Professional Documents
Culture Documents
Ömer Nasuhi Bilmen - Büyük İslâm İlmihali
Ömer Nasuhi Bilmen - Büyük İslâm İlmihali
İ S L A M İ L M İ H A L İ
L ü g a t İla v e lid ir
— —
M üellifi :
F atih D ersiam larından
Em ekli D iyanet İşleri Reisi
liiır a
m m ta s n ifi m
v & r m m ı
P. K. 30 F a tih - S T A N B U L
A h m e t Seli m Bil m e n
1986
© B u eserin h e r h a k k ı
A h m e t S e lim B t lm e n 'e aittir.
D iz gi - Baskı
G ü n lü k T ic . G a z . T e s is le r i
5273312 - 5273650
ÖNSÖZ
Müslümanlar için her hususta bilgi sahibi olmak bir vazifedir. Din
hususunda bilgi ise (İlmihal) adım alarak en birinci vazifeyi teşkil eder.
Her müslüman için en büyük bir vecibedir ki, m ensub olduğu m ukad-
des İslâm dini hakkında k âfi derecede bilgi sahibi olsun, bu bilgisine göre
dini vazifelerini yapsın, dinî hayatını tanzim etsin.
Zaten bütün insanlığın b ir manevî ruhu mesabesinde olan dinden, din
bilgisinden hiçbir kimse m üstağni olamaz. En eski zam anlardan beri gerek
ip tid aî kavim lerden ve gerek m edenî, m üterakkî m illetlerden hiç biri y ok tur
ki dine bağlı bulunm uş olm asın. >
insanların h ak ik î rahatlan, saadetleri ilâlıî bir din sayesinde tecelli
eder, düşünceli şahsiyetlerin ruhları, vicdanları ancak böyle bir din saye-
sinde huzursuzluktan kurtu lu r, sükûnet bulur. Beşeriyetin yaradılışındaki
yüksek gaye, ancak böyle bir dine sarılmakla husule gelir. O halde uyanık
bir ruha, temiz bir vicdana malik olaıı hangi insandır ki, kendisini böyle
hakikî bir dine ihtiyaçtan azade, görebilsin? Kendi şahsiyetini, istikbalini,
saadetini korum ak isteyen hangi bir insandır ki, böyle ulvî bir dinin i'ti-
kada, nezafete, ibadete, h elâl ve haram a, ahlâka dair olan kutsal hükümleri
hakkında m u h taç olduğu bilgileri elde etm ek istemesin?. O m übarek dinin
zuhuruna, i’tilâsına, h er tarafa yayılm asına velhasıl feyizli tarihine ait bir
şeyler öğrenip bellem ek arzusupda bulunm asın?.
Hiç şüphe y o k ki kendi varlıklarım kaybetm eyen uyanık fertler,
cem iyetler öteden beri bu ihtiyacı, bu arzuyu kendi ruhlannda duym uş,
dinî eserleri aram aya, buıılan bulup okum ağa lüzum görmüşlerdir.
İnsanların bu fıtrî tem ayüllerinden, bu ruhî ihtiyaçlarından dolayıdır
ki, her asırda din âlim leri tarafından binlerce dinî eserler yazılm ıştır. Ancak
her zam anın; h er m uhitin haline, kabiliyetine göre bu gibi eserlerde birer
yenilik gösterm ek, m ahiyetleri daima m ahfuz bulunacak olan dinî m ese-
leleri mümkün olduğu kadar herkesin anlayabileceği bir tarzda yazm ak,
bunların bir kısım hikm etlerini, faidelerini sade bir üslup ile göstermeğe
çalışm ak ta pek lâzım dır.
M alûmdur ki İslâm dininin ihtiva e ttiğ i hükümler başlıca şu d ö rt kısma
ayrılır:
1 — İ'tik ad a ait hükümler, ?'
2 — İbadetlere, muamelelere alt hükümler,
’ 3 — Helâla, haram a, intibah ile m ekruha ait hükümler.
4 — A hlâka ait hükümler,
4 BÜYÜK İSLAM
Fatih dersiamlarından
Erzurum lu Ömer Nasuhi Bilmen
1
BİRİNCİ KİTAP
İ'TİK A T HAKKINDADIR
Hazreti Adem den Hazreti İsaya kadar olan bütün m übarek Peygam-
berlerin insanlara bildirmiş oldukları dinler, esasen m üttehit, V ahdeti
İlâhiye akidesine m üstenit iken bunlar sonradan bozulm uş, asıllan kaybol-
m uş olm akla Hak Teala H azretleri en son ve en büyük Peygamberi olan
H azreti M uhamm edi (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara Peygam-
ber olarak gönderm iş, omın vasıtasiyle de hakikî dinlerin en sonu ve en
m ükemmeli olan İslâm dinini kullarına ihsan buyurm uştur. Binaenaleyh
bugün yeryüzünde hakikî ve ebedî din, ancak İslâm dinidir.
İkincisi: M uharref dinlerdir. Bunlar yukarıda da işaret olunduğu üzere
asılları bakım ından birer hakikî din iken sonradan bozulm uş, İlâhî m ahiyet-
lerini kayoetm iş olan dinlerdir.
Üçüncüsü: Bâtıl dinlerdir. Bunlar, asıllan bakım ından da hakikî bir
din ile ilgili olmayan dinlerdir. Bunlar bir takım m illetlerin kendilerine din
nanıile uydurm uş, ortaya atm ış oldukları şeylerdir. Bunlarda akla,
hikm et ve m aslahata uygun bazı hüküm ler bulunsa bile bunlar, asıl m ahi-
yetleri, özlükleri, İlâhı olmak şerefinden m ahrum bulunduğundan hiç bir
veçhile dine m ahsus kudsiyeti h â iz olamazlar. Mecusilerin ve p utlara tapan
sair m illetlerin dinleri bu cümledendir.
Hakikî bir dinin vasıflan ve faideleri:
3 '— H akikî bir dinin m ümeyyiz vasıflan, yani: kendisini sair dinlerden
müstesna, m ümtaz bulunduran sıfatlan pek ço k tu r. Ezcümle hakikî bir din,
insanlara yalnız bir Allahın varlığını bildirir, yalnız bir Allaha tapılmasmı
em reder, bütün kâinatın Allah Tealadan başka yaratıcısı olmadığını haber
verir; bütün peygam berlere, Semavî K itaplara bÖâistisna inanılmasını ister,
ebedî bir hayatın, bir ahire t gününün varlığım anlatır; insanları bir dairede
birleştirir, aralaıında bir kardeşlik vücude getirir; aralarında esasen bir
m üsavat bulunduğunu gösterir; insanlann arasında yalnız takva, Allahtan
korkm ak, faziletle ittisaf itibarile bir fark bulunduğunu beyan eder, hasılı
her veçhile akla, hikm ete uygun olur, insanlann necatına, saadetine vesile
bulunur.
İşte bütün bu vasıflan tam amen haiz olan din, bugün yer yüzünde
İslâm dininden başka değildir.
Bir kere düşünelim, şüpiıe yok ki insan bu dünya alem ine aülm ış bir
m ahlûktur, insan bu âlem deki sair birçok varlıkların yanında bir zerre
m esabesinde kalm aktadır. İnsan bir ç o k ih tiy açlar içinde çırpınm aktadır,
hilkatin bir çok kuvvetleri karşısında pek âciz bir durum da kalm aktadır.
Sonra da daha açılm adan solan çiçekler gibi rengini, letafetini bütün var-
lığım kaybederek ölüp gitm ektedir. O halde insanlık, yalnız bu fanı varlık-
tan ibaret olsa insanlar kadar hallerine acınacak bir m ahlûk bulunam az.
Demek ki insan için bu m addî, fam h ay at bakım ından tam bir huzur,
tam bir bahtiyarlık mutasavver değildir.
F a k a t diğer bir bakım dan pek bahtiyardır, pek m es'u ttu r. Çünkü
hakikî bir dine sarıldıkça kalben m üsterihtir, ebedî b ir saadete nam zettir,
bu fanî varlığın zevali, kendisini hiç te endişeye düşünnez. O, bir ebedî
varlığın kendisini kucaklayacağından em indir. O zevale yüz tutm ıyacak bir
mevkie kavuşm akla bahtiyar olacağına kanidir.
İşte bütün bunlar, hakikî bir dinin insanlık âlem ine tem in edeceği
faideler cümlesin dendir.
İnsan, ancak böyle bir din, böyle İlâhi bir kanaat sayesindedir ki,
hayatını tanzim eder, m uazzam m abuduna seve seve ibadette bulunur,
hu k uka riay etkâr olur, ebedî m ükâfat neşvesile yurduna, yurttaşlarına,
bütün insanlığa h izm et etm ek ister, cem iyetin pek kıym etli b ir uzvu bu-
lunur.
Velhasıl: İnsanlığa bu ulvî ruhu veren, bu güzel yaşayış tarzım öğreten
hakikî bir dinden başka değildir.
İslâm dininin um um iyeti ve m es'u t neticeleri:
5 — İslâm dini, hakikî dinlerin en sonu ve en mükemmelidir. Bu
m übarek din, yalnız bir kavme, bir asra mahsus değildir, belki bütün in-
sanlara ve bütün asırlara ait um um î, fıtrî bir dindir. İnsanların yaradılış-
larına, yaşayışlarına tam am iyle uygundur. Bu m uazzam din, bir n ecat ve
felâh yoludur, bir selâm et ve saadet kaynağıdır. Ve m ukaddes M abudum u-
zun razı olduğu yegâne dinden ibarettir. ( j J l û ')
6 — İslâm dininin zuhur ve yayılm a tarihleri gözönüne getirilirse, o
çağlardaki m illetlerin halleri nazara alınırsa bu yüksek dinin ne m esut
neticelere sebep olduğu, insanlık âlem inde ne kadar hayırlı, ne kadar tak-
dise lâyık bir inkilâp vücuda getirmiş bulunduğu pek güzel anlaşılır.
M alûm dur ki, İslâm iyetin zuhurundan evvel bütün yeryüzü din bakı-
m ından büyük bir cehalet içinde kalm ıştı. H akikî dinler sönmüş, İlâhî
ilim ve irfan güneşi batm ış, bütün ufukları bir zulm et kaplam ıştı. İnsanlar
yalnız kendi hırsları uğrunda çalışıyor, çarpışıyor, birbirini esir ediyorlar-
dı. Ceziretülarâb ahalisi ise bütün bütün cehalet içinde kalm ıştı, ellerile
yaptıkları p u tlara tapıyorlardı da bu hareketlerinden h iç sıkılmıyorlardı,
kendi kız çocuklarını diri diri kum lara göm erek öldürüyorlardı da hiç bir
acı duym uyorlardı, asırlardan beri başka m illetlerin h âkim iyeti altında zil-
letle yaşıyorlardı da bundan h iç üzülmüyorlardı, hasılı h iç bir yerde gızel
itik attan , güzel alıl âktan, güzel am ellerden, duygulardan eser kalm am ıştı.
8 BÜYÜK İSLAM
F ak at vaktaki İslâm güneşi doğm ağa başladı, derhal âlem in bir çok
tarafları aydınlandı, insaniyet âlem i haktan, adaletten, m üsavat ile kardeş-
likten haberdar oldu. Putların, insanların ayaklarına eğilip tapınan başlar,
kâinatın ortaktan, benzerden m ünezzeh olaıı halikı için secdelere kapanm ak
şerefine erdi; ruhlar yükseldi, diller Hak Tealâm n zikrile bezendi. Gözler
büyük yaratıcım ızın becû' eserlerini tem aşadan mütehassıl uyanıklık nurları
içinde kaldı.
Velhasıl: Dini İslâm sayesinde hakikî bir m edeniyet, nezih bir insani-
yet, pek faideli bir terakki ve en m es'ut bir inkılâp vücude geldi. A rtık in-
sanlık âlem i bu m ukaddes dine sarıldıkça şüphe yok ki daima yükselecek-
tir.
İman ile islâmın m ahiye ti:>n o; ' i \
«. ■ ' :n , ■-A ... ! '
7 — İman, lûgatta birşeye inanm ak, bir şeyi ta s d ik etm ek "b u şey böy-
le d ir,ş öyledir" diye hüküm verm ektir.
Istılahda: "Allalı Tealâm n dinini kalb ile kabul etm ek, yani: "Resul-
üllahm (S.A.) bildirdiği şeyleri k a t'î surette kalben tasdik eylem ek"dir.
İman, asıl bu tasdikten ibarettir. F a k a t böyle inanılıp kalb ile samimî
surette tasdik edilen şeyleri, bir m ani y o k ise dil ile ikrar etm ek, bunların
hakkında şahadette bulunm ak da lâzım dır. Çünkü bir kimse AllalıTealâyı
vesair iman edilecek şeyleri kalben tasdik ettiği halde lisanile ikrar eylem ez-
se hali insanlarca m eçhul kalır, onun Müslüman olduğuna hükmedilemez.
İman hususunda bu tasdik ve ikrar ile beraber namaz gibi oruç gibi
güzel ameller de lâzım dır. Çünkü biz bu ameller ile mükellefiz. Bunlar
bizim birer vazifemizdir. Bu ameller, imana kuvvet verir, im anın kalbdeki
nurunu artırır, insanı azaptan kurtarır, Allah Tealâm n lutuflanna, inayet-
lerine erdirir. o
8 — İslâm tabirine gelince bu da lügat itibarile itaat, inkiyat, b irşe y e
teslim iyet m analarm adır. İstilâh ta ise: "Allah T ealâ'y a itaat etm ek, Pey-
gamber efendim izin din nam ına bildirm iş olduğu şeyleri kalb ile, lisan üe
kabul ve talisin eylem ek" dir.
Bir de İslâm , din m anasına gelir.
9 — H akikî bir din ile İslâm arasında esasen bir fark y oktur. Her haki-
kî din, islâm dır. Her İslâm da hakikî bir dindir ki buna "M üslümanlık"da
denir.
Allalı Tealâm n dinine sadece din denildiği gibi millet, şeriat, İslâm ve
dini İslâm da denir. Bununla beraber İslâm tabiri bazen güzel ameller
m anasında, bazen de iman m anasında kullanılır. N itekim şeriat da dini
hükümlerin yalnız ibadetlere ve nikâh gibi, alım, satım gibi m uamelelere
aid kısm ına ıtlak olunur.
İman ile islâmm şartlan:
10 — İslâm dininde "Allah Tealâya m eleklere, kitaplara, peygam ber-
lere, ahire t gününe, kaza ve kadere" iman etm ek birer esastır. Bunları bilii)
tasdik etm ek imanın başlıca şartıdır. Bu cihetledir ki "İm anın şartlan altı-
İL M İH A L İ .9
, O lı'V vi ol ( V )
İLMİHALİ 11
olduğunu da göstermiş oluyor. H a ttâ bir hadisi şerifte de
( ) tefekkür gibi ibadet y o k tu r) buyurulm uş tur.
Filhakika müslümanlıkta aklın, düşüncenin büyük mevkii vardır. Islâm
dini tam am en akla, hikm ete m uvafıktır, hiç bir m uhakem eden, tenkidten
pervası y o k tu r, İslâm iyet m ütefekkir insanların dinidir.
İşte bu m ütefekkir insanlar , gökleri, yerleri, geceleri, geceleri, gündüz-
leri düşünürler, fezada parıldayan ve her biri güneşten binlerce k e n e daha
büyük olan bir ço k nuranî yıldızların ihtişam ını tefekkür ederler, yeryüzün-
deki yüzbinlerce canlı, cansız bedîaları gözönüne alırlar. L â tif gündüzlerin,
ruhanî gecelerin ne kadar m u ttarit, m untazam bir fıtra t kanununa tâbi
olarak biribirini takip edip durduğunu m ülâhazada bulunurlar , bütün bu
düşünceler, tefekkürler neticesinde bunlara bu varlığı, bu intizam ı vermiş
olan Allah T ealâyı bir vecd ve şevk ile tasdike m ecbur olurlar.
H attâ böyle büyük varlıkları değil, bir zerreden bile küçük olduğu
halde büyük bir duygu ile, hayatını müdafaa endişesile hareket eden bir
m ikrobu, yine bir zerreden küçük olduğu halde sinesi bir kuvvet hâzinesi
bulunan bir atom cağızı düşünm ek bile aklı başında olan bir insan için bu
k âinatın âlim , lıakîm olan hâlıkını tasdike kâfidir.
Bütün bu garip, b e d i'î, m untazam varlıkla*-, birer tesadüf eseri midir?.
Bütün bunlar bilgiden hikm etten m ahrum , belki de mevhum bir tabiatın
mahsulü müdür?. H âşâ. Böyle bir şey'e hiçbir âkil , hiçbir m ütefekkir kail
olmaz.
15— T ekrar ederiz ki Hak Tealânın varlığım, büyüklüğünü anlayıp iti-
raf etm ek için : ( . . . j j\ ) âyeti celilesini güzelce tefekkür k â fi-
dir. B unun için d ir ki, R e su l E krem (S.A.) Efendim iz: j C z . U İJ JL j».>)
(İçi buyurm uştur. Yani: Yazık o kimseye ki bu âyetleri o k u rd a bunlarda,
tefekküre dalm az!.
Etmekte şu levhai tabiat, Bir halika pek açık şehadet,
Bilmem nasıl eylemekte inkâr, Hallâkı hakîmi elıli gaflet?..
Her sahada parlayan bedayi’, Eyler bizi intibaha dâvet,
Mağlup oluyor havai nefse, Hayfa ki, zavallı ademiyyet,
Dünyaya perestiş eyliyenler, Nâdim olacaklar en nihayet,
Bir faide bahşeder mi heyhat! Vaktinde edilmeyen nedamet
16- Kıdem: E zeliyyet, yani : evveli olm am ak sıfatıdır. Evveli olm aya-
na kadîm denir, sonradan olana d a hâdis denilir. Allah Tealâ kıdem sıfatile
de m uttasıftır. Çünkü ezelîdir, kadîm dir, varlığının evveli yoktur. O nun ev-
veline asla yokluk geçm em iştir . O nun varlığı yanında m ilyonlarca sene,
bir saniyelik bir m üddet bile sayılmaz ; kezalik : Gördüğümüz âlem ler,
m ilyarlarca seneden beri m evcut bulunsa bile yine Hak Tealânın ezeliyeti
yanında bir saniyelik bir hayata m âlik olamaz.
Hâsılı Allah Tealâ kadîm dir, sonradan var olan, h â ş â Allah olamaz.
Allah Tealâdan başka her ne var ise onlar da h ad istir; çünkü Allah T ealânın
kudretile yaratılm ışlardır. A rtık şüphe y o k ki yaradılanlar, yar ad ana m ah-
sus olan kadîm sıfatım haiz olamazlar. ( L •İlû'S' )
12 BÜYÜK İSLAM
19— Kıyam bizatihi ; varlığı, durm ası kendi zatıyla olmak m ânasında
bir sıfattır. Bu sıfat da Allah Tealâya m ahsustur. Şöyle ki, Hak Tealâm n
ezeli ve ebedi olan varlığı kendi zatıyla kaim dir, kendi varlığı hüviyetinin,
kendi m ukaddes zâtının m uktezasıdır. Asla başkasından değildir. Bunun i-
çindir ki, Allah Tealâya (Vacibülvücud) denir. Onun varlığı, başka bir var
edene ih tiy açtan m ünezzehtir. Allah Tealâyı h â ş â , var eden bir var olsa idi,
işte Allalı o var eden olm uş olurdu. Binaenaleyh : "Allahı kim var etti?" di-
ye bir suale asla mahal yoktur. Çünkü Allah bizatihi kaim dir, kadîm dir,
İ L M İH A L İ 13
başkasının var edeceği bir hüviyette değildir. Böyle olmasaydı ne kâinat vü-
cut bulurdu, ne de başka bir şey. Bu hakikat kabul edilm eyince içinde ya-
şadığım ız âlem in varlığını izaha da asla im kân bulunam az. M ümkinat dedi-
ğimiz yaratılm ış şeyler ise hem var, hem de yok olm aya m üstenit olduğu
içindir ki bir var ediciye m uhtaç bulunm uştur.
Velhasıl: Allah Tealâyı yar eden bir var asla tasavvur olunam az ve on-
dan başka yaratıcı bir zat da m evcut bulunam az. ( -ûıi^ j J t j* )
2 0 — V ahdaniyet: Birlik, infîrad, benzeri olmamak, artm aktan, ayrıl-
m aktan, eksilm ekten b erî olmak gibi m ânaları ifade eden bir sıfattır. Bu
sıfatla m uttasıf olana vâhid denir ki, nazarî olm ayan, tecezziden, tekessür-
den beri bulunan zat dem ektir. Bu sıfat da Allah Tealâya m ahsustur. Ş ö y -
le ki : Allah Tealâ zâtın d a, ülûhiyetinde, m âbudiyetinde ve sair bütün sı-
fatlarında birdir. O rtaktan, benzerden m ünezzehtir, kendisinde artm ak, ek-
silm ek, cüz'lere ayrılm ak, başka şeyler ile birleşm ek gibi haller asla buluna-
maz. ■ (iüffjf. ü b . »(f ‘+ÎV0 1 I fv ii '
Evet.. Allah Tealâ her veçhile birdir, her nasıl düşünülürse düşünülsün,
temiz bir akıl, hikm et âşinâ bir ruh, bir A llahtan b aşk a Tanrı bulunduğuna
kail olamaz, başkasının ülûhiyetle, m âbudiyetle ittisafına im kân veremez.
Filhakika iki veya daha ziyade Allahın varlığı, k a t'î deliller ile reddedil-
miş bulunm aktadır. Ş u gördüğümüz k âin atın varlığı, devamı, intizam ı bütün
Allah T ealânın birliğine şairittir.
Allah Tealâ, zatında, ülûhiyetinde, m âbudiyetinde bir olduğu gibi
yaratıcı olmasında da birdir. Yaratılm aya yok edilmeye kabiliyetli olan ;
bu cihetle m ümkin adını alan her hangi bir şeyi var eden, yok eden ancak
Allah Tealâdır, ondan başka yaratıcı yoktur.
M ümkinatı böyle bizzat yaratm aya, yaşatm aya,yok etm eye kadir
olm ayan bir zat ise Allah olamaz. Bunun içindir ki ikinci bir Allahın varlı-
ğına aslâ im k â n yoktur. Çünkü m efruz iki Allahtan biri m üm kinatı müstakj-
len yaratm aya kadir ise diğeri zait olmuş olmaz mı? Bil'akis müştekilen y a -
ratm aya kadir değilse âciz bulunm uş olmaz mı? Z ait veya âciz bulunan bir
zat ise nasıl Allah olabilir?..
Binaenaleyh Allah Tealânın her veçhile birliğinde İliç bir selim akıl sa-
hibi tereddüt edemez. M üteaddit hâhkların, m âbutların varlığına inanan
m illetler ise akla, hikm ete aykırı bir inancın zebunu olm uş, ve hakîkat bakı-
m ından büyük bir cehalet içinde kalm ışlardır. ( •) ,
2 1 — Hayat: Dirilik dem ektir. Allah Tealâ, kendi zatı ahadiyetîne m ah-
sus bir hayat sıfatile m uttasıftır. Bu, Hak Tealânın ilim ile, irade ile, kudret
ile ittisafına has bir sıfattır. Hayatı olm ayan bir şey, bilm ekten, dilem ekten,
bir şey yapabilm ekten m ahrum bulunur, bu m ahrum iyet ise büyük bir
nakîsadır. , * r:-yü . .û y s ilo î ,’ym
Evet.. Bu sıfatlardan malırum olan bir şey, kendi kendine hiç bir
eser vüeude getiremez. Hele bilgi, düşünce, dileme, güç sahibi olan varlıklan
yaratm aya asla kabiliyetli bulunam az. Çünkü hiçbir eser müessirinde
bulunm ayan bu gibi vasıflan hâiz olamaz. Bunun içindir k i tabiat de nü ip
ilim ile, irade ile, kudretle m u ttasıf olmayan ve varlığı eşya ile kaim tasav-
14 BÜYÜK İSLAM
vur olunup bu eşya haricinde bir varlığı bulunm ayan şuursuz bir varlık,
bir yaratıcı sıfatını asla haîz görülemez. Hususile böyle bir varlık, akla,
iradeye, kudrete m âlik m ilyarlarca m ahlûkatın m ucidi hiç bir veçhile
olamaz.
Binaenaleyh kâinatın yaratıcısı olan Allah T ealâm n h ay at ile m utta-
sıf bir hayyı kayyum olduğunda asla şüphe yoktur. ( (V- 1)
22— ilim ; bilm ek, id râk etm ek sıfatıdır. Allah Tealâ ilim sıfatile de
m uttasıftır. Ve onun ilm i, m ahlûkatın ilmi gibi basit, m ahdut olmayıp bütün
k âin atı m uhittir. E vet...Şüphe yok ki Allah T ealâ , her şeyi bilir, onun bil-
mesinden bir zerre bile kurtulam az. Ve lıiç bir ferd, kendi ha-
reketini , kendi düşüncesini Allah Tealâdan saklıyamaz. Çünkü böyle bir
şeyi bilm eyen, her hareketten, her düşünceden haberi bulunm ayan bir zat,
Allah olamaz, bu kadar bediâları vücude getirem ez, bu kadar m ahlûkatı ida-
re edemez.
Allah Tealâm n böyle her şeyi bildiğini güzelce düşünüp tasdik eden bir
insan şüphe yok ki daim a uyam k bulunur, her işini, her hareketini bir edep
dairesinde tanzim eder, fena sözler söylemez, fena şeyler düşünmez, hiç bir
kimse hakkına sarkıntılık etm ez, h içbir kim senin görüp bilm eyeceği bir
yerde bile Allahın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü kendisinin
bü tü n ' yaptıklarını, yapacaklarını Allalı Tealâm n bildiğine im anı vardır.
( y*) Vl )
2 3 — İrade, diyebilm ek, ihtiyar edebilm ek sıfatıdır. Allah Tealâ, irade
sıfatile m uttasıftır ve onun iradesi ezelîdir. .Allah Tealâ, yaratacağı şeyleri,
bu irade sıfatile kendi hikm etine göre birer veçhe tahsis b uy u ru r ve onun
irade buyurduğu şey m utlaka olur, irade b uyurm adıkça hiç bir şey vücude
gelemez, getirelemez. Ufite/ tf.rvuci ofyud iH m J .im îÛ .
Allah Tealâ, bü tün bu kâin atı ezelî olan iradesi veçhile yaratm ıştır.
Yaradılmış şeylerin binlerce, m ilyonlarca cinslere, ııevilere, sıfatlara ayrıl-
mış olması, m uhtelif hassaten, sıfatları hâiz bulunm ası, m eselâ bir to prak -
tan, bir sudan, bir havadan istifade eden sayısız ağ açlann , ekinlerin, ç iç e k -
lerin , meyvelerin başka başka şekillerde, renklerde, tatlarda vücude gelmesi
bütün ezelî.bir iradenin neticesinden başk a değildir.
İşte bütün bunlar, Allahımızın irade sıfatile m u ttasıf olduğuna birer
şah ittir. Allalı Tealâ hakkında m ecburiyet tasavvur olunam az, hiç bir şeyi
var etm eğe veya yok etm eğe h â ş â m ecbur değildir. M ecburiyet, bir acz ha-
lidir. Allah Tealâm n şanına, azam etine asla yakışm az. ( - ^ U JL» )
24— K udret, zenginlik, zor, h ay at sahiplerine mahsus kuvvet m âna-
sında bir sıfattır. Ezelî, ebedî tam bir k u dret Allalı Tealâya m ahsustur. Al-
lah Tealâ, her mümkinde dilediği tasarrufa kadir, her miimkin şeyi yaratm a-
ya,yok etm eğe m uktedirdir. O nun kudretine nihayet yoktur. Bu m uazzam
kâin at, onun kudretine pek parlak,pek kuvvetli bir şahittir.
Allah Tealâ dilerse bir saniye içinde binlerce âlemi y o k tan var eder ve
dilerse binlerce âlem i bir anda büsbütün yok eder. Çünkü herhangi mümkin
bir şeyde böyle dilediği veçhile tasarrufa kadir olm ayan bir zat, kâinatın
Allahı olamaz.
İLMİH A Lİ 15
A
Allahü A zim üşşam n bu büyük kudretini güzelce düşünen bir m ü'm in,.
onun azam eti önünde eğilir, onun kudretinden titrer, onun m ukaddes emir-
lerini, nehiylerini yerine getirm eğe çalışır durur. ( J f' j c } )'
2 6 — Basar, göz ve görme kuvveti dem ektir. Allah Tealâ, kendi şanına
lây ık bir veçhile basar = görm ek sıfatile de m uttasıftır. Şöyle ki :
Hak Tealâ H azretleri, h er şeyi görür ve bazı şeyleri görmesi diğer şey-
leri görmesine asla m ani olamaz ve onun görm esinden hiç bir zerre gizli ka-
lamaz , m eselâ: En karanlık gecelerde en ufak karıncaların ve daha küçük
m ahlûkların kım ıltılarını, yürümelerim, bütün vaziyetlerini görür, bilir.
Ş üphe yok ki, görüp bilm eden m ahrum iyet, büyük bir noksanlıktır,
böyle noksanlıklar içinde bulunan k ö r kuvvetler, duym az bilm ez varlıklar
asla tanrılık, yaratıcılık vasfmı hâiz olamazlar. Allahü Azim üşşan ise bütün
noksanlardan m ünezzehtir, bütün k em âl sıfatlarile m uttasıftır.
Kalbi im an dolu bir insan, Allah T ealâm n daim a kendisini görüp gözet-
m ekte olduğunu bilir, düşünür, durum unu düzeltir, edebe aykırı hiç bir
harekette bulunm az, m elekler gibi tem iz bir hayata sahip olm aya çalışır
d urur. ; ; (ı f L- i !
2 7 — K elâm , bir m ânayı ifade eden, bir maksadı anlatan söz dem ektir.
Allalı Tealâ, kelâm sıfatını da hâizdir. O nun kelâm ı, harften, savtten mü-
nezzehtir, kadîm dir.
Hak Tealâ, kendi kadim kelâm m ı dilediği zam an kendi şânm a lâyık
b ir veçhile meleklerine bildirir, işittirir, anlatır.
Allah Tealâm n Peygamberlerine dilediği şeyleri valıy ve ilham etm iş
olması da bu kelâm sıfatının bir tecellisi dem ektir. Bu kelâm sıfatiledir ki,
semavî kitaplar zuhur etm iş, ve bahusus "K elâm ı kadim " denilen K ur'anı
m übin peygamberim ize nâzil olup insanlık için asırlardan beri bir hidayet
rehberi bulunm uştu r. ( } vüjfT ^ ^ )
(3) Peygam berler, son derece fatn, âkil ve kuvvetli reye, fevkalâde
bir zekâya m alik bulunm uşlardır. O nlarda gaflet, yüksek duygulardan, m e-
lekelerden m ahrum iyet düşünülemez.
(4) Peygam berler, m a'sum durlar, onlar sön derece iffet ve ism et sahi-
bidirler, onlar gizli, aşik âr her türlü günahlardan , ve seciyenin adiliğini gös-
terecek bayağı hallerden tam am en beridirler.
ratm ış, onları sair b irç o k yaradılm ışiar arasında akıl ile, fikir ile m üm taz
kılm ıştır. Binaenaleyh bir insan, kendi aklını, fikrini güzel kullandığı tak -
dirde , kendisini yaratan, kendisine düşünm e kabiliyetini veren bir halikın
varlığını sezer, kendisinin ve kendi çevresini kaplam ış olan varlıkların öyle
gelişi güzel kendiliklerinden var olm am ış olduğunu anlar, bu cihetle kendi-
sinde bir iilûhiyet düşüncesi uyanır, bir m uazzam yaratıcının eseri olduğuna
hükm edebilir.
F a k a t o büyük hâlikı şân ın a lây ık b ir veçhile bilem ez, onun rızasına
uygun olan ibadetlerin nelerden ib are t olacağını kestirem ez, kendi yaradılı-
şındaki hikm etin neden ib aret b u lu n d u ğ u n u anlayam az, insanların birbirine
k arşı olan haklarını, vazifelerini lâyıkile tayin edem ez ; nih ay et yaradılışına
aykırı yürür d e haberi olmaz, v ah şette, cehalette kalır da farkına varam az,
ebedî saadetten m ahrum olur da b u n u evvelce anlayıp yüreği sızlamaz.
N itekim peygam berlerin vücutlarından haberi olm ayan veya peygam -
berlerin bildirdikleri hakikatleri bozup değiştiren bir nice m illetler ; sapıt-
m ış, insanlığa yakışm ıyacak b ir d u ru m a gelm iş, aralarında her türlü vahşi-
cesine haller türem iş, insanlara, ağaçlara, taşlara tapınıp d u rm ak ta b u lu n -
m uşlardır.
İşte insanları b u gibi çirkin, k o rk u n ç hallerden k urtarm ak , insanlara
d in î ve dünyevî vazifelerini ö ğretm ek , kendilerine uyanları dünyada da, alıi-
rette de selâm ete, saadete erdirm ek iç in birer İlâh î rehber olan peygam ber-
lere ih tiy aç vardır.
Binaenaleyh A llah T ealâ, ken di fazl ve keıem ile insanlara peygam ber-
ler gönderm iş ve b u veçhile insanlar hak kın da "H ücceti İlâhîye" si tam am
olm uş, artık kim senin "n e yapayım , Allahı bilem edim . A llaha dair bilgi
edinem edim ," dem eğe mecali kalm am ıştır.
39— Peygam berlerin en büyüğü ve en sonu — evvelce de söylediğim iz
veçhile — bizim peygam berim iz H azreti M uham m ed (A leyhisselâtü Vesse-
lâm ) dır.
Evet.. H azreti M uham m ed (S.A.) bütün yeryüzündeki m illetlerin kıya-
m ete kadar en son Peygam beridir. O nun yaym ış olduğu din, bütün insanlara
a ittir, onun bildirdiği İslâm dini, en um um î, en fıtrî ve her zam an için
h ik m et ve m aslahata uygun, ebedî bir dindir. O m übarek Peygam berin ki-
tabı, onun bütün talim atı h içbir tebeddüle uğram aksızın kıyam ete kadar
m ahfuzdur. ~—-
I ■' ' ' J h>■‘ f«|| ’iu U-■ i IJ£% r- :• -•’ î iiOc [: ÜJfiCy'-Ui ■
Velhasıl : Beşeriyet, öteden beri peygam berlere m uh taç bu lun m u ştu r.
Peygam berlere uym aksızın H akkı bilip H akka ereceğini iddia eden bir ga-
file soralım ki : E ğer peygam berlerin vücutlarından habersiz bulunan b ir
m u h itte y etişm iş olsa idi, kendisinde iilûhiyet fikri bihakkın parlıyabilecek
m i idi?. D inî ve dünyevî vazifelerini takdir ve tayin edebilecek m i idi? Ken-
di vicdanında yüksek hakikatlara karşı bir incizap bulunabilecek mi idi?.
Zavallı adam! Kendi ru hunda sönük sönük parıldam aya başlayan bazı
u lvî fikirlerin kendisine nereden geldiğini hiç düşünm em ektedir. E n basit
fenlerde, en kolay işlerde bile üstada, rehbere m u h taç olan biçare insanlar,
20 BÜYÜK İ SLAM
nasıl olur da ilâh ı bir ilim de, en mühim bir mevzuda, gayb âlem ine ait
hakikatlerde bir rehbere ihtiy açtan kendilerini m üstağni görebilir?
D oğrusu b u d ur ki, peygam berlere olan lüzumu, ihtiyacı hiç bir hakikî
m ütefekkir in k âr edemez. (j X ^ y u ^ ^
Se m a vî k it a p lar a î m a n :
(5)— K ur’anı Kerîm , insanlara daim a uyanık b ir ruha sahip olup H ak-
tan gafil olmamalarını em reder, nefislerinin havasına uyarak diy anetten ,
faziletten m ahrum kalm am alarını tavsiye eder, m addî m enfaatlere, dünyevî
lezzetlere dalıp da manevî zevklerden, alıiret nim etlerinden m ahrum kalm a-
nın ne büyük bir felâk et olacağını bildirir.
(1 0 )—K ur'anı Mübin, Hak Tealâm n "yapınız, yapm ayınız" diye vuku
bulan em irlerini, nehilerini kabul ve m ucebince hareket eden îman sahip-
leri için m ukadder olan dünyevî, ulırevî m uvaffakiyetleri, nimetleri, müjde-
ler, İmansız vicdanlar için de hazırlanm ış bulunan kötü âkibetleri, cehen-
nem azaplarını ihtar eder, bütün bu ulvi beyanatile insanları yaradılışların-
daki yüksek gayeden haberdar ederek o gayeye sevk etm ek ister.
Velhasıl : K ur'anı m u’ciz beyan, daha böyle nice hikm etleri, lıakikat-
ları cam idir, b eşeriyet âlem i ne kadar yükselirse yükselsin hiç bir vakit,
Kur* ânın ulvî talim atından müstağni bulunam az. Bu talim ata m uhalif şey-
ler ise haddizatında yükselme değil, bir alçalm adır.
( j v jlr.-O t d i l i jl!)
M eleklere iman: ;! r
b".
5 0 — Melekler ruh gibi lâtif, nuranî, m ahiyetleri Allah Tealâca m alûm,
yaraddm ış bir kısım kuvvetli varlıklardır. M eleklerin bir kısmı daim a ibadet-
le, zikr’ü fikir ile uğraşır. Bir kısm ı da yerde, göklerde bir hayli vazifeler ile
m eşgul bulunur.
M elekler, yem ekten, içm ekten, evlenm ekten, doğup doğurm aktan be-
ridirler. M uhtelif şekillere girmeğe kadirdirler.H ak Tealâm n em irlerine
asla isyan etm ezler, vazifelerini em ir olundukları veçhile yaparlar, kıyam e-
te kadar bir kutsiyet içinde yaşar, m anevî bir zevk ile vakit geçirirler.
51— Biz, m eleklerin varlığına im an etm ekle mükellefiz. Onların varlığı
haddi zatında m üm kindir,bilfiil var oldukları ise bütün peygam berler, ve se-
mavî kitaplar tarafından bildirilm iştir. A rtık m elekleri in k âr etm ek,peygam -
berleri, kitapları in k âr dem ek olacağından asla caiz olamaz. Bundan dolayı-
dır ki m eleklerin varlığına öteden beri biitün m illetler îm an edegelmişlerdir.
Binaenaleyh m eleklere îm an etm ek bizim dinim izce de bir esastır.
52— Evet.. M eleklerin varlığını bütün peygam berler ve bütün ilâhı ki-
taplar haber verm işlerdir. Bu âlem de bizim bildiğim iz, bilmediğimiz nice
binlerce gizli, aşikâr m ahlukat vardır. M evcudiyetleri bugün keşfedilm iş ve-
y a henüz keşfedilm em iş nice binlerce kuvvetler m evcuttur. H attâ (cin)
denilen akıl ve şu u ra m alik, gözlerden gizli bir takım m ahlûkatın vücudunu
d a bize peygam berler ve kitaplar haber verm işlerdir ki, bunların .bir takımı
m ii'm in, bir takımı da kâfirdir.
İL MİH A L İ 25
A hirete îm a n :
f .ncs-tul uî i.- ■ =H h n - - < >?-: s.n .ıM n|:.t!iîUMV
5 5 — A lıi re t, bu dünyadan sonraki nihayetsiz âlem dir. Şöyle ki : Allah
Tealâ, içinde yaşadığım ız bu dünyayı ve üzerindeki bütün varlıkları m uvak-
kat b ir zaman için yaratm ıştır. Bir gün olacaktır ki, ne bu dünyadan, ne
de üzerindeki yaradılm ış şeylerden bir eser kalacak, belki Hak Tealâm n tak-
dir ettiği o gün gelince bütün insanlar, bütün canlı cansız m ahlûklar malıvo-
26 BÜYÜK İSLAM
lacaktır. Bütün dağlar, taşlar, yerler, gökler, parçalanacak bu âlem bam baş-
ka bir âlem kesilecektir. Bu bir (kıyam et) dir. Bundan sonra yine Allahımı-
zın takdir buyurm uş olduğu gün gelince bütün insanlar yeniden hayat bula-
cak hepsi de (M ahşer) denilen pek geniş, düz b ir sahada toplanacak,yeni bir
h ayat başlayacaktır ki, bu da (um um î haşr) dir.
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren bitm ez, tükenm ez bir
halde devam edecek olan âlem e de (A hiret âlem i) denir ki, bun a inanm ak
da müslümanlıkta bir esastır.
jgsbBr vî.jhff t id 'iileriorn o u rj ı ıt r m de f n l a i s i d /
5 6 - Alıiretiıı vukuu, K ur'anı m übmin âyetlerile, Peygamber Efendi-
m iz in lıadislerile, bütün üm m etin icm aı ile sabittir. Sair bütün peygam berler
de bu hakikati üm m etlerine haber verm işlerdir. Binaenaleyh ahirete İm an,
pek büyük bir vazifedir, bütün dinlerce pek mühim bir akidedir.
K udretine nihayet bulunm ayan Allah Tealâya göre alıiret hayatını,
m üstakbel âlem i vücude getirm ek pek kolay bir şeydir. Alemleri y oktan
var eden, bahusus insanları bir ç o k kuvvetler ile yaratıp kendilerine hayat
veren m uazzam lıallâkım ız için bu âlem leri, bu insanları yok ettik ten sonra
tekrar yaratm ak müşkil bir şey midir? Bir şeyi bid ayetten var eden bilâlıere
tekrar var edemez mi? Bunları tekrar var edem eyen zaten Al lalı olabilir mi?
Hayır, hayır, Allah Tealâ, o büyük varadıcıdır ki, nice bin âlem leri yoktan
var etm iştir, nice bin âlem leri de yeniden yaratm aya kadirdir.
Bir kere h e y 'e t ilm ine bakalım , bir fezada, nihayetsiz bir b o şlu k ta do-
laşıp duran, vakit vakit parlayan yüz binlerce nur ve ziya âlem ini düşünelim.
A rtık şüphe yok ki bütün bu m uhteşem varlıkları yaratm ış olan Allah Tealâ
ahiret âlem ini de yaratm aya, m eydana getirm eye kadirdir.
5 7 — Lehülhamd biz müslümanlar, alıiret gününe, ahiret hayatına, Cen-
net ile Cehennem in el'an m evcut olduğuna d a lm a n ederiz. Bu îm andır ki,
bizleri salâha götürür, bizim ruhum uzu yükseltir, bizi saadete erdirir.
Bu îm andan m ahrum iyet ise insanı şaşırtır, sapıklığa düşürür, h er türlü fe-
nalığa sürükler, dünyada da alıirette de b ed b ah t eder.
ıneçiıul olan pek k orkunç bir netli a, bir gürültü sebebile olacaktır. Ve
buna kim bilir, hatır ve hayale gelmiyen daha nice müthiş hâdiseler de, h âi-
leler de yoldaş bulunacaktır. Bütün âlem lerdeki düzen, ancak Allah T ealâ-
mn bir eseridir, onun ku d retinin bir âlâm etidir. Hak Tealâ H azretleri bu
nizam ı ve intizam ı bir an için olsun ortadan her hangi bir sebeple kaldı-
rınca bütün varlıklar derhal alt üst olur, ne um um î cazibeden, ne de ecıam
arasındaki m ünasebet ve rabıtadan eser kalır, ne de b ir yaradılm ışın yaşıya-
bilmesine im k ân bulunur.
İşte bu, b ir um um î kıyam ettir. B unun kopacağı zam anı, ancak Allalı
Tealâ bilir.
d i/ J u o Of u r -- M i v>n . il'! .hr uAu-f s i '- n ı ^ r - -nj-u. -.ü
60— K ıyam etin m ukaddim atına gelince, bunlar da : (E şratı saat =
K ıyam et alâm etleri) denilen bazı yolsuz, garip, harikulâde hâdiselerdir ki,
bunların vücude geleceği de Peygamber Efendim iz tarafından haber veril-
m iştir. Başlıcalan şunlardır :
■tid slh 'iib ıM l^ibalib n s ln u d c ls s T /İcH .Msmdo jrıuıi n :ab
(1)—Din hususunda bilgisizliğin h er tarafa yayılması, sarhoşluk veren
şeylerin içilm esi, zina gibi fu h şiy atm çoğalm ası, öldürme hâdiselerinin art
ması. Bunlar ilk alâm etlerdir ; bunlara :(A lâm eti sugra) denir.
(5 )—H azreti İsa'nın gökten inip bir m üddet Peygam berim izin şeria-
tiyle amel etm esi.
alâm etleri denilen bir kısmı hâdiseleri hangi m ütefekkir insan m uhal göre-
bilir?.,. '' i- 1 -
Vaktile vücutlarına asla im kân verilm eyen bir nice fevkalâde şeyler,
vakit vakit m eydana çıkm ıyor m u? İnsanların zekâları, san'atîarı sayesinde
böyle bir takını bediâlar, garibeler vücude geldiği halde Halikımızın büyük
kudıetile artık nelerin vücude gelebileceğini düşünmelidir.
O ’ıM & «MÖf U
Ahirete ait hâdiseler:
te sahibine verilecek, "Al kitabını oku!" denilecek, hiç bir şey gizli kalmı-
yacaktır.
( 5 ) - C ennet, hatır ve hayale gelm eyen m addi ve manevî nim etleri câm i
fenadan beri, elyevm m evcut ve sekiz tabakaya ayrılm ış bir m ükâfat âlem i-
dir ki, bulunduğu yeri ancak Allah Tealâ bilir.
M ü'minler, C ennette pek büyük nim etlere ereceklerdir, hususile Allah
T ealâyı m ekândan, zam andan m ünezzeh ve şanı ulûhiyetine lâyık bir veçhi-
le vakit vakit görmek şerefine nâil olacaklardır ki, buna "R üyetullah" de-
nir. İm an sahipleri b u nim ete n âil oldukça cennetin sair bütün nim etlerini,
zevklerini unutacaklar, en büyük, eıı ulvî, en ruhanî bir zevke dalacaklardır.
A rtık b u n u n üstünde bir n im et düşünülemez.
(6)—C ehennem , bilum um kâfirler ile bazı günahkâr m ü'm inler için
yaradılm ış, yedi derekeye, aşağı tabakaya bölünm üş bir azap kaynağıdır.
B urada kâfirler ebedî surette kalarak m uazzep olacaklardır. G ünahkâr m ü'-
m inler ise b ir m üddet azap gördükten sonra af olunarak cennete konula-
caklardır. Cehennem in b ulun du ğu yeri de ancak Allah Tealâ bilir.
sit v iDf? n %»fttis mn ' î:*'»* ı ' i M ıs ır a t rtv*^ aiihm ki
(7 )- H a v z ı Kevser, M ahşer günü Allah Tealâ tarafından peygam beri-
mize ihsan buyurulacak olan gayet büyük b ir havuzdur ki, b u n u n pek tatlı,
berrak suyundan m ü'm inler içecek, m ahşerin dehşetinden ileri gelen hara-
retlerini gidereceklerdir.
,İ 1 nifch • ■
(8 )—Ş efaat, ahiret günü b ir kısım günahkâr m ü'm inlerin afvedihneleri
ve itaatli m ü'm inlerin de yüksek m ertebelere erm eleri için peygam berim izin
ve sair büyük zatların Allah T ealâdan niyaz ve istirham da bulunm alarıdır.
A lıirette bütün insanlara a it m uhakem e ve m uhasebenin bir an evvel
yapılm ası için en büyük şefaatte bulunacak zat, bizim peygam berim iz efen-
dim izdir. Onun bu şefaatin e: Ş efaati uzm a denir. Ve onun böylece hâiz
olduğu yüksek m akam a, im tiyaza da (M akamı M ahm ud) denir.
Bütün bu saydığımız şeylerin hakikatini, tafsilâtını künhiyle, tam am ile
bilm ek ancak Allah T ealâya m ahsustur. B unlann varlıkları, var olabilmeleri
Allah Tealânın kudretini, hikm etini düşünüp sezebilen kimseler için asla
m uhal, uzak görülemez. Lehülham d biz bunların hepsine in anıp i'tik ad
etm iş bulunm aktayız.
30 BÜYÜK İSLAM
T ealânm böylece dilem iş olduğu herhangi bir şeyi zam anı gelince m eydana
getirm esine (kaza) denilir.
Meselâ : H er hangi bir insanın filân günde vücude gelmesini Hak Tealâ-
nm ezelde dilem iş olması bir kaderdir. O insanın bu takdir edilm iş gün-
de vücude getirilmesi de bir kazadır, bir halk ve icattır. Maamafih bu kaza
tabiri, takdir, hüküm m ânasına da gelir.
6 8 — Kaza iie kadere îm an d a müslümanlarca büyük bir esastır. Bunlara
inanm ak, Allah Tealâya îm an cümlesindendir. Hak Tealânm varlığını,
birliğini bilen, onun k â in a tta müstakilen hâkim olduğuna inanan bir insan
için kazaya, kadere îm an etm em ek kabil olamaz. Hangi m ümkin bir şeydir
ki, Allah Tealâ takdir ettiği halde vücude gelmesin? Ve hangi bir şeydir ki,
H ak Tealâ dilem ediği halde vücude gelebilsin?.
Binaenaleyh biz Allahımızın kazasına, kaderine de inanırız. Ve bu kaza
ve kadere razı oluruz. Bu bizim bir îm an borcum uzdur. F a k a t kendi irade-
m izin, kendi kesbim izin neticesi olm ak üzere Cenabı hakkın yaratıp vücude
getirdiği bazı şeyler vardır ki, bunlar Allahım ızın rızasına m uhalif olduğu
cihetle bizim bunlara razı olmamız lâzım ve caiz olamaz. Bunlara (Makzi)
denir. .. n- ' %d •••» aâ'-Mnafate-t ij >;
M eselâ: Bir insan bir günah işlem ek ister, iradesini, k udretini o günah
tarafına sarfeder. Allah Tealâ da dilerse bu günahı o insanın arzusuna gö-
re vücude getirir. İşte b u günah, H ak T ealânm rızasına m uhalif olduğundan
b u n a razı olam ayız. B unun için d ir ki, "K azaya rıza, m akziye rızayı icap
etm ez" denir.
6 9 — Kaza ve kadere îm anın faidesine gelince : Şüphe yok ki, insan
bu îm an sayesinde Allahın hâlikıyetini, h âkim iyetin i tanım ış olur, b u saye-
de ru h u kuvvet bulur, seciyesi yükselir, h ayata büyük bir m etanetle atılır,
m uvaffakiyetten m uvaffakiyete erer. Çünkü Allah T ealânm kaza ve
kaderine razı olan bir insan, hiç b ir şeyden yılmaz, sebeplere sarılm ayı da
kaza ve kader m uktezası olarak bilir, b ir işte bir m uvaffakiyetsizliğe u ğ -
rayacak olsa. "B unda da kim bilir. H akkın ne gibi gizli hikm etleri vardır,"
diye düşünür. A llahın kazasına razı olur,ye'se düşm ez, azmine fü tu r getir-
m ez, heyecana kapılm az, sükûnetli, müteselli bir kalb ile h ay at sahasındaki
çalışm asına devam eder durur. u
deceğini evvelce bilm ediği bir kadere kendi işini isnad ederek kendisini
bunun m es'uliyetinden beri görm eğe hakkı olamaz.
7 1 — Bir insanın kendisini her türlü k u d retten , ihtiyardan m ahrum gör-
mesi bir "C ebr akidesi" dir ki, asla d o ğ ra değildir. Bizim işlerim izden bir
kısmı, bizim ihtiyarım ıza bağlıdır. Meselâ, Ellerimiz bazan bir sıtm a sebebi-
le titrer, bazan da bunları kendim iz titretiriz. Ş im di bu iki titretiş arasında
fark yok m udur? E lb ette vardır. İşte birinci titreyiş cebrîdir, ikinci titreyiş
ise ihtiyarîdir.
Cebr iddiasında bulunan, ç o k kerre bu iddialarını kendileri bozarlar.
Meselâ bir kimse ; kendilerine bir to k at vursa, hem en kızar, m ukabeleye
kalkışırlar. Halbuki kendi iddialarına göre o kim seyi m azur görmeleri lâ-
zım gelirdi.Çünkü onun bu tokadı vurması, b u iddiaya nazaran bir kader
icabıdır, o kim se bu hususta m ecburdur, m es'uliyetten beridir.
Bir de cebr iddiasına kalkışanların kendi inanışlarına nazaran güzel
am ellerinden dolayı Allah T ealâdan bir m ü k âfat beklem em eleri lâzım dır.
Zira o am eller de bir kader neticesidir, onları da yaratan Allah Tealâdır.
Kötü amellerinin meşguliyetini kabul etm edikleri halde iyi am ellerinden
m ükâfat beklem eğe ne hakları olabilir?.
Bil'akis insanın kendisindeki kudrete, ihtiyara büyük bir kıym et ve-
rip her işini m üstakilen kendisinin başardığına, vücude getirdiğine kail ol-
ması da : (Kaderiye m ezhebi) ne sapm aktır k i; b u d a doğru değildir. Bu hal-
de insan, kendisini bir nevi' yaratıcı sanmış,. Allahımıza m ahsus olan b ir sı-
fatı takınm aya cür'et gösterm iş olur.
Velhasıl : insan kâsibdir, kazanır. Allah Tealâ da h âlik tır, yaratır. Bu
dünya bir im tihan âlem idir. Hak T ealâ insanlara lihikm etin bir k u d ret, bir
îstita a t verm iştir. Bundan dolayı d a insanı m ükellef ve m es'ul tu tm u ştu r,
insan, M â'budu kerim inin b ir atiyyesi olan bu kud retin i hayra sarf ederse
hayra erer, şerre sarfederse şerre düşer.
Binaenaleyh insanların vazifeleri, kendi hayatlarını kurtarm ak, kendi-
lerine pek nuranî b ir istikbal tem in etm ek için gerek dünyaya ve gerek ahi-
rete a it işlerini güzelce yapm ıya çalışm aktır. Y oksa : "K aza ve kader ne ise,
o zuhura gelir" diye bu çalışm ayı terk etm ek câiz olamaz, İslâm dini ata-
lete, m eskenete cevaz vermez. ( ^ u V.
1'tikadda ehli sünnetin imamları: (1)
7 2 - K endilerine (Ehli sünnet ve cem aat) ve (Fırkai nâciye) adı verilen
m üslüm anlann i'tik a tla n , şu yukarıdan beri yazdığım ız veçhiledir. M alûm-
dur ki, Peygam ber Efendim iz ile görüşüp ona İm an etm iş olan zatlara (As-
habı kiram ), (Ashabı güzîn) denir, ashabı kiram ı görüp onlardan feyz al-
m ış olan rnüslümaıılara (Tabiîn) nam ı verilm iştir.
Ashabı güzîn ile tabiîne, (Selefi salihîn) denilir. Bunlar, ehli sünnet ve
cem aatin ilk rehberleridir. Bunlar peygam berim izin yolunu hakkile takip
(1) İ'tikat, inanmak dinî esaslan, hükümleri kalben tasdik etmektir İnanana Mutekid;
inanılan şeylerden her birine: Akide, cemine de : Akaid, ve Mu'tekadat denir. Şüphesiz,
tereddütsüz, doğru bir i'tikada güzel i'tikad; bunun hilâfına da çirkin i'tikad denilir.,
İLMİHALİ 33
etm iş, islâm iyeti her tarafa yaym aya çalışm ış, İslâm birliğini, İslâm cam ia-
sını kuvvetlendirm iş, bid'atlardan, yani: Din nam m a sonradan türem iş,
dine aykırı bulunm uş şeylerden berî bulunm uşlardır.
7 3 — E hli sünnetin i'tik a t hususunda büyük üstadları, büyük imamları
vardır. Bunlardan her biri, selefi salihîn m ezhebi üzere yürümüş, İslâm âle-
m inde yüz gösteren m uhtelif ceryanlara , felsefî nazariyelere k arşı hak ve
hakikati m üdafaaya çalışm ış, İslâm akaidinin ne kadar saf, ne kadar doğru
olduğunu yeni yeni deliller ile, m ütalealar ile isb at etm iştir.
İşte b u büyük m ücahit âlim lerden biri İm am ı M atüridî, diğeri de İma-
m ıE ş'a rîd ir. ■„aku ıhn d '- .H « : i
7 4 — İm am ı E bu M ansur M uham m eü M atüridî (280) tarihlerinde doğ-
m uş, (333) tarihinde Sem erkant'da vefat etm iştir. M ensup olduğu M atürit,
Buhara ilçelerinden biridir. Kendisi H anefî m ezhebinde idi. Pek kıym etli
tefsiri, jvesair eserleri vardır. Bizim, i'tik a tta im am ım ızdır. H anefî m ezhebin-
de bulunan Müslümanların en büyük kısm ı i'tik a tta Ebu M ansurı Matüri-
dıye tabi'dir. 1 u , ab ir ! ,ı
75— İm am Ebulhasan Aliyül E ş'a rî (260) tarihinde Basra'da doğm uş,
(324) tarihinde B ağdat'da vefat etm iştir. Büyük dedesi ashabı güzînden E bu
Musel Eş ^arîdir.
Ebullıasenil E ş'a ri şafiî m ezhebinde idi. Ehli sünnet i ’tikadına pek ç o k
hizm et etm iştir. Pek değerli eserleri vardır. M âlikiler ile Şafîîlerin hem en
ekserisi, hanefîlerin bir kısm ı ve H anbelî m ezhebindeki m üslüm anlann bir
kısım fuzalası i'tik a t m es'elelerinde Ebullıasenil E ş'arîye tabidirler.
7 6 — İm am ı M atüridî ile im am ı E ş'a rî arasında esas itibarile ih tilâ f y o k -
tur. H er İlcisi de selefi salihîn m eslekini takibetm iştir, ikisi de hak üzeredir.
A ncak ikinci derecede bulunan, fu ru a tta n sayılan birkaç tali m es'elede ih ti-
lâfları vardır. F a k a t bunların başlıcaları da lâfzı, zahirî bir ih tilâ fta n başka
değildir.
Binaenaleyh bugün m üslüm anlann en büyük kısmı, i'tik a tç a ya im am ı
M atüridîye veya im am ı E ş'arîye tabi bulunm aktadır.
Allah Tealâ H azretleri H epsinden razı olsun, amîn.
( v j e J ÎJUİ j )
34 BÜYÜK İSLAM
M U K A D D İM E
Dünyamı' her tarafına yayılm ış olan m ilyonlarca Müslüman, İslâm tari-
hinin ilk asırl ardan zam anım ıza kadar ibadetler hususunda ve m uam elât
ile u k u b a t gib İslâm hukukunu teşk il eden m es'eleler hususunda, d ö rt bü-
yük m üçtehidden birinin m ezhebine tâb i olagelmişlerdir. Bu d ö rt m üçtehid,
şu zatlardır : &
1— İmamı A'zam, Ebû Hanife : adı Nu'mandır, babasının adı da Sâbit'dir. Hicri
(80) tarihinde Kûfe'de doğmuş, (150) tarihinde Bağdat'da vefat etmiştir. Rahmetullahi
Aleyh.
Sâbit, İmamı Ali Hazretlerine hizmet etmiş,nesli hakkında onun duasını almıştır.
İmamı A'zamm validesi, Sâbit'in vefatmdan sonra İmam Caferi Sadık ile evlen-
miş, İmamı A'zam da bu muhterem zatın yanında yetişmiştir.. Ashabı kiramdan birkaç
zatı görmüş olmak şerefini de hâizdir.
İmamı A'zama tâbi olanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyül' mezhep denir.
Biz Türkler ve sair ırklara mensup bir çok müslümanlar bu büyük müçtehidin mezhebine
tâbi bulunmaktayız. Binaenaleyh amelde imamımız, İmamı A'zamdır.
İmam Ebu Hanife Hazretleri, bütün ehli sünnet tarafından tebcil edilen dört büyük
müçtehidin birincisidir. İmamı A'zam denilince yalnız kendisi hatıra gelir. İlmi, zekâsı,
ahlâkı, zühd-ü takvası fevkalâde idi. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve
mükemmeliyet bütün müslümanlarca müsellimdir.
imamı A'zamm talebesi arasında da muktedir müçtehidler yetişmiş, fakat hepsi de
esas bakımından üstadlarına tâbi bulunmuş, hepsi* de Haneff fukahasından sayılmıştır.
Bunların en meşhurlan İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed , İmam Züfer gibi zatlardır.
İmam Ebû Yusüf, Yakub ibni İbrahim El-ensarîdir. Dedesi Sa'd, ashabı kiramdan-
dır. Kendisi (113) tarihinde Kûfe'de doğmuş, (182) veya (192) talihinde Bağdat'ta ve-
fat etmiştir. Ralraetullahialeyh. Hârunürreşidin kazıikuzatı bulunmuştu.
İmam Muhammed, Haseni Şeybaninin oğludur ; babası Şamlıdır, kendisi (135)
tarihinde Vasıt'da doğmuş, Kûfe'de yetişmiş, (189) tarihinde Rey şehrinde vefat et-
miştir. Rahmetullahiafeyh. Din ilimlerine dair doksan dokuz kitap telif ettiği rivayet
olunuyor. El-Mebsut,El-Ziyadat, El-Camiüssağir, El-Camiüssağir, El-Siyerülkebir, El-Si-
yerüssağir bu cümledendir. Bu kitaplardaki mes'elelere "Zahirür rivaye" denir. Bunlara
da zahirül rivaye kitapları denilir.
Haneff mezhebinde en muteber olan rivayetler de bunlardır. İmam Malikten hadis
okumuştur.
İmam Ebû Yusüf ile İmam Muhammede (İmameyn) denir.
İmam Züfer, İsfahanda, Basrada valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur.
İmam A'zamm kendisine büyük teveccühleri vardı. (110) tarihinde doğmuş, (158)
tarihinde Basrada vefat etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İlmihalimizin ibadetlere dair ihtiva ettiği mes'eleler,bütün İmamı A'zamm mezhe-
bine göre yazılmıştır. Maahaza bazı esasü mes'elelerde sair müçtehitlerin mezheplerine
de işaret olunmuştur. .. ..... „ - — ---------
İ LM İH A L İ 35
Mezhebi Haııefîdeki ihtilâftı ınes'eielerde evvelâ İmamı A'zamin, sonra İmam Yu-
süfiin, sonra İmamı Muhammedin, daha sonra da İmam Züfer'in kavli, içtihadı ihtiyar
edilerek o veçhile amel olunıır.Bu bir esastır. Bundan yalmz bazı mes’eleler müstesnadır.
Sırası gelince tasrih edilecektir.
2 - İmam Malik İbni Enes, (93) tarihinde Medinei Münevverede doğmuş, (179)
tarihinde Medinei tahirede vefat etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İmam Malik Müslümanlann vücutlarile bihakkın iftihar ettikleri dört büyük rnüçte-
hidin İkincisidir. Pek yüksek bir ilme, parlak bir zekâya, büyük Mr zühd ve takvaya ma-
lik idi. Mezhebi vaktile Emlülüse, bütün Mağrip ülkesine yayılmıştı. Bugün de Fas, Su-
dan, Trablusgarp, Cezayir, Yemen taraflarında câridir.
3 - İmam Muhammed ibnî İdıis El-Şafiî, (150) tarihinde Askalanda, veya Şam
beldelerinden Gazzede doğmuş, (204) tarihinde Mısırda vefat etmiştir. Rahmetullahi-
aleyh.
İmam Şafiî, nesebce Kureyşîdir, büyük dedesi ŞafT, gençliğinde Resûli Ekrem
(Sallallahü aleyhi vesellem) efendimize mülâki olmak şerefine ermişti, onun babası
Sâbit de Bedir gazvesinde islâmiyeti kabul etmiş, muhterem bir sahabıdir.
İmam Şafiî, dört büyük müçtehidin üçüncüsüdür. Pek büyük bir âlimdir, pek bü-
yük bir müfessir ve muhaddistir. Tıp ilminde, şiir ve edebde de ihtisası var idi. Mezhebi
şarka, garba yayılmıştır.
4 - İmam Ahmed ibni Muhammed ibni HanbelL Şeybaıı kabilesine mensûbdur.
Aslen Mervezli’dir, (164) tarihinde Bağdat'ta doğmuş, (241) tadilinde Bağdat'ta vefat
etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İmam Ahmed de pek büyük bir âlimdir, dört büyük müçtehidin dördüncüsüdür.
Hadis ilmindeki ihatası da fevkalâdiedir. Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu ri-
vayet olunuyor. "Müsned" adındaki kitabı, otuz bin hadisten müteşekkildir. Kuhistanî-
nin ifadesine göre elli bin yedi yüz hadisi muhtevidir. Ziihd-ü takvası, yüksek seciyesi,
her türlü medhin fevkindedir. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslâm âleminin sair bazı parça-
larına yayılmıştır.
Bu d ö rt k udretli, m übarek im am ın m ezhepleri kitap, sünnet, icmai
üm m et ve kıyası fukaha üzerine kurulm uştur.
K itaptan m aksat, K ur'am m übindir. Sünnetten m aksat, Peygam berim i-
zin mübarek, sözleri, işleri ve görüp de m en'etm eksizin sükût buyurm uş ol-
duğu şeylerdir. Peygam ber Efendim izin evvelce m en'etm em iş olduğu bir
şeyi görüp de ona karşı sükut buyurmalar^ o şeyin m eşru olduğunu gösterir.
ayni hikm ete m ebnî o hâdisenin tanı benzerinde de izhar etm ek ten ibaret-
tir. Bu ikinci hâdise hakkındaki hüküm de güzelce düşünülünce anlaşılır ki,
yine k itap ile veya sünnet ile veya icm a'ile sâ b it bu lu n m u ştu r. M üçtehit
ise yaptığı kıyas ile bu hükmü yeniden izhaı; etm iş, m eydana çıkarm ış olu-
yor.
Kıyası fukaha, bir iç tih a t m es'elesidir. Bunun m eşruiyeti, mem duhi-
y e ti ise şer'an sâb ittir ( jUıVl b \jj c tk ) emri Kur'anisi bu n a delildir.
Resûli Ekrem Efendim iz, üm m etinin fukahası için böyle b ir içtih ad ı caiz
görm üş, tahsin b uy urm u ştu r.
N itekim sahabei kiram dan Muaz ibni Cemel (Radiyallahü anh) Yem ene
kadı tayin olunm uştu. Peygam ber Efendim izin : Ya Muaz! ne ile hüküm
edersin?" Sualine "K itap ile hüküm edeceğim , onda bulam azsam sünnet ile
hüküm edeceğim , Onda da bulam azsam içtihadım la hüküm edeceğim " diye
cevap verm ekle Resûli E krem H azretleri : "A llah Tealâya ham dolsun ki
Resûlüniin elçisini Resûlünün razı olduğu şeye m uvaffak b u y u rm u ş" diye
m em nuniyetini izhar etm işti.
Binaenaleyh selâhiyetli zatların kıyas yolu ile iç tih a tta bulunm aları da
şer'an pek m em duh bulunm aktadır.
Kitap, sünnet, iç m a î üm m et ile kıyası fukahaya. (Edillei erbaa) (Usuli
erbaa) denir. Bütün m üçtehitlerin cum huru bu d ö rt delili kabul etm iş,
bütün yüksek müç tellitler, şer'î hükümleri b u d ö rt delilden birine veya bir
k açm a istin at ettirm iştir. A rtık b u delillerin hepsini de kabul etm ek bir ve-
cibedir. Bu deliller insanların haklarını, vazifelerini bildiren İslâm h u k u k u -
n u n inkişafım tem ine m ahsus birer ulvî feyz ve hikm et m enbaıdır. Müslü-
m anların dinî h ay atı b u d ö rt feyizli hikm et ve m aslahat kaynağından asla
m üstağni olamaz. *
Y ukarıda m übarek adlarım yazdığım ız d ö rt büyük im am , müslümanlar
hakkında b ir rahm eti İlâhîyedir. Bunlar edillei erbaadan dinî hükümleri çı-
karm ış, müslümanlara takip edecekleri yolu aç ık ç a gösterm işlerdir. A rtık
bunlardan herhangisinin m ezhebine uyan bir müslüman, hak ile b ir m ezhebe
intisap etm iş, Peygam berim izin yolunda b ulunm uş olıır.
Bu p ek m uhterem m üçtehitlerin hepsi de d in f m eselelerin esasında
m üttefiktirler. A ralarında b ir ayrılık y o k tu r. A ncak ikinci derece bulunan
bir kısım fer'ı m eselelerde ih tilâ f etm işlerdir. F a k a t güzelce incelenirse görü-
lür k i, bunların bir ço ğ u d a zah irî b ir ih tilâ fta n başk a değildir. Çünkü bu
m es'elelerin b ir ço ğ u n d a b u m übarek zatlardan biri b ir azim et ve takva
yolunu, diğeri de b ir ru h sat ve müsaade yolunu ih tiy ar etm iş, b u suretle
üm m eti m erhum enin önünde geniş b ir rah m et sahası açık bu lu n m u ştu r.
İşte ( iî-j j . l o f e - l ) = üm m etim in ih tilâfı bir rah m ettir hadisi şerifi
ile bun a işaret buyurulm uştur.
Evet.D üşünm eli ki, müslümâtiİıkta ibadetlere, m uam elelere ve saireye
ait ne kadar ço k m es'eleler vardır. Bunların hüküm lerini, K ur'am m übin ile
ahadisi nebeviyeden ve üm m etin icm aından bulup m eydana çıkarm ak öyle
her müslüman için kolay b ir şey değildir. Bu pek büyük b ir ihtisas işidir.
İşte b u yüksek m üçtehitler, b u vazifeyi m ücerret Hak Tealânm rızası
İL M İH A L İ 37''
için yapm ış, müslümanlara lâzım olan bütün m es’eleleri açıkça bildirm iş,
her asırda m ilyonlarca ehli islâm a rehber olm uşlardır. A rtık bu m uhterem
zatların islâm milleti için ne büyük hizm etlerde bulunm uş olduğunda,
bunların her türlü şükrana lâyık bulunduğunda kim şüphe edebilir.
Bu kıym etli âlim ler, büyük bir sâlâbet ve seciye ile ve pek güzel bir
niyet ile iç tih a t sahasında çalıştıkları için d ir ki, isabet <'ttikleri m eseleler-
den dolayı ikişer kat, isabet edem edikleri m es'elelerden dolayı d a birer k a t
sevaba nâil olm uşlardır.
Ş u n u d a ilâve edelim ki, bu d ö rt m üçtehidi â'zam a a it d ö rt m ezhepten
her birinin m üntesipleri, kendi m ezheplerinin daha doğru, daha isabetli,
sünnete, m aslahata daha m uvafık ve daha elverişli olduğuna kail bulunur.
Aksi takdirde o m ezhebi ih tiy ar etm elerinin hikm eti kalmaz.
F a k a t bundan dolayı diğer m ezheplerin kadrini azaltm ak da akılların-
dan geçm ez, b u d ö rt m ezhebin dördüne de hürm et ederler. Bu hürm et, ehli
sünnetin şiarıdır.
M alûm dur ki, islâm hukukunu ihtiva eden ilm e, "fık ıh" denir. F ıkıh,
lııgatta b ir şeyi hakkiie, küııhile bilm ek m ânasınadır. İbadetlere, m uam ele-
lere, cezalara dair dinî hükümleri bildiren ilm e, söylediğim iz gibi (ilmi fıkıh)
adı verilm iştir ki, yazdığım ız (İlmihal) bu ilmi fıkhın bir şubesi dem ektir.
Dinî hükümleri m ufassal delillerden, yani : Y ukarıda yazdığım ız
Edillei erbaadan anlayıp çıkarm aya m uk ted ir olan islâm âlim lerinden h er
birine (fakilı) cem ine de (fukaha) denir, M üçtehitler ise fukaham n en yük-
sek tabakasını teşkil ederler.
Dinî hükümleri tayin ve beyan etm ek selâhiyeti, bu kudretli fukahaya
aittir. Hafızalarında binlerce hadisi şerif, binlerce İlmî m es'ele bulunm uş o-
lan bir nice m unsıf âlim ler, din! hükümleri tayin hususunda sözü fukahaya
bırakm ış, b u pek ince, m üşkül vazifeyi ifa için kendilerinde selâhiyet gör-
m em işlerdir.
Filhakika m übarek isimlerile sahifelerim izi tezyin etm iş olduğum uz
d ö rt büyük îıuam dan, m uhterem m üçteh itten h er birine tâ b i olan zatlar
arasında öyle ihatalı, m ütefennin, kudretli âlim ler vardır ki, her biri ilim ve
irfan harikası iken içtih ad a cür'et gösterm em iş, b u eim mei arbaadan birine
intisabı kendisi için b ir şeref bilm iştir.
A rtık m ah d u t bilgili kim selerin kendilerinde böyle bir selâhiyet gör-
m eye nasıl hakları olabilir?.
E vet.İtiraf etm eliyiz ki biz, şerî meselelerin, hâdiselerin hükümle-
rini öteden beri âm m enin kabulüne m azhar olm uş olan o büyük m üçtehit-
lerden öğrenm ek m ecburiyetindeyiz. İçtih ad iktidarım h âiz olm ayan kim -
selerin d in î m eseleler h akkında — m üçtehitlerin m ezheplerine aykırı ola-
rak — kendi anlayışlarına göre hükm etm eleri, kendi düşüncelerine göre cevap
vermeleri indallah pek büyük m es'uliyete sebep olacaktır. Böylece bir kim -
se, vereceği cevapta isabet etse bile, bilm eksizin cevap verm iş olacağı cihet-
le, yine m esuliyetten kurtulam az. N itekim bir hadisi şerif : "Sizin ateşe a-
tıim aya en cüretkârınız, fetvaya, yani : Ş erî meselelere dair cevap verm eğe
en ziyade cüret göstereninizdir" m eâlindedir.
38 BÜYÜK İ SLAM
Bir kere düşünelim , bir kim se m eselâ tıbba,riyaziyeye veya h e y 'e t il-
m ine dair bilgisi olm adığı takdirde bunlara ait söz söylem eye, yazı yazm aya
cesaret edem ez. Cesaret edecek olursa büyük hatalara düşm üş, kendisini
teşh ir etm iş olur. A rtık b u ilim lerden daha geniş ve ehem m iyeti, m es'uli-
y eti daha büyük olan d inî ilimlere dair, k âfi derecede m alûm atı olmayan
kimselerin söz söylem eye, cevap verm eğe cür'et göstermeleri nasıl doğru
olabilir? Böyle bir cür'et büyük m esuliyetleri celb etm ez m i ? .
Yine b un u n gibi insanlann yapm ış oldukları kanun m addelerini bil-
m eyen kim selerin bu m addeler hakkında gelişi güzel söz söylem eleri, b un-
ların nelerden ib aret olduğunu ve nasıl tatbik edileceğini tayine kalkış-
m aları asla doğru görülemez. O halde bir kanunu İlâhî olan dinin yüksek
hüküm leri hakkında lâyıkile bilgileri bulunm ayan kimselerin söz söylem eğe,
cevap verm eğe kalkışm aları nasıl doğru olabilir?. însan b unun m anevî
m esuliyetini düşünerek titrem elidir. M addî m enfaatler, yüz gösterecek olan
m esuliyetlere asla tekabül edemez.
E ğer d ini hususlarda herkes, am m enin kabulüne m azhar oiınuş bulu-
nan m uhterem bir m üçtehide tâb i olmaz da kendi düşüncesine göre söz söy
leyecek olursa halk dinin ulvi m ahiyetini gaip etm iş, büyük bir dalâlet
içinde kalm ış olur. N itekim böyle zulm etü bir hal, geçm iş üm m etlerden
b ir çoğ un u n b aşına gelm iştir.
İşte b un un içind ir ki, İslâm m illeti, böyle b k dalâlete düşm em ek için
öteden beri d ö rt m uazzam m ü çtehitten birine tâ b i olmuş, onu rehber itti-
haz etm iş, o sayede m anevî m es'uliyetten kurtulm ak çaresini elde edebil-
m iştir.
Velhasıl : Bu d ö rt m üçtehidin büyüklüğünde onlara m ensup d ö rt m ez-
hebin hakkıyeünde cum huru müsliminin ittifakı vardır. Bu d ö rt m ezhepten
başkasına uyulm am ası hakkında da yine ammei ınüslimînin â d e ta bir itti-
fakı m ün'akit olm uştur. Çünkü bu d ö rt m ezhebi tesis eden d ö rt m üçtehit-
den h er biri, asrı saadete yakın bir zam anda yetişm iş, büyük b ir ilim ile, gü-
zel ameller ile, fevkalâde bir zekâ ile m u ttasıf bulunm uş, eserleri zam anı-
m ıza kadar m ahfuz kalm ış, asırlardan beri bütün m üslüm anlann teveccüh-
lerine nâil olm uşlardır. A rtık bu sayede m üslüm anlann arasında fazla ih ti-
lâ f kapısı kapanm ış, tam salâhiyet sahibi olm ayanların içtih a d a kalkışm ala-
rın a m eydan kalm am ıştır.
"A ra sıra yüz gösterecek bazı hâdiselerin, m es'elelerin hükümlerini
tayin hususunda ise b u d ö rt m üçtehitten birinin takip etm iş olduğu esasa,
vaz'ü iltizam etm iş bulunduğu usule m üracaat kâfidir. Bunlara tevfikan
d in î ilimlerde iktidarları, faziletleri müsellem olan zatlar tarafından b u gibi
hâdiselerin, m es'elelerin hükümleri hal tayin edilebilir.
Bu m uhterem d ö rt m üçtehide: (Eim m ei erbaa), imam» A 'zam dan baş-
ka üçüne de (Eim mei selâse) denir. Allah Tealâ H azretleri hepsinden razı
olsun.Amîn.
İL M İH A L İ 39
İKİNCİ KİTAP
TA H A R ETLER VE SULAR HAKKINDADIR
Uyanık bir ruhun inşirahı, sağlam düşünceli bir insanın kalben huzuru,
hakikî bir neşveye. bir saadete nâiliyeti ancak Hak Tealâya ib ad et sayesinde
elde edilir.
İbadet ve tâ a t zevkinden m ahrum olanlar, kendi yaradılışlarındaki
hikm etten gafil bulunan biçarelerdir.
Hak Tealâya kullukta bulunm ayanlar, b o rçlu oldukları şükran vazife-
sini terk etm iş, ebedî hayatlarım tehlikeye bırakm ış zavallı kimselerdir.
Hiç şüphe yok ki insanların refahı, selâm eti, hakikî varlığı Hak Tealâ-
ya güzel niyetle samimî bir kalb ile ibadet ve taa tta bulunm akla kaim dir,
ibadetlerin bir kısmı ise taharet ve nezafete m ütevakkıftır.
2— Müslümanlık, taharet ve nezafete büyük bir ehem m iyet verm iştir.
T aharet ki, m addî ve manevî surette tem izlik dem ektir, bir kısım ibadetle-
rin şartıdır, m ukaddim esidir, anahtarıdır. Tem izlik bulunm adıkça bu iba-
detler yerine getirilemez, tem izlik bulunm adıkça insan., Hak Tealâm n ma-
nevî huzuruna giremez. Nitekim bir hadisi şerifte : "Nezafe’t im andandır"
buyu rulm u ştu r. (1). Diğer bir hadisi şerifte de : "N am azın anahtarı, tem iz-
liktir" buy um lm u ştu r.(2)
Ayni zam anda tem izlik, sılıhata sebeptir, rızkın artm asına vesiledir.Ni-
tekim "Tem izliğe devam et İd rızkına genişlik verilsin " diye buyurul-
m uştur. (3)
Velhasıl : E hliyet ve salâhiyet sahibi olan her insan bir takım ib ad et-
lerle, taharetlerle dînen m uvazzaftır. Bir takım şeyleri yapm akla, bir takım
şeyleri de terk etm ekle m ükelleftir. Bunlara dair ilm ihalim izde oldukça
m alûm at verilecektir.
Ancak dinî kitaplarda, yazılarda, konuşm alarda ç o k kere tekerrür eden
bir takım tabirler vardır ki, ilk evvel bunların m ânalarım bilm ek lâzım dır.
Binaenaleyh evvelâ bunların Ifıgat ve ıstılah m ânalarını yazacağız.
dem ektir. Ş e r'an "Y apılan bir vazife ile Hak Tealâya taatda bulunm ayı ve
ona m ânen takarrup etm eyi kasd" etm ekten ibarettir.
Bir am elin bir ibadet olabilmesi için böyle bir niyete ihtiyaç vardır.
Meselâ : Biz nam azlarım ızı yalnız Allah T ealânm em rine ita a t etm ek, rı-
zasını kazanm ak için kılarız. İşte bu, namaz h akkında bir niyettir. Yoksa
m ücerret başkalarına gösterm ek veya öğretm ek veya bedence istifade e t-
mek iç in namaz tarzında yapılacak vaziyetler, b ir ibad et m ahiyetinde bu -
lunm uş olmaz. N iyete m ukarin olan bir taharet, m eselâ bir abdest de bir
ibadettir.
7— Teklif : Bir kim seye m eşakkatli bir şeyi em ir ve ilzam etm ektir.
İstılahta : Ş eriatı İslâm iyenin "eh liyet ve salâhiyet sahibi olan" insanlara
bir takım şeyleri yapm alarını, bir takım şeyleri de terk etm elerini em ir
ve ilzam buyurm asından ibarettir. Bunlar ile böylece dînen m em ur ve m u-
vazzaf olan bir insana da "m ü k e lj^ f' denir. Cem 'i "m ükellefîn"dir.
İnsanlar, ehliyetleri, kudretleri nisbetinde m ükellef olurlar. Akil ve
baliğ olan kim senin ehliyeti tam olacağından m ükellefiyeti de o nisbette
tanı bulunur.
8— A kl : R u h u n bir kuvvetidir ki, insan onun vasıtasile bilgi sahibi
olur. İyi ile kötüyü ayırır,eşyanın hakikatlarm ı sezebilir.
D iğer bir tarife göre akl, bir ruh anî n urd ur ki insana yürüyeceği yolu
aydınlatır, insanı haktan, h ak ik attan haberdar eder. Bu ruh î kuvveti haiz
olan kim seye "âk il" denir. Bundan m ahrum olana da "m ecnun"denilir.
9 — Bülûğ : M uayyen çağa yetişm ek, m uayyen vasıflan hâiz olmak
dem ektir. M uayyen vasıfları hâiz olan veya m uayyen y aşta bulunan kim se-
ye "baliğ, baliğa" denir. Ş öyle ki : İhtilâm olan, yani : U ykuda gördüğü bir
rüyadan dolayı kendisine yıkanm ak lâzım gelen bir erkek baliğdir. Evlen-
diği takdirde ço cu k yapabilecek genç bir erkek de baliğdir.
Baliğ veya baliğa olm a yaşının başlangıcı, b ir erkek ço cuk için tam
on iki ve bir kız çocuk için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu d a her
ikisinde tam onbeş yaştır.
Böyle on beş yaşını bitirm iş olduğu halde kendisinde ihtilâm gibi,
gebelik gibi büluğ eseri belirm eyen kimse, hükm en bâliğ sayılır.
10— Hüküm: Karar, icap, iktiza, nüfuz, âm iriyet, güzel akibet m âna-
larında kullanılır. İstılahda : Bir şeyin üzerine terettüp eden eser dem ektir.
M ükelleflerin fiillerine taallûk eden dinî hüküm lerden h er birine "hükm i
ş e r'î'' denir. Cem 'i A hkâm ı şer'îyedir.
M eselâ : Z e k â t farzdır, sirkat haram dır denilmesi birer hükmü ş e ı’-
îdir.
11— E t1âli m ükellefin : M ükellef insanların yaptıkları işlerdir ki:
Farz, vacip, sünnet, m üstehap, helâl, mübah, m ekruh, haram , sahih, fasit,
batıl gibi kısım lara ayrılır.
12— Farz : Yapılm ası dînen k a t'î surette lâzım gelen h e rh a n g i bir va-
zifedir ki, farzı k a t'î ve farzı zanni kısım larına aynldığı gibi farzı âyn, ve
farzı kifaye kısım larına da ayrılır. '
13— Farzı k a t'î : M uhakkak şer'î bir delil ile sâb it olan, ya'ni : Ya
42 BÜYÜK İSLAM
k u r’anı m übinin sarih bir âyetile veya peygam berim izin hadisi şe rif dem len
sarih, sâbit. bir m übarek söz ile yapılması k a fiy e n bildirilm iş olan vazifedir.
Nam az, z e k ât gibi.
14— Farzı zanm : m üçteîıitlerce kat'! bir delile yakın derecede kuvvetli
gölülen zannî bir delil ile sâbit olan vazifedir İd, amel hususunda farzı k a t'î
kuvvetinde bulunur. Buna "F arzı amelî" de denir.
M aamafih böyle bir şeye delilinin zannî olm asından dolayı "V acip"
adı da verilir . Bu halde farzi amelî, farz nevilerinin zaifi, vâcip nevilerinin
de kuvvetlisi bulunm uş olur. N itekim abdeste m u tlâk a başa m eshetm ek,
bir farzı k a fid ir, başın d ö rtte biri m iktarına m eshetm ek ise bir farzı amelî-
dir. T'm s ^ r iu b 'Â M ‘j / i'jv û -l'.,' m n‘j y u m :M ;jrh*»r'. . ...deJvid
15— Farzı ayn : M ükelleflerden her birinin yapm ası lâzım gelen farz-
dır. Beş vakitteki nam azlar gibi.
16— Farzı kifaye ; m ükelleflerden bazılarının yapm alarile diğerlerin-
den sakıt olan, yani: Onlar için yapm ak m ecburiyeti kalm ayan farzlardır.
Cenaze namazı gibi.
Farzların yapılm asında büyük sevaplar vardır. Özürsüz yere yapılm am a-
sı da azabı İlâhîye sebeptir. Farzı kifayeyi müslüm anlardan bir kısm ı yapm a-
dığı takdirde bundan haberleri olup bunu yapm aya m uktedir bulunan bü-
tün Müslümanlar, Allah Tealâ indinde m es'ul, günahkâr olurlar.
Bir farzı k a t'iy i inkâr, küfürdür. Bir farzı amelîyi in k â r da bid 'attır,
günahı m üstelzimdir. Bütün bunlar, farzların hükmüdür. F aizin cem 'î : Fe-
raizdir.
17— V âcib : Yapılması şer'an k a t'î derecede bir delil ile sâ b it olma-
m akla beraber herhalde pek kuvvetli bir delil ile sâ b it bulunan şeydir.
V itir ve bayram nam azlan gibi.
V âciplerin yapılm asında sevap , terk edilm esinde de azap vardır.
İn k â r edilmesi b id 'attır, m a'siyettir. Bunlar da vâciplerin hükmüdür. "V eci-
be" tabiri bazen farz, bazen de lâzım , vâcip yerinde istim al edilir. Cem 'i :
V ecaip'dir.
18— Sünnet : Resûli Ekrem (S,A.) efendim izin farz olm ayarak yapm ış
oldukları şeydir. "Sünneti müekkede " ve "Sünneti gayri m üekkede" kısım-
larına ayrılır. Sünneti seniyenin bir m ânası da m ukaddim ede geçm iştir.
Sünnetin cem 'i : Sünen'dir.
19— Sünneti m üekkede : Peygam ber efendim izin devam edip pek az
terk buyurm uş oldukları sünnettir. Sabah, öğle ve akşam nam azlarının
sünnetleri gibi.
İslâm dininde pek m ültezem olan ezan, ikam et, cem aata devam gibi
sünnetlere : "sünııeni lıüda" denir ki, bunlar da birer sünneti müekkededir.
2 0 — Sünneti gayri m üekkede : Fahri âlem efendim izin ibadet maksa-
diyie ara sıra yapm ış oldukları şeydir. Yatsı ve ikindi nam azlarının ilk sün-
neti gibi.
Resuli Ekrem efendim izin yiyip içm eleri, giyinip kuşanm aları, otu ru p
kalkm aları gibi sireti ııebeviyelerine ait şeylere de "süneni zevaid" adı ve-
rilm iştir ki, bunlar da birer sünneti gayri m üekkede dem ektir.
İLM İH A L İ 43
37— Hadesi asgar : Tahareti suğra ile, m eselâ yalmz abdest ile zâil o-
lan taiıaretsizlik halidir. Bevl etm ek ve ağız, b urun gibi bir uzuvdan kan gel-
m ek sebebiyle vücude gelen hades gibi.
3 8 — Hadesi ekber : Tahareti kiibrâ ile, yani : Ağzı, burnu ve bütün be-
deni yıkam akla giderilen taiıaretsizlik halidir. Bu da cünüpliikten ve lıayiz,
ııifâs denilen ânzaîardan ileri gelir. N itekim ileride tafsilâtı görülecektir.
39— Habeş : M addeten temiz olm ayan, n â p â k denilen herhangi bir
şeydir. Buna "N ecis" ve "N ecaseti hakikiyye” de denir. Ş ö yle ki : Esasen
veya ârızi olarak tem iz bulunm ayan b ir m addeye : "N ecis" "N ecaset"
denir. Cem'i : Encas'tır. M eselâ Sidik esasen necis olduğu gibi sidikli bir li-
bas da necistir, yani pistir, m urdardır.
Esasen m urdar olan şeye "N eces" de denilir.
Hakikî Necasetler, namazda m a’füv olan m iktarlarına nazaran : "N ecase-
ti hafife", "N ecaseti galize — m ugallâza" kısım larına ayrıldığı gibi akıcı
olup olm am aları itibariyle "m ayi" ve "câ m id " kısım larına ve görülüp görül-
m em eleri bakım ından da "N ecaseti m er'iy ye" ve "N ecaseti gayri m er'iyye"
kısımlarına ayrılır.
40— Necaseti hafife : Pis olduğuna dair hakkında : başka bir delil ile
m uarız olmak üzere : ş e r'î bir delil m evcut olan şeydir. Bu kabil necasetler,
bir delile göre m urdar görülm ekte ise de diğer b ir dehle göre m urdar sayıl-
m am ak lâzım gelm ektedir. E ti yenen hayvanların bevilleri gibi.
4 1 — Necaseti galiza : Pisliği hakkında şer'i bir delil m evcut olup hilâfı-
na b a şk a delil bulunm ayan şeydir. L âşe gibi.
4 2 — Necaseti m er'iyye : Hacm i olan veya k u ru d u k tan sonra görülen
her hangi bir pis m addedir. A km ış kanlar gibi.
4 3 — Necaseti gayri m er'iyye Câm id bir hacm i olm ayan veya bulaş tı-
ğı yerde k u ru d u k tan sonra görülm eyen herhangi m urdar b ir m addedir. Si-
dik gibi.
Velhasıl gerek hakikaten ve gerek hükm en tem iz olm ayan şeyler, bazı
ibadetlerin yapılm asına m ân idir ; bunları usulü dairesinde tem izlem ek lâ-
zım dır.Tem izlik hususunda en ziyade kullanılan şey ise sudur.
Binaenaleyh hangi şeylerin tem iz olup olm adığını ve tem iz olm ayanların
nasıl tem izleneceğini bilm ek her müslüman için lâzım dır. Bu hususlara dair
ş e r'î şerif bakım ından sırasiyle bilgi verilecektir.
Sulann kısımları: V..Iİ
4 4 — Sular şer'an iki kısım dır. Biri, m utlak sulardır ki, su denildiği za-
m an yalnız bir kısım hatıra gelir, bunlar yaratıldıkları vasıf üzere d uran yağ- i
m ur, kar suları, deniz , göl, ırm ak, pınar, ku yu sularıdır. Bunlardan her biri-
ne "M âi m utlak" denir.
Diğeri m ukayyet sulardır ki, her hangi bir m addenin kanşm asile yara-
tılm ış oldukları halden çıkm ış ve hususî b ir ad almış olan sulardır. Gül sula-
rı, çiçek suları, asma, üzüm, e t suları gibi. Bunlardan her birine de "M âi m u-
k a y y e t" denilir.
4 5 — M ukayyet sular, biri aslî, diğeri de gayri aslî, olm ak üzere iki tür-
lüdür. Aslî olanlar: Kavun, karpuz, asma ve gül sulan ve emsalidir. Gayri aslî
46 BÜYÜK İSLAM
necaseti hükm iye giderilemez. Çünkü şer'î şerif, o gibi tem izlikler için m u t-
lak sulan tayin b u y u rm u ştu r. F a k a t m uk ayy et suların b ir kısm ı içilebilir,
yem eklerde kullanılabilir. Bunların yağlı ve lüzucetli olm ayıp sıkm akla
akıp gidecek bir halde bulunan kısmile m addeten tem iz olm ayan şeyler,
yani: H akikî necasetler giderilebilir.
52— İçlerine düşen bazı şeylerden dolayı m utlak sular, tem izliklerini
kaybedeceği gibi, m ukayyed sular d a kaybeder. O halde bunların hiç biri
ne hükm î ve ne de hakikî necasetleri giderm ek iç in kullanılm az. N itekim
ileride bildirilecektir.
Su artıkları hakkında hükümler:
iıo b ,u?. •iîl ak tmbc " u u oA ır/ a H ” ivusörn 6ni£ckk'n.-/ı = > i£*e w,\
5 3 — Az ve durgun su artıklan şu kısım lara ayrılır.
(1) Tem iz ve tem izleyici v e k erah etten hâli olan artıklardır. Bunlar ;
ağızlan tem iz olan bilum um insanların, deve, sığır, k oy un gibi eti yenen
ehlî hayvanlann, atların ve attan veya inekten doğ m u ş katırların ve etleri
yenen vahşi hayvanlar ile kuşların artıklarıdır. Binaenaleyh bunlar hem iç i-
lebilir, hem de tem izlikte kullanılabilir.
A ğızlan tem iz olm ıyanlann artık lan ise, tem iz değildir. Ağız dolusu
kusan veya şarap iç e n kim senin kusm ası veya içm esi akabinde içtiğ i suyun
artığı gibi.
(2) Kullanılm aları m ekm h olan artıklardır. Bunlar : Kedilerin, tavuk-
ların, atm aca, şahin, doğan, çaylak, k artal gibi yırtıcı kuşların, pislik ye-
m ekten çekinm eyen koyun, keçi gibi hayvanların artıklarıdır.
Başka su varken b u n lan n içilm esi ve taharette kullanılm ası tenzihen
m ekm htur. F ak at başk a su bulunm ayınca, bunlar içilebilir ve bunlar ile
tem izlik yapılabilir. Bunlar var iken teyem m üm yapılm ası câiz olmaz.
(3) Kullanılm aları m eşkûk olan artıklardır. Bunlar, ehlî m erkeplerin
ve bunlardan doğm uş k atırlan n ar tıklandır... Bunlar ile b a şk a su b ulunm a-
dığı takdirde hem abdest alınır, hem de ih tiy aten teyem m üm yapılır.
M eşkûk bir su ile m eşkûk olm ıyan b ir su birbirine karışacak olsa tar-
tıca galibine göre hükm olunur. Müsavi olunca yine ih tiy aten teyem m üm de
yapılır.
(4) Necis = m u rd ar sayılan artıklardır. B unlar : K öpek, k u rd , arslan,
kaplan, hınzır gibi yırtıcı hayvanların, vahşi kedilerin artıklarıdır. Bunlar;
ne taharette kullanılır, ne de bir zaruret bulu nm adıkça içilir.
54__ Terler ve lııablar, y a n i: Salyalar, ağızdan akan sular, hüküm itib a -
riyle artıklar gibidir.Binaenaleyh artığı tem iz olanın terleri , salyaları da
tem izdir. A rtığı m ekruh veya m eşk ûk olanın terleri, salyaları da m ekruh
veya m eşkûktür.
A rtık lan temiz olm ıyanlann terleri, salyaları da tem iz değildir.
İm am ı A ’zam a göre atların terleri, salyalan tem iz olduğu gibi m erkep-
ler ile katırların terleri, salyaları da tem izdir.
55- Bir yerde bulunan kaplardan bir ço ğ un da tem iz, bir azında d a te -
miz olm ayan sular bulunsa, taharriye - araşürm aya lüzum görülür. Yani,
İLMİHALİ 49
hangilerinin tem iz olduğu, galip rey ile tayin edilir ; artık onlardan içilir ve
abdest alınarak gusledilir. Çtinkii hüküm, galibe göredir. F a k a t tem iz olm a-
yanlar ç o k veya tem iz olanlara müsavi ise, içm ek ve yem ekte kullanılm ak
için araştırm a yapılabilir, am m a abdest ve gusl iç in araştırm a lâzım gel-
mez. Bu sular, döküldükten veya hayvanları suvarmak iç in birbirine k a rıştı-
rıldıktan sonra teyem m üm yapılır.
5 6 —K uyular, sulan ne kadar ç o k olursa olsun, satıh lan yüz arşın mu-
rabbam a baliğ olm adıkça veyahut daim a akıp giden b ir sıt yolu üzerinde
b ulu nm ad ıkça küçük havuz lıükm ündedirler. Binaenaleyh içlerine düşecek
şeylerden dolayı haklannda aşağıdaki hükümler cereyan eder.
5 7 — İnsam n veya eti yenen koy u n , deve gibi bir hayvanın için e düşüp
diri olarak çık tığ ı k u y u suyu pis olmaz. M eğer ki üzerlerinde necaset
bu lun duğ u bilinsin.
Kezalik: K atır'm , m erkebin ve atm aca, şahin, çaylak gibi y ırtıcı bir
k u şu n ve köpeklerin, k u rd , kaplan gibi canavarların için e düşüp diri olarak
çık tık ları sular da pis olamaz. M eğer k i ağızlannm salyası suya dokunm uş
olsun. O takdirde o su, bu salyanın hükm üne tâ b i olur. Her hayvanın sal-
yası ise artığı hükm ündedir. N itekim evvelce bildirilm iştir.
5 8— Bir kuy u n u n için e fare, serçe veya b u cüssede sair b ir hayvan dü-
şüp ölse, henüz şişm em iş olunca b u hayvan çıkarıldıktan sonra yirm i kova
su çekilir, bu vâciptir. Bu kadar su çıkarılm adıkça k u y u n u n suyu temiz
olmaz. Bu kuyudan otuz kova su çıkaıılm ası ise, m üstehaptır.
5 9 — Bir k uy u n u n için d e kedi, tavuk, güvercin veya b u cüssede sair bir
hayvan düşüp ölse de daha şişm eden çıkanlsa, o ku y u d an kırk kova sıı çık a-
rılır. ; bu vâciptir. Elli veya altm ış kova çıkarılm ası ise, m üstehaptır.
6 0— Bir k u y u n u n suyuna velev k i bir k atre k an veya şarap veya sidik
gibi bir m ayi'kanşsa, veya için e b ir hınzır düşse veya k o y u n , k eçi gibi cüsse-
si büyük b ir hayvan düşüp ölse veya serçe, fare gibi cüssesi küçük b ir hayvan
düşüp ölm ekle beraber şişm iş veya dağılm ış veya tüyleri dökülm üş bulunsa,
o k u y u n u n bütün suyunu — b ir kova dolduracak kadar — kalm aym caya k a-
d ar çıkarm ak icabeder. Ş u k ad ar var ki, k u y u n u n suyu ç o k olup m ütem a-
diyen kayn am akta bulunursa, iki yüz kova çıkarm akla ik tifa olunabilir;
b u vâciptir. Üç yüz kova çıkarılm ası ise m üstehaptır. H a ttâ ih tiy ata m ebni
k u y u n u n bütün suyu takdir edilmeli, o kadar su çıkarılm aM ır.M eselâ :İçiıı-
de b e ş yüz kova su bu lun du ğ u tak d ir edilirse, o kadar su çıkarm aya çalışıl-
m alıdır. Bazı zatlara göre fetva da b u cihetledir.
6 1 — Bir kedi k ö p ek ten veya b ir fare kediden veya b ir ko y u n k u rd d an
k orku p k açark en ölm eksizin k u y u y a düşse, k u y u n u n bütün suyu m urdar
olm uş sayılır. Çünkü bunların b u halde işem eleri kuvvetle m elhûzdur. F a -
k a t m üftabih görülen, diğer bir kavle göre, b u halde k u y u pis olm uş sayıl-
maz. Bu hal, zarûrete m ebni ma'füvdür.
F: 4
sû BÜYÜK İ SLAM
7 3 — Esasen bütün yer yüzü, bütün m adenler, bütün sular, bütün otlar,
ağaçlar, çiçekler, m eyveler, hınzırdan b aşk a bütün hayvanlann dış bedenle-
ri —m u rdar bir şeye m ukarin olm adıkça: tem izdirler. M eselâ: Diri köpeğin,
filin tüyleri, derileri tem izdir. Bunlara d o k u n an su da tem izdir. Binaenaleyh
b u n lan n dokunm ası elbisenin tem izliğine m ân i olmaz. H ınzınn kılları da
badana yapm ak, ayakkabı dikm ek hususunda — b ir zarurete m ebni — kulla-
nılabilir. B ununla yapılan badana veya dikilen bir ayakkabı pis sayılmaz.
Kezalik : Bir su kovası, hınzır kıllan n d an yapılm ış bir fırça ile b o y an -
m ış ve b u b o y a kuruyarak suyundan eser kalm am ış olunca, tem iz sayılır.
A rtık bu kova ile k uyudan su çıkanlabilir. H a ttâ b u kıldan az b ir m iktarı,
içine düşdüğü b ir suyu d a bozm az. Bu, İm am M uham m ede göredir. M uhtar
olan da budur. İm am E bu Y usuf a göre b u kıllar, içine düşdüğü suyu bozar.
Çünkü bu kılların istim ali b ir zarurete m ebni câiz görülmüştür. Su içine düş-
mesi ise, b u zaruret dışındadır. Bunların fırça olarak kullanılm ası da hoş gö-
rülm em ektedir. B unların yerine b aşk a kullanılacak şey bulunduğu takdirde
kullanılm am alan, şüphe yo k k i evleviyette kalıı-.
BÜYÜK İSLAM
92— M addeleri i'tib ariyle şer'an tem iz sayılm ayan şeyler, nam azın
sıhhatine m ani olacak m iktarları bakım ından galiz ve hafif kısım lara aynlır.
Galiz olanlar şunlardır :
(T) İnsanlara aid sidikler, tersler, m enller, bevilden sonra gelen ” ve-
d î" adındaki m âyiler, m ülâabe zam anında tenasül uzuvlarından çıkıp "me-
zî" denilen ru tu betler, ağız dolusu kusuntular, her hangi bir uzuvdan çıkıp
akan kanlar, vücutlanndan kesiüp düşen e t ve deri parçaları.
Kadınlara m ahsus â d e t , lohusalık ve istihâze hallerindeki kanlar da bu
cümledendir.
(Ş afiîler ile Hanbelilere göre m enî tem izdir.)
54 BÜYÜK İ SLAM
9 3 — Tem iz olm ayan şeyler : Gerek galiz ve gerek hafif kısm ından ol-
sun, m addî şeyleri mülevves etm ek, m eselâ az bir suyun tem izliğini gider-
m ek hususunda müsavidirler, P âk olm ayan şeyler, bu bakım dan galîza ve
hafîfe kısım larına ayrılmaz. A ncak nam azın sıhhatine m anî olup olmamak
i'tibariyle bu kısım lara ayrılır ve haklarında aşağıdaki hüküm ler cereyan
eder.
94— Necaseti galîza sayılan bir şey'in : Câm id ise bir m iskaldan, yani
yirm i kırattan, m âyi ise d ayası sahasından geniş mikdarı, giderilmesi kabil
ohınca nam azın sıhhatine m ani' olur. Bu m iktarlar ise necaseti kailledir,
nam azın sıhhatine m ani'olm ai, m a'füv sayılır.
İL M İ H A L İ 55
Binaenaleyh namaz kılan kim senin libasında veya namaz için ayağını
bastığı yerde, bir miskaldeıı biraz fazla câm id necaseti galîza bulunsa,
namazı sahih olmaz. Secde ettiği yere gelince, bu hususta İm am ı A 'zam dan
iki rivayet vardır. İm am ı M uham m edin rivayetine göre, burada d a bir mis-
kalden fazla necaseti galîza bulunsa, namaz fâsid olur. İm am Ebû Yusııfun
rivayetine göre fâsid olmaz.
96— Temiz olm ayan şeyleri tem izlem ek için, m ahiyetlerine göre m uh-
telif yollar vardır. Bunların başlıcası su ile yıkam ak ve kaynatm akla tem izle-
m ektir. Diğerleri de silm ek,kazım ak, ovalamak ve saire ile tem izlem ektir.
Bunları sırasiyle yazıyoruz :
m araen zâil olursa bir daha yıkam ak — essaiı olan kavle göre - her halde
lâzım gelmez. Bulaştığı şeyden rengi zâil olm ıyacak bir halde bulunursa o
şey, kendisinden bem beyaz su akıncıya kadar yıkanır, m urdar b o y a ile
boyanm ış kum aşlar, kaplar gibi.
M er'î olm ıyan necasetler ile bulaşm ış olan şey b ir kap içinde üç d e f a
yıkanarak her d e fa sın d a sıkılmakla tem iz olur. Sıkmak hususunda yıkaya-
nın kuvvetine i'tib a r olunur. Son sıkışında hiç sil dam lam ayacak derecede
sıkm ak lâzım dır. Bunun neticesinde hem yıkanan şey, hem yıkayanın eh,
hem de kullanılan kap tem izlenm iş olur.
Başka başka kaplarda, teknelerde yıkanınca birinci kap üç d e fa , ikin-
ci kap iki d e f a , üçüncü kap d a b ir d e f a yıkanm akla tem izlenm iş olur.
Bir kelbin yaladığı bir kap da üç d e f a yıkanm akla p â k olur. M aam a-
fih böyle bir pis şeyin koku, tadı büsbütün kalm am alıdır. M eğer ki kokusu-
nun tam am en giderilmesi pek güç olsun, o halde bu koku eserinin kalm ası
bağışlanm ış olur.
Pis olan bir şeyi su ile yıkam ak hususunda akar su ile durgun su ve
bir kap içind e yıkam akla kap içind e yıkam am ak müsavidir. Elverir ki, su
sâfi b ir hale gelmiş olsun. Bu lıususta sıcak su veya sabun ile saire kullanıl-
ması , güçlükten hali olm adığı cihetle, her halde icap etmez.
K eçe ve saire gibi sıkılmaları mümkün olm ayan pis şeyler, kap içinde
üç d e f a yıkanır ve her yıkayışda suyu süzülüp dam lalar kesiliııceye kadar
bırakılırsa tem izlenm iş olur. Fazla kurum asına lıaçet yoktıır.B öyle bir şey
akar su içind e veya üzerine sular dökülm ek suretiyle yıkanırsa kendisinde
necasetin eseri kalm ayınca tem izlenm iş olur. A yrıca sıkılmasına, k u ru tu l-
masına, tekrar tekrar suya sokulm asına lüzum kalmaz.
M urdar bir kına ile boyanm ış bir uzuv iiç kere yıkanm akla tem iz olur.
K ınanın uzuvda kalan rengi zarar vermez. Ve bir uzva doku nan kan gibi bir
m adde üç kere yalayıp tükürm ekle eseri zâil olsa hem o uzuv, hem de yala-
yanın ağzı tem iz olur.
T opraktan yapılıp a te şte pişirilm iş olan kaplar, pis olunca her defasın-
da dam lalar kesilm ek üzere iiç kere yıkanılıp kötü k o kusunun tam am en gi-
derilmesile tem izlenir. Bir kavle göre bu kapların yenisi a te şte alazlanm akla
pâk olur.
T ahtadan veya to praktan yapılm ış yeni kaplar, pis olunca üç defa
yıkanır ve her defasında kuru tulur, pisliğin rengi, rayihası tam am en gidince
p â k olur. Çünkü bunların o pis şeyi em m iş olm aları m elhuz-
dur.
İçine m urdar bir şey düşm üş olan m ayi’halindeki bir yem ek veya zey-
tinyağı, bir kap için de üç defa üzerine su dökülüp çılkalandıktan sonra alın-
m akla tem izlenm iş olur.
Tem iz olm ayan bir su içinde kalıp şişm iş olan buğday, arpa gibi şey-
ler üç d e f a suda ıslatılır, suyu çekilip de şişkinliği gidince tem izlenm iş olur
Görülm eyen bir necaset, bedenin veya çam aşırın hangi tarafına do k u n -
m uş olduğu unutulsa veya neresine dok undu ğunda şüphe edilse o bedenin
İL M İH A Lİ 57
veya çam aşırın bir tarafı yıkanınca — m uh tar olan kavle göre — her tarafı
tem iz olm uş sayılır. F a k a t tam am ını yıkam ak ih tiy ata daha uygundur.
Üzerinde necaset veya m eni bu lu nan kimse, bunun ne zam an b u laştı-
ğım tayin edem ezse necasette son abdest bozduğu ve m enide son uyku
u yuduğu vakitten itibaren kılm ış olduğu nam azları yeniden kılar.
Bir çeşm enin su boruları teneccüs etm iş olsa içinden akacak p â k su
ile necasetin eseri kalm ayıp tem izlendiğine k an aat hasıl olunca p âk olm uş
olur.
Kendisine pis bir su ile su verilmiş bir b ıçağ ın içi de dışı da m urdar
olm uş olur. Bu halde dışı yıkanm akla veya tem iz bir şey ile silinmekle
tem iz olur, artık onunla et, karpuz gibi şeyler kesilebilir. F a k a t bununla
içi tem iz olm ıyacağm dan üzerinde b ulun an kim senin nam azı sahih olmaz,
içerisinin tem iz olması ise ateşe sokularak kendisine tem iz su ile üç d e f a
veya bir defa su verilmekle olur.
Pis çam urdan yapılm ış olan desti, bardak gjbi şeyler, a te şte pişip ken-
disinde necaset eseri kalm ayınca tem izlenm iş olur.
Boğazlanm ış bir hayvanın kellesi veya h er hangi bir m aden parçası üze-
rindeki kanlar, ateşe konulup da yanar giderse tem iz olur.
K endilerine pis yaşlık dok un m uş olan fırınlar, tennûrlar, içlerinde ya-
nan ateş ile tem izlenm iş olurlar, artık kendilerinde ekm ek pişirilebilir.
Bıçak, cam, abanos, cilâlı tahta, düz m erm er ve tepsi gibi şeyler, yaş
veya kuru bir necis ile kirlenir de yaş bir bez iie veya sünger ile veya to p rak
ile veya yaprak gibi bir şey ile, o necisin eseri kalm adığına zanni galip hasıl
58 BÜYÜK İ SLAM
olacak derecede, silinirse tem izlenm iş olur. Binaenaleyh k ana bulaşm ış,
sonra da tem iz b ir bez ile veya toprak ile tam am en âlin m iş b ir bıçağ ın veya
kılıcın üstte bulunm ası nam azın sıhhatine m ani'olm az.
Yer yüzü ve yer yüzünde sâb it bulunan her hangi b ir şey, pis olunca
kurum akla temizlenir. Şöyle ki : Bir yer parçası : Güneş, rüzgâr veya ateş
ile kuruyup üzerindeki pisliğin eseri kalm ayacak olsa p â k olm uş olur.
Binaenaleyh üzerinde namaz kılm abilir. Ş u kadar var ki, bu nu nla teyem -
müm câiz olmaz. Çünkü böyle b ir yer tem iz ise de tem izleyici değildir.
Yerde sâ b it bulunan ot, ağaç, döşenm iş taş, tuğla, kirem it gibi şey-
ler de kendilerine bulaşan necasetin eseri kalm am ak üzere kurum akla tem iz-
lenm iş olur. F a k a t yerde sâb it olm ayıp koparılm ış veya çıkarılm ış olan
otlar, ağaçlar, taşlar, tuğlalar, kerpiçler ve saire kendilerinde necasetten
eser kalm adığına dair zanni galip hasıl oluncaya kadar yıkanm akla tem iz-
lenir, kurum aları k âfi değildir. Ş u kadar var ki, cilâlı olm ayıp sert, katı,
huşunetti olan taşlar, yerden ayrılm ış olsalar da kurum akla tem iz olurlar.
D eğirm en taşlan gibi, çünkü bunlar pisliği içlerine çekip aldıklan cihetle
yeryüzü hükm ündedirler.
Pis olan bir yeryüzü, necasetin eseri gidinceye kadar üzerine su akıt-
m akla veya necasetin kokusu alınm ayacak derecede üzerine tem iz toprak
sermekle temizlenir.
İLM İHA L İ 59
(7) : Suyun cereyanı veya kaybolm ası yolu ile tem izlenm e :
İçine necaset düşm üş olan küçük bir su, m eselâ : A lelâde bir havuz,
veya su dolu bir ham am kurnası, bir tarafından veya üstündeki m usluktan
su gelip üzerinden az çok akıp gitm ekle tem iz olur. Elverir ki, necaset eseri
belli olmasın. Bu, b ir akar su dem ektir. F a k a t b u gelen suyun, altındaki bir
delikten çıkıp gitmesi k â fi değildir.
Temiz olm ayan bir şey, b a şk a b ir m ahiyet alınca tem iz olur. M eselâ
Bir m erkep veya bir hınzır, diri veya ölü olarak tuzlaya düşüp de tuz kesilse
tem izlenm iş olur.
Kezalik: Pis bir m adde, m eselâ ; b ir yığın gübre top rak kesilse, b ir te-
zek yanıp kül olsa, b ir şarap sirkeye veya misk ahusunun kanı m isk'e dö n e-
rek değişse tem iz olur.
Pis bir yer, alt üst edilmekle, pis bir zeytin yağı sabun haline getiril-
m ekle tem izlenm iş olur.
Bir şıra veya bir şarap, içine her hangi m urdar b ir şey düşüp dağıldık-
tan sonra sirke yapılm akla tem izlenm iş olmaz. Fare düştüğü takdirde de
böyledir.
Kezalik : M urdar bir süt, p eynir yapılm akla, veya pis b ir buğ day öğü-
dülmekle veya u n u ndan ekm ek yapılm akla ve m urdar b ir susam dan yağı
çıkarılm akla tem iz olmaz. Çünkü bunlarda istihale yoktur.
H arm anda döğülen buğday, arpa gibi bir şey 'in m uayyen olm ayan bir
m iktarı hayvanın kaşanm asiyle m urdar olduktan sonra ondan o m urdar
olan kısm a müsavi veya zait bir m iktar her ne suretle elden çıkarılm ış olsa
hem bu m iktar, hem de m ütebaki kısmı tem iz sayılır. Çünkü b u n u n um um i
h ey 'etm d e tem izlik asildir, m uhakkaktır. Tem iz olm ayan m iktarın hangi
kısım da kaldığı ise m eçhuldür, m eşkûktür. Binaenaleyh asıl olan taharet,
şek ile zâil olmaz.
B öyle bir buğday vesaire bölüşülm ekle veya kısm en yıkanılm akla da
tem izlenm iş olur.
Y ansından az ve gayri m uayyen bir m ik tan pis olm uş bulunan bir
pam uk tam am en atılınca tem izlenm iş olur.Fazla m iktarda olursa tem izlen
ınez.
H ınzırdan başka herhangi bir hayv anın derisi, m eşru surette boğaz-
60 BÜYÜK İSLAM
lanmasile tem iz olur. Binaenaleyh böyle bir derinin üzerinde namaz kıhna-
bilir. Etine gelince eğer yenm esi helal olan hayvanlardan ise e ti de tem iz
oiur. F ak at e ti yenm ez hayvanlardan ise — m üftebilı olan kavle göre — eti
temiz olmaz. Bu halde bundan bir miskal m ik tan bir kim senin üzerinde
bulunsa, nam azın sıhhatine m ani' olur. Maahaza boğazlanm asiyle eti
temiz olsa da yine yenilem ez. Çünkü h er tem iz olanın m u tlâk a yenm esi
helâl olmak iktiza etm ez.
Hınzırdan başka her hangi hayvanın derisi, dibagatle de tem iz olur.
Dibagat, iki türlüdür. Birisi: "H akiki dibagat"dır ki, şap, mazı, tuz ve
emsali şeyler ile yapılır. Bu suretle deriler, postekiler kokm aktan, ru tu b e t-
ten kurtulur. Diğeri de: "H ükm î d ib a g a f'd ır ki, derilere, postekilere toprak
serpm ekle, onları güneşe, havaya, rüzgâra karşı bırakm akla yapılır. İşte bu
iki suretten birile dibagat gören bir deri, tem izlenm iş olur. Binaenaleyh
bunun üzerinde namaz kılm abilir, bu n u n üzerine almış giyinm iş olan kim -
senin namazı sahih olur.
Dibagatle postekilerden necasetli ru tu b et, zail olur. Hınzır derisi ise
büsbütün pistir, bundan yalnız ru tu b e tin zevali k âfi değildir.
İnsan derisi, hürm et ve keram etinden dolayı dibagat edilemez, bu deri
dibagatle tem iz olsa da asla kullanılm az.
Ecnebi ülkesinde m urdar bir ş^y ile dibagat edildikleri bilinen deriler
ile, üç d e f a yıkanm adıkça, namaz kılınam az. Bu hususta şüphe edilir ve bir
güçlüğe sebep olmaz ise yine ih tiy aten yıkam ak efdaldir.
(11) İstinca ve istibra yolu ile temizleme:
Kan, m eni, sidik, gait gibi şeylerin çıktıkları m ahalleri tem izlem ek
lâzım dır ki, buna "İstinca" denir. Bu tem izleme, avret m ahallerini nam ah-
rem kim selerin yanlarında açmaksızim, su ile yapılacağı gibi ufak taşlar ile
de yapılabilir. Evvelâ taşlar ile sonra da su ile yapılm ası daha iyidir. F ak at
kemik, kireç, köm ür, tezek, bez, pam uk veya k â ğ ıt gibi şeyler ile istinca
m ekruhtur. i
Su ile istinca'ran sıhhi faideleri pek ço k tu r. Buna dair tıp kitaplarında
kıym etli m alum at vardır.
İstinca mahallini geçip nam azın sıhhatine m ani' olacak m iktardaki bir
necaseti yıkam ak ise farzdır.
Erkeklerin bevl e ttik te n sonra sidik eserinin tam am ile kesilmesini bek-
lemeleri lâzım dır ki, buna da: "İstibra" denir. Bu, ııasın âdetlerine, tabiat-
lerine göre biraz yürümek veya öksürm ek veya ayakları biraz kım ıldatm ak
gibi bir tarzda yapılır. Sidik tam am ile kesildiğine kanaat geldikten sonra
istinca yapılm alıdır. Çünkü sidik yaşlığının bulunm ası, sidiğin damlaması
gibi abdestin sıhhatine manidir.
Istinca'da tem izliğe fazla d ik k at edip bevil vesaire eseri bırakm am aya
"İstin k a" denilir. İstinca'dan sonra ayağa kalkm adan temiz bir bez parçasile
veya sol el ile kum lanıp bedendeki kullanılm ış suyu mümkün m ertebe azalt-
malıdır. Bir hadisi şerifte: "S idikten pek korununuz, çünkü kabrin bütün
azabı ondandır" diye buyurulm uştur. (1)
Binaenaleyh sidikten son derece sakınmalı, taharete dik k at etm elidir.
Kadınlara istibra' icap etm ez. Onların bir m üddet durm aları kâfidir. O ndan
sonra istinca' ederek abdest alabilirler.
İL Mİ H A L İ 61
Istibra ve istincanın bazı adabı vardır. Ezcümle daha lıalâya girm eden
hafifçe: (Bism illah) deyip "Y arabbi! Ben sana pislikten, pis olm aktan sığı-
nırım " diye dua etm eli, (2) ve halâya evvelâ sol ayağı atarak girmeli, sağ
ayağı atarak çıkm alıdır.
H alâda kıbleye doğrıı oturm am alı, kıble tarafına arka da çevirmemeli-
dir. Bunlar m ekruhtur. Rüzgâra karşı bevletm ek ve bir özür bulunm adıkça
ayakta bevletm ek, karınca vesair haşere t deliklerine ve abdest alınacak veya
gusledilecek m ahallere bevletm ek te kerihtir.
Yol üzerine, m escit civarına, kabristana, durgun ve akar sulara, ırm ak
kenarlarına, ağaç altlarına, abdest bozm ak da kerihtir. Halkın göreceği b ir
yerde istibra yapılması d a âdaba, mürüvvete münafıdir.
H alâda lâkırdı yapılmamalı, dini, ulırevi şeyler düşünülmemelidir.
Avret mahalline ve d e fe d ile n m evadda bakılm am alıdır. Sidiğin içine tiikü-
rülmemelidir. O ruçlu olm ayan kimse, istinca' ederken ayaklarını birbirin-
den uzakça tutm alı, kendisini iyice aşağıya salıvermelidir. Bu, fazla tem iz-
liğe hizm et edeceği cihetle m enduptur.
9 7 — A bdesti bozup devam eden şeye: "Ö zür" denir. Cem'i: "A 'zar'
dır. Özür sahibine erkek ise "M a'zu r", kadın ise "M a'zure" denilir. Meselâ:
Vakit vakit b urun kanam ası, her hangi uzuvdan b ir kanın çıkıp akması, bir
ağrıdan dolayı göz sulanması, m em e ve kulak gibi b ir uzuvdan irin gibi bir
m ayiin çıkm ası, m esâneden sidik gelmesi, iç gitmesi veya yeî çıkm ası birer
özürdür. Binaenaleyh bunların sahipleri m azur veya m azure olmuş olurlar.
9 8 — Her hangi bir özürün m u teb er olması için bir m üddet vardır. Ş ö y -
le ki: Bir özür, evvelâ abdest alınıp namaz kılınacak kadar bir m üddet kesil-
m em ek üzere tam bir namaz vakti devam etm eli, badehu her namaz vaktin-
de hiç olmazsa bir kerre daha zu h u r edip durm alıdır ki sahibi özürlü sayıl-
sın.
Meselâ: Bir kim senin burnu bir gün öğle vaktinin evvelinden ahirine
kadar, bir abdest ile bir namaza müsait olm am ak üzere kanayıp ta bu hal,
bunu m üteakip her namaz vaktinde bir d e f a olsun zuh u r edecek olsa o kim -
se m azur olm uş olur. F ak at böyle b ir özür, tam bir namaz vakti için d e bir
d e f a olsun zuhur etm ezse artık kesilmiş, sahibi de m âzur olm aktan çıkm ış
olur.
Özürün hükm ü:
99— Bir özür sahibi, her namaz vakti abdest alır, o vakit içinde aldığı
abdest ile — bunu bozacak başka bir şey h âdis olm adıkça — dilediği kadar
farz, nafile namaz kılabilir. H a ttâ kazaya kalm ış nam azlarım da kılabilir.
V itr ile bayram ve cenaze nam azlarını da kılabilir. Velev ki, o özür zuhur
edip dursun. ____________________
, j 1 ( y ) o jv iH ı__ >\_Lc. v « le jl» \ ( \ )
62 BÜYÜK İ SLAM
Meselâ: Bir m azur, sabah namazı için tam vaktinde abdest âlsa bu
abdest, sabah namazı vaktinin çıkm asına kadar devam eder. Bu vaktin çık-
masile, ya'ni güneşin doğm asile nihayet bulm uş olur. A rtık bu abdest ile
başka bir namaz kılınamaz. M eğer ki özrünün m uvakkaten kesilmiş olduğu
bir anda abdest alm ış ve henüz özrü zuhur etm eden ve b aşk a bir hades de
vaki olm adan vakit çıkm ış olsun, bu takdirde vaktin çıkm asile bu abdesti
bozulm uş olmaz, tam taharet üzere bulunm uş olur.
F a k a t bu mazur, güneşin doğm asından sonra alacağı bir abdest ile öğle
vaktinin sonuna kadar dilediği nam azları kılabilir, elverir ki, kendisinden
başk a bir hades zulıur etm esin.
Velhasıl: Özürlü kimselerin abdestleri bir namaz vaktinin girmesile
bozulm az, çıkhıasile bozulur. Bu, İm am A 'zam a göredir. Sahih olan da b u -
dur.
İm am Ebu Yûsufa göre m azurun abdesti hem nam az vaktinin girme-
siyle, hem de çıkm asile bozulur. Binaenaleyh güneş d o ğ d uk tan sonra aldığı
abdest, öğle namazı vaktinin girmesile bozulur. İm am ı Züfere göre ise m a-
zurun abdesti namaz vaktinin yalnız girmesile bozulur, çıkm asile bozulm az.
Binaenaleyh m azurun sabah nam azı için aldığı bir abdest güneşin doğm asile
bozulm az, belki öğle namazı vaktinin girmesile bozulur.
(İm am Ş afiî'y e göre m azurun her namaz iç in ayrıca abdest alması lâ-
zım dır, onun abdesti, kıldığı namazı bitirince nihayet bulm uş olur.)
100— Bir özür sahibi, özrü kesilmiş olduğu lıalde başka bir hadesten
dolayı abdest alıp d a badehu m üptelâ olduğu özrü yine zuhur etse abdesti
bozulm uş olur, yeniden abdest alm ası lâzım gelir. Çünkü evvelki abdesti bu
özürden dolayı değildi.
F a k a t özrü m ünkati olm adığı halde vakit için de özründen veya sair bir
hadesten dolayı abdest alıp da o vakit içinde özrü zuhur etse bu abdesti b o -
zulm az. Çünkü bu abdest hem özrü, hem de o hades için alınm ış sayılır.
101— Özürlü bir kimse özrünün zuhurunu m e n 'e b ir suretle kadir olsa,
m eselâ: O turarak veya secde yerine ima ederek veya özrün m enfezini
m eşekkatsiz bir halde tıkayarak özrün zuhuruna m âni olabilse artık m azur
hükmüne tâb i olmaz. Binaenaleyh abdest alıp sonra özrü zuhur etm iş oldu-
ğ u haldeki abdestile nam az kılamaz.
1 0 2 - Özürlü kim senin çam aşırına özründen neş'et edip bulaşan pis
m ayiler ve saire, özrii devam e ttik ç e nam azının sıhhatine m ani' olmaz.
Velevki dirhem m iktarından fazla olsun. F a k a t bu pis m addeler, çam aşırına
tekrar dokunm ıyacak ise bunların yıkanm ası icap eder.
Görülüyor k i m übarek İslâm dini, bir kolaylık dinidir, özür sahipleri
hakkında da lıer veçhile kolaylık gösterilm iştir. A rü k dini vazifelerini ifa
hususunda hiç bir kimse bir m azeret ileri süremez.
107— İki â d e t arasındaki tem izlik haline " tu h r" hali denir. Bunun
m üddeti on beş günden az olamaz. F a k a t bu n d an ziyade olabilir. A ylarca,
senelerce devam edebilir. Böyle tem izlik hali devam eden bir kadına "Müm-
tedde tüt tu h r” denilir.
(Malikîlerle HanbelîSere göre, b ir hayz arasında kanın kesildiği günlere
"tem izlik günleri: yevm ünneka" denir ki, h ây ız olan kadın, bu günlerde te -
m iz sayılır, sair tem iz kadınların yapacaklarını yapar.
T u h r'u n en az m üddeti, M aîikîlere göre sekiz veya on veya on yedi gün-
dür. Hanbeliiere göre ise, on üç gündür.)
108— Bazı kadınların â d e t günleri m uayyendir, meselâ: Her ay beş
veya yedi veya do kuz gün â d e t görürler. Böyle b ir kadına "m u ta d e" denir.
Bir âdet, bir d e f a bir takarrür etm iş sayılabilir. Ş ö y le İd: Henüz â d e t gör-
m eğe başlayan bir kız, ilk d e f a olarak m eselâ sekiz gün kan, badehu yirm i
iki gün tem izlik görse, bu veçhile â d e ti takarrür etm iş olur. Binaenaleyh,
badehu kendisinden bir hastalık neticesi olarak üstem irreıı kan gelecek olsa,
âd eti ve tem izlik günlerini her ay o veçhile hisap edilir.
109— Bazı kadınlarda â d e t günleri sâ b it değildir, daim a değişir. Bun-
lar, m eselâ bir ay beş, diğer ayda altı gün â d e t görebilirler. Bu halde ih ti-
y a t ile am el lâzım gelir. Ş ö y le ki: Böyle b ir kadın, altıncı gün oldu mu yıka-
nır, nam azlarını kılar ve Ram azanı şerîfe m üsadif ise, orucunu tutar. Çünkü
bu altm cı gündeki kanın istihaza olması m elhuzdur. F a k a t bu altıncı gün
çıkm adıkça zevciyat m uam elesinde bulunam az, boşanm ış ise iddeti bitm iş
sayılamaz. Zira bu altıncı gündeki kanın hayız olması da m uhtem eldir.
110— Bir âdetin değişm iş olması için, ona m uhalif iki â d e t görülmeli-
dir. M eselâ: Her ay beş gün â d e t gören bir kadın, son iki d e f a d ö rt veya alü
gün kan görse, âd eti beş günden d ö rt veya altı güne in tik âl etm iş olur.
Velhâsıl: A det b ir d e f a ile sâbit, iki d e f a ile m ütebeddil olabilir.
M aahaza İm am E bû Y ûsufa göre âd et, bir d e f a ile de değişm iş sayılabilir.
Buna "Feshi â d e t" de denilm ektedir.
111— M u'tada m uhalif olup, on günden ziyade devam etm iyen kanlar
â d e t kanı sayılır. Bu halde âd et, değişm iş olur. Meselâ: Her ay yedi gün kan
gören bir kadın, bilâhare on gün kan görse, hepsi de hayız hali sayılır. Bu
takdirde, âd eti, yedi günden on güne in tik âl etm iş olur. F ak at m u 'tad d an
fazla gelen kan, m u 'tad kan ile beraber on günden fazla olsa, m u 'tad d an
fazla olan m iktar hayız değil, istihaza sayılır. M eselâ: Böyle yedi gün kan
gören bir kadın, m uahharen on b ir veya on iki gün kan görm eğe başlasa, b u -
nun m u 'tad olan yedi güıflüğü lıayız, m ütebaki d ö rt veya b eş günlüğü de is-
tihâze olm uş olur.
Kezalik: Her ay başından i'tib aren , m eselâ: Beş gün â d e t gören bir k a-
dın, m utadı veçhile beş gün kan gördüğü gibi bundan iki veya üç veya beş
gün m ukaddem de kan görmüş olsa, bunların m ecm uû â d e t sayılır. F a k a t
bunların m ecm uû. on günden fazla ederse, yalnız âd eti günlerinde gördüğü
kan, hayız olur, m u'tad dan ziyade olan günlerdeki kan ise, bir istihaza sayı-
lır.
İL M İH A L İ 65
A
112— A d et gören bir kadından bir hastalık neticesi olarak her zam an
kan gelecek olsa, hayız ve tem izlikteki m u 'tadına göre hükm olunur. M eselâ:
Her ay başın dan i'tib aren on gün kan, yirm i gün veya altı aydan noksan ol-
m ak üzere şu kadar ay ve günde tem izlik görm ek üzere âd eti takarrür etm iş
b ir kadından bilâhare m ütem adiyen k an gelecek olsa, yine o veçhile her
aym ilk on günü hayız, diğer yirm i günü veya şu kadar ay ile günü de
tem izlik sayılır. F a k a t tem izlik m üddeti tam altı ay veya daha ziyade b u lu n -
m uş olursa, tem izlik m üddeti altı aydan bir saat noksan olarak kabul edi-
lir ki b u m üddet, gebelik m üddetinin en az haddi dem ektir.
Kezalik: Yeni hayız görm eğe başlıyan bir kızın âd eti sâ b it olm aksızın
kam kesilm eyip devam edecek olursa, her aydan on günü âd etine m ahsub
edilir, yirm i günü de tem izlik m üddeti sayılır.
113— Bir hastalık veya ihtim am sız neticesi olarak â d e t günlerini u n u t-
m uş olan bir kadına "M ütehayyire" denir. Böyle b ir kadının gördüğü akıntı
kesilm eyecek olsa, â d e ti hakkında zanni galibiyle am el eder. Zanni galibi
bulunm ayınca, ih tiy a t ciheti iltizam edilerek boşanm ış ise, iddeti hususun-
da â d e ti on gün, tem izlik m üddeti de altı aydan bir saat noksan olm ak üzere
takdir edilir. Diğer bir kavle göre tem izlik m üddeti iki ay olarak kabul edi-
lir. N am azlan, o ru çları hakkında ise tafsilât vardır. Bu b â b d a en m ükem m el
izah at "M ebsuti Serahsî" de m evcuttur. t
114— Â d e t görecek b ir çağa gelen bir kız, ilk d e f'a görm eğe başladığı
kandan dolayı hem en nam azım terk, orucunu te'h ir eder. Evli ise, zevciy-
y e t m uam elesinde bulunm az. Buna "M übtedie" denir. Bu k an, üç günden az
b ir m üddette kesilirse, hayız olm adığı anlaşılır; o zam an terk ettiğ i nam az-
larım kaza etm esi lazım gelir. İm am ı A 'zam dan b ir kavle göre bu kan,
üç gün devam edip de â d e t k am olduğu sâ b it olm adıkça namaz terk, oruç
te 'h ir edilm ez. i
115— Hayiz m üddeti içinde gelen kan, tam am iyle kesilm edikçe âdet
n ih ay et bulm uş olmaz. Bu kan; siyah, kırm ızı, yeşilm trak, veya san olabile-
ceği gibi bulanık, toprağım sı bir ren k te de bulunabilir. Â detini bitirm iş bir
kadından gelecek ak m ü bem beyaz bir renkte bulunur.
116— Bir kadının g ö n n ekte olduğu âd etin i kocasına karşı in k â r etm e-
si veya hakikate m uhalif olarak â d e t gördüğünü iddia etm esi helâl değildir.
 d et g ö n n ek te olduğunu söyliyen bir kadın afif, salih ise sözü kabul
olunur, değilse kabul olunmaz. M eğer ki doğru söylediğine b ir karîne b u -
lunsun. M eselâ: Sözü âd etin in başlıyacağı bir zam ana m üsadif olsun, a hal-
de kabul olunur. —
A bdestin m ahiyeti:
A bdestin farzları:
rine m eshedilm esi kâfidir. F a k a t bu kısım dan aşağıya sarkan saçların mes-
hedilm esi k âfidir. F a k a t b u kısım dan aşağıya sarkan saçların m eshedilm esi
k ifayet etm ez, velev ki bunlar, başın üstünde topuz yapılm ış bulunsun.
A bdestin sünnetleri:
(1) A bdeste başlarken evvelâ tem iz olan elleri bileklere kad ar yı-
kam ak. "Tem iz olm ayan elleri evvelce yıkam ak ise farzdır,ta ki sair uzuvları
kirletm esin."
(2) A bdeste "B uzu” ve "besm ele" ile başlam ak.
"A b d est arasında okunacak besm ele ile b u sünnet yerine getirilm iş ol-
m az."
(Hanbelîlere göre, abdestin başlangıcında besm ele okum ak vâcip tir ;
am den terkedilirse abdest b â tıl olur, sehven veya cehlen terkedilm esi,
abdesti iptal etm ez.)
(3) N iy et etm ek ; yani abdesti, nam az kılm ak veya h a d e s giderm ek
veya Hak T ealânm em rini yerine getirm ek kasdiyle alm aktır.
Dil ile : "N iy et ettim Allah rızası için abdest alm aya" denilm esi müs-
tahsandır. N iyetin vakti, elleri veya yüzü yıkam aya başlam ak zam anıdır.
(Malikîler ile Şafiîlere göre, abdestin bidayetinde n iyet etm ek farzdır.
Hanbelîlere göre de, n iy et abdestin sıhhatinin şartıdır.)
(4) M azmaza ve istin şak .Ş ö y le k i : Elleri yıkan d ık tan sonra evvelâ
üç kerre ağıza dolusunca su alınır M bu n a : "M azm aza" denir. Ü ç kerre de
bu runun yum uşağına kadar su alınır k i b u n a d a : "istinşak " denilir. Bunla-
n n h er defasında su yenilenir. Bunlar ile ağız ve b u ru n içerisi yıkanılmış ve
kullanılacak suyun tadı, kokusu anlaşılm ış olur.
(5) M azmaza ye istin şak ta m übalâğa etm ek. Ş ö y le ki : Su, mazma-
zada boğaza iner, istin şak ta b u rn u n k atı yerine kadar vardırılır. F a k a t
oruçlu kim seler böyle m übalâğa yapm azlar.
(6) Misvak kullanm ak. Ş ö y le ki : Misvak, arak denilen ağacın dalı-
dır. B unun gibi eîyaflı olan sair ağaç dallarından da yapılabilir. Misvak,
parm ak kalınlığında ve kullananın k a n ş ı b o y u n d a olmalıdır. Sağ ele alınır,
serçe parm ağının üstünden geçirilir, baş parm akla altından tu tulur, ıs-
latılacak ağzın sağ tarafından boşlanır, dişlere enine sürülür, istimali (kul-
lanılm ası) oruca m ani' değildir.
tem izleyici ve R abbin rızasını celbedicidir," b u y uru lm u ştu r. (1). D iğer bir
hadisi şerifte de : "E ğer üm m etim e zahm et verm iyecek olsa idim , her ab-
dest alırken misvak kullanm alarım em rederdim ," b u y u ru lm uştur.(2).
Misvak, bulunm az veya kullanılm ası dişleri kanatırsa, yerine parm ak
kullanılabilir. Ş ö y le ki: Baş parm ak, ağzın sağ tarafına, şahadet parm ağı dâ
sol tarafına salınarak üst ve alt dişler uvalanır.
M aahaza misvak, yalnız nam azlara m ahsus değildir, kullanılm ası her
zam an m üstahsendir. Çünkü nezafete h âd im d ir ve kıl fırçalar ile yapılan diş
tem izlenm esine her veçhile faiktir (üstündür.)
K adınların oruçlu olm adıkları zam an sakız çiğnem eleri, misvak yerine
geçer.
(7) T ertibe riay et etm ek. Ş ö y le k i : A bdestte evvelâ yüz, sonra k ol-
lar yıkanır. Badehu b aşa m eshedilir, daha sonra d a ayaklar yıkanır ve mest-
> li ise m eshedilir. Böyle tertibe riayet edilmezse yine abdest sahih olur, fa k a t
sünnete m uhalif düşer.
(Şafifler ile Hanbelîlere göre, abdest uzuvları arasında b u tertib e ria-
y e t edilmesi farzdır.)
(8) A bdeste sağ taraflardan başlam ak. Yani : Sağ kollar, sol kollar-
dan evvel, sağ ayaklar d a sol ayaklardan evvel yıkanır. Bu sağ tarafın şerefi-
ne m ebnidir.
(9) A bdest uzuvlarım üçer d e f a yıkam ak. Bunların birer defası farz,
diğer ikişer d e fa s ı d a sünnettir. Ü ç te n fazla, noksan yıkam ak ise sünnete
m uhaliftir.M eğer ki şekki defetm ek veya suyun azlığı gibi bir zarurete m eb-
ni olsun.
(10) A bdestte elleri veya ayaklan yıkam aya parm ak u ç la n n d a n b a ş-
lam ak.
(11) A bdestte parm akları hilâllam ak. Ş ö y le ki : El parm aklan birbi-
rine sokulm ak suretiyle hilâllanır. A yak parm aklanm n "hilâllanması d a el
parm aklarından birile yapılır. Sol elin serçe parm ağiyle sağ ayağın altından
ve serçe parm ağın arasından hilâllam aya başlam ası ve sıra ile devam edile-
rek sol ayağın serçe parm ağında bitirilm esi m üstahsendir. P arm aklan akar
suya sokm ak da hilâllam ak yerine geçer.
(12) A bdest suyunu b ıy ık lan n ve k aşlan n altlarına ve yüzün çevre-
sinden sarkm ış bulunan fazla kıllara eriştirm ek.
(13) Sakalın çeneden aşağıya uzam ış kısm ım m eshetm ek ve sık olan
sakalı b ir avuç su ile alt tarafından el parm aklarile hilâllam ak.B u tm am ey-
ne göredir.İm am ı A 'zam a göre ise m üstehaptır.
(14) Başın tam am m ı b ir su ile m eshetm ek. Buna ; "K aplam a m esih"
denir. Kaplam a m eshin sünnet veçhile yapılm ası şöyîecedir: Her iki el ta -
m am en ıslatılır, sonra b u iki elin küçük, o rta ve adsız parm aklan birbirine
bitiştirilir. Ve b u ellerin ay a la n y u k a n kaldırılıp b u bitişik parm aklar,
} J 5, A* J* ' ^ |* Ü ~oj f b * ( \)
72 B ÜY Ü K İSLAM
«Abdesttin âdabı:
(7) A bdest alırken sıkı olm ayaıi parm ak yüzüklerini oynatm ak, dar
olan yüzükleri oynatm ak ise h er halde lâzım dır tâ k i altı k uru kalm asın.
(8) A bdestte ağza, b u rn a sağ el ile su verm ek, sol el ile sümkürm ek.
(9) A bdestte yüzü yıkarken göz pınarlarım yoklam ak, abdest suyunu
dirseklerin ve topukların yukarılarına kadar yetiştirm ek.
(10) A bdest suyu, israf derecede fazla ve uzuvlardan dam iam ıyacak
derecede az olmamak. Deniz ken an n d a oîsa bile fazla su sarf etm ek kera-
h e tte n h ali değildir.
(11) A b dest suyu güneşte ısıtılm ış olm am ak.
(12) A bdest için toprak ibrik kullanm ak ve bunu sol tarafta bulundu -
rup kullanırken ağzından değil, kulpundan tu tm ak , bu ibriği yalm z kendi
nefsine tahsis etm em ek, bunu boş bırakm ayıp diğer bir abdesîe hazır olm ak
üzere dolu bulundurm ak.
(13) A bdest bitince kıbleye k a rşı şah ad et kelim elerini okum ak. Bir
hadisi şe rif şu m ealdedir: "Sizden biri, abdest alır ve ab destini eksiksiz
olarak tam am lar, sonra da: "B en şah ad et ederim ki, Allah T ealâdan b a şk a
m abud y o k tu r, H azreti M uham m ed de Allahın resulüdür, derse kendisine
sekiz cennetin kapılan açılır, dilediği kapıdan cennete girer" (1).
(14) A bdestten artan sudan kıbleye karşı ay akta biraz içerek "Y arab-
bi!. Beni her günah işledikçe tevbe eden ve günahdan kaçınıp tertem iz b u -
lu nan salih kullarından kıl. (2 )" diye d u a etm ek.
Ş ö y le de d u a edilebilir : "Y arabbi! Beni kendi şifan ile şifalandır.
K endi devan ile devalandır ve beni k o rk udan, hastalıklardan,ağrılardan koru
(3 )" .
(15) A bdestin sonunda b ir, iki veya üç kerre K adir surei çelilesim
okum ak.
(16) A bdesten sonra k erah et vakti değilse iki re k a t nafile nam az kıl-
m ak. Bu saydığım ız şeyler, d inî ve sıhhî b akım dan b ir ç o k faideleri cami ol-
d uğ u cihetle abdestin adabından bulunm uşlardır. A bdestin sünnetlerine,
edeplerine a y la n olan şeyler ise ya tahrim en veya tenzihen m ekruh tur.
A bdestin d u a la n :
143— D udakların â d e t üzere yum uldukları zam an, görülmez bir halde
kalan kısm ım abdestte yıkam ak lâzım değildir. B unlann k u ru kalm ası, ab-
deste zarar verm ez. Bunlar ağıza tabidir.
144— İyi olup ta henüz kab uğ u n d an ayrılm am ış olan b ir çıb an ın için i
yıkam ak lâzım değildiı-,
145— Şehirlilerin ve köylülerin tırnaklanndaki kirler ve bedenlerinden
do ğan kirler ve pire, sinek tersleri, abdestin sıhhatına m ân i olmaz.
146— Boyacıların tırnaklarında kalan boyalar, zarurete m ebni abdest-
lerine zarar vermez. F a k a t b ir zarurete m üstenit olm ayıp tım ak la n n üzerin-
d e birer ince tabaka teşk il eden ve altlarına suyun gitm esine m ân i olan
boyalar, abdestin sıhhatine m ânidir. N itekim abdest uzuvlanna yapışm ış
olan ham ur, m um , çapak gibi şeyler de böyledir.
Meshin cevazındaki şa d la r:
m eshe zarar vermez. Bir m estteki yırtık lar cem edilir, iki m estteki yırtıklar
cem edilm ez. Binaenaleyh bir m estte iki, diğerinde de b ir veya iki parm ak
m ik tan y ırtık bulunsa m eshe m ani olmaz.
M alikîlere göre ayağın en az üçte biri görülecek m iktarda bulunm ayan
bir y ırtık, mestli bozm az. Şafifler ile Hanbelîlere göre ise ay akta yıkanm ası
farz olan h er hangi bir m iktar, m estlerdeki bir yırtık tan görülecek bir hal-
de bulunsa mesh bozulm uş olur. Velev ki o m iktar, ço rap ile veya saire ile
örtülmüş bulunsun.)
(5) M estler, bağsız olarak ay ak ta durabilecek derecede kalın olm alı-
dır.
(6) M estler, dışarıdan aldığı suyu hem en içine çekerek ayağa kavuş-
turacak bir halden b eri bulunm alıdır.
(7) H er ayağın ön tarafından en az küçük el parm ağı kadar m ahal
m evcut bulunm alıdır.
Binaenaleyh bir veya iki ayağının ön tarafı bulunm ayan kim se,m est-
lerine m esh edem ez. Velev ki ö k ç e tarafları m evcut bulunsun. Çünkü b ir
ayağı yıkam akla diğerini mesh etm ek içtim a ' edemez. F a k a t bir ayağı ta-
m am en m evcut bulunm ayan kim se, diğer ayağına giydiği m est üzerine m esh
edebilir. Bu halde m esh ile yıkam a içtim a 'e tm iş olmaz.
Mesh m üddeti:
ırm U> ,;â= .ÎK f6v i n t f e m ’M s ö ı i d s n r m u n i o m d r t s i f e v e b t f
156— Bir m eshin m üddeti, m ukîm olan kim se için b ir gün b ir gece,
yani yirm i d ö rt saat, m üsafir için , yani en az on sekiz saatlik bir m esafeye
giden yolcu için üç gün üç gece — yetm iş iki saattir. Bu m üddet, hades
vukuundan i'tib a re n başlar. M eselâ, bir kim se bugün saat birde ayaklarını
yıkam ak suretiyle abdest alıp m estlerini giyse de kendisinden saat b e şte
abdestini .bo zar b ir şey zuhur etse bu b e şte n i'tib a re n m eshin m üddeti
devam a başlam ış olur, yoksa m estlerini giydiği vakitten başlam ış olmaz.
157— M ukîm iken m üsafir olan kim se, m üsafîr m üddetine tâb i olur,
bu m üddeti doldurur. Bil'akis m üsafir olan kim se bir gün ve bir gece m eshet-
tik ten sonra m ukîm olsa m üddeti bitm iş olur. Binaenaleyh ayaklarım yıka-
m ası lâzım gelir.
158— M estlerine m eshetm ek suretiyle abdestli bulunan kim se, m est-
lerini ayağından çıkarınca yalnız ayaklarını yıkam ası lâzım gelir, abdestini
tam am en tazelem esi icab etm ez. F a k a t ayaklarım yıkam ak suretiyle abdest
alıp m estlerini giyinm iş olan kim se, daha bu abdesti bozulm adan her han-
gi b ir sebeple m estlerini ayağından çıkarsa abdesti bozulm ıyacağı cihetle
ayaklarını tekrar yıkam ası lâzım gelmez.
(Malikîlere göre m esh için bir m üddet y o k tu r. Guslü m ûcip b ir şey b u -
lun m ad ıkça m est üzerine daim a m eshedilebilir. Ş u kadar var ki, Cum a na-
m azım kılacak kim seler iç in h er cum a günü m estlerini ç ık a n p ayaklarım
yıkam ak m endûbdur. Ş afiîler ile Hanbelîlere göre m übah bir seferde b u lu -
nan kimse için m esh m üddeti üç gün, üç gecedir. M a'siyet sayılan bir
seferde ise bu m üddet bir gün ile bir geceden ibarettir,)
78 BÜYÜK İ SLAM
Bu uzvun dışarı kısm ına tıkatılan pam uğun iç tarafı ıslanmış olunca abdest
bozulm uş olur, velev ki dışarısına yaşlık geçm iş olmasın. F a k a t bu uzvun
içeri kısm ına tıkatılm ış olan pam uğun dışarısına kadar yaşlık geçm edikçe
abdest bozulm az.
(11) Y an yatarak veya bağdaş kurarak veya dirseklere dayanarak
veya ayakları oturak yerinin altından b ir tarafa uzatarak yah u t namaz h a-
ricinde secde eder gibi bir vaziyette bulunarak uyum ak. Kezalik : O turup
u yu yan kim senin uyanm aksızın o turağı yerinden tam am en yukarı kalkacak
olsa abdesti bozulur, velev ki kendisi yere düşmesin.
(12) Çıplak hayvan üzerinde y ok u şa çıkarken uyum ak. F a k a t düz
yerde veya y o k u şta n aşağıya doğru giderken uyum ak, abdesti bozm az. Ni-
tekim palanlı veya eğerli hayvan üzerinde uyum ak da bu hallerin hiç bi-
rinde abdeste zarar vermez.
(13) Teyem m üm etm iş kim senin abdeste müsait suyu görmesi
(14) Özür sahibi olanlar için namaz vaktinin çıkm ası, (99) uncu
m eseleye bakınız.
(15) Pire, kene, sivrisinek, kara sinek gibi h aşerattan birinin dolun-
caya kadar em diği kan.
Sülüğün doluncaya kadar em ip de düştüğü zam an, kendisinden akacak
kadar olan kan abdesti bozar.
(16) Saçların tıraş edilmesi bıyıkların kırpılm ası, tırnakların kesilmesi.
(17) O turağı yere tam am en yerleştirm ek suretiyle oturarak uyum ak.
(18) Nam azda iken ayakta veya oturarak veya rüku veya secde halinde
uyum ak.
(19) Namaz haricinde veya cenaze nam azında veya tilâvet secdesinde
kahkaha ile gülmek .
(Şafiilere göre, nam az içinde de kahkaha ile abdest bozulm az.)
(20) Tebessüm, yani ne kendisinin, ne de yaranda bulunanların işide-
m iyecekleri derecede gülümseme, bununla abdest bozulm ayacağı gibi na-
maz da bozulm az. F a k a t yalnız kendisinin işideceği derecedeki gülmek, ab-
desti bozm azsa da, nam azı bozar.
(21) Herhangi bir kim senin vücuduna veya tenasül uzvuna yalm z el ile
tem asta bulunm ak.
(Malikîlere göre, m ükellef bir kimse, â d e tte n m üştehat olan b ir kadının
açık veya lıafîf bir şey ile örtülü b ir uzvuna lezzet kasdile tem asta bulunsa
abdesti bozulur. Kasde m ukarin olm aksızın duyulan bir lezzet de böyledir.
H a ttâ kadın m ahrem olsa bile kendisine telezzüze m ukarin olan bir lems ile,
el ile d okunm a ile abdest bozulur.
"Ş afiilere göre herhangi b ir yabancı kadının bir uzvuna hiç bir hail
bulunm aksızın tem asta bulunm ak, abdesti bozar, velev ki b ir lezzete
m ukarin olmasın. B undan kadının saçları, dişleri ve tırnaklan m üstesnadır.
Bunlara dokunm ak, bir telezzüze m ukarin olsa da abdesti bozmaz.
"K ezalik: Şafiîlere göre bir erkek veya kadın, kendisinin veya başk a-
sının oturağım veya ö n tenasül uzvunu hâilsiz olarak elinin içi ile tu tsa ab-
desti bozulur. M aükîler ile Hanbelîlere göre de böyledir. A ncak bunlara göre
bir kadının kendi tenasül uzvunu tutm ası abdestini bozm az.)
Tenbih: Bu gibi, ih tilâflı m es'elelerde ih tiy ata riay et edilmesi evlâ-
dır. M eselâ, H anefî m ezhebinde b ulunan bir kimse kendi m ezhebine göre
abdesti bozm ayıp başka m ezheplere nazaran abdesti bozan b ir halde bulun-
du m u — ih tilâ fta n kurtulm ak iç in — abdest almalıdır. Bu, m endûbdur. Ba-
husus im am ise.
176— B'ev-1 eden kim seden tenasül uzvu, m ünteşir olduğu halde m eni
gelse yıkanm ası lâzım gelir. M ünteşir olm ayınca lâzım gelmez. Çünkü in ti-
şa r şehvetin vücudüne delildir.
177— Bir erkek veya kadın, rüyada ih tilâm olduğu halde nutfe dışarı-
y a çıkm ış bulunm assa yıkanm ası lâzım gelmez. İm am M uham m ede göre
bu halde kadının ih tiy aten yıkanm ası icap eder. Çünkü kadından çıkacak
m ayiin yine kendisine avdet etm esi m uhtem eldir.
178— İh tilâ m Olan veya m uk arenette b ulunan bir kimse, bevletm eden
veya ç o k ç a yürüm eden veya tekrar uyum adan yıkanıp da sonra kendisin-
den n u tfenin bakiyesi çıkacak olsa tekrar yıkanm ası lâzım gelir. F a k a t bev-
lettik ten veya epeyce yürüdükten veya uyud u k tan sonra şehvetsiz olarak ge-
lecek n u tfe guslü icabettirm ez. Çünkü bu halde o nutfe, yerinden şehvete
m ukarin olmaksızın ayrılm ış bulunur. Kezalik: Bir kadından yıkandıktan
sonra kocasının nutfesi çıkacak olsa tekrar yıkanm ası icabetm ez.
180— Şehvetle olm ayıp da döğülm eden, ağır bir şey kaldırm adan veya
yukarıdan aşağıya düşm eden dolayı gelip akan bir m eni guslü icab etmez.
(İm am Şafiîye göre b u halde de gusl lâzım gelir.)
181— Y erinden şehvetle ayrılan bir meni, bedenin haricine veya harici
hükm ünde b ulunan b ir m ahalle çıkm adıkça guslü icap etmez.
182— Bâkire h akkında bek âretim izale etm em ek suretiyle vuku bulan
bir m ukarenet, nutfe zuhur etm eyince guslü icab etmez. Çünkü b ekâret,
sünnet yerlerinin iltikasına m âni olur.
183— Bir gayri müslim: Veya gayri müslime cünüp veya hâyız veya nü-
84 BÜYÜK İ SLAM
fesa olduğu halde ihtida etse gusl etm esi farz olur. Hayzı veya nifası nihayet
bulm uş olsa da eğer yıkanm am ış ise essah olan kavle göre yine gusl icab
eder. F a k a t temiz olan yani: Yıkanm ış bulunan veya henüz cünüp, hâyız ve
nüfesa olm am ış olan bir gayri müslim veya gayri müslime ihtida etse yıkan-
ması m endup olur.
Guslün farzları:
184— Guslün farzları, birer kerre ağzı, b urnu ve bütün vücudu yıka-
m aktan ibaret olmak üzere üçtür. Bu farzlar, aşağıda bildirildiği veçhile
yapılm ak lâzım gelir:
186— V ücudda iğne ucu kadar olsun, kuru b ir yer kalm am asına d ik k at
edilecek, kulaklar ve göbek oyuğu yıkanacak, su saçların, sakalların kaşlar
ile bıyıkların aralarına ve altlarındaki cilde kadar geçecektir. Velevki b unlar
pek sıkı bulunm uş olsun. Binaenaleyh bunların araları ve dipleri kuru kalır-
sa gusl tam am olmuş olmaz. Ş u kadar var ki kadınların aşağıya sarkm ış
olan saçlarının her halde yıkanılm ası lâzım değildir. Elverir ki, su bu n lan n
diplerine yetişm iş olsun. Erkeklerde ise bir zaru ret bulunm adığı cihetle,
böyle sarkm ış saçların da h er tarafım yıkam ak icab eder.
nan parm akları gusl ederken su ile hilâllam alı, içi boş olan göbeğin içini de
yıkam alı ve necaset bulunm asa da aşağı avret yerlerim su ile istincade b u-
lunm alıdır. Çünkü b u n lan n da kuru kalm aları güslün sıhhatine m âni olur.
193— A ğzını veya b urnunu yıkam adığım veya bir uzvunun kuru kal-
m ış olduğunu sonradan anlayan kim senin yeniden gusl etmesi lâzım
gelmez, belki yalm z bu uzuvları yıkam ası kifayet eder. E ğer arada farz bir
nam az kılm ış ise, onu iade etm esi icab eder.
Guslün sünnetleri:
üç d e f a da sol om uza su dökm ek ve ilk veya her su dök tükçe bedeni, iyice
ıslanması için o ğuşturm ak ve bir kap içind e veya toprak üzerinde yıkanıldı-
ğı takdirde oradan çıkarken evvelâ sağ, sonra da sol ayağı yıkam ak.
(İm am Malik ve İm am E bu Y ûsuftan bir rivayete göre gusülde bedeni
delketm ek, yani: U ğuşturm ak farzdır.)
(5) Gusl suyunda israftan ve taktirden, yani: Pek fazla veya eksik ol-
m asından kaçınm ak.
(6) Kimsenin görm iyeceği bir m ahalde yıkanm ak. F a k a t erkekler, er-
kekten, kadınlar da kadından hali b ir yer bulam adıkları takdirde bir köşeye
çekilerek ve avret m ahallerini peştem al ile örterek yıkanırlar. Avret m ahal-
lerini açm aları câiz olm adığı gibi yalnız erkeklerin veya erkekler ile kadın-
lar arasında bulunan kadınlar için de bunların arasında yıkanm ak câiz ol-
maz. Bu halde teyem m üm ederek nam azları kılm aları m uvafıktır. Çünkü su,
hükm en bulunm am ış olur.
Kezalik; gerek erkekler ve gerek kadınlar, peştem al gibi bir şey
bulam az da kendi cinsleri arasında avret m ahallerini açm ağa m ecbur kala-
cakları takdirde guslü te'h ir edip nam azlarım teyem m üm ile kılarlar. Bil'âha-
re ten ha bir m ahal veya peştem al bulunca gusl edip teyem m üm ile kıldık-
ları nam azları iade ederler. Bu hususa ham am larda pek dik k at etm elidir!.
(7) Tenha bir yerde yıkanıldığı halde de avret m ahallini açık bırakm a-
mak, şay et açık bırakılırsa Kıble tarafına yönelm em ek.
(8) Gusl ederken söz söylem em ek.
(9) Guslden sonra elbiseyi giyerken çab u k ça tesettür edivermek.
(10) Guslden sonra bedeni bir havlu ile, bir m endil ile silmek.
(11) Bir kimse, ağzına ve bu rn u n a su almak suretiyle akar bir suya veya
büyük bir havuza dalsa veya yağm ur altında durup bütün vücudu ıslansa
gusl farizasını yerine getirm iş olur. Bu hallerde uzuvlarını kım ıldandırsa ve-
ya su içinde abdest ile gusle m üsait bir m üddet durursa sünnete de riayet
etm iş olur.
(12) Y ukarıda yazılan sünnetlere uygun olmıyaıl bir gusl, âdabına ria-
y et edilmem iş, kerahatten hâli bulunm am ış olur.
A bdestte âdab tan sayılan şeyler, guslde de adabtandır. Ş u kadar var
ki, guslde Kıbleye teveccüh edilmez. M eğer ki avret m ahalleri peştem al ile
kapalı bulunsun.
A bdestte m ekruh olan şeyler, guslde de m ekruhtur. Bundan b aşka
gusl esnasında dua okum ak da m ekruhtur.
Bir de guslde bir uzvun suyu ile, dam lar bir halde olunca diğer b ir uzvu
ıslatm ak câizdir. Çünkü guslde bütün beden, b ir uzuv sayılır. A bdeste ise bu
câiz değildir.
Guslün vasıfları:
dolayı bir farizadır. Bazı sebeplerden dolayı da bir sünnet veya m üstehâb
olur.B unların başlıcaları şunlardır :
(1) C um 'a ve iki Bayram nam azları iç in yıkanm ak.
(2) Hac ve Um re için İhram a girerken ve Arefe günü v uk uf için
yıkanm ak.
(3) Mekke-i M ükerremeye veya Medine-i Münevvereye girm ek içîn
yıkanm ak.
(4) M üzdelifede ve M ina'da bulunm ak için yıkanm ak.
(5) G ünahtan tevbe için yıkanm ak.
(6) Husûf, Küsûf nam azları ve yağm ur duası için yıkanm ak.
(7) Kan aldıran, ölü yıkayan veya baygınlıktan ayılan kim se için
yıkanm ak.
(8) Seferden gelen veya yeni elbise giyen kim se için yıkanm ak.
(9) B erât veya K adir gecesine eren kim se iç in yıkanm ak.
(10) N âsın toplanacakları yerde hazır olacak kim se için yıkanm ak.
(11) İstihâze halinden k urtu lan kadın için yıkanm ak.
(12) Cünüplüğünü m üteakip â d e t görm eğe başlayan bir kadın, dilerse
cünüplüğünden dolayı yıkanır, dilerse yıkanm asını âdetin in bitm esine
bırakır.
(13) Her m ukarrenetten dolayı yıkanm ak. Ş ö yle ki : R efikasına
m ukarenet eden kimse, henüz yıkanm adan tekrar m ukarenette bulunabilir.
F a k a t arada yıkanm ası veya abdest alm ası m endubdur.
(14) Daha namaz vakti olm adan yıkanm ak. Ş ö y le ki : Cünüp bir
kim senin yıkanm asını namaz vaktine kadar tehir etm esi b ir günah sayılmaz.
F a k a t daha evvel yıkanm ası efdaldir.
Sünnet ve m üstahab olan gıısüller m ücerred nezafet ve ta'zim için yapı-
lır. Bunlardan mazm aza — ağzı çalkalam ak ve istinşak = buruna su çekm ek
her halde icab etm ez.
(Şafiîlere göre farz olan gusüllerden başkası sünnettir.)
Gusl etm eleri farz olanlara haram veya m ekruh olan şeyler:
197— Gusl etm eleri farz olanlara gusl etm eden evvel haram olan şey-
ler şunlardır :
(1) Nam az kılm ak, K ur'an kasdıyle velev b ir â y e t m ikd an olsun K ur’
an okum ak, fak at d u a ve senâya dair âyetleri d u a ve senâ kasdiyle okum ak
caizdir. Meselâ, cünüp olan veya adet gören b ir kadın, d ua m aksadiyle F â ti-
ha sûre-i çelilesim okuyabilir.
Kezalik : Bu halde K uran âyetlerini çocuklara kelim e kelim e öğretm ek
câizdir. Kelim e'i şehadeti okum ak, teşbih ve tekbirde bulunm ak ta câizdir.
(2) K ur'anı Kerime, velev bir â y e t veya yan m â y e t olsun el sürmek
M ushafı Ş erifi el ile tu tm ak haram dır. F a k a t b itişik olm ayan bir gıiâf, bir
m ahfaza, bir to rb a veya sandık içinde b ulunan b ir M ushafı Ş erifi tu tm ak ise
câizdir.
(3) Kâbe-i m uazzam ayı tavaf etm ek ve b ir zaruret olm adığı halde
bir mescide, bir camii şerife girm ek ve içinden geçmek.
88 BÜYÜK İ SLAM
198— T;yem m üm , lûgatta kast m ânasm adır. Ş e r’i şerifte "su bulun -
m adiği veya bulunduğu halde kullanılm asına k u d ret bulunm adığı takdirde
temiz olan toprak cinsinden bir şey ile hadesi giderm ek m aksadile yapılan
bir am eliyedir" Ş öyle k i : A b d estâz olan veya gusl etmesi icap eden b ir
kimse, iki eli:li to p rak cinsinden tem iz b ir şeye bir kere vurup bununla yü-
zünü m esheder. Sonra iki elini b ir daha vurup bun u n la d a dirseklerine kadar
ilâ elini mesh eder. Ve bu ameliyesi hadesi giderm ek veya namaz kılm ak ve-
ya taharetsiz sahih olm ayan sair bir ib ad ette bulunm ak niyetine m ukarin
olur. İşte teyem m üm ün m ahiyeti bu n dan ibarettir. O halde teyem m üm ün
farzları da bir ııiyyet ile iki m eshden ibaret bulunm uş olur.
İm am Zi fere göre teyem m üm de niyyet farz değildir.
199— Teyemm üm, bu üm m etin hasaisindendir. Bu bir kolaylık eseridir.
M ukaddes m â'b u d u n a ibadet edecek bir müslümanm itiy a t etm iş olduğu
teh aretten m ahrum b ir halde ib ad et etm esini tem in eder. Bu hususta o müs-
lüm anm du yduğu ruhî bir ihtiyacı giderir, inşam fîtreti asliyesine döndüre-
rek kendisinde m ahviyet, tevazu ; hakka tâ'z îm duygularını canlandırır.
ta bulunup da su bulam azsanız temiz toprak ile teyem müm ediniz” m ea-
lindeki â y e ti kerim e nazil oldu. Teyem m üm ile namaz kılm alarına müsaa
de olundu. Eshabı kirâm çok sevindi, teyem m üm ederek sabah nam azını
kıldılar.
Teyem m üm ün şa rtla n :
yetişm em esi, veya bulunan suyun abdese veya gusle sarfı halinde kendisinin
veya arkadaşının veya hayvanın susuzluktan helâk olacağına zanni galip
lıaşıl olması, y ah u t k uyudan suyu çıkarabilm ek için ip ve kova bulunm am a-
sı y a h u t bulunan suyun necaseti izalaye k âfi olup bundan fazla bulunm a-
ması veya bulunan su ile abdest alındığı veya gusl edildiği takdirde bayram
veya cenaze nam azlarm m tam am en geçm esinden korkulm ası hallerinde de
su, hükm en bulunm am ış sayılır. Ş u kadar var ki, bu nam azlara kısm en ye-
tişeceği anlaşılan veya cenazenin velisi olup da namaz için kendisine inti-
zar olunacağını bilen kim se için teyem m üm kifayet etmez.
Kezalik : Bedeli olan, yani : Kazası mümkün bulunan nam azlar için
su bulunduğu halde m ücerret fevtinden dolayı te y e m m ü m , câiz olmaz.
Cum a ve sair vakit nam azları gibi.
20 3 — N iyyet bulunm alıdır. Ş ö y le ki, teyem m üm edecek kimse, elini
teyem m üm edeceği şeye vaz'ederken veya eline dokunan toprak ile yüzünü
m eshe başlarken bu hareketim hadesten taharet veya namaz kılm ak veya
taharetsiz yapılması câiz olm ayan başka bir ibadeti m aksudede bulunm ak
kastile yapmalıdır. Böyle bir kaste m ukarin olm ayan bir teyem m üm ile na-
maz kılınamaz. Velev ki m ücerret teyem m üm e niy yet edilsin.
Binaenaleyh su bulam ayan abdestsiz bir kimse, m eselâ yalnız M ushafı
Şerifi eline alm ak veya bir mescidi şerife girmek m aksadile teyem m üm e t-
se, bununla namaz kılm ası sahih olmaz. Çünkü M ushafı Ş erifi tutm ak, taha-
rete m utavakkıf ise de kendisi bir ibadeti m aksude değildir. M aksud olan
tilâvettir. Mescide girm ek de bo y abdesti alması lâzım gelen kim se için Ta-
harete m ütevakkıftır, fak at bu da b izzat m aksut b ir ib adet değildir. Kezâlik
abdestsiz kim se için ezber olarak K ur'an okum ak, bir ibad et ise de taharete
m ütevakkıf değildir.
Ezan okum ak, ik am ette bulunm ak, kabirleri ziyaret etm ek, ölüyü
defn etm ek, selâm ı reddetm ek, veya herhangi hayırlı bir işte bulunm ak için
yapılan teyem m üm ile de namaz kılınamaz.
20 4 — Teyem m üm her veçhile tem iz olan yer cinsinden bir şey ile ya-
pılm alıdır. Ş ö y le ki ; kendisine pislik dokunm am ış olan toprak ile, kum ,
horasan, alçı gibi yer cinsinden olan b ir şeyler ile m erm er gibi m adenî
taşlar ile k irem it , tuğla, yakut, zümrüt, zebercet, kibrit, tutya, m ercan ile,
nemli veya yanık toprak ile yer cinsinden olm ayan b ir şey ile karışık olup
o şeye galip bulunan toprak ile, m üftâbih görülen kavle göre kaya tuzu, ile,
ve ça m u r ile sıvanmış duvar ile teyem m üm olunabilir. Velev ki bunların
üzerinde toz bulunm asın.
F ak at k u ru m ad ık ça çam ur ile teyem m üm yapılamaz. Bu ; im am Ebu
Yûsufa göredir, im am  'zam a göre vaktin çıkm asından korkulursa çam ur
ile teyem m üm edilir, elverir ki suyu toprağına galip bulunm asın.
O dunların veya otların yanm alarından husule gelen külleri ile, dem ir,
altın, gümüş gibi eriyip şeklim değiştiren, yum uşayan m adenler ile, inciler
ile, camlar ile,kum aşlar ve libaslar ile, hayvan postekileri ile teyem m üm ya-
pılamaz. Çünkü bunlar yer cinsinden sayılmazlar. M eğer ki üzerlerinde eser-
leri belirecek surette toz bulunsun.
İL MİH A Lİ 91
Bir de henüz m adeninde bulunan altun, gümüş, demir, bakır gibi şey-
ler ile — üzerlerindeki topraklardan dolayı - teyem m üm olunabilir.
(İm am Ebu Y usûf ile İm am Ş afiîye göre teyem m üm yalm z toprak ile
yapıhr. İm am M âlike göre toprak ile, kum ile teyem m üm câiz olduğu gibi
otlar ile, ağaçlar ile, kar ile de câiz olur. İmam Alımed İbni Hambele göre
de teyem m üm , yalnız yanm am ış, başkasından gasbedilmemiş, tozlu bir hal-
ue b ulunan tem iz bir to p rak ile yapılır. Kum ve saire ile yapılam az.)
2 0 5 — T aharete münafî hal, bitm iş olmalıdır. Meselâ : Bir uzuvdan çı-
kan kan daha kesilm eden abdest alınam ıyacağı gibi teyem m üm de yapıla-
maz.
2 0 6 — Meshe m âni' şeyler ciltten giderilm iş olmalıdır. Aksi halde Mesh
cilde değil, o m âni'üzerine yapılm ış olur. Elde kurum uş kalm ış ham ur par-
çası gibi.
2 0 7 — Teyemm üm, iki elin iç yüzile iki d e f a to prak cinsinden b ir şeye
konulm akla yapılmalıdır. M a'm afih b ir kim seye niyyet edince başkası vası-
tasile de teyem m üm ettirilebilir.
208— Teyem m üm , iki elin veya bunların yerine k âim olacak bir şeyin
tam am ile veya ekser kısm ile yapılmalıdır. Binaenaleyh iki parm akla yapıla-
cak bir teyem m üm , sahih olmaz. F a k a t b ir el ile yüz, diğer bir el ile k ol da
meshedilebilir. Bu halde b ir el’ ile tekrar toprağa vurulup diğer kol da mes-
lıedebilir. Eli çolak olup suyu isti'm al edem iyen kimse, yardım cısı yok ise
yüzünü ve kollarını yere sürmek suretiyle teyem m üm edebilir. Elleri ve kol-
ları kesilm iş kimse de yalm z yüzünü yere sürerek teyem m üm yapar, yüzünde
yara bulunsa teyem m üm etm eksizin nam azı kılar.
2 0 9 — Yüz ile kollar, tam am en m eshedilmelidir. Ş öy le k i : Yüzün her
tarafı, m eselâ: Sakal başile kulak araları ve kaşlar iîe gözler arası ve bu rnun
her yanı meshedilir. Yüzük ve bilezik gibi şeyler kım ıldatılır, parm aklar
hilâllanır. M aahaza diğer b ir kavle göre b u uzuvların ekser kısm ım m esh k â -
fidir. D örtte biri nisbetinde m eshedilm em esi, teyem m üm ün sıhhatına
m âni'olm az.
teyem m üm ederek namaz kılsa da sonra bir m ilden yakın bir yerde suyun
m evcudiyeti kendisine haber verilse kıldığı namazı iade etm esi lâzım gelir.
21 3 — Kendisine su verileceği va'd edilen kimse, nam azım te'h ir eder,
velevki kazaya kalm ak korkusu bulunsun. Ş u kadar var ki, suyu va'd ede-
nin yanında veya bir mil m esafeden az olmak üzere yakınında su bulunm uş
olmalıdır.
214— Boy abdesti alması icap eden bir kimse, yalnız uzuvlarının
bazısına, yah u t yalm z abdestine yetişebilecek su bulsa yine teyem m üm
eder, o suyu sarfetm esi lâzım gelmez.
21 5 — Yalnız içilm ek için kırlarda, sarnıçlarda hazırlanm ış olan
am m eye ait sular teyem müm e m ani olmaz. M eğer ki çok olup da onunla
abdest ve gusl yapılm asına müsaade edilm iş olduğu anlaşılsın.
216— Hacıların hediye için taşıdıkları zem zem suyu, teyem m üm e m â-
nidir. M eğer ki içine en az bir misli gül suyu gibi bir m ukayyet su karış tırıl-
m ış olsun.
217— Cünüplükten dolayı teyem m üm etm iş bir kim seden abdesti b o -
zan bir şey zuhur etse cünüp değil, abdestsiz olm uş olur. Binaenaleyh yalnız
abdeste yetecek su bulursa bununla abdest alır, bunu da bulam azsa tekrar
teyem m üm eder.
218— A bdest alm ak veya gusl etm ek için başkasının yanında b ulunan
suyu istem ek lâzım dır. M eğer ki su, esirgenecek bir yerde bulunm uş olsun.
219— A bdest alacak veya gusl edecek kim senin ihtiyacından zâid
parası olduğu takdirde değer kıym etiyle veya bu kıy m etten biraz fazlasiyle
satılan suyu alması lâzım dır. F a k a t adî fîatm iki inişli para ile suyu almak
icap etm ez. Bu, fahiş bir fiy attır .
220— Parası olan bir âciz, kendisine ecri mislile abdest aldırtacak kim -
se bulursa teyem m üm edemez.
221— Başkasının yardım ile abdest alabilecek kim senin yardımcısı,
kendi kölesi, kendi çocuğu veya kendi ücretli hizm etçisi ise teyem m üm
etm esi bilittifak câiz olmaz.
Böyle bir m a'lûl, kendisinden yardım istediği takdirde yardım edecek
başka kim seye sahip ise yine teyem m üm edemez. Zevcesi bu kabildendir.
Z âhirühnezhep de bu veçhiledir. F a k a t İm am A 'zam dan bir kavle göre bu
takdirde teyem m üm edebilir.
Dem liyor ki, zevç ile zevce, bu hususta birbirine yardım ile m ecburî
su rette m ükellef değildir. Binaenaleyh bunlardan biri diğerine bir m uin
sayılmaz. Ş u kadar var ki, birbirine böyle bir yardım vazifesinde bulunm a-
ları, bir mürüvvet eseri olarak müstahsendir. H a ttâ bunlardan biri diğerine
yardım etm eyi deruhte e ttiğ i takdirde, zahiri rivayete nazaran teyem müm
cihetine gidilemez.
2 2 2 — Bir yerde m ahpus olap da, tem iz su ve toprak bulam ayan kimse,
İm am ı A 'zam ile İmam M uham m ed'e göre namazım sonraya bırakır. İmam
E bu Y usufa göre bir şey okumaKsızm nam az kılar gibi kıyam , rükû, secde
vaziyetlerini alu\ başka bir tabir ile kendisini nam az kılanlara benzetir,
bilâhare kurtulunca kaza eder.
İL M İ H A L İ 93
Edâ ile kaz ânın mahiyetleri ve kazâ namazlan. Müdrik, lâhik, mesbuk hakkında-
ki mes'eleler. Sehv secdeleri. Tilâvet secdesi, şükür secdesi. Nafile namazlar.
Mekruh vakitler. Namazlarda mekruh olup olmıyan kıraatler. Zelletül-kari. Kur'am
kerîmi öğrenip okumak ve dinlemek vazifeleri. Namazlann mekruhları. Namazı bozup
bozmıyan şeyler. Iskatı salât mes'elesi. Mescidlere âit hükümler.
Cenazeler hakkındaki vecîbeler, vazifeler. Cenazelerin gasl edilmeleri, kefenlen-
mderi. Cenaze namazlan. Cenazeleri teşyi' ve kabre defn. Kabirler ve makberler. Şehid-
ler hakkındaki hükümler.
(1) M alûm dur ki, Allah T ealâyı tevhîd, yani onun varlığını, birliğim
bilip tasdik etm ek en büyük b ir farizadır. Bundan sonra farzların en büyüğü
en m ühim ini namazdır. Nam az, imanın alâm etidir, kalbin nurudur, ruhun
kuvvetidir, m ü'm inin m i’racıdır. M ü'min, bu sayede H ak T ealânm m anevî
h uzuruna yükselir, Allah Tealâya m ünacatta bulunarak m anevî ku rb iy ete
erer, m ü'm in için ne ulvî bir ş e r e f !.
İL Mİ HA L İ 95
1 ' (3)
» Li j i J jy J» J ' (4)
96 BÜYÜK İSLAM
rif ederler. O n yaşm a girdiği halde namaz kılm ayan ço cu ğu n velîsi ta ra fın -
dan — üç to k a tta n ziyade olmamak üzere — el ile hafifçe döğülm esi lâ-
zım gelir.
(4) lıısan bir kerre düşünmeli, her â n Allah Tealânm binlerce n i'm e t
lerine, inayetlerine nâil olm aktadır. Öyle Kerîm, R ahim olan m abudu -
m uzun nihayetsiz âtıfetlerine k arşı teşekkürde bulunm ak icab etm ez mi?
İşte insan, nam az yoliyle bu şükran borcunu ödem eğe, m a'b u d u n u n lûtuf-
lan m , ni'm etlerini nezîh b ir lisan ile yad ederek kulluk vazifesini yerine ge-
tirm eğe çalışm ış olur. N itekim : "Nam az, şükrün bütün akşam ım Câmi'-
d ir" denilm iştir. (1)
B ununla b eraber namaz, ruhu tem izleyen, kalbi aydınlatan, insanı yük-
sek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı, hay-
ra, tefekküre, tevazua, intizam a sevk eyliyen en güzel bir ibadettir.
însan namaz vesilesiyle nice günahlardan kurtulacak, Hak T ealânm
nice binlerce ihsanlarına, kerem lerine kavuşacaktır.
Nam az, m anevî h ay attan başka m ad d î h ay ata da küşayiş verir, insa-
n ın nezafetine, sıhhatine, m untazam hareketine sebep olur.
(5) Velhasıl ; nam azın m eşrû'iy etind eki hikm etler, fâideler her tür-
lü düşüncelerin üstündedir. F a k a t b ir müslüman nam azım yalnız Allah T ea—
la n ın rızası için kılar, yalm z m a’b u d u n a şükr için, ta'zim iç in kılar ; bilfarz
nam azın lıiç b ir fâidesi tasavvur olunm asa bile yine bu n u taab b iid îb ir em r
bilerek m alıza H âlikım n em rine ita a t için kılm ağa çalışır. Bu kudsî vazife-
nin yerine h içb ir şeyin k âim olam ıyacağım k a t'i surette bilir, nam aza sarf
edilecek dakikaları h ayatının en neşveli, en saadetli zam anı olm ak üzere
kabul eder.
F ilhakika fanî hayatın zeval bulm ıyacak b ir ç o k semereleri ancak na-
m az sayesinde elde edilir, ve nam aza tahsis edilen vakitler, ebediyet âlem i-
nin nihayetsiz olan saadet günlerini hazırlam ış olur.
G ıptalar olsun bu pek m übarek, bu pek feyizli ibadete lâyıkiyle devam
edenlere !.
(6) S alât : Namaz dem ektir. Cem 'i "salevât" dır. Salât, lugatde
" d u a " m ânasınadır. Ş e r'î şerifte "bildiğim iz m übarek ib ad etten , erk ân ve
ezkârdan ib arettir." Nam az kılana da "M usalli" denir.
Bir de " S a lâ t" Peygam ber efendim iz hakkında ; (Allahümme salli
vesellim alâ seyyidina M uham m edin ve alâ ali seyyidina M uham m et = İlâ-
hi! Efendim iz Hazreti M uhamm ede ve Efendim iz Hazreti M uham m edin âli-
ne salât ve selâm b u y u r " gibi b ir tarzda yapılan dua m ânasına gelir. Bu
salât ve selâm dan m aksat ise Resulü Ekrem Efendim izin dünyada da, ahi-
rette de her türlü tazim ata nâil olmasını istem ekten ve b u vesile ile kendisi-
ne oian bağlılığım ızı, hürm etlerim izi gösterm ekten ibarettir.
(7) T e k b ir: j f \ 4ıl = Allahü ekber" .
dem ektir. r ‘u *“ “ ( )
İLMİHALİ 9?
(10) Rııkû : L ügatte eğihnek dem ektir. Lisanı şeriatta ; nam azda
kıraatten sonra eğilerek baş ve arkaya düz bir vaziyet verm ektir.
20— Y ukarıdaki on iki farzdan başka nam azda "tadili e rk â n " a ria-
y e t edilmesi, İm am Ebu Y ûsuf ile Eimm ei selâseye göre farz olduğu gibi na-
m azdan bilihtiyar çıkılm ası da İm am ı A 'zam a göre bir farzdır. Buna / "H u-
ruç bisun'ilıi" denir.Bunlar ile nam azlann rükünleri sekiz olm uş olur.
N itekim b unlar sırasile izah edilecektir.
Setri avret.
• : a "V V . . • '. ' ' - v ; ; . ‘, - . Ü• j? 5: '• ' : f' •: - ’ ‘ -
Kıbleye istikbal:
m uhalif bir tarafa yönelerek nam azını kılsa sahih olmaz. Velev ki kıbleye
isabet etm iş olsun. Binaenaleyh bu nam azı iade etm esi lâzım gelir.
İm am Ebû Y û su f a göre eğer isabet etm iş ise iade lâzım gelmez.
4 2— Kıble cihetinde ih tilâ f eden kimseler, nam azlarım m ünferit bir
halde kılarlar. Cem aatla kıldıkları takdirde im am ına m uhalif kan aatta bulu-
nanın namazı sahih olmaz.
43— Gemi içinde namaz kılan kimse, kadir ise kıbleye teveccüh eder,
dilediği cihete namaz kılam az ve gemi her döndükçe kendisinin kıble tara-
fına yönelm esi lâzım gelir.
4 4— Bir kim se abdestsiz olduğuna zahip olup nam azdan ayrıldıktan
sonra abdestli olduğunu hatırlarsa da namazı bozulm uş olur. V elevki m es-
c itte n henüz çıkm am ış olsun. F a k a t b ir kimse, m escitte namaz kılarken
kendisinden hades vaki olduğu zannile kıbleden ayrılıp d a daha m escitten
çıkm adan hades vaki olm adığını anlasa, im am ı A 'zam a göre nam azı bo-
zulm uş olmaz. Am m a m escitten ç ık tık ta n sonra anlasa .tıamazı bilittifak
bozulm uş olur. Çünkü m ekânın ih tilâfı bir özre m ukarin olm ayınca nam azı
ibtal eder.
45— Nafile nam azlara gelince bir kimse, nafile b ir nam azı şehir hari-
cinde bir özre m üstenit olmasa da hayvan üzerinde istediği cihete doğru k ı-
labilir. İm am E bû Y u s u fa göre nafile nam az, şe h ir dahilinde de kerahatsiz
olarak hayvan üzerinde bu veçhile kılm abilir. İmam M uham m ede göre ise
şehir dahilinde de böyle istenilen cihete kılınm asında k erah et vardır.
Ş eh ir haricinden m aksad, m üsafirin nam azını iki re k 'a t kılm aya baş-
lıyacağı yerden ibarettir. (Müsafirler bahsine m üracaat!)
4 6 — Bir kim se kıbleden başk a b ir tarafa bir re k 'a t namaz kılm ış olan
bir â 'm â y ı Kıble tarafına çevirip de kendisine uyacak olsa, bakılır : E ğer
â 'm â , Kıbleyi soracak bir kim se bulun du ğu halde sorm aksızın nam aza b a ş-
lam ış ise ikisinin de namazı sahih olmaz. Ve illâ o kim senin ngmazı sahih
olm azsa da âm ân ın sahîh olur. ■
M üslümanlann namaz kılarken y er yüzündeki m a'betleriıı en kadîm i
ve en m ukaddesi olan K âbei m uazzam aya teveccüh eylem eleri ; arala-
rm daki birliği canlandırm ak, intizam ı korum ak, gönüllerini m üşterek b ir
ibadetin İlâhî neşveleriyle, nurlariyle aydınlatm ak gibi lıikm etlere d ayan-
m aktadır.
Namaz vakitleri:
47— Farz nam azlar ile b u n lan n sünnetleri ve V itr nam aziyle Teravih ve
Bayram nam azlan için vakit de şarttır. Şöyle ki: Farz nam azlar, sabah,
öğle, ikindi, akşam , yatsı nam azlanndan ibarettir. C um 'a nam azı da öğle
namazı yerine kaim dir. Bu nam azların m uayyen vakitlerini bilm ek bir
vecibedir. V akti daha girmeden kılm an b ir nam az, m u teber değildir, iadesi
lâzım gelir. V akti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise ed â edilmiş
olmayıp kaza edilmiş olur. Kaza ise h e r veçhile ed â yerine kaim olamaz. Ye
bir namazın özürsüz yere kazaya bırakılm ası, A11alı Tealâ yanında büyük
m es'uliyeti da'vet eder. Cum ’a, bayram ve sünnet nam azlan ise vakitleri
çıkınca kazâ edilemez.
İL M İH A L İ 103
(1) Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için ba'zı ıstılahları izah etmek lâzım-
dır. Şöyle ki : Gündüze Arapça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır, biri "Nehari şer'i"
dir ki; "Fecri sadıktan güneşin gurubuna kadar olan müddettir." Diğeri de "Nehari ör-
fî " dir ki ; "Güneşin tulfiundan gurubuna kadar olan müddet" olup nehari şer'îden kısa-
dır.
Öğle namazı güneşin zevalini müteakip başlar. Zeval ise nehari örfînin tam ortasına
tesadüf eder. Meselâ: Bir nehari örfî on saat devam etse tam beşte zeval vakti olmuş olur
ki, artık, $ineş, görünüşe nazaran semada yarı yolu kat'etmiş olur. Artık her şeyin gölge-
si şimdiye kadar şarktan garbe doğru düşmekte iken bundan sonra garbden şarka doğru
düşmeğe başlar. İşte güneşin tam bu yan yola geldiği anda her şeyin yere düşen gölge-
sine de "Fey'i zevâl " denir.
BÜYÜK İSLAM
5 1 — İkindi nam azının vakti, yukarıdaki iki kavle göre öğle namaz*'
vaktinin çıkm asından i'tib aren güneşin batacağı şam an a kadardır. Öğle
nam azını yazın bir az serinlik çökünceye kadar te'h ir etm ek, kışında ilk
vaktinde kılm ak m üstahaptır. İkindi nam azım da güneşin daha tagayyür
etm iyeceği saate kad ar telıir etm ek daim a m üstehaptır. Bu tegayyürden
m aksat güneşin kendisine bakan gözleri kam aş tır amaz bir hale gelmesidir.
52— A kşam nam azının vakti, güneşin batm asından i'tib aren şafakm
gaip olacağı zam ana kadardır.
Şafak, İm am ı A 'zam a göre akşam leyin u fu k tak i kızartıdan sonra
vücuda gelen beyazlıktan ibarettir. İm am eyn ile Eimm ei selâseye ve İm am ı
A 'zam dan diğer bir rivayete göre d e-u fu k ta husule gelen kızartıdan başka
değildir. Bu kızartı gidince akşam nam azının vakti çıkm ış olur.
A kşam nam azını ilk vaktinde kılm ak m üstehaptır. V akti dar
olduğundan te'h ir edilmesi m uvafık olamaz. Ve kızartının gaib olmasma
kadar te'hir etm em elidir.
53— Y atsı nam azının vakti, yukarıdaki iki kavle göre şa fâ k m gâip
olm asından başlar, ikinci fecrin tu lû u n a kadar devam eder, f e d r tulü'edince
bu vakit bitm iş olur.
Y atsı nam azım gecenin üçte birine kadar te'hir, m üstehaptır. Gecenin
yarısına kadar te 'h ir mübahtır. F ecrin tulûundan biraz evvele kadar te'h ir
ise bir özür bulun m adık ça m ekruhtur. Çünkü bıı halde fevtinden korkulur.
Ve ih tilâ fta n kurtulm ak için u fuktaki beyazlık kaybolm adıkça kılmmama-
Fey' esasen dönme manasınadır. Gölgede batıdan doğuya doğru dönmeğe başladı-
ğı için bu adı almıştır. İmdi tam bu zeval ânında güneşe karşı dikilmiş bir metre
uzunluğundaki bir şeyin gölgesini yanm metre farz ediniz, bu bir fey'i zevaldir. Bundan
sonra o şeyin gölgesi iki metre daha uzayıp artmış olunca, y â n i: Gölgesi iki buçuk met-
reyi bulunca asri sam olmuş, İmamı A'zama göre öğle vakti çıkmış ikindi vakti girmiş
Fey’i zevâl, zaman ve mekâna göre uzun, kısa veya hiç belirsiz olabilir.
Şunu da ilâve edelim kİ, tam bu zeval anına müsadif oîan bir namaz câiz değildir.
Bu bir kerahet ve hürmet vaktidir. Fakat bu kerahet, bu ademi cevaz yalmz bu pek cüz'i
olan bir âne mi mahsustur, yoksa bundan biraz evvelinden mi başlar ? Bu bapta iki kavi
vardır. Bir kavle göre bu hususta nehari örf! muteberdir. Binaenaleyh tam ze/al vaktine
"Vakti istiva" denir ki, güneş nısfünnehâr dairesi üzerinde bulunup helkesin tam başı
üstünde veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte kerahet zamam da yalmz bu andan ibaret
bulunmuş olur.
Fakat diğer bir kavle göre bu hususta nehari şer'i mu'teberdir. Nehari şer'ide ise
vakti istiva, zevâl vaktinden biraz evvel taayyün eder. Bu halde kerahet zamam da bu is-
tivâ vaktinden zevaî vaktine kadar olan müddetten ibaret buiunmuş. Meselâ : İkinci
kânunun (Ocak ayının) birinci günü, fecri sadık'm tulûu ezani saatle 12 saat 50 dakikada
olsa güneşin gurubu da 12 de olacağına göre neharişer'inin müddeti 11 saat 10 dakika ol-
muş olur. Bu günde güneşin tulûu 2 saat 35 dakika olacağından nelıari örfînin müddeti
de 9 saat 25 dakika bulunmuş olur. Bu halde nehari şer'in in yansı, ya'ni istiva zamam
fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin tuluundan 3 saat 50 dakika sonraya rnüse-
dif bulunur. Binaenaleyh nehari şer'inin yansı, zevâl vaktinden 52 dakika evveli olmuş
olur. İşte bu 52 dakikalık müddet bir kerahet zamanıdır. Harzem & kabasının kavli bu
veçhiledir. Mekruh vakitler bahsine de müracaat.
İL M İH A L İ 105
lıdır. Bulutlu günlerde sabah, öğle, akşam nam azlarım biraz te ’hir, ikindi
ve yatsı - nam azlarını da biraz ta'cil etm ek m üstehaptır.
54— V itir nam azının vakti, Y atsı nam azının vaktidir. Ş u kadar var ki,
vitir namazı bu bap taki b ir em re m ebni yatsı nam azından sonra kılınır. Bu,
İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ise vitirin vakti yatsı namazı kı-
lındıktan sonra başlar. Bu ih tilâ f üzerine şöyle bir mesele teferru eder:
Bir kimse, yatsı nam azını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip b aşk a el-
bise ile vitri kılsa da evvelki elbisesinin tem iz olm adığı anlaşılsa İm am ı A '-
zam a göre yalnız yatsı nam azını iade lâzım gelir; İm am eyne göre ise h er iki
namazı d a iade icap eder. Çünkü vitir nam azı vaktinden evvel kılınm ış olur.
V itir nam azını uyanacağına em in olm ayan kim se için uyum adan evvei
kılm ak, uyanacağına em in bulunan kim se için de gecenin sonuna kadar te '-
hir etm ek eftaldir.
55— Teravih nam azının vakti : M uhtar olan bir kavle göre yatsı nama-
zından sonradır, sabah nam azının vaktine kad ar devam eder, vitirden ev-
vel de sonra da kılınm ası câizdir. Binaenaleyh yatsı nam azı kılınm adan tera-
vih kılınm az, kılınsa iadesi lâzım gelir.
5 6 — Bayram nam azları vakti : Sabahleyin güneş yükselip kerah et vak-
ti çıktığı zam andan itibaren istiva zam anına kadar devam eder.
Ram azan bayram ı namazı, b ir özre m ebni birinci gün istiva zam anın-
dan evvel kılınam azsa ikinci gün istiva zam anına kadar kılınır, artık özür,
bulunsa da üçüncü gün kılınamaz. K urban Bayram ı nam azı ise bir özre m eb-
ni birinci gün kılınam azsa ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özre m ebni
kılınam azsa üçüncü gün istiva zam anına kadar kılınır. Bu nam azları bir
özür bulunm aksızın böyle ikinci veya üçüncü güne te 'h ir etm ek ise bir isa-
ettir. Bu bayram nam azlan, istiva zam anından veya zeval vaktinden sonra
ise lıiç bir halde kılınam az. Kazaları da câiz değildir.
57— V aktin m üsait olduğunu zannederek sünnete başlam ış olan kim -
se, iki rek 'a t namaz kıldığı takdirde farzın fevt olacağından korkacak olsa
da başlam ış olduğu nam azı bırakm az iki rek 'a ti m üteakip teşeh h ü tten son-
ra selâm verir. Üçüncü re k 'a tta ise dördüncü rek 'a ti da kılar, sonra selâm
verir. Çünkü böyle başlanm ış olan bir namaz, lâzim ul' ifa olur.
5 8 — V ak it : N am azın şartı olduğu gibi vucûbunun da sebebidir. Bi-
naenaleyh b ir yerde nam az vakitlerinden bir, ikisi tahakkuk etm ese o va-
kitlere ait olan namazlar, o y er ahalisine farz olm am ış olur.
Meselâ: Bazı yerlerde senenin b ir m evsiminde daha şafak kaybolm adan
fecir tu lü ' ederek sabah nam azının vakti girm ektedir. A rtık bu gibi yerlerde
yatsı nam azı sakıt bulunm uş olur. N itekim abdest uzuvlarından bir, ikisini
kaybeden kim se için de o uzuvlanm yıkam ak m ükellefiyeti kalmaz. Bu
veçh ile fetva verilm iştir.
M aahaza bazı m üdakkik fukahaya göre b u gibi yerlerdeki müslümanlar
da tam beş vakit namaz ile m ükelleftirler. B ulundukları yerde bu nam azlar-
dan h er hangi birinin vakti taayyün etm ezse o nam azı kaza halinde kılarlar
veya kendilerinin bulundukları yere en yakın olup kendisinde nam az va-
kitleri tam am en taayyün eden bir beldenin vakitlerine göre o namaz için
106 BÜYÜK İSLAM
de bir vakit takdir ederek edasına çalışırlar. V akıa vakit, nam azın bir şartı,
bir sebebi, bir alâm etidir. F ak at nam azın asıl sebebi hitab ı İlâhîdir, mam ı
ilâhîyenin tevalisidir. Bu cihetle bütün müslümanlar, bu beş vakit nam azla
mükelleftirler. Binaenaleyh bunları kılm aları lâzım dır.
İm am ı Ş afiînin içtih ad ı da bu veçhiledir, ih tiy ata m uvafık olanı da
budur.
Güneşi uzun m üddet batm ıyan veya doğm ayan yerlerde namaz vakit-
lerinin böyle takdir edilip edilm iyeceğinden de fukahayı kiram ın ih tilâfı
vardır. Böyle yerlerde bulunm aları farz edilen m üslüm anlann oruçları,
zekâtları hususunda da böyle bir takdir, m uvafık görülmektedir.
59 — Her gün beş vakitte namaz kılm anın farziyeti b irço k hikm etleri
m utazam m m dır. Biz burada ancak şunu arzedelim ki, insan, sabahleyin
âd eta yeni b ir h ayat bulm uş, zulm etten kurtulup nura kavuşm uş, bir fa-
aliyet m eydanına atılm ak üzere bulunm uş olur. Bu hayatı, insana veren,
insanı bu faaliyete m uvaffak edecek olan ise ancak Allah tealâ H azretleri-
dir. Binaenaleyh insan, bu h ayat nim etine şükretm ek, bu faaliyete — bir
falihayır olm ak üzere : m übarek b ir ibadetle başlam ak için sabah nam azını
kılm akla m ükellef bulunm uştur.
İnsan sabahtan akşam a kadar h ay at nim etinden m üstefit oluyor. Bu
m üddet içinde m uttasıl ve m addî bir faaliyet gösterip duruyor. Bu bir m u-
vaffakiyet eseridir. İşte b u m uvaffakiyete şükretm ek ve bu faaliyetin ruh-
ları gaflet ve kasvet içinde bırakm asına m âni olm ak için de öğle ve ikindi
nam azlan farz bulunm aktadır. A kşam ın yaklaşm asile nihayet bulm aya yüz
tu ta n bir günlük yaşayışın, faaliyetin ruhanî, neşveâver bir ibadetle hitam a
em ıesi bir saadet alâm eti bir şükran nişanesi bir u b u d iy et vazifesi olacağın-
dan b u n u n iç in de akşam nam azı kılınm aktadır.
İnsan, daha sonra uyku âlem ine can atacaktır. Bir nevi' ölüm num une-
si olan ve bir bakım dan da b ir huzur ve istirahat devresi sayılan bu âlem e
varm adan evvel bir günlük h ay ata ku d sî bir ibadetle nihayet verm ek ; O
âlem e İlâhî bir zevk ve intibalı ile in tik âl etm ek, hâlikım ızm gufranına ilti-
cade bulunm ak, bir hüsnü hatim e nişanesi olacağından b unun için de yatsı
nam azı kılınm aktadır.
Hasılı : G erek insanın ve gerek etrafındaki bütün varlıkların hayatında
doğm ak, büyüm ek, duraklam ak, ih tiyar olm ak sonra da ölüp gitm ek gibi
m u h telif beş safha tecelli etm ektedir. A rtık bu safhalara m ukabil olm ak ve
insanın m ad dî varlığı ile, çalışm asile m anevî varlığı ve çalışm ası arasında
güzel bir m uvazene tesis edebilm ek iç in beş vakitte kılm an nam azlardan da-
ha yüksek, daha faideli bir çare bulunam az. Bizleri bu m ukaddes ibadetle
m ükellef olm ak şerefine nâil etm iş olan kerîm m abudum uza ne kadar şülc-
re tsek yine azdır.
Nam azlara âid ııiyyetler:
6 0 - Nam azlarda n iy et de şarttır. Ş öyle ki: N iyyet esasen bir azim-
den, k a t'î bir iradeden ibarettir. Kalbin bir şeye karar vermesi bir işin ne
için yapıldığını bedahetenndüşünm eksizin bilm esi dem ektir.
İ L M İH A L İ 107
Namaz hususunda niyet "A llah T ealâ için hulûs ile namaz kılm ayı
dilem ek ve hangi nam azın kılınacağını bilm ektir."
Am ellerin kıym etleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis
olmalıdır, insan yapacağı bir ibadeti şuurlu bir halde yapmalıdır. Yapacağı
amel ile hakkın rızası gibi yüksek b ir gayeyi gözetm eli, gafil bir halde bulun-
mamalıdır.
6 1 — N iyyet kalbe aittir. B ununla beraber, niyyetin kalb ile yapılıp dil
ile söylenm esi evlâdır. M eselâ bir insan, başlıyacağı bir nam aza kalb ile niy-
y e t edip dil ile bir şey söylemese o nam azı yine câiz olur. F a k a t kalb ile
niyyet etm ekle beraber "şu vaktin farz veya sünnet nam azını kılm aya niy-
yet ettim " demesi daha iyidir. Bu veçhile niyyet, m u h tar olan kavle göre
m üstebahtır.
62— Farz nam azlarda ve bayram ile vitir nam azlarında bunları tayin
etm ek lâzım dır. M eselâ: "Bugünkü sabah nam azına veya cu m 'a nam azına
veya vitir nam azına veya bayram nam azına" diye niyet edilir. M utlâka farz
nam azını kılm aya n iy et k â fi değildir, farz namazları bununla tayin edilm iş
olmaz. F a k a t hangi namaz olduğu tayin edilm eksizin vakit içinde "B u vak-
tin farzını kılm aya diye niyet edilmesi kifayet eder, rek'atların m iktarını
zikre lüzum yoktur. C um 'a nam azı b un d an m üstesnadır. Onu vaktin farzı
niyetile kılm ak kifayet etm ez. Çünkü asil vakit, cum 'anın değil, öğle nama-
zınındır.
63— Nafile nam azlara gelince b u n lar için m eselâ: " Ş u vaktin ilk sün-
netini veya son sünnetini kılm aya n iy et ettim " denilir. M aahaza bunlarda
m utlaka nam aza niyet de kâfidir, o namazı bir m üekked veya gayri müek-
ked sünnet olduğunu ve saireyi tayine lüzum yoktur. Ş u kadar var ki, tera-
vih namazı için "teravih nam azını veya vaktin sünnetini kılm aya niyet et-
tim " demelidir. İh tiy a t olan budur.
64— Cem aata yetişip de im am ın farzı m ı yoksa teravilıi mi kıldırdığım
bilm eyen bir kimse, farza niyet ederek im am a uyar. E ğer im am farzı kıl-
dırm akta ise onun da farzı sahih olur, eğer im am teravihi kıldırm akta b u-
lunm uş ise onun kılacağı namaz nafile olur, yatsı nam azından evvel kılın-
m ış olacağı cihetle teravihten sayılmaz.
65— N iyetin tekbir zam anına m ukarin olması eftaldir. Daha evvel de
niyet edilebilir, elverir ki niyet ile tekbir arasında nam aza münafi bir iş bu-
lunm uş olmasın.
Meselâ: Bir kimse abdest alırken şu nam azı kılm aya n iy et etse, sonra
yiyip içm ek, ve söylem ek gibi nam aza m uhalif b ir amelde bulunm adan na-
maz yerine gelip nam aza başlasa namaz sahîh olur. Velev ki bu esnada
hatırına o n iy et gelmesin.
F akat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahîh olmaz. Muh-
tar olan budur. Diğer bir kavle göre tekbirden sonra S uphaneke'den veya
Euzüden evvel yapılacak bir niyet ile de namaz caiz olur.
* (İm am Şafiîye göre niyetin tekbire m ukarin olması şarttır.)
108 BÜYÜK İSLAM
6 7 — Bir kimse bir vakit içinde iki farz nam aza niyet etse, meselâ:
Bir öğle vakti içinde öğle namazı ile ikindi nam azına niyette bulunsa bu ni-
yeti, vakti girmiş olan namaz hakkında m uteber olur, daha vakti girm emiş
olan namaz bu n a engel olmaz.
68— Bir kim se bir vaktin farzına niyet ederek nam aza başlasa da son-
ra nafile kılıyom ıuş gibi bir zan ile ikm âl etse bu nam azı o farzdan ibaret
b ulunm uş olur. Çünkü nam azın sonuna kadar niyetin hatırlanm ası şa rt de-
ğildir.
7 1 — Bir kimse nam aza tek başına başlam ış iken im am a uym aya niyet
ederek dilile tekrar tekbir alsa evvelki nam azını bozm uş, im am a uym uş
olur.
7 2 — im am a uyan kim senin kılacağı nam azı tayin etm eksizin yalnız:
"İm am a uyd u m " ve " ik tid a ettim " diye niyet etmesi, m u h tar olan kavle
göre k âfi değildir. "İm am ile beraber namaz kılm aya niyet ettim " denilm e-
si de böyledir.
77— Namaza: " j f I iıl ; Allahü ekber" diye başlanır. Bu, bir ifti-
tah tekbiridir. Buna "T ahrim e" denir. İftita h tekbiri, A llah T ealâya m ahza
ta'zim için zikredilecek bir tabir ile yapılır, bununla nam aza girilmiş, dışa-
rıdan ilgi kesilmiş olur.
Tahrim e, Hanefîlerce nam azın esasen b ir rüknü değil, b ir şartıdır, na-
m azdan m ukaddem dir. Ş u kadar var ki nam azın rükünlerine ziyade b itişik
olduğu için o d a bir rükün sayılm ıştır.
Eimm ei selâseye göre tahrim e de esasen nam azın bir rüknüdür, bu ihti-
lâ f üzerine bazı m es'eleler teferru' eder.
8 0 — "Allahü ekber" yerinde Farisi k â f ile yani yum uşak k â f ile "A lla-
hü egber" denilse bununla nam aza başlanm ış olur.
82— Kıyam, —farz ve vacip nam azlara nazaran— bir rükündür, bir
esastır. Binaenaleyh kıyam a iktid arı olan kim senin kaiden, yani oturarak
kılacağı b ir farz veya vacip namaz, câiz olmaz. Rükünler, farz olduğundan
onlara riayet lâzım dır.
83— Bir hasta ayakta namaz kılm aktan hakikaten veya hükm en âciz
bulunsa, yani ya ayakta durm aya hiç kadir olmasa veya kadir ise de bun-
dan dolayı hastalığının artm asında veya uzam asından veya şiddetli ağrılar
duym asından korkacak olsa nam azım oturduğu halde kılar, m uk ted ir ise
riikûa ve secdeye varır, çünkü m eşakkat kolaylığı celbeder, zaruretler kendi
m iktarınca takdir olunur.
8 4 — Bir hasta, bir yere dayanm ak suretile ayakta namaz kılm aya ka-
dir oldukça farz nam azları o turdu ğu halde kılamaz.
Kezalik: Bir m üddet ayakta kılm aya gücü yetince o kadar ayakta du-
rur, sonra oturarak nam azım bitirir. H a ttâ yalm z iftita h tekbirini ayakta
alm aya kadir olan kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup nam azını k ı-
lar, b aşk a türlü yapamaz.
85 — Bir hasta, kıyam a kadir olduğu halde rükû' ile sucûde y ah u t yal-
mz sucûde kadir bulunm azsa nam azım ayakta kılması lâzım gelmez. Belki
oturup îm a ile kılar, efdal olan budur. F a k a t im am Z ufer ile Eim m ei Selâsi-
ye göre nam azını ayakta îm a ile kılm ası icap eder. İm adan m aksat, nam azda
b aşı aşağıya doğru eğiverm ek suretile yapılan işârettir.
reti varsa rükû' için yine ayağa kalkar, rükû' eder, fakat herhalde namazı
iade etm esi lâzım gelmez.
89— O turduğu halde bile rükûa, sücuda kadir olm ayan kim se başıyla
im a ederek rükû' ve sücudunu yapar, secde için rükû'dan ziyade başını eğer,
üzerine secde etm ek için yastık gibi bir şey tedarik etm esi m uvafık olmaz.
M aamafih böyle bir şey üzerine başım koyarak secde edecek olsa câiz olur.
Bu halde yerin kuvvetim duyarsa nam azını rükû' ve sücudu ile kılm ış sayı-
lır, duym azsa îm a ile kılm ış olur.
9 0 — O turduğu halde namaza gücü yetm iyen kimse, arkası üzerine
yatar, ayaklarını kıble tarafına yöneltir, rükû ve sücut için îm ada bulunur,
başıyla îm a yapabilm esi için om uzlarının altına münasip bir şey konulur.
Böyle b ir hasta, yüzü kıbleye yönelm iş olarak sağ yanı üzerine yatıp d a lm a
ile rükû' ve sücutta bulunsa namazı yine câiz olur. F ak at k u dreti varsa arka-
sı üzerine yatm ası efdaldir.
9 2 — Bir hasta, başıyla îm aya kadir olmasa, nam azım sonraya bırakır,
kalbi ile veya gözleri ile veya kaşlarıyla îm ada bulunm az. Bu, İm am ı A 'zam a
göredir, İm am Ebu Y u sü f a göre b u halde kalbi ile îm ada bulunam azsa da
gözleriyle, kaşlarıyla îm ada bulunur. İm am Züfer ile İm am Şafiîye göre kal-
bi ile de îm ada bulunur.
Diğer bir rivayete göre böyle bir hastanın aczi, bir gün ve bir geceden
ziyade devanı edince bu m üddete ait nam azları büsbütün sakıt olur. Velev ki
aklı başında bulunm uş olsun.
93— Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam ederse
bu halde geçen nam azlarını kaza eder, fak at bun d an ço k devam ederse na-
m azları sakıt olur. Bu azlık, çokluk, İm am ı A 'zam a göre saat itibariyle,
İm anı M uham m ede göre d e geçen nam azların vakitleri itibariyledir. Bina-
enaleyh İm am M uham m ede göre geçm iş olan namazlar, b e şte n fazla ise sa-
k ıt olur ve illâ olmaz. Bu kavil, evvelâ görülm ektedir.
Velhasıl: Namaz, tam bir özür bulunm adıkça _asla terk ve te'h ir edile-
mez. Aksi takdirde Allahü A zim üşşanm azabı pek şedit, pek k o rkunçtur.
Z â tı rübubiyetine iltica ederiz.
94— Bir özre m üstenit olm adıkça farz nam azlar, hayvan üzerinde kı-
lınam az. Bu hususta vitir namazile cenaze nam azı ve yerde okunm uş olan
secde âyetin den dolayı yapılacak tilâvet secdesi ve kazâsı lâzım gelen her
hangi bir namaz da bu hükümdedir.
İm am ı A 'zam dan b ir rivayete göre sabah nam azının sünneti de bir özür
bulunm adıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
112 BÜYÜK İSLAM
95 — Yürüm ekte olan b ir araba, yürüm ekte olan bir hayvan hükmün-
dedir. Binaenaleyh bir zaruret bulunm adıkça üzerinde farz, vacip nam azlar
kılınamaz. Y erinde duran bir araba ise yer üzerindeki bir sedir, bir tah t me-
sabesindedir, üzerinde herhangi bir namaz kıhnabilir.
96— Yürümekte b ulunan bir gemi içinde bir özür bulunm asa d a bütün
nam azlar oturularak kıhnabilir. F a k a t ayakta kılınm ası efdaldir. Bu, İm am ı
A 'zam a göredir. İm am eyne göre baş dönm esi gibi bir özür bulunm adıkça
farz nam azlar oturularak kılınam az. Çünkü kıyam , bir rükündür, b ir özür
bulunm adıkça terk edilemez. İm am ı A 'zam a göre ise, gemide baş dönm esi
galiptir; galip ise m uhakkak hükm ündedir.
9 7 — Deniz kenarında veya ortasında bağlanıp duran bir gemi, eğer
çalkalanm am akta ise yer hükm ündedir, içinde ayakta olarak namaz kılınır.
F a k a t çalkalanıp d urm akta ise hayvan hükm ünde olur. Binaenaleyh eğer
mümkünse için d en çıkarak namazı h a riçte kılm ak lâzım gelir.
H arekette bulunan b ir yolcu tayyaresi de yürüm ekte bulunan bir gemi
m esabesindedir. B unun da hareketi, tavakkufu yolcunun ellerinde değildir.
101— Bir kim senin ayak ta olarak başladığı nafile bir namazı, yorula-
cak olsa b ir yere dayanarak veya oturarak kılm ası câizdir. Böyle bir özür
bulunm adıkça bir yere dayanılm asında veya oturulm asında kerahet vardır.
102— Bir kimse, oturd u ğ u halde başlam ış olduğu nafile bir namazı
kalkıp ay akta ikm âl edebilir. Bunda ittifak vardır.
103— N am azda kıraat, yani: Nam az kılanın kendi nefsi işidecek dere-
cede lisanile harflerini tashih ederek K ur'am Kerim âyetlerinden bir m iktar
İLMİHALİ 113
okunm ası, nam azın bir rüknü olarak farzdır. Kendi nefsi bile işitem iyecek
derecedeki bir kıraat ise kıraat sayılmaz. Yalnız im am a uyan kim se bu kıra-
attaıı m üstesnadır, nitekim ileride izah edilecektir.
104— Nafile nam azlar ile vitrin ve iki rek 'a tlı farz nam azların her rek'
atın da kıraat, farzdır. F a k a t d ö rt veya üç rek’atlı farz nam azların lâalet-
tayiıı yalnız iki rek 'atlarm d a k ıraat farzdır. Ş u kadar vardır ki, kıraatin ilk
iki rek'atlarda bulunm ası vacip görülmüştür. Binaenaleyh bu ilk iki rek 'at-
larda kıraatin âm den terk edilmesi m ekruhtur. Sehven terk edilmesi de sehv
secdelerim icap eder. Bu halde farzların diğer rek'atlarm da fatih a okunm a-
sı; m u h tar olan kavle göre vâciptir, sehven terk edilm esi sehv secdelerini
m ucip olur.
F a k a t diğer rivayetlere göre farzların bu son, yani üçüncü ve dördüncü
rek'atlarm da k ıraat câiz olduğu gibi teşbih de ve bir veya üç teşbih m ik tan
sükût da câizdir. Şu kadar var ki, k ıraat efdaldir, fatiha ise sünnettir.
106— Bir âyeti celileden başkasını okum aya kadir olm ayan kimse,
o ây eti kerim eyi İm am ı A 'zam a göre b ir kere okur, b ir re k 'a tta üç kere tek -
rar etm ez. İm am eyne göre tekrar eder. F a k a t üç â y e t okum aya kadir olan
kim senin bir ây eti üç kere tekrar etm esi İm am eyne göre de câiz değildir.
107— "Â yetülkürsi" gibi uzun bir ây etin b ir kısm ım b ir rek 'atta, diğer
kısm ını da diğer re k 'a tta okum ak, esahh olan kavle göre k ifay et eder, çün-
kü bunlar, üçer kısa âyete m uadil bulunm uş olur.
Yanlış kıraatlan n hükümleri için "Z elletülkari" bahsine müracaat!
N am azlarda rükû :
109— O turduğu halde namaz kılan kimse, rükû ederken alnı dizlerine
muv azı olacak derecede arkasım eğmelidir.
"R ükû şeklinde kanbur olan kim senin rükû için başını biraz eğmesi
lâzım dır. K anburluğu rükû sayılmaz.
111— İm am a henüz rükûda iken yetişip ik tid a ederek rükûa varan kim -
se o rek ’ati im am ile kılm ış sayılır. F a k a t im am rükûda iken tekbir alıp da
im am rükûdan k alktıktan sonra rükûa giden kimse, o rek 'a ta yetişm iş ola-
maz, belki m esbuk olur, o rek 'a ti nam azın sonunda tek başına kılar.
112— İm am a uyan kimse, im am dan evvel rükûa gidip daha imam rükûa
gitm eden b aşım kaldırsa bu rükû'u kifayet etm ez. Binaenaleyh bunu im a-
m ın rükû'u esnasmda iade etm ezse namazı fasit olmuş olur.
İm am dan evvel rükûdan, sücuttan başını kaldıran bir m uktedi, hem en
rükû ve sücuda avdet eder ki, im am a m uhalefeti zâil olsun.
113— İm am a rükûda y etişen kimse, iki tekbire m uhtaç değildir. "A l-
lahü ekber" diye nam aza başlar ve hem en rükûa gider. Bu bir tekbir ile hem
iftitalı, hem de rükû tekbirini alm ış olur. İm am et bahsine de müracaat!
N am azlarda secde:
114— Secde de nam azın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan
kimse, rükûdan sonra secdeye vanr, rükû vaziyetinden ziyade eğilir, cephe-
sin i: alnını, yüzünü, iki ayağım ve iki. eli ile ild dizini yere veya yere bitişik
b ir şey üzerine koyar. Hak Tealâ H azretlerine ta'zinıde bulunur. Bu secde
h er re k 'a tta birbiri ardınca iki d e f a yapılır.
115— N am azda secde için yere cephe konulduğu halde burun konul-
m asa secde yine câiz olur. Ş u kadar var ki böyle bir secde bir özür bulun-
m ayınca m ekruhtur.
Bilâkis b u ru n konulduğu halde cephe konulm asa bakılır, eğer bir özre
m ebni ise secde bilittifak câiz olur. Bir özüre m ebni değilse İm am ı A 'zam a
göre m aalkerahe câiz olur, İm am eyne göre caiz olmaz.
116— Bir özüre m ebni olsa d a yanak veya çene ile secde yapılamaz.
Cephede veya burunda secdeye m âni bir özür bulunsa İm a ile secde
yapılır.
117— Secdede elleri, dizleri yere koym ak her halde farz değildir, bel-
ki sünnettir. A ncak İm am ı Züfere ve İm am ı Ş a fiî ile İm am Ahm ede göre
farzdır.
İ L M İH AL İ 115
118— ik i ayağın veya bir ayağın parm aklan yere konulm adıkça secde
câiz olmaz. M uhtar olan kavil, b udu r; bir ayağın yalmz bir parm ağını veya
ayağın yalmz üstünü yere koym ak kifayet etmez.
121— Bir kimse, başındaki sarığın bir büklümü veya sırtındaki bir liba-
sın fazla m iktarı üzerine secde edecek olsa bakılır, eğer bunlar, temiz bir
şey üzerine konulm uş olur ve sarığın büklümü de cepheye b itişik bu lunur-
sa secde câiz olur ve illâ olmaz. Her halde yerin kuvvetini duym ak d a lâ-
zım dır. Bu kuvvetin hissedilmesine m ani olacak pam uk ve em sâli b ir şey
üzerine secde edilemez.
122— A tılm ış yün, pam uk, saman, kar gibi bir şey üzerine secde edil-
diği takdirde bakılır, eğer b unlar k esafet peyda edip hacim leri anlaşılırsa
secde câiz olur. F a k a t bunların için de yüz kaybolup hacim leri anlaşılm azsa
ve böyle şeyin üzerinde yüz aşağıya tam yerleşerek karar bulacak olmazsa
secde câiz olmaz.
123— Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç, darı gibi h u b u b a t
üzerine secde yapılabilir. F ak at çuval içinde bulunm ayan buğday ve arpa
üzerine secde yapılabilirse de darı gibi kaypak şeyler üzerine secde yapıla-
maz.
124— U fak bir taş üzerine secde edilemez. F a k a t cephenin ekserisi bu
taş ile beraber yere tem as edecek olursa câiz olıir.
125— Yere serilmiş olan herhangi tem iz b ir şey üzerine secde edilebi-
lir velev ki bir özre m ebni olmasın, velev ki serilmiş b ulun du ğu yer tem iz
bulunm asın elverir ki, o yerin pis kokusu veya rengi gibi b ir eseri belirm e-
sin. Ş u kadar var ki böyle b ir şeyin yere serilmesi y a sıcaktan veya soğuk-
tan korunm ak veya elbiseyi tozdan, to p rak tan korum ak iç in olmalıdır.
Yoksa m ücerret cepheyi to p rak tan korum ak için olursa k erah etten h âli
olamaz.
(im am Malike göre kilim , keçe, posteki gibi yer cinsinden olm ayan bir
şey üzerine secde edilmesi m ek ru h tu r.)
*
126— Sıcaktan veya soğ uk tan ko runm ak gibi bir özre m ebni tem iz
yere konulacak iki el üzerine secde edilebilir.
127— Ü zerinde namaz kılınacak sergi, tem iz b ir libas ise y u k a n tarafım
aşağıya getirip etekleri üzerine secde etm elidir. Çünkü bu , tevazua daha y a-
kındır. . .
İ 16 BÜYÜK İ SLAM
129— H er re k 'a tta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasten terk edilse
namaz fâsit olur, sehven terk edilse selâm dan sonra dalıi hatırlansa nam aza
münafi bir şey bulunm am ış ise secdeye varılır, ba'dehu son ka'de iade edile-
rek sehv secdeleri yapılır. Secdei sehv bahsine müracaat!.
130— Secde , nam azın en m ühim bir rüknüdür. Secde, A llah Tealâya
gösterilen tavazuun, ta'zim atın en mükem mel nişanesidir. Bir hadisi şerifde:
"ku lun rabbisine — yani onun rahm etine — en yakın olduğu hal, secdeye
varm ış olduğu haldir. A rtık — secdede — duayı ç o k ç a yapınız” b uyurul-
m uş tur. Çünkü secde hali, en ziyade bir tezellül ve kemali k u rb iy et haleti
olduğundan bir m ezinnei icabettir. (3)
Secdesiz b ir namaz, namaz değildir. M abudum uzun m anevi huzurunda
yerlere kapanarak ta'zim atım arzetm ek istem eyen b ir insan, kulluk vazife-
sini terk etm iş, Hak T ealâya k u rb iy et şerefinden m ahrum kalm ış olur.
Nam azlarda k a'dei ahire:
(1) Pek büyük olan rabbim, her türlü noksanlardan beridir, münezzehtir.
(2) Pek yüce - kudret ve azametle muttasıf - olan rabbimi, bütün noksanlardan
tenzih ederim. ’ . c- . ■
.►Is-Jl 1 İs J»-L> j -vjl L* i-j (3)
j c _j LIa j ) <J!İo-jİ_5 dLU .jUaJij cjULJ! . (4)
«!iV jU r i l «flljLie.
Meâli : Bütün dualar, senalar — veya bütün m ülkler — ve bedenî, m alî
ibadetler Allah Tealâya m uhtastır, — bunlara başkaları m üstehık olamaz.
— Selâm da ve Allah T ealânm rahm etiyle bereketleri de, ey Peygamberi
A lişan!. Sana m ahsustur, ve selâm bizlere ve Allah T ealânın salih kullarına
olsun. Ş ah ad et ederim ki — yakınen bilirim ki — Allah T ealâdan başka
hakikî m abud yoktur. Ve şeh ad et ederim ki, H azreti M uhammet!, Hak
T ealânm kuludur ve peygamberidir.
İ L M İH A L İ 117
1 32— Bir kimse iki rek 'a t sabah nam azını kılıp da sonra oturm aksızm
üçüncü bir rek 'ata kalarak bunun sonunda secde edecek olsu bu nam az,
farziyetini gaip edip nafileye dönm üş olur. Binaenaleyh bir reklat daha
ilâve edilerek sonra oturm ak lâzım gelir.
Kezalik : D ört rek 'a tlı bir farz nam azının dördüncü rek'atın da ve ak-
şam nam azının üçüncü rek 'atın d a oturulm ayıp da bir re k 'a t daha kılınarak
secdeye varılsa, bu namaz da nafileye tahavvül etm iş olur. Bu halde kılm an
namaz, sabah nam azı ise, d ö rt rek'atı m üteakip hem en selâm verilir. İkindi
gibi d ö rt rek 'atlı bir namaz ise beşinci rek 'a ta bir re k 'a t daha ilâve edilip ba'
dehu selâm verilir. Sahîh olan kavle göre bu halde Secdei Sehiv lâzım gel-
mez
Bu mesele, İmam A zam ile İm am Ebû Yûsuf® göredir. İm am M uham-
mede göre bu namaz esasen namaz olm aktan çıkar.nafile de olmuş olmaz.
133— Bir kimse, nam azın sonunda teşehhüt m ik tan o turap da ba'dehu
nam azdaki tilâvet secdesini haürlıyarak secdeye varsa, namazı fasit olur.
Çünkü bu halde son k a'd e bulunm am ış sayılır. M eğer ki bu tilâvet secdesin-
den sonra tekrar teşehhüt m iktarı otursun.
134— Son ka'denin tam am ım uyku içinde geçiren bir kimse, uyandık-
tan sonra tekrar bir teşehhüt m ik tan oturm azsa namazı fasit olur. Çünkü
uyku içindeki b ir fiil, ihtiyara m ukarin olmadığı için m u 'teb er değildir, bu-
nun vücudile ademi müsavidir. N itekim nam azda uyku halinde yapılan kı-
yam, kıraat rüku gibi fiillerde m uteber değildir.
T a'dili e rk â n a riayet:
1 3 8 - Namaz kılanın, kendi ihtiyarına m ukarin olan bir fiil ile nam az-
dan çıkm ası da İm am ı A 'zam a göre b ir rükün olduğundan farzdır. Buna
"H uruç bisun'ihî" denir. F a k a t bu İm am eyne göre faiz değildir. Bu ih tilâ f
üzerine aşağıdaki iki m es'ele teferru eder.
139— Bir kimse, nam azın sonunda teşehhüt m iktarı o tu rd u k tan sonra
kasten nam aza münafî bir harekette bulunsa, m eselâ : Gülse veya konuşsa
veya bir şey yiyip içse namazı bilittifak tam am olmuş olur. F ak at kendisin-
den kaste m ukarin olmaksızın b ir hades zu h u r etse, b u halde İm am eyne
göre yine namazı tam am olmuş olur. F ak at İmamı A 'zam a göre tam am
olmuş olmaz. Belki hem en abdest alıp kendi ihtiyariyle nam azdan çıkm ası
lâzım gelir ve illâ nam azı b âtıl olur.
1 4 0 - Bir kimse, son ka'dede teşeh hü t m iktarı o turd u k tan sonra henüz
ihtiyarile nam azdan çıkm adan nam az vakti çıksa veya başka bir namaz
vakti girse nam azı İm am ayne göre tam am dır, İmam ı A 'zam a göre fasit
olmuş olur. Çünkü bu namaza kendi sun'i ile nih ay et vermiş değildir.
141— Nam azların farzları olduğu gibi bir kısım vâcipleri de vardır, bu
vâciplere riayet ile nam azın farzları tekm il, noksanları telâfi edilm iş olur.
Ş öyle İd :
(1) N am aza başlarken yalm z " = Allah" ismi Celîli gibi
sırf tâ'zim i ifade eden bir lâfız ile ik tifa edilm eyip tekbiri ifade eden bir ta -
birin bulunm ası, m eselâ " y f 1 i l = Allahü ekber" denilmesi vâciptir.
(3) N am azlarda farz olan kıraatin ilk iki rek 'ata tahsis edilmesi vâ-
ciptir.
(4) İlk iki re k 'a tta n her birinde bir d e f a F atih a'i şerife okunup tek -
rar edilm em ek vâciptir.
(5) F atih a'i şerifeyi, okunacak sair sûrelerden veya âyetlerden evvel
okum ak vâciptir.
(6 ) F a tih a 'i şerifeye, başka bir sûre veya bir sûre yerine kaim olacak
m iktar  yeti Kerîm e ilâvesi vâciptir. Ş öyle k i : Farz nam azların ilk evvelki
rek'atlarm da F atih ad an sonra diğer b ir sûre veya bir sûreye m uadil bir
m iktar  yeti Kerîm e okunm ası vâcip olduğu gibi, vitir ile nafile nam azların
her rek'atında F a tih a ve Fatihadan sonra bir sûre veya b ir m iktar âyeti ke-
rîm e okunm ası da vâciptir.
* F atihaya başka bir sûrenin veya ây etin zam ve ilâvesi eim mei selâse-
ye göre sünnettir.
İL M İH A L İ 119
(7) M ünferit - Tek başına nam az kılan kimse, sabah, akşam , yatsı
nam azlarında kıraati dilerse cehren ve dilerse hafiyyen yapar. Geceleyin
kılacağı nafile nam azlarda da böylece m uhayyerdir. F ak at öğle, ikindi ve
gündüzün kılacağı nafile nam azlarda hafiyyen okum ası vâciptir.
( 8 ) Cem aatle kılınan nam azlardan sabah, cuma, bayram , teravih, vi-
tir nam azlarının her rek'atm da, akşam , yatsı nam azlarının ilk iki rek'atla-
n n d a cehren, öğle ve ikindi nam azlarının bütün rek'atlariyle akşam namazı-
nın üçüncü ve yatsı nam azının d a son iki rek 'a tia n n d a hafiyyen kıraatta
bulunm ak vâciptir.
(13) N am azların her ka'desinde teşehh ütte bulunm ak, yani teh iyy aü
okum ak vâciptir.
(16) İki bayram nam azının üçer ziyade tekbirleri vâciptir. Bu nam az-
larda birinci rek 'a tla n n rükû ve sücut tekbirleri sünnettir. İkinci rek 'a tla n m n
rükû tekbirleri ise vâcip olan ziyade tekbirlere m ukarin olduğu iç in vâcip-
tir.
(17) N am azlann farzlann d a tertibe riayet etm ek ve iki farz arasında
farz olm ayan bir şeyin girmesine m eydan verm em ek vâciptir. Farz olan
kıyam dan sonra, rükû'a, rükûdan sonra secdeye gidilmesi gibi.
(18) V âciplerden her birini de yerinde ity an edip te'h ire bırakm am ak
vâciptir. K ıraattan sonra bir m üddet sehven tefekküre dalıp badehu rükûa
varılması gibi.
120 BÜYÜK İSLAM
(1) Beş vakit namaz ile cuma namazı için ezan ve ikam et sünnettir.
Şöyle ki : V aktinde cem aatle eda olunan her farz namaz için ezan ve
ikam et sünnet olduğu gibi, kazaya kalıp cem aatla kılınacak farz nam azlar
için de sünnettir.
M üteaddit namazlar, cem aatla kaza edileceği takdirde bunlardan yal-
nız ilk kılınacak namaz için ezan okunur, sonra gerek bu namaz için ve ge-
rek bunun ardınca kılınacak şâir kaza nam azlan için birer ikam et ile iktifa
edilir.
Kendi hanelerinde tek başlarına namaz kılacak erkekler için ezan ile
ikam et, m üstehabtır. G erek müsafirler için ve gerekse cem aatla namaz kıla-
cak için ezan ile ikam eti terk etm ek ise m ekruhtur.
Cum 'a günü şehirde bu lu n d u k lan halde m azeretlerine m ebni cum a na-
m azını kılam ayanlara öğle nam azım kılarken ezan ve ikam et lâzım gelmez.
Kadınlar için de ezan ve ikâm et sünnet değildir. Ezan ve ikam et bahsine
m üracaat!..
lahü ekber" derler. Ellerin içleri kıbleye müteveccih bulunm alıdır. Birbirine
m üteveccih de bulunabilir.
(3) Tekbir için eller kalkarken parm akların araları tekellüfsiiz olarak
biraz açıkça bulunm ası sünnettir.
(4) İmam olan zatın tekbirleri ve rükûdan kıyam a kalkarken,
( «il £ — =Semiallalıü lim enham ideh) cümlesini ve nam azın sonunda
iki tarafa vereceği selâm ı, h acet m ik tan cehren yapm ası sünnet olduğu gibi
cem aatin rükûdan kalkarken gizlice: ( diij ^ 1 Allahümme ıabbena
velekelham d) dem esi tekbirler ise selâm ı gizlice yapm ası da sünnettir.
Her re k 'a tta fatihai şerifeden evvel besmeleyi şerifeyi okum ak esahh
sayılan bir kavle göre ise vâciptir. F atihadan sonra okunacak surelerin
evvellerinde besmelei şerife okunm az. Yalmz îm am M uham m ede göre ses-
sizce kılınacak nam azlarda bu surelerin iptidasında d a besmelei şerife
okunur. (2 )
( 6 ) Nam azda erkeklerin sağ ellerini göbeklerinin altında olarak sol
elleri üzerine koym aları, ve baş parm aklarıyla serçe parm aklanın halka şek-
(1) Allah Tealâ kendisine hamd edenin hamdini kabul buyurur. Ey Rabbimiz olan
Allahü Azimüşşan hamd de sana mahsustur.
@) "Sübhaneke" denmurad: ■$->■?- j i j )
( ■JiVj Sübhanekellahümme ve bihamdik ve tebarekesmük ve tealâ ceddiik
ve lâ üâhe ğayrük cümlesidir.
Mealâ: Ey Allahım! Seni teşbih ve tenzih eder, sana hamdüsenada bulunurum.
Senin mukaddes ismin mübarektir ve senin azamet ve celâün pek yüksektir, ve senden
başka hak mabud yoktur.
Euaü'den maksat da ( , ^ J ' = Euzübiilâhimineşşeytanirracim)
demektir ki "Kovulmuş - tarafı ilahiden tardedilmiş - olan şeytanın şerrinden Allahü
Tealâya sığınırım" manasınadır. Bu sığınmaya "teavvüz" denir.
122 BÜYÜK İSLAM
(7) Nam az arasındaki tekbirler iletesm i'ler sünnettir. Yani kıyam dan
rükûa, secdelere gidilirken : ( jŞ~ \ üıl = Allahü ekber ) denilm esi rükûdan
kıyam a kalkılırken : ( ü £ - = Semiallahü lim enham ideh) denilmesi
ve secdeden kalkıp yine secdeye giderken : { JS ' \ «il = Allahü ekber)denilm esi
sünnettir.
(8 ) Rükû ve sücut teşbihleri, yani rükû halinde en az üç kerre
( ("^J! j j j = Sübhane rabbiyelazîm ) denilmesi, secde halinde de
lâakal üç kerre ( = Süphane rab b iy alâ’lâ) denilm esi sünnettir
(9) Rükû halinde erkeklerin ellerile parm akları arası açık olarak
dizlerini tu tm alan sünnettir. Kadınlar bu halde parm aklarını açık ça bırak-
m azlar ve dizlerini tutm azlar, elleri dizleri üzerine koym akla iktifa ederler.
(17) Bütün nam azlann son ka'delerinde salât ve selâm dan sonra iki
tarafa selâm verm eden evvel dua edilmesi sünnettir. Bu dua, K ur'am Kerî-
m in m übarek dua âyetlerinden biriyle yapılm alı, veya bunlara benzer b ulu n -
malıdır. Kullardan isfenilebilecek şeyler hakkında nam azda dua edilmesi.
Meselâ : "Y arabbi!. Bana şu kad ar para ver" denilmesi câiz görülm em ekte-
dir. Nam azların sonunda m utad olanbi^ ; > ~ V l j , "*• - L J l j b'T l>.)
(jU l J i c A yeti kenm esinin okunm asıdır. (2)
(18) N am azlann sonunda selâm verirken yüzün evvelâ sağ, sonra sol
tarafa döndürülmesi sünnettir.
(19) Sütre ittih azı sünnettir. Ş öy le ki: Sahrada ve emsalinde namaz
kılan kimse, önünden başkasının geçmesi m elhuz olunca sağ veya sol kaşı
hizasına en az bir arşın bo y u n d a kalın veya ince bir ağaç diker, dikilmesi
mümkün olmazsa ağacı boyuna uzatır veya önüne böyle b ir tu lâ n l b ir çizgi
çizer. Enine yarım daire şeklinde bir çizgi çizmesi de câizdir. Direk, san-
dalye gibi şeyler de sütre vazifesini görür.
• i ^^ ij 1 f \jf I 4*.»
= Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed, kema
salleyte alâ seyyidina İbrahime ve alâ âli seyyidina İbralıime inneke Hamidün Mecid. Ve
barik aiâ seyyidina muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed, kema salleyte alâ
seyyidina İbrahime ve alâ âli seyyidina İbrahim, inneke Hamidün Mecid.)
(2) Yarabbi. Bize dünyada bir güzellik, ahirette de bir gızeUik - bir güzel nimet ve
saadet - ver ve bizi ateş' azabından koru.
124 BÜYÜK İSLAM
le veyahut başile hafifçe işaret edebilir. Sütrenin bulunm ası, namaz kılanın
cem iyeti hatırına yardım eder, onun gözlerini sütrenin gerisinden m enedip
kuvvei mütelıayyilesinin etrafa dağılm asına m âni olur.
N am azlann âdabı:
143— Nam azların bir kısmı âdabı vardır. Bunlar birer m endup dem ek-
tir. Bunları terketm ek, vakıa itabı icap etm ez. Bir isâ e t sayılmaz, fakat bun-
lara riayet edilmesi efdaldir, ziyade sevap kazanm aya sebeptir. Şuurlu bir
müslüman, nam azın ne büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz sayesinde
kadim ve rallim olan m abudunun m anevî huzurunda bulunduğunu anlar,
o m ukaddes m abudunun kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece
edebe riayet eder, zahiren pek mütevazıane bir vaziyet alır, batm an kalbini
m ümkün m ertebe masivadan, süflî düşüncelerden, dünyevî alâkalardan k o ru -
m aya çalışır, bunun için dir ki: (ıjüül = nam azın kemali
ancak kalb huzuriledir) denilm iştir.
Nam azların başlıca âdabı şunlardır:
(1) Nam azda zahiren ve batm an bir sükûnet, bir huzur, bir h aşy et için-
de bulunm ak.
( 2 ) Üst elbiseyi açık bulundurm ayıp düğüm lemek ve erkekler için ifti-
tah tekbiri alırken ellerini — m evcut ise — yenlerinden dışarıya çıkarm ak.
(3) Nam az kılarken kıyam da secde yerine rükû d a ayakların üzerine,
secdede burnun iki kanadına, ka'dede kucağa, selâm da d a sağ ve sol om uz
başlarına bakm ak.
(4) Rükû ve sücut teşbihlerini tek başına namaz kılan için üçten ziya-
de yapm ak.
(5) İk am et alınırken: = haydin felâha) denildikte im am ile
cem aat için ayağa kalkm ak.
İm am , m ihraba yakın bulunm azsa her saf, imam aralarından geçeceği
zam an ayağa kalkar.
( 6 ) İm am için ( l ' A J I -*î = namaz başladı) denildiği anda namaza
başlam ak. İmam olan zat, bu hareketile müezzin olan zatı tasdik etm iş olur.
Maamafih ikam et b ittik te n sonra nam aza başlam asında da bir beis yok tu r.
H a ttâ İm am E bû Y usuf ile Eimm ei selâseye göre muvafık da budur.
İkam et alınırken camie giren kimse, oturur, cem aatla beraber ayağa
kalkar. Yoksa ikam etin bitm esini ayakta beklem ez.
(7) N am azda esnem ek halinde ağzı tutm ak ve dudakları, dişlerle olsun
kapam ak kabil olmazsa sağ el ile kapam ak öksürüğü ve geğirmeği mümkün
m ertebe giderm ek.
Bütün bunlar, m üstehsendir. İbadet esnasında yapılması lâzım gelen
t-a'zimat cümlesindendir.
1 4 4 - Ezan, lûgatta i'iâm : bildirm ek dem ektir. Ş e r'î şerifte farz na-
İL MİH A Lİ 125
M em leketim izde bir m üddet şu tercüme okunm uştu: "T anrı uludur,
Tanrı uludur, Tanrı uludur, T anrı uludur. Şüphesiz bilirim bildiririm T an-
rıdan başka y o k tu r tapacak. Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrıdan başka
y o k tu r tapacak. Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrının elçisidir M uham m ed,
şüphesiz bilirim, bildiririm T anrının elçisidir M uhamm ed. Haydin nam aza,
haydin nam aza. H aydin felaha, haydin felaha. Tanrı uludur, T anrı uludur.
Tanrıdan başka y o k tu r tapacak."
Sabah nam azlarında iki kere "hayye alâlfelâh — haydin felâh a"d an
sonra iki kere "Esselâtü hayrün m inen nevm — namaz uykudan hayırlıdır"
diye okunur ( 1 ),
(2) E rkekler tarafından gerek m ünferiden ve gerek cem aatle farz nam a-
za başlanacağı sırada ikam et yapılır. Yani m übarek ezan kelimeleri aynen
okunur. Ş u kadar var ki iki kerre "H ayyealâl felâh "d an sonra "Kadka-
m etissalâtü kadkam etissalât" ( 2 ) denir ki, tercümesi "nam az başladı, namaz
başladı" dır.
Bir de ezanda her cümlenin arası bir sekte ile ayrılır, ikinci cümlelerle
ses biraz daha yükseltilir ki bu n a "teressül ve irtisal" denir. İkam ette ise sek-
te yapılm az, sürat gösterilir ki bu n a d a "h ed r" denilir.
(3) C um adan başka bir farz için birden ziyade ezan ve lüç bir farz için
oirden ziyade ikam et m eşrû değildir. Binaenaleyh bir camii şerifte ezan ve
ikam etle vakit namazı m utad veçhile kılındıktan sonra tekrar cem aatle veya
m ünferiden bazı kim selerin kılacakları aynı namaz için ne ezan okunur, ne
de ikam et alınır. V itir, bayram , teravih vesair nâfile nam azlarda ikam et y o k -
tur.
(4) Evde veya kırda küm acak farz nam azlar için de hem ezan hem de
ikam et efdaldir. Maahaza bunlar d a yalnız ikam et ile iktifa edilebilir. F a k a t
ezan ile iktifa m ekruhtur.
(5) Bir namaz için daha vakti gelm eden ezan okum ak câiz değildir.
Böyle bir ezam iade lâzım gelir. Çünkü bununla vaktin geldiğini haber ver-
m ek faydası hasıl olm uş olmaz. A ncak İmam E bû Y ûsuf ile Eim m ei selâ-
seye göre yalm z sabah nam azı için vaktinden evvel ezan okunm ası câizdir.
( 6 ) E zan ile ikam etin arasını biraz ayırm ak m uvafıktır. Ş ö yle ki: A k-
şam ezanından sonra üç kısa â y e t okunacak kadar bir fasıla verilmeli sonra
ikam ette bulunm alıdır. Diğer vakitlerde ise h er iki rek 'atm d a on iki â y e t
okunacak iki veya d ö rt re k 'a t namaz kılınacak kadar bir fasıla verilmelidir.
(7) E zan ve ikam et vakit namazları için sünnet olduğu gibi kaza na-
m azlan için de m esnundur. Çünkü bunlar, vakitlerin değil, nam azların siin-
ne tlerindendir. —
ıj* (1)
(2) Bu "Salat" kelimeleri üzerinde durunca "Salâh" diye okunur.
İL M İH AL İ 127
(9) İkam et ile namaz arasında yem ek, içm ek veya yıkanm ak gibi bir
şey vuku bulsa ikam eti iade etm ek gerektir. F a k a t ikam et alan kimse, ika-
m etten sonra sünnet kılsa veya im am ikam etten sonra hazır olsa ikam et iade
edilmez.
(10) Müezzin olan zatın sünnete âlim , m uttaki olması ıııüste-
lıaptır. Cahillerin, fâsiklerin ezan okum aları m ekruhtur.
(13) Ezanda telhin yani: Ezan kelim elerini harflerini, câiz sahîh olacak
su rette okum am ak m ekruhtur.
(14) K adınların, m a'tuhların, cünüplerin ezan okum aları veya ikam ette
bulunm aları m ekruhtur. Bunların ikam etleri değilse de okudukları ezanlar
iade edilm elidir. Çünkü ezanın tekerrürü Cuma gününde olduğu gibi m eşru-
dur.
A bdestsiz kim selerin de ikam ette bulunm aları m ekruhtur.
(15) Müezzin, cem aatın haline bakm alıdır. Cem aat bir nam azın vaktile
kılınmasını istediği takdirde hem en ikam ette bulunm alı, m ahalle reisinin
veya emsalinin gelmelerini beklem em elidir. Çünkü bunda riya, tem ellük ve
cem aata eziyet vardır.
(1) Günâhdan dönmek, çekinmek, itaata güçlü bulunmak ancak Allah Tealânm
korumasile, yardımile kabil olur.
(2) Allahümme Rebbe hâzihiddavetittammeti vessealâtilkaimeti âti Muham-
medenilvesilete velfazilete veddereceterrefiate veb'ashü makamen Mahmudenillezi veat-
tehû, inneke lâ tuhlifülmîad.
Meali: Allahım! Ey bu tam dâvetin - yani: Mübarek ezanın-ve kılınmak üzere
bulunan namazm mukaddes rabbisi.Peygamberimiz Hazreti Muhammede (S.A.) vesile-
yi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et ve onu kendisine va'd buyurmuş olduğun makamı
mahmûde eriştir, şüphe yok ki sen vadinden dönmezsin. Vesilenin cennette bir âli ma-
kam olduğu, faziletin de yine yüksek bir makam olduğu, makamı Mahmudun da şefaati
kübra makamı olduğu beyan olunmaktadır. Böyle bir duada bulunmak, Resûli Ekreme
mulıabbetin, kuvvetlice bağlılığın bir nişanesidir.
İLMİHALİ
İm am et ve cem aat:
145— Akil, baliğ, hür ve m eşakkatsiz bir halde birlikte namaz kılm aya
kadir olan erkek, m üslüm anlann toplanıp cem aatle cum a nam azım kılm ala-
rı farz, sair farz nam azlarını kılm alan d a b ir sünneti m üekkededir.
(Cum a nam azından b aşk a farz nam azlann’cem aatla kılınm ası Malikî-
lere ve bir kısım Şafiîlere göre de bir sünneti m üekkedededir. İm am A hm et
ibni Hanbel ile E bû Sevre de Davuti Zahirî ile sair bazı m üçtehitlere göre de
vâciptir. Bu halde bir şahsın tek başına nam az kılm ası haram dır. İbni Rüş-
te ve İbni Bişre ve bir kısım Şafiilere göre de beldelerde b ir farzı kifayedir,
her m escidde cem aatle namaz kılınması ise sünnettir, bir kim senin hassaten
şahsına nazaran cem aatle nam az kılm ası da m enduptur.
Hanbeli fukahasım n beyanına göre esasen cem aatle nam az, ik am et ve
sefer halinde vâcip olup nam azın m escidlerde cem aatla kılınm ası ise
m esnundur ki, bununla hem vâcip, hem de sünnet yerine getirilm iş olur.
(Cem aatin farzı ayn olduğuna kail olanlar da vardır.)
1 4 6 - M üslümanlıkta cem aatle nam az kılm aya büyük bir ehem m iyet
verilm iştir. Büyük sevaba erm ek ve ih tilâftan kurtulm ak için cem aate
devam etm elidir. Cem aat ne kadar ç o k olursa, fazilet de o m ertebede ziyade
olm uş olur. Cm aatle namaz kılm anın sevabı, m ünferiden namaz kılm anın
sevabından yirm iyedi k at fazlad ır.(l)
Cem aate devam , islâm şeâirinden, im an alâm etlerindendir. Cema-
atle kılm an namaz ile m üslüm anlann birliği, birbirine bağlılığı gösterilm iş
olur, müslümanlar arasında bir m uhabbet, bir tesânüt duygusu uyana-, bil-
m iyenler bilenlerden istifade eder. Salih zatların refakaiile yapılan ibadet-
lerin, duaların ııezdi İlâhide kabule karin olacağı daha ziyade um ulur.
147— Cem aatle kılınan nam azda kendisine uyulan zata (im am) denir,
zatın bu vazifesine ve (im am et) denilir. İm am a uym aya, yani bir kimse-
n kendi nam azını im am ın nam azına bağlam asına (iktida), (ittiba) adı veri-
:r. Bu kim seye de (m uktedi), (m üttebi'), (m e’m um ) gibi adlar verilm iştir.
Kendi başına namaz kılana da (m ünferit) denir.
İm am , dinen m ^ îe d a b ih tir . Resulü Ekrem Efendim iz, sahabei kiramı-
na im am et etm iştir. B a'dehu hülefaı R aşidîn dahi im am ette bulunm uşlar-
dır. İm am etin fazileti, müezzinliğin faziletinden daha ziyadedir. İkisini bir-
den ifa etm ekse daha büyük bir fazilettir.
149— Cem aat arasında im am ete en lâyık olan: Sünnete âlim , yani fa-
kilı olandır. Bunda müsavi olsalar kıraati daha güzel olandır. Bunda da müsa-
vi olsalar ziyade m ütteki olan, yani haram dan kaçınandır. Bu üç vasıfta mü-
savi olsalar y a şta büyük olandır. Bunda da müsavi olsalar hilm , n fk , hayâ
gibi ahlâk i'tibarile daha m ükem mel olandır. Bu hususta da müsavi olsalar
yüzce, sonra nesebce, sonra sesçe, daha sonra libas bakım ından n ezâfetçe
güzel olandır. Bunların hepsinde de bilfarz müsavi olsalar, aralarında k u r'a
çekilir. Bütün bunlar, im am ete verilen kıym et ve ehem m iyetin büyüklüğünü
gösterir. B unun için d ir ki bu vazifeyi vaktile bu lu n d u k tan yerlerde evliya-
yı um ur deruhte ederlerdi.
M aahaza cem aat arasında h â n e sahibi veya o m ahallin m uvazzaf im a-
m ı bulunursa bunlar tercih olunurlar, velev ki, m atlup olan vasıfları tam a-
m en cam i' olmasınlar.
Başkasının hânesinde im am olacak kim se, onun izni ile im am ette b u -
lunur. Başkasının hânesinde m ünferit b ir halde namaz kılacak kimse de
h ân e sahibinden izin istem elidir, efdal olan budur.
150— Fasık veya b id 'a t sahibi b ir kim senin im am eti tahrim en m ekruh-
tur. Çünkü fasık, d in î işlerde lâubali b u lu nu r, İm am M uhamm ed ile İmam
M âlike göre ise bunlara ik tid a esasen câiz değildir.
B id 'at sahibine, "m übtedi" denir ki i'tik ad ı, sünnet ve cem aat ehlinin
i'tik ad ın a m uhalif bulunan kim se dem ektir. B id'at sahibine iktidanın
m aalkerahe cevâzı, i'tik ad ı küfrü müstelzim olm adığı takdirdedir. E ğer küf-
rü müstelzim olursa bu iktida, bütün Hanefîyece de câiz olmaz. Ş efaati,
âzabı kabri, hafeze m eleklerini in k â r gibi.
155— Farz nam az kılanın nâfile veya başka b ir farz namazı kılana
iktidası câiz değildir. F a k a t nâfile nam az kılanın farz nam az kılana iktidası
câizdir. M eselâ: Öğle nam azım kılm ış olan bir kim se, öğle nam azını kıldıran
bir im am a iktida edecek olsa, bu ikinci d e f a kılacağı nam az, bir nâfile ola-
rak câiz bulunur.
156— Bir kim senin kendisini haldi yere kerih gören bir cem aata namaz
îaldırm ası m ekruhtur. F ak at kerahatı m ucip bir haslet, veya im am ete daha
ehliyetli bir zat bulunm adığı takdirde, cem aatın kerih görmesine bakılm az.
Çünkü bu takdirde cem aatın kerih görmesi gayri m eşru ' bulunm uş olur.
157— Mezhep ih tilâfı iktidaya m ani' değildir. Elverir ki imam olan zat,
nam azın şartlarına, rükünlerine riâ y e t etsin. Ş öy le ki: Müslümanlar, fıkh
bakım ından m ezhepleri m uhalif olsa d a esasda m ü tteh it olduklan cihetle
birbirine ik tid a edebilirler. Bu hususta efdal olan, her müslüman kendi m ez-
hebinde bulunan b ir im am a ik tid a etm ektir. Bu olm ayınca diğer m ezhep-
te bulunup» nam azın farzlarına riayet eden her hangi bir im am a iktida edil-
mesi, m ünferit bir halde namaz kılm aktan efdaldir.
Ş u kadar var ki bir müslim, kendi m ezhebine göre namazı bozacak bir
şeyin böyle bir im am ua m evcudiyetini görüp bilirse ona iktida etm esi sahîh
olmaz; b ir Haııefînin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilem eden
im am ete geçen bir Şafiîye iktida etm esi gibi.
(M aükîler ile Hanbelilere göre ise, nam azın sıhhati için şa rt olan şey-
lerde yalm z im am ın m ezhebine i'tib a r olunur, m uktedinin m ezhebine ba-
kılmaz. Binaenaleyh b ir M alikî ve Hanbelî, başım n tam am ım m eshetm em iş
olan Şafiîye ve Hanefiye ik tid a etse namazı sahîh olm uş olur. Çünkü böyle
bir m esh, her ne kadar Malikî ve H anbelî m ezheplerince sahîh değilse de
Hanefi ve Ş afii m ezheplerince sahîh tir.)
132 J U J Y Ü K İSLAM
158— İm am olan zat, cem aati te^n^ r edecek şeylerden sakınm alıdır.
M esela: Bir im am ın K ıraati veya teşbihler» cem aata ağırlık verecek derecede
uzatm ası lâyık değildir. Bu hususta sü n n e ı^ n az °^an nıertebesiîe iktifa
etm elidir. Çünkü bu uzatm a cem aatı tenfir «eder, bu tenfir ise m ekruhtur.
Cem aatla kılınacak bir nam azın sevabı ziyad f ^ ır> ^u sevaptan başkalarını
m ahrum bırakm aya sebebiyet verm ek münası'P °lanıaz. M eğer ki cem aat,
bu uzatm aya razı olsunlar.
M aam afih cem aatın rükû ve sücut teşbihlerini Ve teşeh h ü dü sünnet veç-
hile ikm al etm elerine m eydan verm iyecek tarzda im am ın isti''calg ö stt nesi
de m ekruhtur. Cem aatın yetişm esi için im am ın rükûu uzatır, ası da rcekruh
bulunm aktadır.
162— İm am râk ip, m uktedi râcil = yayan bulunsa veya b aşk a hayvan-
lara veya gemilere râkip bulunsalar, m ekân ın ih tilâfın a m ebni ik tid a sahîh
olmaz.
Kezalik : Camide veya b aşk a b ir yerde im am ile m uktedi arasında k a-
y ık geçecek büyüklükte bir ırm ak veya araba yürüyecek genişlikte saflardan
h âli bir y o l bulunsa iktidaya m ani'olur.
164— Cem aatin m üteaddit olması her halde lâzım değildir. Bir kişi ile
de cem aatin fazileti hasıl olur, velev ki iktid a eden kişi bir kadm veya mü-
m eyyiz bir ço cu k olsun. Binaenaleyh evde m aaâile cem aatla kılm an na-
maz da m ünferiden kılınan nam azdan k a t k a t efdaldir. F ak at b ir özüre müs-
tenid olmaksızın evde cem aatla nam az kılıp cam iye gitm em ek b id 'a tta n ke-
rah attan hali görülm em ektedir. M escitlerde, camilerde cem aatla kılm an
nam azların fazileti daha ziyadedir, (146) ncı m es'eleye de m üracaat!.
165— N am azda im am a uyan, bir kişi ise im anım sağında durur, iki
veya daha ziyade ise im am ın arkasında dururlar. K erahatten hali olan bu-
dur: Cem aatin im am dan ileri durm ası ise câiz değildir. Bu hususta secde
mevziine değil, ayakların mevziine i'tib a r olunur .İm am ın ayak topukların-
dan cem aatın topuklarının ileri olmaması kâfidir.
(İm am M âlik'e göre cem aatin im am dan ileri durm ası, m ekruh ise de
nam azın cevazına m ani’ değildir.)
166— M uktedi, im am a m utabeate niyet etm iş olmalı ve kıldıkları farz
nam az m üttehit bulunm alıdır. Binaenaleyh bir kim se, bir im am a m utabeate
niyet etm eksizin uysa veya kendisi m eselâ : Öğle nam azını kılm ak istediği
halde im am ikindi nam azım kıldırm akta bulunsa iktidası câiz olmaz.
167— İm am ın sesi k â fi gelmezse cem aatten biri tarafından iftitah ve in
tikâl tekbirleri cehren alınır ve rükûdan kalkarken cehren : ( ji-\ dib )—
R abbena ve lekel ham d) denilir ve cehren selâm verilir. "Bu, bir (tebliğ ve i-
lam ) dır. Ş u kadar varki tekbirler alınırken iftita h ve in tik âl tekbiri olarak
alınmalıdır, m ücerret i lâ m için alınmam alıdır. E ğer ilk tekbir ile tahrim eye
= nam aza başlam aya niyet'edilm ezse bunu alan, nam aza başlam ış olamaz.
Diğerleri de teşbih, tahm ıt, in tik âl tekbirleri olarak alınmazsa sevaptan
m ahrum iyeti m ucip olur.İm am ın sesi kifayet ettiği takdirde ise b u tebliğe
h acet kalm ıyacağından, bu m ekruh olm uş olur. Buna müezzin olan zatlar
d ik k at etm elidirler !.
... I . ur : . ; tM ;rrj£
168— İm am , birinci selâm ı ikinci selâm dan daha yüksek b ir ses ile alır
ki bu, onun iç in bir sünnettir. Çünkü cehren selâm alınması cem aate b ir i'-
lâm dem ektir. Btı i'lâ m a ihtiyaç ise daha ziyade birinci selâm da görülür.
169— İm am selâm verince m uktedi de teşehhüdü bitirm iş ise selâm ve-
rir, Selâtü selâm ile duayı bitirm ek için selâm ı te ’hir etm ez. Teşehhüdü
bitirm eden selâm vermesi de câizdir.
1 7 0 - İm am , nam azdan sonra iki tarafa selâm verirken =•
Aleyküm) ta'biriyle hafeze m eleklerini ve bütün cem aati kasdeder. Cem aat-
tan h er biri de sağ tarafına selâm verirken o taraftaki m elekler iîe cem aatı
ve o tarafta veya hizasında ise im am ı kasdeder, sol tarafına selâm verirken
de O taraftaki m elekler ile cem aati ve o tarafta ise im am ı kasdeder, onlara
selâm verm iş olur. M ünferit olanlar d a bu selâm lar ile yalnız hafeze m elek-
lerini kasdederler.
171- “em aat, selâm dan som a : ^ j ^
— Allahümme entesselâm ü ve m inkesselâm , tebarekte y a zelce-
134 BÜYÜK İSLAM
lâli v e l'ik râ m )(l) cümlesi okununcaya kadar yerlerinde durur, sonra kalkıp
sünneti veya duayı başka münasip b ir yerde ikm al ederler. Bundan ziya-
de yerlerinde durm aları kerah etten hâli değildir. F arzdan sonra saffı bozm a-
ları m üstehaptır. Taki sonradan gelenler, b u n lan h â lâ farzda sanmasınlar.
172— İm am , selâm verince bakılır : E ğer nam az bitm iş ise m uhayyer-
dir. Dilerse sağ tarafına ve dilerse sol tarafına döner. Kıbleyi sağ veya sol
tarafına alır, o veçhile oturur: Ve dilerse çıkıp işine gidebilir. Ve dilerse
cem aate istikbal eder. M eğer ki henüz safların birinde karşısına tesadüf
eden bir musallî bulunsun, o zam an istikbal etm ez. Çünkü namaz kılanın
yüzüne k arşı oturm ak m ek ruhtur. F a k a t nam az bitm eyip kılınacak sünnet
bulunursa im am , = Allahümme entesselâm ..) denilin-
ce ye kadar yerinde d u ru r, sonra kalkar, sağa, sola, ileriye veya geriye çekile-
rek o sünnet nam azım lalar. E ğer kendisini bir şey meşgul etm iyecek ise
b u sünneti gidip evinde de kılabilir. Çünkü sünnetlerin evde kılınması ef-
daldır. Ş u kadar var k i cem aatin yanlış bir zehabta bulunm ası m elhuz ise
sünnetleri eve gitm eden kılm alıdır.
173— M ünferitlere gelince bunlar farz nam azları kıldıkları yerde d ura-
bilirler, sünnetleri de orada kılabilirler. Ş u kadar var ki nâfile nam azlan
başka bir tarafa çekilip kılm aları daha güzeldir.
174— Cem aat : İm am a kıyam , rüku sücut gibi f i l î rükünlerde ve "Süb-
h aneke" ile "T esbihat ve Talıiyyat" gibi zikrî hususlarda m utabeat eder.
F a k a t bir kavli rükün olan kıraatte m utabeat etm ez. H er halde sükut eder.
İm am ın cehren olan kıraatini dinler.
(İm am M âlik'e göre gizlice k ıra a t olunan nam azlarda m uktedi de gizlice
kıraatte bulunur. Bu m üstahsendir. İm am A hm ede göre gizlice okunan n a-
m azlarda m uktedi de gizlice kıraatte bulunur. B undan başka im am ın cehren
okuduğunu cem aatten herhangi biri işitm ezse kendisi de kıratte bulunur,
bu vâciptir, fak at işitirse kıraatte bulunması câiz olmaz. İm am Ş afiî'ye
göre de gizlice okunan nam azlarda m u k ted i F atihadan başk a ây etler de
okur, cehren okunan nam azlarda ise m uktedinin yalnız F atih ayı gizlice
okum ası icap eder, m eğer ki rek 'atin fevtinden korkacak olsun.)
(1) İlâijuf. Sen selâmsın, bütün noksanlardan berisin, dünya ve ahiret selâmeti de senin
inayetinle hasıldır. Sen mukaddessin, ey celâl ve ikram ile muttasıl olan ma'budum!.
İLMİHALİ 135
Kadınların muhazatı:
187— Cem aat, m uh telif züm relerden ib aret olunca, im anım arkasında
evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf bağlarlar. Bu
tertibe erkekler ile erkek çocukların riayetleri sünnettir, erkekler ile kadın-
la n n riayetleri ise farzdır.
Binaenaleyh bir kadın veya m ü ştehat olan b ir kız çocuğu bir erkeğin
önünde veya tam hizasında ayni namazı cem aatle kılacak olsa erkeğin nam a-
zı fâsit olur. Buna : "M uhazatı nisa = kadın lan n erkeklerle bir hizada b u -
İ L M İHA Lİ 137
lunm ası" nı es'el esi denir. Bu m ııhazattan dolayı nam azın fasit olması için
şöylece on şa rt vardır :
(1 ) im am olan zat, kadınlar için im am ete niyet etm iş bulunm alı-
dır. Çünkü böyle bir niyet bulunm azsa kadınların im am a uym aları sahili
olmaz ki, onların m uhazatı erkeklerin nam azlarını ifsat edebilsin. Yalnız
cenaze nam azında bu niyete lüzum yoktur.B ir de bazı zevata göre cuma
veya bayram nam azlarında da kadınların iktidaları için bu niyet şart değil-
dir.
(2) E rkekten ileri veya onun tam bitişiğinde namaz kılan kadın,
m ahrem olsun olıiıasın baliğe veya m üştehat olmalıdır. D okuz yaşındaki
bir kız, m üştelıâttır. Sekiz veya yedi yaşında olup semiz bulunan b ir kız
da m ü şte h â t sayılır.
(3) Kadın veya kız, namazı teakkul eder bir halde bulunm alıdır.
Binaenaleyh nam azın ne olduğunu bilm eyip m ücerret cem aata uyan bir
m ecnunenin m uhazatı namazı ifsat etm ez.
(4) M uhazat, kıyam veya rükû gibi bir rükûıı m ik tan devam etm eli-
dir. Bu, İm am M uham m ede göredir. İm am Ebû Y usufa göre böyle bir rü-
k ün bilfiil eda edilmiş olmalıdır. Binaenaleyh hem en m uhazat bulunm akla
nam az fasit olmaz.
(5) M uhazat, rükû ve sücut ile kılınır bir nam azda bulunm alıdır.Bina-
enaleylı cenaze nam azında ve tilâvet secdesindeki m uhazat bunların sıh-
h atin e m ani değildir.
(6 ) Nam az erkek ile ona m ulıazi olan kadın arasında tahrim e itibarile
m üşterek olmalı, yani kadın ya m uhazi olduğu erkeğin iftita h tekbirine
kentli iftita h tekbirini bina ederek ona iktida etm iş olmalı veya bu erkek ile
beraber tahrim elerini üçüncü bir zatın tahrim esine bina etm iş bulunm alı-
dırlar. Binaenaleyh erkek ile kadın aynı nam azı yan yana durarak tek başla-
rına kılsalar, veyahut yalm z biri im am a uyup diğeri tek başına kılacak olsa
nam azları fâsit olmaz.
(7) Namaz, erkek ile kadın arasında eda i'tibariyle m üşterek olmalıdır
Şöyle ki : Kadın, ya kendisine m uhazi olduğu erkeğe veya h er ikisi diğer
bir erkeğe iktida etm iş, ayni nam azı beraber kılar bulunm uş olmalıdırlar.
Binaenaleyh erkek ile kadın, b ir veya birkaç re k 'a t kılındıktan sonra
im am a uyup da im am ın selâm ından sonra kalkarak fevt olan re k 'a tla n kılar-
ken aralarında m uhazat vücude gelse bununla nam az fasit olmaz. Çünkü
b unlara "m esbuk" denir. M esbuk ise kendi başına kıldığı rek'atlarda mün-
ferit sayılır.
(8 ) E rkek ile kadının yerleri bir olmalıdır.
Binaenaleyh bunlardan biri, m eselâ mescidin zem ininde, diğeri de en az
bir adam boyu yüksek bir m ahfilde tam birbirine m uhazi bir vaziyette bulu-
narak cem aatla nam az kılsalar bu m uhazat, nam azın sıhhatine m ani'olm az.
138 BÜYÜK İSLAM
188- M a'lum olduğu üzere nam azlar: Farz, vacip, sünnet, müstehap
kısım larına aynlm akta ve ikişer, üçer, dörder rek 'aü i bulunm aktadır. Bu
nam azlar evvelce yazdığım ız farzlarına, vâciplerine sünnetleriyle adâbına
riayet edilm ek üzere şu veçhile k ı l ı n ı r
• y* (J *. Io O)
. j î . ı'i 'J J j yP'f (* )
İLMİHALİ 139
Sabah nam azının iki rek 'a t sünnetini kılm ak için : N iyet ettim bugünkü
sabah nam azının sünnetini kılm aya diye niyet edilir ye hem en eller yukarı-
y a kaldırılıp : I ûı) = (Allahüekber) diye tekbir alınır, ba'delıu eller
bağlanır = Sübhaneke allahümme ve biham dik ve tebare-
kesm ük, ve tealâ ceddük ve lâ ilâhe gayrük) ile ulk^Jl ^ ■il»
(^ -^ l ü ’-Jl ve F atih ay ı Ş erife okunur. Sonra "A m in" denir ve bir m iktar
daha K u r’an okunur. (1) akabinde (Allahüekber) diye rükûa varılır, bu halde
en az üç kere Sübhane rabbiyel azîm ) denir. Sonra
Sem iallâhü lim en ham ideh) denilerek ayağa kalkılır, ayakta : (
(J-l dİ!) L j — Allahümme rabbena velekel'ham d) denir (2) ba'd ehu (Allahü-
ekber) diye secdeye varılır, secdede d e üç kere : ( Jc-Y' j ; Ol»*-- = Sübhane
rabbiyela'lâ) denir, sonra (Allahüekber) denilerek kalkılır, b ir teşbih
m ik tan oturulup yine (Allahüekber) diye ikinci secdeye vanlır, b u n d a da
üç kere (Sübhane rab biy elâ'lâ) denir, bununla bir re k 'a t bitm iş olur.
Bu ikinci secdeyi m üteakip (Allahüekber denilerek ikinci rek 'a ta kalkı-
lır, tam ayakta yalnız Besmelei Ş erife ile F atih a'i Şerife ve bir m iktar daha
K ur'an okunur, birinci re k 'a tta olduğu gibi rükû'a ve sücuda vanlır, ikinci
secdeden sonra o tu ru lu r ki bu bir ka'dedir. B unda ( «i oUcjl = E tte h iy y â tü
lil'lâhi) ve (• • > • • •J - = Allahümmesalli ve barik...) ve L’Jt J
m übarek kelim eleri nihayetlerine kadar okunür.Soııra Vj
Esselâm ü aleyküm ve rahm e tüllâh diye sağ tarafa, sonra d a (Esselâmü
aleyküm ve ıahm etüllâh) diye sol tarafa yüz çevirerek selâm verilir. Bununla
da iki rek 'ath nam az bitm iş olur.( 3 )
Bütün bu tekbirler, tesm i'ler, kıraatler, hafiyyen, y a'n i yalnız nam azı
kılan kim senin kendisi işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.
N am azda erkekler ile kadınların ellerini nasıl kaldıracakları nasıl bağ-
layacakları, rük'û ile secdede ve ka'delerde nasıl b ir vaziyet alacakları ise
(nam azın sünnetleri ve adâbı bahsinde bildirilm iştir.)
* Sabah nam azının iki re k 'a t farzına gelince, b u n u n için evvelâ — er-
keklere m ahsus olm ak üzere — ikam et alınır, sonra "bugünkü sabah nam azı-
nın farzını kılm aya" diye niyet edilir, ve eller kaldırılarak j f !' £ıi —Al-
lahüekber) diye nam aza başlanır ve sünnetinde bildirildiği üzere kılınıp
ikm al edilir. Ş u k adar var ki, sabah nam azlannın farzlannda F atihadan
som a biraz fazla K ur'an okunm ası sünnettir.B u sünnetin en az m ertebesi
kırk â y e ttir. M aahaza üç kısa â y e t m iktarı okum ası da câizdir. V aktin çık-
' Bu miktardan maksat, en az bir sûre veya en az üç kısa âyet, veya üç kısa
âyet uzunluğunda bir âyettir. Bu bir miktar tabiri yazılanınızda tekerrür edecektir.
(2) Rüku' ile secde arasındaki bü kıyama ’kavme" denir ki, bunda eller yanla-
ra salıverilir.
(3) Bu mübarek kelimeler için (169,177,178) inci sahifelere müracaat,
140 BÜYÜK İSLAM
Öğle nam azının ilk d ö rt re k 'a t sünnetinin evveîki iki rek'atı, tam sabah
nam azının iki rek 'a t sünneti gibi kılınır. Ş u kadar var ki bu n d a "bugünkü
öğle nam azının ilk sünnetine" diye niyet edilir ve bunda ikinci rek 'a tta n
sonraki o tu ru ş, son ka'de değil, birinci ka'de olduğundan bu ka'dede yalnız:
(E ttehıyyâtü lillâhi..) o kunur sonra (Allahüekber) diye ayağa kalkılır,Süb-
haııeke okunm aksızın yalm z Besmele ile F atihai Şerife ve bir m iktar daha
K ur'anı Kerîm okunarak yine yukarıdaki ta 'rif veçhile rükû'a secdelere gi-
dilir, b a'dehu dördüncü rek 'a t iç in (Allahüekber) denilerek ayağa kalkılır,
bu n d a da yalnız Besmele ile F atih ai Ş erife ve bir m iktar daha K ur'am K e-
rîm okunarak yine tarif veçhile rükû'a secdelere varılır ; badehu oturu lur ki
bu, son ka'dededir. Bunda da (E ttehiyyâtü lillâhi.) ile (Allahüm me salflL.
Ve barik..) ve (R abbenâ âtina..) duası tam am en okunup iki tarafa —yazdı-
ğımız veçhile — selâm verilir. Ve böyîece b u d ö rt re k 'a t sünnet kılınm ış
olur.
* Öğle nam azının d ö rt re k 'a t farzına gelince : Sünnetten sonra na-
m aza m uhalif bir şey ile uğraşm adan ayağa kalkılır, ikam et alınır, o günkü
öğle nam azının farzını edaya niyet edilir, ve eller y u k an y a kaldınlarak
(Allahüekber) diye tekbir alınır, ilk iki rek'ati, sabah nam azının iki rek 'a t
farzı gibi kılınır. Şu kadar var ki bu iki rek 'a tta n sonraki o tu ru ş, b irin d ka'
de olduğundan bunda yalnız (E ttehiyyâtü lillâhi...) okunur, ba'dehu (Alla-
hüekber) denilerek üçüncü rek 'ata kalkılır, yalnız Besmele ile F atih ai Ş eri-
fe okunarak — tarif veçhile — rükû'a secdelere vanhr, sonra (Allahüekber)
diye dördüncü rek 'a t iç in ayağa kalkılır, yine Besmele ile F atih a sûresi
okunarak sükû'a secdelere gidilir. Badehu oturulur ki bu, son ka'dedir.
Bunda (E ttahiyyatü..) ile (Allahüm me sallı... Ve barik) ve (R abbena âtina..)
duası okunup iki tarafa selâm verilir. A rtık farz da kılınm ış olur.
Öğlenin farzında okunacak âyetler, sabah nam azında okunacak m ik-
tardan ekseri az olur.
Öğlenin son iki re k 'a t sünnetine gelince : Bu da "bugünkü öğle namazı-
nın son sünnetini kılm aya " diye niyet edilip tam am en sabah nam azının iki
re k 'a t sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti, d ö rt re k 'a t kılm ak m üstehaptır.
O halde ya h er iki rek 'a tte bir selâm verilir, yah u t d ö rt rek 'atin sonunda
selâm verilir. Bu takdirde birinci o tu ru şta yalnız (R abbena âtina...) duası
okunm az. Üçüncü rek 'a t iç in tekbir alınarak ayağa kalkınca yine (Sübhane-
keailalıüm m e...) okunur. Ve bu son iki rek 'a t de evvelki iki rek 'a t gibi kı-
lınır.
M ünferit, öğle nam azının gerek sünnetlerinde gerek farzında tekbirler
ile tesm i' ve tahm idi ve kıraat ile saireyi haflyyen yapar.
İ L M İ HA Lİ 14İ
İkindi nam azının d ö rt rek 'a t sünnetinin her iîd rek'ati, bir şef, ya'ni
müstakillen bir namaz gibidir. Binaenaleyh bu d ö rt rek'atin her ş e f i tam a-
m en sabah nam azının iki rek 'at sünneti gibi kılınır. Şöyle ki : Evvelâ o gün-
kü ikindi nam azının sünnetini kılm aya niy et edilir, bu nam azın ilk iki rek ’ati
—tarif veçhile — kılınınca otu ru lu r, bu bir son k a'd e dem ektir. Bunda (Ette-
hiyy at...) ile beraber (Allahümme Sallî...Ve barik...) okunur yalnız (R ab-
bena A tina..) duası okunm az. Sonra (Allahüekber) diye üçüncü rek 'ata kal-
kılır. (Sübhaneke allahümme.) ile (Eûzü) ve (Besmelei Şerife) den sonra
F atihaî Şerife ve bir m iktar daha K ur'anı Kerîm okunarak rükû'a ve secdele-
re vanhr. B a'dehu tekbir ile dördüncü R ek 'ata kalkılarak yalnız Besmelei
Şerife ile F atih a ve bir m iktar daha K ur'anı Azim okunur. Sonra yine
rükû'a secdelere vanlır, Ba'dehu o turu lu r ki b u da son ka'dedir. Bunda (E tte
lıiyyat..) ile (Salevatı Şerife) ve (R abbena A tina..) duası okunarak iki
tarafa selâm v e rilir.
A kşam nam azının üç re k 'a t farzı öğle, ikindi nam azlarının ilk üç
rek 'a t farzlan gibi kılınır. Ş öyle ki : O günün akşam nam azının farzını edaya
niyet edilip nam aza tekbir ile başlanır, yukarıdaki tarif veçhile ilk iki rek'ati
kılınarak oturulur. Bu, birinci k a ’dedir. Bunda yalnız (E ttehiyyâtü lillâhi...)
okunur. Ba'dehu üçüncü rek 'ata kalkılarak yalm z Besmele ile F atihai Şerîfe
okunur, sonra (Allahüekber) denilerek rükû'a, secdelere vanlır , B a'dehu
oturulur ki, bu d a son ka'dedir. Bunda (E tteh iy yat...) ile (Salevatı Şerife)
ve (R abbena A tina...) duası okunarak iki tarfa selâm verilir.
A kşam nam azının farzında vaktin darlığına m ebni kısa sûreler okunur.
* A kşam nam azının sünnetine gelince : Bu da "B u akşam nam azının sün-
netini kılm aya" diye niy et edilip tam sabah nam azının sünneti gibi kılınır,
bu sünneti altı re k 'a t olarak kılm ak ise m üstehabdır.Bu halde her iki rek'at-
ta b ir selâm vermeli ve aynı veçhile kılm alıdır .Maahaza d ö rt rek 'atın d a bir
selâm verilip ikindi nam azının sünneti gibi de kıhnabilir. Bu ziyade olan
d ö rt rek 'a ta "S alâtı E bvabin" adı verilir ki pek sevaptır.
M ünferit akşam nam azının farzım da sabah nam azının farzı gibi cehren
kılabilir.
142 BÜYÜK İSLAM
Yatsı nam azının ilk d ö rt rek 'a t sünneti, tam am en ikindi nam azının
d ö rt re k 'a t sünneti gibi kılm ır.D ört rek’at farzı da tam am en öğle, ikindi
namazlarının farzları gibi eda olunur. İki rek 'a t son sünnetine gelince bu da
tam am en sabah ve akşam nam azlarının iki rek 'a t sünnetleri gibi kılınır.
Yalnız niyetler değişm iş, yatsı nam azının farzına, sünnetlerine n iy et edilm iş
olur.
Yatsı nam azının son sünneti de d ö rt re k 'a t olarak kılm abilir. Bu halde
tam am en ilk d ö rt rek'atı gibi kılınır. M aahaza iki re k 'a tta bir selâm verm ek
suretile de kılm abilir. Bu takdirde her iki rek 'a tm ka'desinde tahiyyat ile
Salevatı Şerife ve (R abbena  tina...) duası da okunur. Geceleyin kılm an
nafile nam azlarda efdal olan da böyle iki rek 'a tta bir selâm verm ektir.
M ünferit, yatsı nam azının farzını, sabah nam azı gibi cehren de kılabi-
lir.
Ü ç re k 'a tta n ibaret olan V itir nam azı d a şöylece kılınır. Evvelâ o gü-
nün V itir nam azını kılm aya n iy et edilir. Sonra (Allahüekber) denilerek na-
m aza başlanır, (Sübhanekeallahüm m e...) ve Eûzü ile Besmelei Şerifeden
sonra F a tih a sûresi ve bir m iktar daha K ur'am K erîm okunarak — tarif
veçhile — rükû'a, secdelere vanlır, sonra ikinci re k 'a t'a kalkılıp yalnız Bes-
mele ile F atihai Şerife ve bir m iktar daha K ur'anı Azim okunarak yine rü-
k û 'a , secdelere varılır, B a'dehu oturu lu r ki b u , birinci ka'dedir. Bunda yal-
nız (E ttehiyyatülillâhi...) okunur, b a'd eh u (Allahü ekber) denilerek üçüncü
rek 'a ta kalkılır, bunda d a yalnız Besmele ile F atihai Şerife ve bir m iktar da-
h a K ur'anı Kerîm okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp (Allahü ek-
ber) diye tekbir alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta K u n u t duası okunur,
sonra (Allahüekber) diye rükû'a secdelere gidilir, badehu o tu ru lu r ki, b u da
son ka'dedir. B unda d a bildiğim iz veçhile T ahiyyat ile Selevati Ş erife ve
(R abbena A tina...) duası okunarak iki tarafa selâm verilir.
İm am Şafiîye göre, V itirde K unut, R am azanı Ş erifin son nısfına m ah-
sustur. R ükû'dan kalkınca okunur. Şafiîlerce V itir nam azının akalli bir
re k 'a t, ekserisi de on bir rek 'a ttır.
(1) V itir nam azı, yalnız Ram azanı Ş erifte cem aatla kılınır. Ve im am
olan zat, üç re k 'a tta d a tekbirleri, tesm i'leri, kıraati cehren yapar, K unut
duasını ise — m uhtar olan kavle göre — hem im am , hem de cem aat hafıy-
y en okurlar. R am azanı Ş eriften b aşk a günlerde ise Vitiri cem aatla kılm ak
m ekruhtur.
(2) M esbuk olan kimse, İm am ile beraber K u nutu okur. Y etişem e-
m iş olduğu rek'atları kaza edince artık K unu t duasını okum az. Mesbuk i-
çin ileride m alûm at verilecektir.
İ LM İH AL İ 143
(3) Bir kim se, V itir nam azında şek edip üçüncü re k 'a tta mı, yoksa,
ikinci rek 'a t da m ı olduğunu kestirem ese bulunduğu rek 'a tta K un utu okur,
rükûdan ve secdelerden sonra kalkar, bir re k 'a t daha kılar, tekrar K unutu
okur.R ükû'dan secdelerden sonra teşehhütte bulunur, selâm ile nam azım
tam am lar. Ş a y e t birinci re k 'a tta iken böyle şek eylese üçüncü re k 'a t olması
m uhtem el olan her rek 'a tta K u n u t duasını okur.
(4) V itirden başka nam azlarda K unu t duası okunm az. Yalmz bir
fitne, bir beliyye vukuu sıralarında sabah nam azlarının farzında K unut oku-
nabilir.
* İm am Malik ve İm am Şafilye göre her vakit sabah nam azlarının
farzında rükû'dan sonra kavme halinde k u n u t duası okunur, bıı K unut,
MaKkîlere göre m üstehab, Şafiîlere göre sünnettir.
(5) Sabah nam azlarında K u nut duasını okuyan bir Malikî veya
Şafiîye uyan bir H anefî, sükut eder, k u n u tu okumaz. Ezher olan budur.
Ş a y e t okuyacak olursa gizlice okur.
190— Y ukarıda verdiğimiz m alûm at, m ünferitler, ya'n i tek başına na-
m az kılanlar hakkındadır. Cem aat ile nam az kılanlar da şu veçhile hareket-
te bulunurlar :
j J ^ V
( tİlİÂp i y?J i J
)" Allahümme inna nesteinüke ve nestağfirüke ve nestehdike ve nü'minü bike ve
netübü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsni aleykelhayre küllehû neşkürüke ve lâ
nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefçürük. Allahümme iyyake na'büdü ve leke nusalli
ve nescüdü ve ileyke nes'a ve nalıfidü, nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke
bilkîıffari mülhik.
Meali : İlâhî!. Biz muhakkak senden yardım diler, senden mağfiret diler, senden
hidayet isteriz. Seni tasdik eder, sana tövbe eder, sana itimat eyleriz. Ve seni bütün
hayır ile senada, zikirde bulunur, nimetlerini itiraf ile sana şükür ederiz. Seni inkâr
etmeyiz, sana isyan edip duranları hal'ederiz, terk ederiz. Kendilerinden rabıtalarımızı
keseriz. Ya İlâhî. Biz ancak sana ibadet ederiz ve senin manevî kurbiyetine nailiyet için
çalışır, koşarız, senin rahmetini umar, azabından da korkarız, şüphe yok ki senin azabın
kâfirlereerişicidir, ■ rnsınl (H
144 BÜYÜK İSLAM
(1) C em aatten her biri im am a iktidaya niyet eder, meselâ "N iyet
ettim bugünkü sabah nam azının farzını edaya, uydum şu im am a" diye
niyette bulunur. Sonra im am , ellerini kaldırır, cehren (Allahüekber) diye
nam aza başlar. Cem aat de ellerini kaldırarak hafiyyen (Allahüekber) deyip
im am ile beraber namaza başlarlar. Hepside (Sübhanekellahüm m e..) yi
gizlice okurlar, sonra cem aat susar. İm am gizlice (Eûzü) ve Besmele okur,
kıraatte bulunarak nam azı kıldırır.
Şöyle ki : Sabah namazı ile akşam ve yatsı nam azlarının ilk ikişer
rek'atlarında ve vitir nam azının her üç rek'âtin de F atihai Şerife ile zam ede-
ceği âyetleri cehren, ya'ni cem aatin işitebilecekleri veçlıile aşik âr olarak
okur, bütün tekbirleri tes'm ileri ve selâm ları cehren yapar. A kşam nam azı-
nın üçüncü ve yatsı nam azım n üçüncü ve dördüncü rek'atlarıyle öğle ve
ikindi nam azlarının bütün rek'atlerinde tekbirleri, tesm i’leri, selâm ları
cehren, Sübhaneke ile kıraati hafiyyen yapar.
193— Cum a nam azının vakti tam öğle nam azının vaktidir.Cum a na-
m azı için m inarelerde ezan okunur, cam i'e gidilince evvelâ : Tam öğle na-
m azının sünneti gibi d ö rt re k 'a t Cum anın ilk sünneti kılınır, b a'd eh u cam i'î
(1) Meali: Allah Tealâdan başka Hak ma'bud yoktur, O birdir. Onun ortağı yoktur.
Mülk onundur, hamd ona mahsustur, O her şeye kemaliyle kadirdir. Pek yüce, en âli,
pek bağışlayıcı olan Rabbim, bütün noksanlardan beridir, kendisini tenzih ve teşbih ede-
F ; 10
146 BÜYÜK İSLAM
şerif içinde bir ezan daha okunup m inberde cem aate karşı bir hutb e irat
edilir, bu hutbeyi m üteakip ikam et alınarak Cum a'nııı iki rekat farzı cem a-
atle cehren edâ olunur. Bu farzdan sonra da yine öğlenin ilk d ö rt rek’at
sünneti gibi Cum anın son d ö rt re k 'a t sünneti kılınır bundan sonra d a (Zuh-
riâhîr) adiyle d ö rt re k 'a t daha namaz kılınır ki, bu na dair ileride m alûm at
verilecektir. Bunu m üteakip de "sünneti vakit" niyetile tam sabah nam azı-
nın sünneti gibi iki re k 'a t nam az daha kılınır.
194— Ş artlarım cam i' olan kim seler için iki re k 'a t Cum a namazı farzı
a'yındır. Cum a nam azının sair nam azlardaki şartlardan başka kendisine
m ahsus on iki şartı daha varda*. Bunîarm altısı vücudunun, ya'n i farz olma-
sının, diğer a lte ı da edâsım n şartlarıdır.
(1) Cum a nam azım , veliyülemrin veya naibinin kıldırm asıdır. Ş öyle
ki: Cuma nam azını ya en büyük veliyülemr veya onun iznile diğer b ir zat
kıldırm alıdır. Veliyülemr veya onun m ezun edeceği bir zat bulunam ıyan
b ir yerde, m eselâ : D â n harpte cem aatı m üslîminin tensibile içlerinden biri
Cum a nam azını kıldırabilir.
* H utbe okum aya izin, nam az kıldırm aya da izindir.A ksi de böyledir.
Bunlara m ezun olan zat, b ir özürü olsun olm asın yerine başkasını ııâib t â -
yin edebilir. Velevki böyle n â ’ib tâ y in etm esi için kendisine izin verilmiş ol-
masın. F a k a t hatibin h u zurunda izni istihsal edilm eksizin başkasının hita -
b e tte bulunm ası câiz olmaz.
(2) İnziâm dır. Y a'ni m uayyen bir-yerde, b ir m abette m üslüm anlann
toplanıp Cuma nam azını kılm aları iç in Veliyülemr tarafından müsaade edil-
m iş olmalıdır. M uayyen bir cem aat, böyle bir m abedin kapısını kapayarak
yalm z kendi başlarına Cum a nam azım kılm ak isteseler, namaz câiz olmaz.
F a k a t m âbedin kapısı açık bırakılarak nasm gelmesine izin verildiği halde
başkalan gelmese de nam azları câiz olur.
(3) V aktin devamıdır. Ş ö yle ki: Cum a nam azını kılabilm ek iç in öğle
vakti henüz devam etm ekte olm alıdır. Bu vakit çık tı m ı artık Cum a namazı
ne eda ve ne de kaza suretile kılınam az. O günün öğle nam azı d a kılınm a-
m ış ise yalnız onu kaza lâzım gelir.
D aha Cum a nam azı kılınm akta iken vakit çıkacak olsa yeniden öğle
nam azım —kaza o la ra k - kılm ak icabeder.
İm am MaHke göre Cum a nam azı, öğle vakti ç ık tık ta n sonra d a k ıh n a -
bilir. İm am A hm eddeıı b ir kavle göre de Cuma nam azı, zeval vaktinden ev-
vel de kıhnabilir.
(4) Cem aat bulunm asıdır. Ş öy le ki: Cuma nam azı iç in cem aatın en az
m ik tarı im am dan başka üç kişidir. İm am E bû Y usufa göre im am dan b aşka
iki kişidir.
(İm am M alikten bir rivayete göre otuz, im am Ş afiî ile İm am A hm edin
zahiri m ezhebine göre de kırk kişidir.)
Cem aatın âkil ve erkek olması ve İm am A 'zam a göre hiç olmazsa birin-
ci secdeye kadar hazır bulunm ası da şarttır. Binaenaleyh yalnız kadınların
veya çocu k lan n veya birinci secdeden evvel dağılan kim selerin lıuzurile
cum a namazı kılınam az.
Cem aatın huzuru, im am eyne göre tahrim eye kadar, im am Züfere göre
de k a'dede teşehhüt m iktarı duruncaya kadar lâzım dır. Cem aat b und an ev-
vel dağılacak olsa geri k alan b ir veya iki kişinin öğle nam azını kıbnası icab-
eder.
F a k a t cem aatın m ukim veya hür olm aları şa rt değildir. H a ttâ müsafir
veya köle olan bir müslümanm Cum a nam azında im am eti bile sahihtir.
(5) Cum anın farz olan nam azından evvel hutbe okunm asıdır. Ş öy le ki:
Vaktin girm esinden sonra bir cem aatın h u zuru nda bir h u tb e okunm ası lâ -
148 BUYUK İSLAM
(6) Cuma nam azının bir beldede veya belde hükm ünde bulunan bir
yerde eda edilmesidir. Beldeden m aksat, vâlisi, hâkim i, yollan, m ahalleleri
b u lun an herhangi bir şehirdir. Bu beldeye b itişik olup asker toplam ak, at
bağlam ak, silâh atm ak, cenaze namazı kılm ak, ölüleri defnetm ek gibi bel-
denin maslahatlar! için hazırlanm ış olan sahalar da belde m esabesindedir,
bunlara "Finai belde" denir.
Binaenaleyh bir belde cam ilerinde cum a namazı kılınabileceği gibi
böyle bir sahada da kıhnabilir. V aktile şehirlerin böyle dışarısında birer
* J-m =nam azgah" bulunurdu, ahali cuma ve bayram günleri de ora-
larda toplanarak nam azlarını kılar, m üslüm anlann vahdetini, kudretini,
hakka inkiyadım gösterm eye çalışırlardı. H a ttâ îm am ı A 'zam a göre bir bel-
dede yalnız b ir camii şerifte veya m usallada cuma namazı kılınır, m üte-
addit yerlerde kılınm az.
F a k a t İm am ı M uham m ede ve İm am ı A 'zam dan diğer b ir rivayete göre
cum a namazı bir beldede bulunan m üteaddit camilerde kıhnabilir. Eshalı
olan da budur. N itekim amel de bu veçhiledir.
İm am E bu Y u su fta n bir kavle göre bir şehirde ancak iki mevzide
cum a namazı kıhnabilir. Diğer bir kavle göre de aralarında bir ırm ak b u lu n -
m adıkça iki mevzide bile kılınam az.
Cuma nam azının m üteaddit yerlerde kılınması câiz görm eyenlere gö-
re bir beldede kılm an m üteaddit cum a nam azlarından hangisine daha evvel
tekbir alınarak başlanılm ış ise o sahih olmuş, diğerleri sahih olm am ış olur.
İşte böyle bir ih tilâftan kurtulm ak için d ir ki, cum anın d ö rt re k 'a t son sün-
n etinden sonra "Zühri ahır" adile d ö rt re k 'a t nam az daha kılınm aktadır.
Şöyle ki: "V aktine yetişip henüz üzerim den sakit olm ayan son öğle nam azı-
na" diye n iy et edilip tam öğle nam azının d ö rt re k 'a t farzı veya d ö rt re k 'a t
sünneti gibi d ö rt rek 'a t namaz k ılınır. Evlâ olan, sünnet veçhile kılm aktır.
Çünkü eğer cum a namazı sahih olm am ış ise bu d ö rt re k 'a t ile o günün öğle
namazı kılınm ış olur. Son iki rek 'atın da fatihaya zam edilen sure veya bir
m iktar â y e ti celile bunun sıhhatine zarar vermez. Ve eğer cum a namazı
sahih olm uş ise b u d ö rt re k 'a t kazaya kalm ış bir öğle namazı yerine geçer.
K azaya kalm ış böyle bir namaz bulunm ayınca da bir nâfile nam azı olm uş
olur.
Velhasıl: Bu suretle kılınm ası ih tiy ata m uvafık olduğundan askeri ule-
m aca müstahsen görülmüştür. H a ttâ Ş afiî ulem asından b irç o k la n d a b u n u
m uvafık görm ektedirler. Çünkü İmam Şafîîye göre de bir beldede ilk
150 BÜYÜK İ SLAM
197— B irçok köylerde Cuma namazı kılınm asına öteden beri izin ve-
rilmiş olduğundan beldelerde olduğu gibi köylerde de Cum a namazı kılına-
gelm iştir. "M escitlere ait hüküm ler bahsine de m üracaat!."
198— Bir köylü, cum a günü bir şehre gidip Cum a vaktine kadar orada
durm ak niyetinde bulunsa kendisine Cum a namazı farz olur. F a k a t Cum a
vaktinden evvel şehirden çıkm aya n iy et ederse farz olmaz. Cum a vaktinin
girm esinden sonra şehirden çıkm aya niyet ederse —m u h tar olan kavle
göre—yine Cuma farz olmaz.
199— Cuma günü zeval vaktinden sonra Cum a nam azını kılm adan
sefere çık m ak m ekruhtur. Zeval vaktinden evvel çıkm ak ise m ekruh değil-
dir.
2 0 0 — M a'zur veya m ahpus olanların Cum a günü şehirde öğle nam azını
Cum a nam azından evvel veya sonra cem aatla kılm aları m ekruhtur. Bun-
lan n öğle nam azlarım Cum a nam azı kılın dık tan sonra kılm aları müstehap-
tır. Çünkü o vakte kadar özürlerinin zevali um ulur.
2 0 1 — Bir kim se, Cuma günü özrü bulunm adığı halde Cum a nam azını
kılm adan öğle nam azını kılacak olsa b u nam azı salıîh olursa d a Cuma nam a-
zım terk ettiğ in d en dolayı günaha girmiş olıir. F a k a t böyle bir kim se, b ilâ -
hare Cum a nam azını kılm ak için —daha Cum a namazı kılınm adan— cam iye
yönelse kıldığı öğle namazı batıl, yani nâfileye m ünkalip olur. Cum a nam a-
zına ister yetişsin, ister yetişm esin ve ister gitm eden sarfı nazar etsin ve ister
etm esin. Binaenaleyh Cuma nam azına gidip yetişm ezse o öğle nam azım y e-
niden kılması lâzım gelir.
İm am eyne göre gidip Cuma nam azına başlam adıkça kılm ış olduğu
öğle nam azı batıl olmaz.
2 0 2 — Cum a için tekbir alm ak, yıkanm ak, misvak kullanm ak, güzel el-
biseler giyinm ek, güzel k ok ulu şeyler sürünmek m üstehaptır. M inarede ezan
okununca da başka şeyler ile uğraşılnıayıp hem en camiye gidilmesi vâcip-
tir.
2 0 3 — Cum a günü camiye erkence gitmek, Tahiyyetülmescid olmak
üzere iki re k 'a t namaz kılmak, K ehf suresini okumak veya dinlemek men-
dup tur.
İLM İHAL İ 151
2 0 5 — H atip m inbere çıkınca cem aatin ko nuşm ayıp sükût etm esi,
selâm alıp vermemesi, nâfile namaz kılınm am ası icap eder. H a ttâ hutbede
Resulü Ekrem , Sallâlahü aleyhi ve sellem Efendim izin m übarek isimleri zik-
redilince cem aatin Salâtüselâm da bulunm aksızın yalnız dinlem ekle ik tifa
eylem esi efdaldir. İmam E bû Y usuftan bir kavle göre bu halde gizlice Salâ-
tüselâm okunur.
2 0 8 — Cum a nam azı henüz bitm eden im am a uyan kim se, bu namazı ik-
mal eder, velev ki İm am a teşehhüdde veya secdei sehvde yetişm iş olsun.
İm am M uham m ede göre ikinci re k ’atm rükûundan sonra gelip İm am a uyan
kim se, Cum a nam azını değil öğle nam azını ikm al eder.
2 0 9 — İBayram, bir ferah ve sürür günü dem ektir. A rapçası "Iy d "d ir.
Cemi: Ayad geîir. Bayram tebrikine: Tayid, bayram laşm aya da M uayede
denir.
Resulü Ekrem — Sallâllâlıü aleyhi ve sellem — Efendim iz Medinei
Münevvereyi te şrif edince ahalisinin senede iki bayram , eğlence, sevinç
günleri olduğunu anlayıp: (Allah T ealâ size o iki bayram günlerine bedel
onlardan daha hayırlı iki bayram günleri ihsan bu y u rm u ştu r) diye tepşir
etm iş, o günlerin îydi fltir ile ly d i adha, yani Ram azanı Ş e rif Bayramı ile
K urban Bayramı günleri olduğunu haber verm iştir.
Bu günlere " ly d " denilmesi, bunların birer ferah ve m eserret günü olup
avdetlerile tefe'ül edilm esinden veya bunlarda Allah Tealânm b irç o k avâidi
ihsanı tecelli eylediğinden dolayıdır. Ram azan Bayram ı üç, K urban Bay-
ram ı da d ö rt gündür.
2 1 0 — K endilerine Cum a nam azı farz olan kim selere — Cum a nam azı-
nın vücup ve eda şa rtla n dairesinde — Ram azan ve K urban Bayram ı nam az-
ları vâciptir. Yalmz bayram nam azlarında hutbeler, vacip olmak üzere şart
değildir. Belki bu nam azlardan sonra hu tb e okunm ası bir sünneti seniyye-
dir.
2 1 1 — Bayram nam azlarının ilk vakti işrak zam anıdır. Yani güneşin
görünüşüne nazaran ufu k tan b ir rüm h = m ızrak veya iki m ızrak b oyu kadar
152 BÜYÜK İ SLAM
yükselip kefah et zamanı çıktığı andır k i b u andan itibaren istiva veya zeval
vaktine kadar kılınm ası câizdir. (M ekruh vakitler bahsine m üracaat!..) (1).
2 1 2 — Bayram nam azları, ikişer rek 'attır. Cem aatle cehren kılım r.Ezan
ve ikam et bulunm aksızın im am , iki rek 'a t Ram azan veya K urban Bayramı
nam azına, cem aat da böyle iki re k 'a t bayram nam azına im am a iktidaya
n iy et eder, j f lül = Allahüekber) diye iftitah tekbiri alınır. Eller bağlanır
hep birlikte gizlice ı* ^ ' 1 = Siibhanekellahümme) okunur, sonra i-
m am , cehren cem aat de gizlice (Allahüekber) diye üç d e f a tekbir alırlar, her
tekbirde eller yu k an y a kaldırılıp b a'd ehu yanlara salıverilir ve h er tekbir
arasında üç teşbih m ik tan durulur. Üçüncü tekbiri m üteakip yine eller bağ -
lanır, im am gizlice (Euzü) ve (Besmele) den sonra cehren Fatihai şerife ile
bir m iktar daha K ur'anı K erim den okur, cehren (Allahüekber) diyerek —m a-
lûm veçhile — rükûa, secdelere gider, cem aat da hafiyyen tek b ir alarak i-
m arna m ütabeat eder. Sonra tekbir alınarak ikinci re k 'a ta kalkılır, imam
.gizlice Besmelei şerifeden sonra yine cehren F atihai şerife iie b ir m iktar
daha K u r'an okur, tekrar üç d e f a eller kaldırılarak birinci re k 'a tta olduğu
gibi tekbir alınır, ba'deh u yine im am cehren, cem aat de hafiyyen (Allahü-
ekber) diye tekbir alarak rükûa secdelere vardır, sonra da oturulup oL-JI
= E tteh iy yâtü), > J-» — Allahümme salli ve barik) ve (R abbena
âtina...) duası gizlice okunarak iki tarafa selâm ile nam aza nihayet verilir.
Bu halde bayram nam azlarının her rek'atind e üç zait tekbir bulunm uş
olur ki bunlar d a vâciptir.
* (Hanbeli m ezhebine göre birinci rek 'a tta altı, ikinci re k 'a tte b eş tekbir
alınır ve h er iki rek 'a tte tekbirler, k ıraatten m ukaddem bulunur. İm am
Malik ile İm am Şafiîye göre d e birinci re k 'a tte yedi, ikinci re k 'a tte beş
tekbir alınır ve tekbirler her iki re k 'a tte de kıraate takdim edilir.)
2 1 3 — H atip, Bayram nam azım m üteakip m inbere çık ar, oturm aksızm
hutbeye başlar. Cum ada olduğu gibi iki h u tb e ira t eder, şu k ad ar var İd bu
bayram hutbelerine tekbir ile başlanır, cem aat de b u tekbirlere hafifçe işü -
râk eder. H atip Ram azan bayram ı hutbesinde cem aate sadakai fitre ve K ur-
ban bayram ı hutbesinde k u rb an ile teşrik tekbirlerine dair m alûm at verir.
Cum a hutbelerinde sünnet olanlar, bayram hutbelerinde de,sünnettir.
M ekruh olanlar da böyle m ekruhtur. Bu bayram hutbelerinin namazdan
evvel okunm ası da caiz olmakla beraber m ekruh bulunm uştur.
2 1 4 — İm am , birinci re k 'a tte bayram tekbirlerini un u tu p da F atihayı
kısm en veya tam am en okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri alır. Fatihayı
yem den okur. F a k a t F atih a ile bir m iktar daha K ur'an o ku duktan sonra
hatırlarsa tekbirleri alır, kıraati iade etm ez.
2 1 5 — Bayram nam azlarında birinci rek 'a ti» rükûuna varm ış olan im a-
m a uyan kim se, bu rükûa yetişeceğini zannederse hem iftitah tekbirini, hem
de kendi m ezhebine göre bayram tekbirlerini ayakta alarak, b a'd eh u rükûa
varır, rükûun fevtinden k o rk tu ğ u takdirde ise iftita h tekbirini m üteakip
rükûa varır. Bayrak tekbirlerini rükuda ahr, b u tekbirleri alırken ellerini
2 1 7 — K urban bayram ı nam azım ta'cil, Ram azan bayram nam azım da
biraz te'h ir etm ek m üstehaptır. Bayram nam azı, cenaze nam azına, cenaze
namazı d a bayram hutbesine takdim edilir.
2 1 8 — Bayram nam azları, b ir şehirde u m um î b ir m usallada kılınabile-
ceği gibi m üteaddit camilerde de kılm abilir.
2 1 9 — Bayram günlerinde erken kalkm ak, yıkanm ak, m isvaklanm ak,
gülyağı gibi tem iz, güzel kokulu şeyler sürünmek, giyinmesi m ubah libasla-
rın herkes hafince en güzelini giyinm ek, Hale T ealâm n nim etlerine şükür iç in
ferah ve sürür gösterm ek, rastgelecek din kardeşlerine karşı güler yüzlü
bulunm ak, mümkün m ertebe fazla sadaka verm ek, Bayram gecelerini ib ad et-
le ihya etm ek m üstehap, m üstahsen bu lu n m uştu r.
2 2 0 — R am azan bayram ında bayram nam azından evvel hurm a gibi
tatlı bir şey yenilm esi, K urban bayram ında ise nam az kılınm adıkça bir şey
yenilmem esi m üstehaptır. Esahh olan kavle göre b u hususta k urban kesecek
kim se ile kesm iyecek kim se müsavidir. K urban kesecek kim senin keseceği
kurban etiyle taam a başlam ası daha m uvafıktır. Bununla beraber'nam azdan
evvel bir şey yenilm esinde d e b ir k e ra h e t y o k tu r.
2 2 1 — K urban kesecek kim se, tırnaklarım ve başının saçlarını kesm eyi
te'h ir eder. Bu m enduptur. F a k a t bu te'h ir keraheti celbedecek b ir m üddet-
le olm am alıdır. Bu m üddetin azam î haddi ise kırk gündür.
Efdal olan haftada bir kere tırn ak lan , b ıyıklann fazla kısmını kesmek,
zait tüyleri giderm ek, yıkanm ak suretiyle bedenin nezafetine bakmaktır.
154 BÜYÜK İSLAM
Hiç olmazsa bunlar on beş günde bir yapılm alıdır. Kırk günden ziyade
terkedilm esi ise m azur görülmez,
222— Bayram günü camii şerife b ir sükûn ve tem kin ile gidilir, nam aza
giderken Ram azan B ayram ında gizlice, ku rb an bayram ında d a açık ça tekbir
alınması, nam azdan sonra d a mümkün ise b aşk a bir yoldan ikam etgâha
dönülmesi m endup tur.
223 —K urban Bay ram mm birinci gününe "yevm i nelır" diğer üç gü-
nüne de "eyyam i te şrik " denir. Bu bayram dan evvelki gün ise "yevm i are-
fe " dir ki, Zilhiccenin dokuzuncu günüdür.Ramazanı Ş e rif Bayram ında
arefe y ok tu r.
Arefe gününün sabah nam azından itibaren bayram ın dördüncü gününün
ikindi nam azına kadar yirm i üç farz vakit nam azını m üteakip bir defa
(J - i hiS s f \ il) j f \ i I J ,ii\ VI <!! " H j f I -İl i -ûıl = Allahüekber, Allahüekber,
Teravih namazı:
2 2 9 — Teravih nam azı, Ram azanı şerife mahsus, yirm i re k â tta n ib aret
olup b ir sünneti m üekkededir. Bu nam aza Resulü E krem Sallallâhü Aleyhi
Vesselîem Efendim iz ile Hülefayi R aşidin hazara ti m uvazebet b uyurm u şlar-
dı. Bu nam azın cem aatla kılınm ası d a b k sünneti kifayedir. Binaenaleyh
bütün bir m ahalle ahalisi cem aatla kılm ayı bırakıp evlerinde kılacak olsalar
sünneti terk ile isâette bulunm uş olurlar.
2 3 0 — Teravih nam azının her d ö rt rek 'a tı sonunda, bir m iktar oturarak
istirahat edildiği için b u d ö rt rek 'a ta bir "Terviha" denilm iştir. Bir teravih
nam azında beş terviha vardır. Bu tabir "Tervih" kelim esinden binalm erre-
dir. Tervih ise nefsi rahatlandırm ak m ânasm adır. Cem 'i Teravihtir.
2 3 1 — M escitlerde teravih nam azı cem aatla kılındığı halde b ir özrü ol-
m aksızın cem aatı terk ederek bu nam azı evinde kılan kimse, günahkâr ol-
mazsa da fazileti terketm iş olur. H a ttâ evinde cem aatla kılsa cem aat sevabı-
na n âil olursa d a M escitteki cem aatın faziletine nâil olamaz. Çünkü M escit'
lerin fazileti ziyadedir.
2 3 2 — Teravih nam azını kılacak kim senin Teravihe veya vaktin sünne-
tine veya kıyam ı leyle niyet etm esi ih tiy ata daha m uvafıktır. M utlak nam a-
za veya nâfileye n iy et edilmesi de b ir ç o k fukahaya göre câizdir.
2 3 3 — Teravih nam azım her iki re k 'a tta bir selâm verm ek suretiyle on
selâm ile bitirm ek efdaldir. D ö rt re k 'a tta bir de selâm verilebilir. Sekizde,
onda h a ttâ yirm ide b ir selâm verm ek suretiyle kılm ak da câizdir. F ak at b u ,
kerah attan hali görülm em ektedir.
2 3 4 — Teravih nam azı, ikide bir seiâm verildiği surette tam akşam na-
m azının iki re k 'a t sünneti gibi, d ö rt re k 'a tta bir selâm verildiği takdirde de
tam yatsı nam azının d ö rt re k 'a t sünneti gibi kılınır. Cem aatle kılındığı su-
rette cem aat, hem teravihe, hem de im am a iktidaya niyet eder, im am da
tekbirleri, tesm i'leri, kıraatleri cehren yapar.
bir d e f a hatim ile Teravih nam azı kılınm ası ise b ir sünnettir .Bazı zatlara gö-
re bu hatm in yirm i yedinci geceye, yani Leylei kadire m üsadif olması müs-
tahabdır.
2 37 — Teravih namazı kıldıracak zatın güzel sesli olm asından ziyade
d oğru okuyucu olmasına itina edilm elidir. Güzel ses, kalbi m eşgul ederek
tefekküre, h u şua m ani' olabilir. K ıraatinde lâlın ve h ata bulunan bir im am ın
mescidini bırakarak dürüst okuyan bir im am ın bulunduğu mescide gidilme-
sinde bir beis yoktur.
2 3 8 — İm am ın Teravihde cem aatı tenfîr edecek m ikdar k ıraatte b u lu n -
ması, m uvafık değildir. Ş u kadar var ki, F atihai şerifeden sonra okunacak
ây etler, b ir sûreden veya üç kısa â y e t m iktarından noksan olm am alıdır. Ka'
delerde teşehh ütten sonra Salâvaü şerife de terk edilm em elidir.
2 3 9 — Teravih nam azını özürsüz yere oturarak kılm ak veya uykunun
galebe etm iş olduğu bir halde kılm ak m ekruhtur. İm am ın rükûa varmasına
kadar oturup iktidayı tehire bırakm akta m ekruhtur.
2 4 0 — Teravih nam azının bir m ik dan kılındıktan sonra im am a uyan
kim se, Teravih nihayet bulunca kendisi noksan kalan rek ’atları tam am lar,
sonra da V itir nam azını kendi b aşın a kılar, evlâ olan budur. M aamafih i-
m am iie beraber Y itri kılıp sonra teravilıi ikm al etmesi de câiz görülmüştür.
2 4 1 —Yatsı nam azında cem aatı terk etm iş olan kimse, Teravih ve
Vitir nam azlarında im am a uyabilir. Binaenaleyh bir kimse, imam yatsı
nam azım kıldırıp Teravihe başlam ış olduğu esnada mescide gelse evvelâ
yatsı nam azını kendi başına kılar, sonra Teravih için im am a uyar, noksan
kalan rek 'a lla n da yine kendi başına kılar. Kezalik : Teravihi imam ile
kılm ayan V itri imam ile kılabilir. Sahih olan kavi böyledir. F a k a t im am da
cem aat da yatsı nam azını cem aatla kılm am ış olursa yalm z Teravih nam azını
cem aatla kılamazlar. Çünkü Teravihin cem aatı, farzın cem aatına tâbidir.
Teravihin m üstakil bir cem aatla kılınması, nâfıleler halikındaki hükm i şer'
îy e uygun düşmez.
2 42 — İm am , Teravih nam azının m eselâ : İH; bir rek 'atım m üteakip
sehven o turup selâm verdikten sonra yeniden iki rek 'a t kılm adan m ütebaki
rek 'aflan n ı usulü dairesinde kıldıracak olsa, bir kavle göre nam azı câiz
olup yalnız o iik iki rek 'ati kaza eder. Diğer bir kavle göre m ütebaki nam az-
ları da câiz olmaz. Hepsini kaza etm esi lâzım gelir. Çünkü Teravih, bir na-
m azdır, yapılan teşehhüdler, selâm lar yerinde vaki olm am ış olur.
2 4 3 — Teravih, vaktin sünnetidir, yoksa orucun sünneti değildir.Bina-
enaleyh hasta veya yolcu gibi fîllıal oruç tutm akla m ükellef olm ayanlar
için de Teravih nam azım kılm ak sünnettir.
A kşam üstü hayızdan veya nifasdan k u rtu lan bir islâm kadım veya
ihtida eden bir kim se hakkında da o gece Teravih nam azını kılm ak sünnettir
2 4 4 — H astalık, m izacın i'tidalini gaip etm esinden husule gelen bir aciz
halidir. H astaya mariz, hastalığa da m araz denir. Marizin cem 'i : M erza, ma-
İ L Mİ H AL İ İ 57
2 4 7 — Irna ile de namaz kılm aya kadir olm ayan bir hastadan bir gün
ve bir gecelik ve daha ziyade olan nam azları teehhür eder, sonra iyi olunca
b u n lan kaza etm esi lâzım gelir. Diğer bir rivayete göre birgün ve b ir gece-
den ziyade olan namazları büsbütün sakıt olur. Velev ki aklı başında b u lu n -
m uş olsun.
2 4 8 — H astalığına m ebni o tu rd uğ u halde veya îm a ile nam az kılm aya
m ezun olan kim se, b u hastalığı esnasında kılam am ış olduğu nam azlan
sıhhat b u ld u k tan sonra kaza edince otu rd uğ u halde ve îm a ile kılamaz.
Çünkü özür zail olm uştur. F a k a t sıhhat zam anında kazaya bırakm ış olduğu
nam azlarım böyle hastalığı esnasında kaza edecek olsa o tu rd uğ u halde veya
îm a ile kaza edebilir, zira kudretine göre m ükellef olur, m ukted ir olm adığı
bir şey kendisinden istenilemez.
—Özür sahipleri için ( 6 6 ) sahifeye de m üracaat!.
şeıif, yolcular hakkında bazı kolaylıklar gösterm iştir. Y olculukta gece gün-
düz m ütem adiyen yola devam edilemez, istirahata da ih tiy aç görülür, bazı
fıkıh kitaplarım ızda "sefer m üddeti üç gün üç gecedir" denilmesi bu esasa
m aııi' değildir. Bu cihetle b ir günlük m utedil yürüyüş, vasatı olmak üzere
altı saat olarak kabul edilm iştir. Bazı seferler, m eşak k atten h â lî olsa da hü-
küm ferde değil, cinse göre olacağından sefer hükmü, bütün sefer hallerine
şam il bulunm uştur.
Seferin hükümleri:
2 5 8 — Bir müsafir, bu lunduğu yerd e on beş gün ikam ete n iy et etm eyip
bugün, yarın çıkıp gideyim derken uzun bir m üddet orada oturacak olsa
yine m üsaferetten çıkm ış olmaz, h a ttâ b ir beldeye gidip m uayyen b ir işi
yapm ak, ve badehu oradan çıkm ak azm inde b ulunan kim se de bununla m u-
kim olm uş olmaz m eğer k i, o işin on beş günden m ukaddem yapılam ıya-
cağım bilm iş olsun ; o takdirde ikam ete n iy et etm ese de m ukim sayılır.
2 5 9 — Sahrada ikam ete niyet sahih değildir.A ncak göçebe halinde o-
lup çadırlarda oturanlar, bir sahrada o turm aya niyet ettikleri ve yanlarında
kendilerine ve hayvanlarına en az on b e ş gün yetecek kadar su ve o t b u lu n -
duğu takdirde m ukim sayılırlar. Bu halde bunlar bu yerden kalkıp araların-
da on sekiz saatlik bir m esafe bulunan d iğ er b ir yere gitm eğe niyet etm edik-
çe m ukim olm aktan çıkm azlar.
2 6 0 — Sefer ve ikam et hallerinde tabiin değil, m etb u u n niyeti m uteber
dir. Binaenaleyh asker ; kum andanın, köle ; efendisinin, ecîr ; m üstecirin,
talebe hocasının, m ehri m uaccelini alm ış olan kad ın, kocasının niyetine
göre m ukim veya m üsafir olm uş olur.
2 6 1 — Sefer hususunda henüz baliğ olm am ış kim senin niyeti m uteber
değildir. Binaenaleyh böyle b ir çocuk hakkında sefer hükümleri cari olmaz.
Çünkü sefer hususunda sefer m üddet bir m esafeyi k a t'e tm e ğ e n iyet şart
olduğu gibi istiklâl b irre'y ile büluğ da şarttır. __
160 BÜYÜK İSLAM
275— V atanı asiî kendi misliie m üntakiz olur, vatan ikam etle münta-
Idz olmaz, Ş ö yle ki: Bir kimse içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri
terk edip başka bir beldede tavattun etm eğe başlasa artık o evvelki vatanı,
ikam et hususunda vatanı olm aktan çıkar, bilâhara oraya gidecek olsa, en az
on beş gün ikam ete niyet etm edikçe farz nam azlarını dörder rek 'a t kılması
lâzım gelmez.
F ak at vatanı aslîsinden m uvakkat bir zam an için çıkıp başka bir yeri
vatanı ikam et edindikten sonra vatanı aslîsine dönse niyete m uhtaç olmak-
sızın m ukim olur, namazlarım tam am kılm ası icap eder.
2 7 6 - V atanı ikam et, vatanı aslî ile ve diğer bir vatanı ikam etle ve mü-
cerret sefere çıkm akla m üntakiz olur, velev ki, aralarında sefer m üddeti bu-
lunmasın. Meselâ: Bir kimse, yolculuğu esnasında bir beldede b ir ay
ikam ete niyet edip bu kadar d u rd uktan sonra tekrar yola çıksa veya diğer
bir beldeye gidip orada da en az on beş gün oturm aya niyet etse artık evvel-
ki belde vatanı ikam et olm aktan çıkm ış olur, oraya tekrar dönm ekle
m ukim olmuş olmaz, belki m ukim sayılabilmesi için orada tekrar ikam ete
niyet etm esi lâzım gelir. F a k a t vatanı ikam etinden m uvakkat bir iş için ika-
m et m üddeti için d e sefer m üddetinden az bir kaç saatlik bir m esafedeki bir
yere gidip geri dönm ekle vatanı ikam et, bozulm uş olmaz.
277— V atanından çıkıp en az üç günlük bir mesafede bulunan b ir yere
gitm ek isteyen kimse, daha oraya gitm eden yol esnasında b ir karyede on
beş gün oturm aya n iyet etse burası zahirrivayeye nazaran bir vatanı ikam et
olm uş olur. Diğer bir kavle göre ise olmaz.
2 7 9 - Bir müsafir, içinde ikam et etm ek istem ediği bir beldede evlene-
cek oisa bir kavle göre m ukim sayılır, diğer bir kavle göre m ukim sayılmaz.
Evcah olan da budur.
2 8 1 — Bir namazı vaktinde kılm aya "eda" vaktinden sonra kılm aya da
"k aza" denir. V aktinde kılm an ve kılınacak olan bir namaza "V aktiyye"
veya "sa lâ ü hâzıra" denildiği gibi vaktinde kılınm am ış oian b ir nam aza da
"fa ite " denilir. Cem’i: "Fevait"dir.
282— V aktinde kılınm am ış olan beş vakit farz namazların kazası farz-
dır. V itir nam azının kazası da vâciptir. Sünnetlere gelince, bir sabah namazı-
nın farziyle beraber sünneti fevtedilm iş olunca o günün tulûundan sonra is-
tiva vaktine kadar bu sünnet, farz ile beraber kaza edilir. T ulû’dan evvel,
istivadan sonra kaza edilemez. İmam M uham m ede göre b u sünnet, yalnız
olarak fevtedilm iş olsa yine frulû'dan sonra istiva zam anına kadar kaza edi-
lir.
Bir de öğle nam azının iki sünneti, cem aatla farza yetişm ek için terke-
dilecek olsa farzdan sonra son iki rek attan evvel kaza edilir. Fetva bu
veçhiledir, taki, vakti içind e İM d e f a tealıhür etm iş olmasın. M aamafih son
iki re k 'a tte n sonra da kaza edilebilir, nam azın tertibi iki d e f a tebeddül e t-
mem esi için bunu evlâ görenler de vardır.
Cuma nam azının ilk d ö rt rek 'a ti hakkında da bu tekaddüm ve teahhur
hükm ü calidir. Terk edilen diğer sünnetlerin kazası lâzım gelmez. F ak at baş-
lanıldıktan sonra her nasılsa terkedilen b ir sünnet — her hangi b ir nafile—
nam azının kazası icap eder.
Meselâ: Öğlenin son sünnetine başlanılm ış iken cenaze nam azını fevt
etm em ek için bu sünnet kat'edilm iş olsa bunu bilâhara kaza lâzım gelir.
283— Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakm ak bir kebiredir. Bu na-
maz, kaza edilm ekle yerine getirilm iş olur. F ak at bu nu n tehirinden dolayı
husule gelen günahın afvi için tevbe ve istiğfar lâzımdır. Herhangi bir
bahane ile bir namazı tehire, kazaya bırakm aktan son derece sakınmalıdır.
Çünkü b unun günahı pek büyüktür. İnsan gerek m a'buduna ve gerek nâsa
olan borçlarım bir an evvel ödem eğe çalışm alıdır, hay atın m üddeti maîûm!.
Borçlarını ödem eden ahirefe gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır.
* Tenbih: Kazaya kalan m üteaddit, m eselâ altm ış yetm iş, senelik namaz-
ların m uayyen b ir gönde, m eselâ Ram azanı şerifin son cum asında kılınacak
bir günlük namaz ile kaza edilm iş, afvedilm iş olacağı hakkm daki sözlerin
Mç bir kıym eti şer'iyesi yoktur. Bu hususta nakledilen bir hadis, muhad-
dlderin, m üdakkik âlim lerim izin beyanatına göre m evzu'dur, esassızdır,
164 B ÜYÜK İ SLAM
icm a’ı üm m ete m uhaliftir. Çünkü böyle herhangi bir ibadet, senelerce fevte-
dilm iş ol m farzların, vâciplerin yerine kaim olamaz. Böyle b ir iddia, fariza-
ların, vecibelerin terkedilm esini, m uattaliyetm i m üstelzim olacağından
akla, şer’a, hikm ete münafidir. Taksir, teshile sebep olamaz. Bu, usulce bir
esastır. Maahaza bu hadisi nakledenler, m uhaddtsinden değildirler, bu hadîsi
m u h am çlerd en birine isnat edilm iş değildirler. A rü k b u naklin ne kıym eti
olabilir?
Kazaya kalan bir namaz, bizim için lâzım ül'ifadır. Biz b u n u yerine ge-
tirm ekle mükellefiz, bunu yapm az isek azaba m üstahık oluruz. Ş u kadar var
ki, kazaya kalm ış olan bir namazı Hak T ealâ hazretleri dilerse afveder ve
dilerse afvetmez ve herhangi b k ib ad et vesilesiyle sahibine b k ç o k sevaplar
da verebilir. Kimse bu hususlara karışam az ve k a t't su rette hüküm veremez.
Y ukarıdaki iddia kazası k a t'iy y e n icap eden b k nam azın m a'k ul bir
m idiyle kaza edilmesi hakkındaki farziyeti in k âr d e m e k tk k i aslâ c â k
olamaz.
Bu m es'eîe hakkında A liyül'kârî m erhum un ve sair ulem anın te tk ik a tı
vardır. A îiyüi'karînin m evzuatına, AbdurraM m fetvasına ve Mev'izei Hase-
neye müracaat!.
2 8 5 - Bir kim senin tertip sahibi sayılması için en az altı vakit nam azı
kazaya kalm am ış olmalıdır. A ltı vakit namazı kazaya kaldı mı, sahibi tertio
olmak vasfım kaybeder, arü k onun ne kaza namazları arasında, ne de kaza
nam azlarıyla vakit namazları arasında tertibe riayet etm esi icap etmez.
2 8 7 - Sahibi tertip olan bir zat, b ir fan: nam azını veya İm am ı A 'zam a
göre vâcip olan vitir nam azını özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi namazı
İL M İH A L İ 165
m üskit olacak bir m ahiyette olm ıyan bir özre m ebni vaktinde kılm am ış ol-
sa bu namazı ille vakit nam azından evvel kaza etm esi icap eder. Çünkü gerek
fevt olan nam azların arasında ve gerek bunlar ile vakfiyelerin arasında ter-
tibe riayet, esasen şarttır. M eğer İd kazaya kalan namaz, unutulup, bilâ-
hare hatıra gelmiş olsun, veya vakit darlaşm ış veya faiteler ç o k olup sahibi,
tertip olm aktan çıkm ış bulunsun.
Meselâ: T ertip sahibi olan bir zat, her nasılsa uykuya dalıp bugünkü
gününün sabah nam azını kılam am ış bulunsa bu sabah nam azını bugünkü
öğle nam azından eyvel kaza etm esi lâzım gelir. Bunu hatırladığı halde kaza
etm eksizin öğle nam azını kılsa bu nam az, İm am M uham m ede göre fasit
olur. İm am Ebu Yusüfe göre farz olm aktan çıkar, nâfile olur. İmam ı
A'zam a göre ise m uvakkaten sahih olmaz. Şöyle ki: B undan sonra o sabah
nam azını kaza etm eden beş vakit nam azım daha eda edecek olursa bu alü
vaktin hepsi de sahih olmuş olur. F a k a t böyle beş vakit nam azını daha kıl-
m adan o sabah, nam azım kaza ederse arada kılmış olduğu vakit nam azlan
fasit olup yeniden kılınm aları lâzım gelir.
Kezalik: Böyle bir zat, sabah nam azını fevt etm iş olduğu halde bunu
unu tup öğle nam azım kılacak olsa bu öğle namazı sahîh olmuş olur.
Kezalik: Bir zat, kazaya kalm ış olan yatsı nam azını fecirden sonra ha-
tırlayıp vakit ise yalnız sabah nam azım kılmaya, müsait bulunsa sabah na-
mazını eda eder, yatsı nam azım daha evvel kaza etmesi, bu sabah namazı-
nın sıhhatm a m ani' olmaz. M eğer ki faitevi hatırladığı halde vakfiyeyi pek
uzatıp da bu cihetle vaktin daralm asına sebebiyet verm iş olsun, o halde vak-
fiye câiz olmaz.
İki üç veya daha ziyade günlerde birer vakit namazı fevt edilm iş oldu-
ğu halde bunların hangi nam azlar olduğu tayin edilem ediği takdirde de o
kadar günün nam azlan yeniden kılınır.
BÜYÜK İSLAM
291— Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını bilm ese galip olan
reyine göre hareket eder. E ğer re'y i çoF ise üzerinde kaza namazı kalm adı-
ğına kanaat edinceye kadar kaza namazı .ılar.
292— Bir kimse, bir namazı kılıp kılm adığında şek etse vakti henüz
çıkm am ış ise yeniden kılar, vakti ç ık tık ta n sonra şek etse üzerine birşey
lâzım gelmez. Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkm ıştır. Bir müslümanın na-
m azını vaktinde kılm ış olması ise bir asildir.
2 9 4— Bir kimse, kaza nam azını kılarken cem aatla vakit nam azına
başlanacak olsa nam azını ikmal etm edikçe cem aata iştirâ k etm ez. Velev ki
sahibi tertip olmasm.
295— M üttehit olan kaza namazları, usulü dairesinde cem aat ile de kılı-
nabilir. Cem aat bahsine müracaat!.
297— Bir kadın, meselâ: "Y arınki gün şu kadar namaz kılayım veya
oruç tutayım ” diye niyet ettiğ i halde o gün â d e t görmeğe başlasa o namazı
veya orucu temiz olacağı günlerde kaza eder.
299— Kaza namazlariyle iştigâl, nâfile nam azlar ile iştigâlden evlâ-
dır, ehemdir. F ak at farz nam azların m üekkede olsun olmasın sünnetleri bun-
dan müstesnadır. Yani bu sünnetleri terkeclerek bunların yerine kazaya
İ L M İ H ALİ 167
niyet edilmesi evlâ değildir. Bilâkis bu sünnetlere niyet edilm esi evlâ-
dır. H a ttâ kuşluk, teşbih namazları gibi h akiannda a'sar varit olan nâfile
nam azlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etm ek evlâ-
dır. Çünkü bu sünnetler, farz nam azlarını ikmal eder, bunların telâfisi müm-
kün değildir, kaza nam azlarının ise m uayyen vakitleri olm adığı için telâ-
fileri mümkündür.
Maahaza namazları kazaya bırakm ak bir günahtır. Bu günahtan müm-
kün m ertebe kurtulm ak için sünnetleri feda etm ek münasip olamaz. Böyle
bir günalıı işleyen kim senin fazla ib ad ette bulunarak afvi İlâhiye iltica et-
mesi icabederken hakkında şefaati nebeviyyenin tecellisine vesile olacak b ir
kısım m übarek sünnetleri, nafileleri terketm esi, nasıl m uvafık olabilir? Hem
bir kısım vaktiyeleri kazaya bırakm ak, hem de diğer bir kısım vakfiyeleri
kendilerini m ükem mel olan sünnetlerden tecrit etm ek, iki k at kusur olmaz
mı? Bunun h ilâfına olan bazı nakiller.m uteber değildir, m uftabih olan
kavle m uhaliftir.
Hem sünnetleri, hem de kaza nam azlarım kılm aya müsait vakit bula-
m adıklarını iddia eden bulunursa, bunlar m ünsifâne bir iddiada bulunm uş
sayılmazlar. Beyhude yere en kıym etli vakitlerini zayi' eden insanlar,
bilm em böyle bir iddiaya ne yüzle cür’e t edebilirler?.
(Iskatı salât bahsine de m üracaat!.)
301— Bir kimse, tek başına bir farz nam aza başladıktan sonra bulun-
duğu yerde o farz namaz, cem aatla kılınm aya başlansa bakılır: E ğer namaza
başladıktan sonra henüz secdeye varm am ış ise namazı bırakır. İm am a uyar,
cem aat sevabım kazanm aya koşar. Bu, m üstehaptır. Ve eğer bir kerre sec-
deye varmış ise nazar olunur: Kıldığı namaz, sabah ve akşam namazı ise
yine bırakır, im am a uyar. F a k a t bunların ikinci rek 'atı için secdeye varmış
ise artık bırakm az, ikm al eder, im am a m ütabaat edemez. Çünkü sabah
nam azından sonra nâfile kılınam ayacağı gibi üç rek’atlı bir namaz da nâfile
olarak kılınamaz.
Öğle namazı gibi d ö rt rek’atlı bir farz ise kıldığı bir rek 'ata bir rek'at
daha ilâve eder, teşehhütte bulunur, selâm verip imama uyar, evvelce kıl-
dığı o iki rek'at, nâfile olm uş olur.
Böyle bir nam azın üçüncü rek'âtin d e bulunup da henüz secdesine var-
m am ış ise hem en ayakta veya oturarak selâm vererek nam azdan çıkar, im a-
i 68 BÜYÜK İSLAM
ma uyar, m ünferiden kıldığı iki rek 'a t yine bir nâfile olmuş olur. F a k a t bu
nam azın üçüncü rek'atini de secde ile taky it etm iş bulunursa artık bunu ik-
mal eder, farzı yerine getirm iş olur. Ve bu namaz öğle veya yatsı namazı
olduğuna göre badehu im am a da iktida edebilir. İm am ile kılacağı namaz da
bir nafile olmuş olur. F ak at ikindi namazı ise iktida edemez. Zira ikindi
nam azından sonra nâfile kılınması m ekruhtur.
302— N âfile bir nam aza başlam ış olan bir kimse, yanında cem aatle
nam aza başlanınca bu nâfileyi iki re k 'a t olmak üzere kılar, badehu selâm
verip cem aate iştirâ k eder. Üçüncü rek 'ate kalkm ış ise onu da dördüncü
rek 'a t ile ikm al etm edikçe nam azım kesmez. Bundan cenaze namazı müstes-
nadır. Şöyle ki: Böyle nâfileye başlam ış olan kimse, kılınm aya başlanan
b ir cenaze nam azının fevt olacağından korkarsa kılacağı nam azı hem en bı-
rakır, cenaze namazı için im am a uyar, sonra nâfileyi kaza eder. Çünkü ce-
naze nam azının telâfisi mümkün değildir.
303— Cem aatle sabah nam azına başlanılm ış olduğunu gören kimse,
cem aate yetişebileceğini zannederse hem en sabah nam azının sünnetini kı-
lar ve lüzum görürse "Subhaneke" ile "E uzü"yü ve sure ilâvesini bırakıp yal-
nız F atihayi şerife ile rükû ve sücudda birer d e f a teşbih ile iktifa edebiür.
Ba'dehu im am a uyar. F a k a t cem aate yetişeceğini hiç zannetm ezse sünnete
başlam ayıp im am a uyar, artık bu sünneti kaza edemez. Ş a y e t sünnete baş-
lam ış ise ikm al eder, artık bırakmaz.
A m m a öğle, ikindi, yatsı nam azları böyle değildir. Bunların cem aatle
kılınm aya başlanılm ış olduğunu gören kimse, bu n lan n sünnetini kılm adan
im am a iktida eder, sonra öğlenin d ö rt re k 'a t sünnetini kaza eder, ikindinin
sünnetini vaktin kerahatine m ebni kaza edemez. Y atsı nam azının d ö rt re k 'a t
sünnetini, b ir gayri m üekket sünnet olduğundan dilerse kaza eder, dilerse
kaza etmez.
304— V aktin veya bilkülliye cem aatin fevt olacağım teyakkun eden
kimse, sünnetleri kılm ıyacağı gibi kendisinde bulunan bir necaseti kalîleyi
de izale ile uğraşam az. Başka bir cem aat bulabileceğinden em in olan kim-
senin ise necaseti kalîleyi giderm eden namaza başlam am ası efdaldir. T â ki
namazı b il'ittifak sahih olmuş olsun.
(Şafiîlere göre nam az, necaseti kaille ile de fasit o lu r.) '
(59) uncu sahifeye müracaat!..
3 0 5 — Lâhik, nam aza imam ile beraber başladığı halde kendisine uyku,
gaflet veya cem aatin çokluğundan dolayı bir zahm et veya bir hades â n z
olup da nam azın tam am ını veya bir kısm ını im am ile kılam ayan kimsedir.
L âhik hakkında aşağıdaki m es'eleler câridir.
İL M İH A L İ 169
3 07— Lâhik, mümkün ise fevt ettiğ i rek'atları veya rükünleri kaza eder
sonra im am a tekrar m ütabaat ederek onunla selâm verir.
ile kılm am ış olduğu ilk rek 'a ti kılm aya başlar, Sübhanekeden ve (Euzii)
iie (Besmele) den sonra F atihai şerife iie bir m iktar daha K ur'anı Kerîm
okur, usulü üzre rükûa, secdelere gider, badehu oturup (E ttelıiyyat) ile (Sa-
levatı şerife) yi ve ( iv t ) duasını okuyarak selâm verir.
A kşam nam azının ikinci rek 'atind e im am a uyan kimse de birinci
rek 'a t hakkında bu veçhile hareket etler.
3 1 5 - M esbuk d ö rt rek 'a tlı nam azların ikinci rek 'atin d e im am a uyacak,
olsa, üç rek 'a ti im am ile b eraber kılm ış olur, teşeh h ü tten sonra ayağa kalkar
Sübhanekeyi ve Euzü ile Besmeleyi ve F atihai şerife ile zam m edeceği â-
yetleri okur, rükû ve sücude vanr, son k a'd ey i yaparak nam azını selâm ile
ikm al eder.
M aahaza imanı, henüz selâm ile nam azdan çıkm am ış olunca m esbu-
kun teşehhüt m iktarı oturm ası lâzım dır. Bundan evvel kalkm ası câiz
değildir.
3 2 2 — M esbuk, ayağa kalkm ası sahîh olacak yerde kıyam edip de daha
imam selâm verm eden nam azını bitirerek selâm da im am a uysa namazı
fasit olmaz.
323 — İmam daha selâm verm eden m esbuk, tahiyyat! okuyup bitirm iş
olsa bir kavle göre kelim ei şehadeü tekrar eder, bir kavle göre d e sükût
eder. Bu hususta sahîh olan, m esbuk'un tehiyyatı yavaş yavaş okum asıdır.
Birinci k a'dede im am dan evvel teşehhüdü bitirm iş olan bir"m uktedi
de sükut eder, teşelıhütde bulunm az.
172 BÜYÜK İSLAM
retle o noksan cebir ve telâfi edilm iş olur. Bir sünnetin kasten veya sehven
terki ise sehiv secdelerini icabetm ez, fak at kasten terkediim esi, b ir kusur-
dur, sevaptan, faziletten m ahrum iyete sebebiyet verir.
* (Sehiv secdeleri, M aliklere göre sünnettir. Şafiflere göre de sünnettir,
şu kadar var ki im am , sehiv secdelerinde bulunursa bu n a uym ak cem aat
için vâcip olur.)
3 3 2 - Bir vacibi sehven terk etm ek sücudi sehvi icap eder. Birinci k a '-
deyi veya vitirde k u n u tu veya bayram nam azlarında z â it tekbirleri, yahut
birinci veya ikinci ka'delerde Tehiyyatı okum ayı terk etm ek gibi.
Vitir namazında rükûdan sonra k u n u t duasının unutulduğu haturlansa
artık okum ak üzere kıyam a dönülm ez, rükûdan sonra okunm ası da lâzım
gelmez. Çünkü m ahalli fevt olm uştur. Rükû halinde hatırlandığı takdirde de
okunm ası icap etm ez. Sahîh olan rivayet böyledir. M aamafih okunsun
okunm asın her iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
K unut tekbirini u n u tu p alm am ak, bir kavle göre secdei sehvi icabeder,
bir kavle göre icabetm ez.
333-- Bir vâcibin sehven te'h ir edilmesi de sücudi sehvi m ûciptir. Bi-
rinci veya üçüncü re k 'a tta n sonra biraz oturulm ası, dördüncü rek ’a tta n sonra
beşinci rek 'a t için ayağa kalkılması, sabah nam azının ikinci rek ’atin den
sonra üçüncü bir rek 'ata ve akşam nam azının üçüncü rek 'atm d an sonra
dördüncü bir rek ’ata kalkılm ası gibi.
mam olmayı arzu ederse sûreyi alenen okur, arzu etm ezse alenen oku-
ması lâzım gelmez.
3 3 9 — Farz bir nam azda ikinci rek 'a tta n sonra oturulm ayıp da üçüncü
rek 'ata sehven kıyam için hareket edilince bakılır : E ğer ka'deye yakın ise
oturulur, secdei sehiv lâzım gelmez. F ak at kıyam a yakın ise kalkılır, badehu
sehiv secdeleri yapılır. Çünkü bu halde vâcip olan birinci k a'd e terk edilmiş
bulunur.
Maahaza zahirürrivayeye göre namaz kılan, henüz tam kıyam a do ğ -
rulm am ış ise k a'dey e döner, vâcibi terk etm ez. İmam tam doğrulup kalk tık -
tan sonra ka'deye dönerse namazı fasit olur. Zira bu takdirde farz olan kı-
yam bozulm uş, nam azın tertibi büsbütün değiştirilm iş olur. D iğer b ir kavle
göre bu halde namazı fasit olmaz, kendisi isaette bulunm uş olur, sehiv
secdeleri icap eder.
3 4 0 — Sünnetlerde ikinci rek 'atı m üteakip oturulup T ehiyyat okunm a-
dığı üçüncü re k 'a tta h atırlam a bakılır. E ğer bu üçüncü rek 'a t daha secde
ile tak y it edilm em iş ise oturm aya dönülür. Ve illâ dönülm ez. Diğer bir kavle
göre secde ile taky it edilm iş olsun olmasın artık oturm aya dönülmez. Her
iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
3 4 1— D ö rt rek 'atlı farzlarda ikinci k a'deye oturulm aksızm beşinci
re k 'a ta kalkılacak olsa henüz beşinci re k 'a t için secde edilm edikçe ka'deye
dönülür, teşehhütden sonra selâm verilip sehiv secdeleri yapılır. Çünkü farz
olan bir k a'de te'h ire bırakılm ış, bu te'h ir ise vâcibi terk sayılm akta b u lu n -
m uştur. F a k a t beşinci re k 'a t için secde yapılm ış olursa bu nam az, nâfileye
dönm üş bulunur. A rtık b u n a bir re k 'a t daha ilâve edilir, tam altı rek'atlı
bir nâfile nam az kılınm ış sayılır. Bu halde —esahh olan kavle göre — sehiv
secdeleri lâzım gelmez. Bu m es'ele, İm am ı A 'zam ile İmam E b u Y u su fa
göredir : İm am M uham m ed'e göre beşinci ıek 'a tin secdesinden b aş kaldırı-
lınca nam az, tam am en b â tıl olm uş olur.
3 4 2— D ört rek'atlı bir farz nam azın son ka'desinde selâm verilm eden
sehven ayağa kalkılsa hem en k a'deye dönülüp selâm verilir ve sehiv secde-
leri yapılır. F ak at beşinci re k 'a t için secdeye varılmış olunca bu n a b ir rek 'a t
daha ilâve edilir. Bu halde evvelki d ö rt rek 'a t ile farz tam am olmuş olur.
Diğer iki re k 'a t da nâfile sayılır ve istihsanen sehiv secdeleri de yapılır.
A kşam nam azında ikinci ka'dedeıı sonra bir dördüncü rek 'ata, sabah
nam azında da ka'dedeıı sonra bir üçüncü rek 'a ta kıyam edilmesi de bu hü-
küm dedir.
Binaenaleyh bunlara ilâve edilen ikişer re k 'a t da nâfile olm uş olur.
Bunlar , tam bir kasde m ukarin olm aksızın vuku bulduğu iç in vakit itib a-
riyle m ekruh sayılmaz. M uhtar olan budur.
3 4 3 — D ört veya üç rek'atlı farz ve vitir nam azlarında birinci ka'dede
teşehhü tten sonra sehven : ( j / J T J * j ) denilmesi ve
İm am ı A 'zam dan bir rivayete göre bu teşeh hü tten sonra bir h a rf biie ziyade
edilmesi, sehiv secdelerini icap eder. F a k a t son k a ’delerde teşeh h ütten sonra
K ur'an okunm ası, dua edilmesi, sehiv secdelerim icap etm ez. Çünkü b u ka'
de, dua ve sena mahallidir. K ur'an ise dua ve senayı cam i'dir.
176 BÜYÜK İSLAM
h ü tte n sonra bir rek 'at daha ilâve edilir. Zira tereddüt edilen rek 'a tin ikin-
ci re k 'a t olması m elhuzdur. B unlann sonunda da sehiv secdeleri yapılır.
349 — D ört rek 'atlı nam azlarda kılm an rek'atin dördüncü re k 'a t mı, be-
şinci re k 'a t m ı olduğunda ve sabah nam azında kılm an rek 'a tin ikinci rek ’at
m ı, üçüncü re k 'a t m ı olduğunda, akşam ile vitir nam azlarında da kılm an
rek 'a tin üçüncü rek 'a t mı, dördüncü re k 'a t m ı olduğunda şek edilse sonunda
oturulur, teşeh h ü tten sonra kalkılıp b ir re k 'a t daha kılınır. Çünkü bu rek'at-
lan n üçüncü, dördüncü veya beşinci re k 'a t olması m uhtem eldir. O halde ilâ-
ve edilen b irer re k 'a t ile z â it olan m iktar nafile olm uş olur. N ihayetinde de
selıiv secdeleri yapılır. Bu şek kıyam veya rükû veya rükû'dan kıyam halinde
olduğuna göredir.
İlk secde yapıldıktan sonra olursa bilittifak namaz b â tıl olur. Çünkü
şek edilen rek 'atin z â it olup son ka'd en in terk edilm iş bulunm ası m uhte-
m eldir. İlk secde halinde olursa yalm z İm am M uham m ed'e göre namaz
b â tıl olmaz.
3 5 0 — N am azda fatihadan evvel başka bir sûre, velev b ir h arf olarak
sehven okunsa iade edilerek evvelâ fatihai şerife, sonra da o sûre okunur.
N am azın sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu tertip noksanı rükû halinde
bile haürlansa kıyam a avdetle iadesi iltizam edilir. Böyle bir sehiv, galip
değildir. Binaenaleyh b u n u n az m iktarı da ma'füv görülemez. F a k a t b ir na-
m azda okunan bir sûrenin altındaki sûrede okunulm ak istenilirken üstün-
deki sûre okunsa bundan dolayı sücudi sehiv lâzım gelmez.
3 5 1 — Bir kimse nam azda fatiha okuyup okum adığında şek etse bakı-
lır. E ğer henüz başk a sûre okum am ış ise fatihayı okur, fak at başka sûre oku-
m uş ise artık fatihayı okumaz. Çünkü sûrenin fatihadan sonra okunm ası za-
hirdir. M aamafih bu hususta bir rey ve kanaati var ise ona göre amel eder.
360— Sücûdi sehiv, kasten veya sehven terkedilse nam aza münafî bir
hal zuhur etm edikçe, meselâ: K onuşulm adıkça yin e yapılabilir. F a k a t teşeh-
hü tten sonra gülmek, söz söylem ek gibi nam aza -aykm bir hal zuhur ederse
veya vakti nakıs g ire r* sücûdi sehiv, sakıt olur. Sabah nam azında selâm ı
m üteakip güneşin doğm ası, ikindi nam azında güneşin tegayyür etmesi gibi.
tekim Cum 'a ve Bayram nam azlarında fazla izdiham dan dolayı bir karışık-
lığı mucip olm am ak için bu secdeler terkedilm ektedir.
3 6 3 - Bir kimse, nam azım tam kıldığım yafcinen bildiği halde âdil
bir kim se, eksik kıldığım haber verse buna iltifat etm ez. F a k a t iki âdil kim -
se haber verirse onların haberlerine itib ar etm esi lâzım dır. Çünkü bu haber,
bir şehadet nisabm dadır. Böyle bir haber ise b irço k hususlarda m uteber,
m ühim dir. İm am ile cem aat, ih tilâ f ettikleri takdirde imam, teyakkunu var
ise cem aatin sözüyle amel etm ez ve illâ âm el eder.
3 6 8 — Secdei tilâvet, secde ây etin i okuyan bir m ükellef için vâcip ol-
duğu gibi bunu dinleyen bir m ükellef için de vaciptir. İster dinlem eyi kast
etm iş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapan, sevaba erer, yapm ayan da bir
vecibeyi terk etm iş olacağından günaha girer.
keiiefe secdei tilâvet vâcip olur. Çünkü bu n lan n bu okuyuşları sahih bir ti-
lâvettir. Müslüman olan bir cünüp veya sarhoş da okuyacağı veya işideceği
bir secde âyetinden dolayı secde ile m ükellef olur. Tem izlik ve uyanıklık
—sahv— halinde b u secdeyi yapm aları lâzım gelir.
F a k a t İlâyız ve nüfesa bulunan bir kadına ne okuyacağı ve ne de işid e-
ceği bir secde âyetind en dolayı tilâv et secdesi vâcip olmaz. Çünkü bunlar
bu halde namaz ile m ükellef değillerdir.
372— Secdei tilâvet ây etinin tehecci suretiyle okunm asiyle veya mü-
cerret yazılmasiyle veya telâffuz edilmeksizin m ücerret yazısına bakılma-
siyle secdei tilâvet lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde tilâvet bulunm uş ol-
maz.
3 73 — Bir secde âyetinin secdeyi gösteren kelimesiyle b u n u n evvelin-
den veya âhirinden bir kelim e daha beraber okunsa veya dinlense — sahîh
olan kavle göre — secde lâzım gelir. Diğer bir kavle göre secde âyetinin ek-
seri okunm adıkça secde vâcip olmaz.
375— Bir secde ây eti, olduğu gibi A rapça okunursa her işiden mükel-
lefe — bunun secde ây eti olduğu haber verilince — secde etm esi, biliftifak
vâcip olur. F a k a t bir secde ây etinin m eselâ: Farisî li saniyle olan tercümesi
okunacak olsa b u nu işittiğ i halde anlam ayan'kim seye, m ücerret haber ve-
rilmekle tilâv e t secdesi vâcip olmaz. Bu, im am eyne göredir. İm am A 'zam a
göre b u n u n bir secde â y e ti tercümesi olduğu h ab er y enik se tilâv et secdesi
vâcip olur.-İm am ı A 'zam m b u h u su sta im am eynin kavline rücu e ttiğ i riva-
y e t olunuyor. İtam a t da bunun üzerindedir. F a k a t bu secde ây etin in
tercüm esini okuyana secde etm esi bilittifak ih tiy aten vâcip olur. Bunu
anlasın anlam asın müsavidir.
3 7 6 — Bir secde âyeti, hakikaten veya hükm en m ü ttehit olan bir mec-
liste tekrar okunsa bir kerre secde edilmesi yetişir. F a k a t başka b aşk a secde
âyetleri okunursa veya meclis hakikaten veya hükm en değişirse her okunan
â y e t için başka b ir secde lâzım gelir.
M uayyen bir yerde, m eselâ bir m escidde iki d e f a okunan bir secde
ây etin in meclisi hakikaten m ü tten it bulunm uş olur. Örfen b ir m ek ân sa-
yılan yerlerin diz'leri arasında ittih a t da bir ittih ad ı hükm îdir. Meclisin haki-
katen tebeddülü de bir odadan diğer b ir odaya n a k i gibidir. Bükm en tebed-
dül ise m escit gibi ve b ir oda gibi b ir yerde secde â y e ti ok unduktan sonra
orada başka bir şeye başlam akla vücude gelir. Secde â y e ti o k u n duk tan son-
ra iiç kelim e kad ar konuşulm ası veya üç adım kadar yürünülmesi veya bir
şeyden üç lokm a yenilmesi veya bir sudan üç y udu m içilm esi gibi.
Meclisin ihtilâfı, okuyucuya göre kendisini!?, meclisi değiştirm esiyle,
dinleyiciye göre de onun meclisi tebdil etm esiyle husule gelir. Esahh olan
budur. Binaenaleyh bir meclis, bir zata göre m üttehit olduğu halde diğer
zata 1 nazaran tebeddül etm iş olabilir.
377 — Secde'i tilâv et hususunda gemi bir oda gibidir. Yürüm ekte bulu-
nan araba veya hayvan üzerinde ise meclis daim a tebeddül etm iş sayılır.
lam ı sayısınca ve secde'i tilâvet niyetiyle secde eder, fakat hangi secdenin
hangi secde âyetine ait olduğunu ta'yine m uhtaç olmaz. Bu secdeye namaz
içinde yalm z kalben niyet edilir. Nam az dışında ise dil ile de niyet edilmesi
m esnundur.
38 5 — Secde ây eti bir nam azda tekerrür etse de esahh olan kavle göre
yalm z bir secde'i tilâvet lâzım gelir. Bu tekerrür ise bir rek 'a tte ve ister b aş-
ka başka rek'atlerde bulunsun müsavidir. Çünkü meclis, m ü tte h ittir..
Bu m es'eie, imam E bu Y ü sü fe göredir. îm am M uham m ed'e göre
başka başk a rek ’atlerde tekerrür ederse tilâvet secdesi de tekerrür etm iş,
meclis değişm iş sayılır.
3 8 8 — M esbuk, ayağa k alk tık tan sonra im anı, tilâvet secdesini h atır-
layarak yapacak olsa bakılır: E ğer m esbuk, henüz secdeye varm amış ise tilâ-
vet secdesi iç in im am a uyar, secdeye vanr, b a'd eh u ayağa kalkarak kalan
nam azım tam am lar, eğer im am a uym azsa namazı fasit olur, fak at secdeye
varm ış ise artık im am a uym az. Ş a y e t uyarsa namazı fasit olur.
390— Bir kimse namaz kılarken rükû secde veya k a'd e halinde secde
ây etin i okusa veya im am a uym uş olduğu halde onun arkasında secde â y e -
tini tilâvet etse ne kendisine, ne de im am a, ne de bu im am a uyan sair
cem aate secde'i tilâvet vâcip olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde K ur'an
okum aktan m en edilm işlerdir, b u n lan n kıraati hükümsüzdür. F a k a t b u tilâ
veti h ariçten duyanlara secde'i tilâvet lâzım gelir. Bunlar, gerek başka bii
nam azda m ünferit veya m üctem i bir halde bulunm uş olsunlar ve gerek oi
masmlar. Zira bunlar, o m em ııuiyet ve m ahcuriyet haricinde bulunm uş
olurlar.
184 BÜYÜK İSLAM
391— Nam az içi-nde okunan secde âyetinden dolayı nam azdan fariğ
olduktan sonra secde edilemez. Çünkü bu secde — yukarıda da işaret olun-
duğu üzere — nam azın bir cüz'ü olm uştur, artık ondan ayrılamaz. F ak at na-
m azda bulunan kim se, nam azda bulunm ayan bir kim senin okuduğu secde
âyetini işidecek olsa nam azını kıldıktan sonra secde eder. Daha nam azda
iken secde etm esi kifayet etmez. Maahaza secde etse bununla namazı fasit
olmaz.
N itekim nam azda okunan bir secde âyetini, h ariçten işiten bir mükel-
lef için de nam az haricinde secde etm ek lâzım gelir. Ş u kadar var ki bu mü-
kellef, o secde âyetini okuyan zata uyar, onunla beraber bu secdeyi yapar-
sa bu vecibeyi ifa etm iş olur. Ş a y e t o secde yapıldıktan sonra o rek 'atd e
uyarsa bu secdeyi o im am ile beraber hükm en yapm ış sayılır. Artık ne na-
m azın içinde ne de dışında ayrıca secde'i tilâvetde bulunm ası icap etm ez.
3 9 2 — H asta veya bir arabaya veya hayvana rakip olduğu halde secde
âyetini okuyan veya dinleyen bir m ükellefin im a suretiyle secde'i tilâvette
bulunm ası câizdir. F a k a t bir mükellefin rakip olm adığı halde okuduğu veya
dinlediği b k secde âyetin den dolayı bir öziirii bulunm adıkça rakip olduğu
halde im a ile secde etm esi câiz olmaz.
394— Çir sûreyi celile okunup da içindeki secde âyetinin bırakılm ası
m ekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir ııev'i kaçınm ak dem ektir. Yalmz secde
âyetinin okunup d a sûredeki diğer âyetlerin okunm am asında ise kerahat
yoktu r. F a k a t m üstehap olan — tefdil ve tercih tevehhümünü d e f iç in — sec-
de ayetiyle beraber b ir veya birkaç ây etin de okunm asıdır.
3 96— Nam azı bozan şeyler, tilâvet secdesini de bozar. Daha secde'i
tilâvetten kalkm adan vuku bulan hades veya konuşm a veya kahkaha ile gül-
m e gibi, şu kadar var ki, bu secdedeki kahkaha ile abdest bozulm uş olmaz.
Ve kadınların erkeklere m uhazatı da bu secdeyi ifsat etm ez.
Secdei şükür:
3 97— Secde'i şükür; yani: Bir ni'm etin teveccühünden veya b ir nikbet
ve m usibetin b ertaraf olm asından ve benzerlerinden dolayı kıbleye yönele-
İL M İH A L İ 185
rek ve tekbir alarak secdeye varm aktan, lıamd ile teşbih ve şükürden sonra
yine tekbir ile secdeden kalkm aktan ib arettir ki, secde'i tilâvet gibidir.
M aamafih secde'i şükür, m üstehaptır. Resulü E krem , Sallallahü aleyhi vesel-
lem efendim iz ile eshabı güzinden b irço k lan secde'i şükürde bulunm uşlar-
dır. Ezcümle nebiyyi zişan efendimiz, E bu Cehilin başını kesilmiş görünce
beş d e f a secde'i şüküre varm ışlardı.
3 9 8 — Bir nim etin yüz göstermesi, bir m üsibetin zail olması gibi b ir se-
bep bulunm aksızın yapılacak şükür secdeleri ne m esnun b ir ibadettir, ne de
m ekruhtur. F a k a t namaz b ittik te n sonra bu vechiyîe secde yapılması m ek-
ru h tu r. Çünkü b u n u da nam azın vâciplerinden veya sünnetlerinden sanacak
kim seler bulunabilir. Böyle bir i'tik a d a sebebiyet verecek her m übah ise
k erah attan hali olamaz.
H avf nam azından m aksat, düşm anı veya sel veya harik, y ah u t büyük
b ir canavar gibi b ir h âile karşısında b ulunan bir islâm cem aatının ken -
dilerini idare eden veliyülemri veya diğer m uhterem zatı im am edinerek
onun arkasında farz b ir nam azı nevbetle kılm alarıdır. Şöyle ki:
Bu cem aattan bir zümre, m eselâ: Düşm an karşısında durur, bir züm-
re de gelip im am a uyar, iki rek 'atlı b ir nam azın ilk rek'atım , üç veya d ö rt
rek'aÜı bir nam azın da ilk iki rek'atini im am ile beraber kılar, ikinci secde-
den veya b irin d k a'dede teşehh ü tten sonra düşm an cephesine gider, diğer
zümre gelerek im am a uyar, onun iie beraber baki kalan re k 'a tia n kılar,
tekrar düşm an karşısına gider. îm am kendi başına selâm verir, nam azdan
çıkar. Birinci zümre d ö n er gelir, nam azını kıraatsız olarak tam am lar, selâm
verir, düşm ana k a rşı gider. Çünkü b u zümre, lâh ik b u lu n m u ştu r. Sonra ikin-
ci zümre gelir, nam azlarım kiraatla ikm al edip düşm an cephesine tekrar gi-
der. Zira bunlar d a m esbuk bulunm uşlardır. M aamafih bu züm reler b u lu n -
d u k ta n yerde de nam azlannı ikm al edebilirler.
binm em eleri, hasili namaza miinafi başka bir harekette bulunm am aları
lâzım dır. Aksi takdirde imam iîe kıldıkları nam az bozulur, namazlarım
yeniden kılmaları lâzım gelir.
403— Beş vakitteki farz nam azların sünnetlerinden b aşk a b ir takım na-
file nam azlar daha vardır ki, bunlara; "T atavvu"' nam azı denilir. Bunlar
m iistehab, m endup nam azlardır. Bunlar, Allah T ealâya m a'n en yakınlığa
sebep olurlar, her birinin kendisine m ahsus bir takım faziletleri, sevapları
vardır. B aşlıcalan şunlardır:
(1) (Tahiyyetül' m esdd): Bu, bir m üstehap nam azdır. Ş öy le ki:
Bir mescidi şerife m ücerret ziyaret veya talim ve taallüm gibi bir m aksat için
giren bir müslüman, orada nafile olarak iki rek ’a t namaz kılar. Bîr günde bir
kaç d e f a girilse bir d e fa sın d a böyle bir nam az kılınm ası k âfid ir. Bununla
R abbül’m escit hakkında lâzım gelen tahiyye, y â 'n i, tâzim yerine getiril-
m iş olur.
(2) (A bdesti veya gusli m üteakip nam az) şöyle ki: A bdest alındıktan
veya gusül yapıldıktan sonra vakit m üsait ise daha yaşlık kuruyacak kadar
b ir m üddet geçm eden iki re k 'a t namaz kılınm ası m enduptur. Bu, abdest
veya gusül nim etine naiüyetin b ir şükranesidir. Böyle bir taharete nâiliy et
için m ânen temiz bir 'itikada, m addeten de temiz bir suya m âlik olmak,
hem de özürlerden hali, vücut sıhhatim h â iz bulunm ak lâzım dır. A rtık b u
şa rtla n cam i' olan bir insanın H âlık 'm a şükür için iki re k 'a t namaz kılması
pek güzel olmaz mı? M aamafih abdesti veya guslü m üteakip h er hangi bir
farz veya sünnet nam azın kıhnm asiyle de b u şükran vazifesi yapılm ış olur.
namaz kılınır ki m endupiur. Bu, Resulü Ekrem Efendim izin m übarek f iliy -
le sab ittir. Bunun sekiz rek 'a t kılınm ası efdaldir. Bunun m uhtar olan vakti,
gündüzün d ö rtte biri geçtikten sonradır.
(4) (Teheccüt namazı — Salâtı leyi) şöyle ki: Yatsı nam azından sonra
d aha uyum adan veya bir m ik tar u y u d u k tan sonra kılınacak nafile nam azm a
"S âlatı leyi" : "G ece nam azı" denir ki sevabı pek ç o k tu r. Bir m iktar u y u -
d u k tan sonra kalkılıp kılınırsa "T eheccüt" adını alır. Resulü Ekrem E fen -
dimiz, teheccüt nam azına devam buyururlardı. Bu gece namazı iki re k 'a t-
tan sekiz rek 'ata kadardır. H er iki re k 'a tta bir selâm verilmesi efdaldir.
Hak Tealâ hazretlerini ç o k zikir eden erkekler ile kadınlara ise Allah
Tealânm büyük bir m ağfiret, azîm bir m ükâfat hazırlam ış olduğu
( L kc \ ^ \ j '-.js* ^ ' 4 lU I u r Uitj ) â y e ti kerime*
siyle tebşir olunm aktadır.
Bir kimse, itiy a t ettiği bir teheccüt nam azını özürsüz yere terk etm e-
melidir. Am ellerin Allah Tealâca en sevimlisi, en devamlısıdır, velev ki az
olsun. ( 1 )
(5) (Regaib gecesi nam azı) şöyle ki : Recebi şerifin ilk Cum a gece-
sine "Leylei R egaib” denir. Bazı zatların beyanına göre b u gecede Resulü
Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendim iz teceili'i e fa le m azhar olup
nûri e fa le m üstağrak olmakla Hak Tealâ H azretlerine şükür iç in on iki rek'
at namaz kılm ıştır.
Resulü Ekrem Efendim izin m uhterem valideleri rahm ine b u Regaib
gecesinde şeref verm iş olduğuna d air olan bir rivayet, pek m uvafık görül-
m em ektedir. Çünkü bu gece ile V ilâdeti Nebeviyyeleri arasındaki m üddet,
bunun hilâfına şah ittir. Ş u kadar var ki Hazreti A m m enin F ahri Âlem efen-
dimizi ham il olduğuna b u geceden itibaren m uttali olmuş olması m elhuz-
dur. Maahaza Leylei Regaib, pek m übarek bir gecedir. Z aten Regaip; ne-
fis, mergup, bahası ağır ve ç o k a tâ ve ihsan m ânasına olan "R agibe'm n"
cem 'idir. Bu geceyi ibadetle ihyanın sevabı pek ço k tu r. F a k a t bu gecede
kılınacak nam azın m esm lniyeti, m endubiyeti hakkında kuvvetli b ir delil
m evcut görülm em ektedir. Bu gecede toplanıp Regaip nam azını cem aatla
kılm anın bir b id 'a t olduğu tasrih edilm ektedir. Z aten teravihten başka hiç
bir nafile nam azını birbirlerini çağırarak cem aatle kılm ak k erah atten hâli
değildir. Ancak bir yerde bulunan iki üç zatın bu gibi namazları cemaatle
kılm aları câiz görülmüştür.
(6 ) (M i'raç gecesi nam azı), şöyle ki Recebi şerifin yirm i yedinci ge-
cesine m üsadif olan m übarek leylei m i'raç ta on iki re k 'a t nafile nam az kı-
lınması m üstahsen görülm üştür. H er rek 'atin d e fatihai şerife ite başka b ir sû-
re okuyarak iki rek 'a tte b ir selâm vermeli, sonra yüz kerre £ı\
(jJT'tâl j -ûıi "VI <J\ "S' dem eli, b a ’dehu yüz kerre istiğfar ederek,yüz kerre de
salâtü selâm okum alıdır.
Gündüzün de oruçlu bulunm alıdır. Bu halde m a 'â y e te dair olmaksızın
yapılacak her duanın kabulü, inay eti ilâhîyeden um ulur.
(7) (Berat gecesi nam azı), şöyle ki: Ş abanı şerifin on beşine tesadüf
eden geceye "Leylei B erat" denir, pek m übarek bir gecedir. Leylei b e ra tta
m ahlûkatm bir sene içindeki nzıklanna, zengin veya fakir, aziz veya zelil
olacaklarına, ihya veya im ate edileceklerine, ecellerine ve hacıların adetleri-
ne dair tarafı İlâhîden m eleklere m alûm at verileceği beyan olunm aktadır.
Velhasıl Berat gecesinde ib ad et ve ta a tta ve nafile namaz kılm akta bir
çok sevaplar vardır. F a k a t bu geceye m ahsus şekli m uayyen, m esnûn bir
namaz yoktur. Bu husustaki rivayetler kuvvetli değildir.
Leylei b e ra tta kılınacak nam aza "S aiâtü l'h ay ır" denilm iştir. Bu namaz
bir ç o k rivayete göre yüz rek 'attir. H er rek'atinde fatihai şerifeden sonra
on kerre ihlâs suresi okunur.
(8 ) (Kadir gecesi nam azı) şöyle ki : Ram azanı şerifin yirm i yedinci
gecesine m üsadif olduğu kuvve/de tercih edilen Leylei Kadir, pek m übarek
bir gecedir.
K ur'am Kerîm , b u geceden itibaren Resulü E krem Efendim ize nüzule
başlam ıştır. Bu geceyi ihya etm enin sevabı pek ç o k tu r. Bu gecenin bir anı
vardır ki, ona rastlayan bîr d u a her halde kabul buyrulur. Bu şerefli gecede
teravihten sonra bir m üddet daha ib ad ette bulunulm ası, nâfile nam az kılın-
ması, bu geceyi ihya dem ektir.
Deniliyor ki : Kadir nam azının en azı iki rek 'at, ortası yüz rek 'at, en
ç o ğ u da bin rek 'a ttir. Bu namaz, iki re k 'a t kılındığı takdirde her rek'atinde
iki yüz â y e ti celile okunm alı, yüz rek 'ate kadar kılındığı takdirde her rek'-
atinde fatihai şerifeden sonra (Inna enzeinahü) sûresiyle üç kerre de ihlâs
sûrei çelilesi okunup her iki rek 'a tte b ir selâm verilm elidir , ^ 1'1
Allahüm me inneke afüvvün tuhibbiil afVe fa'fü anni) Y a n i: "Y arab-
bi sen afvedicisin, afvı, bağışlam ayı seversin, beni a f v et” duası da tekrar
edilm elidir.
Bu nam azın bu veçhile kılınacağı hakkındaki rivayetler, pek kuvvetli
değildir. Asıl m aksat, bu geceyi mümkün olduğu kadar ihy a etm ektir. Bu
k u tsî gecede elden geldiği kadar sair nâfile nam azlar gibi tatavuan namaz
kıhnabilir. Her halde tekellüften kaçınılm ası efdaldir.
(9) (Y olculuk namazı), şöyle ki : Bir müslüman bir yolda gideceği
veya b ir yoldan geldiği zam an iki re k 'a t nam az kılm alıdır. Bu m endup tur.
G iderken evde, gelirken m escitte kılm ak efdaldir. Peygamber efendim iz,
seferden gündüzün ku şluk vakti avdet bu yurur, Mescidi Saadete gider, iki
İ L M İ H ALİ 189
rek ’a t namaz kılar, orada bir m üddet otururlardı. (SaUâllahü teaiâ aleyhi
veseliem.) ,
(10) (Teşbih namazı), şöyle ki : Bu, her rek 'âtin d e yetm iş beş defa
( jf I ii\ “V _5 , i J - \ 5 4 ! jU r >)dife tekbir alınan d ö rt rek 'atli bir nam az-
dır. Allah T ealânm rızası için nâfile nam aza niyet edilerek (Allahü ekber)
diye nam aza başlanır, Sübhanekeden som a (15) kerre (Sübhanallahî veüıam-
dülillah....) okunur. Sonra Euzü ile Besmele! şerife ve fatiha ile b ir sûrei
celîle okunup tekrar (10) kerre (Sübhanailah...) okunur. Akabinde rükûa va-
rılır, üç kerre "Sübhane rabbiyel' azîm " den sonra (10) d e f a (Sübhanailah.)
okunarak rükûdan "Semiallahü lim enham ideh, R abbena velekelham d" deni-
lerek kalkıür, yine (10) d e f a (Sübhanailah...) okunur, badehu secdeye varı-
lıp üç d e f a "Sübhane rabbiyel â lâ " dan sonra (10) kerre (Sübhanailah...) o-
kunur. Secdeden tekbir ile kalkılır, celse halinde yine (10) d e f a (Sübhanal-
lah...) okunur, ikinci secdeye tekbir ile varılıp üç d e f a "Sübhane rabbiyel
â lâ " dan sonra yine (10) kerre (Sübhanailah...) o k u n u r ki, b u z â it teşbih-
lerin m ecm uu (75) etm iş oîur.
Badehu ikinci rek 'ata kalkılıı-, yine evvelâ (15) kere (Sübhanalllah..)
okunur, sonra yine birinci rek 'attak i veçlıile hareket edilerek k a'd ey e varı-
lır. T ahiyyat ve Salevatı şerife okunur. Z ait teşbihlerin m ecm uu (150) etm iş
olur. Badehu selâm verm eden veya selâm ı m üteakip ayağa kalkılır. Üçüncü
dördüncü rek'atlarda tam b u tarif dairesinde kılınır ve böylece her rek 'afte
yetm iş beş "Sübhanailah..." okunm uş olur k i m ecm uu (300) eder.
Bu teşbih nam azında sehiv vuku bulsa sehiv secdelerinde artık bu teş-
bihler okunm az.
Teşbih nam azının da sevabı pek ç o k tu r. Bu nam az,her vakit kılm abilir.
Hiç olmazsa haftada veya ayda bir d e f a bu da olmazsa öm ürde b ir d e f a
bunu kılm alıdır.
(11) (Tevbe nam azı), şöyle ki : Bir müslüman, hasbelbeşeriye bir gü-
nah işlese, bu n d an peşim an olup derhal tevbe etmesi lâzım gelir. İşte böyle
bir kim senin işlediği günahtan tevbe için güzelce abdest aldıktan sonra kır
bir yere çıkıp iki re k 'a t nam az kılm ası ve o günahtan dolayı m ağfireti ilâhi-
yeyi dilemesi m enduptur. Böyle günah işleyip d e sonra kalbinde nedam et
duyguları beliren, bu günahı bir daha işlem em eye azm edip Hak Tealâdan
yarlıganm asm ı dileyen bir m üminin m ağfirete n âil olacağı bir hadisi şerifte
beyan buyurulm uştur.
(12) (H acet nam azı), şöyle ki :Ulırevî veya dünyevî bir haceti olan
kimse güzelce abdest alır, yatsı nam azından sonra iki veya d ö rt re k 'a t bir
kavle göre on iki rek 'a t nam az kılar, sonra Hak Tealâ hazretlerine senada,
Resulü Ekrem Efendim ize salâtü selâm da bulunur, badehu h acet duasını
okuyup hacetin husulünü Allah T ealâdan niyaz eder.
H acet namazım n birinci rek 'âtin d e F atihai şerifeden sonra üç kerre
Ayetülküısî, diğer üç rek 'âtin d e de birer F atih a ile, birer d e f a ihlâs ve m u-
avvizeteyn sûreleri okunm ası hakkında bir hadisi şerif vardır.
190 BÜYÜK İSLAM
ç j jı\ J*i •>—>i <**JI J*' JaI •>»._> jj-ail Ja! ^ JaI
j* iJ ciksÜsş JVM j». d l^» * t f . «*l£ dlt-İ J* ^ t& ü j»- ^
dUo ,X j > j »- j d Jit» i« w d ! _j «iL* U_jî- <ı_^l» «iks' U j * j
*(Oo>J\ ıj!k- Û1" ^— «S»; (>-*■
(13) (İstihare nam azı), şöyle ki: H akkında b ir şeyin hayırlı olup ol-
m adığına dair m anevî b ir işarete n âil olm ak isteyen kim se yatacağı zaman
ijd re k 'a t nam az kılar, ilk rek ’âtinde (K âfirun) suresini, ikinci rek 'a tın d a da
(ihlâs) süresim okur, nihayetinde de istihare duasını okur, sonra d a abdestîi
olarak kıbleye yönelerek y atar, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi, hayra,,
siyah veya kırm ızı görülmesi de şerre d elâlet eder.Bu veçhile istihare nam a-
zının yedi gece yapılm ası ve kalbe ilk lâh ik olana bakılm ası d a b ir hadisi şe-
rif ile b ey an b u y u ru lm u ştu r.
Resulü E krem , Sallallâhü T eaiâ A leyhi Vesellem E fendim iz, eshabı ki-
ram m a istihareyi ta'lim buyururlardı. İstihare nam azını kılm ak m üteazzir
olunca yalnız duasile ik tifa edilir. H addi zatında m eşrû ve hayırlı oîan b ir
şey hakkında yapılacak istihare onun istenilen vakitte yapılıp yapılmam ası
için yapılabilir. Y oksa bizzat o şey hakkında yapılmaz. M uayyen b ir sene-
de hac yapılıp yapılm am ası ve b ir m ütem erridin b ir m ünkerden nehyediüp
edilmem esi gibi, istih are duası, Resulü E krem Efendim izden şu veçhile ri-
vayet o lu n m u ştu r :
(1) Allahümme iniîî es'elüke tevfika ehlilhüda ve âmele ehlil yakîn ve münasahate
dıltîevbeti ve azme ehlissabri ve cidde ehlil' haşyeti ve talebe elîîirrağbsti ve taahhüde
ehlil’ verei* ve irfana ehlü İlmî hattâ ehafuke.
Allahümme imâ es'düke mehafeten tahcüzünî an masiyetike hatta 'mele bita atike
a'melen estehıkku foSıi nzske ve hatta ünasıhake bittevbeti havfen minke ve hattâ uh-
îisa lekea nasihate habben leke ve hattâ etevekkeîe aleyke, fil'ümûri hüsne Mimin bike
Sübhane hâlikm miri
(14) (Katil nam azı), şöyle ki: H er nasılsa kısasa, katle m ahkûm olan
b ir müslüman, bu cezanın tatbikinden evvel İM re k 'a t nafile namaz kılarak
tâib ve m üstağfir olmalı, bir takım hayırlı dualarda bulun matadır. Bu namaz,
onun hakkında R ahm eti ilâhiyem n tecellisine vesile olabileceği cihetle müs-
tafisen görülmüştür.
(15) (istiska nam azı), şöyle ki: Y ağm urlar kesikliği zam an müslüman-
îar, y ağm ur duasına ç*kar, kerim olan halik ım ızd an yağm ur yağdırm asını
niyaz ederler. İm am ı A 'zam a göre istiskali an m aksat yalm z duadır, istiğ-
fardır^ bunda cem aatla nam az m esnûn değildir, belki câizdir, nas isterlerse
ayrı a y n namaz kılabilirler. F a k a t im am eyne göre istiska için veüyülem rin
veya nâibinin Cum a nam azı gibi cehren kıraatle iki re k 'a t namaz kıldırm ası
m enduptur. Bu nam azı m üteakip bayram larda olduğu gibi h u tb e okunur,
Hatfb m inbere çıkm az, yerde du ru r; kılıç, ok, veya asâ gibi bir şeye d ay a-
nır, öylece hutbelerini irad eder.
U ç gün birbiri peşine istiska duasına çıkılm ası m üştaiısendir. R ahm et
nüzüiü tehire uğrarsa eski libaslar giyinilerek ve b aşlar öne eğilerek müte-
vaziane bir halde yayan olarak sahraya çıkılır, evvelce tevbeler yenilenir,
fakirlere sadakalar verilir, haksız yere alınm ış şeyler var ise sahiplerine geri
verilir* müslümanlar için m ağfiret istenilir.
Meali: Ya İlâhî! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayalısını bana bildirmeni
dilerim. Ve kudretin yettiği için ben senden kuvvet ve takat isterim. Ve hayra ermemi
senin büyük, fari ve kereminden niyaz eylerim, çiinkü sen he- şeye kadfeân. Ben isem
kadir değilim ve sen her şeyi bilirsin, halbuki ben bilemem, sen ayıplara da tamamen
âlimsin.
Yarabbi: Sen bilirsin, eğer bu. iş'; benim dinim, yaşayışım, akibeti emrim, dün-
yam ve ahiretim hakkında hayırlı ise bunu bana nasip ve müyesser eyle. Sonra bunda be-
nim için feyiz ve bereket vücuda getir. Ve eğer bu iş, benim dinim, hayatım, akıbeti em-
rin hakkında ve dünyevî «İsevî hususlarımda besim için bir şer ise bunu benden çevir,
beısi de bundan çevir. - Bunan için gönümde bir meyil buakma - ve benim için hayrı
derede ise müyesser et, soma da beni bu mukadder havr ile hoşnut biıyur. Ey kerim olan
Halikım.
192 BÜYÜK İSLAM
(1) De ki: Haber veriniz bakalım, eğer suyunuz - bir sabah - çekilip yerlerin al-
tına gitmiş bulunsa size öyle akıp giden - kolaylıkla elde edilen - bu suyu - Allah
Tealâdan başka —kim getirebilecektir?
İL M İH A L İ 193
(16) (Küsûf nam azı), şöyle ki: Güneş tutulduğu zam an cum a namazım
kıldıran imam, ezansız ve ikam etsiz olarak en az iki rek 'a t namaz kıldınr ve
h er rek 'a tta fazla m iktar ve İm am ı A 'zam a göre gizlice, im am eyne göre de
cehren k ıraatte bulunur, meselâ: Her rek'atinde bir kere rükû, iki defa
secde eder, nam azdan sonra d a güneş açılıncaya kadar kıbleye doğru ayak-
ta veya nâsa karşı oturarak dua eder. Cem aat da "âm in " der. Böyle bir
imam bulunm azsa, n âs b u namazı kendi hânelerinde tek başlarına kılarlar.
Küsûf nam azını büyük bir camide kılm ak, m escitlerde kılm aktan ef-
daldır. Sahrada d a kılm abilir.
Küsûf nam azlarında îm am ı A 'zam a, İmam M âlik ve İmam Ahm ede
göre h u tb e ira t edilmez. Çünkü Resulü Ekrem Efendim iz, küsûf hâdisesin-
den dolayı nam az kılınmasını, dua edilmesini, sadaka verilmesini tavsiye
buyurm uş, h u tb e okunm asını em retm em iş tir. İmam Şafiî ile İbni Hacere
ve b ir kısım Mulıaddislere göre ise nam azdan sonra h u tb e okunm ası müste-
hap tır.
(17) (H usüf namazı), şöyle ki: Ay tutulduğu zaman Müslümanlann
hanelerinde teker teker b ir halde ve küsûf nam azı suretinde cehren veya
hafiyyen kıraatia iki veya d ö rt re k 'a t nam az kılm aları m endup, miistahsen
bulunm uştur. Bu nam azm cam i'de cem aatla kılınması, İmamı A 'zam a
göre m esnûn değildir, fakat câizdir.
(1) Allahümme!. eskina gaysen mugiseıı hemen merien gadekan mücellilen seyhaıı
âmmen tabeka, Allahümme! eskina!' gayse ve la tec'alna mirse! kanitin. Allahümme;
inne bü'bflâdi vei'ibadi vel’halkı minel' le'vaî veddenki mâlâ neşku illâ ileyk. Allahüm-
me!. enbit lenazzera' ve edirre lenaddara' ve eskma min berekâtissemâ'i ve enbit lena
min berekâtil' arz. Allahümme! inna nesîağ&üke iımeke künte gaffara, feersilîssemae
aleyna midrarâ.
Meali: Yarabbi!. Bize yardım eden, içimize sinen. Bol, faideli, her tarafı kaplayan,
her tarafa akıp giden, her tarafı sulayan umumî bir yağmur ihsan buyur.
İlâhî!. Bizi yağmurla suvar, bizi ümidi erini kesmiş kimselerden etme. Ey Rabbi-
miz! Kollarda, illerde vesair yaradılmış şeylerde öyle bir güçlük, öyle bir darlık var ki
senden başkasına arzedemeyiz.
Ey yüce halîkimiz!. bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi
göğün bereketlerinden suvar, bize yeryüzünün bereketlerinden yetiştir. Ey kerîm ma'bu-
dumuz! Biz senden mağfiret dileriz. Şüphe yok ki sen çok mağfiret edicisin.. Artık bize
semadan bol bol yağmurlar yağdır. Ey gafur, rahim Rabbimiz!
F: 13
194 BÜYÜK İSLAM
* (İm am Şafiî ile İmam A hm et vesair bazı ehli hadis de cem aatle
kılınm asına kail olm uşlardır. İmam M âlike göre ise cem aatla kılınam az.
N âsm geceleyin her taraftan toplanıp bunu cem aatle kılm aları güçtür.)
Ş id d etli rüzgâr, fazla zulm et, geceleyin- fazla ışıklık, yer sarsıntıları,
um um i hastalıklar gibi korkunç hâdiseler zam anında d a küsûf ve h u su f
nam azları gibi nam az kılınması, miistahsendir.
Bu gibi ânzalar, hadiseler, bütün Allah Tealânm k ud retin e hikm etine
azam etine d elâlet eden birer bediadır. ( oU o Vl» .J - /L > âyeti
çelilesi marstukunca bu gibi alâm etler, insanlan k o rk utm ak için , insanları
m asiyetlerden k u rta n p taa t ve istiğfara celb etm ek için vakit vakit vücuda
getirilen k u d ret nişaneleridir. Bunları gören m üstait b ir kim senin ruhunda
b ir havf ve heyecan vücuda gelir, gözlerinin önünde Hak Tealâm n celâl
ve ceberrutu tecelli etm eğe başlar, a rü k o kimse azîm Halikımızın b u mü-
kevvenaü ne kadar m untazam ve mükem mel bir surette yaratm ış olduğunu
anlar, daim a o büyük yaratanın hıfz ve siyanetine m uhtaç b ulu nd u ğu n u id-
rak eder, bu anlayışite o kadim H âlık'm a döner, ona ta'zim için nam az kı-
lar, onun korum asına, inayetine n â iü y e t için dua eder, gafletten uyana-,
uyanık b ir ruha sahip olmak için çalışm ış olur.
Küsûf ve hüsûfun ne gibi m untazam kanunlar dairesinde vücuda gel-
diği m alûm dur. M ütefekkir b ir insan için bu kanunları böyle m u ttarit, mü-
kem m el b ir tarzda vücuda getirm iş olan Hâlıki Zişam düşünm ek en yüksek
bir vazifedir.
K usuf ve h û su f ile nu r ni'm eti zulm ete tebeddül ediyor, iki parlak kü-
renin simasını b ir kesif kasvet kaplıyor, bu hal devam edecek olsa hayatı
varlığım ızda kim bilir ne fec! değişiklikler vücûde gelir. H albuki âlîm ve
hakim olan Sani'i âlem hazretlerinin vaz etm iş olduğu tekvin kanunları bu -
na müsaade etm iyor, bu korkunç hüzün verici hal, az sonra zâil oluyor. O
iki k u d ret m eş'a les, yine olanca revnakile ziyalarım, nurlarım etrafa saçıp
durm aya başlıyor. A rtık bundan dolayı kerîm ve rahim olan Halikımıza
binlerce, yüzbinlerce şükür etsek yine k ulluk vazifem izi yerine getirm iş ola-
mayız.
H içbir kim senin doğm asından veya ölm esinden dolayı ay ile güneşin
tutulm ıyacağını Resulü Ekrem Efendim iz beyan buyurm uşlardır. Ş ö y le ki:
Peygamber Efendim izin m uhterem m ahdum ları İbrahim , b ir b u ç u k y aşın -
da iken hicretin onuncu senesinde vefat etm iş, onun vefatı gününde küsuf
vuku' bulm uştu. Nas, bu masum ço cu ğ u n vefatından dolayı güneşin tu tu l-
m uş olduğuna kaail olmakla N ebiyyi hikm et beyan efendim iz . «n ,31 )
(Jr tfLİV, } diye "buyurm uş tur.
Yani: "Güneş ile ay, şüphe yok ki b ir kim senin ne ölm esinden ve ne de
h ayat bulm asından dolayı tutulm az. Bunların tutu ld u ğ u n u gördüğünüz za-
m an namaz kılınız ve Allahü azim üşşana d u a ediniz." Diğer b ir hadisi şerif-
de de "B unlar Allah Tealâm n âyetlerinden iki â y e ttir" iki — k u d ret ve hik-
m et — alâm etidir diye buyurulm uş tur.
İLM İHALİ 195
M ekruh Vakitler:
Birincisi: Güneşin doğm asından bir m ızrak boyu, yani: Beş derece
— ki bizim m em lekete göre kırk ile elli dakika arasında m u h telif b u lunur —
yükselm esine kadar olan vakittir.
İkincisi: Güneşin sem ti re'se gelip tam zeval anında b ulunduğu vakit-
tir.
Üçüncüsü: Güneşin sararm asından, gözleri kam aştırm az b ir hale gel-
diğinden b a ttığ ı zam ana kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecri sadıkın doğm asından güneşin doğacağı zam ana ka-
d ar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi nam azı kılındığından sonra güneşin batm asına kad ar
olan vakittir.
sa nam azı fasit olur. Çünkü birinci takdirde yeni bir namaz vakti girm iş
olur. İkinci takdirde ise namaz vakti çıkm ış, yeni bir nam az vakti girm emiş
olur.
407— Tam zeval anına m üsadif olan bir namaz, farz veya vâcip ise fa-
sit, nafile ise m ekruh olm uş olur. Yalmz im am E bû Y usuftan b ir rivayete
göre Cum a günü zeval vaktinde nâfile namaz kılınm ası câiz, kerah attan beri-
dir. Zeval vuku bulunca, yani güneş b atı cihetine m eyi edince artık bil icma
k erah at vakti çıkm ış olur. Zeval vakti için (102)'nci sahifeye de bakınız.
408— M ekruh oian bir vakitte okunan bir secde âyetinden dolayı o
vakitte secde yapılabilir. F ak at bu secdeî kerah et vaktinden sonraya bırak-
m ak efdaldir. Kezalik: K erahat vakitlerinden birinde hazırlanm ış olan b ir
cenaze namazı, o vakitte kıhnabilir. H a ttâ efdal olan d a b u nam azı tehir et-
m eyip hem en kılm aktır. Çünkü cenazelerde acele etm ek m atluptur.
4 09— Güneşin gurubundan sonra d a daha akşam nam azını kılm adan
nafile nam azı kılm ak m ekruhtur. Zira akşam nam azı te'hire kalm ış olur.
H albuki akşam nam azında acele etm ek, efdaldir.
410 — Cum a günü im am hutbeye ç ık tık ta n veya ikam et getirildikten
sonra da nâfile nam aza b aşlam ak m ekruhtur,
4 14— N am azlarda yedi m ütevatir k ıta a tta n herhangi biri iltizam edile
bilir. A ncak acaıb, garip görülecek kıraatlar iltizam edilmem elidir. Çünkü
İ LMİ H AL İ 197
4 1 5 - K ur'anı Kerîmi nam azda tertibi vech üzere okum akta bir beis
yoktur. F a k a t m ukim için sünnet olan (mufassal) denilen sûreleri okum ak-
tır. Ş öyle ki: Kıraat m ik tan n d a müsafir için sünnet olan, fatihadan sonra di
lediği sûreyi okum aktır, im am olsun olmasın, m ukim için sünnet olan ise
sabah ve öğle nam azlarında fatihadan som a (Tıvali mufassal) denilen sûre-
lerden, ikindi ile yatsı nam azlarında (Evsatı mufassal) denilen sûrelerden,
akşam nam azlarında da (Kısarı mufassal) denilen sûrelerden bir sûre oku-
m aktır.
"H ücürat" sûresinden "Bürüc" sûresinin sonuna k ad ar olan süreler tı-
valı mufassaldır. "T arık" sûresinden "L em yekün" sûresinin sonuna kadar
olan sûreler, evsaü mufassaldır. Bundan sonraki sureler de kısarı mufassal-
dır. Bu sûrelere "m ufassal” denilm esinin sebebi, b u n lan n biri birinden sıkı
sıkı besmelei şerife ile ayrılm ış bulunm alarıdır.
4 1 6 - Nam azların fatihai şerîfeden sonra bir m iktar daha K ur'am K e-
rim okunm ası icap eden rek'atlarında tam bir sûre okunm ası efdaldir.
M aahaza bir sûrenin bir kısm ı b ir re k 'a tta , m ütebakisi de diğer bir re k 'a tta
okunabilir, bunda kerah at y o ktur.
4 1 9 - N am azın bir rek 'atın d a b ir sûre, diğer bir rek 'atın d a da aradaki
iki veya daha ziyade sûre bulunm ak üzere aşağıdan başka bir sûre okunm ası
m ekruh değildir. F a k a t arada bir sûrenin bulunm ası m ekruhtur. M eğer ki
terk edilen bu sûre, evvelce okunan sûreden en az üç ây et m ik tan uzun b u -
lunm uş olsun.
£
4 2 0 - N am azda bir sûrenin b ir âyetinden arada en az iki â y e t b u lu n -
m ak üzere diğer âyetine geçm ek m ekruh değildir. F a k a t evlâ olan, b ir za-
ru re t bulunm adıkça geçm em ektir.
İ
4 2 1 - Bir rek 'a tta iki sûrenin arasını cem etm ekte kerahat yo k tu r. Me-
ğer ki arada bir veya m üteaddit sûre bırakılm ış olsun. M aamafih farz na-.
mazlarda böyle iki sûrenin cem edilmemesi evlâdır.
198 BÜYÜK İSLAM
422— Bir re k 'a tta zaruret hasıl bulunm adıkça bir â y e tten diğer âyete
intikâl = geçm ek, m ekruhtur, velev ki aralarında üç ây et bulunsun. Ş a y e t
böyle bir intikâl, sehven vuku bulur da sonra hatırlanırsa bu âyetler ter-
tiplerine riayet için yeniden sırasile okunur.
İmam M uham m edin ih tiy an n a göre yalnız teravih nam azlarında bilinci
rek 'atlar, ikinci rek'aflardan daha uzun olabilir.
4 3 0 — Farz nam azlar ile nâfile nam azlarda ikinci rek'atiarı birinci rek '
atlardan uzun kılm ak m ekruhtur. F a k |t nâfîlelerde üçüncü re k 'a îla n birin-
ci ve ikinci rek'atlardan uzun kılm akta kerah at y ok tu r. Çünkü nâfîleler her
iki re k 'a t b ir ş e f m üstakil bir kısım sayılır.
4 3 1 — Farz nam azlarda ve cem aatla kılm an nam azlarda okunacak â y e t-
ler m ünasebetiyle namaz kılanın ; "Y arabbi. Beni ateşinden sakla" diye is-
tiazede bulunm ası, veya Allah T ealâdan rahm et ve m ağfiret dilemesi m ek-
ru h tu r. Yalmz başına nâfile kılan kim senin bu veçhile du a etm esinde bir
beis görülm em ektedir.
(1) Hareketsiz oîan bir ( J ) harfinin üstünde harf, üstün ve bir ( 3 ) harfinin üstün-
deki harf ötüre, ve bir ( ıS ) harfinin üstündeki harf esire okunursa bu ( < > % £ ) harfleri
birer harfi med olmuş olur. { tU-j ) kelimelerinde olduğu gibi, bir
(^S <.')i harfinin üstündeki harf üstün okunursa bu (<J t j ) harflerinden her biri bir harfi
1in bulunur. ( y J . ) ) kelimelerinde olduğu gibi.
200 BÜYÜK İ SLAM
m eyip başk a bir kelim eye geçilse, fuk aham n cum huruna göre namaz fasit
olmaz. Yelev ki m â 'n a tegayyiir etm iş olsun. Çünkü u n u tm a ve nefesin k e -
silmesi hususunda zarûret ve um um i belva vardır. H a ttâ ,*&■* ) yerine
nefesin kesilm eânden dolayı ( («ik. ) denilerek rükû'a varılsa namaz
bozulm uş olmaz.
Maahaza namazı, bozacak b ir lâfzın tam am ını okum akla bir cüzünü
okum ak müsavidir. H er iki takdirde nam az fasit olur.
4 4 6 — K ıraat esnasında bir kelim enin son harfi, diğer b ir kelim eye vas-
ledilecek olsa, ammei ulem aya göre namaz fasit olmaz. { J.I ) ve^Jsall’ı)
(/jC l^ n a z m i şerifin ( U ) ve ( J Lkel f!)ı diye okum ak gibi.Şu
kadar var ki b u gibi kelim elerde sekte yapılm am asına dik k at edilmelidir.
Kezalik : ( fn- ' 1 o ^ ) yerinde ( diye vasledüse nam az fa-
sit olmaz.
4 4 7 — K ıraatta sehven bir h a rf ziyade edilecek olsa bakılır ; eğer m âna
değişm ezse namaz fasit olmaz. ( ijVvU-k, ) yerine ( \j\>‘ ) okunm ası
gibi, F ak at m ân a değişirse bir kavle göre namaz fasit olur ; { C ^-J.1 ^ et'i )
yerine ( c J - >1 ei'î } ) okum ak gibi, çünkü b u halde kasem in cevabı kasem
kılınm ış oluyor. M aahaza bununla nam azın fasit olm ayacağına kail olanlar
da vardır.
( j b . ) yerine ( ) ve ( <jLj ) yerine ) okunduğu
takdirde de namaz fasit olur.
4 4 8 — K ur'anı M übin'in kelim elerinden birinin bir harfi sehven noksan
okunsa bakılır : E ğer b u harf, kelim enin usulünden olup m âna değişirse,
İm am ı A ’zam ile im am M uham m ed’e göre nam az fasit olur. ( U* )
yerine ( I<• ) { f ) ve ( Ü**- ) yerine ( Ü* ) okunm ası gibi .5
K ezâlik : Usulden olm am akla beraber h azften dolayı itikadi küfri
m üstelzim olacak b ir m âna husule gelirse yine nam az fasit o lu r.^ r jj\ Uj)
( i yerine ( J - '^ \ j T j ü - Uj ) okunm ası gibi.
F a k a t b u hafz terhîm suretiyle, ya'ni kelim enin son harfini hafz ile olur-
sa namaz fasit olmaz. ( > yerine ( JU \ s £ f ) okum ak gibi.
4 5 0 - Bir kelim ei K ur'aniye nam azda tekrar edilse bakılır; E ğer bunun-
İ LM İ HAL İ 203
la m ân a değişm ezse namaz fasit olmaz; değişirse bazı fukahaya göre yine
fasit olmaz. Diğer bazılarına göre ise fasit olur, sahih görülen de budlır:
( ) yerine ( yj ) okum ak gibi. Bununla m ânanın değişe-
ceğini bilen kim senin bunu böyle kasten okuması, şüphesiz namazı ifsat
eder. F a k a t m ücerret bir sebkı lisan veya tashihi m ahariç kasdiyle okun-
duğu takdirde nam azın fasit olm ayacağı daha m uvafık görülm ektedir.
Kezâlik: Bir kelim enin bir harfi tekrar edilse bakılır: E ğ er şeddeli bir
harfi izhar kabilinden ise namaz fasit olmaz ( x'j_ , y <) yerinde ( )
okunm ası gibi. F a k a t ( «il.ıi-1 ) yerinde üç lam ile ( <ij| ) okunm ası
kabilinden ise namaz fasit olur.
452— K ur’anı Kerim in tilâvetinde bir kelim e sehven ziyade edilecek ol-
sa bakılır: E ğer o ziyade edilen kelim e K ur’anda bulunm am akla beraber
m ânayı değiştirm ezse namazı ifsat etm ez. ( ü t_ l )
nazm i kerim in sonuna ( \J S ) kelimesini ilâve gibi.
454— K ur'am kerim in iki kelim esi diğer iki kelimesi üzerine sehven
takdim edilse bakılır: E ğer m ân a değişm ezse namaz fasit olm az; çz, )
{ okunm ası gibi: F a k a t m âna değişirse namaz fasit olur;
(j j L , ^ ^ [ 2 % yerine (jy U 'V , okunm ası gibi.
456— Bir ismin yerine sehven diğer bir isim okunarak onunla nisbet
değişirse bakılır. E ğer m ensubünileyh K ur'anda bulunm azsa namaz, bilâ
h ilâ f fasit olur. ( ) okuması gibi. ( jU d j. u** ) okuııma-
siyle de namaz bozulur. Çünkü Hazreti İsa babasız olarak yaratılm ıştır.
Bu nisbet, K ur'ana m uhaliftir. Ve eğer K ur'anda bulunursa ammei fukahaya
göre namaz fasit olmaz. ' jLa) o ! ^ ) ve ( ^ J . ^-r* ) okun-
m ası gibi.
457— Â yeti rahm eti ây eti azab ile b il'âk is ây eti azabı ây eti rahm et ile
hatm etm ek veya ( ) yerinde ( ) diye oku-
m ak amm ei fukahaya göre namazı ifsat eder. İ m a n Ebu Y u su f tan bir riva-
yete göre ifsat etm ez, diğer sahih görülen rivayete göre ifsat eder. Çünkü Al-
lah T ealâm n haber verdiğinin hilafı haber verilmiş olur.
tesnadır. Çünkü bu hususta umumi belvâ vardır. Sıhhat ciheti tercih edilir.
M aam afih bu hususta da namazı yeniden kılm ak ih tiy ata daha m uvafıktır.
■»(İmam Şafiîye göre fatihanın gayrisindeki hata, namazı ifsat etmez.
Çünkü ona göre am den olm ayan bir söz, namazı bozmaz. Bu hata ise anide
m ukarin değildir. F atihadaki h ata ile nam azın bozulm ası ise, m ezhebine gö-
re fatihasız nam azın câiz olm am asından dolayıdır) Kıraat bahsine m üracaat
463— Her müslüman için nam azı câiz olacak m iktar K ur'am Kerim den
ezber etm ek bir f a m ayındır. F a tih a sûresiyle diğer bir sûreyi ezber etm ek
de vâcip tir ki, bu n un la farz d a yerine getirilm iş olur. K ur'anı m übinin sair
kısım larını hıfz etm ek de ehli islâm için bir farzı kifayedir.
4 6 6 — K ur'am mübini ayda bir kerre h atm etm ek evlâdır. Senede bir,
kırk günde bir, haftad a bir hatm edilm esini tercih edenler de vardır. Üç gün-
den az bir m üddette hatm edilm esi m üstehap değildir. Çünkü böyle az bir
m üddette okunacak b ir K ur'anı A zîm in yüksek m ânalarım düşünm ek k a -
b il olamaz, tecvidine de belki riayet edilemez.
4 7 0 — Nam az kılınm ası m ekruh olan vakitlerde dua ile, teşbih ile, P e y
gamber Efendim ize salât-ü selâm ile iştigal, K ur'anı kerim i tilâvetten ef-
daldır.
4 7 1 — K ur'am Kerimi güzel sesi ile tecvit dâiresinde okum ak müste-
haptır. N itekim b ir hadisi şerifde: o j î L U } *JU ^ jsC J )
206 BÜYÜK İSLAM
b u y uru lm uştu r. Yâni: Her şeyin bir bezeği vardır, K u r'anın bezeği de güzel
sestir.
F a k a t tecvide m uhalif surette telhin ile, terci' ile, nağm eler ile okum ak
câiz değildir. Kelimeleri tağyir eden b ir lâhn, b ilâ h ilâ f haram dır. L âhn
ile K u r'an okuyan kim seye doğrusunu ih tar etm ek, işiden zat için bir vecî-
bedir. M eğer ki bu yüzden aralarında bir adavet, bir kin zuhura geleceği
biMnsia
472— K ur'anı azlm üşşanı okuyup öğrenm iş olan kimse, bilâhara Mus-
hafı şeriften okuyam ayacak derecede unutacak olsa günahkâr olur.
A rtık her müslüman için icap etm ez m i ki, K ur'anı Kerimi bellesin,
onu okum akla şereflensin, b irço k sevaplara nâil olsun!..
4 74— Nam azların m ekruhlan,yani: Namaz içinde yapılm ası veya yapıl-
mam ası m ekruh olan şeyler, taîırim i ve tenzihi olmak üzere iki nevidir.
Şöyle ki: Bir vâcibin terkini m utazam m ın olan bir şey, tahrim en m ekruh-
tur. Bir sünnetin terkim m utazam m ın olan bir şey de tenzihen m ekruhtur.
M aamafih tenzihen m ekruh olanlar da ehem m iyetleri ve tahrim en m ekruh
olanlara kurbiyetleri itibariyle m ütefavittirler. Meselâ: Bir sünneti müek-
kedeyi terk etm ek bir vâcibi terk etm ek derecesine yakın bir kerahatı mu-
tazam m m dır. N itekim farzların, yâciplerin m üstehaplann ve b u n lan n zıt-
lan n ın dereceleri de m ütefavittir.
Nam azda m ekruh olup (m ekruhatt salât) diye yad edilen şeylerin baş-
lıcalanm kaydediyoruz. Ş ö yle ki:
( ! ) Nam az kılarken b ir özür bulunm aksızın, yere direğe, duvara veya
asaya dayanm ak m ekruhtur.
(2) Nam azda b ir kerre sağa, bir kerre sola d o ğ ra m eyi etm ek m ekruh-
tur. Çünkü böyle bir hareket, abestir ve h uşua münafidir.
özre m ebni atılacak birkaç adım, m ekruh değildir. M aamafih b u n lan öl-
dürmek, biraz yürümeğe ve birkaç kere çarpm ağa m uhtaç olursa bununla
namaz fasit oiur. A ncak bu halde namazı bozm ak için şer'an ru h sat vardır.
Çünkü herhangi bir zararı d e f için namazı bozm ak caizdir. Meselâ bir kim -
seyi ölümden veya bir m ah — velevki kıym eti bir dirhem m iktarında olsun —
zayi olm aktan kurtarm ak için namaz bozulabilir. Bu mal namaz kılana
ait olsun olmasın müsavidir.
(4) Nam azda b it veya pire tutm ak, öldürm ek ve kovalam ak m ekruhtur.
Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırm asından m üteezzi olan bir m usallinin bun-
la n yalnız tu tu p atm asında kerahat yoktur.
(5) N am azda güzel bir şeyi koklam ak veya tükniğü atm ak veya libas
ile bir veya iki kere yelpazelenm ek veya nam azdan evvel veya namaz için-
de bir erkek için kollan dirseklere doğru toplam ak m ekruhtur.
( 6 ) Nam azda kıyanı, rükû ve sucu t hâllerinde elleri bir özür bulunm ak-
sızın m esnûn olan uzuvlar üzerine koym am ak m ekruhtur. Kıyam da elleri
yanlara salıvermek gibi.
(7) N am azda daha dizleri yere koym adan elleri yere koym ak ve sec-
deden kalkarken dizleri ellerden evvel kaldırm ak m ekruhtur. M eğer ki bir
özürden dolayı olsun.
( 8 ) Nam azda yanları yere koyup butları, incikleri yuk any a dikmek
m ekruhtur.
(9) Erkeklerin secde ederken k ollannı tam am iyle yere döşem eleri
m ekruhtur.
(10) Rükû veya secde ederken iftita h tekbirinde olduğu gibi elleri
yu k an y a kaldırm ak m ekruhtur.
(11) Nam az içinde bir özür bulunm aksızın bağdaş kurup veya dizleri
dikip oturm ak m ekruhtur.
( 1 2 ) Rükûda, secdede, kavme iie celsede sükûneti, azanın sakin bir hale
gelmesini terk etm ek ve pek acele rükû ve sücût eder olm ak m ekruhtur.
(15) Nam azda sesi işitilm iyeeek derecede üfiirmek m ekruhtur. Bu hal-
de en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa namaz fasit olur.
(16) Namaz içinde verilen selâm ı el veya baş işaretiyle almak m ekruh-
tur.
(17) N am azda okum aya m ân i oim ıyacak m il:tarda ağıza altın, gü-
müş, inci gibi erimez bir şey alm ak m ekruhtur. Bunlar okum aya m âni olur-
sa namaz fasit olur. N itekim eriyen şeyler de böyledir.
(19) M ubah bir taam hazır olduğu halde nam aza başlam ak m ekruh-
tur. M eğer ki vaktin çıkm asından korkulsun. Bu taam a gerek iştih a m evcut
olsun ve gerek olmasın müsavidir.
(20) N am azda gözleri yum m ak veya gözler ile gök tarafına veya sağa,
sola bakm ak veya bir tarafa bo yu n ile dönüp bakıverin ek m ekruhtur. Gö-
riinülmesi câiz olm ayan bir şeyi görm em ek için veya kem ali huşudan, haş-
yetül’lâ h ta n husule - gelen bir h â le tte n veya ağyardan nazarı kesip Hak
Tealânm canibi akdesine teveccüh kasdm dan dolayı gözleri yum m akta ke-
rahat yoktur. Bir hacet anında göz ucu ile bakm akta da kerahat yoktur.
(21) N am azda iki elin parm aklarım birbirine çatm ak, parm ak ç ıtla t-
m ak veya çıtlayacak surette sıkjvermek ve elleri böğrüne koym ak m ekruh-
tur.
(22) N am azda daha selâm verm eden terleri veya yüze dokunm uş olan
to p rak lan silmek m ekruhtur. M eğer ki bu silmek, bir zararı d e f veya bir
fâideyi celp için olsun. Göze girip zahm et veren bir teri giderm ek gibi.
(25) Kıyam dan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyam a in tik âl hak
!erinde m eşru olan tekbirleri, zikirleri bu in tik âl hallerinden sonra okum ak
İLMİHALİ 209
(28) Bir kimse, başkasına ait bir yer ile am m eye ait yoldan bir y er üze-
rinde namaz kılm ak m ecburiyetinde kalsa bakılır; E ğer şahsa ait yer, ekil-
m iş veya bir gayri müslime a it b ulunm uş ise o yol üzerinde kılm ası evlâ-
dır. Gayri m üslimin bu nam aza razı olm ayacağı m alûm dur.
(30) Y anm akta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala k arşı nam az
kılm ak m ekruhtur. Muma, kandile, lâm baya k arşı namaz kılm ak ise m ekruh
değildir.
Kezâlik: Asılı bulunan M ushafı ş e rife veya bir kılıca karşı namaz kıl-
m ak da m ekruh değildir. Çünkü bunlara hiç bir kim se tarafından tapılma-
m ıştır.
(31) Bir insanın yüzüne karşı b ilâ hail namaz kılm ak m ekruhtur. F a -
k at bir insanın arkasına karşı namaz kılm ak m ekruh değildir. M eğer ki b u ,
insanın, konuşm asından dolayı şaşırm ak m elhuz olsun.
(32) Tem iz olm ayan şeylere karşı ve tem iz olm ayan şeyler kurbünde
nam az kılm ak m ekruhtur. Bunlar namaz hakkındaki ihtiram a münafidir.
Kabristanda, yol ortasında, ham am da, hayvan boğazlanan yerlerde namaz
kılm ak bu kabildendir. M eğer ki kabristanda veya ham am gibi bir yerde na-
maz için bir mevzi tayin edilm iş olsun.
(33) Nam azda b ir hacet bulunm aksızın bir çocuğu veya kendisini m eş-
gul edecek herhangi bir şeyi yüklenm ek m ekruhtur.
(34) H elâya gitm ek sıkıntısı bulunduğu halde nam aza başlam ak m ek-
ruhtur. H a ttâ namaz esnasında böyle fazla b ir sıkıntı görülüp kalbi meşgul
edeceği takdirde, vakit müsait ise nam azı bırakm alı, sıkıntıyı giderdikten
_ - F : 14
210 BÜYÜK İSLÂM
sonra abdest alıp tekrar nam aza başlam alıdır ki namaz, kalb huzuriyle ve
kemali veçhile kılınm ış olabilsin. Aksi takdirde namaz, sahih olsa da sahibi
isaette bulunm uş, günaha girmiş olur.
(35) Nam azın sıhhatm a m âni olmayacak m iktar az bulunan bir necase-
tin libasta, bedende veya namaz yerinde bulunm ası m ekruhtur.
(36) Nam azda kirli, ev işleri sırasında giyilen libasları giymek, m ekruh-
tur. Çünkü nam azda temiz, ziynetten sayılır libasların giyinilmesi emir olun-
m uştur. M eğer ki başka libas bulunmasın.
(37) Namazda bir özre mebni olmaksızın libası giyinm eyip om uzlar
üzerine alarak etrafını salıvermek m ekruhtur.
(38) Nam azda elleri çıkaracak bir aralık bırakm aksızın ihram gibi bir
şeyin içine bürünmüş bulunm ak m ekruhtur.
(39) Bir özürden dolayı olm adıkça yalnız bir libas ile m eselâ yalnız bir
entari ile namaz kılm ak m ekruhtur. Erkeklerin sıcak yerlerde göm lek giy-
m eyip yalnız şalvar ile namaz kılm aları da böyle m ekruhtur.
(40) Erkeklerin namazı bir zaruret bulunm aksızın ipek libaslar ile kıl-
maları m ekruhtur. Kerahiyet ve istihsan kısmına müracaat.
(41) Elbiseyi topraktan veya diz etm ekten korum ak için rükûa veya sec-
deye varırken yavaşça;: ameli kalil ile y u kanya çekm ek m ekruhtur.
(42) Namazı gasp edilm iş bir libas ile kılm ak m ekruhtur. Velev ki baş-
ka libas bulunmasın. Çünkü başkasının m alından izni olmaksızın istifade e t-
m ek caiz değildir.
(43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye bütün saçlarını ar-
ka taraflarına bir kordela veya saire ile toplam ış bulunm aları m ekruhtur.
(45) Namaz içinde az bir amel ile üzerinden bir libası çıkarm ak, veya
başındaki sanğı açm ak veya böyle bir şeyi giyinmek veya başına sannak
m ekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir amel ile yapılırsa namaz fasit olur.
N am azda libas ile veya cesetten bir şey ile beyhude yere oynam ak da m ek-
ru h tur.
İLMİHALİ 2U
(46) N am azda başın etrafına m endil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık
bırakm ak m ekruhtur.
*
(47) N am azda tekâsülden, teiıâvünden dolayı başı açık bulundurm ak
m ekruhtur. Tekâsülden m aksat, baş örtm eyi bir ağırlık saym aktır. Tehâ-
vünden m aksat da nam azda baş örtm eyi m ühim bir şey saym am aktır. Hal-
buki bu bir sünnettir. Böyle olm ayıp da bir özürden dolayı olursa başın açık
bulunm asında bir kerahet yoktur. M ücerret sıcaktan veya hafifletm eden
dolayı başı açık bırakm ak ise m ekruh görülm üştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir d e nam azda tezellül ve huşû m aksadiyle başı açık bırakm akta "b ir
beis y o k tu r" denilm iştir Maamafih deniliyor ki: Tezellül ve huşû, b ir em ri
kalbidir, o halde kalben "tezellül ve h u şû " da bulunup başı örtm ek evlâdır.
Vakıa "tezellül ve huşû m aksadiyle başı açık bırakm ak kalbdeki tezellül
ve huşûu n b ir harici alâm etidir. Bu cihetle m üstahsendir" diyenler de
vardır. Ş u kadar var ki nam aza başlarken m ücerret tezellül ve h u şû m aksa-
diyle başlarını açık bırakacak, uyanık zatlar, pek az bulunur.
Ş u n u da ilâve edelim ki: Biz nam azlarım ızı Resulü E kıem Efendim izin
kılm ış olduğu veçhle kılm akla m em uruz. N itekim ( IT’,l>U Hadisi
şerifi b u nu natıktır. N ebiyyi zişan efendim iz ise nam azlarını m übarek baş-
ları örtülü olarak kılm ışlardır. Bu bir â d e t işi değildir. Belki nam azda Pey-
gam berim izin sünneti fi'liyelerine ittiba, ve başkalarına teşebbühten tevak-
ki mes'elesidir. İhram da başların açık bulunm ası b aşk a bir hikm ete m ehili-
dir, o bir m ah şer hayatından num unedir. Nam az b u n a kıyas edilemez. İba-
detlerde kıyas cereyan etm ez. A rtık şüphe yok ki h a k ik î'b ir özür bulun-
m adıkça nam azda başı güzel ve secdeye gayıı m âni' b ir serpuş ile örtm ek
efdaldir. H a ttâ secde esnasında b aştan düşen-serpuşu başa iade etm ek efdal
görülmüştür. Meğer ki iadesi, ameli Kesire m u h taç bulunsun.
Bu baptaki m ekruhiyet ve efdaliyet, erkeklere göredir. Kadınlara göre
ise başlarının nam azda örtülü obuası herhalde lâzım dır. A çık bulunm ası;
nam azlarını bozar, sıhhatm a m ân i olur.
Bu m es'ele, d in î kitaplarım ızın bir ço ğ u n d a ye ezcümle Bahri ıaik ile
R edül'm uhtarda m ufassalan yazılm ıştır.
(48) Nam az kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafın-
da veya kendisine yakın olmasa da sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar-
veya tavan üzerine yapılm ış veya asılmış mücessem veya mürtesem canlı
m ahluk tasvirinin bulunm ası m ekruhtur. A rka cihetinde bulunm ası da az-
lıer olan m ek ruh tu r. F a k a t bunun keraİıati binnisbe azdır.
Zîruha ait olm ayan tasvirlerde de kerahat yoktur. Ağaç, bina, ay, gü-
neş tasvirleri bu cümledendir. Çünkü b u n lan n tim saline taabbüt edilm em iş-
tir. Meğer ki namaz kılanın zihnini m eşgul kılacak bir vaziyette bulunsun-
lar.
Bir de k u ştan daha küçük olan tim sal veya bir yerde bulunduğu halde
ayaktan bakılınca uzuvlarının tefasılı belirsiz olan resim, namaz kılanın ya-
nında bulunsa kerahati müstelzim olmaz.
(49) Üzerinde zîruh suretleri bulunan bir libas ile namaz kılınması ve
zîruha ait bir suret üzerinde secde edilmesi m ekruhtur. F ak at böyle bir li-
basın üzerine başka bir libas giyilirse onunla namaz kılınm asında kerahat
bulunm az.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle suretler bulunan bir serginin suret-
ten hali olan kısm ında namaz kılınması secde edilmesi m ekruh değildir.
M alöm dur ki: Ö teden beri b irçok kavimler, vahdaniyeti İlâhiye akide-
sini bırakıp şirke düşmüş, m uhayyel, canlı m abudlarının resimlerini heykel-
lerini yaparak onlara tapınm akta, tâ'zim gösterm ekte bulunm uş, m abed-
lerini onlar ile doldurm uşlar.
Bugün m addeten pek yüksek görülen bir nice m illetler de hâlâ kendi-
lerini böyle putlara tapınm aktan kurtaram ıyorlar.
Dini islâm ise insanlara tevhid akidesini tebliğ ve talim etm iş, m üşrik
kavimlerin bu putperestâne hallerini pek ziyade takbih eylem iştir. Artık
kadîm , hakîm bir m abudun varlığına kani' ve yalnız ona ibadetle m ubahi
olan islâm m illetinin bu putperestlere karşı bir m uhalefet nişanesi göster-
mesi lâzım dır. V ahdaniyeti ilâlıiyye akidesini daim a tecelli ettirm ek için
m abedlerini, na-naz kılacakları yerleri bu gibi taklit ve ta'zım i işrab edecek
şeylerden beri bulundurm aları bir vecîbedir.
Vakıa hiçbir müslümanın bu gibi tasvirlere, heykellere tapınm ak hatı-
rından geçmez. F ak at şu putperest m illetlere karşı bir m uhalefet eseri gös-
term ek, ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden nam azgâhım ızı beri bu-
lundurm ak dinim izin yüksek hikm etleri m uktezasıdır.
(50) M ekruh olan nam azların bir kısmı imamet ve cemaat bahsinde,
bir kısmı da kıraat ve evkatı salât bahsinde ve sair m ebhaslerde bil'm una-
sebe geçm iştir.
M uhtar olan kavle göre kerahate m ukariıı olan evvelki namaz ile farz ve
^ . . .
saire eda edilmiş, iadeten kılınan namaz da bir m ükemmil m esabesinde bu-
lunm uş olur.
Bir nam az; şartlarından veya rükünlerinden biri bulunm adığı takdirde
fasit olacağı gibi bu şartlar ve rükünler dairesinde başlanıldıktan sonra bazı
şeylere m ukarenetinden dolayı da fasit olabilir.N am azı böyle ifsat eden şey-
lere "M üfsidatı salât" adı verilir. B unların bir kısmı evvelce bil'm ünasebe
yazılm ıştır.
Biz burada şerait ve erk ân ı dahilinde başlanılm ış bir namazı ifsat ede-
cek şeylerin başlıcalanm kayd edeceğiz. Şöyle ki:
(1) N am azda velev iki harften ibaret olsun, söyleyenin işideceği dere-
cede nam aza müıiafi bir söz söylem ek namazı bozar. Bu hususta kast ile
sehv, unutm ak ile uyuklam a ve hata halleri müsavidir.
(2) Bir hastalıktan veya bir m alın veya arkadaşın ziyaı gibi bir m usibet-
ten dolayı harfler hasıl olacak halde, sesle ağlam ak veya "ah, uh, eh ” diye
eninde, teevvühde bulunm ak, yah u t bir toza üflem ek veya bir şeyden bez-
ginlik gösterm ek için "uf, tu h " dem ek nam azı bozar.
Allah Tealânm korkusundan veya cenneti, cehennem i hatırlam aktan
dolayı ağlam ak, ah ve eninde bulunm ak ise namazı bozmaz. K endi nefsini
zapt edem iyecek derecede şiddetli hastalıktan münbais bir ah ve enin de
namazı ifsat etmez.
(4) Bir özürer sahih bir garaza m üstenit olmaksızın tenahnuhte bulun-
m ak ya'ni: " e h " diye boğazı tahrik etm ek, namazı bozar. F a k a t tekellüf-
süz olarak tab iattan n eş'et eden bir tenahnuh; bir özür teşkil ettiğ in d en na-
mazı bozm ayacağı gibi savtı islâh ve güzelleştirm ek için veya nam azda b u -
lunduğunu bildirm ek için veya kendi im am ının bir kıraat hatasını düzelt-
mek için yapılan bir tenahnuhte, sahih bir garaza dayandığından - sahih
olan kavle göre — namazı ifsat etmez.
(5) A ksıran kimseye namazda, "Y erham ükellah" denilmesi veya b aş-
kasının "R ahim ekeflah" demesi üzerine nam azda "A m in" denilmesi,
214 BÜYÜ K İSLAM
nam azı bozar, am a aksıranm kendi nefsine k arşı "Yerham ükeUah" demesi,
namazı bozmaz.
Kezâlik: Aksıran kim seye ham d etm esini hatırlatm ak için m am azda
"Elham dü M â lı" denilmesi, esahh olan kavle göre nam azı bozm az. Çünkü
bunun bu hususta cevap olması m ütearef değildir, b u yalnız bir zikirden iba-
ret kalm ış olur.
( 6 ) Nam azda "A llah" ism i celHi işitilm ekle "Ceile celâlüh) denilse ve-
ya nebiyyi ekıem efendim izin ismi şerifi işitilm ekle "Sallallahü aleyhi ve-
sellem" denilse bakılır: E ğer bununla b ir cevap kastedilm iş ise namaz fasit
olur. F a k a t m ücerret bir senâ' bir salât kastedilm iş ise fasit olmaz. Çünkü,
bu, namaza münafi olm ayan bir zikir olm uş olur.
(9) K ur'anı kerim de veya hadîsi şerifte bulunan bir duayı namaz için-
de okum ak, namazı bozmaz. N am azda "Allahüm m e ekrim ni” "Allahüm m e
en'im aleyye" "A llahüm m e aslih em ri" ''A liahiim m erzukni f afiyete" "Al-
lahümmagfirli velivâlideyye ve lilmü’m inine ve l’m üm inat" denilmesi gibi.
F akat: "Allahüm m egfirliam m î” "Allalıüm m agfir lihalî1’ gibi bir dua, namazı
ifsat eder. Çünkü böyle bir dua K ur’anda ve hadîste m evcut değildir.
(10) N am azda nâsm lâkırdılarına benzer bir tarzda dua edilmesi ve
halk tan istenilm esi m uhal bulunm ayan bir şeyin H ak T ealâdan istenilmesi,
nam azı bozar: "Allahüm m e a t’im nî lahm en", "Allahüm m akzi deynî"
"A llahüm m erzuknî zevceten" diye dua edilmesi gibi.
(11) Nam azda b ir kimseye lisanen selâm verm ek veya başkasının se-
lâm ını lisan ile alm ak veya m usafeha suretiyle selâm laşm ak, namazı bozar.
Velev ki, "A leykiim " denilmesin, velev ki selâm sehven alınm ış olsun.
(12) N am azda el ile veya baş ile selâm reddedilse veya sorulan veya is-
tenilen bir şey için baş ile, göz ile veya kaş ile işarette bulunulsa namaz
bozulm az. F a k a t b k namaz kılana: "ile ri git" veya: "yanında namaz kılacak
kimseye yer ver" denilip o da bu emre binaen h arek ette bulunsa namazı
bozulur. Çünkü iıamaz içinde Allah T ealâdan başkasının enirine im tisal
etm iş olur. Am m a kendi kendisine biraz çekilerek saffa sokulacak kimseye
y er vermesi namazı ifsat etmez.
İLMİHALİ 215
(13) Ameli kesir, namazı bozar, ameli kaîîl bozm az. Ş öyle ki: Namaza
ve namazı İslaha ait olm ayan ve ameli kesîr sayılan her hareket namazı ifsat
eder. Ameli kesil- odur ki, onun failini h ariçten gören, onun nam azda olma-
dığından şekketm ez. M ukabili ameli kalîldir ki, sahibini gören, onun na-
mazda olup olm adığında şekkeder.
Mesela: Bir namaz kılan, yerden bir taş alarak kuşa veya emsaline ata-
cak olsa namazı bozulur. Çünkü bu hareketi bir ameli kesirdir. F a k a t ya-
nında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa bozulm az. Zira b u bir ameli ka-
ilidir. Ş u kadar var ki namaz içinde başk a bir şey ile uğraşm ış olacağından
dolayı isâette bulunm uş olur.
(14) Bir kimse nam azda kendi im am ından başka bir zatın okuduğu
K ur'andaki yanlışlığı düzeltse, kaldığı yeri açsa namazı bozulur. Çünkü bu,
bir talim ve taallüm sayılır. Talim ve taallüm ise bir ameli kesirdir. F a k a t
kıraat kasdiyle okuyup da bunun neticesinde o zat için feth hasıl olsa nam a-
zı bozulmaz.
Kezâlik: Kendi imamı hakkında feth te bulunsa namazı bozulm az. Ve-
lev ki imam, namaz câiz olacak m iktar kıraatte bulunm uş olsun. Çünkü
bunlar aynı namazı islâha aittiıv Halbuki bir musalli, kendisiyle beraber ay-
nı nam azda bulunm ayan bir kim senin fethini alırsa namazı fasit olur. Çün-
kü bu, bir taallüm sayılır.
(15) Bir kimse nam azda vücudunu bir kere veya m uttasıl iki kere ve-
y a başka başka rek ’atlerde birer, ikişer kere kaşısa nam azı bozulm az. F a -
k a t bir rek 'a tte birbiri ardınca üç d e f a kaşısa bozulur. Ş u kadar ki bir
uzvunu elini tekrar kaldırm adan birkaç def'a kaşım ası bir d e f a kaşım a sa-
yılır.
(16) N am azda özürsüz yere birbiri ardınca hiç durm adan en az üç adım
atm ak, namazı bozar. Kezalik: Bir şahsın çarpm ası üzerine namaz kılm an
yerden bilâ ihtiyar üç adrnı kadar yürümek de namazı ifsat eder. Nam az kılı-
nan yerden tu tu lu p çıkarılm ak takdirinde de hüküm böyledir.
(17) N am azda m ükerrer def'a olmaksızın bir el ile baştan sanğı veya
serpuşu kaldırıp yere k oym ak veya bunları yerden kaldırıp başa koym ak,
namazı bozmaz. F a k a t bunları yerden kaldırıp başa konulm ası, ameli kesi-
re m u h taç olursa namazı bozar.
(18) Nam azı kılanın bir kim seye bir el veya bir kam çı ile vurması,
nam azı bozar. Çünkü bu, bir ameli kesirdir. F ak at hayvan üzerinde namaz
kılanın bu hayvana m ütevaliyen üç d e f a vurması, nam azım bozarsa da bir
veya iki d e f a vurması bozmaz. Esahh olan kavil, budur.
Kezalik: Hayvanın yürümesi için bir ayağı iki kerre tahrik etm ek, na-
mazı bozmaz. F ak at iki ayağı tahrik etm ek bozar.îki ayak iki el mesabesin-
de bulunm uş olur.
216 BÜYÜK İ SLAM
(19) Nam azda iken hayvana binm ek, namazı bozar, hayvandan inm ek
bozmaz.
(20) Namaz içinde biı- ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar.
F ak at ayakkaplarım ayaktan kolayca çıkarıverm ek, namazı bozmaz.
(21) Bir kimse, nam azda sehven veya âm den az ç o k bir şey, m eselâ
bir tane oıığday yese veya bir katre su içse veya gözüne sürme çekse veya
bedeninden bir uzvuna veya saçlarına bir yağ sürse veya başının veya saka-
lının tüylerini taraşa veya örse namazı fasit olur. Çünkü bunlar, birer ameli
kesirdir. F a k a t bir elinde bulunan bir yağı veya em salini diğer eline alm ak-
sızın başına veya başka bir uzvuna sürse bununla namazı fasit olmaz. Zira,
bu bir ameli kalîldir.
(22) Nam azda ço cu ğ u alıp süt vermek, namazı bozar. Ç ocuk namaz
kılm akta bulunan b k kadının m em esini kendi kendine tu tu p em ecek olsa
bakılır. E ğer süt çıkm aksızın bir iki d e f a em m iş olursa namaz bozulm az.
F a k a t süt çıkarsa veya süt çıkm aksızın iki d e fa d a n ziyade emerse namaz
fasit olur.
(24) Bir kimse, nam azda iken gözüne d okunan bir kitaba yalnız bak-
sa veyahut ne yazılm ış olduğunu anlam ak için şöyle bir bakacak olsa -
sahüı olan bir kavle göre — namazı fasit olmaz. F ak at karşısında bulunan
bir m ushafı şeriften yah u t yazılı olan bir m ihrabdan K ur'anı Kerîm ây et-
lerini okuyacak olsa bakılır: Eğer o k uduğu âyetler, zaten ezberinde ise na-
m azı bozulm az, am m a ezberinde değilse en az b k â y e t okuyunca bozulur.
Çünkü bü, bir taallüm dem ektir.
(26) Bir musalli, kaç re k 'a t namaz kıldığına dair olan bir suale cevaben
bir elinin bir, iki veya üç pannağiyle işaret edecek olsa namazı bozulm az.
İ LM İH AL İ 217
Ve üç kelim eden az olm ak üzere bir yazı yazsa nam azı bozulm az. M eğer ki
bakanlara nam azda bulunm adığı zanm m verecek tarzda olsun.
(27) Cem aatle namaz kılan kimse: Bir özre mebııi, diğer bir kavle na-
zaran özür bulunsun bulunm asın kıble tarafına veya sağ veya sol tarafa y a -
h u t kıbleden yüzünü çevirm eksizin arka tarafa bir rükün m ik tan dura, dura
birer saf kadar gitse m escitten çıkm adıkça veya kırda ise saflardan ayrıl-
m adıkça namazı bozulm az. Çünkü m escitte ve sahrada safların bulunduğu
mevzi bir yer hükmündedir. Binaenaleyh kırda namaz kılanın ö n tarafında
saf bulunm azsa secde m evziini geçm esile nam azı fasit olur.N iteldin m ünferi-
den namaz kılan kim senin de secde mevziini geçmesi ile nam azı bozulur.
K adınlar hakkında haneleri bir kavle göre mescit, diğer bir kavle göre de kır
hükm ündedir.
(29) Bir musalli, göğsünü bilâ özür kıbleden döndürse nam azı bozulur.
F a k a t bir uzuvdan kan çıkm ak gibi bir sebeple hades vuku bulduğunu, lıi-
lâ fı hakikat olarak zannedip de kıbleye arka çevirecek olsa, m escitten çık-
m adıkça namazı bozulm az. M eğer ki imam olup yerine başkasını halef bı-
rakm ış olsun.
(30) Namaz içinde bulunan kim seden burun kanam ası veya kusuntu
gibi ihtiyarî olm ayan ve bu cihetle "hadesi semavî" denilen abdesti bozacak
bir şey zuhur etse m uhayyer olur. Dilerse abdest alıp namazı yeniden kılar,
buna "istinafı salât" denir. Efdal olan da budur. Ve dilerse nam aza m uhalif
b ir şey ile asla uğraşm aksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır, m ünferit
ise bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlam ış bulunduğu yerde
nam azının kalan kısm ını ikm al eder, m uktedi ise evvelki yerine dönüp ora-
da nam azını tam amlar, iktidanm sıhhatine m âni olacak bir yerde durup ora-
da imama tekrar uym az. M eğer ki cem aatle namaz kılınıp bitm iş olsun, o
halde m ünferit gibi hareket eder. Buna da "bin ai salât" denilir.
Böyle bir kimse, abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya
gidip gelirken K ur'an okusa veya bu esnada avret mahalli açılsa artık nama-
zı bina edemez, yeniden kdm ası lâzım gelir.
Lâhik bahsine de m üracaat! ( 168)'inci sahifede.
(31.) Nam azı bozulan bir imamın yerine başkasını istih lâf etm esi bil'
icma* câizdir. Ş öyle ki: Bir imam, kendisine namaz esnasında burnu kana-
m ak gibi semavî bir hades ârız olsa, cem aatten im am ete salih bir zatı işa-
retle veya libasından tu tarak m ihraba geçirir, imam ile beraber yalnız bir
kimse bulunm uş olsa bu kimse, im am ete salih ise istih lâf için teayyün
etm iş olur. İm am , böyle bir istih lâf bulunm aksızın m escitten çıkınca veya
sahrada ise saflan tecavüz edince cem aatın namazı bozulur, im am m ünferit
218 BÜYÜK İSLAM
hükm ünde kalır, dilerse abdest alıp nam azı bina eder, dilerse nam azım yeni-
den kılar. C em aatta vukufsuzluk galip olunca b u istih îâf cihetine gidilme-
yip nam azın yeniden kılınm ası efdaldir. Aksi takdirde fesadı m ucip bazı
yanlış hareketlerin zuhuru m elhuzdur.
(32) Dişlerin arasında kalm ış olan bir şey namaz içinde yutulsa bakı-
lır: E ğer en az bir n o h u t m ik tan ise nam azı bozar, bundan noksan ise boz-
maz.
(33) A ğızda bulunan bir şeker parçasının, nam azda çiğnenm ediği hal-
de îadı boğaza gitse nam azı bozar. F a k a t nam azdan evvel yiyilm iş bir taa-
mın ağızda kalm ış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse bununla
namaz bozulm az.
(35) Nam az içinde vuku bulacak bayılm ak veya çıldırm ak ile namaz
fasit olur.
(36) D ört rek 'atlı bir nam azı cehaleti dolayısiyle iki re k 'a t zan ederek
birinci k a 'd e y i m üteakip selâm veren kim senin namazı bozulur. Y atsının
farzını teravih, öğlenin farzım cum a veya sabah nam azını zan ederek birin-
ci k a'dede selâm verilmesi de böyledir. F a k a t sehven böyle bir selâm ile
nam az fasit olmaz. , ,r
4 7 6 — Kazaya kalm ış beş vakit farz nam azlarıyla vitir nam azlarının
afv, edilmesi ricasiyle yapılan bir tasadduk m uam elesine "Isk atı salât"
denilm ektedir. Ş ö yle ki: Bir mükellef, bu nam azları velev im a ile olsun eda
ve kazaya kadir iken eda ve kaza etm eksizin vefat etse b u n lan n ıskatı için,
yani: Bunların uhrevî m es'uliyetinden kurtulabilm esi üm idiyle nam ına ta-
sadduk yapılabilm esi için m alının sülüsünden vasiyette bulunm uş olması lâ-
zımdır. Bu takdirde terekesinin üçte birinden fidyei salât verilerek kendisi-
nin afvı İlâhîye nailiyeti cenabı hakdan niyaz, edilir.
477— Iskatı salâtı için bir şey vasiyet etm em iş olan bir ölünün velisi,
yani: M ükellef olan vârislerinden biri tarafından teberruan verilecek bir mal
ile de bu ıskatı salât muamelesi yapılabilir. Ölünün bu yüzden afva nâil
olacağı inayeti ilâhîyeden rica olunur.
Yabancı bir kimse tarafından vuku bulacak böyle bir teberruun bu
hususta k âfi olup olm adığında ih tilâ f vardır. Her halde yabancı bir kimse
tarafından ölü nam m a yapılacak bir tasaddukun da ölüye sevabı vasıl olur.
İLM İH ALİ 219
480— F idyei salât için tahsis edilen para m uayyen m üddet için kifayet
etm ediği takdirde bu para alel'ekser on fakire devir suretiyle verilebilir.
Bir fakire veya birkaç fakire de bu veçhile verilebilir.
M eselâ: A ltm ış iki yaşında vefat eden bir zatın elli senelik hayatı için
devr yapılm ak istense, sadakai fitir m iktarı, elli kuruş, tahsis edilen fidye
parası da doksan lira olsa bir aylık devir yapılır. Ş ö y le ki:
V itir ile beraber bir aylık namaz — Otuz gün itibarile — yüz seksen
vakit eder. Bunun fidyesi de doksan hra eder. Elli senede ise 600 ay m evcut-
tur. Bu halde bu doksan lira on fakire veya birkaç fakire altı yüz d e f a dev-
redilir. Ş a y e t bu para 180 lira olursa üç yüz d e f a devr kifayet eder. 45 lira
olduğu halde ise bin iki yüz d e f a devre lüzum görülür. Hasılı devr m iktarı
tahsis edilen paranın m iktarına göre değişir.
4 81— Fidyenin devri hususunda istical gösterilmem en, tam usuli şer'îsi
dairesinde tem lik ve temellük muamelesi yapılmalıdır. Ş öyle ki, ölünün veli-
si, yani: M ükellef vârisi, fidyeyi fakire verirken "filân ın oğlu filânın keffa-
reti salâtı olmak üzere bunu al" deyip fakire — hakikaten m ah olmak iizeıe-
vermeli, fakir de bunu "k ab ul ettim " deyip aldıktan sonra kendi rızasiyle
o veliye hibe ve teslim etm eli, veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yi-
ne bu minval üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan na-
m azlara tekabül edecek surette devri yapıp bitirm elidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de âlicenaplık göstererek
bunu bağışlayana hibe etmesi, artık m afaü telâfiye kudreti kalm am ış olan
bir din kardeşlerinin uhrevî m es'uliyetini azaltm ak gibi pek hayırlı bir mak-
sada müteveccih olduğundan bıı büyük bir şefk at ve uhuvvet nişanesidir.
"B ebehâ nedihend, Bebehâne dihend" vazifesini unutm am alıdır.
486— Fidyei salât hakkında sarih bir nass ve icrna yoktur. Bu usul,
nass ile sâb it olan "F id yei savm "a kıyas tarikile de kabul edilm iş değildir.
Belki bu, bir ih tiy at eseridir ve H anefî m üçtehitleri bunu m üstahsen gör-
müşlerdir. Bunun herhalde kazaya kalm ış nam azlar yerine kaim olacağı
iddia edilemez. Ş u kadar var ki böyle bir fidye vasiyeti, bir nedam et eseri-
dir, bir istiğfar nişanesidir, bunun vâris tarafından teberruan yapılm ası da
bir şefkat, bir hayırhahlık alâm etidir, kazaya da artık im k â n kalm am ıştır.
Bu cihetle bunun kabulü inayeti süphaniyeden um ulm aktadır.
İLMİH ALİ 22İ
Binaenaleyh bu usul, bazılarının zan nettik leri gibi bilâh ara Birgivî
m erhum tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Belki m ezhebi îıanefîye
dair yazılm ış en eski kitaplarda da bu veçhile m ünderiç bulunm uştur.
Ezcümle deniliyor ki: Fidye ile oruç b o rcunun sakıt olacağı hakkında
nass vardır. N am azda fukahai hanefıyenin istihsam na göre oruç gibidir ve
o ru çta n dalıa mühimdir. Binaenaleyh kazasına im k ân kalm am ış olan na-
m azlardan dolayı d a fidye verilerek afvı ilâhın ın tecellisini niyazda bulun-
m ak b ir em ri ih tiy atî olm ak üzere m uvafıktır.
491 — Bir m escidin içerisi, arsası mescit olduğu gibi semaya kadar olan
bütün üst tarafı da m escit hükm ündedir. Binaenaleyh m escitlerin içlerinde
yapılm ası m ekruh, m em nu olan şeyler, bu n lan n üstlerinde de m ekruhtur.
494 — Bir kim senin kendi mahallesi veya kabilesi m escidinde nam az kıl-
ması, sair m escitlerde namaz kılm asından efdaldir. Velev ki sair m escitlerin
cem aatları çok olsun. Ş u kadar var ki im am ı daha salih, daha fakih olan bir
m escitde namaz kılınması daha faziletlidir. Bu hususta Mescidi naram ile
Mescidi nebevide şüphe yok ki m üstesna bir müm taziye ti haizdirler. Bun-
larda kılm an nam azlann sevapları k a t k a t ziyadedir.
İ L M İ HA Lİ 223
495 — Bir mescit nâsa dar gelecek olsa yanındaki yer. sahibinden kıy-
m etile satın alınarak mescide katılır. Velev İd sahibi razı olmasın. Çiinkii
buna âm m enin ihtiyacı bulunm uş olur. Ve böyle bir m escit veya cami,
bilâhare — E bniye ahvalma vakıf ehli hibrenin tahm in ve ifadelerine naza-
ran — ço k genişlem iş bir hale gelince içinde cum a ve bayram nam azları kı-
lınabilm esi için veliyül'em irden tekrar izin istihsali lâzım gelir.
4 9 6 — Bir kimse, Allah Tealânm rızası için yapm ış olduğu mescidin ida-
resine, tam irine, tefriş ve tenvirine ve ehl ise m üezzinliğine, im am etine baş-
kalarından daha haklıdır. Kendisinden sonra da evlâch, aşireti başkaların-
dan evlâdır. Bunlar m üezzinliğe, im am ete ehil olm ayınca bu hususta rey;
kendilerinindir, diledikleri münasip kimseleri müezzin ve imam tayin ede-
bilirler. Şu kadar var ki, bu tayin cihetinde vakıf ile mahalle ahalisi arasın-
da ih tilâ f zuhur etse bakılır. E ğer vakıfın ihtiyar ettiğ i zatlar, evlâ veya aha-
linin ihtiyar ettiğ i zatlara müsavi ise vakıfın ihtiyarı tercih olunur ve illâ
ahalinin ihtiyarı mürecceh olur
4 9 9 — Mescit içinde kuyu kazılmaz. Kadimden beri mevcut ise halı üze-
re bırakılır. Mescit içinde abdest de alınamaz. M eğer ki abdest için hazır-
lanm ış bir mahal bulunsun.
503 Mescit içinde m u 'te k if olm ayan kim senin yem ek yemesi, uyu-
ması m ekruhtur. Yalnız bir kavle göre garibüddiyar olan kim senin de yeme-
sinde, uyum asında bir beis yoktur. M aam afih h ilaftan kurtulm ak için böyle
b ir garibin itik âfa n iy et etm esi evlâdır.
5 0 5 — Bir m escidi şerife girerken evvelâ sağ ayağı atarak girmeli ve der-
hal Resulü Ekrem Sallallâhü aleylıî vesellem efendim ize salâtü selâm da b u -
lunm alı, "A llahüm m e f ta l ı aleyna ebvabe rah m etik e= Y a ilâhı! Bizlere rah-
m etinin kapılarım a ç ” diye dua etm eli, çıkarken de evvelâ sol ayağı dışarı-
ya atm alı, "Allahüm m e f t a h aleyna ebvabe fadlike =Y arabbi üzerimize
iû tu f ve kerem inin kapılannı a ç " diye duada bulunm alıdır.
509— M escitlerde had cezalanın yerine getirm ek, alışveriş yapm ak câ-
iz değildir. Yalnız m u 'te k if olanlar, ticaret ve kazanç için olmaksızın m ücer-
ret ihtiyaçlan kadar alışverişte bulunabilirler. " îtik â f bahsine m üracaat!"
İLMİH ALİ 225
5 10— Mescit içinde dilencilik etm ek haram dır, Bu dilencilere para ver-
mek de m ekruhtur. Ahvat olan kavi budur. F ak at hediye, sadaka vermek
m em 'nıı değildir.
Lâhika.
Diğer bir hadisi nebevide de, "H er kim helâl m alından, içinde Allahü
T ealâya ibadet edilir bir b in a yaparsa A llah Tealâ da onun için C ennette
inciden, y a k u tta n bir ev vücude getirir" bu yu ralm u ştu r. (1)
Hasılı m ah helâl ile riyadan, su m 'adan hali olarak vücude getirilen bir
m abedin sevabı pek ziyadedir. Ne m utlu bu gibi hayrata m uvaffak olanlara!
Herhangi bir vakfın lâzım bir hale gelmesi için usulü dairesinde m ahke-
m ede tescil edilm esi iktiza eder. A ncak bundan vakıf m escitler ile makbere-
ler ve vasiyet suretile olan vakıflar m üstesnadır. Şöyle ki:
Bir müslüman, bir m escit bina edip onu yolile beraber m ülkünden çık a-
rır ve içerisinde namaz kılınması için nâsa izin verm ekle nas da orada cem a-
atla namaz kılarsa o m escidin vakfiye ti, tescile m uhtaç olmaksızın tam am
olm uş olur. Kezalik: Bir kimse, m ülkünde b ulu nan bir arsayı m akbere
olm ak üzere vakfedip içerisinde ölü defnedilm esine izin verm ekle ölü defne-
dilse vakfiyesi tam am olm uş olur.
Kezalik: Bir kimse, bir m alını bir ciheti hayra vakf olm ak üzere vasiyet
edip b a'dehû o vasiyet üzerine vefat etse bakılır: E ğer siilüsi m alı k âfi ise
veya varisi yo k ise veya varisi olup vasiyetin tam am ına icazet verirse o mal
o cihete tam am en vakfedilm iş olur. E ğer sülüsi m al kâfi olm ayıp varisi de
ziyade icazet vermezse terekesinin ancak üçte bir m ik tan nisbetinde o ci-
h ete vakfı îâzim ile vakf edilm iş bulunur. B unun lüzumu tescile tavakkuf
etm ez. (Vakıflara dair) "H ukuku Islâm iye ve İstilâh aü F ıkhiye" adındaki
eserim izin dördüncü cildinde tafsilât vardır.
519— Cenaze, ölü dem ektir. Ö lm ek üzere b ulunan kim seye "m uh-
tezar" denir. M uhtezann yanında Kelimei Tevhidi, Kelimei Ş ah adeti oku-
m aya ve ölünün kabrinde yapılacak m uayyen hitabeye de "te lk in " denir.
Ölünün yıkanılm asına "gaslim eyyit", ölünün yıkanm asından kabre
defnedilm esine kadar lâzun gelen şeylere ve bu şeyleri tedarük etm eye de
" te ç h iz " nam ı verilir. Ölüyü kefenlem eye, yani: M utad şeylere sarm aya da
" te k fin " denilm ektedir.
5 2 0 - Ölen bir müslümanı yıkam ak, kefenlem ek, üzerine namaz kılıp
bir kabre defnetm ek, müslümanlar için b ir farzı kifayedir. Bu farizayı y ap -
m adıkları takdirde bundan hepsi de indallah m esul olurlar. M eğer ki
yapacak halde bulunm asınlar.
J La I J "o ^ O* ( 0
*■' 521— İslâm ölülerini hayır ile anm ak, onların güzel cihetlerini söyle-
m ek, fenalıklarını söylem ekten çekinm ek, müslüm anlar için bir vazifedir.
N itekim bir hadisi şerifte: ( l_ ^ «f ^ }f d u y u r u l-
m u ştu r.' Yani: Ölülerinizin güzel hallerini yadediniz, kötülüklerini söyle-
m ekten çekininiz.
H a ttâ bir islâm ölüsünde görülüp hüsnü haline d elâlet eden güzel rayi-
ha veya yüzünün nurlanm ası gibi şeyleri söylem ek m ustahapür. F a k a t fena
rayiha veya yüzünün kararm ası gibi şeyleri söylem ek haram dır, gıybetten
m ad u t tur. M eğer ki ölü, b id 'at, fısk-ü fücur sahibi olm akla tanılm ış ve bu
hal üzere ölmüş bulunsun. O halde başkalarına ib ret olm ak üzere söylen-
mesi câiz olabilir.
522— M uhtezarı bir güçlük yo k ise Kıbleye doğru sağ yanı üzerine
çevirm ek m ustahapür. A yakları Kıbleye doğru olarak ve b aşı biraz yüksel-
tilerek arkası üstüne de yatırılabilir. M utat olan da budur. Bu halde başı
biraz yukarı kaldırılır, ta ki, yüzü kıbleye yönelsin.
5 2 4 — M uhtezar, ölünce gözleri yum durulur, çenesi iyice bir bez ile
çekilip ağzı kapatılarak tepesinden bağlanır. Bunları yapan kimse, şöylece
dua etm elidir: L ^ ı ^ ^ )
(cc £ ş - U* T„*>- t cH-'j <±ıUL Yani: Allah T ealânm ism ini zikir ile ve
Resullullahııı m illeti üzerine ölmüş olsun. Ya İlâhî! bu na işini kolay et, ken-
disine ilerisini asân et, onu cemalinle m es'u t et, O na; yöneldiği âlem i içe-
risinden çıktığı âlem den hayırlı buyur.
m nın üstüne bir kılıç veya sair bir dem ir parçası konulur, elleri yarana uza-
tılır, k o llan göğsünün üzerine konulm az, yanında cünüp veya haiz veya nüfe-
sa olan kimse bulunm az.
535— Erkekler arasında ölmüş kadına m ahrem i var ise elile teyem m üm
ettirir, m ahrem i yok ise yabancı olan bir erkek, eüne bir bez sararak ve göz-
lerini kapayarak teyem m üm ettirir.
536— Su bulunm adığı takdirde de teyem m üm ile iktifa edilir. Bir ce-
naze hakkında teyem m üm yapılıp namazı kılındıktan sonra su bulunacak
olsa yeniden gash yapılır, namazın tekrar kılınıp kılınm ayacağı hakkında ise
imam Ebû Y usuftan iki kavil vardır.
537— Henüz m üştehat olm ayan bir kız ço cu ğu n u erkek ve henüz mü-
rahik olmayan bir erkek çocuğunu da kadın yıkayabilir. ( 1 )
(1) Dokuz yaşındaki bir kız müştehattır. Bir erkek çocuğu on iki ve bir kız çocuğu da
dokuz yaşını bitirdiği halde baliğ olmasa baliğ oluncaya kadar mürahik ve nıürahikâ adı-
nı alır. _
İLMİHALİ 231
5 4 0 — Bir müslümin karibi veya zevcesi bulunan bir gayri müslim veya
gayri müslinıe kendi dindaşlarına tevdi' edilir, tevdi' edilm ediği takdirde
sünnet veçhile olmaksızın yıkanır, onun hakkında y u k an d ak i tarif veçhile
h arek et edilmez.
542— Ölü olarak düşen bir ço cu k , bir bez parçasına sarılarak defne-
dilir, yıkanm ası lâzım gelmez.
544— Ölmüş olan bir müslimin başı ile beraber vücudunun ekserisi
bulunacak olsa yıkanır, kefenlenir, nam azı kılınır. F a k a t başsız olarak yal-
nız yarısı bulunsa veya gövdesinin ekserisi gâib b ulunm uş olsa yıkanm az,
kefenlenm ez üzerine namaz kılınm az, belki bir beze sarılarak defnedilir.
*V ■*
Cenazelerin kefenlenin el eri:
546— V efat eden erkekler ile kadınlardan her birinin bedenini, onu
örtecek bir libas ile kefenlem ek farizadır. Bu farizayı yerine getirm eyen
müslümanlar, günahkâr olurlar. M aahaza kefenler üç nev'e ayrılır. Birincisi:
"K efeni sünnet" dir ki erkeklere göre kamis ile izar ve lifafeden ibaret ol-
mak üzere üç kattır. K adınlara göre de bunlar ile beraber bir baş örtüsü ile
bir göğüs örtüsünden ibaret olmak üzere beş kattır. İkincisi : "K efeni kifa-
y e t" dir ki, erkeklere göre izar ile lifafeden, kadınlara göre de bunlar ile
beraber bir baş örtüsünden ibarettir.Ü çüncüsü : "Kefeni z aru ret!" dir ki,
gerek erkekler ve gerek kadınlar için yalnız bir kattır. Bu halde ölü, buluna-
bilen bir k at sevbe saıılm ış olur. F ak at bir zaruret bulunm adıkça böyle bir
k a t ile iktifa edilmem elidir.
232 BÜYÜK İ SLAM
5 4 9 — Kefenler daha ölülere sarılm adan bir, üç veya beş kere güzel
kokulu şeyler ile tütsülenir. Evvelâ: Lifafe, tab u ta veya kilim ,hasır gibi bir
şey üzerine yayılır, onun üzerine de izar yayılır, sonra da ölü : kamis, yani
kefen göm leği içinde olarak izarm üstüne konur, bu halde ölü erkek ise izar
evvelâ soluna, sonra da sağm a getirilerek sarılır. B a'dehu lifafe de öylece
saııhr, açılm asından korkulursa kefen b ir k u şak ile de bağlanır.
Ölü kadın olunca saçları iki örük edilerek kefen göm leği üzerinden
göğsü üzerine ko n ur, onun üzerine başörtüsü yüzüyle b eraber örtülür, üstü-
ne de izar sarılır, izarm üzerinden de göğüs örtüsü bağlanır, daha sonra da
lifafe sarılır, göğüs örtüsü lifafeden sonra da bağlanabilir,
5 50— Kefen hususunda mürailik ile m ürahika, baliğ ile baliğa hükm ün-
dedir. Henüz m ürahik ve m ürahika olm ıyanlarm kefenleri yalnız izar ile lifa-
feden, y a h u t yalnız b ir k a tta n ib aret olabilir. M aahaza üç k a t olması daha
güzeldir.
5 5 5 — Tem izlenm iş, ön tarafta hazırlanm ış müslüman bir ölü için müs-
lüm anlann abdestli ve kıble cihetine yönelm iş olarak cenaze namazı kılm a-
ları bir farzı kifayedir.
556— Cenaze nam azının şartı niyettir. Bu n iy ette ölünün erkek veya
kadın, sabiy veya sabiye olduğu tayin edilir. İmam olan zat, Allah Tealâ rı-
zası için hazır olan cenaze nam azım kılm aya ve o cenaze için dua etm eye
niyet ederek namaza başlar, im am ete niyet etmesi lâzım gelmez. Velevki,
cem aat arasında kadınlar da bulunsun.
C em aattan her biri de Allah rızası için o cenaze nam azım kılm aya ve
onun için duaya ve imama iktidaya niyet eder.
Ölü, erkek ise: " Ş u erkek için " kadın ise: " Ş u kadın için " diye duaya
niy et edilir. Ç ocuklar hakkında da o veçhile niyet edilir. C em aattan biri,
ölünün erkek mi kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu bilm ediği takdir-
de "Ü zerine im am ın namaz kılacağı ölüye imam ile beraber namaz kılm aya
ve dua etm ey e” niyet eder.
sağ tarafa, sonra da sol tarafa cehren, cem aatda hafiyyen selâm vererek na-
m aza nihayet verm iş olurlar.
Bu vâcip olan selâm ile ölüye, cem aate ve im am a selâm verilmesine
niy et edilir. Bazı zevata göre bu selâm iie ölüye niyet edilmez.
(Cenaze nam azında fatihai şerife okunm ası, Şafiîlerce bir rükündür.
İlk tekbirden sonra okunm ası efdaldir.. Hanbelîlerce de bir rükündür , birin-
ci tekbirden sonra okunm ası vâciptir. M aükîlere göre ise tenzili en m ekruh-
tur.)
5 5 8 - Erkek cenaze nam azında şöyle dua edilmesi m e'surdur :
Ya iîâ lıî! Bizden yaşattıklarım islâm üzere yaşat, bizden öldürdüklerini iman üzere
öldür. Bilhassa bu ölüyü kolaylığa, rahata, mağfirete rizana erdir:
Yarabbi! Eğer hu öB, muhsin ise ihsanım artır ve eğer yaramaz bulunmuş ise afvet
kendisine emniyet, bişaret, keramet ve kurbaııiyet nasip buyur, rahmetinle ey emamer-
rahimîn!
(2) Allahümmec Mhü lena ferada, Allahümmec klîıü lena ecren ve zuhrâ.
■Allalıümmec klhii lena şâflan müşeffeâ.
M e â ii: İlâhî! Onu bize takdim edilmiş bir ec'r kıl, Yarabbi!.. Onu bize bir sevap,
bir zahire kıl, onu bizlere şefaatçi ve şefaati kabul edilmiş kıl.
I LM i IAL 235
5 6 0 — Ölü dişi olunca müennes zamiri ile dua edilir, mesela j l ^1)1)
ve denir (^_Iİ .û*. ^ _>) yerine j U l-ji»*-' ^.-1' '-U ^ >)
562— Cenaze nam azının asıl rüknü olan tekbirler. — T arif edildiği veç-
hile — üçtür. İlk tekbir ile beraber m ecm uu d ö rt etm iş olur. İm am bir be-
şinci tekbir daha alacak olsa cem aat b u n a iştirâ k etm ez.
56 3— Cenaze nam azında cem aat şa rt değildir. Yalnız bir müslim erke-
ğin veya bir müslim kadının kılmasile de bu fariza ifa edilm iş olur. Cem aat
ile kılındığı halde im am ete evlâ olan, velâyeti âm m eyi haiz olan zatlardır.
Bunlardan sonra Cum a nam azını kıldıran im am , sonra da salâhı hal sahibi
olan m ahâlle veya kabile im am ı, daha sonra da ölünün irs tertibi üzere velîsi
bulunan kim selerdir.
5 6 4 — Bir veli, namaz kıldırm ak için sıra kendisine gelmiş olunca baş-
kasına izin verebilir. Dereceleri m ukaddem zatlardan başkası velinin izni
olm adıkça nam azı kıldıram az, kıldıracak olsa veli de yeniden namazı kılar
ve başk a b ir cem aata kıldırabilir. F a k a t başkası yeniden kıldıram az ve de-
receleri müsavi velilerden biri kıldırınca veya kıldırm asına izin verince diğer-
lerinin artık kıldırm aya salâhiyetleri kalm az, çünkü bu velâyet, her birine
tam , m üstakil olarak sabit b ulunm uştur.
V efat eden bir kadının velisi bulunm azsa nam azım kıldırm aya kocası,
sonra da kom şuları ahaktır.
İm am ı A 'zam dan bir kavle ve İm am ı E bû Yusufa göre ölünün nam azım
kıldırm ak hususunda velisi herkesten m ukaddem dir.
(İm am ı Şafiinin kavli de İmam Ebû Y usufün kavli gibidir.)
5 65 — Bir ölünün nam azını yalnız kadınlar kılacak olsalar câiz olup
bununla bu fariza eda edilm iş olur.
K adınların cenaze nam azını cem aat ile kılm aları da câizdir. F a k a t tek
tek kılm aları müstehap tır.
5 6 6 — M üteaddit cenaze toplansa her birine ayrı ayrı namaz kılm ak ev-
lâdır. Hangisi evvel getirilm iş ise onun namazı takdim edilir. Hep beraber
getirilm iş ise efdalı takdim olunur. M aahaza hepsine bir nam az da kifayet
eder. Bu lıalde im anım önünde erkek olan ölü bulundurulur, diğer ölüler de
saf halinde veya birbiri hizasfnda göğüsleri im am a karşı olarak sıraya konur.
Ş ö y le ki İm am a karşı evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar
daha sonra da kız çocukları konulm uş olur.
569— Cenaze nam azına başlanm ış olduktan sonra gelip cem aata katı-
lan kimse, derhal tekbir alır, noksan kalan tekbirleri de selâm dan sonra dua
okum aksızın biri biri peşine alıp daha cenaze m usalladan kaldırılm adan
ikm al eder.
Kezalik : İm anım dördüncü tekbirinden sonra cem aata iltihak eden
kim se, hem en tekbir alır, im am ın selâm ından sonra da üç tekbiri kaza eder.
Fetva bu veçhiledir. Diğer bir kavle göre birinci tekbirde im am ın tekbirine
intizar edilir, im am tekbir alm adıkça cem aata iltihak edilmez.
570— Ş iddetli y ağm ur gibi bir özür, bir zaruret bulunm adık ça cena-
zeyi Camii şerif içine alarak nam azını orada kılm ak tenzihen m ekruhtur.
Cenaze m escidin ön tarafına konularak im am ile cem aatın bir kısmı cenaze
ile beraber, bir kısmı da m escidin içinde durur, saflarda m uttasıl bulunursa
kılınacak nam az, m ekruh olmaz. N itekim bir çok büyük camilerde â d e t bu
veçhiledir. Bundan Mescidi Haram, m üstesnadır. Onun içinde her türlü na-
m az kılınır. Cenaze nam azını kabristanda kılm ak da münasip görülm em ek-
tedir.
5 7 3 — Güneşin doğm ası, batm ası ve zevale yaklaşm ası zam anında ce-
naze nam azını kılm ak m ekruhtur. Maahaza kılınsa iadesi lâzım gelmez, bu
vakitlerde defn ise m ekruh değildir.
574— Gayıp bir ölü üzerine nam az kılm ak câiz değildir. Çünkü kıble
cihetinden inhiraf vuku bulur. Meselâ öîii, şark canibinde olsa namaz da
İL M İH A L İ
kıbleye teveccüh edilince ölü, arka tarafta kalır, öiü tarafına teveccüh edııe
cek olunca da kıble, arka tarafta kalm ış olur.
(M alikilere göre de ölünün huzuru şarttır. F a k a t Şafiîlere göre gayıp
üzerine de nam az kıhnabilir. N itekim Resûli E krem E fendim iz, N ecaşinin
nam azını bu suretle kılm ıştı. Buna cevaben deniliyor ki; bu, Resûlü Efham
Hazretlerine m ahsustur, onun için yerler toplanarak N ecaşinin m uvaceheyi
nebeviyyelerine gelm iş olması kabildir
Hanbelilere göre de aradan bir aydan ziyade bir m üddet geçm em iş o-
lunca gayıp üzerine cenaze nam azı kıhnabilir.)
5 7 6 — Diri olarak doğduğu bilinen veya ekserisi diri olarak çık an bir
ço c u k yıkanıp nam azı kıhm r.B öyle olm ayınca yalnız yıkanır, üzerine
nam az kılınm az.
5 7 7 — Bir ölü yıkanm adan veya un u tu larak yalnız bir uzvu yıkanm a-
dan kefene sarılacak olsa kefen açılır, yıkanm ası tam am lanır, üzerine namaz
kılınm ış ise iade edilir. Kabre konulup da üzerine henüz to prak atılm am ış
olduğu takdirde de hüküm böyledir. F a k a t toprak atılm ış bulunursa artık
kabirden çıkarılm ası haram dır. Yıkanılm asî sakıt olur, yalnız kabri üzerine
tekrar namaz kılınır. Ezlıar olan budur. Kefensiz olarak kabre konulm uş ol-
duğu halde de artık kabri açılm az.
5 8 1 — İrü d a t ettiğ in d en dolayı öldürülen bir şahsın nam azı kılm am ıya-
cağı gibi cesedi de ne İslâm kabristanına, ne de döndüğü m illet m akberesine
defnedilir. Belki boş bir yerde kazılacak bir ç u k u ra gömülür.
586— Cenaze nam azını kıldıracak im am ın, âkil olması şarttır.S air na-
m azları ifsad eden şeyler, cenaze nam azım d a ifsad eder.
588— Cenazeleri teşy i' etm ek sünnettir. Bunda büyük sevaplar vardır
H a ttâ akrabadan veya kom şulardan veyahut salâhı hal ile bilinm iş zatlardan
oian bir cenazeyi takip etm ek, nâfile ib ad e tte n efdaldir, ve illâ nâfileler ef-
daldır.
594— Cenazeleri buhurlar ile, şem 'alar ile gürültüler ile, nevhalar ile
240 BÜYÜK İSLAM
teşyi' etm ek m ekru h tur. T eşyi' edenler, bu gibi şeyleri m en 'e çalışm alıdır-
lar, m en edem iyecekleri takdirde cenazeyi teşyiden geri dönm ezler.
s
(Hanbeîîlere göre cenaze ile beraber m ünker bir şey bulunur d a teşyi,
eden zat, bunu izaleden âciz kalırsa bu cenazeyi takip etm esi haram olur.
Çünkü bu n d a m a'siyeti takrir vardır.)
596— Cenazeyi teşyi edenler, daha nam azı kılınm adan geri dönm e -
m elidirler. D önm eğe lüzum görülürse cenaze sahibinin müsaadesini almalı-
dırlar, evlâ olan budur.
Hele cenazeyi takip eden m iislüm anlardan bir kısmı, cenaze nam azını
kılarken diğer bir kısm ının seyirci vaziyetinde durarak bu nam aza iştirâ k
etm em eleri kad ar acınacak, garip görülecek bir h a re k e t olamaz.
597— Cenaze için ayağa kalkm ak, başka m illetlere teşebbühü m uta-
zanım ın olduğundan m ekruhtur, m em nudur. Bir m âni y o k ise ayağa kal-
kıp cenazeyi takip etm elidir. K abirlerine götürülen cenazelere el kaldırıp
selâm verm ek de z â ittir, bir esasa m üstenit değildir.
599— Cenaze kabre götürülüp om uzlardan indirilince cem aat, bir m ah-
zur yok ise otururlar, bu n d an evvel oturm aları m ekruh olduğu gibi bundan
sonra ayakta durm aları da m ekruhtur.
lüzum görülürse kerpiç, tuğla gibi bir şey iie örülür, ölü b u n lan n arasına k o -
nulur, üzerine de kendisine dokunm ıyacak bir tarzda kerpiç veya tahtalar
ile tavammsı bir şey yapılır, bunun üzerine de toprak atılır.
Zem ini rütubetli olan bir kabrin içine toprak döşenm esi m esnundur.
t* ' -
6 0 2 — Cenaze kabre kıble cihetinden konulur, sağ tarafı üzerine kıb-
leye döndürülür, bağı var ise çözülür, arkası üstüne yatınlm az.
603— Bir kim senin "filâ n zat, kendisini yıkasın veya nam azını kılsın
veya kabre koysun" diye yapm ış olduğu vasiyetine riayet lâzm ı değildir.
M eğ erk i velileri bu vasiyete razı olsunlar.
604— Cenazeyi taşım ak veya kabri kazm ak için bazı kimseleri ücretle
istihdam câizdir-
606— Bir kim senin kendisi için kabir kazdırıp hazırlam ası, bir kavle
göre m ekruhtur. Çünkü hiç bir kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez.
F a k a t kefen hazırlam akta kerahet y o k tu r, zira buna olan ih tiy aç, çok
kere m ütehakkaktır.
Ebubekris Sıddık (Radiyallahü Tealâ anh) kendisine kabir kazıyıp
hazırlam ak isteyen bir kimseye : "Nefsin için kabir hazırlam a, kabir için
nefsini hazırla" diye buy u rm u ştu r.
jj» } c J fy Us ytVUıV d iy e n id a e d e r. Ü ç k e r e
( JlV j î üç k e re de ^ ^ ^ i tr.-» > J*)
( <>*j' b j j ijiJ i d e n ilm e si m u ta ttır . (1 )
(1) Ya Abdd'lalı! yebne zeyııep! üzkür ma künte aleyhi min şehadeti en lâ ilâfıe
illallah , ve enne Muhammeden Resûlüllah ve ennel'cennete hakkun; vennare hakkun
ve eıınel’ba'se hakkun, ve ennes'saate Atiyetün lâ rey be fihâ ve enneflâhe yebasü menfi"
kubur. Ve enneke radiyte billâhi rabben ve bil’islâmi dfnen ve bi Muhammedin SallâT-
lahü aleyhi ye sellem e nebiyyen ve bil’kuram imamen ve bil'kabeti kıbleten vebîl'mü-
minine ihvana, Rabbiyellahii lâ ilâhe illâhû, aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbiil'arşil,
âzîm. Ya abdd'lalı! Yebne Zeyneb! Kul lâ ilâhe fl'lâl'lah, kul rebbiyel'lah, ve dîniyel
İslâm, ve nebiyyî Mııhammedün aleyhisselâtü vesselâm Rabî! lâ tezerhii ferden ve ente
hayrül'vârisîn.
F ukahayı h an efiy ed en bir kavle göre d efin d en sonra telkin yapılm asile
ne em rolunur, ne de neh yolu n u r.
* (M alikîlere göre telk in , ihtizar halinde m endup, d efin d en sonra m ek -
ruhtur. Şafii'ler ile H anbelîlere göre ise m üstehaptır.)
609 Bir m üslüm an, k ıld ığı bir nam azın veya tu ttu ğu bir orucun veya
ok u d u ğu bir Kur’anın veya verdiği bir sadakanın sevabını, gerek ber hayat
olsun ve gerek olm asın sair bir m üslümana veya bilum um müslümanlara h e-
d iy e edebilir, bu câizdir. Bu sevap onlara verilir ve her birinin ayni sevaba
nail olacağı fazlı İlâhiden beklenir.
Kabirler, birer karış m iktarı veya az daha ziyad e yükseltilir, d eve ör-
kücii gibi yapılır ki, bu m endup tur. Düz bir şek ild e yapılm az ve k ireçlen -
m ez. Fakat harap olan bir kabir, çam ur ile tam ir edilebilir.
* (İm am A h m e tten n a k led ild iğin e göre b ö y le ölü ye ağır bir ş e y d e b ağ-
lanır k i, d en izin dibine gid eb ilsin . İm am Ş a fiîn in beyan ın a göre de eğer
d ârı harbe yakın değilse ölii iki tahta arasına sıkıca bağlanm alıdır ki, sular
onu bir sahile atsın da müslümanlar tarafından elde edilerek defnolıınsun.
Bizce de böyle m enkuldür.)
(Malikılere göre bir ölü, defninden evvel de, sonra da başka bir yere
nakledilebilir, şu şartla ki : Nakledilirken hali tegayyür etm em eli, hürme-,
te münafı, tahkiri müstelzim bir halde nakledilm em eli ve naklinde bir
m aslahat bulunm alı. Meselâ : Kabrini deniz sularının basm asından korkul-
m ah veya bereketi um ulur bir m ekâna nakli istenilnıeli veya ailesinin ziya-
ret edebilecekleri yakın bir yere nakli arzu edilmelidir. Bu üç şa rtta n hiç
biri bulunm azsa nakli haram olur.
Hanbelılere göre de sahih bir garaza m ebni cenazelerin definlerinden
evvel de, sonra da nakilleri câizdir. Salih bir kim senin yanına veya müba-
rek bir buk'aya nakil gibi. Elverir ki rayihasının tegayyür etm iyeceğine
em niyet bulunsun. Şafiîlere göre cenazeleri nakil, esasen haram dır. M eğer
ki ölülerini kendi beldelerinden başka bir yerde defnetm eleri â d e t bulunsun
Bir de Mekkei M ükerremeye, Medinei Münevvereye, Beyti Makdise ve salih
bir kavmin m akberelerine yakın bir yerde vefat edenler, bundan müstesna-
dırlar. B unlann rayihaları tegayyür etm em ek şartiyle buralara nakledilm e-
leri sünnettir. Maahaza bunların naklinden evvel yıkanm ış kefenlenm iş,
üzerlerine namaz kılınm ış olm alıdır , ve illâ nakilleri haram dır. D efinden
sonra nakle gelince bu da yalnız zaru ret halinde m ünhasırdır. Gasbedilm iş
bir yere defin gibi ki, sahibinin talebi halinde nakli câiz olur.
614- Ölünün velisi, definoen sonra birinci günden yedinci "güne kadar
kolayına gelen şeyi fakirlere tesadduk ederek sevabını ölüye bağışlam alıdır.
Bu bir sünnettir. Buna kadir olmazsa iki rek 'a t namaz kılarak sevabını ba-
ğışlam alıdır. Fakat ölü sahiplerinin birinci, üçüncü günlerde veya bir hafta
sonra ziyafet vermeleri m ekruhtur. A ncak ölünün kom şularının veya uzak
akrabasının taam hazırlayarak ölii sahiplerine ikram ve yemeleri iç in ilhah
etm eleri m üstehaptır. Çünkü onlar kendilerine- yem ek, ihzar edem iyecek
bir halde bulunabilirler, v. .. -s ’
İ L MİH A Lİ 245
Kabir ve M akbereler:
6 1 8 - Su basm akta olan veya ecn eb i bir m illet elin d e kalan bir mak-
bereyi başka yere nak letm ek câiz görülm üştür. B ö y le bir m akbereyi müm -
kün m erteb e m uh afazaya ç a lışm a k lâzım dır.
~9 Kezalik : C em aatten birinin bir m etal kabre düşm üş olsa ölüye dokuıı-
maksızm kabilin toprakları açılarak o m eta çıkarılabilir. B unda bir beis
yoktur. Çünkü o malın bir hürm eti = değeri vardır. Resuli Ekrem , Sallallahü
Aleyhi Vesellem Efendim iz, m allan zayi etm ekten nehi bu yu rm u ştur. Bir
ıııeta'm b o ş yere kabirde kalması ise m uhterem bir m ah zayi etm ekten b a ş-
ka değildir.
İşte islâm dininin m ala verdiği kıym et, işte her hareketin bir şuura,
bir fâideye m ukarin olmasını isteyen bu iîâh î dindeki büyük hikm et!.
Filvaki kabirlerin üzerine birkaç p arça gül, reyhan gibi yaş çiçekler
de konulabilir. F a k a t bu hususta israf edilmesi, beyhude yere solup gide-
cek m uvakkat çiçeklere bir ç o k paralar verilmesi m uvafık görülemez.
Bahusus başka m illetleri taklit sâikasâle olursa asla câiz olamaz.
621— Kabirleri haftada bir gün, bilhassa cuma ve cum artesi günleri
gidip ziyaret etm ek erkekler için m endup tur. Salih zatların kabirleri teber-
rük için ziyaret edilir, velev ki uzak bir yerde bulunm uş olsun, bu hususta
yolculuğu ihtiyar m enduptur.
Yaşlı kadınlar da ibret almak, teberrükte bulunm ak için kabirleri ziya-
ret edebilirler, bu n d a bir beis y o k tu r. M eğer ki bir fitne korkusu bulunsun.
Zâir, ayakta kıbleye veya ölünün yüzüne karşı durarak dua etmeli,
İLM İHALİ 247
M aam afih ulem adan, suieh adan , sadattan bulunan zatların kabirleri
kaybolm am ak için yanlarına taş k on ulm asınd a ve isim lerinin yazılm asında
bir beis yo k tu r.S a ir ölenlerin cie eserleri gaip, m e ze llete diiçar olm am aları
için b a şla n ucuna birer taş dikip isim lerinin yazılm asın da bir beis g ö rm e-
yen ler vardır. Her halde bu taşlara â y e ti kerîm e yazm am alıdır. B ilâhare
taşlar kırılarak yerlere düşm esi m elhuzdur.
* (M alikîlere göre kabir üzerine K ıır'an yazılm ası haram , ölünün adile
ölüm tarihinin y azılm ası da m ekruhtur. S a fi ilere göre bunlara y azı yazm ak
'm utlaka m ekruhtur. M eğer ki bir âlim in , bir salibin kabri olsun, o halde
adını ve kendisini tem y iz ed ecek vasfın ı y a zm a k m end uptur. H anbelİlere
göre de k itab et, b ö y le tafsile tabi olm aksızın m ekruhtur.I
cilı k on u lm a m ış bulunsa veya sol tarafına yatırılıp başı ayak tarafına gelm iş
olsa bundan d olayı kabri açılam az. Çünkü cen azen in sağ tarafına yatırıla-
rak k ıb leye m üteveccih b ulunm ası bir sünnettir, buna riayet ed ilm ed iğ in d en
d olayı kabri açm ak m uvafık olam az.
Ş e h it k elim esi, şâ lıid e m uadil olup hazır m an âsın ı ifad e eder : Ş e h itle r
y a heııı dünya, hem de ahiret itib ariyle şehittirler. Bunlar birer şehidi hük-
m îdirler. V ey a h u t y aln ız dünya itib a riy le şehittirler. Bunlar da birer şehidi
hükm îdirler. V ey a h u t y aln ız ahiret ahkâm ı itibarile şeh ittirler. Bunlar da
birer şeh id i hak ikî, şeh id i ulırevîdirler. Bu cih etle şeh itler üç kışım a ayrılır.
Bu kısım şehitler, birer şehidi kâm ildir, hem dünya hem de ahiret iti-
bariyle şehittirler. Bunlardan her birine "şehidi hükm i" denir .Bu kısım şe-
hitlerin hükmü, yıkanılm aksızm yalnız nam azlan kılınıp Mbaslariyle defne-
dilm ektir.
Bu m uhterem şehitlerin Allah T ealâ nezdinde kadirleri pek yücedir.
Hak yolunda şehit olanlar, ebedî bir hayata m aliktirler. Bunlar ebedî bir
âlem de daim a m erzuk olacaklardır.B unlann bu m eziyet ve müm taziye Üeri-
ne m ebnidir ki, ayrıca yıkanm aları icap etm em ekte ve kanlı libasları kendi-
leri için bir im tiyaz nişanesi bulunm aktadır. O kan, bir ibadet eseridir, izale
edilemez. Ş u kadar var ki kendilerine h a liç te n tem iz olm ayan b ir şey isa-
bet etm iş ise o izale edilir. Ve kefene elverişli olm ıyan kürk, palto, ayak-
kabı, baş örtüleri gibi şeyler üzerinden alınır, zırhlan, silahları da çıkardır,
baki kalan libası kefeni sünnetten fazla ise azaltılır, noksan ise münasip
bir şey ilâvesiîe sünnet m iktarına iblağ edilir.
~\ . j| I
Bu, İm am ı A 'zam a göredir.îm am eyne nazaran böyle öldürülmüş olan
bir müslüman henüz, m ükellef ve tahir bulunm am ış olsa da hakkında böy e
m uam ele yapılır. Harb halinde öldürülen gayri baliğ bir müslüman çocuğu
veya cünüp bulunm uş olan bir İslam neferi gibi.
* (Eimmei selâseye göre böyle bir şehidi hükm i yıkanm ayacağı gibi üze-
rine de namaz kılınmaz, münasip olan libası ile defnedilm esi icap eder.)
(3) Şehidi kâm ilde aranılan şartlardan bazılarım cami' olm ayıp ve-
fatı yalnız ahiret ahkâm ı itibariyle şehadet sayılan her hangi müsiümandır.
250 BÜYÜK İSLAM
-• Meselâ: H ata yoluyla öldürülüp varislerine "d iy e t" namile bir mal
verilmesi lâzım gelen bir müslüman, ahirette sevaba nâiliyeli cihetile şehit
sayılırsa da dünya ahkâm ı itibariyle şehit sayılmaz. Binaenaleyh sair ö-
lüler gibi yıkanır, kefene konur nam azı kılındıktan sonra defnedilir.
Kezalik: Gayri ıuüslimler ile veya yol kesiciler ile harb ederken m ecruh
olup harp b ittik ten sonra bir tarafa çekilip biraz yiyip içtik te n veya k o n u ş-
tu k tan veya u yud u ktan veya ilâç kullandıktan veya aklı başm da olarak
üzerinden b k namaz vakti geçtikten sonra v efat eden bir müslüman da bu
hükümdedir. Bu veçhile vefat eden bir müslime "M ürtes" denir.
Suda boğulan, ateşte yanan, bina altında kalan, veba, taun, ishal,
sıtm a, zatülcenp hastalıklarından birile veya akrep sokmasile ölen, nifas
halinde veya gurbet ilinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde vefat
eden bir müslüman da aynı hükümdedir.
Bütün bunlara ahiret ahkâm ı itibarile " şe h it" denir. Bu cihetle her bi-
rine "Ş e h id i hakikî" denilm ektedir. Bunlar, dini vazifelerine riay etk ar
kimseler ise ahiret ahkâm ı bakım ından birer hakikî şehittirler. Fakat dünya
ahkâm ı itibarile şehit sayılmazlar. Binaenaleyh sair İslâm ölüleri gibi yıkanır
kefenlenir, namazları kılındıktan sonra kabirlerine tevdi olunurlar.
* Evinde veya başka bir yerde öldürülmüş bir halde bulunan bir müslim
hakkında da böyle m uam ele yapılır. Çünkü onun zulm en öldürülmüş oldu-
ğu yakinen bilinemez.
Velhasıl : Şehadet, büyük bir nim ettir. İnsanın said yaşayıp şehit ola-
rak vefat etm esi, hakkında.pek büyük bir saadettir. Bir hadisi şerifte : " Ş a -
hadete nâiliyetini Allah T ealâdan sıdk üe dileyen kimseyi Allah Tealâ
şehitlerin m ertebesine eriştirir velev ki döşeğinde vefat etsin" diye buyurul-
m uştur. (1) Bütün bunlar ; ihlâsm , güzel niyetin, mealîye m uhabbetin bir
m ükâfatıdır.
D Ö R D Ü N C Ü KİTAP
O R U Ç . K E F F A R E T , Y EM İN , N E Z İR VE
İT İK Â F H A K K IN D A D IR .
O rucun m ah iy eti: , i; J
4 — Ram azanı şerif orucu, hicreti nebeviyeden bir buçuk sene sonra
Şabani şerifin onuncu günü farz kılınm ıştır, bunun farziyeti kitap ile, sün-
n e t ile, icm a'ile sabittir ezcümle " r U,n Clc ^ " âyeti kerîmesi
bunu tanıktır.
Orucun nevi'Ieri:
M uayyen bir günde tutulm ası nezredilen bir oruç, m uayyen bir vacip-
tir. L âalettayin bir gün, bir h afta, bir ay gibi tutulm ası nezredilen bir o-
ruç da gayri m uayyen bir vaciptir.
Nezredilen itik â f oruçları da birer m uayyen vacip dem ektir ki, itik â f
zam anlarına m ahsustur. N itekim ileride izah edilecektir.
vafık değildir. M aam afih bu günlerde tu tu lan oru çlar y in e o ru çtu r. Ş u ka-
d ar var ki, bozulursa kazası lâzım gelmez. Zira câiz görülmeyen bir şey
iltizam edilm iştir. D iğer bir kavle göre ise kazası icabeder.
10— Geceleyin iftar edilm eyip iki üç gün m uttasıl oruç tutulm ası da
m eh ru htur ki, buna "sevm-i visal" denir. N âfilede m em duh olan, bir gün
on ıç tu tu p b ir gün iftar etm ektir ki, buna da "Savm-i davudi" denilir.
11— Hacılar için z a 'f vereceği takdirde "terv iy e" ve "arefe" günlerin-
de onıç tutm ak m ekruhtur. Çünkü sonra hac fiillerini ifadan âciz kalabilir-
ler.
12— "Yevmi şe k " de Ram azanı şerife veya bir vacibe niy et edilerek
tu tu lan o n ıç da m ekruhtur.
J~ Yevmi şek, Şabanı şerifin otuzuncu günüdür. Velev ki havada bir arıza
bulunm asın. Çünkü o gün başka bir beldede hilâlin görünmüş olması mel-
huzdur. Bu, m etali' ih tilâfın a itibar olunm am asına göredir. M aüa'ların ih ti-
lâfını m uteber sayan zatlara göre bir günün,"yevm işek" sayılabilmesi için
hava bulutlu bulunm alıdır, veya gecenin otuzuncu gece olduğuna dair bir
alâm et bulunm am alıdır, m eselâ : Hilâlin görüldüğüne dair olan şehadet
reddedilm iş olmalıdır.
13— Ş ek günü, Ram azanı şerife veya bir vacibe niyet edilerek oruç
tutulsa bakılır : Eğer Ram azan o ld u ğ u anlaşılırsa bu oruç Ram azanı şerif
orucundan olm uş olur. Ram azan olm adığı anlaşılırsa Ram azanı şerif oru-
cuna niyet edilm iş olduğu takdirde bir nâfile o lm u ş olur, iftar edilirse ka-
zası lâzım .gelir. F akat bir vacibe niyet edilm iş olduğu takdirde o vacip
sahih olur.
Ş ay et o günün Şabandan mı, yoksa Ram azandan m ı olduğu anlaşıl-
mazsa bir vâcip nam ına niyet edilm iş olan oruç, o vacip nam ına sahih
olmaz. Çünkü o günün Ram azandan olmak ihtimali vardır.
olm uş bulunur. Bu halde iftar edilse kazası lâzım gelir. Çünkü b un un tu-
tulm ası, iltizam edilm iştir.
İS — Ş e k gününde "R am azan ise oruç tutm aya, değilse iftar etm eye"
n iy et etm iş olan bir kimse, oruç tu tm u ş olmaz. Zira oruca niyetle katiyet
lâzım dır, böyle tereddütle oruca karar verilmiş olamaz.
16— Yevmi şek te nasa işae etm eksizin oruç tutm ak, havassı üm met
i'çiıı afdaldır, avam hakkındaki ise "televvüm " afdaldır. Ya'ni: O nlar ihtiyata
riayet ederek zaval vaktine kadar m uftirattan sakınır, bir şey yiyip içm ezler
beklerler ram azan olduğu anlaşılm ayınca iftar ederler, ta ki ram azandan
olm ayan bir günü ram azan sanmış olmasınlar.
17— Ş aban ı şerif ayını tam am en o ru çlu geçiren veya son üç günün-
de oruçlu bulunan kimse için de yevmi şekte oruç tutm ak afdaldır.
18— Sükût orucu tutm ak, ya'ni: O ruç tu tu p bunu nla beraber bir iba-
d et itikadile bir şey söylem iyerek sükût etm ek m ekruhtur. F a k a t tefekkür
için veya lüzumsuz lâkırdılardan kaçınm ak için sükut etm ek te kerahat
yoktur.
M aamafih bir erkek, hasta veya oruçlu olur veya haç için um re için
ihram a girmiş bulunursa zevcesini nafile o ru çtan m enedem ez. Çünkü bu
vaziyette zevcesine m ukareneii kabil değildir.
20— Ü cretle hizmet eden kimse, hizm etine halel verecek ise müste'ci-
rinin rızası olm adıkça nâfile oruç tutam az. F a k a t böyle bir zarara sebebi-
y et verm eyince m üste’cirinin iznine bakm aksızın oruç tutabilir.
23— Şevval ayında m üteferrik surette ya’ni: H aftada iki gün olmak
üzere altı gün oruç tutm ak m üstehaptır. Maamafih m uttasıl altı gün oruç
tutulm asında, da — m uhtar olan kavle göre — bir beis yoktur. Bazı zevata
göre ise böyle m uttasıl tutulm ası m ekruhtur.
Ram azanı Ş e rif orucunun kazasına sebep olan da yine Ram azan ayma
evvelce yetişilm iş olm aktan başka değildir.
Keffareti ziharın sebebi, helâl olan bir vücudu veya bir uzvu, haram
olan bir vücuda veya uzva benzetip sonra m ukareııete azm etm ektir.
K effareti yem inin sebebi, yapılan bir yem inde hânis bulunm ak o ye-
m ine riayet etm em ektir.
K effareti katlin sebebi de m asum üdden bir insanı hata yoluyla öldür-
m ektir. İlerde bunlar izah edilecektir.
29— O rucun m eşru iy etin d ek i hikm et, pek aşikârdır. Bir kere şüp-
he yok ki Allah Tealâ Hazretleri, bir hâkim i m utlaktır, elb ette onun kulla-
rına em rettiği, tecviz buyurduğu şeylerde birçok m aslahatlar, fâideler var-
dır, velev İd biz bunları hakkile tayin ve takdir edemi yelim.
Maahaza orucun dinî, uhrevî faidelerinden başka sıhhî, İçtim aî ahlâkî
bir nice fâidelerini bizler de pek iyi takdir edebilm ekteyiz. Bu hususta yazıl-
m ış bir hayli m akaleler, risaleler vardır.
Bir hadisi şerifte: "H er şey için bir zek ât vardır, cesedin zekâtı da
oru çtu r, oruç sabrın yarısıdır" diye buyurulm uş tur. ( 1 )
İnsan, oruç sayesinde behim î duygularım azaltır, ruhunu tasfiye eder;
m elekiyet sıfatiyle ittisafa başlam ış olur.
O ruç sayesinde cem iyetin İçtim aî, ahlâkî hayatından başka bir inkişaf,
başka bir fazilet tecelli eder.
O ruç tu tan kimse, nefsini bir kısım şiddetli arzuların savletine karşı
m ukavem ete alıştırır, m eşahim e karşı idm anlı bulunm uş olur.
Oruç tu ta n zat, bir m üddet m ahrum iyete katlanır, bu m ahrum iyet
yiyecek içecek bulam ıyan herhangi bir zîhayatm zelîlâne bir halde olan
m ahrum iyeti kabilinden değildir. Belki bu, bil'ihtiyar il-tizam edilm iş, yük-
sek bir gayeye müteveccih bulunm uş bir m ahrum iyettir, bir mücahededir.
İnsan; bu m ahrum iyet sayesinde yoksulların, m ahrum ların hallerine tecrü-
beli bir vukuf sahibi olur, kendisinde m erham et, şefkat, taaviin duyguları
artar, insaniyet için pek fâideli bir hale gelir, kendisinin duyacağı m anevî
neşveler ise her türlü tasavvurların fevkindedir.
M a'budunun m ukaddes em rine imtisal ederek kendisinin m e ş ru 'n i-
m etlerinden bir m üddet m ahrum iyete katlanan bir insan, artık başkalarının
nim etlerine göz diker mi? Başkalarının zararlarına çalışır mı?
Velhasıl: Böyle âm m enin salâhına hizm et eden k u tsî bir ibadetin Hik-
m eti teşriiyesi bedihîdir. Bunû takdir edem em ek için insanın düşünce has-
sasından büsbütün m ahrum olması lâzm ı gelir.
3 0 - O ruç tutacak kim senin sahur yem eği yemesi m üstehaptır. B unun
vakti gecenin sonudur. Ebül'leyse göre gecenin son altıda biridir. Sahur ye-
m eği oruç için insana kuvvet verir. Sahurun tehiri müstehap ise de ikinci
€.
İ LMİ HALİ v 257
J'ecrin tulü' edip etm ediğinde ıip11e edilecek /.ııııaıuı katlar te’lıîr edilmesi
m ekruh tur.
"S ah u r” seher vaktinde yiyıleeek taamdır. Hu taamı yemeğe "ieselı-
Jnır" ilenir. “ Seher" de ikinci fecirden biraz evvel olan.vakit demektir-,
3 1 — İftarı ta cil yani akşam namazından evvel oruç açm ak, musiehap-
tır. Ta ki oruç hali namazda kalbin huzuruna manı' olmasın Laka! hava bu -
lutlu olursa tacil edilemez, velev kı ezan okunsun Yüksek bir yerde, mesela;
pek nuırtefi’ bir m inarede bulunan kimse güneşin gurubunu görm edikçe if-
tar edem ez.’ Velev ki aşağıda bulunanlar, kendilerince vukubulan uıi-ruba
m ebni iftar etsinler.
Velhasıl: Kat’i bir zaruret bulunm adıkça nefsini pek ağır'işler ile yora-
rak oruç tutam az bir hale getirm ek caiz görülemez.
3 9— O r u c u n t a r z i y e t i n e ve e d a s ı n ı n f a r z i y e t i l e s ı h h a t i m i d a iı aıtla ı
va r d ır. ö y l e k i:
(1) Oruç ile .mükellefiyet için İslam, akıl.bülûg şarttır. Binaenaleyh bu
.vasıfları cami olmayhn b ir'şa h ıs için oruç farz değildir. Şu kadar var ki
âkil ve mümeyyiz olan bir İslam ço cuğunun orucu bir nafile olarak salııh
bulunur.
(2) O rucun edası farz olmak için sıhhat ve İkamet şarttır. Binaenaleyh
Jıasta ve müsafır olanların bu hakle oruç tutm aları icau etmez. Bunlar bilâ-
hare kaza ederler.
Bir orucun edası sahih olmak için niyet ve-lıavz ile nifasian taharet
şarttır.
Binaenaleyh niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, m üçtehitlerin cumhu-
runa göre şer'a» m uteber değildir. Hayız veya nifas halinde bulunan bir ka-
tliam oruç tutm ası da sahili olmaz. Ram azanı şerif orucunu bilâhare kaza
etm eleri lâzım gelir. N itekim ileride izah edilecektir.
S . .
O rucun vakti:
ı J y
:: 40-- Orucun vakti, ikinci fecirden güneşin gurubuna kadar olan müd-
dettir. Maamafih bu ikinci fecrin ilk tıılîııı anma mı. yoksa ziyasının ufukta
uzanıp dağılm aya başladığı zamana mı itibar olunacaktır m es'elesinde ihti-
lal vardır. Bazı zatlara göre fecrin ilk doğuşu anı m uteberdir. Ahvet olan da
budur. Diğer bazı zatlara göre de ziyanın biraz uzayıp dağılm aya başladığı
zaman m uteberdir. O ruç tutacaklar hakkında daha müsait olan da budur.
Binaenaleyh birinci kavle göre fecri sadıkm ilk fıılfluıulan itibaren,
ikinci kavle göre de fecrin zuhurile ziyasının dağılm aya başlam asından iti
baren oruca başlam ak icabeder,
41 Fecrin üılınında şek eden kimse için efdal olan yiyip içm evı terk
etm ektir. Maamafih yiyip içecek olsa orucu yine tamamdır. M eğer ki fecir-
den sonra yemiş veya içm iş olduğu bilâhare anlaşılsın. O halde kaza etmesi
lazım gelir. Fecirden sonra sahur yapılm ış olduğunda zaımı galip bulunan
başka bir müeyyide bulunmazsa — zahırürrivayeye göre — buna itibar olu-
namaz. Fakat bu halde kaza edilmesi ihtiyata muvafıktır.
42— O ruçlu kimse, güneşin gurubunda şek etse iftar etmesi helal ol-
maz. İftar edip de hakikati hal anlaşılmazsa üzerine kaza lazım gelir. Keffa-
retin lüzumu hakkında ise iki rivayet vardır. Fakat guruptan evvel iftar e t-
miş olduğu anlaşılırsa üzerine keffaret de vâcip olıır.
İ LMİ HALİ
4 7 — Kam erî aylar, bazan otuz, bazan yirm i dokuz gün olur. Yay şek-
linde görülen her yeni aya üçüncü gecesine kadar "H ilâl" denildiği gibi her
ayın yirmi altıncı, yirmi yedinci geceüğine de "H ilâl" denir. Diğer günler-
dekine de "K a m e r^ A y " denilir:
)
4 8 — Her kam erî ayın iptidası, ya hilal görülmekle veya ondan evvelki
avın günleri otuza yetiştirilm ekle tesbit edilir.
Hilâlin cem'i "A hille"dir: Hilâl görüldüğü zam an; (Hilâl, H ilâl!.) diye
işaret etm ek m ekruhtur, bir cahilıyye âdetidir.
Hilâl görülünce üç kerre tekbir ve tehlilden sonra üç kerre:
BÜYÜK İSLAM
50— Hava, m ağm um olunca ram azanı şerif hilâline müslim, âkil, âdil
baliğ bir kim senin şahadeti kifayet eder, onun hilâli görmüş olduğunu
ifade etm esine m ebni oruca başlam ak lâzım gelir. Bu kimsenin erkek veya
kadm olması müsavidir. Bu halde böyle bir kim senin şehadetine, yine böyle
bir kimsenin şahadet etm esi de m uteberdir.
Bu hususta âdilden m aksat, hasenatı seyyiatina—iyiliği kötülüğüne
galip olan kimse dem ektir. Bu bapta hah m astur olan kim senin şahadeti de
—sahîh olan kavle göre — kabul olunur.
Bu şahadet, bir haber dem ektir, bir emri dinîyi ihbardan ibarettir, b u n -
da şahadet lâfzı, dâva, m ahkem e, hâkim in hükmü şart değildir, ih tiy a t
bunu kabul etm ekdir.
5 î — Hilâli görenin bunu tefsir etm esi, yani: "Ben beklenin şu m evkiin-
den veya haricinden baktım , hilâli ufkun şu tarafında, b u lutun hem en kena-
rında veya iki b ulutun açık bulunan arasında şu veçhle gördüm " diye izah
eylemesi lâzım mıdır, değil midir? Bazı zatlara göre lâzım dır. Fakat zahiri
rivayete göre lâzım değildir, böyie tefsir edilm eksizin de şehadet m uteber
olur, bu şehadeti işidenler için oruca başlam ak icap eder.
52- Ram azanı şerif hilâlini gören bir müslüman için hem en o gece
şehadette bulunm ak lâzım dır. H a ttâ bu, m uhadderattan bir kadın bile olsa
kocasının veya efendisinin izin vermesine bakm aksızın çıkıp gördüğü hilâl
hakkında şehadet eder, çünkü bu, dinî bir vecîbedir.
5 3 - Hilâli gören kimse, bir beldede ise hem en hâkim in huzuruna gider
şeh ad ette bulunur. H âkim de keyfiyeti ü â n eder. H âkim bulunm ayan bir
yerde ise mescide gider, şeh ad ette bulunur, âdil bir zat ise onun bu şehade-
tine m ebni nas oruca başlarlar.
* (Şafiîlere göre hâkim in hükm ile um um nas üzerine oruç tutm ak farz
olur, velev ki bu hüküm , yalnız âdil bir şahsın hilâli gördüğüne dair olan
şehadetine m üstenit olsun. H âkim in hükmü h ilâ fı kaldırır, oruç başka m ez-
hep sahiplerine de lâzım gelir.)
5 4 - Hilâlin görülmesi, bir ayın girmesi, re'sen değil, tebean hüküm al-
tına alınabilir. Meselâ, Bir kimse, m ahkem ede bir şahıs muvacehesinde
"benim bu şahısda ram azanı şerifin ilk gününde verm ek üzere şu kadar
kuruş alacağım vardır, şim di ise ram azanı şerifin hilâli görülmüştür, binaen-
aleyh bu alacağımı bana vermesini isterim " diye dâva, o şahıs da: "Evet,
o veçhle borcum vardır, fak at henüz ram azanı şerif ayı girm em iştir" diye
in k â r etm ekle hâkim , o dâvacm m hilâli gördüklerine dair getireceği iki şahi-
din şehadeti üzerine o borcun verilmesine hüküm etse ram azan hilâline de
tabaan hükm etm iş olur.
Hilâli ispat için bu veçhile dâva açılması, İm am ı A 'zam a göre müna-
siptir. İm am eyne göre böyle bir dâvaya lüzum y o ktur.
5 5 - Yalnız başına hilâli gören kim senin şehadeti kabul edilm ese de
kendisinin oruç tutm ası lâzım gelir. Ş a y e t o gün oruç tutm azsa kaza eder,
bundan dolayı keffaret lâzım gelmez. Çünkü gördüğü şeyin hilâl değil, bir
hayal olması m elhuzdur. Ş eh ad eti henüz hâkim tarafından red edilm eden
ifta r e ttiğ i takdirde de yine keffaret icap etm ez. Zira red etm ek şüphesi
vardır. K effaretler ise şüphe ile b ertaraf olur. F ak at şehadet kabul edildik-
ten sonra ifta r edecek olsa keffaret lâzım gelir. Çünkü bu takdirde şehadeti
hâkim in hükmile kuvvet bulm uş olur.
* 56— Hava, m ağm um olm ayınca ram azan, şevval ve zilhicce hilâlleri
hususunda bir iki kim senin değil, haberlerile galebei zan hasıl olacak m ik-
tarda ç o k kim selerin şehadetleri kabul edilir. B unlann m iktarını tayin
veliyül' em rin reyine bağlıdır. Bir kavle göre bunların elli erkek olması
lazım dır.
262 ~ BÜYÜK İSLAM
58— Kapalı bir havada ram azanı şerif hilâlini yalnız hâk im görecek
olsa dilerse yerine birini nâip tayin ederek onun huzurunda rü'y ete şeha-
d et eder ve dilerse doğrudan doğ ru ya nasa oruç tutm alarını ilân eyler. F a -
kat bayram M â lin d e böyle bir kişilik şehadet m uteber olmaz. Çünkü
bununla bir ibadete nihayet verilecektir. Maahaza bu nda nasm hukukuna
şehadet m ânası da vardır. Zira oruçtan çıkacaklardır. Nasm huk ukunda ise
ikiden noksan kim senin şehadeti m uteb er değildir.
Binaenaleyh veliyyül'em ir veya hâkim , yalm z başına şevval hilâlini
görecek olsa ne m usallaya çıkar, ne m usallaya çıkm alarım nasa em reder, ne
de aşik âr veya gizlice orucunu açar. Çünkü gördüğü hilâlin b ir hayal olması
m uhtem eldir.
59— Şevval hilâli, ram azanı şerifin yirmi dokuzuncu günü gurubu mü-
teakip araştırılır, bunu yalm z başına gören kim se, ib adet hususunda ih tiy a-
ta riayet ederek iftar etm ez. Ş a y e t ifta r ederse yalnız kaza etm esi icap eder.
Ş eh adeti kabul edilm ediği halde iftar etse yine yalnız kaza lâzm ı gelir, kef-
faret lâzım gelmez.
* (Şafiîlerce racih olan kavle göre şevval için de bir âdil şahidin şehade-
ti kifayet eder, hâkim bununla hükm edince bayram yapdır.) r
İ L MİH ALİ 263
62—- Bir belde ahalisi, yirmi dokuz gün oruç tu ttu k ta n sonra iki âdil
kimse: "Biz ramazan hilâlini sizin oruca başlam anızdan bir gün evvel gör-
m üştük" diye şehadette bulunsalar bakılır : Eğer bunlar, o belde ahalisin-
den iseler lâyık olan şehadeilerinin kabul edilmemesidir.Çünkü bunlar birer
vecibe olan bu şehadeti iıisbeyi vaktiyle terk etm iş bulunm uşlardır. Fakat
uzak bir m ahalden gelmiş iseler şehadetleri câiz olur.Zira bunlar bu şehadet
lerinde töhm etten beridirler.
6 4 — Biı belde ahalisi, hilâli görmeksizin yirm i sekiz gün oruç tu.tup
da sonra şevval hilâlini görecek olsalar bakılır : Eğer şaban hilâlini görüp
anı otuz gün saym ışlar ise yalnız bir gün kaza ederler, ram azanı şerif yirmi
dokuz gün bulunm uş olur. Fakat Şaban hilâlini görmeksizin anı otuz gün
saym ışlar ise iki gün kaza etm eleri lâzım gelir. Çünkü şabanın yirmi dokuz
gün olması m uhtem eldir.
Fakat bu belde ahalisi, yirmi dokuz gün oruç tutup da sonra şevval
hilâlini görseler üzerlerine kaza lâzım gelmez. Zira ram azanı şerif, yirmi
dokuz gün olabilir.
65 — Bir beldede ram azanı şerif orucu, hilâlin görülmesiyle yirm i do-
kuz gün tutulm uş olsa o lıeldedeki hastalar da ilerde bu ram azan orucunu
yirmi dokuz gün olarak kaza ederler. Fakat böyle bir hasta, o belde ahalisi-
nin ne suretle hareket etm iş olduklarını bilemezse borcundan yakın bir
halde kurtulm ası için tam otuz gün kaza orucu tutar.
70— Ram azanı şerif ve bayram yapılması için nücum ilmine vakıf,
adaletle m uttasıf m uvakkitlerin sözlerine m üracaat edilip edilmiyeceği
hususunda beynelfuhaka iki kavil vardır.Ekseriyete ait ve esalıh görülen bir
kavle göre bunların bu husustaki sözleri kabul edilmez. H attâ bir müneccim
için bu bapta yaptığı hisap ile kendisinin de amel etmesi caiz değildir.
Vakıa riyazf hesaplar kat'i ise de bu hisaplan yapanların hatadan m asuniyeti
kat'i değildir. Bıı cihetledir ki takvimler arasında daim a ih tilâ f görülm ekte-
dir.
Maahaza her yerde böyle ince hisaplara m uktedir zatlar bulunam ayaca-
ğından b unlann sözlerine m üracaat lüzumu, bilhassa badiyelerde ve m üte-
ferrik halde yaşayan müslümanlar için m eşakkati m üşkilâti m ucip olur.
Halbuki şe r'î şerif, bu hususta kolaylık gösterm iş, bir hadisi şerifte : "hilâli
gördükten sonra o ru ç tu tun u z, hilâli gördükten sonra iftar ediniz, bayram
yapınız, size hava kapalı olunca da şabanı otuza ikm al ediniz" diye buyurul-
m uştur.
Demek ki şâri'i mübin, orucu ebediyen tegayyiir etm iyecek sabit,ba-
sit, herkesçe tafahhüm ü kabul bir em areye bağlam ıştır ki, o da hilâlin görül-
mesidir. Müneccimlerin sözleri, vakıa riyazî kaidelere m üstenittir, fakat ara-
larında ço k kere ih tilâ f bulunm akta, sözleri m ünzabıt görülm em ektedir.
Bir de hisaba nazaran kameri aylar m utlaka otuz veya yirm i dokuz gün
olm ayıp az çok kesirli bulunm aktadır. Ş â ri'i hakîm ise orucun ya tam otuz
veya tam yirm i dokuz gün tutulm asını em retm iştir.
hisabiyle amel ederek oruç tutabilir. Ehli nücum dan işitip doğru oldu-
ğuna zanni galibi bulunan kimse de onun hisabma istinaden oruca başlaya-
bilir.
Şafîîierce de müneccim in sözü, kendi hakkında ve kendisini tasdik e-
deri kimse hakkında m uteber ise de - racih olan kavle göre um um nas
hakkında m uteb er değildir. Binaenaleyh bu söz üzerine âm m enin oruca
başlam ası vâcip olmaz.
Şafiîlerden yalnız "îm arn Sübkî" nin bu hususta bir eseri vardır. Bu
zati hisabın k a t'î olduğunu nazara alarak m üneccim lerin sözlerine itim at
edileceğine kail olm uş, fakat diğer Şafıfîer tarafından reddedilm iştir.
' j j"
7 1 — Herhangi bir oruca kalben niyet kâfidir. O ruç için sahura kal-
kılıjnası da bir niyet dem ektir. F ak at niyetin dil iie de yapılması m enduptur.
72— Eda edilen ram azanı şerif ve m uayyen nezir ve alelıtlak nâfile o-
ruçları için niyetin vakti, güneşin gurubundan, yani gecenin iptidasından
istiva = kaba ku şlu k zam anına kadar devam eder. Bu m üddet içinde niyet
edilebilir. F ak at guruptan evvel veya tam istiva zam anında ve ondan sonra
akşam a kadar İliç bir oruca niyet edilemez. Bu hususta m ukim ile müsafir,
sahih ile mariz arasında fark yoktur.
M aamafih istiva zam anına kadar böyle niyet edilebilmesi, ikinci fecir-
den itibaren yiyip içm ek gibi oruca m âni bir şey bulunm adığı takdirdedir.
Böyle bir şey ârnden veya sehven vuku bulm uş olunca artık n iyet câiz
olnîtaz.
' Malikîlere göre nâfile oruç için böyle nısfünnehara kadar niyet e dile-
ni e i. Çünkü sabahleyin niyet edilm eyince o gün iftar için taayyün etm iş o-
lur. Bir günün ise hem oruç hem de iftara ihtim ali olamaz.
Bunlara hangi günlerin tahsis edilm iş olması, ancak böyle tay'ine m ukarin
bir niyyet ile taayyün etm iş oiur.
Ram azanı şerif, m uayyen nezir ve her hangi bir nâfile orucu için
alelıtlak niyet kâfidir. Meselâ: "Y arınki günün orucunu tutm aya veya :
Yaruı oruç tutm aya, yah u t yarınki gün nâfile oruç tutm aya" diye niyet
yapılabilir. M aamafih bunlar için geceleyin niyet yapılması ve bu oruçların
tayin edilmesi, m eselâ : "Y arınki Ram azanı Ş e rif orucunu tutm aya n iy et
e ttim '' denilmesi efdaldir.
7 4 — Ram azanı şerifin her günü için aynca bir niyet lâzım dır. Çünkü
araya geceler girm ektedir ve h er günün orucu başlıca bir ib ad et bulunm ak-
tadır. Bunun içindir ki, bir günün orucundaki bir fesat, diğer günün orucun-
daki sıhhata m ani olmaz.
7 5 — Bir kaza orucuna fecrin tu lû'un dan sonra niyet edilecek olsa
bununla kaza sahih olm ayacağından nâfile oruca başlanılm ış oiur. Ş a y e t
bozulacak olsa kazası lâzım gelir. Çünkü başlanılm ış bir ibadeti yarım
bırakm ak câiz olamaz.
7 6 — Bir kimse, daha güneş batm adan : "Y arın oruç tu tay u n" diye
niyet edip de sonra yarınki günün istiva zam anına kadar uyuşa ve gafil
veya baygın bir lıalde bulunsa oruç tu tm u ş olmaz. F ak at güneşin batm asın-
dan sonra böyle niyet etm iş olursa orucu câiz bulunm uş olur.
7 9 — "İnşallah yarın oruç tutm aya n iy et ettim " diye yapılan bir ni-
y e t sahihtir. F ak at: "Y arın dâvete çağırılırsam ifta r etm eye, çağırılm azsam
oruç tu tm ay a" diye yapılan bir niyet m uteber değildir. Böyle tereddütlü
bir niyetle oruç tu tu lm u ş olmaz.
80— İstiva zam anına kadar n iy et câiz olan oruçlarda gündüzün niy et
edileceği takdirde o günün iptidasından itibaren oruçlu bulunm uş olmaya
niyet edilmesi icap eder, n iy et edileceği andan itibaren oruç tu tm aya niy et
edilecek olsa bununla oruç tutulm uş olmaz.
81— Ram azanı şerif gecesn d e veya gündüzünde bayılan veya cinnet
getiren kimse, istiva zam anından evvel ifakat bulup oruca n iy et edince
oruçlu bulunm uş olur.
268 BÜYÜK İSLAM
8 2 - Bir kim se, ram azanı şerifte başka bir vacip oruca niyet edecek
olsa bu ram azan orucuna n iy et etm iş sayılır. Bu hususta İm am eyne göre
m ukim De müsafir arasında fark y o ktu r. İmam ı A 'zam a göre müsafir olunca
n iy et ettiği vacip için oruçlu bulunm uş olur. Çünkü onun ram azan oru-
cunu tutm aya m ecburiyeti y ok tu r.
N âfileye niyet edilecek olsa — esahh olan kavle göre — ram azan orucu-
na niy et edilm iş olur. Hastanın da bu veçhile olan niyetleri — salıîh olan
kavle nazaran — ram azanı şerif nam ına vuku bulm uş olur.
Müsafir ile hastanın m utlak suretteki niyetleri de ram azanı şerif orucu
nam ına sayılır.
8 3 - M uayyen bir nezir gününde keffaret veya ram azan orucunu ka-
za gibi başka bir vacibe niyet edilerek oruç tu tu lm u ş olsa bu oruç -
esahh olan kavle göre - o vacip için sayüır, o m uayyen nezir orucunun
kazası lâzım gelir.
8 4 - Bir oruç ile hem keffarete, hem de nâfileye niyet edilse keffaret
olarak câiz olur F ak at bir oruç ile hem kazaya hem de keffareti yem ine ni-
y et edilecek olsa hiç birinden m uteber olmaz. Çünkü bunların aralarında
tearuz vardır. Bu halde o oru ç, bir nâfile olm uş olur.
8 7 - Esir bulunan bir kim se, ram azam şen f ayının girip girm ediğini
bilemezse araştırır, kanaatm a göre oruç tu tar, bilâhara bakılır : Eğer ram a-
zanı şerife rastlam ış ise veya ram azandan veya m em nu olan günlerden sonra
geceleyin niyet ederek tu tm u ş, ise orucu ram azanı şerif nam ına câiz. olur,
ram azan günlerinden noksan tu tm u ş olunca bu noksanı kaza eder. F ak at
ram azanı şeriften evvele tesadüf etm iş olursa câiz olmaz, yalnız nâfile bir
oruç olm uş olur.
88- O ruçlu kimse iç in su ile ıslatılmış bir misvakı isti'm al, îm anı
E bu Y u su fa göre m ekruhtur. F ak at diğer zevata göre sabahleyin veya ze-
valden sonra yaş veya kuru misvakı kullanm akta kerahat yoktur.
(İm am Şafiîye göre zevalden sonra misvak istimali m ekruhtur.)
İL M İ H A L İ 269
9 1 — O ruçlu kim senin satııralacağı yağ, bal gibi bir şeyi iyi olup ol-
m adığını anlam ak için yalnız ağziyle tatm ası m ekruhtur. Bir kavle göre her
halde alınması lâzım ise veya aldanılm adan korkulursa boğaza gitm em ek
şartiyle tatm asında bir beis y o ktu r.
100— U nutularak bir şeyi yem ekle, içm ekle veva cinsî m ukarenetle
oruç bozulm az. Bu hususta farz, ile vacip ve nâfile oruçlar arasında fark
yoktur. Çünkü selıv ile nisyaıı, ma'fîivdür.
* {Mahkîlere göre bunlann her hangi binle farz olan bir oruç bozulur.
Kazası lâzım gelir. Çünkü orucun rüknü olan imsak fevt olm uş olur.)
101— Sehven yem ekte olan bir oruçluya tesadüf edilince bakılır :
Eğer, orucunu tam am lam aya kudretli görülüyorsa kendisine oruçlu bulun-
duğunu hatırlatm am ak.m uhtar olan kavle göre tahrimen m ekruhtur. Fakat
bir şeyhi fani veya zayıf bir zat olup oruç ile daha zayıf düşeceği anlaşı-
lırsa — sair ibadetleri edaya kuvvetli bulunması maksacüle — sükut edilebilir.
Uykuya dalm ış bir kimseyi vakti geçm eden namaz kılm ak için
uyandırm ak da bir vazifedir. Uyuyan m a'zur olabilir, fakat uyandırm ayan
m a'zur olmayıp günaha girer.
1 02 - Uyku halinde bir şeyi yem ek veya içm ek orucu bozar. Bu, sehv
mesabesinde değildir.
103— O ruçlu olduğu halde sehven yemek yiyen bir kimseye : "sen
o ruçlu sun" denildiği halde hiç uyanm ayarak yemesine devam etse. Sahîh
olan kavle göre orucu bozulm uş, kendisine kaza lâzım gelmiş olur.
108— K onuşm akdan veya sair b ir şeyden dolayı tükürük ile ıslanm ış
olan dudakları sahibinin em m esi, orucunu bozm az. Çünkü bunda bir za-
ru re t vardır.
109— Göz y a şı veya yüz teri ağıza girecek olsa bakılır : Eğer bir iki
katre gibi az bir şey ise orucu bozm az. Çünkü bun dan kaçınm ak mümkün
değildir. F a k a t tuzluluğu bütün ağız için d e hissedilecek derecede fazla
olup da oruç h a ü rd a iken y utulacak olursa orucu bozar.
111— R enkli bir ip parçasını d efaat ile ağıza alıp çıkarm ak orucu
bozm az. F a k a t oruçlu olduğunu hatırlayan b ir kim se, ağzına aldığı bir ipin
siyah, yeşil, sarı veya kırm ızı rengiyle boyanm ış olan tükürüğünü y u tacak
olsa orucu bozulur.
112— D işlerin arasında kalm ış bir taam y u tu lsa bakılır : Eğer az bir
şey ise orucu bozm az, fak at ço k bir şey ise bozar.
N o h u t tanesinden ufak olan şey az, n o h u t tanesi kadar olan şey de
ço k sayılır. Bu, bir m ikyastır.
113— Dişlerin arasında kalan pek az b ir şey, m eselâ: Bir susam veya
bir buğday tanesini yutm ak orucu bozm az. F ak at böyle bir şey dışarıdan
272 BÜYÜK İSLAM
alınıp yutulsa orucu bozar. Bu halde — m uh tar olan kavle göre — keffaret
de lâzım gelir. Şu kadar var ki böyle pek az bir şey ağza alınıp çiğnense
oruca zarar vermez. Çünkü bu ağızda dağdır, birer zerre mesabesinde kalır.
Meğer ki b u n u n tadı, boğaza gidecek oisuıı.
114— Bir kay = ku suntu, kendi kendine gelince bakılır. Eğer ağız
dolusu olm ayıp kendi kendine içeriye giderse orucu b il'ittifak bozm az. Fa-
kat içeriye iade edilirse orucu, îm anı M uham m ede göre bozar. Çünkü imsak
fevt olm uş olur. İmam E bu Y usuf'a göre bozm ak. Zira bu az olduğundan,
tahareti bozm ıyacağm dan om cu da bozm az.
F akat bu kay ağız dolusu olup içeriye binefsihi avdet edecek olursa,
orucu İm am ı Ebu Y u su f a göre bozar.Çiinkü bu taharete m anidir. İmam
M uhamm ede göre bozm az. Zira im sâk kasden terkedilm iş değildir.
Bu kay, içeriye iade edildiği takdirde ise hem İmam M uhamm ede, hem
de İm am Ebu Yusuftan b k rivayete göre orucu bozar. İmam Ebu Yusuftan
diğer bir rivayete göre ise bozm az.
Ağız dolusu kay hakkındaki bu tafsilât, kay'm taam , su veya safra ol-
duğuna göredir. Balgam olduğu takdirde İm am A 'zam ile İm am M uhamm e-
de göre orucu aslâ bozmaz.
116— Yalnız tutm akla, öpm ekle, oynam akla oruç bozulm ayacağı gibi
" ü c e rre t bakm ak ve düşünm ek neticesi olarak meni akm akla da bozulm az.
^ Binaenaleyh bir kim senin orucu, refikasını m ücerret öpmesile, okşa-
masiie bozulm az.
Kezalik: Refikasının veya başkasının yüzüne veya her hangi bir uzvu-
na velev m ükerrer suretle bakışından veya bunları düşünüşünden dolayı me-
nisinin şehvetle gelmesiyle de bozulm az.
İ L Mİ H ALİ 273
1 2 0 - O ruçlu olan kim se, istinca halinde teneffüs etm em elidir ki, iç e -
risine su niifuz etm esin. Bu taharet hususunda m übalâğa iltizam edilir de
su, hukne mevziine kadar erişirse orucu bozar.
H ukne, bir ilâçtır, hukne kullanm aya: "İh tik a n " denir. Hukneye m ah-
sus âlete de "M ihkine" Şırınga denilir. Bu şırınganın ucu, aşağıdan nereye
kadar yetişirse oraya varacak derecede yapılacak bir istinca, orucu bozar.
Maahaza böyle bir istinca, pek az yapılabilir. B unun yapılm ası sıhhata mu-
zırdır.
- İhtikan ve b urn a akıtılan ilâ ç , kulağa dam latılan yağ orucu b o-
12 1
zar, kazayı icap eder. F ak at kulağa giren su, orucu bozm ayacağı gibi kulağa
dökülen su da - m uhtar olan kavle göre — orucu bozm az. N itekim üzerin-
de kulak kiri bulunan bir hilâlin kulağa defeat ile sokulması da orucu ifsat
etm ez. (Ş afiîyyeye göre ifsat eder.)
122 — Erkeğin ihliline dam latılan su veya yağ, mesanesine kadar git-
se de İm am A 'zam ile İmam M uham m ede göre orucunu bozm az. Mesaneye
kadar gitm eyip de ihlil içinde kalsa bil'ittifak bozm az. F a k a t tenaail ciha-
zına dam latılan su veya yağ, orucu bozar. Bu bir hukne mesabesindedir.
İçeriye kadar nüfuz eder, bunda lıilâf y ok tu r.
123— Su veya yağ ile ıslanmış bir parm ağın ön veya arka tarafa so-
kulm ası, hatırda bulunan bir orucu bozar, unutm a halinde ise bozmaz.
Kuru bir parm ağın sokulm ası ise her iki takdirde de orucu bozm az.
12 4 - Vücudun m esam atından içeriye nüfuz eden şeyler orucu boz-
maz. F : 18
274 BÜYÜK İSLAM
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - i- - - -—*- - - - - - - - - - -
bozulm az. F a k a t böyle bir yaraya konulup dim ağa veya içeriye gidip git-
m ediğinde şüphe edilen mayi bir ilâ ç , İm am ı A 'zam a göre orucu bozar.
Çünkü böyle bir ilâç âd ete nazaran içeriye nüfuz eder. İm am eyne göre b u -
nunla oruç bozulm uş. Zira böyle şek ile oruç bozulm ıyacağı gibi lıilkî
olm ayan bir yoldan giden bir ilâç ile de oruç bozulm uş olmaz.
129— T utulam ıyan oruçlardan dolayı fidye verilmesi, ram azanı şerif
orucuyla bunun kazasına ve nezir, oruçlarına m ahsustur. Yem in ve kati
keffaretleri için lâzım gelen oruçları tu tm ak tan âciz kalan kim senin daha
h ayatta iken fidye vermesi câiz değildir. F akat bunun için vasiyet etmesi
câizdir.
130— Bozulan her hangi bir nâfile orucun kazası lâzım gelir. Bu bozul-
ma, oruçlunun gerek kendi sun'i ile olsun ve gerek olmasın müsavidir. Bi-
naenaleyh nâfile oruç tutm aya başlayan bir kadın, â d e t görecek olsa-esahh
olan kavle göre — bu orucu kaza etm esi icap eder. Çünkü bir ibadeti yarıda
bırakm am ak, deruhte edilen bir taati iptal etm em ek bir vecibedir.'
276 BÜYÜK İSLAM
133— Bir m ecnun, ram azanı şerifin içinde ifak at bulsa geçm iş günleri
kaza eder. F a k a t bir kim senin cinneti, ram azanı şerifin evvelinden nihayeti-
ne veya son gününün zevalinden sonraya kad ar devam etse bilâhara ifakat
bulm akla kendisine kaza lâzım gelmez. Çünkü bund a m eşak kat vardır. Sa-
Mh olan da b u kavildir.
Böyle bir m ecnun, ram azanı şerif gecelerinden birinde ifakat b u lu p da
sonra fecirden itibaren yine m ecnun olsa üzerine kaza lâzım gelmez.
Bir m ecnunun ifakati, kendisindeki cinnetin tam am en zevaliyle tah ak -
k u k eder.
* (Maîikilere göre cin n et de bayılm a gibidir. Binaenaleyh kazası lâ -
zım gelir.
134— K azaya kalm ış orucu b ulunan kim se, b u n u kaza etm eden tek -
rar ram azanı şerife yetişin ce b u ram azan orucunu kazaya takdim eder.
Çünkü kaza için zam an m üsaittir.
* (Şafiîlere göre bir ram azana m ahsus kaza oru cunu diğer ram azan
gelm eden tu tm a k lâzım dır. T utulm adan ikinci bir; ram azanı şerif gelince
hem kaza, hem de h er gün için b ir fidye lâzım gelir. Çünkü kaza vaktinden
çıkarılm ıştır. Kazayı vaktinden te 'h ir ise edayı te'h ir gibidir.
Hanefîyece kaza böyle tevkif edilm em iştir. Bu babdaki ây eti celîle
m utlaktır.
135— Bir gayri müslim, ram azanı şerif içinde müslüman olduğu halde
m ütebaki günlerde oruç tutm ıyacak olsa bakılır : E ğer dari harpte ihtida
etm iş ve ram azanı şerif çıkıncaya kadar orucun farziyetini bilm em iş ise
m azur sayılır, ihtidasından sonraki ram azan günlerim kaza etm esi lâzım
gelmez. F a k a t islâm yurdunda ihtida etm iş ise herhalde kaza etm esi lâ -
zım gelir. Çünkü islâm ilinde bu gibi cehalet, bir özür sayılmaz.
İ LMİ H A L İ 277
137— R am azanı şerif orucundan başka hiç bir orucun bozulm asından
dolayı keffaret, yani : Bir ceza, Mr cebri m afat olarak iki ay oruç tutm ak
lâzım gelmez. Çünkü b u keffaretin vücubu hakkındaki nassı K ur'anı, yal-
nız eda edilen bir ram azan orucunu bozm aya m ahsustur.
138— Ram azanı şe rif orucunun bozulm asından dolayı k effaret lâzım
gelmek için hem suretten, hem de m a'nen iftar vuku bulm alıdır. Bu da adet-
ten tegazzi, tedavi veya telezzüz kasdiyle yiyilip içilen şeylerden birim bir
nza âm den yutm akla veya diri bir insana ön veya arka tarafından birn za
âm den m ukarenette bulunm akla vücuda gelir, velev id inzal olmasın.
Binaenaleyh gsza sayılm ayan, bedenin selâhına yaramayan, tab 'an m ur-
dar olup kendisinden nefret edilen bir şeyin birnza âm den yiyilip içilm esin-
den veya bir ilâcın ağızdan başka bir taraftan içeriye akıülm asından dolayı
keffaret lâzım gelmez.
Kezalik : Diri bir insana başka bir taraftan veya ölü bir insana veya ölü
veya diri bir hayvana herhangi bir tarafından birnza vuku bulup inzale mu-
karin bulunan m ukarenetler de bu hüküm dedir. Yalmz kazayı icabeder.Ve
gayn m eşrû m ukarenetler ayrıca azabı İlâhîye sebep olur. (
' * (Şafiîlerce ölü veya behim e hakkındaki m ücam aat, keffareti müs-
telzimdir. Çünkü bu halde oruca m ani'olan bir m ukarenet bulunm uş olur.)
139— K effaret, oruç tutm am anın değil, orucu bozm anın bir cezası-
dır.
Binaenaleyh bir kimse, ram azanı şerifde oruca asla niyet etm ediği gibi
aslâ iftar da etm eyip imsak etm iş bulunsa üzerine yalnız kaza lâzım gelir.
F ak at İm am Züfere göre oruç için m uÜâka im sak, kâfidir. Binaena-
leyh niyet bulunm asa da yalnız imsak ile oruç tu tu lm u ş olur.A rtık ne kaza,
ne de yalm z keffaret lâzım gelir. Bu halde âm den vuku bulacak b ir iftar,
hem kazayı, hem de keffareti icabeder.
Kezalik : O ruca aslâ niyet edilm ediği halde gündüzün âm den iftar
edilse yalm z kaza lâzım gelir, bu cüretten dolayı ayrıca m es'uliyetyüz gös-
terir, taip ve m üstağfir olmak icabeder. F a k a t keffaret lâzım gelmez.
- Kezalik : Geceleyin niyet edilm eyip sabahleyin zevalden, yani :N ih a n
278 BÜYÜK İSLAM
140— Ram azanı şerifde oruca n iy et etm iş bir kim se için birrıza âm -
den yiyilmesi veya içilmesi keffareti icabeden şeylerden bir kısmı şunlar-
dır: Ekm ek, taam , yağ, peynir, b u ğ d a y , kavrulmuş arpa, yağ ile yoğrulm uş
d a n otu, pişm iş veya çiy et, su, kar, dolu, sebze sulan, karpuz; kavun;
yaş ve kuru m eyveler, y aş olup temiz b ulunan karpuz k ab u ğ u , üzüm tanesi,
taze küçük üzüm yaprağı, yiyilen sair yapraklar, nebatlar, safran, misk, k â -
furu, her hangi bir ilâ ç , yiyilmesi m utad olan çam ur, kilerm eni, gebenin
cam isteyip yiyeceği çam ur, bil'um um içkiler : Tütün, nargile, enfiye, emi-
len bir şekerin boğaza giden tadı.
Bunlar d a yiyilip içilm ek i'tibarile sureten ifta r b ulundu ğu gibi bede-
nin salâhına yaram aları veya kendilerinden telezzüz olunm ası itibarile de
m ânen iftar vardır.
141— Â m den yutulacak bir taş, bir dem ir, bir k u rşu n , b k çekirdek,
kuru kabuklu b k fındık veya badem orucu bozar, kazayı icap ederse de kef-
fareti icap etm ez. Çünkü bunlarda, sureten bir ifta r var ise de yiyilmeleri m u-
tad olm adığından m ânen ifta r y oktu r.
Kezalik: Y utulan bir k â ğ ıt, bir pam uk, adî bir çam ur, bir toprak, kuru
bir ot, bir saman parçası, yetişm em iş ayva tanesi kuru veya yaş kabuklu
ceviz tanesi, kabuklu y u m urta kazayı m ucip olursa da keffareti m uciip
olmaz. Çünkü bunlar ile adeten tegazzi veya tedavi kast edilmez. Kuru
fıstık ise içerisi olduğu halde çiğnenir ise keffareti icap eder, çiğnem eden
yutulursa keffareti icap etm ez, velev ki başı yarılm ış bulunsun.
srnı alıp yutmak da yalnız kazayı icap eder. Keffareti icap etmez. Çünkü
bunlardan tabiat nefret eder. Zahiri rivayete nazaran kan da böyledir. F ak at
dostun tükürüğünü airp yutmak ramazanı şerif orucuna nazaran keffareti
muciptir. Zira bununla teiezziiz edilir. Afyon gibi sekir veren kuru otlar da
bu cümledendir.
Velhasıl : Keffaret zecr içindir , zecr ise yiyilip içilmesi mutat olan,
kendisine tab'an meyil edilen şeylerden dolayı tatbik edilir. T abiatın ken-
disinden istikrah edeceği şeylerden ise insanlar zaten kaçınacakları cihetle
bunlardan dolayı zecre hacet yoktur.
144— Yiyilmesi mutad olan bir şeyi ram azanı şerifte u nutarak ağ-
zına. atan kim ® , oruçlu olduğunu hatırlayınca hem en ağzından çıkarıp a t-
ması lâzımdır. Bu halde çıkarmayıp d a yutarsa üzerine keffaret lâzım geiir.
Fakat ağzından çıkarır da soğuduktan sonra yutacak olursa yalnız kaza icap
eder. Çünkü böyle-bir şey, teb'an müstekrehtir.
145— Bir kimse fecir tulü etmiş olduğu halde henüz tulu etm edi zan-
riîle sahur yapsa veya güneş batmamış olduğu halde battı zannile iftar etse
üzerine kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Çünkü amden iftar etm iş
değildir, f
146— Bir kimse, ramazanı şerifte zevcesine hitaben : "Bak fecir tulu
etmiş mi etmemiş mi?" demekle kadın, baktıktan sonra gelip henüz tulü
etmemiş olduğunu haber vermekle ojkimse, oruca münafi bir h arekette
bulunup da fecrin tulü' etmiş olduğu bilâhare anlaşılsa kendisine yalnız
kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Fakat kadın, fecrin tulûunu bilerek
böyle bir harekette bulunmuş ise kendisine keffaret de lâzım gelir.
147— İki kimse, güneşin gurubuna, iki kimse de henüz gurup etmemiş
olduğuna, şahadet ettiği halde iftar edilecek olsa, da güneşin gurup etmemiş
olduğu müehharen anlaşılırsa bundan dolayı bü'ittifak yalnız kaza lâzım
gelir, keffaret lâzım gelmez,
Fakat bu hâdisede böyle şehadet edenler, birer kimse olsa yalnız kaza
lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Çünkü tulü hakkında bir kimsenin şeha-
deti tam bir hüccet değildir.
280 BÜYÜK İSLAM
149— U nutarak bir şey yiyen veya fecir tulu etm iş iken henüz tulü
etm edi zanniyle veya uyku halinde oruca münafi bir harek ette bulunan
kim se, artık orucunun bozulm uş olduğunu sanarak tekrar am den iftarda
bulunsa üzerine k effaret lâzım gelmez. O rucunun bu unutm a ile bozulm a-
yacağını bildiği halde iftar etse İm am A 'zam a göre yine k effaret icap etm ez.
Sahih olan d a budur. Çünkü bu hal, orucun bozulm ası şüphesinden, işti-
bahm dan h alî değildir.
150— Kendisine kay galebe eden veya m azm aza ederken bir h ata eseri
olarak boğazına su k açan veya b ir kadının m ehasisine bakan kim se, bununla
orucun bozulduğunu sanarak ram azanda âm den ifta r edecek olsa üzerine
k erfaret lâzım gelmez. F a k a t bununla orucun bozulm ayacağını bildiği halde
iftar etse k effaret de lâzım gelir. Çünkü bu hususta h iç b ir iştibalıa m ahal
yoktur.
151— Bir kimse, ram azanı şerifte gündüzün misvak kullansa veya birisi
gıybet etse de bu yüzden orucun bozuld u ğu n u zannetm iş ise üzerine keffa-
re t lâzım gelmez. F a k a t bununla orucunun bozulm ayacağına m uttali b u lu n -
m uş ise k effaret lâzım gelir.
152,— Ram azan günü ihtilâm olan kimse, orucunu bozsa bakılır: E ğer
bu ihtilâm ile orucunun bozulm uş olduğunu zannetm iş ise üzerine keffa-
ret lâzım gelmez. F a k a t bununla orucunun bozulm ayacağına m uttali bulun-
m uş ise keffaret lâzım gelir.
155— Ramazan günü nefsini bir çocuğa veya bir m ecnuna tem kin edip
m ücam eatta bulunan oruçlu bir kadın hakkında bilittifak keffaret lâzım
gelir.
İ LMİ HAL İ 2'Sİ
157— Bir yolcu, ram azan günü zevalden evvel beldesine dönm ekle bir
şey yem em iş olduğu halde oruca niyet edip badehu âm den orucunu boza-
cak olsa üzerine keffaret lâzım gelmez.
Zevalden evvel ifakat bulup oruca niyet etm iş iken, sonra orucunu bo-
zan bir m ecnun hakkında da hüküm böyledir.
158— Orucunu bozan kimseye o gün oruç tutm am asını, mübah kıla-
cak bir hal âriz olsa kendisinden keffaret sakıt olur.
Meselâ: Sıhhatte bulunan bir kimse ram azanı şerifte oruca niyet e t-
m iş iken gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa veya âd et görm e-
ğe başlasa, yahut oruç tutam ıyacak bir haldelıastalansa üzerine yalnız kaza
lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Esahh olan kavil budur. Bunlar birer
semavi özürdür.
Fakat böyle bir kimse, kendisini yaralayıp da oruç tutam az bir hale
gelse -sa h ih olan kavle g ö re - keffaret sakıt olmaz. Çünkü bu hale kendisi
sebebiyet verm iştir.
Kezalik: Orucu açtık tan sonra tav'an veya kerhen sefere çıksa yine kef-
faret sakıt olmaz. Zira yolculuk semavi bir özür değildir.
Sefere çıktıktan sonra orucu bozm ak ise yalnız kazayı m ucip olur.
Zira o gün esasen oruç tutm akla m ükellef bulunm am ıştır. .
159— Ram azanı şerifte oruçlu olarak yolculuğa başlam ış bir kimse,
u n utm uş olduğu bir şeyi alm ak için ailesi arasına dönüp de hanesinde bir
şey yedikten sonra tekrar yola çıksa üzerine keffaret lâzım gelir. Çünkü aile
yanm a dönm ekle yolculuktan çıkm ış, yem ek yediği esnada mukim bulun-
m uş sayılır. Fakat beldenin evlerini geçtikten sonra bir şey yiyip de ba'de-
lıu beldesine dönüp yine bir şey yiyecek olsa üzerine keffaret lâzım gelmez.
Velev ki böyle yedikten sonra yolculuktan büsbütün sarfı n a z a r etsin. Çün-
kü bu yemesi, bir ruhsat haline müsadif bulunm uştur.
(2) (Hastalık), şöyle ki: Bir hasta, nefsinin telef olmasından veya aklı-
nın gitm esinden veya hastalığının artm asından veya uzamasından korkacak
olursa oruç tutm ayabilir veya tutm u ş olduğu orucu açabilir. Bilâhara iyi
olunca yalnız kaza ile m ükellef olur. A rtm asından korkulan göz ağrısı da
böyledir. Çünkü bu bir hastalıktır.
Maahaza bu hususta m ücerret mevhûm bir korku kâfi değildir. Ya
hastanın tecrübesinden veya görülen alâm etlerden dolayı kendisince bir zan-
nı galip bulunm alıdır. Y ahut fışkı zahir olmayan bir müslim tabip tarafın-
dan haber verilmelidir.
O ruç tu ttu ğ u takdirde hasta olacağından bu veçhile korkan yani:
Hasta olacağı delilden n eşet eden bir zanm galibe veya müslim bir tabibin
haberine m üstenit bulunan sahîlı bir kimse de hasta hükm ündedir.
Kezalik: Ağır sıtm a nöbetine tutulan kimse, henüz sıtm a zuhur etm e-
den orucunu bozacak olsa bunda bir beis yoktur. Fakat gün aşırı sıtm aya
tutulan kimse, m utat gününde sıtm anın avdetiyle kendisini zayıf düşüre-
ceğini tevehlıüm ederek orucunu bozduğu halde sıtm a zuhur etmese kendi-
sine keffaret de lâzım gelir.
(3) (Düşman ile cihat), şöyle ki: Ram azanı şerifte düşm an ile savaşta
bulunacak bir İslâm mücahidi, düşman karşısında zayıf düşeceğinden kor-
karsa oruç tutm ayabilir. H a ttâ bilâhara savaş vuku bııimasa da kendisine
kazadan başka bir şey lâzım gelmez.
(4) (İkrah hali), şöyle ki: Hayata te'sir veya bir uzvun ziyam a sebep
olacak surette yapılan bir cebir ve ikrahtan dolayı oruç açılabilir, bu caiz
dir. Maamafih müsafir veya mariz olmıyan bir kimse, böyle bir ikraha rağ-
men ram azanı şerif orucunu açm az da zulm en öldürülecek olursa günahkâr
olmaz, belki büyük bir sevap kazanm ış, dinindeki m etaneti göstermiş olur.
F akat müsafir veya mariz olan kimse, bu icbara rağm en orucunu açm az da
öldürülecek olursa günaha girmiş olur. Çünkü bunlar için zaten oruçlarım
açm ak için şer'an ruhsat vardır, bundan da ikrah halinde istifade etm em e-
leri doğru olmaz.
İ LMİ HALİ 283
(5) (Ş iddetli açlık veya susuzluk), şöyle ki; O ruçlu bir kimse, açlık-
tan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından veya aklına noksan gelece-
ğinden bir tecrübeye veya alâm ete veya müslim bir tabibin haberine m ebni
korkarsa orucunu bilâhara kaza etm ek üzere açabilir.
(6) (Gebelik, süt analık), şöyle ki: Ramazanı şerifte gebe bulunan ve-
ya kendisinin veya başkasının ço cu ğ una süt veren bir kadiri, nefsi veya ço-
cuk hakkında bir zarar gelmesinden korkarsa orucunu açabilir, bilâhara
kaza eder: Ş u kadar var ki süt analığı taayyün etıriiş bulunmalıdır. Yani:
Ç ocuğa kendisinden başka süt veren bulunm am alı veya bulunduğu halde
memesini çocuk emmemelidir.
(7) (Hayız ve nifas hali), şöyle ki : Bir kadın ram azanı şerifte gündüzün
âd e t görmeğe başlam ası veya çocuk doğunırsa orucu bozulm uş olur. Ar-
tık â d e t günlerinde ve lohusa bulundukça oruç tutm ası câiz olmaz.
F ak at bir kadm, â d e t günü sanarak orucunu bozduğu halde o gün â d e t
görmese kendisine keffaret de lâzım gelir. Ezher olan budur.
Ram azanı şerifte â d e t gören bir kadın, geceleyin temizleneeek yani:
Adeti kesilecek olsa bakılır: Eğer â d e t günleri tam on gün ise ertesi günü ra-
mazan orucuna başlar. F a k a t on günden az ise âdeti kesildikten sonra im sak
vaktine kadar yıkanm asına kâfi, ciiz'i bir m iktarda fazla bir vakit bulunur-
sa yine oruca başlar, bu kadar b ir vakit bulunm asa, meselâ: Yıkanmasını
m üteakip hem en im sak zamanı olursa o gün oruca başlam az. Çünkü böyle
on günden noksan âdet görenler hakkında yıkanm a m üddeti de â d e t vak-
tinden sayılır.
(8) (Ziyafet), şöyle ki: Z iyafet verm ek veya ziyafete davet olunmak,
nafile oruçları açm ak hususunda bir özür sayılabilir. Binaenaleyh bilâhara
kaza edeceğinden emin olan kinişe, vereceği veya çağrıldığı bir ziyafetten
dolayı nafile olarak tu tin u ş olduğu orucunu bozabilir, çünkü orucuna de-
vam ettiği takdirde bir müslüman kardeşini gücendirmesi m elhuzdur. ■ •
Bir kavle göre nafile oruç, ziyafet için zevalden evvel açılabilirse de
zevalden sonra arü k açılamaz. M eğer ki bu orucun açılmaması, aııanm ve-
ya babanın hukukuna riayetsizliği müstelzim olsun, o zaman yine açılabi-
lir.
Ziyafet, ne farz ve ne de vacip oruçlar hakkında bir özür değildir.
(9) (Talâka yem in), şöyle ki: Nafile veya kaza orucuna başlam ış olan
bir kimseye orucunu açması için bir şahıs kendi refikasının boş olmasına
yem in etse yâni: O nıcunu açm azsa karısının b o ş olacağını söylese bu kim*
se için o şahsı bir zarardan bir eziyetten kurtarm ak m aksadıyla orucunu aç-
mak m endup bulunm uş olur.
Bazı zevata göre daha istiva zamanı olmamış ise bu m enduptur ve il-
284 BÜYÜK İSLAM
(10) (Yaş büyüklüğü), şöyle ki: O ruç tu tm ay a gücü yetm eden kendi-
sine (şeyhi fani) denilen pek yaşlı bir kim se oruç tutm ayabilir.
Şeyhi fani o ihtiyar kimsedir ki. ölünceye kadar vücuduna eksiklik
gelm ekte olup tekrar kuvvet bulm adan vefat eder. Böyle bir kimse için her
ramîızan gününün orucuna bedel olarak bir fidye verm ek icap eder.
Bu fidye, ram azanı şerifin evvelinde verileceği gibi sonra da verilebi-
lir. ^ u n d a fakirlerin teaddüdü ş a rt değildir. Binaenaleyh otuz günün fidye-
si, m üteaddit fakirlere verilebileceği gibi ibaha da caizdir. Şöyle ki: Her gü-
nün o rucuna bedel bir fakire sabah ve akşam doyacak kadar taam yediril-
mesi efe kifayet eder.
161™ Kendi hayatında lâzım gelen fidyeleri verm emiş olan kimse
malı var ise— bu n lan n verilmesini vasiyette bulunm ak icap eder. Vasiyet
edilen veya başkası tarafından tebernıan verilen bir meblağ, ölünün uhdesin-
de kalmış olan farz ve vacip oruçların fidyelerine yetişem ediği takdirde
"devr" yapılın Buna "Iskatı savm" denilir. (2 18)'nci sahifedeki "isfcâtı sa~
lâ t" a da m üracaat!..
163— Yolcu, hasta, hâiz, lohusa için kendilerini oruçlu gibi göster-
m ek icap etm ez. Yolcu ile hasta, âleni yiyebilirler. Ancak kendilerini misa-
fir veya hasta tanım ayan âm m eye k arşı âlenen yiyip içm eleri m ahzurdan
hali değildir. T öhm etten korunm ak ve oruçlu bulunan din kardeşlerine
k arşı saygı gösterm ek lâzım dır.H âyiz ile lohusa için de gizlice yiyip içm ek
adaba daha uygundur.
164— Oruç tutm ası icap etıııiyen bir kimse, oruç tutm asını m üstel-
zim olan bir hali ram azanı şerif günlerinden biri esnasında hâiz olsa o gü-
nün bakiyesini imsak ile geçirmelidir.
Meselâ: İmsak vaktinden sonra tem izlenen hâiz veya lohusa bir kadın,
artık o günün akşam ına kadar imsak etm elidir.
Kezalik: Bir yolcu, oruçlu olarak sabahlayıp da ba'delıu beldesine dön-
se veya başka bir beldeye girip ikam et etse veya oruçlu olm adığı halde im -
sak vaktinden sonra ikam etgâhına avdet eylese artık o günün akşam ına
kadar imsak etm elidir. İftar etmesi kerihtir.
Kezalik: İmsak vaktinden sonra sıhhat bulan hasta, ifa kal bulan m ec-
nun, büluğa eren çocuk, ihtida eden şahıs ve her ne sebeple orucu bozulan
İLM İH ALİ 285
Buluğa eren çocuk ile ihtida edetı şahsa o günün orucunu ayrıca kaza
etm ek icap etm ez: Çünkü bunlar imsak anında m ükellef bulunm am ışlardır.
Diğerlerine ise kaza etm ek icap eder.
165— Bir yolcu için m eşakkatli olmayacak ise ramazanı şerif orucunu
tutması efdaldir. Fakat m eşakkatli olacak ise veya arkadaşları oruçsuz
bulunup yiyecekleri aralarında m üşterek bulunm uş ise iftar etmesi efdaldir.
166 - Nafakasını kazanm aya m uhtaç olan bir işçi, bir san'at sahibi, bu
işile uğraştığı takdirde orucunu bozmasını mübah kılacak bir hastalığa
uğrayacağını bilecek olsa da daha hasta olmadan iftar etmesi helâl olmaz.
* (Keffareti savum):
169— Keffareti savum, ramazanı şerifte bir özrü bulunm aksızın m uay-
yen şartlar dahilinde orucunu bozan bir mükellefin müslim veya gayri ıntK
liın bir köle veya cariye azat etm esinden, buna kadir değüjse iki ay m u tta-
sıl oruç tutm asından, buna da kadir değilse altm ış fakire yem ek yedirm e-
sinden ibarettir.
Keffareti savum, böyle ibahe suretile olabileceği gibi temlik, suretile
de olabilir.
*-■ 17C Aç. baliğ veya mürailik altm ış fakire sabahlı ve akşamlı doya-
cakları kadar yemek yedirm ek bir ibalıedir. Bu yedirilecek taamın yalnız
iuığday ekmeği de olması kâfidir, herhalde katığa hacet yoktur. Fakat ka-
tıksız arpa ekm eği kâfi değildir.
171--; Ş ay et yüz yirm i fakire yalnız bir vakit yem ek yedirilecek olsa
bu ancak altm ış fakire yedirilm iş gibi sayılır, bunlardan altmış fakire tek-
rar sabahleyin veya akşam leyin yemek yedirm ek lâzım gelir. Böyle altm ış
fakire bir def'a yem ek yedirildikteıı sonra bunlar gaip olsalar hazır bulunan-
larına intizar edilmelidir veya tekrar altmış fakire sabahlı akşamlı yem ek ve-
rilmelidir. . .„ .
■..............--- •' ■
172— Keffareti savının temlik suıetile yapılmasına gelince altmış fa-
kirden her birine yarım s â ’ ya'ııi beş vıiz yirmi dirhem buğday, veya bir
sâ' ya'ni: Bin kırk dirhem arpa veya hurm a veya kuru üziim verilmesinden
ibarettir ki. bu tam bir sadaki fi tir m iktarıdır. Bunların kıym etlerini vermek
de câizdir.
J 173— Keffareti savumda bir fakire altmış gün sabah ye akşam veya yüz
yirmi sabah veya akşam yem ek yedirm ek de kâfidir.
Kezalik: Bir fakire iki ayda her gün ya aynen veya kıym etten biler-
den altm ış sadakai fi tir verilmesi de.kifayet eder. Fakat bir fakire bir günde
birden veya altmış d e fa d a verilecek altmış fitre m iktarı, yalnız bir günlük
fitre m iktarı verinde salıîlı olur.
( '* •. • • • • ' ; •
174— Keffareti savum sadakasının selâlıı hal sahibi olan fakirlere ve-
rilmesi efdaldir. İmam Ebu Y usuf'a göre bu. gayri müslim fakirlere verile-
mez. Fetva bu veçhiledir.
keffareti yerine getireceği zaman fakir düşmüş bulunsa keffaretini oruç ile
yayar. F ak at daha orucunu bitirm eden tekrar zengin olup Rakabe azad
etm eğe m uktedir olsa bir köle veya cariye azad etm ek suretile keffaretde
bulunm ası icap eder.
178— Bir kimse, bir ram azanda veya iki üç ram azanı şerifte özürsüz
yere bir kaç d e f a orucunu âm den bozm uş bulunsa bunlardan dolayı yal-
nız bir keffaret lâzım gelir. Sahih olan kavil budur. Çünkü keffarete uku-
b et ciheti galiptir. Sebebi m ü ttehit olan ukubetlerde ise tedahül caridir. Bu
bir ukubet, hepsine k ifay et eder. F a k a t k effaret yapıldıktan sonra tekrar
orucunu bu veçhile bozacak olursa bundan dolayı da aynca bir keffaret lâ -
zım gelir. Birinci keffaret ile tam bir intibah hâsıl olmadığı anlaşılm ış
olur.
* (K effareti zıh ar ) :
179— Keffareti zilıar: karısının tam am ını veya onun yarısı gibi şayi bir
cüz'ünü veya rekabe gibi şahsiyetinin tam am ını m u'şir bulunan bir uzvunu
kendisine nikâhı m üebbeden haranı olan bir kadının tam am ına veya bakm a-
sı haram olan bir uzvuna benzeten, m eselâ: "Sen bana anam gibisin" veya
"anam ın arkası gibisin" veya "senin boynun validemin arkası gibidir"
diyen b ir m ükellef müsliıue lâzım gelen keffaretten ibarettir ki, bu keffa-
reti yerine getirm edikçe karısı ile cinsi m ukarenette bulunm ası helâl olmaz.
Bu kimse yalan söylemiş, helâl olan bir şeyi haram göstermiş olur.
Keffareti zilıar da tam am en keffareti savm gibidir. Buna dair (Hukuk-ı
İslâm iye ve İstilâhat-ı Fıklıiye) adındaki eserimizde tafsilât vardır.
* (Keffareti halk):
180— Keffareti halk. Hac için ihram a girip de bir özre m ebni saçlarını
vaktinden evvel tıraş ettiren kimsenin tutacağı üç günlük oruçtan ibarettir.
Bu o ru çta tavali şa rt değildir. Bu oruç avn ay n günlerde de tutulabilir.
Hac meblıasine müracaat!.
* (Keffareti katil):
181— Keffareti katil, bir müslümanı veya bir zim m iyi âm den değil,
bir hata neticesinde olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffarettir ki,
288 BÜYÜK İSLAM
m uktedir ise bir m ü'm in köle veya cariye azat etm ekten, buna m uktedir de-
ğilse iki ay muttasıl oruç tutm aktan ibarettir. Ava atılan bir k urşun ile bir
şahsın öldürülmesi, hata yolu ile katil cümlesindendir.
182— Keffareti yemin, yaptığı bir yem ine riayet etm eyip hanis olan,
y a ’ni: Andını bozan bir müslümana lâzım gelen keffarettir ki, m uktedir ise
müslim veya gayri müslim bir köle veya cariye azat etm ekten veya on fa-
kiri akşam lı, sabahlı doyurm aktan veya on fakire orta halde birer parça
13bas = n ıb a giydirm ekten, bu üç şeyden birine kadir olm ayınca da üç gün
m uttasıl oruç tutm aktan ibarettir. Bu orucun araşma velev hayız sebebiyle
bir fasıla girerse yeniden tutulm ası icap eder.
183— Keffareti yemin için on fakire sadakai fitir m ik tan bir şey veril-
mesi de kifayet eder. Bir fakire on gün birer fitre verilmesi veya on gün sa-
bahlı ve akşam lı yem ek yedirilmesi de yetişir. Çünkü b ir fakir, m üteferrik
günlerde m üteaddit fakir m esabesindedir. Bir vakit yem ek verip bir vakit de
yem ek bedeli verm ek de caizdir.
184— Keffareti yem in için bir fakire on gün birer libas verilmesi de
caiz'dir. F a k a t on libas bir fakire bir günde verilse yalmz bir libas verilmiş
ş b i olur. N itekim bu keffaret için on litre m iktan bir fakire bir günde
verilse bir fitre verilmiş sayılır.
K effaret için her fakire verilecek libas, onun hiç olmazsa vücudunun
tamamını veya kısmı ekserisini örtecek bir halde bulunm alıdır. Boylu bir
entari ş b i. Binaenaleyh yalm z kısa bir gömlek veya yalnız bir don verilse
kifayet etm ez. Çünkü bunlardan yalm z birini giyinen kimse, örfen çıplak
sayılır. Esahh olan kavil budur. Bu libasın iki üç parçadan ib aret olması ise
daha iyidir. Maaınafih bir libas kısa da olsa taam yerine bir bedel olarak da
verilebilir.
185— Bir kimse, yem ininde daha hanis olm adan keffarette bulunam az.
Çünkü keffaret, bir tövbe dem ektir. Tövbe ise günahtan sonra yapılır. Bir
d e keffaret yem ininde b a rr-sa d ık olm anın bir halefidir. Asıl mümkün ol-
du k ça halefine = yerine kaim olacak şeye gidilemez.
186— Mal ile yapılan keffaretler, ölülerin kefenlerine, b o rçla n n a veya
mescidlerin binalarına sarf edilemez. Çünkü bunların fakirlere ibahesi veya
temlik edilmesi şarttır. Bu sarfda ise ib ah ev e tem lik bulunm uş olamaz.
veya yapm am ak hususunda azme veya iddiaya kuvvet verm ek için ya Allah
Tealâya kasem veya talâk veya itiak gibi bir şey 'e talik suretile yapılan bir
a k if'd e n ibarettir ki b u n a Ttirkçem izde "an d " da denir.
M eselâ: "Vallahi filân işi yaptım " veya "yapm adım " dem ek kasem su-
reliyle bir yem in olduğu gibi "filân işi y apüm sa" veya "yaparsam kölem
azat olsun" dem ek de talik suretile b ir yemindir.
188— Yem in edene : "H alif= an t içen " denir. Yem ini m uhafaza etm e-
ye "berr", yem ini m uhafaza edene de " b a rr" denir.
Bil'akis yemini bozm aya veya hakikate m uhalif yem in etm eye: "hins"
denildiği gibi yem ini bozan veya hakikate aykın an t içen kimseye de:
"hanis" denilir.
189— Kasem suretile olan yem in, ya: "Vallahi Billahi Tallahi" denil-
mesi gibi Allah Tealânm ismi zatine veya üzerine yem in edilmesi m u 'tâd olan
"R ahm an, R ahim " gibi m übarek isim lerinden birine, veya "izzeti İlâhiye,
kudreti İlâhiye" gibi zati sıfatlarından birine an t içm ekle yapılır.
Başkalarına, m eselâ: Peygamberlere, Kâbe-i M uazzamaya yem in edile-
mez. M ahlukattan birinin başın a veya h ay atın a yem in edilmesi de caiz
olmaz.
190— "Kasem ederim ", "yem in ederim ", "şeh ad et ederim ", "Allah
T ealâ ile ahdolsun", "A llah T ealâ ile misakım olsun", "üzerime yem in
olsun", "üzerime ahdolsun" sözleri de birer yem in sayılır.
191— Bir şahsa h ita b e n : "Sen vallahi bugün şöyle yapacaksın” veya
"yapm ıyacaksm " tarzındaki sözler de birer yemindir.
Bineanaleyh o şahıs, bu n a m uhalefet ederse bu sözü söylem iş olan
kimse hanis olur. M eğer ki bu sözile o şahsa yem in verdirm ek istem iş
olsun, o halde ikisine de bir şey lâzım gelmez.
193— Bir kimse "Ş ö y le yaparsam k âfir olayım " veya "y ah u d i veya
nasraniyim " veya "A llahın kulu, peygam berin üm m eti olm ıyayım " veya
"kıblem ahar tarafa olsun" veya "A llah ruhum u imansız kabzetsin" veya
"A llaha iki dem işlerden olayım " veya "Ü m m eti M uham m etden olmaya-
yım " veya " h â ş â Resulü Ekrem e seb'etm iş olayım " dese itikadına maksa-,
dına bakılır. Eğer böyle b ir sözü m ücerret yem in itikadiyle iddiasına kuv-
vet verm ek için söylemiş ise bu bir yem in olur. Hanis olunca üzerine
keffaret lâzım gelir. F akat bu sözü bununla k âfir olacağına m u 'te k it olduğu
halde söylem iş ise bu, yem in olmaz, kendine tövbe ve istiğfar ile imanını
ve evli ise nikâhım tecdit etm ek lâzım gelir. Hanis olsun olmasın müsavidir.
F : 19
290 BÜYÜK İSLAM
194— Bir kimse: "şö y le yaparsam Allah Tealâm n azabına" veya " la -
netine veya sahafına uğrayayım ” veya "sitrik, zani olayım " dese bununla
yem in etm iş olmaz. "Nam azını, orucum şu kâfirin olsun" demesi de böyle-
dir.
Maamafih bir kavie göre nam azın ve orucun bir ibadet ve k urbet
olmak üzere kâfire aidiyeti kasdediiirse bu, bir yem in olur, fak at yalnız
sevaplar® aidiyeti kasdediiirse yem in olmaz.
Bu gibi sözler. İslâm terbiyesine, âd ab ın a m ugayirdir, bunlardan sakın-
malı, şay et bunlardan biri vuku bulursa hem en tâip ve m üstağfir olmalıdır.
195— "M ushaf hak k ıçü n ", "K u r'an ı âzim hakkıçün", "okuduğum
Kur'an hakkıçün filân işi işlem em " dediği halde o işi işleyen kimseye
k effaret lâzım gelmez. Yani taip ve m üstağfir olması lâzım gelir.
M aamafih K ur'anı kerim, kelâm ı İlâhi olduğundan bir kavle göre
K ur'ana olan yem in, m uteberdir.
197— Kasem suretiyle olan yem inler: Yem ini lâğv, yem ini ganıus,
yem ini münakide nevilerine ayrılır. Ş ö y ie ki:
(1) Yemini iâğv: yanlışlıkla veya doğru olduğu zanniyle yalan yere
yapılan yem indir. Bir kim senin kasdine m ukarin olmaksızın başka bir şey
söyüyecek iken: "V allahi" diye yemin etm esi bu kabildendir.
Kezalik: Borcunu ödem iş olmadığı halde ödem iş olduğunu sanarak
"V allahi borcum u ödedim " diye yem in etaıesi de böyledir.
Bu nevi' yem inden dolayı keffaret lâzım gelmez. Bunun bağışlanacağı
um ulur.
(2) Yemini gam us, yalan yere âm den yapılan yem indir. M eselâ:
borcunu ödem em iş olduğunu bilen bir şalısın: "Vallahi ben borcum u öde-
dim " diye kasem etm esi bu kabildendir. Bu pek büyük günahtır. Böyle
yalan bir yem in y u rtlan viran, yalancıları mahv-u perişan eder. Bunun b a -
ğışlanması için keffaret kifayet etm ez, bundan dolayı yalnız tâip ve miis-
İ LM İ HA Lİ 291
tağfir olm ak ve bu yüzden b ir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu yerine
getirip helâlhk almak lâzım gelir.
f
* (im anı Şafiîye göre yem ini gam ûstan dolayı da keffaret icap eder!)
(3) Yem ini m ün'akide, mümkün ve âtiy e ait bir şey hakkında yapılan
yem indir. "Vallahi ben y a n n borcum u vereceğim " veya "Vallahi ben fi-
lân kimseyle konuşm ıyacağım " denilmesi gibi.
Böyle bir yem ine riayet edilirse keffaret lâzım gelmez. F a k a t riayet
edilmezse, meselâ: "yarınki gün borç ödenm ezse” veya "o kimseyle konu-
şulursa" yem in bozulm uş, keffaret lâzım gelmiş olur.
işte bizce yalnız bu nevi' yem inlere velev m ükrehen veya sehven veya
nisyanen riayet edilm em esinden dolayı k effaret icap eder, bun un hükmü,
keffarettir.
Böyle bir yem ine riayet etm ek lâzım dır. M eğer ki buna riayet edil-
diği takdirde bir. vecibe, bir âm m e m aslahatı fevt olsun veya bir m usibet
irtikâp edilm iş bulunsun. O halde bu yem ine riay et edilmemesi icap eder,
bu yem in bozulur, ondan sonra k e ffaret verilir, Hak Tealâdan aftivler di-
lenilir.
M eselâ: Bir kim se b orcun u verm em eğe veya babası ile konuşm am aya
yem in etse buna riayet edemez, belki borcunu verir, babasıyla konuşur,
sonra da keffaretini yerine getirir. *
198— Yemin, taaddüt edince k effaret de taaddüt eder. Velev ki yem in-
lerin meclisi m ü tteh it olsun. Binaenaleyh bir kimse şöyle yapacağına:
"Vallahi ve Billahi" diye yem in etse veya "V allahi” diye b ir yerde yemin
edip sonra başka bir yerde yine "V allahi" diye yem inde bulunsa yem inleri
taaddüt etm iş olur. Bu halde hanis olunca her yem inden dolayı ayrıca
keffaret lâzım gelir.
F a k a t İm am M uham m ede göre yem in keffaretleri çoğalınca tedahül
eder, y ân i: Bir keffaretle hepsinin uhdesinden çıkılm ış olur. M uhtar görülen
de budur.
199— "Vallahi filân ve filân ile konuşm ıyacağım " veya filân ve fi-
lâ n yere gitm eyeceğim " gibi sözler, bir yem in sayılır. Binaenaleyh o iki kim-
seden yalnız birisile konuşulsa veya o iki yerden yalnız birine gidilse yemin
bozulm uş olmaz.
"V allahi yem ek ve su tatm am " denilmesi de bu kabildendir. Meğer ki
bunlardan herhangi birini tatm aya n iy et edilm iş olsun. O halde bunlardan
yalnız birini yapm akla da yem in bozulm uş olur.
t-
2 00 — Nefıy edatı ilâvesiyle. "Vallahi ne filân ve ne de filân ile konu-
292 BÜYÜK İSLAM
şu ram " veya "V allahi ne yem ek ve ne de su tadarım " denilse bu iki yem in
olm uş olur. Herhangi bir ile .konuşulsa veya herhangi biri tadılsa yem in
bozulm uş, keffaret icap etm iş olur.
2 0 3 — Aklen mümkün ise de âd eten m uhal olan b ir şeye yem in, der-
hal, hanis olmayı icap eder. Binaenaleyh b ir kimse, "Ben göğe çıkacağım "
veya "şu taşı altım a çevireceğim " diye yem in etse hem en hanis olur. F a k a t
böyle bir yem in, bir vakit ile m u kayyet olursa o vakit çıkm adıkça hanis
olmaz.
"V allahi on güne kadar şu demiri elm a; edeceğim " diye yem in edil-
mesi gibi. Bu halde daha on gün çıkm adan yem in eden ölse hanis ve bina-
enaleyh üzerine keffaret vâcip olmuş olmaz.
olur. Çünkü artık barr olm aya = A n î da gerçek çıkm aya im kân kalm am ış
olur.
Binaenaleyh bir kimse: "filân zat izin verm edikçe, ben şu kimse iie
konuşm am " diye yem in ettiği halde o zat izin verm eden yefat etse artık
yem in kalm amış olur da o kimse ile konuşm asından dolayı k effaret lâzım
gelmez.
"Sen borcunu verm edikçe ben senden ayrılm am " diye yem in yapıldık-
tan sonra borcun bağışlanması da bu kabildendir artık yemin b ertaraf ol-
m uş olur.
F a k a t İmam Ebû Y usuf'a göre bu gibi hallerde yem in, teebbüt eder,
artık her ne vakit şart, m eselâ: K onuşm ak vuku bulursa yem in bozulup
keffaret veya m uallekun aleyh olan ceza lâzım gelir.
2 0 7 — Yeminler, evvelce söylenilen bir kavil veya fiil ile takayyüt eder.
Binaenaleyh, bir kimse, m uayyen b ir taam ı yem eğe d â v e t edilmekle:
"V allahi ben yem em " diye yem in etse b u yem ini bu m uayyen taam a mas-
ru f olur, başk a bir taam yem ekle hanis olmaz.
Kezalik: Bir kimse, gitm ek üzere bulunan bir şahısa karşı: "Vallahi
gitm iyeceksin" diye a n t içse bu yem in o şahsın bu gitmesine ait olur, b ilâ-
hara gitmesiyle hanis olmaz.
jt Kezalik: Bir şahsa hitaben: "Ben seni hapis ettirm em ” diye yem in
eden kimse, o şahsı alacaklıların hapis ettirm elerine söz ila çalıştığ ı halde
m ani olamazsa hanis olmaz.Kezalik: "filân şahıstaki alacağım ı bugün onda
bırakm ıy acağım '' diye yem in eden kimse o gün hâkim e m üracaat edip
alacağını dâva ve o şahsa inkârına m ebni yemin tevcih edilmesini talep
etse artık hanis olmaz. Çünkü kendisine mümkün oian bundan başka değil-
dir.
209— Yem inler, nisbetin zevaliyle nihayet bulur. Şöyle ki: Meselâ:
"filân şahısın hanesine girm em " veya "taam ından yem em " veya "libasım
giymem" veya "zevcesiyle veya dostuyla konuşm am " diye yem in eden
kimse, satıldıktan o şahsın hanesine girse veya taam m dan yese veya rubasını
giy inse veya kendisinden tam am en ayrılan zevcesiyle veya kendisine düş-
m an kesilen dostuyla konuşsa yem inden hanis olmaz.
F a k a t yeniden alacağı bir haneye girse veya taam m dan yese, veya ru-
basını giyse, veya alacağı yeni zevcesi ile veya edineceği yeni bir dostu ile
kon uşsa hanis olur.
Haneye, taama, libasa işaret edilm iş oisun olmasın müsavidir. Çünkü
bunlann şahıslarına adavet edilmez. F a k a t zevceye veya d o sta işaret ederek:
"şu karısı ile" veya " şu dostu ile ko nuşm am " diye yem in edilirse yemin
bunlara münhasır kalır, bunlara ait nisbetin zevaline zâiî olmaz, bunlar ile
nisbetin = zevciyet, dostluk ilgisinin zevalinden sonra d a konuşulursa hanis
olur. Zira bunların zatlanna adavetten dolayı böyle yem in edilmiş olması
mümkündür.
M eselâ: Bir kim se, "vallahi b en şu h a n e y i satın alm ıyacağım " d iye
y e m in e tt iğ i h a ld e onu bir v ek il vasıtasile satın alsa y em in in d e hanis olm az.
M eselâ: Bir kim se "şu m alı filâ n zata h ib e etm iy e c eğ im " d iye yem in
e ttiğ i halde h ib e edip te o za t kabul e tm ese hanis olur. B ilâkis "satm ıya-
cağım " d iy e y em in e ttiğ i h ald e satsa da o za t kabul e tm ese hanis olm az.
D em ek o lu y o r ki hibe gibi m üteberreatta y a lm z mü te b e r d in = m ecce-
neıı b ağ ışla y a n icabı k â fi oluyor. F a k a t b e y i' v e icare gibi m u avezatta
y a ln ız icap k â fi olm ay ıp kabule de h a c e t bulun u yor.
215— Y em in , so h b e t ile ülfet, le z z e t ile elem , gam ile sürür gibi hayat
h aline m u h ta ç olan fiillerde y a ln ız h a y a t ile tak ayyü t eder, ölünün diriye
ortak olacağı fiillerde ise h em lıayat, h em de m ev t hallerinde m asruf olur.
•B inaenaleyh bir kim se, bir şah sa h itab en "seninle k o n u şu r isem "
v e y a "senin y a n m a girer isem " v e y a "seni öp er isem " v e y a "seni d ö ğ er
ise m ş ö y le olsun" d iy e y e m in e ttik te n sonra o şah ıs v e fa t e tse artık yem in
n ih a y e t b u lm u ş olur. O şa h ısa ölü halinde h itap etm ek le, v e y a yan ın a
girm ekle v e y a onu ö p m ek le vey a ona elb ise verm ek le v ey a on u n cesed in e
vurm akla y e m in b o zu lm u ş ce za lâ zım g elm iş o lm az .
F a k a t "seni yık ar isem " vey a "sana elb ise giydirir isem " v e y a "seni
m essed er isem " v e y a "seni bir şe y e bindirir isem " v e y a "seni taşır isem "
d iy e y em in etse onu öld ü k ten sonra yık am ak la v ey a k efen lem ek le, vey a
vücudunu o k şam a k la v e y a bir şe y e bindirm ekle v ey a taşım akla da hanis
olup ceza lâ z ım gelir.
bakılır: E ğer b un lan gazep halin d e y a p m ış ise hâııis olur. M iilaebe halinde
yap m ış ise, sahili olan kavle göre h â n is olm az.
2 2 4 — Cebir ve ikrah, kasti izale etm ed iğ i c ih e tle yem inin akdini m en'
etm ez . B inaenaleyh "şu m u a y y en ş e y 'i y e m iy e c e ğ in e " dair bir riza veya
m ükrehen y em in ed en kim se, o şe y i bil'ah ara vuku bu lan cebir ve ikraha
m ebni y iy e c e k olsa h ânis olur. N itek im baygın v e y a m ecnun old u ğu halde
y ed iğ i takdirde de hüküm böyledir.
F ak at " iç m iy e ceğ in e" y em in e ttiğ i bir şe y i başkaları cebren b o ğ a -
zına akıtacak olsalar hânis olm az. Çünkü kendi fiili b u lun m am ıştır. B ilâ-
hara rizasile içerse h â n is olur.
225 "Vallahi yersem " v eya "içersem " veya "giyersem ş ö y le olsun"
298 BÜYÜK İSLAM
2 2 7 — Bir kim se, başkasınd aki bir alacağını m üteferrik su rette al-
m ıy a ca ğ m a y em in e ttiğ i halde ondan bir m iktarını alacak olsa, ba'dehu
m ü tebakisin i d e alm ad ık ça h â n is olm az.
2 2 8 — Bir kim se "m alı bulunm adığına" dâir y em in e ttiğ i halde tica-
ret için olm ayan e şy a sı, akan v e y a arazisi bulunsa b u n u n la h â n is olm az.
Çünkü bunlara örfen m al d en ilm ez, d en ild iğ i takdirde h â n is olur.
2 2 9 — "Ben bu işi e lb e tte yap aca ğım " m eselâ : " Ş u zatı e lb e tte ziy a ret
ed eceğ im " tarzında yapılan yem in ler, bir d e f a y a m asruftur. B inaenaleyh
bir kerre ziyaret vuku bulunca y em in yerine getirilm iş olur.
Binaenaleyh bir kim se "A llaha kasem ederim ki yarın inşallah şu işi
yap an ın " d iy e y em in etse v e y a " filân işim olursa inşallah şu kadar gün
o n ıç tutayım " d iye nezir e tse d e yarınki gün o iş i yap m azsa v e y a o iş i o l-
duğu halde oruç tutm asa h ânis, günahkâr olm az. Çünkü bu hald e o işin
yap ılm ası v ey a orucun tutulm ası, Allah T ealâ m n d ilem esin e b ağlan m ıştır.
İLM İH ALİ 299
235 — Bir nezrin şer'an sahih, m u teb er lâ zım m ü l'ifa o lab ilm esi iç in
şu gibi şartları vardır:
300 BÜYÜK İSLAM
^ (1 ) N ezred ilen şe y in cin sin d en bir farz vey a vâcip bulunm alıdır.
B inaenaleyh "bir gün oruç tutayım " d iy e yapılan bir nezir sahihtir. F akat
" F ilân h asta y ı iy a d etd e bulunayım " d iy e yapılacak bir nezir sahili, y a n i her
h ald e lâzım m ü l'ifa olm az.. Çünkii iy a d et cin sin d en bir farz veya v â cip y o k -
tur.
(2 ) N ezir ed ilen şey in cin sin d en bulunan farz v ey a v â cip , b izza t
m ak su t olm alıdır, başka bir farz v e y a v a c ib e v esile bulunm am alıdır.
B inaen aleyh "iki ıe k 'a t nam az kılayım " d iy e yap ılan bir nezir, sahih-
tir. F a k a t "nezrim olsun ab d est alayım " v ey a " tilâ v et secd esin d e buluna-
yım " d iy e yapılacak bir nezir, m u 'teb er değildir. Çünkü a b d est ile tilâ v et
secd esi, b izza t m a k su t d eğil, belki b izzat, m a k su t olan ibadetlere birer
vesiledir.
(3 ) N ezir ed ilen ş e y , za ten yapılm ası fllhal v e y a a tiy en lâ zım bir farz
veya v â eip bulunm am alıdır.
B inaen aleyh "nezrim olsun yarınki sabah nam azım " v eya "vitir nam a-
zın ı la lay ım " tarzındaki nezirler sahili olm az.
(4 ) N ezir ed ilen şe y , haddi zatında bir m a'siyet olm am alıdır.
B inaen aleyh intihar gibi bir ş e y e nezir, m eselâ : " Ş u işim olursa n e f-
sim i H ak y o lu n d a kurban ed ey im " d iy e yapılan bir adak sahih olm az.
F akat esasen m e şr u ’ iken b aşk a bir seb ep ten d o la y ı n eh iy edilm iş
olan bir ş e y ile nezir sahili tir.
M eselâ: Bir kim se, R am azanı ş e r if bayram ının birinci gününde veya
Kur'ban bayram ının d ört gününde oruç tu tm ayı nezir etse bu sahili olur.
Ş u kadar var ki o günlerde oruç tutulm ası, n eh y ed ilm iş b u lunm akla o
günlerde iftar edip bilâhara kaza eder. M aam afih iftar e tm e y ip oruç tutsa
nezrini y erin e getirm iş olur.
"B inaenaleyh filhai b in kuruş tasadduk etm esin i" nezr ed en kim senin
yalnız yüz kuruşu bulunsa ancak bu yüz kuruşu tasadduk e tm e si icap eder.
V eya başkasına ait bir m alın verilm esini, m eselâ: B aşkasının k oyu n u n u n
kurban edilmesini nezr eden kimseye de bundan d o la y ı bir şey lâzım gel-
mez...
2 3 6 — "N ezrim olsun yarın oruç tutayım " gibi bir adak m u a y y e n bir
nezirdir. "N ezrim oîsun bir gün oruç tu tayım " d en ilm esi de gayri m u a y y en
bir nezirdir. Bunlar aynı zam an da birer m u tlak yan i şarttan hali nezirler-
dir.
" F ilân kim se gelirse A llah iç in nezrim olsu n bir gün oruç tutayım "
v ey a "şu kadar sadaka vereyim " gibi şarta b ağlı nezirler d e birer m u allâk
nezirdir.
B inaen aleyh bir k im se "Cuma günü oruç tu tayım " v e y a "B eytül
m ak d iste şu kadar rek'at nam az k ıla y ım ” v e y a "bu p arayı cum a ğiinü filâ n
302 BÜYÜK İSLAM
M eselâ: "Filan işim olursa cu m a günü oru ç tu tayım " v ey a "şu m ah ai-
d e Jci filâ n fakire şu elim d ek i parayı vereyim " d iy e n ezir ed en kim se, o işi
görüldükten sonra her hangi bir günde o orucu tutabilir, v e y a her hangi
y erd ek i d iğer bir fakire o paranın m islini verebilir.
2 4 2 -- Bir vakte kadar izafe ed ilen bir oru ç, o vaktin gelm esin d en evvel
tutulursa, İm am ı A 'zam ile Ebu Y u su fa 'gö re c â iz olur. İm am M uham m ede
göre câ iz olm az. R eceb i şe r ifte tu tulm ası nezr ed ilen bir orucun rebiul-
ahirde tutulm ası gibi.
2 4 3 — "Bir sen e oruç tutayım " d iy e m u tlak surette yapılan bir nezir-
den d o la y ı h ilâ ller itibarile tam bir sen e oruç tutulm ası lâzım gelir. Ş ö y le
ki: Bu halde bakılır: E ğer m u ttasıl tu tulm ası sö y len m e m iş ise bu oruç
m üteferrik günlerde tutulabilir. Ş a y e t m u ttasıl bir h ald e tutulursa, otu z
b e ş ^iniin kazası lâzsm gelir ki, b u nlann o tu z günü ram azanı şerife, b eş
günü d e, bayram lara m ü sad if günlere bedeldir. B ö y le nezr ed en kadın ise,
bu sen e iç in d e oruç tu tam ıyacağı â d e t günlerini de kaza eder.
F akat b ö y le bir sene m uttasıl oru ç tutulm ası nezr ed ilm iş olursa
ram azan günlerini kaza lâ zım gelm ez.Z ira b ö y le bir sene, ram azanı şe r ifte n
h a li olam ıyacağı için ramazan günleri bu nezirden istisna ed ilm iş gibi olur.
2 4 4 -- Bir kim se: " F ilâ n ayda, m e se lâ R eceb i şer ifte o n ıç tutayım "
d iy e nezir e ttiğ i halde o ayda h asta olsa iftar ed ip ba'dehu - ram azanı
şe rifte olduğu gibi - kaza eder.
2 4 5 — "A llah rızası için bir gün o n ıç tutayım " d iye yapılan bir nezrin
günü m u a y y en değildir. N ezr eden, d ile d iğ i gün bu orucu tutabilir. İki gün,
üç gün... D en ild iği taktirde de hüküm böyiedir.
M eselâ: "M uttasıl 0 1 1 gün oruç tutayım " diye nezr e tm iş bulunan bir
kadın, beş gün tuttuk tan sonra â d e t g ö rm eğe başlasa tu ttu ğ u oruçlar
nezir nam ına sayılm az. T em izlen d ik ten sonra y en id en on gün oruç tu tm a-
sı lâzım gelir.
F akat m ütefferrik günlerde şu kadar oruç tu tm a y ı nezir ed en kim se,
o kadar gün m uttasıl bir su rette o n ıç tutsa nezirini ifa e tm iş olur. .
Yalnız: "N ezrim olsun" denilm esi de böyled ir. Bu halde bakılır: Eğer
bununla bilâ adet oruca n iy et e d ilm iş ise üç gün oruç lâzım gelir. Bilâ
m iktar sadakaya n iy e t ed ilm iş ise on fakire birer fitre miktarı verm ek
icabeder.
Binaenaleyh "A llah için bir gün oruç tu ta y ım ” d iy ecek yerd e "bir
ay oruç tutayım " denilse bir ay oruç tutulm ası lâzım gelir. Bu ayı tayin,
nezir ed en e aittir. H em en nezri m üteakip om ca başlanılm ası bir günah
değildir.
*
249 "Allah T ealâ için şu gün. m eselâ: P erşem be günü oruç tuta-
yım " d iy e yapılan bir nezir, en vakm olan P erşem be gününe ait bu lunm u ş
olur. Binaenaleyh yalnız o gün tutulacak oruç ile bu nezir yerin e getiril-
m iş olur. Her P erşem be günü oruç tutulm ası icab etm ez. m eğer ki buna
n iy et ed ilm iş olsun.
2 5 2 — Bir kim se, m eselâ: "Bir ay oruç tu tayım " v ey a i'tik afta b u lu n a-
y ım d iy e n e z r e ttiğ i h a ld e henüz bir gün g e ç m e d e n v e fa t etse k en d isin e bir
ay o n iç tutm ak v eya i ’tik afta b u lu n m ak lâ z ım gelm iş olur. A y m m u a y y en
olm u ş olm ası müsavidir. Bu h ald e her gün iç in bir fid y e verilm esin i v a siy e t
e tm iş olm ası icap eder, v a siy e ti b u lu n m a d ığ ı taktirde varislerinin ica zet-
leriyle bu fid y e, terekesinden verilebilir.
2 5 4 — " F ilân k im sey e şu kadar para n ezrettim " v e y a " filâ n türbeye"
şu kadar m u m nezrettim " v e y a filâ n zatin gelm esi iç in kurban k e se c e -
ğ im ” gibi sö zler c â iz değildir. H ele bir ölü hakkında: "Ey m übarek zat!
Sen benim ş u işim i y o lu n a koyarsan m eselâ: Ş u h astam a şifa verirsen "
v e y a " şu gaip m alım ı bana iade ettirirsen sen in türbene şu kadar ş e y sar-
fed ey im " tarzındaki adaklar batıldır, haramdır. Belki:: " A llah n za sı iç in
şu fakire şu kadar para verm ek nezrim olsun" veya: "A llah T ea lâ h astam a
ş ifa verirse" veya: " şu gaibi bana iade ederse H ak rızası iç in tasadduk e d e -
yim " veya: "Kurban kesip etin i ta sa d d u k ta b u lu n a y ım ” veya " o n la n n m es-
citlerin e şu kadar hasır, z e y tin y a ğ ı alayım " gibi bir tarzda nezredilebilir.
257 — İtikâf, lügatde bir şeye devam etm ek, m ânasındadır. Bir şeye
müdavim olan kimseye de ''m u 'te k if ' denir. Ş e r'i şerifte ise i'tik â f: Bir
mescidi şerifte veya o hüküm deki bir yerde itik â f niyetiyle ikam et etm ek "
den ibarettir.
Bir m ü'm inin her gün azalm akta olan h ay at günlerinden istifade ede-
rek böyle kudsi bir m ahalde bir m üddet halikı kadim ine olanca varlığıyle
yönelip saf bir kalp ile, nezih bir lisanla ibadet ve taatda bulunm ası, m ânevi
bir zevke dalması ne m üstesna bir ganim ettir.
M utekif, bütün vakitlerini nam aza tahsis etm iş dem ektir. Çünki' bil-
fiil namaz kılm adığı vakitlerde de m escit içinde namaza muntazı*- .a c hal-
dedir. Bu intizar ise namaz hükm ündedir.
İ'tik â fm şartlan:
(4) V âcip olan bir i'tik â fta m u'tekif, oruçlu bulunm alıdır. Bu halde
orucun sehven bozulm ası i'tik â fa zarar vermez. Diğer i'tik â fla r için oruç
İLMİHALİ 307
ş a rt değildir. Çünkü onlar için bir m üddet y o k tu r. H a ttâ cam ii şerifden bir
iki saat içinde çıkıncaya kadar i'tik â fa n iy et edilmesi de sahihtir.
263 — Bir kimse, i'tik â f için refikasına izin verse, bundan dönem ez,
artık m en'i sahih olmaz. Efendi ise kölesine verm iş olduğu izninden d ö n e-
bilir. : : a1, . .
M ükâtep denilen bir köle ise efendisinin izni olmasa da i'tik â fta bulu-
nabilir. Çünkü bu, kısm en hürriyetine sahiptir.
267 — Yalnız gündüzleri i’tik â fta bulunm aya niy et edilm esi sahihtir.
Bu halde h er gün fecrin tulûundan evvel m escide girilip güneşin gurubun-
dan sonra çıkılır ve tevaliye n iy et edilm em iş ise istenilen günlerde i'tik â f
yapılabilir. Bir gün için i'tik â fa n iy et edildiği takdirde de gece dahil ol-
maz. F a k a t m uttasıl şu kadar gün i’tik â f edilmesi nezr edilse geceler de nez-
re dahil olur. Aksi de böyledir. Bu halde i'tik â f için güneşin gurubundan
evvelce mescide gelinir, m uayyen olan günler ve geceler m escitte k?lınır,
son günün gurubundan sonra m escitden çıkılır, i'tik â f nihayet bulm uş olur.
268 — M uayyen bir ram azanı şe rif ayını i'tik â f ile geçirm eğe nezr
edilse o ram azanı şerif orucu, bu i'tik â f orucu için de kifayet eder. Bu nez-
re rağm en o ram azanı şerifte oruç tutu lup da i'tik â f yapılmasa başka bir
zam anda oruçlu olarak muttas;'< bir ay i'tik â f edilm esi ik tiza eder. Ş a y e t
i'tik â f edilm eksizin diğer bir ram azanı şerif girecek olsa artık bunda yapıla-
cak i'tik â f k ifay et etm ez. Çünkü bu takdirde kazaya kalan i'tik a fın orucu
zim m ette binefsihi m aksut bir borç olm uştur. Bu ikinci ram azanı şerif oru-
cuyla ödenm iş olamaz.
269 — L âalettayin bir ay i'tik â fa nezretm iş olan kimse, ram azanı şe-
rifte bir ay i'tik â fta bulunm akla bu nezrini yerine getirm iş olamaz. Çünkü
bu i'tik â f için bir ay oruç tutm ayı d a bu nezr ile iltizam etm iş bulunur.
Ram azan orucu ise kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir.
270 — Bir kimse, nezr e ttiğ i bir i'tik â fi yapm adan vefat edecek olsa
her günü için bir fidye verilmesini vasiyet etm iş olması lâzım gelir. Çünkü
vâcip olan bir i'tik â f, orucun fer'idir. Binaenaleyh o ru çtak i fidye, bunda
da cari olur. M eğer ki fakir olsun, o halde H ak Tealâdan af'vü m ağfiret di-
lemelidir.
271 - M u'tekif'in şer'î, tabii ve zaru rfb ir h acet için m escitten harice
çıkm ası i'tik â fım bozmaz.
Meselâ: M u'tekifin cum a nam azını kılm ak için çıkması, ş e r'f bir özür
olduğundan i'tik â fın a m ân i değildir. Z aten C um a nam azı m üddeti, ma'lû-
m iyetine m ebni nezirden m üstesna bulunm uş saydır.
Kezalik: H aceti gidermek, abdest almak veya gusletm ek için çıkm ası
da tabii bir özür olduğundan i'tik â fa zarar vermez.
Kezalik: Bulunduğu m escidin yıkılm ak üzere bulunm ası veya oradan
cebren çıkarılm ası da zaruri bir özür olduğundan i'tik â fe halel vermez.
* (Şafiîlere göre Cum a namazı için başka bir m escid'e çıkılıp gidilmesi
i’tikâfi bozar. İ'tik âf, bir h afta devam edecek ise Cum a nam azı kılınır bir
m escid'de yapılm alıdır.
İLMİHALİ 309
, 272 — Clıma nam azım kılm ak veya haceti d e f etm ek için en yakın
olan yere kadar çıkılır, akibinde dönülür, m escid'i terketrhek özründen d o-
layı da başka bir m escid'e gidilip orada i'tik â f ikmal edilir.
273 — M u'tekifin m escid'den özürsüz yere çıkm ası i'tik â fın ı bozar.
Binaenaleyh bir m u'tekif, geceleyin veya gündüzün bir özür bulunm aksızın
bir m üddet m escidden âm den veya sehven çıkacak olsa i'tik â fı bozulm uş
olur. Bu m üddet, İm am eyne göre bir günün yansından ziyade bir zam andır.
Bir kavle göre bir sanatten, yani günün lâalettayin b ir cüz'ünden ibarettir. Ka-
dın da i'tik â f e ttiğ i odadan özürsüz yere' hanesi içerisine çıkarsa i'tik â fı
bozulm uş olur.
274 — H astayı iyad et için, cenaze için, cenaze nam azı için, şehadet-
te bulunm ak için d ışa n y a çıkılm ası da i'tik â fa m anidir. H astalıktan dolayı
bir saat kadar harice çıkılm ası d a i'tik â fı bozar. Ş u kadar var ki, i'tik â fa
nezredilirken h astalan iyadet veya cenaze nam azında hazır bulunm ak şa rt
edilmiş olursa bunlar için çıkılm ası itik âfı bozmaz.
275 — Vukuu galip olm ayan bir özürden dolayı harice çıkm ak d a i'ti-
kafa m ani'dir.
M eselâ: Bir garîkı veya harîkı kurtarm ak için veya cem aatın dağılma-
sından dolayı dışarıya çıkılm ası da i'tik â fı bozar.
278 — V âcip olan bir i'tik â f bozulunca kazası lâzım gelir. Meselâ:
M uayyen bir ay için olan bir i'tik â f esnasında bir gün oruç bozulsa veya ha-
rice çıkılsa yalnız bir günlük i'tik â f için kaza lâzım gelir. F ak at gayri m uay-
yen, m uttasıl bir ay için nezredilm iş bir i'tik â f esnasında böyle bir gün oruç
bozulacak veya harice çıkılacak olsa yeniden b ir aylık bir i'tik â fa başlam ak
icap eder. Bu bozulm a, gerek m u'tekifin yemesi, harice çıkm ası gibi kendi
sun'ile olsun ve gerek cünun ve igma gibi kendi sun'i olmaksızın olsun müsa-
vidir.
279 — Başlanıldıktan sonra terk edilen nâfile bir i'tik â fın — zahiri
rivayete göre — kazası lâzım gelmez.
310 BÜYÜK İSLAM
281 — M u 'tek if, m u h taç olduğu şeyleri m escide ihzar etm eksizin mes-
cidde satm alabilir, mescidi işgâl etm iyecek şeyleri mescide getirebilir,
m escidde yer içer, m escidin içinde hazırlanm ış münasip bir m ahal varsa ora-
da abdest alıp gusl edebilir. Böyle y er yoksa harice çıkar, abdesti ve yıkan-
m ayı m üteakip hem en mescide döner.
BEŞİN Cİ KİTAP
Z ek âtın m ahiyyeti:
Z e k â t verm eye: "tezk iy e" z e k â t verene de: "m üzekki" denilir. Ş ah it-
ler hakkındaki senaya da "tezk iy e" denildiği m alum dur.
2 — Z ek ât, bir farizadır. H icreti nebeviyye'nin ikinci senesinde oruç-
tan evvel farz kılınm ıştır. İslâm m şartlarından birini teşkil etm ektedir.
M uayyen m iktarda bulunan nakitlerin ve ticaret m allarının üzerinden bir
sene geçtiği takdirde zekâtlarını alel'fevr. yani: Sene b iter bitm ez hem en
verm ek icabeder. Çünkü bu halde bunlara yoksulların h ak lan taalluk e t-
miş olur. A rtık b un u özürsüz yere te'hire bırakm ak câiz olmaz.
Diğer bir kavle göre z ek âtın verilmesi, terahî üzre farzdır. Yani: Sene
nihayetinde hem en verilmesi lâzım değildir.M ükellef, bunu berhayat b u -
lundukça eda edebilir. E da etm eden ölürse o zaman günahkâr olur. F a k a t
esahh olan birinci kavildir.
3 — Z ek âtın aleni olarak verilmesi efdaldir. Çünkü zek âtı bu veçhile
veren, b aşkalanna bir imtisal nüm unesi olmuş olur. Ve kendisini başkasının
süizanmdan k urtan r. Z ekât, bir fariza olduğundan b u n u n edasında riya
cari olamaz. N âfile sadakalarda ise böyle değildir. O nlan gizlice verip gös-
teriş ihtim alinden kaçınm ak efdaldir.
6 — Bir de zek ât verm ek, güzel bir akidenin = inancın eseridir. Böyle
bir akideye sahip olan kimse, m ensup olduğu cem iyet için zarardan beri
bil'akis pek faideli bir insan dem ektir. Çünkü kendi m alından bir kısmını
m ücerret Allah Tealâm n nzası için ay ın p fakir olan din d aşlan n a veren ve
m ukabilinde onlardan hiç bir şey gözetm eyen böyle bir insan, artık m uhiti-
ne faideli olmaz mı?. A rtık kendisine ait olm ayan şeylere göz dikip başka-
lannın zararlanna hareket eder mi? Başkalanm n ellerindeki m allara teca-
vüzde bulunur mu?
"H avaici a sliye" d en m aksat da, m esken ile h an eye lüzum lu eşya d an
ve k ışlık , y a z lık elbise ile lüzum lu silâh tan , â le tte n , k itaptan ve b in ek
h ayvanı ile h iz m e tç i, k ö le v e y a cariyed en ve bir a y lık - sahih görülen d iğer
bir kavle göre bir sen elik - n afak aya m ah su s erzaktan ibarettir. Borcu m u k a -
b il e ld e bu lunan nükut da bu hüküm dedir.
t
İLMİHALİ 315
Satın alınıp da henüz kabzedilıııemiş bir mal ise m akbuz hükm ünde
olarak zek âta tabidir. Bu, nisaba dahil olup bundan - sahih olan kavle na-
zaran - z e k ât verm ek lâzım gelir.
Y olculukta bulunan kimse de m alının zekâtiyle mükelleftir. Çünkü o,
m alına bilfiil vazıul’yed değilse de o m aldan naibi vasıtasiyie tasarrufa
kadirdir.
(5) Z ekâtın lüzum u için bir m al üzerinde tam bir sene geçm iş bulun-
m alıdır ki, b u n a (havli hevelan) denir. Çünkü bu m üddet içinde nem a =
a rtn a k , ziyadeleşm ek tahakkuk eder. Tevellüt husule gelir, mevsimler,
hacetler, fiatlar değişir.
Şöyle ki: En az nisap m ik tan bir mali nam ı üzerinden tam bir kafileri
sene geçip sene nihayet bulm adıkça z e k â t gelmez. Nisap m iktan: hem se-
nenin evvelinde, hem de sonunda bulunm alıdır. Bu m ik tan n sene esnasında
eksilmesi zek âtın lüzum una m âni olmaz. Bilâkis sene içinde artan mal da
sene nihayetinde diğer mal ile beraber zekâta tabi olur.
Meselâ: Bir kimsenin (1364) senesi iptidasında haceti asliyesinden
ziyade iki yüz dirhem gümüş m iktan bir mali namisi olup bu mal sene
316 BÜYÜK İSLAM
nihayetine kadar devam etse bundan beş dirhem z e k â t lâzım gelir. Bu mal,
sene ortasında yüz dirhem m ik tan n a indiği halde sene nihayetinde yine iki
yüz dirhem m ik tan n a çıkm ış bulunsa yine beş dirhem z e k â t icabeder.
10 — Z ek âta tabi bir mal, üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak
olsa bu artan kısmı, arttığı günden itibaren bir sene geçm edikçe zekâta
tabi olmaz.
M eselâ: 1363 senesi iptidasında üçyüz lira m iktannda bulunan bir
ticaret malı 1363 senesi nihayetinde yine üçyüz lira m ik tan olup da 1364
senesi iptidasında üçyüz elli lira m ik tan n a yükselse bu elli lira m iktan, z ek ât
için üç yüz liraya zammedilmez. B unun için aynca bir sene geçmesi lâzım
gelir.
11 — Verilen bir zek âtın sahih olması için z e k ât niyetine m ukarin ol-
ması şarttır. Bu esas üzerine şu m es'eleler teferru eder.
(1) Z ek âtı fakire verirken veya z e k â t için bir mal aym rken bunun
zek ât olduğuna kalben niyet edilmesi lâzım dır. Dil ile söylenmesi lâzım
değildir. H a ttâ bir malı fakire z e k ât niyetiyle verirken bunun bir hibe,
veya bir b o rç olarak verildiğini söylem ek bile z e k ât olmasına m ani değil-
dir.
(2) Bir mal, fakire niyetsiz olarak verildiği takdirde bakılır: Eğer
henüz fakirin elinde m evcut ise zek âta niyet edilmesi câizdir. F a k a t elinden
çıkm ış ise niyet edilmesi kifayet etm ez.
Kezalik: Bir şahıs, bir kimsenin m alından onun adına zekâtını verm ek-
le o kimse buna icazet verse bakılır: E ğer o mal, fakirin yanında m evcut
ise bu z e k ât sahili olur ve illâ olmaz.
(3) Z e k â tta vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti m uteberdir.
Binaenaleyh bir kimse, zekâtım verm ek için birini vekil tayin etse
İLMİHALİ 317
z e k â t olarak vereceği malı teslim ettiği zaman veya o malı vekilin fakire
vereceği zaman zek âta n iy et etm esi icap eder. Vekilin niyeti k ifayet etm ez.
Bu vekil, bir müslüman olacağı gibi bir zim m î de olabilir.
(4) Z e k â t verm ek niyetinde olan b ir kimse, bunun için b ir mal ayır-
maksızm fakirlere vakit vakit birşeyler verdiği halde hatırına n iyet gejmese
bunlar, zek âtına m ahsup edilemez. F a k a t fakire böyle bir mal verirken
"bunu niçin veriyorsun?" gibi bir suale düşünmeksizin hem en " z e k â t
olarak veriyorum ” diyebilecek bir halde bulunursa bu, n iy et m esabesinde
olur.
(5) Bir kimse, fakirlere bir m üddet tasaddukta b ulu n d u k tan sonra
" Ş u m üddet içinde tasadduk ettiğim şeylerin zek âtın d an olmasına n iyet
e ttim " demesi k ifay et etm ez.
( 6 ) Bir kimse elinde bulunan bir malı z e k â ta niyet etm eksizin büs-
bütün tasadduk etse b u n u n zekâtı kendisinden düşm üş olur. Gerek nâfî-
le sadakaya n iy et etm iş olsun ve gerek olmasın müsavidir. F a k a t bununla
bir nezre veya başk a b ir vecibeye n iy et etm iş olursa b u mal, o niyete göre
verilmiş olur, bu m ala isabet eden z e k â t m iktarım ayrıca b o rçlu olup öde-
m ek icap eder.
(7) Bir kimse, zek âtı icap eden bir m alın bir m iktarını bir fakire hibe
etse bu m iktara isabet eden zekât, kendisinden sakit olur.
M eselâ: Bir zengin, bir fakirin zim m etinde olan on bin kuruş alaca-
ğını b u fakire bağışlasa, yalm z bu on bin ku ru şa a it zekâtını verm iş olur.
Bu hususta zek âta n iy et edip etm em esi müsavidir. Bu on bin k u ruşu diğer
m allarının zek âtın a m ahsup edemez.
Kezâlik: F akir olmayan bir b o rçlu y a böyle bir mal bağışlansa b u n u n -
la ne o malın, ne de başk a m allarının zek âtı verilm iş olmaz. - Esahh d a n
kavle göre — b u bağışlanan m ala isabet eden zek âtın d a ayrıca verilmesi
lâzım gelir.
12 — Mallar, "em vali b a tin e " ve "em vali zahire" adiyle iki kısımdır.
N ak it paralar ile evlerde, m ağazalarda bulunan ticaret m allan, emvali
batinedir. Saime denilen hayvanlar üe b ir kısım arazi m ahsulâtı ve m adenler
yer altındaki hazineler ve gümrüklere u ğrayan ticaret m allan ile n u k u t d a
emvali zahiredendir. B unlann hepsi de birer m uayyen nisbette zekâta
tabidir.
13— Batınî m allannı ze k âtla n n ı verm ek, sahiplerinin diyanetine havale
edilm iştir. Bunlar, b u m allann z e k âtla n n ı diledikleri fakirlere, m u htaçlara
bizzat verebilirler.
Zahiri m allann zek âtlan n ı, m uayyen n isbetteki vergilerini ise veli-
yül'em ir, hususî m e'm urlar vasıtasile tahsil ederek ş e r'a n m uayyen yerlere
sarf eder. Bu m em urlara "âm il", "saî", " â ş ir" gibi adlar verilm iştir.
14 — V aktile tacirleri yol kesicilerden ve saireden korum ak ve m u-
kabilinde bir kısım zekâtlarını alm ak için münasip m ahallerde " â ş ir"
318 BÜYÜK İSLAM
17 t Bir kim senin m alik olduğu halde kendilerinden intifa etm esi
- -
kabil olm ayan, başka bir tabir ile elinden çıkıp galibi hale nazaran bir
daha eline - girmeleri um ulm ayan m allanndan z e k ât lâzım gelmez. Bu
gibi mallara "m ali zım ar" denir. Bunlar, bu halde nam i sayılm ıyacaklan
cihetle z e k âta tâbi olmazlar. İsbatı mümkün olmayıp in k âr edilen alacak
paralar ğâsp ve müsadere edilip istirdadı um ulm ayan m allar,denize düşüp
İLM İHALİ 319
çıkarılm ası m üm kün görülm eyen m allar, kırda göm ülüp yerleri u n u tu lm u ş
naki tler. k a y b o lm u ş Sair m allar bu cüm ledendir. Bunlardan d o la y ı - eld en
çık m ış oldukları m ü d d etçe istifad e k ab u l olm ad ığ ın d a n - z e k â t lâ zım gel-
m ezse de tekrar eld e ed ilin ce bakılır. N isap m ik ta n n a b aliğ ve z e k â ta
tâbi m allardan ise eld e ed ildikleri tarihten itibaren bir sene n ih a y e t b u lu n -
ca z e k â tla n lâ z ım gelir.
M eselâ: S en elerce in k â r ed ilip b e y y in e ile isp aü m üm kün b u lu n m ayan
şu kadar bin kuruştan ib aret bir alacaktan d o la y ı bı? sen eler iç in z e k â t
lâ z ım gelm ez. F a k a t bilâhara ikrar ile v e y a b e y y in e ile sabit olup tahsil
ed ilse bu sübut anından itibaren z e k â ta tâ b i o lu p aradan bir sen e g e ç in c e
z e k â tı lâ z ım gelir. M eğer ki sahibinin z e k â ta tâb i b a şk a m alı da bulunsun.
O takdirde b u n la n n z e k â tı ile beraber o e ld e ed ilen m allann da z e k â tın ı
verm ek icap eder, bir se n e g eç m esi b ek len ilm ez.
■s- (İm am Züfer ile İm am Ş a fiîy e göre bu kabil m allann g e ç m iş seneleri
iç in de z e k â t lâ z ım gelir. Çünkü m ü lk iy et m ev cu ttu r.)
19 - Bir kim sen in nisaptan fazla bir m alı o ld u ğu halde bir m iktar da
borcu b ulu nsa bakılır: E ğ er bu m aldan borcu ç ık tık ta n sonra nisaptan n o k -
san olm am ak üzere bir ş e y kalırsa ya ln ız bu ş e y in z e k â tı lâ z ım gelir. F a k a t
nisap m ik ta n n d a n , ya'ni: İki yüz dirh em güm üş k ıy m etin d en az bir şe y
kalırsa bundan da z e k â t lâ z ım gelm ez.
nisap m ik tan olan mali nam i itibariledir. Bu m edyun ise b u n a m aliktir. Hür
bir kimsenin borcu ise zim m etine taalluk eder, hem en elindeki male taal-
luk etm ez. Bunun içindir ki bu m alda tasarrufu câizdir. Deyn ile z e k ât
ise başka başka haklardır, birinin vücudu, diğerinin vücubuna m âni olm az.)
Bizce borçlu fakirdir, nisap m ik tan fazla malı yo k ise kendisine z e k â t
verilmesi bile caizdir. Z e k â t ise zengine farzdır.
2 1 — İn san lar tarafından istenilecek bir b orcun zek âta m âni olması
hususunda bu borcun n u k u tta n veya sair eşyadan olması müsavi olduğu
gibi m üddeti hulul etm iş olup olmaması da m üsavidir,Şu kadar var ki, bu
b orç, zekâtın vücubundan evvel zim m ete taalluk etm iş bulunm alıdır.
Y oksa bir m alın zek âtı vacibül'eda olduktan sonra zim m ete lâh ık olacak
bir b o rç , bu zekâtın su kutuna sebep olamaz.
Sene içinde zim m ete terettüp eden bir borç ise İm am E bû Y usuf'a
göre zekâtın vücubuna m ân i olmazsa da İmam M uham m ede göre m âni
olur.
22 - Bir borca kefil olan kim senin m alından da kefil olduğu borca
m uadil olan m iktar hakkında z e k ât lâzım gelmez. Bu kefalet, b o rçlu nu n
emriyle olsun olmasın müsavidir. Çünkü kefil de b o rçlu dem ektir.
2 3 — Bir b o rç, h er hangi bir suretle sakıt olunca ona m uadil m alın
zekâtı için sene iptidası, bu su k u t tarihinden başlar. M eselâ: Bir kimsenin
haceti asliyesinden başka nisap m ik tan nam i bir m alı bulunduğu gibi o
kadar da borcu bulunsa kendisine z e k â t lâzım gelmez. F a k a t bu borç
kendisine bağışlansa bu bağışlam a tarihinden itibaren bir sene geçince bu
nisap m iktarının zekâtı icap eder.
Bu mes'ele, İm am ı A ’zam a göredir. İmam M uhamm ede göre bu halde,
o m alın üzerinden bir sene geçm iş olunca zek ât lâzım gelir. Velev ki borcun
sukutundan itibaren henüz bir sene geçm iş olmasın.
24 - M uhtelif nisaplara malik olan, yani, hem nisap m ik tan nukudu,
hem ticaret eşyası, hem de saime denilen m uh telif cins hayvanlan bulunan
bir kim senin bir m iktar da borcu bulunsa bu borcuna havaici asliyesiden
olan bir malı, m eselâ, meskeni karşılık tutulam az. Belki zek âta tâbi mal-
lanndan dilediğini karşılık tu tu p , diğerlerinin zekâtını verir. M eğer ki bu
m allardan bazısının zekâtı, veliyyül'em ir tarafından tahsil edilecek olsun.
O taktirde borcuna evvelâ nukudu karşılık tutulur, nukudu yetişm ezse
ticaret eşyası da karşılık tutulur, bu da kifayet etm ezse zek âtı binnisbe
az olan hayvanlan da karşılık tutulm ak lâzım gelir. Nisap m ik tan veya
fazla bir şey kalırsa yalnız onun zek âtın ı verir.
İLM İH ALİ 321
25 — T icaret için değil, yalnız kira bedellerini alm ak üzere elde bulu-
nan hanelerden, dükkânlardan vesair akarlardan ve kaplar ile âletlerden,
m akineler ile nakil vasıtalarından z e k â t lâzım gelmez. Belki b u n lan n kira-
larından toplanan paralar, nisap m ik tan olup m ukabillerinde borç bulun-
m adığı ve üzerlerinden tam bir sene geçtiği veya zek âtı verilecek sair
n u k u t ve emvale ilâve edildiği takdirde z e k âta tâb i olurlar.
26 — T icaret için olm ayan atlar, im am eyne göre saime olsunlar olma-
sınlar, dişilerile erkekleri k a n şık bulunsun bulunm asın zek âta tâbi değil-
dirler. Fetva da bu veçhiledir. F a k a t İmam A'zam ile İmam Züfere göre
saime olup dişileri ile erkekleri k an şık bulunan hergele at cinsi, zek âta
tâbidir. Bunlarda nisap aranılmaz. Sahibi kıym etlerinin kırkta birini z ek ât
olarak verir. Bir kavle göre de her at başına bir dinar veya on dirhem
gümüş verir. V aktiyle bir dinar altın, on dirhem gümüşe m uadil bulunurdu.
Bu zekâtı veliyyül'em ir, cibayet etm ez. Belki sahibi dilediği fakire verebi-
lir.
* (İmam Malike göre bunlar da zek âta tâbidirler. Çünkü zek ât, mülk
ve maliye t itibariyledir ve b u n lan n bu şükranesidir. Bunlarda da bir mülk
ve m aliyet vardır.)
Keçi de koyun gibidir, bunlar bir cins saydır, bunlar nisabı ikmal için
birbirine ilâve edilir. M eselâ: otuz ko yun ile on keçiden bir k oyun z e k â t
lâzım gelir. Bunlann erkekleri ile dişileri müsavidir. Z e k â t için verilecek
koyun erkek de dişi de olabilir.
* K oyunlar ile keçilerden hangisi galip ise zekâtın ondan verilmesi mes-
nundur. Müsavi iseler mal sahibi m uhayyerdir,dilediğinden zekâtını vere-
bilir. F a k a t bunlar yalm z koyundan y a h u t yalnız keçiden ibaret bulunsa
z ek âtlan n ı eda hususunda birbirinin yerine kaim olamaz. Binaenaleyh
koyun yerine keçi, veya keçi yerine koyun verilemez.
*Saime olan sığır hayvanlannın nisabı otuzdur. Bundan azı için zek ât
icap etm ez. Otuz sığırdan kırk sığıra kadar z e k ât olarak iki yaşına girmiş
erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk sığırdan altm ış sığıra kadar üç yaşı-
na girmiş erkek veya dişi b ir dana verilir. Altmış sığırdan ise birer yaşını
bitirm iş iki buzağı verilir. Sonra her otuzda bir buzağı, ve her kırktabir
daha hesabı üzere z e k ât verilir.
M eselâ: Y etm iş sığır için bir buzağı ile bir dana z e k â t verileceği
gibi seksen sığır için de iki dana ve doksan sığır için de üç buzağı, yüz
sığır için bir dana ile iki buzağı ve yüz on sığır için de d ö rt buzağı veya üç
dana verm ek hususunda sahibi m uhayyerdir. Çünkü bunda d ö rt otuz,
üç de kırk vardır. Daha ziyade adetler için de bu veçhile m uam ele olunur.
*Z ekât hususunda sığır ile m anda arasında fark yoktur. Bunlar bir
cins sayılır, bunlar k an şık olduğu takdirde birbirine ilâve edilir. M eselâ:
yirm i sığır ile on m anda bulunsa bunlar için iki yaşına girmiş bir buzağı
z e k â t verilir. Bu iki cinsten hangisi galip ise z e k âd a n o galip cinsinden
çıkarılır. Müsavi olduklan takdirde zekât, ednanın alâsm dan veya âlânın
ednasından ödenir. Meselâ, sığırlar edna ise z e k â t onlann alâ olan buzağı-
larından verilir, bu suretle bir itidal tem in edilmiş olur.
Tartı altm ış bir deveden y etm iş beş deveye k ad ar da beş yaşm a ayak basmış
bir dişi deve verilir. Y etm iş altı deveden doksana kadar da ü ç e r yaşm a gir-
miş iki dişi deve verm ek icap eder. Tam doksan birden yüz yirm iye kadar
da d ö rt y aşm a girmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirm i deveden yüz kırk beşe
kadar da böyle d ö rt yaşın d a iki deveyle b eraber her beş devede de bir
koy u n verilir. Yüz kırk beş deveden itibaren de mufassal fıkıh kitaplarım ız-
d a beyan olunduğu n isb ette z e k ât verm ek lâzım gelir.
* Z e k â t hususunda develerin erkekleriyle dişileri, k anşık bulunup b u -
lunm am aları ve Arap, Acem develeri müsavidir. Ş u kadar var ki z ek ât
için verilecek develerin orta halde dişi olması şarttır. Erkek deve verildiği
takdirde kıym et itibariyle verilir.
Kezalik: Yirmi dokuz, otuz sığır yavrusu ile bir tane de sığır bulunsa
bir yaşım bitirm iş bir buzağı verm ek icap eder.
Kezalik: D ört deve yavrusu ile bir tane de iki veya üç yaşm a girmiş
deve bulunsa bir koyun verilmesi lâzım gelir. Ş a y e t sene içinde veya sene
ç ık tık ta n sonra bu yaşlı hayvanlar ölecek olsalar m ütebaki k uzular ve yav-
ru lar için yine z e k â t icap etm ez.
İmam E bû Y u s u f a göre böyle y aşlan n ı daha doldurm am ış hayvan-
lardan da nisap m ik tan n d a olunca z e k â t lâzım gelir. M eselâ: kırk kuzu için
b ir kuzu z e k ât verilir.
* (İm am Ş afiî h azretlerinin kavli 5e böyledir.)
İL M İH A L İ 325
M eselâ: Bir kim senin altm ış koyunu bulunsa bundan kırk koyun için
yalnız bir k o y u n zek ât lâzım gelir. Bunlar yüz yirm i bir koy un a baliğ
olm adıkça m ütebaki yirm i koyun için z e k ât lâzım gelmez, bunlar z ek ât-
tan müstesnadır.
4 0 —Her nev'i ticaret m allan z e k âta tâbidir. T icaret m allan, uruz deni-
lene m eta, kum aş gibi h er ç e şit eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa,
pirinç gibi h u b u b a tta n , dem ir, bakır, kalay gibi m evzunattan, koy un ,
deve, a t gibi hayvanattan, hane, han, dükkân gibi akarattan da olabilir.
Ticaret için, ya'ni: alıp satm a için olan akarların kira bedelleri de
ticaret m ah sayılır. Velev k i ticaret niyetine m ukarin olmasın.
4 1 — Sene iptidasında nisaba baliğ olan, y a 'n i, kıym etleri en az iki yüz
dirhem gümüş veya yirm i miskal altrn m ik tan n d a bulunan ticaret malla-
rının ze k âtı için sene nihayetindeki kıym etlerine itibar olunur. Bu kıym et-
lere göre z e k â tla n verilir. M eğ erk i bu kıym etler, nisap m iktarından aşağıya
düşmüş bulunsun. O halde zek âtları lâzım gelmez. Sene esnasında artıp
eksilmeleri ise z e k â ta tesir etm ez.
T icaret için olan hayvanlardan d a adede, saime olup olm am aya itibar
olunm az. H e rh a ld e kıym etlerine itib ar olunur.
4 2 — Ticaret m allannın sene nihayetindeki kıym etleri, bulundukları
yerdeki piyasaya göre tak tir edilir. Bu h ususta sahipleri m uhayyerdirler.
Bu kıym etleri dilerlerse altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir ve tayin ede-
bilirler. F ak at bunlardan birine nazaran nisap m iktannda, bulunduğu halde
diğerine nazaran bulunm asa - Meselâ bir ticaret m alının k ıym eti ikiyüz
dirhem gümüşe müsavi olduğu halde yirm i miskal altına müsavi olmayıp
eksik bulunsa nisap m ik tan n d a b u lu nduğuna göre takdir edilerek, zek âtı
verilir.
326 BÜYÜK İSLAM
4 9 — A ltın ile gümüş, sikke halinde olsun olmasın ve nafaka gibi, mes-
lek gibi bir hacete sarfedilmesine n iy et edilm iş olsun olmasın nisap m ik-
tan n d a olup üzerinden bir sene geçince z e k âta tâb i olur.
A ltının nisabı, yirm i miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhem dir. Bir
miskal, yirm i kırattan , her k ıra t ta beş arpa m ik tan n d an ibarettir. Bir dir-
hem i şe r'i ise on d ö rt kırattır. Bu halde on dirhem i şe ’_'l> yedi miskala
veznen müsavidir.
Bir de dirhem i örfi vardır ki, on altı k ırattır. O halde yirm i miskal,
yirm i beş dirhem i örfiye müsavidir. Ve iki yüz dirhem i şer'i de yüz yetm iş
beş dirhem i örfiye müsavidir.
Bazı fukahayı kiram a göre z e k â t ve sadakai fıtır hususunda h er belde-
nin dirhem i örfisine itibar olunm ak lâzım gelir. Buna göre gürnüşün nisabı,
ikiyüz dirhem i örfiden ibaret olmuş olur. Bu veçhile de fetva verilm iştir.
F itre bahsine de m üracaat!...
50— Y irm i miskal altının zek âtı, yarım miskal altın olduğu gibi
ikiyüz dirhem gümüşün zek âtı da beş dirhem gümüştür. Yirm i m iskaldan
fazla olan altın, d ö rt m iskala ve iki yüz dirhem gümüşten fazla olan m iktar
328 BÜYÜK İSLAM
kırk dirhem e baliğ olm adıkça bu fazla için ayrıca z e k â t lâzım gelmez.
M eğer k i bu fazla ile beraber başka bir ticaret m alı da bulunsun. F a k a t
h er ikisinden, yani altın ile güm üşten fazla olan m iktar, kıy m etçe d ö rt
m iskala veya kırk dirhem e müsavi olursa bu fazladan da z e k â t lâzım gelir.
Bu m es'ele, İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ise böyle küsur-
ların da herhalde z e k â tı icabeder.
Meselâ: Bir kim senin yâlnız iki yüz otuz dokuz dirhem gim üşü bulun-
sa, İm am ı A 'zam a göre yalnız ikiyüz dirhem için beş dirhem z e k â t lâzım
gelir, küsur olan otuz dokuz dirhem için lâzım gelmez. Bu küsurlar kırka
baliğ olm adıkça z e k âtta n m uaftır. İm am eyne göre ise bun un için de k ırkta
bir nisbetinde z e k â t icap eder.
Kezalik: Bir kim senin yalnız iki yüz yetm iş dirhem gümüşü bulunsa,
İm am ı A 'zam a göre iki yüz kırk dirhem için altı dirhem z e k â t vermesi
icap eder, m ütebaki otuz dirhem için icap etm ez. F a k a t İm am eyne göre
bun u n için de z e k â t icap eder.
A ltın hakkında da hüküm böyledir.
55 — Her biri nisap m ik tan n d an noksan olan altın ile gümüş, birbirini
İmam ı A 'zam a göre kıym et itibariyle, İm am eyne göre ecza itibariyle
ikm al eder.
330 BÜYÜK İSLAM
Binaenaleyh bir kim senin meselâ: Yüz dirhem gümüşiyle yüz dirhem
gümüş kıym etinde de on miskal altım bulunsa b u n u n için bil’ittifak beş
dirhem m ik tan z e k ât lâzım gelir. F a k a t yüz dirhem gümüş ile yüz dirhem
gümüş kıym etinde beş miskal altım veya elli dirhem gümüş ile yüz elli
dirhem gümüş kıym etinde on miskal altını bulunsa İmam ı A 'zam a göre
beş dirhem m ik tan z e k ât lâzım gelirse de İm am eyne göre lâzım gelmez.
Çünkü ecza itibariyle nisapları noksandır.
A m m a yüz elli dirhem gümüş ile elli dirhem kıym etinde beş miskal
altın bulunsa z e k âtta n yine bil’ittifak lâzım gelir. Çünkü kıym etleri tam
gümüş nisabına m uadildir. Bundan başka birinin nisabı d ö rtte üç, diğerinin
nisabı da d ö rtte bir nisbetinde m evcut olduğundan tam am ı bir nisaba
m uadil bulunm uş olur.
58 - R ayiç olan paralar veya ticaret malı, altın ile gümüşten mürek-
kep bulunsa bakılır: A lünlan galip ise alün hükm ünde, gümüşleri galip ise
gümüş hükm ünde olurlar. Binaenaleyh nisap m ik tan n a baliğ olunca ona
göre zekattan verilir. F a k a t böyle bir halita, rayiç, akça ve ticaret malı
olmayınca vezinleri nazara alınır,bunlar nisap m ik tan n a baliğ olur veya
olmadığı halde zek âta tâbi başka bir mal ile beraber bulunursa ona göre
z ek âttan icap eder ve illâ etm ez
59 — Para halinde rayiç olm ayan alün veya gümüş, başka bir m aden ile
k an şık bulununca galibine göre hükm olunür. Binaenaleyh b unlann alünı
veya gümüşü galip veya müsavi ise m ecm uunun ze k âü ona göre verilir. Mağ-
lup ise bakılır: A lün veya gümüş kısmı, nisap m ik tan n a baliğ veya baliğ
olmayıp aynca da n u k u t veya ticaret malı m evcut ise ona göre z e k âü
İL M İH A L İ 331
hesap edilerek verilir. Bunlar ticaret m allarından ise diğer m aden kısm ı da
ayrıca nazara alınır, B unlann altın veya gümüş kısmı, böyle nisap m ik tan n a
baliğ değilse m ecm uu uruz kabilinden olmuş olur. Bu halde ticaret mal-
lan n d an ise kıym etleri en az ikiyüz dirhem gümüşe m uadil veya kendisiyle
beraber b aşk a ticaret malı veya n u k u t m evcut ise z e k âta tâb i olur ve ü lâ
olmaz.
60 — A ltın ile gümüş, rayiç m eskükât kabilinden olmamak üzere
k a n şık bir halde bulunursa bakılır: E ğer altın m üstakilen nisap m iktarında
ise veya ikisi bir nisap m ik tan n d a olup altın gümüşe vezin veya kıym etçe
galip veya müsavi ise hepsi altın sayılır, ona göre zekâtı lâzım gelir. F a k a t
altın nisap m ik tan n d a olm ayıp kendisine gümüş galip ise hepsi de gümüş
sayılır.
M eselâ: A ltın yirm i miskal olduğu halde gümüş iki üç yüz dirhem
bulunsa hepsi de altın sayılır. Kezalik altın on miskal olduğu halde iki üç
yüz dirhem olan gümüş kısm ından kıym etli bulunsa yine hepsi altın sayılır.
F a k a t altın on miskal olduğu h ald e gümüş kısmı yüz veya iki üç yüz dirhem
kadar olup k ıym etçe on miskal altından yüksek bulunsa hepsi de gümüş
sayılır.
(1) Kuvvetli deyndir. Bu, b o rç verilmiş olan paralar ile ticaret m alla-
rının bedelleri olan alacaklardır. Bunlar borçlular tarafından ikrar edil-
m ekte olunca, tahsil edildiklerinde geçmiş senelere ait ze k âtla n da veril-
m ek lâzım gelir. Ş ö y le ki:
Meselâ: Bir kim senin iki sene m üddetle zim m etinde olup ikrar e t-
m ekte bulunduğu on bin kuruş borcu kendisinden tahsil edilince bu geçm iş
iki seneye ait zek âü verilmek icabeder. Bu halde bu on bin kuruş kıym etçe
meselâ bin dirhem gümüşe müsavi olsa, bundan birinci sene için (250)
kuruş veya (25) dirhem gümüş z e k ât verilir. M ütebaki (9750) ku ruştan da
ikinci sene için İmam ı A 'zam a göre (240) kuruş veya (24) dirhem gümüş
verilir ki: bu m iktar küsur kalan on beş dirhem hariç kalm ak üzere (9750)
dirhem in kırkda birine müsavidir. İm am eyne göre ise (243) kuruş (30)
para z e k â t verilm ek icabeder. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırk
nisbetinde z e k âta tâ b i olur.
cek seneler için zekâtı lâzım gelir. F a k a t tam nisap m iktarı, yani: E n az
ikiyüz dirhem gümüş m iktan tahsil edilm edikçe zek âtın ı derhal verm ek
icabetm ez. M eğer ki sahibinin zekâta tâbi başka bir malı d a bulunsun.
İmam ı A 'zanıdan - daha sahih görülen - bir rivayete göre bu kısım
alacakların geçm iş senelere aid zekâtları lâzım gelmez. Belki: kabzedildik-
ten sonra zekâta tabi olurlar. Kabizden itibaren bir sene geçm edikçe zek ât-
ları icab etm ez. M eğer ki sahibinin zek âta tâbi başka bir m alı bulunsun.
(3) Z ayif deyndir. Bu, bir şeyin bedeli olmaksızın bir kim senin zimme-
tinde bulunan alacaktır. Varisin elinde kalm ış olan vasiyet akçası gibi, ve
henüz tahsil edilm em iş d iy et bedeli, ve kadının kocasındaki m ehrinden
veya mühalea bedelinden alacağı gibi, bu nevi alacakların geçm iş seneleri
için z e k ât lâzım gelmez ve nisap m iktan kabzedilip de üzerinden bir sene
geçm edikçesde zek âtlan icabetm ez. M eğer ki az ç o k tahsil edilip de zekâtı
icabeden başka bir mala zam edilsin. O halde bu tahsil edilen m ik tan n bu
mal ile b eraber zek âtı verilm ek icabeder. Bunlardan bir rivayete göre d iy et
ile k itab et bedeli m üstesnadır. Bunlar kabız edilm elerinden itibaren zek âta
tâbi olurlar.
* (İmam Şafiîye göre borç, zekâtın edasını tehir edemez, kabz edil-
mese de zekâtını verm ek icabeder. Çünkü borç verilmesi: sahibinin ihtiyar-
ile tasarrufiyle vuku bulm uştur, fakirlerin haklannı tehir hususunda m ute-
ber olam az.) , . *
A RAZI M AHSULATININ ZEK ATI:
64 — Arazi m ahsulâtından hüküm etçe alınacak m iktar, arazinin nevine
göre değişir. Bu m iktar, zekât, sadaka, h araç, veya bedeli icare m ahiyetin-
de bulunur. Şöyle ki: Bu gün m üslüm anlann ellerinde bulunan arazi, başlı-
ca şu d ö rt nev'e ayrılm ıştır.
(1) A razi'i öşriye, bu feth edilip kendi n zaîan ile müslüman olan
ahalisine veya kahren fethedilip İslâm m ücahitlerine m ülkiyet üzere veril-
miş olan topraklardır. Ceziretülarap arazisi bu kabildendir. Bu topraklann
m ahsulatından onda veya yirm ide bir nisbetinde "ö şür" namiyîe z e k ât
alındığı için bunlara "A razi'i öşriyy e" denilm iştir.
(2) Arazii haraciye. Bu, sulh veya kahir yolile fethedilip eski gayri
müslim ahalisine veya sair gayri müslimlere tem lik edilm iş olan toprak-
lardır. Irak köyleri ve havalisi bu kabildendir.
Bu nevi araziden ya m ahsulâtına göre veya münasip görülecek m uay-
yen bir m iktarda (haraç) namile bir vergi alınır, bu, z e k ât kabilinden değil-
dir.
(3) Sırf arazii m emlûke. Bu, m em leket arazisinden olup Beytülmale ait
iken bilâhare bir bedel m ukabilinde bazı kimselere satılm ış olan toprak-
lardır. B unlann m ahsulâtı da m alikleri müslüman bulununca z e k â t hususun-
daki arazii öşriye m ahsulâtı gibidir.
334 BÜYÜK İSLAM
71 - Daha öşrü verilmemiş olan hub u b attan veya ağaç üstündeki mey-
valardan yiyilm em elidir. M aamafih öşrünü bilhisap ödem ek niyetiyle yiyil-
m esi helâl olup bunu tazm in icap eder.
72 — Arazii öşriyye m ahsulâtının öşrü veya arazii m em leket, bedeli ica-
resi, vaktinde verilmeyip de bilâhare zayi olsa veya sahibi vefat etse bunu
ödem ek icap eder.
73 — M er'alardan, biçilen otlardan ve "cibali m ubaha" denilen dağlar-
da kesilen lıüdayi nab it kerestelik ağaçlardan veya hüdayi n a b it olan sair
ağaçlardan, kam ışlardan ve arazi içindeki çaylardan avlanılan balıklardan
öşür alınmaz.
F a k a t dağlardan toplanılan m eyvelerden öşür alınacağı gibi ağaçlık
veya kam ışlık veya çayır ittihaz edilip suvarılan arazii öşriyeden ve müslü-
m anlara ait arazii m em lûkeden her sene kesilip satılacak ağaçlardan,kam ış-
lar ile otlardan da öşür alınır.
Kezalik: Bu arazide bulunup kendisiyle ipek kurdu beslenilen d u t yap-
raklarından öşür alınır, ipeğinden alınmaz. Bu ipek, hayvana tâbidir. İpek
kurdu, öşre tâ b i olm adığından onun cüz'ü sayılan ipek de tabi olmaz.
74 — Arazii öşriye veya arazii m em leket m ahsulâtından bir m ik tan sa-
hipleri tarafından ticaret m aksadile olmaksızın anbarda saklanıp üzerinden
bir sene geçtikten sonra satılm akla bedelleri olan paralar, nisap m ik tan n a
baüğ olsa bundan z e k â t verilmesi lâzım gelmez. Çünkü zek ât, öşür ile ve-
ya bedeli icare ile içtim a etm ez. M eğer ki bedeller, üzerinden de aynca tam
bir sene geçecek olsun.
Kezalik: Bu m ahsulâtın sahibine bir ay veya bir sene nafaka olmak üze-
re kifayet edecek m iktanndan ziyadesi, nisap m ik tan n a baliğ olup ticaret
niyetiyle saklanılsa üzerinden bir sene geçince zekâta tâb i olur.
(1) Genzi islâmidir. Bu, üzerinde İslâm iyet alâm eti bulunan m eselâ:
Kelimei tevhit yazılı olan gömülmüş m eskukat ile saireden ibarettir. Bunlar,
lûkata hükm ündedir. Bunlan bulanlar, fakir iseler kendilerine, değil iseler
fakirlere sarf veya hüküm ete tevdi ederler.
(2) Genzi cahilidir. Bu, üzerinde p u t resmi gibi cahiliye alâm eti bulu-
nan gömülmüş sikkeler vesairedir. B unlann beşte biri hüküm ete verilir, geri
kalanı arazi sahibine, sahibi y o k ise bulana ait olur. Dağ, sahra gibi m em lûk
olmayan yerlerdeki bu kâbil definelerin de b eşte biri hüküm ete, m ütebakisi
de bulan kimseye ait olur, velev ki zim mi olsun.
Binaenaleyh bir kimse, altının zekâtı için gümüş veya zahire veya ku-
m aş verebilir. Saime hayvanlan için veya ticaret m allan için de nakden para
verebilir. Ş u kadar v a r ki bu hususta fakirler için daha faydalı, lüzumlu olan
ciheti ih tiy ar etm ek evlâdır.
* (İm am Ş afiye göre bunlardan m ensusun aleyh olan şeylerin veril-
m esi lâzım dır. Kıym etleri verilem ez.)
79 — Z ekâtı icap eden bir aym veya deyin m u k a b ilin d e diğer bir ayni
z e k â t olarak verm ek câiz olduğu gibi bir borcu da kabzedilm eyecek bir
b o rç m ukabilinde fakire bağışlam a câizdir. F a k a t bir borcu bir a y ın ın veya
kabzedilecek bir borcun m ukabilinde z e k â t olarak b a ı la m a c a iz değildir.
Çünkü deyn = borç, m aliyet itibariyle ayinden noksandır. A rtık tam olan
bir şey m ukabilinde noksan olan bir şey verilemez.
Bir kim senin m eselâ: Seksen koyunu bulunsa yalnız bir koyun z ek ât
vermesi lâzım gelir. Y oksa koyunlar iki nisap m ik tan n a baliğ olduğu için
iki koyun z e k ât verm ek icap etm ez.
F a k a t iki kişinin müsavi surette m üşterek seksen k oyunlan bulunsa iki
koyun zek ât verm eleri lâzım gelir. Çünkü h er ortak, ay n bir nisaba m aliktir.
Bunlar toplanam az, bu koyunlar yalnız birisinin malı imiş gibi sayılamaz.
ik i kişi arasında m üşterek olan kırk koyun veya yirm i m iskal altın için
İse — başka z e k âta tâ b i m allan bulunm ayınca — z e k â t lâzım gelmez. Çünkü
hiç bir nisap m ik tan n a baliğ değildir.
ik i ortaktan birinin hissesi nisap m ik tan n a baliğ olduğu halde diğeri-
nin hissesi baliğ olmasa, m eselâ: Birisinin k oyunlan kırk, diğerinin koyunla-
n ise yirm i bulunsa yalnız nisap m ik tan n a malik olan ortağm z e k â t vermesi
icap eder.
Nitekim m ükellef ile gayri m ükellef arasında m üşterek olan m allar
hakkında d â hüküm böyledir. Yani: M ükellef olan, hissesi nisbetinde z e k ât
verir, diğerinin hissesinden z e k â t lâzım gelmez.
84 - Nisap m ik tan n d a olan bir m alın zekâtı daha sene dolm adan ta'cil
edilerek fakirlere verilebilir. Çünkü vücubun sebebi olan nisap bulunm uştur.
Müeccel olan bir borcu ta'cil ise esasen sahihtir. Fakirlerin lehine bir hare-
kettir. F a k a t nisap m ik tan n d a olmayan b ir mal için böyle zek âtın ta'cil
edilm esi câiz değildir. Binaenaleyh bu mal, bilâhare nisap m ik tan n a yetişse
bu andan itibaren bir sene sonunda ayn ca zek âta tâb i olur. Evvelce verilmiş
olan m iktar, b ir sadaka yerine geçer.
* (im am Malike göre z e k â t ta'cil edilerek vaktinden evvel verilemez.
N itekim ibadetler de vaktinden evvel eda edilemez.
İmam Şafîîye göre de yalnız bir senelik z e k â t ta'cil edilebilir. Fazlası
edilemez.)
85 — Nisap m ik tan nd aki bir m alın bir kaç senelik z e k âü birden verile-
bilir. Sene nihayetinde bu m ik tar m evcut b u lundukça zekâflan verilmiş bu-
lunur. Bu m ik tar azalmış olunca da verilmiş olan zekât, bir nâfile sadaka
yerine geçer.
ı«-IVıihALı 33b/
F a k a t bir fakir, aldığı bir z e k â t parasını kendi nzasiyle bu gibi bir cihe-
ti hay ra sarfetse bundan hem o fakir, hem de ona zek âtı vermiş olan zat,
sevap kazanm ış olur.
Kezalik: Bir fakiri z e k âta m ahsup olm ak üzere bir hanede oturtm akla
z e k â t verilmiş olmaz. Çünkü bu bir tem lik sayılmaz.
Z ek âtın m asraû:
(1) Fakir, nisap m ik tan fazla bir m ala m alik olmayan kimsedir. Velev-
ki haceti asliyesinden olmak üzere hanesi, hane eşyası ve borcuna muadil
nukudu bulunsun.
(2) Miskin, hiç bir şeye m alik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için
dilenm eye m u h taç olan yoksul kimseler.
(3) Borçlu, bundan m aksat, borcundan fazla nisap m ik tan mala m alik
olm ayan veya kendisinin de başkasında malı var ise de alması mümkün bu-
lunm ayan kim sedir. Böyie b orçlu bir kim seye z e k â t verm ek, borçlu olma-
yan fakire verm ekten efdaldir.
(4) Yolcu. Bundan m aksat, malı beldesinde kalıp elinde bir şey bulun-
m ayan garip kim sedir. Böyle bir kim se, yalnız ihtiyacı m ik tan n d a z e k â t
alabilir. F a k a t fazlası helâl değildir. M aamafîh böyle yolcular için mümkün
olunca borç alm ak z e k â t alm aktan hayırlıdır.
Kendi beldesinde bulunduğu halde m alım gaip ederek m uhtaç bir hal-
de kalmış bir kimse böyle yolcu hükm ündedir. Bunlar, bilâhare m allarını
elde edince almış olduklan zek âttan geri kalan m iktarı başkalanna tesad-
duk etm eleri lâzım gelmez.
(5) M ükâtep. Bu bir bedel m ukabilinde âza t edilm ek üzere efendisiyle
bir m ukavele yapm ış olan köle veya cariye dem ektir. Böyle kim seye biran
evvel hürriyetine kavuşturm ak için bir yardım olarak z e k ât verilebilir. F a-
k a t bir kimse, kendi m ükâbetm e zek âtın ı verem ez. Çünkü m enfaati kendi-
sine ait olm uş olur.
(6) Mücahit. Bundan m aksat. Allah Tealâa yolunda gönüllü olarak ci-
hada iştirak etm ek istediği halde nafakadan, silah ve saireden m ahrum olan
gazi dem ektir. Buna da noksanlarını tedarik etm esi için z e k â t verilebilir.
B una; «jU'l i l j » denir.
95 — Bir fakir bir zenginden m alının zekâtını m ahkem ede dâva ede-
mez. Çünkü zekâtın kendisine verilmesi her halde lâzım değildir. Ve bu, bir
m ali ibadet olduğundan sahibinin diyanetine muhavveldir.
alıare tebeyyün ederse İmam-ı Â'zam ile İmanı M uham m ede göre yine m u-
teber olur.
F a k a t araştınnaksızın zekâta ehil ve m ahal olup olmadığını hiç düşün-
m eksizin verecek olsa zek âtı yine m uteber olursa de zek âta m ahal olmadığı
m üahheren anlaşılsa zekâtı yeniden vermesi icabeder. Çünkü araştırm ak hu -
susunda kusur etm iştir.
107 — Z ek âta mahal, olup olm adığından şekkedilen bir şahsa araştir-
m aksızın verilen zekât, m uteber olm am ak tehlikesinde bulunur. M eğ erk i o
şahsın zek âta mahal olduğu bilâhara tebeyyün etsin.
SADAKAİ F IT IR :
108 — Sadakai fıtır, ram azanı şerifin sonuna y etişen ve havaici asliye-
sinden başka en az nisap m ik tan bir m ala m alik bulunan her hür müslüman
için verilmesi vacip olan bir sadakadır. Buna yalnız " F ıtra " da denir ki: fit-
ret sadakası, yani: Sevap için verilen yaradılış atiyyesi dem ektir.
109 — Sadakai fitın n vücubu, zek âtın farz olmasından m ukaddem dir,
orucun farz kılındığı seneye m üsadiftir. Bu, bir m uaevenettir, orucun kab u -
lüne, ölümün sekeratm dan ve kabrin azabından ku rtu lu şa bir vesiledir. Yok-
sullann ihtiy açlann ı gidermeye, Bayram gününün neşvesinden onlann da is-
tifade etm elerine bir yardım dır. Bu cihetle sadakai fıtır, insani bir hayr, biı
vazifedir.
110 — Sadakai fıtır, ram azan bayram ının birinci günü fecrin tulû'un-
dan itibaren vâcip olursa da bundan bir kaç gün, h a ttâ bir kaç ay veya sene
evvel de, sonra da verilebilir. Taki fakirler, bununla bayram namazın;»
çıkm adan evvel, noksanlarını tedarik edebilsinler.
* (Eimmei selâseye göre sadakai fıtır ram azanı şerifin son akşam ı güne-
şin batm asından itibaren vâcip olur. Bayram dan sonraya tehiri ile sakıt ol-
maz, kazası lâzım gelir.)
111 — Sadakai fıtır, nisap m ik tan mala m alik olan h er hv r müslüman
için vâciptir. Velev ki çocuk veya m ecnun bulunsun. B unlaun velileri bun-
ların m allanndan bu sadakayı vermezlerse bunu kendileri baliğ olduktan ve-
y a ifakat bulduktan sonra ödem ekle m ükellef bulunurlar. Bu mes'ele, İmam
A'zam ile İm am Ebu Y usuf'a göredir. İmam M uham m ed ile İmam Züfere
göre, bunlara sadakai fıtır vâcip olmaz. Babalan, vasileri bunu onlann mal-
lanndan verirlerse zamin olurlar. Belki bu sadakayı kendi m allarından ver-
m ek babalarına vâcip olur.
Bu nisaptan m urat, iki yüz dirhem gümüş veya yirm i miskal alün veya
bunlann kıym etlerine m uadil bir m aldır. Bu mal, havaici asliyeden, yani:
Sahibinin borcundan, ikam etgâhından evinin lüzumlu eşyasından, binip
kuşanacağı at ile silâhından ve kendisiyle ıyalinin bir aylık veya — diğer bir
kavle göre — bir senelik nafakalanndan fazla bulunm alıdır. Velev ki bu faz-
344 BÜYÜK İSLAM
la, haddizatında n u tu k gibi, ticaret m allan gibi nam ı sayılan bir m al olma-
sın. Bu fazla m alın üzerinden bir sene geçmiş olması da şa rt değildir.
İşte bu m ik tar bir m ala m alik olan bir müslüman için z e k ât alm ak veya
vâcip sadakalan alm ak haram dır, kurban kesm ek vaciptir.
(Eimmei selâseye göre bayram günüyle gecesine m ahsus kendisiyle ai-
lesi efradının yiyeceklerinden vesair haceti asliyelerinden fazla fitre m ik tan
bir m ala malik olan bir müslüman için sadakai fıtır bir vecibedir.)
112 — Ram azanı şerif bayram ının ilk günü fecrin tulû'undan evvel ve-
fat eden veya fakir düşen veya tulû'undan sonra doğan veya ihtida eden bir
müslümana sadakai fıtır vâcip olmaz. F a k a t tuiû'dan sonra vefat eden bir
müslümana vâcip olmuş olur. Binaenaleyh vasiyet etm iş ise terekesinin sü-
lüsünden verilir. Varislerinin kendi m allanndan venneleri de câizdir.
113 — Nisap m ik tan mal, sadakai fıtn n vücubundan sonra telef olsa da
fıtıe sakit olmaz. Çünkü verilmesi için evvelce bir k u dreti m üm ekkine b u -
lunm uştur. Z e k â t ise böyle değildir. O nda kudreti miiyessire lâzım dır.
114 — Ram azanı şerifte b ir özüre m ebni oruç tutm akla m ükellef ol-
m ayan bir müslüman hakkında da sadaki fıtır vâciptir. Meriz, müsafir ve
şeyhi fani gibi.
1 1 5 - Nisaba m alik olan hür bir müslim, hem kendi nefsi için, hem de
fakir olan m atûh veya m ecnun veya sağîr evlâdı için ve hizm etinde bulu-
nan köle veya cariyeleri için sadakai fıtır verm ekle m ükelleftir. Velevki köle
veya cariyesi gayri müslim bulunsun. Bu hususta efendinin ehliyetine ba-
kılır. Ticaret için olan köleler ve cariyeler için sadaki fıtır icap etm ez.
Çünkü bunlar, z e k âta tabidirler. Bunlardan dolayı hem zek ât, hem de sada-
kai fıtır içtim a etm ez.
118- Bir kimse, kendi m alından zevcesinin veya büyük evlâdının fitre-
lerini izinleriyle verecek olsa kifayet eder. Ve bunlar kendi ıyalinde, idare-
sinde bulunduğu takdirde izinleri olmaksızın verm esi de kafidir. Çünkü bu
halde â d e te n izin vardır. Aile arasında bulunan sair şahıslar hakkında da hü-
küm böyledir. Bu, hususta hakikaten veya âdeten izne lüzum vardır. Zira
sadakai fitın n verilmesi niyete m ukarin olmalıdır, niyetsiz verilem ez. Böyle
bir izin ise n iy et hükm ündedir.
(İmam Şafiîye göre kadının sadakai fıtri zengin olsa da kocasına aittir.
Kendilerine ücret tayin edilm em iş olan hizm etçiler hakkında da hüküm
böyledir.)
119 — Bir kimse, kendi ıyalinde bulunsalar bile babasının, anasının sa-
dakai fitn n ı verm ekle m ükellef değildir. M eğer ki babası fakir olduğu halde
m ecnun bulunsun.
120 — Sadakai fıtır, d ö rt cins şeyden m uayyen m iktarda verilir.
Ş ö y lek i; buğdaydan yarım sa'ı Irakî, y ân i: Beş yüz yirm i dirhem , veri-
lir. Buğday unu ile kavudi daı buğday hükm ündedir. A rpadan, kuru üzüm-
den veya kuru hurm adan d a bir sa' = kile y â n i bin kırk dirhem verilir. Bun-
lann yerlerine kıym etlerinin verilmesi de câizdir, h a ttâ efdaldir. M eğer ki
fakirlerin ih tiy açlan b unlann ayınlanna daha ziyade bulunsun. (1)
121 — Nisabı z e k â tta olduğu gibi sadakai fıtra hususunda da dirhem -
den m aksat, dirhem i şer'îdir. M aamafih bu hususlar da her beldenin dirhem i
örfisine riayet edileceğine kail olanlar d avard ır. Dirhemi örfi fazla olduğun-
dan sadakai fıtri ona göre verm ek ih tiy ata m uvafık ve ziyade sevaba bais olur.
* (Eimmei selâseye göre sadakai fıtır, buğdaydan da bir sa'dır. F a k a t bu
sa'dan m aksat, sa'ı İraki değil, sa'ı Hicazîdir ki 6 9 3 ,1/3 dirhem m iktand ır.)
122 - Sadakai fıtır için buğday arpa, üzüm ile hurmaı birer sâb it
m iyardır. Çünkü bundan m aksat, fakirin bir günlük ihtiyacını olsun gider-
m ektir ki, o da bunlar ile kabil olabilir. Halbuki m uayyen bir para m iyar
olarak gösterilm iş olsa idi bu m aksat tem in edilm iş olamazdı. Zira erzakın
fiyatlan zam an zam an değişm ekte olduğundan o m uayyen para, bazı
senelerde bu m aksadı tem in edebilirdi, bazı senelerde tem in edemezdi.
(1 ) Bir sa'ı irak î (1 040) dirhem i ş e r ’ı itib ar olu n u r k i (9 1 0 ) dirhem i örfiye müsa-
vidir. O halde (520) dirhem i şe r'î d e (455) dirhem i örfîye müsavi bulunur.
"K üsurlara bakılm azsa" (1 0 4 0) dirhem e ş e r'i (2.917) kilo gram ; (1040) dirhem i
örfi de (3.333) k io gram eder. O h ald e (5 2 0) dirhem i ş e r'î (1,458) k io gram , (520)
dirhem i ö rfî d e (1 ,6 6 7 ) gram dem ektir.
Bir kilo gram (35 7 ) dirhem i şe r'îy e ve (3 1 2 ) derhem i örfîye müsavidir. Bir k io
m iktarındaki b ir şe y in , m eselâ buğ d ay ın fiatı b if a r z (50) k u ru ş olsa (1.667) kilo gram
m ik tarın ın fiatı ne eder? Bunu bu lm ak iç in (50) k u ru ş, (1 .6 6 7 ) y e zarb edilm elidir.
B unun fiatı anlaşılır.
S u re t; (1 ,6 6 7 X 5 0 —83,35) dem ek k i 83 kuru ş 3 5 santim etm iş oluyor.
346 BÜYÜK İSLAM
X i ^ JLT j . iılj)
İL M İH A L İ 347
ALTINCI KİTAP
1 — Hac, lûgatta tazim edilecek, m akam lan ve saireyi ziy aret kastında
bulunm aktır. Ş e r'i şerife, "A rafatta vakti m ahsusunda bir m ik tar dur-
m aktan, badehu K âbei M uazzamayı usulü dairesinde tavaf suretiyle ziyaret
etm ek ten ib arettir." Hac eden zata H âc = H âcı denir. Cem i; hüccactır.
2 — Um re, lûg atta ziyaret m anasınadır. İstilâhta: K âbei M uazzamayı
tavaftan ve safa ile Merve denilen iki m evki arasında sa'y etm ekten ibarettir,
ki b u n u n için m uayyen bir zaman y ok tur. Senenin h er m evsiminde yapıla-
bilir. Yalnız Arefe günü ile Kurban bayram ının d ö rt gününde yapılması
m ukruhtur. Ram azanı şerifte yapılması ise m enduptur.
348 BÜYÜK İSLAM
3 - Umre, bir sünneti m üekkededir. Bunu yapan zata "m u tem ir" de-
nilir. Farz olan Hacca "Haccı ek ber" denildiği gibi um reye de "H accı asgar"
denilir. M aamafih arefe günü Cum aya tesadüf eden bir hacca da "Haccı ek-
b er" denilm ektedir.
* (Umre, İmam Malike göre de bir m üekket sünnetidir. F ak at İmam Şa-
fiiye göre bir defaya m ahsus olmak üzere fevri olmayan bir farzı ayindir,
Hanbelüere göre Fevren farz olur.)
Haccın nevi'leri:
4 — Hac, farz, vâcip nâfile kısım larına ayrıldığı r I Haccı ifrat, Hac-
cı tem ettü , Haccı kıran nevilerine de ayrılır. Şöyle ki:
(1) Farz olan hac şeraitini cami, olan bir müslümanm öm ründe bir defa
edasile m ükellef olduğu haçtır.
(2) V âcip olan hac, nezredilen veya başlanılm ışken bozulan nafile bir
hacca bedel kaza edilecek olan haçtır.
(3) Nafile olan hac, m ürahik gibi henüz m ükellef olmayan bir kimsenin
veya farizayı haccı ifa etm iş olan bir zatın hak nzası için tetavvu yol ile
yapacağı h açtır ki, tekrar tekrar yapılabilir. (1)
(4) Haccı ifrat, um reye m ukarin olmaksızın yalnız başına yapılan farz,
vâcip veya nâfile haçtır ki, ihram a girerken yalnız hacca niyet edilm iş olur.
Bunu y apana "m ü frit" denir.
(5) Haccı tem ettü , hac m evsiminde evvelâ um re için ihram 'a girilip
um re yapıldıktan sonra aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülm e-
den tekrar ihram a girerek usulü dairesinde yapılan haçtır. Bunu yapan
zata "M ütem etti" denir. Bu haccı ifra ttan efdaldir,
(6) Haccı kıran, hac aylarından evvel veya hac aylan içinde ve m ikat-
tan m ukaddem veya m ik atta um re ile arası bir ihram ile, bir niy et ile
cem edelip um re yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen haçtır. Bu
veçhile hac yapılm ası haccı tem ettü 'den efdaldir. Bunu yapan zata da
"K arin " denir. B unlann tafsilâtı, tatbikatı ileride görülecektir.
5— Haccm farz, vâcip ve sünnet olan herhangi bir fiiline "Nüsük"
denir. Cem 'i "M enasik"tir. Bu tâbir esasen ibadet ve su ile bir şeyi tem iz-
lem ek m anasınadır.
Haccın rükünleri:
6 - Haccm rükünleri, yani: M ahiyetini teşkil eden farzları ikidir. Biri,
A rafatta b k m üddet vukuf, yani durm aktır, diğeri de K âbei M uazzamayı
tavaffi ziyarette bulunm aktır.
(1) On iki yaşım bitirip henüz baliğ olm ayan erkek ço cuğ un a m ürahik, dokuz
yaşm ı ikm al edip d e baliğ olm ayan kıza da m ürahika denir.
İL M İH A L İ 349
bir m abedi İlâhi, bir tecelligâhi süpiıanî olm asından dolayı "B eytullah",
"B eyti m uazzam " namı da verilm iştir.
K âbei m uazzam a, "H arem işerif" ve "M ecsidiharam ” denilen büyük
bir camii şerifin ortasında bulunm aktadır. Bu camii şerifin etrafında ku b b e-
ler vardır, m ütebakisi açıktır. Yedi m inaresi, bir ç o k kap ılan ve içinde m in-
beri, zem zem kuyusu vs İbrahim Aleyhisselâm m m akam ı vardır.
12— Tavafi ziyarete gelince; bu Arafaıtta vukuftan sonra Kâbe-i
M uazzamanın etrafında yed i defa dolaşm aktan ib arettir ki, bunun d ö rt
defası bir, rükündür, bir farizadır.
Tavafi ziyaretin vakti, K urbân Bayram ının ilk gününün tu lû 'ı fecrin-
den başlıy arak h ay atın son gününe kadar uzayan bir m üddetin h er hangi
b ir Cüz'idir ki, bu cüz'de yapılacak bir tavaf ile Hac farizası ikmal edilmiş
olur.
Tavafın m ahiyyeti ve n e v ile ri:
13— Tavaf, lügatte: Z iyaret etm ek, bir şeyin etrafında dolaşm ak
m anasınadır. Tavaf edene " T a if ' tavafa m ahsus m ahalle de " M e ta f ' denir.
Tavaf istilâhda: "K âbei M uazzamanın çevresinde yedi defa dolaşm aktan
ib are ttir." Ş ö yle k i;
K âbei M uazzam anın cenup tarafındaki d il'm bir köşesine "riikni
h acer", diğer köşesine de "rükni yem anî" denir. Rükni Hacer "Haceri
esvet = Haceri e s'a t" denilen m übarek bir taş vardır ki bu, tavafin başlan-
gıcı için bir nişanedir.
İşte bu haceri E svet'in bulunduğu köşeden tavafa başlanır. Beyti
Muazzam sola alınarak Beyti M uazzam 'm kapısına doğru sağa gidilmek
suretiyle devir yapılır, böylece h e r devir = dolaşm a, Haceri Esvedin bulun-
duğu kö şeden başlar, orada nihayet bulur. Bu devirlerin h er birine bir
"şa v t" denir. Bu halde yedi şavtta, bir tavaf olm uş olur.
14— Tavaf, bir nevi' nam azdır; Allah T ealâya heyecan ile m uhabbet
ve tazim in bir nişanesidir, arşı İlâhî etrafında dolaşan kudsî m eleklerin
hallerine bir benzeyiş tarzıdır.
K âbei Muazzama, bu şuhu t âlem inde, gayip ve m elekut âlem indeki
m akam ı rububiyetin bir zahirî misalidir. Bu m addî beytin çevresindeki be-
denî hareketler, m elekût âlem indeki arşı k u d retin etrafında yapılan ruhanî
hareketlerin birer rum uzudur.
15— Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Haceri Esvedin
önüne geldikçe ona istikbal edilir, nam azda d u ru r gibi tekbir ve tehlil ile
bu m übarek taşa eller kaldırılıp sürülür ve m üm kün ise öpülür. Bunlar
mümkün olm ayınca karşıdan el sürmek işareti yapılır. Buna "istilâm =
selâm lam ak" denilm ektedir.
Haceri es'ada böyle el koym ak, H ak Tealâ H azretlerile ib ad et ve taat
hususunda antlaşm anın ve b u ah ta vefa edileceğinin bir rem zi dem ektir.
16— Tavafin nevilerine gelince bunlar, aşağıda yazıldığı veçhile
beştir.
İL M İH A L İ 351
kolaylıkla yapabilsin. M aahaza bu taşlam ayı terk etse kendisine bir şey
iâzım gelmez. Çünkü bu, o ço cu k h ak kında bir vecibe değildir.
(3) Âkil olmalıdır. Deli olanlar, hac ile m ükellef değildirler. İfakat
b u ld u k tan sonra hac şeraitini cami olunca hac etm eleri lâzım gelir.
(4) Hür olmalıdır. Köleler, cariyeler hac ile m ükellef değildirler.
B unlann yap tıklan haclar, birer nâfîledir. A zat edildikten sonra sair şa rtla n
da haiz olunca hac etm eleri icap eder.
(5) Haccın faıziyyetine vakıf olmalıdır. Ş ö yle ki: Dari h arp te gayri
m üslimlere ait bir beldede bulunup ih tid a eden kim se, haccm farz olduğunu
bilm edikçe hac ile m ükellef olam az. F a k a t islâm ülkesinde böyle bir
cehalet, bir m azeret teşkil etm ez. Binaenaleyh islâm yurdun da b ulunan bir
g ay n müslim, haccm farz olduğunu bilsin, bilm esin ihtid a edip sair şa rtla n
da câmî olunca hac ile m ükellef olur.
(6) Hac vazifesini m eşakkatsiz bir surette gidip ifa edebilm eye k âfi
bir vakit bulunm alıdır. Binaenaleyh bir kim se hac farizesi için sair şa rtla n
tam am en haiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi ifaya müsait bir vakit
bulm adan vefat etse bu fariza ile m ükellef olm uş olmaz.
(7) Hicaza gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesi efradının m u ta t
veçhile nafakalan bulunm alıdır. H aceti asliyeden sayılan m alların bulun-
m ası üe hac farz olmaz. F a k a t h acetten fazla bir mal, m eselâ bir akar veya
zait e şy a bulunsa bu nlan satıp hac etm ek lâzım gelir. Bir hanede k ira ile
oturm ak da haccm farz olm asına m ani değildir.
H aceti asliye için z e k â t m ebhasine m üracaat!.
(8) Kendi haline münasip nakil vasıtası ve yolda yapacağı m asraflara
m ukabil parası bulunm alıdır. Buna "rahileye ve zaditarika = yol azığına
k u d re t" denir. Ş öyle k i;
Hac için zad ve rahileye k u d ret şarttır. Bu ku dret, —h ac için gitm eğe
m üsait ise — hac aylannda veya herkesin bulunduğu beldede hacılann
m u ta t veçhile hacca gidecekleri zam anda bulunm ak lâzım dır. Bu esnada
hacca kâfi, haceti asliyeden hariç bir m ala m alik olan kim senin, sair şerait-
leri de cam i olunca hac etm esi farz olur.’ Bu m alı başka yere sarfedem ez,
ederse İıac zim m etinde borç olm uş olur. F a k a t bu vakitten evvel elde
edilen bir mal, bundan evvel istenilen yere sarfedilebilir. Bundan dolayı
kendisine hac farizası teveccüh etm iş olmaz.
M eselâ: M uharrem ayında hacca k â fî bir m ala malik olan kimse,
bunu bir iki ay içinde başka bir cihete sarfedip de beldesinden hacca gi-
dilmesi m u ta t sırada elinde m al kalm am ış olsa kendisine hac farz olmuş
bulunm az. İare ve ibahe suretiyle olan z a t ve rahile k ifay et etm ez. Velevki
m in n et etm iyecek kim seler tarafından olsun. Meselâ: Hac etm ek üzere
hibe edilen bir m alı kabul etm ek h e r halde lâzım gelmez.
Maahaza Mekkei M ükerremeye on seki;' saatten yakın bulunan yerler-
deki müslümanlar için yürümeye kud retleri olunca rahile bulunm ası şart
değildir.
İL M İH A L İ 353
20 — Bir hac vazifesinin sahili bir surette yerine getirilmiş olması için
şöylece d ö rt ş a rt vardır:
F: 23
354 BÜYÜK İSLAM
(1) L ebbeykel’ lahümme leb b ey k , lâ şerik e leke leb b ey k , innel ham d e venni1
m e te lek e vel'm ülke lâ şerike lek.
Meali: Allahım! Ben senin emrü ferm anına h e r zamsın ita at ederim . Senin için o r-
tak y o k tu r. D âvetine daim a h u lu s ve sadakada icabet ederim . Şüphe y o k ki h am d de,
nim et te sana m ah su stu r, mülk de, senin şerikin y o k tu r m abudum !
İL M İH A L İ 355
22 - İhram a giren bir erkek, dikişli libaslarını çıkarır, bir peştim al k u-
şanır, üzerine bir omuz havlusu alır, başını ve ayaklarını açık bulundurur,
tem izlenir, yıkanır veya abdest alır, iki re k â t namaz kılar, yüksekçe bir sesle
(Lebbeyk Allahümme lebb eyk...) diye telbiyede bulunur, zevcesile cinsi
m ukareneti terkeder, zevcesini okşayıp öpm ez, akıllı kim seler tarafından
Tiyp = güzel kok ulu" sayılan misk, anber, k âfu r gibi şeyleri sürünmez, bun-
lan y atağına da sürmez, av hayvanlan avlamaz, ve avlayanlara işâ re t edip
göstermez, M ekkei M ükerremenin harem indeki yeşil ağaçlan, yeşil otları
kesip koparm az, kendisinin saçlarım kesmez, tıraş etm ez, hac veya um re
işlerini bitirinceye kadar bu halde devam eder.
R ayihasından telezzüz edilecek her şey "T iy p " sayılır.
İhram a giren kadınlar ise libaslanm çıkarm azlar, başlarını ve ayaklan-
m, açık bulundurm azlar, telbiyede seslerini yükseltmezler.
23 — İhram a giren z a ü an n çadır altına sokulm aları, şem siye tutm aları,
yüzük takm aları, bellerine kem erlerini bağlam alan ve om uzlanna giyinmek-
sizin p alto gibi şey almaları haranı değildir.
24 — Yalnız hac için veya haccı tem ettü ile lıaccı kıran için Şevvalin
birinci gününden Zilhiccenin dokuzuncu gününe kadar herhangi bir günde
ihram a başlanılabileceği gibi bundan evvel de başlanılabiiir. Çünkü ihram ,
haccm şartıdır. Ş a rt ise m eşru tu n vaktine takaddüm edebilir, bu câizdir.
Taharetin namaz vaktine takaddümü gibi. Ş u kadar var ki, ihram a daha ev-
vel başlanılm ası, m üddetin uzaması itibariyle m uhataralı olduğundan m ek-
ruhtur, ihram sebebiyle m em nu olan şeylerden uzun bir m üddet korunm ak
kolay değildir.
* (Şafülere göre hac için hac aylanndan evvel ihram a girilmez. Girilir-
se um re için girilmiş olur. )
in m ikate dönerse ceza olarak dem, yani: Bir koyun kurban etmesi lâzım
Sir. Haccın fevt olmasından korkulm azsa m ikate dönm ek efdaldir.
27 — Mekkei M ükerremede bulunan zatların hac için m ikatı; M ekkei
M ükerremedir. Tam oradan ihram a girerler, velevki ehalisinden bulunm uş
olmasınlar. F ak at um re için harem i M ekke dışında bulunan bir yere, bilhas-
sa "T en 'im " denilen mevzie çıkar, oradan um re için ihram a girerler. Bn ci-
hetle bu mevzie "um re" de denilm iştir.
28 — Mekkei M ükerremenin etrafındaki bir m iktar sahaya 'H arem i
M ekke" denir. Bunun haricinde, ya'ni, Harem havzesi dışında îa "H ıll"
adı verilir.
H ıll'in M ekkei M ükerremeye en yakım , garp canibinden üç d ö rt mil
m esafede bulunan "T an 'im " mevzii'dir.
Hıll tabiri, ihram a nihayet verm ek m anasına da m üsta'm eldir.
29 — Haremi M ekke ile m ikatlerden biri arasındaki yerlerde- bulunan
zatlar da bulun d uk lan yerlerden veya M ekkei M ükerremeden ihram a girer-
ler. Bunlann yakınlık dolayısiyle M ekkei M ükerremeye gidip gelmeleri ç o k
olacağından haklarında böyle bir kolaylık, bir müsaade gösterilmiştir.
34 - M alûm dur ki hac, islâm iyetin beş mühim esasından birini teşkil
etm ektedir. (Büniyelislâmü alâ hamsin. — İslâm dini, beş esas üzerine kurul-
m u ştu r) hâdisi şerifi, bunu bildirm ektedir.
Hac, şartlan ın haiz olan her müslüman için pek m ukaddes bir fariza-
dır. Namaz, oruç, birer bedenî ibadettir. Z e k â t da bir m alî ibadettir. Hac ise
hem bedenî, hem de m alî bir ibadettir. Bu fariza, hem bedence olan sıhhat
ve selâm etin, hem de m alî varlığın bir şükran vazifesi dem ektir.
37 — Hac farizasını şuurlu bir halde ifa edecek m üslüm anlann bundan
ne kadar istifade edecekleri pek aşikârdır. Bahusus bu farizayı yerine getir-
m ek balıtiyarlığına nâil olan uyanık bir müslümanm bu sayede bir hayli bil-
giler elde ederek tenevvür edeceği ve sonra dönüp kendi m uhitini bir ço k
İslâm şuunundan haberdar ederek tenvire m uvaffak olacağı da şüphesizdir.
38 — Velhasıl haccm farziyetindeki hik m et ve m aslahat, pek büyüktür.
Müslümanlığın intişarına, itilâsına m üteveccihtir. Zaten dini islâm ın em ir ve
tavsiye e ttiğ i hangi bir ib ad et ve taat vardır ki, m üslüm anlann m addî ve ma-
nevî sahalardaki terakkisini, tefeyyüzünü tem in etm esin? Elverir ki, müs-
lümanlar, kendi m ukaddes dinlerinin bu em irlerini tavsiyelerini bihakkın
takdir ederek yerine getirm eğe çalışsınlar.
Ne m u ü u servete, sıhhate m alik olup da bu gibi dinî vazifelerini ifaya
m uvaffak olanlara!...
Haccin vâcipleri:
Müzdelife, M ekkei M ükenem eye dört, rafata iki saatlik bir mesafede
bulunan bir mevkidir.
(5) D ört devresi farz olan tavafi ziyareti yedi devre ile tam am lam ak.
( 6 ) Tavaffi ziyareti eyyam ı nehirden birinde, yani: K urban bayram ının
birinci veya ikinci veya üçüncü gününde yapm ak.
(7) Tavaffi saderde bulunm ak. Bu, m ekkî olmayan, yani: M ekkei Mü-
kerrem e ile civan sakinlerinden olm ayıp taşradan hacca gelip âfakı namını
alan hacılara m ahsustur ki, bir dönüş, veda tavafından ibarettir.
İL M İH A L İ 359
( 8 ) Tavaf esnasında hadesten tahir, avret m ahalleri tam am en kapalı ol-
mak.
(9) K âbei M uazzamayı tavafa daim a Haceri Esvet cihetinden başlayıp,
Beyti M uazzamı sola alarak tavaf etm ek ve bunu yürüyerek yapm ak.
H asta olanlar tahtalar üzerinde tavaf ettirilir.
(10) Her tavaftan sonra iki re k 'a t nam az kılmak.
(11) Tavafı hatim in gerisinden yapm ak.
Şöyle ki: Beytullahın şim ale doğru olan dıl'ım n bir köşesine "R ükni
Ş a m î", diğer köşesine de "R ükni Irak î" denir. K âbei M uazzam anın altın
oluğu, bu iki rüknün arasında ve H anefî m akam ının önündedir. Bu oluğun
akacağı yarım dairelik b ir yer, bir yarım duvar ile çevrilm iştir. Bu duvara
"H atim = H azreti İsm ail", bunun ku şattığ ı o yere de "H icrülka'be" denilir
ve bu yerin bir kısmı, K âbei M uazzam adan sayılır, orada nam az kılınır, dua
edilir. F a k a t bu yerin K âbei M uazzam adan olduğu haberi ahat ile sabit
olduğundan Bey tu İlaha yüz tutm aksızm bu duvara karşı namaz kılınamaz.
Bu duvarın iki tarafı açıktır.
İşte Harem i Ş e rif içinde bu duvarın arkasında tavaf edilir ki, bu vâcip-
tir.
(12) Mevsimi hacda Safa ile Merve arasında sa'y etm ek ve bu Sa'ye
Safadan başlam ak ve özürleri olm ayanların bu sa'yi piyade olarak yapm ala-
rı,
Safa ile Merve, M ekkei M ükerremede Mescidi H aram ın hem en civann-
da basam aklı iki tepedir. Bunlar, genişçe bir cadde ile birbirine bağlıdır. Sa-
fadan başlayıp Merveye dört, ve M erveden Safaya üç defa gidip gelmek bir
vecibedir ki, bu yedi geliş gidişe " sa 'y " denir. H er defa K â'b ei M uazzama
görülünceye kad ar basam aklara çıkılır. Ş im d i Merve tarafında yüksek bina-
lar yapüdığından K âbei M uazzamayı görm ek kabil olm am aktadır.
Hac için yapılan Sa'y, tavaffi kudüm den veya ziyaretten sonra, um re
için yapılan sa'y de tavaffi um reden sonra yapılır.
dan her birine Kurban bayram ının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde "Bis-
millah, A liahüekber" denilerek yedişer taş atılır. Bu yedi taş birden atılsa
k ifayet etm ez, bir taş yerine geçer.
Bu taşlar beş arşınlık bir m esafeden atılır. Cem relerin yakınm a düşme-
leri de kifayet eder. Cem relerden üç arşın kadar uzak bir yere düşen taşlar,
kifayet etm ez, yeniden atılması icap eder.
T aşlan atacak z a t hasta bulunsa eline konulacak taşları atar veya
bu taşlan onun adına başkası atar. N itekim baygın bulunduğu takdirde de
bu taşlan onun adına başkası atıverir. Haccm m enasikinde bu gibi niya-
betler caridir.
Cem rei akabeye ilk taş atılm akla beraber "telb iy e" ye n ih ay et verilir,
artık ( <iU ç^Jl! <ÜJ ) denilmez. Bu anda telbiyölere icabet hasıl olmuş
bulunur.
* (İmam M âlike göre Arefe gününün zevalindim itibaren telbiyelere ni-
h ay et verilir. Çünkü o gün A rafatta durm akla icabet husule gelmiş, ftaccin
rükni azam i yapılm ış olur.)
Bu taşlann atılm asındaki hikm et, Allah Tealânm ilmine muhavveldir.
Bu bizce bir em ri teabbüdidir. Biz bunu yapm akla Hak Tealânm em irlerine
alelıtlak olan ita a t ve im tisalim izi gösterm iş oluruz. Bir de, b u habis ruhlara
şe y ta n i vesveselere k a rşı olan nefretim izin bir remzi, bir tezahürü dem ektir.
H azreti İbrahun Aleyhisselâm m sünnetine im tisal nüktesini de haizdir.
(14) M inada taşlan attık tan sonra kurban kesmek, daha sonra d a Mek-
kei M ükerremenin harem inde ve kurban bayram ının ilk üç gününden birinde
saçlan tıraş etm ek veya kırkm ak. Ş ö yle ki:
Kurban kesmek, hac ile um reyi cem etm iş olanlara vâcip tir. Bu veci-
be, hac ile um reyi cem 'e m uvaffakiyetin bir şükranesidir. Yalnız hac etm iş
olan âfakı, m isafir olduğundan kendisine kurban kesm ek vâcip değildir, di-
lerse bir, nâfile olm ak üzere kurban kesebilir/
Kadınlar, saçlannın yalnız uçlarından biraz kırkıverirler.
4 0 — Tıraşa "h alk ” , saçlan biraz kesmeğe de "tak sîr" denir. Bunlar,
İmam ı A 'zam a göre m ekân ile zam an ile m ukayyeddir, yalnız harem i Mek-
kede ve eyyam ı nahrde yapılabilir.
Bunlar, İmam Ebu Y usufa göre böyle m ukayyed değildir, bilâhare
başka yerde de yapılabilir. İmam M uhamm ede göre zam an ile m ukayyed
değilse de m ek ân ile m ukayyeddir. Binaenaleyh eyyam ı nahrden sonra
yapüabilir. F a k a t h er halde M ekkei M ükerremenin harem inde yapılmalıdır*
başka yerde yapılırsa ceza olarak bir koyun kurban edilmesi lâzım gelir.
Halk, taksirden efdaldir. Saçsız olanlar, başlarının üzerine usturayı gez-
dinnekle bu vecibeyi yerine getirm iş olurlar.
41 — Haccm vâciplerinden birini terk etm ek, haccm sıhhatına m ani
olmaz. Rundan dolayı ceza olarak yalnız kurban kesm ek lâzım gelir. E ti
İL M İH A L İ 361
Haccm Sünnetleri.
(1) Me ali: Y a lâhi! Ben senden rızanı ve cennetini dilerim, sana gazabından ve
ate ten sı ınırım.
362 BÜYÜK ÎSLAM
(21) M ina'da taşlar atılırken M ina'yı sağa, M ekkei M ükerrem eyi sola
almak, sırasiyle evvelâ Cem rei ulâyı, sonra Cemrei vüstayı piyade olarak,
daha sonra da cem rei A k ab e'y i rakip olarak taşlam ak ve bu son Cemrede
taşlan aşağıdan y u k a n y a doğru atıverm ek.
(22) Taşlam aya ilk gün güneşin doğm asiyle zevali arasında, diğer gün-
lerde ise zeval ile gurup arasında başlam ak.
(23) M ina'dan M ekkei M ükerremeye acele inm ek isteyen kimse için
Zilhiccenin on ikinci günü güneşin gurubundan evvel yola çıkm ak, guruba
kadar durm ası bir isaettir.
(24) M ina'dan M ekkei M ükerremeye gelirken "M uhassep" ve "E b ta h "
denilen düz bir mevzie bir m ü ddetçik inivermek.
(25) Tavaffi veda, dan ve iki re k 'a t nam azdan sonra zem zem suyundan
Beytullaha bakarak ayakta kana kana içm ek ve bu m übarek sudan başa ve
bedene dökünm ek.
(26) Haceri esvet ile K âbei M uazzam anın kapısı arasında bulunup
"M ültezem " denilen mevzie göğsü ve yüzü vaz ile sürüvermek.
(27) Kimseye zahm et verm eksizin K âbei M uazzamam n estan n a yapı-
şıp duada bulunm ak ve içerisine girm ek mümkün olunca kem ali edep ve ta-
zim ile girip İki rek ’a t namazı kılm ak.
K âbei M uazzamanın es tan n a — perdesine sanlm ak, m ültezem e tem as-
ta bulunm ak, kurb iy y eti ilâhiyyeye olan şevk ve heyecanın bir remzidir.
Beytullaha olan m uhabbetin, Hak Tealânm m ağfiretini ısrarla niyazın ve
M abudi Kerîm Hazretlerine sığınm anın b ir nişanesidir.
(28) M edinei Münevvereye gidip Resuli Ekrem — Sallallahü A leyhi Ve-
sellem. — Efendim izi ziyaret etm ek.
Haccm sünnetlerini terk eden faziletten m ahram , belki de âsim olursa
da üzerine kurban kesm ek gibi bir ceza lâzım gelmez.
* (Şafiîlere göre Arefe gîcesi M ina'da kalm ak sünnet, teşrik gecelerinde
ise kalm ak vâcip tir.)
Haccm âdabı:
rabbi! Ben hac etm ek istiyorum , onu bana kolay kıl, ve anı benden kabul
et) diye dua eder, sonra da ( <iU ,*+111 <iU ) diye telbiyede bulunur.
(3) Böyle ihram a girdikten sonra yan ın d a ise zevcesile m ücam eatta
bulunm az, zevcesini öpüp okşamaz, dikişli libas giyinmez, güzel kokulu şey-
ler sürünmez, saçlannı, tüylerini, tım aklannı kesmez, güvercin, geyik gibi av
hayvanlannı avlamaz, yeşil ağaçlan, otları kesip koparm az, kötü ve şehvani
sözlerde bulunm az, arkadaşlariyle ve başkalariyle çekişm ez. F a k a t yıkana-
bilir, para kesesini beline bağlıyabilir.
(4) H er nam az kıldıkça ve yolcu kafilelerine rast geldikçe, yokuşları
çıkıp inişlere indikçe; ( eLJ „-uı d j ) diye yüksekçe b ir sesle telbiyede bu-
i
İL M İH A L İ 365
lunur. M ekkei M ükerremeye varacağı zaman yıkanır, veya abdest alır, m ek-
kei M ükerremeye girince hem en m escidi haram a koşar. B eytullahı göriince
telbiyede ( ) diye tekbirde (^,| *y) diye tehlilde bulunur. Salâ-
tü selâm okuyarak: ( S V* U > (*♦*!= Ya İlâhi! Beyti iz-
zetine m ahsus teşrifi, tazimi, tekrim i ihsan ve iclâli arttır.) diye dua eder.
Hacer-i Esved tarafına yönelerek tekbir alır, Haceri Esvedi selâm lar, müm-
kün ise kim seye eziyet vermeksizin ö p er veya elile m esheder. Sonra da Kâ-
bei M uazzamayı sola alarak hatîm in arkasından tavaffi kudum e başlayıp
Bey tullahm etrafim yedi defa dolaşır, bu tavafın ilk üç devrinde "R em el"
yapar, yani; adım larını kısaltır, om uzlannı silkeleyerek çalım lıca bir sür'at
gösterir ve her dolaşm asında Haceri Esvede gelince anı selâm lar, bu tavafi
m üteakip te İbrahim Aleyhisselâm ın m akam ında, kalabalık ise Harem i şe-
rifin diğer yerinde iki re k 'a t nam az kılar, sonra Haceri Esvedi yine selâm lar,
(istilâm eder.)
(5) Bundan sonra sa'y için Safa ile Merve caddesine çıkar, bu caddede
evvelâ Safa tepesine Beyti M uazzam görülünceye kadar çıkıp B eytullaha yö-
nelerek tekbir ve tehlilde, selâtü selâm da bulunur. Sonra buradan Merve ta-
rafına gider, bu sahadaki iki yeşil direk arasında sü r'at gösterir, bu suretle
d ö rt defa Safadan Merveye, üç defada M erveden Safaya gider gelir, Merve
tepesinden de K âbei M uazzam aya karşı tekbir ve tehlilde, selâtü selâm da
bulunur ve böyle h er geliş gidişte telbiye yapar, â ira t ile yürüdüğü zaman
( ^ J l JJtc-lei'l» jjU 'j jü \ ) = Y a rab b iL Yarlığa, m erham et et,
bildiğin kusurlarım ıza bakm a, çünkü sen şüphesiz en yüce en büyüksün)
diye dua eder.
Bu geliş gidişin m uttasıl bir halde olması efdaldir. Fasıla ile yapüm ası
da câizdir.
(6 ) Yalnız haCca n iy et etm iş olan bu zat, böyle sa’y e ttik te n sonra da
M ekkei M ükerrem ede yine ihram lı olarak kalır, dilediği zam an Beytullahı
nâfile tavaf eder. Zilhiccenin sekizinci — Terviye — gününde sabah namazı-
nı M ekkei M ükerrem ede kılar, sonra "M ina" m evkiine çıkar, orada A refe gü-
nünün sabah nam azım kıhncaya kadar durur, sonra A rafata gider o gün
güneş gurup edince de M üzdelifeye yönelip geceyi M üzdelifede geçirir, ak-
şam nam azını y o ld a kılm ayıp yatsı nam aziyle beraber im am a uyarak Müz-
delifede küar. Kurban bayram ı gününün fecri doğunca da hem en sabah n a-
m azım küar, sonra M üzdelifede "M es’ari h aram " uenüen mevkie gider, ora-
da biraz durur, bütün bu yerlere gider gelirken vakit vakit telbiyede bulu-
nur.
(7) M eş'ari haram da iken fecir, tam am aydınlanınca daha güneş doğ-
m adan M ina tarafına vekar ve sekinet ile yönelir, M inada Cem retülakabe de-
nilen taş kümesine yedi tane küçük taş atar bu taşlan sağ elinin baş ve şe-
h a d e t p arm aklan ucu ile tu tıra k atar ve h er birini a ttık ç a tekbir alır, bu a ü ş
bitince orada durm az. Sonra dilerse k urban keser, badehu tıraş olur veya
366 BÜYÜK İSLAM
46 — Evvelce de yazıldığı üzere haccı tem ettü,hac ile u m re'y i başka iki
368 BÜYÜK İSLAM
ihram ile cem etm ektedir. A fakdan gelen hacılar, ihram da fazla kalm am ak
için en ziyade bu haccı tem e ttu 'u iltizam ederler. Ş öy le ki:
(1) Bir âfaki, m ık atta ihram a başladığı zam an: "Yarabbi! Ben um re e t-
m ek istiyorum , bu um reyi bana kolay kıl ve bunu benden kabul bu y u r"
diye um reye n iy et ederek telbiyede bulunur, iki re k â t nam az kılar, sair h u -
suslara da riayet eder.
(2) M ekkei M ükerremeye girince um re için Kâbe-i M uazzamayı usulü
veçhile yedi kere tavaf eder, sonra iki re k 'a t nam az kılar, sonra da çıkıp Sa-
fa ile Merve arasında "S a 'y " denilen hareketi yapar, bunu m üteakip de saç-
larını tıraş e ttirir veya kısmen kestirir, um resini bitirm iş olur.
(3) Bu veçhile um resini yapm ış olan zat, tehallül etm iş yani ihram dan
çıkm ış olur. M ekkei M ükerrem ede hiç ihram a girmemiş zatlar gibi b ir halde
bulunur, m u ta t elbisesini giyinir. M ubah olan sair şeyleri yapabilir.
(4) Bu zat, M inaya çıkılacak gün veya daha evvel M ekkei M ükerremede
tekrar ihram a girip hacca n iy et eder, telbiyede b u lu nu r ve yalnız hac için
niyet etm iş olan bir z a t gibi — evvelce beyan ettiğim iz —m enasiki hacci ta-
m amiyle yerine getirm eğe çalışır, bundan başka M inada bir kurban da ke-
ser.
Bu kurban, hac ile um reyi Cem etm eye m uvaffakiyetin bir şükranesi-
dir. Cemrei akabe taşlandıktan sonra, tıraş fan veya saçlan kestirm ekten ev-
vel eyyam -ı nahrden birinde kesilir. Bu, bir koyun olabileceği gibi kurban
kesilecek bir devenin veya sığırın yedide bir cüz'ü de olabilir. Böyle bir kur-
ban kesm ekten âciz ise üç gün Arefe gününde bitm iş olm ak üzere hac esna-
sında, yedi günde Bayram günleri ç ık tık ta n sonra veya beldesine döndükten
sonra oruç tu ta r ki bu ,b ir vecibedir.
(5) Bu tatbikat, haccı tem ettü 'd e bulunup M ekkei M ükerremeye
" h e d y " olarak beraberinde kurban götürm em iş veya gönderm em iş olan bir
zata göredir. Eğer böyle bir k u rban bulunursa m ücerret um reyi yapm akla ih-
ram dan çıkm ış olmaz. Belki um re için tavaf eder, sa'yde bulunur, bununla
beraber terviye gününe, yani Zilhiccenin sekizinci gününe kadar ihram da ka-
lır, bunu m üteakip hac için ihram a niyet eder, baki m enasiki ifaya devam
ederek K urban Bayramının ilk gününde bu şükran kurbanını keser, ba'de-
hu saçlannı tıraş e ttirir veya kısm en kestirir, artık o anda iki ihram dan ç ık -
m ış olur.
47 — M alûm olduğu üzere hacci kıran hac ile um renin ihram ını eemet-
m ek yani ikisi için birden ihram a girm ektir. Şöyle ki:
(1) Hacci kıranda bulunacak zat, m ik atta veya daha evvel ui~jre ile hac-
ca birlikte n iy et edip iki re k â t nam az kılar, sonra " y a ilâhi! Ben um re ile
hac yapm ak istiyorum . Bunlan bana kolay kıl, bunlan benden kabul
İL M İH A L İ 369
buyur" diye dua eder, telbiyede bulunur, m uhrim için m em nu olan husus-
lara tam amile riayete çalışır.
(2) Bu zat, M ekkei M ükerremeye girince evvelâ um resini yapar, Bey-
tullahı tavaf eder, Safa ile Merve arasında sa'y eder. Sonra haccin menasiki-
ni — evvelce yazıldığı veçhile — ifaya başlar. Bu hacci kırana m uvaffakiye-
tinden dolayı hacci tem ettu 'd e olduğu gibi bir şükrane olarak cem releri ve-
y a yalnız cem rei akabeyi taşladıktan sonra, saçlannı tıraştan veya kestir-
m ekten evvel b ir kurban keser ki bu, vâciptir. Bunu bulup kesemiyecekse
üç gün Arefe gününde bitm iş olmak üzere oruç tutar, yedi gün de Bayram
günleri ç ık tik tan sonra dilediği vakit tu tar ki m ecm uu on gündür. Bunlar
m üteferrik günlerde de tutulabilir.
(3) Hacci kırana niyet eden zat, um resini yapm adan A rafata gidecek
olsa um resini bozm uş olur. A rtık kendisine bu şükran kurbanı vacip olmaz.
Ş u kadar var ki, um reyi kaza etm esi ve b u nu bozm uş olmasından dolayı bir
ceza olarak kurban kesmesi lâzım gelir.
* Hacci tem ettü , ile hacci kıran, afakîlere m ahsustur. M ekkei Mükerre-
m ede veya M ekke ile M ikat arasında bulunanlar bunu yapm azlar. Çünkü bu
haclan yaparken b ir aralık ehil ve lyalleri yanm a dönüp gitm em eleri lâzım -
dır. B unlann ise bu esnada ehil ve ıyallerinden uzaklaşm aları müşküldür.
sadduk eder. Sahibi, bundan istifade etse veya bu sütü zengin kimselere
verse bedelini tasadduk etm esi lâzım gelir.
52 — Allah rızası için teberru’edilen bir şeyin aynini tasadduk caiz ol-
duğu gibi kıym etini ve bir rivayete göre m islini tasadduk da caizdir.
Binaenaleyh bir kimse, kendi koyunlarından m uayyen birini hedy ol-
m ak üzere tayin etse b u n u n kıym etini veya mislini hedy olarak Haremi Ş e-
rife gönderebilir.
53 — Tetavvü olarak gönderilen hedy, y o ld a çalınsa veya telef olsa ye-
rine başkasını gönderm ek icap etm ez. Vacip olarak gönderilmiş olunca yeri-
ne başkasını ikam e etm ek icap eder. Fazla ayıplandığı takdirde de hüküm
böyledir. M eğer ki sahibi zengin bulunm asın, o halde bu ayıplı hedv de kifa-
y e t eder.
Kezalik: Harem de kesilip de eti henüz tasadduk edilm eden çalınsa ar-
tık başkasını kesm ek lâzım gelmez. Çünkü bu vecibe,yerinde yapılm ıştır.
54 — Evvelce de yazıldığı üzere hacci tem ettü ile hacci kırandan dola-
yı hedy, vaciptir. B unun k oyun cinsinden olması da kâfidir. Bu kurban,
Bayramının birinci, ikinci veya üçüncü gününde kesilebilir. F a k a t birinci gü-
nünde kesilmesi efdaldir. Bu, bir şükran kurbanı olduğundan b unun etinden
sahibi de yiyebilir. M ütebakisini M ekkei Mükerreme fakirlerine dağıtm ak ef-
daldır.
59 — Hac veya um re için ihram a girmiş olan zatlar için yapılması, şe-
İL M İH A L İ 371
(4) Her birinin yapılm asından dolayı yarım sa'dan = beş yüz yirm i dir-
hem buğday m iktan nd an noksai; tasadduk edilmesi lâzım gelen cinayetler-
dir.
Bunlar, ınuhrim in çekirge öldürmesi, üzerindeki kehleyi öldürmesi veya
ölçeği yere atm ası,başkasının üzerindeki kehleyi öldürmesi için gösterm e-
sinden ibarettir. Bunlardan birini yapan bir m uhrim , dilediği m ik tar bir şey
tasadduk eder.
Öldürülen kehleler, üçten ziyade olursa y arım sa’buğday m iktarı tasad-
duk edilir. H ariçte, m eselâ: Y olda görülen bir kehleyi öldürm ek m em nu de-
ğildir. Binaenaleyh cezayı müstelzim olmaz. Çünkü bu, eziyet veren bir hay-
van olduğundan esasen öldürülmesi caizdir.
Bir m uhrim in ibram dan çıkıncaya kadar hazin, perişan, m ütevazi’bir
vaziyet ile Hak Tealâya ilitiyacım arzetm esi lâzım geldiğinden bu halde üs-
te başa intizam verilmesi, bir kulluk bir iftikar nişanesi bulunm uştur.
(5) H er birinin yapılm asından dolayı zaman — Bedelini iltizam lâzım
gelen cinayetlerdir.
Bunlar da m uhrim in av hayvanlannı öldürm esinden veya M ekkei Mü-
kerrem eııin harem indeki yaş ağaçlan, yeşil otlan kesip koparnıasından iba-
rettir.
Binaenaleyh m uhrim , gerek Harem i Ş erifte ve gerek harem haricinde
hiç bir hayvanı öldürem ez ve öldürene delâlet edemez.
Kezalik: Bir m uhrim , M ekkei M ükerremenin harem indeki yaş ağ aç-
lan ve yeşil oflan kesemez, H ilâfına harfeket ederse bunlann kıym etlerini
zam in olur.
Ş öyle ki: öldürülen hayvan, eti yenilm ez hayvanlardan ise cezası,bir
koyun veya keçi kurban etm ekten ziyade olmaz. F a k a t eti yenilir hayvan-
lardan ise öldürüldüğü yerdeki kıym eti iki âdil zat tarafından tayin edilerek
tam am en tasadduk olunur. Bu y an m sa' buğday kıym etinden az ise m uka-
bilinde m uhrim için bir gün oruç tutm ak da kifayet eder.
Maahaza, bu kıym et bir kurban kıym etine müsavi olursa m uhrim m u-
hayyerdir, dilerse bununla bir kurban alır,H arem dahilinde keser, fakirlere
dağıtır, dilerse bununla satın alıp dilediği fakirlere yaıım şar sa' buğday ve-
İL M İH A L İ 373
y a birer sa' arpa veya hurm a dağıtır, y a h u t y an m şar sa' buğday m ukabilin-
de —velev m üteferrik günlerde olsun - birer gün o m ç tutar.
Öldürülen hayvan, doğan, kelp gibi m uallem b ir şey ise sahibine m ual-
lem olduğuna göre kıym eti, fakirlere de m uallem olm adığına göre kıym eti
verilm ek lâzım gelir.
A ğaçlara, otlara gelince bunlar h u d a y î n ab it olup kimseye ait değilse
Harem i Şerifin hakkını korum ak içiıı kıym etleri tasadduk olunur. F a k a t bir
kimsenin mülküne dahil ise birer kıym etleri de sahiplerine verilm ek lâzım
gelir.
Harem i Ş erifteki bir ağacın yalnız yapraklarını almak, ağaca zarar ver-
mezse câizdir, bundan dolayı ceza olarak bir zaman lâzım gelmez.
61 — M uhrim hakkında bir hayvanın bir ayağını kırm ak veya bir ku-
şun kanadım km p kendisini kaçıp kurtaram ayacak bir hale getirm ek veya
bir kuşun cılk olmayan yum urtasını kırm ak, o hayvanı veya kuşu öldürm ek
hükm ündedir.
62 — Bir hayvanın tüylerini, kıllarını kesm ek veya kaçıp kurtulm asına
ve kendisini m üdafaa etm esini m ani olm ayacak bir uzvunu kesip kırm ak,
kıym etine â n z olan noksan nisbetinde tasadduku icap eder. Meğer ki iyi
olup eseri kalmasın, o takdirde bir şey icap etmez.
81 — Hac için bedel, başka bir tabir ile nâip tutm aya, "İh cac" denir.
376 BÜYÜK İSLAM
Böyle kendi yerine başkasını h acca gönderen kim seye de "A m ir", "M enup"
"m ahcücünanh" denir.
Bir kimse bizzat hac etm eğe kadir olsun olmasın kendi yerine müslim
ve âkil olan bir zatı nafile olmak üzere n âip tayin edebilir. Bu zat, o
kim senin tayin ettiğ i yerden gider. Onun adına n iy et ederek hac eder.
82 — Kendi nam ına nafile hac için bedel gösteren zat, bu haccm seva-
b ın a nail olur. Çünkü, bu hac yolunda Hak nzası için malı infak etm ek de-
m ektir. Böyle bir infak ise bizzat olabileceği gibi binniyabe de olabilir.
83 — Bir zat, kendisine farz olan bir haccı, başkasına niy ab et suretiyle
yaparabilm esi için aşağıdaki şartların bulunm ası lâzım dır. Aksi takdirde
böyle bir niyabet kifayet etm ez. Ş ö yle ki:
(1) Amir için hac, farz olm uş bulunm alıdır. Farz olmadan niyabet
yolile yapılan hac, bir nafile olur. Bilâhare âm ire hac farz olunca tekrar hac
edilmesi lazım gelir.
(2 ) Â m ir; bizzat hac etm eden âciz olup, bu aczi nâip tâyin e ttiğ i va-
k itten , ölümüne kadar devanı etm elidir. Binaenaleyh bir aralık aczi zâil olsa
bizzat hac etm esi icap eder. N iyabet suretiyle olan hac,nafHe olm uş olur.
Bundan âm âlık ile yatalaklık halleri m üstesnadır. Bunlar niyabetle hacdan
sonra zail olsa da haccm kifayetine m ân i olmaz.
İmam Ebu Y usuf'a göre hangi acz, naibin haccı bitirm esinden sonra za-
il olsa artık yapılan haccm kifayetine zarar vermez.
(3) Âmir, kendi nam ına hac etm esini nâibine em r etm elidir. Binaena-
leyh onun em ri olmaksızın nam ına başkasının yapacağı hac kifayet etm ez.
(4) Âmir, m u ta t veçhile yol m asrafını vermelidir. Binaenaleyh naip
kendi, maliyle hac ederse kendi nam ına hac etm iş olur. M eğer ki kendi ma-
lından sarfettiği şey, binnisbe az bir m ik tard a bulunsun.
(5) Âmir, bu niyab et için bir ücret şart etm em iş olmalıdır. Bir ücret
m ukabilinde hac eden kimse, kendi nam ına hac etm iş olur, bu ücrete müs-
tehik olamaz. Çünkü hac bir ibadeti m ahza olduğundan ücret m ukabilinde
yapılamaz.
* Malikflere göre, hac’d a ibadeti bedeniye olmak ciheti galiptir. Bina-
enaleyh farz olan bir hac için niyabet —bedel tu tm ak caiz değildir. Bunun
hakkındaki is ti'car, fasittir. F a k a t nafile hac için niyabet m aalkerahe câizdir.
Ş afiîler ile Han belilere göre hac, niyabeti kabul eden ibadetlerdendir.
{Binaenaleyh bizzat hac veya um re yapm aktan âciz olan kim senin başkası-
na bir ücret m ukabilinde veya nafakasını tem in etm ek suretiyle hac veya
um re yaptırm ası sahihtir.)
( 6 ) Âmirin verdiği mal, râkiben hacca m üsait olunca nâib rakip olarak
hacca gitmelidir, velev ki âm ir, piyade olarak hac edilmesine izin verm iş b u -
lunsun. Aksi takdirde, nâip, sarfedeceği malı âm ire borçlu olup, râkiben
İL M İH A L İ 377
hac ettirilm esi lâzım gelir. F a k a t verilen mal, rükûbe m üsait değilse piyade
olarak yapılan hac, kifayet eder.
(7) Amirin vasiyet etm iş olduğu mal, m üsait ise vatanından hac edil-
melidir, aksi takdirde müsait bulunacağı yerden hac edilir.
Bizzat veya binniyabe hac etm ek üzere yola çıkan zat, yolda vefat edip
tarafından hac edilmesi vasiyet edilmiş bulunsa, İmamı A 'zam a göre vata-
nından, y a'n i: ikam et ettiğ i yerden, im am eyne göre de vefat ettiği mahal-
den hac ettirilir.
Kezalik: Kendisi için beldesinden başka bir yerden hacca gidilmesini
vasiyet eden kim senin vasiyetine göre hac ettirilir.
Bir m üteveffanın nam ına beldesinden hacca gidilmesi lâzım gelirken
vasisi başka bir beldeden hac ettirecek olsa bu hac, vasi nam ına olur, müte-
veffa için aynca hac ettirm esi lâzım gelir. M eğer ki bu iki belde arasında bir
günde gecelemeden gidip gelmek, kabil olsun. Bu takdirde hac, müieveffa
nam ına sahflı olmuş olur.
(8 ) N âip hac e fal in e başlam adan evvel veya ihram ına girerken âm ir
nam ına hac etm eğe niyet etm eli, lisanile (... ^ ^ <iU ) diye telbiyede
bulunm alıdır,, yalnız kalbiyle niyet de kâfidir.
(9) N âip, âm ir nam ına bizzat hac etm elidir. Ş a y e t bir anzaya m ebni
başkasına para verip hac ettirirse bu, âm ir nam ına sahih olmaz, almış oldu-
ğu y o l m asrafını zam in olur. Meğer ki âmir, kendisine o yolda izin vermiş
veya "dilediğini y ap " dem iş bulunsun. Çünkü bu takdirde vekili m utlak
m esabesinde bulunm uş olur.
(10) N âip ,h accın ı ifsat etm em iş olmalıdır. Şöyle ki: N âip, A rafatta
durm adan evvel refikasiyle m ücam aatta bulunsa haccını bozm uş olur. A ıtik
bil'ahara kaza edeceği hac, âm ir nam ına olmamış olur. Binaenaleyh almış
olduğu m asrafı tazm in" etm esi lâzım gelir.
Ş a y e t N âip, A rafatta d u rdüktan sonra m ücam aatta bulunsa, masrafı
zamin olmaz. Çünkü haccın rnkni aslisini vücude getirm iş olur. Ş u kadar var
ki: Tavaffi ziyarette bulunm adan avdet ederse zevcesine karşı m uhrim
olarak kalır, kendi m alile gidip tavaffi ziyareti yapm adıkça ihram dan tama-
m en çıkm ış olmaz.
(11) N âip âm ire m uhalefet etm em iş olmalıdır. Meselâ: âmir, hacci if-
radı em retm iş iken nâip, um rede ve hacci kıran veya hacci tem ettu'd e
bulunsa âm ir nam ına hac etm iş olmaz. O halde aldığı yol m asrafım za'm in
olur.
F a k a t nâip, âm irin em rini yerine getirmekle beraber kendisi için de
k§ndi parasiyle ayrıca um rede bulunabilir. N itekim yalnız um re yapm aya
m em ur olan kimse de bunu y ap tık tan sonra kendi m asrafiyle kendi nam ına
hac edebüir. A m m a evvelâ kendisi için hac yapıp sonra âm ir nam ına um re
yapm ası câiz değildir.
378 BÜYÜK İSLAM
(12) N âip yalnız âm ir nam ına hac için ihram a girmelidir. Biri kendi
nam ına, diğeri de âm ir nam m a olmak üzere iki ihram a niyet etse, âm ir nam ı-
na haccı câiz olmaz. M eğer ki kendi nam ına olan ihram ı bırakıp âm ir nam ı-
na ihram a devam etsin.
(13) N âip, telbiyeyi yalm z bir âm ir nam ına yapm alıdır. İki kişinin ni-
yabetini kabul edip nam larına telbiye ederse hiç biri nam ına câiz olmaz. Al-
m ış olduğu masrafları zamin olur. F a k a t bunlardan yalnız birini tâyin ede-
rek ihram da bulunursa onun hakkında câiz olup diğerinin m asrafinı ödemesi
lâzım gelir.
Bunlardan laalettayin birisi için ihram a girse, İmam Ebu Y usuf'a göre
yine niyabet, sahflı olmaz. Kendi hakkında nâfile olarak hac yapm ış olur.
İm am 'ı A 'zam a göre yapacağı haccı bunlardan birine sarfedebilir.
(14) N âip, haccı fevt etm em iş olmalıdır. Binaenaleyh bir bedel, kendi
işleriyle uğraşır da m uayyen senede hac edemezse aldığı m asrafı za'm in
olur. F a k a t hastalık gibi elinde bulunm ayan bir â n z ay a m ebni hac edemez-
se za'm in olmaz, yeniden hac etm esi lâzım gelir.
(15) Âm irin tahsis ettiğ i nâip âm ir nam m a hac etm iş bulunm alıdır.
Binaenaleyh âm ir: "Benim tarafım dan başkası değil, filân zat hac et-
sin" dediği halde o zatın em riyle veya vefatiyle başkasına hac ettirilecek ol-
sa bu hac âm ir nam m a câiz olmaz.
F a k a t âm ir, böyle tensfc etm eyip de "benim tarafım dan filân z a t hac
etsin" demiş olduğu takdirde o z a t v efat edince başkasına hac ettirilebilir.
N itekim hiç bir zatı tây in etm eksizin nam m a hac ettirilm esini vasiyet
etm iş olan kimse için de vefatında vârisleri toplanarak diledikleri bir zatı
nâip tâyin edebilirler.
(16) Âmir ile nâip, müslim, âkil olmalı ve nâip hac e falını mümeyyiz
bulu nmah dır.
Binaenaleyh müslim, gayri müslimi ve gayri müslim, müslimi hac için
bedel tâyin edem eyeceği gibi, âkilin m ecnun için ve m ecnunun âkil için
hac etm esi de câiz değildir.
Haccm nasıl yapılabileceğini fark ve tem yiz edem eyecek bir çocuk da
nâip tâyin edilemez.
84 — Bir kimse, anası veya babası nam m a emirleri olmaksızın hac ede-
bilir. Çünkü bu, bir velâyet ve niyabet değildir. Belkikendi ib adet ve taatm ın
sevabını bunlara bağışlam ak dem ektir.
85 — Hac için bedel tâyin edilecek zatın evvelce kendi nam ına hac
etm iş bulunm ası, İmam ı Ş afiî'y e göre şa rt ise de biz Hanefilerce ş a rt değildir.
İL M İH A L İ 379
Bu h ilâftan kurtulunrnası için evvelce kendi nam ına, hac etm iş, haccin me-
nasikine vakıf bulunm uş olan bir zatı bedel tây in etm ek efdaldir.
Maahaza efendilerinin izinleriyle kölelerin, kocalarının izinleriyle yan-
larında m ahrem leri bulunacak kadınların da bedel tâyin edilm eleri câizdir.
Ş u kadar var ki, kadınların bu niyabeti m ekruhtur. Çünkü onlann hacları
binnisbe noksandır. Telbiyelerde seslerini kaldıram azlar, "R em el", "Herve-
le" gibi bazı m enasiki haccı yapam azlar.
8 6 - N âip râkip olarak gidip gelmek ve israftan ve pek sıkı davran-
m aktan sakm m ak şartiyle âm irin parasını sarfeder, artan parayı da getirip
kendisine veya vârisine verir. M eğer ki âm ir veya m ükellef olan vârisleri, bu
parayı nâibe verirken "bundan artacak m iktarı kendi nefsine hibe ve nefsin
için kab zet" diye vekâlet vermiş olsunlar. O takdirde nâip artacak parayı
kendi nam ına bağışlayıp kabzedebilir.
87 — N âip hacdan sonra M ekkei M ükerremede kalabilir ve ikinci sene
kendi parasiyle kendi nefsi için hac edebilir. F ak at hacdan sonra dönm ek
efdaldir.
88 — N âibe m asraf olarak verilen para; Mekkei M ükerremede veya ya-
kınında zayi olsa veya bitip bir şey kalm asa da nâip,kendi m alından sarfede-
cek bulunsa nam ına hac ettiğ i m üteveffanın terekesine rücu' edebilir. Elve-
rir ki kendi taksiri veya israfı bulunm asın.
89 — Hac ile m ükellef olan kimse, hem en m ükellef olduğu sene hac
için yola çık ar da daha hac etm eden vefat ederse hac için vasiyet etm esi
icap etm iş olmaz, niyetiyle m e'cur olur. F ak at haccini tehire bırakm ış b u-
lunursa vasiyet etm esi icap eder, etm ezse günahkâr olm uş olur.
90 — Bir kimsenin sülüsü m alından hac için vasiyet ettiği para bir kaç
hacca kâfi olunca bakılır: eğer bir defa hac edilmesini vasiyet etm iş ise bir
kere hac ettirilir, artan mal varislerine verilir. F a k a t böyle bir hac edilmesi-
ni sarahaten söylem em iş ise bu paranın müsaadesine göre bir senede veya
m üteaddit senelerde bir kaç hac yaptırılır. Bu hususta vasi, m uhayyerdir.
F a k a t ibadette m üsaraat, m atlup olduğundan bunlann bir senede yap tın l-
ması efdaldir.
9 1 — Bir m üteveffanın vârisi, terekesine m üracaat etm ek üzere ken-
di parasiyle o m üteveffa nam ına hac etse bakılır: Eğer m üteveffa onun böyle
hac etm esini vasiyet etm iş ise bu hac, o m üteveffa nam ına câiz olur. Fa-
k a t bövle bir vasiyette bulunm am ış ise câiz olmaz. Binaenaleyh vâris bu pa-
ray ı terekeden — Bu hac nam ına — alamaz .
9 2 — Bir mütevveffamn vârisi m üteveffanın vasiyeti, bulunsun bu-
lunm asın, terekesine m üracaat etm em ek üzere kendi parasiyle m üteveffa
nam ına hac etse, bu m üteveffaya farz olm uş bulunan hac yerine kaim ol-
m az.
380 BÜY J K İSLAM
9 6 — Bir müteveffa nam ına vasisi tarafından nâip tâyin edilen zat, yol-
d a hastalanıp almış olduğu m asraf parasını tam am en sarf etm iş olsa kendisi-
ne dönüp gelmesi için vasi tarafından yeniden m asraf parası gönderilm ek lâ-
zım gelmez. F a k a t vasi tarafından n âib e "eğer paran yetm ezse borç al, ben
öderim " denilmiş ise bu m uteber oluf.
9 7 - Bir m üteveffa, hali hayatında m eselâ: On bin kuruş bir zata, on
bin kuruş fakirlere, on bin kuruş da haccı için vasiyet etm iş olduğu halde
terekesinin sülüsü yirm i bin kuru ştan ibaret bulunsa bu sülüs, bunlann ara-
sında esasen m üsavat üzere taksim edilir. Fakirlere isabet eden m iktar, hacca
düşen m iktara ilâve edilir.H ac yap tm ld ık tan sonra bir şey artarsa o da fakir-
lere verilir. Çünkü farz olanı ilk evvel yerine getinnek evlâdır.
98 — Bir kimse m utlak veya m uallak olarak hacca nezretse m eselâ:
"nezrim olsun Allah için hac edeyim " veya "filân işim görülürse nezrim ol-
sun hac edeyim " dese birinci surette m utlaka ikinci su rette işi görülünce hac
etm esi icap eder. Çünkü bu gibi nezirler, vücup sebeplerindendir.
İmam A 'zam dan zahiri rivayete göre m ücerret keffareti yem in ile bu
nezrin uhdesinden çıkılamaz.
(İmam M âlike göre de hacca nezreden kimsenin bu nezrine vefa et-
mesi lâzım dır.)
İm am Ş afiînin bir kavline göre hacca nezir eden kimse, m uhayyerdir,
dilerse nezrine vefa edip hac eder ve dilerse keffareti yem inde bulunur. Di-
ğer bir kavline göre de yalnız keffareti yem in lâzım gelir.
99 - Bir müteveffa, hayatında m alının ü çte birini zekâtına, haccına,
nezrine vesaireye sarfedilm ek üzere vasiyet edip de bu m iktar bunlann hep-
sini ifây a yetişm ese bakılır; eğer bunlar z e k â t ve hacetül islâm gibi farz şey-
ler ise mütevaffanın ilk söylem iş olduğu tercih edilir, o yerine getirilir. F a -
k at biri farz, diğeri nezr veya nafile ise farz tercih olunur. Biri nezr, diğeri,
nafile ise nezr müreccah olur. Velev ki nezri farzdan evvel,nafileyi de nezir-
den evvel söylem iş olsun.
İLMİHALİ 381
100 — ' 'Allah için nezrim olsun Beytullah a veya K âbeyi m uazzam aya
veya M ekkei M ükerremeye gideyim " diye adak yapıldığı takdirde hac veya
um re lâzım gelir. Bunlardan birini tâyin hususunda bu adağı yapan m uhay-
yer bulunur.
"Allah için harem e veya mescidi haram a veya m escidi m edineyeveya
mesidi Aksaya gideyim " diye nezir edilmesi, İmam ı A 'zam a göre m uteber
değildir. Çünkü böyle bir takarrübi iltizam hususunda bir ö rf yoktu r.
F a k a t "H arem e" veya "m escidi haram a gideyim " tarzındaki bir nezir
İm am eyne göre m uteberdir, hac ile um reden birini ihtiyar etm ek lâzım ge-
ür.
101 — Yayan olarak hac etm eği nezir eden kimse — esahh olan kavle
göre — evinden, diğer bir kavle göre ihram a gireceği yerden itibaren yayan
olarak gidip hac eder. Daha tavaffi ziyareti yapm adan râkip olsa kurban
kesmesi lâzım gelir.
102 — N ezirden kat'an nazar hac yolunda — nefsini korum ak, usanç-
tan sakınm ak için — râk ip olmak, piyade olm aktan efdaldir.
M aamafih yürüm eğe giicü yeten bir kimse için piyade olarak gidip hac
etm enin efdaliyetine kail olanlar da vardır.
* (İmam m alike göre m u'tem ir, ilısardan dolayı kurban ile ihram dan çık-
mış olamaz, çünkü um renin vakti m uayyen değildir, fevtinden korkulm az.)
112 Bir m ührün, hacdan m en'eüilm ekle kurban gönderm iş olup da
badehu m en'in zevaline m ebni hacci ifaya kudret uulsa hem en haccini ifaya
yönelir, çünkü aslı yerine getinneğe im kân uulm uştur. Bu halde kurbanına
d alı a kesilmeden y etişir ise m alik olur. Onda dilediği gibi tasarruf edebilir
olur. Bu tavaf ile beraber say de ve halk veya taksirde bulununca ihram dan
çıkm ış olur. Bu tahallüle bedel olan kurbana artık h acet kalmaz.
114 — M ikattan farz, nezir veya nafile hac için ihram a giren zat, arefe
günü zevalden sonra bayram gününün fecrine kadar, velev pek az bir m iktar
A rafatta vukufa m uvaffak olmazsa lıac fevt olmuş olur. A rtık tahâllül için
kendisine um re yapılması ve bu haccı da gelecek sene kaza etm esi icap eder.
Bu um re için ay nca ihram icabetm ez. Belki o fevt olan hacrin ihram ı buna
da kifayet eder. Bu um reye başlayınca telbiyeye de nihayet verir.
Bu zat, eğer hacci kırana n iy et etm iş ise iki d e f a um re yapm ası lâzım
gelir. Binaenaleyh iki defa tavaf eder, iki defa da Safa ile Merve arasında
Sayde bulunur. Bunlann birincileri n iy et edilm iş olan hac ile um reye bedel-
dir, İkincileri de haccın ihram ından çıkıp tahallül etm ek içindir.
Bu ikinci um reye başlayıp Haceriesvedi selâm lam ası anında telbiyeye
nihayet verir.
115 — Hac için nâip olan m uhrim hacdan m en'edilse harem e gönderi-
lecek kurban bedeü, âm irine lâzım gelir. Çünkü âm irinin nam ına bu uhdeye
girm iştir. Bundan kurtulm ak için âm irinin yardım ına ihtiyaç vardır. Bu hal-
de, nâip, âm irinin m alından yapm ış olduğu m asraflan da zamin olmaz. Zi-
ra bu, bir şiledir, bu m eni’hususu d a kendisinin ihtiyariyle değildir.
F a k a t bir n âip , hac cinayetlerinden birini bil'ihtiyar yapacak olursa
icap eden kurbanın bedeli kendisine ait olur. Çünkü o m em nu' olan şeyi
kendi ihtiyariyle yapm ıştır.
Resûli Ekrem Efendim ize tebliğ edilm ek üzere kendisine bazı zatlar
tarafından tevdi edilm iş selâm lar var ise onlan da o zatlar nam ına Fahri
Alem Efendim ize arzetm elidir.
Kabri saadet önündeki duvara yaklaşip el sürm ekten ve yüksek sesle
dua etm ekten sakınmalıdır. Çünkü bunlar tazîme münafidir.
(1) Meali âlisi: De ki; Ya ra b bi! Beni — Medinei Münevvereye veya her hangi bir
yere girdirirk en — do ru, mükemmel bir giri le girdir, ve beni — her nereden çı k arırk e n
— do ru, mak bul bir çı k arı la çı k ar ve bana kendi t arafından h a k k ıyle yardımcı bir k uv
ve t, bir hüccet nasip buyur.
(2) Meali münifi: Yara b bi! Bana rah m etinin kapılarını aç, bana Resulünün — Aley -
hisalâtü Vesselâ m — Z iy a re ti ni nasîp et, velilerine taatın da bulunanlara rtasîp e tti in gibi.
E y kendisine niya z edilenlerin h ayırlısı !... Beni yarlı a, bana merha met b uyur.
F : 25
386 BÜYÜK İSLAM
• jU îl ^ ı j ^ . —-j. i—> L,^ L t i L l t * ^ L J l 4jJ\ ^ ' y ^ j <^Lic
ham m ed Bakır ile Caferi Sadık H azretlerinin kabirlerini ziyaret edip onlann
fezail ve m easirini düşünmeli, onlann güzel amellerine, siretlerine nâiliyet
tem ennisinde bulunm alıdır.
F ahri K âinat Efendim izin âm m esi ve Zübeyr ibnil'avvam, Radiyallahü
A nhm vâlidesi H azreti Safiyye ile İm am ı Ali Kerram ah allahü veçhenin vâli-
desi Hazreti Fatım anın kabirleri de Bâki kabristanı yanındadır.
(9) Bundan sonra da Uhud dağı tarafına giderek Seyyidüşşüheda' Haz-
reti Hamza Radiyallahü Tealâ Anlı ile Sair U hud şehitlerinin m übarek ka-
birlerini ziy aret etm eli, badehu Cum artesi günü " K u b â " m escidine gidip iki
rek at namaz kılmalı, kapısının yanında bulunan "E ris" kuyusunun suyun-
dan içm elidir. Daha sonra d a "Seli" dağının bir parçası üzerinde bulunan
"M escidifeth"i ziy aret etm elidir.
Resuli Ekrem Efendimiz:, h er Cum artesi günü K ubâ m escidine giderdi.
Bu m übarek mescidin ilk taşlarını evvelâ Peygamber Efendim iz, sonra Haz-
reti Sıddık, sonra H azreti Ömer, sonra da H azreti Osman vaz’etm iştir.
N ebiyyi Zîşan Efendim izin m übarek yüzükleri,H azreti Osmanın elin-
den h ilâfeti esnasında bu eris kuyusuna düşmüş, bir daha bulunam am ıştı.
‘i l ; a v ii/'iL J il t? H , 'US stHu' j »! tf C >
(10)Vellıasıl: Bir hac yolcusu, Medinei Münevverede b u lu n d u k ça bu-
radaki m ukaddes m akam lan ziyaret etm eli, bilhassa Mescidi Nebeviye mü-
davim olup orada nam azlannı kılmalı, Resuli Ekrem in Kabri Saadetlerini zi-
y aret etm eyi büyük bir nim et, bir ganim et bilmelidir.
Fahriilmürselîn H azretlerinin ko m şu lann a atiyye olarak bir şeyler ithaf
etm eli M ekkei M ükerremeye gideceği veya beldesine döneceği zam an Mes-
cidi Nebevide iki re k â t nam az kılarak vedada bulunm alı, dilediği haıyırlı
dualarda, niyazlarda bulunarak tekrar tekrar Salâtü selâm ile arzı ta'zim âta
çalışm alıdır. Bunlar müstehalb'dır, m üstahsendir.
Feyiz ve inayetine nihayet bulunm ayan Allahü A zûnüşşan Hazretle-
rinden sızlanarak niyaz ederiz ki bu ziyaret şerefine bizleri de nâil buyur-
sun... Amîn.
E y nuri hüda! z iyayı k u dret!. E y n eyyiri âsımanı vahdet!
Peyga mberi bî na zîri haksin, H er türlü sitayi e ehaksın.
Cisminle verince dehre ziver, E fl â k e t ef evvu k etti yerler.
Bir mislini al m a mı tır elbet, A u u n a dayei m e iyyet
Oldu sana m ü n k e if kemaht, Gencinei hik meti lâhî.
Ku dsiy yetin ey n e b iyyi enver Dü manların itiraf ederler.
Verm e kt e bütün u kule hayret, H ül k un da olan mük e m meliyet.
E y pertevi hak! Resuli efha m! N urunla h aya t buldu âle m.
A llah tan ey n e biyyi m uhtar!. E t ti n b e eriyyeti haberdar.
YEDİNCİ KİTAP
t *V * f ' - „ * > * »' % \ f , i /
jj
Velhasıl K urban'ın m e şru 'iy y e ti; dinî, ahlâkî, içtim ai bir takım
hikm etlere, m aslahatlara m üstenittir. Bunu takdir etm iyecek b ir akıl sahibi
tasavvur olunam az.
(1) Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe müavi olsalar, dişisini kurban etmek efdal
olur. Kezalik devenin veya sığırın, erkeği ile dişisi etçe veya kıymeçte müsavi olsalar
dişisinin kurban kesilmesi efdaldir.
392 BÜYÜK İSLAM
ayıplı bir hayvanı satın alıp kurban kesmesi de kifayet eder. Çünkü bu kur-
ban, onun hakkında bir nafileden ibarettir. Nafilelerde ise vüs'at vardır.
* (Einımei selâseye göre zengin hakkında da kifayet eder. Başkasını al-
m aya h acet y o k tu r.) q a b i H ç u v m i u -yi-kul .v
14—Zengin kim senin aldığı kurban, henüz kesilm eden ölse yerine baş-
kasını alması icap eder. F ak ir kim senin aldığı kurban ölse başkasını alması
lâzım gelmez.
15—Zengin kimsenin aldığı kurban, gaip olup veya çalınıp da yerine
başkasını kestikten sonra bulunsa artık b u n u da kesmesi lâzım gelmez. Çün-
kü vecibesini ifa etm iş bulunm aktadır. F a k a t fakir kim senin bu takdirde
kesmesi lâzım gelir. Çünkü fakirin satın aldığı kurban, kurban olmak üzere
taayyün etm iş, kendisine vâcip olmadığı halde b u n u n kurban olmasını ilti-
zam eylem iş tir.
16— K urban için alınan hayvanın, çalındıktan veya gaip o lduktan sonra
yerine b aşk a kurban alınıp d a b a ’deh u o da eyyam ı nahrde bulunsa bakılır;
Sahibi zengin ise bunlardan dilediğini k urban keser, şu k a d a r var k i sonra-
dan aldığının kıym eti noksan olduğu halde onu kesse aradaki fazla m ik ta n ta-
sadduk eder. F a k a t fakir ise her ikisini de kesmesi lâzım gelir. Çünkü b u n -
lar onun hakkında nezir kurbanı m esabesindedir. Maamafih b ir kavle göre
yalnız birisini kesebilir.
17—Gaip olan kurbanlık hayvanı yerine alman ikinci kurbanlık hayva-
nın henüz kesilmeyip de eyyam ı nahrden sonra evvelki kurbanlık bulunsa
sahibi bunlardan hiç birini kesmez, belki b u n lan n en kıym etlisini tasadduk
eder.
18—Bir kimse, kurbanlık hayvanı alıp, sonra onu satarak yerine misli-
ni alsa İm an Ebu Y usuf'a göre câiz olmaz. Çünkü bunun aym na lıakkullah
taallûk etm iş olur. F a k a t İmam ı A 'zam ile İmamı M uham m ede göre maalke-
rahe câiz olur.
19—K urbanlık hayvan kesilm eden evvel ao ğ u rsa yavrusu da kendisiyle
beraber kesilir. Çünkü bu, anasına tâb i'd ir. Ş a y e t kesilmeyip te satılırsa pa-
rasının taSadduk edilm esi icap eder.
2 7 — Nezr tarikile olm ayan kurbanm etinden sahibi, zengin olsun olma-
sın yiyebileceği gibi fakir olm ayan kimselere de yedirir ve dağıtabilir. F e t-
va bu veçhiledir. Maamafih hiç olmazsa ü çte birini fakirlere tasadduk etm e-
lidir. M eğer ki orta halli bulunan kurban sahibinin nafakasını te'm in
etm ekle m ükellef olduğu kim seler ç o k bulunsun, o halde kurbanm etini on-
ların yem eleri için alıkoyabilir, b u m enduptur.
394 BÜYÜK İSLAM
Diğer bir kavle göre fakir kimse, kurban bayram ında kurban olmak
üzere satın alıp kestiği hayvanın etinden yiyem ez. Çünkü kendisine vacip ol-
m adığı halde böyle kurbanlık alıp kesmesi, bir nezr mesabesinde bulunur.
N ezreden kimse ise nezr kurbanının etinden yiyem ez. Onu zevcesine, usul
ve furuunave zengin kimselere yedirem ez. Yedirse kıym etini zamin olur.
2 8— K urbanın sütünden istifade etm ek, etin i veya postunu satip parası-
nı almak, veya dem irbaş olmayacak bir şey ile değiştirm ek m ekruhtur.
Böyle bir şey yapılırsa kıym etini tasadduk etm ek lâzsm gelir. Bundan kasap
ücreti de yerilmez.
2 9—Kurbanın postu tasadduk olunur veya ondan seccade veya sofra gi-
bi evde kullanılacak bir şey yapılır. Kesilmeden evvel yünlerini kırkm ak
m ekruhtur. Kırkılacak olursa tasadduk edilm elidir. F a k a t kesildikten sonra
yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir.
3 0 —İki üç kimse, yanlışlıkla birbirinin kurbanını kesecek olsalar h er
kesilen hayvan, sahibinin kurbanı olm ak üzere câiz olur, birbirine b ir şey
borçlu olmaz. Bu halde her biri, kendi hayvanının — m evcut ise —etini alır.
Yenilm iş veya dağıtılm ış ise birbirine aradaki farkı helâl eder. Ş a y e t cimri-
lik gösterirler de helâl etm ezlerse h er biri diğerine ait kurban etinin kıym eti
ni zamin olur. Bu halde bu kıym eti de tasadduk etm ek lâzım gelir. Çünkü
bu, kurban etinin bedelidir.
3 1 —Bir kimse, kendisine tevdi olunan bir kurbanı, sahibinin izni
olmaksızın bayram günü sahibi nam ına kesecek olsa bunu zamin olmaz. Sa-
hibinin kurban vecîbesi sakit olur. Çünkü buna delâleten izin vardır.
3 2 —Bir kimse, gasp etm iş olduğu bir hayvanı, m eselâ: Bir koyunu ken-
di nam ına kurban kesecek olsa — diri olduğu haldeki kıym etini zamin
olmak üzere — sahih olur.
F a k a t kendisine em anet, m eselâ: V edia' bulunan bir hayvanı böyle
kurban kesecek olsa sahih olmaz. Çünkü bu hayvana, kesm eden evvel zam an
ile m alik bulunm uş değildir. M erhûn olan hayvan, m ürtehine nazaran kur-
ban hususunda bir kavle göre m ağsup, diğer bir kavle göre vedia hükmünde-
dir.
3 3 —Bir kimse, kendi m alından alıp sevabını bir m üteveffaya bağışla-
m ak üzere bayram günü kestiği kurban etinden yiyebilir. Başkalarına da ve-
rebilir. M uhtar olan budur. F a k a t bir kim se, müverrisinin em riyle müverrisi
için keseceği kurbanın etini yiyem ez. Bunu tam am en tasadduk etm esi lâ-
zımdır.
3 4 —Bir kimse, kendisi için m üstakillen kurban kesm ek için aldığı bir
deve veya sığıra bilâhara altı kim senin iştirakine razı olarak bunu birlikte
kurban olarak kesmeleri câiz olur. Ş u kadar var ki bunda kerahat vardır. O
kimse ahdine h u lf etm iş sayılır. Şeriklerinden alacağı parayı tasadduk e t-
melidir.
İLMİHALİ 395
A kika Kurbanı:
4 0 —A kikanın kem ikleri, ço cuğun sıhhat ve selâm etine tefe'ül için kınl-
m ayıp yalnız m afsallarından ayrılır, o suretle pişirilir. Bu m üstehaptır. Diğer
bir bakım dan d a ço cuğ un tevazuuna, b eşerî gilzattan, ihtirastan tecerrüdüne
tefe'ül için kem iklerin kırılması m üstehap görülmüştür.
A kikanın etinden kesen yiyebilir. Başkalarına da yedirebilir ve
tasadduk eder.
396 BÜYÜK İSLAM
* (tm am Şafiîye göre yalnız boğazlam a kâfidir, Besmele okunm ası, bir
sünneti m üekkededir, besmele bulunm asa, ya'ni: "Bism illâh" denilmese de
hayvanın eti h ıra m olmaz. Bu kavil, E bu Hüreyre ile İbni Abbas (Radıyal-
lahü anhüm) den mervidir. Ş u kadar varki bu kavil, sair m üçtehitlerin ittifa -
kına m uhaliftir, m aam afih Şafiîlerce de besmeleyi terk m ekruhtur.)
„ , V- S - S .......* " ^ '... '* " i S*
Etleri yiyilip yiyilm eyen hayvanlar:
5 1—Tem iz olmayan şeyleri yem iş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi
hayvanların etleri, bir m üddet hapis edilmeksizin hem en kesildikleri tak-
dirde m ekruhtur. Çünkü bu halde eÜeri fena biır kokudan hali olmaz. Hapis
m üddeti, tavuklar için üç, koyunlar için d ö rt sığırlar ile develer için de on
gündür. Böyle pislikle taayyüş eden bir hayvana (cellâle) denir.
Bu hayvanlar, temiz olmayan şeylerden etleri kokm ayacak m iktarda
yem iş olduklan taktirde hapisleri lâzım gelmez, etleri kerahatsiz olarak
yiyebilir.
52—Hınzır sütüyle beslenm iş kuzuların yiyilmesi helâldir. Çünkü süt,
m üstehlek olur, eseri kalmaz.
Eti yiyilecek bir hayvan, şarap içirilip te akabinde boğazlanacak olsa
yiyilmesi m aalkerahe helâl olur.
53—Yalnız süt em ip başka bir şey yem eye kadir olm ayan küçük
kuzuların öldükten sonra karınlarından çıkarılan p eynir m ayalan tem izdir.
N itekim koyun, deve gibi ölmüş hayvanlann m em elerinden çıkacak sütler
de tem izdir. Bedenlerinin tem iz olmaması, sütlerine tesir etm ez.
54—Beygirler, cihada yarayan kıym etli hayvanlardır. Bu cihetle bunla-
n n etlerini yem ek, İmam ı A 'zam a göre tahrim en veya tenzihen m ekruhtur.
Im am eyne göre de tenzîhen m ekruhtur.
5 5—Ehlî m erkeplerin ve anaları m erkep olan k a ü rlan n etleri haram dır
veya tahrim en m ekruhtur. V ahşî m erkeplerin ve anaları sığır olan kaürla-
n n etleri ise haram değildir. Hayvanlar analanna tâbi'dirler.
* (İmam M âlikten bir rivayete göre ehli m erkeplerin etleri m ekruh, bir
rivayete göre de haram dır. M eşhur olan kavle göre beygirlerin etleri de ha-
ram dır. İm am Şafii ile İmam Ahm ede göre beygirlerin etleri m ekruh değil-
dir. )
56—Daima suda yaşayan, suda b an n an : taayyüş eden hayvanlardan
her nevi balık etleri yiyilebilir helâldir. Kalkan balığı, Sazan balığı, Y unus
balığı, Yılan balığı bu cümledendir. F a k a t diğer su hayvanlan habaisten
sayılır. Yiyilmeleri câiz olmaz. M eselâ: Yengeçler, m idyeler, istiridyeler,İs-
takozlar,helâl değildir, etleri yiyelemez.
Kezalik: Deniz insanı, deniz aygın, deniz hınzm gibi balık suretinde
bulunm ayan deniz hayvanlannın yiyilm eleri h elâl olmadığı gibi saydedilme-
leri de h elâl görülm em ektedir.
57 —Suda kendi, kendine zahiren sebepsiz olarak ölüp te suyun yüzüne
çıkan balıklar yiyilem ez F a k a t suyun açılıp kurum asından dolayı ölen, faz-
la sıcaktan veya soğuktan dolayı ölen veya kuşlar tarafından öldürülen, su
içinde bağlı tutulm akla ölen,buz arasında sıkışarak ölen balıklar, yiyilebi-
lirler. Balıklarda boğazlam ak icap etm ez. N itekim çekirgenin yiyilebilmesi
için de boğazlanm aya lüzum yoktur.
5 8 —Göle veya denize ablan balık o tu n u yem ekle göl veya deniz içinde
ölen veya avlanıp da sudan çıkanlm adan başlan n a tokm ak ile vurulup öl-
dürülen ve ağ içinde kurtulam ayıp ölen balıkların yiyilm eleri de helâldir.
İLMİHALİ 399
5 9 —Balıklar, temiz olmayan su lan n içinde bulunm uş olsalar da etleri
yiyilebilir.
Avlanan bir balığın içinden çık an balık, sağlam ise o da yiyilebilir
Sağlam değilse yiyüem ez.
6 0 — Boğazlanan bir hayvanın kam ından çık an yavrusu, İmam ı A'za-
m a göre yiyflmez. A nasının bağazlanm ası yavrusu için kifayet etm ez. Bir
nefsin tezkiyesi, iki nefsin tezkiyesi olamaz. Binaenaleyh yavrusu yGiyile-
mez. Bu yavru da müstakil bir h ay at sahibidir. Onun hakkında da müstakil
bir tezkiye şarttır.
İm am eyne göre eğer hilkati tam am olmuş ise ayrıca tezkiyeye lüzum
y o k tu r. Eti yiyilebilir.
* (Eim mei selâsenin kavilleri de böyledir.)
6 1 — K oyun, sığır gibi hasta bir hayvan, diri olup olmadığı bilinem eyip
boğazlanırken harekette bulunsa veya kendisinden — diri hayvandan çıkar-
casına — kan çıksa eti yiyilebilir. Çünkü bunlar h ay at alâm etidir. Ş u kadar
var ki yalnız gözünü veya ağzım açması veya ayağını uzatm ası bir hareket
sayılmaz.
Böyle bir hayvanın kesilirken gözünü yum m ası, ayağını çekm esi, tüy-
lerinin ürperip kalkması birer hareket sayılır; h ayatına delâlet eder.
6 2 —Hayvanların "dem i m esfuh" denilen akar kanları tem iz değildir.
Besmele ile kesilmiş olup olmamaları bu hususta müsavidir.
Besmele ile kesilip etleri yiyilen hayvanların içerlerinde kalarak cer-
yan etm eyen kanlan ise tem izdir. Bunlann karaciğerleri, d alâk lan da temiz-
dir. Bunlardaki kanlar p âk tır.
Kesilen bir k oy u n u n ödü, bezi, bevl torbası, tenasül uzvu, husyeleri
ise m ekru h tu r, bunları yem em elidir.
6 3 —H ınzınn bütün eczası tem izlikten m ahrum dur, b unun h iç bir şe-
y i helâl değildir. Yalnız kıllanndan istifade edilip edilem iyeceği hususunda
ih tilâ f vardır. İm am eyn ile, İmam Şafiîve göre h ın zın n kıllanndan badana
fırçası yapılması ve bununla ayakakabı dikilmesi caizdir. H atta bu kıldan bir
m iktar, az bir su içine düşecek olsa İm am M uham m ede göre o suyu tem izlik-
ten çıkarm az. Çünkü bu kılların alelıtlak istifadeye müsaade edilmesi, taha-
retine delildir. F a k a t İm am E bu Yusufa göre bu istimal hakkındaki müsaa-
d e d ir zarurete m ebnidir. Suya düşmesi haline şâm il değildir. Binaenaleyh
içine düştüğü az bir suyu bozar. H m zırlann yalnız darülharbe götürülüp ora-
d a harbîlere satılm ası caizdir.
6 4 —Bir m isafir için besm ele ile boğazlanan k o y u n sığır gibi bir hayva-
nın eti. yiyilebilir, çünkü misafire ikram lâzım dır. Bu, h ak rızası için boğaz-
lanm ış olur. F a k a t her hangi bir zatın yem esi için de, m ücerret kudum una
ta'zim için boğazlanırsa, besmeleye m ukarin olsa dayiyilem ez. Zira bu, Al-
lah için ve müsafire ikram için değil, o büyük görülen zata tâzim için kesil-
m iş sayılır. Binaenaleyh böyle bir hayvan, o zatin m isafirliğine riayet, ken-
disine ikram ve ifa m niyetiyle kesilmelidir.
400 BÜYÜK İSLAM
Kezalik: Hangi bir ölüye tâzım için kabri üzerinde kesilen kurbanın
eti de helâl olmaz. K urban nzayı Hak için kesilip sevabı istenilen bir müslü-
m ana bağışlanabilir.
6 8 —Kendi kendine ölmüş olan her hangi b ir hayvana "m e y te" denir
ki, temiz değildir, yiyilemez. Boğazlanm ayıp da boğulm uş, başı koparıl-
m ak, başına tokm ak vurulm ak veya kulak tozuna şiş saplam ak gibi gayri
m eşrû bir surette öldürülen bir hayvan da m eyte hükm ündedir.
6 9 —Yüksek yerden düşüp ölen, başka bir hayvanın boynuz ile, kafası
ile, veya tekm esiyle vurm asından dolayı ölen, bir taş veya kereste parçası-
nın çarpm ası ile ölen bir yırtıcı hayvan tarafından parçalanm akla ölen her
hangi bir hayvan da m eytedir. Binaenaleyh eti yiyilemez.
F a k a t esasen eti helâl olan böyle bir hayvan henüz kendisinde az ço k
bir hayat bulunduğu halde Besmele ile boğazlansa eti yiyilebilir. Bu, İm am ı
 ’zâma göredir. İm am Ebu Y u su f a göre eğer emsali yaşam ayacak bir hale gel-
m iş ise boğazlanm akla eti h elâl olmaz. İm am M uhamm ede göre de eğer he-
nüz boğazlanan bir hayvanın yaşayabileceği cüz'i b ir m iktardan biraz daha
ziyade yaşayabilecek bir halde ise boğazlanınca e ti helâl olur ve illâ olmaz.
7 0 —Eti y iy ilen bir hayvanın etinden - daha kendisi h ay atta iken kesil-
m eden - aynlan, kopan, kulak gibi bir uzvu, bir parçası da m eyte hükmün-
dedir. Bundan y a ln ız balık ile çekirge müstesnadır. Bunlarda tezkiyeye
hacet yoktur. s
İL M İH A L İ 401
7 4 —Av, y a talim görmüş kelp, doğan, pars, atm aca, şahin gibi bir hay-
van vasıtasiyle veya cerh edecek bir silâh ile ve tuzak kurm akla veya çukur
kazm akla veya bıçak, kılıç, kamış gibi keskin bir şeyi yere dikm ekle yapılır.
Bir hayvanın muallem bir hale geldiği, ya galip bir rey ile veya v u ku f ehline
m üracaat ile s â b it olur. Çünkü bu gibi hayvanlann talim m üddetleri tabiatie-
rindeki ihtilâfa göre değişir. Bu hususta m uayyen bir m üddet y ok tur. Bu,
İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne ve im am ı A 'zam dan bir rivayete göre de
azı dişleri olan hayvanlann m uallem olm alan, m uttasıl üç defa tu ttuk ları av
hayvanlannı yem eyip terketm eleriyle anlaşılır. Tırnaklı k u şlan n m uallem
olmaları da salıverildikten sonra çağrıldıklan zam an hem en k o şu p gelmele-
riyle m alûm olur.
Pars gibi hayvanlann m uallem bir hale gelmiş olm alan da hem yem eyi
terk, hem de çağ nlınca avdet etm eleriyle taayyün eder. Çünkü b unlann
tab ia ü an n d a hem yırtıcılık, hem de n efret vardır.
75 —Av hususunda talime kabiliyeti olmayan arslan, kaplan, ayı gibi
hayvanlar ile ve necsi ayn olan hınzır ile av avlamak câiz değildir.
F-.26
402 BÜYÜK İSLAM
•(6 ) Ava saldıran m uallem hayvan da bir m üddet durm ayıp hem en ava
doğru yürümelidir. Kendisine de m uallem olmayan başka bir hayvan iştirak
etm em iş olmalıdır.
Pars gibi m uallem bir hayvanın salıverdikten sonra istirahat için değil,
avını avlamak için bir hile olarak b ir yere saklanıp duruverm esi zarar ver-
mez.
İL M İH A L İ
8 3 —M ecruh olduğu halde henüz diri iken elde edilen b ir av, boğazlan-
mazsa eti yiyilemez. Ş u kadar var ki, b u avın hayatı henüz boğazlanm ış bir
hayvanın hayatı gibi hem en sönm eğe m ahkûm bir halde ise boğazlanması
icap etm ez. Maamafıh bu halde de boğazlanm ası evlâdır.
84—Muallem bir av hayvanı, avladığı avı m eselâ: Bir geyiği tu tu p yara-
ladıktan sonra yere çarpıp tekrar yaralayarak öldürse eti helâl olur. Çünkü
tutacağı avı bir defa yaralayıp tekrar yaralamaması av hayvanına talim edile-
mez. Binaenaleyh bu, m a'fuvdur.
85— Avcı tarafından atılan bir şey üe yaralanan bir av, ilk evvel yere
düşüp te hem en ölse e ti yiyilebilir. Çünkü bundan kaçınm ak kabil değildir.
F ak at suya düşerek veya bir dam veya bir ağaç üzerine düşerek oradan da
yüre düşerek ölse eti yiyilemez. Zira su ile veya o dam a veya ağaca çarp-
m ası ile ölmüş olması m elhuzdur.
Maahaza başk a bir kavle göre eğer aldığı ilk yara filhal mühlik bir yara
ise eti yiyilebilir ve illâ yiyilemez.
86 — İki avcıdan biri, silâh atarak bir avı yaraldığı halde diğeri de si-
lâh atarak öldürse bakılır: Eğer bu iki avcıdan biri silâh atıp da avı kaçam az
bir hale getirdikten sonra, diğeri de silâh atarak öldürmüş ise e ti yiyile-
m ez. Çünkü bu takdirde o avı tu tu p boğazlam ak im kânı bulunm uş olur,
artık ikinci avcı, bu avın yaralı bir durum daki kıym etini birinci avcıya b o rç -
lu bulunur.
F a k a t bu av, ilk yaradan dolayı artık yaşam ası um ulm ayacak bir hale
gelmiş ise eti yiyebilir. Zira bu takdirde ölmesi, birinci avcının silâhına
n isbet edilir, ikinci avcıya da zaman lâzım gelmez.
87 — Ü nsiyet peyda etm iş olan av hayvanlarım da boğazlam ak lâ-
zımdır. Evde beslenen geyik gibi.
Bil'akis koyun, deve gibi ehli bir hayvan, tevehhüş edip de elde edil-
mesi m üşkül bulunsa veya kuyuya düşüp te boğazlanm ası mümkün ol-
mazsa cerh suretiyle m eselâ: K urşun ile yaralıyarak öldürülmesi câiz olur.
Binaenaleyh e ti yiyilebilir. Çünkü hakkında hakikaten tezkiye m üteazzir
olmuş dem ektir.
8 8 — Bir kimse, m uallem hayvanı, Besmele ile bir ava gönderdiği
halde o hayvan, m üteaddit av hayvanlarını birbiri peşine avlayacak olsa
hepsi de yiyilebilir.
Kezalik: Bir ava attığı ok veya kurşun, m üteaddit avlara isabet ederek
bunları cerh ve katletse hepsi de yiyilebilir.
*(İm am M âlike göre evvelki av, yiyilebilir, diğerleri yiyilem ez. Çünkü
müşarünileyhe göre ava hayvanı gönderm ek veya silâh atm ak halinde avı
ta'yin şarttır. Bu ta'yin ise yalnız birinci av hakkında bulunm u ştu r.)
Ul >■ j «üt)
İL M İH A L İ 405
SEKİZİNCİ KİTAP
V \j ı_ıbf”) ( ı_»1^5 ) i ( «( j V I j
406 BÜYÜK İSLAM
gibi Unvanlar altında yazılı bulunm aktadır. İşte İlm ilahiiim izin b u sekizinci
kitabı bu kısm a ait ba'zı m es'eleleri ihtiva etm ektedir.
Bazı dinî ta'birler:
1 - İstihsan, lügatte bir şeyi güzel saymak, güzel sanm aktır. Usuli
fıkıh ıstılahınca. "Zahiren kıyası bırakıp nâsın ihtiyacına daha m uvafık
olanı alm aktır." Diğer bir tâb ir ile: "K olaylık için güç olanı terketm ek,
herkesin m üptelâ olduğu şeylerde — Bir şer'i müsaadeye m ebnı — suhulet
tarafını arayıp iltizam eylem ek" dem ektir. Burada istihsândan m aksai,
pek lüzum lu,pek güzel bir kısım dinî m es'eleleri beyandan ibarettir.
Dinimizin güzel gördüğü, m üstehap saydığı şeylerden her birine "Müs-
tahsen" denir. H ilâfına da "gayri m üstahsen" denir.
2 - K erahiyet, lügatte. Zahm et, M eşakkat, şid d e t ve bir şeyi fena gör-
m ek m ânasm adır. Ş e r'an "Terkedilm esi evlâ olan b ir şeyin terkedilm eyip
yapılm ası" dem ektir ki, b u n a "k era h e t" de denir. (43) cı sahifeye müra-
caat.
3— Hazr, lügatte m en’etm ek dem ektir. M ahzur yerinde kullanılır ki:
M emnu m ânasm dadır. Ş e r'an yapılm ası m em nu olan şeylerden ibarettir.
Cem 'i Mahzura t'tır.
4 -İb a h e : Mubah kılm ak, ya'nLBir şeyin yapılm asını da yapılm am ası-
nı da caiz görm ektir. Bir şeyin yapılm asına verilen izin, bir ibahedir. Bir ta -
am dan bir kim senin yem esine selâhiyetli zatın verdiği izine de "ib ahe"
denir. M ubah tabir için (43) üncü sahifeye müracaat.
5 — Zühd; bir şeye rağb et etm em ek, bir şeyden kaçm m ak m âna-
sınadır. Dünyaya meyi etm eyip ibad et ve taatia fazla m eşgul olmak dem ek-
tir.
6 — Vera' haram a düşm ek korkusuyla şüpheli şeylerden kaçm m ak
dem ektir. Buna (Takva) (İttika) da denir. Vera' ve takva sahibine de (Müte-
verri' M ütteki) denir.
7 — M e t'u m â t; tadılan, yiyilen şeyler dem ektir. Her yenilen şeye:taam
denir, cem 'i et'im edir.
8 — M eşrubât, içilen mayi şeylerdir: Lügatta her içilen mayie (Şe-
rab) denir. Cemi eşribedir. Istilâhda ise şar ab, sarhoşluk veren h e rh a n g i
bir m ayiden ibarettir. (Ham r) denilen içkiye de (Ş arap) denile gelm iştir.
H elâl,haram ,m ubah, m ekruh tabirleri içinde (43),sahifeye m ü racaat!...
H er müslüman için talim ve taallümün lüzum u:
9 — İlim tahsil etm ek, esasen h e r müslüman erkek ve kadın için b
vazifedir. Şöyle ki: Her müslüman için m ükellef olduğu dinî vecibeleri
ifa, hak ile batılı, helâl ile haram ı tefrik edebilecek m ikdar bilgi sahibi
olmak bir farîzedir. (1) Başkalarına m uhtaç oldukları şeyleri öğretm ek için
ilim tahsil etm ek de bir sünnettir, b ir ibadettir. Bundan ziyadesini bir
kemal, bir zînet olmak üzere tahsil etm ek te m übahtır. Başkalarına karşı
m u b âh atta bulunm ak, başkalariyle mücadelede, m ükâberede bulunm ak
için ilim tahsil etm ek ise m ekruhtur.
10 — İlim tahsil etm ek, esasen gerek fertler için ve gerek cem iyet
için lâzım dır. Bu bir zarurettir. Bu zaruret m iktarı ilim tahsili bir islâm
cem iyetinin bütün fertlerine teveccüh eden bir vecîbedir. Şu kadar var ki
ilimlerin bir kısmı, her fert için elzem olduğundan bu kısmın tahsili bir farzı
ayn'dır, bununla her fert mükelleftir. Bir kısmı ise her fert için değil, cemi-
y et hayatı için elzem olduğundan bunun tahsili de bir farzı kifayedir. Tıp,
hisap, harp ilimleri gibi. Bu ilimleri herkes tahsil edemez. Bunlar ile cemi-
yetin bazı fertleri meşgul olabilirler. Bu halde bu nlan bir kısım fertler tah -
sil edince bu fariza yerine getirilmiş olur. F ak at bunlar ile islâm cem i-
yetini teşkil eden fertlerin hiç biri m eşgul olmazsa o cem iyetin bütün fert-
leri indallalı m es'ul olurlar.
11— Dini islâm da ilim, pek kıym etli bir şeydir. İlim, bir nurdur, bir
hay attır, bir cem iyetin yaşam asına, yükselmesine sebeptir. Cehalet ise bir
zülm ettir, bir ölümdür, bir felâkettir.
Resuli Ekrem (/*'■> J-»)Efendim iz,Lokm an hekim in oğluna şöyle
bir öğüt verm iş olduğunu hikâye buyurm uştur. "Oğulcağızım ! Alimlerin
meclislerine devam et,hakim lerin sözlerini dinle. Çünkü Allah Tealâ, yer
yüzünü ince yağm ur ile d irilttiği gibi ölü bir kalbi de şüphe y o k ki hikm et
nurile diriltir.. ( 1 )
12 — M üslümanhkta h er meslek erbabı için o mesleğe m üteallik dini
meseleleri bilm ek bir vecibedir, mühim bir vzifedir. M eselâ: Ticaretle uğ-
raşacak kimseler için bu hususta dinen câiz, helâl olup olm ayan şeyleri
ilk evvel öğrenm ek lâzım dır. Taki m uam elelerinde gayrim eşru bir şey
bulunm asın.
13 — İslâm kadınlan, abdest, nam az, oruç gibi dinî hususlara ait
bir kısım meseleleri ya kocaları, m ahrem leri, vasıtalanyle öğrenirler veya
kocalannın rizalariyle arasıra bir ilim meclisine giderek öğrenm eğe çalışır-
lar. F a k a t kocalannın n zalan olm adıkça bir ilim meclisine çıkıp gidemezler.
Ş u kadar var ki, bir kadına dinî bir m eseleyi ö ğ retm ek vecibesi yüz göster-
diği takdirde bakılır: Eğer kocası bu m eseleyi çö zer veya ehlinden öğrenip
kendisine bildirirse m aksat hasıl olm uş olur. F a k a t kocası bunu halledem ez
ve sorup öğrenm ekten de çekinir ise kadın, o m eseleyi gidip ehlinden öğ-
renm ek selâhiyetini hâiz bulunur. Elverir ki islâm âdabına uygun bir tarz-
da hareket etsin.
.14— İlim sahasında hakka yardım için, bir hakkın açıklanm asına yar-
dım için, ilm î bilgilerin artm asını tem in için yapılan mübahaseler, müna-
zaralar câizdir. Bunlar ibadetten sayılır. F a k a t bir müslümam kahretm ek,
m ahcup bırakm ak için, fazl furuşluk için bir male, bir teveccühe nailiy-
y et için yapılacak mübahaseler, tenkitler haram dır, ahlâka m uhaliftir.
15— İlim sahasında "M ira" ve "m ücadele" denilen şey aslâ câiz değil-
dir. "M ira" başkasının lâkırdılarının lafzında veya m anasında görülen bir
noksandan dolayı hem en itiraz edivem ıektir, bu itiraz, kendini görm ekten,
kendini göstennekten ileri gelir. Binaenaleyh söylenilen bir sözü hem en
düzeltm iye kalkışm am alıdır. Meğer ki dinî bir fâide için olsun. O takdirde
de rıfk ile, nezaketle hareket edilmelidir.
Bir hadisi şerifte: "Kul, m uhik olduğu halde bile m irayi — fâidesiz
cidali terketm edikçe, imanın hakikatim tam amlamış olm az." Buyurul-
m uştur. ( 1 )
Hak bir şeyde bile bile in at ve m ukâbere gösterm ek de asla câiz
değildir. Öyle bir hal, riyadan, kinden, hased ile tam a'dan ileri gelir ki,
insan için pek büyük bir nakisadır. öl ,j*.l j l ı Hak kabul edilm eğe
ely aktır.)
M üslümanlıkta va'z ve nasihatin ehem m iyeti:
16—İslâm dininde vaaz ve nasihat pek mühim bir vazifedir, bir farzı
kifayedir. Kürsülerde, m inberlerde halka karşı öğüt m aksadile irad edilen
hitabeler, birer sünnettir, peygam berim izin yoludur. Ş e r'i şerife muvafık,
ihtiyaca m utabık olarak hakim ane bir tarzda irad edilen hutbelerden,
m ev'izalardan herkes istifade eder. Bunlar birer tezkirdir. Tezkir=vazi-
feleri hatırlatm ak ise m ü'm inler için pek faidelidir.
17 — N asihat: Esasen hayırhahlık dem ektir. Bir hadisi şerifte: " Ş ü p -
he y o k ki din, Allah için , Allahın kitabı için, Peygamberi için, müslüman-
larm imamları için ve cümlesi için hayırhahlıktan ib arettir" diye buyurul-
m u ştu r. (2 ).
Filhakika hakkın dinine hizm et için çalışm ak başkalarının hidayetine,
diyanetine selâm et ve saadetine hizm et için çalışm ak ne büyük bir hayır-
hahhktır, ne ulvî bir harekettir!. B unun içindir ki bir hadisi şerifte: "Allah
Tealâm n bir kimseyi senin ellerinle = vasıtanla hidayete erdirmesi, senin
için güneşin üzerine doğduğu ve b attığ ı şeylerin cümlesinden daha hayır-
lıdır" buyurulm uştur. (3)
18 — Nasihat, filhakika bir hayırhahlıktır, pek m em duh bir hizm et-
tir. F a k a t m ücerret riyaset sevdasiyle veya bir m ala veya nasm teveccü-
hüne nâiliyet m aksadiyle yapılan öğütler, ira t edilen hitabeler, sahipleri
için birer vebaldir, güzel niyete m ukarin olm adığı için Allah Tealâ nez-
dinde zayi'dir.
İL M İH A L İ 409
. 19 — Allah rızası için yapılıp bir hayırhahlık eseri olan bir nasihati
kabul etm em ek, mafevkin m eşru' em irlerine, tavsiyelerine, ita a tta n k açın -
m ak ise "tem errü t” denilen fena bir haslettir ki, hasetten kendini görm ek-
ten, hevaya uym aktan ileri gelir.
20 — M üslümanlıkta m aruf ile, em r, m ünkerden nehiy de bir öğüt-
ten, bir hayır dilem ekten ibaret olup pek mühim bir vazifedir. Müslüman-
lar, bu vazifeyi lâyıkile ifa etm ek suretiyle başka m illetlerden temayüz
etm iş, K ur'anı Kerimde sena olunm uşlardır.
21 — M aruf, tab 'a uygun, şeran güzel görülmüş olan şeydir. Münker
de bilâkis ta b 'a aykırı, şer'an çirkin bulunan şeydir. Binaenaleyh her müs-
lüman, kendi dindaşları hakkında ve bütün insanlık hakkında hayırhah
bulunur, m aruf ile em r ve tavsiyede bulunm ayı, m ünkerden m en'etm eyi
dinî bir vazife bilir. Ş u kadar var ki, bu vazifenin dereceleri vardır. Şöyle
ki: Bu irşat vazifesi, yapılm asında bir fenalık zuhuru m elhuz değilse
fi'len yapılır, m elhuz ise kavlen yapılır, bu da m uhataralı ise yalnız kal-
ben yapılır, yani: M arufun yapılması, m ünkerin terkedüm esi için kalben
dua edilir.
22 — Bir müslüman, yapacağı em r ve nehyin bilâzarar kabul edile-
bileceğini zanni galibiyle bilirse bu vazife kendisine bir vecibe olur, bunu
terkedem ez. F a k a t bu yüzden bir h âile zuhur edeceğini, m eselâ: Kendisinin
döğülüp söğüleceğini yine zanni galibiyle bilirse bunu terketm esi efdal
olur. Kabul edilm em ekle beraber böyle bir m ahzur zuhur etm iyeceğini
bildiği takdirde de m uhayyerdir. Dilerse bu vazifeyi yapar, dilerse yapmaz.
Ş u kadar var ki, yapm ası efdaldir. Bu u ğurda bazı sıkıntılara katlanm ak ise
bu mücahededir.
23 — Bir zatın em ir veya nehy ettiği, şey: hakka ve m aslahata muva-
fık ise kabul edilm elidir. Velev ki kendisi söziyle âm il olmasın. Maahaza
bir em ir ve nehyin ruhlara tesir edebilm esi için bu vazifeyi ifaya çalışan
zat, bu beş vasfı haiz olmalıdır.
(1) Bilgi sahibi bulunm alıdır. Çünkü bilgisiz kimse, bu irşat vazife-
sini güzelce yapam az.
(2) Söylediği şey ile kendisi de âm il bulunm alıdır. Aksi takdirde
öj^*> VL j j j j î y. = N için yapm adığınız şeyi söylersiniz! = tekdirine m aruz
kalır.
(3) Bütün sözleriyle Allah Tealânm rızasını, m üslüm anlann yüksel-
m elerini gözetm elidir. Bunu gaye bilm elidir.
(4) M uhataplan hakkında şe fk a t göstermeli, irşa t vazifesini rifk ile,
m ülâyem etle yapm alıdır.
(5) Sabr ile, hilm ile m u ttasıf olmalı; hid detten, şid detten kaçınm a-
lıdır.
Ş un u da ilâve edelim ki: Avamdan bulunan kimselerin ilmü irfan ile
şö h ret bulm uş zatlara em ir ve nehiyde bulunm alan m uvafık değildir.
41 0 BÜYÜK İSLAM
Böyle bir hareket, sui edep sayılır, kendi h ak lan n d a bilm eksizin bir zarara
sebep olabilir.
M ukaddesâta hürm et ve ta'zim :
24— Allah Tealâya m ensub olan, dinen p âk , nezih, m anevi bir büyük
lüğü hâiz bulunan şeylere: "M u k ad d esât—kutsal şeyler” denir.
Şâir Peygam berlerin m übarek adlarını da "S elâm " ile zikr ederiz.
M eselâ: "Adem A leyhisselâm ", "İbrahim A leyhisselâm " deriz. İki olursa
"A leyhim esselâm " daha ziyade olunca "A leyhim üsselâm " denilir.
3 0 — Peygam beranı zîşandan b aşkalan selât-ü selâm ile m üstakillen
y â d olunm az. A ncak Peygam berier ile zikr edilince selât-ü selâm a iştirak
•vLîll | » h r
415
Binaenaleyh âile hay atım yaşatm ay a çalışm alı, lüzum suz yere ayrıl-
m a, boşanm a hâdiselerine m eydan verm emelidir, b u n u n m es'uliyetinden
çekinm elidir.
55 — Her müslüman için âile h ay atın a m üteallik dinî m es'eleleri k âfi
derecede bilip bunlara riayet etm ek de bir vazifedir. Kimlerin birbirile
evlenip evlenemiyeceğini, kimlerin arasında m ahrem iyet m evcut olup ol-
m adığını bilm ek icabeder.
lıdır. Bu m üddetten sonra em ilen veya içilen b ir süt ile süt evlâtlığı, süt
kardeşliği sabit olamaz. Bu m üddet, İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne
göre süt m üddeti iki senedir.
59 — Kadın ile kocasının bir kısım akrabası ile kendileri arasında "Sıh-
riy y e t" itibariyle bir karab et vücude gelmiş olur ki, bu da bir m ahrem iyet
vücude getirir, nikâhın cevazına m ani' olur. Ş öyle ki: Bir kimse, kendi kan-
smm anasını, ninesini, başka kocasından olan kızını veya torununu asla
nikâh edemez. Velevki aralarında zevciyet zâil olmuş olsun. Ş a y e t bun-
lardan birine gayri m eşru olarak takarrüp etse veya bunların bir uzvunu
— harareti duym aya m ani' bir h âil bulunm aksızın — şehvetle tutsa veya
öpse karısı kendisine ebediyen haram olur. Buna "H ürm eti m usahare"
denir.
60 — Bir kadın da kendi kocasının babasiyle veya b aşk a zevcesinden
olan oğlu ile, torunu ile asla evlenemez. Bunların arasında da ebedî bir
hürm et vardır. Ş a y e t aralarında gayri m eşru ' bir m u karenet veya şehvetli
bir temas v uk u' bulsa kocasına ebediyen haram olur.
61 — Bir erkekle kendi karısının kız kardeşi, halası veya teyzesi ara-
sında bir m uvakkat hürm et vardır. O erkek, zevciyet baki oldukça bun-
lardan birini alam az. F a k a t bu zevciyet tam am en zail olduktan, meselâ
kadın öldükten veya boşanıp idd eti b ittik te n sonra alabilir.
62- Bir kimse, üvey anasiyle veya kendi oğlunun veya torununu
k an sı ile asla evlenemez. Velev k i : svciyet, zail olm uş olsun. Bunlar arasın-
da da "hürm eti m usahere" vardır. Ş a y e t bir kim se, oğlunun veya torunun
veya babasının zevcesine gayri m eşru m u karenette veya şehvetle tem asta
bulunsa bu kadın kocasına ebediyen haram olm uş olur.
63 — Hürm eti m usahere, gayri m eşru m ukarenetle de sabit olur.
Şöyle ki: Bir kimse, kendisine gayri m eşru su rette m ukarenette bulunm uş
veya bir uzvunu — bilâ hail — şehvetle tu tm u ş veya öpm üş veya cihazı
tenasülüne şehvetle bakm ış olduğu bir kadının neseb veya süt itibariyle
anasını, ninesini, kızını, torununu asla alamaz, bunlar ile aralarında ebedî
bir hürm et bulunm uş olur. Bu, yapm ış olduğu gayrim eşru, hareketin bir
nevi cezasıdır, neticesidir.
6 4 — Bir müslüman, başkasının nikâhınd a veya idde tinde bulunan bir
kadını alamaz. Kezalik; bir müslüman, kitabiye denilen b ir yahudî veya
hıristiyan kadını n ikâh edebilirse de bir m üşrikeyi m eselâ: Bir m ecusiyeyi
aslâ n ik âh edem ez. M eğer ki kadın, bu şirkini terk etsin.
Bir müslüman kadını ise h iç bir gayri müslim ile evlenemez. Bu, dinen
kati surette haram dır. Böyle bir hal, İslâm şerefine, İslâm m enfaatine ve
bir müslimenin şalısî selâm et ve saadetine m uhafliftir.
65 — Müslümanların m ünasebetlerinde karşılıklı bir hürm et bir neza-
h e t vardır. Bir müslüman başkasının hanesine rızası olm adıkça giremez,
İL M İH A L İ 417
başkasının hanesi içine izni olm adıkça dışan d an bakam az, sözleriyle,
kim seyi rahatsız edemez. B unun haricinde olarak erkekler, göbekleri al-
tından itibaren diz kapakları altına kadar olan uzuvları m üstesna olmak
üzere birbirlerini bütün uzuvlarına bakabilirler.
6 6 — Kadınların birbirlerine veya kendi kocaları olmayan erkeklere
bakm aları da erkeklerin birbirine bakm aları gibidir. Binaenaleyh bir İslâm
kadını diğer bir kadının veya bir erkeğin göbeği altından diz k ap ak lan al-
tına kadar olan kısm ına bakam az, sair uzuvlarına bakabilir. Elverir ki bir
şehvet, y a ’ni: Kalben bir iştiita, tem ayül korkusu bulunm asın.
67 — Bir erkek, yabancı veya karibi olup nik âhı m üebbeden haram
olm ayan bir kadının - ahlâki bir m ahzur bulunm adığı takdirde - yalnız
yüzüne, ellerine bakabilir. E beddiyyen m ahrem i olan bir kadının,m eselâ:
anasının veya kızının veya teyzesinin ise yüzüne, başına, göğsüne, kulak-
larına, baldırlarına bakabilir ve bu uzuvları tutabilir. Elverir ki iki taraftan
hiç birinde şehvet korkusu bulunm asın.
6 8 — E rkek ile zevcesi arasında h er veçhile bir hususiyet m evcut ol-
d u ğundan biri diğerinin bütün vücuduna bakabilir. Şehvetle olup olmaması
müsavidir. Ş u kadar yar ki, tenasül uzuvlarına bakm am aları evlâdır, edebe
m uvafıktır. ' ’ 1 _ jtJ
6 9 — Bir tabib, tedavisinde bulunduğu bir kadının m arazlı olan her
hangi m ahrem bir uzvuna zaru ret m iktarı bakabilir. Ş u kadar var ki, te-
davisini bir kadına tarif ederek havale etm esi daha m uvafıktır. Çünkü
cinsin cinse bakması daha hafiftir.
k o rb-Mîa îfitnO libîsgi;, mgt-üi iiitml’m k «İV?
M üslümanlıkta kesb=K azancın ehem m iyeti:
F: 27
418 BÜYÜK İSLAM
belâlından kespte bulunm ak bir farzdır. N itekim bir hadisi şerifte: "H er
müslim üzerine h e lâ ü aram ak vaciptir" buyurulınuştur. ( 1 )
72 — Fakirlere yardım , gariplere iyilik yapm ak için kifayet m ikta-
rından fazla kesb, m em duhtur, m üstahsendir. Böyle bir kazanç nafile iba-
detten efdaldir. Çünkü b u n u n faidesi başkalarına şam ildir
73 —Geniş bir dirliğe erm ek fazla m ütena'im olm ak için daha ziyade
m iktarda kesb, m übahtır. Bir hadisi şerifte: "Salih insan için salih mal ne
güzeldir" m ealindedir. ( 2 )
7 4 — Halka karşı tekebbür ve tefahurda bulunm ak için yapılan kesp
haram dır. Velev ki h elâl bir yolda yapılm ış olsun. Nasa karşı servetiyle,
mevkiiyle çalım satan kimseler, yarın ah irette Hak Tealâ Hazretlerinin
gazebine uğrayacaklardır.
82 — Bey' —- Satış muamelesi. "Malı mala değişm ek" dem ektir. Bir
kimse elindeki bir malını aza ço ğ a satabilir mi?. Bu m es'ele tafsile tâbidir.
Şöyle ki, satış m uam elesi başlıca şu d ö rtn e v 'e ayrılır.
(1) Bir malı serm ayesine = k aça m al olmuş ise ona satm aktır. Buna,
"Tevliye" denir. Bu, câizdir. Bir satıcı bazan elindeki bir m alını h iç k â r gö-
zetm eksizin aldığı fiata satar. Bu, kendi hakkıdır. A ncak bu hususta riayet
edilecek şey, sermaye m iktarım d o ğ n f söylem ektir. Aksi takdirde satıcı in-
dallah m es'ul olur. Alıcı da alış m uam elesini dilerse bozdurur, dilerse faz-
la bedeli geri alabilir.
(2) Bir m ah serm ayesinden noksana satm aktır. Buna da "V azi'a" denir.
Bu hususta da serm ayeyi doğru söylem ek lâzım dır. F a k a t burada alıcıya dü-
(v)
.o jı (^)
420 BÜYÜK İSLAM
şen ahlâki bir vazife vardır. Şöyle ki: Eğer fakir bir kim se,bir zaruret dola-
yısiyle bir m alını böyle noksanına satıyorsa onun zararına m eydan verm e-
meli, o malı mümkün olduğu kadar değer behasiyle satın almalıdır. Bu, bir
m uavenet, bir sadaka m ahiyetinde olmuş olur.
(3) Bir malı serm ayesini ve lüzumlu m asraflarını söyleyerek onlardan
bir m iktar fazlasiyle satm aktır. Buna da "M urabaha" denilir. Serm ayenin ve
zarurî m asrafların y ekûnunu tam bir sıhhat üzere ta'y in eder bir ta d r , elin-
deki bir malı az ço k bir k â r ile satabilir. Bu, caizdir. Ş u kad ar var ki alıcının
o mala olan ihtiyacından istifadeye kalkışm am alı, insaf dairesini tecavüz
etm em elidir. Aksi takdirde böyle bir m uam ele, kerahattan, uhrevî m es'uli-
y e tte n beri olmaz.
(4) Bir malı serm ayesini söylem eksizin az ç o k bedel m ukabilinde sat-
makta-. Buna da "Müsaveme" denilir. Böyle bir satış ta câizdir. H a ttâ yalan
söylem ek ve sennayenin m iktarını ta'y in hususunda h atay a düşm ek tehlike-
sinden salim oldu*ğu için m em duhtur. Ş u kadar var ki, satıcı, alıcıyı'aldaür,
onun piyasayı bilm ediğinden istifade ederek o m alm başka bir yerde bulun-
m adığını ve pek kıym etti olduğunu söyleyerek onu "G abni fah iş" ile satarsa
bu hareketi helâl olmaz, kendisi indallah m es'ul olur, alıcı da böyle tağrir-
den — aldatıştan dolayı o malı geri verebilir.
G abni fa h iş ; eşy a ve em tia kabilinden bir şeyi kıym etinden yüzde yir-
mi, ve bir hayvanı yüzde on, bir âkan da yüzde beş fazlasiyle veya daha zi-
yadesiyle satm ak suretiyle tahakkuk eder. F ak at tağrir= aldatış bulun-
mayınca^böyle bir m uam ele cebren fesh edilemez.
8 3 —■»İhtikâr, lugatta: "Bir şeyi azalıp kıym etlensin diye saklam ak"
m ânasınadır. Istılahta "İnsanların ve ehK hayvanlann yiyeceklerine, iç e -
ceklerine aid şeyleri ehalisine m uzır olacak bir beldede satın alıp kıym etleri
yükselsin diye kırk gün kadar haps" etm ektir. Böyle yapan kim seye de
"M uhtekir" denir. .
İh tik â n n kırk gün ile takyid edilmesi, dünyaca yapılacak m uaheze iti-
bariyledir, yoksa ih tik âre bir gün bile m eydan veren kimse, günahkâr olup
ahiret azabına istihkak kazanır.
84 — Bir beldeye hariçten .gelecek peyleri beldeye getirilerek serbest
satılm asına m eydan verm eyip belde haricinde karşılayarak satın almak ta
bir nevi ihtikârdir.
85 — İhtikâr, İmam ı A 'zam a göre — tarifinden de anlaşıldığı üzere —
yalnız yiyilecek ve içilecek m addelerde caridir. F a k a t İmam M uhamm ede
göre elbiselik m allarda da câri olur, İmam E bu Y u su f a göre ise âm m eye za-
rar veren her hangi bir m addede cereyan eder. Altin gümüş, demir vesaire gi-
bi.
İL M İH A L İ 421
86 — İh tik ârın hüküm lerine gelince: Âm m eye m uzır olan bir ihtikâr,
tahrim en m ekruhtur. Allah Tealâ indinde m es'uliyeti câlibdir.
İhtikârın sonu iflâstır. M uhtekir, kendi hasis m enfaati için âmm eyi
zarara, sıkıntıya sokuyor, binnetice cem iyetin h ay atın a kastetm iş oluyor.
Binaenaleyh veliyyülem ir veya selâh iy ettar olan hakim , m uhtekirin — şahsi
ve ailevî ihtiyaçlarım karşılayacak m iktardan fazla olan — ih tik â r mallarını
satm asına hükm edebilir. Ş a y e t satm az da m uhalefette bulunursa münasip
göreceği veçhile ta'zir eder ve ö m allan o m uhtekir nam ına satabilir.
87 — İh tik â r vukuunda veliyyülemir, eşyaya kıym et takdir edebilir.
Şöyle ki. Veliyyülem ir veya salâh iyettar olan hakim , ticaret m allarına bir
zaruret görülm edikçe kıy m et takdir edem ez. Bu takdirde "tes'îr*narh k o y -
m ak " m ekruhtur. Çünkü ticaretin inkişafına engel olabilir. Bir hadîsi şerif-
te: "Müse'ir ancak Kabiz, Bâsiit ve Razik olan Allah T ealâdır" buyurulm uş-
tur. F a k a t b u m allann sahipleri haddi tecavüz eder, bunlar fâh iş bir fiatla,
y a'n i: Lâakal iki k a t fiatla satm aya başlarsa veliyyülemir veya hakim rey eh-
liyle istişare ederek kıym etleri takdir ve tayin edebilir. Bunda b ir beis y ok -
tur. H a ttâ İm am M âlike göre kıtlık y ıllannda fia tla n tesbit etm ek, vali b u lu-
nan zat üzerine b ir vecîbe olur, velev ki fiatlarda fahiş bir ziyadelik b u lu n -
masın.
8 8 — Bir kim se,kendi arazisinin m ahsûlatım hapsetm ekle m uhtekir sa-
yılmaz. Çünkü,bu kendisinin halis b ir hakkıdır, bu na âm m enin hak lan taal-
luk etm ez. Bir kimse, ken di arazisini ekm eyebilir. Binaenaleyh m ahsulâtını
da satm ayabilir. Ş u kadar var ki pahalüık ve kıtlık zamanını beklediğinden
dolayı günaha girer. Zira m üslüm anlann h ak k ınd a fena bir niy ette bulunm uş
olur.
89 — Başka bir beldeden kendi beldesine celbetm iş olduğu b ir malı
hapseden kimse, İmam A 'zam a göre m uhtek ir sayılmaz. Çünkü âm m enin
hakkı, bulun d u k tan beldeden ve o belde etrafından toplanan m allara taal-
luk eder, M aahaza bu celbedilen m allan satm ak m üstehaptır. Bunları hapset-
m ek k erahetten hali olamaz.
İmam Ebu Y usuf'a göre bu kimse de m uhtekir sayılır, hakkm da m uh-
tekir muamelesi cereyan eder. İmam M uham m ede göre ise â d e t veçhile h a-
riç ten celbedilen m addeleri hapsetm e^ m ekruhtur. F a k a t adete m uhalif
olarak pek uzak yerlerden celbedilen m addeleri hapsetm ek m ekruh değil-
dir. Çünkü bunlara âm m enin hakkı taalluk etm ez.
Velhasıl: İh tik â rd a hayır y o k tu r. Bu şe fk a t ve m erham et duygularına
m âni, insaniyet hayırhahlık hasletine münafi olduğundan bundan k açın -
malıdır.
birine verilmesi m eşrut olup ivazdan hali bulunan fazla bir m iktardan iba-
rettir. On dirhem gümüşü ön bir dirhem gümüş m ukabilinden satm ak gibi.
91— R ib â, altın ve gümüş gibi m evzunattan olan, ya'n i: Tartılan şeyle
üe buğday, arpa, hurm a, tuz, kuru üzüm gibi m ekilâttan b ulunan,ya'ni ölçü
ile alınıp verilen şeylerden cereyan eder.
* (R ibâ, M âlikilere göre yalnız altın ve gümüş ile m aişeti te'm in edi
" k u t = erzak" denilen şeylerde caridir. Şafiîlere göre de yalnız altın ve gü-
müş üe m at'u m atd an olan şeylerde câridir.)
92 — R ibâ, iki nevi'dir: R ibâi fazl, R ibâi nesie. R ibâi fazl, tarülan
veya ölçülen bir cins eşyam n kendi cinsi m ukabilinde peşin olarak ziyade-
siyle satılması halinde vücude gelir.
Binaenaleyh alün, gümüş, bakır, buğday, arpa, ve tuz gibi bir şey,
kendi cinsiyle derhal mübadele edilecek olsa m iktarları müsavi olmak icap
eder. Birinin m iktarı biraz fazla olunca bu, bir ribâ olm uş olur ki, haram -
dır, indallah cezası p ek büyüktür. Velevki aym cinsten olan bu iki kfsım eş-
yadan bir kısmı san 'at itibariyle daha kıym etli veya bir kısmı âlâ, diğeri
edna bulunsun.
A lün ile gümüş, san 'at itibariyle veya sikke halinde bulunm akla veznî
olm aktan çıkm ış olmaz. Çünkü bunların veznî = tarü lır şeylerden olm alan
nassı şe r'i ile sabittir. M eselâ: On miskal alün, yine on miskal altın m ukabi-
linde peşin olarak satılabilir. F ak at on bir miskal m ukabilinde satüam az. Bu
bir miskal fazla olduğundan riba olm uş olur.
Kezalik: Elde edilen bir kilo buğday ile b ir âhara harm an zam anında
verilecek bir kile buğday satın alınamaz. Bunlar, â lâ ve edna olm ak itibariy-
le m ütefavıt bulunsunlar, bulunm asınlar, müsavidir. Çünkü cinsleri, m iktar-
ları m üttehittir. Böyle olmakla beraber biri peşin diğeri veresiyedir. Veresi-
ye ise peşine tekabül edem ez. A rada bir fazlalık bulunm uş olur.
95 — M evzunattan olan şeyler, cinsleri m u h telif olsa da birbiriyle vere-
siye olarak mübadele edilemez. M eselâ: Ş u kadar kilo dem ir m ukabilinde o
kadar kilo bakır veresiye olarak satılam az. Çünkü bunlar, vezni olm ak itiba-
riyle m üttehittirler.
Kezalik: Ş u kadar kile buğday, o kadar kile arpa veya tuz m ukabilinde
veresiye olarak satılamaz. Zira bunlar da keyli olm akta m üttehittirler.
Bu esastan yalnız nakitler m üstesnadır. Şöyle ki: N akit paralar
m ukabilinde n a k it cinsinden olm am ak üzere tartılan ve ölçülen şeyler peşin
olarak alınabileceği gibi veresiye olarak da alınabilir. Çünkü alış veriş hak-
kında b u n a ihtiyaç vardır.
istikraz m es'eleleri:
d r i; : ' ‘ ■■■*<:. • - ; : m,-
9 6 — İstikraz = Borç alıp verm e m uam elesi yalnız m isliyatta, ya'n i A l-
tın ve gümüş gibi m evzunat ile buğday, arpa gibi m e'k ilatta ve yum urta, ce-
viz gibi taneleri arasında kıym etlerini değiştirecek derecede tefavüt bulun-
m ayan adediyatta cereyan eder. Hayvan ve m ensucat gibi k iyem iyâtta
cereyan etm ez.
97 — G erek altından, gümüşten vesaireden olan n a k it paralar ve gerek
sair tartılan veya ölçülen şeyler, bilâhara yalnız misilleri alınm ak üzere borç
olarak alınıp verilebilir. Buna, " k arz ıh a se n " denir ki, içtim ai bir yardım ol-
duğundan büyük bir sevaptır. A m m a bunun m ukabilinde fazla bir şey ve-
rilmesi şa rt edilmiş olursa bu, bir faiz m es'elesi olur ki, bu da ribâ hükmün-
dedir. M ukrizin= ya'ni: Borç verenin b ir veya m üteaddit şeriklerden ib aret
olması arasında fark y o k tu r.
9 8 — Borç alman şeyler, bilâhara kendi misilleriyle ödenir. M eselâ:
Borç alm an bir al ün akçe, yine bir altın akçe ile ve b ir m iktar buğday yine
o m iktar buğday ile fazla bir şey verilm eksizin tediye edilir. Ş u kadar var ki
b o rç alman akçe m eselâ: V arakai nakdiye, m uahharan bulunm asa veya geç-
m ez bir hale gelse - m üftabih olan kavle göre - son râic olduğu tarihteki kıy-
m eti ile ödenm ek lâzım gelir.
99 — Bir kimse, bo rç verdiği para ve sairenin tam am ını veya bir mik-
tarım b orçlusuna bağışlayabilir. Borç alan da aralarında bir ş a rt bulunm ak-
sızın kendisine borçlu olduğu kimseye hediye verebilir.
Velhasıl: İstikraz m uam elelerinde iki taraftan birine m eşru t olan bir
m enfaat, helâl değilse de m e şru t olmayan bir m enfaat helâldir. Binaena-
424 BÜYÜK İSLAM
leyh bir bo rçlu , borcunu ödem ekle beraber kendiliğinden şu kadar kuruş
da — bir â d e t neticesi olmaksızın — fazla verse bu, h elâl olur.
100 — Bir kim senin bir parayı b aşk a bir yerde bulunan bir şahsa öde-
m ek suretiyle b o rç alması m ekruhtur. F a k a t böyle b ir parayı aralarında bir
ş a rt bulunm aksızın b o rç verenin izniyle başka bir yerde b ulunan bir şahısa
götürüp yerm esi m ekruh değildir. H a ttâ böyle bir ş a rt ve â d e t bulunm aksı-
zın biraz da fazla bir şey verm esinde bir hürm et y o k tu r. Bu, bir hibe olmuş
olur.
101— Bir kim senin bir şahsa, m eselâ; bir tacire "h er ay veya her sene
kendisine şu kadar m eblağ verm ek üzere" bir m ik tar para tevdi etm esi caiz
değildir. O m eblâğ bir rib â olm uş olur. F a k a t m uayyen m iktar parayı
m uayyen bir işte kullanıp hasıl olacak k â rın d an kendisine m uayyen bir
m iktarının, m eselâ üçte birinin veya yansının verilmesi şartiyle tevdi etm esi
câizdir. Çünkü b u , şirk et m uam elesi d em ektir. Bu halde o kim senin zarara
da serm ayesi nisbetinde iştirak etm esi lâzım gelir.
102 — K om şular arasında ekm ekler, gerek sayı ve gerek tarü itibariy-
le borç alınıp verilebilir. Bu hususta teamül, m evcut m üsam aha câridir. Bu,
İmam M uham m edin kavlidir. Fetva da bu veçhiledir.
103 — Faizin dinen m em nu'iye tinde bir ço k hikm etler vardır. Bir ker-
re m u h taç bir kimseye verilen bir paradan bilâhara fazla bir şey alınması İç-
tim aî yardım vazifesine m uhaliftir. S o n rab ir paranın bu veçhile tenm iye edil-
mesi, ç o k kene; şahsın İktisadî faaliyetini azaltır, kendisini atalete sevk ede-
bilir. Bununla beraber b o rç alınan paradan b o rç alanın bir k azanç elde edip
etm eyeceği m uhakkak değildir, belki m elhuz veya m evhum dur; çok k e n e
alınan b orç paralar, lüzum suz yere sarf edilerek m ukabilinde bir ço k zarar-
lara katlanm ak lâzım gelir. R ehin verilen nice kım yetli m alların bu yüzden
hiç behasm a elden çık tığ ı daim a görülür. H albuki verilecek fazla m ik tar m u-
hakkak, m uayyen bir m aldır. Binaenaleyh m elhuz m evhum bir kazanç, m u-
hakkak bir mala tekâbül edemez.
Esasen k a t'i bir lüzum görülm edikçe borç almamalıdır. Borç huzuru,
rahati, hürriyeti ihlâl eder. Borç verecek bir halde bulunanlar da ellerinden
gelen yardım ı m uh taçlard an esirgememelidirler, m ahza hak nzası için karzi '
hesen suretiyle b o rç verip m ükâfatım Allah te al âd an beklem elidir. Yerme
m asruf olan bir bo rç p ara sadakadan çfdâldir. Maamafîh b o rç alacaklar da
emin, sözünde durur, ilk fırsatta b o rçla n n ı verm eğe azim kâr bulunm alıdır-
lar. Bu gibi vasıflardan m ahrum iyet, yardım vazifesini ihlâl etm ektedir.
’ i- İV ? ,i"î, '4';. -i ~ '.7r- •• •' '" J ii ■?»«$■ eO f ijS it.İ .1 O f i i '3 € î J t > £ i '..- i- ., ?
105 — Günah olan şeyleri bizzat yapm ak câiz değildir. O gibi şeylere
razı olmak, ve bir cebre m ukarin olm adıkça yardım etm ek de caiz değildir.
M eselâ: Bir kimse, bir şey çaiamaz. Bu haram dır, cezayı m üştekim dir.
Bir şeyin çalınm asına razı da olamaz, yardım da edemez Bu da haram dır,
m em nu'dur.
106 — Günah olan şeylere razı olm ak veya yardım etm ek yerine göre
y a haram veya m ekruh olur. Bu, şe r'i şerifte bir asildir. Buna binlerce mes'
ele, teferru' edebilir.
M eselâ: Bir şahıs, her hangi b ir haksızlığı terviç için bir kimseden bir
mal alamaz. Bu, rişvettir, haram dır. Binaenaleyh bir haksızlığı terviç e ttir-
m ek için bir m al de veremez ve böyle bir m alın verilmesine vasıta da olamaz.
Bunlar da haram dır, m em nu'dur. Çünkü böyle alınması m em nu' olan bir şe-
yin verilmesi de, verilmesine delâlet edilmesi de haram dır, m em nu'dur. Ni-
tekim bir hadîsi şerîf "Allah Tealâ rişvet alana da, rişvet verene de bunların
arasında rişvete vasıta olana da lâ n e t buyursun" m ealindedir.
107 Bir kimse, müverrisinin gayn m eşru bir sebeple elde etm iş oldu-
ğu bir m alından irs hissesi almamalıdır. Evlâ olan budur, bu b irvera've zühd
faziletidir. O hisseyi alm ak m eşru' olm ayan bir harekete razı olmak dem ek-
tir.
Binaenaleyh insan, h e lâ l ve m eşru' olan hisse ile iktifa etm eli, o mal asıl
sahibi m alûm ise ona reddedilm elidir. Malûm değilse fakirlere sadaka olarak
dağıtılm alıdır. Çünkü böyle habis bir m aldan kurtulm anm çaresi, sahibine
reddi müteazzır olunca tasadduk etm ektir.
108 — Alacağı bir gıda m addesini gayri m eşru' bir hale getireceği, veya
alacağı genç bir köleye fena m uam elede bulunacağı veya satın alacağı silâhı
fesada â le t edeceği anlaşılan bir kimseye bunlan satm am ahdır. Bu satış,
tenzihen olsun kerahetten hali değildir.
t »‘ in i~{ t- f, ' s fS , * ■. ■' - , s • s' ^ V5 ' ÎM ' i
Yiyilmeleri ve içilm eleri h elâl olup olmayan şeyler:
M eselâ: Afyon, h aşhaş, penç gibi sarhoşluk veren, aklı bozan şeyleri yem ek
câiz değildir. Bunlardan sarhoş olanlar hakkında — islâm ahkâm ına göre —
T a'zir cezası lâzım gelir. T a'zir ise selâhiyetli hakîm tarafından yapılacak
hapis, darb,tekdir, tenbih gibi cezalardır.
112 — M ayi'lerden vücude zararlı olanları, insana sarhoşluk verenleri
içm ek haram dır. Çünkü sarhoşluk veren bir m ayiin azı da ço ğ u da m üçte-
hitlerin cüm huruna göre haram dır. N itekim bir hadîsi şerifte: "Ç oğu sar-
ho şlu k veren bir şeyin azı da h aram dır" buyurulm uş tur. ( 1 )
Bu gibi m ayilerin içilm elerindeki m azarratlar, herkesçe m alûm dur. Bu
m eşrubatın cem iyet bünyesinde açtığı rahneler p ek elimdir. Bunların uhre-
vî m es'uliyetleri ise p e k şiddetlidir. Hele "ham r — şarap " denilen içkinin bir
katresini bile içm ek bilicmâ* haram olup şenin had denilen cezayı müstel-
zimdir. Velhasıl: Bu p ek m uzır olan şeylerden kaçınm alıdır. Bünlardan
kaçınm ak, gerek fertlerin ve gerek cem iyetin selâm eti için p ek lâzım dır.
113 — Tem iz m eşrubat, m ücerret bozulm akla haram olmaz. M eğer ki
vücude m uzır bir hale gelmiş olsun. E tler ise: kokunca yiyilm eleri haram
olur. Süt, tereyağı, zeytinyağı kokm akla haram olmaz. Taam a gelince b o-
zulup, şid d e t peyda edince tem izliğini kaybetm iş ve binaenaleyh yiyilm esi
haram olmuş olur.
114 — Ham amların pis sulannı ve em salini sebze bos tanlarına akıtm ak
m ekruhtur. F a k a t bu gibi pis sular ile sulanan bostanlann sebzelerini yem ek
haram değildir. Bir ç o k fiıkahaya göre m ekruh d a değildir.
İnsan kazuratım satm ak m ekruhtur. F a k a t başk a m addeler ile karış tı-
rılm ış olan kazuratı ve alelıtlak hayvan gübrelerini satm ak m ekruh değildir.
115 — Pâk olm ayan şeyleri,m eselâ: Bozulup tem izliğini kaybeden
kokm uş etleri vesaireyi, etleri yiyilebilecek d a n hayvanlara yedirm ek câiz
değildir.
116 — İçine tem iz olmayan bir şey düşen veya akıtılan m ah d u t bir ma-
yi, tem izliğini kaybederek içilm esi haram olur. Geniş bir m ayi dahi içine
düşen na p â k bir şey İle rengini veya tadımı veya kokusunu kaybedince
tem izlikten çıkm ış, içilm esi haram olm uş olur. (İkinci kitaba m üracaaat.)
117 - Y ukanda haram olduklan yazılan şeylerden h er b irilia y n ü n ha-
ram dır. Bir de ligayrihi haram olan şeyler vardır ki onlar da başkalarına aid
olan mallardır. Şöyle ki: Bir kimse için başkasının bir m alını nzası olmak-
sızın haksız yere almak, meselâ taam ım veya suyunu yiyip içm ek haram dır.
Aksi takdirde m al hürriyeti kalm az, insanların cem iyet halinde m alikiyet ve
tasarruf haklarına sahip olarak yaşam alarına im k ân bulunm az.
118— Bir baba, m uhtaç olm adıkça tab 'an leim olan evlâdının m alım
kend i kendine alıp yiyem ez. F a k a t bir h acet bulunm asa da kerim olan evlâ-
<Uiî» l»
İL M İH A L İ 427
dım n m alını alıp yiyebilir. Bir hadîsi şerifte: "Sen de senin m alın da baba-
nındır' ' diye buyurulm uştur. ( 1 )
119 — Tedavi için teiniz olan ilâçları yiyip içm ek, kullanm ak câiz-
d ir.H attâ Peygam ber Efendim iz: "E y Allahın kulları! Tedavide bulununuz.
Çünkü Allah Tealâ bir illet yaratm am ış tir ki illâ onun için b ir deva, bir ilaç
d a yaratm ıştır. Yalnız bir illet m üstesna ki, o da ihtiyarlıktır" diye buyurul-
m uştur. ( 2 )
Binaenaleyh bir ç o k hastalıklar, tedavi sebebiyle zail olur. Adeti İlâ-
hi böyle câridir. M aahaza şifayi tedaviden değil, Allah Tealâdan bilmelidir.
120 — Helâl, temiz olmayan şeyler ile tedavide bulunm ak esasen caiz
değildir. Ş u kadar var ki bazı fukahaya göre başk a bir ilaç bulunm adığı tak-
dirde müslim, âdil bir tabibin göstereceği lüzum üzerine câiz olabilir.
Ş ö y le ki: Bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir zafiyetin te-
davisi için m übah bir ilâç bulunm azsa böyle b ir tabibin" şifa üm idi vardır"
diye tavsiyesi üzerine liaynihi haram bir şey ile zaru ret m iktarı tedavi caiz
olur.
F a k a t m ücerret zâh iri bir m en faat m ülâhazasiyle, m eselâ: Yalnız semiz-
lem ek arzusuyle böyle bir ilâcı kullanm ak caiz değildir. Bunda tedavi mahi-
y eti y ok tu r. Bunun haram olduğunda ittifak vardır.
Görülen lüzum üzerine bir uzvunda am eliyat yapılacak bir kimseyi ak-
imı giderecek tem iz bir ilâç içirilm esinde de bir beis göriilmemektedir.
• 4 - V dJlL. s iJ İ (
»Ijj jl ijli! <İıl j l i .lü jL c (v)
428 BÜYÜK İSLAM
. 1 ^ ^ I O}
j\ \SJ 0 ^ *— ( *)
430 BÜYÜK İSLAM
145 — Sallanan bir dişi gümüş bir tel ile bağlam ak caizdir. F ak at altın
b ir tel ile bağlam ak, İmam ı A 'zam a göre caiz değildir. İmam M uhammede
göre ise h er ikisi ile de bağlam ak câizdir, bu n d a bir beis y o k tu r. Bir kavle
göre İmam Ebu Y u su f un iç tihadı d a böyledir.
K ezâlik: Ç ıkan bir dişi yerine iade ederek gümüş veya altın bir tel ile
bağlam ak, İmamı A 'zam dan bir rivayete göre m ekruhtur. Bu diş, m eytenin
dişi hükm ündedir. Bunun yerine besmele ile boğazlanm ış bir k o y u n dişi gü-
müş b ir tel ile bağlanabilir. Bunun yerine gümüşten bir diş de edinilebilir.
F ak at İm am Ebu Yusufa göre çıkan b ir dişi yerine iade ederek gümüş
veya altın bir tel ile bağlam akta veya onun yerine güm üşten bir diş edinil-
m esinde bir beis y ok tu r. Dişin iade edilmesine İm am ı A 'zam ın da kail
olduğu İm am Y usuftan mervîdir. İm am M uhamm ede göre ise çıkan dişin
yerine güm üşten de, altında da diş ittihaz edilebilir.
Düşmüş veya kesilmiş bir burun yerine altından b urun yapılabilir.
Fen a koku yapacağı için gümüşten yapılm az.
146 — Nazar değm esin diye çocukların elbisesine boncuk işlemesi, na-
zarlıklar takılm ası caiz değildir. Bunlar cihiliyyet devrine aid bir âd ettir.
F ak at ekin tarlalarında bostanlarda birer değnek üzerine hayvan kafası ta-
kılm asında bir m ahzur y o k tu r. Bunlar, hem birer k o rk u lu k tu r, bazı m uzır
kuşların, hayvanların buralarda gelip sokulm alarına m ân i olur, hem de göz
değm em esine bir sebep olabilir. Çünkü "isabeti ay n " denilen gözdeğmesi ço k
kerre vaki'dir. İnsana da, hayvana da, m ala da isabet edebilir. Binaenaleyh
tarlaya, bostana bakacak kim selerin gözleri ilk evvel bu yüksek korkuluklara
dokunur. A rtık ondan sonra ekinlere vesaireye dokunm asında bir zarar kal-
m ayabilir.
147 — Nazardan Allah Tealâya sığm m alıdır. Resuli E krem (Sallahü
Aleyhi Vesellem) efendim iz b u y u rm u ştu r k i : ' 'Kendisinin veya k ardeşinin bir
şeyi b ir kim senin h o şuna gidince bereketle dua etsin. Çünkü göz h akdır."
Bereketle dua ise şöyle yapılır. ( V Jjl» ,**1)1 ûytfU-l X»l i)Jü' ) Bizlerce
"M aşaallah, T ebarekâllah" denilmesi m u 'ta ttır.
Bir hadîsi şerifte de: ’'H er kim h o şu n a giden bir şeyi görünce )
( Âiıl>Vl derse ona göz zarar verm ez" diye b u y urm uştur.
148 — Bir yerde bu lunup sahibi bilinm eyen gâib bir mala "lu k a ta" de-
nir. Bunu o yerden alıp kaldırm aya "İltik a t"b u n u alıp kaldıran kimseye de
"M ültekıt" denilir.
B aşkalannın n zalan olmaksızın m allarını ellerinden haksız yere almak
haram olduğu gibi lûkataları da alıp benim sem ek haram dır.
149 — Bir kimse, bir yerde bir lukata, m eselâ: Bir m iktar para veya eş-
y a bulsa bunu sahibine verm ek üzere oradan alıp kaldırabilir. F ak at kendi
nefsine mal edinm ek için alıp kaldıram az. Bu, b ir gasb sayılır.
432 B Ü Y Ü K İS L A M
151 — Bir kimse, bir lukatayı bulunca bu nu sahibine verm ek üzere al-
dığına başkalarını şahid tutar, sonra sahibi zuhur eder de kendisine aidiye-
tini isbat edince ona teslim eder. Sahibine verilm ek üzere bil'işhad alınıp sak-
lanılan bir lukata,m ültekıün yanında bir taksiri olmaksızın zayi olsa sahibi-
ne bedelinin ödenm esi icab etmez.
152 — L ukatalan hüküm ete teslim etm ek te câiz olabilir. Hele
zimmîlere aid olduğu anlaşılan lukatalar, devlet hâzinesine konm alıdır. Sa-
hipleri zuhur ederse kendilerine aynen ve satılm ışlar ise bedelen iade edilir.
Z uhur etm ezse âm m e m esalihine sarf olunur.
153 - M ültekıt, kendisindeki lukatayı münasip bir suretle ilan eder ve
lukatanın kıym etine göre münasip bir m üddet bekler. Sahibi zuhur etm ezse
fakirlere tasadduk eder, kendisi fakir ise bundan istifade edebilir. F ak at
bilâhare sahibi zuhur ederse bedelini borçlu olur.
Sahibinin aram ayacağı belli olan pek cüz'i şeylerde ise bir m üddet bek-
lem eye lüzum y oktur. Bir kuruş, bir meyve, bir âd i m endil gibi.
154 — Yollarda, bostanlarda, ağaçlann alü an nd a bulunan başaklar,
m eyveler hakkında da lu k ata hüküm leri câridir. M aamafih bu hususda tafsi-
lâ t vardır. Şöyle ki.
165 — Y iyecek bir şey bulam ayıp m u ztar bir hale gelen b ir insan, ken-
di vücudünden bir p a rç a e t k o p an p yiyem ez. Başka birisinin uzuvlarından
birini de müsaadesiyle kesip yiyem ez. Böyle bir em r ve müsaade sahih değil-
dir. F a k a t böyle m uztar bir kim se,bulacağı bir m eyteden, hayatım k urtara-
bilecek m iktarda yer, eğer yemez de ölürse günaha girmiş olur. N itekim
oruç tutan bir kimse de ölünceye kadar b ir şey yemezse gün alı k â r olur. Ke-
zalik: Yiyilecek bir ş e y bulunduğu halde yem eyip açlıktan ölen kimse de â-
sim olur.
166 — Henüz vâlidesinin rahm inde bulunan bir cenini düşürm ek de câ-
iz değildir; kerihtir, bir nevi' cinayettir. Ş u kadar var ki henüz h a y a t bulm a-
m ış bir cenin, sahih bir zarurete m eb ıti tıbbî bir müşavere neticesinde düşü-
rülebilir.
Bir de gebe bulunan b ir kadın, vücudunun sıhhati için ilâç içebilir. Bu-
nun tesiriyle vaki olacak sıkıtdan dolayı m es'ul olmaz.
167— Ç ocuk olmasın diye azilde bulunm ak, ya'ni: N utfeyı tenasül ci-
hazı dışarısına akıtm ak muvafık değildir. Zevcesinin m uvafakati olm adıkça
câiz olmaz. Meğer ki bir hastalıktan veya bir fesattan korkulsun. Hasılı
İslâm nüfusunu azaltacak şeylerden kıyam etm ek d oğru görülemez.
168 — Bir müslüman İçin intihar, kendi k en d in i öldürm ek ahirette
büyük azapları m üstelzim bir cin a y et old u ğ u gibi kendi ölümünü tem en n i de
caiz d eğ ild ir. Bir gazeb veya dar m a iş e t yüzünden ölümü tem enni m ekruh-
tur. Bir hadîsi şerifte b u yurulm uştur ki: "Sizden biri kendisine ariz olan bir
zarardan, b ir felâketten dolayı ölümünü h e r halde tem en n i edecek ise, ya-
rabhi!.. Benim hakkım da h a y a t hayırlı ise b e n i yaşat, v e eğer ölüm hayırlı
ise ben i öldür." diye dua etsin.
169 — Bazı hay atî zaruretlerden dolayı insanlar üzerinde am eliyyat
icrası câizdir. M eselâ: İçin d e taş bulunan bir m esaneyi usuli dairesinde yar-
m ak, v e y a bütün vücude siray et e d e c e k bir ille tte n d o la y ı bir uzvu k esm ek
câ izd ir b u n d a beis y oktur.
170 — Ölen bir kadının rahm inde diri bir çocuk bulunsa, bu çocuğu
kurtarm ak için o kadının karnını sol tarafından yarm ak lâzım gelir.
Kezâlik: Bir çocuk, vâlidesinin kam ında enine bir vaziyet alıp çıkarıl-
ması için p a rç a p a rç a edilm esinden başk a bir yol bulunm azsa, bu vaziyet
ise vâlidesi için bir tehlike teşkil etse bakılır. E ğer ç o cu k berh ây at değilse
pa rç a parça edilerek çıkarılır. Berhayat ise b u suretle çıkarılm ası hakkında
bir cevaz görülm em iştir. Çünkü bir h ay at sahibini kurtarm ak için diğer m a-
sum b ir h ay at sahibini parçalam ak lâzım gelecektir.
Bâliğ bir kimse, sünnet edilm em iş ise y a bizzat kendisi veya m uktedir
ise zevcesi tarafından sünnet edilir. Bu kabil olmayınca bir sünnetçiye mü-
racaat olunur.
172 — İhtida eden bir gayri müslimin ihtiyarlığına m ebni sünnete ta-
ham m ül edem eyeceği ehli vukuf tarafından haber verilirse bu sünnetten is-
tisna edilebilir. Çünkü bir özüre m ebni vâcibin bile terki câizdir. O halde
sünnetin terki evleviyette kalır.
173 — Dini islâm da bütün m ahlûk ata şefkatle m uam ele yapılması bir
vazifedir. Bilhassa hayvanlara zulm edilm eyip iyi bakılması lâzım dır. Hay-
vanlan. pek ziyade yonnam ahdır, doğm em elidir. Hayvanlara zulmün cezası
ağırdır. Çünkü hayvanlann Hak Tealâdan başka yardımcısı, müdafii yoktur.
"Allah Tealâdan başka yardımcısı bulunm ayanlara zulm edenler
hakkında ise Hak Tealânm gazabı pek şiddetli olacaktır!’ diye buyurulm uş-
tur,
174 — H ayvanlann riayet edilecek hakları vardır. Ezcüm le: Ehli hay-
vanlann yiyeceklerini içeceklerini vaktinde vennek, tım arlarına bakmak,
haklarında n fk ile, m erham et ile m uam elede bulunm ak lâzım dır. H er cins
başka bir hizm et için yaradılm ışür. Buna m uhalefet etm em elidir.
Meselâ: Sığır hayvanlan arabalara koşu lm ak ,'tarlalard a çahştm lm ak
için yaradılm ıştır, bunlara binilmemeli, bunların sırtlarına m erkepler gibi
yük yükletiİmemelidir.
175 — Zararlı olmayan serçe, hüt hüt gibi küçük kuşlan, hayvanları
beyhude yere öldürm emelidir. Hiç bir hayvanın yüzüne vurm am alıdır. Ve
yüzünü dağlam am ahdır. Hiç bir hayvanı nişan alm ak için hed ef tutm am alı-
dır, kuşlann yuvalanna geceleyin gitmemelidir. Geceler onlar için bir em an,
bir karar zamanıdır.
176 — M azanatlarını d ef için yılan, akrep, fare, çaylak, kara karga, k u-
durm uş köpek gibi hayvanlar öldüıülür. Maahaza hiç bir hayvanı ne kadar
m uzır olursa olsun ateşe atm ak suretiyle öldürm ek câiz değildir.
177— "Öldürülecek bir yılanın veya akrebin eşi, intikam alır" diye
söylenilen sözlerin aslı yoktur. B unlann, intikam ından korkm ak, fazla bir
korkaklık eseridir erkeklere yakışm az.
vardır. Bunlardan biri diğerinden ayrılmaz. H a ttâ bunlardan her biri bir ba-
kım dan m addî ise diğer bir bakım dan da manevîdir. A bdest gibi.
179 — Müslümanlıkta m addî şeyler ile kirlenen bir yücudu, bir libası,
bir m ekânı tem izlem ek bir vazife olduğu gibi m asiyet denilen m anevî fena-
lıklarla! mülevves olan bir ruhu tem izlem ek de bir vazifedir.
180 — Başlıca m addî nezafetler şunlardır:
(1) M üslümanhkta her ne sebeple kirlenen bir vücudu, bir libası, bir
yeri vesaireyi su ile tem izlem ek bir esastır. Bu tem izlik ameliyesi, tem izlene-
cek, şeyin haline göre farz, sünnet veya m üstehaptır.
(2) Müslümanlıkta nam az kılabilm ek için abdest almak, ve icab edince
gusl etm ek farz olan bir nezafet vazifesidir,
(3) Müslümanlar için yüzde, kulak ta, burunda, tırnaklarda saç ve sakal-
da bulunan kirleri gidermek, saçları tarayıp bağlam ak, nasm nefretine m ey-
dan verm em ek sünnet olan bir nezafet vazifesidir.
(4) Her müslüman için haftada bir kere olsun vücudunu yıkam ak müs-
tehabdır. Efdal olan Cum a gününde yıkanm aktır. Çünkü Cum a müslüman-
lann bir bayram ıdır, bir toplanü zamanıdır, o günde her veçhile temiz ol-
m ak pek müstehsendir.
(5) Müslümanlar için uzanan tırnaklan ve fazla uzanan bıyıklan kes-
m ek m üstehabdır, sakalda sünnet olan bir kabze m iktandır. Ondan fazlasını
kem ekte bir beis yoktur.
(6 ) Kol altındaki ve kasıklardaki tüyleri yolm ak veya tıraş etm ek müs-
tehaptır. Bunlar haftada veya onbeş günde bir tem izlenmelidir. Kırk gün
kadar hali üzerine bırakm ak talırimen m ekruhtur.
(7) Erkeklerin veya kadm lann tem izlenm ek için kendilerine mahsus
ham am lara gitm elerinde bir beis yoktur. Um um î bir ihtiyaçtan dolayı, bu
tecviz edilm iştir. Elverir ki avret m ahallerini örtsünler. Erkeklerin kendi ara-
lannda, kadınların da kendi aralarında peştem al tutm ayarak açık bir halde
yıkanın alan ^haramdır. H attâ bir kimse, yalnız başına bir yerde yıkanacağı
zaman bile peştem al tutm alıdır. Edebe m uvafık olan bud::ı. Tenha bir
m ahalde peş temalı sıkm ak veya tem izlik yapm ak için az bii m üddet peşte-
malsız durm ak, câiz olabilir.
( 8 ) Hamamda vücudun baştan göbeğe ve dizlerden topuklara kadar
olan kısmım tellaka oğdurımakta bir beis yoktur. F ak at bazı zevata göre bir
zaruret bulunm adıkça bu oğdurm ak m ekruhtur. Göbek ile dizler arasındaki
kısmı oğdurm ak ise câiz görülemez. A yaklan oğdurm ak da mürüvvete mü-
nafidir. İhtiyacından dolayı bu hizm eti gören bir şahsı o kadar tezlii etm e-
melidir.
(2 ) Günahlar ile kirlenen ruhları, kalbleri tövbe ile, istiğfar ü e tem izle-
m eğe çalışm alıdır. M alum dur ki: Günahlar: K ebair ve sağâir diye iki kısım -
dır. K ebâirin, ya'ni: Büyüle günahların başhcaları şunlardır: A llah Tealâyı
in k âr etm ek. Allah Tealâya şerik ittihaz etm ek. Katiyyen sâ b it olan bir d in î
hükm e inanm am ak ki, bu üçü — Elayazübillâh — küfiirdür. Allahın rahm e-
tinden üm idini kesmek, Allahın azabından, m ekrinden emin olmak. Günah
üzerine ısrar etm ek, y a'n i: Her hangi bir günahı m uttasıl işleyip durm ak. Na-
m azı orucu terketm ek. Allah yolunda cihaddan kaçınm ak. Anaya, babaya
asi olmak. Yalan yere şe lıa d e t ve yem in etm ek. Bir k im sey i haksız yere öl-
dürmek, Bir kimsenin bir uzvunu haksız yere kesm ek veya m uattal bir hale
koym ak. R ibâda ve sirkatta bulunm ak Rüşvet almak. Yetim lerin mallarını
yem ek. Zina ve livata denilen feziheleri irtik âb etm ek. İffetli kadınlara
fu h u ş isnad etm ek.
İşte bunlar, dereceleri m ütefavit birer kebiredir. Diğer b ir ç o k günahlar
d a birer sağiredir.
(3) Günahların bir k ısm ı, y a ln ız A llah T ea lâ m n h akkına aiddir. D iğer
bir kısm ı d a insanların haklarına m ütaaliiktir. Birinci k ısım da insan , k alben
peşim an olup Allah T ealâd an afüv'ler kerem ler dilemeli, bir daha ö y le bir
günah da bulunm am aya kat'iyyen karar vermelidir. Ve o günah, küfrü m ucip
olacak bir m ahiyette ise hem en tecdidi iman, tecdidi n ik âh d a bulunm alıdır.
Namaz gibi, oruç gibi kazası lâzım gelen bir ibadetin terkinden ibaret ise he-
men bunu kazaya çalışm alıdır.
Günahların insanlara mütaallik kısm ında ise yine kalben bir nedam et
duyarak hem Allah Tealâdan afüvler dilemeli, hem de hakkına tecavüz edi-
len kim seden, m üm kün ise helâllik istem elidir, kendisini razı etm eye ve teca-
vüz edilen hakkı ödem eye çalışm alıdır. Ruhların Seyyiat denilen günah kir-
lerinden tem izlenm esi ancak bu sayede kabil olabilir.
182 — Görülüyor ki, m ukaddes İslâm ’din i hem m addî hem de manevî
nezafeüeri birer dinî hükm e bağlam ış, bunlan m ücerret insanların keyifle-
rine bırakm am ıştır. Resuli Ekrem Efendim iz de: (N ezafet im andandır) me-
alindeki bir hadîsi şerîfile nezafete bir kudsiyet verm iş onun ehem m iyetini
gösterm iştir. Diğer bir hadîsi şerifte de şöyle bu y u n ılm u ştu r: "Ş ü p he y ok
ki Allah Tealâ tem izdir, temizi sever, naziftir, nezafeti sever, kerîm dir,
kerem i sever, cevaddır, cöm ertliği sever. A rtık evlerinizin çevresini temiz
tu tu n , Yalıudîlere benzem eye çalışm ayınız.
183—M alûm dur ki Allah Tealâ bizleri bir im tihan için yaratıp bu dün-
yaya getirm iş, bir takım vazifeler ile m ükellef tu tm u ştu r. Bizim nezahetim iz
saadetim iz ancak bu vazifelere riayetle kaimdir. Bu vazifeleri yapm ayanlar,
Halikımızın kudsî em irlerine m uhalefet etm iş olurlar. Böyle bir kimsenin
kadri alçalm ış, kalbi kararm ış, ruhu kirlenm iş, kendisi azaba m üstehık ol-
m uş olur. A rtık bu halde yapılacak şey tövbedir, istiğfardır, hayatın gaye-
sine göre harekettir. Kirlenen bir nıh un nezafeti ancak bunlar ile kabildir.
İL M İH A L İ 439
184 - İnsan, p â k , m a’sura bir halde dünyaya getirilm iştir. A rtık kirli,
günahkâr bir h alde ahirete gitm ekten sıkılmalıdır. İnsan b ir kerre düşiinmeli-
dir. K en d i h alikın ın m a'b u d u n u n m ukaddes em M erm e k arşı nasıl isyan ede-
bilir? İnsanın rahu b ö y le bir isyandan dolayı sızlamak değil m idir? İnsan,
k u d ret ve azam etin e n ih a y e t olm ayan büyük yaradanından korkm alı, onu n
her an n â il old u ğu n im etlerin i düşünerek utanm alı d eğ il midir?
M aam afih, insan; b e şe r iy e t hali, günah dan h ali o lm u yor. Elverir İd bu
günahtan d o la y ı kalbi sızlasın, ruhunda p işm a n lık d u ysu n , h e m e n A llah ına
y ö n e lsin , günahının afv-ü setr e d ilm e sin i dilesin, daha tövb e im kânları eld e
ik en günahdan ku rtu lm aya ça lışsın .
A llah T ealâ H azretleri. "Ey m ü'm inler!.. H ep iniz A llah a tövb e ed in iz
ki k u rtu labilesiniz" b u yu ru yor. R esu li E krem E fen d im iz de: "Günahından
tövb e ed en günah işle m e m iş kim se gibidir" b u yu rm u ştu r.
A rtık bizim v a zifem iz, günahlarım ızdan d o la y ı iç in için yanıp yakılarak
hakka nicû etm ek tir. V e s e y y id i istiğfar d en ilen şu m übarek cümle ile H ak
Tealâ H azretlerin den — tâ ib v e m üstağfir olarak — afüvler, kerem ler dile-
m ektir.
Yarabbi! B izi uyandır, b izim dualarım ızı, tövb elerim izi k a b u l buyur.
A m în velham düleke y arab b elâlem în .
440 BÜYÜK İSLAM
DOKUZUNCU KİTAP
3 - Müslümanlık: ah lâk a pek büyük bir kıym et, bir ehem m iyet vernıiş
tir. Zaten müslümanlık; bir ahlâk, bir fazilet, bir hikm et dinidir. H a ttâ
Peygamber Efendim iz; "Ben ancak m ekârım ı ahlâki tam am lam ak için gön-
derildim " b uy urm u ştu r. ( 1 )
Müslümanlık nazannda insanların m a'nevi kıym etleri, m u ttasıf olduk-
ları ahlâk ile m ütenasiptir. Bir hadîsi şerîfte: "Sizin im anca en güzeliniz,
ahlâk ça en güzel olanınızdır." diye buyurulm uştur. (2) Diğer bir hadîsi
şerif de "A llah Tealâya kullannın en sevgilisi, ah lâk ça en güzel olanıdır."
meâlindedir. (3)
Resulü Ekrem Sallahü Aleyhi Vesselam E fendim iz: "Yarabbi! Ben sen-
den sıhhat, â fiy e t ve güzel ahlâk dilerim " diye dua buyururdu. (4)
4 — İnsanlann ahlâkı değişebilir. Çirkin huylan güzel huylara tebdil
etm eğe (tehzibi ahlâk) denir. Bu tebdil, her halde mümkündür. Mümkün
olmasaydı N ebiyyi Z işan Efendim iz: "A hlâkınızı güzelleştiriniz" diye
em retm ezdi. (5)
3 tim--! I (i)
(O
442 BÜYÜK İSLAM
Ş ahsî vazifeler:
12 — İnsanlar kendi nefslerine karşı da bir takım vazifeler ile mükel-
leftirler. Bu vazifelerin bir kısmı bedenlerine bir kısmı da ruhlarına aittir.
Başhcaları şunlardır:
(1) Terbiyeyi bedeniye: Öyle ki: Her kısan için taharet ve nezafete
dikkat ederek zinde b k vücuda sahip olmak lâzım dır. B k hadisi şerifte:
"Kuvvetli olan m ü'm in, zayıf olan bir m ü'm inden hayırlıdır" b ü y ütü l-
m ü ştü r.
(2) Sıhhati m uhafaza: Sıhhat büyük bir nim ettir. Binaenaleyh sıhhata
m uzır şeylerden kaçınm ak ve lüzum görüldükçe tedaviye ehem m iyet
verm ek lâzım dır. Bir hadisi şerife nazaran: Ölümden başka hiç bir hasta-
lık y o k tu r ki tedavisi kabil olmasın, elverir ki ilâcı elde edilsin.
Ailevî vazifeler:
(13) Aile hayatı, İçtim aî varlığın başlangıcıdır. Müslümanlıkta aile te ş
kilâtı pek m atlûbdur. Aile efradı başlıca zevç ile zevceden ve bunlann
çocuklarından ibarettir. Bunlann karşılıklı vazifeleri ise şunlardır.
(1) Kocanın başlıca vazifeleri: Refikasile güzel geçinm ek, onu him ay
etm ek, onun nafakasını tedarik edere k fkendişine sadakattan aynlm am aktır.
Bir hadisi şerifte :"Sizin hayırlılarınız, kadınlan hakkında hayırlı olanlannız-
dır" buyurulm uştur. ( 2 )
Diğer bir hadisi şerifte de "kadınlara ancak kerîm olanlar ikram , leîm
olanlar da ihanet eder" buyurulm uştur. (3)
müsteizimdir. Bunun içindir ki, m üslüm anhkta gıybet, iftira, istihza, sebb ve
şetm k at'iy y en haram dır. Başkalarının nam usuna, haysiyetine hürm et etm e-
yen kimse nam us ve haysiyet duygusundan m ahrum , cem iyetin m ukaddesâ-
tına m usallat bir canavar dem ektir.
(6 ) Ferdlerin m ülkiyet haklarına riayet: M üslümanhkta h er hangi kim -
senin mülküne, tasarruf hakkıma tecavüz etm ek haram dır. Herkesin kazancı
kendine aiddir. Herkesin m eşru m allan tecavüzden m asundur. Cem iyetin
ilerlemesi, m edenî bir halde yaşayabilm esi, ancak b u m asuniyet sayesinde
kabil olur. Bir cem iyeti teşkil eden fertlerin servet ve meslek itibariyle
m ütefavit derecelerde bulunm aları, hik m et ve m aslahat m uktezasıdır.
Herkes hakkın kısm etine razı olmalıdır. Herkes m eşru surette çalışıp servet
tedarik etm elidir. Nezih bir cem iyet hayatinin başka suretle devamına
im kân yoktur.
M üslümanhkta m uaşeret âdâbı:
15— İslâm dini, insanların m uaşeretine, ya'ni: Birbiriyle görüşüp ko-
ıtuşm alanna, m edenî İçtim aî bir halde yaşam alanna büyük b ir ehem m iyet
verm iş tir.
M üslümanlann m uaşeretlerinde saimimiyet, tevazu, sadelik * tekellüf-
den azadelik, karşılıklı m uavenet, nezaket, hürm et, m uhabbet, hayırhah-
lık bir esastır.
16 — M üslümanhkta halk ile m uaşeretin m u h telif safhalan, m erte-
beleri vardır. Bir kısmı şunlardır:
(1) Herkese k arşı tatlı dilli, güler yüzîii, açık kalbli olmak. Bir müslü-
m an, daim a beşûş bulunur, hiç bîr kimseyi dökülii bir çehre ile karşılam az.
Bir hadisi şerifte: "Şüphe y ok ki Allah Telaâ m ülâyim huylu, açık yüzlü
kim seyi sever" b uy uralm u ştu r. ( 1 )
(2) Herkes ile güzelce görüşm ek, halka eziyet verm ekten kaçınm ak
Bir hadisi şerifte: "Müslüman odur ki; dilinden, elinden müslümanlar selâ-
m ette bulunur" b uy uralm uştur. ( 2 )
(3) Halkın eziyetlerine katlanm ak, kötülüğe karşı iyilikle m uam elede
bulunm ak. Bir hadisi şerifte: "Sıddiklerin m ertebelerine geçm ek istersen
senden kesilene sen bağlan, senden esirgeyene sen esirgeme ver, sana zul-
m edeni de sen afvet" b u y u ralm u ştu r. (3)
(4) D argm hğa hem en nih ay et verm ek: Müslümanlar, aralarında bir
dargınlık yüz gösterirse hem en banşırlar, birbirini üç günden ziyade terket-
mezler. M üslümanlann gönüllerinde düşm anlık, kin duygulan yaşayam az.
Bir hadisi şerifte: "B ir müslüman için helâl olmaz ki, kardeşini üç günden
ziyade terkede" buyurulm uş tur. (4) ------- --------------- -— —
J4 - JI - il j l
^ ^ (O
448 BÜYÜK İSLAM
(5) Islâhı beyne gayret. Bir müslüman, iki dindaş arasında her nasılsa
bir dargınlık yüz gösterm iş olduğunu görünce aralarını bulm aya, o müna-
fereti giderecek çare aram aya çalışır. Bir hadisi nebevî "Sadakanın efdali,
dargın kimselerin aralarını bulup islâh etm ek tir" m eâlindedir. ( 1 )
( 6 ) Nâsm kusurlarını araştırm am ak, ifşa etm em ek, bilâkis örtm eğe
çalışm ak. Müslümanlar, kimsenin ayıplarım tecessüs etm ezler, kimsenin
şahsına aid kusurlarım m eydana çıkarıp teşhîre çalışm azlar. Bunun h ilâ-
fına hareket, dinen m em nu'dur. Bir hadisi şerifte: "Bir kul, bir kulu setre-
derse Allah Tealâ da onu kıyam et gününde setred er" buyurulm uş tur.(2)
(7) Dostları arkalarından müdafaa. Bir müslüman,lüzum görüldükçe
dostlarını, dindaşlarını giyaplannda m üdafaa eder, onların haklarında
yanlış fikirleri tashihe çalışır . Bir hadisi şerifte: "Bir kul kardeşine yardım -
da bu lu n d u k ça kendisine de Allah Tealâ daima yardım e d er" buyurul-
m uştur. (3)
( 8 ) Nâsm kalblerini kötü zandan korum ak için töhm etli yerlerden
uzak bulunm ak. Bunun hilâfına hareket, bir ç o k kimselerin günaha gir-
mesine sebep olur, n â s arasında dedikoduya, m ünaferet vukuuna m eydan
verir, Bir hadisi nebevide:"T öhm et yerlerinden k açın ız"b u y u ru lm u ştu r.(4 )
(9) M uhtelif halk sımflariyle, m evkilerine göre sohbette, m ünasebette
bulunm ak. M eselâ: Herkese kabiliyetine göre h itap etm eli, bir âlim den,
bir zahidden, bir zenginden beklenilen vasıfları bir câhilden, bir fasıktan,
bir fakirden beklem em elidir.
( 1 0 ) İhtiyarlara hürm et, çocuklara, düşkünlere m erham et ve şefk at
gösterm ek. Müslümanlıkta büyüklere k arşı saygı, küçüklere k arşı sevgi bir
esasdır. Bu esas, aile arasında bir k a t daha ehem m iyetli bulunur. M eselâ:
Anaya, babaya pek ziyade hürm et lâzımdır.. Bunları adlariyle çağırm ak
edebe münafidir. Bir kadının kocasını adiyle çağırm ası da edebe münafi
olduğundan m ekruhtur.
Bir hadisi şerîf şu m ealdedir: "Bir genç, bir ihtiyara m ücerret yaşından
dolayı hürm et e tti mi, Allah Tealâ da ona bir m ü k âfat olm ak üzere ihtiyar-
lığı çağında hürm et edecek bir kimseyi m utlaka y aratır." (5)
Bu m übarek hadis, ihtiyarlara saygı gösteren gençlerin sevap kazana-
caklarını, ç o k yaşayacaklarım m üjdelem ektedir. A rtık ihtiyarlan istiskal
eden bazı gençler, bunu biraz düşünmelidirler.
.oül o lj I J-ail ( \ )
p*y <0İ ' VI I v-v-ı*V (y )
•<->-1 3 ^*^1 fbL -uJI ^ *^1
•(*f^l \ji>\ ( i )
İLM İHALİ 449
Selâm ı iade etm ekten hakikaten veya hükm en âciz olan kimseye
selâm verm ek m ekruhtur. Binaenaleyh yem ek yiyen veya K ur'an okuyan
• Jbj! ._^ ^
F: 29
450 BÜYÜK İSLAM-
veya h u tb e dinleyen veya namaz kılan bir kim seye selâm vermemelidir.
Verilirse reddi lıer halde lâzım gelmez. Fışkını ilân etm ekten çekinm eyen
kimselere de selâm vermek m ekruhtur.
Velhâsıl: Selâm verip alm ak bir dostluk nişanesidir, m uhabbete vesile-
dir. F ak at selâm verirken rükû'a gidercesine eğilm ek m ekruhtur. H attâ bazı
zevata göre selâm verirken rükûn'a yakın bir halde eğilm ek secde etm ek
gibidir. M ahlûkata ta'zim için yapılacak bir secde ise îm ana m uhaliftir.
(13) M usafeha = El tutu şm ada bulunm ak. Şöyle ki iki müslüman bir
araya gelince birbirinin elini tutar. Selâtü selâm okur, birbirinin hatırını
sorarlar. Bu da sevgi, dostluk nişanesidir. Bir hadisi şerifte: "Birbirine
rast gelen iki müslim; müsafşthada bulundu mu daha birbirinden ayrılm adan
m ağfiret olunurlar" buyuralm uştur. ( 1 )
(14) T eşm iyet= aksırana karşı hayır ve bereketle dua etm ek. Şöyle ki;
Bir müslüman aksırınca: ( = Elham dülillâh) der, yanındaki müslü-
m an kardeşi de: = yerham üküm ül'lâh) Allah size rahm et etsin diye
dua eder, aksıran zat da: ( «i |*^V_ i yehdinâ ve yehdiyeküm ül'lâh:
Allah Tealâ bizleri de sizleri de hidayette daim buyursun) diye m ukabe-
lede bulunur.
(15) Meclislerde temiz ve adaba riayetk âr bir halde bulunm ak. Şöyle
ki: Müslümanlar meclislerde yıkanm ış, temiz ve h a ttâ abdestli b ir halde
toplanırlar, hey'etleri temiz, libasları temiz bulunur.
Meclislerde bilgili veya yaşlı zatlar üste geçirilirler, lüzum görülmedik-
çe söze aülm ayıp söylenilen faideli şeyleri dinlerler, meclise sonradan gelen-
lere yer verirler, birbirine karşı beşuş bulunurlar.
Müslümanlar, kendi kendilerine meclisin üst başına geçmezler, kendi-
lerine hürm et için kalkarak yerlerini verm ek isteyenlerin hem en yerlerine
geçip oturm azlar, rızaları olm adıkça iki kimsenin arasına sokulup oturm ak
istemezler, bir m eclisdeki üç müslümandan ikisi baş başa verip gizlice
konuşm azlar, üçüncü arkadaşlarının m üteessir olmasına, yanlış zanna düş-
mesine m eydan vermezler.
M üdümanlar, bulundukları m eclisten arkadaşlanndan müsaade alarak
ayrılırlar. Ve m eclisten m uvakkaten ayrılan arkadaşlarının yerine hem en ge-
çip oturm azlar.
(16) D ostlan ziyaret: Müslümanlar münasip zam anlarda gidip din
kardeşlerini, büyüklerini veya kariplerini ziyaret ederler. Bu ziyaret de bir
m uhabbet ve vefa nişanesidir. Ş u kadar var ki ziyaret, usandıracak derecede
pek sık sık olmamalıdır. Ziyarete gelenlere mümkün olduğu kadar ikram,
edilmesi lâzım dır. Bir hadisi şerifte: "Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz"
b uy uralm u ştu r. (2 ) ______ * ________
. i > j l jj.» L^J _^*Vl ûUa»La.» jüul» U |\ J
* ty > jf l&j Ijl I ^ l-l Iji (v j
İLM İHALİ 451
j (O
.jUi-l !i
jlj Sjb- J* ^ (?)
s * jT i j l (t j
İLM İHALİ 453
Ittikân u ı .mukabili; fiskür, fücurdur, ya'ni: Doğru y oldan çıkm ak, Hak
Tealâya âsi olmak, haram dan, şüpheli şeylerden kaçınm am aktır. Böyle bir
halin neticesi ise felâkettir, azaptır.
17 — ( y j t = Edep): Güzel terbiye, güzel huylar ile ittisaf ve utanılacak
şeylerden inşam koruyan bir m eleke dem ektir.
Edep, insan için en büyük bir şereftir. Edebin m ukabili isaetdir ki,
kötülükten, terbiyeye ve fazilete aykırı hareketten ibarettir.
Edep insanın zinetidir. E dep, insanı nefsinin hevasına uym aktan
korur, kurtarır, "insanın edebi, altum ından hayırlıdır'’ denilm iştir. ( 1 )
edep den m ahrum bir insan, bir cem iyet için m uzır m ikroplardan daha
tehlikeli bir m ahlûktur.
18 — ( jL * t = İhsan): Bağışlama, iyilik etme* atiyye verme hayır na-
m ına yapılm ası münasip olanı yapm a dem ektir. İhsan, adaletin üstünde bir
fazilettir. Bir â y e ti kerim ede: "İhsan ediniz, şüphe y o k ki Allah Tealâ
rnuhsin olanları sever" buyurulm uştur. Diğer bir ây eti celîle de:-"A llah
T e â lâ sana ihsan ettiğ i gibi sen de ihsan e t" m ealindedir. (2)
19 — (vO U U İhlâs): H er hangi bir işi güzel bir niyetle saf bir kalb ile
yapm ak, o işe b aşk a b ir şey karıştırm am aktır. Böyle bir hale "H ulûs" da
denir. Yapılan vazifelerin kıym etleri, ilılâsa göre artar. İhlâsm mukabili,
riyadır. Bir vazifeyi m ücerred bir gösteriş için veya m addi b ir faide için
yapm aktır.
R iy ak âr bir insan, temiz ruhlu bir insan değildir, yaptığı amellerin mü-
kâfatını H aktan dilemeğe yüzü olamaz. Bir hadisi şerifte: "Ş üphe y o k ki
Allah Tealâ sade kendisi için ve kendisinin rızası istenilerek yapılan
âm elden başkasını kabul buyurm az" buyurulm uştur. (3)
20 — ( = İstikam et): H er işte itidal üzere bulunm ak, adaletten,
doğruluktan aytılm ayıp diyanet ve akıl dairesinde yürümek dem ektir. Dinî
ve dünyevî vazifelerini olduğu gibi yapm aya çalışan bir müslüman, tam müs-
takim bir insandır. Böyle bir insan ise cem iyetin en kıym etli bir uzvu sayılır.
İstikam etin m ukabili, h iy an ettir ki, doğruluğu bırakıp emanete, ahde
riayet etm em ek, verilen sözde durm am ak, nâsm haklarına tecavüzden
çekinm ek dem ektir.
Bir âyeti kerim ede Resuli Ekrem Efendim ize hitaben "E m rolunduğun
gibi istikam ette bulu n" (4) bu yurulm uştur ki, istikam etin ne kadar lâzım
ve mühim olduğunu gösterm eğe kâfidir.
• ^ S*- »
. d U i *oSsy«»tel »Cç— ,_j£ •üsljl (t)
j j Jul (\)
JUL (*)
iijı (t)
7
İLM İH ALİ 455
Ir.li ^u O - I (r)
İLM İHALİ 459
• pCÜ i
« - ^
• j~*ki o İ I-Lc 4JÜI 1 Ij I ^ y^
J c V U <Ae. jjjl j j j -ûıl j l (r)
fj*- f*-'*’ ılr* (*)
VI jL.Î}4) jlj (o)
462 BÜYÜK İSLAM
c)
464 BÜYÜK İSLAM
Cr* ( 0
. (r)
İL M İH A L İ 465
F: 30
466 BÜYÜK İSLAM
• jV - » - <ji (t)
İLM İH A Lİ .467
j * Ji* j* S (v)
468 BÜYÜK İSLAM
Herhangi bir hususta m a’ru f m iktarı geçm ek bir " is r a f t ır . Bir şeyi
beyhude yere dağıtm ak, lây ık olm ayan yerlere sarfetm ek bir ''teb zir"d ir.
Bir şeyin husulünü hissetle, hasasetle k a n şık bir tarzda isteyip durm ak da
bir "tam a"d ır, ki bunlar m utlaka kötü hasletlerdir. ''H ırs"a gelince bu da
bir şey hakkında gösterilen ziyade bir rağbet ve m eyelândan ibarettir ki
iki türlü olur. Biri, â d i şeyler hakkındaki hırstır ki m ezm um dur, kalbin
fakrından, za'fm dan ileri gelir. Diğeri ise yüksek, m üstahsen şeyler hakkın-
d a k ih ırs’dır ki, m em duhtur. R u h u n him m etine, ulviyetine, d elâlet eder.
7 6 - ( j. J T =K erem ); Seha, m ecd ve şeref, k ıv m eü i şeyleri kolaylıkla,
nefis h o şn u ü u ğ iy le verm ek dem ektir. M ukabili, hasasettir.
Kerem, yüksek fıtra tta yaradılm ış insanlara has bir m eziyettir.
77 — ( = L ûtf): İyilik, güzellik, n fk ile, okşayışla muamele
dem ektir ki insaniyet nişanesidir. M ukabili, cevrdir, dürüştâne m uam eledir
ki insanlığa yakışm az.
Y aradılanlar h akkında gösterilen lü tu f ve kerem , yaradam n tevfikine,
inayetine kavuşm aya bir vesiledir,
78—( = L âtife, m izalı): Ş a k a ve h o ş nükteli söz dem ektir.
M ukabili, ciddiyettir. M ahza bir eğlence, bir iltifat olmak için yapılan ve
hiç bir kim senin h atırına dokunm ıyan latifeler caizdir. Elverir ki la tif
olsun, lüzum undan fazla olmasın.
L â ü fen in çoklu ğ u , gülmeyi artırır, kalbi öldürür, m ehabeti giderir, düş-
m anlığa sebep olur. Bir hadisi şerifde şöyle buyurulm uş tur; "İnsan, bir söz
söylerken bununla yan ın d a bulunanlar gülüşür de kendisi Süreyyadan daha
uzağa u ç a r gider" y a'n i, şeref ve m ehabeti berhava olur. Binaenaleyh o
gibi lâtifelerd en çekinm elidir.
7 9— ( o*L. = M übahat): Öğünm e, te fahur, m addi veya manevi
oazı sebeplere vasıflara m ebni iftiharda bulunm ak dem ektir. T aktire lâyık,
ulvi şeylere intisabtan dolayı m übahatta bulunm ak caizdir. F a k a t herhangi
fani bir varlıktan dolayı m üb ah atta bulunm ak, kendisini görm ek, asla câiz
değildir. Böyle b ir hale "u cb ", "gurur", "cahilane tefahur" denilir ki pek
m ezm um dur.
Bir hadîsi şerifde; "Ü ç şey m ühliktir, fazla cim rilik, uyulm uş heva,
insan.n kendisini görüp beğenm esi" buyurulm uş tur. (1)
8 0 — ( c jb . = M etanet): Esasen sağlamlık, dayanıklılık m ânasm adır.
İstilâhda: "İnsanın fikrinde sabit, azm inde kavi, akidesinde rüsuh sahibi
olm ası" dem ektir. M ukabili za'ftır, rehavettir, hak u ğ ru n d a m etan et göster-
m ek k ıym etli bir sed y y e işidir.
81— ( = M ed h ): Öğraek, ih tiy ar ile yapılan güzel işlerden dolayı
dil ile yapılan sena dem ektir. M ukabili zemdir, ya'ni: Birinin aleyhinde
fena lâkırdılar söylem ek, onun kötü hallerini m eydana koym aktır.
İLM İHALİ 469
Medlıe lây ık kimseleri m edhetm ek, cem iyet arasında faziletin kem alin
artm asına sebep olabileceği cilıetle m em duhtur. F a k a t medlıe seza olmayan-
ları m edhetm ek; hakikata m uhalif, seciyyeye münafi, başkalarını iğfale se-
bep olacağı cihetle pek m ezm um dur. Bir hadisi şerifde: "O nu bunu med-
hedip, duranları görünce yüzlerine toprak saçınız" buyurulm uştur. (1 f
Filhakika şahsî bir m enfaat düşüncesiyle lây ık olmayanları m edhe kalkı-
şanlar, böyle b ir m uam eleye m üstahıktırlar. Herhangi bir kim seyi haksız
yere zem m etm ek de haram dır.
8 2 —( _ l = M ü d a r a , M ümaşat): Yüze gülmek, Zahiren dost-
lu k gösterm ek, nâsa karşı güzel m uam elede bulunm ak başkalannm fikirleri-
ne uyarcasm a harek et etm ek ve suluh-u salâh üzere durm aktır. M eşru' su-
rette yapılan müdara, m em duhtur, m uvaffakiyete sebeptir. Bir hadisi şerif-
de; "N âsa müdara, bir sadakadır" buyurulm uştur. (2) Diğer b ir hadisi şerif
de: "Ben farzlar ile em rolunduğum gibi nâsa m üdara ile de m em ur oldum "
mealin dedir, (3)
F a k a t güzel bir akibet düşüncesiyle olmaksızın herhangi bir kim senin
m ücerret m evkiinden veya servetinden dolayı yüzüne gülmek, kendisine mü-
darada bulunm ak pek m azm um dur. Böyle bir hale tem ellük,tabasbus,
m üdahâne, yaltaklanm ak dalkavukluk denir ki insaniyete asla yakışm az,
dinen m em nu, aklen m akduhüır.
8 3_ ( = M u habb et): Sevgi, dostluk ve kendisinden lezzet d u y -
duğu şeye ruhun m eyletm esi dem ektir. M ukabili buğzdur, adavettir.
M uhabbetler, iki türlüdür. Biri tabiî ve cibilli m uhabbettir. İnsanın
evlâdına k arşı olan sevgisi gibi. Diğeri kesbîdir. İnsanın kendisinde kemal
gördüğü bir insanı sevmesi gibi.
M uhabbetler diğer bir bakım dan da iki türlüdür. Biri sebebi zail olan
m uhabbedlerdir. Bir kim seyi m üccerred dünyalığından dolayı sevmek ki,
o dünyalık aradan kalkınca m uhabbet de aradan kalkar. Diğeri, sebebi
zail olmayan m uhabbetlerdir. Herhangi bir zatı m ücerret Allah için sevmek
gibi. Bu türlü m uhabbetler devam eder. İşte ah lâk ça bir fazilet sayılan
m uhabbetlerden m aksad da bu türlü sevgilerdir. Bir hadisi şeılld e; "Allah
Tealâya âm ellerin en sevgilisi, Allah için m uhabbed, ASlah buğzdur"
buyurulm uştur. (4) Binaenaleyh insan, Allah Tealâm n sevdiği şeyleri
sevmeli sevmediği şeyleri de sevmemelidir.
8 4 — ((*"-) =M erham et, R ahm ): Esirgemek, acım ak, ş e fk a t göster-
m ek, biçarelerin hallerine kalben acıyarak kendilerine y ardım da bulun-
. *• .
t/“ül oljl-u ( y)
, J < £ \ l \ j \ ^ Cj v 'S (r)
•**>i j 3 J J' (O
470 BÜYÜK İSLAM
m ak dem ektir. M erham et, temiz ruhların bir ziynetidir. Yalnız insanlara de-
ğil, hayvanla ra da m erham et etm elidir. Bir hadisi şerifde: "Yerde olanlara
m erham et, ediniz ki, size de gökte olanlar m erham et etsinler” bııyurul-
m uştur. (1)
85- ( =M ürüw et): Erkeklik, insanlığa uygun olan şey'i yap-
m ak, güzel görünen şeyleri alıp m ezem m eti müstelzim olan hallerden
kaçınm ak dem ektir. M ukabili nam erdliktir. A çıkça yapılm asından u ta -
nılacak bir şeyi gizlice de yapm am ak bir mürüvvet eseridir. Görülen bir
iyiliği unutm am ak ve fırsat düşünce m ukabilinde iyilik yapm ak da bir mürü-
vvet eseridir.
86- ( ^M üşavere): Danışm a, bir hususun hayırlı olup olmadı-
ğını anlam ak için münasip görülen kimse ile fikir müdavelesinde bulunm ak
dem ektir. M ukabili hodreyliktir.
Müşavere bir sünnettir. İnsan, müşavere neticesinde tenevvür eder,
h a tın n a gelmeyen şeyleri hatırlar, ihtiyatlı bir tarzda hareket etm iş olur.
Hodrey olan yani yalnız kendi rey ve fikriyle iş gören kimse ç o k kerre
nedam et çeker.
Bir hadisi şerif: "Müşavere eden zarar görm em iştir" m ealindedir. (2)
Şu kadar var ki kendisiyle müşavere edilecek zat, doğru sözlü,tecrübeli,
televvünden, gururdan berî düşünceden kederden hali bulunm alı ve kana-
atini olduğu gibi söylem ekten çekinm em elidir.
dam a lüzum undan fazla çek i düzen verm ek bütün h iffet eseridir. Binae-
naleyh insan, bu gibi h iffe t sayılacak şeylerden kendisini korum alıdır.
95 ( = H im m et): Yüksek bir irade, kalbin bütün ruhanî kuvvet-
leriyle Allah Tealâya vesair m ukaddes gayelere yönelm esi dem ektir. Muka-
bili, tab'm denaeti, âdî şeylere rağbet göstermesidir. İnsan him m etine göre
yükselir, "H im m etin yüksekliği im andandır." Yüksek gayelere yetişm ek
arzusu, ulvî bir him m etin nişanesidir.
J 'i.—i ) ( ')
Miizı^ibâne
B i r N jyaz
A fvet İlâhi! Sen beni: m uhtacı rahm etim .
Gelm ekteyim hu zuruna yaklaştı rıhletim .
ONUNCU KİTAP
S İY E R -İ ENBİYA'YA AİDDİR.
ve ahfadına Peygam ber ta'yi11 ederek kendisine (10) sa h ife lik 'b ir kitap
ihsan b u y u rm u ştu r.
10— Rivayete nazaran Adem Aleyhisselâm , bin sene veya dokuzyüz
otuz Sene yaşam ış, vefat edince Serendip adasında veya M ekkei Mükerre-
m e'de "E bukubeys" dağında defnedilm iştir. N uh Aleyhisselâm tarafm dan
gemiye alınm ış olan n a'şi m übareklerinin bilâhare Beyti Makdisde defne-
dilm iş olduğu da mervidir.
H azreti A dem den bir sene sonra da H azreti Havva vefat edip C idde'de
veya Hazreti Âdemin yanında defnedilm iştir.
11 — M alûm olduğu üzere Allah Tealâ Hazretleri, k u d ret ve h ik m et
sahibidir, dilediğini dilediği veçhile yaratabilir. Binaenaleyh Adem Aley-
hisselâm ı da insanların ilk babası olm ak üzere m ükem mel b ir halde y a ra t-
m ıştır, yoksa başka bir m ahlûktan tekâm ül suretiyle vücüde getirmiş
değildir. Bunun h ilâfına d a n sözler, birer kuru nazariyeden ibarettir,
insanların • kadrini, şanını ihlâl e ttiğ i ve dinî bilgilere m u halif bulunduğu
için bizce hiç bir kıym eti y o ktu r.
12— Âdem Aleyhisselâm dan sonra Peygam berlik, tarafı İlâhîden Haz-
reti Ş i f e verilm iştir. Ş it Aleyhisselâm , H azreti Adem in en güzel ve en
sevgili oğludur. Rivayete nazaran H azreti Âdem in yaradılışından yüz yirm i
sene sonra doğm uş (912) sene yaşam ış, vefat edince E bukubesy dağında
H azreti  dem in yanına defnedilm iştir.
H azreti Ş it'e Peygam berliği ve tehiil ye teşbihi m uhtevi olmak üzere
(50) sahifelik bir kitap verilmiş ve H azreti  dem 'in vasiyeti üzerine kardeş-
lerinin reisi bulunm uştur. K âbei M uazzam ayı b îr rivayete göre H azreti
Adem , diğer bir rivayete göre de Hazreti Ş it, ilk d e f a olarak ta şta n bina
etm iştir.
Ş if in m a'nası " H ibetullah"dır. Hazreti  dem 'e şehit edilen Habil adın-
daki oğluna bedel olarak tarafı İlâhiden hibe ve ıhsan buyurulm uş dem ek-
tir. Bu zata (Şis) de denilm ektedir.
(3) (N uh Aleyhisselâm ):
14— H azreti  dem den sonra insanlar çoğalm ış, bir ç o k yerleri im ar e t-
m iş, fakat hakikî dini Allah Tealânm birliği ve m a'b u d iy eti hakkındaki
fcvhii akidesini bırakm ış, p u tlara tapınm aya başlam ışlardı. Kendilerine
478 BÜYÜK İSLAM
bir y o rtu günü halk, şehir haricine çıkm ışlardı. İbrahim Alehisselâm,
şehirde kaldı, puthaneye giderek bir takım putları kırdı, elindeki baltayı da
büyük bir p u tun b oynuna asdı. Halk, şehre dönüp bu hali görünce bunu
H azreti İbrahim in yaptığına hükm ettiler. Hazreti İbrahim de: "E ğ er söyle-
yebilirse sorunuz, bakalım , belki bunu bu büyük p u t y a p m ıştır" dedi,"
hiç cansız bir p u t böyle bir şey yapabilir m i?" dediler. H azreti İbrahim de:
"M adem ki bunlar cansız, ellerinden birşey gelmez şeylerdir, artık ne için
bunlara tapıyorsunuz?" dedi. İbrahim Aleyhisselâm , bu cahil kavme ne
kadar gaflet ve dalalet içinde kalm tş olduklannı bu suretle de anlatm ak
istem işti. Bunun üzerine hepsi de biraz sustular, cehaletlerini sezer gibi ol-
dular. H ayfa ki cahilâne gururlan tekrar baş gösterdi. Sapıkhklannda
ısrar ettiler, H azreti İbrahim i yaktıkları büyük b ir ateş içine attılar. F a k a t
ateş, Allah Tealâm n em riyle bir gülüstan kesildi, o m übarek zatı yakm adı.
Bu bir m ü'cize idi. Bunu görenlerden bazdan im an ettiler, Hazreti İbrahim
de bu m ü'm inleri ve kendi ehli beytini alarak Ş am diyarına hicret etti.
Bir aralık kıtlık zuhur etm ekle Mısıra gitti, sonra da dönüp Ken'an ilinde,
ya'ni: Kudsi şerif havalisinde ik âm e t buyurdu.
2 2 - İbrahim Aleyhisselâm , rivayete nazaran Âdem Aley hissel âmin
yaradılışından üçbin üçyüz otuz yedi sene sonra Babilde doğm uş ve yüz
yetm iş beş veya ikiyüz sene yaşam ıştır. Kudsi şerife tâ b i "H alilurrehm an"
kasabasından bir m ağara içinde refikası Sâre ile beraber m edfundur.
Hazreti İbrahime "H alilullah" denir ve kendisine bütün m illetler hür-
m et eder. Son derece müsafirperver idi. M inberde h u tb e okum ak, misvak
kullanm ak, sünnet olmak, tırnak kesmek H azreti İbrahim in sünnetleri
cümlesindendir. K âbei M uazzamayı oğlu İsmail Aleyhisselâm ile beraber
bidayetten veya iade ten bina kılm ıştır.
(7) (L ût Aleyhisselâm ):
23 — H azreti Lût, İbrahim Aleyhisselâm ın kardeşi Haranın oğludur.
Onunla beraber Şam a hicret etm işti, sonra F ilistin'de "S edum " nahiyesine
Peygamber gönderildi. Bu nahiyenin ahalisi, dinden çıkm ış, o zam ana kadar
hiç bir kavmin yapm adığı fenalıklara cüret gösterm işlerdi. Hazreti L û t'u n
öğütlerini dinlem ediler, nihayet başlarına taşlar yağdı, yurtları gönderilen
m elekler vasıtasiyle alt üst edildi, L û t Aleyhisselâm da ibrahim in yanına
çıkıp gitti. Halilürrahman kasabasında m edfundur.
lam ıştı. Sâre de bunu m übarek kocası H azreti İbrahim e verm işti. Sahih
görülen bir rivayete göre Hacer, S âre'den evvel vefat etm iştir.
25 — îbrallim Aleyhisselâm , H ak Tealânm emriyle Haceri ve oğlu
İsmaili alıp Hicazda Kâbei M ükerremenin bulunduğu mahalle kadar götür-
dü, orada bıraktı. Y em enden gelm ekte bulunan "Cürhüm " kabileleri de
bunlara refakat eyledi.* O zam ana kadar ıssız ve susuz bulunan M ekkei
M ükerreme vadisini bunlar i ’m ar ettiler, h a ttâ bunların ayaklan berekâ-
tiyle "Z em zem " denilen su m eydana çıktı, artık oralar şenlenm iş ti.
26 — H azreti İbrahim , bir aralık bir rüya gördü. Bu Allah Tealânm bir
vahyi idi. Oğlu İsmaili kurban etm esi em rolunm uştu. Bunun üzerine henüz
on iki yaşında bulunan H azreti İsmaili M ekkei M ükerremede "sebiyr"
dağının eteğinde tenha bir mevkie götürdü, onu m a'bud una kurban etm ek
istiyordu. Bu sevgili yavru da:" Babacağım!. E m rolunduğun şeyi yap,
inşallah beni sabredenlerden bulursun" diyordu. Bu Allah yolunda olan
fedakârlığın en yüksek bir nişanesi idi. F a k a t Allah Tealâ, lü tfe tti, baba ile
oğlun şu fedakârlığına m ük âfat,o larak H azreti İsmaile bedel bir koç ihsan
buyurdu da bu lâtif, m a'sum çocuk kurban olm aktan kurtuldu.
Yusüfii zindandan çıkardılar, Azizi Mısır vefat etm işti. Hazreti Yüsüfîi
Mısıra maliye nazırı tayin ettiler, Zeliha'yı d a nikâh ile Hazreti Yusüfe
verdiler. Rivayete nazaran bu hüküm dar, H azreti Yusüfe im an etm iştir.
34 — Y usuf Alehisselâm in emrile bolluk senelerindeki fazla ekinler,
başaklariyle beraber anbarlarda biriktirildi, sonra kıtlık seneleri başladı.
A rtık halk bu anbarlara k o şu p duruyordu.
H azreti Yusüf, bu esnada birkaç günler aç kalırdı, "elinin altında bu
kadar hazineler bulunduğu halde neden aç kalıyorsun?" diyenlere: "A ç
kalanların hallerinden gafil bulunm am ak için " derdi. Yusüf Aleyhisselâm m
kardeşleri de zahire alm ak için bir iki d e f'a K en'an ilinden Mısıra çıkıp
geldiler. N ihayet H azreti Yusüf kendisini kardeşlerine tanıttı ve "Allah
Tealâ Erham ürrahîm îndir, sizi afveder, bana yapm ış olduğunuz şeyden
dolayı siz bujim m uaheze olünm ıyacaksım zdır” diyerek haklarında pek
büyüklük gösterdi ve m uhterem babası Y a'kub Aleyhisselâm ile validesini
ve bütün kafdeşlerini M ısır'a dâvet etti.
35 — Y a'kub Aleyhisselâm m artık sevgili Yusüf'üne kavuşacağı zaman
gelmişti. Refikasıyle, oğullanyle beraber M ısır'a teşrif ettiler. Hazreti
Y u sü fu n sarayında hepsi birden secdei şükrana kapandılar. Yusüf Aley-
hisselâm m evvelce görmüş olduğu rüya, bu veçhile çıkm ış oldu. Bu tarih-
ten itibaren Beni İsrail, M ısır'da yerleşip kaldılar.
Rivayete nazaran H azreti Y a'kub, M ısır'da on yedi sene kadar k alm ış-
tır. Hazreti Yusüf de m uazzez b basından sonra elli d ö rt sene kadar daha
yaşayıp yüz on yaşında irtihal b u y u rm u ştu r. Bilâhare H azreti Musa, Mısır'
dan çıkarken H azreti Yusüf'ün m en n er ta b u t içinde bulunan mübarek
n a'şin i de beraber çıkarm ıştır. Kabri H azreti İbrahim iıı m edfun bulunduğu
m ağaradadır.
(13) (Ş u ay b Aleylıisselâm):
3 8 - H azreti Şuayib, İbrahim Ayehisselâm ın torunlarından veya
onunla beraber Şam diyarına hicret etmi'ş olan bir kabiledendir. Büyük
validesi, L û t Aleyhisselâm ın kızıdır. Kendisi "M edyen" ve "E y k e " şeh ir-
lerinin putperest ahalisine Peygamber gönderilm işti. Bunlara pek güzel,
pek te'sirli m ev'izeler de bulundu. F ak at dinsiz, ahlâksız, hırsız bulunan b u
ahali, o m ev'izeleri dinlemediler, kötü gidişlerini terk etm ediler. N ihayet
Eyke Halkı yedigün devanı eden pek şiddetli bir sıcağı m üteakip üzerlerine
bir b u lu t'ta n yağan ateş yağm urlarıyle helâk oldu. M edyen halkı da bir
azab sayhasiyle, bir yer sarsıntısı ile yerlere serilerek bitip gitti.
Şuayib Aleyhisselâm (A rapça konuşurdu, pek fasih, beliğ idi, pek
müessir, h ik m et karin nutuklar verirdi. Bu cihetle Peygamber Efendim iz,
ona "K atibülenbiya" ünvanını venniştir.
Hazreti Ş u ay ib 'in Mekkei M ükerremeye h icret ettiği ve üçyüz yaşında
vefat edip Rükn ile Mekanı arasında defnedildiği rivayet olunm uştur.
Bir gün Mısır K âhinlerinden biri, "Beni İsrailden gelecek bir çocuk
Mısır devletinin batm asına sebep olacak" diye Firavuna ya'ni: Kabûs İbni
M us'ab adındaki Mısır hüküm darına haber verm iş, Fir'avun da Benî İsra-
ilin yeni doğan çocuklarını öldürm eye başlam ıştı. İşte bu sırada Hazreti
Musa, doğdu, validesi onu cellât eline verm ekten ise bir sandık içine k o y a-
rak Nil ırm ağına atm ayı muvafık gördü. Nilin sahiline attığ ı b u sandığı
Fir'avunun zevcesi Asiye elde edip a çtı, içinden mücessem bir güzellik,
bir letafet nuru halinde çıkan m a'sum çocuğu pek sevip kendisine evlât
edindi. Hazreti Musanın validesi de bir yolunu bularak kendisine bu giizîde
yavrusuna süt anne tayin ettirdi.
İLMİHALİ 485
4 0 - Hazreti Musa, kendi düşm anı hayatının sarayında besleniyordu.
Bu pek garip, ibret alınacak İlâhî bir cilve idi.
H azreti Musa, büyüdü, birgün sokakta Benî İsrailden biriyle kavga eden
bir Kıbtîye bir to k at attı. Kıp tinin son günleri imiş, kazara canı çıktı.Haz-
reti Musa y aptığına pişm an oldu. Fir'avundan korkarak M edyen şehrine çı-
kıp gitti. O rada Şuayib Ayelhisselâm ın kızı "Safura" ile evlendi, bir m üddet
sonra Mısıra dönüp gitm ek üzere refikasiyle beraber yola çık tı, giderken
Tur dağına uğradı, orada Allah Tealâm n tecellisine m azhar oldu, kendisine
Peygamberlik verildi. Büyük kardeşi H arun Ayeyhisselâm ile beraber F ir'
avunu dine da'vete m em ur oldular.
41 — Hazreti M usa'mn eli ay gibi parladı, elindeki asa da dilediği
vakit büyük bir ejderha kesilirdi. Bunlar birer mücize idi. O zam an Mısır
taraflarında sihr = büyücülük pçk ilerlem işti. Fir'avun, bu mücizeleri sihr
sandı, sahirleri topladı, H azreti M usaya m eydan okudular. F a k a t H azreti
M usa'nın asa m u'cizesini görünce Sahirîerin hepsi de iman ettiler, bunun
bir sihir olmadığım derhal anladılar. Çünkü bu a'şa, bir ejder kesilerek
büyücülerin m eydanda birer yılan, çıyan gibi gösterdikleri ipleri, değnek-
leri y u ttu , silip süpürdü. E ğer H azreti M usanın gösterdiği şey, bir göz bağ
cılık olsa idi böyle im ha harikası vücude gelemezdi.
42 — Sıkılmadan rubu biyyet iddiasında bulunan Fir'avun ile Mısır Ka-
dim ahalisi olan Kıbtîler, H azreti M usanın bu m u'cizelerini gördükleri halde
ne yazık ki yine iman etm ediler. N ihayet Musa Aleyhisselâm , bir gece Beni
Israili alıp Mısırdan çıktı, Süveyş denizi bir m u'cize olarak yarıldı, on iki y o -
la aynldı. Beni İsrail'in on iki kabilesi bu yollardan k arşı yakaya geçtiler,
bunları ta'kip eden F ir'avun ile ordusu ise suların tekrar kapanm ası üzerine
boğulup gittiler. Yalnız Firavun'un cesedi suların çarpm asile sahile atılmış
idi. Kendi fani varlığına güvenerek yaradanım unutan, Tanrılık da'vasıııda
bulunm aktan utanm ayan gafil, m uğfîl bir şahsiyetin şu elim akibeti büyük
bir ib ret levhası teşkil ediyordu.
için Amalika ile harp etm ek istiyordu. Beni İsrail ise savaştan kaçındılar,
o m übarek Peygam berin bedduasına uğrayarak kırk sene Tiyh sahrasında
kaldılar, aradan bir hayli zaman geçti, Beni İsrail arasında çölde büyümüş
yiğitler y etişti. H azreti Musa, bunları alıp L ût denizinin Cenup taraflarına
götürdü, daha ileriye giderek A m alika’dan "Avc ibni U nk" adındaki hüküm-
dar ile harp e tti, Ş eria nehrinm Ş ark taraflarındaki beldeleri elde etti.
4 6 — Hazreti Musa, bir aralık gidip İbrahim Aleyhisselâm ın zam anın-
dan beri ber h ay at olan veya Hazreti İbrahim ile beraber hicret eden zatların
zürriyetinden bulunan Hızır Aleyhisselâm ile görüşmüş, onun m azhar
olduğu ledunnf ilm ine şah it bulunm uştur.
Hazır Aleyhisselâm ın bir Peygamber olduğuna ve kıy am ete kadar
berhayat bulunacağına kail olanlar vardır. Zülkarney ile beraber seyalıatta
bulunm uş, h ay at m enbaına varıp abıhayattan içm ekle böyle uzun bir ömre
nail olmuş olduğu m enkuldur, bir kısım zatlara göre de vaktiyle vefat
etm iştir. Z aten bu gibi eazım 'ın hayatı ile m em atı müsavidir, onlar ebedî1ve
ulvî bir hayata m azhardırlar.
Y ûşa Aleyhisselâm , yirm i sekiz sene kadar Beni Israile hâkim olup yüz
on yaşında vefat etm iş, kendisinden sonra on altı kadar daha hâkim ler gelip
Beni İsraile riyasette bulunm uşlardır. Bunların sonuncusu "Işm u i!" Aleyhis-*
selâm dır.Bu zatların idareleri (493) sene kadar sürmüştür. Bu m üddete
"H âkim ler devri" denir .Sonra Beni İsrail, kendilerine "T a lû t" adındaki bir
zatı hüküm dar ta'yin etm işlerdir. Bu tarihten s o n ra d a İsrail oğullan arasın-
da "M elikler devri" başlam ıştı.
H azreti Süleymandah sonra İsrail oğulları, iki devlete aynldı. Biri "Ye-
h û d a" devletidir ki, p ay tah tı Kudsi şerif idi, ve bu devlet, nas nazarında
daha m u 'teb er bulunuyordu. Diğeri de "İsrail" devletidir ki, idare m erkezi
Nablus, ba'dehu "Sam ire" şehri olm uştur.
Bu devletler, m uahheren d oğru yoldan çıktılar. İsrail devleti Asûri-
ler tarafından malıvedildi. Yalıûoa devleti de "B uhti Nassar"m hücum una
uğradı. Bir ç o k Yahûdiler Babil esaretine düştü, daha sonraları İsrail oğul-
lan, İranhlann, Y unanlılann ve Rom alıların hakim iyetleri altına düşerek
kendi hakim iyetlerini elden çıkardılar?
54 — Buhti Nassar, Kudsi şerifi zap tettiğ i zaman Beyti Makdisi
yıkm ış, Tevrat nüshalarını yakm ış, Ü zeyr Aleyhisselâm ile Daniyel Aley-
hisselâm ı da sair Benî İsrail âlim leriyle beraber Babile götürm üştü. Bilâha-
ra İrandaki "K iyaniyan" Hükümeti Babili zap t ile Geldaniye hüküm etini
m ahvedince Benî İsrail, Babil esaretinden k u rtulup vatanlarına dönm üşler.
Beyti Makdisi yeniden yapm ışlar, H azreti Ü zeyr de Tevratı ezber okuyup
yeniden yazdırm ış, ço k tan beri u n u tulm u ş d a n Musa Aleyhisselâm ın
ş eri a ti yeniden m eydana çıkm ıştır.
55 — K ur'anı K erim ,Hazreti Ü zeyr'e dair m alûm at verm ektedir. F a-
k at Peygam ber olup olmadığım beyan buyurm am aktadır. İslâm âlim lerin-
den bir kısm ına göre H azreti Üzeyr, bir Peygam ber değildir, belki evliyadan
büyük bir zattır. V aktiyle Y ahudilerden bazılan Hazreti Üzeyre, Hâşâ
Allahın oğludur, diyerek şirke düşmüşlerdi.
56 — K ur'anı m übinde isimleri zikrolunan Zülkarneyn ile L okm an’ın
Peygam berliğinde de ih tilâf vardır. Z ülkam eyn'in adı bir rivayete göre
"M us'ab” dır. İbrahim Aleyhisselâm ın zam anında yaşam ış olduğu mervîdir.
Dünyanın şark ve garbına seyahat etm iş, ye'cüc ve m e'cüc denilen bir
kabileye karşı bir sed yapm ış, pek büyük m uvaffakiyetler gösterm iştir.
Her halde "îskenderi Y unanî''d en başka bir zattır. Tarihî hayatı bizce
tam am en m alum değildir.
Hazreti L okm ana gelince bu da rivayete nazaran Davut Aleyhisse-
lâm ın zam anında yaşam ış, H azreti Davuda m ülâki olmuş, salih ve hakim bir
zattır. Yunüs Aleyhisselâm ın zam anına kadar yaşam ış olduğu mervîdir.
Oğluna olan pek hakim âne öğütleri K ur'anı Kerimde m ezkûrdur.
bile çıkardılar. F a k a t bunun üzerine pek fena bir kıtlığa tutuldular, yap-
tıklarına pişm an olarak İl yas Aleyhisselâm ı arayıp buldular, b ir m üddet
onun öğütlerini tu ttu lar ise de sonra yine isyana başladılar. Hazreti İlyas
da onların aralarından çekilerek bir yerde kudsiyâne bir tarzda u zlet ih-
tiyar buyurdu.
son derece korkar, günleri ah ve enin ile geçerdi. Daha genç iken kendisi-
ne Peygamberlik ihsan olundu. Rivayete nazaran H azreti İsa'dan üç sene
veya altı ay evvel doğm uş tur. İlk evvel H azreti M usa'nın şeriatiyle âm el
ederdi, sonra İncili şerifin H azreti İsa'ya verilmesi üzerine İsa Aleyhis-
selâm ın şeriatiyle âm ele m em ur olm uştu.
66 — Y ahya Aleyhisselâm , H azreti İsa'm n şeriatiyle âm ele başladığı
bir sırada idi ki, Benî İsrail'in reisi olan "H iredus" Musa Aleyhisselâm m
şeriatı üzere kendi kardeşinin kızını alm ak istedi. F a k a t H azreti Yahya,
Isa Aleyhisselâm m şeriatına m ebni bu nikâhın artık câiz olm ayacağını
bildirdi. Bunun üzerine m uhteris reis, gücenip o m asum Peygamberi henüz
otuz yaşlarında iken şehid etti. Bu şehadet, rivayete nazaran H azreti İsa'
nın sem aya kaldırılm asından bir sene evvel vuku bulm uştur. Bu cinayete
cü r'et edenler, bunun cezasını çekm iş, y u rtla n harab olm uş, nesilleri kesi-
lip gitm iştir.A hirette görecekleri azap ise her türlü korkunç tasavvurlann
fevkindedir.
tifade ederek Hazreti Isanm tebliğatını, talim atını değiştirm iş, nasraniyyeti
m uharref, akıl ve hikm ete m uhalif bir hale getirmişlerdi.
Rom alılar ise İseviyyete karşı açık bir düşm an kesilmişlerdi. F a k a t ne
olursa olsun din duygusîı fıtrîdir, bundan kalbleri, dim ağları büsbütün m ah-
rum bırakacak bir kuvvet y o k tu r. Rom alılar, zahiren hâkim m evkiinde iken
İseviyyetin m a'nen m ağlubu oldular, söndürm ek istedikleri bir dini par-
latm aya hizm et ettiler. Ş u İkadar var ki hakikî bir din yerine, onun adını
taşıyan, hıristiyanlık ta denilen m uharref, ashnı gâib etm iş bir din kaim
olm uş oldu.
73 — R om a im paratoru K ostantin, H azreti Isanm m ilâdından üç yüz
on sene sonra siyasî bir m aksada m ebni H azreti İsaya nisbet edilen bozul-
m uş bir dini kabul etti, bayraklarına h aç alâm eti koydu, m ağlup ordusuna
kuvvet verm ek istedi, hıristiyanlığın yayılm asına bir ç o k gayretler gösterdi.
K onstantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde "K ostantini-
ye = İstanbul” şehrini y a p tın p p ay tah tın ı R om adan buraya nakletm işti:
Bu tarihe kadar İncili şerifin asıl nüshaları gaib olm uş, İncil nam ına hava-
riler ile onların şakirtleri tarafından bir ç o k risaleler, tarihî kitaplar yazıl-
m ıştı. Bu cihetle hıristiyanların arasında büyük bir ih tilâ f vardı. K ostantinin
em riyle "İzn ik " şehrinde ruhanî bir meclis toplandı. Bu meclisin binden
ziyade azası vardı, bir ço ğ u birbirinin dilini anlıyam ıyordu. Yüzlerce risa-
lelerden, kitaplardan yalnız dördü ve azanın birazı tarafından intihap olu-
narak İncil adı ancak bunlara verildi.
74 — R om a im paratorluğu, bilâhara şark ve garp im paratorluğu adiy-
le ikiye ay n lm ışü r. Bu hüküm etler, birbirini kıskanıyordu. N ihayet mez-
hebce de ikiye ayrıldı. R om ada "R im papa" ya tâ b i olanlara "K ato lik "
denildi, İstanbul patriğine tâ b i olanlara da "O rto d o k s" adı verildi. Daha
sonra bjr d e"P ro testan lık " m eydana çıkm ıştır. Binaenaleyh bugün İsevîlerin
başlıca m ezhepleri üçtür. Bunların da bir takım şubeleri vardır. Velhasıl: İsa
Aleyhisselâm m bildirm iş olduğu "vahdeti İlâhiye" akidesine dayanan bir
din, bilâhara ashnı gaibetm iş, renkten renge girmiş, bu dinin salikleri Hazre-
ti İsaya vesair m ahlûkata — h â ş â —u lu h iy et payesi, verm işler, m a'betlerini
suretler ile doldurm uşlar, m üşriklerin ibadethanelerine benzer bir hale
getirm işlerdir.
75 — M ilâttan itibaren altı asır geçm iş, cihanın h er tarafı cehalet ve da-
lâ le t içinde kalm ıştı. G erek Rom a hüküm eti ve gerek İran'daki "Sasaniyan"
devleti ahlâk bozukluğu yüzünden çözülm eğe yüz tu tm u ştu . Bütün m illet-
ler arasında dinsizlik, ahlâksızlık revaç bubnuş idi. Bu, bir "devri fe tre t"
idi. A rtık dünyayı h ak ve hakikate d a'v et için, dünyayı islâh için en üüyük
ve en son bir Peygamberi Zişanın zu h u ru n a ihtiyaç vardı. Bunun üzerine
Allah Tealâ beşeriyete lü tfe tti, kendilerine en büyük Peygamberi ve Habibi
olan H atem ül'enbiya, M uham m ed M ustafa (Sallallahü Aleyhi Vesselem)
Efendim iz H azretlerini gönderdi. A rtık insaniyet ufuklarını yen i bir hidayet
494 BÜYÜK İSLAM
nuru, o ana kadar görülmemiş bir azem etle, bir letafetle aydınlatm aya
başlam ış oldü.
pederinin adı "A bdullah", dedesinin adı "A bdülm üttalib" validesinin adı da
"A m ine" dir.
Fahriâlem Efendim izin baba cihetinden m übarek nesebleri şöyledir:
H azreti M uham m ed (Sallallahü Aleyhi vesellem) ibni Abdillah, ibni
abdilm uttalib, Haşim , A bdi Menaf, Kusey, Hekim, Mürre Keab, Lüey,
Galib, Fihr, M âük, Nazr, Kinane, Huzeym e, M üdrike, İlyas, M udar, N irar,
M ead; Adnan, A dnan .da İsmail Aleyhisselâm m oğlu "K ıyzar" m neslin-
dendir. A dlannı yazdığım ız bu zatlardan her birinin evladı bir çok kabile-
lere ayrılm ış, M âlikin oğlu F ihr'in evladından da K ureyş kabilesi teşekkül
etm iştir.
Abdullah Hazretleri, Peygam ber Efendim izin doğm alarından iki ay ev-
vel bir ticaret kafilesiyle M edinei Münevvereye gidip orada vefat e tti ki,
daha yirm i beş yaşında bulunuyordu. Bu cihetle Fahriâlem Efendim iz ye-
tim kalm ıştı.
81 — N ebiyyi Âlişan Efendim izin sabavet çağı pek kudsî bir halde geç-
m iştir. Daha doğar doğm az bir takım hârikalar belirm iş, kavm ve kabilesi
arasında bir feyz ve bereket vücude gelmiş. Kâbei M uazzama içinde m üşrik-
ler tarafından konulm uş olan putlar yüzleri üzerine yerlere düşmüş, ateşe
tapanların ateşleri sönmüş, garip rüyalar görülmüş idi.
Peygamber Efendim izin dedeleri arasında evlâddan evlâda geçen bir
nur, bir letafet vardı. Bu nûr, n ih ay et Peygam ber Efendim ize intikal ederek
onun m übarek yüzünde parlam aya başlam ıştır.
82— M ekkei M ükerreme ahalisi, yeni doğan çocukları havası lâ tif yer-
lerde yaşayan, dilleri pek fesih buiunan aşiretlerden birer süt anaya verirler-
496 BÜYÜK İSLAM
di. H azreti M uham m ed'i (Aleyhisselâm ) de Beni Sad' kabilesinden "H aris"
adındaki zatın refikası "H alim e"ye verdiler. Halime, bu m eleklerden daha
güzel, daha nezih çocuğ u bağrına bastı yu rd u n a alıp götürdü, d ö rt sene
besledi. Bu m üddet içinde H azreti M uham m ed'de gördüğü harikulade
hallere ve y urdu nda beliren feyz ve berekete nihayet y o k tu . A rtık onu
getirip validesi m uhterem Amine hazretlerine teslim etti. H azreti Am ine de
bu m asum yavrusunu alıp dayı zadeleri bulunan Neccar oğullarını ziyaret
için M edinei Münevvereye götürdü. Bir m üddet orada kaldılar, sonra M ekkei
M ükerrem e'ye avdet ederken H azreti Am ine, "E bva" denilen m ahalde daha
yim i yaşında olduğu halde vefat etti. Peygam ber Efendim izi, henüz altı
yaşlarında iken validesini de gaib ederek öksüz kalm ış oldu. "Ü m m ieym en"
adındaki dadısı, kendisini alıp M ekkei M ükerremeye getirdi. Dedesi Hazreti
A bdülm uttalibe teslim etti... ik i sene sonra da A bdülm uttalib Hazretleri
vefat etm ekle F ahri Alem Efendim iz amcası Ebu T alib'ih yanında kaldı.
83— Ebu Talib, birader zadesi Hazreti M uham m ed'i pek çok sever,
pek ziyade korurdu. Bir aralık ticaret için Şam tarafına kafile ile gidiyordu,
henüz on iki yaşında bulunan H azreti M uham m edi de beraber götürdü.
"B usra" denilen beldeye kadar gittiler, alış verişini bitirip bir kaç gün sonra
geri döndüler.
Peygamber Efendim iz on yedi yaşında iken de diğer amcası Zübeyr ile
beraber Y em en'e gidip az sonra dönm üşlerdi.
84 — Hazreti M uham m ed (Aleyhisselâtü vesselâm) Efendim iz artık
K ureyş kabilesi arasında büyük bir şeref ve şanı haiz bulunuyordu. Kendisi-
ne "M uham m edürem în deniliyordu. K ureyş'in pek şerefli ailesinden "Hu-
veylid kızı H adice" adında pek m uhterem , zengin bir h a tu n var idi. Daha
genç iken dul kalm ışdı, bazı zatlara sermaye vererek ticaret y a p tm y o rd u .
F ahriâlem Efendim ize de sermaye verdi, kölesi "M eysere"yi m aiyetine
verip Ş am tarafına beraber gitm elerini reca etti. Efendim iz de bunu kabul
ederek Busra'ya kadar gittiler. O rada işlerini görüp bir kaç gün içinde geri
döndüler.
işte Peygam ber Efendim izin gençliğindeki seyahatleri bunlardan iba-
rettir. Bu seyahatler esnasında kendisinden bazı harikalar zuhur etm iş, ken-
disinin büyüklüğünü bazı zatlar görüp anlam ışlardı. F ak at yazdığım ız gibi bu
seyahatler uzun bir m üddet devam, etm ediği cihetle Peygamber Efendimiz
bir takım zatlar ile uzun boylu görüşüp, konuşm ası vak'i olm am ıştır.
B undan sonra bir m üddet vahyi İlâhi kesildi, K u r'an 'ı Mübinin âyetleri
inm edi. Pek şiddetli olan vahyi Sübhanî'yi telâkkiye tam bir isti'd at ve
iştiy ak hasıl olması için böyle bir m üddet beklem eye lihikm etin lüzüm var
idi. Bu m üddet rivayete göre üç sene kadardır. Bunu m üteakip tekrar Cibrili
Em in gölündü. Kur'an-ı Azim in âyetlerini getirmeğe başladı. Hazreti
M uham m ed (Aleyhisselâtü Vesselâm ) da gerek kendi kavmini ve gerek sair
bütün insanları dini hakka davete m e'm u r olmuş oldu.
: ■* i' r< ~nv', H r»snlr.v tyuioz nuiNHiTsl.İJİ »ur v
90 - H azreti M uham m ed (Aleyhisselâm) Efendim iz, tarafı İlâhîden
haiz olduğu m e'm uriyete: Nübüvvet, R isalet denildiği gibi Bî'set, M eb'usiyet
de denir. Binaenaleyh H azreti M uham m ed, Allah Tealâm n b ir Nebisidir, bir
Resulüdür. Bir M eb'usudur. Ve o, bütün Peygamberlerin ha tim idir, efdahdır.
Resuli Ekrem Efendim ize tarafı İlâhiden K ur’an-ı Kerim âyetlerinin
gelmesine "N üzuli K ur'an" denir. Bu âyetleri Cibrili Em inin getirip tebliğ
etm esine de: "İnzal", "T enzil" denilir. Bu cihetle Kur'an-ı mübine "K itabı
m ünzel" denilm ektedir.
93 — Resuli Ekrem Efendim iz, kendisine Peygam berlik verilince ilk ev-
vel çevresinde bulunan bazı zatları hususî surette İslâm dinine d âvet bu-
yurm uştu. Bu daveti ilk önce H azreti Hatice validerhiz kabul edip İslâm iyet
şerefine nâil oldu. Sonra K ureyş'in büyüklerinden olan Ebubekrisiddık ile
Peygamberim izin azatlısı olan Zeyd ibni Harise ve Peygamberim izin amcası
Ebu Talib'in oğlu olup henüz dokuz, on y aşında bulunan H azreti A ü kabul
ettiler. Biraz sonra da Hazreti Ebubekirin delâletiyle Osman ibni Affan, Ab-
dürrahm an ibni Avf, Sa'd indi Ebu Vekkas, Zübeyr ibnilavvam, Talhatüb-
nü Übeydıllah hazeratı isîâm iyetle m üşerref oldular.
94 — Nebiyyi, Âlişan Efendim iz, daha sonra nâsı alenen dine dâvete
başlam ış, herkese Allah Tealâm n varlığını, birliğini, büyüklüğünü anlatarak
ondan başkasına tapılm am asm ı ihtar etm ek te bulunm uş olduğundan müs-
taid olan zatlar müslüm anhğa can atıyor, cehaletten kurtulup saadete
eriyordu. Bir m üddet sonra Peygamberim izin am ıcalanndan Hazreti Ham za
islâm iyeti kabul etti. Bundan biraz sonra da Öm er ibni H attab müslüman
olarak islâm dininin yayılm asına çalıştı. A rtık müslümanların sayısı, günden
güne artıyordu.
9 5 — Peygamberi Z işan Efendim izi görüp müslüman olan zatlara "Sa-
habe", "E shab" denir. Müfredi "Salıabî" dir. Bu şerefa nâil olan kadınlara
da "S ahabiyyat" denir ki m üfredi "Sahabiyye"dir.
Ashabı kiram ın en büyüklerinden olan Ebu be kir, Ömer, Osman, Ali ha-
zeratına "H ulefai R aşidîn", Çaryarı Güzîn" denir ki, bunlar, Resuli
E krem den sonra sırasiyle hilafet ve riyaset m akam larında bulunm uş, İs-
lâm dinine pek çok hizm etler etm işlerdir. Bu d ö rt zat ile A bdurrahm an
ibni Avf, Sa'd ibni Vekkas, Zübeyr ibni Avvam, Talhatübnü Ubeydillah,
Sa'id ibni Zeyd ve Ebu U beydetibni Cerrah H azeratına da "A şerei m übeş-
şere" denir ki, bu on zatın cennete girecekleri kendilerine bir hadisi şerif ile
tebşir buyu ru lm uştu r.
9 6 — Peygamber efendim iz H azretlerini görüp ona im an eden zatların
hepsi de m übarektir, m ukaddestir, her veçhile hürm ete lâyıktır. Onların
kadr ve şerefleri sair bütün efradı üm m etten pek yüksektir. Bu da Resuli E k-
rem efendim ize m ülâkat şerefine nailiyetlerinin ve d in iislâm a ilk evvel hiz-
me etm iş bulunm alarının bir semeresidir, bir m ükafatıdır.
Binaenaleyh biz o yüksek zatların hepsine de — Bilâistisna — hürm et ve
m u habb et ederiz. Onlardan bazılarının aralarında vuku bulm uş olan bazı h â -
diseler, birer içtihada, birer h ikm eti ilahiyyeye müstenid olduğundan biz o
hadiseleri kurcalam ayız, o hadiselerden dolayı hiçbirine — h â ş â — dil uzata-
mayız. Resulullahın vesair eazım ı dinin bizlere emirleri, tavsiyeleri bu veçhi-
ledir.
500 BÜYÜK İSI.AM
Lehülham d ehli sünnetten olan bütün müslümanlar, bu veçhile h arek et
eder, bütün ashabı kiram ı (Radiyallahii fe rz â y 'e ^ , h ü r-
m etle yad eyler (1) AUahü A zîm üşşan H azretleri bilcümle ashabı kiram dan
,ssmibm*tri ta tn A 'd iiûaa5î.. f.Q
-îiçj î^vgf) ^ftınib it iKİ?i ^ r i f ' İ J c % f^gri niif?i!İöcl
İlk m üslümanlann çektikleri eziyetler, habeşeye m uhaceretleri ve mah-
Stfri® W Ö $rî?İM,“ n a t° ü iliit .UDİO sÜSİS; S tili STİç
^"S'jfrfK fiî.isS'R^iSürnegys^ :îy ' b 4";>H inıil bv/î-İ fuJo nssirfihoüuısgvo4?
^ş?|"| »s İ'; İ.f jff;2-•'•j rff r»e<(r «jp-v, *■•»?'I'%
'İN r’'f4*i ‘‘i jİ* ' 'J *' Sİ~ î~"8
97 — Resuli Ekrem Efendim izi tasdik edip İslâm dinini kabul eden
ashabı kiram dan bir ç o k la n bu u ğ u rd a pek ç o k eziyetler çekm iş, bir çok
m addî m ahrum iyetlere katlanm ış, dinleri u ğ ru n d a m allarım , canlarını feda-
dan çekinm em işlerdi. H a ttâ bizzat Nebiyyi Alışan Efendim izi dahi bir çok
eziyetlere m aruz kalm ış, hiç bir peygam berin görm ediği eza ve cefaya uğra-
yarak bunlara sabr ile, m etan et üe katlanm ış, yıüksek Peygamberlik vazifesi-
-7: harikulade bir azm ile ifaya çalışm ış, bihakkın m uvaffak da olm uştur.
98— Kölelerden ilk evvel müslüman olan "Bilâli H a b e ş f idi. Bu z a t
müslüman olunca görm ediği eziyet k a im m iş tır. Müşrikler, bu m uhterem
zW8n b oynuna ip takm ışlar. Onu çocuklarm ellerine Vererek sokaklarda,
kegBİ, kum ların üzerinde dolaştırm ışlar, kendisini bayıltıncaya kadar -düğ-
m eğe devam etm işlerdi. F a k a t H azreti Bilâl: "A llah birdir, Allah M r" diye
dininde sebat ediyor, bu eziyetlere katlanıyordu. Kendisini nih ay et Ebube-
l a r H azretleri satın alarak azat etm iştir. Dinindeki bu sebat ve m etanetin
m ükâfatıdır ki, onun m übarek ismi asırlardan beri bütün üm m et tarafından
bir hürm etle y ad olunup durm aktadır. (RadıyaBahü Tealâ anh.)
9 9 -s İslâm iyeti kabul eden zatlardan bir kısm ı da gördükleri eziyet yü-
zünden vatanlarım terkederek H abeşiştana hicrete m ecbur kalm ışlardı.
Şöyle ki;4jJunlardan evvelâ ön bir erkek ile d ö rt kadın; sonra da sek-
sen iki erkek ile yirinii kadın h icret etm iştir. Peygamberim izin m uhterem
kerim eleri H azreti R ukiye ile Kocası H azreti Osman da bu ilk h icret
edenlerdendir. m n ..........;■ y ■ ud. ;:-r
H abeşiştan^hüküm dan Necaşi, bu m uhacirlere ç o k ,h ü rm e t etm iş, yer
gösterm iş, sonra da islâm iyeti kabul eylem işti.
ICO— Bi’seti Nebeviyyenin. ya'ni: H azreti M uham m ede Peygamberlik
verildiğinin yedinci senesi idi ki, Mekkei. M ükerremedeki m üşrikler, müslü-
m anlann günden güne artıp kuvvet bulduklannı görerek, haklarındaki
eziyetlerini bir k a t daha arttırm aya başlam ışlardı. Peygam ber Efendim izin
m ensup olduğu beni H âşim ile alışverişi kesmişler, onlara fâideli şeyleri ha-
ber verm emeğe karar verm işler, o n lan n ih tiy aç içinde yaşam alan için kendi-
leriyle h m türlü m ünasebeti kesip durm uşlar, h a ttâ b u h u su sta b ir ahidnânie
i ■...mil, -i,- f - ! r ; -- "ır;^ ‘vHbf,*'-g tob îfâbıabeiiH;/! « « i rnfi&ibsf!
ü i ş : (1) Bü hususa dak ^ESfiabi 'kiram haldunda müslümanların nezih itikadlan)
adındaki eserimizde tafsilât vardır.
İLMİHALİ
de yazıp K â'bei M uazzamanm bir duvarına asm ışlardı. A rtık beni H âşim '
den olanlar, gerek müslüman olsunlar ve gerek olmasınlar, " Ş a ’bi ebi T alib"
denilen bir m ahallede â d eta m ahsur = çevreleri kuşatılm ış bir durum da kal-
m ış, son derece bir sıkıntı içinde vakit geçirmekte, bulunm uşlardı. Sair
müslümanlar d a gelip b u m ahallede toplanm ışlardı. F a k a t bu ahidnam enin
evvelindeki (BismikelTahümme) ibaresinden başka bütün yazılarını şiv e-
lerin yem iş olduğunu Peygam ber Efendim iz, bir m u ’cize olarak haber verdi.
Gidip baktılar, bu hakikati anlayınca m üşrikler, biraz utandüar, H âşim îler,
aleyhindeki ittifakları bozdular, beni H âşim de sair müslümanlar ile beraber
bu m ahsuriyetten ku rtu lu p biraz nefes aldılar. i; Hii M v & trm gresüm
901 îid S
Peygamberimizin amcası E bu Talib ile refikası H adicetülkübra'nın
vÖfâîİffi^ n ®Ai cfjısg n sfısşo nabjîîaaliEÎ at:, ts hc îmasljifeo
ab a-iskuj îiisK q!;fa% miıs>I;>İ0lif! ,ısli.ö9 nsmi ssîm ih n siS ısd m sg '/a4! sv
fiîdına ma ııuJi .ijftaM . s -t ı > .tafejElnt;
/-I 101 — Ebu Talib, Peygamber Efendim izi pek ç o k severdi, pek ziyade
konrrdtiî Efendim izin peki m uhterem , p ek doğru sözlü bir z a t olduğunu
bilirdi. F a k a t kavm inin dedikodusundan korkarak zahiren im an etm iş bulun-
m uy ordu. Kalben im an etm iş olduğu, kendisine isnat edilen bazı m anzum e-
lerden anlaşılm aktadır. H akikati ancak Allah Tealâ bilir . . t Bi’setin onuncu
yıh nd a seksen y aşında olduğu halde vefat etm iştir.
s ou şiş; 102 ^ Ebu Talib vefatına yakın Kureyş büyükleri yan m a çağırarak
kendilerine şöyle bir vasiyette bulunm uş: "Ey A ıabm güzideleri! Kariblere
m eveddet, fakirlere m uavenet, nam usa, fazilete riay et ediniz. Daima ittifak
ve ittih a t dairesinde hareket ediniz. Bahusus M uham m edürem îne riayet ve
ita â t; e d in iz ;İy i biliniz ki Hazreti M uham m ed, her sözünde sâdıktır. Fîazreti
M uham m ed. Allah T ealânm tevfıkine, hidayetine naildir. Bütün K ureyş
oym akları, bütün dünya tarafları onun em irlerine itaat, onun davetine icabet
edecektir. E ğer daha yaşayacak olsaydım h er türlü müşkillere katlanarak
■ -'v-— , - b , / ;• ' .. ■■
ona yardım a devam edfŞtd^U1' ^,s; . .-ş-j
103 — Ebu Talib'den üç gün sonra da H atice îülkübi" *- ;uîemiz vefat
etm iştir. B unlann vefattan,R esuli Ekrem Efendim izi ç o k m ahzun bırakm ış-
tı. Peygam ber Efendim iz, H azreti H aticeden ç o k m em nun idi, onun üzerine
balşkasiyle evlenmemiş ti ve onun hakkında b u y u rm u ştu r ki: "H ayır.. Bana
ondan daha hayırlı bir zevce nasip olm adı, beni kim seler tasdik etm ediği bir
zam anda o tasdik etti, benden herkes m alım esirgerken, o, m allan n ı bana
bezletti, benim dünyada bir dostum vardı, o H atice idi."
Fahriâlem Efendim iz, bilâhara Z eın'anın kerimesi "Şevde" validemizle
H azreti E b u b ek ir'in kerim esi "A işei Sıddika" validemizi, daha sonra daH az-
retitföm erin kerim esip^H afse'ÎLİİesH âzretiiEhiuSüfyanln kerim esi Ct'lümmi
H abibe" validemizi de zevcivet şerefine nail buyurm uştur. Allah Tealâ ciim-
'^iiîid en 'razı olsumıniiEİBİpd idig h^Sübsrrüa sfaslitas nsfibfîaM rrabnişsn
502 Btj YÜK İSLAM
108— Bi'setin on birinci senesi idi. Resuli Ekrem Efendim iz, yine Hac
m evsiminde kabileleri dine davet ediyordu. Medinei Münevvere ahalisinden
ve "H azreç" kabilesinden bu cem aate "A kaba" denilen bir tepede rast
geldi, kendilerine müslümanhğı anlattı, ulvî m anasiyle, lâ tif nazm iyle kalb-
leri tashir eden K ur'anı Kerimin âyetlerinden bir m iktar okudu, o m u h te-
rem cem aat ta müslümanhğm ne yüksek bir din olduğunu anlayarak Resul-
ullahı tasdik ettiler. Bir sene sonra bunlardan beş zat ile yine Medinei Mü-
nevvere ehalisinden diğer yedi zat gelip "A kebe" m ahallinde Resuli Ekrem
ile görüştüler, "Badem a Allah Tealâya şerik ittihaz etm eyeceklerine, h ır-
sızlıkta zinada bulunm ayacaklarına, hiç bir kim seye iftira etm eyeceklerine
ve kız çocuklarını öldürm eyeceklerine" dair Peygamber Efendim ize söz ver-
diler. İşte bu veçhile yapılan ahde "Birinci A kabe b e y 'a ti" denir.
109— Birinci Akabe bey'atini yapan zatlar, Medinei Tahireye döndü-
ler, orada islâm iyeti yaym ağa çalıştılar, b i'setin on üçüncü senesinde Medi-
nei M ünevvere'deki "Evs" ve "H azreç" kabilesinden yetm iş üç erkek ile iki
h atu n yem den geldiler, "E bu E yyubi Ensarî"de bunların arasında idi. Resu-
li Ekrem Efendim izle Akabe mevkiinde görüştüler, islâm iyyeti kabul ettiler
ve Peygamber Efendim izi Medinei Münevvere'ye d âv ette bulundular ve: Me-
dinei Münevvereyi teşrif ettiği zam an onu kendi nefisleri gibi m uhafaza
edeceklerine, em irlerine uyacaklarına, her türlü tehlike karşısında İslâm di-
nini m üdafaaya çalışacaklarına ve müslümanlarm fakirlerine, zayıflarına
yardım da bulunacaklarına, dair yem in ederek söz verdiler. İşte bununla da
"İkinci Akpbe b e y 'a ti" vücuda gelm iştir.
lardan ayrılarak çevresinde birer m anzum e teşkil etm iş olduklarım fen sa-
hipleri iddia edip dürüyorlar. A rtık bu bedi m anzum eleri yaratan y a şa ta n
Hallâki Hakim Hazretleri, böyle bir m ucizeyi yaratm aya - h â ş â - kadir
değil midir? Hayfaki gafil, m ünkir insanlar, Hak Tealânm nihayetsiz k u d re-
tini tah d it etm ek istem iş oluyorlar d a hiç haberleri olm uyor!. D oğrusu b u
gibi m ucizatı kevniyeyi in k ara im kân , tevile ihtiy aç asla y o k tu r. Yazıklar
olsun b unun hilâfına düşüncelerde bulunanlara!. âid no niîsş'it] -801
nsbfiigikıîs 9îs «v 9iiü M ianibaM .ubtoyjba snib iıa|aIids^,abflimigY.am.
1 11 — Bı setı Nebevıyyenın on uçııncu senesinde de M ira ç mucizesi
vuku bulm uştur. Şöyle ki: Resuli Ekrem (Sallallahü Vesellem) Efendim izin
-OiS^ı Sl\rilîf.SÖn ÎIıE* 01501 İVİÎI JIlSilİE, {gfiffluffUl&İİlU.
M edinei Münçvvvereye hicretlerinden sekiz ay evvel, Recep ayının yirm i
yedinci gecesi idi ki Cibrili Em in geldi, "B urak" adında bir b init getirdi,
Peygamber Efendim izi alıp Kudsi şerifteki "M escidi A k sa''ya götürdü, ora-
dan göklere çıkardı, Fahri K âinat Efendim iz biri nice .âlemler^ gördü,
Peygam beraıu Zişaıı'ın temessül eden ruhlanyle görüştü, ' 'Sidretülm ünteha?'
denilen m akam a kadar vardı, Allahü A zim üşşanm nice nice tecellilerine
ma/.lıar oldu. Kendisine ve üm m etine beş vakit namaz farz kılındı ve yine o
m übarek gecede hanei saadetine iade buyuruldu. Sabahleyin bu harikulade
hâdiseyi nasa haber verince müslümanlar, kendisini tebrik e ttiler, m üşrikler
isfefvböyle bir şey olamaz:" diye in kâra yeltendiler. üa^imsfei sbsıo fıal
İJs O bilgisiz, düşüncesiz insanlar, hayvanlara ağaçlara, taşlara tapıyorlar-
dı. Allah Tealânm kud retin i de bu taptıkları şeylerin kudretine, kuvvetine
benzeterek böyle bir harikam n vucuduna im kan görem iyorlardı. Eğer bunlar
bu mükevvenatı yaratanın nasıl bir hâliki zişan olduğunu biraz bilselerdi,
eğer o Hallakı Hakimin şu üstümüzdeki nihayetsiz fezada binlerce, m ilyon-
larca büyük, büyük küreleri tu tu p fevkalâde birer sür'atle harek et e ttin n e k te
olduğunu düşünse idiler böyle bir m u'cizeyi in k âra lüzum görmezlerdi. Za-
vallı insanlar!; Kendi yapacakları nakil vasıtalarîyle tayyareler ile Merihleıe.
Zührelere yükselip çıkabileceklerini tasavvur ettikleri halde Miraç hadisesi-
nin m ahza kudreti illhiye ile vaki olm uş olacağını nasıl istib'ad edebilirler?
:mtesbuî/ı ?ıniM av tarmsü ıMsjlişnl
Allah Tealâ şüphe y o k ki her şeye kadirdir.
sbnteoim. hnisblaa niJaz'id .Kenıln^fi i»'/Eç>tsq foli nr{A -ö t i
İslâm iyetin Medinei Münevverede yayılm ası ve niüslümanlann oraya
h icre tle r^ , i<1 .talihsizi nabsirnibns'13 rnsıMH iluea.H infeamşahid snnos qıin
112 — Medinei Talıirenin eski adı " Y e srib ''id i. Oraya Yem enin "A zd"
kabilesinden: bir cem aat gelip yerleşm işlerdi. Bu cem aatin Reisi o la n " H a -
ris" vefat edineeîG'!^vjş}V:ve}iMH azrec'' adındaki iki oğlunu bırakm ıştı. j]Ş;u
cem aat efradı ikiye aynldı. Bir takımı "Evse" diğer bir takımı da "H acrec"e
tabi oldu. Bu suretle Medinei Münevverede "Evs." ve "H azreç" namile iki
kabile türem işti. Bil'ahare bunların aralarına şiddetli bir düşm anlık düştii.
Daima birbirleriyle çarpışıp dururlardı, dünyayı verseler aralarını bulm ak,,
kalblerini birleştirm ek kabil olmazdı. Fakat vakta ki aralarında İslâm iyet
-sıblıv ttBg kvsy ns3îş3ni?g nhslatüi îneturı io ş ı'ıll ?tfbıev insm on anearn
M /İLMİHALİ 505
nurları parlam aya başladı derhal o eski düşm anlığı un u ttu lar, b u düşm anlık
yerine bir sevgi bir kardeşlik kaim oldu, birbirine bir din rabıtasiyle bağlan-
dılar, birbirlerinin selâm etine, saadetine çalıştılar, eski m üşterek düşm an-
ları olan Yahudilere galebe çaldılar.
İşte müsiümanhk, M edinei Münevverede bu iki kabile arasında günden
güne süratle yayılıyordu. Ashabı Kiram dan "U m eyr oğlu M us'ab" bunlara
Kur'an-ı Kerimi ve islâm âdabını ta'lim için Medinei Tahireye gönderilm iş-
ti. N ihayet Reislerinden "Sa'dibni M uaz" ile "Ü seyyid ibni H uzeyr" de
müslüman olunca bu iki kabile arasında müsiümanhk ni'm etine nail olmayan
a m in um m v . « mauv Bvoy g v e io a u » ab -ıoifaoi9VU2 .m m o g ifinfilsc lemab
hem en kalmadı.
113 - Mekkei M ükerrem edeki müslümanlar, m üşriklerden taham mül
edilem eyecek derecede eziyet görüyorlardı. İkinci Akabe bey'atin den sonra
azar azar M edinei Münevvereye gizlice hicrete başladılar. Yalnız H azreti Ö-
m er M ekkei M ükerremededen çıkacağı zam an K âbei M uazzamayı ziyaret
edip orada toplanm ış olan m üşriklere hitaben: "Siz ne akılsız kimselersiniz
ki, taştan ağaçtan yapılm ış şeyleri m a'bud tanıyorsunuz!.. İşte ben gidiyo-
rum, babasını evlâdsız, evlâdını babasız, kansm ı, kocasız bırakm ak isteyen-
ler varsa beni ta'kip etsinler" diyerek alenen çıkıp gitm işti.
M edinei Münevvereye hicret eden ashabı kiram a "M uhacirin" denir,
Medinei Tahire ahalisinden bulunan A shabı Kirama da "E nsar" denilir. Bu
zatlar, m uhacirlere pek ç o k yardım etm iş oldukları için bu "E nsar" Unva-
nını alm ışlardır. Hak Tealâ hepsinden razı olsun.
ısbsM anhalsib steMBve nınüs îs /t ö .iîşils^ sîdsIMuzal! »blfirifim nsl
Peygamber Efendim izin M edinei Münevvvereye hicretleri ve oradaki
sb â z iicra a ti sehiyyeleri: foakteM .üblurıuM sumun od j u İk "amennfime"
. J Î3 I ljl E Ö 3 '{ r a i î I ?
sfc îfi îl 14'i i.iiBi!setin on dördüncü senesi idi, M ekkei M ükekerrem edeki müs-
lüanlar, M edinei Münevvere’ye hicret etm işlerdi. Mekke şehrinde yalm z R e-
suli E klem ile m übarek ehli beyti ve Hazreti E bubekir ile Hazreti Ali
•kMıtıişlardiiBd alvöd nbdZ ..îıîcJlfilıraoîf bY" .iıbsö? iruğma XQYt>d nab/ıişcd
Ashabı kiram m böyle M edinei Münevvvereye gidip orada bir kuvvet
teşkil etm eleri, M ekkei M ükerremedeki gayri müslimleri, düşündürüyordu,
"Dürünnedve" denilen bir hanede toplandılar, müslüm anlann, en büyük düş-
m anı olan "E bu C ehl" nam ındaki bir şahsın sözüne uydular, Resuli Ekrem i
öldürm eğe karar verdiler. H er kabileden bir şahıs aynlarak H azreti Peygam-
berin hanei saadeti etrafını geceleyin k u şattilar, uyum alanm bekliyorlardı,
suikastte bulunacaklardı. anibsî/! ıl&ds% ..ıbıalarrtfı^i i
Btsğfim ali rnsıM3 iIussJ) .ibi ünüg İz s Ii b s b ? lifl ibıahabiad ît».bB>I eve»
İşte o gece, Cibrili Em in geldi, keyfiyeti Resuli Ekrem e haber verdi ve
Medinei Münevvereye hicret için m ezun olduğunu bildirdi. N ebiyyi Zîşan
H azretleri de kendi yatağına H azreti A li'yi yatırdı, yerden bir avuç toprak
alıp dışan d a bekleyen m üşriklerin üzerlerine saçtı; Hiç birisi görmeksizin
506 BÜYÜK İSLAM
aralarından çıkıp gitti. O gece bir yerde kaldı, gündüzün öğle vakti Ebu Bek-
ri sıddıkm hanesini teşrif etti, ve beraberce hicrete m ezun olduklarını
m üjdeledi
115 — Rebiulevvel ayının ilk günleri idi, Peygam ber Efendim iz, Hazreti
Ebu Bekr ile beraber geceleyin M ekkei M ükerrem eden çıktılar, oraya bir
saatlik m esafede bulunan "Sevr” dağına gittiler, orada "A th al" denilen bir
m ağarada saklandılar ve o gece orada kaldılar. Mekke müşrikleri, işden ha-
berdar olunca Resuli Ekrem i takibe koyuldular, h er tarafa başvurdular, h at-
tâ bu m ağaranın yanına bile geldiler. F a k a t m ağaranın kapışm a örüm cekler
derhal ağlarını germiş, güvercinler de gelip oraya yuva yapm ış, yum urtlam ış
olduğundan orada kimsenin bulunm ayacağına kani olup geri döndüler. Bu
da bir m u'ize dem ekti. N ihayet Peygam ber Efendim iz, m uhterem refikiyle
beraber m ağaradan çıktı. Evvelce "A bdullah ibni U rey k it" adında birisi va-
sıtasiyle hazırlam ış oldukları iki deveden birine Resuli Ekrem ile H azreti
E bu Bekir, diğerine de H azreti Ebubekirin oğlu A bdullah ile azatlısı "A m ir
ibni Füheyre" binerek M edinei Münevvere tarafına yöneldiler yolda bir ç o k
h arik alar zuhur etti.
116 — Resuli Ekrem (jSallalallahü Aleyhi Vesellem) Efendim izin Mek-
kei M ükerremeden çıkm ış olduğunu haber alan müşrikler, H azreti Peygam-
ber ile Ebu Bekrissıddıkı tu tu p getirecek kimselere yüz deve vereceklerini
ilan etm işlerdi. Bu develeri elde etm ek için "B eniM üdlic" aşiretinden "Sü-
raka" adında birisi Fahri âlem Efendim izi takibe çıkm ıştı. "K u d ey d " deni-
len m ahalde Resulüllaha y etişti, fak at atının ayakları dizlerine kadar yere
b a ttı, hareketinin fenalığını anladı. Peygamberi Zişandan am an diledi ve tir
"am annam e" aldı, b u suretle k u rtu ld u , Mekkei M ükerrem e'nin fethinde de
İslâm iyet! kabul etti.
Benî Eşlem kabilesinden "Büreydetübnül huseyb" adındaki bir zat da
yetm iş kadar atlı ile H azreti Peygamberi tutm ak sevdasına düştü. Lâkin
Resuli Ekrem e kavuşunca fikri değişti, kalbinde iman parlam ağa başladı,
başından beyaz sarığını çözdü, "Ya Resulâllah!.. Sizin böyle bayraksız yürü-
m enize gönlüm razı olm uyor, müsaade buyurunuz da âlem darınız olmak
şerefine nail olayım " dedi ve aldığı müsaade üzerine sarığını gargısının
ucuna bağladı. M edinei Münevvereye bir saatlik m esafede bulunan "k u b a "
köyüne kadar Resulüllahm yanından ayrılmadı. İslâm m ilk bayrağı, bu
m übarek sarıktır.
117 - Fahri K âinat Efendim izin Medinei Münevvereye teşrif edeceğini
M eduıeliler işitm işlerdi.. Her sabah Medine haricine çıkar, sıcaklar basın-
caya kadar beklerlerdi. Bir Pazartesi günü idi. Resuli Ekrem ile m ağara
refiki olan Hazreti E bu Bekir'in teşrifleri görüldü. Hemen istikbaline k o ş tu -
lar, "K u b a" karyesinde kendilerine m ülâki oldular.
Fahriâlem Efendim iz, K üba'da üç gün kaldı ve m eşhur "K u b a" Mesci-
di;’.! yaptırdı, müslüman cem aati için ilk yapılan Mescidi Ş e rif budür.
İLMİHALİ 507
rüya gördü, Resuli Ekrem Efendim iz, bunu işitin c e : ''İnşallah? bu rüya
haktır, nam aza böyle davet olunm alıdır” diye em retti, sonra bu rüya,
vahyi İlâhî ile de teyit buyuruldu. A rtık nam az vakitleri bubfeeçhileşHân
Tsfliföbfaflm sn ıatlk no ntIsw siuid9JI thşIi3i5BH m aıiH iluzsfl -8 1 1
Yer yüzünde nam az vakitleri başk a başka saatlere tesadüf ettiğinden
h içb ir saat y o k tu r ki; Ezani M üham m edr okunmâsmv bu? vesile ile Allahü
Tealânm birliği, büyüklüğü, Peygam berim izin risale ti, nam azın felâlı ve
necata sebep olduğu bütün insanlık âlem ine yüksek b ir sesle ilân edilm iş
olmasın. .tubud .ısum
Resulü E krem , Sallallahü Aleyhi Yeşselem Efendim izin ilk müezzini
Bilâlî H abeşîdir. Ebu M ahzûre Semüre ile A m ribni Ümmi M ektum , ve Sa'
dülkaraz da Efendim izin m üezzinlerındendir. (Radiyallahü anhüm .)
- ı m q isse m s r ş n iY s a tıo s o s u ç ı s t ı ,ıo'{.fi 9 8 J Îw ıg so ın .s ım o fe g bibc ,..iİbI
Resuli Ekrem Efendim izin cihade m ezuniyeti ve karşısında bulunan
ısdifs r gayrimüslimler: {*9 sevin
başlıca ııbnaflSraş ımsnBİî ıransa ...irisi
n in h id ? id .s im ib n s M n s fiIA
121 — Malûmdur ki, Peygamber Efendim iz, bütün âlem lere rahm ettir.
O, insanlık âlem ini bir kardeşlik dairesinde yaşatm ak, yükseltm ek isterdi.
Z ulm etler içinde kalmış m uhitleri h id ay et nurlariyle aydınlatm aya çalışır-
dı. Bunun için kavmine pek güzel nasihatler verdi. Onüç seneden ziyade
n fk ye m ülâyem et gösterdi. H ayfa ki onlardan birçokları bu saadeti takdir
edem ediler. Müslümanların hayatlarına kasdetm ekten geri durm adılar.
N ihayet onları yurtlarından çıkm aya da m ecbur ettiler. F a k a t bununla da
kanaat etm ediller, sair Arap kabilelerini de ehli islâm aleyhine İVairekete
geçirm eğe çalıştılar. Bir takım şairler vasıtasile müslümâıilainn izzetinefis-
lerini rencide etm ek ten sıkılmadılar. A rtık yalnız nasihatle m ülâyem etle
h arek et zam anı geçm iş, müslümanlar kuvvet bulm uş, İslahı1 faziletini,
m edeniyetini bütün dünyaca yaym ak zâm anı gfelmİşti; 339^ n s^° lu m 'sın
122— H icreti Nebevîyenin birinci senesi idi ki, Hak Tealâ tarafından ci-
lıad için müslümanlara ıııe'zuniyet verildi, islâm dinini söndürm ek
isteyenlere karşı kuvvet istimaline müsaade olundu. Bunun üzerine bir
ç o k gazveler yapıldı, seriyyeler tertip edildi. Bütün bunlar, İslâm hayatını
m üdafaa yölundâ vukü'bülffiuştuf!1^0 şinılibs ludsM BsiBİnsrrıüfeûM *
nsbfnmsmıiaM ninsnsa mîiubıuvud Isıaîjl s^stgv'V'anüM isnibsM' nişim
-f il Resuli E krem m E fendim izirtsM zzafebulunduğu îşavâşlara-a”Ga^ve"
denilm iştir. Cem 'i "G azevat” dır. Ashabı kiram dan bir,zatın kum andasiyle
savaşa giden az bir kuvvete de "seriyye" adı verilm iştir/ B irseriyye beşten
nihayet d ö rt yüze kadar giizîde erlerden m üteşekkil bir askeri müfreze
dernektü:. mis o ne? »îlsmfej ırtod ııhsösllim bİşb8 .ubıoviteg misal ne fi
Gazvelerin adedi, yirmİHyedidir. Seriyyelerin adedi de kırk d ö rt veya
elli altıdır. Biz bunların m eşhurlarına dair biraz m alu m atv ereceğ izi^ ^ lfn â!
^ 123 — Resuli Ekrem Efendim izin karşısında bulunan başlıca gayri
tfiüslinılere gelince, bunlar, üç smıf idiler/ıŞöyleiM jsv sim iğiblid Bh^fecyü»
İLMİHALİ $09
Benî Damre ile karşılıklı bir m uavenet esası üzerine bir m uhade yapılarak
M edinei Münevvereye avdet buyuruldu.
Bu sefer esnasında Peygamber Efendim izin amcası H azreti Ham za san-
caktar tayin edilm iştir. Kendisine bir beyaz sancak verilmiş ti. İşte müslü-
m anların ilk sancakdan Hazreti Ham za'dır. İlk sancağı da bu beyaz sancak-
tır.
126 — Yine H icreti Seniyyenin ikinci senesi idi ki: Ebu Cehilin idaresi
altında Şam dan M ekkei M ükerremeye bir Kureyş kervanı dönm üş bulunu-
yo rd u . Bunu vurm ak üzere Hazreti Ham zanın kum andası altında otuz ki-
şiden m üteşekkil bir kuvvet tertip edildi. Bu kuvvet, üç yüz kişiden mürek-
kep olan Kureyş kafilesine ansızın rastgeldi. A ralarında harp olacağı sırada
iki tarafla da barışık bulunan "Cüheyne" kabilesinden Am r oğlu Mecdi
o rtaya atıldı, hakim ane sözleriyle bunların arasını sulh e tti İslâm kuvveti,
bir ganim ete nâil olamadı. F a k a t kendisinden sayıca on defa büyük bir
düşm anı k o rk u tu p sulha m ecbur etti. Bu itibar ile m a’nen büyük bir muzaf-
feriyet kazanm ış oldu.
İşte ilk islâm seriyyesi de bu otuz kişilik kuvvettir.
edeceğim izi bilm iyorduk, yoksa d aha tedarüklü bu lu n u rd u k " diyerek kafi-
leyi ta'k ip etm ek istediler. F a k a t Resulî Alişan Efendim izin harbe m ütem a-
yil olduğunu anlayınca: "Y a Resullallah!. Biz sana tabiiz, sen ne tarafa yürür-
isen biz de seninle beraberiz, denizlere atdacak olsan biz de beraber atı-
lırız" yollu sözleriyle dinlerindeki m etan eti; Resuli Ekrem e olan bağlılık-
larını isbat ettiler. A rtık İslâm kuvveti Bedre doğru yürüdü, Resuli Efhem
Efendim iz, m übarek ellerile: "Burası K ureyşten filânın, şurası da felânın ve
felâm n öldüriileceği y erd ir" diyerek işa re t buyurdu, sonra da hep öyle oldu.
130 — Düşman ordusu, Bedr suyunu evvelce tutm uş, İslâm kuvveti,
susuz kalm ıştı. Allah Tealâ Hazretleri, o gece müslümanlara tatlı b ir uyku
verdi, karşılarında düşm an yokm uş gibi korkusuz b ir halde u y u y u p yorgun-
luktan kurtuldular, ertesi gün de yağm urlar yağdı, dereler aktı, Müslümanlar
su sıkıntısından da kurtuldular, bulundukları yer, askeri harekete elverişli
bir hale geldi. N ihayet savaş başlam ıştı. Düşman tarafından atılan bir ok ile
H azreti Öm erin azatlısı olan "M ıhça" şeh it düştü, Peygam ber Efendim iz:
"M ihca' şehitlerin seyyididir" b u y urm u ştur. M üslümanlardan cihad m ey-
danında ilk şehid olan, bu zattır. (Radiyallahü Tealâ anh.)
131 — N ebiyyi Zişan Efendim iz; "Y arabbi!.. İslâm a nusret et. Eğer bu
gün bu islâm cem aatini h e lâ k edersen yer yüzünde sana ibadet edecek kim -
seler kalm ıyacaktır" m ealinde dua e tti ve yerden bir avuç ufacık taşlar
alıp."Yüzleri kara oisun" diye düşm anların üzerine saçtı, bu taşlardan her
biri, bir m ucize olarak m üşriklerden birinin gözüne veya kulağına isabet
etti. N ihayet düşm an ordusu fena halde bozuldu. Ebu Cehil haini iki genç
islâm m ücahidi tarafından öldürüldü. Düşm andan yetm iş er öldürülmüş,
yetm iş kadar da esir alınmış idi. Müslümanlar ise on d ö rt şeh it verm işlerdi.
Düşm andan alman esirlerin bir kısmı para ile, bir kısmı parasız azad
edilm iştir. Bazılan da Ensari kiram dan on çocuğu yazı ö ğretm ek şartiyle
azat edildi. Esirleri öldürm eğe Peygam ber Efendim izin şefkatleri razı ol-
m am ıştı.
132 — Bedr m uharebesinin islâm tarihinde ehem m iyeti pek büyüktür.
Bu gazveye bir takım m elekler iştirâ k etm iş, ashabı Kiramın m a'nevi kuv-
vetlerini arttırm ışlardı.
Bedr m uharebesinde düşm an ordusu, islâm kuvvetinin üç m islinden
fazla idi. F a k a t yine islâm kuvvetine m ağlûp oldular. Çünkü düşm anlann
arasında kavm iyet duygusundan, cahilce bir gururdan başka b ir rabıta y o k
idi. Müslümanlar ise diyanete: ve insaniyete hizm et etm ek arzılsunda idi-
ler. A ralannda bir din bağlılığı var idi. Mânevi kuvvetleri p ek yüksekti.
Ş ahad etin p e k büyük bir rütbe olduğuna m u 'tek id idiler. Baş kum andanlan
olan Resuli E krem (Sallallahü Tealâ A leyhi Vesselam) Efendim izin h er em ri-
ne ita a t ediyorlardı, din y o lun da can verm eyi bir saadet biliyorlardı. İşte bu
sayede parlak bir m uzafferiyete erdiler. Müslümanlar kuvvet buldu. Bir ç o k
kimseler gelip İslam ile m üşerref oldular.
512 BÜYÜK İSLAM
Falıri Alem Efendim iz, harp m eydanında yalnız kalm ıştı, yaniannda
bir kaç zat bulunuyordu. M übarek dudağı yarılm ış, bir m übarek dişi
kırılm ış,zırhının iki halkası kırılıp güllerden daha lâ tif olan nezih vücuduna
saplanm ıştı. H a ttâ biraralık Peygamber Efendim izin şeh it olduğuna dair bir
şayia da çıktı. Bu esnada Resuli Ekrem in üzerine saldıran düşm an kollarını,
Hazreti Ali geri dönm eye m ecbur ediyordu. Sa'd ibni Ebi Vakkas da düş-
m ana ok atıp duruyordu. Üm m i Um are denilen "N esibe" adındaki m u h te-
rem bir kadın da vücudu kanlar içinde kaldığı halde savaşa devam edi-
yordu. H azreti Peygamberi düşm anlarına karşı m üdafaaya çalışıyordu.
137 — Fahriâlem Efendim izin şehid edildiğine dair olan haberden
dolayı Ashabı Kiram, büsbütün perişan olmuş, her biri kendi başının der-
dine düşmüş, m erkezlerini gaibetm iş yıldızlar gibi hareketlerini şaşırarak
dağılm ışlardı. Halbuki Resuli Ekrem H azretleri Hak Tealâm n hıfzında ola-
rak harp m eydanında sabit kadem bulunuyordu. Bunu ilk d e f a Sahabei
güzinden (K â'b ibni Malik) Hazretleri gördü, "İşte Resulallah! Lehülham d
sağ ve selâm et!." diye nida, etti, b un un üzerine Ashabı Kiram, tekrar top-
lanm aya başladılar, düşm anların hücum larını kırdılar.
Düşmanlar, daha ziyade savaşa cesaret edem eyip yurdlarına döndü-
ler. Yirmi iki kadar m ak tû 11arı vardı. Müslümanların şehidleri ise yetm iş iki
kadardı. Bu m übarek şehidler, ikişer, üçer olarak defnedildi. (Rıdvanullahi
Aleyhin Ecm ain).
F : 33
514 BÜYÜK İSLAM
149 — İslâm ordusunun Hay bere m uvasalatı geceye tesadüf etm işti.
F ak at bir kavmi habersiz basm ak, Peygamberi Alişan Efendim izin âd etleri
değildi, sabaha kadar bekledi, sabahleyin m uhasara başladı.H ayber
kal'aleri, pek m üstahkem idi. İslâm sancağı h er gün Ashabı K iram dan büyük
bir zata tevdi olunuyordu. F ak at tam fü tu h at nasip olm uyordu. N ihayet bir
gece Fahriâlem hazretleri buyurdu ki: "Y arın Livayı islâm i öyle bir zata tes-
lim edeceğim ki, o düşm ana m u ttasü hücum eder, asla kaçınm az, o Cenabı
Allahı ve Resulünü sever, Cenabı Hak ile Resulü de onu sever, Allah onun
ellerile feth nasîb bu y u racak ü r."
Ertesi gün Hazreti Ali, Medinei Münevvereden gelip orduya y etişti.
Göz ağrısından rahatsız olduğu için geride kalm ış ti. Resuli Ekrem H azret-
leri islâm sancağını H azreti Ali'ye verdi, o da hem en Kamus kal'esi üzerine
yürüyüp önünde sancağı dikti, bir ç o k Y ahudiler ile m übarezede bulunup
hepsini tepeledi ve en nihayet Kamus kal'esini fethetti, diğer kal'eler de
birer birer zaptedildi.
150 — H ayber arazisi beytülm al nam ına kaydedildi. Ahalisi de bu ara-
ziyi ekip hasılatının yansım beytüİmale verm ek üzere yerlerine bırakıldı.
O tarihe kadar İslâm ordusunda yalnız reislere m ahsus olmak üzere bir
sancak bulunurdu. H ayber gazvesinde ise askerlere de bayraklar verilm işti.
H ayber gazvesinde ehli İslâm dan on beş şeh it vardı. Düşmanın tele-
fatı da doksan üç kişi idi.
Hayberin fethinden sonra Haris kızı Zeynep adında bir Yahudi kadını,
Peygam ber efendim ize hediye olarak kızartılm ış bir koyun tak'dim etti.
Resuli Ekrem Hazretleri, bundan bir lokm a alır almaz; "Bu zehirlidir,
sakın yem eyiniz!." Diye em retti, m übarek om uzlan arasından kan aldırdı,
bu kadını da kendi nam ına m uaheze buyurm ayıp afv buyurdu. F ak at Bera
oğlu Bişr adındaki m uhterem Sabahî, bundan yediği bir lokm a yüzünden
derhal vefat etm iş, Zeynep de cürümünü itiraf eylemiş olduğundan Bişrin
varislerinin talebi üzerine Zeynep kısas olmak üzere öldüriildü. Yaptığı
cinayetin cezasına kavuştu.
savaş yapıldı, ilk m uhacem ede düşm an bozuldu, İslâm ordusu "M aan"a
vardı. Kayser'in yüz bin neferden ziyade bir ordu çıkardığı işitildi, fakat
islâm ordusu, geri dönm eyip M ü'teye kadar yürüdü, bu mevkide şid detli bir
harbe tu tu ştu .
155 — M ü'te savaşında islâm sancağını tutan "Z eyid ibni H arise”
sonra "Cafer ibni Ebi Talib" daha sonra "A bdullah ibni Ravahe" Hazretle-
ri şehid düştüler. N ihayet orada bulunan "Seyfullah — Allahın kılıncı"
ünvanım haiz bulunan m eşh u r" Halid ibni V elid" İslâm askerini başına
topladı, o gün m uvaffakiyetle h ârb etti. Ertesi gün yine arslanca harbe baş-
ladı, ordunun iki koluna m evkilerini değiştirdi, Müslümanlara im dat gelmiş
zanniyle düşm anın gözü yıldı, ve en nih ay et düşm an ordusu bozulup geri
çekildi. Hazreti Halid de bunu fırsat bilip islâm ordusu ile M edinei Münev-
vereye döndü.
156 - Müslümanlann Rom alılar ile yap tıkları ilk harp,M ü'tem uhare-
besidir. Bu savaşta üç bin müslüman, yüz bin R um a galebe çalm ıştı ki bu
vak'a ashabı kiram ın en yüksek m a'nevî bir kuvvete m alik bulunm uş olduk-
larını ispata k ifay et eder.
Bu harb, M ü'tede cereyan ederken resuli Ekrem Efendim iz, lıarb saha-
sında neler olduğunu, gözleri önünde oluyorm uş gibi görüp biliyordu.
İslâm sancakdarlarının şehid düştüklerini m übarek gözleri yaşlar akarak
nezdi saadetindeki ashabı kiram ına h ab er veriyordu. Hazreti Cafere kesilen
iki koluna bedel tarafı İlâhîden iki k anat verildiğini de beyan buyurdu. Bu
cihetle bu m uhterem şehide "C aferi T ayyar" denilm iştir. Allah Tealâ bütün
ashabı kiram dan razı olsun, âmin.
M ekkei M ükerremeye döndü. Peygam beri A iîşan Efendim iz, bundan çok
m ahzuz oldu, "Y a Abbas!. Sen m uhacirlerin hatim esi o ld u n " diye buyurdu.
159— Resuli Ekrem Hazretleri: "K ureyş tarafından taarruz olunm a-
dıkça harp etm eyiniz" diye em retm işti. İslâm ordusu, harbetm eksizin
M ekkei M ükerremeye girdi. Tekbir sadaian dağlan, taşlan titretiyordu.
Yalnız Halid ibni Velidin idaresindeki fırkai islâm iye, "H andem e" denilen
m ahalde düşm anın taarruzuna uğradığından savaşa m ecbur olmuş ve bir
hücum da düşm anı dağıtıp o suretle M ekkei M ükerremeye girmişti.
160 — Resuli Efham Efendim iz, M ekkei M ükerremeye girecekleri
a ra d a İslâm ordusunu gözden geçirdi, bir kere M ekkei M ükerremeden
yalnızca hicret buyurm uş oldukları zam anı hatırladı, bir kere de şim diki
bu büyük m uvaffakiyeti düşündü, hem en H ak Tealâ H azretlerinin lütfü
ihsanına teşekkür için m übarek başlarını üzerine şe re f verm iş olduğu deve-
sinin boynu üzerine do ğıu uzatarak secdeye kapandı. Ne ulvî m anzarai
ubudiyet!. Bir levhai şükran!.
161 — Cum a günü idi, halk H arem i Ş erifte toplanm ıştı. V aktiyle Re-
sulullâha verm iş oldukları eziyetleri anarak bugün kendilerinden nasıl bir
intikam alınacağını düşünüyorlardı. H albuki o R a'fetpenah, o Peygamberi
Alişan H azretleri hepsini afvetti. Hepsinin hak k ın d a m erham et ve şefk at
gösterdi, "h ay d i gidiniz, hepiniz azatsınız, hürsünüz" diye buyurdu.
Bey tu İlahın etrafında üç yüz altm ış kadar p u t vardı. Bunların hepsini
kırdırıp K â'bei M uazzamayı tem izletti. Ö tede beride bulunan putları da
kırdırdı. M ekkei M ükerremedeki erkekler, kadınlar akın akın gelip müs-
lüman oldular. A rtık pek büyük, pek ulvî bir inkilâp vücude gelmişti. O
zam ana kadar taşlara, ağaçlara,insanlara tapanlar şim di yalnız Allah Tealâ
H azretlerine tapm aya başlam ışlardı. Şim diye kadar Resuli E krem e düşm an
olanlar, şim di onu keııdi canlarından ziyade seviyorlardı. Yer yüzünün bu
m übarek parçasından tabaka tabaka zulm etler kalkıp açılm ış, onların yerine
hidayet, diyanet, fazilet, h ak ik î m edeniyet nurları kaim olm uş tu.
Resuli Zişan Efendim iz, M ekkei M ükerremeye henüz pek genç bulu-
nan, fakat d irayet ve kifayetli takdirlere şayan olan Esid oğlu A ttab (Radi-
yallahü Tealâ anh)ı vali tayin etti. Zilkade ayının son günlerinde Medinei
Münevvereye avdet buyurdu.
Müslümanlardan bazılan: "Bu ordu, hiç bir zam an azlıktan dolayı m ağ-
lûp olm az" dem işti. Bu, yanlış bir düşünce idi. Çünkü nusrat, ancak Allah
Taalâdandır, askerin çokluğu ise zahirî sebeplerdendir. İnsan, bu sebepleri
hazırlam alı, fakat m uvaffakiyeti Hak Tealâdan beklem elidir. İşte kendi-
lerine bir uyanm a dersi olmak üzere müslümanlar, bu gazvede bidayeten
bozuldular, fakat sonra Hakkın lûtfiyle yine galip oldular. Şöyle ki: Büyük
kahram an Halid ibni Velid H azretleri, yanındaki erler ile beraber ihtiyatsızca
yürürken pusuda bulunan düşm anın hücum una uğrayarak bozuldu, bun-
ların arkasındaki Mekkeli İslâm erleri de bozulup dağıldı. N ihayet boz-
gunluk bütün İslam ordusuna sirayet etti. Hap m eydanında yalnız Peygam-
beri Alişan Efendim izle ashabı güzînden birkaç zat kalm ıştı. Resuli Ekre-
m in gösterdiği m etan et ve şecaat, fevkalâde idi. "E y Allahın dinine ve
resuline yardım edenler!. Nereye gidiyorsunuz!. Geliniz, ben Allahın kulu
ve resuliyim " diye nida ediyordu. N ihayet ashabı kiram , uykudan uyanır-
casına uyandılar, tekrer toplanm aya başladılar, düşm ana şiddetli bir hücum
ederek şanlı bir galebe kazandılar.
163 — Evtas hâdisesine gelince: H uneyn gazvesi neticesinde "B eniH e-
vazin" kabilesi, islâm iyeti kabul ettiğ i için azat edilm işti. Düşman firarf-
lerinden bazılan ise "E vtas" denilen vadide toplanm ışlardı. Gönderilen bir
m üfrezeyi islâm iye tarafından esir edildiler. İçlerinden "Beni Sa’d kabile-
sinden Harisin kızı "Ş e y m a " da vardı. Şeym a, Fahriâlem in süt kız karde-
şiydi. Resuli Ekrem Efendim iz, onun esir düştüğünü haber alınca müteessir
oldu, mübarek gözlerinden yaşlar aktı. H akkında bir çok lü tu f ve nevazişte
bulunduktan sonra kendisini kabilesi arasına gönderdi.
«*
Savaştan firar eden "B enî Sakif" kabilesi de gidip Taife kapanm ışlar-
dı. İslâm ordusu tarafından Taif şehri on sekiz gün kadar m uhasara edildi.
F a k a t o sırada fetlı müyesser olmadı, m uhasara kaldınldı, bir sene sonra
T aif ahalisi gelip İslâm ile şeref buldular.
Tebük gazvesi:
H azreti Siddik, bütün servetini getirip Resuli E kıem e teslim etti, H azreti F a -
ruk, m alının yansın ı verdi, H azreti Z innureyn, Ş am a gönderm ek üzere hazır-
lamış olduğu bir ticaret kafilesini tam am en bağışladı. İşte bunlar, bizler
için hak yolunda birer fedakârlık nümunesidir.
166 — Tebük seferi esnasında bazı kabileler ile m ünatıklardan bir ço k -
lan birer bahane ile geri kalm ışlardı. M ünafıklardan bir takım ı, "Böyle sıcak
bir mevsimde yola çıkılır m ı? M uham m ed (Aleyhissalâtü Vesselâm ) Rom a
devletini oyuncak m ı sanıyor? diye nasa korku, dehşet veriyorlardı. H attâ
sefer esnasında H azreti Peygam berin devesi gaip olm uştu. M ünafıklardan bi-
ri "M uham m ed (Sâllallahü Aleyhi Vesellem) Peygamberim diyor, yerden;
gökten haber veriyor, halbuki devesinin nerede olduğunu bilm iyor" dem iş-
ti.
Zaten m ünafıklann, İslâm iyet düşm anlannm âdetleri böyledir. Her h â -
diseden istifade ederek m üslüm anlan şüpheye düşürmek, m üslünıanlann
temiz akidelerini sarsmak, neticesinde de onların kutsal varhğm ı perişan
etm ek isterler. F a k a t uyanık kalbli müslümanlar, düşm anlannm m ahiyetle-
rini garezlerini, dem ıeyan ettikleri m ütalealarının ne gibi bozuk fikirlere da-
yandığını pek güzel bilir, takdir ederler.
Velhasıl: Nebiyyi A lişan Efendim iz, o m ünafıkın cahilâne sözlerini
Hak Tealânm bildirmesiyle bilip Ashabı güzinine hikâye buyurdu "V allahi
ben Hak Tealânm bildirdiği şeylerden başkasını bilm em , şim di Allah Te-
alâ bana bildirdi, deve felan derededir, y u lan bir ağacın dalm a ilişik
kalm ıştır. Gidip getirin" diye em retti. Onlar da koşup gittiler, deveyi o hal
üzere buldular, oradan alıp getirdiler.
Hiccetül'veda:
171 — Hatem ül'enbiya, A leyhi Ekm elüttehaya, Efendim iz, hacci ve-
da'dan sonra ahiret tedarikiyle m eşgul olmaya başlam ıştı. Hicreti seniyye-
lerinin on birinci senesi Sefer ayınm son günlerinde idi ki şiddetli bir baş
ağrısıyla hum m aya tutu ld u , hastalığı ağırca idi, buna rağm en Mescidi Saa-
dete yarıp m inbere çık tı, bir h u tb e okudu, ashabıkiram ına pek ulvî beyanat-
ta bulundu, onlara pek yüksek bir adale t ve fazilet, bir müsavat ve hakkani-
y et dersi verm ek için "Ey n asl.h er kimin arkasına vurm uş isem işte arkam ,
o da kalksın bana vursun ve her kimin bende alacağı varsa işte malım, gelsin
alsın" dedi. Kendisinden sonra Cezire tül'arap tan m üşriklerin çıkarılm asını
em retti. E traftan gelecek elçilere ikram edilmesini tavsiyede bulundu, sonra
"Allah Tealâ bir kulunu dünya ile kendi vuslatı arasında m uhayyer kıldı, o
kul da onun vuslatını ihtiyar e tti" diyerek bununla ahiret âlem ine irtihal
edeceğine işaret buyurdu.
172 — Resuli Ekrem Efendim izin hastalığı ağırlaşınca E nsan kiram,
"acaba halimiz ne olacak?" diye endişe içinde kalm ışlardı. Bunu haber alan
N ebiyyi Ziyşan Efendim iz, H azreti Ali ile amıcası H azreti Abbasm oğlu
Fadl'ın kollarına dayanarak tekrar Mescidi Şerife çıktı, müessir bir hu tb e
okudu, ve ezcümle şu m ealde tavsiyelerde bulundu:
"E y nâs! benim vefat edeceğim i düşünüp telâş e önekte imişsiniz. Hiç
bir Peygamber üm m eti arasında ebedi kalm adı ki ben de sizin aranızda ebe-
dî kalayım?. Ey ensar!. size nasihatim şu d u r ki: İlk m uhacirlere hürm et ve ri-
ayet ediniz. Ey m uhacirin!, size de vasiyetim şudu r ki: Ensara güzel m uam e-
le yapasınız. Ey nâs! günah ııi'm etin zevaline sebep olur. E ğer halk, hakkın
emirlerine m u tî olursa onların âm irleri de öyle olur ve eğer halk â sî olursa
onların âm irleri de öyle olur."
173 — Peygamberi Âlişan Efendim iz, hasta olmakla beraber her ezan
okundukça Mescidi Şerife çıkıyor,ashabı kiram ına imam olup namaz kıl-
dırıyordu. F a k a t irtihallerine üç gün kala hastalığı arttı,artık mescide çıka-
maz oldu. "E bubekire söyleyiniz, im am et etsin" diye buyurdu.
Rebiülevvelin on ikm ci Pazartesi günü idi. E bubekri sıddık H azretleri
ashabı kiram a sabah nam azını kıldırıyordu. Resuli Ekrem Efendim iz kendi-
sinde bir kuvvet gördü. Mescidi Saadete çıktı. Ashabının saf saf olup ib adet
ettiklerini görünce pek m ahzuz oldu ve Hazreti Sıddık'a uyup namaz kıldı.
174 — Ashabı kiram, Peygam ber Efendim izin ifakat bulm uş olduğunu
sanarak pek sevinmişlerdi. H albuki F ahriâlem H azretleri nam azdan sonra
Hücrei Saadetine dönüp rah a t döşeğine yattı. A rtık kadîm , kerîm m a’bu-
dunun m a'nevi huzuruna kavuşacağı zaman geldi. O güllerden lâ tif olan mü-
barek sîması, bazan kızarıyor, bazan sararıyordu. A lnından jaleler gibi ter
katreleri serpiliyordu. N ihayet zeval vakti idi ki,birer h id ay et yıldızı gibi par-
526 BÜYÜK İSLAM
LÂHİKA
Resuli Ekrem Efendim izde tecelli etm iş olan kem alât ve mehasin
hakkındadır.
178 — M a'lûm olduğu üzere insanlara m ahsus kemaller başlıca iki
kısımdır. Bir kısm ı,"gayri ihtiy arî"d ir ki,bunlar,insanların kesb ve ihtiyarları
olmaksızın m evcut olan kemallerdir. Asalet,güzel suret, akıl ve zekâvet gibi,
Diğer kısmı da "İh tiy arî"d ir ki, insanların tam am en kesb ve ihtiyariyle
vücude gelen kemallerdir. İlim, irfan,gibi bilgiler, m eziyeti er ve sadakat, ema-
net, tevazu, zühdü takva gibi güzel huylar, siretler bu cümledendir.
Bu iki kısım kem allerden yalnız biri veya bir kaçı bir insanda bulunur-
sa kendisine büyük bir şe re f verir, kendisi için iftihara vesile olur. Ya bu ke-
m allerin hepsi bir zatta toplanm ış olursa artık onun ne kadar büyük bir
şerefe yüksek bir mevkie nâil bulunm uş olacağını düşünmelidir.
İşte Peygamberi Alişan Efendim izde bu iki kısım kem alât ve mehasi-
nin hepsi de pek yüksek bir surette tam am iyle toplanm rştır. Bunlardan baş-
ka da nübüvvet ve risalet şerefine m azlıar bulunm uşlardı. Onun pek yüksek
m ehasininden ba'zılarm a m ahza teberrük için pek kısaca işaret edeceğiz.
idi. Ön dişleri seyrekçe idi. Söz söyledikçe inci danelerinden daha berrak
olan dişlerinin parıltısı görülürdü. Parlak alm genişti. Hilâl kaşları uzunca idi.
Kaşlarının arası açık ça idi. İki kaşının arasında gazep ettiğ i zaman kabarıp
beliren lâ tif bir dam ar vardı. L etafet nişanesi olan kirpikleri, uzun ve siyah
idi. Saadetli sakalı sıkça idi, bir tutam boyunca bulunurdu. İrtihalleri
sırasında m übarek başiyle sakalının beyaz saç lan henüz yirm i kadar bulunu-
yordu. Sünbüllerden daha zarif, daha güze! kokulu bulunan başının saç-
ian ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi, kulaklannm yum uşaklarını geçmezdi.
Ashabı güzînden H azreti Enes dem iştir ki: "Ben Resulullahtan daha
güzel bir z a t görm edim , m übarek yüzünden sanki güneşin ııurlan akardı,
o güzel yüzünde parlayan letafet nurları lâ tif dişlerinden gülümsedikçe
saçılan saffet lem 'alan, karşısında bulunan duvarlara aksederdi.”
Evet... Resuli Ekrem Efendim izin bütün âzası, bütün havassü kuvası
pek mükemmeldi. B aşkalanm n göremiyecekleri, işidem iyecekleri kadar
uzak yerlerde bulunan şeyleri görür, sesleri işitirdi. Pek vekarh olan yürüyü-
şü, inişten aşağıya doğru akar gider gibi, süratlice idi. Kendinden her
veçhile bir m ükem m eliyet, bir fevkalâdelik tecelli ederdi. Kendisini jlk
gören bir kim se m ehabbet içinde kalırdı, kendisiyle görüşüp konuşm ak
şerefine nâil olan kim se, ona karşı derin bir m uhabbet duyardı. O nun
yüksek evsafını görüp yadedenler. O nun bir mislini ne ondan evvel ne de
ondan sonra görüp bilm ediklerini itira f ederlerdi. Hasılı O: Bir letafet ve
m ükem m eliyet hârikası idi. Sallâllahü Aleyhi Vesseiem.
ülhikem " denilir. Biz, bunların bir kısmını ahlâk bahsinde yazm ış b u lu -
nuyoruz. (H ikm etin başı Allah korsudur.) (İnsanlar altın ve gümüş m aden-
leri gibidir), (Nâs tarak dişleri gibi birbirine - h ukukan - müsavidir).
(Kendi m iktarını bilen kişi helâk olm az), (Kendi hakkında istediğini senin
hakkında istem iyen kim senin sohbetinden hayır y o k tu r), (Kendi nefsi
için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe kişinin im anı k âm il olmaz),
(Yalan yere yem in, yurtları harap bir halde bırakır), (Em aneti seni em în
ittihaz edene teslim et, sana hiyanet edene sen hiyanet etm e), (Kadım hu-
kuka riayet= eski dostluğu m uhafaza, im andandır), (Alışverişinde en
ziyade ziyan eden o kim sedir ki, başkasının dünyası uğrunda kendi ahiretini
feda eder), (K ardeşinin uğradığı m usibetten dolayı sevinç gösterm e, sonra
Hak Tealâ, onu k u rtarır da seni m üptelâ eder), (Cezası en çabuk olan şey,
zulümdür), (Nâsa kendini sevdirmek, akhn yarısıdır), (K anaat tükenm ez bir
mal, fena bulm az bir hazinedir), (Peşim anhk bir tövbedir) m eâlinde bulu-
nan m übarek hadisler de bu cümledendir.
buyururdu. Nam azda iken bir ço cu ğ u n ağladığını işitse ona merham eten
namazım h a fifçe kılar, ço cu ğ u n sesini durdurmak isterdi. Hele haktan k a çı-
nanların hallerine pek acmır, salahlarına dua ederdi.
O büyük Peygamberin, o kudsî siyretin m erham eti yalnız insanlara
değil, hayvanlara, ağaçlara, ekinlere de şam il idi. Mü'te muharebesinde
bulunacak olan İslâm ordusuna hitaben şu mealde öğütler verm işti: "Allah
Tealânın adına sığınarak onun ve sizin düşmanlarınızda harb ediniz. F akat
gideceğiniz yerlerde dünyadan soyulm uş rahipler göreceksiniz onlara asla
dokunm ayınız. Kadınlar 3 e çocuklara şefkatte m uam ele yapınız, hurma
ağaçlarım kesm eyiniz, evleri yıkm ayınız."
Hicreti seniyyenin onuncu senesinde idi, m uhterem oğlu H azreti İb-
rahim, henüz on altı aylık bir ma'sum olduğu halde vefat etm iş, kerimesi
Fatımetüzzehradan başka evlâdı kalm am ıştı. Bir gülgonce gibi açılm adan
solan o masumun haline acıyarak ağlam ış mübarek gözlerinden şebnem ler
gibi yaşlar serpilm işti. Orada bulunan İbni Avf: "Ya Resulâllah! sen de mi
ağlıyorsun?." D em ekle Peygamberi A lişan Efendim iz: "Gözümüz ağlar, kal-
bim iz mahzun olur*JFakat bizden rızayi İlâhîye m uhalif bir söz sadır olmaz"
diyerek ruhundaki ulvî hassasiyetini gösterm iştir.
Velhasıl: O Peygamberi Ziyşam n mukaddes vücudu, bütün kâinat için
bir mücessem rahmeti ilâhiyedir.Bunun içindir ki hakkında: l. _,)
(o d U â y eti kerimesi nâzil olmuştur.
Y iyip içtiğim iz yalnız hurma ile sudan ibaret bulunurdu. Ba'zan Resuli
Ekrem in haline acır, ağlardım. Bir gün:"Canım sana feda olsun dünya dir-
liğinden k âfi m iktan kabul buyursan olmaz m ı?.." diye sordum. Buyur-
dular ki: "Ben nerede dünya nerede!. Kardeşlerim olan ülül'azm peygam-
berler, bundan daha şid d etli hallere sabrettiler, öylece gidip Hak T ealâya
kavuştular. Allah T ealâ'da onlara büyük sevaplar, makamlar verdi. Ş im d i
ben geniş bir m aişete erersem Hak Tealâ'dan utanırım, benim m ertebem in
onların m ertebelerinden aşağıya kalmasından sıkılırım, benim en özlediğim
şey, o kardeşlerim olan Peygamberlere kavuşmaktır.
Mukaddes, muazzam Peygam berimiz, bu mübarek sözlerinden sonra
dünyada ancak bir ay daha yaşam ışlardı. Ahirete irtihal buyurdukları
zaman ehli b eytin e ne bir altın, ne d e bir deve veya bir k oyu n bırakm amıştı.
Terk ettiği şey , yalnız silâhlariyle bindikleri esterden ve hasılâtm ı vak-
fetm iş oldu ğu araziden ibaretti.
İşte Resuli Ekrem (Sallallâhü A ley h i V esellem ) Efendim iz, bu kadar
refağı kalbe m âlikti. Hak yolun d a bu kadar samimî, bu kadar fedakâr idi.
Onun yüksek maksadı; yalnız A llahına kulluk etm ek, İslâm dinini yaym ak,
insanları cehaletten kurtarmak, yeryüzünü insaniyet ve m edeniyet nurları
için d e bırakmaktı.
ayn ı suretle ifadan kaçınanların münevver değil, ma'nen zulm etler için de
kalm ış zavallı kim seler olduğunu beyan buyurdu, Ruhlarında isti'dat olan
Bahtiyar zevat, onun bu ulvî beyanatını takdir ettiler, onun cenabı saadeti
altına can attılar, saadete erdiler.
196 — Resuli Ekrem Hazretleri, daha ahiret âlem ine teşrif etm eden
müslümanlann sayısı, bir m üyonu geçm iş ve kendisi yüz yirm i bin islâm ile
H accı Ekber eylem işti. Bugünkü gün y er yüzündeki müslümanlann m iktan
üç yüz elli m ilyondan ziyadedir. Bu m iktann günden güne artacağı da pek
umulmaktadır.
Velhasıl. O kudsî Peygamberin mübarek ismi, bin üç yüz altmış şu
kadar seneden beridir ki daima m ilyonlarca lisanlan tezyin edip durmak-
tadır. N eşretm iş olduğu m ukaddes dini islâm da yüzlerce m ilyon insanın
nezih ruhlannahâkim bulunmaktadır.
Artık sabavet zam anlan m eleklerin fevkinde bir safvet ve nezahetle
geçm iş, kırk yaşlanndan itibaren nübüvvet ve risalete m azhariyetle cihanı
zulm etten nura çıkarm ış, altm ış üç senelik mübarek dünyevî hayatları bütün
şer ef ve k ud siyyet hâleleriyle çevrilm iş olan o büyük, o en son Peygamberi
Z işana-üm m et olduğum uzdan d olayı ne kadar sevinsek, n e kadar iftihar
etsek, Hak Tealâ hazretlerine ne kadar şükr eylesek yine azdır.
Ya İlâhi!. Sen bizi o kudsi Peygamberin sâyei him ayesinden uzak
düşürme. Sen o mübarek Peygam berine vesair m uazzez Peygamberlerine ve
hepsinin muhterem Al ve Ashabm a nihayetsiz salât ve selâm buyur. Am in.
Velhamdü leke Yarabbel'âlemin.
î£
*! M
s#
&
! H A 't i § E R İF J?
« W
Vücu d u m d ur senin timsali hi k m e t Ya res ulâll a h!. v >
^ ^ K u d u m un k âina ta verdi nüz het Yaresulâlla h! ^ J
* 4 ,
T ec e lliy â b olunca t al'a tın evci risaletden,
Mü nevver e tti ekvanı hid aye t Ya res ulâll a h!.
i
Z ü iâ li vuslatınla âle m i ih yâ ederken sen, ^ 0
D ili pür vecdi mi ya ksın mı fir k a t Ya res ulâll a h!.
V *
r
537
B u E s e ri Te k il E d e n K it a p la r
İik
Sahife Kitap
5 1 Akâide dairdir
34 2 Taharetlere, sulara %
Hr 9 4 3 Namazlara
251 4 Oruçlara, yem inlere, adaklara ve keffaretlere
ı$ 3 l 1 5 Z ekât, sadakai fıtra
347 6 Haclara
38 9 7 Kurbana, vesair kesilen hayvanlara, avlara
405 8 Kerahiyet ve istihsane, ya'ni, H elâl, haram
mübah ve mekruh olan şeylere
440 9 İslâm ahlâkına
474 10 İsimleri Kur'anı Kerimde zikredilen büyük
Peygamberlerin mübarek sıyretlerine, tarihçelerine
F 1H K I S T
Birinci K itap
Sahife
3 Ön söz
m 5 Hakiki bir dinin m ahiyyeti ve başlıca dinler
V 6 Hakiki bir dinin vasıflan ve faideleri
7 İslâm dininin um u m u yyeti ve m es'ut neticeleri
8 İman ile islâmm m ahiyyeüeri
m 8 İman ile islâm m şartlan
9 Allah T ealâya ve sıfatlanna iman
16 Peygamberlere iman
17 Peygamberlerin mübarek vasıflan
18 Peygamberlere olan ihtiyaç
20 Semavi kitaplara iman
21 Semavi kitaplara olan ihtiyaç
* 22 Kur'anı Kerimin nasıl bir kitabı İlâhi olduğu
u» 23 Kur'anı mübinin ihtiva ettiğ i hakikatler
24 Meleklere iman
« f îÖÖSl s©
Sahife
25 Meleklerin varlığındaki hikmet.
26 Kıyametin m ahiyyeti ve mukaddimaü.
28 Ahirete ait hâdiseler.
30 Ahire tin varlığında ve ebediyetindeki hikmet.
31 Kaza ve kadere iman.
31 Kaza ile kader, insanların mes'uliyetine mâni değildir.
32 î'tikatta ehli sünnetin imamları.
33 l'tikadın mânası.
33 İmamı Matiiridi ve İmamı Eş'ari.
İkinci K itap
34 Mukaddime: Büyük Müçtehitlerimiz.
39 İkici kitap: Taharetler ve sular.
40 Bir kısım dini ta'birler: Istılahlar
45 Suların kısımları: Mutlak ve mukayyed sular
47 Mukayyed suların hükümleri.
48 Su artıklan hakkında hükümler.
49 Kuyular hakkında hükümler.
51 Şer'an temiz sayılan şeyler.
53 Şer'an temiz sayılmayan şeyler.
54 Temiz olmayan şeylerin hükümleri.
55 Tathîr = Temizleme yollan.
61 Özür sahiplerine dair ba'zı mes'eleler Özrün hükmü
62 Kadınlara mahsus hayız, nifas, istihâze halleri.
63 Hayız haline ait mes'eleler.
65 Nifas haline ait mes'eleler
66 Hayız ve nifas hallerine dair ba'zı hükümler.
68 İstihza haline ait mes'eleler.
69 Abdestin mahiyyeti.
69 Abdestin farzlan.
70 Abdestin sünnetleri.
72 Abdestin âdabı.
73 Abdestin dualan.
74 Abdestin vasıflan itibarile nevileri.
75 Abdestin sıhhatine mâni olmayan şeyler.
76 Mestler üzerine mesh verilmesi.
76 Meshin cevazındaki şartlar.
77 Mesh müddeti.
78 Sargı üzerine mesh
78 Meshi bozan şeyler
78 Abdesti bozan şeyler.
80 Abdesti bozmayan şeyler
81 Gusül ve guslü icap eden haller.
84 Guslün farzları
85 Güdün sünnetleri
86 Guslün vasıflan
87 Gusl etmeleri farz olanlara haram veya mekruh olan şeyler
88 Teyemmümün mahiyet ve farzları.
89 Teyemmümün sünnet veçhile yapılması
89 Teyemmümüm şartlan.
91 Teyemmümü mübah kılmayan ba'zı haller
93 Teyemmümü bozan haller
• •
Üçüncü K itap
Sahife
Sahife
Dördüncü Kitap
251 Orucun mahiyeti.
252 Orucun nevileri.
255 Orucun farziyetindeki, vücubundaki sebepler.
256 Orucun meşruiyetindeki hikmet.
256 , Oruçlu için müstehap olan şeyler.
258 Orucun şartlan
258 Orucun vakti
259 Ramazanı şerif ve sair hilâllerinin sübu ti
266 Oruçlara ait niyetler
268 Oruçlu kimseler için mekruh olup olmayan şeyler
270 Orucu bozup bozmayan şeyler
275 Kaza edilmeleri icap edip edilmeyen oruçlar.
277 Keffareti icap edip etm eyen oruçlar
282 Oruç tutmamayı mübah kılan özürler.
285 Keffaretin mahiyeti ve nevileri.
285 Keffareti savum.
287 Keffareti zıhar.
287 Keffareti halk.
287 Keffareti katil.
288 Keffareti yemin.
288 Yeminin m ahiyyeti ve yemin sayılıp sayılmayan şeyler.
290 Kasem suretile olan yeminin nevileri ve hükümleri.
291 Yemine dair müteferrik meseleler
299 Nezrin şartları.
301 Muayyen, gayri muayyen, mutlak ve muallâk nezirler.
305 î'tikafin mahiyyeti, nevileri, hikmeti, teşriyesi.
306 î'tikafin şartları
307 î'tikafin adabı.
307 î'tikafa dair bazı mes'eleler.
308 İ'tikafı bozup bozmayan şeyler.
Beşinci K itap
311 Zekâtın mahiyeti ve hikm eti teşriiyesi.
313 Zekâtın farziyyetinin şartlan.
316 Zekatın sıhhatinin şartı.
317 Zekâta tâbi olan mallar.
318 Zekâta tâbi olmayan mallar.
322 Ehli hayvanlara ait zekâtlar
325 Ticaret mallannın zekâtı.
542
Sekizinci K itap *
405- K erahiyet ve istihsan. g
406 Ba'zı dinî ta'birler. m
406 Her müslüman için ta'lim ve taallümün lüzumu. 23
408 Müslümanlıkta va'z ve nasihatin ehem m iyeti. C
410 M ukaddesata hürm et ve ta'zim .
413 D iyanet ve m uam elât hususunda sözleri kabul edilip ||
edilm eyecek kimseler. j»
414 M üslümanhkta aile ve karabet münasebetleri. £
417 M üslümanlıkta kesp = kazancın ehem m iyeti. /
418 M uhtelif kazanç yollarının afdaliyetçe dereceleri. «
419 Alışverişin nev ileri ve kazanç m iktarı. A
4 20 İh tik â n n m ahiyyeti. jg
421 Ribanın m ahiyyeti ve nevi'leri.
423 İstikraz m es'eleleri. «t
424 M üslümanhkta yapılm aları caiz olmayan şeyler. €
425 Yiyilmeleri ve içilm eleri helâl olup olmayan şeyler. €
427 Yiyip içm e m iktarı ve bunların âdabı. £»
429 Giyilmeleri, kullanılm aları lâzım ve câiz olup olmayan ^
431 L ukatalann m ahiyyeti ve hükümleri. şeyler. |»
433 M üslüm anhkta eğlencelerin ve m üsabakaların hükmü. ^
434 M üslümanhkta insanların, h a y a tç a ve azaca m asuniyetleri.
436 Hayvanlara rııfk ile m uam elenin lüzum u. JL
437 M üslümanlıkta m ad^i ve m a'nevi nezafet. W
F: 35
ÂLEM: 1. Bütün yaratıklar, 2. Dünya, yeryüzü, ARABİ ARİBE: Kökten ve katıksız arab
3. İnsanlar, haile; 4. Varlıkların bir sınıfı, neslinden.
5. Hayatın bir de\ Tİ. ARABİ MUSTARİBE: Başka cinsten iken
ALENEN: A çık o larak, meydanda. arablanmış arab.
ALENÎ: A çıks saJUanmıyan, A'R AF: X. örfler, âdetler. 2. Sırt, tepe, yüksel-
ALEYH, ALEYH A: Onun üzerine olsun. ti. 3. Cennet ile Cehennem arasında bir sırt,
ALEYK, ALEYKE: Senin üzerine olsun. tepe. Ashab-ı a'raf, ashab-iil-a'raf, arafta duran
Esselâmü aleyk, aleyk-is-selâm, aleyke avnillah, ruhlar; suıe-i â'raf, suret ül-a'raf, Kuran'm 7.
Tann yardımı senin üzerine olsun anlamında suresi.
dua ve alkış sözü. ARAFAT: 1. Adem ile Havva'nın cennetten
ALEYKÜM: Sizin üzerinize olsunu Selâmün çıkarıldıktan sonra ilk buluştukları ve Mekke
aleyküm, ve aleykümüsselâm. doğusunda bulunan tepe. 2. Hacca gidenlerin
ALI: Yüce, yiikselj^ arife günü toplandıkları yer.
ALICENAB: Onurunu koruyup pintilik veya ARASAT, ARESAT: Kıyamet günü toplanıla-
bayağılık etmiverek iyilik ve cömertlikte bulu- cak meydan.
nan. ARAZ: Asıldan olmayıp sonradan olan hal ve
ALİKADR: (Ali-kadr) Değer ve derecesi yüce nitelik.
olan. ARAZİ, ERAZİ: 1. Ekilen veya ekilebilen
ALİM: Bilgin, bik; yerler. 2. Bir kimsenin malı olan toprak, 3.
ÂLİ ŞAN: Şan ve şerefi yüce olan. Yerler. Arazi-i haliye, sahipsiz toprak, arazi-i
ALLAH: Tanrı, .\İlahü â'îem, Tann daha iyi haraciye, haraca bağlanmış toprak; arazi-i
bilir, Allahü ekbeı , T ann uludur. eıtıiriye, beylik toprak; arazi-i memluke, mülk,
timar toprağı; arazi-i metruke, ekimi bırakılmış
AMADE: Hazır. toprak: arazi-i mevat, işlenmemiş toprak;
A'MAL; i. İşler; 2*- Yapılan, uygulanan şeyler. arazi-i mevkufe, vakıf toprak; arazi-i mübareke,
A'maS'i erbaa Dört işlev; â'mal-ü Rüsül, Hava- Hicaz; arazi-i mülkiyye, hükümet toprağı.
lilerin hareketleri ; a ?ma!-i saliha, (aîıiret için) ARBEDE: Kavga, gürültü.
hayırlı işler; defter-i a'mal. bütün yapılanların AREFE, ARİFE: Bayramdan, en çok da kur-
defteri; kâtib-i a'mal, insanın dünyada işledik- ban bayramından önceki gün.
lerini yazan melek. ÂRIZ: 1. Kendiliğinden olmayıp sonradan oîan.
AMAL: Emeller, istekler. Ashab-ı amal, emel 2. Yapışan, takılan.
sahipleri. ARIZA: I. Sonradan gelip yapışan şey, 2.
A'MAR: ömürler. A'mar-i beşer, insanların Sakatlık, bozukluk.
ömürleri. ARIZI: Gelip gcçici, asılda olmıyan.
AMDEN: Bilerek, istiyerek. Hesaphyarak. ÂRİ: 1. Çıplak, 2. Boş. 3. Soyunm uş,kurtulm uş.
AMEL: 1. Uygulama, meydana çıkarma; 2. ARİB: Arap cinsinden. Arab-ı âribe, kökten ve
Din emirlerini yerine getirme işi. katıksız arap cinsinden olan.
AMELÎ, AMELİYYE: 1. Pratik, iş olarak. ARİF: Ünlü, tanınmış.
2. Yapma, yapılma. ARİFÖ4: Arif kimseler.
AMİL: 1. Yapan, işleyen; 2. Yapan, yapıcı, ARİYET: I. ödünç, 2. İğreti.
3. Vali. 4. Bir kelimenin hareketini idare eden AR Ş: I. Çardak, çatı, kubbe, 2. Taht; 3.
kelime. Dokuzuncu ve en sonuncu gök tabakası; 4.
ÂMİN!: ö y le olsun, Tanrım, kabul etî Tanrının dokuzuncu tabaka gökte var sayılan
AMİR: Buyuran buyurucu. kudret ve ululuğunun tecelli yeri, tahtı, Arş-i
AMİRZİŞ: Tann bağışı. Bağış. âlâ, arş-i â'zam, arş-ı İlâhi, arş-ı rahman, arş-i
AMME: Genel, umuma ait. yezdanı, Tanrının cevher-i evvele bakışından
viıcuda gelen âlem meleklerin kıblesi; arş ü
AN'ANE: Hadis ve buna benzer yokla din ferş, dokuzuncu gökle yeryüzü.
buyruklarının "an filân, an filân" (filândan, ARZ: Bir büyüğe sunma, önüne koma.
filândan) diye kimlerden geldiğini sıralama. Hürmet, saygı sunma.
ANH, ANHA, ANHÜM, ANHÜMA: Ondan, ARZI UBUDİYET: Bağlılık bildirmek.
onlardan, ona, onlara ARZİYYAT: (jeoloji) Toprakla ilgili, toprak-
ANSAR, ENSAK: 1. Yardımcılar. 2. Hazreti tan olan.
Muhammed 'i Medine'ye çağırıp onun hizme- ASA: 1. Uzun el sopası, baston. 2. Sopa. 3.
tinde bulunanlar Hükümdar, din başkanı, bazı din adamlarının
AR: 1. Utanılacak şey, ayıp; 2. Utanma • resmî ve üzerinde işaretler bulunan sopası.
ARAB: Arap yarımadası halkı ve o soydan olan. ASAHH, ESAHH: Daha veya pek, en gerçek.
ARABÎ: 1. \raplara ait, aıaplarla ilgili. 2. ÂSAN: Kolay.
Arapça, Arap dili. ASBAH: Sabahlar.
2
ASGAR; ESGAR; Daha veya pek, en küçük. AVAM: Halkın büyük kısmı, havas kargıdı.
ASHAB: 1. Arkadaşlar. Hazreti Muhammed'e AVDET: Geri dönme.
gerek Mekke'de uyan (Muhacirin), gerek onu AVRET: 1. Kadın, 2. Dince görünmesi haram
Medine'ye çağıran (Ansar) kimseler. Kiram, sayılan beden yerleri. Setr-i avret, bu gibi
Hazreti Muhammed'i görmüş, konuşm uş olan- yerleri örtme.
lar.
ÂSİM: Günah işlem iş, suçlu. A'YAD: Bayramlar, a'yad-i müsliımn, müslü-
A.SMANİYAN: Melekler. man bayramları.
ASR: Devir, zaman, vakit, -saadet, Hazreti A'YAL: Çoluklar çocuklar.
Muhammed zamanı: bâ'd-el-asr, ikindiden sonra ÂYÂN, AYAN: 1. Gözler. 2. Gözle görünen
salat-i asr, ikindi namazı. şeyler. *
ASRİ: Zamanla ilgili, zamana ait. AYÂT: Ayetler.
ASUDEDİL: Gönlü rahat. AYET: 1. Kuran surelerini meydana getiren
cümlelerden her biri. 2. İz, İşaret Ayet-i kerime,
kutsal ayet, Kuran ayeti.
A 'ŞA R: 1. Onda birler. 2. üründen idman, vergi, ÂYİN: 1. Gelenek, kanun, eski usul. 2. Din
ürün vergisi. 3. Kuran'dan okunan onar ayet merasimi. 3. Yol, davranış.
miktarı parçalar. AYN: 1. Göz, 2. Pınar, kaynak. Aynel yakın,
AŞERE: Aşere-i miıbeşşire, Hazreti Muham- görmüş gibi; kesin.
medin cennetlik olduklarını m in eled iği on
kimse.
AZAB: 1. Ceza, 2. Günahlara karşı ahirette
AŞİK ÂR, AŞİKARA, AŞİKARE: A çık, belli,
çekilecek ceza, Azab-ı ahiret, cehennem azabı.
meydanda.
ÂZADE: Her türlü bağdan kurtulmuş.
A ŞİR: Onuncu.
ÂZAM: Pek ulu. En büyük.
A ŞÎR : Onda bir
AZAMET: 1. Ululuk, büyüklük, 2. Kibirlilik.
AZER: A teş.
ATALET: İşsizlik, boş durma; işlememe. AZHAR: Daha veya pek, en.açık, meydanda.
ATIFET: 1. Sevgi, acıma, 2. Taraflılık ile ÂZİM: 1. Kesin olarak karar veren.
esirgeme, koruma. ÂZIM, AZİME: 1. Büyük, ulu. 2. Yüce, derecesi
ÂTI: 1. Gelecek. 2. ön d e, aşağıda. yüksek. 3. önem li
ATIK, AT İKA: 1. Eski, 2. Azat edilmiş köle. AZİMET: Yola çıkma, gidiş.
3. Genç kız. ÂZİNE: 1. Bayram günü. 2. Cuma.
ATİYYAT: İhsanlar. AZİZ: 1.Değerli, 2. Ermiş, Eren, 3. Yüksek
ATİYYE: Büyük bir kimsenin küçüğe verdiği dereceS, çok değerli. 4. Kuvvet, kudret sahibi.
bahşiş, armağan. AZM: 1. Kesin karar. 2. Yola çskma.
ATUF: Çok esirgeyici, acıyıcı. AZRAİL: ölüm meleği.
AZZE: Aziz olsun, kadri yüce olsun. A zze ve
AVAİD: 1. Mal ve akçe olarak gelirler. 2.
Bahşişlar. celie, aziz ve eeül olan (Allah).
B
BAB: 1. Kapı. 2. Sığınılacak, başvurulacak yer. BAR:. Yük, ağırlık.
BAB: Bap. BASAR: 1. Görme, 2. Göz. 3. Kalb gözü.
BAB: Bap. 1. Bir kitabın bölümlerinden her BATAET: Ağırlık, -yavaşiık. Ağır davranma.
biri. 2. İş, husus, madde. BÂTIL: I. B oş, 2. Çürük, 3. Doğru ve gerçeğe
BA D E: "Sonra" anlamıyla tamlamalar yap- karşıt.
mada kullanılır. BÂTINAN: İçten olarak, İçyüzünden.
BADEL'ASR: İkindiden sonra. BATINI: 1. Iç, 2. Aşikâr, belli olmayıp giz-
BADELYEVM: Bugünden sonra. Bundan sonra. lilik bulunan şeylere ait. 3. Batmiyyeden olan.
BADEMA: Bundan sonra.
BAHTİYAR: Kutlu, mutlu. BEDAHETEN: İspat ve tanık istemez derecede
BAHUSUS: Hele, en ziyade. açık ve meydanda olarak.
BAİD: Uzak, ırak. BEDAVİ: I. Bedevi, 2. Çölde, kırda, çayırda
BAKİ: l.T ann, 2. Kalan, artık. dağ tepe dolaşan.
BALA: Yüksek, yukarı, yüce., BADHAH: Herkesin kötülüğünü isteyen.
BALİĞ: 1, Erişen erişmiş, 2. Ergin, 3. Varan. BEDİ': Kelâmm lâfız ve anlamca sanat ve
4. Olgunluğun son basamağına ulaşan. süslerinden bahseden bilim
BEDİA: Görülmedik ve beğenilebilecek yeni BİAT: Birinin hâkimliğini kabul etm e, elsıkış-
bulunma şey. ma, saçak öpme.
BEHA: Değer, fiai, paha. Bibeha, değeri biçile- B İD A T : 1. Sonradan, yeniden çıkm ış şey.
miyecek yükseklikte. 2. Peygamber zamanından sonra dinde olan şey.
BEKA': X. Alışmak, dadanmak., 2. Güzellik, BİDAYETEN: İlk olarak.
süs, parıltı. BİDAYE, BİDAYET: 1. Başlama, 2. ö n , baş-
BEKİME: Dört ayaklı hayvan. langıç, ilk.
BEHİMÎ, BEHİMtYYE: Hayvanca. BİHAKKIN: Hakkiyle, tamamiyle.
BEİS: Azap, sıkıntı, zarar, korku, fenalık. BİL— : "İle, için"
BEKA: Bulunduğu halde kalma. Kalım. BİL-İCM A: Söz birliğiyle.
REIÂGAT: Meramın düzgün olarak süslü söz- BİLAİSTİSNA: İstisnasız, ayırt otamadan.
lerle anlatılması. Fenta-i belagat, lâfız ve kelime- BİLAKİS: Aksine, Tam tersine.
lerin hale uygun olarak kullanışından bahseden BİLFARZ: Diyelim ki, tutalım ki.
bilim. BİLFİİL: Gerçek olarak, lâfla değil işle.
BELÂHET: Bönlük. BİLHASSA: vJVlahsus, özel olarak, hele.
BELDE: Şehir, kasaba. BÎLİHTİYAR: Dileğiyle, isteğiyle
BELİYYE: Zorluk, sıkıntı. BİLİLTİZAM. İş edinerek, mahsus; bile bile.
BERAT: Nişan, rütbe, memurluk, maaş ve buna İnadına.
benzer şeyler hakkında devletçe verilen resmi BİLİTTİFAK: İttifak ederek, birleşerek.
kâğıt. BİLKÜLLİYE: Bütün bütüne. Büsbütün.
BERİ: 1. Kurtulmuş, 2. Temiz, 3. Hiçbir işe BİLMUKABELE: Karşılık olarak.
karışmamış, işte eli olmıyan. BİLVEKALE: Vekil olarak, vekaleten.
BERİYYE: Halk, insanlar. BİL VELALE: Veli olarak
BERKİ, BERKİYYE:. Şimşek gibi. BİNA: 1. Yapı, 2. Yapma.
BERKİ HATİF: Göz kamaştıran. BİNABENİR: Bunun üzerine.
BERTARAF. Bir yana. Ortadan çıkm ış, yok BİNAEN: Dayanarak, yapılarak, dolayı,
edilmiş. binaenaleyh, bundan dolayı, bunun üzerine.
BERZAH:!' İki şey arasındaki aralık. 2. Ruh- BİNNİSBE: Nisbetle. Bir dereceye kadar.
ların kıyamet zamanına kadar bekliyecekleri BİR—: "ile, ederek" anlamı katar.
BİRRIZA: İstek ile, razı olarak.
dünya ile ahiret arasındaki yer. 3. Çok sıkıntılı
Bİ'SET: Gönderme. Bir peygamber göndererek
yer.
halkın dine çağrılması.
Ruhların kıyamet zamanına kadar BİZ—: Arapça zel, ze, dad harfleriyle lâmelifli
bekliyecekleri, dünya ile ahiret arasındaki yer. kelimelerin bi edatiyle birleştiği zamanki hali
BE'S, BEİS: X. Azap, sıkıntı. 2. Zarar, korku, olup kelimeyi -e, -ile haline koyar. Bizzat,
fenalık, 3. Şiddet. kendi kendisi: bizzecr, zorla; bizziyare, ziyaret-
B E Ş A ŞET: Güler yüzlülük. le; bizzikir, zikrederek; söyleyerek, tekrar
ederek.
BEŞERÎ, BEŞERİYYE: İnsanla ilgili, insan.
BİZZARURE: Çaresiz, ister istemez.
BEŞERİGİLZAT: İnsan topluluğu.
BEŞERİYYAT: Antropoloji.
BEŞERRİYET: İnsanlık. İnsanın tabiî hali. BUĞZ: Sevmeme, gizli yürekle düşmanlık duy-
B E Ş U Ş : Güler yüzlü. ma.
BEVL: 1. İşem e, 2. Çiş. BURAK: Hazreti Muhammet'in Miraç 'ta bin-
BEY': Satma. Bey ü şira, alım satım; Bey-i diği binek. Cennetin olağanüstü bineği.
men veHd, arttırma ile satış bey-i b ât, kesin BUTIiAN: X. Haksızlık. Boş olma. 2. Hükümsüz
satış.
olma.
BEYAN: 1. Anlatma, açık söylem e, 2. Tanıt ve
kanıtla fikrini ispatlama.
BÜHTAN: öirine yalandan bir şey kondurma,
BEYYİN: A çık, aşikâr.
BEYYİNE: Kanıt, burhan. iftira.
BÜLEND: Yüce, yüksek.
BEZL: Kendiliğinden verme, esirgemeden bol
BÜLUĞ: Erginlik.
bol harcama.
D
DÂRÜLBEKA: (Dâr-ül-beka) Beka yeri, ahiret.
DALALET: Azma. Doğru yoldan çıkma. DÂRÜLHADİS: (D âr-ül-hadis) Hadis ve bilgi-
DAR: 1. Ev, 2. Yapı, 3. Yer, 4. Yurt, Dâr-i lerini öğretme yeri.
ahiret, ahiret, öbür dünya. • DARÜLHARB: (Dâr-ül-harb) 1 .Kavga meydanı
DARÜCCAHİM (D âr-iic-cahım) Cehennem. Savaş yeri, 2. İslâm elinde olmayan, her zaman
DARÜCCENAN: (Dâr-üc-cenan) Cennet. savaş yeri olabilecek yer.. ■
5
DÂRÜLKARAR: (D âr-ül-karar) Kıyametten DİL', DİLİ1: Eğe kemiği.
sonra kalınacak yer. DİBAGAT, DEBAGAT: Tabaklık. Sepicilik.
Deriyi sepileyip meşin kösele, sahtiyan haline
DEFTER—İ A'MAL: İnsanların iyilik ve kötülük- getirme.
DİRHEM 1. Gümüş para, 2. Okkanın 400 de
lerinin yazıldığı mânevi defter. biri. Şeriat bakımından 70 tane orta boy arpa
DELALET: 1. Y ol gösterme, kılavuzluk, 2.
ağırlığı, 3. Gram. Dirhem ü dinar, gümüş ve
Delil ve alâmet olma, 3. İz, işaret.
altın para; dirhem-i aşan, gram.
DELİL: 1. Kılavuz, Y ol gösterici, 2. Bilinmiyen
DİYANET: Dindarlık. Din buyruklarına uyma,
nesneyi bilmeye, bildirmeye, bilinen şeyin
başeğme.
aslını faslını ispatlamağa yarayan madde.
DELK: El sürtme, uğuşturma.
DUA': 1. Tanrıya yalvarma, 2. Yakarış.
DEM: Kan.
DÜ N. 1. Alçalt, 2. A şağı, 3. Altta, aşağıda olan.
DEM: Soluk, nefes.
DEMEVİ, DEMEVİYYE: Kana ait, kan ile ilgili.
D E M İ, DEM İYYE: G özyaşı ile ilgili. DÜNYEVÎ, DÜNYEVİYYE: Dünya ile ilgili.
DEMİ'MESFUH: Akan, akıtılan gözyaşı Dünyaya ait.
DENAET: Alçaklık. Aşağılık. DÜRÜST: Sağlam, doğra, gerçek. Bütün,
D ENİ: Alçak. tam.
DERGÂH, DERGEH: Kapı, kapı önü. DÜRÜ ŞU: Kaba. Sert.
DESİSE: Gizli hile, oyun. DÜRÜSTI: Kabalık, hoyratlık.
DEYN: Belli bir zaman sonunda ödenmek DÜSTUR: Kanun. Kanun ve nizam dergisi.
üzere alınmış borç.
E
EAZİM: Büyükler. Eazım-i millet, millet uluları. EHLİ, EHLİYYE: Alışık, yabani olmayan.
EBEDÎ, EBEDİYYE: Hiç son olmayacak Evdi
şekilde süren.
EBVAB: Baplar. 1. Kapılar, 2. Başvurulacak EİMME: imamlar. Eimme-i din, din konularında
büyük kapılar. sözü geçer kimseler; eimme-i erbaa ( Dört
ECNEBİ: 1. Yabancı, garip, 2. Sert başlı at. imam), imam-i A'zam Ebu Hanife, imam Şafiî,
ECR: 1. Bir iş karşılığı verilen şey, ücret,
imam Malik, imam Hanbel eimme-i isna aşer,
2. Ahiret mükâfatı, sevap. Ecr-i misil, bir iş
(on iki imam) Alevî imamlar, eimme-i izam,
için bilirkişi tarafından belirtilen ücret. din imamları; eimme-i nuhat, nahv (sintaks)
ECRAM. Ruhu olmıyan cisimler. —ulviyye, bilginleri.
gökcisimleri, yıldızlar.
ECSAD: 1. Gövdeler, taneler, 2. G âm ler,
Ecrad-i seb'a: Yeni Cisim. EKABİR: Pek ulular.
EKBER: En veya pek çok büyük.
ECZA': I. Cüzler. Bölümler. Parçalar. EKELE: Yiyiciler. Oburlar.
EDA': I. ödem ek, 2. Yapma, kılma, yerine EKMEL: Daha ve pek kâmil, en olgun. Hiç
getirme, 3. Üslup, tarz. eksiği olmayan.
EBED:1. Terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış. EKSER: En çok.
2. İncelik, kibarlık, 3. Utanma.
EDİLLE: Kanıtlar, deliller. —erbaa, şeriatın
dört kanıtı. EL'AN: 1. Şimdi 2. Hâlâ.
ED 'İYE, ED'İYYE: Dualar. ELÎM, ELİME: I. Ağrıtan, ağrı veren, 2. Şid-
EDNA: 1. Daha veya pek aşağı, 2. Daha veya detli, çok acı veren.
pek alçak. ELYAK: Daha veya pek uygun; en liyakatli.
EDVAR: Devirler, zamanlar. ELYEVM: Bugün, hâlâ.
EDYAN: Dinler.
EF'AL: Fiiller. İşler. El'al-i hasene, iyi işler, EMAN: 1. Korkusuzluk, eminlik, 2. Bağış,
ef'al-i muzırra zararlı işler. izin, 3. Sığınma, yardım dileme.
EFDAL: Pek faziletli. Derecesi yüksek. EMANET: 1. Bir kimseye inanıp birşey bırak-
EFDALİYYET: Daha faziletli olma, üstünlük. ma, 2. İnanıp bırakılan şey.
EFSUN, FÜSUN Afsun, büyü. Üfürük. EMARE: Nişan, iz.
EHADİYYET, AHADİYYET: Birlik. Bargâh-i EMNİYYET: 1. Emn, korkusuzluk, 2. Güven-
ehadiyyet, Tanrı kapısı. me, inanma.
EHEMM Daha veya pek önemH. EMR: 1. Buyruk. Buyurma, 2. İş.
6
EMSAL: Eşler, benzerler. EVKAT: Vakitler. Evkat-i hamse, beş vakit
EMTİA: Emtia, mal, mallar. (namaz).
ENCAM. Son. EVLA: Birinci.
ENDER: Daha veva pek seyrek, çok az. EVLEVİYYET: Daha lâyık, üstün.
ENİK : Güzel, ince şey. EVLİYA: 1. Büyükler, ulular, 2. Ermişler.
ENİN: İnleme, inilti. EvByay-i umur, iş başındakiler.
ENSAR: Bk. Ansar. EVSAF: Vasıflar, nitelikler.
ENVA': Neviler. Çeşitler, türlüler. EYYAM: Günler.
ERBAB: Sahipler, efendiler. Becerekfi, bilgiç. eyyam-ül-ma'dudat eyyem üt-teşrik, Kurban
ERKAN: 1. Direkler sütunlar, 2. Adetler, bayramının ilk üç günü.
kaideler, 3. Bir kurulun ileri gelenleri, EZ: Başına eklendiği kelimeyi -den hali ne
erkân-i salat, kıyam, kıraat, rüku, sücud, ka'de-i getirir. Ez an cümle, o cümleden olarak,
ahire ez kaza, kazara.
ESAHH: En veya pek sahih, gerçek. EZEL: Başlangıcı olmıyan geçm iş zaman.
ESBAB: 1. Sebepler, 2. Araçlar, gerekler. EZHAN: Zihinler.
ESER: 1. Varlığa delâlet eden şey. Bir insanın EZHAR: Çiçekler.
meydana getirdiği şey. 2. İş, etki, 3. İz, kalıntı. EZHER: Pek beyaz ve parlak.
ESHAB: Bak, ashab EZKAR: 1. Anmalar, hatıra getirmeler, 2. Teş-
EŞRİBE, EŞRÜBE: İçilecek şeyler. bihle belli duaları tekrar etmeler.
ET İME: Yemekler. EZCÜMLE: Birçok örneklerden biri.
EVCEH: Çok lâyık olan.
F
FAH İŞ, FAHİŞE: 1. Ahlâka uymaz, edep ve FAZIHA: 1. Rezalet, 2. Ayıp, 3. Alçaklık,
terbiye dışı, 2. Çok yolsuz, aşırı çirkin veya edepsizlik.
uygunsuz. FAZİHAT: Ayıp, rezalet.
FAİK FAİKA: 1. Üstün, 2. Başkalarından ileri. FAZİLET: 1. Değer, 2. Bilgi, hüner 3. İyi
FAİKİYYET: Üstünlük. Esbab-i faikıyet, üstün- ahlâk.
lük sebepleri. FAZL: l.Artıklık, üstünlük, 2. Kerem, 3. Ol-
FAİTE: Kazaya kalmış namaz. gunluk, bilgi.
FAKÎH: Fıkıh bilgim. FECR: Sabahın çok erken vakti, tan zamanı
FANİ: 1. Sonu olan, 2. ölümlü, baki olmıyan, Fecr-i âti, (gelecek zamanın fecri) -kâzib,
3. Çok yaşlı. (yalancı tan) çok erkenden doğu tarafında
FARİĞ: 1. Boş, 2. Vazgeçmiş. görülen aydınlık -sadık, (gerçek tan) güneşin
FARİZA: 1. Farz olan şey, 2. Mirasçılardan her doğmasından biraz önce doğu tarafında beliren
birifie düşen pay, 3. Yapılması gerekli olan ödev aydınlık; salât-i fecr, sabah namazı.
/A
FARZ: 1.Tutma, sayma, gerçek diye bakma, FELA: O halde, o zaman.
2. Esaslı şey, 3. Dinde mutlaka yapılması FELÂH: 1. Kurtuluş, 2. Mutluluk.
gereken şey. Farz-i ayn, her müslümanın tek FELEK: 1. Zaman, 3. Talih, baht, 4. Dünya
tek yapması gerekli farz -kifaye, şartları haiz FERASET, FİRASET: Hemen anlama, çabuk
olanın yapmaları gerekli, bazı kimselerin yap- kavrajna.
malariyle başka kimselerin de yapmış sayıl- FER'I: Kökten olmayan, dallara, kollara ait
dıkları farz; -muhal, olamıyacak, olması imkân- olan.
sız şey; bilfarz, tutalım ki... FERSAH: Dört saatlik (12000 adımlık) yol.
farzen: Faraza. Tutalım ki. FERSUDE: Eskimiş, aşmmış, yıpranmış, örse-
FASAHAT: Bir dilin doğru olarak, kolay ve lenmiş.
düzgün söylenişi, yazılışı. Yabancı ve az kul- FESAD: 1. Bozukluk, 2. Karışıklık, 3. Çürüme,
lanılır kelimeler bulunmaması, bağlaçlarının çürüklük.
kurala uygun bulunması başlıca nitelikleridir. FESAHAT: Bak fasahat
FASİD, FASİDE: 1. Bozuk, bozulmuş, 2. Bo- FESH: Bozma, kaldırma, hükümsüz bırakma.
zan,bozulmuş. FETA: Delikanlı, genç, yiğit, cömert.
FASİH: 1. Fesahatle söyleyen, 2. Hatasız söz.
FÂSİK: Günah işlem iş, kabahat yapmış. FETRET, FİTRET: 1. İki peygamber arasında
FAZAHAT, FADAHAT: Rezalet, ayıp. geçen zaman. 2. Bir hükümetin zayıflığı zamanı.
FAZAİL: Faziletler. FETVA: Bir mesele ve dâva için şeriatın ne
FAZİH, FAZIHA: 1. Rezil, rüsva, çirkin, 2. dediğini anlatmak üzere müftü tarafından ad
söylenmeden yazılan karşılık. Mütfü hükmü.
Rezilce.
FEVK: Üst. —FİH,. "Onda, içinde" anlamiyle söze katılır.
FEVR: Hemen, birdenbire olma. Alelfevr, Ma nahnüfih, konuştuğum uz, münaziün fin
vakit geçirmeden... hakkında tartışma, çekişm e olan kavgalı,
FEVRİ, FEVRİYYE: Birdenbire gelen zorlu mef'ul-in fih, -de hali.
bir duygu etkisiyle düşünülmeden yapılan FİLHAKHCA: Gerçekten, doğrusu, hakikaten
(hareket). FİİL, Fİ'L: İş, Fil'i hayr, hayırlı iş, -şeni',
FEVT: Bir daha bulamıyacak şekilde kaybetme, çok kötü iş, bilfiil, sözle değil, işle.
elden kaçırma. FİLHAL: Şim di, hemen.
FEYZ: 1. Bolluk, bereket, 2. Bağış, ihsan FİNA: Avlu, ev dolayı, etraf.
Feyz-i İlâhi, 3. İlerleme, olgunlaşma, 4. Mut- FİRASET, FERASET: Bk. Feraset.
luluk. Tannnın verdiği iç saadeti. FİSK: I. Günah işlem e, 2. Dinin yasak ettiği
FEZAİL, FAZAİL: Bk. Fazail. şeyleri yapma. Fisk ü fücur.
FIKH: 1. İyice bilmek, 2. Şeriat bilgisi. Şeriat FİTNE: 1. Azdırma, baştan çıkarma, 2. Karı-
meşelerinin uygulanmış kısmının bilgisi. Kitap, şıklık, 3. Ara bozan, 4. Fitne ve fesat çıkaracak
sünnet, icma-i ümmet, kıyas-i fukaha ile şeriat derecede güzel kimse.
meselelerini çözümleme bilgisi, Fıkh-i Hanefi, FİTRET, FETRET: Karışıklık, aralık.
—Maliki, Şafii. FUHŞİYYAT: Ayıp davranışlar.
FIRKA: İnsan kalabalığı, grupu. -nadye, müslü- FUKAHA. Fıkıh bilginleri. Fukaha-i Hanefiye,
man grupu. -şafiiye,Jıarıefi, şafii din bilginleri.
FISK: Günah işlem e Dinin yasak ettiği şeyleri FUZALA: Fazıllar, olgun, bilgin, fazilet sahip-
yapma. leri.
FITNAT: Zihin açıklığı, Çabuk kavrayış. FÜCUR: 1. Günah, 2. Zina.
FITR: Oruç açma. FÜRU': 1. Dallar, budaklar, 2. Bir kökten ay-
FITRA: "Sadaka-i fıtr" da denilen oruç bozma rılmış bölükler, bir atadan gelen çoluk çocuk,
sadakası. torunlar.
FITRAT: 1. Yaradılış, 2. Yaradıcı kuvvet, FÜRUAT: Dallar budaklar.
kudret. —FÜRUŞ: "Satan" anlamiyle kelimelere takılır.
FITRATEN: Yaradılıştan olarak. FÜTUR: Gevşeklik, usanç, bezginlik. Bilâ-
FITRÎ, FITRİYYE: Yaradılıştan olan. fütur, fütursuzca, usanmadan.
Fİ: Katıldığı kelimelerin sonlarım i okutur, FÜTÜVVET: I. Gençlik, delikanlılık, 2.
fi-l-hakika Cömertlik, 3. Yiğitlik.
G
GABN: 1. Alışverişte aldatma, 2. Ziyade GARİB: 1. Yabancı, 2. Kimsesiz.
kazanma. GARÎM: Alacaklı.
GAFİL, GAAFİL: 1. Habersiz, dikkatsiz, GARRA: Parlak, Ak
2. önceden yapacağını ve başına geleceği GASB: 1. Zorla alma, 2. üstüne oturma.
düşünmeyip aldırış etmeyen. GÂSL:1 .Yıkama, temizleme, 2. ölünün yıkan-
GAFLET: 1. Habersizlik. Boş bulunma. Dalgın- ması.
lık, 2. Uyku basma. GASSAL: ö lü yıkayan adam.
GAFUR: Acıması, bağışlaması çok olan (Tanrı) GASSALE: ö lü yıkayan kadın.
GAİB: Hazır bulunmıyan, göriinmiyen.
GAİT, GAİTA: 1. insan pisliği, çıkartı, 2. G ÂŞİYE, GAAŞİYE: örtü, perde.
G AŞY: 1.Bayılıp yuvarlanma, 2. Bayılıp ken-
Çukur yer.
GALİZ, GALİZA: Kaba. Terbiye dışı. dinden geçm e.
GAYR: Başına katıldığı kelimelerin anlamını
GALLE: 1. Tahıl, zahire, 3. Ürün, 3. Gelir.
GANAİM: Ganimetler. Düşmandan alınan şey- olumsuzlaştırır.
GAYRİ MÜEKKED: Sağlamlaştırılmamış, tek-
ler.
GANİ: 1. Elindekinden fazlasını istemeyen, rar edilmemiş.
GAYS: Yağmur, rahmet.
2. Zengin, 3. Bol, fazla, 4. Tann adlarından
GAYZ: 1. Dargınlık, 2. Kızgınlık.
ulup özel isim yapılır. GAZAB, GAZEB: ö fk e , darılma.
GARAZ, GAREZ: 1. Niyet, maksat, 2. Kötü GAZVE: 1. Arap kabilelerinin birbiriyle savaşı.
niyet, 3. Gizli düşmanlık. 2. Gaza. Din uğruna savaş.
GARAZKAR: 1. Gizli bir düşmanlığı olan, GIBTA: Başkasının iyi şeyini kendi için dileme.
2. Kötülük isteyen. İmrejıme. Ağız suyu akma.
8
GILAF: Kılıf. beyaz akıtma, 3. Aym ilk görünmesi, 4. Arabi
GILZAT: 1. Kalabalık, 2. Kalınlık. ayının ilk günü.
GIYBET, GAYBET: Bir kimseyi arkadan çe- GURUB: 1. (Bir gök cisminin) batı tarafında
kiştirme. Yerme, kınama. görünmez olması, 2. Batma, görünmez olma.
GUFRAN: Tann bağışı, acıması. Rahmet, GURUR: l.B o ş , beyhude şeye güvenip al-
günahtan geçme. danma, 2. B oş şeylerle övünme.
GULFE, GULAFE: Sünnet derisi. GUSL: Şeriate uygun şekilde yıkanma^ 2.
GURRE: 1.Parlaklık, ışıldama, 2. At alnındaki Yıkama, yıkanma.
H
HABEŞ: MundarIaşma. Kötüleşme. HÂKİM: 1. Yargıç, 2. Kanun uygulayan kimse,
HABİS, HAABİS: Tutucu, hapsedid. 3. Şeriat işlerini yürüten, hükümlerini uygu-
HABİS: Kötü. Fesatçı Ervah* habise, Kötü layan kimse, 4. Vali, 5. Hükümdar, hayr-ül-
ruhlar, cinler. hâkimın, Tann.
HACET, HACE: 1. İnsanın muhtaç olduğu HÂKİMİYYET: 1. Hâkimlik. 2. Amirlik. 3.
şey, 2. Gereklik, 3. Maddi, gerekli şey, 4. Üstünlük.
Muhtaçlık, boynu eğri olma. HAKİR: 1. Küçük, önemsiz, 2. Değersiz.
HADD: 1.Sınır, kenar. 2. Derece, 3. Gerçek Adi, bayağı.
değer, 4. Şeriatçe verilen ceza, dayak. HAKKANİYYET: Hakka uygun iş yapma.
-zatmda, aslında, yaradılıştan; Doğruluk, adalet.
HADES: insan pisliği. Abdest ve guslün taze- HAL: 1. Durum, 2. O luş, bulunuş, 3. Şimdiki
lenmesi gereken hal. zaman, 4 . Güc, kudret.
HADES: l.Y en i çıkma, yeni şey. Yeni olma. Hal-i hazır, şimdiki durum; -ihtizar (can çekiş-
2. (Dinde) eskiden olmayıp sonradan gönilme. me) ölüm hali; -intizar, bekleme hali.
3.^Aptes tazelemeyi gerektiren hal. HAL, HALL: Bk. Hail. '
HADİM: Hizmet gören. HAL': 1. Soyma, 2. Boşanma, 3. Tahttan
HÂDİS: Yeni çıkan. Eskiden olmayıp, sonra- indirme.
dan olan. HALET: Takdir.
HADİS: 1. Fıkra, hikâye, haber. 2. Hazreti HALİ', HALİA: Boşanmış erkek, kadın.
Muhammed'in sözleri veya yaptığı iş, davranış. HALİF: 1.Peşten gelen, 2. Birinin yerine geçen.
3. Andiçen. >
HADRA, HAZRA: Bitki, yeşillik. Gökyüzü
LADRA, HAZRA: Yeşil, Taze. HÂLİF: 1. Birleşen kimseler, 2. Birleşmiş olan
HAFAZA: 1. Hafızlar. 2. Bekçiler. 3İnsanın kimse.
yaptıklarını yazan melekler. Bunlara kiramen HALİF: Sonradan, arkadan gelen. Birinin yerine
kâtibin de denir. gejjen.
HAFIZ: Koruyan, koruyucu. HALİK: Yaratıcı. Tann.
HAFİ: Gizli. Hafi vü celi, gizli ve aşikâr. HALİK: Helâk olan, ölebilen. ölm üş.
HAFİYYAT: Gizli işler, sırlar. HALİS, HALİSE: 1. Karışık olmıyan, katık-
HAFİYYEN: Gizli olarak, gizliden. sız, 2. Tem iz, an, 3. Duru, 4. Gerçek.
HAİL: İki şey arasında bulunup birinden HALK: 1. Yaratma, 2. İcat.
ötekinin buluşmasına, görünmesine engel olan HALL: 1.Çözme, 2. Kanşık bir işi sona erdirme
Ekran. 3. Şüphe edilmiyecek şekilde açıklama, 4. Erit-
HAİL, HAİLE: Korkunç. me.
HAİZ: 1. Malik, sahip, 2. Taşıyan. HAMAKAT: Beyinsizlik. Anlamamak hali.
HAK, HAKK: Tann. Ahmaklık.
HAK, HAKK: 1. Doğruluk. 2 .Doğru, gerçek HAMD: Tanrının ululuğunu söyleyerek teşek-
şey, 2. Adalet, insaf, 3. Bir kimseye ait şey, kür için övme. Elhamdülillâh, Tannya şük-
alacak, 4. Bir iş karşılığı verilen şey, 5 . Pay. rolsun, Elhamd cüzü, elifbeden sonra okunan
HAK: Toprak. ve kısa namaz sureleri bulunan okuma kitabı;
HAKİKAT: Gerçek. bihamdihi tâlâ, bihamdillâh, Tannnm inayetiy-
HAKİKİ, HAKIKİYYE: 1. Gerçek, sahici, le.
2. Asıl, tam, 3. Candan, 4. Olmuş. HAMR: Şarap
HAKİM: Tann. Çok bilgili. HAMRI: Şarapla ilgili. Şaraba ait.
Hak-i mutlak, Tann; emr-i hakim, Tann buyru- HAMSE: Beş.
ğu; kitab-i hakim, Kuran HAMSİN: Elli. „
HANE: 1. Ev, 2. Bir bütünün kiiçük parçaların- HA YY: l.D iri. Sağ. Canlı, 2. Tann sıfatların-
dan her bırî, 3. Basamak. dandır.
KANİŞ: Andını bozan, sözünde durmayan. HA YZ: Kadınların aybaşısı.
HARAM: Dinin yasak ettiği şey. Yasak yer. HAZA: Bu, şu. Fi yevmina haza, bugünkü gün-
Beled-i haram, Mekke şehri ile dolaylan (müs- de; ilâ yevmina haza, günümüze kadar, hâlâ
lümanlardan başkasına yasak bölge) lihjiza, bunun için maahaza, bununla beraber.
HARBİ: Düşman, islâm olmıyan kimse. HAZIK:1. Keskin, 2.Usta, 3.Usta, keskin
HARIK: Yapının tutuşup yanması, yangın. hekim.
HARİK: Derin olmıyan su arkı, çayırlı düz HAZM.'l. Sağlam ve doğru o y ve ıstek..2. Ke-
aralık yer. sin karar, 3. Sağlam kazığa bağlama.
HASAIS: Hasiseler. Nitelikler.
HEîJVK: 1 .Ölme, 2. Geberme, 3. Harcanma,
HASBE—L—BEŞERİYE: İnsanlık yüzünden.
H A S B -B E -L -K A D E R : Kaderden. çok yorulma.
HELAL: l.D in bakımından günah olmayan,
HASED: Başkasının iyi hallerim kıskanma.
2. Yasak olmıyan, 3. Nikâhlı eş.
HASEN, HASENE: Güzel, İyi. Hoş.
HESAP, HİSAP: 1.Sayma, 2. Sayı, 3. Sayı bil-
Amal-i hasene, güzel işler; vech-i hasen, güzel
yüz. gisi, aritmetik.
HASIL: I. Meydana gelen, 2. Elde edilen, 3. HEYBET: 1.Ululuk, 2. Korkunçluk, 3. Korku
Fayda kazanç. uyandıran hal, durum.
HASILI: Sonuç olarak HEYET: 1 .Şekil suret, 2. Görünüş.
HÂSIM: Düşmanlık gösteren. HIFZ: 1.Saklama, koruma, 2. Ezberleme,
HASLET: Tabiat, huy. hatırda tutma. Hıfz-i Kuran, Kuran'ı ezberle-
HASNÂ: Güzel kadm. me.
HASSATEN: Bilhassa. Hele, yalnız. HINZİR: 1.Dom uz. 2 . P S ve katı yürekli kimse.
HÂŞÂ: "Tanrı korusun, olm ıyaki" anlamların-
da berileme sözü. HIYANET: Kendine olan inanı, güveni kötüye
HAŞMET: Ululuk, büyüklük gösterisi. kullanma. Sözünü tutmayıp oyun etme. Kayın-
H AŞR: 1 .Toplanma. Bir yere biriktirme, lık.
2. Kıyamet gününde ölülerin dirilip yaptıkları- HİBE: Bağışlama. Bağışlanan şey. Bahşiş.
nın hesabı görülmek için bir yere toplanmaları. HİCRET: 1. Kendi yurdunu bırakma, 2. G öçm e
HAŞV: Fazla, gereksiz söz. Hicret-i nebeviyye, Hazreti Muhammed'in Mek-
H AŞY E, HAŞYET: Korku. Haşyet-ul-lah, keden' Medine'ye göçm esi. Hicret tarih başı
Tann korkusu. olm uştur ki 15 Temmuz 622 tarihine rastlar.
HATA: I.Yanhş. Yanlışlık. Yanılma, 2.Suç,
günah.
HİDAYET: 1. Y ol gösterme. 2. Doğru yolu
HATEM: I.Miihür. Üstünde yazı olan ve mühür
arama, 3. Doğru yola girme, 4. Tann tarafın-
gibi kullanılan yüzük, 2.Son En son Hatem-ül-
dan birinin kalbine ilham olunan doğru yol
enbiya. l"eygamb erlerin en sonu (Hazreti aramak isteği.
Muhammed). HİFFET: Hafiflik.
11A1İ1 : Avaz edici, seslenid, vicdan. HİKMET: 1. Gizli, bilinmeyen nokta. Sebep,
HATİME: Son. Sonsöz. 2. Gerçeğe, ahlâka ait kısa söz.
HATT: 1.Çizgi, 2. Satır, 3. YoL -İlâhiye, (ancak) Tanrının bileceği iş;
HATTIZATINDA: Aslında, yaradılışında HİKMETAMUZ: Hikmet öğretiri.
HATTÂ: Ve dahi, bile, bir de gibi. HİKMETEN: Hikmet bakımından.
HAVADİS: Olaylar, yeni olaylar. HİLAF: Karşı. Karşıt.
HAV AMİL: Gebe kadınlar. HİdAFET: 1 .Birinin yerini tutma, 2.Peygam-
HAVARİ: Peygamberlerin fikirlerini yaymada bere vekil olarak İslâmları ve islâm hğı koruma
yardımları dokunan kimselerden her biri. İsa ödevi, 3. Halifelik zamanı ve hüküm sürdüğü
peygamberin on iki yardımcısından beheri. çevre. Dâr-ül-hilâfe, İstanbul.
HÂVF: Korku, Hekimlik terimleri için kulla- HİLKAT: 1.Yaratma, yaratış, 2.Yaradılıştaki
nılmıştır. Meydan korkusu. hal, tabiat.
HAVFEN: Korkudan, korkarak. Havfen min HİLKATEN: Yaradılıştan.
Allah, Tanrıdan korkarak. HİLL: 1.Helâl, 2. Şeriatçe yapılmasına izin
HAVZ: ö z e l olarak yapılmış su çukuru, havuz. verilmiş, 3. Mekke'de Harem sının dışındaki
HAYIRHAH: Hayır isteyen, iyilik dileyen. yer.
HAYR: İyilik. İyi iş. Fayda. HİLM. Tabiat, huy yavaşlığı. Yumuşaklık.
HAYRHAH: İyilik isteyen. Sabır.
HAYIRHAHANE: İyilik ister kimseye yakışır HİMMET: 1.Çalışma. Çabalama, 2. Ermiş kim-
yolda. se etkisi, tesiri-
10
HİNS: Yeminini bozup altından çıkmama. HUŞU': Aşağıdan alma, alçakgönüllülük etme.
HİSAB, HESAB: Bk. Hesab. Tanrıya karşı boyun eğme, yüreği korku
HİTAB: 1.Birine söz söyleme. Sözü biri üzeri- içinde bulunma.
ne çevirme, 2.Bir topluluğa söyleme. Hitab-i HUŞUNET: 1 .Sertlik, 2. Kabalık, 3. Katılık.
izzet, Tanrı sözü, fesl-ül-hitab, bir kitabın ba- HUTBE: Cuma namazlarında hatiplerin oku-
şında besmele ve dualardan sonra amma badün dukları Arapça dua ve öğütler.
sözüyle asıl maksada giriş. HUZUR: l.H azır olma, hazır bulunma, 2. ö n .
HİTAM. Son. Bitim. Büyük kimselerin yanı, 3. Rahat.
HİTAN: Sünnet. HÜDHÜD: Çavuşkuşu. Süleyman Peygamber
HİTAN: Duvarlar. ile Saba kıraliçesi Belkis arasında haber getirip
HTTANET: Sünnetçilik. götüren kuş.
Hır ET: Tann korumasına bırakma. HÜKM: Hüküm, yargı.
HİYAZ: Aybaşı. HÜKMEN: Hüküm cihetinden, hükmende, dere-
HUBS: 1 .Kötülük, 2. Fenalık, 3. Mundarlık, cesinde olan.
pislik. HÜKÜMDAR: Hüküm ve emir sahibi kimse.
HÜCCET, HÜCCET: 1. Kanıt, 2. Şeriat muha- Padişah, Şah, vb...
kemesinden verilen bir hak veya bir sahiplik HÜCCET: Bak, Hüccet.
HÜNER: 1 .Bilme, biliş, 2. Ustalık, 3. El usta-
gösteren resmi belge. lığı, el beceriği, 4. Sanat.
HUD'A: Aldatma, düzen, dek. Oyun, dalavere. HÜRRE: Cariye veya tutsak olmıyan kadın.
Hile.
HUKUK: 1.Haklar, 2. Gerçekler, 3 .Kanunların HÜSN: 1.Güzellik, 2. İyilik, 3. Tamlık. Olgun-
verdiği haklar. luk, 4. Düzen, düzgünlük, Hüsn ü ân, güzellik;
HULEFA: Halifeler. Hulefa-i raşidin, ilk 4 hali- hüsn ü aşk, güzellik ve sevgi, hüsn ü kubh,
fe: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali. güzellik ve çirkinlik, hüsn ü letafet, güzellik ve
HULF: Sözde durmama, sözünü tutmama. hoşluk; hüsn-i âdab, güzel terbiye, görgü;
Aksine gitme, karşıt olma. -ahlâk, huy güzelliği, -beyan, iyi, yolunda
HULK: 1.Yaradılıştan olan huy, 2.Mânevi anlatış, -hal, iyi davranış, iyi gidiş; hareket,
nitelik, iyi veya kötü huy. 3.Yaradıhştan olan iyi muamelede bulunma, -hat, iyi yazı, -hitam,
tabiatveya karakter. Hüsn-i hulk, iyi huy, iyi sona erme; -idare, iyi idare; -iptida yazıya
HULUL: 1 .Konma, 2. Girme, 3. Gelip çatma, iyi başlama; -kabul, .iyi karşılama; -imtizaç,
4. G eçişm e, 5. Tenasühe inananlarca bir ruhun iyi geçinme; -mânevi, iç güzelliği; -muaşeret,
bir güzel cisme girmesi. iyi geçim; -muamele güzel davranma, iyi mua-
HULUS: 1. Halislik. Sâflık. Doğruluk, 2. Sami- mele etme, -nazar, iyi gözle görme, -niyet,
milik. iyi niyet, -suret, iyi bir surette; -sun, görünüş-
HUMS: Beşte bir. teki güzellik; -şöhret, ün güzelliği; -tabiat,
zevk güzelliği; -tâbir, soğuk veya kötü bir
HURUÇ: 1 .Dışarı çıkma, 2. Ayaklanma, isyan. şeyi uygun bir suretle anlatma, -tahallus,
HUSUF: A y tutulması. -tâlil, iyi, uygun bir sebep bulma, -teveccüh,
HUSUL: 1.Vücuda gelme, 2. Meydana çıkma, 3. sevgi ile kanşık beğenme; -telâkki, iyiye alma,
Peyda olma. Üreme. Türeme. iyiye çekme; -tedbir, yerinde ve yolunda
HUSUMET: l.Düşm anlık, 2. D âvaalık, 3. Kar- tedbir; -zan, iyi fikir besleme.
şıtlık, 4. Kıskançlık. HÜSNA: Daha güzel.
HUŞUN: Kaleler.
15
KABR: Mezar. KARYE: Köy.
KABZ: 1.E1 ile tatma. Ele alma. Kavrama, KARZ: ödünç. Borç. Karz-i hasen, faizsiz
2. Alma. Teslim alma, 3. Bir kimsenin ruhu olarak verilen borç para.
Azrail tarafından alınma, ölm e. KASAİD: Kasideler.
K A D E: Oturuş. KASAVET: 1. Sertlik, katılık, 2. Acımazlık,
duymazlık. 3. Tasa, kaygı.
KADEM: 1. Ayak, 2. Adım, 3. Seksen santim
KASD: 1. Kurma, niyet, 2. îstiyerek, bilerek
uzunluk ölçüsü, 4 (Ingiliz ölçüsü) otuz santim- bir işe girme. Bile bile yapma.
den biraz fazla ölçü, 5. Uğur. KASEM: And.
KADEME: 1. Basamak, 2. Merdiven ayağı. KASİR: Kısa. Kasîr-ül akl, aklı kısa ermez;
KADER: AJınyazısı. Tanrının ezelde bütün kaslr-ül-basar, miyop; kasîr-ül-kame, boyu kısa.
yaratıklar için olmasını buyurduğu şeyler. KASR; 1. Kısma. Kısaltma. Kısa kesme, 2.
Kader-i İlâhi, Tann takdiri, alınyazısı. Çoğu Kesme, azaltma, özetlem e.
defa kaza vü kader şeklinde kullanılır. KASR. 1. Zor ile iş gördürme.
KADERİYYE: İnsan, yaptıklannm yaratıcısıdır, KASRI: Zorla.
inancında olan mutezile tarikatı. KÂST: Eksiklik.
KADİM: 1. Eski. 2. Başlangıcı olmıyan, 3. KASVET: 1. Katılık. Sertlik, 2. Acımazlık, 3.
İlk zamanlarını, öncesini bilir kimse olmıyan, Sıkıntı. İç darlığı.
4. Eski zaman. KAT': 1. Kesme, biçm e, 2. Ayırma, ilgi kesme,
Keiâm-i kadim, Kuran. 3. Yok etme.
KADİR: Kudret sahibi, her şeye gücü yeten. KATL: öldürme.
KADR: 1. Değer, 2. İtibar, onur, 3. Rütbe, KATRE: Damla.
4. Nicelik, derece. KAVİ: 1. K u v v e t l i , güçlü, 2. Sağlam, inanılır.
KAFİ: Birine uyup ardınca giden. KAVL: 1. Söz, 2. Davranma, iş karşıtı. Lâfta
KAFİR. 1. Tanımıyan, bilmiyen, 2. Tann ve kalan şey, 3. Söz bir etme. Sözleşm e. Kavi
Tann birliğine inanmıyan. ile fiil, söz ile iş.
KAHRI N Zorla. Ezerek. KAVLEN: Sözle, sözlü olarak.
KAÎL: 1. Diyen, söyleyen, 2. Başka birinden KAVLİ: Sözle ilgili, söz niteliğinde.
duyarak söylenen, 3. Razı, boyun eğm iş. KAVLİYYAT: Boş sözler, kuru lâflar.
KAİL OLMAZ; Razı olmaz, aklı yazmaz. KAVM: 1. İnsan topluluğu, 2. Bir peygamberin
gönderildiği topluluk.
KAİM: 1. Ayakta duran. Ayağa kalkan, 2. KAVME: Boy
Duran, sürüp giden, 3. Birinin yerini tutan. K A Y : Kusma.
KAİME: 1. Uzun kâğıt üstüne yazılan buyruk, KAZA 1. Tann yazdıklarının oluşu, olması.
2. Kitap yaprağı, 3. Ufak kâğıt, 4. Kâğıt 2. Kadının hükmü. Kadılık görevi.
para. KÂZİB: Yalancı.
KAİN: Bulunan, varolan, mevcut olan. KAZİR: Mundar olan.
KÂİNAT: Her ne var ise hepsi. Yaratıklar. Yer KAZİYYE: 1. İş, m esele, dâva 2.Cümlecik.
gök. KEBİR KEBİRE: 1. Büyük, ulu, 2. Yaşça
KALK,: Az. büyük. Yaşlı.
KAMERÎ: A y ile ilgili. KEBİRE: öldürm e ve zina gibi büyük günah.
KAMİL: 1. Bütün. Tam. Eksiksiz, 2. Kemale KEBİSE: Bir gün fazlası olan yıl. Artık yıl.
ermiş, olgun. KEFARET, KEFFARET: Bir günaha karşı
KAMİS: 1. Gömlek, 2. Dölyatağım kaphyan tutulmak üzere yapılan şey veya verilen nesne.
ince deri. KEHANET, KİHANET: Bk. Kihanet.
KANAAT: Bir şeyi yeter bulup fazlasını iste- KEHENE: Kâhinler.
meme. KEHF: Mağara. Sığmak
KANİ: Dokunaklı söz söyleyen. KELÂM: I . Söz. Lâkırdı, 2. Tanrı ve Tanrı
KANIDIR: inanmıştır. birliğinden bahseden ilim , 3. Kuran. Kelâmul-
KARABET: Soyca yakınlık. lah, kelâm-i kadîm, Kuran, Kelâm4 arap,
KARİ: 1. Okuyan, okuyucu, 2 . Kuranı usulüne arap dili veya lehçesi, -resul, Hazreti Muham-
uygun okuyan. med'in sözü; hulâsa-i kelâm , sözün kısası;
KARİB: 1. Yakın, 2. Yer ve zamanca yakın, ilm-i kelâm , Tann birliğini ve Tanrı ile ilgili
3. Soyca yakın. bahisleri ispatlayan bilim;
KARIN: 1. Yakın, 2. Bir şeyi elde eden, nail KELÂMİ: Söze ait, sözle ilgili.
olan. KELB: Köpek.
KARİNE: Kanşık ve belirsiz bir şeyin anlaşıl- KELİME: 1. Mânası olan lâfız, 2. Söz, lâkırdı,
masına, çözülmesine yanyan hal. İp ucu. ilâ-yi kelimetullah, İslâmlığı yükseltme, yayma,
KARN: 1. Boynuz, 2. Yüz yıllık zaman, 3. -i şehadet: İslâmlığın şartlarından olan eşhedü
Zaman, devir. cümlesi.
16
KEMAL: 1. Olgunluk, olma, 2. Tanrılık, eksik- KIYAMET: Dünyanın sonunda bütün ölülerin
sizlik, 3. Değer, baha, 4. Bilgi, fazilet. tekrar dirilip toplanacakları zaman.
KENZ: Hazine. Define. Yeraltında saklı değerli KIYAS: 1. Bir şeyi başka bir şeye benzeterek
eşya. veya ona göre tutarak hüküm verme, 2. Benzet-
KERAHET: 1. İğrenme, 2. İstemiyerek, zor me.
altında yapma, 3. Şeriatın kesin olarak yasak KIYEM: Kıymetler .
etmediği fakat harama yakınlığı ve ihtimali KIYMET: 1. Değer, 2. Baha, bedel, tutar,
çok olduğu için çekinilmesi gereken şeyin 3. Onur, itibar. Kıymet-i hakikiye, gerçek değer
hali. Maalkerahe, istemiye istemiye. KİBR, KİBİR: 1. Büyüklük. Büyük olma,
KERAHETEN: İstemiye istemiye. 2. Büyüklük taslama. Yüksekten bakma.
KERAHİYYET: Bk. Kerahet.
KERAMÂT: Ermişlerin olağanüstü sözleri ve KİBRİYA: 1. Büyüklük, ululuk, 2. Tann.
halleri. KİFAYET; 1. Yeter, yetişm e, 2. Bir işe yetecek
KERAMET: 1. Kerem, bağış, 2. İkram, ağır- kadar olup, başkasına lüzum olıqama, 3. İkti-
lama. dar, yararlık...
K ERBElÂ: Irak'ta Bağdat dolaylarında İmam KİHANET: Kayıptan haber verme. Falcılik.
Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulun- KİLE: Kile. ölçü.
duğu yer, kutsal ziyaret yerlerindendir. KİTAB: 1. Kitap. Kitabullah, Kuran. Ümm-ül-
KEREM; 1. Soyluluk, soyluluğun şartlarından kitab, Kuraıı'm buyruklarla ilgili ayetleri;
ç ömertlik, 2. Lütuf, bağış, bahşiş. ehl-i kitab, hıristiyanlarla yahudiler, 2. Yazılı
KERH: Bk. Kerahet. emir, mektup.
KERHEN: 1. İğrenerek, 2. İstemiyerek, zorla. KİTABE: 1. Kazılı yazı, 2. Mezartaşı yazısı.
KERİH: İğrenç, pis kokan. KİTABİ: 1. Kitapla ilgili, kitapta yazılı. 2.
KERİM, KERİME: 1. Kerem sahibi, 2. Cömert Kutsal kitaplardan birine inanan.
vergili, 3. Ulu, büyük. Allah kerim, Tann kerem KİYAN: 1. Yıldız, 2. Merkez.
ve ihsan sahibidir. Tanrı verir; Kur'an-ı kerim, KİYANİYYAT: Kozmogoni
Kuran. KİZB: Yalan.
KERRE: Kez, defa. KUDDUS: Hiçbir eksiği olmıyan Tanrı.
KESB, KİSB: 1 .Kazanma, kazanç,2. Edinme, KUDRET: 1. Giic, 2. Tanrının bütün varlığı
peydahlama. kaplamış olan ezeli gücü. 3. Varlık, zengin-
KESİR, KESİRE: 1. Çok, bol, 2. Çeşitli, türlü lik. Yed-i kudret, 1. İnsanın gücü, 2. Yaradanın
3. Çok olan, sık. e!i.
KESR: 1. Kırma, paralama, 2. Bozma. KUDS, KUDÜS: 1. Temizlik, arılık, 2. Kutsal-
KEVSER: Cennette bir akar suyun adıdır. lık, mübareklik. Haziret-ül-kuds, cennet bahçesi
Ab-i Kevser, şarab-i kevser, kevser suyu, şarabı. ruh-ül-kuds, 1. Cebrail; 2. Peygamber İsa'ya
Havz-i kevser, Sırat-i Müstakimden geçenler üfiirülen ruh.
ondan içip yıkanırlar Cennet'e girerler. KUDSÎ, KUDSİYYE: Kutsal. Tann, melek ve
lahut âlemine mensup o âlemle ilgili. Alem-i
KEYFÎ, KEYFİYYE: İsteğe bağlı. Bir düzen, kudsî, bu dünya ve canlılardan gayri olan âlem;
veya kanuna bağlı değil. hadis-i kudsî, Tann taralından ilham olunup
KEYFİYYET: 1. Nitelik, 2. Bir şeyin nasıl Hazreti Muhammed tarafından söylenmiş hadis,
olması ciheti. kuvve-i kudsiyye, kutsal giic.
KEYL: Tahıl ölçüsü, kile.
KEYLÎ: Kiileme. Kile ile ölçm e. KUDSİYYAT: Tanrıya ,meleklere, lâhut âle-
KEZA: Böyle. Böylece. Bu dahi öyle. mine mensup, o âlemle ilgili işler.
KEZALİK: Keza. Bu da öyle. KUDSİYYET: I. Temizlik, anlık, 2. Kutsallık.
KIBLE: Mekke yönü. KUDUM: Uzak bir yerden, uzun bir yoldan
KIDEM: 1. Eskilik. Eski zamandan kalmış gelme. Ayak basma.
olma, 2. Başkasından daha eski olma. Zamanca KL'NUT: 1. İbadet, 2. Yatsı namazından sonra
ileri bulunma. Memurluğa daha evvel girme. kılınan üç rekât namaz; bu namazda okunan
KIRAÂT: Okumalar. dua.
KISAR: Kısalar. KUNUT: Ümit kesme. Ümitsizlik.
KISAS: Öldürenin öldürme, yaralı yanın yarala- KURBİYYET: Yakınlık.
ma cezası.
KISM: 1. Farçalara ayrılmış şeyin her parçası. KURUN: 1. Zamanlar, devirler, 2. Büyük tarih
2. Çeşitli, tür. 3. Parça, 4. Bölük. bölümleri. Kurun-i ahire, İstanbul'un zap-
KITAL: 1. Vuruşma. 2.Savaş. tından sonraki tarih zamanı; -ulâ, tarih zama-
KIYAM: 1. Kalkma, ayakta durma, 2. Ayağa nından başlayıp Roma imparatorluğunun ikiye
kalkma, 3. Namazın ayakta olan kısmı, 4. bölünmesine kadar olan devir, ilkçağlar; -vus-
Namaz, 5. Bir işe kalkışma, 6. Karşı koma, ta, Ortaçağ.
ayaklanma. KUT: 1. Yaşamak için yenen şey, 2. Yiyecek.
F : 36 17
K.UZAT, KUDAT: Kadılar. KÜNH: 1. Bir şeyin aslı, temeli. 2.Dip, kök.
KOBRA: 1. Büyük, ulu, 2. Büyük önerme. KÜSUF: Güneş tutulması.
Hadicet-ül-kübra, Hazreti Muhammed'in ilk K Ü ŞA Y İŞ, G Ü ŞA Y İŞ: Açıklık. Ferahlık.
karısı. Küşayiş-i hâtır, iç açıklığı.
L
LÂAKAL: En azdan, ondan aşağı olm az. . LÂZIM: Gerek. Lâzım-i gayr-i müfarik, onsuz
LAALETTAYİN: Gelişi güzel, kim olursa, ne olmaz, çok gerekli; lâzım melzum, biri olunca
olursa. öbürünün de olması şart olan.
LAANE: Lanet olsun. LAZIM, LAZİME: 1. Gerekli şey, 2. Gerekçe.
LAF: Lâkırdı, söz. LEÂL: İndler.
LÂFZ: Ağızdan çıkan söz. LEHV: Oyun. Faydasız ve yaramaz iş.
LAFZAN: Mânasına değil de o kelimenin söy- LEIM: Alçak, cimri adam.
lenişine, yapısına göre, o bakımdan. LEMS: Dokunma, el ile tutma. Dokunma ile
LAFZÎ, LAFZİYE: Kelimenin söyleniş ve duyulan.
yapısına ait, onlarla ilgili. LETAFET: 1. Lâtiflik, hoşluk, yumuşaklık,
2. Güzellik.
LAG: Şaka, lâtife. LÂTÎFÎ: Güzel.
fA Ğ V : 1. B oş, 2.. Yanılma, atlama, 3. Kaldır- LEVM: Çekiştirme, paylama, başakakma.
ma, hükümsüz bırakma. Levm-i lâim, çekiştiricinin kınaması.
I.&HIK.: 1. Yetişip ulaşan, 2. Eklenen, 3. LI—: "İçin, yüzünden ötürü" anîamlariyle
Şimdiki. kullanılan örnek.
LAHİN: Okurken pek yanlış yapma. LİBAS: Giyilecek şey, elbise.
IAHT: Bir şeyin parçası. LİFAFE 1. Sargı, 2. Kefen, ölünün sarıldığı bez
LÂHUT^Tann âlemi. katlarından biri.
LÂHUTI: Lâhuta mensup, Lâhut ile ilgili. LİHİKMETİN: Bir hikmete mebni.
İlâhi alem. LİLLAH, LİLLAHİ: "Allah için. Allaha”
İAHLTİYAN: Lâhutiler, melekler. LİVATA: Erkekler arasındaki cins münasebeti,
LÂHZA: 1. Bir bakış, bir göz atma, 2. Göz lfttilik:
kırpacak kadar zaman, an. LÛ AB: Salya.
i A k AB: Asıl addan başkaca bir kimseye LÛKATA: Yer atılmış, yerden alınmış değer-
takılan ad, lâğap. sîz şey.
LÂŞE: Leş. LÛKATE: Sokakta bulunup alman sahibi belH
IATİFE: Güldürecek güzel ve tuhaf söz, hikâye, olmıyan şey. Buluntu.
Şaka. LÛTF: Hoşluk, güzellik. İyi muamele.
LÂYEZAL: Zevalsiz. Bitimsiz. LÜZUCET: 1. Yapışkanlık, 2. Yapışıp uzayan
LÂYIK: Yakışan. Yakışık. şeyin hali.
M
MAAB, MAABET: Ayıp,eksiklik; ayıp şey, MAAMAFİH: Bununla beraber, böyle iken,
utanılacak nesne. böyle ise de.
MAAI), MEAD: 1. Dönülen, dönüp gidilecek MABAT): Sonraki, alttaki.
yer, 2. Ahret, 3. Dönüş, geri gidiş, A m aç, ulaşı- MA'BED: İbadet edilecek yer. Tapmak.
lacak yer, 4. Dünyadan sonraki hayat. MABGUZ: Sevilmemiş, nefret edilmiş.
MAADA: G eçen, başka, fazla. MABÜD: Allah, 2. İbadet edilen nesne.
MAAD İN: Madenler. Maadin-i seb'a, altın, MÂDİH, MEDH: Öven.
gümüş, bakır kalay, demir, kurşun; yedi ana MADEMÜL KAYAT: Hayat boyu.
maden. MADUN: Alt, aşağı.
MAAHAZA: Böyle iken, bununla beraber. MAFAT: Elden çıkan, kaybolan şey.
MAALKERAHE: Kerahatle, istemeyerek, zorla. MAFEVK: İ. Üstte,yukarı, 2. Dstet bulunan
MAALKERAHE: İstemiyerek. adam, baş.
18
MA'FUVV: Suçu bağışlanmış. MAHSUS, MAHSUSA: l.Başkasuıda bulunmı-
MAĞFİRET: Tanrının kullarının günahını yan; yalmz bir kimseye ait olan, 2. Birine ay-
bağışlaması. rılmış olan.
MAGLÛB: Yenilmiş. Zor altında bulunan. MAHŞER: 1. Kiyamet günü ölülerin dirilip
MAGLÖBİYYET: Yenilme. Bir güdünün emri toplanacakları zaman ve yer. 2. Pek kalabalık.
altında bulunma. MAHŞUD: Yığılmış.
MAGRİB: 1. Batı, 2. Akşam. Salât-ül-magrib, MAHŞUR: Toplanmış.
akşam namazı. MAHVIYYET: Mahv sözünden Türkçede yapd-
MAGRİB: Batı taraflarında olan memleketler, mış alçakgönüllülük, kendine önem vermeyiş,
kuzey batı Afrika, İspanya, Portekiz. hiçe sayma.
MAGSUB, MAGSUBE: Gasbolunmuş, zorla MÂHZ, MAHZA: Sırf, sade, katıksız, halis.
alınmış. MAHZÂ: Sade, sırf. Ancak.
MAGSUL, MAGSULE: Yıkanmış. MAHZUR: Sakınacak, korkacak şey. Engel..
M AGŞİYEN: Bayılmış olarak, baygın halde. MAHZURAT: Dince yasak edilmiş şeyler.
Ezzaruıat tübîlı-ül-mahzurat, zaruretler yasak ve
M A Ğ ŞU Ş, M AGŞUŞE: Halis ve sâf olmıyan,
haram edilmiş şeyleri mubah kılar.
karışık katışık. MAHZUZ: Hazzeden, hoşlanan. Hoşa gitme,
MAHAFE, MAHAFET: Kokma. Korku, Maha-
hoşlanma.
fetullah, Allah korkuşa MAİŞET: 1.Yaşayış, yaşama, 2. Yaşamak için
MAHALLÎ, MAHALLİYYE. Bir yere mahsus. gereken şeyler, dirlik.
Yerli. Bir yerin malı veya ürünü olan. MAK'AD: I. Oturulacak yer, 2. Oturak yeri,
MAHAMİD: 1. Şükürler, şükür edilmiye değer geri, kıç.
davranışlar. 2. İyi huylar. MAKBUL: 1. Alınan, kabul olunan, 2. Genel
olarak istenilen, geçen, 3. Beğenilen.
MAHASİN: 1. Güzellikler, 2. İnsanın yüzüne MAKSAD: Kasdolunan şey, istenilen şey.
güzellik veren sakal, bıyık. MAKSUD: Meram olunan, dilenilen şey.
MAHASİNİ AHLAK: Güzel huyluluk. MAKZİ: 1. ödenm iş, 2. Tamamlanmış, 3.
MAHCUC: Kanıt, getirilmiş. Hüccet gösterilmiş. Gerekli sayılmış.
MAHCUCUNANH: Kanıt getirilmiş olduğun- MALÂ: Yani.
dan. MALİK, MALİKE: 1. Sahip, efendi, 2. Bir
MAHFUZ: 1. Saklanılmış, 2. Korunup gözetil- şeye sahip; Malik-ül-mülk, Tann.
miş, 3. Gizlenmiş, 4. Ezber edilmiş. MALİK: Yedi Cehennemin hâkimi ve kapıcısı,
MAHİYYET: Bir şeyin neden ibaret olduğu, zebanileri idare eden melek.
ash iç yüzü. MA'l ÇL: İlletli. Sakat.
MAHLÛK: Yaratılmış. Yaratık. MA'LUM, MA'LÖME. Bilinen, belli.
MAHLÛKAT: Yaratılmış şeyler. Canlılar, yara-
tıklar. MALUMAT: 1. Bilinen şeyler, öğrenilmiş ger-
MAHMIL: 1. İki kişinin oturabileceği şekilde çekler, 2. Biliş.
deve üstüne konan sepet. 2. Her yıl Haremeyn'e MA'NEN: 1. Mâna bakımından, anlamca,
hacı kafilesiyle gönderilen armağanlar. 2 .D oğrudan ve açıktan olmıyarak, 3. İçten.
MAHREÇ: Çıkılacak yer, çıkılacak kapı, 2. MÂNI': Geri bırakan, alıkoyan, engel olan.
Sada ve harflarin ağızdan çıktıkları yer, 3. İl- MANİA: 1. Engîel, özür, 2. Zorluk.
miye rütbelerinden İstanbul tariki mevlevi- MANTUK: I . Söz. Kelâm Nutuk, 2. Anlam,
yetinin ilk basamağı. Kavram.
MAHREM: 1. Şeriatın yasak ettiği, haram, MA'RİFE Anlam ve kavramı belirtilmiş söz.
2. Evlenmeyi şeriatın yasak ettiği, nikâh düş- MARİFET; 1. Bilme, biliş. 2. Ustalık, 3. Usta-
miyen, 3. Yakın akrabadan olduğu için kadın- lıkla yapılmış olan şey.
ların kendisinden kaçmadığı. MARÎZ: Hasta, hastalıklı.
MARUF: 1. Bilinen, tanınmış, 2. Ünlü, 3.
MAHRUM MAHRUME: 1. Nasipsiz, payı ol- Şeriatın emrettiği, iyi bulup beğendiği. Emri
mıyan, 2. İstediği, dilediği şeyi elde edemiyen. bil-maruf neyhi an-il-mümker, Şeriatın emir-
MAHSUB: Hesap edilm iş, hesaba geçirilmiş. lerini ve yasaklarım halka bildirme. Kavl-i
Hesapta dahil. maruf, ünlü söz.
MAHSULÂT: 1. Elde edilen şeyler, 2. Toprağın MAi'RUZ, MARUZE: Arz olunmuş, arz olunan.
yetiştirdiği şeyler, 3. E vdi hayvanlardan elde MA'RUZAT: Küçükten büyüğe bildirilen, sunu-
edilen maddeler. lan şeyler.
MAHSUR: 1. Görmesi zayıf, 2. Yoksul, muh- MASİVA: Bir şeyden gayri olan şeylerin hep-
taç. si. Yaradandan, Tanrıdan gayri bütün varlıklar.
MAHSUR: 1. Eksik, 2. Ziyanda olan, 3. D oğ- Dünya ilgileri.
ru yoldan şaşm ış olan. MA'SİYET: 1. İsyan, 2. Günah.
19
MASLAHAT: Barış, rahatlık, iyilik yolu. MECLİS: Oturacak, toplanılacak yer.
MASRAF: Cepten çıkan para. MECMU, MECMUA: Toplanmış, bir araya geti-
MASUN: Korunmuş, korunan. rilmiş şey, tüm, top.
MASUNİYYET: Sağlamlık, eminlik. Korunma. MECNUN: 1. Cin tutm uş, çıldırmış, deli
Dokunulmazlık. divane. 2. Ziyade tutkun, aşk yüzünden kendi-
MA'SUR: Güç veya çaparizli iş. ni kaybetmiş.
MA'SUR: Sıkılmış, suyu veya yağı çıkarılma. MECNUNANE: Delice. Divanelere yakışır su-
MAŞRIK: Güneşin doğduğu yer veya yön. rette.
MATLA': 1. Güneş veya başka bir yıldızın MECNUNİYET: Delilik.
doğması, tulu, 2. Bunların doğdukları yer.
MECRUH, MECRUHA: 1. Yaralı, yaralanmış,
MATLUB: İstenilen aranılan şey. 2. Kanıtlarla reddolunmuş, battal edilmiş.
MATRAH: 1. Tarh edilecek yer, 2. Tarh oluna-
MECUSÎ: Mecus dininde bulunan.
cak nesne, 3. Tarha esas olacak miktar.
A teşe tapan veya bunlara mensup, bunlarla
MATRUD: Kovulmuş.
ilgili.
M ATUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru dönmüş.
MEDFUN: Gömülmüş. Toprağın içine konulup
Çevrilmiş, 2. Birine isnat olunmuş, birinindir
örtülü kalmış.
denilmiş.
MEFHUM: Anlaşılan, anlaşılmış, davranmış.
MA'TUH: Bunamış, bunak.
Kavram.
MA'TUM: Yenecek olan. MEFLUÇ: İnmeli. Kımıldamaz, oynamaz halde.
MATUMAT: Yenecek şeyler. MEĞER: Meğer. Ancak, şu kadar ki.
MAVERAI: ö te y e , öteki âleme mensup. MEHCUR, MEHCURE: 1. Bırakılmış, unutul-
MAYI: Sıvı. Su gibi akan. Su halinde bulunan. muş. Kullanılmaz, 2. Uzaklaşmış, ayrılmış.
MAZALİM: Zulümler. Haksızlıklar. Can yak- MEHCURİYYET: Uzaklık, ayrılık.
malar. MEHR: Mihir. Evlenirken erkek tarafından
MAZARRÂT: Zararlar. verilen para. Mehr-i muaccel, nikâhta verilen
MAZARRAT: Zarar verme, dokunma. ağırlık, -müeccel, boşanma veya ölüm halinde
MA'ZERET, MA'ZİRET: 1. Elde olmadan suç, verilmesi kararlaştırılan para.
kabahat işlem e. 2. Zorlu sebeplerini söyEyerek MEKÂRİM Keremler, cömertlikler. Beğeni-
bağış dileme. len ahlâklar.
MAZHAR: X. Bir şeyin çıktığı, göründüğü yer, MEKIL: Kile ile ölçülen.
böyle bir kimse, 2. Nail olma, şereflenme. MEKR: Hile, düzen. Bir kimseyi hile ile al-
MAZHARİYYET: Elde etme, nail olma. datmak, maksadından caydırmak.
MAZMAZA: Abdest alırken ağza su alma, MEKRUH, ME-KRUHE: 1. İğrenç, tiksinti
ağız çalkalama. : veren. 2. Şeriatın haram etm ediği, fakat çok
MEAD: Bk. Maad. zorda kaim mayınca da yapılmasına izin verme-
MEAL: Anlam, kavram. Bimeal, mânâsız, diği.
anlam sız; hakikatmeal, gerçek, içten. Huiâ- MELEKE İnsanda tekrarlarla meydana gelen
s â-i meal, anlamının özü. alışıklık, beceriklilik, ustalık.
MEALEN: Kavram cihetiyle, harfi harfine ol- MELHUZ, MELHUZE Düşünülebilen, akla
gelen, olabilir.
mıyarak.
MENDUB: Şeriatçe yapılması iyi görülen.
MEALİNİ: Anlammı. MEMDUH, MEMDUHA: 1. Övülmüş, 2. övül-
MEBNİY: 1. Yapılmış, kurulmuş, 2. Bir şeye miye değer.
dayanan, 3... den ötürü. MEMNU, MEMNUA: Yasak, yasak edilmiş.
MEBZUL: Bol. MEMNUİYYET: Memnu olma, yasak edilme.
MECAL: 1. Güc, kuvvet, 2. İmkân, fırsat MENAHİ: Haram olmuş.
MECAZ: Gerçek anlamiyle kullanılmayıp ben- MENAM: 1. Uyku, 2. Rüya, 3. Düş.
zerlik ve benzetme ile başka bir anlamda
kullanılan söz. MENASİK: Hicaz’a hacı olmıya gidenlerin uya-
MECAZEN: Gerçek değil de mecaz yolu ile cakları davranışlar, yapacakları haller.
MECAZÎ: Mecaz ve addeğişimine ait olan, MENDUB: 1. Şeriatın ne yap ne yapma dediği
ruhî veya tasavvurî olan. işlerden olmayıp, yalnız işlenmesi beğenile-
MECBUR: 1. Zor görmüş, zorla bir işe giriş- bilir olan, 2. İyilikleri sayılarak üzerine ağ-
miş. 2. Hatırı yapılmağı, gönlü almmış. lanan ölü.
MECBURÎ, MECBURIYYE: Zor altında, yapma MENFES: Nefes alacak yer, nefes deliği.
zorunda. MENFEZ: Bir şeyin nüfuz edecek yeri. Delik,
MECCANEN: Bedava olarak, parasız. ağız.
MECCANİ: Bedavacı, parasız. MENİY: Erkeklik tohumu.
MECD: Büyüklük, ululuk. Şan, şeref . MENKUR: Delinmiş, oyulmuş.
MEÇHUL, MEÇHULE: Bilinmeyen meçhul. MENKUR: İnkâr olunmuş.
20
MENSUB, MENSUBE. Bir şahıs veya şeye nis- MEŞHURAT: Genel olarak bilinen, geçer şey.
beti olan, ilgisi bulunan. MEŞİYYET: 1. İsteme, istek, 2. Yürüyüş,
MERGUB, MERGUBE: 1. İstenilen, sevilen, Y ürütme,
2. Herkes tarafından sevilip aranılan. MEŞKÛK, MEŞKÛKE: Şüpheli.
MERHUN:. 1. Ödünç alınan bir şeye karşılık MEŞRU, MEŞRUA: 1. Şeriatın izin verdiği;
garanti olarak verilmiş, 2. Belirli zaman, bir şeriate uygun, 2. Kanunun izin verdiği, kanuna
şeye bağlı. uygun: Emr-i meşru, şeriate, kanuna uygun iş
MER'İ, MER'İYYE: 1. Sa/ılan, saygı gösterilen gayr-i meşru, şeriatin, kanunun yasak ettiği;
2. Gözetilen, yürürlükte ve geçer olan. mazaret-i meşrua, dince veya haklı özür; nameş-
M ERİ, MER'İYYE. Gözle görünen. ru, şeriata, kanuna uymıyan; veled-i meşru,
MERKÛZ, MERKÛZE: Dikilmiş, saplanmış. kanunca da tanınan evlât veled-i gayr-i meşru,
Tabiatta, yaradılışta olan. hiç.
MERRE: Defa, kere. Merre-i vahide, bir defa M EŞRU AT: 1. Meşru olan şeyler, hak olan
merreten ba'de uhra, birbiri ardında birkaç de- şeyler. 2. Şeriatle ilgili şeyler
fa. MEŞRUB: İçilecek şey.
MERTEBE: 1.Basamak, derce, 2. Rütbe, Pâye MEŞRUBAT: İçilecek şeyler. Meşrubat-i kü-
3. Miktar, derece. uliyye, alkollü içkiler.
MERVİ: Başka birinden alınarak, sağlamca MEŞRUİYYET: Meşru olma. Kanuna uygun
bilmiyerek söylenmiş, rivayet olunmuş. bulunma.
MERZUK: Rızkı verilmiş. Rızkı çok. M EŞRUT, MEŞRUTA; Şartlı, bir şarta bağlı.
MESA': Akşam Subh ü mesa, sabah akşam. MEŞ'UM MEŞ'UME. Uğursuz.
MESABE: Derece, kadar. METALİ': Matlâlar.
MESALİH: Sınırlar, geçit yerler. METANET: Dayanma. Kuvvetli, sağlam olma.
MESAMAT, MESAMMAT: Deri üzerindeki METBU', METBUA: Kendisine uyulan. Metbu-i
delikler. müfahham, hükümdar.
MESBUK: 1. Başkaları ilerlemekle geri kalmış, MEUNET MUUNET: ölm ivecek kadar yiyecek
ve içecek.
arkada bırakılmış, 2. Önde bulunan. Ondan
MEVADD: Bir cismin cevherleri, yapısını
evvel geçm iş.
meydana getiren şeyer.
MESELA: Misal olarak, söz gelişi.
MEVAIZ: Din öğütleri
MESERRET: Sevinç. Sevinilecek şey.
MEVAKÎT: Mikatlar. Evvelden belirtilmiş yer-
MESFUH: Dökülüp akıtılmış olan.
ler. Hacıların ehrama girdikleri yerler.
MESH: El sürme, el ile sığama.
MEVALİ. Mevleviyyet rütbesine ulaşmış ilmiy-
MESKENET: 1. Miskinlik, fakirlik, yoksulluk,
ye adamları.
2. Beceriksizlik, elden bir şey gelmezlik.
MEVALİD: Mevlutlar. Doğulan yerler.
MESKUKÂT: Sikke haline getirilmiş akçalar, MEVEDDET: Sevgi, sevme.
madenden paralar. MEVHUM, MEVHUME Aslı, vücudu olmadan
MESMU': 1. İşitilm iş, duyulmuş, 2. Dinlenilir, zihinde vücut bulan.
dinlenmiye değer. MEV'IZA: öğüt. Mev'ıza-i diniyye, dine ait
MESNUN, MESNUNE: 1. Gelenek olm uş, öğüt.
2. Peygamberin yapmasına uyularak, sünnet MEVKİE I. Mevki, Yer. 2. Bir şeyin olduğu,
olarak. bulunduğu yer.
MESTUR, MESTURE: 1. örtülü, kapalı, perdeli MEVLÂ: 1. Sahip efendi, 2. Tanrı.
2. Namuslu, açık gezmiyen (kadın). MEVLÂNA: Efendimiz anlamında olup bazı
MESTUR: Çizilmiş, yazılmış. sarıklı ulemaya lâkap.
MESTURTIYET: 1. örtülülük. Kapalılık, 2. Giz- MEVTA: ölüler, ölmüşler.
lilik, meydanda gözükmeme. MEV'UD, MEVU’DE: Vâdolunmuş, söz veril-
MES UL, MES'ULE: ı . sorulan, 2. İstenilen. miş.
3. Sorumlu, bilmal, para ile sorumlu ve kefil, MEVZİ: Yer. Bir konacak yer.
-binnefes, şahsan sorumlu ve kefil, MEVZİÎ, MEVZİİYE: Bir yere mahsus olan.
müdir-i mes ul, sorumlu müdür Genel olmıyan
mes'ul, istenilen şeyi yerine getirme. MEVZU, MEVZUA. 1. (Bir yere) Konulmuş,
MES'ULİYYET: Sorumluluk. 2. Kurulmuş, işlem ekte geçer olan, 3. Gerçek
olmıyan, uydurma.
ME'SUM. Suçlu ve günahkâr sayılan.
MEY: Şarap.
ME'SUR, ME'SURE: Gelenek olarak gelen ve
MEYAZÎB: Su yolları, oluklar.
ünlü, itibarlı, beğenilir olan.
MEYELAN: 1. Doğru durmayıp bir tarafa
ME'SUR: Esir edilmiş olan. eğilm iş olma, 2. Taraflardan birine fazla sevgi
MEŞAKKAT: 1. Güçlük, sıkıntı, 2. Zahmetli iş.
gösterme, onu tutma.
MEŞ'AR: 1. Hacı olurken durulan yerlerden
MEYL: 1. Eğilme. Bir tarafa eğilmiş olma,
her biri, 2. Duyu. 3. Sevgi, sempati.
21
MEYT, MEYYİT: Bk. Meyyit. MUAVENET: Yardım etme. Yardımcılık.
MEYYİT, MEYT: ölü , ölmüş. 2. ölm üş insan MUAVVİZETEYN Kuran'da "Kul euzü” ile
ölü, 3. Çok zayıf. başlıyan iki surenin adı.
MEZELLET: A lçaklık, itibarsızlık. Horluk. MUAYEDE: Bayramlaşma.
MEZHEB: 1. Gidilen, tutulan yol, 2. İnanç ve MUAYYEN: 1. Tâyin ve tahsis olunmuş,
felsefede tutulan yol. 2. Çevrelenmiş, çevresi belli edilmiş.
MEZMUM, MEZMUME: 1. Zemmolunmuş, MUAZZEB: Azap içinde bulunan, içten rahat-
2. Beğenilmemiş. Ayıp. sız olan.
ME'ZUN, MEZUNE: izinli, izin zilmiş. MUBAH, MÜBAH: Şeriatin yap veya yapma
MISR: Şehir, Ülke. diye bir hükmü altında olmıyan nesne, hareket.
MIKAİL: Yaratıkların nzıklarını sağlamağa Yapılmasiyle yapılmaması aynı olan.
memur melek . MUBASSIR. G özetici, bekleyid, bakıcı.
MIKAT: Belirtilmiş yer Ve vakit. MUCEB: Bir söz veya emrin icabettiği şey,
MIKAT: Mekke yolu üzerinde, hacılığa giden- sonuç.
lerin ihrama büründükleri yer. MU'CİZ: Başkalarını, yapmada, geri bırakan.
MİKYAS: 1. ö lçü aleti, ölçü. Uzunluk ölçeği MU'CİZE: Peygamber tarafından yapılmış,
2. ö lçe k . olağanüstü haller, ve sözlerin her biri.
MİN: —eden, —den beri. MUFASSAL, MUFASSALA Uzun uzadıya
MİNARE, MENARE: Camilerde ezan okunan anlatılan.
yüksek kule. MÜFRİT: Aşırı, aşkın.
MİNBER: Camilerin içinde hatiplerin çıkıp MUFTIR: İftar eden, oruç açan.
hutbe okuyacakları merdivenli kürsü. MUGAYİR: Başka türlü. Uymaz, karşıt.
MİN GAYRİ: Olmıyarak.
MİNVAL: Davranış. Yol, usul.
MİRA': 1. Riya etme, ikiyüzlü olma, 2. İçin- MUHABBET, MAHABBET: 1. Sevme, sevgi,
dekinin aksini söyleme, 3. Başkasının sözüne 2. Dostluk, 3. D ostça konuşma.
itiraz ve mücadele etme. MUHACAT: Karşılıklı bilmece sorularak yarış-
ma.
MİRAÇ: 1. Merdiven, 2. Hazreti Muham- MUHACİRİN: 1. Göçmenler, 2. Hazreti Mn-
med'in Tanrı huzuruna çıktığı gece. hammed ile Mekke'den Medineye göç edenler.
MİRFAK: Dirsek. MUHAKAT: Hikâye söyleşme.
MİSKAL: Bir buçuk dirhem ağırlık ölçüsü. MUHAKKA: Hak iddia etme.
MİSL: 1. Benzer, eş, 2. Miktar. Mukabele MUHAL: Mümkün olmıyan. Olmıyacak.
bilmişi, tıpkısını yaparak karşılık verme. MUHALEFET: I. Uymama, başka türlü olma.,
MİSVAK: ö z el ağaçtan yapılmış bir çeşit 2. Karşıtlık.
diş fırçası. MUHALİF 1. Uymaz. Karşı, 2. Karşıt. Aksı
MI'YAR: Ölçü. taraf veya fikirde olan.
MİZAN: Yarın ahrette işlediklerimizin tartıla- MUHARREF: Harf veya ibaresi değiştirilmiş;
cağı terazi. asıl mânasından başka bir mâna ile anlamı
MUACCELEN: Çabuk olarak. Peşin olarak. değiştirilmiş.
MUADDİL: Tâdil eden, düzelten, denekleş- MUHARREF AT: Değiştirilmiş şeyler.
tiren.
MUADİL; Beraber. Eşit. Eşdeğer, eşsiz, benzeri MUHARREM: 1. Haram hükmüne konulmuş.
olmıyan. Şeriatçe haram edilmiş. 2. Hicret yılı aylarının,
MUAHAZE: 1. Başka birinin davranışını arabi ayların ilki. İslâmdan evvelki zamanlarda
beğenmediğini söyleme, çıkışma. 2. Tenkid. bu ay içinde savaş haram olduğu için bu ad
MUAHHAR: Geride bulunan, sonraya ve verilmiştir. Muharremin ilk on günü, Kerbelâ
geriye kalmış olan. Sonraki. vakasının yıldönümü olarak matem yapılır,
MUAHHAREN: Sonradan. onuncu günü aşure pişirilir.
MUAHİD: 1. Antlaşma yapanlardan her biri,
MUHARRİF: Bozan, silen. Hilecilik yapan.
2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini
MUHATARA: Zarar, ziyan veya can korkusu.
korutmakta olan.
MUHAYYEL: Hayal edilmiş, zihinde kurulmuş
MUALLEL: İlletü İllet gösterilerek kusuıian-
dırılmış. sam ve kuruntu çeşidinden.
MUALLEM Talim görmüş, talimli. MUHAYYER: İki şeyden birinin seçimi arasın-
MUAMELAT: Muameleler. da serbest bırakılmış. Beğenilirse almak, beğe-
nilmezse geri vermek şartiyle alman şey.
MUAMELE: 1. Birbiriyle iş yapma, aksata MUHAZAT: 1. Karşı olma, 2 .Karşı durma,
etm e, 2. Birine karşı davranış, tütum. 3. Yüz yüze gelme.
MUARIZ: Karşı gelen. Karşıt bulunan. MUHAZİ: Birbirinin karşısında ve bir hizada
MUATTAL: Bırakılmış, kullanılmaz, battal. bulunan.
22
MUHBİR, Haber veren, haberci. MUNKATI 1. Kesilmiş, kesik. Aralıklı, 2. Ar-
MUHİKK, MUHİKKA: l.H akkı yerine getiren. kası gelmiyen. Son bulan.
Doğrudan aynlmıyan, 2. Haklı, doğru. MUNSİF: İnsaflı.
MUNSİFANE: İnsaflıca, insafa uygun.
MUHTAÇ: 1. Bir eksiği olup tamamlanma is-
MUHTABI: 1. Yaradılıştan olan, 2. Basılmış,
tiyen, 2. Gereği olan, 3. Yoksul olan.
MUHTAR, MUHTARE: 1.Seçilm iş, seçkin damgalanmış, 3. Hoş görünen, güzel.
MURAHHİM Kısaltılmış kelime.
(Peygamber hakkında kullanılır) 2. İstediği
MURAHIK: Yeniyetme. Büluğ çağına yani
gibi davranabilen, 3. İdaresi kendinde olan,
12 yaşma basmamış çocuk.
4. K öy veya mahallede işlere bakmak üzere
seçilen, muhtar. MURDAR: Mundar. Pis.
MUSAFAHA: El ele tutuşma, selâm ve dost-
MUHTEKİR: Vurguncu. Gerekli yiyecek, içe-
luk için el ele verme.
ceği, eşyayı ucuza alıp sıkıntı zamanlarında
fazla kârla satan insafsız. MUSALLA: 1. Namaz kılmıya mahsus açık
MUHTEVİ: 1. Bir yere tophyan, 2. İçinde yer. Namazgâh. 2. Camilerde cenazeyi koyup
bulunan. önünde namaz kılınacak yer.
MUKABELE: 1. Karşılık, karşılama, 2. Karşı MUSALLÎ: Beş vakit namazını hep kılan.
gelme. Karşılık verme. MUSİBET: Ansızın gelen belâ sıkıntı.
MUKABİL: 1. Karşı karşıya gelen, 2. Bir şeye MUSİRR, MUSİRRA: İsrar eden, ayak direyen
karşı yapılan, 3. Karşılık, 4. Karşılığında. MUSİRRANE: İnat ve İsrar eden surette, ayak
MUKADDEM 1. önde olan, önden giden. direyerek.
2. Zamanca eski olan, önceki, 3. Üstün olan. MUSTAHSAN: Kuvvetlendirilmiş sağlamlaştı-
MUKADDEMAT: önceler. Başlangıçlar, ilkler. rılmış.
MUKADDER: 1. Niceliği belirtilmiş, 2. Tan-
MUSTAFA: Seçilmiş mânasına olup Hazreti
rının önceden bir iş için belirttiği.
Muhammed 'in adlarındandır.
MUKADDES, MUKADDESE: Kutsal. Temiz.
Mübarek. MUSTARİB: Bk. Muztarib.
MAKADDESAT: Kutsal şeyler. MUSTATİL: Uzunca, boyuna. Dik dörtgen.
MUKADDİM MUKADDİME: Sunan. Bir büyü- MUTAASSIB: 1. Kendi tarafmı aşırılıkla tu-
ğe veren. tan, savunan, 2. Kendi dinini eski gelenek ve
MUKARENET: Bitişiklik. Yakınlaşıp ulaşma. görenekleri aşırı tutan, onların dışındakilere
Bir yere gelme, kavuşma. düşman olan, hiçbir yenilik kabul etmiyen.
MUKARREB: Yaklaşmış, yakın. MUTABIK: Birbirine uyan. Uygun.
MUKATİL: Birbiriyle vuruşan, savaşeden. MU'TAD, MU'TADE: 1. Alışılm ış, âdet olm uş,
MUKATTA': Kesilmiş, kesik, ayrı. 2. Her vakit yapılan şey.
MUKATELE: 1. Birbirini öldürme. Vuruşma, MUTAHHİR: Temizleyici.
2. Savaş, kavga. MUTAVASSIL MUTAVASSILA: Eren, ka-
MUKATTAR, MUKATTARA. İmbikten çekil- vuşan.
miş. Damıtılmış. MUTAVASSIT, MUTAVASSITA. I. Araya
MUKAVELE: 1.Sözleşme, söz edişme, 2. İki giren. Aracı, 2. Orta halli, ikisi ortası.
taraflı kararların yazılı şekli. MUTAZAMMIN: 1. İçine kapsıyan,
MUKAVEMET: 1. Karşı durma, dayanma 2. Üstüne alma, kefil olma.
MUTAZARRI: Alçalarak yalvaran, kendisini
2. Dircngi.
MUKAYYED, MUKAYYEDE: 1. Bağlı, bağlan- aşağı tutarak diliyen.
MUTAZARRIANE: Mutazarrı olana yakışır
m ış, 2. Zincirle bağlı, 3. Kayıt ve şartla bağlı.
surette.
4. işin e önem verip bakan.
MUTAZARRIR: Zarar gören.
MUKİM Sürekli veya geçici olarak bir yerde
MUTEBER MUTEBERE: I. Geçer, sayılır,
oturan.
kullanılır. 2. İtibarı olan, sözü geçen.
MUKNİ, MUKNİA: Kanaat getirten, kandıran.
MU'TEDİL, MUTEDİLE: l.O rta halde bulun-
MUKRİ: Okuyan.
an, 2. Yavaş. Pek ileriye varmamış olan.
MUKRİZ: Borç veren.
MU'TEKAD: İnanılan, itikat olunan şey.
MUKT AZA: iktiza eden, gereken.
MUTEKİD: 1. İnanan, bir şeye inanmış olan,
MUKTEDA: 1. Uyulan, örnek tutulan, 2. ö n -
de bulunan. Herkesin uyduğu. 2. İnanç sahibi, dinine bağlı.
MUKTEDİ: Uyan, arkadan gelen. M UTEK1F: Bir tapmak veya türbe yanma
MUKTEDİR: 1. Güçlü, kuvvetli, 2. Bir işi çekilip ibadetle uğraşan.
yapabilen. Becerebilen. MUTEMED: Güvenilen, güvenilir. Emin kimse.
MUKTESİD: Tutumlu, MUTLAK, MUTLAKA: Kayıtsız, şartsız. Genel
MÜLAKİ: Buluşan, kavuşma, görüşme. olarak. Salıverilmiş, başı b oş, Salt,saitlık.
MÜNHASIR: 1. Her tarafı kuşatılmış, çevrili MUTMAİN: Zihnini bir şeye yatırıp rahatla-
2. Yalnız bir şey veya bir kimseye mahsus m ış, şüphesi kalmayıp kanmış.
olan. 23
MUTTALİ : Bir işin başlama ve yapılmasına MÜCAHÎD, MÜCAHİDE: Savaşan, uğraşan.
uygun yer. Savaşçı.
MUTTALİ: Bir işten haberli, bilgili olan. MÜCAMAA, MÜCAMAAT: Gma etme. Çift-
MUTTARİD, MUTTARİDE: Sıralı, düzgün, bir leşme.
düzüye giden. MÜCAZAT: l.Karşılık, 2. Bir suça karşı ceza
MUTTASIF, MUTTASIFA: Bir hal veya sıfatla verme.
vasıflanmış, kendisinde bir hal ve sıfat bulunan. MÜCAZEFE: Götürü satma.
MUTTASIL MUTTASILA 1. Bitişik. Başka MÜCEHHEZ: Hazırlanmış, gerekli şeyleri ta-
bir şeye ulaşmış, 2. Ara vermiyen, aralıksız. mam.
MUVAFFAK: 1. Tanrı yardımına uğrayan, MÜCERRED, MÜCERREDE: 1. Çıplak, soyul-
işi rastgelen, 2. Başaran, beceren. muş, 2. Tek, yalnız. Bekâr, 3. Karışık ve
MUVAFFAKİYYET: 1. Tanrı yardımiyle başarı katışık olmıyan.
gösterme, 2. E k geçirme, başarma. MÜCESSEM, MÜCESSEME: I. Cismi olan,
MUVAFIK: 1. Uygun, uyar, 2. Taraflı. 2. Cisimlendirilmiş, görünür şekle konulmuş,
MUVAKKAT, MUVAKKATE: Belirli bir vakte 3. Uzunluğu, enliliği, kalınlığı olan cisim.
mahsus. Sürekli olmıyan, geçici. MÜCTEHID: Kuran âyetleriyle peygamber söz-
MUVAKKATEN: Az bir zaman için, şimdilik. leri olan hadislerden hüküm çıkarmak kudre-
MUVAZABAT: Bir işe ara vermeden çalışma. tinde olan bilgin.
Bir düziye uğraşma. MÜDAFAA: 1. Bir saldırmaya karşı durma,
MUVAZZAF, MUVAZZAFA: I. Bir işi gör- 2. Koruma, korunma, 3. Savunma.
mekle ödevli, 2. Maaş ve tâyini olan. MÜDARA: Yüze gülme. Yalandan dostluk
MUVAZZAH MUVAZZAHA Açıklanmış. gösterme.
A çık açık gösterilmiş. MÜDAVEMET: Bir işe aralıksız sürekli çalışma.
MUZAHİ: Benziyen, benzeyici. Bir yere her vakit gidip gelme. Devamlılık.
MUZIRR, MUZIRRA: Zararlı, zarar veren, MÜDRİK: 1. Y etişen, ulaşan, 2. Anlayış
zararı dokunan. vaktine gelen, olgunlaşan, 3. Ergin.
MUZİ: İnciten, eziyet veren. MÜEKKED, MÜEKKEDE: 1. Sağlamlaştırıl-
MUZTAR: Zorlanmış, yapma zorunda kalmış. m ış, 2. Tekrar edilmiş. Bir daha emir veya ih-
Çaresiz kalmış. tar olunmuş.
MÜENNES: 1. Dişi, 2. Gerçek veya lâfızca,
MÜBADELE: Bir şeyin başka bir şeyle değiş- yafeut öyle olarak dişi olan veya tutulan.
MÜEYYİD: 1. Kuvvetlendiren, 2. Yardım eden.
tirilmesi, trampa, değiş tokuş.
MÜBAH: Bk. Mubah. MÜFARAKAT: 1. Ayrılma, uzaklaşma, 2. Bir
MÜBAHASE: 1. Bir iş hakkında iki kişi arasın- yeri bırakıp gitme, 3. Kan koca arasında ayrıl-
da edilen söz, 2. Bir iş hakkında göriişme, 3. ma, boşanma.
İddialı konuşma, tartışma. MÜFESSİR, MÜFESSİRE: 1. Kapalı ve kısa
MÜBAHAT: övünme. bir şeyi genişletip anlam ve kavramım mey-
MÜBAHİ: övünen. dana çıkaran, açıklıyan.
MÜBALAĞA: I. Mübalağa. Bir işte çok ileri MÜFSİD, MÜFSİDE: I. Bozan, fenalaştıran,
varma. 2. Artık, fazla, çok aşın. 2. Fesat koyan, ara açan,
MÜBAREK: 1. Bereketli olan, 2. Saygıya MÜFTADİH, MÜFTAZİH: Rezil,rüsva olan.
değer, 3. Uğurlu, mutlu. MÜFTİ: Şeriat işlerinde kendisine meseleler
sorulan, İslamların din işleriyle uğraşan kimse.
MÜBAŞERET: Başlama, girişme, tutuşma. MÜHİMM, MÜHİMME: 1. önem li, 2. Düşün-
MÜBAŞİR: G eçici bir ödev olarak merkezden düren, 3. Gerekli.
bâzı emirleri götüren icra yetkisi de olan kimse, MÜHLİK: öldüren, öldürücü.
denetçi. MÜKABERE: Tartışmada kurala aykırı olarak
MÜBECCEL: Ululanmış,büyütülmüş. ağız kalabalığıyle karşısındakini alt etmeye
M ÜBEŞŞER, M ÜBEŞŞERE: Müjdelenmiş, çalışma.
aşere-i mübeşşere, cennetlik oldukları sağ- MÜKÂFAT: Bir hizmet veya iyiliğe karşı edilen
lıklarında peygamber tarafından müjdelenmiş iyilik.
olan on kişi. MÜKÂTEBE: Birbirine yazma. Yazışma.
MÜBÎN, MÜBÎNE: 1. İyi kötüyü, hayrı ve şeıri MÜKEF FEN: Kefene sarılmış.
ayırt eden, 2. A çık, besbelli. Din-i Mübûı, MÜKELLEF: Bir işi yapmıya, veya bir vergiyi
Ku'rara-i mübln. vermiye mecbur olan.
MÜBTEDİ: Yeni başlıyan, acemi. Müptedi. MÜKEMMEL, MÜKEMMELE: Tam. Olgun.
MÜBTELA: lJJir şeye düşkün ve tutulmuş Kemal bulmuş.
olan, 2. Düşkün, tutkun. MÜKEMMİL: Tamhyan. Tamlayıcı.
MÜGAHEDE: 1. Uğraşma, savaşma, 2. Nefsi MÜKERREM, MÜKERREME: Saygı değer.
yenmiye olan çalışma, 3. Din uğrunda savaşma. Sayılan, ululandırılan.
24
MÜKERRER, MÜKERRERE: Tekrar olunmuş. MÜN'İM: Nimet veren, yedirip içirten.
Birbiri üstüne iki veya daha ziyade defa olm uş. MÜNKAD: Bağlı, boyun eğm iş.
MÜKREHEN: Zorla. MÜNKALT: Kökünden koparılmış olan.
MÜLAABA: Oynaşma. MÜNKARİZ. Tükenip bitm iş. Arkası kesilmiş,
sönmüş. *
MÜLÂHAZA: 1. Dikkatle bakma, 2. İyice MÜNKASEM: Bulunmuş, kısım kısım edilmiş.
düşünme. MÜNKAZİ: Bitm iş, tükenmiş, ardı kesilmiş.
MÜLÂKİ: Buluşan, kavuşan. Görüşen. MÜNKER: 1. Kabul olunmıyan, 2. Beğenil-
MÜIÂYEMET: 1.Uygunluk, 2. Yumuşaklık, miyen, inkâr olunan, 3. Şeriatçe yapılması
3. Bağırsakların yumuşaklığı. hoş görülmeyen.
MÜLAYİM, MÜLÂİM: 1. Uygun, uyar. 2. MÜNKERAT: Şeriatın yasak ettiği, caiz gör-
Yavaş, yumuşak, 3. Pekliği olmıyan. mediği şeyler.
MÜLGİ: Zorlıyan, zorla yaptıran. MÜNKİR: İnkâr eden, Kabul etmiyen. 2.
MÜLEVVES: 1. Pis. Bulaşık, 2. Karmakarışık. Mezarda soru soracak iki melekten biri.
MÜLTEKA: Kavuşma, buluşma, birleşme yeri.
MÜLTEKI: Kavuşan. Birleşen. Buluşan. MÜNTAKIZ: Bozulan, nakzedilen.
MÜLTEKIM: Tutan. MÜNTESİB: Birine çatm ış, birinin adamı
MÜLTEKIT: Yerde bulunan şeyi kaldırıp alan. olm uş. Bir şeyle ilgili.
Derliyen. MÜNTEŞİR, MÜNTEŞİRE: 1. Yayılmış. A çıl-
MÜLTEZEM, MÜLTEZEME: Gerekli sayılarak mış, dağınık, 2. Duyulm uş. Etrafa yayılmış.
olmasına çalışılan. MÜNZEL: İndirilmiş, gökten inmiş.
MÜLTEZİM. 1. Bir şey veya bir kimseyi gerek- MÜRABAA: Yazlığına ikralama.
li sayıp taraflılık gösteren. MÜRAHİK: Bk. Murahık.
MÜMANAAT: Engel olma. MÜRECCAH, MÜRACCAHA: Üstün tutulan.
MÜMARAT: Çekişme, tartışma. MÜREVVİH: 1. Korkulandıran, 2. Rahatlan-
MÜMASELET: 1. Benzeyiş, 2. Benzeşim, dıran.
MÜRTEDI': önlenm iş, bir şeyden çekinmiş.
MÜMEYYİZ, MÜMEYYİZE: İyiyi kötüyü, eğri-
MÜRTEHİL: 1. Göç eden, 2. ölen .
yi doğruyu ayırdeden.
MÜRTESEM, MÜRTESEME: Resmedilmiş. Re-
MU'MİN, MÜ'MİNE: Tanrı birliğine Hazreti simlenmiş.
Muhammed ve islâm dininin öteki temellerine MÜSADİF: Tesadüf eden.
inanan. İslâm , müslüman. MÜSAFAAT: Birbirinin boynuna sarılma.
MOMKİN: Mümkün olabilen. Olağan. MÜSAFEHA, MÜSAFEHAT: Kanunsuz bir-
MÜMTAZ, MÜMZATE: 1. Başkasından ayrıl- leşm e, zina.
m ış, 2. Ayrı tutulan. MÜSAFERET: 1. Yolculuk, seyahat, 2. Konuk-
MÜMTAZİYYET: Mümtazlık. luk.
MÜMTED, MÜMTEDDE: Uzayan. Süren, sürek- MÜSAFİR: 1. Yolculuk eden, yolcu, 2. Yol-
li. culuk sırasında birinin evine konan, konuk.
MÜMTEZİC, MÜMTEZİCE: 1. Karışık, 2. Bir- MÜSAHELE: 1. Kolaylık ve yumuşaklık gös-
birine çok uygun, 3. Tamamiyle kapanan, terme, 2. Aksilik çıkarmama, 3. Kolay sanma.
aralık bırakmıyan, 3. Herkesle iyi geçinir. MÜSAHERET: Gece uyanık durma.
MÜNACAT: 1. Tanrıya dua etm e, yalvarma, MÜSAİD: 1. Yardım eden,2. İzin veren. Uygun.
2. Tanrıya dua konulu manzume. Gayr-i müsait, namüiait, bir işi obmyacak veya
MÜNAFERET: Nefret etme. Sevişmeme. zor bir hak koyan.
MÜNAFESE, MÜNAFESET: Birbirine kin, MÜSARAAT: Sürat ve acele etme. İvme.
gizli düşmanlık gösterip çekememe. MÜSARAATEN: Süratli, acele olunarak. İve-
MÜNAFİ: Karşıt, uymaz. Uyuşamaz. dilikle.
MÜN'AKİD: 1. Bağlanmış bağlı, düğümlü. MÜSAVAT: Aym hal ve derecede olma. Eşit-
2. İki taraf arasında resmî olarak kabul edilmiş. lik.
MÜNAZAA: Ağız kavgası. MÜSAVEME: Pazarlaşma.
MÜNAZARA: Kurala uygun olarak karşılıklı MÜSELLEM: Teslim olunmuş, kimse tarafın-
konuşma, tartışma. dan inkâr veya reddedilemiven.
MÜNBAİS: 1. Gönderilmiş, 2. Bir şeyden MÜSELLES: 1. Üçlü. Üç bölükten ibaret,
ileri gelmiş. Bir şeyin çıkardığı. 2. Üçgen, 3. Kaynatılarak üçte ikisi buharlaş-
MÜNCİ: Kurtaran. tırılan içk i.. Trigonomi.
MÜNEZZEH, MÜNEZZEHE: A n , temiz. Bir MÜSKİR: Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
sıfatla intelenmiyen veya bir şeye muhtaç MÜSTA ÇELEN: Çabuk olarak.
olmıyan. MÜSTAGFİR: Günahlarının bağışlamasını Tan-
MÜNFERİD: Yalnız, tek. Kendi başına. Ayrı. rıdan difiyen.
MÜNHASIR: İntişar eden, sınırlanmış, heryeri MÜSTAGIS: Yardım dileyen.
çevrili. 25
MÜSTAĞNİ: 1. Müstağni, gözü tok. 2. Çeki- MÜTAALIK, MüTAALLIKA: 1. Asılı, bağlı,
nen, nazlanan, 3. Gerekli buimıyan. 2. İlgili, dair.
MOSTAGRAK: Dalmış, daldarılmış. Batmış. MÜTAAZZI: Organlaşmış.
MÜSTAH1K: Hak kazanmış, lâyık. MÜTAAZZİR: 1. özürlü, özrü olan, 2. Güç,
MÜSTAHSEN: Herkesin güzel bulup beğendiği. zor. Meydana gelmesi kolay olmıyan.
MUSTAİD: 1. Bir şeye yeteneği olan, 2. Uyanık MÜTABAAT: Birine tâbi olma, arkası sıra git-
akıllı. me. Uyma.
MÜSTAKBEL, MÜSTAKBELE: önde bulunan, MÜTALİ': Okuyan.
ilerdeki, gelecek zaman. MÜTEADİD: Birbirine yardım eden. Yardım-
MÜSTAKİL, MÜSTAKİLLE: 1. Kendi ba- laşan.
şına. Bir yere bağlı olmıyan, 2. Ayrıca, kendi MÜTEAL, MÜTAAL: Yüce, yüksek.
kendine. Bağımsız. MÜTEAMMİM, MÜTEAMMIME: Yaygın, yayıl-
MÜSTAKİLLEN: 1. Kendi başına olarak, mış.
2. Ancak, sırf. MÜTEAREF: Herkesin bildiği, ünlü.
MÜSTAKİM, MÜSTAKİME: 1 Doğru, düz, MÜTEAZİL: Birbirinden ayrılıp başkaca olan.
2. Tem iz, namuslu. MÜTEAKİP: Arkadan takip eden, ardı ardına
MÜSTA'MEL: Kullanılmış. gelen.
MÜTEBAKİ: Geri kalan, artan.
M ÜSTAHİB: Araplaşmış. Arab-i müsta'ribe, MÜTEBAKİ: Ağlar gibi olan, yalandan ağlıyan.
başka cinsten iken araplaşmış arap. MÜTEBERRİ’: Vermiye mecbur olmadığı şeyi
MÜSTECAB: Kabul edildiği cevabını alan. ihsan eden, veren.
İstediği kabul olunan. MÜTEBERRİR: Tanrıya itaat eden.
MÜSTE'CEL: Ertelenmiş olan. MÜTEBERRİK, MÜTEBERRİKE: Uğurlu,
MÜSTE’CİR: Bir şeyi kira ile tutan, 2. Kiracı. mübarek.
MÜSTEFAD: 1 .Kazanılmış, 2. Anlaşılmış. MÜTECAVİZ: 1. Geçen, aşan, 2. Sarkıntılık
MÜSTEFİD: Fayda gören, faydalanan. eden, 3. Saldırgan, 4. Fazla, artık.
MÜSTEHABB: 1.Sevilen, beğenilen, 2. Farz ve MÜTECELLİ: 1. Görünen. Meydana çıkan,
vacipten gayrı sevaplı hareket. 2. Parlak.
MÜSTEHAZA: Aybaşı gören kadın. MÜTEDARİK: Tedarik eden, hazırlıyan.
MÜSTEHLEK: Yenip içilerek bitirilen.
MÜSTEHLİK, MÜSTEHLİKE: Yiyip içerek MÜTEDAVİL: Tedavül eden. G eçen, kullanı-
bitiren. Tüketen. lan. Alınıp verilen.
MÜSTEKREH, MÜSTEKREHE: İğrenç. MÜTEELLİM: 1. Elemli, acılı, 2. Acıyan.
MÜSTELZİM: Gereken, gerektiren. Ağrıyan.
MÜSTEMİRREN: Sürekli, aralıksız. MÜTEEZZİ: İncinen, sıkılan.
MÜSTENİD: Bir şeye dayanan. MÜTEFAVİT, MÜTEFAVİTE: Farklı, çeşitli.
MÜSTENİDEN: Dayanarak, güvenerek. Aralarında fark olan.
MÜSTERİH, MÜSTERİHA: Rahat eden, rahat- MÜTEFEKKİR: 1.Düşünen, dalgın, 2. Düşün-
lanan. celi.
MÜSTESNA, MÜSTESNAİYYE: 1. Kuraldan MÜTEFENNİN: Bilgin, Teknik bilgisi olan,
dış. Başkalarına benzemiyen, 2. Üstün. Benzer- teknikle uğradan.
lerinden baskın, 3. Ayrık. MÜTEFERRİK: Ayrılmış, dağılmış.
MÜSTE ŞRİK: D oğu ülkeleri ve en ço k da dil ve MÜTEHASSIL: Vücut bulan, husule gelen.
edebiyatları ile uğraşan batılı. MÜTEHAYYİLE: (Hayal den) Muhayyile.
M ÜŞAL, MÜŞALE: Kaldırılmış, yükseltilmiş. MÜTEKEBBİR: Kibirli, ululuk satan.
Yapılmış, edilm iş, meydana getirilmiş. MÜTEMADİ: 1.Uzanan, süren, 2. Arasız, her
MÜŞARÜNİLEYH: İşaret olunan, adı geçen. caman.
MÜŞAVERE: İki veya daha fazla kişi arasında MÜTEMADİYEN: Arasız olarak, sürekli olarak.
bir iş üzerinde konuşm a, danışma. MÜTEMAYİL: Bir tarafa eğilm iş.
M Ü Ş İR , M Ü ŞİR E : Bildiren, haber veren. MÜTEMERRİD: Kötü bir yolda direnerek
MÜŞTEHAT: Erkeklik hissini tahrik edecek devam eden. İnatçı.
hale gelmiş olan kız. MÜTEMERRİDANE: Kötülükte direnerek.
MÜŞRİK: Tanrıya ortak koşan. Birden fazla İnatla.
Tann inancında olan. MÜTEMMİM, MÜTEMMİME: Bitiren, tamamlı-
MÜŞTEHİB: Ak ve kara karışık kıralmış olan. yan.
MÜŞTEHİR: Ünlü. Adlı sanlı. MÜTENEVVİ', MÜTENEVVİA: Türlü türlü,
MÜŞTEKİ: Şikâyet eden. çeşit çeşit.
MÜTAADDİD, MÜTAADDİDE: Birkaç tane MÜTESAVVER: Tasarlanmış,düşünülmüş.
olan. Türlü türlü, birçok, birkaç. MÜTESELLİ, MÜTESELLİYYE: Avunan, acıyı
MÜTAAFFİN: Korkmuş. Bozulup fena kokan, unutur gibi olan.
çürük. MÜTEVAKKI: Sakınan, kendini gözeten.
26
MÜTEVAKKIF: 1. Duran. Kınuldamıyan, 2. MÜTEYYAKIN: Kesin olarak bilen.
Bir şeye bağlı olan. Onunla iş görecek olan. MÜTTAKI: Giinah ve haramdan sakınan.
MÜTEVALİYEN: Aralık vermeden. Bir düziye. MÜTTEBİ': İttiba eden, uyan. Peşi sıra giden.
MÜTEVATİR, MÜTEVATİRE. Ağızdan ağıza MÜTTEFİK, MÜTTEFİKA: 1. Uyuşmuş, bir-
yayılan. Halk arasında söylenilen. leşmiş. 2. A ynı fikirde, uygun.
MÜTEVAZIANE: Kibirsizce, alçakgönüllülükle. MÜTTEHİD, MÜTTEHİDE: Birleşmiş, birlik
MÜTEVECCİH: 1. Bir yere doğru gitmeye olan.
kalkan, yola çıkan, 2. Birine karşı iyi düşünce- MÜVESVİS, MÜVESVİSE: Kuruntucu. Kurun-
si ve sevgisi.olan. tulu.
MÜTEVEFFA: ölü , ölmüş. MÜYESSER: Kolay bulunup yapılan. Kolay
MÜTEVEHHİM: Kuruntulu. gelen. Kolaylıkla olan.
MÜTEVEKKİL: Her işi Tanrıya, Tanrı irade- MÜZAHERET: Arka, yardım.
sine bırakıp Tanrıdan gelene razı olan. MÜZDELİFE: Kâbe'de Arafat ile Mina arasın-
MÜTEVELLİ: Bir vakfın idaresine memur da bir hac durağı.
olan kimse. MÜZEYYEN: Süslenmiş, donanmış.
MüTEVERRİ': Din emirlerini sıkıca tutan. MÜZNİB: Günah işlem iş, suçlu.
NABİT: Yerden çıkıp büyüyen, biten. NAZARI, NAZARİYYE: 1. Bakışa ait, bakışla
NAÇİZ: Hiç hükmünde olan. Çok küçük, ilgili, 2. Yalnız bilgi halinde olan. Uygulan-
önemsiz. mamış.
NADİR: Az bulunur. Bulunmaz. Seyrek. NAZİL, NAZİLE: I.Yukarıdan aşağıya inen,
NAFİ', NAFİA: l.Yarar. Kârlı, 2. Tanrı adla- 2. Bir yere konan, konaklıyan.
nndandır. NAZIR: Benzer.
NAFİLE r Zaman ve mükellefiyet dışı sevap NAZM: 1.Sura,tertip, 2. Vezinli, kafiyeli söz,
için kılınan namaz. 4. Kuran ayeti.
NAFİZ: 1. Delip geçen, 2. İçeriye giren, iş- NAZMEN: Manzum olarak.
liyen, 3. Etki yapan, sözü dinlenilen.
NAHIR: Boğazlanmış, kesilmiş. NEBZE: A z şey.
NAHLBEND: A ğaç budayıp düzelten kimse. NECABET: Soyluluk.
NAHIİYYE: Hurmalar, Arılar. NECASET: Pislik.
NAHR: Boğazlama, kesme. NECAŞİ: Haber hükümdarı.
NAİ': Vekil. Birinin yerine geçici bir zaman için NECAT: Kurtulma.
oturan. NECIS: Pis, mundar.
NAİL: Ele geçiren. Murada eren. NECS: Pis, mundar olma.
NAİLİYYET: Ele geçirme. NEDAMETKAR: Pişman olan.
NAİM: Uyuyan. Uykuda olan. NEFASET: Değerlilik.
NAKIS: 1. Eksik. Noksan. Tam olmıyan. NEFH: 1. Güzel koku yayılma, 2.Rüzgâr esme.
2. Kusuru olan, kusurlu. NEFH: 1. Üfleme, şişirme, 2 Boru çalma.
NAKISA: Eksiklik. Kusur, ayıp. Nefh-i Sur, İsrafil'in kıyamette çalacağı boru-
NAKS: Noksan, eksiklik. nun üflenmesi, kıyamet kopması.
NAMAHREM: 1. Şeriat bakımından düşüp NEFHA: Güzel koku. Yelin bir esişi.
kalkılması haram olan, 2. Yabancı. NEFHA: l.Üfürm e, 2. Şişm e.
NAMUS: 1. Kanun, nizam, 2. Irz, 3. Temizlik, NEFİS NEFİSE: Çok hoşa giden. En beğe-
doğruluk. nilen. Çok güzel.
NAMUSKAR: Namuslu, Doğru. NEFL: Vacip olmıyan ibadet. Fazladan ibadet.
NAMZED: 1. Nişanlı, 2. Aday. NEFRET: 1. Ürküp kaçma, 2. İğrenç bulup
NAR: 1. A teş, 2. Cehennem. tiksinme.
NAS: İnsanlar. NEFS, NEFİS: 1. Ruh, can, hayat, 2. İnsanın
NASIYE: Alın. yeme içm e gibi biyolojik ihtiyaçları, 3. Kişi,
NAŞİ: 1. İleri gelen, 2. Dolayı, ötürü. Sebe- kendi, 4. Asıl, maya.
biyle. NEFSA': Loğusa. Yeni doğurmuş kadın.
NA'T: 1. överek anlatma ve niteleme, 2. NEFSİ, NEFSİYYE: 1. Nefisten doğan şeyle
Hazreti Muhammed in üzerine yazılmış kaside. ilgili, 2. Kişiye,kendisine ait, onunla ilgili.
NATIK, NATIKA: l.S öyliyen. Lâkırdı eden, NEHAR: Gündüz. Yeyl ü nehar, gece gündüz;
2. Fikir ederek düşünen, 3. Bir ifadesi olan. nısfmnehar, meridyen.
NAZARAN: 1. Gören, bakılırsa, 2. Kıyaslıyarak NEHC: Y ol, usul.
27
MEHY: 1. Yasak etm e, 2. Emir kipinin olum- -mübin, -nuhustin, Muhammet peygamber;
suzu, emrin karşıdı. nurun alâ nur, daha iyi, daha alâ; cebel-i Nur,
NEKIR: Mezarda ölüleri sorguya çekecek olan Cebel-ün-nur.
meleklerden birinin adı. NURANI: 1. Nurlu, ışıklı, 2. Görünüşü saygı
NEKÎR: İnkâr etme. uyandırır, saygı değer.
NEKR: Akıllı, zeki. NUSH: öğüt.
NEMİME Koğuculıık. Ağzıkaranlık. NUTFE: Dölsuyu.
NEMMAM: Koğucu, ara bozan. Münafık. N U TUF: Dölsuları.
NESEB: Atalar zinciri. NÜBÜVVET: Peygamberlik.
NESİC NESİCE Dokunmuş şey. NÜFESA: Loşsa kadın.
NESL: 1. Nesil, kuşak, 2. Soy döl, döş. NÜFUZ: 1. İçe geçm e, işleme, 2. Sözü din-
NEŞ'ET: 1. Yetişm e, meydana gelme, 2.İleri lenme, sözü geçer olma.
gelme, kaynak olma. NÜSHA: l.Y azılı bir şeyden çıkarılan suret,
NEŞR: 1. Dağıtma, yayma,2. Herkese duyur- 2. Muska.
ma, 3. Gazeteye yazma,yazdırma. NÜZHET: 1. Eğlenme, gönül açacak yere
NEŞV: Bitki ve canlının bitmesi, büyümesi, gidip gezme, 2. Tazelik. Sevinç.
büyüme, boy atma. Yeniden peyda olup hayata NÜZUL: Aşağı inme.
gelme. e l
SAADE, SAADET: Mutluluk, vakt-i saadet, SABİY SABİ: Bülûğa ermemiş çocuk.
zaman-i saadet, Hazreti Muhammet zamanı. SABİY Y E : Bülûğa ermemiş kız çocuğu.
SABAVET: Çocukluk. SABR: Başa gelen acı şeye diş sıkıp dayanma.
SABİ, SABİY: Büluğ çağma gelmemiş çocuk. Sabr-i cemil, Tanrıdan gelen bir acıya sabret-
SABİT, SABİTE. 1. Yerinde duran, kımılda- me sabr-i Eyyüp, eyüp peygamberin dillere
mıyan. 2. İspatlanmış, kanıt ve kanıtla belli destan olan sabrı.
edilmiş. 29
SADAKA: 1. Tann hoşnutluğu, için fakirlere SALAVAT: 1. Namazlar, 2. Hazreti Muham-
verilen şey, 2. (Peygamber zamanında) zekât, mete dua okumalar.
Sadaka-i fıtr, fitre, şeker bayramında verilen SALİH, SALİHA 1. İyi, yarar, 2. Salâhiyetli,!
para. hakkı olan, 3. Din buyruklarına uygun davranalı
SÂDAT: l.Seyyitler, ulular. 2. Hazreti Muham- SALİM, SALİME: İ. Sağ. Sağlam, 2. Noksan-
met soyundan olanlar. sız, 3. Korkusuz, emin olan.
SADIK, SADIKA: 1. Doğru, gerçek, 2. Sada- SAMİ, SAMİYYE: Yüksek, yüce.
kati olan. Sadık-ul-vaad, sözünde duran; kavl-i SAMİf 1. İşiden, 2. D inliyen, 3. Dinleyici.
sadık, gerçek söz subh-i sadık, gerçek sabah. SAMİIN: Dinleyiciler.
SADIR, SADIRA Çıkan. SAMİMÎ, SAMIMİYYE: Yüreğin içinden gelen.
SADİR: Şaşan. Ciddî, gerçek.
SADR: 1. Göğüs, 2. Yürek, 3. Her şeyin önü, SANİ': Yapan, işliyen. Yaradan. Sanî-i hakikî
başı, ilerisi, 4. Yüce yer. ** Tann.
SAFA': 1. Saflık, berraklık, 2. Rahat. SANİH SANİHA: Zihin ve fikirde olup çıkan,
SAFFET: Bk. Safvet. fikre doğan.
SAFH: 1. Yüz çevirme, 2. Suç bağışlama. SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
SAFVET: Saffet. Sâflık, temizlik, arılık. SARAHATEN: Açık açık. Açıktan açığa.
ŞAGIR. SAGIRE: 1. Küçük. Ufak, 2. Büluğa SARİH: 1. Açık, 2. Belli, 3. Sade, halis.
ermemiş çocuk. SATH: 1. Bir şeyin dış tarafı, yüz. 2. Üstten
SAGÎRE: (öldürme veya zina etme çeşidinden görünen kısım.
olmıyan) küçük günah. SATHAN' Dıştan, dış yüzden.
SAHA: Elaçıklığı, cömertlik. SATHI SATHİYYE: 1. Dış yüzle ügili, 2.
SAHABE: Ashab. Sahipler, sahip çıkanlar, Derinden değil, üstünkörü.
tutanlar^ SAVM Oruç.
ŞAHABI: Hazret’ Muhammetin kendisine gör- SAVT: 1. Ses, 2. Bağırma.
müş olan kimse. SAY:- 1. Çalışma, çabalama, em ek, 2. G eçin-
SAHABIYYE: Hazreti Muhammeti görmüş olan mek için iş işleme.
kadııi. SAYD: Av.
SÂHÂT: Sahalar, alanlar. SEBAT: Yerinde durma. Kımıldamama. Bısebat
SAHAVET: Elaçıklığı, çömertlik. sebatsız, bir şey ve bir yerde durmaz^ geçici.
SAHB: Peygamberi görmüş kimseler. SEBB: Sövme. Sövüp sayma.
SEBT: Bir yere yazma. Yazı halinde tutma.
SAHÎ, SAHİY Cömert,eK açık. SECDE: Namazda eğilip yere kapanma, yüzünü
SAHİB: Konuşulan, arkadaş. yere sürme. Secde-i sehv, namaz sırasında
SAHİH, SAHIHA: 1. Gerçek, 2. Sağ, sağlam, yapılan bir yanhş için secdeye varma; secde-i
3. Tam eksiksiz. şükran, büyük bir sevince karşılık yapılan
SAHİR, SAHİRE: I. Büyücü, 2. Büyüler gibi secde.
etki yapan güzel. SECİYYE: Tabiat. Huy, yaradılış,
SAHRA': 1. Ova, kır. 2. Çöl. Yaban. SEFAHET: 1.Sonunu düşünmden gereksiz yere
SAHUR: Temcit yemeği. elindekini harcama, 2. Yasak şeylere, eğlence
SAHUR: Uykusuzluk. Gece uyuyamam a. ve zevke düşkünlük.
SAHV, SAHVE: Ayıklık. Aklı başında uyanık SEFER: 1. Yolculuk, 2. Savaşa gitme. Savaş,
olma. 3. Askerin savaşa hazır bulunma hali.
SAİ: 1. Çalışan. 2. Haber götüren. Haberci. SEFERÎ: I. Yolculukla ilgili, 2. Savaş ile il-
SAİM, SAİME: Oruç tutan. Oruçlu. giü, 3. Bazı din buyruklarını hafifletici yolcu-
SAİME: Otlağa başı b oş salıverilmiş hayvan. luk ile ilgili.
SÂKIT: 1. Düşen, düşmüş, 2. Yürürlükten kalk- SEHA': Beyin zarı.
m ış, önemi kalmamış. SEHA, SAHA: Bk. Saha.
SA IA ': 1. Cuma namazına veya cenazeye SEHV: Yanhş. Sehv-i kalem, yanlışlıkla yazma
çağırmak için minarelerde okunan salavat, -mürettip, dizgici yanlışı, -tertip dizme yanlışı
SALABET: 1.Katılık. Peklik, 2. Dayanma, SEHVEN: Yanlışlıkla. Yanılarak.
kuvvet. * SEKERAT: Sarhoşluk.
SALÂH: 1. İyilik, 2. Barış, rahatlık, 3. İyi SEKTE: 1 .Durgunluk, kesilme, 2. Bozukluk,
davranış, dine bağlılık. zarar, 3. Kanın birdenbire durması. Damla.
SALAHİYYET: 1. Bir işi yapmıya veya ona SELAM 1. Barış, rahatlık, 2. Son, iyi ve hayırlı
karışmaya haklı olm a. Vazife dolay isiyle hakkı olma.
olma, 2. Bir dâvaya bakabilme. SELAMET, SELAME: 1. Salim olma, 2. Emin
SALAT: 1.Namaz, 2. Hazreti Muhammet olma, 3. İyi son, 4. Kurtulma, 5. İbarenin
"aleyhisselât vesselâm, -salâvatullahi aleyh, düzgün ve doğru olması.
sallâllahü aleyhi ve1’ sellem" dualarından birini SELÂSE: Uç.
okuma. SELBİ SELBİYYE: Olumsuzlukla ilgili.
30
SELEF: 1. Bir yerde başka birinden önce SUDUR: Meydana çıkma. Olma.
bulunmuş olan kimse, 2. Eski adam. SUGRA: Küçük önerme.
SELİM, SELİME: Kusursuz. Sağlam. SUGRA: Daha veya pek küçük.
SEMAVİ, SEMAİ: 1. Gökle iligili, 2. Tanrıdan SUKUT: 1. Aşağı inme, düşme, 2. Sarkma,
olan, Tanrı işi. 3. Büyük bir mevkiden ayrılmış olma.
SEMERE: 1. Yem iş, 2. Fayda. Kâr, 3. Sonuç, SULB: 1. Omurga kemiği, 2. Döl.
elde edilen şey. SULEHA: Salih insanlar.
SEM İ, SEMİYYE: İşitm ekle ilgili. SULH: 1. B anş, 2. Rahatlık, 3. Uyuşma, uz-
SENA': överek ve ululuyarak niteleme. laşma.
SERIYYE: Düşman üzerine yollanan asker SULHAN: Barış yoliyle.
takımı. SUN': İş yapma.
SETR: örtm e, kapama. Setr-i avret, ayıp yer- SUR 1. Büyük boynuzdan boru, 2. Kıyamet
lerinikapama. günü İsrafilin üfleyeceği boru.
SETRİ UYUB: Ayıpları örtme. SURETA Görünüşte.
SEVAİM Başı boş otlayan hayvanlar. SUVAR: Sula.
SEYYİAT: 1. Kötülükler. 2. Suçlar, günahlar, SÜBBUH: Tann.
3. Kötülük karşılığı çekilenler. SÜBHA: 1. Doksan dokuzlu tespih, 2. Tespih
SEDDIK, SIDDİKA: Pek doğru, hiç yalan tanesi.
söylemez. SÜBHADAR: Tespihli.
SîDDIKIYYET: A şın doğruluk. SÜBHAN: Tann. Sübhanallah, Tannyı takdis
SIDK 1. Doğruluk. Gerçeklik, 2. Yürek temiz- ve tenzih edirim.
Uği. SÜBHANÎ, SÜBHANİYYE: Tann ile ilgili.
SILA: I . Ulaşma, 2. Yurdu, hısım akrabayı SÜBUT: Meydana çıkma. Kesin ve aydın olarak
gidip görme, 3. Bahşiş, armağan. belirme.
SIR RAN: Gizli olarak, gizlice. SÜCUD: Namazda veya kulluk göstermek için
SİHR: 1. Büyü, 2. Büyü kadar etkili şey, fettan- yüzü yere sürme, yere kapanma.
lık. SÜFEHA: Sefihler.
SİNN, SİN: 1. D iş, 2. Yaş. SÜFERA: Elçiler.
SİRAYET: 1. Geçme. Bulaşma, 2. Geçme, SUHULET: 1. K olay!*., 2. Kolaylık aracı,
yayılma. Dağılma. 3. Yavaşlık,
SİRET, SİYRET: Bk. Siyret. SÜKNA: Oturulan yer.
SÎRKA, SİRKAT: Hırsızlık. Çalma. SÜKUN: 1 .Durma, 2. Rahat, 3. Durgunluk,
SİYANET: Koruma 4. Dinme, kesilme.
SİYER: 1. Yollar, gidişler, 2. Konusu Hazreti SÜKÛNET: I . Öuıgunhık, 2. Rahat.
Muhammetin hayatı olan kitap. 8ÜKUNETGAH: Dinlenme yeri.
SİYERİ ENBİYA: Peygamberler tarihi. SÜKUT: Susma. Lâkırdı söylememe.
SİYRET: 1. Bir kimsenin içi, tabiatı. 2. Hal SÜLÜS: Ü çte bir.
tercümesi. SÜNEN: Sünnetler.
SU': Kötülük. Fenalık. Su-i ahlâk, ahlâk kötü- SÜNNET: Hazreti Muhammetin yaptıklariyle
lüğü, kötü ahlâk; -hal, hal; durum kötülüğü, söylediklerinden her biri.
-istimal, kötüye kullanış; -kast, cana kıymaya SÜNNİ: Ehl-i sünnetten olan.
hazırlanma, -muamele, fena muamele; -niyet, SÜNU':‘Taze, b oy ve biçim i güzel olan.
kötü, bozuk niyet; -telâkki, kötüye çekme, SÜRÜR: Sevinç,
-zan, kötü sanma. SÜTRE: Perde, örtü.
ŞAHADET: 1. Şahitlik, tanıklık, 2. Bir şeyin ŞÂRÎ': 1. Kanun koyan, 2. Şeriat koyan.
gerçekliğine inanma. ŞAVT: Hacı olmak töreninde Hacer-i Esved'i
ŞAİBE: Leke. Eksiklik. dolaşma.
ŞAM: Akşam Şam ü seher, akşam sabah. ŞAYİ', ŞAYİA: İ D uyulmuş, işidilm iş, 2.
ŞAMÎ, ŞAMİYYE: Şam şehrinden olan. Şam Ortaklar arasında pay edilmemiş.
şehri ile ilgili. ŞAYİA: Yayılmış haber.
• ŞAMİH: 1. Yüksek, yüce, 2. Kibirli, azametli-, ŞEAİR: Âdetler törenler.
ŞAMİL, ŞAMİLE: 1. Kaplıyan, çevreliyen, ŞEB:G ece.
2. Genel. Herkese ait. ŞECAAT: Yiğitlik, yüreklilik.
ŞARAB: Şarap. ŞEDD: 1. Sıkı bağlama, sıkma, 2. Hızlı, çabuk
ŞARIK, ŞARIKA: Doğup parlıyan. gitme. ‘ 31
ŞEFAAT: Bağışlanmasını dileme. Birine arka ŞERİAT: 1. Doğru yol, 2. Tanrı buyruğu,
olma, sahip çıkma. 3. Ayetler, hadisler, icmal-i ümmet, imamların
ŞEFFAF: Bakıldığı saman arkasındaki cisim içtihadı ile kurulmuş temel.
görülen. Saydam ŞERİF, ŞERİFE: 1. Kutsal, mübarek, 2.
ŞEFİ': 1. uç bağışlanması için araya giren, Soylu, 3. Peygamber soyundan olan.
2. Satılacak bir mal için almada üstünlük hakkı ŞETM Sövme Sebb ü şetm, sövüp sayma.
olan. ŞEVK: 1. Şiddetli istek, 2. K eyif, istek, neşe.
ŞEFİK, ŞEFİKA: Şefkatli, acıyıp esirgiyen. 3. Işık.
ŞEFKAT: Acıyarak ve esirgiyerek sevme. ŞEVVAL: Arabi ayların onuncusu olup ilk üç
ŞEFKATNİSAR: Şefkat saçan, şefkat dağıtan. günü ramazan (şeker) bayramıdır.
ŞEHAMET: Akıllılıkla birlikte olan yiğitlik.
ŞİAR: 1. İz, işaret, 2. Ayırıcı, işaret, 3. Adet.
ŞEHVAT: 1. Kuvvetli istekler, 2. Nefis düş-
İyi ve ayırdedici âdet.
künlükleri.
ŞEHVET: i . Şehevet. Bir şeyi sevip ziyade -ŞİAR: "İyi, üstünlük veren işaret, âdet"
anlamiyle kelimelere katılır.
isteme, 2. Nefis, 3. G nsel istek.
ŞİHAB, ŞEHAB: Kıvılcım
ŞEK, ŞEKK: Sanı, zan. Bişek şüphesiz.
ŞİRK: Tanrıya ortak koşma.
ŞEMATET: Şamata. Kuru gürültü.
ŞE R ’: Tann buyruğu, ayet, hadis icma-i ümmet ŞUUR: Anlama, anlayış.
esaslariyle kurulmuş din kuralları. ŞÜFEA: Şefaatçiler, taraflı çıkanlar.
ŞE R ’A N : Şeriat bakımından. Şeriate göre. ŞÜHEDA: Şehitler.
Ş E R İ, ŞER'İYYE Şeriate ait, şeriatle ilgili. ŞÜHUR: Aylar.
Hükm-i şer'i şeriate uygun hüküm. ŞÜKRAN: İyilik bilme.
TAABBÜD: Kulluk etm e, ibadet etme. Tapma, TABİR 1. İfade, anlatım, 2. Bir anlamı olan
tapınma. söz, 3. D eyim , 4. Terim, 5. Rüya yorumu.
TAACCÜL: Acele etme, Acelecilik. TA'CİL: Acele ettirme, çabuklaştırma, sıkış-
TAAM Yemek. tırma.
TAAKKUL: Zihin yorarak anlama. Akıl erdir- TA D İL : 1. Doğrultma, doğrulaştırma, doğru-
me. „ lama, 2. Değiştirip hafifletme.
TAALLUK: 1. Asılı olma, asılma, 2. ilişik, TAFDİL: Birini öbüründen üstün tutma.
ilgi, 3. Dünya ilgisi. TAFSİL: Geniş olarak ve her yanım ayn olarak
TAALLÜM: Öğrenme, belleme. Okuyarak ders bildirme. Uzun uzadıya açıklama.
alarak elde etme. TAGLİZ: 1. Kabalaştırma, 2. Kaba söyleme.
TAAM: Yemek. Bâ'd-et-taam, yemekten sonra; TAGRİR: Müşteriyi aldatma.
esna-yi taamda, yemek sırasında, kabl-et-taam, TAĞYİR: 1. Başkalaştırma, Değiştirm e, 2.
yemekten önce. Bozma.
TAASSUB: 1. Birine taraflı olma, 2. Din TAHAKKUD Kinlenme.
işlerinde aşırı taraflılık edip başka dinde olan- TAHAKKUK: Gerçek olduğu belli olma.
lara düşman oluş. Meydana çıkma.
TAAT: I . Tanrı buyruklarına uymak, 2. İbadet. TAHARET:1. Temizlik,2. Temizlenme.
TAAVVÜD: Hasta ziyaretine gitme. TAHARRİ: Araştırma, Seçme için inceleme.
TAAYYÜN: Meydana çıkma. Belli olma.
TAAYYÜŞ: Yaşama. Geçinme. TAHAVVUN: Hain olma. Hiyanet etme.
TAB': 1.Tabiat huy, 2. Mühür ve damga basma. TAHDİ1: Hile edip aldatma.
TAB’AN: Tabiîolarak, kendiliğinden. Yaradılış- TAHİR, TAHİRE: 1. Temiz, 2. Aptes bozan
tan. şeylerden biri bulunmıyan,
TABASBUS: Alçakça yalvarma, yaltaklanma. TAHİYYE, TAHİYYE: Birine "Tanrı ömür
TÂBİ: 1. Birinin arkası sıra giden, ona uyan, versin" diyen selâm.
2. Birine bağlı olan emri altında bulunan. TAHİYYE, TAHİYYE: Birine "Allah ömür
TÂBİf: Hazreti Muhammedi görmüş olanlar versin" diyen selâm
zamanında yetişm iş olan ikinci nesil. Müslü- TAHKİR: Hor ve hakir görme. Hoıiama, al-
manı. çaltma.
TABİİN: Hazreti Muhammedi görmüş olanlan TAHMİD: Şükretr- e.
görüp onlardan hadis dinlemiş olanlar. Tebe-i TAHRİK: 1. Oyı._.ma, kımıldatma, 2. Hareke-
tabiin, tabimden birinden, yani ikinci derecede te getirme, etki yapma, 3. Kışkırtma, 4. Hare-
olarak, hadis nakletmiş olan. ketleme, hareke ile okuma,
32
TAHRİM: 1. Din bakımından kutsal sayıp TÂRİK: Sabah yıldızı. Venüs.
yaklaşmayı yasak etme, 2. Haram kılma. TARZİYE: l.R a zı ve hoşnut etme, 2. Bir
Kerahat-i tahrimiyye, sıkı olarak mekruh kusura karşı özür dileme.
(Tahrimat). TASADDUK: Sadaka verme.
TAHRİME: 1. Namazda başlarken söylenen TASARRUF: 1. Sahip olma, 2. İdare ile kullan-
tekbir. ma, tutum , 3. Bir kadın eş alma.
TAHRİMI, TAHRİMİYYE: Harama ait, haram TASAVVUR: 1. Zihinde şekillendirme, kurma,
ile ilgili. 2. Zihne, hayale getirme, 3. İstek, dilek, kurma.
TAHRİR: 1. Yazma, 2. Yazı olarak meydana TASDİK: Gerçek olduğunu sijyleme.
getirme, 3. Kaydetme, kayde geçirme. 4. Hür TASRİH: Açık açık anlatma.
kılma, azat etm e Tahrir-i rakaba, köle veya TASVİR: 1. Resmini yapma, 2. Resmini yapar '
cariye azat etme. gibi anlatma, 3. Resim
TATAVVU': Nafile namazı kılma.
TAHSİN: Beğenip alkışlama. TATHİR: Temizleme, paklama.
TAHSİN: Kale gibi sağlamlaştırma. TAVAF: 1. Etrafını dolaşma, 2. Hacı olmak
TAHSİS: Bir şeyi birinin veya bir yerin kılma. için Kabe'nin etrafını dolaşma.
Bir şey için ayırma. TAVATTUN: Verleşme. Yurt tutma, yurtlan-
TAHUR, TAHURE: Pek temiz. Temizleyici. ma.
TAHVİF: Korkutma, ürkütme. T A T İ N : Ayırma, belli etme.
TAİB, TAİBE: Tövbe eden. TAYYİB, TAYYİBE: İyi, hoş.
TAİF, TAİFE: 1.Tavaf eden, 2. Dönen, dolaşan TAZARRU': Kendim alçaltarak yalvarma.
T A İF: Arabistan yarımadasında, Mekke yakı- TA'ZİM: Tâzim I. Büyütme, ağırlama, 2. İk-
nında bir kasaba. ram etme. Saygı gösterme.
TAKABBÜL: Kabul etme. Üstüne alma. T A ’ZİMAT: Hürmetler, saygılar,
TAKADDÜM 1. İleri geçm e, ileride bulunma, TAZİM KARANE: Saygı gösterir bir vaziyette.
2. Zamanca, mevkice ileri bulunma, önde TA'ZİR: Tekdir etme. Azarlama.
bulunma. TAZYİK: 1. Sıkıştırma, 2. Zorlama, 3. Sıkıntı
TAKARRUBAT: Kurbanlar, kurban kesmeler. verme.
TAKARRÜB: 1. Yaklaşma, yanaşma, 2. Vak- TEADUD: K ol kola tutunma. Birbirini tutma,
ti yakın gelme. karşılıklı yardımda bulunma.
TAKARRÜR: 1. Yerleşme, 2. Kararı verilme. TEAHHUR 1. Geri kalma, 2. Gecikme.
TAKDİM 1. ö n e geçirme, ileri sürme, 2. Bir TEALA: "Yüksek olsun" anlamında fiildir.
büyüğün önüne bir şey götürme, bir şey verme, Tann adiyle kullanılır, Allahütealâ, Hak tealâ
3. Sunma, 4. Birini başka birine tanıtma. ve takaddes.
Takdim ü tehir, bir ibaredeki sözlerin yerlerini TEALÜM: Bir şeyi herkes bilme. Bir şey
değiştirerek düzelttme. herkesçe bilinme.
TAKDİR: 1. Kader. Tanrının yaratıkları hakkın- TEAMÜL: 1. İş. Muamele, 2. Bir işin oluşu.
da olan ezeldeki kararı, 2. Değer biçm e, 3. D e- TEAVÜN: Birbirine yardım etme, yardımlaşma.
ğer tanıma, 4. Beğenme, 5. Sayma, öyle sanma. TEB'A: Uyruk.
TAKDİS: 1. Kutsal sayma, 2. Tanrıya şükretme, TEBAREKE: "Mübarek etsin" anlamiyle dua
3. Ululama, büyük saygı gösterme. deyimidir. Tebarekâllah, Tanrı mübarek etsin.
TAKSİR: 1. Kısaltma, 2. Bir işi eksik yapma. TEBAŞÎR: 1. Müjde, 2. Her şeyin ilk zamanı.
Kusur etme. Pürtaksir, çok kusurlu, kabahatli. TEBCİL: Ululama, ağırlama.
TAKVA: Tanrıdan korkup dinin yasak ettiği TEBDİL: Değiştirme. Başka kılığa koyma.
şeylerden çekinme. TEBDİLEN: Değiştirerek.
TAKYİD: 1. Kayıtlama, 2. Bağlama, 3. Buka-, TEBEAN. Uyarak, uymak suretiyle.
ğıya vurma, vurulma. TEBEDDU: Ehl-i sünnetten iken başka mezhe-
TALÂK: Boşama. Nikâhlı eşten ayrılma. be girme.
TALEB: 1. İsteme, dileme, 2. İstek. TEBEDDÜL: D eğişm e. Başkalaşma.
TALİ: 1. Sonradan gelen, 2. İkinci derece. TEBERRU : Bağış.
TA'LİM: 1. öğretm e, belletme, 2. Okutma, ders TEBERRÜK: Uğur sayma.
verme. TEBERRÜKEN Uğursayarak.
TA'LIMAT: Bir iş hakkında nasıl davranıla- TEBEYYÜN: Meydana çıkma. Görülüp anla-
cağını gösteren emir. şılma.
TAMA': Doymazlık. Çok isteme. Aç gözlülük. TE'BİD: Ebedileştirme.
TANZİF: Temizleme. TEB ŞİR: Müjde verme. Müjdeleme.
TANZİM. 1. Sıralama, sıraya koma, dizme, 2. TEBZİR 1. Dağıtma, serpme, 2. İsraf.
Düzen verme. TECAVÜZ: 1. ötesine geçm e, aşma, atlama.
TANZİR: 1. Benzetme, 2. Benzerini meydana TECDİD: Yeni etme. Yeniletme. Yenileme.
getirme. TECEDDÜD: Yenilenme. Tazelenme.
33
TECELLİ: 1. Görünme, 2. Tann kudret ve TEKDİR: 1. Bulandırma, 2. Kederlendirme,
sırrının kişilerde ve eşyada eserinin görünmesi. Keder verme, 3. Azarlama.
3.Tann hıtfuna uğrama.. TEKEBBÜR Kibirlenme, ululuk satma.
TECERRÜD: 1. Soyunma, 2. Her şeyden boş TEKELLÜF: 1. Güçlüğe katlanma, 2. özenm e,
olma, 3. Bütün ilgilerden geçip Tanrıya bağ- gösterişe kapılma, 3. Gösteriş, üzenti. Yapma-
lanma, 4. Evlenmeyip bekâr olarak yaşama. cık davranış. Bilâ tekellüf, b î tekellüf, külfet-
TECEVVÜZ: 1. Caiz olmıyanı caiz görme, siz, sıkıntısız, üzenmeden.
2. Sözü mecaz olarak söyleme. TEKELLÜM Söyleme. Lâkırdı etme.
TECEZZİ, TECEZZÜ: Eczaya ayrılma, parça TEKEMMÜL: Olgunlaşma. Kemale ge! .ıe.
parça bölünme. (Jfalanma. TEKESSÜR: Çoğalma.
TEÇHİZ: Gerekli şeyleri tamamlama. Donatma, TEKESSÜR Kırılma.
donatım. TEKEVVÜN: Var olma. Meydana geline.
TECVID: Kuran'ı okuma kurallarını yazan TEK FİN:K efene sarma. Kefenlenme.
kitabın adı. Bu okum ayı öğreten bilim. TEKLİF: Eziyetli bir şey isteme.
TECVİZ: İzin verme. Yapılmasına razı olma. TEKRİM. Ululama, saygı gösterme.
TEDAHÜL: 1. Birbiri içine girme, 2. Bir tak- TEKRİMEN: Saygı göstererek. Saygı olarak.
sitin ödenmeden öbürünün gelmesi. Ödenmede TEKSİR Kırma.
gecikme. TEKVİN 1. Var etme, 2. Yaratma. Alem-i
TEDBİR. 1. Bir işin sonunu düşünerek başarı- tekvin, vücut ve hudus âlemi.
sını sağlama çaresine vaşvurma, 2. Bir işin TELAFFUZ: Bir harf veya kelimeyi seslerini
başarısı için düşünülen y o l. iyi çıkararak söyleme.
TE DİB: 1. Terbiye verme, eğitm e, 2. Edep- TELAFİ: Elden çıkmış bir şeyin veya o değer-
lendirme, Terbiyesini verme. de olanın yerine getirilmesi.
TEEDDÜB: Edeplenme. Çekinme. TELAKİ: Birbirine ulaşma. Kavuşup birleşme.
TEEFFÜF: ö f ö f diye sıkıntıyı belli etme. TELBİYE: Hacıların ziyaret sırasında "Leb-
TEEHHÜL: Evlenme. beyk ' diye seslenmeleri.
TEELLÜM Kederlenme. Eseflenme. TELEF: 1. Yok etme, öldürme, -2. Bozma.
TEENNİ: Yavaş davranma. Yavaşlık. Gecikme.
TEFAHHUR: övünme, kurulma. TELEHHİ: Oynama. Oyunla vakit geçirme.
TEFAHUR: övünme. TELEVVÜN: Renkten renge girme. Renk
TEF AVÜT: İki şey arasındaki fark. değiştirm e, 2. Döneklik. Kararsızlık.
TEFECCÜR. Tan yeri atma, fecir zamanı TELEZZÜZ: Tat alm'a. Zevke gitme. Hazzetme, s
olma. TELİF AT: Yazılmış eserler.
TEFEDDÜTEN Tamâ. TEMAŞA: 1. Bakıp seyretme, 2. Gezme.
TEFEKKÜR: Düşünme. Akıl yorma. TEMAYÜL: Bir tarafa eğilme, çarpılma.
TEFERRU': 1 Dallanıp budaklanma, 2. Birçok TEMAYÜZ: Yükselme, üstün olma.
bölüme ayrılma. TEMELLÜK: Yaltaklanma.
TEMETTÜ': Kâr etme, kazanma.
TEFE'ÜL: 1. Uğur sayma, 2. Fala bakma, fal
açma. TEMLİK: Birine mülk kazandırma. Mülkü ona
TEFRİK: 1. Ayırma, 2. Ayrı tutma, seçme. verme, onun üstüne etme.
TEFRİŞ 1. Yayma. 2. D öşem e. TEMYİZ: 1. Ayırma, seçme1, 2. İyiyi kötüden
TEGAYÜR: Birbirine karşıt olma. ayırdetme.
TEGAYYÜR: Başkalaşma. Karşıt olma. TENAHNUH: Boğazını tekrar tekrar hınldatıp
TEHALÜK: İstekle atılma. Tehlikeye aldırma- soluma.
ma. Birbirini çiğneyecek gibi koşuşma. TENASÜL: 1. Birbirinden doğuş üreme.
TEHAVÜN: Aldırış etmeme. Önemsiz görme. 2. Türeme, nesil yetiştirme.
Hafifseme. TENBİH: 1. Uyandırma, 2. Sıkı emir verme.
TEHECCİ: Heceleme. TENCİS: Mundarlaştırma.
TEHİ, TEHİY Boş Tehidest, eü boş, züğürt. TE N E ŞŞÜ R : l.Haber yayılıp duyulma, 2. Ce-
TEHİR: Geriye bırakma. Geciktirme. naze yıkanma.
"TEHNİYET: Kutlama, mübarekleme. TENEVVU': Birkaç çeşit olma, çeşit çeşit.
TEHZİB: Düzeltme. Temizleme. İslah etme. TENEVVÜR: Parlama, ışıldama.
TEKABÜL: 1. Karşı karşıya gelme. Yüzleşme, TENFİR. İğrendirme, tiksindirme.
2. Karşılık olma, bir şeye karşılık olm a veya TENFİS: Soluklandırma.
yerini tutma. TENKİT: Kötüsünü çıkarma, temizleme.
TENKİD: Tenkid.
TEKÂMÜL: Olgunlaşma.
TENMİYE: Nemalandırma.
TEKARÜB: Birbirine yakın geime, yaklaşma.
TENNUR: 1. Fırın, 2. Fransızcadan etüve kar-
TEKASÜL: Üşenme, kayıtsızlık.
TEKBİR. 'Allahü ekber" (Tanrı uludur) şılığı.
TENVİR: Aydınlandırma.
sözünü söyleme.
34
TENZİH: 1. Kabahat ve eksiği yok etme, TEŞRİ': 1. Peygamberin şeriate dair buyruk-
2. Tanrının hiçbir eksikliği ve insan niteliği ları.
bulunmadığına inamp bunu söyleme. TEŞRİH: 1. Açma, yayma, inceden inceye
TENZİL: 1. İndirme, aşağılama, 2 . Azar azar didikleme. 2. Bir ölü gövdesini kesip parçalara
indirme. ayırma, otopsi. 3, Anatomi, 4. İskelet.
TERAKKİ: 1. Yukarı kalkma, yükselme, 2. TEŞRİK: 1. Ortak etme, 2. (Tanrıya) ortak
Çoğalma, artma, 3. İlerleme. İleri gitme, 4. koşma. Teşrik-i mesai, işbirliği.
Bilgi ve -medeniyette ilerleme. TEŞRİK: Pastırmanın güneşte kurutulması
TERAVİH Ramazan geceleri yatsı namazından Eyyam-üt-teşrik, çöl Araplarınm kurban et-
sonra kılman yirmi rekâtlık namaz. lerini kuruttukları zilhicrenin on bir, on iki ve
TERCİH: Bir şeyi ötekinden üstün tutma, daha on üçüncü günleri.
ziyade beğenme. Tecrih bilâ müreccah, sebep- TEŞVİK. Şevklendirme.
siz bir üstün tutma. TEŞYİ': Uğurlama, Selâmetleme.
TEREKE TERİKE: Bir ölünün bıraktığı mal- TETAVVU': Nafile namazı kılma.
ların hepsi. Tereke. TETAYÜR: 1. Uçuşma, uçuşup dağılma.
TEREKKÜB: Birkaç parçadan meydana gelme. TEVAFUK: Uyma. Uygun gelme.
TERESSÜL: Acele etmeden yavaş yavaş yapma TEVAFÜR: Çoğalma, artma.
TERETTÜB: 1. Sıralanma. Sırası gelme, 2. TEVAKKİ: Sakınma, çekinme.
Gerekme, 3. Sonuç olarak çıkma. TEVAKKUF: 1. Durma, 2. Olması bir şeye bağ-
TERGIB: İstek verme, isteklendirme. lı. O olmadıkça öteki olamaz
TEVALİ: Arası kesilmeden sürüp gelme. Bir-
TERK: 1. Bırakma, koyverme, salıverme,
biri arkasından gelme.
2. Vazgeçme.
TEVARİ: Bir şeyin arkasına gizlenip görünmez
TERTİB: 1. Sıralama. Sıraya koyma. 2. Hazır-
olma.
lama, 3. Düzen. TEVARÜD: Birbiri arkasından gelme. Her
TERVİÇ: 1. Değerini artırma, 2. Geçirme,
taraftan gelip birikme.
yaptırma. TEVASUL: Ulaşma. Birleşme.
TERVİHA: Ramazan geceleri kılınan namazın TEVATÜR: Bir haberin ağızdan ağıza geçerek
her dört rekâtı.
yayılması.
TERVİYE: Sulama. Su verme.
TEVAZU': Alçakgönüllülük.
TESANÜD: Dayanışma.
TEVBE, TÖVÖE: Bk. Tövbe.
TEŞBİH: 1. Süphanallah' sözünü söyleme. TEVCİH: I. Yönetm e. Döndürme, 2. Bir kim-
2. Tespih.. seye bakma veya söz atma, 3. Mâna verme,
TESBIHAT: 1. Tespihler, 2. Dualar.
yorumlama.
TESEHHÜR: Gece uyuyamama. Uyanık kalma. TEVDİ': 1. Bırakma, emanet etme. 2. Vedalaş-
TESETTÜR: örtünme, gizlenme.
TESE'ÜL: Dilenme. ma.
TEVECCÜH:!. Yönelme. Doğrulma. Bir yoııe
TESHİR: Zaptetme, ele geçirme. doğru gitme. 2. Gelme, yanaşma, 3. S ev ş,
TESHİR: Büyü yapma. Büyüleme.
hoşlanma. İyi gözle görme.
TES’İR 1. Narh koyma, 2. Ateşi yakıp alev-
lendirme. TEVEHHÜM. Kurma, sanma. Asılsız şüpheye
TESLİHAT: Kolaylık. düşme.
TESKIYE: 1. Su verme, suvarma, 2. Sulama. TEVEHHÜS: Bir işe dikkatle koyulma.
TESLİMİYYET: Boyun eğme. Teslim olma. TEVEKKÜL; İşi Tanrıya bırakıp kadere razı
TESMİ': İşittirme, duyurma. olma, güvenme.
TEŞEFFİ: 1. İyi olma, 2. Rahatlanma, ö c TEVELLÜD: Doğma.
alma. TEVERRUK: Yapraklanma.
TEŞEHHÜD: Namazda oturulduğu zaman TEVEYYÜL: Vaveyla etme. Bağırıp, ah etme.
''ettehiyyat1' suresini okuma. TEVFİK: 1. Uydurma. Uygunlaştırma. 2.
TEŞETTÜT: Birçok dallara ayrılma. Ayrılaş- Tanrı yardımı.
ma, çatallaşma. TEVHİD: 1. Birak şeyi bir etme, birleştirme,
TEŞE'ÜM: Uğursuz gözüyle bakma. 2. Birliğine inanma, bir sayma, 3. Lâilâhe
TEŞHİR 1. Şöhretlendirme, 2. Bir şeyi her- sözünü tekrarlama.
kesin göreceği gibi yayıp gösterme, 3. Silâh TE'VIL: Bilinen anlammdan başka bir anlamla
çekm e, 4. Bir suç sahibine verilen ibret olmak yorumlama. Başka mâna verme.
üzere, herkese gösterilme cezası. TEVKİL: Birini vekil etme.
TEŞKİL: 1. Bir şeye şekil, suret verme, 2. TEVKİD: 1. Doğurma. 2. Doğurtma.
Vücut verme, meydana getirme. TEVLİYET: Vakıf işine bakma görevi. Müte-
TEŞMİ': Iialmumuna batırma. Mumlama. vellilik.
TEŞMİL: 1. Ehrama bürünme, 2. Genişletme, TEVVAB: Kullarının tövbesini kabul eden
şümullendirme. Tanrı.
35
TEYAKKUN: Tam ve iyiden iyi bilme. TÖHMET: İşlenildiği sanılan henüz gerçekliği
TEYAKKUZ: 1. Uyanma. Uykudan kalkma, meydana çıkmamış suç.
2. Uyanıklık, göz açıklığı. TÖVBE, TEVBE: Tövbe.
TEYEMMÜM: Su bulunmadığı yerde temiz TÖVBEGÜZAR: Tevbe edici olan.
toprak ve başka şeylere ellerini sürerek aptes TÖVBEKAR: Tövbeli, tövbe etmiş.
almak. TÖVBEKARİ: Tevbe etme.
TEZELLÜL: Zillete katlanma. Kendini alçak TÖVBEŞİKEN: 1. Tövbesini bozan, 2. Her-
tutma. Alçalma. kesin tövbelerini bozduran.
TEZEVVÜC: Evlenme. Kadm e ş alma.
TEZKIR: Hatıra getirme, hatırlatma. TUĞYAN: I. Taşma, taşkınlık, 2. Azgınlık.
TEZKİYE: Temize çıkarma. Ayıptan temizlen- TUHFE: 1. Armağan, 2. Yeni çıkma, görül-
me, 2. Birinin halini tanımayanlardan soruş- memiş güzel şey.
turma, 3. Malın zekâtı& verme. TUL: 1. Uzunluk, boy. 2. Zaman çokluğu
TEZVİR: 1. Yalan karıştırma, 2. Dolandırma. 3. Çokluk, 4. Boylam
Hile kullanma. TULANİ: Boyuna.
TEZYİN: Süsleme. TULU: 1. Doğm a. Bir gökcisminin doğudan
TİLAVET: Güzellik, güzel olma. Sevimli olma. görünmesi. İ . Görünme, meydana çıkma.
TIYNET: Yaradılış. Zihne gelme.
TİLAVET: Güzel sesle ve kuralla (Kuran) TUHR: Kadının iki aybaşı arasındaki temizlik
u
okuma. devresi.
UBUDIYYET: 1. Kulluk, kölelik, 2. Bağlılık, Kâabe'yi Mekke ile öteki kutsal yerleri ziya-
aşırı mensupluk. ret etme.
UBUSET: Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı, somurt- UMUM: 1. Genel olma, 2. Hep, herkes. Ale-
kanlık. lumum, genel olarak, bütün; bilumum,hep,
UCB: Kendim beğenm işlik. Kibir gurur. herkes, ayırt olmadan.
UMUMÎ, UMUMİYYE: Umuma, herkese müte-
UHDE: 1. Söz verme. Bir işi üzerine alma, 2.
Bir kimsenin üstünde olan iş. 3. Becerme, yap- allik, herkesle ilgili.
ma, 4. Sorumluluk. UMUMİYYET: Umumilik, genel oluş.
UHDELERİNE D Ü ŞEN : Üzerine aldıkları. UNF: Sertlik, kabalık.
UHREVI, UHREVİYYE: Ahirete ait, ahiretle URUZ: 1. Arzlar, 2. Bildirmeler, 3. Enlemler.
URVE: Kova kulpu. Kulp.
ilgili.
USR: 1. Güçlük. Zor iş, 2. Sıkıntı, kıtlık.
UKAD^Düğümler.
USUL: I. Bir ilim veya tekniğin asıl konusun-
UKUBÂT: Cezalar, azaplar.
dan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bil-
ULUHİYYET, ÜLUHİYYET: Tanrılık, Allahlık
gileri, 2. Başlangıç, 3. Tertip, düzen. Usul ve
ULÖLAZM: Azim sahipleri. Peygamberliklerini
furu, bir kimsenin ataları ve çocukları kendin-
büyük bir dikkatle yerine getirmiş olan Nuh,
den evvelkilerle sonrakiler.
İbrajıim, Musa, İsa ve Muhammet.
USULI, USUIİYYE: Usule ait, usulle ilgili.
ULULEIJJAB: Akıl sahipleri.
UYUB: Ayıplar, utanacak haller. Setr-i uyub,
ULUM İlimler, bilimler. ayıpları örtme, gizlemek.
ULVİ, ULVİYYE: 1. Yüce, 2. Göğe veya
UZLET: Bir tarafa çekilip kendi kendine tenha
mânevi âleme mensup.
oturma. <|5gS
ULVİYYAT: Mânevi yücelikler. UZMA: Büyüt. Ulu.
ULVİYYET: Yücelik, yükseklik. Büyüklük.
UZV: 1. Canlıyı meydana getiren parçaları
UMRE: Hacılık için belli olan vaktin dışında
beheri. Üye, organ.
m m
U
ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma, 2. Görüşme, topluluğu.
konuşma, 3. Dostluk. ÜMMİ, ÜMMİYYE: Anasından doğduğu gibi
ÜLUHİYYET: Tanrılık. öyle kalıp okuyup yazma öğrenmemiş kimse.
ÜMEM: Ümmetler, insanlar, insan toplulukları. Ümmi-i sadık, Hazreti Muhammed.
ÜMMET: 1. Bir dille konuşan insanların hepsi, ÜNSİYYET: Alışkanlık sokulganlık. Düşüp
2. Bir peygamberin hak dine çağırdığı insan kalkma.
36
V
VEHM: 1. Esassız, bâtıl fikir, 2. Şüphe, kurun-
tu, 3. Yersiz korku.
VE İLLA: Yoksa.
VEKALET: Başkasının işini görmiye memur
VACİB: 1. Bırakılması caiz ve mümkün olmı-
olma, vekillik.
yan, yapılması gerekli. 2. Dince yapılması ge-
VELAYÂ: Veliler. Ermişler.
rekli olan, farzdan sonra gelen emir derecesi. VELEV: Olsa da, hatt â bile.
VELHASIL: Sözün özü, sonuç, kısaca.
VACİBE: Diıi bakımından vacip olma dere-
VELİ, VELİYYE: 1. Sahip, 2. Küçük çocuğun
cesinde gerekli şey.
işlerine karışan, halinden sorumlu olan kimse,
VA'D: Söz verme, üste alma.
3. Ermiş Veliyy-ül-emr, emir sahibi, âmir.
VAHİ, VAHİYE: B oş, mânâsız önemsiz.
VERA' VERAAT: Korkak olma. Sakınma,
VAHİD, VAHİDE: Tek, bir.
çekinme.
VAHID: 1. Yalnız, tek, 2. Benzen olmıyan.
VERA: 1. Arka, 2. ö te .
VAHY: Bir fikir veya buyruğun Tann tara-
VERA1: Haramdan kaçınma. Din buyruklarına
fından bir peygambere duyurulması. Evliyanm-
bağlılık.
ki keşf'tir. Vahy-i münzel, Kuran. Emin-ül-
VERA: 1. Halk, âlem, "2. Yaratıklar, hyr-ül-
vahy, Tann tarafından peygambere vahy getir-
vera _ (yaratıkların hayırlısı). Hazreti
meye memur Cebrail.
VESİLE 1. Y ol, vasıta, 2. Fırsat, ara, 3. Baha-
VAKAHAT, VİKAHAT: Arsızlık, utanmazlık,
ne, sebep.
küstahlık.
VESVESE: Şüphe, tereddüt. İç rahat etmeme,
VAKAR, VEKAR: Ağırlık, onuru koruma.
kuruntu.
Onurlu olma.
VİLA': 1. Birbirinin ardı sıra gelmek. 2. Ah-
VAKF: Duruş, durma. Kımıldanmama.
baplık, dostluk.
VAKIA: 1. Olan madde, düşkü, 2. Rüya, düş.
VİLÂD: Doğurma.
VAKIYYE Dört yüz dirhemlik tartı.
VİRAN: Yıkık.
VAKT: 1. Zaman, vakit, 2. Saat, günün muh-
VİRANE: 1. Yıkılmış yapı kalıntısı, 2. Eski.
telif saatleri 3. Mevsim, 4. Uygun zaman.
VİTR: Tek olan şey. Salât-i vitr, yatsı nama-
VAKTA Kİ: O vakit ki, ne zaman ki, olduğu
zından sonra kılınan üç rekât namaz.
vakit. VUKU': I. Düşme, olma, 2. Raslama, gelip
VASF: Bir kimse veya nesnenin hali, sıfatı. çatma, 3. G eçm e, olm a Vuku-i-hal, bir olayın
VASIL: 1. Erişen, ulaşan, 2. Kavuşan.
çıkış ve geçicişi; adım-ül-vuku, hiç olmıyan,
VATAN: Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer.
olması imkânsız; kesir-ül-vuku, çok, sık sık
Vatan-i sani (ikinci vatan) sonradan yerleşilen olan, nadir-ül-vuku, seyrek raslanan.
yer. VUKUF: 1. Durma, duruş. 2. Bir halde durma,
VA'Z, VAİZ: Din öğütlemek.
artıp eksilmeme.
VAZ': 1. Koma, bırakma, 2. Tâyin etme, VUSTA: Orta.
3. Kurma, icat etme, 4. Duruş, davranış.
VUZU': Abdest alma.
VÂZI': 1. Koyan, 2. Kuran, temel koyan. VÜCUB: Vacip ve gerekli olma. Bırakılması
VEBAL: Bir davranışın ahiretçe olan sorum- mümkün olmama.
luluğu günah. VÜCUBI, VÜCUBİYYE: Vücuba ait, onunla
VECD: Kendinden geçecek derecede dalgın- ilgili.
lık. Kendinden geçecek derecede Tann segi- VÜCUD: 1. Bulanma, var olma, varlık, 2.
sine dalma. Yüksek heyecan. Vücud, cisim gövde, beden.
Y
VECH: 1. Yüz, surat, 2. Üst taraf, 3. ö n , alın,
4. Tarz, üslup, 5. Sebep, 6. Vasıta.
VEÇHİLE: Sebeple, vesileyle, noktayı nazar.
YAKIN: Kesin olarak bilme, uzak olmıyan.
VEÇHE: Yüz, Yan, taraf.
Hakk-el-yakın, gerçekliğine hiç şüphe olmı-
VECİBE: Gerek ve vacip olan şey. Borç hük-
yan; ilm-el-yakın, kesin olarak edinilmiş bilgi,
münde olan görev, ödev. Yapılması gereken şey.
kesb-i yakın, kesin olarak öğrenme,
VEDD, VÜDD: Sevgi.
VEDİA Emanet. Saklanılmak üzere bırakılan bilme.
şey. Vediat-ullah, 1. Tanrı emaneti olan halk, YARLIGANMAK: Esirgenmek.
YE'S: Ümitsizlik. Ümit kesme.
2. Ruh, can.
YEVM: 1. Yirmi dört saatlik zaman gün. 2.
VEDUD: Pek ziyade muhabbetli, pek şefkatli. Gündüz. Yevm-i kameri, ayın; -nücumi, bir
VEFA': 1. Sözde d-ırma, 2. Sevgi ve dostlukla yıldızını; -şemsî, güneşin meridyene ilk defa
durma, 3. Yetişm e, yetme, 4. ödem e. gelmesi arasındaki zaman; -şekk, ramazan ayV
VEFK: 1. Uyma, uygun gelme. nm ispatlanamıyan günü, yevm-üs-sual, kıyamet
VEHHAB: Çok çok ihsan eden ziyade bağış- günü.
layan. (Tann sıfatlanndadır). YEVMİ, YEVMİYYE: Gündelik.
YÜSR 1. Kolaylık, rahat, 2. Zenginlik. 37
ZABT: 1. Sıkı tutma, 2. İdaresi altına alma,
z
ZEBİHA: 1. Kurbanlık hayvan, 2. Boğazlanan
kendine mal etme. hayvan.
ZA'F: Hemen öldürme. ZEBR: 1 .Kitap, cüz. 2. Kitap yaprağı, 3.
ZA'FERAN: Safran. Yazı yazma.
ZAHİB: 1. Gidici, giden, 2. Bir fikir veya sanı- ZEBUN: Zayıf, güçsüz, kuvvetsiz.
ya uyan, kapılan. ZECR: 1. Yasak etme, yaptırmama, 2. Zor-
ZAHİD, ZAHİDE: Din emirlerine aşırı bağlı lama, zorla yaptırma, 3. Angarya işletm e, 4.
bütün düşüncesi bu emirlerin yerine getirilmesi Eziyet. Sıkma.
olan. ZEBAH 1. Gitme, 2. Bir fikir ve sanıya uyma.
ZAHİR Parlak, parlak yıldızlar. Sapma, 3. Bir fikir veya samda bulunma.
ZAHİR Dolu ve taşkın . ZEKAT: İslâmm beş şartından biri, mal ve
ZÂHİR, ZÂHİRE: Meydanda olan . A çık, belli, paranın paklığığını ve helâlliğim sağlamak
görünür. için kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtıl-
ZAHİR: Bir şeyin dış görünüşü, Meydanda olan ması.
suret. ZEKÂVET: Dindarlık.
ZAHİR: Arka çıkan, yardımcı. ZEKAVET: Zekâ. Zekilik.
ZAHİR ZUHAR: İ ç sürgünü, dizanteri- ZELİL: 1. Ayağı kayan, 2. Sözünde hata eden,
ZAHİREN: Meydanda olarak, görünüşte. 3. Tatlı, hafif, sâfi su.
ZAHİRİ ZAHİRİYYE: Dıştan görünen, Mey- ZELİL: Hor, hakir, alçak.
danda olan. ZELİLANE: Zelil bir surette. Alçakça, aşağı-
ZAHMET: 1. Sıkıntı, rahatsızlık, 2. Zor, güç, lanarak.
3. Yorgunluk. ZEMM, ZEM Birinin kötülüğünü söyleme.
ZAİD ZAİDE: 1. Artan, artıran, 2. Fazla, ge- Ayıplama, yerme, çekiştirme.
reksiz. ZEMZEM: Kâabe yanında ünlü bir kuyu. Ab-i
ZAİL, ZAİLE. 1. Sona eren, sürekli olmıyan. Zemzem Zemzem kuyusu suyu.
2. G eçen, geçm iş olan. ZERRE: Pek küçük parça.
ZAİR, ZAİRE: Ziyaret eden, görmiye, hatır ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme, 2. Aşağılama,
sormıya giden. inme. 3. Bir nesne yerinden ayrılıp geçm e. 4.
ZAM, ZAMM: 1. Katma, ekleme, 2. Artırma Güneşinbaşucunda bulunma zamanı.
fazla olarak verme. ZEVALİ: Zeval ile ilgili, zevale ait. Saat-i
Z AM ANa ZEM AN: Zaman. zevali, öğle vaktini esas alan saat.
ZAMANI: Zamanla ilgili. ZEVAT: Zatlar, kimseler.
ZAMIN: Kefil olan. ZEVÇ: 1. Çift. İki şeyden meydana gelen takım
ZAMIN Tazmin eden, kefil olan. 2. Bir çiftin beheri, eş, 3. Koca ve karnım
ZAN, ZANN: 1. Sanma, sanı, 2. Şüphe, kesin beheri.
bilmeme, 3. Şüphe, işkil. ZEVCAT: Kadın eşler.
ZÂNİ, ZÂNİYE: Zina eden erkek veya kadın. ZEVCE Kadın eş.
/A N M - Zanna ait, zan ile ilgili. ZEVCEYN: Kadın ile erkek çift.
ZARAFET: Naziklik, incelik. Davranış ve söy- ZEVCİYYET: Kocalık, karılık. Karı koca hali.
leyiş, giyim kuşam inceliği.
ZARURAT: Zaruretler.
ZIMN: 1. İç taraf, 2. Açıktan anlatılamayıp,
ZARURE, ZARURET: 1. Çaresizlik, 2. Yok- öteki sözlerden çıkarılan gizli maksat, 3.
sulluk, fakirlik, 3. (Dince) Yasak bir şeyin
Maksat, istek.
yapılmadığı halde ölüm veya ölüme yakın
ZIMNEN: Açıktan olmıyarak, dolayısiyle.
durumda onun işlenmesi. Bizzarure, çaresiz
ZIMNİ, ZIMNİYYE: Açıktan olmıyarak dola-
ister istemez. ^
yısiyle anlatılan.
ZARURÎ, ZARURİYYE: İster istemez olacak
ZINDIK: Tanrıya ve ahiretc inanmıyan.
olan mecburi iş.
ZATI, ZATİYYE: 1. Cevhere, asla ait olan, son-
radan olmıyan, 2. Bir kimsenin kendine, şah- ZİFAF: Gerdeğe girme.
sına mahsus olan, özel. ZİH AY AT: Yaşar, canlı.
ZATİYYAT: Zata, şahsa ait işler. ZİKR: 1. Anma, hatıra getirme, 2. Ağıza alma,
adını söyleme, 3. Anlatma, ifade etme, 4. övm e
ZEBH: 1. Boğazlama, kesme, 2. Kurban kesme, iyilikle anma, 5. Tann adlarını anma, böylece
3. Baş ile boyun arasındaki eklemi kesme, gerçeğe doğru yönelm e, Zikr bilhayr, hayırla
ayırma. anma zikr-i cemîl, güzelliğini, iyiliğim anma.
ZEBÎH: Kesilmiş veya kesilecek kurban. ZİLAL: Zeliller. Hor ve hakir olanlar.
38
1
ZİLHİCCE: Arabî ayların on İkincisi olup önce, salat-üz-zuhr, öğle namazı; vakt-i zuhur,
onuncu günü Kurban bayramıdır, hacı olma öğle zamanı.
töreni bu ayda yapılır. ZUHUR: 1. Görünme, meydana çıkma, 2. Bel-
ZİLKADE: Arabî ayların on birincisi. li olma.
ZİLLET: Alçaklık, aşağılık. ZULM: Zulüm Haksızlık. Eziyet.
ZİMMET: 1. Sahip çıkma, koruma, zorunda ZULMET: Karanlık.
kalma.^2. Üst, üstte olan şey. 3. Borç. ZÜHD: Her türlü hazdan kendini alıkoyarak
ZİMMI: 1. İslâm devleti uyruğu olan hıris- perhiz etme. Kendim ibadete verme.
tiyan, 2. Haraç veren. ZÜKUR: Erkekler.
ZİNA': Kanunsuz çiftleşm e. ZÜKÛRET: Erkeklik. Zükûret ve ünuset,
ZİRA: "Çünkü, şundan ötürü" anlamlı edat. erkeklik ve dişilik.
ZİYNET, ZİNET: Süs. ZÜMRE: 1. Cemaat, 2. Topluluk, 3. Smıf,
ZUHR, ZUHUR: ö ğ le, ö ğ le zamanı. Bâd-ez- 4. CinSj 5. Grup.
zuhr, öğleden soma; kabl-ez-zuhur, öğleden ZÜRRIYET: Kuşak, soy, nesil.
T - M U V A Z Z A H IL M I K E L A M D E R S L E R
2 - N ES A Y H K U R'A N Y E
(K ur'a n d a n Dersler ve ö ütler) (3 0 Mevi z e)
3 - A H L A K SL A M Y E
4 - SÛREY FET H T EFS R
5 - B Ü Y Ü K SL Â M L M H A L
6 - ES H A B I K R A M H A K K I N D A M Ü S L Ü M A N L A R I N N E Z H
T K A T L A RI
a;
7 - H U K U K U S L A M Y E V E S T L A H A T I F K R Y E K A M U S U (8 C ilt)
8 - T E F S R T A R H V E T A B A K A T Ü L M Ü F E SS R N
as 9 - H K M E T G O N C A L A R I = 5 0 0 Hadisi e rif
1 0 - SL A M H U K U K U N D A M A N E V Z A R A R L A R I N T A Z M N
11 — D N B L G L E R (Se k i z f e n n e a it imte han reh beri)
1 2 - B R A M ER K A LIN IN S U A LL ER N E C E V A PL A R
1 3 - L M T E V H D (A k a id i slâ m iyye)
1 4 - K U R A NI K ER M N T Ü R K Ç E M E A L A L S V E T E F S R
2
■**»
+•0
39