(AYVAZOĞLU: 113) Charles Mackay'in "Lâle
sahalarında şiir yazan şâirlerimizin ulaşabildiğimiz
Deliliği (Tulipomania) başlıklı makalesi, verilen bu
eserlerinden faydalandık.Bu arada şunu tespit
bilgileri doğrulamaktadır. (MACKAY: 35)
ettik: Özellikle Azerî, Harezm ve Çağatay
Avusturya-Macaristan İmparatoru'nun Sultan sahalarında yetişmiş şâirlerimizin eserlerinde sözü
Süleyman nezdindeki büyükelçisi O.G. Bus-becq'in edilen lâleler şakâyık-ı Nu'mâniye denilen ve
İstanbul'dan Avrupa'ya götürdüğü bitkiler arasında gelincik olarak bilinen yaban lâleleridir.
lâle soğanlarının da bulunduğu sanılmaktadır. Anadolu'da, XVI. asra kadar yazılmış eserlerde
(BAYTOP: 1-2) Busbecq hatıratında, lâlenin zikredilen, lâleler de aynı türdendir. Bu asırdan
Edirne'den İstanbul'a giderken yolun kenarında sonra Anadolu sahasında yazılan şiirlerde kültür
uzayıp giden ova boyunca yetiştirildiğini yoluyla üretilen yeni lâle türleri de anılmaya
gördüğünü ve bu konudaki düşüncesini şu şekilde başlanmıştır.
ifade etmektedir: "Edirne'de bir gün kaldıktan
sonra, fazla uzak olmayan hedefimiz İstanbul'a
doğru yola çıktık. Yolun geçtiği ova boyunca bize B. Klâsik Şâirlerin Şiirlerinde Yer
her tarafta nergiz, leylak ve Türklerin lâle Alan Lâle İsimleri
dedikleri çok miktarda güzel çiçeklerden hediye Yapmış olduğumuz divan ve diğer kaynak
ettiler. Şuna şaşı- eser taramalarında lâle çiçeğinin çeşitli isimler
altında geçtiğini gördük. Lâle, en çok lâle genel is-

bilig-4/Kış’97
111

miyle kullanılmıştır. Buna rağmen çeşitli kültür yoluyla Gülmîh-i âf tâb: (BOZTEPE: 98)(v)
elde edilen lâlelere verilen şairane isimlerin de klâsik Görünse dîdeye gülınîh bâbı âfitâb-âsâ
şâirlerimizin şiirlerinde ebedileştiğini görmekteyiz. Misâl-i şebpere âsâyişe tâkat komaz gamda
Ayrıca Şâkâyık-ı Nu'mân denilen ve gelincik olarak
bilinen yaban lâlesine de çeşitli isimler verilmiş ve Nedîm
bunlar da Klâsik şiirimizde yer almıştır. Tespit Gül-rîz: (vi)(BOZTEPE:318; AKTEPE: 118)
edebildiğimiz lâle isimleri şunlardır: Sük-ı isti'dada şelır-âyîn edip yârân-ı nazın
Âfitâb- gülzâr: **(SAKAOĞLU: 182) Ettiler gül-rîzler âvîhte dükkân üstüne
Lâle-i rûhân hüsne verdi safâ-yı envâr Doğdu Nedîm
bugün çemende bir Afîtab-ı gülzâr
Gül-ruhsâr: (AKTEPE: 119)
Seyyid Hanif Efendi Bu lalenin tohumu, Eyyubi Hacı Ahmed'e ait olup değeri 40
kuruştur.
Atâ-y Hak: ***(AYVAZOĞLU: 134-135)
Bu nâzük lâle-i zîbâ ki olmuş namı "gül-ruhsâr"
Atâ-yı Hakka ibretle nazar kıl lâlezâr içre Ola hünkârımın bezıninde sad şevk ile hidmet-kâr
Serâpâ âteş-i aşkile. gûyâ şenı'-i sazandır
Nedîm
Lâ-edrî
Hâverân (Horasan'da bir şehir) lâlesi:
Bedî-i çemen:(SAKAOĞLU: 182)
Hâverân lâlesi dik altun cam
Ma'nû-Şinâs ehli bilür kadr-ı lâleyi Kim anga tüşse bu râh-ı gül-fâm
Gelmez beyâna vasf-ı Bedî-i çemen
Nevâ'î
Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi
Hüsn-âmîz (BOZTEPE: 310)
Bî-mânend: (AYVAZOĞLU: 126-127)
Bu iki hile nev'inin sahibi İbrahim Hanzade Mehmet Bey'dir. Hüsn-i Hasan: (AYVAZOĞLU: 127)
Evvelâ anda oldu rüy-nümâ Bu Sâde-rû kırmızıda bî-mânend Bâğ-ı
iki lâle-i cihân-ârâ Birinin nâmı âlemde nâdir ü kem-yâb Ruh-ı
oldu Bî-mânend Birine dediler dilber gibi olup rengin Oldu Hüsn-i
Semen-Sîmâ Hasan 'la şöhret-yâb
Fennî Mehmed Dede Fennî Mehmed Dede
Cennât- Adn lâlesi: İkrâm- hak: (SAKAOĞLU: 182)
Gülgûn yanakları arakın gör ne hoş düşer Gülü bülbülden özge zevk verdi hâtır-ı lâle
Cennât-ı Adn lâlesine lu'lu-yı Aden Çerağan inâyetde Hanif gördük Ikrâm-ı hak
Şeyhî Seyyid Hanif Efendi
Dil-cûy:(BOZTEPE:310) Kavs- Kuzah: (AYVAZOĞLU: 127)
Duhânî Lâle: Hak budur bu şükûfe-i garrâ
. Şarâb-ı ergüvânıdır duhânî lâle camında Ne kan Bakdığınca verir derûna ferah Nice
tanıdıysa odunda benim bağrım kebabında levn ile olmadığın zâhir Nâm-ı
Şeyhi nâmîsi oldu Kavs-ı Kuzah

Ferah-engîz: ****(BAYTOP:59) Fennî Mehmed Dede

Hemişe bu müferrih lâle-i dil-cûy u hüsn-amîz K z l lâle: (AKTEPE: 124)


Güneş hâke üftâde bir jâlesi
Ola isini gibi bezm-i şehenşâha "Ferah-engîz"
Mehin hâlesi bir kızıl lâlesi
Nedîm
Nedîm

bilig-4/Kış’97
112

Kudret-i Hak: (AYVAZOĞLU: 136) Gül-i terden gülicek ârızına mâ' dökülür
(Bu lale nev'ini Debbah Ataullah Etendi yetiştirmiştir) Bâğa gir gör ki nece lâle-i hamrâ dökülür

O tarâvet o letâfet elhak Lâlezâr içre Nesîmî


beğim Kudret-i Hak Lâle-i hud-rû, Lâle-i hod-rûy: (MO'IN: I;
Tahsin Efendi EKBER: 65))
La'l-i Bedahşî: (AYVAZOĞLU: 127) Neşve-i mey dâmen-i destimde bir ser-çeşmedir
(Bu lale nev'ini Fenni Mehmet Dede yetiştirmiştir) Câm-ı Cem bir lâle-i hud-rûdur kühsârımın

Gülistân-ı cihânda budur kim Olup Nedîm


ol cümleden mümtaz ve yahşi Görüp Gül yüzüng irür lâle velî lâle-i hod-rûy
hu renkle güher-şinâsân Dediler agzıng irür gonçe velî gonçe-i handân
nâmına La'l-i Bedahşî
Bâbür
Fennî Mehmed Dede
Lâle-i hurşîd:
Lâle:
Bâran mı gülistânda yâhud lâle-i hurşîd Hûy-
Sahn-ı çemende şöyle kırıldı zücâc-ı yalı gerde olur şerm ile dâg-ı cigerimden
Seng-i felâhan urdu meğer ana lâleler
Leskofçalı Gâlib
Bâkî
Lâle-i mâh:
Lâle-i ahmer: (MO'IN, 1992, C.3: 3537)
Lâle-i mâh U gül-i mihr olsa pejmürde n'ola
Bu lale cinsi, dağlarda ve kırlarda yetişen gelincik diye tabir
olunan şakayık'tır. Hamdülillah âfitâb-ı meh-cebînüın tâzedür
Tâ benefşe girihin zülfgül-i terde kodı Fehîm-i Kadîm
Nice dağ-ı ciğer-i lâle-i ahmerde kodı
Lâle-i mercân:(KURNAZ, 1992: 288)(ix)
Ahmed Paşa
Katre-i jâleyle şekl-i lâle-i mercânı gör
Lâle-i çemen: (MO'IN: 3538) Dürr-ü gevherden pür olmuş kâse-i mercanıdır
Şükr-i Hudâ'ya başın açar lâle-i çemen
Rüy-ı niyâzı hâke sürer berk-i yasemin Ahmed Paşa
Bâkî Lâle-i Nu'mân: (x)
Lâle-i dil-suhte: (MO'IN: 3538) Dağ-ı gamdan rûyu hûn âlûdedir cismim gibi
Lâle-i dil-suhte tutmağa geldi dâmenin Aşık olmuştur meğer kim Lâle-i Nu'mân ana
Dediler bunda yaramazsın sen ey sahra-nîşîn Hayâlî Bey
Hayalî Bey Lâle-i Pervâz , pervâz- lâle:
Lâle-i dil-sûz: ( AKTEPE: 122; BAYTOP: 53) Sancağı şah-ı gülün lâle-i pervâzîdür Bağda
Bu lalenin tohumu Osman Efendi'ye ait Olup değeri 60 akçedir. eyledi direng yine yine hayl-i ezhâr
Mîr-i gülşen gibi olmakda ser-efrâz şehâ Riyazî
Dagımı lâle-i dil-sûz ile hem-pâ eyle
Çeşm-i tâtâra karşu hatt-ı rûyun âşikâr
Sâlim Pervâz-ı lâledür Kefeden Rûına yâdigâr (xi)
Lâle-i ebr: (vii) Âli
Veriip beyâz-1 'ctrek-veş gül-i piyâle tâb Lâle-i ra'nâ: (EKBER: 66)
Misâl-i lâle-i ebri dü-reng eder mehtâb
Be-cây-ı lâle-i ra'nâ dil-i pür-dâg olur rûyân
Şeyh Gâlib Suvarsam ser-Zemîn-i aşkı eşk-i çeşm-i pür-
Lâle-i hamrâ: (viü) nemden

bilig-4/Kış’97
113

Vak'anüvîs Râşid Efendi Nîze-i rummânî: (AKTEPE: 118)


Bu lalenin tohumu, Ahmed Paşazade Bey'e ait olup değeri 200
Lâle-i sahrâ: (MO'IN: 3538; EKBER: 67)
kuruştur.
Nümiine gonce-i gülşen leb-i rengîn-i şîrîne
Alem veş "Nîze-i rummânî" oldukça çemen-pîrâ
Nişâne lâle-i sahrâ dil-i hûnîn-i Ferimde
Bula râyât-ı hâkaan-ı cihan nusratla isti'lâ
Bâkî
Nedîm
Lâle-i sîr-âb:
Semen-sîmâ (Bak. Bi-manend ve 407)
Gaın-ı hâl-i ruhundan kan uyuşdu
Şukây k:
Nigûrâ lâle-i sîr-âb içinde
Feyz-i Hak etmiş ârzu çıkmış şakâyık sürh-rû
Necâti Beğ
Kılmış bi-emr-i Hak gülü sadıkı kılmış pîş-vâ
Lâle-i sürh: (MO'IN: 3538) Fuzûlî
Lâle-i sürluı da kendü gibi gök zuna ider Her Şakây k- Nu'mân:(OKAY-AYAN,1992: 177)
kadeh cur'asını iistine serper sünbül
Şirişk-i dîde-i züvvârdan bihişt olmuş
Sâbit Gül ü şakâyık-ı Nu 'mân ile dür ü bâzı
Mâye-i Atâ: (AYVAZOĞLU: 135) Nâilî
Bu lale nev'ini Debbah Ataullah Efendi yetiştirmiştir.
Şevk-efrûz: (AKTEPE: 119)
Verirse gülşene reng ü tarâvet ol dil-cû Bu lalenin tohumu Hacı İsmail'e ait olup, değeri 15 kuruştur.
Sezâdın ey gül-i ter Mâye-i Atâdır bû
Gülşen-i âlemde ettikçe çerâgan mihr-ü mâlı Lûtf-ı
Lâ-edrî Mevlâ ola"Şevk-efrûz"-ı tab'-ı pâdşâlı
Müferrih: (BOZTEPE: 310) Nedîm
Müsellem-i Alem: (AYVAZOĞLU: 127) Tâcidâr- Kerîm: (AYVAZOĞLU: 128)
Bu lale nev'ini Fenni Mehmet Dede yetiştirmiştir.
Geldi dünyâya hâğ-ı cenneten
Nice meyi etmesün ana âdem Böyle bir lâle-i safâ-bahşı Şâh-
Hak budur cümlesinden a'lâdur ı dehrin başına taksınlar
Nâmı dendi Müsellem-i Alim Görmeyenler şüküfe-i Adni
Tâcidâr-ı Kerîme baksınlar
Fennî Mehmed Dede
Fennî Mehmed Dede
Nahl-i ergavân: (AKTEPE: 118)(xii)
Tuhfe-iMîr: (AYVAZOĞLU: 126)
Döksün sehâb kaddin anu katre katre kan Itsün Bu lalenin tohumu, İbrahim Hanzade Mehmet Bey'e aittir.
nihâl-i nârveni nahl-i ergavân Yokdur âlemde misl ü mânendi
Bâkî Sarılarda bulunmaz ana nazîr
Beyefendide olmadığın zâhir Nâmı
Nâzende: (AKTEPE: 124)
oldu bunun da Tuhfe-i Mîr
Gülşen-i devletinin bûğçe-i haşmetinin
Fennî Mehmed Dede
Tâze bir lâle-i nâzendesi Sultan Nu'mân
Zerrîn kadeh: (ALTINAY: 46)
Nedîm
Gel ey gonca ele câm al çü lâle bûstân içre
Necm-inâdir:(SAKAOĞLU: 181-182)
Bu lale nev'ine bu adı. Halim Giray vermiştir. Benefşe içelim zerrîn kadehle gülsitân içre

N'ola bu lâleyi elden ele gezdirse kibâr Medrümî Çelebi


Necm-i nâdirdir ânı etmeyelim istiksâr
Hâlîm Giray

bilig-4/Kış’97
114

C. Klâsik şiirde geçen lâle renkleri Nergis ciğeri dag urur gözi alından
İzzet Ali Paşa'nın: Al kana bayandı lebi aliyile lâle
Rengden renge hulul eylemese bulmaz idi Fuzûlî'ye göre de Allâhu Teâlâ'nın feyzi ve arzu
Eller üstünde gezip revnak-ı zîba lâle etmesinden dolayı, lâle kırmızı rengi almıştır:
(BOZTEPE: 321) Feyz-i Hak etmiş ârzû çıkmış şekâyık surh-rü
beytinde de anlaşılacağı gibi lâlenin çok çeşitli renkleri Kılmış bi-emri Hak gülü sadikî kılmış pîş-vâ
olmasına rağmen en çok kırmızı rengi anılarak Lâlenin kırmızı renginin yanında kebûd (mavi),
kullanılmıştır. Kırmızı renk de yer yer k rm z , al, kibriti (açık sarı), sar , duhânî (siyah), ve Lâciverd
hamrâ, sürh, ahmer ve k z l kelimeleriyle ifâde renklerinin de dîvan şâirlerince kullanıldığını
edilmiştir: görmekteyiz:
Kırmızı lâle takınmış başına ol nev-cüvân Bir Gam-ı batınla nev ü köhne döndü dağlarını
güneşdür sanasın mirrîh ile itmiş kırân Benefşezârda sürh u kebûd lâlelere
Yahyâ Bey Nailî
Sâkiyâ câın-ı muravvak sun ki sâgar devridir Mücerred bî-ser ü pâ bir gedâ-yı hâne-ber-dûşem
Lâle gibi al olalım çün gül-i ter devridir Hemân lâle gibi egnümde bir kibriti şalum var

Şeyhî Riyazî Olfelek-pâye ki


ikrâmı içün lâyıkdur Lâle zer-micmer (altından
Sîne bir kûh-ı belâdır kim anı zeyn etdi gam
yapılmış buhurdan) ola dûd-ı muanber sünbül
Tâze tâze dağlarla lâle-i hamrâ ile
Hayâlî Bey Duhânî lâle gibi dag ile pür oldu tenim
Gam-ı batınla nev ü köhne döndü dağlarım Libâsın ideli ol gül-izâr sürmâyî
Benefşezârda sürh u kebûd lâlelerle Hayalî Bey
Hatun terk eylemez ise Hıtâya Siyah eyler felek
Nailî
sakfını lâle
Kalb-i nâdân olur hemîşe siyâh Lâle-veş gerçi
Muhubbî
rûyi ahmer olur
Ol iki rengin kabâ güyâ bahârı itdi zeyn Lâciverdi
Nev'î al garrâ lâlelerle dil-berâ
Kızıl külâh ile devşürmedür gül ü lâle Geyer Zâtî
yeniçeriler gibi tâc-ı zer nergis
Nev'î
D. Lâlenin çeşitli özellikleri
Ahmed Paşa, lâleye kırmızı rengi verenin
1. Ortas nda tek sap n n oluşu
sevgilinin yanağı olduğunu söyler:
Lâlenin ortasında tek bir sapı vardır. Mezâkî
Çemende renk veren lâleye yanağındır
lâlenin bu özelliğinden dolayı onu tek ayaklı olarak
Dilinde dâğ koyan âteş-i izamıdır
vasfetmiştir:
Muhibbî, "çeşm-i nemnâk (ıslak, nemli göz)" i
Bir ayagıyla yine lâle ayaklama n'ola
olduğunu belirtir:
Pây-ı merdî-i kadehle nice bî-tâb yürür
Deın-be-dem bir gonce-leb ra'nâ gamından agla-

Lâleye rengi viren bu çeşm-i nemnâkümdürür


2. Dikensiz oluşu
Kadı Burhâneddîn ise, lâlenin sevgilinin kırmızı
Lâle dikensiz bir çiçektir. Bunun için Necâtî Beğ,
dudağından dolayı al bana boyandığını yani kırmızı
gönlünü inciten gül yerine "lâleleri görmek" ister:
rengi aldığını ifade eder:

bilig-4/Kış’97
115

Hâr çevrinden incinip ey dil Bir şemme bûy-ı râhat ümîd itme lâleden
Gül yerine göreni mi lâleleri itmiş o derd-mendi kati bî-dimâg dâg
Şinâsî ise, zaten "lâlenün nakşın"ı gören gönlün
3. Çiçeğinin ağzının açık ve ondan koku ümit etmiyeceğini belirtmiştir:
ortasının boş oluşu Ehl-i dünyâ ile ülfet eyler amma bî-niyâz Lâlenün
Açılmış lâlenin çiçek kısmının ortası boştur. nakşın görüp üınnıîd-i bû itmez gönül
Nev'î, onun bu özelliğinden hareketle, gül bahçesinde
seher vakti Cem'in kadehinin kıssası anlatılmaya
5. Yeşil Yaprakl Oluşu
başlanınca gülün "kulak tut" tuğunu, lâlenin ise ağzının
açık kaldığını ifade etmiştir: Lâlenin kök kısmına yakın bir yerden çıkan yeşil yaprağı
vardır. Cinânî, aynaya benzeyen yanağına doğru yeşil
Gül tutdı kulak lâle açup agzını kaldı
sarığının aksi düşmüş sevgiliyi, . kök kısmından yeşil
Gülşende seher kıssa-i Câın-ı Cem açıldı
yaprağı çıkmış lâleye benzetmiştir:
Ruhi mir'âtıııa destâr-ı sebzi aksi düştükçe
4. Kokusuz Oluşu Gören anı sanur bi lâledür kim ola pervâzı

Lâle, kokusuz bir çiçektir. Bundan dolayı Râşid


Efendi gül dururken lâleye iltifat etmeyeceğini söyler: 6. Tohumunun oluşu
Bakmazıız çilıre-i lıûbâna tururken ruh-ı yâr Lâlenin tohumu (soğanı), "yıldan yıla saklanır:
N'eylerüz lâle-i bı-rayihayı gül var iken
Yıldan yıla tohın-ı lâle-âsâ
Yine aynı şâir lâlenin kokusuz olduğu gibi Saklardı ki dâğın ede peydâ
sevgilinin de vefasız olduğunu belirtir:
Şeyh Gâlib-Hüsn ü Aşk
Hüsn-i bi-ragbetinün tiz geçer hengâını
O peri kim ola bî-büy-ı vefâ lâle gibi
E. Lâlenin Yetişmesi
Nefî lâlenin kokusuz olmasını sabânın, gül
bahçesine, dağa ve çöle uğramamasına bağlamıştır. Ekim zamanı ekilen bu tohumdan lâle yılda bir
O'na göre sabâ, gül bahçesine, dağa ve sahrâya uğramış defa ve bahar mevsiminde yetişir:
olsaydı lâle hem sünbül ve gül gibi kokulu olurdu hem Lâle gibi yılda bir kerre degül her rûz olur
de "nâfe-i müşge" tebdîl ederdi: Lâlezâr-ı âstanında çerâgân bı-şümâr
Varsa ger nükhet-i hulkııyla sabâ gülzâra Vak'anüvîs Râşid Efendi
Lâle de sünbül ü gül gibi olurdu bûyâ
Herhalde lâle, Nedîm zamanında bir sene geç
çıkmış olacak ki şâir bu gecikmenin sebebini lâlenin
Dönerdi gül kef-i attâra lâle nâfe-i müşge Sabâ bir
edepsizlik ederek "şehzâdeden önce" işret meclisine
şemmesiyle uğrasa ger kûh u sahrâya
veya çemenzâra gelmesine bağlamıştır:
Cevrî ise, lâlenin kokusuz olmasını baharın
Şehzâdeden evvel meger kılmış teeddüb gelmege
insafının olmamasına bağlamıştır: Çünkü bahar adaletli
Bu sâl oldu lâlenin te'hîrinin sırrı bedid
davransaydı lâle de gül gibi kokulu olacaktı:
Lâlenin çıkacağı müjdesini ise "bâd-ı bahâr (bahar
Olsa insâfı eger ma'delet-âmûz-ı bahâr
rüzgarı)" verir:
Reng ü buda gül eder lâleyi vü reyhânı
Müjde-i lâle ve gül verdi meger bâd-ı bahâr
Bundan dolayı da Sükkerî, lâleden koku ümit
Ki nisâr etti şükûfe ana dinar ü direni
edilmemesini söyler:
Fuzûlî

bilig-4/Kış’97
116

Lâle sevgi ateşinin tesiriyle açılır ve özellikle Lâle, bahar mevsiminin müjdecisi olup
âşıkların gönül yaralarının yenilenmesine sebep olur: açılmasıyla güzeller seyrana çıkmaya başlar ve işret
Eser-i sûz-ı muhabbetle açıklı lâle günlerinin başlamasına zemin hazırlar. Bundan dolayı
Tazelik verdi derûnlarda olan dâga yine bahar mevsimine "devr-i lâle", "lâle mevsimi", "lâle
Cevrî fasl ", "lâle zaman ", "lâle vakti" ve "lâle
hengâm "da denmiştir:
Lâle açılmasıyla birlikte yüzünü kapatan "du-
vağı"da kaldırır: Çü devr-i lâledir ihlâs ile kadeh dutalım
Nite ki nergis olur ınest-i bî-riyâ olalım

Açıldı siinbiil ü nergis şakayık Şeyhî


Ki ref ede yüzinden o tııvagı Versin dehân-u rûy-ü lebin bâğ-ı hüsne ziyb Gül
faslı lâle mevsümi gülnâr vaktidir
Ömer
Nedîm
Lâleler açıldıktan sonra güzeller seyrana çıkmaya
başlar: Lâle faslı iyd lıengâmı behâr eyyâmıdır
Lâlelerle geldi bâğa başka bir hüsn-ü cemâl
Açıldı lâleler güller güzeller çıktı seyrâne
Nedîm
Nedîm
Gülşende halka halka iden sohbet ehlini
Lâlelerin açılıp güzellerin seyrana çıkması da Devr-i şarâb u lâle vü sünbül zamânı
"işret eyyâmı"nın başladığı müjdesini verir: Nev'î
Açıldı lâle güldü gonca geldi işret eyyâmı Gül devri geldi nergis ile lâle vaktidür Mey nûş
Zebân-ı hâl-i sebze işret imâsına gûyâdır idiin selâse-i gassâle vaktidür
Nev'î
Fuzûlî
Zemini encüm ile nice reşk-i âsinân eyler Hele
Çünkü bahar gelmiş, gül ve nergis açılmış, kadehe gelsün gör ol vakt-i Çerâgân lâle lıengâmı
benzetilen lâle ise jâlelerle dolmuş, sevgililer ise
Vak'anüvîs Râşit Efendi
seyrana çıkmıştır. Böylece işret meclisini meydana
getiren sebepler oluşmuştur: Nesîmî, "lâle vü gül"ün "fasl-ı nev-bahâr (ilkbahar
mevsimi)" ile hoş olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:
Güldü gül açıldı nergis lâle doldu jaleden Ey
hoş ol kim işret ü ayş etmeye esbâbı var Geldi gül açıldı lâle gel beri sun câıı
Lâle vü gül fasl-ı nev-bahâr ile hoştur
Fuzûlî
Ulvî, âşıkı sararıp solmuş benzinden dolayı
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, lâle ve gülün
"hazân" mevsimine, lâle yanaklı, mâşûku ise "bahâr"a
açılmasıyla bülbül de"hûb-nefes" olur:
benzetir:
Açıldı lâle vü gül bülbül oldı hhub-nefes
Misâl-i âşık u ma'şûk olur hazân u bahar
Havalanırsa aceb mi gönülde dâg-ı heves
Hazân sarardı vü oldı bahar lâle-izâr
Nev'î
Ulvî
Zaten bülbülün mesut ve neşeli olmasına sebep
lâlenin açılmasıdır: G. Lâlenin yetiştiği yerler
Güşâyiş-i dile zerrin piyâledür bâ'is Safâ- Lâle, dağ eteklerinde, yakalarda, taşlık yerlerde,
yı bülbüle goncayla lâledür bâ'is sert taşlarda (seng-i hârâ), çöllerde, sahralarda, kabirler
(mezarlar)de, bağ, bağçe, çemen, sebze, vâdi, zanbak
Zâtî
goncaları arasında, gülşen, gülzâr ve sebzezârda yetişir:

F. Lâle Bahar münasebeti

bilig-4/Kış’97
117

Her yakadan baş çıkarmadır benefşe şöyle kim le)" le bülbülün kana bulaşmış göz yaşıdır:
Lâlelerde hod pür etmiş dâmenini kûhsâr
Şüküfte câ-be-câ gül-şende sanma lâle vü güldür
Usûlî
Akıtmış hâr-ı hasret eşk-i hûn-âlûd bülbüldür
Seng-i hârada bitüp lâle cıyag aldı ele Kalb-i
sâfiye bu halet ne 'aceb kalmadı Yahyâ Bey, her tarafı süsleyenin ne lâle ne de gül
Zâtî olduğunu, sevgilinin kırmızı dudağının hasretinden kan
Saçların çözsün bulutlar ra'dkilsim nâleler ağlayan zemin olduğunu belirtir:
Kahriim üzre haşre dek yansım yakılsıın lâleler
Lâle vü gül sanmanuz her cânibi zeyn eyleyen
Âhî
La'l-i dilber hasretinden kalanlar ağladı zemin
Dâğdan fehm ideniz sûz-ı dil-i ıışşâkı Lâleden
kiişte-i gam hâk-i mezârın bilimiz Hüseyin Baykara, sevgilinin ayak bastığı her yere
Sükkerî göz yaşlarını öyle akıttığını söyler ki, o topraktaki her
Câm-ı la'Un nûş ider bâg içre her dem lâleler diken ve çöpün lâle verdiğini ifade eder:
Nergis-i şehlâ elinde sâgar-ı zerrin tutar Kayda kim basting ayağ aktı şirişkim ança kim
Muhibbî Lâle birdi bâr ol tofrak ara her hâr u lies
Lâlelerle bezene niteki düşt ii sahrâ Nitekim güller
ile z.eyn ola dest ii destâr Bakî ise, sahrâda yetişerek kırları kaplayan
Bâkî lâlelerin, orayı Bedahşân vilâyetine dönderdiğini söyler:
Lâlelerden kûh u sahrâ şöyle tezyin oldu kim Bir Sahrâya kıldı lâle Bedahşân vilâyeti
güz.eldür geydi gûyâ her yaka gülgûn kabâ Gülzârı itti tâze çemen mülk-i sebze-zâr
Zâtî
Yine aynı şâir, gülşende yetişen lâlenin,
Sâkî-i gül-çehre aldıkça ele peyınânesin Gonca-i
renginden dolayı gül bahçesinin toprağını Bedahşân
zanbaklar içre lâle bitmiş semasın
madenine benzetirken, sahrâda yetişen lâlenin ise bütün
Revânî
sahrayı Bedahşâh madenine çevirdiğini ifade etmiştir:
Şikâyet kılına zulmünden nazar kıl ol hat ii hâle Ki
bitmez bu çemende hârsız gül dağsız lâle Jâle kıldı her kenârı sâhil-i bahr-i Aden
Hayâlî Bey Lâle hâk-i gülşeni kân-i Bedahşân eyledi
Halting ara izârıng sebze içinde lâle Ol çeşm-i
pür-humârıng lâle dagı gazâle Lâle sahrâyı bugün kân-i Bedahşân itti
Bâbür Jâle gülzâre nisâr eyledi dürr-i şehvâr
Vâdî-i hayretde bitmiş lâlelerdir gûyiyâ Yaktığım
Şeyh Gâlib de lâle tarhında bulunan çakıl taşlarını
her dağ bu sînemdeki çâk üstüne
"la'l" ve "yâkûf'a benzetmiştir:
Hayâlî Bey
Bencileyin la'l-i nâbıın yâdına ey gonce-feın Lâle tarhında çakıl taşları la'l ü yâkût
Gülşen içre lâlei gördüm mey-i hamrâ çeker Şeb-çerâg olsa çeragân kim eder istib'âd
Muhibbî
Dağlarda ve kırlarda yetişen lâle, yâni gelincik
Bir zemin oldu bu Gâlib ki hasedkârâne Süsen ii
divan şâirleri tarafından "sahrâ-nişîn (kırda, çölde
lâle-i gülzâre serâser hançer
oturan)" olarak nitelendirilmiştir:
Şeyh Gâlib
Gül yüzüne öykünürse lâle-i sahrâ-nişîn
Şâir Sûzî, "kûhsârda" yetişen lâleleri göz yaşının Yüreğine dağ-ı hirmân ur yüzünü kana bas
besleyerek yetiştirdiğini söyler:
Necâtî Beğ
Serv-kaddün dikmesidür şâh-ı gül gülzârda
Ekşindin perverdesidür lâleler kûhsârda Gelincik kırlarda ve dağ eteklerinde yetiştiği ve
meslis âdâbını bilmediği için taşralıya benzetilir ve
Refetî'ye göre, gülşende yer yer yetişen ne lâle ne
"devr-i gül sohbeti"ne kabul edilmez:
de güldür. O, "hâr-ı hasret (hasret dikeniy-

bilig-4/Kış’97
118

Taşradan geldi çemen mülküne bigâne diye Her biri gezer kenâr-ı bâğı
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler Devşirdiği lâle kendi dâğı
Necâtî eğ Şeyh Gâlib-Hüsn ü Aşk
Çünkü o, meclis usul ve erkanını bilmediğinden Yetiştiği yerden koparılan lâleler ise daha sonra
bu toplantıya "yaramaz (lâyık değildir)": suya konur:
Lâle-i dil-sühte tutmağa geldi dâmenin Gözi yaşın alma halkun mâline itme tama'
Dediler bunda yaramazsın sen ey sahrâ-nişîn Suya konmış lâle gibi dîde-i pür-hûna bak
Hayâlî Bey Yahyâ Bey
Bundan dolayı lâleyi geldiği yere yani dağa geri H. Lâle-sabâ münasebeti
gönderirler: Sabâ, seher vakti lâlenin yüzündeki "hicâb perdesi
Geldi benefşe bağa arar hattına misâl "ni kaldırır:
Reng-i ruhuna lâleleri dağa saldılar Dün subh-dem ki lâle vü nesrin salıp nikâb
Hayâlî Bey Gül çehresinden aldı sabâ perde-i hicâb
Meclis erkanının bu tavrından dolayı lâle, bağ Fuzûlî
kenarında boynu bükük ve "hacîl (:utanmış)" olarak Lâleler "sahn-ı çemen (çimenlik)" i ateşe
bekler: verdikleri zaman "bâd-ı bahâr (bahar rüzgarı" bu ateşe
Aceb mi bâğ kenarında olursa lâle hacîl karşı mushaf açarak karşı durur:
Ki lâle-zâr-ı cemâlinde hâr u zârındır Lâleler urdılar ateş yine sahn-ı çemene
Ahmed Paşa Mushaf açup karşu tutar bâd-ı bahâr

Oysa o, kırlarda yetişen çiçeklerin şâhı olarak Riyâzî


gelmiştir: Gül padişahı fidan atına bindiği zaman, saba da
Lâle gibi çünki ben sahrâ-nişînler şâhıyam lâle yaprağından olan örtüsünü omuzuna alır:
Kırmızı eyvân yiter bu kanlı pîrehen bana Berg-i lâleye sabâ gâşiye-ber-dûş olur Olıcak
Âhî Hüsrev-i gül esb-i nihâi üzre suvâr

Ama lâlenin bu mahcubiyeti ve taşralı oluşu fazla Riyâzî


sürmez. Özellikle XVI. asırdan itibaren kültür yoluyla Lâlenin yapraklarını süsleyen Jâle, lâlenin
yeni türleri elde edilmeye başlanmış ve o da şehirli harflerinde nokta olmamasına rağmen onu süslemiştir:
olmuştur. Bundan sonra lâle gül ile amansız bir rekabete Müzeyyen eyledi evrâk-i lâleyi şeb-neın
girişerek onun saltanatını sarsmış ve "gülşen" ile Hurûf-ı lâleden olmaz egerçi nokta revâ
"çemenzâr"ın şâhı olarak "la'lin tâc" ını jâlelerden
Fuzûlî
mücevherlerle süslemiştir:
Lâlenin yapraklarının rüzgârda savrulmasının
Jâlelerden takınur tacını gevher lâle Şâh
sebebi, "al kağıtla güle haber uçurmak" istemesinden
olıtptur çemen iklimine benzer lâle
dolayıdır:
Bâkî
Giyer gül şende la'lin tâc jâle Elinde nerkisin Lâle evrâkın çemenler yele verdi sanmanız Al
altım piyâle kağıtla güle taze haber uçurdular
Bâkî Hayâlı Bey
İnsanlar bağın etrafını dolaşarak oralarda yetişen Yine Hayalî Bey, rüzgârda savrulan lâle
lâleleri toplarlar: yapraklarının bu durumunu "nazm-ı güher pâşı

bilig-4/Kış’97
119

(Cevâhir saçan şiiri "nı yazmak istemelerine Ahmed Fasih Dede


bağlamıştır: Bu yaz m z, edebiyat bahçesinin bugün art k
terk edilmeye yüz tutmuş bir köşesi (Klasik Türk
Gül ile lâleler rengin varaklarla çemenlerde
Edebiyat ) ndeki lâle tarhlar aras nda bir gezinti
Hayâlî üşdüler yazmağa bu nazm-ı güherpâşı
yapt rmak ve oradaki lâleyi tan tmak amac n
"Lâlenin agzında her pergâle", kan yutarak taş yor.
ölenlerin "derd-i derûn"larını yazan bir sahifedir:
Bir zamanlar rengâreng çiçekleriyle civar nda
Kan yıulup ölenlerim derd-i derûnın yazmaga Bir geçenleri mest eden bu bahçenin laleleri de diğer
varakdur lâlemin agzında her pergâleler çiçekleri gibi pek çok şaire farkl ilhamlar vermiş,
Âhî onlara farkl suretlerde arz- endam etmiştir. Her
şair laleye farkl bir gözle bakm ş ve dolay s yla
Lâlenin yaprakları kana bulanm ş hançere de
onda -renk ve şekil yönünden- farkl şeyler
benzetilmektedir: görmüştür. Bu görüntüler de şiirlerine Teşbih ve
Gülsenin sensiz gülü süzende ahkerdir bana mecaz olarak yans m şt r.
Lâlenin her bergi lıûn-âlûde hançerdir bana

KAYNAKLAR

ALT1NAY, Ahmed Refik MACKAY, Charles


1973 Lâle Devri, (Hzr. Haydar Ali 1989 "Lâle Deliliği (Tulipomama-
Diriöz), Başbakanlık Kültür nie)", (Çev. Füsun Öksüzoğlu),
Müsteşarlığı Kültür Yayınları, Tarih ve Toplum..
Ankara. REFİK, Ahmet
ARSEVEN, Celâl Esad 1970 "Lâle Devri" (Sadeleştiren:
1983 Sanat Ansiklopedisi, "Lale" Yılmaz Öztuna), Hayat Tarih
mad., C.3, Millî Eğitim Mecmuas , Sayı 3, Nisan
Basımevi, İstanbul. 1970,s. 5.
AYVAZOĞLU, Beşir
1992 Güller Kitab , Ötüken, İstanbul OLGUN, Tahir
1949 "Şâir Refî'-i Kâlâyî", İslâm
Yolu, 59 (17 Kasım 1949), s. 3
BAYTOP, Turhan
1987 "Osmanlı Lâlesi", Lâle, Sayı 5.
SAKAOGLU, Necdet
1994 "Lâle" mad., Dünden Bugüne
1992 İstanbul Lalesi, Kültür Bakanlı-
İstanbul Ansiklopedisi, C.5,
ğı Yayınları/1415, Kültür
İstanbul.
Eserleri Dizisi/180, Ankara.
BOZTEPE Nihad Halil
TEBLY, Karl
1338-1340 Nedîm Dîvânı, İkdâm Matbaası,
1988 Dersaadet'te Avusturya Sefir
İstanbul..
leri, (Çeviren: Selçuk Ünlü),
GÖKYAY, Orhan Şaik Kültür ve Turizm Bakanl ğ
1990 "Divan Edebiyatında Çiçekler", Yay nlar : 887, Tercüme
Tarih ve Toplum, Sayı 76, Eserler Dizisi: 64, Ankara.
Nisan 1990, s.30

bilig-4/Kış’97
120

ZlTTA, Rainer
1978 Die Tiirken-und was von Gelişim Hachette Alfabetik
ihnen Blieb, Wien. Genel Kültür Ansiklopedisi,
"Lale" mad., C.7, Sabah..

Türkiye Gazetisi Rehber


1987 Meydan Larousse, Büyük Lügat
Ansiklopedisi, "Lale" mad., C..
ve Ansiklopedi, "Lale" mad.,
11, İstanbul,.
C.7, Meydan Yayınevi,
İsssstanbul.
1990 Anabritannica, "Lale" mad. C..
14, İstanbul.
AÇIKLAMALAR

(i) Yahya Bey'in şu beytleri de bu (iv)


durumu teyid etmektedir:
Bu lâlenin tohumunun, M. Münir
Aktepe'nin "Damad İbrahim Paşa
Kırınızı lale takmış başına olııev-cüvan Bir Devrinde Lâleye Dâir Bir Veska" adlı
güneşdür sanasın Mimli ile itmiş kırân makalesinde (Türkiyat Mecmuası,
Merdüm-i âlî-nazardur hem lıasîb ü hem nesîb C.XI, İstanbul-1954, s. 115-130)ele
Lâlesiyle seyr ider gonca- dehânum her zamân aldığı ve Üniversite Kütüphanesi'nin
Lâle kim destâr-ı yâr üstinde kümışdur karâr Türkçe Yazmalar kısmında, 2760
Oldı gîiyâ gökteki kuyruklı yılduzdan nişân numara ile kayıtlı ve muahhar bir yazı
ile Netâyicü'l-ezhâr adı verilmiş
mecmuanın 8-
(ii)
Bu lâle nev'ini, III. Ahmed dönemi lâle
uzmanlarından Esseyid Halil Efendi (v) a.g.e.'nin Lügatçesinde de zikrettiği bu
yetiştirmiş ve Nebâtü'1-levn ismini beyit münasebetiyle, Gül-mih-i
vermiştir. Seyyid Hanf" Efendi ise âfitâb'ın lâle ismi olduğunu belirtmiş
yukarıdaki beyti söyleyerek bu yeni ve Nedîm'in bu lâleyi medh* ettiğini
lâlenin anasının "Lâle-i rûhân" belirtmiştir. Bak. s. 318. Beyit için
olduğunu göbek adının "Nebâtü'1- bak, s. 98. Bu beyit Abdulbâki Gölpı-
levn" asıl adının da "Âfitâb-ı gülzâr" narlı tarafından hazırlanan Nedîm
olması gerektiğini söylemiştir. Bak. Dîvânı'nda yoktur.
Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 182.
(iii) (vi)
Bu lâle, III. Ahmed devrinin en Boztepe'nin söz konusu eserinin
meşhur lâle yetiştiricisi ve üstâdı Lügatçesinde, zikredilen beyitte
olan ve halkın Tabak Ata diye geçen "Gülriz" sözünün bir lale
tanıdığı Debbağ Ataullah Efendi
adı olduğunu belirtmiştir. Lügat-
tarafından yetiştirilmiştir. Bak.
çe'de İzzet Ali Paşa'nın
Beşir Ayvazoğlu,.
Açılan Laleleri yeksere Gül-riz olsun

bilig-4/Kış’97
121

mısraı'nın bu lale hakkında (ix) Ahmed Talay Onay,Lâle-i


söylendiğinin "Lalezar-ı Bağ-ı Mercân'ın bir lâle adı olduğunu
Kadim" isimli eserde kayıtlı söylemektedir. Bak. Eski Türk
olduğunu ifade etmiştir. Bu Edebiyatında Mazmunlar, (Hzr.
lalenin tohumu Topkapılı Berber Cemâl Kurnaz), Türkiye Diyanet
Ahmet'e ait olup değeri 100 Vakfı Yayınları /77, Ankara,
kuruştur. 1992, s. 288. Bu beyit Ali Nihat
Tarlan tarafından hazırlanan
Ahmet Paşa Divanı'nda şu
(vii) Sâbit'in şu beytinden "lâle-i şekilde geçmektedir:
ebr"in yapraklarında pul puy
beyazlık olduğu anlaşılmaktadır: Katre-i jâleyle şekl-i lâle-i hamrâyi gör

Zâtı 'aceh pâkdür gonca-i nevrestenün Dürr ü gevherden pür olmuş kâse-i mercânıdır.

Lâle-i ebr-i-sıfat cildi behaklı degül Bak. Kaside 15, beyit 17, s. 56.

Burada şunu da belirtmek


gerekir ki,yapraklarında lekeler (x) Lâle-i Nu'mân, dağ eteklerini ve
bulunan lâleler kusurlu sayılıp kırları kan kırmızısı rengiyle
makbul görülmemiştir. Bundan süsleyen gelinciktir. Şakâyık
dolayı Sâbit, "gonce-i nevres- veya Şakâyıku'n-Nu'mâniye
te'nin temiz olduğunu (Şakâyık-ı Nu'mân) da denilen
söylemiştir. bu çiçek, rivayete göre,
İslâm'dan önce Hîre
Meclis-i Şükûfe'de bir lâle, tü-
hükümdarlarından Nûman b.
veyç'lerindeki tufeyli lekeleri
Münzir tarafından çok sevildiği
yüzünden kusurlu bulununca,
için bu adı almıştır. Bk. Beşir
Şâir Rüşdi efendi bir şiir yazarak
Ayvazoğlu, a.g.e., s. 109. Ahmet
güzellik çillerinin şüphe
Talat Onay ise a.g.e.inde bu
noktaları gibi
konu hakkında şöyle demektedir:
değerlendirilmesini üzere kapalı
"Münzir oğlu Nu'mân bir gezinti
olarak eleştirmiştir:
esnasında birçok gelincik çiçeği
Çâk oldu lâle sîne-i gül pâre pâredür görmüş; manzara hoşuna gitmiş,
Olmaya nüsha-i hüsnünde anın nokta-i şek korunmasını emir ve
koparılmasını men etmiş; bu
Bak. Beşir Ayvazoğlu, a.g.e., s.
cihetle kendisine nisbet
123.
olunmuş." Bak. s. 274. Bu lâle,
Cinânî'nin şu
(viii) Bâkî'nin şu beytinden "lâle-i beytinde "lâle-i rengîn-i
hamrâ" nın kûh (:dağ) ve deşt nu'mân" şeklinde geçmektedir.
(:bozkır, çöl, kır, ova) te
Elüne câm alup Cem gibi îş it diyü remz eyler
yetiştiğini anlamaktayız:
Tehî sanma çemende lâle-i rengîn-i nu'mânı
Taze dağımla ser ü sine nola zeyn olsa
Özellikle bu lâle nev'inin bazı
Kûh dest ey yüzü gül lâle-i hamrâ yeridür beyitlerde mazmun (Şiirde
Lâle-i hamrâ, kırmızı gülü olan doğrudan söylenmeyip dolaylı
lâledir. Bak. Mohammad Mo'in, olarak bazı ima ve işaretlerle
a.g.s., s. 3538; Ali Ekber, Lügat- söylenen anlam) olarak bazı
Nâme (Dehhudâ), C 32, Tah- şâirler tarafından kullanıldığını
ran-Hicrî 1343, s. 65. Bu lâle da görmekteyiz. Fuzûli'nin şu
çeşidi, şakâyık-ı Nu'mâniye beytinde olduğu gibi:
dediğimiz ve gelincik olarak Benim tek hiç kim zâr u perişân olmasın yâ Rab
bilinen lâledir.
Esîr-i derd-i aşk u dâğ-i hicrân olmasın yâ Rab

bilig-4/Kış’97
122

Bu beyitte bulunan şakâyık yani Galib'in Hayalinde Renk ve Yo-


gelincik mazmununu Haluk
rumu, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul
ipekten şu şekilde izah etmekte
dir: "Beyitte zâr, perîşân, dâğ, 1995, s. 131-141.
hicrân ve esîr kelimeleriyle bir
lâle (gelincik) Mazmûn'u veril- ( xi ) Bu beyitten "pervâz-ı lâle"nin
miş; gelinciğin yaprakları ince
Anadolu'ya Kefe'den geldiğini
dir, zâr gibidir. Gelincik açma
anlıyoruz. Ayrıca Nev'înin şu
sından birkaç gün sonra
yaprakları dağılır, perîşân olur. beytinden lâle-i pervâzî'nin
Ortasındaki kara tohumlara çimenliğin kenarında yetiştiği
"dâğ-ı lâle" denir. Dâğ, ateş an anlaşılmaktadır:
lamındadır. Ateş ve gelincik kır
Kenâr-ı sebzede pervâzı lâledür
mızıdır. Gelinciğin yapraklan
Sipihr-i ahzar u sürh-i şafak sefîd-i seher
dağılınca birbirinden ayrılır,
hicrhana düşerler. Bütün bitkiler (xii) Bu lâlenin tohumu, Merhum İbrahim
esirdir. Bir köke bağlanmışlardır Ağa'ya ait olup değeri 80 kuruştur.
ve kımıldayamazlar." Bk.Halûk Bak. M. Münir Aktepe, a.gm. s. 118.
İpekten, Fuzûlî Hayatı, Sanatı,
Ayrıca yazar dipnotta, bu lâle ile
Eserleri, Akçağ Yayınları: 66,
ilgili şunları söylemektedir: "Tohum
Ankara 1991, s. 118.
sahibinin ismi her ne kadar merhum
Ayrıca, "Mazmun" hakkında
İbrahim Ağa yazılı ise de, bunun
geniş bilgi için şu çalışmalara
müstensih hatası olması pek
bakılabilir: Mehmed Çavuşoğlu,
muhtemeldir. Kapdan Paşa'dan
Mazmun, Türk Dili, Sayı 388-
olduğu gibi, bunun da merkum
389/Nisan-Mayıs, 1984, s. 198-
olması daha doğrudur. O takdirde bu
205; Mine Mengi, Mazmun Üze
İbrahim Ağa, Genc Mehmed
rine Düşünceler, Dergâh, Sayı
Paşa'nın kethüdası İbrahim Ağa
34, Aralık 1992, s. 10-11; İsken
oluyor. Üzerinde 12 rakamı bulunan
der Pala, "Mazmun'un MAzmu-
Nahl-i ergavan hakkında ise, lâle
nu, Dergâh, Sayı, 35, Ocak
risâlelerinde bir kayıd
1993, s. 1, 10-11; Şahin Uçar,
göremediğimizden evsafını tebarüz
Ma'nâ ve Mazmun, Türkiye Kül
ettiremedik." Bak. s. 126. Ayrıca bu
-tür ve Sanat Yıllığı 1993'den
lâlenin resmi için bak. Turhan
Ayrı Basım; Victoria Holbrook,
Baytop, İstanbul Lalesi, resim-44, s.
Mazmun mu Klişe Yoksa Dev
60
ralınmış Mazmun Kavramı mı?

bilig-4/Kış’97

You might also like