Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 217

AŞ A L�A

GECE ·DOGAR
#

ii:
OSMAN ŞAHIN
cı:
...J
a:
cı:
N
cı:
>

a:
'=ı
1-
cem yayınevi
TÜRK YAZARLARI DiZİSİ
OSMAN ŞAHiN
ı::

BAŞAKLAR
o V

GECEDOGAR
roman

cem m
yayınevıW
Nuruosmanlye cad. Kardeşler Han 313
Cağaloğlu-istanbul
Tel: 52:117 41- Fax: 526.97 42
Birinci Basım, 1991 Baskı
Dizgi: Cem Yayınevi Özyurt Matbaacılık
Tel: 522 95 19
«Diyeceğimi diyemedim
Giyeceğimi giyernedim
Yiyeceğiınİ yiyemedim
*
Çulsuz gittim ey alemi ))

* Çukurova'daki bir ırgat mezarlıgının yazıt ta§ından....


Soğuk, yağmurlu gecenin rengi çökmü§tÜ pencerenin di§l­
na. Durmadan yağan yağmur suları, çitlerde, çatılarda, okalip­
tüs ağaçlarının dallarıyla yapraklarında patlıyor, cılız, titrek
sokak lambalarının ı§ığında dü§sel bir ı§ıltıda parlıyor, içerisinin
ucuz cigara dumanı kokan sıcaklığında terlemi§, buğulanmı§
camların dı§ında t§ıkh damlalar halinde iz yaparı,tk akıyordu.
Sırtına kirden kararını§, dik yakalı boz bir kazak geçirmi§ti
İsmail; arada bir alnını ıslak, buğulu pencere camına dayayarak
dı§arıya bakıyor, dı§arıda §aklayan yağmurun altında, yağmura,
suya doymU§, çatılada ağaçların suskunluğundan ba§ka bir §ey
göremeyince sinirleniyor, <<yahu bu Erollar da nerede kaldı?
Şimdiye gelmeleri gerekirdi,» diyerek kendi kendine söyleni­
yordu. İçeridekiler ne onun bu sorusuna yanıt veriyorlardı, ne
de kendi aralarında bir söze varıyorlardı; ta§ kesilmi§cesine
suskunrlular hepsi de. Susmayan, çalı§an tek §ey, orta yerde
gürül gürül yanan kalın saç sobaydı; odunun, ate§in, havanın
olu§turduğu ortak bir �ili söylüyordu o da.
Ev sahibi Ali Seydo, sobaya yakın yer minderierinden
birinin üstüne sereserpe oturmu§tu. Gevrek, uzun boylu, zayıf
yüzlü, iri burunlu, uzun kirpikli, ye§ile çalar çiğit gözlüydü. Ya§ı
otuzu geçkindi. Mavi çizgili gömleğinin üstüne elörgüsü yün
bırkasını geçirnİi§ti. Tahir,·Ahmet Düran, Memedo, Sinan ve
Hüseyin ise, odayı çevreleyen tahta sedirierin üstüne oturmWj­
lardı. Kimi bağda§ kurmu§tu, kimi de ayağından birini rastgele
bo§luğa doğru uzatmı§tı. Tahir, kirli yün çorabının erimi§ taban
deliğinden i§aret parmağını sokmu§, nasır bağlamı§ topuğunu

7
usulca ka§ıyordu. İri yan, §i§nıan, gevrek dokulu, boi §alvarh
Remzi ise, sırtını duvara vermi§ti; gevi§ getirirmi§ gibi durma­
dan çenesini oynatıyor, tavana bakıyordu.
Dı§arısı bir an karı§tı; gök gürledi, öfkeli, yalınılı §iffi§ekler
çaktı. Arkası arkasına aydınlanan buğulu pencere camları zifiri
karanlığa büründü sonra. İsmail tekrar camdan di§anya bakar­
ken, zorlanarak açıldı kapı..Erol'la karde§leri girdiler içeri.
Kemiklive sağlaındılar dördü de. Aynı türün çoğaltılmı§ları gibi
birbirlerine benziyorlardı. İçlerinde ya§ça ve boyca en büyük­
leri Erol' du. İri yan boyuyla odanın içini doldudı.n bir görünü­
mü vardı.
, Üstleri ba§ları yağmur, çamur, su içindeydi dördünün. Dı­
§arısının yağmuruyla rüzgarı biraz hırpalaml§ gibiydi onları.
Yün brujlıklarını, §apkalannı, paltolannı çıkarıp duvara asarak
divandaki yerlerine oturdular. Daracık oda insandan yükünü
aldı iyice; İçeride tam onbir ki§iydiler §imdi. Bundan önce
yaptıkları tÜm toplantılarda olduğu gibi bu da gizli bir toplan­
tıydı. Bu toplantılardan kendilerinin dı§ında ne muhtann, ne
köylülerin, ne de ana baba ve karılarının haberleri vardı. Şim­
diye kadar olmamı§tı, bundan sonra da olmayacaktı; giri§ecek­
Ieri bir toprak i§gali eylemini kimseye söylemeyecekleri konu­
sunda, ana avrat üstüne, ate§ yakmaz, su boğmaz, ok geçmez
Hz. Ali listüne yemin etmi§lerdi çünkü.
Toplantının brujındanberi pencere canımdan dı§arı bak­
maktan bıkan, J.ISanan İsmail, sıkkın, sinirli sesiyle,
«Nerede kaldınız be kardC§im?» diye çıkı§tıErol'a. «Bir
oda dolusu insan ilk ak§amdaiıberi sizleri bekliyoruz. Bilen bilir
de bilmeyen en az iki saatlik yoldan geldiğinizi sanır sizin.
Oysa eviniz §Urada, iki adım ötede. Bir daha geç kalmayın
lütfen,»
«Valiahi geç de kalsak, erken de gel-.ck, deği§en bir §ey yok
ki ortada», dediErol, iri taraklı elini korkusuzca saliayarak. «Bu
toplantıların tadı kaçtı, bu ݧ fazla uzadt artık. Biz bu kafayla
değil tarla, bir avuç yer bile alamayız.))

8
«Orası belli olmaz. Ne yani? Bu güne kadar yapml§ oldu­
ğumuz toplantılar, konu§malar boşuna mı?»
«Bo§una tabii. Toplantı toplantı, her al,lahın günü toplantı.
Ne bu yahu? Gören de bashayağı bir ݧ çevireceğimizi sanır
bizim. İçimiz dı§ımız toplantıya kestiği halde yine de bir sonuç
yok ortada. Varsa söyleyin? Eğer bu toplantıda da iyi kötü bir
karara varamazsak, silin benimle karde§lerimi defterden.))
Bahane ararını§ gibi Tahir de Erol'a destek verdi.
«Ben de öyle, beni de silin! Bu toplantıya da istemiye
istemiye geldim zaten. Evimde hastam var. Bundan sonraki
toplantılara çağırmayın beni. Gelmem. Çünkü gına geldi bu tür
toplantılardan. »
«Bir o kadar da benden al!» dedi Ahmet Duran da, Erol'la
Tahir' e katılarak. «Toplantımıza doyduk gayrı. Hepimiz çalı§an
insanlanz. ݧimiz gücümüz var. Uykumuzdan bari olmayalım.»
Ağır bir sessizlik çöktü odaya. Herkesin bakı§lan dondu
kaldı. Bir tek İsmail'le Ali Seydo ba§larını çevirerek anlamlı
anlamlı birbirleriyle bakı§tılar.
«Ne oluyorsunuz yahu? Kendi aranızda sözle§ip' öğütle§­
mi§ gibi niye öyle konll§uyorsunuz?)) dedi Ali Seydo. «Burada
toprak sahibi olmak isteyenler yalnızca sizler değilsiniz ki. Ne
yani? Bizler adam değil miyiz? Bizlerin canı, i§i, gücü yok mu
sanıyorsunuz? Ş1,1rada gönül birliğiyle bir araya gelip toplandık.
Ya§ tahtaya basmayalım diye de her §eyi enine boyuna konU§up
tartı§maya çal�§ tık. Şimdi bu suçmu§ gibi nedir durmadan bıktık
usandık diyorsunuz?»
«Toprağı isternek ba§kaaa, ona sahip olmak yine b<l§ka,))
dedi Erol, ağır, bastırıcı, gür .sesiyle. «Zaten her §ey bizim
istememizle olsaydı §imdiye çoktan taııımız toprağımız olurdu.
Bir aydanberi her gece bir· araya gelip toplanıyoruz. Sonra da
bir sonuca varamadan dağılıp gidiyoruz. Bizler burada zaman
öldürür, bolca çene çalarken, öte yandan millet ovada i§ini
bitirdi bile; herkes ekeceğini ekti, süreceğini sürdü. Nerdeyse
ğ
çiftin, topra ın sürüm tavı geçiyor, sen de gelmi§, her §eyi enine

9
boyuna konu§up tartı§mı§sak bu suç mu diyorsun. Bıktım usan­
dım arkada§lar. Bu ݧ bir an önce alacaksa olsun, olmayacaksa
verin payianınıza dü§en paralarımızı geri de, ba§ının çaresine
baksın herkes.»
İsmail bedenini duvardan alarak, Erol'a doğru uzattı ba§ı-
nı.
«Bak, bazı konularda haklı olduğun yer çok. Ama yine de
bu tür i§lerin enine boyuna tartl§ılıp konu§ulmasından yanayım
ben. Çocuk oyuncağı değil bu.»
, «Iyi, madem bizler çocuğuz, sen yeti§kin adam gibi konu§
da, can kulağıyla dinleyelim bakalım,» dedi Erol, alınmı§ sesiy­
le.
Herkes İsmail'e baktı. İsmail hiç oralı olmadı. Bilmݧ, gü­
venli sesiyle,
«Şu anda elimizde mevcut sekizyüzbin lira kadar bir para
var. Bu parayla değil tarla, birer ev yeri bile alabilmemiz müm�
kün değil. Bu durumda ne yapacağız? Nasıl tarla sahibi olaca­
ğız? ݧİn asıl püf noktası burası bence. Her ݧ ݧte burada
düğümleniyor. Salt bu nedenle her §eyi enine boyuna konU§a­
lım da bir karara varalım diyorum.»
«Yahu daha ne konU§masından söz ediyorsun İsmail» diye
patladı Erol. «Ankara meclisinde mebusmuyuz da, durmadan
konu§alım, lak lak edelim diyorsun? Köyiimüzündört yanı ağa
topraklarıyla çevrili. Bırakalım ağalar gönüllerince eksin sür­
sünler tarlalarını. Ekinler biraz ılmığa durupta kendini toprak­
tan kurtarmaya ba§layınca, gidelim, gözümüze kestirdiğimiz
tarlalardan birinin yüzüne boydan boya bir sınır, bir çizgi çeke­
lim. Ondan sonra da ağalara, 'bu sınırdan, çizgiden ötesi bizim-
dir', diyelim, olsun bitsin bu ݧ.» .
«Yahu sana göre ne kadar da kolaymı§ tarla sahibi olmak
Erol?» diye güldü İsmail. «Peki bu sınırdan ötesi bizimdir
dememizle bakalım ağalar verecekler mi arasını bize? Hiç
dü§ündün mü bunu Erol?»
«Canları isterse vermesinler. Gönülleri bilir. O zaman biz-

10
ler de gider ekinlerini yakarız, kavga eder, ba§larına bela olu­
ruz.»
«Peki bela oldun. Sonra? Sonrası ne olacak Erol?»
«Her yıl böyle yaka yaka, taciz eder, gözlerini iyice yıldırını
onların.Bilirsin ağa kısmı keyfine dü§kün olur. İyice bizlerden
yaka silkince, «lanet olsun! Alın ekini de, tarlası da sizin olsun!»
diyerek vazgeçer, çeker giderler.Böylece tarla da bizim olur.»
Ba§ını iki yanına acı acı salladı İsmail.
«Vallahi Erol, §U senin söylediklerini bir ba§kası söylese,
hiç dinlemez güler geçerdim. Ama sana ne diyeceğimi bilemi­
yorum. Eğer bu kafayla tarla toprak sahibi olunsaydı, §imdiye
Çukurova'da herkes toprak sahibi olurdu. Biz bu kafayla bir
yere varamayız Erol. Biz bu kafayla ağa-ınağa yıldırarnayız.
Olsa olsa ba§ımız derde girer. Ağalar böylesine kolay vermezler
hem tarlayı.»
«0 zaman gün a§ırı toplanıp birbirimizle çeki§eceğimize,
gözümüzü yumup girelim tarlalardan birine, i§gal edelim.Bunu
da yaparnayacaksak dağılalım gidelim.»
«İyi girmesine girelim de kirnin tarlasına girelim?» dedi Ali
Seydo.·
«Gazi'nili,» dedi Erol, çok önceden dü§ünınü§ ta§ınını§
gibi. «Gazi var ya, hani §U Evran Ağa'nın rnıyrnıntı eni§tesi? ݧte
onun tarlasına girelim. En uygun yer oraSı bence. Hem köyü­
müze yakın, §Urada burnumuzun dibinde, sofra kenan gibi bir
yer; hem de altıyüz dönümden fazla çeker.»
<<Bence de en uygunu orası,» diyerek öne atıldı Tahir.
«Hem Gazi'ye gücümüz yeter, hem de Evran Ağa ile karde§i
Bıyık Süleyman bitleri kadar şevmezlerGazi'yi. ilerdeGazi ile
kapı§tığırnızda araya girip korurnazlar Gazi'yi sanırım.»
«Yahu çocuk olrnayfh,» dedi İsmail, kuru gevrek bedenini
öne doğru tekrar uzatarak. «Tarlası bize yakındır, ağalar da
korurnazlar diyerekGazi'nin tarlasına giremeyiz. Orası tapulu
senetli malıdır adamın. Tapulu araziye girecek olursak i§imiz
daha ba§tan ölü doğar, ba§ıınız da derde girer. Yok, biz tapu

ll
mapu, senet dinlemeyiz gireriz diyorsanız, o zaman Gazi'nin
tarlasına ne gerek vardır ki? Gazi'den önce i§te kendi köyü'"
müzde Memetali amcayla, Koca Ömer'in, Muhtar Fikri'nin
tarlaları var; üstelik arkalarında ağa mağa da yoktur onların.»
«Doğru be yahu!» dedi Tahir, apl§mı§ haliyle. «Vallahi de
tillahi de doğru! Peki bu durumda ne yapacağız §imdi?»
«Bakın bu güne kadar bizleri topraksız, i§siz bırakanlar
Gazi, Memetali ve Koca Ömer gibi köylü zenginleri değildir.
Bizleri asıl topraksız yoksul bırakanlar doğrudan ağalardır.
Eğer mutlaka bir tarla i§gal edelim diyorsanız o zaman en az
toprağı olanların malına değil, en çok toprağı olanların malına
girelim ki, yaptığımız ݧ yerini bulsun.»
«Yani önce ağaları hedef alalım diyorsun, öyle mi?»
«Evet. Bence kozumuzu ilkin onlarla payla§alım diyo­
rum.»
«Yahu bırakın böyle kabirlik lafları,» diyerek ayağa kalktı
Erol. «Neresi olacağı bu kadar önemli mi? İster Kadir Caf
Ağa'nın, ister Filit Eken Ağa 'nın, isterse de Andırın Ağalarının
tarlası olsun, neresi olursa olsun, gözümüzü yumup girelim de
alacaksa olsun bitsin §U ݧh>
«Girelim!» dedi Tahir heyecanla. «Kısrağın oynağına eloğ­
Ju tuttuğu yerde binermi§. O hesap biz de kendimize en uygun
yer neresiyse oraya girelim.>> _

Ahmet Duran da, «Girelim anasını satayımh> deyince, ö­


bürleri de heyecana gelerek, «girelim, girelim!» demeye ba§la­
dılar.
Ağzına kadar insanla dolu odaya bir heyecan geldi birden.
İsmail, etkileyici, yumu§ak sesiyle tekrar söz aldı.
«Tamam, girelim diyorsanız, o zaman en uygun yeri bulup
kararla§tıralım §imdi. Bana sorarsanız bence en uygun yer Ev­
ran Ağa'nın çiftliğidir. Hani §U köyüroüzün doğusunda, Gazi'­
nin tarlasını geçince önümüze ilk çıkan tarla var ya; Devlet Su
ݧleri kanalının altındaki taban yer, ݧte orası. Be§Yüz dönüm­
den de fazla çeker. Üstelik tapusuz senetsiz, hazine malı. Evran

12
Ağa ile karde§i Bıyık Süleyman, yıllardanberi orasını kendi
malları mülkleri gibi ekip biçiyorlar. Bundan böyle biraz da
bizler sürüp ekelim bakalım, felek ne gösterecek.>>
Herkes, İsmail'in sözünü ettiği tarlayı gözünün önüne ge­
tirip dü§ünmeye ba§ladı. Çürümü§ eski batak toprağıyla gübre­
lenmi§, verimli, bitek, kudurgan bir yerdi tarla. Toprağı sıkılıp
avuca alındığında, kara yağlı, çamurlu bir su çıkardı ki, böylesi
yere değil tohum, cam eksen biterdi.
«Gerçekten de iyi bir yer orası,>> dedi Ahmet Duran. «En
az bire kırk, bire elli verir. Ne kadar tohum ekersen ek, hakkını
verir, tümünü kamı§a kaldırır.»
«Bence de orası uygun,» dedi ilk kez söze katılan Memedo.
«Gerçekten verimli, münasip, taban bir yer.»
«T�mam, verimli taban bir yer. ama, böylesi yerler dönü­
müne en az yirmi be§ otuz kiloya yakın tohum ister. Bu da su
içinde on ton tohumluk buğday demektir ki, elimizdeki bu
kısıtlı parayla tohum mu alacağız, motor mu kiralayacağız?»
dedi Ali Seydo.
«Dü§ündüğün §eye bak!» dedi Erol. «Şart mı dönümüne
yirmi be§ otuz kilo tohum ekmemiz? Onar onbe§er kilo ekeriz
olur biter babam. Nasıl olsa tarla kuvvetli; sıkından seyreği
iyidir derler hem. O da olmazsa karde§lerimle ben birer çuval
tohumluk buğday veririz.))
«Canım ݧ oraya kadar geldiğinde, iki çuval tohum da ben
veririm,» dedi Ahmet Duran.
Toplantının ba§ındanberi sessizce bir kö§ede oturan, gevݧ
getirirmi§ gibi de durmadan çenesini aynatarak tavana bakan
iri yarı Remzi, öne doğru yekindi.
«Benim verecek ne tohumuro var ne de param. Ama ta­
bancamı takar belime gelirim.))
«Ben de bunların hiç biri yok ama, olsun, maksat tarla ݧgal
etmek değil mi? Sopayla da gelsem olur,» dedi Kır saçlı Sinan.
«Deli olma! Şu zamanda sopayla tarla mı i§gal edilirmi§1»
diye çıkı§tı İsmail ona.

13
«Canım kefenimi boynuma sarar gelirim demek istemi§­
tim,» dedi Sinan sırıtarak.
İsmail bir elini kardC§i Hüseyin'in omuzuna atarak:
«Benimle . karde§İmin ne verecek tohumluk buğdayımız
var ne de paramız. AmaCeyhan'da tanıdık dostlarım, arkada§­
larım var benim. Öte gün yolum Ceyhan'a dii§tüğünde, arka­
da§larıma, bu i§gal ݧini azıcık çıtlattığımda, bana yardımcı ola­
caklarını, tohum ve traktör bulacaJclarını, hatta bu uğurda kefil
bile olabileceklerini söylediler. Eğer bu ݧ kesinlC§İrse ki, bu
durumda öyle görünüyor, yarın bir gün Ceyhan'a gidip görü§­
mem gerekiyor onlarla.»
«Birlikte gideriz,» dedi Erol, İsmail'e.
«Ü zaman buraya kadar anla§tık sayılır», dedi Ali Seydo.
«Şimdi asıl soruna gelelim; güpegündüz tarlaya giremeyeceği­
mize, herkesin gözü önünde de tarlayı süremeyeceğimize göre,
gece girerek gizlice sürüp ekmemiz gerekiyor tarlayı. Gece
girince de be§yüz dönüm tarlanın tamamını sabaha kadar sürüp
ekmemiz gerekiyor. Bu da yedi sekiz traktörlük ݧ demektir.
Şimdi bu kadar traktörü kimlerden, nasıl bulacağız? Kiralaya­
cak mıyız? Kiralayacaksak buna paramız yeter mi?»
Erol tekrar yerine oturarak, keyifle salladı elini.
«Aktozlu köyünde askerlik arkada§ım Ejder var.Biraz deli
doludur ama verdiği sözde durur, tutar. Evvelsi günü onunla
görü§tüm. Motoruyla birlikte bir geceliğine geleceğine dair söz
verdi.Bir motor da İnceyirlilerden alırız, etti iki. Üç dört motor
da İsmail'in Ceyhan'lı tanıdıklarından alırız. Geri kalanları da
kiraladık mı bu ݧ tamam demektir. Daha da olmazsa, bulabil­
diklerimizle sürer ekeriz, ekemediğimiz yerler de bo§ kalır
anasını satayım.»
«Yahu yarısı sürülmü§ ekilmi§, yarısı sürülmemi§ tarla ol­
maz,» dedi Ali Seydo. «Girmi§ken tamamını sürüp ekmeliyiz
ki, i§gal dediğin tam olsun.»
Ne ki Erol keyiflenıneye ba§lamı§tı. İrice bir şaplak çekti
Ali Seydo'nun dizine.

14
«Ü kadar ince eleyip sık dokuma Alo§! Tamam, §iriı,diden
olmu§ bitmݧ say bu i§i sen.»
İsmail rahatlamı§ gibi geni§çe bir soluk koyverdi önüne.
«Ü zaman bu geli§melere göre, yarından tezi yok, Cey­
han'a giderek, Pala Dayı ile Toprak-ݧ ba§kanı Behzat Bey'i
görmemiz gerekecek. Eğer bir aksilik çıkmaz da tohumluk
buğdaylada motorları kiralayabilirsek, iki üç güne kalmaz gire­
riz tarlaya. Gireriz de in§allah sonumuz hayırlı uğurlu olur.»

15
Bir gün sonra, horozların ötmesine yakın, Erol'la İsmail,
yataklarından kalkarak sıkıca giyindiler. Şafağın ii§ütücü aya­
zında ağızlarından burunlarından sıcacık buharlar püskürte
püskürte, kahvenin önündeki çakıllı alanda bulU§arak köyün
batısına, Ceyhan Kazan ana yoluna doğru yürüdüler. Sabahın
nemli, ܧütücü ayazında bir süre bekledikten sonra, Kazan
yönünden gelerek Ceyhan'a doğru giden minibüslerden .birine
bindiler. Ba§örtülü, genç, ya§lı, §i§man, zayıf birkaç kadınla,
§apkalı, fesli, sakallı, kara §alvarlı köylülerle hıncahınç dolmu§
minibüsün içinde oturacak bir yer bulamayınca, birbirlerine
tutunarak Ceyhan'a kadar ayakta gittiler.
Adana, Kazan, Kadirli yönünden gelip giden araçların
tümü Ceyhan nehrinin üstündeki demirköprüyil geçer geçmez,
Köprüba§ı Meydanı'nda alırlar soluğu. Yüklerini, yolcularını
oradan alırlar, oraya indirir bo§altırlar. Köprüba§ı Meydanı,
ilçenin en i§lek, en hareketli yerlerinden biridir. Bir yanında
taksi durağı, gübre, küspe, yem satan dükkanlar, çaycılar, simit­
çiler, biyan §Urubu, ayran, gazoz satıcıları, bir yanda gübre,
sidik, sap saman, toz, çamur, benzin ve yağ kokuları alır örtalığı.
Simsarlar aracılığıyla kredi arayan yoksul köylülerle dolup ta­
§an tefeci dükkaniarının yanı sıra, buğdayını, pamuğunu, pirin­
cini, yağını, ayçiçeğini, bulgurunu, tavuğunu, nohutunu, fasul­
yesini, yumurtasını, yoğurdunu ucuz pahalı demeden ellerin­
den çıkarmaya çalı§an, çömelmi§ durmadan çay ve cigara içen,
içine helva konulmu§ sıcacık fırın ekmeğiQi büyük bir i§tahla
yiyen, sırtında çuval ve heybe ta§ıyan, kara §alvarlı köylülere

16
rastlanır hep. Ba§lannı torbalarının içine sokmu§, kütür kütür
yem yiyen, saman geven, arabalanna ko§ulmu§ atlar görünür
bir de.
Bu canlı görüntünün hemen ardından ana caddeye çıkıldı­
ğında, dört yol ağzında, Pala Dayı'nın büfesi çıkar insanın
kar§ısına. Pala Dayı, adından da anla§ılacağı gibi pala bıyıklı,
ellisini geçkin, kır saçlı, beyaz kın§ık tenli, kara gözlü kara ka§lı,
kasketli, potur §alvarlı, evli dört çocuklu, sevecen, ho§ sohbet
biridir. İsmail'in yıllar önce ölen babası İbrahim Efendi'nin
yakın arkada§ ı ve dostudur. Küçüklüğünden beri de tanır, sever
İsmail'i, Pllla Dayı. Orta sondan beklemeli, kısa saçlı, kat pan­
tolonlu küçük kızı Ay§enur'la birlikte çalı§ tımlar büfeyi.
Görünü§ olarak bir köylüye benzemesine kar§ın, her sabah
bir ' Cumhuriyet' alıp okuyan, ülke ve yurt sorunlarına ilgi
duyan, bu tür konulan herkesle tartı§an bir insandır PalaDayı.
Bu yanıyla sevilip sayıldığı için, büfesinin çevresi gençlerle
dolar ta§ar bazen.
İsmail'leErol büfeye uğradıklarında, Pala Dayı'yı sandal­
yesine oturmu§, gazetesini okurken buldular. İsmail'leErol'u
birden kar§ısında gören Pala Dayı, gazetesini ikiye katiayıp
bükerek, ayağa kalktı. « HO§ geldinizb> diyerek ellerini sıktı.
Sandalye verdi altlarına. Çay kahve söyledi.Birer de tost yap�
tı,rdı kızı Ay§enur'a. Sesi gibi davranı§ları da sevecen, güv�n
verici, içtendi PalaDayı'nın.
«Ee, ne var ne yok bakalım İsmail?»
« Vallahi ne olsun Pala Dayı. Ye§ermesek de kurumadan
·

geçinip gidiyoruz i§ te.»


«Geçen geli§inde bana bir toprak meselesinden sözetmi§­
tin. Ne.oldu, o konuda bir geli§me var mı? Yoksa kuru biiheves
miydi dilinize vurup geçen?>>
«Doğrusunu istersen tam üstüne hastın konunun, Pala
Dayı,» dedi İsmail. «Bu geli§imiz o i§le ilgiliydi zaten.»
PafaDayı sandalyesini biraz daha yakla§tırdı.
« İyi, o zaman anlat da . dinieyeJim bakalım, neler olup

17
bittiğini'!»
«Durum vaziyetler §U merkezde §imdi Dayı. Biz on bir
arkada§ bir araya gelerek, Evnin Ağa'nın hazineyle davalı tar­
lalarından birine girip i§gal etmeye karar verdik. Elimizde avu­
cumuzda neyimiz var neyimiz yoksa topladık. Karılarımızın
boynundaki altınlardan tutun, parmaklarımızdaki alyanslarımı­
za varıncaya kadar satıp savdık, paraya çevirdik. Senin aniaya­
cağın §U an elimizde sekizyüz bin lira kadar bir para var. Bu
parayla motor mu kiralayacağız, yakıt parası mı vereceğiz, yok­
sa tohumluk buğday mı alacağız? inanın §3§ırmı§ bir haldeyiz.»
« Peki ba§ka? Hepsi bu kadar mıh
«Değil elbette. Evvelce sana bu konuyu açtığımda, elinden
geleni ardına komayacağını söylemi§, bana umut vermi§tin.
Şimdi ayağına geldiğimize göre, yap yapacağını bize Pala Dayı.»
Pala Dayı'nın sesinin tonu gibi yüzünün rengi, bakı§ları
deği§meye ba§ladı.
« Ne kadar tohumluk buğday lazım §imdi size?»
«Ün tona kadar yolu var ama biz bq altı tona da razıyız,»
dedi EroL
« Peki be§. ton diyelim buna. Bunun ne kadarının parasını
pe§in ödeyebilirsiniz?»
«Yarısını pe§ in ödeyebiliriz. Geri kalanını da kısmetse
sonra öderiz.»
Pala Dayı ba§ını önüne eğerek bir süre dܧündü. Sonra
yerinden kalkarak:
« Kalkın! Duracak zaman değil,» dedi. « Şurada Zahireci
Fehmi'nin dükkanına kadar bir gidelim. Arkada§ım olur. Bu
konuyu gidip onunla konU§alım.»
Pala Dayı önde, İsmail'le Erol arkada, birlikte Zahireci
Fehmi'nin dükkanına doğru yürüdüler.
Islanmı§, çiğnenmi§, burU§ buru§ olmU§ bir kağıt parçasın­
dan farksızdı Zahireci Fehmi'nin yüzü. Sırtına eski püskü,
omuzları toz içinde bir palto giymi§, . paltasunun altına ceket,
ceketinin altına yelek, onun da altına kalınca eski bir kazak

18
geçirmi§ti. Böylesine kalın giyinmesine kaf§ın zayıf, titrek, sü­
rekli ii§üyen bir görünümü vardı. En ucuz buğdayı o satardı.
Sattığı buğdayların tümü de ala samanlı, tozlu, ardan burdan
toplama, 'ImamBuğdayı' denilen yerli karakılçık cinsi buğday­
dı.
PalaDayı'nın beraberinde iki ki§iyle içeri girdiğini görünce
ellerini oğu§turarak yerinden kalktı, Fehmi. Selam aldı selam
verdi. El sıkı§tılar.Bir süre ho§ be§ten, i§lerin iyi gitmediğinden,
piyasanın darlığından sözettikten sonra, Pa la Dayı konuya girdi
hemen. Erol'la İsmail'i göstererek: « Sarıbahçe'den yakınım
olurlar. Be§ ton kadar buğdaya ihtiyaçlan var. Yarısını pe§in
elden ödeyecekler. Geriye kalan borçlarına da ben kefilim,»
dedi.
Zahireci Fehmi, eliyle bir hangara benzeyen tozlu dükka­
nının tabanına öbek öbek yığılmı§, altlarına kirli branda bezleri
ve naylonlar serilmi§ buğdayları, içieri buğday dolu çuvalları
gösterdi: « Vallahi buğday bol; sen de araya girdikten sonra
mesele yok. İkimiz de esnafız. Esnaf esnafın dilinden anlar.Bir
vasıta bulup getirsinler. Sonra da istedikleri buğdayı yükleyip
götürsünler.»
İsmail, elini ceketinin koyun cebine sokarak, kalınca para
tomarını çıkardı. Parmaklarının ucunu ağzına götürüp ıslata­
rak, ali§ılmı§ hareketlerle ve yüksek sesle,saydı paraları. Sonra
da Zahireci Fehrni'ye vererek: «Buyurun! Hayrıo görün!» dedi.
Zahireci Fehmi de aldığı paraları saydıktan sonra cebine koy­
du. İsmail'le Erol'un elini sıktı. « Size de hayırlı uğurlu olsun!»
Pala Dayı önde, Erol'la İsmail arkada, Zahireci Fehmi'nin
dükkanından dı§arı çıktılar. Gün öğlene yakındı. Pala Dayı, en
yakın i§keml;>ecilerden birine götÜrdü onları.Bol biberli, sarım­
saklı, sirkeli birer i§kembe çorbası içtiler. Karnı doymayan Erol,
ikinci bir tas çorbayla bir yarım ekmeği daha mideye indirdi.
Pala Dayı hesapları ödedikten sonra i§kembeciden çıktılar.
« Ne zaman dara dii§erseniz gelin yanıma!» diyerek onları
uğurladı Pala Dayı. Bilfesine doğru ağır, paytak adımlarla yü-

19
rli rken, İsmail'le Erol da, tohumluk buğday i§ini halletmi§ ol­
manın sevinciyle, Toprak-İş'in bürosi.ına doğru yürüdüler.
Büro, üç katlı, ah§ ap, tahtaları yer yer çivilerinden çıkmı§,
Jüşmü§, yarı burda bir binanın giri§ katındaydı. Gövdeleri kü­
tükle§mݧ, ya§lı, sarı yapraklı irili ufaklı akasya ağaçları vardı
önünde. Ne ki kapısı kilitliydi büronun. İçinde, dı§ında kimseler
yoktu.
- «Bina kapalı. Behzat Bey'i bulsak bulsak arentasında bu­
labiliriz,» dedi İsmail.
Çamurla kaplı ara sokaklarda bir süre yürüdükten sonra,
dört katlı beton karkas bir binanın önünde durdular. Giri§ katı
boydan boya kalın camlada kaplıydı binanın. Pırıl pırıl tarım
araç gereçleri, makinalar, ilaç pompaları, su motorları, hortum­
lar, naylon bidonlar, ye§il san, mavi renklerde traktörler dizil­
mi§ti acentanın içine, dı§ına. Yağ, pas ve kirden tulumunun
rengi atını§, on üç ondört ya§larında bir çırak, el beziyle durma­
dan motorların tozunu alıyor,BehzatBey de, masasının gerisi­
ne kurulmuş, telefon görܧmesi yapıyordu.
Birbirine dola§mı§ kır saçlı, hafif rakı göbekli, güleç yüzlü,
çipil yeşil gözlü, temiz §Ik giyimliydiBehzatBey. Çalışkan oluşu
kadar, sabırlı davranışlarıyla da bilinir sevitirdi çevresinde. En
zor anlarda bile onun sinirtenerek bağırıp çağırdığını gören,
işiten kimse yoktu. Adana Motor Sanat Enstitüsü'nü parasızlık
nedeniyle bitirerneden ayrılmış, sonra da askere gitmişti. Terhis
sonu Magirus montaj fabrikasına i§çi olarak girmeyi başarmı§,
birkaç yıllık bir çalışmadan sonra Ceyhan'a geri dönerek, Ma­
girus'un Ceyhan Acentalığını açmı§ üstlenmi§tİ.
Ceyhan'da i§siz kaldığı, i§sizlikten bunaldığı yıllardanberi
tanır severdi İsmail'i. Dar günlerinde para yardımı yaptığı,
elinden geldiğince ݧ bulup kollamaya çalıştığı Ismail'i, ba§kan­
lığını yaptığı Ceyhan Toprak-ݧ' e üye bile yapmıştı. Güvenir ve
severdi İsmail'i. Ağzından çıkanı kulağı duyan, söylenilenleri
can kulağıyla dinleyen, düşünmeden konuşmayan bir insandı
İsmail çünkü.
BehzatBey,- telefon konu§masını bitirdikten sonra, ayağa

20
kalkarak, « hO§ geldiniz!» dedi, teker teker ellerini sıktı, yer
gösterdiği İsmail'le Erol'a. Makinaların tozunu alan çırağına
seslenerek, « oğlum çabuk §Uradan üç denıli çay söyle!» dedi.
Sohbete b<i§ladılar sonra. Dili sargın, güleç yüzlü, rahat, yüksek
sesle konu§an bir insandı BehzatBey. Toprak-ݧ'in çalı§nıala­
rından, partilerden , gazete haberlerinden bir süre söz ettikten
sonra, İsmail'e dönerek:
« Ee, i§ler nasıl gidiyor bakalım? Kahven iyi çalı§ıyor mu?»
« Fena değil,» dedi İsmail. « Zaten köy kahveciliğinden ne
olacak ki? Sabahtan ak§arna kadar üç kuru§, be§ kuru§ çay
kahve parası toplamayla insan nereye varabilir? Bizimkisi ça­
lı§rnak değil, nefsini körletmek. .. »
Çaylar geldi o ara. içmeye ba§ladılar.BehzatBey, paketin­
den cigara tuttu, yaktı çakrnağıyla.
· İsmail,
« Abi, vaktinizi fazla alrnayalırn. Bir ݧ için geldik buraya,»
diyerek girdi konuya.
« Ne gibi? Ne ݧi?»
« Nasıl söyliyeyirn? Toprak ݧgal etmek gibi bir niyetimiz
var bizim. Evran Ağa'nın elinin altındaki hazine topraklarından
be§yüz dönüm kadar bir yeri gözümüze kestirdik; sürüp ݧgal
edeceğiz. Aramızda paralar topladık Borç harç be§ ton kadar
da tohumluk buğday aldık.Şimdi ݧ kaldı üç nalla bir atın hesabı,
tarlayı sürüp ekmeye. Ama elimizin altında yeteı"ince motor
yok. Tanıdıklardan dört tane motor bulduk kiraladık. Ama dört
motorla koca tarlayı bir gecede sürüp ekmemiz imkansız.Bize
§imdi üç dört motor daha lazım. Kirasını verebiliriz.Bu konuda
acaba bize yardımcı olabilir, bir· geceliğine olsun bize birkaç
motor temin edebilir misiniz?))
BehzatBey, çipil ye§il gözlerini iyice kısarak bir süre dü­
§Ündü.
« Ne zamana lazımdı motorlar?)>
« N e zamana temin edebilirseniz; ama bir iki gün içinde
hazır olursa bizim için daha iyi olur.»

21
Dchzat Bey ha §ını önüne eğdi. Sesi durağanla§tı.
«Va li a h i hir iki yere telefon edip sormam gerekiyor. Bili­
yorsunuz güz gününde motorların tümü me�gul §imdi."Eğer bir
aksi l ik çıkar da sağdan soldan bulamazsam bir çaresine baka­
cağız. Daha da olmazsa, elimin altında duran §U pırıl pınl
motorl a rda n hir kaçını çeker veririm size. Bütün gün burada
ya t ıp duracaklarına, bir geceliğine bari olsun i§inizi görsünler
sizin. Sanırım böylesi daha iyi olur.»
İsmail 'Ic Erol'un gözleri sevinçten I§ırken, Behzat Bey
konu§masını sürdürdü.
«Yalnız bazı ko§ulı.lrım var. Size bu motorları nasıl yepye­
ni, pırıl pırıl vcrmi§sem, ertesi gününe geri bana getirdiğİnizde
de, aynısını isterim. Aynen fabrika çıkı§ı gibiyıkanmı§, pırıl pırıl,
tertemiz olarak. Malumya acerita malı, vitrin, mü§teri malı
bunlar.»
Erol güldü.
« Dü§ündüğünüz §eye bakın; yıkayıp temizlemek de ne
kelimeBehzatBey? Valiahi gelin duvağı gibi süsler paklarız da
öyle getiririz onları.Bu konuda en ufak tasanız olmasın.»

22
Gün indi sonra b attı. Soğuk, nemli güz ak§ amlarının alaca­
karanlığı köyün üstüne ağır ağır yürüdü. Gölgelerin, ağaçların,
korulukların, damların tümünü yuttu içine aldı. Birbiri ardına
dizilmi§ traktörler çıkıp gelmeye ba§ladılar sonra, kahvenin
önündeki düz çakıllı alanda çamurlukları birbirlerine dayalı
olarak durdular. Çakıllı alan kırmızı, sarı ı§ık selleri ve motor
gürültüleriyle boğuldu bir an. Arkalarında tohum yüklü mib­
zerler, çuvallar, topra�a girip çıkmaktan ı§ıl ı§ıl olmu§ kötenler,
pulluklar, diskarolar vardı. Magirus, Massey Ferguson ve Ha­
nomac tipinde, ye§illi, sarılı, kırmızılı, mavili renklere boyannlı§
sayıları yediyi bulan traktörlerdi bunlar. �ın kullanılmaktan
kimi taraktörlerin kaporta ları, çamurlukları yer yer yumulmu§,
boyaları dökülmü§, eskimi§ti, çamur içindeydi. Kimi traktörler
de acentadan yeni çıkmı§, bir kez olsun toprağa basmamı§,
tarla, tohum, çift yüzü görmemi§, genç, güçlü traktörlerdi. Pul­
luklarından diskaralarına kadar terü taze yağ kokularıyla duru­
yorlardı.
Traktörlerinden inen sürücüler, pardesü ve paltolarının
yakalarını indirerek kahveye girdiler. Fazla göze batmak iste­
mezlermi§ gibi sessizce bir kö§eye çekildiler. Kahvede tavla
oynayan, televizyon izleyen, konu§an, cigara içen, tesbih çeken
"
bir sürü köylü vardı. Güz günü çift sürrne mevsimi demekti
Çukurova'da. Böylesi günlerde köye giren çıkan traktörlerio
sayısı hiç belli olmazdı. Bu yüzden köylülerin ilgilerini çekme­
diler pek, kahveye girip oturan yabancı sürücülerle, dı§arıdaki
çakıllı alanda duran tıraktörler.

23
İsmail'le karde§iHüseyin, kahve sahibi olmalarının da ge­
tirdiği bir yakınlıkla, ellerinden geldiğince ağırlamaya koyuldu­
lar konuk sürücüleri. Çaylar kahveler söylediler, cigara tuttu­
lar. «Bu kadar traktörle kimin tarlasını süreceksiniz? Nereden
gelir nereye gidersiniz? diye köylülerden soru soran olursa,
sakın ağzınızdan bir §ey kaçırmayın!» diye de usulca uyardı
İsmail onları.
Erol'la karde§lerinin ardından Tahir, Ahmet Duran, Rem­
zi, Memedo, Sinan girdiler içeri. Erol, Aktozlu'dan traktörüyle
birliktegelen askerlik arkada§ı Ejder'i kucakladı. GürültülüCe
§akala§ıp konu§tular. Geni§ çeneli, çenesinin ortasında bir çu­
kuru olan, kısa saçlı, sarı§ın biriydi Ejder. Erol kadar iri yarı
olmasa da güçlü, sağlam bir görünümü vardı.
Gece saat yirmi bire doğru kahvede kimse kalmadı.
Öteden beri erken yatıp erken kalkmaya alışını§ köylüler birer
ikişer çekip gittiler. Erol, İsmail ve arkadaşları, traktör sürücü­
leriyle ba§ba§a kaldılar. Bir süre daha oyalanıp sohbet ettiler.
Çaylar kahveler ti:ızelendi, cigaralar içildi.
Sonra Erol kalktı ayağa. Ellerini masaya dayadı:
«Herkes ağzını sıkı tutsun! Kimse kimseye bir §ey söyleme­
sin.Yerin kulağı var derler. Hayırlısıyla bu gece tarlaya giriyo­
ruz,» dedi.
«Bu gece zorlu bir gece olacağa benzer arkada§lar,» dedi
Ahmet Duran da. « Gece gününde ağa malına girmek kolay
değil. Gözünüzü korkutmak istemem ama, bu gece yapacağı­
mız ݧ, ölümün üstüne gitmek gibi bir §ey. Evran Ağa'nın adam­
ları durumu· önceden sezmi§, öğrenmi§ olabilirler; silahlı a­
damlarıyla üstümüze gelebilirler.Yani bu gece ne gibi durum­
larla kar§ılaşacağımız belli değil.Bela geliyorum demez, geldim
der. Bu yüzden kulağımızı gözümüzü dört açalım lütfen.))
Durgun, donu k yüzlü Remzi, oturduğu yerden:
« Gerçekten de bu gece ağanın adamlan üstümüze gelir­
lerse ne yapacağız?)) diye bir soru attı ortaya.
Herkes Erol'a baktı.

24
« Geleceklerini pek sanmam, ama yine de gelecek olurlarsa
bir araba kötek atar, izlerinin üstüne geri göndeririz onları,»
dedi Erol.
« Demek istediğim o değil; >> dedi Remzi oturduğu yerden.
« Mesela üstümüze silahla geliderse biz de silah kullanacak
mıyız? Kullanacaksak cana kasıt mı sıkacağız, yoksa korkutma­
casına mı sıkacağız? Bunları burada iyice konu§alım ki, tarlada
gece yarısı kıça getirmeyetim yumurtayı.»
«Ben de aynı fikirdeyim,» dedi Memedo. « Biz sıkmasak da
bakarsın ağaların adamlan sıkarlar. İçlerinde gözü kara, keskin
ni§ancılar var. Gecenin köründe her gördüklerini çekip vura­
bilirler. Mesela biz onlarla kapı§ırken, bu motorları kim koru­
yacak? Matariara bir §ey olacak olursa, yarın sahiplerine ne
diyeceğiz? Haydi bunlar da olmadı diyelim, o zaman mibzeriere
tohum çuvallarını kim ta§ıyıp dökecek?»
«Vallahi böylesi ݧleri ne kadar önceden konu§ursak konu­
§alım, sonunda bir yanı mutlaka bo§ çıkar,» dedi Erol. « İyisi mi
ilkin tarlaya bir girelim, gerisi kolay. Geli§melere göre hareket
ederiz. Memedo'nun dediği ݧ bölümüne gelince; Memedo,
ben ve karde§lerim, bir de Tahir, tarlaya girer girmez, kanal
toprağının üstünde mevzilenerek, motorları korumaya alaca­
ğız..Geri kalanlanmız da birer iki§er dağılarak matariara yar­
dımcı olacaklar. Tamam ını arkada§lar?»
« Tamam tamam! » sesleri duyulunca, kahvenin l§ıklarım
söndürdüler. Erol önde, öbürleri arkada, birer iki§er dl§an çıktı­
lar. Dl§arda gece derinle§mݧ, bulutlu hava iyice kapanml§tı. Çu­
kurova'da soğuk güz geceleri bulutlu ve karanlık olurdu hep
böyle. TraktörleTİn üstlerine biter iki§er ku§lar gibi tüneyip bin­
diler. Sıkıca giyinmi§lerdi. Memedo, çiftesini yanına alml§, §apka­
sım kulaklannın üstüne kadar çekmi§ geçirm�ti. Kara yamçısı
üzerindeydi. Erol, paltosuyla lastik çizmelerini, Isınail de paltosu
olmadığı için eski bir battaniye parçasını atml§tı sırtına.
Yanan kırmızı, san ı§ıklann ardından ağır ağır, çılgın ho­
murtularla çalı§ıp hareketlenıneye ba§ladı motorlar.Vites kol-

25
ları gıcırtılarla birinciden ikinciye takılarak, dönen tekerierin
hız devirleri arttırıldı. Ağır ağır hareketlenen traktörler birbir­
lerinden koparak, köyün çamurla kaplı daracık ypllarını ı§ığa,
gürültüye boğarak, köyün doğusuna doğru yöneldiler. Ve Ga­
zi'nin ala çamur! u tarlasını da hata çıka geride bıraktıktan sonra
sürüp ekecekleri asıl tarlaya girdiler. Girer girmez de ba§ı sonu
belli olmayan kırmızı, sarı ı§ıklı bir kurdela halinde gecenin
karanlığını yararak, belirli arakhklada tarla ba§larında sürüm
için dizildiler. Sürücülerin dı§ındakiler atladılar indiler yere.
Sonra da dağıldılar. Erol'la karde§leri, Memedo, Tahir ellerin­
de tüfek ve tabancalarıyla, tarlanın çiftliğe bakan yığına kanal
toprağının üstünde belirli aralıklarla durarak, gezinmeye, çift­
likten tarlaya doğru inen incecik arazi yolunu gözetlerneye
ba§ladılar.
Gazi'nin tarlasıyla, Evran Ağa'nın çiftliğinin arasına dü§er­
di tarla. Tarlanın doğusu, derince kazılmı§ sulama kanalıyla
çevriliydi. Devlet Su I§leri, yıllar önce o sulama kanalını ağır
dozerler ve grayderlerle kazıp açarken, Evran Ağa, açılan kanal
suyundan en çok kendi topraklarının yararlanacağını bile bile,
dozer ve grayderlerin kazıp çıkardığı tonlarca toprağı, kanalın
kendi çiftliğine dü§en kıyıcığına değil de kar§ı kıyısına döktür­
mü§, böylece küçük de olsa orada bile toprak kazanmayı dü­
§Ünmü§tü. Ne ki, tam bir aç gözlülükle yığdırdığı o topraklar
tarlasını i§gale gelen köylülerin i§İne yarıyordu §İmdi.
Belirli aralıklarla duran traktörler, gür gür çalı§arak, bir
ba§tan öte ba§a gidip gelmeye, sürmeye ba§ladılar tarlayı. Ters
yüz edilen yağlı, . çürümü§, simsiyah olm u§ topraklar bir ho§
kokuda geceyi dolduruyor, ince pullukların kulağından fı§kırır­
casına dökülüp katlanarak, bulgur bulgur dağılıyor, kırmızı, sarı
traktör ı§ıklarının altında yağlanmı§çasına bir garip ı§ıltıda par­
lıyor, tohum yüklü mibzerler de, açılan toprağın bağrına dur­
madan tohum kusuyor, saçıyordu.
Elinde tüfeği, sırtında kara yamçısıyla oradan oraya dur­
madan ko§an, dola§an, duran Memedo'nun yüzü sevinçten

26
ı§ıyor, arada bir diz çökerek, kabaran toprağı avucuna alıyor
sıkıyor, toprağın avucunda dağılınayıp da hamur gibi kendini
tuttuğunu görünce de, «toprak nemli, tavında! Tam tohum
zamanıb> diyerek sevinçle söyleniyordu.
Traktör sürücüleri, gecenin nemli, ısırıcı sağuğundan ko­
runabilmek için, kalın yün ba§lıklarını, §apkalarını ba§larına
geçirmi§ler, paltolarıyla deri ceketlerinin yakalarınr kaldırmı§­
lar, yüzleri gözleri belirsiz birer korkuluğa dönmü§lerdi. Tarla
ba§larında dönü§ yapan traktörlerio birbirleriyle kesi§en ı§ığın­
da, İsmail'le arkada§larının silik gölgeleri görünüyor, gidip ge­
len traktörlerio arkalarından yürüyerek, bo§alan mibzeriere
tohum çuvallarını kaldırıp dökmeye çalı§ıyorlardı. O arada kimi
traktörler de toprağın fazla sulak, gömük taban yerlerine ge­
lince saplanıp kalıyorlar, bataktan kendilerini kurtarabilmek
için ileri geri gitmeler gelmeler yaparak, ağır, boğuk hornurtu­
lar çıkararak kendilerini zorluyorlardı.
Tohum çuvalları bir ki§inin kaldırabileceğinden çok fazla
ağırdı. İsmail gibi çelimsiz, güçsüz ki§ilerin değil, Remzi gibi iri
yarı güçlü ki§ilerin i§iydi bu. Ne ki, bu gece anla§ılmaz garip bir
hali vardı Remzi'nin. Arkada§ı İsmail'in ağır çuvalları kaldırır­
ken zorlandığını, nerdeyse göbeğinin çatladığını gördüğü hal­
de, yardımına ko§muyor, çuvallara elini bile sürmüyordu. Trak­
tör ı§ ı klarının üstüne gelmesinden de çekiniyor, ı§ı ğın önünden
kaçarak karanlığa atmaya çalı§ıyordu kendini.
Herkes sessizce çalı§ıyor, durmadan dönen, toprağı zorla­
yan, ters yüz eden traktör pulluklarıyla kötenlerin; diskaroların
pe§inden ko§uyor, o tela§la �imse Remzi'de ki bu deği§ikliğin
ayırdına varamıyordu.
Ufak tefek Massey Ferguson traktörlerinden biri, tarlanın
çanıurlu, gömük yerlerinden birine saplanıp kalınca bir tela§tır
aldı hepsini. İsmail, Hüseyin, Sinan, izledikleri traktörlerio
ardını bırakarak, çamura saplanıp kalan Massey Ferguson'un
yardımına ko§tular. Ellerinin ayaklarının çamur içinde kalma­
sına aldırmadan i tip kakarak, kendi güçlerini çalı§an traktörün

27
gücüne katarak, sonunda bataktan zorlukla çıkarmayı ba§ardı­
lar traktörü. Tek bir traktörün bile devre dı§ı kalması, gece
sabaha kadar kırkbe§ elli dönüm bir yerin sürülüp ekilememesi
demekti çünkü.
Bu yardımla§ma anında bile, yakınlarındaki Remzi'nin yö­
nünü bile dönüp bakmayı§ı, arkada§larının yardımıarına ko§­
mayı§ı, İsmail'in gözünden kaçınadı hiç. Karanlığa çekilmi§,
amaçsızca duran Remzi, ne arkada§alarının ne de çamurdan
kurtulmaya çalı§an traktörün çabasım görüyordu.
İsmail'in küçüktenberi süt emi§iği, çocukluk arkada§ı, son­
ra da askerlik-karavana arkada§ıydı Remzi. Toprak i§gal etmek
için toplantılar yapmaya ba§ladıkları günlerde, Remzi'nin de bu
ݧİn içine girmesini en çok İsmail istemi§ti. Remzi de, arkada§ı­
nın bu önerisini duyar duymaz, « sözü mü olur, elbette! Bu ݧte
ben de varım!» diyerek arkada§ına güven vermݧ, eksiksizce
toplantılara katılmaya b3§lamı§tı. O da çaresiz, topraksız, yok­
sul ve ݧsizdi çünkü. Bir ara İsmail'le Erol gibi o da ݧ bulabilme
umudunun tuzağına dü§erek, köyünü terketmݧ,Ceyhan Sebze
Hali'nde uzun süre sırt hamallığı yapmı§tı.
İsmail, can dostu Remzi'de ki bu isteksizliğe bir türlü bir
anlam veremiyecek ona doğru sokuldu.
« Ne o Remzi? Bir derdin, sıkıntın mı var?»
« Vallahi ne olsun, ܧüdüm be teyzeoğlu,» demekle yetindi
Remzi, yüzünü arkada§ının yüzünden kaçırarak. «Canım
bugün azıcık keldi zaten. Senin anlayacağın keyifsizim biraz»
« Bo§ver be yahu! » dedi İsmail. « Bu gece keyifsiz olacak
zaman mı? Baksana herkes canını di§ine takmı§ çalı§ıyor. Hem
bütün gece buzun üstüne yatıp uzansan bile senin gibi kalıplı
birine ne olabilir ki?»
Omuzlarını umarsızca salladı Remzi.
« Ne bileyim, ܧüdüm i§te!»
Asıl ܧüyen Remzi değil, İsmail'di oysa. Onbir arkad3§ının
içinde bedence en çelimsizi, en güçsüzü olmasına kaf§ın, Rernzi
gibi halinden §ikayet etmiyor, elinden geldiğince çall§ıyordu.

28
Remzi'nin haline ne diyeceğini bilemeyen İsmail, sırtında­
ki battaniye eskisini alıp ona doğru uzattı.
«Ü§üdüysen al at §Unu sırtına, al!))
Remzi, ne arkada§ının uzattığı battaniye eskisine baktı, ne
de sesini duydu. Karanlıkta uzakla§maya ba§lamı§tı. İsmail de
üstelemedi fazla. Konu§up tartı§acak zaman yoktu çünkü. Sa­
atler ilediyor §afak yakla§ıyordu. Ne yapacaklarsa bu birkaç
saatin içinde yapacaklar, koca tarlayı bir ba§tan öte ba§a sürüp
ekeceklerdi. Kendi traktörünün pe§ine dü§tü İsmail tekrar.
Tıkanan mibzer deliklerini açarak, pulluk ve diskaro bıçakla­
rının ağızlarına takılan, kalın köklerle tezek parçalarını almaya
çalı§tı.
Ardına dü§tüğü traktör tarlanın soqundan geri dönüpte,
tarlayı boydan boya ı§ığıyla aydınlatınca, Remzi'yi göremerli
İsmail. Bir süre sağına soluna bakındı, §a§ırdı. Çünkü yoktu
Remzi. Karanlıkta almı§ ba§ını sinsi, hızlı adımlarla köye doğru
gidiyordu.
İyice §3§ıran İsmail, i§ini bırakarak pe§inden ko§maya ba§­
ladı Remzi'nin.
« Nereye gidiyorsun Remziii!» diye bağırdı ardından. Bir
yanıt alamayınca da olduğu yerde kesilmi§ gibi durakaldı.
ܧüdüğü falan babaneydi aslında Remzi'nin. İri yarı kalı­
bına bakmadan, tarla i§gali gibi ölüm kalım sor�nu bir davada,
hem de gecenin köründe, arkada§larını yapayalnız bırakarak
kaçıyordu Remzi.
Üzgün, §a§kın İsmail, birkaç adım daha ko§tu arkada§ının
ardından.
« Madem gidiyorsun, tabancanı bari bize bırak da öyle git!»
diyen çağrısına da yanıt vermedi Remzi hiç. Herkesin duyduğu
bu sesi, tek Remzi duyrti.adı. Zifiri karanlığın içinde gözden
kayboldu gitti.
Şa§kın, yıkdmı§, ne diyeceğini bilemeyen İsmail, ala çamur­
lu ellerinin arasına aldı ba§ını.
«Yazık! Çok yazık!» dedi. «Daha ilk gecede bir arkada§
kaybettik...»
29
Erol, İsmail ve arkada§ları, tarlanın sürümünden sonra ki
günlerde ne bu olaydan kimseye en ufak sözettiler, ne de
tohum ekip i§gal ettikleri tarlayı bekleme gereğini duydular.
İçinin tohumuyla birlikte kendi halinde bıraktılar tarlayı.
Bir tek Memedo, geceleri giderek beklerneye ba§ladı tar­
layı. O'na da kimsenin 'git tarlayı bekle!' falan dediği yoktu. O
kendiliğinden yapıyordu bunu. ݧgal edilen, tohum ekilen bir
tarlanın ba§ı bo§ bırakılmamasını, aksine beklenınesi gerekti­
gini, güçlü, kahtımsal köylü önsezisiyle biliyordu Memedo.
Içindeki bu §a§maz sese uyarak, tarlayı geceleri giderek sabaha
kadar bekliyor, sonra da uykusuzluktan kanlanmı§, küçülmܧ
gözleriyle bitkin, yorgun bir halde evine dönüyordu.
Erol, İsmail ve arkad3§ları i§gal olayından kimseye sözet­
memderine kar§ın, i§galin daha ertesinde, adları köyde hemen
herkesin ağzındaydı. Gece gündüz toprak dü§leyip toprak sa­
yıklayan, toprakla yatıp toprakla kalkan köylüler için, toprağa
dair çıkarılan en ufak bir haber anında duyulur yayılırdı zaten.
Ne ki Erol ve arkada§ları, adlarının ağızlarda yayın olduğunu
bildikleri halde, bir kez olsun ortaya çıkamıyorlar, « evet arka­
da§lar! Sözünü ettiğiniz tarla i§galini bizler yaptık. Evran Ağa'­
nın topraklarından bir kısmını sürüp ektik. Ne diyorsunuz?»
diyemiyorlardı. Yolda, sokakta, kahvede, tarlada rastladıkları
köylülerin, « yahu ortalıkta bir i§gal lafıdır gidiyor. Aslı nedir
bunun?)) gibi sorularını da yanıtsız bırak.ıyorlardı.Ya yaptıkları
i§gale fazlaca güvenleri yoktu, hem kendilerine, hem de köylü­
lerine güvenemiyorlardı, ya da kendi çıkarlarını biraz fazlaca

30
dü§ünüyorlardı. Nasıl dü§ünmesinlerdi ki? Bir gün i§galleri
ba§arıya ula§ır da, sıra tarlanın bölü§ümüne gelince, Remzi de
ayrıldığına göre, geri kalan on ki§inin seyimine elli§er dönüm­
den fazla toprak dü§ecekti ki, böylesi bir toprak Çukurova gibi
biryerde ihya ederdi insanı. Ama, «evet tarlayı bizler sürüp ݧgal
ettik!» diyerek ortaya çıkacak olurlarsa, bu topraksızlıktan
gözü dönmü§, toprak tutkunu köylülerin de aralarına katılmak
isteyeceklerini adları gibi biliyor, seziyorlardı. Aralarına birkaç
köylünün girmesi demekse, seyimlerine dü§ecek olan tarlanın
dönümünün her geçen gün biraz daha küçülmesi demekti.
Dahası, bir toprak i§gali nasıl ba§lar, nasıl geli§ir, nasıl
biter, böylesi konularda ne gibi sıkıntılar ya§anır, ilerde bu ݧ İn
içine candarma, hükümet, adiiye karı§ırsa sonucu ne olur, kim­
lerin ı,a§ı derde girer, yanar gibi bir kaygıları da yoktu hiç.
Deneyimsizdiler çok. En çok da toprağına girdikleri Evran Ağa
gibi bir kurt insan bu konuda neler dü§ünüyor, ne gibi giri§im­
lerde bulunabilir gibi en ufak bir ara§tırma, sorma merakları ve
hevesleri de yoktu hiç. Evran Ağa ile adamlarından henüz bir­
haberin, sesin çıkmayı§ı da için için yüreklendiriyorrlu onları.
Bu gibi belirsizlikler yüzünden, sıradan, basit bir bölü§me olayı
olarak görüyorlardı yaptıkları toprak i§galinL ·

Erol, İsmail ve arkada§ları, bu olayı değil köylülerine, en


yakın ana, baba, akrabalarına, hatta kaniarına bile yüreklice
açabilmi§ değillerdi. Ne ki i§gal öncesi yapılan ve gece yanlarına
kadar süren bıktırıcı toplantılarda, önlerine çay kahve yaparak
koyan, sofra kuran karıları, çoktan sezmi§ anlamı§lardı olayı.
Toprak sahibi olmayı en az kocaları kadar kendileri de isteme­
lerine kar§ın, korkularından �ime ne diyeceklerini bir türlü
bilemiyorlardı. Toprak İ§İ kolay ݧ olmasa gerekti; kan davası
gibi uzun, belalı bir ݧtİ. Çilesi de bazen yıllar sürerdi. Ya yarın
bir gün tarlada bir çatı§ma ·çıkar da, ağaların adamlarıyla, can­
darmalar üstlerinde karaku§ gibi dönerlerse, kocalarının ba§la­
rına bir kötülük gelirse, durumlan ne olurdu o zaman? Şu
topraksız, malsız mülksüz dünyada bir d e ersiz kocasız kalma-

31
ları cezaların en büyüğü olmaz mıydı?
İçierini basan bu yoğun korkular, yanıtını bir türlü vereme­
dikleri sorular, toprağa olan isteklerinin de önüne geçmݧ gi­
biydi. Canları sıkılıyor, bu i§in altından kocalarının nasıl kalka­
caklarına akılları bir türlü ermiyordu.
Yalnızca kanları mı, ya§lı ana babaları da tedirgindiler bu
yüzden.
Bü§ra Ana, İsmail'le Hüseyin'in anasıydı. Şi§man, ak saçlı,
yufka gibi yumu§ak yüzlü, ya§lı ba§lı bir kadıncağizdı. Bütün
gün evinin önünde Güne§'e kar§ı oturur, kendisiyle torunları­
nın yırtığını söküğünü dikiverir, yamalarını yapardı. Gözleri
uzağı değil yakını iyi görürdü. Diki§ ipliğinin ucunu ıslatıp,
parmaklarının ucunda yuvarlayıp sivrilttikten sonra bir soku§ta
iğnenin ddi ğinden geçirirdi.
Kocası Ibrahim· Efendi'yi yitireli yıllar olmu§tu. Bir hafta
İsmail'in evinde, bir hafta da öbür oğlu Hüseyin'in evinde
konuk olarak kalırdı. ݧgal olayını o da duyrnu§tU, biliyordu ya,
oğullarının ba§ına da bir bela gelmesinden çekiniyor, ku§kula­
rını yeri geldikçe oğullarına açıklıyordu.
«Oğlum haberim yok sanma. Her §eyden haberim var
benim. Şurada bir i§in ucuna çömeldiniz. Milletin gözü üstü­
nüzde. Atı eğleyen dizgindir derler; birbirinize sahip çıkın.
Yapılabilecekle yapılamayacağın sınirlarını iyi bilin. Kimseye
de güvenmeyin. Güvenseniz bile de güvencinizin yansını ken­
dinize saklayın. Hele İsmail sen, herkesi kendin gibi açık sözlü,
açık yürekli belierne oğul. Bakma insan cinsinin gövdesinin
kalın olduğuna, yeri geldiğinde bir yılandan da fazla sünek
olurlar da, yılanın bile giremediği delikten geçer onlar. Yılan
dedim de aklıma geldi; vaktiyle rahmetli babanız anlatırdı:
Yılanın birini çuvalın içine koymu§, ağzını da sıkıca bağlaml§lar.
Bir süre sonra yılan içerden bas has bağırmaya brujlamı§, 'aman,
çabuk çıkarın beni buradan! Çünkü burada bir insan var!' diye.
Dü§ün ki, yılan yılan iken bile insanın aynaklığından ürkmü§,
çekinmi§ de bunları söyleyebilmi§. Bunları iyice dü§ün taljın da,

32
yılanın adını, kendi adından kötüye, kıvrağa çıkaran insan so­
yundan kork oğlum! >�
Konu§maları sessizce dinleyen İsmail, anasına içinden hak
vermiyor değildi ama salt onu üzmemek için:
« Korkma be ana! Bir §ey olmaz. Bize güven. Hayırlısı
neyse o olur. Bak göreceksin biz bu i§in sonunu mutlaka geti­
receğiz. Sen bu konuda kü§üm çekme fazla,» diyerek güvence
vermeye çalı§ıyordu ya, Bü§ra Ana tedirgindi yine de.
« Niye korkayım oğlum! Korkmak ayıp değil ki? Can ta§ı­
yan herkesin sadakasıdır korku. Hepiniz genç U§ak.sayılırsınız.
Genç U§ak demek ya§ U§ak demektir. E, ya§ın da ne yapacağı
belli olmaz. Gençsiniz diye, belinizde azıcık su var diye, imanı­
nızın be§ karı§ olduğunu sanmayın. Devir delikli demir devri; o
devir ki, yiğit Köroğlu'nu bile mat etti yendi. Kar§ınıza aldıkla­
rınız az buz ki§iler değil oğul. Ağa-bey takımı . onlar. N ere
giderlerse gitsinler selamları çalı§ır, hatıriarı sayılır, götleri ba§­
larından ağır çeker. Onların tarlasını sürüp i§ga! etmek kolay
mı? Madem oturdunuz bir çulun üstüne, bari dört kö§esinden
sıkıca yapı§ın da, çulunuzu bari altınızdan almayalar.»
İçinden İsmail, Anasına yine hak veriyor, ağalardan gele­
bilecek bir tehlikeyi görüp seziyor, tarlayı bir gün hem de içinin
tohumuyla birlikte yitirebileceklerini aklından en ufak çıkarmı­
yordu. N� ki on ki§inin içinde karde§i Hüseyin'le, Ali Seydo'­
nun dı§ında kimseye söz geçiremiyordu.
Üç türlü insan vardı içlerinde; en ba§ta da Erol vardı ki,
Erol ayrı bir ba§ çekerdi. Kimseyi de dinlemezdi. Erol ne yöne
giderse gitsin, karde§leri de körü körüne onun ardından gider­
lerdi. Tahir'le Ahmet Duran'ın qa onlardan kalır yanları yoktu.
Böylece ağırlık onlardan yana kayıyordu.
Erol'la karde§leri, Ahıtıet Duran ve Tahir, i§gali, kolay bir
ݧ belleyerek, toprak gibi cari alıcı, önemli bir isteği, bir gecede
tohum ekip sürmek kadar kolay bir ݧ sanıyorlardı. ݧin ba§ın­
danberi böyleydiler hep. Toprağı en az zamanda, en kestirme
yoldan elde etmek istedikleri için de aceleci, ödün vermez ve

33
sert görünüyorlardı.
Memedo ile Sinan'ın ise ha varlıklarıydı ha yoklukları;
toplantılarda bir kez olsun ağızlarını açıp konu§mazlar, soru
bile sormazlardı. Hep dinleyerek yeti§tiklerinden olsa gerek,
kimin görü§ü ağır basarsa, ondan yana görünerek bir tür par­
mak�ılık yapıyorlardı.
Içlerinde en ya§lıları Memedo'ydu. Okumasız yazmasızdı.
Ara sıra kahveye girip uğradığında kimseler ayırdında olmazdı
O'nun. Cebinde içecek çay parası bile olmayan Memedo da, bir
çe§it utanma duygusuyla sessizce bir kenarda oturur, sonra da
çeker giderdi. Ne ki dürüst ve çalı§kan biriydi. Ona bir ݧ ver,
« git ulu torosun ba§ından hudaksız düzgün bir mertek kes
getiriver!>> de, ne yapar eder, gider o merteği keser getirirdi. İyi
de silah kullanırdı, iyi avcıydı; Uçara sıkardı. Köyün sekiz on
kavak boyu üstünde ağır ağır dolanmakta olan bir kartalı bir
atı§ta vurarak, herkesin §a§kın bakı§ları arasında, köyün orta­
sına döne döne dü§ürdüğünü bilmeyen, görmeyen kimse yoktu.
Bu on ki§i arasında belirmeye ba§layan, ama §imdilik uzla­
§ılırmı§ gibi görünen bu eğilimin, ilerde i§ler kızı§ınca, ortaya
çıkıp iyice kemikle§eceğini §imdiden seziyor, görüyorrlu İsmail.
Ve yeri geldikçe arkada§larını uyarmaya çalı§ıyordu bu konuda.
«Yahu gelin §U-tarlanın ba§ını bo§ bırakmayalım. Gündüz­
leri neyse ne ama, geceleri bari sırasıyla nöbetini tutalım. Bir
gün ağa lar, bizim yaptığımız gibi bir gece baskını düzenleyerek,
tarlayı elimizden alabilirler. Çektiğimiz onca ernekle para da
böylece bo§a gidebilir,» dediğinde, ba§ta Erol _ olmak üzere
öbürleri dinlemiyorlardı bile onu. Onlar� göre korkulacak çe-
'
kinilecek bir durum yoktu ortada.
« Korkma yahu! Ne korkuyorsun? Madem ki bu i§ te bizler
ölümü göze aldık. O zaman mesele yok. Ne diye tela§lanıyorsun
ki? Bir kere ağalar tarlaya adımlarını bile atamazlar. Üstelik
güz gününün dondurucu sağuğunda gece nöbeti mi beklenir­
mݧ tarlada? Delirdin mi sen?» diyen Erol, sözde çok basitmݧ
gibi görünen ama özünde çok doğru bir hareket olan nöbet i§ini

34
bile hafife alıyor, i§in daha da kötüsü, tarlasını sürüp i§gal
ettikleri Evran Ağa ile adamlarının gücünü küçümsüyor, böy­
lece ağalarla kendi aralarında ki toprak sorununun özünü ye­
terince kavrayamıyordu.
Erol'la arkada§larına göre, kimin gücü kime yeterse tarla
da onun olurdu. Ne ki, asıl güçlü olanın ağalar olduğunu,
tehlikenin büyüğünün de Erol'un bu anlayı§ında yattığını göre­
miyorlardı. Oysa ağalar kar§ısında alacakları bir yenilgi, yalnız­
ca Erol'la arkada§larını bağlamayacaktı; yıllardanberi toprak
isteğiyle yanıp tutu§an öbür köylülerin de umutlarını kökünden
kıracaktı. Zaten §imdiden, « i§gal ettiler ama kulak asma! Ge­
risini getiremezler!)) demeye ba§lamı§lardı köylüler. Niye de­
mesinlerdi ki, geçmi§leri buna benzer nice bozgun anılarıyla
doluydu köylülerin çünkü.

Sur ta§ı gibi sağlam yapılı, iki metreye yakla§an göz alıcı
boyu, iri kemikli, üstleri kıllı, biçimsiz, demir gibi de güçlü
pençeleri vardı Erol'un. O güçlü elleriyle sıradan bir insanın
ensesini tutmaya görsün, ağır demirden bir kerpeten gibi sıkar,
boğar, bas bas bağırtırdı adamı.Bir ineği kucaklayıp kaldırarak
kamyonun içine koyup yüklediğini görmeyen kimse yoktu.Yo­
la çıktığında, tümsek ve çukurlarla dolu bir yolda ·yürüyormu§
gibi iki yanına sallana sallana yürür, yazları geni§ kıçlı kara
§alvar, arkası basık pabuçlar, kı§ları da kara §alvar üstüne geni§
ağızlı, konçlu lastik çizmeler giyerdi.
Konu§ması da yürüyü§ü gibi inceliksiz, kaba, gür ve sertti.
Düğüm düğüm olmu§ kasları, ucuz pamuktan dokuma giyide­
rinin diki§ yerlerini söküp patlatacakmı§casına zorlar, ezici,
baskın bir hava verirdi çevresine; Onu görenler, etten kemikten
yapılma dev bir yontuyu izlermi§ gibi hayranlık derecesinde bir
duyguya kapılırlardı. Deve di§i gibi sert, güçlü esmer yüzünün
sağ yanağı yukarıdan a§ağı derince bir ustura iziyle yarılmı§tı.
Bu iz, Güne§'te cilalanmı§ gibi parlar, Erol sinidenince de

35
akrep teni gibi kızarırdı. Bir kibrit kutusunun içinden çöp
alamayacak kadar kalın, sert, düğüm düğüm olmu§, kütelmi§
parmakları vardı. Konu§urken bir yabayı andıran ge ni§ taraklı
ellerini, kar§ısındakinin yüzüne doğru korkusuzca bir sallayı§ı
vardı ki, gören insan ürker çekinirdi.
Ara sıra kahveye ·girip oturduğunda, sandalyeler altında
gıcırdardı. Çevresini alan köylüleri, ciddi gözlerle bir süre onu
izler dinlerler, ara sıra da kıs kıs gülerlerdi. Ne ki bu tür
gülümsemelerinde bir alay ve hakaret yollu bir anlam olmazdı
hiç. Olmazdı çünkü sinirlendirmekten çekiniderdi onu. Sonra
da Erol'un kaba saba, gür sesiyle, ağır baskıcı havasından bık­
mı§ usanmı§lar gibi sessizce sıvı§ır giderlerdi. N e ki Erol, onların
bu çekip gitmelerini bile kendi kݧiliğine yorar:
« Ceviz gölgesi ağır olur babam! Her yiğit benim gölgernde
oturamaz!» derdi.
Sofrası ekmekle dolu da olsa, canı yine de mısır ekmeği
isterdi. O yüzden ne yapar yapar, mısır ekmeğini eksik etmezdi
sofrasından. Çarbasını içerken, çorba tabağının içine bir sinek
dü§Se aldırmaz, tiksinmez, sineği alıp atmazdı. « Lan ben senden
büyüğüm dellek! Bir sinekten mi korkacağım?» diyerek çorba­
sını içinin sineğiyle birlikte yer içer, yutardı.
Köyün en kalabalık, en topraksız ailelerinden birinin en
büyük oğluydu Erol. Ailecek gözükaralıkları, döğü§kenlikleriy­
le bilinir, tanınırlardı yörede. Hele hele Erol'un döğü§cülüğü­
nün üstüne yoktu. Kavgalarda ölümüne atılır, eline geçirdiği
ta§ı, sopayı, baltayı, kar§ısındakine öylesine acımasızca vururdu
ki, hasmının canı bitsin, çekilsin. Kaf§ısında eli bıçaklı, silahlı
bir kaç ki§i de olsa, kendisi de yaralanıp vurulsa, bir adım geri
atmaz, gözünü kırpmadan saldırırdı. Bu yüzden kar§ısına kimse
çıkamaz, <<arkada§ sen varsan ben de varım!» diyemezdi. Sü­
rekli beli bıçaklı dola§tığı için . de « yan bıçaklı»ya çıkmı§tı
�L
Onların ailecek bu yönlerini yörede bilmeyen kimse yoktu.
Yürekli, atılg�n olU§lan yüzünden, bir ara Boran Ağa'nın koru-

36
yuculuğunu bile üstlenmi§lerdi; topraksız Akdam köylüleri,
Boranların çiftliğine saldırınca, çaresiz kalan Boran Ağa, gözü ­
pek Erol'la karde§lerinden yardım istemi§, silahlandırarak ki ­
ralamı§tı onları. Borantarla Erollar uzaktan akraba ol urlardı
ayrıca. O güne kadar akrabası saydığı Erolların yoksul ve top­
raksız olU§larını aklına bile getirmeyen Boran Ağa, çiftliği dara
dü§ünce, bu akrabalığını anımsama gereği duyarak onları kira­
lamı§, akrabalık ve kan bağının getirdiği bu yakınlıktan böylece
Erollar değil, yine kendisi yararlanmı§tı. Ağalar için yeri, zama­
nı gelince, kan ve hısımlık bağları da bir çıkar ve kullanım
aracıydı artık. Erollar da, yıllardanberi hiçbir i§e yaramayan,
anıınsanınayan bu akrabalıklan adına giderek, en az kendileri
kadar 'yoksul ve topraksız olan Akdam köylülerine kar§ı körü
körüne döğü§milijlerdi. Erol'un sağ yanağını yukarıdan a§ağı
yaran derin ustura izi, o talihsiz kavgaların anısıydı ݧte.
Erol'la karde§lerini sürekli, «korkma be yahu! Ağalar ge­
lemezler!» dedirten gerçek belki de geçmi§lerindeki bu yanlı§
deneyimden kaynaklanıyor olsa gerekti. Ona göre, ağalar bu
kadar güçlü, yürekli ki§iler olsalardı, Erol'la kardqlerinden
gelirler de yardım isterler miydi hiç?
Onca maceradan, yalnızca Boran Ağa'nın i§ine yarayan
korumacılıklarından sonra i§siz kalan Erol, ݧ bulabilme umu­
duyla Adana ve Ceyhan'da aylarca dola§masına kaqın, gücü
gücüne denk bir ݧ bulamamı§tı. Gözüpekliği ve kavgacı olu§u
yüzünden bir ara Ceyhan barlarında 'fedailik' bile yapmı§tı.
Tefeci ağalarla, tüccarlar pahalı içkiler içer, pavyon kızlarıyla
gönüllerini eğlendirirlerken Erol, kapıda sabahlara kadar du­
rarak güvenliklerini sağlamı§tı Qnların. Ne ki kaba saha OIU§U
kadar dürüst ve mert bir insandı Erol. Dilinin ucuna geleni
korkusuzca söyleyiveren, yttlın bir iç yapısı vardı. Bu yüzden
pavyon kabadayılığı da fazla uzun sürmemi§, mü§terilerinin
gözleri önünde, patronunun üstüne yürümܧ, azarlamı§, «lan
beni pezevenkba§ı tutmu§sun da haberim yokmu§ meğer! Sen­
den gelecek ekmek gözünle dizine dursun!» diyerek çıkml§

37
gitmi§, köyüne geri dönmü§tü. Çünkü bir toprak insanıydı o.
Toprakçılıktan ba§kasına aklı ermeidi onun.
ݧte o gün bu gündür de köy zenginlerinin i§lerine günü­
birliğine yevmiyeci girer çıkardı Erol. Ayrı bir evi barkı da
yoktu. Yoksulluğu yüzünden ayrı bir ev açamamı§tı ki. Kalaba­
lık babaevinin daracık bir odasına karısı ve iki çocuğuyla birlik­
te sığınmı§, sıkı§mı§ kalmı§tı.

38
. Esmer, k.ırarmı§ sert bıyıklı, arı so km u§ gibi de §i§kin, yağii,
ı§ıltılı, yumuk gözlüydü Evran Ağa. Saçları dökülmü§, tepe
noktasına kadar açılmı§tı. Gözleri, çalı gibi dimdik gür ka§ları­
nın altında incecik bir çizgiden farksızdı, kıi§kuyla bakardı
çevresine. Her sabah tıra§ olmasına kar§ ın, sakal dipleri hiç tıra§
olmamı§ gibi kapkara görünür, beyaz yakalı ipek gömleğinin
üstüne ta§ardı.
Aslen İğden köyünden olurdu. Atalarının içinde mezara
§i§man, göbekli giden birine rastlanmazdı hiç. Tümü de dal gibi
düzgün uzun boyluydular. Ata binerler, köy düğünlerinde sin­
sin oynarlar, kıyasıya karakucak güre§i tutarlardı. Atalarının
güre§cilikleriyle öğünen Evran Ağa, sonradan 'Özpehlivanlar'
olarak deği§tirmi§ti soyadını. Gençliğinde Evran Ağa'da ata
binmi§, düğünlerde, harman yerlerinde nara atıp pe§rev çekmi§
güre§mişti. Ne ki, tüm bunlar gerilerde kalmış, kahttm yoluyla
atalarından getiregeldiği o incecik dal gibi düzgün, sağlıklı boy
reçetesini, zengin bir ağa olabilme adına bozmu§tU. Ufacık
kemikli yüzü, hakkında fazla et tutmuş, arı sokmu§casına §i§­
mݧti. Ellerinin yüzü morumsu damarlar, çiller, benlerle kap­
Ianml§, azıcık nemden etkileneQ. sağlıksız bir tene dönü§mܧtü.
Gençliğinde at sırtında nasırla§an bacak araları çözülmü§, yu­
mu§amı§, kalçası· kat kat yağlardan olu§an geni§çe bir samyaya
dönü§müştü.
Ağalığı ve zenginliğiyle ko§Ut olarak duyguları, davranı§la­
n, anlayışı da değişip gerilemiş, bazen en yakınlannın bile
acılarını, dertlerini içine almaz olmU§, duyarsız bir nasıra dö-

39
n\i§m-ü§tü. Yıllar önce hastanede ölen babası, Dudaklı Memet
Ağa'nın hastane giderlerini ödememek için, nüfusa kayıtlı ol­
.
duğu Iğden köyünün muhtarından, 'fukaralık ilmuhaberi' aldı­
ğını yörede duymayan, bilmeyen kimse yoktu.
Üç karde§in en bü�ğüydü Evran Ağa. Ailenin ba§ı sayıl­
dığından çiftliği o yönetir, i§letir, gelirini giderini hep o tutardı.
Kı§lan Adana'da, yazlan çiftlik evinde kahrdı. Adana'da gör­
kemii bir evi, mağazaları, tarım araç gereçleri satan bir acentası
vefabrika ortaklıkları vardı ayrıca.
Karı koca olarak ya§ları eliiyi çoktan a§mı§tı. Yoktu çocuk­
lan�Bir gün dölsüz, çocuksuz, körocak olup gideceğini bile bile
önü alınmaz bir mal mülk sahibi olma bırsına kaptırmı§tı ken­
dini Evran Ağa. O kadar ki, para ve kazanç kokan her §ey onun
ilgi alanı içindeydi. Edindiği dostlarını, arkad3§larını, ki§ilere
olan yakla§ımını hep bu kazanç tutkusu belirlerdi. Kimi insan­
ları camilere, kiliselere, mabetieregötüren ahiret inancı, para
kazanmaya yönelen amansız bir korkuya dönܧmܧ gibiydi
onda.
Çiftlik evinin çevresinde, eskiden ırgatların yatıp kalkma­
ları için babası Dudaklı Memet Ağa'nın zamanında yapılmı§ bir
sürü damevi vardı. Babasının ölümünden sonra damevlerinin
çoğunu yıktırmı§, yerlerine traktör, biçerdöver ve tarım maki­
nalarının konulduğu, üstleri çinkolu büyükçe hangadar yaptır­
mı§tı. Damevlerinin geri kalaniarına da İğden'li akrabaları Ko­
yuncuoğlu'nu yerle§tirmi§ti. Kalabalık bir aileydiler Koyuncu­
oğlular. Yaz kı§ çifdikte kalırlar, çalı§ırlar, her §eye göz kulak
olur, çiftliği kendi malları gibi korurlardı.
Evran Ağa'nın kız karde§i Ay§e, esmer, §i§nıan, hamur
topağı gibi §i§kin yanaklı, sessiz sedasız biriydi. Gazi ile evliydi.
Gazi ise hırsı, koparıcılığı olmayan, döğü§süz, pısırık, çekingen
bir insandı; burçak tanesi gibi ne batar, ne keser cinsinden.
En küçük karde§i Süleyman ise, Ceyhan lise ikiden terkti.
Ağabeyi Evran'den yarım ba§ uzundu. Ucu yukarı kalkık, küt
burunlu, gür siyah bıyıklı, hareketli, bıçkın, sinirli bir tipti Sü-

40
leyman. Sinidendiğinde gözlerinin akı yuvasında parlar, alev
alev yanardı. Derin, ha§in bir de İmı§ıklık vardı alnının ortasın­
da. Kı§ yaz kapkara bir fötr §apka giyerdi.Gür pala bıyıklı olu§U
yüzünden Bıyık Süleyman diye tanınırdı yörede. Irkçı, fa§ist bir
partinin .Ceyhan ilçe ba§kanıydı. Hem parti kanalıyla, hem de
ağalığının verdiği parasal olanaklarıyla ufak çapta tefecilik bile
yapardı. Kı§ yaz Ceyhan nehrine bakan geni§ balkonlu evinde
oturur, tarım ilaçları satan acentasıyla, Ceyhan Köprüba§ı mey­
danındaki tefeci dükkanını çalı§tırırdı.

Çiftliğe yakın be§yüz dönüm kadar bir tarlanın köylülerce


sürülüp i§gal edilmesinden hemen sonra, Evran Ağa, karde§i
Bıyık Süleyman, eni§teleri Gazi ile kahyalan Koyuncuoğlu,
Bıyığın tefeci dükkanında toplannıı§, bir araya gelnıi§lerdi.
Evran Ağa, üzeri geni§, kalın canıla kaplı masanın gerisin­
de ki döner koltuğa oturnıu§, §i§manlığı yüzünden bir türlü ayak
ayak üstüne atamadığı tornbul·bacaklarını iki yana ayırıp açnıl§,
iri bedeniyle döner koltuğu doldurnıu§tU. Bıyık Süleyman,Gazi
ve Koyuncuoğlu ise öbür koltuklara oturmU§lardı.
Sıkkın ve dü§ünceli görünüyordu Evran Ağa. Usundan
geçenleri §i§kin, yurnuk gözleri ele vermiyordu pek. Bıyık Sü­
leyman, dik yakalı siyah kazağının üstüne, açık kahverengi,
pahalı, §Ik deriden bir rnont giymi§tİ. Düzgün yüzlü, hafifçe de
kır dii§nıü§ kıvırcık saçlıydı. Sinirli sinirli bıyıklarıyla oynuyor­
du. Gazi ise kıravat takrnı§, koyu lacivert bir takım elbise
giymi§ti. Korkak ve çekingen bir görünümü vardı. .Kısa boylu,
geni§, cansız yüzlüydü. İnce bıyıkları bir ölününkini andırıyor­
du. Mendiliyle de sürekli burıiunu siliyor, ܧÜtnıü§, boğukla§­
nıı§ sesiyle arada bir kütür kütür öksürüyordu.
Kısa boylu, geni§ omuzlu, eblek yüzlüydü Koyuncuoğlu.
Evran Ağa ile aynı ya§ta olmasına kar§ın uzamı§ sakalları de­
ğirrnenden çıkrnı§ gibi apaktı. Yaz kı§ giydiği yün ba§lığını
ba§ından almı§, düğüm düğüm olnıu§, çatlamı§ elleriyle sıkıca
tutarak, dizlerinin arasına sokrnu§tu.

41
Evran Ağa, az önce içtiği kahve fincanını eliyle bir kenara
iterek, sağa sola koltuğuyla bir iki döndü. Sonra da dik dik
bakmaya ba§ladı Koyuncuoğlu'na.
«Yahu ne biçim Koyuncuoğluluk bu? Ne biçim hısımlık?))
diye çıkı§tı. <<Bir sürü ağzı çıplak köylü, motoruyla, mibzeriyle
bumunuzun dibindeki tarlama gece vakti giriyor, ekeceğini
ekiyor, süreceğini sürüyor, ondan sonra da efendim, ellerini
kollarını saliaya saliaya çekip gidiyorlar. Ve hiçbirinizin ruhu
duymuyor bunu?Bu nasıl i§tir? Adamlar iyiki de gelip üstünüz­
deki yorganı dö§§eği almaını§lar. Çiftliği size güvenip bıraktım.
Emanete sahiplik böyle mi olur? Ne oldu? Ölü toprağıını serp­
tiler üstünüze? Ulan sizin yerinize birkaç çoban köpeği bağla­
saydım, havlarlar, haber verirlerdi etrafa. Sizi bo§una mı yerle§­
tirdim çiftliğe, göz körolasıcalar ?»
Koyuncuoğlu, yediği zılgıttan ne diyeceğini, nasıl konu§a­
cağını bir an bilemedi. Utandı, sıkıldı, kıvrandı, küçüldü. Ter
bastı yüzünü.
«Vallahi ne derseniz deyin hakiısınız beyim,» dedi sonun­
da. «İnanın bu olup bitenlerden bizler de §a§kına döndük. Bu
adamların böyle aptalca bir i§e kalkı§acaklarını aklırnızın ucun­
dan bile geçirmezdik. Önceden sezip bilseydik, inanın yağınura
çamura aldırmaz, ben ve adamlanın yataklanmızı götürür tar­
lanın ortasına serer yatardık da, tarlaya bastırmazdık onları.>>
«Peki tarlaya giren onca traktörün gece sabaha kadar
çalı§an seslerini de mi duyınadınız?»
«Valiahi niye yalan söyleyeyim duymadık beyim. Duynıu§­
sak da biz bu sesleri civar çiftliklerde çalı§an, çift süren motor­
ların sesleri sandık.Bir de ogün ak§ama kadar çalı§mı§, ahırlara
ot ve saman balyalarını çektiğimiz için. yorgun dܧmܧ, erken­
den yatmı§tık. Yoksa ekmek yediğimiz kapıyı sonuna kadar
savunuruz biz beyim. Emanete hıyanatlık etmeyiz.>>
Evran Ağa, Koyuncuoğlu'nun bu sözlerine inanml§ görün­
dü biraz. Sonra da koltuğunu Gazi'den yana döndürdü:
«Peki ya sen?» dedi. « Senin orada tarlan var. Gün3§ırı

42
köye girip çıktığın halde sen de mi bir §eyler duymadın ha? Bu
adamlar öyle bir gecede karar verip girmediler ya tarlaya?»
Bumunu çeke çeke, « hayır duymadım!» dedi Gazi, ezik
sesiyle.
·
Tepesi atan Evran Ağa:
«Buyurun i§teh> dedi. «Beyefendi duymamı§ ... Guya bir· de
enݧtemiz olacak.Yahu ne biçim insansın sen? İnsan defalarca
girip çıktığı köyde neler olup bittiğini görmez, ݧitmez mi?
Ağzın, dilin, gözün, kulağın yok mu senin?
İyice pusan Gazi, boynunu biraz daha içine çekti:
«Vallahi niye yalan söyleyeyim, bu konuda önceden bir §ey
duymadım ben,» dedi.
« Peki ݧgalden sonra da mı duymadın? Neler olup bitti
köyde? Mesela i§gali yapanlar kimler? Kaç kݧiler? Kimler
önayak olmu§lar falan?»
« Duyduğum kadarıyla bu i§in içinde Erol'la karde§leri var.
Bir zamanlar Boran Ağalarının fedailiğini yapan yan bıçaklı
Erol. Erollardan sonra kahveci İsmail Kasaboğlu ile karde§i
Hüseyin var. Ahmet Duran, Tahir, Ali Seydo, Sinan, Memedo
var. Bir de Remzi var, daha doğrusu varını§ ama sonradan
duyduğuma göre ݧgal gecesi onlardan ayrılmıp>
« Nerede ırzı kırık, ipsiz sapsız adam varsa tümü toplanıp
-
bir araya gelmi§ler desene?»
« Evet durum onu gösteriyor,» dedi Gazi. «Yani anlayaca­
ğınız tümü bir avuç insan. Duyduğum kadarıyla kasabadan
falan da arkaları, destekçiteri yokmu§.
. Köylüleri sorarsanız
onlar da §a§kınlar. Her kafadan bir ses çıkıyor. Henüz bir araya
gelmi§, birle§ebilmi§ değiller. Birle§eceklerini de pek san­
mam.»
'"
« Niye sanmıyorsun? Kasahada arkaları, destekçiteri yok­
mu§ da, onca tohumla traktÖrü nereden, nasıl bulmU§ bunlar?»
«Ü kadarını bilemem. Kendi aralarında para toplamı§lar­
dır belkide.»
« Onlarda para pul ne arasın be? Gözümüzün önünde bo§

43
atıp dolu tutmaya çalı§ma?» diyerek sözünü kesti Gazi'nin,
Bıyık Süleyman.
Ba§ını önüne eğen Gazi,Bıyığın azar dolu sorusunu yanıt­
sız bıraktı.
Evran Ağa ise kafasında bir takım sorular varını§ da, o
soruları ararmı§ gibi bir süre daldı. Sonra:
·

« Peki o Remzi denilen adam ne diye ayrılmı§ onlardan?»


diye sordu.
«Bilemem,)) dedi Gazi. « Ama kulağıma çaldığına göre,
gece vakti tarlada münaka§a etmi§ler. Yani aralarında bir an­
la§mazlık olduğu kesin. Tek ba§ına bu bile, i§gali yapanların
henüz kendi aralarında birJe§emediklerini gösteriyor.Birle§e­
mezler de; çünkü Erol, babasının dı§ında kimseyi dinlemez.
Kendine aşırı güvenir. Kuman, içkiyi sever. Koca bir §i§e rakıyı
devirdikten sonra karın çamurun içinde sabaha kadar yatan
serserinin tekidir. Ahmet Duran ve Tahir'le yiyip içtikleri ayrı
gitmez. İsmail'se avukat gibi heqeyi bildiğini sanan, çok konu­
şan lafazanın biridir. Bir zamanlar Ceyhanlı solcularla düşüp
kalktığını zaten biliyorsunuz.))
Evran Ağa, Gazi'nin söylediklerini bir süre kafasında evi­
rip çevirdikten sonra, bir ip ucu yakalamı§ gibi,
«Bu Remzi denilen adamın üstünde biraz durmamız ge­
rek,)) dedi. « Anlatsana bana nasıl bir adam bu Remzi?))
«Göbek Hasan'ın oğlu derler. Kabadayı görünür. Köyde
çokluk İsmail'le dü§er kalkar.Bir de çok kݧiye borcu olduğunu
duydum. Hepsi bu.))
Kısa bir suskunluk girdi araya.
Gazi öksürdü, mendiliyle bumunu sildikten sonra, dona
sıkıla, kendini acındıran sesiyle:
« Yalnız sizlerden bir İsteğim var,)) dedi.
« Ne gibi? Ne isteğiymi§ bu?»
« Yanlı§ anla§ılmamı istemem ama beni bu i§in içine fazla
sürmeseniz iyi olur,)) dedi. « Ne olur ne olinaz; yarın köylüler
yenitip geri çekildiklerinde sizi bırakır bana çatarlar, benden

44
alırlar öfkelerinİ.»
Bıyık Süleyman Gazi'yi tersledi.
«Çatsalar ne olur, çatmasalar ne olur? Eni§temiz değil
misin sen? Bir avuç çapulcudan mı korkuyorsun? Korkma!
Kılına bile dokunamazlar senin. Biz varız arkanda. Biz seni
,,

koruruz.»
«Mesel e koruyup korumamak değil», dedi Gazi. « Kanıının
bir ucu size dayanıyorsa, tarlarnın bir ucu da onların köylerinin
sınırları içinde. Tarlama gidip gelirken her gün köye girip çıkı­
yorum. Onlar da bir çe§it köylüm sayılırlar benim. Şimdiye
kadar bana bir kötülükleri de dokunmadı. Memetali ve Koca
Ömer gibi köy zenginleriyle ݧ ortaklıklarını var. Yarın sizlere
haber ta§ıdığımı duyacak olurlarsa alimallah boy hedefi yapar­
lar beni.»
«Ulan ne korkak herifsin sen be h diye çıkı§tı Bıyık Süley­
man. «Şu haline bak! Kilim çırpar gibi dizierin §imdiden faldır
faldır titriyor. Güya bir de eni§temiz olacaksın. Üstelik yeti§IDݧ
aslan gibi iki de oğlun var?»
«Niye öyle söylüyorsun Süleyman?)) dedi Gazi. «Yarın sizi
bırakır da benim tariarnı ݧgal etmeye kalkarlarsa ne yapacak­
sınız o zaman? Bu gibi ݧlerin azıcık gerisinde kalmarnın kime
ne zararı olur ki? Elbette Sarıbahçe köyünde görüp duydukla­
rımı günü gününe gelip sizlere anlatacağım. Görevim bu. Ama
görünü§te bu gibi i§lerle bir ilgim, aHikanı yokmu§ gibi davra­
nacak olursam hem sizin hem de benim için iyi olur.))
Evran Ağa, çizgi haline gelmi§ yumulmu§ gözleriyle ters
ters bakmaya ba§ladı Gazi'ye.
«Senin ba§ına bir §eyin gelmesi demek, bizim ba§ımıza da
gelmi§ demektir. Biz burada neyiz ha? E§ek pa§ı mıyız? Nedir
onlarla bizleri bir tutarak aramızda tarafsız kalmaya çalı§ıyor­
sun?))
Gazi utanmı§, bozum olmu§, tedirgin, ürkek ba§ını önüne
eğerek yine sustu. Kendisine, «Korkma! Biz seni koruruzl >)
diyen Evran Ağa ile karde§i Bıyık'a en u fak güveni yoktu

45
çünkü. Alerabayı akrabadan iyi kim bilebilirdi? Bilmez miydi
Evran Ağa gibi cimri, kısmık bir adamdan sadaka çıkmayacağı­
nı? Öz babalarından miras kalan altı bin dönümlük çiftliğin en
verimli, bitek yerlerini kendilerine ayıran, sonra da Sanbahçe
ile sınır olan altı yüz dönümlük küçücük uç bir tarlayı öz kız
karde§lerine vererek, kendisiyle karısını gözlerinin önünden
uzakla§tıranlar onlar değil miydi? ilerde Sarıbahçelilerle ba§la­
rı derde girdiğinde, ilk elden kurban verilecek, harcanacak bir
ara adamı olsun istememi§ler miydi kendisini?
Bunları dü§ünen Gazi, iki tarafı da kar§ıma almamalıyım
dedi içinden. Dedi ya, ne kadar tarafsız davranırsa davransın,
Evran Ağa ileBıyık'ın er geç bu i§in içine kendisini sokacakla­
rını, kullanacaklarını adı gibi biliyordu.
Gazi bunları dü§ünedursun, öte yanda Evran Ağa'nın si­
nirli hali biraz geçmi§ gibiydi. ݧgali yapanların yalnızca birkaç
ki§i olmasıydı belki de onu rahatlatan. Koskoca Evran Ağa'nın
kar§ısında birkaç köylünün sözü mü olurdu? Köylüleri ondan
daha iyi kim bilebilirdi?
İyi ki de i§gal haberini duyar duymaz sağa sola telefon
etmemi§, paniğe kapılarak gidip candarmaya haber vermemi§ti.

Döner koltuğunun üstünde bir süre kıçını sağa sola ayna­


tıktan sonra, rahatlamı§ sesiyle ortaya konu§tu.
« Her neyse, olan olmu§,» dedi. «Biz §imdi kendi i§imize
bakalım. ilkin bu olayı önemsemez görünmemizde sayılamay­
cak kadar yarar vardır. Bu i§i bir süre aldırmazlığa vuralım ki,
kaqımızdakiler yumu§ayıp geV§esinler iyice. Tecrübeyle sabit­
tir ki, böylesi durumlarda köylüler, bizlerden mutlaka bir kar­
§ılık geleceğini bildikleri için ilk günler hazırlıklı olurlar. Ama
aradan bir süre geçipte bekledikleri kar§ılığı bizlerden alama­
yınca, bizim korktuğumuzu sanarak, aldıkları önlemlerin ço­
ğundan vazgeçer, gev§erler iyice. ݧte o zaman da biz gider
hesaplarını görürüz onların.»
«Ben aynı kanıda değilim,» dediBıyık Süleyman. «Bence

46
zaman geçirmeden adamlarımızı toplayalım ve gidip tarlaya el
koyalım. Onların ektiği tohumun üstüne inadına bir tohum da
biz ekelim de, görsünler ağa toprağına girmenin ne demek
olduğunu.» .
« Hayır,» dedi Evran Ağa kesin sesiyle. « Hayır. Bilmezmi§
gibi konu§ma!Bu gibi i§lerin önü aceleye gelmez. Çünkü onlar
çoğu zaman tarla toprak sahibi olmaktan çok, mülküne girdik­
leri ağalardan biraz yüklüce bir para koparmı§ olmak için ya­
parlar bunu. Unuttun mu yıllar öncesi bizleri mahkemeye ve­
ren Sarıbahçeli muhtar Yeniceli'yi? Unuttun mu Kerim'i? İki
yıl önce o solcu geçinen dümbük, tuttu bir günlük çift yatağını
gizli� sürüp ekti. Ama avucuna birkaç kuru§ para sıkı§tırıve­
rince, içinin tohumuyla birlikte tarlayı bize bırakarak çekti gitti.
Sanırım bunların niyetleri de aynı.Şimdi zaman geçirmeden bu
adamları uygun bir dille ayağımıza çağırarak, ağızlarını araya­
lım. Varsa ki mutlaka vardır, bazı sıkıntılarını gideriverelim.
Mesela o içkici, kumarcı dediğiniz külhanbeyi Erol ve Tahir'le
vakit geçirmeden temasa geçmenin yollarını arayalım. Araya
adamlar koyalım. Bir de o Remzi denilen adamla görü§elim.
Durup dururken i§gal gecesi ne diye onlardan ayrıldı değil mi?
Bunları yapacak olursak hiçbir §ey kaybetmeyiz, aksine kavga­
ya döğü§e gerek kalmadan bu i§in önünü kolayca çözer, alırız.»
\

47
Puslu, yapı§kan, kapalı bir Aralık sabahında Sarıbahçe
sapağında duran minibüsten bir yolcu indi. Otuz ya§larında,
uzun boylu, ye§il parkalı, kadife pantalonluydu. Kauçuk taban­
h, deri süet ayakkabıları vardı ayağında. Hiç sağına soluna
bakınmadan Sarıbahçe köyüne doğru yürüdü. Fermuarlı siyah
deriden çantasını omuzuna asmı§tı. Parkasının ba§lığını kafası­
na geçirmi§, ܧüyen ellerini de cebine sokmu§tu. Hızlı, atak,
istekli adımlarla yüı:üyordu. Ne ki yürüyen o değildi de, her §eyi
yutmaya hazırlanan yoğun sisti sanki; yoğun sis bulutu son hızla
onun üstünden ko§arcasına geçerek, yürüdüğü toprak yolla,
belirli aralıklarla dikilmi§ telefon direklerini, uçsuz bucaksız
ova toprağının yüzünü örtüyordu�
Parkalı, uzun boylu yolcu, yoğun sise kar§ın duraksamadan
yürüyerek toprak yolun sonundaki köye girdi. Meraklı, tanıdık
gözlerle bir süre sağına soluna bakındı. Yoğun, ıslak, yapı§kan
siste kimseleri göremeyince, kahveye doğru yürüdü.
Cigara dumanından, havasızlıktan göz gözü görmeyen
kahve, tıklım tıklım insanla doluydu. Parkasının ba§lığını ba§ı­
nın gerisine doğru atan yolcu, kapıda durarak bir süre bakındı.
İlk tanıyan İsmail oldu onu. Şa§ırdı da.
« Aa!Bu bizim Aydoğan değil mi? Ho§ geldin karda§ b> diye
bağırdı. Kalabalığı ite kaka yürüdü. Konuğunun boynuna sarıl­
dı. Kucakla§tılar.
«Bu havada buralarda ݧİn ne? ܧümü§sündür, gel otur!»
diyerek kolundan çekip götürdü Aydoğan'ı. Çay ocağına yakın
ufacık masasının kenarına oturttu.

48
İsmail'in sesini duyan herkes, oyunu, kağıdı, tavlayı bir
yana bırakarak, kahveye giren bu kent giyimli, uzun boylu, mavi
gözlü konuğa bakmaya ba§ladılar. Baktıkısa da bu genç adamı
gözleri bir yerlerden ısırmaya ba§ladı. 'Sonra yerlerinden birer
iki§er kalkarak elini sıktılar.
«HO§ geldin karda§! Yahu §U bizim Kül Tutu§maz'ın oğlu
Aydoğan değil misin sen? Valiahi ta kendisi be. Gözüm azıcık
ısırdıydı
' ya gene de tanıyamadım. Kusma bakma! »
« Vallahi kocaman herif olmu§sun sen be yahu?»
« Canım adam mühendis olur da, kocaman herif olmaz
mı?»
Hemen çevresini almaya ba§ladılar Aydoğan'ın. Teker te­
ker ellerini sıktı, kimini öptü, kimini selamladı Aydoğan. Az
son �a içeriye Ali Seydo, AhmetDuran, Erol da girince çevresi
iyice kalabalıkla§tı. Kucakla§malar, öpü§meler. Bir süre sonra
sessizce çevresindekilere bakınan Aydoğan, çocukluğundan
kalma çoğu ya§lanıp eskimi§ yüzleri belleğinden teker teker
bulup çıkarmaya, amınsamaya ba§ladı. Kimini adıyla sanıyla
bildi, kimini ise hiıs çıkaramadı. O ara çaylar kahveler geldi,
sohbet koyula§tı. Kopuk kopuk sorular, yanıtlar aldı ortalığı.
Kimler kalmı§, kimler göısmü§ gitmi§ti köyde? Aydoğan sordu,
onlar yanıtladı. Aydoğan'ın babası rahmetli Kül Tutu§maz A­
li'nin inadı üzerin� konu§up gülü§tüler bir süre.
Kül tutu§maz Ali, yıllar önce köyün sıvacısıydı. Yoksul,
kavruk yüzlü, üstü ba§ı kireç ve siVa artiğına batmı§ çıkmı§, ufak
tefek bir adamcağızdı. Konu§urken sesini yutar gevelermi§ gibi
hım hım çıkarır, kulağı da biraz ağır i§itirdi. Ne ki· inatçılığıyla
tanınırdı Ali. Çevresinde inatla§acak birilerini bulamayınca,
kendisiyle inatla§ır, yolda tek ba§ına giderken, « dur bakalım,
gözlerim kapalı evime kadar gidebilecek miyim?» diyerek göz­
lerini sıkıca yumar, ayağının · ucuna basa basa köyü bir ba§tan
öte ba§a yürür giderdi. Ara sıra ayağı çukura girip dü§ünce de,
yardımına ko§an köylüleri eliyle geri iter, « çekilin! Benim he­
sabım kendimle! Tek ba§ıma kalkar giderim!» diyerek yine.

49
gözleri kapalı kalkar, evine doğru yürür giderdi.
Cigaraya dü§künlüğüyle bilinirdi bir de. Cigarayla doğmu§
büyümü§ gibi gece gündüz ağzının ucuna ili§tirilmi§, dudakla­
nna yapı§mı§ kalmı§, ezilmi§, bir ucu upuzun küle kesmi§ bir
cigara artığı görünürdü .. Söndüğünü sandığı upuzun küle kes­
mݧ cigarasını bazen çakmağıyla yakmaya çalı§ırdı ki, bu yüzden
Kül Tutu§maz'a çıkarmı§lardı adını.
Ufacık yerden bitme, yanından geçerken üstünün toprağı
görünen, çamur sıvalı evlerin arasında sıvacılık kann doyurma­
yınca, Ceyhan'a göçetmi§, bir elinde uzun saplı fırçalar, öbür
elinde kireç kovalarıyla mahalle mahalle, ev ev dola§arak sıva
ve .badanacılık yaparak geçindirmeye çalı§mı§tı evini.
Aydoğan'ı da ortaokula yazdırmı§tı. Kumral saçlı, beyaz
tenli, açık ye§il gözlü, sessiz, sabırlı, çalı§kan bir çocuktu Aydo­
ğan. Ortaokuila liseyi Ceyhan'da bitirdikten sonta Ortadoğu
Teknik Üniversitesi Yüksek Makina bölümüne girebilme ba­
§arısını göstennݧtİ. O yıllar, üniversite gençliğinin, ülke sorun­
larına büyük ilgi duyduğu, ağırlığını koyduğu yıllardı. Kendini
birden bire bu tür öğrenci eylemlerinin içinde bulan Aydoğan,
yürüyü§lere, boykotlara, toplantılara katıla katıla, dünya görü­
§Ünü geni§letmݧ, yazılar yazmı§, konu§IDU§tu. Üniversite rek­
törünü ziyarete gelen ABD'nin Ankara Büyükelçisi Commer­
'in arabasını, topluca devirerek ate§e verip yakmı§lardı. 12
Mart'ın ardından tutuklanarak Mamak zindanlarına atılan Ay­
doğan, çok zulüm, ݧkence görmü§, tımakları sökülrnü§, Cey­
han'daki babası Kül TutU§maz Ali'nin ölüm haberini de o arada
duyrnU§ öğrenmi§, yıkılmı§, kahırdan, sıkıntıdan genç ya§ta saç­
ları dökülmü§tü.
Üniversiteyi yüksek makina mühendisi olarak bitİrınesine
kar§ın, hapis yattığı, devrimci eylemiere karı§tığı, emniyetçe de
fi§lendiği için, hiçbir kamu kurulu§u görev vermemi§ti ona.
Aydoğan'ın köylüleriyle söyle§e söyle§e özlem gidermesi
öğlene kadar sürdü. Çok çay, kahve, cigara içildi.
Öğlen olunca, İsmail, Aydoğan'ı da yanına alarak evine

50
yemeğe götürdü. Dı§ anda yoğun sis ortalığı iyice almı§, damlar�
la irili ufaklı ağaçların üstüne kirli, ıslak bir örtü gibi çökmü§,
.
her yana kendi rengini basmı§tı. Güne§'i bile görünmez etmݧ,
yalnızca lekesini bırakmı§tı.
Tek katlı, iki odalıydı e� İsmail' in. Yönü güneye bakan ev
kabuk dökmü§, yer yer de içi çürümü§ oyulmu§ çok ya§lı bir
okaliptüs ağacının dibindeydi. Saman ve çamur karı§ımı duvar­
ları açık mavi badanalıydı. İnce tahtalardan yapılma kapısıyla
penceresi boyasızlıktan yer yer çatlamı§tı. Kireç artığı badana­
lar kapı pef!.cerz peıva:zlarma ta§ mı§, küçücük pürçüklü lekeler
bırakmı§tı.
Oturma odasına geçerek yanyana bağda§ kurup oturdular
divana. Ortada ufacık kara soba yanıyar, borularının ek yerle­
rinden dumanla�· çıkıyordu. O ara İsmai i'in karısı Gülden girdi
içeriye. Gülec;, yüzlü, uzun fistanlıydı. Köylü kadınlardan çok
kasabalı kad ·mlara benziyordu. «HO§ geldin h) diyerek elini sıktı
Aydoğan\c.. İki de kız çocuğu vardı yanında Gülden'in. Ç'.-acuk­
larıyla b;ırlikte az sonra odadan çıktılar.
'
(..Jda tavanına belirli aralıklarla kavak mertekler dizilmi§,
me 't"tek aralarına benekli hasırlar serilmi§tİ. Odanın duvarların­
(1�a siyah gür sakallı, siyah gözlü, harmaniyeli, kendi ölüsünü
devesine yüklemi§ alıp götüren, eli zülfükarlı, düldül atın bini­
_cisi Hazreti Ali'yle, On İki İmam'ın resimleri asılıydı. Bir ba§ka
duvarda alnı paralı, kuyruğu ejderha, karnının altında kırkayak
misali bir sürü ayakları olan, balık sırtı gibi de üstü ba§ı ı§ıltılı
pullada kaplı bir de Şahmeran resmi vardı.
Kapı aralandı. Gülden, büyükçe bir yemek tepsisiyle içeri
girdi. Sıcacık buharlar tüten bol salçalı, naneli, biberli pirinç
çorbası ve nar ek§isiyle ovulrriu§ kanimı§, üstüne bol sumak ve
acı biber ekilmi§ lahana salatasından olu§ an yemeklerini sedirin
üstüne bırakıp gitti.
İki arkada§ tepsiyi aralarına alarak, yemeklerini sessizce
yemeye koyuldular. Karınları acıkmı§tı. Yemeğİn bitimine doğ­
ru Gülden kahve getirdi. Bo§alan yemek tepsisini götürdü.

51
Odada yalnız kalan iki arkada§, b3§b3§a vererek; kahvelerini
ağır ağır içerek, sohbete daldılar� Aydoğan, toprak i§galini
Ceyhan'daki arkada§larından duyduğunu, köye biraz da bu
nedenle geldiğini belirttikten sonra, sorular sormaya ba§ladı
İsmail'e.
ݧgal edilen tarla kimindi? Kaç dönümdü? ݧgale neden
gerek görmü§ler, işgali nasıl planlamı§, nasıl gerçekle§tirmi§ler­
di? ݧgale katılan köylüler kimlerdi? Kaç ki§ilerdi? N asıl, güve­
nilir insanlar mıydı?
İsmail, soruları yanıtlarken, Aydoğan da parkasının yan
cebinden çıkardığı defterine kısa kısa notlar aldı. Sonra:
« ݧgal edilen tarlayı gezip görebilir miyiz?» diye sordu.
« Elbette, neden olmasın. Gerçi hava biraz puslu ama ol-
· ·

sun. Çıkıp görebiliriz,» dedi İsmail.


Aydoğan, kalın siyah yün kazağının üstüne parkasını giydi.
Fermuarını çekti, ba§lığını geçirdi. Çantasını astı omuzuna.
İsmail önde, Aydoğan arkada dı§an �ıktılar. Sı�tına partal,
tozlanmı§ bir battaniye eskisi almıştı Ismail'de. Iki arkada§,
köyün doğusundaki tarlaya doğru yürüdüler. Çamurhı. daracık
ham toprak yol, derin teker izleriyle yarılmı§tı. Boz b-.ılanık
yağmur suları doldurmu§tU teker izlerinin içini. Hafif rüzg�rda
ufacık gölet suların yüzleri ürperip kırı§ıyordu. Yoğun sis �­
ğılmaya ba§lamı§, atların, çalıların, kurumU§ püskül otlarının
üstleri, sis . artığı ufacık su damlacıklarıyla dolmU§tU. Soğuk,
ıslak, yapı§kan dumana benzer ipince bir sis bulutu, kuzeyde
Ak:tozlu köyünün oralara yakın kavak ve okaliptüs ağaçlarına
takılmı§ kalmı§ gibiydi. Soğuk, merrnerimsİ gökyüzünde renksiz
beyaz bulutlar, dev buz dağları örneği oradan orada yüzüyar
·

deviniyorlardı.
Gazi'nin tarlasını geçtikten sonra i§gal edilen tarlaya ayak
basular.Yeni sürülmü§ tarlanın yüzü, nemli, ıslak ve çamurdu.
Atılan her adımda ayaklarının altında ezilen, dağılan çamurdan
vıcık vıcık sesler çıkıyor, yağlı I§ıltılı, simsiyah toprak, ayakka­
bılarına, pantolan paçalarına katran sakızı gibi yapı§ıyordu. O

52
ara İsmail, i§gal gecesi tarlaya nereden, nasıl girdiklerini, nasıl
görev bölümü yaptıklarını, Memedo, Erol ve karde§lerinin
silahlarıyla nerelerde nöbete durduklarİnı kısaca anlatmaya
çalı§tı.
Köye ·geri döndüklerinde ayakkabıları, pantolon paçaları
silme çamur içindeydi. Kahvenin önündeki çakıllı alanda, ayak­
larını yere vura vura silkeleyerek çamurlardan kurtulmaya ça­
lı§tılar. Kahveye girerlerken, i§gale katılan on ki§iyle
mümkünse ak§ama bir araya gelerek, konu§up tanı§mak istedi­
ğini söyledi Aydoğan.
« Neden olmasın. Bugün hepsine haber gönderir, ak§a111a
da Ali Seydo'nun evinde toplanırız», dedi İsmail.
*

Aynı ak§am, Aydoğan'la İsmail'in dı§ında, İsmail'in karde§i


Hüseyin, Erol'la üç karde§i, Ahmet Duran, Tahir, Sinan, Ali
Seydo'nun evinde, toplanarak bir araya geldiler. İki katlı, geni§
ön cepbeli evin duvarları çinko ta§tan örmeydi. irili ufaklı
kavak, dut, söğüt ve okaliptüs ağaçlarıyla kaplıydı evin çevresi.
Bu ev Ali Seydo'ya, büyük dedesi Hacı Seydo'dan kalmaydı. O
Hacı Seydo ki, onun macerasını değil Sarıbahçe'de, yöre köy­
lerinde bile bilmeyen, duymayan kimse yoktu. Sarıbahçe köyü­
nün ilk ağası, ilk kurucusuydu O. Yöre köylerindeki çoğu
ya§lılar, Sarıbahçe'yi bugün bile Hacı Seydo'nun köyü olarak
bilir, tanırlar hala.
Toplantıya en son Memedo geldi. Eskimi§, rengi belirsiz
olmu§, §apkasının ön siperliği kırılİnı§, alnının üstünde dürül­
mü§tü. Uzun bir gece yolculuğuna çıkacakmı§ gibi de sıkıca
giyinmi§, kıl ve yün karı§ımı kara yamçısını sırtına geçirmi§,
çiftesini eline almı§tı. Ortaya sessizce bir selam verdikten son-
ra:
« Siz toplantınızı yapadurun. Neler konu§tuğunuzu nasıl
olsa yarın bana anlatırsınız. Karanlık çöktü. Tarla bo§ kalmasın.
Gidip §U nö� etimi tutayım» diyerek çekip gitmek istedi.
53
« Kalsan iyi olur Memedo,» dedi Ali Seydo. «Biraz geç
kalınayla tarlaya bir §ey almaz. Bak Ceyhan'dan konuğumuz
geldi. Eski köylümüz mühendis Aydoğan Bey'in i§galle ilgili
söyleyecekleri vatmı� bizlere.»
Memedo bir Aydoğan'a baktı bir arkada§larına. Kararsız
bir hali vardı gitmekle kalmak arasında. Sonra tüfeğini kucağı­
na alarak kapının giri§ine çöktü.
ݧgalin yapıldığı geedenberi aradan bir hafta geçmi§tİ. On
arkada§ bu süre içinde ilk kez biraraya geliyorlardı. Bunun da
nedeni, Aydoğan gibi okumu§ yazmı§ birinin yaptıkları toprak
i§galiyle ilgilenmesiydi.
. Aydoğan, parkasını çıkararak ba§ının gerisindeki duvar
çivilerinden birine astı. Koyu siyah yün kazağıyla kaldı. Kale­
mini, küçücük ye§il kaplı not defterini, sürekli içtiği bafra ciga­
rasını, çakmağını önüne koydu. Bağda§ kurmu§ oturmu§tU.
Rahat bir görünümü vardı.
İsmail'le daha önce konu§tuklarını kısaca özetledikten
sonra:
«Şimdi i§gale neden gerek gördüğünüzü sormayacağım.
Az çok bunun nedenlerini biliyorum,» dedi. «Yalnız benim
anlayamadığım nokta §U: Tarlayı sürdüğünüz traktörleri niçin
kendi köylülerinizden değil de, gidip ba§kalarından bulup aldı­
nız? Köyünüzde traktörü olan kimse yok muydu?>>
« Köyümüzde motoru olanlar vardı var olmasına ama, tümü
de köyümüzdeki zenginlere aitti. istemi§ olsaydık vermezlerdi.
Daha doğrusu bizler öyle dü§ündük,» dedi Ali Seydo.
« Niçin öyle dü§ündünüz?»
« Sürecek toprağımızın olmadığını bildikleri için, motorla­
rını niçin istediğimizi soracaklardı bize.Biz de açıkca tarla i§gal
edip süreceğiz diyemezdikGidip ağalara haber vermelerinden
korkup çekindik. Bir de i§gal gecesi tarlada çatı§ma çıkabilir,
çatı§mada zarar ziyan görür kaygısıyla motorlarını bize vermi­
yeceklerini dü§ündük.»
« Peki onca tohumluk buğdayı niçin borca harca tüccarlar­
dan aldınız? Köyünüzde tohumluk buğday olanı yok muydu?»

54
«Bizim köylülerde tohumluk buğday ne arasın a karda§?»
dedi Ahmet Duran, aceleci sesiyle. «Daha çoğunun evinde
buğdayın çekirdeği bile yok. Ne yiyorlarki ne versinler? >>
«Anlıyorum,» dedi Aydoğan. «Peki tarla i§galine bu kadar
kararlıydınız da niçin köylülerin görü§ünü almadan i§gali bu on
ki§iyle sınırlı tuttunuz?»
«Köylü kısmında görü§ ne arasın ki?» dedi Erol, kaba, gür
sesiyle. «Bir ekmeği bölü§üp üle§emeyenlerin görü§ünden ne
olur? Günlerden beri çalı§ıp çalıalayarak ağanın tarlasını sür­
dük i§gal ettik. Yine de bir taneciği çıkıpta ne yaptığımızı
sormadı.»
«Siz çağırdınız mı da onlar sorsunlar?» dedi Aydoğan.
«İ§galden sonra bari olsun onları bir 'araya toplayıp da durumu
·

aniattınız mı?>>
«Evet, doğru, anlatmadık», dedi Erol. «Ülmu§ bitmi§ bir
i§in nesini anlatacaktık ki? Açıkcası onlara güvenmem ben
arkada§. Onların otundan hasır bile örülmez�»
Aydoğan acı acı ba§ını iki yanına salladı.
«İyi ama siz bu kafayla bir yere varamazsınız.»
«Niye? Ne olmu§ ki kafamıza?» dedi Erol. «Şu an tarla
elimizde. İçinin tohumuyla birlikte duruyor. Hem sen bu köy­
lüleri bizlerden iyi mi bileceksin? Bir sürü ayağı cıvık adam
onlar yahu. Buradan aldıkları haberi, §Uraya varmadan sapar da
ba§kasına söylerler. Değil i§gale, döğü§üme alkı§cı bile tutmam
onları.»
Aydoğan bafra paketinden bir cigara alıp yaktı. Dumanını
uzun uzun çekip önüne koyverdikten sonra bir ba§ka soruya
geçti.
«İ§gal ettiğiniz tarlada durum nedir §imdi?»
«Her §ey bugün gezip g�rdüğümüz gibi i§te! Tarla ektiği-
·

ınizle duruyor,» dedi İsmail. ..

«Hayır demek istediğim o değil. Ağaların her yerde adam­


ları vardır. Ya onlar da bir hazırlık içindelerse? Yarın bir gün
sizleri mahkemeye verir, candarmaya §ikayet ederlerse ne ya-

55
pacaksınız?»
AhmetDuran atıldı . .
« 0 zaman. biz de onları mahkemeye veririz. »
« N asıl yani?»
« N asılı var mı? Mesela geçen yıl tarlayı bizler sürüp ekmi§­
tik, bu yıl da sürüp ektiğimiz halde ağalar engel oldular deriz
mahkemeye. Olur biter.»
Ali Seydo sinirlenerek, AhmetDuran'a çıkı§tı.
«Yahu böyle kafasız kafasız ulu orta konu§mayın,» dedi.
«Böylesi i§ler kurnazlıkla, yalanla dolanla olmaz. En ba§ta
kendimize olan güvenimizi yitirmek olur bu.Herkes de biliyor
ki, bizler bu toprağı bu yıl sürüp i§gal ettik.Yoksa etmedik mi?
Ettik. O zaman mahkemeye gidipte, biz oraları geçen yıl da
sürüp ekmi§tik ama ağalar engel oldular gibi yalaniara ba§VU­
raı;:ak,olursak, önce kendimize kar§ı iki yüzlülük etmi§ oluruz.
Bizim gerçeğimiz yalana dalana ihtiyaç duymayacak kadar a­
çıktır.>>
Ali Seydo'ya arka çıkan İsmail:
«Doğru,» dedi. «Bu topraklar Evran Ağa'nın değil, doğru­
dan hazinenin malıdır. Önce bunu iyi bilelim. Evran Ağa oraları
yıllardan beri sürüp ekiyor. Bizimse soğan ekecek bir yerimiz
yok. Hepimiz topraksızız. Topraksız ins,anı da topraklı insan
sömürür, ezer. Şimdi biz bu toprakları istiyoruz. Bizler bu
noktalarda haklıyız. Buna inanırsak yere sağlam basarız.»
Aydoğan ara sıra ba§ını sallayarak, « aferin! güzel!» diyerek
İsmail'le Ali Seydo'nun konu§malarını onayladı. Sonra not
defterine bakarak bir ba§ka soruya geçti.
« Peki yarın ağalar mahkemeye veya jandarmaya gitmeyip
de üstünüze adamlarıyla geliderse siz on ki§i olarak ne yapa-
caksınız?Bunu hiç dü§ündünüz mü?»
·

Erol, kolunu önündeki bo§luğa doğru korkusuzca saHaya­


rak, kendinden emin bir tavırla yanıtladı soruyu.
«BO§Una, ağalar üstüroüze gelemezler.»
« Neye dayanarak söylüyorsun bunları Erol? Anlayama-

56
dım, ağalar niçin üstünüze gelemiyeceklermi§?>> diye sordu
Aydoğan.
«Korku belasına gelemezler,» dedi Erol. «Biz bu tarlayı
sürüp ekeli , bir hafta oldu. Gelecek olsalardı §imdiye çoktan
gelirierdi h
'
<<İyi ama bugüne kadar gelmeyen bundan sonra da gelmez
diye bir kural yoktur ki? Eğer ağalar bugüne kadar üstünüze
gelip saldırmamı§larsa, ya hazırlık içindedirler, ya da kendile­
rince uygun bir zamanı bekliyorlardır. Ne yani, olamaz nu?»
«Hayır, gelemezler,>> dedi Erol inatla. «Onlarda öyle gö­
beğinden i§eyecek bir yiğit göremiyorum. Bu bir can oyunudur
çünkü. Bu gibi i§ler eninde sonunda gelip bu can oyununa
dayanır. Yani tarladaki kapı§maya. Ağa kısmını iyi bilirim, can­
Iarına dü§kün olurlar. Kavgada caniarına yakın. duracağımızı
bildikleri için de kaçacaklardır önümüzden.»
«İyi ama böylesi durumlarda ağalar öne çıkmazlar ki hiç;
adamları vardır onları sürerler öne?»
«Sürsünler, yine de gelemezler. Gelecek olurlarsa hepsini
ayıklarız. Yanlarından dolanır arkalarma geçeriz. Onlar en
ba§ta beni, Sarıbahçeli Erol'u iyi bilir tanırlar. Bilirler nasıl ipini
sürükleyen biri olduğumu. Valiahi onları da§§ak gibi sallarız
tarlanın ortasında. Bu yüzden ağalardan yana yarma kafanı.
Gelemezler. Zaten §imqiye anlamı§lardır bu i§in içinde benim
olduğumu da o yüzden gelemiyorlardır.
Inanmıyorsan git Boran ağalarına sor beni de, sana tarifimi
yapıversinler benim. Onlarda y�rek olsaydı, vaktiyle Akdam
köylüleriyle ba§ları derde girince gelipte yardım istemezlerdi.»
Aydoğan bir yandan Erol�u kızdırmak istemiyor, bir yan­
dan da ödün vermeyen yu;nu§ak sesiyle sorunun özünü anlat­
maya çalı§ıyordu.
«Bak Erol» dedi. «Kızına ama sana bir §ey söyliyeceğim;
seninle karde§Ieriniz o zaman ne yaptınız? Bir olup giderek
senin gibi topraksız, yoksul Akdam köylülerine kar§ı, Boran
Ağa'nın saflarında çarpı§arak, onun çıkarlarını korumaya çalı§-

57
tınız. Boranların arkasında o zaman kimler vardı? Hükümet,
Vali, Kaymakam, j andarma vardı. Onlar bugün de varlar. Eli­
nizdeki silahlar da Boran Ağa'nın malıydı. Buna kar§ın sonuç
ne oldu Erol? Yaralı vermelerine, m ahkemelerde sürünmele­
rine kar§ın Akdamlılar, seni de, karde§lerini de, Boran Ağa'yı
da sürüp çıkardılar tarlalarından. Bunu nasıl ba§ardılar: Çok
kolay; birle§erek...
Gelelim sizin durumunuza: Şimdi sen ve arkada§larınız
neyinize güveniyorsunuz? Danlmayın ama, tarla i§gali senin
sandığın gibi kabadayılık i§ İ değildir. Bana kalırsa burada senin­
le karde§lerinin, Boran Ağalarına olan yardımınız değil, kar§ı­
nızda size kar§ı birle§erek, sizinle Boran ağayı tarlalarından
·

sürüp çıkaran Akdam köylülerinin davranı§ını örnek almamız


gerekiyor. Bu örnek, ağalara kar§ı birle§mekten geçer. Asıl o
zaman bir §eyler yapabilirsiniz. Yoksa ben belalı adamım, ben
cesurum gibi sözlerle bu sorunun üstesinden gelemezsiniz.>>
Fena bozulmu§tu Erol. Sağ yanağını yukarıdan a§ağı yaran
derin ustura izi kızarınaya ba§lamı§tı. Tahir ba§ını önüne eğmi§,
sinirli sinirli bıyıklarıyla oynuyordu. Erol'un karde§leri, İsmail,
Hüseyin, Ali Seydo ve Ahmet Duran'ın yüzlerinde belirgin bir
sıkıntı vardı. Sinan'la Memedo, sessiz, soluksuz bir yonturlan
farksızdılar.
Ortaya çöken kısa bir sessizlikten sonra, Aydoğan, gönlü­
nü almı§ olmak için, bir elini Erol'un omuzuna dostça koydu.
·

Yüzünü Erol'un yüzüne yakla§tırarak:


«Erol karde§, bak öyle konu§tum diye darılıp gücenmece
yok,» dedi. «Evet bizler de çok iyi biliyoruz ki, sen gerçekten
gözükara, yiğit bir insansın. Değil §U köyde, Çukurova'da bile
senin bileğini bükebilecek insan az bulunur. Açık seçik konu­
§an mert bir insansın. Yine de söylüyorum ki, bu toprak i§i öyle
pehlivanlıkla olmaz. Çünkü toprak, ağalığın can damarıdır da
ondan. Ve bence asıl sorun, el koyduğunuz be§ yüz dönümlük
bu tarla da. değildir. Öyle olsaydı, Evran Ağa, o kadarcık tarla
için canını üzmez, sesini bile çıkarmazdı. Onların asıl canını

58
sıkan, sizin bu yaptıklarınızın aynını yarın ba§ka köylülerin de
deneyebileceği, sizin ݧgal ettiğiniz tarla kadar öbür köylülerin
de uyanabileceği korkusudur. Evran Ağa, asıl bu nedenle bir­
gün üstünüze gelmek isteyecektir. Şimdi sizlerin i§in asıl bu
yönünü görmenizi istiyorum.»
Herkes dü§ünceye dalmı§, ba§ını önüne eğmi§ti. Anlatılan
gerçeklerden tedirgindiler çok.
Durumu sezen Aydoğan, önündeki bafra paketini alarak,
teker teker cigara tuttu. Çakmağıyla yaktı:
«Canınızı sıktığımın farkındayım», dedi. «Şunu bilmenizi
isterim ki, benim bu i§gal ettiğiniz tarladan en ufak bir çıkarım
yoktur, olamaz da. Ben yalnızca siz köylülerime yardımcı olma­
ya çalı§ıyorum.
Bugün ka hvede otururken, köylülere durumu sordum.
Anladığım kadarıyla hepsinin de gözleri üstünüzde. Bilmem
bunun farkında mısınız? Oysa siz on ki§i bir kenara çekilmi§'si­
niz, köylülerse öbür yana. Toprak sorununu, siz yalnızca bu on
ki§inin sorunu olduğunu sanıyorsunuz. Oysa köylüler bir umut
olmu§ ağzınızın içine bakıyorlar. Gözleri, kulakları sizde; acaba
ba§arabilecek misiniz diye. Doğrusu o ki, sizin bu i§gali ba§ar­
manızdan kendilerine de bir sevinç payı çıkarıyor, umutlanıyor­
lar. Çünkü onlarda da toprak isteği var. istekleriniz aynı olduğu
halde niçin bu isteğin çevresinde bir araya gelip toplanmıyor­
sunuz? Ağalar ağayken birle§mݧken, sizler niçin on iken yedi
yüz, sekiz yüz ki§İ olmuyorsunuz? Sekiz yüz ki§İ demek sekiz
yüz ses, sekiz yüz ağızlı di§ demektir. Yarın ağalar silahlı adam­
larıyla üstünüze gelerek bir kötülük yapabilirler, tarlayı eliniz­
den alabilerler değil mi?»
Aydöğan, yumu§ak,. etkileyici bir dille olabilecek acı ger­
çekleri anlatmaya çalı§ıyor, bu gerçekler de, tarlayı ele geçir­
diklerini sanan Erol'la arkada§larının canını sıkıyor, kafaları
belirsiz dü§üncelerle dolup ta§ıyordu.
Ahmet Duran, yarım kalan cigarasını kül tablasına siniriice
bastırdı.

59
«Aklıma ters gelen bir §ey var,» dedi. «Hem birle§elim
diyorsunuz, hem de bu i§in zorluğundan söz ediyorsunuz. B u
i§ in zorluğundan söz edecek olursak, yarın b u köylülerin hiçbiri
gelmez, korkar, kaçarlar. Uzaktan iki j andarma gölgesi görse­
ler, kaçacak delik ararlar zaten. Birle§elim ama, yarın birgün
yarı yolda da kalmayalım.»
«Tam aksine,» dedi Aydoğan. «Eğer siz bu i§in sonunda
ağalara yenilirseniz asıl o zaman köylüler yılar korkarlar. Ço­
cukluğumuzun muhtarı Yeniceli Rıza olayını dü§ünün bir; a­
dam ne yaptı? Toprak sahibi olacağız diyerek bütün köylüleri
ba§ına topladı. Avukatlar tuttu. Ardından da gitti davayı gizlice
ağalara sattı. Sonra da bizim köylüler ݧgal lafını bir daha
ağızlarına almaz oldular. Önce ba§larındakilere, sonra da ken­
dilerine olan güvenlerini yitirdiler. Sizler de onlarla birle§mez,
bu ,.i§te ba§arı sağlayamazsanız bundan sonraki toprak i§galle­
rine kar§ı önü alınmaz bir güvensizlik doğar. Köylülerle er ya
da geç birle§mekte yarar vardır. Ceyhan'da ağaların hazırlık
yaptıklarına dair söylentiler geldi kulağıma. Onlara kar§ı ne
yapabiliriz? Bunu gidip köylülere danı§ıp soralım, bakalım on­
lar ne diyorlar?»
Toplantının ba§ınoan beri yalnızca konu§maları dinleyen,
sürekli cigara içen Tahir, oturu§ biçiminin verdiği katılıktan
kurtulmak istermi§ gibi kıçını oynattı. Uyu§an sol ayağını altın­
dan alıp uzatarak bir süre gerindi.
«Peki bu birle§me nasıl olacak? Her önümüze geleni ara­
mıza alacak mıyız?» diye sordu birden.
«Elbette!)) dedi Aydoğan. «Birle§me ba§ka nasıl olur ki?»
«Ü zaman ben bu i§te yokum arkada§ ! » dedi Tahir, sırtının
yanını vererek.
Aydoğan §a§ırdı.
«N asıl? Niçin yoksun? Herkesle birle§ip biraraya gelmenin
sana ne zararı olabilir?>>
«Basbayağı olur,» dedi Tahir. «Biz bu tarlayı ele geçirebil­
mek için günlerce toplandık kafa yorduk. Bir sürü borcun

60
harcın altına girerek i§ ini ön ünü ta buralara kadar getirmi§ken,
onları niçin aramıza ala.lım ki? Herkese kapımızı açacak olur­
sak, her kafadan bir ses çıkar. N e ona söz geçirebiliriz, ne buna.
·

Tarla da ortada kalır.»


«Neden ortada kalsın ki?»
«Kalır i§te! Domuzun birine, yönün nereye demi§ler, o da,
nereye olacak, dokuz ortaklının malına, demi§. O hesap yarın
en ufak bir i§te, herkes kendine yontar, biri öbürünün sırtına
atar. O arada karnını doyuran da domuz hazretleri olur. Hayır,
birle§me olursa ben yokum bu i§te. Hem biz bu tarlayı kendi
aramızda bölü§üp payla§mak için sürüp i§gal ettik. Herkesi
kendi aramıza buyur edecek olursak, payıma yarın bir evlek ya
dü§er, ya dü§mez. Bir evlek tarla içinde canımı ne diye ate§e
atayım?»
Acı acı güldü Aydoğan.
«Zaten meselenin bütün özü burada,» dedi. «Siz i§gali
toprağın el deği§tirmesi sanıyorsunuz galiba?)>
«Ya bölü§meyip de ne yapacaktık ki?>) diye sordu Tahir.
«Benim olmayana tarla mı derim ben?»
«Peki tarlayı bölü§mek yerine, tarladan kalkacak ürünü
bölü§meyi hiç dü§ündünüz mü? Tarla be§ yüz dönüm. Dönü­
münden yarım ton buğday kalksa, yılda iki yüz elli tondan fazla
buğday eder. Bu da yetmi§ten fazla topraksız haneye bol bol
yeter.»
Kimseden ses çıkmadı. Aydoğan'ın bu ön�risi akıllarına
·

iyice yatmı§ gibiydi.


Aydoğan bir ba§ka soruya geçti.
«Peki tarlayı bekliyor, tarlada gece nöbeti tutuyor musu­
nuz? Unutmayalım ki, tarlaya sahip olmanın yolu, ekilen to­
humla, ondan çıkacak ba§ağı korumaktan geçer.»
Erol, elini salladı yine. ·
«Aslında bekliyoruz sayılmaz. Ağalar gelemeyeceğine gö­
ı.e her gece tarlanın yüzünde dikme dibek sapı gibi bekleyip
d Urmanın hiçbir anlamı yok,» deyince, toplantının ba§ından

61
beri kapının e§iğinde sessuce oturan Memedo, sertçe tepki
gösterdi. Gözleri açıldı, b üyüdü. Çiftesini eline alarak ayağa
kalktı. Sinirinden kesik kesik soluyarak, diline vuramadığı, a­
çıklayamadığı sözcükleri, geni§çe el kol hareketleriyle tamam­
lamaya çalı§arak:
«Ne yani?» diye Erol'a bağırdı. «Kaç geceden beri tutuğum
nöbetler havaya mı gitti? Onca uykusuzluk, çile, ܧÜme bo§una
mı §imdi? Hepinizin enayisi ben miyim?»
Hı§ımla kapıyı açarak çıkıp gitmeye kalktı. Ama Ali Seydo,
yerinden kalkarak, önüne geçti.
«Ütur yerine Memedo», dedi. «Sinirlenme!»
<<Niye sinirlenmeyecekmi§im? Bütün gün kahvede pݧpİrik
oynayarak, tavla döğmekle tarla sahibi olunmaz. Kıçınızı sıkın
biraz. Aydoğan karda§ doğru söylüyor. .. Bo§ verin siz. Ben
nöbetimi gider tek ba§ıma tutarım,» diyerek yine çıkıp gitmek
isteyince, Isınail'in de araya girmesiyle yatı§tırdılar onu.
«Lütfen otur yerine Memedo! » dedi Aydoğan, yumu§acık
sesiyle. «Buna benzer daha birçok toplantılarımız olacak bizim.
Ama sinidenince böyle çekip gitmek yok. Bu i§İ yapacaksak
hep birlikte yapacağız, tek ta§tan duvar olmaz çünkü. Sen
tarlayı bekliyeceğim diyorsan o zaman git bekle! Demek ki bu
arkada§larımız bu nöbet i§ini §imdilik önemsemez görünüyor­
lar. Ama yine de sen git tut nöbetini. Tut ama bu gibi · ݧ leri
kızarak yapmayalım lütfen!»
İçinde bir kötülük olmadığı için, sinidenmesi de bir tene­
kcnin kızıp soğuması kadar kısa sürerdi Memedo'nun. Aydo­
ğan'ın sözleri üzerine sakinle§ti. Ağır ağır yerine oturdu. Me­
medo'nun bu yanını bilen arkada§ı Erol da alınınadı hiç. Aksine
Memedo'nun bu haline kıs kıs gülmeye ba§ladı.
«Yahu sana da bir §CY demeye gelmiyor. En ufak bir lafta
parlayıveriyorsun,» dedi.
«Tabii parlarım! » dedi Memedo. «Ama onu bunu bo§ ver...
sen. Ba§ını kim beklerse toprak da onun olur. Bunu bilir b v . nu
söylerim ben.»

62 /
«Yahu elbette onun olur, ba§kasının olacak değil ya?» dedi
Erol }'ine kıs kıs gülerek. «Hem §U nöbet i§i bizim bilmediğimiz
bir §ey değil ki; ömrüm askerlikte nizarniye nöbeti ttitınakla
geçti benim. Birgün de gider ben tutarım, olur biter.>>
«Tutacaksın tabii. Yalnız sen değil teker teker hepiniz
tutacaksınız. İçinizin enayisi ben miyim?>>
Erol yanıt vermedi. Ortalık yatı§tı. O ara zaman hayli
ilerlemi§, gece yarısı olmu§, çoğunun uykusu gelmi§ti.
«En iyisi konu§maları burada keselim,» dedi Aydoğan.
Sesinde biraz alınmı§, kırgın, umutsuz bir vurgulama vardı. «Bu
durumda geli§meleri bekleyip ona göre hareket etmekten ba§­
ka çaremiz yok. Yarın sabah erkenden Ceyhan'a dönmem
gerekiyor. Bir daha ki görü§memize kadar hepinize allahaıs­
marladık diyor, iyi geceler diliyorum.»
Kalktı ayağa. O kalkınca öbürleri de kalktılar. Teker teker
el sıkı§tılar Aydoğan'la. Sonra da üçer dörder çİkıp gittiler.
Aydoğan, İsmail, Memedo ve ev sahibi Ali Seydo kaldı
geriye. Aydoğan parkasını alıp sırtına geçirdi. İsmail, Aydoğan
ve Memedo'yu dı§ kapıya kadar geçiriveren Ali Seydo:
«Diline sağlık! Her §eyi iyi söyledin, doğru söyledin ama
gördüğünüz gibi bu bizim Erol'la arkada§larına söz geçirmek
mümkün değil,» dedi.
«Ne yapalım? Her §ey olacağına varır,» <!edi Aydoğan · da.
Memedo zifiri karanlığın içinde nöbet için tarlaya doğru
yürürken, İsmail de Aydoğan'ı yanına aldı, yatmaya evine gö­
türdü.

63
Elinde çiftesi, sırtında kara kalın yamçısı, ayaklarında geni§
ağızlı lastik çizmeleri, ba§ında eskimi§ dürülmü§ §apkasıyla, bir
kapandan farksız karanlığin içinde oradan oraya dola§ıyor,
adımları tarlanın yüzünde gecenin yüreği gibi atıyor, gözlerini
de bir an olsun Evran Ağa'nın çiftliğinden ayırmıyordu Meme­
do. Tarlanın çevresini kaç kez dolandığnı kendisi de bilmiyor­
du. Gece karanlığında silahını kucağına alarak bazen çömeli­
yor, yumu§acık, yeni sütülmü§, ayağının altında bulgur bulgur
dağılan, çözülen, çöken, her karl§ı da bir kan eden toprağı bir
tapınmadaymı§ gibi avucuna alıyor, sıkıyor, bumuna doğru
tutuyor, koklamasına doyum olmayan bir nesneyi koklarmı§
gibi toprağın nemli, ıslak kokusunu doyasıya içine çekiyor,
sonra elinin ayasıyla bir bebenin yüzünü okıjarmı§ gibi toprağın
yüzüne dokunuyordu; o toprağın kendi gücüne, kendi ellerine,
gözüne, emeğine gereksinimi olduğunu bilerek. Yine çiftesini
eline alarak kalkıy6r, sağına soluna bakmarak yürüyor, toprağa
sahip olacakları günlerin dü§ünü kurarak, esen · rüzgarların
önünde bir uçtan öbür uca yatıp kalkan, dalgalanan ağır ba§aklı
yemye§il bir ekin denizinin ortasında görüyorrlu kendini.
Hava soğuktu, toprağın yüzü yer yer kırağı tutmU§tU. ܧü­
yordu. Kurumu§ otları, çalıları, karnı§ artıklarını yığına kanal
toprağının üstüne yığarak, boyunca ate§e veriyor, rüzgarlı ha­
vada ate§ de iyi çekiyor, alevler göğü tutuyordu. Alevlerin
çevresinde dolanıyor, yamçılı, silahlı ağır gölgesi, alevlerin J§ı­
ğında bir uzayıp bir kısahyor, tarlanın beklendiğini dünya alem
bilsin, en çok da Evran Ağa'nın adamları görsün istiyordu.

64
Yığma kanal toprağının bir ucundan öbür ucuna gidip
gelerek, ayrı ayrı ate§ler yakıp besliyor, arada bir silahlı kolunu
havaya kaldırarak, ba§ının üstünde iki eliyle tutarak, tarlanın
öbür ucunda sözde ba§ka nöbetçi arkada§ lan varını§ da, onlarla
ݧaretle§iyormu§ gibi sağa sola geni§ geni§ el kol hareketleri .
yapıyor, böylece tarla nöbetinde yalnız olmadığını Evran Ağa'­
nın adamlarına sözde kanıtlamaya çalı§ıyordu; onların her an
kendine pusu kurmalarından çekiniyordu çünkü.
Bazen de sıkılıyor, tarlayı adımlayarak, tarla çevresinin kaç
adım gelebileceğini bulmaya çalı§ıyordu. «Bir, iki, üç, dört, be§
altı, yedi, sekiz, dokuz, on... » Okuması yazması olmadığı, sayı
saymasını da bilmediği için, her on adımda bir durarak yerden
bir ta§ alıp cebine atıyor, sonra da, «bir, iki, üç, dört, be§,»
diyerek bilmem kaçıncı 'on 'ların sayımına geçiyordu. Tarlanın
adımlanması bitince, en yakın ate§in ba§ına dönerek, ta§ dolu
ceplerini, yere serdiği mendilinin üstüne bo§altıyor, ta§ları bir
de orada sayarak, 'on'lara bölüyor; «Doğudan batıya on yüz
adım, güneyden kuzeye on yirmi adım; on yüz adımla on yirmi
adım kaç eder?)) diyerek hesaplamaya çalı§ıyor, i§in içinden
çıkamayınca da canı sıkılıyor, ta§ları tekrar mendiline çıkınla­
yarak, «ben bilemem. Bilse bilse bunu oğlum bilir!» diyerek,
ilkokul sonda okuyan oğlu Yusufu anımsıyordu.
Öğrenmeyi istediği asıl §ey, tarladan kendi payına kaç
dönüm dü§cceğiydi. Bunları dü§ündükçe, güçlü, önü alınmaz
bir sahiplenme, bir mal mülk tutkusu kasıp kavuruyordu içini.
Kimbilir belki de elli dönümden fazla bir toprak dü§ecekti
payına. Topraksız doğup topraksız ölecekken, Çukurova gibi
bitek, verimli bir yerde elli dönüm kadar bir toprağa sahip
olabilmesi demek, cehennemd�n cennete geçmesi kadar ula­
§ılması güç bir dü§tü onun için. Bol süt veren bir inekten
farksızdı bu topraklar. Ne ki yıllardan beri altındaki danası aç
kalıyordu. Şu i§gal i§i hayırlrsıyla bir sona erseydi de zaman
geçirmeden bölü§selerdi §U toprağı; i§te o zaman doyasıya
pamuk, doyasıya buğday, pirinç, mısır, karpuz, kavun ekecekti.

65
Ark ark sebzeler dikecek; nar gibi domatesler kızaracak, iri,
ye§il, sert biberler çıkacaktı, öylesine sert biberler ki, dürtsen
ucunu toprağa geçecek cinsinden. Bir de inek alıp besleyecek,
sütünü sabah ak§am sağarak, çocuklarına içieecekti ki, yanak­
ları doysun, renk bulsun. Balıarda boz iğdeler sarı çiçeğe du­
runca, yemye§il ba§akları pırnaz pırnaz yolarak, uğur-bereket
olsun diyerek yüz yastığının altına kayacaktı.
Toprağın sürülen tavını, verim gücünü, ekilen tohumun ne
zaman çimlenip ne zaman toprağın yüzüne vuracağım, kavu­
nun, karpuzun geceleri büyür geli§irken çıkardığı hafif gevrek,
takırdak sesleri bilirdi. Meyve verenle vermeyen ağacı, sürül­
mü§ tariayla sürülmemi§İ kokusundan, öten ku§ları sesinden,
karıncanın türünü yuvasının §eklinden bilirdi. Buğday tanesini
ağzına atıp gevsin, çiğnesin, o tane cinsinin kır buğdayı mı, ova
buğdayı mı, sert mi, yumu§ak mı olduğunu bitirdi. Avucunda
ovduğu ba§aktan çıkan tanelerin sayısına bakarak o tarladan
kaç teneke buğday kalkacağını da ...
Kimi geceler usulden bir yağmur çiseliyor, ıslanmasından
korktuğu tüfeğinin çalanaklı kısmına boyun atkısını sarıyor,
sonra da namlusu a§ağı gelecek §ekilde tüfeğini omuzuna ası­
yordu.
Gecenin I§ıyan ıslak karanlığında uykusuzluktan acıyıp
kızarınaya ba§layan gözlerini Evran Ağa'nın çiftliğinden alacak,
kendi köyüne doğru çeviriyor, böylesi çevirip bakmalarında,
köyü ona daha bir sıcak, koruyucu ve yakın geliyordu. Yine
usuna Evran Ağa'nın adamlan gelince, duyguları kararıyor,
sertle§iyor:
«Onların gecesi gündüzü belli olmaz! Her kötülüğü yapa­
bilir onlar! Bir çalının, karaltının gerisine gizlenen ölüm, her an
gelebilir üstüme! Karanlıkta ense köküme her an bir odun
inebilir, sonra da cesediınİ bir çuvalın içine koyarak, çuvalın
ağzını da sıkıca bağlayarak, pekala kanal suyuna atabilirler
beni !» diyerek güçlü önsezisiyle, yığma kanal toprağının üstün­
de inatla ve sabırla tekrar yürümeye ba§lıyordu.

66
Böylesi tedirgin, korku dolu gece nöbetlerinde bir araba
I§ığının çiftlikten yanıp çaktığını görüyor, nedenini de bir türlü
bilemiyordu. Son günlerde gelip giden araç gere�lerin, yabancı
insanların çokluğu gözüne batmaya ba§lamı§tı. I§in gücün ol­
madığı kı§ gününde onca araç gereçlerin, yabancı insanların ne
i§leri vardı orada? Bir §eyler dönüyor, §eytanca i§ler mi çevrili­
yorrlu çiftlikte?
Bunları dü§ünen Memedo, her ı§ık çakıp sönmede, yığına
kanal toprağının gerisine kendini atıyor, toprağın nemli ıslak­
lığını bedeninde rluyınasına kar§ın, aldırmıyor, tüfeğinin nam­
y
lusuyla bir akla§ıp bir uzakla§an, bir çakıp bir sönen, sonra da
kaybolan ı§ığı kollamaya çalı§ıyordu.

67
Gece ilerleyipte kahvede kimseler kalmayınca, çay ocağını
söndürdü Hüseyin. Ocağın ılık suyunda fincanları, çay bardak­
larını usulca yıkayıp çalkaladı. Sonra da yanyana dizdi raflara.
İsmail de kasada biriken paraları masanın üstüne dökerek,
teker teker avucuna sayarak, kısa günün hesabını çıkardı.
İki karde§, ı§ıkları söndürerek dı§arı çıktılar. Yağmurlu
havada rüzgar, karanlık göğü ürpertiyor, yakla§an ağır kı§ın
kokusunu yayıyordu her yana. Sokak lambalarının cılız I§ığında,
sarkan okaliptüs dalları koyu ye§il bir ıslaklıkta parlıyordu.
Kahvenin önündeki geni§ çakıllı alanda, iki karde§ el sal­
layarak, iyi geceler dileyerek ayrıldılar birbirlerinden. Herkes
kendi evine doğru yürüdü.
Evinin kapısına yakla§an İsmail, birden durdu. Dev okalip­
tüs ağacının dibinde duran bir insan karaltısı ili§mi§ti gözüne
çünkü. Karaltı da onu görmü§ olmalıydı ki İsmail'e doğru bir
iki adım attı. Yüzü açığa çıktı iyice. Arkada§ı Remzi'den ba§kası
değildi bu. Yepyeni paltosu, yün kazağı, çizgili pantolonu, ve
ayakkabılanyla §Ik bir görünümü vardı Remzi'nin.. Köyde bir­
çok ki§iye borcu olduğunu bildiği Remzi'nin üstünün ba§ının
bu denli §ıklığı §a§ırttı İsmail'i. Ama nedenini sormadı. Çünkü
o §tk görünümüne kar§ın, sıkıntılı, tedirgin, anla§ılmaz bir gölge
vardı Remzi'nin yüzünde. İsmail'den özür dilemek için oraday­
dı sanki. ݧgal gecesi çekip gidi§iyle en yakın arkada§ı İsmail'i
kızdırdığının ayırdındaydı Remzi çünkü.
O geceden beri hiçbir yerde görünmeyen, anl3§ılmaz bir
§ekilde birden bire ortalardan kaybolan Remzi'yi, yeniden ka-

68
zanabileceğini düşünen İsmail de, bu kızgınlığını belli etmedi
ona.
«Üoo, sen miydin Teyze oğlu?» diye sordu gülerek. «Bu
yağınurda kışta ne işin var orada? Gelsene içeri, konuşalım !»
«Xok girmeyeyim be İsmail,)) dedi Remzi, üzgün, kırık
sesiyle. «Zaten geç oldu. Bu saatten sonra yengemizi rahatsız
etmeyelim.»
Hafifçe serpiştiren ala rüzgarlı yağınurda okaliptüs ağaç­
larının dalları uğulduyor, ağır yosunlar gibi sallanan dallar sar-
·

kıyordu.
Çiseleyen yağmurdan kaçmak için damın ufacık duldasına
çekildiler.
Remzi, çeking\!n, sıkıntılı bir yüzle İsmail'e baktı.
«Bana kırgınsın değil mi?»
· «Niye kızayım ki? » dedi İsmail gülerek. «Ü kadar işimiz var
ki, kimseye kızacak, darılacak vaktimiz yok. Sen nasılsın? O
geceden beri ortalarda �örünmedin?» .
«Vallahi ne olsun? Iyiyim işte! Bilirsin seni severim !smail.
Düğünümde yiğitbaşım, askerlikte karavana arkadaşımdın. A­
ma o gece sizleri yalnız bıraktım diye biliyorum yüzün eğri bana.
Ama olsun, yine de arkadaşız.»
İsmail, yorgun olmasına karşın arkada§ının özür dileyece­
ğini sanarak alttan alıp güldü. Remzi'de ise, şöze nereden
başiayacağını bilememenin sıkıntısı vardı.
Başını önüne eğerek:
«Sana bir şey diyeyim mi, İsmail? Gel sen vazgeç bu işgal
işinden. Sakın yanlış anlama; sana sözüm yok� Seni bu kadar
sevmesem gecenin bu köründe gdir de kapını bekler miydim
hiç? İyisin, akıllısın ama o birlik olduğun arkadaşlarını gözüm
tutmadı benim. Onların niyetleri belli. Tümü de birer kırık
tekerlek onların. Onlarla yola gidilmez. Mesela Erol'la kardeş­
lerini düşün: Daha önce gidip Boran ağalarıyla anlaşmadılar
mı'! Yarın Evran Ağa'yla da anlaşmayacakları ne malum.? O
zaman köyde kimsenin yüzüne bakamaz olursun. Sen haysiyet-

69
li, onurlu bir insansın. Onlarla akııjı n bir olur mu hiç? Hem
sonra köyde senin için ne diyorlar biliyor musun?
İsmail §a§ırdı.
« Ne diyorlar?»
. « ݧgal i§İ çıkalı beri bizim İsmail'in evi solcular hanına
döndü diyorlar. Anar§ist mi, solcu mu, ne idüğü belirsiz insanlar
girip çıkıyor evine, ev değil, otel açmı§ İsmail diyorlar. Ortalık
tekin değil İsmail. Yarın bir ihbara bir baskın olur; anaf§istleri
saklıyormu§sun evinde diyerek basarlar köteği beline de, en
olmadık belalar seni bulur İsmail...»
Yüzündeki gülümseme birden silindi İsmail'in.Ba§ını önü­
ne eğdi, sessizce arkad3§ını dinlemeye ba§ladı. Ala rüzgarlı
yağınurda ıslanıp ܧümemek için boynunu iyice kıstı, duvarın
dibine sokuldu.
« Sakın sözlerimi yanlı§ anlama İsmail», dedi Remzi. « Seni
sevdiğim için söylüyorum bunları. Ağalar ilk günden duymu§lar
senin bu ݧin içinde olduğunu. Daha önce Ceyhan'lı solcularla
dü§üp kalktığını da biliyorlar. Sabah ak§am evine girip çıkan §U
mühendis Aydoğan yok mu? Onun için iflah olmaz bir solcu
diyorlar. Girmediği hapishane kalmamı§. Mühendis ba§ıyla
köylülerin toprak i§galinde i§i ne? Gitsin mühendisliğini yapsın
diyorlar.
Gel İsmail, söz djnle! Bu gidi§ler iyi değil. Sizinkisi kedi
kerkmek değil, da§§ak cırmalatmak. Arkada§ların sağlam değil.
At olsalar üzengiterine hasılmaz onların. Sonra demediydi de­
me. Yarın ağalar bir punduna getirirler de, ya§ iken kuruturlar
seni. Körü körüne ölümün üstüne gidip gidip de ardından bana
ağıt yaktırma İsmail? .. »
Sesini çıkarmadan dinliyordu İsmail. Gece, rüzgar ve yağ­
mur iyice artmı§tı.Ba§larının üstündeki ağaç dalları uğulduyor,
dam saçaklarından §ırıl §ırıl sular akıyordu.
«Ü gece ne diye çekip gittim, bilin mi? ܧüdüğüm falan
bahaneydi. Şöyle çevreme baktığımda · bu i§in bu insanlarla
yürümeyeceğini anladım. Ali Seydo, Hacı Seydo Ağa'nın toru-

70
nu; göl kurusa suyu kalır misali, hali vakti yerinde. Erol, Tahir,
Ahmet Duran'sa kendini beğenmi§ler. Memedo ile Sinan'sa
safın biri. Nereye yerlersen oraya gelirler.Bunlarla i§gal olmaz.
Bunların içinde adam yok.Bunların arasında insangider de kör
kuyuya dü§er. Aç gözünü İsmail?»
Remzi, arkada§ının sessiz haline· bakarak, konll§masıyla
onu etkilediğini sanıyordu. Sabırla dinliyor görünen İsmail'se,
Remzi'yi tekrar davaya nasıl kazanabileceğini dü§ünüyordu.
«Vallahi Remzi, bir defagirdik i§in içine i§te. Girince de
kolay kolay çıktım demem, bilirsin beni. Benim Ceyhan'da
Adana'da dostlarım arkada§lanm var. Parasız pulsuz kaldığım­
da çok yardımlarını gördüm onların. Onlar bana yürekten ina­
nırlar. Bu yüzden geri dönmem imkansız. Bu i§te ileri giden
sonuna kadar gitmek zorunda... » . .

Ne ki İsmail'in dinlediği gibi Remzi, İsmail'i dinlemiyor,


aksine üstüne üstüne gidiyordu onun.
« İsmail, karde§im, süt emi§iğim! Gel söz dinle! Yahu dü­
§Ünsene bu kadar üstelediğime göre benim de bir bildiğim
vardır değil mi? Bak sana iyilik yapmayı, sapak yakınken dön­
roeni istiyorum.Yoksa ...Yoksa seni öldürecekler İsmail.Bunu
Evran Ağa'nın karde§iBıyığ'ın ağzından duydum. İyi toprağın
dܧmanı olduğu gibi iyi insanın da dü§manı olur. Evet seni
öldürecekler İsmail. Benim bildiğim Evran Ağa, kolay kolay
toprağını vermez. Birgün önünü körkeseye getiriderse karı§-
mam.Boynunu bo§ yere uzatma bıçağın altına!» ·
,

Sesi gibi bakı§ları da deği§meye b3.§ladı İsmail'in. İki efiyle


Remzi'nin omuzlanndan tutup sarsarak, yüzünü de onun yü­
züne iyice yakl3.§tırarak, dosdoğru baktı gözlerinin içine.
«Nasıl? Beni öldürecekler" mi?» diye sordu korkusuzca.
«Demek Bıyık Süleyman söyle& bunu sana ha? Peki senin
onların yanında i§İn neydi?»
«Ürasını sorma. Ama öldürecekler seni İsmail. Bunu biz­
zat onun ağzından duydum...»
İsmail yıkılml§ gibi ellerini Remzi'nin omuzlarından aldı.

71
koyu ye§il gözleri yuvasında büyüyüp çakırla§maya ba§ladı.
« Ulan hani biz ikimiz bir yaren, bir arkada§tık? Bir de
gelmi§, beni öldü receklerini söylüyorsun. Ne yapalım öldüre­
ceklerse Remzi? Korkup kaçalım mı? Açlık belasına bu ݧe
giri§memi§ miydik? Senin o korku dediğin yabancımız değil ki
bizim. Ne yapalım? Senin süt emi§iğin can arkada§ını öldüre­
ceklerse? Unutma ki ate§in ağzına her zaman öndeki girer.
Bo§una konu§ma Remzi. Ben bu i§ten geri dönmem. Yine de
senin canın s�ğolsun; öldürüleceğimi gelip bana haber verdiğin
için.»
Remzi'nin sustuğu, susacağı yoktu ama. İsmail'in yakasına
yapı§tı.
«Hayır doneceksin İsmail. Evet döneceksin. Öyle sağolla
mağolla geçi§tiremezsin beni. O birlikte olduğun kimseler kur­
naz, hileci. Sen uyurken burnunun önüne acı biberi dökerler
de, sen aksırınca da avuçlarının içine döner gülerler. Bunlarla
yola çıkılmaz İsmail. Yarın ortalık karı§ınca, arefe gününde
kurbana dönersin. Ağalar öldürtecekler seni diyorum. Hesaplı
ku§ yanılmaz derler; hacı leylek, mart dokuzu bulmadan yola
çıkmaz. Ama kaz ku§u hesapsız yola dü§tüğü için telef olur.
Hacı leylek olmak varken ne diye kaz yoluna gidiyorsun?»
İsmail'in sabırı, anlayı§ı birden yok oldu. Yakasım bir silki­
ni§te kurtardı. Artık Remzi'yi kazanmak gibi bir dü§üncesi
yoktu içinde. Bu tür insanlar kazanılamadıkları zaman derhal
uzakla§tırılmalıydılar; yarın ba§kalarımn da aklını çelebilir, ka­
rı§tırabilirlerdi çünkü.
«Ne yapalım öldüreceklerse Remzi?» diye çıkı§tı. «Ölür­
sem ölürüm. Ölüm haktır. Ama insanın ekmeğini, hakkını sa­
vunması da haktır, unutma bunu. Hem ikide bir seni çok seve­
rim deyip durma baAa. O kadar çok seviyorsan, o zaman gel
davamıza katıl, bizlere inan. O senin solcu dediğin insanlar, ta
Ceyhan'dan kalkıp gelerek bize yardım ediyorlar. Böylesi in­
sanlara isterse gavur olsun her zaman kapım açıktır benim. Ben
davamdan dönmem Remzi. Dönersem, ilkin çocuklarım, sonra

72
da arkada§larım bağı§ lamazlar beni. Yorgun, argın, §U soğuğun,
yağmurun altında bir saatten beri seni dinliyorum, ama, döktü­
ğün diller ho§una. Biz bu tarlayı sürdük i§gal ettik. Davasını da
ekmek-toprak hakkı için sonuna kadar sürdüreceğiz.»
Remzi bozulmu§, kararını§ bir yüzde kıvrandı, yüzünü eğ­
di, ba§ını sağa sola çevirdi ve bildiğini okumaya çalı§tı yine;
sallanıp sallanıpta bir türlü yerinden çıkmayan pash çiviler
örneği.
«Ama seni öldürecekler ! »
İsmail dayanamadı, bağıra çağıra sözünü ağzına tıkadı ar­
kada§ının.
«Hadi kim öldürecekse, hangi erkek öldürecekse gelsin
öldürsün bakalım ! » dedi. «Bu i§in ucı.inda ölmek de var, öldür­
mek de. Bu bir hayat-memat meselesidir çünkü. O topraklar
ya bizimdir, ya da Evran Ağa'mn. Bunun ikisi arası bir ba§ka
çözüm bulamıyorum. Çünkü yok, olamaz da. Üstelik biz kirn­
senin malını çalmı§, hakkını yemi§ değiliz. Asıl haksızlığı sen
bana yapıyorsun §imdi. Evet sen!.. Ağalar varoldukça insan gibi
ya§amak haramdır bizlere. Sen, ilkin git bunları, seni böylesine
tepeden tırnağa giydirip ku§atanlara, sonra da bana gönderen­
lere söyle; de ki, o tarla uğruna İsmail'le arkada§ları, ba§larma
kızıl fesi geçirmeye kararlıyrnı§lar de. Ve sen de bir daha gözü­
me görünme, evimin semtine bile uğr:ama arkada§! Sağda solda
arkamızdan atar tutar da, bizlere zarar vermeye kalkarsan, o
zaman biz de gelir iki yakana yapı§ınz senin. Evet, yapı§ınz. Ne
yani? Koskoca Evran Ağa'dan korkmayan bizler, bir senden mi
korkacağız?» diyerek girdi -içeri. Remzi'nin suratma güm diye
çarptı kapıyı.

73
Çukurova'da traktörler orta tavda girerler tarlaya. Tohum
mibzerlerle ekilir, diskarayla örtülür üstü. Birinci sürüm, ikinci
sürüm, tohum, traktör, yakıt, gübre, ilaçlama çapa derken tar­
lanın dönümüne yapılan harcama yüzbinlerce lira parayı bulur.
Bu da elinde birkaç yüz dönüm tarlası olanlar için büyükçe bir
yük demektir. Tarlaya ekim yapabilmeleri için de ya bunca
parayı bulup denkle§tirmek zorunda kalacaklardır, ya da tarla­
larını ekemeyip kiraya vereceklerdir. Tanıklar, tapu ve senet
kar§ılığı bankalardan, kooperatiflerden istenilen krediyi alma­
ya kalksalar ya sıra gelmezdi, beklemeleri gerekliydi, o zaman
da tarlanın sürüm zamanı geçerdi, ya da arkası olana verirlerdi
yeterli krediyi.
Tahir'in babası AV§ar Mustafa, yıllar önce köyün orta halli
çiftçilerinden biriydi. Gençliğinde geni§ omuzlu, ince uzun
belli, çekik gözlü, bıçkın, atak biriydi. Saçlarını alabuluz kesti­
rir, kilot pantolon altına körüklü çizmelerini giyer, ata binerdi.
Akranları arasında az konll§an, konu§unca da her §eyi dobra
dobra söyleyiveren, açık sözlü, mert huylu, gözü pek biriydi.
Ekim zamanı· yeterli krediyi bulamayan AV§ar Mustafa,
dü§ünmü§ ta§ınmı§, sonunda tarlasının tamamını ipotek ettire­
rek bir tefeciden yüklüce bir para almı§tı. Parayı veren, Hümü­
lülü Ali RızaBey derler, Ceyhan'ın en acımasız, en ünlü tefe­
cilerinden biriydi.
Ne ki o yıl havalar fazlasıyla kurak gitti. Önceki yıllarda
içine girildiğinde insanı koltuklayan ba§ak yüklü ekinler, ele,
orağa gelmez oldu. Yerden bitme ufacık kaldı. O kadarcık

74
ekinden kalkan ürün ekilen tohumunu bile koruyamadı. Tüm
bunlar yetmiyormu§ giJ:>i o yıl hükümet de kalkan buğdayla
pamuğun · taban fiyatını biraz dü§ük tu tunca, korkulan ba§a
geldi. Av§ar Mustafa, Hümülülü Ali Rıza Bey'e olan borcunu
ödeyemedi. Ali Rıza Bey de, elindeki ta§ gibi sağlam ipotek
serredine dayanarak, dört yüz dönümden fazla toprağının tü­
müne el koydu Av§ar'ın. Varlıklıyken bir günün içinde yoksul­
luğa dü§mek diye i§te buna derler. Ne yapacağını, kime ne
diyeceğini bilerneyen Av§ar Mustafa, a§ı, uykuyu unuttu. Gün­
lerce evinden dı§arı çıkmadı. Geleni gideni olduysa da kabul
etmedi. «Topraksız ne yaparım ben, ne yaparım?» diye diye
söylendi, kıvrandı, ağladı. Deli darralara döndü. Üç yol vardı
önünde §imdi: Ya ceketini alıp çekip ggidecekti, ya Hürnülü­
lü'nün hizmetine girerek, bir zamanlar kendisinin olan tarlada
ırgatlık yapıp çalı§acaktı, ya da tabancasını §akağına dayayıp
intihar edecekti. Üçünden biri. Dünyada varlıktan yokluğa
dü§rnek kadar zor olanı yoktu çünkü.
Ne ki Av§ar Mustafa bunların hiçbirini yapmadı. Bazı
çiftçiler gibi, «yok canım, çiftçilikte ݧ yok. Toprak karın doyur­
muyor!)) diyerek toprağı da suçlamadı. Bir düğüne, davete
giderrni§ gibi bir sabah kilot, pantolonunu giydi, çizmelerini
çekti. Bindi atma, ko§tura ko§tura Ceyhan'a doğru sürdü. Öğ­
lene doğru da Ceyhan'da aldı soluğu. Köprüba§ı Meydanı'nda­
ki hanlardan birine bağladı atını. Sonra da Hümülülü Ali Rıza
Bey'i Ceyhan çar§ısının ortasında tek kur§unla öldürdü. Kur­
§Unu yemesiyle çarpılmı§ gibi yere dü§en, §a§ıran Hürnülülü,
Av§ar'a doğru çaresizce ellerini kaldırarak: «Dur yapma ço­
cuk!)) diyebildi. Sonra da gerisini getirerneden öldü.
Hümülülü'nün öldi.irüldüğünü duyabilen geldi, duyabilen
geldi. Ceyhan çar§ısı kalabalıkla doldu ta§tı. İnsanlar cadde ve
sokaklara döküldüler. Kimisi, «Hümülülü ettiğini buldu,» dedi,
kimisi de, «eline silahını alabilen çar§ının ortasında takır takır
adam vuruyor; hükümet, kanun, nizarn nerde?» diye bağırdı.
Ortalık karı§tı. Ba§ tefeci Hürnülülü'nün bir alacak verecek

75
davası yüzünden öldürüldüğünü duyabilen ne kadar tefeci var­
sa, hepsinin yüreğine ,kara korku dü§tü. ((Emsal olur» diyerek,
dükkanıarının kepenklerini gürültüyle ve birbiri ardına indire­
rek, evlerine kaçı§tılar. Sonra da kime, hangi köylüye borç
vcrmi§lerse, vadeleri geldiği halde ne istediler, ne de arayıp
sordular.
Bu olay o zamanlar dillere destan oldu.

Ay ışığında gezenm Anavananın dağını


Tek kurşunda devirdim Hümülünün ağını

diyen ağıtlar, türküler yakıldı.

Olayın hemen ardından atma atlayarak kaçmaya çalı§an


Av§ar Mustafa, Ceyhan'ın dı§ında yakalanarak tutuklandı. Bir
süre yargılandıktan sonra hapise atıldı. Yıllar sonra da affa
uğrayarak tahliye edildi.
Av§ar'ın hapisten çıktığını duyan Hümülülü'nün mirasçı­
larını bir korkudur aldı. «Bir ki§iyi vuran ikiyi, üçü de vurur,»
diyerek ondan kalan tarlayı ucuz pahalı demeden bir ba§kasına
sattılar. Tarlayı satın alan Türkmen Yusuf denilen adam da
uzaktan Av§ar Mustafa'ya akraba çıkınca, i§ler karı§tı. Türk­
men Yusuf, ya Av§ar'dan korktuğu, ya da aralarındaki kan
bağına güvendiği, ona acıdığı için, satn-i aldığı tarlanın ucundan
kırk dönüm kadar bir yeri tuttu Av§ar'a bedavaya verdi. Av§ar
Mustafa da alsa bir türlü, almasa iki türlü; sonunda kabul etti
tarlayı. .
Av§ar Mustafa ile oğlu Tahir'i yıllardan beri besleyip bü­
yüten, ye§ertmese de kurutmayan i§te o tarlaydı.
*

Orta boylu, orta ya§lı, seyrek di§li, kısa kesilmi§ dik saçlıydı
Koreli Ya§ar. Hafifçe aralıklı duran dudaklarının arasından
sırıtırmı§ gibi görünürdü kirli di§leri. Biçir'nli, geni§ çenesi, sivri,

76
çıkkın §akakları vardı. Ne güldüğü belliydi, ne de somurttuğu.
Yuvasında fıldır fıldır dönen kara ı§ıltılı gözleri bu yüzden
güven vermezdi insana pek. Ao;kerliğini yıllar önce Kore'de
yaptığı için, çevresince 'Koreli' diye bilinirdi. ݧi kazancı iyiydi;
Ceyhan Sebze Halinde komisyonculuk yapardı. Yakın arkada­
§ıydı Tahir'in. Tahir Ceyhan'a indiğinde Koreli'ye uğramadan
edemezdi. Geceleri onun evinde kalırdı. Koreli de ara sıra
elinde bir iki kutu §ekerle Sarıbahçe'ye çıkıp gelerek konuğu
olurdu Tahir'in.
Ne ki Koreli'nin bu kez geli§i farklıydı. Görücüye çıkan
damat adayları gibi koltuğu, elleri irili ufaklı hediye paketleriyle
doluydu; takım elbise, gömlekler, kadın giysileri, ucuzundan bir
karton cigara, paket paket çaylar, §ekerlemeler. ..
Tahir'in evine girer girmez, hediye paketlerini odanın or­
tasına tela§la koyduktan sonra, yorulıtıu§ bitmi§ gibi derince bir
soluk aldı. Ardından Av§ar Mustafa'nın eline varıp öptü. Sonra
da gürültü!üce Tahir'le kucakla§arak §akala§tı.
Hediye paketlerinin bolluğu biraz olsun §a§ırtmı§ gibiydi
Tahir'i.
«Ne bunlar yahu? Niye zahmet ettin?» diye sordu.
«Ne zahmeti», dedi Koreli sırıtan, tuzak, sinsi gülü§üyle.
«Bugün i§imiz var seninle.))
Tahir'le yan yana yer minderlerinin üstüne oturdular. Bir
süre sağdan soldan konu§tular. A'iıl söylemek istediklerini dili­
nin altında saklayan, önceden hazırlıklı, aceleci, bir görünümü
vardı Koreli'nin. Az sonra Tahir'in gözlerinin içine bakarak asıl
söylemek istediklerini diline vurmaya ba§ladı Koreli.
Elini Tahir'in elinin üstüne_koyarak:
«Bak Tahin), dedi. «Evran Ağa'nın hassaten selamı var
sana. Seni sever. Hakkı da yök değil: Av§ar Mustafa gibi destan,
yiğit gönüllü bir babanın oğlunu kim sevmez? Ne ki böylesine
yiğit, cesur bir babanın oğlu nasıl kör §Cytana uyar da, benim
gibi bir ağanın tarlasına girerler dedi Evran Ağa. Herkesten
beklerdİm de Tahir gibi tok sözlü birinden beklemezdim bunu,

77
dedi. Tahir eğer gelseydi de, uygun, münasip bir Iisanla benden
tarla isteseydi, «Ağam elim darda, geçimim zorla§tı !» deseydi,
«AI ulan sen de gönüllen!» diyerek tarlalarıının ucundan be§
on dönüm bir yeri hem de bedavaya verirdim. Ama yine de ݧ
i§ten geçmi§ değil. Etmi§ cahillik bir kere. Tahir bir an önce
gelipte elimi öper, benden özür dilerse, her §ey yoluna girebilir,
hatta Ceyhan'da Tahir'e uygun bir ݧ bile bulabilirim, dedi.
Yalnız Evran Ağa'nın ko§ulu var: Tahir el öpüp özür dilemeye
gelirken yanında arkada§ı Erol'u d a getirsin dedi. ݧte o zaman
her türlü sıkıntılarını gideriverecek, i§gal edip sürdükleri tarla­
ya ektikleri tohumla, motorların kira bedelllerini bile cebinden
ödeyiverecekti Evran Ağa. Maksat sulh olsundu. Amaaa, Ta­
hir'le Erol gelmezler de, burunlarının dikine dikine giderlerse,
Evran Ağa derhal i§in önünü jandarma ve mahkemeye intikal
ettirecekti. ݧte o zaman, «Aman ağam, biz ettik, sen etme!
Ba§ımız ağrımasın ! » demesinlerdi.
Bütün bu konu§malar olurken, odada ha varlığı ha yokluğu
belli olmayan ya§lı Av§ar Mustafa birden söze girdi.
«Bir dakka oğlum, kim söylüyor bunları, kim?» diye sordu
Koreli'ye. Kır seyrek saçlarının altında alnı ve yüzü kın§ kırı§tı
Av§ar'ın.
Koreli kendinden emin:
«Evran Ağa diyor Av§ar amca, Evran Ağa! » diye sesini
kaldırınca, ya§h Av§ar'ın gözleri yuvasında dondu kaldı. Oğlu
Tahir'e dönerek, ömründe ilk kez görüyormu§ gibi eliyle Ko­
reli'yi gösterdi.
· «Kim bu oğlum?»
Tahir:
«Baba görmüyor musun, arkad3§ım Koreli bu?» deyince,
Ya§h Av§ar'ın gözleri yuvasında büyümeye ba§ladı.
«Görmesine görüyorum elbet arkada§ın Koreli olduğunu
da ... Yafiuz bu arkada§ının dini mi deği§ti, mezhebi mi, anlaya­
madım. Böyle arkada§ mı olurmu§? Ne biçim insanlarla dü§üp
kalkıyorsun sen?» diye çıkı§tı Tahir'e. Sonra ' yerinden ağır
78
ağır kalkarak, Koreli'ye çıkı§ kapısını gösterdi.
«Derhal evimi terk et, çık git buradan,>> diye bağırdı. «Gö­
züm görmesin seni. Kapımda senin gibi ağa elli adamların ݧi
yok. Ustelik benim oğlum eğer bildiğim Tahir'se, satılık değil,
olamaz da. Çabuk git, yoksa önünü arkana döndürürüro se­
nin ... >>
Bir an müthi§ bir sessizlik çöktü ortaya. Babasının öfkeli
sözleri kar§ısında duyduğu §a§kınlık ve utanç yüzünden, kime
ne diyeceğini bilemedi Tahir.
«Bir dakika baba! » diyecek olduysa da babasının öfkesin­
den korktu. Bilirdi nuh deyip peygamber d.emiyeceğini, baba­
sının.
Koreli Ya§ar ise, Bir Tahir'e, bir de Av§ar Mustafa'ya
baktı. «Bana ne kızıyarsun bey Amca? Ben sadece aracıyım ! »
diyebildi. Ama sesi o kadar yava§ çıktı ki hiç söylememi§ gibi
oldu. Çaresiz, soluksuz yerinden kalkarak, ağır ağır kapıya
doğru yürüdü. ·

Av§ar Mustafa, divanın üstünde duran hediye paketlerini


bastonunun ucuyla dürterek:
«Bunları da, bunları da al götür», diye ardından bağırdı
Koreli'nin. «Ü U§aklığını yaptığın Evran Ağa'na selam et, selam
söyle ki, benimle oğlumun adını bir daha murdar ağzına alma­
sın. O kim oluyor da §Una ,buna tarla bağı§lamaya kalkıyor?
Kimin toprağını kime veriyor hem? O paracıktarım cebine iyi
koysun da, cebi soğumasın; paracıkları ܧÜtür hasta olur son­
ra ... »
Yüzü kıpkırmızı kızarmı§, bozum olmu§tu Koreli'nin. Bin
bir heves ve sevinçle getirdiği hediye paketlerini de koltuğun un
altına alarak, kapıdan hı§ımla çıkıp gitti.
Ya§lı Av§ar'ın sesi duyuldu ardından.
«Sizi gidi yerden bitme ·türediler siziii ... Koskoca Çukura�
va'yı nasıl akka tokka edip yağmaladığınızı bilmez miyim?.»

79
«Sana daha önce de söyledim Ağabey, bu ݧ fazla bekleme­
ye gelmez; zaman geldi geçiyor. Gel bu İ§İ onların anlayacağı
dille çözelim, diye. Ama küçüğüm diye sözüm tutulmadı. Al
gördün ݧte, onca hediye ve parayla gönderdiğimiz adamların
hiçbiri bir i§e yaramadı. Tümü de elleri bo§ döndü. Bir dayak
yemedikleri kalmı§ üstelik. Zaman geçtikçe umutlarının kavak
olacağını sanıyar bunlar herhalde. Hakları da yok değil; her
geçen gün onların i§ine yarıyar çünkü. Kendilerini §imdiden
adamdan saymaya ba§ladılar. İyilikten anlamaz bunlar. İnsan
değiller ki, bir acayip malıluk bunlar. Eğer biraz daha oyalana­
cak olursak, ağalar korktu derler, bizimle kavgayı göze alamadı
derler, der oğlu derler. Onların yerinde olsam ben de öyle
derim. Çünkü tarla i§gal edileli beri on gün oldu. Ektikleri
tohumlar göğerip ılmığa durdu. Bu da onların kendilerine olan
güvenlerini her geçen biraz daha güçlendiriyor.»
'
Evran ağa, döner koltuğunun üstüne ağır bedeniyle çok­
mü§, ağır ağır kahvesini yudumluyor, bir yandan da usulca
göbeğini ka§ıyordu. Bıyık Süleyman'sa daracık tefeci dükkanı­
nın içinde ayağa kalkmı§, öfkeden, sinirden §akakları patlamı§,
söylevin i sürdürüyordu.
«Ağabey, ne olur gel bu i§i sen bana bırak! Elimizin altında
tonla insan var. ݧ te Koyuncuoğlu da burada, adamları hazırlar.
Onların yanına bizim ülkücülerden birkaç adam daha kattım
mı, bu i§i oldu bitti say sen. Tohumla traktörler zaten dünden
hazır. O halde daha neyi bekliyoruz ki? Gün geçirmeden onla­
rın ektiği tohumun üstüne inadına bir tohum da biz ekelim ki,

80
·�.
hem ılmıkla§an ekinleri sökülsün, mahvolsun, hem de iyi bir
ders verelim onlara.»
Koyuncuoğlu girdi araya.
«Yalnız birkaç günden beri çok yağmur yağdı. Toprak
suyuna doydu. · Her yan çamur su içinde. Traktörler o çamur
deryasında tarlaya marlaya giremezler. Girederse saptanır ka­
lırlar çamura. Bir iki gün sonra girilse daha iyi olur.»
«Canım bizim amacımız tarlayı gerçekten sürüp ekmek
değil ki. Be§ yüz dönüm tarladan ürün alsak ne olur, almasş.k
ne olur? Maksat tarlayı bizim de ekebileceğimizi cümle aleme
göstermektir. Salt bunun için vakit geçirmeden girelim diyorum
tarlaya.»
Evran Ağa kahvesini bitirdi. Ağır ağır koltuğuyla birlikte
döndü.
«Peki onlardan yana tarlada durum nedir §imdi?»
«Tarlayı her gece bekliyorlar,» dedi Koyuncuoğlu. «Saba­
ha kadar att!§ yakıyorlar. Kaç ki§i oldukları belirsiz. Üstelik
silahlılar. Ötegün iki adamımı kanalın yakınına kadar gizlice
göndererek gözetiettim onları. Pek kalabalık değillermip>
«Bunlar iyi haberler ݧte! O zaman günah bizden gitti,»
dedi Evran Ağa. «Böyle olmasını biz de istemezdik ama, ne
yapalım? Kar§ımızdakilere laf anlatabilmek mümkün değiL Ne
gerekiyoı;sa onu yapın, izin veriyorum.»
Ellerini sevinçle oğu§turan Bıyık Süleyman:
«Hay ağzınla bin ya§a sen Ağabey emi,» dedi. «Bak göre­
ceksin, onlara öyle bir ders vereceğiz ki, Çukurova Çukurova
olalı böylesini görmeyecek... »
Ka,rde§inin deli dolu, bıçkın palini gören Evran Ağa, bir­
den c iddile§ti. ݧaret parmağını Bıyığa doğru uzatarak:
«Yalnız bir dakika,» dedi. «Ne gerekiyorsa yapın dedimse
vurun, kırın demedim. Yooo, sakın ha!.. Bu cahil cühela insan­
lar bize kar§ı koyabilirler, silahlı da olduklarına göre bir s akarlık
yapabilirler. Tarlaya girmesine girelim ama, ucu ölümle, yara­
lamayla bitecek bir i§e kalkı§mak yok asla. Adamlarının kula-

81
ğına iyice sok bunu. Ucu ölümle yaralamayla biten bir ݧ dur­
duğu yerde durmaz, büyür. Sonunda da belaya girer ba§ımız.
Şimdilik bunugöze alamayız. En iyisigürültüsüzce halledelim
bu ݧİ.»
« Fazla gürültü patırtı çıkacağını pek sanmam Ağabey,»
dedi Bıyık. « Zaten topu topu on ki§ilermi§. Fazla direnmezler.»

« Dirensin direnmesinler, mesele o değil,>> dedi Evran Ağa.


«Bir kİ§İ de olsalar, asla vurma, kırma, ölüm, yaralama olmaya­
cak.Bu kararıma kesinlikle:uyulsun istiyorum, onagöre.»

82
O gece tarlada nöbet sırası Erol'daydı. Sıkıca giyinmi§ti.
Gocuğunu, yün ba§lığını, eldivenlerini, çizmelerini giymesine,
yün atkısını boynuna sıkıca sarmasına kaf§ın ܧüyor, uçsuz
bucaksız gece bo§luğunun ortasında yapayalnız hissediyordu
Erol kendini.
Yığına kanal toprağının üstünde vıcık vıcık suyu, çamuru
çiğneye çiğneye gezindi, sağına, soluna, önüne ardına bakındı
bir süre. Bakı§larını çiftlikten ayırınadı hiç. Önceki gecelerde
Memedo'nun gözünden kaçmayan, bir yanıp bir sönen gizemli
ı§ığı o da gördü ya bir anlam veremedi. Bu gece ağalar gelirler
mi, gelemezler mi diye de kendi kendine dü§ündü.
Zifiri gecede bulutluydu hava. Yağmur göğün ağzındaydı;
her an yağdım yağacağırn diyordu. Kuzeyden, Anavarza kaya­
lıklarının üstünden soluk kesici bir rüzgar esiyor, karnı§ kuru­
larını, püskül otlarını, ağaçları, çalıları kökünden kopamcasına
sallıyor uğulduyordu. Ne yana dönerse dönsün 'azgın, nemli
soğuğun ısırıcı di§leri üstündeydi. ܧli.yor, ܧüdükçe çi§i geli­
yor, gerine gerine ayakta i§iyor rahathyordu. Tarlanın çevresin­
de daha önce Mernedo'nun yaktığı ate§ izlerini görüyor, aynı
izierin listüne çalı çırpı toplayıp yığarak bir ate§ de kendisi
yakıyor, çıkan alevlerin çevresinde döne döne, önünü ardını
ısıtınaya çalı§ıyordu. Zaman" da geçrnek bilmiyor, uykusuzluk­
tan gözleri kızarıyor, yanıyor; §i§iyor, kanlanıyor, canı sıkılıyor,
bir bo§luğun ortasına dü§IDܧ gibi amaçsızca oradan oraya
dolanıyordu. Ate§İn ba§ından uzakla§ıyor, bir süre sonra geri
döndüğünde ate§i sönrnü§, cansızla§mı§ buluyor, ama sönen

83
ate§i besleyip canlandırma gereği duymuyor, cansızla§an ate§
de gidere� sönüyor, ݧgalin ba§ından beri her gece Memedo'­
nun boyunca yaktığı gürü_l gürül ate§ler, Erol'un gece nöbetin­
de ilk kez sönüyordu.
Bitmek bilmeyen gecenin belirsiz zifiri karanlığından bir
ara köpek havlamaları duyuldu. Delicesine serptiren, §a§kın,
buz gibi de soğuk bir yağmur b3§ladı ardından. Uçsuz bucaksız
gece kılranlığını çakan §im§ekler sarsıp uyandırdıkça, ba§ını
sokacak bir yer bulamayan Erol'un sıkıbnaya ba§ladı canı.
«Gelemezler yahu! Vakit gece yarısını çoktan geçti zaten.
Gelselerdi §imdiye gelirlerdi. Hayır gelemezler. Zaten duymu§­
lardır bu gece benim nöbetçi olduğumu.»
Usundan geçen bu dü§üncelere kendini inandırmaya çalı§­
tı Erol.
«Bu soğuğun altında gece sabaha kadar beklenir mi be?
Hep §U bizim i§güzar İsmail'le, Memedo'nun ݧleri bunlar,))
diyerek ala çamurlu tarlayı boydan boya yürüdü. Köyüne doğru
yöneldi. Sıcacık yatağına girip uyumak tutkusu tüttü gözünde.
Ve bu güçlü isteğİn dürtüsüyle ayaklarına kanat takılmı§casına
evine doğru hızlandı, yürüdü gitti.

«Bu gece tarladaki ate§İn yanı§ı biraz deği§ik, ölgün, gö-


nülsüz gibi?»
·

«Bana da öyle geliyor. Ate§ söneli bir saat olduğu halde


ha.Ia yanmadı. Tarladaki nöbetçiler uyudular mı nedir?))
«Bilemezsin ki? Bir tuzak da olabilir bu.»
«Olabilir. Acele etmeyelim isterseniz?»
«En iyisi biraz daha sokularak yakından bakalım tarlaya?»
«Bakalım. Ba§ka da çaremiz yok zaten. Tarlada kimseler
yoksa beklediğimiz an gelmi§ demektir.»
Bu konU§maların ardından, Koyuncuoğlu'nun iki gözcüsü,
hendek ve çukurların, çalıların arasından eğile kalka gizlice,
Erol'un terkedip gittiği tarlaya doğru süzüldüler. Kanal suyu­
nun orada birbirlerinden ayrılarak, tarlayı ayrı ayrı yerlerden

84
gözetlerneye aldılar. Tarlada nöbetçiye benzer birilerini göre­
meyince bir araya gelerek, sevinçle çiftliğe doğru ko§U§tular.
Ve soluk soluğa Koyuncuoğlu'nu bularak:
« Tamam, tarla bo§. Değil nöbetçi, in cin bile yok orada.»
dediler.
Gözleri ı§ıyan Koyuncuoğlu, üstlerinin ba§larının giysile­
riyle odalara dolu§IDU§, uzanmı§ uyuidamaya çalı§an adamlarıy­
la, traktör sürücülerine, Bıyık Süleyman'ın Ceyhan'dan getir­
diği elleri sopalı, zincirli, silahlı ülkücülerine bağırdı.
« Kalkın çabuk! Yatıp uzanacak zaman değil. Tarla bo§.
Hazırlanın, bu gece giriyoruz tarlaya.»
Uyku sersemiyle, tedirgin, isteksiz, ürkek bir sürü insan
doğrulmaya çalı§tı yerinden. Bir hl§ırtı ve tela§ aldı odaları.
İçlerinden biri Koyuncuoğlu'na sokularak:
«Bakın, bu i§ten iyice emin olmamız gerek.Belanın üstüne
körü körüne gitmeyelim. Ne olur ne olmaz,>> dedi.
« Ne yapmamı istiyorsun, s�n ilkin onu söyle?»
« Tarlaya doğru bir araba çıkaralım. Arabanın ı§ığında tar­
lanın yüzüne iyice bakalım. I§ıkta daha iyi görünür tarlada
nöbetçi olup olmadığı?»
Koyuncuoğlu bir an dü§ündü. « Olabilir,» dedikten sonra
dı§ kapının ağzında duran cip sürücülerinden birini çağırdı.
« Haydi ada cipe, gidiyoruz,» pedi. Sürücü atladı cipe, bastı
gaza. Koyuncuoğlu yanına iki adamını daha aldı.Bindiler ci pe.
Sonra da tarlaya doğru sürdüler cipi. �anal toprağına varınca,
Koyuncuoğlu ile iki adamı cipten inerek, sağa sola kO§U§tular.
Cipin parlayan ı§ığında tarlanın yüzünü iyice görüp inceledik­
ten sonra cipe geri döndüler. Ve yönünü çiftliğe dogru çevir­
dikleri cipin ı§ıklarını üç ke? yanıp söndürerek, tarlada kimse­
lerin olmadığının i§aretini verdiler. Cipi hızla çiftliğe doğru
sürdüler sonra.
Traktörlerio üstünde hazır bekleyen sürücüler, i§areti alır
almaz bastılar gaza.Birbiri ardına çalı§an motorların gürültüsü,
ortalığı boğmaya ba§aldı. Elleri sopalı, silahlı, zincirli bir sürü

85
insan da bir kamyonetin içine dolu§tular. Sonra karnyonet ve
cip önde, traktörler arkada, ·bir ı§ık seli halinde Erol'un bo§
bırakıp gittiği tarlaya doğru yürüdüler. Tariayla sınır olan dev
sulama kanalının çamur, yosun ve su dolu tabanını zorlukla
geçerek girdiler tarlaya.
Cipinden yere atiayan Koyuncuoğlu, kamyonetten inen
silahlı sopalı insanların önlerine dü§tü. Yığına kanal toprağının
gerisine belirli aralıklarla dizdikten sonra, teker teker uyarma­
ya çalı§tı onları.
«İ§aretirni almadan en ufak ete§ etmek, tetiğe basmak yok.
Köylüler uyanırlar da üstürnüze gelecek olurlarsa bir eliniz
tetikteyse, bir gözünüz de bende olacak. Ate§ ernrini verirsem
ki, in§allah buna lüzurn kalmaz, cana kasıt değil korkutrnacası­
na sıkacaksınız. Evran Ağa'nın buyruğu böyle. Yoksa öli.i pa­
nayırına döner ortalık.))
O ara belirli aralıklarla dizilen traktörler, tarlayı rastgele
sürmeye ba§larnı§lardı bile. Görülmemi§ bir ı§ık seli ve homurtu
kaplamı§tı tarlanın yüzünü. On gün kadar önce sürülüp ekilen,
aralıksız yağan yağmurlar nedeniyle de çarnur deryasına dönen
tarlayı bir kez daha derinden derine yararak, henüz çirnlenmi§
ılmıkla§rnaya durrnu§ tohumları ters yüz edip yaralayarak, sü­
rüp ekmeye ba§ladılar tarlayı.

86
Sıvaları yer yer dökülmü§, çukurlarla dolu ev duvarları gibi
yıpranmı§, ölümcül, yorgun yüzlüydü Kamer Ana. Elmacık
kemikleri çıkkın, sivriydi. Yuvasına kaçını§ iri parlak gözleri
yeterince uyuyamamı§ gibi ıslak, nemli, bulanıktı. Ağzında sağ
kalan birkaç kök di§i çürümü§, kara ağaç köklerine dönmü§tü.
Unlu bulamaç gibi sulu yiyeceklerle ıslatırdı kursağını bu yüz­
den. Ne ki daha çok tütüne dü§kündü o. Ya§lılık kılları çıkmı§tı
··

çenesiyle burnunun önünde.


Kendisi · gibi eskimi§ mi til yorganının altında geceleri bir
uyur bir uyanır, sonra da derin dü§lere dalarak akıp giden
günlerin içinde, yenilen ekmek misali hergün biraz daha tüke­
nip harcanan ya§lı ömrünü dü§ünür, yıllar önce yitirdiği koca­
sıyla ilgili küçücük anı pırıltıları canlanırdı gözlerinin önünde.
Sonra da gecenin bir an önce sona ermesini istermݧ gibi ya da
bir geceyi daha gerilerde bırakıp yenilgiye uğrattığını göster­
mek istermi§ gibi yakla§an yeni bir güne kar§ı erkenôen kalkar
'dı§arı çıkardı.
O sabah erkenden yine dı§arı çıktığında, yenile aydınlan­
maya ba§layan ağaçlara, b inalara, köyün doğusunda kur§uni bir
ı§ıltıda uzanan tarlalara doğru baktı Kamer Ana. Kulağına
gürül gürül çalı§an traktör sesleri geldi o ara. Erol, İsmail ve
arkada§larının sürüp i§gal ettikleri tarladan geliyordu sesler.
Gidip gelen renk renk traktörletİn ı§ıkları kar§ılıklı birbirleriyle
kesi§İrken, toprağı sürüyor, birbirine katıyorlardı. Onca traktör
Erol'la arkada§larının olamazdı ki, dokuz on gün önce tohum
ekip sürdükleri tarlaya §imdi ikin�i bir kez niçin tohum eksinler,

87
traktör ko§sunlardı?
Birdenbire Evran Ağa ile adamları geldi usuna Kamer
Ana'nın. ݧin içine Evran Ağa girince de akan sular dururdu.
«Her gavurluğu yapar, her yoku§u çıkar onlar,» diyerek ikircik­
lendi. Sağına soluna bakındı bir süre. Kimseleri göremeyince
sokak aralarına doğru ko§maya, di§siz ağzını gevi§ getirirmi§
gibi sağa sola açıp oynatacak, yıllardır deli tütün içmekten
kalınla§mı§, car car öten, çatallanan sesiyle:
«Kalkın! Ne yatarsınız ey toprak ademleri? Kalkın, ağalar
basmı§ tarlayı, ağalaaaar !>) diye bağırmaya ba§ladı.
Çağrı sesinin ardından tek tük ı§ık.lar yandı. Açılıp kapan­
maya ba§ladı kapılar. Ala uykulu, uyu§uk gözlerini açanlar, sel
basını§ gibi yataklarından fırlayıp dı§arı çıkanlar. .. «Ne olmu§,
ne olmu§? Ağalar mı basını§? Nereyi basmı§lar? Tarlayı mı?
Allah kahretsin, zaten olacağı buyd u ! » diyenler. Sabahın ܧܭ
tücü, nemli, puslu ayazında, ellerini alınlarına götürüp, gözle­
rini kısarak, tarlanın yüzünde çalı§makta olan . traktörlere ba­
kanlar...
Uyananlar arasında Erol da vardı. Erol, biraz da geceyarısı
tarla nöbetini bırakıp gidi§inin özürünü örtrnek istercesine çıktı
damlardan birinin üzerine. Ana, avrat, din kitap bastı küfürü.
Sonra da bir elinde bıçağı, öbür elinde tabancası, damdan a§ağı
atlayarak, kollarını da iki yana açıp kapayarak, çılgınca bir
öfkede tarladakilere doğru bağırdı.
«Ulan ne bok yemeye girdiniz tarlaya? Pezevenkleer! U­
lan ağanın sıçtıkları! Lan sizin de kanımza i§emezsem §U bıyık­
lanın belinizin kılı ola ! )) diyerek arkası arkasına ate§ledi taban­
casını. Atıldı ileri. Erol atılır da karde§leri dururlar mı, onlar da
atıldılar pe§inden.
Tabanca sesleri, Erol'un haykın§ı, köylülerin uyu§ukluğu­
nu bir ölçüde silkeledi. Şalvarını, ceketini, ayakkabısını, lastik
çizmelerini giyebilen herkes, ellerinde kazmal ar, kürekler, bal­
tatar, demir dirgenler _ve sopalarla uğultulu, karmakarı§ık bir
düzende, Erol'la karde§lerinin ardından ko§U§maya ba§ladılar

88
tarlaya. Kimi erkekler de atadan kalma pas lı kılıçiarım yorgun
kılıflarından sıyırıp çekmişler, tarih öncesi bir cenge giderler­
mi§ gibi kılıçlarını ba§larının üstünde peıvane örneği döndüre
savura, öfkeli, deli bir uğultuda, suya, çamura aldırmadan ko­
§U§uyorlardı. Kadıniarsa yeterince suya çamura batmı§ çıkmı§
uzun etekleriyle §alvar paçalarını toplama gereği bile duyma­
dan, ilene ilene erkeklerinin ardından hızla ko§uyorlardı. Koca
denizde dalga çıkmı§tı sanki.
Onca bağırtı çağırtı, bebelerle çocukların §afak uykularını
da ctkilemi§ olmalıydı ki, çoğu evlerin derinliklerinden boğuk
boğuk çocuk ağlamaları duyuluyor, çocuk ağlarnalarına köpek
havlamaları karı§ıyordu.
Kadınlı erkekli yüzlerce köylünün kovanından bo§anmı§
kızgın arılar örneği tarlaya doğru ko§U§,maları, en çok Koyun­
cuoğlu ile adamlarını etkiledi. Sürücüler, motorlarını durdura­
rak, korkusuzca üzerlerine doğru gelen kızgın köylü seline
baktılar. Şa§ırmı§, tedirgin bir hall(;!ri vardı. Nasıl olmasındı ki?
Tarlayı sürüp i§gal eden köylülerin sayısını yalnızca on ki§iyle
sınırlı sanırlarken, yüzlerce öfkeli insan dalgasıyla kar§ı kar§ı­
yaydılar §imdi.
Olanı biteni çiftlik evinin penceresinden dürbünleriyle
izlemeye çalı§an Evran Ağa ile Bıyık Süleyman da §3§kın ve
tedirgindiler çok. Çatı§ma fena olacağa benzerdi.
Koyuncuoğlu, paniğe kapılan traktör sürücülerine doğru
kO§ tU.
· «Ava! ava! ne bakıp duruyorsunuz be? Duracak zaman mı
§İmdi? Gözü kör olasıcalar, sürün, i§ inize bakın siz! Gelecekleri
varsa görecekleri de vardır,)) ·diye bağırdı.
Motorlar tekrar sütüme ba§larlarken, Koyuncuoğlu, top­
rak setin ardında geceden beri bekleşen silahlı koruyuculara
doğru ko§tU bu kez.
«Tela§lanmaca, yanılıp §a§ırmaca yok. Cana kasıt kurşun
sıkmak, vurup öldürmek yok. Korkutmacasına, ba§larının üs­
tüne do�ru sıkacaksınız kur§unu.»

89
Koyuncuoğlu daha sözlerini bitirmeden yaylım ate§i ba§la­
dı. Her yerde bir cayırtı bir vaveyladır koptu. Toprak setin gerisi
kur§Un ve barut dumanı içinde kaldı. Otomatik silahların tar­
rakası, korkusuzca ko§up gelen kadınlı erkekli insan kalabalı­
ğını bir an için duralattı. Ağızlarda §a§kın, küfürlü bir uğultu
ba,§ladı. Köpekler ürüdü. Bağrı§malar, çağrı§malar, ilenmeler,
çığlıklar aldı ortalığı. Yere yatanlar, çil yavrusu gibi dağılarak
sağa sola kaçı§anlar oldu.
Tam bir panik havası esmeye ba§lamı§tı ki, elinde taban­
casıyla korkusuzca öne doğru atıldı Erol.
«Ulan allahsızlar! Ulan köpekler! Kur§unlayın bakalım,
kur§unlayın! Sizin kuqununuzdan korkanın da, korktu diyenin
de,» diyerek bastı ka layı, bastı küfürü. Bastı kur§unu traktörle­
re doğru.
Erol'un naralar atarak öne atılması, karde§leriyle öbür
köylülüleri de CO§turdu. Tahir tabancasını, Memedo çiftesini
ate§ledi. Böylece sava§ alanına döndü ortalık. Köylüler. bağıra
çağıra, korku duvarını a§mı§lar gibi tarlayı sürmeye çalı§an
traktörlere doğru atıldılar.
Ağa'nın silahlı koruyucuları durmadan ate§ ediyorlar, köy­
lülerin ba§larının üstünden uç�an, cıv cıv sesler çıkaran kur­
§Unlar, gerilerdeki okaliptüs koruluğunun dallarıyla yaprakla­
rını çırpıyar yere dü§ürüyordu. Ne ki onca ate§e kar§ın köylü­
lerde en ufak · bir geri çekilme ve yılgınlık olmadı. Ellerinde
sıkıca tuttukları kazmalar, kürekler, baltalar ve dirgenlerle,
çevresini ku§attıkları traktörlere rastgele vurarak, tarlanın sü­
rüm ünü önlemeye çalı§tılar. Sopası, dirgeni, baltası olmayanlar
da yerden avuç avuç aldıkları çamuru sürücülerin yüzlerine
gözlerine fırlatarak:
«Allah belanızı versin, toprağın çıbanları!» diye bağırı§tı­
lar. «Ekili tarlaya yeniden çift ko§ulduğu nerede görülmü§?
Behey Alah'tan utanmaz korkmazlar! Toprağın ağzındaki
tohum çiğnenir, yoyulur mu hiç? Karnı yüklü avradın üstüne
çökülür mü? Hangi doğruya sığar bu? Ekilen tohuma, toprağa

90
yazık değil mi? Bu sizin yaptığınızı seferberlik gününün Fran­
sızı bile yapmadıydı bize. Yazıklar olsun, yazıklaaar!..»
«Yeter artık; daha fazla gitmeye arkamız, gerimiz yok
bizim. Heye, yook. Gerisi olmayandan korkulur. Yoksulluğun
elinde döne döne pervane olduk; dönen pervane ate§inizden
niye korksun?))
Silahlı korumacıların kur§unlarından korunmak için kimi
köylüler kendilerini hızla yere at�rak, toprağın yüzüne yapı§a­
rak, çamur, su dolu çukurlarla arkların içinde bir eğilip bir
kalkarak, traktörlere yakla§maya çalı§tılar. Kimi köylüler de
kur§un yemi§ vurulmu§lar gibi yattıkları yerde kıpırtısızca du­
ruyorlar, onları gören· öbür kadınlar da onların gerçekten vu­
rulduklarını sanarak:
«A U§aklar, bizler burada sağız ama, onlar nasıllar? Vurul­
dular mı, ölüler mi, diriler mi?)> diyerek feryadı figana ba§ladı­
lar. Öfkeden, tela§tan, sinirden kimsenin kimseyi dinlediği,
gördüğü yoktu ama.
Pek azında silah vardı köylülerin. Erol, Tahir ve Memedo'
nun dı§ında, mavzeri olan tek ki§i köy bekçisi Bayram'dı. Bay­
ram ise mavzerine sıkıca sarılmı§, yarı §a§kın, tedirgin, bir kor­
kuluktan farksızdı.
Kadınların:
«Ulan sen..de yamaçlarından sıksana be? Sıksana kur§unu,
gözü kör olası, ne duruyorsun?)> diye bağırmalarına:
«Sıkamam! Elimdeki devletin silahı. Mermisi de sayılı,))
diyordu.
«Ulan daha iyi ya? Devlet o silahı sana köylünü koruinan
için vermedi mi? Bekçimiz değil misin sen?))
Tüfeğinde sıkacak kur§unu, saçması kalmayan Memedo,
§a§kın §a§kın bakınıp duran Bekçi Bayram'a doğru ko§t4. Ya­
nına varır varmaz,
«Çabuk ver 'o silahı bana! >) diyerek çekip aldı mavzeri,
Bayram'ın elinden. Memedo'nun mavzeri aldığını gören kadın­
lar,

91
«Motorlara, motorlara sık kuf§unu!>) diye bağın§tılar. Bu
bağırı§maları traktör sürücüleri de duydular. Memedo, mavzeri
doğrultur doğrultmaz çöktü tetiğe. İlk kur§un, en öndeki kır­
mızı traktörün arka kaba tekerlerinden birine değdi. Değer
değmez de havası ağır ağır inip sönmeye ba§ladı tekerin. Du­
rumu gören sürücü, gaza bastı. Sağa sola yalpalar yapa yapa
motoruyla birlikte kaçmaya ba§ladı tarladan.
İkinci kur§un bir ba§ka traktörün motor çeliğine değip
kıvılcımlar çıkarınca, tehlikeyi anlayan sürücüsü de gaza basa­
rak, kaçmakta buldu çareyi.
Öbür traktör sürücüleri ise, dört yanlarını saran, ku§atan
yüzlerce öfkeli, delirmi§ köylü kalabalığının ortasında ne yana
direksiyon kırıp, tarlayı nasıl süreceklerini §a§ırdılar. Önleri,
arkaları, sağları solları durmadan bağıran çağıran, en ağıza
alınmadık küfürler eden, gözü dönmü§, çılgın insanlarla doluy­
du çünkü. Sürücülerin suratlarını çamur yağmuruna tutanlar,
tarlanın sürümünü önlemek için traktörlerio önlerine beden­
leriyle ölümüne yatanlar vardı.
Onca öfkeye, küfüre, çamur yağmuruna dayanamayan,
sinidenen sarı bıyıklı bir sürücü, hızla gaza basarak, traktörünü
köylülerin üstüne üstüne sürmeye kalkınca, iyice karı§tı ortalık.
Erol, tabancasında kalan son kur§unu, Sarı Bıyık'lının traktö­
rüne bo§alttı. Az sonra hızla direksiyon kıran Sarı Bıyıklı da
motoruyla birlikte kaçmaya ba§ladı tarladan. Kaçmaya ba§ladı
ya, Erol bırakıcı değildi pe§ini. Tabancasını beline sokar sok­
maz, en yakın köylülerden birinin elindeki ağır demir küreği
kaptı. Kapmasıyla da can alıcı bir nara atarak, Sarı Bıyıklı'yı
kovalamaya ba§ladı. Çukurların içine korkularından ölü gibi
yatıp uzanmı§, gizlenmeye çalı§an öbür köylüler de ayağa kalk­
tılar o ara. Ve saldırıya geçtiler hemen. Birbirlerine girenler,
alta! ta, üstüste yuvarlananlar, tekrar ayağa kalkanlar, küfürler,
çekilen ve çekildikçe cayırtıyla yırtılan gömlek, ceket, kazak
seslerine ürpertici kadın çığlıkları karı§tı. Ağzı burnu kan içinde
kalanlar, yenleri, mendilleriyle ağızlarının burunlarının kanla-

92
rını silenler, arkası arkasına inip kalkan sopa, kazma, kürek ve
dirgen darbeleri altında bir yanları çöken, yumulan, farları,
camları, lambaları kırılan traktörler...
Sürücülerinin traktörleriyle birlikte apar tapar tarladan
kaçı§tıklarını gören Koyuncuoğlu bir an ne yapacağını bileme­
di. Silahlı koruyucuianna doğru ko§up bağırmaya ba§ladı son-
ra.
«Çabuk ke�in ate§i, kesin diyorum! Zaten sürebildiğimiz
kadar sürüp ektik tarlayı. Geri çekilin! Tarlalık bir i§imiz kal­
madı bizim.>>
Az sonra Koyuncuoğlu ile silahlı adamları da mevzilerini
terkederek kanal suyunun ötesine doğru kaçı§ maya ba§layınca,
büyük sevinç çığlıkları atarak arkalarından ko§u§maya ba§ladı­
lar köylüler. Sulama kanalı boyunca yığılı duran kanal toprağı­
Qın üstüne kadınlı erkekli çıkıp toplanarak, geni§ geni§ de el
kol hareketleri yaparak, CO§kulu seslerle bağırıp çağırmaya
ba§ladılar.
«Soframızın e§kiyaları sizi! Nasılmı§? El yumruğunu yemi­
ye yemiye kendi yumruğunuzu değirmen ta§ı sanıyordunuz
değil mi?»
«Gördünüz mü cahil denilen köylünün gücünü? Gördü­
nüz mü birlik olmanın, kozala§manın sırrını?»
Her ya§tan silme insanla doluydu kanal toprağının üstü.
Üstleri ba§ları kan, çamur, su içinde olmasına kar§ın, sevinçle­
rinden ağla§anlar vardı. Yüzleri CO§ku ve heyecandan geni§le­
mi§, ağızları büyü mü§ gibiydi. N asıl büyümesindi ki? Evran Ağa
ile adamlarını ilk kez kaçırtarak meydanda kalabilmeyi ba§ar­
mı§lardı. Sırtlarından ağırca bir-yük kalkmı§, yıllardır eğri d uran
belleri doğrulmu§, daha gir uzamı§ gibiydi boyları. Büyüyen,
uzayan boyları değil yürek)e_riydi oysa.
AV§ar Mustafa, topuklarına kadar battığı suya çamura al­
dırmadan, oğlu Tahir'in koluna girerek:
«Kim ne derse desin, bugün iyi bir gün oğlum,» dedi gurur­
la. «Bugün §Ükredilecek bir gün. Hayır duamızı yukarıdaki

93
allaha değil, kendimize edeceğiz. Bak, güne§ bile anlamı§ top­
rak sahibi olduğumuzu da, doğU§U bu sabah bir kele§, gü­
zeL.»
Saçı sakalı koza pamuğu gibi ağarmı§, ta Hacı Seydo döne­
minden kalma doksanlık Veli baba da, o soğukta, çamurda
hastonunun ucuna tutuna tutuna, uz, titrek adımlarıyla çıkmı§
gelmi§ti tarlaya.
«Oğul ya§landım, i§e yaramaz ham bıçağa döndüm ama, bu
kavga gözürnü açtı benim. Canımı bileğiledi, keskin bıçağa
döndürdü beni. İyi de oldu, iyi bir ders verdik onlara>> diye
konu§tu.
Er sabahta kalkarak, ağaların tarlaya girdiklerini bağıra
çağıra köylülerine duyuran Kamer Ana da, durmadan gülüyor,
güldükçe ağzında ki çürürnü§ di§ kökleri görünüyordu.
«Şükür allahıma ki ne §ükür! Sanki kabirde yatan kocam
geri geldi de canım ye§erdi oğul. Canım oynak oğlağa döndü.
Bugüne kadar hayatı bo§U bo§una ta§lamı§ız oğul. Ama §U
ağaları kaçırttığımızı ölmeden önce gördüm ya, oh canıma
değsin. �u ya§tan sonra ağzımda kuzu di§lerim çıkar büyürse
,
hiç §a§mam.»
Evran Ağa'nın traktörleri, toprağın hakkını vererek, öze­
ne bezene değil, öylesine; yani kara düzene sürmü§ ekmi§lerdi
tarlayı. Ekilen tonlarca tohum tanelerinin açıkta kalmaların­
dan belliydi bu._ Tarlayı bir oradan bir buradan sürerek, hem
kendi ektikleri tohumları, hem de Erol'la arkada§larının ılmık­
la§maya duran ekinlerini yoymu§ berbat etmi§lerdi. Tarlanın
yüzü saçılan tohumlarla doluydu. Tarlayı o haliyle bırakamaz­
lardı. Bırakacak olurlarsa tarlanın yüzüne bulut kümeleri ha­
linde konan, çöken ku§ sürüleri, bir günün içinde tümünü yiyip
bitirebilirlerdi tohumların. Bunu önleyebilmek için hemen ça­
lılar, çırpılar, geni§ ağızlı tırmıklar toplayarak, bir ba§tan öte
ba§a çekip sürümeye ba§ladılar toprağın yüzünü. Gün kU§luğa
kadar sürdü bu. Ve açıkta kalmı§ ne kadar tohum varsa, üstle-

94
rinin örtülmesini sağladılar böylece.
Tarlayı silahlı nöbetçi köylülere bıraktıktan sonra, dağınık
kalabalıklar halinde köye geri döndüler. Yıllardan beri toprak
sahibi olmaktan umutlarını kesmi§, miskin, tembel yürekleri
§imdi da:ha bir tüylenmi§, topraksızlık ate§iyle yanmaya ba§la­
mı§tı.
Yaptıkları ݧgali öz köylülerinden gizleyen, yeri gelince
onları korkaklık ve güvensizlikle suçlayan Erol, Tahir ve Ah­
met Duran ise kalkola girmi§ler, kalabalığın önü sıra yürüyor­
lar1 Evran Ağa'nın adamlarını tarladan nasıl kaçırttıklarını bir­
birlerine anlata anlata bitiremiyorlardı.
«Gördün değil mi? Herifçioğlunun tekmeyi yiyince, kuy­
ruğunu kısıp nasıl kaçtığını?»
«İsterse kaçmasın, yoksa çoktan haklamı§tım deyyüsü.»
«Hele o Koyuncuoğlu denilen tasmasız köpek var ya, artık
blr daha uluyamaz , unutamaz yediği tokatın acısını.»
1
Onların öğüne öğüne bağırıp çağırdıklarını gören, duyan
Memedo, kalabalığı yara yara önüne geçti Erol'un.
«Yahu dün gece tarlada nöbetçi değil miydin sen?» diye
bağırdı. «Herkesin içinde bağıra çağıra öğünmek kolay. . Söyle­
sene, dün gece ne yaptın sen? N� diye bırakıp gittİn nöbetini?
Nöbet bir insanın namusudur be! Uykun da gelse, ağır ate§Iİ
hasta da olsan,. gözüne biber sürer de uyum az, tutar nöbetini
be? Tuh senin kalıbına. Bir de öğünüyor... Eğer nöbetini
tutmu§ olsaydın bunların hiçbiri ba§ımıza gelmezdi. Yazıklar
olsun!» .
Erol öylesine ne§eliydi ki, Memedo'nun bu haklı çıkı§ına
-
alınınadı bile.
«Haklısın Memedo,>� dedi. «İnan ne diyeceğimi ben de
bilemiyorum. Gece geç vakit olmu§, uykusuzluktan da göz
kapaklarım §İ§mݧ, yerinden oyrıamaz olmu§tu. U lan bu zamana
kadar gelmeyen deyyüsler bundan sonra da gelmezler, diyerek
çektim gittim yatmaya. Meğer su uyur dü§man uyumazmı§

95
karda§. Yanıldım ݧte. Yanılmaksa insana mahsus,» diyerek
sevinçle koltukladı Memedo'yu.
Birlikte kalabalığın önü sıra yürümeye ba§ladılar.

96
Can sıkıcı, kararsız, öfkeli bir hava vardı çiftlik evinin
salonunda. Avurdu avurduna geçmi§ Evran Ağa, ka§larını çat­
mı§tı. Değil konll§mak, öksürmüyor, küfür bile etmiyordu. Ko­
ca göbeğiyle, halı dö§eli salonu boydan boya adımlıyor, ara sıra
buğulu camdan dı§arıya bakıyor, dı§arıda avluda rastgele duran,
sudan, çamurdan rerrkleri belirsiz olmu§, tarladaki kavgada
çamurlukları, kaportaları yer yer ezilmi§, çökmü§, nerdeyse
hurdası çıkmı§ traktörlerinin halini gördükçe canı burnunun
ucuna geliyor, alnında derin batii1ı§ öfke damarları kabarıyor,
§i§kin yüzü renkten renge giriyordu.
Kilimle kaplı geni§ tahta sedirierden birinin ucuna, hemen
kalkıp gidecekmi§ gibi emanet bir oturu§a vermi§ti kendini
Bıyık Süleyman. Sinirli sinirli bıyıklarıyla oynuyor, içinden ge­
çen delice dü§üncelerinden korkuyor, ürperlyordu. Arada bir
de gözlerinin akını çıkararak Gazi ile Koyuncoğlu'na, bir böce­
ğe bakarmı§ gibi a§ağılayıcı, pis bir tavırda bakıyordu.
Gazi ile Koyuncuoğlu ise, kapıya yakın duvarın dibinde
ayaktaydılar. Haklarında verilecek bir idam fermanını bekler­
lermi§ gibi ba§larını önlerine eğmi§ler, ellerini de karınlarının
üstünde birle§tirmi§ler, sessizce duruyorlar, Evran Ağa ile Bı­
yık'tan gelebilecek zılgıtın hesabını yapıyorlardı içlerinden.
Tarlada fırtına kapacağı kadar kopmu§, canlarını köylülerin
ellerinden zor kurtarmı§lardı zaten. Asıl fırtına §imdi kopacağa
benzerdi. Şu fırtına kopacaksa kapsa da biz de §U ölüm sessiz­
liğinden kurtulsak diye dü§ünüyorlardı ikisi de belkide.
Şalvarı, yeleği, çizmeleri su, çamur, sağ eli de kanlı sargılar

97
içindeydi Koyuncuoğlu'nun. Bir gözünün üstü yediği dayaktan
mosmor §i§mi§ kapanmı§tı. Canının sızısından yüzü arada bir
buru§uyor, kırı§ıyordu. .
«Ne demek? Ne demek lan bu?» diye bağırarak içerideki
sessizliği birden bozdu EvranAğa. «Bir avuç çapulcu nasıl olur
da üstümüze gelebilirler? Bir tuhaf, §ımarmı§, azını§ kin U§ağı
bunlar. Şaklaban, a§ağılık, namussuz, pis, bakoğlu boklar ... Ne
demek lan bu? Ha, ne demek? .. »
Bıyık Süleyman ise, içerde kimse yokmu§ gibi kendi ken­
dine konu§uyordu.
«Gönül diyor, git adamlarını tekrar topla. Ku§at köyü, ver
kuf§unu, ver kuf§unu, kümesteki tavukianna kadar gebert hep­
sini ... Sonra da ... Tövbe tövbe... Ulan dinime imanıma zorla
kurtun ağzına kan sürüyor bunlar, kan ... »
Öte yanda hı§ımla konu§masını sürdürdü Evran Ağa.
«Şu i§e bak: Günlerce toplan, hazırlık yap, telefon üstüne
telefon et, adam tut, adam kayır, silahlandır. Sonra da hiçbir i§e
yaramadan bir alay dümbüğe cesaret ver. Bu i§te bir yanlı§lık
yaptık ama, nerede yaptığımızı bir türlü anlayamıyorum. Evet
evet ba§tan yanlı§ yaptık biz. Hem de bir değil, iki değil üç
yanlı§ı birden yaptık. Nasıl yaptık? Kar§ımıza on ki§inin çıka­
cağını sanırken köylülerin tümünü kaf§ımızda bulduk. Ve ilk
yanlı§ı böylece yaptık. Efendime söyleyeyim, onların ektiği
tohumun üstüne bir tohum da bizler ekerek, tarlanın tohum
eksiğini gideriverdik. Oysa biraz daha sabredipte onların ektiği
tohumlar iyice büyüyüp yqerdikten sonra tarlaya girseydik,
hem yeti§kin ekinlerini kurutur, mahvetmi§ olurduk, hem de
tarlaya ikinci bir kez tohum ekecek halleri kalmazdı onların.
Hayır, anlayamadığım nokta §U benim; bu gözü dönmü§
köylüler nasıl oldular da biraraya gelebildiler? Zaman mı de­
ği§ti, biz mi arakada kaldık, anlayamadım gitti. Bu toprak delisi
insanlar bir kere toprağa sahiplenirler de ektikleri tohumu ekin
olarak bir kaldıracak olurlarsa, o zaman bu tarla gitti gider.
Bana öyle geliyor ki bu ݧ sandığınızdan da fazla ba§ımızı ağır-

98
taeağa benzer.))
Herkes ba§ını önüne eğmi§, sessizce Evran Ağa'nın konu§­
masını dinliyordu.
«Aslında suçun büyüğü kimde biliyor musunuz? Hani o
meclisteki solcu milletvekilleri var ya, i§te onlarda.Bok herif­
leri Yıllardan beri mecliste bir toprak reformu teranesidir
tutturdular. Reform diye diye bu köylü e§§eğinin aklına öyle bir
karpuz kabuğu getiriverdiler ki, allah sonumuzu hayır eylesin.
Böyle giderse yarın altımızdaki sandalyeye bile göz koyar bun­
lar.»
Deminden beri burnundan soluyup duranBıyık Süleyman,
yerinden kalkarak eni§tesi Gazi'ye çattı birden.
« Ağabey bo§ver meclisi neyi. Bu i§in asıl suçlusu, büyüğü
i§te burada. « Sonra Gazi'ye dönerek: « Hani i§gali yapanlar on
ki§iyle sınırlıydılar? Hani kendi aralarında bile henüz birle§e­
bilme§ değillerdi? Gözünle gördün mü bugün tarlada olup
bitenleri? Ha? Gördün mü? Herifler kadını erkeğiyle küreme­
kü§ geldiler üstümüze.Eğer adamlarımızı uyarmamı§ olsaydık
yüzlerce insan ölürdü orada. Ba§ımız da beladan belaya girer­
di.))
Gazi, Bıyık Süleyman'a bir süre baktıktan sonra sesini
çıkarmadı. Ba§ını önüne eğdi.
Bu kezde Koyuncuoğlu'na yüklendi Bıyık Süleyman. ,
« Sana da yazıklar olsun. Kahbmm adamı değilmi§sin sen.
Hani ne oldu senin Koyuncuoğluluğuna? Bana §U kadar adam
lazım dedin fazlasıyla getirdim. Şu kadar cephane, silah, sopa,
lazım dedin onları da getirdiğim halde bir türlü adamları tarla-
-
dan atamadınız.»
Koyuncuoğlu, Gazi gibi pısırık, korkak biri değildi. Evran
Ağa'nın hizmetkarı da olsa, sonuçta bir toprak insanıydı o.
Çatiayan kolunun ağrısının üstüne bir de suçlanıyor olması
hayli ağırına gitmi§ olmalı ki, yerinden kalkarak kapıya doğru
yürüdü.
« Madem ki böylesi i§ler, sopayla, silahla oluyor, o zaman

99
git sen çıkar adamları tarladan da görelim bakalım,» dedi.
Ama Evran Ağa girdi araya hemen.
«Otur yerine Koyuncuoğlu, otur ve doğru konu§!» dedi.
Koyuncuoğlu kapıya yakın sandalyelerden birinin üstüne yığı­
lırcasına çöküp oturdu.
Evran Ağa, sıkıntıdan yanaklarını havayla §i§irdikten sonra
derin bir of çekerek önüne koyverdi. Genݧ salonu bir kez daha
ağır ağır adımladıktan sonra, karde§ine döndü.
«Herkesin canı burnunun ucundayken sende dikine dikine
konU§Up durma Süleyman», dedi. «Koyuncuoğlu, Koyuncuoğ­
lu olsun da ne yapsın? Teker teker vurdursaydı köylüleri, daha
mı iyi olurdu yani? Adam elinden geleni yaptı. Üstelikyaralandı
da. Bırak böyle lafları. Kavga edecek zaman değil §İmdi. Hemen
önlemini almazsak yarın bir gün iyice ayranları kabarır bunla­
rın.
Aslında be§ yüz dönümle duracaklarını bilsem, hiç ba§ımı
ağrıtmam, 'alın lan sizin olsun!' diyerek çeker verirdİm arasını.
Nasıl olsa mülkiyeti bizim değil, hazinenin. Yıllardır da sürüyor
mahkemesi. Ama olamaz, yapamam ... Yarın ağalar korktu di­
yerek yüzden yüz bulur astarını ister onlar. Onlar istemeseler
de ba§ka köylüler isterler. 'Her ba§kaldırana Evran Ağa madem
tarla veriyor, o zaman biz de ucundan kıyısınrtan girelim de
§ansımızı deneyelim,' diyerek, bir azıp çoğalmaya b3§larlar ki,
incir dönmesi gibi ba§etmemiz mümkün olmaz.»
Cigarasını bitİrıneden fırlahp atan Bıyık Süleyman, ağabe­
yinin konu§masından biraz sıkılmı§a benziyordu.
«Orası tamam Ağabey de, §imdi ne yapacağız? Sen asıl onu
söyle?» dedi birden.
Evran Ağa duraladı.
«Ne mi yapacağız? Yapacağımız yapacağızı elbette. Kola­
yına papuç bırakmam ben. Önce savcılığa bir dilekçe vererek,
motorlarımızdaki olan biten hasarın tesbitini yaptıralım bir.
Tesbit raporu elimizin altında olsun. Bugün Ceyhan'a döner
dönmez avukatlarımızia bir toplantı yaparak, durumu görü§e-

100
lim. Hazineyle aramızda davalı olan tarlayı sürmemize Sarıbalı­
çeliler engel oldular. Çift süren motorlarımıza sopa, silah ve
baltalada saldırdılar. Motorlarımızı parçaladılar, adamlarımızı
dövdüler. Tarlayı da tekrar ݧgal ettiler. ݧgal, mala mülke
saldırıdır oysa, kanunen de suçtur. Azılı solcular Sarıbahçe'de
karargah kurmu§lar, harıl harıl çalı§arak köylüleri kimdırıyor­
lar,' diyerek bir dilekçe dö§esinler versinler mahkemeye ki,
akıllan ba§larına gelsin deyüslerin. Ayrıca tarlanın hazineye
olan kirasını maliye veznesine bir an önce yatırarak, koçan
evrakını da elimizin altında .hazır tutalım. ݧ · İlerde mahkemeye
dü§tüğünde elimizde hazır belge olarak bulunsun.
Ha bir §ey daha var. Tarlanın yarıdan çoğunu sürerek
tohum ekimini büyük ölçüde gerçekle§tirdik sayılırız. Onların
ektiği tohum, İmam buğdayı denilen toplama, karı§ık, yerli
karakılçık cinsi buğdayını§. Bizimkisi ise makinadan elenip
gençle§tirilmi§, ilaçlanmı§ sertifikalı, ekime hazır akba§ak cinsi
buğdaydır. Bu tohumu Devlet Üretme Çiftliği'nden aldığımıza
dair elimizde hazır belgelerimiz var. Gerekirse ilerde mahke­
meden tarlaya bilirki§ilerden olu§an bir heyet çıkartır, ke§if
yaptırırız ve böylece halen tarlada ekili bulunan buğdayın bizim
buğdayımız olduğunu kanıtlarız. ݧte o zaman bellerini bükeriz
onların.
Hem sonra bu tarla Sarıbahçe köyi,inün değil, Çatalhöyük
köyünün sınırları içindedir. Bu konuyu da Filit Eken Ağa ile
konu§acağım. Biliyorsunuz Çatalhöyüklüler, Sarıbahçeli kızıl­
ba§ları öteden beri sevmezler.))

101
Tarlada verilen kavgadan sonra Erol, İsmail ve arkada§lan
olup bitenleri göıii§mek üzere Ali Seydo'nun evinde toplandı­
lar. Olayı Ceyhan'da duyarak köye gelen Aydcğan da katıldı
toplantıya. Ve bir süre ho§ be§ten sonra anlamlı anlamlı baktı
Erol'a.
«Arkada§lar görüyorsunuz ki, ağalar bizlerden korkmu­
yorlar. Tarlanın ba§ını bir gece bo§ bırakınca hemen saldırıya
geçtiler.))
Utanmı§ gibi ba§ını önüne eğdi Erol:
«Haklısınız! Ağaların gerçekten gelemiyeceğini sandım ve
yanıldım. Bunun cezasını da bütün köylüler çekti. Bundan
böyle ba§ıma buyruk hareket etmiyeceğim.»
«Arkada§ımızın hatasını kabul etmesine sevindik,» dedi
Aydoğan. «Hepinizin önünde ona te§ekkür ediyorum. Her
neyse, bunu §imdilik biryana bırakarak, asıl konuya gelelim: Bu
geli§melere bakarak bazı önlemler almamız gerekiyor. Önce
tarlada her gece düzenli nöbet tutmalıyız. Nöbeti tek ba§ına
Memedo değil, herkes sırasıyla tutmalı. Köylülerin en az sizler
kadar toprak istediğini bugün ki kavgada görmü§ anlamı§sınız­
dır. Sizler onları çağırmadığınız, toprak sözü de vermediğiniz
halde, hepinizden önce ko§tular tarlaya. Bu örnek bile onların
en az sizler kadar toprak istediğini gösteriyor. Bu durumda
onlarla birle§mekten ba§ka çaremiz yoktur.
İsterseniz önce bir komite kuralım. Adına da 'i§gal komi­
tesi' diyelim ya da siz ne diyorsanız onu diyelim. Geli§melere
bakılırsa i§ ler kızı§acağa benzer. Yapılacak i§lerin çoğalması
·

102
demektir bu da. Tarladaki nöbet i§inin düzenlenmesinden tu­
tun, avukatlara gidip gelme, çevre köylerden yardım isteme gibi
bir sürü i§in altına yalnızca siz on ki§i ko§arsanız, yorulur,
bunalırsınız. Bu da ileride isteksizlik yaratabilir. Bunun önüne
geçilebilmesi için de bu i§lerin bir öncüsü, yürütücüsü olmalı.
Bu komite köylülerin önüne çıkarak, herkesi birle§tirici bir rol
oynasın. ݧgal konusundaki dü§üncelerini sorsun onlara. Ve
kararlarımızı böyle kapalı kapılar ardında değil, bizzat köylüle­
rin gözü önünde alalım. Hazırlıklarımızı teker teker gözden
geçirelim. Yarın ağalar tekrar saldırırlar, bizleri §ikayet eder­
lerse ne yapabiliriz? Köylülerden görev almak isteyenleri de
aramıza alarak görevler verelim. Her düzeyde bir örgütlenme,
toplanma, köylülerin görü§ünü alma gibi anlayı§ları yaygınla§­
tırarak, onları i§gal konusunda ilerleterek kendilerine olan
güvenlerini kazandıralım. Komite böylece bu geni§ düzeyli
örgütlenmenin hem merkezi olsun, hem de fazla göze batma­
dan i§galin öndediğini sürdürsün. Ne diyorsunuz?»
Aydoğan'ın bu konu§ması herkesee benimsendi. İsmail s�z
alarak yeni öneriler öne sürdü.
«Hazır köylülerin morali yerindeyken bağı§ toplayarak bir
yardım fonu kuralım,» dedi. «Aydoğan arkada§ın dediği gibi
yarın i§ler kızı§abilir. Kendilerine kur§un sıkanları asla atiet­
mezler ağalar. Bizi kendi güçleriyle tarladan atamayınca adli­
yeyle candarmayı i§e karı§tırabilirler. Bunun için paraya ihtiya­
cımız olabilir.»
«Paradan önce silaha ihtiyacımız var,» dedi Erol. «Ağalar
tekrar saldırırlarsa neyle kar§ı koyacağız onlara, elimizdeki
kırık dökük silahlarla mı?))
«Bu silah i§ine fazla girmeyelim,)) dedi Aydoğan. «Bizim
silahla bir i§imiz yok. ݧ in içine�silah girerse eninde sonunda bir
maceraya sürüklenebiliriz.>)
«Niye sürüklenelim ki?)) dedi Erol. «Ağalar her türlü silahı
ellerinde bulundurma hakkını kendilerinde görüyorlar da, biz­
ler ne diye bulundurmayalım?»

103
«Silahlı olmak ba§ka, kar§ısındakini çekip vurmak yine
ba§kadır. Ağalar ellerindeki onca silaha kar§ın bugün bizi çekip
vurabiidiler mi? Vursalardı bu ݧ onların boyunu !i§ardı. Bu
nedenle silahlanmarnıza gerek yok sanırım.»
«Peki tarlayı geceleri neyle bekliyeceğiz? Bir tek Meme­
do'nun tüfeğiyle mi?»
«Hayır birkaç av tüfeği olsun yeter. Bunu da köylülerden
atabiliriz.»
Erol inanmı§ görünerek sesini çıkarmadı fazla.
Memedo da söz alarak, köylülerden bağı§ toplama ݧini
üstlenmek istediğini söyledi. Ama Ahmet Duran kar§ı çıktı
buna.
«Memedo, §Urada biz bizeyiz. Okuman yazman yok Hesap
kitap bilmezsin. Üstelik bağı§ toplayacak olanın dili biraz lügat
bilmeli. Gel bu i§i Tahir'le ben yapalım,» Memedo boynunu
kırdı. Alıngan sesiyle.
«Tamam öyle olsun. Önemli olan sen ben değil, bu i§in
yürümesidir,» dedi.
Aydoğan gülerek, Memedo'nun omuzuna dostça elini koy-
du.
«Size bir §ey söyleyeyim mi arkada§lar; i§galin ba§ından
beri içinizde en doğru ݧi Memedo yaptı,» dedi. «Tek ba§ına
hepiniz adına tarlada nöbet tuttu. Şu ana kadar yaptıklarının
hiçbiri ݧgalin zararına ohnadı. Ben bağı§ i§ini değil de, nöbet
düzenleme i§ini Memedo'ya verelim diyorum. Kanımca bu i§i
en iyi o yapar.»
Aydoğan'ın övmü§ olmasından ho§nut olan Memedo, ba­
§ını saliayarak nöbet i§ini üsttendiğini belli etti.
Ali Seydo, uyu§an ayağının birini öne doğru uzatarak:
«Ağalar bizi §ikayet edecekler,» dedi. «Biz de ortak bir
dilekçe yazalım. Köyümüze baskın vererek yüzlerce kuf§un
sıktıklarını, i§gal edilen tarlanın onların değil, hazinenin malı
olduğunu, ektiğimiz tohumun üstüne tekrar tohum ektiklerini,
engel olmaya çalı§tığımızda da üstümüze motorlarını sürdükle-

104
rini, ke§if istediğimizi belirterek herkesin imzasını açalım, sav­
cılığa verelim.»
«İyi fikir,» dedi Aydoğan. «Benim Ceyhan'da avukat arka­
da§larım var. Hepsi de ilerici, demokrat insanlar. Onlara gidip
durumu anlatalım. Gerekirse köye çağırıp tarlayı gezdirelim.»

Toplantıdan sonra Memedo, ilkokulda okuyan oğlu Yu­


sufu da yanına alarak köyün içine dü§tü. Evden eve, sokaktan
sokağa, insandan insana ko§arak, dola§arak, tarla nöbetinin
önemini anlatmaya çall§tı. Özendirici konu§malar yaptı. ,
«Gördünüz i§te; bir gece tarlanın ba§ını bo§ bıraktık, ağa­
lar hemen saldırıya geçtiler. Bu dava hepimizin. Tarla dediğin
kız gibidir, önünü bo§ bırakmaya gelmez. Haydi var mı tarla
nöbetine gönüllü bir yiğit?»
Memedo'nun sözleri, ağalan tarladan kaçırtmayı ba§aran
köylüleri daha da canlandırdı. Nöbete olan ilgiyi arttırdı. Me­
medo'nun kara tombalak yüzlü oğlu Yusufun sarı yapraklı
okul defterinin sayfalan §imdiden nöbet tutacak gönüllü'köy­
lülerin adlarıyla dalmaya ba§ladı. Sayıları otuzdan fazlaydı.
Memedo, oğlunun elinden defteri aldı, girôi kahveye. Ay­
doğan'la İsmail'in önüne koydu defteri. «Nöbeti§i fena değil,
bayağı gönüllü var,» dedi. Aydoğan gülerek defteri eline aldı.
Sayfalar aı:asına kargacık burgacık harflerle yazılmı§ köylü ad­
larına baktı. Sonra aynı adları düzgünce bir kağıda yazarak
temize çekti. İsmail, Memedo ile ba§ba§a vererek, listedeki
adları evlerinin yakınlığına, akrabalıklarına göre dörderli ta­
kımlara böldüler. Her takımın ba§ına birer sorumlu kݧi seçtiler.
Nöbet listesini yeniden temiz� çektiAydoğan. Herkesin görüp
okuması için kahvenin duvarına bastı.
Az sonra Ahmet Duran'la Tahir girdiler kahveye. Bağı§
torbasıyla bağı§ verenlerin-listesini masanın üstüne bıraktılar.
Memedo'nunkinin aksine, yüzlerinde umutsuzluk var gibiydi
biraz.
«Darendeli çerçiler gibi kapı kapı dola§ıp dilenecek, yal-

105
va.racak halimiz yok ya,» dedi Ahmet Duran. «Dilimiz döndü­
ğünce i§in önemini anlatmaya çah§tık. Ba§ımızda bir ağalık
belası var. Biz bu yola ba§ koydu k. Para bağı§ı topluyoruz. Artık
gönlünüzden ne koparsa dedik, dil döktük. ݧte verip verebile­
ceklerin tümü bu. Anladığım kadarıyla millet gönülsüz bu i§e.
Kimse elini cebine atmıyor. Kimi para vermediği gibi bir de
kapılarını yüzümüze örtüyorlar. Sanki babamızın kesesine top­
luyoruz bağı§ı, anasını sattığımının... »
İsmail, bağı§ torbasını ters yüz ederek masanın üstüne
döktü. Ortaya yayılan bozuk paralarla buru§mU§ iki buçukluk
ve be§lik kağıt paraları teker teker saydı. Gerçekten de um ula­
nın çok altındaydı toplanan bağı§lar.
Ba§ını kaldırdı.
«Hepsi bu kadarcık mı?»
«Ya ne olacalçtı? Hepsi bu kadar i§te,)) dedi Ahmet Duran.
«Size söyledim, köylü gönülsüz bu i§e. Beklediğimiz bağı§ı
vermiyor. Siz bunların böyle bağırıp çağırdıkianna bakmayın.
Bunlarda ݧ yok.))
İsmail, bağı§ listesine §öyle bir göz gezdirdi. Listede adları
yazılan köylüleri görünce §a§ırdı.
«İyi ama bizim köylülerin tümü bunlar değil ki? Hep zen­
ginlerin, hali vakti yerinde olanların kapısına gitmi§siniz? Ö­
bürlerine niye gitmediniz?»
«Mesela kime,)) diye sordu Ahmet Duran, kızgın.
«Mesela Kö§ker Memet'e, Mesela Ali Rıza'ya, Nalbant
Osman'a, Kürt Ali'ye, oradan geri öte say git i§te; bir sürü insan
var. Niye onlara gitmediniz?))
«Yahu bilmezmݧ gibi konu§ma İsmail,)) diye sesini kaldır­
dı Ahmet Duran. «0 saydıklarının neleri var da isteyeceksin
allaha§kına ?))
«Canım onların neleri olup olmadığından sana ne be kar­
de§im? Onlar da bu davanın destekçileri değiller mi? Bugün
görmediniz mi, canlarını nasıl ortaya attıklarını? Heritleri adam
hesabına ahpta kapılarına gitmemݧsiniz ki?))

106
O ara Aydoğan da karı§tı söze.
«İsmail doğru söylüyor. Yosulluk onların suçu değil. Zen­
ginlerden önce onlara gitmeniz gerekirdi bence.»
Memedo bağı§ torbasını eline alarak, Ahmet Duran'la
Tahir'e döndü.
«isterseniz gelin bir de üçümüz deneyelim.»
Ahmet Duran'la Tahir'in yüzleri kararını§, canları sıkılmı§-
tı.
«Tamam babam, madem öyle, bize inanmıyorsunuz. Gel
üçümüz birlikte gidelim de gör gözünle her §eyi.>)
Üçü birlikte kahveden çıktılar.
Memedo elindeki bağı§ kesesini saliayarak kapı kapı do­
la§maya, yolda sokakta her önüne çıkana yana§arak, «haydi
babam, bağı§ topluyoruz. Veren bizden vermeyen yine bizden.
Gayrı gönlünüzden ne koparsa,» diye satıcılar gibi bağırmaya
ba§ladı. Bunun etkisi de oldu. Birçok köylü verecek parası
olmadığı için, kimi iki ekmeğinden birini, kimi peynirini, kimi
yarım teneke cevizini, bulgurunu, kuru üzümünü, pestilini,
kaysı kurusunu, kimi de horozunu verdi.
Doksanlık Veli Baba, elleriyle sarıverdiği tam bir mendil
dolusu cigarayı, tarlada nöbet tutacakların yakıp içmeleri için
verdi. Kamer Ana da ölen kocasından anı kalan sarı pirinçten
düd_üğü bohçasından çıkardı.
«Alın, ağzınızın önünden ayırmayın bunu. Tarlaya ağaların
iti köpeği girecek olursa, öttürün, soluklayın da millet duysun.)>

107
Avukat Dündar Bey, kırkına yakın, kara kıvırcık saçlı,
saçlarının yanlarına hafifçe kırartılar dü�mü§, iri parlak gözlü,
CO§kulu, §en §akrak gülü§lü bir insandı. Avukat İsmet Bey ise,
seyrek saçlarını ensesine doğru dümdüz tararnı§tı. Ellisini geç­
kindi. İnce bakır gözlükleri vardı. Savcılıktan emekliye aynlmı§,
deneyimli bir hukukçuydu. İki avukat da aynı büroyu payla§ı�
yorlardı. İkisi de Aydoğan'ın yakııı arkada§lan ve dostuydular.
Bu yüzden Sanbahçelilerin Evran Ağa ile olan davalarını gö­
nüllü üstlenmi§lerdi.
İki avukat arkada§, yanlarında Aydoğan, İsmail ve Ali
Seydo ile birlikte yazıhaneden çıktılar. Hazine avukatı Halim
Bey'in bürosuna doğru yürüdüler. Gün öğlene yakındı. Duvar­
ları yeni sıvanmı§, badana ve kireç kokan, iki katlı bir binanın
daracık rnerdivenlerinden çıktılar. Kapıdan içeri girdiklerinde
büyükçe bir salona açıldı önleri. Duvarları boydan boya kapla­
yan raflar, dolaplar ağızfanna kadar dosyatarla dolmu§ ta§mı§tı.
Tül perdeli genݧ . pencerenin sonunda, susuzluktan kimi yap­
rakları sararrnı§, gövdesi kütükle§mi§ ya§h bir kauçuk ağacı,
pencerenin dı§ında da ala çamurlu Ceyhan nehri görünüyordu.
Hazine avukatı Halim Bey, orta ya§lı, kuru zayıf yüzlü,
kalın cam gözüklüklüydü. Üstü ba§ı ucuz esans kokuyordu.
Fazlaca giyilmi§ ütüsüz siyah ceketinin omuzlarına yağlı saçla­
rından kepekler dökülmü§tü. Meslekda§ları İsmet ve Dündar
Beylerin yanlarında üç ki§iyle içeri girdiklerini görünce, «hO§
geldiniz!>) diyerek koltuğundan kalktı. Yer gösterdi, el sıkı§tı­
lar. Sonra geri koltuğuna oturarak zile bastı. Gelen odacıya çay

108
getirmesini söyledi.
Ceyhanlı toprak ağalarının hı§mından çekindiği, onların
güçlerini bildiği için, her iki tarafı da idare etmeye çalı§an, bu
yüzden de cesur, atak kararlar alamayan bir yanı vardı Halim
Bey'in.
Az sonra çaylar geldi. içmeye ba§ladılar. Cigaralar ikram
edildi, ya kıldı. Avukat İsmet Bey, çayını yudumlarken, Sarıbah­
çe köylüleriyle Evran Ağa arasındaki silahlı çatı§madan, kavga­
dan, hazineye ait olan be§ yüz dönüm toprağın köylülerce
sürülüp i§gai edilmesinden kısaca sözettikten sonra, aynı, tar­
lanın hazine ile Evran ağa arasından yıllardan beri süregelen
davanın §imdi hangi a§amada olduğunu sordu Halim Bey'e.
«Aızedeyim efendim,» diyerek yerinden kalktı Halim Bey.
Duvarları boydan boya kaplayan tahta rafların önünde bir süre
gezindi. Söz konusu davayla ilgili bir kucak dolusu dosyayı
bulup alarak masanın üstüne koydu sonra. Dosyalar öylesine
kabarıktılar ki, üstüste durmuyorlar, yana kayıp akıyorlardı.
Halim Bey, eskimi§, tozlanmı§, yer yer de sararmı§ dosya
yığınlarının üstüne elini vurduktan sonra, sıkıntılı bir soluk
koyverdi önüne.
«Arzedeyim efendim, inanın ömrü m bu dosyaların arasın­
da geçti. Birkaç yardımcım da olsa bu dosyaların altından kal­
kabilmemiz mümkün değil. Olamaz da. Yalnızca Ceyhan adli­
yesinde ağalada hazine arasında süregelen dava dosyalarının
sayıları kaçtır biliyor musunuz? Dört binin üstünde. Allah bilir
kaç savcının, yargıcın, avukatın, ke§if memurlarının göz nurları,
emekleri vardır bu dosyaların içinde,» dedikten sonra tekrar,
« arzedeyim ki,» diyerek yıllardan beri arkası arkasına ertelenen
bitmez tükenmez ke§if kararlarını, hangi yargıcın zamanında
ne gibi kararlar alındığını, . ama bu kararların her nedense bir
türlü uygulanmadığını, esefle söylüyorum, günümüz adaletinin,
daha doğrusu adalet terazisinin bol parayla oynatılan alicengiz
oyunlarına döp.ü§türüldüğünü, parası olanın kimi haksızlıkları
açıkca satın alabildiğini, yasaların açıklarından yararlanarak,

1 09
ağaların bu hukuk oyununu gizli açık bir şekilde sürdüregeldik­
lerini yana yakıla anlattıktan sonra, «arzedeyim ki, §İmdi bu
topraklan bir de sizin davasını üstlendiğiniz Sarıbahçeliler s ür­
mü§ ekmişler. Oysa bu topraklar doğrudan hazinenin malıdır.
Evran Ağa ile mahkemelerde yıllardan beri boğuşuyoruz. Da­
valarımız birbiri ardına sürüyor. Daha da süreceğİnden başka.
Çünkü az önce de arzettiğim gibi bu davaların sürmesini biz­
lerden çok ağalar istiyorlar efendim. Davaların uzayıp gitmesi
hazineden çok onların ݧİne yanyor. Mahkemelerde davalar
böylece sürüp giderken, onlar da el koydukları binlerce dönüm
hazine topraklarını dilediklerince sürüp ekip biçerek, her yıl
servetlerine yeni servetler katıyorlar. Ka tıyorlar ya, o toprak­
ları kira bedeliyle arazi vergisini maliye veznesine hala götü­
rüpte yatırmış değiller. Yatırmış olsalardı maliyeden kesilen
koçanlarını getirip bana teslim etmeleri gerekirdi.
Şimdi sizlerle, davalarını üstlendiğiniz Sarıbahçeliler ola­
yını konuşalım: Ben hazine avukatı olarak sizin Sarıbahçeliler
hakkında da ayrı bir tahliye davası açacağım. Çünkü yasalar
bunu gerektiriyor. Ve bu dava eskisi gibi hem Evran Ağa ile
bizim aramızda, hem de sizlerle bizim aramızda olacaktır. Bil­
mem arzedebildim mi efendim?»
«Anlıyorum,>> dedi İsmet Bey. «Desene ki yarın mahkeme­
de sitinle kapı§acağız?>>
«Durum onu gösteriyor,>> diyerek güldü Halim Bey.
Bu açıklamalar, avukat İsmer'Ie Dündar Bey'den çok İs­
maii'Ie, Ali Seydo'yu memnun etmi§e benziyordu.
Halim Bey'e teşekkür edip teker teker elini sıktıktan sonra
dışarı çıktılar. Ismail sevincinin nedenini açıklama gereği duydu
bir ara.
«Halim Bey'in bu açıklamaları bizim için çok iyi,» dedi.
«Hazinenin bizler için açacağı tahliye davasından sonra bizler
de aynen Evran Ağa gibi tarlayı yıllarca sürüp ekebileceğiz.
Nasıl ki Evran Ağa ile hazine arasında bu dava yıllardan beri
süre geliyorsa, aynı şekilde bizimle de hazine arasında sürecek­
tir. Eh bundan ötesi de can sağlığı . »
. .

1 10
Öteden beri köyde olup biten her §eyden haberdar olan,
en ufak bir olayda, kavgada bile kapılarına varılarak danı§ılan,
görü§leri alınan Memetali, Muhtar Fikri, Koca Ömer ve Sarı
Hasan gibi köy zenginlerine, §U ݧgal i§ i ortaya çıkalı beri bir hal
oldu. Sesleri solukları çıkmadı. Köyde olup biten her §eyden
baberli oldukları halde, köylü lerden, en çok da Erol, İsmail, Ali
Seydo ve arkada§larından uzak durarak, geli§meleri sessizce
geriden geriye izlemeye ba§ladılar. Kendilerinin dı§ında köylü­
ye güvenmcdikleri için, yapılan ݧgal eylemine de ku§kuyla
baktılar.
Ne zaman ki köylüler, korkusuzca ileri atılarak Evran Ağa
ile adamlarını tarladan attılar, dü§ünceleri de yava§ yava§ de­
ği§meye ba§ladı onların. Tarladaki kavgadan sonra olayların
durulacağına aksine hergün biraz daha geli§iyor olması, o arada
bağı§lar toplanması, tarladaki nöbetçilerin fazlala§ması, köylü­
lerdeki canlılik gözlerinden kaçınadı hiç. Kimsenin de gelip
eskisi gibi kendilerine akıl fikir sorup danı§mamaları canlarını
sıkmaya ba§ladı. Hele hele ağalara kar§ı tarlada verilen kavga­
dan sonra bir kenara itilmi§ler, bilinçlice dı§lanmı§lar gibi bir
kanı uyanmaya ba§ladı içlerinde.
Kendi köylerinde bu kadar canlı olaylar olur bitcrken,
olayların daha fazla dı§ıncfa kalamazlardı oysa. Evran Ağa gibi
bir zorbayı, onca silahlı adanilarına kar§ın tarladan kaçırtan bu
gözü dönmü§ köylülerin, yarın ݧler iyice kızı§ınca, köyün ba§ı­
na neler saracaklarını hiçbiri bilemezdi. Bilseler de ݧ ݧten
geçmi§ olur, önleyemezlerdi.

lll
Muhtar Fikri, Memetali, Koca Ömer, San Hasan'ın evinde
toplandılar. Oturdukları odaya fırdolayı tahta sedirleryapılmı§­
tı. Sedir üstleri, yerler, pahalı yörük kilimleri, hahlarla örtülüy­
dü. Orta yerde demir soba yanıyor, üstünde geni§ karınlı bir
çaydanlık kaynıyor, kızgın buharlar püskürtüyordu ağzından.
Bir kö§ede formika kaplı · sephanın üstünde siyah beyaz bir
televizyon duruyordu.
En zenginleri Memetali'yde içlerinde. Orta boylu, altmı§ı­
na yakın, §İ§man, kır saçhydı. Yedi yüz dönümü a§an toprağı,
birkaç dönüm okaliptüs koruluğu, traktörü, bol süt veren Hol­
landa cinsi inekleri vardı. Muhtar Fikri'nin de ondan kalır yanı
yoktu. Altı yüz dönüm tarlası, traktörü, ayrıca bakkal dükkam
vardı. Koca Ömer'le, Sarı Hasan'ın da dört yüzer dönümü a§an
toprakları, traktörleri, kavaklıkları, biraz da bankada paraları
vardı.
Son iki haftadan beri köyde olup bitenlerden en çok tedir­
gin olanı Muhtar Fikri'ydi. Muhtar olarak tedirgindi, korku ve
tela§ içindeydi. Köyünde olup bitenlerden görevi gereği kedini
sorumlu tutuyordu. Yarın birgün bu 'i§gal' i§ine jandarma,
adliye, Kaymakam karı§ırlarsa, en ba§ta kendini çağırarak, kö­
yünde neler olup bittiğini soracaklardı ona. O zaman ne diye­
cekti? Bu yüzden sabırsızlanıyor, bir an önce olayların içine
girmek istiyor, dü§ünüyor ta§ınıyor, geli§melerin seyirine göre
kendi durumunu ve yerini saptayarak köylülerine arka çıkmak
istiyordu. Bir yıl sonra seçim vardı hem. Seçimi bir kez daha
kazanarak muhtarlık mühürünü korumayı istiyordu. Bunun
için de bir an önce köylülerinin gözüne girmesi gerekiyordu.
Bu yüzden konuyu ilk o açtı.
«Anladığım kadarıyla bijnlar kararlı görünüyorlar. Baksa­
mza hiçbirinde en ufak bir yılgınlık ve geri çekilme yok, görün­
müyor.»
«Bana da öyle geliyor. Ceyhan'da iki de avukat tutmu§lar,»
dedi Memetali.
«Geçen gün Ceyhan'a gittiğimde, yolda sokakta tanıdık

1 12
kime rastladıysam, ağalada bizim köylülerin kavgasını sordular
bana. Herkes i§galden sözediyor. Ceyhan gazeteleri bile bizim
köylülerle ağaların kavgasını yazıyorlar,» dedi Sarı Hasan.
«Vallahi gazeteler de yazsa, herkes i§galden de sözetse
bo§una, kulak asmayın siz,>> dedi Koca Ömer. «Bizim köylüle­
rin öyle farfara yaptıklarına bakmayın siz. Bunların amacı belli,
bunlar ilkin önden önden gider görünürler, sonra da davayı
götürür güle oynaya, hem de kucağından Evran Ağa'ya gizlice
satarlar.
«Sanmam,» dedi Muhtar Fikri. «Az önce de dediğim gibi
bunlar pek kararlı görünüyorlar. Evran Ağa'nın geçenlerde
Remzi'yi el altından lsmail'e, Koreli Ya§ar denilen o komisyon­
cu parçasını da bir sürü hediyeyle Tahir' e gönderdiğini, para ,
tarla teklif ettiğini duymadın mı? Senin dediğine benzer bir
niyetleri olsaydı §imdiye çokt_an satmı§lardı davayı. Üstelik be­
nim onlarla muhtar olarak görü§mem gerekiyor. Yarın birgün
bu i§e hükümet, adliye, jandarma karı§ırsa ki bu durumda
karı§acağa benzerler, benim hazırlıklı olmam gerekiyor. Yoksa
yetkililerin elinden yakarnı kurtaramam ben.»
«Muhtar olarak yalnızca sen değil, köyün büyükleri olarak
bizlerin de gidip görü§memiz, hallerini hatıriarını sormamız
gerekiyor onların. Yoksa bunlar kendi ba§larına buyruk olur­
larsa, yarın i§lerin önü iyice karı§ır, sarpa sarar,» dedi.Memetali.
Bağda§ kurmu§ oturmu§tu Koca Ömer. Birden arkada§la­
rına yanını döndü.
«Siz gidin, ben gitmem,» dedi olumsuzca.
«Gitmeyipte ne yapacaksın ki?» diye çıkı§tı Muhtar Fikri.
«Lafa böğrünü verip durma Ömer! Biraz malın mülkün vardır
diye kendini kenara çekmesen iyi olur. Ne yani? Sen de olan
mal mülk bende de var, onda da var, hepimizde var.»
«Varsa var. Ne olmu§ varsa yani,» diye yanıt verdi Koca .
��
«Canım ne olmu§U var mı?» dedi Muhtar Fikri. «Bugün
var olmasına ne bakarsın sen? Yarınımızın ne olacağı belli mi

1 13
bizim? Şu topraksız köylülerden farkımız ne de birkaç yüz
dönüm toprağıola apayrı bir ba§ çekiyor, efeleniyorsun?»
«İyi dedin; bizim hem ağalarla, hem de köylülerle ·yakın
ili§kilerimiz var. İki tarafla da iyi geçinmek zorundayız. Yoksa
yarın iki arada bir derede kalabiliriz?»
Koca Ömer yanıt vermedi. Araya kısa bir sessizlik girdi.
Dördü de ba§larını önlerine eğerek dü§ünmeye ba§ladılar.
Yoksul köylülerle büyük toprak ağalarının arasına sıkı§mi§
kalmı§ görüyorlardı kendilerini. Memetali'nin de dediği gibi iki
tarafla da iyi geçinmek, çıkarlarını gözetmek zorundaydılar.
Hangi taraf öne geçerse, ondan yana gölgelerini yakın tutmaya
alı§mı§lardı. Çıkarları bunu gerektiriyordu. Sıkı§tıklarında gi­
der ağalardan kredi ve tohumluk buğday alırlarken, öbür yanda
köylülere borca para vererek, küçük çapta tefecilik bile yapar­
lardı. Tarlalarını köylülere sürdürürler, pamuklarını, kozalarını
onlara toplatır, çapayı onlara çapalatır, buğdaylarını onlara
biçtirirlerdi. Gece gündüz köylülerle içiçe y3§arlar, kime güve­
nitip �üvenilmeyeceğini de iyi bilirler iyi tanırlardı herkesi.
Ote yanda toprak ağalığına özenrnek gibi onmaz bir de
tutkulan vardı. Ağalar gibi çalı§mazlar, bütün ݧlerini ırgata,
yövmiyeciye yaptırırlar, zamanı gelince gider Adana, Ceyhan
barlarında bol paralar harcıyacak hovardalık bile yaparlardı.
Ağalar gibi ya§amak varken, niçin köylüler gibi dar paçalı kara
§alvar giysinler, sarı sıcağın alnında ölesiye çalı§SID yorulsunlar­
dı? Gerçi onların ağalığa olan bu tutkuları biraz fazlaca paha­
lıya mal oluyordu; hiç yoktan bir sürü köylüye yövmiye ödüyor­
lar, kendileri çalı§ıp yorulmadıklan için de her yıl biraz da
§i§manlayıp tembelle§iyorlardı ya, olsundu; değerdi, ağa kısmı­
nın karnı dizine değmezse ne değeri kalırdı ağalığın?
Karılarının da kendilerinden kalır yanları yoktu. On, on
be§ güne bir ırgat karılarını evlerine çağırarak, tekneler dolusu
hamur yoğurttururlar, kızgın saçta ekmek pi§irtirler, biriken
kirli giysilerini tekrar tekrar yıkattırırlardı. Irgat kanları da
yoksulluklarına inat öylesine güzel hamur yuğururlar, öylesine

1 14
güzel ekmek atarlar, pݧİrirlerdi ki, ekmeklerin üzerinde bir tek
·

yanık izi bulamazdın.


Ağalara bu kadar özenti duymalarına kar§ın, birgün top­
raklarının ellerinden gidivereceği korkusunu da gizliden gizliye
içlerinde ta§ırlardı hep. Çukurova'nın çoğu zengin, varlıklı köy­
lülerinde vardı bu korku. N asıl olmasındı ki, ekim, sürüm za­
manı. gelince giderler, banka, kooperatİf ve ağalardan yüklüce
faize paralar alırlardı. Ne ki ödeme zamanı geldiğinde ya hava­
lar kurak gitmݧ olurdu, yeterli ürün alamazlardı, ya da hükümet
o yıl kalkan buğdayla pamuğın taban fiyatını dü§ük tutardı. Bu
da borç ödeme z.amanı kapılarına İcra memurlarının gelmesi
demekti. Oysa hiçbir çiftçi kapısına borçlusu, İcracısı gelsin
istemezdi. İstemezlerdi ya yine de gelirierdi i§te. Büyük toprak
ağalarının kapısına icracılar nedense pek gelmezdi de, küçük
borçluların kapısına gelirlerdi. Büyük borcun sahibi de büyük
olurdu çünkü. Küçük çiftçinin bankalara olan borçları bazen
hükümetçe ertelense bile, kalari borçları ertesi yıla katlana
katlana büyür, faizi faizine çalı§ırdı. Söz konusu kuraklık, tarla
ve toprak için olurdu da, geciken faizler için olmazdı hiç.
Alacağına kuzgun kesilen devlet, faiz üstüne faiz isterdi de on
ay, bir yıl sonraya sarkan ödeyeceğine nedense faiz ödeyemez­
di. Yoksulla§ma süreci böylece hızlanır, orta halli, zengin çift­
çiler iyice bunalmaya ba§layınca, traktörlerini satar çıkarırlardı
ellerinden ilkin. Sonra ucundan kıyısından kırkar elli§er dönüm
tarla satmalarına gelirdi sıra. Toprak böylece küçülürken, bü­
yük tefecilerle ağaların ellerinde toplanır, giderek onların ha­
vuzları dolup büyümeye ba§lardı. Bu hızlanmaya do değil çiftçi,
dağ olsa dayanmazdı. .
Bir zamanlar kendileri gibi bol topraklı olupta, sonradan
tefeci ağalara borçlaparak, tarlalarının tamamını ellerinden
çıkarmak zorunda kalan, yoksı:ıHa§mı§ nice köylü örnekleriyle
doluydu çevreleri §İmdi. Uzağa gitmeye hiç gerek yoktu, i§te
kendi köylerinde ya§ayan Av§ar Mustafa, Şener, Ahmet Duran
ve Fevzi Çavu§ canlı bir örneğiydiler bunun.

1 15
Muhtar Fikri, Meme tali, Sarı Hasan ve Koca Ömer, zengin
varlıklı da olsalar, onların da yüreklerinde toprak isteği vardı
bu yüzden. İnsanlarda varolan yitirme korkusu, olanından daha
da fazlasına sahip çıkmak gibi duyguları da beraberinde ta§ırdı
nedense.
..

Ertesi günü Muhtar Fikri, Memetali, Koca Ömer ve Sarı


Hasan, dördü birden söz birliği etmi§ler gibi boy göstermeye
ba§ladılar kahvede. Günlerden beri içierini burup sıkan yoğun
havadan kurtulmu§lar gibi rahat bir görünümdeydiler. Herkese
ku§kuyla değil, aksine güvenle bakıyorlar, günlerdir de
köylerinden, köylülerinden uzak, ayrı kalmı§lar da köye daha
yeni gelmi§ler gibi herkesi özenle selamladılar. Çaylar kahveler
söylediler. O arada kahvede bulunan İsmail, karde§i Hüseyin,
Erol, Tahir ve Ahmet'e gözle görülür ilgilerini göstermekte de
gecikmediler. Hallerini hatıriarım sordular.
«Ne haber? Neler oluyor bakalım? Bir kaza bela yok ya?
Muhtarınız olarak eğer benden istediğiniz bir §ey varsa,
söyleyin, üstüme dü§eni derhal ve acilen yaparım,» dedi Muh­
tar Fikri.
«Sağolasın Muhtar Emmi,» dedi Erol. «Gerekeni bizler
yapıyaniz zaten.»
Bir süre sonra çay kahve bardaklarını ellerine alarak san­
dalyelerini yerinden oynatarak, Erol, Tahir ve Ahmet Duran'a
doğru usulca yakla§maya ba§ladılar. Muhtar Fikri, sesine
koruyucu, yumu§ak, bir ton katarak, Erol'a döndü.
«Yahu yeğenim, kızıp sinirlenme ama bu kadar kavgaya
döğü§e gerekyoktu bence,» dedi. <�Neden dersen, o sürüp i§gal
ettiğiniz tarlanın tamamı ağanın değil hazinenin malıdır çünkü.
Şikayet etseydiniz o kozunuzu ağal ada mahkemelerde,
payla§saydmız daha iyi olmaz mıydı?»
«Ürasının hazine malı olduğunu biz de biliyoruz Muhtar,»

1 16
dedi İsmail. «Bunu senden bencen önce Evran Ağa da biliyor.
Ve bu konuda elinden geleni yaparak, binlerce dönüm hazine
arazisini yıllardan beri sürüp ekip biçiyor. Devlet de §U ya da
bu §ekilde buna seyirci kalıyor. Kalmamı§ olsaydı hazineyle
ağalar arasındaki mahkemeler yıllardan beri süregelmezdi.»
«Bak bu gibi konularda haklısın,» dedi Muhtar Fikri. «A­
ma haklı olmak günümüzde geçer akçe değil artık. Hem böylesi
ݧ ler arkasız adamsız olmaz. ·Bir i§ e kalkı§madan önce boyunun
uzanacağı yeri bilmeli insan.»
«Nasıl yani? Anlayamadım?»
Muhtar Fikri, i§gal olayının ba§ından beri içindeymi§ gibi
öğüt vermeye ba§ladı.
«Bu i§te anla§ılmayacak bir §ey yok. Her neyse, olan olmu§
bir kere. Biz §imdi kendi aramızda bir heyet kuralım. Yüzümü­
zü kısarak topluca Kaymakam Bey'in buztıruna çıkalım. Köyü­
müzün ba§ı ağatarla dertte diyelim. Devletin hakkını yedikleri
yetmiyormu§ gibi köyümüzün hakkını da yemeye ba§ladı bun­
lar. Neredeyse evimizin içine kadar sürüp ekecekler. Bunlar
öyle azıdlar ki, ala §afakta köyümüze kur§un yağdırdılar. Kur­
§Un adres smmaz, dini imanı yoktur çünkü. Artık bunlara dur
demenin vakti geldi geçiyor. Eğer durdemezseniz, Ankara'lara
kadar varıp, Atatürk'ün kabri-anıtma çıkıp çelenk koyacağız.
Ve, «Atam, milletin efendisi köylüdür» demi§tin. Şimdi kaldır
ba§ını da gör efendiliğimizin halini>> diyelim.>>
«Tamam, söyledikterin iyi, güzel de, bunlarla bir sonuç
alınacağını pek sanmıyorunm,» dedi İsmail.
«Canım çıkar veya çıkmaz. BJ.I uğurda her yolu denesek
fena mı olur?»
«Fena olmaz ama, bizim töpraksızlığımız Kaymakam Bey'­
in insafıyla hallolmaz Muhtar. · Öyle olsaydı §imdiye çoktan
olurdu, bizler de bu durumlara dü§mezdik.»
«Orası yine de belli olmaz hiç. Bir an önce Kaymakam
Bey'in huzuruna çıkalım varalım da, henüz vakit varken
Kaymakam Bey'i bari yanımıza çekmeye çalı§alım.»

1 17
«Kusura bakma ama çocuk gibi konu�uyorsun Muhtar! Bir
kere Kaymakam Bey istese de istemese de bizim arkamız
olamaz. Koskoca Milli Savunma Bakanı Ahmet TopaJoğlu bu
ağalardan birinin damadı değil mi? Tut ki Kaymakam Bey
bütün gücüyle bizleri tuttu, savundu. Bunu da ağalar Ahmet
TopaJoğlu'na parti kanalıyla duyurduklarında, yukarıdan
gelecek bir tel emriyle görevinden alınıp sürülmeyeceği ne
malum? Yıllar öncesinin Kadirli Kaymakamı Memet Can
olayını ne çabuk unuttunuz? Kaymakam Memet Can'ı, çeltik
ağaları arkasından tenekeler çaldırarak sürgün ettirmediler
mi?
Kaymakam'la dü§üp kalkarak, onu bunu araya sokarak bu
i§i Ağa-Kaymakam pazarlığına dönü§türmeyelim Muhtar.
Dönü§ürse bu bizim ݧimiz, uzla§ıla uzla§ıla, devlet çarkının
arasında erir gider, çakıl arasına su salmaya benzer... »
«Üoo, sen bu ݧi biraz fazlaca büyütüyorsun. Her §eye
birdenbire olmaz ki? Böylesi i§lerde sabır gerek, sabır ... »
«Yahu sabır ma bır diyerek bizleri oyalayıp d urma Muhtar
Emmi,>> diye sesini kaldırdı Erol. «Bıçak zaten etimize dayan­
mı§, bari kemiğimiz kalsın elimizde. Ne sabırı, ne mahkemesiy­
mi§ bu? Şu ovada bugüne kadar köylü milletinin ağalara kar§ı
bir mahkeme kazanmı§lığı var mı allaha§kına?»
«Ü nasıl söz yeğenim?» diye bağırdı Muhtar da. «Yahu
ya§lı ba§lı halimizle çıktık geldik §Uraya. Bir iki söyle§elim
dedik, ama sizlerle iki laf etmeye gelmiyor. Sizin i§galinizden
ne çıkarımız var bizim? Büyüğünüz olarak, üstelik de muhtarı­
nız olarak yol gösterip, iyilik yapmaya çalı§ıyorsak suç mu bu?>>
«Hayır demek istediğim o değil. Ba§ımıza ne zaman bir ݧ
gelse, hemen ortaya çıkarak fetva verir gibi konu§maya b<>:lar­
sınız. Biraz zengin, varlıklısınız diye kapımza varıp çökmemizi
istersiniz. Sizler ön tekersiniz bizler de arka teker sayılırız
Muhtar Emmi. Arka teker, ön tekerin izini bozacaktır her
zaman, unutma bunu!»
Köy zenginlerinin canları sıkılmaya ba§lamı§tı. Memetali,
i§aret parmağını öfkeyle Erol'a doğru uzattı.
1 18
«Doğru konu§ ve de aklını ba§ına topla Erol!» diye uyardı
onu. «Bu köy yalnız sizin köyünüz değil, hepimizin köyüdür.
Size akıl fikir vermeye çalı§ıyoruz burada. Sen ise nuh diyor
peygamber demiyorsun. Sizler bu kafayla gider de her türlü
anla§ma yollarını tıkarsanız dünyanın i§ini açarsımz köyüroü-
zün ba§ına.>> .
«Açarız da ne olur yani?» diye dildendi Erol, sorumsuzca.
«Olacağı olduğu zaman görürsün,>> diyerek suratını astı
Memetali.
Ortaya bir sessizlik çöktü. Kahve kalabalıkla§mı§, herkes
tartı§mayı . izlemeye ba§lamı§tı. Ali Seydo, Sinan, Memedo ve
Aydoğan da gelmi§ oturmu§lar, sessizce konu§ulanları dinliyor­
lardı.
Memedo'nun yüzü kararını§, ka§ları çatılmı§tı. ݧgal i§ine
köy zenginlerinin de karı§ıyor olması hayli tedirgin etmi§ gibiydi
Memedo'yu. Bir ara Aydoğan'ın kulağına doğru eğiterek:
«Gördün mü karda§, gördün mü! Sonunda bu i§İn içine
onların suyu da karı§ h. Onlar da girip müdahale etmeye ba§la­
dılar bu i§e ... Bak ne diyeceğim; gel i§in ba§ındayken bu adam­
Iarı içimizden atalım. Yol yakınken onlardan kurtulalım. Çün­
kü onların yolları ayrı, bizimkiler yine ayrı,» dedi.
«Niye ayrı olsun Memedo?»
«Sabah ak§am yarım ekmeğe talim eden bizlerle, onların
düzeni bir olmaz da ondan. Onlara güvenilmez. Ağaların içimi­
ze kadar uzanan gölgeleri onlar. V allahi yarın birgün gözümü­
zün içine baka baka bu i§i götürürler de, haraç mezat satarlar
ağalara.»
Gülümserneye ba§ladı Aydoğan.
«Korkma! Hiçbir §ey yapamazlar. Köydeki birlik ve bera­
berliğin sağlanabilmesi için onların da aramıza girmesinde sa­
yısız yararlar görüyorum ben Memedo. Bu arada senin sıkıntı­
larını da anlamıyor değilim. Onlar bu i§in içine girecek olurlar­
sa, ipin ucunu ellerine almak isteyeceklerdir.»
Ba§ını ısrarla sallayan Memedo, Aydoğan'ın sözünü kesti.

H9
«Halı, aynen öyle i§te karda§, aynen öyle! Tam üstüne
bastın. Onlar öteden beri alı§mı§lardır halaya girince halay ba§ı
·

olmaya.»
«Meseleye biraz geni§çe bakmamız gerekiyor Memedo,»
dedi Aydoğan. «Şimdi bu köylülerin çoğu bizi dı§tan dı§a des­
tekler görünüyorlarsa da, aslında bu i§gal i§ine henüz canı
gönülden sarılmı§, inanmı§ değiller. Belli etmeseler bile de
içlerinde bir çoğu bu i§gal i§inden korkup çekiniyorlar. Köydeki
bu CO§ku ve heyecanın asıl nedeni, 'ağalar köyümüze kuqun
sıktılar' gibi duygusaka bir taraf tutmaktan ileri geliyor. Bu
arada birkaç köylü zenginini aramızda görürlerse, 'demek onlar
da bu i§in ba§arılacağına inanıyorlar ki, girmi§ler,' diyerek bu
i§e sıkıca sarılabilirler. Ayrıca birçok köylünün onlara borçlan
var. Bu yüzden onlara bağıinhlar. Onun için bu birkaç zenginin
davamıza girmesi köylüler arasında birle§tirici bir rol oynayabi­
lir. O zaman da aramızda bir avuç insan olarak kalırlar onlar.
Şu gerçeği de unutmamamız gerekiyor; i§galin öndediğini asla
onlara vermiyeceğiz. Çünkü böyleleri kendi ba§larına yardım­
sız, koltuk değneksiz duramazlar. Kim güçlüyse ondan yana
çıkarlar. Ne ezenden yana olurlar, ne de ezilenden yana. Her
ikisine de güçleri yetmez; birine dayanmadan öbürüne kar§I
çıkamazlar çünkü. Onların bu tavrı, ağalara sırtlarını dayayarak
bize kar§ı çıkabilecekleri gibi, bize dayana,rak ağalara kar§I da
çıkabilirler. ݧte bu noktayı hiçbir zaman gözden ırak tutma­
mamız gerek.
Şimdi buna göre, bunlar bize açık veya gizlice kaqı çıkacak
olurlarsa o zaman bizler anlarız ki, ağalardan gizli, açık kesin
bir destekleri var demektir. Hayır, ağalara değil de, bizlere
yana§ıyorlarsa, o zaman da çıkarlarının bizim yanımızda
olduğunu görmü§ öğrenmi§ler demektir. Bu durumda onların
bize dayandığı ölçüde bizim de onlara dayanmamız, onlara
güvenmemiz gerekiyor. Bu da i§imizi biraz zorla§tıracaktır ama
ba§ka da çaremiz yoktur.
ݧgalin kurallarını kendimize göre koyup uygulayacak o-

1 20
lursak kendi dı§ımızdakileri dı§lamı§, kar§ımıza almı§ oluruz.
Bu da hiç yoktan güç kaybetmemize neden olur Memedo.»

Evran Ağa ile kavgadan sonraki geçen bir haftalık süre


içinde bazı aksamalara kar§ın, tarladaki nöbet i§i her gece
düzenli bir §ekilde sürdü. l§gal komitesi, ağaların olası bir
saldırısına kar§ı ne gibi önlemler alınabileceğini kahvede yapı­
lan açık bir toplantıda bütün köylülere sordu.
ݧgal edilen tarlaya iki yönden girebilirdi Evran Ağa'nın
traktörleri. İlki, köyün içinden geçen ince çamurlu yoldu ki,
olan biten bunca kavgadan sonra Evran Ağa'nın traktörleri
köye giremezlerdi. İkinci yol ise, ݧgal edilen tariayla çiftliği
birbirinden ayıran derin sulama kanalıydı. Traktörler baskın
gecesi oradan geçip girmi§lerdi tarlaya. Kanal, devlet su i§lerine
ait bir su yolu olduğu için, kapatılması yasal olarak olanaksızdı.
Kanal geçi§inin kazılarak iyice derinle§tirilmesi en geçerli ola­
nıydı.
Bu görü§ özellikle köy gençleri arasında büyük ilgi gördü.
Gençler kolları sıvayarak, kimi yalın ayak, kimi lastik çizmeli,
kazma ve kürekleriyle i§e giri§tiler hemen. Tarlayı çiftlikten
ayıran derin sulama kanalının içinde bütün gün suya çamura
hatıp çıkarak, dondurucu soğukta çıplak ayaklarının parmakla­
rı arasından sular ve çamurlar sıçrata sıçrata çalı§arak, bir adam
boyu derinle§tirerek, kanal tabanını her türlü araç geçi§ine
kapadılar. Onlar çalı§ırlarken genç kızlar da, tereyağı sürülmü§
sıcacık ekmek dürümleri, peyıiirler, çöketekler ta§ıyıp götüre­
rek destek olmaya çalı§tılar onalara.

Aralık ayıydı; soğuklar iyice artını§, tarlanın yüzü yer yer


yağmur, çamur ve su göletleriyle dolmu§tU. Kimi geceler su
göletlerinin kenarları ince buztarla sırlanmaya ba§lamı§tı. Yağ-
121
murun, nemin, soğuğun yüzünden zorla§an nöbet i§i, gözle
görülür bir isteksizlik yaratmaya ba§lamı§tı köylülerde. Nöbet­
çilerin sayısındaki dii§ü§ten anlamak olasıydı bunu. Çoğu kütür
kütür öksürüyor, hasta yatağında yatıyordu.
Yün ve kıl karl§ımı dokuma keçeden kalınca bir çadır
bulunarak tarlanın çiftliğe bakan yüksekçe yerine kuruldu.
Kuru otlar, kamı§lar ve hasırlar serildi çadınn tabanına. Elden
dü§me bir de soba kurulunca, nöbet i§i biraz olsun zorlama
olmaktan çıktı.

122
'acıtmaz olmıq zincirler'

Hepsi de doğudan gelmeydiler. Hepside a§iret artığı in­


sanlardı. Yolsuz, t§ıksız üstüste yığılmı§, ot, saz, berdi ve kamı§­
larla örülü balçık sıvalı huğdan evlerde otururlardı. İple bağ­
lanmı§ karnı§ dizimierinden olu§an alçacık ev duvarlarının içi
dı§ı ala samanlı balçıkla sıvalıydı. K.ı§ın Çukurova'nın bıktırıcı
yağmurları ba§ladığında, o sıvalar gev§eyip yumu§amaya ba§lar,
ardından da pelteler halinde dökülürdü. Kesilmi§, yan yatmı§
ağaçlarla, çatlamı§ duvar aralarında a§ırı nem ve rutubetten gri
ye§il kütlü lekeler olu§ urdu. Ova öylesine verimliydi ki, sıvaları
dökülerek açığa çıkan karnı§ dizimi duvarlarla, ev üstlerine
atılan ot, saz, berdi ve kamı§lar a§ırı nemden, yağı§tan kararıp
çürür, sonra da kendi üstünde tekrar ye§ererek açmaya ba§lardı
ki, ' Çukurova'da ot üstünde ot biter' sözü oradan gelir. ·

Irili ufaklı huğdan evlerin ortasında mavi çinko ta§ından


örme, iki katlı bir evyükselirdi, bu ev Hacı Seydo'nundu. Köyün
kurucusu, sahibi, ağasıydı Hacı Seydo. Yıllar önce o da doğudan
çıkmı§ gelmi§ti. Sırık gibi upuzun boylu, kırmızı çopur yüzlü,
erik ye§ili gözleri vardı. O gözler bir kez olsun insana güven
vermezdi, kurnazlık kohrdı. İri kartal burnu, daracık sivri
yüzüne hayli büyük dü§eidi Beline ku§ak sarar, sırmalı §alvar
giyerdi. Acımasızlığıyla bilinir tanınırdı. Öfkeli bakar, öfkeli
sorar, öfkeli konu§ur, yürürdü. Eline kırhacını aldığı zaman
öfkesinden boyun damarları §i§er, gözleri yuvalarından dı§arı
fırlar, keskin, çıngıraklı yılan sesiyle bağırır, en ufak bir suçun
1 23
bedelini, kan i§etinceye kadar döğerek ödetirdi ırgatlarına.
Hacı Seydo bu yanıyla öylesine ün yapmı§tı ki, bugün bile
Sarıbahçe'de, onuiı macerasından sözedildiğinde, o günleri
görüp ya§ayan çoğu ya§lıların yüzleri ister istemez kızarırdı, az
önce suratlarının ortasına ondan bir tokat inmi§cesine ...
O zaman Çukurova'ya henüz makine girmi§ değildi. İnsan
emeği makineden değerliydi. Bu yüzden yatağını, yorganını
sırtına denk edip vurabiten herkes çalı§mak için Çukurova'ya
inerdi. Daha çok da doğulu i§sizler, köylüler gelirlerdi. Hacı
Seydo da aslen doğudan gelme olduğu için, onlara sahip çıkar:
«Ben de doğtiluyum, sizlerden olurum. A§iret insanıyım.
Şu iki gözüm nasıl benimse, sizler de burnum sayılırsınız.Burun
yüzden ayrı dü§er mi?» diyerek onları çevresine toplar, yarı
huğdan evlerine yerle§tirir, ardından da boğaz tokluğuna çalı§­
tırırdı. Çukurova'ya ayak basar basmaz gözlerini ilk onun ya­
nında açan o yoksul, sabırlı, çalı§kan insanlar da, seslerini çıkar­
madan, ağaları neyi istemi§, buyurmu§sa, aynen yerine getire­
rek, ağalarının haklılığına inanmanın erdemine alı§ır giderlerdi
böylece. Öyle ki zamanla kendilerini kendilerine ait birer insan
olarak değil de,· ağalarına ait birer insanniı§ gibi görmeye b3§­
lamı§lardı. «Buğday biterse ağaya, çocuk hastalanırsa ağaya,»
sözü o günler için söylenir.
Ne ki, « yeğenim, aslanım, kirvem! Hiç burun yüzden ayrı
dü§er mi?» diyen Hacı Seydo, 'yumu§ U§ağı' adını verdiği ırgat­
larına, uçsuz bucaksız topraklarının ucundan birer ev yeri bari
olsun toprak vermezdi.Bataklıkları kurutturur, çalıları söktü­
rür, sıtmada, sıcakta sabah ezanından ak§am ezanma kadar, 'el
müslüman seyrine' diyerek çalı§tırırdı onlan. El müslüman sey­
rine demek, müslümanlık hayrına çalı§mak demekti. Öyle çalı­
§acak olurlarsa, cenabı allah toprağın 'verimini, bereketini iyice
arttırırdı; bu da hacca gidip gelmek kadar sevap olurdu onlar
için.
Hacı Seydo bununla da yetinmez, bazen köy hocasını giz­
lice yanına çağırarak, avucuna birkaç kuru§ s'kı§tırıverir, « bun-

124
dan böyle sabah ezanlarını biraz erken okuyuver!» derdi. Hacı
Seydo öyle der de, hoca yerinde durur mu? Er sabahta kalka­
rak, eli kulağında ba§lardı, «Allahü ekber! Allahü ekber!» diye
bağırmaya. Hoca'nın sesini duyan çavu§lar da, yarı huğdan
evlerin kapısına dayanırlar,
«Kalkın lan! Hoca Efendi sabah ezanını okudu. Dualı
ağzıyla Allah'ın adını söyledi. Uyanık olmak uyumaktan iyidir
dedi. Kalkın haydi; Hoca, Allah'ın emriyle sizleri i§e çağırıyor!»
Henüz uykularını alamamı§, ağır nem ve sıcaktan, sivrisi­
nekten yorgun, bitkin dü§mܧ ırgatlar,
«Yahu bu nasıl ݧ? Gece karanlığında sabah ezanı mı oku­
nurmu§?» diye homurdandıklarında çavu§lar zebanile§irler,
«Ne demek lan o ? Ezanın okuoacağı zamanı siz hocadan
iyi mi bileceksiniz? Cenabı Allah'ın emrine kar§ı mı geliyorsu­
nuz yoksa? Sırtınızın çulu, abasıyla Çukurova'ya gelir gelmez
kendizi adamdan mı saymaya ba§ladınız?» diye bas bas bağırır­
lardı.
Yanıt vermeleri bir yana, seslerini bile çıkaramazlardı ça­
VU§lara. Çıkaracak olurlarsa ırgatlıklarının da ellerinden gide­
ceğine inamrlardı çünkü. Böylece her allahın günü ala §afakta,
Hoca'nın ezan sesiyle kurulan ve ancak ağalannın çıkarlan için
çalı§an birer saatten farksız olarak, yorgun, argın ölesiye didi­
nirler, toprağı güçlendirmeye çalı§ırlardı; toprak da ağalarını...
Dini bayramlar gelince, tam bir koruyucu aziz kesitirdi
Hacı Seydo. Irgatlannı ba§ına toplar, günlerce çala kamçı ko§­
turduğu, aç susuz bıraktığı atının yemliğini bolca yemle doldu­
ran acımasız biniciler gibi, koçtar kestirerek, ırgatlarına yapmı§
olduğu haksızlıkların, pek azını kurban etine dönü§türerek,
yedirir içirir böylece gönüllerini almaya çalı§ırdı onların.
Çalı§maktan bitmi§ tükenmi§, paçavralar içinde bir deri bir
kemik kalmı§, sıtmadan sinekten dudakları uçuklamı§, tav§an
dudağı gibi çatlamı§ ırgatlar, yemekten sonra iki büklüm belle­
riyle ağalannın ellerine varırlar:
«Allah kesene bin bereket versim ağam. Allah keseni daha

125
daha zengin etsin! Bizim ba§ımız herdayim senin ayağının altı­
dır. Siz olmasanız üstüroüze ta§ yağar da, bizleri §U ovada kurt
kapar!» diyerek, ağalarını asıl zengin edenin allah değil kendi­
leri olduğunu bir kez olsun dü§ünmeden, tuttuklan elin bir
yüzünü öper ba§larına koyarlardı, bir öbür yüzünü. Ardından
da ağalarının ağalığına bir ağalık daha katabilmek için ölesiye
çalı§maya koyulurlardı.
Ağalarının gücüne olan inançları, dü§ünceleri öylesine
güçlüydü ki, saygıdan değil, korkudan gelen yoğun bir tapınma­
dan farksızdı bu. Öyle ki, ağaları gece yarısı onları yatakların­
dan tepe tepe uyandırsa da, «gidin §U ulu çınariardan birini, tek
bir dalı, yaprağı ineinmeden köküyle birlikte söküp getirin de,
§U meydanın ortasına dikin!>) dese, bunun olamayacağını bile
bile gider, ağalarının buyruğunu yerine getirmeye çalı§ırlardı.
Görünü§ olarak bileklerinde ne zincir vardı ne de kelepçe;
ruhlarıyla beyinlerine vurulmu§tU bu zincir aslında. Bitkiler,
ağaçlar, havaya, suya ve toprağa nasıl bağımlıysalar, onlar da
ağalarının insafına bağımlı kalmaya ah§mı§lardı.
Onların bu yanlarını bilen Hacı Seydo da, ırgatlarını korku
dolu haris kırhacının altında sıkıca tutarak, ekininden tek bir
pırnaz yolunsa baberli olur, suçlu olsun olmasın, keyfe keder
diyerek, gözünü kestirdiği ırgatlarından birini çekip yıkardı
ortaya; dalından yeni kestirdiği ya§ dut ve kiraz sopalarıyla evire
çevire öyle bir döğer, öyle bir dayağına §i§irirdi ki, o sapaların
indiği yerden 'kan çıkardı da, tüy çıkmazdı.
Kimse de sesini çıkaramaz, «ağam ne olur bağı§la! Sen
büyüksün! >) diyemezlerdi. Diyemezlerdi çünkü, ağalarının har­
man sonraları hane ba§ına üçer dörder çuvaldan ba§ka kı§hk
yiyecek vermediğini bilirlerdi. Bilirierdi de, böylece üç dört
haftaya bir, unları tükenince kapısına muhtaç ederdi onları.
Ağalarını iyice kızduacak olurlarsa, yarın birgün kapısında aç­
lıktan hığıl hığıl da ölseler, yığılsalar, ağalarının bir tas un
vermiyeceğini adları gibi bilirlerdi. Yeryüzünde açlıktan daha
büyük hangi tehlike vardı ki? Zülmün, korkunun da kendine

1 26
özgü bir tadı, alı§kanlığı olmalıydı ki, devinimsiz, soluksuz,
kabullenmi§ bir sessizlik içinde, arkada§larına atılan dayağı
izlemekten ba§ka ellerinden bir §ey gelmezdi. Ta. ki Ağaları,
dayak atmanın, döğrnenin iyice tadına varıpta, «kaldırın §Unun
·

le§ini!» deyinceye kadar.

Atları vardı, atlara tutkundu Hacı Seydo. Üstleri paslı


tenekeler, tahtalar, karnı§ örgülerle kaplı ahırında cins atlar
beslerdi. Uzun belli, bir çift makas gibi sivri, keskin kulaklı, ayak
bileklerine kadar inen uzun gür kuyruklu atiardı bunlar. Ba§la­
rını salladıklarında, uzun yeleleri, boyunlarının bir yanından
öbür yanına tutarn tutarn devrilir salınırdı atların.
Birgün Berde derler bir adam buldu getirdi Hacı Seydo.
Kimdi, neyin nesiydi, nereden gelmi§ti, hakkında kimsenin bir
§ey bildiği yoktu. Kimi onun yukarı toros köylüklerinden indi­
ğini, kimi de adı sanı duyulmadık doğu köylerinden geldiğini
söylerdi.
Yabansı utangaç yüzlü, t§ıltılı koyu siyah gözlü, orta ya§lı,
ufacık boylu, kara §alvarlı, her zaman ensesine yılan çaparı bir
pu§U saran, çok da hızlı yürüyen, hızlı ko§an, kertenkele gibi
kayadan kayaya sıçrayan canına çevik bir adamdı Berde. Ses­
sizdi. Bir gizi, saklısı varmı§ gibi insanlardan kaçardı. Bir şey
sorolmadıkça da konu§maz, dillenınezd hiç.
At bakıcısı, at terbiyecisiydi Berde. İyi anlardı atlardan.
Öyle ki; gören onu atlardan birinin karnının altında doğmU§
büyümü§, kısraklar emzirmݧ sanırdı. İyi biniciydi, iyi cirit oy­
nardı. Ufacık boyundan umulmadık bir çeviklikle bir sıçrayışta
boyunu a§an atların üstüne ko�uverir, atın üstünde, yerde iki
ayağının üstündekinden daha rahat, aynak ve devle§ miş olurdu.
Ara sıra cirit oyunlarına çrktığında savrulan ciritlerden sakın­
mak için, atın bir yanının üstüne öylesine eğilir yapışırdı ki,
özengideki ayağının ucundan ba§ka bir yanı görünmezdi. Ba­
zen atın boynuna, karnının altına doğru kayarak, atın bedeni­
nin çevresinde canlı bir halka gibi dönerek bütünle§irdi atıyla.

127
Kamçı ku1lanmazdı hiç. Basit bir dizgin çeki§i veya topuk do­
kunu�uyla yönetirdi atını. Eğittiği atlar da anlar bilirierdi o
dizgin çeki�leriyle topu k dokunU§Iarımn dilini.
Kahve, domino, zar, kağıt oyunu da bilmezdi hiç. Atların
dı�ında bir ilgi alanı yoktu zaten. Bütün gün atların ahırı,
bakımı, nalı, ka§ağısı, semeri, kolanı, çekisi, sidiği, gübresi, otu,
samanı, yemiyle ilgitenirdi hep. DoğU§tan bu tür i�lerle, koku­
ların insanıydı o. Uyuz dii§mii§ atların ahırlannı kireçli sulada
yıkar, at sırtında çıkan, sinek sıçmı§ kurtlanmı§, durmadan
ݧleyen, irinlenen onmaz yaraları, kendisinden ba§ka hiç kim­
senin bilemiyeceği melhemler sürerek iyile§tirirdi. Atların ot ve
ye§il yonca kokan sol uğunu yüzünde duymasa, atların ot ye­
mekten yemye§il olmu§ dillerini görmese gözüne uyku girmez­
di. Bütün gün atlarla dü§er kalkar, onlarla giderirdi yalnızlığını.
Bir yıl kadar Hacı Seydo'nun hizmetinde kaldı Berde. Tam
bir yıl gece gündüz atıa rına b aktı, eğitti Ağasının. Bu süre içinde
ne kimseyi kırdı, ne de kem bir söz çıktı ağzından.
Gitme günü gelince, olanca cesaretini toplayarak, omuz­
larını da iyice dü§ürüp küçülterek, elleri önde el pençe durdu
Hacı Seydo'nun önünde.
«Ne var?»
«Ağam bir maruııatım vardı da. Yani §ey... demek istediğim
odur ki.�.»
«Geveleyip durma! Çabuk çıkar dilinin altındakini?»
«Nasıl desem, yani demek istediğim... Ağam gerçi benden
daha iyi bilir ya... Hani benim yılım doldu, gitme vaktim geldi
de Ağam. Memlekette bir sürü eviadı ayal bekler beni. Eğer
münasibinize geliyorsa yıllık hakiağıını verin de, kendime biraz
üst ba§ alam. Eviadı ayala biraz allık, biraz giyinek, bez, çorap
alam dedimdi.»
«Gözü körolası, deminden beri eveleyip gevelediğin §ey bu
muyduh ·
«Heye Ağam, kusurum varsa bağı§la!»
Hacı Seydo, Berde'nin gitme gününün geldiğini bildiği

128
halde, bilmezmiş gibi davrandı. Düşündü taşındı. Duruş undan,
yüzünün şeklinden, usundan geçenleri o güne kadar kim anla­
mıştı da Berdecik anlasın.
«İyi madem öyle. Birgün daha kal. Git, gezin, yat, keyfine
bak! Sabah erkenden de gel hakiağını al benden.>>
Hacı Seydo gibi bir belalıdan yıllığını kolay kolay alamaya­
cağını sanan Berde, ağasının bu sözleri karşısında öylesine
d uygulandı, öylesine sevindi ki, bir 'an ne yapacağını bilemedi.
İçinden, «bir da ağama kötü derler. Neresi kötü bu adamın?»
diyerek ağasının eline vardı, öptü. Sonra da yarı huğdan külü­
besine çekilerek, yatıp uyudu. Alacağı paralarla, kavuşacağı
karısıyla çocuklarını düşündü hep. Kendi kendine tatlı dü§k:r
kurdu. O kuradursun, öte yanda aynı gece Hacı Seydo, adanı ­
larından birini gizlice yanına çağırdı:
«Ahırdaki atlarıını iplerinden çöz, götür, ormanın içine
gizle. Ben haber gönderineeye kadar da başlarından bir yere
ayrılma! >>
Denilenleri bir bir yaptı adam. Bcrde'nin gece günJ uz
gözü gibi koruyup baktığı atları dizginlcrinden çözere k, ahırla ­
rından çıkardı. Anavarza ormanlığının içine yedip götürerek,
yayıltınaya ba§ladı.
Olan bitenlerden habersiz olan Berdc, o gece rahatça b i r
uykudan sonra sabahı buldu. Elini yüzün yıkadı, sakoğusunu
giydi. Puşusunu sardı. Dizierne çoraplarını özenle çekti. Tıra§
bile oldu . Parasını alır almaz çekip gideceği, bir an önce de
ailesine kavuşacağı için öylesine mutluydu ki, o sevinçle ağası­
nın kapısında aldı soluğu.
«Geldim Ağam! Bir gece daha kal demi§ lin, kaldım. Şimdi
hakiağıını ver de bir an önce eviadı ayala kavu§am'h>
Erik ycşili gözleri kızarmıştı, çakmak çakmaktı Hacı Sey­
do'nun. Birgün önceki Hacı Seydo gitmiş, yerine başka biri
gelmişti sanki. Berde'yi görür görmez yerinden fırladı.
«Lan geberesice, sabahtan beri nerdesin sen?» diye bağır-
dı.

129
Kara siyah ı§tltılı gözleri saf saf, yan.§a§kın açıldı Berde'nin.
<<Burdayım ağam. Bütün gece kulübemde uyuyordum.))
«Uyumaz ol pezevenk! Lan sana verdiğim emanete böyle
mi bakarsın sen?>)
«Niye? Ne olmu§ ki Ağam?))
«Bak, bir de bilmezmݧ gibi soruyor. Dümbüğe bak! Lan
bakman için sana teslim ettiğim atiarım hani nerede, nereye
götürüp sakladın onları? Bir an önce onları bul, yoksa le§ini
sereri m yere senin h
Şa§kınlığından az daha küçük dilini yutacaktı Berde.
«Atlar mı? Ahırdan ba§ka nerede olabilirler Ağam?))
«Körolasıca, git bak bakalım atiarım yerindeler mi? Lan
geceden beri yok hayvanlarım? Kar§ımda gevelenip durmal
Çabuk nereye götürüp saklandınsa bul onları? Yoksa?))
«Saklamak mı? O nasıl sözdür Ağam ?)) diyerek hızla alııra
doğru koştu Berde. Koştu ya, dışkılarından başka bir §ey bula­
madı ahırda. Şa§kınlığından ne diyeceğini, nasıl dü§üneceğini
bilemeyen Berde, sus pus olmuş haliyle ağasının yanına döndü.
«Nasıl olur? Aklım bir türlü almıyor Ağam? Dün ak§am
atları kendi ellerimlc son defa yemledim tımarladım. Boyunla­
rına sarıhp ağladım, vedataştım onlarla. Bir yıldan beri yerlerin­
den ayrılmayan atlar, bir gecenin içinde nereye gidebilirler? Bu
işte dü§man parmağı olmaya?))
Berde'yi daha fazla dinieyecek hali yoktu Seydo'nun. Ye­
rinden fırladığı gibi çekti kırbacını.
«Lan allahsız, herkesi budala aptal, kendini de akıllı mı
sandın? Bugün gideceğini bile bile geceden gidip atlarıını çöz­
dün götürdün. Bir yerlere sakladın. Sonra da benden hakiağını
alınca atianma atlayıp savu§up gidecektİn değil mi? Hem aylar­
ca kapımda yallan, hem de giderken haklağanı iste, atlarıını çal,
hırsızla! Seni köpekoğlusu seniii ... ))
Yıktı yere Berde'yi. Verdi kırbacı, verdi dayağı. Zavallı
Berdc'cik hakiağasını alamarlığına mı yansın, gece gündüz bak­
tığı atların çalışına mı, yoksa yediği dayağı mı?

1 30
Yüzü gözü kan revan içinde kalan Berde, can havliyle
ayağa kalkarak, kaçmaya ba§ladı. Öylesine kaçtı, öylesine kaçtı
ki, görenler onun dünyanın öte ba§ına kadar kaçacağını sa­
. nabilirlerdi.
*

Gözlerinin açılmasından çekindiği için ırgatlannı en yakın


köylere bile göndermezdi Hacı Seydo. Irgatlarının günlük ge­
reksinimleri için küçücük bir de dükkan açmı§tı köyde. Dük­
kanından kimlerin tütün, sabun, tuz, §eker veya buna benzer
türlü §eyler aldığının kayıtlarını büyükçe bir sarı deftere yazar­
dı. Kimse de soramaz, öğrenemezdi deftere neler yazdığım;
Ağalarından iyi mi bileceklerdi.
O yıl tarlalar bolca yağmur alınca, toprağın keyfi yerine
geldi.· Yıllardan beri görülmemi§ gürlükte bir ekin ve bereket
oldu ovada. Çatallanan köklerden dokuz on ba§ak birden çıktı.
Görülmemi§ verimlilikte bir ekin ve ba§ak deniziyle çalkalandı
tarlalar. Herkes §a§ırdı. «Çukurova Çukurova olalı beri böylesi
ekin görmedi, bundan sonra da göreceğini pek sanmam,)) di­
yenler oldu. Hasat sonu harmanlar ağzına kadar saplarla doldu
ta§tı. Çifter çifter döğenler döndü günlerce. Çeçler savruldu.
At, öküz arabaları Hacı Seydo'nun arnbariarına gece gün­
düz tane ve saman çekti. Kuyular, ambarlar ağızlarına kadar
buğdayla doldu ta§ tl. Çekilerneyen taneleri, ırgatlar çuval çuval
sırtiayarak evlerine çektiler. Har ar, çuval ve heybe gözlerinden
çeyiz sandıklarının içlerine kadar her yan buğdayla doldu ta§tı.
Bu öylesine bir bereketti ki, Sarıbahçe Sarıbahçe olalı beri
ırgatın yüzü ilk kez güldü. Açlık korkusunu, üç dört haftada bir
Hacı Seydo'nun kapısında diz çökerek, bir çuval un için yalvarıp
yakarına korkularını biraz olsun üstlerinden attılar. Canları
yerine geldi, rahat bir soluk aldılar.
Eyüp derler uzun boylu, kara kuru, sessiz bir ırgat vardı.
Birgün bir sancı girdi Eyüb'ün karnına, kilitledi onu. Kendini
yerden yere atarak acılar içinde kıvranmaya ba§ladı. Ne oldu-
131
ğunu kimse anlayamadı. •Ağzına parmak sokup kusturmaya
çalı§tılarsa da olmadı, tuzlu ayran içirdiler yine omadı. Morardı
yüzü, kaskatı kesildi bedeni. Acıdan kömür karası gözleri kü­
çüldü. Bir iki çene attı. Sonra da kara bir düğüm gibi hareketsiz,
kaskatı kesiliverdi, öldü, Eyüp. Kimi nazar değdi dedi, kimi
barsakları düğümlendi dedi, kimi zehirlendi, kimi de güne§
çarptı dedi.
Eyüp'ün çipil gözlü, iri yarı, karnı yüklü avradı Meziyet,
canının yakısından ne yapacağını bilemedi. Dokuz on ya§ların­
daki oğlu Memet'in ba§ını karnma bastırarak, yerde yatan
cansız kocasının üstüne bo§anırcasına yum uldu. Sırtı indi kalk­
tı. «Avucunun içi çapa yarası, sırtınd<J azrail beresi, yakalı göm­
lek giyemedi, bütün ekmek yiyemedi Eyübüm,» diyerek bir
ağıta ba§ladı.
Bir süre sonra olayı duyan Hacı Seydo, elinde sarı bakkal
defteriyle çıktı geldi. Sağına soluna bakındı, sorular sordu.
Sonra da.
«Herifteki §ansa bak,» dedi. «Şans değil bashayağı kancık
e§§ek §ansı. Sen tut aylarca dükkanımdan borç al, borç ye.
Sonra da ödeyeceğin zaman zıbar git. Pezevenk ... ))
Ağasının sözlerini duyan Meziyet, ağıtını yarıda keserek
birden kalktı ayağa. Oğlunun kara kuru kafasını karnma biraz
daha bastırarak:
«Ü nasıl söz ağamız?)) diye sordu. «Eyübümün çalı§tığı
aylar yıllar sana olan borcundan fazla çekmez mi? Ölenin
ardından konu§ulmaz, ağalığına yakı§maz bu. Günahtır gü­
nah!..)>
Yüzü birden karı§ıverdi Hacı Seydo'nun. Gözleri öfkeden
b üyüdü, ka§ ları dikle§ti. Alnıyla burnunun iki yanındaki çizgiler
derinle§ti.
«Ne dedin, ne dedin? Neyin günah olup olmadığını senin
gibi çirtikli karılardan mı öğreneceğim? İster ölsün, ister geber­
sin, ama adam olan adam önce borçsuz ölmeyi bilmeli.>)
Meziyet'in oğlu Memet, ba§ını anasının karnından aldı.
«Ben varım ya ağam,>) dedi. «Ölen babamın borcunu yerde
bırakmam. Öte dünyaya borçlu göndermem onu.))
132
«Lan bacak kadar boyuola elime ne dökeceksin de yüzü me
ne süreceğim, itoğlu it?» diyerek bastı kirhacı çocuğun yüzüne,
gözüne, sırtına, her yanına. Bastı. Vuru§ları çocuğun yüzünde,
sırtında değil de olup bitenleri duyarsızca izlemeye çalı§an
köylülerin yüzlerinde patladı sanki.
Oğlu ile ağanın arasına girmek isteyen Meziyet, sırtına
birkaç kırbl'IÇ yiyince geri çekildi. Sonra da yerde yatan kocası­
nın ölüsüyle kırbaç darbelerinin altında sütleğen kurdu gibi
büklüm büklüm olan oğluna, bir de olup bitenleri sessizce
izleyen kadınlı erkekli yüzlerce köylü kalabalığına baktı. Ve
dayanamadı. Güçlü kuwetli erkeklerin imanlarından tutup sar­
sarak:
«Ulan imanı kıllılar! Ulan erkeğim diyenler! » diye bağırdı.
«Daha ne bakı§ırsınız? Dilinizi mi yuttunuz? Siz de kar§ı gelip
ağamza vursanıza? Neden korkarsınız? Bu yıl buğdayımız bol
daha?»
Meziyet, bu sözleri öylesine yürekten söyledi öylesine sars­
tı ki onları, orada ne kadar insan varsa tümü tepeden tırnağa
ürperdi. Tüyleri diken diken oldu. Yıllardan beri bilinçaltların­
da yer eden akıl almaz, korkunç bir nefret ve kin duygusu yav<ı§
yava§ devinerek gözlerine vurmaya ba§ladı.
Hani kav örneği kurumu§ gevremi§ ipince ot yığınları olur
da, tutu§up alev almaları bir tek çıngıya, kıvılcıma bakar, aynen
öyle. Dev kalabalık, istenç dı§ı bir hareketle dalgalandı dalga­
Iandı. Atılan bir ta§ı dev dalgaların içine alıp yutuvermesi gibi,
birden ortalarına alıverdiler ağalarını. Korkunç, akıl almaz, ne
söyledikleri belirsiz homurtulu, öfkeli bir uğultu ve uğunma
ba§ladı. Öfkeden, hınçtan, kinden bitmi§ tükenmi§, soluksuz
kalmı§, kudurmu§, gerilmi§ yüzlerce el kol, yumruk, tekme
tokat, arkası arkasına indi indi kalktı, indi indi kalktı. Tckme
tokat ve yumruklarıyla da yetinmeyerek, tahta gibi sert,
duyarsız nasırlı pençelcri ve keskin tırnaklarıyla yol up
yırtmaya, neresi gelirse gelsin etini kemiğini ısırıp tırmalamaya
ba§ladılar ağalarının. Ufacık parçalar halinde ellerine gelen
ağalarının giyitlerini bula§ıcı bir illetten kurtulmak istercesine
133
ayaklarının altına <ılan, çiğneleyen, ezen, ate§e veren, saatler­
den beri dağları tepeleri a�ıp gelmi§çesine ağızları, burunları,
soluktan körük gibi �i�mi§ açılmı§, öfkeden sinirden tir tir
titreyen, insanlıktan çıkmı§, kan kokusu almı§ aç kurt sürüleri­
ne dönü§en çılgm kalabalığın elleri ayakları durmadı durmadı
hiç. Bir saat, iki saat, üç saat, belki de daha fazla...
Neden sonra öfkeden soluktan bitmݧ tükenmi§, üstleri
ba§ları, elleri yüzleri tere ve kıpkızıl kana batmı� çıkmı§ azgın
kalabalık ağır ağır açıldığında, ortada Hacı Seydo diye biri
yoktu, kalmamı§tı hiç, saçının kılı bile.
Bir ara onca iti§ kakı§ arasında, çiğnenmi§ tozun toprağın
içinde madeni bir panltı ili�ti gözlerine. Biri eğilip baktı ve
ağalarının sürekli yelek cebinde ta§ıdığı gümü�, köstekli saatini
gördü yerde. Onca hengamenin ortasında gümü§ köstekli saat
tıkır tıkır çalı§ıyordu hala. «Lan sahibi geberdi, bu meret hala
ya§ıyor! )) diyerek topuklarının altına aldılar, eze eze un ufak
ettiler saati.
*

ݧte geçmi§lerinde ya§anmı§ böylesine acı, böylesine kor­


kunç bir de anıları vardı Sarıbahçelilerin. Hacı Seydo gibi bir
zalimden kurtulmasını bilen köylüler, ondan geriye kalan bin­
lerce dönüm tapusuz senetsiz tarlaları bu kez de Evran Ağa 'nın
babası Dudaklı Memet Ağa ile ortağı Kazan Mutassarrıfı Ha­
kim Şadi Çelik'e kaptırmı§lardı. Hacı Seydo'nun bugün köyde
ya§ayan tek torun u Ali Seydo da, bu toprak uğra§ının içindeydi
§İmdi. Yıllar önce derlesinin yapmı§ olduğu zülmü, haksızlığı
bugün ona ve köylülerine ba§ka ağalar yapıyorlardı çünkü.

134
Hacı Seydo'nun linç edilerek öldürüldüğü yıllard!l, Sarı­
bahçe'den Anavarza'nın altına kadar her yan ormanlık, çalılık,
sazlık ve o ttu. Yöre köy! üleriyle Sarıbahçeliler kı§ lık od u nlarını
gidip kök sökerek o ormandan çıkarırlardı.
Ormanın her dalında, ağacında, sarma§ığında, çalısında
ku§lar öter, yuva yaparlardı. Sarı gagalı ku§ yavruları yaz kı§
yuvalarda ötü§ürler, kıyameti koparırlardı. Alqam üstleri ulu
ağaçların genݧ dalları, konan leyleklerin ağırlığı altında eğilir,
ağaç üstleri süt beyaz olurdu. Ba§larını yukarı doğru vererek,
uzun kırmızı gagalarını açıp kapatarak kahve döğerlermi§ gibi
takırtadırlardı. Şimdilerde susuzluktan St?Si soluğu kesilmi§, içi
ota çalıya boğulmu§ olan ufacık Kurukulak deresin'den gece­
leri kimseler geçemezdi o zaman; e§kiyalarca ya soyu! ur, ya da
öldürülürlerdi.
Etli, sarkık dudaklı olduğu için 'Dudaklı' lakabıyla anılan
Dudaklı Memet Ağa, ayağında uçları kıvırık hani deriden toz! u
yörük çizmeleri, sırtında kalın kıl örme abasıyla kı§ları o yöre­
lere çıkıp gelerek, develeriyle sığırlarını otlatır, balıara doğru
da sürüsı:inü toplar yukarı Andırın yayialarma çeker giderdi.
Sonra sonra 'otlakiye' adı altında ü·ç yüz dönümlük bir koçan
çıkartınayı ba§ardı Dudaklı Memet Ağa. Bu arazi §imdiki ek­
tikleri yerler değildir. Aradan bir yıl geçmeden, «İçine ineğirole
öküzlerim kaçtı, bulamadım!» diyerek ate§e verdirdi ormanı
Dudaklı Memet Ağa. Rüzgarın da etkisiyle yangın büyüdü, her
yana sıçradı. Sarıbahçe'nin sınırından Anavarza'nın altına ka­
dar yer gök ağır yalıma kesti. Ate§ üstüne ate§ p�tladı. Çatırtı··

135
ları gece gündüz yeri göğü salladı. Yalııniarı göğü tuttu. Gök­
yüzü sapsarı dumana kesti. Ala küllü kıvılcımları köylülerin
huğdan evlerinin yakınlarına kadar dü�tü. Yangının evlerine
sıçramasından korkan köylüler, su kovalanyla topaçlar gibi
evlerinin çevresinde döne döne birçok geceyi ayakta geçirdiler.
Tam iki ay büyük yangın oldu. Tam iki ay yahmların ı§ığında,
dumanında soyunup giyirı.diler. Yanını§, kıpkırmızı kora kesmi§
çalılar, ulu ağaç gövdeleri birbiri üstüne büyük çıngılar, duman­
lar çıkararak devrildiler. Börtü, böcek, ku§, leylek, ormanda
canlı adına ne varsa kaçıp kurtuldu, kaçamayanlar yandı kül
oldu.
Yalııniarın canı çekildi, usul usul kısaldı. Her yan göz
alabildiğine mavi mavi tüten kapkara bir kömür ve köz yığınına
dönü§tü .

Yangından sonra hiçbir §ey olmamı§ gibi Dudaklı Memet


Ağa çıktı geldi. Sarıbahçelilerle pazarlığa oturdu. «Gönlüm
razı değildi ormanın yanmasına ama, ne yapalım, oldu bir kere.
Ormanı kökleyin, toprağı sizin, çıkan köklerle odunlar da be­
nim olsun! » dedi. Yıllardan beri ağaların yalanından bıkmı§
usanmı§ olan, ağal a rın her sözününü altında mutlaka bir kötü­
lük ve hile yattığını adları gibi bilen Sarıbahçelileri bir dü§ün­
cedir aldı. Dudaklı'nın bu önerisini ku§kuyla kar§ıladılar. Ve
Dudaklı'nın önerisinin tam tersine söylediler ona. «Hayır, çı­
kard ığımız köklerle odunlar bizim, kalan toprağı da senin ol­
sun!>> deyiverdiler. Dudaklı'nın da istediği buydu zaten; kuma­
zın, hilebazın teki olduğu için, daha ݧin ba§ında sezmi§ anlamı§
o lmalıydı köylülerden böylesine bir tepki ve yanıt alacağını. Bu
yüzden hemencek kabul etti, köylülerin bu önerisini. «Eh ma­
dem öyle istiyorsunuz, kabul. Sizin dediğiniz olsun!» dedi. Böy­
lece birkez daha oyun içinde oyuna gelerek hemen i§e koyul­
dular köylüler. Elleri, ayakları, tırnaklarıyla çalı§a çalı§a yedi­
den yetmi§e kökçü oldular. Çalı§tılar aylarca. Köklerin çıkarıl­
ması bir ayrı dertti, ta§ıması bir ayrı dert. Aylarca uğra§•P
urmanı kökleyerek, tarlayı bir ba§tan öte ba§a derinlemesine

136
kazıp kirizme ederek, avuç içieri bilye bilye kan toplayİp §i§e­
rek, nice kan uykularına yatarak, binlerce dönüm tarlayı bulgur
bulgur elediler, söktüler, hopur ettiler kökleri. Öyle ki di§leri­
nin dibini karı§tıracak bir tek çöp bile bırakmadılar tarlanın
yüzünde. Karaya kesen üstleri ba§ları, yanını§ köklerden farksız
oldu. İnsanl'ıktan çıktılar.
Ortaya çıkan kapkara kök odunlarını evlerine ta§ırriaya
ba§ladılar sonra. Evlerinin önü arkası, kapkara dağ gibi odun
yığınlarıyla doldu ta§tı. Simsiyah, kudurgan, mis gibi de bir
toprak kaldı geriye. Öylesine güçlü, öylesine bi tek bir topraktı
ki bu, çuvallayıp götürsen gübre niyetine satabilirdin.
ݧte yılda en az iki kez ürün veren, verince de bire kırk, bire
elli veren bu topraklara gözlerinin önünde Dudaklı Memet
Ağa geldi oturdu. Geri kalan yanını§ köklerle odun yığınları da
köylülere kaldı.
Dudaklı Memet Ağa, daha sonra, o zamanın Kozan Mu­
tassarrıfı Hakim Ş adi Çelik'le anla§arak, topraklarının ucundan
büyükçe bir hisse verdi ona. O da, Dudaklı'nın devlet katındaki
i§lerini ayarlayıverdi. Böylece iki çiftlik birden kuruldu. Kurul­
du ya, toprağa, mala mülke duymadılar yine de. Çıkarları bir
olunca iki ağanın dostlukları kan bağından da öte oldu; yasala­
rın bo§luklarından yararlanarak, kıyısından kö§esinden gi­
rerek, tarla sınırlarını her yu biraz daha ite kaka, binlerce
dönüm hazine arazisine el koyup çiftliklerinin sınırlarını ta
Sarıbahçlilerin burunlarının ucuna kadar getirdiler. Akan suya,
biten ağaca, toprağa, her §eye onların ayağı bastı, onların
hükmü geçti. Onların ekini dikini, ba§ağı, mısırı, ürünü kök
saldı. Yıl be yıl sofraları büyüdü böylece.
Bunanla da yetinmediler; çeltik ekimi için koca nehrin
suyunu boca ediverdiler ovanın yüzüne. Her yer gölbacak oldu;
kurbağa, yılan, balık, sivrisinek, yosun... Öyle ki yollarını §a§ıran
sazan balıkları tarlanın yüzünde küreğİn çapının ağzına gelir
oldular. Sivrisinek bulutu ortalığı kastı kavurdu. Büyük uğultu­
lar halinde her yana çoku§arak, atı, ineği, e§eği, danayı, ta

137
be§ikteki bebelerin ellerine yüzlerine varıncaya kadar dalayıp
ısırdılar. Tarlada çalı§an ırgatlar, ağızlarına burunlarına sinek
kaçmasın diye gönüllerince esniyemez, ağızlarını açamaz oldu­
lar. Sıtmaya yakalanmayan bir tek kimse kalmadı yörede. Ye­
dikleri içtikleri sarı kinine kestiği halde kar etmedi. Çok çocuk,
çok insan öldü sıtmadan. Çoğu yeti§kinler sı tmadan ya§ gövde­
lerinin üstünde solup kuruyarak deynekle yürür oldular. Dey­
neği olmayanlar da seferberlik artığı insanlar gibi birbirlerinin
koluna girip tutunur oldular. Öte yanda ise yıl be yıl yükünü
tutanlar ağalar oldular.
Dudaklı Memet Ağa'nın bir hastane kö§esinde ölümün­
den sonra çiftliği büyük oğlu Evran Ağa i§letmeye ba§ladı.
Evran Ağa, İğdenli akrabaları olur kalabalık Koyuncuoğlu ai­
lesini çiftliğine yerle§tirdi. Onlara biraz toprak vererek, hem
Koyuncuoğlu'nu hem de kalabalık ailesini kendisine bağlama­
sını bildi. Bir iki yılın içinde çifdikte yerden mantar biter gibi
damevleri yükselmeye ba§ladı.
Bununla yetinmeyen Evran Ağa, «toprak dağıtılacak olur­
sa çobanlada köylüler adam olurlar, gelir bizimle otururlar. Bu
da Çukurova'ya bu kadar emeği geçen biz ağalara hakaret
olur! >) diyerek, Toprak Tevzi Komisyonu Üyeleri'ni çiftliğine
sokmadı. Ayrıca Koyuncuoğlu ailesi aracılığıyla İğden köylüle­
rini ağır baskılar altında tutarak, kendi ağızlarından, toprak
istemedikleri ne dair dilekçeler yazdırarak komisyon üyelerine
verdirdi.
Bir ara zor duruma dü§en çiftliği, İğdenliler rahatlıkla
ellerine geçirebileceklerken, «çiftlik dağılacak olursa bizler
ağasız, ba§sız ne yaparız? Yeter ki çiftlik dağılmasın; bizler
bedavaya bile çalı§ırız,)) diyerek, ağalarından yana çıktılar. Ev­
ran Ağa da köy camisine yüklüce bir bağı§ yaparak, hem çiftli­
ğini kurtardı, hem de «koyu müslüman))a çıkarttı adını.

Yılda iki kez ürün veren, ekilen tohumun üstüne koyup


asla altına dü§ürmeyen onca toprağın, ekinin, verimin ortasın-

138
da, i§sİz, topraksız kalmaya ba§layan köylüler yava§ yava§ uyan­
maya, kendi aralarında toplantılar yapmaya ba§ladılar.
«Yahu bu nasıl ݧ? Bu gidi§le kırk çe§menin ortasında
susuzluktan kırılacağız. Herifler evlerimizin altındaki toprağı
bile kendi mülklerine katacaklar nerdeyse. Bu kadarı da faz­
la » diyerek uzun süre konu§up tartı§tılar.
...

Bunca öfkelenme, toplanma, tekrar dağılıp bir araya gel­


meler, köy muhtarlarını da e tkiledi sonunda. Bir birlik olu§ma­
ya ba§ladı. Topluca arzuhaleilere giderek yazılar yazdırdılar.
Cumhurba§kanına, Ba§bakana, Tarım Bakanı ve müste§arlığı­
na dilekçeler gönderdiler, teller çektiler. Çektiler ya ne çektik­
leri tellerine bir yanıt alabildiler ne de dilekçelerine... Muhtar­
lardan olu§an kalabalık bir heyet, soluğu Adana Valiliğinde aldı
bu kez.
«Vali Beyimiz, binlerce köylümüz topraksız, ݧsiz kaldık.
Hepimiz i§e ekmeğe muhtacız. Ayıptır söylemesi, çaluğumuz
çocuğumuz aynı donu, fistanı yıllarca giyer oldu. Yüreğimizde
derin yaralar açıldı. Karacaoğlan misalı söyleğen olduk hepi­
miz. Sen büyüksün, aman derdİmize bir çare. Biz de bu vatanın
evlatları sayılırız. Yazık değil mi bizlere? Yeter dert yükünü
çektiğimiz gayrı. Ağaların ellerinde binlerce dönüm toprak
varken, ölülerimizi gömeceğimiz mezarlığımız bile yok bizim.
Ne kadar hazine toprağı varsa, üstüne çöreklenip kuruldu
ağalar. Madem ki devletimizin bol keseden ağalara verebilece­
ği bu kadar toprağı var, o zaman Çukurova harasından bizlere
de on be§er, yirmi§er dönüm toprak versinler de, sırtımızın
ağrısı dinsin biraz.. >>
Vali, genݧ masalı toplantı salonundaki. kırmızı me§İn kaplı
koltuklara ot urtara k, güleçyüzle konu§malanriı bir süre dinledi
onların. Çay kahve söyledi, §eker ikram etti, cigara tutturdu.
Dilekçelerini ellerinden teker teker alırken, «merak etmeyin!
Bu konuyla bizzat ilgileneceğim. Dertlerinizi yukarıdaki bü­
yüklerimize ayrıca ileteceğimh> diyerek umut ve güvence verdi
onlara. Sonra da, «Atatürk ba§ çiftçimizse sizler de efendimiz-

139
siniz!» diyerek kapıya kadar geçiriverdi onları.
Dı§arda hükümet meydanını doldurmu§, CO§ku ve umutla
bekle§en bir sürü köylü, toplantıdan memnun, güleç bir yüzle
ayrılıp çıkan muhtarlarının çevresini aldılar hemen. Sonra da
soru yağmuruna tutarak sıkı§tırmaya ba§ladılar onları.
«Ne oldu?»
«Vali beyimiz neler dedi?»
«Bize toprak verecek mi?>>
Sorulardan iyice bunalmaya ba§layan muhtarlardan biri:
«Bilmem, herhalde verecek,» dedi yalnızca.
«Verecek mi? Sahi mi söylüyorsun?»
«Elbette! Bana öyle geliyor.»
«Peki nereden aniadın bize toprak vereceğini?»
«Bunu anlamayacak ne var? Dilekçelerimizi alırken bize
güldü. Çay kahve söyledi. Şeker tuttu, arkada§ gibi senli benlİ
konu§ tu, hal hatır etti bizlerlen. Atatürk ba§çiftçimiz, sizler de
efendimiz sayılırsınız,» dedi. Her halinden belliydi yani bizlere
toprak vereceği,» dedikten sonra, öbür muhtarlara dönerek:
«Öyle değil mi lan? Sizler de konu§sanıza? Ağzımza kira
mı istersiniz? Dilekçelerimizi elimizden alırken, merak etme­
yin, bu konuyla bizzat ilgileneceğim, demedi mi?>>
«Dedi dedi, hem de çok dedi,» diyerek konu§maya ba§la­
dılar öbür muhtarlar da. «Hatta demekle de kalmadı, bizlerle
oturup sohbet bile etti. Vallahi Vali Beyi ben böyle bilmezdim.
Doğrusu çok iyilikli bir adammı§ vesselam. Sizin anlayacağınız
her halinden belliydi bizlere toprak vereceği... »
Bu konu§maları orada bekle§en köylü kalabalığının tümü
duydu. Bir CO§kudur aldı hepsini. Umutlandılar, «Vali Beyimiz
bizlere toprak verecek,» diye.
Bu haber dalga dalga bütün köylere dağıldı. Aradan bir
hafta, on gün geçti geçmedi, traktör römorklarıyla kanıyaniara
hınca hınç dolu§an davullu zurnalı, bayraklı yüzlerce köylü
kalabalığı, tozlu yollardan akın akın kente inerek, hükümet
meydanını CO§kuyla doldurdular. Sırtları kınalı, boynuzları

140
muskalı, cilalı, gök boncuk.lu koçlar kesip kurban ederek, çalan
davul zurnaların e§liğinde, i§tahla mendillerini sallayarak, kara
§alvarlarının kıçlarını sağa sola savurta savurta büyük bir halaya
durdular.
Meydandaki gürültü patırtıyı duyan, neler olup bittiğini de
bir türlü anlayamayan Vali Bey, koruma polisini çağırdı.
«Neler oluyor? Ne bu gürültü?>> diye sordu. «Git öğren
bakalım bu hengamenin hikmeti ne? Kimin için çalıp oynuyor
bunlar?>>
«Emredersiniz! >>
Tela§la dı§arıya fırlayan koruma polisi, düdüğünü çalarak,
davulla zurnayı susturdu hemen.
«Neler oluyor? Nedir bu gürültü patırtı? Bayram değil
seyran değil. Asker sevkiyatı var desek, o da değil. Niçin çalıp
oynuyorsunuz?>> _

Gömlek yakalarıyla boyunları arasına yayıp serdikleri terli


mendilleriyle yüzlerinin gözlerinin terini silen köylüler, soluk
soluğa yılı§tılar.
«Biz, Vali Beyimiz için çalıp oynuyoruz,>> dediler.
«İyi ama niçin çalıp oynuyorsunuz?>> diye üsteledi polis.
«Bir sebebi olmalı değil mi?>>
«Niçin mi? Duymadınız mı? Vali Beyimizin bizlere toprak
vereceğini? ݧte bizler onun için çalıp oynuyoruz.» .
Mesele anla§ılmı§tı. Acı acı gülmeye ba§ladı polis.
«Ne toprağı be? Ne vermesi? Derhal kesin §U zımpırtıyı
da, dağılın buradan çabuk! Koca §ehirde çalıp oynayacak ba§ka
yer mi bulamadınız hem?» diyerek, düdüğüne bir kez daha
asıldı. Ve hükümet meydanınd;m kovdu onları.

141
Hızlanan makinalı tarım, el emeğini öldürdü, insanı değer­
siz kıldı. Bu durum, her yıl biraz daha evleri nüfusa boğulan,
ömür örnüre öküz ardında yeti§ip büyüyen Çukurova köylüle­
rini sıkıp bunaltınaya ba§ladı. Kazmayı, küreği, çapayı, karasa­
banı kullanan elleri, toprağı süren atları, öküzleri gibi bo§ta
kaldı. Karasahanlar baltatarla doğranarak odun niyetine yakı­
lırken, paslanmı§, çürümeye durmu§ saban demirleri de hurda­
cılara satıldı. Acı ve sıkıntıyla kilitlenen içieri hergün biraz daha
dert sağıp koku§maya ba§ladı. Onlardı oysa toprağın ağzı, dili,
anlardı toprağın, ekinin, kozanın, pamuğun, çapanın adı. Onda
doğmu§, onda büyümü§, ona göre dokunmu§lardı. Ova sıcağın­
da kararan tenleri, bebelerinin kıçlarına sardıkları kundak bez­
lerine kadar acı toprak kokardı. Eğilip kalkınaları, yürümeleri,
tanı§ları, konu§maları benzetmeleri toprak üstüneydi hep. Du­
ru§larında, alınlarını ku§atan derin kırı§ıklıklarda, dümdüz yol­
da bir engeli a§armı§ gibi seke seke, partal, paytak yürüyü§le­
rinde bile derin etkisi vardı toprağın. Kazmanın, küreğin,
karasahanın derin sap izlerini ta§ırdı avuç içieri ve hep o sap
tutu§larına göre §ekillenmi§ti elleri.
Kendine güvenen güçlü kuvvetli erkekler, karılarını, ço­
cuklarını ya§lı ana babalarının yanlarına bırakarak, ݧ aramaya
gurbete çıktılar. Ekmek ve ݧ umudunun tuzağına, bo§luğuna
dü§erek, deli canlar örneği aylarca sokak aralarında, i§çi pazar­
larında, kö§e ba§larında, sebze hallerinde, yorgun, çökkün, pis
sakallı yüzleriyle ba§ıbo§ dola§tılar. Güne§ sırtlarında dqğdu
sırtlarında hattı. Geceyle gündüzün farkını unuttular; çok iyi

142
amınsadıkları renkleri, kokuları da. Genç hayvanlar örneği
ağ·�larını açıp uzun uzun esniyerek, aç karınlarının üstünde
ak§ama nerede yatıp sabaha nerede kalkacaklarını bilemeye­
rek, · bir yıkım da öyle yediler. Hergün bir ݧ, bir umut ölüsü
ta§ımaktan bıkıp usandılar. Evleri sırtlarında çoban hayatına
döndü ya§amları. Her türlü etkilenmeye açık, kararsız, bitkin
duyguların elinde oradan oraya savrulan bu toprak kırgınları,
köylülükleri, üstlerinin ba§larının kirliliği ve pasaklılıklarıyla
horlanıp küçümsendiler üstelik.
Göçmen ku§ lar örneği, ak§ama nereye konmu§larsa, ertesi
sabaha kendi belalarını, çaresizliklerini yüklenip gittiler. Her
yerde, her zaman herkesin kolayına geldiler. Bağırıp çağırsalar
da ne seslerini geri verecek bir mağara vardı ne de bir kayalık;
kat kat evler apartmanlar, viiialar vardı yalnızca, pencerelerin­
de gece gündüz renk renk ı§ıklar yanan, müzikler çalan, tül
perdeli, duygusuz, sağır yığın yığın apatmanlar.
Ve içtikleri ucuz cigaraların dumanlarında geçici dü§lere
dalarak, küçücük umutlara sığınan, tutananlar; böylesi anlarda
gerçeklik giderek küçücük dü§lere bırakırdı yerini çünkü. Ve
kendi kurdukları bu dü§lerin derin deliklerine dü§erek, suya iz
çekereesine kendi dü§lerinin tutsağı olanlar. İçi bo§almı§, ha­
dım edilmi§ inançların pe§inde ko§arak, hergün biraz daha
dinle, tesbihin, ezanın yazgısına teslim olarak, dünyasal istek­
lerinden vazgeçerek, ya§am kar§ısında yenik dü§Ü§Ün yarattığı
§iirsel dü§lere, bol yemekli, hurilerle dolu, sorgusuz sualsiz,
günahsız cennet masallarının doğduğu ortamiara dü§enler.
Çaresiz geri dönerierdi köylerine sonunda; dalana dalana
aynı kazığa gelip bağlanmakta_n farksız olurdu bu da. Ne ki eski
köylü durgunluklarından arınmı§, kurtulmu§ olurlardı biraz.
Geçip giden yıllar gibi du�guları, dü§ünceleri de deği§mi§ olur­
du çoğunun. Kazanmaktari Çok kaybetmeyi öğrenmi§lerdi nede
olsa. Bu da bir kazanç sayıhrdı. Ve giderek kavgacı, uzla§maz,
huysuz, sinirli, dirençli yapardı birçoğunu.
Kahveci İsmail i§te bunlardan biriydi.

143
Hem sanbahçeliler hem de Evran Ağa, tarlayı kendilerinin
ekip sürdüklerini ileri sürerek, tarlaya bir bilirki§i heyetinin
çıkanlması yönünde dilekçeler yazdırıp verdiler mahkemeye.
Mahkeme heyeti de, iki tarafın bu isteğine uyarak, tarım uz­
manlarından olu§an bir bilirki§i heyetini göndermeye karar
verdi tarlaya. Bilirki§ler, halen tarlada ekili bulunan ve hergün
biraz daha büyüyen, ılmıkla§an ekinin kime ait olduğunu, ne
tür buğday tohumundan çıktığını yerinde görüp inceleyecekler,
sonra da raporlarını mahkemeye sunacaklardı. Mahkeme de o
rapora göre bir karara varacaktı. Tarladaki ekili bulunan buğ­
dayın türü, cinsi neydi? Köylülerin ekmi§ oldukları imam buğ­
dayı denilen toplama, karakılçık türü buğday mıydı, yoksa Ev­
ran Ağa'nın devlet üretme çiftliğinden satın aldırdığı, gençle§­
tirilmi§, ekime hazır sertifikalı akba§ak türü buğday mıydı?
Bir sulh ceza yargıcının ba§kanlığında, be§ ki§iden olu§an
bilirki§i heyeti, soğuk, yağı§lı bir kı§ günü tarlaya çıkıp geldik­
lerinde, en çok §a§ıranlar köylüler oldular. Yapılacak olan
kqfın günüyle saatinden kendileriyle avukatlarının en ufak
haberleri yoktu çünkü. Ama Evran Ağa'nın adamlarıyla, avu­
katları haberliydiler ke§iften.
Dizierne çoraplarını çekip sıkıca giyinen köylüler, kırık
dökük §emsiye ve pal tolarının altında bir araya gelip büzü§erek,
yağınura çamura aldırmadan dolu§maya ba§ladılar tarlaya.
Kalın yünlü atkısıyla paltasuna sıkıca sarılmı§ olan bilirki§i
ba§kanı Yargıç, pörsümü§, yorgun, zayıf, çukur gözlüydü. Ara-

1 44
da bir buğulanan gözlük camlarını siliyor, yağınurda çamurda
.
tarlayı gezip görmeyi göze alamadığı için de, aracından ini p
dı§arı çıkmıyor, o arada kendisiyle konu§maya çalı§an köylüleri
görmemek için de, aracının cainının kolunu içerden çevirerek
kapı camını kapalı tutmaya çalı§ıyordu.
Öte yanda tarım uzmanı memurlar,v ıcık vıcık suya, çamura
aldırmadan enine boyuna tarlayı gezerek, deği§ik yerlerden ala
köklü ılmık örneklerini toprağıyla birlikte kazıp sökerek, nay­
lon torbaların içlerine koyup ağızlarını bağlıyorlardı.
Uzmanların çalı§malarını yakından sessizce izlemeye çalı­
§an bir bölük köylü, çevrelerinde geni§çc bir halka olu§ turmaya
ba§ladılar onların. Memedo da aralarındaydı. Memedo bir ara
eliyle ılmık ye§ili tarlanın yüzünü göstererek:
«Memur Bey, bakın §U gördüğünüz tarlanın tümünü bizler
ekip sürdük. ݧ te §U uzun boylu, enli siyah yapraklı ekinler bizim
ektiğimiz karakılçık türü buğdaylar,» dedi.
Memurlardan kısa boylu, çatık ka§lı, kıçı yerde olanı:
«İ§imize karı§masanız iyi olur,» diyerek uyardı Memedo'­
yu. «Kc§if heyetinin ݧine müdahele edilmez. Hem ne malum
buraları sizin ektiğiniz? Kar§ı taraf da biz ektik diyor?»
«İspatı kolay memur Bey,» dedi Memedo. «Bakın §U uzun
bacaklı, ılmıklar, yerli karakılçık türü buğdaylar. Ağalardan on
gün önce ektiğimiz boylarının bir karı§ uzun olu§undan belli.
Şu toprağın yüzüyle bir duran ılmıklarsa ağaların ektiği akba§ak
türü buğdaylar. Boylarıyla yapraklarının renginden belli.»
«Öyle veya böyle. Bizim için farketmez. Lütfen i§imize
müdahele etmeyin. Görüyorsunuz, durup dinlenmeden tarla­
dan örnekler alıp topluyoruz. Sonra bunları götürüp tohum
ıslah laboratuvarında inceleyeceğiz. Raporumuzu da mahkeme
ba§kanına vereceğiz. Eğer bti kadar meraklıysanız sonucu gider
oradan öğrenirsiniz. Hem seriiiı söylediğin gibi yerli karakılçık
türünde buğday falan göremiyoruz burada biz. Hani tohumu
nerede, ılmığı nerede?»
Köylünün biri öteden bağırdı.

145
«Ma§allah o kadar yemi§sin ki, karnının §İ§inden önündeki
buğdayı göremiyorsun?» ·
Memedo da tarlayı sinirli sinirli elleriyle de§erek, avucuna
aldığı ·ala ılmıklı toprağı Memur'a gösterdi.
«Yahu benim gördüğümü sizin gözünüz niye görmez;? Siz
bu i§in uzmanıysanız, ben de doğma büyüme çiftçiyim. Dmığın
kökünde kavuz olmu§ bo§ tane kapçıklarını nasıl göremezsi­
niz?»
Kısa boylu, çatık k3§lı, kıçı yerde Memur, sinirlenmeye
ba§laml§tı iyice.
«Bakın sizi bir daha . uyarıyoruz; bizi etkilerneye çalı§ma­
yan. Sonra aleyhinize olabilir bu. Hem canım bu ke§fi siz mi
yapacaksınız yoksa biz mi?»
Olanı biteni kahverengi aracının içinde izlemeye çalı§an
bilirki§i ba§kanı Yargıç, pencere camını ardına kadar açarak:
«Bırakın köylülerle tartı§mayı!» diyerek memurlarını uyar­
dı. «Geç kalıyoruz. Hadi elinizi çabuk tutun biraz!»
Az sonra memurlar içieri ılmak örnekleriyle dolu naylon
torbaları ellerinde, aracı doğru yürüdüler. Çamura batan ayak­
kabılarını bir süre silkeleyip temizledikten sonra, araçlarına
bindiler. Motor çalı§tı. Gerisine sulu çamurlar sıçrata sıçrata
tarladan çıkan araç ana yola girdi. Az sonra da Ceyhan yönüne
doğru hızla gözden ıradı gitti.

146
Sevinçleri gibi üzüntüleri de köksüzdü, temelsizdi köylü­
lerin. Alınan ufacık iyi bir haber kar§ısında çocukca bir CO§kuya
kapılarak sevinçlerinden deli oluyorlardı. Ama olumsuz bir
haber kar§ısında da elleri ayakları kesiliyor, §a§kınlıklarından
ne yapacaklarını b ilemiyorlardı. Yıllardan beri içlerinde yer
eden, kökle§mi§, tortula§mı§ bir a§ağılık duygusunun, kendile­
rine olan güvensizliklerinin bir tür dı§a vurumuydu bu.
Bilirki§i raporunun sonucunu öğrendiklerinde de durum
aynen böyle oldu. Dünyanın sonu gelmi§ de, bitmi§ tükenmi§ler
gibi içieri karardı, elleri ayakları kesildi. Yediden yetmi§e hep­
sini derin bir yılgı ve öfkedir aldı.
«Sonucun böyle olacağı o memurların hallerinden belliydi
zaten. Et bozulunca tuzlanır derler eskiler. Peki tuz bozulunca
çare nedir hey allahım? Devir, tuza bile kurdun dü§tüğü, tuzun
kurtlandığı devir §imdi. Mahkemeden de, ke§iften de iyice
suyumuzu aldık artık. Mahkeme bu rapora göre istediği kadar,
tarla da, tarladaki ekili buğday da ağalarındır, desin §imdi.
Yağma yok. Halep oradaysa ar§ın da burada. Ba§ını kim bekler
de, kim tutarsa tarla da onun olur. Dinime imanıma gider o
tarlanın ortasına ağaç misali ayakl�ırımdan çakar mıhlarım ken­
dimi de yine de çıkınarn oradan,» diyerek öfkeli öfkeli söyle­
nenler oldu. '

Bilirki§inin mahkemeye verdiği rapora göre, halen tarlada


ekili bulunan buğdaylar köylülerin değil, Evran Ağa'nın ektir­
diği settifikalı akba§ak türü buğdaydı. Buğdayların arasına az
da olsa karakılçık türü buğdaylar karı§mı§tı karı§masına ya,

..�- 1 47
sonucu değiştirmezdi bu. Buna göre tarladaki ekili ürün kimin­
se, tarlaya da o ürünün sahibi girer çıkar, o kaldırırdı ürünü.
Mahkeme, elindeki bilirkişi raporuna uyarak, tarladaki ürünün
Evran Ağa ile varisierine ait olduğu yönünde kararını vererek
duruşmayı kapattı.-
Köyün avukatları Dündar ve İsmet Beyler, bilirkişi rapo­
runa karşı çıkarak, bilirkişilerin yanlı davrandıklarını, yeniden
bir bilirkişi heyeti oluşturularak, ke§fin yinelenmesi gerektiği­
ni, ayrıca keşif günü ve saatinin kendilerine zamanında bildiril­
mediğini, bu yüzden ke§if günü davalılardan biri olarak tarlada
bulunamadıklarını ısrarla mahkemede söylemelerine kar§ın,
mahkeme heyeti, keşfin yapılacağı günün ve saatinin avukatla­
rın adreslerine posta ile gönderildiğini, evraklarının ellerine
geçmemesinden mahkemenin değil; PIT idaresinin sorumlu
tutulacağını ileri sürerek, onların bu haklı taleplerine uyma
gereği duymadı.
Mahkemenin kararının hemen ardından, Evran Ağa'nın
avukatl arı yeni bir girişimde daha bulundular; tarladaki ekili
ü r ü n ü n Evran Ağa ile varisierine ait olduğu gerçeğinin artık
mahkemece de kesinlik kazandığını, buna karşın Evran Ağa ile
varis ierinin tarlaianna giremediklerini, hatta tarlaya otlatmak
için hayvanlarını bile süremediklerini, silahlı köylülerin tarlayı
beklediklerini, tarlaya girildiği anda köylülerle bir çatışmanın
kaçınılmaz olacağını, bu yüzden jandarma desteğinde tarlaları­
n a g i re re k ürünlerini korumak istediklerini söylediler. Mahke­
,

me de bu isteğe uyarak, ilçe jandarma komutanlığına yazılar


yazdı.
Evran Ağa 'n ı n jandarmadan yardım istediği, jandarmanın
da hu istcğc uyarak, gelip tarlaya cl kayacağı haberi, umulma­
dık bir öfke ve şaşkınlık yarattı köyde. Bağırmalar, çağırmalar,
küfürler, tartışmalar başladı. Her ağızdan bir ses çıktı. Nasıl
çıkmasındı ki'! Bu kez karşılarındaki Evran Ağa ile adamları
de ğ ildi, doğrudan j(lndarma ve hükümetti çünkü. Yarın birgün
jandarmalar tarlaya çıkıp geldikerinde, kendileriyle onlar ara-

1 48
s ında her an bir çatı§ ma çıkabilir, yaralanmalar, ölümler ola bi­
!irdi. Korkuyor, çekiniyorlardı bu yüzden. Bunca korku, panik
ve tela§ ya onları iyice birbirlerine yakla§tırıp bir araya gelme­
lerini sağlayacaktı ya da iyice çözüp dağıtacaktı; ikisinden
biri.
Herkes ayaklanmı§ gibiydi. Sokaklar insan doluydu. Giren
çıkan belirsizdi kahveye. ݧgalden önce köyle ilgili herhangi bir
olay ve sorun çıktığında, toplanmalar, biraraya gelmeler genel­
likle muhtar Fikri'nin dükkanı ile, İsmail'in kahvesinde olurdu.
Ama i§gal olayı ortaya çıkalı beri toplanmalar, biraraya gelme­
ler, tartı§malar hemen her yanına ta§mı§ gibiydi köyün. Kafayla,
elle, gözle, dille, ya§amın her anıyla bütünle§ilerek yapılan bir
tartı§maydı bu. Ve konu§ulan tek konu bu kez ne ağalardı ne
de mahkemeydi; gelecekleri söylenilen jandarmalardı yalnızca.
Kopuk kopuk konu§anlar, birbirleriyle kucakla§anlar bile
·

vardı.
«Gel helalle§elim karda§! »
«Ne helalle§mesi be! Şakanın sırası m ı §imdi?»
«Dinime ciddi söylüyorum. Yarın ne olacağımız belli değil
çünkü?»
«Dünümüz belli miydi de yarınımız belli olsun?»
«Yahu bırakın böyleSi ahiretlik lafları. Arkada§lar, yarın ne
yapacaksak §imdiden karar verelim. Her §eyi yarına bırakıp
bırakıpta kıça yumurtayı getirmiyclim.»
«Susun be! Şunu yapalım, bunu yapalım diyerek kimse
kendi kendisinin kahyası olmasın! Boyumuzun ölçüsünü bile­
lim yeterb>
Aydoğan, İsmail, Erol ve arkada§ları da §a§ırmı§ bir haldey­
diler. Jandarmalar gelecek glurlarsa ne yapacaklar, nasıl dav­
ranacaklardı? Böylesi önemli bir konunun enine boyuna tartı­
§Ilıp konu§ulmasında sayısız yararları vardı. Bunun için kahve­
de yapılacak bir toplantıya çağırdılar köylüleri.
«Yahu toplantının sırası mı §imdi? Atı alan Üsküdar'ı
geçmi§ bile. Siz de gelmi§ toplantı yapalım diyorsunuz?»

149
diyerek kar§ı çıkanlar oldu buna.
Kar§ı çıkanlar arasında Muhtar Fikri, Memetali, koca Ö­
mer ve sarı Hasan gibi zenginler de vardı. Özellikle Muhtar
Fikri, i§gal olayımran bu yana köylüler üstündeki etkisinin
giderek azaldığını, i§gal komitesindekiterin yava§ yava§ kendi
yerini aldığını görüp seziyor, bu yüzden de yeri, zamanı geldikçe
komitedekilere kızıyor, ver yansın ediyordu.
Kahvenin giri§inde, parmağını İsmail'le Erol'a doğru hı­
§ımla doğrultarak:
«Nasılmı§?» diye bağırdı. «Şimdi sözümün üstüne geldiniz
mi yeğenler? Hadi çıkın i§in içinden bakalım, göreyim sizi?
Sonunda jandarmayla hükümeti de karı§tırdınız i§İn içine� Duy­
duğu ma göre jandarma bu i§e mühadale etmeye kararlıymı§.
Valiahi tüm Çukurova'ya rc;:zil rüsva olduk. Her neyse... ݧ ݧten
geçti artık; bu kafayla ba§1tnizA daha çok belalar açarsınız siz.»
İsmail, tepkisiz, yumu§ak sesiyle kar§ıhk verdi Muhtar'a.
«Ba§ımız yeterince dertteyken bir ucumuza da sen geçme,
Muhtarb> dedi. «Hükümet ta ba§tan beri bu i§in içindeydi
zaten. Biz tarlaya girsek de girmesek de hazine ile ağalar
arasında malıkernelikti bu tarla. Ee, mahkeme aleyhimize bir
karar verdi diye yangına körükle gitmenin ne alemi var §imdi?»
«Ne yangını, ne körüğünden sözediyorsun sen? Ma§allah
sizin gibilerinin yanında yangına körüğe ne lüzum var ki? Her
§eyi birbirine karı§tırmada birebirsiniz zaten.»
«Ne yapmahydık peki?»
«Ne mi yapmahydık? Mesela ke§iften önce, ke§if memur­
Iannın ceplerini azıcık görmü§ olsaydık, ke§if sonucunu pekala
lehimize çevirebilirdik,» dedi Muhtar Fikri hı§ımla. «Al i§te,
bizim yapamadığımızı Evran Ağa yaparak, davayı kazandı. Uğ­
ra§ın, didinin bakahm bu i§in sonu nereye varacak?»
«Gel §U rü§vet i§ini ağzımıza almayahm, Muhtar!» dedi
İsmail «Bu bizim i§imiz değil. Rü§vet i§inde biz ağatarla yarı­
§amayız. Üstelik bizim bu tarlayı rü§vetle neyle, elimizde tuta­
mayacağımız gayet açık. Bence tarlaya sahip olmanın tek yolu

1 50
rü§vetten, paradan geçmez.»
«Ya nereden geçer? Oğlum gözünüzü açın gözünüzü. Bu­
gün devlet dairelerinden rü§vetsiz geçemezsin. Her yerde bir
ekmeğe bir namus be§ para. Siz de gelmi§ rü§vet bizim i§imiz
değil diyorsunuz. Ulan alemin namuslusu, dürüstü sizler misi­
niz? Devlet karı§tı diyorum bu i§e, devlet. Mahkeme, jandarma
karı§h. Yarın birgün dört bir yanımızı ordu sararsa ne yapacak­
sınız? Ne olacak o zaman bizim halimiz?»
«1andarına gelirse gelir Muhtar. Amacımız jandarmayla
kapı§mak değil ki? Amacımız toprak sahibi olmaktır bizim. O
zaman bu isteğimizin bir önemi, bir anlamı olmalı değil mi?
Üstelik üstüroüze öyle ordunun falan geldiği yok; gelse gelse
on be§ yirmi j andarma gelir ki, onun da adı ordu değildir.»
«Iyi iyi, allah sonunuzu hayreylesin! Size laf yeti§tireceği­
me gider ayağırnın tozunu silerim daha iyi. Alın ne haliniz varsa
görun» diyerek çekti gitti Muhtar. Memetali, Koca Ömer ve
Sarı Hasan da Muhtar'ı izlediler. Herkes arkalarından baktı
onların. Bir sessizlik çöktü. Çoğu bakı§lar bo§lukta kaldı.
Ağır ağır ayağa kalkan Aydoğan etkili, yumu§ak sesiyle
kahveyi hıncahınç dolduran köylülere bakarak konu§maya ba§­
ladı.
«Bana kalırsa meseleyi biraz büyütüyorsunuz,» dedi. «Tar­
layı bizler ektiğimiz halde ke§if sonucu, ekili buğdayın ağalara
ait olduğuna dair bir · mahkeme kararı var §imdi elimizde. He­
pinize soruyorum, bilirki§ilerin vermi§ olduğu bu rapor doğru
mudur §imdi? Muaviye'nin di§i devesine, erkek deve diyen
binlerce müridinden ne farkları vardır bu raporu veren tarım
uzmanı memurların? Kim uzman, kim sahtekar? Neyin uzmanı
bunlar? Arkada§lar, burada bihrki§ilerin yanlı davrandıkları
gün gibi açıktır. Hatta bunu avukatlarımız bizzat mahkemede
söylediler. On binlerce dönuro hazine toprağını yıllarca sürüp
eken ağalara seslerini en ufak çıkarmayan, kapılarına tek bir
jandarma; mahkeme celbi gönderemiyen yetkililer, §imdi bizler
bu toprakların be§ yüz dönümüne girdik diye, devletin güvenlik
güçlerini harekete geçirmeye hazırlanıyorlar. Bütün bunlar
yetmiyormu§ gibi, sağda solda, Sarıbahçe köylülerini mülkiyet
ısı
ve tapu-senet dü�manı ilan ediyorlar. Oysa bizim çabamızın
tümü, mülkiyetİn çoğalmasını, topraksız köylülerin de toprak­
landırılarak mülkiyet sahibi olmalarını isternekten ba�ka bir �ey
değildir.
Yarın jandarmalar gelipte tarlaya girecek olurlarsa bizler
ne yapacağız? diyerek ortalığı tela�a vermek yerine asıl bunları
düşünmeli, tartışmalıyız. Söylentilere kapılarak moralimizi
bozmayalım. Çünkü bizler haklı bir konumdayız. Kimsenin
malını mülkünü de çalmadık. Hakkımızdaki mahkeme kararı
da bir idam fermanı değildir. Birlik olursak bize kimse bir şey
yapamaz. Vergi veriyor, askerlik yapıyor, oy kullanıyoruz. Biz­
ler de bu ülkenin insanlarıyız. Bizim de kütüğümüzde vatanda§
olduğumuz yazılı.
Yarın jandarmalar geldiklerinde korkmadan, çekinmeden
onlarla konu�acağız arkada�lar. Ben konu�acağım, sen konu­
§acaksın, o konu§acak, hepimiz konu§acağız. Bebelerimizi bile,
' toprak toprak! ' diye bağırtacağız. Biliyoruz ki, toprağı bize
verip vermemek jandarmanın yetkisinde değildir. Buyruk altın­
da da olsalar, onların da bir uçları köylüdür, onların da canları
etten, kemikten, sinirden yapılmadır. Biri dü§ünmese bile de
öbürü dü�ünecek, anlamaya çalı§acaklardır bizleri. Ve umarım
o zaman bizlere karşı da tavırları, davranışları deği§ecektir.
Neden böyle konu§ tum? Çünkü bu ݧi ba§armak zorunda­
yız arkadaşlar! Şimdiye kadar yenilenler, ezilenler, geri çeki­
lenler hep bizler olduk. Yarın da yenilebiliriz ama bu da dün­
yanın sonu demek değildir; nasıl ki davayı kazanmamız her
§eyin ba§ı demek değilse!»
Aydoğan'ın konu§masından sonra herkes ağır ağır evine
dağıldı. Kahve boşaldı.
Memedo, tarladaki nöbetçilerin sayılarını arttırdı. Köyün
çevresine ayrıca gözcü devriyeler çıkardı.
Geceyarısı olmasına kar§ın, çocuklarla yaşlıların dı§ında
yatağa giren, uyuyan olmadı. Erkekler ev ev toplanarak, cigara
üstüne cigara içtiler. İçin için korkan, pusan, paniğe kapılanlar,
hatta gee�� gizlice köyünü terkederek, yakın köylerdeki akra­
balarının yanına gidip onlara sığınmak isteyenler vardı, eğer
Mcmedo'nun gözcü devriyeleri olmasaydı.
152
Her §eyi ܧÜten, yuvasına kaçırtan dondurucu soğuklarda,
durmadan çalı§an, devinen, insanla topraktı yine de. İkisi de
birbirlerini çalı§tırıyor, yaruyarlardı bunların. Bazen tavuk has­
sa izi kalır cinsinden ipince bir kar kepeği serpi§tirmesine
kar§ın, toprak yine de için için devinerek verime istekleniyor,
bağrına aldı tt milyarlarca tohumu sessiz soluğuyla sarsıp çatla­
tıyor, ardından lif lif köklendirerek, toprağın derinliklerinin
belirli belirsiz nabzı, yüreği oluyor atıyordu. Tohumlar göz göz
patiayıp açıyor, açılan gözlerden ye§il ılmık pürleri toprağın
yüzüne çıkarak güne§le bulu§uyor, birkaç güne kalmadan da
toprağın yüzü ipince ılmık ye§iliyle ürperiyor, esniyor, yekini­
yordu. Çahlar, ağaçlar, toprağın derinliklerinden durmadan su
ve can çekerek özümsüyorlar, büyümelerini sürdürüyorlar, dal
uçları tomurcuklanmanın tela§ıyla morarıp tüyleniyor, salkım
salkım çiçeğe duran kavaklarla söğütlerin tatlı kokuları alıyor­
du ortalığı. Bir yıl öncesinden kalmı§, kararmaya durmu§ eski
yapraklarla, ye§il bir ı§ıltıda taze parlak yapraklar aynı dalın
aynı gözünde birle§ip açarak, birbirleriyle tanı§ıyor, eskiyle yeni
aynı dalda birbirine karı§ıyordu böylece.
Balıara doğru bu deği§im_ iyice hızlandı. Uyanan, ağır ağır
gerinen toprağın üstü, kaynar su dökülmü§cesine kızgın buhar­
larla dumanlanıp tütmey�, yakla§an ağır bağucu yaz sıcakları­
nın habercisi olmaya ba§hidı. Meyve ağaçlarının dipleri, dökü­
len renk renk çiçek yapraklarıyla dolup ta§arken, gövdeler,
kabuklar renklendi. Toprağı fi§ek gibi yarıp çıkan hırslı, tombul
karnı§ uçları, topraktan kendini kurtardı. Çalı dipleri, düzlük-

1 53
ler, koyaklar göz açıp kapayıncaya kadar bin türlü ye§ile, renge
boğuldu. Mor sümbüller, nevruzlar, sarı çiğdemler açtı çalı
diplerinde. Alıçlar, elmalar, erikler, §eftaliler, ayvalar görülme­
mݧ bir renkte ve büyüde bir çiçek cümbü§üne dönü§tü. Dağ ta§
bu renkli kokulu ye§illiği emmeye, dere içieri genç, oynak su
çığlıklarıyla inlemeye, çalı altlan karatavuk, saksağan ve sığırcık
sesleriyle dolmaya, gökyüzünü bir uçtan öbür uca kılıç gibi
kesen uçu§larıyla kulanıçlar görünmeye b3§ladı. Havayı inleten
büyülü sesleriyle koyu kuzguni renkte e§ek arılan, sarıcalar, bal
arıları ve kabuklu böcekler çiçek ağızlarına saplanırcasına girip
çıktılar. Karıncalar, kı§tan kalma derin uykularıyla çıktıkları
toprağın yüzünde uyu§uk uyu§uk gerinirlerken, koyun keçi
altları kuzu, oğlak sesleriyle §enelmeye ba§ladı.

1 54
Eski Adana Kazım yolu vardır bir; deve kervanlarının gelip
geçtiği en eski ömürlerin yolu. Sarıbahçe köyünün sınırlarını
belirleyen eski tapu kayıtlarında bu yolun adı aynen geçer. Üç
kemerli tarihi bir Ta§köprü'nün üstünden geçen yolun çevre­
sini hayıt çalıları, otlar, böğürtlenler örtmü§tür §İmdi. Yol orta­
dan kalkalı yıllar olmasına kar§ın, dümdüz tarlanın yüzünde
belirgin yükseltiler, setler halinde izleri görünür hala. Asfaltın,
kumun, çakılın, niucurun bilİnınediği o yıllarda, yassı tandır
ta§ları ta§ınıp dö§enmݧtir yolun üstüne. Yağmur sonları güne§
açınca, toprağın yüzüne dö§enen tandır ta§larını üstleri sabunla
yıkanmı§casına ıpıslak bir ı§ıltıda parlarlar hala.
Üç kemerli tarihi Ta§köprü'ye doru ilerleyen, üstleri boz
çadır bezleriyle örtülniü§ askeri araçları tarla nöbetçileri gör­
düler ilkin. Çamur dolu çukurlara bata çıka ilerleyen, tekerleri
sudan, çamurdan belirsiz olmu§, ıslak, kirli, hantal görünümlü
cemseler, boğuk homurtular çıkarıyorlardı. Belirgin bir korku,
tela§ aldı nöbetçileri. Ne yapacaklarını bilemediler ilkin. Sağa
sola kaçı§arak, tela§lıca soluyarak, keskin ıslıklarla düdükler
çalarak köye doğru ko§U§tular sonra.
«Askerleeer! Askerleeert. » ..

Sesleri duyabilen ne kadar köylü varsa, yola, sokağa, kah­


veye doğru ko§U§arak, kihıi de dam üstlerine çıkarak, jandar­
maların geli§lerini bağıra Çağıra herkese duyurmaya çalı§tılar.
Köy dediğinin tümü bir avuç yerdi zaten; bir ucundan bağırsan
öbür ucundan duyulurdu.
Bir anda ana baba gününe döndü köyün içi. Kimileri ba§-

1 55
(arına gelebileceklerin tela§ına kapılmı§lar gibi yorgun ve dü­
§Ünceli görünürlerken, kimileri de korkusuz, hareketli, bıçkın
görünüyorlardı.
Birbirlerinden habersiz, kopuk kopuk, düzensiz bir ko§U§­
ma, bir tela§tır ba§ladı. Daha önce Evran Ağa'nın adamları
Koyuncuoğlu ile yaptıkları kavgadaki gibi sopasını, dirgenini,
baltasıını eline alıp fırlayanlar vardı.
Dam merdivenlerinden birinin üstüne çıkan İsmail:
«Arkada§lar, kimse eline sopaya, silaha benzeyen bir
§eyler almasın! » diyerek uyardı onları. «Jandarmalarla bir ݧݭ
miz yok bizim. Ba§ımız derde girer sonra.>>
Emlik Karı, Kamer Ana, Akif Amca ve ak sakallı doksanlık
Veli baba da çıkmı§lardı ortaya. O Veli Baba ki, ayaklarında,
baldıriarında seferberlikten kalma kur§un izleri ta§ırdı. Ve o
yaraların çoğu ݧler akardı hala. Ara sıra yılancık otlarının
yapraklarını toplar kaynatır sarardı yarasınıı. O ya§lı, dü§kün
haline kar§ın, titrek adımlarıyla ariaya çıkmı§, sopasının ucuyla
önündeki tümsekleri, çukurları yoklaya yoklaya ortalıkta gezi­
niyordu.
«Veli baba, senin ne ݧİn var tarlada? Otur oturduğun
yerde allaha§kına! Sana göre bir ݧ değil bu,» diyenlere,
«BO§ ver oğul! Zaten her nefesimde ölüm benimle. Öle­
ceksem ayaklarımın üstünde öleyim de, öte dünyaya dik gitsin
ba§ım,» diyor, ba§ka da bir §ey demiyordu.
Kalabalık öylesine birikmi§tİ ki, kimsenin kimseyi gözete­
cek dinieyecek hali yoktu. Az sonra içtepisel bir dürtüyle tar­
laya doğru akınaya ba§ladı kalabalık.
Tarihi Ta§köprü'yü geçen askeri araçlar, tarlanın sınırına
varıp dayanmı§lar, araçlarından inen kırktan fazla asker, sıraya
geçmi§lerdi bile. Jandarma birliğine orta boylu, beyaz tenli,
geni§ omuzlu bir Üsteğmen komuta ediyordu. Duygusuz, sert
suratlı, madeni bakı§lıydı. Göğsünde arazi dürbünü, sağ kalça­
sının üstünde siyah deri kılıflı tabaneası asılıydı. Baldırına ka, . r
çektiği batları cilalı, bakımlı ve parlaktı. Düzgünce ve sıkıca

156
bağlanmı§tı batlarının bağları.
Üsteğmen'in yanıba§ında duran uzatmalı Ba§çavu§ ise, -o­
duncuları andıran iri yarı, kaba, §i§man, yere yakın kıçlı, çarpık
bacaklıydı. Gür siyah ka§ları burnunun üs tünde birbirine
kavU§ffiU§, birle§ıni§ti. Çatık ka§lı, öfkeli birine benziyordu.
Üsteğmen'in buyruğu üzerine, ba§çavu§ önde, askerler
arkada, tüfekleri önlerinde çaprak tutu§ta, tarlanın köye bakan
sınırına doğru ko§U§tular. Üsteğmen de, tarlaya doğru sessizce
yakla§maya çalı§an kadınlı erkekli köylü kalabalığına doğru
hızla sürdü cipini. Tarlanın sınırına gelince, eğitimli, atak adım­
larıyla cipin ön kaportasının üstüne çıkarak, ses büyütücüsünü
eline aldı.
«Köylüler! >) diye seslendi. «Kimse yakla§masın! Bu bir
ihtardır. Herkes evine dönsün, dağılsın. Elimdeki mahkeme
kararına dayanarak bu tarlaya el koyuyorum.»
Üsteğmen'in bu uyarısı bir an etkiler gibi oldu kalabalığı.
Tedirgin, ku§kulu bir sessizlik aldı yüzlerini. Az sonra geriler­
den gelen genç ya§lı kadınların, erkeklerin de katılımlarıyla
yığılma· giderek büyüdü: Sessizce birbirlerine doğru sokularak,
tarlada olup bitecekleri biraz daha yakından görebilmek için,
tarlayı ku§atan jandarma duvarına doğru yürümeye ba§ladılar
ağır ağır. Sessiz, sakin görünmelerine kar§ın, için için gergin ve
sinirliydiler çok. Belirgin bir merak ve güvensizlik sinmi§ gibiydi
gözlerine. Nasıl sİnınesindi ki? Askerler niçin tarlanın ağalar­
dan yana bakan sınırına değil de, kendilerinden yana bakan
sınırına gelmi§ dizilmi§lerdi?
Ak sakallı doksanlık Veli Baba, hastonunun ucuna daya­
narak ya§lı, titrek adımlarıyla· ağır ağır öne çıktı. Onu gören
esmer yüzlü, çatık ka§lı, çşı.rpık hacaklı uzatmalı Ba§çavu§:
«Nereye babalık? Yakla§ma! Komutanıının emrini duy­
dun; girmek yasak tarlaya! >) diyerek uyarmaya çalı§tı onu.
«Ne yasağı oğlum h dedi Veli Baba, ya§lı, titrek adımlarıy­
la yürümesini sürdürerek. «Sizin yasağınız geçmez bana, tam
on yı'!di sene seferberliğin içinde döndürdüm,,bu ömrü ben.))

1 57
Konu§maları duyan Üsteğmen:
«Ne istiyorsun?» diye sordu Veli Baba'ya.
İ ki eliyle hastonuna tutunarak bir süre soluklanmaya çalı§tı
Veli Baba.,
«Kumandan oğlum, biz dii§man mıyız da, ordunu üstüroü­
ze salarsın? Olay çıksın, milletin ağzı yüzü kana bulansın mı
istiyorsunuz?» diye sordu.
«Vallahi kanar veya kanamaz, aynca orası da beni ilgilen­
pirmez. Ben, bana verilen emri uygularım yalnızca,» dedi Üs-
·

teğmen, uırıarsızca.
«Demek burada sizden veya bizden birinin burnu kanasa,
dökülse, aldırmaz mısın kumandan? Hepimiz aynı kandan değil
miydik? Aynı damardan akmıyor muydu kan?>>
Üsteğmen'in tartı§ıp konu§acak vakti yoktu. Veli Baba'nın
sözlerine aldırmadı bile. Ba§çaVWj'a,
«Bu ihtiyarı tarlanın dı§ına çıkarın! » buyruğunu verdikten
sonra, tarlanın ağalardan yana bakan sınırına doğru sürdü cipi­
ni. Orada, Evran Ağa'nın çiftliğinde gözle görülen bir hazırlık
vardı çünkü. Tohum yüklü mibzerleri arkalarma takmı§ bek­
le§en, harıl harıl çall§an ondan fazla traktör bekliyordu
orada.
Az sonra çiftlikten arkası arkasına ayrılan traktörler, İnce­
yir köyüne doğru harekete geçtiler. Sonra da güney yönünden
girmeye ba§ladılar tarlaya. Ve köylülerin haftalardan beri ko­
rumaya çalı§tıkları dizboyu olmu§ gök ekinleri sürüp altüst
etmeye ba§layınca, korkuları ba§larına vurdu köylülerin. Trak­
tör sürücülerinin yanıba§ına birer jandarmanın bindirilmi§ ol­
ması çılgına çevirdi onları. Öfkeli, müthi§, can alıcı bir sinirli­
likle bağırıp çağırmaya ba§ladılar.
Bağın§ çağırı§lardan tedirgin olan çarpık hacaklı Ba§ça­
vu§:
'
«Kesin sesinizi be! Ne bağırı§ıyorsunuz?» diye azarladıysa
da, kadınlı, erkekli uğultulu bir koroyu kar§ısında buldu.
«Şuna bakındı §Una! Ne diye bağırıyormu§uz? Göz göre

1 58
göre gök ekini çiğneyip sürdürmenize alicı§ mu tutaydık? Ken­
dinizi akıllı, kurnaz, bizleri de kör, sağır mı bellediniz? Anamız
sokakta mı doğurdu bizi? Köpek köpekken bile eniklerinin
tümünü koltuğun un altına alır emzirirken, jnadarmanın ba§ı da
gelmi§, ağayı sütte, memede koyarken, bizleri aç bırakıyor.
Reva mı, hak mı bu §imdi? Bu duaya amin diyecek biri varsa
çıksın ortaya? Ne bu be? Doğduk sürünürüz, öldük sürünürüz;·

cebimizde TC. cüzdanı, dı§arıda cambazın vicdanı... »


Kadınların dur durak bilmeyen bağın§ çağırı§larına daha
da sinidenen Ba§çavu§, erkeklere dönerek:
«Ulan §U kanlarımza söyleyin, ağızlarını topla5ınlar! Yok­
sa olay çıkacak burada?» diye bağırdı.
«Niye olay çıkarsınlar kumandan?» diye kaf§ılık verdi E­
rol. «Olayı çıkaran sizlerle ağalarsınız. Kadın ba§larıyla askeri­
nize saidıracak halleri yok ya?»
Arkalardan avaz avaz bir kadın sesi yükseldi o ara.
«Ünca toprağı ağalar senelerdir sürer eker biçerken sesi-,
siniz çıkmıyordu da, bizler ucundan biraz ekince mi aklınız
ba§ınıza geldi? Bizler insan değil miyiz? Bizim haysiyetimiz yok
mudur? Bizler aç kaldık asker ağa, aaaç! Söyle bakalım aç insan
·

ne yapar?»
Bağırıp çağırmalar sürerken, daha da artan, çoğalan köylü
kalabalığı, jandarma duvarına yakla§maya, yüklenmeye, belirli
aralıklarla dizilmi§ duran jandarmaların aralarındaki bo§luklar�
dan tarlaya girmeye çalı§tılar.
Durumun kızı§tığını gören Ba§çavu§, arka arkaya düdük
·

çalarak:
«Duymadınız mı? Yasak diyoruz, ya-sak?)) diye bağırdı.
«Ne yasağıymı§?)) diye kar§ılık veren İsmail'i,
«Hala ne yasağıymı§ diyor, e§§ekoğlu e§§ekh) diyerek to-
·

katladı.
Tokattan yüzü kızaran İsmail,
«Ben e§§ekoğlu e§§ek değil, hasbayağı insanım,)) diye ba­
ğırdı.

159
«İnsan olsaıi anlarsın, geyikoğlu geyik. Deminden beri
uyarıyoruz tarlaya girmeyin diye?>>
«Bakın Evran Ağa, çiftliğinden bizleri seyrediyor. Sizin bizi
kaldırıp yere vurmanızı istiyor. Ama ona bu zevki tattırmaya­
cağız. Çünkü bizim hesabımız sizlerle değil, onunla.»
«Ü zaman ne diye hala üstümüze geliyorsunuz?»
«Yetilmi§, kocaman ılmık olmu§ ekinimize ne yaptığınızı
görmeye geldik biz.»
<<Bana bak ukala! Çok konu§uyorsun. Yoksa dilini sökerim
senin!»
O arada söze karı§tı Ali Seydo.
«Şimdi siz buraya ne yapmaya geldiniz?» diye sordu.
<<Kör müsün, ekinleri sürdürüyoruz.»
<<Peki bu tarla ekili değil mi? Şu bir karı§ olmu§, büyümü§
ekin kimin? Bizim ekinimiz ekin değil mi de, bir de üstüne
ağaların tohumunu ektiriyorsunuz?»
«Biz mahkemenin bize verdiği kararı uygulamaya çalı§ıyo-
ruz. Görevimiz bu.»
«Meseleye görev anlayı§ıyla bakıyorsunuz öyle mi?»
«Nasıl baktığımızdan sana ne lan?»
Tahir araya girdi birden.
«Gök ekinimizi ne bakla yerinden söktürüyorsunuz ku­
mandan? Bu bir milli servet değil mi? Köyüroüzün bir kı§lık
yiyeceği bu. Biz de sizin kı§lanızın suyunu kessek ne yapardı­
nız?»
«Saçma sapan konu§up durma! Söyledim ya, emir böyle.»
«İ§inize geldi mi cevabınız hazır hemen; emir böyle.»
«Doğru konu§! >>
«Valiahi eğri de doğru da konu§sam i§ in gerçeği bu kuman­
dan. Buradaki davranı§larınızla devletin askeri olduğunuzu bu
köyde kimseye inandıramazsınız?»
Tahir'e dik dik baktı Ba§çavu§.
«Ulan söyletme beni. Ağaların toprağını sürüp ekmi§siniz
ya?»

160
Bu söze tepki büyük oldu.
«Kim demi§ ağaların toprağı diye? Burası hazinenin malı­
dır.»
«Daha iyi ya, o zaman hazinenin malını koruyoruz i§te?»
«Peki ağa motorlarının üstünde jandarmaların i§i ne? Ya­
zıklar olsun sizlere ki, bir de gelmi§ ağa] ara jandarmalık ediyor­
sunuz. Askerlerinizin yüzü bile ağalara değil bize dönük. Şu
yoksul köylüye namlu çekmek ayıptır. Ağalar besbelli kendi
yerlerine sizi göndermi§ler buraya. Size kaf§ı gelirsek, askere
kar§ı geldi diyecekler. Ama bütün bunlar bo§una ... Yarın sizler
gidince yine el koyacağız tarlaya. Olmadı, gökekini hayvanımı­
za yedireceğiz. O da olmadı, gelip bu tarlanın üstüne ev kurup
yerle§eceğiz. Saninayın ki bu ݧ burada biter. Bitmez.. bir kere
bu toprağı kanımız tuttu bizim.»
Bağırıp çağıran, ileneo kadınların arasından birden öne
çıktı Emlik Karı. Kendisi ağıtçıydı. Kalın yas bezleri sarıp bağ­
lamı§tı alnına. Bir ba§ka yas mendilini de havaya kaldırarak
salladı.
«Asker ağa, asker ağa!» diye bağırdı. «Bizler çok gam
çektİk gaam! Gam ocağımız oldu bizim. Çocuğumuz doğdu­
ğunda sürme yerine dert çektİk gözüne. Biz de Allahın kuluyuz
ama, hukukumuz olmaz. Gözümüz var görmesi istenmez. Eli­
miz var çalı§ır, alması istenmez. Bu ne ݧtir? Hükümetin kapı­
sına gitsek, bir ağız kolaylığı gösterivermezler. Bakın §U ovanın
yüzünde, gözleri nereyi kestirdi, yönleri nereyi beğendiyse aldı
ağalar. Bizler de çulsuz çaputsuz gece ku§ları gibi açıkta kaldık
yavrum... »
Kar§ılıklı bağırı§malar, çağırl§malar sürerken, jandarma­
tarla köylüler arasında iti§ kakı§ ba§ladı.
Kimi j andarmaların; «Dur anam, dur hacım! Söz dinle de
gelme üstüme! Yakacaksın bizi!» sözlerine kar§ın, ağa yanlısı
gördükleri jandarmalara inanmıyor; aldırmıyorlardı. İyi niyetle
söylenen birkaç sözcük yetmiyordu yılların peki§tirdiği bu an­
layı§ı çözmeye.

161
«Dur anam, dur bacımmı§. Eleinimize zalim olana hacılık
etmem ben ! )) diyerek üstlerine üstlerine yükleniyorlardı. Ge­
leceklerini belirleyecek olan bir kavganın içine girmi§lerdi. Bir
kez geri çekilip yenilecek olurlarsa, toprakla birlikte umutlarını
da yitireceklerinin ayırdındaydılar. J andarınatarsa yarını değil
o anı kurtarmanın tel3§ına dü§mü§lerdi. Vuracakmı§ gibi hava­
ya kaldırdıkları dipçiği, vurmaya kıyamamı§ gibi usulca
indirenler vardı içlerinde.
Ne ki tümü öyle değildi jaridarmalann. Köylü kalabalığı
üstlerine geldikçe, kadın, erkek, çocuk, ya§lı demeden, dipçikle
itip kakarak, bazen de tekmeler atarak, acımasızca vuruyorlar,
o arada vururmu§ gibi yapıp da çekinen asker arkada§larına
kızarak: «Ne duruyorsunuz be? Siz de vursanıza! Canları üstü­
müze senetle mi bunların. Bas gitsin gözünün üstüne dipçiği,>>
diye bağırıyorlardı.
İ stedikleri kadar vursunlardı, bo§una uğr3§tı bu. Kadın,
erkek, genç, ihtiyar yüzlerce insan, sırtlarına, omuzlarına inen
dipçiği, elleri, kollarıyla kar§ılayıp itmeye çalı§ıyorlar, o iti§
kakı§ içinde, aralardaki bo§luklardan kayarak, tarlayı sürmeye
çalı§an traktörlere doğru can alıcı bir öfkeyle ko§arak:
«Ulan yılan gözünüzden saksun sizi ağanın piçleri! )) diye
bağırı§ıyorlardı.
Tarlaya dolu§an, bağıran, çağıran yüzlerce köylü kalabalı­
ğının arasında kaybolmu§ gitmi§lerdi j andarmalar.
Çatı§manın kaçınılmaz olduğunu gören Üsteğmen, cipinin
üstüne çıkarak, düdük çalıp, buyruklar vermeye çalı§tı askerle­
ri ne. Beklemediği bir direni§le kar§ıla§tığı için tedirgindi yüzü.
Gebe kadınlar, Veli Baba, Kamer Ana, Emlik Karı gibi ya§lı,
dü§kün insanlar vardı içlerinde. Gözün gözü görmediği bu
karga§ada dipçik yiyip yaralanabilirler, ölebilirlerdi. O zaman
da ipin ucunu kaçırabilirdi.
Kadınlı erkekli, çocuklu, öfkeli kalabalıkla, askerler ara­
sında yer yer kavgalar, vurup kaçmalar, çığlıklar ba§lamı§tı.
Kimin kime vurduğu, nasıl vurduğu, ne söylediği belirsizdi.

1 62
Dipçİklerden biri inip biri kalkarken, sırtını, belini tutan, acı
içinde kıvranan, 'Ah! , Of! ' sesleri çıkaran, «a, utanmaz! Kadına
vurulmaz! Kadın yıkılmaz! Sizi de analar doğurmadı mı?» diye
ilenen, yarı ağlamaklı kadın çığlıkları yükseliyordu.
Ellerinde ne ta§ vardı, ne sopa köylülerin; yerden alıp
savurdukları ala çamurlu topraktan ba§ka. Askerlerden çok,
traktörlecin önüne geçerek, kendilerini yerlere atıyorlar, kimi
erkeklerde traktör sürücülerini yaka paça çekip a§ağıya alıyor,
döğüyorlardı. Korku içinde kalan sürcülerin çoğu, traktörleriy­
le birlikte çareyi kaçmakta buldular.
Çözülmü§, dü§IDܧ, çiğnenmi§ tülbentler, yazmalar, basılıp
çamura saplanmı§ tek tük ayakkabılar, kasketler, yolunmu§
saçlar ve kan izleriyle doluydu yerler.
Üsteğmen'le ba§çavu§, §a§kınlık ve çaresizlik içindeydiler.
Jipini oradan oraya sürüyor, düdük çalıyor, askerlerine buyruk­
lar veriyordu üsteğmen. Birden kendini, öfkeden, çığırdan çık­
mı§ bir kadın kalabalığınınortasında buldu. Ve kadınlar yerden
avuç avuç çamurlar alıp Üsteğmen'in üstüne, yüzüne yağdırma­
ya ba§layınca, bir anda yüzü gözü çamurdan görünmez oldu
onuiı. Neye uğradığını §a§ıran Üsteğmen, belinden tabancasını
çekerek, birkaç el ate§ etti havaya.
«Askerleeer! » diye bağırdı sonra da.
Komutanlarının sesini duyan askerler, ko§up vararak dip­
çikleriyle de kadınların arasına girerek, acımasızca vurup dağıt­
maya ba§ladılar onları. Bell.erine, sırtlarına, omuzlarına, boyun­
larına, kıçlarına dipçiği, tekmeyi yiyebilen kadınlar dü§üp de­
belenmeye ba§ladılar yerde. Ne ki korkup kaçı§acaklarına daha
da bağırıp çağırarak, azarak, gözü dönmü§, tuhaf, çılgın, sinirli,
önü alınmaz bir hırsta, öfk:ede yerlerinden kalkarak, fırtınala­
§ırcasına tekrar saldırdılar ;�kedere. Öyle ki ba§larının üstüne
İnıneye hazırlanan tÜfekleri tutup kar§ılayarak, jandarmaların
silahlarını almaya çalı§anlar vardı. Gözleri o kadar dönmü§,
toprağa, i§e öylesine susamı§ bir görünümleri vardı ki, hiçbir
güç, safralarına gelebilecek ekmekten, a§tan daha önemli ola-

163
mazdı onlar için. Açlıkları, yoksullukları, topraksızlıkları onları
durdurmaya çalı§an yasalardan ve üniformalı düzenlerden da­
ha eski, daha soyluydu çünkü.

164
Tarlada verilen kavgadan, yenilen jandarma dayağından
sonra, köydeki CO§kulu hava birdenbire sönüverdi. Hele hele
komitedekilerden Erol, karde§leri, Ahmet Duran, Tahir, Hü­
seyin ve Aydoğan dahil on bir ki§ inin, devlet güvenlik güçlerine
kar§ı geldikleri gerekçesiyle jandarmalarca yakalanıp götürül­
meleri, her §eyin üstüne tuz biber ekti. Haftalardan beri süre­
gelen onca umut, CO§ku ve sevinç derin bir yılgınlığa bıraktı
yerini. Kimse konu§madı, ݧe gitmedi, yemedi, içmedi, gülmedi;
ağızları, yanakları yarı ölüydü sanki.
Komitedekilerden geriye yalnızca İsmail, Sinan ve Meme­
do kalmı§lardı. Memedo'nun sol kulağı yırtılmı§, İsmail de
yediği dipçİkten omuzları §İ§mi§ morarmı§, tutulmu§tu. Ayrıca
evler yaralı ve initti doluydu. Kiminin gözü §i§mi§, kiminin
parmağı incinmi§, ka§ı, ba§ı yarılmı§tı. Buna kar§ın ah vah
edilecek zaman yoktu. Bir an önce Ceyhan'a inilecek, avukat­
larta görü§meler yapılacak, gözaltına alınanlara yiyecek, giye­
cek ve para bırakılacak, onların geride bıraktıkları aileleri ve
yakınlarıyla ilgilenilecekti. Ayrıca köydeki yaralıların evlerine
gidilerek teker teker ziyaretleri gerekliydi moral için.
Ama tüm bunları komiteden geriye kalan üç dört ki§inin
yapabilmesi olanaksızdı. Yeni bir ݧ ve görev bölümü yapılmalı,
tarlada olup bitenler görü§ülmeli, tartı§ılmalıydı. Bunun için · .

herkese açık bir toplantı yapılmalıydı kahvede.


Toplantı duyurusu yapıldığı zaman kimse gelmedi kahve­
ye. Kimi, «hastayım! » dedi, kimi, «İ§ im var, sonra geliri m!>) dedi,
kimi de yanıt verme gereği bile duymadan evine kapandı. Böy-

16:"
lece toplantı yapılamadı.
ݧgal olayına ilk ba§larda biraz ku§kuyla bakıp, sonradan
bu i§in ba§arıya ula§acağına akılları iyice kesince, ortaya çıkarak
bu i§e inanmı§ görünenler yalnızca Muhtar Fikri, Memetali,
Sarı Hasan ve Koca Ömer gibi zenginler değildi. Bir zamanlar
kendilerine yetecek kadar toprağı olupta, sonradan bu toprak­
larını ellerinden çıkarmak zorunda kalan Şener, Ramazan ve
Battal gibi köylüler de vardı. Yoksullukları pek eski olmayan
bir tür yeni topraksıziardı bunlar yani. Yıllar önce sahip olduk­
ları bolluk dönemlerinin canlı anısı içindeydiler hala. O yılların
tadını amınsadıkça §imdiki topraksız yoksul ya§amları bir tür
ölüm gibiydi onlar için. Kimi insanları kavgacı, hırslı yapan asıl
gerçek, daha önceki ya§amlarının tadına varını§ olmalıriydı
belki de.
Ne zaman ki tarla i§gal edildi, çıkan çatı§mada Evran Ağa'­
nın adamları tarlada yenilgiye uğratıldı; köy zenginlerinin yanı
sıra Şener, Ramazan ve Battal gibi yeni topraksızlarda, tarlaya
kazanılmı§ gözüyle bakarak, «bundan böyle bu i§te biz de vanz
arkada§b> diyerek ortaya çıkarak, komite üyelerinin evlerine
gidip gelmeye, çevrelerinde görünmeye ba§lamı§lardı. ݧgal i§i
yarılanmı§, sonuna yakla§ılmı§tı ne de olsa. Tarlanın bölü§ül­
mesine yakın günlerde göze girip, korniteye de girebilirlerse,
kendilerine bir parça tarla dü§ebilirdi böylece. Bu yüzden geç.
kaldıkları günlerin özürünü kapatırcasına, herkesten hızlı, te­
la§lı ve atak bir i§gal taraftarı ve ağa dü§manı görünmeye
ba§lamı§lardı. Ama ne zaman ki i§in içine girdiler; jandarmalar­
la çatı§ma çıktı, köylüler dayak yediler, on bir kݧi de gözaltına
alınınca, i§in yönü birden bire deği§iverdi onlar için. Yapılan
i§leri, yanlı§ları, eğrisi doğrusuyla kucaklayıp kabullenecekleri
yerde, jandarma bozgununun ve yılgınının ardından, daha önce
i§gale nasıl hızlı, atak ve istekli girmeye çalı§IDI§larsa, aynı hızla
da uzakla§maya ba§ladılar davadan.
Kendi kݧİlikle:rinde görüp de gizlerneye çalı§tıkları doğru­
ları, yanlı§ları, kaf§ılarındaki insanlarda da bulup ortaya çıkar-

166
maya çalı§an tiplerdi, Şener, Ramazan ve Battat gibileri.
Hüseyin, gözaltında olduğu, İsmail de yediği dayaktan has­
ta olduğu için, kahveyi günübirliğine köylülerden biri çalıştırı­
yordu. Jandarma dayağının hemen ertesinde, kahvenin içinde
ve önündeki çakıllı alanda toplanan köylüler, umutsuzca bir­
birlerine bakıyorlardı. Elleri ceplerinde, cigaraları ağızlarında,
yılgınlık ve korkudan doğan bir bo§vermişlik içindeydiler. Yüzü
gözü mosmor §i§mi§ olanlar, yaralı kolunu mendille boyunları­
na askıya aldıranlar, bilekleri sargılı olanlar vardı- içlerinde.
Şener'le Ramazan, orta yere birer sandalye atmışlar üstü­
ne oturmu§lardı. Şener, geni§ yakalı, omuzları, toz içinde eski
bir palto geçirmi§ti sırtına. Geni§ yakalı paltasunun üstünde
duran b3§t, büyükçe kabuğunun içinden çıkan ufacık nohut
tanesi gibi küçücüktü. Şener, durmadan konuşarak, komitede­
kileri suçluyor, ku§kulu bir ortam yaratmaya çalışıyordu böyle­
ce. Yılgıyı körüklemek, onu savunmaktan daha kolay olmalıydı
onun için.
«Kardeşim, ba§tan beri söyledik bunlara, gelin bu i§ler
böyle yürümez, diye. Bakın bu işin önü askere, jandarmaya
dayandı. Bundan ötesine gidilmez, olsa olsa geri dönülebilir
dedik, ama bu adamlara laf analatabilmek ne mümkün. Tuttu"
lar bile bile onca köylüyü jandarma dayağının altına yatırdı lar.
Olacağı da buydu zaten. Hiç devletinjandarmasına karşı gelinir
mi? Kıbnsı yenen asker senin köyünü, köylünü niye yenmesin?
Bundan böyle bu gibi i§lerde bizler yokuz arkada§! Herkes
ba§ının çaresine baksın!»
Dinleyiciler arasında Memedo da vardı. Şener'i dinledikçe
sinirinden titiriyor, ne yapacağıni bilemiyor, hatta bir ara Şe­
ner'le kapı§mayı bile dü§ün�ordu. Kavganın, gürültünün za­
manı değildi ama. Zaten köylünün b3§ı yeterince dertteydi.
Hemen kalabalıktan usulca sıyrılarak, İsmail'in evine doğru
yürüdü.
Evinin güneye bakan güne§li yerinde, tahtadan sedirinin
üstüne uzanmı§ yatıyordu İsmail. Dü§ünceli, yorgun ve üzgün

167
görünüyordu. Mavi çizgili, çubuklu eski bir pijama vardı üstün­
de. Köyde pijama giyen birkaç ki§iden biriydi o. Yediği dipçik
darbesinden ağrıyan boynu, uzatmalı Ba§çavu§'tan yediği yum­
ruktan patlayan dudağı, §İ§mi§, mosmor olmu§tu.
Kar§ıdan Memedo'nun tela§lı tela§lı, üzgün ve kırık bir
yüzle geldiğini görünce, yerinden yekindi.
«Ne var, ne oldu Memedo? Yoksa yeni bir haber mi varh
«Giyin çabuk da gidelim,» dedi Memedo soluk soluğa.
«Yatıp uzanacak zaman değil. Ortalığı bo§ bulan Şener'le Ra­
mazan, milleti ba§ına toplamı§lar, hem de senin kahvede ver­
yansın ediyorlar sana da, bana da, korniteye de. �Kafalarını
çeliyorlar köylülerin.>>
İsmail, sesini çıkarmadan giyiomeye ba§ladı. Pijamasının
üstüne pantolonuyla, dik yakalı kirli kazağını geçirdi. Eski
battaniye parçasını da omuzuna atarak, Memedo'yla birlikte
meydana doğru yürüdüler.
Kahvenin içi dı§ı iyice kalabalıkl3§mı§tı. Şener'le Rama­
zan, sırtlarını sandalyelerinin arkalığına iyice dayamı§lar, geri­
ne gerine kont.i§uyorlardı. Bir elinde yarısı ısırılmı§ yenilmi§ bir
elma, öbür elinde de ufacık bir rakı §i§esi vardı Şener'in.Rakı­
smdan ara sıra bir fırt çekiyor, sonra da elmasından ıs.ırıyordu.
Her fırt çeki§inde susuz rakı ağzını boğazını yakıyor, yüzünü
buru§turuyordu. Gün ku§luk olmasına kaf§ın §i§eyi yarılamı§,
yüzü de kıpkırmızı olmU§tu Şener'in.
İsmail'le Memedo gelince kalabalık açıldı.
«Sabah sabah ne bu halin Şener?>> diye sordu İsmail.
((Ne var halimde?» diye siniriendi Şener.
«Köyürnüzün ba§ında bunca belalar varken, sabah sabah
herkesin ortasında rakı içmen doğru bir §ey mi?»
((Allah allah! Sana ne be? Selamsız sabahsız gelir gelmez
ayrı bir ba§ çekme yine! Ne yaparsam yaparım; rakı da içerirn,
§arapta. Herkes kendi yediği haltmm bokunu kendi altına dö­
ker.»
«Parasını sen vetdikten sonra elbette içersin,» dedi İsmail.

168
«Bu kadar eli yüzü sargılı köylülerin içinde rakı içmen biraz
garip değil mi?»
«Garip olacak ne varını§ bunda? Koca köyün boynunu
getirip dört çatalın arasına soktuğunuz yetmiyormu§ gibi, §imdi
de gelmݧ rakı içݧİrne mi karı§ıyorsun? Bu ݧİn sonu yok bence
arkada§! Silin beni defterden.»
«Hangi ݧin sonu yok Şener'!»
Sinirlenen Şener bağırdı.
«Anlamazmı§ gibi konu§ma! ݧgal ݧİnden söz ediyorum.»
Acı acı güldü İsmail.
«Değirmende büyümü§ gibi bağırıp durmal Sana göre bu
ݧ bitmݧ olabilir, bize göre ise biten bir ݧ yok henüz. Kavgası
süren bir ݧ var yalnızca.>>
Şener, §İ§cyi ağzına dikerek bir fırt daha çekti. Susuz rakı­
nın yaktığı yüzü buru§tu. Yarım cimasından ısırdı.
«Sürsün sürmesin! Dedim ya silin beni defterden. Bu ݧİn
önü yoku§IU.>>
«Yahu tabii yoku§lu. Şu zamanda yoku§suz ݧ mi kaldı?
Hem vaktiyle sana bu ݧİn zorluğundan, uzun süreceğİnden
sözetmi§tik değil mi?>>
«Peki devletin askeriyesine kaf§ı gelineceğini de söylemi§
miydin? Jandarmaya, hükümete kaf§ı gelenlerin arasında ݧİm
yok benim. Herkesi göğüsle, kimseyi dinleme! Nedir bu be?
Köylüyü kırdırmaya yeminli misiniz siz?» ,
«Jandarmaya neye kar§I gelinsin diyen kim? Bunu köylü
olarak hangimiz isteriz? Amacımız toprak sahibi olmaktır. Bu­
nun için uğra§ıyoruz. Dü§ünsene, jandarma geliyor, elindeki
mahkeme kararına uyarak, t�rlaya el koyacağım diyor. Sonra
da ekinlerimizi gözümüzün önünde çiğnete çiğnete, ağa trak­
törlerinin sürümüne açıyor. Söylesene Şener, ağa traktörleri­
nin üstünde devletin jandarmasının İ§İ ne? Ulan §urada anan
baban ya§ındaki adamların sırtına, beline basıyorlar dipçiği,
basıyorlar tekmeyi. Hepsini kırandan geçiriyorlar, sen de gel­
mi§, jandarmaya kar§ı gelinmez diyorsun. Ne yapaydık yani?

1 69
Önlerinde eğilip bükülse miydik? Ulan jandarmayı dü§ünece­
ğine biraz da kendi köylülerinin halini dܧün. Daha evlerin
çoğu iniltİ ve yaralı dolu. Ama bo§ ver; rakını içmene devam et
sen. Göreceksin biz bu ݧi dü§e kalka, hapisiere gire çıka ba§a­
racağız Şener. Her dü§Ü§ iki kalkı§ öğretİr demi§ atalar.
Yalpalaya yalpalaya yerinden kalktı Şener.
«Ü zaman yolunuz açık olsun arkad3§! Ben bu ݧte yo­
kumh) diyerek, sallana allana evine doğru yürüdü.
Ardından bir süre bakan İsmail:
«Bu i§te sen ve senin gibiler ba§tan beri yoktunuz zaten,»
dedi.

170
Mahkeme sabahı yarı yarıya bo§aldı köy. Kamyon, minü­
büs ve traktör römorklarının üstline salkım saçak dolu§an ka­
dınlı erkekli bir köylü kalabalığı, Ceyhan'a doğru indiler. Adiiye
meydanıyla koridorlar hınca hınç insanla doldu. İzleyiciler ara­
sında gazeteciler, Toprak-ݧ Ba§kanı Behzat Bey'le yönetim
kurulu üyeleri, bazı siyasi partiler, dernekler ve gençlik örgüt­
lerinin temsilcileri vardı.
Duru§ma salonu açılınca yığınla insan hücum etti içeriye.
Sıralar tıklım tıklım insanla doldu. Mahkeme heyeti üyeleri
yerlerini aldıktan sonra duru§ma açıldı. Kır saçlı, ufak tefek
müba§İr, elindeki kağıttan, yargılanacak olan köylülerin isimle­
rini, Aydoğan, Erol, Tahir, Ahmet Duran, Hüseyin, Tahsin,
Sinan, Hüsnü, Macit, Karaca ve Ökke§'in adlarını yüksek sesle
okudu. Karaca'nın dı§ındakiler iki§er iki§er kelepçelenmi§lerdi
kollarından. Kelepçeleri çözüldükten sonra salona alındılar.
"İki günden beri gözaltında tutulmalarına, yorgun, bi tkin, sakal­
lı, uykusuz olmalarına kar§ın, koridoru ve salonu dolduran
köylü kalabalığını görünce yüzleri sevinçten ı§ımaya ba§ladı.
Yargıç, uykulu, §İ§ gözlerini dinleyici kalabalığının üstünde
ağır ağır gezdirdikten, kalemiyle de masasının üstüne tık tık
vurduktan sonra duru§ma ba§ladı. Sanıkiara teker teker kim­
liklerini sorarak yazıcısına;razdırdı. Sonra da iddianame maka­
mında oturan Savcı Bey'e verdi sözü.
Uzun boylu, hafifçe de kambur sırtlı, gözaltlan morarmı§
sarkık halkalı, köselere benzeyen kılsız suratlı biriydi Savcı Bey.
Burnunun üstüne dü§en sarı madeni gözlüğü, akademik bir

171
hava veriyordu yüzüne. Hazırladığı iddianarneyi okumaya ba§­
ladı.
«Davada adı ge�en ve halen hazinenin malı olan tarlanın
yıllık kira bedelinin maliye veznesine Evran Özpehlivan adına
yatırıldığı, aynı tarladaki ekili buğdayın yine Evran Özpehlivan
ve mirasçılarına ait olduğunun bilirki§i raporları ve mahkeme
kararlarıyla da belidendiği halde, Evr�m Özpehlivan ve miras­
çılarının, köylülerin eli sopalı, silahlı engellemeleri yüzünden
tarlaya giremediklerini, tarlayı yeterince sürüp ekemediklerini,
mağdur duruma dü§tüklerini, bu yüzden tarlaya devlet güvenlik
güçleri denetiminde girmeye çalı§tıkları halde, tarlaya dolu§an
yÜzlerce köylünün engellemeleriyle kaqıla§tıklarını, köylüle­
rin tarlanın sürümünü önlediklerini, traktör sürücülerine sal­
dırdıklarını, o arada olayı önlemeye çalı§an devlet güvenlik
güçlerine kaqı da mukavemet ederek, onların görevlerini yap­
malarına engel olduklarını, bu sebeptenTCK.nın... maddesi ve
... fıkrası gereğince sanıkların cezalandırılmalarını tutuklana­
rak cezaevine konmalarını... >>
İddianamenin okunmasından sonra Yargıç, Aydoğan, Erol
ve arkada§larının ifadelerini aldı, sorular sordu. Dava dosyası­
nın üstüne kısa kısa notlar aldıktan sonra, köylülerin avukatlan
İsmet ve Dündar Bey'lere verdi sözü. Avukat İsmet ffey, arka­
da§ı Dündar Bey'le birlikte hazırladıklan savunmayı ayağa kal­
karak, tane tane okumaya ba§ladı.
«Sayın iddianame makamının da belirttiği gibi, mülkiyeti
halen hazineye ait olan söz konusu tarlayı, önce köylülerin, on
gün sonra da ağaların sürüp ektiklerini, bu yüzden çıkan çatı§­
ma sırasında ağalann, kiralık adamlarıyla yüzlerce kur§un sık­
tırarak köylüleri taciz ederek tarladan kaçırtmaya çalı§tıklarını,
bilirki§lerin yanh davrandıklarını daha önceki d uru§ınalarda da
belirttiklerini, bu nedenle sayın mahkemenizden ke§fin yine­
lenmesini istediklerini, ne ki sayın mahkemenizin bu İsteğimize
uymadığını, ağaların da mahkemenizin bu kararından yürekte­
nerek jandarma desteğinde tarlaya ikinci kez girerek, köylüle-

1 72
rin daha önce ektikleri dizboyu olmu§ ekinlerinin üstüne trak­
törleriyle çift ko§ arak tarlaya tohum ektiklerini, ekili ürünleri­
nin heder olmasını istemeyen köylülerin de haklı olarak bunu
kabullenemediklerini, asıl amaçlarının jandarmaya kar§ı gel­
mek değil, yeti§ip göğermi§ ekinlerini korumak olduğunu, o
arada jandarmalardan dayak yediklerini, döğüldüklerini, yerler
de süründüklerini, buna dair ellerinde çekilmi§ fotoğraflar ve
Ceyhan Hükümet tabipliğinden alınmı§ raporları olduğunu,
ayrıca olaya karı§an yüzlerce köylünün içinde bu on bir ki§inin
·neye ve hangi gerçeğe göre yakalanarak gözaltına alındıklarını
da bir türlü anlamayadıklarını söyledikten sonra, olay sırasında
çekilmi§, tarlayı sürmeye çalı§an Evran Ağa'nın traktörlerinin
üstlerine birer iki§er bindirilmi§jandarmaları gösteren büyütül­
mü§ fotoğrafları dosyasından çıkararak mahkeme ba§kanına
sundu.
«Devlet Güvenlik Güçleri'nin ağa traktörlerinin üstünde
ne i§leri olduğunu soruyorum §imdi?» diye sesini yükseltti.
«1andarınalar orada kimi temsil etmektedirler? Devletin yüce
güvenliğini mi, yoksa ağaların güvenliğini mi? Devlet Güvenlik
Güçleri, böylesine nasıl yanlı davranabilirler, nasıl taraftutabi­
lirler? Tutariarsa taraflardan biri olan köylüleri açıkça tahrik
etmek değil midir bu? Yoksa yüce devletimiziri güvenliği, ağa­
ların çıkarlarını korumaktan mı geçiyor? Yalnızca yukarı Cey­
han ovasında, yüz bin dönümden fazla hazine toprakları, yıllar­
dan beri ağaların fuzuli i§gali altındayken devletin güvenliği
bozolmuyor da, yüz yirmi haneli, sekiz yüz nüfuslu, topraksız
ve i§siz Sarıbahçe köylüleri, kendi topraksızlıklarının ayırdına
vardıkları için mi suçlanıyorlar §imdi? Kendi topraklarını yıllar­
dan beri ağaların fuzuli i§galine kar§ı korumayan, buna §U ya da
bu §ekilde ·göz yuman, geciktiren devletin yüce gücü §imdi,
niçin be§ yüz dönümcük bir tarla için köylülerin üstüne yönel­
tiliyor? Kadın, erkek yüzlerce köylü, bunları bile bile seslerini
çıkarmadan otursalardı, yasaların daha mı ho§una gidecekti
acaba? Ya da devletimiz o zanian daha mı güvnelikte görecekti

1 73
kendini?
Sayın Yargıcım, sayın Mahkeme üyeleri! Eğer adelet, so­
nuçta gelip kimin karnını doyuramadığı gerçeğine dayanmıyor�
sa, adalet adalet olmaktan çıkar o zaman. On binlerce dönüm
hazine arazisini i§gal ederken, yasaları en ufak akdiarına getir­
meyen ağalar, salt karınlarını doyurahilrnek adına, be§ yüz
dönüm kadar hazine arazisine köylüler girince, yasaların gücü­
nü hatırlayarak, adaiate ve onun emrindeki güvenlik güçlerine
güvenip sığınma gereğini duyabiliyorlar. Hayır, sayın mahkeme
üyeleri; adaletle, hukukla, böylesine alay edilemez. Ve ağaların
oyununa gelen böylesi bir adalet zayıf, güçsüz ve yanlı bir adalet
olacaktır. Biz, yüce mahkemenizin böylesi ucuz aylınlara gel­
meyeceği inancındayız. Bu nedenle gözaltına alınan bu on bir
masum köylünün daha fazla mağduriyetlerinin önlenmesi için,
mahkemenizce serbet bırakılınalarmı talep ediyor, saygılar su­
nuyoruz.»
Avukat İsmet Bey'in konu§masından sonra duru§ma salo­
nunu dolduran kalabalıkta etkin, müthi§ bir sessizlik oldu.
Mahkeme heyeti karara varabiirnek için duru§maya bir süre ara
verdi. Duru§ma tekrar açildığında, Yargıç, Erol, Aydoğan ve
arkada§larının serbest bırakılarak tutuksuz yargılanmaları ka­
rarını bildirince, duru§ma salonunu dolduran izleyicilerin tümü
ayağa kalkarak mahkemenin bu kararını ayakta alkı§ladılar.
Köylülerin yarıgıç önünde ağalara kar§ı aldıkları ilkyengiydi bu
çünkü.
Duru§ma salonundan çıkan sevinçli, CO§kulu kalabalık,
dı§arda bekle§en öbür köylü ve meraklılada birle§ince, kalaba­
lık iyice büyüdü. Buna köylülere destek vermeye gelen Top­
rak-ݧ yöneticileri ve üyeleri, gençlik, parti ve dernek temsilci­
leri de katılınca adiiye avlusunda yer kalmadı. Ana yola doğru
ta§ıp büyümeye ba§ladı kalabalık.
Türküler, maqlar söyliyerek, el çırparak, tempo tutarak
ana yolu gelip geçen araçlara bir süre kapadılar. El ele tutu§an
gençler halaylar çekerek, Köprüba§ı Meydanı'na doğru yön-

174
lendirdiler kalabalığı. Arkası arkasına vuran davut zurna sesleri
caddeye bakan yüksek binaların duvarlarında yansıdı. Balkon
ve pencerelere meraklı insanlar dolu§maya b3§1adı. Kalabalık
kendi içinde ağır bir su gibi . döne döne büyüyerek dev bir
gösteriye dönü§tü. Co§kulu kalabalıklar sanki yürümüyorlardı
da yüzüyar kaynıyorlardı. Tıka basa her ya§tan insanla dolan
sokaklar, büyükçe bir kas gücü gibi bir açılıp bir kapanarak,
halaycı ba§ılar, mendillerini i§tahla sallayarak, iç içe geçmi§
halkalar büyüyüp sallanarak Köprüba§ı Meydam'nı doldurdu­
lar. Meydanı dolduran yüzlerce binlerce ki§i, bağırıp çağırarak,
ellerini kollarını sıkılmı§ yumruklar halinde sallayarak, içlerin­
deki toprağa olan isteklerini, ağalara olan öfkeler�İıi dile getirip
döktüler. Toprağı dü§ünüp, toprağı konu§tular. Topraktan gel­
diklerini yine toprağa döneceklerini, parasızlıktan bir bardak
çayı bile veresiye içtiklerini, reform reform diye diye dillerinin
kulaklarının, gözlerinin yorulduğunu, refom dü§leri kurmak­
tan, beklemekten canlarının umutluğa kestiğini, bunca aç insa­
nın açılan ağızlarını hiçbir gücün örtemiyeceğini bağıra çağıra
haykırdıktan sonra, kalabalık ağır ağır seyrellp dağılmaya ba§­
ladı. Meydan giderek insan yükünden bo§aldı. Minibüslere,
kamyonlara, traktör römorklarına salkım saçak dolu§arak aynı
CO§ku ve heyecanla köylerine doğru gittiler.

175
On bir köylünün salıverilmeleri ve Köprübaıjı meydanın­
daki mitingten sonra moralleri eski yerine gelmeye ba§ladı
köylülerin. Direnmenin, birlik olmanın, kozala§manın önemi­
ni, yalnız olmadıklarını, ya§adıkları birkaç aylık i§gal deneyimi
içinde az çok görmü§ öğrenmi§lerdi.
Ku§kusuz bu deneyimden asıl pay, köylülere önderlik et­
meye çalı§an i§gal komitesi üyeleriyle, Aydoğan'ındı. Evlerde
ve kahve toplantılarında, bazı özel sohbet ve konu§malarında,
köylülere, eksik yanlı§ da olsa, dii§üncelerini çekinmeden söy­
lemelerini, sorular sorarak bitbirlerini sabırla dinlemelerini,
bunu bir alı§kanlık haline getirmelerini söyleye söyleye bellet­
meye çalı§mı§tı Aydoğan. Böylesi toplantılarda, asla kendini
beğenmi§, bil mi§ bir aydın tavrı içinde olmuyor, yumu§ak, akılcı,
yalın bir dille konu§arak, etkilerneye çalı§ıyordu onları. Köylü­
lere olan yakla§ımı, onların kazancına, köylüler arasındaki ye­
rine, değerine ve görmii§ olduklan eğitim düzeyine göre değil,
toplum içindeki yerleri ve kazançları ne olursa olsun, sıradan,
normal bir insana yakla§ımının hemen aynısıydı. Okumu§ yaz­
mı§, kültürlü biri de olsa, kendini onlardan ayırmıyor, onlardan
biri görerek, kendi kaderiyle köylülerinin kaderini ortak ve bir
· ·

tutuyordu.
İlk günlerin aksine, kavgasız, bağırtısız çağırtısız, içten
olmaya ba§lamı§tı toplantılar artık. Söz alan veya toplantıya ilk
kez katılan bir köylü, söylemi§ olduğu birkaç yanlı§ söz yüzün­
den artık dı§lanmıyor, kıncı, alaycı sözlerle kar§ıhk verilmiyor­
.
du; kendini istenmeyen biri sanarak çekip gidebilirdi çünkü. Bu

176
da i§gal çevresinde taparlanmaya çalı§an köylülerin giderek
insan yitirmelerine gerilemelerine neden olabilirdi. Kaybedi­
len bir yada birkaç insanı tekrar kazanabilmek için de eskisin­
den daha fazla zaman ve çaba sarfetmeleri gerekiyordu ki, bu
da hem kendilerini, hem de kazanmak istedikleri köylüleri
yoruyordu gereksiz yere.
Sonra ki toplantılarda, köylüler arasında, i§galin sorumlu­
luğunu komitedekiterin sırtına yükleyerek, bir kenara çekilen,
i§gal i§iyle uğra§mak istemiyen bir yanlı§ anlayı§ da belirmeye
ba§lamı§tı. Çagrılı oldukları toplantılara, «İ§im var! yorgunum!
Bugün gelmesem olmaz mı? Yarın sabah erkenden i§e gidece­
ğim de'h> gibi bahanelerle katılmak istemiyorlardı. Katılanlar
da, salt katılmı§ olmak için gelip bir süre boy gösteriyorlar,
sonra da çekip gidiyorlardı.
Böylesi davranı§ları yapanların çoğu, bunu tembelliklerin­
den çok, 'aman komitedekilerin i§lerine karı§mayalım. Nasıl
olsa onlar bu ݧİll ehli insanlar, her i§in üstesinden gelirler' gibi,
her §eyi komiteden bekleyen, korniteye de en ufak ele§tiri
gdsjn istemeyen, ele§tirenlere de kızan, sinidenen bir anlayı§la
yapıyorlardı bunu. Ele§tirileri, komitedckilerin i�lcrine bir en­
gelmi§ gibi görüyorlardı.
Öte yandan i§gal olayı, kadınları da etkilcmi§, i§gale olan
katılımları günbe gün geli§ip deği§meye ba§lamı§tı. Kahve top.­
lantılarına katılıyorlar, ݧgal konusundaki görü§lerini çekinme­
den söyleyerek, bazen kocalarının tersine görü§ler bile ileri
sürebiliyorlardı. Yalnızca ev i§lerinde değil, komitenin verdiği
ev dı§ı görevlerde ve i§lerde de çalı§ıyorlardı.
Köy kahvesiyle, köy bakkalının duvarlarını süsleyen kimi
tüketim mallarının tanıtımını yapan afi§ler, renkli ilan kağıtları
sökülüp atılmı§, yerlerine toprak mücadelesini konu alan, öven
resimlerle, yazılar asılmı§tı.
Kahve duvarına asılan geni§çe bir duyuru tahtasına, köy­
lülere i§gal konusunda destek veren el ilanları, duyumlar, kom­
§U köylerden gelen kutlama telgrafları, çe§itli gazete ve dergi-

177
lerde i§galle ilgili yayınlanmı§, çıkmı§ yazı, resim ve haber kü­
pürleri kesilip asılmı§tı.
ݧgal olayıyla birlikte köydeki deği§İmler yalnızca bunlar
değildi. ݧgal olayı, çocukların da dünyasına girmi§, giderek
etkilerneye ba§lamı§tı onları: Saçları kökünden kesilmi§, ince
boyunlarının üstünde kararını§ birer su kabağına benzeyen
§ekilsiz ba§lı çocuklar, uzun e§ek, be§ ta§, saklambaç gibi eski
oyunlar yerine, uçlarına ipler takarak omuzlarına tüfek gibi
astıkları ayçiçeği saplarıyla, sokak aralarında 'i§galcilik oyunu'
oynuyorlardı.
Bütün bu olumlu geli§melerin yanında, bazı istenmeyen
olumsuz olaylar da oluyordu; devriye gezen jandarmalar, ara
sıra köye çıkıp gelerek, köyü, köylüyü suç üreten bir yermi§, ya
da suç ݧlemenin ilericilerle, solcu kݧilerin bilinçlice yaptıkları
bir eğilimmi§ gibi yaygın, alı§ılmı§ bir ön yargıyla hareket ede­
rek, aranan bazı solcuların köyde kalıp saklandıklannı söyliye­
rek, kahvede tavla oynayan köylüleri ayağa kaldırıp tokatlıyor­
lar:
«Ulan burada kumar oynatıyormU§sunuz ha? Bazı günler
dolup ta§ıyormll§ buralar? Mar§lar, türküler söylüyormu§Su­
nuz? Bir daha duyarsak kahvenizi kapatınz ha, öna göre!»
gibisinden gözdağı vermeye çalı§ıyorlardı köylülere.
«Kumar burada ne arasın bire askerağa? Kumar dediğin
parayla oynanır. O da biz de yok. Kumar oynayanları siz aslı
gidip §ehir kulüplerinde arayın!» diyerek kaf§ılık verdiklerin­
de:
«Onlarla siz bir misiniz ulan? Adam olun, siz de gidin
kulüplerde oynayın!» diyerek bağırıp çağırıyorlardı jandarma­
lar.

178
ݧgal olayı geli§tikçe, yöre köylerinde duyulup yayıldıkça,
ilgi ve yardımlar da artmaya ba§ladı köye.
Adana, Ceyhan, Dörtyol'da ݧ bulup çalı§an, oralara yerle­
§en bazı Sarıbahçeli köylüler, kendi aralarında topladıkları
paraları getirerek komite emrine verdiler. Topraksızlık yüzün­
den doğup büyüdükleri köylerinden ayrılmı§ da olsalar, yine de
bir yerlere ait olmak gibi bir duygusallık içindeydiler hala.
Kom§U İn�eyir köylüleri, iki çuval kadar pirinçle bulgur,
Aktozlu'Iardan iki teneke peynir, Akdam köylülerinden de
biraz para yardımı geldi.
Muhtar Fikri, bir çuval kadar toz §ekerle, on paket çay, Sarı
Hasan'la, Koca Ömer'den para, Memetali de yeti§kin tosunla­
rından birini yularından tutup çekip getirerek: «Alın; ister
satın, ister kesin, etini köylülere yedirin! Sizin olsunb> diyerek
korniteye bağı§ladı.
ݧgali duyan Almanya'daki Ceyhanlı i§Çiler de kendi arala­
rında paralar toplayarak, bin sekiz yüz kırk üç mark parayı,
komite adına açılan banka hesabına yatırdılar.
«Sarıbahçe Halkının dilindenb> diye ba§layan, üç yüz sek­
sen dört imzalı bir duyuruyu, Ceyhan ve Adana'daki yerel
gazeteler, birinci sayfada sütün sütun yayınladılar. Bütün bu
olup bitenlerden sonra bazıilerici dernek ve kurulu§lar, Sarı­
bahçelilerin, Ağalara kar§ı verdikleri sava§ımı öven duyurular
yaptılar. Gençlik örgütleri de kendi aralarında yaptıkları top­
lantılarda, 'Sarıbahçe Olayı'nı seminer konusu yaparak tartı§­
tılar. Ve bütün bunların ardından, deği§İk renkte ve görünüm-

179
de giysiler, montlar, atkılar, kat pantolonlar, parkalar giymi§,
kimi sakallı, kimi sakalsız, pasaklı bir sürü sol görü§lü gencin
akınına uğramaya ba§ladı köy.
Kentlerde doğmu§ kentlerde büyümü§lerdi çoğu. Köyü,
köylüyü, onların sorunlarını, kültür ve davranı§ düzeylerini,
toprağı, küreği, kazrriayı, tırpanı, orağı yeterince tanımadıklan
için olsa gerek, toprak i§gal etmi§ bir köylüyle nasıl konu§ula­
cağını tam olarak bilemiyorlar, onlarla kayna§ıp konu§makta
hayli zorluk çekiyorlardı.
Toprak sorununu, ağahğı, köylülerin anlayabilecekleri bir
dille değil, biraz fazlaca kitap kokan, bilgili, seminer verircesine
konu§arak, sorunun özünü köylülerin bildikleri düzeyden de­
ğil, kendi bildikleri kültür düzeyinden anlatmaya çah§ıyorlar,
kar§ılığını da ona göre istiyorlardı. Bu da henüz i§in ba§ında
olan köylülere biraz ağır geliyor, isteksizlendiriyordu onları.
Gençler, kimi zaman da köylüleri bir yana bırakarak, kendi
aralarında tartı§ıyorlar, kendi ki§iliklerini öne alarak, nasıl hızlı
birer devrimci olduklarını kanıtlarcasına, kendi ya§amlarından
uzun örnekler verip anlattıktan sonra, Sarıbahçe'yi, 'kurtarıl­
mı§ bir bölge' veya aranmakta olan suçluları saklayıp koruyan
bir köy sanarak, birbirlerini gizlice köylülere gösteriyorlar: «0
var ya, o! O i§te aranıyor! » diyerek gizli kalması gereken bir
olayı, ki§iyi, uluorta söyleyiveriyorlardı. Bu da, köylüler üzerin­
de ku§ku ve güvensizlik yaratıyordu.

O pazar, hava puslu, kapalı, yağı§lıydı. Mar§lar, türküler


söyliyerek gelen gençler, dolu§tular kahveye. Sağa sola selam­
lar verdikten, el sıkı§ tıktan sonra, masalara oturdular.
Köyde, zenginlerin dı§ında evlerde televizyon yoktu. Köy­
lüler biraz da televizyon izlemek için geliyorlardı kahveye.
Günlerden pazardı. Havanın da yağı§lı ol ması yüzünden, tıklım
tıklım doluydu kahve. Galatasaray-Fe narbahçe maçı vardı

1 80
televizyonda. Öteden beri maÇ,lara dü§kündü köylüler.
Gelen gençlerin içinde Sarıbahçe'li Kerim de vardı. Çıban­
lı, zayıf yüzlü, iri burunlu, çakır gözlüydü. Lise ikiden terkti.
Yıllardır Ceyhan'da oturduğu için, köyle bir ili§kisi kalrnamı§tı.
İki yıl önce köye gelerek, köylülere, ağa topraklarını i§gal
etmelerini önermi§, kimseden bir ses çıkmayınca, onları kor­
kaklıkla suçlayarak, tek ba§ına Evran Ağa'nın topraklarından
bir kı.smını sürüp i§gal etmi§ti. Ağa kar§ısında yalnız kalıp.geri­
leyince, tarlayı içinin tohumuyla birlikte bırakarak Ceyhan'a
kaçmı§tı.
Geçmi§inde böylesine hızlı bir toprak �§galcisi olan Kerim,
Erol ve arkada§larının yaptıkları i§gali duyunca, sevinçle köye
dönerek, onlara katılmayı istemi§, ama Erol'la arkada§ları, gü­
venmedikleri için aralarına almamı§lardı onu.
Her ko§ulda öne çıkarak, kendini kanıtlamaya çalı§an,
aceleci, keskin, sinirli bir tipti Kerim.
İsmail'e yana§arak:
«Köylülere seminer vereceklerini, televizyonu kapatması­
nı, serninerin köylülere duyurulmasını,» istedi.
«Seminerin, konusunu önceden bize bildirmeniz gerekir­
di, ona göre hazırlığımızı yapar, köylülere duyururduk. Bugün
pazar. Televizyonda da maç var. Dı§arısı da yağmur, çamur.
Semineri ba§ka güne ert.elesek, nasıl olur?» dedi İsmail.
Sivilceli yüzü kızarıp karı§maya ba§ladı Kerim'in.
«Köylüler maç izliyorlar da ne demek İsmail? Burası sıra­
dan bir köy değil ki? Toprak ağalığına ve gericiliğe kar§ı kavga
veren, devrimci bir köydür.»
İsmail:
«Olabilir. Devrimciler maç. izlemezler diye bir kural yoktur
ki?»
İsmail'e dik dik bakan Kerim, tela§la ayağa kalktı. Büyükçe
bir meyve sandığının üstünde duran televizyonun düğmesine
uzandı. Çat kapattı televizyonu.
Televizyonun kapatılmasına sinidenen köylülerin homur-

181
danmalarına aldırmadı Kerim. Onlara doğru dönerek, yüksek
sesle konu§maya ba§ladı;
«Arkada§lar! İspanya ve Portekiz'de emperyalizmin U§ağı
fa§İSt Franco ve Salazar rejirnleri, futbol maçları ve boğa güre§­
leriyle, halkların kendilerini kurtaracak olan asıl yaratıcı güçle­
rini, arena ve s tadyurnlara bo§altarak, emekçi halkları tam otuz
yıl uyuttular. Televizyonunuzu biraz da bu yüzden kapattım.
Kusura bakmayın ama, biz devrimciler, Sarıbahçe halkının bu­
rada maç seyrederek, kendi sorunlarından uzakla§rnalarına da­
ha fazla göz yurnamayız,» dedikten sonra hı§ımla yerine oturdu.

Belirgin bir sıkıntı ve sessizlik çöktü kahveye.


Kerim'in televizyonu kapatmasına, konu§rna biçimine si­
nirlenen İsmail, tekrar ayağa kalkarak:
«Yanlı§ ݧ yapıyorsun!» diyerek çıkı§tı ona. «Bu köye her
gelen grup, kendi kafasına göre ݧ yapamaz.»
«Niye yapamayacakrnı§ız? Bu köy üstüne mülklü mü se­
nin?»
«Doğru konu§ Kerim! Burada vermeyi istediğiniz sernine­
rin konusunu bile bilmiyoruz henüz?»
Kerim'in grubundan, sakallı; uzun boylu, kara kıvırcık saçlı
genç ayağa kalkarak, yanıtladı İsrnail'i.
«Arkada§ım, bizim seminer konumuz Rodezya, yani diğer
adıyla Zimbabwe,)) dedi. «Biliyorsunuz, Rodezya halkları da
vaktiyle Türkiye halklarının yaptığı emperyalizme ve onun yerli
ݧbitlikçi U§aklarına kar§ı bağımsızlık mücadelesi veriyorlar. Bu
konuyu burada sizlere anlatarak, hem siyasi eğitim yapmayı,
hem de siz Sarıbahçelilerin, karde§ Rodezya halkına yardırncı
olmalarına çalı§acağız.»
«İyi de karde§im, henüz haritada yerini bile bilmediğimiz
Rodezya halkına biz köylüler nasıl yardım edeceğiz?» diye
sordu İsmail. «Bu konularla köylülerin kafasını karı§tırıp, anla­
yı§larını zorlamayalım lütfen. Zaten çoğumuz, ülkemizin hari­
tadaki yerini bile doğru dürüst bilmiyoruz?»

1 82
Uzun boylu, sakallı, kara kıvırcık saçlı genç, konu§masına
devam etti.
«Bilmemekte haklısınız,)) dedi gülerek. «Bu da, siz köylü­
lerin siyasi eğitim eksikliğinden kaynaklanıyor. Sabreder de
eğer bizleri birazcık dinlerseniz, kavrama, anlama yeteneğiniz
umarım geli§ecektir.))
Kerim'le arkada§ları yanlarında getirdikleri seminerle ilgili
afi§, resim, yazı ve dergileri masalara dağıtmaya ba§ladılar.
O ara kahveye Aydoğan girdi. Parkasının fermuarını çöze­
rek, Erol, Tahir ve Ahmet Duran'ın masasına geçip oturdu.
Geli§meleri izlemeye ba§ladı.
Kerim'le arkada§larının davranı§larına dayanamayan İs­
mail:
«Bakın sizi uyarıyorum! Yanlı§ ݧ yapıyorsunuz! Bu köyde
ݧgal komitesi diye bir komite vardır. Nelerin yapılıp yapılma­
yacağının önceden bu komitenin denetiminden geçmesi gere­
kiyor. Yoksa buraya her gelen solcu grup kendi keyfince ݧler
yapamaz.))
Kerim, her zamanki tez canlı, atak haliyle tekrar ayağa
kalkarak İsmail'le komitedekileri suçlamaya ba§ladı.
«Asıl yanlı§ı bizler değil, sen ve senin gibilerin biraraya
gelip olu§turduğu komite yapıyor,)) dedi. «Bir kere köylülere
doğruyu söylemiyorsunuz. Çünkü doğrunun ne olduğunu bil­
miyorsunuz. Be§ altı aydan beri köylülerin i§gale olan katılım­
larını tam olarak sağlayabilmi§, köylülerin tamamını birle§tire­
bilmi§ değilsiniz. Bu da köylü karde§lerimizi henüz bu yolda
yeterince eğitemediğinizi gösteriyor. Nedeni de örgütlenme
anlayı§ınızın eksik ve yanlı§lığından ileri geliyor. Bizler, köylü­
lerin daha geni§ bir tabanda örgütlenebilmeleri i�in, komite
seçimlerinin yenilenmesini istiyoruz. Bu önerimize İsmal, Ay­
doğan ve arkada§ lannın kulak vermiyeceklerini de adımız gibi
biliyoruz. Bu da köylülerimizin i§gale olan katılım ve isteklerini
zayıflatacaktır. Bence bu korniteye komite denmez; toprak
i§gali gibi önemli bir dava, böylesine sekter, dar grupça kafalar-

183
la yönetilemez.
Biliyorsunuz, günler önce jandarmalar tarlaya girdiklerin­
de, siz köylü karde§lerimize destek vermek için, arkada§ları­
mızla birlikte gelerek yanınızda yer aldık. O gün yanımızda
getirdiğimiz molotof kokteyilleriyle, konserve kutularından
yaptığımız patlayıcıları kullanmamıza siz komitedekiler engel
oldunuz. << Ya§asın Halk Sava§ı» slogan yazımızı da zor kulla­
narak indirttiniz. Sizin anlayı§ınıza göre, patlayıcılarımızla, slo­
gan yazıları mız bir tür provakosyonmu§ ... Şimdi sizlere soruyo­
rum, siz köylülerin gerici toprak ağalarına kar§ı vermi§ olduğu­
nuz bu kutsal mücadele niçin provakasyon olsun? Bu mücade­
leniz genelde sürmekte olan bir halk sava§ımının parçası değil
midir?
Mademki komitedekiler yazılacak sloganları önceden tes­
bit etmi§ değilsiniz. O zaman bizim ortaya çıkardığımız slogan
yazılarımızı da kabul etmek zorundasınız. Sizleri tekrar uyarı­
yoruz; komitenin bu tavrı, biz devrimcilerle, köylülerin arasını
her an açabilir. Komite seçimlerinin acilen yenilenmesini biraz
da bu yüzden istiyoruz. Ve buraya gelen sol grupların temsilci­
lerinin de girmesini istiyoruz. Bizleri aralarına almak isteme­
yen, dı§layan bu komiteyi bizler de tanımayacağız, haberiniz
olsun. Ya seçimler yenilenir, bizler de gireriz, ya da İsmail'le
Aydoğan'ın temsil ettiği sol grup da komiteden elini eteğini
çeker. Komitedekiler bu sorularımızın yanıtını burada, halkın
gözleri önünde açıkça vermezlerse, bizler de grup olarak onları
tanımayacağız.» ·
Uğultulu bir sessizlik oldu. Kahvenin içi dı§ı insanla doluy­
du. Muhtar Fikri, Memetali, Sarı Hasan, Koca Ömer gibi köy
zenginleri de bir kenara oturmu§lar, sessizce olup bitenleri
izliyorlardı.
Memetali, ağır ağır yerinden kalktı.
«Bizce de komite seçimleri yenilenıneli,�� dedi. «Aydoğan
arkada§ da dahil, dı§ardan gelen ne kadar solcu arkada§ varsa,
bu i§e karı§masınlar. Evet, biliyoruz, hepiniz iyi niyetli, yürekli

184
insanlarsınız ama, yine de bu köyde oturmayanlar korniteye
girmeseler iyi olur. Böyle söyledim diye darılmaca, gücenmece
yok. Eğer danı§acağımız bir §eyler olursa, o zaman çıkar fikir­
terinizi söylersiniz. Sizin gibi değerli arkada§lardan ancak böy­
lece yararlanabiliriz.»
«Yahu etme Memetali Amca! » diyerek Ali Seydo ayağa
kalktı. «Devrimci arkada§ları dı§ımızda tutmamızın kime ne
yararı olabilir? Ve bu neyi deği§tirir? Her §ey bir yana, ama
Aydoğan gibi değerli bir arkada§ımızın komiteden ayrılmasını
nasıl isteyebilirsiniz? ݧin ba§ından beri hiçbir çıkarı olmadığı
halde aramızda değil miydi o? Bizler için gözaltına alınıp hapis­
lerde yatmadı mı? Yargılanmadı mı? Bizler aç, susuz, uykusuz
kaldıysak o da _bizimle birlikte değil miydi? İnsaf! Nankörlük
bu b>
Bozulan Memetali tekrar ayağa kalktı.
«Sözlerim yanh§ anla§ıldı galiba,» dedi. «Evet Aydoğan
arkada§ımızı biz de beğeniyor, takdir ediyoruz. Aina köye dı§a­
rıdan gelen guruplar bizden biriymi§ler gibi i§imize karı§acak
olurlarsa, köyüroüzde karı§ıklık çıkabilir.»
«Dı§ardan gelenler dediğin de kimler?>> diye bağırdı İsma­
il. «Bu arkada§lar bize yardıma geliyorlar. Sen de gelmi§, bun­
ları i§imize karı§tırmayahm, yoksa karı§ıkhk çıkabilir, diyorsun.
Onlardan yeterince yararlanamazsak, asıl o zaman karı§ıklık
çıkabilir.»
Memetali alttan almaya ba§ladı.
«Siz devrimcilerin kendi aranızda anla§arnadığınızı az önce
hepimiz gözümüzle gördük. Bunlar bir de korniteye girecek
olurlarsa sürtü§rne korniteye de sıçrayabilir. Dernek istediğim
buydu benim.»
«Sürtü§me yalnızca biz devrimcilerarasında değil, köylüler
arasında da vardır,» dedi İsmail. «Sürtü§me her yerde, hatta
ana, oğul, baba, karde§ arasında bile vardır.»
Olan biten tartı§rnaları bir kenardan sessizce izleyen Ay­
doğan, ayağa kalktı. Kerim'le arkada§larına yönelik bir �onu§-

185
ma yaptı.
«Ben ve arkada§larım bu i§gal olayına hiçbir zaman kendi
açımızdan bakmadık, köylülerin çıkarları açısından bakmaya
çalı§tık. Olaylara öyle yakla§tık. Yaptığımız her i§in bir ayağı
köylünün çıkarlarına değsin, bassın istedik. Topraksızlık çe­
kenler anlardı. Doğaldır ki, toprağı i§gal edenler de onlar oldu.
Bu arada bazı yanlı§larımız olmadı değil, oldu. inanın bu yan­
lı§ların olmasını bizlerde istemezdik. Zaten hayat bizim istedi­
ğimiz yönde geli§mi§ olsaydı, toprak i§gali gibi bir sorunumuz
da olmazdı.
Şimdi, Kerim ve arkada§ları, bizleri ele§tirir, yanlı§larımızı
söylerlerken, kendileri de pek çok yanlı§a birden dü§üyorlar.
Köye gelir gelmez, köylülerin içinde bulunduğu kültür düze­
yinde değil, kendi bulundukları tepe noktasından olaya bakma­
ya çalı§ıyorlar. Olayları öyle değerlendirdikleri için de, vermeye
çah§tıkları kararlar köylülerin hayatiarına denk dü§müyor. Se­
miner konunuz i§te buna örnektir. Köylüler benimserneyince
de, suçu komitenin sırtına atıyorsunuz.
Yanlı§ anla§ılmasın, i§galden be§ altı ay sonra da olsa, siz
devrimci arkada§ların buraya gelmelerinden ho§nutuz. Ancak
bu birkaç aylık süreç içinde geçen olayiann somut tahlillerini
yapmanızı isterdik önce. Be§ altı aydan beri bu köyde neler
oldu, neler ya§andı? ݧgal nasıl ba§ladı, nasıl geli§ti? Şimdi
Nerede? Bunları bilip öğrenmeden, bütün bu i§leri sırtiayarak
bu gunlere kadar getiren arkada§larımızı suçluyor, kendinizden
önce verilen bir kavganın öndediğini istiyorsunuz. ݧgalin ken­
dinizle ba§ladığını sanıyor, komiteyle köylülerin arasını açmaya
çalı§ıyorsunuz. Durumu bilmeyen bazı köylü arkada§lar da, biz
devrimcilerin birbirimize dü§tüğümüzü sanıyorlar.
Dar grupçu anlayı§ınızı terkederek, komitenin emrine gir­
meye, bizlerle birlikte çalı§maya çağırıyoruz sizleri. yoksa ken-
·

di i§lerine sahip çıkmasını bilir bu köylüler.))


Ayağa kalkan Kerim söz aldı.
«Bakıyorum da, Aydoğan arkada§, ikide bir, bu köylüler

186
kendi i§lerine sahip çıkmasını bilirler diyerek, herkesi kendi
safındaymı§ gibi göstermeye çalı§ıyor. Evet, Aydoğan arkada§
bu köylüdür, burada doğmu§ büyümü§tür. Ben de bu köyde
doğdum, büyüdüm. Niçin Aydoğan, ekibiyle komitede de, biz­
ler değiliz?»
,
«Elbette ki sen de bu köydensin,» dedi Aydoğan gülerek.
«Tartı§ma konumuz bu değil. Salt siyaset yapacağım diyerek
önümüze çıkman ayıp oluyor Kerim. Bizlere yardımcı olmak
istiyorsanız, az önce de değindiğim gibi önce komitenin emrine
girmeniz gerekiyor.»
«Ne yani? Köylüme destek vermek için seninle İsmail'in
emrine mi gireceğiz?» diye çıkı§tı Kerim. «Senin örgütün varsa,
benim de örgütüm var arkada§. Örgütümüz neye karar verirse,
ona uyarız. Bunun içinde senden · ve senin .komitenden emir
almayız. Birgün gelir bunların hesabını da teker teker sorarız,>>
deyince,
«Sen kimsin Ian? Nereden geldin de kimin hesabını kim­
den soruyorsun?>> diyerek Erol yerinden fırladı. Kaptığı sandal­
yelerden birini vurmaya çalı§tı Kerim'e. Ortalık karı§tı. Ayağa
kalkanlar, oturanlar, kaçı§anlar, bağırıp çağıranlar. ..
Elli ya§larında kır saçlı, topartak yüzlü, geni§ çeneli Koza­
noğlu adında bir köylünün birden yerinden kalkarak, sandalye­
sinin üstüne çıktığı görüldü.
O ana kadar hiç kimse Kazanoğlu'nun orada olduğundan
haberli bile değildi. Ba§tan beri i§gale uzak duran biriydi o
çünkü. gençliğinde bir bıçaklama olayına karı§tığı için yıllarca
hapislerde yatmı§tı.
«Duruuuun! Yapmayın! » diye bağırdı Kozanoğlu. «Arka­
da§lar, ben Adalet Partilj.yim. Bu köyde benim gibi on sekiz
tane Adaletçi var. On kadar selametçi, altı da Hareketçi var.
Geri kalanımızın tümü Halk Partilidir. Ama bizim particiliğimiz
yalnızca sandık ba§ında geçer, birbirimize geçmez. Siyasetleri­
miz, partilerimiz ayrı gayrı da olsa, hepimiz ba§tan beri bu i§gal
i§inin içinde olduk. Yalanım varsa söyleyin. Hepimiz bu i§gali

187
canı gönülden desteklemedik mi? Toprağımız yoktu çünkü.
Çoğumuz aylardır uykuyu ayakta geçirdik. Akla hayale gelme­
dik belalar buldu bizi. Komitedekiler ne dedilerse elimizden
geldiğince yapmaya çah§tık. Ve §ükürler olsun ki, birçok §eyi
de kazasız belasız atlattık. Ama velakin §U sizin çıkardığınız
çıngan bu köyde bugüne kadar kimse çıkarmadı. Köye öğlen
üstü geldiniz, bakın ak§ama ne hale getirdiniz köyü? Bunu
ağaiar istemi§ olsalardı doğrusu bu kadarını ba§aramazlardı.
Şimdi herkes geldiği yere geri dönsün arkada§! Hadi, ahn
pılınızı , pırtınızı. Afi§iniz yazınız da sizin olsun: Toplanın gidin
buradan. Nedir bu be? Ömrümüzde yardım mı görmedik? Kı­
zılay'dan inaye mi topluyoruz biz? Bize güvenmi§ olsaydınız
böyle yapmazdınız. Bize güvenmeyene bizler de güvenmeyiz.
Bizim köyümüz bir zamanlar tek ba§ına tarla i§gal etmeye
kalkıpta, sonra da götün götün kaçıp giden Kerim gibi solcula­
rın heves alma, heves giderme y�ri değildir. Bu i§gal olayında
köyümüz biraz tanınıp ünlendi diye kimse kendine bu ünden
pay çıkarmaya kalkmasın.>>
Kazanoğlu'nun beklenmedik bu çıkı§ı, hayli §3§ırtıcı bir
etki yaptı kahvede. Bundan yüreklenen Muhtar Fikri ayağa
kalktı.
«Herkes ·evine gitsin! Bunu muhtarınız olarak söylüyo­
rum,» dedikten sonra, Kerim'le arkada§larına döndü. «Sizler
de terkedin gidin köyümü arkada§! Köyümde daha fazla nizah,
kavga çıksın istemiyorum. Köycek ba§ımız yeterince dertte
zaten. Bize yardıma gelen nice gruplar gördük ama, onların
hiçbiri sizler gibi olay çıkarmadılar burada. ݧgal i§i her §eyden
önce bizim i§imizdir. Bu i§gale kimseniri bizlerden daha fazla
sahip çıkmasını da istemiyoruz. Kusura bakmayın ve gidin bu­
radan!..»

188
Günlerdir sevinç içindeydi köylüler. Co§ku ve kıvançtan
patlıyorlar, gülrnekten, sevinçten ağızları kulaklarına varıyordu
bir çoğunun. Ne ki yıllardan beri buna benzer süreli bir sevinci,
CO§kuyu ya§arnadıkları için olsa gerek, zamanla kendi':Co§kula­
rından da ku§ku duymaya, böylesi sevinçlere kendilerini değer
görmemeye ba§ladılar. Bu tür sevinçler, CO§kular olsa olsa kısa
süreli birer dü§ olabilirdi onlar için.
Çar§ıda pazarda, kasahada ağalada kar§ıla§tıkları zaman,
istenç dı§ı bir hareketle, ellerini önlerinde bağlayıp birle§tire­
rek, yüzlerini gev§etenler, U§akla§anlar vardı hala. Yıllarca
ağalar kar§ısında el pençe divan durmanın getiregeldiği alı§ıl­
mı§, eğitimli bir duyguydu bu.
Böylesi duyguların ayırdında olan Evran Ağa ile karde§i
Bıyık Süleyman, çar§ıda, pazarda kar§ıla§tıkları köylülerin yüz­
lerine gülüyorlar, sırtlarını sıvazlıyorlar, böylece onlatın içlerin­
de öteden beri varolan bu saygıli korkuyu tekrar dirittmeye
çalı§ıyorlardı. Köylüler de sırtlarının ok§anıp sıvazlanrnasından
ezeli ho§lanırlardı; birgün o elin tepelerine yumruk gibi inece­
ğini bilmeden hem de.
Öğleye doğru Ceyhan'dan dönen Musa, kahveye girer
girmez, §apkasını ba§ından aldığı gibi hı§ımla çarptı masanın
üstüne. Öfkeli, kurucan, esmer, zayıf yüzlü bir insandı Musa.
Bağırdı.
«Dernerni§ miydim bu köyden adam çıkmaz; bu köylü na­
rnussuz alçaktır, diye? Hadi gidin §imdi kendi gözünüzle görün
bakalım! Ulan birgün olsun yüzüroüzün gülmesini istemezler.

189
Bu köy! ü var ya, bu köylü? Bu köylü kökünden casus, ispiyoncu,
alçak! .. Bu köylü her §ey. Ben bu köylünün anasını, avradını,
yedi göbek ötesini ... ))
Hemen araya girerek sözünü kestiler Musa'nın.
«Yahu dur, soluklan biraz! Ne bağırıp duruyorsun? Gören
de yanıba§ında bir kan kusan var sanacak.))
Ama kimseyi dinlediği yoktu Musa'nın.
«Ulan bu köyün insanı kadar ağzı çıplak bir millet daha
yoktur bu ovada. Gider bir bardak çay için arkasını kerktirir de,
karısıyla nasıl cima ettiğini bir bir anlatıverir. Bu köylü var ya,
ben bu köylünün anasını avradını . >). .

Bağırıp çağırdıkça, ba§ına toplananlar arttı Musa'nın.


«Yahu biraz durup soluklansana,? Nedir fı§ fl§ burnundan
soluyorsun?))
Derince bir soluk alıp verdikten sonra yığılırcasına çöktü
sandalyenin üstüne.
«Şu bizim Topuz Hasan'la, Yeni Mahmut var ya? Bugün
onların ikisini Ceyhan Köprüba§ı'nda Bıyık Süleyman'ın dük­
kanında otururlarken gördüm. Bıyık'la diz dize vermi§, göz
göze gelmi§ler çaylarını içiyorlardı. Beni görünce utançların­
dan neredeyse Bıyığ'ın yan cebine gireceklerdi._>)
«Ee sonra?)>
«Sonrası bu i§ te! Daha ne olacaktı ki? Ne i§leri var onların
dü§manlarımızın dükkanında değil mi? Bunlar nasıl gözü kirli
insanlardır ki, öz köylüsünün üstüne kur§ un yağdıranlada birlik
olup rahatça çaylarını içebiliyorlar? Sonra da hiçbiqey olma­
mı§ gibi ak§ama çıkıp gelecekler buraya. Aramıza karı§arak,
orada öyle, burada da böyle diyerek alabacaklık edecekler.
Ulan insanın tepe damarını oyar bunlar be?)>
Musa'nın sözünü ettiği Topuz Hasan, kafası omuzlarının
içine gömülmü§ gibi kısa, güdümen boylu biriydi. Yeni Mah­
mut'sa, çerkez asıllıydı. Dili sargın, etkili güzel konu§urdu.
«Efendim, köyümüze yenilik lazım, yenilik! » diyerek ara sıra
kıravat taktığı için 'Yeni Mahmut'a çıkarmı§lardı adını köyde.

190
Atma dü§kündü. «Kendimi aç korurn, atımı asla!» dernesiyle
ünlüydü.
Ismail, Musa'nın koluna girerek, kahvenin bir kö§esine
çekti onu. ·
«Yahu Musa, köyde herkesin morali, keyfi jerindeyken,
iki ki§inin yaptığı bir yanlı§ı burada ulu orta konu§arak bütün
köylülere maletmen doğru bir hareket mi sence?»
Musa delleniverdi.
«Ne yanlı§ı be? Bana inanmıyor musun? Sana gözürole
gördüm diyorum ya?»
«Kızına babam! Gördüklerin doğru olabilir?>>
«Ne demek doğru olabilir? Benden ku§kun mu var?»
«Canım Topuz'la Yeni Mahmut, Bıyık Süleyman'la eski-
den kalma bir alacak verecek davasını konu§uyorlardı belkide?
Niye olamaz mı? Hem bizleri muhbirlerliklerini de nereden
çıkarıyorsun ?»
«Bırak canım sendee!» diyerek, İsmail'in kolundan sıyrılıp
kurtuldu Musa. «Sizin gibilerine laf anlatacağıma gider e§§eği­
me anlatırırn, daha iyi.»
«Bağırıp durma Musa. Ve adam gibi konu§! Topuz'la Mah­
mut'un burada olup bitenleri gidip Bıyık'a anlattıklarını var
saysak bile, ne çıkar bundan §imdi?»
«Ne demek ne çıkar İsmail? Hepimizi gözümüzün önünde
rnüzevirleyip satıyorlar ya?»
«Haklısın,» dedi İsmail, acı acı gülerek. «Yalnız burada
senin dü§ünüp göremerliğin bir §ey var Musa; bir kere o iki.
insan bizi gidip satamazlar Bıyık'a. En ba§ta biz kendimizi
sattırrnayız. Sen sattım mısın k.endini? Hayır. O halde? Bizler
bugüne kadar neler yaptık? Gittik, ağaların tarlasını sürdük,
i§gal ettik. Herkesin gözü önünde silahlı arkada§larırnız tarlayı
gece gündüz bekliyorlar. Bu dururnda Topuz'la Mahmut, ağa­
lara gidipte neyimizi anlatabilirler bizim? Birlik ve beraberlik
içinde olduğumuzu, aramızda paralar topladığımızı, onlara o­
lan dü§ınanlığımızın her geçen gün arttığını falan... Tamam

191
aniatsınlar babam, bizler bundan ne kaybedebiliriz ki? Hiçbir
§ey... Bizim birlik ve beraberlik içinde olduğumuz, bu ݧi sonuna
kadar sürdürmeye kararlı olduğumuzu bilmeleri, ağaları sevin­
direceğine korkutur aksine.>>
Sakinle§meye ba§layan Musa, ağır ağır çayını yudumlama­
ya ba§ladı. İsmail de içinden M usa'ya hak vererek ayağa kalktı.
«Arkada§lar, Musa'nın sözlerini hepiniz duydunuz,» diye­
rek köylülere doğru seslendi. «Dostumuzu dü§manızı iyi bile­
lim lütfen. Ağalarla nerede ve ne zaman kar§ıla§ırsak kar§ıla­
§alım, görmemezlikten gelelim onları. Tavukianna bile küse­
lim. Onlardan gelebilecek ikramı, daveti alnımıza almayahm.
Onların dilleri tatlı, yüzleri yumu§ak da olsa, ağa yine aynı ağa,
balta yine aynı baltadır. Birbirimize verdiğimiz sözlere uyahm.
Disiplinli olalım. Unutmayalım ki, kar altında yatmayan ekin
bile §a§kın, ürkek olur.»

192
«İyi bir ders verdik ağalara. Ba§larını bir daha kaldıramaz­
lar artık. Mahkemeyi de kazandık. Bundan böyle kimse önü­
müzde duramaz bizim.))
«Be§ yüz dönümcük tarlayı ele geçirmeyle i§al mi olurmu§
hem? O kadarcık tarla di§imizin kovuğuna bile yetmez bizim.
Ayağımıza hazır fırsat gelmi§ken, tarlalarından bir kısmına da­
ha girip sürelim ki, ݧgal dediğin tam olsun.))
«Girmekle de kalmayalım, otunu, samanını, ahırını yaka­
lım ki, karnının §i§i insin biraz.))
Bu ve buna benzer konu§malar, öğünmeler duyulmaya
ba§lamı§tı köyde. Ağalara kar§ı katmerle§en korkuları gitmi§,
a§ırı, hazımsız bir güven gelmi§ti yerine. Yıllardan beri bir türlü
söyleyemedikleri, hep içlerine atmak zorunda kaldıkları, bastı­
rılmı§ bir öfkenin bilinçsizce dı§a vururouydu bu.
Kendilerine olan güvenlerini bu tür sözlerle ok§ayarak,
azdırıp besleyerek, daha fazla toprak isteğine doğru yönlendir­
meye çalı§ıyorlardı birbirlerini.
Bir hırsızlık, bir eli uzunluktur ba§lamı§tı köylüler arasında
ayrıca. Birbirlerinin maliarına mülklerine kar§ı değildi bu, ağa­
ların malına mülküne kaf§ıydı. Koyunlarını, keçilerini, inekle­
rini, ağaların gök ekinine, yonçalıklarına koyveriyorlar, tüm
bunlar yetmiyormu§ gibi orak ve tırpanla biçerek kucaklar
dolusu evlerine ta§ıyorlardı� Bazem daha da ileri gidenler, ağa­
ların ağaçlarını kökünden kesip devirerek, odun edip evlerine
ta§ıyanlar, damızlık ineiderinin kuyruğuyla kulaklarını salt ö,ç
olsun diyerek kesenler vardı. Sonra da iyi bir ݧ yapmı§lar gibi,

193
gelip kahvede bunları öğüne öğüne salanmadan anlatıyorlardı.
Kestikleri birkaç ağaçla, hayvaniarına yedirdikleri, biçtikleri
birkaç dönüm gökekinie; yoncayla, en az sekiz on gelirli Evran
Ağa'dan öç aldıklarını, ona zarar üstüne zarar verdirdiklerini
sanıyorlardı sözde.
Ne ki bu tür hırsızlıklar, yağmalamalar, soygunlar, i§gale
kaqı için için saygı duyan yansız birçok köylü üstünde olumsuz
etkiler yapmaya ba§lamı§tı. Yoldan gelip geçen köylüler, ağa­
ların yer yer biçilmi§, çiğnenmi§, yoyulmU§, hayvana yedirilmi§
yoncaları ve gökekinlerine bakarak:
«Şu hale bakın yahu! Baba malı kullanır gibi her §eyi rezil,
berbat etmi§ler! Artık bu kadarı da fazla. Gavur malı mı bu?
Haydi ağa dediniz, ağalık dediniz, gittiniz adamların toprağını
sürüp ektiniz. İyi de ettiniz. Ettiniz ama §U gökekinin günahı
ne? Yemye§il ba§ağa durmu§ ekin, hazır kökünün üstündeyken
biçilir de malın ağzına verilir, yedirilir mi? Öksüz, sabı malı mı
ulan bu?))
«Sana bir §ey diyeyim mi, bunların niyeti i§gal mi§gal değil,
doğrudan doğruya talan, yağma ve hırsızlık ... ݧgal bahanesiyle
her önüne gelenin ayağına batan bir çqit camkesti bunlar. .. ))
«Ne günlere kaldık hey yarabbi? Biz dü§manhğı ağa top­
rağına kar§ı yapıldı sanmı§tık. Meğer yanılmı§ız. Ağa malı diye
diye ağzı var dili yok hayvançağızlann kuyruğunu, kulağını ne
diye kökünden keser atarsınız? Ne bilsin hayvancağız sahibinin
ağa olduğunu? Bir de devrimeiyiz diyorlar. Ne devrimciliği be?
Resmen gavurluk bu. Yağmacıhkla i§gali birbirine karı§tırıyor
bunlar,)) diyerek acı acı söyleomeler artmı§tı köyde.
Öte yanda olup bitenlerin tümünden haberliydi Evran
Ağa. Haberliydi de bile bile olan bitenlere sesini çıkarmıyordu.
Üstelik bu tür talan ve hırsızlıkların daha da artmasını istiyordu.
Kuyruğu, kulağı kesilen hayvanlarının yularını adamlarının el­
lerine tutu§turarak, köy köy dola§tırıyor.
«Adı solcuya, i§galciye çıkan Sarıbahçelilerin ne mal ol­
duklarını alın görün i§te! Bunlar hırsızlık ve talandan ba§ka bir

194
§ey bilmiyorlar,» diyerek, adı basında ve yöre köylerinde say­
gınca bir yer tutmaya ba§layan Şarıbıhçelileri küçük dü§ürmeye
çalı§ıyordu.
ݧin içyüzünü bilmeyen kimi köylüler de, bu tür yağmalama
olayiarına ݧgal Komitesi'nin izin verdiğini sanıyorlardı. Bu
yüzden §ikayet üstüne §ikayet gelmeye ba§lamı§tı komitedeki­
lere.
Olan bitenleri duyan komitedekilerin hayli canları sıkkın­
dı. Hırsızlık, yağmalama ve ta) anların çoğu doğruydu çünkü. İlk
günler gelip geçici bir heves sanarak, bile bile üstün� gitmemi§­
lerdi bu tür olayların. Ne ki azataeağına artıyordu, talan ve
hırsızlıklar. Kendilerine olan a§ırı güvenin, hazımsızlığın, köy­
de bazı fırsat dü§künlerinin i§ine yararlığını görüyor, üzülüyor­
lardı. Bu olaylar da ister istemez ağaların i§ine yarıyordu.
Köylüleri uyarmak için büyükçe boy boy kağıtlara, renkli,
iri harflerle duyuru üstüne duyumlar yazarak, köyün ve kahve­
nin görülebilen her yerine astılar. Bir ak§am üstü kahvede
yapılan toplantıda konu§ma gereğini duydu İsmail.
«Arkada§lar! Lüften kendimize gelelim ve de sinirierimize
hakim olalım. ݧgalimizi, yağma, talan ve hırsızlıkla aynı değer­
de görenlere ve göstermek isteyenlere bu fırsatı vermeyelim.
Yanlı§ atılan her adımın ağaların i§ine yarayacağını adımız gibi
bilelim ve ona göre hareket edelim.» ..
İsmail'den sonra Ali Seydo söz aldı.
· «Arkada§lar, ağalar zaten bahane arıyorlar. Sağda solda
köyümüzü küçük dü§üren sözler yayarak, bizleri yanlı§, hatalı
yollara dü§ürmek istiyorlar. Önümüze karanlık bir su da çıksa,
yoklamadan geçmeyelim. Evet, hepimiz ağalara kızgınız. Kin
ve öç alma duygusu bir kere kaıiımıza girmi§, i§lemi§ bizim.
Eğer dikkat etmezsek bu kin. ve öfke eninde sonunda yanlı§a
doğru götürür bizi. Götürdü de. İnsan dediğin yüreğiyle ya§ar.
Yüreğimizi kin ve öç alma duygularıyla dolduracak olursak,
resmen çürürüz arkada§lar. Evet çürürüz. Hazreti Hüseyin'i
Kerbela da o kin ve nefret ta§ıyan yürekler §ehit edip öldürme-

195
di mi?
Altı yedi aydan beri bizler ne yaptık? Yalnızca ağaların
toprağını i§gal ettik. Ama asla mala, cana kastımız yoktur bizim.
Bunu böylece bilesiniz.»
Tam böylesi bir günde bir söylenti daha yayıldı. Söylentiye
göre, Evran Ağa, Çatalhöyük köylülerini yanına çağırarak:
«Kolay kolay pes etmem ben. O tarlayı da Sarıbahçelilere nasip
etmem. Alın, içinin ekiniyle birlikte o tarlayı size veriyorum.
inanmazsanız gelin noterliktc bir de senet yapalım ki, sağlam
olsun. Sarıbahçeliler gibi kızılba§ koministlere gideceğine o
tarla size gitsin, daha iyi,)) demi§ti.
Bu söylentilerin ardı arkası kesilmeden, Çatalhöyük köyü
ile Sarıbahçe köyü arasında uzanan sekiz yüz adımlık toprak
yolda bir sabah iki dozer göründü. Harıl harıl çalı§maya ba§la­
yan dozerler, daracık toprak yolu enine boyuna geni§letmeye
ba§ladılar. Oysa o yolun geni§letilmesi için ne Sarıbahçe muh­
tarının, ne de Çatalhöyük muhtarının yazılı, sözlü en ufak bir
giri§imi olmamı§tı kasabada.
Dozerler yolun iki tarafından da birer iki§er metre toprağı
kazıp kürüyerek yola katmaları gerekirken, yolun geni§leme
payını, Sarıbahçelilerin toprağından değil de, Çatalhöyüklüle­
rin toprağından almaları, Çatalhöyüklüleri beter kızdırdı. Ve
bu i§i, Sarıbahçelilerin bilinçlice yaptırdıklarını sanarak, öfke­
den kudurdular. Öfkelenme nedenleri de gayet açıktı; Sarıbah­
çelilerin i§galindeki tarlayı, onlara inat olsun diY.erek Çatalhö­
yüklülere vermeyi istememi§ miydi Evran Ağa? l§te bunu blen
Sarıbahçeliler de, Çatalhöyüklülere iyi bir ders vermi§ olmak
için getirtmi§ olmalıydılar dozerleri oraya. Oyun açık seçik
ortadaydı.
Günlerdir, «ağaları kaçırttık, yendik!)) diye böbürlenen §U
Sarıbahçeliler de fazla ileri gitmeye ba§lamı§lardı. Onlara iyi bir
ders vermenin zamanıydı artık. Üstelik kendileri Türkmen
asıllıyken, Sarıbahçeliler doğuluydular ve aleviydiler. Tek ba§ı­
na bu bile kapı§maları için birebirdi.
Çatalhöyüklülerin, köye baskın verecekleri haberi, Sarı-

196
bahçe'de bomba gibi patladı. Herkes ayağa k�lktı.
«Gelsinler de görelim bakalım,)> dedi Erol. «V allahi kar§ı­
mıza değil onlar, filden ordu çıksa kapı§acağız. Yeter artık.
Yeterince incindik. ineinen insanın gözü kara olur.»
Bu yüzden diken üstündeydi herkes.
Muhtar Fikri ile Memetali, İsmail'i kahvede bir kö§eye
sıkı§tırarak, söylenmeye ba§ladılar.
«Yahu arkada§, nedir bu ba§ımıza gelenler?)> dedi Muhtar
Fikri. «Şurada bir toprak i§galine kalkı§tınız. Köyüroüzün ne
huzuru kaldı ne de uykusu. Şimdi de senelerden beri kom§u
kom§uya oturduğumuz Çatalhöyüklülerle aramız açıldı. Yakın­
da birbirimize girersek hiç §a§ırmam.>)
«Ne bu köyün hali yahu?» diye çıkı§tı Memetali'de. «Biri
gider, ağanın malını hırsızlar. Öbürü gider ineğinin danasının
kuyruğunu kulağını budar keser. Köyüroüzün ba§ına bunlarda
mı gelecekti? Şimdi de Çatalhöyüklülerle aramız bozuldu. Hay­
di çıkın i§in içinden bakalım, nasıl çıkacaksanız?>>
İsmail sinirlenmedi hiç.
«Vallahi bu gibi konularda haklı olduğunuz yerler çok.
Bazı köylülerin hırsızlığa kadar varan davranı§larından inanın
bizler de §ikayetçiyiz. Ama ergeç bunun önüne geçeceğiz.
Çatalhöyüklülerle aramızdaki meseleye gelinc:e; buradaki
oyun gayet açık, Evran Ağa bize kaptırdığı tarlayı, Çatalhöyük­
lülere vereceğini söyleyerek, iki köyün arasına kalınca bir ke­
mik atıveriyor. Böylece bir ta§la iki ku§ birden vurmayı istiyor.
Biz aleviyiz, onlarsa sunni. Biz doğulu a§iretlerden gelmeyiz,
onlarsa Türkmen asıllı. Böylece Evran Ağa; hem alevi sunni
çatı§ması yaratmaya çalı§ıyor, hem de yerli doğulu çatı§ması...
İki tarafı da böylece iyice zayıQa_tabilirse, kendisi aradan sıyrı­
larak, asıl darbeyi bizlere vurmayı isteyecektir. Ama merak
etmeyin siz; bizler bu oyunu da bozacağız ve Çatalhöyüklülerle
aramızın bozulmasına asfa izin vermiyeceğiz. Çünkü o dozer­
leri oraya gizlice Evran Ağa'nın gönderdiğini duyduk, öğrendik
biz... »

1 97
Mayıs ortalarına doğru yörük kaçırtan sıcakları ba§ladı.
Jandarmalada yapılan kavgada çiğnenerek, yer yer ezilip yolu�
nan, bir bölümü de Evran Ağa'nın traktörlerince sürülerek ters
yüz edilen ekinler, toprağın, suyun, nemin, sıcağın tadinı ala ala
bellerini doğrultmu§lar, ba§larını dimdik kaldırmı§lardı. Top­
rak öylesine verimli ve doğurgandı ki, her §ey bir günün içinde
azıverip büyüyor, bir gece önce tarlanın yüzünde bir tek ba§ak
görünmezken, ertesi günü ekin uçları görülmemi§ gürlükte
yemye§il kılçık pürleriyle doluveriyor, tarla bir uçtan öbür uca
bir ba§ak ormanına kesiveriyordu. Toprak, havadan Güne§'ten
aldığı gücü sağarak dibine veriyor, geceleri kökleri hesliyar
yoğuruyor, kökler de ba§akları doğuruyorduböylece. Sonra da
küçücük, ince, ak,_ sarı ipeksi küpeler halinde çiçeğe durdu
ba§aklar. Tatlı, ho§ kokulu bir sütle dalmaya ba§ladı tanelerin
içleri. Çiğit ye§ili ekinler rüzgarın etkisiyle kaynayıp uğunmaya,
ağır ba§aklı saplar, ye§il denizler örneği çırpınıp esnemeye,
içine giren insanı koltuklamaya ba§ladı.
On be§ yirmi gün sonra, semiren, olgunla§an parmak irisi
ba§aklar, kızarıp sararmaya, gevrek gevrek hı§ırtılar çıkararak,
rüzgarların önünde kuru, gevrek bir akıntıda sağa sola uğun­
maya, tokmak irisi ha§ akların ağırlığı altında saplar bel vermeye
ba§ladı. 'Biç biç at! Biç biç at!)) dereesine öten bıldırcın sesle-
·

rinden geçilmez oldu ortalık.


Sabahları yakıcı sıcağın buharında ortalık ince çizgiler ha­
linde tütüyor, hızlı hızlı soluyor, Güne§ yükseldikçe de batak­
lıklar kokuyor, yosunlu, ağır pis sularda kurbağalar ötü§üyor,

198
leylekler geziniyor, havada biteviye uçu§an irili ufaklı sinekler,
kan ta§ıyan canlıların yüzüne gözüne sıvanıyordu. A§ırı sıcak­
tan otlar, yapraklar yüzünün üstüne dürülüp soluyor, pörsüyor,
toprağın yüzünde kocaman yaraları andıran çatlaklar, yarıklar,
deği§ ik eğriler çizerek toprağın yüzünü kaplıyor, ya§landırıyor­
du.

Ekinierin böylesine olgunla§ması, gece gündüz hı§ır hı§ır


akması köylüleri bir yandan sevince boğarken, bir yandan da
tela§landırmaya ba§ladı. Seviniyorlardı, aylardan beri kavgasını
verdikleri, her gece eksiksiz nöbetini tutarak asla söndürme­
meye çah§tıkları bir ate§in gün geçtikçe büyüyüp güçlendiğini
görüyorlardı çünkü. Bir yandan da tela§lı ve tedirgindiler çok;
kurumu§ gevremi§, orak vakti gelmi§ ekinlerini, Evran Ağa'nın
adamları bir gece gizlice ate§e verebil_irler, koca tarlayı içinin
ekiniyle birlik;te gözlerinin önünde yakabilirlerdi. O zaman da
belleri bükülür, kahrolurlar, dokuz on aylık emekleri bOŞ!
giderdi böylece.
Zaten bu konuda haber üstüne haber gelmeye ba§lamı§tı
§imdiden. Her önüne gelen, Evran Ağa'nın, «bana yar olmayan
ekini elin kızılba§larına bırakmam!»> dediğini, ekinleri, kundak­
latarak yaktıracağını, bir gününü kaymakamlıkta geçiriyorsa,
öbür gününü de jandarma dairesinde geçirdiğini, avukatlarına
dilekçe üstüne dilekçe yazduarak Kaymakamlığa, jandarma
komutanlığına verdirdiğini söylüyor, bu konuda gelen her ha­
ber de köyü bir ba§tan öte ba§a dola§ıyor, herkesi tela§a boğu­
yordu.
Söylentilerin artması üzerine tarladaki nöbetçi sayısı arttı­
rıldı. Tarlayı gündüzleri de beklerneye ba§ladılar. Bir yandan da
Ceyhan'da, yöre köylerinde harıl harıl kiralık biçerdöver ara­
maya koyuldular. Hasat zamanıydı, tümü önceden tutulmu§,
kiralanmı§tı biçerdöverlerin. Ağalarsa zaten vermezlerdi; ken­
dilerinden biri olan Evran Ağa'ya kafa tutan, onlarla kapı§an
aç gözlü köylülere biçerdöverlerini niçin versinlerdi?

1 99
Harıl harıl herkes biçerdöver arar, bunları dü§ünürken,
avukat İsmet ve Dündar Beylerden gelen bir haber ortalığı iyice
karı§tırdı. Kı§ın yapılan ke§ifin ardından, mahkemenin vermi§
olduğu karara göre, tarlada yeti§en ekin Evran Ağa'nın öz
malıydı. Bu karar deği§memi§ti hiç; halen yürürlükteydi. Hasat
zamanı yakla§tıkça Evran Ağa'yla avukatları yine çok yönlü
hazırlıklar içine girmi§lerdi. Ellerindeki mahkeme kararına da­
yanarak, Kayınakamlıkla, ilçe jandarma komutanlığı da Evran
Ağa'nın bu giri§imini haklı bularak hazırlıklara b8§lamı§lardı.
Buna göre Evran Ağa biçerdöverlerini jandarma desteğinde
tarlaya sakturarak ekinlerini kazasız belasız biçtirebilecekti.
Bu da yüze yüze kuyruğuna getirdikleri bir uğr8§ın sona ermesi
demekti. Üstelik olaya bu kez Adana valiliği el koyınu§tu. Kı§ın
köylülerle jandarmaların kapı§malarından sonra, olaya müda­
hele yetkisi, Kaymakamlıkla, ilçe jandarma komutanlığının e­
linden alınarak, il jandarma alayının yetkisine verilmi§tİ. ݧi
böylesine ciddi tuttuklarına göre, jandarmalanı:ı bu kez daha
kalabalık ve hazırlıklı gdecekieri ku§ku götürmezdi. Belki de
köyü sarıp ku§atacaklar, her evin önüne birer jandarma dikerek
kimseyi dı§arıya çıkarmayacaklardı; ta ki Evran Ağa'nın biçer­
döverleri tarladaki ekini biçip götürünceye kadar.
Geli§melere bakılırsa, ne biçerdöver arayacak zamanları
vardı ne de tartı§ıp konu§acakları zamanları. Şa§ırıp paniğe
kapılmadan ekinlerini bir an önce biçerek, sap sap ta§ımaları
gerekliydi köye. Onca uğr8§, emek, kavga, hapislik bo§a gide­
bilirdi yoksa.
Evlere duyuru üstüne duyuru yapmaya ba§ladılar hemen.
ݧ, ele, orağa, elliğe ve tırpana kalmı§tı çünkü. Kimin evinde
orak, tırpan varsa ortaya çıkarıldı. Körelmi§ ağızları bileğilendi.
Kom§u köylerden, oraklar tırpanlar getirildi. Ceyhan'daki nal­
bmiye dükkaniarından yeterince orak ve tırpan satın alınarak
eksikleri giderildi. Ve gün geçirmeden, kadın, erkek, genç,
ya§lı, köyde kim varsa kolları sıvadı. Dört koldan ekinierin
biçimine ba§landı. Her renkte, giyimde kadınlı erkekli insandan

200
kıvıl kıvıl kaynamaya ba§ladı tarlanın yüzü. Eğilen, kalkan,
oradan oraya ko§an yüzlerce insan, orak ve tırpanlarıyla önle­
rinde sarı sarı uğunan, bir yanının üstüne· uzanıp yatmı§, arap
·
saçı gibi de dola§ mı§ ekinierin ucuna geçtiler. Orağı, tırpanı
olmayanlar elleriyle yolmaya ba§ladılar ekini. Tozdan, kılçıktan
korunmak için mendiller sarıp doladılar boyunlarına. Tırpancı­
lar ayrı bir saf tutarak, geni§ ağızlı tırpantarım savura savura,
önlerinde geni§ daireler çize çize, her vuru§ta ekinlerini bir
yanlarının üstüne yatıra sere, gerilerine ağır ba§aklı ekin des­
teleri bırakarak ilerlemeye ba§ladılar. Eğilip kalkmaktan belle­
ri ağrıyor, koltuk altları öküz gevmi§cesine sarı terden köpürü­
yor, yüzleri burçak burçak tere batıyordu. Yorgunluktan, tasa­
dan, tela§tan, ağzı, dudağı, yüzü gözü pul pul kuruyup gevreyen,
uçuklayanlar vardı. Genç kızlarta gelinierin uzun örgülü saçları
eğilip kalktıkça göğüslerini döğüyor, terden sıcaktan yanan
göğüs altlarıyla koltukları ala topraklı ek§i ter kokuyordu.
Sivrisinekterin geceleri yiyip bitirdiği ellleri, yüzleri cılk
yara olmu§, irinli küçücük birer çıbana dönü§IDܧtü. Yüzleri
gözleri, üstleri ba§ları sap, saman ve kılçıktı. Terli terli yanan
gözleri birer kan çanağıydı. Avuç içieri kılçık ve sap batmala­
rından çatlamı§, yarılmı§, kuru birer marsığa dönü§IDܧtü. Ter
ve kirden ye§eren giysileri bedenlerine yapı§mı§, asıl rengini
unutmu§tU. Güne§'te yanını§ kavrulmu§ elleri, yüzleri esmer­
le§mi§ giderek kömüre dönü§mܧtü. Uykusuzluktan, yorgun­
luktan, hırstan, elmacık kemikleri budak sivrisi çıkmı§tı çoğu­
nun. Yüzleri sıcaktan erimi§, gözleri küçülmü§, avurtları çök­
mü§, çukura kaçan gözleri yorgun,- melül bir tuhafbakar olmu§­
tu. Yakıcı sıcağın etkisiyle byrunları soluyup çatlamı§, kabuk
bağlamı§, koyu kahverengi çillerle beneklenmi§ti yanakları.
Saçları, kirpikleri, elleri ayakları, sapa kılçığa, toza doyarak
yorulanlar, kısa süreli dinlenmelerde kanal suyuna girerek se­
rinlemeye çalı§tılar.
Erolla karde§leri, Tahir, Memedo gibi güçlü ki§iler, deste
çekme i§ini üstlenmi§lerdi. Omuzlarında kalın · kendir ipleri,

201
sırtlarında krlçık ve sap batınalarından korunmak için çul eski­
lerinden arkaçlarıyla, desteden desteye ko§arak, kucaklıyorlar,
üstleri ba§ları sapa desteye kesmݧ olarak doğruluyorlar, olgun
ba§aklı ekinleri kucaklarından kaya kaya, yere serdikleri ipierin
üstüne yığıyorlar, sonra da yüklenip sırtiarına alarak, agır ba§ak
yükünün altında iki büklüm olarak, köye doğru yürüyorlar,
köyün güneyindeki geni§ alana üst üste atıp yığıyorlardı.
Memedo, desteleri kucaklarken b<l§aklara bakıyor, topra­
ğın verimine, doğurganlığına §a§ıyor, sevincinden simsiyah ol�
mu§ ala terli yüzü ı§ıy� r, «hey ma§allah be! Şu ekindeki ba§ağa,
tava, berekete bak arkada§!» diye söyleniyordu.
«Ürasını hiç sorma!» diyordu Erol da. «Şu ya§ıma geldim
Çukurova'da böylesine ağır, yüklü deste çekmedim arkada§!
Şuna bak, bir pırnazı eline al, adam döğ! Sırtim tanır yükleri
benim. Şu mübareğin ağırlığından sanki göbeğim dü§ecek!
Göreceksin bu yıl ambarlarımızın içi dı§ı buğdayla dolacak ... »
Erol'la Memedo böyle kounu§tukça, öbürlerinin de ağız­
ları yüzleri sevinçten ı§ıyor, herkes birbirine bu bereketin se­
vincini anlatıyor, canfı, i§tahlı, mutlu bir düğün havasında çalı­
§arak durup dinlenmeden sap çekiyorlardı, karıncalar örneği.
Yüzleri gidi§ geli§lerin selinde, yürüneo yollar, çalılar, ark içleri,
çukurlar, dökülen savrulan ba§ak ve sap artıklarıyla doluydu.
Yerlere dökülen mor kılçıklı tokmak tokmak ba§akları çocuk­
lar de§irip topluyorlar, sonra da götürüp sap yığınlarının üstüne
atıyorlardı. Çalı§an ana, baba, ağabey ve arncalanna testilerle
su ve ayran ta§ıyorlardı sonra da.
Hava bir de sıcaktı ki... Ağır sıcak ortalığı kasıp kavuruyor,
toprak tutu§mU§ yanıyordu. Çalı§an, uçan, yürüyen, sürüneo ne
kadar canlı varsa, soluğunu sıcak kesiyor, toprağı kına gibi
yakıp eritiyor, bakan gözleri büzüp küçültüyor, değdiği yerleri
arı sokmu§casına ısırıyor, acıtıyor, yakıyordu: Biçilen buğday
anızları sarı sarı gümü§i bir parıltıda yağan güne§ ı§ınlarını
beslİyor güçlendiriyordu. Canlanan sinekler, kelebekler, ka­
buklu kabuksuz böcekler, deği§ik ses ve vızıltılarda uçarak

202
nohut tanesi hızında yüzlerine, gözlerine çarpıyor, ekin anızia­
rına yapı§ıp sıvanmı§ irili ufaklı sümüklü böcekler dökülüyor,
yeryüzü, gökyüzü ağır yahma kesmi§ yanıyor, toprak çatlamı§,
otlar kupkuru kava dönü§üyordu. Kanatları terden cumculuk
ıslanmı§, ağızları yarı açık-ku§lar uçmaya çah§ıyorlar, konduk­
ları yerde bir daha duramıyorlar, ağır bunaltıcı sıcakta kesilip
kahyorlardı. Gökten güne§ değil ate§ yağıyordu sanki. En ufak
ipiltinin, serinliğin değil kendisi, dü§ü bile yoktu. Cehennem,
toprağın yüzüne vurmu§ çıkmı§tı.
Uykusuz, tüneksiz, a§sız, ekmeksiz süren bu çah§ma, geeeli
gündüzlü iki gün sürdü. Ba§aksız, sapsız kalan tarlanan yüzü,
yükü alınmı§ dinlenmi§, ıssız anızlar yurduna döndü. Sırtlarda,
kucaklarda ta§ınan tonlarca ağırlıktaki destelerden olu§an sap
yığını, köyün güneyinde yükseldikçe yükseldi, tam bir minare
boyunu a§an dev bir tepeye dönü§tü. Aylardan beri süregelen
bir uğra§ın, kavganın verimi ve emeği gözlerinin önündeydi
artık. Şimdi dillerinin ucuna geliveren tek dü§ünceleri ve istek­
leri §Uydu: Binbir zorlukla biçip ta§ıdıkları bu sapları, zaman
geçirmeden pataziara verip çektirerek, sapları sivri uçlu dir­
genlerin çatalında pa toz çarklarını ağızlarına atarak, sapı sama­
nı birbirinden ayırmaktı. Ondan sonrası kolaydı artık; her hane,
ortaya çıkan buğdayı bölü§erek, kendi payına dü§eni çuvallayıp
yükleyerek, ambarına dökecekti. Ondan sonra da değil jandar­
ma, isterse ordu gelsindi üstlerine, umurlarında değildi. Hiçbir
güç, çekip alamazdı ambarlarından o buğdayları çünkü,.

203
Doğu bulutlannın arasındaki delikten doğdu Güne§. Dağ­
lar mavilendi. Geceden kalma gölgeler, renkler daha bir güç­
lendi. Ku§lar, anlar, böcekler ağızlandı. Göğün karnında asılı
duran dev bir bulut parçası, içine güne§in bütün ı§ıklarını dol­
durmuşcasına parladı.
Koyu, açık, yeşil ışıltılara boğulan ağaç koruluklarının bi­
rinden çığlık çığlığa bir kuş küreni kalktı. Kalkmalarıyla birlikte
bir kavak boyu yükseklikte ağır ağır dönmektc olan atmacalar­
dan birinin, şimşek hızıyla ortalarına dalıp yükselmesi bir oldu.
Birkaç renkli tüy düştü döne döne-yere, pençesi doluydu atma­
canın çünkü. Neye uğradıklarını §aşıran ku§ sürüsü, korku
vıcırtıları çıkararak, oradan oraya savuralarak, en yakın çalı
kümelerinden birine sıvanıp gözden kayboldular. Atmaca ise,
kaptığı ku§un etini, bir an önce kendi etine dönü§türebilmek
için, tadına vara vara tüyleriyle birlikte yedi yuttu, kursağını
mezar yaptı ona. Kti§cağız o kursakta ağır ağır eriyip özümse­
nerek, atmacanın kanatlarıyla pençelerini çalıştıran ağır kas
gücüne katılacaktı; atmacanın hemcinslerinden birini daha ko­
layca kapıp yiyebilmesi için...
Kuş sürüsüyle atmacanın kavgasını gören köylülerden biri,
şa§kın, tuhaf, deli gözlerle bir süre atmacanın ardından baktı.
Kendi yazgısıyla, ölen ku§un yazgısı arasında bir bağ, bir ilişki
görmü§, kurmuş gibi ölen ku§a içi yandı, hüzünlendi. Sonra da,
«§U dünya ne tuhaf! >) dedi. «Gücü gücü yetene saldırıyor, yiyor.
Güçsüz olan güçlülerin yemi gıdası oluyor. .. ))
Güneş yükselmeye, ısırıcı, parlak ışıkları ve kocaman ate§

204
yuvarlağı görünümüyle yanı yönü yakmaya ba§ladı. Göğün kar­
nında asılı duran dev bulut parçası, eri di, uçtu gitti. Değil ipilti,
yaprak bile kıpırdamaz oldu.
Ku§!uğu biraz geçe, Sarıbahçe'yi Ceyhan kazan ana yoluna
bağlayan yolun ağzında gözle görülür bir kararma ve yığılma
oldu. Delici siren seslerinin ardından, uzunca bir askeri araç
konvoyu, ana yoldan saparak, sarsıcı, derin homurtular çıkara­
rak, Sarı bahçe köyüne doğru yöneldi. Dokuz on araçlık konvo­
yun önünü uzun çubuk antenli, çarnuriuğu sarı boyalı, pırıl pırıl
haki renkli bir cip çekiyor, gidilen yolun uyumuna göre çubuk
anten öne geri saliamyord u. Küt burun! u, önleri uzun, yüksek
jandarma panzerleri de arkadan konvoyu izliyordu.
Ot biçen, biçtikleri otları toplayıp burma yapan, karnı§
kesen, ta§ıyan köylülerde §afak attı. İstenç dı§ı bir hareketle
elleri ayakları çözüldü. Kanları çekilmi§ gibi donup kaldılar bir
an. Sonra da:
«Askerleer! Askerleeeer! » diye korku çığlıkları atarak
köylerine doğru kü§U§tular. Kaçı§ları, bağın§ çağırı§ları köyün
içinde de sürdü. Sokak aralarına, kahveye, evlere girip çıkarak,
tela§lı bağırı§larını sürdürdüler.
«Askerler!" Askerleeeer!..>>
Sesleri duyabilen fırladı, d uyabilen fırladı. Evlerde, kahve­
de, dükkanda, talfar gölgelerinde kimse kalmadı. Çay içenler
çaylarını, cigara içenler cigaralarını bıraktılar. Askerlerin geli§­
lerini bir kez de kendi gözleriyle görebilmek için köyün batısına
doğru ko§U§tular.
Belirli aralıklarla arkası arkasına dizilmi§ upuzun araç kon­
voyunu, köylerini ana yola bağlayan ham toprak yolu ortalamı§
gördüler. Lanetli, gürültülü, tozru, boğuk hornurtutar çıkararak
ağır ağır geliyorlardı. ݧ te o an, o güne kadar duyumsadıkları bir
korku ve tela§ dalgası tüm duyularına i§ledi, yerle§ti, yüzlerini,
gözlerini yağmaladı, ağızlarını burunlarını kuruttu, zaman dur­
du da, ortalık alacakaranlığa kesti sanki. Jandarmanın gelece­
ğini duymu§lardı, önceden biliyorlardı ya, böylesine büyük bir

205
askeri birliğin üstlerine gelebileceğini doğrusu dü§ünememi§­
lerdi pek.
«Vay anasını be! Jandarma değil hasbayağı ordu geliyor
üstümüze. Hem de di§lerinin dibine kadar silahlı bir ordu bu,»
diyenler, yılgıya kapılanlar, «yahu bizler ne yaptık ki de? isyan
bayragı açıp devlete kar§ı gelmedik. Yalnızca kendi ektiğimiz
ekini biçtik kaldırdık. Bu nasıl bir i§tir ki, koca devlet, devletli­
ğine bakmadan gelmi§ bizimle uğrayı§ıyor?» diyenler. ..
«Bana kalırsa bunları geli§leri bu sefer tarla için değil.
Olamaz da. Tarlalık bir i§leri kalmadı ki gelsinler. Öyle olsaydı
İ nceyir köyünün üstünden iner girerierdi tarlaya. Doğrudan
üstümüze geldiklerine göre, ekini biçip t�§ıdığımızdan baberli
olmalılar. Bu sefer ya köyümüzü ev ev sarıp ku§atacaklar, ya da
biçip ta§ıdığımız sapiara el koyacaklar. Evet evet, hiç ku§kum
kalmadı, saplarımız için geliyor bunlar, saplarımız için .. >>
.

Korku dolu bu sessiz kayna§manın ardından her §ey birden


hızlandı. «Saplara! Saplara! » sesleri aldı ortalığı. Göz açıp
kapayıncaya kadar geçen bir kesinlik içinde, köyün açıklığında­
ki dev sap yığınına doğru ko§U§malar ba§ladı. Ate§ basmı§tı
tümünü sanki. Kadın, erkek, çocuk, genç, ya§lı ne kadar insan
varsa sapiara doğru akarak, çevresinde el ele tutu§arak, geni§çe
bir halka olu§turmaya ba§ladılar sapların. Sonra bundan da
vazgeçerek, karıncalar gibi çıkıp ağdılar sapların üstüne. Ka(l­
§ık, isyancı bir ruh hali içindeydiler. Altlarındaki ba§ak yığınları
ya§amlarından da ötede, her §eyin yerini almı§, pe§inden ko§ U­
lan tek amaç blmu§tu sanki. Gevremi§ saplar altlarında kayıyor,
birbirlerinin üstüne dü§üyorlardı. Sapların üstüne çıkamayan
ya§lılarla, kadınlar ve çocuklar, sapların yere yakın üstlerine
çöküp oturarak, kimi de sapların üstüne yüzükoyun yatarak,
elele verip kenetlenerek, bedenleriyle dev sap yığınlarını bir
örtü gibi örtmeye çalı§tılar. Birileri de nereden akıl etmi§se
etmi§, evinden getirdiği kocaman bir Türk bayrağını, kale bur­
cuna d ikerm i§ gibi dev sap yığınının en üstüne sapından çakmı§,
dikmi§ti.

206
Sap yığınlarının üstünde böylesine tela§ ve kaygı ya§anır­
ken, öte yanda ilk olay, köyün girݧİndeki d!J.racık beton köprü­
nün üstünde oldu. Ba§ları beyaz örtülü, fistanlı, §alvarlı, sırdan,
kucakları çocuklu doku� on kadar kadın, daracık beton köprü­
nün üstüne oturmu§lar, sırtlarını gelen araçlara dönmü§ler,
köprüyü araç geçݧİne kapamı§lardı böylece.
Durumu gören ye§il kepli, sarı ayyıldız kokartlı, apoletli
Binba§ı, haki renkli açık cipin içinden doğruldu. Karayağız,
uzun boylu, insana biraz tepeden bakan, duygusuz, sert ania­
tımlı yüzüyle çevresine bakındı. Sonra da köprüyü araç geçi§ine
kapayan kadınlara doğru seslendi. Bir uyarı ve İhtar havası vardı
sesinde.
«Köprüyü derhal bo§altın! Kalkın oradan!»
Ta§a söylenmi§ti bu sözler sanki. Ne araçlardan haberliy­
diler kadınlar sözde, ne de uyarıdan. Sırtları araçlara dönük
olarak sırt sırta vermi§ oturmu§lar, bebelerini de göğüslerine
yastık misali bastırıp yatırmı§lar, usulca nen çalıp söylüyorlardı.

Verdiği buyruğun yerine getiritmediğini gören Binba§ı,


sinirlendi. Yineledi buyruğunu.
«Size söylüyorum, derhal kalkın oradan? Yolu geçi§e ka-
·

patamazsınız?»
Kadınlarda yine ne bir kıpırtı oldu, ne de ba§larını çevirip
bakan.
Binba§ı, gerisinde duran cemselerden birine döndü.
«Çabuk iki asker gelsin oradan!»
Cemsenin ardından dü§ercesine atiayan iki asker, tüfekleri
ellerinde, soluk soluğa komutaniarına doğru ko§tular.
«Buyurun komutanımb> -
Binba§ı kadınları gösterdi.
«Derhal uzakla§tırın onları oradan!»
«Ba§üstüne kumandanım.»
Tüfekleri önlerinde çapraz tutu§ta, kadınlara doğru ko§U§­
tular askerler.

207
«Emri duydunuz. Derhal kalkın buradan. Yoksa zor kul­
lanmak zorunda kalacağız?»
Yüzü kösele gibi yanını§, kavrulmu§, pörtlek gözlü bir
kadın, beyaz ba§örtüsünün ucuyla yüzünü gizledi.
«Zor kullanıpta ne yapacaksın len? Tüfeğin, kur§ununla
vuracak değilsin ya bizleri? Gavur dölü müyüz biz?»
«Çok konu§ma! Hemen kalkıp gidecek misiniz yoksa... »
diyerek tüfeğini ba§ının üstüne kaldırarak dipçik vuru§una
·

geçti iki asker. Sözle§mi§ler gibi bebelerini köprünün üstüne


yanyana uzatıp yatırarak yerlerinden kalktı kadınlar. Uz uz
yürüyerek köprü ayağının üstünde bekleyi§e geçtiler.
Binba§ı'nın hırçın sesi tekrar duyuldu öteden.
«Çocuklarınızı da, çocuklarınızı da alın köprünün üstün­
den. Yol üstüne çocuk yatırılmaz.>> .
«Sana ne?>> diye hı§ımla söylendi yanık yüzlü, pörtlek gözlü
kadın. «Bebek bizim değil mi? Canımız nereyi isterse oraya
yatırırız. Ağızlarından lokmalarını almaya geldiğiniz bebeleri­
miz i§te bunlar. Şimdi de eniklerimize acıyarsun kumandan?
Kaldırmayacağız i§te, kara sıcağın alnında kurusun ölsünler
orada.» .
Yanık yüzlü, pörtlek gözlü bir kadın, sözünü bitirir bitir­
mez, öteden çığ çığ sesi duyuldu bir ba§ka kadının.
«Biz anayız anaa! Göğsümüzde süt kalmadı çekildi. Canı­
mız kuru marsığa döndü. Söyle kumandan, neyle besteyelim
bunları? Kediler gibi eniklerimizi mi yiyelim? Bunu yaparsak
insanlığa da, sana da, bana da ayıp değil mi? Bo§una, uğra§ma­
yın bizimlen. Yetti kalan gırtlağımızı sıktığınız, yettiii!..»
Bu öfkeli, gözü dönmü§, söyleğen kadınlarla tartı§ıp konu­
§acak zamanı yoktu Binba§ı'nın.
«Derhal kaldırın o çocukları oradan!» buyruğunu yineledi
askerlerine.
Tüfeklerini omuzlarına asan iki asker, yerden alıp kaldır­
mak için çocukları üstlerine eğildiklerinde, «murdar elini sür­
me yavruma. Dokunma!..» diyerek alıcıku§ gibi atıldılar bebe-

208
lerinin üstüne kadınlar. Kısa süren bir iti§ kakı§ oldu. Anaları­
nın kendileri için verdikleri uğra§tan habersiz olan bebeler,
topraktan, havadan fı§kıran kavurucu sıcakta, körpecik ellieri­
ni kollarını kundaklanndan çıkarmı§lar, garip garip ağl<l§ıyor­
lar, tiz çığlıklar atıyorlardı. Sonunda ait oldukları yerde, anala­
rının elinde kaldı bebeler. Ba§örtüleri çözülmü§, saçları ba§lan
darmadağın olmu§ kadınlar köye doğru kaçı§rnaya ba§ladılar.
Köprü açıldı. İki asker araçlarına geri döndüler. Ardından
upuzun araç konvoyu hareketlendi. Daracık beton köprünün
üstünden ağır ağır geçtikten sonra firezlerle kaplı tozlu tarla­
ların güneyine doğru saptılar. Dev sap yığınına seksen yüz adım
kalınca durdular. Panzerler, gerilerine koyu duman tozları sa­
larak, dünyanın öbür ucundan geliyorlarmı§ gibi keskin, ddici,
yılan ıslığını andıran sesler, vınıltılar çıkararak ezici ağırhklarıy­
la da çatlamı§ yarılrnı§ toprağı ezip un ufak ederek, dev sap
yığınının çevresinde yerlerini aldılar. Araçlanndan dökülürce­
sine inen çelik rniğferli, haki renk giysili, tepeden tırnağa buy­
ruğa ve göreve kesmݧ yüz otuz jandarma, yüz otuz tüfek,
kasatura, iki yüz altını§ el, iki yüz altını§ postalla donanımlı
askerler, düğmelerine basılrnı§casına düzenli, komutlu adımla­
nyla, tüfekleri önlerinde çapraz tutu§ta, terfi, soluklu bir ko§U·
da, toza, toprağa, sıcağa aldırmadan, önemli bir ݧ ve bir görev
üstlenmi§ler gibi de bir önemlilik duygusu içinde, ,büyükçe bir
çember olu§turarak, dev sap yığınının çevresini ku§attılar.
Binba§ı önde, Üsteğıneri ile Ba§çavu§ arkada, sap yığınını
ku§atan askerlerin önleri sıra yürüdüler. Dokuz on metre yük­
sekliğindeki dev sap yığınının üstü, kadınlı erkekli her ya§tan
görülrnemi§ bir insan selinin baskınına uğramı§ gibiydi. Kimisi
oturmu§tU, kimisi yatıİıı§ uzaqmı§tı; elleri, ayakları ve bedenle­
riyle sapların üstünü sıkıca örtmii§lerdi. Sakallı sakalsız, kırı§ık
alınlı, çökmü§, sararmı§, kuru, buru§uk yüzler, derin çukurla­
nndan bakan §İkayetli, tedirgin, korkulu gözler, sıska, beyaz
kollu, yalın ayak ba§ı kabak sıtmalı çocukların ağızlarından
yükselen korkulu çığlıklar. .. Açlığı ve yoksulluğu, çaresizliği

209
böylesi bir insan görünümü ve kalabalığı resmedebiiirdi ancak.
Askerlerine eksik gördüğü bo§lukları doldurmalarını söy­
ledi Binba§ı. Sonra da cipine doğru yürüyerek, sesbüyütücüsü­
nü eline alarak kalabalığa doğru seslendi.
«Muhtar kimse derhal ortaya çıksın, gelsin buraya! »
O s ıcakta önü düğmel i kalınca bir yün hırka giymi§ti Muh­
tar Fikri. Şapkasının altında yüzü, gözü, her yanı terliyor, ı§ı­
yordu. Şapkasını ba§ınd�m aldı, öbür eliyle de yüzünün gözünün
terini silerek ortaya çıktı Muhtar. Kendisine nesoracaklardı da,
kendisi ne yanıt verecekti, bilmiyordu. Şa§ırmı§, ürkek bir gö­
rünümü vardı.
«Binba§ının önüne gelince, yıllar önceki askerliğinden kal-
ma hazır ol alı§kanlığıyla durdu.
«Buyurun kumandan?>>
Binba§ı, gözucuyla küçümsercesine baktı Muhtar'a.
«Sen misin Muhtar?>>
«Evet, benim kumandan! >>
«Muhtarları sensin de bu köylülerin hali ne böyle? Ha?
Sen mi organize ediyorsun bunları böyle?>>
«Hayır kumandan.>>
«Ü zaman söyle köylülerine de, derhal bo§altsınlar sapla­
rın üstünü.>>
Ellerini önünde kavu§turmu§ duran M uhtar, bir Binba§ı'ya
bir de köylülerine baktı. Çekimser ve isteksizdi sesi de.
«Söylesem de sözümü tutacaklarını pek sanınam kuman-
·

dan.»
«Ne demek sözümü tutmazlar? Sen bunların muhtarı değil
misin? Seni bunlar seçmediler mi? Muhtar demek devletin,
hükümetin köydeki temsilcisi demektir. Mühürün yok mu se­
nin?»
«Mühürüm var ama bu ݧ artık benim muhtarlığımı da,
mühürümü de a§tı kumandan. Bugüne kadar muhtarları olarak
elimden geleni yaptım ben. Ama sonuç ortada, görünüyor.
Köycek topraksızız biz. Hazineye ait be§ yüz dönüm tarlaya

210
girince, ba§ımıza gelmedik belalar kalmadı. Ağalar kur§un üs­
tüne kur§ un sıktılar üst ümüze. Ardından jandarma geldi, mah­
keme, ke§if derken dayak yedik, tutuklandık. Ama aynı devle­
tin binlerce dönüm toprağını yıllardan beri ağalar gani gani
sürer, eker biçederken daha bir tek jandarmanın kapılarına
gelip dayandığını ne ben ne de bu köylüler gördüler. Ama aynı
hazine toprağının azıcığına bizler giriverince, ordunuzia §imdi
de siz geldiniz üstümüze. Valiahi ne yapacağımızı bizler de
§a§ırdık kumandan?»
« Ukalalık etme! N utuk çekesin diye çağırınadın seni b ura­
ya?»
«Vallahi nutuk da çeksem i§in doğrusu bu kumandanı Bir
karı§ toprağımız olmadığı halde, kanuna, devlete saygılı olma­
mız istenir yine de bizden. Ne yapacağımızı biz de §a§ır... »
«Kes artık! » diyerek sertçe sözünü kesti Muhtar'ın, Bin­
ba§ı. Kızarıp bozaran, elini ayağını nereye koyacağım bileme­
yen Muhtar, birdenbire usuna gelmi§ gibi sağ elini yün bırkası­
nın cebine daldırdı. Katlanıp bükülmekten eskimi§ kirlenmݧ,
yanları kö§eleri yer yer pılçarıp yırtılmı§ uzunca bir mektup
zarfını cebinden çıkararak Binba§ı'ya uzattı. Adana be§inci
Kolordu Komutanlığı amblemli, üç yıldızlı, üstünde bir elini
havaya doğru kaldırmı§ Mehmetçİk damgalı resmi bir zarftı bu.
«Nedir bu?»
«Buyurun okuyun kumandanı Kıbrıs sava§ında bizler köy­
cek kendi aramızda iki kamyon dolusu kavun karpuz toplaya­
rak götürmܧ, ordumuza yardım olsun . diyerek, Kolordu Ko­
mutanlığı emrine vermݧtİk. Sağolsunlar, komutanlık da bu
iyiliğimizi unutmamı§ olacak ki, ·geçen yıl bir te§ekkür mektubu
yazmı§ göndermi§ti bize. O mektup i§te bu mektuptur kuman­
dan. Buyurun okuyun! .. »
Mektubu sessizce açıp okuyan Binba§ı'nın yüzü biraz de­
ği§ir gibi oldu. Mektubu katiayıp zarfına koyduktan sonra geri
verdi Muhtar'a.
B inba§ı'nın üstünde mektubun yaptığı etkiyi dü§ünen

21 1
Muhtar, duygulu, yarı ağlamaklı sesiyle:
«Bu köy dü§man köyü değil kumandan! Şu halimize bakın;
esir dܧmܧüz gibi çepeçevre ku§atmı§sınız bizi! Oysa hangi
milletten olduğumuzu aha o tepenin üstündeki albayrağın ren­
gi gösteriyor. Bizler o bayrak için çarpı§tık, sizse gelmi§ bizi
kU§atıyorsunuz?»
«Kimsenin size dü§man falan dediği yok,» dedi Binba§ı da.
«Biz yalnızca kanunlara kar§I gelinmesin istiyoruz.»
«Kanuna kaf§ı gelen kim kumandan? Asıl kaf§t gelenler
ağalardır. Hazinenin binlerce dönüm �oprağını haksız yere
gasp eden onlardır. Üstelik biz kimsenin malını mülkünü de
çalmadık. Köymüzün bir yıllık yiyeceği buğdayiann sapı, ba§ağı
bunlar. Bunca sapı, ba§ağı göz göre göre size §İmdi nasıl teslim
edelim?»
«Ama kanun böyle istiyor. Elimdeki mahkeme kararı böyle
istiyor. Ben de eriıir kuluyum. Bana verilen emirleri yerine
getiririm yalnızca. Ağlamayı sızianınayı bırak da, söyle köylüle­
rine, iyilikle sapların üstlerini bo§altsınlar, kalkıp gitsinler. Zor
kullanmak zorunda kalacağım yoksa.»
Muhtar çaresizce ba§ını önüne eğdi.
«Az önce de söylediğim gibi sözümü tutacaklarını pek
sanınam kumandan.»
Binba§ı sinirlenmi§ti. «Geç yerine ukala! » diyerek tersiedi
onu. Muhtar da §ap kasını bR§ına geçirerek, üzgün, yenik adım­
larla köylülerinin arasına doğru yürüdü.
Konu§maları can kulağıyla dinleyen köylülerin ortasında
birden bir hareketlenme oldu. Çok yS§lı, gözleri çukura kaçmı§,
avurdu avurduna geçmi§, sivri çenesinin üstünde kıllar, siğiller
çıkmı§, bir elin avucunun üstüne doğru yumulup örtülmesi gibi
de belden yukarısı, öne, karnının üstüne doğru yumulmU§ Em­
lik Karı, yS§ından beklenmeyen bir çevikiilde sapiann üstünden
kalktı. Öne doğru eğikti bS§ı. Hep önde, ilk görebileceği, do­
kunabileceği bir §Cyleri arannı§ gibiydi. Binba§ı'ya doğru yürü­
dü. BinbS§ı'nın önüne gelince durdu. Kuru marsığa- benzeyen

212
parmaklarıyla, yer yer uçuklamı§, yalama olmu§ dudaklarını
altlı üstlü tutup açarak, di§sizlikten kovalmı§ ağzını Binba§ı'ya
gösterdi.
«Bak hele yavrum, bak hele!» dedi ya§lı, titrek sesiyle.
«Bak §U iki kabuk var ya, iki kabuk! ݧte bizler yıllardan beri bu
iki kabuğun derdine dü§tük. Bu iki kabuğun arası dipsiz bir
kuyu, doyma nedir bilmez. Yıllar yılı bizler bu kabuğun derdine
dü§IDܧsek §imdi suç mu oldu bu yavrum? Sen de ana kuzusu­
sun, senin de ağzın süt emdi, ana göğsü gördü. Madem buğda­
yımızı sapımızı zorla almaya geldin elimizden, o zaman sizler
gibi bağazı kıravatlı birer koca buluverin de bizler de açlığın
elinden kurtulalım yavrum?»
Ne diyeceğini bilemeyen Binba§ı, duraladı birden. Karı§an
yüzü karardı. Emlik Karı'yı görmemi§, sözlerini de duymamı§
gibi yaparak, yanı ba§ında duran Üsteğmen'e döndü. Ne ki
Emlik Karı'dan kurtulU§ yoktu.
«Sözümden gocunma yavrum! Sözümü alnına alınamazlık
edip edipte dܧüncemi hor görme! Anan ya§ındaki ben karının
dilini ardına bükmek olur bu, ağzıma tükürmek olur bu.»
Binba§ı birden Emlik Karı'dan yana dönerek:
«Eee, yeter, kes artık!» diye bağırdı. Sonra askerlerine
Emlik Kan'yı i§aret ederek, «alın, uzakla§tırın bunu buradan!»
dedi.
Gerilerden fırlayıp gelen iki asker, koluna girerek oradan
uzakla§tırmak istediler Emlik Karı'yı ya, direndi kadın. Bağırdı.
Sesi ağı gibiydi.
«Kar§ımıza kuf§unun tüfeğinle geldin diye kendini Hazreti
Ali mi sandın yavrum? Urubaria güvenip güvenipte kendini
haklı, necip mi sandın? Kur§unla tüfek yiğitliğini yiğitlikten
saymayız biz. Heye. Şuraya ölüme azıcık günüm kalmı§ zaten.
Yarın divanı mah§erde iki elim yakanda olacak, unutma bunu! »
Binba§ı, Üsteğmen ve Ba§çavu§, cipe doğru yürüdüler son-
ra.
Binba§ı, sesbüyütücüsünü eline alarak, duygusuz, kalın,

213
bet sesiyle,
«Köylüler! » diye seslendi. «Beni dinleyin! Bu saplar ne
sizindir ne de ağlarındır. Bu saplar doğrudan hazinenin malıdır.
Devlet yeddi eminine teslim etmek üzere bu sapiara el koyu­
yorum. Sapların üstlerini derhal bo§altın. Bu bir emirdir ve
emrime uymanız için sizlere yirmi dakikalık bir süre tanıyorum.
Herkes evine gitsin, ikinci bir emre kadar da dı§arı çıkmasın.
Verdiğim sürenin sonunda sapların üstünü bo§altmayanlan
üzülerek söylüyorum, zor kullanarak dağıtmak zorunda kala­
cağım. İçinizde görüyorum, çok ya§lı nineler, dedeler, bebeler
var. İyi dü§ünün ve beni zor kullanmaya mecbur etmeyin...
Direnenler olursa tutuklayarak merkeze götürme yetkim var.
ݧin gücün zamanında kimsenin i§inden, evinden ayrı kalmasını
istemem. Devletimiz güçlüdür, kanunlara kar§ı gelinmez. Lüt­
fen verdiğim süreye uyunuz ve bizleri zor kullanmaya mecbur
etmeyiz... » .
Binba§ı'nın bu sÔzlerine kar§ın, dev sap yığınının üstünde
ne bir kıpırtı, ne de bir hi§ırtı oldu. Köylülerin tümü de gırtlak-·
larımı kadar dirençli bir sessizliğe gömülmü§ler, Binba§ı ile
askerlerine bakıyorlardı. Canlı olu§larının tek kanıtı gözleriydi.
Sıcakta alev alev yanan derileri, her an biraz daha kararıyor
gibiydi. Belki de kemikleri kırılırcasına döğülecekler, dipçikle­
rin acısını kaslarıyla damarlannın her kare�nde, santiminde
duyacaklardı ama yine de saplarını verıniyecek bir kararlı gö­
rünüm içindeydiler.
Binba§ı, elindeki sesbüyütücüsünü Ba§çaVU§'a verdikten
sonra saatine baktı. Üs teğmen'le kafa kafaya vererek bir §eyler
konu§tular. Ardından birer cigara yaktılar.
Hava da öylesine kudurtucu, öylesine sıcaktı ki; yeryüzü
güne§in dumansız kızgın soluğu altında boğulurcasına yanıp
titriyor, gölgeler bile tütüyordu. O sıcakta yoğun bir bekleyi§
sürecine girmi§ti herkes. Sıkıntı sarmı§tı hepsini. Su içinde
kalmı§lar, vıcıkları çıkmı§tı terden. Kavurucu sıcağın altında
günlerce hiç kıpırdamad�n unutulmU§lar _gitmi§ler gibi kuru-

214
mu§ gevremi§ti derileri. Süzüle süzüle terler akıyordu üstlerin­
den. Güne§ yanığı, sivrisinek ısırığı ve sap batınalarından cılk
yara 'olm u§, yer yer, pul pul kabuk bağlamı§tı derileri. Askeri,
su bayı, Ba§çavu§'u, uzak, yabansı belirsiz bir sessizlik içinde ta§
kesilmi§ler, dimdik ayakta bekliyorlardı. Kasılıp durmaktan
çeneleri boyunlarına yapı§mı§ kalmı§ gibiydi kimi askerlerin.
Zaman geçiyor, Binba§ı sürekli saatine bakıyordu. Hiç
belli etmemesine kar§ın, içlerinde en sıkıntılı olanı Binba§ı'ydı
aslında. Cigarasının dumanını sinirli sinirli içine çekiyor, üflü­
yordu. Köylülere tanımı§ olduğu sürenin bitimine az bir süre
kalmasına ·kar§ ın, buyruğuna uyacaklarına dair en ufak bir
kıpırtı ve hareket yoktu onlarda. Bu da çileden çıkarıyordu onu.
Nasıl davranmalı, ne yapmalıydı da, kazasız belasız §U görevinin
üstesinden gelmeliydi? Süreyi biraz daha mı uzatsaydı? Ah
ufacık bir kıpırtı, bir hareket, bir devinim görebilseydi, verdiği
süreyi derhal uzatacak, sapiara el koyma i§lemini köylülerin
direncini azar azar kırıp yararak yerine getirmi§ olacaktı. Ama
değil kıpırtı, soluk alıp vermeyi bile unutmu§a benziyorlardı
köylüler. Etleri kemikleri kaynamı§casına birbirlerine sıkıca
sokulmu§lar, tastopadak bir tuhaf insan yığını olu§ turarak se­
rilmi§ kalmı§lardı sapların üstüne. Sıcağı, teri, korkuyu neyi
unutmu§lar, garip bir korku dü§ünü ya§ıyor gibiydiler.
Birden bire hiç umulmayan bir §ey oldu; hani güne§in
alnında dura dura kav örneği kurumu§ ot yığınlarına bir çıngı
dü§er de, ortalığı birden bire kızgın alevler alıverir, aynen öyle.
Dev sap yığınının üstünü dolduran, örten yüzlerce insan da kıvıl
kıvıl bir devinim ve harekettir ba§ladı. Bir bağırma çağirma, bir
patlama ve yarı ağlamaklı bir öykünınedir aldı. Sanki altların­
daki buğday sapları değil, batmak üzere olan bir gemiydi de,
sulara batıp boğulmamak�·için korku ve deh§etle birbirlerine
sarılıyorlar, bağırıp çağrıyorlardı. Çocuklarını kocaklarına alıp
bastıran genç analarla, ya§lılar birbirlerine iyice sokulup kolko­
la girerek, etten kemikten olu§an bir zincire dönü§erek, son
tükeni§lerini ya§ıyorlarmı§ gibi bağırıp çağırıyorlardı. Öylesine

215
bir bağırıp çağırmaydı ki bu, insanlıktan çıkmı§, güne§te yanını§
bitmi§, sinire, öfkeye kesmi§, saçları çalıla§mı§, kurumu§ d udak­
ları uçuklamı§, mosmor kesilmݧti. Ellerini kollarını topluca
havaya kaldırarak, acımasız, atılgan, korkak, zorlayıcı bir gözü
kararmı§lık içinde, sesleri, solukları tükenircesine bağırıyorlar,
yoğun, yarı patlamalı ağızları, uğursuz, isterik, deği§ken bir
çığlıkta,
«Biz dü§man mıyız? Bizler de §ehit nesliyiz! Hak aramak
suç mu? Hayır, saplar da bizim, ba§aklar da .. Vermiyeceğiz!»
diye bağırı§ıyorlar, kollarını yukarıya doğru kaldırarak, havanın
bo§luğunu döğüyor, yumrukluyorlardı. Çıldırmı§, tutkulu, bi­
linçdı§ı, yoğun bir İsteri nöbetine tutulmu§ gibiydiler. Ölümle
ya§amın arasına gerilmi§ ince bir çizgiden farksız olan gözleri,
hırstan, öfkeden iyice açılmı§tı, sıcaktan da baskın ve yakıcıydı.
Kadın erkek yüzlerce köylünün sessizliklerini bozarak bir­
den bire bağırıp çağırmaya ba§lamaları, Binba§ı ile yanındaki­
leri §a§ırttı çok. Neler olup bittiğini anlayabilmek için bir süre
çevrelerine bakındılar. Sonra da köylülere biraz daha süre
tanımanın, tanınan süreyi biraz daha uzatıp beklemenin anlam­
sızlığını görmü§ anlamı§ gibi, düdüğünü ağzına doğru götürdü
Binba§ı. Ve uzun uzun öttürerek kesin buyruğunu verdi. As­
kerlerin olu§turduğu geni§ çember hareketlendi.
Operasyon ba§ladı.

216
Osman Şahin, baş kişisi, işsizli­
ğin, yoksulluğun, topraksızl ığın
ta kendisi o lan Başaklar Gece
D o ğ ar da 1 975'1erin Çukurova­
'

sı' nda, bütün köyl ülerin de katı­


lım larıyl a gerçekleştirilen bir top"
rak işgal inin gerçek öyk üsünü,
ı k urulu düzenin ve onu ri yönetici-
lerinin i kiyüz l ü l ükleri ni, haksızlıkları nı; yaşayabil­
mek için hayata e lleri, ayakları, tırnaklarıyla t utun­
mak zorunda kalan ezilenlerin, sömürülenlerin,
zayıfların gerçek g ücünün altını çizerek anlat­
maktadır.
Bugüne dek kimi öykü ve röportajları, isveç, Po­
lonya, Macar, Çek, Alman, Fransız ve ingiliz dille­
rine çevrilen Osman Şahin ' in on sekiz öyküs ü
beyaz perdeye aktarıldı . Bu filmler o n biri u l uslar­
arası, on dördü yurtiçi film şenliklerinde olmak
üzere Türk sinemasına yirmi beş ödül kazandırd ı .
Osman Şahin' in d a h a önce yayınlarımız arasında
yer alan KlfmJZJ Yel, Acenta Mirza, Kl(aleli, Ağ1z .
içinde Dil Gibi, Ac1 Duman, Kollan Bağli Doğan,
Ay Bazen Mavidir adlı öykü kitaplarından sonra,
Başaklar Gece Doğar romanının da i l g iyle karşı­
lanacağ ına, yankılar uyandıracağına inanıyoruz.

Kapak Fotoğrafı: isa Çelik

You might also like