Filler Sultanı Ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca-Yaşar Kemal-YAPI KREDİ YAYINLARI

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 217

VASAR

KEMAL
Filler Sultani


tt ı11 ı:. toros yayınları
YAŞAR
KEMAL
*

Filler Sultanı ile


Kırmızı Sakallı Topal Karınca
©
Yayın Hakkı: Yaşar Kemal
Türkiye'de Yayın Hakkı: Toros Yayınlan

Yedinci Baskı
Toros Yayınları, İstanbul 1994

Kapak Düzeni: Raşit Gökçeti

Baskı: Yazır Matbaacılık


146
ISBN 975-433-006-9

TOROS YAYlNLARI
Nuruosmaniye Cad. Atasaray Han 37/406, 34440 Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 522 23 76 Fax: 512 97 92
Y�ŞAR
KEMAL

Filler Sultani
ile
K1rm1z1 Sakalll Topal Kannca


an� .
toros yayınlan
Fülerin lc4rınca ülkelerine yürüyüp
kentlerini yıkıp onları tutsak kıldtğıdır.

Filler sultanı bir ak güvercinden daha ak, iri, gör­


kemli bir fildi. Tahtına oturmuş, gelecek ulağı bekliyor,
yerinde duramadığı her deviruminden belli oluyordu .

Derken, biraz sonra beklediği ulak, ulukepez geldi.


Bu kuş, hüdhüdlerin başıydı. Geniş ak, kara kanatları
belli ki yorulmuştu. Uzun, başında, boynunda bir yay
gibi kabarmış kepezi turuncuydu. Tüyleri, balkıyan bir
güneş turuncusunda yalp yalp ediyordu. Göğsünün in­
ce, san tüyleri · benekllydi.
Filler sultanının başı yöresinde üç kere uçup üç
turuncu halka çizdikten sonra vardı, sultanın burnu
ucundaki dala kondu.
'ifSöyle,ıı diye acele etti filler sultanı. ı<Söyle .. . Hoş
geldin safalar getirdin ... Söyle, karıncalardan ne ha-
ber, bana iyi bir muştu getirdin mi?» _

Ulukepez çok yorulmuştu, kanatl arını tam dört kez


gerdi, çırptı, altındaki çınar dalının yapraklan titredi.
cıSağol suıtanım,ı> dedi ulukepez. «Varol sult.anım.
Karıncalardan iyi haberler var. Onlann ülkelerinde tam
yedi ay kaldım. Bana çok iyi davrandılar, konukladılar,
yedirdiler içirdiler, dostluk gösterdiler. Ben bu dünya ­

da hiç böyle yaratıklar görmedim.»


Filler sultanı gürledi:
ııNe biçim yaratıklar bunlar, ben hiç bir kannca
görmedim. ıı
ııKüçük ş�ylerdir,ıı dedi ulukepez, kanatıannı üç
kez açarak. ııO kadar küçücük yaratıklardır ki sen çok
yakından bakmazsan bir kanncayı göremezsin.•
ııAnlat,ıı dedi !iller sultanı. ııBana bu küçücük ya­
ratıkların hünerlerini anlat. Bana onlann küçük ya da
büyük olmalan değil, hünerleri gerek ...,
Ulukepez artık yol yorgunluğunu üstünden atmış.
dinlenmişti.
«Al gözüm sultanım seyreyle sen, .şimdi kanncala­
nn hünerini,� diye şakıdı. Başladı anlatma�a. O anlat­
tıkça. !iller sultanı kendinden geçiyordu. Kendinden ge­
çiyor, dunnadan ulukepeze soru üstüne soru soruyordu.
ııBir kentler kurmuşlar, hiç sorma sultanıın, yerin
altına ... Görkemli, uygar kentler. Ambarlan yıl on iki
ay yiyecek, bal, çiçek özü, tahıl, böcek ölüsü dolu, dop­
dolu. Başkentlerini geniş ovalann tam ortalarında, özün­
de kurmuşlar. Bu ovalar Nil kıyılanndan da, Çukurova­
dan da daha bereketli. Hele bir ova, bir ülke var, !il ek­
sen biter, öyle bereketli. Kuzey yanını bu ülkenin .ulu
ormanlar kaplamış. Kaplan girse sökemez bir orman,
güneyi de yıl on iki ay yemyeşil, bütün ova yıl on iki ay
a�zına kadar çiçekle dolu, alabildi�ine bir düzlük... Do­
�usu tarlalar, batısı tarlalar, can eksen biter, kuş eksen,
kannca eksen, an eksen biter.ıı
Ulukepez anıaıtıkça coşuyor, coştukça anlatıyordu.
Durmadan bir gün bir gece kanncalan, onlann kentle­
rini, ülkelerini anlattı !iller sultanına. Filler sultam da
kendinden geçmiş, bu coşku içfudeki kuşu dinliyordu.
Ulukepez, !iller sultanının birden ayağa fırladıprn
gördü:
ııBütün fillerim toplanın,• diye batırdı. Gür sesin­
den �lar sallandı.
6
Filler toplalunağa başladılar. Ta uzak ülkelerden bi­
le geldiler. Toplanmalan üç gün üç gece sürdü.
Fillerin aşağı yukan hepsi toplanınca sultan, ulu­
kepeze:
uKonuş,l) dedi, «küçücük, bizim göremeyeceğimiz
kadar kuçücük kanncalann hünerlerini.»
- . Ulukepez pervaz vurup havalandı, filler yığınağının
üstünde geniş geniş uçarak, turuncu halkalar çizerek·
anıatmağa başladı. O anlattıkça filler kendilerinden ge­
çiyorlardı. Ağızlannın da suyu akıyordu.
Sonunda sultan, tepenin başındaki düzlüğe çıktı.
Geniş, eskimiş tahtı oradaydı. Tahtına çöktü:
«Duydunuz mu,)) diye sordu, <ıduydunuz mu kannca:..
lann hünerini?»
«Duyduk,)) dediler.
«Bir fil, bir tek fil, belki birkaç milyar kannca bü­
yüklüğündedir,» dedi sultan.- <<Öyle dttfl -mi?» diye de ..
ulukepeze sordu.
·
·

Ulukepez:
«Belki daha da fazla.»
ııNe diyorsunuz bu işe?ıı dedi sultan. uNe diyorsu­
nuz?ıı
aNe diyelim, her şeyi en iyi sultanımız bilir,ıı de­
diler.
aHaydiyin öyleyse kanncalar ülkesine. Çabuk
olun .. . ı.
Sultan en önde, tam onun beşının üstünde uçan
hüdhüdler başı ulukepez, onun ar�a da filler or­
dusu yola koyuldular.
Ulukepez, sultana:
((Benim hüdhüdleri de çağırsam n8sıı olur?)) diye
sordu. •Belki bizim ordunun da bir yardımı dokunur.))
«Aman ne duruyorsun, hemen onları da çalır ulu­
kepez kardq,» dedi sultan. uNe demek bir yardımı do-

7
kunur, hüdhüd ordusu olmadan, o tez kanatlı, turunc u
kepezli hüdhüdler olmadan ben bu dünyada ne yapabl·
lirim ki... Hemen ça�ır onlan, hepsini biltekmil is-
·

terim.ıı
cıOlur,» dedi, uçtu ulukepez. «Şimdi, az sonra, hep­
sini blltekmil getiririm. Sen sağ olasın sultanım. Allah
yolunu açık etsin. Kanncalar üstüne olim seferimiz ut­
kuyla bitsin.ıı
cıUtkuyla bitecek,» diye bağırdı sultan. Bütün filler
de onun bu sözlerini yinelediler.
Az sonra gök kanat sesleriyle doldu. Fillerin üstünü
hüdhüdlerden, alacalı kanatlardan, turuncu kepezler­
den bir bulut örttü. Gök gözükmüyordu.
ceKannealar üstüne olan seterimiz utkuyla bitecek,n
diye bağırdı ulukepez. Bütün hüdhüdler, filler de onun
gibi, onun sesiyle bağırdılar.
Sevinç içinde yollarını sürdürüyorlardı. Fil ordusu
her toprağa bastıkça dünya sallanıyordu. Dosdoğru, üst­
te hüd.hüdler, kanat kanada vermişler, alaca turuncu bir
bulutta yanarak, balkıyarak uçuyorlar, aşağıda filler sal­
lanarak, karın kanna yürüyorlardı. Koca kulaklan ara­
da bir de yelken gibi açılıyordu.
Ve filler sultanı, apak, ışıl ışı!, yurunuş annmış, tek
başına önde yürüyor, hüd.hüdler başı, eski -<Wstu uluke­
pez de başının bir kanş üstünde uçuyor, konuşuyorlar­
dı. Cin fikirli filler sultanı derin düşünüyordu. Bu ka..­
hncalarda çok iş vardı. Dünyada bu kadar çok kannca
variken böyle yaşamak olur muydu, Allah bu karınca­
lan bu kadar çok niçin yaratmıştı? Elbette kanncal�
bu kadar çok yaratılmaların.m bir sebebi olacaktı. Hüd­
hüdler başı gün görmüş Ulu.kepezin anlattıklanna göre
dağ taş hep karıncaymış ve kanncalar öylesine çok ça­
lışıyorlar, öylesine güzel kentler yapıyorlar, öylesine çok
yiyecekler biriktiriyorlarmış ki... Elbet bütün bunların
bir sebebi olacak. Filler sultanı yürürken kendi kendine
işte böyle düşünüyor, şu kanncaJan daha önce, gençli­
ğinde tanıyamadı�na yanıyordu. Çok değerli bir za­
man yitinnişti. Gençliği, fillerin tekıniİ yaşamlan ola­
naksızlıklar içinde heder olmuş gitmişti. Oysaki filler
bu dünyada, bu koskocaman, görkemli filler böyle mi
olmalı, böyle kısıtlı mı yaşama.lıydılar? Ama ne yapsın
sultan, olan olmuş, geçen geçmişti. Bundan sonrasını
iyi kullanmak gerekti.
üç günlük bir yürüyüşten sonra ulukepez:
uRanncalar ülkesine geldik sultanım,ıı dedi.
ııNeresi?» diye sordu sultan.
mukepez:
ııŞu ovayı görüyor musun sultanım, bu baştan so­
na, alabildiğine, gözün görebildiğinden de ta ötelere,
ulu bir deniz kadar uzanan geniş ova kanncalar ülkesi­
dir. Bu ovanın ortasında bir dağ vardır, o dağın arka­
sında da bundan daha geniŞ bir ülke... Bu ülke de öte­
ki karıncalann ülkesidir. Onun arkasında da öteki ül­
keler... ıı
Doğuya döndü alabildiğince uzanan ormanı, batı­
ya döndü ağzınş. kadar çiçek açmış çayırlığı, kuz_eye,
güneye döndü, dağlan , gölleri, çiçekleri, ağaçlan gös­
terdi. Filler durmuşlar bu bombO§, güzel, aydınlık ülke­
yi seyre daimışiardı hayranlıkla.
Sultan bağırdı:
1cHazırol ı»
Filler hazırola geçtiler.
((Az yukarı bak!»
Filler hep birden hortumlannı yukarı kaldırdılar.
((İşte yukarda, üstüı üzde uçan ulukepezdir, o si-
zin kılavuzunuzdur. Önünüzde uçacak, size kannca kent­
lerini göste,·ecektir. Siz kannca kentlerini t� üstünde
taş kalma.yasıya yıkacaksınız, ta ki kanncalar dize ge-
leler, dize geldikten sonra da huzuruma çıkıp bana yal­
varalar. Askerlerim, fillerim, size bir daha yineliyorum,
elaman dedirtinceye kadar kanncalarm gözlerinin ya­
şına bakıhayacaksınız. Komutanlanm, size söylüyorum,
kanncalara en küçük bir acıma gösteren fili öldürecek­
siniz. Fil askeri acımaz. Fil askeri son fil devletini ke>­
rumak için acımayı yüreğinin yakınına getirmez. Fil­
ler, kardeşlerim, bu sizin ilk büyük savaşınızdır. Eğer bu
savaşı kazanacak olursak, dünyaya hükümran olaca­
ğız. Filler, kardeşlerim, bütün dünya yaratıklaı:ı ve ta­
rih durmuş bize bakıyor. Bizim bu kutsal savaşımıza.
Kanncalan dize getiremezsek bugün, dünyanın tekmil
yaratıklan ve tarih bizi bağışlamayacaktır. Tarih bi­
zim bugünkü zaferirnizi altın harflerle yazacaktır. Fil­
ler bugünkü savaşta büyük utkuyu haketrniştir, çünkü
filler görkemlidir, çünkü filler soyludur, çünkü filler ça­
lışkandır. Kırk yüzyıllık filler tarihi· durmuş orada, gök­
te bize bakıyor. Yurdumuza saldıran, bize düşmanlık
gösteren kanncalam karşı bugünkü savaşta kesin ut-
. kuyu .kazanamazsak tarih, filler tarihi bizi bağışlama­
yacaktır. Filler, kardeşlerim, askerlerim, eğer karınca­
lara yenilirsek bugünkü savaşta, kanımıza susamış ka­
nncalar bir tekimizi bile bırakmayacak, bizi toptan yi­
yeceklerdir. Bu yeryüzünden fil soyu silinecektir. Onun
için filler, kardeşlerim, askerlerim, soyumuzun sürüp
gitmesi için bugünkü savaşı k azanmalıyız, kanncalar
ülkesinde taş üstünde taŞ, gövde üstünde baş bırakma­
yacağız.ıı
Filler sultanı işte böylece arka ayaklan üstüne di­
kilerek, ön ayaklannı açıp hortumunu uzatarak konuş­
tu, karıncalara karşı fillerini yüreklendirip, onlara kar­
şı her. filin ·içinde sonsuz öç ateşini yaktı.
Ve hüdhüdler başı kılavuzluğunda beş yüz fil, beş
yüz ölüm devi, beş yüz hışım, beş yüz keskin balta gibi

10
pariayarak karıticalar kentine indiler. Mübal�a cenk
olundu. Kırmızı, kara, sanca, atlı kanncalar fillerin
ayaklan altında ülkeleriyle, kentleriyle birlikte yerle
yeksan oldular.
Mübala�a cenk olundu, sözünun kapsamını da
aşan bir savaş, fillik tarihine geçti. Ve fil savaş tarihi­
nin en büyük destanı yazıldı.
Bir anda feryadü figanlar ayyuka çıktı. Bir anda
kanncalar ülkesinin üstünü bir ölüm, bit· yıkım duma­
nı örttüi · Gün ortasında tozdan dumandan göz gözil
görmez oldu. Gün kavuşurken akşama, ülkelerdeki ka­
nncalann sayısı yan yanya inmişti. Kanncalarm ka:­
çanı kurtulmuş, kaçamayanlan ezilmişti.
Filler sultanı uzakta durmuş savaş alanını seyrey­
liyor, konurlu konurlu fillerin verdikleri savaşa bakı­
yordu. Kann�a ülkelerinin üst�ndeld toz duman da git­
tikçe y$nlaşıyordu.
Sultan hüdhüdler başını çağırttı:
ııNe oldu, şu gözüken yerler kannca ülkeleriyse,
bu gördüklerim doğruysa bütün ülkeler yerle bir oldu.

Bunlar daha ne en elaman demiyorlar, işte buna şaşı­
yorum,» dedi, yüzünde bir ürküntü, bir korku belirdi.
((Aman sultanmi,» dedi ulukepez, «aman sultanım,
elaman ne demek, �I de ba.k, binlerce kannca savaş
başladı�dan bu yana, daha savaş başlamadan bile,
binlerce karınca onlan ba�lama n için kendilerini se­
nin ayaklarının dibine attılar ... EÇ"il de ba.k.»
(<Göremiyorum,» dedi filler suitanı.·
ııOnlar çok küçücükler,» dedi ulukepez. «İğne ucu
kadarcıktır her birisi. Blr m onlan bu kadar uzaktan
hiç göremez.» _

«Peki, seslerini de duymadım,» dedi filler sultanı.


«Sesleri inceciktir,• dedi ulukepez. ((İyi ki duyma­
dın onların sesini. Bir duysaydın, acırdın onlara . .. Bir
a�Jıyor, bir yalvanyo!Iar ki, amanallall, yüreği olan da­
yanaınazdı, ben bir kuşken bile, dünyanın üstünde, dı­
şında. yaşayan bir yaratıkken bile onların a:�tlanna
ben bile dayanamadım, acıdan yüreğim paramparça
oldu. Sen hiç, sen hiç dayanamazdm sultanım, sen hiç!
İyi ki duymadın onlann feryadü tıganlannı... Askerle­
rin de duymuyor onıann a�tlannı, görmüyorlar akan
kanlannı, kopan kellelerini . İyi ki görmüyorlar da sa­
. .

vaşı böyle acımasız sürdürebiliyorlar. Bak şu gö�e. bak


benim kuşlanma sultanım, hiç birisi kanncalar ülke­
sinin üstünde uçuyorlar mı? Kanncaların bu haline,
·kentlerinin bu Yıkımına can dayanır mı, yürek olan
yürek dayanır mı?ıı
ccDayanmaz,» dedi sultan. cclyi ki görmüyor, duy­
muyoruz.»
·«Zaten bütün yaratıklar görselerdi, duysalardı sa­
vaşı, bütün yaratıklar duyabilselerdi savaş çı�lıklarını
bu dünyada savaş olamazdı. Savaşın i�ençliğt bilinme­
yen bir şeydir de ... Savaşın kötülüğü saklanan bir şey-­
dir de, yaratıklar onun için kabul edebiliyorlar savaşı.»
ccKanatlarına al getir de karıncalan, göreytm on­
lan,» dedi sultan. «Konuşayım onlarla. Yazık oldu, tek­
mil ülkelerin kentlerini yıkıp yerle bir etmemiz iyi ol­
madı.»
«Yazık olmadı,» dedi ulukepez. ccÇünküleytm ka-­
nncalar fillerin kim olduklannı bir iyice öğrendiler,.
kıyamete kadar bir daha başkaldıramazlar fillere. Kı-­
nlan kanncalaraysa aldırma, bu dünyada o kadar çok­
karınca ülkesi, o kadar çok karınca var ki, sayamayız·
elektronik beyin ile, tüketemeytz ezmek ile, kırmak
ile »
. . .

!tİyi ki böyle oldu,» dedi sultan. cıŞimdi al da kanat­


larına, getir şu karıncalan, bir konuşayım şunlarla. Ba­
kayım, bakalım bu karıncalar, ne mene kişilermiş.»
Ulukepez, sultanın ayaklannın dibine indi, orada
'kanncalar kaynaşıyordular üstüste, çığlık çığlığa.
((Susun,» diye bağırdı ulukepez.
Kanncalar eski dostlan ulukepezi görünce bir sevin­
diler, bir sevindiler deme gitsin. Ağıdı, inlenmeyi, çığ­
lıklan kesip sevinç sesleri çıkardılar .
ııDar günümüzde sen bize, imdadımıza iyi ulaştın,
sen üstelik de fil dili bilirsin, bizi sultana ulaştırman ın
bir yolunu bul,ıı dediler.
Ulukepez de :
11Ben de işte bunun için geldim sizin yanınıza,» de­
di. 11Sizi sultana götüreceğim. Sizi sultan istedi. Binin
kanatlanma.ıı
Önce kırmızı sakallı kannca bindi ulukepezin ka­
nadına. Onun ardından da ötekiler, kanncalann ileri
gelenleri perperişan doluştular hüdhüdün sırtına, ka­
natıanna:.
Ulukepez uçtu, sultanın başı yöresinde üç kere
döndü, üç tane turuncu, ışık saçan halka ışıklandı ba­
şında ·sultanın, altın bir taç gibi. Sonra da geldi sulta­
nın hortumunun köküne kondu.
((Daha yakma kon,ıı diye buyurdu sultan ııBu kü­
çücük şeyleri göremiyorum, adlan kannca mı ne?ıı
11Kannca,ıı dedi hüdhüdler başı, bir kanat çırptı,
filin tam gözlerinin altına bir yere, yakma kondu.
ııGördüm,ıı diye bir sevinç çığlığı attı sultan. <�Bun­
lar mı, bu iğne ucu kadar şeyler mi kannca?ıı
cıBunlar,n dedi ulukepez. cıüstelik de bu kanadım­
dakiler kanncılann en ululan, önderleri.ıı
uAllah Allah! ıı diye şaştı filler sultanı. cıAilah Al­
lah, bu ne biçim iş, bunlar ne biçim yaratıklarmış ki her
birisi dünyayı sırtında taşıyormuş bunlann? Doğru mu? n
((Doğru,ıı dedi ulukepez, 11her bir karınca bir dün­
yayı, bir !ili bile sırtında taşıyabilir.»

13
11Seslerinl de duyuyorum,» dedi bir sevinç çığlı�
daha attı sultan. «Ne tuhaf sesleri var.» Yelken kulak­
lannı bir iyice açtı. 41Bir vızıltıdan da daha ince, değil
mi? Ne diyorlar, olduğu gibi çevir dediklerini bana.
Benim dediklerimi de onlara.»
•Başüstüne,» dedi ulukepez. <<Olduğu gibi çeviririm
sultanım. Bak kanadıma.»
<<Baktım.•
41ŞU kanadınun ucundaki ayağa kalknıış kannca
kırmızı sakaldır. Tepeden tımağa kan içinde.»
«Görüyorum,» dedi filler sultanı.
«0 bir demircidir,» dedi ulukepez.
«Demek,» diye şaştı fil, «d�mek kanncaların de­
mircisi de olurmuş!»
•Olur,» dedi ulukepez. «Dünyada ne kadar meslek
varsa, karıncalarda da hepsi var. En iyi mimarlar, mü­
hendisler, şu tekmil yaratıklar içinde karıncalardan
çıkar. Derler ki, yaratıklar içinde ilk demirGiler de ka.­
rıncalarmış. Bu kırmızı sakalın soyu var ya sultanıın,
dünya kurulduğundan bu yana demirciymiş. o dJı d&­
mirciler sultanı olurmuş. Diyor ki, filler demirel dük­
kanını onun başına yıkmışlar az önce, sağ a� duva­
rın altmda kalmış da kopmuş.»
«Vah vah,>> dedi sultan, <<bir demirelnin aya�
koptuğuna üzüldüm. Ama ya kolu kopsayınış?»
ı<O zaman ölmek daha iyi olurdu,» diye ba�rdı kan
içindeki kırmızı sakal. <<Kolu kopmuş bir demirel ölü
sayılır.» .
«Ö�ü sayılır,» dedi sultan, kan içindeki kırnuzi sa­
kala acıyarak.
«Ne acıyorsun bana?» diye bağırdı kırmızı sakal.
«Bir ulu demirelnin bu hale düşmesine üzülürüm,»
dedi sultan. <<Kannca da olsa, bir demirelnin bacağının
kopmasına acırım.»
((Biz sana ne yaptık da,>> diye can acısıyla dikle§ti
kırmızı sakallı kannca. cıBiz sana ne yaptık ey sultanlar
sultanı? Biz sana ne yaptık da bizi bu duruma soktun?
Bak karşıya, kannca ülkeleri ne halde gör, gör de o taş
yüreğin bana acıyacağına, bu yıkılmış yakılmış, dünya­
nın en güzel ülkelerine acısın.» -
Ulukepez kem küm ediyor, kırmızı sakalın sözleri­
ni çevirmekte zorluk çekiyordu ki, filler sultanı �rdı:
((Olduğu gibi çevireceksin bu topalın sözlerini bana.
Bir sözcük atıarsan seni kanatlanndan tutar· iki parça­
ya ayırirım.»
Ve ulukepez, kırmızı sakalın sözlerini sllaana oldu­
ğu gibi çevirdi.
Filler sultanı öfkeyle � a�ı yere vurdu, apak
teni kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi, uzun dişlerini çatır
çatır gıcırdattı:
«Ben mi, filler mi saldırdı size? Deli misin sen, de­
mirci? Fil ulusu hiç bir ulusa, hiç bir zaman saldırmaz.
Fil ulusu barışçıdır, çalışkandır, yi�ttir. Niçin, ne de­
meye saldırsın durup dururken karıncalar ülkesine? Şu­
nu böylece bilesin ki demirciler başı, bizler, filler, yal­
nız kendimizi savunuı:uz. Sen acıdan, ayetının kopma­
sından dolayı fillere yüklüyorsun saldınyı. Şu karşıda
gördü�ümüz yıkım, toz duman bizim değil, sizlerin, ka­
rıncalann saldınsıdır. Bunu bütün dünya böyle bili­
yor. İlk saldın kanncalardan geldi, siz, siz, siz kannca­
lar bizim evlerimizi, kentıerimizi başımıza yıktınız, iş­
te bunun karşılı�ı da aldınız. Evet, ve de evet aldınız.
Banşçı filleri kızdırdınız. Filler de kızınca işte gördü­
nüz olanı biteni. Siz kendinize, çoğunluğunuza çok gü­
vendiniz de sa.ldırdınız filler ülkesine. Siz birleşmiş ya­
ratıklar yasasını toptan çi�ediniz. Filler azlık, sizler
çokluksunuz. Ama bilmeliydiniz ki haklı azınlık, haksız
çoğunluktan daha güçlüdür.»

15
Filler sultanı durdu. soluk aldı, hortumunu sağa
sola kıvırdıktan sonra:
«Siz,ıı dedi, cıfiller
.
ülkesine saldırma.kla büyük bir
\
yanlış yaptınız. C ezaruzı da lıjte en ağır bir biçimde gör-
dünüz.ıı
Kırmızı sakalın, öteki kanncalann dilleri tutulmuş,
bir tek sözcük bile söyleyemiyorlardı. Arada sırada ağız­
lanndan, ((biz mi, biz mi saldırdık fillere, biz mi?, sözle­
ri dökülüyordu, o kadar.
Ağzı kurumuş kırmızı sakalın sonunda dili açıldı:
<<0 kocaman, tanrı kadar büyük fillere biz kannca­
lar nasıl saldınnz, sultanımız?ıı
«Siz çoğunluğunuza. güvenerek saldırdınız fillere,
saldırdıruz.ıı
cıSaldırrn.adık. ıı
cıNe?ıı diye gürledi filler sultanı. «Bir de, bir de
sözlerime karşı çıkıyor! Ulukepez, at şunlan sırtından
ayağırnın altına ... ıı
uArnan sultanım,ıı diye yalvardı ulukepez, uarnan
_ sultanım yanlış anlaşıldı. Onlar başka bir şey söyle­
diler.ıı
«Öyle mi?ıı diye bağırdı sultan. ccÖyle mi?ıı Sesin­
den toprak, orman, gökler, dağlar zangır zangır titredi.
Başta topal karınca, sonra ötekiler:
«Yanlış anlaşıldı sözlerimiz,ıı dediler. «Biz saldır­
dık fillere, onların evlerini kentlerini başianna biz yık­
tık. Fillerin hepsini ezdik, öldürdük, ondan sonradır ki
filler de kızdılar, bizim ülkemize girdiler. Aaah, keşki
kızdırmasaydık onlan.ıı
((Hah, şimdi oldu!ıı diye bağırdı sultan.
«Biz ettik sen etme sultanımız. Bir daha hiç bir ka­
rınca filler ülkesine ayak basmayacak,» diye söz verdi
ötekiler.

16
ccAyak basacak,>l diye bağırdı sultan, gökler çatır-
·

dadı.
ıcAyak basacak,ıı diye yineledi kanncalar.
«Kötü gözle bakmayacaklar filler ülkesine.»
Kanncalar yinelediler:
((Kötü gözle bakmayacağız.ıı
C<Bundan böyle kanncalar tarih boyunca yaptıklan
saldınlardan vazgeçecekler. Bir daha hiç bir zaman fii­
ler ülkesine kötü gözle bakmayacaklar.ıı
C<HiÇ, hiç bakmayacaklar,ıı diye bağırdı kanncalar.
((Kıyamete kadar, o eski saldırgan huylanndan vaz­
geçecekler kanncalar.» ·
cıVazgeçecekler,ıı diye onayladı kanncalar. ,
Bir süre derin bir sessizlik oldu. Ne kanncalar, ne
de filler sultanı konuştu. Kanncalar ülkesinden çığlık­
lar, gürültüler, ağlamalar, inierneler geliyordu. ·Kann­
calar ülkesinin göğünü yoğun, kı�ızı, yangın dumanı
gibi bir duman örtmüştü. Bir süre ülkenin durumuna
daldılar oradakiler.
C<Biz ettik sen etme sultanımız. Bak, böyle sürüp gi­
derse savaş ülKemizde bir tek kannca kalmayacak. Ço­
ğu ölecek, yaralanacak, kimi de dağlara, ormaniara sı­
ğınıp size savaş açacak.n
aSavaş mı açacak?» diye şaşkınlıkla sordu filler sul­
tanı. ceKannealar fillere karşı savaş mı açacaklar?n
C<Savaş açacaklar,ıı dedi kırmızı sakal.
((Demek kanncalar fillere karşı savaşa girecekler!
Nasıl olacak bu iş?>>.
C<Bir yolunu bulacaklar.ıı
cıNasıl?ıı
C<Ne bileyim ben, herhalde bir yolunu bulacaklar.ıı
C<Bir yolunu bulacaklar! n diye yineledi sultan. ·((öy-
le mi, bir yolunu bulacaklar, öyle mi?»
Gülrneğe başladı sultan. Kasıklannı tuta tuta, hor-
.
'

FS/02 17 .
tumundan salyalar akıta,akıta gülüyordu. Kannca.la.rın
ftllere karşı savaş açacaklan, ormanlara, dağlara sığı­
nıp bu savaşı sürdürecekleri düşüncesi çok gülünç gel­
mişti ona. Durmadan durmadan gülüyordu.
Her şeye dayanılırdı da bu gülmeye dayanılmazdı
işte. Kırmızı saka! her şeyi göze alarak konuştu:
«Bu ülkelerin,· bu kentlerin, bu kırgının öcünü sen­
den alacağız, ey zalim, ey ahmak, ey sersem sultan. Bu
yaptığın yanına kalmayacak, eeey tepeden tımağa ka­
na batmış, sen eeey kocaman, kör gözlü zulüm dağı. Bu
yaJ:!tığın senin de, o kocamış ulukepezin de yanına kal­
mayacak ... Çok yakında o küçücük, iğne ucu k�ar
k�çücük kanncaJardan belanı bulup yeryüzünün tek­
mil yaratıklanna rezil olacaksı!'l, rezili rüsvay ... »
Böyle dedi, ulukepezin kanadından yere atladı kaç­
tı. O gidince öteki karıncalar imana gelip yumu.şadılar,
bir iyice, ölürcesine sultana yalvardılar:
((Sen ne buyurursan yaparız, sultanimız,ıı dediler.
((Yeter ki bu kanlı savaş dursun.ıı
<:3eni kızdıran karınca var ya, o kırmızı sakallı to­
pal demirci, o az Ç>nce kendisini buradan aŞag'ıya attı.»
((Öldü mü?» diye telaşlandı sultan. «Kanncalar bu
kadar yük:ek bir yerden atıayı!lca ölürler de�il ır.!? Öl­
mediyse onun ölüsünü, ya da dirisini hemen isterim.»
Ulukepez yukardan. aşağıya korkuyla· sağıldı. Fil­
ler sultanının ne �emek istedi� anla.mıştı, kırmı!:ı
sakalı aramağa başladılar, kanncalar öteki karıncalan,
ulukepez öteki kuşlan çağırdılar, aradılar taradılar kır­
mızı sakallı tcpal demirelnin ne ölüsünü, ne de diri:iliıi
bulabildiler. Yaralı, kana batmış çıkmış kannc anın imi
timi bellisiz olmuştu. Ne yaptılar, ne ettilerse, ne kadar
çok araştırdılar, sorup soruşturdul arsa topa! demircinln
en küçük bir izine bile rastgelemediler. Elleri boş, suçlu,
ulukepezin sırtında gene sultanın huzuruna çıktılar:

18
«Kırmızı sakalı bulamadık, toz olmuş,ıı dediler. <<Bir
yaratık kendisini tılukepezin sırtından, bu kadar yük­
'
sekten yere atar da ondan hiç hayır kalır mı, t oz olmaz
mı, sultaruınız,» dediler.
«Toz olmuş,)) dedi ulukepez de.
..onun, o kırmızı sakalın t ozunu bile kıynme�e ka­
dar izleyeceksiniz,» diye buyurdu sultan. <<Onun tem­
nun bile kalması, ·size söylüyorum, beni iyi dinleyin ka­
rıncalar, kanncalar için ölüriı demektir. O a.lçağın, o
soysuzun, o köpeğin ... Onun tozunu her gün, her an iz-
liyeceksiniz ...» 'ı·:

cİzliyeceğiz,, dediler kanncalar. ııO ölüırtdür· zu­


lümdür,» dediler. «0 topal kannca, kannca ut 'W,I�nun
zaten ta ezelden beri baş belasıdır. Bir alçaktır, sa.tılmış, ·
vatan hayınıdır o topal kannca,» dediler. ..o topal ka­
rınca mı, zaten hayınlığından yitirdi ayağının tekini,�>
dediler. .
·

Topal karınca üstüne daha neler neler söylemedi­


ler. Bu dünyada o ha)!lnın tozunun kokusu bile kalma­
yacaktı. Uslu kanncalar o başkaldıncı şeytanın tozunu
teker teker bulup yokedeceklerdi. U�lu karıncalar o to­
pal kanncan n soyundan da bir tek karınca bırakma­
ya-.:aklard!.
�ı�Bu topal demircilerdir, bu kırmızı sakallardır dün­
yayı Imnştıran, tilleri kışkırtıp ülkenizi yıktıran, bt!
h::.yınlardıJ.",» dedi sultan. ·

.. T�pal kanncalara ölüm,ıı diye bağırdı öteki karın-


calar.
«Kırmızı sakallarıo ölüm.n
•Demircilere ölüm.»
•Şimdi dileyin benden ne dilerseniz.»
«Sağlığını dileriz, sultanımı'z.ıı
· •Sağlığımdan size fayda yok. Dileğinizi bildirin.»
ıcŞu savaş dursun öyleyse,>) dedi kanncalar. aDile­
ğimiz budur.»
19
«H'aaa, o mu?n
'
«Budur,» dediler. «Çünkü barışsever filler savaşı
sevmezler.))
«Sevmeyiz,ıı dedi filler sultanı.
«Ağzımızın payını aldık, biz de artık banşsever ol­
duk, bir daha filler ülkesine saldırmak mı, aman Allah
göstermesin,ıı dedi kanncalar. «Hemen dursun şu savaş,
az daba sürerse bir tek kannca bile kalmayacak. Bağış­
la bizi sultarumız.,
«Bağışladım,n decU sultan, hortumunu gururla gö-
ğe dimdik dikerek. «Dursun savaş artık."
Kanncalar sevindiler.
ıcS�olasın sultanımız,,, dediler.
Sultan dedi ki:
. <<Ama savaşın durması için birtakım koşullanın
var,)) dedi. ccÇünküleyim bu savaşı siz başlatıp filler ül­
kesini çok zarara soktunuz. Ondan dolayı benim ülke­
min zararını ödeyeceksiniz.»
- cıÖderiz,ıı �dedi kanncalar.
ccŞimdi öyleyse dinleyin isteklerimi ... ))
«Şu savaş hemen dursun sultanım.ıı
ccKoşullanmı kabul edin.n
«Kabul edeceğiz. Savaş biraz daha sürerse yeryü­
zünde bir kannca kalmaz ki isteklerini yerine getıre­
bilelim ... Söyle, isteklerin başımız üstüne.»
Sultandır bu, sevindi.
«Dinleyin öyleyse beni,n dedi. ıcBütün kanncalar
birikip bana bir sırça saray yapacaksınız. Sırça saray
şu yüce dağın tepesinde olacak, dünyanın öteki ucun­
dan da gözükecek. Bu saray öylesine parlak olacak ki,
dünya onun şavkından gece bile ışıyacak; ortalık gün
hiç batmamış gibi olacak. İçine bin, iki bin, beş bin,
on bin fil girecek, ama bu saray çökmeyecek.»
«Biz küçücük kanncalanz,ı:ı diye sızıandılar karın-

20
calar. <<Ama çok çok küçüğüz. O kadar küçücüğüz ki,
bizi öteki hayvanlar yaratıktan bile saymazlar. Boyle
bir sarayı biz nasıl yapanz ki?iı
«Hem de bir yıl içinde yapacaksınız.»
<<Aman suıtanımız... ıı
,,Amanı zamanı yok, yapacaksınız.»
<<Görüyorsun işte, sultanımız, ne kadar zayıf, ne
kadar da küçücüğüz.»
Hep birden, hüdhüdün kanadında, filler suıtanına
durmadan yalvardılar, sızlandılar, acı gözyaşlan dök­
tüler ama, sultanın taş yüreğini yumuşatamadıla.r.
��oırnaz,ıı diye bağırdı filler sultanı, ııolil)az! !şte
bu olamaz. Ayıptır, bana böyle yakınıp yalvarmayın.
Sizin kanncalığınıza yakışmaz. Ben öğrendim, siz çok
güçlü yaratıklarmışsınız.»
u Ama böyle bir sarayı, bir yılda . . . ıı
<<Yaparsınız,» diye güldü sultan. ��Yapacaksınız.
Sizi bana söylediler, her biriniz ağırlığınızın üç, ·beş,
on mislini taşıyabilirmişsinlz.»
ıcDoğrudur suıtanımız ya .. . ıı

(<Yapacaksınız ... Karınca ulusu bu dünyada toprak


kadar çokmuş. . . ıı

«Çoktur sultanımız, ama bir yılda . . . ıı

Birden sonsuz bir öfkede kıpkırmızı kesildi sultan.


Uzun dişleri biribirini yedi, çatırdadı, bağırdı. Karınca­
lar bu sesten o kadar korktular ki, dünya başıanna "yı­
kıldı san$1ılar.
«Yapacaksınız, yapacaksınız! Siz yeryüzünün en
guçlü ulususunuz.n
«Yaparız, yaparız yapmasına ya,ıı diye hüdhüdün
kanadında titredi karıncalar. «Bir yılda, o da bir sırç.a
saray, kannca değil de insan olsak bile yapamayız. Ba-
·

ğışla bizi sultanıınız.»


«Yapacaksınız,n diye kıvançla söylendi filler sulta-

2li
nı. «Yapacaksınız, hem bana şu dağın donı�a bir sır­
ça saray -konduracaksınız, hem de sarayın ambarlannı.
kilerlerini balla, y�la, iksirle, türlü yiyeceklerle, ya­
şam suyuyla dolduracaksınız. Hem de, hem de bir yıl
içinde. ttstelik de bana, sultanımza dünyanın en büyük
elmasını, incisini, yakutunu, zümrüdünü getireceksiniz.
Hazineler isterim sizden, hazineler ... Siz bütün dünyada­
ki yer altlannı, oralardakl defineleri bilirsiniz. Sizin
işiniz, kentleriniz çoğunlukla yerin altındadır, ol sebep­
ten bana evrenin bütün altınlarını, definelerini getire­
ceksiniz.,
«Aman sultanıınız ...ıı
cc�anı zamanı yok,•> diye filler sultanı dinginle­
di. ccHiç bir şey dinlemem. Siz şu yeryüzünde soyu en
kalabalık yaratıksınız. Toprak kadar çoksunuz. Şu an­
lı şanlı hüdhüdler başı tanık olsun ki, eğer dediklerimi.
hemen yapmazsanız, hemen yapınağa başlaınazsanız,
hem de bir yıl içinde bu işleri bitimıezseniz, bu savaş
durmayacs.ktır. Mademki küçücük kanncalarsınız, ne
demeye saldırdınız koskocaman fillerin öz bir yurduna,
saldırdınız da yaktınız yıktınız yurdumuru? Dedikleri­
mi bir yıl içinde biltekmil edip bana teslim etmezseniz,
Allah da tanığım olsun ki, yeryüzünde, yer altında bir
tek kannca kalmayacak, şu dünyadan kannca soyu kal­
kacaktır. Fillerimin, askerlerimin kocaman ayaklan al­
tında ezileceksiniz, ezileceksiniz.ıı
Hüdhüd kuşunun sırtındaki kanncalar ağlaşma-
·

ğa başladılar :
ccBiz bütün bu işleri bir yıl içinde nasıl beceririz?ıı
diye zarileşmeğe başladılar.
cıYaparsınız, yaparsınız,n diye pekiştirdi sultan.
«Ağlamayı bırakın da hemen işe koyulun.ıı
Kanncalar söylediler, ulukepez aynı ağlamaklı ses­
le çevirdi onlann dediklerini.

22
<<Sultanırnız,» diyorlardı kanncalar, <<y\ice, haşmetll,
fehametli, kudretli, beşaretli, merhametli sultanımız,ı)
diyorlardı kanncalar, «hemen şu anda, bir dakika_bile
yitirmeden şu savaşı durdurmaz da, her bir filin bir ye­
re basmasında milyonlarca kanncanın ölmesinin önü­
ne geçmezsen, �raymı yapacak kannca değil, sinek bi­
le, kannca sin� bile bulamayacaksınız. Sen filler sava­
şını durdur da, biz gidip sorunu kanncalar kurultayın­
da tartışıp bir sonuca varalım. Eğer yapamayız dersek,
her şey sizin elinizde, savaşa yeniden başlar bizim he­
pimizi öldürürsünüz.ıı
«Olur,ı) dedi sultan, <<olur, savaşı hemen durduru­
yorum. Benim bir işçim, yani bir kanncam dünyaya be­
deldir. Amanın bir tek kanncam ölmesin! Bir kannca­
nın ayağına taş de�mesi benim yüreğimi paralar. Bun­
dan sonra bir tek kanncanın ölmesine göz yumamam.
Benim bir tek kanncama dokunanı ezerim. Kim, han­
gi yaratık benim kanncalanma dokunursa, ocakl9.rını
söndürürüm.�
Filler sultanı sevinçten dolup taşıyordu. :Artık u
kanncalar varken şu yeryüzünün altı da üstü de , . _

olmuştu. İçinden çok da hayıfianıyordu, neyiemiŞtı de


şimdiye kadar kanncalan akıl etmemişti, ah ah ah, df:.·
yordu. Şimdiye kadar görkemli saraylan olurdu, ellerini
ılıktan soğu�a vurmazlardı filler. Bir elleri ya�da, 'bir
elleri balda olurdu. Ambar ambar yiyecekleri, kasa ka­
sa altınlan, elmaslan, zümrütleri, yeşimleri, yakutlan
olurdu. Ah ah, aaah!
Telaş içinde hüdhüdlere bağırdı:
<<Çabuk ça�uk, haber götürün kanncalar ülkesini
yıkan fillere, çabuk, hemen dursunlar. Hemen dursun­
lar, hem de yaralı kanncalarm yaralannı sanlıa�a ·yar­
dım etsinler. Siz de yardım edin, yaralannı sann ka­
nncalanmızın. Benim bir kanncam dünyaya bedeldir.n

23
Kanncalar hep bir ağızia cikildediler :
«Aman sultanımız,» diye inlediler, -«aman padişa­
tumız, onlar bize yardım etmesinler, çekilsin gitsinler,
o bize yeter. Filler de yardım edeceğiz derken, bir ba­
sışta yüz binimizi öldürmesinler . Aman sulta nımız, yar­
dım edeceğiz diye bu filler bilmeden hepimizi öldürür­
ler. Hüd�üdler de bizi hep yerler.>>
Sultan:
<<Öyleyse filler, hiç bir şeye kanşmadan kannca­
ların ülkelerinden çekilip ormana gitsinler, orada kıç­
larını ağaçlara sürüp kaşısınlar. Ormanın da ağaçlan­
nı sökmesinler, o ormanı, aşağıdaki denizi, işçilertın
olan kanncalara verdim. Haydi çabuk hüdhüdler, yola
düşün.»
Hüdhüdler uçmuş, fii sultamndan uzaklaşmışlar­
·ken yeri göğü sarsan bir sesle irkildiler :
((Geriye dönün.»
Hüdhüdler sırtlarındaki kanncalarla hemen geri-
ye uçtular ..
cıKurultay hemen toplanacak, bana sonucu bu ak­
şama kadar uıaştıracaksınız. Burada kurultay sonucu­
nu bekliyorum. Haydi çabuk.>>
Hüdhüdler sırtıarındaki kanncalarla kannca ülke­
lerine geldiler, geldiler ki ne görsünler, tozdan d uman­
dan ne kentler görünüyor, ne filler, ne de yakınlardaki
ulu orman. Tozdan gökyüzü bile gözükmüyor. Yalnız or­
talığı sonsuz bir gürültü patırtıdır almış, gürültü patırtı
ta uzaklardan, denizin kıyısından, dünyanın öte�i ucun­
dan bile duyuluyor.
Hüdhüdler fillere sultanın buyruğunu bağırınağa
başladılar. Bağırdılar çağırdılar, toz duman içindeki fil­
lerin ta kulaklannın Içine girip seslerinin olanca gücüyle:
suıtanın buyruğunu onlara söylediler, kızgın tillere ge­
ne de fı.tç bir şey duyuramadılar. Şimdi ne yapacaklardı,

24
az bir süre daha geçerse kannca ülkelerinde ne bir di­
kili ağaç, ne bir ev, ne duvar, ne saray, ne de bir ambar
kalacaktı. Bir tek canlı yaratık da kalmayacaktı burada.
Hemen sultanın yanına yeniden uçtular, ona, ey
suıtanımı z, hal böyle böyle dediler. Sultandır telaşlandı,
sonsuz öfkelendi ve o öfkeyle, o iri gövdesiyle göğe sıçrayıp
bağırdı, bağırmasıyla dağlar,_ ovalar sallandı, dünya yan­
kılandı sesiyle, bu sesi duyan kızgın, savaşın, yağmanın
deli divaneye çevirdiği filler oldukian yerde dondular kal­
dılar.
Az bir süre sonra da dinginleşen sultan:
«Haydi gidin oraya, siz vanncaya kadar bir tek fil
yerinden kıpırdayamaz, vann dediklerimi onlara iletin,ı,
dedi.
Hüdhüd kuşları gene uçtular vardılar ül_ kelere. Gök­
yüzüne çıkmış tozlar dumanlar yavaş yava§. i�yor, fil­
ler tozlarm arkasından hayal ·meyal seçiliyorlardı. Kuş­
lar yukardan ağır ağır fillere indiler, suıtanın buyruğu-
. nu söylediler. Filler kan ter içinde kalmışlar, 'ıoza çarnu­
ra bulanmışlardı, hemen kannca ülket�rinden çekil-
t
diler.
Ülkeler inim inim inliyorlardı. Her fil ayağının al­
tınC:Ia ölü, yaralı bir kannca yumağı ... O güzelim kent­
ler yangın yerinden de beter. Oturulacak ne bir köre,
işlek ne bir yol kalnuş. Sanki bir dağı almışlar da bu ül­
kelerin üstüne fırlatıvermişler, dağ da burada, kentle­
rin üstünde un ufak olmuş. İşte durum tam böyleydi.
Ortalıkta da yaralıdan, ölüden başka hiç bir kannca gö­
zükmüyordu.
«Vah,» dedi kanncaların kanıyla: sınisıklam olmuş
ulukepez, ııvah, sağlam hiç bir kannca kalm9.mış. Kimi
ölü, kimi yaralı. Bitmiş o görkemli kanncalar ülkesi,
vah! Vah, vah karıncalara ki, vaaah! »
Öteki hüdhüd kuşlan da, bir zamanlar cennet öme-

25
ği olan bu kentin şu haline yandılar, gözlerinden sıcak
yaş akıttılar. Kentin bu yanmış yıkılmış halint kim görse
sıcak gözyaşlarını tutamaıdı.
Kuşlann sırtlarındaki kanlı kanncaların içlerinden
birisi, öfkeyle, acıyla konuştu :
«Alsın işte filler sultanı, görsün işte marifetini, kur­
dursun şimdi sarayını ölü karıncalara, toplatsın şimdi
dünyanın bütün hazinelerini, definelerlni ölü karıncala­
ra, tekmil�i öldürttüğü karıncalara. . . ıı dedi, kendini yu­
kardan � kaptı koyverdi.
Bu durumu gören kuşların üstündeki karıncalar
kendilerini tutarnayıp gözyaşlarını kanatıardan aşatı
yağmur gibi döktüler.
Az 8onra ortalık duruldu, toz duman yavaş yavaş
kalktı, kentler açıldı ki, amanallah, gözler görrneğe da­
yanamaz. Hüdhüdlerin sırtlannda bu yıkılmış yakılmış,
ezilmiş ülkeyi gören kanncaıar:
«Bir şey yapmalı, bir şey yapmalı, bu fillere bir şey
yapmalı,ıı diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Ama
kanncacıklar o koskocaman fillere ne yapabilirlerdi ki?
Hqdhüd kuşlan, kanncalar ülkesinin üstünde uç­
maktan, bu korkunç yıkımı görmekten yoruldular, sırt­
lanndaki kanncalarla dinlenmek için ormana uçtular,
ülkede hiç bir kannca kalmamıştı, vanp filler sultanına
ne diyeceklerdi, ormanda kanncalarla kuşlar başbaşa
verip hem dinlenmeli, hem düşünmeliydiler. . . Sultanın
hışmından nasıl kurtulacaklardı? Karıncalann soylan­
nın tükendiğini, ülkede hiç bir kannca kalmadığını du­
yan sultanın elinden ne hüdhüdler, ne sırtlanndaki ka­
nncalar kurtulabilirlerdi. Böyle düşünerek, korku için­
de ormana doğru yol aldılar, bir de ormana yaklaştılar
ki ne görsünler, ormanın bir yanı kapkara, bir yanı san,
bir yanı kipkı rmızı olmuş. Bu n edir ki, derken orma.na
vardılar, amanallah, ormanın her ağacına tepeden tır-

26
nağa kanncalar sıvanmışlar. . . Korkulanndan öylesine
bir yapşnışlar ki ağaçlara, kabuk gibi sert sıvanmışlar.
Onnanın kararan yerine kara kanncalar, sararan yerine
sanlar, mor mor tüten yere morlar, kıpkızıl kesmiş yer­
lere de kırmızı .kanncalar çokuşmuşlar. Orman parça
parça, renk renk olmuş, hiç ye.şili gözükmüyor. Atlı ka­
nncalarsa ince uzun bacaklan üstünde yaylanarak, tek­
mil ağaçlara durmadan inip çıkıyor, koşturuyorlardı,
boşu boşuna . . . Orman, orman değildi artık, kıvıl kıvıl
dev bir kanncalar yumağıydı. Yeryüzü, gökyüzü kann­
eaya kesmiş, iğne atsan kanncadan yere düşmeyecekti.
Bütün dünya bir kıvıltının hışmındaydı. Milyarlarca:
göz, bir ışıltının öfkesinde, acısında ipileşiyor, milyarlar­
ca ışık hep birden çakıp, hep birden sönüyordu. Bacak­
lar, kuyruklar, gövdeler &taç gövdelertnde, dallarda yap­
raklarJa biribirierine kanşmış kaynaşıyorlardı.
Koskocaman orman kan, inilti içinde kalmış uğul­
duyordu. Orman orman oldu olalı böylesi bir kıvıltıyı,
liengameyi görmemişti.
Kuşlar, böcekler, yılanlar, çiyanlar, tilkiler1 kurtlar,
ormandaki tüm yaratıklar da kanncalar ormana girtn­
ce bir yangının önünden kaçar gibi kaçmışlardı oradan.
Şimdi ormanda kanncalardan başka hiç bir yaratık so­
luk almıyordu.
Hüdhüdlerin sırtlanndaki kanncalar, aşağıda bir
deniz gibi çalkanan, kaynaşan kanncalara baktılar, bu
dünyada, şu bizim ülkemizde sandığımızdan da daha
çok kannca varmış, diye düşündüler. Onlar şu yanmış
yakılmış ülkeyi, ülkedeki ölü, yaralı kanncalan görün­
ce dünyada hiç bir kannca kalmamış sanmışlardı. Oy­
saki b�lki ölülerin; yaralllann bin misli, on bin misJi
kannca ülkelerden kaçmış ormana sığınmıştı.
Hüdhüdlerin kanadından sevinçle seslendiler ka­
rıncalara :

27 .
((Sava§ durdu,ıı diye bağırdılar. <<Filler . bizi öldür­
mekten vazgeçtiler.n
Kuşlann kanatlanndan daha da güzel, coşturucu,
sevinçli, kanatlı sözler söylediler ormandaki kanncala­
ra. Sonra da:
<<Şöyle, hepimiz ormamn ortasına toplanalım, ko­
nuşacaklanmız var. Fillerin bizi �ldürmelerini, ülkeleri­
mizi yakıp yıkmalanm sultan şimdilik durdurdu. Bize
ağır koşullan var, eğer yerine getirmezsek, yeryüzünde
hiç bir karınca kalmayacak, soyu kuruyacak k.annca­
lann.ı>
Kanncalann sevinç leri kursaktannda kalıp or:rnar
nın ortasındaki bir ova kadar geniş alana toplandılar.
Kuşlann sırtlanndaki kanncalar yerlerinden inme­
yerek, hem de alanda kaynaşan kannca denizinin üstün­
de dolaşarak filler sultanının isteklerini söylediler. Uzun
bir süre alandaki hiç bir canlı yerinden kıpırdayamaclı .
Ortalık sessizlikten çın çın ötüyordu.
ı<Evet,ıı dediler alamn üstünde dolaşan kanncalar, ·

<•ne diyorsunuz?n
Hiç bir kannca başını kaldınp .da onlann sorularına
bir karşılık veremiyordu. öteki kanncalarsa hüdhüd kuş­
lannın nakışlı kanatlan üstünde alam dolaşarak dur­
madan soruyorlardı, <<ne, diyorsunuz, ne diyorsunuz?»
Birden karınca denizi sallandı, ortalığı bir gürültü,
bir patırtı aldı. Gürültü öylesineydi ki !iller sultam bile
bu gök patlaması gibi gürüıtüyü oturduğu yerden duyup
kulak kabarttı.
Epeyi bir süre önce karıncalar ülkesinden sultanın
yanına gelmiş bulunan filler komutam :
"Sultanım,ıı dedi, ukanncalar hep bir araya gelmiş­
l er, o� anın içinde tartışıyorlar, bu gürültü odur.»
Sultan güld ü :
uTartışsınlar bakalım, sonunda benim sarayı ya-

28
pacaklar, istediklerimi de yerine getirecekler. Daha da,
daha da çok şey yaptıracağım onlara,» diye sevindi.
Karıncalar da orada, onnanın ortasındaki alanda·
yemeden, içmeden, uyumadan üç gün üç gece tartıştı­
lar, konuyu didik didik ettiler. Hiç bir umarlan olma­
dığını anladılar, ya sultanın dediklerini yerine getire­
cekler, ya da toptan öldürüleceklerdi. Filler güçlüydü,
büyüktü, bir tek fil belki milyarlarca karınca büyüklü'­
ğündeydi. Onlara nasıl karşı çıkabilirler, �ıl istekleri-
ni yerine getirmeyebilirlerd i l · -

;
Yalnız tuhaf kılıklı bir k rtıma birkaç sözü diline
pelesenk etmişti, sorup duruyordu:
<<Hiç bir umanmız, hiç bir, hiç bir umahmız yok
mu? Fillere k�rşı savaşacak hiç bir gücümüz yok mu?>>
Ulu alandaki kanncalar denizi susuyor, kaynaşma­
yı, dalgalanmayı durduruyor düşünüyor, düşünüyor,
sonra da hep bir ağızdan bağınyorlardı :
«Hiç bir umanmız yok, hiç bir umanmız yok . . . »

Filler sultanı sevinçle, kanncaların bu umutsuzluk


çığlığını da quyuyordu.
�ar kılıklı kannca sonunda kuşun kanadından
aşağıya seslendi :
«Kardeşler,ı> dedi, «bu iş bizim başımıza nasıl olsa
gelecekti. Biz uzun yıllar çalışkanlığımız, mutıuluğumuz,
mutlu ülkelerimizle ö�ünmekten başka bir şey yapma­
dık. Böyle mutlu yaşarken, başımıza gelecek böyle bir
bela için hiç bir önlem dll§ürunedik. Oysaki çok vaktimiz
oldu, yan gelip yattığımız günler oldu, başımıza gelecek
belalara karşı önlemler dܧünebillrdik, sellere, yağmur­
lara, dolulara, karlara, depremiere karşı nasıl önlemler
düşünmüşsek, riliere karşı da bir . umannı bulabilirdik,
olmadı , işte köle, tşte tutsak olduk.»
«Tutsak olduk,» diye iniedi koskoca alan.

29
·'
•Bundan böyle dünyanın sonuna kadar tu� ola-
·

catız fillerin."
ıcBundan böyle biz çaiışac$, fillere verec�z.»
ccBundan böyle saraylar, tapmaklar, gömüt anıtlar
yapaca�z flllere.n
•Bundan böyle inciler, elmaslar, yakutıar, yeşimler.
zümrütler taşıyacağız fillere . . . ıı
•Bundan böyle bütün yeryüzünün, yeraltının ha:­
zinelP-rini, detinelerini taşıyacatız fillere.•
ıcBunda...rı böyle kuş sütü bile eksik olmayacak sofra-
sından fillerin . »
· ·

. .

ccBiz ka.zanaca� onlar yiyecek.»


ccBiz çalışıp Y<'ksUl olaca�ız, onlar yan gelip yatacak;
zengin olacaklar.»
Uzun, umutsuz bir �t. buradan taaa dünyanın öte­
ki ucuna kadar yayılıyordu dalga. �lga . . .
«Ölmek bundan daha iyi,» diye bağırdı bir bölük
·

karmca.
«Bunun bir uman olmalı,, diye inatla diretti tuhaf
kılıklı karınca.
«Hiç bir umanmız yok,» diye batırdı kanncalar de­
nizi. •Bak kendine, bak kılığına kıyafetinc. :i3ak �uman
olm11ş haline . . HJ� gönn�in Il'J k�ndini sen, tepeden
.

tırna�a kan içindesin.n


«üç bacağımı, bıyıklanmı, sakalımı birden kopar�
dı filler,» dedi tuhaf kllı�lı kannca.
utn �ğı da senir. yaranı sarayım,ıı dedi atlı kann­
caların en yaşlısı. «Tuhaf kannca, bana öyle geliyor ki,
sen bize gerekli olacaksın sonunda. İn de yaranı iyi
edeyim.»
Ulukepez onu hemen aşağı indirdi:
« Alın,ıı dedi, «şu akıllı kanncanızı da ne yaparsa­
nız yapın ama, sultana gidip de hemen haber vermez-

30
sek şu ormanı baştan ayağa yakar da, dünyada bir tek
kannca koymaz, elinizi çabuk tutun.•
Yaşlı, atlı kannca tuhaf kılıkiının kopmuş ayakla­
nnın yerini merhemledikten sonra kulağına e�ildl :
((Ey tuhaf karınca, sen kimsln?ıı diye sordu.
«Ben,)) dedi tuhaf kannca, ürküntüyle sa�ına solu·
na bakındı, ııben kırmızı sakalın çıra�ıyım, en akıllımız,
en yi�idimiz odur.ıı
«0 nerede?)) diye coşkuyla sordu atlı kannca.
«0 kaçtı,)) dedi tuhaf kannca. «Ölmedi. Kuşun ka­
nadındaydı, oradan aşa�ıya atladı da kaçtı saklandı, öl­
medi.ıı
«İyi,ıı dedi atlı kannca . . . ((İyi. Kırmızı sakal yaşasın
da . . . O bize gerek olacak. O benim arkada&rmdır. O yer­
yüzüne gelmiş en büyük, en usta demircidir. O öyle bir
demireldir ki, demirden karınca yapar da, sonra da o
yaptığı kanncaya can verir. Sonra o hem de yeryüzüne
gei.ıniş 'en yürekli, akıllı, sevgi dolu, dost bir kişidir. O
olmasa biz bu sarayı, anıtlan, gömütleri, ambarlan na­
E!l yapar, yıkılmış · ülkelerimizl onun aklı, bilgisi olma-
·

dan nasıl onannz? İyi ki ölmedi. ))


•Öl::nedi,ıı dedi tuhaf r.ılıklı �nnnca. ((Ah,ıı dedi son­
ra da, •Aaah, nasıl düşünmedik başıi:".ıza gelecek bu til
belasını, kırmızı sakal nasıl düşünmedi? Şimdi ne ya­
paa$z? »
«Ne y�pacP �z?ı. dedi atlı kannca.
Tuhaf - kılıklı kannca yayma basılmış gibi birden
ayağa fırladı, kopmuş aya�na P.ldırıru:.dan sıçradı hüd­
hüd kuşunun kanadına bindi, telekle:re bir iyice ya­
pıştı :
«Aman çabuk olalım hüdhüd kardeş neredeyse ka­
ranlık kavuşacak, amanın ha, bir daha kızdınrsak fil­
ler sultam ,ı, yeryüzünde hiç bir kannca bırakmaz, kö­
kümüzü k�er, soyumuzu kurutur. Çabuk yetişelim de

31
anun isteklerini yerine getireceğimizi söyleyelim. Söy­
leyelim de şu fillerini, şu somut yıkimlan ülkemizden
hemen çeksin.ıı .
Onun bu sözleri üstüne hüdhüdler havalandılar, az
· sonra da filler sultanının yanına vardılar.
Tuhaf kılıklı .karınca söz aldı:
«Sultanımız,» dedi, cısana muştuların en güzelini ge­
tirdim, kanncalar sana dünyanın şimdiye kadar görme­
diği bir saray yapacaklar. Başka da ne istersen hepsi y�­
rine getirilecek. Senin tebalığını kabul ettik. Senin te­
ban olmak kannca ulusu için onurdur.ıı .
Filler sultanı göbeğini tuta tuta sevincinden bir gül­
dü, bir güldü, gülmesinden dağlar, ormanlar, kannca­
lar ülkesi uzun bir süre sallandı.
C<Sen kimsin,ıı diye sordu tuhaf kılıklıya. <eSen kim­
sin ki, ey akıllı elçi, sen kimsin ki? Sen öyle akıllı bir
elçisin ki, eğer bu kadar küçük olmasaydin da sana elim
ul�abilseydi senin omuzlarını
· okşar, seni kutsardım.
Sana armağanlar vermek, seni yüceltmek, seni onurlan­
dırmak, seni bir fil yapmak isterdim. ıı
Tuhaf kılıklı kannca:
<cBana tuhaf kannca derler,ıı dedi. C<İşte öyle bir ka-.
rıncayım, hiç bir özelliğim yok.ı�
·· «Tuhaf,» dedi filler sultanı.
ccYaaa, tuhaf,ıı diye gülerek karşılık verdi tuhaf
karınca. ccHerkes bana tuhaf karınca diye söyler deme�
miş miydim az önce, sultanımız?ıı
Gene:
<<Tuhaf,ıı diye söylendi filler sultanı. ccHiç bir özel­
liğin yok mu senin?ıı
((Yok,» dedi tuhaf kannca. «Tuhaflıktan başka.»
((!şte buna çok sevindim,» dedi filler sultanı. «De­
mek, yeni tebalanm olan kanncalann hiç özelliği olma­
yanı sensin . . . Ya özelliği olanlan kim?ıı ·

32
ccSağolasın, varolasın,» dedi tuhaf karmca. «Benim
bir tek özelllğim var, o da tuhaflığım, sultanımız.»
Filler sultanı azıcık düşündükten sonra:
<;Bundan böyle kan�calarla aramda elçi sen ola­
caksın,» diye buyurdu ona.
«Yapamam,n dedi tuhaf karmca, «yapamam sulta­
nımız. Ben sakat bir kanncayım, hem de çok yaşlı. Bun­
dan sonra artık yerimden kalkamam.»
«Neyin var, neren sakat, ne oldu sana?>> diye sordu
'
filler suıtanı.
«Filler ülkemizi yıkarlarken, benim de ayaklanını
kopardıla.İ' kökünden, sultanıınrz. Atlı kannca yarala­
nını az önce sardı da, kan yitirmem durdu da şimdilik
ölümden kurtuldum.>>
«Vah vah, vaaah, buna çok üzüldüm,» dedi filler
-
sultanı. «Öyleyse sen kendi yerine, senin gibi dirayetli,
akıllı bir kannca bulacaksın. Neden ki dersen, ben bir
yanlışlık yüzünden yeryüzündeki tekmil kanncalan öl­
dürmek istemiyorum. Kanncalar bundan böyle bizim
gözbebeğimizdir. Biz filler kannca sevgisiyle dolu bir
uıusuz. Karıncalar artık · bizim gözümüzün bebeğidir.
Allah bize yardım etti de biz bu karinealan bulduk. Bun­
dan sonra bu dünyada bizlere yok yok. İşte bu yüzden .
sayın tuhaf karınca, bana akıll� bir kannca bulacaksın
ki, elçilik ödevini bilerek yerine getire.ı>
«Başüstüne suıtanım,ıı dedi tuhaf kannca, daha tu­
haflaşarak. <<Allahaısmarladık sultanımız.ıı
Sultan:
«Güle güle akıllı kannca kardeşim,» dedi ona. «Çok
da tuhafsın ama . . Güle güle git kanncalar aslanı. Ka­
.

nncalara da söyle ki, yarından tezi yok hemen sarayımın.


yapıroma başlasınlar. Ben bundan böyle sırça saraysız
edemem. Ben bundan böyle dünyanın en iri yaratıklan

FS/03 33
fi llerin sultanı oldu� kadar, dünyanın en kalabahk
ulusu kanncalann da sultaruyım.ıı
Hemen arka ayaklan üstüne dikildi, ön ayaklannı,
nartumunu saliayarak konuşmasını böyle sürdürdü:
ıcSoylu kanncalann, büyük kanncalann, iri kann­
calann sultanlan hiç saraysız olur mu?ıı
Bütün yaratıklar oriun sesine irkildiler. O da ko-
nuştu konuştu, ba�ırdı, sevindi.
ııSoylu kanncalaaaar . . . ıı

öteki filler de· hep bir ağızdan ba�rdılar:


ııSoylu, güzel karıncalaaaaar . . . ıı

Fillerin sevinç naralan dünyayı çınlatırken tuhaf


kılıklı kannca hüdhüd kuşunun kanadında kanncalar
ülkesine geldi, geldi ki ne görsün, kanncalar hemen işe
koyulmuşlar ülkeyi onanp dururlar.
Ulukepez geldi demirciler çarşısının önüne kondu,
a�r a�ır kuşun kanadından aşağı indi tufıaf k.ılıklı ka­
nnca, arkasından da öteki kanncalar yere ayak bastı­
lar. Onlar topra�a ayak basar basmaz kentteki karınca.:
lar yörelerini alıp:
«Ne var ne yok? Ne haber, ey tuhaf kaıdeş?» Umut­
la, merakla sordular.
Tuhaf kannca:
«Ne olacak,» diye karşılık verdi. ••Biz öldük, karınca
ulusu bitti artık. Tarih boyunca t_utsak olmamış ulusu­
muz, f111erin tutsağı oldu. Köle olduk, köle. Aklım, yü­
re�m diyor ki bana, ke.'jki filler sultanının koşullanru
kabul etmeseydik, diyor . . . Etmeseydik de filler hepimizi
öldürseydi. Artık kıyamete kadar tutsak, köle_ y�ya­
ca�z. Kırmızı sakallı karınca da yolt artık.,Kuşun kana­
dından atıadı da başını aldı gitti. Belki de ölmüştür. Bel­
ki de tutsaklığa dayanarnayıp kahnndan kendini öldür-:
müştür.»

34
«Kırmızı sakalll ölmemiştir,)) diye b�rdı)ar nep bir
a�zdan kanncalar.
•O ölmez.»
ııtnşallah,ıı diyen tuhaf kannca daha da tuhafiaş­
tı. cKıyamete kadar fillerin kölesi olarak yaşamak . . .
Böylesi yaşam yaşama�a de�er mi?ıı
•De�er, yaşamak her şeye değer,» dediler kannca­
lar. «Ölüm umutsuzluktur, oysaki en kötü yaşamda bt­
le her gün umut güneş çiçe� gibi açar.»
«Dünya tatlı,» dedi en yaşlı k.annca. «'I'ulia.! kann­
ca, tuhaf kannca,n dedi sonra da . . . «Bak, üç ayağın ,
sakalın, bıyı�, bir gözün, kula�. burnun, he şeyin
kopmuş, dımdızlak kalmışsın ortada, sen kendini niçin
öldürmüyorsun? Yaşamak tatlı değil mi, tuhaf oğlu
tuhaf kannca? Umuts� köpek. O umutsuzlu� sana
filler mi ö�retti? ıı
«Ben diyorum ki,ıı diye gürledi tuhaf kannca, «tut­
saklık ölümden zordur, diyorum. Sizse bana çatıyorsu­
nuz. Umutsuzluk bunun neresinde?ıı
•Umutsuzluk ölmekte,ıı dedi yaşlı kannca . . . ııÖldü­
rece�nlize kendimizi, savaşa savaşa. ölürüz.n ·
«Ben de bunu diyorum işte,» dedi tuhaf kannca.
ııFillerden kurtulmanın bir umannı bulmalıyız öyley-
.se.ıı
•Dur hele, sabırlı ol,ıı dedi yaşlı ka.nnca,
«Fillerin elinden kurtulmanın ne gibi bir uman
olurmuş?» diye homurdandılar bütün ka.nncalar.
«<Bir umar aramak, toptan öl m ekt en daha iyidir,,
dedi yaşlı kannca. «Fillerin elinden ben de kurtulabll­
menln bir umanru göremiyorum ama . . » .

«Olmalı,» dlye bağırdı genç bir ka.nnca. ı·Elbet bir


yolu olacak, olmalı, layarnete kadar kannca ulusu fille­
rin de olsa tutsağı ol.ma.malı, olamaz.»
« Olamaz ! ıı diye ba.lPrclı tepeden tlma�a bütün ili-
k !:�r.
35
«Durun, uşul usul, böyle bağırmayın,» dedi tuhaf
kannca ürkerek.
«BU sözlerimizi filler bir duyarlarsa . . »
.

cc Fillerin kulakları sağır, bizim seslertmlzi · duymaz­

lar,» diye bağırdı bütün ülke.


«Hüdhüd kuşları onlara söylerler,» diye kanncalan
uyardı tuhaf kannca. cıHüdhüdler buyruğuna girdiler
fillerin. Ne konuştuğumuzu hiç kimse duymamalı . . • .

cıDuymamalı,ıı diye bağırdı tekmil ülkelerdeki ka­


nncalar.
«Kurtuluşa kadar, kurtuiuşa kadar, kurtuluşa ka­
dar . . . » diye biribirlerinin kulağına söylediler bütün ka­
nncalar. Bir anda, cıkurtuluşa kadar» sözleri bütün ü1-
kelerl dolandı tuhaf kanncaya geri geldi.
Tuhaf karıncayla filler sultanından gelmiş öteki
kanncalar hemen kenti onarmakta olan öteki arkadaş­
Ianna yardıma koştular.
Kırk gün kırk gecede, uğraşıp çalışarak başkenti
onardılar. Sonra da tüm ülkenin onanmına geçtiler. Az
bir sürede ülke de onarıldı. Bir yandan• da flller sulta­
nının sarayı yükseliyordu, ulu dağın doruğunda. öteki
yıkılmış ülkeler de yaralanru sardılar bir süre sonra . . .
Ve kanncalar durmadan fillerden kurtulmanın yol­
lannı araştınyorlar. burada söylenen akıllı bir söz bir
anda fısıltı halinde, bütün ülkeleri dolaşıp. geri geli­
yordu.
Filler çok büyük, kanncalar çok küçüktü. Ama ne
kadar, ne kadar da küçücüktüler . ..
. Filler çok büyüktü ama, kıyamete kadar da böyle
tutsak, böyle fillere kul olaraktan çalışama.zdı ya kann­
calar ulusu! Bunun b�r sonu olmalıydı, olacaktı.
Ne zaman bir yılgınlık, bir umutsuzluk çökse kann­
calann üstüne, heme n anındS:, ona karşı bir umut sözü
bi r ışık gibi yayılıyordu kannc� iHkelerine .. . Ekmeksiz,

36
susuz, havasız y�yabilirlerdi de karıncalar, umutsuz
yaşayaınazlardı.
Ve bunun için de bu beladan kurtulmak için de ye­
diden yetmışe kadar tekmil karıncalar ülkesi düşünü­
yordu. Biliyorlardı ki, akıl akıldan üstündür ta göğe ka­
dar.
Fill er çok güçlü yaratıklardır, ama akıl onlardan
da çok daha güçlüdür. Küçük kanncalann aklı, büyük
tannsal filleri yenebHmeliydi.

37
Filler Sultanının hüdh üdlerle
anlaşıp karıncaları yönetme
yöntemleri bulduklarıdır.

Filler sultanı hüdhüd kuşlannın başı ulukepezi ça-


.
ğırdı:
«Buyur gel şu yanımdaki dala kon hüdhüdler başı,»
dedi. «Seninle görülecek bir işim var, ulukepez karde­
§im.ıı
((Her ne işin varsa başım üstüne,ıı diyerekten hü"ct­
hüdler başı geldi filler sultanının burnunun ucundaki
dala kondu .
. ((Benim buyruğuma gireceksiniz biltekmil· hüdhüd
kuşlan,ı) dedi filler sultanı. <(BUndan sonra artık gün­
lerce bir sinek, bir böcek, bir an ardında uçmak yok. Ka­
nncale.r ne kadar sinek, böcek, an, sizin seveceğiniz
yiyecek toplarsa hepsi sizin. Hüdhüd ulusu da bundan
böyle, onLar da filler gibi yan gelip yatacaklar.ıı
Daldaki hüdhüd kuşlannın başı ulukepez sevincin­
den ne yapacağını bilemeyip coştu:
((Her ne buyruğun varsa başım üstüne. Sen yeter
ki emret sultarum,» diye şakıdı.
(<Şimdi, önce gidecek, sana bağlı ne kadar hüdhüd
kuşu varsa şu dünyada alıp getireceksin. Şu ormanı, şu
ilerdeki ulu mağarayı size verdim. O ormana, bu mağa-

38
raya sizden başka kimseyi sokmayacaksınız. Eğer yur­
dunuza bir kartal, şahin, doğan, kel kafalı akbaba gire­
cek olursa, beni göst�rirsiniz, korkarlar, bir daha da uğ­
ramazlar. n
'
ccAllah ne muradın varsa versin, haşmetpenan.ıı
«Muradım şu ki karıncalar içinde bana bağlı bir
kanncalar soyu bulacaksın, o kanncalar bana öylesine
bağlı olacaklar ki benim öl dediğim yerde ölecekler, kal
dediğim yerde kalacakLar. Bir de öylesine ·öteki kannca­
lara düşman olacaklar ki, gözlerinin önünde tekmil ka­
rıncalar ulusunu ezsem, oh diyecekler. Bir de bize bağlı
çok kannca bulacağız, her tür karıncadan.»
«Olur,ıı dedi hüdhüdler başı, C<münasiptir, buyruğun
baş stüne. ıı
u
<<Bütün h tidhüd ulusunu benim ve hem de fil ulu­
sunun propagandacı başısı yaptım. Dünyada bundan
haşka hiç bir işiniz yok. Bana tez günde kırmızı sakal­
lı karıncadan da haber getireceksinlz, ölüsünden, dirisin­
den . . . Bir de çalışmayanlan, fillere düşman olanlan,
başkaldıranlan saptayacaksınız. Başkaldıran kanncayı
önce satın alacağız, satın alamazsak derhal öldüreceğiz
işkencelerle . . . Haydi şimdi uç git, önc e git, bak bakalım,
kanncalar ne yapıyorlar, bana haber ver. Bundan böyle
her gün ilk işin bana kann calann durumlannı bildir­
mek olacak. Ondan sonra da karıncalar ülkesine baştan
başa adamlanmız olan karıncalan salacaksın. Adamla­
nmız yer aıtında yer üstünde, havada denizde hep kır­
mızı sakallıyı arayacak. Bu kırmızı sakallıdan korkuyo­
rum. Öyle bir oyun oynamalıyız ki kanncalara, kırmızı
sakallıyı kendi elleriyle yakalayıp bize getireler, ölüsü­
·

nü, ya da dirisini . . . Evet kırmızı sakalın ölüsünü, ya da


dirisini isterim. Bütün dünya bilsin ki kırmızı sakalın
ö lüsü ya da dirisi bulunmadan ben rahat etmeyeceğim,
hem de kannesiann ülkelerini rahat ettirmeyece�
Aniadın mı?»
uAnlsdını sultan.ımız,» diye öttü hüdhüd.
cıKarınca ülkelerinde bizden yana olanlarla. bir ör­
güt kurmak, günü gününe kannesiardan haber almak,
karıncalann soluklannı bile dinlemek en can alıcı bir iş­
tir. Her işin başı budur. Bu içten örgütleme, çürütme
işini ele alırsak, insanlar buna beyin yıkama diyorlar,
kanncalann beyinlerini yıkayabilirsek, onlara kannca­
lıklannı unutturabillrsek, her şeyi kazandık .demektir.
Bu düzen kıyamete kadar sürer, siz de biz de kann­
caların �ırtından, onlann alınterleriyl e cennet bir dün-
·

ya yaşanz, değil mi?»


ııDoğrudur sultanımız.»
ııBeni şimdi iyi dinle . . . n

« Başüstüne haşmetpenah! ıı
<<Sömürücü sözcüğünün ne olduğunu biliyor mu­
sun?»
«Biliyorum suıtanımız.»
ıcİşte bu sözcük sözlüklerden silinecek, hiç bir ka­
nnca bu sözcüğü ağzına alamayacak. Bizim getirdiği­
miz yeni düzen, yüz bin yıldır kannca uluslannın can
atıp da erişemedJkleri bir düzendir. Biz onlara bütün
yaratıklarm yüz binlerce yıl özleyip de kavuşamadıklan
özgürlük düzenini armağan eyledik. Bundan sonra yer­
yüzünün bütün karıncaları, bütün filler!, hüdhüdleri, bü­
tün yaratıkları özgürlük içinde yaşayacaklardır.»
ccSultanımız yüzünden yaşayacaklardır, yaşayaca­
ğız,n diye dalda şakıdı hüdhüdler başı ulukep z.
ıcHer işin başı özgürlük. Bundan böyle kıyamete ka­
dar bütün yaratıklar özgürlük içinde y y ca�z. Öz­
gürlük, yalnız be yalnız özgürlük için
ceğiz.» .

40
Hüdhüdler başı kanatlarını çırparak, «özgürlük,ıı
diye şakıdı.
«Özgürlük,>> diye gürledi filler sultanı. Dağlar, ova­
lar, ormanlar sallandı, dünya, «özgürlük, özgürlük,>> di­
ye yankılandı.
«Sömürü sözcüğünü her kim ki ağzına alırsa, he­
men, derhal öldürülecektir. Yanlışlıkla bile ağzına alsa
bir karınca sömürü sözcüğünü derhal öldürülecektir.
Bizzat sen öldüreceksin sömürü sözcüğünü söyleyeni .>>
((Ben öldüreceğim.n
ııSömürü yok.n
uSömürü alçaklıktır.»
<< Özgürlük var.ıı
tıYalnıZ be yalnız özgürlük var sulta nımız.ıı
"Özgürlük var. . . Haydi yolun açık olsun. Kırmızı
sakallıyı hiç aklından çıkarma ı »
((Unutmam.»
{(Haydi uç ! ))
Ulukepşz uçtu, doğru hüdhüdler ülkesine, yuvalan­
na gitti. Bütün hüdhüdler bir araya gelmişler onu bek­
liyorlardı. Mustuyu alınca binlerce kanat sevinçle ha­
valanıp şakırdadılar, hemen filler sultanının onlara ar­
mağan ettiği ormana uçtular, ormanın eski kuşlannı
yerlerinden atıp · yuvalarına yerleştller. Bazı kuşlar hüd­
hüdlere karşı koyacak oldu, ötekiler onlara hemen filleri
gösterdiler. Filleri gören kuşlann bu alametlerden ödleri
koptu, hemen ormanı bırakıp kaçtılar.
Hüdhüdler sessiz sızııtısız ormandaki yuvalara ra­
hatça yerleştiler. Oysa eskiden öteki kuşlann korkusun­
dan bu ormana yaklaşamıyorlardı bile. Eski bulunduk­
lan kıraç çalılıklardan çıkamıyorlardı, kovduklan kuş­
ların biriktirdikleri yiyeceklere de kondular.
Hüdhüdler başı bundan sonra kannca ülkelerine
uçtu. Yollar boyunca dağlara doğru çekilen kapkara, kıp-

41
kırmızı, sapsarı karınca katarlan gördü. Yönünü kann­
ca ülkelerinden çevirip filler sultanının sarayının kuru­
lacağı yere vardı. Karıncalar temelden bir karış kadar
.yükseltmişlerdi sırça duvarı, orada onların gücüne hay­
ran kaldı. Bu karınca ulusunda bu güç, bu çaba, bu
çalışkanlık varken bunlardan korkul urdu. Filler sulta­
nının hakkı vardı, bu karıncalar bir gün ne yapıp, ney­
leyip fillerin tutsaklığından kurtulacaklardı. Sömürü­
·
den . . . di yecekti. Biliyord u ki artık sömürü sözcüğünü
düşünemezdi bile . . .
mukepez çok yaşlı bir kuştu. Alacalı kanatlarının,
tupturuncu kepezi nin tüyleri seyrelmişti . Gözleri de kü­
çülmüştü ya, ferini yitirmemişti. Hüdhüdler başı oldu­
ğundan beri yumurtadan çıktığından bu yana işi gücü
düşünmek olmuştu. Gökler boyunca hüdhüd soyunu ko­
rumak i ç in durmadan düşünmüş, şimdi de yeryüzünün
tekmil yaratıklarını tutsak kılmak isteyen fillere yanaş­
mıştı. Fillerin çağıydı b u çağ. Yeryüzünü baskılan altı­
na alacaklar, tekmil yeryüzünü, kannca, kuş, ağaç, bör­
tu böcek, çiçek, insan sömüreceklerdi. Bunun için de
önce beyinleri, duyguları, toprağı, suyu, bedenleri yoz­
laştıracaklardı. Filler sultanı çok akıllı gidiyordu, iyi dü­
şünüyordu. Ona yardım etmeliydi. önce kanncalan on
beş, yirmi, kırk, bin parçaya bölmeli, sonra da bu her
bölüğü ötekine can düş manı etmeliydi. Bölünmüş ka­
nncalar, hiç bir zaman bir güç olamazlar, sonuna ka-
·

dar da tutsak kalırlardı.


Sonra kanncalar ü lkesine uçtu hüdhüdler başı ulu­
kepez. Kentin ortasına inip kanncalarm ileri gelenlerini
başına toplad ı :
. «Bakın,ıı dedi, ((arkadaşlar, size elimden gelen yar­
dımı yapıyorum. Eğer ben olmasaydım, sizleri sırtıma
bindirip filler s_u ltanına, o yüce kişiye, o dünyanın en
güçlü yaratı�ına, var edene, yok edene götünneseydim,
şimdiye kadar yeryüzünde bir tek karınca kalır mıydı,
kannca soyu yeryüzünden silinmez miydi? Ne olacak,
koca bir kannca ulusunun canının bağışlanması karşı­
lığında bir saray yapıyorsunuz, birazcık da yiyecek taşı­
yorsunuz fillerin ambarlarma. Bu da iş ml, canınızı ba­
�ladı ya var eden, yok eden filler sultani . . . Çok şükür
filler sultanına . . . •ı
Hep bir ağızdan :
((Çok şükür filler sultanına,n dediler.
<ıVar eden k i , kalıreden ki odur. ıı
ııOdur,ıı dediler gene hep bir ağızdan kanncalar.
İçlerinde sanca kanncalann ileri gelenlerinden de
vardı. Bakışlan kurnaz, cin fikirli ve hayındı. Hüdhüd­
lerin başı hiç bir kanncaya belli etmeden onlara bir işa­
ret çaktı. Sanca kanncalar her şeyi anladılar, sevinçle­
rinden etekleri zil çaldı.
Kanncalar:
((Söyle,ıı dediler, ((sö.yle sultana ki, bir yıl içinde sa­
rayı bitirilecektir. Canımızı bağışladığı için onun sara­
yı bütün yeryüzündeki en büyük saray, en görkemli sa­
ray olacaktır. Onun sarayı doğan güne, doğan aya, siz
doğmayın, çünkü yeryüzüne ben doğdum, diyecektir.ıı
Kanncalar yıkılan ülkelerini onarmışlar, yaraWarı­
nın yaralarını sannışlar, neredeyse düzenleri eski hali­
ne gelmişti. Eski mutluluklan başladı başlayacaktı.
Kanncalar konuşurlarken hüdhüd kuşu hep onlann
arasında kınnızı sakallıyı anyordu. Yeni bir kılığa gi­
rip kanncalarm arasında alaria gelebilirdi. Kuşun şa­
lain gözleri kanncalan araştırdı araştırdı, kırmızı sa­
kala benzer bir kimseyi göremedi ortalıkta. Birden onu
sonnalı, kanncalan şaşırtıp onun üstüne bir söz almalı
mıydı? Birden, tepeden inme konilli t u:
((Kırmızı sakallı nerede, aranızda onu gör.emiyo­
rum,ıı diye gülüınseyerek, yumuşacık sordu.

43
Kanncalar ilk önce tela.şlandılar, sonra da dondu­
lar kaldılar, ulukepeze bir karşılık veremediler.
ııNerede kırmızı sakallı? ıı diye üsteledi hüdhüdler
başı. ııBen onu sırtımda taşıyıp ülke ülke dola.ştırmış­
tım oysaki. Kanı daha kanatlanmda, teleklerimin ucun­
da kurumuş kalmış. Benim bulundu�um toplantıya ne­
den gelmez? Ben ki fi1ler sultanının baş danışmanıyım.
Ülkelerinizin yerle bir olmasını, kannca soyunun yer­
yüzünden silinmesini ben önledim ben, ben, ben . . . Ben
olmasam sesinizi ulu filler suıtanına siz nasıl ulaştirır­
dınız?»
Ulukepez böylece ba�ırdı ça�ırdı, ortalı� biribirine
kattı ya, kanncalann a�zından da kırmızı sakallı üstü-:­
ne bir çift söz bile alamadı. Baya�ı merak etmişti, ne ol­
muştu acab� bu kırmızı sakallıya?
"Öldü mü acaba kırmızı sakallı ? Kanadımdan yere
atladı�da ölmedi�ini biliyorum. Nerede o?ıı
Gene kimse ona karşılık vermedi. Hep susuyarlardı
söz kırmızı sakallıya gelince.
Ulukepez öfkeli :
<<Saraydan sonra, ma�aralan, a�aç kovuklarını bal­
la dolduracaksınız. Sultan balı çok sever. Şu bizim orma­
na da dünyadaki bütün çekirgeleri ta.şıyacaksınız. İri
meyveler bulacaksınız, bal damlayan, hiç bir yerini ze­
delemeden saraya kadar taşıyacaksınız tonlarca. . . Si·
ze iyilik yaramaz. Bütün bu dediklerimi tez bir süre için­
de yapmazsanız siz bilirsiniz. Sanki bu dünyanın kann­
ca ulusuna çok bir gerekli� vardı ! Olmasanız da olur,
dünyada o kadar yaratık çok ki, bütün yaratıklar da !il­
ler için, o ulu, görkemli, erdemli yaratıklar için çalış­
ma�a can atıyorlar, saraylar kurmak, dünyanın bütün
yiyeceklerini onlara toplamak için biribirleriyle yanşı­
yorlar, bütün yaratıklar. Dün sultanımıza kartaUar pa­
�hı geldi, önünde o kacaman uzun kanatlanyla yer-

44
lere kapanıp buyur sultanım, dedi, buyur bana ki yer·
yüzünde ne var ne yoksa sana getireyim. Kanatıanmız
uzun bizim, bütün göklerce uçar, gözlerimiz keskin bi·
zim, en küçük nesneyi görür, burnumuz en ince koku·
yu alır, bu yüzden dünyada ne var ne yok biliriz. Yü�­
binlerce varız, emrinize liazınz. Filler sultanı ne dedi,
size söyleyim sayın kanncalar, ne karşılık verdi, ne der­
siniz, söyleyin ne karşılık verdi kartallara? Dedi ki, be­
nim karıncalarım sağolsunlar, dünya kurulduğundan
bu yana onlar, kanncalar benim her !şimi görüyorlar.
Ben kannca kullanmla etle kemik, yağmurla toprak gi­
bi oldum. Zaten bizim aslımız n'eslimiz karıncalardan ge·
lir, ta başta bizim atalarımız kanncadır. Dünya kuruldu·
ğundan bu yana ne kanncalar fillerden ayrılır, ne de
filler kanncaiardan. . . Zinhaaar, kannca kardeşlerimi­
ze dokunınayasınız, eğer ey kartallar, kannca kardeşle­
rimizden birisine dakunacak olursanız, işte o zaman ben
size yapacağımı blUrim. Uçtuğunuz gökleri yırtanm,
konduğunuz kayaları, dağlan yıkarım düz ova eylerim.
Kartallar, amanın sultanımız, kim dokunur senin kutsal
kanncalanna. Elimizden gelirse kanatlanmızda taşınz
senin tekmil kanncalannı. İşte bunu böylece bilesiniz,
dedi sultanımız, dünya kurulduğundan bu yana kann­
calar bizim soyumuz, biz de kanncalarm . . . �en soyum
olan karıncalardan ötürü bu dünyada kıvançlıyım. Ben
düzenimi değiştiremem, anca bir, kanca bir k.anncalar­
la . . , Dünya kurulduğundan beri bu böyle işte.»

Kepezi kabarmış hüdhüdler başı hışımla sordu ka·


rıncalara:

«Dünya kurulduğundan beri siz fillerle birlik değil


misiniz, fillere çalışmaz mısınız, onlarla birlik değil mi·
siniz, söyleyin bakalım, eeeey kanncalar . . . ıı

Karıncalar biribirierine bakıştılar, gözleriyle kuşun

45
söyledi� do� m� diye biribirierine sorular sordular,
aralannda uzun uzun fısıldaştılar:
ıcNe diyor bu?n
ccBiz mi dünya kunıldu�dan bu yana fillerl e bir­
li�?»
«Filleri kanncalar mı doğurdu?ıı
ııDünya kurulduğundan bu yana biz mi yapıyoruz
saraylarını fillerin?»
ııBiz mi veriyoruz yiyeceklerin!? »
ııBiz m i doyuruyormuşuz onlan?ıı
u Kimbilir, belki . . . »
ııBelki biz doğurduk filleri.ıı
uBiz fillerin atasıyız atası . . » .

«Bir kannca, bir fil demektir.»


Kanncalar kaynaştılar, konuştular görüştüler, az
sonra da hep bir ağızdan bağırdılar:
ııKartallar kim oluyor, biz fillerle dünya kuruldu-
ğundan bu yana beraberiz.n
«Kartallar da neyimiş ki . . . »
«Onlar da nereden çıktı?•
«Biz variken kartallara ne gere� olur fillerin?»

·

�<Biz variken . .

<<Bin yıldır, on bin yıldır tlllerimizin yiyeceğini biz


taşımıyor muyuz?•
« Saraylarını biz yapmıyor muyuz?»
((Her bir işlerini biz görmüyor muyuz? »
tnukepez sevinçle kanat çırptı :
«Her kannca bir tildir.
Karıncalar hep bir ağızdan bağırdılar :
ıHer kannca bir !lldlr.n
Bunu yollardaki bellerdeki b ütün karıncalar da du·
yup onlar da hep bir $zdan yinelediler: uHer karınca
bir fildlr, bir fildlr, bir fildli'.»
Ulukepez:

4
•Bunu günde yüz kez söyleyeceksinlz. Böyle söyle­
ye söyleye belki siz de fil olursunuz, olmazsanız bile ken­
dlnizi sonunda fil olmuş, hiç olmazsa fil kadar olmuş
görürsünüz.»
«Her kannca bir !ildlr, her karınca bir fildir, bir !il­
dir, bir tildir . . . »

Bu sözleri yinelemek bir hoşlanna gitti, bir hoşlan­


na gitti ki . . Az daha kanncalar kendilerini fil sayacak­
.

lardı. Yollardaki bellerdeki kanncalar da yineliyorlardı:


ııHer kannca bir fildir, her kannca, her kannca bir
t ildir, fildir.»
Ulukepez bu coşkudan faydalanmak istedi :
durmızı sakallı topa! kannca hazretleri ölü mü, di­
ri mi, bu ülkede mi, yoksa yitiklere ml kanştı?» diye ge­
ne usulca sordu.
Kanncalar hep bir ağızdan karşılık verdiler:
«Her kannca bir fildir.n
«Ben size topal kanncayı soruyorum.ıı
•Her kannca bir fildir.»
•Sizin için çok kötü olacak topa! kanncanın akıbe­
tinl söylemezseruz.»
•Her kannca bir fildir.»
•Sizin topa! kannca hakkındaki bu tutumunuzu
filler sultanına söyleyeceğim.»
•Her kannca bir fildir.»
ı.wOörürsünüz siz;» diye kanatlannı öfkeyle şaklat­
tı ulukepez, uçtu. Uçarken de sanca kanncalara bir ba­
loş atmayı iınutmadı.
Vardı, kentin dışmdakt çmar ağacına kondu, san­
ca kanncalan beklerneye başladı. Gün kavuşuyordu ld
ı.mnca kanncalar yolda gözüktüler, ulukepez hemen on­
lara karşı uçtu, yere ıncıı kanncaları kanatıanna aldı
kalktı.
«Sizi k-. tten çıkarken kimsecikler görmedi y�?ı)

47
«<İiç gözükür müyüz, senin ne demek istediğini he­
men anladık.»
cıSultan sizi, sizin soyunuzu kanncalar üstüne bllu­
mum komvucu atadı. Bundan sonra siz tekmil dünya
karıncalannın koruyucusu olacaksınız. Huzuruna va­
rınca sultana söyleyeceksiniz ki, biz ta ezelden bu yana.
fil sultanlannca kanncalar üstüne atanmış koruyucula­
rız. Bu ödevimizi sonuna kadar yerine getirmişizdir. Ka­
nncalar bu yeryüzünde bizden sorulur. Aslında da bizler
işledi�imiz günahlardan dolayı, filler sultanınca karın­
ca donuna sokulmuş filleriz. Aslımız ceddimiz fildir bi­
zim.ıı
Sarıca kanncalar hüdhüdün kanatlannda hep bir
ağızdan gürlediler:
<CAshmız ceddimiz !ildir bizim,»
((Sadıkane çalışırsak filler sultanı gene bizi !il ede­
cektir.»
Kanncalar yinelediler:
«Sadıkane çal�şırsak filler sultanı bizi gene fil ede-
cektir.,
ccBuna inandık iman �ttik.»
Sarıca karıncalar yinelediler:
((Buna inandık iman eyledik.»
(ltman eyledik b,
· Hüdhüdler başı ulukepez birden onların· coşkulu söz­
lerini kesti :
«Kırmızı sakallıya ne oldu?» diye sordu damdan dü­
§ercesine.
Kanncaiar bu soruyu hiç beklemiyorlardı, hık mık
ettiler.
((Söyleyin ne oldu?» diye gürledi kuş, öfkesinden
tirtir titriyordu. Az daha kanatlanndaki kanncalar dü­
şeceklerdi zangırtıdan. İyi ki kanncalar tüylerin dip­
lerine sıkısıkıya sarılmışlardı.

48
«Kırmızı sakallıda bir iş var, bu kadar sustuğunuza
göre.»
«Biz kırmızı sakallıyı hiç tanımıyoruz,» dedi sağ ka­
nattaki iri karınca. «Onu ne gördük, ne de 'biliyoruz.ıı
ıcBiliyorsunuz,» diye kanatıanın delicesine salladı
kuş, nbiliyorsunuz. Kırmızı sakallıyı kanncalar dünya­
sında, buradan Çine Maçine kadar bilmeyen tanımayan
yoktur. O dünyadaki tekmil demirel karıncalannın piri­
dir. Onu herkes tanır.n
<<Ne gördük, ne de duyduk, ne de böyle bir demirci­
yi biliriz. Belki başka bir ülkedendir o.ıı
«Olamaz, sizin ülkenizdendir,» diye bağırdı uluke­
pez.
<<Öyleyse, bizler çok genç karmcalanz, o biz doğma­
dan ölmüştür,» dedi iri karınca.
<<Daha dün sultanla konuşan oydu,ıı diye bağırdı
ulukepez. «Daha dün benim kanadımın üstünde, sizin
bulunduğunuz yerdeydi.»
«Haaa, anladım,ıı dedi iri, yaşlı sarıca kannca. <<Bil­
dim, o bizden değil ki, o bir kızıl karınca. . . O ülkenin
öteki yanından olur. Biz oralan bilemeyiz. O kadar ka­
nnca içinde kırmızı sakallıyı biz ne bilelim? Sultandan
buyruk çıkarsa, biz milyarlarca sanca kanncayız şu yer-
·

yüıülıde, o kırmızı sakallıyı arar buluruz.»


s
«İyi,» dedi ulukepez, öfke ini unutarak, <dyi. Demek
bulursunuz kırmızı sakallıyı?ıı
«Ölüsünü dirisini bulur sultanımıza getiririz. Bizim
aslımız neslimiz fildir. Biz sonradan böyle küçücük sa-·
nca kannca olduk.>>
«Bizim aslımız fildir,ıı diye yinelediler öteki kannca­
lar da. «Biz sonradan . . . »

<<Ölüsünü ya da d.irisini . . . »

Filler sultanının huzuruna geldiler böylece. Sultan


ak bir dağ gibi kab8.I'lllt
l§ ı orada. Kıçını yüzyıllık bir çı-

F'S/04 •9
nar ağacının gövdesine dayamış sürtüp duruyor, çınar
depreme tutulmuş gibi toz duman içinde, yapraklan dal­
lan kınlarak dökülüyor, ağaç bir toprağa kadar yatı-
yor, sonra çatırtılarla geri doğruluyordu. _

Ulukepez uzun bii süre. sultanın tam gözlerinin


ucunda uçtu, çığlık çığlığa öttü ya, fi1 onu görmedi. Ne­
den sonradır ki çmar, kökünden kopup ortalığı sarsa­
rak gümbürtüyle toprağa devrildi, til de o tatlı ka.şıru:na
uykusunun mestliğinden uyandı, başının yöresinde çığ­
lık çığlığa dolanan kuşu gördü:
« Ooo, hüdhüd kardeşim, baş danışmanım, hoş gel­
din, hoş gelip safalar getirdin, ne var ne yok, kannca kul­
larundan ne haber?n
"!
Ulukepez:
·

«Ben gelirken bütün kannca ülkeleri hep bii ağız­


dan bağınyorlardı,)) dedi. ııHer kannca bir fildir, diye.
Her kannca bir fildir, bir !iletir . . . »
cıtşte bu iyi;)) diye sevinçle kulaklannı şaklattı !il.
ı1Doğru, her kannca bir !iletir.))
Bunu duyan ulukepezin kanadındaki kan'ncalar hep
bir ağızdan bağırdılar: ııHer kannca bir fildir. Her ka­
nnca bir fildir. Her karmca . . . ))
<1Bir ses duydum,'' dedi sultan. <<Birileri birşeyler
söylüyor. ı>
<<Haa,ıı dedi ulukepez, ıısultanımızın gül yüzünü gö-:
rünce, yüzünün şavkı gözlerimi kaına.ştınnca az daha
unutuyordum, kanncalann sanca soyundan ileri gelen­
lerini aldım getirdim, işte sırtıındalar.11
<<Ne söylüyorlar?» diye sordu sultan.
<<Durmadan sırtıında buraya kadar bağırdılar, gene
de durmadan aynı sözleri bağınyorlar, aslımız nesl1m1z
fildir bizim, fildir, sultanımız gene bizi m edecektir, �er
ona sadıkane çalışırsak . . . »
· «İyi, güzel, her şey iyi gidiyor. İndir onlan sırtındari

50
da gel yanıma. Yerleştır sancalanm,ı şu �acm kabu�­
na da orada dinlensinler. Söyle ki onlara, bu a�acı on·
lar için devirdim, yapraklannda, kabuklannda güzelce
_dinlensinler, yorgunlu1:tlannı çıkarsınlar diye.»
Ulukepez, sultanın bu sözlerini kanncalara çevirin­
ce kanncalar sevinçlerinden mestolup:
<<Sultanımız çok yaşa! ıt diye b$dılar. ccAslımız nes­
ilmiz fildir, fildlr bizim. Bizler kannca donuna girmiş
filleriz.»
«Ne diyorlar?ıı
ccBizler kannca donuna girmiş filleriz, diyorlar.ıı
«Ne güzel söylüyorlar, d�il mi?»
KÇok güzel söylüyorlar, sultanımız.,
uBen de kannca dili �renıneliylm, de�il ml uluke­
pez kardeşim?ıı
cc Münasiptir, şahım.ıı
«Mademki dünya kuruldu��an bu yana kannca­
Iann padişahıyım . . . »
ccPadişahısın sultanımız.,
uÇok geç kalmışız tebamızın dilini öÇenınekte, çok
geç, çok geç . . . »
cc Çoook geç,» diye içini çekti ulukepez.
ccGel şimdi seninle konuşalım arkadaş,» dedi sul­
tan. ccSeninle çok konuşacaklanm var. Ama gizli . ıı . .

<cFilce konuşalım sultanımız,» dedi hüdhüd. ccEn


gizlisi bu. Kanncalar daha til dilini öğrenemediler. Ön•
ce ben gördüklerimi bildiklerimi bir anlatayım sultanı­
mıza, sonra o gizli işleri konuşuruz.»
Hüdhüdler başı ulukepez gördüklerini, bildiklerini,
kırmızı kannca üstüne duyduklarını, karıncaların tu­
tumlannı suluma bir bir anlattıktan sonra, «işte bu ka­
dar sultanımız, benim diyece�,, dedi sustu. Sultan
onu lrutladıktan sonra:
«� dinle beni ulukepez kardeşini,)) dedi� ccZin-

51
haaar, ilk işimiz kanncalara filceyi ö�retmek olacak.
Kanncalarm kendi dilleri yoktur, varsa da yetersizdir,
aniadın mı? Varsa da üç beş sözcüktür . . üç beş sözcükle
. de bu dünyada yaşanrriaz. Dünyada bir tek dil vardır o
da fil dilidir.,
cıFil dilidir,)) diye yineledi uıukepez, görkemli kepe­
zini kabartarak.
cıBundan sonra siz de kuş dili konuşmayacaksınız..
Hüdhüd ulusuna da kuş dilini yasak ettim. Her kim ki
kuş dili konuşur, o kuşun iki kanadı da kökünden dili
ile birlikte kopanlacaktır. Hiç bir kuş, kuş dili konuş­
mayacak bundan sonra, fil dili konuşacaktır.ıı
«Evet sultanım, şimdi bize ba�şladı� ormana uçu­
yorum, hüdhüd kullanna söyleyece�lm ki hemen filce
ö�renmeye başlasınlar. ,
((Haydi, çabuk git de gel.ıı
Hüdhüdler başı ormana vardı ki ne görsün, orman­
da bütün kuşlar, serçeler bile filceye çoktan başlamış­
l a r, vıcır vıcır konuşup duruyorlar.
cıDuyduk, filler sultanının buyru�nu duyduk. Kuş
dili de dil miydi sanki . . . Kaba, kötü, hiç bir işe yara­
maz bir dildi zaten kuş dili. Bütün dünya fil dilini ko-·
nuşurken, biz bu kötü kuş dilini konuşmakta direttik
durduk. Birkaç ayda, kannesiardan da, öteki yaratık­
Jardan da, insanlardan da önce filce öğreneceğiz. Yüz
altmış tane filce ö�retmeni bulduk, sabahlardan ak­
şamlara, akşamlardan sabahlara kadar filce öğrenlyo­
ruz.ıı
cı Yaşasın hüdhüdler ! ıı diye ba�dı hüdhüdler ba­
şı. ((Filler sultanı sizden kıvanç duyacak.»
cıBizim aslımız zaten fil,)) dediler hüdhüdler. «Filce
o�renmek bizim için hiç zor olmayacak. Bütün dünya
filce konu§urken uygarlıkta yaya kalmak bize yaraş-
'
maz. Tekmil filler filce bildiklerinden aya kadar uçtu-

52
lar. Oysaki biz, bu ormandan denize kadar bile uçamı­
yoruz, salt !ilce bilmediğimizden.»
nFilce öğrenip aya uçacağız, varıp ayın daUanna
konacağız, filler gibi.ıı
�t Filler gibi,>� diye iniedi orman.
11 Kanncalar da filce öğrenip aya gidip ay padişahı­
na saray yapacaklar orada, ay sultanının ambarlarını d a
balla dolduracaklar . . . »
ııKarıncalar da,ıı diye iniedi orman.
ıcGüneşe uçacağız.n
ıcGüneşe,ıı diye iniedi orman.
cıKannealar da . . . »
ııKanncalar da,ıı diye çınladı orman.
Hüdhüdler başı sustu, sonra yine sevinçle konuştu :
ı•Sizin bu dirayetinize, anlayışınıza karşıilk olarak
filler sultanı hepimlze üç ambar dolusu çekirge daha
verecek, karıncalann büyük bir bölüğünü 'çekirge top­
lamağa ayırdı sultanımız, salt sizin için.»
«Yaşasın sultan babamız, velinimetimiz l » diye yan-
kılandı orman.
11Size bir önerim var.ıı
rıÖnerin başımız üstüne . . . ))
cıŞimdi hep birden kalkacak, filce öğretmenierinizi
de yanımza alıp doğru kanncalar ülkesine uçacak, ka­
nncalarla birlikte karıncacayı da, kuşçayı da hemen
unutacak filceyi birlikte ö{treneceksiniz.»
((Allah Allah,» sesleriyle bir indi bir kalktı orman.
Tekmil hüdhüdler havalandılar, gökyüzü birden turun­
cu başa, ala kanada kesti. Kanat şakırtısıyla gökyüzü
sallandı. Ve kanncalar ülkesine doğru hüdhüdler uç­
tular. Kötü kannca dilini, kuş dilini unutup, unutturup
soylu f1l dilini öğrenmek, öğret�ek sevinci içindeydiler.
Ulukepez utkusuyla esrikleşip, sevinçten başı döne­
rek yelyepetek filler sultaruna uçtu, vardı olanı biteni

53
bir bir ona anlattı, sultan da, o kocaman dağlar kadar
iri, ulu gövdesine bakmadan ayağa fırladı, arka ayak­
lan üstüne dikilip hortumunu göğe uzattı, kulaklannı
· açtı, şaklata şaklata göbek atmağa başladı .
. Ulukepez:
«Varol sultanımız,» diye onun başının yöresinde
uçarak, onun başının yöresine ışıktan bir turuncu çiz­
gi çizerek dönrneğe b8.şladı. «Varol, varol, sen çok varol
sultanımız, varol varol . . . »
Uzun bir süre göbek attıktan sonra sultan geri gel­
di tahtına oturdu. Mor bir pürtüklü kayadandi tahtı
onun. Bu yüzden sultan tahtında rahatsız oturuyordu.
«Böyle bir düny� sultanına, böyle bir taht olamaz,»
diye yırtındı ulukepez.
«Olamaz ki olamaz,ıı diye hortumunu k:ıvırdı filler
sul tanı.
<<Hemen kanncalara buyruk vereceğim, yerin or­
tasına inip oradaki elmas roadenini bulsunlar, en bü­
yük mavi elmastan suitanımı za bir taht yontsunlar ki,
sultanımızın tahtı b u dünyada güneş gibi çaksın. Her
çakışında da dünyaya mavi ışıklar yağsın. Dünya mavi
mavi balkısın.ıı
«Hemen sana buyruğunu kanncalara,ıı diye sabır­
sıziandı sultan. «Hemen hemen, hemen şimdi.»
Ulukepez o anda · uçup karıncalar ülkesine vardı.
Hemen kanncalann yönetim kurulunu toplayıp buyru­
ğunu verdi. Kanncalar mızırdandılar, «biz nasıl dün­
yanın ortasına iner de güneşten d e beter çakan mavi
elması bulur da taht yontanz?» diye. Hüdhüdler başı on­
lann mızırtılannı duymadı bile, döndü geldi. Sol� solu­
ğaydı:
<<Söyledim,» dedi. «Sara.ydan . önce taht yapılacak�
Hiç böyle bir dünya imparatoru tahtsız olur mu?»

54
«Olmaz,» dedi stiltan. «Bir de heykellmi yapsınlar
ka.rıncalar, heykel benim yüz misllriı olacak.»
Ulukepez:
cc Hemen gideylm ml kanncalara?» diye sordu.
«Dur,ıı dedi sultan, «hepSi üstüste olmaz. Hele dün-
yanın ortasim bulup mavi çakan tahtı bir yontsunlar.
Gözlerini korkutmak olmaz.»
«Doğru,» dedi hüdhüdler başı.
ccDil işi, nasıldı kanncalar ülkesinde?»
ccG ördüm,)) dedi ulukepez. «Gördüm, tekmil ka.rın­
calarla bizimkilet, yolda, belde, işte, yatakta, evde dur­
madan filce öğrenip ' kendi dillerini yani yabanıl dilleri­
ni unutuyorlardı.»
cc Bu en iyisi,)) dedi sultan. «Sen . yaman bir danış­
mansın, hüdhüd kardeşim. Bütün filleri de senin buyru­
ğuna veriyorum. Onlar ne yapıyorlar şimdi, fil kulla­
nm?))
ccUlu ormana çekilmişler, her biri kıçını bir ağaca
vermiş, kaşınıp duruyorlar. Kanncalar da durmadan
onlara yiyecek taşıyıp önlerine yığıyorlar. Orilar da yal­
nız hortumlarını uzatıyorlar, o kadar, habire ka;şınıp
mestoluyor, kendilerinden geçiyorlar. Onlarınki cennet
yaşamı. »
«Bir ben çalışıyorum.)) dedi sultan. ccCanım çıkıyor
şu kanncalan böyle kıyamete kadar tutmak için, bir de
sen . . . Bari, öyle yatıp duracaklanna, götlerini kaşıya­
caklanna, şu dünyaya dağılıp da tekmil yaratığa filce
öğretseler. Bari bu işe yarasalar. Bir de karıncalan dur­
madan oyalayacak, düşünmeyi onların elinden alacak
birtakım oyuncaklar icat etseler. Kanncalan köleliğe
koşullayacak . . . Filler alollıdır, dünyanın en akıllı yara­
tıklan fillerdir. Hiç bir kanncaya göz açtırmayacak, bir
tek sözcük düşündürmeyecek onlara oyuncaklar bulma­
lıyız. Karıncalar eğer düşünecek olurlarsa erinde gecln-

55
de bu özgürlük düzeninden kurtulmanın bir yolunu
bulurlar. Düşünce için bu dünyada her şey sonsuzdur.
Karınca da olsa düşünce bir gün bir yolunu bulup fili
yener. Onun için bizler kanncalann en küçük bir dü­
şüncesine izin vermeyeceğiz. İzin vermemek için de ka­
famızı çatıatıp, bütün filler ve hüdhüdler, sanca ka­
rıncalar, yani tekmil biz sömürücüler, yok yok özgür­
lükçüler, onlar kıyamete kadar düşünmesinler diye ye­
ni icatıar bulacağız. Bir de o kırmızı sakallı topalı iste­
rim. Ya ölüsünü ya dirisini. Kannca ülkeleri yıkılırken
benimle konuşan o değil miydi? Öfkeli sesi, beni aşağı­
laması daha. ku!aklanmda . . . Oydu değil mi?»
«Oydu.»
ecDemirel mi dediydin onun için?»
ccHazretl Davuddan bu yana onun bütün soyu de­
mlrci.>l
«Bu kötü, demircilerin hem elleri işler, hem kafa­
ları düşünür. Şu dünyada en tehlikelileri böylesi yara­
tıklardır. Bir de böylesilerin düşünceleri bulaşıcı mik­
rop gibi bir anda bütün dünyaya yayılır.»
«Kırmızı sakallı topal kanncayı .bulacağız. Ölmüşse
ölüsünü suıtanımıza getireceğlz. Sonra da ölüsünü kıv
nncalar ülkesinin orta yerine asacağız. Bu işte bize öte­
ki kanncalann hor gördükleri sanca kanncalar yardım
edecekler.»
«Ancak hor görülenler, zayıf olanlar, hırslılar, kann­
calıktan çıkmış olanlardır ki soylanna hayınlık ederler.
Bu sancalar nasıl yaratıklardır?» diye sordu sultan. .
c(Bir görsen onlan sultanımız,» dedi hüdhüdler ba­
şı, c(bir görsen, bir sarı, bir san ki onlar, saydam gibi bir
şey, kannca ama kanncaya hiç benzemiyorlar. Bir de
tembeller ki. . . ı>
c(Tembel olmalan daha iyi,» dedi sultan. ecDaha çok

56
· i§lmize yararlar. Bir parça bu�daya, bir böcek parça­
sına bize kul köle olurlar.»
«Bulsalar bulsalar, kırmızı sakallının izini sanca
kanncalar bulurlar bize.»
cıAI getir onlan buraya.>>
Sultanlar unutkan olurlar. Ulukepezin sancalan
kendisine getirdi�ini sultan çoktan unutup gitmişti.
Gene uçtu, a�acın kabu�ndaki sancalan aldı getirdi.
Sancalann ileri gelenleriyle, sultanla ulukepez üç
gün üç gece oturup derin konuştular, anlaştılar, kıya­
mete kadar kanncalan çalıştırmanın, tutsak kılmanın
yollannı aradılar, buldular. Daha da bulacaklardı. Bu­
nun için bir fll ordusunu, bir hüdhüd, bir sanca kann­
calar ordusunu düşünmeye ça�rdılar. Her fil, her hüd­
büd, her sanca kannca yirmi dört saa.tin Yirmi dört saa­
tinde de kanncalan düşündürmemek için bir umar bul­
ınayı düşüneceklerdi.
«En baştaki sorun dil,ıı dedi sultan. c1Bunu unutma­
yın. İlkönce dillerini unutup kanncalıktan çıkacaklar,
Cil olmak için can atacaklar. Durmadan fillere öyküne­
ceklerdir. Her kanncanın içinde bir fil padişahı yata­
cak. Karıncalann kellelerini kesmektense, dillerini kes­
rnek daha d�dur. Anladınız mı dedi�?•
«Anladık sultanımız.»
«Haydi işe koyulun 'o zaman. önce kırmızı sakallı. . .
Nerde kırmızı sakallı bulursanız bana getirin, öldürme­
yin. Sonra da kırmızı sakallı topalı arayın, olur mu?»
uOlur,» dediler ulukepezle sanca kanncaların ileri ·

gelenleri.
· «Dillerini unutturmayı unutmayın.»
«İlk bu,» dediler. ııDillerini unutacaklardır tez gün­
de. Unuttular bile ş mdiden.»
ı<Sanca kanncalann her birisi bir kannca birli�ine
kolbaşı olacak. Böyle ferman kıldım. sarıcalar benim ka-

57
nncalar içindeki askerlerimdir. Hüdhüdler ba§ı, var git
bu fermanımı da kanncalar ülkesine tebli� et. Bu fer- .

manımı duymayan hiç bir kannca kalmayacak. Her­


hangi bir sanca kanncaya karşı koymak bana karşı koy­
mak demektir. Bunu da söyle kanncalara.»
«Fermanın bqüstüne sultanımız.»
Hüdhüdler bqı sanca kanncalan sırtına bindirdi,
karinealar ülkesine doğru yola çıktılar.

. ;ı 58
Işe koyulmuş karıncaların ftllerl.n
ağır yükleri altında ezildikleri ve fakat
bu kötü durumdan kurtulacak hiç bir
·yol bul(l:m(ldıkl(ırıdır.

Filler sultanı hüdhüdler başına bağırdı, onun sesin­


den dağlar ovalar salla.ndı, sesi duyan karıncalar da
zangır zangır titrediler :
aBir tek karınca bırakmayacağım,» diyordu sultan.
«Bu yıl içinde sarayım bitmezse karıncaların soyunu
kaldıracağım bu yeryüzünden . . . Soyunu, soyunu kaldı­
racağım.»
((Aman sultanımız,>> diye onun başının yöresinde
uçuyordu ulukepez. "Aman sultanı.mız sen ne yapıyor­
sun? Karıncalar çok çalışıyorlar, aman sultanımız .>>
((Çok çalışıyorlar da nerede saray? Bakıyorum, ba­
kıyorum gö emiyoruın.n
«Bak işte, sultanımı z, bak nasıl parlıyor dağın ba­
şı . . . Bir insan boyu çıktılar duvan.»
((Daha çok, daha çabuk,» diye gürledi filler sultanı.

-<cKanncalar kıraliçesinden ne haber?»


«Karıncalar kırallçesi durmadan, habire kannca
doğuruyor. Her gün milyarlarca karınca katılıyor sara­
yın yapımına . . . Yeryüzü, gökyüzü, dağlar taşlar, de-

59.
nizler, sular, bataklıklar, ormanlar hep kannca kayna­
şıyor. Kanncaya kesti dünya . . . »
ııBu iyi ya, demek ki bu kadar kannca da yetmiyor
sarayın tez günde bitmesine, öyle ml?»
ııSaray bitecek,» diye öttü hüdhüdler başı. ı<Bu yıl
içinde bitecek.»
ııPeki, ya tahtım?»
<<Dün söyledi bana tuhaf kılıklı kannca,n dedi ulu­
kepez. ((Kanncalar dünyayı yedi yerden delmişler, ye­
di koldan yer yuvarlağının ortasına d�ru ilerllyorlar­
mış. Mavi elmas dağına az kalmışlar.»
·

ııElmas da�ına az mı kalmışlar?ıı diye hopladı fil­


ler sul�anı.
«Az kaldılar,» dedi ulukepez. «Az kalmışlar mavi
elmas dağına, yeşil, �or, pembe, turuncu elmas d�ına.
Renk renk bir cümbüşte elnıas da�lan var dünyanın or­
tasında. Sayılamayacak kadar çok, yüksek, pırlanta . . .
Güneş ışığı gibi, donmuş güneş ışığı her bir pırlanta da­
ğı, sultanım, donmuş gün ışığı dünyanın tam orta yerin­
de, göbe�inde . . . »
ııSus bağırma,ıı diye korkuyla, ürküntüyle, yavaşça
konuştu filler sultanı. ııSus kardeşim hüdhüd, suuusss !
Gel yanıma ki, kulağını daya hortumuma ki, sana bir
söz söyleyim, gizli bir söz.» Hüdhüdler başı kulağını hor­
tumuna dayadı. ııBak ulukepezim sana çok önemli bir
söz söyleyece�im, dinle beni, insanıann bu elmas dağla­
nndan haberleri var mı?»
((Benim bildiğime göre bilmiyorlar,» dedi ulukepez.
«Daha haberleri yok.»
11Aman ha ı n dedi filler sultanı. 11Aman ha onlar
bilmesinler, görmesinler, duymasınlar i Bir duyarlarsa
y�dık ha! Yandık yandık.»
ııYandık,ıı diye onu onayladı ulukepez.
c<Elmaslar için patlatırlar dünyamızı.>>

60
ıcPatlatırlar sultanım.ıı
«Söyle kanncalara, insanlar duymayacaklar, bilme­
yecekler elmas dağlarının yerini.ıı
cıBilmeyecekler sultanım.ıı
«Elmaslar yalnız benim, ulukepez kardeşim, yalnız
benim. Yalnız ben filler sultanının.ıı
cıO elmaslar yalnız sen sultanımı za yakışır, hüdhüd-
lerin ulu sultanına.,
cıKartaHar da duymayacak.,
((Söylerim sultanım.ıı
u Göğün üstüne su fışkırtan balinalar da . . . ,,
ccDuymayacaklar sultanım.»
ıcAkbabalar bir tuhaf yaratıklardır, boyunlan bü-
kük, hüzünlü . . . ıı
((Onlar elmas istemezler.ıı
cı Atları da unutma . . . ıı
cc Atlara yakışır,ıı dedi ulukepez. cıO güzel yaratık­
lara . . . ıı
«Yakışır yakışmaz . . . Onların da haberleri olmaya­
cak elmas dağlanndan. ,
ccOlınayacak,)) diye boynunu büktü· . ulukepez.
cc Kaplanlar bu dünyanın baş belası, yabanıl, yalım
g�zlü, deli, onl�r bir duyarlarsa elmas dağlarını dişle­
riyle kaza kaza varırlar dünyanın ortasına . . . n
cıVanrlar sultanımız, onlar hiç duymayacaklar.ıı
ccYılanlar, şahinler, balıklar, kertenkeleler, sivrisi­
nekler, serçeler, mamutıar d a bilmeyecekler.,
cıMamutıar yok sultanımız. Bizim atalarımız onlar.»
ıcYazık, öldüler,ıı dedi filler sultanı. ccGörkemli ata­
ı a rıınız. N e yazık. Ağustos böceği de bilmeyecek . . . ıı
«Bilmesin o sümsük,ıı dedi ulukepez.
ccPapağanlarda hiç iş yok,ıı dedi sultan. cıOnlar çok
kaba göt.»

61
<<Boyalı,)) dedi hüdhüdler başı. «Gösterişçi. öyk_ii:..
nucu.»
«Sevmem öykünücüleri,ı> dedi sultan. <<Öykünücu:..
ler batsın.>>
«Bu elmaslardan yaptırsak sarayı,)) dedi ulukepez.
«Sultanımı za da yakışır.»
«Yakışır,» . diye güldü sultan. <ı Ama kaç yılda bitirtr­
ler elmas sarayı karıncalar?»
� ııÇok uzun sürer,» dedi ulukepez.
·

«Şimdilik sırça olsun,» dedi sultan. «Sırça da el­


mas gibidir.>,
ııSultan Süleymanın sarayı bakırdandı,» dedi hüd­
hüd. <<Hani o İsrailoğlu Süleyman var ya . . ı.ı
.

«Duydum,» diye kubardı sultan. ııOnu dpydum.))


41Belkısın sarayı altındandı. Ben onu gördüm,» dedi
ulukepez. «Bir dağın doruğundaydı. Süleyman ona de­
ğil, sarayına tutuldu.))
<<Benim sarayım altın, zümrüt, yakut, elmas, pır­
lanta, sırçadan olacak,» dedi sultan.
·· <<Belkıs çok güzeldi, esmer, yumşak tenll, koca­
man ela gözlüydü. Uzun boyluydu. Belkıs o kısacık boy­
lu Süleymana tutuldu. Kıvırcık saçlıydı Süleyman.»
Onlar böyle konuşurlarken bir yel esmeğe, yıldız­
lan oradan oraya sürükleme�e bB.şladı. Gökyüzünde yıl­
dızlar karmançonpan bir oraya. bir buraya çalkamp du­
nıyorlardı. Mavi$ üstüne savrularak yıldızlar dö-·
külüyorlardı. Ormandan ışık fışkınyordu, yeşil. Ma- .
viden yaldızlı maviler savruıuyordu dünyanın bu ucun­
etan öteki ucuna. Ötede yumşacık serilmiş toprak, d()­
ğurgan, güzel, verimli, ince, serilmişti tavında bir ka­
dın gibi.
Ulu bir çınar geldi öteye, yamaca, kayalığın dibine
kondu, dallan :hışırdadı. Büyük kentlerin elektrik ışık­
lan yandı söndü, bir uğultu doldurdu ortalı�� Canavar

62 .
düdükleri üstüste çaldı. Bir yıldız savrularak aktı geldi
sultanla ulukepezin önüne kondu. Sultanın gözleri ka­
maştı, bir süre ·gözleri hiç bir şeyi görmez oldu. Bir ulu
ırmak geldi yıldızın üstünden geçti. Yıldızın yeri geniş
bir çimenlik oldu. Badem ağaçlan büyüdü çimende,
ağaçlar tepeden tırnağa çiçeğe durdu. Çiçek yıldıza,
mavi göğe, mavi gök ak güvercine, kırmızı yılana durdu.
Filler sultam hortumunu uzattı kokladı.
«Tahtım gibi bir tahtı bu dünya hiç görmemiş ola­
cak,» dedi. uAz önce buraya gelen yıldızdan da bir taht
isterim.>>
u Kannca kullarm sultanımız . . . »
uSöyle kannca kullanma . . . Tahtımı gören yaratık
hasedinden, hayranlığından çatıayıp ölecek.» ·
<(Ölürler,» dedi ulukepez.
Dünya nergis kokmağa başladı. Ne güZel.' _
Uzun hortumun.u uzattı, dünyayı kokl@.dı sultan.
u Bu kokudan da isterim ulukepez . . . ı> .'
«Baray bahçesiz olmaz.»
<<Olmaz,» dedi yürekten gülerek sultan.
«Sen bütün yaratıklardan iri, bütün yaratıklar üs­
tüne sultansın, en görkemli sen olacaksın, senin sara-
yın, senin tahtın, senin arkadaşiann olacak . . . ı> . .

. «ıf� �anncalar,» diye bağırdı sultan. ((Ben o


kanncaıannia çok bakacağım, onlara yiyecek de vere­
ceğim. Onlar benim . . . ,
<(Suuuuusssss , ı> dedi ulukepez, «ssssssuuuuus sul­
tanıml ı>
Sultan sustu. O susar �?smaz · da ulukepez ağlama­
ğa başladı. Hem ağlıyor, hem de :
«Ben ne yapacağım, ben ne yapacağım, ben, ben,
ben,ı> diye çırı)ınıyordu.
«Sus ağlama kardeşim sussss ! »
Ulukepez ağlamasını sürdfu:dü.

63
ıcAğlama, sana çok yiyecek veririm.ıı
((Yıldızlar yağdı, yağmur gibi, ağlanm.ıı
((Sana da elmastan, yakuttan, pırlantadan, yeşim-
den bir yuva yaptınrım. Sus ağlama, suss ! ,
ııKonduğum dallar çürüyecek sultanım.ıı
((Çürüsün, suuuuussss ! ıı
c<!çtiğim sular kuruyacak.ıı
((Kuruyacak, suuussss ! ı>
((Yediğim bÖrtü böcek ölecek ! ıı
((Ölecek, suuuusssss l 'ı>
((Toprak, deniz, tekmil sular, topraklar ağıya kese­
cek, ben ne yapacağım?ıı
{(Ağıya kesecek, ağıya,» diye filler sultanı da ağla­
mağa başladı.
<<Ağaçlar, ormanlar, çayırlar, surar, kayalar yürü-
yor denizin üstüne doğru, bak sultanım.ı>
((İyi, bırak yürüsünler.>>
ı<Karanlık yürüyor denize sultanımız.ıı
ıcBırak yürüsün.ı>
«<şıklar akıyor çağıl ça�l. . .ıı
((Bırak aksu). . . . ıl
((Bir at kişniyor sultanımız, denizin arkasında.>>
ccO at bizimdir.l>
cc Bir ceren hopladı. ı>
ccO ceren bizimdir.n
ıcDünya kanncaya kesti, yeryüzü gökyüzü kannca­
ya kesti.))
ccKarıncalar bizimdir.»
Birden bir uykudan uyanırcasına kendine geldi sul­
tan, gözlerini oğuşturdu.
ccNe oldu bize?ıı diye sordu ulukepeze.
ccYıldızlar savruldu üstümüze, cerenler, atlar, bu­
lutlar, ağaçlar, çiçekler savruldu sultanım. Elmaslar,
pırlantalar, kırmızı yakutlar, ışıklar savruldu sultanı­
mız.»
«Söyle kanncalara hemen sarayımı, hemen isterim.
Hemen tal'ıtımı, hemen isterim. >>
«Ben, ben, ben ne olacağım?» dedi ulukepez. «Ben,
ben de . . . Bana da . . . »
ccSarayımın saçağına yaparsın yuvanı,» dedi filler
sulta.nı. «Söyle onlara, senin için 4e bin yıllık yiyecek
toplasın kanncalar.»
cc8ağol sultanım,ı> diye ayağına kapandı ulukepez
onun.
«Şimdi mavi elmastan tahtımı da isterim.»
ccBaşütüne sultanım. Mavi elmastan tahtın da ya­
pılacak b� yıl içinde. Yapılacak ama. . . »
«Aması ne, söyle! »
mukepez bu soruya karşılık vermedi. O başka bir
şey düşünüyordu. Düşüncesini sultana açtı :
«Beni de kondurur musun mavi elınas tahtına?ı>
F '.lltan epey bir düşündükt�n sonra karşılık verdi :
�cKondururum.n
ecDünya çürüdüğünde . senin mavi ışıktan elmas
tahtın çürümez değil mi? Ben. konduğumda
. . . . ı>
ccÇürümez.»
ccDinle beni öyleyse sultanım.»
ccDinliyo�um seni, benim akıllı, güzel, görkemli, ke­
. pezi de ışıklı hüdhüd kardeşim.•
ccŞimdi sana söyleyim ki. . . Ben �)U kanatlarla o
kadar çok, o kadar çok şu yeryüzünlin üstünde uçtum
ki, gün doğUmundan gün batımına kadar, kuzeyden
güneye, güneyderi kuzeye kadar.•
•<Evet, dilinin altındakini söyle .u
.

uŞu bizim karıncalar ülkesinin kanncalan var


ya. . • .

cı:Var,» dedi sutan gerinerek.

FS/1)5 85
«İ§te bu kadarcık kannca, yani bir ülkelik kannca
bizim bütün isteklerimizi yerine getiremez. Güçleri yet­
mez, kıraliçeler ne kadar çok doğursalar da . . . »
«Vah vah, vaaah,» dedi filler su1tanı. <<Öyleyse ne
·

yapalım?»
ecDaha birçok- karınca ülkesi var bu dünyadan
((Deme ! Sahi mi?»
((Bir ülke var ki ormanlıktır boydan boya, uçsuz
bucaksız. O ülkenin kanncalan iridir, görkemlidir. Ora­
nın kanncalannm kaslan çok güçlüdür. Çok işimize
yarı;ı.r. O ülkeye kara kanncalar ülkesi derler.»
Hüdhüdler başı bundan sonra dünyada -ne kadar
kannca ülkesi varsa _ hepsini bir bir filler sultanina söy­
ledi. O bir kannca · ülkesi söyledikçe, filler sultanı se­
vincinden uçuyordu. Kırmızı kanncalan, mavi, turun­
cu, ye§il, nıor, san kanncalan, ülkelerini birer birer
söyledikçe ulukepez sultana, sultan sevincinden uzun
hortumunu direk gibi ta gö�e dikiyor, bulutlara kadar
uzatıyordu.
((İyi iyi, derhal seferim var tekmil kanncalar ülke­
lerine . . . >,

(<Dur sultanıın, dur,» diye sevinçten bağırdı uluke­


pez. ((Dur hele. Azıcık serinkanlı ol.»
«Nasıl olayım serinkanlı,» diye güldü sultan. «Na­
sıl serinkanlı olunur, dünyanın bütün kannca ülkeleri­
ni buyruğum altına almak dururken . . . »
((Dur sultanım. Azıcık azıcık dingtnle ki sana bir­
kaç sözüm var.»
«Söyle,» diye sevindi sultan. «Ben ne söylersen d�­
ru söylüyorsun. Bir saray da, blr taht da sana yaptıra­
cağım.»
((Ben taht, ben saray istemem sultanım. İstersen
bana . . . »
«Söyle, sana ne yaptırayım?»

66
((Bana bir yuva yaptır ki . . ıı
.

(ıSana bir yuva yaptıracağım ki, ulu, görkemli btr


çınar ağacının üstüne . . . O öyle afsunlu bir ağaç olacak
ki, bir çmar ağacı, insanlar onu ne kadar ağılarıarsa
: ağılasınlar, dibine ne kadar çürümüş su verirlerse ver-
sinler, gene çürümeyecek. Baltalan da bu ağacı kese­
meyecek, yangınları yakamayacak.»
(ıYakamayacak,» diye kanat çırptı sevinçle uluke-
pez.
uŞimdi söyle, bana olan sözün ne?»
uBent iyi dinle sultan. Kannca ülkelerine senin bu
koca, · top ·lop gövdenle · sefer yapmanın hiç bir gereti
yok.»
�ıAllah Allah, nasıl buyruğum altına alacağım o ka­
dar ülkeyi öyleyse? Hiç olmazsa beni görmeliler, değil
ıni, buyruğum altına girecek �anncalar. . . »
ııHiç bir gereği yok,» dedi ulukepez.
�ıNe yapacaksın söyle bana, ey hücfPüd?>>
(<Dinle beni suıtanım, ben insanlann. arasında çok
·
kaldım. Onlardan çok hileler öğrendim ki, hile derim
sana.»
((Eeee?»
«Efendime söyleyim, ben şimdi· bizim kanncalar­
dan on beş, yirmi kadannı sırtıma alıp yola çıkacağım.
Tuhaf kılıklı kannca da olacak aralannda, bu ayakları,
bıyıklan kuyruklan kopmuş. kannlan deşilnliş kannca­
lar arasında . . . Bu kanncalan sırtıma alıp uçacağıın ilk
kannca ülkesine, sırtımdaki kannca harabelerini vanp
kanncalar ülkesinin başkentine indireceğim, başkentin
bütün kanncalannı alana toplayıp bizim karıncaların
durumlannı göstereceğim onlara. Sonra da onlara, an­
latın bakalım filleri bu arkadaşlara diyeceğim. Onlar
ülkelerinin fillerin ayakları altında nasıl ezildiklerini,

67
· yokolduklannı anlatacaklar. . . Ondan sonra, başkentte-
ki kanncalara buyruğumaza geçmelerini söyleyece�•
«Ya geçmezlerse?» dedi sultan.
<cGeçerler,ıı diye inanmış ka rşılı k verdi ulukepez.
«Ya geçmezlerse? ıı diye üsteledi sultan.
«Geçmezlerse, ıı dedi hü�üd, ((onlar buyruğumuz al-
tına geçmezlerse, ben de orada genç bir fil bulurum.
Buradan fil götürrneğe gerek yok. O genç fili saldırtınm

·o kent e . . . >>
<c Yaşşa ! ıı dedi sultan. «Şu sendeki akıl insanlarda
olsa , ne dü nyayı, ne kendilerini böyle berbat ederlerdi.»
ıcSağolasın sultanım,» dedi ulukepez.
«Haydi yol u n açık olsun. Dünyadaki bütün kann­
caları bana bağla. Göteyim sen i . »
« Uzun sürme z, bütün yeryüzünün kanncalan buy­
. ruğundadır sultanım, senin şu fil ulusunda bu görkem
varken.ıı
<ı Şi mdi sen doğru bizim kanncalarm ülkesine git,
konuştuklarımızı bir bir onlara anlat. . . Sarayı çabuk
istediğimi de bir daha söyle onlara. Yolun açık olsun.»
olasın sultan ım . »
<cVar
Ulukepez uçtu gi t ti Ka.nnca ülkelerine, orada ne
kadar kör topal, be1ı kınlmış, bıyığı kopmuş, perişan
kannca varsa topladı sırtına aldı kara kanncalar ülke­
sine doğru uçtu. Yollarda, ovalarda, ormanlarda sürü­
lerle filler görüyor, onlara ulu sultanın selamını söy­
l üyord u.
Bir gün, gün kuşluğa gelirken hüdhüdler başı , ka­
ra kanncalar ülkesine geldi. Kara kanncalan kentin
alanına toplayıp, onlara sırtından alana lndird iğl peri­
şan kanncal an gösterdi. Kara kanncalar bu elden ayak­
tan yoksun, yan ezik kanncalan görünce çok acmdılar.
«Vah vah l • dediler. «Vah vaaah, kim böyle .yapmılJ
bunlan böyle? Vah vaaaah ! •
Ulukepez durumdan faydaland.I:
«Anlatın bakalım,» dedi perişan kanncalara.
Perişan karıncalar ülkelerinin, kentlerinin basıldı·
� o kara günü bütün aynntılanyla anıatmağa başladı­
lar. Kentin, ülkenin üstüne kara birer dağ gibi yüklen­
miş, her bir adım atışta binlerce kannca öldüren, yuva­
lar yıkıp söndüren, bir hışım gibi yeryüzünde dolaşan
tilleri söylediler. Onlar söylediler, kara karıncalar ağ­
ladılar, kara kanncalar ağladılar onlar söylediler. Sonun­
da hüdhüdler başı a1a.nın üstünde uçup, bütün alanı ye­
di kere dolandıktan sonradır ki söze başladı:
«İşte gördünüz bunlan, baştan sona kadar da din­
lediniz, f1llerin kim olduğunu bir iyice anladınız.»
Durdu, aşa�da kaynaşan kannca kalabalığına bi­
raz �a yaklaşmak için kanatl annı kıstı.

ıc Şimdi dinleyin beni, filler sultani ordusunu çekmiş


. sizin üstünüze geliyordu. Sizin ülkeniz d� şu· perişan ka­
rıncalann ülkesi gibi olacaktı. Ben, o ulu, o görkemli
sultarun önüne geçtim, aman sultanım dur, ·dedim. O de­
di, neden durayım, behey · ulukepez kardeşim? Ben de­
dim sultana, şunun için duracaksın ki, dünyada ya­
şayan her kannca senin buyruğundadır, ol sebepten
sen buyruğundaki kanncalan neden öldüresin? Doğru,
diye sevindi sultan, neden öldüreyim buyruğumdaki ka­
nnca kullanmı? Ben dedim ona, öyleyse ben kara kann­
calar ülkesine gideyim, senin yüce buyruğunu kara ka­
nncalara bildireyim ki, onlar da senin bir dediğinden
dışan çıkmasınlar. Şimdi dinleyin beni ve hem de duy­
duk duymadık demeyin, yüce filler sultanının buyruğu­
nu bildiriyorum.))
Yukardan, bütün kent duyacak bir biçimde hüdhüd­
ler başı gür bir sesle öterek filler sultanının buyruk-
·

lannı kara kanncalara bildirdi.


Birinci okuyuşta kara kanncalar bu buyruktan hiç

69
bir şey anlamadılar. Ulukepez onlara yeniden oirudu buy­
ruğu.
Anladınız mı?,,
Gene hiç bir şey anlamamışlardı karıncalar.
Hüdhüdler başı geniş yüreklilikle, sabırla bir daha,
bir daha okudu buyruğu, akşama kadar döndü okudu,
döndü okudu, kanncalar gene hiç bir şey anlamadılar
buyruktan.
«Anladınız mı sultan ne istiyor?ıı
<cAnlamadık.n
ccAhlamayacak ne var bunda, sultana yakuttan bir
saray, pembe elmastan bir taht · yapacak, ambarlarını
da yiyecekle dolduracaksınız. B;.mda anlamayacak ne
var?ıı
�anncalar:
«Çok zor,» dediler. ccÇok zor. Bu buyruktan biz hiç
bir şey anlamıyoruz.»
· «İyi öyleyse,ıı dedi hüdhüd, «yakında öyle bir an­
layacaksınız ki . . . ıı
«Anlayamayız,ıı diye bağırdılar kanncalar hep bir
ağızdan. «Biz fil dilini anlayamıyoruz.ıı
Hüdhüdler başı yere indi, alana indirdiği perişan ka­
nncalan öfkeyle sırtına bindirdi, az ilerdeki ormana uç­
tu. Orada bir fil sürüsü durmuş, filler hortumlarını göğe
dikmişler, gökten buyruğa benzer yağacak 'bir şeyler bek-
·

liyorlardı.
«Beni mi bekliyorsunuz?ıı dedi hüdhüd.
«Seni, seni bekliyorduk,ıı dedi filler. ccBuyruğun ba-
·

. şımız üstüne.»
ccHaydi hemen kara kanncalar ülkesin e yürüyelim.
O ülkede taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalma­
yacak.ıı
Filler kannca ülkesine doğru yola düşüp az bir sü�
rede kara kanncalar ülkesine ulaşıp savaşa giriştiler. Bu

70
dünya dünya olalıberi böyle bir hengameyi kanncalar
görmemişlerdi. Yerler sarsılıyor, yanlıyor, gökler çatır
çatir edip yere dökülüyordu. Kanncalar ülkesinin üstün­
den kuşlar bile uçmuyorlardı. Vakt erişip, gün tamam
olurken akşa�a milyonlarca kannca fillerin koca ayak­
ları altında ezildiler. Ezilmeyenlerse ulukepeze gelip
aman dilediler:
«Sultanın buyruğunu mu, o ulu filler sultanının
buyruğunu mu diyorsun? Onu b.iz sözcük be söze� an­
ladık,» dediler. «Biz ta ezelden beridir filce biliriz. Aslın­
da bizim soyumuz fil, fillerin soyu da kanncadır. İnan­
dık, iman ettik,» dediler.
Ulukepez buna çok s�vinip filler sultaruna ilk utku
haberini ulaştırdı:
«Bu kara karinealar öyle güçlü bir soy ki, her biri­
si yüz karınca gücünde.>>
Filler sultanı da.:
«Oh oh oh,» diye göbeğini hoplattı. « İyi iyi . . . He­
men öteki ülkelere de uç ve buyruğumu san, yeşU, kır­
mızı kanncalara da ulaştır. Atlı kanncalan da unut­
ma. Dünyada bildiğimiz, ya da bilmediğimiz ne kadar
kannca ülkesi varsa. hepsini, hepsini buyruğuma al ! ·

Dünyanın bütün filleri bu iş için .senin buyruğuna ve­


rilmiş, tekmil fillere haber ulaştırılmıştır.»
«Sağlıcakla kal sultanım.>Y
«Yolun açık, kılıcın keskin olsun.»
Ulukepez bu sefer de turuncu kanncalarm ülkesine
uçtu. onlan da az bir sürede suıtanın buyruğuna aldı.
Sonra kı rriuzı, sonra yeşil . . . Bütün kannca· ülkelerini az
bir sürede sulta.nın buyruğuna bağladı. özellikle Asyada,
Afrikada hiç bilinmedik, duyulmadık kannca ·ülkeleri,
kannca soyl�n buldu ki ve bu kanncalann öylesine ma­
rifetıeri vardı ki, sultan bunlan duyduğunda o iri gôv­
desine kanat takıp sevincinden hüdhüdlerle birlikte
uçacaktı nerdeyse . . ;·

71
Filler sultanının . karıncalar impatatoru
olup, karıncaların özenip bezenerek yaptıkları
sarayına girip gene karıncala1'ca yer yuvarlağının
tam ortasınd.(ın çıkarılarak yontulmuş, mavi
ışıklar saçarak gece gündüz, binlerce yıldız
bir araya gelmiş gibi yalp y(IJ,p ederek yanan,
kıvılcımlanan tahtına oturduğudur.

Karıncalar çekiliyordu da�a d<>Ant ve da� daki fi1


sarayı nerdeyse bitti. bitecek. Yollar beller, kayalıklar or­
manlar çekilen karıncalarla iplik iplik . . . Karıncalar
son bir çabamn mutlulu� içindeler. Nasıl mutlu olma­
sınlar, ulular ulusu, görkemliler görkemiisi til sul�nına
onlar saray yapıyorlar yeryüzünde ilk olaraktim. Az iş
mi? Yoruldular, bittiler tükendiler ama olsun. Yakında
bu güzel sırça saray bitti�de bütün çektiklerini unu­
tacaklar. Kimbilir ulu filler sultam bu saraydan dola­
yı ne kadar mutlu olacak !
Dünyanın ortasına yedi · yerden delik açıp mavi el­
mas kayalıkianna ulaşmış kanncalar da mutluydular,
bir kere, yeryüzünün tam ortas:ına kadar ulaşan ilk ya­
ratıklar onlardı, vanp yeryüzünün ortasına, gözün ba:­
kamayaca�ı kadar parlak, ışıklar saçan mavi elmas ka­
yalı �ı bulan onlardı, bu kayalıktan kopardıklan par­
çalarla sultana dünya dünya olalı görülmemiş, insan sul-

72
tanlannın bile a�zlannın suyunu akıtacak kadar güzel
bir taht yapacak olanlar _da onlardı. Bu kadar büyük
mutluluk hangi yaratık soyunun eline geçmişti ki . . .
Dünyanın dört yanını, ova�arı, ormanlan, dağlan,
bahçeleri bir bir dolaşarak, bir zırnı� bile yemek
. değil, koklama.dan f1llere, hüdhüdlere, sanca karınca­
lara yiyecek toplayan kanncalar da mutluydular. Dün­
yanın her bir yerini didik didik ederek ç.içeklerin, ulu
ağaçlann,. böceklerin, ekinierin özünü sağan, sağıp da
fillerin ambarlannı ağzına kadar iksirle dolduranlar da
-
onlar değiller miydi? Bu görkemli yaratıklar, bu kann­
calann yeni tannlan onlann bu davranışlanndan kı­
vanç duyacaklardı, belki de her bir kanncayı, kıvanç­
tan kapıanna sığamayıp, birer ulu fil yapacaklardı. Ka­
nncalar canlannı dişlerine takıp çalıştıklannın elbette
bir karşılı� göreceklerdi.
Ambarlar, kı rmızı has buğdaydan, ayçiçeğinden, mı­
sırdan, elma, gül, ayva, nar çekirdeğinden, çiçek özün­
den, baldan, incirden, üzümden dolup taşıyordu. Top­
layıcı karıncalar öylesine büyük bir çabayla yeryüzü­
nü dolaşıp yiyecek topl8.mışlardı ki fillerin ambarlann­
da yalıuz kuş sütü eksikti� O da olsa onu da ne yapıp
edip ambarlara taşıyacaklardı. Saray yapmakta, mavi
elmastan taht yontmakta, yiyecek toplamakta dünya­
nın kanncalan binbirleriyle yanşıyorlardı. Bütün dert­
leri de filler sultanının, hüdhüdler başının gözlerine gir­
mekti. O kocaman tiller sultanı, ye�ıi kanncalar tannsı
onlarla konuşuyordu bile, unasılsınız · kannca kullarım,»
diyordu. Yaaa, «nasılsınız sevgili karınca kulıanm,» di- ·
yordu onlara. «Siz böyle çalışırsanız yakında her bi­
riniz birer görkemli til Ol$Cak, sizler de o küçücük ka­
nncalan yöneteceksiniz. !sterseniz yönetmezsiİıiz de, yer ·

içer ormandaki en iri ağacın gövdesine sabahlardan ak­


şamlara kadar kıçınızı sürer kaşınırsınız. Bu dünya size

73
cennet olur. Yalnız sizden ricam, . öteki, eski fillere uy­
mayın, nolursunuz. Kıçınızı ağaçlara sürer, durmadan
kaşınırken nolursunuz biribirinize düşüp kavga etme­
yin. Herkes de, öteki yaratıklar da bunlann haline, .kav­
galanna bakıp mutlu filler ülkesinde işler kötü gidiyor
sanıyorlar. Oysaki, filler ülkesi . . . ,,
Aaah, karıncalar bir fil olsalar, o şımarık filler gibi
hiç kavga ederler mi? Filler cennetinde nasıl güzel, nasıl
uslu yaşarlar, aaah, karıncalar bir fil olsalar, aaah . . .

üstelik de filler gibi yıl on iki ay durmadan kıçlannı


ağaçlara sürüp yan gelip yatarlar mı, çalışacaklar on­
lar, çalışacaklar. Hele onlar birer fil olsunlar, hele hele . . .
Fil gibi güçlü olunca, bu dünya böyle mi olur? Kannca­
lar fil kadar büyük, güçlü olunca bu dünyayı tepeden
tırnağa değiştirip, dünyada ne kadar yaratık varsa, in­
san, at, deve, an, kurt, fil, kannca, tilki, çakal; biltek­
mil yaratıklar, hepsini kul; tutsak ederler . . . Bütün dün­
yadaki en küçük yaratıklar, solucanlar bile, kelebekler
bile onlar adına çalışaCaklar. Aaah , kanncalar bir fll
olsalar, böyle, bu ahmak filler gibi fil mi olurlardı, � !
Hele ş u saray, şu mavi elmas taht bitsin, hele tann-sul­
tan bir sarayına girip tahtına kurulsun, hele bir yüz bin
bahçelik çiçeğin özünden çıkanlmış iksirini içip esrik­
leşsin, hele bir . . . İşte o zaman belki fil sultanı coşup ka­
nnca kullarını bu coşkuyla fil eyleyebilirdi.
İşte bütün bunları kanncalar durmadan düşüne- .
rek çabalanna çaba katıp çalışıyorlar, yerin altını oyup
elmas dağlanndan kaya kopartıp getiriyorlar, sırça sa­
rayı zerre üstüne zerre koyarak yükseltiyorlardı.
Bu aşka şevke, çabaya dağlar dayanmıyordu. Gö­
zün alabildiğince dünya kanncaya kesmişti. Dünyadaki
yaratıklar, kuşlar, böcekler, öteki hayvanlar şaşmış kal­
mışlardı, dünyaya tepeden tırnağa sıvanmış kanncanın
çokluğuna. Ana kıraliçeler habire kannca dOğuruyorlar-

74
dı filler için, neredeyse, az bir süre sonra dünyada kann�
cadan kıpırdayacak yer kalmayacaktı. Kanncalar da sa­
rayı tamaml amak, tahtı yontmak için biribirleriyle ya­
rışa girmişlerdi. Koskocaman kannca dünyası soluk so­
luğaydı.
Tan yerleri ışıdı ışıyacak, ortalık ıhırcık karanlık,
birden dağın başında bir koskocaman top ışık patladı,
ovalar, dağlar, sular aydınlandı. Dağın tepesinden öy­
lesine bir _ ışık seli şakırdayarak çağıldayıp geliyordu ki,
bu ışık toprağın içine, ormanın en kuytu yerine, ağaç­
Iann köklerine, kabuklanna, kayaların özlerine işliyordu.
Bu ış,ıkla birlikte bütün dünya dş. şaşkınlıkla uyan­
mıştı. Yaratıklar gözlerini dağın tepesine dikmişler,
lalü ebkem kalmışlardı. Filler, hüdhüdler, kartallar, .do­
ğanlar, çaylaklar, hem de kırmızı kartallar, kurtıar, til­
kiler, aslanlar, kaplanlar, atıar, gergedanlar, çakallar,
sürmeli gözlü cerenler, geyikler, karacalar, hem de ren
geyikleri, develer, . martılar, albatroslar, bilcümle kara
ve deniz kuşları, insanlar ve hem de genç yaşlı, bilgin ve
d e çocuk dağların üstünden sağılıp gelen bu ışığa dal­
mışlardı, böylesi bir ışık nereden, nasıl fışkınp geliyor­
d u ! Sırtlan yanar döner böcekler, kelebekler bu ışık se­
linin altında sert kabuklan yanar döner, bir ustura kır­
mızısında, sansında, yeşilinde, morunda, turuncusunda
çakan, keskin, biçen, kanatları, gövdeleriyle . . .
Ağaçlar, sular bu ışık içinde yuvarlanan, balkıyan,
şavklanan. Ve birden ışık selinin üstünde şimşek gibi, bir
ustura gibi keskin bir mavi sel, yalazlayarak, çakarak
ışık selinin üstüne inen mavi, keskin çizgiler, kesen . . .
Kuşlar gökyüzünde, ıhırcık karanlığı delmiş ışık
selinin, mavi ustura şimşeğinin üstünde kanat kana­
da. . . Ve yerdeki yaratıkbır, yanyana, üstüste, kamaş­
mış gözleriyle . . . Ve insanlar olan bitenden aptallamıŞ . . .
Filler sultanı uyandı, gözlerini sildi, gökyüzüne bak-

'15
tı, gökyüzü tupturuncuydu hüdhüdlerden, gökyüzünün
doğu yönüne gözleri ilişti, orası da apaldı, kırmızı kar­
tallardan, gökyüzünün batısına baktı, orası da som ma­
viydi papağanlardan, som yeşil, som al, som san, som
turuncu, som papağan moruydu.
Güneyi küçücük kuşlar tutmuşlardı, bir renk cum­
büşünde, gökyüzünü örtmüşlerdi. Yerdeki cerenlerin, ge­
yiklerin, sülün gibi atıann, tek boynuzlu gergedanlann
üstüne ışık sağılıyordu durmadan. . . Dünya, yeryüzü,
gökyüzü ve bilcümle yaratıklar ve biltekmil bitkiler, ka­
ya, su, toprak şimdiye kadar hiç görülmemiş bir ışığın
içindeydiler. Gökyüzünde, suların, dağların, ormanla­
np üstünde som blr mavi geniş, yumşak, bir bulut gibl
sallanıyordu, sağılan ışık selinin içinde. Keskin, ustura,
biçen çizgilerle . . .
Filler sultanı hemen hüdhüdler başını çağırdı:
«Ne o, bu hal ne hal böyle, ulukepez? Ne oldu bu
dünyaya kardeşim, bütün yaratık gökyüzüne, yeryü­
züne dökülmüş, şu vurdum duymazlar bile bak aşağıya,
ayaktarup gelmişler, bu ne hal, bir olağanüstülük mu
var?»
Hüdhüdler başının ağzı kulaklanndaydı.
«Var,» dedi, «sultanımız, hem de öyle bir olağan­
üstülük var ki, dünyamız böyle bir olağanüstül� da­
ha önce görmüş değil. . . Bak oraya.»
(<Nereye bakayım?»
e<Oraya, oraya, ulu dağın tam doruğuna. >>
. .

(<Baktım, gözlerim kamaşıyor.»


(<Mavi ışığa bak, som mavi.»
Filler sultanı baktı ve gördü. Az daha gördüğü gil­
zellik karşısında sevincinden yüreği duruyordu. Som
mavi bir kuşak sarmıştı dört bir yandan yalp yalp eden
sırça- sarayı.
e<Çabuk, karıncalan getir bana ! ıı

76
Hemen o anda ulukepez başka on yedi hüdhüdle bir­
likte uçup kanncalar kentine geldi, alana kondular:
<�Çabuk olun, sultanıınız sizi istiyor.ıı
Kanncalarm ileri gelenleri ve hem de yorgun kıra­
liçe, bu yıl milyonlarca kannca doğurmaktan bir hal
olmuştu, zaten giyinmişler kuşanmışlar onu bekliyor­
I.ardı. Hüdhüdlerin kanadına doluştular, filler sultanı­
nın yanına geldiler:

<cHOŞ geldiniz arkadaşlanm,ıı diye ayağa kalkarak


karşıladı onlan sultan. «Sizler benim yapıcı, yaratıcı
kardeşlerimsinı·z. Sarayın açılış törenine hepinizi, bil­
tekmil kannca kullanını bekliyorum. Sizi şimdi hüd­
hüdler sırtlanndan indirmeden oraya götürsünler. öte­
kilere de buyruk çıkartacağım; t�kmil emeği geçmiş ka­
nncalar törene katılacaklar. ıı
Tuhaf kılıklı kannca :
«Bütün kanncalar sarayın, tahtın yöresindeler.
Bizler kentlerde kalmış, sultanımızın buyruğunu bekli­
yorduk. Sarayı, hem de mavı tahtı yapan kanncalar
dün geceden beri durmuşlar orada gözlerini bir türlü
yaptıklan saraydan, yonttuklan tahttan alamıyorlar,
orada sarayın, tahtın güzelliğine çarpılıp kalmışlar.,
<cPeki öyleyse,)) dedi filler sultanı. Sevincinden k_a­
natlanmıştı sanki, o iri gövdesl tüy gibiydi. Bütün fil­
lerini toplayıp dağdaki sarayına d�ru yollandı. 'Ostün­
de, bir bulut gibi kanat kanada hüdhüdleriyle.
Bütün kanncalar, hüdhüdler, öteki kuşlar, böcekler,
hem de tırtıllar, biltekmil yaratıklar gelmişlerdi törene.
B4' tek insanlar gözükmüyordu ortalıkta.
Hüdhüdler başı, ulukepez:
<cAmanm ha, aman ha insanlara haber vermeye­
Um bugünkü töreni. Ne yapıp edelim de insanlar sara­
yı da, tahtı da, töreni de bilmesinler. Ben insanları çok
iyi bilirim. Onlarda bir Süleyman vardı, bütün yaratığın

77
dilini bilir, sihirbaz bir kişiydi, onun gününden beri biz
insanlarla birlik olduk. Ben onlan bildim bileli nereye
burunlanm sokmuşlarsa berbat etmişlerdir. Çok övün­
gen yaratıklardır, bir yaparlarsa bin övünürler. Sonra..:
cığıma da kendilerini evrenin kilidi sanırlar. Hepsi de ·
az çok delidirler. Sonra da o insanlar var ya, bizim gibi de­
ğildirler, onlar ölümlüdürler. Ölümlü olduklannı bilip,
ölüm karşısında delirmişlerdir. Bu yÜzden do�aya, ken­
di kendilerine, yıldızlara, her �eye kinle . bakarlar. Sevgi­
leri tükenmiş. Sevmeyi unutmuşlar, yaşam sıcaklığını
yitirmişlerdir. Şimdi bu sarayı, bu tahtı görsünler ya
yıkar, bozar, yerle bir ederler, ya da durmadan biribir­
lerine satarlar. Senin bu güzel sarayın, görkemli tahtın
onlar için salt bir satış aracı olur. . . Onla� bir güzelllte,
bir yıldıza, güzel bir hüdhüd dişisine, · bir ku�ya, bir
cerene içieri sıcacık sevgiyle dolarak bakmazlar,» diye
konuştu.
Filler sultanı da korkudan, şaşkınlıktan gözleri öı-
şanya u�ramış:
·

·.( ..
((İnsanlar dünyada sarayımın yerini bile bilmesin-
ler, tahtımı duymasınlar. Büyücü hüdhüdü gönder bü­
tün insaniann gözlerini ba�Iasınlar,» diye kesin buyruk
verdi. ((B111yorum, ben de biliyorum şu insan yaratı�ın
her bjr şeyi berbat ettiklerini. Tann hiç bir yaratığı on­
lara benzetmesin. Onlar gibi, tann hiç bir yaratığı ölüm
karşısında dellrtmesin. Biliyorum, onlann işi d�­
lanndan ölümlerine _kadar kendilerinden, ölümden, ger­
çeklerden kaçmak. Ve bu kaçıştan, korkudan dolayı ön­
lerine ne çıkarsa yoketmek . . >>
.

Tören başladı. Filler sultanı sarayın önündeki beş


apartıinan yert büyüklü�ündeki kayalığın düzüne çık­
tı. önce hortumunu gö�e dikti, sonra da arka ayaklan
üstüne dikilerek ön ayaklanm gö�e açtı, mını mını dua­
lar okudu bir süre. Duası bitince hortumunu aşağıdaki

78
ovayı, yamaçlan zınkazınk doldurmuş yaratıklara uzat­
tı, sonra gene gö�e dikti, gök- kuşlardan kapanmıştı, en
küçük bir parçası bile gözükmüyord�.
Filler sultanının sütbeyaz bedeni bugün, bu ışık se­
li altında her zamankinden daha da beyazdı, yıldırdıyor­
du. Konuşmasına başladı :
ccSayın, sevgili, görkemli yaratıklat, kardeşlerim, si­
zi bu sevinçli günüme, mutlulu�uma kıvançla ça�ırdım,
hoş geldiniz. Bilcümle yaratıklar, görüyorum ki, biltek­
mil ça�nma gelmişler, sa�olun, varolun . . . Bir tek insan­
lar eksik bu toplantıda . . . Hiç biriniz onlan buraya ça­
�ırmamı benden beklemezdiniz, de�il mi?n
Bütün yaratıklar hep bir ağızdan bağırdılar:
«Beklemezdik. n
Bu korkunç sesi · duyan insanlar bunu şiddetli bir
gökgürültüsü sandılar.
cc Bu insanlar da bizim gibi, tüm öteki yaratıklar gi­
bi alçakgönüllü olsalar, her birisi kendisini tann sayma ­
sa, sonra da bu tannlar korkulanndan geberip canavar­
laşmasalar onlan da bu mutlu güne ç�ğırmamak iç�n
hiç bir sebep kalmazdı.n
«Kalmazdı,)) diye hep bir ağızdan bağırdılar öteki
yaratıklar. İnsanlar bunu da gökgürültüsü sanıp aldır­
madılar.
«İnsanlar çok yozlaştılar, dünyadan, yaratıklardan
koptular. ÖlÜm korkusu bitirdi onlan. Başlannı bu kor­
kudan dolayı taştan taşa vuruyorlar. Vurdukça da tozu·
tuyorlar. İnsanlar bir gün kannca olduklan gün, kann­
calar gibi alçakgönüllü olduklan gün, biribirlerini ye­
medptleri gün kendllerini k urtaracaklar . . . »
cc Kurtaracaklar,n diye bağırdı tekmil yaratıklar hep
bir ağızdan. İnsanlar bu gümbürtüyü de duyup gene
gökgürültüsü sandılar.
«Evet .sayın kardeşlerim,» diye gene .başladı filler

79
sultam, gırtlağım temizleyerek. «İnsanlar tuHattırlar,
tuhaf kılıklı kanncadan da beter. Çünkü o insaniann
yasalan berbattır. Biri yer, bini bakar, kıyamet de on­
dan kopar, derler, bir türlü o bekledikleri kıyamet kop­
maz. Bini çalışır aç kalır, on bini, yüz bini - çalışır aç ka­
lır, birisi, yalnız birisi döke saç.a yer, tıksınncaya kadar
yer yer doymaz. Her çağda bir şey uydururlar; şimdi bü­
tün işleri güçleri beşe alıp ona satmaktır bir şeyi. Topra­
ğı alıp toprağı satıyorlar, ağacı suyu, insanı, ellerine ne
geçerse, anaLarını, babalarını, çocuklarım, kanlarını, göz­
leri şu evrende neyi görürse alıp satıyorlar. Taşı alıp ta­
şı, yıldızı, altını, elması, çiçeği, yüreklerini, gözlerini
alıp satıyorlar . . . İnsanlar kendilerini bir alıp satma de­
liliğine kaptırmışlar ki, delilik derim sana . . . Evrende ne
bulurlarsa alıp satıyorlar. inanın bana yaratık kardeş­
lerim, bu insanlar bizim tuhaf kılıklı kanncadan da da­
ha tuhaf. Bu alip satma deliliği onların başına bir iş
açacak ama, bu kesin ya, bunun zararı biz yaratıklara
da dokunmasa . . . Bu her şeyi alıp satmaları, bu delilik­
leri şimdiye kadar yaşadıklan delilikierin en korkuncu.
Alınm beşe de satarım O!,la, bir iş açacak iı)sanlann,
dünyamızın başına. Allah bizi, dünyamızı insanların şer­
rinden esirgesin.>ı
«Amin,n diye gürledi yaratıklar.
İnsanlar bunu da gökgürültüsü sandılar.
Filler sultam konuşmasını sürdürdü :
«Şimd.i bırakalım .insanları. Allah onların belasını
vermiş zaten. Onlar böyle giderlerse dünyamıza, evrene
onlardan ·hiç bir hayır gelmez. O�rdan kötülükten baş­
ka bir şey bekleyemey.iz. Şimdi sözüm sizedir soylu, gör­
kemli kardeşlerim. İşte bu gördüğünüz, kannca kulla­
rımın bana yaptıklan bu sarayı hiç bir yaratık kendi sul­
tanıanna yapmamıştır. Böyle bir sarayı sultanianna an­
cak karıncalar yapabilirler. O lnsanlar ki sultanianna

80
ne saraylar, ehra,mlar, asma bahçeler, anıtıaı- yapmış­
lardır. Hiç birisi kanncalarm ben sultanımza yaptıklan
bu saray gibisini yapamamışlardır. Şu anda dünyanın en
güzel sarayı ben sultarumzın sarayıdır. Şu gördüğünüz
mavi elmas t8.ııt gibisini hiç kimse dünya kurulduğun­
dan bu yana hiç bir sultana ve hiç bir firavuna yapama­
mıştır. Yalnız kannca kardeşlerimdir ki, dünyayı dele­
rek yer toparlağının ortasından bu büyülü elmas tah­
tın taşını yeryüzüne çıkarmışlardır. Ancak kannca kar­
deşlerimizdir ki bu sırçadan sarayı ben sultaniarına dik­
mişlerdir. Ben ol sebepten yeryüzünün tekmil yaratığı­
nı buraya, bu kutlama törenine çağırdım. Bir tek, .insan
kavmini çağırmadım; o olumsuz yaratiklan, o yıkıcı ya­
kıcıları, o gözleri doymazlan, kıskançlan, o birbirlerinin
gözlerini durmadan oyanlan . . . İnsan kavmi hem insan­
lığın, hem de dünyamızın bir felaketi oldu. İnsan kavmi
bu alışveriş işine başladıktan sonra insanlığından çıktı.
Yeryüzünde her şeyi a.ldı . sattı. Toprak aldı sattı, toprak
topraklıktan çıktı. Su ·su olmaktan, orman orman ol­
maktan, g()kyüzü gökyüzü olmaktan çıktı. Yakında ayı,
yıldızlan da alıp satacaklar ve yıldız yıldız olmaktan,
ay ay olmaktan çıkacak.
«Soylu kardeşlerim, tann kimseyi insanın düştüğü
yere düşürmesin, insanoğlu bezirgan olduktan sonra her
şeyi alıp sattıktan sonra, insan olmaktan da çıktı. Yü­
reği alıp sattı insanoğlu, yürek, yi.irekllkten çıktı. Aşkı,
sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, banşı: : arkadaşlığı, kanda­
ki sıcaklığı, güzelliği alıp satti insanoğlu, insanoğlu in­
sanlıktan çıktı, oburlaştı. Biriktirme hastalığına tutul­
du. Ol Sebepten, sayın yaratık kardeşlerim, insanlan bu­
gün bu mutlu günümüze çağırmadım. _Korktum da ça·
ğırmadım. Şu mavi tahtı var ya, bir görmesinler, bu ça­
ğı! çağıl ışık boşanan sarayı gözleri bir görmesin, hemen
ne yapar yapar da alıp satarlar. Hiç bir mümkünatı

FS/06 81
yok, alır da satarlar. Bu saray da, taht da alınıp satıla
satıla hiç bir işe yaramadan eskir, kırılır, yıkılır gider.
«Şimdi biz kardeşler, bırakalım da insanları, onlar
kendi belalarını kendilerinden bulmuşlar. Büiz kannca­
lar, soylu görkemli kanncalar, dünyanın en soylu, güç­
lü yaratıkları ve hem de en büyük yaratıcılan, imtiyaz­
sız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz . . . Biiiz kanncalar, fil­
ler, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, barış üzre yaşıyoruz. Bi­
riiniz hepimiz, hepimiz birimiz içiniz. Özgürlük her şeyin
başıdır. Bakın insan�ara, onlar özgürlüğe, eşitliğe biz ka­
nncalar kadar önem vermedikleri için, ve hem de barışı
hiç istemedikleri- için bu hale düştüler. İşte şimdiki, şu
andaki özgürlük, bizim özgürlük düzenimiz, kıyamete
kadar sürecektir. Bizde ·hiç bir ayrı gayrı yoktur. Bunu;
burada toplanmış bütün yaratık kardeşlerimize, kırka·­
yaklara , solucanlara, sivrisineklere bile söylüyorum, bü- _

tün evren benim bu sözlerime tanık · olsun ki, her kannca


bir fildir. Her fil de bir kanncadır. Bakın kardeşlerim, her
kannca bir fil olmasaydı, şu saray nasıl yapılırdı? Bu sa­
raya bakan her yaratık anlar ki }\er kannca bir tildir.
Her kannca bir fil olmasaydı şu yer yuvarlağının orta­
sındaki bu büyülü taş nasıl çıkarılır da böyle bir taht
yapılabilirdi? Demek ki her kannca bir fildir. Size, sayın
yaratıklar, bir gizimizi söyleyeceğim. Kulak verin de be­
ni iyi dinleyin.n
Filler sultanını dinleyen kalabalık soluğunu tuttu.
Ortada an uçsa kanadının sesi duyulurdu. Fiİler sulta­
nının büyük gizini herkes merak etmişti.
· «Eskiden . . . ,, Burada gene sustu sultan, küçücük
gözlerini kalabalığın üstünde dolaştırdı. Gökyüzündeki
·

kanat kanada olan kuşlar da kanatlarını kıpırdatma­


dılar. ; ) .:
«Eskiden . . . » diye yirie başladı sultan. 1ıEskiden biz­
ler de, yani filler de birer ,küçücük kanncaydık. Sonra

82
çalışarak, sonsuz bir çaba harcayarak fil olduk. Onun
için sayın kannca atalanmız, size atalanmız diye ses­
leniyorum şimdi, bu andan sonra. Çünkü sizler fillerin
soylu atalan olan kanncalarsınız. !şte bizler, bu soylu
kannca ırkından gelerek fii olduk. Her ırkın üs­
tünde kannca ırkı. O ırk, o kannca ırkı ne mutludur ki,
az bir çabayla soylan fil olabilir ! Tanrı kannca ırkını
korusun. !yi bakın şu dünyaya, ne kadar çok kannca var,
ne kadar, ne kadar Çok. Bu dünyada kannca soyundan
daha çok, daha çabuk üreyen hiç bir soy yoktur, ola­
maz. Her karınca da sonunda bir fil olacağına göre en
güçlü soy kimdir? Soruyorum size, karşılık verin. Bu ,
evrende en güçlü soy kimdir?n
Sustu, bekledi, hortumunu kalabalığın üstüne uzat­
tı, gezdirdi. Birden yeryüzü gökyüzü sarsılırcasına yer­
deki ve hem de gökteki kalabalıktan bir gümbürtü kop­
tu.
l'iller sultanı bu korkunç, top patlar gibi çıkan güm­
bürtüden hiç bir şey anlamadı. Yetmiş bin yaratık yet­
miş bin dilden karşılık veriyordu sultana.
· Sultan:
ccKimdiiiir?» diye daha heybetli, kabannı ş gene
sordu.
Kalabalık gene gümbürdedi.
·

Sultan:
((Kanncalar l » diye b$rdı.
Kalabalık bu sefer fil dillnce, hep bir ağızdan :
11Kanncalar,n diye gümburdediler.
ccEvet, kanncalar, yaaa, karıncalar,» diye dinginle­
di filler sultanı. cıEvet, her kim canını dişine takarak ça­
lışırsa, sıfırdan başlayarak çalışır da evrenimize böyle,
bu saray gibi bir anıt dikerse, şu büyülü mavi taht gibi
bir taht yaratırsa, işte o her zaman, her istediği zaman
bir fil olabilir.»

83
· Sustu, sevinç içinde güldü, lmlaklarını havalandınp
şapırdattı :
«Şimdi ben ne söylersem siz yineleyeceksiniz . . . Her
kannca bir fildir ! ))
Kalabalık yetmiş bin yerden yetmiş bin ayrı sesle
yineledi:
<<Her kannca bir fildir.»
<<01 sebepten . . . ))
er Ol sebepten,ıı diye başladı hep bir ağızdan yetmi§
bin tür ses. -
<<Dünyanın, hem de evrenin en güçlü yaratığı ka­
rıncalardır.»
«Kanncalardır ı »
<<Haydi hep beraber . . . Kannca fil, fi1 karınca, karın-
ca fil, filkar . . . filkar . . . karfil . . . filkar, karfil . . . ıı ·

Hep bir ağızdan :


«Filkar, karfil . . . kar . . . fil . . . fil . . . fil . . . kar . . . ))
Durmadan, yineliyordu bunu kalabalık.
Kanncalar da bu işten sonsuz kıvanç duyuyorlar,
artık kendilerini birer koskocaman fil olmuş. görüyor­
lardı. Bu yolda en karamsar kannca bile, hiç olmazsa
yarın gün doğarken bir büyülü elin kendisini bir kosko­
caman fil yapacağını düşlüyordu. Yukardaki hüdhüdler,
kartallar, akbabalar, serçeler, ispinozlar, sakalar, kuy­
ruk sallayanlar şimdiden birer uçan fil olmuşlardı. Şu
dan dünyada fil olmayı kim istemez ki, değil mi?
Filler sultanı çok güzel konuşmuş, bütün yaratıkla­
rın, hele kanncaların gönüllerini kazanmıştı. Şimdi ar­
tık karıncalara o isteğini gerçekleştirmelerini buyurabi­
. lirdi. Tok, buyurucu bir sesle:
ccSizden bir dileğim daha var, ey filkar ulusu . . . Bu
dileğimi yerine getirmenizi buyuruyorum. Bu buyruğum
yerine getirilmezse, bizim bu mutlu ülkemiz ayakta ka-

84
lamaz, mutl�luğumuz uzun . süremez, tilkar kardeşle­
rim.»
Karıncalar hep bir ağızdan karşılık verdiler:
uSenin her buyruğun başımız üstüne . . . »
öteki yara:tıklar da hep bir ağızdan karşılık verdi­
ler, yani top patbir gibi gümlediler:
uSenin her buyruğun bizim başımız üstünedir. Sen
sultanımızın . . . Dünyadaki her yaratık sonunda bir fil ·
olacaktır. Biz burada buna inandık, iman ettik.»
"Sayın yaratıklar, sizler susun bakalım, bu bizim iç
sorunumuzdur. Yalnız kanncaları ilgilendirir. Ol seo ep­
ten sizler susmalısınız, sa� öteki filkar kardeşlerimiz.>,
-
Kanncalar:
«Söyle buyruğunu, sultanımız. Söyle ki, buyurursan
eğer bu dünyayı alıp güneşin oraya götürelim. İstersen,
sultanımız, ayı alip buraya getirelim. Yıldızdan sana taht
yapalım.»
<ıOlmaz olmaz öyle şey, siz sağolun, kannca kar­
deşlerim. Benim isteğim o kadar önemli değil. Bakın,
dinleyin beni, bu mutlu günde benim canımı sıkan kü­
çük bir şey var.»
«Nedir o, söyle de hemen . . . » Kanncalar coşmuş, yer­
Jerinde du ramıyorla.rdı.
«0 da şudur ki� bir kırmızı sakallı karmca vardı,
benim düşmanım, biltekmil yaratıkların düşmanı, in­
san gibi bir şeydi o . . . !şte oen bugün sizden bu kırmızı
sakallı kanncanın dirisini, ya da ölüsünü istiyorum. B u
kırmızı .,sakallı kannca beni işte ş u hüdhüd kardeşimi­
zin sırtında aşağıladı, sonra da o kanattan aşağı atlayıp
kaçtı. O -günden beri ben bu kırmızı sakallının dirisini
ya da ölüsünü· istiyorum. Bu kırmızı sakallı karınca bir
ulu demirciymiş. Soyu vanmuş da tı;ı.aa insanlar . kıralı
Davuda dayanırmış. Demek ki demirel kırmızı sakalın
soyu · insandan gelirıpiş. Anladınız mı, ne kadar tehlike-

85
li? .. Bu kırmızı sakalın soyu insandan getirmiş ! Ondan
başka. da bu Özgürlük düşmanı kırmızı sakallılardan çok
varmış bu dünyada. Bunlar özgürlük, din, eşitlik düş­
manı kanncalarmış. Bunlar kannca, bunlar fil düşma­
hıymışlar. Bunlar şu yeryüzündeki tekmil yaratığa düş­
manmişlar. Bunlar üstüne çok çok bilgi aldım. Bunlar ka­
pılara şapka da asarlarmış. Bunlar ırz düşmanı imişler.
Bunlar ırk, soy, kan, gelenek gÖrenek, tarih tanımazlar­
mış. İyi dinleyin beni, bu kırmızı saka! kanncalarm so- ·
yu insandan gelirmiş. Uzun söze ne gerek, onlann hep­
sini öldürmek için, onlann insan soyundan gelmeleri
yetmez mi? Bu insandan gelen kırmızı sakallar, hiç bir
şey yapmazlarsa bile, bir muzurluk S<?karlar yaratıkia­
nn arasına, kanncaların arasına, bütün yaratıklara, ka­
nncalara, fillere biribirlerini kırdınrlar. İnsan muzur­
luğunu evreniriıize yayarlar. Onlar ortadan kalkarsa
dünyamız durulur. O kırmızı sakaHar ortadan kalkınca
da kurtla kuzu yayılır. O kırmızı sakaUar ortadan kal­
kınca -hiç bir yaratık öteki yaratığı yemez. İşte ben şıtn­
di, önce kanncalardan, sonra öteki yaratıklardan, kuş­
lardan, anlardan tekrn.ll kırmızı sakallılarm dirilerini,
ya da ölülerini isterim. Herkes bir kırmızı sakallıyı; ya
ölüsünü ya dirisini getirecek şu alana atacak . . . O de- ­
mirel kırmızı sakallıyı, oÔeni aşağılayan, o beni aşağıla­
yaraktan tekmil yaratığı aşağılayan kanncayı bulup ge­
tirene de sarayımda bir oda vereceğim. Ölünceye kadar
bu odada yaşayacak o yaratık ve çiçek özü balıyla bes­
lenecek . . . Çoluk çocuğu ve de kıyamete kadar bütün ·
onun soyundan gelenler çiçek özü balıyla beslenecek­
ler . . . n
Sultan sözünü· bitirir bitirrnez tekmil yaratıklar, ıca..
nncalar, kuşlar dünyaya dağılıp kırmızı sakallı avına gi­
riştiler. Az bir sürede filler sultanının gösterdiği alan
kırmızı sakallılarm öluleri dirileriyle doldu.

86
Sultan bu kadar çok kırmızı sakalı, ölü, yaralı, diri,
bir arada görünce sevindi, fillerine buyurdu:
«Alana marş ! Hemen şimdi şu kırmızı sakallılal1D
üstüne çıkın ölülerini de, dirilerini de ezip toz edin . . . » _
·Filler işe girişip kısa bir sürede kırmızı sakallılann
işlerini bitirip toz ettiler. Alana yığılmış kırmızı saka11a­
nn hepsi kayalığın düzüne yapışmışlar, bir varmış bir
yokmuş olmuşlardı.
Kırmızı sakaHar toz olduktan sonra, düzlüğe bakan
sultan bir an düşündü, hemen o �nda da aklına geldi, te­
laşlandı :
«Ya demirel kırmızı sakal, ya demirel kırmızı sa-
kal?»
Kalabalıktan çıt çıkmadı:
«Ya demirel?»
Hiç bir yaratıktan en küçük ses Çıkmıyordu.
«Demirel?>> � ·

Hüdhüdler başı geldi sultanın başı yöresinde üç


kere döndü. Başın yöresine üç turuncu halka çizdi.
«Konuşamazlar sultanım. Demirel onlan büyüle­
miş.»
«Ya benl de büyüierse?n diye korktu sultan. «Büyü'­
ler de sarayımı, tahtımı eliniden alırsa?»
«Kanncalar. Jillerl büyüleyemezl�r. sultanım.» .
«Ama onun soyu insan,>> dedi sultan, daha da ür­
kerek, korkusundan dill damağı kurumuş. <<0 insan . . . »
mukepez onun külağının içine girdi, bir şeyler söy­
ledi, sultan da onun bu gizli sözlerine güldü güldü� Eliy- ·

le kocaman , apak göbeğini bastırarak güldü.


<<Artık öteki yaratıklar gitsinler, yalnız kannca kar­
deşlerimiz kalsınlar. Onlara büyük toy, şölen var. Hay­
. daaa, sazbir çalınsm cümbüşe başlansm.»
Birden dağlar ovalar büYülü tuhaf seslerle öt.meğe
bqladı.

87
eelşte bu güzel,» dedi filler sultaru. «Çiçek özü, bal,
böcek ölüsü dolu üç ambann kapılanın açın,» diye buy­
ruk bağırdı sonra da. ccAtalanınız kanncalar bugün do­
yasıya kannlarını doyursunlar. ÜÇ ambar onlar için az
bile.»
Karıncalar birden çoktandır aç olduklannı anımsa­
dılar, arnbariara koştular. Toplayıcı karıncalar ne ka­
dar da çok çiçek özü, bal, buğday özü, böcek ölüsü top­
lamışiard ı !
Kanncalar arnbariara dalıp ü ç gün ü ç- gece yedi­
ler bir iyice doydular. Uzun bir süreden beri bölyesine bol
yiyecek yememişlerdi. Sultana minnettar kalıp:
cıBu dünyada bu sultan kadar hayır sever, karınca
sever bir sultan, bir tann yok,>> dedi-ler. •Üstelik de üç
kuşak ötesi_ karınca bu tannrun,>> dediler. «Allah bela­
sını versin o kırmızı sakallı topal demircinin,» dediler.
cıBakın karıncalardan da ne iri, dünya kadar büyük ne
. sultanlar, ne sultan-tanrılar çıkıyor,>> dediler, öğündü-
·

ler.
Bütün ülkelerdeki kanncalar yarattıklan bu saray­
dan, tahttan, tann-suıtanın onlara söyledikleri sözler­
den, bir gün nasıl olsa fil olacaklan umudunun verdiği
sevinçten esrikleşmişler, kendilerine. .gelemiyorlardı.
Kanncaların bu esrik durumlan tam üç ay sürdü-.
Tam üç ay kanncalar sevinçlerinden toprağa basma-
"
·

dılar.

88
Karıncaların, filler su.ltanıruı saray yapıp
taht işlerken kendilerini unutup kışlık yiyecek
biriktirememeleri, aç yoksul kalmal(Lrıdır.

Yorgun kanncalar kıvanç içinde ülkelerine döndu­


ler. Sevinçten dolup taşıyorlardı. Nasıl sevinmesinler ki,
.
dünyanın en güzel, en büyük sarayını onlar dünyanın en
haşmetli sultanına yapmışlardı. Ya mavi. elinas taht,
milyarlarca kannca bu elması zerre zerre dünyanın orta­
y
sından taşı arak yeryüzünde birleştimiişlerdi. Bu taht
yalbırdadıkça tekmil yeryüzü · mavi, tatlı bir ışığa batı­
yordu. Koca bir sultana mutluluk, kıvanç bağışlamış­
lardı.
Sonra ne demişti sultan? ((Her kannca bir fildir.
Şu koskocaman fillerin atalan da, benim atam da, be­
ni.m özüm de hep kanncadır. Bir tek kannca bir dün­
yaya bedeldir. Her kannca da çalışarak bir fil olabilir.
Daha çok çalışırsa bir kannca, çalışması oranında bir
f11 de, beş fil de olabilir. Biz filler kanncayken nasıl
· fil olduk? Söyleyin söyleyin, şu filler kanncayken na�
sıl bu hale geldiler, nasıl gelecekler, sultanıarına saray,
taht yaparaktan, sultanıanna yeryüzünün bütün bal
özlerini, çiçek özlerin!, Çekirdek özl erini toplayaraktan
geldiler. Böyle giderse, sultanıanna bağlılıklan böyle sü-

89
rerse, karıncalar fil de�il, daha üstün yaratıklar · ola­
bilirler .• . » demişti.
Kanncalar daha şimdiden kendilerini fil samyor­
lardı. Fil sayıp •
birer fil heybetinde ·şişine"rek dolaşıyor-
!ardı ülkelerini, kentlerini. Artık her kanncada bir fil
afuru tafuru bir fil kuruntusu vardı. Hele sarıca kann­
calar kendilerini bir iyice fil sayıyorlardı. «Biz fillerin öz
atasıyız,>> diyorlardı da hiç başka bir şey demiyorlardı.
Bıyıkl.arı�ı hortum gibi uzatıyorlar, hüdhüdlerin sırtına
binip suıtana karıncalar ülkesinde olup bitenleri ulaş­
tırıyorlardı. Sultan da gelen haberlerden sonsuz kıvanç
duyuyordu.
«Her _karınca şu anda kendisini bir fil samyor.»
«Ne iyi, sansınlar. Benim istedi�m de buydu. Ka-
rıncalıkJarını unutsunlar da ne sayariarsa saysınlar.))
«Kanncalar fil gibi yürüme�e başladılar.))
«Bu daha güzel. Benim istedi�im de buydu.>, .
(cFil gibi koı:ıuşma�a u�raşıyorlar.»
(eBu en güzeli . . . Yardım edin, elinizden gelen her
yardımı yapın, o anlaşılmaz kannca dilini unutup fil­
ceyi ö�rensinler. Daha, daha çok yardım edin.))
Bundan başka haberler d� gelme�e başladı kannca
ülkelerinden, kentıerinden. Bu gelen yeni haberler eni­
konu midesini bulandınyordu sultanın. Kanncalar fil­
Ukte çok ileri gidiyorlardı. Bu böyle sürüp gidecek olur­
sa, ettikleri hayır ürküttükleri kurba�aya c:ıe�meyecek·
ti.
<cSultanımız, karıncalar tıpkı f1ller gibi de yemek
yeme�e başladılar.»
Filler sultanı çok telaşlandı:
«D� mu? Nasıl olur, kanncalar filler gibi nasıl
yerler? Nerden çıkardılar bunu?»
«Biz fil de�il miyiz, diyorlar, ellerine ne geçerse ha·
şır huşur yiyorlar;»

90
«Bu olamaz,» diye ba�rdı filler sultanı. Sesinden
dağlar ovalar, ormanlar inledi. Bunu duyan kanncalar,
«bir gün bir de sultanımız gibi ba�racak, dağları, de­
nizleri; ormanlan, ovalan inleteceğiz, biz fil değil mi­
yiZ,» deqiler.

Sultan, bağırmasını büyüiterek sürdürüyordu:

ccİ.şte buna izin veremem. Kanncalar fil gibi yiye­


mezler, çatlar ölürler. Aman ha, hemen önüne geçin bu­
nun. Hüdhüdler başı hemen, hemen şimdi kannca ül-/
keterine uç, kannca kullarıma söyle, onlara fil gibi ye­
meyi yasak ettim. Sonra onlar da filler gibi yerlerse,
yiye yiye çatlar ölürler. O zaman işte, ben bu dünyada
kannca kullanın ve hem de atalanm olmadan nasıl ya­
şanm? Kanncalar tildir, amenna fildir ya, fiiler kadar,
filler gibi yememek koşuluyla . . . Amanın ha, hüdhüd­
ler başı, en büyük tehlikeyle karşı karşıyayız. Söyle ka­
nnca kullanma, eğer kanncalar flller gibi yiyecek olur­
larsa, bu dünyadaki tekmil yiyecekler bir anda biter.
Dünyada yiyecek diye hiç bir şey kalmaz. Eğer kann­
calar filler gibi, filler kadar yiyecek olurlarsa dünyada
bir anda öyle bir kıtlık olur ki gökteki kuş yerdeki sü­
rüngen, cümle yaratıklar açianndan ölürler. Kannca­
lar üç gün, çok değil üç gün filler gibi1 filler kadar ye­
sinler bu dünyada ağza atılacak bir damla yiyecek bile
kalmaz, bütün yaratıklar açlıktan kınlıp dünyanın so­
nu gelir. Bu sözl�rimi olduğu gibi kannca kullanma net,
oıilann fil · gibi yemelerini kesinlikle yasakladım. Bu
buyruğum kesindir, kim dinlemezse buyruğum.u, fllle­
rin ayaklan altında o kişi ezilecektlr.»
Ultıkepez hemen kannca ülkelerine uçtu, sultanın ·

buyruğunu bütün kentlere ayn ayn borazanla bildirdi.


Karıncalar bu buyruğa ses çıkarmadılar ya, bu ne bl-
. çim flllik,, diye diil}ünmekten de kendilerini alamadı-

91
lar. «Mademki filler bizden çıkmış, bizler de tiller gibi
yeriz ve hem de yemeliyiz,» dediler.
<<Ne dediler bu buyruğuma?» diye sordu filler sul­
tanı ulukepeze.
«Hiç bir söze varmadılar,» diye karşılık verdi hüd­
hüdler başı. ııSalt homurdandılar. Ben buraya doğru
kannca kentlerinin üstünden uçarken aşa�da kentler­
den durmadan homurtular geldi� duydum. Kannca
kentleri homurtudan u�ul uğul u�lduyordu.»
- .

Sultan güldü :
"Homurdanmasınlar da ne yapsınlar. Daha hiç bir
yiyecekleri olmadığının farkına varmış değiller. Bu yıl
fil gibi de�il de, karınca kadar bile yemek yiyemiyecek­
lerinin farkında de�Hler. Kendilerine hiç yiyecek topla­
yamadıklannın farkında de�ller. Bir de !il gibi yemeğe
kalkıyorlar ahmaklar. Farlana varineadir ki ambarlan
bomboş, sen o zaman seyreyle gümbürtüyü ·karınca ül­
kelerinde . . . Şimdilik bırak da homurdansınlar.»
Bir süre sonra hüdhüdler, sanca kanncalar bir tu­
haf bir haberle gene geldiler kannca ülkelerinden:
«Kanncalar biz fil değil miyiz, diye bağınyorlar,
biz de filler gibi bal özü, çiçek özü, çekirdek özü yiye-
·

ceğiz, diyorlar,» dediler.


Bu kanncalar iyice iyice �ımartblar, kendilerini bi­
rer gerçek fil sayınağa başladılar. Sultan böyle düşünür­
ken, geniş uzun kahkahalarla giilı:neden de edemiyor­
du. Kendi de kanncalarm fiWtinde çok ileri gitmemiş
miydi? Kanncalar da amma da hazırlarmış fi1 olmağal
Vay anasını, can atıyorlarmış da filliğe, kimsenin habe­
ri olmuyormuş l Kannca kısmı kapalı kutu.
Ulukepeze, sanca ke.nncalara:
((Bu buyruğu mu . da tez ula.ştı.r.m ....�ca· kulları­
ma, zinhaaar bal özüne, çiçek , � <ÇeJ4rdek özüne
ağızlarını sürmesinler., zinhaaarl nfikı� yasakladım

92
bu _yiyecekler! onlara. Bu · yiyecekler bu kadar küçük
fillerin yiyecekleri değildir. Karıncalar sözü geçen yiye­
cekleri eğer yiyecek olurlarsa ağılanıp ölürler. Fillerin
yaptıklan her şeyi yapsınlar da kannca kullanın, onlar
gibi zinhaaaar yemesinler. Ya çatlar ölürler, ya ağıla­
nırlat . . . Aman ha aman bu sözlerimi de çabuk ulaştı­
rm kullanma.»
Hüdhüdlerle onlann kanatlanndaki sanca kannca­
lar uçtular, kannca ülkelerine vardılar. Sultanın buyru­
ğunu borazanlarla kannca vatandaşiara bir daha du­
yurdular.
uNe oldu?» diye sordu sultan. «Ne dedi kannca kul­
lanm?ıı
«Bu sözleri duyunca hep bjrden gülme�e başladı­
lar. Biz filiz, biz filiz, diye de hep bir ağızdan, durup
dinlenmeden, kesip kısmadan çağırmağa başladılar. ; .
Biz buraya gelirken, arka.mızdari daha sesleri geliyor­
du.»
«Gü�ünler,» dedi sultan. «Biz filiz, diye durmadan
gülerek söylesinler. Dünyadaki on yıllık bal özü, çiçek,
çekirdek özünü toplayıp benim ambanma yığdıklannı
da unutmuşlar . . . Hele gülsünler, yakında farkına vara­
caklardır ki . . . »
Birkaç gün sonra hüdhüdler ve sanca kanncalar
öyle bir haberle geldiler ki, filler sultanının şaşkınlık­
tan o yelken kulaklan havaya bir dikildi ki kolay kolay
bir daha inmeyecek biçimde.
«Bu olamaz ı İşte bu olamaz,» diye filler sultanı ye­
rinde duramıyor, deli gibi kendi yöresinde dönerek hop­
luyordu. «Söyle söyle, bir daha söyle,» diye buyruk üs­
tüne buyruk veriyordu hüdhüdler başına. tnukepez de,
turuncu kepezl, kanatıan, ayaklan biribirine karışarak
anlatıyordu :
«Vardım gittim Ülkelerine. Gittim ki ne göreyim?.

93
Ülkede, kentlerde hiç kimse kalmamış. Hasta bir kann­
eaya sordum, nerede kanncalar hey arkadaş, dedim, ka­
nncalar bir iyice fil olup, ormana gittiler, dedi. Derken
hemen oradan ormanıara uçtum. Vardım ki, ne göre­
yim suıtanım, bütün kanncalar kıçlannı havaya dik•
mişler, a�açlara, çalılara, çöplere, otlara dayamışlar kıç­
lanın sürüp duruyorlar, tıpkı filler gibi. Uçtum orman­
larca, günlerce dünyayı orman orman, çalılık çalılık do­
laştım, her yerde, her a�acın dibinde, her çalının, her
kuru çöpün altında bir kannca yuma� kıçlanm daya­
·

mışlar sür ha sür ediyorlar. Her gitti�im yerde soru­


yordum, bu ne hal arkadaşlar? Biz fil olduk, bir iyice
fil gibi fil olduk diye yamtlıyorla.rdı beni. Ooooh , fil ol­
mak da ne iyi, ne hoşmuş, diye kıçlannı sürerek mesto­
luyorlardı. Şu · anda sultamm, dünya kanncalı�, top­
tan, işi gücü bırakmışlar, dünyanın tekmil kanncalan
yediden yetmişe, hasta sayn ormandalar, kıçlannı da­
yamışlar a�açlara, çöplere, çalılara sürtüp duruyorlar.
Durmadan, f1l olmak ne hoşmuş, ne hoşmuş, diye konu­
şuyorlar, habire sürtüp duruyorlar. Yemeyi içmeyi, ça­
lışmayı, gezmeyi tozmayı, uykuyu düne�i, her şeyi, dün­
yalannı unutmuşlar kıçlanm a�açlara, bir ancık bile
ara vermeden sürüp duruyorlar. Tıpkı filler gibi hiç
bir iş görmeme�e. ellerini ılıktan s$�a vurmama�a
kararlılar. Diyorlar ki, bundan sonra ölsek bile, bizi kı­
yık kıyık kıysalar bile, kıçımızı a�açla;rdan ayıramayız.
Ooooh , fil olmak ne hoşmuş, ne hoşmuşl Sa�olsun sul­
tan, o bizi !il eyledi de, filli�mizi bize ö�retti de yaşa­
mın ne olduğunu gördük. Yoksa şu dünyaya, a�aca kıç
sürmeyi bilmeden, eşşek gelip bön gidecekmişiz. Biz
ölünc·eye kadar böyle, işte tam böyle fil olarak kalaca­
ğız ve kıçımız işte böyle a�açlarda habire kaşımp du­
rac�ız.»
Ulukepez, gagası, ayaklan, kanatlan, kepezi biribi·
rine girmiş, karınançorman olmuş, daha neler neler an­
latmıyordu! Anlattı anlattı, sonra yoruldu, dinginledi,
suıtanın gözlerinin önüne, ceviz ağacının . dalına kon­
du.
Sultan:
(<Ne oldu senin kıçına?» diye sordu. Hüdhüdler ba­
şının kıçı açılmış, kıçında bir tek tüy kalmamıştı.
«Karıncalann yerden göğe kadar haklan var,» de­
di ulukepez. <<Ben de fil olup kendime bir ağaç buldum,
kıçımı durmadan ağaca sürüp kaşıdım. Kaşıdıkça ho­
şarlandım, hoşarlandıkça kaşıdım, işte böyle kıçımda
bir tek tüy kalmadı, apayaz oldu kıçım böyle, ayna gi­
bi. öteki bütün hüdhüdleı- de, kuşlar da bana· öykün­
düler, kıçlannı ağaçlara dayadılar, kaşınmağa başladı­
lar; Şimdi ağaçlann üstbaşında kuşlar, aıtyanında ka­
rıncalar · dumiadan sürüştürüp esrikleşiyor, kendilerin­
den geçiyorlar.»
«Yasssaaaak ! » diye bir fil boyu havaya sıçrayarak
bağırdı filler sultanı. Ona öykünen ormanlardaki kann­
calar, hüdhüdler de, ııyaaassssaaaak,» diye hep bir ağız­
dan sevinçle bağırdılar. «Bu dünyanın ölümüdür. Bü­
tün yaratıklar buna bir alışırlarsa, bu yaratıklığın, do­
ğanın, evrenin ölümü olur, yaaasssssaaa.aak ! >) bütün or­
mandakiler onun sesine öykündüler: «Ölümü olur, ölü­
mü olur, yaaaasssssaaaak ! »
Filler sultanı duyduğu bu inanılmaz durum karşı­
sında çılgına dönüp soluk soluğa:
«Ey hüdhüdler başı, ey ulukepezler ulusu bir ke­
re sen, bir kere sen şu kıçını ağaçlara sürmekten ilk
önce sen vazgeç.))
((Vazgeçemem sultanım, vazgeçemem,» diye hüd­
hüdler başı kıçını dayadığı arkadaki dala durmadan sür­
tüştürerek öttü. «Vazgeçemem suıtanım, oooh , vazgeçe­
mem� İstersen beni hemen şimdi ayağının altına al da

95
ez, gene de vazgeçernem suıtanıriı, kıçımı k�ımaktan . . .
Oooh , oooh , oh sultanım, sana şükrolsun, fil olmak ne
iyiymiş. Dünya varmış. Fil oldum da, 'bunca fil oldum
da, kıçımı ağaca sürdüm de, dunnadan kaşıdım da ya­
şamın tadına vardım. Ooooh sultanım, bundAn önce biz
hiç yaşamamışız. Öldür beni, öldür beni sultanım da
şu filliğimi elimden alma, olur mu?n dedi de başka bir
şey demedi.

Sultan dinginledi, başını elleri arasına aldı, has


bahçeye yürüdü, başının yöresinde uçan hüdhüdler ba­
şına da: «Hele sen şimdi git, kıçına bir ağaç bul da sü­
. rüştür, ben bir düşüneyim fillik durumunu,>> dedi.
«Sağol, varol sultanım,)) diye hüdhüdler başı uçtu,
hemen en yakın çınar ağacına gitti, onun sert kabuklu
dalına kıçını dayadı, mestolarak sürtmeğe başladı.
Filler sultanı da has bahçeye salt kıçını sürtmek
için diktirdiği ulu çınarıarın altına vardı, kıçını ulu bir
ağacın sağlam gövdesine dayadı, sürterek düşünrneğe
başladı.
Uzun bir süre düşündükten sonra ulukepezi yanı­
na çağırdı. Bu arada hüdhüdler başı da düşünmüştü.
Filler sultanı :
ccÇok düşündüm arkadaş,» dedi. «Bir sonuca ulaşa­
madım. Ben sizlere, karıncalara filsiniz, fil olacaksınız
dedim ama, filler gibi "yiyip şişeceksiniz, sonra da çatıa­
yacaksınız, demedim. Ben sizlere, karıncalara filsiniz, ça­
lışırsanız f1l olacaksınız, dedim ya, bal özünü, çiçek özü'­
nü, çekirdek özünü filler gibi yiyeceksiniz, demedim.
Ben sizlere ve karıncalara filsiniz, dedim ya, kıçınızı
filler gibi bir yaşam boyu kaşıyacaksınız, demedim. Siz,
hepiniz fillikte çok ileri gittiniz. Bana bu işte, bu aşın
fillik işinde yardım et, ulukepez kardeş. Sen ki insan­
lan ve bilcümle yaratığı, ölüleri dirileri tanırsm, çok

96
deneylerden geçmişsindir yüzlerce yıl, bana yardım et,
hiç olmazsa bu kaşıma işinde.ıı
«Edemem,» dedi hüdhüdler başı. «B'u tatlı fil hu­
yundan hiç bir yaratığı vazgeçiremem. Bereket ki bu
hoooş , tatlııı fil · huyunu öteki yaratıklar daha duyma­
dılar. Bir duysalar, dünyanın altı üstüne gelir.»
<ıAınan duymasınlar ! ıı diye coşkuyla, korkuyla ba­
ğırdı filler sultanı. Sonra da kesin buyruğunu verdi:
((Yasakladım,ı) dedi. <<Kıç kaşımayı toptan yasakladım.
Al buyruğumu net senin hüdhüdlere ve karıncalara, or­
manı, çalılıklan derhal terketsinler, hemen bugün. E�er
terketmezlerse, yann sabah bütün ormanıara yıldınm
atıp yakıp kavuraca�ım onlan. Hüdhüdler, kaşımacı
öteki kuşlar, hem de kanncalar bir anda kömür olacak­
lardır.»
ı<Etme eyleme sultanım.. . . ıı
<ıKarşı mı koyuyorsun?»
<<Yok sultanım.ıı
!<Öyleyse hemen uç_ ülkelere, buyruğumu söyle on­
lara. Yann · sabaha kadar kıçlarını a�açlardan çektiler
çektiler, çekmedller artık gerisini kendileri bileler.ıı
Ne yapsın hüdhüdler başı, yanında birkaç hüdhu­
düyle ormana uçtu, geldi kanncalann üstüne. Kannca­
lar yumak yumak yı�ılmışlar a�açlann altlarına, göv­
delerine, daUarına habire kıçlarını sürüyorlardı. Hüd­
hüdler başı uçarak bütün ormanı. sonra da ormanlan
dolaştı, kannca ülkelerinde gördükleri hep buydu.
Ormanın üstünde, tam orta yerinde bir �acın en
uç dalına kondu, burada kendini bütün kanncalar gö­
rebilir.. sesini duyabilirlerdi.
«Eeeeey kanncalar,» diye başladı borazanıyla. Se­
si ta uzaklardaki ulu da�larda yankılandı. <<Duyduk
duymadık demeyin, sultanımızın buyruğudur. O sultan
ki, bilcümle yaratı�a baştır. Aslanlara kapJanlara, kurt-

FS/07 97
· lara çakallara, gergedanlara, yaban eşeklerine, yılanla­
ra, timsahlara baştır. Size sultanımızın, o görkemli, o
dünyalar sultanının buyruğunu ulaştırmakla onur du­
yuyorum: Bundan önceleri de insanlar ve biltekmil ya­
ratıklar sultanı Süleymanın buyruğunu kullarına · ulaş­
tırmakla onurlanırdım. Şimdi beni kulak verip de din­
leyin, eeey yüce fil soylu karıncalar. Sultanımız buyur­
du ki, kıçınızı, öteki yüce fiÜere öykünerek . yıl on iki
ay ağaçlara sürmeyeceksiniz, bu kesinlikle yasaktır. Biz
size filsiniz, fil olacaksınız, dedik ama, böyle o küçücük
kıçınızı ağaçlara süresiniz durmadan, durmadan, deme­
dik. Bu bÖyle giderse, kıçınızı sizler ağaçlardan çeke­
mezseniz. kim, kim çalışacak da bize bal özü, çiçek özü
toplayacak? Siz bu fil huyundan vazgeçmezseniz, ben
de, . filler de siz de aç kalacaksınız. Ol sebepten, kıçla­
rını ağaçlara sürerek -uyumak yalnız asıl fillere malı­
sustur, sonra fil olmuş kannca filler için değildir. Eeeey
karınca fil kullanın, size kesinlikle buyuruyorum ki, he­
men. şimdi; şu anda bu fif huyunuzu bırakıp, kıçları­
nızı ağaçlardan çekip kentlerinize gideceksiniz. Sultan
Löyle buyurdu, sultan böyle buyurdu, .duyduk duyma­
dık demeyin. n · ·
O kadar mestti ki karıncalar, hüdhüdler başının
bu çağrısına kimse en kuçük bir tepkide bulunmuyör­
du. Ona dönüp bakmıyorlardı bile.
((Sultan diyor ki,n diye bas bas bağırıyordu hUdhüd­
ler başı. ((Yüce sultanımız diyor ki, onlar fildirler de­
dim ama kıçlarını ağaçlara sürecek kadar fil olacaklar
demedim. Bal özü, çiçek özü, çekirdek özü · yiyecek ka­
dar fil olacaklar demedim. Onlar tildirler ama, boylan
kadar fildirler.ı>
Orman baştan aşağı uğuldadı:
((Biz filiiilz! ıı
«Biz filiiiiz! ıı
c( Biz filiiiiüz ! »
((Siz filsiniz ama, boyunuz kadar,ıı diye bağırdı b<.r
razanıyla ulukepez.
<(Boyumuz, boyumuz, boyumuz kadar.»
cıBiz filiz, filler gibi filiZ.»
uFiller gibi filiz.ıı
ccFiller gibi.ıı
ccFilsiniz filsiniz ama. . . Sultan· kesinlikle buyruk
saldı size. Yarın sabaha kadar kıçınızı bu ağaçlardan
çekmezseniz, sultan da sizin üstünüze, ormana, dünya­
ya yıldınmını atacak, o da sizi kavuracak, yakacak, kül
edecek. Siz hiç yıldınm ne demektir, biliyor musunuz?
Sultanımızın buyruğu kesindir. Kıçlannızı ağaçlardan
çekeceksiniz. ıı
c(Biz filiiiz,ıı diye gene uğuldadı orman.
Hüdhüdler başı bu kez sarıca kanncı;ı.lara seslen­
di. Onlar da:
ci Biz filÜiiz,ı) diye karşılık verdiler. Vay anasını,
dünya değişmiş, o sümsük, hayın, kötü sancalar bile,
biz filiz diye dayatmağa başlamışlardı.
. · Bu sefer dallardaki hüdhüdlere döndü, hepsinin de
kıçı kavlamış, ayna gibi, bir tuhaf, durmadan kıçlannı
dallara sürüyorlardı.
cc Size söylüyorum sultanımızın buyruğunu, hüd­
hüdlerim. Hiç olmazsa daha siz fil olmadınız, siz de be­
nim gibi daha kuşsuİıuz, değil mi?ıı
«Biz filiiiiz ! ıı diye bütün orman baştan sona, uçsuz
bucaksız öttü. ccBiz filiiiz ! ıı
· Ulukepez daldan dala uçup büiün kanncalarla, hüd­
hüdlerle konuştu. Hiç birisini kandıramadı. Hiç birisini
fil olmadıklanna, olamayacaklarına, inandıramadı. Na­
sıl inandırsın, kendi de, hüdhüd kuşlannın başı uluke­
pez de fil olduğuna, hem de nakışlı, güzel, parlak, renk
renk, cümbüşlü bir fil olduğuna inan;ıyordu. En küçük

99
bir fırsatta da hemen kıçınl bir dala dayayıp kaşınıyor­
du, kaşınıyor bağınyordu:
ııSuıtanın -buyruğunu diniemiyor musunuz?>�
Kimse ses ve!miyordu. Ne bir tek karınca, ne bir
tek hüdhüd. Bir küçücük sanca bile ona karşılık ver­
miyordu.
«Yarın sabah yıldınm, sultanın yıldınmı . . . Hiç bir
canlı kalmayacak. Tekmil yaratıklann kökü kuruya­
cak.ıı
Ormandan bir kaşıntı hışırtısından başka. hiç bir ses
gelmiyordu.
Ulukepez inatla, kendini de inandırarak, kuşlarla,
kanncalarla durmadan iki gün üç gün konuştu, buyruk
dedi, yıldırim, ateş, su, dedi, sultan tekmil yaratığın kö­
künü, dedi, hepinizi, dedi, öleceksiniz, dedi. Taşta ses
vardı, karıncalarda, kuşlarda ses yoktu.
Sonra birden, derinden, boğuk, kalın bir uğuıtu or­
manı doldurdu :
«Sultanlar sultam sultanımız ..her şeyimizi elimiz· -
den alır da, filliğimizi elimizden a.lamai. Kaşınmamızı
elimizden alamaz. Şu darı dünyada bir kere fil olduk,
onu da sultana şaha vermeyeceğiz. İşte böyle kıya.me­
te kadar götümüzü kaşıyacağız.»
Uğultuda.n sonra da ormanı bir kaşınma hışırtısı
aldı.
Hüdhüdler başı uçtu, konuştu, yalvardı yakardı,
korkuttu, artık bundan sonra kimsenin ağzından bir söz­
cük bile alamadı: Yanındaki hüdhüdlerle birlikte sulta­
na geldi. Sultan onu günlerdir, kulağı kirişte, yemeden
içmeden, uyumadan bekliyordu.
«Ne oldu?» diye sordu hemen.
«Hiç bir şey olmadı,» dedi hüdhüdler başı. «Hiç bir
şey. Ben böyle bir şey görmedim. Belki dünya kuruldu­
ğundan beri şu yeryüzünün üstünde uçanm, bunca in-

100
san, bunca yaratık gördüm, bunca yaratıkla · yaşadİm .
ben böyle bir şey görmedim. Bu fi1 olmak da ne yaman
bir işmiş ki hiç kimse kıçını ağaçlardan çekmiyor. Ne
kanncalar, ne bizim kuşlar, ne de sarıca karıncalar, hiç
kimse. Öyle mestolmuş gitmişler ki . . . Buyruk, declim,
yangın, yıldınm, dedim. Daha neler neler söyledim on­
lara sultanım, boş veriyorlar. Hiç bir kanncanın, kuşun
tüyü bile kıpırdamadı. GÜnlerce cebelleştim de onlarla
yalnız ağızlanndan . birkaç sözcük alabildim. önce hep
bir ağızdan, biz filiz, biz filiz, dediler, sustular. Sonra
da, tam üç gün sonra da, sultan bizim elimizden her .
şeyimizi alır da filliğimizi alamaz, dediler. Blz filiz, fil
kalacağız. Bu dünyaya fil geldik, fil öleceğiz. Şu · dan
dünyada bir kere fil olduk, dediler; Bundan sonra da
onlara ne söyledimse bir daha onlardan bir karşılık ala­
madım Bütün kanncalar kuşlar sağır dilsiz kesilmiş­
lercfi. O sümsük sarıcalar bile . . . ıı
Sultan :
cıSen nasılsın?ıı diye birden , beklenmedik sordu
ulukepeze.
((Hiç sorma,» dedi kuş. uBenim halimi hiç sorma.
Bir yerde bir ağaç, dal, çalı görmeyeyim uçarken, ko­
narken, hemen vanyorum ona başlıyorum kıçıriıı sür­
meye . . . Hiç bir şeye yanınıyorum da sultanım, bunca
yıl fil olarak yaşayamadığıma yanıyorum.»
cc Vah vah,» dedi sultan. ((Vah, vah vah ! ıı
ıcÜzülme sultanım, ben du rumumdan dolayı çok kı­
vançhyım,» dedi kuş. uBu fillik, fil olmak ne yaman,
ne güzel bir şeymiş de sultarum, biz bilmiyonnuşuz . . . ıı
<< Şimdi seni yıldınmım içine atsam . . . ıı
ıc Vazgeçernem filliğimden sultanım.»
((Kanatla�ı kırsam, koparsam . . . »
uVazgeçemem filliğim�en sultanım.»
ıcİki gözünü birden çıkarsam . . . »

1 01
ı<Vazgeçerii.em,>>
<<Bütün hüdhüdlerini yaksam, dünyada bir tek kuş,
bir tek hüdhüd kalmasa . . . »
«Vazgeç_emem, hiç kimse de fillik tadını almış, bu
yüce tada vararak mestolmuş hiç ki!TISe de filliğinden
vazgeçemez sultanım,)) dedi kı.,ış, öğündü. « yay be, fil
olmak da neymiş be ! ıı
Durdu, azıcık utandı, sonra da çabuk çabuk:
ccBana azıcık izin sultamm.»
Hemen uçtu vardı çınara, kıçını hızlı hızlı ağaca
sürdükten sonra geri geldi .
Sultan:
cc Anladım, ıı dedi güldü.
Ve bÜtün bunlar sultanı derin derin düşündürdü.
Enayilik etmişti, hem de enayiliğin büyüğünü. Ne de­
mişti de kanncalara, kuşlara her biriniz birer filsiniz,
filler karıncalann, kuşlann soYtından gelir, demişti ! Al
şimdi ayıkla pirincin taşını, al bakalım, çık bakalım bu
işin altından . . .
·

ccNe yapacağız, ulukepez kardeşim?»


«Bunun hiç bir uman yok, sultanımız. Hiç bir
uman . . . Kıyamete kadar hüdhüdler ve kanncalar fil
kalacaklar. >>
ccAma onlar fil değiller ki . . . »
«Fil oldular, suıtanımız. Sen onla�ı fil yaptın ya . . . »
ccFil yaptık onlan aaah , kendimiz fil yaptık şu ka-
darcık karıncalan, aaah, fil yaptık, kendi çorabımızı ,
kendi başımıza kendi elimizle biz ördük. Eee, ne ola­
cak şimdi? »
cı!Iiç bir şey olmayacak. »
ccKıyamete kadar böyle ıİli? ıı _

ccBöyle sultanımız, ağaçl arın altında yumak yumak


kanncaln, üstünde küme küme kuşlar, kıçlan ayna gibi
açılarak k.aşın ha kaşın edecekler.»

1 02
«Biz ne yiyeceğiz o zaman, biz soylu filler? Siz ne
yiyeceksiniz o zaman, siz soylu kuşl�r, fillik öğrettik ,
ama karıncalara, kötü fillik ; fii yaptık onlan ama, bin­
diğimiz dalı kendi elimizle kestik. Bana kim saray ya­
pacak brmdan sonra, kim _ambarlarımı bal ozü, çiçek
özü, çekirdek, böcek özüyle dolduracak, kim? Aaah, bir
bulup da bir yitirdiğim karıncalanm, aaah l Söyle, hüd­
hüdler başı, biz ne yaptık böyle, biz kırmızı sakallı
mendeburdan korkarak ne yaptık böyle, ne yaptık? Ne
çabuk da inandılar o küçücük şeyler fil olduklarına . . .
Ne de hazırlafmış fil olmağa. Ben ne bileyim ben . . . Ben
biliyordum ki, kadim gelenekti ki bu , onları fil gibi fil
değil de, fil yapmadan, karıncalıklannı unutturmadan
sonuna kadar güçle buyruğumda tutamazdım. İnsan­
lardan öğrendim bunu. Onların her buluşu iyidir diye,
işte bak, başıma öyle bir işler açtım ki ne işler, ne işler
ki ne işler! Silah geriye tepti. Ben onlara karıncalıkla­
rıJ?-ı unutturayım derkeıı . . . Aaah, şu insanlar yok mu,
yok mu ! »
«Kurnazdır1ar,» dedi hüdhüdler başı. ccO insanlar
yok mu, çok kurnazdırlar. Onlarla çok yaşadım, onları
yakından tanıtım.»
<<Eee, işte sonucu. Kanncalar fil olunca toptan elim­
den çıktılar.»
«Çıkmazlar,ıı dedi ulukepez. «İnsanlar karıncalara
siz filsiniz demişlerse, üç yüz yıl borazan çalarak ka­
nncaları bir gün fil olacaklarına inandırmışlarsa bun­
da bir iş_. var.»
«Öyle mi?» diye sordu sultan. .
«Bunda bir iş var,ıı dedi kuş.
·
<<öyleyse düşünelim,» dedi sulta�.
ccOlur,ıı dedi kuş. «Hele ben gideyi.m şu dala kona­
yım da kıçımı bir iyice kaşıyayım. Kıçımı kaşımadan
hiç düşünemez oldum, sultarum.n

1 03
<•Tuhaf,» dedi sultan. «Ben de öyle. Haydi git kaşı
da gel. Yok yok, bak, gel benim ağacıma kon, sen yu­
karda, ben aşağıda kaşınalım. Ve hem de kaşınarak dü­
şünelim, olur mu? ıı
« Çok güzel,ıı dedi ulukepez.
Altta sultan kıçını ağacın gövdesine vermiş, yukar­
da kuş arkasını bir dala dayam�ş. durmadan gidip ge­
liyorlardı.
Uzun bir süre sonra, birden keskin bir sevinç çığ­
lığı kopardı sultan :
c(Çabuk gel, çabuk gel,ıı diye de kuşu çağırdı. Kuş
hemen yukardan aşağı uçup indi.
«BUyur sultanım.))
«Tamam,)) dedi sultan. «Oldu. Bu kadar telaş et­
memize hiç gerek yokmuş.>>
«Nasıl?ıı
« Karıncalann yiyecekleri var mı kentlerindeki am­
barlarında? Bütün topladıkları yiyecekleri bana taşıma­
dılar mı? Bunca zaman saray, taht işinde çalışmadılaı:
mı? Kendilerine yiyecek taşıyacak vakitleri oldu mu?ıı
« Olmadı,>> dedi kuş. ııAmbarlannda bir damlacık
yiyecekleri yok.»
ııŞimdi iyi, daha karınlan tok. Oradan buradan bi­
razcık da yiyecek buluyotlar. Kış gelip de kar yağınca ,
kış gelip de dünyada hiç bir böcek, çiçek, buğday, çe­
kirdek kalmayınca . . . »
· ıc Kalmayınca,ıı dedi kuş, «ne yapacaklar? ,
((Ne mi yapacaklar, açlıktan kınlacaklar,. AÇ kalın­
ca da hemen fil ·olmadıklarını aniayıp karıncalıklannı,
kuşluklarını anımsayacaklar, ondan sonra da ölüm be­
dene gelince bana gelip yiyecek isteyecekler . . . Ben de . . . ıı
Çok korktu kuş:
ıc Ben kıçımı hep kaşırsam, hep fil olarak kalırsam,
bana bir şey yapmazsın, değil mi?ıı diye yalvardı.

1 04
<«Sana hiç bir şey yapmam, istediğin kadar da yiye­
cek veririm. Sen istediğin kadar kıçını sür ağaçlara,
sen bir filsin. ıı
«Kuşlanm?ıı
ııOnlar da birazcık fil . >>
«Olsun olsU:n,>1 diye coştu hüdhüdler başı. <«Biraz­
cık fillik yeter onlara. Ya sarıca karıncalara ne diyor­
sun sultanım, onları bırakır da tillikten ata.rsak, zaten
kanncalıktan çıktılar, öyle ortada kalırlar. >>
«Onlar da birazcık fil olup, kıçlarını senin kuşlar
gibi yılda bir ay kaşıyacaklar, olur mu?n
<ıOlur,>l diye seyindi hüdhüdler başı. Sevincinden o
dala konup ondan kalkıyor, o daldan kalkıp ona konu­
yordu.
ııSen bütün yıl hiç durmadan iyi bir filden de, ben­
den de daha çok kıçını kaşıyabilirsin . »
ııSağol, varol sultanım. Şimdi kanncalar k ı ş gelip
aç kalınca . . . »

ııBekleyelim,>l dedi sultan. cıKıçiarını kaşımaktan


vazgeçmesinler de göreyin onların kıçlanru . . . 11

KıŞ geldi, kar bastırdı, karıncalar kuşlar daha or­


manda kı�lannı bıkmadan usanmadan ağaçlara sürü­
yorlardı. Hüdhüdler başı da birkaç güne .bir sultarun
sarayından karmca ülkelerine, ormanıara uçuyor, on­
larla hiç konuşmadan yukardan ormanlan seyreyliyor.
geri sultanın sarayına dönüyor, gördüklerini ona en kü­
çük ayrıntısına kadar söylüyordu. Ve sultan gelecek gü­
nü sabırla bekliyordu.
Karıncalar yerde, kuşlar dallarda birden farkın a
vardılar ki üşümüıjler ve h em d e �çlar. K uşlar hemen
uçup yuvalanna gittiler, sultanın onlara verdiği arn­
barlardaki yiyecekleri yeyip keyiflerine baktılar. Kann-

1 05
calarsa ilkönce şaşınp ormanda oraya buraya başvur­
mağa, aranmağa, yeni doğmuşcasına doğayı koklamağa
başladılar. Ağaçlara tırmandılar, sıvandılai, yapraklan
kokladılar, bıyıklannı biribirierine 'sürterek uzun uzun
konuştular, baktılar ki aç biilaç ortalıkta kalmışlar;
Sürüler halinde karıncalar birkaç gün ornianda dalga­
landilar durdular.
Açlık öylesine vurmuştu ki başlarına artık ne (il ol­
dukları akıllanna geliyor, ne ağaçlara kıçlannı sürmek.
Yaşlılar, çocuklar açlıktan yürüyemez olmuşlardı.
Tuhaf karınca ortaya atılıp: <<Yahu arkadaşlar, biz­
ler fil olmadan önce ülkelerimiz, kentlerimiz yok muy­
du? » diye soruncaya kadar kanncalanrr bu şaşkınlıkla­
rı sürdü.
<<Vardı,» dediler.
«Eeee, kentlerimizde de yiyeceklerimiz yok muydu,
bizler fil olmadan önce?ıı
<<Vardı,>> dediler.
<<Öyleyse günlerdir bu ormanda ne dolanıp duru­
yoruz?ıı
<(Gerçekten,ıı dediler, «ne dolanıp duruyoruz bu or­
man çıkmazında?ıı
<<Düştük bir ormana yol belli değil . . . ıı

· . <<Yatarız yatanz gün belli değil. . . ıı


<<Haydi öyleyse ülkelerimize.ıı
Ormanlardan, ovalardan, dağlardan tepelerden, ko­
yaklardan sel gibi karıncalar akınağa başladı ülkelere.
Günlerce, haftalarca çekildiler. Kentlerine, evlerine var­
dılar, vanr varmaz da arnbariara saldırdılar, baktılar ki,
ne görsünler, ambarlar tamtakır, hiç bir ülkenin, kentin
ambarlannda bir damlacık olsun yiyecek yok.
«Amanın, ne oldu bizim yiyeceklere?»
Tuhaf kılıklı karınca güldü:
«Behey ahmaklar, behey kaz kafalı, beliey incir çe-

1 06
kirdeği beyinli kannca kardeşler, farkında mısınız biz
ne kadar zamandır yiyecek biriktirmiyoruz kendimize?
Bütün gücümüzü saray yapmağa, ta yerin ortasından
mavi elmas kayasını çıkartarak taht yontınağa harca­
madık mı? Behey unutkan kuş beyinli kannca kardeş­
lerim, dünyanın dört bucağından topladığımız güzel yi­
yecekleri sultanımızın anıbarıanna taşimadık rm? Şim­
di sultanımızin ambarlan ağzına kadar yiyecekle dolu,
değil mi? O kadar aşkla şevkle şu yeryüzünden yiyecek
topladık ki suıtanımıza, sultanımız da, filleri de, kuşla­
n da, biz yeryüzünün tekmil karıncalan da yesek o arn­
barlardaki yiyecekleri on yılda bitiremeyiz.»
«Şimdi ne yapacağız öyleyse?» dediler, bıyıklarını
uzun uzun biribirierine sürterek konuştular.
Kentlerde böyle aç susuz, ne yapacaklannı bileme­
den, durmadan bıyıklannı biribirine sürterek dolaştı­
lar. Ne hüdhüdler baŞı ortalıkta görünüyor, ne de sul­
tandan en küçük bir haber geliyordu. Bu koca kentler­
de ülkelerde tek başlanna, kuyunun dibindeki taş gibi
öyle kalakalmışlardı. Yaşlllann büyük bir çoğunluğu da
açlıktan yataklara düşmüşler, bir uçtan şişip şişip . ölü­
yorlardı.
En sonunda gene tuhaf kılıklı kannca ortaya atıldı :
<<Behey arkadaşlar,ıı dedi, «burada böyle eli kolu
bağlı, açlıktan öle öle, beklenir mi? Böyle giderse bu kış
bir tek canlı kannca kalmayacak yeryüzünde.:'
«Yapı:iacak bir şey var mı, eeey tuhaf kılıklı?" de-
diler kanncalann ululan.
«Bir düşünelim,ıı dedi tuhaf kılıklı. <<Belki bir yer­
den bir şeyler buluruz da karnımızı doyurur da açlık­
tan ölmeyiz."
«Bu kış kıyamette, dünyayı boydan boya kar ört­
müşken biz nereden yiyecek buluruz?» dediler kannca-.
ların uluları.

1 07
<•Hele bir deneyelim, belki bir yerlerde bir şeyler bu­
labiliriz. Belki kar yağmamış bir yer, belki bir buğday
amban, belki bir fırın, açık kalmış bir kapı, bir silo bu­
labiliriz . . . Belki atalarımızdan kalmış, unutulmuş bir yi­
yecek deposu . . . Belki, belki , belki . . . Hangi günü gördük
sabah olmamış . . . Haydiyin karınca kardeşler, yiyecek
aramağa yollara düşelim. Az gidelim, uz gidelim, dere
tepe düz gidelim, altı aylık bir yol gidelim, görelim ne.
olur, ne olursa, ha diyelim, güzel olur. Haydiyin . . . ı>

Karıncaların uluları sırtlarını duvarlara dayayıp


düşündüler, başlarını önlerine eğdiler, sakallanru par­
maklarıyla taradılar düşündüler, üç gün üç gece uyu­
mayıp düşündüler:
<<Burada, bu kentlerin içinde böyle bekleye bekleye,
dolaşa dolaşa ölmektense bu kış kıyamet günü yollara
düşüp yiyecek arayarak ölmek daha yeğdir,)) d eyip ka­
nncalann başlarına geçip yollara düştüler. Uzun karın­
ca sürüleri ak karlann üstünden doğudan batıya, gü­
neye, kuzeye çekildiler, uçsuz bucaksız karlann üstüne
serildiler. -Kaf dağının ardına, Asya ovalanna, bereketli
Anadoluya, Çukurovaya, Mezopotamyaya, Nil kıyılanna
vardılar. Hikmeti hüda, hiç bir yerde �yiyecek bulama­
dılar. Çok kannca karlara gömüldü, çok kanncayı seller
götürdü, çok kannca kınldı salgın hastalıklarda. Ülke­
lerine geri döndüklerinde kanncalar arkadaşlannın üç­
te birini yitirmişlerdi. Geriye kalanlar da yoksul, peıi­
şan, sakattılar. Açlıktan bir deri bir kemik kalmıştılar.
Ö fke içinde, dünyayı yakıp yıkma hışmında burunlann­
dan soluyorlardı.
Ilabire bıyıklarını biribirierine sürüp koklaşıyor, ko­
nuşuyorlardı :
"Hahhaaah, biz fil olduk fil ! ıı
u Behey akılsızlar, bir kannca fil olabilir _mi , behey
akılsız karıncalar ! ıı

1 08
«Kendimizi fil sandık da, dünyaya, tekmil yaratık-
lara rezil olduk.»
«Filler gibi kıçımızı ağaçlara da sürdük de . . . »
«Sürdük de maskara olduk.»
cıFil gibi de karnımızı şişirerek, hortumumuzu uza­
tarak da bir yürüdük, bir yürüdük. . . »
«Kendimizi de fillerin öz bir ataları saydık.>>
<<Aaa.h, biz maskara kanncalar . . . Kendimizi gerçek-
ten fil olmuş saydık! »
<<Bizimle alay ediyordu o sultan olacak şiş kann.ıı
ıcO sultan olacak kepçe kulak.»
«Sultan olacak sinekli, kızıl göt. ıı
«Çamur hortum.ıı
«Düğme göz.»
«Solucan burun. ,,
<<Yılan kuyruk.»
«Yumru alın.»
<<O çirkinlik kumkuması ! ıı
<<Paytak bacak . . . 11

<<Fil olduk fil ! »


<<Biz karıncalar fil olduk ! »
<<Fil gibi şiştik şiştik de, işte bu hale düştük.ıı
<<Utanmadık da, yıl oh iki ay kendimizi - o iğrenç
. fillere benzetmeye çalıştık.>>
«Fil olduk fil de, işte göreceğimizi gördük.»
Konuşmalar, kimi alaylı, kimi yerici, kimi öfkeli
sürüp gidiyordu. Daha şimdiden kanncalann bir çoğu
kırmızı saka.l olmuşlar, ülkelerini, kentlerini bırak�ş­
lar, sırra kadem basıp demirci kırmızı sakalın yanına
kaçmışlardı.
Açlıktan, soğuktan kanncalar hastalanır, ölürler- ·
ken: sarıcalar kıvanç içinde yüzüyorlar, kannlan tok,
sırtlan pek, sultanın amban buyruklannda, mutluluk­
tan deliye dönmüşler, ülkelerde, kentlerde dönüp duru-

1 09
yorlardı. Ve sultana günü .gününe kentlerde, ülkelerde
olup bitenleri iletiyorlardı.
Duyduklan da deli ediyordu suıtanı :
ı<Vay anam vay, şu kanncalara da bakındı hele . . .
Bakındı hele şu sümsüklere, budalalara, kendilerini ne
sanıyorlardı acaba ! .. Vay be, kanncalar önce . kendile­
rini fil sandılar, demek şimdi de kendilerini kaplan sa­
nıyorlar, vay budalalar vay ! Gösterirtİn size. Bir tek !il
gönderirim, bin tane kentinizi yerle bir ettiririm. Vay
budalalar vay, şunların da derdine bakındı hele . . » .

· Sultan kannca ülkelerinden her haber alışta öfke­


den kuduruyor, sarayında dört dönüyorou. Etine de bı-
gi_bi
·

çaklar sokulmuş bağınyordu.


ııNe diyorlar ne?>>
uSeninle alay ediyorlar, sultanım . ıı
«Ne diyorlar ne?>>
<<Yılan kuyruklu, düğme gözlü, kör budala diyorlar,
sultanım.))
«Bak bakalım kuyruğuma, eeey . hüdhüdler başı, hiç
yılana benziyor mu?»
«Hiç benzer mi sulta.nım, yalan söylüyorlar.n .
<<Gözlerime bak.»
«Ahulann gözlerine benziyor gözlerin, sultanım.>>·
«Demek yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar banap
öyle mi?>>
« İftira ediyorlar.>>
«Neden, ben ne yaptım o nankörlere, alçaklara? Ben
onlann her birisine bJrer fillik verınedim mi, o namus­
suzlann?)) ·

ı<Verdin sultanımıZ.>>
((Ne istiyorlar öyleyse?»
<<Açlık başlannı döndürmüş, akıllarını başlanndan
almış. Açlıktan ölmek korkusu delirtmiş onlan.>>
«Çok kannca öldü mü açlıktan?»

· ııo
ııYaaa . . . Çok karınca öldü açlıktan, hem de
hastalıklardan, sultanım.»
11Varsın öJsünler, hüdhüdler başı kardeşim. Yeryü­
zündeki kannca tükenecek değil ya. . . O kadar çoklar
ki, hiç kannca ölmekle biter mi · ki? ı>
·

ııBiter sultanım.»
11Ne diyorsun sen, ey ulukepez kardeşim, her şey bi­
ter de bu dünyada yalnız karınca tükenmez. O kadar
çoktur ki kannca, dünya kanncayla dolu. Bu kadar ka­
rınca hiç ölmekle tükenir mi? Bak, biri ölünce bini do­
ğuyor.»
ı<Doğrusu sultanım, biri ölünce bini ürüyor ya, bu
kırgına, milyon da ürese - kanncalar . gene dayana­
mazlar, tükenirler.»
ı<Aman etme bunu bana, ulukepez kardeşim, ben
bu dünyada kanncasız nasıl yaşarım? Kanncalar olma­
yınca bana bu güzelim yiyecekleri kim toplar, bu bal
özlerini, çiçek, çekirdek, ot özlerini kim, kim, kim? Vah
kanncalanm, benim yiğit, becerikli kullanın, vaaah ! »
Sultan öyle bir vah çekti k i sesi bütün kannca ülkele­
rinde duyuldu. ı<Vah, vah ki vah . . . Vaaaah, kannca
kullanın vaaaah ! »
«Vah,» diye -onu destekledi ulukepez.
«Bak,» dedi sultan, 11ben onlann bana karşı işledik­
leri suçlann hepsini bağışladım ama, kırmızı sakallı
olup da dağlara kaç:r;nalannı hiç bağışlama�ım. Bana
bak ulukepez kardeş . . . »
«Baktım sultanım.»
ı<Ben bu kırmızı sakallardan korkuyorum, benim
başıma bir iş açacaklar.»
ı<O kadar küçücüktürler ki kanncalar, bütün dün- ·
yanın karıncalan kırmızı sakal olsalar ki ne yapabilir­
ler . »
. .

(.(Biliyorum, biliyorum, ulukepez kardeş, o kadar kü-

lll
çücük yaratıklar fillere, bu koskocaman fillere bir şey
yapamazlar ya, ne demiş insanoğlu, o insanoğlu ki ne
kadar ahmaksa o kadar da akıllıdır, ne demi§?ıı
((Ne demiş? ıı diye sordu hüdhüdler başı.
.
((Düşmanın kanncaysa da hor bakma, demiş. Bili­
yorum, kanncalar kıyamete kadar benim buyruğumda
kalacaklar. Hiç bir şey yapamayacaklar, gene de kırmızı
sakallara meydan vermemek gerek. Ne olur ne olmaz,
biz gene tetikte olmalıyız. Zavallılar, o kadar da küçü­
cüktürler ki . . . ıı Durdu, düşündü, birden hortumunu kal­
dırdı : ıcBana bak, ey hüdhüd kardeş,>> dedi. cıBeni iyi
dinle, şu dünyada hiç bir yaratık benim kırmızı sakal
karıncalardan çekindiğiini bilmemeU. Benimle alay eder­
ler, beni tefe koyar da çalarlar. Aman ha aman, hiç bir
kannca, hiç bir yaratık 'benim kırmızı sakallılarla uğ­
raştığımı bilmemeli.ıı
«Bilmeyecek sultanım.ıı
cıBen dünyada hiç bir yaratıktan bile korkmam.
Aslandan, kaplandan, parstan, boa. yılanından, insan­
dan bile korkmam.»
«Biliyorum, sultanım, korkmazsın.ıı
cıBen kızarsam, bu dünyada önüme hiç bir yaratık
duramaz.ıı
ıcDuram� sultanım. ıı
«Ge.ne de bu kırmızı sakaUan ortadan kaldınp dün­
yayı sütliman edeceğim. Benim sultanlığımda hiç bir
· yaratık hiç bir yaratığa düşman olamayacaktır. üste­
lik bu kırmızı sakaUar bana da düşmanlarmış, öyle mi?ıı
cıSana düşmanlar, sultanım. ıı
ctŞu yeryüzünde hiç bir kırmızı sakal kalmayacak­
tır. Kökünü kurutacağım kırmızı sakaUann. Benden
başka kimse ağzına eşitlik, özgürlük, . banş sözcüklerini
· alamayacak tır. Benim sultanlığımda kimse kimseyi, o
kırmızı sakaUar gibi sömümieyecektir. Bu dünyayı tut-

1 12
sak eden, bu dünyada özgürlük, eşitlik, banş, kardeş­
lik düşmanı olan o alçak kırmızı kanncalardır. O kır­
mızı sakal kanncalardır ki; karıncalann, hem de endi
soydaşlan kanncalann fil olmalarını, fillik yapmaları­
nı kıskanıyorlar, karıncalar fil oldu diye kıskançlıklann­
dan deli oluyorlar. Çünkü hiç bir zaman o · alçak kırmı­
zı sakaHar fil olamayaçaklardır. O yüzden yaşama, ka­
rıncalara, fillere, dünyaya, qünyada ne ki güzeldir hep­
sine, ve hem de baıia düşmandırlar. Ben de onlara ya­
şam tanımayacağım bu dünyada. Öldüreceğim, öldüre­
ceğim hepsini. Bak hüdhüdler başı, sen gün görmüş,
ömür geçirmiş bir kişisin, bu kanncaların hepsi kı rmızı
sakal olsa ne yazar ki, de�ll mi? Ateş olsalar cürüm­
leri kadar yer yakarlar. Bir milyon karınca bir araya
toplansa ancak benim bir tilimin bir ay�ı kadar olur­
lar, ben neden korkayım öyleyse kullanın kanncalar­
dan? .. Öfkelendim de az dah_a yeryüzündeki bütün ka·
rıncaların soyunu k1,1rutuyordum. Ben, ben, ben karın­
calardan korkmam. Onlar fil olacaklar fil, benim özgür,
eşit, filce yönetiminıde mutlu olacaklar. Dünyanın en
mutlu yaratıklan kim?»
<<Karıncalar.ıı
«Dünyanın en özgür, eşitlik içinde yaşayan yara-
tıklan kim?»
d�anncalar. ıı
<<Dünyanın en barışçıl yaratıklan klm?n
<<Kim olacak, kanncalar.ıı
<<Çok kızdım da bu a.lçak kırmızı sakallara, tekmil
kannca kullanını ortadan silecektim. . . Şimdi ne hal­
deler kullanın, hemen git, dolaş da gel, kannca ülkeleri
ne alemde, bana bildir.»
uBaşü.stüne sultanıınız. » .
Hüdhüdler başı, yanındaki hüdhüdlerle doğru ka­
rıncalar ülkelerine uçtu, vardı ki ne görsün, bir peri-

FS /08 113
· §anlık, yoksulluk, açlık ki sorma gitsin. Durum öylesi­
ne dayamlmazdı ki , bu kadar gün görmüş, bunca be­
lalardan, kırgınlardan, salgınlardan geriye kalmış ulu­
kepez bile oturup kanatıanyla gözyaşlannı sile sile ağ-.
Iayacaktı.
Geriye, sultanın yanına içi kan ağlayarak döndü.
«Ne bu hal, ne oldu sana böyle kardeşim, hüdhüdler
başJ, iki gözüm; nedir bu?» diye sordu sultan. «Ba§ına
bir iş mi geldi? Senin b1,1 durumunu hiç beğenmedim.»
«Sorma,» diye iniedi ulukepez. «Yandık sultamm,
kanncalar gidiyor. Aaaah, biz böyle kanncalan, böyle
dostları, dünyayı dolaşıp . bize has yiyecekler toplayan
eşitlik, özgürlük, barış aşıkı yaratıkları bir daha nere­
den bulacağız, aaaah, aaaah ! ÖlÜyorlar, toptan ölüyor­
Iar açlıktan.»
«Vaaah, vaaah ! ıı diye gene bağırdı. sultan, tt!kmil ı
kann<;alar bu ah çekişini duydular sultamn ve bu ahın
kendileri için çekildiğini aniayıp sevinç içinde kaldılar.
ııVaaah, vah, v'aaah t Peki bu ahmak kanncalar yiyecek
isternek için bana gelmeyi hiç akıl et�yorlar mı?ıı .
ııKiinbillr, belki akıl ediyorlar ya sıkılıy�lar. Ka­
rıncalar ince düşüneeli kişilerdir. Sultana topladığımiz
yiyeceklerden nasıl isteriz, diye düşünüyorlardır belki.»
ııAçlık ince düşünce falan bırakmaz yaratıkta,» di­
ye güldü sultan. «Açlık beni değil, babasım tanımaz.
· Bak, az bekle, durum dediğin gibiyse, şi� katınca­
lar ordusu sarayın alanını doldurmuştur,» demeye kal­
madı, hüdhüdler başı iki kanat çırptı alana vardı geldi:
«Haklısın suıtammız,)) .dedJ., ııalan kanncadan do­
Jup taşıyor, bütün yamaçlar, sarayın yanı yöresi kann-
cadan kıvıl kıvıl. . . »
·

<<Haydi çıkalım dışarıya, karınca kullanmia konuş-


malıyıin.ıı
·

Dışanya çıktılar, alandaki yam�çlardaki kannca-

114
lardan ses çıkmıyordu, kanncalar ölü gibi, taş gibi sus­
muşlardı.
Sultan, alanın üstbaşındaki kayanrn düzlüğüne çık­
o
tı k nuşinağa başladı. B ütün düşündüklerini açık açık
onlara söyledi. Onlann, olurlarsa ancak kannca kadar
fil olabilecekleri üstünde özellikle durdu. Her sözünün
başı bu kadim gerçeği söyledi. Durmadan yineledi. Ka-·
rıncalardan, bu korkunç kıvıltıdan ses sada çıkmıyor­
du. Kıpırdamıyorlardı bile. ·

Sultan da hırsla, öfkeyle durmadan konuşuyordu.


Konuştu konuştu, sonra da yoruldu. Belki de bütün ka­
nncalar ölmüştü. İçine acı bir küşüm geldi çöktü otur­
du.
u Ölü müsünüz, ölü müsünüz?ı;
Sesi dağlan gümbürdetti, gene kanncalardan hiç
bir ses gelmedi.
Hüdhüdler başı:
«Dinle sultanımız,n diye onun yelken kulağının içi-
·

ne doğru uçtu.
iıNe var?ıı
ııDinle bak kanncalardan ses geliyor.ıı
ııBir uğultu duyuyorum. Ne diyorlar?ıı
«Dinle sultanımız, dinle. Sesleri yavaş yavaş yük­
seliyor.ıı
u Duyuyorum, duyuyorum . . . ıı
«Açız, açız, açız.
o o Buğday istiyoruz. Buğdayımız
yok.»
ııBal özü, çiçek özü yiyin siz de ! ıı
ııBuğday istiyoruz, buğday . . . ıı
uHüdhüdler başı yanıma gel . . .»
«Buyur, geldim sultanım.ıı
uŞunlann ululanm al da kanatlanna, yanıma ge-
·

tir.ıı
Ulukepez aşağı indi, kanadına tuhaf kılıklı kann-

1 15
cayı, öteki ileri gelen karı ncal an aldı, sultanın gözl eri ­
nin önüne gel di .
· Sultan:
«Çok üzüldüm durumunuza,ıı dedi. uAçlıktan ölecek
hale geldiniz de bana neden gelmedi niz?,,
<<Sultanımızı bir can için rahatsız etmek isteme­
dik. ıı
<<Çok incesiniz,ıı diye üzüntülü bir sesle k onuştu
sultan. «Biliyorsunuz, şu dağların altı baştan başa am­
barla dolu, ambarların içi de yiyecekle dolu . . . Hiç du­
rum böyleyken açlıktan ölünür mü? u
<<Biz kanncalarız, ölürüz sultanımız. ıı
<<Size yiyeçek vereceğim. ıı
ccSağolasımz sultammız. "
ununun için de bir tek kO§Ulum var.ıı
<<Buyur, koşulun baş ımız üstüne sultanııruz.ıı
«Her kanncaya bu kışı çıkaracak yiyecek v�rece­
ğim. Onun karşılığında da . . . ,,
«Yeter ki canı mı z ı kurtar, sultanımız, ne istersen
yapacağız. ,

«Onun karşılı�nda da her karıncadan bir kıimızı


sakallı kannca ölüsü isterim, dirisi olursa daha iyi Ölur.
Kırnuzi sakallı topal karınca sağsa eğer, onun ölüsüne
ya da dirisine. bir ambar dolusu çiçek özü, bal özü, çe­
kirdek öz4 vereceğlm.iı
<<Her kannca nerden bir kırmızı sakal bulsun, sul­
tanımız? O kadar kırmızı sakal yok ki iç imizde . . . »
«Kırmızı sakal olmak olasılığı olan her ka nncayı
da kırmızı sakal sayabilir, ya dirisini ya. da ölüsünü ba ­
n a getirebilirsiniz. Böylece de kırmızı sakallılan, kırmı­
zı sakal gibi düşünebilme olasılığı olanların kökünü ka­
zımış oluruz . •,
«Olur suıtanımız,>• dediler, «bu önerinizi kai'ınca-

1 16
lar ulusuna söyleyelim bakalım ne diyecek1er. Bizi gö­
tür, hüdhüdler başı.n
Ulukepez hemen yukardan aşağıya süzüldü, sırtın­
daki kanncalan alana, öteki kanncalarm arasına bırak­
tı, suitanın yanına geri döndü. Beklediler, aşağıdaki alan­
dan� yamaçlardan sonsuz bir uğultu yayılınağa başladı
ortalığa.
Uğultu uzadıkça uzuyor, sultan sabırsızlaruyordu.
«Git bak, şu lanet kanncalar. ne yapıyorlar, böyle niye
uğuldaşıyorlar, )) diye ulukepezi oraya altı kere yolladı.
Altısında da, ııhiç bir şey anlayamıyorum uğultuların­
dan, tuhaf kılıklı kannca.yla arkadaşlannı da bulamı­
yorum, sultanım,ıı dedi.

Sultan, filler ne kadar iri olsalar da, karıncalar ne


· kadar korkaksalar da, onlardan çekiiıiyordu. Bu dünya­
nın ortasındaki mavi elmas kayasını çıkartanlar, saray
yapanlar, şu dağıann altını yiyecekle, balla, buğday, çe­
kirdek, çiçek özüyle dolduranlar isteseler, azıcık dü­
şünseler, yürekli olsalar, neler neler yapmazlardı ki bu
dünyada. Kendi ağırlıklannın üç, dört mislini kaldıran­
lar bu kanncalar değiller mi? Onun için bu kanncalan
yönetmek için çok feraset, bilim gerekiyordu. Kannca­
lardan faydalanmak, onlan yönetmek, kaba güçle ola­
cak iş değildi. Onlan ne aç bırakacak, ne çok doyura­
caksın. Ne çok yoksul, ne çok zengin olacaklar. Onlan
düşündürmemek için her bir şeyi yapacaksın. Kannca­
lığın huyunda başkaldırma, değiştirme, kırmızı sakallı
olma huyu vardır. Onlara gece gündüz til olma düşü kur­
ctu rman ın yolunu bulacaksın . . . Onlara böylelikle kann­
calıklannı unutturacaksın . . . Onun için de yeni biçim­
ler, yöntemler bulacaksın.

Daha böyle çok · şeyler d üşünüyordu ki su ltan, ka­


nncalara son bir daha giden hüdhüdler bc;l oradan

1 17
döndü, bu anda da· kıvıl kıvıl etmeğe başlamış karınca­
lardan gelen uğultu kirp diye kesildi.
((Ne oldu?» diye korkuyla sordu sultan.
((Kanadımdakilere sor,» dedi ulukepez .
. ((Biz kırmızı sakallılan bulamayız, dediler kannca­
l ar,)) dedi tuhaf kılıklı. ((Delirmiş kanncalar. Biz bir
_
lokma ekmek için, bulsak da, kırmızı sakallılan öldü­
. remeyiz, dediler. Ne yapalım, kendi düşen ağlamaz. Var­
sm acından ölsünler onlar da, ne yapalım, ulu sulta­
nımı z . . . »
((Siz karnınızı doyurun da . . . Kaç kişisiniz orada,
hüdhüdlerin kanadında?>�
((Çoğuz,ıı diye karşılık verdi tuhaf kılıklı kannca.
Sultan :
((Al bunları birinci bal özü ambarına götür,ıı dedi
�lukepeze.
((Başüstüne,» dedi kuş, hemen ambara uçtu.
Birinci bal özü ambanna inen kanncaların ululan,
aç gözlülükle saldırdılar bal özüne, bir yediler, bir ye­
diler kannlarını davul gibi şişirdiler. Bunların karın­
larını bal özüyle şişirdiklerini kannca uluslan anında
duydular, ululara da fillere öfkelendikleri gibi öfkelen­
diler. Kıannlarını
. · d oyuran ulular, kanncaların arasına
döndüğünde ötekiler onlara hiç bir şey bilmiyorlarmış,
hiç bir şey olmamış gibi davrandılar. Sonra sevinç için­
de birden canlanıp : ((Gidin sultana · söyleyin, her biri­
miz bir kırmızı sakal getireceğiz,)) dediler. «Getirip, sul­
tandan yiyeceğimizi alıp açlıktan ölmeyeceğiz.))
Hemen o anda ulukepez alana gelqi, ululan kanat�
lanna aldı havalandı. Ulular olanı biteni file söylediler,
fil kullannın bu davranışından derecesiz kıvanç duydu:
((Kanncalar akıllandılar,ıı dedi.
Ve kanncalar bu kesin kali,lrlanndan sonra �O§U­
şarak kentlerine doluştular, hemen sarıca kanncalar

118
avına giriştiler, aralannda ne kadar sanca kannca var­
sa hepsini teker teker yakalayıp · sakallannı kınnızıya
boyayıp öldürdüler. Öldürdükleri bu sakalı kırmızıya
boyanmış sanca karıncalan da sultana götürüp yiyecek
aldılar.
Sarayın önündeki alan, sultamn has bahçesi, ya­
maçlar, koyaklar, kayalıklar kınnızı sakallı kannca ölü­
leriyle doldu.
Her kannca ölüsü geldikçe, sarayın önünde dağlar
gibi kannca ölüleri yükseldikçe sultan sevincinden gö­
bek at�yor :
«Ne kadar da, ne kadar da çokmuş bu kırmızı kann­
calar, bu öldürme işini akıl etmeseydim, yanmıştık, yan­
mıştık,» diye sevincini söylüyordu ulukepeze.
Ne kadar şanca .kannca varsa o yıl kanncalar hep­
sini yakalayıp sakallannı kınnızıya boyadılar, sonra da
onlan öldürüp, ölülerini suıtana götürüp yiyecek aldı­
lar. Bir kanncanın beş, altı, on sanca kanncayı kınnı·­
zıya boyayıp suıtana götürdüğü, karşılığında o kadar
yiyecek ald.ığı da gerçekler arasındaydı.
Bir gün de genç bir kannca topluluğu yaşlı ulular­
dan birisini yakalayıp iki ayağını kırdılar, sakalım kır­
mızıya boyayıp öldürdüler, ölüsünü sultana götürüp,
«işte kınnızı sakallı topal kannca budur,ıı dediler. Sul­
tan hemen hüdhüdler başını çağırdı, ''bak şu ölüye,ıı
dedi, ııbu mu topal kannca?ıı Ulukepez uzun uzun ölü
kanncı;ı.nın yöresinde çevrindikten sonra.
«Bilmem ama, ölü d�şir ama, · bu yaşlı karınca­
nın ölüsü o topa! kanncaya çok benziyor,ı) dedi. ((Bu ka­
rıncalar da · o kadar biribirierine benziyorlar ki, sulta­
nıın, sancasını karacasmdan ayıramıyorsun . . . Mavice­
sini alacasmdan ayıramıyorsun. Bu delikanlılar yalan
söyleyecek değiller ya, işte bu yaşlı kanncanın ayağı da
topal, sakalı da kıpkı rmızı.>>

'119
Sultan çok sevindi :
((Bu delikanlılara üç tane çiçek özü amban açın,ıı
diye buyruk verdi. "İksir de verin onlara ki esrikleş­
sinler.ıı
Delikanlı kanncalar üç ambann üçüne de birden
dalıp bir.: iyice doyduktan sonra, arnbariann geriye ka­
lanlarını kente taşıdılar, bu çiçek özlerinden hekimler
hasta kanncalara ilaç yaptılar. Ne kadar hasta karınca
varsa ülkelerde kentlerde kurtuldular.
Bir ara sultan, ulukepeze, aklıl)a düşüp, sanca ka­
rıncalan sordu :
<<Ne oldu sanca kullanma, ne oldu onlanL? Hiç gö­
zükmüyorlar, hüdhüdlet başı. Bana danlmış, bana küs­
müş olmasınlar?ıı
Bunca deneyden geçnliş, gün görm\1§, ömür geçir­
miş hüdhüdler başı bile bu tepeden inme soru karşısın­
da bocaladı. Ne diyebilirdi sultana? ı<Ey su�tanım. se­
nin o kannca kullann var ya, senin sanca kullarını ya­
kalayıp yakalayıp sakallannı kırıiU;!Ya boyadılar, son­
ra da öldürüp sana getirdiler, karşılığında da senden yi­
yecek aldılar,>> diyemezdi. Sultan öfkesinden deliye dö­
ner, o öfkeyle birlikte kannca ülkelerine filleri salar,
klzgın filler ezmedik, öldürmedik bir tek kannca bile
bırakmazlardı. Filler de hüdhüdler de _aç kalırlardı ka­
rıncalar olmayınca.
Sultan, boşu boşuna aklına bu kadar takınıştı kır­
mızı sakallılan. Boşu boşuna sorun yapıyordu becerik­
siz serserileri . . . Kanncalarıİl. ellerinden kurtulan boya­
lı sakallı sancalar çoktan kaçmış gitmişler, onlann ara­
sına kanşmışlardı. ötekiler de bir iyice yutmuşlardı on­
lan. Onlan · alaya. vala ile düğün dernek, şölen toy kar­
şılamışlardı. İş�&� bu yüzden de biribirierine düşmüş­
lerdi kırmızı sakallılar, biı:fpirlerinin gözleı:lıll oyuyor­
lardı. Sarıca karıncalar da aldıklan emir üzre onları

1 20
daha da biribirine düşürecek, onlar da biribirlerinin
gözlerini oyarak, biribirlerini öldürerek tükenecekler­
di. Sultan boşu boşuna bu kırnuzı sakallardan dolayı
bu kadar korkuyordu. Onun korkusu değil miydi ki bun:
ca sanca kardeşin öldürülmesine sebep olmuştu?
cıSanca kanncaların hemen hepsi sultarum, kırnu­
zı sakallılar ülkesine gitti. &ı.kallannı boyayıp kırmızı
kannca donuna girdiler. Orada ne kadar kırmızı sakalı
kalmışsa geriye kalanını da onlar yakalayıp sultammı­
za getirecekler.»
ıcİşte bu iyi,» diye gürledi sultan. «Bugün bütün
kırmızı sakallann tükenmeleri onuruna, hiç bir kırmı­
zı sakallı kalmamacasına öldürülmeleri mutluluğuna
seninle sabaha kadar içeceğiz. Hem içeceğiz şürada, şu
çınann altında, hem de kıçımızı kaşıyacağız. Kırmızı
sakallı topal kanncanın ölüsünü getiren delikanlılan
da al getir buraya hemen şimdi, onlara da bir diyece­
ğim var.»
Ulukepez yanına beş hü�üd daha aldı, uçup karın­
calar ülkesine yıldırım gibi vardı delikanlılan aldı ge­
tirdi.
Sultan:
«Gelin şuraya,» dedi. cıSize fil rütbesi verdim. Si­
zin iyi bire}," til olmanız için de til olma okullan açıp
sizi fil gibi fil yapacağım. Şimdilik kannca gibi fil ola­
rak kalacaksınız yazık ki . . . Ama bugün, bu gece benim­
le birlikte kıçınızı §U çınann gövdesine �ürüp kaşıya-_
cak, filliğin yüceliğini ta yüreğinizin kökünde duy�cak­
sınız.ı>
Sultan, hüdhüdler başı, hüdhüdlerin öteki uluları,
delikanlı kanncalar, yani topal demirelnin kanlılan sa­
baha kadar içip eğlendiler ve kıçlanru çınar ağacına da­
yayıp sabaha kadar sürdüler, kaşındılar.
Ve yeni fil olmuş delikanlıüu, gerçek topal kannca-

121
yı sultana getirmeyip, düzmece bir topal kannca getir­
diklerinden dolayı filllklerinden utanıp asıl kırmızı sa­
kallı topal kanncayı yakalayıp, diri diri sultanianna
getirrneğe aralannda ant içtiler.
Artık onlar fil olmuşlardı, hem de dünyalar sulta­
nıyla birlikte içecek, onun toyuna katılacak kadar fil
olmuşlardı. Okula da gidip bir iyice fil gibi, fil kadar
fil olacaklardı, böyle kannca kadar fi1 değil . . . Yani ar­
tık bir yaşlı, topal, beli bükük demtreiyi de bulup sul­
tana alıp getirmek iş miydi?
Aynlırken sultan onlan kutsadı, ellerine de birer
«fil oldu)) beratı verdi. Bu onun şimdiye kadar verdiği
ilk ccfil olduıı beratıydı.

122
1

Kırmızı sakaUı kl!:rıncaların . saklandıkları S(l.rp


kayalık ülkede birbirlerine düşüp, hiç bir iş
gÖ'i11reden biribirlerinin gözlerini oyup,
azgın filleri, filler sultanını, kur1ULZ hüdhüdlen,
fillerin tutsağı olmuş, üstelik de kendilerini
fil S(l.y(Jn ulusdaşl(ırını unuttuklarıc!ır.

Bakallan kırmızıya boyanmış sanca kanncaların


ölümden kurtulan bir bölüğü dağlara kaçmışlardı. Mu­
rat!an kırmızı sakaiii kanncalan bulup onlara kanş­
maktı. Ama nerede bulacaklardı topa! kanncayı? Koca
filler sultanı filler sultanıyken bunca zaman aramış da
kırmızı sakallardan en küçücük bir ipucu bile elde ede­
memişti.
· Sanca karıncalar kırmızıya boyanmış tuhaf sakal­
lanyla korkudan gözleri dışanya uğrayıp pörtlemiş, o
dağ senin, bu. tepe, kayalık benim, aç, yorgun dolaşı­
yorlardı. Perişandılar, bitkindiler. Başianna gelen bela­
nın ne olduğunu daha yeni yeni anlıyorlardı. Nasıl bir
hışma uğradıklannı anlayabiltnişlerdi ya, iş işten çok­
tan geçmişti. Şimdi dönseler de sultana kanncaların ·
kendisine ne biçiı� bir oyun oynadıklarını, kırmızı sa­
kallıların yerine kendilerinin sakallarını boyayıp ölüle­
rini ona. verdiklerini, karşılığında da ambarlar dolusu
yiyecek ald.ık1annı, onu kandırdıklarını söyleseler yer

123
yerinden oynar, sultan yeryüzünde ne kadar kannca
varsa kökünü keserdi. Keserdi ya, bu boyalı kınnızı sa­
kallarla sarıca olduklarına kimi, nasıl inandınrlardı?
Bir de yollara beliere düşmüş sancalan fellik tellik ara­
yan, kanıarına susamış kanncaların ellerinden canlan­
nı nasıl kurtarabilir de sultanın yanına ulaşabilirlerdi.
İyisi mi, nasıl olsa sakalları kırmızıya boyanmıştı, kır­
rnııı sakallara karışır, bu sancalann öcünü bunlardan
· alırlardı. Onlara yapılanı, bu dünyada bir yaratık baş­
ka bir yaratığa layık görememişti. Nasıl korkunç, iğ­
renç bir kıyıma uğramışlardı, filler bile kanncalara,
öteki karıncalann sarıcalara yaptıklarını yapmamışlar­
dı. Bin yıl geçse de o günü unutmayacaklardı. Göz açıp
kapayıncaya kadarki bir sürede, sakalı kırmızıya boya­
rup öldürülmemiş, �ldüıi,ilüp sultan sarayının alanına
atılmarriış bir tek sarıca kalmamıştı. Bunlar da canla­
rını nasıl kurtarmışlardı, hiç birisi o anı bir türlü anım­
sayamıyordu. Bir şefi iyice anımsıyorlar, bir çınar ağa­
cının kabuğunun yarığında üç gün kaldıklanriı, sonra
'
bir yoğurt çanağına üşüştüklerini, sonra. da arkalarma
bakmadan dağların yolunu tutup hiç bir kanncaya gö­
zük.meden buraya geldiklerini . . .
Ala şafaktı, öteki koyaktan buğulu, ince bir suyun
sesi çığı! çığıl ediyordu, kanncalar uyanmışlar, ayakla­
rıyla gözlerini sıvazlıyorlardı. Birden, suyun ardından
bir ses duyup irkildiler. Bu gelen ses gür bir kaniıca
sesiydi :
ıcTeslirn, teslim, teslim olun,» diye yırtınırcasına
bağırıyordu ses. 11Teslim olmazsanız yakanm. Çıkın or­
taya, bizim bıyıklanmız öylesine koku alır ki, kırk gün­
lük yoldaki kanncanın kokusunu ·alırız. Teslim, çabuk
teslim olun da canınızı kurtann.ıı
Kırmızı sakallı sarıca karıncalar: uEyvah, » dediler,
ıceyvah ki eyvah ! Tatlı canı kurtardık sanıyordUk, de-

1 24
rnek ki kaı ıncalar bizi burada da yakaladılar. Şimdi öl­
dürürler, ölülerimizi de su ltana götürürler, bir ambar,
iki, üç ambar bal özü, çiçek özü, çekirdek özü alıp bir
doyarlar, bir doyarlar . . . Eyvah, eyvah ki eyvaaah, biz de
tatlı canı kurtardık sanıyorduk . ıı
Böylece konuşarak, bir kayaya tırmanıp usulca, ka­
yanın doruğundaki bir yanğın içine doluştuhır. Yan­
ğın ağzını bir sütıeğen çiçeğinin mavisiyle örttüler:
Az sonra baktılar ki yanlarında yörelerinde kum
gibi kanncalar kaynıyor, ne görsünler, bu kanncalann
hepsinin de sakalları kırmızı. Ölümden kurtul manın se­
vinciyle birden yanktan fırlayıp kırmızı sakallılann bo­
yunlarına atılıp ağlamaya başladılar:
((Ah ah, aaah, kırmızı sakallı kardeşlerimiz, bir bil­
seniz neler geldi başımıza, neler ! Bizim başımıza gelen­
ler pişmiş karıncanın başına gelmedi. Bizim başımıza
gelenler insanoğlunun başına gelmedi. Bizim başımıza
gelenler . . . ,,
<cDurun, durun bakalım, siz kimsiniz?ıı diye sordu­
lar kırmızı sakallılar. «Şu ağlamayı, dırtarimayı kesin
de, kimsiniz, necisiniz bize onu söyleyin.n
<cBiZ, » dediler ötekiler, <ckırmızı sakallılanz. İster­
seniz bakın sakalımıza.»
ötekiler, uzun uzun onlann sakalları üstünde arll§­
tınna yaptıktan sonra duclak büktüler:
«Siz kırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, ne
biçim bir kırmızı sakalsınız, bir türlü anlayamadık.�t
Kırmızı sakallı sancalar oraya, yanğın �a otu­
rup olanı biteni, kanncaların açlığını, açlıktan dolayı
kırnıı z ı sakallılan sultana nasıl teslim ettiklerini bir bir
anlattılar.
c(İşte biz de canımızı kurtardık, kendimizi dağlara
zor attık. Bütün ülkelerin karıncalan düşmüşler orta­
lığa . yazı yaban, dağ bayır kırmızı sakal anyorlar. Kır- .

125
mızı sakallann büyük bir çoğunlu�u sakallarını hemen
kestiler ya, gene de tanınma ktan, öldürülüp sultan sa­
rayının avlusuna atılmaktan kurtulamadılar. Kannca­
lar, kırmızı sakal başlarından sultan sarayı önünde t.e­
peler yı�dılar. . . Ah, bu gözler neler neler gördü, aaah
neler! Dille anlatılmaz, destanla söylenemez . . . Hiç bir
kannca ülkesinde artık hiç bir kırmızı sakal bulamaz­
sınız. İşte biz bu dünyadaki son kırmızı sakallanz ki,
başımız olan kırmızı sakallı topal kanncaya gideriZ,>>
dediler, çok zarılık eylediler.
öteki karıncalann başı, beresinin önünde bir yıldız
olanı kuşkulu konuştu:
ııKırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, sizler
bir tuhaf kırmızı sakalsınız, bizlere hiç benzemiyorsu­
nuz. Kanncalara <:fa hiç benzemiyorsunuz. Bana öyle
geliyor ki, siz ayrı tuhaf bir soysunuz ama anlayama­
dım, kimsiniz, necisiniz?ıı diye sordu.
((Biz mi, . biz mi,» diye b�nştılar, ııbiz mi? Bizim
kanncaya benzer halimizi mi koydular?»
ııBizi zindami attılar.»
cc Bizi gerimizden şişirdiler.»
nBir şişirdiler ki, her birimiz birer til kadar olduk.))
ıcBir şişirdiler kr bizi, yanmız patladık.»
ııMısır patı$ gibi.»
uFiller, kanncalar patlayışımızı seyrettiler. ıı
<<Bizi elektri�e tuttular. ıı
ııBakır telleri çükümüze ba�ladılar.ıı
ııÇiftıeşme yerimizi yaktılar. ır
ııCopladılar.ıı
110raya elektrik de tuttular . ıı
((Gırtla�ıza kadar topra� gömüp şişirdiler. Göz­
lerimiz pörtledi.ı.
ııYa kırmızı sakal kardeşlerimiz, o karıncalar ki bi._

1�
ze birer işkence yaptılar ki, o ahmak insanlarm insan­
lara yaptığından da beter.>>
((Bu gözler neler neler gördü, kırmızı saka! kardeş­
lerimiz, siz ki hiç bir şey görmediniz, bilmiyorsunuz. »
((Bizde kırmızı sakallık hal mi bıraktılar ! »
uBize neler yaptılar, neler ki ! Değil kırmızı sakala,
iyi ki kanncaya benzer halimiz kalmış da bizi kannca­
ya benzetebildiniz.ıı
Kırmızı sakallılar, bu tuhaf kanncaların ba§lanna
gelene, durumlarına . çok acındılar, yüreklerinden kan
gitti.
((Kanncaların hepsi de fil oldular. Bir iğne ucu bü­
y�klüğündeki kannca bile kendisini til sanıyor. Bizi av­
layan karıncalar var ya, işte böyleleriydi. ıı
Her §eyi · anlamış kırmızı sakallılar bunlara çok ya­
kınlık gösterdiler, yiyecek verip yumşak yataklara ya­
tırdılar, yaralannı sardılar.
Sabahleyin uyanınca yarpuz kokulu bir pınann ba­
şında kahvaltı ettiler. Gerçekten bu kırmızı sakallılar
sancalara ' bir kardeş gibi, kardeşten de öte davranıyor­
lardı.
Sanca kanncanın en ya§lısı :
ııBizi,» dedi, ((kırmızı sakallı topal kanncaya götü­
rün, ona çok söyleyeceklerimiz var. Karıncalar, bu al­
çak, bu kırmızı ·sakal düşmanı kanncalar hiç bir zaman
fillerin köleliğinden kurtulamayacaklar ya, gene de to­
pal ustamıza birşeyler söylemeliyiz.»
«Ah,» dedi alnı yıldızlı kırmızı sakal, ııah kardeş­
ler, yazık, hiç bir zaman, kıyamete kadar biz fillerden
kurtulamayacağız, aaah ! Gene de varın söyleyin usta­
mıza. Ne yazık, filler büyük, kanncalar küçük, aaah, ne
ne yazık, ne yazık ! >>
((Aaaah, çok yazık,» dedi sanca karıncalann yaşlı­
sı. ııFiller dağ kadar, kanncalannsa her birisi iğne ucu

1 27
kadar, aaaah, çok yazık . . . İçimizde bir tek, başka değil
bir tek, bir tek fil ka.d ar bir karınca olsaylnış, değil mi? ıı
«Yok,ıı dedi içini çok derinden çekerek alnı yıldızlı
karınca. ııYok öyle bir karınca, olmayacak da . . . "
ııB1r tane olsaydı , dünyanın bütün fillerin! . · · ''
ııSuuus,ıı dedi öteki.
cıGerçekten, siz burada, bu ıssız dağda . durmuşsu­
nuz, neyi bekliyorsunuz? "
ııBize,ır dedi alnı yıldızlı, ııbize dağgezen derler. Biz
dağa çıktık. ·Burada filleri bekliyoruz. Topal usta bizim
dağa çıkmamızı istemedi. Sizinki hayal, dedi.ıı
ııNeden?ıı
ııDağda gezmekle filler avlanmaz, dedi. ıı
ııSiz ne dediniz?ıı
ııBiz avlayacağız, diyoruz.ıı
<<Filler anCak dağlarda avlanır. ıı
ııSilahınız var mı? ıı
ııVar, sivrisinek hortumundan oklar.ıı
ıcYaaa, iyi . . . ıı
((Bu sivrisinek hortumlanndan yaptığımız okları.
burada bekleyeceğiz, gelen filin gözüne . . . "
«Filler ağılanıp, sıtmalarup ölecekler.ıı
Kırmızı sakallı dağgezen kanncalar coştular, hep
bir ağızdan konuşmağa başladılar.
ııHer !ilin gözüne bin sivrisinek hortumu.ıı
ıcHer sivrisinek hortumunu yiyen fil titreyip oldu-
ğu yere, daha ayaktayken ölüp yıkılacak ... ıı
ııTopal usta dedi ki, bu olmaz, dedi.>>
<<Olmayacağını ne bildi?lı
«Sivrisinek oku fillere batmaz, dedi. n
ıcNe bildi?ıı
ııSivrisinek oku değil file, kayaya, demire, ağaca
bile batar.ıı

128
<(Batar,ıı diye bağırdılar bir ağızdan boyalı sakallı
sarıca karıncalar.
«Fili değil , insanı bile öldürür sivrisinek hortumun­
dan ok. "
((İnsanları bile,11 diye bağırdılar sarıcalar.
<(Bu topal usta iyi, has, akıllı, cin fikirli, namuslu
bir kırmızı sakal ama, onun beyni sulanmış, orada, dağ­
ların ortasında elini kolunu bağlamış, durmadan oku­
yup düşünüyor. Bir de karınca ülkelerine kırmızı sa­
kallar göndermiş, her gün dört gözle onlardan gelen ha­
berleri bekliyor.ıı
((Yanlış,ıı diye bağırdı kırmızı sakal sancalann en
yaşlısı. ((Yanlış, o yanlış, siz doğrusunuz.ıı
((Biz doğruyuz,ıı diye bağırdı kırmızı sakallıların al·
nı yıldızlısı. ((Bizim yolumuz, oklarımız. · · "
· Dağgezen kırmızılar sevinç içinde bağırdılar. Ses-
leri dağdan dağa yankılandı :
((Bizim gittiğimiz yol doğruuu . . ıı
.

((Bir tek yanlışınız var,n dedi sarıcaların başı.


«Nedir o?ıı diye kıpkırmızı kesildi alnı yıldızlı ka-
nnca. ((Söyle bana, eeeey işkence görmüş kannca . . . Ba­
şından işler geçmiş arkadaş söyle, nedir o yanlışımız,
söyle ki düzeltelim.ıı
«Siz çok gençsiniz," dedi sancaların başı. ((Yoksa
çok akıllı, yürekli kişilersiniz. Bu kadar genç olmasaydı­
nız, şu benim diyeceğimi de akıl ederdiniz. ıı
«Ederdik,ıı dedi alnı yıldızlı.
«Filler bu kayalıklara çıkamazlar ki ! O yüzdendir
ki topal ustamız bu dağlara sığındı. Burada düşünüp de
fillen yenecek aklı, feraseti bulacak . . . 11
((Bunu hiç düşünmemiştik.,
((Burada oturup da kıyamete kadar bekle.seniz bir
tek filin bile bu dağlara kadar çıkablleceğint göremeye­
ceksiniz.l)

FS/IJI 1 29
«Ne yapalım ya?»
((Ben gelm:eseydim ölünceye· kadar blırada bekleye­
cektiniz.ıı
.
ccBekleyecektik. Çünkü topa! ustamız bize dedi ki.
mademki beni dinlemeyip dağgezen oldunuz, hiç olmaz­
sa dağlarda gezerek bekleyin filleri, ovaya zinhaaar in­
meyin. Topal usta bize dedi ki, dağgezenlik kadim zena­
attır, onun kurallan vardır, ve hem de bu kurallar ke­
sindir. Ol sebepten ötürü, ovaya dağgezenlerden her kim
ki iner, ölüm hemen onun alnına yazılır.1ı
cc Dağda da fil olmaz.n
cc Bunu hiç düşünmedik,ıı dedi alnı yıldızlı.
cc Bak arkadaş,ıı dedi sancalann başı. ·cıBeni iyi din­
le, sen şimdi hemen ovaya in, hüdhüdler başını bul, o
ovanın her yanında dolaşır, gözü kırk günlük yoldaki
kırmızı sakallıyı görür, kulağı kırk günlük yoldaki ayak
seslerini duyar, sen onu çağır, ama okunu ona atma,
çünkü o aradaki elçidir, elçiye zeval olmaz.ıı
ccOlmaz,ıı diye coşkuyla bağırdı alnı yıldızlı.
ccOna de ki, fillere savaş ilan ettim, işte bUrada da
bekliyorum. O gider fillere söyler, filler de llemen k�a­
rak sizi ezmeğe gelirler. Korkmayın fillerin gözleri ka­
rıncalan göremez. Bir hendeğe sığınıp başlarsınız. oku­
nuzu atmağa. Tam gözlerinin içine, gözbebeklerinin or­
tasına. ıı
cıOrtasına,ıı diye gürledi alnı yıldızlı. Sesi bir tilin
sesi gibi çıktı.
((Böylece gelen fili öldürürsünüz, . gelen tili . . . Biz
kanncalar da özgürlüğümüze kavuşuruz. ıı
ccKavuşuruz,ıı diye bağırdı alnı yıldızlı. «Belki de
hiç ölmezler o kocaman filler . . . Bu kadar küçücük ok­
larla ölür mü onlar? Batmaz ki fillere bu oklar. Topa!
usta dedi ki fillerin derileri bir kalın, bir kalın ki kurşun

130
bile işlemez, dedi topal usta. O bilir, demircidir o. İ nsan­
lara bile demirciliği topa( usta öğretmiştir.»
<<Filler ölmeseydi, dünya fille dolardı,» dedi san­
calar başı.
« Ölürler ama, gene biz burada beklesek daha iyi
olacak,ıı diye ikirciklendi alnı yıldızlı. «Belki buraya da
gelirler. Belki buraya da hüdhüdler başı bir kere uğrar.ıı
Sarıcalann hepsi bir yerden kırmızı sakaUrtara bir
giriştiler, ağızlarından girip burunlanndan çıktılar, on­
lan avaya inmeğe. filleri toptan öldürrneğe kandırdılar.
Kırmızı sakallılar mutlu aşağıya, ovaya, sancalar
mutlu, önlerinde yollan bilen bir kırmızı sakallıyla yu­
kan, dağlara topa! demircinin olduğu yere yollandılar.

Bir şafak yakti, ıhırcık karanlıklar açılır, gül sa­


çaklı gün doğarken, tekmil gül saçaklı günler üstümü­
ze doğsun, sancalar kırmızı sakallı topa! demircinin üs­
Iendiği sarp, ulaşılmaz dağlarm ortasındaki düzlüğe gel­
diler. Topal demirciye hemen haber saldılar. Topal de'­
mirci mağarasının oyuğundan bu gelenlere baktı baktı
da, bunl� hiç bir şeye benzetemedi :
<<Benim gözüm bu kırmızı sakailan tutmadı, ben
ömrümde bu biçim bir kırmızı saka! görmedim,ıı dedi.
« Bunlar böyle hayra alarnet değil, bunlan hemen defey­
Ieyin; canlan nereye isterse oraya gitsinler . . . n
Ona haberi getiren kannca:
uArnan ha aman bir yanlışlığa düşme, ustamız,
aman ha! Bunlar çok işkence görmüşler ki, ne demek,
i nsaniann insanlara ettiğinden beter,ıı diye onu uyardı.
« İnsanlann insana ettiğinden beter mi?ıı Topa! ka­
nnc�nın içindeki bütün duygular ayaklandı, başkal­
dırdı: <<Olamaz ! ıı diye bağırdı boynunun damarlan ok­
Java gibi şişerek. «Olamaz, hiç bir hayvan, hiç bir hay-

1 31
vana, hiç bir yaratık ü ısanların biribirierine yaptıklan­
nı yapamazlar. İnanmlyorum ve hem de bunlan istemi ­
yorum. Yalancıdırlar .b unlar. >•_
öteki karıncalar direttiler, ta buralara kadar bu
kırmıZl sakalların dağlar, ormanlar aŞarak, ölümlerden
ölüm beğen geldiklerini söyleyip topal demircinin yaşlı
yüreğini yumşattılar ve de demirci onları huzuruna ka­
bul etti.
ccHoş geldiniz. ,,
ccHoş gördük,ıı dedi sarıcalarm .başı.
Topa! demiı-ci ustası sözünü esirgemez bi r karın ­
caydı : ,
((Siz ne biçim kırmızı saka! karıncasınız böyle, sa­
kalınız boyalı gibi duruyor," diye tepeden inme sordu.
Sarıca kanncalar tepeden tırnağa ürperdiler.
((Kim, niçin kırmızıya boyadı sakalınızı? Siz mi bo­
yadımz yoksa, niçin boyadımı öyleyse? ..
Demirelnin sesi örsün üstüne düşen çekiç gibiydi.
alLak bullak etti sancalan. Bir süre ne karşıhk yerecek­
lerini şaşırdılar, biribirlerinin gözlerine baktılar.
Sancalann başı ı kına sıkına :
ccBiz çok çektik, aylardır yoldayız. yağmur. kar, do­
lu altında günlerce yürüdük. Yağmur yağdı ıslandık.
güneş açtı kuruduk. ·ışte böylece sakalımız soldu_.,
öteki sarıcalar da onu desteklediler:
« Yağmur yağdı, ustamız, işte böyle oldu, .. dediler.
" Yoksa bizim sakallanmız da sizinkiler gibi pın l pırıl.
al al pariardı güneşte eskiden. ıı
Daha da konuştular, başlarına gelenleri uzun uzun.
bir bir anlattılar. Ağladılar s ızladı lar. Filler, karınca - ·

lar dünyasından haberler· verdiler. Onlan dinleyen kır­


mızı sakallıların gözleri yaş, yürekleri öç almanın ya­
lımlarıyla doldu.
tcKeşki toptan öleydik de, u dedi sancaların başı.

132
• bu kara günleri görmeseydik. Bu kadar acı çektikten,
ölümlerden ölüm beğendikten sonra yaşamışız ki neye
yarar. ıı
��Biz ölüm acısını görd ü k geçirdik,ıı diye iniedi sıs­
kası çıkmış bir sarıca kannca.
t<.Filler işkencesi, zulüm variken,ıı diye ağiaştılar
öteki sanca karıncalar hep bir ağızdan.
Demirci ustası. topal kanncanın yüreği bir türlü bu
gelenlerin doğru dürüst, hayırlı bir iş için buraya gel­
diklerine kanmamıştı. İçinde bir ikircik dalgası gidip
geliyor, kaynayıp duruyordu. Sanca karıncalan uzun
bir sıra yapıp alana dizdi, her birisinin sakalım teker
t eker gözden geçirdi. Sonra da ellerini çenesine dayanak
yapıp düşünrneğe başladı.

Yeni kanncalann geldiğini duyan öteki kırmızı sa­


kallılar üslendikleri yerlerden, dağlardan, ormanlardan.
kayalıklardan akın akın geliyor, alanı dolduruyorlardı.
Sancalar da durmadan başia nna gelenleri anlatıyorlar:
��şu fillerin bize yaptıklannı i nsanoğlu i nsanoğluna yap­
mamıştır,» diyor, kırmızı sakallıların yüreklerini dağh­
yorlardı. Alanı dold urmuş, kaynaşan, kıvıl kıvıl eden
kanncalann en katı yüreklilerinin bile gözlerinde birer
damla yaş vardı.
Sonunda demirel ustası kırmızı sakallı topal kann­
ca hir çöpün tepesine çıktı :
ı•Arkadaşlar,ıı diye bağırdı, ıısize söyleyim ki, bu
yeni gelen kanncalan l:'>enim gözüm hiç tutmadı. Bu
yeni gelenlerin altında bir iş var, bir çapanoğlu var ya,
çıkaramadım. Ben bu gelenlerin sakallanna baktım, sa­
kallan var bizim sakallara benzemez, iyice baktım san
san yüzleri, huylan var bizim huya benzemez.ıı
O böyle söyleyince karıncalar ona karşı çıktılar.
Ortalık öy!e bir karıştı ki uzun bir süre ferman okun­
-ınadı tozdan dumandan.

133
uOnlar bizim kardeşlerimizdir.n
«Yağan kardan, esen yelden sakaHan solmuştur.ıı
<<Filler onlan ezmiştir.ıı
«Fillerin bunca zulümleri altında karıncalarda hiç
kanncalık hal kalır mı?»
«Düşün bir kere bizleri, biz buraya geldiğimiz gün­
lerde bunlardan beter değil miydik?ıı
«Düşün bir, usta; sen kendini düşün . ıı. .

«Kuşun kanadından atladığında yedi gün yedi ge­


ce kendine gelernedin de, seni biz ölü gibi sırtımııda ta
buraya taşımadık mı?n
<cEy usta, kuşun kanadından atlad.ıktan sonra, sen
seni bir görseydin... . Sana değil kırmızı sakal, sana ka­
rınca demeye bin tanık isterdi.>>
Alandaki kanncalar, yeni gelen yorgun konuk ka­
rıncalann her birisini omuzlanna bindirmişler, alanda
dolaşıyorlar, bağırıp çağnşıyorlardı.
En sonunda topal kannca edemedi, sesini yükselt­
ti, bağırdı, artık kimseye duyuramıyordu, bağırmaktan
sesi kısılmıştı. «Beni dinleyin, beni dinleyin,w diye yal­
vanyordu habire. Bağıra çağıra bir hal olmuştu. Kimse
artık onu dinlemiyordu. Çöpün üstünden bu durumda
inemezdi, ne yapıp edip kanncalam bir iki söz söyleme­
nin yolunu bulmalıydı.
Sonunda birden gökyüzü bulandı, ortalık karardı,
şimşekler çaktı, yağmur başladı, hışıın gibi, karanlık . . .
Kanncalarm sırtlarındaki sancalar bu sel gibi inen yağ­
mur içinde tepeden tırnağa suya batıp çıktılar. Sanca­
ların Sa.kallannın boyası çıktı, kanncalann sırtlanndan
aşağılara süzülmeğe başladı. Alandaki gölekler kırmızı ­
ya kesti. Demirci ustası utıruyıa bağırdı:
«Bakın bakın, ey kırmız ı sakallı kardeşlerim, bakın ! .
Bunlann sakaUannın . boyalarma bakın. Yağmur yağın­
ca eridi. Demepim mi size bunlarda bir tuhaflık var, bun-

134
lar uydurına kırınıZı sakallardır, diye? Bakın su gölek­
lerine, onların sakaHannın boyasından kıpkırmızı. Bun­
lar sarıcalar, sarıcalar. Filler bunları bize casus diye
gönderdiler. Atın bunlan dışarıya, öldürün bunları.>>
Karıncalar önc e yere, sçnra sırtlarındaki kanncala­
n indirip onların sakallanna teker teker baktılar. Sa­
kalların boyalan çıkmış, yerinde sapsan kıllar kalmıştı.
«Ne bu haliniz, bu ne böyle, hani siz kırmızı sakal­
dıruz?»
Sarıcalar ölüm' korkusuyla titrediler.
«Bakın nasıl titriyoruz,» dediler. «Korkumuzdan,
bir de açlıktan, yorgunluktan işte böyle sarardık,» de­
diler. «Siz korktuğunuzda bizden daha fazla sararmaz
mısınız?» diye de sordular.

öteki er hep bir ağızdan:
cc Biz de sarannz, biz de sararırız,» dediler, sonra
da eklediler: ((Bunlar bizim kardeşlerimiz, buradan baş­
ka hiç bir yere gidemezler, ey demirciler başı ! » Hırçın­
laştılar.
Demirci, yandım, diye düşündü. Filler sultam içi­
mize adamlarını da gö�derdi. Ama yüreğinde de bir ikir­
cik kalmıştı, filler sultanı adamlarını gönderseydi ara­
larına, böyle riıi gönderirdi? Hiç olmazsa bu sancalann
sakallarını bir iyice boyar, teker teker, hüdhüdlerin
kanadından aşağıya indirirdi. Onlar da gelir kırmızı sa­
kallann arasına katılırlardı. Kimsenin de ruhu duymaz­
dı. Bu işte bir bit yeniği vardı var olmasına ya, neydi?
Bunca akiına, deneyine, gün görmüşlüğüne karşın de­
mirciler ba§ı bu sorupun karşılığını bulamıyordu.
Alanda .artık her kafadan bir ses çıkıyordu.
ccSen, sen, sen demirel, kuşun kanadından atıayıp
da kaçtığında sakalın böyle san olmadı mıydı?»
c<Sen, sen o zaman bir a:ynaya baksaydın ya o za­
man . . . >>

135
••İşte o zaman haİini görürdün.ıı
u Zangır zangır titriyordun.ıı
tıDe�il sakallann, saçıann bile sapsan kesilmişti . ıı
••Umon sansı. ıı
u Hepimiz kırmızı sakal cie�il. san sakal olmu�tuk . ıı
••Bir san sel gibi aktık da buraya geldlk. ıı
••Eeey, demirciler başı, yüce usta, biz kaç ay, kaç
ay geçti de ancak sanlıktan kurtulabildik, kurtulabll- ­
dik de . . . •>
••Kendimize gelebildik.,
Demlrciler başı orada, çöpün ucunda kımıltısız ka­
lakalmıştı, gözleri faltaşı gibi açılmış . . . Biliyordu bu ge­
lenlerin filler sultanının, hüdhüdler başının adamlan
olduklannı ama, şu ahmak kınnizı sakallara bunu nasıl
anlatacaktı? Düşündü taşındı, birtakım kandıncı, inan­
dırıcı sözler, yollar buldu, ötekiler onu-dinlemediler bile.
((Oya koyuyorum öyleyse,, dedi. <<bunlar burada ka­
lac�klar mı, yoksa gidecekler mi? ,
((Koy,ıı diye ba�ırdılar h e p bir a�ızdan.
cıOya koyuyorum, bunlar sancalar mı, yoksa kırnu ­
zı sakaUar mı?»
<•Koy,, diye ba�ırdılar kendilerine güvenmiş. cıKoy,
koy, koy . . . ))
((Bunlar sarıcalar mı?ıı
<•Hayır, hayır, hayıııırrrr ! ıı
<<Kırmızı sakaUar mı?ıı
•<Evet, evet, eveeet l ıı
Kanncalar sevinç içinde ön ayaklannı kaldınp, hep
birden şahlandılar, alan, ayaklardan bir ormana kesti.
cıPeki, ne deyim, sorumluluk sizin, siz kabul ettiniz.ıı
c<Biz kabul ettik kardeşlerimizi, kabul etmeyip de
!illerin ayaklan altına geri mi atacaktık onlan ! ıı
ııÇok büyük belalar gelecek başımıza bu sancalar
. yüzünden. n

1 38
ccEy demirciler başı, in oradan aşağı da, artık kar­
deşlerimizi aşağılamaktan vazgeç.n
ıcŞimdi hep bir ağızdan,' senin şu ağarmış sakalına
bakıp . . ıı
.

�sana akçalar desek, bu yüzden de seni öldürsek


olur mu? tn aşağıya.•
Ne yapsın demirciler ustası, elden ne gelir, ister
istemez, çamaçar çöpün b�ından aşağıya indi, tek ba­
şına kovuğuna yollandı. Kovukta kimse yoktu. Kimse
de onun ardından gelmemişti.
Alanda ateşler yakılmış, bir toy düğün başlamıştı
bile. Ortalık, sancalann sakaUanndan akan sulardan
dolayı apal olmuştu. Atllçlar, çöpler, karıncalar, kaya­
lar, taşlar, otlar, topraklar hep kırmızıya boyanmışt!.
Toy sabaha kadar sürdü: Konuklar yediler içtiler, gırt­
lağa kadar doydular.
Sabaha karşıydı ki, sancaların başı, bütün sanca­
lan bir kayanın arkasına topladı:
«Şimdi iş başına arkadaşlar. Şu karıncalardan sa­
ncalann öcünü almalıyız. Öldürulüp tl\ sultanı kapısı­
na atılmış her bir sancanın karşılığında bin tane ka­
rınca, on bin, yüz bin, yüz milyon tane karınca ölmeli.
Şu dünyadan kannca soyu kalkmalı. Ve hem de tüke­
necek. Öyle bir öç kapladı ki yüreğimi, göğüs kafesim
acıdan çatlayacak. Burada öteki alçak köle karıncalar­
ca bir yakını öldürülmemiş bir tek sarıca var mı? Biz
de kaçıp kurtulmasak, şu yeryüzünden sanca soyunu
kesecekti köle kanncalar. Arkadaşlar, yolda konuştuk,
her sarıca kannca yapacağını biliyor. Şimdi şu mende­
bur, alçak kı rmızı sakallı topal karınca bu saf kırmızı
sakalları kandırmadan biz ortadan toz olalım. İki sarıca
bir araya gelmeyecek. B u büyük karınca kalabalığı için­
de yitip gideceğiz. Birkaç gün sonra da kırmızı sakaUar
bizi unutur giderler. Bir iyice kırmızılara karışıp yitip

1.37
gittikten sonra, artık yapacağınızı biliyorsunuz. Yolda
dağgezen karıncalara yaptığımızı bunlara da yapacak,
her kanncayı bu topal demirci üstüne kışkırtacaksınız
ki, ta ki bütün kırmızı sakaUar biribirine düşe, biribiri­
nin gözlerini oya, biribirini bir tek kırmızı sakal kalma­
masıya öldüre. Kırmızı sakalları, hem de öteki karınca­
ları biribirierine düşürmenin yolları kadimdir ve hepi­
niz bu yolların yüzlerce biçimini bilirsiniz.>>
((Biliriz,n diye bağırdılar hep bir ağızdan bütün sa­
rıcalar.
«Unutmayın birçok kırmızı kannca kendisini dün­
yanın odağı sanır. Ona göre seçeceksiniz avlarınızı. Ken­
disini en büyük kurtarıcı sananları . . . »
((BiliriZ.»
((Kırmızı kanncaların bir bölüğünün içinde fi1 ol­
ma asianı yata:· . . . Ona göre.»
((Biliriz, ona gf. �·e . . .»
((Bir bölüğü üne çok düşkündür. Onlara da o yön­
den yaklaşırsınız.»
((Biliriz. Onlara da ö yönden . . . »
«Hele genç kırmızı sakalları daha iyi bilirsiniz. Var­
sa da yoksa da hep kendileri . . . »
((Onları da çok iyi bilir, çok yakından tanınz.»
((Onları eİı çabuk doğru yoldan çıkarır, kendi ken­
dilerine düşman edebllirsiniz.»
((Kitaba, düşünmeye düşman edeceksiniz onları.
Okusalar da fil kitabı okuyacaklar.»
((Filler yenilmez, kıyamete kadar, dünya güneşe ya­
pışıncaya kadar filler başımızda k alacak, herkesi, tüm
kırmızı karıncalan buna inandıracaksınız.»
<(Onu da biliyoruz:»
((Biliyorum, sizler her şeyi biliyorsunuz, iyi yetişti­
niz. Yalnız bir şeyi gözden hiç mi hiç ırak tutmayacak­
smız, o da nedir?»

138
«0 da nedir? » diye yinelediler sancalar hep bir
ağızdan.
«0 da eli nasırlı kırmızı kanncalardır. Zinhaaar,
onlara bir şey yutturayım demeyin. Onlara yaklaşına­
yın da . . . Onlan hiç iğvaya çalışmayın, onlar başkadır.
Çok iğva, çok yalan, çok düzen görmüşlerdir onlar, dUrı­
ya dünya oldu olalı. Ve kalıreden ve yaratan ki onlardır.
Onlar ki korkak, yürekli, cahil, hakim ve çocukturlar.
On1an baştan çıkarmayı, kandırmayı, onlann kaburga­
lanndan yaratılan gözlüklü kırmızı sakallara bırakın.»
uOnlan da çok yakından tanıyoruz,>> diye bağırdı­
lar sevinç içindeki sancalar.
«0 eli nasırlılardan korkulur. Sonunda, eğer ister­
ierse, onlar filleri de yenebilirler. Onlar denizlerdeki
kum, gökteki yıldızlardan da çokturlar. »
«Biliyoruz.»
«Fırsat buldukça, onlann gözlerini kör, kulaklannı
sağır, burunlannı koku almaz, tenlerini duyarsız ede­
ceksiniz . . . Bütün kırmızı sakaHan da bu yolda kışkırta­
caksınız. Biz sancalara, atamız, şahımız fillere en bü­
yük düşman, en büyük tehlike bu eli nasırlı kırmızı
sakallardır. >>
«Gözlerine kül atacağız kü�, eli nasırlı kırmızı sa­
kallann, kül.»
«İyi,» dedi yaşlı kannca, <<iyi. Bilin ki birçok kır­
mızı sakalın içinde fil olma ateşi yanar. önce de söyle­
dim ya, belli etmezler bunu. İşte bu kı rmızı sakaUar eri
büyük düşmanıdırlar eli nasırlılann. Onlar fillerden de,
bizden de daha düşmandırlar eli nasırlılara, ne kadar
dost görünseler de, onlan eli nasırlılann üstüne durma­
dan gece gündüz kışkırtacaksınız.>ı
uKışkırtacağız.>ı
«Elhasıl, bin parçaya böleceksiniz kırmızı sakallı­
lan, her bölüğü ötekinin k anına susayacak.»

1 39
ııSusayacak ! ,, diye bağırdı sancalar.
cc Bu kırmızı sakallann büyük bir bölümü yaşamın
ateş çemberinden geçmemişlerdir, ağızLarı süt kokar.
Yaşama karşı alçakgönüllü değillerdir. Kendilerini dev
aynasında görürler.ıı
cc Biliyoruz.,,

ccOna göre işte. Siz kırmızı sakallar hakkında çok


şey bUiyorsunuz. Öyleyse şimdi, şu anda dağılıp toz oLa­
caksınız, her kırmızı sakalın özüne, yüreğine öteki kır­
mızı sakala karşı onulmaz bir öç, korku, düşmanlık ya­
lımı atacaksınız. Korkuyu da unutmayacaksınız. En bü­
yük, en eski karıncaları biribirine düşürecek yol korku­
dur. Biribirine karşı onları korkutacaksınız. Korkuyu
yüreklerine ekip, büyütecek, boy verecek korku yürek­
lerinde, kafalannda, gönüllerinde. Fil korkusunu, sel
korkusunu, ne bulursanız, nasıl bir korku biçimi yaka­
Iarsanız yağmur gibi yağdıracaksınız başlarına. Korku
kanncalan felç eder, kıpırtısız kılar, ölümden de beter
eder. İsterseniz Allah korkusunu, biribirlerinden kor­
kuyu durmadan durmadan büyütebilirsiniz. ,,
«Korkuyu büyüteceğiz. Kırmızı sakaBar üstüne
tekmil korkulardan binlerce tann yaratacağız.»
ıcBireycilik ateşini korkuyla birlikte körükleyecek­
siniz, onların hepsi biz kardeşiz, yoldaşız, derler, aldır­
mayacaksınız. Onların çoğunun içinde bir bireycilik
ateşi sonsuzca yanar, kanncaların biribirierine düşman-
_ lığı bu bireycilikten doğar, ölüm, yılgınhk, sevgisizlik
bu bireycilikten doğar. Hiç bir kırmızı sakalın biribirini
sevmesine fırsat, izin vermeyeceksiniz. Bunlar biribirle­
rini sevmeye başladılar mı, sevginin olduğu yerde birey­
cilik barınamaz, korku, a§ağılama bannamaz, zinhaaar,
sevgiye izin vermeyeceksiniz. Bunlar biribirlerini sevme­
yi öğrenirlerse bizi de, tilleri de erinde geeinde yenme­
.nin bir yolunu bulurlar. Zinhaaar, bunlara biribirlerini

140
sevdirmeyeceksiniz. O eli nasırlılan hiç bir zaman göz­
den uzak tutmayacaksınız, onlardan her an bir ışık gibi
bir sevgi seli bütün kırmızı sakallara dağılabilir, işte o
zaman hapı yutanz. O eli nasırlının her birisi bir sevgi
kaynağıdır. Tamam mı? Sevgisizliği, düşmanlığı körük­
leyeceksiniz. 1)
((Tamam, sevgisizliği, düşmanl ığı körükleyeceğiz. n
« Hakkınızı helal edin, gidip de gelmemek, vanp da
dönmernek var. Ben de topal demirciyi baştan çıkanna­
ğa, onun yüreğine y ı lgınlık, kuşku, korku, inançsızhk .
sevgisizlik közü atmağa gidiyorunu
<<Güle güle git1 u dediler.
«Bir dakika beni burada bekleyin, ıı diye onlara b u ­
yurdu yaşlı sanca. Arkasını dönüp yandaki kayanın ar­
dında yittikten az bir �üre sonra geriye döndü. «Bakın
sakalıma , )) dedi .· <<Siz hiç bir kırmızı sakalda böyle par­
lak, uzun, böyle kıpkırmızı, böyle yalp yalp eden bir sa­
kal gördünüz mü?n
Gerçekten sakalı gün ışığı gibi şınldıyordu. Hiç bir
kırmızı sakalda böylesini görmemişlerdL Sakal, dalga
dalgaydı ve hem de gürdü. Bir kırmızı orman gibiydi de.
·
«Bu sakalı gören demirel topal, kırk günlük yoldan
temennaha kalkar mı kalkmaz mı? Bundan sonra kim
benim kırmızı sakallığırndan kuşkulanabilir ki söyleyin?••
«Ne oldu, nereden buldun bu sakalı, eeey yüce baş-
buğumuz? 1) diye ona hayran olaraktan bağırdılar sa­
rıcalar.
<<Susun, bağırmayın,, dedi kannca. Gerçekten bu
sakat hüneriyle sancaların en yaşlısı, başbuğ olmayı
haketmişti. <<Susun da şuraya bakın.n Kayanın yanğını
gösterdi, sarıcalar oraya üşüştüler, baktılar ki orada
bir kannca ölüsü boylu boyunca yatıyor, sakailan da
yok. <<Gelin buraya, kulağınızı iyice ağzıma dayayın, iş­
te ben bu kırmızı sakalı öldürdürn, sakalım da kesip

141
kendime taktım. İyice bakın hele bana, benim bir kırmı�
zı sakaldan hiç farkım var mı?»
ııYok,» dediler usulca.
((Tam bir kırmızı saka! olmuşsun ki başbuğumuz,
senin kırmızı sakal olmadığının farkına topal demirci
bile varama.z.»
ııVaramaz,, diye konurlanarak güldü başbuğ. ((Öy­
le de bir yapıştırdım ki. Bir fil sakalıma hortumunu do­
layıp çekse, bir tek tel bile koparamaz oradı;m. ıı
((Yru;asın ! ıı diye bağırdılar kanncalar. ((Yaşasın
başbuğumuz! Sana bundan böyle başbuğumuz diyece­
ğiz . . . Ulu başbuğumuz . . . ıı
ııElinizden gelirse, siz de birer kırmızı sakal öldü­
rüp, sakallannı alıp kendi çenenize yapıştırın. O zaman.
işte, hiç bir kimse sizin sanca olduğunuzun farkına va­
ramaz. Siz de işte bu kırmızı sakaUar ülkesinde cirit
atarsınız babanızın evi gibi. Bunlan da biribirierine öl­
. dürtüp öcümüzü kannca soylanndan alırsınız. Bana
başbuğ demenize de çok sevindim.»
�<Her birimiz üçer kannca öldürüp sakallarını ala­
cağız.ıı
ııHaydi yolunuz açık olsun. ıı
Ve ala şafağın ıhırcık karanlığında sancalar orta­
dan o anda yitip gittiler, bir v armış bir yokmuş oldular.
Başbuğ sanca da topal demirelnin kovuğuna doğ­
ru yollandı. Topal demirci kovuğunda, topal bacağını
karnma çekmiş uyuyordu. Başında da üç tane çok genç
kırmızı sakal. Burada · şu topalla birlikte, şu üç genç
kırmızı sakalı da öldürsem, diye düşündü ba.şbuğ. Bıça­
ğını çekti kovuğa daldı, birden ayağına takılan bir çel­
meyle tepe üstü yere düştü.
ııDur, yasak ! ıı
((Ben başbuğum,ıı dedi sanca kannca. ııKafdağı ar­
kası kırmızı sakallılanİlın başbuğuyum. Sizde konuk

142
böyle çelmelenerek mi ağırlanır? Az daha beynim par­
çalanıyordu.n
((Kusura kalma,ıı diyerekten özür diledi ondan genç
kı rmızı sakal. ((Ustamız uyuyor da . . . »
«Hemen onu uyandır,» dedi başbuğ. ((Hemen şim­
di. B'en kırk günlük yoldan geldim. thkelerimizi fill � r
yıktı yaktı, yağrnaladı, kanncalanmızı da köle ettiler.
Ben canımı zor kurtanp ona geldim.»
Genç kırmızı sakal, ustayı uyandırdı, başbuğla onu
tanıştırdı:
;, İşte bu Kafdağlannın ardından geliyor. Katdağla­
rının kırmızı sakallısı bu da . . . Kırk günlük yoldan ge­
liyor.»
((NaSıl geldin, ey yoldaş? » diye sordu usta, yeni ge­
lene.
11Ulu bir kuş vardır, adına leylek derler, temiz yü­
reklidir, alçakgönüllüdür, iyilik severdir, işte o kanadı­
na aldı da beni, sana buraya ulaştırdı,» dedi başbuğ,
yorgun, uykusuz, boynu bükük.
ııBenim burada olduğumu kim söyledi sana? •>
ııLeylek söyledi,» diye gülümsedi başbuğ.
11Leylek ne biliyormuş benim burada olduğumu? >>
11Görmüş.n
<<Allah Allah . . . Beni şu küçücük yankta o gökyü­
zündeki ulu leylek nasıl görmüş ki ! »
«0 leylekler öyledir,» dedi başbuğ. ııOnlann gözü
kırk yıl uzaklıktaki k_ara taşın üstündeki kara kanncayı
görür. Beni de öyle gördü. Bizim ülkeyi filler yakıp yı­
kınca, çoğumuzu öldürüp, azımızı köle yapınca ben kaç­
tım Kafdağının tepesine sığındım, orada karların, ka­
yalann. içinde kaldım. Kafdağının tepesinde hiç bir yi­
yecek yok. Açlıktan gözlerim görmez oldu. Hiç gücüm
kalmadı, yıkıldım oraya kann üstüne, can çekişiyordum
ki, bir ağır hışıltı duyd m, üstüme bir sıcaklık indi, bir

143
ses de duydum arkasından, 'in misin cin misin, ey yara­
tık, sen kimsin?' diye sordu bana ses. Ona gözümü kor­
kudan açamadan karşılık verdim, başımıza gelenleri zar­
zor anlatabildim. 'Sen de kimsin?' diye sordum ona.
'Ben�· dedi, 'leyleğim. Dile benden ne dilersen.' Çok hal­
sizdim, açlıktan elden ayaktan düşmüştüm. 'Açım,' de­
dim ona, 'karnımı doyur da gözüro açılsın, ondan sonra
konuşuruz.' Bana hemen bal özü, çiçek özü verdi, o an­
da gözüro açıldı. Ona, 'ben bir kırmızı sakalım,' dedim.
'Beni kırmızı sakallara götürür müsün?' diye de sor­
dum. Beni bir kayanın sıcak kovuğuna yatırdı, önüme
de çok bal özü, çok çiçek özü koydu, hiç bir şey söyleme­
den uçtu gitti. Tam beş gün sonra onun geriye döndü­
ğünü gördüm, sevincimden deliye döndüm. 'BUld u m , ·
dedi, 'öteki yüce dağın doruğunda b i r demirci var, dün­
yanın da bütün kırmızı sakalları orada. Seni oraya gö­
türeyim,' dedi- bana. Dedim ki ona, 'sağol, varol! Dedim
ki ona, 'beni oraya götür. Beni kanadının üstüne aldı,

tüylerinin arasına, sıcacık . ... Oradan uçtuk, işte az ön­


y
ce, şura a, şu çakıltaşının ardına indirdi beni. ıı
«Hoş geldin, ıı dedi demirci ustası ona. Kendi yiye­
ceğindtm yiyecek verdi. Onunla uzun uzun konuştu .
inceden ineeye sakallanna baktı, yokladı, soyunu sopu­
nu araştırdı sordu, inandı ki bu bir kırmızı sakal, hem
de kırmızı sakalların başbuğu.
«Senin gibi bir kanncanın çok bir gerekliği vardı
bana, kardeşim,,, diye sevindi. «Sen hoş gelip safalar
getirmişsin. Başım üstünde yerin var. Dün buraya, kır­
mızı sakal diye, sakalı kırmızıya boyalı bir sürü sarıca
geldi, fillerin adamlan . . . ,,
«Ne oldu onla.ra, nerede orilar şimdi? • diye ürkün­
tüyle sordu başbuğ. «0 sarıcalar yıktı bizim ülkeyi de,
o sarıcalar k i . . . Amanın ustam, onlan hemen bulmalı . ıı
••Bulamayız artık onlan, bizim kırmızı sakaHar ba-

144
na karşı savundular onları. İstesem, ölsem bile bizim
ahmaklar o sarıcaların sakalının bir tek san telini bile
vermezler bana,ıı diye iç geçirdi. Acıdan yüreği sökülü­
yordu demirel ustasının.
((Ben bulurum onları sana, sen hiç �üzülme, demirel
kardeşim,ıı diye umut verdi topala ba§buğ. <<Senin kır­
mızı sakaUan da onların sarıca olduklarına, sancalann
da hayın olduklarına inandınnm.ıı .
Başlıuğla demirel topal sevgiyle kucaklaştılar: To­
pal nasıl sevinmesindi ki, bu kadar ahmağın içinde ken­
disine yardımcı bir akıllı çıkmıştı. üstelik de soylu bir
kırmızı sakaldı bu. üstelik de onun ülkesi kutsal Kar­
dağının eteğindeydi. üstelik de kırmızı sakalı hiç bir
. S&.ical a benzemiyordu. Üstelik de uzun sakallı çenesinden
geniş göğsüne bir aydınlık, bir ışık olmuş ıınldayıp akı­
yordu.
Topal kannca düşünüyordu, sevinçle, güvenle, içi
ö.zlenmiş bir dostluğun sıcaklığıyla dolarak. Bir elin ne­
si var, iki elin sesi var, diyerek düşünüyordu. Düşün­
menin tadırida, mestliğinde. Bu yaşlı kırmızı sakal, baş­
buğ, bellr ki çok çekmiş. Belli ki çok da akıllı, kurnaz.
Bununla birçok sorun çözülebilirdi.

o sabah bütün dağ. k a. yaJıklar, yollar beller, kıraÇ


topraklar, ·akar sıılarır.. k• y ı l arı , göllerin, göleklerin,
pınarların içleri, ağaçların gövdeleri birden çiçeğe dur
du. Ortalık inceden bir çiçek kokusuyla dalgalandı. Bu­
lutlar apak, yukarda, utakta, güneyde kabardılar. Dün­
ya bir yağmur sonu ışııt.ısındaydı. Kanncalar körele­
rinden, kaya .yar1kla�ndan, oyuklardan çıkmışlar, gü­
neşte sıvazıa·nıyor, sakallarını tanyorlardı: Rahat, mest
kurunuyorla-r; geniş, düz alanı dolduruyorlardı.
Topal karınca da yanğının önüne çıkmış, bi r çöpe

FS/LO 145
sırtını dayamış güneşlenerek·, başbuğla konuşuyordu.
Başbuğun sözüne sohbetine doyamamış, onun kültürü­
ne, devrimciliğine hayran kalmıştı. Kendi kendine di­
yordu ki : «Şu karıncalar arasında böyle üç tane kann­
ca daha olsa, değil filleri, insanlan bile şu dünyadan
söker atardım.ıı Böyle akıllı bir arkadaş, d�t kırmızı
sakal bulduğundan sonsuz mutluluklar içind e geriniyor­
du. Hüdhüdün kanadından atlayıp buraya geldiğinden
bu yana ilk olaraktan böyle akıllı bir kanncayla karşı
karşıya geliyordu. üstüne titriyordu başbuğun. Fill eri
bir gün yenebileceklerse eğer, bu başbuğun akİı yüzün­
den yeneceklerdi. Ne de yakışıklı bir karıncaydı bu. Sır_.
tı sapsarı, gözleri büyük, tıpkı an gözleri gibi gözenek­
li, kıskaçları güçlü, sakalı ışıl ışıl, hacaklari bir atlı ka­
nnca hacakları gibi güçlü, çabuk. Bu yaşa gelmişti, bü-·
tünüyle teke anlaşabildiği karınca bu başbuğ olmuştu.
·

Başbuğ da bacaklarını uzatmış, doğan güne karşı


sıvazlanarak kurunuyor, dinleniyordu. Çok yorulmuş­
tu fıkara, ne yapsın, fillerin ayaklan altından kurtu­
lup taaa Katdağı eteklerinden buraya g elmi§ti. Oranın
kanncalan böyle değildi, oola.nn .üç, beş, yedi katlı sa­
raylan vardı yeraltı kentlerinde. Fillere de öyle kolay
kolay teslim olmamışlar, savaşınışıardı sonuna kadar,
güçleri tükenene kadar. Kafdağı kanncalannın büyük
bir çoğunluğu dağlara çekilmişler, umutsuz da olsa fil­
lei'e karşı savaşlarını sürdürüyorlardı.

. Geldiği günden beri ilk olaraktan sord u :


«Usta, siz burada ne yapıyorsunuz, fillere karşı bir
savaş sürdürüyor musunuz?ı>
Şimdiye kadar hep kendisi kendi maceralannı e.n­
latmıştı. Usta da kendisine herhangi bir şey üstüne soı­
ru sorulmadığından dolayı kıvançlanmıştı.
((Biz bekliyoruz şimdilik başbuğ kardeşim, !illere .

146
karşı savaşmak o kadar kolay değil,ıı diye ona karşılık
verdi demireL
« Hiç kolay değil, ama böyle de eli kolu bağlı dur­
mak olur mu hiç? Sonra boş dura dura, buradaki kırmı­
zı sakaUar tembelleşir, savaşı unuturlar.ıı
ııFiller çok büyük, kanncalar çok küçük başbuğ
kardeşim, günlerdir, aylardır düşünüyorum düşünüyo­
rum, hiç. bir yolunu bulamadım fillerle savaşmanıı'i. Na­
sıl savaşılır ki onlarla?» diye başbuğa merakla sordu.
ııDoğru,ıı diye onu onayladı başbuğ. ııŞu üsteki bü­
tün kanncalan toplasak, savaşa soksak, bir tek fil he­
pimizi kırtaeana çevirir. Bir ülke varmış, oranın karın­
caları til kadar iriymiş, ama o ülk� çok uzak, o karın­
calara haber salsak, gelseler de bizi tutsaklıktan kur­
tarsalar. »
ııOnlar gelirler, biliyorum onlan, filleri koğarlar,
sonra da bizi onlar tutsak alırlar. Kendi başımızın çare­
sine biz kendimiz bakalım. >>
11 Biz kendi başımızın çaresine kendimiz bakamayız,
ustam. Filler çok büyük.ıı
�< Umutsuz olma, belki bir yolunu buluruz, başbuğ
kardeşim. Bak ben ne yaptım, tutsak ka nncalann içi-
. ne, her ülkeye kı rmızı sakallılar gönderdim . . Onlar sa­
kallannı kesip tıpkı öteki kanncalar gibi oldular, on- ·
larla birlikte çalışıyorlar, onlarla birlikte zulüm görü­
yor, a.ç kalıyorlar. Bir de ben gece gündüz filler üstüne,
kanncalar üstüne, bundan önceki fillerle kanncaların
üstüne kitap okuyorum, adanilanın da kitap okuyarlar
durmadan. Biz burada kitap okuyor düşünüyoruz, tek­
mil dünyadaki karınca kardeşlerimiz kitap okuyor, ça­
lışıyor, düşünüyorlar.»
�tBundan bir şey çıkmaz ki,» dedi başbuğ. «Kitap
okumakla, tutsak kanncaların arasında çalışınakla fil­
ler yenilmez ki . . . n

147
. ((Bak başbuğ kardeŞim, beni din le , onlan örgütlü-
� "'

ca1�
yorum da . . . Bir gün bir yolu bulununca,
fillerin üstüne saldırınc a . , , "
�- · , aşbuğ gülrneğe başladı, güldükçe gülüyor, gül -
·
tekm i l kann­

d kç, gülüyprdu . ·

·. ;
. <�Ne gülüyorsun, başbuğ kardeşim? "
1 B.e.şbuğ gülrnekten karşılık veremiyor, tıkanarak
g:ü�üy.Ordu.
! ı@:ü l ü . . . gülü . . . gülüyornın ki . . . n
' . <.

ıılf e gülüyorsun? Çok mu gülünç söyledijderim? "


. "' �
( '
jt;§!e . . . ço . . . çok . . . n
: (ıif� ola ki? ıı .
Başbuğ güldü güldü, sonra azıcık kendine geldi,
yüzü kıpkırmızı olmuş, soluğu taşıyordu . .
«Bak, ustam,ıı dedi. «Yiği�, yürekli, aslan ustam,
filler hiç yenilir mi? Bu dünya dünya oldu ola lı kim
görm üş karıncalann tilleri yendiğini? Bu dünya böyle­
dir ve hem de bu dünya hiç d eğişmez. Fil fildir, kann­
ca kannca . . . Filler yönetecek, onların işleri bu, kann­
calar çalışacak, filler yan gelip yatacak, en güzel _ yiye­
cekleri on l a r yiyecek, en güzel giyitleri onlar giyecek.
en görkemli saraylarda onlar oturacak . . . Kanncalarsa.
işte böyle, halleri duman, yıl on iki . ay çalışıp sonunda
ellerindeki avuçlanndakini fillere verecek; . kendileri de
açlıktan kınlacaklar. Doğanın yasası bu, insanlann, o
k endi le rini doğanın kutsal yaratığı sanan o-öğüngeç in­
sanların eta yasası bu. Bu dünya böyle gelmiş böyle gi­
der. Düşün bir ustam, bir düşün kardeşim, şuraya bir
dağ kadar karınca toplan·sak bir araya, bir tek fiJ sal­
di rs a bize, ne oluruz? ıı
Topal demirel ustası onun gözlerinin içine ilk ola­
rak k Ü şkuy la baktı. Bu bir sanca olmasın, diye düşün-

dü. Bu bir hayın sarıca . . . Sonra da, bu başbuğ yılmiş
diye düşündü kendi kendine. Böylesine bir kırgından

1 48
ge 9 kalmış, fillerin belasına uğramış bir karınca bu
kadar umutsuz olmasın da ya ne olsun?
••Haklısın,ıı dedi ona demireL u Haklısın ya bu ka­
rıncalar ki şu evrende en güçlü yaratıklardır. Filler da­

ha da güçlü olsalar bile onların bu tutsaklığından kur�
tulmanın bir yolu bulunmalı. Ve hem d e bulunacak ! ıı
•Ama bunun için d e hiç bir şey yapmıyor, hiç bir
eylemde bulunmuyoruz ki,ıı dedi başbuğ. u Eylem g€rek,
hiç olmazsa. bizimkiler gibi savaşı sürdürmek gerek. Ben
bizim filleri yenebileceğimizi bir kere olsun düşünme­
dim bile ya, ama savaş g€rek. Yenmesek de sava.şmalı-
yız. Bir tek umut savaşta. n .
Topal demirel de öyle düşünmüştü ya, bir sonuca
varamamıştı. Bir tek umut savaştaydt y a, nasıl bir sa ­
vaşta? Savaşın umutsuzu olur mu? Umutsuz girilmiş
savaş, savaş değil, ölümdür, savaşın biçimi, türü var.
Sava:ja umutla girersin, yenilirsin o başka, ama umutla.
. girersin.
Bu düşüncelerini başbuğa söylemedi. Sadece:
«Sizinkiler savaşıyariarsa filleri yenernernek ıçın,
bu deliliktir. İnsan yenrnernek . için savaşır mı? Filleri
de yenecek bir yöntem bulacaktır kanncalar. ıı
Başbuğ gene gü ldü :
..Ha h hah hah . . . Bulunamayacak, bulunamaz. Fil­
ler yenilir ini?))
.. '1t'enilir,)) diye gürledi topaJ demireL ((Bir yolunu
bulacağız tilleri yenmenin. Ve kalıreden ve vareden ka­
nncalardır. Yeneceğiz filleri . . n .

«Öyleyse savaşın,)) diye bağı rdı başbuğ. uBöyle dağ


başında oturarak f�ller yenilmez.ıı
•Bir yolunu . . ıı
. . •

·
Tam bu sırada· ·�landa bir gürültü patırtı koptu ki,
topa.l demirel �buraya geldi geleli böyle bir gürültü duy­
maınıştı. Sanki koca dağ ortasından çat diye çatıamış-

1 49
tı, işte öyle bir gürültü. Kırmızı sakallı topal kannca
hemen alana koştu ki ne görsün, alan ağzına kadar ka­
nncayla dolmuş, kanncalar üstüste, kıvıl kıvıl . . . Genç
bir kttmızı sakal da bir karaçalının en üst dalına çık­
mış, coşkuyla konuşuyor, gür sesi dağlarda yankılanı ­
yor:
«Ne fi)..ler, ne kırrnızılar ! ıı diyor. ııNe filler ne kırmı­
zıLar, özgür bağımsız k a rıncalar . . . ıı
Ve . alandaki kanncalann bir bölüğü onu alkışlıyor.
ııBiZ,H diyor karaçalının üstündeki, ııbiz tekmil ka­
rıncalan bu dağa çekeceğiz, karınca ü lkelerini boşaltıp
buraya getireceğii, dünyanın evrenin tekmil kanncala­
nın ve savaşa başlayacağız. Ne filler ne kırmızı sakal­
lılar, ne de eli nasırlılar; çalışan tutsak kanncalarLa ba­
şaracağız kurtuluşu . . . ıı
Ve alkışlar çoğalıyor, büyüyor, genişliyor.
ııVe tutsak kanncalan, ancak kendileri kurtara­
. caklardır. Eli nasırlılann bize hiç bir ge(eği yok. Ne eli
· nasırlı kanncalar, ne filler, özgür bağımsız tutsak ka­
nncalar. Fillerin gözlerini oyacağız. Gözleri kör olan fil­
ler kannca ülkelerini bulamayacaklar, ondan sonra da
yollanın şaşırıp denize düşüp ölecekler. Böylelikle d e
b u dünya fillerden kurtulacak. ıı
Alkışlar kıyamet.
Uzun konuştu, ne eli nasırlılar, ne filler diyen, ka­
raçalıdan indiğinde kanter içinde kalmıştı. Alkışiayan
kanncalar onu omuzlanna aldılar.
Onun ar�asından uzun boyunlu, kapkara bir karın­
ca çıktı karaçalıya, çalının dikenleri onun karnma bat­
tı, çünkü karnı çıplaktı.
Söze:
«Arkadaşlar, kırmızı sakallılar,, diye başladı. ııSö­
züm yalnız sizedir, beni dinleyin, iyi kulak verin bana . . .
Hemen şimdi savaşa gireceğiz. Filleri yok edeceğiz. Bir

150
karıncaaa, hele karıncaların kırı mızı sakallısııı, bir evre­
ne bedeldir. Filler hiç bir zaman yenilmez yaratıklardır.
Onları hiç bir güç yenemez. Biz de onları yenemeyece­
ğiz ama, sava§ac�ğız. Örümcek ağianndan ağ toplayaca­
ğız, fillerin yollarına gereceğiz, filler bu ağıara dolana­
caklar . . . Evet arkadaşlar, filleri yenemeyeceğiz ama, on­
ları örümcek ağiarına düşüreceğiz. Dün örümceklerin
başkaroyla konuştum, size, dedi, örümcekler ba§kanı,
her örümcek yedi kulaç, yani karınca kulacı ağ örecek,
siz değil filleri bu ağlara, şu koca dünyayı bile düşürür,
torlar toplar güneşin yanına atarsımz. Ama filler yenil­
meyecekler. Bu dünya değişmeyecek . . . Biz kanncalar
savaşacağız. Ned«�n savaşmayalım, değil mi, elimizde bu
kadar örümcek ağı varken. Kahrolsun bizim yolumuzu
kesen, bizi savaşmaktan alakoyan, o pısırık topal demir­
ci kahrolsun 1 ıı
«Kahrolsun! ıı diye bütün alan inledi.
«BiZ de ağianınıza filleri, hüdhüd kuşlarını dÜŞÜ­
rüp özgürluğümüze 'kavuşunca bize yardım etmiş olan
örümcek kardeşlerimize dünyanın bütün sineklerini ve­
receğiz. Hiç bir karınca bu dünyadaki hiç bir sineğe el
bile sürmeyecek, acından ölse de . . . »
«Ölse de,» diye iniedi alan.
<(Örümcek ağlanmız varken biiüz . . ıı.

naıı a çok uzun sözler söyledi .örümcek ağları üstü­


ne, bu ağların sağlamlığı üstüne:
((Bir örümcek ağı, değil bir fili zaptetmek, kırk bin
katırı bile zapteder. Bir örümcek ağı, değil bir fili, bir
insanı bile zapteder. Bir örümcek ağı . . . »
Ve kürsüden utkulu bir komutan gibi kabararak
indi. Alkıştan alan yikılıyordu.
Topal demirci orada, alanın kıyısında durmuş, tek
başına oraya dikilmiş, yanında başbuğ, bir de o ·ÜÇ de­
likanlı kırmızı sakal, öfkeden kuduruyor :

151
uZart zurt,ıı diyordu. ııZart zurt ... Sizi bre zartzurt­
çular. Hay sizi bre ! ıı
Derken karaçalıya, sakalı yerde sürünen, üç köşe
gözlü, sarkık bıyıklı, saçlan ta beline inmiş bir deli­
kanlı çıktı. Azıcık kekeliyordu ya, düzgün konuşuyordu:
uBiz tilleri hiç bir zaman, hiç bir biçimde yeneme­
yeceğiz,ıı dedi. Çok dingin, kendine güvenmiş, inandın­
cı, kandırıcı konuşuyordu. Arada bir coştuğunda 7onun
kekemeliğini de farketmiyorlardı karıncalar, kulak k�
silmişlerdi.
«Gerçekçi olalım arkadaşlar. Biz tilleri hiç bir za­
man yenemeyeceğimize göre, yenebilseydik dünya ku­
rulduğundan bu yana onların tutsağı olur muyduk, de­
ğil mi?ıı
ııOlmazdık,ıı diye alan gürledi.
ıcDünya kurulduğundan beri değil, daha yeni tut­
sak düştük fillere,ıı dedi topal demireL Onun sesini kim­
secikler duymadı. Ya da duydular duymamışcılığa vur­
dular.
ııOnun için fillerle savaşı, tilleri yenıneyi aklımızdan
çıkaralım da tilleri karınca ülkelerine nasıl sokniayız
onu düşünelim, değil mi?ıı
ııEn doğrusu da bu,ıı diye mırıldandı kalabalık.
11Öyleyse arkadaşlar, ben aradım, danıştım, fil hu­
yunu bilenlere, yılanlara çıyanlara, insanlara sordum,
fillerin her bir huylarını öğrendim. Filler en başta hen­
dek atlayamazlarmış. Biz kannca ülkelerini hendekle
çevireceğiz . ve filler ülkelerimize giremeyecekler. Yok
filleri kör edeceğiz de, yok örümcek ağıarına düşürüp
evrenin dışına atacağız da, bunlar hep uyduruk... Fil­
lerin gözlerini kör edebilir mi hiç bir kannca, söyleyin,
bir til örümcek ağına sığar mı?ı>
uSığmaaaz,ıı diye kalabalık birbirine girmiş bağırdı.
uGerçekç_ i olalım arkadaşlar, ve şimdiden tekmil

1 52
kırmızı sakallılar ülkelerimize dağılıp, ülkelerimizin yö­
resine hendek kazmak için vatandaşlarımızı kandıralı m . "
Alan alkıştan, bağırtıdan bir kalktı bir indi.
Bu uzun sakallı, uzun saçlı kırmızı sakalı da sırt­
Iadılar karıncalar.
Sonra da karaçalıya, ortalık azıcık durulunca, kü­
çücük, iğne ucu kadar ufacık bir kırmızı sakal kannca
çıktı. Bu kannca o kadar küçücüktü ki, kanncalar bile
onu karaçalının ucunda ancak zarzor görebiliyorlardı.
Bu küçücük karıncanın sesi amma da gürdü :
((Arkadaşlar, gerçekçi olalım,'' d iye başladı o da. ·

u Hiç biz fillerin gözlerini kum ata rak kör edebilir mi­
yiz? Benim bildiğiine göre fillerin gözleri zaten o kadar
az görüyormuş ki, biz onlan kör edebilsek bile, bir şey
değişmeyecek. Filler kulaklanyla görüyorlarmıŞ. Fille­
rin de kulaklarını kesebilir miyiz, arkadaşlar, söyleyin,
onlann o yelken kulaklannı kesmeye gücümüz yeter
mi? u
cc Yetmez ! u diye bağırdı kalabalık.
cc Örümcek ağına gelince . . . ))
cc Olmaz, olma z . !» dedi kalabalık. ((Hendeği de geç."
cc Öğrendim ki hiç bir file hiç bir hendek dayanmaz,
her m her hendeği . atlayıp geçermiş.)) .
((Geçer,ıı diye bağırdılar karıncalar.
cıBu dünyada tilleri altedecek güç yoktur. Filleri
altedecek hiç bir güç daha yaratılmamıştır.n
«Yaratılmamıştır,ıı diye gene gürledi kalabalık.
ı� Öyleyse ne yapmalıyız, eeey arkadaşlar, eeey evre­
nimizin çok. değerli, en değerli yaratıktan, siz kırmızı
sakallar, tanrı sizi öğmüş de yaratmış, sultan kılmış şu
karıncalann üstüne. Öyleyse ne yapmalıyız?))
Kanncalardan çıt çıkmadı, hep bir kulak kesilip
k üçük karıncanın ağzına baktılar.
cc Bu dünyada fil gücünden daha üstün güç olma-

1 53
dığına göre biz de fillerin gücünden faydalanarak kur­
tuluşumuzu sağlarız. Fillerin bir kısmı vardır ki, o filler,
fil sultanı kadar karıncalann nimetlerinden faydalana­
mıyorlar. Biz o fakir, leyleğin yuvadan attığı · fmere de­
riz ki, eğer bize yardım eder de bizi fillerin tutsaklığın­
dan kurtarırsanız, biz de kıyamete kadar sizi, sizin so­
yunuzu, soyunuzun soyunu bar özü, çiçek özü, böcek
özüyle besleriz. Size sırça saraylar da yaparız Siz filler
. •

olmadan, bi� küçücük karıncalar fillerle başa çıkama­


yız. Söyleyin çıkabilir miyiz?>>
«Çıkamayız.»
«Öyleyse yaşasın fillerle karıncalar kardeşliği, iş­
birliği. Filler ve karıncalar elele . . . Kahrolsun ağcılar,
dağgezenler, hendekçiler, demirciler, eli nasırlılar, kah- ·
rolsun ! Yaşasın kannca fil işbirliği . . . »
«Filler ve kanncalar elele,>> diye yankılandı kosko­
caman alan. Kanncalar coşkudan kaynaştılar. Parlak
gün ışığında milyarlarca kannca gözü ışılaştı.
Ve küçücük karınca şişinerek karaçalının üstünden
yere atladı, öteki karıncalann hacakları arasında yitti.
Kanncalar onu bulup omuzlarına aldılar.
Topal demircinin yanında duran başbuğ karınca:
(<Doğru,n diye ağzından kaçırdı, «bu da doğru söy­
ledi.»
Topal demirci ona ters ters baktı. Epeydir bu ya­
nındaki karınca, başbuğ, her kırmızı saka! karaçalıdan
indikçe bir şeyler mınldanıyordu ama, topal demirci
onun ne dediğini anlayamıyordu. Oysaki her kanncan)n
düşüncelerine, <<doğru,>> diyormu�. Başbuğ kannca doğ­
ru sö�ünü ağzından kaçırmıştı ama, ne fayda, bir kere
topal duymuştu. Şimdi bunu nasıl onarmalıydı, onar­
manın da hiç bir olanağı yoktu. Topal karınca nasıl da
öyle kuşkuyla, korkuyla bakıyordu ona. üstüne gitmek-

1 54
ten başka uman yoktu başbuğun, belki bir tek kurtulu­
şu üstüne gitmekte bulabilirdi:
« Hepsi doğru söylüyor, değil mi ustam?ıı
Topal karınca öfkeyle homurdandı.
<ı Filleri kör edebilirlz.ıı
cc.Ahmıak.ı>
ccFilleri örümcek ağlanyla . . . ıı
«Budala. »
«Fillerl e işbi rliği. . . ıı
«Sersem, ben de seni bir şey sanmıştım. üstelik de
koca bir kannca ülkesinin başbuğusun. üstelik de bir
kır . . . »
Bir . kırmızı sakalsın, diyemedi. Çünkü bu kadar
yaşlı bir kırmızı sak�l bu saçmalıklara doğru diyemez­
di. Topal karınca çok deneyden geçmişti. Düşüncesini
birdenbire açığa vurduğuna pişman olmuştu. Kendi ken­
dini ele verdiğinden dolayı bu başbuğ kannca birtakım
olmayacak işlere başvurabilirdi. Bütün kanncalan kış­
kırtabilir, onu linç ettirebilirdi. Çok cerbezeli bir şeydi
bu b�buğ kannca. Onu öldürebilirdi gece uyurken . . .
Hiç bir şey yaparnazsa kaçabilirdi.
Birden gül meye başladı topal kannca :
« Hay sen çok yaşayasın, başbuğ kardeşim, ıı dedi.
((Senin deneyin herkeslerden fazla . . . Özür dilerim, ilkin
birden kavrayamadım da, budalalık, dedim bu güzel dü­
.
şüncelere. Ben bilirim ki her düşünce kutsaldır.»
Hayınlık ahmak olur, ne kadar k urna z gözükse de . . .
Başbuğ kannca hemen topalın bu geriye dönüşünü yut­
tu. Çünkü kendisini bütün dünyanın en akıllısı sanı­
yordu.
« Her düşünce kutsaldır,)) diye sevinçle bağırcii. ccBu
düşüncelerle, o filler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar,
onlan altedeceğiz.»
<<Doğru ,ıı dedi topa! karınca. ccFilleri ergeç altede­
ceğiz. ıı
1 55
Onlar böyle konuşadursunlar, karaçalının üstüne
· sıçradı bir kannca çıktı, çalının en üst dalına vanp di­
kildi.
((Eeey, arkadaşlar,» diye başladı, ı•sayın görkemli,
kutsal, emekçi kızıl karıncalar, filler ki bizim soyumuzu
kesti kuru tt u, bizi , tutsak kıldı . . . Biliyorum fillerin elle­
rinden kurtuluş yok. Filler bu evrenin en güçlü yaratık­
lan. Siz de biliyorsunuz bunu, ben de biliyorum, bütün
evren de buna tanık. Bu gerçeği ulu ustamız kırmızı sa­
kal demirci de biliyor. Onun gözünden de çok değerli bir
kişi olan Kafdağı karıncalannın başı kırmızı saka! ar­
kadaşı da biliyor bunu.»
Topa! kannca:
ıcDoğru,ıı diye . bağırdı, «doğru, » öfkeden kudura­
rak. Hem öfkeden kuduruyor, hem de başbuğa çaktır­
mamak için, {(doğru,)) diyordu bu saçma sapan sözlere.
Başbuğ da topa! karıncanın yola gelmesinden mest-
olmuş:
«Doğru, doğru, doğru,ıı dedi.
«Biliyoruz,,, diye bağırdı topa! karınca.
uBu dünyada değil kannca, hiç bir güç yenemez
filleri , filler · bile yenemezler filleri, i nsanlar bile . . . Yal­
nız bir tek güç yener onlan, o da atlı kannca kardeşle­
rimiz. Filleri bu evrend e yenecek güç atlı kanncalar­
dır. Uzun bacaklı atlı kanncalardır.ıı
.« Uzun bacaklı atlı karıncalardır, doğru ! ıı diye ba­
ğırdı başbuğ.
İ ster istemez onun söylediğini yineledi topa! kann-
ca :
« Atlı karıncalardır, doğru , n dedi usulca, yan gözle
de başbuğa baktı. Başbuğ kıvanç içinde ellerini oğuş­
turuyordu. Ve topa! demirci dunnadan başbuğa bakı­
yor, onu tepeden tırnağa süzüyor, araştınyordu. Kesin­
likie bunun bir kırmızı sakal olmadığını anlamıştı.

1 56
Çalının üstündeki kannca upuzun bir şeydi, bir de·
ri bir kemikti de. Saçı sakalına kanşmıştı, sivr,i pembe
burunluydu, konuştukça fırlak gırtlak kemi�i iniyor çı·
kıyordu.
ııBin beş yüz tane atlı kanncıayı şu ma�araya ça·
ğıraca�ız. İşte bu ma�ara tam dört milyar kannca alır.
Dört milyar karınca alan mağaraya bin beş ·yüz atlı
karıncayı koyup onlara fil aşısı yapacağız. Atlılara !il
aşısı yaptiktan sonra dünyanın bütün yiyeceklerini top­
layıp getirecek vereceğiz onlara, vereceğiz onlara, yiye­
cekler. Altı ay sonra fil aşısı almış karıncf;llar beş fil, ori
fil kadar büyüyecekler. Bu beş fil, on fil kadar olmuş
kanncaların her birisi birer canavar kesilecek. Her biri
bir fili kıskaçına alıp ikiye biçecek. Salıvereceğiz cenga­
ver kanncalarımızı fillerin üstüne, al Allah delini zap­
teyle kulunu diyerekten. Fillerle atlı kanncalar arasın·
da mübalıa�a cen� olacak. Ve gün akşama ererken, şu
dünyada soluk alan bir tek fil kalmayacak. Hepsini atlı
kanncalar kıskaçlanndan geçirip tam ortalanndan bö­
lecekler. Ey kardeşlerim, kırmızı sakallı kanncalar, sö­
züm doğrudur ! ))
Koskoca alan :
<�Doğrudur ! ı• diye bir indi bir kalktı.
ı<Sen eeeey kırmızı kanncaların kutsal başı topal
demirci, sözlerim do�ru mu? •r
ı<Do�ru, doğru,•• diye önlü�nü salladı demireL
Onun ardından da:
<<DOğru, doğru, çok doğru,ıı diye ba�ırdı başbu�. Ve
kırmızı sakallı topal demirci için için güldü, sevinçten
dolup taşıyordu. Tez günde anlamıştı başbuğun kim ol­
duğunu. Bu kannca, sanca karıncaların başlarından
başkası değildi ve şu kalabalığı buraya toplayanlar da,
kışkutanlar da sarıcalardı. Ama nasıl da yitip gitmişler·
di kırmızı S!lkallıların içinde? Onları nasıl ayırdedip de

157
bulmalı , bunların sarıcalar olduklarına bu kalabalığı
inandirmalıydı? !şi zordu, zordu · ya, olanaksız değildi.
ipince uzun karınca da indi karaçalının tepesinden.
Onu da omuzlarına aldılar, «yaşşa, varol,» diye bir süre
ortalığı çınlattılar. Sesleri ulu dağlarda yankılandı. Son­
ra kuyucuların başı çıktı karaçalının üstüne, fillerin
yoUanna kuyu kazınayı önerdi, onun arkasından çivici
kannca ı.;ıkıp karınci ülkelerinin dört bir yanına çiviler
çakmavı salık verdi. Fil ler hiç bir zaman bu çivilere ba­
sıp karınca ülkelerine gireniiyecekti. Çiviciyi ağıcılar,
sucular, yolkesenler, hırsızcılar, sıvamacılar izlediler,
hepsinin de önerisi ilginçti. Alanın kalabalığından her
birisini ayrı ayrı onaylayan, onlara doğru, diye bağıran
kişiler çıktılar.
Topal demirciyle başbuğ da hepsini onaylıyorlardı.
Konuşucuların hepsini de kendi bölükleri omuzlarına
aldılar.
Derken ortalık birden karıştı, karıncalar biribirie­
rine girdiler. Kılıçlar, yatağanlar çekildi, ağlar, halat­
lar atıldı, kum gibi taşlar yağdırdı kanncalar. biribirle­
rinin üstüne, alanın göğünü koyu bir toz bulutu örttü.
Bir feryadü figan aldı ortalığı ki kulaklan sağır eden.
Kelleler, bacaklar, kollar, gövdeler uçuşuyordu havalar­
da. Şu dünya dünya, kanncalar karınca olalı böyle bir
cenge tanıklık etmemişti kimse.
Topal kanncayla başbuğ, yüksek, kalın, ağaç gibi
sağlam bir karaçalının en uç dalının üstüne çıkmışlar
cengi buradan izliyorlardı. Topal demirci ked�rinden
ölüyor, başbuğsa, içinden seviniyor, kıvanıyor, dışından
üzülmüş gözüküyordu ya, artık onun hiç bir davranışı
topal demircinin gözünden kaçniıyordu.

Topal demirci çok kaygılıydı, bu savaş böyle ne ka­


dar bir süre sürüp gidecekti? B �lki de savaşın 'SOnunda

1 58
sağlam hiç bir kannca kalmayacaktı.. Ne yapmalıydı
bu korkunç kınının önüne geçmek için?
Genç kırmızı sakallardan bir; borazan istedi, üste
çok borazan vardı, en büyüğünü getirip demirciye ver­
diler. Demirci başladı konuşmağa, bağı rmağa, söğme-
ğe, ama duyan, dinleyen kim? ,
Topal demircinin içinden kan gidiyordu. Bunca
emek verip kırmızı sakal eylediği karınca uluslannın tek
umutlan karıncalar, birkaç sarıcanın iğvasına kapılıp
biribirlerini öldürüyorlardı işte. Hem de göz göre göre.
Bundan sonra bu kırmızı sakallılar tükenince artık kı­
yamete kadar karıncalar fillere tutsak kalacaklardı. Baş­
buğun yüzüne yaş dolu gözlerle baktı . Başbuğ. tepeden
tımağa kıvanca kesmiŞti. Topa! demirci ona kederini
b�lli etmerneğe çalıştı. Azıcık da güldü :
<<Oldürüyorlar biribirlerini, öldürsünler. Bu dünya­
da daha çok kırmızı saka! var, değil mi? Sizde de çok
var, öyle mi?» .
. ((Vardılar ama,» dedi başbuğ, <<onlar da böyle, her
ne sebeptense biribirierine düşüp böyle birbirlerini öl­
dürdüler. Bir tek, bir tek kırmızı sakal kalmadı benim
görkemli ülkemde.ıı
((Varsın bunlar biribirlerini öldürsünler, daha iyi.
ahmak, sersem karıncalardı bunlar zaten. Ölmeleri ka­
nnca ulusları için daha iyi olacak, ulusların böyle akıl­
sız kırmızı karıncalan olacaksa hiç olmasın daha iyi.
Bizde daha çok kırmızı saka! var, üstelik onlar akıllı da . . . ıı
11 Nerdeler?» diye sordu hemen başbuğ. Aaah, onla­
' rm da yerini bir öğrenebilseyt�l . . . Şu dünyada, başbuğ
sağiken, bir tek kırmızı karınca bile kalmamalıydı.
«Çini maçinde,» dedi topal . demireL <ıSarı benizli
karıncalar ülkesinde.»
«Sarı benizillerin de sakalları kırmızı mı olurmuş?ıı
<<Oluı ya,» dedi topal demireL «Onların kirmızı sa-

ı sb
katlılan böyle ahmak değil, onlar böyle biribirlerini öl­
dürmüyorlar.ıı
Görürsünüz, dedi içinden başbuğ, hele ben bu . de­
neylerden geçmiş sancalanını bir göndereyim senin Çini
maçinine, gör sen o zaman ·gümbürtüyü, oradakileri de
buradakilerden beter etmez miyiz !
Alanı kalın bir toz tabakası örttü, alandan akan
kanlar çığılayarak yamacı aşağı iniyor, dereye doluyor­
du. Bu kadar yükseklikten bile, kesilmiş uçan kol, ba­
cak, gövde, baştan başa hiç bir şey göremiyordu topal
demireL Bağırdı çağırdı, çabası hiç bir işe yaramayınca,
topal demirci elindeki borazanı fırlattı sava.ş alanına at­
tı. Umarsızlık öldürüyordu onu.
Derken uzaklardan gökgürlemesi gibi bir kahkaha
patladı. Kahkaha dağlan salladı, kayalan titretti.
ıcFiller sultanı, filler sultanı,ıı diye kendini bir daha
ele verdi başbuğ. ııFiller sultanı kırmızılann bu haline
gülüyor.))
((Ne biliyor ki filler sultanı buradaki halimizi?ıı
Coşkunluklıa kendini ele veren başbuğ hemen bir
yalan kıvırdı.
ıcFiller sultanının gözü kırk günlük yerdeki kara
taşın üstündeki kara kanncayı, yedi dağ ardında da
olsa görür. Beni öldürüyordu az daha, kaçtım da Rafda­
ğının karl.ırma attım · kendimi. Fillerin yüce, kayalık
dağbtra, hele dağların soğuk karlarına hiç yüzleri yok­
tur.))
Bir kaİ1kaha, bir kahkaba daha patladı. Kahkaha­
lar yeri göğü sarsarak ardı ardına durmadan top gülle-
leri gibi patliyordu. .
Tam bu sırada bir tansık gerçekleşti. İnanılmaz bir
şey oldu, alanda anında birden kirp diye ses sada kesil­
di. En küçük bir vızıltı bile duyulmuyordu oradan. To­
pal demirel kulak verdi dinledi, sonra da hüzünlü:

160
cıNe oldu bunlara, alanda çıt çıkmıyor, ne oldu ki
kınnızı sakallanma ?» diye . sordu.
«Hepsi hepsi öldü,» dedi başbuğ. ••Hepsi biribirleri­
·

ni öldürdüler. Bir tek kırmızı sakalımız bile kalmadı.


Vah vah; vaaah h> Avazı çıktığı kadar ağlamağa başla­
dı. cıVah ki vaaah . . . ı>
Topal kannca vakurdu, gözlerinden bir damla yaş
akmıyordu, orada öyle dikilmiş kaskatı kesilmiş kalmış-
. .

tı.
Filler sultanıinn kahkahalan daha da gürleşerek ge­
liyordu. Alanın üstündeki toz da yavaş yavaş yere ini­
yor, ortalık açılıyordu. Topal karıncaysa gözlerini ala­
na dikmiş. oradan ayırınıyordu. Eli yüreğinin üstündey­
di.
Tozlar indi, ortalık açıldı ve birden de, tam o anda
da filler sultanının kahkahası keskin, ezici, öldürücü,
sons'Qz hışımda bir öfkeye döndü. Ve topal demirel uzun·
bir sevinç çığlığı attı:
cıKarıncalanmın çoğu ölmemiş! ıı diye bağırdı. «Çok
·

şükür, çok şükür, çok şükür ! ))


Manzarayı ve alanda karıncalann kıvıl kıvıl kay­
naştığını gören başbuğ kederinden karaçalıdan düşüp
ölüyordu az daha.
Topal demirel karaçalının üstünden indi, alana var­
dı. Alanda ölüler, yaralılar biribirlerinin üstüne yığıl­
mı§tılar.
«Buna da, buna da şükür,ıı dedi topal demirel. «Ben
hiç bir kırmızı sakal kalmadı sanmıştım.ıı
Ortada da, filler sultanının kahkahasından şaşkın­
lığa uğrayıp savaşı bırakmış kanncalar daha durmadan
sövüşüyodardı.
Topal demirel bir çöpün üstüne çıktı :

Yeter · artık,» dedi. «Kendinize gelin. Bakın filler
sultanı sizin bu halinize nasıl gülüyor.))

FS/ll 161
Daha �irçok söz söyledi topa! demirel. Ona hiç bir
kannca karşılık veremedi. Kırmızı sakaUar süklüm pük­
lüm körelerine döndüler. Döndüler ama . . .
Başbuğ, topal kanncanın tam arkasındaydı, o ko­
nuşurken :
((Bak arkadaş,ıı dedi. ((Sen §imdi bu biribirine dii.§­
müşleri, biribirlerinin kanlannı içmişleri bir daha bir
araya getirebiiirim mi sanıyorsun? Bundan sonra bu
kırmızı sakaUar artık hiç ifiah olmazlar. Sonuna kadar
bunlar biribirlerini öldürürler. Araya kan, bencillik, !it­
ne girdi. Bin parçaya aynlınış kırmızı s&kalWar, artık
her şeyi unutup biribirierine düş�rler. Gözleri ne tilleri,
ne de düİıyayı görür.ı)
Topal kannca hem üzgündü olan bitenden, hem de ·

sevinçliydi, kanncalar çok şükür ki toptan ölmemişler­


di. Bu deneyden sonra artık akıllan başianna gelmiş
olmalıydı. Bu olaydan sonra sanca kanncalarm da il'­
vasına uymayacaklardı herhalde. ·
Körelerine geldiler, yorulmwılardı.
«Gel demirel kardeş,» dedi başbuğ, «gel benimle de
Katdağının arkasındaki benim ülkeme gidelim. 8aria
başbakanlık veririm kendi ülkemde. Sana bal özü, çi­
. .

çek özü, hem de Kafd$ çiçeklerinin özünü yed.iririm.


Seni çok sevdim. Ömrünün bundan sonrasını kanncaca
değil tiller gibi yaşarsın. İstersen kıçını da g:üı:ı akşama
dek kaşırsın. Bak, gördün işte, güvendiğin dağlara da
kar Yal'dı, senin kırmızıc&ıann biribirlerini öldürdü.
Bundan böyle onlar itıah olmazlar, sonuna kadar iki tek
iki kannca kalıncaya kadar onlar biribirlerinin gözlerini
oyarlar. Gel kardeş, inat etme, bu kanncalar senin de­
terin1 bilemezler, gel bıZım ellere gidelim. İstersen az
sonra bir hüdhüd, hüdhüdü istemezsen bir leylek bizi ·
alır Katdağının ardına götürür bırakır. Haydi kardeş.. » .

Kırmızı sakallı topal demirel ona hiç bir k81'§1lık

162
vermedi, yalnız kendisini bekleyen genç kırmızı sakalın
üçünü de bir köşeye çekip kulaklarına !ısıldadı:
«Aman çocuklar dikkat edin, §U bqbuğ var ya, ha­
nı sakalı kızıl, benim arkadqım? ݧte o sancalann ba§ı­
dır. İçimize bunlan filler sultartı soktu. Bugünkü savqı
da bunlar çıkardı. Az daha bir tek kırmızı _ sakal kalmı­
yordu. Dikkat edin, bu bqbuğ kaçabilir, kaçarken ya­
kalayarnaı.sanız öldürün. Aman çocuklar ona, onun sa­
ncalar bqı olduğunu bildiğimizi belli etmeyin.>>
«Etmeyiz ustamız.»

1 R::I
Filler sultamnın karıncalara karıncalıkla:rını
unutmaları, kendilerini fil saymaları,
tutsaklıklçırının dünyanın sonuna kadar sürmesi
için kurduğu düzenler babındadır.

Karıncalar kör topal, aç sayn bahara çık.abildiler.


·
Ama milyarlar kışın, karda kıtlık ta yan yanya azalmış­
lardı. Gene de aşkla şevkle, kışın kendilerine yiyecek
veren filler sultanının çağnsına minnettarlıkla koştu­
lar.
Filler sultam :
((Bir saray daha isterim bu yıl . . . Eski saray ımın iki
büyüklüğünde olacak. Hem de pembe sırçadan elacak.
Hem de içinde ku� tüyü yataklar . . . ıı dedi.
Hiç karşı çıkmadan, ikircik göstermeden :
cc Başüstüne sultammız, n dediler.
<<Bir pembe taht da isterim, yer yuvarlağının tam
ortasındaki pembe elmastan . . . >�

«Başüstüne sultammız, ıı diye bağırdılar bütün ka­


rıncalar hep bir ağızdan. « İstediğin pemb� taht olsun.»
«Bu dağlara dünyanın en büyük has bahçesini iste­
rim, yeryüzünde ne kadar çiçek tohumu varsa hepsin­
den getirip bu has bahçeye dikeceksiniz. ıı
« Başüstüne sultanımız, yeter ki sen iste. Evrenin
bütün karıncaları emrinde, Asyadakiler, Arnerikad.aki ,

1 64
Afrika, Avrupadakiler de, yıldızlardeJtiler de . . . ıı
•Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa, ne kadar mey­
veli, çiçekli ağaç varsa hepsinden de isterim.»
�<Başüstüne sultan.pnız.»
�<Şu dağın altındaki bütün ambarlan dolduracak­
sınız, çiçek özü, bal özü, çekirdek özü, buğday, ot özüy­
le . . . »
11Sen yeter ki iste, sultanımız.u
11Siz geçen yılki gibi gene kendinize hiç bir şey top­
lamayacaksmız. Geçen yılki gibi gene ben size verece­
ğim y-iyeceğinizi. Böylelikle iki yere birden yiyecek top­
lamaktan kurtulursunuz. Sonra benim arnbarıanın da
sağlam, kimse de, hiç bir hırsız da benim ambarlarıma
kodrularından yaklaşamazlar.ıı
cc BaŞüstüne sultanımız, sen yeter ki iste. ıı
11Daha çok şeyler isteyeceğim sizden . . . ıı
ııSen ne istersen başımız üstüne.ıı
11Bir kıç kaşıma ma)dnası isteyeceğim. Böyle Allah ­
tan reva mı ki, siz karıncalanın dururken, ben karda
· kışta kıyamette kaşınmak istedikçe gece yanlan dışa­
rıya çıkayım da kıçımı şu ulu çınara vereyim? Söyleyin,
bir sultana böyle kıç kaşımak yaraşır mı? "
((Kıç kaşıma makinası d a yapacağız sultanımız.ıı
« Siz hiç kıç kaşıma makinası yaptınız mı?ıı
((Yapmadık ama yapacağız.»
ııYa yapamazsanız?n
«İnsanlarda çok kıç kaşıma. makinası var, sultanı­
mız, yapamazsak onlardan aşınnz.»
cıÖyleyse siz kıç kaşıma makinası yapınağa uğra ş­
mayın, insanlardan çalıp getirin.»
cı!nsanlardan çalıp getiririz, sultanımız.ıı
ccSize güveniyorum kanncalanm. Siz benim için, bi­
zim için her şeyi yaptınız yapacaksınız. Bugün fillerle
kanncalann lç_�deşliklerinin yüz bininci yıldönümüdür.

1 65
Yüz bin yıldır kanncalarla tiller böyle bir arada özgür­
lük, kardeşlik içinde yaşarlar. Kanncalarla fillerin kar­
deşliği bütün öteki yaratıklam önıek olmuştur.>>
«Olmuştur! » diye bağırdı karıncalar.
ıcSiz benden memnun musunuz?» diye karıncalara
sordu tiller sultanı.
, «Çok memnunuz;ıı diye bağırdı kanncalar.
· ıcBenim ölmemi istemezsiniz değil mi?>>
ıı!stemeyiz, o da ne söz öyle,» diye bağırdı kann­
calar.
<<Öyleyse bana yaşam suyunu bulacaksınız.»
Derin bir sessizlik oldu. Ortalıkta bahar sıcağı. �­
lardan dalga dalga kokular geliyor, dünya ağzına kadar
çiçeğe durmuş nennileniyordu.
ıcNerede var ondan, neye yarar ki?>> diye birkaç· cılız
ses çıktı kalabalıktan.
<<Yaşam suyunu içen bir yaratık ölmezleşir, dünya­
nın sonuna kadar yaşar. Her seksen yılda da bir genç­
leşir,» dedi sultan, sesi ikircikli.
Gene birkaç cilız ses sordu:
<<0 yaşam suyundan �erede bulabiliriz ki?»
Filler sultanı artık kannca sesine alışmış, fısıltı ha­
lindeki sesleri bile duyabiliyordu. Ve tekmil kanncalar
bir· tamam tilceyi öğrenmişlerdi. Onun için kanncalar•
la konuşması şimdi kolay oluyordu. Hüdhüdler de yöre­
deki çiçekli ağaçların daUanna konmuşlar, sessizlik için·
de olanı biteni seyreyliyorlardı. Ağaçlara sıvanmışlar,
turuncu kepezleri dallarda katmer katlJler, çiçekler gibi
açmıştı.
ıcBilmiyorum,» dedi filler sultanı çok hüzünlü bir
sesle içini çekerek. «Ah, bir yerini bllseydim onun, çok­
tan aldınr getirtir içerdinv>
Yaşlı bir kannca:
«Belki insanlarda vardır, onu da çalar getiririz sul­
tanımıza.»
Filler sultanı acı acı güldü:
. «İnsanlarda da yok ondan, hiç bir yaratıkta da yok.
İnsan�lundan onu bir Kö�lu, bir de Köroğlunun kır
at� içmiş. Bir de boz atlı Hızır içmiş. Bir de İlyas evliya...
Başka içen yaratığı bilmiyorum yaratıkiar içinde. Bana .
bulursaruz bulursanız siz kannca kullarım bulursunuz.
İnsanoğlu bulsa yaşam suyunu, bir · damlasına neyi ver- ,
mez ki . . . Bakın katinca kardeşlerim, bu yaşam suyu çok
önemli, �er onun kaynağını bulacak olursak . . . >�
«Bulacağız ! , diye bağırdı genç yakışıklı bir karın­
ca. ccSultanımız için de� mi, yeri göğü biribirine kata­
cak yaşam suyunun kaynağını gene bulacağız. Sultanı­
mız da o uzun, o görkemli, o kutsal hortumunu dayaya�
cak yaşam suyunun gözüne, hiç çekmeden kırk gün kırk
gece içecek. Sultanımıza yaşam suyunu da bulacağız ki,
Qa.Şımızdan dünyanın sonuna kadar eksik olmaya. Hiç
bir şey yapamazsak, hiç bir yoldan yaşam suyuna ula­
şamazsak, insanla.rla, o hünerli, akıllı insanlarla işbir­
liği yapar gene sultanıımza o yaşam suyu neredeyse bu-.
luruz."
Su!i�n sesini daha. d& acılaştırarak konuştu:
«Ah,>� dedi, <<ah benim can kardeşlerim, kanncala­
nm, insan�lundan umudu kesin. Bu işte insanlara en
küçük bir umut ba�lamayın, ben insanlarla çok dene­
yimlerden geçmişimdir. Şu hüdhüdler başı kardeşim
var ya, o dünya kuruldu�dan bu yana tanır insanla­
n, hem de insanların sultanlannı tanır. Uluke� ! •
<<Buyur sultanımızb
Hüdhüdler başı ilerdeki apcm dalından uçtu gel­
di, sultanın burnunun ucundaki dala kondu.
erSöyle bunlara insan<*lunu,» diye buyurdu sultan.

167
«Bunlar demek ki, böyle konuş�uklanna göre, insanlan
tanımıyorlar. De söyle.ıı
Hüdhüdler başı boynunu uzattı, gırtl$nı temizle­
di, kanatlarını açtı kapadı, silkindi, çok önemli bir şey­
lere, bir sözlere hazırlanır gibiydi.
((İnsanoğlu da genellikle iki kısımdır. OrJann da
bir kısmı til, bir kısmı kanncadır. Tıpkı buradaki gibi
filler azınlık, kanncalar çoğunluktur. Tıpkı buradaki in­
sanlann fil kısmı yıl on iki ay ellerini ılıktan soğu�a
vurmazlar, durmadan buradakiler gibi onlar da kıçlan­
nı kaşıyıp bal özü, et özü, çiçek özü yerler. Kuş sütü bi­
le bulur onlara onların kanncalan. Yalnız onların ne
filleri, ne de fillerinin sultanlan bizim buradaki filler
gibi, suıtanımız gibi tok gözlü de�llerdir. Bakın bu kış
siz aç kaldınız da, bizim !illerimiz, sultanmuz nasıl yar­
dımımza koştu. Kannca insanlar açianndan da ölseler,
fii insanlar, onlara bir zırnık bir şey vermezler. Bazı yıl­
lar çok ürün olur dünyada, insankanncalar lnsanflllere
çok ürün üretirler, ambarlar almaz ürünleri, o zaman
ne yaparlar fllinsanlar, ne yaparlar biliyor ·musuİıuz?ıl
Gözlerini alandaki hıncahınç, kıvıl kıvıl kaynaşan
kannca kalabalı�nın üstünde gezdirdi :
«Ne yaparlar? »
Gene sorusuna hiç bir karşılık. _alamadı. Karınca­
lar ne bilsinler filinsanlann ürünleri ne yaptıklannı!
Bir tanesi :
<<Karıncainsanlara verirler,» dedi.
· «Vermezler işte,>, diye acı acı güldü ulukepez. «Ver­
mezler! Aç kanncainsanlar o ürünlere yutkunarak ba-­
karlar. Açlıktan kırfacan gibi kınlırlar, fllln.sanlar o
üründen kanncainsanlara bir damla bile vermezler.ıı
<<Ya ne yaparlar?» .diye sabırsızlıkla sordu gene genç
kannca.
«Yakarlar, yakarlar, yakarlar fazla ürünü,>� dedi

1 68
hüdhüdler başı. uO aç kanncainsanlann gözleri ·önünde
yakarlar. Denizlere, akar sulara dökerler, kanncainsan­
lar da açlıktan ölürler.»
ııÖlürler,» diye hortumunu göğe dikerek, konurlana­
rak konuştu filler sultanı.
«Bizim sultanımız, tillerimiz hiç bir zaman o in­
sanfillere benzemezler. O insanfiller yeryüzüne gelmiş
en hayın canavariardır ki, insankanncalai-a yapmadık­
lannı bırakmazlar, dünya kurulduğundan bu yana kan
kustururlar onlara kan.»
ııYa kanncainsanlar öyle mi, eli bağlı mı dururlar
bu sömürü, bu işkence, bu açlık, bu?» diye soracak ol­
du genç kannca . . .
Filler sultanı telaşla hüdhüdler başına bir işaret
çaktı, öteki hemen anladı genç kanncanın sorusunu.
duymamışçılığa vurdu.
«Bizim sultanıınız iyidir, hem de yaşam suyu ona
bulunmalı. dünyadaki bütün fillere örnektir. tnsanııı­
lere, öküzfillere, çakalfillere, yılanfillere, eşekfillere, bü­
tün fillere iyilik ömeğidir.•
Filler sultanı sözü aldı :
ııKannca kardeşlerim,» dedi, «O insanf1lleri var ya,
dünya kuruldu�dan bu yana yaşam suyunu arar du­
rurlar. Onlar o kadar zalim, o kadar kötü, o kadar sö­
mürgendirler ki, d�a onlara yaşam suyunu v ermemiş­
tir. İşte bu yüzden siz karınca kardeşlerim, kendi hüne­
rinlz aklın.ızla bana yaşam suyunu bulacaksınız.»
«Bulac$z 1 » diye hep bir ağızdan bağırdı ağaca, ta­
şa, kayaya, ota, çöpe, çlç�e sıvanmış kıvıl kıvıl alan.
ıcS�olun, varolun, ben de bugün size flllerle kann­
ca kardeşliğinin yüz bininci yıldönümü dolayısıyla yedi
tane kccaman, ağzına kadar çiçek özü, buğday özü, ·çe­
kirdek özü .dolu amban açtıracağım. Bütün kannca kul­
larım kardeşliğiınizin yüz bininci yıldönümünü yedi gün

169
yedi gece yiyerek içerek kutlayacaklar. Sonra da, yedi
gün sonra da en akıllı kanncalardan büyük bir bölük
ya§am suyu aramaya çıkacak ve yaşam suyunu ·bulma­
dan dönmeyecekler.» Durdu, uzun hortumunu karınca­
lann üstünde dola§tırdı : «Ölmek . istemiyorum, ölmek
istemiyorum, ölmek istemiyorum,)) diye yeri gö� ttıre­
terek bağırdı. «Ölmek istemiyorum.» Gene durdu, hortu­
munu alabildiğince uzattı kanncaların üstüne doğru :
cıE�er bana yaşam suyunu bulursa karuıcalar, bu dün­
yayı değiştireceğim. Bana yaşam suyunu bulan karınca­
lan fil, yanımdaki şu işe yaramaz koca göt tilleri de ka­
rınca yapaca�m. Yoook, e�er karıncalar bana yaşam su­
yunun kayna� bulamazlarsa, bu dünyadan umutlannı
kessinler, şu işe yaramaz koca göt filler var ya, işte on­
lan kannca ülkelerine yollayacağım, şu yeryüzünde bir
tek kannca kalmayıncaya kadar hepsini ezecekler. Öl­
mek istemiyorum, ölmek istemiyorum, ölmek istemiyO­
rum ! Bir filler -sultanı nasıl ölür, ölümü kendime yakış­
tır�yorum. Kimsecikler inanmıyor ölüme, ben de inan­
mıyorum. Ölüm, ey göklerden üstün, sı�dıramıyorum
gönlüme. Ölmek istemiyorum. Bu sebeptendir ki bana
ya§am suyunun kayna� bulacaksınız.»
«Bulac�ız,» nidalarıyla çınladı alan.
«Haydi öyleyse şölene.,,
Belinden yedi tane kocaman anahtar çıkanp ambar­
cı file verdi.
cıYedi amban da hemen şimdi aç;•
Kanncalar alandan sevinç içinde üstüste ambarla­
ra doğru çekildiler. Şölen şenlik başladı. Kanncalar yi­
yor içiyor oynuyorlardı. Oyunları çok eski karınca şen­
liklerinde oynadıklan oywılardı.
Yedi gün sonra şölen bitti.
Sultan, ul�epezl çaprdı:
«Hüdhüdler başı, sayın kardeşim,» dedi, ccbunda bir

170
bit yeniti var. Her ne istedimse hiç karşı çıkmadan, hep­
sine olur, dediler. Ben bu davranıştan kuşkuluyuın. 01-
maza da olur, diyorlar.))
Ulukepez:
ccYa ne bekliyordunuz onlardan, sultanımız?» diye
.sordu.
Sultan:
«Hiç olmazsa bir tek ısteğime karşı çıkmalannı. . . »
«Karşı çıkamazlardı sultanımız.»
uNeden?»
«Çünkü güvendikleri d�lara kar �dı.»
«Ne oldu?»
Ulukepez dağdaki olanı biteni, kırmızı sakalların,
kırmızı sakal takmış sancaların i�alanna düşüp biri­
birlerini kırdıklanriı sultana anımsattı.
«Anımsadım, anımsaıtım,ı. diye göbe� on altı ke­
re hoplatarak güldü sultap. uO günü aiumsıyorum., çok
çok iyi anımsıyorum. De1:_11ek orada hiç kırmızı sakal
kalmadı?»
«Kaldıysa da kul�aslll8, » dedi ulukepez. «İflah ol­
mazlar bundan sonra kırmızı sakallar. Aralarına bir ay­
ncalık tohumu serptik ki, kıyamete kadar bellerini bir
-daha d�rultamazlar . . . »
. ccO günü anımsıy<?rum, anımsıyorum. Ne güzel bir
gündü o gün. Ne ·güzel. . . »
, «Çok gülmüştün, sultanım. »
ccAnımsıyorum o günü, o kanncaların biribirlerini
· öldürüşlerini, sevincimden gülüşümü.•
«Da�lar taşlar, denizler kayalıklar, gökler ormanlar­
la birlikte gülmüştün kahraman karıncalann biribirl�
. rini kıyasıyla öldürmelerine, sultanımız.•
«Sancalanm, benim yi�tleriml Yazık ki öldürdü­
ler sarıcalanmı o alçak kanncalar. . . Sakallarinı kırriı­ı
.21ya boyayıp öldürdüler o kanncalar benim sancalan-

171
nu da ölülerini getirip sarayımın kapısına attılar. Benim
de onların bu hilelerinl, soysuzluklarını yuttu�mu san­
dılar.»
«Daha da öyle biliyorlar, sultanım. Bizim daha o ölü
karıncalan kırmızı sakallı kanncalar olaraktan yuttu­
�uzu sanıyorlar.»
ıcAman öyle sansınlar ulukepez kardeşimiz ! Bilme­
sinler hilelerini bildi�iml . . . Bilip de umarsızlıktan onla­
rm bu cinayetlerini yuttu�mu. Benim sancalanm da iş­
te onlardan, onlann umutları kırmızı sakallardan fazla­
sıyla öcümüzü, öçlerini aldılar . . . Aldılar işte, aldılar
işte . . . ı)
Ulukepez de onun, «aldılar işte, aldılar işte,» diye ba­
ğıran sevincine katıldı.
«<Aldılar, aldılar, aldılar işte! »
Hüdhüdler sevinçle dallarda ötüşüp suıtanın, ulu­
kepezin bu coşkularına katıldılar, ttllerse kıçlannı yüzer
kez daha a�açlara sürüp mestoldular.
«Aldılar işte . . . Bu yüzden bu hileci karıncalan ce­
zalandırmayacağız, görkemli sultanım.»
«Cezalandırmayac$,» diye coşkusunu sürdürdü
sultan.
«Onlara �ır. çok �ır işler yükleyec�z,» diye öner­
di ulukepez. «O kadar $r Işler yükleyeceğiz ki onlara,
düşünecek bir anlık blle mmanlan olıİıayacak. Bu ka.­
nncalara hiç bir zaman başlarını bile kaşıyacak bir sü­
re tanımayacağız. Hep ı�. hep çalışma, hep açlık, hep
yoksulluk, hep gelecek korkusu içinde olacaklı.u'. Bu kor­
kular onları kör, sağır, sersem, beyinlerini işlemez yapa-
. cak. !nsanfiller, tnsankarıncalara hep bunu yaparlar.»
«Vay anasınl ! ll diye şaştı tiller sultanı. ııBunu hiç
düşünmemiştim. Şu insaniillerde çok akıl var desene. »
«Çok kafalar onlar için, o insanfiller için çalışıyor in-

172
· sanistanda. İnsankanncalann da azıcık düşünenlerini
kendileri gibi fil yapıyorlar.»
«Biz de öyle .yapalım,» diye söyledi sevinerek sultan.
<<Şimdi sen öyleyse bana iş bul, iş . . . O kadar iş yığalıın
ki kanncaların üstüne, değil düşünmek, soluk bile ala­
masınlar, tıpkı insanistandald insankanncalar gibi. 11
ıcİşten çok ne var, sultanım, ben kann_calara öyle­
. sine çok iş bulurum ki, bir tanesine bugün başlasalar on
beş yılda bitiremezler.n
«Söyle söyle, bana söyle hemen, ondan sonra da
git kanncalara buyruğumu ilet . n
ccHer file btr saray.ıı
«İyi, güzel. Buyruğumu hemen şimdi ulaştır karın­
calara. Her file bir saray yapsınlar. O kadar çoklar, hem
de o kadar çalışkandırlar ki onlar, değil her file bir saray,
·
her file üç saray bile yapabilirler.,
((Daha var efendim, daha var. ·Dağın öbür yüzündeki
ambarlan da sineklerle, böceklerle benim hüdhüdler içfn
dolduracaklar. ıı
ııHemen git, buyruğumu kanncalara ulaştır.ıı
«Dahası var sultanımız. Şu karşı yüce da�n doru­
ğuna senin bir heykelini yapacaklar ki, o dağ kadar yük­
sek, heybetli olacak. Sen hiç ölmeyeceğine göre gömüt
istemez. Heykelin başi gökleri delip yıldızlara erişecek.
Her hüdhüd kuşuna da bir yuva, bir ambar da çekirge . . .
Biz hüdhüdler çekirgeleri ve hem de sultanımızın heyke­
lini çok severiz . . . ıı
«Hemen hemen şimdi şu anda uçacak buyruğumu
ulaştıracaksın kanncalara, buyruğumu alır almaz işe
baş1ayacaklar. işten başlannı kaldınp, gözlerini açama­
yacaklar. Haydi uç, git oraya, hiç bir yerde de eğlenme- .
den geri gel."
Ulukepez hemen kanncalar ülkesine yanında otuz

173
tane genç hüdhüdle uçtu, sultanın buyru� bir baştan
bir başa karınca ülkelerine duyuruldu.
Hüdhüdler başı az bir sürede saraya geri döndü.
ııÇabuk söyle, tepkileri ne oldu?>>
ııSultanımızın buyru� başımız üstüne dediler, he­
men işe koyuldular. Ben buraya gelirken üstlerinden uç­
tum, gün do�dan gün batıya kannca katarlan üstüste
uzanmışlardı, yollara bellere, ovalara dağlara ve hem de
yeryüzünün ortasına. Yeryüzünün ortasına varmak, pem­
be elmasa ulaşabilmek için toprağı oyuyorlardı gene.»
11Ya yaşlm suyu?»
110nu da aramak için en seçme, en çevik, bilgin ka­
rıncalan atlı karıncalarl� birlikte dünyanın, evrenin dört
bucağına yollamışlardı bile.»
«Demek bütün başkaldırmalar, til olduk diye kıç ka;.
şımalar, çiçek özü istemeler hep topal demirel yüzünden
oluyormuş. Itaber doğru mu, gerçek mi? Ölmüş mü ro­
pal demirci? Pek inanamıyorum.»
�ıSarıcaların başı öldürmüş onu, sancalar ııimdi
- ona
ba§buğ diyorlar.»
«�er öldürmüşse başbuğ onu, eğer kellesini bana.
getirirse o topal demircinin, ben de ona hüdhüdlerln, fil­
lerin de paşbuğlu�nu veririm.»
- ııHüdhüdlerin başbu� benim, sultanım . . . »
fiBen de ona toyların, ispinozlann, akb&.balarm, sa­
kaların, atmacalann, serçelerin başbuğluğunu v.eririm.
Hangi kuşun başbuğluğunu isterse. . . Ömür boyu da
ona istediği kadar, ambarlar dolusu yiyecek veririm. Bir
de saray yaptınnın başbuğa . . . Heykelini de yaptınnm. »
«Öldürmüş, sultanım. Yakında ona · haber gönderi­
rim, demirelnin kellesini alsın daı gelsin, dlye.)l
«Hemen sen git oraya, al gel . . . »
<<Benim gitmem dotru olmaz. Ben oraya takma sa­
kal bir sanca gönderirim. Başbuğ orada andiçmiş ki, ben

1 74
burada bir tek kırmızı sakaıllı koymay�caya kadar sava­
şımı sürdürece�m.ıı
«Aman sürdürsün,» dedi sultan. c1İstemem, gelme­
sin. Bir tek kırmızı sakallı kalmasın, sen o takma sakal­
lı sarıcayı bindir bir hüdhüdün sırtına götürsün oraya at­
sm onl,L Söyle ona, söylesin başbuğa ki, o fesat ocağını
kurutmadan gelmesin. Şimdi beni dinle, demirci öl­
müştür inşallah, ölmediyse öldürülecektir. Gene de ben
bu karıncalann bir şeyler yapacaklarmdan korkuyorum.
Bir gün gelecek, bunlar karınca olduklarını anımsaya­
caklar. İşte o zaman da bizden kurtulmaİllil bir. yolunu
arayacaklar, bulacaklar da . . . Onlar o kadar kalabalık; o
. kadar güçlüdürler ki . . . Onun için gerçekçi olalım, onlar
mutlakaı bir gün karınca olduklarıriı anımsayacaklar.»
110nlar karınca olduklarını hiç unutmuyorlar, sul­
tanım. Unutanlan da çok ama, çoğunluk unutmuyor.
Salt unutmuıı görünüyorlar. öylesine bir karınca olduk­
larını biliyorlar ki ! O, biz filiz filiz, diye b&tırmala.n uy­
durma, kendi kendilerini kandırma. . . Topal demirciyi
� bildikleri sürece umutlan vardı, hem her şeye razı
oluyorlar, hem başkaldınyorlardı. Şimdi umutsuzlar.ıı
��Umutsuz olmalan iyi. Bizim yapacatımız en birinci
iş onlann umutlarını öldürmek olacak. İçlerindeki umut
tamamen söndüğü gün onlann karmcalıklan da bite­
cektir. Kendilerini filler için, onlara çalışmak için ya­
ratılmış bir hoş .yaratıklar sanacaklavı
((İnsanfiller, insankarıncalara tıpkısını yapıyorlar,
orilann içlerindeki umudu çürütüyodar.»
«Bu iyi lıjte, demek iyi düşünmüşüm. Biz de bunun
için ne yapmalıyız? »
((Karıncalan til etme okulları açacatız. Karınca yav­
rularını daha yumurtadan çıkar çıkmaz alıp bu okul­
larda �tec�z. Onlar kannca olsalar da kendilerini !il
sayacaklar, filliğe tillerden daha bağlı olacaklar. Yüzler-

175
ce yıldır insanistanda bu �tim düzeni uygulanır. On­
lar fil olacaklar ama, kendilerini fil sayacaklar ama, ka­
rınca kadar m olduklannı hiç bir zaman unutmayacak­
lar.ıı
«Bana böyle çok karınca gerek,ıı dedi filler sultanı.
«Başka başka, başka ne düşünüyo.l'sun, hüdhüdler ba­
şı?ıı
«Bir de, sultanım, her tepeye, her yere, her karınca
kentine yüzlerce borazan koyacağız. O borazanlar her
an, hiç ara vermeden fillerin yüceliğini, bu düzenin de­
ğişmeyeceğini, bu düzen değişirse dünyanın toptan yıkı­
lacağını, şu yeryüzünde, şu evrende hiç bir canlı kalma­
yaca.ğıiu , karıncalann aslında fil olduklannı, ama kann­
ca kadar fil olduklannı durmadan, bıkmadan usanma­
dan yineleyecekler.»
«Hemen, ne kadar borazan gerekse, o kadar bora-
zan aldır insanlardan.»
ııAldırdım sultanım.ıı
<<Nereden, nasıl?,
«Borazanlar kadim icatlardır, sultarum, her kavim­
de bulunur. Ol - sebepten hüdhüdlerimi salıverdim dünya­
ya, nerde ne kadar borazan buldularsa aldılar geldi­
ler.n
«İyi, iyi, işler iyi gidiyor, ulukepez kardeşim. Bunca
yıl, bu karıncalar variken, ne demişiz de böyle ahmak
ahmak, yok yoksulluk içinde yaşamı.şız ! n
«Öyle oldu, sultanım, n e yapalım, biz bundan son­
rasını sıkı tutalım.ıı
«Ben bu kanncaların o küçücük gövdeleriyle bana,
bize başkaldıracak kadar ahmaklaşacaklanna inanmı­
yorum ya, bir kannca bir file baksa, ödü patlar.ıı
«Ama aralanndan kırmızı sakallılar da çıkıyor, sul­
tanım.))
ııDaha var mı kaçıp da oraya gidenler?ıı

176
makinayı o anda kıçının oraya koyup çalıştırdı:
<<Artık bu makinadan sonra da, sultanım, ben fil ol­
mazsam . . . »
«Sen her zaman fildin, hem de uçan, akıllı bir fil­
din kardeşim,» diye onu koltukladı sultan. ffiukepez de
bu sözlerden dolayı mestoldu, sevincinden gözlerinden
yaş geldi.
«Bu İnakina da başbuğun . .. . Ne zaman buraya gelir­
se alsın makinasını. Bu makinayı sarayın en görkemli ye­
rine koyun. »
Hüdhüdler başı başbuğu kıskandı ya, belli etmedi.
« Kanncayı fi1 etme okuluna da bağışlayalım bunlar-
dan yeteri kadar.»
«Bağışlayalım sultanım.ıı
«Bizim filler komutanına da verelim birkaç tane. ıı
«Verelim sultanım. ıı
«Bu demirci eğer öl�ediyse bir kıç kaşıma makina­
sı da onaı göndersek, böylelikle o kıç kaşıma tiryakisi ol­
sa, · mestolsa, kendinden geçse, gelip benim buyruğuma
girse olmaz mı? ıı
�<Belki,ıı dedi ulukepez. «Kimbilir, belki girerci ama,
1

o çoktan ölmüştür. Bu tür işler insankanncalarda gö-


rülmüştür, birçok insankannca başı insanfillerin buy­
ruğuna girmiştir. Topal demirci sen_in gibi bir yüce sul­
tanm buyruğuna niçin girmesin, sultanım? Ama biliyo­
rum, bizim başbuğumuz, sarıcamiz onu öldürdü. Yaman
çıktı bu başbuğ sarıca, çok k urnaz, çok örgütçü çıktı.ıı
«Orayı ortadan kaldınp da buraya bana gelecek olur­
sa başbuğ, onu- bilim kuruluna da, fillere de . . . ı> Su'ltan,
hüdhüdler başının bu sözlerinden alındı�, sanca baş­
buğu kıskandığını hemen anl&yıp sözü orada kesti. «Sen
ne istersen bu filistanda o olacak . . Sen filistandaki en
bilge kişisin. Ben bu mutluluğa senin yüzünden kavuş­
tum. Ol sebepten sen benim gözümün çiçeği ve hem d e

179
ışığısııi. Bunu da böylece bilesin, benim bilgeler bilgesi
ulukepez kardeşim.»
ccVarol sultanım,ıı dedi ulukepez, şevincinden titredi.
Ve kıçında kaşıma makinası işle:yip duruyordu. Gözleri
süzülmüştü. ccSultanım,n dedi, ccbu makina yüzünden
artık kıçımda tüy de bitecek, değil mi?»
ccBitecek,ıı dedi sultan. ccŞu insanfiller de yaman şey­
ler, isterdim ki onların sultanı dostum olsun. Çok merak
ediyorum onu. ıı
ccO da öteki tilinsanlar gibi,ıı dedi u lukepez. ccTıpkı­
sr . . . Yalnız öteki fillnsanlardan taçlan, afur tafurlan
farklı. B�razcık da ahmak oluyorlar fillnsanlann baş­
lan.»
ccYaaa ! ıı diye şaştı filler sultanı. ecDemek kannca­
larla · bizim gibi de�il onLar?))
ccDe�iHer, de�iller, ıı . dedi ulukepeı. ccBiri öbürünün
tıpkısı, f'ninsanlann da iki gözleri, iki ayakları, iki elle­
ri var, kanncainsanlann da . . . Aralarında, yapılışlann­
da hiç bir ayrıcalık yok.ıı
ccTuhaf . . . ıı
ccYaaa, tuhaf,ıı Qedi u lukepez. ccÜstelik de insanista­
nın karıncalan kuzu gibi . . . İnsanistanın kırmızı sakal­
ları da bizim kırmızı sakallardan bin beter. Bir tek san­
ca canıanna okuyup biribirierine kırk yıl düşürebiliyor
onları. ıı
ccTuhaf.ıı
ccYaaa, çok tuhaf, » dedi hüdhüdler başı .

Az bir sürede kanncayı fil etme okullan açıldı ve


e�itime başladı. Az bir sürede de semer�sini verdi okul­
lar: Amma da fil cl!naya teşneymiş bu kannca soyu ha!
Okula giren karmcalar, çok değil, birkaç ayda tıpkı fil­
ler gibi fil oluyorlardı. Filler gibi oturup kalkıyor, filler

1 80
gibi yiyip içiyor, filler gibi d avranıyor, filler gibi kıçları­
nı nazlı nazlı ağaçlara sürüyor, tıpkı tıpkı filler gibi ko­
nuşuyorlardı. Nerdeyse o küçücük gövdelerine birer fii
hortumu takacak, filistanda öyle dolaşacaklardı. Yalnız,
onlar hiç bir zaman kannca kadar fii olduklarını unut­
muyorlardı, öteki şımank, ne oldum delisi olan kann­
calar gibi. Onlar, bir gün gelecek, fil gibi fil olacaklardL
o günü bekliyorlardı. Fil kadar fil olmasalar da ne ya­
zardı ki, belki de fil kadar fil olmaktan böyle kannca ka­
dar - fil olmak daha faydalıydı. Hem fil kadar olmanın
sorumluluğunu, ağırlığını taşımayacaksın, hem de· fil­
ler gibi, fillerden de daha iyi yaşayacaksın. Bu okullu ka­
rıncalar, öteki kanncalara, analanna, babalarına, ülke­
ctaşıanna öyle bir tepeden bakıyorlardı ki, onla�ı öylesine
hor görüyorlardı ki, filler sultanı bile onların yanında Çok
alçakgönüllü kalıyordu. Bu küçücük kanncalar daha
.şimdiden birer tuhaf iğne ucu kadar küçücük fil olmuş­
lardı, tıpkı tıpkı . . . Kendilerini öylesine her yönleriyle ça­
buk değiştirmişlerdi ki ... Yakında bu filkanncalar okul­
dan çıkacaklar, kanncalarm yönetimini filler sultan_ı adı­
na bunlar ele alacaklardı. Eski yöneticilere gelince, sultan
iş başından uzaklaştıracaktı ama, k�ndisin� bir ömür bağ­
lı kalmış bu eski yöneticileri de kaldırıp öteye atmaya­
cak, sarayında onlara iş verecek, onları danışmanı eyleye_
cekti. Böylelikle daha çok güçlü kişiyi kendine bağlaya­
cak, o kırmızı saka! hayınlannı daha doğmadan dağlann­
da boğacaktı. Hele şu okullar bir fiikannca çıkarınaya
başlasındı, ondan sonrası kolaydı.
Borazanlar da konuşınağa başla�şlardı. Karıncalar
nereye gitseler kulaklannda bir borazan sesi, uykuda
bile.
Borazanlar, bu düzen değişmez, diyorlardı her ağız­
larını açışlannda. Bu dünya değişmez. Bu kanncalar, bu
filler değişmezler, piyeslerinde, şiirlerinde, türkülerinde,

181
romaıı:annda, hikayelerinde hep bunu söylüyorlardı. Ka­
nnca kanncanın kurdudur, bu dünya ölümlüdür, sonu
yokluktur. Bu dünya, bu kötü, alçak, pis dünya yaşan­
ınağa bile değmez, diyorlardı. Bu dünyayı değiştirmek
ahmaklıktan da öte boş bir çabadır. Bu ölüml\4 hiç bir
şeyin değişmeyeceği dünyada dünyayı değiştirmeye ça­
lışmak ahmaklık değil de nedi r ! Bu dünyada hiç bir ka­
nnca mutlu olamaz, o filler ki bu kadar iri gövdeleri ol­
duğu halde, mutlular mı? Fil sultanı bile mutlu değiL Ka­
rıncayı bir tek mutlu edecek tutum, filler sultanı için ca­
nını vererek çalışmak, gene çalışmak, gene çalışmak,
filistan için kannca kardeşlerine canlannı vermeleridir.
Durmadan kanncaların filler için, sultan için yaptıklan
fedakarlıklardan örnekler veriliyordu. Evet, kanncalar
fil de olacaklardı, zaten onlar · lanetlenmiş fillerdi. Her
kannca eskiden bir filmiş ama, lanetlenip b(;>yle kannca
kadar küçültülmüşler. Çalışarak, sultanın izniyle her ka­
rınca. birer fil olabilir. Evet, sultanın izniyle . . . Sultan her
Çalışkan kanncaya bir fillik verebilir. Kanncalar fil ola­
bilirler sultanın izniyle. Ama kannca
.
kadar fil olabilir-
\
ler, salt. .
Ve borazanlar durmadan geceyi gündüzü, sabahı ak­
şamı çınlatıyorlardı. Borazanıann sesi topraktan, gök­
ten, ağaçlardan, sulardan, denizden, esen yelle, · akan
suyla, yıldızdan, aydan, güneşten, şıriayan ışıkla geli­
yordu.
Kanncalar bir yandan iş, bir yandan borazanlar, bir
yandan da başlanndaki yeni, fil okulundan fil olarak
çıkmış,. filceyi ana dilleri gibi konuşan yeni kanncafil
yöneticilerinden dolayı hiç bir şeyi görmez, düşünmez,
duymaz olmuşlardı. Artık öyle eskisi gibi uydurma , öy­
künme değil, her kannca şimdi kendini küçücük bir fil
sayıyor, fil olmanın gururoyla mest, ama kannca kadar
fil, filliği, fil olmanın onurunu yüreğinin en derinliğinde

182
, duyarak sultanları için, ulu erişilmez yaratıklar olan fil­
ler, gökte bile uçan hüdhüdler için karınca gibi fil olarak­
tan durmadan çalışıyorlardı. Artık onlar ne karıncay�
dılar ne fildiler, kendilerini filistana adamış birer maki­
naydılar.
Borazanlar ve karıncalan fil etme okulu, sultanın
beklediğinden, u mduğundan da çok işe yaramıştı. Sul­
tan daha başka, türlü borazanlar, gazeteler, sinemalar,
radyolar, televizyonlar icat ettirdi karıncalara . . . Karın­
calar b� icatların çoğunu insanıstandan çahyorlardı ya,
sultan yutmuş görünüyor, her bir icadı, icat edenin bin
ağırlığınca armağanlandırıyordu. Bu yeni icatlar daha
da etkili oldu. Artık hiç bir kannca bunların dışında bir
tek sözcük bile düşünemiyordu.
Televizyonlar, radyolar, sinemalar. borazanlar bir
sabah hep bir ağızdan:
«Dünya yok, evren yok, bir tek sultan var, filler var,»
diyorlar, karıncalar da durmadan hep bu sözleri kutsal
sözler olaraktan ha babam yineliyorlardı : «Dünya yok,
evren yok, yalnız sultan, yalnız filler, yalnız hüdhüd­
ler var.)) Bütün kanncalar, bazı günlerde de televizyon­
larla, radyolar, sinemalar, şiirler romanl�rla birlikte oy­
namaya başlıyorlardı: (cSultanımızın sarayı görkemli de .
görkemli . . ıı Karınca gazeteleri sultanın, fil okulunda
.

fil o}araktan, tillik rütbesine erişmişterin açık saçık ya­


şamları, peri padişahlarının yaşamıanna benzeyen im­
renilecek yaşantılanyla dolup taşıyor ve karıncalar bu
erişilmez yaşarnlara bayılıyorlardı. Kanncalar bu gaze­
teleri kapışıyorlar, onların yaşamlarını okudukça kendi­
lerini onların yerine koyup fillik düşleri kuruyorlardı.
Sultan, filler, hüdhüdler, olan bitenden dolayı kı­
vanç içinde coşuyorlar, esrikleşiyorlardı. Bu yeni icatlar
artık karıncalara kanncalıklannı bir iyice unutturmuş-

1 83
tu. Hiç bir kannca kannca olduğu günleri anımsayaını­
yordu bile. Bellekleri yunmuş anndınlmı§tı. Borazanlar,
radyolar, sinemalar, televizyonlar, gazeteler onlan her
gün yeni bir kalıba döküyorlardı. Kanncalıklanyla bir­
likte de kanncalar türkülerini, eski babadan atadan kal­
ma şürlerini, destanlanru, kilimlerini, evlerini, sarayla­
nnı, yollannı yordamlarıru unutup gitmişlerdi. Hiç bir
kannca, en tuhafı da buydu ya, hiç bir şey yarataınıyor­
du. Bu yeni icatlar, hepsi neyse ne kanncalarm yaratı­
cılıklannı ellerinden almıştı. Her kannca şimdi artık
filler sultaruna yaşam suyu, çiçek özü, türlü yiyecek ara­
yan, ona saraylar kuran, taht yontan birer makina ol­
muştu. Ama hiç hiÇ düşünmeyen.
Radyolar, gazeteler, televizyonlar, sinemalar işi git­
tikçe azıtıyorlar, gün yirmi dört saat, «Özgürlük, eşitlik,
kardeşlik için,» diye durmadan bağınyorlardı. Bu dün­
yada her şey karıncalann öıgürlüğü içindi. Onlar eşit,
bağımsız kanncalardı. V,e kanncaların kannlan tok, sırt­
lan pekti. Ve kanncalar sırtlannın pek, kannlannın tok
olduğunu televizyonlar, radyolar, gazeteler, sinemalar
söyledikleri için inanıyorlardı. Fıkara kanncalar mutlu
olduklanna da inanıyorlardı. Bu icatlar büyülemişti on-
. lan . . . Bir gün savaş iyidir, diyorlardı televizyonlar, tek­
mil kanncalar savaşın iyiliğine inanıp, her kannca ken­
dini savaş tannsı sanıyordu. Ertesi gün suıtanın aklına
esiyor, savaş kötüdür diyorlardı televizyonlar, radyolar,
ötekiler, kanncalar bir anda savaş düşıfuını kesiliyorlar­
dı, bulsalar savaş tannsıru kıtır kıtır kesecekler.
Sultan istediği an �anncalara: Biz insanız, boa yı­
lanıyız, timsahız, kart.aıız, hiç kannca karta! olabilir mi,
atız, tilkiyiz, balığız, biç kannca balık olabilir mi, ba­
linayız, gergedanız, zürafayız, biç kannca zürafa olabi­
lir mi, biz uçatız, treniz, vapuruz, dedlrtebiliyordu, hiç
·

karınca vapur olabilir mi?


Gene kış geldi. Kış gelmeden karıncalar sultana yeni
bir sırça saray daha dikınişlerdi ki öteki saraydan da
görkemli. Güne, sen doğma artık, ben doğdum, diyordu.
Pembe tahtı da yontmuşlardı, yerin ortasından çıkar­
dıklan elınaslarla. Bu taht sultanın o kadar hoşuna git­
ti ki, dağın doruğuna koydu da bu pembe ışık sağılan
,

tahtı, bir hafta durmadan, yemeyi içmeyi unutup sey-


retti. Tahtına doyamıyor baktıkça bakıyordu. Kanncalar
dağın altındaki ambarlan da ağzına kadar yiyecekle dol­
durmuşlardı. Ambarlar dünyanın türlü nimetleriyle do­
lup taşıyordu. Hüdhüdleri de unutmamışlar, dağın ar­
dındaki ambarları da onlar için ağzına kadar zınkazınk
doldurmuşlardı.
Hele sultanın has bahçesi, dünya dünya oldu olalı
böyle bir has bahçe görmemişti. Cennet bile bu bah­
çeye denk değildi. Sultan bahçesine mestolmuştu. Böyle
bir bahçesi olan bir filler sultanı ölemezdi, ölmemeliydi.
"Nerde kaldı yaşam suyum?» diye sultan can �av­
liyle bağırdı. Onun sesini duyan filler, kanncalar, hüd­
hüdler ve hem de öteki yaratıklar olduklan yerde kalıp
titrediler. ccHer şeyim var, her şeyim. Bu dünya benim.
Yaşam suyum ner�e?»
c1Anyorlar,ıı dedi hüdhüdler başı hortumunun ucun­
da uÇarak. Yoksa böyle öfkeli zaınşnlannda onun yanı­
na başka hiç kimse yaklaşamazdı.
((Niçin bulmadılar daha, nerede anyorlar?ıı
cıCennetteymiş,» dedi ulukepez. cıYaşam suyu Cen­
netten başka yerde yokmuş. Kannca kullann da, suıta­
nım, Cennet yolunu araya taraya ancak yeni bulabildi­
ler. Yalnız Cennet o kadar uzaktaymış ki . . . Yola çoktan
düştüler karıncalar, Cennete gittiler ya, ne zaman varır­
lar oraya, ne zaman suyu alıp dönerler, onun orasını artık
·

Allah bilir.»
Filler sultanı dinginledi, suyun bulunduğuna sevin-

185
di. Yaşam suyunun yeri, nerede olduğu bulunmuştu ya
onun, kannca kullan ne yapar ederdi de bu suyu ona, bin
yıl sonra da olsa getirirlerdi.
«0 su gelinceye kadar ben ölmem ya, hüdhüd kar­
deşim?ı>
ııNiçin ölecekmişsin, sultanımız, düşmanlanmız öl-
sun . ,
1
••

ııSuyun yerinin bulunduğuna çok sevindim,ıı dedi


sultan. ııPeki, sen neden gidip Cennete alıp gelmiyor­
sun yaşam suyunu? Bir kanncanın kırk günde gittiği yo­
lu sen bir göz açıp kap_ayıncaya ·kadar uçarsın. ıı
«Haklısın sultanım ya, Cennete yalnız kann�alar,
bir de ölüler girebilir.»
ııÖyleyse kanncalan alıp da neden götürüp Cenne­
tin kapısına koymuyorsunuz? ıı
«Cennetin nerede olduğunu, hem de kapısını yalnız
be yalnız kanncalar bulabilirler, o da tek başlanna.ıı
Sultan bütün bu açıklarnalardan dolayı kıvanç için­
deydi. Dayanacaktı, ·yaşam suyu, ne kadar bir sürede ge­
lirse gelsin, ölmeyecek, bekleyecekti.

Kış gelince yollar beller kapandı. Yeryüzünde öyle


pek yiyecek de_ kalmadı. Filler sultanı daha faprikalan
aşırmamıştı ins.anistandan. Şimdilik ona fabrikaların bir
gereği de yoktu. İnsanıstanın her şeyine de öykünecek
değildi ya ! Kanncalar gene işsiz kaldılar, kentlerin cad­
delerinde elleri ceplerinde dolaşmağa başladılar. Şiın4i­
lik fillerin onlara verdiği azıcık yiyecek, yan aç yarı tok
olsalar da onlara yetiyordu. Bir gün, ne tuhaf, birden ken­
dilerinin fil olduklannı anımsayıp gene ormana doluş­
tular, başladılar kıçlannı ağaçlara sürtmeye. Oh be,
dünya vannış ki dünya varmış ! Fil olmanın bir günü
karınca olmanın bin yılına bedelmiş.

1 86
Kanncaiar bununla da kalmadılar, kıç k.aşımanın es­
rikliğinde, mestllğinde coşup gene filler gibi bal özü, çi­
çek özü, buğday özü de iStediler. Filler sultanı bütün
bunlan. duyunca gene çileden çıkıp küplere bindi, umut­
suzluğa. düşüp bağırdı :
((Bu kanncalar ısla11 olmayacak, olmayacaklar. Be­
nim de zaten ölmemi istiyorlar.ıı
Ulukepez söze girip:
((Aman sultanım, ahıan sultanım, dinginle,)) diye
tela§landı.
Sultanın gözleri yuvalanndan dışanya uğramış, bo-
/

yun damarlan şişmişti.


((Anlamıyor musun, hüdhüdler başı, bu kanncalar
dellrmişler . . . Kudurmuşlat bunlar. Geçen yıl onlara de­
medim mi ki ben kardeşim, kanncalar kannca, filler til-
ı
dir. Aaah bu nankörler için ne kadar da borazan, ne ka-
dar da televizyon, sinema, gazete kitap yayını yaptırmış­
tım. Ne kaz kafa yaratıklar bunlar be ! Ne kaz kafa . . .

Fil olmayacaklar. Bak, hüdhüd kardeşim, bu ekmeksiz..


1er, ben onlann milyarlarcasını besiemiyor muyum, ben
onlara yiyecek vermesem onlar önceki gibi gene açlıktan
kırtaeana dönmezler mi? Ekmeklerini kesiyoruro onlann,
bakalım ne bok yiyecekler.ıı
((Aman sultanım, dinginle. Ne olur, azıcık filliğe he­
veslenmişler.ıı
«Olamaz ! ıı diye bağırdı sultan. «Olamaz ! Yılanın
başını küçükken ezeceksin. Bunlar böyle kıç _ kaşımağa
alışırıarsa şimdiden, çiçek özü istemeğe, sonra da benim
tahtımı, kellemi isterler. Bunlar, bu alçak kanncalar ıs­
lah olmayacaklar, hepsini hemen öldürmeliyiz.n
«Öldüremeyiz sultanım. ıı
((Neden öldüremeyiz?n
«Çünkü sultanım, biz artık onlar olmayınca bu dün-

1 87
yada y-iyeceğimiz! çıkaramayız. Biz hazır yiyici olduk.
Onlar ortadan kalkarsa biz de acımızdan ölürüz.»
ııBunu · hiç düşünmemiştim,ıı dedi sultan. ııÖyleyse
yiyeceklerini keseceğim . bunlann, tam geçen yılki gibi.
Topal kanncadan ne haber? ıı .
<ıHiç bir haber yok sultanım, giden sanca kannca:..
lardan bir teki bile dönmedi. Geçen yılki gibi yiyecekle­
. rini de kesemeyiz bunlann, kesmemeliyiz sultanımız.»
ııNe oldu acaba benim yiğLt, benim becerikli sanca­
larıma?ıı
ııBunca zaman onlardan bir haber çıkmaması hayra
alarnet değil gibime geliyor, sultanımız. Meraktan ölü­
yorum. Ölüyorum da hiç bir haber alamıyorum. Ne ol­
du acaba sancalanmıza?»
((İşte bunu hiç beğenmedim hüdhüdler başı. Şimdi­
ye kadar onlardan bir haber gelmeliydi, değil mi? Dem�
ki güç durumdalar. Onlara hiç bir yardım da yapama­
yız, değil mi?»
((Yapamayız suıtanımız, yerlerini bllmlyoruz. Topal
kannca öyle bir yere çekilmişti ki, bütün hüdhüdlerimle
onu günlerce aradım da bulamadım.ıı
((Sana bir şey soracağım, hüdhüdler başı.»
ııBuyur sultanım.»
ııBu kannca kullanın yeryüzünün her bir yerinden
çiçekler, çiçek tohumlan, ağaçlar, ağaç tohumları geti­
rip dünyanın güzel, büyülü has bahçesini bana yaptılar,
değil mi? Ne istedimse, her bir isteğimi yerine getirdiler,
değil mi?ıı
ııGetirdiler sultanım.»
ııÖyleyse bana yaşam suyunu niçin daha bulmadı­
lar, benim ölümümü istiyorlar onlar, değil mi?ıı
ııSenin ölebileceğin o kadar küçücük yaratıklann ak­
lına gelemez, sultanım. Yaşam suyunu sana bulacak­
lar, suıtanım. Senin ölebileceğin akıllanna gelse, sulta-

188
mm, belki senin ölümünü isteyebilirler. Sen onların gö­
zünde bir tanrı gibi ölümsüzsün, sultanım.))
Sultan, hüdhüdler başının bu sözlerine sevinçten do­
lup taşarak güldü·:
ecDemek benim de ötebileceğim hiç akıllarına gelmi­
yor, hah haaaaah ! ))
ccGelemez sultanım, onlara göre şu gökler, dağlar,
denizler, sular nasıl ölümsüzse kocaman filler de öylesi-
·

ne ölümsüzdür.ıı
ıcHah haaah, öyleyse şimdi şu kıç kaşıma işini ne
yapalım? Demek benim ölebileceğimi akıllan kesmiyor
ha. . . Güzel, güzel, çok güzel. Topal demirel de, sağsa
eğer, benim öleceğime inanmaz, değil mi? öteki kırmı ­
zı sakaUar da, öyle mi? ıı
ccÖyle sultanım.))
cc Ne güzel ! Beni ölmez, hiç ölmez sanıyorlar ha, bü­
tün karıncalar, kuşlar, böcekler, öyle mi?ıı
«Öyle sultanım. Şimdi sana bir önertın var sulta­
nım.))
<<Söyle hüdhüdler başı, yiğit, yürekli, akıllı karde­
şim, sen olmasan ben bu dünyada. ben tek başıma ne
yapardım, söyle l ıı
cc Sultanım, karıncalara var ya dokunmayıalıın. Onla­
rın ·. kendilerini m saymalan, filİer gibi davranmaları,
!illere öykünmeleri iyi . . . Karınca başkaldıran bir yara­
tıktır, fillere öykünmeleri onların tüm özelliklerini yi­
tirdiklerini gösterir. Bitmişliklerini, yüreklerirün tüken­
mişliğini, içierinin çürümüşlüğünü . . . Ben onların bu
duruma gelmelerinden çok kıvançlı, mutıuyum. Her şe­
ye karşın, sana bile karşı gelerek kendilerini fil sayma­
lan, artık onların kıyamete kadar, bir daha karınca­
lıklannı anımsayamayacaklarını, kıyamete kadar da se­
.
nin kulluğunu sürdüreceklerini k�ıtlar. Bizim . de bütün
istediğimiz bu değil miydi? Onlara filceyi bunun için
.

189
öğretinedik mi? Onlara bunun için kendilerini, özlerini,
kanncalıklannı. unutsunlar diye, da�lara, a�açlara, yol­
lara beliere bunun için borazanlar koymadık mı? İnsan­
lardan televizyonu, radyoyu, gazeteyi, romariı, sinemayı
bunun için almadık mı? Onlan, kannca olduklan eski
günleri akınanna piç gelmesin diye, onlan toptan ağır
işlere koşmadık mı? İşte kanncalar bizim istedi�-
- den de çabuk, üstelik de fil gibi de�il de kannca kadar
fil oldular.»
Sultanı bu sözler gene kıvanca, sevince garketti. Şu
anda, yaşam suyu geldi deseler ancak bu kadar sevine­
bilirdi.
�<İyi, çok iyi. Sevindim. İstediğimiz buydu. Borazan­
lan, televizyonu, radyoyu, gazeteleriı hepsini hemen ça­
lıştıralıın . . . Ve durmadan kıç kaşımanın erdemi üstüne
yüzlerce, binlerce film çevtilsin öyleyse. Her gece kann­
calara gösteriiSin. Hem kıçlannı kaşısınlar, hem de fi­
llın seyretsinler.»
(<Bu son darbedir karıncalann kanncalıklarına, sul­
tanım. Bir daha bundan sonra hiç bir karınca, kannc a
sözcü�ü ağzına bile almayacaktır.,.
�<Gel,» dedi sultan, <<gel ulukepez kardeşim, kannca­
lanının insanlardan damla damla çalarak, bana fıçılar
doldurduklan mor şaraptan içip esrikleşelim. Bugün bi­
zim en güzel günümüz. »
Babilin asma bahçelerinden _d e güzel sarayın h as
bahçesinde sultanla ulukepez iksir tadında mor, yaldız­
lı, altın ışıltılı şarabı içme�e başladılar.

Geceydi, ortalıkta �ıl çağı! bir ayışığı vardı. Or­


mandaki kanncalar bu ayışığında daha keyifliydiler, kıç­
larını· habire ağaçlara sürüyor kaşınıyorlardı. Sultanın
borazanlannın, televizyon, radyo, sinema ve gazeteleri-

190
nin etkisi yaman olmuştu. Nerdeyse ağaçlara süre süre
kanncaların tüm klçı aşınıp tükenecekti. Aşkla şevkle
kıçlarını ağaçlara sürüyorlardı . Birden öteden, uzaktan
dağın dibinden onlara doğru dalga dalga bir ses geldi.
Karıncalar bu sesi, bu türküyü çok eski zamanlardan be­
ri tanıyorla�dı ya unutup gitmişlerdi. Kulak verip sesi
dinlediler. ve· hemencecik de, türküyü duyduklan anda
kıçlannı ağaçlardan çektiler: Türkü gittikçe çoğalıyor­
du. Doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden geliyordu. .
Yerden bitiyor, gökten yağıyordu. Otlardan, çiçeklerden, ·

yapraklardan, sulardan, nereye dönseler, neye baksalar


oradan, yıldızlardan, ateşten, arınanın üstündeki sis•
ten geliyordu. Bu türkü onlara bir şeyler anımsa.tıyordu.
- İçleiinde, yüreklerinde bir şeyleri klpırdatıyordu. Ve tür­
kü kesilmiyordu. Karıncalarda bir tuhaflık başlamıştı,
bir telaş, bir kaynaşma, bir dev�e . . . Ne oluyordu? Ne
olduğunu karıncalar da anlayamıyorlardı ya, kendilerin­
de bir değişme olduğunu seziyorlardı. Türkü sürüp gi­
diyordu. Kanncalar, derin, karanlık bir karabasan düşün­
den uyaruyar gibiydiler. Sabaha kadar ne kaşındılar,
ne de uyudular, öyle arınanda bekleyip bu her bir yön­
den gelen türküyü dinlediler. Türkü biz karıncalarız,
diyordu. Bir zamanlar bizler de kannca gibi kanncaydık,
bizim de cennet gibi ülkelerimiz, kentlerimiz vardı. Ken­
dimiz çalışır, kendimiz yerdik. Eşittik, özgürdük. O ...za­
manlar biz karıncaydık, kannca ! Böyle uydurma fil de­
ğildik her birimiz. Gülünç, cüce, fillere öykünen kann­
calar değildik Bir zamanlar b zler kendimizi hiç bir bi­
çimde aşağılamaz, kimsenin de bizi aşağı1am.asına izin
vermezdik. Böyle kul, böyle uşak, böyle köle değildik.
Bağımsızdık, banş için eydik, eşittik. Hep birlikte ko�
rır, hep birlikte yer içerdik, ayrımız gayrımız yoktu, di­
yordu tü:. 'tü. Türkü diyordu ki, ve karınca diliyle söylü­
yordu ve karıncalar unuttuklarını sandıkları karıncaca.-.

191
yı eskisi gibi anlıyorlardı. Yüreklerini de bir özlem ya­
lımı, türküyle birlikte ağır ağır sanyordu. Hep birlikte
türkü söyler, hep birlikte sulardan çekerdik ağı, demiri
oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürerdik top­
rağı. Ballı incirleri, çiçek özlerini, bal özlerini, kara kıl­
çık buğday özlerini hep beraber toplar, hasat · eder, hep
beraber yerdik. Tutsak değildik, köle değildik. Hep bir­
likte kurardık kentlerimizi, hep birlikte güzelleştirirdik
ülkelerimizi, fillere köle, uşak, tutsak olmadan önce, di­
yordu türkü. Türkü, yıkacağız filler sultanının sarayı­
nı, dağıtaeağız hüdhüdlerin yuvasuu, kazıyacağız sanca­
lann kökünü, diyordu. Kalıreden ki, vareden kannca.­
lardır. Şu evrende kannca gücü üstüne güç yok, diyord u
türkü. Sultan sarayını yapanlar kim, ehramlan kuran­
lar kim, Babile asma bahçelerini asanlar kim, bun­
ca kentleri, ülkeleri yaratanlar kim, kanncalar . . . Tür­
kü diyordu ki, bu kadar çok, bu kadar güçlü olan
karıncalar fillerin de hakkından gelebilir. Türkü diyor­
du ki . . . Ve türkü dağlardan, denizlerden geliyor, toprak­
tan, ormandan, ışıklardan fışkırıyordu. Ve kanncalar
bu sesi, bu türküyü çok iyi, yürekleri gibi bir sıcaklıkta
biliyorlardı.
Hep birden, ala şafak dünyanın üstünde bir ışık çi­
çeği olaraktan- -açarken :
'\ «Sesli karınca, sesli karınca,» diye bağrıştılar. Ve
_ormanı bırakıp ülkelerine, kentlerine yürüdüler. Artık
hepsi de bizler kanncayız diye düşünrneğe başlamışlardı.
Nasıl oldu da bu kactar çabuk fi1 olduk, hem de gülünç,
iğne ucu kadar birer küçücük fil olduk, diye yerindiler.
Karınca olmuşlardı, türkü onlara kanncalıklannı
ta yüreklerinin başında duyurmuştu ama, filleri altedebi­
leceklerini bir türlü akılları alınıyordu.
Hüdhüdler hemen sultana· haber ulaştırdılar:
«Karıncalar ormanlan bı·raktılar, doğru ülkelerine
çekiliyorlar,» diye.
1 92
Sultan:
cıNe oluyor, ulukepez kardeşim?»
Hüdhüdler başı:
cıÇok şaşırdım karıncaLann ormanı bırakmalanna.
Oysaki fillik, filler gibi kıçlannı kaşıınalan çok hoşlan-
na gidiyordu.»
·

«Na olmuş olabilir?ıı


cıSordum soruşturdum, hiç bir şey olmamış, sulta­
nım. Bir gece, belki bir akşam, belki gece yansı, birden ·

kanncalar kıçlannı ağaçlardan çekmişler. Ormanda öy­


le kıpırtısız, dimdik orada dikilmişler kalınışlar. Bir şey
dinler gibiyınişler ya hiç bir ses duyulmuyormuş.»
«Tuhaf,» dedi sultan. «Şu kanncalar dünyanın en
tuhaf yaratıklan. Sağlan Sollan hiç belli değil . . . »
<<Suıtan.'ıma söyleyim, sonra da sultanıın, gün d�ar­
ken ormanı bırakmışlar, d� ülkelerine çekilrneğe baş­
lamışlar.>>
«Bunda bir iş var .hüdhüdler başı. Yoksa durup du­
rurken bu dünyada hiç kimse kıç kaşıınaktan vazgeçe­
mez. Bu dÜnyanın biltekmil yaratığı bu dünyaya salt
kıç kaşımağa gelmişlerdir. Kıç kaşıınak olanağını bir ke­
re eline geçiren yaratık bir daha ondan vazgeçemez. Bun­
da bir iş var ve hem de bu karıncalar bizim başımıza bir
iş açacaklar ki, iş derim sana.»
<<Ben de endişeliyim, sultanım.»
«Topal kanncadan hiç bir haber yok mu, ya bizim
sancalardan ?ıı
«Yok,» dedi ulukepez içini çekerek. cıNe yazık ki
yok, sultanımız.))
Sultan uzun bir süre başını önüne eğip düşün<;lü,
sonra da hortumunu sırtında gezdirdi, ağaçlara yürüyüp
kıçını çınar ağacının gövdesine dayadı, kaşıma makina­
sını arkasına takıp düşündü.
cıKanneaları izlerneğe kaç kuş gönderdin?n

FS/13 1 93
((Yedi yüz yetmiş yedi, sultarum. ıı
(ıYettyor mu bu kadar kuş ulukepezim, onlan izle­
meğe?ıı
ııBunlar çok hızlı kuşlar, sultarumız, çok hızlı. Bun­
lar daha yeni fil olmuş hüdhüdler.ıı
ııYedi yüz yetmiş yedi kuş daha uçur, ardında da
sen git, hemen bana yeni haberler getir.ıı
((Başüstüne sultarumız.»
Ulukepez yedi yüz yetmiş yedi yeni kuşla hemen
uçtu, karınca ülkelerine vardı. Daha uzaktan, kentler­
den gelen azgın sesler duydu. Yaklaşınca sesleri anladı.
Sesler :
«ıBiz kanncayız, biz kanncayız,» diyordu hep bir
ağızdan. ((Biz aldatıldık, yalan söylediler bize. Biz fll
değil, karıncayız ! >ı
ııVay anasını ! » dedi ulukepez. «ıBu karıncalara olan
olmuş.» Hemen uçtu haberi suıtana ulaştırdı.
Sultan:
««Onlar varsın kannca olsunlar. Ben onlara gösteri�
rim karınca olmayı. ))
((Demek suıtanım,ıı dedi ulukepez, ((demek bizim bu
kadar borazanımız, bu kadar televizyonumuz, sinema­
mız, radyomuz, gazetelerimiz hiç işe yaramadı?ıı
««Yaramaz olur mu hiç, görmedin mi, ölüyeriardı da
fillikten aynlmıyorlardı. Sana bunda bir iş var, dedim.
Bizim borazanlanmızdan, televizyonlanmızdan, slnema­
lanmızdan da daha güçlü, etkili bir yol buldu bu topal
demireL Başka türlüsü olanaksız.»
ı<Ama sultanım, çok araştırd-ım, hiç bir şey yok.>)
«<Var,ıı dedi sultan buyruk v.erir gibi. ((Var bir şey,
yakında öğreneceğiz.»
Derken tam bu sırada bir hüdhüd telaşla, kanatlan
kepezi darmadağın geldi, sultanın hortumunun ucunda­
ki çınann dalına kondu :

194
«Bunlar,)) dedi, ıısultanım, bütün kanncalar bir tür­
kü duyuyorlarmış. Türkü diyormuş ki onlara, biz kann­
cayız, biz tutsak olamayız. ıı
ı<Olamasınlar bakalım, » diye kubardı filler sultanı.
uBir gönderirsem on beş tane fili karınca ülkelerine, bir
yandan girip öbür yandan bir çıkarlarsa, ayaklarının al­
tında kanncalar hamur gibi yoğrulurlarsa o zaman fil­
lere tutsak olmasınlar bakalım. Gene bir kesersem yi­
yeceklerini . . . Var git söyle onlara, onlara kanncalıkla­
nnı yasak ettim. Hemen şimdi uçun kannca ülkelerine
söyleyin ki, hiç bir kannca, ben kanncayım d�yemeye­
cek . »
Hüdhüdler:
..Başüstüne sultanım,» d eyip kannca ülkelerine uç­
tular, . sultanın buyruğunu tekmil karıncalara duyur-
'
dular.
Şimdi türkü bütün ülkeleri, kentleri Ş
de sarmı tı.
Her yerden duyu luyordu. Topraktan, ışıktan, karanlık­
tan, bulutıardan, her yerden, her yerden, uykuda düşte
her an bu türküyü duyuyorrlu kanncalar. Duyuyorlar,
hep birden de türküye katılıyorlardı.
Bu türkü kırmızı sakallılann üssünde de duyulma­
ğa başlamıştı aynı gece, aynı anda. Ve kırmızı karınca­
lar sonsuz bir coşkunlukla durup, kendilerinden geçe­
rek bu türküyü dinlemişlerdi.
O gün bugündür türkü durmadan burada da söyle­
niyordu. Her bir yönden, gökten, kayalardan, çiçekler­
den, çalılardan geliyordu. Türkü duyulduğu andan bu
yana k ırmızı sakaHar da katılınışiardı türküye. Türkü
bitip tükenmiyordu gür bir ırmak gibi , Fırat, Nil, Tuna
gioi kanncalığın öz kaynağından coşup geliyordu.
Kıvançtan sakalı al al parlayan kırmızı s�l{allı to­
pal kannca yanındaki başbuğa sordu:
ııDuyuyor' musun bu türküyü, kanncalann kadim
türküsünü? »
1 95
((Ne türküsü?ıı diye başbuğ şaşkınlıkla sordu. Ger�
çekten o, türkü değ_il, en küçük bir sesi bile duymuyor­
du.
ııTürkü,ıı dedi topal demireL <<Karıncalann geçmi­
şinin geleceğinin ulu türküsü. ıı
<<Kim. söylüyor?>>
<<Bütün evren söylüyor,ıı dedi topa! kannca. ı<Dağ­
lar taşlar, gökler, yıldızlar, güneşler söylüyor. Sudakl ba­
lık, yerdeki yılan, böcek söylüyor,>> dedi demirel, �endisi
de. türküye katıldı. Başbuğ ona bön bön bakıyor, salt de­
mircinin ağzını açıp kapadığını görüyor, bir damla 'ses
bile duymuyordu.
ııKarıricalann türküsü fillerin yasalanndan daha
güçlüdür, anlıyor musun sayın başbuğ, duyuyor musun
bu sesi? Kanncalarm türküsü doğanın yasalan gibidir,
doğanın yasaları kadar sağlam, güçlüdür, duyuyor mu­
sun bu sesi?»
<<Duymuyorum,ıı dedi başbuğ.
<<Sen lanetlenmişsin,» dedi demireL
«Ya,ıı dedi başbuğ, · <ıben lanetli bir kırmızı sakal ka­
nncayım, lanetli olmasam filler lJenim yurdum� yuva-
·

mı böyle dağıtırlar mıydı?»


Türkü sürüp gidiyordu. Topal demirci her şeyi, ya­
nındaki başbuğu da unutup türkü söyleyeniere katıl­
mış, kendinden geçmiş_ti.
Böylece bu türküyü kaç, gün kaç gece evrenle bir­
likte söylediler, kırmızı sakaUar da bilemediler, topal
demirci de bilemedi. Bir sabah . baktılar ki kırmızı sakal­
blann bir bölüğü aşağıya., ovaya, ülkelere doğru çekili­
yorla.r.
<<Nereye, nereye?ıı diye bağırdı korkuyla topal de­
mireL
ötekiler dingin, soğukkanlı:
<<Yetti artık tutsaklığımız,ıı dediler. <<Böyle bekle

196
bekle ne olacak? Yüz bin yıl da beklesek hiç bir şey ola­
cağı yok. Biz gidiyoruz.»
<<Nereye?» diye sordu topa! demireL ((Bana sorma-
dan nereye gidiyorsunuz böyle?>>
<<Ülkelerimize gidiyoruz . >>
<<Orada filler öldürürler sizi. »
�< Öldüremezler,ı> diye bağırdı demircinin arkasında·­
ki başbuğ. «Öldüremezler.ıı
«Gidip ülkelerin dört yanını hendekle çevirip, hen­
dekiere su dolduracağız. Filler de bu hendekleri geçip
bizim ülkelerimize giremeyecekler. iŞte biz de böylece
fillerin tutsaklıklanndan kurtulacağız.»
« Olmaz, filler h_endek dinlemezler, geçerler, ıı diye ba­
ğırdı topa! demireL
<<Filler hendeklerden geçemezler, siz gidin de kurtu­
lun , ıı diye bağırdı onun ardındaki başbuğ. Ve hendekçi­
ler gittiler.
Sonra zartzurtçular bölümü geldi karşıdan, «yaka­
cağız, yıkacağız, fillerin ülkesini yerle bir edeceğiz.>> di­
yerekten.
c<Nereye, nereye?ıı dedi topa! demireL
cıÖzgür kılınağa kannca uluslarinı, » · diye karşılık
verdiler zartzurtçular.
Onların arkasından da sıvamacılar geldiler. Bunlar
fillere sıvanıp onlan devineksiz kılmak isteyenlerdi. On­
lann arkasından da gözoyucular geldiler, bunlar da fil­
lerin gözlerine çokuşup onlan gözsüz bırakacak olanlar­
dı. Gözoyucuların arkasından kuyucular, onlar da kuyu
kazıp filleri kuyularm içine düşürüp öldürmek isteyen­
lerdi. Aralannda çivieBer d e vardı, çiviciler de az bir ka­
labalık değillerdi, onlar da ülkelerin dört bir yaruna çivi
çakıp, kanncaları böylelikle özgürlüğe kavllijturmak is­
teyenlerdi. Onların arkasından kandıncılar geldi, bun­
lar da, n e kırmızılar, ne filler, özgür ve bağımsız kann-

1 97
calar diyenlerdi. Böyle diyerek fillerin bir kısmını kan­
dır.acak, tilleri birbirine düşürecek, karıncalan tutan fil­
lerle bir olacak, uluslan özgürlüğe, bağımsızlığa kavuş­
turacaklardı. Daha birçok karınca bölükleri geldiler, to­
pal demirci de yol üstüne durmuş hepsine:
ıı Nereye , nereye, kardeşler böyle nereye?ıı diye so­

ruyor, öteki ler, {(özgürlüğe,ıı diyorlar, başka bir şey d e ­


miyorlardı.
Böylelikle birkaç gün iç i n de kırmızı sakallıların üs­
sü boşaldı, üste topal demircinin yanında onu seven, ona
güven en , ona inananlar kaldı. B ir de başbuğ, bir de baş­
bu ğun adamların ı n bir kısmı k a ld ı.
Olan bitenden dolayı çok üzgündü k ,rmızı sakallı
topa! demireL Karıncalann başına gel ecek leri bili yor ,
i ç i kan a ğlıyordu .
Hüdhüdler sultana haberi ulaştırınca sultan çok se­
vindi.
ııSusun, hiç seslenmeyin . Onlar ülkelerin dört bir
ya n la rını bendekle çevirsinler, b e n d e i k i filimi gönde·
rip hendekierin üstüne kalas koydurup, köprüler kurdu­
rayım, gene o ü lkeleri , kentleri yerle bir edeyim de gör­
sünler, hah haaa h , " dedi gü ldü .
Karıncalar aşkla şevkle, geceyi gündüze katarak ül­
keleıin, kentlerin yörelerine hendek kazıp sular doldur·
dular. Bitince su ltana gidip:
ııBiz artık özgür bağımsız yaşayacağız, " dediler.
Sultan da :
ııYaa, öyle mi düdüklerim?)) dedi . uDemek siz bana
baş kal d ınyorsun uz ? ,,
ııBaşk aldırıyor uz y a, ne olacakmış ! ''
ııYani, >ı dedi sultan. ııYani siz ,şu kannca ulusları­
nın, yaratık azınanı fillere b a ş k a ld ı ra bile cek leri ni mi sa­
nıyorsunuz? ı>

198
«Sanıyor değil, başkaldınyoruz, başkaidırdık bile,))
dedi kanncalar.
Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta
tuta bir güldü, onun bu gülüşünü üsteki topal demirel
bile duydu. Duyunca da :
�<Eyvah," dedi, ııolan oldu kanncalara. Sultan şu
yeryüzünde bir tek kannca bırakmayacak, kökümüzü
kesecek. Bu gülüşü ta eskiden beri tanırım, hayra ala­
rnet değildir.ıı
Sultan uzun uzun güldükten sonra:
ııHaydiyin fillerim, askerlerim, haydiyin hüdhüdle­
rim, kuşlanm, haydiyin, bugün artık karınca ülkelerin­
de taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak.ıı
Ve filler hendekleri yağdan kıl çekereesine kolaylık­
la aşıp kannca ülkelerine daldılar. Bir çatırtı, .bir gürül­
tü, tozu dumana kattılar. Her bir filin bir ayağı altında
milyonlarca karınca birden eziliyor, kanlar şorluyordu
topra�arda.
Az bir sürede kanncalar arnana gelip:
<ıBiz ettik, sen etme, sultanımız,ıı dediler. �ıBağışla
bizi. Bağışla ki, sana kıyamete kadar kul köle olalım.
Karıncalann fillerle hiç bir zaman başa çıkamayacağını
bilemedik. Şu kırmızı sakalların iğvasına uyduk, özgürlü­
ğümüz de sizsiniz, bağımsızlığımız da . . . ,, '

Gene hüdhüdler başı araya girdi, kızmış, ateş saçan


filleri yatıştırdı da ka.nncalann gerisini ölümden kur-
·

tardı.
Kaçıp ulu bir ağacın tepesine sığınan kırmızı sakal­
. ların geriye kalanlan da:
ııBiz yanılmışız, gözoyuculanna katılalım da fille­
rin gözünü oyup öcümüzü alalım,ıı dediler.
Ve kanncalar göz oymak için filistana saldırdılar.
Hemen gidip fillerin gözlerine doluştular. Sultana vanp:

199
uBfz özgürüz, bağımsızız,)) dediler. uŞu anda bütün
fillerin gözlerini oyacağız.»
Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta
tuta güldü. Bunu duyan topal demirci, ueyvah,ıı dedi,
cıeyvah ki eyvah, gene birkaç karınca ülkesi yerle bir
oldu. ıı
Ve filler sultanı fillerine buyurdu:
uSuyla doldurun hortumlarınızı, biribirinizin gözle­
rine sıkm.ıı
Ve filler öyle yaptılar.
Ve filler gene ülkelere saldırdılar ve karıncalar ge­
ne arnana geldiler.
Gene ulu bir ağacın yapraklan arasına sığınan ka­
rıncalar bu sefer de sı,vanmacılara gidip kanştılar. · Sı­
vanmacı kanncalar da birer ikişer kanş kalınlıkta fille­
rin üstlerine sıvandılar ve filler sultanı gene güldü, to­
pal kannca onun gülüşünü duyunca yüreğinden kan
gitti, <<eyvah ki eyvah,ıı dedi, ubu gidişle karınca ülkeleri
hepten yıkılacak.ıı
Ve filler ·sultanı fillerine· buyurdu:
<<Suya koşun, akar suya.»
Filler akar suya koştular, kendilerini ırmağın de­
-rinine attılar. Sular, sıvanmış kanncalan aldı götürdü.
Dağgezenler daha önce ovad� bir tek fil tarafından
ezilmişlerdi zaten. Onlar bir daha bellerini doğrultup d�
gezemediler.
Bütün deneyler boş çıktı, her deneyde filler sultanı
güldü, topal demirci e)'\'ah, dedi, birkaç kannca ülkesi
yıkıldı, karıncalar aman dilediler, ulukepez araya girip
onları bağışlattı.
Sonunda sağ kalabilmiş. hasta, sakat, yorgun, umut­
suz, bitkin kılıç artığı kırmızı sakallar geriye döndüler.
Kırmızı sakallı topal kanncanın yüzüne bakamıyorlar­
dı. Giderlerken ne çok sövmüşlerdi topal demirciye bun-

200
lar. Fıkara topalın ne hayınlığı, ne alçaklığı, ne korkak­
lığı kalmıştı. Topal demirel bütün bunları unutup onla­
rın yaralarını sardı, sardırdı, onları teselli etti. Çaba ça­
baydı, her çabada bir de yenilgi payı vardı. Yenilmiş­
lerdi işte.
Filler suıtanına gelince kıvançtan dört köşe olmuş-.
tu. Artık hiç bir karınca, özellikle bunca deneylerden
sonra bir daha başkaldırmayı akıllannın ucundan bile
geçirmeyecekti. Hele kırmızı sakallılara bir iyice düşman '

olmuşlardı. Bir yerde bir kırmızı sakal görmesinler, he-


men kan beyinlerine sıçrayıp o anda kırmızı sakalları
parçalıyorlardı. Karıncalar arasında artık bir tek kır­
mızı sakallı bile bannamazdı. Ama bu deney çoğa mal­
olmuştu gene filistana. Birçok kannca ülkesi yıkılmış,
milyarlarca kannca ölmüştü. Bu demekti ki, filler, hüd­
hüdler için daha az karınca çalışacaktır.
Hüdhüdler başı :
(( Üzülme sultanımız,» dedi, ((bu karıncalar var ya,
şu evrenin en üreğen yaratıklandırlar. Birkaç yıl içinde
o ölenlerin belki bin misli ürerler.»
Sultan güldü :
((Demek böyle ha?ıı dedi. ccNe güzel ! Kırmızı sakal­
lann da kökünü kuruttuk ya, bir daha ne karıncaları
kandırabilirler, ne de bir araya gelebilirler. Atnma da
saf, amma da budala yaratıklarmış şu kırmızı sakal­
lar. . Bir bölümü de bizim tilleri bize karşı kışkırtmağa
çalışıyormuş. B izimkiler d� ezivermişler onlan, daha
bana haber vermeden . . . Hahhah, haaaaah . . . n

Bu gülüşü de duydu topal demirel:


••Şimdi de, utkusuna gülüyor,ıı diye öldü öldü. diril­
di. e<Aaaah, bizim ahmaklar.ıı
ccBorazanlar, televizyonlar, gazeteler, romanlar,
özellikle kanncayı f1l yapma okulundan çıkan aydınlar
asıl bundan böyle işe yarayacaklar . Karınca uluslarınin

202
artık hiç bir ışıkları kalmadı . Umutsuzluk tutsaklığın
gıdasıdır. Umutsuzluk köleliğin anasıdır. Umutsuzluk
yüreğin yıkımıdır. Umutsuzluğu körükleyeceğiz. Yıl on
iki ay, gece gündüz karıncalan fil etme okulundan çık­
ma aydınlar, radyonun, sinemanın, televizyonun, gaze­
telerin başına geçecekler, durmadan durmadan umut­
suzluğu söyleyecekler.ıı
«Şimdiden başladılar bile . . . >>
cıSancalarımdan ne haber?ıı
· ııOnlar kırmızı sakallıların yanındalar. Kırmızı sa­
kalları bir bir izliyorlar, soluklarını bile dinleyip bana
ulaştırıyorlar.ıı
ıcTopal demirci?ı;
((Bilmiyorum,» dedi ulukepez.
((Bundan sonra topal demirel sağ olsa da kaç para
eder, ne gelir elinden,>> dedi filler sultanı. cıBundan böyle
elinden hiç bir şey gelmez ki . . . Hangi kannca bir daha
onun aptallıkianna uyup da bize başkaldınr?ıı
((Topal ölmüştür,ıı dedi ulukepez. <cEğer ölmemiş
olsaydı, karıncalara bu ahmaklığı yaptırmazdvı
Filler sultanı daha çok, daha, daha yürekten güldü.
Onun gülüşü dağlarda yankılandı. Onun bu gülüşünü ge­
ne topa! demirci de duydu, tepeden tırnağa ürperdi.

202
Topa.l demircinin bir sabah ala şafakta tanyerleri
kocaman mavi, al, turuncu, ak katm;erli bir ışık
çiçeği olaraktan açarken dört bir yönden gelen
bir türküyle uyanıp alana giderek orada toplanmış
bilumum kırmızı saıkallarla konuştuğudur.

Topal karınca nın üssüne akınakın kırmızı sakal ol­


muş karıncalar geliyorlardı. Yılmış, umutsuz, bitmiş tü­
ke nm i ş üs birkaç ay içinde doldu taştı. dağlar, koyaklar,
" .

. aç ık l ıklar gene tüm karıncaya kesti.


Karıncalar, boyunları sünmüş, devineksiz, ıhk dağ
·

güneşine uzanmııı konuşmuyor, düşünüyorlardı. Aşağı­


dan, karınca ülkelerinden, kendileri gibi kırmızı sakal
olup gelenler, kötü, kara, gittikçe de azgınlaşan haber­
lerle geliyorlardı. üste artık karıncalar üstüsteydiler.
Karınca ülkelerinde durum gittikçe
ağırlaşıyordu.
Her fil �endine bir saray yaptırmıştı.
Her fil o saraya
sultanın tahtına henzer bir taht yontturmuştu. Bir de
gene sultanın has bahçesinin tıpkısı has bahçeler donat­
mışlardı, dünyanın tekmil ağaçlarından çiçeklerinden . . .
Kanncalar verdikçe onlar istiyorlardı. Akıll.arına. ne ge­
lirse, canlan neyi ister, neyi istemezse karıncalara bu­
yuruyorlardı. Sultan kendisine yedi saray, renk renk on
altı taht daha yaptırmıştı. Tüm dağların doruklan, ulu
denizin kıyıları sultanın saraylan, köşkleri, bahçeleriy-

203
le dolmuştu. Hüdhüd kuşlarının her birisine öyle yuva­
lar yapmışlardı. ki kannca lar, kuşlar kuş oldu olalı böy­
_
le yuvalar görmemişlerdi. Yuvalar en ulu çınarıann üs­
tüncieydi. Kanncalar onların yiyeceklerini çınar ağaç­
lannın tepelerine, yuvalarına kadar taşıyorlardı. Sulta­
na yaşam suyunu da bir bulup getirseler, kırk gün kırk
gece b!r toy düğünden sonra sultan yaşam suyunu içe­
cek, ölmezliğe kavuşacaktı. Ondan sonra öteki filler
de, hüdhüdler de isteyeceklerdi yaşam suyundan ve ka­
rıncalar sersefil, aç çıplak yollara düşeceklerdi gene.
Dağların, tepelerin altına hep ambarlar oyulmuş, am­
barların içi de envai çeşit yiyeceklerle zınkazınk doldu­
rulmuştu. Karıncalar daha da ambarlar oyuyorlar, on­
lan dünyanın bulunmaz yiyecekleriyle dolduruyorlardı.
Karıncalar yıl on iki ay hep çalışıyorlar, dur durak
bi1miyorlardı. Nerde eskisi gibi ormana kaçıp da fil­
lere öykünmek, nerdeee filler sultanından bal özü, çi­
çek özü, buğday özü istemek, öyle eskisi gibi nerdeee,
sultanın yüzünü görmek? Ulukepezin bile yüzünü an­
cak yılda bir kez görebiliyorlardı. Yeryüzünün, yer altı­
nın tekmil hazinelerini de taşımışlardı fillere, hüdhüd­
lere . . . Buna karşın bile onların yüzüne hiç bir fil, hüd­
hüd bakmıyordu. Yenilgiden, kırımdan önceki günler
kanncalar için bir cennet düşü olarak kalmıştı.
Filler, hüdhüdler, onlar verdikçe ötekiler daha daha,
daha istiyorlardı. Hiç bir kanncaya artık uyku dünek
yoktu. Bu ölürcene çalışmanın karşılığında da filler on­
lara ancak ölmeyecek kadar yiyecek veriyorlardı. Ambar­
lar doluyor taşıyor, çürüyor. Filler kanncalara her gÜn
·
verdiklerinden bir damla fazla yiyecek vermiyorlardı.
Her ne hikmetse, bu yan aç yan tok, çalışmaktan fırsat
bulup da başlannı kaşıyamayan kanncalar üredikçe
ürüyorlardı. Ana kanncalar durmadan durmadan mil- .
yarlarca yumurtluyorlardı. Bu da fillerin işlne çok yan-

204
yordu. Ve filler hantaliaştıkça hantallaşıyor, Şlştikçe şi­
şiyorlardı. Hüdhüdler o kadar semirmişlerdi ki neredey­
se uçamaz olmuşlardı. Eğer fillerin korkusu olmasa, ka­
ra kartallar, hüdhüdleri ne güzel yem edecekler, her gün
binlercesini, yağlı yağlı, gövdeye indireceklerdi. Hüdhüd­
leri böyle yağ tulumu, böyle devineksiz gördükçe kartal­
lann boyunlan uzuyor, ağızlarının suyu akıyordu.
Sultan, saraylan, tarlalan, hazineleri, ambarlan,
bahçeleri dolaşıyor: <<Gelecek yıl bunun on misli ola­
cak gelirimiz,ıı diyordu. Ve gelen yıl gelir yirmi misline
çıkıyor, sultan gene somurtup, <<gelecek yıl yüz misli,>>
diyordu. Kanncalar öfkeden çok şaşkınlık içindeydiler.
Bu kadar yiyecek, mal mülk, hazineler suıtana da, süla­
lesine de, sülalesi yüz misli artsa da kıyamete kadar ye­
terdi de artardı bile . . . Bir kıyamete, beş kıyamete kadar
daha ömrü olsa dünyamızın bu yiyecekler fillere gene
yeterdi. Eeee, peki derdi neydi acaba fillerin, hüdhüd­
lerin, niçin böylesine, bu kadar biriktiriyorlardı. Kann­
calann yaşlılan, akıldaneleri düşünüyorlardı ki, bu fil­
ler, hüdhüdler biriktirme d eliliğine tutulmuşlardı. Bir
oburluk, bir görmemişlik . � . Böylesi doymaz yaratıklan
şimdiye kadar öteki yaratıklar hiç görmemişlerdi. Tek­
mil yeryüzü kurduyla kuşuyla, börtü böceği, yılanı çı­
yanı, tekmil yaratıklanyla lalü ebkem kalmışlar, bu ye­
ni yaratıklar karşısında Şaşıyorlardı. Bu hüdhüdler, fil­
ler, bu oburlar, bu biriktirme hastalan delirmişlerdi. Ya­
ratıklar bunlar karşısında ne yapacaklannı da bilemi­
yorlardı.
Hem bu biriktirme ne pahasına oluyordu ! Milyar�
larca karıncanın öliimü, hastah�ı. sakathğı, yoksulluğU,
açlığı pahasına. Filler bu kanncalam hiç acımıyorlar,
üstelik de onları hiç sevmiyorlar, en küçük bir fırsa-tta
aşağılıyorlardı. İ lk zamanlarda sultan, kannca l aı· bizim
soyumuzdan gelir, demişti de onlar da inanmışlardı.. On-

205
ların bir çiğneyişte yuttuklan her lokrna için milyonlar­
ca kannca canını veriyordu. Onların ambarlarda çürüt­
tükleri, kanncalara bir damlasını vermeyip denizlere
döktükleri fazla ürünler için milyarlarca kannca kan
emeklerini, canlarını veriyorlardı.
Kırmızı sakallı topal kannca da aşağıdan, filista.n­
dan, kannca ü lkelerinden gelen haberleri dinliyor, öfke­
sinden kuduruyordu ama, elden ne gelir . . .
ı1Delirmişler bunlar, delirmişler,ıı diyordu d a başka
bir şey demiyordu. 11Dünyanın bu delirmiş çağı da, bu
alçalmış, bu obur, bu bencil çağı da geçecek ama, ne za­
man geçecek?ıı Üzüntüsünden kahroluyordu. Fil filken
bile, bir canlıya, bir yaratığa bu kadar delirmeyi, ben­
cilliği, zulmü, alçalmayı yakıştıramıyordu. Kanncalar
kurtulduğu zaman filler d,e, fil soylan da karıncatarla
birlikte mutlu olacaklardı. Neydi bu kadar çaba, bu ka­
dar bencillik, a.lçalma, zulüm, işkence? Delirmişlerdi bu
filler, ama delirmenin de bir sının olmalıydı. Karınca­
lara bu zulmü yapan filler, hüdhüdler, korkudan da de­
H oluyorlardı. Kanncalan kannca kadar bile görmü­
yorlardı ya, gene de korkudan gözlerine uyku girmiyor­
du. Dünyanın büyük lanetine, korku lanetine uğramış­
lardı. Ambarları yüz yıllık yiyeceklerle, hazineleri bin,
on bin yıl yetecek kadar altınla dolu olmasına karşın,
yarın aç kalacaklarmış gibi korkuyorlardı . Esen yelden,
akan sudan, şınldayıp gelen ışıktan, gökyüzünden, top­
raktan, dünyayı doldurmuş çiçeklerin kokusundan, ka­
natları ince kelebeklerden korkuyorlar, korkuyor birik­
tiriyorlar, biriktiriyor korkuyorlardı.
Kanncaların ülkelerde ve üste ta burasına gelmiş­
ti. Ülkelerden kırmızı sakal olup gelen kanncalar yer­
lerinde duramıyorlar, bıyıklarını biribirierine sürterek :
Ne yapmalı, ne yapmalı, hep, ne yapmalı, diyorlardı. Ne
yapmalı , ne yapmalı?

206
Kırmızı sakallı topa! kannca da hep soruyordu,
hem kendi kendine, hem de önüne gelen her kırmızı
sakallıya, ne yapmalı, ne yapmalı, bıçak kemiğe dayan­
dı, ne yapmalı?
Büyük olaydan, yani yenilgiden, kırgııidan sonra
kırmızı sakallı olsun· olmasın bütün karıncaların, topal
demirciye ve onun arkadaşl ln olan, onunla üste kalıp
)
filler savaşına katılmayan eli nasırlı kırmızı sakallara
güvenleri artmıştı. Onların sözlerinden dışarıya çikmı­
yorlardı.
Topal karınca da gec e gündüz ' okuyor, karınca ül­
kelerinden gelen karıncaları, kırmızı sakalları, özellik­
le nasırlı kanncalan dinliyor, onlara danışıyor, düşünü­
yordu. Daha doğrusu tekmil kanncalar artık bu işten
kurtulmanın yolunu bulmayı düşünüyorlar, anyorlar­
dı.
Topal demirci, ta baştan bu yana suyun buğuya dö­
· nüşmesi diyordu da, ötekiler bu suyun buğuya dönüş­
mesinden hiç bir şey anlamıyor, onunla alay ediyorlar­
dı. Su nerdeee, karınca nerdeee, diyorlardı. Ne derlerse
desinler, ne kadar anlayışsız ol�rlarsa olsunlar, topa!
karınca suyun buğuya dönüşmesi düşüncesinden caymı-
·

yordu.
Bir gün bütün kanncalar alana toplanıp topal de­
mirciyi oraya istediler. Alan, kanncaların binde birisini
bile alınıyordu artık. O binde bir karınca bile alanda
üstüste kaynaşıyordu.
�opal .karınca geldi, bu kez çitlembik ağacının da­
lının üstüne çıktı, çünkü daha büyük kalabalığa ses-­
lenecekti, o yüzden üstüne çıktığı ağaç daha yüksek ol­
malıydı. O ağaca çıkar çıkmaz kalabalık hep bir ağızdan
bağırdı :
((Anladık, anladık, anladık.»
((Neyi anladınız?» diye sordu onlara topa! demireL

207
((Su buğuya dönüşmeden . . » .

<<İşte siz bunu anladınızsa, biz de tez günde filleri


yenmenin yolunu bulacağız. Suyun buğuya dönüşeceği­
ni anlamak, su buğuya dönüştü demektir. Su buğuya
dönüşmeden hiç bir şey olmaz.>>
·

<<Anladık, oLamaz,» diye yürekten ona seslendiler


kanncalar.
((Su buğuya dönüşünce de, filleri yenmenin yolu ko­
lay bulunacaktır.>>
((Bulunacaktır,>> diye güvenli bağırdı kanncalar.
Dağlar, ovalar, koyaklar, suLar, ormanlar, gökler yankı­
landı. <<Bulunacaktır, bulunacaktır, bulunacaktır ! »
Kırmızı sakallı topa! karınca, yüreğindeki umut ışı- ·
ğı gürleşerek, bir sevinç çağlayını içinde indi ağaçtan
köresine yollandı. Hemen kitaplarına kavuşmalıydı. En
kocaman, sakallı kitabı raftan indirdi, okuyucakken baş­
buğ karşısına dikildi:
((Nedir bu su, nedir bu buğu?ıı diye sordu. Topa!
demirel onu unutmuş gitmişti. Uzun . uzun başbuğun
yüzüne baktı baktı, bir şeyler araştırdı, hiç bir söz söy­
lemeden kitabına daldı hızlı hızlı okumağa başladı.
Birdenbire bir türkü başladı yüreğinde . . . Başını kal­
dırdı kitabından, kulak verdi dört köşeyi dinledi. Türkü
yüreğinden geliyordu. Yüreğini dinledi uzun bir süre,
sonra türkü büyüdü, dört bir yandan gelrneğe başladı.
Türkü kitaptan da geliyordu. Uyuyan kannca1ardan, kö­
renin �ğzından, duvarlanndan da geliyordu. Başbuğ çok­
tan uyumuştu, onu dinledi _topal demirel, türkü ondan
hiç gelmiyordu. Dışarıya çıktı, türküyü dinledi, türkü
yıldızlardan, ıaydan, geceden, kayalıklardan, otıardan,
akan sulardan, esen yelden, göğün mavisinden, topra­
ğın içinden geliyordu. Alana baktı, kanncalar alanı iyi­
ce tıkabasa, an oğul verir gibi, biribirierine sıvıanarak
doldurmuşlar, hiç kıpırdamadan, soluk almadan, taş ke-

208
silmişler, öyle duruyorlardı. TopaJ demirci onlara doğru
yürüdü, yanianna vardı, onlar hiç kıpırdamıyorlardı,
cansu; gibi.
«Ne var?» dedi topaJ kannca. ııNe oluyor burada
bu gece vakti?))
Kanncalar ona hiç bir karşılık vermediler, ne kı­
pırdadılar, ne de onu duyduklannı belli ettiler.
- Topa! kannca sordu soruşturdu, baktı ki hiç kim­
seye bir tek sözcük bile duyuramıyor, öylesine dal�
gitmişler. Sonunda kalabalığın içinde aradı araştırdı,
kendi eski yoldaşlanndan birisini buldu, eli nasırlı kır­
mızı sakallılardan birisini . . . Onun koluna girdi :
«Ne oluyor burada arkadaş, söyle bana? Ben kann­
calan bütün ömrüm boyunca böyle görmedim, söyle ar­
kadaş, ne oluyor burada _ böyle? »
öteki :
((Suuuus8s,ıı dedi usulcana, duyulur duyul maz.
«Suuuus, türkü dinllyoruz.ıı
ııKim söylüyor bu türküyü? ıı diye Jordu topa! ka­
nnca.
Şaşkınlıkla, güvensizlikle baktı ona arkadaşı :
ııNasıl, sen duymuyor musun bu türküyü, ey demir­
ci yoldaşım? Nasıl, demek duymuyorsun, sen ki bizim
başımız olasın, sen ki eli nasırlılann yür�i, kafası, dü­
şüncesi olasın? Bu türkü yüreğimizden, düşüncemizden
geliyor. Bu türkü . . . >>
ııNe türküsüymüş? ıı diye gülümseyerek, gülümse­
rnesi ayışığında umut kadar güzell eşereK sordu topal .

kannca.
ııYüreğine sor,ıı dedi arka Jaşı ona. ııDin!e yüreğin",
dinle ayışığını, dinle şu kar; ncal.:ır kalabalığını, dünya
türkümwle çiçekleniyor, dir.le dünyayı, dinle akan &ıı­
lr.n, dünyadaki cümle yaratığı . . . Şimdi evrenin bütün
yaratıklan ayaktalar . . . >>

FS/14 209
İki arkadaş sevinçle kucaklaştılar. Türkü çoğalarak
gü.zelleşiyordu.
Ala şafak açıldı, ala şafak cümlemizin üstüne açıl­
sın, tan yerlerindeki ışıklar ulu, kırmızı bir çiçek gibi
açtılar, göğün ta ortasına kadar.
Topal kannca çitlembik ağacına çıktı. Şırıl şınl bir
ışık içinde yunup annıyordu. ElirJ yüreğinin üstüne ko­
yup konuşmağa başladı :
<<Arkadaşlar,'ıı dedi, <<kardeşler, yoldaşlar, kannca
uluslan çok acı çektiler. Dünya dünya oldu olalı hiç bir
yaratık soyu bizim çektiğimiz acıyı çekmedi, gördüğü­
müz zulmü görmedi.n
Türkü çoğalarak yeryüzünün her bir parçasından
geliyordu. Yurek olarak açıyordu bu türkü, sevgi, s�cak­
lık, dostluk, güzellik, kardeşlik, eşitlik, barış olaraktan
dünyanın en görkemli çiçeği gibi açıyordu bu türkü. Öz­
gürlük, tan yerindeki ulu ışık çiçeği olmuş açıyordu. öz­
gürlük açıyordu dünyanın üstünde telının göğü sara­
rak bu türkü, aydınlatarak.
�<Arkadaşlar, kannca ü lkelerinin, kentıerinin . . . n .
Korkunç, üstüste yığılmış kalabalık bir ses olup ba-
ğı rdı :
«Biliyoruz, biliyoruz.>>
«Ülkelerin, kentlerin altını . . »
.

<<Altını· oyacağız, oyacağız ! » diye bağırdı kalabalık.


«Öyleyse arkadaşlar size bir önerim var.»
•Önerin başımız üstüne, ustamız.»
«Şu aşağıda bir başbuğ kannca var, onu buraya çı­
kann yanıma, onunla burada görülecek bir hesahım
var.»
Dört delikanlı kannca başbuğu alıp o anda çitlem­
biğın başına, topa! demircinin. yanına çıkardılar.
«Şimdi gözünüzü kırpmadan bana, ve hem de baş­
buğa bakın.»

210
Sağ elini uzattı, demircinin eli güçlü, kocamandı, .
başbuğun ışıl ışıl kırmızı sakalım tuttu hızla çekti, sa­
kal upuzun elinde kaldı. Sakalın yerinde sapsan bir san
sakal sallanıyordu.
(!Gördünüz mü? ıı dedi topal demireL ((Filler sanca­
lannı ta benim yanıma kadar sokmuşlar, gördünüz mü?ıı
ııGördük,ıı diye bir ağız olup bağırdılar kırmızı sa­
kallar.
«Şimdi hepiniz dönün biribirinize, sakallannızı tu­
tun. Herkes herkesin sakalım çeksin.ı)
Herkes biribirinin sakalım çekti. Çok kişinin kır-
mızı sakalının altından san sakal çıktı.
«San sakailanndan tutun onlann.ıı
<<Tuttuk,ıı diye bağınştılar kanncalar.
«Kopann o sarıcalann kellelerini getirip şu ağacın
altına yığın. ))
Kendi de hemen o anda yanındaki başbuğun san
sakalından tutup başını gövdesinden ayırdı, ağacın al­
tına attı. Ve ağacın altında sancalann kellelerinden bir
tepe yığıldı.
uŞimdi söyleyin bakalım, bu kannca ülkelerinin,
kentlerinin altını nasıl oyacağız, hangi güçle, �izim gü­
cümüz şu yeryüzünün altını oymağa yetecek mi? ıı
· «Yetecek ! ıı diye hep bir ağız oiup bağırdı kannca-
lar. <<Yeryüzünün bütün kanncalan birleşince . . ıı.

Topal demirci bir ışık gibi şakıdı:


«Yeryüzünün bütün kanncalan birleşince . . . ıı dedi
Karıncalar, yeryüzü, toprak, su, gökyüzü, yaratık-
lar türkü olup bu sözcükleri durmadan durmadan yine-
·

lediler.
Kırmızı sakallı topal demirci:
«ltaydiyin öyleyse düşün yollara, dağılın ülkelere
kentlere, yeryüzü türkünüzle çınlasın. Duymayan ku-

211
iak, görmeyen göz, sevmeyen yürek, inanmayan kafa
kalmasın. Yeryüzünün bütün kanncalan birleşiniz.ıı
Dünya çınladı:
!(Yeryüzünün bütün kanncalan birleşiniz. ıı
Ve kanncalar yoll�ra düştüler, ovalan, denizleri, ·

ormanlan, derin sulan aştılar, bu en güzel, eri akıllı


türküyü yeryüzünün en kuytu köşesine kadar u laştırdı­
lar. Duymayan yaratık, inanmayan kannca kalmadı . . .
Filler sultanı, ulukepez, öteki filler de duydular.
Sultan:
ııHaaah haaaah,n <liye güldü. «Tuzlayım da kokma­
yın siz kanncalar! Yeryüzünün bütün kanncalan bir­
leşip de dünyanın aıtını oyacaklarmiş, hele oysunlar da
bir görelim.»
Karıncalann bu aptallığına ulukepez de çok kız­
mıştı :
«Hele bir oysunlar, oysunlar da bir daha onları baş­
kaldıramaz hale getirelim. »
«Kannca kanatlanmayınca zcvalini bulmaz,ıı dedi
filler sultanı.
ı(Bunlar kanatlandılar,» diye onu yanıtladı ulu­
kcpez.
(<Suuus, onlann dünyanın altını oyacaklarını bildi­
ğimiz! hiç kimse bilmesin. Bu son umutlannı da ellerin­
den alalım, ondan sonra iş tamam. O topalı da yakala­
nz, yerin altı oyuld.uktan sonra. Susss, ulukepez karde­
şim; suuuuusss ! ıı
ııSUsalım,ıı dedi u lukepez, şişkoluktan ağırlaşmış
kanatlarını keyifle çırparak karınca ülkelerinin üstüne
U<:t.u. Aşağıdan bir tuhaf, onun bile yüreğini yumşatan,
sıcak, dost, baştan çıkancı. onu da bir güzelliğe çağıran
})ir türkü geliyordu: Ulukepez az daha kalsa bu türküye
kapılıp gidecek, bir daha sultanın yanına dönenieyecekti.
Çarçabuk oralardan uzaklaşıp filistana geldi ya,

21 2
suıtana bu türkünün hiç sözünü açamadı. Türkü bir hoş
etmiş, başkalaştırmıştı onu. Belki bir gün sultan da
duyardı bu türküyü, ona göre bir şeyler düşünürlerdi.
Fıkara ulukepez suıtanın bu türküyü hiç bir zaman du­
yamayacağını ne bilsin !

«ilah haaah ! ıı
Filler sultanı gülüyor, karıncalara vuracağı son dar­
benin gününü bekliyordu. Onun bu uzun gülüşlerini to­
pal karınca da her zamanki gibi duyuyor, o da ülkelerin
altının oyulacağı günü dört gözle bekliyordu. Biliyordu,
biliyordu yeryüzünün altını oyamayacaklardı ya, hele
bir başıasınlar . . .

Karıncalar az gittiler uz gittiler, altı ay bir güz git­


tiler yeryüzünün bütün kannca ülkelerine, kentlerine
ulaştılar. ((Yeryüzünün büt� kanncaları birleşiniz,» ke­
Ja mıru tüm kanncalara söylediler. Ve bu kelam bir tür­
kü gibi dağıldı güneyden kuzeye, gün doğusundan gün
batısına kadar bütün dünyaya . . . Ve kanncalur birleşip
toprağın altını oymağa başladılar. Sırasıyla ülkelerin,
kentlerin altı oyuluyord�. Yüreklerinden gelen, dağır:ı ta­
şın, toprağın suyun, kurdun kuşun, börtü böceğin, in­
sanın söylediği o ulu türkü onlara destek oluyordu.

Ulukepez, öteki hüdhüdler her gün, gün doğ-arken


kannca ülkelerine, kentlerine dolaşmağa çıkıyorlar, ül­
kelerin, kentlerin üstünde uçuyorlar, sultana oralarda
olanı biteni bildiriyorlardı.
Kentlerde dinginlik vardı ulukepezin görüşüne gö­
re, karıncalar birleşememişlerdi,. işe başlayamamışlardı
bile. Sultan buna üzülüyordu.
Karıncalarsa belli etmemek için gündüz sultana, ge­
ce kendilerine çalışıyorlar, yerin altından çıkan toprakla-

213
n da yitiriyorlardı. Nereye koyuyorlardı onca toprağı,
işte burası bir gizdi.
Az bir sürede ülkelerin, kentlerin, dünyanın altını
oydu karıncalar. Ve böylec e kanncalann gücünün bü­
. tün güçlerden, türkülerinin de bütün yasalardan daha
güçlü olduğu taruklandı.
Kanncalar bütün ülkelerin, kentlerinin altının
oyulduğunu kırmızı sakallı topal kanncaya, yüce bir
dağın tepesine ulu bir ateş yakarak haber verdiler. De­
mirel ustası kannca daha yerin aıtında çalışıyordu, bir
iki çenelik toprağı daha kalmıştı aşağıda, onu da yuka­
rı taşıyınca işi bitmiş olacaktı. Birden yüreğini, yöresini
inanılınayacak kadar güzel bir sevinç türküsü sardı. He­
men dışanya çıktı ki ne görsün, dağın tepesindeki yalırİı
büyüdükçe büyüyor, güneş gibi dünyayı ışı� boğuyordu .
Kırmızı sakallı topal demirel yöresindeki kannca­
lara:
«Şu sancaların kellelerini bana getirin,ıı dedi. ıı iDi.­
ni orada, dağda kesmiş saklamıştık ya . . . ))
Sancalann kelleleri h,azırdı zaten, i lerde bir çukur­
d.a duruyordu.
Tam bu sırada gökten yere apak, ışık gibi parlak
bir güvercin süzüldü. Topal karınca ona koştu, kucak·
laştılar.
ııSeni bekliyordum, hoş geldin kardeşim,ıı dedi to­
pal demireL «Dünyanın altının oyulduğunu ne bildin de
geldin?••
Güvercin :
«Dağın tepesinde patlayan ışığı gördüm, türküyü
de duydum, açtım kanatlanını geldim. »
Topal demirci onun kanadının üstüne bindi:
. ı.Şu kelleleri bana verin,ıı dedi. ıı Şu sancalann kel­
lelerini . . . n
Kelleleri ona verdiler ve güvercin uçtu.

214
Ulukepez demirciyle ak güvercini sultarun sarayı­
nı� bahçesinde karşıladı, kırmızı sakallı demirciyi de g�
ıiir görmez tanıdı. Bunda bir iş vardı ki, neydi, üstelik
de demirci güvercinin sırtında geliyordu.
�ıSultanı göreceğim,» dedi topaJ demireL Kırmızı
önlüğünü bayrak yapıp güverciniri kanadına dikmişti.
Ve kırmızı önlük dünyanın en görkemli, sıcak. güzel bir
umut 'bayrağı gibi dalgalaruyordu.
Sultanın yanından hemencecik dönen ulukepez:
«Buyurun saraya,» dedi. «Sultan sizi kabul edecek. ıı
Topal kannea:
((Biz içeri giremeyiz, o çıksın dışan.ıı
Topa! kannca içerde başına bir iş açılacağından kor­
kuyordu.
Ulukepez saraya girip olanı biteni sultana haber ver­
di. Sultan ağır ağır gülerek, sevinerek dışanya çıktı.
HKanncalann kararını bildiriyorum sana, ey sul­
tan! " diye gürledi topal demireL ·
•Söyle,ı) dedi gülerek sultan güvercinin kanadın­
·
daki topal demirciye. �<Sen kimsin?ı)
«Ben topal demirciyim,» dedi topal l:arınca. ı�Biz
bundan böyle bağımsızlığınuzı ilan ettik. Bütün kannca
ülkeleri karar verdik ki, artık hiç bir kannca, sana, fll­
lere, hüdhüdlere çalışmayacak. Karınca ülkeleri karın­
calanndır . ve bizler özgürüz, bağımsızız.ıı
•Bunu iyice düşündünüz mü?» diye sordu filler· sul­
tanı. Hem soruyor, hem de kahkahalarla uz\ın uzun
gülüyordu.
HDtişündük,)) dedi topal demireL uKarıncalar sana
bir de armağan yolladılar.))
«Armağanları da neymiş ki, bir bakalım. » Bu sözle­
ri söylerken de çok gülüyordu sultan, yelken kulaklan
uçaralt.
«Al sultan al ! )) dedi topaJ demirel. önce başbuğun

215
kellesini fırlattı onun suratına. Onun da arkasından, ((al,
al, al,ıı diye öteki bütün sanca kellelerini !ırlattL «Tam­
dm mı, tanıdın mı bu kelleleri, al al al ! »
Ulukepez bu kellelerin kimlerin kellesi olduğunu
sultana söyleyince sultan kudurdu, ağzı köpükler sa­
çarak :
<CFillerim, ·hüdhüdlerim, askerlerim, marş kannca
ülkelerine, taş üstün�e taş, gövde üstünde baş bırakma­
yacaksımz, yürüyün ! , Sesi o kadar ötkeliydi ki, da�lann
bile sırtı ü rperdi. ıcŞu topalı da hemen yakalayıp kelle­
sini kesin. »
Bunu duyar duymaz ak güvercin bir o k gibi fırladı
uçtu gitti. O semirmiş, kanatıanın oynatamayan hüd­
hüdler nasıl ulaşacaklardı bu ak şiı:n.ıeğe?
((Yürüyün, yürüyün, yürüyün! ıı
Asker filler de kanncalann bu kafa tutınalanna
çok içerlemişlerdi. Durup dururken rahatlan bozulmuş­
tu. Sonsuz bir öfkeyle saldırdılar kannca ülkelerine, va­
�an fil cu u up düşüyordu yerin altına . . . Varan fil düşü­
yordu . Böylece kannca ülkelerine saldıran bütün filler
az bir sürede kanncalarm oyduğu yerin alt.lnı boyladılar.
Ulukepez bu korkunç yenilityi, fillerin toptan yok­
olduğu korkunç gerçeğini sultana ulaştınnca, s�ltan bu�

immılmaz haberin acısından, öfkesinden havaya bt ..· in-


:;a.n boyu fırladı, yere düştü. Bir de baktılar ki ortalık
. lepreme +.utulmuşluktan da beter sallamyor, · bu hal
ne I: ı.ldir derlfen, blr de baktılar ki bulunduklan yerin
tcpr?.�ı <.la çükl.; yor. Ilir anda toprak açıldı, sarayı da,
t. as h1)ı �(:.. 'İ · 1c:-, filler sultanını da yuttu gitti. Kannca­
ls.! ülk;�l fdn al�:nı oya:lark'm fill r.r sultanının sal'f'.yı­
·

mn .a: � ' nı oymuyı da unut ınanıı şlardı.

Kıa.;.:.dan hisse, yeryüzünün bütün karıncalan bir­


l0şincc . . .
VASAR
KEMAL
F i l l e r S u ltan i
Karı ncalarla fi l l e r h i kayesi , e l bette h a l k ı n yarattığı
b i r hi kaye d i r . Küç ü k b i r h i kaye. B e n bu h i kayeyi al­
dım işled i m . B e l k i bu h i kaye çağ lar önce An ad o l u d a
uyd u r u l m u ştu . B i r küçücü k h i kaye o l arak g ü n ü müze
kad ar g e l d i ve b e n i m eli me g e çti . . : Doğan ı n e n bü­
y ü k h ayva n ı o l an fi l i s ö m ü r ü c ü o l arak ald ı m . Benden
ö n ce h a l k , b u zava l l ı gari p h ayva n ı , o n a d üşman l ı ğ ı n ­
dan d e ğ i l , s ı rf iri g övd es i n d e n ötü r ü sömü rücüye s i m ­
g e -olarak a l m ı ş . S ö m ü rü l e n l e ri n çokl u ğ u n u , çal ı ş kan l ı ­
ğ ı n ı , yarati cı l ı ğ ı n ı göste r m e k i ç i n d e h a l k karıncayı a l ­
mış.
N eye üzü l üyorum b i l iyor m u s u n u z , bu kitabı
okuyanlar, öze l l i kl e d e çoc u k l a r , tilleri bel ki hiç sevme­
yece k l e r . B u bana çok d o k u n uyor. N e yapab i l i rd i m
k i ? Oysa fi ller b u g ü n kü s ö m ü rücü l e r kadar n e kor­
ku n çtu r, n e zal i md i r , n e özg ü r l ü k d ü ş m a n ı d ı r , ne de
i ş kenceci d i r l e r . Eğer i n san soyu n u n b u e n zal i m i n i n
s i m g e s i n i , benzeri n i , h ayva n l a r aras ı n d a arayacak o l ­
sayd ı m , b e l k i timsahl arı b u l u rd u m , boa y ı l a n l arını b u ­
l u rd u m . Yo k y o k , s a n m ıyo r u m ki y e ryüzü nde bu za­
l i m leri s i m g e l eyecek korku n ç l u kta b i r h ayvan türü b u -
l a b i le l i m . . . ----
ISBN 975 � 433-006-9

--l:QQz
. JLLUL
Yaş a r Kem a l

You might also like