Professional Documents
Culture Documents
Filler Sultanı Ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca-Yaşar Kemal-YAPI KREDİ YAYINLARI
Filler Sultanı Ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca-Yaşar Kemal-YAPI KREDİ YAYINLARI
Filler Sultanı Ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca-Yaşar Kemal-YAPI KREDİ YAYINLARI
KEMAL
Filler Sultani
�
tt ı11 ı:. toros yayınları
YAŞAR
KEMAL
*
Yedinci Baskı
Toros Yayınları, İstanbul 1994
TOROS YAYlNLARI
Nuruosmaniye Cad. Atasaray Han 37/406, 34440 Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 522 23 76 Fax: 512 97 92
Y�ŞAR
KEMAL
Filler Sultani
ile
K1rm1z1 Sakalll Topal Kannca
�
an� .
toros yayınlan
Fülerin lc4rınca ülkelerine yürüyüp
kentlerini yıkıp onları tutsak kıldtğıdır.
Ulukepez:
«Belki daha da fazla.»
ııNe diyorsunuz bu işe?ıı dedi sultan. uNe diyorsu
nuz?ıı
aNe diyelim, her şeyi en iyi sultanımız bilir,ıı de
diler.
aHaydiyin öyleyse kanncalar ülkesine. Çabuk
olun .. . ı.
Sultan en önde, tam onun beşının üstünde uçan
hüdhüdler başı ulukepez, onun ar�a da filler or
dusu yola koyuldular.
Ulukepez, sultana:
((Benim hüdhüdleri de çağırsam n8sıı olur?)) diye
sordu. •Belki bizim ordunun da bir yardımı dokunur.))
«Aman ne duruyorsun, hemen onları da çalır ulu
kepez kardq,» dedi sultan. uNe demek bir yardımı do-
7
kunur, hüdhüd ordusu olmadan, o tez kanatlı, turunc u
kepezli hüdhüdler olmadan ben bu dünyada ne yapabl·
lirim ki... Hemen ça�ır onlan, hepsini biltekmil is-
·
terim.ıı
cıOlur,» dedi, uçtu ulukepez. «Şimdi, az sonra, hep
sini blltekmil getiririm. Sen sağ olasın sultanım. Allah
yolunu açık etsin. Kanncalar üstüne olim seferimiz ut
kuyla bitsin.ıı
cıUtkuyla bitecek,» diye bağırdı sultan. Bütün filler
de onun bu sözlerini yinelediler.
Az sonra gök kanat sesleriyle doldu. Fillerin üstünü
hüdhüdlerden, alacalı kanatlardan, turuncu kepezler
den bir bulut örttü. Gök gözükmüyordu.
ceKannealar üstüne olan seterimiz utkuyla bitecek,n
diye bağırdı ulukepez. Bütün hüdhüdler, filler de onun
gibi, onun sesiyle bağırdılar.
Sevinç içinde yollarını sürdürüyorlardı. Fil ordusu
her toprağa bastıkça dünya sallanıyordu. Dosdoğru, üst
te hüd.hüdler, kanat kanada vermişler, alaca turuncu bir
bulutta yanarak, balkıyarak uçuyorlar, aşağıda filler sal
lanarak, karın kanna yürüyorlardı. Koca kulaklan ara
da bir de yelken gibi açılıyordu.
Ve filler sultanı, apak, ışıl ışı!, yurunuş annmış, tek
başına önde yürüyor, hüd.hüdler başı, eski -<Wstu uluke
pez de başının bir kanş üstünde uçuyor, konuşuyorlar
dı. Cin fikirli filler sultanı derin düşünüyordu. Bu ka..
hncalarda çok iş vardı. Dünyada bu kadar çok kannca
variken böyle yaşamak olur muydu, Allah bu karınca
lan bu kadar çok niçin yaratmıştı? Elbette kanncal�
bu kadar çok yaratılmaların.m bir sebebi olacaktı. Hüd
hüdler başı gün görmüş Ulu.kepezin anlattıklanna göre
dağ taş hep karıncaymış ve kanncalar öylesine çok ça
lışıyorlar, öylesine güzel kentler yapıyorlar, öylesine çok
yiyecekler biriktiriyorlarmış ki... Elbet bütün bunların
bir sebebi olacak. Filler sultanı yürürken kendi kendine
işte böyle düşünüyor, şu kanncaJan daha önce, gençli
ğinde tanıyamadı�na yanıyordu. Çok değerli bir za
man yitinnişti. Gençliği, fillerin tekıniİ yaşamlan ola
naksızlıklar içinde heder olmuş gitmişti. Oysaki filler
bu dünyada, bu koskocaman, görkemli filler böyle mi
olmalı, böyle kısıtlı mı yaşama.lıydılar? Ama ne yapsın
sultan, olan olmuş, geçen geçmişti. Bundan sonrasını
iyi kullanmak gerekti.
üç günlük bir yürüyüşten sonra ulukepez:
uRanncalar ülkesine geldik sultanım,ıı dedi.
ııNeresi?» diye sordu sultan.
mukepez:
ııŞu ovayı görüyor musun sultanım, bu baştan so
na, alabildiğine, gözün görebildiğinden de ta ötelere,
ulu bir deniz kadar uzanan geniş ova kanncalar ülkesi
dir. Bu ovanın ortasında bir dağ vardır, o dağın arka
sında da bundan daha geniŞ bir ülke... Bu ülke de öte
ki karıncalann ülkesidir. Onun arkasında da öteki ül
keler... ıı
Doğuya döndü alabildiğince uzanan ormanı, batı
ya döndü ağzınş. kadar çiçek açmış çayırlığı, kuz_eye,
güneye döndü, dağlan , gölleri, çiçekleri, ağaçlan gös
terdi. Filler durmuşlar bu bombO§, güzel, aydınlık ülke
yi seyre daimışiardı hayranlıkla.
Sultan bağırdı:
1cHazırol ı»
Filler hazırola geçtiler.
((Az yukarı bak!»
Filler hep birden hortumlannı yukarı kaldırdılar.
((İşte yukarda, üstüı üzde uçan ulukepezdir, o si-
zin kılavuzunuzdur. Önünüzde uçacak, size kannca kent
lerini göste,·ecektir. Siz kannca kentlerini t� üstünde
taş kalma.yasıya yıkacaksınız, ta ki kanncalar dize ge-
leler, dize geldikten sonra da huzuruma çıkıp bana yal
varalar. Askerlerim, fillerim, size bir daha yineliyorum,
elaman dedirtinceye kadar kanncalarm gözlerinin ya
şına bakıhayacaksınız. Komutanlanm, size söylüyorum,
kanncalara en küçük bir acıma gösteren fili öldürecek
siniz. Fil askeri acımaz. Fil askeri son fil devletini ke>
rumak için acımayı yüreğinin yakınına getirmez. Fil
ler, kardeşlerim, bu sizin ilk büyük savaşınızdır. Eğer bu
savaşı kazanacak olursak, dünyaya hükümran olaca
ğız. Filler, kardeşlerim, bütün dünya yaratıklaı:ı ve ta
rih durmuş bize bakıyor. Bizim bu kutsal savaşımıza.
Kanncalan dize getiremezsek bugün, dünyanın tekmil
yaratıklan ve tarih bizi bağışlamayacaktır. Tarih bi
zim bugünkü zaferirnizi altın harflerle yazacaktır. Fil
ler bugünkü savaşta büyük utkuyu haketrniştir, çünkü
filler görkemlidir, çünkü filler soyludur, çünkü filler ça
lışkandır. Kırk yüzyıllık filler tarihi· durmuş orada, gök
te bize bakıyor. Yurdumuza saldıran, bize düşmanlık
gösteren kanncalam karşı bugünkü savaşta kesin ut-
. kuyu .kazanamazsak tarih, filler tarihi bizi bağışlama
yacaktır. Filler, kardeşlerim, askerlerim, eğer karınca
lara yenilirsek bugünkü savaşta, kanımıza susamış ka
nncalar bir tekimizi bile bırakmayacak, bizi toptan yi
yeceklerdir. Bu yeryüzünden fil soyu silinecektir. Onun
için filler, kardeşlerim, askerlerim, soyumuzun sürüp
gitmesi için bugünkü savaşı k azanmalıyız, kanncalar
ülkesinde taş üstünde taŞ, gövde üstünde baş bırakma
yacağız.ıı
Filler sultanı işte böylece arka ayaklan üstüne di
kilerek, ön ayaklannı açıp hortumunu uzatarak konuş
tu, karıncalara karşı fillerini yüreklendirip, onlara kar
şı her. filin ·içinde sonsuz öç ateşini yaktı.
Ve hüdhüdler başı kılavuzluğunda beş yüz fil, beş
yüz ölüm devi, beş yüz hışım, beş yüz keskin balta gibi
10
pariayarak karıticalar kentine indiler. Mübal�a cenk
olundu. Kırmızı, kara, sanca, atlı kanncalar fillerin
ayaklan altında ülkeleriyle, kentleriyle birlikte yerle
yeksan oldular.
Mübala�a cenk olundu, sözünun kapsamını da
aşan bir savaş, fillik tarihine geçti. Ve fil savaş tarihi
nin en büyük destanı yazıldı.
Bir anda feryadü figanlar ayyuka çıktı. Bir anda
kanncalar ülkesinin üstünü bir ölüm, bit· yıkım duma
nı örttüi · Gün ortasında tozdan dumandan göz gözil
görmez oldu. Gün kavuşurken akşama, ülkelerdeki ka
nncalann sayısı yan yanya inmişti. Kanncalarm ka:
çanı kurtulmuş, kaçamayanlan ezilmişti.
Filler sultanı uzakta durmuş savaş alanını seyrey
liyor, konurlu konurlu fillerin verdikleri savaşa bakı
yordu. Kann�a ülkelerinin üst�ndeld toz duman da git
tikçe y$nlaşıyordu.
Sultan hüdhüdler başını çağırttı:
ııNe oldu, şu gözüken yerler kannca ülkeleriyse,
bu gördüklerim doğruysa bütün ülkeler yerle bir oldu.
�
Bunlar daha ne en elaman demiyorlar, işte buna şaşı
yorum,» dedi, yüzünde bir ürküntü, bir korku belirdi.
((Aman sultanmi,» dedi ulukepez, «aman sultanım,
elaman ne demek, �I de ba.k, binlerce kannca savaş
başladı�dan bu yana, daha savaş başlamadan bile,
binlerce karınca onlan ba�lama n için kendilerini se
nin ayaklarının dibine attılar ... EÇ"il de ba.k.»
(<Göremiyorum,» dedi filler suitanı.·
ııOnlar çok küçücükler,» dedi ulukepez. «İğne ucu
kadarcıktır her birisi. Blr m onlan bu kadar uzaktan
hiç göremez.» _
13
11Seslerinl de duyuyorum,» dedi bir sevinç çığlı�
daha attı sultan. «Ne tuhaf sesleri var.» Yelken kulak
lannı bir iyice açtı. 41Bir vızıltıdan da daha ince, değil
mi? Ne diyorlar, olduğu gibi çevir dediklerini bana.
Benim dediklerimi de onlara.»
•Başüstüne,» dedi ulukepez. <<Olduğu gibi çeviririm
sultanım. Bak kanadıma.»
<<Baktım.•
41ŞU kanadınun ucundaki ayağa kalknıış kannca
kırmızı sakaldır. Tepeden tımağa kan içinde.»
«Görüyorum,» dedi filler sultanı.
«0 bir demircidir,» dedi ulukepez.
«Demek,» diye şaştı fil, «d�mek kanncaların de
mircisi de olurmuş!»
•Olur,» dedi ulukepez. «Dünyada ne kadar meslek
varsa, karıncalarda da hepsi var. En iyi mimarlar, mü
hendisler, şu tekmil yaratıklar içinde karıncalardan
çıkar. Derler ki, yaratıklar içinde ilk demirGiler de ka.
rıncalarmış. Bu kırmızı sakalın soyu var ya sultanıın,
dünya kurulduğundan bu yana demirciymiş. o dJı d&
mirciler sultanı olurmuş. Diyor ki, filler demirel dük
kanını onun başına yıkmışlar az önce, sağ a� duva
rın altmda kalmış da kopmuş.»
«Vah vah,>> dedi sultan, <<bir demirelnin aya�
koptuğuna üzüldüm. Ama ya kolu kopsayınış?»
ı<O zaman ölmek daha iyi olurdu,» diye ba�rdı kan
içindeki kırmızı sakal. <<Kolu kopmuş bir demirel ölü
sayılır.» .
«Ö�ü sayılır,» dedi sultan, kan içindeki kırnuzi sa
kala acıyarak.
«Ne acıyorsun bana?» diye bağırdı kırmızı sakal.
«Bir ulu demirelnin bu hale düşmesine üzülürüm,»
dedi sultan. <<Kannca da olsa, bir demirelnin bacağının
kopmasına acırım.»
((Biz sana ne yaptık da,>> diye can acısıyla dikle§ti
kırmızı sakallı kannca. cıBiz sana ne yaptık ey sultanlar
sultanı? Biz sana ne yaptık da bizi bu duruma soktun?
Bak karşıya, kannca ülkeleri ne halde gör, gör de o taş
yüreğin bana acıyacağına, bu yıkılmış yakılmış, dünya
nın en güzel ülkelerine acısın.» -
Ulukepez kem küm ediyor, kırmızı sakalın sözleri
ni çevirmekte zorluk çekiyordu ki, filler sultanı �rdı:
((Olduğu gibi çevireceksin bu topalın sözlerini bana.
Bir sözcük atıarsan seni kanatlanndan tutar· iki parça
ya ayırirım.»
Ve ulukepez, kırmızı sakalın sözlerini sllaana oldu
ğu gibi çevirdi.
Filler sultanı öfkeyle � a�ı yere vurdu, apak
teni kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi, uzun dişlerini çatır
çatır gıcırdattı:
«Ben mi, filler mi saldırdı size? Deli misin sen, de
mirci? Fil ulusu hiç bir ulusa, hiç bir zaman saldırmaz.
Fil ulusu barışçıdır, çalışkandır, yi�ttir. Niçin, ne de
meye saldırsın durup dururken karıncalar ülkesine? Şu
nu böylece bilesin ki demirciler başı, bizler, filler, yal
nız kendimizi savunuı:uz. Sen acıdan, ayetının kopma
sından dolayı fillere yüklüyorsun saldınyı. Şu karşıda
gördü�ümüz yıkım, toz duman bizim değil, sizlerin, ka
rıncalann saldınsıdır. Bunu bütün dünya böyle bili
yor. İlk saldın kanncalardan geldi, siz, siz, siz kannca
lar bizim evlerimizi, kentıerimizi başımıza yıktınız, iş
te bunun karşılı�ı da aldınız. Evet, ve de evet aldınız.
Banşçı filleri kızdırdınız. Filler de kızınca işte gördü
nüz olanı biteni. Siz kendinize, çoğunluğunuza çok gü
vendiniz de sa.ldırdınız filler ülkesine. Siz birleşmiş ya
ratıklar yasasını toptan çi�ediniz. Filler azlık, sizler
çokluksunuz. Ama bilmeliydiniz ki haklı azınlık, haksız
çoğunluktan daha güçlüdür.»
15
Filler sultanı durdu. soluk aldı, hortumunu sağa
sola kıvırdıktan sonra:
«Siz,ıı dedi, cıfiller
.
ülkesine saldırma.kla büyük bir
\
yanlış yaptınız. C ezaruzı da lıjte en ağır bir biçimde gör-
dünüz.ıı
Kırmızı sakalın, öteki kanncalann dilleri tutulmuş,
bir tek sözcük bile söyleyemiyorlardı. Arada sırada ağız
lanndan, ((biz mi, biz mi saldırdık fillere, biz mi?, sözle
ri dökülüyordu, o kadar.
Ağzı kurumuş kırmızı sakalın sonunda dili açıldı:
<<0 kocaman, tanrı kadar büyük fillere biz kannca
lar nasıl saldınnz, sultanımız?ıı
«Siz çoğunluğunuza. güvenerek saldırdınız fillere,
saldırdıruz.ıı
cıSaldırrn.adık. ıı
cıNe?ıı diye gürledi filler sultanı. «Bir de, bir de
sözlerime karşı çıkıyor! Ulukepez, at şunlan sırtından
ayağırnın altına ... ıı
uArnan sultanım,ıı diye yalvardı ulukepez, uarnan
_ sultanım yanlış anlaşıldı. Onlar başka bir şey söyle
diler.ıı
«Öyle mi?ıı diye bağırdı sultan. ccÖyle mi?ıı Sesin
den toprak, orman, gökler, dağlar zangır zangır titredi.
Başta topal karınca, sonra ötekiler:
«Yanlış anlaşıldı sözlerimiz,ıı dediler. «Biz saldır
dık fillere, onların evlerini kentlerini başianna biz yık
tık. Fillerin hepsini ezdik, öldürdük, ondan sonradır ki
filler de kızdılar, bizim ülkemize girdiler. Aaah, keşki
kızdırmasaydık onlan.ıı
((Hah, şimdi oldu!ıı diye bağırdı sultan.
«Biz ettik sen etme sultanımız. Bir daha hiç bir ka
rınca filler ülkesine ayak basmayacak,» diye söz verdi
ötekiler.
16
ccAyak basacak,>l diye bağırdı sultan, gökler çatır-
·
dadı.
ıcAyak basacak,ıı diye yineledi kanncalar.
«Kötü gözle bakmayacaklar filler ülkesine.»
Kanncalar yinelediler:
((Kötü gözle bakmayacağız.ıı
C<Bundan böyle kanncalar tarih boyunca yaptıklan
saldınlardan vazgeçecekler. Bir daha hiç bir zaman fii
ler ülkesine kötü gözle bakmayacaklar.ıı
C<HiÇ, hiç bakmayacaklar,ıı diye bağırdı kanncalar.
((Kıyamete kadar, o eski saldırgan huylanndan vaz
geçecekler kanncalar.» ·
cıVazgeçecekler,ıı diye onayladı kanncalar. ,
Bir süre derin bir sessizlik oldu. Ne kanncalar, ne
de filler sultanı konuştu. Kanncalar ülkesinden çığlık
lar, gürültüler, ağlamalar, inierneler geliyordu. ·Kann
calar ülkesinin göğünü yoğun, kı�ızı, yangın dumanı
gibi bir duman örtmüştü. Bir süre ülkenin durumuna
daldılar oradakiler.
C<Biz ettik sen etme sultanımız. Bak, böyle sürüp gi
derse savaş ülKemizde bir tek kannca kalmayacak. Ço
ğu ölecek, yaralanacak, kimi de dağlara, ormaniara sı
ğınıp size savaş açacak.n
aSavaş mı açacak?» diye şaşkınlıkla sordu filler sul
tanı. ceKannealar fillere karşı savaş mı açacaklar?n
C<Savaş açacaklar,ıı dedi kırmızı sakal.
((Demek kanncalar fillere karşı savaşa girecekler!
Nasıl olacak bu iş?>>.
C<Bir yolunu bulacaklar.ıı
cıNasıl?ıı
C<Ne bileyim ben, herhalde bir yolunu bulacaklar.ıı
C<Bir yolunu bulacaklar! n diye yineledi sultan. ·((öy-
le mi, bir yolunu bulacaklar, öyle mi?»
Gülrneğe başladı sultan. Kasıklannı tuta tuta, hor-
.
'
FS/02 17 .
tumundan salyalar akıta,akıta gülüyordu. Kannca.la.rın
ftllere karşı savaş açacaklan, ormanlara, dağlara sığı
nıp bu savaşı sürdürecekleri düşüncesi çok gülünç gel
mişti ona. Durmadan durmadan gülüyordu.
Her şeye dayanılırdı da bu gülmeye dayanılmazdı
işte. Kırmızı saka! her şeyi göze alarak konuştu:
«Bu ülkelerin,· bu kentlerin, bu kırgının öcünü sen
den alacağız, ey zalim, ey ahmak, ey sersem sultan. Bu
yaptığın yanına kalmayacak, eeey tepeden tımağa ka
na batmış, sen eeey kocaman, kör gözlü zulüm dağı. Bu
yaJ:!tığın senin de, o kocamış ulukepezin de yanına kal
mayacak ... Çok yakında o küçücük, iğne ucu k�ar
k�çücük kanncaJardan belanı bulup yeryüzünün tek
mil yaratıklanna rezil olacaksı!'l, rezili rüsvay ... »
Böyle dedi, ulukepezin kanadından yere atladı kaç
tı. O gidince öteki karıncalar imana gelip yumu.şadılar,
bir iyice, ölürcesine sultana yalvardılar:
((Sen ne buyurursan yaparız, sultanimız,ıı dediler.
((Yeter ki bu kanlı savaş dursun.ıı
<:3eni kızdıran karınca var ya, o kırmızı sakallı to
pal demirci, o az Ç>nce kendisini buradan aŞag'ıya attı.»
((Öldü mü?» diye telaşlandı sultan. «Kanncalar bu
kadar yük:ek bir yerden atıayı!lca ölürler de�il ır.!? Öl
mediyse onun ölüsünü, ya da dirisini hemen isterim.»
Ulukepez yukardan. aşağıya korkuyla· sağıldı. Fil
ler sultanının ne �emek istedi� anla.mıştı, kırmı!:ı
sakalı aramağa başladılar, kanncalar öteki karıncalan,
ulukepez öteki kuşlan çağırdılar, aradılar taradılar kır
mızı sakallı tcpal demirelnin ne ölüsünü, ne de diri:iliıi
bulabildiler. Yaralı, kana batmış çıkmış kannc anın imi
timi bellisiz olmuştu. Ne yaptılar, ne ettilerse, ne kadar
çok araştırdılar, sorup soruşturdul arsa topa! demircinln
en küçük bir izine bile rastgelemediler. Elleri boş, suçlu,
ulukepezin sırtında gene sultanın huzuruna çıktılar:
18
«Kırmızı sakalı bulamadık, toz olmuş,ıı dediler. <<Bir
yaratık kendisini tılukepezin sırtından, bu kadar yük
'
sekten yere atar da ondan hiç hayır kalır mı, t oz olmaz
mı, sultaruınız,» dediler.
«Toz olmuş,)) dedi ulukepez de.
..onun, o kırmızı sakalın t ozunu bile kıynme�e ka
dar izleyeceksiniz,» diye buyurdu sultan. <<Onun tem
nun bile kalması, ·size söylüyorum, beni iyi dinleyin ka
rıncalar, kanncalar için ölüriı demektir. O a.lçağın, o
soysuzun, o köpeğin ... Onun tozunu her gün, her an iz-
liyeceksiniz ...» 'ı·:
20
calar. <<Ama çok çok küçüğüz. O kadar küçücüğüz ki,
bizi öteki hayvanlar yaratıktan bile saymazlar. Boyle
bir sarayı biz nasıl yapanz ki?iı
«Hem de bir yıl içinde yapacaksınız.»
<<Aman suıtanımız... ıı
,,Amanı zamanı yok, yapacaksınız.»
<<Görüyorsun işte, sultanımız, ne kadar zayıf, ne
kadar da küçücüğüz.»
Hep birden, hüdhüdün kanadında, filler suıtanına
durmadan yalvardılar, sızlandılar, acı gözyaşlan dök
tüler ama, sultanın taş yüreğini yumuşatamadıla.r.
��oırnaz,ıı diye bağırdı filler sultanı, ııolil)az! !şte
bu olamaz. Ayıptır, bana böyle yakınıp yalvarmayın.
Sizin kanncalığınıza yakışmaz. Ben öğrendim, siz çok
güçlü yaratıklarmışsınız.»
u Ama böyle bir sarayı, bir yılda . . . ıı
<<Yaparsınız,» diye güldü sultan. ��Yapacaksınız.
Sizi bana söylediler, her biriniz ağırlığınızın üç, ·beş,
on mislini taşıyabilirmişsinlz.»
ıcDoğrudur suıtanımız ya .. . ıı
2li
nı. «Yapacaksınız, hem bana şu dağın donı�a bir sır
ça saray -konduracaksınız, hem de sarayın ambarlannı.
kilerlerini balla, y�la, iksirle, türlü yiyeceklerle, ya
şam suyuyla dolduracaksınız. Hem de, hem de bir yıl
içinde. ttstelik de bana, sultanımza dünyanın en büyük
elmasını, incisini, yakutunu, zümrüdünü getireceksiniz.
Hazineler isterim sizden, hazineler ... Siz bütün dünyada
ki yer altlannı, oralardakl defineleri bilirsiniz. Sizin
işiniz, kentleriniz çoğunlukla yerin altındadır, ol sebep
ten bana evrenin bütün altınlarını, definelerini getire
ceksiniz.,
«Aman sultanıınız ...ıı
cc�anı zamanı yok,•> diye filler sultanı dinginle
di. ccHiç bir şey dinlemem. Siz şu yeryüzünde soyu en
kalabalık yaratıksınız. Toprak kadar çoksunuz. Şu an
lı şanlı hüdhüdler başı tanık olsun ki, eğer dediklerimi.
hemen yapmazsanız, hemen yapınağa başlaınazsanız,
hem de bir yıl içinde bu işleri bitimıezseniz, bu savaş
durmayacs.ktır. Mademki küçücük kanncalarsınız, ne
demeye saldırdınız koskocaman fillerin öz bir yurduna,
saldırdınız da yaktınız yıktınız yurdumuru? Dedikleri
mi bir yıl içinde biltekmil edip bana teslim etmezseniz,
Allah da tanığım olsun ki, yeryüzünde, yer altında bir
tek kannca kalmayacak, şu dünyadan kannca soyu kal
kacaktır. Fillerimin, askerlerimin kocaman ayaklan al
tında ezileceksiniz, ezileceksiniz.ıı
Hüdhüd kuşunun sırtındaki kanncalar ağlaşma-
·
ğa başladılar :
ccBiz bütün bu işleri bir yıl içinde nasıl beceririz?ıı
diye zarileşmeğe başladılar.
cıYaparsınız, yaparsınız,n diye pekiştirdi sultan.
«Ağlamayı bırakın da hemen işe koyulun.ıı
Kanncalar söylediler, ulukepez aynı ağlamaklı ses
le çevirdi onlann dediklerini.
22
<<Sultanırnız,» diyorlardı kanncalar, <<y\ice, haşmetll,
fehametli, kudretli, beşaretli, merhametli sultanımız,ı)
diyorlardı kanncalar, «hemen şu anda, bir dakika_bile
yitirmeden şu savaşı durdurmaz da, her bir filin bir ye
re basmasında milyonlarca kanncanın ölmesinin önü
ne geçmezsen, �raymı yapacak kannca değil, sinek bi
le, kannca sin� bile bulamayacaksınız. Sen filler sava
şını durdur da, biz gidip sorunu kanncalar kurultayın
da tartışıp bir sonuca varalım. Eğer yapamayız dersek,
her şey sizin elinizde, savaşa yeniden başlar bizim he
pimizi öldürürsünüz.ıı
«Olur,ı) dedi sultan, <<olur, savaşı hemen durduru
yorum. Benim bir işçim, yani bir kanncam dünyaya be
deldir. Amanın bir tek kanncam ölmesin! Bir kannca
nın ayağına taş de�mesi benim yüreğimi paralar. Bun
dan sonra bir tek kanncanın ölmesine göz yumamam.
Benim bir tek kanncama dokunanı ezerim. Kim, han
gi yaratık benim kanncalanma dokunursa, ocakl9.rını
söndürürüm.�
Filler sultanı sevinçten dolup taşıyordu. :Artık u
kanncalar varken şu yeryüzünün altı da üstü de , . _
23
Kanncalar hep bir ağızia cikildediler :
«Aman sultanımız,» diye inlediler, -«aman padişa
tumız, onlar bize yardım etmesinler, çekilsin gitsinler,
o bize yeter. Filler de yardım edeceğiz derken, bir ba
sışta yüz binimizi öldürmesinler . Aman sulta nımız, yar
dım edeceğiz diye bu filler bilmeden hepimizi öldürür
ler. Hüd�üdler de bizi hep yerler.>>
Sultan:
<<Öyleyse filler, hiç bir şeye kanşmadan kannca
ların ülkelerinden çekilip ormana gitsinler, orada kıç
larını ağaçlara sürüp kaşısınlar. Ormanın da ağaçlan
nı sökmesinler, o ormanı, aşağıdaki denizi, işçilertın
olan kanncalara verdim. Haydi çabuk hüdhüdler, yola
düşün.»
Hüdhüdler uçmuş, fii sultamndan uzaklaşmışlar
·ken yeri göğü sarsan bir sesle irkildiler :
((Geriye dönün.»
Hüdhüdler sırtlarındaki kanncalarla hemen geri-
ye uçtular ..
cıKurultay hemen toplanacak, bana sonucu bu ak
şama kadar uıaştıracaksınız. Burada kurultay sonucu
nu bekliyorum. Haydi çabuk.>>
Hüdhüdler sırtıarındaki kanncalarla kannca ülke
lerine geldiler, geldiler ki ne görsünler, tozdan d uman
dan ne kentler görünüyor, ne filler, ne de yakınlardaki
ulu orman. Tozdan gökyüzü bile gözükmüyor. Yalnız or
talığı sonsuz bir gürültü patırtıdır almış, gürültü patırtı
ta uzaklardan, denizin kıyısından, dünyanın öte�i ucun
dan bile duyuluyor.
Hüdhüdler fillere sultanın buyruğunu bağırınağa
başladılar. Bağırdılar çağırdılar, toz duman içindeki fil
lerin ta kulaklannın Içine girip seslerinin olanca gücüyle:
suıtanın buyruğunu onlara söylediler, kızgın tillere ge
ne de fı.tç bir şey duyuramadılar. Şimdi ne yapacaklardı,
24
az bir süre daha geçerse kannca ülkelerinde ne bir di
kili ağaç, ne bir ev, ne duvar, ne saray, ne de bir ambar
kalacaktı. Bir tek canlı yaratık da kalmayacaktı burada.
Hemen sultanın yanına yeniden uçtular, ona, ey
suıtanımı z, hal böyle böyle dediler. Sultandır telaşlandı,
sonsuz öfkelendi ve o öfkeyle, o iri gövdesiyle göğe sıçrayıp
bağırdı, bağırmasıyla dağlar,_ ovalar sallandı, dünya yan
kılandı sesiyle, bu sesi duyan kızgın, savaşın, yağmanın
deli divaneye çevirdiği filler oldukian yerde dondular kal
dılar.
Az bir süre sonra da dinginleşen sultan:
«Haydi gidin oraya, siz vanncaya kadar bir tek fil
yerinden kıpırdayamaz, vann dediklerimi onlara iletin,ı,
dedi.
Hüdhüd kuşları gene uçtular vardılar ül_ kelere. Gök
yüzüne çıkmış tozlar dumanlar yavaş yava§. i�yor, fil
ler tozlarm arkasından hayal ·meyal seçiliyorlardı. Kuş
lar yukardan ağır ağır fillere indiler, suıtanın buyruğu-
. nu söylediler. Filler kan ter içinde kalmışlar, 'ıoza çarnu
ra bulanmışlardı, hemen kannca ülket�rinden çekil-
t
diler.
Ülkeler inim inim inliyorlardı. Her fil ayağının al
tınC:Ia ölü, yaralı bir kannca yumağı ... O güzelim kent
ler yangın yerinden de beter. Oturulacak ne bir köre,
işlek ne bir yol kalnuş. Sanki bir dağı almışlar da bu ül
kelerin üstüne fırlatıvermişler, dağ da burada, kentle
rin üstünde un ufak olmuş. İşte durum tam böyleydi.
Ortalıkta da yaralıdan, ölüden başka hiç bir kannca gö
zükmüyordu.
«Vah,» dedi kanncaların kanıyla: sınisıklam olmuş
ulukepez, ııvah, sağlam hiç bir kannca kalm9.mış. Kimi
ölü, kimi yaralı. Bitmiş o görkemli kanncalar ülkesi,
vah! Vah, vah karıncalara ki, vaaah! »
Öteki hüdhüd kuşlan da, bir zamanlar cennet öme-
25
ği olan bu kentin şu haline yandılar, gözlerinden sıcak
yaş akıttılar. Kentin bu yanmış yıkılmış halint kim görse
sıcak gözyaşlarını tutamaıdı.
Kuşlann sırtlarındaki kanlı kanncaların içlerinden
birisi, öfkeyle, acıyla konuştu :
«Alsın işte filler sultanı, görsün işte marifetini, kur
dursun şimdi sarayını ölü karıncalara, toplatsın şimdi
dünyanın bütün hazinelerini, definelerlni ölü karıncala
ra, tekmil�i öldürttüğü karıncalara. . . ıı dedi, kendini yu
kardan � kaptı koyverdi.
Bu durumu gören kuşların üstündeki karıncalar
kendilerini tutarnayıp gözyaşlarını kanatıardan aşatı
yağmur gibi döktüler.
Az 8onra ortalık duruldu, toz duman yavaş yavaş
kalktı, kentler açıldı ki, amanallah, gözler görrneğe da
yanamaz. Hüdhüdlerin sırtlannda bu yıkılmış yakılmış,
ezilmiş ülkeyi gören kanncaıar:
«Bir şey yapmalı, bir şey yapmalı, bu fillere bir şey
yapmalı,ıı diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Ama
kanncacıklar o koskocaman fillere ne yapabilirlerdi ki?
Hqdhüd kuşlan, kanncalar ülkesinin üstünde uç
maktan, bu korkunç yıkımı görmekten yoruldular, sırt
lanndaki kanncalarla dinlenmek için ormana uçtular,
ülkede hiç bir kannca kalmamıştı, vanp filler sultanına
ne diyeceklerdi, ormanda kanncalarla kuşlar başbaşa
verip hem dinlenmeli, hem düşünmeliydiler. . . Sultanın
hışmından nasıl kurtulacaklardı? Karıncalann soylan
nın tükendiğini, ülkede hiç bir kannca kalmadığını du
yan sultanın elinden ne hüdhüdler, ne sırtlanndaki ka
nncalar kurtulabilirlerdi. Böyle düşünerek, korku için
de ormana doğru yol aldılar, bir de ormana yaklaştılar
ki ne görsünler, ormanın bir yanı kapkara, bir yanı san,
bir yanı kipkı rmızı olmuş. Bu n edir ki, derken orma.na
vardılar, amanallah, ormanın her ağacına tepeden tır-
26
nağa kanncalar sıvanmışlar. . . Korkulanndan öylesine
bir yapşnışlar ki ağaçlara, kabuk gibi sert sıvanmışlar.
Onnanın kararan yerine kara kanncalar, sararan yerine
sanlar, mor mor tüten yere morlar, kıpkızıl kesmiş yer
lere de kırmızı .kanncalar çokuşmuşlar. Orman parça
parça, renk renk olmuş, hiç ye.şili gözükmüyor. Atlı ka
nncalarsa ince uzun bacaklan üstünde yaylanarak, tek
mil ağaçlara durmadan inip çıkıyor, koşturuyorlardı,
boşu boşuna . . . Orman, orman değildi artık, kıvıl kıvıl
dev bir kanncalar yumağıydı. Yeryüzü, gökyüzü kann
eaya kesmiş, iğne atsan kanncadan yere düşmeyecekti.
Bütün dünya bir kıvıltının hışmındaydı. Milyarlarca:
göz, bir ışıltının öfkesinde, acısında ipileşiyor, milyarlar
ca ışık hep birden çakıp, hep birden sönüyordu. Bacak
lar, kuyruklar, gövdeler &taç gövdelertnde, dallarda yap
raklarJa biribirierine kanşmış kaynaşıyorlardı.
Koskocaman orman kan, inilti içinde kalmış uğul
duyordu. Orman orman oldu olalı böylesi bir kıvıltıyı,
liengameyi görmemişti.
Kuşlar, böcekler, yılanlar, çiyanlar, tilkiler1 kurtlar,
ormandaki tüm yaratıklar da kanncalar ormana girtn
ce bir yangının önünden kaçar gibi kaçmışlardı oradan.
Şimdi ormanda kanncalardan başka hiç bir yaratık so
luk almıyordu.
Hüdhüdlerin sırtlanndaki kanncalar, aşağıda bir
deniz gibi çalkanan, kaynaşan kanncalara baktılar, bu
dünyada, şu bizim ülkemizde sandığımızdan da daha
çok kannca varmış, diye düşündüler. Onlar şu yanmış
yakılmış ülkeyi, ülkedeki ölü, yaralı kanncalan görün
ce dünyada hiç bir kannca kalmamış sanmışlardı. Oy
saki b�lki ölülerin; yaralllann bin misli, on bin misJi
kannca ülkelerden kaçmış ormana sığınmıştı.
Hüdhüdlerin kanadından sevinçle seslendiler ka
rıncalara :
27 .
((Sava§ durdu,ıı diye bağırdılar. <<Filler . bizi öldür
mekten vazgeçtiler.n
Kuşlann kanatlanndan daha da güzel, coşturucu,
sevinçli, kanatlı sözler söylediler ormandaki kanncala
ra. Sonra da:
<<Şöyle, hepimiz ormamn ortasına toplanalım, ko
nuşacaklanmız var. Fillerin bizi �ldürmelerini, ülkeleri
mizi yakıp yıkmalanm sultan şimdilik durdurdu. Bize
ağır koşullan var, eğer yerine getirmezsek, yeryüzünde
hiç bir karınca kalmayacak, soyu kuruyacak k.annca
lann.ı>
Kanncalann sevinç leri kursaktannda kalıp or:rnar
nın ortasındaki bir ova kadar geniş alana toplandılar.
Kuşlann sırtlanndaki kanncalar yerlerinden inme
yerek, hem de alanda kaynaşan kannca denizinin üstün
de dolaşarak filler sultanının isteklerini söylediler. Uzun
bir süre alandaki hiç bir canlı yerinden kıpırdayamaclı .
Ortalık sessizlikten çın çın ötüyordu.
ı<Evet,ıı dediler alamn üstünde dolaşan kanncalar, ·
<•ne diyorsunuz?n
Hiç bir kannca başını kaldınp .da onlann sorularına
bir karşılık veremiyordu. öteki kanncalarsa hüdhüd kuş
lannın nakışlı kanatlan üstünde alam dolaşarak dur
madan soruyorlardı, <<ne, diyorsunuz, ne diyorsunuz?»
Birden karınca denizi sallandı, ortalığı bir gürültü,
bir patırtı aldı. Gürültü öylesineydi ki !iller sultam bile
bu gök patlaması gibi gürüıtüyü oturduğu yerden duyup
kulak kabarttı.
Epeyi bir süre önce karıncalar ülkesinden sultanın
yanına gelmiş bulunan filler komutam :
"Sultanım,ıı dedi, ukanncalar hep bir araya gelmiş
l er, o� anın içinde tartışıyorlar, bu gürültü odur.»
Sultan güld ü :
uTartışsınlar bakalım, sonunda benim sarayı ya-
28
pacaklar, istediklerimi de yerine getirecekler. Daha da,
daha da çok şey yaptıracağım onlara,» diye sevindi.
Karıncalar da orada, onnanın ortasındaki alanda·
yemeden, içmeden, uyumadan üç gün üç gece tartıştı
lar, konuyu didik didik ettiler. Hiç bir umarlan olma
dığını anladılar, ya sultanın dediklerini yerine getire
cekler, ya da toptan öldürüleceklerdi. Filler güçlüydü,
büyüktü, bir tek fil belki milyarlarca karınca büyüklü'
ğündeydi. Onlara nasıl karşı çıkabilirler, �ıl istekleri-
ni yerine getirmeyebilirlerd i l · -
;
Yalnız tuhaf kılıklı bir k rtıma birkaç sözü diline
pelesenk etmişti, sorup duruyordu:
<<Hiç bir umanmız, hiç bir, hiç bir umahmız yok
mu? Fillere k�rşı savaşacak hiç bir gücümüz yok mu?>>
Ulu alandaki kanncalar denizi susuyor, kaynaşma
yı, dalgalanmayı durduruyor düşünüyor, düşünüyor,
sonra da hep bir ağızdan bağınyorlardı :
«Hiç bir umanmız yok, hiç bir umanmız yok . . . »
29
·'
•Bundan böyle dünyanın sonuna kadar tu� ola-
·
catız fillerin."
ıcBundan böyle biz çaiışac$, fillere verec�z.»
ccBundan böyle saraylar, tapmaklar, gömüt anıtlar
yapaca�z flllere.n
•Bundan böyle inciler, elmaslar, yakutıar, yeşimler.
zümrütler taşıyacağız fillere . . . ıı
•Bundan böyle bütün yeryüzünün, yeraltının ha:
zinelP-rini, detinelerini taşıyacatız fillere.•
ıcBunda...rı böyle kuş sütü bile eksik olmayacak sofra-
sından fillerin . »
· ·
. .
karmca.
«Bunun bir uman olmalı,, diye inatla diretti tuhaf
kılıklı karınca.
«Hiç bir umanmız yok,» diye batırdı kanncalar de
nizi. •Bak kendine, bak kılığına kıyafetinc. :i3ak �uman
olm11ş haline . . HJ� gönn�in Il'J k�ndini sen, tepeden
.
30
sek şu ormanı baştan ayağa yakar da, dünyada bir tek
kannca koymaz, elinizi çabuk tutun.•
Yaşlı, atlı kannca tuhaf kılıkiının kopmuş ayakla
nnın yerini merhemledikten sonra kulağına e�ildl :
((Ey tuhaf karınca, sen kimsln?ıı diye sordu.
«Ben,)) dedi tuhaf kannca, ürküntüyle sa�ına solu·
na bakındı, ııben kırmızı sakalın çıra�ıyım, en akıllımız,
en yi�idimiz odur.ıı
«0 nerede?)) diye coşkuyla sordu atlı kannca.
«0 kaçtı,)) dedi tuhaf kannca. «Ölmedi. Kuşun ka
nadındaydı, oradan aşa�ıya atladı da kaçtı saklandı, öl
medi.ıı
«İyi,ıı dedi atlı kannca . . . ((İyi. Kırmızı sakal yaşasın
da . . . O bize gerek olacak. O benim arkada&rmdır. O yer
yüzüne gelmiş en büyük, en usta demircidir. O öyle bir
demireldir ki, demirden karınca yapar da, sonra da o
yaptığı kanncaya can verir. Sonra o hem de yeryüzüne
gei.ıniş 'en yürekli, akıllı, sevgi dolu, dost bir kişidir. O
olmasa biz bu sarayı, anıtlan, gömütleri, ambarlan na
E!l yapar, yıkılmış · ülkelerimizl onun aklı, bilgisi olma-
·
31
anun isteklerini yerine getireceğimizi söyleyelim. Söy
leyelim de şu fillerini, şu somut yıkimlan ülkemizden
hemen çeksin.ıı .
Onun bu sözleri üstüne hüdhüdler havalandılar, az
· sonra da filler sultanının yanına vardılar.
Tuhaf kılıklı .karınca söz aldı:
«Sultanımız,» dedi, cısana muştuların en güzelini ge
tirdim, kanncalar sana dünyanın şimdiye kadar görme
diği bir saray yapacaklar. Başka da ne istersen hepsi y�
rine getirilecek. Senin tebalığını kabul ettik. Senin te
ban olmak kannca ulusu için onurdur.ıı .
Filler sultanı göbeğini tuta tuta sevincinden bir gül
dü, bir güldü, gülmesinden dağlar, ormanlar, kannca
lar ülkesi uzun bir süre sallandı.
C<Sen kimsin,ıı diye sordu tuhaf kılıklıya. <eSen kim
sin ki, ey akıllı elçi, sen kimsin ki? Sen öyle akıllı bir
elçisin ki, eğer bu kadar küçük olmasaydin da sana elim
ul�abilseydi senin omuzlarını
· okşar, seni kutsardım.
Sana armağanlar vermek, seni yüceltmek, seni onurlan
dırmak, seni bir fil yapmak isterdim. ıı
Tuhaf kılıklı kannca:
<cBana tuhaf kannca derler,ıı dedi. C<İşte öyle bir ka-.
rıncayım, hiç bir özelliğim yok.ı�
·· «Tuhaf,» dedi filler sultanı.
ccYaaa, tuhaf,ıı diye gülerek karşılık verdi tuhaf
karınca. ccHerkes bana tuhaf karınca diye söyler deme�
miş miydim az önce, sultanımız?ıı
Gene:
<<Tuhaf,ıı diye söylendi filler sultanı. ccHiç bir özel
liğin yok mu senin?ıı
((Yok,» dedi tuhaf kannca. «Tuhaflıktan başka.»
((!şte buna çok sevindim,» dedi filler sultanı. «De
mek, yeni tebalanm olan kanncalann hiç özelliği olma
yanı sensin . . . Ya özelliği olanlan kim?ıı ·
32
ccSağolasın, varolasın,» dedi tuhaf karmca. «Benim
bir tek özelllğim var, o da tuhaflığım, sultanımız.»
Filler sultanı azıcık düşündükten sonra:
<;Bundan böyle kan�calarla aramda elçi sen ola
caksın,» diye buyurdu ona.
«Yapamam,n dedi tuhaf karmca, «yapamam sulta
nımız. Ben sakat bir kanncayım, hem de çok yaşlı. Bun
dan sonra artık yerimden kalkamam.»
«Neyin var, neren sakat, ne oldu sana?>> diye sordu
'
filler suıtanı.
«Filler ülkemizi yıkarlarken, benim de ayaklanını
kopardıla.İ' kökünden, sultanıınrz. Atlı kannca yarala
nını az önce sardı da, kan yitirmem durdu da şimdilik
ölümden kurtuldum.>>
«Vah vah, vaaah, buna çok üzüldüm,» dedi filler
-
sultanı. «Öyleyse sen kendi yerine, senin gibi dirayetli,
akıllı bir kannca bulacaksın. Neden ki dersen, ben bir
yanlışlık yüzünden yeryüzündeki tekmil kanncalan öl
dürmek istemiyorum. Kanncalar bundan böyle bizim
gözbebeğimizdir. Biz filler kannca sevgisiyle dolu bir
uıusuz. Karıncalar artık · bizim gözümüzün bebeğidir.
Allah bize yardım etti de biz bu karinealan bulduk. Bun
dan sonra bu dünyada bizlere yok yok. İşte bu yüzden .
sayın tuhaf karınca, bana akıll� bir kannca bulacaksın
ki, elçilik ödevini bilerek yerine getire.ı>
«Başüstüne suıtanım,ıı dedi tuhaf kannca, daha tu
haflaşarak. <<Allahaısmarladık sultanımız.ıı
Sultan:
«Güle güle akıllı kannca kardeşim,» dedi ona. «Çok
da tuhafsın ama . . Güle güle git kanncalar aslanı. Ka
.
FS/03 33
fi llerin sultanı oldu� kadar, dünyanın en kalabahk
ulusu kanncalann da sultaruyım.ıı
Hemen arka ayaklan üstüne dikildi, ön ayaklannı,
nartumunu saliayarak konuşmasını böyle sürdürdü:
ıcSoylu kanncalann, büyük kanncalann, iri kann
calann sultanlan hiç saraysız olur mu?ıı
Bütün yaratıklar oriun sesine irkildiler. O da ko-
nuştu konuştu, ba�ırdı, sevindi.
ııSoylu kanncalaaaar . . . ıı
34
«Kırmızı sakalll ölmemiştir,)) diye b�rdı)ar nep bir
a�zdan kanncalar.
•O ölmez.»
ııtnşallah,ıı diyen tuhaf kannca daha da tuhafiaş
tı. cKıyamete kadar fillerin kölesi olarak yaşamak . . .
Böylesi yaşam yaşama�a de�er mi?ıı
•De�er, yaşamak her şeye değer,» dediler kannca
lar. «Ölüm umutsuzluktur, oysaki en kötü yaşamda bt
le her gün umut güneş çiçe� gibi açar.»
«Dünya tatlı,» dedi en yaşlı k.annca. «'I'ulia.! kann
ca, tuhaf kannca,n dedi sonra da . . . «Bak, üç ayağın ,
sakalın, bıyı�, bir gözün, kula�. burnun, he şeyin
kopmuş, dımdızlak kalmışsın ortada, sen kendini niçin
öldürmüyorsun? Yaşamak tatlı değil mi, tuhaf oğlu
tuhaf kannca? Umuts� köpek. O umutsuzlu� sana
filler mi ö�retti? ıı
«Ben diyorum ki,ıı diye gürledi tuhaf kannca, «tut
saklık ölümden zordur, diyorum. Sizse bana çatıyorsu
nuz. Umutsuzluk bunun neresinde?ıı
•Umutsuzluk ölmekte,ıı dedi yaşlı kannca . . . ııÖldü
rece�nlize kendimizi, savaşa savaşa. ölürüz.n ·
«Ben de bunu diyorum işte,» dedi tuhaf kannca.
ııFillerden kurtulmanın bir umannı bulmalıyız öyley-
.se.ıı
•Dur hele, sabırlı ol,ıı dedi yaşlı ka.nnca,
«Fillerin elinden kurtulmanın ne gibi bir uman
olurmuş?» diye homurdandılar bütün ka.nncalar.
«<Bir umar aramak, toptan öl m ekt en daha iyidir,,
dedi yaşlı kannca. «Fillerin elinden ben de kurtulabll
menln bir umanru göremiyorum ama . . » .
36
susuz, havasız y�yabilirlerdi de karıncalar, umutsuz
yaşayaınazlardı.
Ve bunun için de bu beladan kurtulmak için de ye
diden yetmışe kadar tekmil karıncalar ülkesi düşünü
yordu. Biliyorlardı ki, akıl akıldan üstündür ta göğe ka
dar.
Fill er çok güçlü yaratıklardır, ama akıl onlardan
da çok daha güçlüdür. Küçük kanncalann aklı, büyük
tannsal filleri yenebHmeliydi.
37
Filler Sultanının hüdh üdlerle
anlaşıp karıncaları yönetme
yöntemleri bulduklarıdır.
38
raya sizden başka kimseyi sokmayacaksınız. Eğer yur
dunuza bir kartal, şahin, doğan, kel kafalı akbaba gire
cek olursa, beni göst�rirsiniz, korkarlar, bir daha da uğ
ramazlar. n
'
ccAllah ne muradın varsa versin, haşmetpenan.ıı
«Muradım şu ki karıncalar içinde bana bağlı bir
kanncalar soyu bulacaksın, o kanncalar bana öylesine
bağlı olacaklar ki benim öl dediğim yerde ölecekler, kal
dediğim yerde kalacakLar. Bir de öylesine ·öteki kannca
lara düşman olacaklar ki, gözlerinin önünde tekmil ka
rıncalar ulusunu ezsem, oh diyecekler. Bir de bize bağlı
çok kannca bulacağız, her tür karıncadan.»
«Olur,ıı dedi hüdhüdler başı, C<münasiptir, buyruğun
baş stüne. ıı
u
<<Bütün h tidhüd ulusunu benim ve hem de fil ulu
sunun propagandacı başısı yaptım. Dünyada bundan
haşka hiç bir işiniz yok. Bana tez günde kırmızı sakal
lı karıncadan da haber getireceksinlz, ölüsünden, dirisin
den . . . Bir de çalışmayanlan, fillere düşman olanlan,
başkaldıranlan saptayacaksınız. Başkaldıran kanncayı
önce satın alacağız, satın alamazsak derhal öldüreceğiz
işkencelerle . . . Haydi şimdi uç git, önc e git, bak bakalım,
kanncalar ne yapıyorlar, bana haber ver. Bundan böyle
her gün ilk işin bana kann calann durumlannı bildir
mek olacak. Ondan sonra da karıncalar ülkesine baştan
başa adamlanmız olan karıncalan salacaksın. Adamla
nmız yer aıtında yer üstünde, havada denizde hep kır
mızı sakallıyı arayacak. Bu kırmızı sakallıdan korkuyo
rum. Öyle bir oyun oynamalıyız ki kanncalara, kırmızı
sakallıyı kendi elleriyle yakalayıp bize getireler, ölüsü
·
« Başüstüne haşmetpenah! ıı
<<Sömürücü sözcüğünün ne olduğunu biliyor mu
sun?»
«Biliyorum suıtanımız.»
ıcİşte bu sözcük sözlüklerden silinecek, hiç bir ka
nnca bu sözcüğü ağzına alamayacak. Bizim getirdiği
miz yeni düzen, yüz bin yıldır kannca uluslannın can
atıp da erişemedJkleri bir düzendir. Biz onlara bütün
yaratıklarm yüz binlerce yıl özleyip de kavuşamadıklan
özgürlük düzenini armağan eyledik. Bundan sonra yer
yüzünün bütün karıncaları, bütün filler!, hüdhüdleri, bü
tün yaratıkları özgürlük içinde yaşayacaklardır.»
ccSultanımız yüzünden yaşayacaklardır, yaşayaca
ğız,n diye dalda şakıdı hüdhüdler başı ulukep z.
ıcHer işin başı özgürlük. Bundan böyle kıyamete ka
dar bütün yaratıklar özgürlük içinde y y ca�z. Öz
gürlük, yalnız be yalnız özgürlük için
ceğiz.» .
40
Hüdhüdler başı kanatlarını çırparak, «özgürlük,ıı
diye şakıdı.
«Özgürlük,>> diye gürledi filler sultanı. Dağlar, ova
lar, ormanlar sallandı, dünya, «özgürlük, özgürlük,>> di
ye yankılandı.
«Sömürü sözcüğünü her kim ki ağzına alırsa, he
men, derhal öldürülecektir. Yanlışlıkla bile ağzına alsa
bir karınca sömürü sözcüğünü derhal öldürülecektir.
Bizzat sen öldüreceksin sömürü sözcüğünü söyleyeni .>>
((Ben öldüreceğim.n
ııSömürü yok.n
uSömürü alçaklıktır.»
<< Özgürlük var.ıı
tıYalnıZ be yalnız özgürlük var sulta nımız.ıı
"Özgürlük var. . . Haydi yolun açık olsun. Kırmızı
sakallıyı hiç aklından çıkarma ı »
((Unutmam.»
{(Haydi uç ! ))
Ulukepşz uçtu, doğru hüdhüdler ülkesine, yuvalan
na gitti. Bütün hüdhüdler bir araya gelmişler onu bek
liyorlardı. Mustuyu alınca binlerce kanat sevinçle ha
valanıp şakırdadılar, hemen filler sultanının onlara ar
mağan ettiği ormana uçtular, ormanın eski kuşlannı
yerlerinden atıp · yuvalarına yerleştller. Bazı kuşlar hüd
hüdlere karşı koyacak oldu, ötekiler onlara hemen filleri
gösterdiler. Filleri gören kuşlann bu alametlerden ödleri
koptu, hemen ormanı bırakıp kaçtılar.
Hüdhüdler sessiz sızııtısız ormandaki yuvalara ra
hatça yerleştiler. Oysa eskiden öteki kuşlann korkusun
dan bu ormana yaklaşamıyorlardı bile. Eski bulunduk
lan kıraç çalılıklardan çıkamıyorlardı, kovduklan kuş
ların biriktirdikleri yiyeceklere de kondular.
Hüdhüdler başı bundan sonra kannca ülkelerine
uçtu. Yollar boyunca dağlara doğru çekilen kapkara, kıp-
41
kırmızı, sapsarı karınca katarlan gördü. Yönünü kann
ca ülkelerinden çevirip filler sultanının sarayının kuru
lacağı yere vardı. Karıncalar temelden bir karış kadar
.yükseltmişlerdi sırça duvarı, orada onların gücüne hay
ran kaldı. Bu karınca ulusunda bu güç, bu çaba, bu
çalışkanlık varken bunlardan korkul urdu. Filler sulta
nının hakkı vardı, bu karıncalar bir gün ne yapıp, ney
leyip fillerin tutsaklığından kurtulacaklardı. Sömürü
·
den . . . di yecekti. Biliyord u ki artık sömürü sözcüğünü
düşünemezdi bile . . .
mukepez çok yaşlı bir kuştu. Alacalı kanatlarının,
tupturuncu kepezi nin tüyleri seyrelmişti . Gözleri de kü
çülmüştü ya, ferini yitirmemişti. Hüdhüdler başı oldu
ğundan beri yumurtadan çıktığından bu yana işi gücü
düşünmek olmuştu. Gökler boyunca hüdhüd soyunu ko
rumak i ç in durmadan düşünmüş, şimdi de yeryüzünün
tekmil yaratıklarını tutsak kılmak isteyen fillere yanaş
mıştı. Fillerin çağıydı b u çağ. Yeryüzünü baskılan altı
na alacaklar, tekmil yeryüzünü, kannca, kuş, ağaç, bör
tu böcek, çiçek, insan sömüreceklerdi. Bunun için de
önce beyinleri, duyguları, toprağı, suyu, bedenleri yoz
laştıracaklardı. Filler sultanı çok akıllı gidiyordu, iyi dü
şünüyordu. Ona yardım etmeliydi. önce kanncalan on
beş, yirmi, kırk, bin parçaya bölmeli, sonra da bu her
bölüğü ötekine can düş manı etmeliydi. Bölünmüş ka
nncalar, hiç bir zaman bir güç olamazlar, sonuna ka-
·
43
Kanncalar ilk önce tela.şlandılar, sonra da dondu
lar kaldılar, ulukepeze bir karşılık veremediler.
ııNerede kırmızı sakallı? ıı diye üsteledi hüdhüdler
başı. ııBen onu sırtımda taşıyıp ülke ülke dola.ştırmış
tım oysaki. Kanı daha kanatlanmda, teleklerimin ucun
da kurumuş kalmış. Benim bulundu�um toplantıya ne
den gelmez? Ben ki fi1ler sultanının baş danışmanıyım.
Ülkelerinizin yerle bir olmasını, kannca soyunun yer
yüzünden silinmesini ben önledim ben, ben, ben . . . Ben
olmasam sesinizi ulu filler suıtanına siz nasıl ulaştirır
dınız?»
Ulukepez böylece ba�ırdı ça�ırdı, ortalı� biribirine
kattı ya, kanncalann a�zından da kırmızı sakallı üstü-:
ne bir çift söz bile alamadı. Baya�ı merak etmişti, ne ol
muştu acab� bu kırmızı sakallıya?
"Öldü mü acaba kırmızı sakallı ? Kanadımdan yere
atladı�da ölmedi�ini biliyorum. Nerede o?ıı
Gene kimse ona karşılık vermedi. Hep susuyarlardı
söz kırmızı sakallıya gelince.
Ulukepez öfkeli :
<<Saraydan sonra, ma�aralan, a�aç kovuklarını bal
la dolduracaksınız. Sultan balı çok sever. Şu bizim orma
na da dünyadaki bütün çekirgeleri ta.şıyacaksınız. İri
meyveler bulacaksınız, bal damlayan, hiç bir yerini ze
delemeden saraya kadar taşıyacaksınız tonlarca. . . Si·
ze iyilik yaramaz. Bütün bu dediklerimi tez bir süre için
de yapmazsanız siz bilirsiniz. Sanki bu dünyanın kann
ca ulusuna çok bir gerekli� vardı ! Olmasanız da olur,
dünyada o kadar yaratık çok ki, bütün yaratıklar da !il
ler için, o ulu, görkemli, erdemli yaratıklar için çalış
ma�a can atıyorlar, saraylar kurmak, dünyanın bütün
yiyeceklerini onlara toplamak için biribirleriyle yanşı
yorlar, bütün yaratıklar. Dün sultanımıza kartaUar pa
�hı geldi, önünde o kacaman uzun kanatlanyla yer-
44
lere kapanıp buyur sultanım, dedi, buyur bana ki yer·
yüzünde ne var ne yoksa sana getireyim. Kanatıanmız
uzun bizim, bütün göklerce uçar, gözlerimiz keskin bi·
zim, en küçük nesneyi görür, burnumuz en ince koku·
yu alır, bu yüzden dünyada ne var ne yok biliriz. Yü�
binlerce varız, emrinize liazınz. Filler sultanı ne dedi,
size söyleyim sayın kanncalar, ne karşılık verdi, ne der
siniz, söyleyin ne karşılık verdi kartallara? Dedi ki, be
nim karıncalarım sağolsunlar, dünya kurulduğundan
bu yana onlar, kanncalar benim her !şimi görüyorlar.
Ben kannca kullanmla etle kemik, yağmurla toprak gi
bi oldum. Zaten bizim aslımız n'eslimiz karıncalardan ge·
lir, ta başta bizim atalarımız kanncadır. Dünya kuruldu·
ğundan bu yana ne kanncalar fillerden ayrılır, ne de
filler kanncaiardan. . . Zinhaaar, kannca kardeşlerimi
ze dokunınayasınız, eğer ey kartallar, kannca kardeşle
rimizden birisine dakunacak olursanız, işte o zaman ben
size yapacağımı blUrim. Uçtuğunuz gökleri yırtanm,
konduğunuz kayaları, dağlan yıkarım düz ova eylerim.
Kartallar, amanın sultanımız, kim dokunur senin kutsal
kanncalanna. Elimizden gelirse kanatlanmızda taşınz
senin tekmil kanncalannı. İşte bunu böylece bilesiniz,
dedi sultanımız, dünya kurulduğundan bu yana kann
calar bizim soyumuz, biz de kanncalarm . . . �en soyum
olan karıncalardan ötürü bu dünyada kıvançlıyım. Ben
düzenimi değiştiremem, anca bir, kanca bir k.anncalar
la . . , Dünya kurulduğundan beri bu böyle işte.»
45
söyledi� do� m� diye biribirierine sorular sordular,
aralannda uzun uzun fısıldaştılar:
ıcNe diyor bu?n
ccBiz mi dünya kunıldu�dan bu yana fillerl e bir
li�?»
«Filleri kanncalar mı doğurdu?ıı
ııDünya kurulduğundan bu yana biz mi yapıyoruz
saraylarını fillerin?»
ııBiz mi veriyoruz yiyeceklerin!? »
ııBiz m i doyuruyormuşuz onlan?ıı
u Kimbilir, belki . . . »
ııBelki biz doğurduk filleri.ıı
uBiz fillerin atasıyız atası . . » .
�<Biz variken . .
4
•Bunu günde yüz kez söyleyeceksinlz. Böyle söyle
ye söyleye belki siz de fil olursunuz, olmazsanız bile ken
dlnizi sonunda fil olmuş, hiç olmazsa fil kadar olmuş
görürsünüz.»
«Her kannca bir !ildlr, her karınca bir fildir, bir !il
dir, bir tildir . . . »
47
«<İiç gözükür müyüz, senin ne demek istediğini he
men anladık.»
cıSultan sizi, sizin soyunuzu kanncalar üstüne bllu
mum komvucu atadı. Bundan sonra siz tekmil dünya
karıncalannın koruyucusu olacaksınız. Huzuruna va
rınca sultana söyleyeceksiniz ki, biz ta ezelden bu yana.
fil sultanlannca kanncalar üstüne atanmış koruyucula
rız. Bu ödevimizi sonuna kadar yerine getirmişizdir. Ka
nncalar bu yeryüzünde bizden sorulur. Aslında da bizler
işledi�imiz günahlardan dolayı, filler sultanınca karın
ca donuna sokulmuş filleriz. Aslımız ceddimiz fildir bi
zim.ıı
Sarıca kanncalar hüdhüdün kanatlannda hep bir
ağızdan gürlediler:
<CAshmız ceddimiz !ildir bizim,»
((Sadıkane çalışırsak filler sultanı gene bizi !il ede
cektir.»
Kanncalar yinelediler:
«Sadıkane çal�şırsak filler sultanı bizi gene fil ede-
cektir.,
ccBuna inandık iman �ttik.»
Sarıca karıncalar yinelediler:
((Buna inandık iman eyledik.»
(ltman eyledik b,
· Hüdhüdler başı ulukepez birden onların· coşkulu söz
lerini kesti :
«Kırmızı sakallıya ne oldu?» diye sordu damdan dü
§ercesine.
Kanncaiar bu soruyu hiç beklemiyorlardı, hık mık
ettiler.
((Söyleyin ne oldu?» diye gürledi kuş, öfkesinden
tirtir titriyordu. Az daha kanatlanndaki kanncalar dü
şeceklerdi zangırtıdan. İyi ki kanncalar tüylerin dip
lerine sıkısıkıya sarılmışlardı.
48
«Kırmızı sakallıda bir iş var, bu kadar sustuğunuza
göre.»
«Biz kırmızı sakallıyı hiç tanımıyoruz,» dedi sağ ka
nattaki iri karınca. «Onu ne gördük, ne de 'biliyoruz.ıı
ıcBiliyorsunuz,» diye kanatıanın delicesine salladı
kuş, nbiliyorsunuz. Kırmızı sakallıyı kanncalar dünya
sında, buradan Çine Maçine kadar bilmeyen tanımayan
yoktur. O dünyadaki tekmil demirel karıncalannın piri
dir. Onu herkes tanır.n
<<Ne gördük, ne de duyduk, ne de böyle bir demirci
yi biliriz. Belki başka bir ülkedendir o.ıı
«Olamaz, sizin ülkenizdendir,» diye bağırdı uluke
pez.
<<Öyleyse, bizler çok genç karmcalanz, o biz doğma
dan ölmüştür,» dedi iri karınca.
<<Daha dün sultanla konuşan oydu,ıı diye bağırdı
ulukepez. «Daha dün benim kanadımın üstünde, sizin
bulunduğunuz yerdeydi.»
«Haaa, anladım,ıı dedi iri, yaşlı sarıca kannca. <<Bil
dim, o bizden değil ki, o bir kızıl karınca. . . O ülkenin
öteki yanından olur. Biz oralan bilemeyiz. O kadar ka
nnca içinde kırmızı sakallıyı biz ne bilelim? Sultandan
buyruk çıkarsa, biz milyarlarca sanca kanncayız şu yer-
·
<<Ölüsünü ya da d.irisini . . . »
F'S/04 •9
nar ağacının gövdesine dayamış sürtüp duruyor, çınar
depreme tutulmuş gibi toz duman içinde, yapraklan dal
lan kınlarak dökülüyor, ağaç bir toprağa kadar yatı-
yor, sonra çatırtılarla geri doğruluyordu. _
50
da gel yanıma. Yerleştır sancalanm,ı şu �acm kabu�
na da orada dinlensinler. Söyle ki onlara, bu a�acı on·
lar için devirdim, yapraklannda, kabuklannda güzelce
_dinlensinler, yorgunlu1:tlannı çıkarsınlar diye.»
Ulukepez, sultanın bu sözlerini kanncalara çevirin
ce kanncalar sevinçlerinden mestolup:
<<Sultanımız çok yaşa! ıt diye b$dılar. ccAslımız nes
ilmiz fildir, fildlr bizim. Bizler kannca donuna girmiş
filleriz.»
«Ne diyorlar?ıı
ccBizler kannca donuna girmiş filleriz, diyorlar.ıı
«Ne güzel söylüyorlar, d�il mi?»
KÇok güzel söylüyorlar, sultanımız.,
uBen de kannca dili �renıneliylm, de�il ml uluke
pez kardeşim?ıı
cc Münasiptir, şahım.ıı
«Mademki dünya kuruldu��an bu yana kannca
Iann padişahıyım . . . »
ccPadişahısın sultanımız.,
uÇok geç kalmışız tebamızın dilini öÇenınekte, çok
geç, çok geç . . . »
cc Çoook geç,» diye içini çekti ulukepez.
ccGel şimdi seninle konuşalım arkadaş,» dedi sul
tan. ccSeninle çok konuşacaklanm var. Ama gizli . ıı . .
51
haaar, ilk işimiz kanncalara filceyi ö�retmek olacak.
Kanncalarm kendi dilleri yoktur, varsa da yetersizdir,
aniadın mı? Varsa da üç beş sözcüktür . . üç beş sözcükle
. de bu dünyada yaşanrriaz. Dünyada bir tek dil vardır o
da fil dilidir.,
cıFil dilidir,)) diye yineledi uıukepez, görkemli kepe
zini kabartarak.
cıBundan sonra siz de kuş dili konuşmayacaksınız..
Hüdhüd ulusuna da kuş dilini yasak ettim. Her kim ki
kuş dili konuşur, o kuşun iki kanadı da kökünden dili
ile birlikte kopanlacaktır. Hiç bir kuş, kuş dili konuş
mayacak bundan sonra, fil dili konuşacaktır.ıı
«Evet sultanım, şimdi bize ba�şladı� ormana uçu
yorum, hüdhüd kullanna söyleyece�lm ki hemen filce
ö�renmeye başlasınlar. ,
((Haydi, çabuk git de gel.ıı
Hüdhüdler başı ormana vardı ki ne görsün, orman
da bütün kuşlar, serçeler bile filceye çoktan başlamış
l a r, vıcır vıcır konuşup duruyorlar.
cıDuyduk, filler sultanının buyru�nu duyduk. Kuş
dili de dil miydi sanki . . . Kaba, kötü, hiç bir işe yara
maz bir dildi zaten kuş dili. Bütün dünya fil dilini ko-·
nuşurken, biz bu kötü kuş dilini konuşmakta direttik
durduk. Birkaç ayda, kannesiardan da, öteki yaratık
Jardan da, insanlardan da önce filce öğreneceğiz. Yüz
altmış tane filce ö�retmeni bulduk, sabahlardan ak
şamlara, akşamlardan sabahlara kadar filce öğrenlyo
ruz.ıı
cı Yaşasın hüdhüdler ! ıı diye ba�dı hüdhüdler ba
şı. ((Filler sultanı sizden kıvanç duyacak.»
cıBizim aslımız zaten fil,)) dediler hüdhüdler. «Filce
o�renmek bizim için hiç zor olmayacak. Bütün dünya
filce konu§urken uygarlıkta yaya kalmak bize yaraş-
'
maz. Tekmil filler filce bildiklerinden aya kadar uçtu-
52
lar. Oysaki biz, bu ormandan denize kadar bile uçamı
yoruz, salt !ilce bilmediğimizden.»
nFilce öğrenip aya uçacağız, varıp ayın daUanna
konacağız, filler gibi.ıı
�t Filler gibi,>� diye iniedi orman.
11 Kanncalar da filce öğrenip aya gidip ay padişahı
na saray yapacaklar orada, ay sultanının ambarlarını d a
balla dolduracaklar . . . »
ııKarıncalar da,ıı diye iniedi orman.
ıcGüneşe uçacağız.n
ıcGüneşe,ıı diye iniedi orman.
cıKannealar da . . . »
ııKanncalar da,ıı diye çınladı orman.
Hüdhüdler başı sustu, sonra yine sevinçle konuştu :
ı•Sizin bu dirayetinize, anlayışınıza karşıilk olarak
filler sultanı hepimlze üç ambar dolusu çekirge daha
verecek, karıncalann büyük bir bölüğünü 'çekirge top
lamağa ayırdı sultanımız, salt sizin için.»
«Yaşasın sultan babamız, velinimetimiz l » diye yan-
kılandı orman.
11Size bir önerim var.ıı
rıÖnerin başımız üstüne . . . ))
cıŞimdi hep birden kalkacak, filce öğretmenierinizi
de yanımza alıp doğru kanncalar ülkesine uçacak, ka
nncalarla birlikte karıncacayı da, kuşçayı da hemen
unutacak filceyi birlikte ö{treneceksiniz.»
((Allah Allah,» sesleriyle bir indi bir kalktı orman.
Tekmil hüdhüdler havalandılar, gökyüzü birden turun
cu başa, ala kanada kesti. Kanat şakırtısıyla gökyüzü
sallandı. Ve kanncalar ülkesine doğru hüdhüdler uç
tular. Kötü kannca dilini, kuş dilini unutup, unutturup
soylu f1l dilini öğrenmek, öğret�ek sevinci içindeydiler.
Ulukepez utkusuyla esrikleşip, sevinçten başı döne
rek yelyepetek filler sultaruna uçtu, vardı olanı biteni
53
bir bir ona anlattı, sultan da, o kocaman dağlar kadar
iri, ulu gövdesine bakmadan ayağa fırladı, arka ayak
lan üstüne dikilip hortumunu göğe uzattı, kulaklannı
· açtı, şaklata şaklata göbek atmağa başladı .
. Ulukepez:
«Varol sultanımız,» diye onun başının yöresinde
uçarak, onun başının yöresine ışıktan bir turuncu çiz
gi çizerek dönrneğe b8.şladı. «Varol, varol, sen çok varol
sultanımız, varol varol . . . »
Uzun bir süre göbek attıktan sonra sultan geri gel
di tahtına oturdu. Mor bir pürtüklü kayadandi tahtı
onun. Bu yüzden sultan tahtında rahatsız oturuyordu.
«Böyle bir düny� sultanına, böyle bir taht olamaz,»
diye yırtındı ulukepez.
«Olamaz ki olamaz,ıı diye hortumunu k:ıvırdı filler
sul tanı.
<<Hemen kanncalara buyruk vereceğim, yerin or
tasına inip oradaki elmas roadenini bulsunlar, en bü
yük mavi elmastan suitanımı za bir taht yontsunlar ki,
sultanımızın tahtı b u dünyada güneş gibi çaksın. Her
çakışında da dünyaya mavi ışıklar yağsın. Dünya mavi
mavi balkısın.ıı
«Hemen sana buyruğunu kanncalara,ıı diye sabır
sıziandı sultan. «Hemen hemen, hemen şimdi.»
Ulukepez o anda · uçup karıncalar ülkesine vardı.
Hemen kanncalann yönetim kurulunu toplayıp buyru
ğunu verdi. Kanncalar mızırdandılar, «biz nasıl dün
yanın ortasına iner de güneşten d e beter çakan mavi
elması bulur da taht yontanz?» diye. Hüdhüdler başı on
lann mızırtılannı duymadı bile, döndü geldi. Sol� solu
ğaydı:
<<Söyledim,» dedi. «Sara.ydan . önce taht yapılacak�
Hiç böyle bir dünya imparatoru tahtsız olur mu?»
54
«Olmaz,» dedi stiltan. «Bir de heykellmi yapsınlar
ka.rıncalar, heykel benim yüz misllriı olacak.»
Ulukepez:
cc Hemen gideylm ml kanncalara?» diye sordu.
«Dur,ıı dedi sultan, «hepSi üstüste olmaz. Hele dün-
yanın ortasim bulup mavi çakan tahtı bir yontsunlar.
Gözlerini korkutmak olmaz.»
«Doğru,» dedi hüdhüdler başı.
ccDil işi, nasıldı kanncalar ülkesinde?»
ccG ördüm,)) dedi ulukepez. «Gördüm, tekmil ka.rın
calarla bizimkilet, yolda, belde, işte, yatakta, evde dur
madan filce öğrenip ' kendi dillerini yani yabanıl dilleri
ni unutuyorlardı.»
cc Bu en iyisi,)) dedi sultan. «Sen . yaman bir danış
mansın, hüdhüd kardeşim. Bütün filleri de senin buyru
ğuna veriyorum. Onlar ne yapıyorlar şimdi, fil kulla
nm?))
ccUlu ormana çekilmişler, her biri kıçını bir ağaca
vermiş, kaşınıp duruyorlar. Kanncalar da durmadan
onlara yiyecek taşıyıp önlerine yığıyorlar. Orilar da yal
nız hortumlarını uzatıyorlar, o kadar, habire ka;şınıp
mestoluyor, kendilerinden geçiyorlar. Onlarınki cennet
yaşamı. »
«Bir ben çalışıyorum.)) dedi sultan. ccCanım çıkıyor
şu kanncalan böyle kıyamete kadar tutmak için, bir de
sen . . . Bari, öyle yatıp duracaklanna, götlerini kaşıya
caklanna, şu dünyaya dağılıp da tekmil yaratığa filce
öğretseler. Bari bu işe yarasalar. Bir de karıncalan dur
madan oyalayacak, düşünmeyi onların elinden alacak
birtakım oyuncaklar icat etseler. Kanncalan köleliğe
koşullayacak . . . Filler alollıdır, dünyanın en akıllı yara
tıklan fillerdir. Hiç bir kanncaya göz açtırmayacak, bir
tek sözcük düşündürmeyecek onlara oyuncaklar bulma
lıyız. Karıncalar eğer düşünecek olurlarsa erinde gecln-
55
de bu özgürlük düzeninden kurtulmanın bir yolunu
bulurlar. Düşünce için bu dünyada her şey sonsuzdur.
Karınca da olsa düşünce bir gün bir yolunu bulup fili
yener. Onun için bizler kanncalann en küçük bir dü
şüncesine izin vermeyeceğiz. İzin vermemek için de ka
famızı çatıatıp, bütün filler ve hüdhüdler, sanca ka
rıncalar, yani tekmil biz sömürücüler, yok yok özgür
lükçüler, onlar kıyamete kadar düşünmesinler diye ye
ni icatıar bulacağız. Bir de o kırmızı sakallı topalı iste
rim. Ya ölüsünü ya dirisini. Kannca ülkeleri yıkılırken
benimle konuşan o değil miydi? Öfkeli sesi, beni aşağı
laması daha. ku!aklanmda . . . Oydu değil mi?»
«Oydu.»
ecDemirel mi dediydin onun için?»
ccHazretl Davuddan bu yana onun bütün soyu de
mlrci.>l
«Bu kötü, demircilerin hem elleri işler, hem kafa
ları düşünür. Şu dünyada en tehlikelileri böylesi yara
tıklardır. Bir de böylesilerin düşünceleri bulaşıcı mik
rop gibi bir anda bütün dünyaya yayılır.»
«Kırmızı sakallı topal kanncayı .bulacağız. Ölmüşse
ölüsünü suıtanımıza getireceğlz. Sonra da ölüsünü kıv
nncalar ülkesinin orta yerine asacağız. Bu işte bize öte
ki kanncalann hor gördükleri sanca kanncalar yardım
edecekler.»
«Ancak hor görülenler, zayıf olanlar, hırslılar, kann
calıktan çıkmış olanlardır ki soylanna hayınlık ederler.
Bu sancalar nasıl yaratıklardır?» diye sordu sultan. .
c(Bir görsen onlan sultanımız,» dedi hüdhüdler ba
şı, c(bir görsen, bir sarı, bir san ki onlar, saydam gibi bir
şey, kannca ama kanncaya hiç benzemiyorlar. Bir de
tembeller ki. . . ı>
c(Tembel olmalan daha iyi,» dedi sultan. ecDaha çok
56
· i§lmize yararlar. Bir parça bu�daya, bir böcek parça
sına bize kul köle olurlar.»
«Bulsalar bulsalar, kırmızı sakallının izini sanca
kanncalar bulurlar bize.»
cıAI getir onlan buraya.>>
Sultanlar unutkan olurlar. Ulukepezin sancalan
kendisine getirdi�ini sultan çoktan unutup gitmişti.
Gene uçtu, a�acın kabu�ndaki sancalan aldı getirdi.
Sancalann ileri gelenleriyle, sultanla ulukepez üç
gün üç gece oturup derin konuştular, anlaştılar, kıya
mete kadar kanncalan çalıştırmanın, tutsak kılmanın
yollannı aradılar, buldular. Daha da bulacaklardı. Bu
nun için bir fll ordusunu, bir hüdhüd, bir sanca kann
calar ordusunu düşünmeye ça�rdılar. Her fil, her hüd
büd, her sanca kannca yirmi dört saa.tin Yirmi dört saa
tinde de kanncalan düşündürmemek için bir umar bul
ınayı düşüneceklerdi.
«En baştaki sorun dil,ıı dedi sultan. c1Bunu unutma
yın. İlkönce dillerini unutup kanncalıktan çıkacaklar,
Cil olmak için can atacaklar. Durmadan fillere öyküne
ceklerdir. Her kanncanın içinde bir fil padişahı yata
cak. Karıncalann kellelerini kesmektense, dillerini kes
rnek daha d�dur. Anladınız mı dedi�?•
«Anladık sultanımız.»
«Haydi işe koyulun 'o zaman. önce kırmızı sakallı. . .
Nerde kırmızı sakallı bulursanız bana getirin, öldürme
yin. Sonra da kırmızı sakallı topalı arayın, olur mu?»
uOlur,» dediler ulukepezle sanca kanncaların ileri ·
gelenleri.
· «Dillerini unutturmayı unutmayın.»
«İlk bu,» dediler. ııDillerini unutacaklardır tez gün
de. Unuttular bile ş mdiden.»
ı<Sanca kanncalann her birisi bir kannca birli�ine
kolbaşı olacak. Böyle ferman kıldım. sarıcalar benim ka-
57
nncalar içindeki askerlerimdir. Hüdhüdler ba§ı, var git
bu fermanımı da kanncalar ülkesine tebli� et. Bu fer- .
. ;ı 58
Işe koyulmuş karıncaların ftllerl.n
ağır yükleri altında ezildikleri ve fakat
bu kötü durumdan kurtulacak hiç bir
·yol bul(l:m(ldıkl(ırıdır.
59.
nizler, sular, bataklıklar, ormanlar hep kannca kayna
şıyor. Kanncaya kesti dünya . . . »
ııBu iyi ya, demek ki bu kadar kannca da yetmiyor
sarayın tez günde bitmesine, öyle ml?»
ııSaray bitecek,» diye öttü hüdhüdler başı. ı<Bu yıl
içinde bitecek.»
ııPeki, ya tahtım?»
<<Dün söyledi bana tuhaf kılıklı kannca,n dedi ulu
kepez. ((Kanncalar dünyayı yedi yerden delmişler, ye
di koldan yer yuvarlağının ortasına d�ru ilerllyorlar
mış. Mavi elmas dağına az kalmışlar.»
·
60
ıcPatlatırlar sultanım.ıı
«Söyle kanncalara, insanlar duymayacaklar, bilme
yecekler elmas dağlarının yerini.ıı
cıBilmeyecekler sultanım.ıı
«Elmaslar yalnız benim, ulukepez kardeşim, yalnız
benim. Yalnız ben filler sultanının.ıı
cıO elmaslar yalnız sen sultanımı za yakışır, hüdhüd-
lerin ulu sultanına.,
cıKartaHar da duymayacak.,
((Söylerim sultanım.ıı
u Göğün üstüne su fışkırtan balinalar da . . . ,,
ccDuymayacaklar sultanım.»
ıcAkbabalar bir tuhaf yaratıklardır, boyunlan bü-
kük, hüzünlü . . . ıı
((Onlar elmas istemezler.ıı
cı Atları da unutma . . . ıı
cc Atlara yakışır,ıı dedi ulukepez. cıO güzel yaratık
lara . . . ıı
«Yakışır yakışmaz . . . Onların da haberleri olmaya
cak elmas dağlanndan. ,
ccOlınayacak,)) diye boynunu büktü· . ulukepez.
cc Kaplanlar bu dünyanın baş belası, yabanıl, yalım
g�zlü, deli, onl�r bir duyarlarsa elmas dağlarını dişle
riyle kaza kaza varırlar dünyanın ortasına . . . n
cıVanrlar sultanımız, onlar hiç duymayacaklar.ıı
ccYılanlar, şahinler, balıklar, kertenkeleler, sivrisi
nekler, serçeler, mamutıar d a bilmeyecekler.,
cıMamutıar yok sultanımız. Bizim atalarımız onlar.»
ıcYazık, öldüler,ıı dedi filler sultanı. ccGörkemli ata
ı a rıınız. N e yazık. Ağustos böceği de bilmeyecek . . . ıı
«Bilmesin o sümsük,ıı dedi ulukepez.
ccPapağanlarda hiç iş yok,ıı dedi sultan. cıOnlar çok
kaba göt.»
61
<<Boyalı,)) dedi hüdhüdler başı. «Gösterişçi. öyk_ii:..
nucu.»
«Sevmem öykünücüleri,ı> dedi sultan. <<Öykünücu:..
ler batsın.>>
«Bu elmaslardan yaptırsak sarayı,)) dedi ulukepez.
«Sultanımı za da yakışır.»
«Yakışır,» . diye güldü sultan. <ı Ama kaç yılda bitirtr
ler elmas sarayı karıncalar?»
� ııÇok uzun sürer,» dedi ulukepez.
·
62 .
düdükleri üstüste çaldı. Bir yıldız savrularak aktı geldi
sultanla ulukepezin önüne kondu. Sultanın gözleri ka
maştı, bir süre ·gözleri hiç bir şeyi görmez oldu. Bir ulu
ırmak geldi yıldızın üstünden geçti. Yıldızın yeri geniş
bir çimenlik oldu. Badem ağaçlan büyüdü çimende,
ağaçlar tepeden tırnağa çiçeğe durdu. Çiçek yıldıza,
mavi göğe, mavi gök ak güvercine, kırmızı yılana durdu.
Filler sultam hortumunu uzattı kokladı.
«Tahtım gibi bir tahtı bu dünya hiç görmemiş ola
cak,» dedi. uAz önce buraya gelen yıldızdan da bir taht
isterim.>>
u Kannca kullarm sultanımız . . . »
uSöyle kannca kullanma . . . Tahtımı gören yaratık
hasedinden, hayranlığından çatıayıp ölecek.» ·
<(Ölürler,» dedi ulukepez.
Dünya nergis kokmağa başladı. Ne güZel.' _
Uzun hortumun.u uzattı, dünyayı kokl@.dı sultan.
u Bu kokudan da isterim ulukepez . . . ı> .'
«Baray bahçesiz olmaz.»
<<Olmaz,» dedi yürekten gülerek sultan.
«Sen bütün yaratıklardan iri, bütün yaratıklar üs
tüne sultansın, en görkemli sen olacaksın, senin sara-
yın, senin tahtın, senin arkadaşiann olacak . . . ı> . .
63
ıcAğlama, sana çok yiyecek veririm.ıı
((Yıldızlar yağdı, yağmur gibi, ağlanm.ıı
((Sana da elmastan, yakuttan, pırlantadan, yeşim-
den bir yuva yaptınrım. Sus ağlama, suss ! ,
ııKonduğum dallar çürüyecek sultanım.ıı
((Çürüsün, suuuuussss ! ıı
c<!çtiğim sular kuruyacak.ıı
((Kuruyacak, suuussss ! ı>
((Yediğim bÖrtü böcek ölecek ! ıı
((Ölecek, suuuusssss l 'ı>
((Toprak, deniz, tekmil sular, topraklar ağıya kese
cek, ben ne yapacağım?ıı
{(Ağıya kesecek, ağıya,» diye filler sultanı da ağla
mağa başladı.
<<Ağaçlar, ormanlar, çayırlar, surar, kayalar yürü-
yor denizin üstüne doğru, bak sultanım.ı>
((İyi, bırak yürüsünler.>>
ı<Karanlık yürüyor denize sultanımız.ıı
ıcBırak yürüsün.ı>
«<şıklar akıyor çağıl ça�l. . .ıı
((Bırak aksu). . . . ıl
((Bir at kişniyor sultanımız, denizin arkasında.>>
ccO at bizimdir.l>
cc Bir ceren hopladı. ı>
ccO ceren bizimdir.n
ıcDünya kanncaya kesti, yeryüzü gökyüzü kannca
ya kesti.))
ccKarıncalar bizimdir.»
Birden bir uykudan uyanırcasına kendine geldi sul
tan, gözlerini oğuşturdu.
ccNe oldu bize?ıı diye sordu ulukepeze.
ccYıldızlar savruldu üstümüze, cerenler, atlar, bu
lutlar, ağaçlar, çiçekler savruldu sultanım. Elmaslar,
pırlantalar, kırmızı yakutlar, ışıklar savruldu sultanı
mız.»
«Söyle kanncalara hemen sarayımı, hemen isterim.
Hemen tal'ıtımı, hemen isterim. >>
«Ben, ben, ben ne olacağım?» dedi ulukepez. «Ben,
ben de . . . Bana da . . . »
ccSarayımın saçağına yaparsın yuvanı,» dedi filler
sulta.nı. «Söyle onlara, senin için 4e bin yıllık yiyecek
toplasın kanncalar.»
cc8ağol sultanım,ı> diye ayağına kapandı ulukepez
onun.
«Şimdi mavi elmastan tahtımı da isterim.»
ccBaşütüne sultanım. Mavi elmastan tahtın da ya
pılacak b� yıl içinde. Yapılacak ama. . . »
«Aması ne, söyle! »
mukepez bu soruya karşılık vermedi. O başka bir
şey düşünüyordu. Düşüncesini sultana açtı :
«Beni de kondurur musun mavi elınas tahtına?ı>
F '.lltan epey bir düşündükt�n sonra karşılık verdi :
�cKondururum.n
ecDünya çürüdüğünde . senin mavi ışıktan elmas
tahtın çürümez değil mi? Ben. konduğumda
. . . . ı>
ccÇürümez.»
ccDinle beni öyleyse sultanım.»
ccDinliyo�um seni, benim akıllı, güzel, görkemli, ke
. pezi de ışıklı hüdhüd kardeşim.•
ccŞimdi sana söyleyim ki. . . Ben �)U kanatlarla o
kadar çok, o kadar çok şu yeryüzünlin üstünde uçtum
ki, gün doğUmundan gün batımına kadar, kuzeyden
güneye, güneyderi kuzeye kadar.•
•<Evet, dilinin altındakini söyle .u
.
FS/1)5 85
«İ§te bu kadarcık kannca, yani bir ülkelik kannca
bizim bütün isteklerimizi yerine getiremez. Güçleri yet
mez, kıraliçeler ne kadar çok doğursalar da . . . »
«Vah vah, vaaah,» dedi filler su1tanı. <<Öyleyse ne
·
yapalım?»
ecDaha birçok- karınca ülkesi var bu dünyadan
((Deme ! Sahi mi?»
((Bir ülke var ki ormanlıktır boydan boya, uçsuz
bucaksız. O ülkenin kanncalan iridir, görkemlidir. Ora
nın kanncalannm kaslan çok güçlüdür. Çok işimize
yarı;ı.r. O ülkeye kara kanncalar ülkesi derler.»
Hüdhüdler başı bundan sonra dünyada -ne kadar
kannca ülkesi varsa _ hepsini bir bir filler sultanina söy
ledi. O bir kannca · ülkesi söyledikçe, filler sultanı se
vincinden uçuyordu. Kırmızı kanncalan, mavi, turun
cu, ye§il, nıor, san kanncalan, ülkelerini birer birer
söyledikçe ulukepez sultana, sultan sevincinden uzun
hortumunu direk gibi ta gö�e dikiyor, bulutlara kadar
uzatıyordu.
((İyi iyi, derhal seferim var tekmil kanncalar ülke
lerine . . . >,
66
((Bana bir yuva yaptır ki . . ıı
.
67
· yokolduklannı anlatacaklar. . . Ondan sonra, başkentte-
ki kanncalara buyruğumaza geçmelerini söyleyece�•
«Ya geçmezlerse?» dedi sultan.
<cGeçerler,ıı diye inanmış ka rşılı k verdi ulukepez.
«Ya geçmezlerse? ıı diye üsteledi sultan.
«Geçmezlerse, ıı dedi hü�üd, ((onlar buyruğumuz al-
tına geçmezlerse, ben de orada genç bir fil bulurum.
Buradan fil götürrneğe gerek yok. O genç fili saldırtınm
•
·o kent e . . . >>
<c Yaşşa ! ıı dedi sultan. «Şu sendeki akıl insanlarda
olsa , ne dü nyayı, ne kendilerini böyle berbat ederlerdi.»
ıcSağolasın sultanım,» dedi ulukepez.
«Haydi yol u n açık olsun. Dünyadaki bütün kann
caları bana bağla. Göteyim sen i . »
« Uzun sürme z, bütün yeryüzünün kanncalan buy
. ruğundadır sultanım, senin şu fil ulusunda bu görkem
varken.ıı
<ı Şi mdi sen doğru bizim kanncalarm ülkesine git,
konuştuklarımızı bir bir onlara anlat. . . Sarayı çabuk
istediğimi de bir daha söyle onlara. Yolun açık olsun.»
olasın sultan ım . »
<cVar
Ulukepez uçtu gi t ti Ka.nnca ülkelerine, orada ne
kadar kör topal, be1ı kınlmış, bıyığı kopmuş, perişan
kannca varsa topladı sırtına aldı kara kanncalar ülke
sine doğru uçtu. Yollarda, ovalarda, ormanlarda sürü
lerle filler görüyor, onlara ulu sultanın selamını söy
l üyord u.
Bir gün, gün kuşluğa gelirken hüdhüdler başı , ka
ra kanncalar ülkesine geldi. Kara kanncalan kentin
alanına toplayıp, onlara sırtından alana lndird iğl peri
şan kanncal an gösterdi. Kara kanncalar bu elden ayak
tan yoksun, yan ezik kanncalan görünce çok acmdılar.
«Vah vah l • dediler. «Vah vaaah, kim böyle .yapmılJ
bunlan böyle? Vah vaaaah ! •
Ulukepez durumdan faydaland.I:
«Anlatın bakalım,» dedi perişan kanncalara.
Perişan karıncalar ülkelerinin, kentlerinin basıldı·
� o kara günü bütün aynntılanyla anıatmağa başladı
lar. Kentin, ülkenin üstüne kara birer dağ gibi yüklen
miş, her bir adım atışta binlerce kannca öldüren, yuva
lar yıkıp söndüren, bir hışım gibi yeryüzünde dolaşan
tilleri söylediler. Onlar söylediler, kara karıncalar ağ
ladılar, kara kanncalar ağladılar onlar söylediler. Sonun
da hüdhüdler başı a1a.nın üstünde uçup, bütün alanı ye
di kere dolandıktan sonradır ki söze başladı:
«İşte gördünüz bunlan, baştan sona kadar da din
lediniz, f1llerin kim olduğunu bir iyice anladınız.»
Durdu, aşa�da kaynaşan kannca kalabalığına bi
raz �a yaklaşmak için kanatl annı kıstı.
69
bir şey anlamadılar. Ulukepez onlara yeniden oirudu buy
ruğu.
Anladınız mı?,,
Gene hiç bir şey anlamamışlardı karıncalar.
Hüdhüdler başı geniş yüreklilikle, sabırla bir daha,
bir daha okudu buyruğu, akşama kadar döndü okudu,
döndü okudu, kanncalar gene hiç bir şey anlamadılar
buyruktan.
«Anladınız mı sultan ne istiyor?ıı
<cAnlamadık.n
ccAhlamayacak ne var bunda, sultana yakuttan bir
saray, pembe elmastan bir taht · yapacak, ambarlarını
da yiyecekle dolduracaksınız. B;.mda anlamayacak ne
var?ıı
�anncalar:
«Çok zor,» dediler. ccÇok zor. Bu buyruktan biz hiç
bir şey anlamıyoruz.»
· «İyi öyleyse,ıı dedi hüdhüd, «yakında öyle bir an
layacaksınız ki . . . ıı
«Anlayamayız,ıı diye bağırdılar kanncalar hep bir
ağızdan. «Biz fil dilini anlayamıyoruz.ıı
Hüdhüdler başı yere indi, alana indirdiği perişan ka
nncalan öfkeyle sırtına bindirdi, az ilerdeki ormana uç
tu. Orada bir fil sürüsü durmuş, filler hortumlarını göğe
dikmişler, gökten buyruğa benzer yağacak 'bir şeyler bek-
·
liyorlardı.
«Beni mi bekliyorsunuz?ıı dedi hüdhüd.
«Seni, seni bekliyorduk,ıı dedi filler. ccBuyruğun ba-
·
. şımız üstüne.»
ccHaydi hemen kara kanncalar ülkesin e yürüyelim.
O ülkede taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalma
yacak.ıı
Filler kannca ülkesine doğru yola düşüp az bir sü�
rede kara kanncalar ülkesine ulaşıp savaşa giriştiler. Bu
70
dünya dünya olalıberi böyle bir hengameyi kanncalar
görmemişlerdi. Yerler sarsılıyor, yanlıyor, gökler çatır
çatir edip yere dökülüyordu. Kanncalar ülkesinin üstün
den kuşlar bile uçmuyorlardı. Vakt erişip, gün tamam
olurken akşa�a milyonlarca kannca fillerin koca ayak
ları altında ezildiler. Ezilmeyenlerse ulukepeze gelip
aman dilediler:
«Sultanın buyruğunu mu, o ulu filler sultanının
buyruğunu mu diyorsun? Onu b.iz sözcük be söze� an
ladık,» dediler. «Biz ta ezelden beridir filce biliriz. Aslın
da bizim soyumuz fil, fillerin soyu da kanncadır. İnan
dık, iman ettik,» dediler.
Ulukepez buna çok s�vinip filler sultaruna ilk utku
haberini ulaştırdı:
«Bu kara karinealar öyle güçlü bir soy ki, her biri
si yüz karınca gücünde.>>
Filler sultanı da.:
«Oh oh oh,» diye göbeğini hoplattı. « İyi iyi . . . He
men öteki ülkelere de uç ve buyruğumu san, yeşU, kır
mızı kanncalara da ulaştır. Atlı kanncalan da unut
ma. Dünyada bildiğimiz, ya da bilmediğimiz ne kadar
kannca ülkesi varsa. hepsini, hepsini buyruğuma al ! ·
71
Filler sultanının . karıncalar impatatoru
olup, karıncaların özenip bezenerek yaptıkları
sarayına girip gene karıncala1'ca yer yuvarlağının
tam ortasınd.(ın çıkarılarak yontulmuş, mavi
ışıklar saçarak gece gündüz, binlerce yıldız
bir araya gelmiş gibi yalp y(IJ,p ederek yanan,
kıvılcımlanan tahtına oturduğudur.
72
tanlannın bile a�zlannın suyunu akıtacak kadar güzel
bir taht yapacak olanlar _da onlardı. Bu kadar büyük
mutluluk hangi yaratık soyunun eline geçmişti ki . . .
Dünyanın dört yanını, ova�arı, ormanlan, dağlan,
bahçeleri bir bir dolaşarak, bir zırnı� bile yemek
. değil, koklama.dan f1llere, hüdhüdlere, sanca karınca
lara yiyecek toplayan kanncalar da mutluydular. Dün
yanın her bir yerini didik didik ederek ç.içeklerin, ulu
ağaçlann,. böceklerin, ekinierin özünü sağan, sağıp da
fillerin ambarlannı ağzına kadar iksirle dolduranlar da
-
onlar değiller miydi? Bu görkemli yaratıklar, bu kann
calann yeni tannlan onlann bu davranışlanndan kı
vanç duyacaklardı, belki de her bir kanncayı, kıvanç
tan kapıanna sığamayıp, birer ulu fil yapacaklardı. Ka
nncalar canlannı dişlerine takıp çalıştıklannın elbette
bir karşılı� göreceklerdi.
Ambarlar, kı rmızı has buğdaydan, ayçiçeğinden, mı
sırdan, elma, gül, ayva, nar çekirdeğinden, çiçek özün
den, baldan, incirden, üzümden dolup taşıyordu. Top
layıcı karıncalar öylesine büyük bir çabayla yeryüzü
nü dolaşıp yiyecek topl8.mışlardı ki fillerin ambarlann
da yalıuz kuş sütü eksikti� O da olsa onu da ne yapıp
edip ambarlara taşıyacaklardı. Saray yapmakta, mavi
elmastan taht yontmakta, yiyecek toplamakta dünya
nın kanncalan binbirleriyle yanşıyorlardı. Bütün dert
leri de filler sultanının, hüdhüdler başının gözlerine gir
mekti. O kocaman tiller sultanı, ye�ıi kanncalar tannsı
onlarla konuşuyordu bile, unasılsınız · kannca kullarım,»
diyordu. Yaaa, «nasılsınız sevgili karınca kulıanm,» di- ·
yordu onlara. «Siz böyle çalışırsanız yakında her bi
riniz birer görkemli til Ol$Cak, sizler de o küçücük ka
nncalan yöneteceksiniz. !sterseniz yönetmezsiİıiz de, yer ·
73
cennet olur. Yalnız sizden ricam, . öteki, eski fillere uy
mayın, nolursunuz. Kıçınızı ağaçlara sürer, durmadan
kaşınırken nolursunuz biribirinize düşüp kavga etme
yin. Herkes de, öteki yaratıklar da bunlann haline, .kav
galanna bakıp mutlu filler ülkesinde işler kötü gidiyor
sanıyorlar. Oysaki, filler ülkesi . . . ,,
Aaah, karıncalar bir fil olsalar, o şımarık filler gibi
hiç kavga ederler mi? Filler cennetinde nasıl güzel, nasıl
uslu yaşarlar, aaah, karıncalar bir fil olsalar, aaah . . .
74
dı filler için, neredeyse, az bir süre sonra dünyada kann�
cadan kıpırdayacak yer kalmayacaktı. Kanncalar da sa
rayı tamaml amak, tahtı yontmak için biribirleriyle ya
rışa girmişlerdi. Koskocaman kannca dünyası soluk so
luğaydı.
Tan yerleri ışıdı ışıyacak, ortalık ıhırcık karanlık,
birden dağın başında bir koskocaman top ışık patladı,
ovalar, dağlar, sular aydınlandı. Dağın tepesinden öy
lesine bir _ ışık seli şakırdayarak çağıldayıp geliyordu ki,
bu ışık toprağın içine, ormanın en kuytu yerine, ağaç
Iann köklerine, kabuklanna, kayaların özlerine işliyordu.
Bu ış,ıkla birlikte bütün dünya dş. şaşkınlıkla uyan
mıştı. Yaratıklar gözlerini dağın tepesine dikmişler,
lalü ebkem kalmışlardı. Filler, hüdhüdler, kartallar, .do
ğanlar, çaylaklar, hem de kırmızı kartallar, kurtıar, til
kiler, aslanlar, kaplanlar, atıar, gergedanlar, çakallar,
sürmeli gözlü cerenler, geyikler, karacalar, hem de ren
geyikleri, develer, . martılar, albatroslar, bilcümle kara
ve deniz kuşları, insanlar ve hem de genç yaşlı, bilgin ve
d e çocuk dağların üstünden sağılıp gelen bu ışığa dal
mışlardı, böylesi bir ışık nereden, nasıl fışkınp geliyor
d u ! Sırtlan yanar döner böcekler, kelebekler bu ışık se
linin altında sert kabuklan yanar döner, bir ustura kır
mızısında, sansında, yeşilinde, morunda, turuncusunda
çakan, keskin, biçen, kanatları, gövdeleriyle . . .
Ağaçlar, sular bu ışık içinde yuvarlanan, balkıyan,
şavklanan. Ve birden ışık selinin üstünde şimşek gibi, bir
ustura gibi keskin bir mavi sel, yalazlayarak, çakarak
ışık selinin üstüne inen mavi, keskin çizgiler, kesen . . .
Kuşlar gökyüzünde, ıhırcık karanlığı delmiş ışık
selinin, mavi ustura şimşeğinin üstünde kanat kana
da. . . Ve yerdeki yaratıkbır, yanyana, üstüste, kamaş
mış gözleriyle . . . Ve insanlar olan bitenden aptallamıŞ . . .
Filler sultanı uyandı, gözlerini sildi, gökyüzüne bak-
'15
tı, gökyüzü tupturuncuydu hüdhüdlerden, gökyüzünün
doğu yönüne gözleri ilişti, orası da apaldı, kırmızı kar
tallardan, gökyüzünün batısına baktı, orası da som ma
viydi papağanlardan, som yeşil, som al, som san, som
turuncu, som papağan moruydu.
Güneyi küçücük kuşlar tutmuşlardı, bir renk cum
büşünde, gökyüzünü örtmüşlerdi. Yerdeki cerenlerin, ge
yiklerin, sülün gibi atıann, tek boynuzlu gergedanlann
üstüne ışık sağılıyordu durmadan. . . Dünya, yeryüzü,
gökyüzü ve bilcümle yaratıklar ve biltekmil bitkiler, ka
ya, su, toprak şimdiye kadar hiç görülmemiş bir ışığın
içindeydiler. Gökyüzünde, suların, dağların, ormanla
np üstünde som blr mavi geniş, yumşak, bir bulut gibl
sallanıyordu, sağılan ışık selinin içinde. Keskin, ustura,
biçen çizgilerle . . .
Filler sultanı hemen hüdhüdler başını çağırdı:
«Ne o, bu hal ne hal böyle, ulukepez? Ne oldu bu
dünyaya kardeşim, bütün yaratık gökyüzüne, yeryü
züne dökülmüş, şu vurdum duymazlar bile bak aşağıya,
ayaktarup gelmişler, bu ne hal, bir olağanüstülük mu
var?»
Hüdhüdler başının ağzı kulaklanndaydı.
«Var,» dedi, «sultanımız, hem de öyle bir olağan
üstülük var ki, dünyamız böyle bir olağanüstül� da
ha önce görmüş değil. . . Bak oraya.»
(<Nereye bakayım?»
e<Oraya, oraya, ulu dağın tam doruğuna. >>
. .
76
Hemen o anda ulukepez başka on yedi hüdhüdle bir
likte uçup kanncalar kentine geldi, alana kondular:
<�Çabuk olun, sultanıınız sizi istiyor.ıı
Kanncalarm ileri gelenleri ve hem de yorgun kıra
liçe, bu yıl milyonlarca kannca doğurmaktan bir hal
olmuştu, zaten giyinmişler kuşanmışlar onu bekliyor
I.ardı. Hüdhüdlerin kanadına doluştular, filler sultanı
nın yanına geldiler:
77
dilini bilir, sihirbaz bir kişiydi, onun gününden beri biz
insanlarla birlik olduk. Ben onlan bildim bileli nereye
burunlanm sokmuşlarsa berbat etmişlerdir. Çok övün
gen yaratıklardır, bir yaparlarsa bin övünürler. Sonra..:
cığıma da kendilerini evrenin kilidi sanırlar. Hepsi de ·
az çok delidirler. Sonra da o insanlar var ya, bizim gibi de
ğildirler, onlar ölümlüdürler. Ölümlü olduklannı bilip,
ölüm karşısında delirmişlerdir. Bu yÜzden do�aya, ken
di kendilerine, yıldızlara, her �eye kinle . bakarlar. Sevgi
leri tükenmiş. Sevmeyi unutmuşlar, yaşam sıcaklığını
yitirmişlerdir. Şimdi bu sarayı, bu tahtı görsünler ya
yıkar, bozar, yerle bir ederler, ya da durmadan biribir
lerine satarlar. Senin bu güzel sarayın, görkemli tahtın
onlar için salt bir satış aracı olur. . . Onla� bir güzelllte,
bir yıldıza, güzel bir hüdhüd dişisine, · bir ku�ya, bir
cerene içieri sıcacık sevgiyle dolarak bakmazlar,» diye
konuştu.
Filler sultanı da korkudan, şaşkınlıktan gözleri öı-
şanya u�ramış:
·
·.( ..
((İnsanlar dünyada sarayımın yerini bile bilmesin-
ler, tahtımı duymasınlar. Büyücü hüdhüdü gönder bü
tün insaniann gözlerini ba�Iasınlar,» diye kesin buyruk
verdi. ((B111yorum, ben de biliyorum şu insan yaratı�ın
her bjr şeyi berbat ettiklerini. Tann hiç bir yaratığı on
lara benzetmesin. Onlar gibi, tann hiç bir yaratığı ölüm
karşısında dellrtmesin. Biliyorum, onlann işi d�
lanndan ölümlerine _kadar kendilerinden, ölümden, ger
çeklerden kaçmak. Ve bu kaçıştan, korkudan dolayı ön
lerine ne çıkarsa yoketmek . . >>
.
78
ovayı, yamaçlan zınkazınk doldurmuş yaratıklara uzat
tı, sonra gene gö�e dikti, gök- kuşlardan kapanmıştı, en
küçük bir parçası bile gözükmüyord�.
Filler sultanının sütbeyaz bedeni bugün, bu ışık se
li altında her zamankinden daha da beyazdı, yıldırdıyor
du. Konuşmasına başladı :
ccSayın, sevgili, görkemli yaratıklat, kardeşlerim, si
zi bu sevinçli günüme, mutlulu�uma kıvançla ça�ırdım,
hoş geldiniz. Bilcümle yaratıklar, görüyorum ki, biltek
mil ça�nma gelmişler, sa�olun, varolun . . . Bir tek insan
lar eksik bu toplantıda . . . Hiç biriniz onlan buraya ça
�ırmamı benden beklemezdiniz, de�il mi?n
Bütün yaratıklar hep bir ağızdan bağırdılar:
«Beklemezdik. n
Bu korkunç sesi · duyan insanlar bunu şiddetli bir
gökgürültüsü sandılar.
cc Bu insanlar da bizim gibi, tüm öteki yaratıklar gi
bi alçakgönüllü olsalar, her birisi kendisini tann sayma
sa, sonra da bu tannlar korkulanndan geberip canavar
laşmasalar onlan da bu mutlu güne ç�ğırmamak iç�n
hiç bir sebep kalmazdı.n
«Kalmazdı,)) diye hep bir ağızdan bağırdılar öteki
yaratıklar. İnsanlar bunu da gökgürültüsü sanıp aldır
madılar.
«İnsanlar çok yozlaştılar, dünyadan, yaratıklardan
koptular. ÖlÜm korkusu bitirdi onlan. Başlannı bu kor
kudan dolayı taştan taşa vuruyorlar. Vurdukça da tozu·
tuyorlar. İnsanlar bir gün kannca olduklan gün, kann
calar gibi alçakgönüllü olduklan gün, biribirlerini ye
medptleri gün kendllerini k urtaracaklar . . . »
cc Kurtaracaklar,n diye bağırdı tekmil yaratıklar hep
bir ağızdan. İnsanlar bu gümbürtüyü de duyup gene
gökgürültüsü sandılar.
«Evet .sayın kardeşlerim,» diye gene .başladı filler
79
sultam, gırtlağım temizleyerek. «İnsanlar tuHattırlar,
tuhaf kılıklı kanncadan da beter. Çünkü o insaniann
yasalan berbattır. Biri yer, bini bakar, kıyamet de on
dan kopar, derler, bir türlü o bekledikleri kıyamet kop
maz. Bini çalışır aç kalır, on bini, yüz bini - çalışır aç ka
lır, birisi, yalnız birisi döke saç.a yer, tıksınncaya kadar
yer yer doymaz. Her çağda bir şey uydururlar; şimdi bü
tün işleri güçleri beşe alıp ona satmaktır bir şeyi. Topra
ğı alıp toprağı satıyorlar, ağacı suyu, insanı, ellerine ne
geçerse, anaLarını, babalarını, çocuklarım, kanlarını, göz
leri şu evrende neyi görürse alıp satıyorlar. Taşı alıp ta
şı, yıldızı, altını, elması, çiçeği, yüreklerini, gözlerini
alıp satıyorlar . . . İnsanlar kendilerini bir alıp satma de
liliğine kaptırmışlar ki, delilik derim sana . . . Evrende ne
bulurlarsa alıp satıyorlar. inanın bana yaratık kardeş
lerim, bu insanlar bizim tuhaf kılıklı kanncadan da da
ha tuhaf. Bu alip satma deliliği onların başına bir iş
açacak ama, bu kesin ya, bunun zararı biz yaratıklara
da dokunmasa . . . Bu her şeyi alıp satmaları, bu delilik
leri şimdiye kadar yaşadıklan delilikierin en korkuncu.
Alınm beşe de satarım O!,la, bir iş açacak iı)sanlann,
dünyamızın başına. Allah bizi, dünyamızı insanların şer
rinden esirgesin.>ı
«Amin,n diye gürledi yaratıklar.
İnsanlar bunu da gökgürültüsü sandılar.
Filler sultam konuşmasını sürdürdü :
«Şimd.i bırakalım .insanları. Allah onların belasını
vermiş zaten. Onlar böyle giderlerse dünyamıza, evrene
onlardan ·hiç bir hayır gelmez. O�rdan kötülükten baş
ka bir şey bekleyemey.iz. Şimdi sözüm sizedir soylu, gör
kemli kardeşlerim. İşte bu gördüğünüz, kannca kulla
rımın bana yaptıklan bu sarayı hiç bir yaratık kendi sul
tanıanna yapmamıştır. Böyle bir sarayı sultanianna an
cak karıncalar yapabilirler. O lnsanlar ki sultanianna
80
ne saraylar, ehra,mlar, asma bahçeler, anıtıaı- yapmış
lardır. Hiç birisi kanncalarm ben sultanımza yaptıklan
bu saray gibisini yapamamışlardır. Şu anda dünyanın en
güzel sarayı ben sultarumzın sarayıdır. Şu gördüğünüz
mavi elmas t8.ııt gibisini hiç kimse dünya kurulduğun
dan bu yana hiç bir sultana ve hiç bir firavuna yapama
mıştır. Yalnız kannca kardeşlerimdir ki, dünyayı dele
rek yer toparlağının ortasından bu büyülü elmas tah
tın taşını yeryüzüne çıkarmışlardır. Ancak kannca kar
deşlerimizdir ki bu sırçadan sarayı ben sultaniarına dik
mişlerdir. Ben ol sebepten yeryüzünün tekmil yaratığı
nı buraya, bu kutlama törenine çağırdım. Bir tek, .insan
kavmini çağırmadım; o olumsuz yaratiklan, o yıkıcı ya
kıcıları, o gözleri doymazlan, kıskançlan, o birbirlerinin
gözlerini durmadan oyanlan . . . İnsan kavmi hem insan
lığın, hem de dünyamızın bir felaketi oldu. İnsan kavmi
bu alışveriş işine başladıktan sonra insanlığından çıktı.
Yeryüzünde her şeyi a.ldı . sattı. Toprak aldı sattı, toprak
topraklıktan çıktı. Su ·su olmaktan, orman orman ol
maktan, g()kyüzü gökyüzü olmaktan çıktı. Yakında ayı,
yıldızlan da alıp satacaklar ve yıldız yıldız olmaktan,
ay ay olmaktan çıkacak.
«Soylu kardeşlerim, tann kimseyi insanın düştüğü
yere düşürmesin, insanoğlu bezirgan olduktan sonra her
şeyi alıp sattıktan sonra, insan olmaktan da çıktı. Yü
reği alıp sattı insanoğlu, yürek, yi.irekllkten çıktı. Aşkı,
sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, banşı: : arkadaşlığı, kanda
ki sıcaklığı, güzelliği alıp satti insanoğlu, insanoğlu in
sanlıktan çıktı, oburlaştı. Biriktirme hastalığına tutul
du. Ol Sebepten, sayın yaratık kardeşlerim, insanlan bu
gün bu mutlu günümüze çağırmadım. _Korktum da ça·
ğırmadım. Şu mavi tahtı var ya, bir görmesinler, bu ça
ğı! çağıl ışık boşanan sarayı gözleri bir görmesin, hemen
ne yapar yapar da alıp satarlar. Hiç bir mümkünatı
FS/06 81
yok, alır da satarlar. Bu saray da, taht da alınıp satıla
satıla hiç bir işe yaramadan eskir, kırılır, yıkılır gider.
«Şimdi biz kardeşler, bırakalım da insanları, onlar
kendi belalarını kendilerinden bulmuşlar. Büiz kannca
lar, soylu görkemli kanncalar, dünyanın en soylu, güç
lü yaratıkları ve hem de en büyük yaratıcılan, imtiyaz
sız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz . . . Biiiz kanncalar, fil
ler, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, barış üzre yaşıyoruz. Bi
riiniz hepimiz, hepimiz birimiz içiniz. Özgürlük her şeyin
başıdır. Bakın insan�ara, onlar özgürlüğe, eşitliğe biz ka
nncalar kadar önem vermedikleri için, ve hem de barışı
hiç istemedikleri- için bu hale düştüler. İşte şimdiki, şu
andaki özgürlük, bizim özgürlük düzenimiz, kıyamete
kadar sürecektir. Bizde ·hiç bir ayrı gayrı yoktur. Bunu;
burada toplanmış bütün yaratık kardeşlerimize, kırka·
yaklara , solucanlara, sivrisineklere bile söylüyorum, bü- _
82
çalışarak, sonsuz bir çaba harcayarak fil olduk. Onun
için sayın kannca atalanmız, size atalanmız diye ses
leniyorum şimdi, bu andan sonra. Çünkü sizler fillerin
soylu atalan olan kanncalarsınız. !şte bizler, bu soylu
kannca ırkından gelerek fii olduk. Her ırkın üs
tünde kannca ırkı. O ırk, o kannca ırkı ne mutludur ki,
az bir çabayla soylan fil olabilir ! Tanrı kannca ırkını
korusun. !yi bakın şu dünyaya, ne kadar çok kannca var,
ne kadar, ne kadar Çok. Bu dünyada kannca soyundan
daha çok, daha çabuk üreyen hiç bir soy yoktur, ola
maz. Her karınca da sonunda bir fil olacağına göre en
güçlü soy kimdir? Soruyorum size, karşılık verin. Bu ,
evrende en güçlü soy kimdir?n
Sustu, bekledi, hortumunu kalabalığın üstüne uzat
tı, gezdirdi. Birden yeryüzü gökyüzü sarsılırcasına yer
deki ve hem de gökteki kalabalıktan bir gümbürtü kop
tu.
l'iller sultanı bu korkunç, top patlar gibi çıkan güm
bürtüden hiç bir şey anlamadı. Yetmiş bin yaratık yet
miş bin dilden karşılık veriyordu sultana.
· Sultan:
ccKimdiiiir?» diye daha heybetli, kabannı ş gene
sordu.
Kalabalık gene gümbürdedi.
·
Sultan:
((Kanncalar l » diye b$rdı.
Kalabalık bu sefer fil dillnce, hep bir ağızdan :
11Kanncalar,n diye gümburdediler.
ccEvet, kanncalar, yaaa, karıncalar,» diye dinginle
di filler sultanı. cıEvet, her kim canını dişine takarak ça
lışırsa, sıfırdan başlayarak çalışır da evrenimize böyle,
bu saray gibi bir anıt dikerse, şu büyülü mavi taht gibi
bir taht yaratırsa, işte o her zaman, her istediği zaman
bir fil olabilir.»
83
· Sustu, sevinç içinde güldü, lmlaklarını havalandınp
şapırdattı :
«Şimdi ben ne söylersem siz yineleyeceksiniz . . . Her
kannca bir fildir ! ))
Kalabalık yetmiş bin yerden yetmiş bin ayrı sesle
yineledi:
<<Her kannca bir fildir.»
<<01 sebepten . . . ))
er Ol sebepten,ıı diye başladı hep bir ağızdan yetmi§
bin tür ses. -
<<Dünyanın, hem de evrenin en güçlü yaratığı ka
rıncalardır.»
«Kanncalardır ı »
<<Haydi hep beraber . . . Kannca fil, fi1 karınca, karın-
ca fil, filkar . . . filkar . . . karfil . . . filkar, karfil . . . ıı ·
84
lamaz, mutl�luğumuz uzun . süremez, tilkar kardeşle
rim.»
Karıncalar hep bir ağızdan karşılık verdiler:
uSenin her buyruğun başımız üstüne . . . »
öteki yara:tıklar da hep bir ağızdan karşılık verdi
ler, yani top patbir gibi gümlediler:
uSenin her buyruğun bizim başımız üstünedir. Sen
sultanımızın . . . Dünyadaki her yaratık sonunda bir fil ·
olacaktır. Biz burada buna inandık, iman ettik.»
"Sayın yaratıklar, sizler susun bakalım, bu bizim iç
sorunumuzdur. Yalnız kanncaları ilgilendirir. Ol seo ep
ten sizler susmalısınız, sa� öteki filkar kardeşlerimiz.>,
-
Kanncalar:
«Söyle buyruğunu, sultanımız. Söyle ki, buyurursan
eğer bu dünyayı alıp güneşin oraya götürelim. İstersen,
sultanımız, ayı alip buraya getirelim. Yıldızdan sana taht
yapalım.»
<ıOlmaz olmaz öyle şey, siz sağolun, kannca kar
deşlerim. Benim isteğim o kadar önemli değil. Bakın,
dinleyin beni, bu mutlu günde benim canımı sıkan kü
çük bir şey var.»
«Nedir o, söyle de hemen . . . » Kanncalar coşmuş, yer
Jerinde du ramıyorla.rdı.
«0 da şudur ki� bir kırmızı sakallı karmca vardı,
benim düşmanım, biltekmil yaratıkların düşmanı, in
san gibi bir şeydi o . . . !şte oen bugün sizden bu kırmızı
sakallı kanncanın dirisini, ya da ölüsünü istiyorum. B u
kırmızı .,sakallı kannca beni işte ş u hüdhüd kardeşimi
zin sırtında aşağıladı, sonra da o kanattan aşağı atlayıp
kaçtı. O -günden beri ben bu kırmızı sakallının dirisini
ya da ölüsünü· istiyorum. Bu kırmızı sakallı karınca bir
ulu demirciymiş. Soyu vanmuş da tı;ı.aa insanlar . kıralı
Davuda dayanırmış. Demek ki demirel kırmızı sakalın
soyu · insandan gelirıpiş. Anladınız mı, ne kadar tehlike-
85
li? .. Bu kırmızı sakalın soyu insandan getirmiş ! Ondan
başka. da bu Özgürlük düşmanı kırmızı sakallılardan çok
varmış bu dünyada. Bunlar özgürlük, din, eşitlik düş
manı kanncalarmış. Bunlar kannca, bunlar fil düşma
hıymışlar. Bunlar şu yeryüzündeki tekmil yaratığa düş
manmişlar. Bunlar üstüne çok çok bilgi aldım. Bunlar ka
pılara şapka da asarlarmış. Bunlar ırz düşmanı imişler.
Bunlar ırk, soy, kan, gelenek gÖrenek, tarih tanımazlar
mış. İyi dinleyin beni, bu kırmızı saka! kanncalarm so- ·
yu insandan gelirmiş. Uzun söze ne gerek, onlann hep
sini öldürmek için, onlann insan soyundan gelmeleri
yetmez mi? Bu insandan gelen kırmızı sakallar, hiç bir
şey yapmazlarsa bile, bir muzurluk S<?karlar yaratıkia
nn arasına, kanncaların arasına, bütün yaratıklara, ka
nncalara, fillere biribirlerini kırdınrlar. İnsan muzur
luğunu evreniriıize yayarlar. Onlar ortadan kalkarsa
dünyamız durulur. O kırmızı sakaHar ortadan kalkınca
da kurtla kuzu yayılır. O kırmızı sakaUar ortadan kal
kınca -hiç bir yaratık öteki yaratığı yemez. İşte ben şıtn
di, önce kanncalardan, sonra öteki yaratıklardan, kuş
lardan, anlardan tekrn.ll kırmızı sakallılarm dirilerini,
ya da ölülerini isterim. Herkes bir kırmızı sakallıyı; ya
ölüsünü ya dirisini getirecek şu alana atacak . . . O de-
mirel kırmızı sakallıyı, oÔeni aşağılayan, o beni aşağıla
yaraktan tekmil yaratığı aşağılayan kanncayı bulup ge
tirene de sarayımda bir oda vereceğim. Ölünceye kadar
bu odada yaşayacak o yaratık ve çiçek özü balıyla bes
lenecek . . . Çoluk çocuğu ve de kıyamete kadar bütün ·
onun soyundan gelenler çiçek özü balıyla beslenecek
ler . . . n
Sultan sözünü· bitirir bitirrnez tekmil yaratıklar, ıca..
nncalar, kuşlar dünyaya dağılıp kırmızı sakallı avına gi
riştiler. Az bir sürede filler sultanının gösterdiği alan
kırmızı sakallılarm öluleri dirileriyle doldu.
86
Sultan bu kadar çok kırmızı sakalı, ölü, yaralı, diri,
bir arada görünce sevindi, fillerine buyurdu:
«Alana marş ! Hemen şimdi şu kırmızı sakallılal1D
üstüne çıkın ölülerini de, dirilerini de ezip toz edin . . . » _
·Filler işe girişip kısa bir sürede kırmızı sakallılann
işlerini bitirip toz ettiler. Alana yığılmış kırmızı saka11a
nn hepsi kayalığın düzüne yapışmışlar, bir varmış bir
yokmuş olmuşlardı.
Kırmızı sakaHar toz olduktan sonra, düzlüğe bakan
sultan bir an düşündü, hemen o �nda da aklına geldi, te
laşlandı :
«Ya demirel kırmızı sakal, ya demirel kırmızı sa-
kal?»
Kalabalıktan çıt çıkmadı:
«Ya demirel?»
Hiç bir yaratıktan en küçük ses Çıkmıyordu.
«Demirel?>> � ·
87
eelşte bu güzel,» dedi filler sultaru. «Çiçek özü, bal,
böcek ölüsü dolu üç ambann kapılanın açın,» diye buy
ruk bağırdı sonra da. ccAtalanınız kanncalar bugün do
yasıya kannlarını doyursunlar. ÜÇ ambar onlar için az
bile.»
Karıncalar birden çoktandır aç olduklannı anımsa
dılar, arnbariara koştular. Toplayıcı karıncalar ne ka
dar da çok çiçek özü, bal, buğday özü, böcek ölüsü top
lamışiard ı !
Kanncalar arnbariara dalıp ü ç gün ü ç- gece yedi
ler bir iyice doydular. Uzun bir süreden beri bölyesine bol
yiyecek yememişlerdi. Sultana minnettar kalıp:
cıBu dünyada bu sultan kadar hayır sever, karınca
sever bir sultan, bir tann yok,>> dedi-ler. •Üstelik de üç
kuşak ötesi_ karınca bu tannrun,>> dediler. «Allah bela
sını versin o kırmızı sakallı topal demircinin,» dediler.
cıBakın karıncalardan da ne iri, dünya kadar büyük ne
. sultanlar, ne sultan-tanrılar çıkıyor,>> dediler, öğündü-
·
ler.
Bütün ülkelerdeki kanncalar yarattıklan bu saray
dan, tahttan, tann-suıtanın onlara söyledikleri sözler
den, bir gün nasıl olsa fil olacaklan umudunun verdiği
sevinçten esrikleşmişler, kendilerine. .gelemiyorlardı.
Kanncaların bu esrik durumlan tam üç ay sürdü-.
Tam üç ay kanncalar sevinçlerinden toprağa basma-
"
·
dılar.
88
Karıncaların, filler su.ltanıruı saray yapıp
taht işlerken kendilerini unutup kışlık yiyecek
biriktirememeleri, aç yoksul kalmal(Lrıdır.
89
rerse, karıncalar fil de�il, daha üstün yaratıklar · ola
bilirler .• . » demişti.
Kanncalar daha şimdiden kendilerini fil samyor
lardı. Fil sayıp •
birer fil heybetinde ·şişine"rek dolaşıyor-
!ardı ülkelerini, kentlerini. Artık her kanncada bir fil
afuru tafuru bir fil kuruntusu vardı. Hele sarıca kann
calar kendilerini bir iyice fil sayıyorlardı. «Biz fillerin öz
atasıyız,>> diyorlardı da hiç başka bir şey demiyorlardı.
Bıyıkl.arı�ı hortum gibi uzatıyorlar, hüdhüdlerin sırtına
binip suıtana karıncalar ülkesinde olup bitenleri ulaş
tırıyorlardı. Sultan da gelen haberlerden sonsuz kıvanç
duyuyordu.
«Her _karınca şu anda kendisini bir fil samyor.»
«Ne iyi, sansınlar. Benim istedi�m de buydu. Ka-
rıncalıkJarını unutsunlar da ne sayariarsa saysınlar.))
«Kanncalar fil gibi yürüme�e başladılar.))
«Bu daha güzel. Benim istedi�im de buydu.>, .
(cFil gibi koı:ıuşma�a u�raşıyorlar.»
(eBu en güzeli . . . Yardım edin, elinizden gelen her
yardımı yapın, o anlaşılmaz kannca dilini unutup fil
ceyi ö�rensinler. Daha, daha çok yardım edin.))
Bundan başka haberler d� gelme�e başladı kannca
ülkelerinden, kentıerinden. Bu gelen yeni haberler eni
konu midesini bulandınyordu sultanın. Kanncalar fil
Ukte çok ileri gidiyorlardı. Bu böyle sürüp gidecek olur
sa, ettikleri hayır ürküttükleri kurba�aya c:ıe�meyecek·
ti.
<cSultanımız, karıncalar tıpkı f1ller gibi de yemek
yeme�e başladılar.»
Filler sultanı çok telaşlandı:
«D� mu? Nasıl olur, kanncalar filler gibi nasıl
yerler? Nerden çıkardılar bunu?»
«Biz fil de�il miyiz, diyorlar, ellerine ne geçerse ha·
şır huşur yiyorlar;»
90
«Bu olamaz,» diye ba�rdı filler sultanı. Sesinden
dağlar ovalar, ormanlar inledi. Bunu duyan kanncalar,
«bir gün bir de sultanımız gibi ba�racak, dağları, de
nizleri; ormanlan, ovalan inleteceğiz, biz fil değil mi
yiZ,» deqiler.
91
lar. «Mademki filler bizden çıkmış, bizler de tiller gibi
yeriz ve hem de yemeliyiz,» dediler.
<<Ne dediler bu buyruğuma?» diye sordu filler sul
tanı ulukepeze.
«Hiç bir söze varmadılar,» diye karşılık verdi hüd
hüdler başı. ııSalt homurdandılar. Ben buraya doğru
kannca kentlerinin üstünden uçarken aşa�da kentler
den durmadan homurtular geldi� duydum. Kannca
kentleri homurtudan u�ul uğul u�lduyordu.»
- .
Sultan güldü :
"Homurdanmasınlar da ne yapsınlar. Daha hiç bir
yiyecekleri olmadığının farkına varmış değiller. Bu yıl
fil gibi de�il de, karınca kadar bile yemek yiyemiyecek
lerinin farkında de�Hler. Kendilerine hiç yiyecek topla
yamadıklannın farkında de�ller. Bir de !il gibi yemeğe
kalkıyorlar ahmaklar. Farlana varineadir ki ambarlan
bomboş, sen o zaman seyreyle gümbürtüyü ·karınca ül
kelerinde . . . Şimdilik bırak da homurdansınlar.»
Bir süre sonra hüdhüdler, sanca kanncalar bir tu
haf bir haberle gene geldiler kannca ülkelerinden:
«Kanncalar biz fil değil miyiz, diye bağınyorlar,
biz de filler gibi bal özü, çiçek özü, çekirdek özü yiye-
·
92
bu _yiyecekler! onlara. Bu · yiyecekler bu kadar küçük
fillerin yiyecekleri değildir. Karıncalar sözü geçen yiye
cekleri eğer yiyecek olurlarsa ağılanıp ölürler. Fillerin
yaptıklan her şeyi yapsınlar da kannca kullanın, onlar
gibi zinhaaaar yemesinler. Ya çatlar ölürler, ya ağıla
nırlat . . . Aman ha aman bu sözlerimi de çabuk ulaştı
rm kullanma.»
Hüdhüdlerle onlann kanatlanndaki sanca kannca
lar uçtular, kannca ülkelerine vardılar. Sultanın buyru
ğunu borazanlarla kannca vatandaşiara bir daha du
yurdular.
uNe oldu?» diye sordu sultan. «Ne dedi kannca kul
lanm?ıı
«Bu sözleri duyunca hep bjrden gülme�e başladı
lar. Biz filiz, biz filiz, diye de hep bir ağızdan, durup
dinlenmeden, kesip kısmadan çağırmağa başladılar. ; .
Biz buraya gelirken, arka.mızdari daha sesleri geliyor
du.»
«Gü�ünler,» dedi sultan. «Biz filiz, diye durmadan
gülerek söylesinler. Dünyadaki on yıllık bal özü, çiçek,
çekirdek özünü toplayıp benim ambanma yığdıklannı
da unutmuşlar . . . Hele gülsünler, yakında farkına vara
caklardır ki . . . »
Birkaç gün sonra hüdhüdler ve sanca kanncalar
öyle bir haberle geldiler ki, filler sultanının şaşkınlık
tan o yelken kulaklan havaya bir dikildi ki kolay kolay
bir daha inmeyecek biçimde.
«Bu olamaz ı İşte bu olamaz,» diye filler sultanı ye
rinde duramıyor, deli gibi kendi yöresinde dönerek hop
luyordu. «Söyle söyle, bir daha söyle,» diye buyruk üs
tüne buyruk veriyordu hüdhüdler başına. tnukepez de,
turuncu kepezl, kanatıan, ayaklan biribirine karışarak
anlatıyordu :
«Vardım gittim Ülkelerine. Gittim ki ne göreyim?.
93
Ülkede, kentlerde hiç kimse kalmamış. Hasta bir kann
eaya sordum, nerede kanncalar hey arkadaş, dedim, ka
nncalar bir iyice fil olup, ormana gittiler, dedi. Derken
hemen oradan ormanıara uçtum. Vardım ki, ne göre
yim suıtanım, bütün kanncalar kıçlannı havaya dik•
mişler, a�açlara, çalılara, çöplere, otlara dayamışlar kıç
lanın sürüp duruyorlar, tıpkı filler gibi. Uçtum orman
larca, günlerce dünyayı orman orman, çalılık çalılık do
laştım, her yerde, her a�acın dibinde, her çalının, her
kuru çöpün altında bir kannca yuma� kıçlanm daya
·
95
ez, gene de vazgeçernem suıtanıriı, kıçımı k�ımaktan . . .
Oooh , oooh , oh sultanım, sana şükrolsun, fil olmak ne
iyiymiş. Dünya varmış. Fil oldum da, 'bunca fil oldum
da, kıçımı ağaca sürdüm de, dunnadan kaşıdım da ya
şamın tadına vardım. Ooooh sultanım, bundAn önce biz
hiç yaşamamışız. Öldür beni, öldür beni sultanım da
şu filliğimi elimden alma, olur mu?n dedi de başka bir
şey demedi.
96
deneylerden geçmişsindir yüzlerce yıl, bana yardım et,
hiç olmazsa bu kaşıma işinde.ıı
«Edemem,» dedi hüdhüdler başı. «B'u tatlı fil hu
yundan hiç bir yaratığı vazgeçiremem. Bereket ki bu
hoooş , tatlııı fil · huyunu öteki yaratıklar daha duyma
dılar. Bir duysalar, dünyanın altı üstüne gelir.»
<ıAınan duymasınlar ! ıı diye coşkuyla, korkuyla ba
ğırdı filler sultanı. Sonra da kesin buyruğunu verdi:
((Yasakladım,ı) dedi. <<Kıç kaşımayı toptan yasakladım.
Al buyruğumu net senin hüdhüdlere ve karıncalara, or
manı, çalılıklan derhal terketsinler, hemen bugün. E�er
terketmezlerse, yann sabah bütün ormanıara yıldınm
atıp yakıp kavuraca�ım onlan. Hüdhüdler, kaşımacı
öteki kuşlar, hem de kanncalar bir anda kömür olacak
lardır.»
ı<Etme eyleme sultanım.. . . ıı
<ıKarşı mı koyuyorsun?»
<<Yok sultanım.ıı
!<Öyleyse hemen uç_ ülkelere, buyruğumu söyle on
lara. Yann · sabaha kadar kıçlarını a�açlardan çektiler
çektiler, çekmedller artık gerisini kendileri bileler.ıı
Ne yapsın hüdhüdler başı, yanında birkaç hüdhu
düyle ormana uçtu, geldi kanncalann üstüne. Kannca
lar yumak yumak yı�ılmışlar a�açlann altlarına, göv
delerine, daUarına habire kıçlarını sürüyorlardı. Hüd
hüdler başı uçarak bütün ormanı. sonra da ormanlan
dolaştı, kannca ülkelerinde gördükleri hep buydu.
Ormanın üstünde, tam orta yerinde bir �acın en
uç dalına kondu, burada kendini bütün kanncalar gö
rebilir.. sesini duyabilirlerdi.
«Eeeeey kanncalar,» diye başladı borazanıyla. Se
si ta uzaklardaki ulu da�larda yankılandı. <<Duyduk
duymadık demeyin, sultanımızın buyruğudur. O sultan
ki, bilcümle yaratı�a baştır. Aslanlara kapJanlara, kurt-
FS/07 97
· lara çakallara, gergedanlara, yaban eşeklerine, yılanla
ra, timsahlara baştır. Size sultanımızın, o görkemli, o
dünyalar sultanının buyruğunu ulaştırmakla onur du
yuyorum: Bundan önceleri de insanlar ve biltekmil ya
ratıklar sultanı Süleymanın buyruğunu kullarına · ulaş
tırmakla onurlanırdım. Şimdi beni kulak verip de din
leyin, eeey yüce fil soylu karıncalar. Sultanımız buyur
du ki, kıçınızı, öteki yüce fiÜere öykünerek . yıl on iki
ay ağaçlara sürmeyeceksiniz, bu kesinlikle yasaktır. Biz
size filsiniz, fil olacaksınız, dedik ama, böyle o küçücük
kıçınızı ağaçlara süresiniz durmadan, durmadan, deme
dik. Bu bÖyle giderse, kıçınızı sizler ağaçlardan çeke
mezseniz. kim, kim çalışacak da bize bal özü, çiçek özü
toplayacak? Siz bu fil huyundan vazgeçmezseniz, ben
de, . filler de siz de aç kalacaksınız. Ol sebepten, kıçla
rını ağaçlara sürerek -uyumak yalnız asıl fillere malı
sustur, sonra fil olmuş kannca filler için değildir. Eeeey
karınca fil kullanın, size kesinlikle buyuruyorum ki, he
men. şimdi; şu anda bu fif huyunuzu bırakıp, kıçları
nızı ağaçlardan çekip kentlerinize gideceksiniz. Sultan
Löyle buyurdu, sultan böyle buyurdu, .duyduk duyma
dık demeyin. n · ·
O kadar mestti ki karıncalar, hüdhüdler başının
bu çağrısına kimse en kuçük bir tepkide bulunmuyör
du. Ona dönüp bakmıyorlardı bile.
((Sultan diyor ki,n diye bas bas bağırıyordu hUdhüd
ler başı. ((Yüce sultanımız diyor ki, onlar fildirler de
dim ama kıçlarını ağaçlara sürecek kadar fil olacaklar
demedim. Bal özü, çiçek özü, çekirdek özü · yiyecek ka
dar fil olacaklar demedim. Onlar tildirler ama, boylan
kadar fildirler.ı>
Orman baştan aşağı uğuldadı:
((Biz filiiilz! ıı
«Biz filiiiiz! ıı
c( Biz filiiiiüz ! »
((Siz filsiniz ama, boyunuz kadar,ıı diye bağırdı b<.r
razanıyla ulukepez.
<(Boyumuz, boyumuz, boyumuz kadar.»
cıBiz filiz, filler gibi filiZ.»
uFiller gibi filiz.ıı
ccFiller gibi.ıı
ccFilsiniz filsiniz ama. . . Sultan· kesinlikle buyruk
saldı size. Yarın sabaha kadar kıçınızı bu ağaçlardan
çekmezseniz, sultan da sizin üstünüze, ormana, dünya
ya yıldınmını atacak, o da sizi kavuracak, yakacak, kül
edecek. Siz hiç yıldınm ne demektir, biliyor musunuz?
Sultanımızın buyruğu kesindir. Kıçlannızı ağaçlardan
çekeceksiniz. ıı
c(Biz filiiiz,ıı diye gene uğuldadı orman.
Hüdhüdler başı bu kez sarıca kanncı;ı.lara seslen
di. Onlar da:
ci Biz filÜiiz,ı) diye karşılık verdiler. Vay anasını,
dünya değişmiş, o sümsük, hayın, kötü sancalar bile,
biz filiz diye dayatmağa başlamışlardı.
. · Bu sefer dallardaki hüdhüdlere döndü, hepsinin de
kıçı kavlamış, ayna gibi, bir tuhaf, durmadan kıçlannı
dallara sürüyorlardı.
cc Size söylüyorum sultanımızın buyruğunu, hüd
hüdlerim. Hiç olmazsa daha siz fil olmadınız, siz de be
nim gibi daha kuşsuİıuz, değil mi?ıı
«Biz filiiiiz ! ıı diye bütün orman baştan sona, uçsuz
bucaksız öttü. ccBiz filiiiz ! ıı
· Ulukepez daldan dala uçup büiün kanncalarla, hüd
hüdlerle konuştu. Hiç birisini kandıramadı. Hiç birisini
fil olmadıklanna, olamayacaklarına, inandıramadı. Na
sıl inandırsın, kendi de, hüdhüd kuşlannın başı uluke
pez de fil olduğuna, hem de nakışlı, güzel, parlak, renk
renk, cümbüşlü bir fil olduğuna inan;ıyordu. En küçük
99
bir fırsatta da hemen kıçınl bir dala dayayıp kaşınıyor
du, kaşınıyor bağınyordu:
ııSuıtanın -buyruğunu diniemiyor musunuz?>�
Kimse ses ve!miyordu. Ne bir tek karınca, ne bir
tek hüdhüd. Bir küçücük sanca bile ona karşılık ver
miyordu.
«Yarın sabah yıldınm, sultanın yıldınmı . . . Hiç bir
canlı kalmayacak. Tekmil yaratıklann kökü kuruya
cak.ıı
Ormandan bir kaşıntı hışırtısından başka. hiç bir ses
gelmiyordu.
Ulukepez inatla, kendini de inandırarak, kuşlarla,
kanncalarla durmadan iki gün üç gün konuştu, buyruk
dedi, yıldırim, ateş, su, dedi, sultan tekmil yaratığın kö
künü, dedi, hepinizi, dedi, öleceksiniz, dedi. Taşta ses
vardı, karıncalarda, kuşlarda ses yoktu.
Sonra birden, derinden, boğuk, kalın bir uğuıtu or
manı doldurdu :
«Sultanlar sultam sultanımız ..her şeyimizi elimiz· -
den alır da, filliğimizi elimizden a.lamai. Kaşınmamızı
elimizden alamaz. Şu darı dünyada bir kere fil olduk,
onu da sultana şaha vermeyeceğiz. İşte böyle kıya.me
te kadar götümüzü kaşıyacağız.»
Uğultuda.n sonra da ormanı bir kaşınma hışırtısı
aldı.
Hüdhüdler başı uçtu, konuştu, yalvardı yakardı,
korkuttu, artık bundan sonra kimsenin ağzından bir söz
cük bile alamadı: Yanındaki hüdhüdlerle birlikte sulta
na geldi. Sultan onu günlerdir, kulağı kirişte, yemeden
içmeden, uyumadan bekliyordu.
«Ne oldu?» diye sordu hemen.
«Hiç bir şey olmadı,» dedi hüdhüdler başı. «Hiç bir
şey. Ben böyle bir şey görmedim. Belki dünya kuruldu
ğundan beri şu yeryüzünün üstünde uçanm, bunca in-
100
san, bunca yaratık gördüm, bunca yaratıkla · yaşadİm .
ben böyle bir şey görmedim. Bu fi1 olmak da ne yaman
bir işmiş ki hiç kimse kıçını ağaçlardan çekmiyor. Ne
kanncalar, ne bizim kuşlar, ne de sarıca karıncalar, hiç
kimse. Öyle mestolmuş gitmişler ki . . . Buyruk, declim,
yangın, yıldınm, dedim. Daha neler neler söyledim on
lara sultanım, boş veriyorlar. Hiç bir kanncanın, kuşun
tüyü bile kıpırdamadı. GÜnlerce cebelleştim de onlarla
yalnız ağızlanndan . birkaç sözcük alabildim. önce hep
bir ağızdan, biz filiz, biz filiz, dediler, sustular. Sonra
da, tam üç gün sonra da, sultan bizim elimizden her .
şeyimizi alır da filliğimizi alamaz, dediler. Blz filiz, fil
kalacağız. Bu dünyaya fil geldik, fil öleceğiz. Şu · dan
dünyada bir kere fil olduk, dediler; Bundan sonra da
onlara ne söyledimse bir daha onlardan bir karşılık ala
madım Bütün kanncalar kuşlar sağır dilsiz kesilmiş
lercfi. O sümsük sarıcalar bile . . . ıı
Sultan :
cıSen nasılsın?ıı diye birden , beklenmedik sordu
ulukepeze.
((Hiç sorma,» dedi kuş. uBenim halimi hiç sorma.
Bir yerde bir ağaç, dal, çalı görmeyeyim uçarken, ko
narken, hemen vanyorum ona başlıyorum kıçıriıı sür
meye . . . Hiç bir şeye yanınıyorum da sultanım, bunca
yıl fil olarak yaşayamadığıma yanıyorum.»
cc Vah vah,» dedi sultan. ((Vah, vah vah ! ıı
ıcÜzülme sultanım, ben du rumumdan dolayı çok kı
vançhyım,» dedi kuş. uBu fillik, fil olmak ne yaman,
ne güzel bir şeymiş de sultarum, biz bilmiyonnuşuz . . . ıı
<< Şimdi seni yıldınmım içine atsam . . . ıı
ıc Vazgeçernem filliğimden sultanım.»
((Kanatla�ı kırsam, koparsam . . . »
uVazgeçemem filliğim�en sultanım.»
ıcİki gözünü birden çıkarsam . . . »
1 01
ı<Vazgeçerii.em,>>
<<Bütün hüdhüdlerini yaksam, dünyada bir tek kuş,
bir tek hüdhüd kalmasa . . . »
«Vazgeç_emem, hiç kimse de fillik tadını almış, bu
yüce tada vararak mestolmuş hiç ki!TISe de filliğinden
vazgeçemez sultanım,)) dedi kı.,ış, öğündü. « yay be, fil
olmak da neymiş be ! ıı
Durdu, azıcık utandı, sonra da çabuk çabuk:
ccBana azıcık izin sultamm.»
Hemen uçtu vardı çınara, kıçını hızlı hızlı ağaca
sürdükten sonra geri geldi .
Sultan:
cc Anladım, ıı dedi güldü.
Ve bÜtün bunlar sultanı derin derin düşündürdü.
Enayilik etmişti, hem de enayiliğin büyüğünü. Ne de
mişti de kanncalara, kuşlara her biriniz birer filsiniz,
filler karıncalann, kuşlann soYtından gelir, demişti ! Al
şimdi ayıkla pirincin taşını, al bakalım, çık bakalım bu
işin altından . . .
·
1 02
«Biz ne yiyeceğiz o zaman, biz soylu filler? Siz ne
yiyeceksiniz o zaman, siz soylu kuşl�r, fillik öğrettik ,
ama karıncalara, kötü fillik ; fii yaptık onlan ama, bin
diğimiz dalı kendi elimizle kestik. Bana kim saray ya
pacak brmdan sonra, kim _ambarlarımı bal ozü, çiçek
özü, çekirdek, böcek özüyle dolduracak, kim? Aaah, bir
bulup da bir yitirdiğim karıncalanm, aaah l Söyle, hüd
hüdler başı, biz ne yaptık böyle, biz kırmızı sakallı
mendeburdan korkarak ne yaptık böyle, ne yaptık? Ne
çabuk da inandılar o küçücük şeyler fil olduklarına . . .
Ne de hazırlafmış fil olmağa. Ben ne bileyim ben . . . Ben
biliyordum ki, kadim gelenekti ki bu , onları fil gibi fil
değil de, fil yapmadan, karıncalıklannı unutturmadan
sonuna kadar güçle buyruğumda tutamazdım. İnsan
lardan öğrendim bunu. Onların her buluşu iyidir diye,
işte bak, başıma öyle bir işler açtım ki ne işler, ne işler
ki ne işler! Silah geriye tepti. Ben onlara karıncalıkla
rıJ?-ı unutturayım derkeıı . . . Aaah, şu insanlar yok mu,
yok mu ! »
«Kurnazdır1ar,» dedi hüdhüdler başı. ccO insanlar
yok mu, çok kurnazdırlar. Onlarla çok yaşadım, onları
yakından tanıtım.»
<<Eee, işte sonucu. Kanncalar fil olunca toptan elim
den çıktılar.»
«Çıkmazlar,ıı dedi ulukepez. «İnsanlar karıncalara
siz filsiniz demişlerse, üç yüz yıl borazan çalarak ka
nncaları bir gün fil olacaklarına inandırmışlarsa bun
da bir iş_. var.»
«Öyle mi?» diye sordu sultan. .
«Bunda bir iş var,ıı dedi kuş.
·
<<öyleyse düşünelim,» dedi sulta�.
ccOlur,ıı dedi kuş. «Hele ben gideyi.m şu dala kona
yım da kıçımı bir iyice kaşıyayım. Kıçımı kaşımadan
hiç düşünemez oldum, sultarum.n
1 03
<•Tuhaf,» dedi sultan. «Ben de öyle. Haydi git kaşı
da gel. Yok yok, bak, gel benim ağacıma kon, sen yu
karda, ben aşağıda kaşınalım. Ve hem de kaşınarak dü
şünelim, olur mu? ıı
« Çok güzel,ıı dedi ulukepez.
Altta sultan kıçını ağacın gövdesine vermiş, yukar
da kuş arkasını bir dala dayam�ş. durmadan gidip ge
liyorlardı.
Uzun bir süre sonra, birden keskin bir sevinç çığ
lığı kopardı sultan :
c(Çabuk gel, çabuk gel,ıı diye de kuşu çağırdı. Kuş
hemen yukardan aşağı uçup indi.
«BUyur sultanım.))
«Tamam,)) dedi sultan. «Oldu. Bu kadar telaş et
memize hiç gerek yokmuş.>>
«Nasıl?ıı
« Karıncalann yiyecekleri var mı kentlerindeki am
barlarında? Bütün topladıkları yiyecekleri bana taşıma
dılar mı? Bunca zaman saray, taht işinde çalışmadılaı:
mı? Kendilerine yiyecek taşıyacak vakitleri oldu mu?ıı
« Olmadı,>> dedi kuş. ııAmbarlannda bir damlacık
yiyecekleri yok.»
ııŞimdi iyi, daha karınlan tok. Oradan buradan bi
razcık da yiyecek buluyotlar. Kış gelip de kar yağınca ,
kış gelip de dünyada hiç bir böcek, çiçek, buğday, çe
kirdek kalmayınca . . . »
· ıc Kalmayınca,ıı dedi kuş, «ne yapacaklar? ,
((Ne mi yapacaklar, açlıktan kınlacaklar,. AÇ kalın
ca da hemen fil ·olmadıklarını aniayıp karıncalıklannı,
kuşluklarını anımsayacaklar, ondan sonra da ölüm be
dene gelince bana gelip yiyecek isteyecekler . . . Ben de . . . ıı
Çok korktu kuş:
ıc Ben kıçımı hep kaşırsam, hep fil olarak kalırsam,
bana bir şey yapmazsın, değil mi?ıı diye yalvardı.
1 04
<«Sana hiç bir şey yapmam, istediğin kadar da yiye
cek veririm. Sen istediğin kadar kıçını sür ağaçlara,
sen bir filsin. ıı
«Kuşlanm?ıı
ııOnlar da birazcık fil . >>
«Olsun olsU:n,>1 diye coştu hüdhüdler başı. <«Biraz
cık fillik yeter onlara. Ya sarıca karıncalara ne diyor
sun sultanım, onları bırakır da tillikten ata.rsak, zaten
kanncalıktan çıktılar, öyle ortada kalırlar. >>
«Onlar da birazcık fil olup, kıçlarını senin kuşlar
gibi yılda bir ay kaşıyacaklar, olur mu?n
<ıOlur,>l diye seyindi hüdhüdler başı. Sevincinden o
dala konup ondan kalkıyor, o daldan kalkıp ona konu
yordu.
ııSen bütün yıl hiç durmadan iyi bir filden de, ben
den de daha çok kıçını kaşıyabilirsin . »
ııSağol, varol sultanım. Şimdi kanncalar k ı ş gelip
aç kalınca . . . »
1 05
calarsa ilkönce şaşınp ormanda oraya buraya başvur
mağa, aranmağa, yeni doğmuşcasına doğayı koklamağa
başladılar. Ağaçlara tırmandılar, sıvandılai, yapraklan
kokladılar, bıyıklannı biribirierine 'sürterek uzun uzun
konuştular, baktılar ki aç biilaç ortalıkta kalmışlar;
Sürüler halinde karıncalar birkaç gün ornianda dalga
landilar durdular.
Açlık öylesine vurmuştu ki başlarına artık ne (il ol
dukları akıllanna geliyor, ne ağaçlara kıçlannı sürmek.
Yaşlılar, çocuklar açlıktan yürüyemez olmuşlardı.
Tuhaf karınca ortaya atılıp: <<Yahu arkadaşlar, biz
ler fil olmadan önce ülkelerimiz, kentlerimiz yok muy
du? » diye soruncaya kadar kanncalanrr bu şaşkınlıkla
rı sürdü.
<<Vardı,» dediler.
«Eeee, kentlerimizde de yiyeceklerimiz yok muydu,
bizler fil olmadan önce?ıı
<<Vardı,>> dediler.
<<Öyleyse günlerdir bu ormanda ne dolanıp duru
yoruz?ıı
<(Gerçekten,ıı dediler, «ne dolanıp duruyoruz bu or
man çıkmazında?ıı
<<Düştük bir ormana yol belli değil . . . ıı
1 06
kirdeği beyinli kannca kardeşler, farkında mısınız biz
ne kadar zamandır yiyecek biriktirmiyoruz kendimize?
Bütün gücümüzü saray yapmağa, ta yerin ortasından
mavi elmas kayasını çıkartarak taht yontınağa harca
madık mı? Behey unutkan kuş beyinli kannca kardeş
lerim, dünyanın dört bucağından topladığımız güzel yi
yecekleri sultanımızın anıbarıanna taşimadık rm? Şim
di sultanımızin ambarlan ağzına kadar yiyecekle dolu,
değil mi? O kadar aşkla şevkle şu yeryüzünden yiyecek
topladık ki suıtanımıza, sultanımız da, filleri de, kuşla
n da, biz yeryüzünün tekmil karıncalan da yesek o arn
barlardaki yiyecekleri on yılda bitiremeyiz.»
«Şimdi ne yapacağız öyleyse?» dediler, bıyıklarını
uzun uzun biribirierine sürterek konuştular.
Kentlerde böyle aç susuz, ne yapacaklannı bileme
den, durmadan bıyıklannı biribirine sürterek dolaştı
lar. Ne hüdhüdler baŞı ortalıkta görünüyor, ne de sul
tandan en küçük bir haber geliyordu. Bu koca kentler
de ülkelerde tek başlanna, kuyunun dibindeki taş gibi
öyle kalakalmışlardı. Yaşlllann büyük bir çoğunluğu da
açlıktan yataklara düşmüşler, bir uçtan şişip şişip . ölü
yorlardı.
En sonunda gene tuhaf kılıklı kannca ortaya atıldı :
<<Behey arkadaşlar,ıı dedi, «burada böyle eli kolu
bağlı, açlıktan öle öle, beklenir mi? Böyle giderse bu kış
bir tek canlı kannca kalmayacak yeryüzünde.:'
«Yapı:iacak bir şey var mı, eeey tuhaf kılıklı?" de-
diler kanncalann ululan.
«Bir düşünelim,ıı dedi tuhaf kılıklı. <<Belki bir yer
den bir şeyler buluruz da karnımızı doyurur da açlık
tan ölmeyiz."
«Bu kış kıyamette, dünyayı boydan boya kar ört
müşken biz nereden yiyecek buluruz?» dediler kannca-.
ların uluları.
1 07
<•Hele bir deneyelim, belki bir yerlerde bir şeyler bu
labiliriz. Belki kar yağmamış bir yer, belki bir buğday
amban, belki bir fırın, açık kalmış bir kapı, bir silo bu
labiliriz . . . Belki atalarımızdan kalmış, unutulmuş bir yi
yecek deposu . . . Belki, belki , belki . . . Hangi günü gördük
sabah olmamış . . . Haydiyin karınca kardeşler, yiyecek
aramağa yollara düşelim. Az gidelim, uz gidelim, dere
tepe düz gidelim, altı aylık bir yol gidelim, görelim ne.
olur, ne olursa, ha diyelim, güzel olur. Haydiyin . . . ı>
1 08
«Kendimizi fil sandık da, dünyaya, tekmil yaratık-
lara rezil olduk.»
«Filler gibi kıçımızı ağaçlara da sürdük de . . . »
«Sürdük de maskara olduk.»
cıFil gibi de karnımızı şişirerek, hortumumuzu uza
tarak da bir yürüdük, bir yürüdük. . . »
«Kendimizi de fillerin öz bir ataları saydık.>>
<<Aaa.h, biz maskara kanncalar . . . Kendimizi gerçek-
ten fil olmuş saydık! »
<<Bizimle alay ediyordu o sultan olacak şiş kann.ıı
ıcO sultan olacak kepçe kulak.»
«Sultan olacak sinekli, kızıl göt. ıı
«Çamur hortum.ıı
«Düğme göz.»
«Solucan burun. ,,
<<Yılan kuyruk.»
«Yumru alın.»
<<O çirkinlik kumkuması ! ıı
<<Paytak bacak . . . 11
•
1 09
yorlardı. Ve sultana günü .gününe kentlerde, ülkelerde
olup bitenleri iletiyorlardı.
Duyduklan da deli ediyordu suıtanı :
ı<Vay anam vay, şu kanncalara da bakındı hele . . .
Bakındı hele şu sümsüklere, budalalara, kendilerini ne
sanıyorlardı acaba ! .. Vay be, kanncalar önce . kendile
rini fil sandılar, demek şimdi de kendilerini kaplan sa
nıyorlar, vay budalalar vay ! Gösterirtİn size. Bir tek !il
gönderirim, bin tane kentinizi yerle bir ettiririm. Vay
budalalar vay, şunların da derdine bakındı hele . . » .
ı<Verdin sultanımıZ.>>
((Ne istiyorlar öyleyse?»
<<Açlık başlannı döndürmüş, akıllarını başlanndan
almış. Açlıktan ölmek korkusu delirtmiş onlan.>>
«Çok kannca öldü mü açlıktan?»
· ııo
ııYaaa . . . Çok karınca öldü açlıktan, hem de
hastalıklardan, sultanım.»
11Varsın öJsünler, hüdhüdler başı kardeşim. Yeryü
zündeki kannca tükenecek değil ya. . . O kadar çoklar
ki, hiç kannca ölmekle biter mi · ki? ı>
·
ııBiter sultanım.»
11Ne diyorsun sen, ey ulukepez kardeşim, her şey bi
ter de bu dünyada yalnız karınca tükenmez. O kadar
çoktur ki kannca, dünya kanncayla dolu. Bu kadar ka
rınca hiç ölmekle tükenir mi? Bak, biri ölünce bini do
ğuyor.»
ı<Doğrusu sultanım, biri ölünce bini ürüyor ya, bu
kırgına, milyon da ürese - kanncalar . gene dayana
mazlar, tükenirler.»
ı<Aman etme bunu bana, ulukepez kardeşim, ben
bu dünyada kanncasız nasıl yaşarım? Kanncalar olma
yınca bana bu güzelim yiyecekleri kim toplar, bu bal
özlerini, çiçek, çekirdek, ot özlerini kim, kim, kim? Vah
kanncalanm, benim yiğit, becerikli kullanın, vaaah ! »
Sultan öyle bir vah çekti k i sesi bütün kannca ülkele
rinde duyuldu. ı<Vah, vah ki vah . . . Vaaaah, kannca
kullanın vaaaah ! »
«Vah,» diye -onu destekledi ulukepez.
«Bak,» dedi sultan, 11ben onlann bana karşı işledik
leri suçlann hepsini bağışladım ama, kırmızı sakallı
olup da dağlara kaç:r;nalannı hiç bağışlama�ım. Bana
bak ulukepez kardeş . . . »
«Baktım sultanım.»
ı<Ben bu kırmızı sakallardan korkuyorum, benim
başıma bir iş açacaklar.»
ı<O kadar küçücüktürler ki kanncalar, bütün dün- ·
yanın karıncalan kırmızı sakal olsalar ki ne yapabilir
ler . »
. .
lll
çücük yaratıklar fillere, bu koskocaman fillere bir şey
yapamazlar ya, ne demiş insanoğlu, o insanoğlu ki ne
kadar ahmaksa o kadar da akıllıdır, ne demi§?ıı
((Ne demiş? ıı diye sordu hüdhüdler başı.
.
((Düşmanın kanncaysa da hor bakma, demiş. Bili
yorum, kanncalar kıyamete kadar benim buyruğumda
kalacaklar. Hiç bir şey yapamayacaklar, gene de kırmızı
sakallara meydan vermemek gerek. Ne olur ne olmaz,
biz gene tetikte olmalıyız. Zavallılar, o kadar da küçü
cüktürler ki . . . ıı Durdu, düşündü, birden hortumunu kal
dırdı : ıcBana bak, ey hüdhüd kardeş,>> dedi. cıBeni iyi
dinle, şu dünyada hiç bir yaratık benim kırmızı sakal
karıncalardan çekindiğiini bilmemeU. Benimle alay eder
ler, beni tefe koyar da çalarlar. Aman ha aman, hiç bir
kannca, hiç bir yaratık 'benim kırmızı sakallılarla uğ
raştığımı bilmemeli.ıı
«Bilmeyecek sultanım.ıı
cıBen dünyada hiç bir yaratıktan bile korkmam.
Aslandan, kaplandan, parstan, boa. yılanından, insan
dan bile korkmam.»
«Biliyorum, sultanım, korkmazsın.ıı
cıBen kızarsam, bu dünyada önüme hiç bir yaratık
duramaz.ıı
ıcDuram� sultanım. ıı
«Ge.ne de bu kırmızı sakaUan ortadan kaldınp dün
yayı sütliman edeceğim. Benim sultanlığımda hiç bir
· yaratık hiç bir yaratığa düşman olamayacaktır. üste
lik bu kırmızı sakaUar bana da düşmanlarmış, öyle mi?ıı
cıSana düşmanlar, sultanım. ıı
ctŞu yeryüzünde hiç bir kırmızı sakal kalmayacak
tır. Kökünü kurutacağım kırmızı sakaUann. Benden
başka kimse ağzına eşitlik, özgürlük, . banş sözcüklerini
· alamayacak tır. Benim sultanlığımda kimse kimseyi, o
kırmızı sakaUar gibi sömümieyecektir. Bu dünyayı tut-
1 12
sak eden, bu dünyada özgürlük, eşitlik, banş, kardeş
lik düşmanı olan o alçak kırmızı kanncalardır. O kır
mızı sakal kanncalardır ki; karıncalann, hem de endi
soydaşlan kanncalann fil olmalarını, fillik yapmaları
nı kıskanıyorlar, karıncalar fil oldu diye kıskançlıklann
dan deli oluyorlar. Çünkü hiç bir zaman o · alçak kırmı
zı sakaHar fil olamayaçaklardır. O yüzden yaşama, ka
rıncalara, fillere, dünyaya, qünyada ne ki güzeldir hep
sine, ve hem de baıia düşmandırlar. Ben de onlara ya
şam tanımayacağım bu dünyada. Öldüreceğim, öldüre
ceğim hepsini. Bak hüdhüdler başı, sen gün görmüş,
ömür geçirmiş bir kişisin, bu kanncaların hepsi kı rmızı
sakal olsa ne yazar ki, de�ll mi? Ateş olsalar cürüm
leri kadar yer yakarlar. Bir milyon karınca bir araya
toplansa ancak benim bir tilimin bir ay�ı kadar olur
lar, ben neden korkayım öyleyse kullanın kanncalar
dan? .. Öfkelendim de az dah_a yeryüzündeki bütün ka·
rıncaların soyunu k1,1rutuyordum. Ben, ben, ben karın
calardan korkmam. Onlar fil olacaklar fil, benim özgür,
eşit, filce yönetiminıde mutlu olacaklar. Dünyanın en
mutlu yaratıklan kim?»
<<Karıncalar.ıı
«Dünyanın en özgür, eşitlik içinde yaşayan yara-
tıklan kim?»
d�anncalar. ıı
<<Dünyanın en barışçıl yaratıklan klm?n
<<Kim olacak, kanncalar.ıı
<<Çok kızdım da bu a.lçak kırmızı sakallara, tekmil
kannca kullanını ortadan silecektim. . . Şimdi ne hal
deler kullanın, hemen git, dolaş da gel, kannca ülkeleri
ne alemde, bana bildir.»
uBaşü.stüne sultanıınız. » .
Hüdhüdler başı, yanındaki hüdhüdlerle doğru ka
rıncalar ülkelerine uçtu, vardı ki ne görsün, bir peri-
FS /08 113
· §anlık, yoksulluk, açlık ki sorma gitsin. Durum öylesi
ne dayamlmazdı ki , bu kadar gün görmüş, bunca be
lalardan, kırgınlardan, salgınlardan geriye kalmış ulu
kepez bile oturup kanatıanyla gözyaşlannı sile sile ağ-.
Iayacaktı.
Geriye, sultanın yanına içi kan ağlayarak döndü.
«Ne bu hal, ne oldu sana böyle kardeşim, hüdhüdler
başJ, iki gözüm; nedir bu?» diye sordu sultan. «Ba§ına
bir iş mi geldi? Senin b1,1 durumunu hiç beğenmedim.»
«Sorma,» diye iniedi ulukepez. «Yandık sultamm,
kanncalar gidiyor. Aaaah, biz böyle kanncalan, böyle
dostları, dünyayı dolaşıp . bize has yiyecekler toplayan
eşitlik, özgürlük, barış aşıkı yaratıkları bir daha nere
den bulacağız, aaaah, aaaah ! ÖlÜyorlar, toptan ölüyor
Iar açlıktan.»
«Vaaah, vaaah ! ıı diye gene bağırdı. sultan, tt!kmil ı
kann<;alar bu ah çekişini duydular sultamn ve bu ahın
kendileri için çekildiğini aniayıp sevinç içinde kaldılar.
ııVaaah, vah, v'aaah t Peki bu ahmak kanncalar yiyecek
isternek için bana gelmeyi hiç akıl et�yorlar mı?ıı .
ııKiinbillr, belki akıl ediyorlar ya sıkılıy�lar. Ka
rıncalar ince düşüneeli kişilerdir. Sultana topladığımiz
yiyeceklerden nasıl isteriz, diye düşünüyorlardır belki.»
ııAçlık ince düşünce falan bırakmaz yaratıkta,» di
ye güldü sultan. «Açlık beni değil, babasım tanımaz.
· Bak, az bekle, durum dediğin gibiyse, şi� katınca
lar ordusu sarayın alanını doldurmuştur,» demeye kal
madı, hüdhüdler başı iki kanat çırptı alana vardı geldi:
«Haklısın suıtammız,)) .dedJ., ııalan kanncadan do
Jup taşıyor, bütün yamaçlar, sarayın yanı yöresi kann-
cadan kıvıl kıvıl. . . »
·
114
lardan ses çıkmıyordu, kanncalar ölü gibi, taş gibi sus
muşlardı.
Sultan, alanın üstbaşındaki kayanrn düzlüğüne çık
o
tı k nuşinağa başladı. B ütün düşündüklerini açık açık
onlara söyledi. Onlann, olurlarsa ancak kannca kadar
fil olabilecekleri üstünde özellikle durdu. Her sözünün
başı bu kadim gerçeği söyledi. Durmadan yineledi. Ka-·
rıncalardan, bu korkunç kıvıltıdan ses sada çıkmıyor
du. Kıpırdamıyorlardı bile. ·
ne doğru uçtu.
iıNe var?ıı
ııDinle bak kanncalardan ses geliyor.ıı
ııBir uğultu duyuyorum. Ne diyorlar?ıı
«Dinle sultanımız, dinle. Sesleri yavaş yavaş yük
seliyor.ıı
u Duyuyorum, duyuyorum . . . ıı
«Açız, açız, açız.
o o Buğday istiyoruz. Buğdayımız
yok.»
ııBal özü, çiçek özü yiyin siz de ! ıı
ııBuğday istiyoruz, buğday . . . ıı
uHüdhüdler başı yanıma gel . . .»
«Buyur, geldim sultanım.ıı
uŞunlann ululanm al da kanatlanna, yanıma ge-
·
tir.ıı
Ulukepez aşağı indi, kanadına tuhaf kılıklı kann-
1 15
cayı, öteki ileri gelen karı ncal an aldı, sultanın gözl eri
nin önüne gel di .
· Sultan:
«Çok üzüldüm durumunuza,ıı dedi. uAçlıktan ölecek
hale geldiniz de bana neden gelmedi niz?,,
<<Sultanımızı bir can için rahatsız etmek isteme
dik. ıı
<<Çok incesiniz,ıı diye üzüntülü bir sesle k onuştu
sultan. «Biliyorsunuz, şu dağların altı baştan başa am
barla dolu, ambarların içi de yiyecekle dolu . . . Hiç du
rum böyleyken açlıktan ölünür mü? u
<<Biz kanncalarız, ölürüz sultanımız. ıı
<<Size yiyeçek vereceğim. ıı
ccSağolasımz sultammız. "
ununun için de bir tek kO§Ulum var.ıı
<<Buyur, koşulun baş ımız üstüne sultanııruz.ıı
«Her kanncaya bu kışı çıkaracak yiyecek v�rece
ğim. Onun karşılığında da . . . ,,
«Yeter ki canı mı z ı kurtar, sultanımız, ne istersen
yapacağız. ,
1 16
lar ulusuna söyleyelim bakalım ne diyecek1er. Bizi gö
tür, hüdhüdler başı.n
Ulukepez hemen yukardan aşağıya süzüldü, sırtın
daki kanncalan alana, öteki kanncalarm arasına bırak
tı, suitanın yanına geri döndü. Beklediler, aşağıdaki alan
dan� yamaçlardan sonsuz bir uğultu yayılınağa başladı
ortalığa.
Uğultu uzadıkça uzuyor, sultan sabırsızlaruyordu.
«Git bak, şu lanet kanncalar. ne yapıyorlar, böyle niye
uğuldaşıyorlar, )) diye ulukepezi oraya altı kere yolladı.
Altısında da, ııhiç bir şey anlayamıyorum uğultuların
dan, tuhaf kılıklı kannca.yla arkadaşlannı da bulamı
yorum, sultanım,ıı dedi.
1 17
döndü, bu anda da· kıvıl kıvıl etmeğe başlamış karınca
lardan gelen uğultu kirp diye kesildi.
((Ne oldu?» diye korkuyla sordu sultan.
((Kanadımdakilere sor,» dedi ulukepez .
. ((Biz kırmızı sakallılan bulamayız, dediler kannca
l ar,)) dedi tuhaf kılıklı. ((Delirmiş kanncalar. Biz bir
_
lokma ekmek için, bulsak da, kırmızı sakallılan öldü
. remeyiz, dediler. Ne yapalım, kendi düşen ağlamaz. Var
sm acından ölsünler onlar da, ne yapalım, ulu sulta
nımı z . . . »
((Siz karnınızı doyurun da . . . Kaç kişisiniz orada,
hüdhüdlerin kanadında?>�
((Çoğuz,ıı diye karşılık verdi tuhaf kılıklı kannca.
Sultan :
((Al bunları birinci bal özü ambarına götür,ıı dedi
�lukepeze.
((Başüstüne,» dedi kuş, hemen ambara uçtu.
Birinci bal özü ambanna inen kanncaların ululan,
aç gözlülükle saldırdılar bal özüne, bir yediler, bir ye
diler kannlarını davul gibi şişirdiler. Bunların karın
larını bal özüyle şişirdiklerini kannca uluslan anında
duydular, ululara da fillere öfkelendikleri gibi öfkelen
diler. Kıannlarını
. · d oyuran ulular, kanncaların arasına
döndüğünde ötekiler onlara hiç bir şey bilmiyorlarmış,
hiç bir şey olmamış gibi davrandılar. Sonra sevinç için
de birden canlanıp : ((Gidin sultana · söyleyin, her biri
miz bir kırmızı sakal getireceğiz,)) dediler. «Getirip, sul
tandan yiyeceğimizi alıp açlıktan ölmeyeceğiz.))
Hemen o anda ulukepez alana gelqi, ululan kanat�
lanna aldı havalandı. Ulular olanı biteni file söylediler,
fil kullannın bu davranışından derecesiz kıvanç duydu:
((Kanncalar akıllandılar,ıı dedi.
Ve kanncalar bu kesin kali,lrlanndan sonra �O§U
şarak kentlerine doluştular, hemen sarıca kanncalar
118
avına giriştiler, aralannda ne kadar sanca kannca var
sa hepsini teker teker yakalayıp · sakallannı kınnızıya
boyayıp öldürdüler. Öldürdükleri bu sakalı kırmızıya
boyanmış sanca karıncalan da sultana götürüp yiyecek
aldılar.
Sarayın önündeki alan, sultamn has bahçesi, ya
maçlar, koyaklar, kayalıklar kınnızı sakallı kannca ölü
leriyle doldu.
Her kannca ölüsü geldikçe, sarayın önünde dağlar
gibi kannca ölüleri yükseldikçe sultan sevincinden gö
bek at�yor :
«Ne kadar da, ne kadar da çokmuş bu kırmızı kann
calar, bu öldürme işini akıl etmeseydim, yanmıştık, yan
mıştık,» diye sevincini söylüyordu ulukepeze.
Ne kadar şanca .kannca varsa o yıl kanncalar hep
sini yakalayıp sakallannı kınnızıya boyadılar, sonra da
onlan öldürüp, ölülerini suıtana götürüp yiyecek aldı
lar. Bir kanncanın beş, altı, on sanca kanncayı kınnı·
zıya boyayıp suıtana götürdüğü, karşılığında o kadar
yiyecek ald.ığı da gerçekler arasındaydı.
Bir gün de genç bir kannca topluluğu yaşlı ulular
dan birisini yakalayıp iki ayağını kırdılar, sakalım kır
mızıya boyayıp öldürdüler, ölüsünü sultana götürüp,
«işte kınnızı sakallı topal kannca budur,ıı dediler. Sul
tan hemen hüdhüdler başını çağırdı, ''bak şu ölüye,ıı
dedi, ııbu mu topal kannca?ıı Ulukepez uzun uzun ölü
kanncı;ı.nın yöresinde çevrindikten sonra.
«Bilmem ama, ölü d�şir ama, · bu yaşlı karınca
nın ölüsü o topa! kanncaya çok benziyor,ı) dedi. ((Bu ka
rıncalar da · o kadar biribirierine benziyorlar ki, sulta
nıın, sancasını karacasmdan ayıramıyorsun . . . Mavice
sini alacasmdan ayıramıyorsun. Bu delikanlılar yalan
söyleyecek değiller ya, işte bu yaşlı kanncanın ayağı da
topal, sakalı da kıpkı rmızı.>>
'119
Sultan çok sevindi :
((Bu delikanlılara üç tane çiçek özü amban açın,ıı
diye buyruk verdi. "İksir de verin onlara ki esrikleş
sinler.ıı
Delikanlı kanncalar üç ambann üçüne de birden
dalıp bir.: iyice doyduktan sonra, arnbariann geriye ka
lanlarını kente taşıdılar, bu çiçek özlerinden hekimler
hasta kanncalara ilaç yaptılar. Ne kadar hasta karınca
varsa ülkelerde kentlerde kurtuldular.
Bir ara sultan, ulukepeze, aklıl)a düşüp, sanca ka
rıncalan sordu :
<<Ne oldu sanca kullanma, ne oldu onlanL? Hiç gö
zükmüyorlar, hüdhüdlet başı. Bana danlmış, bana küs
müş olmasınlar?ıı
Bunca deneyden geçnliş, gün görm\1§, ömür geçir
miş hüdhüdler başı bile bu tepeden inme soru karşısın
da bocaladı. Ne diyebilirdi sultana? ı<Ey su�tanım. se
nin o kannca kullann var ya, senin sanca kullarını ya
kalayıp yakalayıp sakallannı kırıiU;!Ya boyadılar, son
ra da öldürüp sana getirdiler, karşılığında da senden yi
yecek aldılar,>> diyemezdi. Sultan öfkesinden deliye dö
ner, o öfkeyle birlikte kannca ülkelerine filleri salar,
klzgın filler ezmedik, öldürmedik bir tek kannca bile
bırakmazlardı. Filler de hüdhüdler de _aç kalırlardı ka
rıncalar olmayınca.
Sultan, boşu boşuna aklına bu kadar takınıştı kır
mızı sakallılan. Boşu boşuna sorun yapıyordu becerik
siz serserileri . . . Kanncalarıİl. ellerinden kurtulan boya
lı sakallı sancalar çoktan kaçmış gitmişler, onlann ara
sına kanşmışlardı. ötekiler de bir iyice yutmuşlardı on
lan. Onlan · alaya. vala ile düğün dernek, şölen toy kar
şılamışlardı. İş�&� bu yüzden de biribirierine düşmüş
lerdi kırmızı sakallılar, biı:fpirlerinin gözleı:lıll oyuyor
lardı. Sarıca karıncalar da aldıklan emir üzre onları
1 20
daha da biribirine düşürecek, onlar da biribirlerinin
gözlerini oyarak, biribirlerini öldürerek tükenecekler
di. Sultan boşu boşuna bu kırnuzı sakallardan dolayı
bu kadar korkuyordu. Onun korkusu değil miydi ki bun:
ca sanca kardeşin öldürülmesine sebep olmuştu?
cıSanca kanncaların hemen hepsi sultarum, kırnu
zı sakallılar ülkesine gitti. &ı.kallannı boyayıp kırmızı
kannca donuna girdiler. Orada ne kadar kırmızı sakalı
kalmışsa geriye kalanını da onlar yakalayıp sultammı
za getirecekler.»
ıcİşte bu iyi,» diye gürledi sultan. «Bugün bütün
kırmızı sakallann tükenmeleri onuruna, hiç bir kırmı
zı sakallı kalmamacasına öldürülmeleri mutluluğuna
seninle sabaha kadar içeceğiz. Hem içeceğiz şürada, şu
çınann altında, hem de kıçımızı kaşıyacağız. Kırmızı
sakallı topal kanncanın ölüsünü getiren delikanlılan
da al getir buraya hemen şimdi, onlara da bir diyece
ğim var.»
Ulukepez yanına beş hü�üd daha aldı, uçup karın
calar ülkesine yıldırım gibi vardı delikanlılan aldı ge
tirdi.
Sultan:
«Gelin şuraya,» dedi. cıSize fil rütbesi verdim. Si
zin iyi bire}," til olmanız için de til olma okullan açıp
sizi fil gibi fil yapacağım. Şimdilik kannca gibi fil ola
rak kalacaksınız yazık ki . . . Ama bugün, bu gece benim
le birlikte kıçınızı §U çınann gövdesine �ürüp kaşıya-_
cak, filliğin yüceliğini ta yüreğinizin kökünde duy�cak
sınız.ı>
Sultan, hüdhüdler başı, hüdhüdlerin öteki uluları,
delikanlı kanncalar, yani topal demirelnin kanlılan sa
baha kadar içip eğlendiler ve kıçlanru çınar ağacına da
yayıp sabaha kadar sürdüler, kaşındılar.
Ve yeni fil olmuş delikanlıüu, gerçek topal kannca-
121
yı sultana getirmeyip, düzmece bir topal kannca getir
diklerinden dolayı filllklerinden utanıp asıl kırmızı sa
kallı topal kanncayı yakalayıp, diri diri sultanianna
getirrneğe aralannda ant içtiler.
Artık onlar fil olmuşlardı, hem de dünyalar sulta
nıyla birlikte içecek, onun toyuna katılacak kadar fil
olmuşlardı. Okula da gidip bir iyice fil gibi, fil kadar
fil olacaklardı, böyle kannca kadar fi1 değil . . . Yani ar
tık bir yaşlı, topal, beli bükük demtreiyi de bulup sul
tana alıp getirmek iş miydi?
Aynlırken sultan onlan kutsadı, ellerine de birer
«fil oldu)) beratı verdi. Bu onun şimdiye kadar verdiği
ilk ccfil olduıı beratıydı.
122
1
123
yerinden oynar, sultan yeryüzünde ne kadar kannca
varsa kökünü keserdi. Keserdi ya, bu boyalı kınnızı sa
kallarla sarıca olduklarına kimi, nasıl inandınrlardı?
Bir de yollara beliere düşmüş sancalan fellik tellik ara
yan, kanıarına susamış kanncaların ellerinden canlan
nı nasıl kurtarabilir de sultanın yanına ulaşabilirlerdi.
İyisi mi, nasıl olsa sakalları kırmızıya boyanmıştı, kır
rnııı sakallara karışır, bu sancalann öcünü bunlardan
· alırlardı. Onlara yapılanı, bu dünyada bir yaratık baş
ka bir yaratığa layık görememişti. Nasıl korkunç, iğ
renç bir kıyıma uğramışlardı, filler bile kanncalara,
öteki karıncalann sarıcalara yaptıklarını yapmamışlar
dı. Bin yıl geçse de o günü unutmayacaklardı. Göz açıp
kapayıncaya kadarki bir sürede, sakalı kırmızıya boya
rup öldürülmemiş, �ldüıi,ilüp sultan sarayının alanına
atılmarriış bir tek sarıca kalmamıştı. Bunlar da canla
rını nasıl kurtarmışlardı, hiç birisi o anı bir türlü anım
sayamıyordu. Bir şefi iyice anımsıyorlar, bir çınar ağa
cının kabuğunun yarığında üç gün kaldıklanriı, sonra
'
bir yoğurt çanağına üşüştüklerini, sonra. da arkalarma
bakmadan dağların yolunu tutup hiç bir kanncaya gö
zük.meden buraya geldiklerini . . .
Ala şafaktı, öteki koyaktan buğulu, ince bir suyun
sesi çığı! çığıl ediyordu, kanncalar uyanmışlar, ayakla
rıyla gözlerini sıvazlıyorlardı. Birden, suyun ardından
bir ses duyup irkildiler. Bu gelen ses gür bir kaniıca
sesiydi :
ıcTeslirn, teslim, teslim olun,» diye yırtınırcasına
bağırıyordu ses. 11Teslim olmazsanız yakanm. Çıkın or
taya, bizim bıyıklanmız öylesine koku alır ki, kırk gün
lük yoldaki kanncanın kokusunu ·alırız. Teslim, çabuk
teslim olun da canınızı kurtann.ıı
Kırmızı sakallı sarıca karıncalar: uEyvah, » dediler,
ıceyvah ki eyvah ! Tatlı canı kurtardık sanıyordUk, de-
1 24
rnek ki kaı ıncalar bizi burada da yakaladılar. Şimdi öl
dürürler, ölülerimizi de su ltana götürürler, bir ambar,
iki, üç ambar bal özü, çiçek özü, çekirdek özü alıp bir
doyarlar, bir doyarlar . . . Eyvah, eyvah ki eyvaaah, biz de
tatlı canı kurtardık sanıyorduk . ıı
Böylece konuşarak, bir kayaya tırmanıp usulca, ka
yanın doruğundaki bir yanğın içine doluştuhır. Yan
ğın ağzını bir sütıeğen çiçeğinin mavisiyle örttüler:
Az sonra baktılar ki yanlarında yörelerinde kum
gibi kanncalar kaynıyor, ne görsünler, bu kanncalann
hepsinin de sakalları kırmızı. Ölümden kurtul manın se
vinciyle birden yanktan fırlayıp kırmızı sakallılann bo
yunlarına atılıp ağlamaya başladılar:
((Ah ah, aaah, kırmızı sakallı kardeşlerimiz, bir bil
seniz neler geldi başımıza, neler ! Bizim başımıza gelen
ler pişmiş karıncanın başına gelmedi. Bizim başımıza
gelenler insanoğlunun başına gelmedi. Bizim başımıza
gelenler . . . ,,
<cDurun, durun bakalım, siz kimsiniz?ıı diye sordu
lar kırmızı sakallılar. «Şu ağlamayı, dırtarimayı kesin
de, kimsiniz, necisiniz bize onu söyleyin.n
<cBiZ, » dediler ötekiler, <ckırmızı sakallılanz. İster
seniz bakın sakalımıza.»
ötekiler, uzun uzun onlann sakalları üstünde arll§
tınna yaptıktan sonra duclak büktüler:
«Siz kırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, ne
biçim bir kırmızı sakalsınız, bir türlü anlayamadık.�t
Kırmızı sakallı sancalar oraya, yanğın �a otu
rup olanı biteni, kanncaların açlığını, açlıktan dolayı
kırnıı z ı sakallılan sultana nasıl teslim ettiklerini bir bir
anlattılar.
c(İşte biz de canımızı kurtardık, kendimizi dağlara
zor attık. Bütün ülkelerin karıncalan düşmüşler orta
lığa . yazı yaban, dağ bayır kırmızı sakal anyorlar. Kır- .
125
mızı sakallann büyük bir çoğunlu�u sakallarını hemen
kestiler ya, gene de tanınma ktan, öldürülüp sultan sa
rayının avlusuna atılmaktan kurtulamadılar. Kannca
lar, kırmızı sakal başlarından sultan sarayı önünde t.e
peler yı�dılar. . . Ah, bu gözler neler neler gördü, aaah
neler! Dille anlatılmaz, destanla söylenemez . . . Hiç bir
kannca ülkesinde artık hiç bir kırmızı sakal bulamaz
sınız. İşte biz bu dünyadaki son kırmızı sakallanz ki,
başımız olan kırmızı sakallı topal kanncaya gideriZ,>>
dediler, çok zarılık eylediler.
öteki karıncalann başı, beresinin önünde bir yıldız
olanı kuşkulu konuştu:
ııKırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, sizler
bir tuhaf kırmızı sakalsınız, bizlere hiç benzemiyorsu
nuz. Kanncalara <:fa hiç benzemiyorsunuz. Bana öyle
geliyor ki, siz ayrı tuhaf bir soysunuz ama anlayama
dım, kimsiniz, necisiniz?ıı diye sordu.
((Biz mi, . biz mi,» diye b�nştılar, ııbiz mi? Bizim
kanncaya benzer halimizi mi koydular?»
ııBizi zindami attılar.»
cc Bizi gerimizden şişirdiler.»
nBir şişirdiler ki, her birimiz birer til kadar olduk.))
ıcBir şişirdiler kr bizi, yanmız patladık.»
ııMısır patı$ gibi.»
uFiller, kanncalar patlayışımızı seyrettiler. ıı
<<Bizi elektri�e tuttular. ıı
ııBakır telleri çükümüze ba�ladılar.ıı
ııÇiftıeşme yerimizi yaktılar. ır
ııCopladılar.ıı
110raya elektrik de tuttular . ıı
((Gırtla�ıza kadar topra� gömüp şişirdiler. Göz
lerimiz pörtledi.ı.
ııYa kırmızı sakal kardeşlerimiz, o karıncalar ki bi._
1�
ze birer işkence yaptılar ki, o ahmak insanlarm insan
lara yaptığından da beter.>>
((Bu gözler neler neler gördü, kırmızı saka! kardeş
lerimiz, siz ki hiç bir şey görmediniz, bilmiyorsunuz. »
((Bizde kırmızı sakallık hal mi bıraktılar ! »
uBize neler yaptılar, neler ki ! Değil kırmızı sakala,
iyi ki kanncaya benzer halimiz kalmış da bizi kannca
ya benzetebildiniz.ıı
Kırmızı sakallılar, bu tuhaf kanncaların ba§lanna
gelene, durumlarına . çok acındılar, yüreklerinden kan
gitti.
((Kanncaların hepsi de fil oldular. Bir iğne ucu bü
y�klüğündeki kannca bile kendisini til sanıyor. Bizi av
layan karıncalar var ya, işte böyleleriydi. ıı
Her §eyi · anlamış kırmızı sakallılar bunlara çok ya
kınlık gösterdiler, yiyecek verip yumşak yataklara ya
tırdılar, yaralannı sardılar.
Sabahleyin uyanınca yarpuz kokulu bir pınann ba
şında kahvaltı ettiler. Gerçekten bu kırmızı sakallılar
sancalara ' bir kardeş gibi, kardeşten de öte davranıyor
lardı.
Sanca kanncanın en ya§lısı :
ııBizi,» dedi, ((kırmızı sakallı topal kanncaya götü
rün, ona çok söyleyeceklerimiz var. Karıncalar, bu al
çak, bu kırmızı ·sakal düşmanı kanncalar hiç bir zaman
fillerin köleliğinden kurtulamayacaklar ya, gene de to
pal ustamıza birşeyler söylemeliyiz.»
«Ah,» dedi alnı yıldızlı kırmızı sakal, ııah kardeş
ler, yazık, hiç bir zaman, kıyamete kadar biz fillerden
kurtulamayacağız, aaah ! Gene de varın söyleyin usta
mıza. Ne yazık, filler büyük, kanncalar küçük, aaah, ne
ne yazık, ne yazık ! >>
((Aaaah, çok yazık,» dedi sanca karıncalann yaşlı
sı. ııFiller dağ kadar, kanncalannsa her birisi iğne ucu
1 27
kadar, aaaah, çok yazık . . . İçimizde bir tek, başka değil
bir tek, bir tek fil ka.d ar bir karınca olsaylnış, değil mi? ıı
«Yok,ıı dedi içini çok derinden çekerek alnı yıldızlı
karınca. ııYok öyle bir karınca, olmayacak da . . . "
ııB1r tane olsaydı , dünyanın bütün fillerin! . · · ''
ııSuuus,ıı dedi öteki.
cıGerçekten, siz burada, bu ıssız dağda . durmuşsu
nuz, neyi bekliyorsunuz? "
ııBize,ır dedi alnı yıldızlı, ııbize dağgezen derler. Biz
dağa çıktık. ·Burada filleri bekliyoruz. Topal usta bizim
dağa çıkmamızı istemedi. Sizinki hayal, dedi.ıı
ııNeden?ıı
ııDağda gezmekle filler avlanmaz, dedi. ıı
ııSiz ne dediniz?ıı
ııBiz avlayacağız, diyoruz.ıı
<<Filler anCak dağlarda avlanır. ıı
ııSilahınız var mı? ıı
ııVar, sivrisinek hortumundan oklar.ıı
ıcYaaa, iyi . . . ıı
((Bu sivrisinek hortumlanndan yaptığımız okları.
burada bekleyeceğiz, gelen filin gözüne . . . "
«Filler ağılanıp, sıtmalarup ölecekler.ıı
Kırmızı sakallı dağgezen kanncalar coştular, hep
bir ağızdan konuşmağa başladılar.
ııHer !ilin gözüne bin sivrisinek hortumu.ıı
ıcHer sivrisinek hortumunu yiyen fil titreyip oldu-
ğu yere, daha ayaktayken ölüp yıkılacak ... ıı
ııTopal usta dedi ki, bu olmaz, dedi.>>
<<Olmayacağını ne bildi?lı
«Sivrisinek oku fillere batmaz, dedi. n
ıcNe bildi?ıı
ııSivrisinek oku değil file, kayaya, demire, ağaca
bile batar.ıı
128
<(Batar,ıı diye bağırdılar bir ağızdan boyalı sakallı
sarıca karıncalar.
«Fili değil , insanı bile öldürür sivrisinek hortumun
dan ok. "
((İnsanları bile,11 diye bağırdılar sarıcalar.
<(Bu topal usta iyi, has, akıllı, cin fikirli, namuslu
bir kırmızı sakal ama, onun beyni sulanmış, orada, dağ
ların ortasında elini kolunu bağlamış, durmadan oku
yup düşünüyor. Bir de karınca ülkelerine kırmızı sa
kallar göndermiş, her gün dört gözle onlardan gelen ha
berleri bekliyor.ıı
((Yanlış,ıı diye bağırdı kırmızı sakal sancalann en
yaşlısı. ((Yanlış, o yanlış, siz doğrusunuz.ıı
((Biz doğruyuz,ıı diye bağırdı kırmızı sakallıların al·
nı yıldızlısı. ((Bizim yolumuz, oklarımız. · · "
· Dağgezen kırmızılar sevinç içinde bağırdılar. Ses-
leri dağdan dağa yankılandı :
((Bizim gittiğimiz yol doğruuu . . ıı
.
FS/IJI 1 29
«Ne yapalım ya?»
((Ben gelm:eseydim ölünceye· kadar blırada bekleye
cektiniz.ıı
.
ccBekleyecektik. Çünkü topa! ustamız bize dedi ki.
mademki beni dinlemeyip dağgezen oldunuz, hiç olmaz
sa dağlarda gezerek bekleyin filleri, ovaya zinhaaar in
meyin. Topal usta bize dedi ki, dağgezenlik kadim zena
attır, onun kurallan vardır, ve hem de bu kurallar ke
sindir. Ol sebepten ötürü, ovaya dağgezenlerden her kim
ki iner, ölüm hemen onun alnına yazılır.1ı
cc Dağda da fil olmaz.n
cc Bunu hiç düşünmedik,ıı dedi alnı yıldızlı.
cc Bak arkadaş,ıı dedi sancalann başı. ·cıBeni iyi din
le, sen şimdi hemen ovaya in, hüdhüdler başını bul, o
ovanın her yanında dolaşır, gözü kırk günlük yoldaki
kırmızı sakallıyı görür, kulağı kırk günlük yoldaki ayak
seslerini duyar, sen onu çağır, ama okunu ona atma,
çünkü o aradaki elçidir, elçiye zeval olmaz.ıı
ccOlmaz,ıı diye coşkuyla bağırdı alnı yıldızlı.
ccOna de ki, fillere savaş ilan ettim, işte bUrada da
bekliyorum. O gider fillere söyler, filler de llemen k�a
rak sizi ezmeğe gelirler. Korkmayın fillerin gözleri ka
rıncalan göremez. Bir hendeğe sığınıp başlarsınız. oku
nuzu atmağa. Tam gözlerinin içine, gözbebeklerinin or
tasına. ıı
cıOrtasına,ıı diye gürledi alnı yıldızlı. Sesi bir tilin
sesi gibi çıktı.
((Böylece gelen fili öldürürsünüz, . gelen tili . . . Biz
kanncalar da özgürlüğümüze kavuşuruz. ıı
ccKavuşuruz,ıı diye bağırdı alnı yıldızlı. «Belki de
hiç ölmezler o kocaman filler . . . Bu kadar küçücük ok
larla ölür mü onlar? Batmaz ki fillere bu oklar. Topa!
usta dedi ki fillerin derileri bir kalın, bir kalın ki kurşun
130
bile işlemez, dedi topal usta. O bilir, demircidir o. İ nsan
lara bile demirciliği topa( usta öğretmiştir.»
<<Filler ölmeseydi, dünya fille dolardı,» dedi san
calar başı.
« Ölürler ama, gene biz burada beklesek daha iyi
olacak,ıı diye ikirciklendi alnı yıldızlı. «Belki buraya da
gelirler. Belki buraya da hüdhüdler başı bir kere uğrar.ıı
Sarıcalann hepsi bir yerden kırmızı sakaUrtara bir
giriştiler, ağızlarından girip burunlanndan çıktılar, on
lan avaya inmeğe. filleri toptan öldürrneğe kandırdılar.
Kırmızı sakallılar mutlu aşağıya, ovaya, sancalar
mutlu, önlerinde yollan bilen bir kırmızı sakallıyla yu
kan, dağlara topa! demircinin olduğu yere yollandılar.
1 31
vana, hiç bir yaratık ü ısanların biribirierine yaptıklan
nı yapamazlar. İnanmlyorum ve hem de bunlan istemi
yorum. Yalancıdırlar .b unlar. >•_
öteki karıncalar direttiler, ta buralara kadar bu
kırmıZl sakalların dağlar, ormanlar aŞarak, ölümlerden
ölüm beğen geldiklerini söyleyip topal demircinin yaşlı
yüreğini yumşattılar ve de demirci onları huzuruna ka
bul etti.
ccHoş geldiniz. ,,
ccHoş gördük,ıı dedi sarıcalarm .başı.
Topa! demiı-ci ustası sözünü esirgemez bi r karın
caydı : ,
((Siz ne biçim kırmızı saka! karıncasınız böyle, sa
kalınız boyalı gibi duruyor," diye tepeden inme sordu.
Sarıca kanncalar tepeden tırnağa ürperdiler.
((Kim, niçin kırmızıya boyadı sakalınızı? Siz mi bo
yadımz yoksa, niçin boyadımı öyleyse? ..
Demirelnin sesi örsün üstüne düşen çekiç gibiydi.
alLak bullak etti sancalan. Bir süre ne karşıhk yerecek
lerini şaşırdılar, biribirlerinin gözlerine baktılar.
Sancalann başı ı kına sıkına :
ccBiz çok çektik, aylardır yoldayız. yağmur. kar, do
lu altında günlerce yürüdük. Yağmur yağdı ıslandık.
güneş açtı kuruduk. ·ışte böylece sakalımız soldu_.,
öteki sarıcalar da onu desteklediler:
« Yağmur yağdı, ustamız, işte böyle oldu, .. dediler.
" Yoksa bizim sakallanmız da sizinkiler gibi pın l pırıl.
al al pariardı güneşte eskiden. ıı
Daha da konuştular, başlarına gelenleri uzun uzun.
bir bir anlattılar. Ağladılar s ızladı lar. Filler, karınca - ·
132
• bu kara günleri görmeseydik. Bu kadar acı çektikten,
ölümlerden ölüm beğendikten sonra yaşamışız ki neye
yarar. ıı
��Biz ölüm acısını görd ü k geçirdik,ıı diye iniedi sıs
kası çıkmış bir sarıca kannca.
t<.Filler işkencesi, zulüm variken,ıı diye ağiaştılar
öteki sanca karıncalar hep bir ağızdan.
Demirci ustası. topal kanncanın yüreği bir türlü bu
gelenlerin doğru dürüst, hayırlı bir iş için buraya gel
diklerine kanmamıştı. İçinde bir ikircik dalgası gidip
geliyor, kaynayıp duruyordu. Sanca karıncalan uzun
bir sıra yapıp alana dizdi, her birisinin sakalım teker
t eker gözden geçirdi. Sonra da ellerini çenesine dayanak
yapıp düşünrneğe başladı.
133
uOnlar bizim kardeşlerimizdir.n
«Yağan kardan, esen yelden sakaHan solmuştur.ıı
<<Filler onlan ezmiştir.ıı
«Fillerin bunca zulümleri altında karıncalarda hiç
kanncalık hal kalır mı?»
«Düşün bir kere bizleri, biz buraya geldiğimiz gün
lerde bunlardan beter değil miydik?ıı
«Düşün bir, usta; sen kendini düşün . ıı. .
134
lar uydurına kırınıZı sakallardır, diye? Bakın su gölek
lerine, onların sakaHannın boyasından kıpkırmızı. Bun
lar sarıcalar, sarıcalar. Filler bunları bize casus diye
gönderdiler. Atın bunlan dışarıya, öldürün bunları.>>
Karıncalar önc e yere, sçnra sırtlarındaki kanncala
n indirip onların sakallanna teker teker baktılar. Sa
kalların boyalan çıkmış, yerinde sapsan kıllar kalmıştı.
«Ne bu haliniz, bu ne böyle, hani siz kırmızı sakal
dıruz?»
Sarıcalar ölüm' korkusuyla titrediler.
«Bakın nasıl titriyoruz,» dediler. «Korkumuzdan,
bir de açlıktan, yorgunluktan işte böyle sarardık,» de
diler. «Siz korktuğunuzda bizden daha fazla sararmaz
mısınız?» diye de sordular.
�
öteki er hep bir ağızdan:
cc Biz de sarannz, biz de sararırız,» dediler, sonra
da eklediler: ((Bunlar bizim kardeşlerimiz, buradan baş
ka hiç bir yere gidemezler, ey demirciler başı ! » Hırçın
laştılar.
Demirci, yandım, diye düşündü. Filler sultam içi
mize adamlarını da gö�derdi. Ama yüreğinde de bir ikir
cik kalmıştı, filler sultanı adamlarını gönderseydi ara
larına, böyle riıi gönderirdi? Hiç olmazsa bu sancalann
sakallarını bir iyice boyar, teker teker, hüdhüdlerin
kanadından aşağıya indirirdi. Onlar da gelir kırmızı sa
kallann arasına katılırlardı. Kimsenin de ruhu duymaz
dı. Bu işte bir bit yeniği vardı var olmasına ya, neydi?
Bunca akiına, deneyine, gün görmüşlüğüne karşın de
mirciler ba§ı bu sorupun karşılığını bulamıyordu.
Alanda .artık her kafadan bir ses çıkıyordu.
ccSen, sen, sen demirel, kuşun kanadından atıayıp
da kaçtığında sakalın böyle san olmadı mıydı?»
c<Sen, sen o zaman bir a:ynaya baksaydın ya o za
man . . . >>
135
••İşte o zaman haİini görürdün.ıı
u Zangır zangır titriyordun.ıı
tıDe�il sakallann, saçıann bile sapsan kesilmişti . ıı
••Umon sansı. ıı
u Hepimiz kırmızı sakal cie�il. san sakal olmu�tuk . ıı
••Bir san sel gibi aktık da buraya geldlk. ıı
••Eeey, demirciler başı, yüce usta, biz kaç ay, kaç
ay geçti de ancak sanlıktan kurtulabildik, kurtulabll-
dik de . . . •>
••Kendimize gelebildik.,
Demlrciler başı orada, çöpün ucunda kımıltısız ka
lakalmıştı, gözleri faltaşı gibi açılmış . . . Biliyordu bu ge
lenlerin filler sultanının, hüdhüdler başının adamlan
olduklannı ama, şu ahmak kınnizı sakallara bunu nasıl
anlatacaktı? Düşündü taşındı, birtakım kandıncı, inan
dırıcı sözler, yollar buldu, ötekiler onu-dinlemediler bile.
((Oya koyuyorum öyleyse,, dedi. <<bunlar burada ka
lac�klar mı, yoksa gidecekler mi? ,
((Koy,ıı diye ba�ırdılar h e p bir a�ızdan.
cıOya koyuyorum, bunlar sancalar mı, yoksa kırnu
zı sakaUar mı?»
<•Koy,, diye ba�ırdılar kendilerine güvenmiş. cıKoy,
koy, koy . . . ))
((Bunlar sarıcalar mı?ıı
<•Hayır, hayır, hayıııırrrr ! ıı
<<Kırmızı sakaUar mı?ıı
•<Evet, evet, eveeet l ıı
Kanncalar sevinç içinde ön ayaklannı kaldınp, hep
birden şahlandılar, alan, ayaklardan bir ormana kesti.
cıPeki, ne deyim, sorumluluk sizin, siz kabul ettiniz.ıı
c<Biz kabul ettik kardeşlerimizi, kabul etmeyip de
!illerin ayaklan altına geri mi atacaktık onlan ! ıı
ııÇok büyük belalar gelecek başımıza bu sancalar
. yüzünden. n
1 38
ccEy demirciler başı, in oradan aşağı da, artık kar
deşlerimizi aşağılamaktan vazgeç.n
ıcŞimdi hep bir ağızdan,' senin şu ağarmış sakalına
bakıp . . ıı
.
1.37
gittikten sonra, artık yapacağınızı biliyorsunuz. Yolda
dağgezen karıncalara yaptığımızı bunlara da yapacak,
her kanncayı bu topal demirci üstüne kışkırtacaksınız
ki, ta ki bütün kırmızı sakaUar biribirine düşe, biribiri
nin gözlerini oya, biribirini bir tek kırmızı sakal kalma
masıya öldüre. Kırmızı sakalları, hem de öteki karınca
ları biribirierine düşürmenin yolları kadimdir ve hepi
niz bu yolların yüzlerce biçimini bilirsiniz.>>
((Biliriz,n diye bağırdılar hep bir ağızdan bütün sa
rıcalar.
«Unutmayın birçok kırmızı kannca kendisini dün
yanın odağı sanır. Ona göre seçeceksiniz avlarınızı. Ken
disini en büyük kurtarıcı sananları . . . »
((BiliriZ.»
((Kırmızı kanncaların bir bölüğünün içinde fi1 ol
ma asianı yata:· . . . Ona göre.»
((Biliriz, ona gf. �·e . . .»
((Bir bölüğü üne çok düşkündür. Onlara da o yön
den yaklaşırsınız.»
((Biliriz. Onlara da ö yönden . . . »
«Hele genç kırmızı sakalları daha iyi bilirsiniz. Var
sa da yoksa da hep kendileri . . . »
((Onları da çok iyi bilir, çok yakından tanınz.»
((Onları eİı çabuk doğru yoldan çıkarır, kendi ken
dilerine düşman edebllirsiniz.»
((Kitaba, düşünmeye düşman edeceksiniz onları.
Okusalar da fil kitabı okuyacaklar.»
((Filler yenilmez, kıyamete kadar, dünya güneşe ya
pışıncaya kadar filler başımızda k alacak, herkesi, tüm
kırmızı karıncalan buna inandıracaksınız.»
<(Onu da biliyoruz:»
((Biliyorum, sizler her şeyi biliyorsunuz, iyi yetişti
niz. Yalnız bir şeyi gözden hiç mi hiç ırak tutmayacak
smız, o da nedir?»
138
«0 da nedir? » diye yinelediler sancalar hep bir
ağızdan.
«0 da eli nasırlı kırmızı kanncalardır. Zinhaaar,
onlara bir şey yutturayım demeyin. Onlara yaklaşına
yın da . . . Onlan hiç iğvaya çalışmayın, onlar başkadır.
Çok iğva, çok yalan, çok düzen görmüşlerdir onlar, dUrı
ya dünya oldu olalı. Ve kalıreden ve yaratan ki onlardır.
Onlar ki korkak, yürekli, cahil, hakim ve çocukturlar.
On1an baştan çıkarmayı, kandırmayı, onlann kaburga
lanndan yaratılan gözlüklü kırmızı sakallara bırakın.»
uOnlan da çok yakından tanıyoruz,>> diye bağırdı
lar sevinç içindeki sancalar.
«0 eli nasırlılardan korkulur. Sonunda, eğer ister
ierse, onlar filleri de yenebilirler. Onlar denizlerdeki
kum, gökteki yıldızlardan da çokturlar. »
«Biliyoruz.»
«Fırsat buldukça, onlann gözlerini kör, kulaklannı
sağır, burunlannı koku almaz, tenlerini duyarsız ede
ceksiniz . . . Bütün kırmızı sakaHan da bu yolda kışkırta
caksınız. Biz sancalara, atamız, şahımız fillere en bü
yük düşman, en büyük tehlike bu eli nasırlı kırmızı
sakallardır. >>
«Gözlerine kül atacağız kü�, eli nasırlı kırmızı sa
kallann, kül.»
«İyi,» dedi yaşlı kannca, <<iyi. Bilin ki birçok kır
mızı sakalın içinde fil olma ateşi yanar. önce de söyle
dim ya, belli etmezler bunu. İşte bu kı rmızı sakaUar eri
büyük düşmanıdırlar eli nasırlılann. Onlar fillerden de,
bizden de daha düşmandırlar eli nasırlılara, ne kadar
dost görünseler de, onlan eli nasırlılann üstüne durma
dan gece gündüz kışkırtacaksınız.>ı
uKışkırtacağız.>ı
«Elhasıl, bin parçaya böleceksiniz kırmızı sakallı
lan, her bölüğü ötekinin k anına susayacak.»
1 39
ııSusayacak ! ,, diye bağırdı sancalar.
cc Bu kırmızı sakallann büyük bir bölümü yaşamın
ateş çemberinden geçmemişlerdir, ağızLarı süt kokar.
Yaşama karşı alçakgönüllü değillerdir. Kendilerini dev
aynasında görürler.ıı
cc Biliyoruz.,,
140
sevdirmeyeceksiniz. O eli nasırlılan hiç bir zaman göz
den uzak tutmayacaksınız, onlardan her an bir ışık gibi
bir sevgi seli bütün kırmızı sakallara dağılabilir, işte o
zaman hapı yutanz. O eli nasırlının her birisi bir sevgi
kaynağıdır. Tamam mı? Sevgisizliği, düşmanlığı körük
leyeceksiniz. 1)
((Tamam, sevgisizliği, düşmanl ığı körükleyeceğiz. n
« Hakkınızı helal edin, gidip de gelmemek, vanp da
dönmernek var. Ben de topal demirciyi baştan çıkanna
ğa, onun yüreğine y ı lgınlık, kuşku, korku, inançsızhk .
sevgisizlik közü atmağa gidiyorunu
<<Güle güle git1 u dediler.
«Bir dakika beni burada bekleyin, ıı diye onlara b u
yurdu yaşlı sanca. Arkasını dönüp yandaki kayanın ar
dında yittikten az bir �üre sonra geriye döndü. «Bakın
sakalıma , )) dedi .· <<Siz hiç bir kırmızı sakalda böyle par
lak, uzun, böyle kıpkırmızı, böyle yalp yalp eden bir sa
kal gördünüz mü?n
Gerçekten sakalı gün ışığı gibi şınldıyordu. Hiç bir
kırmızı sakalda böylesini görmemişlerdL Sakal, dalga
dalgaydı ve hem de gürdü. Bir kırmızı orman gibiydi de.
·
«Bu sakalı gören demirel topal, kırk günlük yoldan
temennaha kalkar mı kalkmaz mı? Bundan sonra kim
benim kırmızı sakallığırndan kuşkulanabilir ki söyleyin?••
«Ne oldu, nereden buldun bu sakalı, eeey yüce baş-
buğumuz? 1) diye ona hayran olaraktan bağırdılar sa
rıcalar.
<<Susun, bağırmayın,, dedi kannca. Gerçekten bu
sakat hüneriyle sancaların en yaşlısı, başbuğ olmayı
haketmişti. <<Susun da şuraya bakın.n Kayanın yanğını
gösterdi, sarıcalar oraya üşüştüler, baktılar ki orada
bir kannca ölüsü boylu boyunca yatıyor, sakailan da
yok. <<Gelin buraya, kulağınızı iyice ağzıma dayayın, iş
te ben bu kırmızı sakalı öldürdürn, sakalım da kesip
141
kendime taktım. İyice bakın hele bana, benim bir kırmı�
zı sakaldan hiç farkım var mı?»
ııYok,» dediler usulca.
((Tam bir kırmızı saka! olmuşsun ki başbuğumuz,
senin kırmızı sakal olmadığının farkına topal demirci
bile varama.z.»
ııVaramaz,, diye konurlanarak güldü başbuğ. ((Öy
le de bir yapıştırdım ki. Bir fil sakalıma hortumunu do
layıp çekse, bir tek tel bile koparamaz oradı;m. ıı
((Yru;asın ! ıı diye bağırdılar kanncalar. ((Yaşasın
başbuğumuz! Sana bundan böyle başbuğumuz diyece
ğiz . . . Ulu başbuğumuz . . . ıı
ııElinizden gelirse, siz de birer kırmızı sakal öldü
rüp, sakallannı alıp kendi çenenize yapıştırın. O zaman.
işte, hiç bir kimse sizin sanca olduğunuzun farkına va
ramaz. Siz de işte bu kırmızı sakaUar ülkesinde cirit
atarsınız babanızın evi gibi. Bunlan da biribirierine öl
. dürtüp öcümüzü kannca soylanndan alırsınız. Bana
başbuğ demenize de çok sevindim.»
�<Her birimiz üçer kannca öldürüp sakallarını ala
cağız.ıı
ııHaydi yolunuz açık olsun. ıı
Ve ala şafağın ıhırcık karanlığında sancalar orta
dan o anda yitip gittiler, bir v armış bir yokmuş oldular.
Başbuğ sanca da topal demirelnin kovuğuna doğ
ru yollandı. Topal demirci kovuğunda, topal bacağını
karnma çekmiş uyuyordu. Başında da üç tane çok genç
kırmızı sakal. Burada · şu topalla birlikte, şu üç genç
kırmızı sakalı da öldürsem, diye düşündü ba.şbuğ. Bıça
ğını çekti kovuğa daldı, birden ayağına takılan bir çel
meyle tepe üstü yere düştü.
ııDur, yasak ! ıı
((Ben başbuğum,ıı dedi sanca kannca. ııKafdağı ar
kası kırmızı sakallılanİlın başbuğuyum. Sizde konuk
142
böyle çelmelenerek mi ağırlanır? Az daha beynim par
çalanıyordu.n
((Kusura kalma,ıı diyerekten özür diledi ondan genç
kı rmızı sakal. ((Ustamız uyuyor da . . . »
«Hemen onu uyandır,» dedi başbuğ. ((Hemen şim
di. B'en kırk günlük yoldan geldim. thkelerimizi fill � r
yıktı yaktı, yağrnaladı, kanncalanmızı da köle ettiler.
Ben canımı zor kurtanp ona geldim.»
Genç kırmızı sakal, ustayı uyandırdı, başbuğla onu
tanıştırdı:
;, İşte bu Kafdağlannın ardından geliyor. Katdağla
rının kırmızı sakallısı bu da . . . Kırk günlük yoldan ge
liyor.»
((NaSıl geldin, ey yoldaş? » diye sordu usta, yeni ge
lene.
11Ulu bir kuş vardır, adına leylek derler, temiz yü
reklidir, alçakgönüllüdür, iyilik severdir, işte o kanadı
na aldı da beni, sana buraya ulaştırdı,» dedi başbuğ,
yorgun, uykusuz, boynu bükük.
ııBenim burada olduğumu kim söyledi sana? •>
ııLeylek söyledi,» diye gülümsedi başbuğ.
11Leylek ne biliyormuş benim burada olduğumu? >>
11Görmüş.n
<<Allah Allah . . . Beni şu küçücük yankta o gökyü
zündeki ulu leylek nasıl görmüş ki ! »
«0 leylekler öyledir,» dedi başbuğ. ııOnlann gözü
kırk yıl uzaklıktaki k_ara taşın üstündeki kara kanncayı
görür. Beni de öyle gördü. Bizim ülkeyi filler yakıp yı
kınca, çoğumuzu öldürüp, azımızı köle yapınca ben kaç
tım Kafdağının tepesine sığındım, orada karların, ka
yalann. içinde kaldım. Kafdağının tepesinde hiç bir yi
yecek yok. Açlıktan gözlerim görmez oldu. Hiç gücüm
kalmadı, yıkıldım oraya kann üstüne, can çekişiyordum
ki, bir ağır hışıltı duyd m, üstüme bir sıcaklık indi, bir
143
ses de duydum arkasından, 'in misin cin misin, ey yara
tık, sen kimsin?' diye sordu bana ses. Ona gözümü kor
kudan açamadan karşılık verdim, başımıza gelenleri zar
zor anlatabildim. 'Sen de kimsin?' diye sordum ona.
'Ben�· dedi, 'leyleğim. Dile benden ne dilersen.' Çok hal
sizdim, açlıktan elden ayaktan düşmüştüm. 'Açım,' de
dim ona, 'karnımı doyur da gözüro açılsın, ondan sonra
konuşuruz.' Bana hemen bal özü, çiçek özü verdi, o an
da gözüro açıldı. Ona, 'ben bir kırmızı sakalım,' dedim.
'Beni kırmızı sakallara götürür müsün?' diye de sor
dum. Beni bir kayanın sıcak kovuğuna yatırdı, önüme
de çok bal özü, çok çiçek özü koydu, hiç bir şey söyleme
den uçtu gitti. Tam beş gün sonra onun geriye döndü
ğünü gördüm, sevincimden deliye döndüm. 'BUld u m , ·
dedi, 'öteki yüce dağın doruğunda b i r demirci var, dün
yanın da bütün kırmızı sakalları orada. Seni oraya gö
türeyim,' dedi- bana. Dedim ki ona, 'sağol, varol! Dedim
ki ona, 'beni oraya götür. Beni kanadının üstüne aldı,
•
144
na karşı savundular onları. İstesem, ölsem bile bizim
ahmaklar o sarıcaların sakalının bir tek san telini bile
vermezler bana,ıı diye iç geçirdi. Acıdan yüreği sökülü
yordu demirel ustasının.
((Ben bulurum onları sana, sen hiç �üzülme, demirel
kardeşim,ıı diye umut verdi topala ba§buğ. <<Senin kır
mızı sakaUan da onların sarıca olduklarına, sancalann
da hayın olduklarına inandınnm.ıı .
Başlıuğla demirel topal sevgiyle kucaklaştılar: To
pal nasıl sevinmesindi ki, bu kadar ahmağın içinde ken
disine yardımcı bir akıllı çıkmıştı. üstelik de soylu bir
kırmızı sakaldı bu. üstelik de onun ülkesi kutsal Kar
dağının eteğindeydi. üstelik de kırmızı sakalı hiç bir
. S&.ical a benzemiyordu. Üstelik de uzun sakallı çenesinden
geniş göğsüne bir aydınlık, bir ışık olmuş ıınldayıp akı
yordu.
Topal kannca düşünüyordu, sevinçle, güvenle, içi
ö.zlenmiş bir dostluğun sıcaklığıyla dolarak. Bir elin ne
si var, iki elin sesi var, diyerek düşünüyordu. Düşün
menin tadırida, mestliğinde. Bu yaşlı kırmızı sakal, baş
buğ, bellr ki çok çekmiş. Belli ki çok da akıllı, kurnaz.
Bununla birçok sorun çözülebilirdi.
FS/LO 145
sırtını dayamış güneşlenerek·, başbuğla konuşuyordu.
Başbuğun sözüne sohbetine doyamamış, onun kültürü
ne, devrimciliğine hayran kalmıştı. Kendi kendine di
yordu ki : «Şu karıncalar arasında böyle üç tane kann
ca daha olsa, değil filleri, insanlan bile şu dünyadan
söker atardım.ıı Böyle akıllı bir arkadaş, d�t kırmızı
sakal bulduğundan sonsuz mutluluklar içind e geriniyor
du. Hüdhüdün kanadından atlayıp buraya geldiğinden
bu yana ilk olaraktan böyle akıllı bir kanncayla karşı
karşıya geliyordu. üstüne titriyordu başbuğun. Fill eri
bir gün yenebileceklerse eğer, bu başbuğun akİı yüzün
den yeneceklerdi. Ne de yakışıklı bir karıncaydı bu. Sır_.
tı sapsarı, gözleri büyük, tıpkı an gözleri gibi gözenek
li, kıskaçları güçlü, sakalı ışıl ışıl, hacaklari bir atlı ka
nnca hacakları gibi güçlü, çabuk. Bu yaşa gelmişti, bü-·
tünüyle teke anlaşabildiği karınca bu başbuğ olmuştu.
·
146
karşı savaşmak o kadar kolay değil,ıı diye ona karşılık
verdi demireL
« Hiç kolay değil, ama böyle de eli kolu bağlı dur
mak olur mu hiç? Sonra boş dura dura, buradaki kırmı
zı sakaUar tembelleşir, savaşı unuturlar.ıı
ııFiller çok büyük, kanncalar çok küçük başbuğ
kardeşim, günlerdir, aylardır düşünüyorum düşünüyo
rum, hiç. bir yolunu bulamadım fillerle savaşmanıı'i. Na
sıl savaşılır ki onlarla?» diye başbuğa merakla sordu.
ııDoğru,ıı diye onu onayladı başbuğ. ııŞu üsteki bü
tün kanncalan toplasak, savaşa soksak, bir tek fil he
pimizi kırtaeana çevirir. Bir ülke varmış, oranın karın
caları til kadar iriymiş, ama o ülk� çok uzak, o karın
calara haber salsak, gelseler de bizi tutsaklıktan kur
tarsalar. »
ııOnlar gelirler, biliyorum onlan, filleri koğarlar,
sonra da bizi onlar tutsak alırlar. Kendi başımızın çare
sine biz kendimiz bakalım. >>
11 Biz kendi başımızın çaresine kendimiz bakamayız,
ustam. Filler çok büyük.ıı
�< Umutsuz olma, belki bir yolunu buluruz, başbuğ
kardeşim. Bak ben ne yaptım, tutsak ka nncalann içi-
. ne, her ülkeye kı rmızı sakallılar gönderdim . . Onlar sa
kallannı kesip tıpkı öteki kanncalar gibi oldular, on- ·
larla birlikte çalışıyorlar, onlarla birlikte zulüm görü
yor, a.ç kalıyorlar. Bir de ben gece gündüz filler üstüne,
kanncalar üstüne, bundan önceki fillerle kanncaların
üstüne kitap okuyorum, adanilanın da kitap okuyarlar
durmadan. Biz burada kitap okuyor düşünüyoruz, tek
mil dünyadaki karınca kardeşlerimiz kitap okuyor, ça
lışıyor, düşünüyorlar.»
�tBundan bir şey çıkmaz ki,» dedi başbuğ. «Kitap
okumakla, tutsak kanncaların arasında çalışınakla fil
ler yenilmez ki . . . n
147
. ((Bak başbuğ kardeŞim, beni din le , onlan örgütlü-
� "'
ca1�
yorum da . . . Bir gün bir yolu bulununca,
fillerin üstüne saldırınc a . , , "
�- · , aşbuğ gülrneğe başladı, güldükçe gülüyor, gül -
·
tekm i l kann
d kç, gülüyprdu . ·
·. ;
. <�Ne gülüyorsun, başbuğ kardeşim? "
1 B.e.şbuğ gülrnekten karşılık veremiyor, tıkanarak
g:ü�üy.Ordu.
! ı@:ü l ü . . . gülü . . . gülüyornın ki . . . n
' . <.
1 48
ge 9 kalmış, fillerin belasına uğramış bir karınca bu
kadar umutsuz olmasın da ya ne olsun?
••Haklısın,ıı dedi ona demireL u Haklısın ya bu ka
rıncalar ki şu evrende en güçlü yaratıklardır. Filler da
�
ha da güçlü olsalar bile onların bu tutsaklığından kur�
tulmanın bir yolu bulunmalı. Ve hem d e bulunacak ! ıı
•Ama bunun için d e hiç bir şey yapmıyor, hiç bir
eylemde bulunmuyoruz ki,ıı dedi başbuğ. u Eylem g€rek,
hiç olmazsa. bizimkiler gibi savaşı sürdürmek gerek. Ben
bizim filleri yenebileceğimizi bir kere olsun düşünme
dim bile ya, ama savaş g€rek. Yenmesek de sava.şmalı-
yız. Bir tek umut savaşta. n .
Topal demirel de öyle düşünmüştü ya, bir sonuca
varamamıştı. Bir tek umut savaştaydt y a, nasıl bir sa
vaşta? Savaşın umutsuzu olur mu? Umutsuz girilmiş
savaş, savaş değil, ölümdür, savaşın biçimi, türü var.
Sava:ja umutla girersin, yenilirsin o başka, ama umutla.
. girersin.
Bu düşüncelerini başbuğa söylemedi. Sadece:
«Sizinkiler savaşıyariarsa filleri yenernernek ıçın,
bu deliliktir. İnsan yenrnernek . için savaşır mı? Filleri
de yenecek bir yöntem bulacaktır kanncalar. ıı
Başbuğ gene gü ldü :
..Ha h hah hah . . . Bulunamayacak, bulunamaz. Fil
ler yenilir ini?))
.. '1t'enilir,)) diye gürledi topaJ demireL ((Bir yolunu
bulacağız tilleri yenmenin. Ve kalıreden ve vareden ka
nncalardır. Yeneceğiz filleri . . n .
·
Tam bu sırada· ·�landa bir gürültü patırtı koptu ki,
topa.l demirel �buraya geldi geleli böyle bir gürültü duy
maınıştı. Sanki koca dağ ortasından çat diye çatıamış-
1 49
tı, işte öyle bir gürültü. Kırmızı sakallı topal kannca
hemen alana koştu ki ne görsün, alan ağzına kadar ka
nncayla dolmuş, kanncalar üstüste, kıvıl kıvıl . . . Genç
bir kttmızı sakal da bir karaçalının en üst dalına çık
mış, coşkuyla konuşuyor, gür sesi dağlarda yankılanı
yor:
«Ne fi)..ler, ne kırrnızılar ! ıı diyor. ııNe filler ne kırmı
zıLar, özgür bağımsız k a rıncalar . . . ıı
Ve . alandaki kanncalann bir bölüğü onu alkışlıyor.
ııBiZ,H diyor karaçalının üstündeki, ııbiz tekmil ka
rıncalan bu dağa çekeceğiz, karınca ü lkelerini boşaltıp
buraya getireceğii, dünyanın evrenin tekmil kanncala
nın ve savaşa başlayacağız. Ne filler ne kırmızı sakal
lılar, ne de eli nasırlılar; çalışan tutsak kanncalarLa ba
şaracağız kurtuluşu . . . ıı
Ve alkışlar çoğalıyor, büyüyor, genişliyor.
ııVe tutsak kanncalan, ancak kendileri kurtara
. caklardır. Eli nasırlılann bize hiç bir ge(eği yok. Ne eli
· nasırlı kanncalar, ne filler, özgür bağımsız tutsak ka
nncalar. Fillerin gözlerini oyacağız. Gözleri kör olan fil
ler kannca ülkelerini bulamayacaklar, ondan sonra da
yollanın şaşırıp denize düşüp ölecekler. Böylelikle d e
b u dünya fillerden kurtulacak. ıı
Alkışlar kıyamet.
Uzun konuştu, ne eli nasırlılar, ne filler diyen, ka
raçalıdan indiğinde kanter içinde kalmıştı. Alkışiayan
kanncalar onu omuzlanna aldılar.
Onun ar�asından uzun boyunlu, kapkara bir karın
ca çıktı karaçalıya, çalının dikenleri onun karnma bat
tı, çünkü karnı çıplaktı.
Söze:
«Arkadaşlar, kırmızı sakallılar,, diye başladı. ııSö
züm yalnız sizedir, beni dinleyin, iyi kulak verin bana . . .
Hemen şimdi savaşa gireceğiz. Filleri yok edeceğiz. Bir
150
karıncaaa, hele karıncaların kırı mızı sakallısııı, bir evre
ne bedeldir. Filler hiç bir zaman yenilmez yaratıklardır.
Onları hiç bir güç yenemez. Biz de onları yenemeyece
ğiz ama, sava§ac�ğız. Örümcek ağianndan ağ toplayaca
ğız, fillerin yollarına gereceğiz, filler bu ağıara dolana
caklar . . . Evet arkadaşlar, filleri yenemeyeceğiz ama, on
ları örümcek ağiarına düşüreceğiz. Dün örümceklerin
başkaroyla konuştum, size, dedi, örümcekler ba§kanı,
her örümcek yedi kulaç, yani karınca kulacı ağ örecek,
siz değil filleri bu ağlara, şu koca dünyayı bile düşürür,
torlar toplar güneşin yanına atarsımz. Ama filler yenil
meyecekler. Bu dünya değişmeyecek . . . Biz kanncalar
savaşacağız. Ned«�n savaşmayalım, değil mi, elimizde bu
kadar örümcek ağı varken. Kahrolsun bizim yolumuzu
kesen, bizi savaşmaktan alakoyan, o pısırık topal demir
ci kahrolsun 1 ıı
«Kahrolsun! ıı diye bütün alan inledi.
«BiZ de ağianınıza filleri, hüdhüd kuşlarını dÜŞÜ
rüp özgürluğümüze 'kavuşunca bize yardım etmiş olan
örümcek kardeşlerimize dünyanın bütün sineklerini ve
receğiz. Hiç bir karınca bu dünyadaki hiç bir sineğe el
bile sürmeyecek, acından ölse de . . . »
«Ölse de,» diye iniedi alan.
<(Örümcek ağlanmız varken biiüz . . ıı.
151
uZart zurt,ıı diyordu. ııZart zurt ... Sizi bre zartzurt
çular. Hay sizi bre ! ıı
Derken karaçalıya, sakalı yerde sürünen, üç köşe
gözlü, sarkık bıyıklı, saçlan ta beline inmiş bir deli
kanlı çıktı. Azıcık kekeliyordu ya, düzgün konuşuyordu:
uBiz tilleri hiç bir zaman, hiç bir biçimde yeneme
yeceğiz,ıı dedi. Çok dingin, kendine güvenmiş, inandın
cı, kandırıcı konuşuyordu. Arada bir coştuğunda 7onun
kekemeliğini de farketmiyorlardı karıncalar, kulak k�
silmişlerdi.
«Gerçekçi olalım arkadaşlar. Biz tilleri hiç bir za
man yenemeyeceğimize göre, yenebilseydik dünya ku
rulduğundan bu yana onların tutsağı olur muyduk, de
ğil mi?ıı
ııOlmazdık,ıı diye alan gürledi.
ıcDünya kurulduğundan beri değil, daha yeni tut
sak düştük fillere,ıı dedi topal demireL Onun sesini kim
secikler duymadı. Ya da duydular duymamışcılığa vur
dular.
ııOnun için fillerle savaşı, tilleri yenıneyi aklımızdan
çıkaralım da tilleri karınca ülkelerine nasıl sokniayız
onu düşünelim, değil mi?ıı
ııEn doğrusu da bu,ıı diye mırıldandı kalabalık.
11Öyleyse arkadaşlar, ben aradım, danıştım, fil hu
yunu bilenlere, yılanlara çıyanlara, insanlara sordum,
fillerin her bir huylarını öğrendim. Filler en başta hen
dek atlayamazlarmış. Biz kannca ülkelerini hendekle
çevireceğiz . ve filler ülkelerimize giremeyecekler. Yok
filleri kör edeceğiz de, yok örümcek ağıarına düşürüp
evrenin dışına atacağız da, bunlar hep uyduruk... Fil
lerin gözlerini kör edebilir mi hiç bir kannca, söyleyin,
bir til örümcek ağına sığar mı?ı>
uSığmaaaz,ıı diye kalabalık birbirine girmiş bağırdı.
uGerçekç_ i olalım arkadaşlar, ve şimdiden tekmil
1 52
kırmızı sakallılar ülkelerimize dağılıp, ülkelerimizin yö
resine hendek kazmak için vatandaşlarımızı kandıralı m . "
Alan alkıştan, bağırtıdan bir kalktı bir indi.
Bu uzun sakallı, uzun saçlı kırmızı sakalı da sırt
Iadılar karıncalar.
Sonra da karaçalıya, ortalık azıcık durulunca, kü
çücük, iğne ucu kadar ufacık bir kırmızı sakal kannca
çıktı. Bu kannca o kadar küçücüktü ki, kanncalar bile
onu karaçalının ucunda ancak zarzor görebiliyorlardı.
Bu küçücük karıncanın sesi amma da gürdü :
((Arkadaşlar, gerçekçi olalım,'' d iye başladı o da. ·
u Hiç biz fillerin gözlerini kum ata rak kör edebilir mi
yiz? Benim bildiğiine göre fillerin gözleri zaten o kadar
az görüyormuş ki, biz onlan kör edebilsek bile, bir şey
değişmeyecek. Filler kulaklanyla görüyorlarmıŞ. Fille
rin de kulaklarını kesebilir miyiz, arkadaşlar, söyleyin,
onlann o yelken kulaklannı kesmeye gücümüz yeter
mi? u
cc Yetmez ! u diye bağırdı kalabalık.
cc Örümcek ağına gelince . . . ))
cc Olmaz, olma z . !» dedi kalabalık. ((Hendeği de geç."
cc Öğrendim ki hiç bir file hiç bir hendek dayanmaz,
her m her hendeği . atlayıp geçermiş.)) .
((Geçer,ıı diye bağırdılar karıncalar.
cıBu dünyada tilleri altedecek güç yoktur. Filleri
altedecek hiç bir güç daha yaratılmamıştır.n
«Yaratılmamıştır,ıı diye gene gürledi kalabalık.
ı� Öyleyse ne yapmalıyız, eeey arkadaşlar, eeey evre
nimizin çok. değerli, en değerli yaratıktan, siz kırmızı
sakallar, tanrı sizi öğmüş de yaratmış, sultan kılmış şu
karıncalann üstüne. Öyleyse ne yapmalıyız?))
Kanncalardan çıt çıkmadı, hep bir kulak kesilip
k üçük karıncanın ağzına baktılar.
cc Bu dünyada fil gücünden daha üstün güç olma-
1 53
dığına göre biz de fillerin gücünden faydalanarak kur
tuluşumuzu sağlarız. Fillerin bir kısmı vardır ki, o filler,
fil sultanı kadar karıncalann nimetlerinden faydalana
mıyorlar. Biz o fakir, leyleğin yuvadan attığı · fmere de
riz ki, eğer bize yardım eder de bizi fillerin tutsaklığın
dan kurtarırsanız, biz de kıyamete kadar sizi, sizin so
yunuzu, soyunuzun soyunu bar özü, çiçek özü, böcek
özüyle besleriz. Size sırça saraylar da yaparız Siz filler
. •
1 54
ten başka uman yoktu başbuğun, belki bir tek kurtulu
şu üstüne gitmekte bulabilirdi:
« Hepsi doğru söylüyor, değil mi ustam?ıı
Topal karınca öfkeyle homurdandı.
<ı Filleri kör edebilirlz.ıı
cc.Ahmıak.ı>
ccFilleri örümcek ağlanyla . . . ıı
«Budala. »
«Fillerl e işbi rliği. . . ıı
«Sersem, ben de seni bir şey sanmıştım. üstelik de
koca bir kannca ülkesinin başbuğusun. üstelik de bir
kır . . . »
Bir . kırmızı sakalsın, diyemedi. Çünkü bu kadar
yaşlı bir kırmızı sak�l bu saçmalıklara doğru diyemez
di. Topal karınca çok deneyden geçmişti. Düşüncesini
birdenbire açığa vurduğuna pişman olmuştu. Kendi ken
dini ele verdiğinden dolayı bu başbuğ kannca birtakım
olmayacak işlere başvurabilirdi. Bütün kanncalan kış
kırtabilir, onu linç ettirebilirdi. Çok cerbezeli bir şeydi
bu b�buğ kannca. Onu öldürebilirdi gece uyurken . . .
Hiç bir şey yaparnazsa kaçabilirdi.
Birden gül meye başladı topal kannca :
« Hay sen çok yaşayasın, başbuğ kardeşim, ıı dedi.
((Senin deneyin herkeslerden fazla . . . Özür dilerim, ilkin
birden kavrayamadım da, budalalık, dedim bu güzel dü
.
şüncelere. Ben bilirim ki her düşünce kutsaldır.»
Hayınlık ahmak olur, ne kadar k urna z gözükse de . . .
Başbuğ kannca hemen topalın bu geriye dönüşünü yut
tu. Çünkü kendisini bütün dünyanın en akıllısı sanı
yordu.
« Her düşünce kutsaldır,)) diye sevinçle bağırcii. ccBu
düşüncelerle, o filler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar,
onlan altedeceğiz.»
<<Doğru ,ıı dedi topa! karınca. ccFilleri ergeç altede
ceğiz. ıı
1 55
Onlar böyle konuşadursunlar, karaçalının üstüne
· sıçradı bir kannca çıktı, çalının en üst dalına vanp di
kildi.
((Eeey, arkadaşlar,» diye başladı, ı•sayın görkemli,
kutsal, emekçi kızıl karıncalar, filler ki bizim soyumuzu
kesti kuru tt u, bizi , tutsak kıldı . . . Biliyorum fillerin elle
rinden kurtuluş yok. Filler bu evrenin en güçlü yaratık
lan. Siz de biliyorsunuz bunu, ben de biliyorum, bütün
evren de buna tanık. Bu gerçeği ulu ustamız kırmızı sa
kal demirci de biliyor. Onun gözünden de çok değerli bir
kişi olan Kafdağı karıncalannın başı kırmızı saka! ar
kadaşı da biliyor bunu.»
Topa! kannca:
ıcDoğru,ıı diye . bağırdı, «doğru, » öfkeden kudura
rak. Hem öfkeden kuduruyor, hem de başbuğa çaktır
mamak için, {(doğru,)) diyordu bu saçma sapan sözlere.
Başbuğ da topa! karıncanın yola gelmesinden mest-
olmuş:
«Doğru, doğru, doğru,ıı dedi.
«Biliyoruz,,, diye bağırdı topa! karınca.
uBu dünyada değil kannca, hiç bir güç yenemez
filleri , filler · bile yenemezler filleri, i nsanlar bile . . . Yal
nız bir tek güç yener onlan, o da atlı kannca kardeşle
rimiz. Filleri bu evrend e yenecek güç atlı kanncalar
dır. Uzun bacaklı atlı kanncalardır.ıı
.« Uzun bacaklı atlı karıncalardır, doğru ! ıı diye ba
ğırdı başbuğ.
İ ster istemez onun söylediğini yineledi topa! kann-
ca :
« Atlı karıncalardır, doğru , n dedi usulca, yan gözle
de başbuğa baktı. Başbuğ kıvanç içinde ellerini oğuş
turuyordu. Ve topa! demirci dunnadan başbuğa bakı
yor, onu tepeden tırnağa süzüyor, araştınyordu. Kesin
likie bunun bir kırmızı sakal olmadığını anlamıştı.
1 56
Çalının üstündeki kannca upuzun bir şeydi, bir de·
ri bir kemikti de. Saçı sakalına kanşmıştı, sivr,i pembe
burunluydu, konuştukça fırlak gırtlak kemi�i iniyor çı·
kıyordu.
ııBin beş yüz tane atlı kanncıayı şu ma�araya ça·
ğıraca�ız. İşte bu ma�ara tam dört milyar kannca alır.
Dört milyar karınca alan mağaraya bin beş ·yüz atlı
karıncayı koyup onlara fil aşısı yapacağız. Atlılara !il
aşısı yaptiktan sonra dünyanın bütün yiyeceklerini top
layıp getirecek vereceğiz onlara, vereceğiz onlara, yiye
cekler. Altı ay sonra fil aşısı almış karıncf;llar beş fil, ori
fil kadar büyüyecekler. Bu beş fil, on fil kadar olmuş
kanncaların her birisi birer canavar kesilecek. Her biri
bir fili kıskaçına alıp ikiye biçecek. Salıvereceğiz cenga
ver kanncalarımızı fillerin üstüne, al Allah delini zap
teyle kulunu diyerekten. Fillerle atlı kanncalar arasın·
da mübalıa�a cen� olacak. Ve gün akşama ererken, şu
dünyada soluk alan bir tek fil kalmayacak. Hepsini atlı
kanncalar kıskaçlanndan geçirip tam ortalanndan bö
lecekler. Ey kardeşlerim, kırmızı sakallı kanncalar, sö
züm doğrudur ! ))
Koskoca alan :
<�Doğrudur ! ı• diye bir indi bir kalktı.
ı<Sen eeeey kırmızı kanncaların kutsal başı topal
demirci, sözlerim do�ru mu? •r
ı<Do�ru, doğru,•• diye önlü�nü salladı demireL
Onun ardından da:
<<DOğru, doğru, çok doğru,ıı diye ba�ırdı başbu�. Ve
kırmızı sakallı topal demirci için için güldü, sevinçten
dolup taşıyordu. Tez günde anlamıştı başbuğun kim ol
duğunu. Bu kannca, sanca karıncaların başlarından
başkası değildi ve şu kalabalığı buraya toplayanlar da,
kışkutanlar da sarıcalardı. Ama nasıl da yitip gitmişler·
di kırmızı S!lkallıların içinde? Onları nasıl ayırdedip de
157
bulmalı , bunların sarıcalar olduklarına bu kalabalığı
inandirmalıydı? !şi zordu, zordu · ya, olanaksız değildi.
ipince uzun karınca da indi karaçalının tepesinden.
Onu da omuzlarına aldılar, «yaşşa, varol,» diye bir süre
ortalığı çınlattılar. Sesleri ulu dağlarda yankılandı. Son
ra kuyucuların başı çıktı karaçalının üstüne, fillerin
yoUanna kuyu kazınayı önerdi, onun arkasından çivici
kannca ı.;ıkıp karınci ülkelerinin dört bir yanına çiviler
çakmavı salık verdi. Fil ler hiç bir zaman bu çivilere ba
sıp karınca ülkelerine gireniiyecekti. Çiviciyi ağıcılar,
sucular, yolkesenler, hırsızcılar, sıvamacılar izlediler,
hepsinin de önerisi ilginçti. Alanın kalabalığından her
birisini ayrı ayrı onaylayan, onlara doğru, diye bağıran
kişiler çıktılar.
Topal demirciyle başbuğ da hepsini onaylıyorlardı.
Konuşucuların hepsini de kendi bölükleri omuzlarına
aldılar.
Derken ortalık birden karıştı, karıncalar biribirie
rine girdiler. Kılıçlar, yatağanlar çekildi, ağlar, halat
lar atıldı, kum gibi taşlar yağdırdı kanncalar. biribirle
rinin üstüne, alanın göğünü koyu bir toz bulutu örttü.
Bir feryadü figan aldı ortalığı ki kulaklan sağır eden.
Kelleler, bacaklar, kollar, gövdeler uçuşuyordu havalar
da. Şu dünya dünya, kanncalar karınca olalı böyle bir
cenge tanıklık etmemişti kimse.
Topal kanncayla başbuğ, yüksek, kalın, ağaç gibi
sağlam bir karaçalının en uç dalının üstüne çıkmışlar
cengi buradan izliyorlardı. Topal demirci ked�rinden
ölüyor, başbuğsa, içinden seviniyor, kıvanıyor, dışından
üzülmüş gözüküyordu ya, artık onun hiç bir davranışı
topal demircinin gözünden kaçniıyordu.
1 58
sağlam hiç bir kannca kalmayacaktı.. Ne yapmalıydı
bu korkunç kınının önüne geçmek için?
Genç kırmızı sakallardan bir; borazan istedi, üste
çok borazan vardı, en büyüğünü getirip demirciye ver
diler. Demirci başladı konuşmağa, bağı rmağa, söğme-
ğe, ama duyan, dinleyen kim? ,
Topal demircinin içinden kan gidiyordu. Bunca
emek verip kırmızı sakal eylediği karınca uluslannın tek
umutlan karıncalar, birkaç sarıcanın iğvasına kapılıp
biribirlerini öldürüyorlardı işte. Hem de göz göre göre.
Bundan sonra bu kırmızı sakallılar tükenince artık kı
yamete kadar karıncalar fillere tutsak kalacaklardı. Baş
buğun yüzüne yaş dolu gözlerle baktı . Başbuğ. tepeden
tımağa kıvanca kesmiŞti. Topa! demirci ona kederini
b�lli etmerneğe çalıştı. Azıcık da güldü :
<<Oldürüyorlar biribirlerini, öldürsünler. Bu dünya
da daha çok kırmızı saka! var, değil mi? Sizde de çok
var, öyle mi?» .
. ((Vardılar ama,» dedi başbuğ, <<onlar da böyle, her
ne sebeptense biribirierine düşüp böyle birbirlerini öl
dürdüler. Bir tek, bir tek kırmızı sakal kalmadı benim
görkemli ülkemde.ıı
((Varsın bunlar biribirlerini öldürsünler, daha iyi.
ahmak, sersem karıncalardı bunlar zaten. Ölmeleri ka
nnca ulusları için daha iyi olacak, ulusların böyle akıl
sız kırmızı karıncalan olacaksa hiç olmasın daha iyi.
Bizde daha çok kırmızı saka! var, üstelik onlar akıllı da . . . ıı
11 Nerdeler?» diye sordu hemen başbuğ. Aaah, onla
' rm da yerini bir öğrenebilseyt�l . . . Şu dünyada, başbuğ
sağiken, bir tek kırmızı karınca bile kalmamalıydı.
«Çini maçinde,» dedi topal . demireL <ıSarı benizli
karıncalar ülkesinde.»
«Sarı benizillerin de sakalları kırmızı mı olurmuş?ıı
<<Oluı ya,» dedi topal demireL «Onların kirmızı sa-
ı sb
katlılan böyle ahmak değil, onlar böyle biribirlerini öl
dürmüyorlar.ıı
Görürsünüz, dedi içinden başbuğ, hele ben bu . de
neylerden geçmiş sancalanını bir göndereyim senin Çini
maçinine, gör sen o zaman ·gümbürtüyü, oradakileri de
buradakilerden beter etmez miyiz !
Alanı kalın bir toz tabakası örttü, alandan akan
kanlar çığılayarak yamacı aşağı iniyor, dereye doluyor
du. Bu kadar yükseklikten bile, kesilmiş uçan kol, ba
cak, gövde, baştan başa hiç bir şey göremiyordu topal
demireL Bağırdı çağırdı, çabası hiç bir işe yaramayınca,
topal demirci elindeki borazanı fırlattı sava.ş alanına at
tı. Umarsızlık öldürüyordu onu.
Derken uzaklardan gökgürlemesi gibi bir kahkaha
patladı. Kahkaha dağlan salladı, kayalan titretti.
ıcFiller sultanı, filler sultanı,ıı diye kendini bir daha
ele verdi başbuğ. ııFiller sultanı kırmızılann bu haline
gülüyor.))
((Ne biliyor ki filler sultanı buradaki halimizi?ıı
Coşkunluklıa kendini ele veren başbuğ hemen bir
yalan kıvırdı.
ıcFiller sultanının gözü kırk günlük yerdeki kara
taşın üstündeki kara kanncayı, yedi dağ ardında da
olsa görür. Beni öldürüyordu az daha, kaçtım da Rafda
ğının karl.ırma attım · kendimi. Fillerin yüce, kayalık
dağbtra, hele dağların soğuk karlarına hiç yüzleri yok
tur.))
Bir kaİ1kaha, bir kahkaba daha patladı. Kahkaha
lar yeri göğü sarsarak ardı ardına durmadan top gülle-
leri gibi patliyordu. .
Tam bu sırada bir tansık gerçekleşti. İnanılmaz bir
şey oldu, alanda anında birden kirp diye ses sada kesil
di. En küçük bir vızıltı bile duyulmuyordu oradan. To
pal demirel kulak verdi dinledi, sonra da hüzünlü:
160
cıNe oldu bunlara, alanda çıt çıkmıyor, ne oldu ki
kınnızı sakallanma ?» diye . sordu.
«Hepsi hepsi öldü,» dedi başbuğ. ••Hepsi biribirleri
·
tı.
Filler sultanıinn kahkahalan daha da gürleşerek ge
liyordu. Alanın üstündeki toz da yavaş yavaş yere ini
yor, ortalık açılıyordu. Topal karıncaysa gözlerini ala
na dikmiş. oradan ayırınıyordu. Eli yüreğinin üstündey
di.
Tozlar indi, ortalık açıldı ve birden de, tam o anda
da filler sultanının kahkahası keskin, ezici, öldürücü,
sons'Qz hışımda bir öfkeye döndü. Ve topal demirel uzun·
bir sevinç çığlığı attı:
cıKarıncalanmın çoğu ölmemiş! ıı diye bağırdı. «Çok
·
FS/ll 161
Daha �irçok söz söyledi topa! demirel. Ona hiç bir
kannca karşılık veremedi. Kırmızı sakaUar süklüm pük
lüm körelerine döndüler. Döndüler ama . . .
Başbuğ, topal kanncanın tam arkasındaydı, o ko
nuşurken :
((Bak arkadaş,ıı dedi. ((Sen §imdi bu biribirine dii.§
müşleri, biribirlerinin kanlannı içmişleri bir daha bir
araya getirebiiirim mi sanıyorsun? Bundan sonra bu
kırmızı sakaUar artık hiç ifiah olmazlar. Sonuna kadar
bunlar biribirlerini öldürürler. Araya kan, bencillik, !it
ne girdi. Bin parçaya aynlınış kırmızı s&kalWar, artık
her şeyi unutup biribirierine düş�rler. Gözleri ne tilleri,
ne de düİıyayı görür.ı)
Topal kannca hem üzgündü olan bitenden, hem de ·
162
vermedi, yalnız kendisini bekleyen genç kırmızı sakalın
üçünü de bir köşeye çekip kulaklarına !ısıldadı:
«Aman çocuklar dikkat edin, §U bqbuğ var ya, ha
nı sakalı kızıl, benim arkadqım? ݧte o sancalann ba§ı
dır. İçimize bunlan filler sultartı soktu. Bugünkü savqı
da bunlar çıkardı. Az daha bir tek kırmızı _ sakal kalmı
yordu. Dikkat edin, bu bqbuğ kaçabilir, kaçarken ya
kalayarnaı.sanız öldürün. Aman çocuklar ona, onun sa
ncalar bqı olduğunu bildiğimizi belli etmeyin.>>
«Etmeyiz ustamız.»
1 R::I
Filler sultamnın karıncalara karıncalıkla:rını
unutmaları, kendilerini fil saymaları,
tutsaklıklçırının dünyanın sonuna kadar sürmesi
için kurduğu düzenler babındadır.
1 64
Afrika, Avrupadakiler de, yıldızlardeJtiler de . . . ıı
•Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa, ne kadar mey
veli, çiçekli ağaç varsa hepsinden de isterim.»
�<Başüstüne sultan.pnız.»
�<Şu dağın altındaki bütün ambarlan dolduracak
sınız, çiçek özü, bal özü, çekirdek özü, buğday, ot özüy
le . . . »
11Sen yeter ki iste, sultanımız.u
11Siz geçen yılki gibi gene kendinize hiç bir şey top
lamayacaksmız. Geçen yılki gibi gene ben size verece
ğim y-iyeceğinizi. Böylelikle iki yere birden yiyecek top
lamaktan kurtulursunuz. Sonra benim arnbarıanın da
sağlam, kimse de, hiç bir hırsız da benim ambarlarıma
kodrularından yaklaşamazlar.ıı
cc BaŞüstüne sultanımız, sen yeter ki iste. ıı
11Daha çok şeyler isteyeceğim sizden . . . ıı
ııSen ne istersen başımız üstüne.ıı
11Bir kıç kaşıma ma)dnası isteyeceğim. Böyle Allah
tan reva mı ki, siz karıncalanın dururken, ben karda
· kışta kıyamette kaşınmak istedikçe gece yanlan dışa
rıya çıkayım da kıçımı şu ulu çınara vereyim? Söyleyin,
bir sultana böyle kıç kaşımak yaraşır mı? "
((Kıç kaşıma makinası d a yapacağız sultanımız.ıı
« Siz hiç kıç kaşıma makinası yaptınız mı?ıı
((Yapmadık ama yapacağız.»
ııYa yapamazsanız?n
«İnsanlarda çok kıç kaşıma. makinası var, sultanı
mız, yapamazsak onlardan aşınnz.»
cıÖyleyse siz kıç kaşıma makinası yapınağa uğra ş
mayın, insanlardan çalıp getirin.»
cı!nsanlardan çalıp getiririz, sultanımız.ıı
ccSize güveniyorum kanncalanm. Siz benim için, bi
zim için her şeyi yaptınız yapacaksınız. Bugün fillerle
kanncalann lç_�deşliklerinin yüz bininci yıldönümüdür.
1 65
Yüz bin yıldır kanncalarla tiller böyle bir arada özgür
lük, kardeşlik içinde yaşarlar. Kanncalarla fillerin kar
deşliği bütün öteki yaratıklam önıek olmuştur.>>
«Olmuştur! » diye bağırdı karıncalar.
ıcSiz benden memnun musunuz?» diye karıncalara
sordu tiller sultanı.
, «Çok memnunuz;ıı diye bağırdı kanncalar.
· ıcBenim ölmemi istemezsiniz değil mi?>>
ıı!stemeyiz, o da ne söz öyle,» diye bağırdı kann
calar.
<<Öyleyse bana yaşam suyunu bulacaksınız.»
Derin bir sessizlik oldu. Ortalıkta bahar sıcağı. �
lardan dalga dalga kokular geliyor, dünya ağzına kadar
çiçeğe durmuş nennileniyordu.
ıcNerede var ondan, neye yarar ki?>> diye birkaç· cılız
ses çıktı kalabalıktan.
<<Yaşam suyunu içen bir yaratık ölmezleşir, dünya
nın sonuna kadar yaşar. Her seksen yılda da bir genç
leşir,» dedi sultan, sesi ikircikli.
Gene birkaç cilız ses sordu:
<<0 yaşam suyundan �erede bulabiliriz ki?»
Filler sultanı artık kannca sesine alışmış, fısıltı ha
lindeki sesleri bile duyabiliyordu. Ve tekmil kanncalar
bir· tamam tilceyi öğrenmişlerdi. Onun için kanncalar•
la konuşması şimdi kolay oluyordu. Hüdhüdler de yöre
deki çiçekli ağaçların daUanna konmuşlar, sessizlik için·
de olanı biteni seyreyliyorlardı. Ağaçlara sıvanmışlar,
turuncu kepezleri dallarda katmer katlJler, çiçekler gibi
açmıştı.
ıcBilmiyorum,» dedi filler sultanı çok hüzünlü bir
sesle içini çekerek. «Ah, bir yerini bllseydim onun, çok
tan aldınr getirtir içerdinv>
Yaşlı bir kannca:
«Belki insanlarda vardır, onu da çalar getiririz sul
tanımıza.»
Filler sultanı acı acı güldü:
. «İnsanlarda da yok ondan, hiç bir yaratıkta da yok.
İnsan�lundan onu bir Kö�lu, bir de Köroğlunun kır
at� içmiş. Bir de boz atlı Hızır içmiş. Bir de İlyas evliya...
Başka içen yaratığı bilmiyorum yaratıkiar içinde. Bana .
bulursaruz bulursanız siz kannca kullarım bulursunuz.
İnsanoğlu bulsa yaşam suyunu, bir · damlasına neyi ver- ,
mez ki . . . Bakın katinca kardeşlerim, bu yaşam suyu çok
önemli, �er onun kaynağını bulacak olursak . . . >�
«Bulacağız ! , diye bağırdı genç yakışıklı bir karın
ca. ccSultanımız için de� mi, yeri göğü biribirine kata
cak yaşam suyunun kaynağını gene bulacağız. Sultanı
mız da o uzun, o görkemli, o kutsal hortumunu dayaya�
cak yaşam suyunun gözüne, hiç çekmeden kırk gün kırk
gece içecek. Sultanımıza yaşam suyunu da bulacağız ki,
Qa.Şımızdan dünyanın sonuna kadar eksik olmaya. Hiç
bir şey yapamazsak, hiç bir yoldan yaşam suyuna ula
şamazsak, insanla.rla, o hünerli, akıllı insanlarla işbir
liği yapar gene sultanıımza o yaşam suyu neredeyse bu-.
luruz."
Su!i�n sesini daha. d& acılaştırarak konuştu:
«Ah,>� dedi, <<ah benim can kardeşlerim, kanncala
nm, insan�lundan umudu kesin. Bu işte insanlara en
küçük bir umut ba�lamayın, ben insanlarla çok dene
yimlerden geçmişimdir. Şu hüdhüdler başı kardeşim
var ya, o dünya kuruldu�dan bu yana tanır insanla
n, hem de insanların sultanlannı tanır. Uluke� ! •
<<Buyur sultanımızb
Hüdhüdler başı ilerdeki apcm dalından uçtu gel
di, sultanın burnunun ucundaki dala kondu.
erSöyle bunlara insan<*lunu,» diye buyurdu sultan.
167
«Bunlar demek ki, böyle konuş�uklanna göre, insanlan
tanımıyorlar. De söyle.ıı
Hüdhüdler başı boynunu uzattı, gırtl$nı temizle
di, kanatlarını açtı kapadı, silkindi, çok önemli bir şey
lere, bir sözlere hazırlanır gibiydi.
((İnsanoğlu da genellikle iki kısımdır. OrJann da
bir kısmı til, bir kısmı kanncadır. Tıpkı buradaki gibi
filler azınlık, kanncalar çoğunluktur. Tıpkı buradaki in
sanlann fil kısmı yıl on iki ay ellerini ılıktan soğu�a
vurmazlar, durmadan buradakiler gibi onlar da kıçlan
nı kaşıyıp bal özü, et özü, çiçek özü yerler. Kuş sütü bi
le bulur onlara onların kanncalan. Yalnız onların ne
filleri, ne de fillerinin sultanlan bizim buradaki filler
gibi, suıtanımız gibi tok gözlü de�llerdir. Bakın bu kış
siz aç kaldınız da, bizim !illerimiz, sultanmuz nasıl yar
dımımza koştu. Kannca insanlar açianndan da ölseler,
fii insanlar, onlara bir zırnık bir şey vermezler. Bazı yıl
lar çok ürün olur dünyada, insankanncalar lnsanflllere
çok ürün üretirler, ambarlar almaz ürünleri, o zaman
ne yaparlar fllinsanlar, ne yaparlar biliyor ·musuİıuz?ıl
Gözlerini alandaki hıncahınç, kıvıl kıvıl kaynaşan
kannca kalabalı�nın üstünde gezdirdi :
«Ne yaparlar? »
Gene sorusuna hiç bir karşılık. _alamadı. Karınca
lar ne bilsinler filinsanlann ürünleri ne yaptıklannı!
Bir tanesi :
<<Karıncainsanlara verirler,» dedi.
· «Vermezler işte,>, diye acı acı güldü ulukepez. «Ver
mezler! Aç kanncainsanlar o ürünlere yutkunarak ba-
karlar. Açlıktan kırfacan gibi kınlırlar, fllln.sanlar o
üründen kanncainsanlara bir damla bile vermezler.ıı
<<Ya ne yaparlar?» .diye sabırsızlıkla sordu gene genç
kannca.
«Yakarlar, yakarlar, yakarlar fazla ürünü,>� dedi
1 68
hüdhüdler başı. uO aç kanncainsanlann gözleri ·önünde
yakarlar. Denizlere, akar sulara dökerler, kanncainsan
lar da açlıktan ölürler.»
ııÖlürler,» diye hortumunu göğe dikerek, konurlana
rak konuştu filler sultanı.
«Bizim sultanımız, tillerimiz hiç bir zaman o in
sanfillere benzemezler. O insanfiller yeryüzüne gelmiş
en hayın canavariardır ki, insankanncalai-a yapmadık
lannı bırakmazlar, dünya kurulduğundan bu yana kan
kustururlar onlara kan.»
ııYa kanncainsanlar öyle mi, eli bağlı mı dururlar
bu sömürü, bu işkence, bu açlık, bu?» diye soracak ol
du genç kannca . . .
Filler sultanı telaşla hüdhüdler başına bir işaret
çaktı, öteki hemen anladı genç kanncanın sorusunu.
duymamışçılığa vurdu.
«Bizim sultanıınız iyidir, hem de yaşam suyu ona
bulunmalı. dünyadaki bütün fillere örnektir. tnsanııı
lere, öküzfillere, çakalfillere, yılanfillere, eşekfillere, bü
tün fillere iyilik ömeğidir.•
Filler sultanı sözü aldı :
ııKannca kardeşlerim,» dedi, «O insanf1lleri var ya,
dünya kuruldu�dan bu yana yaşam suyunu arar du
rurlar. Onlar o kadar zalim, o kadar kötü, o kadar sö
mürgendirler ki, d�a onlara yaşam suyunu v ermemiş
tir. İşte bu yüzden siz karınca kardeşlerim, kendi hüne
rinlz aklın.ızla bana yaşam suyunu bulacaksınız.»
«Bulac$z 1 » diye hep bir ağızdan bağırdı ağaca, ta
şa, kayaya, ota, çöpe, çlç�e sıvanmış kıvıl kıvıl alan.
ıcS�olun, varolun, ben de bugün size flllerle kann
ca kardeşliğinin yüz bininci yıldönümü dolayısıyla yedi
tane kccaman, ağzına kadar çiçek özü, buğday özü, ·çe
kirdek özü .dolu amban açtıracağım. Bütün kannca kul
larım kardeşliğiınizin yüz bininci yıldönümünü yedi gün
169
yedi gece yiyerek içerek kutlayacaklar. Sonra da, yedi
gün sonra da en akıllı kanncalardan büyük bir bölük
ya§am suyu aramaya çıkacak ve yaşam suyunu ·bulma
dan dönmeyecekler.» Durdu, uzun hortumunu karınca
lann üstünde dola§tırdı : «Ölmek . istemiyorum, ölmek
istemiyorum, ölmek istemiyorum,)) diye yeri gö� ttıre
terek bağırdı. «Ölmek istemiyorum.» Gene durdu, hortu
munu alabildiğince uzattı kanncaların üstüne doğru :
cıE�er bana yaşam suyunu bulursa karuıcalar, bu dün
yayı değiştireceğim. Bana yaşam suyunu bulan karınca
lan fil, yanımdaki şu işe yaramaz koca göt tilleri de ka
rınca yapaca�m. Yoook, e�er karıncalar bana yaşam su
yunun kayna� bulamazlarsa, bu dünyadan umutlannı
kessinler, şu işe yaramaz koca göt filler var ya, işte on
lan kannca ülkelerine yollayacağım, şu yeryüzünde bir
tek kannca kalmayıncaya kadar hepsini ezecekler. Öl
mek istemiyorum, ölmek istemiyorum, ölmek istemiyO
rum ! Bir filler -sultanı nasıl ölür, ölümü kendime yakış
tır�yorum. Kimsecikler inanmıyor ölüme, ben de inan
mıyorum. Ölüm, ey göklerden üstün, sı�dıramıyorum
gönlüme. Ölmek istemiyorum. Bu sebeptendir ki bana
ya§am suyunun kayna� bulacaksınız.»
«Bulac�ız,» nidalarıyla çınladı alan.
«Haydi öyleyse şölene.,,
Belinden yedi tane kocaman anahtar çıkanp ambar
cı file verdi.
cıYedi amban da hemen şimdi aç;•
Kanncalar alandan sevinç içinde üstüste ambarla
ra doğru çekildiler. Şölen şenlik başladı. Kanncalar yi
yor içiyor oynuyorlardı. Oyunları çok eski karınca şen
liklerinde oynadıklan oywılardı.
Yedi gün sonra şölen bitti.
Sultan, ul�epezl çaprdı:
«Hüdhüdler başı, sayın kardeşim,» dedi, ccbunda bir
170
bit yeniti var. Her ne istedimse hiç karşı çıkmadan, hep
sine olur, dediler. Ben bu davranıştan kuşkuluyuın. 01-
maza da olur, diyorlar.))
Ulukepez:
ccYa ne bekliyordunuz onlardan, sultanımız?» diye
.sordu.
Sultan:
«Hiç olmazsa bir tek ısteğime karşı çıkmalannı. . . »
«Karşı çıkamazlardı sultanımız.»
uNeden?»
«Çünkü güvendikleri d�lara kar �dı.»
«Ne oldu?»
Ulukepez dağdaki olanı biteni, kırmızı sakalların,
kırmızı sakal takmış sancaların i�alanna düşüp biri
birlerini kırdıklanriı sultana anımsattı.
«Anımsadım, anımsaıtım,ı. diye göbe� on altı ke
re hoplatarak güldü sultap. uO günü aiumsıyorum., çok
çok iyi anımsıyorum. De1:_11ek orada hiç kırmızı sakal
kalmadı?»
«Kaldıysa da kul�aslll8, » dedi ulukepez. «İflah ol
mazlar bundan sonra kırmızı sakallar. Aralarına bir ay
ncalık tohumu serptik ki, kıyamete kadar bellerini bir
-daha d�rultamazlar . . . »
. ccO günü anımsıy<?rum, anımsıyorum. Ne güzel bir
gündü o gün. Ne ·güzel. . . »
, «Çok gülmüştün, sultanım. »
ccAnımsıyorum o günü, o kanncaların biribirlerini
· öldürüşlerini, sevincimden gülüşümü.•
«Da�lar taşlar, denizler kayalıklar, gökler ormanlar
la birlikte gülmüştün kahraman karıncalann biribirl�
. rini kıyasıyla öldürmelerine, sultanımız.•
«Sancalanm, benim yi�tleriml Yazık ki öldürdü
ler sarıcalanmı o alçak kanncalar. . . Sakallarinı kırriıı
.21ya boyayıp öldürdüler o kanncalar benim sancalan-
171
nu da ölülerini getirip sarayımın kapısına attılar. Benim
de onların bu hilelerinl, soysuzluklarını yuttu�mu san
dılar.»
«Daha da öyle biliyorlar, sultanım. Bizim daha o ölü
karıncalan kırmızı sakallı kanncalar olaraktan yuttu
�uzu sanıyorlar.»
ıcAman öyle sansınlar ulukepez kardeşimiz ! Bilme
sinler hilelerini bildi�iml . . . Bilip de umarsızlıktan onla
rm bu cinayetlerini yuttu�mu. Benim sancalanm da iş
te onlardan, onlann umutları kırmızı sakallardan fazla
sıyla öcümüzü, öçlerini aldılar . . . Aldılar işte, aldılar
işte . . . ı)
Ulukepez de onun, «aldılar işte, aldılar işte,» diye ba
ğıran sevincine katıldı.
«<Aldılar, aldılar, aldılar işte! »
Hüdhüdler sevinçle dallarda ötüşüp suıtanın, ulu
kepezin bu coşkularına katıldılar, ttllerse kıçlannı yüzer
kez daha a�açlara sürüp mestoldular.
«Aldılar işte . . . Bu yüzden bu hileci karıncalan ce
zalandırmayacağız, görkemli sultanım.»
«Cezalandırmayac$,» diye coşkusunu sürdürdü
sultan.
«Onlara �ır. çok �ır işler yükleyec�z,» diye öner
di ulukepez. «O kadar $r Işler yükleyeceğiz ki onlara,
düşünecek bir anlık blle mmanlan olıİıayacak. Bu ka.
nncalara hiç bir zaman başlarını bile kaşıyacak bir sü
re tanımayacağız. Hep ı�. hep çalışma, hep açlık, hep
yoksulluk, hep gelecek korkusu içinde olacaklı.u'. Bu kor
kular onları kör, sağır, sersem, beyinlerini işlemez yapa-
. cak. !nsanfiller, tnsankarıncalara hep bunu yaparlar.»
«Vay anasınl ! ll diye şaştı tiller sultanı. ııBunu hiç
düşünmemiştim. Şu insaniillerde çok akıl var desene. »
«Çok kafalar onlar için, o insanfiller için çalışıyor in-
172
· sanistanda. İnsankanncalann da azıcık düşünenlerini
kendileri gibi fil yapıyorlar.»
«Biz de öyle .yapalım,» diye söyledi sevinerek sultan.
<<Şimdi sen öyleyse bana iş bul, iş . . . O kadar iş yığalıın
ki kanncaların üstüne, değil düşünmek, soluk bile ala
masınlar, tıpkı insanistandald insankanncalar gibi. 11
ıcİşten çok ne var, sultanım, ben kann_calara öyle
. sine çok iş bulurum ki, bir tanesine bugün başlasalar on
beş yılda bitiremezler.n
«Söyle söyle, bana söyle hemen, ondan sonra da
git kanncalara buyruğumu ilet . n
ccHer file btr saray.ıı
«İyi, güzel. Buyruğumu hemen şimdi ulaştır karın
calara. Her file bir saray yapsınlar. O kadar çoklar, hem
de o kadar çalışkandırlar ki onlar, değil her file bir saray,
·
her file üç saray bile yapabilirler.,
((Daha var efendim, daha var. ·Dağın öbür yüzündeki
ambarlan da sineklerle, böceklerle benim hüdhüdler içfn
dolduracaklar. ıı
ııHemen git, buyruğumu kanncalara ulaştır.ıı
«Dahası var sultanımız. Şu karşı yüce da�n doru
ğuna senin bir heykelini yapacaklar ki, o dağ kadar yük
sek, heybetli olacak. Sen hiç ölmeyeceğine göre gömüt
istemez. Heykelin başi gökleri delip yıldızlara erişecek.
Her hüdhüd kuşuna da bir yuva, bir ambar da çekirge . . .
Biz hüdhüdler çekirgeleri ve hem de sultanımızın heyke
lini çok severiz . . . ıı
«Hemen hemen şimdi şu anda uçacak buyruğumu
ulaştıracaksın kanncalara, buyruğumu alır almaz işe
baş1ayacaklar. işten başlannı kaldınp, gözlerini açama
yacaklar. Haydi uç, git oraya, hiç bir yerde de eğlenme- .
den geri gel."
Ulukepez hemen kanncalar ülkesine yanında otuz
173
tane genç hüdhüdle uçtu, sultanın buyru� bir baştan
bir başa karınca ülkelerine duyuruldu.
Hüdhüdler başı az bir sürede saraya geri döndü.
ııÇabuk söyle, tepkileri ne oldu?>>
ııSultanımızın buyru� başımız üstüne dediler, he
men işe koyuldular. Ben buraya gelirken üstlerinden uç
tum, gün do�dan gün batıya kannca katarlan üstüste
uzanmışlardı, yollara bellere, ovalara dağlara ve hem de
yeryüzünün ortasına. Yeryüzünün ortasına varmak, pem
be elmasa ulaşabilmek için toprağı oyuyorlardı gene.»
11Ya yaşlm suyu?»
110nu da aramak için en seçme, en çevik, bilgin ka
rıncalan atlı karıncalarl� birlikte dünyanın, evrenin dört
bucağına yollamışlardı bile.»
«Demek bütün başkaldırmalar, til olduk diye kıç ka;.
şımalar, çiçek özü istemeler hep topal demirel yüzünden
oluyormuş. Itaber doğru mu, gerçek mi? Ölmüş mü ro
pal demirci? Pek inanamıyorum.»
�ıSarıcaların başı öldürmüş onu, sancalar ııimdi
- ona
ba§buğ diyorlar.»
«�er öldürmüşse başbuğ onu, eğer kellesini bana.
getirirse o topal demircinin, ben de ona hüdhüdlerln, fil
lerin de paşbuğlu�nu veririm.»
- ııHüdhüdlerin başbu� benim, sultanım . . . »
fiBen de ona toyların, ispinozlann, akb&.balarm, sa
kaların, atmacalann, serçelerin başbuğluğunu v.eririm.
Hangi kuşun başbuğluğunu isterse. . . Ömür boyu da
ona istediği kadar, ambarlar dolusu yiyecek veririm. Bir
de saray yaptınnın başbuğa . . . Heykelini de yaptınnm. »
«Öldürmüş, sultanım. Yakında ona · haber gönderi
rim, demirelnin kellesini alsın daı gelsin, dlye.)l
«Hemen sen git oraya, al gel . . . »
<<Benim gitmem dotru olmaz. Ben oraya takma sa
kal bir sanca gönderirim. Başbuğ orada andiçmiş ki, ben
1 74
burada bir tek kırmızı sakaıllı koymay�caya kadar sava
şımı sürdürece�m.ıı
«Aman sürdürsün,» dedi sultan. c1İstemem, gelme
sin. Bir tek kırmızı sakallı kalmasın, sen o takma sakal
lı sarıcayı bindir bir hüdhüdün sırtına götürsün oraya at
sm onl,L Söyle ona, söylesin başbuğa ki, o fesat ocağını
kurutmadan gelmesin. Şimdi beni dinle, demirci öl
müştür inşallah, ölmediyse öldürülecektir. Gene de ben
bu karıncalann bir şeyler yapacaklarmdan korkuyorum.
Bir gün gelecek, bunlar karınca olduklarını anımsaya
caklar. İşte o zaman da bizden kurtulmaİllil bir. yolunu
arayacaklar, bulacaklar da . . . Onlar o kadar kalabalık; o
. kadar güçlüdürler ki . . . Onun için gerçekçi olalım, onlar
mutlakaı bir gün karınca olduklarıriı anımsayacaklar.»
110nlar karınca olduklarını hiç unutmuyorlar, sul
tanım. Unutanlan da çok ama, çoğunluk unutmuyor.
Salt unutmuıı görünüyorlar. öylesine bir karınca olduk
larını biliyorlar ki ! O, biz filiz filiz, diye b&tırmala.n uy
durma, kendi kendilerini kandırma. . . Topal demirciyi
� bildikleri sürece umutlan vardı, hem her şeye razı
oluyorlar, hem başkaldınyorlardı. Şimdi umutsuzlar.ıı
��Umutsuz olmalan iyi. Bizim yapacatımız en birinci
iş onlann umutlarını öldürmek olacak. İçlerindeki umut
tamamen söndüğü gün onlann karmcalıklan da bite
cektir. Kendilerini filler için, onlara çalışmak için ya
ratılmış bir hoş .yaratıklar sanacaklavı
((İnsanfiller, insankarıncalara tıpkısını yapıyorlar,
orilann içlerindeki umudu çürütüyodar.»
«Bu iyi lıjte, demek iyi düşünmüşüm. Biz de bunun
için ne yapmalıyız? »
((Karıncalan til etme okulları açacatız. Karınca yav
rularını daha yumurtadan çıkar çıkmaz alıp bu okul
larda �tec�z. Onlar kannca olsalar da kendilerini !il
sayacaklar, filliğe tillerden daha bağlı olacaklar. Yüzler-
175
ce yıldır insanistanda bu �tim düzeni uygulanır. On
lar fil olacaklar ama, kendilerini fil sayacaklar ama, ka
rınca kadar m olduklannı hiç bir zaman unutmayacak
lar.ıı
«Bana böyle çok karınca gerek,ıı dedi filler sultanı.
«Başka başka, başka ne düşünüyo.l'sun, hüdhüdler ba
şı?ıı
«Bir de, sultanım, her tepeye, her yere, her karınca
kentine yüzlerce borazan koyacağız. O borazanlar her
an, hiç ara vermeden fillerin yüceliğini, bu düzenin de
ğişmeyeceğini, bu düzen değişirse dünyanın toptan yıkı
lacağını, şu yeryüzünde, şu evrende hiç bir canlı kalma
yaca.ğıiu , karıncalann aslında fil olduklannı, ama kann
ca kadar fil olduklannı durmadan, bıkmadan usanma
dan yineleyecekler.»
«Hemen, ne kadar borazan gerekse, o kadar bora-
zan aldır insanlardan.»
ııAldırdım sultanım.ıı
<<Nereden, nasıl?,
«Borazanlar kadim icatlardır, sultarum, her kavim
de bulunur. Ol - sebepten hüdhüdlerimi salıverdim dünya
ya, nerde ne kadar borazan buldularsa aldılar geldi
ler.n
«İyi, iyi, işler iyi gidiyor, ulukepez kardeşim. Bunca
yıl, bu karıncalar variken, ne demişiz de böyle ahmak
ahmak, yok yoksulluk içinde yaşamı.şız ! n
«Öyle oldu, sultanım, n e yapalım, biz bundan son
rasını sıkı tutalım.ıı
«Ben bu kanncaların o küçücük gövdeleriyle bana,
bize başkaldıracak kadar ahmaklaşacaklanna inanmı
yorum ya, bir kannca bir file baksa, ödü patlar.ıı
«Ama aralanndan kırmızı sakallılar da çıkıyor, sul
tanım.))
ııDaha var mı kaçıp da oraya gidenler?ıı
176
makinayı o anda kıçının oraya koyup çalıştırdı:
<<Artık bu makinadan sonra da, sultanım, ben fil ol
mazsam . . . »
«Sen her zaman fildin, hem de uçan, akıllı bir fil
din kardeşim,» diye onu koltukladı sultan. ffiukepez de
bu sözlerden dolayı mestoldu, sevincinden gözlerinden
yaş geldi.
«Bu İnakina da başbuğun . .. . Ne zaman buraya gelir
se alsın makinasını. Bu makinayı sarayın en görkemli ye
rine koyun. »
Hüdhüdler başı başbuğu kıskandı ya, belli etmedi.
« Kanncayı fi1 etme okuluna da bağışlayalım bunlar-
dan yeteri kadar.»
«Bağışlayalım sultanım.ıı
«Bizim filler komutanına da verelim birkaç tane. ıı
«Verelim sultanım. ıı
«Bu demirci eğer öl�ediyse bir kıç kaşıma makina
sı da onaı göndersek, böylelikle o kıç kaşıma tiryakisi ol
sa, · mestolsa, kendinden geçse, gelip benim buyruğuma
girse olmaz mı? ıı
�<Belki,ıı dedi ulukepez. «Kimbilir, belki girerci ama,
1
179
ışığısııi. Bunu da böylece bilesin, benim bilgeler bilgesi
ulukepez kardeşim.»
ccVarol sultanım,ıı dedi ulukepez, şevincinden titredi.
Ve kıçında kaşıma makinası işle:yip duruyordu. Gözleri
süzülmüştü. ccSultanım,n dedi, ccbu makina yüzünden
artık kıçımda tüy de bitecek, değil mi?»
ccBitecek,ıı dedi sultan. ccŞu insanfiller de yaman şey
ler, isterdim ki onların sultanı dostum olsun. Çok merak
ediyorum onu. ıı
ccO da öteki tilinsanlar gibi,ıı dedi u lukepez. ccTıpkı
sr . . . Yalnız öteki fillnsanlardan taçlan, afur tafurlan
farklı. B�razcık da ahmak oluyorlar fillnsanlann baş
lan.»
ccYaaa ! ıı diye şaştı filler sultanı. ecDemek kannca
larla · bizim gibi de�il onLar?))
ccDe�iHer, de�iller, ıı . dedi ulukepeı. ccBiri öbürünün
tıpkısı, f'ninsanlann da iki gözleri, iki ayakları, iki elle
ri var, kanncainsanlann da . . . Aralarında, yapılışlann
da hiç bir ayrıcalık yok.ıı
ccTuhaf . . . ıı
ccYaaa, tuhaf,ıı Qedi u lukepez. ccÜstelik de insanista
nın karıncalan kuzu gibi . . . İnsanistanın kırmızı sakal
ları da bizim kırmızı sakallardan bin beter. Bir tek san
ca canıanna okuyup biribirierine kırk yıl düşürebiliyor
onları. ıı
ccTuhaf.ıı
ccYaaa, çok tuhaf, » dedi hüdhüdler başı .
1 80
gibi yiyip içiyor, filler gibi d avranıyor, filler gibi kıçları
nı nazlı nazlı ağaçlara sürüyor, tıpkı tıpkı filler gibi ko
nuşuyorlardı. Nerdeyse o küçücük gövdelerine birer fii
hortumu takacak, filistanda öyle dolaşacaklardı. Yalnız,
onlar hiç bir zaman kannca kadar fii olduklarını unut
muyorlardı, öteki şımank, ne oldum delisi olan kann
calar gibi. Onlar, bir gün gelecek, fil gibi fil olacaklardL
o günü bekliyorlardı. Fil kadar fil olmasalar da ne ya
zardı ki, belki de fil kadar fil olmaktan böyle kannca ka
dar - fil olmak daha faydalıydı. Hem fil kadar olmanın
sorumluluğunu, ağırlığını taşımayacaksın, hem de· fil
ler gibi, fillerden de daha iyi yaşayacaksın. Bu okullu ka
rıncalar, öteki kanncalara, analanna, babalarına, ülke
ctaşıanna öyle bir tepeden bakıyorlardı ki, onla�ı öylesine
hor görüyorlardı ki, filler sultanı bile onların yanında Çok
alçakgönüllü kalıyordu. Bu küçücük kanncalar daha
.şimdiden birer tuhaf iğne ucu kadar küçücük fil olmuş
lardı, tıpkı tıpkı . . . Kendilerini öylesine her yönleriyle ça
buk değiştirmişlerdi ki ... Yakında bu filkanncalar okul
dan çıkacaklar, kanncalarm yönetimini filler sultan_ı adı
na bunlar ele alacaklardı. Eski yöneticilere gelince, sultan
iş başından uzaklaştıracaktı ama, k�ndisin� bir ömür bağ
lı kalmış bu eski yöneticileri de kaldırıp öteye atmaya
cak, sarayında onlara iş verecek, onları danışmanı eyleye_
cekti. Böylelikle daha çok güçlü kişiyi kendine bağlaya
cak, o kırmızı saka! hayınlannı daha doğmadan dağlann
da boğacaktı. Hele şu okullar bir fiikannca çıkarınaya
başlasındı, ondan sonrası kolaydı.
Borazanlar da konuşınağa başla�şlardı. Karıncalar
nereye gitseler kulaklannda bir borazan sesi, uykuda
bile.
Borazanlar, bu düzen değişmez, diyorlardı her ağız
larını açışlannda. Bu dünya değişmez. Bu kanncalar, bu
filler değişmezler, piyeslerinde, şiirlerinde, türkülerinde,
181
romaıı:annda, hikayelerinde hep bunu söylüyorlardı. Ka
nnca kanncanın kurdudur, bu dünya ölümlüdür, sonu
yokluktur. Bu dünya, bu kötü, alçak, pis dünya yaşan
ınağa bile değmez, diyorlardı. Bu dünyayı değiştirmek
ahmaklıktan da öte boş bir çabadır. Bu ölüml\4 hiç bir
şeyin değişmeyeceği dünyada dünyayı değiştirmeye ça
lışmak ahmaklık değil de nedi r ! Bu dünyada hiç bir ka
nnca mutlu olamaz, o filler ki bu kadar iri gövdeleri ol
duğu halde, mutlular mı? Fil sultanı bile mutlu değiL Ka
rıncayı bir tek mutlu edecek tutum, filler sultanı için ca
nını vererek çalışmak, gene çalışmak, gene çalışmak,
filistan için kannca kardeşlerine canlannı vermeleridir.
Durmadan kanncaların filler için, sultan için yaptıklan
fedakarlıklardan örnekler veriliyordu. Evet, kanncalar
fil de olacaklardı, zaten onlar · lanetlenmiş fillerdi. Her
kannca eskiden bir filmiş ama, lanetlenip b(;>yle kannca
kadar küçültülmüşler. Çalışarak, sultanın izniyle her ka
rınca. birer fil olabilir. Evet, sultanın izniyle . . . Sultan her
Çalışkan kanncaya bir fillik verebilir. Kanncalar fil ola
bilirler sultanın izniyle. Ama kannca
.
kadar fil olabilir-
\
ler, salt. .
Ve borazanlar durmadan geceyi gündüzü, sabahı ak
şamı çınlatıyorlardı. Borazanıann sesi topraktan, gök
ten, ağaçlardan, sulardan, denizden, esen yelle, · akan
suyla, yıldızdan, aydan, güneşten, şıriayan ışıkla geli
yordu.
Kanncalar bir yandan iş, bir yandan borazanlar, bir
yandan da başlanndaki yeni, fil okulundan fil olarak
çıkmış,. filceyi ana dilleri gibi konuşan yeni kanncafil
yöneticilerinden dolayı hiç bir şeyi görmez, düşünmez,
duymaz olmuşlardı. Artık öyle eskisi gibi uydurma , öy
künme değil, her kannca şimdi kendini küçücük bir fil
sayıyor, fil olmanın gururoyla mest, ama kannca kadar
fil, filliği, fil olmanın onurunu yüreğinin en derinliğinde
182
, duyarak sultanları için, ulu erişilmez yaratıklar olan fil
ler, gökte bile uçan hüdhüdler için karınca gibi fil olarak
tan durmadan çalışıyorlardı. Artık onlar ne karıncay�
dılar ne fildiler, kendilerini filistana adamış birer maki
naydılar.
Borazanlar ve karıncalan fil etme okulu, sultanın
beklediğinden, u mduğundan da çok işe yaramıştı. Sul
tan daha başka, türlü borazanlar, gazeteler, sinemalar,
radyolar, televizyonlar icat ettirdi karıncalara . . . Karın
calar b� icatların çoğunu insanıstandan çahyorlardı ya,
sultan yutmuş görünüyor, her bir icadı, icat edenin bin
ağırlığınca armağanlandırıyordu. Bu yeni icatlar daha
da etkili oldu. Artık hiç bir kannca bunların dışında bir
tek sözcük bile düşünemiyordu.
Televizyonlar, radyolar, sinemalar. borazanlar bir
sabah hep bir ağızdan:
«Dünya yok, evren yok, bir tek sultan var, filler var,»
diyorlar, karıncalar da durmadan hep bu sözleri kutsal
sözler olaraktan ha babam yineliyorlardı : «Dünya yok,
evren yok, yalnız sultan, yalnız filler, yalnız hüdhüd
ler var.)) Bütün kanncalar, bazı günlerde de televizyon
larla, radyolar, sinemalar, şiirler romanl�rla birlikte oy
namaya başlıyorlardı: (cSultanımızın sarayı görkemli de .
görkemli . . ıı Karınca gazeteleri sultanın, fil okulunda
.
1 83
tu. Hiç bir kannca kannca olduğu günleri anımsayaını
yordu bile. Bellekleri yunmuş anndınlmı§tı. Borazanlar,
radyolar, sinemalar, televizyonlar, gazeteler onlan her
gün yeni bir kalıba döküyorlardı. Kanncalıklanyla bir
likte de kanncalar türkülerini, eski babadan atadan kal
ma şürlerini, destanlanru, kilimlerini, evlerini, sarayla
nnı, yollannı yordamlarıru unutup gitmişlerdi. Hiç bir
kannca, en tuhafı da buydu ya, hiç bir şey yarataınıyor
du. Bu yeni icatlar, hepsi neyse ne kanncalarm yaratı
cılıklannı ellerinden almıştı. Her kannca şimdi artık
filler sultaruna yaşam suyu, çiçek özü, türlü yiyecek ara
yan, ona saraylar kuran, taht yontan birer makina ol
muştu. Ama hiç hiÇ düşünmeyen.
Radyolar, gazeteler, televizyonlar, sinemalar işi git
tikçe azıtıyorlar, gün yirmi dört saat, «Özgürlük, eşitlik,
kardeşlik için,» diye durmadan bağınyorlardı. Bu dün
yada her şey karıncalann öıgürlüğü içindi. Onlar eşit,
bağımsız kanncalardı. V,e kanncaların kannlan tok, sırt
lan pekti. Ve kanncalar sırtlannın pek, kannlannın tok
olduğunu televizyonlar, radyolar, gazeteler, sinemalar
söyledikleri için inanıyorlardı. Fıkara kanncalar mutlu
olduklanna da inanıyorlardı. Bu icatlar büyülemişti on-
. lan . . . Bir gün savaş iyidir, diyorlardı televizyonlar, tek
mil kanncalar savaşın iyiliğine inanıp, her kannca ken
dini savaş tannsı sanıyordu. Ertesi gün suıtanın aklına
esiyor, savaş kötüdür diyorlardı televizyonlar, radyolar,
ötekiler, kanncalar bir anda savaş düşıfuını kesiliyorlar
dı, bulsalar savaş tannsıru kıtır kıtır kesecekler.
Sultan istediği an �anncalara: Biz insanız, boa yı
lanıyız, timsahız, kart.aıız, hiç kannca karta! olabilir mi,
atız, tilkiyiz, balığız, biç kannca balık olabilir mi, ba
linayız, gergedanız, zürafayız, biç kannca zürafa olabi
lir mi, biz uçatız, treniz, vapuruz, dedlrtebiliyordu, hiç
·
Allah bilir.»
Filler sultanı dinginledi, suyun bulunduğuna sevin-
185
di. Yaşam suyunun yeri, nerede olduğu bulunmuştu ya
onun, kannca kullan ne yapar ederdi de bu suyu ona, bin
yıl sonra da olsa getirirlerdi.
«0 su gelinceye kadar ben ölmem ya, hüdhüd kar
deşim?ı>
ııNiçin ölecekmişsin, sultanımız, düşmanlanmız öl-
sun . ,
1
••
1 86
Kanncaiar bununla da kalmadılar, kıç k.aşımanın es
rikliğinde, mestllğinde coşup gene filler gibi bal özü, çi
çek özü, buğday özü de iStediler. Filler sultanı bütün
bunlan. duyunca gene çileden çıkıp küplere bindi, umut
suzluğa. düşüp bağırdı :
((Bu kanncalar ısla11 olmayacak, olmayacaklar. Be
nim de zaten ölmemi istiyorlar.ıı
Ulukepez söze girip:
((Aman sultanım, ahıan sultanım, dinginle,)) diye
tela§landı.
Sultanın gözleri yuvalanndan dışanya uğramış, bo-
/
1 87
yada y-iyeceğimiz! çıkaramayız. Biz hazır yiyici olduk.
Onlar ortadan kalkarsa biz de acımızdan ölürüz.»
ııBunu · hiç düşünmemiştim,ıı dedi sultan. ııÖyleyse
yiyeceklerini keseceğim . bunlann, tam geçen yılki gibi.
Topal kanncadan ne haber? ıı .
<ıHiç bir haber yok sultanım, giden sanca kannca:..
lardan bir teki bile dönmedi. Geçen yılki gibi yiyecekle
. rini de kesemeyiz bunlann, kesmemeliyiz sultanımız.»
ııNe oldu acaba benim yiğLt, benim becerikli sanca
larıma?ıı
ııBunca zaman onlardan bir haber çıkmaması hayra
alarnet değil gibime geliyor, sultanımız. Meraktan ölü
yorum. Ölüyorum da hiç bir haber alamıyorum. Ne ol
du acaba sancalanmıza?»
((İşte bunu hiç beğenmedim hüdhüdler başı. Şimdi
ye kadar onlardan bir haber gelmeliydi, değil mi? Dem�
ki güç durumdalar. Onlara hiç bir yardım da yapama
yız, değil mi?»
((Yapamayız suıtanımız, yerlerini bllmlyoruz. Topal
kannca öyle bir yere çekilmişti ki, bütün hüdhüdlerimle
onu günlerce aradım da bulamadım.ıı
((Sana bir şey soracağım, hüdhüdler başı.»
ııBuyur sultanım.»
ııBu kannca kullanın yeryüzünün her bir yerinden
çiçekler, çiçek tohumlan, ağaçlar, ağaç tohumları geti
rip dünyanın güzel, büyülü has bahçesini bana yaptılar,
değil mi? Ne istedimse, her bir isteğimi yerine getirdiler,
değil mi?ıı
ııGetirdiler sultanım.»
ııÖyleyse bana yaşam suyunu niçin daha bulmadı
lar, benim ölümümü istiyorlar onlar, değil mi?ıı
ııSenin ölebileceğin o kadar küçücük yaratıklann ak
lına gelemez, sultanım. Yaşam suyunu sana bulacak
lar, suıtanım. Senin ölebileceğin akıllanna gelse, sulta-
188
mm, belki senin ölümünü isteyebilirler. Sen onların gö
zünde bir tanrı gibi ölümsüzsün, sultanım.))
Sultan, hüdhüdler başının bu sözlerine sevinçten do
lup taşarak güldü·:
ecDemek benim de ötebileceğim hiç akıllarına gelmi
yor, hah haaaaah ! ))
ccGelemez sultanım, onlara göre şu gökler, dağlar,
denizler, sular nasıl ölümsüzse kocaman filler de öylesi-
·
ne ölümsüzdür.ıı
ıcHah haaah, öyleyse şimdi şu kıç kaşıma işini ne
yapalım? Demek benim ölebileceğimi akıllan kesmiyor
ha. . . Güzel, güzel, çok güzel. Topal demirel de, sağsa
eğer, benim öleceğime inanmaz, değil mi? öteki kırmı
zı sakaUar da, öyle mi? ıı
ccÖyle sultanım.))
cc Ne güzel ! Beni ölmez, hiç ölmez sanıyorlar ha, bü
tün karıncalar, kuşlar, böcekler, öyle mi?ıı
«Öyle sultanım. Şimdi sana bir önertın var sulta
nım.))
<<Söyle hüdhüdler başı, yiğit, yürekli, akıllı karde
şim, sen olmasan ben bu dünyada. ben tek başıma ne
yapardım, söyle l ıı
cc Sultanım, karıncalara var ya dokunmayıalıın. Onla
rın ·. kendilerini m saymalan, filİer gibi davranmaları,
!illere öykünmeleri iyi . . . Karınca başkaldıran bir yara
tıktır, fillere öykünmeleri onların tüm özelliklerini yi
tirdiklerini gösterir. Bitmişliklerini, yüreklerirün tüken
mişliğini, içierinin çürümüşlüğünü . . . Ben onların bu
duruma gelmelerinden çok kıvançlı, mutıuyum. Her şe
ye karşın, sana bile karşı gelerek kendilerini fil sayma
lan, artık onların kıyamete kadar, bir daha karınca
lıklannı anımsayamayacaklarını, kıyamete kadar da se
.
nin kulluğunu sürdüreceklerini k�ıtlar. Bizim . de bütün
istediğimiz bu değil miydi? Onlara filceyi bunun için
.
189
öğretinedik mi? Onlara bunun için kendilerini, özlerini,
kanncalıklannı. unutsunlar diye, da�lara, a�açlara, yol
lara beliere bunun için borazanlar koymadık mı? İnsan
lardan televizyonu, radyoyu, gazeteyi, romariı, sinemayı
bunun için almadık mı? Onlan, kannca olduklan eski
günleri akınanna piç gelmesin diye, onlan toptan ağır
işlere koşmadık mı? İşte kanncalar bizim istedi�-
- den de çabuk, üstelik de fil gibi de�il de kannca kadar
fil oldular.»
Sultanı bu sözler gene kıvanca, sevince garketti. Şu
anda, yaşam suyu geldi deseler ancak bu kadar sevine
bilirdi.
�<İyi, çok iyi. Sevindim. İstediğimiz buydu. Borazan
lan, televizyonu, radyoyu, gazeteleriı hepsini hemen ça
lıştıralıın . . . Ve durmadan kıç kaşımanın erdemi üstüne
yüzlerce, binlerce film çevtilsin öyleyse. Her gece kann
calara gösteriiSin. Hem kıçlannı kaşısınlar, hem de fi
llın seyretsinler.»
(<Bu son darbedir karıncalann kanncalıklarına, sul
tanım. Bir daha bundan sonra hiç bir karınca, kannc a
sözcü�ü ağzına bile almayacaktır.,.
�<Gel,» dedi sultan, <<gel ulukepez kardeşim, kannca
lanının insanlardan damla damla çalarak, bana fıçılar
doldurduklan mor şaraptan içip esrikleşelim. Bugün bi
zim en güzel günümüz. »
Babilin asma bahçelerinden _d e güzel sarayın h as
bahçesinde sultanla ulukepez iksir tadında mor, yaldız
lı, altın ışıltılı şarabı içme�e başladılar.
190
nin etkisi yaman olmuştu. Nerdeyse ağaçlara süre süre
kanncaların tüm klçı aşınıp tükenecekti. Aşkla şevkle
kıçlarını ağaçlara sürüyorlardı . Birden öteden, uzaktan
dağın dibinden onlara doğru dalga dalga bir ses geldi.
Karıncalar bu sesi, bu türküyü çok eski zamanlardan be
ri tanıyorla�dı ya unutup gitmişlerdi. Kulak verip sesi
dinlediler. ve· hemencecik de, türküyü duyduklan anda
kıçlannı ağaçlardan çektiler: Türkü gittikçe çoğalıyor
du. Doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden geliyordu. .
Yerden bitiyor, gökten yağıyordu. Otlardan, çiçeklerden, ·
191
yı eskisi gibi anlıyorlardı. Yüreklerini de bir özlem ya
lımı, türküyle birlikte ağır ağır sanyordu. Hep birlikte
türkü söyler, hep birlikte sulardan çekerdik ağı, demiri
oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürerdik top
rağı. Ballı incirleri, çiçek özlerini, bal özlerini, kara kıl
çık buğday özlerini hep beraber toplar, hasat · eder, hep
beraber yerdik. Tutsak değildik, köle değildik. Hep bir
likte kurardık kentlerimizi, hep birlikte güzelleştirirdik
ülkelerimizi, fillere köle, uşak, tutsak olmadan önce, di
yordu türkü. Türkü, yıkacağız filler sultanının sarayı
nı, dağıtaeağız hüdhüdlerin yuvasuu, kazıyacağız sanca
lann kökünü, diyordu. Kalıreden ki, vareden kannca.
lardır. Şu evrende kannca gücü üstüne güç yok, diyord u
türkü. Sultan sarayını yapanlar kim, ehramlan kuran
lar kim, Babile asma bahçelerini asanlar kim, bun
ca kentleri, ülkeleri yaratanlar kim, kanncalar . . . Tür
kü diyordu ki, bu kadar çok, bu kadar güçlü olan
karıncalar fillerin de hakkından gelebilir. Türkü diyor
du ki . . . Ve türkü dağlardan, denizlerden geliyor, toprak
tan, ormandan, ışıklardan fışkırıyordu. Ve kanncalar
bu sesi, bu türküyü çok iyi, yürekleri gibi bir sıcaklıkta
biliyorlardı.
Hep birden, ala şafak dünyanın üstünde bir ışık çi
çeği olaraktan- -açarken :
'\ «Sesli karınca, sesli karınca,» diye bağrıştılar. Ve
_ormanı bırakıp ülkelerine, kentlerine yürüdüler. Artık
hepsi de bizler kanncayız diye düşünrneğe başlamışlardı.
Nasıl oldu da bu kactar çabuk fi1 olduk, hem de gülünç,
iğne ucu kadar birer küçücük fil olduk, diye yerindiler.
Karınca olmuşlardı, türkü onlara kanncalıklannı
ta yüreklerinin başında duyurmuştu ama, filleri altedebi
leceklerini bir türlü akılları alınıyordu.
Hüdhüdler hemen sultana· haber ulaştırdılar:
«Karıncalar ormanlan bı·raktılar, doğru ülkelerine
çekiliyorlar,» diye.
1 92
Sultan:
cıNe oluyor, ulukepez kardeşim?»
Hüdhüdler başı:
cıÇok şaşırdım karıncaLann ormanı bırakmalanna.
Oysaki fillik, filler gibi kıçlannı kaşıınalan çok hoşlan-
na gidiyordu.»
·
FS/13 1 93
((Yedi yüz yetmiş yedi, sultarum. ıı
(ıYettyor mu bu kadar kuş ulukepezim, onlan izle
meğe?ıı
ııBunlar çok hızlı kuşlar, sultarumız, çok hızlı. Bun
lar daha yeni fil olmuş hüdhüdler.ıı
ııYedi yüz yetmiş yedi kuş daha uçur, ardında da
sen git, hemen bana yeni haberler getir.ıı
((Başüstüne sultarumız.»
Ulukepez yedi yüz yetmiş yedi yeni kuşla hemen
uçtu, karınca ülkelerine vardı. Daha uzaktan, kentler
den gelen azgın sesler duydu. Yaklaşınca sesleri anladı.
Sesler :
«ıBiz kanncayız, biz kanncayız,» diyordu hep bir
ağızdan. ((Biz aldatıldık, yalan söylediler bize. Biz fll
değil, karıncayız ! >ı
ııVay anasını ! » dedi ulukepez. «ıBu karıncalara olan
olmuş.» Hemen uçtu haberi suıtana ulaştırdı.
Sultan:
««Onlar varsın kannca olsunlar. Ben onlara gösteri�
rim karınca olmayı. ))
((Demek suıtanım,ıı dedi ulukepez, ((demek bizim bu
kadar borazanımız, bu kadar televizyonumuz, sinema
mız, radyomuz, gazetelerimiz hiç işe yaramadı?ıı
««Yaramaz olur mu hiç, görmedin mi, ölüyeriardı da
fillikten aynlmıyorlardı. Sana bunda bir iş var, dedim.
Bizim borazanlanmızdan, televizyonlanmızdan, slnema
lanmızdan da daha güçlü, etkili bir yol buldu bu topal
demireL Başka türlüsü olanaksız.»
ı<Ama sultanım, çok araştırd-ım, hiç bir şey yok.>)
«<Var,ıı dedi sultan buyruk v.erir gibi. ((Var bir şey,
yakında öğreneceğiz.»
Derken tam bu sırada bir hüdhüd telaşla, kanatlan
kepezi darmadağın geldi, sultanın hortumunun ucunda
ki çınann dalına kondu :
194
«Bunlar,)) dedi, ıısultanım, bütün kanncalar bir tür
kü duyuyorlarmış. Türkü diyormuş ki onlara, biz kann
cayız, biz tutsak olamayız. ıı
ı<Olamasınlar bakalım, » diye kubardı filler sultanı.
uBir gönderirsem on beş tane fili karınca ülkelerine, bir
yandan girip öbür yandan bir çıkarlarsa, ayaklarının al
tında kanncalar hamur gibi yoğrulurlarsa o zaman fil
lere tutsak olmasınlar bakalım. Gene bir kesersem yi
yeceklerini . . . Var git söyle onlara, onlara kanncalıkla
nnı yasak ettim. Hemen şimdi uçun kannca ülkelerine
söyleyin ki, hiç bir kannca, ben kanncayım d�yemeye
cek . »
Hüdhüdler:
..Başüstüne sultanım,» d eyip kannca ülkelerine uç
tular, . sultanın buyruğunu tekmil karıncalara duyur-
'
dular.
Şimdi türkü bütün ülkeleri, kentleri Ş
de sarmı tı.
Her yerden duyu luyordu. Topraktan, ışıktan, karanlık
tan, bulutıardan, her yerden, her yerden, uykuda düşte
her an bu türküyü duyuyorrlu kanncalar. Duyuyorlar,
hep birden de türküye katılıyorlardı.
Bu türkü kırmızı sakallılann üssünde de duyulma
ğa başlamıştı aynı gece, aynı anda. Ve kırmızı karınca
lar sonsuz bir coşkunlukla durup, kendilerinden geçe
rek bu türküyü dinlemişlerdi.
O gün bugündür türkü durmadan burada da söyle
niyordu. Her bir yönden, gökten, kayalardan, çiçekler
den, çalılardan geliyordu. Türkü duyulduğu andan bu
yana k ırmızı sakaHar da katılınışiardı türküye. Türkü
bitip tükenmiyordu gür bir ırmak gibi , Fırat, Nil, Tuna
gioi kanncalığın öz kaynağından coşup geliyordu.
Kıvançtan sakalı al al parlayan kırmızı s�l{allı to
pal kannca yanındaki başbuğa sordu:
ııDuyuyor' musun bu türküyü, kanncalann kadim
türküsünü? »
1 95
((Ne türküsü?ıı diye başbuğ şaşkınlıkla sordu. Ger�
çekten o, türkü değ_il, en küçük bir sesi bile duymuyor
du.
ııTürkü,ıı dedi topal demireL <<Karıncalann geçmi
şinin geleceğinin ulu türküsü. ıı
<<Kim. söylüyor?>>
<<Bütün evren söylüyor,ıı dedi topa! kannca. ı<Dağ
lar taşlar, gökler, yıldızlar, güneşler söylüyor. Sudakl ba
lık, yerdeki yılan, böcek söylüyor,>> dedi demirel, �endisi
de. türküye katıldı. Başbuğ ona bön bön bakıyor, salt de
mircinin ağzını açıp kapadığını görüyor, bir damla 'ses
bile duymuyordu.
ııKarıricalann türküsü fillerin yasalanndan daha
güçlüdür, anlıyor musun sayın başbuğ, duyuyor musun
bu sesi? Kanncalarm türküsü doğanın yasalan gibidir,
doğanın yasaları kadar sağlam, güçlüdür, duyuyor mu
sun bu sesi?»
<<Duymuyorum,ıı dedi başbuğ.
<<Sen lanetlenmişsin,» dedi demireL
«Ya,ıı dedi başbuğ, · <ıben lanetli bir kırmızı sakal ka
nncayım, lanetli olmasam filler lJenim yurdum� yuva-
·
196
bekle ne olacak? Yüz bin yıl da beklesek hiç bir şey ola
cağı yok. Biz gidiyoruz.»
<<Nereye?» diye sordu topa! demireL ((Bana sorma-
dan nereye gidiyorsunuz böyle?>>
<<Ülkelerimize gidiyoruz . >>
<<Orada filler öldürürler sizi. »
�< Öldüremezler,ı> diye bağırdı demircinin arkasında·
ki başbuğ. «Öldüremezler.ıı
«Gidip ülkelerin dört yanını hendekle çevirip, hen
dekiere su dolduracağız. Filler de bu hendekleri geçip
bizim ülkelerimize giremeyecekler. iŞte biz de böylece
fillerin tutsaklıklanndan kurtulacağız.»
« Olmaz, filler h_endek dinlemezler, geçerler, ıı diye ba
ğırdı topa! demireL
<<Filler hendeklerden geçemezler, siz gidin de kurtu
lun , ıı diye bağırdı onun ardındaki başbuğ. Ve hendekçi
ler gittiler.
Sonra zartzurtçular bölümü geldi karşıdan, «yaka
cağız, yıkacağız, fillerin ülkesini yerle bir edeceğiz.>> di
yerekten.
c<Nereye, nereye?ıı dedi topa! demireL
cıÖzgür kılınağa kannca uluslarinı, » · diye karşılık
verdiler zartzurtçular.
Onların arkasından da sıvamacılar geldiler. Bunlar
fillere sıvanıp onlan devineksiz kılmak isteyenlerdi. On
lann arkasından da gözoyucular geldiler, bunlar da fil
lerin gözlerine çokuşup onlan gözsüz bırakacak olanlar
dı. Gözoyucuların arkasından kuyucular, onlar da kuyu
kazıp filleri kuyularm içine düşürüp öldürmek isteyen
lerdi. Aralannda çivieBer d e vardı, çiviciler de az bir ka
labalık değillerdi, onlar da ülkelerin dört bir yaruna çivi
çakıp, kanncaları böylelikle özgürlüğe kavllijturmak is
teyenlerdi. Onların arkasından kandıncılar geldi, bun
lar da, n e kırmızılar, ne filler, özgür ve bağımsız kann-
1 97
calar diyenlerdi. Böyle diyerek fillerin bir kısmını kan
dır.acak, tilleri birbirine düşürecek, karıncalan tutan fil
lerle bir olacak, uluslan özgürlüğe, bağımsızlığa kavuş
turacaklardı. Daha birçok karınca bölükleri geldiler, to
pal demirci de yol üstüne durmuş hepsine:
ıı Nereye , nereye, kardeşler böyle nereye?ıı diye so
198
«Sanıyor değil, başkaldınyoruz, başkaidırdık bile,))
dedi kanncalar.
Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta
tuta bir güldü, onun bu gülüşünü üsteki topal demirel
bile duydu. Duyunca da :
�<Eyvah," dedi, ııolan oldu kanncalara. Sultan şu
yeryüzünde bir tek kannca bırakmayacak, kökümüzü
kesecek. Bu gülüşü ta eskiden beri tanırım, hayra ala
rnet değildir.ıı
Sultan uzun uzun güldükten sonra:
ııHaydiyin fillerim, askerlerim, haydiyin hüdhüdle
rim, kuşlanm, haydiyin, bugün artık karınca ülkelerin
de taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak.ıı
Ve filler hendekleri yağdan kıl çekereesine kolaylık
la aşıp kannca ülkelerine daldılar. Bir çatırtı, .bir gürül
tü, tozu dumana kattılar. Her bir filin bir ayağı altında
milyonlarca karınca birden eziliyor, kanlar şorluyordu
topra�arda.
Az bir sürede kanncalar arnana gelip:
<ıBiz ettik, sen etme, sultanımız,ıı dediler. �ıBağışla
bizi. Bağışla ki, sana kıyamete kadar kul köle olalım.
Karıncalann fillerle hiç bir zaman başa çıkamayacağını
bilemedik. Şu kırmızı sakalların iğvasına uyduk, özgürlü
ğümüz de sizsiniz, bağımsızlığımız da . . . ,, '
tardı.
Kaçıp ulu bir ağacın tepesine sığınan kırmızı sakal
. ların geriye kalanlan da:
ııBiz yanılmışız, gözoyuculanna katılalım da fille
rin gözünü oyup öcümüzü alalım,ıı dediler.
Ve kanncalar göz oymak için filistana saldırdılar.
Hemen gidip fillerin gözlerine doluştular. Sultana vanp:
199
uBfz özgürüz, bağımsızız,)) dediler. uŞu anda bütün
fillerin gözlerini oyacağız.»
Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta
tuta güldü. Bunu duyan topal demirci, ueyvah,ıı dedi,
cıeyvah ki eyvah, gene birkaç karınca ülkesi yerle bir
oldu. ıı
Ve filler sultanı fillerine buyurdu:
uSuyla doldurun hortumlarınızı, biribirinizin gözle
rine sıkm.ıı
Ve filler öyle yaptılar.
Ve filler gene ülkelere saldırdılar ve karıncalar ge
ne arnana geldiler.
Gene ulu bir ağacın yapraklan arasına sığınan ka
rıncalar bu sefer de sı,vanmacılara gidip kanştılar. · Sı
vanmacı kanncalar da birer ikişer kanş kalınlıkta fille
rin üstlerine sıvandılar ve filler sultanı gene güldü, to
pal kannca onun gülüşünü duyunca yüreğinden kan
gitti, <<eyvah ki eyvah,ıı dedi, ubu gidişle karınca ülkeleri
hepten yıkılacak.ıı
Ve filler ·sultanı fillerine· buyurdu:
<<Suya koşun, akar suya.»
Filler akar suya koştular, kendilerini ırmağın de
-rinine attılar. Sular, sıvanmış kanncalan aldı götürdü.
Dağgezenler daha önce ovad� bir tek fil tarafından
ezilmişlerdi zaten. Onlar bir daha bellerini doğrultup d�
gezemediler.
Bütün deneyler boş çıktı, her deneyde filler sultanı
güldü, topal demirci e)'\'ah, dedi, birkaç kannca ülkesi
yıkıldı, karıncalar aman dilediler, ulukepez araya girip
onları bağışlattı.
Sonunda sağ kalabilmiş. hasta, sakat, yorgun, umut
suz, bitkin kılıç artığı kırmızı sakallar geriye döndüler.
Kırmızı sakallı topal kanncanın yüzüne bakamıyorlar
dı. Giderlerken ne çok sövmüşlerdi topal demirciye bun-
200
lar. Fıkara topalın ne hayınlığı, ne alçaklığı, ne korkak
lığı kalmıştı. Topal demirel bütün bunları unutup onla
rın yaralarını sardı, sardırdı, onları teselli etti. Çaba ça
baydı, her çabada bir de yenilgi payı vardı. Yenilmiş
lerdi işte.
Filler suıtanına gelince kıvançtan dört köşe olmuş-.
tu. Artık hiç bir karınca, özellikle bunca deneylerden
sonra bir daha başkaldırmayı akıllannın ucundan bile
geçirmeyecekti. Hele kırmızı sakallılara bir iyice düşman '
202
artık hiç bir ışıkları kalmadı . Umutsuzluk tutsaklığın
gıdasıdır. Umutsuzluk köleliğin anasıdır. Umutsuzluk
yüreğin yıkımıdır. Umutsuzluğu körükleyeceğiz. Yıl on
iki ay, gece gündüz karıncalan fil etme okulundan çık
ma aydınlar, radyonun, sinemanın, televizyonun, gaze
telerin başına geçecekler, durmadan durmadan umut
suzluğu söyleyecekler.ıı
«Şimdiden başladılar bile . . . >>
cıSancalarımdan ne haber?ıı
· ııOnlar kırmızı sakallıların yanındalar. Kırmızı sa
kalları bir bir izliyorlar, soluklarını bile dinleyip bana
ulaştırıyorlar.ıı
ıcTopal demirci?ı;
((Bilmiyorum,» dedi ulukepez.
((Bundan sonra topal demirel sağ olsa da kaç para
eder, ne gelir elinden,>> dedi filler sultanı. cıBundan böyle
elinden hiç bir şey gelmez ki . . . Hangi kannca bir daha
onun aptallıkianna uyup da bize başkaldınr?ıı
((Topal ölmüştür,ıı dedi ulukepez. <cEğer ölmemiş
olsaydı, karıncalara bu ahmaklığı yaptırmazdvı
Filler sultanı daha çok, daha, daha yürekten güldü.
Onun gülüşü dağlarda yankılandı. Onun bu gülüşünü ge
ne topa! demirci de duydu, tepeden tırnağa ürperdi.
202
Topa.l demircinin bir sabah ala şafakta tanyerleri
kocaman mavi, al, turuncu, ak katm;erli bir ışık
çiçeği olaraktan açarken dört bir yönden gelen
bir türküyle uyanıp alana giderek orada toplanmış
bilumum kırmızı saıkallarla konuştuğudur.
203
le dolmuştu. Hüdhüd kuşlarının her birisine öyle yuva
lar yapmışlardı. ki kannca lar, kuşlar kuş oldu olalı böy
_
le yuvalar görmemişlerdi. Yuvalar en ulu çınarıann üs
tüncieydi. Kanncalar onların yiyeceklerini çınar ağaç
lannın tepelerine, yuvalarına kadar taşıyorlardı. Sulta
na yaşam suyunu da bir bulup getirseler, kırk gün kırk
gece b!r toy düğünden sonra sultan yaşam suyunu içe
cek, ölmezliğe kavuşacaktı. Ondan sonra öteki filler
de, hüdhüdler de isteyeceklerdi yaşam suyundan ve ka
rıncalar sersefil, aç çıplak yollara düşeceklerdi gene.
Dağların, tepelerin altına hep ambarlar oyulmuş, am
barların içi de envai çeşit yiyeceklerle zınkazınk doldu
rulmuştu. Karıncalar daha da ambarlar oyuyorlar, on
lan dünyanın bulunmaz yiyecekleriyle dolduruyorlardı.
Karıncalar yıl on iki ay hep çalışıyorlar, dur durak
bi1miyorlardı. Nerde eskisi gibi ormana kaçıp da fil
lere öykünmek, nerdeee filler sultanından bal özü, çi
çek özü, buğday özü istemek, öyle eskisi gibi nerdeee,
sultanın yüzünü görmek? Ulukepezin bile yüzünü an
cak yılda bir kez görebiliyorlardı. Yeryüzünün, yer altı
nın tekmil hazinelerini de taşımışlardı fillere, hüdhüd
lere . . . Buna karşın bile onların yüzüne hiç bir fil, hüd
hüd bakmıyordu. Yenilgiden, kırımdan önceki günler
kanncalar için bir cennet düşü olarak kalmıştı.
Filler, hüdhüdler, onlar verdikçe ötekiler daha daha,
daha istiyorlardı. Hiç bir kanncaya artık uyku dünek
yoktu. Bu ölürcene çalışmanın karşılığında da filler on
lara ancak ölmeyecek kadar yiyecek veriyorlardı. Ambar
lar doluyor taşıyor, çürüyor. Filler kanncalara her gÜn
·
verdiklerinden bir damla fazla yiyecek vermiyorlardı.
Her ne hikmetse, bu yan aç yan tok, çalışmaktan fırsat
bulup da başlannı kaşıyamayan kanncalar üredikçe
ürüyorlardı. Ana kanncalar durmadan durmadan mil- .
yarlarca yumurtluyorlardı. Bu da fillerin işlne çok yan-
204
yordu. Ve filler hantaliaştıkça hantallaşıyor, Şlştikçe şi
şiyorlardı. Hüdhüdler o kadar semirmişlerdi ki neredey
se uçamaz olmuşlardı. Eğer fillerin korkusu olmasa, ka
ra kartallar, hüdhüdleri ne güzel yem edecekler, her gün
binlercesini, yağlı yağlı, gövdeye indireceklerdi. Hüdhüd
leri böyle yağ tulumu, böyle devineksiz gördükçe kartal
lann boyunlan uzuyor, ağızlarının suyu akıyordu.
Sultan, saraylan, tarlalan, hazineleri, ambarlan,
bahçeleri dolaşıyor: <<Gelecek yıl bunun on misli ola
cak gelirimiz,ıı diyordu. Ve gelen yıl gelir yirmi misline
çıkıyor, sultan gene somurtup, <<gelecek yıl yüz misli,>>
diyordu. Kanncalar öfkeden çok şaşkınlık içindeydiler.
Bu kadar yiyecek, mal mülk, hazineler suıtana da, süla
lesine de, sülalesi yüz misli artsa da kıyamete kadar ye
terdi de artardı bile . . . Bir kıyamete, beş kıyamete kadar
daha ömrü olsa dünyamızın bu yiyecekler fillere gene
yeterdi. Eeee, peki derdi neydi acaba fillerin, hüdhüd
lerin, niçin böylesine, bu kadar biriktiriyorlardı. Kann
calann yaşlılan, akıldaneleri düşünüyorlardı ki, bu fil
ler, hüdhüdler biriktirme d eliliğine tutulmuşlardı. Bir
oburluk, bir görmemişlik . � . Böylesi doymaz yaratıklan
şimdiye kadar öteki yaratıklar hiç görmemişlerdi. Tek
mil yeryüzü kurduyla kuşuyla, börtü böceği, yılanı çı
yanı, tekmil yaratıklanyla lalü ebkem kalmışlar, bu ye
ni yaratıklar karşısında Şaşıyorlardı. Bu hüdhüdler, fil
ler, bu oburlar, bu biriktirme hastalan delirmişlerdi. Ya
ratıklar bunlar karşısında ne yapacaklannı da bilemi
yorlardı.
Hem bu biriktirme ne pahasına oluyordu ! Milyar�
larca karıncanın öliimü, hastah�ı. sakathğı, yoksulluğU,
açlığı pahasına. Filler bu kanncalam hiç acımıyorlar,
üstelik de onları hiç sevmiyorlar, en küçük bir fırsa-tta
aşağılıyorlardı. İ lk zamanlarda sultan, kannca l aı· bizim
soyumuzdan gelir, demişti de onlar da inanmışlardı.. On-
205
ların bir çiğneyişte yuttuklan her lokrna için milyonlar
ca kannca canını veriyordu. Onların ambarlarda çürüt
tükleri, kanncalara bir damlasını vermeyip denizlere
döktükleri fazla ürünler için milyarlarca kannca kan
emeklerini, canlarını veriyorlardı.
Kırmızı sakallı topal kannca da aşağıdan, filista.n
dan, kannca ü lkelerinden gelen haberleri dinliyor, öfke
sinden kuduruyordu ama, elden ne gelir . . .
ı1Delirmişler bunlar, delirmişler,ıı diyordu d a başka
bir şey demiyordu. 11Dünyanın bu delirmiş çağı da, bu
alçalmış, bu obur, bu bencil çağı da geçecek ama, ne za
man geçecek?ıı Üzüntüsünden kahroluyordu. Fil filken
bile, bir canlıya, bir yaratığa bu kadar delirmeyi, ben
cilliği, zulmü, alçalmayı yakıştıramıyordu. Kanncalar
kurtulduğu zaman filler d,e, fil soylan da karıncatarla
birlikte mutlu olacaklardı. Neydi bu kadar çaba, bu ka
dar bencillik, a.lçalma, zulüm, işkence? Delirmişlerdi bu
filler, ama delirmenin de bir sının olmalıydı. Karınca
lara bu zulmü yapan filler, hüdhüdler, korkudan da de
H oluyorlardı. Kanncalan kannca kadar bile görmü
yorlardı ya, gene de korkudan gözlerine uyku girmiyor
du. Dünyanın büyük lanetine, korku lanetine uğramış
lardı. Ambarları yüz yıllık yiyeceklerle, hazineleri bin,
on bin yıl yetecek kadar altınla dolu olmasına karşın,
yarın aç kalacaklarmış gibi korkuyorlardı . Esen yelden,
akan sudan, şınldayıp gelen ışıktan, gökyüzünden, top
raktan, dünyayı doldurmuş çiçeklerin kokusundan, ka
natları ince kelebeklerden korkuyorlar, korkuyor birik
tiriyorlar, biriktiriyor korkuyorlardı.
Kanncaların ülkelerde ve üste ta burasına gelmiş
ti. Ülkelerden kırmızı sakal olup gelen kanncalar yer
lerinde duramıyorlar, bıyıklarını biribirierine sürterek :
Ne yapmalı, ne yapmalı, hep, ne yapmalı, diyorlardı. Ne
yapmalı , ne yapmalı?
206
Kırmızı sakallı topa! kannca da hep soruyordu,
hem kendi kendine, hem de önüne gelen her kırmızı
sakallıya, ne yapmalı, ne yapmalı, bıçak kemiğe dayan
dı, ne yapmalı?
Büyük olaydan, yani yenilgiden, kırgııidan sonra
kırmızı sakallı olsun· olmasın bütün karıncaların, topal
demirciye ve onun arkadaşl ln olan, onunla üste kalıp
)
filler savaşına katılmayan eli nasırlı kırmızı sakallara
güvenleri artmıştı. Onların sözlerinden dışarıya çikmı
yorlardı.
Topal karınca da gec e gündüz ' okuyor, karınca ül
kelerinden gelen karıncaları, kırmızı sakalları, özellik
le nasırlı kanncalan dinliyor, onlara danışıyor, düşünü
yordu. Daha doğrusu tekmil kanncalar artık bu işten
kurtulmanın yolunu bulmayı düşünüyorlar, anyorlar
dı.
Topal demirci, ta baştan bu yana suyun buğuya dö
· nüşmesi diyordu da, ötekiler bu suyun buğuya dönüş
mesinden hiç bir şey anlamıyor, onunla alay ediyorlar
dı. Su nerdeee, karınca nerdeee, diyorlardı. Ne derlerse
desinler, ne kadar anlayışsız ol�rlarsa olsunlar, topa!
karınca suyun buğuya dönüşmesi düşüncesinden caymı-
·
yordu.
Bir gün bütün kanncalar alana toplanıp topal de
mirciyi oraya istediler. Alan, kanncaların binde birisini
bile alınıyordu artık. O binde bir karınca bile alanda
üstüste kaynaşıyordu.
�opal .karınca geldi, bu kez çitlembik ağacının da
lının üstüne çıktı, çünkü daha büyük kalabalığa ses-
lenecekti, o yüzden üstüne çıktığı ağaç daha yüksek ol
malıydı. O ağaca çıkar çıkmaz kalabalık hep bir ağızdan
bağırdı :
((Anladık, anladık, anladık.»
((Neyi anladınız?» diye sordu onlara topa! demireL
207
((Su buğuya dönüşmeden . . » .
208
silmişler, öyle duruyorlardı. TopaJ demirci onlara doğru
yürüdü, yanianna vardı, onlar hiç kıpırdamıyorlardı,
cansu; gibi.
«Ne var?» dedi topaJ kannca. ııNe oluyor burada
bu gece vakti?))
Kanncalar ona hiç bir karşılık vermediler, ne kı
pırdadılar, ne de onu duyduklannı belli ettiler.
- Topa! kannca sordu soruşturdu, baktı ki hiç kim
seye bir tek sözcük bile duyuramıyor, öylesine dal�
gitmişler. Sonunda kalabalığın içinde aradı araştırdı,
kendi eski yoldaşlanndan birisini buldu, eli nasırlı kır
mızı sakallılardan birisini . . . Onun koluna girdi :
«Ne oluyor burada arkadaş, söyle bana? Ben kann
calan bütün ömrüm boyunca böyle görmedim, söyle ar
kadaş, ne oluyor burada _ böyle? »
öteki :
((Suuuus8s,ıı dedi usulcana, duyulur duyul maz.
«Suuuus, türkü dinllyoruz.ıı
ııKim söylüyor bu türküyü? ıı diye Jordu topa! ka
nnca.
Şaşkınlıkla, güvensizlikle baktı ona arkadaşı :
ııNasıl, sen duymuyor musun bu türküyü, ey demir
ci yoldaşım? Nasıl, demek duymuyorsun, sen ki bizim
başımız olasın, sen ki eli nasırlılann yür�i, kafası, dü
şüncesi olasın? Bu türkü yüreğimizden, düşüncemizden
geliyor. Bu türkü . . . >>
ııNe türküsüymüş? ıı diye gülümseyerek, gülümse
rnesi ayışığında umut kadar güzell eşereK sordu topal .
kannca.
ııYüreğine sor,ıı dedi arka Jaşı ona. ııDin!e yüreğin",
dinle ayışığını, dinle şu kar; ncal.:ır kalabalığını, dünya
türkümwle çiçekleniyor, dir.le dünyayı, dinle akan &ıı
lr.n, dünyadaki cümle yaratığı . . . Şimdi evrenin bütün
yaratıklan ayaktalar . . . >>
FS/14 209
İki arkadaş sevinçle kucaklaştılar. Türkü çoğalarak
gü.zelleşiyordu.
Ala şafak açıldı, ala şafak cümlemizin üstüne açıl
sın, tan yerlerindeki ışıklar ulu, kırmızı bir çiçek gibi
açtılar, göğün ta ortasına kadar.
Topal kannca çitlembik ağacına çıktı. Şırıl şınl bir
ışık içinde yunup annıyordu. ElirJ yüreğinin üstüne ko
yup konuşmağa başladı :
<<Arkadaşlar,'ıı dedi, <<kardeşler, yoldaşlar, kannca
uluslan çok acı çektiler. Dünya dünya oldu olalı hiç bir
yaratık soyu bizim çektiğimiz acıyı çekmedi, gördüğü
müz zulmü görmedi.n
Türkü çoğalarak yeryüzünün her bir parçasından
geliyordu. Yurek olarak açıyordu bu türkü, sevgi, s�cak
lık, dostluk, güzellik, kardeşlik, eşitlik, barış olaraktan
dünyanın en görkemli çiçeği gibi açıyordu bu türkü. Öz
gürlük, tan yerindeki ulu ışık çiçeği olmuş açıyordu. öz
gürlük açıyordu dünyanın üstünde telının göğü sara
rak bu türkü, aydınlatarak.
�<Arkadaşlar, kannca ü lkelerinin, kentıerinin . . . n .
Korkunç, üstüste yığılmış kalabalık bir ses olup ba-
ğı rdı :
«Biliyoruz, biliyoruz.>>
«Ülkelerin, kentlerin altını . . »
.
210
Sağ elini uzattı, demircinin eli güçlü, kocamandı, .
başbuğun ışıl ışıl kırmızı sakalım tuttu hızla çekti, sa
kal upuzun elinde kaldı. Sakalın yerinde sapsan bir san
sakal sallanıyordu.
(!Gördünüz mü? ıı dedi topal demireL ((Filler sanca
lannı ta benim yanıma kadar sokmuşlar, gördünüz mü?ıı
ııGördük,ıı diye bir ağız olup bağırdılar kırmızı sa
kallar.
«Şimdi hepiniz dönün biribirinize, sakallannızı tu
tun. Herkes herkesin sakalım çeksin.ı)
Herkes biribirinin sakalım çekti. Çok kişinin kır-
mızı sakalının altından san sakal çıktı.
«San sakailanndan tutun onlann.ıı
<<Tuttuk,ıı diye bağınştılar kanncalar.
«Kopann o sarıcalann kellelerini getirip şu ağacın
altına yığın. ))
Kendi de hemen o anda yanındaki başbuğun san
sakalından tutup başını gövdesinden ayırdı, ağacın al
tına attı. Ve ağacın altında sancalann kellelerinden bir
tepe yığıldı.
uŞimdi söyleyin bakalım, bu kannca ülkelerinin,
kentlerinin altını nasıl oyacağız, hangi güçle, �izim gü
cümüz şu yeryüzünün altını oymağa yetecek mi? ıı
· «Yetecek ! ıı diye hep bir ağız oiup bağırdı kannca-
lar. <<Yeryüzünün bütün kanncalan birleşince . . ıı.
lediler.
Kırmızı sakallı topal demirci:
«ltaydiyin öyleyse düşün yollara, dağılın ülkelere
kentlere, yeryüzü türkünüzle çınlasın. Duymayan ku-
211
iak, görmeyen göz, sevmeyen yürek, inanmayan kafa
kalmasın. Yeryüzünün bütün kanncalan birleşiniz.ıı
Dünya çınladı:
!(Yeryüzünün bütün kanncalan birleşiniz. ıı
Ve kanncalar yoll�ra düştüler, ovalan, denizleri, ·
21 2
suıtana bu türkünün hiç sözünü açamadı. Türkü bir hoş
etmiş, başkalaştırmıştı onu. Belki bir gün sultan da
duyardı bu türküyü, ona göre bir şeyler düşünürlerdi.
Fıkara ulukepez suıtanın bu türküyü hiç bir zaman du
yamayacağını ne bilsin !
«ilah haaah ! ıı
Filler sultanı gülüyor, karıncalara vuracağı son dar
benin gününü bekliyordu. Onun bu uzun gülüşlerini to
pal karınca da her zamanki gibi duyuyor, o da ülkelerin
altının oyulacağı günü dört gözle bekliyordu. Biliyordu,
biliyordu yeryüzünün altını oyamayacaklardı ya, hele
bir başıasınlar . . .
213
n da yitiriyorlardı. Nereye koyuyorlardı onca toprağı,
işte burası bir gizdi.
Az bir sürede ülkelerin, kentlerin, dünyanın altını
oydu karıncalar. Ve böylec e kanncalann gücünün bü
. tün güçlerden, türkülerinin de bütün yasalardan daha
güçlü olduğu taruklandı.
Kanncalar bütün ülkelerin, kentlerinin altının
oyulduğunu kırmızı sakallı topal kanncaya, yüce bir
dağın tepesine ulu bir ateş yakarak haber verdiler. De
mirel ustası kannca daha yerin aıtında çalışıyordu, bir
iki çenelik toprağı daha kalmıştı aşağıda, onu da yuka
rı taşıyınca işi bitmiş olacaktı. Birden yüreğini, yöresini
inanılınayacak kadar güzel bir sevinç türküsü sardı. He
men dışanya çıktı ki ne görsün, dağın tepesindeki yalırİı
büyüdükçe büyüyor, güneş gibi dünyayı ışı� boğuyordu .
Kırmızı sakallı topal demirel yöresindeki kannca
lara:
«Şu sancaların kellelerini bana getirin,ıı dedi. ıı iDi.
ni orada, dağda kesmiş saklamıştık ya . . . ))
Sancalann kelleleri h,azırdı zaten, i lerde bir çukur
d.a duruyordu.
Tam bu sırada gökten yere apak, ışık gibi parlak
bir güvercin süzüldü. Topal karınca ona koştu, kucak·
laştılar.
ııSeni bekliyordum, hoş geldin kardeşim,ıı dedi to
pal demireL «Dünyanın altının oyulduğunu ne bildin de
geldin?••
Güvercin :
«Dağın tepesinde patlayan ışığı gördüm, türküyü
de duydum, açtım kanatlanını geldim. »
Topal demirci onun kanadının üstüne bindi:
. ı.Şu kelleleri bana verin,ıı dedi. ıı Şu sancalann kel
lelerini . . . n
Kelleleri ona verdiler ve güvercin uçtu.
214
Ulukepez demirciyle ak güvercini sultarun sarayı
nı� bahçesinde karşıladı, kırmızı sakallı demirciyi de g�
ıiir görmez tanıdı. Bunda bir iş vardı ki, neydi, üstelik
de demirci güvercinin sırtında geliyordu.
�ıSultanı göreceğim,» dedi topaJ demireL Kırmızı
önlüğünü bayrak yapıp güverciniri kanadına dikmişti.
Ve kırmızı önlük dünyanın en görkemli, sıcak. güzel bir
umut 'bayrağı gibi dalgalaruyordu.
Sultanın yanından hemencecik dönen ulukepez:
«Buyurun saraya,» dedi. «Sultan sizi kabul edecek. ıı
Topal kannea:
((Biz içeri giremeyiz, o çıksın dışan.ıı
Topa! kannca içerde başına bir iş açılacağından kor
kuyordu.
Ulukepez saraya girip olanı biteni sultana haber ver
di. Sultan ağır ağır gülerek, sevinerek dışanya çıktı.
HKanncalann kararını bildiriyorum sana, ey sul
tan! " diye gürledi topal demireL ·
•Söyle,ı) dedi gülerek sultan güvercinin kanadın
·
daki topal demirciye. �<Sen kimsin?ı)
«Ben topal demirciyim,» dedi topal l:arınca. ı�Biz
bundan böyle bağımsızlığınuzı ilan ettik. Bütün kannca
ülkeleri karar verdik ki, artık hiç bir kannca, sana, fll
lere, hüdhüdlere çalışmayacak. Karınca ülkeleri karın
calanndır . ve bizler özgürüz, bağımsızız.ıı
•Bunu iyice düşündünüz mü?» diye sordu filler· sul
tanı. Hem soruyor, hem de kahkahalarla uz\ın uzun
gülüyordu.
HDtişündük,)) dedi topal demireL uKarıncalar sana
bir de armağan yolladılar.))
«Armağanları da neymiş ki, bir bakalım. » Bu sözle
ri söylerken de çok gülüyordu sultan, yelken kulaklan
uçaralt.
«Al sultan al ! )) dedi topaJ demirel. önce başbuğun
215
kellesini fırlattı onun suratına. Onun da arkasından, ((al,
al, al,ıı diye öteki bütün sanca kellelerini !ırlattL «Tam
dm mı, tanıdın mı bu kelleleri, al al al ! »
Ulukepez bu kellelerin kimlerin kellesi olduğunu
sultana söyleyince sultan kudurdu, ağzı köpükler sa
çarak :
<CFillerim, ·hüdhüdlerim, askerlerim, marş kannca
ülkelerine, taş üstün�e taş, gövde üstünde baş bırakma
yacaksımz, yürüyün ! , Sesi o kadar ötkeliydi ki, da�lann
bile sırtı ü rperdi. ıcŞu topalı da hemen yakalayıp kelle
sini kesin. »
Bunu duyar duymaz ak güvercin bir o k gibi fırladı
uçtu gitti. O semirmiş, kanatıanın oynatamayan hüd
hüdler nasıl ulaşacaklardı bu ak şiı:n.ıeğe?
((Yürüyün, yürüyün, yürüyün! ıı
Asker filler de kanncalann bu kafa tutınalanna
çok içerlemişlerdi. Durup dururken rahatlan bozulmuş
tu. Sonsuz bir öfkeyle saldırdılar kannca ülkelerine, va
�an fil cu u up düşüyordu yerin altına . . . Varan fil düşü
yordu . Böylece kannca ülkelerine saldıran bütün filler
az bir sürede kanncalarm oyduğu yerin alt.lnı boyladılar.
Ulukepez bu korkunç yenilityi, fillerin toptan yok
olduğu korkunç gerçeğini sultana ulaştınnca, s�ltan bu�
--l:QQz
. JLLUL
Yaş a r Kem a l