Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 585

Büyük

İ S L A M İ L M İ H A L İ

İ’tikada, İbadetlere, Kerahiyet ve Istihsana, Ahlâka,


Siyeri Enbiyaya ait olmak üzere on kitaptan
müteşekkildir.

L ü g a t İla v e lid ir
— —
M üellifi :
F atih D ersiam larından
Em ekli D iyanet İşleri Reisi

ÖMER NASUHİ BİLMEN

liiır a
m m ta s n ifi m
v & r m m ı
P. K. 30 F a tih - S T A N B U L

Ç e m b erlita Palas D . 10 Çe m berlita stanbul


Tel : 527 36 5 0 - 5 2 7 33 12

HER HAKKI MAHFUZDUR.


Muhtere m o k uyucu,
"Bü y ü k slâ m l m ih a li " yarım asra ya kla an bir z aman için d e
milyonlarca müslüman vatanda ımı z a hi z met et mi , y u r t için d e
oldu u kadar yu r t dı ında, bilhassa A vru p a'd a k i müslüman k ar d e leri
mi zin elinden dü meyen bir k ayna k kit ap ol m u t ur.
Ya z ılı ı Elli Sen eye yakla an bir eserin, dilde d e i i k li k dolayı -
.iyie ve dinf konularda ki ıstilahların (terimlerin.) anla ılmasında ki
z orluklar göz önüne alarak son kısmına bir lügatçe e kle n mi b ulu n m a k
tadır. Bu lügatcede eserde anla ılması z or k elim eleri bulacaksını z .
A yrıc a lmi bir h ey'e t tarafından aslı bo z ul madan, eserin
metnine sadık kalınara k anla ılması z or k elim e ve d eyi mlerin yanlarına
parante z için d e bugünkü dildeki k ar ılık ları ya zılara k bir "Bü y ü k
slâ m il m ih a li " ha z ırlan mı tır.
Bilhassa genç neslin, müslüman T ür k evladının k olayca a n la y a
bilece i bu eserde ço k faideli olacaktır.
Ö m er Nasuhi Bilm en ha zretlerinin h ayatta ki t e k evladı olara k
bu hi z meti ya p ma k ve bu heyete yardımcı ol ma k görevini ya p tı ı m
için bahtiyarı m.
Muvaffa kiye t, Cenabı haktan, be eni siz muhtere m o k urlara
aittir.

A h m e t Seli m Bil m e n
1986

© B u eserin h e r h a k k ı
A h m e t S e lim B t lm e n 'e aittir.

D iz gi - Baskı
G ü n lü k T ic . G a z . T e s is le r i
5273312 - 5273650
ÖNSÖZ

Müslümanlar için her hususta bilgi sahibi olmak bir vazifedir. Din
hususunda bilgi ise (İlmihal) adım alarak en birinci vazifeyi teşkil eder.
Her müslüman için en büyük bir vecibedir ki, m ensub olduğu m ukad-
des İslâm dini hakkında k âfi derecede bilgi sahibi olsun, bu bilgisine göre
dini vazifelerini yapsın, dinî hayatını tanzim etsin.
Zaten bütün insanlığın b ir manevî ruhu mesabesinde olan dinden, din
bilgisinden hiçbir kimse m üstağni olamaz. En eski zam anlardan beri gerek
ip tid aî kavim lerden ve gerek m edenî, m üterakkî m illetlerden hiç biri y ok tur
ki dine bağlı bulunm uş olm asın. >
insanların h ak ik î rahatlan, saadetleri ilâlıî bir din sayesinde tecelli
eder, düşünceli şahsiyetlerin ruhları, vicdanları ancak böyle bir din saye-
sinde huzursuzluktan kurtu lu r, sükûnet bulur. Beşeriyetin yaradılışındaki
yüksek gaye, ancak böyle bir dine sarılmakla husule gelir. O halde uyanık
bir ruha, temiz bir vicdana malik olaıı hangi insandır ki, kendisini böyle
hakikî bir dine ihtiyaçtan azade, görebilsin? Kendi şahsiyetini, istikbalini,
saadetini korum ak isteyen hangi bir insandır ki, böyle ulvî bir dinin i'ti-
kada, nezafete, ibadete, h elâl ve haram a, ahlâka dair olan kutsal hükümleri
hakkında m u h taç olduğu bilgileri elde etm ek istemesin?. O m übarek dinin
zuhuruna, i’tilâsına, h er tarafa yayılm asına velhasıl feyizli tarihine ait bir
şeyler öğrenip bellem ek arzusupda bulunm asın?.
Hiç şüphe y o k ki kendi varlıklarım kaybetm eyen uyanık fertler,
cem iyetler öteden beri bu ihtiyacı, bu arzuyu kendi ruhlannda duym uş,
dinî eserleri aram aya, buıılan bulup okum ağa lüzum görmüşlerdir.
İnsanların bu fıtrî tem ayüllerinden, bu ruhî ihtiyaçlarından dolayıdır
ki, her asırda din âlim leri tarafından binlerce dinî eserler yazılm ıştır. Ancak
her zam anın; h er m uhitin haline, kabiliyetine göre bu gibi eserlerde birer
yenilik gösterm ek, m ahiyetleri daima m ahfuz bulunacak olan dinî m ese-
leleri mümkün olduğu kadar herkesin anlayabileceği bir tarzda yazm ak,
bunların bir kısım hikm etlerini, faidelerini sade bir üslup ile göstermeğe
çalışm ak ta pek lâzım dır.
M alûmdur ki İslâm dininin ihtiva e ttiğ i hükümler başlıca şu d ö rt kısma
ayrılır:
1 — İ'tik ad a ait hükümler, ?'
2 — İbadetlere, muamelelere alt hükümler,
’ 3 — Helâla, haram a, intibah ile m ekruha ait hükümler.
4 — A hlâka ait hükümler,
4 BÜYÜK İSLAM

Bu d ö rt kısım hüküm ler hakkında pek mufassal, mükemmel kitaplar


yazılmış olduğu gibi; pek m uhtasar, basit kitaplar da yazılm ıştır. Maamafih
bu d ö rt kısım dan her biri çok kere b aşk a başk a bir kitap halinde yazılm ış,
bu d ö rt kısmı bir araya toplayan eserler nisbeten az bulunm uştur.
Biz esasen mufassal eserlerden müstağni olamayız. F ak at öyle uzun
uzadıya yazılmış eserleri okum aya, onlardan kendisi için en lazım lı olan
meseleleri ayırt etm eye de herkesin gücü yetm ez, ne mesleki, ne de vakti
müsait bulunm az. Pek kısa yazılm ış eserler- ise ihtiyacı yeter derecede
karşılayam az, maksadı temin edemez. Hele bu gibi eserler pek kapalı
ibarelerle yazılm ış bulunursa istenilen faidelerin elde edilm esi büsbütün
güçleşir.
M uhtelif mesleklere ayrılmış olan dindaşlarım ızın dinî ihtiyaçlarını
kâfi derecede karşılayabilecek bir ilmi&al kitabı yazılmasına birçok zatlar
tarafından lüzum gösterilm ekte ve bu hususta âcizlerine m üracaat edilm ekte
idi. Binaenaleyh m ukaddes dinim izin i'tikada, nezafete, ibadete, kerahiyet
ve istilısane, ahlâka dair başlıca hükümlerine ve bir kısım büyük peygam -
berlerin m übarek siretlerile İslâm dininin tarihçesine ait ve on kitaptan
m üteşekkil olmak üzere oldukça büyük bir ilmihal kitabı yazm ayı bir vazife
bildim. A llâh Tealâ H azretlerinde^ yardım lar dileyerek bu vazifeyi ifaya
başladım , en m uteber, en kıym etli din kitaplarım ıza m üracaat ettim ,
ibadetler kısmım daha uzunca yazm ağa çalıştım ; o kerîm feyyazın lu tu f ve
üıayetile vücuda gelen bu esere (Büyük İslâm İlmihali) adım verdim.
u Eğer bu eserim, dindaşlarım ın istifadelerine hizm et ederek hakkım da
hayırlı dualarım celbe vesile olursa nâçiz kalem im i tebrik ederim . Bütün
yazılarile yalnız Hak Tealâ Hazretlerinin rızasını kazanm ak isteyen âciz bir
yazıcı için bundan büyük m ükâfat da olmaz. Tevfik A llâh Tealâdandır.

Fatih dersiamlarından
Erzurum lu Ömer Nasuhi Bilmen
1

BİRİNCİ KİTAP

İ'TİK A T HAKKINDADIR

İÇİNDEKİLER: Hakiki bir dinin m ahiyeti ve başhca dinler. / Hakikî


bir dinin vasıflan ve faideleri. / İslâm dininin um um iyeti ve m es'ııt netice-
leri. / İman ve İslâm ın m ahiyetleri. / İm an ve İslâm ın şartlan . / Allah
Tealâya ve sıfatlanna im an. / Peygam berlerine iman. / Peygam beıiere olan
ilıtiyaç. / Semavî kitaplara iman. / Semayı kitaplara olan ihtiyaç. / K ur'âm n
nasıl bir kitabı İlâhî olduğu. / K ur'anm m uhtevi olduğu hakikatler. /
Meleklere iman. / Meleklerin varlığındaki h ik m e t / A hirete iman. / Kıya-
m etin m ahiyeti ve m ukaddim atı. / Ahirete aid hâdiseler. / A hiretin var-
lığında ve ebediyetindeki h ik m e t / Kaza ve kadere iman. / Kaza ve kader,
insanlann m es'uliyetine m âni değildir. / I'tik a d d a ehli sünnetin imamları.

H akikî bir dinin m ahiyeti ve başlıca dinler:


1 — H akikî bir din. Allah T ealâH azretlerinin bir kanunudur ve bir
takım hükümlerin, hakikatlerin m ukaddes bir m ecm uasıdır ki, bunu Pey-
gamberleri vasıtalariyle insanlara lü tu f ve ihsan buyurm uştur. Bu kanun,
insanları hayre götüriir; insanlar, bu İlâh î kanunun hükümlerine kendi güzel
ihtiyarlariyle riayet ettik çe doğru yolu bulm uş, hidayet üzere bulunm uş
olurlar, dünyada da, ahirette de selâm ete, saadete kavuşurlar.
2 — Dinler başlıca üç kısm a aynlır;
Birincisi: Hakiki dinlerdir. Bunlar yukandaki tarife m uvafık olan,
yani: Alkili Tealâ tarafından konulup peygam berler vasıtasile insanlara
bildirilm iş olan dinlerdir. Bunlara (İlâhî ve Semâvî) dinler de denir.
Semavî dinler, esas itibarile birdirler, hepsi de esascia m üttehit olup
aralanııda yalnız bazı ibadetler, m uam eleler bakım ından bir fark bulun-
m u ştu r.
6 BÜYÜK İ SLAM

Hazreti Adem den Hazreti İsaya kadar olan bütün m übarek Peygam-
berlerin insanlara bildirmiş oldukları dinler, esasen m üttehit, V ahdeti
İlâhiye akidesine m üstenit iken bunlar sonradan bozulm uş, asıllan kaybol-
m uş olm akla Hak Teala H azretleri en son ve en büyük Peygamberi olan
H azreti M uhamm edi (Sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlara Peygam-
ber olarak gönderm iş, omın vasıtasiyle de hakikî dinlerin en sonu ve en
m ükemmeli olan İslâm dinini kullarına ihsan buyurm uştur. Binaenaleyh
bugün yeryüzünde hakikî ve ebedî din, ancak İslâm dinidir.
İkincisi: M uharref dinlerdir. Bunlar yukarıda da işaret olunduğu üzere
asılları bakım ından birer hakikî din iken sonradan bozulm uş, İlâhî m ahiyet-
lerini kayoetm iş olan dinlerdir.
Üçüncüsü: Bâtıl dinlerdir. Bunlar, asıllan bakım ından da hakikî bir
din ile ilgili olmayan dinlerdir. Bunlar bir takım m illetlerin kendilerine din
nanıile uydurm uş, ortaya atm ış oldukları şeylerdir. Bunlarda akla,
hikm et ve m aslahata uygun bazı hüküm ler bulunsa bile bunlar, asıl m ahi-
yetleri, özlükleri, İlâhı olmak şerefinden m ahrum bulunduğundan hiç bir
veçhile dine m ahsus kudsiyeti h â iz olamazlar. Mecusilerin ve p utlara tapan
sair m illetlerin dinleri bu cümledendir.
Hakikî bir dinin vasıflan ve faideleri:
3 '— H akikî bir dinin m ümeyyiz vasıflan, yani: kendisini sair dinlerden
müstesna, m ümtaz bulunduran sıfatlan pek ço k tu r. Ezcümle hakikî bir din,
insanlara yalnız bir Allahın varlığını bildirir, yalnız bir Allaha tapılmasmı
em reder, bütün kâinatın Allah Tealadan başka yaratıcısı olmadığını haber
verir; bütün peygam berlere, Semavî K itaplara bÖâistisna inanılmasını ister,
ebedî bir hayatın, bir ahire t gününün varlığım anlatır; insanları bir dairede
birleştirir, aralaıında bir kardeşlik vücude getirir; aralarında esasen bir
m üsavat bulunduğunu gösterir; insanlann arasında yalnız takva, Allahtan
korkm ak, faziletle ittisaf itibarile bir fark bulunduğunu beyan eder, hasılı
her veçhile akla, hikm ete uygun olur, insanlann necatına, saadetine vesile
bulunur.
İşte bütün bu vasıflan tam amen haiz olan din, bugün yer yüzünde
İslâm dininden başka değildir.

4 — Hakikî bir dinin faidelerine gelince bu faideler pek çok ve pek


m ühim dir. Böyle bir din sayesinde insanların erişecekleri faideleri, saadet-
leri tasvire hiç bir kalem kadir değildir. Ancak şunu arzedelim ki, İnsan,
hakikî bir din sayesinde kendisinin ne için yaratılm ış olduğunu öğrenir,
kendisini yaratan, büyüten, nice nim etlere eriştiren m ukaddes m abudunu
bilir, beşeriyetin peygam ber denilen kudsî sim alanm tanır, onlann güzel
huylariyle hayatını aydınlatm aya çakşır, insanlığa lâyık bir yaşayış ile
yaşar, ölünce de sonsuz bir saadete erişm iş olur.
Ş unu da arzedelim ki; H akikî bir din, insana m etanet verir, insanı
hayata hazırlar, insanı en düşünceli, en kederli günlerinde müteselli eder,
insanın müstakbel hayatım siyanet etm iş olur.
İL M İH A L İ

Bir kere düşünelim, şüpiıe yok ki insan bu dünya alem ine aülm ış bir
m ahlûktur, insan bu âlem deki sair birçok varlıkların yanında bir zerre
m esabesinde kalm aktadır. İnsan bir ç o k ih tiy açlar içinde çırpınm aktadır,
hilkatin bir çok kuvvetleri karşısında pek âciz bir durum da kalm aktadır.
Sonra da daha açılm adan solan çiçekler gibi rengini, letafetini bütün var-
lığım kaybederek ölüp gitm ektedir. O halde insanlık, yalnız bu fanı varlık-
tan ibaret olsa insanlar kadar hallerine acınacak bir m ahlûk bulunam az.
Demek ki insan için bu m addî, fam h ay at bakım ından tam bir huzur,
tam bir bahtiyarlık mutasavver değildir.
F a k a t diğer bir bakım dan pek bahtiyardır, pek m es'u ttu r. Çünkü
hakikî bir dine sarıldıkça kalben m üsterihtir, ebedî b ir saadete nam zettir,
bu fanî varlığın zevali, kendisini hiç te endişeye düşünnez. O, bir ebedî
varlığın kendisini kucaklayacağından em indir. O zevale yüz tutm ıyacak bir
mevkie kavuşm akla bahtiyar olacağına kanidir.
İşte bütün bunlar, hakikî bir dinin insanlık âlem ine tem in edeceği
faideler cümlesin dendir.
İnsan, ancak böyle bir din, böyle İlâhi bir kanaat sayesindedir ki,
hayatını tanzim eder, m uazzam m abuduna seve seve ibadette bulunur,
hu k uka riay etkâr olur, ebedî m ükâfat neşvesile yurduna, yurttaşlarına,
bütün insanlığa h izm et etm ek ister, cem iyetin pek kıym etli b ir uzvu bu-
lunur.
Velhasıl: İnsanlığa bu ulvî ruhu veren, bu güzel yaşayış tarzım öğreten
hakikî bir dinden başka değildir.
İslâm dininin um um iyeti ve m es'u t neticeleri:
5 — İslâm dini, hakikî dinlerin en sonu ve en mükemmelidir. Bu
m übarek din, yalnız bir kavme, bir asra mahsus değildir, belki bütün in-
sanlara ve bütün asırlara ait um um î, fıtrî bir dindir. İnsanların yaradılış-
larına, yaşayışlarına tam am iyle uygundur. Bu m uazzam din, bir n ecat ve
felâh yoludur, bir selâm et ve saadet kaynağıdır. Ve m ukaddes M abudum u-
zun razı olduğu yegâne dinden ibarettir. ( j J l û ')
6 — İslâm dininin zuhur ve yayılm a tarihleri gözönüne getirilirse, o
çağlardaki m illetlerin halleri nazara alınırsa bu yüksek dinin ne m esut
neticelere sebep olduğu, insanlık âlem inde ne kadar hayırlı, ne kadar tak-
dise lâyık bir inkilâp vücuda getirmiş bulunduğu pek güzel anlaşılır.
M alûm dur ki, İslâm iyetin zuhurundan evvel bütün yeryüzü din bakı-
m ından büyük bir cehalet içinde kalm ıştı. H akikî dinler sönmüş, İlâhî
ilim ve irfan güneşi batm ış, bütün ufukları bir zulm et kaplam ıştı. İnsanlar
yalnız kendi hırsları uğrunda çalışıyor, çarpışıyor, birbirini esir ediyorlar-
dı. Ceziretülarâb ahalisi ise bütün bütün cehalet içinde kalm ıştı, ellerile
yaptıkları p u tlara tapıyorlardı da bu hareketlerinden h iç sıkılmıyorlardı,
kendi kız çocuklarını diri diri kum lara göm erek öldürüyorlardı da hiç bir
acı duym uyorlardı, asırlardan beri başka m illetlerin h âkim iyeti altında zil-
letle yaşıyorlardı da bundan h iç üzülmüyorlardı, hasılı h iç bir yerde gızel
itik attan , güzel alıl âktan, güzel am ellerden, duygulardan eser kalm am ıştı.
8 BÜYÜK İSLAM

F ak at vaktaki İslâm güneşi doğm ağa başladı, derhal âlem in bir çok
tarafları aydınlandı, insaniyet âlem i haktan, adaletten, m üsavat ile kardeş-
likten haberdar oldu. Putların, insanların ayaklarına eğilip tapınan başlar,
kâinatın ortaktan, benzerden m ünezzeh olaıı halikı için secdelere kapanm ak
şerefine erdi; ruhlar yükseldi, diller Hak Tealâm n zikrile bezendi. Gözler
büyük yaratıcım ızın becû' eserlerini tem aşadan mütehassıl uyanıklık nurları
içinde kaldı.
Velhasıl: Dini İslâm sayesinde hakikî bir m edeniyet, nezih bir insani-
yet, pek faideli bir terakki ve en m es'ut bir inkılâp vücude geldi. A rtık in-
sanlık âlem i bu m ukaddes dine sarıldıkça şüphe yok ki daima yükselecek-
tir.
İman ile islâmın m ahiye ti:>n o; ' i \
«. ■ ' :n , ■-A ... ! '
7 — İman, lûgatta birşeye inanm ak, bir şeyi ta s d ik etm ek "b u şey böy-
le d ir,ş öyledir" diye hüküm verm ektir.
Istılahda: "Allalı Tealâm n dinini kalb ile kabul etm ek, yani: "Resul-
üllahm (S.A.) bildirdiği şeyleri k a t'î surette kalben tasdik eylem ek"dir.
İman, asıl bu tasdikten ibarettir. F a k a t böyle inanılıp kalb ile samimî
surette tasdik edilen şeyleri, bir m ani y o k ise dil ile ikrar etm ek, bunların
hakkında şahadette bulunm ak da lâzım dır. Çünkü bir kimse AllalıTealâyı
vesair iman edilecek şeyleri kalben tasdik ettiği halde lisanile ikrar eylem ez-
se hali insanlarca m eçhul kalır, onun Müslüman olduğuna hükmedilemez.
İman hususunda bu tasdik ve ikrar ile beraber namaz gibi oruç gibi
güzel ameller de lâzım dır. Çünkü biz bu ameller ile mükellefiz. Bunlar
bizim birer vazifemizdir. Bu ameller, imana kuvvet verir, im anın kalbdeki
nurunu artırır, insanı azaptan kurtarır, Allah Tealâm n lutuflanna, inayet-
lerine erdirir. o
8 — İslâm tabirine gelince bu da lügat itibarile itaat, inkiyat, b irşe y e
teslim iyet m analarm adır. İstilâh ta ise: "Allah T ealâ'y a itaat etm ek, Pey-
gamber efendim izin din nam ına bildirm iş olduğu şeyleri kalb ile, lisan üe
kabul ve talisin eylem ek" dir.
Bir de İslâm , din m anasına gelir.
9 — H akikî bir din ile İslâm arasında esasen bir fark y oktur. Her haki-
kî din, islâm dır. Her İslâm da hakikî bir dindir ki buna "M üslümanlık"da
denir.
Allalı Tealâm n dinine sadece din denildiği gibi millet, şeriat, İslâm ve
dini İslâm da denir. Bununla beraber İslâm tabiri bazen güzel ameller
m anasında, bazen de iman m anasında kullanılır. N itekim şeriat da dini
hükümlerin yalnız ibadetlere ve nikâh gibi, alım, satım gibi m uamelelere
aid kısm ına ıtlak olunur.
İman ile islâmm şartlan:
10 — İslâm dininde "Allah Tealâya m eleklere, kitaplara, peygam ber-
lere, ahire t gününe, kaza ve kadere" iman etm ek birer esastır. Bunları bilii)
tasdik etm ek imanın başlıca şartıdır. Bu cihetledir ki "İm anın şartlan altı-
İL M İH A L İ .9

dır" denir. Bunlar müsiüm anlıkta k a f i surette sabittir. Bunlar, "zaruriy-


y â tı diniyye" dendir; bunlara inanılması, dinde zartıridir, elzemdir. Bunlar
tasdik edilm edikçe iman tahakkuk etm ez. Böyle zaruriy âtı diniyeden olan
herhangi bir şeyi in k âr etm ek ise — Allah saklasın — İnsanı derhal dinden
m ahrum bırakır.
Biz bu husustaki imanımızı: (Am entü billâhi...) kavli şerifini okum akla
daim a izhar ve isbat etm iş oluyoruz.
Bunu okuyan müslüman demiş oluyor ki: "Ben Allah Tealâya ve
onun m eleklerine, kitaplarına, peygam berlerine, ahiret gününe, kaderin
— yani: takdir edilmiş şeylerin — hayır olsun, şer olsun, Aliah Tealâdan
olduğuna inandım , öldükten sonra dirilip m ahşer yerine gitm ekte m uhak-
kaktır, ben şa h âd e t ederim ki, Allah Tealâdan başka T ann y o k tu r, ve yine
şahadet ederim ki, Hazreti M uham m ed (S.A.) Allah Tealânın kuludur,
ve Peygam beridir." (1)
11 — İslâm m şartlarına gelince bunlar da beştir. Peygamber efendi-
m izin bir hadisi şerifleri şu m ealdedir: "D ini İslâm beş şey üzerine kurul-
m uştur, biri kelim ei şah âd ettir, diğerleri de namaz kılm ak, z ek ât verm ek,
hac etm ek ve ram azanı şerif om cunu tu tm ak tır." (2)
İşte bu beş şey, islâmm şartıdır. Bu şartlara riayet eden bir insan,
İslâm şerefine erm iş, müslüman Unvanını kazanm ış olur.
(Eşlıedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne M uhammedeıı abdehu ve
resulûhu) kavli şerifi kelimei şahadettir. (Lâ ilâhe illallah M uhammedün
resulüllah) kavli şerifi de kelimei tevhiddir. Biz ou m übarek kelimeleri
daim a okuruz.
Allah T ealâya ve sıfatlarına iman:
•'jjj*'J-' '
12 — Y ukarıda da yazıldığı veçhile imarım başlıca altı şartı, altı temeli
vardır. Birincisi, Allah T ealâya iman etm ektir. Şöyle ki: "A llahT ealâ" diye
m ukaddes ismini zikrettiğim iz bir Hâlikı âzım üşşan vardır, onun z â tı
ehadiyyeti bütün kem âl sıfatlariyle m uttasıftır, bütün noksan sıfatlardan
m ünezzehtir. Bütün âlem leri yo ktan var eden odur, onun büyüklüğüne,
k u d ret ve azam etine nihayet yoktur. Bizleri ve bizim gördüğümüz, görm e-
diğimiz, göremiyeceğimiz nice binlerce âlem leri yaratıp yaşatan, besleyen
ancak odur.
Allah Tealânın "R ahm an, Rallim, Halik, Razzak, Hakim, Rabb, Mübdı,
Aziz, Gaffar, Cebbar, Tevvab, Hak gibi daha bir ço k m ukaddes isimleri ve
pek m uazzam sıfatları vardır. Bilhassa (Vücud) sıfatile m uttasıftır, bundan
başka mübarek sıfatları iki kısma aynlır. Bir kısmı (Sıfatı selbiyye) dir ki:
(Kıdem, beka, havadise m uhalefet, kıyam , bizzat vahdaniye) den ibaret
olmak üzere beş tir.
, , -—---------——------------- -

j.l j ' •V-*'


iîUMp'sI J o' L r * J 3 (OU’V'v. ( O
. a<>
10 BÜYÜK İSLAM

Diğer kısmı da (Sıfatı zâtıyye) ve (Sıfatı sübutiyye) dir ki (Hayat,


İlim, İrade, K udret, Semi,Basar, K elâm , Tekvin) den ibaret olarak sekiz-
dir.Bu kutsî sıfatların hepsine birden (Sıfatı kem âliye) de denir.
İşte biz böyle kemal sıfatlanyla m uttasıf olan bir Allahü Azimüşşaıı-
ın varlığına ve bütün bu ulvi sıfatlarına iman ederiz. Bu m ukaddes sıfatla-
ra dair biraz m alûm at vereceğiz.
^ 13 — Vücud, Allah Tealâm n varlığı dem ektir. Filhakika Allah Tealâ
vardır ve en büyük varlık ona m ahsustur. Onun varlığı her şeyden daha
ziyade zahirdir. Çünkü Allalı Tealâ olmasaydı hiç bir şey var olmazdı.
Gerek bizim ve gerek her hangi b ir şeyin varlığı, Hak Teal aııın v arlığın a bir
şahittir.
Biz biliyoruz ki, bu âlem deki şeylerden h iç biri kendi kendine var
olacak bir m ahiyette değildir. Bunlardan hiç biri ne kendi kendine var ola-
bilir, ne de kendi kendine yo k olabilir. Başka bir deyiş ile h iç bir mümkün
şey, kendi kendine yokluktan varlığa gelemez, varlıktan yokluğa gidemez.
Ve hiç bir m ahlûk n e 'b ir zerreyi var edebilir, ne de bir zerreyi y o k edebilir.
H albuki içinde yaşadığım ız bu dünya ile beraber nihayetsiz âlem ler vücude
gelmiş, biri biri ardınca vücude gelm ekte bulunm uştur. Nice şeyler de var
iken yok olm uştur. v
Binaenaleyh bütün bunları var eden, yok eden kuvvet ve h ik m et
sahibi bir Hâlikı zişanın varlığından asla şüphe edilemez.
14 — Allalı Tealâm n varlığını isbat için ilm ikelâm da ve felsefe kitap -
larında pek ç o k deliller yazılm ıştır. Biz bunların bir kısm ını (Muvazzah
İlmi Kelâm Dersleri) adındaki eserimizde yazm ış bulunuyoruz. Şim di b u -
rada bizim için yalnız: ( . i i j l i j j ı ) ayeti celilesini okuyup yüksek
m ealini düşünm ek kâfidir. (1)
Bu âyeti kerim e güzelce düşünülürse Allalı Tealâm n varlığına, büyük-
lüğüne dair yüzbinlerce delil, gözönünde belirmeye başlar. Bizim bu eseri-
miz şüphe yok ki bunları açıklam aya yetişm ez. A ncak h e y 'e t, arziyyat,
hayvanat, nebatat, meadiıı, ruhiyat, •teşrih gibi ilimlerin verdiği m alûm atı,
gözönüne getirenler, bu â y e ti celilenin işaret ettiğ i delillere pek güzel akıl
erdirebilirler. Biz burada şunu söyliyelim ki: H er selim akıl sahibi düşün-
dükçe Allalı Tealâm n varlığını tasdike m ecbur olur.
İşte: "şüphe yok ki, göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün
ard arda gielişiııde, uzayıp kısalmasında selim akıllara sahip olanlar için
Bak T ealâm nvarhğuıa ve onun k u d ret ve hikm etinin kemaline a it - delil-
ler, alâm etler vardır." M ealinde olan yukarıdaki ây eti kerim e bunu haber
veriyor. Bunu takib eden: ) â y e ti kerim esi de tem iz, selim akıl
sahiplerinin,H ak T ealâyıher halde zikreden, ve gökler ile yerin yaradılışın-
da tefekküre dalan, yarabbi! bunları boş yere yaratm adın... diyen m üte-
fekkir kim selerden ibaret olduğunu bildiriyor. -
Bütün bu âyetler, Islâm dininde aklın, tefekkürün ne kadar kıym etli

, O lı'V vi ol ( V )
İLMİHALİ 11
olduğunu da göstermiş oluyor. H a ttâ bir hadisi şerifte de
( ) tefekkür gibi ibadet y o k tu r) buyurulm uş tur.
Filhakika müslümanlıkta aklın, düşüncenin büyük mevkii vardır. Islâm
dini tam am en akla, hikm ete m uvafıktır, hiç bir m uhakem eden, tenkidten
pervası y o k tu r, İslâm iyet m ütefekkir insanların dinidir.
İşte bu m ütefekkir insanlar , gökleri, yerleri, geceleri, geceleri, gündüz-
leri düşünürler, fezada parıldayan ve her biri güneşten binlerce k e n e daha
büyük olan bir ço k nuranî yıldızların ihtişam ını tefekkür ederler, yeryüzün-
deki yüzbinlerce canlı, cansız bedîaları gözönüne alırlar. L â tif gündüzlerin,
ruhanî gecelerin ne kadar m u ttarit, m untazam bir fıtra t kanununa tâbi
olarak biribirini takip edip durduğunu m ülâhazada bulunurlar , bütün bu
düşünceler, tefekkürler neticesinde bunlara bu varlığı, bu intizam ı vermiş
olan Allah T ealâyı bir vecd ve şevk ile tasdike m ecbur olurlar.
H attâ böyle büyük varlıkları değil, bir zerreden bile küçük olduğu
halde büyük bir duygu ile, hayatını müdafaa endişesile hareket eden bir
m ikrobu, yine bir zerreden küçük olduğu halde sinesi bir kuvvet hâzinesi
bulunan bir atom cağızı düşünm ek bile aklı başında olan bir insan için bu
k âinatın âlim , lıakîm olan hâlıkını tasdike kâfidir.
Bütün bu garip, b e d i'î, m untazam varlıkla*-, birer tesadüf eseri midir?.
Bütün bunlar bilgiden hikm etten m ahrum , belki de mevhum bir tabiatın
mahsulü müdür?. H âşâ. Böyle bir şey'e hiçbir âkil , hiçbir m ütefekkir kail
olmaz.
15— T ekrar ederiz ki Hak Tealânın varlığım, büyüklüğünü anlayıp iti-
raf etm ek için : ( . . . j j\ ) âyeti celilesini güzelce tefekkür k â fi-
dir. B unun için d ir ki, R e su l E krem (S.A.) Efendim iz: j C z . U İJ JL j».>)
(İçi buyurm uştur. Yani: Yazık o kimseye ki bu âyetleri o k u rd a bunlarda,
tefekküre dalm az!.
Etmekte şu levhai tabiat, Bir halika pek açık şehadet,
Bilmem nasıl eylemekte inkâr, Hallâkı hakîmi elıli gaflet?..
Her sahada parlayan bedayi’, Eyler bizi intibaha dâvet,
Mağlup oluyor havai nefse, Hayfa ki, zavallı ademiyyet,
Dünyaya perestiş eyliyenler, Nâdim olacaklar en nihayet,
Bir faide bahşeder mi heyhat! Vaktinde edilmeyen nedamet
16- Kıdem: E zeliyyet, yani : evveli olm am ak sıfatıdır. Evveli olm aya-
na kadîm denir, sonradan olana d a hâdis denilir. Allah Tealâ kıdem sıfatile
de m uttasıftır. Çünkü ezelîdir, kadîm dir, varlığının evveli yoktur. O nun ev-
veline asla yokluk geçm em iştir . O nun varlığı yanında m ilyonlarca sene,
bir saniyelik bir m üddet bile sayılmaz ; kezalik : Gördüğümüz âlem ler,
m ilyarlarca seneden beri m evcut bulunsa bile yine Hak Tealânın ezeliyeti
yanında bir saniyelik bir hayata m âlik olamaz.
Hâsılı Allah Tealâ kadîm dir, sonradan var olan, h â ş â Allah olamaz.
Allah Tealâdan başka her ne var ise onlar da h ad istir; çünkü Allah T ealânın
kudretile yaratılm ışlardır. A rtık şüphe y o k ki yaradılanlar, yar ad ana m ah-
sus olan kadîm sıfatım haiz olamazlar. ( L •İlû'S' )
12 BÜYÜK İSLAM

17— Beka ; ebediyet, yani : Sonu bulunm am ak sıfatıdır. Sonu olana


fam , sonu olm ıyana da bakî denir.
Allah Tealâ beka sıfatile de m uttasıftır. Çünkü ebedîdir, bakidir, varlı-
ğının asla sonu yo k tu r, onun yok olacağı bir zaman düşünülemez.
Mükevvenat dediğim iz bütün varlıklar. Allahın kudretile var olm uşlar-
dır. Bunlar yine Allahımızın kudretile yok olur, tekrar yine var olabilirler,
binlerce değişikliklere uğrayabilirler. F ak at Allah Tealâ bakidir, fenadan,
değişm ekten m ünezzehtir. Zira o başkasının eseri kudreti değildir ki onun
kudretile fenaya gidebilsin veya tegayyüre uğrasın. Bilâkis sair bütün varlık-
lar, onun kudretinin birer eseridir. A rtık Hak T ealâda fena ve zeval nasıl ta-
savvur olunabilir. ( » \ j f S \ } j ; )
18— Havadise m uhalefet ; sonradan var olmuş şeylerden ayrı olmak
sıfatıdır. Allah Tealâ havadise m uhalefet sıfatile de muttasıftn-. Çünkü Allah
Tealâ yaradılm ış şeylerden İliç birine bir veçhile benzem ez. Hepsine m uha-
liftir. Hatırlara ne gelirse gelsin allah Tealâ onlardan m u tlâk a başkadır.
Mükevvenat, m üm kinat dediğim iz şeyler, hâdistirler, değişirler, başka-
laşırlar, birbirine benzeyebilirler ve nihayet yok olurlar. Bütün bu fanî var-
lıkların cinslerini nevilerini, şekillerini gözönüne alınız, bunların arasında
insanları, melekleri de düşününüz, bunlardan hiç biri Allah Tealâya h âşa,
benzem ez ve hiçbirisinde ulûhiyetten, m âb u diy etten h â şâ , bir hisse, bir
cüz'iyet bulunam az. Hiç yaradılan, yok olm aya m ahkûm bulunm uş olan
âciz, fanî şeyler, yaratan, fenadan b erî bulunan Allahü A zim üşşana benze-
yebilir mi?. Hiç o kadîm , hakîm , Halika ortak olabilir m i?..Böyle bir şeye
kail olanlar, kendi fanî varlıklarını h â şâ , Allahlığa kadar yükseltm ek , Allah
Tealâyı d a kendileri gibi naçiz bir m ahlûk derecesine indirm eğe cüret küs-
tahlığında bulunm uş olurlar.
İnsanlann ve sair m ahlûkların bir çok ihtiyaçları vardır. Bunlar m ekâ-
na, zam ana, yeyip içm eye, gelip gitm eğe, doğup doğurm aya vesaireye m uh-
taç bulunurlar. Allah Tealâ ise bütün bu ihtiyaçlardan m ünezzehtir.O nun
A rş, Kürsî, yedi tabakaya ayrılm ış sema ve saire denilen nice âlem leri var-
dır. F ak at o, bunlardan hiçbirine m uhtaç değildir. Bunlar yok iken o yine
var idi.
A rtık şüphe yok ki m uhtaç olan, yaratılm ış şeylerin fanî sıfatlariyle
sıfatlanan bir zat, h â şâ, Allah olamaz. M ukaddes dinim iz, bizleri bu gibi
yanlış düşüncelerden, akidelerden kesin surette m en etm ektedir.
K. '“*=% „ • • O W» - /.

19— Kıyam bizatihi ; varlığı, durm ası kendi zatıyla olmak m ânasında
bir sıfattır. Bu sıfat da Allah Tealâya m ahsustur. Şöyle ki, Hak Tealâm n
ezeli ve ebedi olan varlığı kendi zatıyla kaim dir, kendi varlığı hüviyetinin,
kendi m ukaddes zâtının m uktezasıdır. Asla başkasından değildir. Bunun i-
çindir ki, Allah Tealâya (Vacibülvücud) denir. Onun varlığı, başka bir var
edene ih tiy açtan m ünezzehtir. Allah Tealâyı h â ş â , var eden bir var olsa idi,
işte Allalı o var eden olm uş olurdu. Binaenaleyh : "Allahı kim var etti?" di-
ye bir suale asla mahal yoktur. Çünkü Allah bizatihi kaim dir, kadîm dir,
İ L M İH A L İ 13

başkasının var edeceği bir hüviyette değildir. Böyle olmasaydı ne kâinat vü-
cut bulurdu, ne de başka bir şey. Bu hakikat kabul edilm eyince içinde ya-
şadığım ız âlem in varlığını izaha da asla im kân bulunam az. M ümkinat dedi-
ğimiz yaratılm ış şeyler ise hem var, hem de yok olm aya m üstenit olduğu
içindir ki bir var ediciye m uhtaç bulunm uştur.
Velhasıl: Allah Tealâyı yar eden bir var asla tasavvur olunam az ve on-
dan başka yaratıcı bir zat da m evcut bulunam az. ( -ûıi^ j J t j* )
2 0 — V ahdaniyet: Birlik, infîrad, benzeri olmamak, artm aktan, ayrıl-
m aktan, eksilm ekten b erî olmak gibi m ânaları ifade eden bir sıfattır. Bu
sıfatla m uttasıf olana vâhid denir ki, nazarî olm ayan, tecezziden, tekessür-
den beri bulunan zat dem ektir. Bu sıfat da Allah Tealâya m ahsustur. Ş ö y -
le ki : Allah Tealâ zâtın d a, ülûhiyetinde, m âbudiyetinde ve sair bütün sı-
fatlarında birdir. O rtaktan, benzerden m ünezzehtir, kendisinde artm ak, ek-
silm ek, cüz'lere ayrılm ak, başka şeyler ile birleşm ek gibi haller asla buluna-
maz. ■ (iüffjf. ü b . »(f ‘+ÎV0 1 I fv ii '
Evet.. Allah Tealâ her veçhile birdir, her nasıl düşünülürse düşünülsün,
temiz bir akıl, hikm et âşinâ bir ruh, bir A llahtan b aşk a Tanrı bulunduğuna
kail olamaz, başkasının ülûhiyetle, m âbudiyetle ittisafına im kân veremez.
Filhakika iki veya daha ziyade Allahın varlığı, k a t'î deliller ile reddedil-
miş bulunm aktadır. Ş u gördüğümüz k âin atın varlığı, devamı, intizam ı bütün
Allah T ealânın birliğine şairittir.
Allah Tealâ, zatında, ülûhiyetinde, m âbudiyetinde bir olduğu gibi
yaratıcı olmasında da birdir. Yaratılm aya yok edilmeye kabiliyetli olan ;
bu cihetle m ümkin adını alan her hangi bir şeyi var eden, yok eden ancak
Allah Tealâdır, ondan başka yaratıcı yoktur.
M ümkinatı böyle bizzat yaratm aya, yaşatm aya,yok etm eye kadir
olm ayan bir zat ise Allah olamaz. Bunun içindir ki ikinci bir Allahın varlı-
ğına aslâ im k â n yoktur. Çünkü m efruz iki Allahtan biri m üm kinatı müstakj-
len yaratm aya kadir ise diğeri zait olmuş olmaz mı? Bil'akis müştekilen y a -
ratm aya kadir değilse âciz bulunm uş olmaz mı? Z ait veya âciz bulunan bir
zat ise nasıl Allah olabilir?..
Binaenaleyh Allah Tealânın her veçhile birliğinde İliç bir selim akıl sa-
hibi tereddüt edemez. M üteaddit hâhkların, m âbutların varlığına inanan
m illetler ise akla, hikm ete aykırı bir inancın zebunu olm uş, ve hakîkat bakı-
m ından büyük bir cehalet içinde kalm ışlardır. ( •) ,
2 1 — Hayat: Dirilik dem ektir. Allah Tealâ, kendi zatı ahadiyetîne m ah-
sus bir hayat sıfatile m uttasıftır. Bu, Hak Tealânın ilim ile, irade ile, kudret
ile ittisafına has bir sıfattır. Hayatı olm ayan bir şey, bilm ekten, dilem ekten,
bir şey yapabilm ekten m ahrum bulunur, bu m ahrum iyet ise büyük bir
nakîsadır. , * r:-yü . .û y s ilo î ,’ym
Evet.. Bu sıfatlardan malırum olan bir şey, kendi kendine hiç bir
eser vüeude getiremez. Hele bilgi, düşünce, dileme, güç sahibi olan varlıklan
yaratm aya asla kabiliyetli bulunam az. Çünkü hiçbir eser müessirinde
bulunm ayan bu gibi vasıflan hâiz olamaz. Bunun içindir k i tabiat de nü ip
ilim ile, irade ile, kudretle m u ttasıf olmayan ve varlığı eşya ile kaim tasav-
14 BÜYÜK İSLAM

vur olunup bu eşya haricinde bir varlığı bulunm ayan şuursuz bir varlık,
bir yaratıcı sıfatını asla haîz görülemez. Hususile böyle bir varlık, akla,
iradeye, kudrete m âlik m ilyarlarca m ahlûkatın m ucidi hiç bir veçhile
olamaz.
Binaenaleyh kâinatın yaratıcısı olan Allah T ealâm n h ay at ile m utta-
sıf bir hayyı kayyum olduğunda asla şüphe yoktur. ( (V- 1)
22— ilim ; bilm ek, id râk etm ek sıfatıdır. Allah Tealâ ilim sıfatile de
m uttasıftır. Ve onun ilm i, m ahlûkatın ilmi gibi basit, m ahdut olmayıp bütün
k âin atı m uhittir. E vet...Şüphe yok ki Allah T ealâ , her şeyi bilir, onun bil-
mesinden bir zerre bile kurtulam az. Ve lıiç bir ferd, kendi ha-
reketini , kendi düşüncesini Allah Tealâdan saklıyamaz. Çünkü böyle bir
şeyi bilm eyen, her hareketten, her düşünceden haberi bulunm ayan bir zat,
Allah olamaz, bu kadar bediâları vücude getirem ez, bu kadar m ahlûkatı ida-
re edemez.
Allah Tealâm n böyle her şeyi bildiğini güzelce düşünüp tasdik eden bir
insan şüphe yok ki daim a uyam k bulunur, her işini, her hareketini bir edep
dairesinde tanzim eder, fena sözler söylemez, fena şeyler düşünmez, hiç bir
kimse hakkına sarkıntılık etm ez, h içbir kim senin görüp bilm eyeceği bir
yerde bile Allahın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü kendisinin
bü tü n ' yaptıklarını, yapacaklarını Allalı Tealâm n bildiğine im anı vardır.
( y*) Vl )
2 3 — İrade, diyebilm ek, ihtiyar edebilm ek sıfatıdır. Allah Tealâ, irade
sıfatile m uttasıftır ve onun iradesi ezelîdir. .Allah Tealâ, yaratacağı şeyleri,
bu irade sıfatile kendi hikm etine göre birer veçhe tahsis b uy u ru r ve onun
irade buyurduğu şey m utlaka olur, irade b uyurm adıkça hiç bir şey vücude
gelemez, getirelemez. Ufite/ tf.rvuci ofyud iH m J .im îÛ .
Allah Tealâ, bü tün bu kâin atı ezelî olan iradesi veçhile yaratm ıştır.
Yaradılmış şeylerin binlerce, m ilyonlarca cinslere, ııevilere, sıfatlara ayrıl-
mış olması, m uhtelif hassaten, sıfatları hâiz bulunm ası, m eselâ bir to prak -
tan, bir sudan, bir havadan istifade eden sayısız ağ açlann , ekinlerin, ç iç e k -
lerin , meyvelerin başka başka şekillerde, renklerde, tatlarda vücude gelmesi
bütün ezelî.bir iradenin neticesinden başk a değildir.
İşte bütün bunlar, Allahımızın irade sıfatile m u ttasıf olduğuna birer
şah ittir. Allalı Tealâ hakkında m ecburiyet tasavvur olunam az, hiç bir şeyi
var etm eğe veya yok etm eğe h â ş â m ecbur değildir. M ecburiyet, bir acz ha-
lidir. Allah Tealâm n şanına, azam etine asla yakışm az. ( - ^ U JL» )
24— K udret, zenginlik, zor, h ay at sahiplerine mahsus kuvvet m âna-
sında bir sıfattır. Ezelî, ebedî tam bir k u dret Allalı Tealâya m ahsustur. Al-
lah Tealâ, her mümkinde dilediği tasarrufa kadir, her miimkin şeyi yaratm a-
ya,yok etm eğe m uktedirdir. O nun kudretine nihayet yoktur. Bu m uazzam
kâin at, onun kudretine pek parlak,pek kuvvetli bir şahittir.
Allah Tealâ dilerse bir saniye içinde binlerce âlemi y o k tan var eder ve
dilerse binlerce âlem i bir anda büsbütün yok eder. Çünkü herhangi mümkin
bir şeyde böyle dilediği veçhile tasarrufa kadir olm ayan bir zat, kâinatın
Allahı olamaz.
İLMİH A Lİ 15
A

Allahü A zim üşşam n bu büyük kudretini güzelce düşünen bir m ü'm in,.
onun azam eti önünde eğilir, onun kudretinden titrer, onun m ukaddes emir-
lerini, nehiylerini yerine getirm eğe çalışır durur. ( J f' j c } )'

25 — Sem i', işitm ek kuvvetidir. Allah Tealâ semi' = işitm e sıfatile de


m uttasıftır. O nun işitip bilmesi, başkalarının işitip bilm eleri gibi noksan,
m ahdut değildir. Hak Tealâ H azretleri, herşeyi işitir, en gizli sesler, hareket-
ler onun işitm esinden kurtulam az. Bahusus kullarının dualarım , zikirlerim,
gizli â şik â r niyazlarını, m ünaeatlarım işitir, kabul eder, m ükâfatlandırır.
Allalı Tealâm n böyle her şeyi bilip işitir olduğuna im an eden uyanık
bir insan, şüphe yok ki, daim a güzel k o nuşur, daim a Hak Tealâyı zikre
te v h id -ve tebcile çalışır. Her işini, her sözünü güzelce yoluna kor.

2 6 — Basar, göz ve görme kuvveti dem ektir. Allah Tealâ, kendi şanına
lây ık bir veçhile basar = görm ek sıfatile de m uttasıftır. Şöyle ki :
Hak Tealâ H azretleri, h er şeyi görür ve bazı şeyleri görmesi diğer şey-
leri görmesine asla m ani olamaz ve onun görm esinden hiç bir zerre gizli ka-
lamaz , m eselâ: En karanlık gecelerde en ufak karıncaların ve daha küçük
m ahlûkların kım ıltılarını, yürümelerim, bütün vaziyetlerini görür, bilir.
Ş üphe yok ki, görüp bilm eden m ahrum iyet, büyük bir noksanlıktır,
böyle noksanlıklar içinde bulunan k ö r kuvvetler, duym az bilm ez varlıklar
asla tanrılık, yaratıcılık vasfmı hâiz olamazlar. Allahü Azim üşşan ise bütün
noksanlardan m ünezzehtir, bütün k em âl sıfatlarile m uttasıftır.
Kalbi im an dolu bir insan, Allah T ealâm n daim a kendisini görüp gözet-
m ekte olduğunu bilir, düşünür, durum unu düzeltir, edebe aykırı hiç bir
harekette bulunm az, m elekler gibi tem iz bir hayata sahip olm aya çalışır
d urur. ; ; (ı f L- i !
2 7 — K elâm , bir m ânayı ifade eden, bir maksadı anlatan söz dem ektir.
Allalı Tealâ, kelâm sıfatını da hâizdir. O nun kelâm ı, harften, savtten mü-
nezzehtir, kadîm dir.
Hak Tealâ, kendi kadim kelâm m ı dilediği zam an kendi şânm a lâyık
b ir veçhile meleklerine bildirir, işittirir, anlatır.
Allah Tealâm n Peygamberlerine dilediği şeyleri valıy ve ilham etm iş
olması da bu kelâm sıfatının bir tecellisi dem ektir. Bu kelâm sıfatiledir ki,
semavî kitaplar zuhur etm iş, ve bahusus "K elâm ı kadim " denilen K ur'anı
m übin peygamberim ize nâzil olup insanlık için asırlardan beri bir hidayet
rehberi bulunm uştu r. ( } vüjfT ^ ^ )

28 — Tekvin, var etm ek, icat etm ek m ânasınadır. Bu da Allah T ealâ-


ya m ahsus bir sıfattır. Hak Tealâ tekvin sıfatile dilediği herhangi bir şeyi
yok iken var eder, veya var iken yok eder.
Allah Tealâm n bu âlem leri yaratıp yok etm esi ve bahusus kullarım
yaratm ası, yaşatm ası, beslemesi sonra da öldürüp başka bir âlem e götürmesi
bütün bu tekvin sıfatının birer tecellisi dem ektir.
( <j S l j ^ J j »i Ui— )
16 BÜYÜK İSLAM

2 9 — Allahımızın m ukaddes sıfatlarına dair verdiğimiz m alûm ata bir


hülâsa olm ak üzere şunu d a tekrar arzedeüm ki : Hak T ealânın varlığı, b ir-
liği , k u d ret ve azam eti, ezeliye t ve ebediyeti ve sair ulvî sıfatları her şeyden
daha açıkçadır, bunları inkâra, düşünüp tasdik etm em eğe asla mecal y o ktu r
Bir kerre düşünelim, bu k â in a tta hiç bir zerrenin kendiliğinden var,
kendiliğinden yok olam ıyacağmı ve yine hiç bir zerrenin kendiliğinden
kım ıldanıp duram ıyacağım ilim ve fen haber verm iyor mu? Halbuki biz
m ilyonlarca âlem in, m ilyonlarca parlak ecram ın varlığım, hareket ve sü-
k ûnunu görüp biliyoruz. A rtık bunları var eden ezeli, ebedî bir Allahın
varlığında nasıl şüphe edilebilir?..
Biz yine biliyoruz ki, bilgisi olm ayan, iradesi, kudreti bulunm ayan bir
şeyin, bir gayeye, birer hikm ete müteveccih ve b e d i'lâ tif bir takım eserleri
var etm esi m uhaldir. Halbuki biz b u âlem de her neye bakacak olsak onun
bir gayeye, bir hikm et ve m aslahata yüz tu tm u ş olduğunu görürüz.
Evet.. Herhangi bir küreden en küçük bir zerreye kadar bakılınca on-
ların öyle gelişi güzel, tesadüf eseri olm adığı görülüyor, onların abes yere y a-
ratılm am ış olduğu anlaşılıyor, her birinde fevkalâde bir letafet, bir san'at
eseri, bir irade ve ihtiyar nişanesi görülmüş oluyor.
A rtık bu kadar faideli bedialarm ilim, kudret, hikm et sahibi olan k a-
dîm bir halika m uhtaç olm adığına kim kail olabilir?.
Biz bütün bu afakî varlıklardan nazarlarım ızı alalım da kendi nefsimi-
ze, kendi vicdanımıza m üracaat edelim, vücudum uzun bütün zerreleri, hücre-
leri, vicdanımızın bütün duyguları, sanihaları şân ı pek azim bir Allahın, biz-
leri yaratan, yaşatan, m erzuk eden b ir H âlikın varlığına daim a şahadet
edip durm uyor mu?..
O halde hiç şüphe yok ki kimse kendi insanlığım gaip etm edikçe ülu-
h iy et fikrinden, Allaha iman akidesinden asla m alınım bulunam az.
' ( Cr* ' f & j ' j ö* J* )
Peygamberlere iman: 1

3 0 — Bütün peygam berlere îm an etm ek m üslümanlıkta bir esastır.


Peygamber, lııgatta bir haberi getirip bildiren kimse dem ektir. Din ıstılalım-
ca: Allah T eâlânın kullarına dinini bildirm ek için m em ur ettiği pek m uhte-
rem insanlardan her birine "Peygam ber" denilm iştir ki, bu zatlar Allahüa-
zim üşşanın birer elçisi dem ektir. Bu zatların Hak Tealâ tarafından böyle
peygam ber gönderilm iş oldukları, kendi şahsiyetlerinde görülen büyüklükle
ve açıklam aya m uvaffak oldukları bir takım m ucizeler ile sabit olm uştur.
31— M u’cize ; Başkalarının vücude getirem iyecekleri harikulâde şey-
lerdir ki, bir peygam berin doğruluğuna şahadet için onun tarafından Hak
T ealânın kudretiyle vücude getirilir.
3 2— K eram et, bir kısım harikulâde şeylerdir ki, Allah Tealânın kud-
retile evliya denilen kulları tarafından vücude getirilir. Bunlar da o velîlerin
tâbi bulunm uş oldukları peygam ber için birer mucize sayılır.Çünkü o pey-
gam ber hakikaten peygam ber olmasaydı, kendisine tâb i olanlardan böyle
keram etler zuhur edemezdi.
İ L Mİ H A L İ 17

3 3 — M eunet, istidraç: Peygam berlik iddiasına kalkışm ayan bazı alela-


de kim selerden zuhıır eden ve harikulâde bir halde görülen bir takım h â -
diselerdir ki, kendilerinin büyüklüğüne delâlet etm ez ve hiç b ir vakit mucize
veya keram et derecesine varamaz
F ak at yalan yere peygam berlik dâvasına kalkışan kim selerden ne m u -
cize, ne keram et, ne de şâir harikalar zuhur etm ez.
Öyle yalancı şahısların m ucize, veya h ârik a diye m eydana koyacakları
şeyler, şüphe yok ki ya bir göz bağcılıktır veya bazı İlmî düsturlara dayanan
bir san 'at eseridir. Bunların m ahiyetleri derhal m eydana çıkar, bunları b a ş-
kaları d a daha m ükem mel bir surette yapıp gösterebilir.
Yalan yere peygam berlik iddiasında bulunm uş olanların ne gibi âkibet-
lere uğradıkları, yalancılıklarının nasıl m eydana çıktığı tarihçe m alûm dur.
3 4 — Peygam bere, (nebî) de denir. M aamaflh yeni bir k itap ile, yeni bir
şeriat ile bir üm m ete peygam ber gönderilm iş olan z â ta nebî, peygam ber
denildiği gibi (Resûî), (Mürsei) de denir. Yeni b ir kitap, ve yeni bir şeriat ile
gönderilm eyip de kendisinden evvelki bir peygam berin kitabını ve şeriatı-
nı üm m etine bildirm eğe m em ur olm uş olan zata da yalnız nebî veya pey-
gam ber denilir, resûl ve mürsel denilem ez. N ebinin cem 'i: Enbiyadır, resulün
cem 'i : Rüsûl, m ürsel'in cem 'i : de Mürselîndir.
3 5 — Allah T ealânın ilk peygam beri H azıeti Adem Aleylıisselâm dır.
Son ve en büyük peygam beri de bizim sevgili peygam berim iz H azreti Mu-
ham m ed âleyhisselâm dır. Bu cihetle Peygambef^Efendimize (H âtem ül'enbi-
ya) denilm iştir. Bunların arasında sayıları ancak Allah Tealânın bildiği daha
b irç o k peygam berler gelip geçm iştir ; fakat bunlardan m übarek adları K ur'
anı Mübınde beyan olunan, ancak şu yirm i beş peygam beri zişandır: Adem ,
İdris, N uh, H u t, Salih, İbrahim , L ût, İsmail, îshak Y akub, Yûsüf, Eyyüb,
Şüayb, Musa, H arun, Davud, Süleyman, İlyas, İlyesa, Zülkifl, Yûnüs,
Zekerriyya, Yalıya, İsa, M uhammed. (f * J l j rel6)
Bunlardan başk a Kuran-ı kerîm de kendilerine dair m alûm at verilen
Üzeyr, L okm an, Zülkarneyn adında üç zat daha vardır ki, b u n lan n birer
Peygamber m i,yoksa birer velî mi olduğunda ih tilâ f vardır. B unlann da pek
büyük zatlar olduğunda şüphe yoktur.
Bu m uhterem Peygam berlere dair kitabım ızın onuncu bölüm ünde ma-
lûm at verilecektir.
3 6 — Peygam berler, h er türlü güzel sıfatları hâizdirler. O nlardan h er b i-
rinin vücudu b ir kem al, bir hidayet, bir ulviyet nüm unesidir, bahusus ken di-
lerinde sıdk, em anet, fetan et, ism et, tebliği şeriat vasıfları da herhalde mev-
cu ttu r. Ş öyleki :

(1) Peygam berler, sadıktırlar, her hususta


ğrudo;
sözlüdürler, kendile-
rinden asla yalan sadir olmaz.

(2) Peygam berler, em indirler, gerek peygam


berlik hususunda ve ge-
rek sair hususlarda h er türlü i'tim adı hâizdirler K endilerinde asla ha
inlik bulunm az.
f F :2
18 BÜYÜK İ SLÂM

(3) Peygam berler, son derece fatn, âkil ve kuvvetli reye, fevkalâde
bir zekâya m alik bulunm uşlardır. O nlarda gaflet, yüksek duygulardan, m e-
lekelerden m ahrum iyet düşünülemez.

(4) Peygam berler, m a'sum durlar, onlar sön derece iffet ve ism et sahi-
bidirler, onlar gizli, aşik âr her türlü günahlardan , ve seciyenin adiliğini gös-
terecek bayağı hallerden tam am en beridirler.

(5) Peygam berler, em rolundukları şeriat hükümlerini üm m etlerine ol-


du ğu gibi bildirm işlerdir. Ş e ria t ahkâm ından herhangi birini saklam ış,
veya u n u tm u ş olmaları asla düşünülemez. Öyle bir şey, peygam berlik şanına
yakışm az, onların peygam ber gönderilm elerindeki hikm ete, iradeyi ilâhîye-
ye uygun düşm ez.
Velhasıl : Bütün Peygam berler, şu yazdığım ız beş vasfı tam am en hâiz
bulunm uşlardır. Çünkü b u yüksek hasletleri hâiz olm ayan kim seler, m illet-
leri aydınlatacak, onlara rehber olacak bir durum da bulunm uş olamazlar.
A rtık bütün peygam berleri bu veçhile bilip tasdik etm ek bizim için bir veci-
bedir.

3 7 — Peygam berlerin insanları irşa t ve islâh iç in H ak T ealâ tarafından


m em ur edilm iş oldukları güzelce düşünülünce onlara İm an etm enin lüzum u,
ehem m iyeti kendiliğinden anlaşılm ış olur.
Filhakika peygam berlere îm an etm ek, onların pek yüksek vasıflarını,
seciyelerini bilip tasdik etm ek, tebcile koşm ak bizim için en k a t'î b ir veci-
bedir.
Peygam berlere îm an etm eyen kim se, Allah Tealâya d a îm an etm em iş
olur. Çünkü H ak T ealâya kabul edeceği veçhile îm an etm enin yolunu
insanlara bildiren ancak Peygam berlerdir. K endi naçiz akıllarını b u h ususta
rehber edinm ek istiyenler, H akka erem ezler, d a lâ lette kalırlar. Allah Tealâ-
nın Peygam berlere îm an edilmesi hakkındaki em irlerine de aykırı hareket
etm iş olacakları cihetle bu bakım dan da h id ayetten m ahrum kalm ış olurlar.
H a ttâ Peygam berlerden yalm z birine îm an etm em ek, hepsini in k â r
etm ek gibidir ki, insanı îm andan m ahrum bırakır. Bahusus Allahım ızın en
son ve en büyük Peygam beri olan H azreti M uham m ed'in (S.A.) tarihî hayatı
gün gibi parlak bir surette ve bütün m illetlerce bugün m alûm bulunm akta-
dır. A rtık bugün h içb ir m illet, din hususundaki cehaletinden dolayı m azur
sayılamaz. Bugün her m illet iç in en birinci vazifedir ki o büyük Peygam berin
dinini kabul etsin, onun Peygam berliğini, yüksekliğini tasdik ederek göster-
diği d oğru yola gitsin. Bu vazife ne zam an hakkile ifa edilirse, insanhk âle-
m i o zam an k u rtu lu r, o zam an h a k ik î m edeniyete, bitm ez, tükenm ez bir
saadete erişm iş olur. (ü^ U l & U VV-
Peygamberlere olan ihtiyaç :

3 8 - M alûm dur ki, Allalı Tealâ, kendisinin m ukaddes varlığını, birliği-


ni bilm eleri için ve kendisine ib ad et ve taa tta bulunm aları için insanları ya-
İ LM İHA Lİ 19

ratm ış, onları sair b irç o k yaradılm ışiar arasında akıl ile, fikir ile m üm taz
kılm ıştır. Binaenaleyh bir insan, kendi aklını, fikrini güzel kullandığı tak -
dirde , kendisini yaratan, kendisine düşünm e kabiliyetini veren bir halikın
varlığını sezer, kendisinin ve kendi çevresini kaplam ış olan varlıkların öyle
gelişi güzel kendiliklerinden var olm am ış olduğunu anlar, bu cihetle kendi-
sinde bir iilûhiyet düşüncesi uyanır, bir m uazzam yaratıcının eseri olduğuna
hükm edebilir.
F a k a t o büyük hâlikı şân ın a lây ık b ir veçhile bilem ez, onun rızasına
uygun olan ibadetlerin nelerden ib are t olacağını kestirem ez, kendi yaradılı-
şındaki hikm etin neden ib aret b u lu n d u ğ u n u anlayam az, insanların birbirine
k arşı olan haklarını, vazifelerini lâyıkile tayin edem ez ; nih ay et yaradılışına
aykırı yürür d e haberi olmaz, v ah şette, cehalette kalır da farkına varam az,
ebedî saadetten m ahrum olur da b u n u evvelce anlayıp yüreği sızlamaz.
N itekim peygam berlerin vücutlarından haberi olm ayan veya peygam -
berlerin bildirdikleri hakikatleri bozup değiştiren bir nice m illetler ; sapıt-
m ış, insanlığa yakışm ıyacak b ir d u ru m a gelm iş, aralarında her türlü vahşi-
cesine haller türem iş, insanlara, ağaçlara, taşlara tapınıp d u rm ak ta b u lu n -
m uşlardır.
İşte insanları b u gibi çirkin, k o rk u n ç hallerden k urtarm ak , insanlara
d in î ve dünyevî vazifelerini ö ğretm ek , kendilerine uyanları dünyada da, alıi-
rette de selâm ete, saadete erdirm ek iç in birer İlâh î rehber olan peygam ber-
lere ih tiy aç vardır.
Binaenaleyh A llah T ealâ, ken di fazl ve keıem ile insanlara peygam ber-
ler gönderm iş ve b u veçhile insanlar hak kın da "H ücceti İlâhîye" si tam am
olm uş, artık kim senin "n e yapayım , Allahı bilem edim . A llaha dair bilgi
edinem edim ," dem eğe mecali kalm am ıştır.
39— Peygam berlerin en büyüğü ve en sonu — evvelce de söylediğim iz
veçhile — bizim peygam berim iz H azreti M uham m ed (A leyhisselâtü Vesse-
lâm ) dır.
Evet.. H azreti M uham m ed (S.A.) bütün yeryüzündeki m illetlerin kıya-
m ete kadar en son Peygam beridir. O nun yaym ış olduğu din, bütün insanlara
a ittir, onun bildirdiği İslâm dini, en um um î, en fıtrî ve her zam an için
h ik m et ve m aslahata uygun, ebedî bir dindir. O m übarek Peygam berin ki-
tabı, onun bütün talim atı h içbir tebeddüle uğram aksızın kıyam ete kadar
m ahfuzdur. ~—-
I ■' ' ' J h>■‘ f«|| ’iu U-■ i IJ£% r- :• -•’ î iiOc [: ÜJfiCy'-Ui ■
Velhasıl : Beşeriyet, öteden beri peygam berlere m uh taç bu lun m u ştu r.
Peygam berlere uym aksızın H akkı bilip H akka ereceğini iddia eden bir ga-
file soralım ki : E ğer peygam berlerin vücutlarından habersiz bulunan b ir
m u h itte y etişm iş olsa idi, kendisinde iilûhiyet fikri bihakkın parlıyabilecek
m i idi?. D inî ve dünyevî vazifelerini takdir ve tayin edebilecek m i idi? Ken-
di vicdanında yüksek hakikatlara karşı bir incizap bulunabilecek mi idi?.
Zavallı adam! Kendi ru hunda sönük sönük parıldam aya başlayan bazı
u lvî fikirlerin kendisine nereden geldiğini hiç düşünm em ektedir. E n basit
fenlerde, en kolay işlerde bile üstada, rehbere m u h taç olan biçare insanlar,
20 BÜYÜK İ SLAM

nasıl olur da ilâh ı bir ilim de, en mühim bir mevzuda, gayb âlem ine ait
hakikatlerde bir rehbere ihtiy açtan kendilerini m üstağni görebilir?
D oğrusu b u d ur ki, peygam berlere olan lüzumu, ihtiyacı hiç bir hakikî
m ütefekkir in k âr edemez. (j X ^ y u ^ ^

Se m a vî k it a p lar a î m a n :

40 —Allah Tealâ Hazretleri, insanlara yine insanlardan peygam berler


gönderm iş olduğu gibi, bu peygam berlerden bir kısm ı vasıtasile de insanla-
ra kendi iradelerini, em irlerini, nehiylerini, hikm etlerini birer kitap ile bil-
dirm iştir.
Bu kitaplardan bir kısm ına (Suhuf) denir ki bir kaç sahifelik kitaplar-
dır. Dördüncü de büyük kitaplardır. Ş öyle ki: O n sahife Hazreti A dem 'e, elli
sahife Hazreti Ş it’e, otuz sahife H azreti îd ris'e, on sahife H azreti İbrahim 'e
verilmiş olduğu rivayet olunm aktadır. Büyük kitaplara gelince, b unlan n
tarihçe birincisi, Hazreti M usa'ya verilmiş olan T evrat'tır. İkincisi H azreti
Davud'a verilen Z ebur'dur. Üçüncüsü, H azreti İsa'ya verilmiş olan İncil'dir.
Dördüncüsü de bizim Peygamberim ize verilmiş olan K ur'anı Kerîmdir.
Bu kitapları Allah Tealâ peygam berlerine vahy etm iştir. Yani, bunları
ya Cibrili Em in nam ındaki m elek vasıtasiyle bildirm iş veya sair bir veçhile
ilham ve ihsan b u y urm uştu r. Bu kitaplara (Kütübü İlâhîye) denildiği gibi
hâiz oldukları yükseklikten dolayı (Kütübi Semaviye) ve Cibrili Em in
vasıtasile indirilm iş oldukları cihetle de (Kütübi Münzele) adı verilir.

4 1 — Allah Tealanm bütün kitaplarına îm an etm ek bizim için farzdır.


Biz bugün başka m illetlerin ellerinde bulunan ve Semavî oldukları iddia
edilen kitapların birer kitabı ilâhı olduğuna değil, lâalettay in Sem avî k ita p -
ların Peygamberlere ihsan buyurulm uş olduğuna îm an ederiz. Ve yalnız
K ur'anı Kerîm in zam anım ıza kadar tam am en m ahfuz bir K itab'ı İlâ h î
olduğunu ve bütün semavî kitapların esaslarım daha m ükem mel b ir halde
cami' bulunduğunu bilip inanırız.
Bütün Semavî kitaplar, insanlar için birer rahm et, birer m ukaddes
rehber bu lunm uştur. Binaenaleyh bunların hepsine îm an ile mükellefiz,
Bu kitaplardan herhangi birisini in k âr, hepsini in k â r dem ektir. H akikî bir
mümin odur ki, Allah Tealâm n bütün kitaplarına inanır ve Hak Tealâm n
insanlara son kitabı olan K ur'anı azime sarılır, onun hükümlerine riayet e t-
meğe çalışır.
4 2 — Bugün semavî kitaplar, yeryüzünde tam am en m evcut değildir. A-
radan asırlar geçm iş, bir ço k m illetler tarihe karışm ış olduğundan bu k ita p -
lardan bir ço ğu büsbütün kaybolm uş, bir kısm ı da pek ziyade değ iştirm e-
lere uğratılıp aradan kalkm ış, yerlerini bir takım tarihî kitaplar tu tm uştur.
Meselâ : Bugün elde bulunan Tevrat, Zebur, İ n d i nüshalarından hiç
biri Allalı Tealâm n Musa, Davut, İsa aleyhim üsselâm a verm iş olduğu k itap -
ların ayın değildir. Ancak K ur'anı Kerîm dir ki, ayniyeti bakım ından tam a-
men mahfuz bulunm aktadır, bir kelimesi bile tebdile uğram am ıştır.
İL MİHAL İ 21

4 3— K ur'anı Kerîmin bütün âyetleri, daha başlangıcında bizzat Haz-


reti Peygamber tarafından ezberlenm iş olduğu gibi, birçok sahabei kiram
tarafından da ezberlenm iş, yazılm ış idi. Resûluİlahın ahirete irtihaliııi mü-
teakip, Hazreti E bubekir tarafından bütün ashabı kiram ın huzurunda bu
kitabı İlâhînin bir nüshası yazdırılarak m uhafaza edilm iş, Hazreti Osmanın
hilâfeti zam anında da bu nüshadan m üteaddit nüshalar yazdırılarak büyük
islâm m erkezlerine birer nüsha gönderilm iş, bunlardan her birine (Mushafı
şerif) adı verilm iştir. Bilâhare bütün m ushaflar bunlara göre aynen yazıla
gelm iştir.
Evet...H er asırda yüzbinlerce M ushafı şerif yazılm ış, K ur'anı Kerîmi
tam am en hıfz eden yüzbinlerce zevat yetişm iştir ki, bu m azhariyet semavî
kitaplar arasında yalnız K ur'anı mübîne m ahsustur. Bu da hikm et m ukteza-
sıdır. Çünkü sair semavî kitaplar, m uayyen birer kavme, m uayyen birer za-
m ana mahsus olmak üzere peygamberlere verilmişti. K ur'am Kerîm ise,
bütün insanlık âlem ine ve bütün as iri a ra mahsus olmak üzere peygam beri-
mize verilm iştir. Binaenaleyh bu kitab ı kerîm in hıfzı İlâhîde olması, hik-
m eti siiblıaniye iktizasından bulunm uştur.
4 4 — K ur'anı Kerîm in bir âyeti bile tebdile uğram ayıp tam am en m ah-
fuz bir halde bulunm ası öyle bir hakikattir ki, bunu bir takım insaflı
m üsteşrikler de tasdik etm ektedirler. H ilâfını iddia edenler var ise, bunlar,
Müslümanlık aleyhine propaganda yapan siyasî gayeler takip eden bir takım
m utaassıp ecnebilerden başkası değildir.
Bugün K ur'anı Azîmin her lisanca m üteaddit tercümeleri vardır. E z-
cümle Türkçe, Farisîce, H intçe tercümeler olduğu gibi, L âtince, Fransızca,
İngilizce, Alm anca, Rusça, Felem enkçe, Çince, Ceva, Bingale, Malay li-
sanlarınca da birçok tercümeleri m evcuttur.
Velhasıl : Bugün K ur'anı Mübınin yüksek ilâh ı hitabeleri, bütün beşeri-
yetin kulaklarına çarpıp durm aktadır. Bütün beşeriyeti bir kardeşlik, bir
selâm et ve saadet dairesinde toplanm ağa davet etm ektedir.
( O j l U i î L j)
Semavî kitaplara olan ilitiyaç:

4 5 — Varlıklariyle beşeriyet âlem ine şeref verm iş olan peygam berler,


pek mühim olan nübüvvet ve risalet vazifesini yerine getirebilm ek için ken-
dilerine Hak Tealâ tarafından talim at verilmiş olması lâzım dır. İşte bu
ilâhî talim at, peygam berlere semavî kitaplar vasıtasile verilm iştir.
Semavî kitaplar, Hak Tealâm n insanlar hakkında birer kudsî kanunu-
dur. Allah Teaiâ, insanlara haklarını, vazifelerini bu kanunlar vasıtasile bil-
dirm iştir. Peygamberlerin dünyadaki hayatları m uvakkattir, onların üm m et-
lerine bildirdikleri İlâhî hükümlerin devamı ancak bu kitaplar sayesinde ka-
bil olabilm iştir.Eğer bu kitaplar olmasaydı, insanlar kendi yaradılışlarında-
ki hikm etten, kendilerinin uhdelerine düşen vazifelerden, kendileri için ha-
zırlanm ış olan ahiret nim etlerinden habersiz kalırlardı, kendi hayatlarını
tanzim edecek ilâ h î düsturlardan m ahrum bulunurlardı. Bahusus kutsi
âyetleri okum ak, onlar ile ibadet etm ek, onlardan öğüt alm ak, onlar ile
22 BÜYÜK İ SLAM

hakikati anlayıp bir takım vâhi nazariyelerden kurtulm ak şerefinden,


bahtiyarlığından uzak kalm ış olurlardı.
İşte semavî kitaplara bu gibi yüksek gayelerden, hikm etlerden dolayı
insanlık âlem inin pek ziyade ihtiyacı bulunm uş ve bu ihtiyacı karşılam ak
için bu m übarek kitaplar insanlara ihsan buyurulm uş tur.

K ur'anı Kerîm in nasıl bir Idtabı İlâhî olduğu:

4 6— K ur'anı Kerîm, yukarıda da söylediğim iz gibi, Allah T ealânın


yeryüzüne şe re f veren en son ve en m ukaddes bir kitabıdır. Bu öyle bir
k itap tır ki, insanlar, ancak bunun gösterdiği yola gittikleri takdirde H akka
ererler, saadete kavuşurlar , aralarında her türlü İçtim aî nezahet, terakki
parlam aya başlar ve um um î bir kardeşlik, bir dostluk, bir tesanüt teessüs
eder.
K ur'anı K erîm , bir. k itaptır ki onun m ânası da, nazm ı da A llahtan-
dır; Hak Tealânın vahyi iledir, vahye vasıta olan Cibrili E m inin peygam ber-
lerimize gelip bildirm esiledir.
Binaenaleyh K ur'anı azim in m anâsile amel edilir, o Müslümanların
bir ebedî kanunudur. Mübarek nazm ı da bir ib ad et olmak üzere okunur,
kendisile teberrük edilir ve K ur'anın m ânası ancak bu İlâhî nazm sayesinde
bihakkın anlaşılabilir, ruhlara tesir eder, bununla hakkın rızası kazanılır.
4 7 — K ur'anı m übin,hiç bir kitaba benzem ez, b unun m ânasını bir
kimse değiştirem ez, nazm ının yerine de başka bir lâfz konulam az ve hiç
bir tercüme K ur'an hükmünü alamaz.
K ur'anı azîm , ebedî bir m ucizedir, bunun fesalıatına belagatına niha-
y et yoktur. Hiç bir âlim , hiç bir edip bunun benzerini yazam az, h a ttâ en
kısa bir sûresinin bir mislini vücude getiremez.

K ur'anı Kerîm, b u hususta asırlardan beri bütün âlem e m eydan oku-


m aktadır. F a k a t kendi fesahatlerine, belâgetlerine güvenen nice kudretli
âlim ler, edipler onun böyle bir kısa sûresini bile tanzırden âciz kalm ışlar,
aczlerini itira f d a etm işlerdir. Bu da K ur'anın bir m ucize, bir ilâ h ı kita p ol-
duğuna ebedî bir delildir.
4 8 — K ur'anı H akîm in ruhlar üzerindeki tesirine gelince buna da İliç
nihayet y o ktu r. K ur'anın âyetlerini güzelce anlayarak okuyup dinleyen te-
miz kalpli bir insan, gaşy olur, dim ağında nice yüksek duygular uyanır,
ruhu m aneviyat âlem ine yükselir, gözlerinden m anevî b ir zevkin tesîrile
berrak yaşlar serpilm eğe başlar
Bir bahar mevsiminde yağan faideli yağm urlar ve açılan parlak b ir gü-
neşin ziyaları, kurum aya m ahkûm bulunm ayan otlar, ağaçlar, çiçekler ii-
zerinde ne gibi tesirler yaparsa K ur'anı Kerîmin lâ h u tî hitabeleri de uyanık
ruhlar üzerinde onlardan bin k a t daha güzel tesirler yapar, gönüllere yeni
bir h ayat, yeni bir inşirah verir. Hasılı insanı dünyasından da, ahiıetinden de
haberdar eder, ebedî b ir varlığa, bir saadete kavuşturur.
İ L MİHA Lİ 23

K ur'anı Mübmin ihtiva e ttiğ i hakikatler:


49- K ur’anın insanlara bildirdiği em irler ve tavsiye ettiğ i lıikm etler,
hakikatler pek ç o k tu r. Bunlar başlıca i'tik ad a, ibadete, m uam elâta, ahlâka,
k âin attak i bedialara, bir takım ib ret alınacak vakalara ve saireye aittir.Bun-
ları şu veçhile hülâsa edebiliriz :

(1 )—K ur'anı mübîn, insanlara Hak Tealânın varlığını, birliğini, büyük-


lüğünü, hikm et ve kutsiyetini bildirir. Bir veçh ile ki, onun yanında İlâhî
felsefe erbabının en parlak sözleri pek sönük kalır.

(2 )—K ur’anı Hakîm , insanları ilm e, irfana, tefekküre davet eder, in -


sanları gaflet içinde yaşam aktan m eneder, insanlara Hak T ealânın hikm e-
tine, kudretine şahadet eden bediî eserlere bakm alarını em ir ve tavsiye b u -
yurur.

(3 )—K ur’anı azîm, insanlara gönderilm iş olan Peygam berlerin b ir kıs-


m ına dair m alûm at verir. Onların yüksek vazifelerini nasıl başardıklarını ve
bu vazifeler uğ runda ne kadar fedakârlıkta bulunm uş olduklarını bildirir,
bütün insanların H âtem ül enbiya Hazretlerine tabi olm alarını em reder.

(4 )—K ur’anı mübîn, geçm iş üm m etlere ait en ibretli hâdiseleri, tarihî


vakaları bildirir, insanları ib ret alm aya davet eder, günahkâr kavim lerin pek
k orkunç âkibetlerini haber verir.

(5)— K ur’anı Kerîm , insanlara daim a uyanık b ir ruha sahip olup H ak-
tan gafil olmamalarını em reder, nefislerinin havasına uyarak diy anetten ,
faziletten m ahrum kalm am alarını tavsiye eder, m addî m enfaatlere, dünyevî
lezzetlere dalıp da manevî zevklerden, alıiret nim etlerinden m ahrum kalm a-
nın ne büyük bir felâk et olacağını bildirir.

( 6 ) - K ur’anı m übın, Müslümaıılara dinlerine salâbet gösterm elerini ve


daim a Hakkı m üdafaa etm elerini tavsiye eder, düşm anlarına k arşı daim a
kuvvetli bulunm alarını, her türlü müdafaa vasıtalarım hazırlam aya çalışm a-
larım ihtar eder.Icabı halinde cihad m eydanlarına atılm alarını, yurtlarını,
m addî ve manevî varlıklarını can ile, mal ile ko ru m ay a gayret etm elerini
em reder.

( 7 ) - K ur’anı H akîm ; m edenî, İçtim aî hayatın bir intizam , bir sükûn


içinde cereyanı için lâzım gelen esasları, hükümleri bildirir, insanlardan
bir takım haklara, vazifelere riayet etm elerini ister.
•‘'imi*b'î*,.■?*>"J fi*î*y'îKî îü Â u m m ı Lılsig
(8 )—K ur’anı azîm , gerek fertlerin ve gerek cem iyetlerin selâm etleri
için insanlara adalet, istikam et, tevazu, m eveddet, şefkat, ihsan, afv, edebe
riayet, müsavata riayet gibi yüksek hasletleri tavsiye eder. İnsanları zulüm-
den, hiyanetten,kibirden, cim rilikten, intikam duygularından, yürek k a tı-
24 BÜYÜK İSLAM

lığından, fu h şiy a t denilen , kötü yürüyüşlerden, aklı, m alı, sıhhati bozan iç -


kilerden k atî surette m en eder, yapılm ası, yiyilip içilm esi helâl olup olm a-
yan şeyleri bildirir.
'011,1/ t is* j ‘. - iAlîl 'i ./ i C r! . "î 'M? w #
(9 )—K ur'anı Hakîm ,A llah Tealâm n bu âlem de vaz'etm iş olduğu Tit-
ret, hilkat kanunlarım kim senin değiştirem iyeceğini anlatır,herkesin bu k a -
nunlara göre hareketini tanzim etm esi lâzım geleceğine işaret eder.İnsanla-
ra kendi çalışm alarının sem eresinden başka bir şey hâsıl olam ıyacağım
hatırlatır, insanları çalışm aya, gayret ve faaliyete teşvik eder.

(1 0 )—K ur'anı Mübin, Hak Tealâm n "yapınız, yapm ayınız" diye vuku
bulan em irlerini, nehilerini kabul ve m ucebince hareket eden îman sahip-
leri için m ukadder olan dünyevî, ulırevî m uvaffakiyetleri, nimetleri, müjde-
ler, İmansız vicdanlar için de hazırlanm ış bulunan kötü âkibetleri, cehen-
nem azaplarını ihtar eder, bütün bu ulvi beyanatile insanları yaradılışların-
daki yüksek gayeden haberdar ederek o gayeye sevk etm ek ister.
Velhasıl : K ur'anı m u’ciz beyan, daha böyle nice hikm etleri, lıakikat-
ları cam idir, b eşeriyet âlem i ne kadar yükselirse yükselsin hiç bir vakit,
Kur* ânın ulvî talim atından müstağni bulunam az. Bu talim ata m uhalif şey-
ler ise haddizatında yükselme değil, bir alçalm adır.
( j v jlr.-O t d i l i jl!)
M eleklere iman: ;! r
b".
5 0 — Melekler ruh gibi lâtif, nuranî, m ahiyetleri Allah Tealâca m alûm,
yaraddm ış bir kısım kuvvetli varlıklardır. M eleklerin bir kısmı daim a ibadet-
le, zikr’ü fikir ile uğraşır. Bir kısm ı da yerde, göklerde bir hayli vazifeler ile
m eşgul bulunur.
M elekler, yem ekten, içm ekten, evlenm ekten, doğup doğurm aktan be-
ridirler. M uhtelif şekillere girmeğe kadirdirler.H ak Tealâm n em irlerine
asla isyan etm ezler, vazifelerini em ir olundukları veçhile yaparlar, kıyam e-
te kadar bir kutsiyet içinde yaşar, m anevî bir zevk ile vakit geçirirler.
51— Biz, m eleklerin varlığına im an etm ekle mükellefiz. Onların varlığı
haddi zatında m üm kindir,bilfiil var oldukları ise bütün peygam berler, ve se-
mavî kitaplar tarafından bildirilm iştir. A rtık m elekleri in k âr etm ek,peygam -
berleri, kitapları in k âr dem ek olacağından asla caiz olamaz. Bundan dolayı-
dır ki m eleklerin varlığına öteden beri biitün m illetler îm an edegelmişlerdir.
Binaenaleyh m eleklere îm an etm ek bizim dinim izce de bir esastır.

52— Evet.. M eleklerin varlığını bütün peygam berler ve bütün ilâhı ki-
taplar haber verm işlerdir. Bu âlem de bizim bildiğim iz, bilmediğimiz nice
binlerce gizli, aşikâr m ahlukat vardır. M evcudiyetleri bugün keşfedilm iş ve-
y a henüz keşfedilm em iş nice binlerce kuvvetler m evcuttur. H attâ (cin)
denilen akıl ve şu u ra m alik, gözlerden gizli bir takım m ahlûkatın vücudunu
d a bize peygam berler ve kitaplar haber verm işlerdir ki, bunların .bir takımı
m ii'm in, bir takımı da kâfirdir.
İL MİH A L İ 25

Akla, şuura, kuvvet ve kudrete m alik varlıkların yalnız insanlardan iba-


ret olduğunu iddia etm ek, k âin atın genişliğini, b u kâin atı yaratanın k u d ret
ve azam etini güzelce düşünm em ekten ileri gelir.Her hangi bir şey, m ücerret
görülm ediğinden dolayı in k âr edilem ez; nitekim kendi ruhum uzu, kendi
vicdanımızı görem ediğim iz halde bunları in k âr edemeyiz.
Bu k â in a tın büyüklüğüne nazaran zerre m esabesinde bulunan yeryü-
zünde cinsleri, nevileri sayılamayacak kadar ço k olan canlı varlıklar yaşam ak
ta iken başk a âlem lerde, başka n u ran î kürelerde akıl ve şuura m alik, m ahi-
yetleri bizim m ahiyetim ize m uhalif bir takım m ahlûkatın bulunm adığı
nasıl iddia edilebilir.
rm /‘iv .tiJlid f'• mivA
M eleklerin varlığındaki hikm et:

5 3 — M eleklerin varlığındaki hikm eti ancak Allah Tealâ tam am en bi-


lir. Biz şu kadar biliriz ki, Hak T ealâ,kudretine, hikm etine nihayet olma-
yan b ir haliktir, nice bin âlem yaratm ıştır, kendi varlığını bilip kendisine
ibadet ve ita a tta bulunm ak için cinleri, insanları yarattığı gibi m elekleri de
yaratılm ıştır. Ve bunları da âlem de bir takım vazifeler ile m uvazzaf kılm ış-
tır. T a ki bu âlem , güzel bir nizam üzere devam etsin. Her zerrede Halik
Tealânm büyüklüğü göze çarpsın, her hâdise o büyük yaratıcının varlığına
hikm etine şahit bulunsun ve insan kendisinin daima ulvî, h â fî kuvvetler
tarafından göz altında bulunduğunu düşünerek uyanık bir halde yaşasın.
5 4 — Cebrail, M ikâil, Azrail, İsrafil, adında d ö rt m elek vardır ki, b u n -
lar m eleklerin en büyüklerindendir...B unların yanlarında bir ço k m elekler
daha vardır. Cebrail (Cibril) aleyhisselâm , Cenabı Hakkın kitaplarını pey-
gam berlere getirip tebliğ etm eğe m em ur b u lun m u ştu r. M ikâil aleyhisselâm ,
bu âlem de bir kısım hadiselerin ; m eselâ rüzgârların, yağm urların, ekinlerin,
vesairenin m eydana gelmesine m em urdur. Azrail aleyhisselâm insanların
ölecekleri zaman ruhlarım alm aya m em urdur. İsrafil aleyhisselâm da kıya-
m et gününün vücude gelmesi ve bütün insanların öldükten sonra tekrar
dirilm eleri hususulanna m em ur bulunm uştur. Bunların kendilerine m ahsus
kim bilir daha nice yüksek vazifeleri de vardır.
(Hafeze) (Kiram en K âtibin) denilen m elekler de vardır ki, bunlardan
her insanın yanında iki melek bulunur, biri insanın güzel amellerini, diğeri
de çirkin amellerini yazar, o insanın amel defterini vücude getirirler.
İşte her şeyi m uhakkak bir hikm ete m ebni yaratm ış olan Allah Tealâ
hazretleri, melekleri de bu gibi vazifeleri görm ek, ve kendisinin adaletini ve
k âin attak i hâkim iyet ve m abûdiyetini tecelli ettirm ek gibi bir ço k h ik m et-
lerden dolayı yaratm ıştır. ^

A hirete îm a n :
f .ncs-tul uî i.- ■ =H h n - - < >?-: s.n .ıM n|:.t!iîUMV
5 5 — A lıi re t, bu dünyadan sonraki nihayetsiz âlem dir. Şöyle ki : Allah
Tealâ, içinde yaşadığım ız bu dünyayı ve üzerindeki bütün varlıkları m uvak-
kat b ir zaman için yaratm ıştır. Bir gün olacaktır ki, ne bu dünyadan, ne
de üzerindeki yaradılm ış şeylerden bir eser kalacak, belki Hak Tealâm n tak-
dir ettiği o gün gelince bütün insanlar, bütün canlı cansız m ahlûklar malıvo-
26 BÜYÜK İSLAM

lacaktır. Bütün dağlar, taşlar, yerler, gökler, parçalanacak bu âlem bam baş-
ka bir âlem kesilecektir. Bu bir (kıyam et) dir. Bundan sonra yine Allahımı-
zın takdir buyurm uş olduğu gün gelince bütün insanlar yeniden hayat bula-
cak hepsi de (M ahşer) denilen pek geniş, düz b ir sahada toplanacak,yeni bir
h ayat başlayacaktır ki, bu da (um um î haşr) dir.
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren bitm ez, tükenm ez bir
halde devam edecek olan âlem e de (A hiret âlem i) denir ki, bun a inanm ak
da müslümanlıkta bir esastır.
jgsbBr vî.jhff t id 'iileriorn o u rj ı ıt r m de f n l a i s i d /
5 6 - Alıiretiıı vukuu, K ur'anı m übmin âyetlerile, Peygamber Efendi-
m iz in lıadislerile, bütün üm m etin icm aı ile sabittir. Sair bütün peygam berler
de bu hakikati üm m etlerine haber verm işlerdir. Binaenaleyh ahirete İm an,
pek büyük bir vazifedir, bütün dinlerce pek mühim bir akidedir.
K udretine nihayet bulunm ayan Allah Tealâya göre alıiret hayatını,
m üstakbel âlem i vücude getirm ek pek kolay bir şeydir. Alemleri y oktan
var eden, bahusus insanları bir ç o k kuvvetler ile yaratıp kendilerine hayat
veren m uazzam lıallâkım ız için bu âlem leri, bu insanları yok ettik ten sonra
tekrar yaratm ak müşkil bir şey midir? Bir şeyi bid ayetten var eden bilâlıere
tekrar var edemez mi? Bunları tekrar var edem eyen zaten Al lalı olabilir mi?
Hayır, hayır, Allah Tealâ, o büyük varadıcıdır ki, nice bin âlem leri yoktan
var etm iştir, nice bin âlem leri de yeniden yaratm aya kadirdir.
Bir kere h e y 'e t ilm ine bakalım , bir fezada, nihayetsiz bir b o şlu k ta do-
laşıp duran, vakit vakit parlayan yüz binlerce nur ve ziya âlem ini düşünelim.
A rtık şüphe yok ki bütün bu m uhteşem varlıkları yaratm ış olan Allah Tealâ
ahiret âlem ini de yaratm aya, m eydana getirm eye kadirdir.
5 7 — Lehülhamd biz müslümanlar, alıiret gününe, ahiret hayatına, Cen-
net ile Cehennem in el'an m evcut olduğuna d a lm a n ederiz. Bu îm andır ki,
bizleri salâha götürür, bizim ruhum uzu yükseltir, bizi saadete erdirir.
Bu îm andan m ahrum iyet ise insanı şaşırtır, sapıklığa düşürür, h er türlü fe-
nalığa sürükler, dünyada da alıirette de b ed b ah t eder.

Kıyam etin m ahiyeti ve m ukaddim aü:

5 8— A hiret âlem i başlam adan evvel — yukarıda da işaret ettiğim iz gi-


bi— bütün insanların ve dünyanın başına bir kıyam et kopacaktır. Bu
kıyam etin kopm asını : (N efha: ulâ — birinci üfürme) denilen bir hâdise vü-
cude getirecektir.
Şöyle ki: İsrafil aleylıisselâm (Sûr) denilen ve m ahiyeti Allah Tealâca
m alûm bulunan bir sada vasıtasına üfürecek, bundan çıkacak m üthiş bir ses
ile bütün fam hayat sahipleri yerlere serilip ölecek, her şey altüst olacaktır.
5 9 - M alûm dur ki, ara sıra yer sarsıntıları, su tufanları, yanardağların
parlaması, yıldırım ların düşmesi, yerlerin çökm esi gibi bir takım hâdiseler
sebebile yer yüzünde ne k o rk u n ç, ne m üthiş felâketler vücude gelm ektedir.
Bunlardan her biri Allah Tealânın kudretinin azam etinin bir nişanesidir.
İşte yeryüzünde, göklerde bir um ıımî kıyam etin kopm ası da keyfiyeti bizce
>tt i 'j l i r i i ) Kİ-1»::' .i B İU B f'r ii tı hkİ rjn ■ (tin
İLM İHALİ

ıneçiıul olan pek k orkunç bir netli a, bir gürültü sebebile olacaktır. Ve
buna kim bilir, hatır ve hayale gelmiyen daha nice müthiş hâdiseler de, h âi-
leler de yoldaş bulunacaktır. Bütün âlem lerdeki düzen, ancak Allah T ealâ-
mn bir eseridir, onun ku d retinin bir âlâm etidir. Hak Tealâ H azretleri bu
nizam ı ve intizam ı bir an için olsun ortadan her hangi bir sebeple kaldı-
rınca bütün varlıklar derhal alt üst olur, ne um um î cazibeden, ne de ecıam
arasındaki m ünasebet ve rabıtadan eser kalır, ne de b ir yaradılm ışın yaşıya-
bilmesine im k ân bulunur.
İşte bu, b ir um um î kıyam ettir. B unun kopacağı zam anı, ancak Allalı
Tealâ bilir.
d i/ J u o Of u r -- M i v>n . il'! .hr uAu-f s i '- n ı ^ r - -nj-u. -.ü
60— K ıyam etin m ukaddim atına gelince, bunlar da : (E şratı saat =
K ıyam et alâm etleri) denilen bazı yolsuz, garip, harikulâde hâdiselerdir ki,
bunların vücude geleceği de Peygamber Efendim iz tarafından haber veril-
m iştir. Başlıcalan şunlardır :
■tid slh 'iib ıM l^ibalib n s ln u d c ls s T /İcH .Msmdo jrıuıi n :ab
(1)—Din hususunda bilgisizliğin h er tarafa yayılması, sarhoşluk veren
şeylerin içilm esi, zina gibi fu h şiy atm çoğalm ası, öldürme hâdiselerinin art
ması. Bunlar ilk alâm etlerdir ; bunlara :(A lâm eti sugra) denir.

(2 )—Bir dühan (dum an) ın zuhuru ki müminleri nezleye tu tu lm u ş bir


hale getirecek, kâfirleri de sarhoş gibi yapacaktır.

(3 )—Deccal adında bir şahsın türeyip Tanrılık dâvasında bulunm ası,


sonra kaybolup gitmesi.

(4 )—Ye'cüc ve Mec'iic adında iki kabilenin yer yüzünde yayılarak bir


m üddet fesada çalışması.

(5 )—H azreti İsa'nın gökten inip bir m üddet Peygam berim izin şeria-
tiyle amel etm esi.

(6 )—"D abbetülard" adında canlı bir m ahlûkun yerden çıkarak ııasa


karşı sözler söylemesi.

(7 )—Yem en tarafından dehşetli bir ateşin zuhuriyle etrafa yayılması.


’tellaslifffl ficbn fteffc! u S b s! d e l ! / , abrıünuy i y •utlu c p i f v j y t îc u B
( 8 ) - D oğuda, batıda ve Ceziretülarapta birer (hasef) vukuu, yani, birer
yer parçasının batm ası.

(9 )—Güneşin m uvakkaten b atı tarafından doğm ası.


Bunlara da (alâm eti kübra = büyük alâm etler) denilir.

Bütün b u hâdiseler, Allah T ealâm n k udretine göre asla m uhal sayıla-


maz. İçinde yaşadığım ız âlem deki hâdiselerin her biri haddizatında bir
hilkat garibesi, bir k u d ret nişanesi, bir harika num unesidir, artık kıyam et
28 BÜYÜK İSLÂM

alâm etleri denilen bir kısmı hâdiseleri hangi m ütefekkir insan m uhal göre-
bilir?.,. '' i- 1 -
Vaktile vücutlarına asla im kân verilm eyen bir nice fevkalâde şeyler,
vakit vakit m eydana çıkm ıyor m u? İnsanların zekâları, san'atîarı sayesinde
böyle bir takını bediâlar, garibeler vücude geldiği halde Halikımızın büyük
kudıetile artık nelerin vücude gelebileceğini düşünmelidir.
O ’ıM & «MÖf U
Ahirete ait hâdiseler:

6 1 — K ıyam et k o p tu k ta n bir m üddet sonra da Aİlah Tealânın emrile


(nefhai saniye = ikinci bir nefha) vuku bulacak, bu nefha üzerine bütün
insanlar yeniden hayat bularak yattıkları, bulundukları yerden kalkacak,
m ahşer m eydanında toplanacaklardır.
Bir insanın bedeni yüzbinlerce parçaya aynlsa, her tarafa savrulsa,çü-
rüyüp büsbütün mahvolsa yine bunlar Allah T ealânın ilm inden, k udretin-
den hariç kalm ış olamaz. Hak Tealâ bunları dilediği zam an kudretile bir
araya toplar, yeniden diriltir, dilediği akibete kavuşturur.
İnsanların böyle yeniden hayat bulm alarına (lıaşri ecsad) denir k i,ru h-
larının cesetlerine yeniden girmesile husule gelecektir.
62 — M alûm dur ki, ruhlar, birer emri İlâhîdir, m ahiyetleri insanlarca
m eçhuldür, insan ölünce ruhu m uvakkaten başka bir âlem e gider, orada a-
m ehne göre ya rah at yaşar, veya azap görür. O âlem e (Alemi berzah) denir
ki, dünya ile ahiretten başka bir âlem dir. Y aşayışla ölüm arasında uyku â-
lemi nasılsa dünya ile ahiret arasında berzah âlem i de o gibi bir varlıktır.
Bunun m ahiyetini ancak Allah Tealâ bilir.
İşte ruhlar, ölümden, ebedî surette fena bulm aktan k urtulm uş olduk-
ları için ahiret başlayınca her ruh, kendi sahibinin k udreti İlâhîye ile te-
şekkül edecek olan bedenine tekrar taallûk eder. Onunla birleşir, birlikte
m ahşere gider ki, bu haddizatında cismaııî ve ruhanî haşirden başka değildir
6 3 — M ahşerde her m ükellef insan, sual ve cevaba tabi olacak, defteri
âm ali kendisine verilecek, dünyadaki amelleri m izana vurulacak, mü'minle-
rin bir kısm ı peygam berlerin vesair büyük zatların şefaatlerine nâil olacak,
her kişi "S ırat" denilen köprüden geçm ek m ecburiyetinde kalacak,insan-
ların bir kısmı sırattan geçerek Cennete girecek, bir kısm ı da bundan geçe-
meyip Cehennem e düşecektir Şöyle ki:
(1)—Sual ve cevap, alıiret gününde Allah T ealâ tarafından m ükellef
m ahlûkatın sorguya çekilm esidir. M ahşerde büyük bir adalet m ahkem esi
kurulacak, herkesden dünyadaki yaptıkları sorulacak, ona göre hakkında
karar verilecektir. \
H attâ insan ölünce kabrinde de (m ünker, nekir) dem len m elekler tara-
fından sorguya çekilecek, "R abbin kim dir? Peygam berin kim dir? Dinin ne-
dir? Kıblen neresidir?" diye sual olunacaktır ki, bun a (suali kabir) denir.
( 2 ) - Defteri âm al, her insanın dünyada iyi ve kötü bütün işledikleri
yazılm ış olan defteridir. Melekler tarafından yazılmış olan bu defter, alıiret-
İL M İH AL İ 29

te sahibine verilecek, "Al kitabını oku!" denilecek, hiç bir şey gizli kalmı-
yacaktır.

(3)—Mizan, m ahşerde herkesin amellerini tartm aya m ahsus bir adalet


m ikyasıdır ki, bununla am ellerin iyi ve kötü m iktarı anlaşılm ış olur.

(4 )—Sırat, C ehennem in üzerine kurulm uş, üzerinden geçilmesi pek zor


b ulun an bir köprüdür ki, b u n u n üzerinden Allah Tealânın m uhterem kul-
ları pek kolaylıkla, h a ttâ bir kısm ı birer berki h â tıf = göz kam aştırıcı şim -
şek gibi geçip Cennete gireceklerdir. K âfirler ile afva mazhar olm ayan bir
kısım m ü'm iııler de geçem eyip Cehennem e düşeceklerdir.

( 5 ) - C ennet, hatır ve hayale gelm eyen m addi ve manevî nim etleri câm i
fenadan beri, elyevm m evcut ve sekiz tabakaya ayrılm ış bir m ükâfat âlem i-
dir ki, bulunduğu yeri ancak Allah Tealâ bilir.
M ü'minler, C ennette pek büyük nim etlere ereceklerdir, hususile Allah
T ealâyı m ekândan, zam andan m ünezzeh ve şanı ulûhiyetine lâyık bir veçhi-
le vakit vakit görmek şerefine nâil olacaklardır ki, buna "R üyetullah" de-
nir. İm an sahipleri b u nim ete n âil oldukça cennetin sair bütün nim etlerini,
zevklerini unutacaklar, en büyük, eıı ulvî, en ruhanî bir zevke dalacaklardır.
A rtık b u n u n üstünde bir n im et düşünülemez.
(6)—C ehennem , bilum um kâfirler ile bazı günahkâr m ü'm inler için
yaradılm ış, yedi derekeye, aşağı tabakaya bölünm üş bir azap kaynağıdır.
B urada kâfirler ebedî surette kalarak m uazzep olacaklardır. G ünahkâr m ü'-
m inler ise b ir m üddet azap gördükten sonra af olunarak cennete konula-
caklardır. Cehennem in b ulun du ğu yeri de ancak Allah Tealâ bilir.
sit v iDf? n %»fttis mn ' î:*'»* ı ' i M ıs ır a t rtv*^ aiihm ki
(7 )- H a v z ı Kevser, M ahşer günü Allah Tealâ tarafından peygam beri-
mize ihsan buyurulacak olan gayet büyük b ir havuzdur ki, b u n u n pek tatlı,
berrak suyundan m ü'm inler içecek, m ahşerin dehşetinden ileri gelen hara-
retlerini gidereceklerdir.
,İ 1 nifch • ■
(8 )—Ş efaat, ahiret günü b ir kısım günahkâr m ü'm inlerin afvedihneleri
ve itaatli m ü'm inlerin de yüksek m ertebelere erm eleri için peygam berim izin
ve sair büyük zatların Allah T ealâdan niyaz ve istirham da bulunm alarıdır.
A lıirette bütün insanlara a it m uhakem e ve m uhasebenin bir an evvel
yapılm ası için en büyük şefaatte bulunacak zat, bizim peygam berim iz efen-
dim izdir. Onun bu şefaatin e: Ş efaati uzm a denir. Ve onun böylece hâiz
olduğu yüksek m akam a, im tiyaza da (M akamı M ahm ud) denir.
Bütün bu saydığımız şeylerin hakikatini, tafsilâtını künhiyle, tam am ile
bilm ek ancak Allah T ealâya m ahsustur. B unlann varlıkları, var olabilmeleri
Allah Tealânın kudretini, hikm etini düşünüp sezebilen kimseler için asla
m uhal, uzak görülemez. Lehülham d biz bunların hepsine in anıp i'tik ad
etm iş bulunm aktayız.
30 BÜYÜK İSLAM

A hiretin varlığında ve ebediyetindeki hikm et:

6 4 — M alûm dur ki, Allah Tealâ Hazretleri ezelîdir, ebedîdir, k udreti de


nihayetsizdir, ve her fiilinde bir nice hikm etler vardır, onun yaratıcılık sıfatı
her zam an tecelli edecektir onun yarattığı ve yaratacağı varlıkların bir
kısm ı devam edip duracaktır, kim bilir bu içind e bulunduğum uz alemi ne
kadar asırlardan önce y aratm ıştır, sonra da b u âlem de bir takım ibadetler
ile, vazifeler ile m ükellef olm ak üzere insanlan m ümtaz bir sınıf olarak vü-
cude getirm iştir.
Bütün b u insanlar, ve sair bir nice yaratılm ış şeyler, b o ş yere mi yara-
tılm ıştır?. M uvakkat bir zaman iç in yaşayıp da sonra, büsbütün m ahvolsun-
lar diye mi bu kadar m ükemmel surette vücude getirilm işlerdir ? . Hayır,
hayır.. Böyle bir iddiaya insanın vicdanı isyan eder, buna lıer zerrede görü-
len h ik m et eseri m uanz bulunur.
6 5 — Ş üphe y ok ki, insanlar b u dünyaya b ir im tihan için getirilm iştir,
bu âlem deki güzel veya çirkin am ellerin neticelerine başk a bir âlem de
ebedî surette kavuşm ak için yaratılm ıştır. Bu dünyada herkes, yaptığı iş -
lerin m ükâfatını y e te r derecede görm em ektedir. Nice salih, m uhterem in -
sanlar, m ağdur bir halde yaşarlar. Nice sapık, azgın kim seler de refah
içind e yaşayarak kötü yürüyüşlerinin cezasını görmezler.
Binaenaleyh adaleti ilâlıîyenin kem aliyle tecelli edeceği bir âlem lâ -
zım dır k i, herkes orada am ellerinin tam karşılığına kavuşsun, ve Allah Tea-
lâ m n yaratıcılık sıfatı kendisini daim a göstersin.
6 6 — Ş u n u da düşünm elidir ki, bu dünyada insanlar ve sair m ükellef
m ahlûklar iki kısma ayrılm ıştır : Bir kısm ı uhdesine düşen vazifeleri ifa
etm ekte, H akkın varlığına zeval bulm az bir kanaatle sarılmış bulunm aktadır
Binaenaleyh b un lan n m ükâfatları da ahiret hayatın da ebedî olacaktır.
Diğer bir kısm ı ise, vazifelerini suistim al etm iş, H âlikını u n u tm u ş, ken-
di hevesine tapınm akta bulu nm uş , gittiği d alâlet yolunun doğruluğuna lâ-
yezal bir kanaatle gönül bağlam ış, m ilyarlarca sene yaşayacak olsa, kendi
inancım , kendi inkârım terketm em ek azm inde bulunm uştur. Binaenaleyh
bunların cezalan da kendi kanaatları gibi daim i olacak, bunlar ahirette ebedî
bir azaba tutulacaklardır.
Ş u n u da ilâve edelim ki,. Allah T ealâm n indinde güzel im an, o kadar
büyük m akbul bir şeydir ki, onun m ukabili b ir lû tfi ilâlıî olarak ebedî bir
m ükâfattır. H akkı in k âr, b â tıla tapınm ak d a o kadar büyük bir cinayettir
ki, b u n u n m ukabili de daim î bir azaptan başka değildir.
( U w'l * il .1-* m
■ .<• (*•'■’ • !~ «-»J. '
Kaza ve kadere îm an: ■
— — , " 10

6 7 — M alûm dur ki, Allah T ealâdan b a şk a yaratıcı yoktur. Bu k â in a tta


h e r ne vücude gelirse, m u tlâk a Hak T ealânm bilmesile, dilemesile, yaratm a-
sile vücude gelir. Binaenaleyh herhangi b ir şeyin m uayyen bir veçhile vücu-
de gelmesini Cenabı H akkın ezelde dilem iş olmasına (kader) denir. Ve Hak
İ L MİH A L İ 31

T ealânm böylece dilem iş olduğu herhangi bir şeyi zam anı gelince m eydana
getirm esine (kaza) denilir.
Meselâ : H er hangi bir insanın filân günde vücude gelmesini Hak Tealâ-
nm ezelde dilem iş olması bir kaderdir. O insanın bu takdir edilm iş gün-
de vücude getirilmesi de bir kazadır, bir halk ve icattır. Maamafih bu kaza
tabiri, takdir, hüküm m ânasına da gelir.
6 8 — Kaza iie kadere îm an d a müslümanlarca büyük bir esastır. Bunlara
inanm ak, Allah Tealâya îm an cümlesindendir. Hak Tealânm varlığını,
birliğini bilen, onun k â in a tta müstakilen hâkim olduğuna inanan bir insan
için kazaya, kadere îm an etm em ek kabil olamaz. Hangi m ümkin bir şeydir
ki, Allah Tealâ takdir ettiği halde vücude gelmesin? Ve hangi bir şeydir ki,
H ak Tealâ dilem ediği halde vücude gelebilsin?.
Binaenaleyh biz Allahımızın kazasına, kaderine de inanırız. Ve bu kaza
ve kadere razı oluruz. Bu bizim bir îm an borcum uzdur. F a k a t kendi irade-
m izin, kendi kesbim izin neticesi olm ak üzere Cenabı hakkın yaratıp vücude
getirdiği bazı şeyler vardır ki, bunlar Allahım ızın rızasına m uhalif olduğu
cihetle bizim bunlara razı olmamız lâzım ve caiz olamaz. Bunlara (Makzi)
denir. .. n- ' %d •••» aâ'-Mnafate-t ij >;
M eselâ: Bir insan bir günah işlem ek ister, iradesini, k udretini o günah
tarafına sarfeder. Allah Tealâ da dilerse bu günahı o insanın arzusuna gö-
re vücude getirir. İşte b u günah, H ak T ealânm rızasına m uhalif olduğundan
b u n a razı olam ayız. B unun için d ir ki, "K azaya rıza, m akziye rızayı icap
etm ez" denir.
6 9 — Kaza ve kadere îm anın faidesine gelince : Şüphe yok ki, insan
bu îm an sayesinde Allahın hâlikıyetini, h âkim iyetin i tanım ış olur, b u saye-
de ru h u kuvvet bulur, seciyesi yükselir, h ayata büyük bir m etanetle atılır,
m uvaffakiyetten m uvaffakiyete erer. Çünkü Allah T ealânm kaza ve
kaderine razı olan bir insan, hiç b ir şeyden yılmaz, sebeplere sarılm ayı da
kaza ve kader m uktezası olarak bilir, b ir işte bir m uvaffakiyetsizliğe u ğ -
rayacak olsa. "B unda da kim bilir. H akkın ne gibi gizli hikm etleri vardır,"
diye düşünür. A llahın kazasına razı olur,ye'se düşm ez, azmine fü tu r getir-
m ez, heyecana kapılm az, sükûnetli, müteselli bir kalb ile h ay at sahasındaki
çalışm asına devam eder durur. u

Kaza ve kader insanların m es'uliyetine m âni değildir:

7 0 — Kaza ve kader, insanların iradelerine, kudretlerine ve çalışıp k a-


zandıkları şeylerden m es'ul olm alarına m âni ve münafi değildir.
Şöyle ki : Allah Tealâ,insanlara b ir kudret, b ir ihtiyar verm iştir. Bir.
insan kendi kudretini, ihtiyarını bir işe sarfeder, buna : (Kesb) denir. Hak
T ealâ da dilerse o işi o insanın isteğine göre yaratır. Bu d a bir kazadır, bir
halktır. Binaenaleyh insanın b u kesbi, kendi ihtiyarile, kendi iradei cüz’iye-
sile olduğundan bunun m ahiyetine göre m es'ul olması lâzım gelir. Y oksa :
"N e yapayım , kader böyle im iş" diye kendisini m es’uliyetten azade sayam az
M aam afih bir insan, bir işi yapacağı zaman kaderin nasıl olduğunu bi-
lem ez, kendi düşüncesine, arzusuna göre harek et eder. A rtık nasıl zuhur e-
32 BÜYÜK İSLAM

deceğini evvelce bilm ediği bir kadere kendi işini isnad ederek kendisini
bunun m es'uliyetinden beri görm eğe hakkı olamaz.
7 1 — Bir insanın kendisini her türlü k u d retten , ihtiyardan m ahrum gör-
mesi bir "C ebr akidesi" dir ki, asla d o ğ ra değildir. Bizim işlerim izden bir
kısmı, bizim ihtiyarım ıza bağlıdır. Meselâ, Ellerimiz bazan bir sıtm a sebebi-
le titrer, bazan da bunları kendim iz titretiriz. Ş im di bu iki titretiş arasında
fark yok m udur? E lb ette vardır. İşte birinci titreyiş cebrîdir, ikinci titreyiş
ise ihtiyarîdir.
Cebr iddiasında bulunan, ç o k kerre bu iddialarını kendileri bozarlar.
Meselâ bir kimse ; kendilerine bir to k at vursa, hem en kızar, m ukabeleye
kalkışırlar. Halbuki kendi iddialarına göre o kim seyi m azur görmeleri lâ-
zım gelirdi.Çünkü onun bu tokadı vurması, b u iddiaya nazaran bir kader
icabıdır, o kim se bu hususta m ecburdur, m es'uliyetten beridir.
Bir de cebr iddiasına kalkışanların kendi inanışlarına nazaran güzel
am ellerinden dolayı Allah T ealâdan bir m ü k âfat beklem em eleri lâzım dır.
Zira o am eller de bir kader neticesidir, onları da yaratan Allah Tealâdır.
Kötü amellerinin meşguliyetini kabul etm edikleri halde iyi am ellerinden
m ükâfat beklem eğe ne hakları olabilir?.
Bil'akis insanın kendisindeki kudrete, ihtiyara büyük bir kıym et ve-
rip her işini m üstakilen kendisinin başardığına, vücude getirdiğine kail ol-
ması da : (Kaderiye m ezhebi) ne sapm aktır k i; b u d a doğru değildir. Bu hal-
de insan, kendisini bir nevi' yaratıcı sanmış,. Allahımıza m ahsus olan b ir sı-
fatı takınm aya cür'et gösterm iş olur.
Velhasıl : insan kâsibdir, kazanır. Allah Tealâ da h âlik tır, yaratır. Bu
dünya bir im tihan âlem idir. Hak T ealâ insanlara lihikm etin bir k u d ret, bir
îstita a t verm iştir. Bundan dolayı d a insanı m ükellef ve m es'ul tu tm u ştu r,
insan, M â'budu kerim inin b ir atiyyesi olan bu kud retin i hayra sarf ederse
hayra erer, şerre sarfederse şerre düşer.
Binaenaleyh insanların vazifeleri, kendi hayatlarını kurtarm ak, kendi-
lerine pek nuranî b ir istikbal tem in etm ek için gerek dünyaya ve gerek ahi-
rete a it işlerini güzelce yapm ıya çalışm aktır. Y oksa : "K aza ve kader ne ise,
o zuhura gelir" diye bu çalışm ayı terk etm ek câiz olamaz, İslâm dini ata-
lete, m eskenete cevaz vermez. ( ^ u V.
1'tikadda ehli sünnetin imamları: (1)
7 2 - K endilerine (Ehli sünnet ve cem aat) ve (Fırkai nâciye) adı verilen
m üslüm anlann i'tik a tla n , şu yukarıdan beri yazdığım ız veçhiledir. M alûm-
dur ki, Peygam ber Efendim iz ile görüşüp ona İm an etm iş olan zatlara (As-
habı kiram ), (Ashabı güzîn) denir, ashabı kiram ı görüp onlardan feyz al-
m ış olan rnüslümaıılara (Tabiîn) nam ı verilm iştir.
Ashabı güzîn ile tabiîne, (Selefi salihîn) denilir. Bunlar, ehli sünnet ve
cem aatin ilk rehberleridir. Bunlar peygam berim izin yolunu hakkile takip
(1) İ'tikat, inanmak dinî esaslan, hükümleri kalben tasdik etmektir İnanana Mutekid;
inanılan şeylerden her birine: Akide, cemine de : Akaid, ve Mu'tekadat denir. Şüphesiz,
tereddütsüz, doğru bir i'tikada güzel i'tikad; bunun hilâfına da çirkin i'tikad denilir.,
İLMİHALİ 33

etm iş, islâm iyeti her tarafa yaym aya çalışm ış, İslâm birliğini, İslâm cam ia-
sını kuvvetlendirm iş, bid'atlardan, yani: Din nam m a sonradan türem iş,
dine aykırı bulunm uş şeylerden berî bulunm uşlardır.
7 3 — E hli sünnetin i'tik a t hususunda büyük üstadları, büyük imamları
vardır. Bunlardan her biri, selefi salihîn m ezhebi üzere yürümüş, İslâm âle-
m inde yüz gösteren m uhtelif ceryanlara , felsefî nazariyelere k arşı hak ve
hakikati m üdafaaya çalışm ış, İslâm akaidinin ne kadar saf, ne kadar doğru
olduğunu yeni yeni deliller ile, m ütalealar ile isb at etm iştir.
İşte b u büyük m ücahit âlim lerden biri İm am ı M atüridî, diğeri de İma-
m ıE ş'a rîd ir. ■„aku ıhn d '- .H « : i
7 4 — İm am ı E bu M ansur M uham m eü M atüridî (280) tarihlerinde doğ-
m uş, (333) tarihinde Sem erkant'da vefat etm iştir. M ensup olduğu M atürit,
Buhara ilçelerinden biridir. Kendisi H anefî m ezhebinde idi. Pek kıym etli
tefsiri, jvesair eserleri vardır. Bizim, i'tik a tta im am ım ızdır. H anefî m ezhebin-
de bulunan Müslümanların en büyük kısm ı i'tik a tta Ebu M ansurı Matüri-
dıye tabi'dir. 1 u , ab ir ! ,ı
75— İm am Ebulhasan Aliyül E ş'a rî (260) tarihinde Basra'da doğm uş,
(324) tarihinde B ağdat'da vefat etm iştir. Büyük dedesi ashabı güzînden E bu
Musel Eş ^arîdir.
Ebullıasenil E ş'a ri şafiî m ezhebinde idi. Ehli sünnet i ’tikadına pek ç o k
hizm et etm iştir. Pek değerli eserleri vardır. M âlikiler ile Şafîîlerin hem en
ekserisi, hanefîlerin bir kısm ı ve H anbelî m ezhebindeki m üslüm anlann bir
kısım fuzalası i'tik a t m es'elelerinde Ebullıasenil E ş'arîye tabidirler.
7 6 — İm am ı M atüridî ile im am ı E ş'a rî arasında esas itibarile ih tilâ f y o k -
tur. H er İlcisi de selefi salihîn m eslekini takibetm iştir, ikisi de hak üzeredir.
A ncak ikinci derecede bulunan, fu ru a tta n sayılan birkaç tali m es'elede ih ti-
lâfları vardır. F a k a t bunların başlıcaları da lâfzı, zahirî bir ih tilâ fta n başka
değildir.
Binaenaleyh bugün m üslüm anlann en büyük kısmı, i'tik a tç a ya im am ı
M atüridîye veya im am ı E ş'arîye tabi bulunm aktadır.
Allah Tealâ H azretleri H epsinden razı olsun, amîn.
( v j e J ÎJUİ j )
34 BÜYÜK İSLAM

M U K A D D İM E
Dünyamı' her tarafına yayılm ış olan m ilyonlarca Müslüman, İslâm tari-
hinin ilk asırl ardan zam anım ıza kadar ibadetler hususunda ve m uam elât
ile u k u b a t gib İslâm hukukunu teşk il eden m es'eleler hususunda, d ö rt bü-
yük m üçtehidden birinin m ezhebine tâb i olagelmişlerdir. Bu d ö rt m üçtehid,
şu zatlardır : &

1— İmamı A'zam, Ebû Hanife : adı Nu'mandır, babasının adı da Sâbit'dir. Hicri
(80) tarihinde Kûfe'de doğmuş, (150) tarihinde Bağdat'da vefat etmiştir. Rahmetullahi
Aleyh.
Sâbit, İmamı Ali Hazretlerine hizmet etmiş,nesli hakkında onun duasını almıştır.
İmamı A'zamm validesi, Sâbit'in vefatmdan sonra İmam Caferi Sadık ile evlen-
miş, İmamı A'zam da bu muhterem zatın yanında yetişmiştir.. Ashabı kiramdan birkaç
zatı görmüş olmak şerefini de hâizdir.
İmamı A'zama tâbi olanlardan her birine Hanefî veya Hanefiyyül' mezhep denir.
Biz Türkler ve sair ırklara mensup bir çok müslümanlar bu büyük müçtehidin mezhebine
tâbi bulunmaktayız. Binaenaleyh amelde imamımız, İmamı A'zamdır.

İmam Ebu Hanife Hazretleri, bütün ehli sünnet tarafından tebcil edilen dört büyük
müçtehidin birincisidir. İmamı A'zam denilince yalnız kendisi hatıra gelir. İlmi, zekâsı,
ahlâkı, zühd-ü takvası fevkalâde idi. İçtihadındaki yükseklik, mezhebindeki kolaylık ve
mükemmeliyet bütün müslümanlarca müsellimdir.
imamı A'zamm talebesi arasında da muktedir müçtehidler yetişmiş, fakat hepsi de
esas bakımından üstadlarına tâbi bulunmuş, hepsi* de Haneff fukahasından sayılmıştır.
Bunların en meşhurlan İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed , İmam Züfer gibi zatlardır.
İmam Ebû Yusüf, Yakub ibni İbrahim El-ensarîdir. Dedesi Sa'd, ashabı kiramdan-
dır. Kendisi (113) tarihinde Kûfe'de doğmuş, (182) veya (192) talihinde Bağdat'ta ve-
fat etmiştir. Ralraetullahialeyh. Hârunürreşidin kazıikuzatı bulunmuştu.
İmam Muhammed, Haseni Şeybaninin oğludur ; babası Şamlıdır, kendisi (135)
tarihinde Vasıt'da doğmuş, Kûfe'de yetişmiş, (189) tarihinde Rey şehrinde vefat et-
miştir. Rahmetullahiafeyh. Din ilimlerine dair doksan dokuz kitap telif ettiği rivayet
olunuyor. El-Mebsut,El-Ziyadat, El-Camiüssağir, El-Camiüssağir, El-Siyerülkebir, El-Si-
yerüssağir bu cümledendir. Bu kitaplardaki mes'elelere "Zahirür rivaye" denir. Bunlara
da zahirül rivaye kitapları denilir.
Haneff mezhebinde en muteber olan rivayetler de bunlardır. İmam Malikten hadis
okumuştur.
İmam Ebû Yusüf ile İmam Muhammede (İmameyn) denir.
İmam Züfer, İsfahanda, Basrada valilik etmiş olan Hüzeyl adında bir zatın oğludur.
İmam A'zamm kendisine büyük teveccühleri vardı. (110) tarihinde doğmuş, (158)
tarihinde Basrada vefat etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İlmihalimizin ibadetlere dair ihtiva ettiği mes'eleler,bütün İmamı A'zamm mezhe-
bine göre yazılmıştır. Maahaza bazı esasü mes'elelerde sair müçtehitlerin mezheplerine
de işaret olunmuştur. .. ..... „ - — ---------
İ LM İH A L İ 35

Mezhebi Haııefîdeki ihtilâftı ınes'eielerde evvelâ İmamı A'zamin, sonra İmam Yu-
süfiin, sonra İmamı Muhammedin, daha sonra da İmam Züfer'in kavli, içtihadı ihtiyar
edilerek o veçhile amel olunıır.Bu bir esastır. Bundan yalmz bazı mes’eleler müstesnadır.
Sırası gelince tasrih edilecektir.
2 - İmam Malik İbni Enes, (93) tarihinde Medinei Münevverede doğmuş, (179)
tarihinde Medinei tahirede vefat etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İmam Malik Müslümanlann vücutlarile bihakkın iftihar ettikleri dört büyük rnüçte-
hidin İkincisidir. Pek yüksek bir ilme, parlak bir zekâya, büyük Mr zühd ve takvaya ma-
lik idi. Mezhebi vaktile Emlülüse, bütün Mağrip ülkesine yayılmıştı. Bugün de Fas, Su-
dan, Trablusgarp, Cezayir, Yemen taraflarında câridir.
3 - İmam Muhammed ibnî İdıis El-Şafiî, (150) tarihinde Askalanda, veya Şam
beldelerinden Gazzede doğmuş, (204) tarihinde Mısırda vefat etmiştir. Rahmetullahi-
aleyh.
İmam Şafiî, nesebce Kureyşîdir, büyük dedesi ŞafT, gençliğinde Resûli Ekrem
(Sallallahü aleyhi vesellem) efendimize mülâki olmak şerefine ermişti, onun babası
Sâbit de Bedir gazvesinde islâmiyeti kabul etmiş, muhterem bir sahabıdir.
İmam Şafiî, dört büyük müçtehidin üçüncüsüdür. Pek büyük bir âlimdir, pek bü-
yük bir müfessir ve muhaddistir. Tıp ilminde, şiir ve edebde de ihtisası var idi. Mezhebi
şarka, garba yayılmıştır.
4 - İmam Ahmed ibni Muhammed ibni HanbelL Şeybaıı kabilesine mensûbdur.
Aslen Mervezli’dir, (164) tarihinde Bağdat'ta doğmuş, (241) tadilinde Bağdat'ta vefat
etmiştir. Rahmetullahialeyh.
İmam Ahmed de pek büyük bir âlimdir, dört büyük müçtehidin dördüncüsüdür.
Hadis ilmindeki ihatası da fevkalâdiedir. Ezberinde bir milyon hadisi şerif bulunduğu ri-
vayet olunuyor. "Müsned" adındaki kitabı, otuz bin hadisten müteşekkildir. Kuhistanî-
nin ifadesine göre elli bin yedi yüz hadisi muhtevidir. Ziihd-ü takvası, yüksek seciyesi,
her türlü medhin fevkindedir. Mezhebi, Necd ülkesine ve İslâm âleminin sair bazı parça-
larına yayılmıştır.
Bu d ö rt k udretli, m übarek im am ın m ezhepleri kitap, sünnet, icmai
üm m et ve kıyası fukaha üzerine kurulm uştur.
K itaptan m aksat, K ur'am m übindir. Sünnetten m aksat, Peygam berim i-
zin mübarek, sözleri, işleri ve görüp de m en'etm eksizin sükût buyurm uş ol-
duğu şeylerdir. Peygam ber Efendim izin evvelce m en'etm em iş olduğu bir
şeyi görüp de ona karşı sükut buyurmalar^ o şeyin m eşru olduğunu gösterir.

İcm ai üm m etten m aksat, bir asırda bulunan bütün m üçtehitlerin


bir hâdisenin ş e r'î hükmü hakkında ittifa k etm eleridir. Resuli Ekrem E fen -
dimiz : "üm m etim dalâlet üzerine toplanm az" b u y u rm u ştu r. Bir hadisi
şerifte de : "Müslümanların güzel gördüğü bir şey Allah indinde de güzeldir.'
buyurulm uş tur. Binaenaleyh m üslümanlann dini varlıklarını temsil eden bü-
tün m üçtehitlerin bir m es'ele hakkında aynı rey ve k a n a atta bulunm aları
o mes'ele hakkin da şer'an m uteber b ir delildir, bir hüccettir.
Kıyası fukahaya gelince bund an m aksat d a : Bir hâdisenin k itap ile
sünnet ile veya icm ai üm m et ile sâb it oian hükmünü aynı illete, aynı sebebe,
36 BÜYÜK İSLAM

ayni hikm ete m ebnî o hâdisenin tanı benzerinde de izhar etm ek ten ibaret-
tir. Bu ikinci hâdise hakkındaki hüküm de güzelce düşünülünce anlaşılır ki,
yine k itap ile veya sünnet ile veya icm a'ile sâ b it bu lu n m u ştu r. M üçtehit
ise yaptığı kıyas ile bu hükmü yeniden izhaı; etm iş, m eydana çıkarm ış olu-
yor.
Kıyası fukaha, bir iç tih a t m es'elesidir. Bunun m eşruiyeti, mem duhi-
y e ti ise şer'an sâb ittir ( jUıVl b \jj c tk ) emri Kur'anisi bu n a delildir.
Resûli Ekrem Efendim iz, üm m etinin fukahası için böyle b ir içtih ad ı caiz
görm üş, tahsin b uy urm u ştu r.
N itekim sahabei kiram dan Muaz ibni Cemel (Radiyallahü anh) Yem ene
kadı tayin olunm uştu. Peygam ber Efendim izin : Ya Muaz! ne ile hüküm
edersin?" Sualine "K itap ile hüküm edeceğim , onda bulam azsam sünnet ile
hüküm edeceğim , Onda da bulam azsam içtihadım la hüküm edeceğim " diye
cevap verm ekle Resûli E krem H azretleri : "A llah Tealâya ham dolsun ki
Resûlüniin elçisini Resûlünün razı olduğu şeye m uvaffak b u y u rm u ş" diye
m em nuniyetini izhar etm işti.
Binaenaleyh selâhiyetli zatların kıyas yolu ile iç tih a tta bulunm aları da
şer'an pek m em duh bulunm aktadır.
Kitap, sünnet, iç m a î üm m et ile kıyası fukahaya. (Edillei erbaa) (Usuli
erbaa) denir. Bütün m üçtehitlerin cum huru bu d ö rt delili kabul etm iş,
bütün yüksek müç tellitler, şer'î hükümleri b u d ö rt delilden birine veya bir
k açm a istin at ettirm iştir. A rtık b u delillerin hepsini de kabul etm ek bir ve-
cibedir. Bu deliller insanların haklarını, vazifelerini bildiren İslâm h u k u k u -
n u n inkişafım tem ine m ahsus birer ulvî feyz ve hikm et m enbaıdır. Müslü-
m anların dinî h ay atı b u d ö rt feyizli hikm et ve m aslahat kaynağından asla
m üstağni olamaz. *
Y ukarıda m übarek adlarım yazdığım ız d ö rt büyük im am , müslümanlar
hakkında b ir rahm eti İlâhîyedir. Bunlar edillei erbaadan dinî hükümleri çı-
karm ış, müslümanlara takip edecekleri yolu aç ık ç a gösterm işlerdir. A rtık
bunlardan herhangisinin m ezhebine uyan bir müslüman, hak ile b ir m ezhebe
intisap etm iş, Peygam berim izin yolunda b ulunm uş olıır.
Bu p ek m uhterem m üçtehitlerin hepsi de d in f m eselelerin esasında
m üttefiktirler. A ralarında b ir ayrılık y o k tu r. A ncak ikinci derece bulunan
bir kısım fer'ı m eselelerde ih tilâ f etm işlerdir. F a k a t güzelce incelenirse görü-
lür k i, bunların bir ço ğ u d a zah irî b ir ih tilâ fta n başk a değildir. Çünkü bu
m es'elelerin b ir ço ğ u n d a b u m übarek zatlardan biri b ir azim et ve takva
yolunu, diğeri de b ir ru h sat ve müsaade yolunu ih tiy ar etm iş, b u suretle
üm m eti m erhum enin önünde geniş b ir rah m et sahası açık bu lu n m u ştu r.
İşte ( iî-j j . l o f e - l ) = üm m etim in ih tilâfı bir rah m ettir hadisi şerifi
ile bun a işaret buyurulm uştur.
Evet.D üşünm eli ki, müslümâtiİıkta ibadetlere, m uam elelere ve saireye
ait ne kadar ço k m es'eleler vardır. Bunların hüküm lerini, K ur'am m übin ile
ahadisi nebeviyeden ve üm m etin icm aından bulup m eydana çıkarm ak öyle
her müslüman için kolay b ir şey değildir. Bu pek büyük b ir ihtisas işidir.
İşte b u yüksek m üçtehitler, b u vazifeyi m ücerret Hak Tealânm rızası
İL M İH A L İ 37''

için yapm ış, müslümanlara lâzım olan bütün m es’eleleri açıkça bildirm iş,
her asırda m ilyonlarca ehli islâm a rehber olm uşlardır. A rtık bu m uhterem
zatların islâm milleti için ne büyük hizm etlerde bulunm uş olduğunda,
bunların her türlü şükrana lâyık bulunduğunda kim şüphe edebilir.
Bu kıym etli âlim ler, büyük bir sâlâbet ve seciye ile ve pek güzel bir
niyet ile iç tih a t sahasında çalıştıkları için d ir ki, isabet <'ttikleri m eseleler-
den dolayı ikişer kat, isabet edem edikleri m es'elelerden dolayı d a birer k a t
sevaba nâil olm uşlardır.
Ş u n u d a ilâve edelim ki, bu d ö rt m üçtehidi â'zam a a it d ö rt m ezhepten
her birinin m üntesipleri, kendi m ezheplerinin daha doğru, daha isabetli,
sünnete, m aslahata daha m uvafık ve daha elverişli olduğuna kail bulunur.
Aksi takdirde o m ezhebi ih tiy ar etm elerinin hikm eti kalmaz.
F a k a t bundan dolayı diğer m ezheplerin kadrini azaltm ak da akılların-
dan geçm ez, b u d ö rt m ezhebin dördüne de hürm et ederler. Bu hürm et, ehli
sünnetin şiarıdır.
M alûm dur ki, islâm hukukunu ihtiva eden ilm e, "fık ıh" denir. F ıkıh,
lııgatta b ir şeyi hakkiie, küııhile bilm ek m ânasınadır. İbadetlere, m uam ele-
lere, cezalara dair dinî hükümleri bildiren ilm e, söylediğim iz gibi (ilmi fıkıh)
adı verilm iştir ki, yazdığım ız (İlmihal) bu ilmi fıkhın bir şubesi dem ektir.
Dinî hükümleri m ufassal delillerden, yani : Y ukarıda yazdığım ız
Edillei erbaadan anlayıp çıkarm aya m uk ted ir olan islâm âlim lerinden h er
birine (fakilı) cem ine de (fukaha) denir, M üçtehitler ise fukaham n en yük-
sek tabakasını teşkil ederler.
Dinî hükümleri tayin ve beyan etm ek selâhiyeti, bu kudretli fukahaya
aittir. Hafızalarında binlerce hadisi şerif, binlerce İlmî m es'ele bulunm uş o-
lan bir nice m unsıf âlim ler, din! hükümleri tayin hususunda sözü fukahaya
bırakm ış, b u pek ince, m üşkül vazifeyi ifa için kendilerinde selâhiyet gör-
m em işlerdir.
Filhakika m übarek isimlerile sahifelerim izi tezyin etm iş olduğum uz
d ö rt büyük îıuam dan, m uhterem m üçteh itten h er birine tâ b i olan zatlar
arasında öyle ihatalı, m ütefennin, kudretli âlim ler vardır ki, her biri ilim ve
irfan harikası iken içtih ad a cür'et gösterm em iş, b u eim mei arbaadan birine
intisabı kendisi için b ir şeref bilm iştir.
A rtık m ah d u t bilgili kim selerin kendilerinde böyle bir selâhiyet gör-
m eye nasıl hakları olabilir?.
E vet.İtiraf etm eliyiz ki biz, şerî meselelerin, hâdiselerin hükümle-
rini öteden beri âm m enin kabulüne m azhar olm uş olan o büyük m üçtehit-
lerden öğrenm ek m ecburiyetindeyiz. İçtih ad iktidarım h âiz olm ayan kim -
selerin d in î m eseleler h akkında — m üçtehitlerin m ezheplerine aykırı ola-
rak — kendi anlayışlarına göre hükm etm eleri, kendi düşüncelerine göre cevap
vermeleri indallah pek büyük m es'uliyete sebep olacaktır. Böylece bir kim -
se, vereceği cevapta isabet etse bile, bilm eksizin cevap verm iş olacağı cihet-
le, yine m esuliyetten kurtulam az. N itekim bir hadisi şerif : "Sizin ateşe a-
tıim aya en cüretkârınız, fetvaya, yani : Ş erî meselelere dair cevap verm eğe
en ziyade cüret göstereninizdir" m eâlindedir.
38 BÜYÜK İ SLAM

Bir kere düşünelim , bir kim se m eselâ tıbba,riyaziyeye veya h e y 'e t il-
m ine dair bilgisi olm adığı takdirde bunlara ait söz söylem eye, yazı yazm aya
cesaret edem ez. Cesaret edecek olursa büyük hatalara düşm üş, kendisini
teşh ir etm iş olur. A rtık b u ilim lerden daha geniş ve ehem m iyeti, m es'uli-
y eti daha büyük olan d inî ilimlere dair, k âfi derecede m alûm atı olmayan
kimselerin söz söylem eye, cevap verm eğe cür'et göstermeleri nasıl doğru
olabilir? Böyle bir cür'et büyük m esuliyetleri celb etm ez m i ? .
Yine b un u n gibi insanlann yapm ış oldukları kanun m addelerini bil-
m eyen kim selerin bu m addeler hakkında gelişi güzel söz söylem eleri, b un-
ların nelerden ib aret olduğunu ve nasıl tatbik edileceğini tayine kalkış-
m aları asla doğru görülemez. O halde bir kanunu İlâhî olan dinin yüksek
hüküm leri hakkında lâyıkile bilgileri bulunm ayan kimselerin söz söylem eğe,
cevap verm eğe kalkışm aları nasıl doğru olabilir?. însan b unun m anevî
m esuliyetini düşünerek titrem elidir. M addî m enfaatler, yüz gösterecek olan
m esuliyetlere asla tekabül edemez.
E ğer d ini hususlarda herkes, am m enin kabulüne m azhar oiınuş bulu-
nan m uhterem bir m üçtehide tâb i olmaz da kendi düşüncesine göre söz söy
leyecek olursa halk dinin ulvi m ahiyetini gaip etm iş, büyük bir dalâlet
içinde kalm ış olur. N itekim böyle zulm etü bir hal, geçm iş üm m etlerden
b ir çoğ un u n b aşına gelm iştir.
İşte b un un içind ir ki, İslâm m illeti, böyle b k dalâlete düşm em ek için
öteden beri d ö rt m uazzam m ü çtehitten birine tâ b i olmuş, onu rehber itti-
haz etm iş, o sayede m anevî m es'uliyetten kurtulm ak çaresini elde edebil-
m iştir.
Velhasıl : Bu d ö rt m üçtehidin büyüklüğünde onlara m ensup d ö rt m ez-
hebin hakkıyeünde cum huru müsliminin ittifakı vardır. Bu d ö rt m ezhepten
başkasına uyulm am ası hakkında da yine ammei ınüslimînin â d e ta bir itti-
fakı m ün'akit olm uştur. Çünkü bu d ö rt m ezhebi tesis eden d ö rt m üçtehit-
den h er biri, asrı saadete yakın bir zam anda yetişm iş, büyük b ir ilim ile, gü-
zel ameller ile, fevkalâde bir zekâ ile m u ttasıf bulunm uş, eserleri zam anı-
m ıza kadar m ahfuz kalm ış, asırlardan beri bütün m üslüm anlann teveccüh-
lerine nâil olm uşlardır. A rtık bu sayede m üslüm anlann arasında fazla ih ti-
lâ f kapısı kapanm ış, tam salâhiyet sahibi olm ayanların içtih a d a kalkışm ala-
rın a m eydan kalm am ıştır.
"A ra sıra yüz gösterecek bazı hâdiselerin, m es'elelerin hükümlerini
tayin hususunda ise b u d ö rt m üçtehitten birinin takip etm iş olduğu esasa,
vaz'ü iltizam etm iş bulunduğu usule m üracaat kâfidir. Bunlara tevfikan
d in î ilimlerde iktidarları, faziletleri müsellem olan zatlar tarafından b u gibi
hâdiselerin, m es'elelerin hükümleri hal tayin edilebilir.
Bu m uhterem d ö rt m üçtehide: (Eim m ei erbaa), imam» A 'zam dan baş-
ka üçüne de (Eim mei selâse) denir. Allah Tealâ H azretleri hepsinden razı
olsun.Amîn.
İL M İH A L İ 39

İKİNCİ KİTAP
TA H A R ETLER VE SULAR HAKKINDADIR

İÇİNDEKİLER : Müslümanlıkta ibadetler, taharetler, bir kısım dinî tabirler mut-


lak ve mukayyet suların nevileri ve hükümleri. Su artıkları hakkındaki hükümler. Kuyular
hakkındaki hükümler. Şeran temiz sayılan ve sayılmayan şeyler ve hükümleri. Tatlıir =
temizleme yolları. Özür sahiplerine dair bazı meseleler Özrün hükmü. Kadınlara mahsus
hayız ve nifas halleri. Kadm âdetlerine ait meseleler. Lohusalık haline ait meseleler. Bun-
lara dair bazı hükümler. İstihaza hailine ait meseleler.
Abdestin mahiyeti, abdestin farzları, sünnetleri, âdabı. Abdestin sîhlıatına mâni
olmayan şeyler, abdest duaları. Mestler üzerine mesh verilmesi, meshin cevazındaki şart-
lar, mesh müddeti, sargı üzerine mesh, meshi bozan şeyler.
Gusül ve guslü icap eden haller, guslün farzları, sünnetleri, vasıfları. Gusl etmeleri
icap edenlere haram veya mekruh olan şeyler.
Teyemmümün mahiyeti, teyemmümün sünnetleri ve şartlan, teyemmümü mübah
kılıp kılmayan haller, teyemmümü bozan halier.

M üslümanlıkta İbadetler, Taharetler: !

1— İslâm dini, Hak Tealâya ib adetten, itaattan, teslim iyetten ibaret


en ulvî bir dindir. Bu m ukaddes din, insanların Allah T ealâyı bilm ek, ona
ib ad et ve taa tta bulunm ak için yaradılm ış olduklarını bildirm ektedir.

M uazzam islâm dini, insanları yükseltir, insanları m elekler kadar tem iz


bir hayata erdirir, insanların ruhlarını en ruhanî duygular ile aydınlatır. Bü-
tün k âin atın m ukaddes halikına u b u d iy ette bulunm alarını em reder.
Kadim, kerîm m abudum uzun m anevî hu zuruna kabul edilm ek insan
için ne büyük b ir nim et, ne yüksek bir şereftir. İşte ibadet ve tâat, insana,
bu nim eti, bu şerefi tem in eder.
40 BÜYÜK İSLAM

Uyanık bir ruhun inşirahı, sağlam düşünceli bir insanın kalben huzuru,
hakikî bir neşveye. bir saadete nâiliyeti ancak Hak Tealâya ib ad et sayesinde
elde edilir.
İbadet ve tâ a t zevkinden m ahrum olanlar, kendi yaradılışlarındaki
hikm etten gafil bulunan biçarelerdir.
Hak Tealâya kullukta bulunm ayanlar, b o rçlu oldukları şükran vazife-
sini terk etm iş, ebedî hayatlarım tehlikeye bırakm ış zavallı kimselerdir.
Hiç şüphe yok ki insanların refahı, selâm eti, hakikî varlığı Hak Tealâ-
ya güzel niyetle samimî bir kalb ile ibadet ve taa tta bulunm akla kaim dir,
ibadetlerin bir kısmı ise taharet ve nezafete m ütevakkıftır.
2— Müslümanlık, taharet ve nezafete büyük bir ehem m iyet verm iştir.
T aharet ki, m addî ve manevî surette tem izlik dem ektir, bir kısım ibadetle-
rin şartıdır, m ukaddim esidir, anahtarıdır. Tem izlik bulunm adıkça bu iba-
detler yerine getirilemez, tem izlik bulunm adıkça insan., Hak Tealâm n ma-
nevî huzuruna giremez. Nitekim bir hadisi şerifte : "Nezafe’t im andandır"
buyu rulm u ştu r. (1). Diğer bir hadisi şerifte de : "N am azın anahtarı, tem iz-
liktir" buy um lm u ştu r.(2)
Ayni zam anda tem izlik, sılıhata sebeptir, rızkın artm asına vesiledir.Ni-
tekim "Tem izliğe devam et İd rızkına genişlik verilsin " diye buyurul-
m uştur. (3)
Velhasıl : E hliyet ve salâhiyet sahibi olan her insan bir takım ib ad et-
lerle, taharetlerle dînen m uvazzaftır. Bir takım şeyleri yapm akla, bir takım
şeyleri de terk etm ekle m ükelleftir. Bunlara dair ilm ihalim izde oldukça
m alûm at verilecektir.
Ancak dinî kitaplarda, yazılarda, konuşm alarda ç o k kere tekerrür eden
bir takım tabirler vardır ki, ilk evvel bunların m ânalarım bilm ek lâzım dır.
Binaenaleyh evvelâ bunların Ifıgat ve ıstılah m ânalarını yazacağız.

Bir kısım dinî tabirler:

3 — İb ad et ; lûgatta kullukta bulunm ak dem ektir. Ş e ria t istıhalm ca


"yapılm asında sevap olup güzel niyete m ukarin bulunan herhangi bir amel-
dir ki, Hak Tealâya ta'zim etm ek için yapılır. Namaz kılm ak, oruç tutm ak
gibi.
4— T â a t : Em ri tutm ak, em re im tisal etm ek dem ektir ki, buna itaat
da denir. Ş e r'an tâ a t : Yapılm asından dolayı sevap bulunan herhangi bir
ameldir, gerek niyete m ukarin olsun ve gerek olmasın. K ur'anı kerîm i
okum ak gibi, Hak Tealâm n emirlerini gönül isteğile yerine getirm ek birer
tâattır.
5— K urbet : Yakınlık dem ektir. Ş e r'an : "H ak T ealâya manevî bir
halde yakınlığa sebep olan herhangi bir güzel ameldir. Sadakalar, nafile
kılm an nam azlar gibi.
6 — N iyet : Kasd m ânasınadır ki, kalbin bir şeye azmi, yönelm esi
İL MİH A L İ 41

dem ektir. Ş e r'an "Y apılan bir vazife ile Hak Tealâya taatda bulunm ayı ve
ona m ânen takarrup etm eyi kasd" etm ekten ibarettir.
Bir am elin bir ibadet olabilmesi için böyle bir niyete ihtiyaç vardır.
Meselâ : Biz nam azlarım ızı yalnız Allah T ealânm em rine ita a t etm ek, rı-
zasını kazanm ak için kılarız. İşte bu, namaz h akkında bir niyettir. Yoksa
m ücerret başkalarına gösterm ek veya öğretm ek veya bedence istifade e t-
mek iç in namaz tarzında yapılacak vaziyetler, b ir ibad et m ahiyetinde bu -
lunm uş olmaz. N iyete m ukarin olan bir taharet, m eselâ bir abdest de bir
ibadettir.
7— Teklif : Bir kim seye m eşakkatli bir şeyi em ir ve ilzam etm ektir.
İstılahta : Ş eriatı İslâm iyenin "eh liyet ve salâhiyet sahibi olan" insanlara
bir takım şeyleri yapm alarını, bir takım şeyleri de terk etm elerini em ir
ve ilzam buyurm asından ibarettir. Bunlar ile böylece dînen m em ur ve m u-
vazzaf olan bir insana da "m ü k e lj^ f' denir. Cem 'i "m ükellefîn"dir.
İnsanlar, ehliyetleri, kudretleri nisbetinde m ükellef olurlar. Akil ve
baliğ olan kim senin ehliyeti tam olacağından m ükellefiyeti de o nisbette
tanı bulunur.
8— A kl : R u h u n bir kuvvetidir ki, insan onun vasıtasile bilgi sahibi
olur. İyi ile kötüyü ayırır,eşyanın hakikatlarm ı sezebilir.
D iğer bir tarife göre akl, bir ruh anî n urd ur ki insana yürüyeceği yolu
aydınlatır, insanı haktan, h ak ik attan haberdar eder. Bu ruh î kuvveti haiz
olan kim seye "âk il" denir. Bundan m ahrum olana da "m ecnun"denilir.
9 — Bülûğ : M uayyen çağa yetişm ek, m uayyen vasıflan hâiz olmak
dem ektir. M uayyen vasıfları hâiz olan veya m uayyen y aşta bulunan kim se-
ye "baliğ, baliğa" denir. Ş öyle ki : İhtilâm olan, yani : U ykuda gördüğü bir
rüyadan dolayı kendisine yıkanm ak lâzım gelen bir erkek baliğdir. Evlen-
diği takdirde ço cu k yapabilecek genç bir erkek de baliğdir.
Baliğ veya baliğa olm a yaşının başlangıcı, b ir erkek ço cuk için tam
on iki ve bir kız çocuk için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu d a her
ikisinde tam onbeş yaştır.
Böyle on beş yaşını bitirm iş olduğu halde kendisinde ihtilâm gibi,
gebelik gibi büluğ eseri belirm eyen kimse, hükm en bâliğ sayılır.
10— Hüküm: Karar, icap, iktiza, nüfuz, âm iriyet, güzel akibet m âna-
larında kullanılır. İstılahda : Bir şeyin üzerine terettüp eden eser dem ektir.
M ükelleflerin fiillerine taallûk eden dinî hüküm lerden h er birine "hükm i
ş e r'î'' denir. Cem 'i A hkâm ı şer'îyedir.
M eselâ : Z e k â t farzdır, sirkat haram dır denilmesi birer hükmü ş e ı’-
îdir.
11— E t1âli m ükellefin : M ükellef insanların yaptıkları işlerdir ki:
Farz, vacip, sünnet, m üstehap, helâl, mübah, m ekruh, haram , sahih, fasit,
batıl gibi kısım lara ayrılır.
12— Farz : Yapılm ası dînen k a t'î surette lâzım gelen h e rh a n g i bir va-
zifedir ki, farzı k a t'î ve farzı zanni kısım larına aynldığı gibi farzı âyn, ve
farzı kifaye kısım larına da ayrılır. '
13— Farzı k a t'î : M uhakkak şer'î bir delil ile sâb it olan, ya'ni : Ya
42 BÜYÜK İSLAM

k u r’anı m übinin sarih bir âyetile veya peygam berim izin hadisi şe rif dem len
sarih, sâbit. bir m übarek söz ile yapılması k a fiy e n bildirilm iş olan vazifedir.
Nam az, z e k ât gibi.
14— Farzı zanm : m üçteîıitlerce kat'! bir delile yakın derecede kuvvetli
gölülen zannî bir delil ile sâbit olan vazifedir İd, amel hususunda farzı k a t'î
kuvvetinde bulunur. Buna "F arzı amelî" de denir.
M aamafih böyle bir şeye delilinin zannî olm asından dolayı "V acip"
adı da verilir . Bu halde farzi amelî, farz nevilerinin zaifi, vâcip nevilerinin
de kuvvetlisi bulunm uş olur. N itekim abdeste m u tlâk a başa m eshetm ek,
bir farzı k a fid ir, başın d ö rtte biri m iktarına m eshetm ek ise bir farzı amelî-
dir. T'm s ^ r iu b 'Â M ‘j / i'jv û -l'.,' m n‘j y u m :M ;jrh*»r'. . ...deJvid
15— Farzı ayn : M ükelleflerden her birinin yapm ası lâzım gelen farz-
dır. Beş vakitteki nam azlar gibi.
16— Farzı kifaye ; m ükelleflerden bazılarının yapm alarile diğerlerin-
den sakıt olan, yani: Onlar için yapm ak m ecburiyeti kalm ayan farzlardır.
Cenaze namazı gibi.
Farzların yapılm asında büyük sevaplar vardır. Özürsüz yere yapılm am a-
sı da azabı İlâhîye sebeptir. Farzı kifayeyi müslüm anlardan bir kısm ı yapm a-
dığı takdirde bundan haberleri olup bunu yapm aya m uktedir bulunan bü-
tün Müslümanlar, Allah Tealâ indinde m es'ul, günahkâr olurlar.
Bir farzı k a t'iy i inkâr, küfürdür. Bir farzı amelîyi in k â r da bid 'attır,
günahı m üstelzimdir. Bütün bunlar, farzların hükmüdür. F aizin cem 'î : Fe-
raizdir.
17— V âcib : Yapılması şer'an k a t'î derecede bir delil ile sâ b it olma-
m akla beraber herhalde pek kuvvetli bir delil ile sâ b it bulunan şeydir.
V itir ve bayram nam azlan gibi.
V âciplerin yapılm asında sevap , terk edilm esinde de azap vardır.
İn k â r edilmesi b id 'attır, m a'siyettir. Bunlar da vâciplerin hükmüdür. "V eci-
be" tabiri bazen farz, bazen de lâzım , vâcip yerinde istim al edilir. Cem 'i :
V ecaip'dir.
18— Sünnet : Resûli Ekrem (S,A.) efendim izin farz olm ayarak yapm ış
oldukları şeydir. "Sünneti müekkede " ve "Sünneti gayri m üekkede" kısım-
larına ayrılır. Sünneti seniyenin bir m ânası da m ukaddim ede geçm iştir.
Sünnetin cem 'i : Sünen'dir.
19— Sünneti m üekkede : Peygam ber efendim izin devam edip pek az
terk buyurm uş oldukları sünnettir. Sabah, öğle ve akşam nam azlarının
sünnetleri gibi.
İslâm dininde pek m ültezem olan ezan, ikam et, cem aata devam gibi
sünnetlere : "sünııeni lıüda" denir ki, bunlar da birer sünneti müekkededir.
2 0 — Sünneti gayri m üekkede : Fahri âlem efendim izin ibadet maksa-
diyie ara sıra yapm ış oldukları şeydir. Yatsı ve ikindi nam azlarının ilk sün-
neti gibi.
Resuli Ekrem efendim izin yiyip içm eleri, giyinip kuşanm aları, otu ru p
kalkm aları gibi sireti ııebeviyelerine ait şeylere de "süneni zevaid" adı ve-
rilm iştir ki, bunlar da birer sünneti gayri m üekkede dem ektir.
İLM İH A L İ 43

Sünneti m üekkede ve sünneti hüda denilen sünnetlerin yapılm asında


sevap, am den terk edilm esinde de azap değilse de itap vardır. Gayri m üekke-
de ve zevaid denilen sünnetlerin yapılm ası ise pek güzeldir, sevgili, muazzez
peygam berim ize uym anın bir alâm eti olduğundan sevaba ve o k u tsî pey-
gam berim izin şefaatine bir vesiledir. F ark terk edilmesi levmi müstelzim
görülm em ektedir. Bunlar d a sünnetlerin hükmüdür.
Sahabei güzinin siretlerine, takip ettikleri zühd ve takva yollarına da
biz Hanefilerce "S ünnet" denir.
2 1 — Müstehap : L ügatte sevilmiş şey dem ektir. İstilahta "R esûli Z işan
Efendim izin bazen yapıp bazan terk buyurm uş oldukları şeydir." K uşluk
nam azı gibi/Bu, bir nev'i sünneti gayri m üekkede dem ektir.
Peygam ber efendim iz, m üstehap denilen şeyleri sevip ih tiy ar b uy u r-
m uştur. Selefi Salihîn de b u n lan seve seve işlem iş, b u n la n n yapılm asını din
kardeşlerine tavsiye etm iş, bu hususta tergip ve teşvikte bulunm uşlardır.
M üstehaplara, m endup, fazilet, nafile, tatavvu', edep nam ı da verilir. Ş ö y le
ki: M üstehap olan bir şeye, sevabı ç o k olup işlenm esi m atlup olm asından
dolayı m endup, fazilet denir. Farz ile vâcip üzerine ilâve olarak yapıldığı
için de nafl = nafile denir. K a t'î bir emre dayanm aksızın sadece teberru
suretile yapıldığı için de tetavvu' namı verilir. Güzel ve m em duh b ir haslet ol-
ması dolayısiyle de edep denilm iştir. Cem 'i âdabdır. Edep iç in bu eserin
ahlâk kısm ına da m üracaat. M üstehab'ın yapılm asında sevap vardır. Y a p ıt
m am asında ise itap, levm, ve tenzillen olsun kerah at yoktur. Bunlar da müs-
tehaplarm hükmüdür.
" Ş a fiî ve hanbelî fukahasm a göre sünnetler ile m üstehaplar, m enduplar
birdir ; herhangi bir sünnete m üstehap veya m endup da denir."
2 2 — Helâl : Ş e r'an câiz görülen herhangi bir şeydir ki, yapılm asından,
istim al edilm esinden dolayı itap lâzım gelmez.
H elâlm her türlü şaibeden beri, saf,temiz, kısm ına " tıy b " ve "ta y y ıp "
denir.
23— M ubah : Yapılm ası da, yapılmam ası da şer'an câiz bulunan şey-
dir ki, yapılm asında sevap, terk edilm esinde de günah yoktur. Herhangi
helâl bir taam ı veya m eyvayı yiyip yem em ek gibi.
24— M ekruh : L ugatta sevilmeyip kerih ,n âh o ş görülen şey dem ektir.
İstilâh da : "N ehy ve m en’edildiği sâ b it olm akla beraber hilâfına da m uarız
bir am aıe görülen şeydir ki, yapılm ası doğru görülm eyip terk edilmesi her-
halde iyi görülür."
2 5 — K e ra h e t: Esasen bir şeyi fena görm ek, b ir şeye razı olm am ak mâ-
nasınadu. Ş e r'a n : "T erk edilmesi h er halde iyi olan bir şeyin terk edilm e-
yip, yapılm ası" d em ektir ki, iki kısm a aynlır. Birisi "K erahati tahrim iyye"
dir ki, haram a yakın olan kerahattır. Diğeri de "K erahati tenzihİye" dir ki
helâle yakın bulunan kerahattir.
Bu İm am ı A 'zam ile İm am E b û Y u sü fa göredir. İm am M uham m ed'e
göre kerahati tahrim iyye ile m ekruh olan bir şey haram kabilindendir.
Yani : Haranı gibi ahiret azabını m üstelzim olur. K erahati tenzihiyye ile
m ekruh olan bir şey ise bilittifak helâle yakındır. B unun yapılması, azabı
müstelzim olmaz. F a k a t terk edilmesi oldukça sevaba vesile olur.
44 BÜYÜK İSLAM

F ıkıh kitaplarında m utlak surette kullanılan "k era h a t" tâbirind en ç o k


kere kerahati tahrim iyye kasdedilir. N itekim ileride görülecektir.
26— Haram: Yapılması, kullanılm ası, yiyilip içilm esi şer'î şerifte
k a t'î bir delil ile m en'edilm iş olan her hangi bir şeydir ki, "haram liaynihî"
ve "haram ligayrihî" kısım larına ayrılır.
2 7 — Liaynihî haram : H addizatında herkese karşı haram olan şeydir.
Lâşe, şarap, akan kan gibi.
2 8 — Ligayrihî haram : H addizatinde helâl olup, başkasının hakkından
dolayı haram olan şeydir ki, sahibinin m eşru' surette izni bulunm adıkça
ondan başkaları için istifade caiz olmaz. Kom şularım ıza, vatandaşlarım ıza
ait olan herhangi kıym etli bir mal veya bir taam gibi.
Haram olan şeylere "M uh arrem ât" denir. H aram ın terkinden dolayı
sevap, yapılm asından dolayı da azap vardır. Haram olduğu ittifak ile kat'iy-
yen sâb it olan b ir şeyi helâl saym ak ise insanı îm andan m ahrum eder. Bun-
lar da haram ın hükmüdür.
2 9 — Sahîh. Rükünlerini, şartlarım câm i olan herhangi bir ib ad et veya
m uam eledir. Meselâ. Farzlarına, vâciplerine riayet edilerek kılm an bir na-
maz, sahihtir.
30— Câiz: Yapılması şer'an m em nu bulunm ayan şey dem ektir. Ba-
zan sahîh yerinde, bazan da mübah yerinde kullanılır.
Bazı m uam eleler, dünya ahk âm ı bakım ından sahîh olduğu halde ahiret
ahkâm ı bakım ından câiz olmaz. C um 'a nam aziyle m ükellef bir kim senin
C um 'a ezanı okunurken yaptığı alım satım muamelesi gibi. Böyle bir m ua-
mele sahihtir, nâfîzdir. F a k a t m anevî m es'uliyeti müstelzim olduğu için
câiz değildir.
3 1 — Fasid : Aslen sahîh olup vasfan sahîh olmayan , yani kendi nef-
sinde m eşrû iken gayri m eşrû bir şeye m ukareneti sebebiyle m eşruiyetten
çıkan şeydir. İb ad et hususunda fasid ile batıl bir hükümdedir.
Meşru olan bir ameli bozup iptal eden şeye de "M üfsid" denir. Kasden
vukuu azaba sebeb ise de sehven vukuu sebep değildir. Nam az içinde gül-
m ek gibi ki, esasen salih olan nam azı ifsad*. eder.
3 2 — Bâtıl : Rükünlerini veya şartlarını tam am en veya kısm en câm i ol-
m ayan her hangi b ir ib ad et veya m uam eledir. Bk özür bulunm aksızın taha-
retsiz kılm an namaz gibi.
3 3 — T aharet : Lügatte nezafet, tem izlik dem ektir. Ş eran taharet, lıa-
bes, necaset denilen m addeten pis şeylerin veya hades denilen şe r'î bir ma-
niin zevâlinden ibarettir. Tem iz olan şeye "T â lıir" tem izleyici şeye "Ta-
h û r" ve "Mu tahlıir" temizi emi ye de "T a th ir" denir.
Taharetler, T ahareti suğrâ ve Tahareti kü brâ, yani küçük tem izlik, bü-
yük tem izlik diye ikiye ayrılır.
3 4 — Tahareti suğrâ : Abdestsizlik denilen hali giderm ek suretiyle
olan tem izliktir. A bdest alm ak gibi.
3 5 — T ahareti kübrâ: Cünüplük ve lıayz-u nifas denilen hallerden
çıkm ak, için ağıza, b u ru n a su alıp bütün vücudu yıkam ak suretiyle yapılan
tem izliktir ki, bu n a "Gustil, İğtisal, Boy abdesti" de denir.
36— Hades: Bazı ibadetlerin yapılm asına şer'an m âni olan ve necaseti
lıükm iyye sayılan b ir haldir. Hadesi asgar, Hadesi ekber kısım larına ayrılır.
İLM İHAL İ 45

37— Hadesi asgar : Tahareti suğra ile, m eselâ yalmz abdest ile zâil o-
lan taiıaretsizlik halidir. Bevl etm ek ve ağız, b urun gibi bir uzuvdan kan gel-
m ek sebebiyle vücude gelen hades gibi.
3 8 — Hadesi ekber : Tahareti kiibrâ ile, yani : Ağzı, burnu ve bütün be-
deni yıkam akla giderilen taiıaretsizlik halidir. Bu da cünüpliikten ve lıayiz,
ııifâs denilen ânzaîardan ileri gelir. N itekim ileride tafsilâtı görülecektir.
39— Habeş : M addeten temiz olm ayan, n â p â k denilen herhangi bir
şeydir. Buna "N ecis" ve "N ecaseti hakikiyye” de denir. Ş ö yle ki : Esasen
veya ârızi olarak tem iz bulunm ayan b ir m addeye : "N ecis" "N ecaset"
denir. Cem'i : Encas'tır. M eselâ Sidik esasen necis olduğu gibi sidikli bir li-
bas da necistir, yani pistir, m urdardır.
Esasen m urdar olan şeye "N eces" de denilir.
Hakikî Necasetler, namazda m a’füv olan m iktarlarına nazaran : "N ecase-
ti hafife", "N ecaseti galize — m ugallâza" kısım larına ayrıldığı gibi akıcı
olup olm am aları itibariyle "m ayi" ve "câ m id " kısım larına ve görülüp görül-
m em eleri bakım ından da "N ecaseti m er'iy ye" ve "N ecaseti gayri m er'iyye"
kısımlarına ayrılır.
40— Necaseti hafife : Pis olduğuna dair hakkında : başka bir delil ile
m uarız olmak üzere : ş e r'î bir delil m evcut olan şeydir. Bu kabil necasetler,
bir delile göre m urdar görülm ekte ise de diğer b ir dehle göre m urdar sayıl-
m am ak lâzım gelm ektedir. E ti yenen hayvanların bevilleri gibi.
4 1 — Necaseti galiza : Pisliği hakkında şer'i bir delil m evcut olup hilâfı-
na b a şk a delil bulunm ayan şeydir. L âşe gibi.
4 2 — Necaseti m er'iyye : Hacm i olan veya k u ru d u k tan sonra görülen
her hangi bir pis m addedir. A km ış kanlar gibi.
4 3 — Necaseti gayri m er'iyye Câm id bir hacm i olm ayan veya bulaş tı-
ğı yerde k u ru d u k tan sonra görülm eyen herhangi m urdar b ir m addedir. Si-
dik gibi.
Velhasıl gerek hakikaten ve gerek hükm en tem iz olm ayan şeyler, bazı
ibadetlerin yapılm asına m ân idir ; bunları usulü dairesinde tem izlem ek lâ-
zım dır.Tem izlik hususunda en ziyade kullanılan şey ise sudur.
Binaenaleyh hangi şeylerin tem iz olup olm adığını ve tem iz olm ayanların
nasıl tem izleneceğini bilm ek her müslüman için lâzım dır. Bu hususlara dair
ş e r'î şerif bakım ından sırasiyle bilgi verilecektir.
Sulann kısımları: V..Iİ
4 4 — Sular şer'an iki kısım dır. Biri, m utlak sulardır ki, su denildiği za-
m an yalnız bir kısım hatıra gelir, bunlar yaratıldıkları vasıf üzere d uran yağ- i
m ur, kar suları, deniz , göl, ırm ak, pınar, ku yu sularıdır. Bunlardan her biri-
ne "M âi m utlak" denir.
Diğeri m ukayyet sulardır ki, her hangi bir m addenin kanşm asile yara-
tılm ış oldukları halden çıkm ış ve hususî b ir ad almış olan sulardır. Gül sula-
rı, çiçek suları, asma, üzüm, e t suları gibi. Bunlardan her birine de "M âi m u-
k a y y e t" denilir.
4 5 — M ukayyet sular, biri aslî, diğeri de gayri aslî, olm ak üzere iki tür-
lüdür. Aslî olanlar: Kavun, karpuz, asma ve gül sulan ve emsalidir. Gayri aslî
46 BÜYÜK İSLAM

olanlar da esasen m utlak su iken bir a m a y a m ebni m ukayyet olan sulardır.


İçine düşen yaprakların çüriimelerile tabiat), oian rik k at ve seyelân =inceiik
ve akıcılık halini kaybederek bozulan bir su gibi.
4 6 — için d e n o h ut, m ercim ek gibi tem iz b ir şeyin pişm esiîe rikkat ve
seyelânm a halel gelmiş bir su da m ukayyed bir su sayılır.
Kezalik :İçine karışan m ukayyed bir su ile üç vasfından, yani : R enk,
k ok u ve tadından birini veya ikisini kaybeden m utlak b ir su da m ukayyed
olm uş olur. Ş öy le k i : Bir m utlak suya süd gibi ren k ve ta tta n ibaret iki vas-
fı olan veya karpuz suyu gibi tatta n ib aret bir vasfı bulunan b ir m ayi karışıp
kendisinde bu vasıflardan yalnız; biri zahir olsa veyahut sirke gibi ren k ile
tad ve ko k ud an ib aret üç vasfı b ulunan b ir m ayi' karışıp d a bu vasıflardan
ikisi belirse artık o m utlak su, m ukayyed olm uş olur.
47 — Bir m utlak su ; yosun tutm ak la veya d u ra dura rengi, kokusu b o -
zulm akla veya içine tadını değiştirm iyecek m ik tard a sabun, zağferan,
toprak veya yaprak gibi tem iz ve câm id şeyler düşm ekle veya için d e mısır,
n o h u t gibi şeyler ıslatılm akla m utlak olm aktan çıkm az. Velev ki, rengi,
rayihası ve lezzeti bozulm uş olsun. Ş u kadar var ki, böyle bir sebeple tabia-
tını kaybetm iş, yani : İnceliği, akıcılığı kalm am ış olursa artık b ir m utlak
su olm aktan çıkm ış olur.
M utlak suların nevileri ve hüküm leri :
48— M utlak sular, "T ahir ve m utah h ir = Tem iz ve tem izleyici" olup
olm am ak bakım ından şöylece beş nevi'dir:
( 1 ) - Tem iz ve tem izleyici ve k erah etten b erî sulardır. Üç vasfı, y a n i :
Rengi, tad ı ve kokusu bozulm am ış ve kendisinde kerahati m ucip bir şey b u -
lunm am ış olan her hangi m utlak bir su, bu nev'e dahildir. Bu su, hem iç i-
lir, hem taam larda kullanılır, hem de kendisile her türlü tem izlik yapılabi-
(2 )—Tem iz ve tem izleyici olm akla beraber m ekruh olan sulardır. Ev
kedisi gibi ehli bir hayvanın veya çaylak, do ğan gibi yırtıcı b ir k u şu n veya
evlerden eksik olm ayan , fareler gibi h aşeraü n kendisinden içm iş olduğu
m utlak bir su gibi. Başka bir su var iken b u türlü suları içm ek, taam da veya
taharette kullanm ak tenzihen m ekruhtur.
(3)—Tem iz oîduğıı halde tem izleyici olm ayan sulardır. Bunlar, b ir ha-
desi = bir necaseti hükm iyeyi giderm ek, farzı yerine getirm ek veya sevap
kazanm ak iç in insanın bedeninde veya bir uzvunda kullanılan sulardır. B un-
lardan h er birine "M âi m üstamel = kullanılm ış su" denir.
M eselâ A bdestsiz olan bir müslümamn tam am abdestine veya b ir uz-
vunda ve cünüp bulunan bir rnüslümanın biitiin bedeninde kullandığı su, bu
kabildendir.
A bdesti olan bir müslümamn sevap nivetile b aşka bir m ecliste veya b ir
ib ad et y ap tık tan sonra ayni m ecliste tekrar abdest aldığı su d a böyledir.
Kezalik: Y em eklerden evvel ve sonra Peygam berim izin sünnetine ria-
y e t m aksadiyle el yıkam akta kullanılan sular da böyledir.
Binaenaleyh bu m üstamel sular, h er ne kadar tem iz olup m addî neca-
setleri giderebilirse de hükm î necasetleri gidermez, yani bunlar ile ne abdest
alınabilir, ne de gusl edilebilir.
İ LMİH AL İ 47

Mâi m üstamelin böyle tâh ir olup m utahhir olmaması İm am M uham-


m ede göredir. Fetva da bu veçhiledir. İm am ı A 'zam ile İm am Ebû Y usufa
göre bu su, tahir d e değildir, pis sayılır.
(İm am ı Malik ile îm am Şafiînin bir kavline göre bu m üsta'm el sular,
hem tem iz hem de tem izleyicidir, fak at tekrar kullanılm aları m ekruhtur.)
(4 )~ Temiz olm ayan sulardır.İçine necaset düştüğü yakinen veya galip
bir zan ile bilinen az m iktardaki sular gibi. Bunlar necaset hükm ündedir.
İçine düşen necasetten dolayı rengi veya tadı veya kokusu bozulm uş
olan ve "Havzı kebir" denilen büyük sular ile akıcı sular da bu hükümdedir.
Ş ö y le ki: R akid,yani: A km ayan durgun bir suyun sathına bakılır,eğer sathı
yüz arşın m urabbam a müsavi ise "Havzı kebir" adını alır. Bu su, d ö rt
köşeli ise h e rd ıl'ı on arşın, değirm i bir halde ise çevresi tam otuz altı arşın
bulunur. Bundan az olunca "Havzı sağir = Küçük havuz" olmuş olur.
Cari, yani : A kar sulara gelince bunlar da az ç o k olsun havzı kebir ha-
lindedir. Binaenaleyh böyle bir su içine düşen bir necasetle üç vasfından biri
bozulm ad ıkça tem izlik ve tem izleyici vasfım kaybetm iş olmaz. B unlann
derinliğine bakılmaz. Avuç ile alm an sudan dolayı dibinin açılm az olması,
büyük havuz için yetişir, bir suyun akıcı sayılması için de b ir saman çöpünü
olsun alıp götürmesi kifayet eder.
(5 )—M eşkûk sulardır. Bunlar, ehlî m erkeplerin veya bunlardan doğ-
m uş olan k a ü rla n n artığı olan sulardan ibarettir. Böyle bir su tem iz ise de,
bun u n hadesi — necaseti hükm iyeyi giderm eğe k â fi olup olm am asında
şekkedilm iştir. Buna dair ileride tafsilât vardır.
49— Bir kim senin abdestli olduğu halde m ücerret, serinlik veya b a şk a -
sına öğ retm ek için abdest aldığı su ; hem tem iz, hem de tem izleyicidir.
Kezalik : Bir kim senin abdest almasını m üteakip ayni mecliste daha
abdesti bozulm adan ve b ir ib ad et yapm adan tekrar abdestini tazelediği su
d a böyledir. İçind e tem iz bir kabın veya çam aşırın yıkandığı su da böyledir
Çünkü bunlar ile ne m addi ne de hükm î bir tem izlik yapılm ış değildir. Ş u
kadar var ki, bu gibi kullanılm ış sulardan tabiat n efret eder ve sıhhî bakım -
dan da b u n lann zararlı bir hale gelmiş olmaları m elhuz bulunur. A rtık bir
z aru ret bulunm adıkça bu gibi sular içilm ez, yem eklerde kullanılm az ve
bunlar ile tekrar abdest veya boy abdesti de yapılm az.
50 — Bir m utlak suya m üstam el bir su k arıştığ ı takdirde, bakılır:
E ğer asıl su, k a n şa n sudan iki misli fazla ise, onunla necaseti hükm iye gide-
rilebilir. Bilâkis karışan su, iki misli ise, giderilemez. Birbirine müsavi ise,
yine asıl su, ih tiy ate n m ağlup sayılır ; abdestte, gusulde kullanılm az.
•ÂmAım r{> tii>{&yiş2 , m h 9 l rujrıelu A M & uu c v - v A ih A tm ığ ıttA '.T İb m m l
M ukayyed suların hükümleri:

51— Y uk an da da işaret olunduğu üzere m utlak sular, bir âıız a b u lu n -


m ayınca içilir, taam da ve m addî nezafette kullanılır , kendilerile abdest
alınır, gusl edilir, yani : H akikî ve hükm î kirler giderilir. M ukayyed sular ise
böyle değildir. B unlar ile abdest ve b o y abdesti alınamaz, yani : Bunlar iîe
48 BÜYÜK İSLAM

necaseti hükm iye giderilemez. Çünkü şer'î şerif, o gibi tem izlikler için m u t-
lak sulan tayin b u y u rm u ştu r. F a k a t m uk ayy et suların b ir kısm ı içilebilir,
yem eklerde kullanılabilir. Bunların yağlı ve lüzucetli olm ayıp sıkm akla
akıp gidecek bir halde bulunan kısmile m addeten tem iz olm ayan şeyler,
yani: H akikî necasetler giderilebilir.
52— İçlerine düşen bazı şeylerden dolayı m utlak sular, tem izliklerini
kaybedeceği gibi, m ukayyed sular d a kaybeder. O halde bunların hiç biri
ne hükm î ve ne de hakikî necasetleri giderm ek iç in kullanılm az. N itekim
ileride bildirilecektir.
Su artıkları hakkında hükümler:
iıo b ,u?. •iîl ak tmbc " u u oA ır/ a H ” ivusörn 6ni£ckk'n.-/ı = > i£*e w,\
5 3 — Az ve durgun su artıklan şu kısım lara ayrılır.
(1) Tem iz ve tem izleyici v e k erah etten hâli olan artıklardır. Bunlar ;
ağızlan tem iz olan bilum um insanların, deve, sığır, k oy un gibi eti yenen
ehlî hayvanlann, atların ve attan veya inekten doğ m u ş katırların ve etleri
yenen vahşi hayvanlar ile kuşların artıklarıdır. Binaenaleyh bunlar hem iç i-
lebilir, hem de tem izlikte kullanılabilir.
A ğızlan tem iz olm ıyanlann artık lan ise, tem iz değildir. Ağız dolusu
kusan veya şarap iç e n kim senin kusm ası veya içm esi akabinde içtiğ i suyun
artığı gibi.
(2) Kullanılm aları m ekm h olan artıklardır. Bunlar : Kedilerin, tavuk-
ların, atm aca, şahin, doğan, çaylak, k artal gibi yırtıcı kuşların, pislik ye-
m ekten çekinm eyen koyun, keçi gibi hayvanların artıklarıdır.
Başka su varken b u n lan n içilm esi ve taharette kullanılm ası tenzihen
m ekm htur. F ak at başk a su bulunm ayınca, bunlar içilebilir ve bunlar ile
tem izlik yapılabilir. Bunlar var iken teyem m üm yapılm ası câiz olmaz.
(3) Kullanılm aları m eşkûk olan artıklardır. Bunlar, ehlî m erkeplerin
ve bunlardan doğm uş k atırlan n ar tıklandır... Bunlar ile b a şk a su b ulunm a-
dığı takdirde hem abdest alınır, hem de ih tiy aten teyem m üm yapılır.
M eşkûk bir su ile m eşkûk olm ıyan b ir su birbirine karışacak olsa tar-
tıca galibine göre hükm olunur. Müsavi olunca yine ih tiy aten teyem m üm de
yapılır.
(4) Necis = m u rd ar sayılan artıklardır. B unlar : K öpek, k u rd , arslan,
kaplan, hınzır gibi yırtıcı hayvanların, vahşi kedilerin artıklarıdır. Bunlar;
ne taharette kullanılır, ne de bir zaruret bulu nm adıkça içilir.
54__ Terler ve lııablar, y a n i: Salyalar, ağızdan akan sular, hüküm itib a -
riyle artıklar gibidir.Binaenaleyh artığı tem iz olanın terleri , salyaları da
tem izdir. A rtığı m ekruh veya m eşk ûk olanın terleri, salyaları da m ekruh
veya m eşkûktür.
A rtık lan temiz olm ıyanlann terleri, salyaları da tem iz değildir.
İm am ı A ’zam a göre atların terleri, salyalan tem iz olduğu gibi m erkep-
ler ile katırların terleri, salyaları da tem izdir.
55- Bir yerde bulunan kaplardan bir ço ğ un da tem iz, bir azında d a te -
miz olm ayan sular bulunsa, taharriye - araşürm aya lüzum görülür. Yani,
İLMİHALİ 49

hangilerinin tem iz olduğu, galip rey ile tayin edilir ; artık onlardan içilir ve
abdest alınarak gusledilir. Çtinkii hüküm, galibe göredir. F a k a t tem iz olm a-
yanlar ç o k veya tem iz olanlara müsavi ise, içm ek ve yem ekte kullanılm ak
için araştırm a yapılabilir, am m a abdest ve gusl iç in araştırm a lâzım gel-
mez. Bu sular, döküldükten veya hayvanları suvarmak iç in birbirine k a rıştı-
rıldıktan sonra teyem m üm yapılır.

K uyular hakkındaki hükümler:

5 6 —K uyular, sulan ne kadar ç o k olursa olsun, satıh lan yüz arşın mu-
rabbam a baliğ olm adıkça veyahut daim a akıp giden b ir sıt yolu üzerinde
b ulu nm ad ıkça küçük havuz lıükm ündedirler. Binaenaleyh içlerine düşecek
şeylerden dolayı haklannda aşağıdaki hükümler cereyan eder.
5 7 — İnsam n veya eti yenen koy u n , deve gibi bir hayvanın için e düşüp
diri olarak çık tığ ı k u y u suyu pis olmaz. M eğer ki üzerlerinde necaset
bu lun duğ u bilinsin.
Kezalik: K atır'm , m erkebin ve atm aca, şahin, çaylak gibi y ırtıcı bir
k u şu n ve köpeklerin, k u rd , kaplan gibi canavarların için e düşüp diri olarak
çık tık ları sular da pis olamaz. M eğer k i ağızlannm salyası suya dokunm uş
olsun. O takdirde o su, bu salyanın hükm üne tâ b i olur. Her hayvanın sal-
yası ise artığı hükm ündedir. N itekim evvelce bildirilm iştir.
5 8— Bir kuy u n u n için e fare, serçe veya b u cüssede sair b ir hayvan dü-
şüp ölse, henüz şişm em iş olunca b u hayvan çıkarıldıktan sonra yirm i kova
su çekilir, bu vâciptir. Bu kadar su çıkarılm adıkça k u y u n u n suyu temiz
olmaz. Bu kuyudan otuz kova su çıkaıılm ası ise, m üstehaptır.
5 9 — Bir k uy u n u n için d e kedi, tavuk, güvercin veya b u cüssede sair bir
hayvan düşüp ölse de daha şişm eden çıkanlsa, o ku y u d an kırk kova sıı çık a-
rılır. ; bu vâciptir. Elli veya altm ış kova çıkarılm ası ise, m üstehaptır.
6 0— Bir k u y u n u n suyuna velev k i bir k atre k an veya şarap veya sidik
gibi bir m ayi'kanşsa, veya için e b ir hınzır düşse veya k o y u n , k eçi gibi cüsse-
si büyük b ir hayvan düşüp ölse veya serçe, fare gibi cüssesi küçük b ir hayvan
düşüp ölm ekle beraber şişm iş veya dağılm ış veya tüyleri dökülm üş bulunsa,
o k u y u n u n bütün suyunu — b ir kova dolduracak kadar — kalm aym caya k a-
d ar çıkarm ak icabeder. Ş u k ad ar var ki, k u y u n u n suyu ç o k olup m ütem a-
diyen kayn am akta bulunursa, iki yüz kova çıkarm akla ik tifa olunabilir;
b u vâciptir. Üç yüz kova çıkarılm ası ise m üstehaptır. H a ttâ ih tiy ata m ebni
k u y u n u n bütün suyu takdir edilmeli, o kadar su çıkarılm aM ır.M eselâ :İçiıı-
de b e ş yüz kova su bu lun du ğ u tak d ir edilirse, o kadar su çıkarm aya çalışıl-
m alıdır. Bazı zatlara göre fetva da b u cihetledir.
6 1 — Bir kedi k ö p ek ten veya b ir fare kediden veya b ir ko y u n k u rd d an
k orku p k açark en ölm eksizin k u y u y a düşse, k u y u n u n bütün suyu m urdar
olm uş sayılır. Çünkü bunların b u halde işem eleri kuvvetle m elhûzdur. F a -
k a t m üftabih görülen, diğer bir kavle göre, b u halde k u y u pis olm uş sayıl-
maz. Bu hal, zarûrete m ebni ma'füvdür.
F: 4
sû BÜYÜK İ SLAM

6 2 — T avuktan çık an taze b ir y um urtanın ve henüz doğan b ir kuzu nun


içine düştüğü su pis. oimaz. M eğer ki üzerinde necaset bulunduğu bilinsin.
6 3 — Bir kuyu, içine düşen deve, ko y u n , keçi, at, katır, m erkep, sı-
ğır, m anda tersleriyle — m u htar olan kavle göre — pis olmaz. Bu terslerin
yaş veya kırık olmasiyle kuru ve sağlam olması arasında fark yoktur.
Çünkü bunlardan korunm ak pek müşküldür, bahusus kırlardaki kuyularda.
Ş u kadar var ki, bunlar adete nazaran ç o k görülürse veya her kovaya en az
b ir iki tanesi tesadüf ederse, o zam an su tem izliğini kaybetm iş olur.
Maamafih bu hususta daha m u 'tem ed görülen bir kavle göre, zaruret
nazara alınır. Ş ö yle ki : Bunlardan evlerdeki kuyuları korum ak m ütaassır=
güç olm adığından b unlar o kuyuların suyunu tem izlikten çıkartır, fakat
kırlardaki kuyuları korum ak güç olduğundan onları tem izlikten çıkarm az.
6 4 — Tavuk, kaz, ö rdek hayvanlarının tersleri suyu bozar. Binaenaleyh
için e düştükleri ku yu n un bütün suyunu çıkarm ak lâzım gelir. Çünkü bunlar
necaseti galiz adır.
6 5 — Güvercin, serçe k uşu gibi eti yenen kuşların tersleri kuyulardaki
ve kaplardaki suyu bozm az. E ti yenm iyen kuşların tersleri de suyu bozmaz.
(İm am ı Ş afii'y e göre bunlar suları bozarlar.)
6 6 — İm am ı A 'zam ile İm am E bu Yusiiftan b ir rivayete göre, yırtıcı
kuşların tersleri kuyuları bozm az. Çünkü bunlardan kuyuları korum ak güç-
tür. M iktarları ç o k olm adıkça, elbiseyi pis etm iş olmaz. Ve evsafım tağyir
etm edikçe ç o k olan sulan d a m urdar etm ez. F a k a t kaplardaki sulan bozar.
Zira b unları korum ak mümkündür.
6 7 — Bir k u y u d a lâşeden b a şk a bir necaset görülse, o kuy u n u n suyu
b u necasetin görüldüğü vakitten itibaren pis saydır. A rtık ondan abdest ve
saire alınmaz. Fare veya kedi ölüsü gibi b ir lâ şe görüldüğü takdirde ise,
bakılır : E ğer düştüğü vakit m alûm ise, o vakitten itibaren k uyu n u n suyu pis
olm uş olur. F a k a t lâşen in düştüğü vakit bilinm ezse o k u y u , lâşe şişm iş ve-
y a dağılm ış veya tüyleri dökülmüş ise, üç gün ve üç geceden itibaren : bil'-
akis şişm em iş, dağılm am ış, tüyleri de dökülm em iş ise, ih tiy aten b ir gün bir
geceden itibaren m urdar sayılır. Binaenaleyh o m üddetler içindeki abdestler
gusüller sahih olm am ış olur. Bunlar ile kılınm ış nam azlann iadesi lâzım
gelir. Ve bu su ile yıkanm ış necasetti çam aşırları tekrar yıkam ak icabeder.
F a k a t b u su ile necasetti olm ayan çam aşırlar yıkanm ış ise, onları tekrar
yıkam ak lâzım gelmez. Bütün bu nlar "yak in, şek ile zâil olm az" kaidesine
dayanm aktadır.
Bu m es'ele, İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre, eğer b u lâşen in
ne vakit düştüğü incelem e neticesinde anlaşılm azsa, görüldüğü zam andan
itibaren ku y u n u n pis olduğuna hükm edilir. O ndan evvel kılınan nam azlar
iade ve yıkanılan çam aşır lan tekrar yıkam ak lâzım gelmez. İhtim al ki, o lâ -
şe, dışarıdan bir rüzgâr ile veya sair b ir sebeple kuyuya henüz düşm üştür.
"H âdis olan bir em rin en yakın vakte izafesi" ise asildir.
6 8 — Pislenmiş bir k u y u n u n suları, çekilip kaybolduk tan sonra tekrar
gelmeğe başlasa, artık tem izlenm iş bulunur. Çünkü bu suretle çekilip kay-
bolan b ir necaset geri gelmez.
İLMİHALİ 51

6 9 — K uyularda kullanılacak kovalar, orta büyüklükteki kovalardır ki,


bazı zatlara göre (1400) dirhem su alacak bir m iktarda bulunur. Bu kovala-
rın tam ağızlarına kadar dolm ası lâzım gelmez. Bu k u y u d an şer'an m uay-
yen m iktar su çekilince ku y u n u n suyu da, taşları ve çam urları da, kova da,
ip de, kovayı çekenin elleri de tem izlenm iş olur. Çünkü bunlar, tem izlikçe
kuyu nu n tem izliğine tâbidirler. Bir k uyudan m uayyen bir m iktar suyu bir
günde çekm ek de icabetm ez. Başka günlerde de çekilebilir.
7 0 — Balıklar, çekirgeler, kurbağalar, sinekler, küçük yılanlar, akrepler,
su köpekleri ve su hınzırları gibi akıcı kanı bulunm ayan b ir hayvanın suda
veya sair bir m ayi içinde ölmesi, onu tem izlikten çıkarm az. Binaenaleyh
öyle b ir su ile abdest alınabilir.
7 1 — İçin e az ç o k necaset düşen az b ir su, hem en tem izlikten çıkar.
F a k a t bir su ; bir necasete, m eselâ b ir lâşeye, yani suda yaşam ayan dem evî
bir hayvan ölüsüne d okununca hem en pis olur mu? Bu hususta esere bakılır.
Şöyle ki: Bir suyun tam am ı veya ekserisi b ir lâşeye veya pis b ir yer üzerine
uğrasa, meselâ olukta b ulunan bir necasetin üzerinden akıp gitse, pis olm uş
olur. M eğer ki bu suyun üzerine uğradığı necaset, tam am en dağılıp eseri
görülmez bir hale gelmiş bulunsun. O takdirde b u su m urdar sayılamaz.
Kezalik: Bir suyun az b ir m iktarı böyle bir necasete uğrasa, yine tem iz-
liğini kaybetm iş sayılmaz. M eğer ki kendisinde m ülâki olduğu necasetin
eseri belirm iş olsun.
7 2 — Bir k u yu ile abdesthane arası, necasetin eseri olan renk, tad ve
kok ud an biri k uy u n u n suyuna nüfuz etm iyecek derecede uzak olunca, o
kuy un un suyu pis olm uş olmaz. F a k a t bunlardan biri suya nüfuz ederse,
kuyu pis olm uş olur. Velev k i abdesthane ile arasında beş ön arşın uzaklık
bulunsun.

Ş e r'an temiz sayılan şeyler:

7 3 — Esasen bütün yer yüzü, bütün m adenler, bütün sular, bütün otlar,
ağaçlar, çiçekler, m eyveler, hınzırdan b aşk a bütün hayvanlann dış bedenle-
ri —m u rdar bir şeye m ukarin olm adıkça: tem izdirler. M eselâ: Diri köpeğin,
filin tüyleri, derileri tem izdir. Bunlara d o k u n an su da tem izdir. Binaenaleyh
b u n lan n dokunm ası elbisenin tem izliğine m ân i olmaz. H ınzınn kılları da
badana yapm ak, ayakkabı dikm ek hususunda — b ir zarurete m ebni — kulla-
nılabilir. B ununla yapılan badana veya dikilen bir ayakkabı pis sayılmaz.
Kezalik : Bir su kovası, hınzır kıllan n d an yapılm ış bir fırça ile b o y an -
m ış ve b u b o y a kuruyarak suyundan eser kalm am ış olunca, tem iz sayılır.
A rtık bu kova ile k uyudan su çıkanlabilir. H a ttâ b u kıldan az b ir m iktarı,
içine düşdüğü b ir suyu d a bozm az. Bu, İm am M uham m ede göredir. M uhtar
olan da budur. İm am E bu Y usuf a göre b u kıllar, içine düşdüğü suyu bozar.
Çünkü bu kılların istim ali b ir zarurete m ebni câiz görülmüştür. Su içine düş-
mesi ise, b u zaruret dışındadır. Bunların fırça olarak kullanılm ası da hoş gö-
rülm em ektedir. B unların yerine b aşk a kullanılacak şey bulunduğu takdirde
kullanılm am alan, şüphe yo k k i evleviyette kalıı-.
BÜYÜK İSLAM

Ş u n u da ilâve edelim k i, bir şeyin tem iz sayılması, her halde yiyilip


içilm esinin helâl olmasını iktiza etm ez. Bir nice zehirli sular veya sarhoşluk
veren otlar, m adenler vardır İd, tem iz oldukları halde yiyilm eleri ve içil-
meleri haram bulunm aktadır.
(M alikîlere göre her diri m ahlûkun, köpek ve hınzır da olsa, bedeni te-
m izdir.)
7 4 — Boğazlanan hayvanlann hınzır m üstesna olm ak üzere derileri, ci-
ğer, yürek, dalak, k a n la n ve dam arlannda, etleri içinde kalıp akm ayan sair
kanları tem izdir. Bu boğazlanm a, ezher olan kavle göre, şer'î b ir surette
olmalıdır.
Bit, pire, tah ta kurusu kanları da böyledir.

7 5 — Su içinde yaşayıp su için d e ölen balıklar ve sair hayvanlar tem iz-


dir. M aamafih bu hayvanlardan b ir kısm ının yiyilmesi haram dır. Sekizinci
kitaba m üracaat.
7 6 — H ınzırdan b aşk a hayvanların, için e kan sirayet etm iyen uzuvları,
ölmelerile pis olm uş olmaz. Binaenaleyh b u n lan n boynuzları, tırnakları,
yağdan beri olan kem ikleri, kırpılm ış olan kılları, tüyleri, dibagat edilm iş
derileri tem izdir. Sinirleri ise, sahih olan kavle göre, tem iz değildir. Çünkü
bunlarda m üteellim olacak kadar bir h ay at b u lu nm u ştu r.
7 7 — Misk kedisi tem izdir. Yenm esi helâldir. Miskin göbeği de tem izdir
Zibad denilen yağ da tem izdir.
7 8 — Henüz o t otlam am ış kuzuların kursakları tem izdir. Bunlar, gerek
boğazlanm ış olsunlar ve gerek olm asm lar.Binaenaleyh bunlardan peynir
m ayası yapılabilir.
7 9 — T avuktan ölmesini m üteakip çıkan y um urta tem izdir,yenebilir.
Ölmüş bir k oy u n u n m em esinden çıkan süt de tem izdir. Bu süt, İm am ı
A 'zam a göre içilebilir, fak at İm am eyne göre bu, esasen tem iz ise de, m e-
m enin pis olm asından dolayı m urdar olacağından içilm ez.
8 0 — K okm uş et, ekşim iş yem ek, acım ış yağ, k o k u p ku rtlan m ış et
veya peynir b u yüzden tem izliğini kaybetm iş olmaz. F a k a t b u n lan n —sıh-
hate m uzır oldukları takdirde — yiyilm eleri m uvafık değildir.
8 1 — Ev kedilerinin sidiği, d o ku nduğu kapları ve içerilerindeki suları
pis eder. Bunlardan giyilecek şeyler m üstesnadır,onları zarurete m ebni —
bağışlanm ıştır — pis sayılmaz.
Kezalik : Farelerin sidiği de sulan tem izlikten çıkarır, fak at yiyilecek
ve giyilecek şeylere az m iktarda dokunan sidikleri, tersleri, tatları belirm e-
yince affedilm iştir. Çünkü b u n d an korunm ak müşküldür.
Diğer bir kavle göre kedinin de, farenin de sidiği hem sulan, Iıem de
elbiseyi ifsad eder, ih tiy ata riayet etm elidir.
8 2 — İğne ucu veya iğnenin iplik geçirilecek deliği kadar ufak olan si-
dik serpintileri bedende, libasta ve m ek ân d a afv olunm uş tur. F a k a t suda m â
füv değildir, içine düşeceği az ve rakid bir suyu bozar. Çünkü b un d an suyu
Korumak kabildir.
İ LM İH A L İ 53

8 3 — A kar veya durgun biı- suya b ir necasetin düşm esinden serpilen


katreler tem izdir. M eğer ki kendisinde necaset eseri belirsin.
84 — H elâdan, ahırdan, ham am dan çık an b u h ar katreleri tem iz sayılır.
F akat necaset sayılan b ir şeyden istikrar suretile çıkarılm ış m ayiler tem iz
değildir.
8 5 — Caddelerin gerek sert ve gerek gevşek olan çam urları, gübreden
hâli olmasa da tem iz sayılır. Binaenaleyh bunlardan elbiseye dok unan m ik-
tar, nam azın sıhhatine m ani olmaz, m eğer ki bütün necaset olduğu biline.
8 6— Cenaze yıkantısı tem izdir. M eğer ki ölünün üzerinde necaset b u -
lunm uş olsun, o halde yıkanüsı da n e d s olur. Yalmz gasl ile uğraşıldığı es-
nada serpintiler, kaçınm anın güçlüğüne m ebni bağışlanm ıştır.
8 7 — N ecaset yıkantısı da necistir. Tem izlenm esi üç defa ile takdir edil-
m iş şeylerden dördüncü defası tem iz olm uş olur.
8 8 — Pis yerlerden esip gelen bir rüzgârın d o k u n d u ğ u libaslar, kum aş-
lar pis olmaz. M eğer İd kendilerinde pisliğin eseri belirsin.
8 9 — Yalmz sıkılmakla dam layacak derecede yaş bulunan pis b ir b o h -
çaya sarılm ış olan b k elbise, bir kum aş pis olm uş olmaz. M eğer ki üzerin-
de necaset eseri belirsin.
Kezalik : Pis fak at k u ru b ir yere serilmiş olan şey, b k çam aşır ; üze-
rinde necaset eseri görülm edikçe pis olm uş sayılmaz, velev k i serildiği yer
yaşarm ış olsun.
9 0 — Bir kimse, pis olan bir yatak veya yer üzerinde yatıp uyum akla
tem izliğini kay b etm iş sayılmaz. M eğer ki terinden veya ayağındaki b ir yaş-
lıktan dolayı o pisliğin eseri, üstünde veya bedeninde görülsün, o takdirde
b u n lan yıkam ak lâzım gelir.
91 — Keçi, k o y u n gibi hayvanların m em esine bulaşm ış olan tersi, sağılan sü-
dü m urdar eder. F a k a t süt sağılırken için e düşen ve m âyi bir halde b ulun-
m ayan bir iki ters tanesi, dağılm adan ve sütde eser bırakm adan hem en çıka-
nlırsa, sütün tem izliğine zarar vermez. Bu m iktar bağışlanm ıştır. Çünkü
b undan korunm ak güçtür.

Ş er'an temiz sayılm ayan şeyler:

92— M addeleri i'tib ariyle şer'an tem iz sayılm ayan şeyler, nam azın
sıhhatine m ani olacak m iktarları bakım ından galiz ve hafif kısım lara aynlır.
Galiz olanlar şunlardır :

(T) İnsanlara aid sidikler, tersler, m enller, bevilden sonra gelen ” ve-
d î" adındaki m âyiler, m ülâabe zam anında tenasül uzuvlarından çıkıp "me-
zî" denilen ru tu betler, ağız dolusu kusuntular, her hangi bir uzuvdan çıkıp
akan kanlar, vücutlanndan kesiüp düşen e t ve deri parçaları.
Kadınlara m ahsus â d e t , lohusalık ve istihâze hallerindeki kanlar da bu
cümledendir.
(Ş afiîler ile Hanbelilere göre m enî tem izdir.)
54 BÜYÜK İ SLAM

(2) E ti yenm iyen hayvanlann sidikleri ağızlarının salyaları, kuşlardan


m adasım n tersleri ve bütün hayvanların akan kanları.
Yarasa k u şu n u n bevliyle tersi, sakınm ak m üteazzir olduğu cihetle te-
miz savılır.
;(3) E ti yenilen hayvanlardan tavuklann, kazların, ördeklerin tersleri.
(4) Lâşeler, yani : Karada yaşayıp boğazlanm aksızın ölen veya şer'î
şerife uygun olmaksızın boğazlanan kanh hayvanlar ve bun lan n dibağat
edilm em iş derileri. Bu hayvanlara "M eyte" denir. Kaz, ördek ölüleri de böy-
ledir.
(Malikîlere göre m ey tenin eti gibi cildi, kem iği, sinirleri de temiz değil-
dir. Kılları, yünleri, tüyleri ise tem izdir. Şafiîlere göre m eytenin bütün eczası
h a ttâ kılları, tüyleri, yünleri, tırnakları da tem iz değildir. Çünkü bunların
hepsine h ay at hulûl eder.)
(5) Bilittifak şarap ve râcih olan kavle göre sarhoşluk veren sair bütün
mayiler. Çünkü bunların hepsi de akla, sıhhate m uzırdır, lıepsi de şer'an
m em nû'dur. Bunlardan kaçm m ak şâ ri'i mübince m atluptur, zecir ve tenfir
hikm eti de bunu müstelzimdir. Bahusus ibadetlerde ihtiyata, taharet ve ne-
zafete riayet edilmesi pek müstelzimdir. İbadetlerin tam bir tem izlik ve emri
İlâhîye tam bir im tisal halinde yapılm ası bir vecîbedir.
(Ş afiî m ezhebine göre de m üskir olan bütün m ayiler az olsun, ç o k ol-
sun temiz değildir.)
Temiz olm ayan şeylerin hafifleri de şunlardır :
(1) A tların ve etleri yenen koyun ve geyik gibi ehlî ve vahşî hayvanla-
rın sidikleri, bunların tersleri, İm am ı A 'zam a göre galîza, İm am eyne göre
hafifedir. F e tv â da İm am eyn kavline göredir. K aürlar ile m erkeplerin ters-
leri hakkında da bu ih tilâ f vardır.
(2) E tleri yenm iyen hayvanlardan atm aca, çaylak, kartal gibi havada
tersliyen k u şla n n tersleri.
(3) Her hayvanın karaciğerine bağlı olup " ö d " denilen kesesi ve kirişi
kendisinin tersi, gübresi hükm ündedir. Meselâ: K oyunun gübresi hafife oldu-
ğu gibi kirişi, öd kesesi de hafifedir.

Temiz olmayan şeylerin hükümleri:

9 3 — Tem iz olm ayan şeyler : Gerek galiz ve gerek hafif kısm ından ol-
sun, m addî şeyleri mülevves etm ek, m eselâ az bir suyun tem izliğini gider-
m ek hususunda müsavidirler, P âk olm ayan şeyler, bu bakım dan galîza ve
hafîfe kısım larına ayrılmaz. A ncak nam azın sıhhatine m anî olup olmamak
i'tibariyle bu kısım lara ayrılır ve haklarında aşağıdaki hüküm ler cereyan
eder.
94— Necaseti galîza sayılan bir şey'in : Câm id ise bir m iskaldan, yani
yirm i kırattan, m âyi ise d ayası sahasından geniş mikdarı, giderilmesi kabil
ohınca nam azın sıhhatine m ani' olur. Bu m iktarlar ise necaseti kailledir,
nam azın sıhhatine m ani'olm ai, m a'füv sayılır.
İL M İ H A L İ 55

Binaenaleyh namaz kılan kim senin libasında veya namaz için ayağını
bastığı yerde, bir miskaldeıı biraz fazla câm id necaseti galîza bulunsa,
namazı sahih olmaz. Secde ettiği yere gelince, bu hususta İm am ı A 'zam dan
iki rivayet vardır. İm am ı M uham m edin rivayetine göre, burada d a bir mis-
kalden fazla necaseti galîza bulunsa, namaz fâsid olur. İm am Ebû Yusııfun
rivayetine göre fâsid olmaz.

95— Necaseti lıafîfeye gelince : B unun da b u laştığ ı bedenin veya liba-


sın d ö rtte bir bölüğünden az m ikdarı, nam aza mani' olmaz, m a'füv sayılır.
Bundan ziyadesi izalesine ku dret m evcut olunca nam azın sıhhatine m ani'o-
lur.
Kezalik : Bir meste bulaşan böyle bir necaset, topuklardan aşağı olan
kısm ının d ö rtte birinden az ise bağışlanır. Fazla ise bağışlanm az. Nam aza
m a n i' olur.
İm am Ebû Yusufa göre enine, boy u n a yalm z b ir karış m iktarı bulaş-
ması ma'füvdür. Bedenin veya libasın bundan fazla m iktarına bulaşm ası ma'
füv değildir.
Maahaza im k â n bulunduğu takdirde, gerek bedenin ve gerek libas ile
yerin temiz olm ayan en az bir şeyden bile beri bulunm asını te'm ine çalış-
m ak efdaldir. Tem iz olm ayan bir şeyin ma'füv denilen az m iktarı ile namaz
kılınm ası bilkülliye affedilm iş değildir, belki tahrîm en m ekruhtur, b u n u gi-
derm eden nam aza başlanıam ahdır.

T athîr = Tem izlem e y o lla rı:

96— Temiz olm ayan şeyleri tem izlem ek için, m ahiyetlerine göre m uh-
telif yollar vardır. Bunların başlıcası su ile yıkam ak ve kaynatm akla tem izle-
m ektir. Diğerleri de silm ek,kazım ak, ovalamak ve saire ile tem izlem ektir.
Bunları sırasiyle yazıyoruz :

(1) Su ile yıkam ak yolu ile tathîr = tem izlem e :


Hades denilen ve bir necaseti hükm iyyeden ibaret bulunan abdestsiz-
lik, cünüplük ile hayız ve nifas halleri, her veçhile tem iz olan m utlak sular ile
giderilir. Su bulunm adığı takdirde teyem m üm yapılır. N itekim ileride izah
edilecektir.
Hubüs denilen ve bir necaseti lıakikiyyeden ibaret bulunan şeyler de
tem iz olan m utlak ve m ukayyed sular ile temizlenir.
Meselâ: M addî bir necaset : Yağm ur, dere, deniz sulariyle giderilebile-
ceği gibi ç içek sulariyle, m eyvelerden, sebzelerden çıkacak sular ile, için d e
nohut, m ercim ek gibi şeyler ıslatılm ış olan sular ile de giderilebilir. F ak at
tem iz olm ayan sular ile ve yağlı, lüzûcetli m ayi'ler ile ve içine karışan h er
hangi bir şeyden dolayı tabiatını, y â n i inceliğini, akışım kaybetm iş sular ile
necaset giderilemez.
M er'î olan (görülen) necasetler, eserleri, y â n i : Cüsseleri, renkleri, k o -
kuları gidinceye kadar su ile yıkam akla tem iz olur. Bir kerre yıkam akla ta-
56 BÜYÜK İ SLAM

m araen zâil olursa bir daha yıkam ak — essaiı olan kavle göre - her halde
lâzım gelmez. Bulaştığı şeyden rengi zâil olm ıyacak bir halde bulunursa o
şey, kendisinden bem beyaz su akıncıya kadar yıkanır, m urdar b o y a ile
boyanm ış kum aşlar, kaplar gibi.

M er'î olm ıyan necasetler ile bulaşm ış olan şey b ir kap içinde üç d e f a
yıkanarak her d e fa sın d a sıkılmakla tem iz olur. Sıkmak hususunda yıkaya-
nın kuvvetine i'tib a r olunur. Son sıkışında hiç sil dam lam ayacak derecede
sıkm ak lâzım dır. Bunun neticesinde hem yıkanan şey, hem yıkayanın eh,
hem de kullanılan kap tem izlenm iş olur.
Başka başka kaplarda, teknelerde yıkanınca birinci kap üç d e fa , ikin-
ci kap iki d e f a , üçüncü kap d a b ir d e f a yıkanm akla tem izlenm iş olur.
Bir kelbin yaladığı bir kap da üç d e f a yıkanm akla p â k olur. M aam a-
fih böyle bir pis şeyin koku, tadı büsbütün kalm am alıdır. M eğer ki kokusu-
nun tam am en giderilmesi pek güç olsun, o halde bu koku eserinin kalm ası
bağışlanm ış olur.
Pis olan bir şeyi su ile yıkam ak hususunda akar su ile durgun su ve
bir kap içind e yıkam akla kap içind e yıkam am ak müsavidir. Elverir ki, su
sâfi b ir hale gelmiş olsun. Bu lıususta sıcak su veya sabun ile saire kullanıl-
ması , güçlükten hali olm adığı cihetle, her halde icap etmez.
K eçe ve saire gibi sıkılmaları mümkün olm ayan pis şeyler, kap içinde
üç d e f a yıkanır ve her yıkayışda suyu süzülüp dam lalar kesiliııceye kadar
bırakılırsa tem izlenm iş olur. Fazla kurum asına lıaçet yoktıır.B öyle bir şey
akar su içind e veya üzerine sular dökülm ek suretiyle yıkanırsa kendisinde
necasetin eseri kalm ayınca tem izlenm iş olur. A yrıca sıkılmasına, k u ru tu l-
masına, tekrar tekrar suya sokulm asına lüzum kalmaz.
M urdar bir kına ile boyanm ış bir uzuv iiç kere yıkanm akla tem iz olur.
K ınanın uzuvda kalan rengi zarar vermez. Ve bir uzva doku nan kan gibi bir
m adde üç kere yalayıp tükürm ekle eseri zâil olsa hem o uzuv, hem de yala-
yanın ağzı tem iz olur.
T opraktan yapılıp a te şte pişirilm iş olan kaplar, pis olunca her defasın-
da dam lalar kesilm ek üzere iiç kere yıkanılıp kötü k o kusunun tam am en gi-
derilmesile tem izlenir. Bir kavle göre bu kapların yenisi a te şte alazlanm akla
pâk olur.
T ahtadan veya to praktan yapılm ış yeni kaplar, pis olunca üç defa
yıkanır ve her defasında kuru tulur, pisliğin rengi, rayihası tam am en gidince
p â k olur. Çünkü bunların o pis şeyi em m iş olm aları m elhuz-
dur.
İçine m urdar bir şey düşm üş olan m ayi’halindeki bir yem ek veya zey-
tinyağı, bir kap için de üç defa üzerine su dökülüp çılkalandıktan sonra alın-
m akla tem izlenm iş olur.
Tem iz olm ayan bir su içinde kalıp şişm iş olan buğday, arpa gibi şey-
ler üç d e f a suda ıslatılır, suyu çekilip de şişkinliği gidince tem izlenm iş olur
Görülm eyen bir necaset, bedenin veya çam aşırın hangi tarafına do k u n -
m uş olduğu unutulsa veya neresine dok undu ğunda şüphe edilse o bedenin
İL M İH A Lİ 57

veya çam aşırın bir tarafı yıkanınca — m uh tar olan kavle göre — her tarafı
tem iz olm uş sayılır. F a k a t tam am ını yıkam ak ih tiy ata daha uygundur.
Üzerinde necaset veya m eni bu lu nan kimse, bunun ne zam an b u laştı-
ğım tayin edem ezse necasette son abdest bozduğu ve m enide son uyku
u yuduğu vakitten itibaren kılm ış olduğu nam azları yeniden kılar.
Bir çeşm enin su boruları teneccüs etm iş olsa içinden akacak p â k su
ile necasetin eseri kalm ayıp tem izlendiğine k an aat hasıl olunca p âk olm uş
olur.

(2) : Su ile kaynatılm ak yolu ile tem izlem e :


> : ffiia B&ınq< A afc iîaasasr? n a . iSısd . ■ »'{saioics m '
İçine tem iz olm ayan bir şey karışan ve sathı yüz arşın m urabbaından
eksik bulunan süt, pekmez, bal gibi m ayi' şeyler tem iz su ile üç d e f a asıl
kendi m iktarlarında kalıncaya kadar kaynatılm akla tem iz olur. Çünkü bu
halde o tem iz olm ayan şeyin m ahiyetinde b ir değişiklik vücude gelir.
Usulen boğazlanm ış, fak a t bağırsakları çıkarılm am ış olduğu halde,
tüylerini yolm ak için, k ay n ar suya atılm ış olan tavuk ve emsali, asla temiz-
lenem ez.Çünkü pis suyu içine alm ış olur.B inaenaleyh bö yle b ir hayvanı
kestikten sonra üzerinde bu lu nan akar kanını ve için i çıkarıp yıkamalı,
ondan sonra sıcak suya atm alıdır.
İşkem be dahi yıkam adan pek kaynar suya atılırsa bir daha tem iz ol-
maz. F a k a t daha kaynar bir hale gelm emiş bir suya atılırsa bilâhare yalm z
yıkam akla tem izlenir. Daha kay n ar suyu için e çekm eden çıkarıldığı takdir-
de de hüküm böyledir, yalnız yıkam akla p â k olur.

(3): A teşe sokm ak yolu ile tem izlem e :

Kendisine pis bir su ile su verilmiş bir b ıçağ ın içi de dışı da m urdar
olm uş olur. Bu halde dışı yıkanm akla veya tem iz bir şey ile silinmekle
tem iz olur, artık onunla et, karpuz gibi şeyler kesilebilir. F a k a t bununla
içi tem iz olm ıyacağm dan üzerinde b ulun an kim senin nam azı sahih olmaz,
içerisinin tem iz olması ise ateşe sokularak kendisine tem iz su ile üç d e f a
veya bir defa su verilmekle olur.
Pis çam urdan yapılm ış olan desti, bardak gjbi şeyler, a te şte pişip ken-
disinde necaset eseri kalm ayınca tem izlenm iş olur.
Boğazlanm ış bir hayvanın kellesi veya h er hangi bir m aden parçası üze-
rindeki kanlar, ateşe konulup da yanar giderse tem iz olur.
K endilerine pis yaşlık dok un m uş olan fırınlar, tennûrlar, içlerinde ya-
nan ateş ile tem izlenm iş olurlar, artık kendilerinde ekm ek pişirilebilir.

(4) : Silm ek yolu ile tem izlem e :

Bıçak, cam, abanos, cilâlı tahta, düz m erm er ve tepsi gibi şeyler, yaş
veya kuru bir necis ile kirlenir de yaş bir bez iie veya sünger ile veya to p rak
ile veya yaprak gibi bir şey ile, o necisin eseri kalm adığına zanni galip hasıl
58 BÜYÜK İ SLAM

olacak derecede, silinirse tem izlenm iş olur. Binaenaleyh k ana bulaşm ış,
sonra da tem iz b ir bez ile veya toprak ile tam am en âlin m iş b ir bıçağ ın veya
kılıcın üstte bulunm ası nam azın sıhhatine m ani'olm az.

(5) : Kazımak ve ovalamak yolu ile tem izlem e :

M est ve k u ndura gibi necaseti em m eyecek ayakkabılar, kendilerine


hayvan tersi gibi görünür bir necaset dokunduğu halde su ile tem izleneceği
gibi b ıçak misilli b ir şey ile kazınm akla da, yere sürtülmekle de tem izlene-
bilir. F a k a t sidik gibi görünm eyen necaseti her halde yıkam ak lâzımdır.Ni-
tekim elbiseye veya bedene d okunan necaseti de kazım ak toprağa sürtm ek
kâfi değildir, yıkam ak lâznn gelir.
İnsanların kurum uş olan menileri, ovalamak ile tem izlenebilir, velev ki,
dokunduğu libas, astarlı bulunsun. F a k a t yaş olan m eniyi her halde su ile
yıkam ak lâzım dır. Maahaza elbiseye dok un m u ş olan kuru bir m eni, ovala -
m akla tem izlendikten sonra o elbise ile namaz kılınabilirse de yeri tekrar
ıslansa — esah olan kavle göre — m urdarlık avdet eder, yem den k u ru tu p ova-
lam ak veya yıkam ak lâzım gelir.
Don bir halde b ulunan bir yağ, kendisine d okunm uş olan pis m adde-
nin oyulup çıkarılm asile tem izlenm iş olur.
M urdar olm uş bir çu k u r veya kuyu, necasetin- sirayet etm ediğine
zanm galip hasıl olacak bir mahalle k ad ar her tarafından kazınm asile tem iz-
lenm iş olur.

(6) : K urum ak, topr^Jc serm ek yolu ile tem izlem ek :

Yer yüzü ve yer yüzünde sâb it bulunan her hangi b ir şey, pis olunca
kurum akla temizlenir. Şöyle ki : Bir yer parçası : Güneş, rüzgâr veya ateş
ile kuruyup üzerindeki pisliğin eseri kalm ayacak olsa p â k olm uş olur.
Binaenaleyh üzerinde namaz kılm abilir. Ş u kadar var ki, bu nu nla teyem -
müm câiz olmaz. Çünkü böyle b ir yer tem iz ise de tem izleyici değildir.

Yerde sâ b it bulunan ot, ağaç, döşenm iş taş, tuğla, kirem it gibi şey-
ler de kendilerine bulaşan necasetin eseri kalm am ak üzere kurum akla tem iz-
lenm iş olur. F a k a t yerde sâb it olm ayıp koparılm ış veya çıkarılm ış olan
otlar, ağaçlar, taşlar, tuğlalar, kerpiçler ve saire kendilerinde necasetten
eser kalm adığına dair zanni galip hasıl oluncaya kadar yıkanm akla tem iz-
lenir, kurum aları k âfi değildir. Ş u kadar var ki, cilâlı olm ayıp sert, katı,
huşunetti olan taşlar, yerden ayrılm ış olsalar da kurum akla tem iz olurlar.
D eğirm en taşlan gibi, çünkü bunlar pisliği içlerine çekip aldıklan cihetle
yeryüzü hükm ündedirler.

Pis olan bir yeryüzü, necasetin eseri gidinceye kadar üzerine su akıt-
m akla veya necasetin kokusu alınm ayacak derecede üzerine tem iz toprak
sermekle temizlenir.
İLM İHA L İ 59

(7) : Suyun cereyanı veya kaybolm ası yolu ile tem izlenm e :

İçine necaset düşm üş olan küçük bir su, m eselâ : A lelâde bir havuz,
veya su dolu bir ham am kurnası, bir tarafından veya üstündeki m usluktan
su gelip üzerinden az çok akıp gitm ekle tem iz olur. Elverir ki, necaset eseri
belli olmasın. Bu, b ir akar su dem ektir. F a k a t b u gelen suyun, altındaki bir
delikten çıkıp gitmesi k â fi değildir.

M urdar olm uş bir k u y u n u n suyu çekilip kaybolunca tem izlenm iş olur


A rtık sonradan gelen suyu pis olmaz. Çünkü giden m urdarlık geri dönm ez.

(8) : İstihale = Değişilm ek yolu ile tem izlem e:

Temiz olm ayan bir şey, b a şk a b ir m ahiyet alınca tem iz olur. M eselâ
Bir m erkep veya bir hınzır, diri veya ölü olarak tuzlaya düşüp de tuz kesilse
tem izlenm iş olur.
Kezalik: Pis bir m adde, m eselâ ; b ir yığın gübre top rak kesilse, b ir te-
zek yanıp kül olsa, b ir şarap sirkeye veya misk ahusunun kanı m isk'e dö n e-
rek değişse tem iz olur.
Pis bir yer, alt üst edilmekle, pis bir zeytin yağı sabun haline getiril-
m ekle tem izlenm iş olur.
Bir şıra veya bir şarap, içine her hangi m urdar b ir şey düşüp dağıldık-
tan sonra sirke yapılm akla tem izlenm iş olmaz. Fare düştüğü takdirde de
böyledir.
Kezalik : M urdar bir süt, p eynir yapılm akla, veya pis b ir buğ day öğü-
dülmekle veya u n u ndan ekm ek yapılm akla ve m urdar b ir susam dan yağı
çıkarılm akla tem iz olmaz. Çünkü bunlarda istihale yoktur.

(9) Bazı tasarruflar yolu ile tem izlem e :

H arm anda döğülen buğday, arpa gibi bir şey 'in m uayyen olm ayan bir
m iktarı hayvanın kaşanm asiyle m urdar olduktan sonra ondan o m urdar
olan kısm a müsavi veya zait bir m iktar her ne suretle elden çıkarılm ış olsa
hem bu m iktar, hem de m ütebaki kısmı tem iz sayılır. Çünkü b u n u n um um i
h ey 'etm d e tem izlik asildir, m uhakkaktır. Tem iz olm ayan m iktarın hangi
kısım da kaldığı ise m eçhuldür, m eşkûktür. Binaenaleyh asıl olan taharet,
şek ile zâil olmaz.
B öyle bir buğday vesaire bölüşülm ekle veya kısm en yıkanılm akla da
tem izlenm iş olur.
Y ansından az ve gayri m uayyen bir m ik tan pis olm uş bulunan bir
pam uk tam am en atılınca tem izlenm iş olur.Fazla m iktarda olursa tem izlen
ınez.

(10) Boğazlam a veya dibagat yolu i e temizleme:

H ınzırdan başka herhangi bir hayv anın derisi, m eşru surette boğaz-
60 BÜYÜK İSLAM

lanmasile tem iz olur. Binaenaleyh böyle bir derinin üzerinde namaz kıhna-
bilir. Etine gelince eğer yenm esi helal olan hayvanlardan ise e ti de tem iz
oiur. F ak at e ti yenm ez hayvanlardan ise — m üftebilı olan kavle göre — eti
temiz olmaz. Bu halde bundan bir miskal m ik tan bir kim senin üzerinde
bulunsa, nam azın sıhhatine m ani' olur. Maahaza boğazlanm asiyle eti
temiz olsa da yine yenilem ez. Çünkü h er tem iz olanın m u tlâk a yenm esi
helâl olmak iktiza etm ez.
Hınzırdan başka her hangi hayvanın derisi, dibagatle de tem iz olur.
Dibagat, iki türlüdür. Birisi: "H akiki dibagat"dır ki, şap, mazı, tuz ve
emsali şeyler ile yapılır. Bu suretle deriler, postekiler kokm aktan, ru tu b e t-
ten kurtulur. Diğeri de: "H ükm î d ib a g a f'd ır ki, derilere, postekilere toprak
serpm ekle, onları güneşe, havaya, rüzgâra karşı bırakm akla yapılır. İşte bu
iki suretten birile dibagat gören bir deri, tem izlenm iş olur. Binaenaleyh
bunun üzerinde namaz kılm abilir, bu n u n üzerine almış giyinm iş olan kim -
senin namazı sahih olur.
Dibagatle postekilerden necasetli ru tu b et, zail olur. Hınzır derisi ise
büsbütün pistir, bundan yalnız ru tu b e tin zevali k âfi değildir.
İnsan derisi, hürm et ve keram etinden dolayı dibagat edilemez, bu deri
dibagatle tem iz olsa da asla kullanılm az.
Ecnebi ülkesinde m urdar bir ş^y ile dibagat edildikleri bilinen deriler
ile, üç d e f a yıkanm adıkça, namaz kılınam az. Bu hususta şüphe edilir ve bir
güçlüğe sebep olmaz ise yine ih tiy aten yıkam ak efdaldir.
(11) İstinca ve istibra yolu ile temizleme:
Kan, m eni, sidik, gait gibi şeylerin çıktıkları m ahalleri tem izlem ek
lâzım dır ki, buna "İstinca" denir. Bu tem izleme, avret m ahallerini nam ah-
rem kim selerin yanlarında açmaksızim, su ile yapılacağı gibi ufak taşlar ile
de yapılabilir. Evvelâ taşlar ile sonra da su ile yapılm ası daha iyidir. F ak at
kemik, kireç, köm ür, tezek, bez, pam uk veya k â ğ ıt gibi şeyler ile istinca
m ekruhtur. i
Su ile istinca'ran sıhhi faideleri pek ço k tu r. Buna dair tıp kitaplarında
kıym etli m alum at vardır.
İstinca mahallini geçip nam azın sıhhatine m ani' olacak m iktardaki bir
necaseti yıkam ak ise farzdır.
Erkeklerin bevl e ttik te n sonra sidik eserinin tam am ile kesilmesini bek-
lemeleri lâzım dır ki, buna da: "İstibra" denir. Bu, ııasın âdetlerine, tabiat-
lerine göre biraz yürümek veya öksürm ek veya ayakları biraz kım ıldatm ak
gibi bir tarzda yapılır. Sidik tam am ile kesildiğine kanaat geldikten sonra
istinca yapılm alıdır. Çünkü sidik yaşlığının bulunm ası, sidiğin damlaması
gibi abdestin sıhhatine manidir.
Istinca'da tem izliğe fazla d ik k at edip bevil vesaire eseri bırakm am aya
"İstin k a" denilir. İstinca'dan sonra ayağa kalkm adan temiz bir bez parçasile
veya sol el ile kum lanıp bedendeki kullanılm ış suyu mümkün m ertebe azalt-
malıdır. Bir hadisi şerifte: "S idikten pek korununuz, çünkü kabrin bütün
azabı ondandır" diye buyurulm uştur. (1)
Binaenaleyh sidikten son derece sakınmalı, taharete dik k at etm elidir.
Kadınlara istibra' icap etm ez. Onların bir m üddet durm aları kâfidir. O ndan
sonra istinca' ederek abdest alabilirler.
İL Mİ H A L İ 61

Istibra ve istincanın bazı adabı vardır. Ezcümle daha lıalâya girm eden
hafifçe: (Bism illah) deyip "Y arabbi! Ben sana pislikten, pis olm aktan sığı-
nırım " diye dua etm eli, (2) ve halâya evvelâ sol ayağı atarak girmeli, sağ
ayağı atarak çıkm alıdır.
H alâda kıbleye doğrıı oturm am alı, kıble tarafına arka da çevirmemeli-
dir. Bunlar m ekruhtur. Rüzgâra karşı bevletm ek ve bir özür bulunm adıkça
ayakta bevletm ek, karınca vesair haşere t deliklerine ve abdest alınacak veya
gusledilecek m ahallere bevletm ek te kerihtir.
Yol üzerine, m escit civarına, kabristana, durgun ve akar sulara, ırm ak
kenarlarına, ağaç altlarına, abdest bozm ak da kerihtir. Halkın göreceği b ir
yerde istibra yapılması d a âdaba, mürüvvete münafıdir.
H alâda lâkırdı yapılmamalı, dini, ulırevi şeyler düşünülmemelidir.
Avret mahalline ve d e fe d ile n m evadda bakılm am alıdır. Sidiğin içine tiikü-
rülmemelidir. O ruçlu olm ayan kimse, istinca' ederken ayaklarını birbirin-
den uzakça tutm alı, kendisini iyice aşağıya salıvermelidir. Bu, fazla tem iz-
liğe hizm et edeceği cihetle m enduptur.

Özür sahiplerine dair bazı m es'eleler:

9 7 — A bdesti bozup devam eden şeye: "Ö zür" denir. Cem'i: "A 'zar'
dır. Özür sahibine erkek ise "M a'zu r", kadın ise "M a'zure" denilir. Meselâ:
Vakit vakit b urun kanam ası, her hangi uzuvdan b ir kanın çıkıp akması, bir
ağrıdan dolayı göz sulanması, m em e ve kulak gibi b ir uzuvdan irin gibi bir
m ayiin çıkm ası, m esâneden sidik gelmesi, iç gitmesi veya yeî çıkm ası birer
özürdür. Binaenaleyh bunların sahipleri m azur veya m azure olmuş olurlar.
9 8 — Her hangi bir özürün m u teb er olması için bir m üddet vardır. Ş ö y -
le ki: Bir özür, evvelâ abdest alınıp namaz kılınacak kadar bir m üddet kesil-
m em ek üzere tam bir namaz vakti devam etm eli, badehu her namaz vaktin-
de hiç olmazsa bir kerre daha zu h u r edip durm alıdır ki sahibi özürlü sayıl-
sın.
Meselâ: Bir kim senin burnu bir gün öğle vaktinin evvelinden ahirine
kadar, bir abdest ile bir namaza müsait olm am ak üzere kanayıp ta bu hal,
bunu m üteakip her namaz vaktinde bir d e f a olsun zuh u r edecek olsa o kim -
se m azur olm uş olur. F ak at böyle b ir özür, tam bir namaz vakti için d e bir
d e f a olsun zuhur etm ezse artık kesilmiş, sahibi de m âzur olm aktan çıkm ış
olur.

Özürün hükm ü:

99— Bir özür sahibi, her namaz vakti abdest alır, o vakit içinde aldığı
abdest ile — bunu bozacak başka bir şey h âdis olm adıkça — dilediği kadar
farz, nafile namaz kılabilir. H a ttâ kazaya kalm ış nam azlarım da kılabilir.
V itr ile bayram ve cenaze nam azlarını da kılabilir. Velev ki, o özür zuhur
edip dursun. ____________________
, j 1 ( y ) o jv iH ı__ >\_Lc. v « le jl» \ ( \ )
62 BÜYÜK İ SLAM

Meselâ: Bir m azur, sabah namazı için tam vaktinde abdest âlsa bu
abdest, sabah namazı vaktinin çıkm asına kadar devam eder. Bu vaktin çık-
masile, ya'ni güneşin doğm asile nihayet bulm uş olur. A rtık bu abdest ile
başka bir namaz kılınamaz. M eğer ki özrünün m uvakkaten kesilmiş olduğu
bir anda abdest alm ış ve henüz özrü zuhur etm eden ve b aşk a bir hades de
vaki olm adan vakit çıkm ış olsun, bu takdirde vaktin çıkm asile bu abdesti
bozulm uş olmaz, tam taharet üzere bulunm uş olur.
F a k a t bu mazur, güneşin doğm asından sonra alacağı bir abdest ile öğle
vaktinin sonuna kadar dilediği nam azları kılabilir, elverir ki, kendisinden
başk a bir hades zulıur etm esin.
Velhasıl: Özürlü kimselerin abdestleri bir namaz vaktinin girmesile
bozulm az, çıkhıasile bozulur. Bu, İm am A 'zam a göredir. Sahih olan da b u -
dur.
İm am Ebu Yûsufa göre m azurun abdesti hem nam az vaktinin girme-
siyle, hem de çıkm asile bozulur. Binaenaleyh güneş d o ğ d uk tan sonra aldığı
abdest, öğle namazı vaktinin girmesile bozulur. İm am ı Züfere göre ise m a-
zurun abdesti namaz vaktinin yalnız girmesile bozulur, çıkm asile bozulm az.
Binaenaleyh m azurun sabah nam azı için aldığı bir abdest güneşin doğm asile
bozulm az, belki öğle namazı vaktinin girmesile bozulur.
(İm am Ş afiî'y e göre m azurun her namaz iç in ayrıca abdest alması lâ-
zım dır, onun abdesti, kıldığı namazı bitirince nihayet bulm uş olur.)
100— Bir özür sahibi, özrü kesilmiş olduğu lıalde başka bir hadesten
dolayı abdest alıp d a badehu m üptelâ olduğu özrü yine zuhur etse abdesti
bozulm uş olur, yeniden abdest alm ası lâzım gelir. Çünkü evvelki abdesti bu
özürden dolayı değildi.
F a k a t özrü m ünkati olm adığı halde vakit için de özründen veya sair bir
hadesten dolayı abdest alıp da o vakit içinde özrü zuhur etse bu abdesti b o -
zulm az. Çünkü bu abdest hem özrü, hem de o hades için alınm ış sayılır.
101— Özürlü bir kimse özrünün zuhurunu m e n 'e b ir suretle kadir olsa,
m eselâ: O turarak veya secde yerine ima ederek veya özrün m enfezini
m eşekkatsiz bir halde tıkayarak özrün zuhuruna m âni olabilse artık m azur
hükmüne tâb i olmaz. Binaenaleyh abdest alıp sonra özrü zuhur etm iş oldu-
ğ u haldeki abdestile nam az kılamaz.
1 0 2 - Özürlü kim senin çam aşırına özründen neş'et edip bulaşan pis
m ayiler ve saire, özrii devam e ttik ç e nam azının sıhhatine m ani' olmaz.
Velevki dirhem m iktarından fazla olsun. F a k a t bu pis m addeler, çam aşırına
tekrar dokunm ıyacak ise bunların yıkanm ası icap eder.
Görülüyor k i m übarek İslâm dini, bir kolaylık dinidir, özür sahipleri
hakkında da lıer veçhile kolaylık gösterilm iştir. A rü k dini vazifelerini ifa
hususunda hiç bir kimse bir m azeret ileri süremez.

Kadınlara m ahsus haller:

1 0 3 - Kadınlara m ahsus hayız, nifas ve istihaza halleri vardır, şöyle ki:


(Hayız): Bir kadının dö l yatağı denilen rahm inden bir hastalık veya
İL MİHAL İ 63

ço cuk doğurm ak sebebile olmaksızın m uayyen m üddetler içind e gelen k an -


dır. Buna " a d e t hali" denir. Bu suretle gelen bir kana: "h ay ız" veya "dem i
hayz" denildiği gibi bu kan sebebile m uayyen bir zam an için ileri gelen şerf
bir m aniaya da hayız denir. Böyle â d e t gören kadına da "İlâyız" denilir.
(Nifas): K adınlardan çocuk doğurm alarını m üteakip veya ço cu ğ u n
kısm ı ekserisi çıktığı anda zuhur eden kandır. Böyle bir kadına d a "Nüfesa"
denir ki, lohusa dem ektir.
(îstilıaza): R ahim den değil de, bir dam ardan gelip tenasül cihazı yolu
ile akan kokusuz bir kandır. Kendisinde bu hal bulunan kadına da "m üsta-
Iıaza" adı verilir.

Hayız haline ait m es'eleler:

104— K adınların â d e t hallerine ç o k d ik kat etm eleri lâzım dır. Çünkü


bu haller, kendilerinin bir ço k dini yazifelerile iligilidir. Bu husustaki başlıca
m es'eleler şunlardır:
105— Kadınlar en az dokuz yaşlarında baliğa olup â d e t görmeğe b a ş-
lar, elli veya elli beş yaşlarında da "sinni iyas" denilen bir çağa kavuşup
â d e tten kesilirler. Bu m üddetten daha evvel â d e tten kesilen kadınlar d a v a r-
dır. - , . nu-.K :;•••' VS i?. .' .Vs'. -.'V.
(Malikîlere göre henüz dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan, bir
illet kanıdır. Dokuz ile on iki yaşı arasında bulunan bir kızdan gelen kan,
kadınlara veya d o k to ra gösterilir, hayz olduğuna cezm veya bu hususta
şekk ederlerse hayız olmuş olur. Hayz olm adığına cezm ederlerse, b ir illet
kanı sayılır. O n üç yaşını mütecaviz b ir kadından elli yaşına kadar gelen
kan ise, ıu u tlâk a hayızdır. Elli y aşım geçm iş bir kadından yetm iş yaşına
kadar gelen k an da kadınlara veya d o k to ra gösterilir, yetm iş yaşına y e tiş-
m iş bir k a d ın d ın gelen kan ise, k a t’iyen istihazadır.)
"Ş afiîlere göre, âdetlerin kesilmesi için m uayyen m üddet yoktur, ma-
demel h ay at devam edebilir, bu hususta iklim nazara alınır. Çünkü â d e t
m üddeti, beldelerin sıcak ve soğuk olm alarına göre değişir. Ş u kadar var ki,
âdetlerin altm ı ş iki y aştan sonra kesilmesi galiptir."
(Hanbelîlere göre de, iyas m üddeti elli sene ile takdir edilm iştir. B un-
dan sonra gelerı kan, kuvvetli de olsa hayız değil, istihazadır.)
106— Â d et m üddetinin en azı üç gün, yani yetm iş iki saat, en ço ğ u d a
on gün, yani iki yüz kırk saattir. Bu iki m üddet arasında görülecek kanlar,
â d e t kanı saydır. Bu m üddet için kanm devam üzere gelmesi lâzım değildir,
arasıra kesilebilir. M eselâ: Bir kadın üç gün kan görse de sonra iki gün kan
kesilip badehu üç gün daha devam etse, bu sekiz günün m ecm uu, â d e t
gününü teşkil etm iş olur.
(Malikî m ezhebine göre, ibadetler bakım ından âd etin akalli iç in bir
had) y o k tu r. Velev bir lâlıza görülen bir kan ile de â d e t tahakkuk eder. F a -
k a t vefat, boşanm a iddetleriııe, istibralara nazaran âd etin en az haddi, bir
gün veya.bir günün bir m iktarıdır. A detin en ç o k m üddeti ise, gebe olmayan
bir m üptedie hakkında (yani, yeni â d e t gönneğe başlam ış bir kadın hak-
kında) on beş gün olmak üzere takdir edilir.)
64 BÜYÜK İSLAM

107— İki â d e t arasındaki tem izlik haline " tu h r" hali denir. Bunun
m üddeti on beş günden az olamaz. F a k a t bu n d an ziyade olabilir. A ylarca,
senelerce devam edebilir. Böyle tem izlik hali devam eden bir kadına "Müm-
tedde tüt tu h r” denilir.
(Malikîlerle HanbelîSere göre, b ir hayz arasında kanın kesildiği günlere
"tem izlik günleri: yevm ünneka" denir ki, h ây ız olan kadın, bu günlerde te -
m iz sayılır, sair tem iz kadınların yapacaklarını yapar.
T u h r'u n en az m üddeti, M aîikîlere göre sekiz veya on veya on yedi gün-
dür. Hanbeliiere göre ise, on üç gündür.)
108— Bazı kadınların â d e t günleri m uayyendir, meselâ: Her ay beş
veya yedi veya do kuz gün â d e t görürler. Böyle b ir kadına "m u ta d e" denir.
Bir âdet, bir d e f a bir takarrür etm iş sayılabilir. Ş ö y le İd: Henüz â d e t gör-
m eğe başlayan bir kız, ilk d e f a olarak m eselâ sekiz gün kan, badehu yirm i
iki gün tem izlik görse, bu veçhile â d e ti takarrür etm iş olur. Binaenaleyh,
badehu kendisinden bir hastalık neticesi olarak üstem irreıı kan gelecek olsa,
âd eti ve tem izlik günlerini her ay o veçhile hisap edilir.
109— Bazı kadınlarda â d e t günleri sâ b it değildir, daim a değişir. Bun-
lar, m eselâ bir ay beş, diğer ayda altı gün â d e t görebilirler. Bu halde ih ti-
y a t ile am el lâzım gelir. Ş ö y le ki: Böyle b ir kadın, altıncı gün oldu mu yıka-
nır, nam azlarını kılar ve Ram azanı şerîfe m üsadif ise, orucunu tutar. Çünkü
bu altm cı gündeki kanın istihaza olması m elhuzdur. F a k a t bu altıncı gün
çıkm adıkça zevciyat m uam elesinde bulunam az, boşanm ış ise iddeti bitm iş
sayılamaz. Zira bu altıncı gündeki kanın hayız olması da m uhtem eldir.
110— Bir âdetin değişm iş olması için, ona m uhalif iki â d e t görülmeli-
dir. M eselâ: Her ay beş gün â d e t gören bir kadın, son iki d e f a d ö rt veya alü
gün kan görse, âd eti beş günden d ö rt veya altı güne in tik âl etm iş olur.
Velhâsıl: A det b ir d e f a ile sâbit, iki d e f a ile m ütebeddil olabilir.
M aahaza İm am E bû Y ûsufa göre âd et, bir d e f a ile de değişm iş sayılabilir.
Buna "Feshi â d e t" de denilm ektedir.
111— M u'tada m uhalif olup, on günden ziyade devam etm iyen kanlar
â d e t kanı sayılır. Bu halde âd et, değişm iş olur. Meselâ: Her ay yedi gün kan
gören bir kadın, bilâhare on gün kan görse, hepsi de hayız hali sayılır. Bu
takdirde, âd eti, yedi günden on güne in tik âl etm iş olur. F ak at m u 'tad d an
fazla gelen kan, m u 'tad kan ile beraber on günden fazla olsa, m u 'tad d an
fazla olan m iktar hayız değil, istihaza sayılır. M eselâ: Böyle yedi gün kan
gören bir kadın, m uahharen on b ir veya on iki gün kan görm eğe başlasa, b u -
nun m u 'tad olan yedi güıflüğü lıayız, m ütebaki d ö rt veya b eş günlüğü de is-
tihâze olm uş olur.

Kezalik: Her ay başından i'tib aren , m eselâ: Beş gün â d e t gören bir k a-
dın, m utadı veçhile beş gün kan gördüğü gibi bundan iki veya üç veya beş
gün m ukaddem de kan görmüş olsa, bunların m ecm uû â d e t sayılır. F a k a t
bunların m ecm uû. on günden fazla ederse, yalnız âd eti günlerinde gördüğü
kan, hayız olur, m u'tad dan ziyade olan günlerdeki kan ise, bir istihaza sayı-
lır.
İL M İH A L İ 65
A

112— A d et gören bir kadından bir hastalık neticesi olarak her zam an
kan gelecek olsa, hayız ve tem izlikteki m u 'tadına göre hükm olunur. M eselâ:
Her ay başın dan i'tib aren on gün kan, yirm i gün veya altı aydan noksan ol-
m ak üzere şu kadar ay ve günde tem izlik görm ek üzere âd eti takarrür etm iş
b ir kadından bilâhare m ütem adiyen k an gelecek olsa, yine o veçhile her
aym ilk on günü hayız, diğer yirm i günü veya şu kadar ay ile günü de
tem izlik sayılır. F a k a t tem izlik m üddeti tam altı ay veya daha ziyade b u lu n -
m uş olursa, tem izlik m üddeti altı aydan bir saat noksan olarak kabul edi-
lir ki b u m üddet, gebelik m üddetinin en az haddi dem ektir.
Kezalik: Yeni hayız görm eğe başlıyan bir kızın âd eti sâ b it olm aksızın
kam kesilm eyip devam edecek olursa, her aydan on günü âd etine m ahsub
edilir, yirm i günü de tem izlik m üddeti sayılır.
113— Bir hastalık veya ihtim am sız neticesi olarak â d e t günlerini u n u t-
m uş olan bir kadına "M ütehayyire" denir. Böyle b ir kadının gördüğü akıntı
kesilm eyecek olsa, â d e ti hakkında zanni galibiyle am el eder. Zanni galibi
bulunm ayınca, ih tiy a t ciheti iltizam edilerek boşanm ış ise, iddeti hususun-
da â d e ti on gün, tem izlik m üddeti de altı aydan bir saat noksan olm ak üzere
takdir edilir. Diğer bir kavle göre tem izlik m üddeti iki ay olarak kabul edi-
lir. N am azlan, o ru çları hakkında ise tafsilât vardır. Bu b â b d a en m ükem m el
izah at "M ebsuti Serahsî" de m evcuttur. t
114— Â d e t görecek b ir çağa gelen bir kız, ilk d e f'a görm eğe başladığı
kandan dolayı hem en nam azım terk, orucunu te'h ir eder. Evli ise, zevciy-
y e t m uam elesinde bulunm az. Buna "M übtedie" denir. Bu k an, üç günden az
b ir m üddette kesilirse, hayız olm adığı anlaşılır; o zam an terk ettiğ i nam az-
larım kaza etm esi lazım gelir. İm am ı A 'zam dan b ir kavle göre bu kan,
üç gün devam edip de â d e t k am olduğu sâ b it olm adıkça namaz terk, oruç
te 'h ir edilm ez. i
115— Hayiz m üddeti içinde gelen kan, tam am iyle kesilm edikçe âdet
n ih ay et bulm uş olmaz. Bu kan; siyah, kırm ızı, yeşilm trak, veya san olabile-
ceği gibi bulanık, toprağım sı bir ren k te de bulunabilir. Â detini bitirm iş bir
kadından gelecek ak m ü bem beyaz bir renkte bulunur.
116— Bir kadının g ö n n ekte olduğu âd etin i kocasına karşı in k â r etm e-
si veya hakikate m uhalif olarak â d e t gördüğünü iddia etm esi helâl değildir.
 d et g ö n n ek te olduğunu söyliyen bir kadın afif, salih ise sözü kabul
olunur, değilse kabul olunmaz. M eğer ki doğru söylediğine b ir karîne b u -
lunsun. M eselâ: Sözü âd etin in başlıyacağı bir zam ana m üsadif olsun, a hal-
de kabul olunur. —

Nifas haline a it m es'eleler:

117— Nifas: L ohusahk halinin en az haddi y o k tu r, b ir gün bile olabi-


lir, en büyük haddi ise kırk gündür. Bundan sonraki kan, nifas değildir.
M aahaza bazı kadınlar, ço cu k d o ğ u rd u k ta n sonra on beş, veya yirm i, yir-
m i b eş gün kadar kan görür, ondan sonra tem izlenm iş olurlar. Binaenaleyh
o nlan n nifas m üddeti, bu kadar olm uş olur, bun d an sonra yıkanır namaz kı-
lar, o ru ç tutarlar. ^ F-_
6'6 BÜYÜK İSLAM

(Nifasın haddi azam i İm am Malike göre yetm iş, İm am Şafiîye göre


altm ış gündür. Galibi ise kırk gündür.)
118— El, ayak gibi uzuvları belirm iş olan bir ço cu ğ u n düşmesile ni-
fas hali vücuda gelir ve ekseri on, onbeş gün kadar devam eder. F a k a t azası
henüz belirm em iş bir düşük ile nifas hali vücuda gelmez. B unun düşmesile
görülen kan üç gün devam eder, evvelce de en az on beş gün tem izlik hali
devam etm iş bulunursa, b ir lıayiz kanı olm uş olur, böyle olmazsa istihaza
sayılır.
119— Hayiz, ııifas, istihaza halleri k an ın dışarıya çıkm asiyle m alûm
olur. Binaenaleyh ço cu k d oğuran kadından bilfarz kan zu h ur etm ese, im a-
m eyne göre nüfesa olm uş olmaz. Binaenaleyh kendisine gusl lâzım gelmez.
O ruçlu ise orucu bozulm az, kendisine yalnız abdest alm ak lâzım gelir.
F a k a t im am ı A ’zam a göre ih tiy aten gusl etm esi icabeder.
120— Nifas m üddeti için d e görülen tem izlik de nifas tan sayılır. M eselâ:
O n gün k an gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün k an gelecek olsa
bu yirm i beş günün hepsi de nifas m üddeti sayılır.
(Malikîlere göre bu aradaki tem izlik m üddeti, yarım ay devam ederse
tu h r sayılır, b u n d an sonra gelen k an, hayizdir. Yarım aydan az devam
ederse hepsi de nifas sayılır.)
Şafiîlere göre d e b u tem izlik günleri en az on b eş gün devam ederse
tu h r sayılır, artık b u günlerden evvelki hal, nifâs hali, sonraki hal de bir
hayiz hali olm uş olur. F a k a t b u tem izlik on b e ş günden az devam ederse
hepsi nifas hali sayılır.
(Hanbelflere göre b u tem izlik günleri m u tlâk a tu h r hali sayılır. Binaen-
aleyh sair tem iz haldeki kadınlara vacip olan şeyler b u nifas gören kadına da
b u tem izlik günlerinde vacip olur.)
121— Bir kadın, tev’em zikiz olarak iki ço c u k d o ğ uru n ca nifas m üddeti
birinci ço cu ğ u n d oğ d u ğ u günden başlar, hesap edilir.
(Malikîlere göre iki ço cu k arasında altm ış günden az b ir m üddet geç-
m iş ise nifas m üddeti birinci ço cu k tan başlar, bu n d an ziyade bir m üddet
geçm iş ise her ço cu k tan dolayı b ir nifas m üddeti başlar.
Şafiîlere göre m üddet, ikinci ço cu ğ u n doğm asından başlar. Birinci
ço cuğ u n doğm asından sonra gelen kan ise eğer â d e t zam anına rasgelmiş ise
hayız kanı olm uş olur, rasgelmemiş ise b ir illet kam sayılır.)

Hayız ve nifas hallerine dair bazı hüküm ler:


A
122— A d et gören veya lohusa b ulunan müslüman k ad ın lan hakkında
bazı hususi hükümler cereyan eder. Ş ö y le ki: Böyle bir kadın, nam az kıla-
m az, şükür secdesinde bile bulunam az. O ruç tutam az, K ur’anı kerîm den
velev b ir â y e t olsun okuyam az, du a âyetlerini dua m aksadile okum ası b u n -
dan m üstesnadır. K ur’anı kerîm e veya onun bir levhada veya ak çada yazılı
tam veya gayri tam b ir ây etin e el dokunauram az. Essah olan kavle göre
K ur’amn tercümesi hakkında da hüküm böyledir, onu da eline alamaz. Mes-
citlere giremez, K âbeyi m uazzam ayı tavaf edemez, kocasiyle zevciyet m ua-
İL M İH A L İ 67

m elesinde bulunam az. Ve kocası kendisinin göbeği alfandan diz kapaklan


altına kadar olan uzuvlarından hailsiz olarak — velev şelıvetsiz olsun —
istim ta edem ez, bunlar bütün haram dırlar. Hail bu lunduğu takdirde ise mü-
cam eattan b aşk a b ir suretle istifade edebilir.
123—- A det gören veya lohusa olan bir kadın, bunlara m ahsus m üddet
içinde terkedeceği farz nam azlan bilâhare kaza etm ez. Nam azlar, her gün
tekerrür e ttiğ i için kendisine şer'i şerif, kolaylık gösterm iştir. F ak at terke-
deceği ram azanı şerif o ru çlan n ı bilâhare kaza eder.
124— Farz veya nafile oruç tu tm u ş olan bir kadın, böyle oruçlu iken
hayız görse veya lohusa olsa o orucu bilâhare kaza eder.
Kezalik: Bir nafile nam aza başlam ış iken kendisinden böyle bir hal zu-
h u r etse bu nam azı d a sonra kaza eder. F a k a t farz nam aza başlam ış ise
b u n u kaza etm ez. Çünkü bunun kendisine farz olm adığı belirm iş olur.
125— Bir k ad ın tem iz olduğu halde y a ü p ta uyandığı zam an hayiz gör-
m eğe başlam ış olduğunu anlasa, uyandığı zam andan itibaren â d e t görme-
ğe başlam ış sayılır. Bilâkis hayizli bir kadın yatıp da uyandığı zam an tem iz
olm uş olduğunu anlasa —ih tiy ate n —- uy uduğu zam andan itibaren tem iz-
lenm iş sayılır. Binaenaleyh b u iki takdirde de eğer yatsı nam azım kılm a-
dan yatm ış ve uykuda iken b u nam az vakti geçm iş b ulunursa b u namazı
kaza etm esi lâzım gelir.
126— A det gören veya lohusa bu lu nan b ir kadın, d ua âyetlerini, d u a
m aksadiyle okuyabilir, Allah Tealâyı zikr ve teşbih edebilir. Böyle bir kadı-
nın pişireceğe yem ekler ve içeceği suların artıkları m ekrüh değildir. Bunu
kocasının yatağ ına alması, kendisinden b a şk a bir veçhile m üstefit olması
câizdir. nebmb»'«f k s Io
127— Bir kadının âd eti henüz b itm eden kam n kesilmesine ve yıkanm a-
sına itib ar olunm az. Binaenaleyh â d e ti tam am bitm ed ik çe kendisiyle zev-
ciy et m uamelesi yapılamaz. Çünkü â d e t m üddeti içinde kanın avdeti m üm -
kündür. F ak at kadın, böyle kanın kesilmesi üzerine yıkanm ış olunca ih ti-
y a te n nam azlarını kılar, orucunu d a tu tar.
128— Hayız ve nifasm azam î m üddetleri geçince zevciyet m uam elesi,
derhal helâl olur. F a k a t bu m üddetten evvel kesiîmeİerile hem en helâl ol-
m az. Bu takdirde kadın ya yıkanm ış olmalıdır, veya üzerinden bir nam az
v akti geçm elidir, veya bir özre m ebni teyem müm edip onunla velev nafile
olsun b ir nam az kılm ış bulunm alıdır ki, bu m uam ele'helâl olsun.
129— Hayız ile nifas hususunda zevciyet m uam elesi bakım ından b ir
müslümin gayri müslime olan zevcesi de, sahîh olan kavle göre, müslime hük-
m ündedir. D iğer bir kavle göre gayri m üslimenin â d e ti her ne vakit tam am
olursa kendisine müslim olan kocasının m ukaıeneti helâl olur. Yıkanm ası-
nı veya bir nam az vakti geçmesini beklem eğe lüzum yoktur.
130— Bir kim se, henüz âd etini bitirm em iş olan zevcesine takarnip ede-
cek olsa günahkâr olur. Binaenaleyh tevbe ve istiğfar etm esi lâzım gelir. Bu-
nunla beraber fakir müslûmanlara b ir veya yarım dinar m iktarı birşey tasad-
d u k etm esi de m ehduptur. Bir dinar, b ir miskal, yani yüz arpa ağırlığında
bulunan altın sikkedir.
68 BÜYÜK İSLAM

131— Â d et ve nifas halleri kadınlar için bazı hususlarda b ir m azeret


teşkil etm ektedir. Bu cihetle kendilerine nam azın farziyeti teveccüh etm i-
yo r, oruçları da sonraya kalıyor.
B ununla b erab er b u halde bulunan b ir kadın, ifraz ettiğ i m ayiden
dolayı tam bir tah aret halinde bulunam az. Hak T ealâm n m anevî huzuruna
kabul edilebilm ek ve m ukaddes m abudum uzun m übarek ây etlerin i okuyup
elde tutabilm ek için tam bir tah aret ve nezafet halinde b u lunm ak lâzım dır.
Binaenaleyh b u haldeki bir kadın için m am az kılm ak, k u r'an ı kerîm i oku-
m ak, elde tu tm ak câiz olamaz.

D iğer b ir bakım dan da böyle bir kadın, b ir nev'i hastadır istirahata


m u h ta ç tır, ifraz e ttiğ i m adde de m üteaffîndir, b u n d an selim bir tab iat
m üteezzi olur. Binaberin b u halde m ukarenetin cevazı hikm ete uygun b u -
lunam az.
Bir de b u m uvakkat m em nuiyet sayesinde insan, nefsine hakim kesilir,
nefsinde b ir itidal yiiz gösterir, b edenî kuvvet, ibzalından k u rtu lu r, sıhhatin,
kuvvetin devam ına hizm et etm iş olur.
Velhasıl : Ş e r'î şerifin tayin e ttiğ i hüküm lerde kim bilir, daha nice
hikm etler, m aslahatlar vardır. Bizim vazifem iz ise b u hüküm lere riay etten
b a şk a değildir . (194) üncü m es'eleye d e m üracaat.

İstihaza haline a it m es'eleler:

132— Bir kadından üç günden az, on günden fazla gelen b ir k an , hayız


değil, b ir istihazadır, bir illet kanıdır. Gebe olan kadından zu h u r eden kan
da hayız değil, b ir istihazadır.
(İm am M alik ile İm am Ş afiîye göre gebe olan kadınlar d a â d e t görebi-
lirler. Binaenaleyh v elâd etten evvel gelen k an , hayız sayılır. M aahaza
Ş afî'îere göre, ço cu k tam am en d o ğ d u k tan sonra gelen k an , nlfastır, b u n d an
evvel gelen kan ve ço cu k ile beraber gelen k an , nifas değildir..B u k an , kadın
hayızlı bulun m u ş ise, â d e t kanıdır, lıayızlı bulunm am ış ise illet kam dır.
Ham beîiiere göre, velâdetle b erab er harice çık an k an ve v elâd etten
iki veya üç gün evvel talk = d o ğ u m ağrısı gibi b ir alâm ete m ukarin olarak
gelen k an, nifas sayılır.
133— İstihaza denilen k an , sair uzuvlardan gelen k an lar gibidir. Bu-
nunla yalnız abdest bozulur. Devam ederse, sahibi özürlü sayılır. Binaena-
leyh hakkında nıa'zurlara a it hüküm ler cereyan eder. Velhasıl : Müste-
li aza olan b ir kadından nam az sakit olm az, b u k ad ın , o rucunu tehire b ıra-
kam az, kendisile zevciyet m uam elesi de haram olmaz.
134— Henüz dokuz y aşına girm em iş kızlardan gelen k an , istihazadır.
Bu yaştak i çocuklardan kan gelmesi nadirdir, nadir iç in ise hüküm yoktur.
135— "Sinni iyas" denilen çağ a girip â d e tte n kesilm iş, iyasına hükm e-
dilm iş, m eselâ ; yetm iş y aşm a girm iş b ir kadm dan b ilâh are gelecek kan, is-
tihazadır. Diğer b ir kavle göre, b u k ad ın eski â d e ti veçhile akar k an görürse,
â d e ti geri dönm üş olur. F a k a t az b ir yaşlık görmesi a d e t sayılmaz.
İL M İH A L İ 69

A bdestin m ahiyeti:

136— A bdest, m uayyen uzuvları usulü veçhile yıkam aktan, m eshet-


m ek ten ib aret b ir tem izliktir, bir ib ad et ve taattır. A bdeste güzelliğinden,
nezafete hizm etinden dolayı " v u z u "' adı verilm iştir. A bdestin m anevî bir
ç o k faideleri, sevapları olduğu gibi m addeten de pek ç o k m enfaatleri var-
dır. V akit vakit abdest alan b ir müslüman, tem izliğe riay et etm iş, tem izliği
itiyad ederek kendisini b ir ç o k hastalıklara sebebiyet verecek kirli haller-
den k u rtarm ış olur.
"A bdest üzerine abdest, n u r üzerinde n u rd u r" buyu ru lm u ştu r.B ir
hadisi nebevî de şu m ealdedir : "H er kim em r olunduğu gibi abdest alır ve
em r olunduğu veçhile nam az kılarsa, geçm iş günahı yağlığanır, afv olunur."
( 1).
137— N am az gibi b ir kısım dinî vazifeleri ifa iç in abdeste lüzum vardır.
Bu vazifelerden h er birinin yapılm ası, abdestin b ir sebebidir. A bdestsiz b ir
kim se nam az kılam az, tavaf edemez, M ushafı şerifi b itişik olm ayan b ir
g ilâf için d e bulu n m ad ık ça eline alamaz. K ur'anın tam veya gayri tam bir
ây etin e bile el süremez. Bunlar haram dır. F a k a t K ur'am Kerim i ezber
olarak veya k arşıd an M ushafa bakarak okuyabilir. A bdest iîe âkil baliğ
olan ve suyu istim ale kadir b ulunan h er müslüman, lüzum u halinde m ükellef
olur.

A bdestin farzları:

138— A bdestin farzları d ö rttür. Birincisi : Yüzü bir kerre su ile y ık a -


m aktır. İkincisi iki elleri dirsekler ile beraber bir defa yıkam aktır. Üçüncüsü:
A y ak lan iki to puklar ile beraber b ir kere yıkam aktır.D ördiincüsü : Başın
d ö rtte b ir m ik tan n a ıslak b ir el ile veya b a şk a b ir yerde kullanılm adık te-
m iz b ir yaşlıkla b ir kere mesh etm ektir. Ş ö y le k i :
Yüz denilen uzuv, iki kulak y u m u şak lan arasındaki m ahal ile alında
saç b ittiğ i y er ile çen e altı arasında b u lun an m ahalden ibarettir. Sakal ba-
şile iki kulak arasındaki kılsız yerler d e yüzden sayılır. Binaenaleyh, bunları
b ir k e n e yıkam ak farzdır.
Sakal, sıkı olunca onun üstünü yıkam ak k ifayet eder, a lto d a k i derileri
yıkam ak icap etm ez. F a k a t seyrek olunca altındaki derileri de yıkam ak lâ -
zım gelir.
Dirseklere gelince, bunlara "M irfak" denir, elleri dirseklere kadar, dir-
sekle beraber yıkam ak lâzım ise de, dirseklerin yukarılarını yıkam ak m ec-
b u rî değildir. Ayakların iki tarafında olup "Sak = to p u k " denilen yüksek-
çe kem ikleri de yıkam ak lâzım dır. F a k a t bunların yu k ansm ı yıkam ak
icabetm ez.
Başa m eshe gelince, b aşın nasiye denilen ön tarafına meshedilm esi
efdaldir. M eshedilen m ahal, iki kulağın üstüdür. Bu kısım daki saçların üze-
70 BÜYÜK İ SLAM

rine m eshedilm esi kâfidir. F a k a t bu kısım dan aşağıya sarkan saçların mes-
hedilm esi k âfidir. F a k a t b u kısım dan aşağıya sarkan saçların m eshedilm esi
k ifayet etm ez, velev ki bunlar, başın üstünde topuz yapılm ış bulunsun.

(Malikîler ile Hanbelîlere göre, b aşın tam am ım m eshetm ek v aciptir.Ş a-


fiîlere göre, en az bir m esh bile k âfidir.)

A bdestin sünnetleri:

139— A bdestin başlıca sünnetleri şunlardır ;

(1) A bdeste başlarken evvelâ tem iz olan elleri bileklere kad ar yı-
kam ak. "Tem iz olm ayan elleri evvelce yıkam ak ise farzdır,ta ki sair uzuvları
kirletm esin."
(2) A bdeste "B uzu” ve "besm ele" ile başlam ak.

"A b d est arasında okunacak besm ele ile b u sünnet yerine getirilm iş ol-
m az."
(Hanbelîlere göre, abdestin başlangıcında besm ele okum ak vâcip tir ;
am den terkedilirse abdest b â tıl olur, sehven veya cehlen terkedilm esi,
abdesti iptal etm ez.)
(3) N iy et etm ek ; yani abdesti, nam az kılm ak veya h a d e s giderm ek
veya Hak T ealânm em rini yerine getirm ek kasdiyle alm aktır.
Dil ile : "N iy et ettim Allah rızası için abdest alm aya" denilm esi müs-
tahsandır. N iyetin vakti, elleri veya yüzü yıkam aya başlam ak zam anıdır.
(Malikîler ile Şafiîlere göre, abdestin bidayetinde n iyet etm ek farzdır.
Hanbelîlere göre de, n iy et abdestin sıhhatinin şartıdır.)
(4) M azmaza ve istin şak .Ş ö y le k i : Elleri yıkan d ık tan sonra evvelâ
üç kerre ağıza dolusunca su alınır M bu n a : "M azm aza" denir. Ü ç kerre de
bu runun yum uşağına kadar su alınır k i b u n a d a : "istinşak " denilir. Bunla-
n n h er defasında su yenilenir. Bunlar ile ağız ve b u ru n içerisi yıkanılmış ve
kullanılacak suyun tadı, kokusu anlaşılm ış olur.
(5) M azmaza ye istin şak ta m übalâğa etm ek. Ş ö y le ki : Su, mazma-
zada boğaza iner, istin şak ta b u rn u n k atı yerine kadar vardırılır. F a k a t
oruçlu kim seler böyle m übalâğa yapm azlar.
(6) Misvak kullanm ak. Ş ö y le ki : Misvak, arak denilen ağacın dalı-
dır. B unun gibi eîyaflı olan sair ağaç dallarından da yapılabilir. Misvak,
parm ak kalınlığında ve kullananın k a n ş ı b o y u n d a olmalıdır. Sağ ele alınır,
serçe parm ağının üstünden geçirilir, baş parm akla altından tu tulur, ıs-
latılacak ağzın sağ tarafından boşlanır, dişlere enine sürülür, istimali (kul-
lanılm ası) oruca m ani' değildir.

Misvakın pek ç o k faideleri ve sevabı vardır. Dişleri tem izler, ağız k o -


kusunu giderir, sıhhata hizm et eder, Bir Hadisi Ş erifte : "Misvak, ağızs
İ LM İH A Lİ 71

tem izleyici ve R abbin rızasını celbedicidir," b u y uru lm u ştu r. (1). D iğer bir
hadisi şerifte de : "E ğer üm m etim e zahm et verm iyecek olsa idim , her ab-
dest alırken misvak kullanm alarım em rederdim ," b u y u ru lm uştur.(2).
Misvak, bulunm az veya kullanılm ası dişleri kanatırsa, yerine parm ak
kullanılabilir. Ş ö y le ki: Baş parm ak, ağzın sağ tarafına, şahadet parm ağı dâ
sol tarafına salınarak üst ve alt dişler uvalanır.
M aahaza misvak, yalnız nam azlara m ahsus değildir, kullanılm ası her
zam an m üstahsendir. Çünkü nezafete h âd im d ir ve kıl fırçalar ile yapılan diş
tem izlenm esine her veçhile faiktir (üstündür.)
K adınların oruçlu olm adıkları zam an sakız çiğnem eleri, misvak yerine
geçer.
(7) T ertibe riay et etm ek. Ş ö y le k i : A bdestte evvelâ yüz, sonra k ol-
lar yıkanır. Badehu b aşa m eshedilir, daha sonra d a ayaklar yıkanır ve mest-
> li ise m eshedilir. Böyle tertibe riayet edilmezse yine abdest sahih olur, fa k a t
sünnete m uhalif düşer.
(Şafifler ile Hanbelîlere göre, abdest uzuvları arasında b u tertib e ria-
y e t edilmesi farzdır.)
(8) A bdeste sağ taraflardan başlam ak. Yani : Sağ kollar, sol kollar-
dan evvel, sağ ayaklar d a sol ayaklardan evvel yıkanır. Bu sağ tarafın şerefi-
ne m ebnidir.
(9) A bdest uzuvlarım üçer d e f a yıkam ak. Bunların birer defası farz,
diğer ikişer d e fa s ı d a sünnettir. Ü ç te n fazla, noksan yıkam ak ise sünnete
m uhaliftir.M eğer ki şekki defetm ek veya suyun azlığı gibi bir zarurete m eb-
ni olsun.
(10) A bdestte elleri veya ayaklan yıkam aya parm ak u ç la n n d a n b a ş-
lam ak.
(11) A bdestte parm akları hilâllam ak. Ş ö y le ki : El parm aklan birbi-
rine sokulm ak suretiyle hilâllanır. A yak parm aklanm n "hilâllanması d a el
parm aklarından birile yapılır. Sol elin serçe parm ağiyle sağ ayağın altından
ve serçe parm ağın arasından hilâllam aya başlam ası ve sıra ile devam edile-
rek sol ayağın serçe parm ağında bitirilm esi m üstahsendir. P arm aklan akar
suya sokm ak da hilâllam ak yerine geçer.
(12) A bdest suyunu b ıy ık lan n ve k aşlan n altlarına ve yüzün çevre-
sinden sarkm ış bulunan fazla kıllara eriştirm ek.
(13) Sakalın çeneden aşağıya uzam ış kısm ım m eshetm ek ve sık olan
sakalı b ir avuç su ile alt tarafından el parm aklarile hilâllam ak.B u tm am ey-
ne göredir.İm am ı A 'zam a göre ise m üstehaptır.
(14) Başın tam am m ı b ir su ile m eshetm ek. Buna ; "K aplam a m esih"
denir. Kaplam a m eshin sünnet veçhile yapılm ası şöyîecedir: Her iki el ta -
m am en ıslatılır, sonra b u iki elin küçük, o rta ve adsız parm aklan birbirine
bitiştirilir. Ve b u ellerin ay a la n y u k a n kaldırılıp b u bitişik parm aklar,

} J 5, A* J* ' ^ |* Ü ~oj f b * ( \)
72 B ÜY Ü K İSLAM

u ç uca gelm ek üzere birbirine yaklaştırılır ve b u parm aklar b aşın ön tarafın-


dan enseye k ad ar çekilir. Sonra da iki elin ay alan başm iki tarafına y a p ış ı -
larak ense tarafından b aşın önüne kadar çekilir. Bu suretle bütün b aşın
meshi b itm iş olur. Sonra başa değdirilm eyen baş parm aklann içile kulakla-
rın dışları ve şeh ad et parm aklanm n içile de kulakların içleri m eshedilir.
Parm aklann arkalarile de bo y u n a m esh verilir.
B ununla beraber b aşm tam am ım her ne suretle kaplam a m eshetm ek de
k âfid ir.
(Şafiîlere göre m eshi üç k e n e tekrar etm ek sünnettir.)
(15) Kulakları m eshetm ek. Bu m esih, ya'ni: bir su ile yapılacağı gibi
y u k a n d a bildirildiği veçhile de yapılabilir. Serçe parm aklan kulak içlerine
sokarak kım ıldatm alıdir.
(Hanbelîlere göre kulaklar ile iç lensini m eshetm ek farzdır. Çünkü b u n -
lard a da b aş haddine dahildir.)
(16) B oynu m eshetm ek. Ş ö y le ki : Başı ve k u lak la n m eshettikten
sonra iki elin arkalarile ve üçer parm akla yeni b ir su alm aya m u h taç olm ak-
sızın b o y u n m eshedilir. Boğazı m eshetm ek b id 'a tü r.
(17) A bdest uzuvlan üzerine dökülen su iîe iyice uğm ak.
(18) A bdest uzuvlarım fasılasız b ir halde yıkam ak. Y ani henüz biri
ku ru m ad an diğerim de yıkam aya başlam ak. B una "v ilâ" denir. Havanın
fazla sıcaklığından dolayı her yıkanan uzvun hem en kurum ası b u vilâyı
ih lâl etm ez.
Bazı zatlara göre vilâdan m aksat, abdest alınırken ara yerde abdestten
b a şk a b ir şey ile uğraşm aktır.
(Malikîler ile Hanbelîlere göre d ö r t abdest uzvu arasında fevre, vilâye
riay et edilm esi, yani : Bunların hem en birbiri peşine yıkanıîm ası farzdır.)

«Abdesttin âdabı:

1 4 0 - A bdestin bir ç o k âd ab ı vardır. Başlıcalan şunlardır:


(1) D aha vakit girmeden abdest alıp nam aza hazır bulunm ak. Özür
sahipleri bu n d an m üstesnadırlar.
ı(2) A bdest alırken kıbleye m üteveccih bulunm ak.
(3) A bdest alırken yüksekçe bir yerde durm ak, tâ k i abdest sulan
elbiseye dokunm asın.
(4) A bdestte başkasından yardım istem em ek, m eğer k i b ir özürden
dolayı olsun, b ir de başkasının kendi arzusile abdest suyunu hazırlam ası
veya ab d est uzuvlarına dökm esi adabı ihlâl etm ez.
(5) A bdest esnasında bir z aru ret bulunm adıkça dünya lâkırdısı yap -
m am ak.
(6) A bdestin evvelinden nihayetine kadar niyeti unutm ayıp kalbde
tu tm ak ve h er uzvu abdest niyetile yıkarken besm elei şerifeyi okum ak ve
h er uzvu yıkarken dua etm ek, selât-ü selâm getirm ek.
İLMİHALİ 73

(7) A bdest alırken sıkı olm ayaıi parm ak yüzüklerini oynatm ak, dar
olan yüzükleri oynatm ak ise h er halde lâzım dır tâ k i altı k uru kalm asın.
(8) A bdestte ağza, b u rn a sağ el ile su verm ek, sol el ile sümkürm ek.
(9) A bdestte yüzü yıkarken göz pınarlarım yoklam ak, abdest suyunu
dirseklerin ve topukların yukarılarına kadar yetiştirm ek.
(10) A bdest suyu, israf derecede fazla ve uzuvlardan dam iam ıyacak
derecede az olmamak. Deniz ken an n d a oîsa bile fazla su sarf etm ek kera-
h e tte n h ali değildir.
(11) A b dest suyu güneşte ısıtılm ış olm am ak.
(12) A bdest için toprak ibrik kullanm ak ve bunu sol tarafta bulundu -
rup kullanırken ağzından değil, kulpundan tu tm ak , bu ibriği yalm z kendi
nefsine tahsis etm em ek, bunu boş bırakm ayıp diğer bir abdesîe hazır olm ak
üzere dolu bulundurm ak.
(13) A bdest bitince kıbleye k a rşı şah ad et kelim elerini okum ak. Bir
hadisi şe rif şu m ealdedir: "Sizden biri, abdest alır ve ab destini eksiksiz
olarak tam am lar, sonra da: "B en şah ad et ederim ki, Allah T ealâdan b a şk a
m abud y o k tu r, H azreti M uham m ed de Allahın resulüdür, derse kendisine
sekiz cennetin kapılan açılır, dilediği kapıdan cennete girer" (1).
(14) A bdestten artan sudan kıbleye karşı ay akta biraz içerek "Y arab-
bi!. Beni her günah işledikçe tevbe eden ve günahdan kaçınıp tertem iz b u -
lu nan salih kullarından kıl. (2 )" diye d u a etm ek.
Ş ö y le de d u a edilebilir : "Y arabbi! Beni kendi şifan ile şifalandır.
K endi devan ile devalandır ve beni k o rk udan, hastalıklardan,ağrılardan koru
(3 )" .
(15) A bdestin sonunda b ir, iki veya üç kerre K adir surei çelilesim
okum ak.
(16) A bdesten sonra k erah et vakti değilse iki re k a t nafile nam az kıl-
m ak. Bu saydığım ız şeyler, d inî ve sıhhî b akım dan b ir ç o k faideleri cami ol-
d uğ u cihetle abdestin adabından bulunm uşlardır. A bdestin sünnetlerine,
edeplerine a y la n olan şeyler ise ya tahrim en veya tenzihen m ekruh tur.

A bdestin d u a la n :

141— A bdeste m ahsus, selefi saHhînden bizlere kadar gelm iş dualar,


vardır, her uzuv yıkanırken kendisine münasip b ir dua okunur. Bunlar okun-
m assa da abdest tam am olur, fakat o kunm alan pek güzeldir. Ş öyle ki :

ı j l V I *^1V I: çc- »Â»-! (n)


IgJb-A,
• J Cj * (v)
y it ^ J t lılilt
74 - BÜYÜK İ SLAM

(1) Abdest alacak zat abdeste başlarken, «Euzü» ve «Besmele»


den sonra: J j/ Vtll. iui-i der. [1]
(2) Ağzına su alırken: U U ^ tjiiV L V d U ^ ^ ^ .^ 1 ^ 1 der. [2]
(3) B urnuna su alırken: et'h, der. [31
(4) Yüzünü yıkarken: S • «-j ^ ->o4- f #
der. [4]
(5) Sağ kolunu yıkarken: U -j‘IL - j jk*! ^ 1 der. [51
(6) Sol kolunu yıkarken: ,1^ ^ Vj Ju> j kT
U -u V d e r. [6 ]
(7) Başına meshederken: & Y j. J>!j db- j_ ^*1)1 der. [71
(8) K ulaklarına meshederken: J^!l j yl^ _ j

(9) Boynuna meshederken: jbi\ ^ der. [91


(10) Ayaklarını yıkarken: ^UVl -a J> il ^ 1 J* ^ p+lii
diye dua eder [10].

(1) Hamdolsun Allah Teaiâya ki suyu temizleyici, islâmı nur kılmıştır.


(2) Yarabbi! ..Bana Peygamberinin hav'zı kevserinden öyle bir kâse su ihsan buyur ki
ondan sonra aslâ susuzluk duymayayım.
(3) İlâhî!. Beni ni'metlerinin ve cennetlerinin güzel kokularından mahrum bırakma.
(4) Allahım!. Bazı yüzlerin beyazlanacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde benim
yüzümü ak kıl.
(f) Ya İlâhî!. Bana amel defterimi sağ tarafımdan ver ve benim hisabımı kolay kıl.
(6) Yârabbi!. Bana kitabımı sol tarafımdan ve arka cihetten verme ve beni şiddetli bir
hisap üe sorguya çekme.
(7) İlâhî! Beni rahmetinde yargıla, benim üzerime bereketlerinden indir.
(8) Yarabbi!. Beni Hak sözü eşidip te en güzeline uyan kullarından et.
(9) Ya İlâhî!. Benim vücudumu Cehennem ateşinden âzat et.
(10) Yarabbi!. Bir takım ayakların kayacağı günde, iki ayağımı Sıratı müstakim üze-
rinde sâbit kıl.

A bdestin vasıfları i'tibariyle nevileri:

142— A bdestler, vasıflan, derece-i lüzum ları itibarile şu üç kısm a aynlır:


(1) Farz olan abdestler, bunlar, abdesüi olm ayan M üslümanlann
nam az kılm ak, tilâvet secdesinde bulunm ak, veya K u r'am K erim i ellerile
tu tm ak için alacaklan abdestlerdir.
(2) Vacip olan abdestler. Bunlar, abdestsiz olan m üslüm anlann
K â b e ’ı Miikerremeyi yalnız tevaf etm ek için alacaklan abdestlerdir.
İ L M İH A L İ 75

(3) M endup olan abdestlerdir. B unlar d a m ücerret tah aret üzere


bulunm ak veya ezber olarak K ur'an okum ak, veya ezan o kuyup kam et
getirm ek, veya din! kitapları tu tm ak , veya d in î ilim leri okuyup okutm ak,
veya cenazeyi yıkam ak veya ta'k ip etm ek, y ah u t h id d et ve gazap ateşini
söndürm ek için alınacak abdestlerdir. H er hangi, b ir hatadan sonra alınacak
abdest de b u kabildendir. Böyle b ir m aksatta abdest alındı mı, bununla na-
maz kılm abilir, M u sh afı şerif de ele alınabilir.

A bdestin sıhhatına m ani olm ayan şeyler:

143— D udakların â d e t üzere yum uldukları zam an, görülmez bir halde
kalan kısm ım abdestte yıkam ak lâzım değildir. B unlann k u ru kalm ası, ab-
deste zarar verm ez. Bunlar ağıza tabidir.
144— İyi olup ta henüz kab uğ u n d an ayrılm am ış olan b ir çıb an ın için i
yıkam ak lâzım değildiı-,
145— Şehirlilerin ve köylülerin tırnaklanndaki kirler ve bedenlerinden
do ğan kirler ve pire, sinek tersleri, abdestin sıhhatına m ân i olmaz.
146— Boyacıların tırnaklarında kalan boyalar, zarurete m ebni abdest-
lerine zarar vermez. F a k a t b ir zarurete m üstenit olm ayıp tım ak la n n üzerin-
d e birer ince tabaka teşk il eden ve altlarına suyun gitm esine m ân i olan
boyalar, abdestin sıhhatine m ânidir. N itekim abdest uzuvlanna yapışm ış
olan ham ur, m um , çapak gibi şeyler de böyledir.

147— A bdest uzuvlarından birinin b ir zarurete m ebni yıkanm am ası


veya m eshedilm em esi, abdestin sıhhatına m ân i olmaz. M eselâ b ir yarayı ve-
y a ayak ta b u lun an b k yarık yerini yıkam ak sahibine zarar verirse bunlar
m eshedilebilir. Mesih de zarar verirse terkedilir.

Kezalik : Bir yaranın üzerindeki ilâ ç , yara m ahallini aşm ış olunca


bu aşılm ış kısım yıkanır, fak at yıkam lm ası zarar verirse m esh ile ik tifa o-
lunur.
148— A bdest esnasında veya abdestten sonra b ir abdest uzuvunun yı-
kanıp yıkanm adığında şüphe edilirse bakılır : E ğ er sahibi müvesvis değilse,
yani ç o k kere böyle şüphe etm em ek te ise, o uzvunu yıkar. F a k a t müves-
vis ise yıkam az, şekketm esine iltifat olunam az.

İ 4 9 - A bdest aldığını yakm en bildiği halde hades vukuunda şüphe


eden kim se abdestli sayılır. Bu şüphe abdestine halel verm ez.Bilâkis kendi-
sinde abdestine münafi b ir şey zu h u r ettiğ in i yakınen bildiği halde m uah-
har an abdest alip alm adığında şüphe eden kim se, abdestsiz sayılır, çünkü
yakın, şekk ile zâil olmaz.
150— A bdest uzuvlanndan biri veya bir k a ç ı bulunm ayan kim se için
yalnız m evcut uzuvîanm yıkam ak lâ z ım gelir. M eselâ ay ak lan kesilm iş olan
b ir kim seden b u n la n yıkam ak farizesi sakit olm uş olur, b u hal abdestin
sıhhatına, tam am iyetine m ani olmaz.
76 BÜYÜK İ SLAM

M estler üzerine m esh verilmesi:

İ S İ — A yağa giyilen ve "m e st" denilen ve m est hükm ünde bulunan


şeyler üzerine abdest alınırken m esh edilmesi câizdir. Bu, isİâm şeriatının
gösterm iş olduğu bir kolaylıktan ib arettir. Bu mesh ten maksat, mestlerin
üzerine ayakların parm aklan ucundan aşık kem iklerini aşmak üzere incikle-
re d o ğ ra el parm aklarım ıslak ıslak olarak sürm ektir.
152— A yaklara m eshin farz m ik tan , her ayağın ön tarafına tesadüf e-
den m estin üzerindeki - el parm aklarının en küçüğü ile üç parm aklık mahal-
dir. Bu k ad ar b ir m ahalde mesh ile bu fariza ifa edilm iş olur.
(Malikilere göre m estlerin bütün üstüne m esh edilmesi lâzım dır.B u mik-
tarına m esh k â fi değildir. Hanbelîlere göre m estlerin üstünün ekser kısm ına
m esh edilmesi k ifayet eder. Şafiîlerce d e m estlerin üstüne velev b ir parmak
kadar m esh edilmesi de kâfidir.)
153— M estlerin altına m esh edilm ez. Y apılan m sshde parmakların a-
ç ık ç a bulunm ası, meshin el parm aklarile yapılm ası ve m eshin ayak parmak-
larını ucundan yukarıya d oğ ru yapılm ası sünnete uygun bir m eshdir. Yoksa
m estin üzerine su dökm ek, m esti sünger gibi bir şey ile ıslatmak, mestin
üstüne enine olarak m esh etm ek veya m eshe m estin k oncundan başlamak da
k ifayet eder. Ş u kadar var k i bun lar sünnete uygun düşmez.
154— A yaklan topuklarile beraber ö rten çizm eler, potinler, kendileri-
le üç m il kadar yürünebilecek derecede kuvvetli, kaim çoraplar ve konçlu
aba terlikler, m est hükm ündedir. Binaenaleyh bunlar üzerine de m esh yapı-
labilir.

Meshin cevazındaki şa d la r:

155— Bir m eshin câiz olması, şu yedi şa rtın vücuduna bağlıdır :

(1) M estler, ayağa abdest için ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş


olm alıdır. Bir özre m ebni ayağa veya sargısına m eshedilm iş bulunması da
yıkam a hükm ündedir. Binaenaleyh b u m esîıden sonra giyilmiş mestler üze-
rine m eshedilebilir.
(2) M estler ayaklan topuklarile beraber her taraftan örtm üş bir hal-
de bulunm alıdır. T opuklardan kısa m estler, p o tin ler ve saire üzerine m esh
yapılm az.
(3) A yağa giyilmiş m estler ile m utad veçhile en az bir fersah, yani:
Ü ç m il kadar b ir yol yürümek kabil olmalıdır. Bir m il ise şe r'a n : Dört bin
m i'm arî arşın m esafesidir. Böyle bir arşm ise yirm i d ö rt parmaktır.
(4) M estlerden her b iri, to p u k ta n aşağı kısm ında ayak parmakları-
nın küçükleri nisbetinde üç parm ak m ik ta n delikten sökükten yırtıktan hali
bulunm alıdır. Ş u kadar var ki, böy le b ir noksan, ayak parm aklarının uçlan-
n a tesadüf ederse mifedara değil, adede bakılır. Ü ç parm ak görünm edikçe
meshe zarar verm ez. Kezalik : M estlerde üç parm ak m ik ta n sökük bulundu -
ğu halde m estlerin kuvvetine m ebni yürürken b u sökük açılıp görünmezse
İL M İH AL İ 11

m eshe zarar vermez. Bir m estteki yırtık lar cem edilir, iki m estteki yırtıklar
cem edilm ez. Binaenaleyh bir m estte iki, diğerinde de b ir veya iki parm ak
m ik tan y ırtık bulunsa m eshe m ani olmaz.
M alikîlere göre ayağın en az üçte biri görülecek m iktarda bulunm ayan
bir y ırtık, mestli bozm az. Şafifler ile Hanbelîlere göre ise ay akta yıkanm ası
farz olan h er hangi bir m iktar, m estlerdeki bir yırtık tan görülecek bir hal-
de bulunsa mesh bozulm uş olur. Velev ki o m iktar, ço rap ile veya saire ile
örtülmüş bulunsun.)
(5) M estler, bağsız olarak ay ak ta durabilecek derecede kalın olm alı-
dır.
(6) M estler, dışarıdan aldığı suyu hem en içine çekerek ayağa kavuş-
turacak bir halden b eri bulunm alıdır.
(7) H er ayağın ön tarafından en az küçük el parm ağı kadar m ahal
m evcut bulunm alıdır.
Binaenaleyh bir veya iki ayağının ön tarafı bulunm ayan kim se,m est-
lerine m esh edem ez. Velev ki ö k ç e tarafları m evcut bulunsun. Çünkü b ir
ayağı yıkam akla diğerini mesh etm ek içtim a ' edemez. F a k a t bir ayağı ta-
m am en m evcut bulunm ayan kim se, diğer ayağına giydiği m est üzerine m esh
edebilir. Bu halde m esh ile yıkam a içtim a 'e tm iş olmaz.
Mesh m üddeti:
ırm U> ,;â= .ÎK f6v i n t f e m ’M s ö ı i d s n r m u n i o m d r t s i f e v e b t f
156— Bir m eshin m üddeti, m ukîm olan kim se için b ir gün b ir gece,
yani yirm i d ö rt saat, m üsafir için , yani en az on sekiz saatlik bir m esafeye
giden yolcu için üç gün üç gece — yetm iş iki saattir. Bu m üddet, hades
vukuundan i'tib a re n başlar. M eselâ, bir kim se bugün saat birde ayaklarını
yıkam ak suretiyle abdest alıp m estlerini giyse de kendisinden saat b e şte
abdestini .bo zar b ir şey zuhur etse bu b e şte n i'tib a re n m eshin m üddeti
devam a başlam ış olur, yoksa m estlerini giydiği vakitten başlam ış olmaz.
157— M ukîm iken m üsafir olan kim se, m üsafîr m üddetine tâb i olur,
bu m üddeti doldurur. Bil'akis m üsafir olan kim se bir gün ve bir gece m eshet-
tik ten sonra m ukîm olsa m üddeti bitm iş olur. Binaenaleyh ayaklarım yıka-
m ası lâzım gelir.
158— M estlerine m eshetm ek suretiyle abdestli bulunan kim se, m est-
lerini ayağından çıkarınca yalnız ayaklarını yıkam ası lâzım gelir, abdestini
tam am en tazelem esi icab etm ez. F a k a t ayaklarım yıkam ak suretiyle abdest
alıp m estlerini giyinm iş olan kim se, daha bu abdesti bozulm adan her han-
gi b ir sebeple m estlerini ayağından çıkarsa abdesti bozulm ıyacağı cihetle
ayaklarını tekrar yıkam ası lâzım gelmez.
(Malikîlere göre m esh için bir m üddet y o k tu r. Guslü m ûcip b ir şey b u -
lun m ad ıkça m est üzerine daim a m eshedilebilir. Ş u kadar var ki, Cum a na-
m azım kılacak kim seler iç in h er cum a günü m estlerini ç ık a n p ayaklarım
yıkam ak m endûbdur. Ş afiîler ile Hanbelîlere göre m übah bir seferde b u lu -
nan kimse için m esh m üddeti üç gün, üç gecedir. M a'siyet sayılan bir
seferde ise bu m üddet bir gün ile bir geceden ibarettir,)
78 BÜYÜK İ SLAM

Sargı üzerine mesh:

159— Kırılan veya yarası b u lu n an b ir uzvu yıkam ak zarar verdiği tak -


dirde, üzerine bağlı olan tah taya veya bez sargıya abdest ve gusl halinde bir
kerre m esh edilir ; b u mesh de zarar verse, terk olunur.
160— Elde, tırn akta ve sair herhangi bir uzuvdaki b ir yara üzerine k o -
nulan sakız, pam uk gibi şeylerin ve ilâçların üzerine d e zaruret halinde b irer
kerre m esh yapılır. Bunlara sıcak su zarar verm ediği takdirde m esh kifa-
y e t etm ez. Yapılacak m eshin sargıyı kaplam ası lâzım değildir. Kısmı ek-
serisine m esh kâfidir.
161— Sargıyı çözm ek zarar verdiği takdirde özür m ahallinin etrafında
sargı altında kalan yerleri yıkam ak lâzım gelmez. B unlardan açık b ulun an
yerleri m esh etm ek k ifayet eder.
162— Böyle bir sargı üzerine yapılan m esh, b ir m üddete tâ b i değildir.
Özür devam e ttik ç e üzerine m esh caiz olur. Bu sargının tah aret halinde
sarılm ış olması da lâzım değildir.
163— Bir sargı üzerine m esh y apıldıktan sonra değiştirilse, tekrar
m esh lâzım gelmez. Kezalik, b ir sargıya m esh yapıldıktan sonra üzerine
b aşk a bir sargı daha bağlansa, yeniden m eshe lüzum görülmez. Ve henüz
özür zâil olm adan sargı açılsa, m esh bozulm uş olmaz.
164— ik i ay aktan birinin üzerine b ir özre m ebni mesh yapılsa, diğerini
yıkam ak lâzım gelir. Çünkü b u m esh d e yıkam ak hükm ündedir.
165— Özür büsbütün zâil olunca m esh bozulm uş olur, a rü k sargıya
m esh edilemez.
M eshi bozan şeyler:

166— A bdesti b ozan h er şey, m eshi de bozar. Binaenaleyh, m üddet


henüz bitm em iş ise yeniden alınacak abdestte m estlere veya sargılara ye-
n id en m esh yapılır. A şağıdaki hususlardan dolayı da m esh bozulur :
(1) Üzerine m esh edilm iş olan m estin ayaktan çıkm ası veya çıka-
rılması. Bu halde abdest m evcut ise, yalm z ay ak lan yıkam ak kifay et eder.
Bir m estin koncuna k ad ar ayağın ekser kısm ının çıkm ası d a tam am en
çıkm ası hükm ündedir.
(2) M esh m üddetinin n ih ay et bulm ası. Bu halde henüz abdest de-
vam ediyorsa yalnız ay ak lan yıkam ak k âfid ir, yeniden tam b ir abdest al-
m ağa m ecburiyet y o k tu r. M aahaza m esh m üddeti nihayet b u ld u ğ u halde
m estlerin ay ak tan çıkarılm ası takdirinde, ayakların so ğ u k tan donm ası
gibi b ir zarardan korkulursa, yine m eshe devam edilir.

A bdesti bozan şeyler: ,

167— A şağıdaki şeylerden h er biri abdesti b o zar :


(1) Ö nden veya arkadan kan, m eni, sidik, gait gibi b ir necasetin
veya herhangi b ir m ayiin çıkm ası, velev ki ab destte, guslde yıkanm ası farz
olan m ahalle kad ar tecavüz etm esin.
İLMİHALİ 79
(2) A rka taraftan yel çıkm ası.
(3) A ğızdan, b urun d an ve ön ile arkadan başka, herhangi b ir uzuv-
dan m ayi halinde kan çıkm ası. Ş ö y le ki : A ğızdan çıkan akıcı kan, tükürüğe
galip ve müsavi ise abdesti bozar ve illâ bozm az. Bu, renginden anlaşılır.
Sair uzuvlardan çıkan bir kan ise, çık tığ ı m enfezi tecavüz edip yanlarına
yayılınca abdesti bozar, yoksa iğ n e ucu gibi çık ıp ta yerin d e.k alan b ir kan
katresi abdeste m ani'değildir. El veya parm ak ile silinmesi zarar vermez.
Y aradan çıkan irin, sarı su hak k ın d a da hüküm böyledir.
V ücuttaki kabarcıklardan çık an safî su d a, sahih görülen kavle göre
kan hükm ündedir. Diğer bir kavle göre b u su, abdesti bozm az. Bu kavide
ç içek ve uyuz hastalıklarına tu tu lan lar için b ir genişlik, bir kolaylık vardır.
Z aruret haünde b u kavi ile amel edilm esinde bir beis olm adığı, İm am ı
H ulüvâni'den nakledilm iştir.
(Şafiîlere göre, önden ve arkadan b a şk a herhangi b ir uzuvdan gelen
k an, irin ve sarı su iîe abdest bozulm az.)
(4) Ağız dolusu kusm ak. Ş öyle ki : A ğızdan kolaylıkla yutulm ıya-
cak derecede taam , su veya safra gibi bir m addenin gelmesi abdesti bozar.
Velev k i bunlar bir m ecliste azar azar gelip m ecm uu ağız d olusuna baliğ ol-
sun. Bu İm am ı E bû Y üsufa göredir.Im am M uham m ed'e göre bunlar, b a şk a
b aşk a m eclislerde gelse de, sebepleri b ir olunca yine abdesti b o zm u ş olur.
(5) Az veya ç o k bayılm ak, çıldırm ak ve yürüyüşte gayri ih tiy arı b ir
sallantı vücude getirecek derecede sarhoşluk, velev k i b u sarhoşluk b ir ik -
raha m ebni olsun.
(6) R ukûlu ve secdeli b ir nam azda m ükellef olan kim senin uyanık
iken am den veya sehven kahkaha ile, yanında bulunanların işitecekleri dere-
cede gülmesi. Bununla hem abdest, hem de nam az bozulur. Ç ocuğun veya
uyuyam n kahkahası ise, nam azını bozard a d a abdestini bozm az. M uhtar
olan budur.
(7) Ç ocuk doğurm ak. Velev k i ç o cu k ile beraber k an zu h u r etm e-
sin.
(8) F â h iş m übaşeret. Ş ö y le ki : E rk ek ile kadının hâlisiz veya pek
ince b ir h âil ile karınlarını veya m ünteşir b u lu n an tenasül uzuvlarını birb i-
rine tem as ettirm eleri, abdestierini bozar, velev k i kendilerinden b k m ayi’
zu h u r etm esin. İm am M uham m ed'e göre, b u vaziyette b i r ru tu b e t, bir sne*
z î zu h u r etm edikçe abdest bozulm uş olmaz.
(9) Erkeğin tenasül uzuvu için e tam am en, yani : K aybolacak suret-
te tıkatılm ış pam uğun b il'âh are dışarıya çıkm ası veya çıkarılm ası. Velev ki
üzerinde yaşlık bulunm asın. K ezâlik, b u uzva kısm en fakaühp kısm en dışa-
rısında kalm ış olan pam uğun dışarısına sidiğin sirayet etm iş olm ası.İçeri
kısm ındaki yaşlık abdeste zarar vermez. M eğer k i pam uk dışarıya çıkıp düş-
sün. O halde ona az bir sidiğin sirayeti de abdesti bozar.
(10) K adının tenasül cihazı içerisine veya dışarısına tıkatılan b ez
veya pam uğun yaş olarak d ışan y a çıkm ası veya çıkarılm ası. Ş ö y le k i :
80 BÜYÜK İSLAM

Bu uzvun dışarı kısm ına tıkatılan pam uğun iç tarafı ıslanmış olunca abdest
bozulm uş olur, velev ki dışarısına yaşlık geçm iş olmasın. F a k a t bu uzvun
içeri kısm ına tıkatılm ış olan pam uğun dışarısına kadar yaşlık geçm edikçe
abdest bozulm az.
(11) Y an yatarak veya bağdaş kurarak veya dirseklere dayanarak
veya ayakları oturak yerinin altından b ir tarafa uzatarak yah u t namaz h a-
ricinde secde eder gibi bir vaziyette bulunarak uyum ak. Kezalik : O turup
u yu yan kim senin uyanm aksızın o turağı yerinden tam am en yukarı kalkacak
olsa abdesti bozulur, velev ki kendisi yere düşmesin.
(12) Çıplak hayvan üzerinde y ok u şa çıkarken uyum ak. F a k a t düz
yerde veya y o k u şta n aşağıya doğru giderken uyum ak, abdesti bozm az. Ni-
tekim palanlı veya eğerli hayvan üzerinde uyum ak da bu hallerin hiç bi-
rinde abdeste zarar vermez.
(13) Teyem m üm etm iş kim senin abdeste müsait suyu görmesi
(14) Özür sahibi olanlar için namaz vaktinin çıkm ası, (99) uncu
m eseleye bakınız.

A bdesti bozm ayan şeyler:

168— A şağıdaki şeyler, abdesti bozm azlar:


(1) Bir hastalıktan dolayı olmaksızın gözden akan su ve ağlam a.
(2) Y ara ve emsali içinde görülüp dışarıya çilem ay an kan, irin ve sa-
rı su damlası.
(3) Bir yaradan kopan deri parçası.
(4) Mayasıl rü tu beti ve parm ak aralarındaki pişiııti.
(5) Y a n m iktardan az donm uş k a n a bulaşm ış tükürük ve sümük.
(6) K ulaktan, burundan veya yaradan çıkan k urt. Bu k u rt tem izdir,
üzerindeki yaşlık ise azdır, kendisinde akıcılık kuvveti y o k tu r.
(7) A ğız dolusu olm ayan ku suntu.
(8) Baştan inen veya içeriden yükselip çıkan balgam, velev ki ağız
dolusu olsun. Çünkü bu, kaypak, lüzucetli olduğundan m urdarlığı içine
çekm ez. Ü stündeki rütubeti ise azdır. Bu İm am ı A 'zam ile İmam M uham -
m ede göredir. İm am E bu Y usufa göre cevften = içeriden gelen ağız dolusu
balgam , abdesti bozar.
(9) E rkeğin veya kadının tenasül organından çıkan kokm uş veya k o k-
m am ış yel.
(10) A rka taraftan rütubetsiz, kokusuz bir halde çıkarılan h u k n e =
kullanılm ış ilâ ç . M aahaza bu halde ih tiy ata m uvafık olan, abdesti tazele-
m ektir.
(11) E rkeğin tenasül uzvuna dam latıp bilâhare geri gelen yağ. Bu
İm am ı A 'zam a göredir.
(12) D onm uş aleka = p ıh tı halinde kusulan kan parçası.
(13) Baştan buruna veya kulağa kadar akıp gelen, fak at gusl için te-
m izlenm esi icap edecek bir malı aile kadar akm ayan kan.
(14) Kullanlan m isvakte veya ışınlan elm a, ayva gibi sert bir m eyve
üzerinde görülüp akıcılığı bilinm eyen kan eseri.
İL M İHA L İ 81

(15) Pire, kene, sivrisinek, kara sinek gibi h aşerattan birinin dolun-
caya kadar em diği kan.
Sülüğün doluncaya kadar em ip de düştüğü zam an, kendisinden akacak
kadar olan kan abdesti bozar.
(16) Saçların tıraş edilmesi bıyıkların kırpılm ası, tırnakların kesilmesi.
(17) O turağı yere tam am en yerleştirm ek suretiyle oturarak uyum ak.
(18) Nam azda iken ayakta veya oturarak veya rüku veya secde halinde
uyum ak.
(19) Namaz haricinde veya cenaze nam azında veya tilâvet secdesinde
kahkaha ile gülmek .
(Şafiilere göre, nam az içinde de kahkaha ile abdest bozulm az.)
(20) Tebessüm, yani ne kendisinin, ne de yaranda bulunanların işide-
m iyecekleri derecede gülümseme, bununla abdest bozulm ayacağı gibi na-
maz da bozulm az. F a k a t yalnız kendisinin işideceği derecedeki gülmek, ab-
desti bozm azsa da, nam azı bozar.
(21) Herhangi bir kim senin vücuduna veya tenasül uzvuna yalm z el ile
tem asta bulunm ak.
(Malikîlere göre, m ükellef bir kimse, â d e tte n m üştehat olan b ir kadının
açık veya lıafîf bir şey ile örtülü b ir uzvuna lezzet kasdile tem asta bulunsa
abdesti bozulur. Kasde m ukarin olm aksızın duyulan bir lezzet de böyledir.
H a ttâ kadın m ahrem olsa bile kendisine telezzüze m ukarin olan bir lems ile,
el ile d okunm a ile abdest bozulur.
"Ş afiilere göre herhangi b ir yabancı kadının bir uzvuna hiç bir hail
bulunm aksızın tem asta bulunm ak, abdesti bozar, velev ki b ir lezzete
m ukarin olmasın. B undan kadının saçları, dişleri ve tırnaklan m üstesnadır.
Bunlara dokunm ak, bir telezzüze m ukarin olsa da abdesti bozmaz.
"K ezalik: Şafiîlere göre bir erkek veya kadın, kendisinin veya başk a-
sının oturağım veya ö n tenasül uzvunu hâilsiz olarak elinin içi ile tu tsa ab-
desti bozulur. M aükîler ile Hanbelîlere göre de böyledir. A ncak bunlara göre
bir kadının kendi tenasül uzvunu tutm ası abdestini bozm az.)
Tenbih: Bu gibi, ih tilâflı m es'elelerde ih tiy ata riay et edilmesi evlâ-
dır. M eselâ, H anefî m ezhebinde b ulunan bir kimse kendi m ezhebine göre
abdesti bozm ayıp başka m ezheplere nazaran abdesti bozan b ir halde bulun-
du m u — ih tilâ fta n kurtulm ak iç in — abdest almalıdır. Bu, m endûbdur. Ba-
husus im am ise.

Gusl ve guslü icap eden haller:

169— Gasi, yıkam ak m ânasına olduğu gibi gusl, igtisâl de yıkanm a


m ânasm adır. Ş e r'î şerifte gusl: "Bütün vücudun yıkanm asından= bo y ab-
destinden ib arettir ki, bu bir tahareti kübrâdır. Bunu icap eden ve "iladesi
ek b er'1 adını alan şeyler ise cünüplükten ve hayız ile nifas kanlarının kesil-
m esinden ibarettir. Cünübiük hali ise: — aşağıda izah edileceği üzere — m eni-
n i n - n u tfen in şehvetle inm esinden ve cinsî m u karenetten husule gelir.
F. 6
82 BÜYÜK İSLAM

170— Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan bir meni-


den dolayı gusl lâzım gelir. Şehvetle yerinden ayrılıp şehvet kesildikten
sonra dışarıya atılan m eniden dolayı d a İm am ı A 'zam ile İmam M uham m ed'
e göre gusl lâzım gelir. F a k a t İmam E bu Y u s u fa göre lâzm ı gelmez. Rüyada
şehvetle yerinden ayrılan bir nutfenin, tenasül uzvu tutu lu p şehvet sükun
b u lduktan sonra dışarıya akıtılm ası gibi, m üsaferet halinde veya kış mevsi-
m inde bulunan kim seler h akkında b u son kavide kolaylık vardır. Bu cihetle
bu kavlin m üftâbih olduğuna kail olanlar vardır.

171— Birini el ile tutm ak veya birine bakm ak neticesinde şehvetle


geüp akan b ir n u tfe de guslü icabeder.

172— Cinsî m ukarenet halinde haşefenin, yani: Sünnet m ahallinin ve-


y a o kad ar bir kısm ın duhulile, h er iki taraf baliğ ve baliğa ise gusül lâzım
gelir, n u tfe gelsin gelmesin müsavidir. Yalnız biri baliğ ve baliğa ise gusl
yalm z ona lâzım gelir, diğerine lâzım gelmez. Ş u kadar var ki m ürailik,
yani: Bülûğ çağm a yaklaşm ış ise yıkanm adıkça nam azdan m en’edilir. Ta-
harete riayet, nam aza devam etm esi için tedbiri icab eder.

Henüz şehvetten m ahrum olan bir ço cu ğu n m ukareneti ise ne kendisi


hakkında, ne de m ukarenet ettiğ i baliğa hakkında guslü icap etm ez. Bu bir
parm ak veya odun parçası kabilindendir ki, b u n lan n önden veya arkadan
ith al edilmesi; m u h tar olan kavle nazaran n u tfe gelm edikçe yıkanm ayı müs-
telzim olmaz. Diğer bir kavle göre bunların ö n taraftan istilzaz kasdile ithal
edilmesi guslü müstelzim olur. Kezalik: Ölüye, hayvana, hünsâi müşkile,
yani: Erkek m i kadın m ı olduğunu taayyün etm eyen insana veya emsali mu-
karanete malıel olm ayan herhangi b ir ço cuğa m ukarenet de nütfe gelme-
d ik çe guslü icap etm ez. Kezalik: Tenasül uzvunun bez gibi b ir şeye sarılarak
istim al edilmesi, telezzüz vuku bulm adıkça guslü icabetm ez. F a k a t telez-
züz vuku bulsun bulmasın, ih tiy ata uygun olan yıkanm aktır.

173— U ykudan uyanan kimse, yatağ ın d a veya çam aşırında veya b u t-


larında bir yaşlık görünce bakılır. E ğer ilıtilâm olduğunu, yani: Rüyada cin-
sî m ünasebette bulunduğunu hatırlıyorsa kendisine gusl lâzm ı gelir. O yaş-
lığın m eni veya mezi olduğunu bilsin veya bunlarda şekk etsin müsavidir.
Bunda ittifak vardır. F a k a t ihtilâm olduğunu hatırlam adığı takdirde o y a ş-
lığın m ezi, y âni: Tenasül uzvundan gelmiş ak ça su olduğunu anlasa veya
m ezi m i, m eni mi diye şekk etse kendisine gusl lâzım gelm eyeceği gibi m eni
olduğuna kani olsa d a yine gusl lâzım gelmez. Çünkü şehvetle gelmiş oldu-
ğu m alûm değildir.

Bu m es'ele İm am E bû Y usufa göredir. İm am ı A 'zam ile İm am M uham -


m ede göre b u n u n m ezi olduğuna kani ise gusl lâzım gelmez. F a k a t meni
olduğuna kani b u lu n u r ve m eni mi, m ezi mi diye şek k ederse gusl lâzım ge-
lir. İh tiy a ta m uvafık olan da bu d u r, binaenaleyh fetva da bu veçhiledir.
İL M İHAL İ 83

174— Y atağından uyanıp kalkan kimse, ihtilâm olduğıinu hatırladığı


halde tenasül uzvunda bir yaşlık görse gusl etm esi lâzım gelir. A yakta veya
o tu rdu ğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da bu uzvunda böyle bir yaşlık görse
bakılır. E ğer bu yaşlığın m eni olduğuna kanaati var ise veya uyum adan ev-
vel bu uzvu hareketsiz bir halde bulunm uş ise gusl etm esi lâzım gelir. F a k a t
böyle kanaati bulunm ayıp da tenasül uzvu evvelce m ünteşir bulunm uş ise
gusl lâzım gelmez. O yaşlık m eziye hanılolunur. Çünkü uzvun intişarı mezi-
nin çıkm asına sebeptir.

175— Sarhoş ve bayılm ış olan bir kimse uyanıp ta kendisinde m eni b u -


lacak olsa yıkanm ası lâzım gelir. Mezi bulacak olsa lâzım gelmez.

176— B'ev-1 eden kim seden tenasül uzvu, m ünteşir olduğu halde m eni
gelse yıkanm ası lâzım gelir. M ünteşir olm ayınca lâzım gelmez. Çünkü in ti-
şa r şehvetin vücudüne delildir.

177— Bir erkek veya kadın, rüyada ih tilâm olduğu halde nutfe dışarı-
y a çıkm ış bulunm assa yıkanm ası lâzım gelmez. İm am M uham m ede göre
bu halde kadının ih tiy aten yıkanm ası icap eder. Çünkü kadından çıkacak
m ayiin yine kendisine avdet etm esi m uhtem eldir.

178— İh tilâ m Olan veya m uk arenette b ulunan bir kimse, bevletm eden
veya ç o k ç a yürüm eden veya tekrar uyum adan yıkanıp da sonra kendisin-
den n u tfenin bakiyesi çıkacak olsa tekrar yıkanm ası lâzım gelir. F a k a t bev-
lettik ten veya epeyce yürüdükten veya uyud u k tan sonra şehvetsiz olarak ge-
lecek n u tfe guslü icabettirm ez. Çünkü bu halde o nutfe, yerinden şehvete
m ukarin olmaksızın ayrılm ış bulunur. Kezalik: Bir kadından yıkandıktan
sonra kocasının nutfesi çıkacak olsa tekrar yıkanm ası icabetm ez.

179— Bir y a ta k ta y atan iki kimse, uyandıktan sonra ihtilâm oldukları-


nı hatırlam adıkları halde y a ta k ta veya n utfe görseler veya kuru n u tfe göriip
de bu y atak ta kendilerinden evvel başkası yatm am ış bulunsa da bu n u tfe-
nin hangisine ait olduğuna b ir alâm et bulunm asa ikisi de ih tiy ate n yıkanır.

180— Şehvetle olm ayıp da döğülm eden, ağır bir şey kaldırm adan veya
yukarıdan aşağıya düşm eden dolayı gelip akan bir m eni guslü icab etmez.
(İm am Şafiîye göre b u halde de gusl lâzım gelir.)

181— Y erinden şehvetle ayrılan bir meni, bedenin haricine veya harici
hükm ünde b ulunan b ir m ahalle çıkm adıkça guslü icap etmez.

182— Bâkire h akkında bek âretim izale etm em ek suretiyle vuku bulan
bir m ukarenet, nutfe zuhur etm eyince guslü icab etmez. Çünkü b ekâret,
sünnet yerlerinin iltikasına m âni olur.
183— Bir gayri müslim: Veya gayri müslime cünüp veya hâyız veya nü-
84 BÜYÜK İ SLAM

fesa olduğu halde ihtida etse gusl etm esi farz olur. Hayzı veya nifası nihayet
bulm uş olsa da eğer yıkanm am ış ise essah olan kavle göre yine gusl icab
eder. F a k a t temiz olan yani: Yıkanm ış bulunan veya henüz cünüp, hâyız ve
nüfesa olm am ış olan bir gayri müslim veya gayri müslime ihtida etse yıkan-
ması m endup olur.

Guslün farzları:

184— Guslün farzları, birer kerre ağzı, b urnu ve bütün vücudu yıka-
m aktan ibaret olmak üzere üçtür. Bu farzlar, aşağıda bildirildiği veçhile
yapılm ak lâzım gelir:

.1 8 5 - Ağıza, b u ru n a bolca su alınmalı, b u hususta abdesteki m azm aza


ile istin şak tan daha ziyade b ir m übalâğa gösterilmelidir.

186— V ücudda iğne ucu kadar olsun, kuru b ir yer kalm am asına d ik k at
edilecek, kulaklar ve göbek oyuğu yıkanacak, su saçların, sakalların kaşlar
ile bıyıkların aralarına ve altlarındaki cilde kadar geçecektir. Velevki b unlar
pek sıkı bulunm uş olsun. Binaenaleyh bunların araları ve dipleri kuru kalır-
sa gusl tam am olmuş olmaz. Ş u kadar var ki kadınların aşağıya sarkm ış
olan saçlarının her halde yıkanılm ası lâzım değildir. Elverir ki, su bu n lan n
diplerine yetişm iş olsun. Erkeklerde ise bir zaru ret bulunm adığı cihetle,
böyle sarkm ış saçların da h er tarafım yıkam ak icab eder.

1 8 7 - K apanm ış olan küpe deliklerinin içerisi de yıkanm alıdır. Ş öyle


ki: Bu deliklerin ıslanmış olduğuna zanm galip hasıl olmalı, böyle b ir zan
hasıl olmazsa onları el ile u ğraşarak ıslatm alıdır. İçlerine su, tekellüf gibi
girebilecek bir halde bulunan küpe deliklerini de içlerine su nüfuz edecek
b ir tarzda el ile ıslatıp yıkam alıdır.

188— Tırnaklar arasında kalan ku ru m u ş çam urların ve göz çapakları


gibi şeylerin altını da yıkam alıdır. Bu, lâzım dır. F ak at tırnaklardaki kir-
ler, topraklar ve kınalar gusle m ani olmaz. Çünkü bunlar, suyun nüfuzuna
m ani değildir. Bu hususta köylüler ile şehirliler müsavidir. Sahih olan kavi
budur.
1 8 9 - Bir özüre m ebni sünnet olm am ış kimse, gulfesini, yani sünnette
kesilecek derinin içerisini de yıkam alıdır. Bu lâzım dır. M eğer ki açılm asında
çetinlik bulunsun. Çünkü bu deri, bedenin zahirinden sayılır, bu na kadar
gelen bir sidik ile abdest bozulur.
1 9 0 - Dişlerin arasında suyun geçm esine m ani olacak derecede sert
n o h u t m ik tan bir taam parçası bulunm am alıdır, vücudun, hiç bir yerinde
balık derisi veya çiğneyip kurum uş ekm ek parçası gibi b ir şey de bu lu n -
m am alıdır. Çünkü bunların altına su geçm eyince gusl sahih olm uş olmaz.
191— Birbirine bitişip de aralarına su nüfuz etm eyecek bir halde b u lu -
İLMİHALİ 85

nan parm akları gusl ederken su ile hilâllam alı, içi boş olan göbeğin içini de
yıkam alı ve necaset bulunm asa da aşağı avret yerlerim su ile istincade b u-
lunm alıdır. Çünkü b u n lan n da kuru kalm aları güslün sıhhatine m âni olur.

192— A yaklarda çatlak olup d a üzerlerine m erhem konulm uş olduğu


takdirde bakılır: E ğer zarar verm iyecek ise altlan nı yıkam ak lâzım dır, za-
rar verecek ise su ile üzerleri yıkanılır, bu da m uzır ise mesh ile iktifa olu-
nur, mesh de m uzır ise terkedilir.

193— A ğzını veya b urnunu yıkam adığım veya bir uzvunun kuru kal-
m ış olduğunu sonradan anlayan kim senin yeniden gusl etmesi lâzım
gelmez, belki yalm z bu uzuvları yıkam ası kifayet eder. E ğer arada farz bir
nam az kılm ış ise, onu iade etm esi icab eder.

194— Gözlerin içini soğuk ve sıcak su ile yıkam ak zararlı ve m eşak-


katli olduğu için bunu ne abdestte, ne de gusulde yıkam ak icab etmez.
Velev ki sahibi am â bulunsun. H a ttâ göz, tem iz olm ayan b ir sümıe ile sür-
m elenm iş olsa dahi bunu yıkam ak lâzım gelmez. Gözlerin hafifçe kapatıl-
ması da abdeste, gusle m ani olmaz. Elverir ki, su kirpikler ve pınarlara var-
dırılm ış olsun, bu lâzım dır.
(Malikîlere göre de gözlerin ve ağız ile b u ru nu n içerisi ve zahir olma-
y a n kulak deliği, bedenin dışarısından sayılmaz. Binaenaleyh b u n lan ab-
d estte ve guside yıkam ak farz değildir. Belki sünnettir.) "Bu halde takm a
gözleri abdest ve gusulde çıkarıp altını yıkam aya lüzum y o k tu r." Ve bu yı-
kam a zararlı olunca câiz bile olmaz, gözlerin içerisinden m aksat göz ka-
paklarının kapanm asile görülmez hale gelen göz tabakasıdır.
(Hanbelîlere göre ağız ile b u ru n u n içleri yüzden sayılır. Bu cihetle ab-
destte, gusülde yıkanm aları farzdır.)

Guslün sünnetleri:

195— Guslün başhca sünnetleri şunlardır:


(1) Gusle niyet ile, besm ele ile ve misvak ile başlam ak.
Bu niyet, guslün sıhhati için şa rt değildir. F a k a t sevaba vesiledir. Taha-
retin bir ib ad et sayılmasına sebeptir.
(Malikîler ve Şafiîlere göre guside niyet, farzdır. Hanbelîlere göre de
bu niyet, guslün sıhhatinin şartıdır. Binaenaleyh ih tilâ fta n kurtulm ak için
hadesi giderm ek, nam az gibi ibadetleri yerine getirm ek m aksadiyle gusl edil-
diğini, boy abdesti esnasm da hatırlam alıdır.)
(2) Guside evvelâ elleri, oyluk yerlerim yıkam ak, bedende m eni ve
saire eseri var ise giderm ek.
(3) Gusülden evvel sünnet veçhile abdest almak. Ş u kadar var ki bir
kap içinde veya toprak üzerinde yıkam ldığı takdirde ayakları yıkam ayı son-
ray a bırakm alıdır.
(4) A bdestten sonra evvelâ üç d e f a başa, sonra üç d e f a sağ omuza,
86 B ÜYÜ K İSLAM

üç d e f a da sol om uza su dökm ek ve ilk veya her su dök tükçe bedeni, iyice
ıslanması için o ğuşturm ak ve bir kap içind e veya toprak üzerinde yıkanıldı-
ğı takdirde oradan çıkarken evvelâ sağ, sonra da sol ayağı yıkam ak.
(İm am Malik ve İm am E bu Y ûsuftan bir rivayete göre gusülde bedeni
delketm ek, yani: U ğuşturm ak farzdır.)
(5) Gusl suyunda israftan ve taktirden, yani: Pek fazla veya eksik ol-
m asından kaçınm ak.
(6) Kimsenin görm iyeceği bir m ahalde yıkanm ak. F a k a t erkekler, er-
kekten, kadınlar da kadından hali b ir yer bulam adıkları takdirde bir köşeye
çekilerek ve avret m ahallerini peştem al ile örterek yıkanırlar. Avret m ahal-
lerini açm aları câiz olm adığı gibi yalnız erkeklerin veya erkekler ile kadın-
lar arasında bulunan kadınlar için de bunların arasında yıkanm ak câiz ol-
maz. Bu halde teyem m üm ederek nam azları kılm aları m uvafıktır. Çünkü su,
hükm en bulunm am ış olur.
Kezalik; gerek erkekler ve gerek kadınlar, peştem al gibi bir şey
bulam az da kendi cinsleri arasında avret m ahallerini açm ağa m ecbur kala-
cakları takdirde guslü te'h ir edip nam azlarım teyem m üm ile kılarlar. Bil'âha-
re ten ha bir m ahal veya peştem al bulunca gusl edip teyem m üm ile kıldık-
ları nam azları iade ederler. Bu hususa ham am larda pek dik k at etm elidir!.
(7) Tenha bir yerde yıkanıldığı halde de avret m ahallini açık bırakm a-
mak, şay et açık bırakılırsa Kıble tarafına yönelm em ek.
(8) Gusl ederken söz söylem em ek.
(9) Guslden sonra elbiseyi giyerken çab u k ça tesettür edivermek.
(10) Guslden sonra bedeni bir havlu ile, bir m endil ile silmek.
(11) Bir kimse, ağzına ve bu rn u n a su almak suretiyle akar bir suya veya
büyük bir havuza dalsa veya yağm ur altında durup bütün vücudu ıslansa
gusl farizasını yerine getirm iş olur. Bu hallerde uzuvlarını kım ıldandırsa ve-
ya su içinde abdest ile gusle m üsait bir m üddet durursa sünnete de riayet
etm iş olur.
(12) Y ukarıda yazılan sünnetlere uygun olmıyaıl bir gusl, âdabına ria-
y et edilmem iş, kerahatten hâli bulunm am ış olur.
A bdestte âdab tan sayılan şeyler, guslde de adabtandır. Ş u kadar var
ki, guslde Kıbleye teveccüh edilmez. M eğer ki avret m ahalleri peştem al ile
kapalı bulunsun.
A bdestte m ekruh olan şeyler, guslde de m ekruhtur. Bundan b aşka
gusl esnasında dua okum ak da m ekruhtur.
Bir de guslde bir uzvun suyu ile, dam lar bir halde olunca diğer b ir uzvu
ıslatm ak câizdir. Çünkü guslde bütün beden, b ir uzuv sayılır. A bdeste ise bu
câiz değildir.

Guslün vasıfları:

1 9 6 - Gusl yapılması, yukarıda "1 6 9 " uncu m es'elede beyan


olunduğu üzere cünüplükten, ve hayız ile nifas kanlarının kesilm esinden
İL M İH AL İ 87

dolayı bir farizadır. Bazı sebeplerden dolayı da bir sünnet veya m üstehâb
olur.B unların başlıcaları şunlardır :
(1) C um 'a ve iki Bayram nam azları iç in yıkanm ak.
(2) Hac ve Um re için İhram a girerken ve Arefe günü v uk uf için
yıkanm ak.
(3) Mekke-i M ükerremeye veya Medine-i Münevvereye girm ek içîn
yıkanm ak.
(4) M üzdelifede ve M ina'da bulunm ak için yıkanm ak.
(5) G ünahtan tevbe için yıkanm ak.
(6) Husûf, Küsûf nam azları ve yağm ur duası için yıkanm ak.
(7) Kan aldıran, ölü yıkayan veya baygınlıktan ayılan kim se için
yıkanm ak.
(8) Seferden gelen veya yeni elbise giyen kim se için yıkanm ak.
(9) B erât veya K adir gecesine eren kim se iç in yıkanm ak.
(10) N âsın toplanacakları yerde hazır olacak kim se için yıkanm ak.
(11) İstihâze halinden k urtu lan kadın için yıkanm ak.
(12) Cünüplüğünü m üteakip â d e t görm eğe başlayan bir kadın, dilerse
cünüplüğünden dolayı yıkanır, dilerse yıkanm asını âdetin in bitm esine
bırakır.
(13) Her m ukarrenetten dolayı yıkanm ak. Ş ö yle ki : R efikasına
m ukarenet eden kimse, henüz yıkanm adan tekrar m ukarenette bulunabilir.
F a k a t arada yıkanm ası veya abdest alm ası m endubdur.
(14) Daha namaz vakti olm adan yıkanm ak. Ş ö y le ki : Cünüp bir
kim senin yıkanm asını namaz vaktine kadar tehir etm esi b ir günah sayılmaz.
F a k a t daha evvel yıkanm ası efdaldir.
Sünnet ve m üstahab olan gıısüller m ücerred nezafet ve ta'zim için yapı-
lır. Bunlardan mazm aza — ağzı çalkalam ak ve istinşak = buruna su çekm ek
her halde icab etm ez.
(Şafiîlere göre farz olan gusüllerden başkası sünnettir.)

Gusl etm eleri farz olanlara haram veya m ekruh olan şeyler:

197— Gusl etm eleri farz olanlara gusl etm eden evvel haram olan şey-
ler şunlardır :
(1) Nam az kılm ak, K ur'an kasdıyle velev b ir â y e t m ikd an olsun K ur’
an okum ak, fak at d u a ve senâya dair âyetleri d u a ve senâ kasdiyle okum ak
caizdir. Meselâ, cünüp olan veya adet gören b ir kadın, d ua m aksadiyle F â ti-
ha sûre-i çelilesim okuyabilir.
Kezalik : Bu halde K uran âyetlerini çocuklara kelim e kelim e öğretm ek
câizdir. Kelim e'i şehadeti okum ak, teşbih ve tekbirde bulunm ak ta câizdir.
(2) K ur'anı Kerime, velev bir â y e t veya yan m â y e t olsun el sürmek
M ushafı Ş erifi el ile tu tm ak haram dır. F a k a t b itişik olm ayan bir gıiâf, bir
m ahfaza, bir to rb a veya sandık içinde b ulunan b ir M ushafı Ş erifi tu tm ak ise
câizdir.
(3) Kâbe-i m uazzam ayı tavaf etm ek ve b ir zaruret olm adığı halde
bir mescide, bir camii şerife girm ek ve içinden geçmek.
88 BÜYÜK İ SLAM

Z aruret hali b u n d a m üstesnadır. M eselâ yıkanacak kim senin hanesinin


kapısı m escidin içinde olur da b u kapıyı b a şk a tarafa çevirmesi ve başka
ikam etgâh bulm ası kabil olmazsa onun hakkında hanesine gitm ek üzere
m escide girm ek câiz olur.
Mescit .çinde yatan bir kimse, ih tilâm olunca harice çıkm ak için te-
yem m üm ile oturur, fak at bununla ne okuyabilir, ne de namaz kılabilir.
(4) t zerinde  yeti kerim e yazılı bir levhayı, bir akçeyi el ile tu t-
m ak.
Gusl eti neleri icap eden kimselere yıkanm adan evvel yapm aları m ekruh
olan şeyler d î şunlardır :
(1) D inî kitaplardan herhangi birini el ile tu tu p okumak.
(2) Eiini ağzını yıkam adan yiyip içm ek.
(3) Elde tutulm ayıp yer üzerinde bulunan bir sahifeye, bir levhaya
K ur'anı Kerimi yazm ak. Bu da İm am M uham m ede göre m ekruhtur.
Cünüp ile hâyız ve nüfesamn K ur'anı Kerime bakm aları m ekruh de-
ğildir. Bu el ile tutm ak kabilinden sayılmaz.
* İm am ı Malike göre cünüp olan K ur'anı azîmi okuyam az ise de bayız
olan ok u y ab lir. Çünkü cünüp, derhal yıkanabilir. H âyız ise böyle değildir,
m â ’zurdur.)

Teyem m üm ün m ahiyeti ve farzları:

198— T;yem m üm , lûgatta kast m ânasm adır. Ş e r’i şerifte "su bulun -
m adiği veya bulunduğu halde kullanılm asına k u d ret bulunm adığı takdirde
temiz olan toprak cinsinden bir şey ile hadesi giderm ek m aksadile yapılan
bir am eliyedir" Ş öyle k i : A b d estâz olan veya gusl etmesi icap eden b ir
kimse, iki eli:li to p rak cinsinden tem iz b ir şeye bir kere vurup bununla yü-
zünü m esheder. Sonra iki elini b ir daha vurup bun u n la d a dirseklerine kadar
ilâ elini mesh eder. Ve bu ameliyesi hadesi giderm ek veya namaz kılm ak ve-
ya taharetsiz sahih olm ayan sair bir ib ad ette bulunm ak niyetine m ukarin
olur. İşte teyem m üm ün m ahiyeti bu n dan ibarettir. O halde teyem m üm ün
farzları da bir ııiyyet ile iki m eshden ibaret bulunm uş olur.
İm am Zi fere göre teyem m üm de niyyet farz değildir.
199— Teyemm üm, bu üm m etin hasaisindendir. Bu bir kolaylık eseridir.
M ukaddes m â'b u d u n a ibadet edecek bir müslümanm itiy a t etm iş olduğu
teh aretten m ahrum b ir halde ib ad et etm esini tem in eder. Bu hususta o müs-
lüm anm du yduğu ruhî bir ihtiyacı giderir, inşam fîtreti asliyesine döndüre-
rek kendisinde m ahviyet, tevazu ; hakka tâ'z îm duygularını canlandırır.

2 0 0 - T yemm ümün m eş'ruiyeti, hicreti Nebeviyyenin beşinci senesin-


dedir. Şöyle ,<:ı H icreti seniyenin beşinci senesi şabanının ilk günlerinde
Huzaa kabile:^inin bir oym ağı olan "B enî M ustalak” Gazvesinde Resûli
E krem ile bin kadar İslâm askeri, susuz b ir yerde gecelemişlerdi. Sabah na-
m azını kılmak için abdest alacak su bulam adılar. Sabaha yalan : "Yolculuk-
İLMİHALİ 89

ta bulunup da su bulam azsanız temiz toprak ile teyem müm ediniz” m ea-
lindeki â y e ti kerim e nazil oldu. Teyem m üm ile namaz kılm alarına müsaa
de olundu. Eshabı kirâm çok sevindi, teyem m üm ederek sabah nam azını
kıldılar.

Teyem m üm ün sünnet veçhile yapılması:'

2 0 1 - "B ir teyem m üm ün sünnete uygun olması için aşağıdaki veç-


hile yapılması g e re k ir:
(1) Teyem m üm e başlarken Besmele'i Şerifeyi okuyup namaz için
teharete niyet etm elidir.
(Hanbelîlere göre Besmele'i şerifeyi okum ak vaciptir, bu olm ayınca
teyem m üm olmaz.)
(2) İki eli parm aklan açık olduğu halde tem iz bir to prağa vurup ile-
ri geri çekm elidir.
(3) Elleri kaldırınca bakm alı, eğer fazla tozlanm ışsa bu n lan yan ya-
na getirip birbirine hafifçe vurmalı, bu surette tozları silkdikten sonra b un -
lar ile bütün yüzü m eshetmelidir.
(4) Elleri tekrar evvelce v u nılduğu yere veya başk a tem iz bir m ahal-
le vurup toz tu tm u şlar ise yine silkineli, bu d e f a sol elin baş parm ağını
ayırarak diğer parm akların iç taraflarile sağ elin dış taraflarını parm akla-
rımı! u çlan n d an dirseğine kadar m eshederek çekm eli, sonra da sağ elin iç
tarafına dönerek yine sol elin, serçe parm ağile baş parm ağını halka edip,
baş parm ağı d a beraber olm ak üzere ayasile sağ elin dirseğinden itibaren iç
tarafı bileğine kadar m eshetm eli ve baş parm ağı daha ileri yürüterek sağ elin
baş parm ağının üstünü de mesheylem elidir.
(5) Sağ elin iç taraflarile sol elin dış ve iç taraflarını aynı veçhile
m eshe tmelidir.
(6) Teyem m üm de beyan olunan tertibe riay et edip evvelâ, yüzü,
sonra da kolları m eshetm eli ve meshleri arasında fasıla vermemelidir.

Teyem m üm ün şa rtla n :

2 0 2 — Teyemm ümü m übah kılacak b ir özür bulunm am alıdır. Bu özür


suyu isti'm ale hakikaten veya hükm en k u d ret bulunm am aktadır. Ş ö yle ki:
Su tem izlenecek kim senin b u lunduğu yerden en az bir mil y ân i d ö rt bin
adım u zak ta bulunm alıdır. Bu halde su hakikaten bulunm am ış sayılır.
Y ahut su var ise de yıkandığı takdirde hastalanm aktan, veya hastalı-
ğın artm asından veya uzam asından b ittecribe müslim, lıâzık bir tabibin be-
yanına nazaran korkulm alıdır. Bu halde su hükm en bulunm am ış sayılır.
(Malikîlere göre b u hususta müslim tabibi h â z ık bulunm azsa gayri müs-
lim, h âzık tabibin sözii de k ifayet eder.)
Y akında b ulunan b ir suyu elde etm ek hususunda nefse, mala, ırz ve
em anete ait bir tehlike bulunm ası veya bulunan bir suyun abdest veya gusle
90 BÜYÜK İSLAM

yetişm em esi, veya bulunan suyun abdese veya gusle sarfı halinde kendisinin
veya arkadaşının veya hayvanın susuzluktan helâk olacağına zanni galip
lıaşıl olması, y ah u t k uyudan suyu çıkarabilm ek için ip ve kova bulunm am a-
sı y a h u t bulunan suyun necaseti izalaye k âfi olup bundan fazla bulunm a-
ması veya bulunan su ile abdest alındığı veya gusl edildiği takdirde bayram
veya cenaze nam azlarm m tam am en geçm esinden korkulm ası hallerinde de
su, hükm en bulunm am ış sayılır. Ş u kadar var ki, bu nam azlara kısm en ye-
tişeceği anlaşılan veya cenazenin velisi olup da namaz için kendisine inti-
zar olunacağını bilen kim se için teyem m üm kifayet etmez.

Kezalik : Bedeli olan, yani : Kazası mümkün bulunan nam azlar için
su bulunduğu halde m ücerret fevtinden dolayı te y e m m ü m , câiz olmaz.
Cum a ve sair vakit nam azları gibi.
20 3 — N iyyet bulunm alıdır. Ş ö y le ki, teyem m üm edecek kimse, elini
teyem m üm edeceği şeye vaz'ederken veya eline dokunan toprak ile yüzünü
m eshe başlarken bu hareketim hadesten taharet veya namaz kılm ak veya
taharetsiz yapılması câiz olm ayan başka bir ibadeti m aksudede bulunm ak
kastile yapmalıdır. Böyle bir kaste m ukarin olm ayan bir teyem m üm ile na-
maz kılınamaz. Velev ki m ücerret teyem m üm e niy yet edilsin.
Binaenaleyh su bulam ayan abdestsiz bir kimse, m eselâ yalnız M ushafı
Şerifi eline alm ak veya bir mescidi şerife girmek m aksadile teyem m üm e t-
se, bununla namaz kılm ası sahih olmaz. Çünkü M ushafı Ş erifi tutm ak, taha-
rete m utavakkıf ise de kendisi bir ibadeti m aksude değildir. M aksud olan
tilâvettir. Mescide girm ek de bo y abdesti alması lâzım gelen kim se için Ta-
harete m ütevakkıftır, fak at bu da b izzat m aksut b ir ib adet değildir. Kezâlik
abdestsiz kim se için ezber olarak K ur'an okum ak, bir ibad et ise de taharete
m ütevakkıf değildir.
Ezan okum ak, ik am ette bulunm ak, kabirleri ziyaret etm ek, ölüyü
defn etm ek, selâm ı reddetm ek, veya herhangi hayırlı bir işte bulunm ak için
yapılan teyem m üm ile de namaz kılınamaz.
20 4 — Teyem m üm her veçhile tem iz olan yer cinsinden bir şey ile ya-
pılm alıdır. Ş ö y le ki ; kendisine pislik dokunm am ış olan toprak ile, kum ,
horasan, alçı gibi yer cinsinden olan b ir şeyler ile m erm er gibi m adenî
taşlar ile k irem it , tuğla, yakut, zümrüt, zebercet, kibrit, tutya, m ercan ile,
nemli veya yanık toprak ile yer cinsinden olm ayan b ir şey ile karışık olup
o şeye galip bulunan toprak ile, m üftâbih görülen kavle göre kaya tuzu, ile,
ve ça m u r ile sıvanmış duvar ile teyem m üm olunabilir. Velev ki bunların
üzerinde toz bulunm asın.
F ak at k u ru m ad ık ça çam ur ile teyem m üm yapılamaz. Bu ; im am Ebu
Yûsufa göredir, im am  'zam a göre vaktin çıkm asından korkulursa çam ur
ile teyem m üm edilir, elverir ki suyu toprağına galip bulunm asın.
O dunların veya otların yanm alarından husule gelen külleri ile, dem ir,
altın, gümüş gibi eriyip şeklim değiştiren, yum uşayan m adenler ile, inciler
ile, camlar ile,kum aşlar ve libaslar ile, hayvan postekileri ile teyem m üm ya-
pılamaz. Çünkü bunlar yer cinsinden sayılmazlar. M eğer ki üzerlerinde eser-
leri belirecek surette toz bulunsun.
İL MİH A Lİ 91

Bir de henüz m adeninde bulunan altun, gümüş, demir, bakır gibi şey-
ler ile — üzerlerindeki topraklardan dolayı - teyem m üm olunabilir.
(İm am Ebu Y usûf ile İm am Ş afiîye göre teyem m üm yalm z toprak ile
yapıhr. İm am M âlike göre toprak ile, kum ile teyem m üm câiz olduğu gibi
otlar ile, ağaçlar ile, kar ile de câiz olur. İmam Alımed İbni Hambele göre
de teyem m üm , yalnız yanm am ış, başkasından gasbedilmemiş, tozlu bir hal-
ue b ulunan tem iz bir to p rak ile yapılır. Kum ve saire ile yapılam az.)
2 0 5 — T aharete münafî hal, bitm iş olmalıdır. Meselâ : Bir uzuvdan çı-
kan kan daha kesilm eden abdest alınam ıyacağı gibi teyem m üm de yapıla-
maz.
2 0 6 — Meshe m âni' şeyler ciltten giderilm iş olmalıdır. Aksi halde Mesh
cilde değil, o m âni'üzerine yapılm ış olur. Elde kurum uş kalm ış ham ur par-
çası gibi.
2 0 7 — Teyemm üm, iki elin iç yüzile iki d e f a to prak cinsinden b ir şeye
konulm akla yapılmalıdır. M a'm afih b ir kim seye niyyet edince başkası vası-
tasile de teyem m üm ettirilebilir.
208— Teyem m üm , iki elin veya bunların yerine k âim olacak bir şeyin
tam am ile veya ekser kısm ile yapılmalıdır. Binaenaleyh iki parm akla yapıla-
cak bir teyem m üm , sahih olmaz. F a k a t b ir el ile yüz, diğer bir el ile k ol da
meshedilebilir. Bu halde b ir el’ ile tekrar toprağa vurulup diğer kol da mes-
lıedebilir. Eli çolak olup suyu isti'm al edem iyen kimse, yardım cısı yok ise
yüzünü ve kollarını yere sürmek suretiyle teyem m üm edebilir. Elleri ve kol-
ları kesilm iş kimse de yalm z yüzünü yere sürerek teyem m üm yapar, yüzünde
yara bulunsa teyem m üm etm eksizin nam azı kılar.
2 0 9 — Yüz ile kollar, tam am en m eshedilmelidir. Ş öy le k i : Yüzün her
tarafı, m eselâ: Sakal başile kulak araları ve kaşlar iîe gözler arası ve bu rnun
her yanı meshedilir. Yüzük ve bilezik gibi şeyler kım ıldatılır, parm aklar
hilâllanır. M aahaza diğer b ir kavle göre b u uzuvların ekser kısm ım m esh k â -
fidir. D örtte biri nisbetinde m eshedilm em esi, teyem m üm ün sıhhatına
m âni'olm az.

Teyemm ümü Mübah kılıp kılm ayan bazı haller:

2 1 0 — Dalıa namaz vakti girm eden de teyem m üm yapılabilir. F a k a t na-


m azın m üstehap vakti geçm eden su bulunm asını zanm galibile üm it eden
kim senin teyem m üm ü te'h ir etm esi m enduptur.
(Eim m ei selâseye göre bir namaz için vakti girm edikçe teyem m üm
yapılamaz. Çünkü teyem m üm zaru retten tah aret sayılm ıştır. Müstahaza-
nın tahareti gibi vaktinden evvel olunca k ifay et etm ez.)
2 1 1 — Bir mil m esafeden yakında su bulunduğunu zan eden kim senin
zanm cihetine doğru üç d ö rt yüz adım giderek veya birisini göndererek su-
yu araması lâzım dır. M eğer ki yolda bir düşm an, b ir tehlike korkusu bulun-
sun.
2 1 2 — Bir kimse su b u lup bulunm adığını kendisinden soracak m üna-
sip b ir şahıs bulunduğu halde ondan sorm adan teyem m üm edemez. Ş a y e t
92 BÜYÜK İSLAM

teyem m üm ederek namaz kılsa da sonra bir m ilden yakın bir yerde suyun
m evcudiyeti kendisine haber verilse kıldığı namazı iade etm esi lâzım gelir.
21 3 — Kendisine su verileceği va'd edilen kimse, nam azım te'h ir eder,
velevki kazaya kalm ak korkusu bulunsun. Ş u kadar var ki, suyu va'd ede-
nin yanında veya bir mil m esafeden az olmak üzere yakınında su bulunm uş
olmalıdır.
214— Boy abdesti alması icap eden bir kimse, yalnız uzuvlarının
bazısına, yah u t yalm z abdestine yetişebilecek su bulsa yine teyem m üm
eder, o suyu sarfetm esi lâzım gelmez.
21 5 — Yalnız içilm ek için kırlarda, sarnıçlarda hazırlanm ış olan
am m eye ait sular teyem müm e m ani olmaz. M eğer ki çok olup da onunla
abdest ve gusl yapılm asına müsaade edilm iş olduğu anlaşılsın.
216— Hacıların hediye için taşıdıkları zem zem suyu, teyem m üm e m â-
nidir. M eğer ki içine en az bir misli gül suyu gibi bir m ukayyet su karış tırıl-
m ış olsun.
217— Cünüplükten dolayı teyem m üm etm iş bir kim seden abdesti b o -
zan bir şey zuhur etse cünüp değil, abdestsiz olm uş olur. Binaenaleyh yalnız
abdeste yetecek su bulursa bununla abdest alır, bunu da bulam azsa tekrar
teyem m üm eder.
218— A bdest alm ak veya gusl etm ek için başkasının yanında b ulunan
suyu istem ek lâzım dır. M eğer ki su, esirgenecek bir yerde bulunm uş olsun.
219— A bdest alacak veya gusl edecek kim senin ihtiyacından zâid
parası olduğu takdirde değer kıym etiyle veya bu kıy m etten biraz fazlasiyle
satılan suyu alması lâzım dır. F a k a t adî fîatm iki inişli para ile suyu almak
icap etm ez. Bu, fahiş bir fiy attır .
220— Parası olan bir âciz, kendisine ecri mislile abdest aldırtacak kim -
se bulursa teyem m üm edemez.
221— Başkasının yardım ile abdest alabilecek kim senin yardımcısı,
kendi kölesi, kendi çocuğu veya kendi ücretli hizm etçisi ise teyem m üm
etm esi bilittifak câiz olmaz.
Böyle bir m a'lûl, kendisinden yardım istediği takdirde yardım edecek
başka kim seye sahip ise yine teyem m üm edemez. Zevcesi bu kabildendir.
Z âhirühnezhep de bu veçhiledir. F a k a t İm am A 'zam dan bir kavle göre bu
takdirde teyem m üm edebilir.
Dem liyor ki, zevç ile zevce, bu hususta birbirine yardım ile m ecburî
su rette m ükellef değildir. Binaenaleyh bunlardan biri diğerine bir m uin
sayılmaz. Ş u kadar var ki, birbirine böyle bir yardım vazifesinde bulunm a-
ları, bir mürüvvet eseri olarak müstahsendir. H a ttâ bunlardan biri diğerine
yardım etm eyi deruhte e ttiğ i takdirde, zahiri rivayete nazaran teyem müm
cihetine gidilemez.
2 2 2 — Bir yerde m ahpus olap da, tem iz su ve toprak bulam ayan kimse,
İm am ı A 'zam ile İmam M uham m ed'e göre namazım sonraya bırakır. İmam
E bu Y usufa göre bir şey okumaKsızm nam az kılar gibi kıyam , rükû, secde
vaziyetlerini alu\ başka bir tabir ile kendisini nam az kılanlara benzetir,
bilâhare kurtulunca kaza eder.
İL M İ H A L İ 93

223— A bdest uzuvlarının ekserisinde veya yarısında yarası b u -


lunan kimse, teyem m üm eder. F a k a t yarısından azında yarası bulunan
kimse, sağlam uzuvlarını yıkar, yaralı uzvunu m esh eder, teyem m üm
yapamaz. Gusl hususunda ise vücudun kısm ı a'zam ı veya nısfı yaralı
ise teyem m üm edilir, m fsm dan azı yaralı ise sağlam kısım yıkanır, y a ra -
lı kısım m esh edilir.
224— Bir teyem m üm ile abdest gibi m üteaddit farz ve nafile na-
m azlar kılmabilir.
(İm am ı Şafiîye göre bir teyem m üm ile yalnız bir farz namazile
m üteaddit nafile nam azlar kılm abilir, ve esah olan kavle göre b ir te -
yem m üm ile bir farz namaz ile beraber cenaze nam azları da kılm abilir.
F a k a t b ir teyem m üm ile bir farz nam azdan başk a kılınm az.)
Bu ih tilâ fta n kurtu lm ak iç in her farz namaz iç in yeniden teyem -
müm etm ek evlâdır.
225— Tem iz bir yerden m üteaddit kim seler teyem m üm edebi-
lirler. Çünkü yer yüzü el konulm asile m üsta'm el olm uş sayılmaz.

Teyemm ümü bozan haller:

2 2 6 — A bdesti bozan veya guslü icap eden haller, teyem m üm ü de


bozar, hükümsüz bırakır. Teyemm ümü mübah kılan özrün zevâli de
özürden dolayı yapılm ış olan teyem m üm ü bozar.
Binaenaleyh su bulunm adığından veya hastalıktan dolayı yapıl-
m ış olan bir teyem m üm , su bulun du ğ u veya hastalık zâil olduğu anda
bozulur, n ihayet bulur. Su ile abdest alınm adıkça veya gusl edilm eyin-
ce namaz kılınamaz.
2 2 7 — Cünüplükten dolayı yapılan teyem m üm , abdest yerine de
geçer. Binaenaleyh araya yeniden bir cünüplük veya abdestsizlik hali
geçm edikçe suyu 'isti'm âle k u d ret hasıl oluncaya kadar bu teyem m üm -
le m üteaddit nam azlar kılm abilir. N itekim su ile yalm z gusl etm iş kim -
se de bu tem izliği devam e ttik ç e abdestte m uh taç olm aksızın dilediği
nam azlan kılabilir.
2 28— Bir özür iç in teyem m üm etm iş olan kimse diğer b ir özre
tutulsa birinci özrün nihayet bulvnasile teyem m üm ü nih ayet bulur.
Diğer özrü için tekrar teyem m üm etm esi lâzım gelir.
Meselâ: Su bulunm adığından dolayı teyem m üm etm iş olan kimse
henüz su bulm adan abdest alm ağa m âni' olacak surette hasta olup da
bu esnada su bulacak olsa evvelki teyem m üm ü bitm iş olur, bu hastalık-
tan dolayı tekrar teyem m üm etm esi lâzım gelir. Çünkü teyem m üm ün
sebebi değişm iştir.
229— Teyem m üm etm iş kimse, nam az içind e iken su bulunsa
namazı bozulm uş olur, abdest alıp yeniden namaz kılm ası lâzım gelir.
F a k a t namaz tam am en kılın d ık tan sonra suyun bulunm ası, bu nam azın
iadesini icap etm ez.
94 BÜYÜK İ SLAM

NAM AZLAR HAKKINDADIR

İç in d e k ile r : Namazın ehemmiyeti ve fazileti. Namaza dair bazı ta'birler. Namaz-


ların nevi'Ieri ve rek'atleri. Namazların şartlan, rükünleri. Namazların vacibeleri, sünnet-
leri, âdabı. Ezan ve ikamet. İmamet ve cemaat.Kadmlann muhazatı. Namazların sureti
tatbikiyyesi — münferiden ve cemaatle nasıl kılınacağı. Cuma namazı. Cuma namazının
vücudunun ve edâsımn şartları. Cuma namazına müteallik mes'eleler. Bayram namazlan,
Teravih namazı. Hastaların namazlan.

Seferin mahiyeti, müddeti ve hükümleri.

Edâ ile kaz ânın mahiyetleri ve kazâ namazlan. Müdrik, lâhik, mesbuk hakkında-
ki mes'eleler. Sehv secdeleri. Tilâvet secdesi, şükür secdesi. Nafile namazlar.
Mekruh vakitler. Namazlarda mekruh olup olmıyan kıraatler. Zelletül-kari. Kur'am
kerîmi öğrenip okumak ve dinlemek vazifeleri. Namazlann mekruhları. Namazı bozup
bozmıyan şeyler. Iskatı salât mes'elesi. Mescidlere âit hükümler.
Cenazeler hakkındaki vecîbeler, vazifeler. Cenazelerin gasl edilmeleri, kefenlen-
mderi. Cenaze namazlan. Cenazeleri teşyi' ve kabre defn. Kabirler ve makberler. Şehid-
ler hakkındaki hükümler.

Namazın ehemmiyet ve fazileti:

(1) M alûm dur ki, Allah T ealâyı tevhîd, yani onun varlığını, birliğim
bilip tasdik etm ek en büyük b ir farizadır. Bundan sonra farzların en büyüğü
en m ühim ini namazdır. Nam az, imanın alâm etidir, kalbin nurudur, ruhun
kuvvetidir, m ü'm inin m i’racıdır. M ü'min, bu sayede H ak T ealânm m anevî
h uzuruna yükselir, Allah Tealâya m ünacatta bulunarak m anevî ku rb iy ete
erer, m ü'm in için ne ulvî bir ş e r e f !.
İL Mİ HA L İ 95

Bütün hakikî dinler,insanlara namaz kılm alarını em r etm iştir. Bizim


sevgili Peygamberim iz (aleyhissalâtü vesselâm) Efendim iz de ilk bi'setlerin-
den i'tib a re n namaz kılm akla m ükellef bulunm uştu. Ş u kadar var ki, bu
nam az, biri güneşin doğm asından evvel, diğeri de güneşin batm asından son-
ra olm ak üzere iki vakte münhasır idi. Sonra m i'raç gecesinde beş vakit na-
maz farz olm uştur. Mihıcı nebevî ise râcih görülen kavle nazaran H icreti
nebeviyedeıı 0 11 sekiz ay evvel, Receb-i şerifin yirm i yedinci gecesinde vuku
bulm u ştur.
(2) K ur'anı kerîm de, m übarek hadislerde namaza dair bir çok em ir-
ler, tavsiyeler vardır ki, bütün bunlar İslâm dininde namaza ne kadar büyük
bir ehem m iyet verildiğini gösterir.Ezcüm le b ir ây eti kerîm e şu m ealdedir:
"R esulüm ! Sana vah'y olunan k u r'an âyetlerini güzelce oku ve nam azı
e rk â n ve âd abın a riayetle kıl, şüphe yok ki namaz ; edebe, nam usa uygun
olm ıyan şeylerden çirkin görülen işlerden m eneder. Her halde Allah Tealâ-
nın zikri — her ib ad etten — daha büyüktür. Allah T ealâ bütün işlediklerinizi
bilir." (1) Nam az ise en büyük zikirdir.
Diğer bir ây eti celîle de şu m ealdedir : "Nam azı ikam e ediniz, yani :
Dosdoğru kılınız, ze k âtı da veriniz, nefisleriniz için hayırdan her ne şey
evvelce gönderm iş olursanız onu Allah T ealâm n yam nda bulursunuz.:
asla zayi olmaz — şüphe yo k ki, Allah T ealâ yaptığınız şeyleri görür." (2)
Bir hadisi şerifte : "N am az, dinin direğidir." b u y u ru lm u ştu r.(3)
Diğer b ir hadisi şerifte : "Nam az, kişinin kalbinde b ir nurdur, artık
sizden dileyen tenevvür etsin, kalbindeki nurunu arttırm ay a çalışsın"
m ealindedir.(4)
İşte bütün b u m übarek ây etler , hadîsler, nam azın ne k ad ar büyük ye
Allahımızın nezdi kibriyasm da ne kadar m akbul, m atlub b ir ib ad et olduğu-
nu gösterm eğe kâfidir.
(3) F ilhakika namaz, pek m ukaddes b ir ibadettir. N am azın faziletle-
rine nihayet y o ktu r. Nam az ; âkil, baliğ olan h er müslüman için m uayyen
vakitlerde, edası lâzım gelen pek yüksek bir farizadır . Bu m ühim farizayı
yerine getirenler, Allah T ealâm n pek büyük lütuflanna, inayetlerine erecek-
lerdir. Bunu kasden terk edenler de ikabı pek şiddetli olan Hak T ealânm
elim azaplarına m üstehik olacaklardır.
Müslümanlar henüz yedi yaşlarına girmiş çocuklarını nam aza alıştır-
m akla mükelleftirler. Bu çocuklara velîleri, nam az kılm alarım em r ve taV

». Lı^ciJ! Jjl <iLJl ^ 3^ (1)

V "V1 o •fi ' ^ i j (2)

1 ' (3)
» Li j i J jy J» J ' (4)
96 BÜYÜK İSLAM

rif ederler. O n yaşm a girdiği halde namaz kılm ayan ço cu ğu n velîsi ta ra fın -
dan — üç to k a tta n ziyade olmamak üzere — el ile hafifçe döğülm esi lâ-
zım gelir.
(4) lıısan bir kerre düşünmeli, her â n Allah Tealânm binlerce n i'm e t
lerine, inayetlerine nâil olm aktadır. Öyle Kerîm, R ahim olan m abudu -
m uzun nihayetsiz âtıfetlerine k arşı teşekkürde bulunm ak icab etm ez mi?
İşte insan, nam az yoliyle bu şükran borcunu ödem eğe, m a'b u d u n u n lûtuf-
lan m , ni'm etlerini nezîh b ir lisan ile yad ederek kulluk vazifesini yerine ge-
tirm eğe çalışm ış olur. N itekim : "Nam az, şükrün bütün akşam ım Câmi'-
d ir" denilm iştir. (1)
B ununla b eraber namaz, ruhu tem izleyen, kalbi aydınlatan, insanı yük-
sek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı, hay-
ra, tefekküre, tevazua, intizam a sevk eyliyen en güzel bir ibadettir.
însan namaz vesilesiyle nice günahlardan kurtulacak, Hak T ealânm
nice binlerce ihsanlarına, kerem lerine kavuşacaktır.
Nam az, m anevî h ay attan başka m ad d î h ay ata da küşayiş verir, insa-
n ın nezafetine, sıhhatine, m untazam hareketine sebep olur.
(5) Velhasıl ; nam azın m eşrû'iy etind eki hikm etler, fâideler her tür-
lü düşüncelerin üstündedir. F a k a t b ir müslüman nam azım yalnız Allah T ea—
la n ın rızası için kılar, yalm z m a’b u d u n a şükr için, ta'zim iç in kılar ; bilfarz
nam azın lıiç b ir fâidesi tasavvur olunm asa bile yine bu n u taab b iid îb ir em r
bilerek m alıza H âlikım n em rine ita a t için kılm ağa çalışır. Bu kudsî vazife-
nin yerine h içb ir şeyin k âim olam ıyacağım k a t'i surette bilir, nam aza sarf
edilecek dakikaları h ayatının en neşveli, en saadetli zam anı olm ak üzere
kabul eder.
F ilhakika fanî hayatın zeval bulm ıyacak b ir ç o k semereleri ancak na-
m az sayesinde elde edilir, ve nam aza tahsis edilen vakitler, ebediyet âlem i-
nin nihayetsiz olan saadet günlerini hazırlam ış olur.
G ıptalar olsun bu pek m übarek, bu pek feyizli ibadete lâyıkiyle devam
edenlere !.

Nam aza dair b a'zı ta'birler:

(6) S alât : Namaz dem ektir. Cem 'i "salevât" dır. Salât, lugatde
" d u a " m ânasınadır. Ş e r'î şerifte "bildiğim iz m übarek ib ad etten , erk ân ve
ezkârdan ib arettir." Nam az kılana da "M usalli" denir.
Bir de " S a lâ t" Peygam ber efendim iz hakkında ; (Allahümme salli
vesellim alâ seyyidina M uham m edin ve alâ ali seyyidina M uham m et = İlâ-
hi! Efendim iz Hazreti M uhamm ede ve Efendim iz Hazreti M uham m edin âli-
ne salât ve selâm b u y u r " gibi b ir tarzda yapılan dua m ânasına gelir. Bu
salât ve selâm dan m aksat ise Resulü Ekrem Efendim izin dünyada da, ahi-
rette de her türlü tazim ata nâil olmasını istem ekten ve b u vesile ile kendisi-
ne oian bağlılığım ızı, hürm etlerim izi gösterm ekten ibarettir.
(7) T e k b ir: j f \ 4ıl = Allahü ekber" .
dem ektir. r ‘u *“ “ ( )
İLMİHALİ 9?

(S) Kıyam : A yakta durm aktır.

(9) Kıraat : K ur'anı K erim den b ir m iktar okum aktır.

(10) Rııkû : L ügatte eğihnek dem ektir. Lisanı şeriatta ; nam azda
kıraatten sonra eğilerek baş ve arkaya düz bir vaziyet verm ektir.

(11) Kaveme ; R ukûdan kıyam a kalkıp biı- kerre v jj jl*~- =


Sübhane rabbiyelâzîm diyecek kadar durm aktır.

(12) Secde : Nam az kılarken eğilerek yüzün b ir m iktarını Hak Tealâ-


ya tazim için yere koym aktır. Birbiri ardınca yapılan iki secdeye "secde-
tey n " denir. "Siicud" tabiri de secde etm ek ve secdeler m anâsına gelir.

(13) Celse : İki secde arasında b ir d e f a "Sübhane rabbiyelâzîm " d e-


nilecek kadar otu /m ak tır.

(14) K a'de : N am azda teşehhüt için, yani " « io L d l = E tteh ıy y atü


lillâlıi" yi okum ak için oturm aktır.B ir nam azda iki d e f a oturulursa birin-
cisine "K adeiulâ = ilk o tu ru ş" İkincisine de "kadei ahire - son otu ru ş"
denir. f
(15) R e k 'a t : N am azın bölüklerinden h er biri dem ektir. Ş ö y le ki :
Bir nam azda kıyanı ile rükû ve iki secdenin m ecm uu bir rek 'attır. Bir na-
m azda iki d e f a kıyam ile rükû ve sücût bulunursa o namaz iki rek 'atlı b u -
lunm uş olur. Ü ç veya d ö rt d e f a bulunursa namaz da üç veya d ö rt rek 'atlı
olm uş bulunur.
(16) Ş e f = ç ift : N am azların h er iki rek 'a tı d em ek tir.D ö rt rek 'atlı
bir nam azın evvelki iki rek 'atın a "şe fi e w e l"d iğ e r iki rek 'a tın a da " ş e f i
sâııi"denir. Üç rek 'a tlı b ir nam azın üçüncü rek 'a tı da b ir " ş e f i sâni" de-
m ektir.

Nam azların nev'ilerive re k 'a tla n •


t

(17) N am azlar : Farz, vacip, sünnet, m üstehap nevi'lerine ayrılır.


Şöyle ki : Akil ve baliğ olan her müslümanm günde beş d e f a m uayyen va-
kitlerde, m uayyen rek'atler ile kılacağı namazlar, birer farzı ayindir. Cum a
namazı da bu cümledendir. V itir ve bayram nam azları da birer vaciptir.
Farz nam azlardan evvel veya sonra, y a h u t hem evvel hem de sonra kılm an
bir kısım nam azlar da birer sünnettir. Teravih namazı da böyledir. Sair
vakitlerde nıahza Hak Tealâm n nzası için kılınan ve nafile, tatavvu denilen
bir kısım nam azlar da ya birer sünnet veya m üstehaptır. K uşluk nam azı gibi.
Bütün bu nam azların sahîh olm alan için b ir takım şa rtla n , rükünleri
vardı;- ki, bunlara riayet edilmesi de birer farizadır, b unlar nam azlann farz-
lan nı teşkil eder. Bunlardan b aşk a nam azların b ir takım da vacipleri, sün-
netleri, edepleri vardır.
F: 7
Nam azların bir takım da m ekruhları, m üfsitleri vardır ki, her nam azın
bunlardan b erî olması lâzım gelir. Binaenaleyh her müslüman için b u n lan
bilip ona göre bu diııî vazifesini verine getirm eğe çalışm ak icap eder.

(18) N am azlann rek’atlarına gelince : Sabah nam azının iki re k 'a t


sünneti, iki rek 'a t da farzı vardır. Öğle nam azının d ö rt re k 'a t ilk sünneti,
d ö rt re k 'a t farzı, iki re k 'a t da son sünneti vardır. İkindi nam azının d ö rt
re k 'a t m ukaddem sünneti, d ö rt re k 'a t da farzı vardır. A kşam nam azının iiç
re k 'a t farzı, iki re k 'a t da m üahhar sünneti vardır. Y atsı nam azının d ö rt
rek 'a t ilk.sünneti, d ö rt rek 'a t farzı, iki re k 'a t da son sünneti vardır.
Cuma nam azının d ö rt rek 'a t ilk sünneti, iki re k 'a t farzı, d ö rt rek 'a t
da son sünneti, iki rek 'a t da "sünneti vakit" namile diğer bir sünneti vardır.
V itir namazı ise üç rek 'a tta n ibarettir. Bayram nam azlan da ikişer rek '-
attan ibarettir. Teravih namazı yirm i rek'attir. D iğer nafile nam azlar da en
az ikişer rek 'attir.
Bütün bunlara dair sıraâle tafsilât verilecektir.

N am azlann farzları, şa rtla n , rükünleri:

19— N am azlann farzları 0 11 ikidir. Bunlardan altısı namaza daha baş-


lam adan bulunm ası lâzım gelen farzlardır ki : 1 — H adesten tah aret, 2— N e-
casetten taharet, 3— Setri avret, 4 - Kıbleye istikbal, 5 - Vakit, 6— N iyetten
ibarettir. Bunlara "nam azın şartları" denir.
D iğer altısı da namaza başlam adan itibaren bulunm ası lâzım gelen farz
lardır ki :
1— İftitah tekbiri, 2 - Kıyam, 3— Kıraat, 4— Rükû, 5— Sücut,
6— Kadei alıireden ibarettir. Bunlara da "nam azın rükünleri" denir. Bunlar
nam azın bünyesini, m ahiyetini teşkil ederler.

20— Y ukarıdaki on iki farzdan başka nam azda "tadili e rk â n " a ria-
y e t edilmesi, İm am Ebu Y ûsuf ile Eimm ei selâseye göre farz olduğu gibi na-
m azdan bilihtiyar çıkılm ası da İm am ı A 'zam a göre bir farzdır. Buna / "H u-
ruç bisun'ilıi" denir.Bunlar ile nam azlann rükünleri sekiz olm uş olur.
N itekim b unlar sırasile izah edilecektir.

Hadesten ve necasetten taharet:

21— N am azdan evvel hadesten taharet, necasetten taharet birer şa rt-


tır. Bunlar bulunm adıkça namaz sahîh olmaz. Hadesten, yani : Necaseti
hükm iye denilip guslü veya abdesti icap eden şeylerden tem iz bulunm ak lâ-
zım olduğu gibi necaseti hakikiye denilip m ad d eten pis b u lu n an şeylerden
tem iz bulunm ak da lâzım dır. Şöyle ki Namaz kılacak kim senin bedeni ile
rubası ve namaz kılacağı yer, temiz olacaktır.
Bu iki şarta dair ikinci kitabın (93 ve 95) cü m es'elelerine bakılmalı,
İL M İH A Lİ 99

Setri avret.
• : a "V V . . • '. ' ' - v ; ; . ‘, - . Ü• j? 5: '• ' : f' •: - ’ ‘ -

2 2 — Nam azda avret m ahallini örtm ek bir şarttır. Ş öyle ki rNamazda


örtülm esi farz olan, başkalarının bakm aları câiz bulunm ayan uzuvlara "av-
ret m ahalli" denir. Erkeklerin avret mahalli sayılan uzuvları, göbekleri al-
tından dizleri altına kadar olan m ahaldir. Diz kapakları da bu mahalle da-
hildir.
K adınlara gelince : Hürre olanların yüzleriyle ellerinden b aşka bütün
bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne nam azda, ne de bir fitne korkusu
b u lunm adıkça namaz dışında avret değildir. A yaklarında ise ih tilâ f vardır.
Esah görülen kavle nazaran ayaklan da avret değildir. Bunlar ile yolda yürü-
m ek ihtiyacı vardır. Bu cihetle bunları örtm ek bâhusus fakireler hakkında
müşküldür.
Diğer bir kavle göre Hürrenin namazı, ayağının d ö rtte biri nisbetinde
açık b ulunm asr je bozulur, diğer b ir kavle göre de ayakları, nam aza nazaran
avret mahalli sayılmazsa da namaz haricinde avret mahalli sayılır. Bu
ih tilâ fta n kurtulm ası için ayaklanm örtm eleri evlâdır. Sahîh olan kavle göre
hür kadınların ko llan da, kulakları ile salıverilmiş saçlan da avrettir.
2 3 — Cariyelere göre avret mahalli, erkekler gibi göbekleri altından
dizleri altına kadar olan m ahal ile arkaları ve karınlarıdır. Hür k ad m lan n şe-
reflerine ve vaziyetlerine m ebni örtm ekle m ükellef oldukları uzuvları daha
ziyadedir. Cariyeler ise hürriyet şerefinden m ahrum , efendilerinin hizm etle-
riyle meşgul olacakları cihetle haklarında daha ziyade genişlik ve ru hsat gös-
terilm iştir.
2 4 — Avret sayılan uzuvlardan birinin tam am ı veya nihayet d ö rtte
biri açık bulunsa namazı bozar, fak at d ö rtte birinden noksan m iktarı açık
bulunsa bozm az. İm am E bû Y û su f a göre avret sayılan bir uzvun en az yarı-
sı açık bulunm adıkça nam azı bozmaz.
M eselâ : Nam azda baldırın d ö rtte birinden noksanı açık bulunsa na-
maz fâsid olmaz. Kezalik : Bâzı zatlara göre b u t ile diz kapağı b ir uzuv
sayıhr, artık yalnız diz kapağının açık bulunm asile namaz bozulm az. Çünkü
diz k a p a ğ ı, b ir uzvun d ö rtte birinden noksandır.
25— Bir uzvun avret olması, — m u htar olan kavle nazaran — başka-
larına göredir. Sahibine göre değildir. B aşkalan tarafından görülemiyecek
bir halde bulunm ası kâfidir. Binaenaleyh bir kim se namaz kılarken geniş
bulunan libasının yakasından avret m ahallini görecek olsa bunu nla namazı
bozulm az. F a k a t başkası görecek olursa bozulur.
2 6 — Bir kim se namaz kılarken kendi sun'u olm aksızın açılan b ir av-
ret m ahallini derhal örtse namazı bozulm uş olmaz. F a k a t kıyam veya rüku
gibi bir rüknü ifa edecek kadar bir m üddet örtm ezse, m uh tar olan kavle
göre, namazı fâsid olur.
N am azda iken libasa dokunan bir necaseti hem en atıp atm am ak husu-
sunda da b u hüküm cârîdir.
Böyle b ir şey, namaz kılanın kendi su n 'u ile vuku bulursa nam azı
derhal bozulur. ■- ^ ------------- - .
BÜYÜK İSLAM

Avret m ahallerinin birer parçası açılıp da m ecm u'ıı en küçük bir


avret uzvunun en az d ö rtte birine müsavi olsa ve açıklık m üddeti bir rüknü
eda edecek kadar devam etse nam azın sıhhatine m a n i' olur. Ve illâ olmaz.
27— Bir kim se temiz libası bulunduğunu ve onu giymeğe kadir oldu-
ğu halde giymeyip de karanlık bir gecede çıplak olarak namaz kılacak olsa,
namaz bil-icm â' câiz olmaz.
28— Cildin rengini gösterecek derecede ince ola” bir libas ile avret
mahalli örtülm üş sayılmaz. Binaenaleyh böyle bir libas ile nam az sahîh ol-
m az Libasın darlığından dolayı avret m ahallinin belli olması, — m ezm ûm ise
de — namazın sıhhatine m ân i değildir.
29— Elbise bulacağım ümid eden çıplak kimse, vaktin çıkm asından
korkm adıkça intizarda bulunur. Tem iz yer bulacağım ümid eden kimse
hakkında da hüküm böyledir.
3 0 — A vret m ahallim örtecek bir şey bulam ıyaıı kim se ; oturarak ve
ayaklarını Kıble tarafına uzatarak im â ile nam azını kılar, efdal olan budur.
Çünkü bu vaziyette oldukça kapalı bulunur. Avret m ahallinin bir kısm ım
örtecek bir şey bulunursa istim âl etm ek vacib olur. Bu halde en evvel "A v-
reti galize denilen ön ve arka taraflar örtülür, sonra erkeklerce butlar, ba'
dehû dizler örtülür. K adınlarca da bu tlard an sonra karınlar, arkalar ve ba'
dehû dizler, daha sonra da diğer uzuvlar örtülür.
Bütün bunlar,nam azın her halde edâsı lâzım ve dinen pek mültezim
bir fârîza olduğunu gösterm ektedir.

Kıbleye istikbal:

3 1 — Nam azlarda K âbei M uazzam aya yönelm ek de b ir şarttır. Ş öy le


ki : "K âb ei M uazzam a" M ekkei M ükerrem edeki m alûm binadan ib aret
değildir. Belki bu binanın yerinden ibarettir. Bu m übarek yerin göklere
kadar üst tarafı ve en derinliklerine kadar alt tarafı bütün kıble cihetidir.
Binaenaleyh Kâbe-i M uazzam anında yam nda veya içinde bulunanlar bu nu n
herhangi bir tarafına yönelerek, nam azlarını kılabilirler. H a ttâ cem aatle
namaz kılsalar imam ile cem aatin b ir tarafta bulunm aları icap etm ez. İmam ,
K âbenin bir cihetine, cem aat de diğer cihetlerine teveccüh edebilirler. E l-
verir ki, im am ın bulunduğu tarafa duran cem aat, im am dan daha ileri b u -
lunm uş olmasın. Diğer cem aatin im am dan ileri durm uş bulunm aları, im am a
uym alarına m ani'olm az. İmam ile yüzyüze gelmemeleri kâfidir.
F a k a t Kâbei m uazzam adan gaip bulunan kim selerin tam K âbeye
m üteveccihen namaz kılm aları farz değildir, belki K âbe cihetine yönelm e-
leri farzdır, bu kifayet eder.
3 2 — K âbe ciheti, müsellesat yolu ile tayin edilir, m escitlerin, camile-
rin m ihrapları K âbe cihetini gösterm ektedir. Seleften kalm a, kadîm bir m ih-
rap m evcut olunca K âbe cihetini araştırm aya h acet kalm az, çünkü bu m ih-
raplar usulü dairesinde yapılm ıştır.
M aşnk ehalisinin kıble tarafı, Hanefilerce tam m ağ n p cihetidir.
İ L M İH A L İ 10|

3 3— Nam az içinde kıble etrafına istikbal edilince K âbeye niy et edil-


mesi, m eselâ "döndüıa, K âbeye" denilmesi, — sahîh olan b ir kavle göre —
lâzım gelmez. Elverir iki kıblenin k â b e olduğu bilinsin. Diğer b ir kavle göre
lâzım gelir. r
3 4— Bir kim se nam azda bir özür bulunm aksızın göğsünü kıbleden
çevirse namazı bilittifak bozulur. Yüzünü çevirecek olsa derhal kıbleye d ön -
mesi icap eder. B u ru n la nam azı bozulm az, fak at şiddetli bir keralıatte bu-
lunm uş olur.
3 5— Bir kimse hasta olup da kıbîe cihetine dönem ediği ve kendisini
döndürecek kimse bulunm adığı veya hasta olm adığı halde bir düşm an veya
yırtıcı bir hayvan sebebile kıble cihetine dö nm ek ten k o rk tu ğ u takdirde
gücü y e ttiğ i tarafa doğru nam azını kılar, çünkü teklif, ku d rete göredir.
3 6— Y erin çam urundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse,
arkadaşlarından ayrılm ak korkusu bulunm ayınca hayvanı durd urup kıbleye
yüz tutarak nan.azını kılar. F a k a t yer çam urlu olm ayıp d a yalm z ıslanmış
bulunsa hayvan üzerinde faiz namaz kılınam az, yere inilmesi lâzım gelir.
M eğer ki, arkadaşlarından uzak kalm ak gibi bir tehlike bulunsun.
37— Bir kim se farz bir nam azı bir özre m ebni yere inem eyip hayvan
üzerinde kıldığı takdirde kadir olduğu tarafa yönelerek kılabilir. F a k a t kıble
cihetine d o ğru yürüyen bir hayvanın üzerindeki kim senin namazı, o hayva-
nın kıble cihetinden b ir rukûn eda edilecek kad ar dönm esile bozulur.
38— Kıble cihetinde şüphe edip de yam nda soracak kim se bulunm a-
yan bir z a t taharride bulunur. Yani : Bazı delillere, emarelere, yıldızlara na-
zaran kıble cihetim araştırır, kendi kanaatine göre tayin edeceği tarafa
d oğru nam azım kılar. Nam azını b itird ik ten sonra kıble cihetinde h ata e tti-
ğini anlasa d a artık o nam azı iade etm ez. F a k a t daha namaz içinde iken
kıble cihetini bilecek olsa o cihete döner, nam azını ikm âl eder, yeniden
kılm ası lâzy n gelmez. Bu şüphe, gerek şehir içind e ve gerek k ırda ve gerek
karanlık gecede ve gerek gündüzün olsun müsavidir. Böyle b ir z a t için kapı-
la n çalıp kıble cihetini sorm ak icap etm ez.
3 9— Bir kimse kıble cihetinde şüphe edip de yam nda kıble cihetini
bilir b ir şahıs b ulunduğu halde ondan sorm aksızın kendi taharrisine, araştır-
m asına göre bir tarafa yönelerek nam az kılsa bakılır. E ğ er kıble cihetine
isabet etm iş ise namazı câiz olur ve illâ olmaz. A m â h akkında da hüküm
böyledir.
Bu hususta m uhbiri adlin sözü, kendi k anaatine uym asa da onu tutm ak
icap eder. Çünkü ihbar, araştırm adan âlâdır.
4 0— Kıble cihetinde şüphe eden kimse, taharride bulunm aksızın na-
m aza başlayıp namaz esnasında kıbleye isabet etm iş olduğunu anlasa na-
m azım iade eder. Tam bir kanaatla kılacağı m ütebaki rek 'atian , şüpheli o-
larak kıldığı rek 'atlar üzerine b in a etm ez. Kuvvetli zayıf üzerine bina
edilemez. F a k a t nam azını b itird ik ten sonra anlarsa iade lâzım gelmez.
Hepsi b ir halde kılınm ış olur.
jm a m E bu Y u su f a göre h er iki takdirde de iade lâ zım gelmez.
4 1 — Kıble cihetinde şüphe eden kimse, araştırdığı halde kanaatm a
102 BÜYÜK İ SLAM

m uhalif bir tarafa yönelerek nam azını kılsa sahih olmaz. Velev ki kıbleye
isabet etm iş olsun. Binaenaleyh bu nam azı iade etm esi lâzım gelir.
İm am Ebû Y û su f a göre eğer isabet etm iş ise iade lâzım gelmez.
4 2— Kıble cihetinde ih tilâ f eden kimseler, nam azlarım m ünferit bir
halde kılarlar. Cem aatla kıldıkları takdirde im am ına m uhalif kan aatta bulu-
nanın namazı sahih olmaz.
43— Gemi içinde namaz kılan kimse, kadir ise kıbleye teveccüh eder,
dilediği cihete namaz kılam az ve gemi her döndükçe kendisinin kıble tara-
fına yönelm esi lâzım gelir.
4 4— Bir kim se abdestsiz olduğuna zahip olup nam azdan ayrıldıktan
sonra abdestli olduğunu hatırlarsa da namazı bozulm uş olur. V elevki m es-
c itte n henüz çıkm am ış olsun. F a k a t b ir kimse, m escitte namaz kılarken
kendisinden hades vaki olduğu zannile kıbleden ayrılıp d a daha m escitten
çıkm adan hades vaki olm adığını anlasa, im am ı A 'zam a göre nam azı bo-
zulm uş olmaz. Am m a m escitten ç ık tık ta n sonra anlasa .tıamazı bilittifak
bozulm uş olur. Çünkü m ekânın ih tilâfı bir özre m ukarin olm ayınca nam azı
ibtal eder.
45— Nafile nam azlara gelince bir kimse, nafile b ir nam azı şehir hari-
cinde bir özre m üstenit olmasa da hayvan üzerinde istediği cihete doğru k ı-
labilir. İm am E bû Y u s u fa göre nafile nam az, şe h ir dahilinde de kerahatsiz
olarak hayvan üzerinde bu veçhile kılm abilir. İmam M uham m ede göre ise
şehir dahilinde de böyle istenilen cihete kılınm asında k erah et vardır.
Ş eh ir haricinden m aksad, m üsafirin nam azını iki re k 'a t kılm aya baş-
lıyacağı yerden ibarettir. (Müsafirler bahsine m üracaat!)
4 6 — Bir kim se kıbleden başk a b ir tarafa bir re k 'a t namaz kılm ış olan
bir â 'm â y ı Kıble tarafına çevirip de kendisine uyacak olsa, bakılır : E ğer
â 'm â , Kıbleyi soracak bir kim se bulun du ğu halde sorm aksızın nam aza b a ş-
lam ış ise ikisinin de namazı sahih olmaz. Ve illâ o kim senin ngmazı sahih
olm azsa da âm ân ın sahîh olur. ■
M üslümanlann namaz kılarken y er yüzündeki m a'betleriıı en kadîm i
ve en m ukaddesi olan K âbei m uazzam aya teveccüh eylem eleri ; arala-
rm daki birliği canlandırm ak, intizam ı korum ak, gönüllerini m üşterek b ir
ibadetin İlâhî neşveleriyle, nurlariyle aydınlatm ak gibi lıikm etlere d ayan-
m aktadır.
Namaz vakitleri:

47— Farz nam azlar ile b u n lan n sünnetleri ve V itr nam aziyle Teravih ve
Bayram nam azlan için vakit de şarttır. Şöyle ki: Farz nam azlar, sabah,
öğle, ikindi, akşam , yatsı nam azlanndan ibarettir. C um 'a nam azı da öğle
namazı yerine kaim dir. Bu nam azların m uayyen vakitlerini bilm ek bir
vecibedir. V akti daha girmeden kılm an b ir nam az, m u teber değildir, iadesi
lâzım gelir. V akti çıktıktan sonra kılınacak bir farz namaz ise ed â edilmiş
olmayıp kaza edilmiş olur. Kaza ise h e r veçhile ed â yerine kaim olamaz. Ye
bir namazın özürsüz yere kazaya bırakılm ası, A11alı Tealâ yanında büyük
m es'uliyeti da'vet eder. Cum ’a, bayram ve sünnet nam azlan ise vakitleri
çıkınca kazâ edilemez.
İL M İH A L İ 103

4 8— Sabah nam azının vakti, ikinci fecrin doğm asından güneşin


d o ğ m a sın a kadar olan m üddettir. İkinci fecir, sabaha karşı şark u fkundan
yayılm aya başlayan beyaz b ir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti
gerçekten girm iş olur. Bu cihetle b u n a "F ecri sadık" denir. M ukabili,
birinci fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık m üstatil bir hat şeklinde beliren
b ir beyazlıktan ibaret olup az sonra gaip olur, kendisini b ir karanlık ta'k ip
eder, bundan sonra ikinci fecir m eydana gelir. Bu birinci fecre, sabahın
gerçekten girmesini gösterm ediği ve yalancı bir aydınlık olduğu için "F ecri
k â z ib " adı verilm iştir. Bu fecir, gece hükm ündedir. Binaenaleyh bununla ne
yatsı vakti çıkm ış ne de sabah vakti girm iş olur. H a ttâ bu esnada yiyip
içm ek de oruç tu tacak kim seye haram olmaz.
49— Sabah nam azında isfâr m üstehaptır. Y â ’n i : Bu nam az, aydınlığın
zuhuriyle ortalığın açılm ası zam am nda kılınmalıdır. Ş ö y le ki : İkinci fecrin
nuru tam zuhur edip gecenin zulm eti açılacağı ve atılan b ir okun nereye
düştüğünü atanın göreceği b ir vakte kadar sabah namazı te'h îr edilmelidir.
B ununla b eraber kılınacak farzın fesadı anlaşıldığı takdirde onu daha güneş
doğm adan sünnet veçhile yeniden kılacak kadar b ir vakit de kalmalıdır.
Yalnız K urban B ayram ının ilk gününde M üzdelifede bulunacaklar için o gü-
nün sabah nam azını fecri m üteakip daha ortalık karanlık iken kılm ak
efdaldir. Buna "T ağlîs" denilm ektedir. Eim m ei selâseye göre tağlls daim a
efdaldir.
5 0 — Öğle nam azının vakti, güneşin zevalinden i'tib a re n başlar ve
" F e y 'î zevâl" den başka her şeyin gölgesi kendisinin iki misline baliğ
olacağı zam ana kadar devam eder. Bu zam ana "A sri saııî" denir. Bu, im am ı
A 'zam a göredir. İm am eyne ve Eim m ei selâseye göre ise her şeyin gölgesi
fey'i zevâlden b a şk a kendisinin b ir misline baliğ olunca öğle namazı vakti
çıkm ış, ikindi nam azı vakti girm iş olur. Bu zam ana da "A sri evvel" denilir.
Bu ih tilâ fta n k u rtu lm ak için öğle nam azını her şeyin gölgesi, fey 'i
zevâlden ba^Jca kendisinin b ir misli olacak zam ana kadar te'h ir etm em eli,
ikindi nam azını da her şeyin gölgesi, fey'i zevâlden b a şk a iki misli
olm adıkça kılm am alıdır. B aşka b ir ta 'b ir ile öğle nam azını asri evvelden
önce kılmalı, ikindi nam azını da asrı sanî o lm adıkça kılm am alıdır.
C um 'a nam azının vakti de tam öğle nam azının vakti gibidir.(1)

(1) Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi için ba'zı ıstılahları izah etmek lâzım-
dır. Şöyle ki : Gündüze Arapça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır, biri "Nehari şer'i"
dir ki; "Fecri sadıktan güneşin gurubuna kadar olan müddettir." Diğeri de "Nehari ör-
fî " dir ki ; "Güneşin tulfiundan gurubuna kadar olan müddet" olup nehari şer'îden kısa-
dır.
Öğle namazı güneşin zevalini müteakip başlar. Zeval ise nehari örfînin tam ortasına
tesadüf eder. Meselâ: Bir nehari örfî on saat devam etse tam beşte zeval vakti olmuş olur
ki, artık, $ineş, görünüşe nazaran semada yarı yolu kat'etmiş olur. Artık her şeyin gölge-
si şimdiye kadar şarktan garbe doğru düşmekte iken bundan sonra garbden şarka doğru
düşmeğe başlar. İşte güneşin tam bu yan yola geldiği anda her şeyin yere düşen gölge-
sine de "Fey'i zevâl " denir.
BÜYÜK İSLAM

5 1 — İkindi nam azının vakti, yukarıdaki iki kavle göre öğle namaz*'
vaktinin çıkm asından i'tib aren güneşin batacağı şam an a kadardır. Öğle
nam azını yazın bir az serinlik çökünceye kadar te'h ir etm ek, kışında ilk
vaktinde kılm ak m üstahaptır. İkindi nam azım da güneşin daha tagayyür
etm iyeceği saate kad ar telıir etm ek daim a m üstehaptır. Bu tegayyürden
m aksat güneşin kendisine bakan gözleri kam aş tır amaz bir hale gelmesidir.
52— A kşam nam azının vakti, güneşin batm asından i'tib aren şafakm
gaip olacağı zam ana kadardır.
Şafak, İm am ı A 'zam a göre akşam leyin u fu k tak i kızartıdan sonra
vücuda gelen beyazlıktan ibarettir. İm am eyn ile Eimm ei selâseye ve İm am ı
A 'zam dan diğer bir rivayete göre d e-u fu k ta husule gelen kızartıdan başka
değildir. Bu kızartı gidince akşam nam azının vakti çıkm ış olur.
A kşam nam azını ilk vaktinde kılm ak m üstehaptır. V akti dar
olduğundan te'h ir edilmesi m uvafık olamaz. Ve kızartının gaib olmasma
kadar te'hir etm em elidir.
53— Y atsı nam azının vakti, yukarıdaki iki kavle göre şa fâ k m gâip
olm asından başlar, ikinci fecrin tu lû u n a kadar devam eder, f e d r tulü'edince
bu vakit bitm iş olur.
Y atsı nam azım gecenin üçte birine kadar te'hir, m üstehaptır. Gecenin
yarısına kadar te 'h ir mübahtır. F ecrin tulûundan biraz evvele kadar te'h ir
ise bir özür bulun m adık ça m ekruhtur. Çünkü bıı halde fevtinden korkulur.
Ve ih tilâ fta n kurtulm ak için u fuktaki beyazlık kaybolm adıkça kılmmama-

Fey' esasen dönme manasınadır. Gölgede batıdan doğuya doğru dönmeğe başladı-
ğı için bu adı almıştır. İmdi tam bu zeval ânında güneşe karşı dikilmiş bir metre
uzunluğundaki bir şeyin gölgesini yanm metre farz ediniz, bu bir fey'i zevaldir. Bundan
sonra o şeyin gölgesi iki metre daha uzayıp artmış olunca, y â n i: Gölgesi iki buçuk met-
reyi bulunca asri sam olmuş, İmamı A'zama göre öğle vakti çıkmış ikindi vakti girmiş
Fey’i zevâl, zaman ve mekâna göre uzun, kısa veya hiç belirsiz olabilir.
Şunu da ilâve edelim kİ, tam bu zeval anına müsadif oîan bir namaz câiz değildir.
Bu bir kerahet ve hürmet vaktidir. Fakat bu kerahet, bu ademi cevaz yalmz bu pek cüz'i
olan bir âne mi mahsustur, yoksa bundan biraz evvelinden mi başlar ? Bu bapta iki kavi
vardır. Bir kavle göre bu hususta nehari örf! muteberdir. Binaenaleyh tam ze/al vaktine
"Vakti istiva" denir ki, güneş nısfünnehâr dairesi üzerinde bulunup helkesin tam başı
üstünde veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte kerahet zamam da yalmz bu andan ibaret
bulunmuş olur.
Fakat diğer bir kavle göre bu hususta nehari şer'i mu'teberdir. Nehari şer'ide ise
vakti istiva, zevâl vaktinden biraz evvel taayyün eder. Bu halde kerahet zamam da bu is-
tivâ vaktinden zevaî vaktine kadar olan müddetten ibaret buiunmuş. Meselâ : İkinci
kânunun (Ocak ayının) birinci günü, fecri sadık'm tulûu ezani saatle 12 saat 50 dakikada
olsa güneşin gurubu da 12 de olacağına göre neharişer'inin müddeti 11 saat 10 dakika ol-
muş olur. Bu günde güneşin tulûu 2 saat 35 dakika olacağından nelıari örfînin müddeti
de 9 saat 25 dakika bulunmuş olur. Bu halde nehari şer'in in yansı, ya'ni istiva zamam
fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin tuluundan 3 saat 50 dakika sonraya rnüse-
dif bulunur. Binaenaleyh nehari şer'inin yansı, zevâl vaktinden 52 dakika evveli olmuş
olur. İşte bu 52 dakikalık müddet bir kerahet zamanıdır. Harzem & kabasının kavli bu
veçhiledir. Mekruh vakitler bahsine de müracaat.
İL M İH A L İ 105

lıdır. Bulutlu günlerde sabah, öğle, akşam nam azlarım biraz te ’hir, ikindi
ve yatsı - nam azlarını da biraz ta'cil etm ek m üstehaptır.
54— V itir nam azının vakti, Y atsı nam azının vaktidir. Ş u kadar var ki,
vitir namazı bu bap taki b ir em re m ebni yatsı nam azından sonra kılınır. Bu,
İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ise vitirin vakti yatsı namazı kı-
lındıktan sonra başlar. Bu ih tilâ f üzerine şöyle bir mesele teferru eder:
Bir kimse, yatsı nam azını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip b aşk a el-
bise ile vitri kılsa da evvelki elbisesinin tem iz olm adığı anlaşılsa İm am ı A '-
zam a göre yalnız yatsı nam azını iade lâzım gelir; İm am eyne göre ise h er iki
namazı d a iade icap eder. Çünkü vitir nam azı vaktinden evvel kılınm ış olur.
V itir nam azını uyanacağına em in olm ayan kim se için uyum adan evvei
kılm ak, uyanacağına em in bulunan kim se için de gecenin sonuna kadar te '-
hir etm ek eftaldir.
55— Teravih nam azının vakti : M uhtar olan bir kavle göre yatsı nama-
zından sonradır, sabah nam azının vaktine kad ar devam eder, vitirden ev-
vel de sonra da kılınm ası câizdir. Binaenaleyh yatsı nam azı kılınm adan tera-
vih kılınm az, kılınsa iadesi lâzım gelir.
5 6 — Bayram nam azları vakti : Sabahleyin güneş yükselip kerah et vak-
ti çıktığı zam andan itibaren istiva zam anına kadar devam eder.
Ram azan bayram ı namazı, b ir özre m ebni birinci gün istiva zam anın-
dan evvel kılınam azsa ikinci gün istiva zam anına kadar kılınır, artık özür,
bulunsa da üçüncü gün kılınamaz. K urban Bayram ı nam azı ise bir özre m eb-
ni birinci gün kılınam azsa ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özre m ebni
kılınam azsa üçüncü gün istiva zam anına kadar kılınır. Bu nam azları bir
özür bulunm aksızın böyle ikinci veya üçüncü güne te 'h ir etm ek ise bir isa-
ettir. Bu bayram nam azlan, istiva zam anından veya zeval vaktinden sonra
ise lıiç bir halde kılınam az. Kazaları da câiz değildir.
57— V aktin m üsait olduğunu zannederek sünnete başlam ış olan kim -
se, iki rek 'a t namaz kıldığı takdirde farzın fevt olacağından korkacak olsa
da başlam ış olduğu nam azı bırakm az iki rek 'a ti m üteakip teşeh h ü tten son-
ra selâm verir. Üçüncü re k 'a tta ise dördüncü rek 'a ti da kılar, sonra selâm
verir. Çünkü böyle başlanm ış olan bir namaz, lâzim ul' ifa olur.
5 8 — V ak it : N am azın şartı olduğu gibi vucûbunun da sebebidir. Bi-
naenaleyh b ir yerde nam az vakitlerinden bir, ikisi tahakkuk etm ese o va-
kitlere ait olan namazlar, o y er ahalisine farz olm am ış olur.
Meselâ: Bazı yerlerde senenin b ir m evsiminde daha şafak kaybolm adan
fecir tu lü ' ederek sabah nam azının vakti girm ektedir. A rtık bu gibi yerlerde
yatsı nam azı sakıt bulunm uş olur. N itekim abdest uzuvlarından bir, ikisini
kaybeden kim se için de o uzuvlanm yıkam ak m ükellefiyeti kalmaz. Bu
veçh ile fetva verilm iştir.
M aahaza bazı m üdakkik fukahaya göre b u gibi yerlerdeki müslümanlar
da tam beş vakit namaz ile m ükelleftirler. B ulundukları yerde bu nam azlar-
dan h er hangi birinin vakti taayyün etm ezse o nam azı kaza halinde kılarlar
veya kendilerinin bulundukları yere en yakın olup kendisinde nam az va-
kitleri tam am en taayyün eden bir beldenin vakitlerine göre o namaz için
106 BÜYÜK İSLAM

de bir vakit takdir ederek edasına çalışırlar. V akıa vakit, nam azın bir şartı,
bir sebebi, bir alâm etidir. F ak at nam azın asıl sebebi hitab ı İlâhîdir, mam ı
ilâhîyenin tevalisidir. Bu cihetle bütün müslümanlar, bu beş vakit nam azla
mükelleftirler. Binaenaleyh bunları kılm aları lâzım dır.
İm am ı Ş afiînin içtih ad ı da bu veçhiledir, ih tiy ata m uvafık olanı da
budur.
Güneşi uzun m üddet batm ıyan veya doğm ayan yerlerde namaz vakit-
lerinin böyle takdir edilip edilm iyeceğinden de fukahayı kiram ın ih tilâfı
vardır. Böyle yerlerde bulunm aları farz edilen m üslüm anlann oruçları,
zekâtları hususunda da böyle bir takdir, m uvafık görülmektedir.
59 — Her gün beş vakitte namaz kılm anın farziyeti b irço k hikm etleri
m utazam m m dır. Biz burada ancak şunu arzedelim ki, insan, sabahleyin
âd eta yeni b ir h ayat bulm uş, zulm etten kurtulup nura kavuşm uş, bir fa-
aliyet m eydanına atılm ak üzere bulunm uş olur. Bu hayatı, insana veren,
insanı bu faaliyete m uvaffak edecek olan ise ancak Allah tealâ H azretleri-
dir. Binaenaleyh insan, bu h ayat nim etine şükretm ek, bu faaliyete — bir
falihayır olm ak üzere : m übarek b ir ibadetle başlam ak için sabah nam azını
kılm akla m ükellef bulunm uştur.
İnsan sabahtan akşam a kadar h ay at nim etinden m üstefit oluyor. Bu
m üddet içinde m uttasıl ve m addî bir faaliyet gösterip duruyor. Bu bir m u-
vaffakiyet eseridir. İşte b u m uvaffakiyete şükretm ek ve bu faaliyetin ruh-
ları gaflet ve kasvet içinde bırakm asına m âni olm ak için de öğle ve ikindi
nam azlan farz bulunm aktadır. A kşam ın yaklaşm asile nihayet bulm aya yüz
tu ta n bir günlük yaşayışın, faaliyetin ruhanî, neşveâver bir ibadetle hitam a
em ıesi bir saadet alâm eti bir şükran nişanesi bir u b u d iy et vazifesi olacağın-
dan b u n u n iç in de akşam nam azı kılınm aktadır.
İnsan, daha sonra uyku âlem ine can atacaktır. Bir nevi' ölüm num une-
si olan ve bir bakım dan da b ir huzur ve istirahat devresi sayılan bu âlem e
varm adan evvel bir günlük h ay ata ku d sî bir ibadetle nihayet verm ek ; O
âlem e İlâhî bir zevk ve intibalı ile in tik âl etm ek, hâlikım ızm gufranına ilti-
cade bulunm ak, bir hüsnü hatim e nişanesi olacağından b unun için de yatsı
nam azı kılınm aktadır.
Hasılı : G erek insanın ve gerek etrafındaki bütün varlıkların hayatında
doğm ak, büyüm ek, duraklam ak, ih tiyar olm ak sonra da ölüp gitm ek gibi
m u h telif beş safha tecelli etm ektedir. A rtık bu safhalara m ukabil olm ak ve
insanın m ad dî varlığı ile, çalışm asile m anevî varlığı ve çalışm ası arasında
güzel bir m uvazene tesis edebilm ek iç in beş vakitte kılm an nam azlardan da-
ha yüksek, daha faideli bir çare bulunam az. Bizleri bu m ukaddes ibadetle
m ükellef olm ak şerefine nâil etm iş olan kerîm m abudum uza ne kadar şülc-
re tsek yine azdır.
Nam azlara âid ııiyyetler:
6 0 - Nam azlarda n iy et de şarttır. Ş öyle ki: N iyyet esasen bir azim-
den, k a t'î bir iradeden ibarettir. Kalbin bir şeye karar vermesi bir işin ne
için yapıldığını bedahetenndüşünm eksizin bilm esi dem ektir.
İ L M İH A L İ 107

Namaz hususunda niyet "A llah T ealâ için hulûs ile namaz kılm ayı
dilem ek ve hangi nam azın kılınacağını bilm ektir."
Am ellerin kıym etleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis
olmalıdır, insan yapacağı bir ibadeti şuurlu bir halde yapmalıdır. Yapacağı
amel ile hakkın rızası gibi yüksek b ir gayeyi gözetm eli, gafil bir halde bulun-
mamalıdır.

6 1 — N iyyet kalbe aittir. B ununla beraber, niyyetin kalb ile yapılıp dil
ile söylenm esi evlâdır. M eselâ bir insan, başlıyacağı bir nam aza kalb ile niy-
y e t edip dil ile bir şey söylemese o nam azı yine câiz olur. F a k a t kalb ile
niyyet etm ekle beraber "şu vaktin farz veya sünnet nam azını kılm aya niy-
yet ettim " demesi daha iyidir. Bu veçhile niyyet, m u h tar olan kavle göre
m üstebahtır.
62— Farz nam azlarda ve bayram ile vitir nam azlarında bunları tayin
etm ek lâzım dır. M eselâ: "Bugünkü sabah nam azına veya cu m 'a nam azına
veya vitir nam azına veya bayram nam azına" diye niyet edilir. M utlâka farz
nam azını kılm aya n iy et k â fi değildir, farz namazları bununla tayin edilm iş
olmaz. F a k a t hangi namaz olduğu tayin edilm eksizin vakit içinde "B u vak-
tin farzını kılm aya diye niyet edilmesi kifayet eder, rek'atların m iktarını
zikre lüzum yoktur. C um 'a nam azı b un d an m üstesnadır. Onu vaktin farzı
niyetile kılm ak kifayet etm ez. Çünkü asil vakit, cum 'anın değil, öğle nama-
zınındır.
63— Nafile nam azlara gelince b u n lar için m eselâ: " Ş u vaktin ilk sün-
netini veya son sünnetini kılm aya n iy et ettim " denilir. M aahaza bunlarda
m utlaka nam aza niyet de kâfidir, o namazı bir m üekked veya gayri müek-
ked sünnet olduğunu ve saireyi tayine lüzum yoktur. Ş u kadar var ki, tera-
vih namazı için "teravih nam azını veya vaktin sünnetini kılm aya niyet et-
tim " demelidir. İh tiy a t olan budur.
64— Cem aata yetişip de im am ın farzı m ı yoksa teravilıi mi kıldırdığım
bilm eyen bir kimse, farza niyet ederek im am a uyar. E ğer im am farzı kıl-
dırm akta ise onun da farzı sahih olur, eğer im am teravihi kıldırm akta b u-
lunm uş ise onun kılacağı namaz nafile olur, yatsı nam azından evvel kılın-
m ış olacağı cihetle teravihten sayılmaz.
65— N iyetin tekbir zam anına m ukarin olması eftaldir. Daha evvel de
niyet edilebilir, elverir ki niyet ile tekbir arasında nam aza münafi bir iş bu-
lunm uş olmasın.
Meselâ: Bir kimse abdest alırken şu nam azı kılm aya n iy et etse, sonra
yiyip içm ek, ve söylem ek gibi nam aza m uhalif b ir amelde bulunm adan na-
maz yerine gelip nam aza başlasa namaz sahîh olur. Velev ki bu esnada
hatırına o n iy et gelmesin.
F akat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahîh olmaz. Muh-
tar olan budur. Diğer bir kavle göre tekbirden sonra S uphaneke'den veya
Euzüden evvel yapılacak bir niyet ile de namaz caiz olur.
* (İm am Şafiîye göre niyetin tekbire m ukarin olması şarttır.)
108 BÜYÜK İSLAM

66 — Eda niyetiyle kaza ve kaza niyetiyle eda câizdir.


Meselâ: Bir kimse daha öğle nam azının vakti çıkm am ıştır zanniyle
öğle nam azını edaya n iy et edip de bilâhare vaktin çıkm ış olduğunu anlarsa
o namaz, kaza m ahiyetinde olarak câiz olur.

6 7 — Bir kimse bir vakit içinde iki farz nam aza niyet etse, meselâ:
Bir öğle vakti içinde öğle namazı ile ikindi nam azına niyette bulunsa bu ni-
yeti, vakti girmiş olan namaz hakkında m uteber olur, daha vakti girm emiş
olan namaz bu n a engel olmaz.

68— Bir kim se bir vaktin farzına niyet ederek nam aza başlasa da son-
ra nafile kılıyom ıuş gibi bir zan ile ikm âl etse bu nam azı o farzdan ibaret
b ulunm uş olur. Çünkü nam azın sonuna kadar niyetin hatırlanm ası şa rt de-
ğildir.

6 9 — Bir kimse nafileye n iy et ederek tekbir aldıktan sonra farza niyet


ederek tekrar tekbir alsa farza başlam ış olur. Aksi de böyledir. Kezalik;
b ir kimse m eselâ: Öğle nam azının farzına n iy et ederek bir rek 'a t kıldıktan
sonra ikindi nam azının farzına veya b ir nafile nam aza niyet ederek tekrar
tekbir alsa öğle nam azını bozm uş, ikinci niyetine göre nam aza başlam ış
olur.

7 0 — Cem aatle namaz halinde im am a uyulduğuna da niyet edilmesi lâ-


zımdır. M eselâ: "Bugünkü öğle nam azının farzını kılm aya niy et ettim , u y-
dum şu im am a" denilir. Böyle bir veçhile niyet edilm ediği takdirde im am a
ik tid a sahih olmaz. (1)

7 1 — Bir kimse nam aza tek başına başlam ış iken im am a uym aya niyet
ederek dilile tekrar tekbir alsa evvelki nam azını bozm uş, im am a uym uş
olur.

7 2 — im am a uyan kim senin kılacağı nam azı tayin etm eksizin yalnız:
"İm am a uyd u m " ve " ik tid a ettim " diye niyet etmesi, m u h tar olan kavle
göre k âfi değildir. "İm am ile beraber namaz kılm aya niyet ettim " denilm e-
si de böyledir.

7 3 — Bir kim se im am a iktidaya niyet edip nam aza başladığı halde


im am henüz nam aza başlam am ış bulunsa bu iktida, sahîh olmamış olur.
H a ttâ "A llah" veya "E k b e r" lâfzım imam daha bitirm eden kendisi bitirse
im am a uym uş olamaz. F a k a t ikinci d e f a olarak tekbir alırsa bununla
im am a uym uş olur.

(1) Arapça olarak şöyle bir veçhile niyet edilir:

«j .U' i ' l 1JLj - b-cz« Ijl j> ö) j l z j j d


İL M İ H A L İ 109

7 4 — Cem aatin im am a uym aya niyeti, im am ın "Allahü E kber" diye na-


m aza başladığm dan sonra olm alıdır ki, bir namaz kılana uyulm uş olsun ve
im am dan evvel tekbir alınm ış olmak ihtim ali kalmasın, bu İm am eynin kav-
lidir; İm am ı A 'zam a göre cem aatin tekbirleri, im am ın tekbirine m ukarin
olmalıdır. Çünkü bu n da ibadete m usareat fazileti vardır. O halde niyetin
evvelce olması lâzım getir. Bununla beraber imam, daha F a tih a î Şerifeyi
bitirm eden tekbir alıp im am a uyan kimse, iftitah tekbirinin sevabına kavuş-
m uş olur.
7 5 — Kendisine uyulan im am ın kim olduğunu bilm ek lâzım değildir.
H a ttâ Zeyd sanılan im am ın Am r olduğu anlaşılsa da vaki' olan iktidaya za-
rar gelmez. Ş u kadar var ki tayin edilerek bizzat Zeyde ik tid ay a niyet edil-
miş olduğu halde im am ın başkası olduğu anlaşılsa ik tid a sahîh olmamış
olur. Çünkü bu, bir m ukayyed niyetidir.
76— İm am olan zatın im am ete n iy et etm esi lâzım değildir. Ancak ken-
disine kadınların da ik tidalan sahih olm ak için im am ete niyet eylemesi lâ -
zımdır. Binaenaleyh b ir imam: "E n e İm am ün lim en teb ia'n i" "B en bana
uyanlara im am ım " diye niyet etse kendisine kadınlar da ik tid a edebilirler.
İm am et bahsine de müracaat.
İftitah Tekbiri:

77— Namaza: " j f I iıl ; Allahü ekber" diye başlanır. Bu, bir ifti-
tah tekbiridir. Buna "T ahrim e" denir. İftita h tekbiri, A llah T ealâya m ahza
ta'zim için zikredilecek bir tabir ile yapılır, bununla nam aza girilmiş, dışa-
rıdan ilgi kesilmiş olur.
Tahrim e, Hanefîlerce nam azın esasen b ir rüknü değil, b ir şartıdır, na-
m azdan m ukaddem dir. Ş u kadar var ki nam azın rükünlerine ziyade b itişik
olduğu için o d a bir rükün sayılm ıştır.
Eimm ei selâseye göre tahrim e de esasen nam azın bir rüknüdür, bu ihti-
lâ f üzerine bazı m es'eleler teferru' eder.

78 — Nam aza başlarken "Allahü ekber" yerinde "A llahül'kebîr" veya


11Allahü
* kebîr" veyahut yalm z "A llah" denilmesi de farz için kâfidir. Bun-
larda Allah Tealâya ta'zim ifade eden birer tabirdir. F a k a t "Allahümmeg-
firli" "Estağfirüllalı" "E u zû billah" "B ism illâh" gibi bir tabir ile nam aza
başlanam az. Çünkü bunlar, birer dua kelim esidir yalm z tazim i ifade etmez.

79 — Bir elif ziyadesile : Allahü ekbâr" denilm ekle nam aza


başlanm ış olmaz. Namaz esnasında böyle denilmesi, eshah olan kavle göre
namazı bozar, çünkü m âna değişm iş olur.
"A llah" ismi celilinin elifine m ed ilâvesile " -üt' : A llâh" denilmesi de
şekki ifade edeceği için nam azı bozar.
U lem âdan M uham m ed ibni M ukatil'e göre eğer namaz kılan kimse,
med ile ademi meddi- ayıram ıyacak bir halde ise nam azı bozulm az. F ak at
evvelki kavil, esastır. Çünkü böyle bir cehalet, özüre salih değildir.
110 BÜYÜK İSLAM

8 0 — "Allahü ekber" yerinde Farisi k â f ile yani yum uşak k â f ile "A lla-
hü egber" denilse bununla nam aza başlanm ış olur.

8 1 — İmam a uym ak üzere ay akta alınan iftita h tekbirinin tam am en kı-


yam halinde alınması şarttır. Binaenaleyh rükü halinde bulunan bir im am a
uyan kim se, kıyam halinde "A llah” deyip de "E k b er" lâfzını rükua vardık-
tan sonra diyecek olsa im am a uym ası sahih olmaz.

N am azlarda kıyam : A yakta durm ak:

82— Kıyam, —farz ve vacip nam azlara nazaran— bir rükündür, bir
esastır. Binaenaleyh kıyam a iktid arı olan kim senin kaiden, yani oturarak
kılacağı b ir farz veya vacip namaz, câiz olmaz. Rükünler, farz olduğundan
onlara riayet lâzım dır.

83— Bir hasta ayakta namaz kılm aktan hakikaten veya hükm en âciz
bulunsa, yani ya ayakta durm aya hiç kadir olmasa veya kadir ise de bun-
dan dolayı hastalığının artm asında veya uzam asından veya şiddetli ağrılar
duym asından korkacak olsa nam azım oturduğu halde kılar, m uk ted ir ise
riikûa ve secdeye varır, çünkü m eşakkat kolaylığı celbeder, zaruretler kendi
m iktarınca takdir olunur.

8 4 — Bir hasta, bir yere dayanm ak suretile ayakta namaz kılm aya ka-
dir oldukça farz nam azları o turdu ğu halde kılamaz.
Kezalik: Bir m üddet ayakta kılm aya gücü yetince o kadar ayakta du-
rur, sonra oturarak nam azım bitirir. H a ttâ yalm z iftita h tekbirini ayakta
alm aya kadir olan kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup nam azını k ı-
lar, b aşk a türlü yapamaz.

85 — Bir hasta, kıyam a kadir olduğu halde rükû' ile sucûde y ah u t yal-
mz sucûde kadir bulunm azsa nam azım ayakta kılması lâzım gelmez. Belki
oturup îm a ile kılar, efdal olan budur. F a k a t im am Z ufer ile Eim m ei Selâsi-
ye göre nam azını ayakta îm a ile kılm ası icap eder. İm adan m aksat, nam azda
b aşı aşağıya doğru eğiverm ek suretile yapılan işârettir.

8 6 — A yakta namaz kıldığı takdirde k ıraattan âciz kalacak kimse, na-


m azını oturarak k ıraat ile kılar, ayakta luraata bir m ik tar kadir olan kimse
ise kudreti yetecek m iktarı ayakta okur, sonra gerisini de oturarak okur.

87 — R ükû' ve sücut ile namaz kıldığı takdirde yarasından kan akacak


kimse, nam azını ayakta veya oturup îm a ile kılar. A yakta namaz kıldığı tak-
dirde sidiğini tutam ıyacak kimse de nam azını oturarak rükû' ve sücut ile
kılar.
88 — Tek başına namaz kıldığı halde kıyam a kadir olup cem aat ile kıl-
dığı zam an kadir olam ıyan kimse, nam aza ayak ta başlar, sonra oturur, ku d-
İ L M İH A Lİ 111

reti varsa rükû' için yine ayağa kalkar, rükû' eder, fakat herhalde namazı
iade etm esi lâzım gelmez.
89— O turduğu halde bile rükûa, sücuda kadir olm ayan kim se başıyla
im a ederek rükû' ve sücudunu yapar, secde için rükû'dan ziyade başını eğer,
üzerine secde etm ek için yastık gibi bir şey tedarik etm esi m uvafık olmaz.
M aamafih böyle bir şey üzerine başım koyarak secde edecek olsa câiz olur.
Bu halde yerin kuvvetim duyarsa nam azını rükû' ve sücudu ile kılm ış sayı-
lır, duym azsa îm a ile kılm ış olur.
9 0 — O turduğu halde namaza gücü yetm iyen kimse, arkası üzerine
yatar, ayaklarını kıble tarafına yöneltir, rükû ve sücut için îm ada bulunur,
başıyla îm a yapabilm esi için om uzlarının altına münasip bir şey konulur.
Böyle b ir hasta, yüzü kıbleye yönelm iş olarak sağ yanı üzerine yatıp d a lm a
ile rükû' ve sücutta bulunsa namazı yine câiz olur. F ak at k u dreti varsa arka-
sı üzerine yatm ası efdaldir.

9 1— O turduğu halde namaz kılabilecek bir hasta, m uktedir ise teşeh -


hü tte oturulduğu gibi oturur, bu veçhile nam azını ikm âl eder, m ukted ir de-
ğilse haline göre bir vaziyet alır.

9 2 — Bir hasta, başıyla îm aya kadir olmasa, nam azım sonraya bırakır,
kalbi ile veya gözleri ile veya kaşlarıyla îm ada bulunm az. Bu, İm am ı A 'zam a
göredir, İm am Ebu Y u sü f a göre b u halde kalbi ile îm ada bulunam azsa da
gözleriyle, kaşlarıyla îm ada bulunur. İm am Züfer ile İm am Şafiîye göre kal-
bi ile de îm ada bulunur.

Diğer bir rivayete göre böyle bir hastanın aczi, bir gün ve bir geceden
ziyade devanı edince bu m üddete ait nam azları büsbütün sakıt olur. Velev ki
aklı başında bulunm uş olsun.

93— Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam ederse
bu halde geçen nam azlarını kaza eder, fak at bun d an ço k devam ederse na-
m azları sakıt olur. Bu azlık, çokluk, İm am ı A 'zam a göre saat itibariyle,
İm anı M uham m ede göre d e geçen nam azların vakitleri itibariyledir. Bina-
enaleyh İm am M uham m ede göre geçm iş olan namazlar, b e şte n fazla ise sa-
k ıt olur ve illâ olmaz. Bu kavil, evvelâ görülm ektedir.
Velhasıl: Namaz, tam bir özür bulunm adıkça _asla terk ve te'h ir edile-
mez. Aksi takdirde Allahü A zim üşşanm azabı pek şedit, pek k o rkunçtur.
Z â tı rübubiyetine iltica ederiz.

94— Bir özre m üstenit olm adıkça farz nam azlar, hayvan üzerinde kı-
lınam az. Bu hususta vitir namazile cenaze nam azı ve yerde okunm uş olan
secde âyetin den dolayı yapılacak tilâvet secdesi ve kazâsı lâzım gelen her
hangi bir namaz da bu hükümdedir.
İm am ı A 'zam dan b ir rivayete göre sabah nam azının sünneti de bir özür
bulunm adıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
112 BÜYÜK İSLAM

95 — Yürüm ekte olan b ir araba, yürüm ekte olan bir hayvan hükmün-
dedir. Binaenaleyh bir zaruret bulunm adıkça üzerinde farz, vacip nam azlar
kılınamaz. Y erinde duran bir araba ise yer üzerindeki bir sedir, bir tah t me-
sabesindedir, üzerinde herhangi bir namaz kıhnabilir.

96— Yürümekte b ulunan bir gemi içinde bir özür bulunm asa d a bütün
nam azlar oturularak kıhnabilir. F a k a t ayakta kılınm ası efdaldir. Bu, İm am ı
A 'zam a göredir. İm am eyne göre baş dönm esi gibi bir özür bulunm adıkça
farz nam azlar oturularak kılınam az. Çünkü kıyam , bir rükündür, b ir özür
bulunm adıkça terk edilemez. İm am ı A 'zam a göre ise, gemide baş dönm esi
galiptir; galip ise m uhakkak hükm ündedir.
9 7 — Deniz kenarında veya ortasında bağlanıp duran bir gemi, eğer
çalkalanm am akta ise yer hükm ündedir, içinde ayakta olarak namaz kılınır.
F a k a t çalkalanıp d urm akta ise hayvan hükm ünde olur. Binaenaleyh eğer
mümkünse için d en çıkarak namazı h a riçte kılm ak lâzım gelir.
H arekette bulunan b ir yolcu tayyaresi de yürüm ekte bulunan bir gemi
m esabesindedir. B unun da hareketi, tavakkufu yolcunun ellerinde değildir.

98 — Yürüm ekte bulunan bir hayvanın, m eselâ devenin üzerindeki meh-


milin iki gözü, hayvanın sırtı hükm ündedir. F a k a t d urm akta bulunan bîr
hayvanın üzerindeki m ehm ilin gözleri altına yere b itişik olmak üzere bir
ağaç dayam ldığı takdirde yer üzerindeki sedir, tah ta m inderlik hükm ünde
bulunm uş olur.

9 9 — Hayvan üzerinde namaz kılan kimse, rükû, ve sücudu îm a ile


yapar, secde için rükûdan ziyade eğilir. Hayvan üzerinde birşey üzerine,
m eselâ: Hayvanın eğerine baş koyarak secde edilmesi m ekruhtur.

100— Sünnet ve m üstehab namazlar, bir özür bulunm asa da oturularak


kıhnabilir. F a k a t efdal olan ay ak ta kılm aktır, bu bap ta icm a' vardır. Bun-
dan yalnız sabah nam azının sünneti, İm am ı A 'zam a göre müstesnadır. Ni-
tekim yukarıda da işaret olunm uştur. Teravih nam azım d a b ir özür bulun-
m aksızın oturarak kılm ak câiz ise de kerah atten hâli değildir.

101— Bir kim senin ayak ta olarak başladığı nafile bir namazı, yorula-
cak olsa b ir yere dayanarak veya oturarak kılm ası câizdir. Böyle bir özür
bulunm adıkça bir yere dayanılm asında veya oturulm asında kerahet vardır.

102— Bir kimse, oturd u ğ u halde başlam ış olduğu nafile bir namazı
kalkıp ay akta ikm âl edebilir. Bunda ittifak vardır.

Nam azlarda kıraat:

103— N am azda kıraat, yani: Nam az kılanın kendi nefsi işidecek dere-
cede lisanile harflerini tashih ederek K ur'am Kerim âyetlerinden bir m iktar
İLMİHALİ 113

okunm ası, nam azın bir rüknü olarak farzdır. Kendi nefsi bile işitem iyecek
derecedeki bir kıraat ise kıraat sayılmaz. Yalnız im am a uyan kim se bu kıra-
attaıı m üstesnadır, nitekim ileride izah edilecektir.

104— Nafile nam azlar ile vitrin ve iki rek 'a tlı farz nam azların her rek'
atın da kıraat, farzdır. F a k a t d ö rt veya üç rek’atlı farz nam azların lâalet-
tayiıı yalnız iki rek 'atlarm d a k ıraat farzdır. Ş u kadar vardır ki, kıraatin ilk
iki rek'atlarda bulunm ası vacip görülmüştür. Binaenaleyh bu ilk iki rek 'at-
larda kıraatin âm den terk edilmesi m ekruhtur. Sehven terk edilmesi de sehv
secdelerim icap eder. Bu halde farzların diğer rek'atlarm da fatih a okunm a-
sı; m u h tar olan kavle göre vâciptir, sehven terk edilm esi sehv secdelerini
m ucip olur.
F a k a t diğer rivayetlere göre farzların bu son, yani üçüncü ve dördüncü
rek'atlarm da k ıraat câiz olduğu gibi teşbih de ve bir veya üç teşbih m ik tan
sükût da câizdir. Şu kadar var ki, k ıraat efdaldir, fatiha ise sünnettir.

105— N am azda kıraatin farz olan m iktarına gelince: Bu m iktar İm am ı


A 'zam a göre kıraat farz olan h er re k 'a tta velev pek kısa olsun b ir ây ettir,
böyle b ir â y e t okundu m u, bu farz yerine getirilmiş olur. F a k a t im am eyne
ve İm am ı A 'zam dan diğer bir rivayete göre bu m iktar, kısa üç â y e t veya
■böyle üç â y e t m iktarı uzun b ir ây ettir. İh tiy a ta m uvafık olan da budur.
Bir harften veya b ir kelim eden ib aret olan b ir âyetin, mesela " "
ve " jb .U ju " âyetlerinin okunm ası ise esahh olan kavle göre bilittifak
k ifayet etm ez. Çünkü bu, b ir k ıra a t sayılmaz.

106— Bir âyeti celileden başkasını okum aya kadir olm ayan kimse,
o ây eti kerim eyi İm am ı A 'zam a göre b ir kere okur, b ir re k 'a tta üç kere tek -
rar etm ez. İm am eyne göre tekrar eder. F a k a t üç â y e t okum aya kadir olan
kim senin bir ây eti üç kere tekrar etm esi İm am eyne göre de câiz değildir.

107— "Â yetülkürsi" gibi uzun bir ây etin b ir kısm ım b ir rek 'atta, diğer
kısm ını da diğer re k 'a tta okum ak, esahh olan kavle göre k ifay et eder, çün-
kü bunlar, üçer kısa âyete m uadil bulunm uş olur.
Yanlış kıraatlan n hükümleri için "Z elletülkari" bahsine müracaat!

N am azlarda rükû :

108— N am azlarda rükû' dahi bir rükn olduğundan farzdır, k ıraattan


sonra eğilerek rükûa varılır, baş ile arka düz b ir istikam ette b u lu n u r eller
dizlere kadar vanr. Ş ö yle ki: A y ak ta namaz kılan kim senin rükû' için yal-
nız başını eğmesi k ifay et etm ez, arkasını d a eğerek başile arkası müstakim
b ir had gibi m utedil b ir vaziyet alm ış bulunur. Bu tam b ir rükû'dur.
M aahaza namaz kılan, rükûa vardığında tam bu vaziyette bulunm azsa bakı-
lır, eğer k ıyam a daha yakın görülürse, rükû'u sahih olmaz, fak at rükû' va-
ziyetine yakın görülürse sahili olur.
114 BÜYÜK İSLAM

109— O turduğu halde namaz kılan kimse, rükû ederken alnı dizlerine
muv azı olacak derecede arkasım eğmelidir.
"R ükû şeklinde kanbur olan kim senin rükû için başını biraz eğmesi
lâzım dır. K anburluğu rükû sayılmaz.

110— İm am a rükû lıalinde yetişen kimse, ayakta tekbir alıp badelıû


rükûa gider. Bu tekbiri rükûa yakın b ir vaziyette alsa namazı fâsit olur, im a-
m a uym uş olamaz.

111— İm am a henüz rükûda iken yetişip ik tid a ederek rükûa varan kim -
se o rek ’ati im am ile kılm ış sayılır. F a k a t im am rükûda iken tekbir alıp da
im am rükûdan k alktıktan sonra rükûa giden kimse, o rek 'a ta yetişm iş ola-
maz, belki m esbuk olur, o rek 'a ti nam azın sonunda tek başına kılar.

112— İm am a uyan kimse, im am dan evvel rükûa gidip daha imam rükûa
gitm eden b aşım kaldırsa bu rükû'u kifayet etm ez. Binaenaleyh bunu im a-
m ın rükû'u esnasmda iade etm ezse namazı fasit olmuş olur.
İm am dan evvel rükûdan, sücuttan başını kaldıran bir m uktedi, hem en
rükû ve sücuda avdet eder ki, im am a m uhalefeti zâil olsun.
113— İm am a rükûda y etişen kimse, iki tekbire m uhtaç değildir. "A l-
lahü ekber" diye nam aza başlar ve hem en rükûa gider. Bu bir tekbir ile hem
iftitalı, hem de rükû tekbirini alm ış olur. İm am et bahsine de müracaat!

N am azlarda secde:

114— Secde de nam azın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan
kimse, rükûdan sonra secdeye vanr, rükû vaziyetinden ziyade eğilir, cephe-
sin i: alnını, yüzünü, iki ayağım ve iki. eli ile ild dizini yere veya yere bitişik
b ir şey üzerine koyar. Hak Tealâ H azretlerine ta'zinıde bulunur. Bu secde
h er re k 'a tta birbiri ardınca iki d e f a yapılır.

115— N am azda secde için yere cephe konulduğu halde burun konul-
m asa secde yine câiz olur. Ş u kadar var ki böyle bir secde bir özür bulun-
m ayınca m ekruhtur.
Bilâkis b u ru n konulduğu halde cephe konulm asa bakılır, eğer bir özre
m ebni ise secde bilittifak câiz olur. Bir özüre m ebni değilse İm am ı A 'zam a
göre m aalkerahe câiz olur, İm am eyne göre caiz olmaz.

116— Bir özüre m ebni olsa d a yanak veya çene ile secde yapılamaz.
Cephede veya burunda secdeye m âni bir özür bulunsa İm a ile secde
yapılır.

117— Secdede elleri, dizleri yere koym ak her halde farz değildir, bel-
ki sünnettir. A ncak İm am ı Züfere ve İm am ı Ş a fiî ile İm am Ahm ede göre
farzdır.
İ L M İH AL İ 115

118— ik i ayağın veya bir ayağın parm aklan yere konulm adıkça secde
câiz olmaz. M uhtar olan kavil, b udu r; bir ayağın yalmz bir parm ağını veya
ayağın yalmz üstünü yere koym ak kifayet etmez.

119— Secde edilecek mevzi, ayakların konulduğu yerden yüksek olun-


ca bakılır, eğer yükseklik yarım arşın, yani on iki parm ak m iktarı ise secde
câiz olur, bundan ziyade ise câiz olmaz.

120— Kalabalığa veya b a şk a b ir özüre m ebni dizler üzerine secde câ-


izdir. Kezalik: Kalabalığa m ebni aym namazı kılanlann birbiri arkasına sec-
de etm eleri de câizdir.

121— Bir kimse, başındaki sarığın bir büklümü veya sırtındaki bir liba-
sın fazla m iktarı üzerine secde edecek olsa bakılır, eğer bunlar, temiz bir
şey üzerine konulm uş olur ve sarığın büklümü de cepheye b itişik bu lunur-
sa secde câiz olur ve illâ olmaz. Her halde yerin kuvvetini duym ak d a lâ-
zım dır. Bu kuvvetin hissedilmesine m ani olacak pam uk ve em sâli b ir şey
üzerine secde edilemez.

122— A tılm ış yün, pam uk, saman, kar gibi bir şey üzerine secde edil-
diği takdirde bakılır, eğer b unlar k esafet peyda edip hacim leri anlaşılırsa
secde câiz olur. F a k a t bunların için de yüz kaybolup hacim leri anlaşılm azsa
ve böyle şeyin üzerinde yüz aşağıya tam yerleşerek karar bulacak olmazsa
secde câiz olmaz.
123— Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç, darı gibi h u b u b a t
üzerine secde yapılabilir. F ak at çuval içinde bulunm ayan buğday ve arpa
üzerine secde yapılabilirse de darı gibi kaypak şeyler üzerine secde yapıla-
maz.
124— U fak bir taş üzerine secde edilemez. F a k a t cephenin ekserisi bu
taş ile beraber yere tem as edecek olursa câiz olıir.

125— Yere serilmiş olan herhangi tem iz b ir şey üzerine secde edilebi-
lir velev ki bir özre m ebni olmasın, velev ki serilmiş b ulun du ğu yer tem iz
bulunm asın elverir ki, o yerin pis kokusu veya rengi gibi b ir eseri belirm e-
sin. Ş u kadar var ki böyle b ir şeyin yere serilmesi y a sıcaktan veya soğuk-
tan korunm ak veya elbiseyi tozdan, to p rak tan korum ak iç in olmalıdır.
Yoksa m ücerret cepheyi to p rak tan korum ak için olursa k erah etten h âli
olamaz.
(im am Malike göre kilim , keçe, posteki gibi yer cinsinden olm ayan bir
şey üzerine secde edilmesi m ek ru h tu r.)
*
126— Sıcaktan veya soğ uk tan ko runm ak gibi bir özre m ebni tem iz
yere konulacak iki el üzerine secde edilebilir.
127— Ü zerinde namaz kılınacak sergi, tem iz b ir libas ise y u k a n tarafım
aşağıya getirip etekleri üzerine secde etm elidir. Çünkü bu , tevazua daha y a-
kındır. . .
İ 16 BÜYÜK İ SLAM

128— R ükû ve sücut rükünlerinin yerine getirilm iş olması için rükû


ve sücut denilebilecek kadar bu vaziyetlerde durm ak kâfidir. Herhalde üçer
d e f a teşbih okunacak m iktar durm ak farz değildir. F a k a t b unlarda sünnet
m iktarının en azı üçer kere teşbih okum aktır. O rtası beş, ekmeli de yedişer
teşbih okum aktır. Tek başm a namaz kılan, daha ço k teşbihte bulunabilir.
F ak at im am olan zat, cem aatin rızası bulunm adıkça ü çten ziyade teşbihte
bulunam az. Cem aatı usandırm ak, kaçırm ak m uvafık değildir.
R ükuda teşbih : = sübhane rabbiyelazîm (1) ve secde-
deki teşbih de : " = Sübhane rabbiyel a’lâ " dır.(2)

129— H er re k 'a tta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasten terk edilse
namaz fâsit olur, sehven terk edilse selâm dan sonra dalıi hatırlansa nam aza
münafi bir şey bulunm am ış ise secdeye varılır, ba'dehu son ka'de iade edile-
rek sehv secdeleri yapılır. Secdei sehv bahsine müracaat!.
130— Secde , nam azın en m ühim bir rüknüdür. Secde, A llah Tealâya
gösterilen tavazuun, ta'zim atın en mükem mel nişanesidir. Bir hadisi şerifde:
"ku lun rabbisine — yani onun rahm etine — en yakın olduğu hal, secdeye
varm ış olduğu haldir. A rtık — secdede — duayı ç o k ç a yapınız” b uyurul-
m uş tur. Çünkü secde hali, en ziyade bir tezellül ve kemali k u rb iy et haleti
olduğundan bir m ezinnei icabettir. (3)
Secdesiz b ir namaz, namaz değildir. M abudum uzun m anevi huzurunda
yerlere kapanarak ta'zim atım arzetm ek istem eyen b ir insan, kulluk vazife-
sini terk etm iş, Hak T ealâya k u rb iy et şerefinden m ahrum kalm ış olur.
Nam azlarda k a'dei ahire:

131— N am azlann sonunda teşehhüt m iktarı oturm ak da nam azın bir


farzı, bir riik'nüdür. Buna "K a'dei ahire" - son otu ru ş denir. Velev ki ken-
disinden evvel başka k a'd e bulunm asın. Sabah nam azında oldıığu gibi.
T eşehhüt m iktarından m aksat ise "T alıiyyatı" okuyacak kad ar müd-
d e ttir : (4)

(1) Pek büyük olan rabbim, her türlü noksanlardan beridir, münezzehtir.
(2) Pek yüce - kudret ve azametle muttasıf - olan rabbimi, bütün noksanlardan
tenzih ederim. ’ . c- . ■
.►Is-Jl 1 İs J»-L> j -vjl L* i-j (3)
j c _j LIa j ) <J!İo-jİ_5 dLU .jUaJij cjULJ! . (4)
«!iV jU r i l «flljLie.
Meâli : Bütün dualar, senalar — veya bütün m ülkler — ve bedenî, m alî
ibadetler Allah Tealâya m uhtastır, — bunlara başkaları m üstehık olamaz.
— Selâm da ve Allah T ealânm rahm etiyle bereketleri de, ey Peygamberi
A lişan!. Sana m ahsustur, ve selâm bizlere ve Allah T ealânın salih kullarına
olsun. Ş ah ad et ederim ki — yakınen bilirim ki — Allah T ealâdan başka
hakikî m abud yoktur. Ve şeh ad et ederim ki, H azreti M uhammet!, Hak
T ealânm kuludur ve peygamberidir.
İ L M İH A L İ 117

1 32— Bir kimse iki rek 'a t sabah nam azını kılıp da sonra oturm aksızm
üçüncü bir rek 'ata kalarak bunun sonunda secde edecek olsu bu nam az,
farziyetini gaip edip nafileye dönm üş olur. Binaenaleyh bir reklat daha
ilâve edilerek sonra oturm ak lâzım gelir.
Kezalik : D ört rek 'a tlı bir farz nam azının dördüncü rek'atın da ve ak-
şam nam azının üçüncü rek 'atın d a oturulm ayıp da bir re k 'a t daha kılınarak
secdeye varılsa, bu namaz da nafileye tahavvül etm iş olur. Bu halde kılm an
namaz, sabah nam azı ise, d ö rt rek'atı m üteakip hem en selâm verilir. İkindi
gibi d ö rt rek 'atlı bir namaz ise beşinci rek 'a ta bir re k 'a t daha ilâve edilip ba'
dehu selâm verilir. Sahîh olan kavle göre bu halde Secdei Sehiv lâzım gel-
mez
Bu mesele, İmam A zam ile İm am Ebû Yûsuf® göredir. İm am M uham-
mede göre bu namaz esasen namaz olm aktan çıkar.nafile de olmuş olmaz.
133— Bir kimse, nam azın sonunda teşehhüt m ik tan o turap da ba'dehu
nam azdaki tilâvet secdesini haürlıyarak secdeye varsa, namazı fasit olur.
Çünkü bu halde son k a'd e bulunm am ış sayılır. M eğer ki bu tilâvet secdesin-
den sonra tekrar teşehhüt m iktarı otursun.
134— Son ka'denin tam am ım uyku içinde geçiren bir kimse, uyandık-
tan sonra tekrar bir teşehhüt m ik tan oturm azsa namazı fasit olur. Çünkü
uyku içindeki b ir fiil, ihtiyara m ukarin olmadığı için m u 'teb er değildir, bu-
nun vücudile ademi müsavidir. N itekim nam azda uyku halinde yapılan kı-
yam, kıraat rüku gibi fiillerde m uteber değildir.

T a'dili e rk â n a riayet:

135— N am azlarda ta'dili erk â n a riayet İm am E bû Yûsufa göre bir


rükn olduğundan farzdır. B undan m aksat, nam azın kıyam , rükû, sücut gibi
her rüknünü b ir sükûnet ile yerine getirm ek, bu rükünleri yaparken her uzuv,
m utm ain olup ızdıraptan hali bulunm aktır. M eselâ rükûndan kıyam a kal-
karken vücut, dim dik b ir hale gelmeli, sükûnet bulmalı, en az bir kere
4S jU ~--Sübhanelîahil azîm " diyecek kadar ayakta durup b a'd eh u sec-
deye varm alıdır. Her iki secde arasında da böyle bir teşbih m ik tan dur-
malıdır.
136— T a'dili erkân, İm am ı A 'zam ile İm am M uham m ede göre vâcip-
tir. Binaenaleyh birinci kavle göre ta'dili erk ân a riayet edilmeksizin kılınan
bir namazı iade etm ek = yeniden kılm ak lâzım dır. İkinci kavle göre ise, bu
halde yalmz sehv secdesi lâzım gelir. F a k a t böyle bir namazı iade etm ek ev-
lâdır. Bununla ih tilâ fta n kurtulunm uş olur. N itekim kerahete m ukarin olan
nam azlan da iade vâcip görülmüştür.
137— N am azdan m anevî bir zevk alan zatlar ; nam azda itidale riayet
eder, acele etm ek ten .sakınır. Acele etm eyi ta'zim e, âdaba münafi görürler.
H ayatın en faideli, en kıym etli saatlan, ibadet ile geçen vakitlerdir.
Beyhude yere veya fani bir faide uğrunda saatlarını, günlerini sarfeden in-
sanların nam az gibi ulvî bir ibadetten, ebedî bir saadet vesilesinden, lâhıı-
tî b ir h u zu r neşvesinden b ir an evvel çıkıp kurtulm aya çahşm alan pek garip
pek acınacak bir hal değil midir?.
118 BÜYÜK İSLAM

Nam azdan kendi sun'u ile çıkm ak:

1 3 8 - Namaz kılanın, kendi ihtiyarına m ukarin olan bir fiil ile nam az-
dan çıkm ası da İm am ı A 'zam a göre b ir rükün olduğundan farzdır. Buna
"H uruç bisun'ihî" denir. F a k a t bu İm am eyne göre faiz değildir. Bu ih tilâ f
üzerine aşağıdaki iki m es'ele teferru eder.
139— Bir kimse, nam azın sonunda teşehhüt m iktarı o tu rd u k tan sonra
kasten nam aza münafî bir harekette bulunsa, m eselâ : Gülse veya konuşsa
veya bir şey yiyip içse namazı bilittifak tam am olmuş olur. F ak at kendisin-
den kaste m ukarin olmaksızın b ir hades zu h u r etse, b u halde İm am eyne
göre yine namazı tam am olmuş olur. F ak at İmamı A 'zam a göre tam am
olmuş olmaz. Belki hem en abdest alıp kendi ihtiyariyle nam azdan çıkm ası
lâzım gelir ve illâ nam azı b âtıl olur.
1 4 0 - Bir kimse, son ka'dede teşeh hü t m iktarı o turd u k tan sonra henüz
ihtiyarile nam azdan çıkm adan nam az vakti çıksa veya başka bir namaz
vakti girse nam azı İm am ayne göre tam am dır, İmam ı A 'zam a göre fasit
olmuş olur. Çünkü bu namaza kendi sun'i ile nih ay et vermiş değildir.

Nam azların vacipleri:

141— Nam azların farzları olduğu gibi bir kısım vâcipleri de vardır, bu
vâciplere riayet ile nam azın farzları tekm il, noksanları telâfi edilm iş olur.
Ş öyle İd :
(1) N am aza başlarken yalm z " = Allah" ismi Celîli gibi
sırf tâ'zim i ifade eden bir lâfız ile ik tifa edilm eyip tekbiri ifade eden bir ta -
birin bulunm ası, m eselâ " y f 1 i l = Allahü ekber" denilmesi vâciptir.

(2) N am azlarda F a tih a Sûre'i Çelilesim okum ak vâciptir.


* F atih a'i şerifeyi okum ak, eim m ei selâseye göre ise farzdır.

(3) N am azlarda farz olan kıraatin ilk iki rek 'ata tahsis edilmesi vâ-
ciptir.
(4) İlk iki re k 'a tta n her birinde bir d e f a F atih a'i şerife okunup tek -
rar edilm em ek vâciptir.
(5) F atih a'i şerifeyi, okunacak sair sûrelerden veya âyetlerden evvel
okum ak vâciptir.
(6 ) F a tih a 'i şerifeye, başka bir sûre veya bir sûre yerine kaim olacak
m iktar  yeti Kerîm e ilâvesi vâciptir. Ş öyle k i : Farz nam azların ilk evvelki
rek'atlarm da F atih ad an sonra diğer b ir sûre veya bir sûreye m uadil bir
m iktar  yeti Kerîm e okunm ası vâcip olduğu gibi, vitir ile nafile nam azların
her rek'atında F a tih a ve Fatihadan sonra bir sûre veya b ir m iktar âyeti ke-
rîm e okunm ası da vâciptir.
* F atihaya başka bir sûrenin veya ây etin zam ve ilâvesi eim mei selâse-
ye göre sünnettir.
İL M İH A L İ 119

(7) M ünferit - Tek başına nam az kılan kimse, sabah, akşam , yatsı
nam azlarında kıraati dilerse cehren ve dilerse hafiyyen yapar. Geceleyin
kılacağı nafile nam azlarda da böylece m uhayyerdir. F ak at öğle, ikindi ve
gündüzün kılacağı nafile nam azlarda hafiyyen okum ası vâciptir.

( 8 ) Cem aatle kılınan nam azlardan sabah, cuma, bayram , teravih, vi-
tir nam azlarının her rek'atm da, akşam , yatsı nam azlarının ilk iki rek'atla-
n n d a cehren, öğle ve ikindi nam azlarının bütün rek'atlariyle akşam namazı-
nın üçüncü ve yatsı nam azının d a son iki rek 'a tia n n d a hafiyyen kıraatta
bulunm ak vâciptir.

(9) V itir nam azında k u n u t, yani : Dua okum ak ve k u n u t tekbiri al-


m ak vaciptir. Bu İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ise bunlar sün-
nettir.
(10) Kazaya kalan bir namaz, gündüzün cem aatla kılınsa bakılır :
E ğer sabah namazı gibi cehren k ıraat olunması lâzım gelen b ir namaz ise
yine cehren kıraat olunur, ve illâ sırren kıraat icap eder. M ünferit ise
m uhayyerdir. Cehren k ıraat olunacak bir nam azda cehren kıraatte buluna-
bilir. Bir rivayete göre ise, m uhayyer olm ayıp gündüz kaza edeceği h er-
hangi bir namaz da hafiyyen okunm ası vâciptir.
(11) Secdede yalnız cephe ile ik tifa edilm eyip alın ile beraber b u rn un
da yere konulm ası vâciptir.

( 1 2 ) Ü ç veya d ö rt rek 'atlı nam azlardaki birinci k a'd e vâciptir.

(13) N am azların her ka'desinde teşehh ütte bulunm ak, yani teh iyy aü
okum ak vâciptir.

(14) Nam az için d e okunan secde âyetinden dolayı tilâvet secdesinde


bulunm ak vâciptir.

(15) N am azda sehven terk edilen vâciplerden dolayı sehv secdelerinde


bulunm ak vâciptir.

(16) İki bayram nam azının üçer ziyade tekbirleri vâciptir. Bu nam az-
larda birinci rek 'a tla n n rükû ve sücut tekbirleri sünnettir. İkinci rek 'a tla n m n
rükû tekbirleri ise vâcip olan ziyade tekbirlere m ukarin olduğu iç in vâcip-
tir.
(17) N am azlann farzlann d a tertibe riayet etm ek ve iki farz arasında
farz olm ayan bir şeyin girmesine m eydan verm em ek vâciptir. Farz olan
kıyam dan sonra, rükû'a, rükûdan sonra secdeye gidilmesi gibi.

(18) V âciplerden her birini de yerinde ity an edip te'h ire bırakm am ak
vâciptir. K ıraattan sonra bir m üddet sehven tefekküre dalıp badehu rükûa
varılması gibi.
120 BÜYÜK İSLAM

(19) N am azların nihayetinde selâm vermek, yani : Evvelâ sağ tarafa,


sonra da sol tarafa yüz çevirerek " pM-ll =Esselâm " dem ek vâciptir.
" iıl <*-) > - Aleyküm ve rahm etullah" denilm esinin vâcip olduğu ise
sarahaten beyan edilm iş değildir. (1). Bir kavle göre sol tarafa selâm veril-
mesi sünnettir. N am azdan çıkılm ışı ise Am m eye göre yalnız bir selâm ile
husule gelir, bununla namaz bitm iş olur. A rtık b u selâm ı venniş olana, b aş-
kasının iktidası sahîh olmaz. M eşhur olan kavil budur.

Nam azların sünnetleri:

142—N am azlann bir kısım da sünnetleri vardır. Bu sünnetler nam azla-


rın vâciplerini ikm al eder, onlardaki kusurları telâfiye ve fazla sevaba vesile
olur. Sünnetlere riayet ve m üdavem et Resulullaha m uh ab bet nişanesidir.
M aamafih bu sünnetleri terk etm ek , nam azın bozulm asını, iadesini icap et-
mez. Ş u kadar var ki, istih faf edilm eksizin âm den terk edilmesi bir isâet-
tir, bir m ahrum iyettir. F a k a t istihfaf edilmesi, yani : Bir sünnetin hak gö-
rülmemesi, hik m etten hâli, abes sayılması, neuzü b illâh küfürdür. Çünkü
sünnet de ş e r'î hüküm lerden, esaslardan biridir.
N am azlardan evvel veya nam azların içinde başlıca sünnet olan şeyler,
ş u n la rd ır:

(1) Beş vakit namaz ile cuma namazı için ezan ve ikam et sünnettir.

Şöyle ki : V aktinde cem aatle eda olunan her farz namaz için ezan ve
ikam et sünnet olduğu gibi, kazaya kalıp cem aatla kılınacak farz nam azlar
için de sünnettir.
M üteaddit namazlar, cem aatla kaza edileceği takdirde bunlardan yal-
nız ilk kılınacak namaz için ezan okunur, sonra gerek bu namaz için ve ge-
rek bunun ardınca kılınacak şâir kaza nam azlan için birer ikam et ile iktifa
edilir.
Kendi hanelerinde tek başlarına namaz kılacak erkekler için ezan ile
ikam et, m üstehabtır. G erek müsafirler için ve gerekse cem aatla namaz kıla-
cak için ezan ile ikam eti terk etm ek ise m ekruhtur.
Cum 'a günü şehirde bu lu n d u k lan halde m azeretlerine m ebni cum a na-
m azını kılam ayanlara öğle nam azım kılarken ezan ve ikam et lâzım gelmez.
Kadınlar için de ezan ve ikâm et sünnet değildir. Ezan ve ikam et bahsine
m üracaat!..

(2 ) İftita h tekbirini alırken ellerin yukarıya kaldırılm ası sünnettir.

Şöyle ki : E rkekler ellerim baş parm aklan kulaklarının yum uşaklarına


değecek kadar, kadınlar da ellerini parm aklanm n u ç la n om uzlarına kavuşa-
cak veçlıile m em elerinin lüzasma kadar kaldırıp o vaziyette " $" \ - A l-

il) Selâm ve Allahın rahmeti sizin üzerinize olsun,


İL M İH A L İ 121

lahü ekber" derler. Ellerin içleri kıbleye müteveccih bulunm alıdır. Birbirine
m üteveccih de bulunabilir.

(Eim mei selâseye göre, erkekler de ellerini yalmz om uzlarının hizasına


kadar kaldırırlar.)

(3) Tekbir için eller kalkarken parm akların araları tekellüfsiiz olarak
biraz açıkça bulunm ası sünnettir.
(4) İmam olan zatın tekbirleri ve rükûdan kıyam a kalkarken,
( «il £ — =Semiallalıü lim enham ideh) cümlesini ve nam azın sonunda
iki tarafa vereceği selâm ı, h acet m ik tan cehren yapm ası sünnet olduğu gibi
cem aatin rükûdan kalkarken gizlice: ( diij ^ 1 Allahümme ıabbena
velekelham d) dem esi tekbirler ise selâm ı gizlice yapm ası da sünnettir.

M ünferit, rükûdan kalkarken hem : c-u'o 1' hem de( )


der ( 1 )
(5) N am azlann evvelinde gizlice : ( ei'U*--. ) okunm ası b u n d an
sonra fatihadan evvel yine gizlice "euzü besm ele" okunm ası ye diğer rek 'a t-
larda da fatihadan evvel besm elei şerife okunup fatihaların sonunda hafiy-
yen âm in denilmesi sünnettir. Bu hususta im am ile cem aat ve m ünferit
arasında fark yoktur. Ş u kadar var ki cem aat fatihai şerifeyi okuyamıya-
cağı cihetle euzü besmele de okumaz.
A
Am inin m ânası "dualarım ızı kabul b uy u r" dem ektir.

Her re k 'a tta fatihai şerifeden evvel besmeleyi şerifeyi okum ak esahh
sayılan bir kavle göre ise vâciptir. F atihadan sonra okunacak surelerin
evvellerinde besmelei şerife okunm az. Yalmz îm am M uham m ede göre ses-
sizce kılınacak nam azlarda bu surelerin iptidasında d a besmelei şerife
okunur. (2 )
( 6 ) Nam azda erkeklerin sağ ellerini göbeklerinin altında olarak sol
elleri üzerine koym aları, ve baş parm aklarıyla serçe parm aklanın halka şek-
(1) Allah Tealâ kendisine hamd edenin hamdini kabul buyurur. Ey Rabbimiz olan
Allahü Azimüşşan hamd de sana mahsustur.
@) "Sübhaneke" denmurad: ■$->■?- j i j )
( ■JiVj Sübhanekellahümme ve bihamdik ve tebarekesmük ve tealâ ceddiik
ve lâ üâhe ğayrük cümlesidir.
Mealâ: Ey Allahım! Seni teşbih ve tenzih eder, sana hamdüsenada bulunurum.
Senin mukaddes ismin mübarektir ve senin azamet ve celâün pek yüksektir, ve senden
başka hak mabud yoktur.
Euaü'den maksat da ( , ^ J ' = Euzübiilâhimineşşeytanirracim)
demektir ki "Kovulmuş - tarafı ilahiden tardedilmiş - olan şeytanın şerrinden Allahü
Tealâya sığınırım" manasınadır. Bu sığınmaya "teavvüz" denir.
122 BÜYÜK İSLAM

linde bulundurarak bununla sol bileklerini tu tu p diğer üç parm aklarım kol-


la n üzerine uzatm alan, kadınlarda halka etm eksizin sağ elleri göğüsleri
üzerinde tam sol elleri üzerine koym aları sünnettir.

(7) Nam az arasındaki tekbirler iletesm i'ler sünnettir. Yani kıyam dan
rükûa, secdelere gidilirken : ( jŞ~ \ üıl = Allahü ekber ) denilm esi rükûdan
kıyam a kalkılırken : ( ü £ - = Semiallahü lim enham ideh) denilmesi
ve secdeden kalkıp yine secdeye giderken : { JS ' \ «il = Allahü ekber)denilm esi
sünnettir.
(8 ) Rükû ve sücut teşbihleri, yani rükû halinde en az üç kerre
( ("^J! j j j = Sübhane rabbiyelazîm ) denilmesi, secde halinde de
lâakal üç kerre ( = Süphane rab b iy alâ’lâ) denilm esi sünnettir
(9) Rükû halinde erkeklerin ellerile parm akları arası açık olarak
dizlerini tu tm alan sünnettir. Kadınlar bu halde parm aklarını açık ça bırak-
m azlar ve dizlerini tutm azlar, elleri dizleri üzerine koym akla iktifa ederler.

(10) Kıyam da b ir özür bulunm adığı takdirde iki ayağın arasını d ö rt


parm ak kadar açık bulundurm ak sünnettir.

(11) K a’de ile celse hallerinde erkeklerin sol ayaklanm döşeyerek


üzerlerine oturm aları ve sağ ayaklanm güçleri nisbetinde kıbleye mütevec-
cihen dikm eleri, kadınların da sol ayaklarını sağ taraflarına yatık bulundu-
rarak yere oturm aları sünnettir. Bu oturm aya "teverrük” denir.

(12) Rükûda erkeklerin inciklerini dik tutm aları, kadınların da dizle-


rini bükük bulundurm aları sünnettir. Bu halde erkeklerin arkalan düz tu -
tulm uş, kadınların arkaları ise biraz yukarıya meyilli bulunm uş olur.
(13) Secdeye varılırken evvelâ dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere
koym ak, secdeden kalkarken de iptid a yüzü, sonra da dizlerin üzerine k o y a-
rak elleri yerden kaldırm ak sünnettir. M eğer ki bu na k u d ret bulunm asın,
o halde el ile yere dayanarak kalkm ak câiz olur.

(14) K a’uelerde ve secdeler arasındaki celselerde ellerin kıbleye karşı


bir halde oyluklar üzerine konulup dizlerin tutulm ası sünnettir.

(15) K a’delerdeki teşehhütlerde ^ ^ = lâilalıe) denirken sağ elin


şah ad et parm ağı kaldırılıp ûl V! = illâllah) denirken indirilmesi
sünnettir. Bu halde baş parm ak ile orta parm ak halka edilip diğer iki par-
mak bükülmelidir. Bir çok kimseler, bu sünneti yerinde yapam azlar. Bıı
cihetle bunun terkedilm esini muvafık görenler vardır.

(16) Farzların, vitir nam azının ve müekked sünnetlerin son


k a’delerinde, gayri müekked sünnetler ile sair nafile namazların da her
İLMİHALİ 123

ka'desinde tahiyyattan sonra N ebiyyi Ekrem Efendim ize selâtü selâm


okum ak sünnettir ( 1 ).

(17) Bütün nam azlann son ka'delerinde salât ve selâm dan sonra iki
tarafa selâm verm eden evvel dua edilmesi sünnettir. Bu dua, K ur'am Kerî-
m in m übarek dua âyetlerinden biriyle yapılm alı, veya bunlara benzer b ulu n -
malıdır. Kullardan isfenilebilecek şeyler hakkında nam azda dua edilmesi.
Meselâ : "Y arabbi!. Bana şu kad ar para ver" denilmesi câiz görülm em ekte-
dir. Nam azların sonunda m utad olanbi^ ; > ~ V l j , "*• - L J l j b'T l>.)
(jU l J i c A yeti kenm esinin okunm asıdır. (2)

(18) N am azlann sonunda selâm verirken yüzün evvelâ sağ, sonra sol
tarafa döndürülmesi sünnettir.
(19) Sütre ittih azı sünnettir. Ş öy le ki: Sahrada ve emsalinde namaz
kılan kimse, önünden başkasının geçmesi m elhuz olunca sağ veya sol kaşı
hizasına en az bir arşın bo y u n d a kalın veya ince bir ağaç diker, dikilmesi
mümkün olmazsa ağacı boyuna uzatır veya önüne böyle b ir tu lâ n l b ir çizgi
çizer. Enine yarım daire şeklinde bir çizgi çizmesi de câizdir. Direk, san-
dalye gibi şeyler de sütre vazifesini görür.

Cem aatla kılm an nam azlarda yalm z im am ın önünde sütrenin b u lu n -


ması kâfidir. Nam az kılanın önünden geçilmesi, edebe m ünafidir, günahı
m üştekim dir, bundan sakınm alıdır. Nam az kılan, önünden geçecek kim se-
yi m en' için: «»' = Süblıanallah" diyebilir, veya elile, veya gözüy-

(1) Bu selâtü selâm şu veçhile okunur:

J\ 1^ C —U*» ^ 4.^ I» >J \ j


^ -tir- t'-l— ' J l ) lı'J— < j J * ■*.*• lü 'l

• i ^^ ij 1 f \jf I 4*.»
= Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed, kema
salleyte alâ seyyidina İbrahime ve alâ âli seyyidina İbralıime inneke Hamidün Mecid. Ve
barik aiâ seyyidina muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed, kema salleyte alâ
seyyidina İbrahime ve alâ âli seyyidina İbrahim, inneke Hamidün Mecid.)

Meâli: Ya ilâhı! Efendimiz - büyüğümüz, veliyyünnimetimiz - Muhammede ve


Efendimiz Hazreti Muhammedin âline salât et, onların şeref ve kadrini i'lâ buyur.
Hazreti İbrahime ve Hazreti İbrahim in âline salât ettiğin gibi. Ve Efendimiz Hazreti
Muhammede ve efendimiz Muhammedin âline mübarek kıl, onlann feyiz ve bereke-
tini dâim arttır. Hazreti İbrahime ve Hazreti İbrahimin âline mübarek kıldığın gibi.
Şüphe yok ki sen Hamidsin, mecidsin, bütün hamd-ü sena, bütün azamet ve celâl sana
mahsustur.

(2) Yarabbi. Bize dünyada bir güzellik, ahirette de bir gızeUik - bir güzel nimet ve
saadet - ver ve bizi ateş' azabından koru.
124 BÜYÜK İSLAM

le veyahut başile hafifçe işaret edebilir. Sütrenin bulunm ası, namaz kılanın
cem iyeti hatırına yardım eder, onun gözlerini sütrenin gerisinden m enedip
kuvvei mütelıayyilesinin etrafa dağılm asına m âni olur.

N am azlann âdabı:

143— Nam azların bir kısmı âdabı vardır. Bunlar birer m endup dem ek-
tir. Bunları terketm ek, vakıa itabı icap etm ez. Bir isâ e t sayılmaz, fakat bun-
lara riayet edilmesi efdaldir, ziyade sevap kazanm aya sebeptir. Şuurlu bir
müslüman, nam azın ne büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz sayesinde
kadim ve rallim olan m abudunun m anevî huzurunda bulunduğunu anlar,
o m ukaddes m abudunun kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece
edebe riayet eder, zahiren pek mütevazıane bir vaziyet alır, batm an kalbini
m ümkün m ertebe masivadan, süflî düşüncelerden, dünyevî alâkalardan k o ru -
m aya çalışır, bunun için dir ki: (ıjüül = nam azın kemali
ancak kalb huzuriledir) denilm iştir.
Nam azların başlıca âdabı şunlardır:
(1) Nam azda zahiren ve batm an bir sükûnet, bir huzur, bir h aşy et için-
de bulunm ak.
( 2 ) Üst elbiseyi açık bulundurm ayıp düğüm lemek ve erkekler için ifti-
tah tekbiri alırken ellerini — m evcut ise — yenlerinden dışarıya çıkarm ak.
(3) Nam az kılarken kıyam da secde yerine rükû d a ayakların üzerine,
secdede burnun iki kanadına, ka'dede kucağa, selâm da d a sağ ve sol om uz
başlarına bakm ak.
(4) Rükû ve sücut teşbihlerini tek başına namaz kılan için üçten ziya-
de yapm ak.
(5) İk am et alınırken: = haydin felâha) denildikte im am ile
cem aat için ayağa kalkm ak.
İm am , m ihraba yakın bulunm azsa her saf, imam aralarından geçeceği
zam an ayağa kalkar.
( 6 ) İm am için ( l ' A J I -*î = namaz başladı) denildiği anda namaza
başlam ak. İmam olan zat, bu hareketile müezzin olan zatı tasdik etm iş olur.
Maamafih ikam et b ittik te n sonra nam aza başlam asında da bir beis yok tu r.
H a ttâ İm am E bû Y usuf ile Eimm ei selâseye göre muvafık da budur.
İkam et alınırken camie giren kimse, oturur, cem aatla beraber ayağa
kalkar. Yoksa ikam etin bitm esini ayakta beklem ez.
(7) N am azda esnem ek halinde ağzı tutm ak ve dudakları, dişlerle olsun
kapam ak kabil olmazsa sağ el ile kapam ak öksürüğü ve geğirmeği mümkün
m ertebe giderm ek.
Bütün bunlar, m üstehsendir. İbadet esnasında yapılması lâzım gelen
t-a'zimat cümlesindendir.

Ezan ve ikam et:

1 4 4 - Ezan, lûgatta i'iâm : bildirm ek dem ektir. Ş e r'î şerifte farz na-
İL MİH A Lİ 125

m azlar için m uayyen vakitlerde m alûm veçhile okunan m übarek sözlerden


ibarettir. Ezan okuyan zata "m üezzin" denir.
Farz namazlar için ezan, yani bu namazların kılınacağım ilân kitap ile
sünnet ile sâb ittir. F ak at müslümanlığm başlangıcında bildiğim iz veçhile
ezan okunm azdı, bir aralık namaz vakti olunca ;>UI ; 5L.H = Esselâte
esselâte, nam aza namaza) veya ( J5UJ1 = Esselâtü cem iatün, namaz
toplayıcıdır) yani namaz m üslüm anlann güzel bir cem aat halinde yaşam a-
larına vasıtadır, bir takım m ehasin ve şükran envamı m uhtevidir." diye nida
edilm işti. H icreti nebeviyenin birinci senesinde Medinei Münevverede
Mescidi Nebevi inşaatı nihayet bulm uş, ashabı kiram , m untazam b ir halde
toplanarak cem aatla namaz kılm aya başlam ışlardı, işte bu sırada Resûli
Ekrem (Sallallahü aleyhi ve sellem) Efendim iz namaz vakitlerinin ilânı
hususunda ashabı kiram iyle istişarede bulundu. N ihayet ashabı kiram dan
b a ’zı zatlan n aynı surette görmüş oldukları sadık bir rüyaya ve onu m üeyyid
olan bir vahye m ebni bildiğim iz veçlıile ezan okunm aya başlanm ış tır ki bu,
erkekler hakkında vâcip kuvvetinde bir sünneti m üekkededir. Müslümanlı-
ğın en büyük şiârından biridir. H icreti Nebeviye bahsine de müracaat!.
Ezanı M uham m edi vasitasile halka lıem namaz vakitleri ve nam azların
kılınacağı bildirilm iş oluyor, hem de nam azın felâh ve necata sebep olacağı
söylenilm iş oluyor, bununla beraber bütün cihana karşı da İslâm dininin en
m ukaddes esasları ilân edilm iş bulunuyor.
Filvaki yer yüzünde namaz vakitleri m uh telif saatlara rastlam aktadır.
Bu cihetle hiç bir saat y o k tu r ki İslâm m âbetlerinin yüksek m inarelerin-
den bütün insaniyet âlem ine Allah T ealânm varlığı birliği, âzam eti, peygam -
ber efendim izin risâleti, nam azın felah ve necata vesile olduğu birer bülent
sada ile ilan edilm iş olmasın, ne şerefli bir irşa t vazifesi! Ezan ile ikam ete
dair b ir takım hüküm ler vardır. Ş öy le ki:

1— Ezan, şu m übarek kelim elerden ibarettir:

(Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber.

Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illâllâh. E şhedü enne


M uham m eden resûlüllâh, eşhedü enne M uham m eden resûlüllâh.
•»
Hayye alassalât, lıayye alassalât, H ayye alelfelâh, hayye alelfelâh
Allahü ekber, Allahü ekber, lâilâhe illâllâh.) (1)

v ilV l JN j l 0^:1 i il V l <!lV j l , j f \ i l JŞ '\ i l , j f \ i l JŞ '\ i l (\)

.ilM l jŞ"\ i l jS~\ i l S£_}ü)l Jc ij~


126 BÜYÜK İSLAM

M em leketim izde bir m üddet şu tercüme okunm uştu: "T anrı uludur,
Tanrı uludur, Tanrı uludur, T anrı uludur. Şüphesiz bilirim bildiririm T an-
rıdan başka y o k tu r tapacak. Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrıdan başka
y o k tu r tapacak. Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrının elçisidir M uham m ed,
şüphesiz bilirim, bildiririm T anrının elçisidir M uhamm ed. Haydin nam aza,
haydin nam aza. H aydin felaha, haydin felaha. Tanrı uludur, T anrı uludur.
Tanrıdan başka y o k tu r tapacak."
Sabah nam azlarında iki kere "hayye alâlfelâh — haydin felâh a"d an
sonra iki kere "Esselâtü hayrün m inen nevm — namaz uykudan hayırlıdır"
diye okunur ( 1 ),
(2) E rkekler tarafından gerek m ünferiden ve gerek cem aatle farz nam a-
za başlanacağı sırada ikam et yapılır. Yani m übarek ezan kelimeleri aynen
okunur. Ş u kadar var ki iki kerre "H ayyealâl felâh "d an sonra "Kadka-
m etissalâtü kadkam etissalât" ( 2 ) denir ki, tercümesi "nam az başladı, namaz
başladı" dır.
Bir de ezanda her cümlenin arası bir sekte ile ayrılır, ikinci cümlelerle
ses biraz daha yükseltilir ki bu n a "teressül ve irtisal" denir. İkam ette ise sek-
te yapılm az, sürat gösterilir ki bu n a d a "h ed r" denilir.

(3) C um adan başka bir farz için birden ziyade ezan ve lüç bir farz için
oirden ziyade ikam et m eşrû değildir. Binaenaleyh bir camii şerifte ezan ve
ikam etle vakit namazı m utad veçhile kılındıktan sonra tekrar cem aatle veya
m ünferiden bazı kim selerin kılacakları aynı namaz için ne ezan okunur, ne
de ikam et alınır. V itir, bayram , teravih vesair nâfile nam azlarda ikam et y o k -
tur.

(4) Evde veya kırda küm acak farz nam azlar için de hem ezan hem de
ikam et efdaldir. Maahaza bunlar d a yalnız ikam et ile iktifa edilebilir. F a k a t
ezan ile iktifa m ekruhtur.

(5) Bir namaz için daha vakti gelm eden ezan okum ak câiz değildir.
Böyle bir ezam iade lâzım gelir. Çünkü bununla vaktin geldiğini haber ver-
m ek faydası hasıl olm uş olmaz. A ncak İmam E bû Y ûsuf ile Eim m ei selâ-
seye göre yalm z sabah nam azı için vaktinden evvel ezan okunm ası câizdir.

( 6 ) E zan ile ikam etin arasını biraz ayırm ak m uvafıktır. Ş ö yle ki: A k-
şam ezanından sonra üç kısa â y e t okunacak kadar bir fasıla verilmeli sonra
ikam ette bulunm alıdır. Diğer vakitlerde ise h er iki rek 'atm d a on iki â y e t
okunacak iki veya d ö rt re k 'a t namaz kılınacak kadar bir fasıla verilmelidir.

(7) E zan ve ikam et vakit namazları için sünnet olduğu gibi kaza na-
m azlan için de m esnundur. Çünkü bunlar, vakitlerin değil, nam azların siin-
ne tlerindendir. —

ıj* (1)
(2) Bu "Salat" kelimeleri üzerinde durunca "Salâh" diye okunur.
İL M İH AL İ 127

( 8 ) M üteaddit kaza namazları başka başka meclislerde kaza edildiği


takdirde her biri için ezan ve ikam et lâzım dır. Bir meclisde kaza edildiği
takdirde ise her biri için ayrıca bir ezan ve ikam et efdal ise de ilk kaza edile-
cek namaz için ezan ve ikam et bulunduğu halde diğerleri için yalnız ikam et
de kifayet eder.

(9) İkam et ile namaz arasında yem ek, içm ek veya yıkanm ak gibi bir
şey vuku bulsa ikam eti iade etm ek gerektir. F a k a t ikam et alan kimse, ika-
m etten sonra sünnet kılsa veya im am ikam etten sonra hazır olsa ikam et iade
edilmez.
(10) Müezzin olan zatın sünnete âlim , m uttaki olması ıııüste-
lıaptır. Cahillerin, fâsiklerin ezan okum aları m ekruhtur.

(11) Sarhoşun, m ecnun iie henüz mümeyyiz bulunm ayan çocuğu n


okuyacağı ezanı iade etm ek m endup veya vâciptir. Âkil olan bir ço cuğu n
ezan okum ası da bir rivayete göre m ekruhtur.

(12) Ezanı oturarak okum ak m ekruhtur. M eğer ki yalnız kendi nefsi


için okuyacak olsun. Müsaflrden başkası için ezanı râkiben okum ak da
m ekruhtur.

(13) Ezanda telhin yani: Ezan kelim elerini harflerini, câiz sahîh olacak
su rette okum am ak m ekruhtur.

(14) K adınların, m a'tuhların, cünüplerin ezan okum aları veya ikam ette
bulunm aları m ekruhtur. Bunların ikam etleri değilse de okudukları ezanlar
iade edilm elidir. Çünkü ezanın tekerrürü Cuma gününde olduğu gibi m eşru-
dur.
A bdestsiz kim selerin de ikam ette bulunm aları m ekruhtur.

(15) Müezzin, cem aatın haline bakm alıdır. Cem aat bir nam azın vaktile
kılınmasını istediği takdirde hem en ikam ette bulunm alı, m ahalle reisinin
veya emsalinin gelmelerini beklem em elidir. Çünkü bunda riya, tem ellük ve
cem aata eziyet vardır.

(16) Müezzin, ezanda ve ikam ette ayakta olarak k a le y e yönelir,


v ^ ■ - T = haydin nam aza) derken sağ tarafta, —haydin
felaha derken de sol tarafa döner, m inarede ise görülecek lüzum a göre sağ
taraftan sol tarafa doğru, dolaşarak okur bitirir ve ezanda sesinin yüksel-
mesine yardım etsin diye iki parm ağının uçlarım iki kulağına tıkam ış bulu-
nur.
(17) Sesi yükseltm ek, güzelleştirm ek gibi bir özüre, m eşrû b ir gayeye
iııebni olmaksızın ikam et esnasm da ten eh n lih c boğazı tem izlem ek m ekruh-
tur. Ezan ve ikam et esnasında müezzinin söz söylemesi de m ekruhtur. H at-
ta bıj esnada kendisine verilecek bir selâm ı bile iade etm ez.
128 BÜYÜK İSLAM

(18) Ezan okunurken işidenlerin söze nihayet vermeleri, h a ttâ K ur'an


okuyan kim senin de durup ezam dinlemesi efdaldir. Diğer bir kavle göre
m escit içinde veya kendi hanesinde K ur'an okum akta bulunan kimse, kıra-
atına devam eder, m eğer ki kendi mahallesi m escidinde ezan okunur olsun.
Maahaza ezan esnasında işidenlerin söz söylem elerinde bir kerahat olma-
dığı da beyan olunm aktadır.
(19) Ezanı ve ikam eti işiden kim senin b u n lan kendi kendine müezzin
gibi okum ası ve ancak "H ayyealesselât, hayyealelfelâh" denirken kendisi-
nin ( ;>» V } J> -V = L â havle ve lâkuvvete illâ billâh (1) demesi ve sa-
bah ezanında müezzinin: fyJI O* -**■ =nam az uykudan hayırlıdır"
demesine karşı da ci-u*. = sadakte ve berirte" yani sadıksın,
gerçeksin, doğru söylem iş bulunuyorsun" diye icabette bulunm ası müste-
haptır.
Ezam işiden kimse, cünüp de olsa bu veçhile icabet eder. Çünkü bu,
bir senâdır. F a k a t hâiz ile nüfesa icabet etm ez. Zira onlardan bir icabeti
fi'liyye olan namaz, sakit olduğundan böyle bir icabeti kavliye de sakit
bulunur.
(20) E zam işiden kim se, ilk ( i ' J j - j Irf- j l ^ 1 = Şüphesiz bilirim ,
bildiririm Tanrının elçisidir M uham m ed) denilirken i l J_—j\» dile i l =
Sallallâhiialeyke y â resulallah, der ki, Allah T ealâ sana salât etsin ey Alla-
hın Peygamberi dem ektir.
İkinci defa (Eşhedü enne M uham m eden..) denilirken i l J
karret ayni bike y â resulallâh" der ki, gözüm seninle rûşen olsun, mealin-
dedir. Ve bunları derken baş parm aklarının tırnaklarını y a h u t şahadet par-
m aklannın uçları içini öperek gözlerine sürer ki, bu bir m üstehaptır. Bu ika-
m ette yapılmaz.
(21) Ezanı işiten bir müslüman sonunda y j p*®')
jLlI Vt.üı*l (_çjîl i L l i . * Cu lj <»-jJl_j 1j I o I lill
'diye dua etm elidir, ( 2 ) çünkü böyle dua eden, şefaata hak kazanm ış olur.
Fahrialem Efendim iz kendisine şefaat edecektir.
(22) Beş vakitte ezan okunduktan sonra (vakti salât) gibi bir ta'b ir ile
ayrıca nida edilmesine "tesvip= tekrar i'lâ m " denir. Görülen tekâsüllere

(1) Günâhdan dönmek, çekinmek, itaata güçlü bulunmak ancak Allah Tealânm
korumasile, yardımile kabil olur.
(2) Allahümme Rebbe hâzihiddavetittammeti vessealâtilkaimeti âti Muham-
medenilvesilete velfazilete veddereceterrefiate veb'ashü makamen Mahmudenillezi veat-
tehû, inneke lâ tuhlifülmîad.
Meali: Allahım! Ey bu tam dâvetin - yani: Mübarek ezanın-ve kılınmak üzere
bulunan namazm mukaddes rabbisi.Peygamberimiz Hazreti Muhammede (S.A.) vesile-
yi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et ve onu kendisine va'd buyurmuş olduğun makamı
mahmûde eriştir, şüphe yok ki sen vadinden dönmezsin. Vesilenin cennette bir âli ma-
kam olduğu, faziletin de yine yüksek bir makam olduğu, makamı Mahmudun da şefaati
kübra makamı olduğu beyan olunmaktadır. Böyle bir duada bulunmak, Resûli Ekreme
mulıabbetin, kuvvetlice bağlılığın bir nişanesidir.
İLMİHALİ

m ebni böyle bjr ih tar da yapılabilir. Bunu, m üteehhirîn m üstahsen g ö n


lerdir.
Velhasıl: Ezanı M uham m edi, Müslümanlığm en büyük güzelliklerindi
biridir. Müezzin olan zat, bütün âlem e karşı Hak T ealânm varlığını, birliği
ni, Resûli Ekrem in Peygam berliğini ilân eden, bütün insanları felâh ve
necate davet eyleyen pek hayırhah bir insan dem ektir. Bunun içind ir ki
Peygamber Efendim iz b u y u rm u ştu r ki: "Müezzin sesinin y etiştiğ i yerlere
kadar ins, cins ve sair hiç bir şey y o k tu r ki onu işidip duym uş olsun da
kıyam et gününde müezzin için güzel şahadette bulunm asın."
Diğer bir hadisi şerif de: "N âsm k ıyam ette en balâ bülendi m üezzin-
lerdir" m ealindedir.
H azreti Öm er (Radiyallahü anh) "E ğ er üzerimde h ilâfet vazifesi olma-
saydı müezzinlik yapardım " dem iştir. Bütün bunlar, m üslüm anhkta hakka
hizm etin, kelim etullah'ı i'lâ n m , hayırhahlığm ne kadar kıym etli, şerefli
bir şey olduğunu gösterm ektedir.

İm am et ve cem aat:

145— Akil, baliğ, hür ve m eşakkatsiz bir halde birlikte namaz kılm aya
kadir olan erkek, m üslüm anlann toplanıp cem aatle cum a nam azım kılm ala-
rı farz, sair farz nam azlarını kılm alan d a b ir sünneti m üekkededir.
(Cum a nam azından b aşk a farz nam azlann’cem aatla kılınm ası Malikî-
lere ve bir kısım Şafiîlere göre de bir sünneti m üekkedededir. İm am A hm et
ibni Hanbel ile E bû Sevre de Davuti Zahirî ile sair bazı m üçtehitlere göre de
vâciptir. Bu halde bir şahsın tek başına nam az kılm ası haram dır. İbni Rüş-
te ve İbni Bişre ve bir kısım Şafiilere göre de beldelerde b ir farzı kifayedir,
her m escidde cem aatle namaz kılınması ise sünnettir, bir kim senin hassaten
şahsına nazaran cem aatle nam az kılm ası da m enduptur.
Hanbeli fukahasım n beyanına göre esasen cem aatle nam az, ik am et ve
sefer halinde vâcip olup nam azın m escidlerde cem aatla kılınm ası ise
m esnundur ki, bununla hem vâcip, hem de sünnet yerine getirilm iş olur.
(Cem aatin farzı ayn olduğuna kail olanlar da vardır.)
1 4 6 - M üslümanlıkta cem aatle nam az kılm aya büyük bir ehem m iyet
verilm iştir. Büyük sevaba erm ek ve ih tilâftan kurtulm ak için cem aate
devam etm elidir. Cem aat ne kadar ç o k olursa, fazilet de o m ertebede ziyade
olm uş olur. Cm aatle namaz kılm anın sevabı, m ünferiden namaz kılm anın
sevabından yirm iyedi k at fazlad ır.(l)
Cem aate devam , islâm şeâirinden, im an alâm etlerindendir. Cema-
atle kılm an namaz ile m üslüm anlann birliği, birbirine bağlılığı gösterilm iş
olur, müslümanlar arasında bir m uhabbet, bir tesânüt duygusu uyana-, bil-
m iyenler bilenlerden istifade eder. Salih zatların refakaiile yapılan ibadet-
lerin, duaların ııezdi İlâhide kabule karin olacağı daha ziyade um ulur.

(Hadis-i şerif) •""V.P öl--4-®j r-t-i •**!'»5U J - ü i*liri ı)L> ( \)


F :9
BÜYÜK İSLAM

147— Cem aatle kılınan nam azda kendisine uyulan zata (im am) denir,
zatın bu vazifesine ve (im am et) denilir. İm am a uym aya, yani bir kimse-
n kendi nam azını im am ın nam azına bağlam asına (iktida), (ittiba) adı veri-
:r. Bu kim seye de (m uktedi), (m üttebi'), (m e’m um ) gibi adlar verilm iştir.
Kendi başına namaz kılana da (m ünferit) denir.
İm am , dinen m ^ îe d a b ih tir . Resulü Ekrem Efendim iz, sahabei kiramı-
na im am et etm iştir. B a'dehu hülefaı R aşidîn dahi im am ette bulunm uşlar-
dır. İm am etin fazileti, müezzinliğin faziletinden daha ziyadedir. İkisini bir-
den ifa etm ekse daha büyük bir fazilettir.

148— İm am etin başlıca şartlan : İslâm , büluğ, akıl, zükûret, kıraat,


özürlerden selâm ettir. Binaenaleyh b u şa rtla n cam i' olm ayanlar im am ola-
mazlar. N itekim aşağıdaki m es'elelerden de anlaşılacaktır.

149— Cem aat arasında im am ete en lâyık olan: Sünnete âlim , yani fa-
kilı olandır. Bunda müsavi olsalar kıraati daha güzel olandır. Bunda da müsa-
vi olsalar ziyade m ütteki olan, yani haram dan kaçınandır. Bu üç vasıfta mü-
savi olsalar y a şta büyük olandır. Bunda da müsavi olsalar hilm , n fk , hayâ
gibi ahlâk i'tibarile daha m ükem mel olandır. Bu hususta da müsavi olsalar
yüzce, sonra nesebce, sonra sesçe, daha sonra libas bakım ından n ezâfetçe
güzel olandır. Bunların hepsinde de bilfarz müsavi olsalar, aralarında k u r'a
çekilir. Bütün bunlar, im am ete verilen kıym et ve ehem m iyetin büyüklüğünü
gösterir. B unun için d ir ki bu vazifeyi vaktile bu lu n d u k tan yerlerde evliya-
yı um ur deruhte ederlerdi.
M aahaza cem aat arasında h â n e sahibi veya o m ahallin m uvazzaf im a-
m ı bulunursa bunlar tercih olunurlar, velev ki, m atlup olan vasıfları tam a-
m en cam i' olmasınlar.
Başkasının hânesinde im am olacak kim se, onun izni ile im am ette b u -
lunur. Başkasının hânesinde m ünferit b ir halde namaz kılacak kimse de
h ân e sahibinden izin istem elidir, efdal olan budur.

150— Fasık veya b id 'a t sahibi b ir kim senin im am eti tahrim en m ekruh-
tur. Çünkü fasık, d in î işlerde lâubali b u lu nu r, İm am M uhamm ed ile İmam
M âlike göre ise bunlara ik tid a esasen câiz değildir.
B id 'at sahibine, "m übtedi" denir ki i'tik ad ı, sünnet ve cem aat ehlinin
i'tik ad ın a m uhalif bulunan kim se dem ektir. B id'at sahibine iktidanın
m aalkerahe cevâzı, i'tik ad ı küfrü müstelzim olm adığı takdirdedir. E ğer küf-
rü müstelzim olursa bu iktida, bütün Hanefîyece de câiz olmaz. Ş efaati,
âzabı kabri, hafeze m eleklerini in k â r gibi.

151— Kölelerin, gayri m eşru evlâdın im am etleri m ekruhtur. Çünkü


b unlarda cehalet galiptir. Bilgili oldukları takdirde im am ette bulunabilirler.
 'm anın im am etinde beis y o ktur. F ak at görür kim selerin im am eti ef-
daldır. M aamafih âm am n im am etinde kerah at bu lun du ğu na k âil olanlar da
vardır. Çünkü m a'zurdur, libasının nezafetine belki ziyade d ikk at edem ez.
İ L M İ H AL İ
İ 31
152— E rkeklen kadınlara ve 0 jan j.uıvje g öre m ümeyyiz ço cu k -
lara âkilin ma tuha, karı ı K ur anı^ ümmiye , üm minin dilsize, libası temiz
olaftm temiz olm ayana, avıe ' nahalleri kapalı olanın açık bulunana, sa-
lını olanın m az u ra I; ı° zur| sahibinin başka bir özür sahibine iktidası câiz
değildir. F a k a t özür eri îr o a ^ jçjnısejerj n birbirine iktidası câizdir.

153— Kadının ırnam etj m aalkerahe caizdir.


s', a^ e j Vıiar kendi aralarında cem aatle namaz kılacak olurlarsa
im am 0 acaK adın, aralarında durur, kendilerine takaddüm etm ez. Bu ta-
kaddüm de meknıhtur.

154— A bdestte ayaklarım yıkam ış olan kim senin ayaklanna mesh e t-


miş olan kim seye, ve abdest almış kim senin teyem m üm etm iş kim seye,
ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana, b o y u m üstakim olanın rüku
derecesinde kanbur olana iktidası câizdir. Son üç surette iktidanm cevazına
İmam M uham m et m uhaliftir.

155— Farz nam az kılanın nâfile veya başka b ir farz namazı kılana
iktidası câiz değildir. F a k a t nâfile nam az kılanın farz nam az kılana iktidası
câizdir. M eselâ: Öğle nam azım kılm ış olan bir kim se, öğle nam azını kıldıran
bir im am a iktida edecek olsa, bu ikinci d e f a kılacağı nam az, bir nâfile ola-
rak câiz bulunur.

156— Bir kim senin kendisini haldi yere kerih gören bir cem aata namaz
îaldırm ası m ekruhtur. F ak at kerahatı m ucip bir haslet, veya im am ete daha
ehliyetli bir zat bulunm adığı takdirde, cem aatın kerih görmesine bakılm az.
Çünkü bu takdirde cem aatın kerih görmesi gayri m eşru ' bulunm uş olur.

157— Mezhep ih tilâfı iktidaya m ani' değildir. Elverir ki imam olan zat,
nam azın şartlarına, rükünlerine riâ y e t etsin. Ş öy le ki: Müslümanlar, fıkh
bakım ından m ezhepleri m uhalif olsa d a esasda m ü tteh it olduklan cihetle
birbirine ik tid a edebilirler. Bu hususta efdal olan, her müslüman kendi m ez-
hebinde bulunan b ir im am a ik tid a etm ektir. Bu olm ayınca diğer m ezhep-
te bulunup» nam azın farzlarına riayet eden her hangi bir im am a iktida edil-
mesi, m ünferit bir halde namaz kılm aktan efdaldir.
Ş u kadar var ki bir müslim, kendi m ezhebine göre namazı bozacak bir
şeyin böyle bir im am ua m evcudiyetini görüp bilirse ona iktida etm esi sahîh
olmaz; b ir Haııefînin burnundan kan aktığı halde abdestini yenilem eden
im am ete geçen bir Şafiîye iktida etm esi gibi.
(M aükîler ile Hanbelilere göre ise, nam azın sıhhati için şa rt olan şey-
lerde yalm z im am ın m ezhebine i'tib a r olunur, m uktedinin m ezhebine ba-
kılmaz. Binaenaleyh b ir M alikî ve Hanbelî, başım n tam am ım m eshetm em iş
olan Şafiîye ve Hanefiye ik tid a etse namazı sahîh olm uş olur. Çünkü böyle
bir m esh, her ne kadar Malikî ve H anbelî m ezheplerince sahîh değilse de
Hanefi ve Ş afii m ezheplerince sahîh tir.)
132 J U J Y Ü K İSLAM

158— İm am olan zat, cem aati te^n^ r edecek şeylerden sakınm alıdır.
M esela: Bir im am ın K ıraati veya teşbihler» cem aata ağırlık verecek derecede
uzatm ası lâyık değildir. Bu hususta sü n n e ı^ n az °^an nıertebesiîe iktifa
etm elidir. Çünkü bu uzatm a cem aatı tenfir «eder, bu tenfir ise m ekruhtur.
Cem aatla kılınacak bir nam azın sevabı ziyad f ^ ır> ^u sevaptan başkalarını
m ahrum bırakm aya sebebiyet verm ek münası'P °lanıaz. M eğer ki cem aat,
bu uzatm aya razı olsunlar.
M aam afih cem aatın rükû ve sücut teşbihlerini Ve teşeh h ü dü sünnet veç-
hile ikm al etm elerine m eydan verm iyecek tarzda im am ın isti''calg ö stt nesi
de m ekruhtur. Cem aatın yetişm esi için im am ın rükûu uzatır, ası da rcekruh
bulunm aktadır.

159— İm am ın kendisine kolay gelen âyetleri, sûreleri okum ası vâcip-


tir. Henüz kuvvetlice hıfzetm em iş olduğu âyetleri okum am alı, cem aatı fet-
ha m uhtaç bırakm am alıdır. Ş ö yle ki: İm am b ir â y e tte yanılır, lıatırlayamaz-
sa bakılır: Eğer sünnet m iktarı veya nam azın câiz olacağı kad ar kıraatte
bulunm uş ise hem en rükû'a gitm elidir, yanıldığı yeri cem aatten birinin söy-
lemesi için beklem em elidir. Bu m ik tan okum am ış ise başka bir ây ete in ti-
k âl etm elidir.

160— İm am ın cem aatten en az bir arşın m iktarı yüksek veya alçak b ir


yerde d urup namaz kıldırm ası m ekruhtur. Meğer ki kendisile beraber cema-
atten b ir kaç kim se bulunsun.

161— İmam ile m uktedinin yerleri hükm en b ir olmalıdır. Binaenaleyh


aralarında yüksek boylu b ir duvar olup im am ın görülmesi veya sesinin işidil-
mesi kabil bulunm asa iktida sahih olmaz.
Kezalik: İmam ile b ir m uktedi arasında veya bir m uktedi ile öndeki
saf arasında uzaklık bulunsa bakılır: E ğer namaz m escit dışarısında kılınıp
aradaki mesafe, bir saf bağlanacak m iktardan az ise, ik tid a, sahîh olm uş
olur. F a k a t bu n dan ziyade ise sahîh olmaz. Am m a namaz m escit içinde kı-
lınm akta ise bu uzaklık her halde iktidam n sıhhatm a m ani' değildir.
M aahaza bazı zevata göre m escit, Beytülm akdis mescidi gibi pek geniş olur-
sa saflann ittisali olmaksızın m escidin en uzak bir tarafında durarak imama
ik tida edilmesi câiz olmaz.

162— İm am râk ip, m uktedi râcil = yayan bulunsa veya b aşk a hayvan-
lara veya gemilere râkip bulunsalar, m ekân ın ih tilâfın a m ebni ik tid a sahîh
olmaz.
Kezalik : Camide veya b aşk a b ir yerde im am ile m uktedi arasında k a-
y ık geçecek büyüklükte bir ırm ak veya araba yürüyecek genişlikte saflardan
h âli bir y o l bulunsa iktidaya m ani'olur.

163— Cem aata kavuşm ak için k o şa k o şa yürüm ek m ek ru h tur, ta'zi-


me münafidir. Bu gibi hareketlerden daim a sakınm alıdır.
İ L M İ HA Lİ 133

164— Cem aatin m üteaddit olması her halde lâzım değildir. Bir kişi ile
de cem aatin fazileti hasıl olur, velev ki iktid a eden kişi bir kadm veya mü-
m eyyiz bir ço cu k olsun. Binaenaleyh evde m aaâile cem aatla kılm an na-
maz da m ünferiden kılınan nam azdan k a t k a t efdaldir. F ak at b ir özüre müs-
tenid olmaksızın evde cem aatla nam az kılıp cam iye gitm em ek b id 'a tta n ke-
rah attan hali görülm em ektedir. M escitlerde, camilerde cem aatla kılm an
nam azların fazileti daha ziyadedir, (146) ncı m es'eleye de m üracaat!.
165— N am azda im am a uyan, bir kişi ise im anım sağında durur, iki
veya daha ziyade ise im am ın arkasında dururlar. K erahatten hali olan bu-
dur: Cem aatin im am dan ileri durm ası ise câiz değildir. Bu hususta secde
mevziine değil, ayakların mevziine i'tib a r olunur .İm am ın ayak topukların-
dan cem aatın topuklarının ileri olmaması kâfidir.
(İm am M âlik'e göre cem aatin im am dan ileri durm ası, m ekruh ise de
nam azın cevazına m ani’ değildir.)
166— M uktedi, im am a m utabeate niyet etm iş olmalı ve kıldıkları farz
nam az m üttehit bulunm alıdır. Binaenaleyh bir kim se, bir im am a m utabeate
niyet etm eksizin uysa veya kendisi m eselâ : Öğle nam azını kılm ak istediği
halde im am ikindi nam azım kıldırm akta bulunsa iktidası câiz olmaz.
167— İm am ın sesi k â fi gelmezse cem aatten biri tarafından iftitah ve in
tikâl tekbirleri cehren alınır ve rükûdan kalkarken cehren : ( ji-\ dib )—
R abbena ve lekel ham d) denilir ve cehren selâm verilir. "Bu, bir (tebliğ ve i-
lam ) dır. Ş u kadar varki tekbirler alınırken iftita h ve in tik âl tekbiri olarak
alınmalıdır, m ücerret i lâ m için alınmam alıdır. E ğer ilk tekbir ile tahrim eye
= nam aza başlam aya niyet'edilm ezse bunu alan, nam aza başlam ış olamaz.
Diğerleri de teşbih, tahm ıt, in tik âl tekbirleri olarak alınmazsa sevaptan
m ahrum iyeti m ucip olur.İm am ın sesi kifayet ettiği takdirde ise b u tebliğe
h acet kalm ıyacağından, bu m ekruh olm uş olur. Buna müezzin olan zatlar
d ik k at etm elidirler !.
... I . ur : . ; tM ;rrj£
168— İm am , birinci selâm ı ikinci selâm dan daha yüksek b ir ses ile alır
ki bu, onun iç in bir sünnettir. Çünkü cehren selâm alınması cem aate b ir i'-
lâm dem ektir. Btı i'lâ m a ihtiyaç ise daha ziyade birinci selâm da görülür.
169— İm am selâm verince m uktedi de teşehhüdü bitirm iş ise selâm ve-
rir, Selâtü selâm ile duayı bitirm ek için selâm ı te ’hir etm ez. Teşehhüdü
bitirm eden selâm vermesi de câizdir.
1 7 0 - İm am , nam azdan sonra iki tarafa selâm verirken =•
Aleyküm) ta'biriyle hafeze m eleklerini ve bütün cem aati kasdeder. Cem aat-
tan h er biri de sağ tarafına selâm verirken o taraftaki m elekler iîe cem aatı
ve o tarafta veya hizasında ise im am ı kasdeder, sol tarafına selâm verirken
de O taraftaki m elekler ile cem aati ve o tarafta ise im am ı kasdeder, onlara
selâm verm iş olur. M ünferit olanlar d a bu selâm lar ile yalnız hafeze m elek-
lerini kasdederler.
171- “em aat, selâm dan som a : ^ j ^
— Allahümme entesselâm ü ve m inkesselâm , tebarekte y a zelce-
134 BÜYÜK İSLAM

lâli v e l'ik râ m )(l) cümlesi okununcaya kadar yerlerinde durur, sonra kalkıp
sünneti veya duayı başka münasip b ir yerde ikm al ederler. Bundan ziya-
de yerlerinde durm aları kerah etten hâli değildir. F arzdan sonra saffı bozm a-
ları m üstehaptır. Taki sonradan gelenler, b u n lan h â lâ farzda sanmasınlar.
172— İm am , selâm verince bakılır : E ğer nam az bitm iş ise m uhayyer-
dir. Dilerse sağ tarafına ve dilerse sol tarafına döner. Kıbleyi sağ veya sol
tarafına alır, o veçhile oturur: Ve dilerse çıkıp işine gidebilir. Ve dilerse
cem aate istikbal eder. M eğer ki henüz safların birinde karşısına tesadüf
eden bir musallî bulunsun, o zam an istikbal etm ez. Çünkü namaz kılanın
yüzüne k arşı oturm ak m ek ruhtur. F a k a t nam az bitm eyip kılınacak sünnet
bulunursa im am , = Allahümme entesselâm ..) denilin-
ce ye kadar yerinde d u ru r, sonra kalkar, sağa, sola, ileriye veya geriye çekile-
rek o sünnet nam azım lalar. E ğer kendisini bir şey meşgul etm iyecek ise
b u sünneti gidip evinde de kılabilir. Çünkü sünnetlerin evde kılınması ef-
daldır. Ş u kadar var k i cem aatin yanlış bir zehabta bulunm ası m elhuz ise
sünnetleri eve gitm eden kılm alıdır.
173— M ünferitlere gelince bunlar farz nam azları kıldıkları yerde d ura-
bilirler, sünnetleri de orada kılabilirler. Ş u kadar var ki nâfile nam azlan
başka bir tarafa çekilip kılm aları daha güzeldir.
174— Cem aat : İm am a kıyam , rüku sücut gibi f i l î rükünlerde ve "Süb-
h aneke" ile "T esbihat ve Talıiyyat" gibi zikrî hususlarda m utabeat eder.
F a k a t bir kavli rükün olan kıraatte m utabeat etm ez. H er halde sükut eder.
İm am ın cehren olan kıraatini dinler.

Bu,. İm am ı A ’zam ile E bu Y usufa göredir. Bu iki zata nazaran cehren


okunan nam azlarda cem aatin okum ası tahrim en m ekruh olduğu gibi hafiy-
y en okunain nam azlarda da cem aatin okum ası böylece m ekruhtur. İm am ,
cem aate riyaset etm ektedir. Binaenaleyh im am ın kıraati cem aatin de kıraa-
ti dem ektir. N itekim bir hadisi Ş erifte ( * T ) buyurul-
ın uştur. F a k a t İm am M uham m ed hafiyyen okunan nam azlarda cem aatin
de kıraatte bulunm asını câiz görm üştür.

(İm am M âlik'e göre gizlice k ıra a t olunan nam azlarda m uktedi de gizlice
kıraatte bulunur. Bu m üstahsendir. İm am A hm ede göre gizlice okunan n a-
m azlarda m uktedi de gizlice kıraatte bulunur. B undan başka im am ın cehren
okuduğunu cem aatten herhangi biri işitm ezse kendisi de kıratte bulunur,
bu vâciptir, fak at işitirse kıraatte bulunması câiz olmaz. İm am Ş afiî'ye
göre de gizlice okunan nam azlarda m u k ted i F atihadan başk a ây etler de
okur, cehren okunan nam azlarda ise m uktedinin yalnız F atih ayı gizlice
okum ası icap eder, m eğer ki rek 'atin fevtinden korkacak olsun.)

(1) İlâijuf. Sen selâmsın, bütün noksanlardan berisin, dünya ve ahiret selâmeti de senin
inayetinle hasıldır. Sen mukaddessin, ey celâl ve ikram ile muttasıl olan ma'budum!.
İLMİHALİ 135

175 — İm am ,nam aza başlam ak için tekbir alırken ellerini kaldırnıasa


veya (Sübhaneke)yi okum asa,veya riiku,sücut tekbirlerini ve bunlardaki
teşbihleri veya ^ <■“' £ - Semi'allahü lim en ham ideh ) dem eyi
veya (tahiyyat) ile selâm ı terk etse,veya teşrik tekbirini almasa cem aat
bunları yapar,bu dokuz hususta im am a m u ta b e 'at etm ez.
İm am M uhamm ede göre im am , (Sübhaneke) y i terkedip F atihayı
okuduktan sonra sureye başlam ış olsa artık cem aat de (sübhaneke)yi
okumaz.

176— İm am K u n u t duasını, bayram tekbirlerini, bilinci k a'deyi, tilâvet


ve sehiv secdelerini terketse cem aat de terkeder. im am bir secde fazla yapsa
veya bayram tekbirlerini eshâbı kiram dan rivayet edilen m iktardan ziyade
alsa veya cenaze nam azında d ö rtte n ziyade tekbir alsa veya sehven beşinci
rek'ate kalksa cem aat, bu hususlarda im am a m u tab eat etm ez. Beşinci rek '-
ate kalktığı takdirde bakılır : E ğer im am , dördüncü rek 'a tte n sonra k a'd e
yapm ış ise cem aat oturarak bekler, im am derhal dönüp teşehhüdü iade e t-
m eksizin selâm verirse cem aat de beraber selâm verir. F a k a t beşinci re k 'a t
iç in de secdeye varırsa cem aat k en d i b aşına selâm verip nam azdan çıkar.
Ş a y e t im am , dördüncü rek 'a ti m üteakip k a'd e yapm am ış ise cem aat yine
bekler, eğer imam derhal ka'deye dönüp ba'deh u selâm verirse cem aat da
beraber selâm verir. F a k a t im am , beşinci rek 'ati secde ile tak y it ederse
hepsinin nam azı fâsit ohiıuş olur. Cem aatin m ünferiden teşehhüdü ve se-
lâm ı faide vermez.
177— V itir nam azında cem aat, daha k u n u t'u bitirm eden imam rükû’a
varsa cem aat de varır, m eğer ki k u n u tta n henüz b irşey okum am ış olsun,
o takdirde cem aat, im am ile beraber rü k û 'u fevt etm iyecek m iktar bir şey
okur.
178— İm am , k u n u t'u un utu p rükû'a gittiği halde cem aat, ona m u tab eat
etm em ekle im am , başım kaldırıp k u n u t duasını ok u d uk tan sonra tekrar
rükû'a gitm ekle cem aat de kendisine tâ b i' olsalar cem aatin namazı fâsit
olmuş olur.
179— Cem aatle kılınan nam azlarda safların m untazam olmasına, ara-
larında açıklık bulunm am asına dik k at edilir ve im am olan zat, bun a nezaret
eder ; safların efdah birinci saftır, sonra sırasile ikinci üçüncü ve sair saflar-
dır. İm am a yakın bulunm anın fazileti pek ço k tu r.
180— C em aatten birinin saf arkasında yalnızca durup im am a uyması
m ekruhtur. M eğer ki saf arasında, sokulup nam aza uyacak b ir yer b u lu n -
masın.
181— İm am ı rüku halinde b ulan kim se kendisine uym ak iç in ilk saflara
gideceği takdirde rekati fevt edeceğinden korkarsa son safa durarak im am a
uyar, saflardan birine iltihak etm eksizin kendi b aşına yalnızca b ir yerde
durup ik tid a etm ez. Velev k i rek 'a t fevt olacak olsun.
182— Nam az kılanın önünden geçm ek m ekruhtur. M eğer k i önünde
sütre gibi veya ağaç veya direk gibi b ir h âil bulunsun. Bu m ekruhiyet ;
136 BÜYÜK İ SLAM

kırlarda, büyük m escitlerde namaz kılanın secde edeceği yerden geçm ek


halindedir. Çünkü böyle büyük yerlerde namaz kılanın önünden hiç geçil-
m em esinde m eşakkat vardır. Evlerde, küçük m escitlerde ise namaz kılanın
m u tlâk a önünden geçm ek ile hasıl olur.
İm am ın karşısında bulunan sütre, bir h âil cem aat iç in de k ifay et eder.
Nitekim evvelce de beyan olunm uştur.
183— Yüksek veya aşağı bir yerde namaz kılanın önünde geçildiği
takdirde bakılır : E ğer geçen kim se ile namaz kılanın bazı uzuvları arasında
b ir m uhazat, bir karşılaşm a bulunursa geçen kim se, günahkâr olur ve illâ
olmaz. M aam afih bununla hiç b ir vakit namaz fâsit olmaz.
Bir kavle göre gecenin aşağı yansı, namaz kılanın yukarı yansına m uha-
zi olsa yine kerahat bulunm uş olur. Y erde namaz kılanın önünden ata b in -
m iş bir kim senin geçmesi gibi.
184— İm am , her nasılsa abdestsiz olarak nam az kıldırm ış olduğunu bi-
lâh are, yani cem aat dağıldıktan sonra anlayacak olsa b u n u cem aata im -
k â n dairesinde haber vermesi icap eder. Diğer bir kavle göre icap etm ez.
185— Bir im am ın, m eselâ : K öyde bulunan akrabasını gidip görm ek için
veya bir m usibetten dolayı veya m ücerret b ir istirahat iç in senede bir k e n e
bir h afta k ad ar im am et hizm etini terk etm esi âd ete Ye ş e r'î şerife göre m a'
füvdür.
186— Bir m azeret bulunm adıkça cem aate devam etm elidir. Devam edil-
m em esini m übah kılacak m azeretler ise teyem m üm ü m übah kılacak derece-
de olan hastalıklardır, m efluciyettir, yürümeye m ani’ olacak derecedeki ih-
tiyarlıktır, körlüktür, şiddetli yağm ur, çam ur, soğuk ve zulm ettir, haksız
yere b ir kim senin tecavüzüne uğram ak k orkusudur, yanından aynldığı
takdirde m utazarrır olacağından ko rkulan bir hasta bakıcılığında bulunm ak-
tır, hazırlanm ış olan b ir yolculuk işîerile uğraşm aktır.
Dinî m eseleler ve te 'lifâ t ile uğraşm ak, m eselâ fıkh taallüm ve talim e t-
m ek de bu cüm ledendir. Ş u kadar var ki, bu iştigal yüzünden cem aati
devam üzere terk etm ek d oğru değildir. M ücerret tekâsül ve tahâvün netice-
si olarak cem aati terk edip duran bir kim se ise ta ’zire m üstahık olur,
şahadeti kabul edilmez, İm am ın b id 'atin d en dolayı cem aati terk eden
kim se ise ta'zire m üstahık olmaz. Cem aate devam etm ek istediği Iıalde
m akbul bir özre m ebni m untazam surette devam dan m ahrum kalan kim se
de niyetine göre cem aat sevabına n âil olur.

Kadınların muhazatı:

187— Cem aat, m uh telif züm relerden ib aret olunca, im anım arkasında
evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra da kadınlar saf bağlarlar. Bu
tertibe erkekler ile erkek çocukların riayetleri sünnettir, erkekler ile kadın-
la n n riayetleri ise farzdır.
Binaenaleyh bir kadın veya m ü ştehat olan b ir kız çocuğu bir erkeğin
önünde veya tam hizasında ayni namazı cem aatle kılacak olsa erkeğin nam a-
zı fâsit olur. Buna : "M uhazatı nisa = kadın lan n erkeklerle bir hizada b u -
İ L M İHA Lİ 137

lunm ası" nı es'el esi denir. Bu m ııhazattan dolayı nam azın fasit olması için
şöylece on şa rt vardır :
(1 ) im am olan zat, kadınlar için im am ete niyet etm iş bulunm alı-
dır. Çünkü böyle bir niyet bulunm azsa kadınların im am a uym aları sahili
olmaz ki, onların m uhazatı erkeklerin nam azlarını ifsat edebilsin. Yalnız
cenaze nam azında bu niyete lüzum yoktur.B ir de bazı zevata göre cuma
veya bayram nam azlarında da kadınların iktidaları için bu niyet şart değil-
dir.
(2) E rkekten ileri veya onun tam bitişiğinde namaz kılan kadın,
m ahrem olsun olıiıasın baliğe veya m üştehat olmalıdır. D okuz yaşındaki
bir kız, m üştelıâttır. Sekiz veya yedi yaşında olup semiz bulunan b ir kız
da m ü şte h â t sayılır.
(3) Kadın veya kız, namazı teakkul eder bir halde bulunm alıdır.
Binaenaleyh nam azın ne olduğunu bilm eyip m ücerret cem aata uyan bir
m ecnunenin m uhazatı namazı ifsat etm ez.

(4) M uhazat, kıyam veya rükû gibi bir rükûıı m ik tan devam etm eli-
dir. Bu, İm am M uham m ede göredir. İm am Ebû Y usufa göre böyle bir rü-
k ün bilfiil eda edilmiş olmalıdır. Binaenaleyh hem en m uhazat bulunm akla
nam az fasit olmaz.

(5) M uhazat, rükû ve sücut ile kılınır bir nam azda bulunm alıdır.Bina-
enaleylı cenaze nam azında ve tilâvet secdesindeki m uhazat bunların sıh-
h atin e m ani değildir.

(6 ) Nam az erkek ile ona m ulıazi olan kadın arasında tahrim e itibarile
m üşterek olmalı, yani kadın ya m uhazi olduğu erkeğin iftita h tekbirine
kentli iftita h tekbirini bina ederek ona iktida etm iş olmalı veya bu erkek ile
beraber tahrim elerini üçüncü bir zatın tahrim esine bina etm iş bulunm alı-
dırlar. Binaenaleyh erkek ile kadın aynı nam azı yan yana durarak tek başla-
rına kılsalar, veyahut yalm z biri im am a uyup diğeri tek başına kılacak olsa
nam azları fâsit olmaz.
(7) Namaz, erkek ile kadın arasında eda i'tibariyle m üşterek olmalıdır
Şöyle ki : Kadın, ya kendisine m uhazi olduğu erkeğe veya h er ikisi diğer
bir erkeğe iktida etm iş, ayni nam azı beraber kılar bulunm uş olmalıdırlar.
Binaenaleyh erkek ile kadın, b ir veya birkaç re k 'a t kılındıktan sonra
im am a uyup da im am ın selâm ından sonra kalkarak fevt olan re k 'a tla n kılar-
ken aralarında m uhazat vücude gelse bununla nam az fasit olmaz. Çünkü
b unlara "m esbuk" denir. M esbuk ise kendi başına kıldığı rek'atlarda mün-
ferit sayılır.
(8 ) E rkek ile kadının yerleri bir olmalıdır.
Binaenaleyh bunlardan biri, m eselâ mescidin zem ininde, diğeri de en az
bir adam boyu yüksek bir m ahfilde tam birbirine m uhazi bir vaziyette bulu-
narak cem aatla nam az kılsalar bu m uhazat, nam azın sıhhatine m ani'olm az.
138 BÜYÜK İSLAM

(9) Erkek ile kadının cihetleri m üttehit olmalıdır.


Binaenaleyh K û'beyi M ükerremenin içerisinde her biri başka bir cihete
yönelerek cemaatle namaz kılarken mulıazi bir vaziyette bulunsalar, bu
namazı ifsat etm ez.

(10) Erkek ile kadının arasında h âil bulunm am alıdır.


Binaenaleyh aralarında direk gibi bir şey veya bir insan sığacak kadar
bir açıklık bulunursa m uhazat, namazı ifsat etmez.
/- ■ . . . K> . - 1
Velhasıl : Bu on şa rt , toplanınca m uhazat erkeklerin nam azını bozar.
Şöyle ki : İm am a uyan kadınlar, erkeklerin saffı önünde bir saf teşkil etse-
ler bütün erkeklerin nam azları fâsit olur. Erkeklerin arasında üç kadın b u -
lunsa bunların hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka
cihetlerindeki her saftan üç erkeğin nam azlan fâsit olur. Aradaki kadınlar
iki olursa yaıılanndaki birer erkek ile arka cihetlerindeki yalnız iki erke-
ğin namazı fâsit olur, daha arkadakilerin nam azlarına birşey olmaz. A rada-
ki kadın, bir tane olunca sağ ve sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafın-
daki saftan bir erkeğin nam azı fâsit olur, başkalarının nam azları fâsit
olmaz. Nam azları fâsit olan erkekler, kadınlar ile diğer erkekler arasında
birer hâil m esabesinde bulunm uş olacaklarından artık bu fesat başkaları-
nın nam azlarına sirayet etm ez.
Erkeklerin nam azlarını böyle fesada uğ ratan , huzurlarını ihlâl eden
kadınlar ise şüphe yok ki bundan dolayı günahkâr olmuş. Hak Tealânm
azabına lâyık bulunm uş olacaklardır.
Binaenaleyh böyle fesada sebebiyet verm ekten kaçınm alı, islâm ter-
biyesine riayet etm eli, yalnız yaşlı kadınlar, cem aate devam edecek olur-
larsa m escitlerde kendilerine tahsis edilecek yerlerden ileri geçm em elidir-
ler. Ve illâ bekledikleri sevap, kazanacakları günaha tekâbiil edemez. Z aten
alelıtlak kadınların cem aate devam etm eleri k eıah atten hâli görülm em ekte-
dir. Kadınların m escitleri, hanelerinin içerisidir. Bir hadisi şerifte : "K adın-
ların nam azlarının en faziletlisi, evlerinin içinde kıldıkları nam azlardır."
buyurulm uş tur. (1) Kadınların nam azları ile hanelerini nurlandım ıaları,
kendileri için pek büyük bir şereftir. N itekim b ir hadîsi şerifte de şöyle
Duyurulmuştur. "İk â m e t ettiğiniz yerleri namaz ile, K ıır'an okum akla
nurlandırınız." ( 2 )

Nam azların sureti tatbikiyesi = yalnızca nasıl kılınacağı:

188- M a'lum olduğu üzere nam azlar: Farz, vacip, sünnet, müstehap
kısım larına aynlm akta ve ikişer, üçer, dörder rek 'aü i bulunm aktadır. Bu
nam azlar evvelce yazdığım ız farzlarına, vâciplerine sünnetleriyle adâbına
riayet edilm ek üzere şu veçhile k ı l ı n ı r

• y* (J *. Io O)
. j î . ı'i 'J J j yP'f (* )
İLMİHALİ 139

(1) Sabah namazları:

Sabah nam azının iki rek 'a t sünnetini kılm ak için : N iyet ettim bugünkü
sabah nam azının sünnetini kılm aya diye niyet edilir ye hem en eller yukarı-
y a kaldırılıp : I ûı) = (Allahüekber) diye tekbir alınır, ba'delıu eller
bağlanır = Sübhaneke allahümme ve biham dik ve tebare-
kesm ük, ve tealâ ceddük ve lâ ilâhe gayrük) ile ulk^Jl ^ ■il»
(^ -^ l ü ’-Jl ve F atih ay ı Ş erife okunur. Sonra "A m in" denir ve bir m iktar
daha K u r’an okunur. (1) akabinde (Allahüekber) diye rükûa varılır, bu halde
en az üç kere Sübhane rabbiyel azîm ) denir. Sonra
Sem iallâhü lim en ham ideh) denilerek ayağa kalkılır, ayakta : (
(J-l dİ!) L j — Allahümme rabbena velekel'ham d) denir (2) ba'd ehu (Allahü-
ekber) diye secdeye varılır, secdede d e üç kere : ( Jc-Y' j ; Ol»*-- = Sübhane
rabbiyela'lâ) denir, sonra (Allahüekber) denilerek kalkılır, b ir teşbih
m ik tan oturulup yine (Allahüekber) diye ikinci secdeye vanlır, b u n d a da
üç kere (Sübhane rab biy elâ'lâ) denir, bununla bir re k 'a t bitm iş olur.
Bu ikinci secdeyi m üteakip (Allahüekber denilerek ikinci rek 'a ta kalkı-
lır, tam ayakta yalnız Besmelei Ş erife ile F atih a'i Şerife ve bir m iktar daha
K ur'an okunur, birinci re k 'a tta olduğu gibi rükû'a ve sücuda vanlır, ikinci
secdeden sonra o tu ru lu r ki bu bir ka'dedir. B unda ( «i oUcjl = E tte h iy y â tü
lil'lâhi) ve (• • > • • •J - = Allahümmesalli ve barik...) ve L’Jt J
m übarek kelim eleri nihayetlerine kadar okunür.Soııra Vj
Esselâm ü aleyküm ve rahm e tüllâh diye sağ tarafa, sonra d a (Esselâmü
aleyküm ve ıahm etüllâh) diye sol tarafa yüz çevirerek selâm verilir. Bununla
da iki rek 'ath nam az bitm iş olur.( 3 )

Bütün bu tekbirler, tesm i'ler, kıraatler, hafiyyen, y a'n i yalnız nam azı
kılan kim senin kendisi işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.
N am azda erkekler ile kadınların ellerini nasıl kaldıracakları nasıl bağ-
layacakları, rük'û ile secdede ve ka'delerde nasıl b ir vaziyet alacakları ise
(nam azın sünnetleri ve adâbı bahsinde bildirilm iştir.)
* Sabah nam azının iki re k 'a t farzına gelince, b u n u n için evvelâ — er-
keklere m ahsus olm ak üzere — ikam et alınır, sonra "bugünkü sabah nam azı-
nın farzını kılm aya" diye niyet edilir, ve eller kaldırılarak j f !' £ıi —Al-
lahüekber) diye nam aza başlanır ve sünnetinde bildirildiği üzere kılınıp
ikm al edilir. Ş u k adar var ki, sabah nam azlannın farzlannda F atihadan
som a biraz fazla K ur'an okunm ası sünnettir.B u sünnetin en az m ertebesi
kırk â y e ttir. M aahaza üç kısa â y e t m iktarı okum ası da câizdir. V aktin çık-

' Bu miktardan maksat, en az bir sûre veya en az üç kısa âyet, veya üç kısa
âyet uzunluğunda bir âyettir. Bu bir miktar tabiri yazılanınızda tekerrür edecektir.
(2) Rüku' ile secde arasındaki bü kıyama ’kavme" denir ki, bunda eller yanla-
ra salıverilir.
(3) Bu mübarek kelimeler için (169,177,178) inci sahifelere müracaat,
140 BÜYÜK İSLAM

m asından k orkulduğu takdirde az â y e t okunur, h a ttâ : yalnız F atih a ile


veya birkaç â y e t ile iktifa edilebilir.
M ünferit, b u farzı kılarken tekbirleri ile "Sem iallâhülim enham ideh"
cümlesini ve F atih a ile zam edeceği âyetleri cehren de okuyabilir.

(2 ) Öğle nam azlan:

Öğle nam azının ilk d ö rt re k 'a t sünnetinin evveîki iki rek'atı, tam sabah
nam azının iki rek 'a t sünneti gibi kılınır. Ş u kadar var ki bu n d a "bugünkü
öğle nam azının ilk sünnetine" diye niyet edilir ve bunda ikinci rek 'a tta n
sonraki o tu ru ş, son ka'de değil, birinci ka'de olduğundan bu ka'dede yalnız:
(E ttehıyyâtü lillâhi..) o kunur sonra (Allahüekber) diye ayağa kalkılır,Süb-
haııeke okunm aksızın yalm z Besmele ile F atihai Şerife ve bir m iktar daha
K ur'anı Kerîm okunarak yine yukarıdaki ta 'rif veçhile rükû'a secdelere gi-
dilir, b a'dehu dördüncü rek 'a t iç in (Allahüekber) denilerek ayağa kalkılır,
bu n d a da yalnız Besmele ile F atih ai Ş erife ve bir m iktar daha K ur'am K e-
rîm okunarak yine tarif veçhile rükû'a secdelere varılır ; badehu oturu lur ki
bu, son ka'dededir. Bunda da (E ttehiyyâtü lillâhi.) ile (Allahüm me salflL.
Ve barik..) ve (R abbenâ âtina..) duası tam am en okunup iki tarafa —yazdı-
ğımız veçhile — selâm verilir. Ve böyîece b u d ö rt re k 'a t sünnet kılınm ış
olur.
* Öğle nam azının d ö rt re k 'a t farzına gelince : Sünnetten sonra na-
m aza m uhalif bir şey ile uğraşm adan ayağa kalkılır, ikam et alınır, o günkü
öğle nam azının farzını edaya niyet edilir, ve eller y u k an y a kaldınlarak
(Allahüekber) diye tekbir alınır, ilk iki rek'ati, sabah nam azının iki rek 'a t
farzı gibi kılınır. Şu kadar var ki bu iki rek 'a tta n sonraki o tu ru ş, b irin d ka'
de olduğundan bunda yalnız (E ttehiyyâtü lillâhi...) okunur, ba'dehu (Alla-
hüekber) denilerek üçüncü rek 'ata kalkılır, yalnız Besmele ile F atih ai Ş eri-
fe okunarak — tarif veçhile — rükû'a secdelere vanhr, sonra (Allahüekber)
diye dördüncü rek 'a t iç in ayağa kalkılır, yine Besmele ile F atih a sûresi
okunarak sükû'a secdelere gidilir. Badehu oturulur ki bu, son ka'dedir.
Bunda (E ttahiyyatü..) ile (Allahüm me sallı... Ve barik) ve (R abbena âtina..)
duası okunup iki tarafa selâm verilir. A rtık farz da kılınm ış olur.
Öğlenin farzında okunacak âyetler, sabah nam azında okunacak m ik-
tardan ekseri az olur.
Öğlenin son iki re k 'a t sünnetine gelince : Bu da "bugünkü öğle namazı-
nın son sünnetini kılm aya " diye niyet edilip tam am en sabah nam azının iki
re k 'a t sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti, d ö rt re k 'a t kılm ak m üstehaptır.
O halde ya h er iki rek 'a tte bir selâm verilir, yah u t d ö rt rek 'atin sonunda
selâm verilir. Bu takdirde birinci o tu ru şta yalnız (R abbena âtina...) duası
okunm az. Üçüncü rek 'a t iç in tekbir alınarak ayağa kalkınca yine (Sübhane-
keailalıüm m e...) okunur. Ve bu son iki rek 'a t de evvelki iki rek 'a t gibi kı-
lınır.
M ünferit, öğle nam azının gerek sünnetlerinde gerek farzında tekbirler
ile tesm i' ve tahm idi ve kıraat ile saireyi haflyyen yapar.
İ L M İ HA Lİ 14İ

(3) İkindi nam azlan:

İkindi nam azının d ö rt rek 'a t sünnetinin her iîd rek'ati, bir şef, ya'ni
müstakillen bir namaz gibidir. Binaenaleyh bu d ö rt rek'atin her ş e f i tam a-
m en sabah nam azının iki rek 'at sünneti gibi kılınır. Şöyle ki : Evvelâ o gün-
kü ikindi nam azının sünnetini kılm aya niy et edilir, bu nam azın ilk iki rek ’ati
—tarif veçhile — kılınınca otu ru lu r, bu bir son k a'd e dem ektir. Bunda (Ette-
hiyy at...) ile beraber (Allahümme Sallî...Ve barik...) okunur yalnız (R ab-
bena A tina..) duası okunm az. Sonra (Allahüekber) diye üçüncü rek 'ata kal-
kılır. (Sübhaneke allahümme.) ile (Eûzü) ve (Besmelei Şerife) den sonra
F atihaî Şerife ve bir m iktar daha K ur'anı Kerîm okunarak rükû'a ve secdele-
re vanhr. B a'dehu tekbir ile dördüncü R ek 'ata kalkılarak yalnız Besmelei
Şerife ile F atih a ve bir m iktar daha K ur'anı Azim okunur. Sonra yine
rükû'a secdelere vanlır, Ba'dehu o turu lu r ki b u da son ka'dedir. Bunda (E tte
lıiyyat..) ile (Salevatı Şerife) ve (R abbena A tina..) duası okunarak iki
tarafa selâm v e rilir.

* İkindi nam azının farzına gelince : Bu da tam am en öğle nam azının


farzı gibi kılınır. Yalnız niyet başkalaşır, ya'ni o günkü ikindi nam azının
farzım edaya n iyet edilir.
M ünferit, ikindi nam azının sünnetini de, farzını d a öğle namazı gibi
hafiyyen eda eder.

(4) A kşam n a m a z la rı:

A kşam nam azının üç re k 'a t farzı öğle, ikindi nam azlarının ilk üç
rek 'a t farzlan gibi kılınır. Ş öyle ki : O günün akşam nam azının farzını edaya
niyet edilip nam aza tekbir ile başlanır, yukarıdaki tarif veçhile ilk iki rek'ati
kılınarak oturulur. Bu, birinci k a ’dedir. Bunda yalnız (E ttehiyyâtü lillâhi...)
okunur. Ba'dehu üçüncü rek 'ata kalkılarak yalm z Besmele ile F atihai Şerîfe
okunur, sonra (Allahüekber) denilerek rükû'a, secdelere vanlır , B a'dehu
oturulur ki, bu d a son ka'dedir. Bunda (E tteh iy yat...) ile (Salevatı Şerife)
ve (R abbena A tina...) duası okunarak iki tarfa selâm verilir.

A kşam nam azının farzında vaktin darlığına m ebni kısa sûreler okunur.

* A kşam nam azının sünnetine gelince : Bu da "B u akşam nam azının sün-
netini kılm aya" diye niy et edilip tam sabah nam azının sünneti gibi kılınır,
bu sünneti altı re k 'a t olarak kılm ak ise m üstehabdır.Bu halde her iki rek'at-
ta b ir selâm vermeli ve aynı veçhile kılm alıdır .Maahaza d ö rt rek 'atın d a bir
selâm verilip ikindi nam azının sünneti gibi de kıhnabilir. Bu ziyade olan
d ö rt rek 'a ta "S alâtı E bvabin" adı verilir ki pek sevaptır.

M ünferit akşam nam azının farzım da sabah nam azının farzı gibi cehren
kılabilir.
142 BÜYÜK İSLAM

(5) Yatsı nam azîan:

Yatsı nam azının ilk d ö rt rek 'a t sünneti, tam am en ikindi nam azının
d ö rt re k 'a t sünneti gibi kılm ır.D ört rek’at farzı da tam am en öğle, ikindi
namazlarının farzları gibi eda olunur. İki rek 'a t son sünnetine gelince bu da
tam am en sabah ve akşam nam azlarının iki rek 'a t sünnetleri gibi kılınır.
Yalnız niyetler değişm iş, yatsı nam azının farzına, sünnetlerine n iy et edilm iş
olur.
Yatsı nam azının son sünneti de d ö rt re k 'a t olarak kılm abilir. Bu halde
tam am en ilk d ö rt rek'atı gibi kılınır. M aahaza iki re k 'a tta bir selâm verm ek
suretile de kılm abilir. Bu takdirde her iki rek 'a tm ka'desinde tahiyyat ile
Salevatı Şerife ve (R abbena  tina...) duası da okunur. Geceleyin kılm an
nafile nam azlarda efdal olan da böyle iki rek 'a tta bir selâm verm ektir.
M ünferit, yatsı nam azının farzını, sabah nam azı gibi cehren de kılabi-
lir.

( 6 ) V itir nam azı: ' - ~ >

Ü ç re k 'a tta n ibaret olan V itir nam azı d a şöylece kılınır. Evvelâ o gü-
nün V itir nam azını kılm aya n iy et edilir. Sonra (Allahüekber) denilerek na-
m aza başlanır, (Sübhanekeallahüm m e...) ve Eûzü ile Besmelei Şerifeden
sonra F a tih a sûresi ve bir m iktar daha K ur'am K erîm okunarak — tarif
veçhile — rükû'a, secdelere vanlır, sonra ikinci re k 'a t'a kalkılıp yalnız Bes-
mele ile F atihai Şerife ve bir m iktar daha K ur'anı Azim okunarak yine rü-
k û 'a , secdelere varılır, B a'dehu oturu lu r ki b u , birinci ka'dedir. Bunda yal-
nız (E ttehiyyatülillâhi...) okunur, b a'd eh u (Allahü ekber) denilerek üçüncü
rek 'a ta kalkılır, bunda d a yalnız Besmele ile F atihai Şerife ve bir m iktar da-
h a K ur'anı Kerîm okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp (Allahü ek-
ber) diye tekbir alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta K u n u t duası okunur,
sonra (Allahüekber) diye rükû'a secdelere gidilir, badehu o tu ru lu r ki, b u da
son ka'dedir. B unda d a bildiğim iz veçhile T ahiyyat ile Selevati Ş erife ve
(R abbena A tina...) duası okunarak iki tarafa selâm verilir.
İm am Şafiîye göre, V itirde K unut, R am azanı Ş erifin son nısfına m ah-
sustur. R ükû'dan kalkınca okunur. Şafiîlerce V itir nam azının akalli bir
re k 'a t, ekserisi de on bir rek 'a ttır.

189— V itir nam azlarına dair bazı m eseleler:

(1) V itir nam azı, yalnız Ram azanı Ş erifte cem aatla kılınır. Ve im am
olan zat, üç re k 'a tta d a tekbirleri, tesm i'leri, kıraati cehren yapar, K unut
duasını ise — m uhtar olan kavle göre — hem im am , hem de cem aat hafıy-
y en okurlar. R am azanı Ş eriften b aşk a günlerde ise Vitiri cem aatla kılm ak
m ekruhtur.
(2) M esbuk olan kimse, İm am ile beraber K u nutu okur. Y etişem e-
m iş olduğu rek'atları kaza edince artık K unu t duasını okum az. Mesbuk i-
çin ileride m alûm at verilecektir.
İ LM İH AL İ 143

(3) Bir kim se, V itir nam azında şek edip üçüncü re k 'a tta mı, yoksa,
ikinci rek 'a t da m ı olduğunu kestirem ese bulunduğu rek 'a tta K un utu okur,
rükûdan ve secdelerden sonra kalkar, bir re k 'a t daha kılar, tekrar K unutu
okur.R ükû'dan secdelerden sonra teşehhütte bulunur, selâm ile nam azım
tam am lar. Ş a y e t birinci re k 'a tta iken böyle şek eylese üçüncü re k 'a t olması
m uhtem el olan her rek 'a tta K u n u t duasını okur.
(4) V itirden başka nam azlarda K unu t duası okunm az. Yalmz bir
fitne, bir beliyye vukuu sıralarında sabah nam azlarının farzında K unut oku-
nabilir.
* İm am Malik ve İm am Şafilye göre her vakit sabah nam azlarının
farzında rükû'dan sonra kavme halinde k u n u t duası okunur, bıı K unut,
MaKkîlere göre m üstehab, Şafiîlere göre sünnettir.

(5) Sabah nam azlarında K u nut duasını okuyan bir Malikî veya
Şafiîye uyan bir H anefî, sükut eder, k u n u tu okumaz. Ezher olan budur.
Ş a y e t okuyacak olursa gizlice okur.

(6 ) K unut duasını bilm iyen yalnız : (R abbena A tina...) â y e ti keri-


m esini okuyabilir.Ü ç kere ( ^1 = Allâhüm egfirli) de diyebilir.
Ü ç kerre ( y_.li = Y areb) demesi de câizdir.( 1)

Nam azların cem aatle kılınması sureti:

190— Y ukarıda verdiğimiz m alûm at, m ünferitler, ya'n i tek başına na-
m az kılanlar hakkındadır. Cem aat ile nam az kılanlar da şu veçhile hareket-
te bulunurlar :

(1) Mesnun olan Kunut duası şudur :

j J ^ V
( tİlİÂp i y?J i J
)" Allahümme inna nesteinüke ve nestağfirüke ve nestehdike ve nü'minü bike ve
netübü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsni aleykelhayre küllehû neşkürüke ve lâ
nekfürüke ve nahleu ve netrükü men yefçürük. Allahümme iyyake na'büdü ve leke nusalli
ve nescüdü ve ileyke nes'a ve nalıfidü, nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke
bilkîıffari mülhik.
Meali : İlâhî!. Biz muhakkak senden yardım diler, senden mağfiret diler, senden
hidayet isteriz. Seni tasdik eder, sana tövbe eder, sana itimat eyleriz. Ve seni bütün
hayır ile senada, zikirde bulunur, nimetlerini itiraf ile sana şükür ederiz. Seni inkâr
etmeyiz, sana isyan edip duranları hal'ederiz, terk ederiz. Kendilerinden rabıtalarımızı
keseriz. Ya İlâhî. Biz ancak sana ibadet ederiz ve senin manevî kurbiyetine nailiyet için
çalışır, koşarız, senin rahmetini umar, azabından da korkarız, şüphe yok ki senin azabın
kâfirlereerişicidir, ■ rnsınl (H
144 BÜYÜK İSLAM

(1) C em aatten her biri im am a iktidaya niyet eder, meselâ "N iyet
ettim bugünkü sabah nam azının farzını edaya, uydum şu im am a" diye
niyette bulunur. Sonra im am , ellerini kaldırır, cehren (Allahüekber) diye
nam aza başlar. Cem aat de ellerini kaldırarak hafiyyen (Allahüekber) deyip
im am ile beraber namaza başlarlar. Hepside (Sübhanekellahüm m e..) yi
gizlice okurlar, sonra cem aat susar. İm am gizlice (Eûzü) ve Besmele okur,
kıraatte bulunarak nam azı kıldırır.
Şöyle ki : Sabah namazı ile akşam ve yatsı nam azlarının ilk ikişer
rek'atlarında ve vitir nam azının her üç rek'âtin de F atihai Şerife ile zam ede-
ceği âyetleri cehren, ya'ni cem aatin işitebilecekleri veçlıile aşik âr olarak
okur, bütün tekbirleri tes'm ileri ve selâm ları cehren yapar. A kşam nam azı-
nın üçüncü ve yatsı nam azım n üçüncü ve dördüncü rek'atlarıyle öğle ve
ikindi nam azlarının bütün rek'atlerinde tekbirleri, tesm i’leri, selâm ları
cehren, Sübhaneke ile kıraati hafiyyen yapar.

(2 ) İm am , sabah nam azının ilk rek 'âtin d e okuyacağı âyetleri,


ikinci rek 'a tte okuyacağı ây etlerd en ikide bir nisbetinde uzun bulu nd urm a-
lıdır. Bu bir sünnettir. Bu, cem aatin birinci rek 'ata yetişm esine yardım eder.

(3) Cem aat tekbirleri gizlice alırlar. İm am , rükîı'dan kalkarken :


Cehren o1 = Semiallahü limen ham ideh) ve hafiyyen(xH d'i) L j
R abbena ve lekel'ham d) deyince (1) cem aat da hafiyyen yalnız
( ) y ah u t oi-l dİ! L j = R abbena lekel ham d) derler. Ve imam ile
beraber gizlice rükû'da üçer keıre ( J j j U . - ) secdelerde de, üçer kere
( J j jl»c~-<) derler.
(4) İm am ile cem aat, birinci ka'delerde yalm z T ahiyyatı, ikinci ka'-
delerde de T ahiyyat ile beraber Salâvatı Ş erife ile (R abbena  tina...)
duasını gizlice okurlar. İm am evvelâ sağ tarafa, som a da sol tarafa cehren
selâm verince cem aat de bu veçlıile birlikte hafiyyen selâm verirler.

İm am , cehren okuduğu F atihanın sonunda gizlice ( Cv i = A m in


diyeceği gibi cem aat de yine gizlice am in derler.

(5) İm am , selâm verdikten sonra m üezzin cehrenfM—M » 'M J l.i J İ


Lr= Allahümme entesselâm ü ve^rpinkesselam, tebarekteya-
zelcelâli vel ikram ) der, sünnet var ise kılar, ba'deh u Resûli Ekrem Efen-
dimize Selâtüselâm okunur. Ya müezzin sesle veya imam ile cem aatten h er
biri gizlice Ayetül Kürsiyi okur, otuz üçer kere iıljl**- = Sübhanallalı),
Elham dülillah), jS ~ l <il = Allahüekber) Serler. Bunların bu adedi, sağ
elin parm aklariyle tebsit edileceği gibi teşbih taneleriyle de tesbit edilebilir.
Elverir ki bir yanlışlık yapılm asın.

(1 ) İmam A'zamdan diğer bir rivayete göre imanı dl)j demez.


İ L M İ H AL İ 145

(6 ) Yukarıdaki veçhile otuz üçer kere teşbih, tahnit t ve tekbirden


sonra m üezzin, sesle y j c ^ ^ ,ji "S'

JJ! j j -ü L âilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerikeleh, lehül-


mülkü velehülhamdiı re hüve alâ külli ş e y ’in kadîr, sübhane rabbiyel'aliyyil
a’lel v a h h â b )(l) der, bütün cem aat de ild elleriyle yüzlerini teberrüken m est
ederler.
Tek başlarına namaz kılanlar da bunları okurlar. Bütün bunlar,nam az-
ların âdâbm d an , m üstehaplarm dan bulunm aktadır, bunlara riayet edenler,
büyük sevaplara ereceklerdir.
(7) N am azların yukarıdan beri yazdığım ız vakitler, rükünler, re k 'at-
lar dairesinde kılınması, Resûlü Ekrem Efendim izden tevatüre.» sabit ve bu
b ap ta bin üç yüz şu kadar seneden beri her asırda bütün üm m etin icmaı
m ün'akit bulunm uştur. Peygam ber efendim iz : "Beni nasıl namaz kılar
gördünüz ise öylece namaz kılınız" diye em retm iştir. Binaenaleyh Peygam-
beri Zişanım ızm kılm ış olduğu' nam azlara m uhalif bir namaz, Dini İslâm
nazarında asla m u'teber bir namaz sayılm az.(l)
Cum a namazı:

191— Cum a müsiümaıılarca bir bayram günüdür, bu m übarek günde


müslümanlar, m âbedlerde toplanırlar, okunacak hutbeleri dinleyerek müs-
tefit olurlar. Hep birlikte Cum a nam azım kılarlar, sonra ya başka ibadetlerle
m eşgul olur, veya birbirini ziyaret ederler, y ah u t m u ’tad işleriyle uğraşm a-
ya tekrar başlarlar.
Bir hadisi şerifte buyuruluyor ki : "Ü zerine güneşin d oğduğu en hayn-
lı gün Cum a günüdür. Adem Aleyhisselâm o gün yaradılm ış, o gün cennete
konulm uş, o gün cennetten çücaıılnuştır. K ıyam et de ancak Cum a gününde
ko p acak tır” Bütün bu hâdiseler ise bir nice hayırları, hikm etleri cam !'dir.(2)
192— Resulü Ekrem (Sallalahü aleyhi vessellem) Efendim iz, hicreti se-
niyyeleri esnasında Medinei Münevvereye yakın bulunan "Salim ibni avf"
yu rdunda "R â n u n a " denilen vâdi içerisinde "Benî saîîm m escidi"nde ilk
Cuma hutbesini okum uş, ille Cuma nam azını kıldırm ış tır.

193— Cum a nam azının vakti tam öğle nam azının vaktidir.Cum a na-
m azı için m inarelerde ezan okunur, cam i'e gidilince evvelâ : Tam öğle na-
m azının sünneti gibi d ö rt re k 'a t Cum anın ilk sünneti kılınır, b a'd eh u cam i'î

(1) Meali: Allah Tealâdan başka Hak ma'bud yoktur, O birdir. Onun ortağı yoktur.
Mülk onundur, hamd ona mahsustur, O her şeye kemaliyle kadirdir. Pek yüce, en âli,
pek bağışlayıcı olan Rabbim, bütün noksanlardan beridir, kendisini tenzih ve teşbih ede-

rim- ,> ı b r ı^u ( i )

,J r l çy JVI -ULJI ç .y u '

F ; 10
146 BÜYÜK İSLAM

şerif içinde bir ezan daha okunup m inberde cem aate karşı bir hutb e irat
edilir, bu hutbeyi m üteakip ikam et alınarak Cum a'nııı iki rekat farzı cem a-
atle cehren edâ olunur. Bu farzdan sonra da yine öğlenin ilk d ö rt rek’at
sünneti gibi Cum anın son d ö rt re k 'a t sünneti kılınır bundan sonra d a (Zuh-
riâhîr) adiyle d ö rt re k 'a t daha namaz kılınır ki, bu na dair ileride m alûm at
verilecektir. Bunu m üteakip de "sünneti vakit" niyetile tam sabah nam azı-
nın sünneti gibi iki re k 'a t nam az daha kılınır.
194— Ş artlarım cam i' olan kim seler için iki re k 'a t Cum a namazı farzı
a'yındır. Cum a nam azının sair nam azlardaki şartlardan başka kendisine
m ahsus on iki şartı daha varda*. Bunîarm altısı vücudunun, ya'n i farz olma-
sının, diğer a lte ı da edâsım n şartlarıdır.

Cum anın vücubunun şartlan:


195— Cum anın bir şahsa farz olması için aşağıda yazıldığı veçhile
altı şart vardır.
(1) Erkek olm aktır. Binaenaleyh Cuma namazı, erkeklere farz olup
kadınlara farz değildir.
(2) H ürriyettir. Binaenaleyh Cum a nam azı, kölelere farz değildir.
M ukâtep denilen köleler ile kısm en azat edilm iş olan kölelere ise farzdır.
(3) İkam ettir. Binaenaleyh şer'an müsafir sayılan kim selere Cum a
namazı farz, değildir, M üsaferet b a h a n e m üracaat!..
(4) Sıhhattir. Binaenaleyh hasta olup Cum a nam azına ç ık tığ ı tak-
dirde hastalığının artm asından veya uzam asından ko rk an kim seye Cum a
nam azı farz değildir.
Y ürüm ekten âciz bulunan ç o k yaşlı kim seler de b u hüküm uedirler.
H astabakıcılığı d a bu cümledendir. Ş ö y le ki : H asta bakıcısı, camiye gittiği
takdirde hastanın zayi olacağından korkulursa kendisine cum a nam azı
farz olmaz.
(5) Gözlerin selâm etidir. Binaenaleyh Cuma nam azı, a 'm â olanlara
farz değildir, velev ki kaidleri, ya'ni ellerinden tu tu p götürecek kimseleri
bulunsun, b u İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ka'idleri b u lun an
a'm âlara Cum a namazı farzdır.
(6 ) A yakların selâm etidir. Binaenaleyh kötürüm veya ayakları k e-
silm iş olan kim selere Cum a namazı farz değildir, velev ki kendilerini yükle-
necek kim seleri bulunsun.
Düşm an korkusu, şiddetli yağm ur, ziyade çam ur ve emsali de Cuma
nam azına gidilmemesini m ubah kılacak m azeretlerdendir.
Bununla beraber bu altı ş a rü cam i’ olm ayan b ir kim se, m eselâ b ir ka-
dın veya bir a 'm â her ne kadar kendisine Cuma nam azı farz değilse de cam i-
ye gidip cem aatle Cum a nam azını kılacak olsa vaktin farzım edâ etm iş olur,
artık o günün öğle nam azım ayrıca kılm akla m ükellef olmaz.
x./
Cum am n edasının şartlan : /

196— Cum am n edası için de - aşağıdaki veçhile - altı şa rt vardır.


İ L M İH A L İ 147

(1) Cum a nam azım , veliyülemrin veya naibinin kıldırm asıdır. Ş öyle
ki: Cuma nam azını ya en büyük veliyülemr veya onun iznile diğer b ir zat
kıldırm alıdır. Veliyülemr veya onun m ezun edeceği bir zat bulunam ıyan
b ir yerde, m eselâ : D â n harpte cem aatı m üslîminin tensibile içlerinden biri
Cum a nam azını kıldırabilir.
* H utbe okum aya izin, nam az kıldırm aya da izindir.A ksi de böyledir.
Bunlara m ezun olan zat, b ir özürü olsun olm asın yerine başkasını ııâib t â -
yin edebilir. Velevki böyle n â ’ib tâ y in etm esi için kendisine izin verilmiş ol-
masın. F a k a t hatibin h u zurunda izni istihsal edilm eksizin başkasının hita -
b e tte bulunm ası câiz olmaz.
(2) İnziâm dır. Y a'ni m uayyen bir-yerde, b ir m abette m üslüm anlann
toplanıp Cuma nam azını kılm aları iç in Veliyülemr tarafından müsaade edil-
m iş olmalıdır. M uayyen bir cem aat, böyle bir m abedin kapısını kapayarak
yalm z kendi başlarına Cum a nam azım kılm ak isteseler, namaz câiz olmaz.
F a k a t m âbedin kapısı açık bırakılarak nasm gelmesine izin verildiği halde
başkalan gelmese de nam azları câiz olur.

(3) V aktin devamıdır. Ş ö yle ki: Cum a nam azını kılabilm ek iç in öğle
vakti henüz devam etm ekte olm alıdır. Bu vakit çık tı m ı artık Cum a namazı
ne eda ve ne de kaza suretile kılınam az. O günün öğle nam azı d a kılınm a-
m ış ise yalnız onu kaza lâzım gelir.
D aha Cum a nam azı kılınm akta iken vakit çıkacak olsa yeniden öğle
nam azım —kaza o la ra k - kılm ak icabeder.
İm am MaHke göre Cum a nam azı, öğle vakti ç ık tık ta n sonra d a k ıh n a -
bilir. İm am A hm eddeıı b ir kavle göre de Cuma nam azı, zeval vaktinden ev-
vel de kıhnabilir.

(4) Cem aat bulunm asıdır. Ş öy le ki: Cuma nam azı iç in cem aatın en az
m ik tarı im am dan başka üç kişidir. İm am E bû Y usufa göre im am dan b aşka
iki kişidir.
(İm am M alikten bir rivayete göre otuz, im am Ş afiî ile İm am A hm edin
zahiri m ezhebine göre de kırk kişidir.)
Cem aatın âkil ve erkek olması ve İm am A 'zam a göre hiç olmazsa birin-
ci secdeye kadar hazır bulunm ası da şarttır. Binaenaleyh yalnız kadınların
veya çocu k lan n veya birinci secdeden evvel dağılan kim selerin lıuzurile
cum a namazı kılınam az.
Cem aatın huzuru, im am eyne göre tahrim eye kadar, im am Züfere göre
de k a'dede teşehhüt m iktarı duruncaya kadar lâzım dır. Cem aat b und an ev-
vel dağılacak olsa geri k alan b ir veya iki kişinin öğle nam azını kıbnası icab-
eder.
F a k a t cem aatın m ukim veya hür olm aları şa rt değildir. H a ttâ müsafir
veya köle olan bir müslümanm Cum a nam azında im am eti bile sahihtir.

(5) Cum anın farz olan nam azından evvel hutbe okunm asıdır. Ş öy le ki:
Vaktin girm esinden sonra bir cem aatın h u zuru nda bir h u tb e okunm ası lâ -
148 BUYUK İSLAM

zımdır. Binaenaleyh hutbe okunurken cem aat bulunm ayıp da bilâhare


nam azda bulunacak olşa nam azları câiz olmaz.
* Cem aatın hutbeyi işitm eleri şart değildir. M utlak hazır bulunm aları
kâfidir. H utbe esnasında bir m ükellef erkeğin velev müsafir olsun, bulun -
ması da kâfi görülm ektedir.
Cuma hutbesinin rüknü, İmam ı A 'zam a göre zikrullahtan ibarettir.
Bianenaleyh hutbe niyetile yalnız Oj-J-f : Elham dü lillah) veya-ûj'
Sübhanellah veya; . ^ 1 jr 'v = lâ ilâ lıe illallah) denilecek olsa kifayet eder.
İm am eyne göre ise hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibaret-
tir. Bunun da en az m ertebesi, tahhiyat m iktarı ham d ye selâvat ile müslü-
m anlara duadır.
* H utbenin vacipleri, hatibin taharet üzere olması, m esturülavre b ulun -
ması ve hutbeyi ayakta okum asıdır.
H utbenin sünnetleri de hutbeyi iki kısma ayırm ak. B unlann arasında
bir teşbih veya üç â y e t okunacak kadar oturm aktır. Bu cihetle buna (iki h u t-
be) denir. Maahaza bu iki hutbeden her biri ham d’i kelimei şahadeti,salâtü
selâm ı m uhtevi bulunm alı ve birinci h u tbe, bir âyeti kerim enin tilâvetiyle
bir nasihati, ikinci hutbe de ehli îm an hakkında duayı ihtiva etm elidir. Ve
bu ikinci hutbed en hatibin sesi birinci hutbedekinden dûn bulunm alıdır.
Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir.

* Her iki hutbeyi de uzatm am ak sünnettir, h a ttâ hutbeyi Tivali m ufas-


saldan, y a ’ni "H ücurat” suresile "B uruc" suresine kadar olan surelerin her
hangi birinden uzunca okum ak, bilhassa kış mevsiminde m ekruhtur. Cemaa-
ati tenfir muvafık değildir. Cem aatın müstacel işleri olabilir, onları camide
fazla tu tm ak cuma nam azlarına devam larına m ani' olacağından m ahzurdan
hâli olamaz. Hatip olan zat, b u n lan düşünm elidir, sözlerinin sonu, evvelini
unu ttu racak , k ıy m etten düşürecek derecede hutbesi uzun bulunm am alıdır.
H utbelerin kısa, fakat cem iyetli, nafi bir tarzda bulunm ası, hatibin dirayet
ve faziletine delildir. N itekim bir hadisi Ş e rif şu m eâldedir; "N am azının
uzun, hutbesinin kısa olması, kişinin fakahatından - d e r in dini bilgisinden—
bir alâm ettir, artık namazı cem aate ağır gelm iyeçek derecede -u z a tın ız ,
hutbeyi de kısaca okuyunuz, şüphe yok ki bazı sözler vardır ki, bir â h ir gibi
kalbleri teshir eder." İşte hutbeler de belâgatile, yüksek m ânasile ruhlan
kendisine cezbedecek bir hakle bulunm alıdırlar.( 1 )
Eshabı kiram dan rivayet olunuyor ki: Resuli Ekrem E fendim izin na-
mazı da, hutbesi de m utavassıt bir halde olup ifra t ve tefritten , y â 'n i pek
kısa ve uzun olmadan beri idi. ( 2 )
İLMİHALİ 149

* H atip, ezan okununcaya kadar m inberde oturur, sonra ayağa kalkar,


gizlice Eûzii okuyarak, alenen lıam düsenada bulunur, hutbesini cem aate
karşı irad eder. Kahreıı alınm ış bir beldede hatip, sol elinde tutacağı bir kılı-
ca dayanarak hutbesini okur, b u vaziyet, islâmm, şevketini, islâm m ücahit-
lerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır,, m illetin şeham etini arttırır. H utbe
bitinei ikam et alınır. Bunlar da h utbenin sünnetleri cümlesindendir.
H atibin h u tb e sünnetlerine riayet etm em esi, veya hutbe esnasında dün-
ya lâkırdılarında bulunm ası m ekruhtur.

(6) Cuma nam azının bir beldede veya belde hükm ünde bulunan bir
yerde eda edilmesidir. Beldeden m aksat, vâlisi, hâkim i, yollan, m ahalleleri
b u lun an herhangi bir şehirdir. Bu beldeye b itişik olup asker toplam ak, at
bağlam ak, silâh atm ak, cenaze namazı kılm ak, ölüleri defnetm ek gibi bel-
denin maslahatlar! için hazırlanm ış olan sahalar da belde m esabesindedir,
bunlara "Finai belde" denir.
Binaenaleyh bir belde cam ilerinde cum a namazı kılınabileceği gibi
böyle bir sahada da kıhnabilir. V aktile şehirlerin böyle dışarısında birer
* J-m =nam azgah" bulunurdu, ahali cuma ve bayram günleri de ora-
larda toplanarak nam azlarını kılar, m üslüm anlann vahdetini, kudretini,
hakka inkiyadım gösterm eye çalışırlardı. H a ttâ îm am ı A 'zam a göre bir bel-
dede yalnız b ir camii şerifte veya m usallada cuma namazı kılınır, m üte-
addit yerlerde kılınm az.
F a k a t İm am ı M uham m ede ve İm am ı A 'zam dan diğer b ir rivayete göre
cum a namazı bir beldede bulunan m üteaddit camilerde kıhnabilir. Eshalı
olan da budur. N itekim amel de bu veçhiledir.
İm am E bu Y u su fta n bir kavle göre bir şehirde ancak iki mevzide
cum a namazı kıhnabilir. Diğer bir kavle göre de aralarında bir ırm ak b u lu n -
m adıkça iki mevzide bile kılınam az.
Cuma nam azının m üteaddit yerlerde kılınması câiz görm eyenlere gö-
re bir beldede kılm an m üteaddit cum a nam azlarından hangisine daha evvel
tekbir alınarak başlanılm ış ise o sahih olmuş, diğerleri sahih olm am ış olur.
İşte böyle bir ih tilâftan kurtulm ak için d ir ki, cum anın d ö rt re k 'a t son sün-
n etinden sonra "Zühri ahır" adile d ö rt re k 'a t nam az daha kılınm aktadır.
Şöyle ki: "V aktine yetişip henüz üzerim den sakit olm ayan son öğle nam azı-
na" diye n iy et edilip tam öğle nam azının d ö rt re k 'a t farzı veya d ö rt re k 'a t
sünneti gibi d ö rt rek 'a t namaz k ılınır. Evlâ olan, sünnet veçhile kılm aktır.
Çünkü eğer cum a namazı sahih olm am ış ise bu d ö rt re k 'a t ile o günün öğle
namazı kılınm ış olur. Son iki rek 'atın da fatihaya zam edilen sure veya bir
m iktar â y e ti celile bunun sıhhatine zarar vermez. Ve eğer cum a namazı
sahih olm uş ise b u d ö rt re k 'a t kazaya kalm ış bir öğle namazı yerine geçer.
K azaya kalm ış böyle bir namaz bulunm ayınca da bir nâfile nam azı olm uş
olur.
Velhasıl: Bu suretle kılınm ası ih tiy ata m uvafık olduğundan askeri ule-
m aca müstahsen görülmüştür. H a ttâ Ş afiî ulem asından b irç o k la n d a b u n u
m uvafık görm ektedirler. Çünkü İmam Şafîîye göre de bir beldede ilk
150 BÜYÜK İ SLAM

kılınm aya başlanan cum a namazı m uteberdir, diğerleri m uteber değildir.


O halde cum a nam azına sonra başlam ış olanların öğle nam azını kılm aları
icab eder.
M aahaza bu, içtih a d î bir mesele olduğundan İm am Ş afii H azretleri
Bağdatda m üteaddit camilerde cum a nam azının kılındığını görmüş olduğu
halde bu na itiraz etm em iştir.

Cuma nam azına m üteallik bazı m es’eleler:

197— B irçok köylerde Cuma namazı kılınm asına öteden beri izin ve-
rilmiş olduğundan beldelerde olduğu gibi köylerde de Cum a namazı kılına-
gelm iştir. "M escitlere ait hüküm ler bahsine de m üracaat!."
198— Bir köylü, cum a günü bir şehre gidip Cum a vaktine kadar orada
durm ak niyetinde bulunsa kendisine Cum a namazı farz olur. F a k a t Cum a
vaktinden evvel şehirden çıkm aya n iy et ederse farz olmaz. Cum a vaktinin
girm esinden sonra şehirden çıkm aya niyet ederse —m u h tar olan kavle
göre—yine Cuma farz olmaz.

199— Cuma günü zeval vaktinden sonra Cum a nam azını kılm adan
sefere çık m ak m ekruhtur. Zeval vaktinden evvel çıkm ak ise m ekruh değil-
dir.

2 0 0 — M a'zur veya m ahpus olanların Cum a günü şehirde öğle nam azını
Cum a nam azından evvel veya sonra cem aatla kılm aları m ekruhtur. Bun-
lan n öğle nam azlarım Cum a nam azı kılın dık tan sonra kılm aları müstehap-
tır. Çünkü o vakte kadar özürlerinin zevali um ulur.

2 0 1 — Bir kim se, Cuma günü özrü bulunm adığı halde Cum a nam azını
kılm adan öğle nam azını kılacak olsa b u nam azı salıîh olursa d a Cuma nam a-
zım terk ettiğ in d en dolayı günaha girmiş olıir. F a k a t böyle bir kim se, b ilâ -
hare Cum a nam azını kılm ak için —daha Cum a namazı kılınm adan— cam iye
yönelse kıldığı öğle namazı batıl, yani nâfileye m ünkalip olur. Cum a nam a-
zına ister yetişsin, ister yetişm esin ve ister gitm eden sarfı nazar etsin ve ister
etm esin. Binaenaleyh Cuma nam azına gidip yetişm ezse o öğle nam azım y e-
niden kılması lâzım gelir.
İm am eyne göre gidip Cuma nam azına başlam adıkça kılm ış olduğu
öğle nam azı batıl olmaz.
2 0 2 — Cum a için tekbir alm ak, yıkanm ak, misvak kullanm ak, güzel el-
biseler giyinm ek, güzel k ok ulu şeyler sürünmek m üstehaptır. M inarede ezan
okununca da başka şeyler ile uğraşılnıayıp hem en camiye gidilmesi vâcip-
tir.
2 0 3 — Cum a günü camiye erkence gitmek, Tahiyyetülmescid olmak
üzere iki re k 'a t namaz kılmak, K ehf suresini okumak veya dinlemek men-
dup tur.
İLM İHAL İ 151

2 0 4 — Cum a günü camiye giden kim se başkalarına eziyet verm em ek ve


hutb ey e henüz başlanılm ış olmamak şartile hatibe yakın yere kadar gide-
bilir ve illâ bulabildiği yerde oturur. F a k a t yer bulam az, ileri saflarda da
bo ş yer bırakılm ış olursa bizzaıure bu b o ş yerlerden birine kadar gidebilir.

2 0 5 — H atip m inbere çıkınca cem aatin ko nuşm ayıp sükût etm esi,
selâm alıp vermemesi, nâfile namaz kılınm am ası icap eder. H a ttâ hutbede
Resulü Ekrem , Sallâlahü aleyhi ve sellem Efendim izin m übarek isimleri zik-
redilince cem aatin Salâtüselâm da bulunm aksızın yalnız dinlem ekle ik tifa
eylem esi efdaldir. İmam E bû Y usuftan bir kavle göre bu halde gizlice Salâ-
tüselâm okunur.

2 0 6 — Cum anın başlanılm ış ilk sünneti, hatibin m inbere çıkm ası h a-


linde uzatılm aksızm hem en —vâciplerine riayet etm ek üzere— ikm al edil-
m elidir.

2 0 7 — Cuma nam azını, hu tb ey i okuyan zatın kıldırm ası evlâdır.

2 0 8 — Cum a nam azı henüz bitm eden im am a uyan kim se, bu namazı ik-
mal eder, velev ki İm am a teşehhüdde veya secdei sehvde yetişm iş olsun.
İm am M uham m ede göre ikinci re k ’atm rükûundan sonra gelip İm am a uyan
kim se, Cum a nam azını değil öğle nam azını ikm al eder.

Bayram ve bayram nam azları:

2 0 9 — İBayram, bir ferah ve sürür günü dem ektir. A rapçası "Iy d "d ir.
Cemi: Ayad geîir. Bayram tebrikine: Tayid, bayram laşm aya da M uayede
denir.
Resulü Ekrem — Sallâllâlıü aleyhi ve sellem — Efendim iz Medinei
Münevvereyi te şrif edince ahalisinin senede iki bayram , eğlence, sevinç
günleri olduğunu anlayıp: (Allah T ealâ size o iki bayram günlerine bedel
onlardan daha hayırlı iki bayram günleri ihsan bu y u rm u ştu r) diye tepşir
etm iş, o günlerin îydi fltir ile ly d i adha, yani Ram azanı Ş e rif Bayramı ile
K urban Bayramı günleri olduğunu haber verm iştir.
Bu günlere " ly d " denilmesi, bunların birer ferah ve m eserret günü olup
avdetlerile tefe'ül edilm esinden veya bunlarda Allah Tealânm b irç o k avâidi
ihsanı tecelli eylediğinden dolayıdır. Ram azan Bayram ı üç, K urban Bay-
ram ı da d ö rt gündür.
2 1 0 — K endilerine Cum a nam azı farz olan kim selere — Cum a nam azı-
nın vücup ve eda şa rtla n dairesinde — Ram azan ve K urban Bayram ı nam az-
ları vâciptir. Yalmz bayram nam azlarında hutbeler, vacip olmak üzere şart
değildir. Belki bu nam azlardan sonra hu tb e okunm ası bir sünneti seniyye-
dir.
2 1 1 — Bayram nam azlarının ilk vakti işrak zam anıdır. Yani güneşin
görünüşüne nazaran ufu k tan b ir rüm h = m ızrak veya iki m ızrak b oyu kadar
152 BÜYÜK İ SLAM

yükselip kefah et zamanı çıktığı andır k i b u andan itibaren istiva veya zeval
vaktine kadar kılınm ası câizdir. (M ekruh vakitler bahsine m üracaat!..) (1).
2 1 2 — Bayram nam azları, ikişer rek 'attır. Cem aatle cehren kılım r.Ezan
ve ikam et bulunm aksızın im am , iki rek 'a t Ram azan veya K urban Bayramı
nam azına, cem aat da böyle iki re k 'a t bayram nam azına im am a iktidaya
n iy et eder, j f lül = Allahüekber) diye iftitah tekbiri alınır. Eller bağlanır
hep birlikte gizlice ı* ^ ' 1 = Siibhanekellahümme) okunur, sonra i-
m am , cehren cem aat de gizlice (Allahüekber) diye üç d e f a tekbir alırlar, her
tekbirde eller yu k an y a kaldırılıp b a'd ehu yanlara salıverilir ve h er tekbir
arasında üç teşbih m ik tan durulur. Üçüncü tekbiri m üteakip yine eller bağ -
lanır, im am gizlice (Euzü) ve (Besmele) den sonra cehren Fatihai şerife ile
bir m iktar daha K ur'anı K erim den okur, cehren (Allahüekber) diyerek —m a-
lûm veçhile — rükûa, secdelere gider, cem aat da hafiyyen tek b ir alarak i-
m arna m ütabeat eder. Sonra tekbir alınarak ikinci re k 'a ta kalkılır, imam
.gizlice Besmelei şerifeden sonra yine cehren F atihai şerife iie b ir m iktar
daha K u r'an okur, tekrar üç d e f a eller kaldırılarak birinci re k 'a tta olduğu
gibi tekbir alınır, ba'deh u yine im am cehren, cem aat de hafiyyen (Allahü-
ekber) diye tekbir alarak rükûa secdelere vardır, sonra da oturulup oL-JI
= E tteh iy yâtü), > J-» — Allahümme salli ve barik) ve (R abbena
âtina...) duası gizlice okunarak iki tarafa selâm ile nam aza nihayet verilir.
Bu halde bayram nam azlarının her rek'atind e üç zait tekbir bulunm uş
olur ki bunlar d a vâciptir.
* (Hanbeli m ezhebine göre birinci rek 'a tta altı, ikinci re k 'a tte b eş tekbir
alınır ve h er iki rek 'a tte tekbirler, k ıraatten m ukaddem bulunur. İm am
Malik ile İm am Şafiîye göre d e birinci re k 'a tte yedi, ikinci re k 'a tte beş
tekbir alınır ve tekbirler her iki re k 'a tte de kıraate takdim edilir.)
2 1 3 — H atip, Bayram nam azım m üteakip m inbere çık ar, oturm aksızm
hutbeye başlar. Cum ada olduğu gibi iki h u tb e ira t eder, şu k ad ar var İd bu
bayram hutbelerine tekbir ile başlanır, cem aat de b u tekbirlere hafifçe işü -
râk eder. H atip Ram azan bayram ı hutbesinde cem aate sadakai fitre ve K ur-
ban bayram ı hutbesinde k u rb an ile teşrik tekbirlerine dair m alûm at verir.
Cum a hutbelerinde sünnet olanlar, bayram hutbelerinde de,sünnettir.
M ekruh olanlar da böyle m ekruhtur. Bu bayram hutbelerinin namazdan
evvel okunm ası da caiz olmakla beraber m ekruh bulunm uştur.
2 1 4 — İm am , birinci re k 'a tte bayram tekbirlerini un u tu p da F atihayı
kısm en veya tam am en okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri alır. Fatihayı
yem den okur. F a k a t F atih a ile bir m iktar daha K ur'an o ku duktan sonra
hatırlarsa tekbirleri alır, kıraati iade etm ez.
2 1 5 — Bayram nam azlarında birinci rek 'a ti» rükûuna varm ış olan im a-
m a uyan kim se, bu rükûa yetişeceğini zannederse hem iftitah tekbirini, hem
de kendi m ezhebine göre bayram tekbirlerini ayakta alarak, b a'd eh u rükûa
varır, rükûun fevtinden k o rk tu ğ u takdirde ise iftita h tekbirini m üteakip
rükûa varır. Bayrak tekbirlerini rükuda ahr, b u tekbirleri alırken ellerini

(!) Mu'tedil'bir mızrak = Süngü, on iki karış uzunluğundadır.


İL M İH Â L İ 153

kaldırm az, im am kıyam a kalkınca kendisi de kalkar, velevki tekbirleri b itir-


m iş olmasın, im am ile alacağı tekbirlerde im am a ittib a ' eder, kendi m ezhe-
bine uygun olmasa da fazla ve noksan tekbir almaz. M eğer ki im am ın al-
dığı tekbirler, sahabei kiram dan rivayet edilen m ik tan tecavüz etsin, o hal-
de im am a ittib a lâzım gelmez.
2 1 6 — Bayram nam azının ikinci rek 'atin e y etişen kim se, birinci rek 'ati
kazaya kalkınca evvelâ hafiyyen Besmele! şerifeyi ve F atihai şerife ile zam -
m edeceği â y e ti celileyi okur, sonra yine hafiyyen tekbirleri alır, nam azını
ikm al eder. Zahirürrivaye böyledir. M aahaza bu gibi m esbuk olanlar, kendi
kendilerine alacakları tekbirlerin adedinde im am a ittib a ' etm ez, belki
kendi m ezheplerine göre alırlar.
Bayram nam azına İliç yeiişm iyen kimse ise kendi b aşına bayram na-
m azım kılam az, dilerse d ö rt re k 'a t nafile nam azı kılar. Bu bir k u şlu k nam azı
yerine geçer, büyük sevaba vesile olur.
* (Şafiîlerce bayram nam azları sünneti m üekkededir. Bir kavle göre de
farzı kifayedir, şeairi islâm iveden m a'd u itu r. Cem aatle kılınm ası efdaldir,
m ünferiden de hutbesiz kılm abilir. Binaenaleyh bunu müsafirler de, kadınlar
da m ünferiden kılabilirler. G üneşin tu lûundan zeval vaktine kadar kıhnabi-
lir.
Bayram nam azları Malikîlere göre de sünneti m üekkede ve bir kavle
göre de farzı kifayedir. H anbelî m ezhebine göre de farzı kifayedir, im am ile
kılm aya m uvaffak olam ayanın b unu kaza etm esi m esnundur.)

2 1 7 — K urban bayram ı nam azım ta'cil, Ram azan bayram nam azım da
biraz te'h ir etm ek m üstehaptır. Bayram nam azı, cenaze nam azına, cenaze
namazı d a bayram hutbesine takdim edilir.
2 1 8 — Bayram nam azları, b ir şehirde u m um î b ir m usallada kılınabile-
ceği gibi m üteaddit camilerde de kılm abilir.
2 1 9 — Bayram günlerinde erken kalkm ak, yıkanm ak, m isvaklanm ak,
gülyağı gibi tem iz, güzel kokulu şeyler sürünmek, giyinmesi m ubah libasla-
rın herkes hafince en güzelini giyinm ek, Hale T ealâm n nim etlerine şükür iç in
ferah ve sürür gösterm ek, rastgelecek din kardeşlerine karşı güler yüzlü
bulunm ak, mümkün m ertebe fazla sadaka verm ek, Bayram gecelerini ib ad et-
le ihya etm ek m üstehap, m üstahsen bu lu n m uştu r.
2 2 0 — R am azan bayram ında bayram nam azından evvel hurm a gibi
tatlı bir şey yenilm esi, K urban bayram ında ise nam az kılınm adıkça bir şey
yenilmem esi m üstehaptır. Esahh olan kavle göre b u hususta k urban kesecek
kim se ile kesm iyecek kim se müsavidir. K urban kesecek kim senin keseceği
kurban etiyle taam a başlam ası daha m uvafıktır. Bununla beraber'nam azdan
evvel bir şey yenilm esinde d e b ir k e ra h e t y o k tu r.
2 2 1 — K urban kesecek kim se, tırnaklarım ve başının saçlarını kesm eyi
te'h ir eder. Bu m enduptur. F a k a t bu te'h ir keraheti celbedecek b ir m üddet-
le olm am alıdır. Bu m üddetin azam î haddi ise kırk gündür.
Efdal olan haftada bir kere tırn ak lan , b ıyıklann fazla kısmını kesmek,
zait tüyleri giderm ek, yıkanm ak suretiyle bedenin nezafetine bakmaktır.
154 BÜYÜK İSLAM

Hiç olmazsa bunlar on beş günde bir yapılm alıdır. Kırk günden ziyade
terkedilm esi ise m azur görülmez,
222— Bayram günü camii şerife b ir sükûn ve tem kin ile gidilir, nam aza
giderken Ram azan B ayram ında gizlice, ku rb an bayram ında d a açık ça tekbir
alınması, nam azdan sonra d a mümkün ise b aşk a bir yoldan ikam etgâha
dönülmesi m endup tur.
223 —K urban Bay ram mm birinci gününe "yevm i nelır" diğer üç gü-
nüne de "eyyam i te şrik " denir. Bu bayram dan evvelki gün ise "yevm i are-
fe " dir ki, Zilhiccenin dokuzuncu günüdür.Ramazanı Ş e rif Bayram ında
arefe y ok tu r.
Arefe gününün sabah nam azından itibaren bayram ın dördüncü gününün
ikindi nam azına kadar yirm i üç farz vakit nam azını m üteakip bir defa
(J - i hiS s f \ il) j f \ i I J ,ii\ VI <!! " H j f I -İl i -ûıl = Allahüekber, Allahüekber,

lâilâhe illâüâhü vallâhü ekber, Allahüekber ve liilâhilham d) diye tekbir


ahm r ki, b u n a d a (tekbiri teşn k ) denir. M em leketim izde bunun tercümesi
b ir aralık şu veçhile okun m u ştur: Taıın uludur, Tanrı uludur, Tanrıdan
başka Tanrı, y o k tu r. T ann uludur, Tanrı uludur, ham d ona m ahsustur.)
Tekbirlerin bu m ik tar okunm ası: Im am eyum kavlidir, amel de bu v eç-
hiledir. İm am ı A 'zam a göre b u tekbirler, arefe gününün sabahından ertesi
günün ikindisine kadar olan sekiz vakit farz nam azını m üteakip ahm r.
2 2 4 — T e şn k tekbirleri, fukaham n bir ço ğ u n a göre vâcip tir. Sünnet
diyenler de vardır. İm am eyne göre farz nam azîanm kılm akla her m ükellef
olan kim se iç in b u tekbirler v â d p d ir. Bu hususda m ünferit ile m uktedi,
m üsafir ile m ukim , köylü ile şehirli, erkek ile kadın müsavidir. İm am ı A 'za-
m a göre ise bu tekbirlerin vücubu için ikam et, hürriyet, zükûret ve nam azın
m üstehap veçhile cem aatle kılınan b ir farize olması şarttır. Binaenaleyh
m üsafirlere, kölelere, kadınlara ve m ünferiden nam az kılan kim selere vâcip
değildir. M eğer ki bunlar, üzerlerine tekbir v â d p olup cem aatle farz nam az-
la n kılan kim selere m ütabaat etsinler. Cum a, Bayram namazı kılınm ayan
köylerdeki kim selere de vâcip olmaz. Ve Cuma günü öğle nam azım kendi
aralarında cem aatla kılan özürlü kim selere de v â d p olmaz. K adınların kendi
aralannda cem aatla nam az kılm alan d a m üstehap veçhile olan cem aattan
sayılmaz.
2 2 5 — Bir senenin teşrik günlerinden birinde terk edilen b ir nam az, yi-
ne o senenin teşrik günlerinden birinde kaza edilse sonunda teşrik tekbiri
alınır, fakat b a şk a günlerde veya b a şk a senenin teşrik günlerinden birinde
kaza edilecek olsa teşrik tekbiri alınmaz.
2 2 6 — Bir nam azda sehv secdeleriyle teşrik tekbiri ve telbiye toplana-
cak olsa, evvelâ sehv secdeleri yapılır, sonra tekbir ahm r, sonra da telbiyede
bulunulur. Ş a y e t telbiye evvel yapılırsa sehv secdeleri ve teşrik tekbiri
sakıt olur. Telbiye için hac bahsine m üracaat.
2 2 7 — A refe günü nasm b ir mevkide toplanarak arafatta bulunan zevatı
taklit edercesine bir vaziyet almaları, bir esasa m üstenit değildir, h a ttâ
b un u m ekruh görenler de vardır.
İ L Mİ HA L İ 155

2 2 8 — Bayram günlerinde m üslüm anlann birbirini tebrik ve tehniye


etm esi, birbiriie m usafaha yapm ası, birbirine : p-CJ , IJ Z>\ j i = Gaferallâhü
lena veleküm) yani: Allah Tealâ bizi de sizi de m ağfiretine nail buyursun,
veya JL '-iljjT = T ekabbelâllâhü tealâ m inna ve m inküm ) yani Al-
lah T ealâ bizden ve sîzden kabul buyursun gibi bir veçhile duada bulunm ası
da m endupdur.

Teravih namazı:

2 2 9 — Teravih nam azı, Ram azanı şerife mahsus, yirm i re k â tta n ib aret
olup b ir sünneti m üekkededir. Bu nam aza Resulü E krem Sallallâhü Aleyhi
Vesselîem Efendim iz ile Hülefayi R aşidin hazara ti m uvazebet b uyurm u şlar-
dı. Bu nam azın cem aatla kılınm ası d a b k sünneti kifayedir. Binaenaleyh
bütün bir m ahalle ahalisi cem aatla kılm ayı bırakıp evlerinde kılacak olsalar
sünneti terk ile isâette bulunm uş olurlar.

2 3 0 — Teravih nam azının her d ö rt rek 'a tı sonunda, bir m iktar oturarak
istirahat edildiği için b u d ö rt rek 'a ta bir "Terviha" denilm iştir. Bir teravih
nam azında beş terviha vardır. Bu tabir "Tervih" kelim esinden binalm erre-
dir. Tervih ise nefsi rahatlandırm ak m ânasm adır. Cem 'i Teravihtir.
2 3 1 — M escitlerde teravih nam azı cem aatla kılındığı halde b ir özrü ol-
m aksızın cem aatı terk ederek bu nam azı evinde kılan kimse, günahkâr ol-
mazsa da fazileti terketm iş olur. H a ttâ evinde cem aatla kılsa cem aat sevabı-
na n âil olursa d a M escitteki cem aatın faziletine nâil olamaz. Çünkü M escit'
lerin fazileti ziyadedir.
2 3 2 — Teravih nam azını kılacak kim senin Teravihe veya vaktin sünne-
tine veya kıyam ı leyle niyet etm esi ih tiy ata daha m uvafıktır. M utlak nam a-
za veya nâfileye n iy et edilmesi de b ir ç o k fukahaya göre câizdir.
2 3 3 — Teravih nam azım her iki re k 'a tta bir selâm verm ek suretiyle on
selâm ile bitirm ek efdaldir. D ö rt re k 'a tta bir de selâm verilebilir. Sekizde,
onda h a ttâ yirm ide b ir selâm verm ek suretiyle kılm ak da câizdir. F ak at b u ,
kerah attan hali görülm em ektedir.
2 3 4 — Teravih nam azı, ikide bir seiâm verildiği surette tam akşam na-
m azının iki re k 'a t sünneti gibi, d ö rt re k 'a tta bir selâm verildiği takdirde de
tam yatsı nam azının d ö rt re k 'a t sünneti gibi kılınır. Cem aatle kılındığı su-
rette cem aat, hem teravihe, hem de im am a iktidaya niyet eder, im am da
tekbirleri, tesm i'leri, kıraatleri cehren yapar.

2 3 5 — İm am için Teravih nam azının her iki rek'âtinde müsavi derecede


kıraatte bulunm ak ve tesmileri müsavi kısım lara ayırıp m eselâ iki veya d ö rt
re k 'a tta bir selâm vermek afdaldir.Çünkü böyle yapılm ası, ruhu düşünceden
kurtarır.
2 3 6 — Teravihin her rek 'atın d a on â y e t okunm ası m östahabdır. Çünkü
bu suretle devam edilirse bir ram azanda bir hatim yapılm ış olabilir. Böyle
156 BÜYÜK İSLAM

bir d e f a hatim ile Teravih nam azı kılınm ası ise b ir sünnettir .Bazı zatlara gö-
re bu hatm in yirm i yedinci geceye, yani Leylei kadire m üsadif olması müs-
tahabdır.
2 37 — Teravih namazı kıldıracak zatın güzel sesli olm asından ziyade
d oğru okuyucu olmasına itina edilm elidir. Güzel ses, kalbi m eşgul ederek
tefekküre, h u şua m ani' olabilir. K ıraatinde lâlın ve h ata bulunan bir im am ın
mescidini bırakarak dürüst okuyan bir im am ın bulunduğu mescide gidilme-
sinde bir beis yoktur.
2 3 8 — İm am ın Teravihde cem aatı tenfîr edecek m ikdar k ıraatte b u lu n -
ması, m uvafık değildir. Ş u kadar var ki, F atihai şerifeden sonra okunacak
ây etler, b ir sûreden veya üç kısa â y e t m iktarından noksan olm am alıdır. Ka'
delerde teşehh ütten sonra Salâvaü şerife de terk edilm em elidir.
2 3 9 — Teravih nam azını özürsüz yere oturarak kılm ak veya uykunun
galebe etm iş olduğu bir halde kılm ak m ekruhtur. İm am ın rükûa varmasına
kadar oturup iktidayı tehire bırakm akta m ekruhtur.
2 4 0 — Teravih nam azının bir m ik dan kılındıktan sonra im am a uyan
kim se, Teravih nihayet bulunca kendisi noksan kalan rek ’atları tam am lar,
sonra da V itir nam azını kendi b aşın a kılar, evlâ olan budur. M aamafih i-
m am iie beraber Y itri kılıp sonra teravilıi ikm al etmesi de câiz görülmüştür.
2 4 1 —Yatsı nam azında cem aatı terk etm iş olan kimse, Teravih ve
Vitir nam azlarında im am a uyabilir. Binaenaleyh bir kimse, imam yatsı
nam azım kıldırıp Teravihe başlam ış olduğu esnada mescide gelse evvelâ
yatsı nam azını kendi başına kılar, sonra Teravih için im am a uyar, noksan
kalan rek 'a lla n da yine kendi başına kılar. Kezalik : Teravihi imam ile
kılm ayan V itri imam ile kılabilir. Sahih olan kavi böyledir. F a k a t im am da
cem aat da yatsı nam azını cem aatla kılm am ış olursa yalm z Teravih nam azını
cem aatla kılamazlar. Çünkü Teravihin cem aatı, farzın cem aatına tâbidir.
Teravihin m üstakil bir cem aatla kılınması, nâfıleler halikındaki hükm i şer'
îy e uygun düşmez.
2 42 — İm am , Teravih nam azının m eselâ : İH; bir rek 'atım m üteakip
sehven o turup selâm verdikten sonra yeniden iki rek 'a t kılm adan m ütebaki
rek 'aflan n ı usulü dairesinde kıldıracak olsa, bir kavle göre nam azı câiz
olup yalnız o iik iki rek 'ati kaza eder. Diğer bir kavle göre m ütebaki nam az-
ları da câiz olmaz. Hepsini kaza etm esi lâzım gelir. Çünkü Teravih, bir na-
m azdır, yapılan teşehhüdler, selâm lar yerinde vaki olm am ış olur.
2 4 3 — Teravih, vaktin sünnetidir, yoksa orucun sünneti değildir.Bina-
enaleyh hasta veya yolcu gibi fîllıal oruç tutm akla m ükellef olm ayanlar
için de Teravih nam azım kılm ak sünnettir.
A kşam üstü hayızdan veya nifasdan k u rtu lan bir islâm kadım veya
ihtida eden bir kim se hakkında da o gece Teravih nam azını kılm ak sünnettir

Hastaların nam azlan:

2 4 4 — H astalık, m izacın i'tidalini gaip etm esinden husule gelen bir aciz
halidir. H astaya mariz, hastalığa da m araz denir. Marizin cem 'i : M erza, ma-
İ L Mİ H AL İ İ 57

razırt cem 'i de E m razdır. H astalar da akıllan başlarm da b u lu n du k ça b ir ta -


kım ş e r'î vazifelerle m ükelleftirler. Bununla beraber şer'i şerif, onların
haklarında bir ç o k kolaylıklar gösterm iştir. Nam az hakkında aşağıdaki m es'
eleler veçhile görülen kolaylıklar d a b u cümledendir.
2 4 5 — Bir hasta tak atin e göre nam az kılm akla m ükellef olur. M eselâ:
A yakta durm aya asla kadir olm ayan veya ayakta durm ası hastalığın uzam a-
sına veya artm asına sebep olacağı anlaşılan bir lıasîa, oturarak nam azım kı-
lar. O turm aya da gücü yetm ezse ku d retin e göre yanı üzerine veya arkası üs-
tüne yatarak im a iîe nam azım kılm aya m ezun olur.
2 4 6 — İm a ki, nam azda rükû’a ve secdeye işa re t olmak üzere b a şı eğ -
m ektir, b u , ayakta yapılabileceği gibi oturularak da yapılabilir. M aahaza bir
şeye dayanarak ayakta yapılm ası mümkün olan bir ima, yatarak yapıla-
maz, b u câiz değildir.

2 4 7 — Irna ile de namaz kılm aya kadir olm ayan bir hastadan bir gün
ve bir gecelik ve daha ziyade olan nam azları teehhür eder, sonra iyi olunca
b u n lan kaza etm esi lâzım gelir. Diğer bir rivayete göre birgün ve b ir gece-
den ziyade olan namazları büsbütün sakıt olur. Velev ki aklı başında b u lu n -
m uş olsun.
2 4 8 — H astalığına m ebni o tu rd uğ u halde veya îm a ile nam az kılm aya
m ezun olan kim se, b u hastalığı esnasında kılam am ış olduğu nam azlan
sıhhat b u ld u k tan sonra kaza edince otu rd uğ u halde ve îm a ile kılamaz.
Çünkü özür zail olm uştur. F a k a t sıhhat zam anında kazaya bırakm ış olduğu
nam azlarım böyle hastalığı esnasında kaza edecek olsa o tu rd uğ u halde veya
îm a ile kaza edebilir, zira kudretine göre m ükellef olur, m ukted ir olm adığı
bir şey kendisinden istenilemez.
—Özür sahipleri için ( 6 6 ) sahifeye de m üracaat!.

Seferin mahiye ti ve m üddeti:

2 4 9 — Sefer = M üsaferet ; lûgatta herhangi b ir m esafeye gitm ektir,


m ukabili "ik am et" dir. Ş e r'î şerif bakım ından sefer : M uayyen b ir mesafeye
gitm ektir ki, b u , m utedil b ir yürüyüş ile üç günlük, yani on sekiz saatlik
b ir m esafeden ibarettir. Buna "üç m erhale" de denir.
M utedil yürüyüş, yaya yürüyüşüdür ve kafile arasındaki deve yürüyüşü-
dür. Denizlerde de yelken gemilerile havanın itidali m uteberdir.
İşte karalarda böyle b ir yürüyüş iîe denizlerde de m utedil b ir hava ile
ve yelkenli b ir gemi iîe on sekiz saat sürecek b ir mesafe, "m üddet-i sefer"
sayılır.
Dem ek ki, b u yolun yalm z gidilecek mesafesi m uteberdir, yoksa gidilip
dönülm esine ait mesafesi m uteber değildir.
25 0 — V atanında veya o hüküm deki b ir yerde o tu ran kim seye ''m u k im '
b uradan çıkıp en az on sekiz saatlik b ir m esafeye gitm eye başlam ış olan
kim seye de şer'an : "müsafir — yolcu " adı verilir.
2 5 1 — Y olculuk hali esasen m eşak katten h âlî olamaz. Bu cihetle şer'î
158 BÜYÜK İSLAM

şeıif, yolcular hakkında bazı kolaylıklar gösterm iştir. Y olculukta gece gün-
düz m ütem adiyen yola devam edilemez, istirahata da ih tiy aç görülür, bazı
fıkıh kitaplarım ızda "sefer m üddeti üç gün üç gecedir" denilmesi bu esasa
m aııi' değildir. Bu cihetle b ir günlük m utedil yürüyüş, vasatı olmak üzere
altı saat olarak kabul edilm iştir. Bazı seferler, m eşak k atten h â lî olsa da hü-
küm ferde değil, cinse göre olacağından sefer hükmü, bütün sefer hallerine
şam il bulunm uştur.

2 5 2 — F ukahad an bazı zatlara göre sefer m üddeti, on sekiz fersahlık


bir m esafeden ibarettir. Bir fersah : Üç mil, her mil ise "2 0 " dakika sürecek
olsa on sekiz fersah (18) saat etm iş olur.
Bir fersah, on ik i bin adım , bir mil de d ö rt bin adım sayılm aktadır.
M aamafih fersahlar, düz yerler ile dağlık ve derelik yerlere göre değişir,
m eselâ: Düz bir yerde b ir fersah m esafe b ir saatte alınabileceği halde dağlık
b ir yerde böyle bir mesafe bir saatta alınamaz. Binaenaleyh bu hususta
fersah, bir m ikyas sayılm am alıdır. Ş u kadar var ki, fersaha itib ar edildiği
takdirde bir ço k m es'eleler halledilm iş olur.
M eselâ; şöm endöfer ile, tayyare ile olan yolculuklarda k a t edilecek
arazinin kaç fersah olduğu nazara ahm r, en az on sekiz fersahlık bir m esafe
k at'edilm iş olunca sefer m üddeti tahakkuk etm iş, sefer hükm ü cereyan e t-
m eğe başlam ış olur. A rtık seyir vasıtalarının halini nazara alm aya ih tiy aç
kalm az.
* Filhakika eim mei selâse de b u fersah cihetini kabul etm işlerdir. Sefer
m üddeti, İm am Malik ile îm am Ahm ede göre "1 6 " fersah, yani "4 8 " mil-
dir. "Bir mil ise alü bin el arşınıdır. Bu halde m üddeti sefer, seksen b u ç u k
kilo m etre ile yüz kırk m etreye müsavi b ulunm uş olur."
İmam Şafiînin kavli cedidine göre de "4 8 "m ild ir. K adim kavline göre
de bir gün b ir gecedir.
2 5 3 — Gidilecek bir yerin hem k aradan, hem de denizden yolu bulunsa
yolcunun gideceği yola itibar olunur. Binaenaleyh b ir beldeye deniz yoîiyle
m eselâ: On iki saatta, kara tarikile de on sekiz saatta gidilecek olsa karadan
gidenler müsafîr sayılır, denizden gidenler sayılmaz. Bir yerin karadan iki
yolu bulun d u ğ u takdirde de hüküm böyledir, yalnız sefer m esafesinde b u -
lunan yoldan gidenler,m üsafîr bulunm uş olurlar.
2 5 4 — Müsaferet, tavattun edilen beldenin veya karyenin yola çıkıldı-
ğı cihetindeki hanelerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük b ir yere gidilme-
sine niyet edildikten itibaren başlar. Binaenaleyh b u haneler tam am en
geçilm edikçe ve sefere n iy et edilm edikçe sefer hali başlam ış olamaz.
2 5 5 — Bir beldenin kenarlarında olup "F in ai Mısır" denilen yerler de
beldeden sayılır. Bunlar 6 kseri b ir ok atım ından = d ö rt yüz adım dan az
bir m esafe teşkil ederler. — Belde ile aralarında tarlalar, bostanlar bulunm a-
d ık ça — beldenin m ütem m im i bulunurlar. Binaenaleyh b u n lan da geçm ek
lâzım dır ki, m üsaferet başlam ış olsun.
Ş ehrin dışındaki bağlar, bostanlar ve bekçilere, bostancılara a it m es-
kenler, kulübeler şehirden sayılmaz.
İ LMİ H ALİ 159

Seferin hükümleri:

2 5 6 — Yolcular hakkında bir kısım kolaylıklar, ruhsatlar gösterilm iş-


tir. Ezcümle Ram azanı Ş erifte m üsaferette bulunan için orucunu tehire
bırakm ak m übahtır. Müsafirlerin m esh m üddeti üç gün üç gecedir. Müsafir,
d ö rt rek 'atlı farz nam azlarım ikişer re k 'a t olarak kılar ki, bun a : "kasri
salât" denir. Bizce müsafırin böyle nam azını kasirde bulunm ası lâzım dır.
Buna m uhalif olarak farzları d ö rt re k ’a t olarak kılm ası m ekruhtur. M aama-
fih iki rek 'a t kılıp da teşehhüdde b u lu n d u k tan sonra iki rek 'a t daha kılacak
olsa farzı eda etm iş, bu son iki re k 'a tta nâfile olm uş olur. Ş u kad ar var ki
selâm ı tehir etm iş olm asından dolayı isâ e tte bulunm uş sayılır. F a k a t bi-
rinci teşehhüdü terk etse veya evvelki iki re k 'a tta kn-aatta bulunm am ış ol-
sa farzı eda etm iş olmaz. N itekim sabah ve cum a nam azlarında da hüküm
böyledir. Kasrı salât, hicreti N ebevivyenin dördüncü senesinde m eşru kılın-
m ıştır. M eşruiyeti, k itap ile, sünnet ile, icm aı üm m et ile sâb ittir.
* (İm am Şafiîye göre m üsafir ; m uhayyerdir, dilerse farzlan dörder rek '-
at olarak kılabilir.)
2 5 7 — Müsafir olan, vatanına avdet edince müsafir olm aktan çıkar,
velevki vatanında ikam ete n iyet etm esin, fakat b aşk a bir beldeye, karyeye
gidip m ücerret ik am et etm ekle müsafir olm aktan çıkm az, m eğer ki orada
en az on b e ş gün ikam ete n iy et etsin. On beş günden az ikam ete niyet etse
veya iki yerde, m eselâ M ekkei M ükerreme ile M inada on beş gün ikam ete
niy et edip yalm z birinde on b eş gün durm asa bununla m üsaferet hali ni-
h a y e t bulm uş olmaz.

2 5 8 — Bir müsafir, bu lunduğu yerd e on beş gün ikam ete n iy et etm eyip
bugün, yarın çıkıp gideyim derken uzun bir m üddet orada oturacak olsa
yine m üsaferetten çıkm ış olmaz, h a ttâ b ir beldeye gidip m uayyen b ir işi
yapm ak, ve badehu oradan çıkm ak azm inde b ulunan kim se de bununla m u-
kim olm uş olmaz m eğer k i, o işin on beş günden m ukaddem yapılam ıya-
cağım bilm iş olsun ; o takdirde ikam ete n iy et etm ese de m ukim sayılır.
2 5 9 — Sahrada ikam ete niyet sahih değildir.A ncak göçebe halinde o-
lup çadırlarda oturanlar, bir sahrada o turm aya niyet ettikleri ve yanlarında
kendilerine ve hayvanlarına en az on b e ş gün yetecek kadar su ve o t b u lu n -
duğu takdirde m ukim sayılırlar. Bu halde bunlar bu yerden kalkıp araların-
da on sekiz saatlik bir m esafe bulunan d iğ er b ir yere gitm eğe niyet etm edik-
çe m ukim olm aktan çıkm azlar.
2 6 0 — Sefer ve ikam et hallerinde tabiin değil, m etb u u n niyeti m uteber
dir. Binaenaleyh asker ; kum andanın, köle ; efendisinin, ecîr ; m üstecirin,
talebe hocasının, m ehri m uaccelini alm ış olan kad ın, kocasının niyetine
göre m ukim veya m üsafir olm uş olur.
2 6 1 — Sefer hususunda henüz baliğ olm am ış kim senin niyeti m uteber
değildir. Binaenaleyh böyle b ir çocuk hakkında sefer hükümleri cari olmaz.
Çünkü sefer hususunda sefer m üddet bir m esafeyi k a t'e tm e ğ e n iyet şart
olduğu gibi istiklâl b irre'y ile büluğ da şarttır. __
160 BÜYÜK İSLAM

(Şafiîlere göre m üm eyyiz olan ço cu ğ u n sefere n iy je ti m uteberdir,


nam azım hasredebilir.)
2 6 2 — Sefer halinde bulunan b ir kimse, m etbuunun kasdini, nereye
kadar gideceğini bilm ediği ve sualine cevap da alamad takdirde üç
günlük bir m esafeye gidinceye kadar nam azlarını tam am kılar, ondan sonra
kasre başlar. Düşman eline esir düşen bir müslim hakkında da hüküm
böyledir.
Herhangi bir sebebe m ebni sualin m üteazzir olması da suale cevap
alınamaması m esabesindedir.
2 6 3 — D an harbde askerin ikam ete niyeti sahîh değildir. F ak at kendile-
rine gelip em an iie dehalet eden bir müslimin orada ikam ete niyeti sahili-
dir.
2 6 4 — E n büyük veliyüî'em ir de sefer hususunda başkaları gibidir.
Binaenaleyh bir veliyüî'emir, sefere niyet etm eksizin m em leketi dahi-
linde bir m üddet dolaşacak olsa namazlarım, tam am kılar, fak at sefer m üd-
deti dolaşm aya niyet etlerse nam azlarım kasr eder. Sahih olan budur.
Resulü E krem Sailsiiâhü aleyhi vesellem efendim iz ve Hulefai R âşidîn ha-
zeratı Medinei M ünevvereden M ekkei M ükerrem eye gidince d ö rt rek 'a tlı
nam azlan ikişer rek’a t olarak kılarlardı.
2 6 5 — N am az vakti devam e ttik ç e m üsaferet ve ikam et itibariyle nam a-
zın vasfı tebeddül edebilir, vakit çıkınca da te k a n ü r etm iş olur. Bunlarda
vaktin sonu yani (Allahüekber) dem eğe müsait b ir anın kalm am ış olması
m uteberdir. B unaenaleyh bir m üsafirin namaza, vakit henüz tam am en
çıkm adan vatanına avdetiyle veya bir yerde on beş gün ikam ete niyet
etm esiyle iki rek 'a tta n d ö rt rek’ata tebeddül eder. F a k a t nam azım henüz
kılm adan vakit çıkıp da badehu vatanm a avdet veya bir yerde on beş gün
ikam ete niyet edecek olsa artık bu nam azı iki rek ’a t olarak kaza eder, d ö rt
re k 'a t olarak kaza etm ez. Çünkü vaktin çıkm asiyle, vasfı, yani bir müsafe-
ret nam azı olması telcarriir etm iş olur.

2 6 6 — M üsaferet haiinde bulunan bir kadın, h ây iz iken gideceği yere


üç günden az bir mesafe kaldığı esnada tem izlenecek olursa nam azlarını
tam am olarak kılar.
2 6 7 — M ukim in kazaya kalan nam azlan m üsaferetivle ve müsafirin
kazaya kalan nam azlan da ikam ete n iyet etm esiyle tegayyür etm ez. Binae-
naleyh bir m ukim m üsaferet halinde kazaya kalm ış nam azlarını ikişer rek 'a t
olarak kılacağı gibi, bir müsafir de ik am et zam anında kazaya kalm ış nam az-
larım d örder rek 'a t olarak kılar.
268— Mukim misafire, müsafir de vakit içinde m ukim e iktid a edebilir.
Şöyle ki, bir m ukim in vakit içinde olsun olm asın, müsafire uym ası sahihtir.
Müsafir iki rek 'ati m üteakip selâm verince m ukim kalkar, —esahh olan kav-
le göre — kıraatte bulunm aksızın nam azım tam am lar, sehvine secde de e t-
mez. Çünkü bu m ukim , b ir lâhik dem ektir. (L âhik bahsine m üracaat!) 1-
m am olan müsafirin cem aate hitaben nam azdan evvel veya sonra : "Siz na-
mazınızı tam am layınız, ben m üsafirim " demesi m üstehaptır.
İ L M İH AL İ 161

Müsafire gelince, bu d a ancak vakit içinde m ukim e uyabilir. Bu halde


d ö rt rek 'a tk b k farz nam azını m ukim gibi tam olarak kılar. İm am a vakit
için d e tabeiy et etm ekle farz namazı ik i re k 'a tte n d ö rt rek’ate tegayür e t-
m iş olur. F a k a t vaktin haricinde, yani kendisinin müsafir iken kazaya kal-
m ış d ö rt rekafli b ir nam azında m ukim e iktidası sahili olmaz. Çünkü böyle
kazaya kalm ış nam azı, evvelce iki re k 'a t olarak tekarrür etm iştir.
269 — Müsafir ile m ukim , d ö rt rek 'atli bir nam azı kazaya bırakm ış ol-
salar bu nam azda müsafir, m ukim e iktida edem ez. Zira bu nam az, müsafir
baklanda iki re k 'a t olarak tekarrür etm iş oiur. Binaenaleyh birinci ka'de
m üsafir hakkında farz olduğu halde, m ukim hakkında farz değildk. O halde
farz nam az kılan, nâfile nam az kılana uym uş olur k i b u , tecviz edilemez.
2 7 0 — Müsafir, vakit içinde m ukim e uy du ğu halde namazı bozulsa
b u h u yine İM re k 'a t olarak kılar. Çünkü ik tida, zail olm uştur.

2 7 1 — Y olculuk veya yağm ur m azeretiyle iki vakit nam azım b ir vakitte


kılm ak câiz değildk. Yalmz A rafatta öğle ile ikindi, Müzdelifede de akşam
iîe yatsı nam azlarım cem 'edip cem aatla kılm ak câiz bulunm uştur. Hac
b a h a n e m üracaat!.
* (Eim m ei selâseye göre b ir m azerete binaen öğie ve ikindi veya akşam
ile yatsı nam azlarım takdim veya tehir suretiyle b ir vakıtta cem' etm ek
câizdir. M eselâ: Öğle namazı ile ikindi nam azı öğle vaktinde kılınabileceği
gibi ikindi vaktinde de kılm abilir.)

2 7 2 — Sefer hükümleri hususunda yolculuğun m eşru olup olmaması


arasında fark y o k tu r, binaenaleyh efendisinden k açm ış b ir köle, veya haksız
yere kocasından k açm ış b k kadın dahi müsafir b u lu nd uk ça m uayyen
nam azlarım ikişer re k 'a t küar, orucunu d a sonraya bırakabilir.
(Eim mei selâseye göre b u gibi yolcular sefer hakkındaki ruhsatlardan
istifade edem ezler, onlar b u yoldaki tesü h âta lâyık olamazlar.)

M üssferetin n ih ay et bulup bulmaması:

2 7 3 — V atanı asliye dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer, velev ki


orada ikam ete n iy et edilm esin. V atanı ikam et ise böyle değildir, orada
ikam ete niyet lâzımdır.

27 4 — B k insanın d o ğ u p büyüdüğü veya evlenip içinde yaşam ak


istediği veya için d e barınm ak kasd edip başka yere tavattun için gitm ek is-
tem ediği yer, kendisinin "V atan ı aslî"sidir. Bir kim senin böyle doğduğu ve
evlendiği veya içinde tavattuna karar verm iş olduğu y er olm ayıp yalnız
içinde en az onbeş gün kalm ak istediği y er de kendisi için b ir "V atan ı ika-
m et' 'dir. Elverir ki, o yer, böyle ikam ete elverişli bulunsun.
Bir müsafir içinde onbeş günden az oturm ak istediği yer de kendisinin
b k ''V atanisükna''sidir ki, b u n a itib ar y o ktu r. B ununla ne vatam aslî, ne de
vatanı ikam et, m üntekiz z değişm iş, bozulm uş olmaz.
BÜYÜK İSLÂM

275— V atanı asiî kendi misliie m üntakiz olur, vatan ikam etle münta-
Idz olmaz, Ş ö yle ki: Bir kimse içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri
terk edip başka bir beldede tavattun etm eğe başlasa artık o evvelki vatanı,
ikam et hususunda vatanı olm aktan çıkar, bilâhara oraya gidecek olsa, en az
on beş gün ikam ete niyet etm edikçe farz nam azlarını dörder rek 'a t kılması
lâzım gelmez.
F ak at vatanı aslîsinden m uvakkat bir zam an için çıkıp başka bir yeri
vatanı ikam et edindikten sonra vatanı aslîsine dönse niyete m uhtaç olmak-
sızın m ukim olur, namazlarım tam am kılm ası icap eder.

2 7 6 - V atanı ikam et, vatanı aslî ile ve diğer bir vatanı ikam etle ve mü-
cerret sefere çıkm akla m üntakiz olur, velev ki, aralarında sefer m üddeti bu-
lunmasın. Meselâ: Bir kimse, yolculuğu esnasında bir beldede b ir ay
ikam ete niyet edip bu kadar d u rd uktan sonra tekrar yola çıksa veya diğer
bir beldeye gidip orada da en az on beş gün oturm aya niyet etse artık evvel-
ki belde vatanı ikam et olm aktan çıkm ış olur, oraya tekrar dönm ekle
m ukim olmuş olmaz, belki m ukim sayılabilmesi için orada tekrar ikam ete
niyet etm esi lâzım gelir. F a k a t vatanı ikam etinden m uvakkat bir iş için ika-
m et m üddeti için d e sefer m üddetinden az bir kaç saatlik bir m esafedeki bir
yere gidip geri dönm ekle vatanı ikam et, bozulm uş olmaz.
277— V atanından çıkıp en az üç günlük bir mesafede bulunan b ir yere
gitm ek isteyen kimse, daha oraya gitm eden yol esnasında b ir karyede on
beş gün oturm aya n iyet etse burası zahirrivayeye nazaran bir vatanı ikam et
olm uş olur. Diğer bir kavle göre ise olmaz.

278— V atanından sefer niyetile ayrılıp henüz üç günlük b ir mesafe


alam adan vatanına dönm ek kasdinde bulunan b ir yolcu, vatanına daha gel-
m eden m ücerret dönm ekle nam azlarım itm am a başlar, çünkü böyle yolculu-
ğu bozm akla yolculuk terk edilm iş olur.

2 7 9 - Bir müsafir, içinde ikam et etm ek istem ediği bir beldede evlene-
cek oisa bir kavle göre m ukim sayılır, diğer bir kavle göre m ukim sayılmaz.
Evcah olan da budur.

2 8 0 - îk i beldede birer zevcesi olan kimse, bunlardan h er hangisinin


yanına gidince m ukim sayılır. F a k a t bunlardan biri vefat edip bulunduğu
beldede kendisine ev, bağ, b ahçe gibi şeyler kalacak olsa oraya gitm ekle
m ukim sayılmaz. F a k a t diğer bir kavle göre orası onun yine vatanı sayıla-
cağından m ukim olmuş olur.
* (Malikîlere göre bir yolcu, gittiği yerde tam d ö rt gün ikam ete niyet
edip kendisine yirm i vakit namaz farz olacak bulunsa m ukim sayılır, namaz-
larını kasredemez. Bu m üddete o yere tu lû 'u fecirden sonra girdiği gün ile
oradan çıkacağı gün dahil değildir.
İm am Şafiîye göre de bir yerde girip çıkm a günlerinden başka tam
d ö rt gün ikam ete niyet edilmesi, nam azları kasretm eğe m ani' olur.
İL M İH A L İ 163

Hanbelîlere göre de bir yerde —velev ikam ete elverişli olmasın —


m utlaka ikam ete niyet eden veya yirm i nam azdan ziyade farz olacak bir
m üddetle ikam ete niyette bulunan kimse, m ukim sayılır, nam azını kasrede-
m e z .)

E da ile kazanm m alıiyyeti ve kaza nam azlan:

2 8 1 — Bir namazı vaktinde kılm aya "eda" vaktinden sonra kılm aya da
"k aza" denir. V aktinde kılm an ve kılınacak olan bir namaza "V aktiyye"
veya "sa lâ ü hâzıra" denildiği gibi vaktinde kılınm am ış oian b ir nam aza da
"fa ite " denilir. Cem’i: "Fevait"dir.

282— V aktinde kılınm am ış olan beş vakit farz namazların kazası farz-
dır. V itir nam azının kazası da vâciptir. Sünnetlere gelince, bir sabah namazı-
nın farziyle beraber sünneti fevtedilm iş olunca o günün tulûundan sonra is-
tiva vaktine kadar bu sünnet, farz ile beraber kaza edilir. T ulû’dan evvel,
istivadan sonra kaza edilemez. İmam M uham m ede göre b u sünnet, yalnız
olarak fevtedilm iş olsa yine frulû'dan sonra istiva zam anına kadar kaza edi-
lir.
Bir de öğle nam azının iki sünneti, cem aatla farza yetişm ek için terke-
dilecek olsa farzdan sonra son iki rek attan evvel kaza edilir. Fetva bu
veçhiledir, taki, vakti içind e İM d e f a tealıhür etm iş olmasın. M aamafih son
iki re k 'a tte n sonra da kaza edilebilir, nam azın tertibi iki d e f a tebeddül e t-
mem esi için bunu evlâ görenler de vardır.
Cuma nam azının ilk d ö rt rek 'a ti hakkında da bu tekaddüm ve teahhur
hükm ü calidir. Terk edilen diğer sünnetlerin kazası lâzım gelmez. F ak at baş-
lanıldıktan sonra her nasılsa terkedilen b ir sünnet — her hangi b ir nafile—
nam azının kazası icap eder.

Meselâ: Öğlenin son sünnetine başlanılm ış iken cenaze nam azını fevt
etm em ek için bu sünnet kat'edilm iş olsa bunu bilâhara kaza lâzım gelir.

283— Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakm ak bir kebiredir. Bu na-
maz, kaza edilm ekle yerine getirilm iş olur. F ak at bu nu n tehirinden dolayı
husule gelen günahın afvi için tevbe ve istiğfar lâzımdır. Herhangi bir
bahane ile bir namazı tehire, kazaya bırakm aktan son derece sakınmalıdır.
Çünkü b unun günahı pek büyüktür. İnsan gerek m a'buduna ve gerek nâsa
olan borçlarım bir an evvel ödem eğe çalışm alıdır, hay atın m üddeti maîûm!.
Borçlarını ödem eden ahirefe gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır.

* Tenbih: Kazaya kalan m üteaddit, m eselâ altm ış yetm iş, senelik namaz-
ların m uayyen b ir gönde, m eselâ Ram azanı şerifin son cum asında kılınacak
bir günlük namaz ile kaza edilm iş, afvedilm iş olacağı hakkm daki sözlerin
Mç bir kıym eti şer'iyesi yoktur. Bu hususta nakledilen bir hadis, muhad-
dlderin, m üdakkik âlim lerim izin beyanatına göre m evzu'dur, esassızdır,
164 B ÜYÜK İ SLAM

icm a’ı üm m ete m uhaliftir. Çünkü böyle herhangi bir ibadet, senelerce fevte-
dilm iş ol m farzların, vâciplerin yerine kaim olamaz. Böyle b ir iddia, fariza-
ların, vecibelerin terkedilm esini, m uattaliyetm i m üstelzim olacağından
akla, şer’a, hikm ete münafidir. Taksir, teshile sebep olamaz. Bu, usulce bir
esastır. Maahaza bu hadisi nakledenler, m uhaddtsinden değildirler, bu hadîsi
m u h am çlerd en birine isnat edilm iş değildirler. A rü k b u naklin ne kıym eti
olabilir?

Kazaya kalan bir namaz, bizim için lâzım ül'ifadır. Biz b u n u yerine ge-
tirm ekle mükellefiz, bunu yapm az isek azaba m üstahık oluruz. Ş u kadar var
ki, kazaya kalm ış olan bir namazı Hak T ealâ hazretleri dilerse afveder ve
dilerse afvetmez ve herhangi b k ib ad et vesilesiyle sahibine b k ç o k sevaplar
da verebilir. Kimse bu hususlara karışam az ve k a t't su rette hüküm veremez.
Y ukarıdaki iddia kazası k a t'iy y e n icap eden b k nam azın m a'k ul bir
m idiyle kaza edilmesi hakkındaki farziyeti in k âr d e m e k tk k i aslâ c â k
olamaz.
Bu m es'eîe hakkında A liyül'kârî m erhum un ve sair ulem anın te tk ik a tı
vardır. A îiyüi'karînin m evzuatına, AbdurraM m fetvasına ve Mev'izei Hase-
neye müracaat!.

2 8 4 - B k kim senin namazı kazaya kalınca bakılır: E ğer o kimse, sahibi


tertip ise bu kaza nam azı ile vakit nam azları arasında tertibe riayet lâzım
gelir. Sahibi tertip değilse bu namazı kaza etm eden diğer nam azlarım kıla-
bilir.

2 8 5 - Bir kim senin tertip sahibi sayılması için en az altı vakit nam azı
kazaya kalm am ış olmalıdır. A ltı vakit namazı kazaya kaldı mı, sahibi tertio
olmak vasfım kaybeder, arü k onun ne kaza namazları arasında, ne de kaza
nam azlarıyla vakit namazları arasında tertibe riayet etm esi icap etmez.

2 8 6 - Kazaya kalan namazlar, hâdise ve kadîm e: yeni ve eski adiyle iki


kısım dır. Hadîse olanlar, yani: Y akın b ir sam anda fevtedilm iş bulunanlar,
altı vakte baliğ olunca b il'ittifak tertibe riay et lüzum unu isk at eder. Kadîme
olan, yani evvelce fevtedilm iş b ulunan nam azlara gelince b u n lar da aiti vak-
te baliğ bulunm uş ise, m üftabih olan kavle nazaran tertibe riayetin lüzum u-
nu iskat ed er.

Meselâ: Bir kimse vaktiyle b k ay namaz kılroyıpfclli& & ra b u n la n kaza


etm eksizin vakfiyeleri m untazam an kılm aya başlam ış ilçen tek rar bir vakit
nam azını kazaya bırakacak, olsa b u son nam azım hatırladığı halde kaza et-
m eden bunu m üteakip olan vaktiyye nam azlarım eda edebilir. Böyle bir
kim se geçirm iş olduğu nam azları tam am en kaza etm edikçe sahibi tertip
vasfım kazanam az. Esahh d a n kavil budur.

2 8 7 - Sahibi tertip olan bir zat, b ir fan: nam azını veya İm am ı A 'zam a
göre vâcip olan vitir nam azını özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi namazı
İL M İH A L İ 165

m üskit olacak bir m ahiyette olm ıyan bir özre m ebni vaktinde kılm am ış ol-
sa bu namazı ille vakit nam azından evvel kaza etm esi icap eder. Çünkü gerek
fevt olan nam azların arasında ve gerek bunlar ile vakfiyelerin arasında ter-
tibe riayet, esasen şarttır. M eğer İd kazaya kalan namaz, unutulup, bilâ-
hare hatıra gelmiş olsun, veya vakit darlaşm ış veya faiteler ç o k olup sahibi,
tertip olm aktan çıkm ış bulunsun.
Meselâ: T ertip sahibi olan bir zat, her nasılsa uykuya dalıp bugünkü
gününün sabah nam azını kılam am ış bulunsa bu sabah nam azını bugünkü
öğle nam azından eyvel kaza etm esi lâzım gelir. Bunu hatırladığı halde kaza
etm eksizin öğle nam azını kılsa bu nam az, İm am M uham m ede göre fasit
olur. İm am Ebu Yusüfe göre farz olm aktan çıkar, nâfile olur. İmam ı
A'zam a göre ise m uvakkaten sahih olmaz. Şöyle ki: B undan sonra o sabah
nam azını kaza etm eden beş vakit nam azım daha eda edecek olursa bu alü
vaktin hepsi de sahih olmuş olur. F a k a t böyle beş vakit nam azını daha kıl-
m adan o sabah, nam azım kaza ederse arada kılmış olduğu vakit nam azlan
fasit olup yeniden kılınm aları lâzım gelir.
Kezalik: Böyle bir zat, sabah nam azını fevt etm iş olduğu halde bunu
unu tup öğle nam azım kılacak olsa bu öğle namazı sahîh olmuş olur.
Kezalik: Bir zat, kazaya kalm ış olan yatsı nam azını fecirden sonra ha-
tırlayıp vakit ise yalnız sabah nam azım kılmaya, müsait bulunsa sabah na-
mazını eda eder, yatsı nam azım daha evvel kaza etmesi, bu sabah namazı-
nın sıhhatm a m ani' olmaz. M eğer ki faitevi hatırladığı halde vakfiyeyi pek
uzatıp da bu cihetle vaktin daralm asına sebebiyet verm iş olsun, o halde vak-
fiye câiz olmaz.

288— F aiteler — kazaya kalm ış nam azlar — m üteaddit olup ua vakit


bunlardan yalm z bir kısmile vakfiyeye müsait bulunsa, esalıh olan kavle
nazaran tertibe ria 'y e t lüzumu saki t olur.
Kezalik: Bir kim senin vitirden başk a altı vakitten ziyade veya altı va-
k it nam azlan kazaya kalm ış olsa b u n la n kaza etm eden vakit nam azlarım
eda etmesi sahîh olur. Çünkü bu halde tertibe riayet edilmesinde külfet var-
dır.
Faiteler, vitirden başka altı vakit olunca çok, altıdan noksan olunca az
sayılır.
(İm am Şafiiye göre kazaya ,kalan nam azlar ile vakit nam azları arasında
tertip şa rt değildir, belki m üstehabdır.)

28 9— Bir kimse, b ir günlük nam azlarından birini fevt etm iş olduğu


halde bunu bir tiirlü tayin edemezse b ir günlük nam azım yem den kılar. Çün-
kü bununla kazaya kalan namaz, yakm en kılınmış olur. Diğerleri birer nafi-
le sayılır.

İki üç veya daha ziyade günlerde birer vakit namazı fevt edilm iş oldu-
ğu halde bunların hangi nam azlar olduğu tayin edilem ediği takdirde de o
kadar günün nam azlan yeniden kılınır.
BÜYÜK İSLAM

290— Kazaya kalan namazlar m üteaddit olunca bunlara lalettay in ni-


yet edilmesi lâzım gelmez. Çünkü bunda külfet vardır. Belki kazaya kalmsş
olan meselâ: İlk veya son, sabah namazını veya öğle namazını kılm aya niyet
edilmesi kifayet eder.

291— Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını bilm ese galip olan
reyine göre hareket eder. E ğer re'y i çoF ise üzerinde kaza namazı kalm adı-
ğına kanaat edinceye kadar kaza namazı .ılar.

292— Bir kimse, bir namazı kılıp kılm adığında şek etse vakti henüz
çıkm am ış ise yeniden kılar, vakti ç ık tık ta n sonra şek etse üzerine birşey
lâzım gelmez. Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkm ıştır. Bir müslümanın na-
m azını vaktinde kılm ış olması ise bir asildir.

293 — Ecnebi yurdunda müslüman olup da cehaletine mebni namaz-


larını kılm am ış olan kimse, bil'allara islâm yurduna gelip dinî vazifelerini
öğrense o namazları kaza etm esi lâzım gelmez. F ak at d â r'ı islâm da bulu-
nan ihtida eden kimse, bu hususta m azur değildir. İhtida ettiği tarihten iti-
baren nam azlarını kılm akla mükellef olur. Çünkü islâm y u rdunda cehalet,
bir m aziret teşkil etm ez, herkes dinî vazifelerini ehlinden sorup öğrene-
bilir.

2 9 4— Bir kimse, kaza nam azını kılarken cem aatla vakit nam azına
başlanacak olsa nam azını ikmal etm edikçe cem aata iştirâ k etm ez. Velev ki
sahibi tertip olmasm.

295— M üttehit olan kaza namazları, usulü dairesinde cem aat ile de kılı-
nabilir. Cem aat bahsine müracaat!.

296— Kaza namazlarının evde kılınması evlâdır. Çünkü günahları ör-


tüp teşhir etm em ek lâzımdır. Böyle teşhir hakka karşı bir cür'et sayılır ve
başkaları için kötü bir num une teşkil edebilir..

297— Bir kadın, meselâ: "Y arınki gün şu kadar namaz kılayım veya
oruç tutayım ” diye niyet ettiğ i halde o gün â d e t görmeğe başlasa o namazı
veya orucu temiz olacağı günlerde kaza eder.

298— Kaza nam azlarının m uayyen vakitleri yoktur. Üç ..alıet vak-


tinden başka istenilen her vakitte kaza namazı kıhnabilir.
Meselâ: Kazaya kalm ış bir öğle namazı, akşam dan sonra, bir akşam
namazı da öğleden evvel veya sonra kıhnabilir.

299— Kaza namazlariyle iştigâl, nâfile nam azlar ile iştigâlden evlâ-
dır, ehemdir. F ak at farz nam azların m üekkede olsun olmasın sünnetleri bun-
dan müstesnadır. Yani bu sünnetleri terkeclerek bunların yerine kazaya
İ L M İ H ALİ 167

niyet edilmesi evlâ değildir. Bilâkis bu sünnetlere niyet edilm esi evlâ-
dır. H a ttâ kuşluk, teşbih namazları gibi h akiannda a'sar varit olan nâfile
nam azlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etm ek evlâ-
dır. Çünkü bu sünnetler, farz nam azlarını ikmal eder, bunların telâfisi müm-
kün değildir, kaza nam azlarının ise m uayyen vakitleri olm adığı için telâ-
fileri mümkündür.
Maahaza namazları kazaya bırakm ak bir günahtır. Bu günahtan müm-
kün m ertebe kurtulm ak için sünnetleri feda etm ek münasip olamaz. Böyle
bir günalıı işleyen kim senin fazla ib ad ette bulunarak afvi İlâhiye iltica et-
mesi icabederken hakkında şefaati nebeviyyenin tecellisine vesile olacak b ir
kısım m übarek sünnetleri, nafileleri terketm esi, nasıl m uvafık olabilir? Hem
bir kısım vaktiyeleri kazaya bırakm ak, hem de diğer bir kısım vakfiyeleri
kendilerini m ükem mel olan sünnetlerden tecrit etm ek, iki k at kusur olmaz
mı? Bunun h ilâfına olan bazı nakiller.m uteber değildir, m uftabih olan
kavle m uhaliftir.
Hem sünnetleri, hem de kaza nam azlarım kılm aya müsait vakit bula-
m adıklarını iddia eden bulunursa, bunlar m ünsifâne bir iddiada bulunm uş
sayılmazlar. Beyhude yere en kıym etli vakitlerini zayi' eden insanlar,
bilm em böyle bir iddiaya ne yüzle cür’e t edebilirler?.
(Iskatı salât bahsine de m üracaat!.)

Müdrik hakkındaki m es'eleler:

300 — Müdrik, im am a tam am en uyan, yani nam azın evvelinden sonuna


kadar fasılasız olarak im am a iktida eden, bütün rek'atleri im am ile bera-
ber kılan kimsedir, im am a ilk rek 'atin rüktı'unda yetişen, o re k 'a ta y e tiş-
m iş ve müdrik adım almış olur.
Nam aza im am ile beraber başlam anın fazileti pek büyüktür, bu husus-
ta aşağıdaki meseleler caridir.

301— Bir kimse, tek başına bir farz nam aza başladıktan sonra bulun-
duğu yerde o farz namaz, cem aatla kılınm aya başlansa bakılır: E ğer namaza
başladıktan sonra henüz secdeye varm am ış ise namazı bırakır. İm am a uyar,
cem aat sevabım kazanm aya koşar. Bu, m üstehaptır. Ve eğer bir kerre sec-
deye varmış ise nazar olunur: Kıldığı namaz, sabah ve akşam namazı ise
yine bırakır, im am a uyar. F a k a t bunların ikinci rek 'atı için secdeye varmış
ise artık bırakm az, ikm al eder, im am a m ütabaat edemez. Çünkü sabah
nam azından sonra nâfile kılınam ayacağı gibi üç rek’atlı bir namaz da nâfile
olarak kılınamaz.
Öğle namazı gibi d ö rt rek’atlı bir farz ise kıldığı bir rek 'ata bir rek'at
daha ilâve eder, teşehhütte bulunur, selâm verip imama uyar, evvelce kıl-
dığı o iki rek'at, nâfile olm uş olur.
Böyle bir nam azın üçüncü rek'âtin d e bulunup da henüz secdesine var-
m am ış ise hem en ayakta veya oturarak selâm vererek nam azdan çıkar, im a-
i 68 BÜYÜK İSLAM

ma uyar, m ünferiden kıldığı iki rek 'a t yine bir nâfile olmuş olur. F a k a t bu
nam azın üçüncü rek'atini de secde ile taky it etm iş bulunursa artık bunu ik-
mal eder, farzı yerine getirm iş olur. Ve bu namaz öğle veya yatsı namazı
olduğuna göre badehu im am a da iktida edebilir. İm am ile kılacağı namaz da
bir nafile olmuş olur. F ak at ikindi namazı ise iktida edemez. Zira ikindi
nam azından sonra nâfile kılınması m ekruhtur.

302— N âfile bir nam aza başlam ış olan bir kimse, yanında cem aatle
nam aza başlanınca bu nâfileyi iki re k 'a t olmak üzere kılar, badehu selâm
verip cem aate iştirâ k eder. Üçüncü rek 'ate kalkm ış ise onu da dördüncü
rek 'a t ile ikm al etm edikçe nam azım kesmez. Bundan cenaze namazı müstes-
nadır. Şöyle ki: Böyle nâfileye başlam ış olan kimse, kılınm aya başlanan
b ir cenaze nam azının fevt olacağından korkarsa kılacağı nam azı hem en bı-
rakır, cenaze namazı için im am a uyar, sonra nâfileyi kaza eder. Çünkü ce-
naze nam azının telâfisi mümkün değildir.

303— Cem aatle sabah nam azına başlanılm ış olduğunu gören kimse,
cem aate yetişebileceğini zannederse hem en sabah nam azının sünnetini kı-
lar ve lüzum görürse "Subhaneke" ile "E uzü"yü ve sure ilâvesini bırakıp yal-
nız F atihayi şerife ile rükû ve sücudda birer d e f a teşbih ile iktifa edebiür.
Ba'dehu im am a uyar. F a k a t cem aate yetişeceğini hiç zannetm ezse sünnete
başlam ayıp im am a uyar, artık bu sünneti kaza edemez. Ş a y e t sünnete baş-
lam ış ise ikm al eder, artık bırakmaz.

A m m a öğle, ikindi, yatsı nam azları böyle değildir. Bunların cem aatle
kılınm aya başlanılm ış olduğunu gören kimse, bu n lan n sünnetini kılm adan
im am a iktida eder, sonra öğlenin d ö rt re k 'a t sünnetini kaza eder, ikindinin
sünnetini vaktin kerahatine m ebni kaza edemez. Y atsı nam azının d ö rt re k 'a t
sünnetini, b ir gayri m üekket sünnet olduğundan dilerse kaza eder, dilerse
kaza etmez.

304— V aktin veya bilkülliye cem aatin fevt olacağım teyakkun eden
kimse, sünnetleri kılm ıyacağı gibi kendisinde bulunan bir necaseti kalîleyi
de izale ile uğraşam az. Başka bir cem aat bulabileceğinden em in olan kim-
senin ise necaseti kalîleyi giderm eden namaza başlam am ası efdaldir. T â ki
namazı b il'ittifak sahih olmuş olsun.
(Şafiîlere göre nam az, necaseti kaille ile de fasit o lu r.) '
(59) uncu sahifeye müracaat!..

Lâhik, hakkındaki m es'eleler:

3 0 5 — Lâhik, nam aza imam ile beraber başladığı halde kendisine uyku,
gaflet veya cem aatin çokluğundan dolayı bir zahm et veya bir hades â n z
olup da nam azın tam am ını veya bir kısm ını im am ile kılam ayan kimsedir.
L âhik hakkında aşağıdaki m es'eleler câridir.
İL M İH A L İ 169

306—Lâlıik, bilfiil m uktedi gibidir. M uktedi im am ın arkasında K ur’an


okuyam ıyacağı gibi lâhik da fevt etm iş olduğu rek'atları kendi başına kı-
lınca k uran okuyam az, tam am en m uktedi gibi harek et eder ve kendi başına
kılacağı re k 'atlardaki sehvinden dolayı sehv secdeleri de yapmaz.

3 07— Lâhik, mümkün ise fevt ettiğ i rek'atları veya rükünleri kaza eder
sonra im am a tekrar m ütabaat ederek onunla selâm verir.

Meselâ: Bir m uktedi, birinci rek 'atın kıyam ında uyuyup da im am ın


secdeye vardığı anda uyansa hem en rükua varır, sonra secdeye vararak ima-
ma m ütabaat eder.

308— L âhik, im am ına yetişem iyeceğini bildiği takdirde hem en im am a


m ütabaat eder, im am nam azdan çıkınca kendisi fevt olan rek'atları veya
rükünleri kaza eder.
M eselâ bir m uktedi, dördüncü re k 'a tta iken b urn u kanasa saftan ayrı-
lır, nam aza münafi olacak bir şey ile uğraşm aksızm hem en abdest alır,
mümkün olduğu yerde im am a ittib a eder. İmam selâm verm iş olursa kendi
başına o dördüncü rek'atı hiç bir şey okum aksızın im am ın arkasında kılı-
yorm uş gibi ikm al eder. Çünkü lâhik, hükm en im am ın arkasında nam azını
kılm ış sayılır.

Kezalik : Bu hâdise üçüncü re k 'a tta vaki, olsa da im am dördüncü rek'-


a ta başlasa lâhik, abdest alıp evvelâ o üçüncü rek 'atı kıraatsız olarak kılar,
badehu im am a uyar, onunla dördüncü rek'atı kılarak selâm verir. F a k a t i-
m am ına böyle yetişem iyeceğini bilirse hem en im am a ittib a' eder, im am se-
lâm verince kendisi kalkar, üçüncü re k 'a ü kıraatsız olarak kılar, selâm verir.
İm am selıiv secdelerinde bulunacak olsa lâh ik nam azını henüz ikm al
etm em iş ise onunla beraber bu secdeleri yapm az, belki nam azım ikmal
eder, ondan sonra bu sehv secdelerini yapar.

30 9 — H er lâhikin yukarda bildirildiği veçhile hareket etm esi kolay


değildir . Bu cihetle lâhiklerirı b u noksan kalan nam azlarına yeniden baş-
lam aları daha m uvafık görülmüştür.

M esbuk hakkındaki m es'eleler:


t . • .. ‘ , ;

31 0 — M esbuk, im am a nam azın b aşınd a değil, arasında veya sonunda,


m eselâ : Bir iki veya üç re k 'a t kılındıktan sonra veya son ka’dede uyan kim -
sedir. M esbuk hakkında aşağıdaki m es'eleler câridir.

311— M esbuk, kaza edeceği rek'atlard a m ünferit gibidir. Meselâ :


Bir kim se im am a sabah nam azının ikinci rek'âtinde uyacak olsa m esbuk ol-
m uş oiur. Bu halde tekbir alıp sükût eder, imam iîe beraber son ka'dede
yalnız "e tte h iy y a t" ı okur, im am selâm verince kendisi ayağa kalkar, imam
170 B U Y U K İS L A M

ile kılm am ış olduğu ilk rek 'a ti kılm aya başlar, Sübhanekeden ve (Euzii)
iie (Besmele) den sonra F atihai şerife iie bir m iktar daha K ur'anı Kerîm
okur, usulü üzre rükûa, secdelere gider, badehu oturup (E ttelıiyyat) ile (Sa-
levatı şerife) yi ve ( iv t ) duasını okuyarak selâm verir.
A kşam nam azının ikinci rek 'atind e im am a uyan kimse de birinci
rek 'a t hakkında bu veçhile hareket etler.

3 1 2 - M esbuk, akşam nam azının son rek'atinde im am a uysa (Sübhane-


ke) yi okur, İm am la beraber o rek 'a ti kılıp teşehhüde oturur, badehu kal-
kar, (Sübhaneke) ile (Euzü) ve (Besmele) y i ve F atih ai şerife ile bir m iktar
daha K ur'anı Kerîm okur, rükû ve sücuddan sonra oturur, yalnız (Ettehiy-
y at)ı okur, sonra (Allahüekber) diyerek ayağa kalkar, yalnız besmele ile
F atih ai şerifeyi ve bir m iktar daha K ur'anı Kerîm okuyarak rükûa ve
secdelere varır, badehu son k a ’deyi yaparak selâm ile n am a/dan çıkar.
Bu halde üç d e fa teşehhütde bulunm uş olur. Maahaza m esbuk, ikinci
rek 'atin sonunda teşehhütde sehven oturm ayacak olsa kendisine sehiv
secdeleri lâzım gelmez. Çünkü b u rek 'a t, m inveçhin birinci re k 'a t m esa-
besindedir.
3 1 3 - M esbuk, d ö rt rek 'atlı nam azlardan birinin dördüncü rek 'atin d e
im am a uysa im am ile teşehhüde o tu rd u k tan sonra kalkar, (Sübhaneke) yi
(Euzü) ile (Besmele) yi ve fatih a ile b ir m iktar daha â y e ti k u r'an iyed en okur
rükû ve sücutdan sonra oturur, yalnız (E tteh iy y at)ı okur. B a'dehu kalkar,
Besmele ile F atih ay ı ve b ir m iktar daha â y e ti celÜe okuyup rükûa, secdelere
varır, oturm aksızm kalkar, yalnız Besmele ve F a tih a ile b ir rek ’a t daha kıla-
rak son k a'd eyi yapar, (E tteh iy y at) ile (Salevatı şerife) yi ve ( t.-T ) d u a-
sını okuyup selâm verir.

3 1 4 - M esbuk, d ö rt rek 'atlı nam azların üçüncü rek 'atin d en itibaren i-


tııama uysa onunla beraber son k a'd ed e yalm z (E ttehiyyâtü) yü okur, b a -
dehu kalkar, (Sübhaneke) yi ve (Euzü) ile (Besmele) ve F atih a ile bir m iktar
daha K ur'am Kerîm okuyup rükûa secdelere vanr, badehu kalkar, yalnız
Besmeleyi ve F atih a ile b ir m ik tar daha â y e ti K ur'aniyeden okuyarak yine
rükûa, secdelere vanr, teşehhüde oturur, E tte lıiy y a t ile Salâvati şerifeyi ve
‘ Uf ) duasım okuyarak selâm ile nam azım bitirir.

3 1 5 - M esbuk d ö rt rek 'a tlı nam azların ikinci rek 'atin d e im am a uyacak,
olsa, üç rek 'a ti im am ile b eraber kılm ış olur, teşeh h ü tten sonra ayağa kalkar
Sübhanekeyi ve Euzü ile Besmeleyi ve F atihai şerife ile zam m edeceği â-
yetleri okur, rükû ve sücude vanr, son k a'd ey i yaparak nam azını selâm ile
ikm al eder.

3 1 6 - İm am a riikûda ik en uyan kim se, o rükûuıı ait olduğu rek 'ata


y etişm iş olur. F a k a t im am ı secde halinde bulan kim se, hem en secdeye va-
rırsa da bu secdenin alt olduğu rek 'a ti kılm ış sayılmaz. Binaenaleyh o rek 'a -
ti yukarıdaki tarifler veçhile kaza etm esi lâzım gşlir.
171

317 — M esbuk, imam selâm verdikten sonra (Allahüekber) diyerek a-


yağa kalkıp noksan kalan rekatleri ikm al eder. İm am d aha selâm verm eden
m esbukun kaikıp noksan kalan rek'atleri kaza etm esi muvafık değildir. Me-
ğer ki namaz vaktinin çıkm ak üzere bulunm ası veya önünden nâsm geç-
m eleri korkusu gibi bir zaruret bulunsun.

M aahaza imanı, henüz selâm ile nam azdan çıkm am ış olunca m esbu-
kun teşehhüt m iktarı oturm ası lâzım dır. Bundan evvel kalkm ası câiz
değildir.

3 1 8 — İm am ,teşehhütten fariğ olm adıkça m esbukun kıyam ı ve kıraati


m uteber değildir. Binaenaleyh m esbuk, birinci veya ikinci rek 'ati kaza için
ayağa kalkar da im am ın teşehhüdü bitirdiğinden sonra namaz câiz olacak
m iktar K ur'an okursa namazı câiz olur, fak at bundan daha a7 olursa namazı
sahîiı olmaz.

319 — M esbukun kaza edeceği rek'atlerde başkasına iktidası, başkası-


nın da bu halde m esbuka iktidası câiz değildir. M esbuk b u hususta münferi t
sayılmaz. F a k a t bir m esbuk, n e kadar re k 'a t kaza edeceğini u n u tu p d a k en-
disiyle beraber m esbuk bulunan b ir kim senin ne kadar kaza edeceğini mü-
ceıred nazarı m ülâhazaya alsa bununla nam azının sıhhatine bir halel gelmez.

3 2 0 — M esbuk, nam azını yeniden kılmak niyetiyle tekbir alacak olsa


evvelki tekbir ile başlam ış olduğu nam azı bozm uş olur. M ünferit ise böyle
değildir. Başka bir nam az kılm aya n iy et etm ed ikçe ayni nam aza yeniden
başlam ak niyetiyle alacağı tekbir, bu nam azını ip tal etm ez. Çünkü h er iki
nam az, m ünferide nazaran birbirinin aynıdır. M esbuk ise min veçlıin m ünfe-
rit, min veçhin m uktedi olduğundan onun hakkında bu ayniyet yoktur.

3 2 1 — M esbuk, İmam ı A 'zam a göre de K urban Bayram ında teşrik te k -


birlerini im am ile beraber alır, bad ehu ayağa kalkıp baki rek 'atleri ikm al
eder. Halbuki im am ı m üşarünileyhe göre m ünferit, bu tekbirler ile m ükel-
lef değildir. Binaenaleyh m eb suk,bu hususta m ünferit değil, m uktedi mesa-
besindedir.

3 2 2 — M esbuk, ayağa kalkm ası sahîh olacak yerde kıyam edip de daha
imam selâm verm eden nam azını bitirerek selâm da im am a uysa namazı
fasit olmaz.

323 — İmam daha selâm verm eden m esbuk, tahiyyat! okuyup bitirm iş
olsa bir kavle göre kelim ei şehadeü tekrar eder, bir kavle göre d e sükût
eder. Bu hususta sahîh olan, m esbuk'un tehiyyatı yavaş yavaş okum asıdır.
Birinci k a'dede im am dan evvel teşehhüdü bitirm iş olan bir"m uktedi
de sükut eder, teşelıhütde bulunm az.
172 BÜYÜK İSLAM

32 4 — M esbuk, cehren okunan nam azlarda im am a uyunca (Sübhaneke)


yi okum az, m ütebaki re k 'a tia n kazaya kalkınca okur, sahîh olan budur.
N itekim yukarıda da işaret olunm uştur.
3 2 5 — İm am , sehven beşinci re k ’ate kalktığı gibi m esbuk da kendisine
tâ b i olarak kıyam a kalksa bakılır : E ğ er im am , dördüncü re k 'a tte oturm uş
ise m esbukun namazı b u kıyam ile fasit olu r.F ak at im am , dördüncü rek 'a tta
oturm am ış ise beşinci re k 'a tte secdeye varm adıkça m esbukun nam azı fasit
olmaz.
32 6 — Bir m esbuk, lâh ik de olabilir. Ş ö y le k i : İm am a sonradan uyan
kim se, uyku veya hades vukuu gibi bir sebeple rükünlerden veya rek'atlar-
dan bir kaçım im am ile kılam ayıp fevt etse hem m esbuk, hem d e lâhik ol­
m uş olur. Bu halde evvelâ fevt ettiğ i şeyleri ksraetsiz olarak kaza eder,
sonra, mümkün ise geri kalan nam azda im am a uyar, daha sonra da imama
iktidadan evvelki bir veya m üteaddit rek 'atları kıraatle kaza eyler. Evvelâ
b u n lan kaza edip badehu namaz arasında fevt etm iş olduğu rükünleri veya
rek 'a tia n k aza etm esi d e câizdir. F a k a t b u takdirde m eşrû tertibe riayet
etm em iş olacağından günahkâr olur.

Sehiv secdelerine m üteallik m es’eleler :

32 7 — Sehiv secdeleri, herhalde b ir nam azın vâciplerinden birini


sehven terk veya te ’h irden dolayı o nam azın sonunda yapılm ası icap ederi
ik i secde ile teşeh h ü tten ve salevatı şerife ile duadan ibarettir. Ş ö yle ki, son
k a ’dede yalnız (etteh iy y at) o k u n d u k tan sonra iki tarafa selâm verilir,
badehu (Allahüekber) denilerek secdeye varılıp üç kere (Sübhane rabbiyel'a-
lâ) okunur, badehu (Allahüekber) denilerek kalkılır, b ir teshili m ik tan cel­
seden sonra tek rar (Allahüekber) diye , ikinci secdeye vanlır, yine üç d e f a
(Sübhane rabbiyel’alâ) o k u n d u k tan sonra (Allahüekber) denilerek kalkılır,
oturularak (T ehiyyat) ve (Salevat’i şerife) ile ( b-j ) duası okunup
evvelâ sağ tarafa, sonra d a sol tarafa selâm verilir.
Yalnız sağ tarafa selâm verildikten sonra sehiv secdelerinin yapılması
efdaldir , ih tiy ata m uvafıktır. N itekim cem aatle kılm an nam azlarda cem aa-
tin yanlışlıkla dağılm asına m eydan verm em ek iç in yalnız sağ tarafa selâm -
dan sonra sücudi sehvin yapılm ası iltizam edilm iştir.
3 2 8 — Sehiv secdeleri vâcip tir. Malûm olduğu üzere gerek farz ve ge­
rek vâcip veya sünnet olan herhangi b ir nam azın kıraat,rükû, sücut, gibi
farzları, F atih a, zam m ı sure, tertibe riay et gibi vâcipieri, k a ’delerde Sale-
vatı şerife okunm ası gibi sünnetleri vardır. Binaenaleyh bunlara riayet
lâzım dır ki, b ir nam az tekem m ül etm iş olsun.
İm di farz olsun, olmasın herhangi b ir nam azda b ir faızm kasden veya
sehven terk edilmesi o nam azın iadesini icap eder, b u büyük noksanı telâfi
için sehiv secdeleri k â fi değildir.
Bir vâcibin kasden terk veya tehiri ise b ir isaettir, b u n d an dolayı sehiv
secdeleri lâzım gelmezse de böyle bir nam azı iade etm ek m uvafıktır. Bk vâ­
cibin sehven terk veya tehir edilmesi ise sehiv secdelerini icabeder. Bu su-
İL M İH A L İ 173

retle o noksan cebir ve telâfi edilm iş olur. Bir sünnetin kasten veya sehven
terki ise sehiv secdelerini icabetm ez, fak at kasten terkediim esi, b ir kusur-
dur, sevaptan, faziletten m ahrum iyete sebebiyet verir.
* (Sehiv secdeleri, M aliklere göre sünnettir. Şafiflere göre de sünnettir,
şu kadar var ki im am , sehiv secdelerinde bulunursa bu n a uym ak cem aat
için vâcip olur.)

Hanbelîlere göre bazen vacip, bazen sünnet, bazen de m übah olur.


M eselâ: N am azın terkedilen bir sünnetinden dolayı yapılacak sehiv secde-
leri m übaliür.
Sehiv secdeleri imam Ş a fiî İle İm am Ahrnede göre iki tarafa daha se-
lam verilm eden yapılmalıdır. İmam M âlik'e göte sehiv, bir ziyade sebebiyle
ise sehiv secdeleri selâm dan sonra, b ir noksan veya bir noksan ile ziyade
sebebile ise selâm dan evvel yapılm alıdır. Bu, b ir eftaliyet m es'eîeridir. Y ok-
sa hepsi de câizdir.)
3 2 9 — Bir nam azın tam bir rüknünü, bir farzını takdim veya tehir e t-
m ek, sehiv secdelerini icabeder. Çünkü bu takdim ve tehir vâcibi terk kabi-
lindendir. Kıyam da (Süphaneke) den sonra henüz k ıraatte bulunm adan
rükûa gidilip ba'dehu hatırlanarak kıyam a avdetle k ıraat farizasının yerine
getirilmesi gibi. Bu halde evvelki rükû m uteb er olmaz, kıraatten sonra y eni-
den rükû yapılır. Böyîe avdetle kıraat, b a ğ 'd e h u rükû bulunm adığı takdirde
nam az fâsit olur.Çünkü böyle her re k 'a tta rükû gibi m ükerrer olm ayan rü-
künler arasında tertibe riay et edilmesi farzdır.
3 3 0 — N am szm rek'atlarından birindeki iki secdeden biri, sehven ter-
kedilip ondan sonraki rek 'atın veya ka'denin ahirinde hatırlam a bunun
tehire uğram asından dolayı namazı iade lâzım gelmez, belki hem en o secde
kaza edilir. E ğer son k a ’dede iken haürlansa b u secde yapılır, b a'd eh u son
k a'd e tekrar edilir, ondan sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu halde son rek '-
a tta beş secde ile üç k a'd e b ulunm uş olur. Çünkü her re k 'a tta iki secde var-
dır, böyle m ükerrer olan b ir rüknün kısm en tehire bırakılm ası, farzı terk
kabilinden olm adığı cihetle iadeyi icabetm ez.
F a k a t bir rek 'a tta k i iki secdeden ikisi de sehven takdim edilm iş olsa
m eselâ : Evvelâ iki secde b a'd eh u rükû yapılm ış bulunsa b u halde farz olan
tertibe riayet için tekrar rükûa, ba'dehu secdelere gidilir, bu tekrar ve iade-
den dolayı da nam azın sonunda sehiv secdeleri yapılır.
33 1 — Herhangi bir nam azın bir rüknünü tekrar etm ek, sehiv secdelerini
m uciptir. Bir re k 'a tta iki d e f a rükû, veya üç d ef'a secde yapılm ası gibi. Bi-
rinci ve ikinci rek 'atlard a F atih an ın m ükerreren ve m ütevaliyen okunm ası,
rükûda veya secdede veya teşehhüt yerinde K ur'an okunm ası da böyledir.
F a k a t üçüncü veya dördüncü rek 'aü ard a F atih an ın iki d e f a okunm ası,
veya bunlarda F atih a ile beraber b aşk a b ir sûrenin de okunm ası, y ah u t yal-
nız başk a b ir sûrenin tilâvet olunması sücudi sehvi icabetm ez. Çünkü bu
takdirde bir vâcip terk veya te'h ir edilm iş ve K ur'an m eşru olan mevziin
gayrinde okunm uş- olmaz. Ş u k ad ar var ki, b u halde rek 'atlar evvelki rek ’at-
lardan daha uzatılm ış ve cem aata ağırlık verilmiş olursa kerah attan hali ola-
maz.
174 BÜYÜK İSLAM

3 3 2 - Bir vacibi sehven terk etm ek sücudi sehvi icap eder. Birinci k a '-
deyi veya vitirde k u n u tu veya bayram nam azlarında z â it tekbirleri, yahut
birinci veya ikinci ka'delerde Tehiyyatı okum ayı terk etm ek gibi.
Vitir namazında rükûdan sonra k u n u t duasının unutulduğu haturlansa
artık okum ak üzere kıyam a dönülm ez, rükûdan sonra okunm ası da lâzım
gelmez. Çünkü m ahalli fevt olm uştur. Rükû halinde hatırlandığı takdirde de
okunm ası icap etm ez. Sahîh olan rivayet böyledir. M aamafih okunsun
okunm asın her iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
K unut tekbirini u n u tu p alm am ak, bir kavle göre secdei sehvi icabeder,
bir kavle göre icabetm ez.
333-- Bir vâcibin sehven te'h ir edilmesi de sücudi sehvi m ûciptir. Bi-
rinci veya üçüncü re k 'a tta n sonra biraz oturulm ası, dördüncü rek ’a tta n sonra
beşinci rek 'a t için ayağa kalkılması, sabah nam azının ikinci rek ’atin den
sonra üçüncü bir rek 'ata ve akşam nam azının üçüncü rek 'atm d an sonra
dördüncü bir rek ’ata kalkılm ası gibi.

Birinci ka'dede teşehhüt m iktarından fazla oturulup üçüncü rek 'ate


kıyam ın te'hire bırakılması da böyledir.
3 3 4 - Bir vâcibin vasfım tağyir, sücudi sehvi m üştekim dir. İm am ın celi
ren okunacak âyetleri gizlice veya gizlice okunacak ây etleri cehren okuması
gibi, bunun haddi, namaz sahih olacak m iktar okunm asıdır .Fatihai şerife-
nin ilk âyetlerini okum ak b u cümledendir.
Maahaza yalnız kısa bir â y e t m ik tan okunm ası da İm am ı A 'zam a göre
bu hüküm dedir. İm am eyne göre ise bu hükümde değildir.
Cehrin aşağı m ertebesi, başkasının işideceği m iktardır, gizlice "hafiy -
y en " okunm anın en aşağı m ertebesi de yalnız okuyanın işideceği m iktar-
dır.
3 3 5 - H afiyyen okunacak yerde F atihanın ekserisi bir sehiv eseri
olarak cehren okunsa mütebakisi yine hafiyyen okunur.
Bil’âkis cehren okunacak bir nam azda F atih a kısm en gizlice okunup
da ba'dehu cehren okunacağı hatırlansa F a tih a yeni b a şta n cehren okunur.
Ta ki, bir rek 'a tta cebir ile m ehafetin arası cem 'i edilm iş olmasın. F ak at
diğer bir kavle göre bu yeniden okunm az, yalnız mütebakisi cehren okunur.
3 3 6 - M ünferidin cehren veya hafiyyen okunm asından dolayı — zahi-
riirrivayete göre - sücudi sehiv lâzım gelmez. Ş u kadar var ki, gizlice okuna-
cak yerde, m eselâ : Öğle nam azında âlenen okunm ası kasde m ukarin olur-
sa bir isaet sayılır.
M ünferidin gündüzün kılm an nafile nam azlarında cehren kıraatte b u-
lunm ası m ekruhtur.
3 3 7 - İm am , m eselâ : Sabah nam azında fatiha-i şerifeyi sehven gizlice
okuyup sonra hatırlasa zam m edeceği sûreyi âlenen okur, fatihayi iade e t-
mez.
3 3 8 - Cem aat halinde cehren kıraat edilecek bir nam aza başlam ış ve
fatihayı hafiyyen okum uş olan bir zata başkası gelip iktida etse, o zat i-
İ L Mİ H A Lİ 175

mam olmayı arzu ederse sûreyi alenen okur, arzu etm ezse alenen oku-
ması lâzım gelmez.
3 3 9 — Farz bir nam azda ikinci rek 'a tta n sonra oturulm ayıp da üçüncü
rek 'ata sehven kıyam için hareket edilince bakılır : E ğer ka'deye yakın ise
oturulur, secdei sehiv lâzım gelmez. F ak at kıyam a yakın ise kalkılır, badehu
sehiv secdeleri yapılır. Çünkü bu halde vâcip olan birinci k a'd e terk edilmiş
bulunur.
Maahaza zahirürrivayeye göre namaz kılan, henüz tam kıyam a do ğ -
rulm am ış ise k a'dey e döner, vâcibi terk etm ez. İmam tam doğrulup kalk tık -
tan sonra ka'deye dönerse namazı fasit olur. Zira bu takdirde farz olan kı-
yam bozulm uş, nam azın tertibi büsbütün değiştirilm iş olur. D iğer b ir kavle
göre bu halde namazı fasit olmaz, kendisi isaette bulunm uş olur, sehiv
secdeleri icap eder.
3 4 0 — Sünnetlerde ikinci rek 'atı m üteakip oturulup T ehiyyat okunm a-
dığı üçüncü re k 'a tta h atırlam a bakılır. E ğer bu üçüncü rek 'a t daha secde
ile tak y it edilm em iş ise oturm aya dönülür. Ve illâ dönülm ez. Diğer bir kavle
göre secde ile taky it edilm iş olsun olmasın artık oturm aya dönülmez. Her
iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
3 4 1— D ö rt rek 'atlı farzlarda ikinci k a'deye oturulm aksızm beşinci
re k 'a ta kalkılacak olsa henüz beşinci re k 'a t için secde edilm edikçe ka'deye
dönülür, teşehhütden sonra selâm verilip sehiv secdeleri yapılır. Çünkü farz
olan bir k a'de te'h ire bırakılm ış, bu te'h ir ise vâcibi terk sayılm akta b u lu n -
m uştur. F a k a t beşinci re k 'a t için secde yapılm ış olursa bu nam az, nâfileye
dönm üş bulunur. A rtık b u n a bir re k 'a t daha ilâve edilir, tam altı rek'atlı
bir nâfile nam az kılınm ış sayılır. Bu halde —esahh olan kavle göre — sehiv
secdeleri lâzım gelmez. Bu m es'ele, İm am ı A 'zam ile İmam E b u Y u su fa
göredir : İm am M uham m ed'e göre beşinci ıek 'a tin secdesinden b aş kaldırı-
lınca nam az, tam am en b â tıl olm uş olur.
3 4 2— D ört rek'atlı bir farz nam azın son ka'desinde selâm verilm eden
sehven ayağa kalkılsa hem en k a'deye dönülüp selâm verilir ve sehiv secde-
leri yapılır. F ak at beşinci re k 'a t için secdeye varılmış olunca bu n a b ir rek 'a t
daha ilâve edilir. Bu halde evvelki d ö rt rek 'a t ile farz tam am olmuş olur.
Diğer iki re k 'a t da nâfile sayılır ve istihsanen sehiv secdeleri de yapılır.
A kşam nam azında ikinci ka'dedeıı sonra bir dördüncü rek 'ata, sabah
nam azında da ka'dedeıı sonra bir üçüncü rek 'a ta kıyam edilmesi de bu hü-
küm dedir.
Binaenaleyh bunlara ilâve edilen ikişer re k 'a t da nâfile olm uş olur.
Bunlar , tam bir kasde m ukarin olm aksızın vuku bulduğu iç in vakit itib a-
riyle m ekruh sayılmaz. M uhtar olan budur.
3 4 3 — D ört veya üç rek'atlı farz ve vitir nam azlarında birinci ka'dede
teşehhü tten sonra sehven : ( j / J T J * j ) denilmesi ve
İm am ı A 'zam dan bir rivayete göre bu teşeh hü tten sonra bir h a rf biie ziyade
edilmesi, sehiv secdelerini icap eder. F a k a t son k a ’delerde teşeh h ütten sonra
K ur'an okunm ası, dua edilmesi, sehiv secdelerim icap etm ez. Çünkü b u ka'
de, dua ve sena mahallidir. K ur'an ise dua ve senayı cam i'dir.
176 BÜYÜK İSLAM

N am azda ezk ârm , duaların ve teşehhüdün, y â n i : T ehiyyatm cehren


okunm ası da, sücudi sehvi icap etm ez.
3 4 4 — F arz nam azların son üçüncü ve dördüncü rek 'atian n d a am den
sükût edilip fatin a veya sair bir sûre veya bir m iktar ây eti celfle okunm am a-
sı bir isaettir, sehiv secdelerini icap etm ez. F a k a t sehven sükût edilip fatihai
şerife veya saire okunm am ası sehiv secdelerini icap eder.
İm am E bu Y usuf'a göre h er iki takdirde de sücudi seWv lâzım gelir.
34 5 — Nam az için d e bir rükım eda edilecek kadar tefekküre dalınsa,
m eselâ : iftita h tekbiri aldım m ı, alm adım m ı diye o kadar düşünülse de
sonra tekbir, alındığı hatırlansa veya alınm am ış olması sanılarak tekrar bir
tekbir daha alınsa sücudi sehiv lâzım gelir.
Kezalik : Üç re k 'a t m ı, d ö rt re k 'a t m ı kılındığında tereddüt edilerek
düşünülse veya fatiha ok u n duktan sonra hangi sûrenin okunacağı tefekkür
edilse yine sehiv secdeleri icap eder. Çünkü bu hallerde vâcip , te'h ir edilm iş
.olur.
Bir rüknü, veya bir vâcibi eda ile beraber esnasında vuku bulacak bir
tefekkür, bir düşünce ise sehiv secdelerini müstelzim olmaz. Tam b k kalb
huzuru ile namaz kılm ak, öyle herkese m üyesser olacak bir fazilet değildir.
3 46 — Bir kim se, kıldığı b ir nam azın rek 'a tia n n d a şek etse, bakılır : E-
ğer bu şek kendisine öm ründe ilk â n z olm uş ise o nam azı yeniden kslar.Fa-
k a t bir kaç d e f a â n z olm uş ise araştırır, kanaatine göre hüküm eder, namazı
yeniden kılm aya lüzum görülm ez.Taharri hususunda kalbin şahadeti k â fi-
dir.
Meselâ : Sabah nam azını kılarken bir rek 'at m ı kıldım , iki re k 'a t m ı
diye şek edip de b ir re k 'a t kılm ış olduğuna kalben hüküm etse buna ih tiya-
ten bir re k 'a t daha ilâve eder, bu baptaki tereddüdünden, düşüncesinden d o-
layı da sehiv secdeleri yapar. B il'âkis iki -rek'at kılm ış olduğuna hüküm e t-
tiği takdirde o turiır, teşeh h ü tten ve selâm dan sonra sehiv secdelerini yapar.
Hiç birine k arar verm ediği takdirde de az olam alır, çünkü az m üteyakken-
dir. Bu halde bir re k 'a t daha kılar, şu kadar var ki b u takdirde tereddüt
e ttiğ i rek 'atin sonunda o tu ru r, badehu kalkıp o b ir rek 'a ti kılar.Zira evvelce
iki re k 'a t kilm iş olması m uhtem eldir. Bu takdirde de nam azın sonunda
sehiv secdelerini yapar.
347— -D ö rt rek 'a tlı bir nam aza başlam ış olan kim se, kıldığı rek 'atin
birinci rek ’a t m ı, ikinci re k 'a t m ı, olduğunda şek edip b ir tarafı tercih ede-
mezse kendisini bir re k 'a t kılm ış sayar ve h er b ir rek 'atin sonunda ih tiy aten
bir kerre teşehhüt m ik ta n o turur, b u suretle d ö rt d e f a k a'd e yapılm ış olur.
Çünkü birinci sayılan re k 'a tin ikinci ve üçüncü sayılan rek 'atin dördüncü rek
a t olması ih tim al dahilindedir.
3 48 — Bir kim se kıldığı rek 'atin ikinci re k 'a t mı, üçüncü re k 'a t m ı ol-
duğ u nd a tereddüt etse — sahih olan kavle nazaran — bu rek 'atin sonunda
oturm az. Bir tarafı tercih edemezse b u nu ikinci re k 'a t sayar, m ütebaki
re k 'a tia n da ikm al eder. Bundan akşam nam aziyle vitir namazı müstesnadır.
Bu tereddüt, bunlardan birinde vuku bulursa oturm ak lâzım gelir. Çünkü
tereddüt edilen re k 'a tin üçüncü rek 'at olması m uhtem eldir. Bu halde teşeh-
İLM İH A Lİ 177

h ü tte n sonra bir rek 'at daha ilâve edilir. Zira tereddüt edilen rek 'a tin ikin-
ci re k 'a t olması m elhuzdur. B unlann sonunda da sehiv secdeleri yapılır.

349 — D ört rek 'atlı nam azlarda kılm an rek'atin dördüncü re k 'a t mı, be-
şinci re k 'a t m ı olduğunda ve sabah nam azında kılm an rek 'a tin ikinci rek ’at
m ı, üçüncü re k 'a t m ı olduğunda, akşam ile vitir nam azlarında da kılm an
rek 'a tin üçüncü rek 'a t mı, dördüncü re k 'a t m ı olduğunda şek edilse sonunda
oturulur, teşeh h ü tten sonra kalkılıp b ir re k 'a t daha kılınır. Çünkü bu rek'at-
lan n üçüncü, dördüncü veya beşinci re k 'a t olması m uhtem eldir. O halde ilâ-
ve edilen b irer re k 'a t ile z â it olan m iktar nafile olm uş olur. N ihayetinde de
selıiv secdeleri yapılır. Bu şek kıyam veya rükû veya rükû'dan kıyam halinde
olduğuna göredir.
İlk secde yapıldıktan sonra olursa bilittifak namaz b â tıl olur. Çünkü
şek edilen rek 'atin z â it olup son ka'd en in terk edilm iş bulunm ası m uhte-
m eldir. İlk secde halinde olursa yalm z İm am M uham m ed'e göre namaz
b â tıl olmaz.
3 5 0 — N am azda fatihadan evvel başka bir sûre, velev b ir h arf olarak
sehven okunsa iade edilerek evvelâ fatihai şerife, sonra da o sûre okunur.
N am azın sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu tertip noksanı rükû halinde
bile haürlansa kıyam a avdetle iadesi iltizam edilir. Böyle bir sehiv, galip
değildir. Binaenaleyh b u n u n az m iktarı da ma'füv görülemez. F a k a t b ir na-
m azda okunan bir sûrenin altındaki sûrede okunulm ak istenilirken üstün-
deki sûre okunsa bundan dolayı sücudi sehiv lâzım gelmez.

3 5 1 — Bir kimse nam azda fatiha okuyup okum adığında şek etse bakı-
lır. E ğer henüz başk a sûre okum am ış ise fatihayı okur, fak at başka sûre oku-
m uş ise artık fatihayı okumaz. Çünkü sûrenin fatihadan sonra okunm ası za-
hirdir. M aamafih bu hususta bir rey ve kanaati var ise ona göre amel eder.

35 2 — Bir kimse ilk rek'atlerde birer sûre okuyup da fatihayı oku-


m am ış b ulunduğunu secdeye vardıktan sonra hatırlarsa son rek'atlerde fa-
tihayı iade etm ez. Çünkü son rek 'atlerde zaten fatiha okunacaktır. Bir rek'
atte iki fatiha okunm ası ise m eşru değildir. Yalnız Haşan İbni Zeyyade göre
son rek'atlerde fatiha kaza edilir.
3 5 3 — D ö rt veya üç rek 'atli farz nam azların ilk iki rek'âtinde fatihadan
sonra birer sûre — birer m iktar â y e ti celile — zam m edilm em iş olsa bu sûre
üçüncü ve dördüncü rek'atlerde fatihadan sonra zam m edilir ve bu namaz,
cem aatle kılm an b ir akşam veya yatsı namazı ise üçüncü ve dördüncü rek'
atlerde hem fatiha, hem de zam m edilecek sûre cehren okunur. Çünkü bir
kıyam daki kıraat, birdir. Bunun bazısı hafiyyen, bazısı cehren okunamaz.
Yalmz sûrenin cehren okunacağına kail olanlar d a vardır. İmam E bu
Y usüfe göre ikisi de hafiyyen okunur. Çünkü son rek'atlerde gizlice
okum ak sünnettir. îm am Ebu Y usüf tan bir rivayete göre de artık son
rek'atlerde bu sûre okunm az, zira b u n u n mevzii fevt olm uştur. M aamafih
h er halde sehiv secdeleri yapılır.
F: 1 2
178 BÜYÜK İSLAM

3 5 4— İm am sehvi, kendi halikında asaleten, cem aat hakkında da te-


baan sücudi sehvi icap eder. C em aatten birinin im am a uym uş olduğu halin-
deki sehvi ise ne kendisi, ne de imam hakkında sehiv secdelerini icap etm ez.

355— Secdei sehiv halinde bulunan bir im am a iktida, sahihtir. Gerek


sehiv secdelerinin her hangi birinde ve gerek teşehhüdünde olsun müsavidir.
M uktediye, ikinci secdei sehivde u y m u ş olunca birinci secdeyi ve
teşehhüdünde uym uş olunca h er iki secdeyi kaza etm ek lâzım gelmez.

3 5 6 — M esbuk, im am ile beraber sehiv secdelerini yapar, velev ki im a-


m ın sehvi m esbukun iktidasından evvel vuku bulm uş olsun. Çünkü im am a
tâ b i’dir.
M esbuk, henüz im am ı selâm verm eden ayağa kalkıp k ıraatte ve h a ttâ
rükû da bulun duk tan sonra im am ı selâm verip sehiv secdelerine varacak olsa
m esbuk de hem en b u secdelere iş tir âk eder, evvelce yaptığı kıraati ve rükûu
aradan kalkar. Bunları yeniden kalkıp yapar.
M aamafih m esbuk, bu secdelerde im am ına uym asa namazı fâsit ol-
m az. Nam azı bitirince b u sehiv secdelerini kendi b aşına yapar.
Kezalik: M esbuk. secdeye vardıktan sonra im am ı sehiv secdelerini ya-
pacak olsa im am ına tâ b i' olmaz, nam azım bitirir, sonra sehiv secdelerim
yapar. Ş a y e t bu halde im am a uysa namazı fasit olur.

3 5 7 — M esbukun im am dan sonra kendi başm a kılacağı rek 'atlerd en


birinde sehiv etm esi, hakkında sücûdi sehvi icap eder. Velev k i evvelce im am
iie beraber d e sehiv secdelerinde bulunm uş olsun. Çünkü b ü hususta m ünfe-
rit bulunm uştur.

3 5 8— M esbuk, im am iie beraber sehven selâm verse kendisine sehiv


secdeleri lâzım gelmez. F ak at im am ın selâm ından sonra selâm verecek olsa
lâzım gelir. Çünkü birinci halde henüz m üktedi, ikinci halde ise m ünferit-
tir. M uktediye ise kendi sehvinden dolayı secde lâzım gelmez.

3 5 9 — Sucûdi sehiv, bir nam azda sehivlerin tekerrürleriyle tekerrür e t-


mez. Binaenaleyh bir kim se, bir nam az içinde iki üç d e f a sehivde, gaf-
lette bulunsa bunlar için nam azın sonunda yalnız bir d e f a sehiv secdelerin-
de bulunm ası kifayet eder. Ve sücûdi sehivdeki bir sehiv de başkaca sehiv
secdelerini icap etm ez.

360— Sücûdi sehiv, kasten veya sehven terkedilse nam aza münafî bir
hal zuhur etm edikçe, meselâ: K onuşulm adıkça yin e yapılabilir. F a k a t teşeh-
hü tten sonra gülmek, söz söylem ek gibi nam aza -aykm bir hal zuhur ederse
veya vakti nakıs g ire r* sücûdi sehiv, sakıt olur. Sabah nam azında selâm ı
m üteakip güneşin doğm ası, ikindi nam azında güneşin tegayyür etmesi gibi.

3 6 1 — Bir im am , sücûdi sehvi terkedecek olsa cem aat d a terkeder. Mi-


İL M İH A L İ 179

tekim Cum 'a ve Bayram nam azlarında fazla izdiham dan dolayı bir karışık-
lığı mucip olm am ak için bu secdeler terkedilm ektedir.

36 2 — Sücûdi sehivdeki iki secde ile T ahiyyat ve selâm vaciptir. Tahiy-


y a tta n sonra Salâvati şerife Üe dua okunm ası ve b u secdelerdeki tekbirler ve
secde halindeki teşbihler ve iki secde arasındaki celse de sünnettir.

3 6 3 - Bir kimse, nam azım tam kıldığım yafcinen bildiği halde âdil
bir kim se, eksik kıldığım haber verse buna iltifat etm ez. F a k a t iki âdil kim -
se haber verirse onların haberlerine itib ar etm esi lâzım dır. Çünkü bu haber,
bir şehadet nisabm dadır. Böyle bir haber ise b irço k hususlarda m uteber,
m ühim dir. İm am ile cem aat, ih tilâ f ettikleri takdirde imam, teyakkunu var
ise cem aatin sözüyle amel etm ez ve illâ âm el eder.

Secdei tilâvete m üteallik m es'eleler:

2 6 4 — K ur'anı Kerim in sûrelerinde on d ö rt secde âyeti vardır ki, b u n -


lardan birini okuyan veya işiden h er m ükellef için bir secde lâzım gelir.
Ş öy le ki:
Secdei tilâvet niyetiyle eller kaldınim aksızm (Allahü ekber) denile-
rek secdeye varılır, secdede üç kerre (Jsâfl j j J U - .) veya bir kerre ûU —)
( 'İ j U L j jtf' j l L j ) denilir. Ba’dehu (Allahü ekber) denilerek secdeden
kalkılır.

3 6 5 — Secdei tilâvetin rüknü — Allahü Tealâya ta ’zim, tevazu ve sec-


deden kaçınanlara m uhalefet için — cepheyi yere koym aktır. F a k a t namaz
halinde rükû ve hasta için îm a da aynı m aksadı m utazam m m ı olduğundan
bu secde yerine geçer. N itekim aşağıda izah edilecektir.

36 6— T ilâvet secdesine ayaktan inilmesi ve bu secdeden kalkarken


ayağa kadar kalkıim ası ve böyle ayağa k alk ark en ( 'ü J b b j )
denilmesi m üstehaptır. Bu secdeye inilirken ve bundan kalkılırken alm an
tekbirler de m üstehaptır. Asıl secde ise vaciptir.
* (Eimmei selâseye göre secdei tilâvet, sünnettir.^

367 — T ilâvet secdesini yapacak kim senin hadesten ve necasetten te -


m iz, avret yerleri örtülü, kıbleye yönelm iş olması şarttır.

3 6 8 — Secdei tilâvet, secde ây etin i okuyan bir m ükellef için vâcip ol-
duğu gibi bunu dinleyen bir m ükellef için de vaciptir. İster dinlem eyi kast
etm iş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapan, sevaba erer, yapm ayan da bir
vecibeyi terk etm iş olacağından günaha girer.

3 6 9 — Mümeyyiz bir çocuğun, cünübün, hâyız ile nüfesanın veya bir


sarhoşun veya bir gayri müslimin okuyacağı bir secde âyetini işiden her mü-
İ80 BÜYÜK İSLAM

keiiefe secdei tilâvet vâcip olur. Çünkü bu n lan n bu okuyuşları sahih bir ti-
lâvettir. Müslüman olan bir cünüp veya sarhoş da okuyacağı veya işideceği
bir secde âyetinden dolayı secde ile m ükellef olur. Tem izlik ve uyanıklık
—sahv— halinde b u secdeyi yapm aları lâzım gelir.
F a k a t İlâyız ve nüfesa bulunan bir kadına ne okuyacağı ve ne de işid e-
ceği bir secde âyetind en dolayı tilâv et secdesi vâcip olmaz. Çünkü bunlar
bu halde namaz ile m ükellef değillerdir.

370— U yuyanın, m ecnunun okuyacakları secde âyetlerinden dolayı


işidenlere — esahh olan kavle nazaran — secdei tilâvet lâzım gelmez.
N itekim kendileri de bu secde ile m ükellef olmazlar. Zira b u n lan n okum ala-
rı ve işitm eleri bir kast ve tem yize m ukarin değildir. F a k a t esahh görülen
b ir kavle göre kendisine secde ây etin i okuduğu haber verilse nâim e secdei
tilâvet vâcip olur. İh tiy ata m uvafık olan da budur.
37 1— Muallem kuşlardan veya aksi sadadan veya sesleri aksettiren fo-
ton oğraf gibi bir â le tte n işitilen bir secde âyetiyle de secdei tilâvet vâcip
olmaz. F a k a t diğer sahih görülen bir kavle göre kuşlardan işitilen secde
âyetind en dolayı secdei tilâvet lâzım gelir. Zira işitilen kelâm ullahtır.
İh tiy ata m uvafık olan d a budur.
R adyoya gelince bu, sedayı âkis olm aktan ziyade nâkil sayılm aktadır.
Kasde m ukarin olarak okunan şeylerin hem en aynını nakletm ektedir, b u n -
dan işitilen sesler, aksi sada gibi m ücerret bir m u h ak â tta n ibaret değildir.
Bu cihetle radyo vasıtasiyle işitilen b ir secde â y e ti celilesinden dolayı sec-
de edilmesi vâcip olsa gerektir. V âcip olmasa bile secde edilmesinde bir
m ahzur olm adığından her halde secde edilmesi ih tiy ata m uvafık, K ur'am
âzîm e karşı hürm et ve tâzim i m üş’irdir.
* (Şafiîlere göre tilâvetin m eşru ve kasde m ukarin olması şarttır. Bina-
enaleyh diııübün kıraati veya rükû' halindeki bir kıraat, m eşru olm adığı
cihetle bun d an dolayı ne okuyana ve ne de dinleyene secdei tilâvet sünnet
olmaz. Kezalik: Sehven vuku bulan veya m uallem kuşlardan veya b ir âlet-
ten işitilen bir tilavetten dolayı d a - kasde m ukarin olm adığı için - secde
edilmesi m esnun değildir.)

372— Secdei tilâvet ây etinin tehecci suretiyle okunm asiyle veya mü-
cerret yazılmasiyle veya telâffuz edilmeksizin m ücerret yazısına bakılma-
siyle secdei tilâvet lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde tilâvet bulunm uş ol-
maz.
3 73 — Bir secde âyetinin secdeyi gösteren kelimesiyle b u n u n evvelin-
den veya âhirinden bir kelim e daha beraber okunsa veya dinlense — sahîh
olan kavle göre — secde lâzım gelir. Diğer bir kavle göre secde âyetinin ek-
seri okunm adıkça secde vâcip olmaz.

37 4— Secde ây etin i işitm eyen m ükellefe, secdei tilâvet vâcip olmaz.


Velevki tilâvet olunduğu mecliste lıâzır bulunm uş olsun.
İL M İH A L İ 181

375— Bir secde ây eti, olduğu gibi A rapça okunursa her işiden mükel-
lefe — bunun secde ây eti olduğu haber verilince — secde etm esi, biliftifak
vâcip olur. F a k a t bir secde ây etinin m eselâ: Farisî li saniyle olan tercümesi
okunacak olsa b u nu işittiğ i halde anlam ayan'kim seye, m ücerret haber ve-
rilmekle tilâv e t secdesi vâcip olmaz. Bu, im am eyne göredir. İm am A 'zam a
göre b u n u n bir secde â y e ti tercümesi olduğu h ab er y enik se tilâv et secdesi
vâcip olur.-İm am ı A 'zam m b u h u su sta im am eynin kavline rücu e ttiğ i riva-
y e t olunuyor. İtam a t da bunun üzerindedir. F a k a t bu secde ây etin in
tercüm esini okuyana secde etm esi bilittifak ih tiy aten vâcip olur. Bunu
anlasın anlam asın müsavidir.

3 7 6 — Bir secde âyeti, hakikaten veya hükm en m ü ttehit olan bir mec-
liste tekrar okunsa bir kerre secde edilmesi yetişir. F a k a t başka b aşk a secde
âyetleri okunursa veya meclis hakikaten veya hükm en değişirse her okunan
â y e t için başka b ir secde lâzım gelir.

M uayyen bir yerde, m eselâ bir m escidde iki d e f a okunan bir secde
ây etin in meclisi hakikaten m ü tten it bulunm uş olur. Örfen b ir m ek ân sa-
yılan yerlerin diz'leri arasında ittih a t da bir ittih ad ı hükm îdir. Meclisin haki-
katen tebeddülü de bir odadan diğer b ir odaya n a k i gibidir. Bükm en tebed-
dül ise m escit gibi ve b ir oda gibi b ir yerde secde â y e ti ok unduktan sonra
orada başka bir şeye başlam akla vücude gelir. Secde â y e ti o k u n duk tan son-
ra iiç kelim e kad ar konuşulm ası veya üç adım kadar yürünülmesi veya bir
şeyden üç lokm a yenilmesi veya bir sudan üç y udu m içilm esi gibi.
Meclisin ihtilâfı, okuyucuya göre kendisini!?, meclisi değiştirm esiyle,
dinleyiciye göre de onun meclisi tebdil etm esiyle husule gelir. Esahh olan
budur. Binaenaleyh bir meclis, bir zata göre m üttehit olduğu halde diğer
zata 1 nazaran tebeddül etm iş olabilir.

377 — Secde'i tilâv et hususunda gemi bir oda gibidir. Yürüm ekte bulu-
nan araba veya hayvan üzerinde ise meclis daim a tebeddül etm iş sayılır.

Binaenaleyh araba veya hayvan üzerinde namaz halinde olmaksızın


tekerrür eden bir secde ây etin d en dolayı tekerrür m iktan nca secde'i tilâvet
vâcip olur.

3 78 — Tilâvet secdesi için okuyanın takdim edilmesi, dinleyenden de


onun arkasında saf tutm aları ve ondan evvel secdeye varm ayıp secdeden
kalkm am aları m üstehaptır. M aahaza buna m uhalif olarak bulundukları yer-
de secdeye varm aları ve secdeden daha evvel kalkm aları da m ekruh değil-
dir. Çünkü hepsi de m ünferit sayılır.

3 7 9 — Secde'i tilâvet için niyet şarttır. F ak at tâ 'y in , şart değildir. Bi-


naenaleyh b ir kaç secde âyetim okum uş veya dinlem iş olan bir kim se, bun-
182 BÜYÜK İSLAM

lam ı sayısınca ve secde'i tilâvet niyetiyle secde eder, fakat hangi secdenin
hangi secde âyetine ait olduğunu ta'yine m uhtaç olmaz. Bu secdeye namaz
içinde yalm z kalben niyet edilir. Nam az dışında ise dil ile de niyet edilmesi
m esnundur.

3 8 0 — T ilâvet secdesinin vücubi edası, fevrî değildir. Y â 'n i secde âye-


ti o ku nu r okunm az hem en secde edilmesi, lâzım gelmez. Bu secde u zu n bir
m üddet sonra d a yapılabilir, yine eda olan, kaza sayılmaz. M uhtar olan bu-
dur. Ş u kadar var ki, bir zaruret bulunm adıkça, te'hir! tenzihen m ekruh-
tur. Nam az için d e ise alel'fevt v â d p tir, çünkü bu, nam azdan bir cüz' olm uş-
tu r, nam az haricinde kaza olunamaz. Bunu secde, â y e ti okund u k tan sonra
üç â y e tte n sonraya bırakm am ak lâzım gelir. N itekim bu m es'ele aşağıdaki
m es'elelerden, tavazzuh edecektir. İm am E bu Y ûsüf'a göm secdei tilâvet,
nam azın haricinde de fevren vâciptir.

3 8 1 — Secde â y e ti okununca hem en secde edilmesi mümkün olm adığı


takdirde okuyan veya dinleyenlerin ( d ü ij L j e li> U.l_, ) de-
m eleri m üstehaptır.

38 2— Secde ây eti, nam azda kıyam h a in d e okununca bakılır: E ğer


bu n d an sonra üç â y e tte n ziyade okunm azsa vukubulacak rükû veya sücut
ile b u tilâvet secdesi de yerine getirilm iş olur. G erek buna niyet edilm iş ol-
sun ve gerek olmasın. F a k a t ra d h olan kavle göre rükû suretinde secde'i
tilâvete niyet lâzım dır. A m m a üç â y e tte n ziyade okunacak ise bu secde
ây etin d en dolayı hem en m üstakillen rükû veya secde edilmesi icap eder.
Secde edilmesi efdaldir. N am azın rükû y e sücudiyle bu secde sa’k it olmaz.
Yalmz üç â y e t okunacağı takdirde ise h ilâ f vardır. R a d h olan, bununla sec-
denin derhal yapılm ış olması, m ünkati olmaz; nam azın rükû ve sücudiyle bu
secde eda edilm iş olur.

3 8 3 — Secde âyetini nam az içinde okuyan kim se, dilerse okuyacağı


ayetlerin m ik tan n a bakm aksızın derhal (Allahü ekber) diye secde'i tilâvete
varır. Secde'i tilâvet niyetiyle yalm z rükûa varması da kâfidir. Ba'dehu tek-
rar ayağa kalkar, birkaç â y e t daha okur, ondan sonra nam azın, rükû'una,
secdelerine gider. N am azına devam eder. E ğer bir sûreyi bitirm iş ise diğer
bir sûreden birkaç â y e t okur. Çünkü secde'i tilâvetten kalkar kalkm az
böyle birkaç â y e t okum adan nam azın rükû ve sücuduna gidilmesi m ekruh-
tur.
N am azın dışında ise yalmz rüku etm ek suretiyle secde’i tilâvet eda
edilm iş olmaz. Çünkü secde'i tilâvet bir ta'zim i m ahsustur, bir emre im tisal
nişanesidir. Bunlar namaz içindeki rükû ile de yapılm ış olursa da nam azın
haricindeki rükû üe yapılm ış olamaz.

3 8 4 — Cem aatle namaz kılındığı takdirde imam olan zat, yukarıdaki


meselede beyan olunduğu üzere öyle rükû ile secde'i tilâvete niyet etmeme-
İL M İH A L İ i 83

ildir. Çünkü cem aat, b u n u n farkında olanuyacakîan cihetle böyle b ir niyet-


te bulunm am ış olurlar. Binaenaleyh se cd e i tilâvet, onlardan sakıt olmaz.
O halde im am ın selâm ından sonra cem aatin secde'i tilâveti yapıp ba'dehu
tekrar teşehhütte bulunm aları lâzım gelir. Bunu ise herkes yapamaz.

38 5 — Secde ây eti bir nam azda tekerrür etse de esahh olan kavle göre
yalm z bir secde'i tilâvet lâzım gelir. Bu tekerrür ise bir rek 'a tte ve ister b aş-
ka başka rek'atlerde bulunsun müsavidir. Çünkü meclis, m ü tte h ittir..
Bu m es'eie, imam E bu Y ü sü fe göredir. îm am M uham m ed'e göre
başka başk a rek ’atlerde tekerrür ederse tilâvet secdesi de tekerrür etm iş,
meclis değişm iş sayılır.

3 8 6 — îm am , secde ây etim okuyup, secdeye varm akla cem aat, imamın


rükûa ve secdeye vardığım sanarak rükûa secdeye varsalar bununla namaz-
ları fasit olmaz, fak at b ir secde daha yapsalar fasit olur.

3 8 7 — İm am ın Cum a ve Bayram nam azlarında ve emsali ve bir hafiy-


yen kıraat olunacak nam azlarda secde ây etin i okum ası m ekruhtur. Çünkü
cem aatin şaşırm asına sebebiyet verebilir. M eğer İd, secde ây eti, kıraatin so-
nuna, m eselâ okunan sûrenin âhırına m üsadif olsun. O zam an nam azın sec-
deleriyle secde'i tilâvet de eda edilm iş, m ahzur b ertaraf olm uş olur. Bu hal-
le im am a lâyık olan, b u nam azın rükû ile secde'i tilâvete n iy y et etm em ek-
tir. T â ki, bu vecibe nam azın secdeleriyle bütün cem aat tarafından d a eda
edilmiş olsun.

3 8 8 — M esbuk, ayağa k alk tık tan sonra im anı, tilâvet secdesini h atır-
layarak yapacak olsa bakılır: E ğer m esbuk, henüz secdeye varm amış ise tilâ-
vet secdesi iç in im am a uyar, secdeye vanr, b a'd eh u ayağa kalkarak kalan
nam azım tam am lar, eğer im am a uym azsa namazı fasit olur, fak at secdeye
varm ış ise artık im am a uym az. Ş a y e t uyarsa namazı fasit olur.

389— Müsafire iktida eden bir m ukim , müsafirin yapacağı secde'i


tilâvete iştirâ k eder. Sonra kalkıp nam azını tam am lar, şay et kendi başına
kılacağı rek 'atlard a da bir secde ây eti okuyacak olursa bun dan dolayı d a ay-
n ca secde etm esi lâzım gelir.

390— Bir kimse namaz kılarken rükû secde veya k a'd e halinde secde
ây etin i okusa veya im am a uym uş olduğu halde onun arkasında secde â y e -
tini tilâvet etse ne kendisine, ne de im am a, ne de bu im am a uyan sair
cem aate secde'i tilâvet vâcip olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde K ur'an
okum aktan m en edilm işlerdir, b u n lan n kıraati hükümsüzdür. F a k a t b u tilâ
veti h ariçten duyanlara secde'i tilâvet lâzım gelir. Bunlar, gerek başka bii
nam azda m ünferit veya m üctem i bir halde bulunm uş olsunlar ve gerek oi
masmlar. Zira bunlar, o m em ııuiyet ve m ahcuriyet haricinde bulunm uş
olurlar.
184 BÜYÜK İSLAM

391— Nam az içi-nde okunan secde âyetinden dolayı nam azdan fariğ
olduktan sonra secde edilemez. Çünkü bu secde — yukarıda da işaret olun-
duğu üzere — nam azın bir cüz'ü olm uştur, artık ondan ayrılamaz. F ak at na-
m azda bulunan kim se, nam azda bulunm ayan bir kim senin okuduğu secde
âyetini işidecek olsa nam azını kıldıktan sonra secde eder. Daha nam azda
iken secde etm esi kifayet etmez. Maahaza secde etse bununla namazı fasit
olmaz.
N itekim nam azda okunan bir secde âyetini, h ariçten işiten bir mükel-
lef için de nam az haricinde secde etm ek lâzım gelir. Ş u kadar var ki bu mü-
kellef, o secde âyetini okuyan zata uyar, onunla beraber bu secdeyi yapar-
sa bu vecibeyi ifa etm iş olur. Ş a y e t o secde yapıldıktan sonra o rek 'atd e
uyarsa bu secdeyi o im am ile beraber hükm en yapm ış sayılır. Artık ne na-
m azın içinde ne de dışında ayrıca secde'i tilâvetde bulunm ası icap etm ez.

3 9 2 — H asta veya bir arabaya veya hayvana rakip olduğu halde secde
âyetini okuyan veya dinleyen bir m ükellefin im a suretiyle secde'i tilâvette
bulunm ası câizdir. F a k a t bir mükellefin rakip olm adığı halde okuduğu veya
dinlediği b k secde âyetin den dolayı bir öziirii bulunm adıkça rakip olduğu
halde im a ile secde etm esi câiz olmaz.

39 3 — Secde âyetin i, hazır olanlar secde için hazırlıklı iseler cehren


okum ak, hazırlıklı değilseler gizlice okum ak m üstehaptır. Bunda cem aata
karşı bir şefk at vardır.

394— Çir sûreyi celile okunup da içindeki secde âyetinin bırakılm ası
m ekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir ııev'i kaçınm ak dem ektir. Yalmz secde
âyetinin okunup d a sûredeki diğer âyetlerin okunm am asında ise kerahat
yoktu r. F a k a t m üstehap olan — tefdil ve tercih tevehhümünü d e f iç in — sec-
de ayetiyle beraber b ir veya birkaç ây etin de okunm asıdır.

3 9 5 — On d ö rt secde ây etim bir mecliste okuyup her biri için okuduk-


ça ayrıca bir secde yapan ve hepsini o ku duktan sonra um um una b ird e n on
d ö rt secdede bulunan zatın dünyevî ve uhrevî m ühim m atına, kendisine
hüzün ve k ed er verecek hususta Allah Tealânm kifay et edeceği rivayet olun-
m uştur.

3 96— Nam azı bozan şeyler, tilâvet secdesini de bozar. Daha secde'i
tilâvetten kalkm adan vuku bulan hades veya konuşm a veya kahkaha ile gül-
m e gibi, şu kadar var ki, bu secdedeki kahkaha ile abdest bozulm uş olmaz.
Ve kadınların erkeklere m uhazatı da bu secdeyi ifsat etm ez.

Secdei şükür:

3 97— Secde'i şükür; yani: Bir ni'm etin teveccühünden veya b ir nikbet
ve m usibetin b ertaraf olm asından ve benzerlerinden dolayı kıbleye yönele-
İL M İH A L İ 185

rek ve tekbir alarak secdeye varm aktan, lıamd ile teşbih ve şükürden sonra
yine tekbir ile secdeden kalkm aktan ib arettir ki, secde'i tilâvet gibidir.
M aamafih secde'i şükür, m üstehaptır. Resulü E krem , Sallallahü aleyhi vesel-
lem efendim iz ile eshabı güzinden b irço k lan secde'i şükürde bulunm uşlar-
dır. Ezcümle nebiyyi zişan efendimiz, E bu Cehilin başını kesilmiş görünce
beş d e f a secde'i şüküre varm ışlardı.

3 9 8 — Bir nim etin yüz göstermesi, bir m üsibetin zail olması gibi b ir se-
bep bulunm aksızın yapılacak şükür secdeleri ne m esnun b ir ibadettir, ne de
m ekruhtur. F a k a t namaz b ittik te n sonra bu vechiyîe secde yapılması m ek-
ru h tu r. Çünkü b u n u da nam azın vâciplerinden veya sünnetlerinden sanacak
kim seler bulunabilir. Böyle bir i'tik a d a sebebiyet verecek her m übah ise
k erah attan hali olamaz.

S alâü havfe dair b ilgi:

399— Salâtı havf: İm am ı A 'zam ile İm am M uham m ed'e göre el'yevm


câizdir. İm am E bu Y u s u f a göre bu cevaz namazı saadete m ünhasır idi.

H avf nam azından m aksat, düşm anı veya sel veya harik, y ah u t büyük
b ir canavar gibi b ir h âile karşısında b ulunan bir islâm cem aatının ken -
dilerini idare eden veliyülemri veya diğer m uhterem zatı im am edinerek
onun arkasında farz b ir nam azı nevbetle kılm alarıdır. Şöyle ki:
Bu cem aattan bir zümre, m eselâ: Düşm an karşısında durur, bir züm-
re de gelip im am a uyar, iki rek 'atlı b ir nam azın ilk rek'atım , üç veya d ö rt
rek'aÜı bir nam azın da ilk iki rek'atini im am ile beraber kılar, ikinci secde-
den veya b irin d k a'dede teşehh ü tten sonra düşm an cephesine gider, diğer
zümre gelerek im am a uyar, onun iie beraber baki kalan re k 'a tia n kılar,
tekrar düşm an karşısına gider. îm am kendi başına selâm verir, nam azdan
çıkar. Birinci zümre d ö n er gelir, nam azını kıraatsız olarak tam am lar, selâm
verir, düşm ana k a rşı gider. Çünkü b u zümre, lâh ik b u lu n m u ştu r. Sonra ikin-
ci zümre gelir, nam azlarım kiraatla ikm al edip düşm an cephesine tekrar gi-
der. Zira bunlar d a m esbuk bulunm uşlardır. M aamafih bu züm reler b u lu n -
d u k ta n yerde de nam azlannı ikm al edebilirler.

4 0 0 — Resulü Ekrem , Sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, "Zatürrika"


"B atm nahl" "U sfan" "Z îkared" vak'alarında havf nam azını kıldım ııştır.
Sonra eshabı kiram d a m ecusîler ile yaptıkları harblerde böyle havf nam azı
kılm ışlardır.
Bir cem aatın bu veçhiyle nam az kılm aları m uhterem bir im am a tâb i
olm ak için münazea ettikleri, tehalük gösterdikleri takdire göredir. Ve illâ
h e r züm renin başk a bir imama uyarak em niyet halindeki gibi nam azlannı
kılm alan efdaldir.
4 0 1— H avf nam azının sıhhati için im am a uyan züm relerin nam az es-
nasında harp etm em eleri, mevki değiştirm em eleri, gider gelirken hayvana
186 BÜYÜK İSLAM

binm em eleri, hasili namaza miinafi başka bir harekette bulunm am aları
lâzım dır. Aksi takdirde imam iîe kıldıkları nam az bozulur, namazlarım
yeniden kılmaları lâzım gelir.

4 0 2 — K orkunç bir lıarb ve şâire halinde bir İslâm fırkasının korkulan


artar, binm iş oldukları hayvanlardan yere inm ekten âciz bulunurlarsa her
er, rakip olarak kadir olduğu cihete doğru îm a ile nam azım kılar, b u da
mümkün olmazsa nam azlarını te ’hir e bırakırlar. N itekim "H end ek" gazve-
sinde birkaç vakit namaz kazaya bırakılm ıştı.

Tatavvu': Nafile Namazlar:

403— Beş vakitteki farz nam azların sünnetlerinden b aşk a b ir takım na-
file nam azlar daha vardır ki, bunlara; "T atavvu"' nam azı denilir. Bunlar
m iistehab, m endup nam azlardır. Bunlar, Allah T ealâya m a'n en yakınlığa
sebep olurlar, her birinin kendisine m ahsus bir takım faziletleri, sevapları
vardır. B aşlıcalan şunlardır:
(1) (Tahiyyetül' m esdd): Bu, bir m üstehap nam azdır. Ş öy le ki:
Bir mescidi şerife m ücerret ziyaret veya talim ve taallüm gibi bir m aksat için
giren bir müslüman, orada nafile olarak iki rek ’a t namaz kılar. Bîr günde bir
kaç d e f a girilse bir d e fa sın d a böyle bir nam az kılınm ası k âfid ir. Bununla
R abbül’m escit hakkında lâzım gelen tahiyye, y â 'n i, tâzim yerine getiril-
m iş olur.

Tahiyyetül m escid, bir m escide, b ir camii şerife girilince daha o tur-


m adan kılınm alıdır, efdal olan budur. O turulduktan sonra d a kılm abilir.
Bir mescide girip de m eşguliyetinden veya vaktin kerahati gibi bir sebepten
dolayı Tahiyyetül' m escidi yapam ıyacak bir müslümanm: Z \ jU - - )
{ j f 1 Z>\, Vi 4 i ~S } demesi de m üstehap görülmüştür.
Bir m escitde her hangi bir nam azı kılm ak veya b ir mescide farzı eda
ve im am a iktida niyetiyle girm ek de Tahiyyetül m escit yetin e k âin olur.

(2) (A bdesti veya gusli m üteakip nam az) şöyle ki: A bdest alındıktan
veya gusül yapıldıktan sonra vakit m üsait ise daha yaşlık kuruyacak kadar
b ir m üddet geçm eden iki re k 'a t namaz kılınm ası m enduptur. Bu, abdest
veya gusül nim etine naiüyetin b ir şükranesidir. Böyle bir taharete nâiliy et
için m ânen temiz bir 'itikada, m addeten de temiz bir suya m âlik olmak,
hem de özürlerden hali, vücut sıhhatim h â iz bulunm ak lâzım dır. A rtık b u
şa rtla n cam i' olan bir insanın H âlık 'm a şükür için iki re k 'a t namaz kılması
pek güzel olmaz mı? M aamafih abdesti veya guslü m üteakip h er hangi bir
farz veya sünnet nam azın kıhnm asiyle de b u şükran vazifesi yapılm ış olur.

( i) (Dulıa : K uşluk namazı) şöyle ki: Güneş do ğu p bir m iktar yüksel-


d ik ten sonra istiva vaktine kadar iki veya d ö rt veya sekiz veya on iki rek ’at
İ L M İ H A Lİ 187

namaz kılınır ki m endupiur. Bu, Resulü Ekrem Efendim izin m übarek f iliy -
le sab ittir. Bunun sekiz rek 'a t kılınm ası efdaldir. Bunun m uhtar olan vakti,
gündüzün d ö rtte biri geçtikten sonradır.

(4) (Teheccüt namazı — Salâtı leyi) şöyle ki: Yatsı nam azından sonra
d aha uyum adan veya bir m ik tar u y u d u k tan sonra kılınacak nafile nam azm a
"S âlatı leyi" : "G ece nam azı" denir ki sevabı pek ç o k tu r. Bir m iktar u y u -
d u k tan sonra kalkılıp kılınırsa "T eheccüt" adını alır. Resulü Ekrem E fen -
dimiz, teheccüt nam azına devam buyururlardı. Bu gece namazı iki re k 'a t-
tan sekiz rek 'ata kadardır. H er iki re k 'a tta bir selâm verilmesi efdaldir.

Bir hadisi şerifte: "H er kim geceleyin uyanır, refikasını da uyandırır da


iki re k 'a t namaz kılarlarsa Allah T ealâyı ç o k zikir eden erkekler ile kadın-
lardan yazılırlar" b u y u ralm u ştu r.

Hak Tealâ hazretlerini ç o k zikir eden erkekler ile kadınlara ise Allah
Tealânm büyük bir m ağfiret, azîm bir m ükâfat hazırlam ış olduğu
( L kc \ ^ \ j '-.js* ^ ' 4 lU I u r Uitj ) â y e ti kerime*
siyle tebşir olunm aktadır.
Bir kimse, itiy a t ettiği bir teheccüt nam azını özürsüz yere terk etm e-
melidir. Am ellerin Allah Tealâca en sevimlisi, en devamlısıdır, velev ki az
olsun. ( 1 )

(5) (Regaib gecesi nam azı) şöyle ki : Recebi şerifin ilk Cum a gece-
sine "Leylei R egaib” denir. Bazı zatların beyanına göre b u gecede Resulü
Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendim iz teceili'i e fa le m azhar olup
nûri e fa le m üstağrak olmakla Hak Tealâ H azretlerine şükür iç in on iki rek'
at namaz kılm ıştır.
Resulü Ekrem Efendim izin m uhterem valideleri rahm ine b u Regaib
gecesinde şeref verm iş olduğuna d air olan bir rivayet, pek m uvafık görül-
m em ektedir. Çünkü bu gece ile V ilâdeti Nebeviyyeleri arasındaki m üddet,
bunun hilâfına şah ittir. Ş u kadar var ki Hazreti A m m enin F ahri Âlem efen-
dimizi ham il olduğuna b u geceden itibaren m uttali olmuş olması m elhuz-
dur. Maahaza Leylei Regaib, pek m übarek bir gecedir. Z aten Regaip; ne-
fis, mergup, bahası ağır ve ç o k a tâ ve ihsan m ânasına olan "R agibe'm n"
cem 'idir. Bu geceyi ibadetle ihyanın sevabı pek ço k tu r. F a k a t bu gecede
kılınacak nam azın m esm lniyeti, m endubiyeti hakkında kuvvetli b ir delil
m evcut görülm em ektedir. Bu gecede toplanıp Regaip nam azını cem aatla
kılm anın bir b id 'a t olduğu tasrih edilm ektedir. Z aten teravihten başka hiç
bir nafile nam azını birbirlerini çağırarak cem aatle kılm ak k erah atten hâli
değildir. Ancak bir yerde bulunan iki üç zatın bu gibi namazları cemaatle
kılm aları câiz görülmüştür.

Hadîsi şerif. Ji jl j jsl <1)1Jl JU V l \)


188 BÜYÜK İSLAM

(6 ) (M i'raç gecesi nam azı), şöyle ki Recebi şerifin yirm i yedinci ge-
cesine m üsadif olan m übarek leylei m i'raç ta on iki re k 'a t nafile nam az kı-
lınması m üstahsen görülm üştür. H er rek 'atin d e fatihai şerife ite başka b ir sû-
re okuyarak iki rek 'a tte b ir selâm vermeli, sonra yüz kerre £ı\
(jJT'tâl j -ûıi "VI <J\ "S' dem eli, b a ’dehu yüz kerre istiğfar ederek,yüz kerre de
salâtü selâm okum alıdır.
Gündüzün de oruçlu bulunm alıdır. Bu halde m a 'â y e te dair olmaksızın
yapılacak her duanın kabulü, inay eti ilâhîyeden um ulur.

(7) (Berat gecesi nam azı), şöyle ki: Ş abanı şerifin on beşine tesadüf
eden geceye "Leylei B erat" denir, pek m übarek bir gecedir. Leylei b e ra tta
m ahlûkatm bir sene içindeki nzıklanna, zengin veya fakir, aziz veya zelil
olacaklarına, ihya veya im ate edileceklerine, ecellerine ve hacıların adetleri-
ne dair tarafı İlâhîden m eleklere m alûm at verileceği beyan olunm aktadır.
Velhasıl Berat gecesinde ib ad et ve ta a tta ve nafile namaz kılm akta bir
çok sevaplar vardır. F a k a t bu geceye m ahsus şekli m uayyen, m esnûn bir
namaz yoktur. Bu husustaki rivayetler kuvvetli değildir.
Leylei b e ra tta kılınacak nam aza "S aiâtü l'h ay ır" denilm iştir. Bu namaz
bir ç o k rivayete göre yüz rek 'attir. H er rek'atinde fatihai şerifeden sonra
on kerre ihlâs suresi okunur.
(8 ) (Kadir gecesi nam azı) şöyle ki : Ram azanı şerifin yirm i yedinci
gecesine m üsadif olduğu kuvve/de tercih edilen Leylei Kadir, pek m übarek
bir gecedir.
K ur'am Kerîm , b u geceden itibaren Resulü E krem Efendim ize nüzule
başlam ıştır. Bu geceyi ihya etm enin sevabı pek ç o k tu r. Bu gecenin bir anı
vardır ki, ona rastlayan bîr d u a her halde kabul buyrulur. Bu şerefli gecede
teravihten sonra bir m üddet daha ib ad ette bulunulm ası, nâfile nam az kılın-
ması, bu geceyi ihya dem ektir.
Deniliyor ki : Kadir nam azının en azı iki rek 'at, ortası yüz rek 'at, en
ç o ğ u da bin rek 'a ttir. Bu namaz, iki re k 'a t kılındığı takdirde her rek'atinde
iki yüz â y e ti celile okunm alı, yüz rek 'ate kadar kılındığı takdirde her rek'-
atinde fatihai şerifeden sonra (Inna enzeinahü) sûresiyle üç kerre de ihlâs
sûrei çelilesi okunup her iki rek 'a tte b ir selâm verilm elidir , ^ 1'1
Allahüm me inneke afüvvün tuhibbiil afVe fa'fü anni) Y a n i: "Y arab-
bi sen afvedicisin, afvı, bağışlam ayı seversin, beni a f v et” duası da tekrar
edilm elidir.
Bu nam azın bu veçhile kılınacağı hakkındaki rivayetler, pek kuvvetli
değildir. Asıl m aksat, bu geceyi mümkün olduğu kadar ihy a etm ektir. Bu
k u tsî gecede elden geldiği kadar sair nâfile nam azlar gibi tatavuan namaz
kıhnabilir. Her halde tekellüften kaçınılm ası efdaldir.
(9) (Y olculuk namazı), şöyle ki : Bir müslüman bir yolda gideceği
veya b ir yoldan geldiği zam an iki re k 'a t nam az kılm alıdır. Bu m endup tur.
G iderken evde, gelirken m escitte kılm ak efdaldir. Peygamber efendim iz,
seferden gündüzün ku şluk vakti avdet bu yurur, Mescidi Saadete gider, iki
İ L M İ H ALİ 189

rek ’a t namaz kılar, orada bir m üddet otururlardı. (SaUâllahü teaiâ aleyhi
veseliem.) ,
(10) (Teşbih namazı), şöyle ki : Bu, her rek 'âtin d e yetm iş beş defa
( jf I ii\ “V _5 , i J - \ 5 4 ! jU r >)dife tekbir alınan d ö rt rek 'atli bir nam az-
dır. Allah T ealânm rızası için nâfile nam aza niyet edilerek (Allahü ekber)
diye nam aza başlanır, Sübhanekeden som a (15) kerre (Sübhanallahî veüıam-
dülillah....) okunur. Sonra Euzü ile Besmele! şerife ve fatiha ile b ir sûrei
celîle okunup tekrar (10) kerre (Sübhanailah...) okunur. Akabinde rükûa va-
rılır, üç kerre "Sübhane rabbiyel' azîm " den sonra (10) d e f a (Sübhanailah.)
okunarak rükûdan "Semiallahü lim enham ideh, R abbena velekelham d" deni-
lerek kalkıür, yine (10) d e f a (Sübhanailah...) okunur, badehu secdeye varı-
lıp üç d e f a "Sübhane rabbiyel â lâ " dan sonra (10) kerre (Sübhanailah...) o-
kunur. Secdeden tekbir ile kalkılır, celse halinde yine (10) d e f a (Sübhanal-
lah...) okunur, ikinci secdeye tekbir ile varılıp üç d e f a "Sübhane rabbiyel
â lâ " dan sonra yine (10) kerre (Sübhanailah...) o k u n u r ki, b u z â it teşbih-
lerin m ecm uu (75) etm iş oîur.
Badehu ikinci rek 'ata kalkılıı-, yine evvelâ (15) kere (Sübhanalllah..)
okunur, sonra yine birinci rek 'attak i veçlıile hareket edilerek k a'd ey e varı-
lır. T ahiyyat ve Salevatı şerife okunur. Z ait teşbihlerin m ecm uu (150) etm iş
olur. Badehu selâm verm eden veya selâm ı m üteakip ayağa kalkılır. Üçüncü
dördüncü rek'atlarda tam b u tarif dairesinde kılınır ve böylece her rek 'afte
yetm iş beş "Sübhanailah..." okunm uş olur k i m ecm uu (300) eder.
Bu teşbih nam azında sehiv vuku bulsa sehiv secdelerinde artık bu teş-
bihler okunm az.
Teşbih nam azının da sevabı pek ç o k tu r. Bu nam az,her vakit kılm abilir.
Hiç olmazsa haftada veya ayda bir d e f a bu da olmazsa öm ürde b ir d e f a
bunu kılm alıdır.
(11) (Tevbe nam azı), şöyle ki : Bir müslüman, hasbelbeşeriye bir gü-
nah işlese, bu n d an peşim an olup derhal tevbe etmesi lâzım gelir. İşte böyle
bir kim senin işlediği günahtan tevbe için güzelce abdest aldıktan sonra kır
bir yere çıkıp iki re k 'a t nam az kılm ası ve o günahtan dolayı m ağfireti ilâhi-
yeyi dilemesi m enduptur. Böyle günah işleyip d e sonra kalbinde nedam et
duyguları beliren, bu günahı bir daha işlem em eye azm edip Hak Tealâdan
yarlıganm asm ı dileyen bir m üminin m ağfirete n âil olacağı bir hadisi şerifte
beyan buyurulm uştur.

(12) (H acet nam azı), şöyle ki :Ulırevî veya dünyevî bir haceti olan
kimse güzelce abdest alır, yatsı nam azından sonra iki veya d ö rt re k 'a t bir
kavle göre on iki rek 'a t nam az kılar, sonra Hak Tealâ hazretlerine senada,
Resulü Ekrem Efendim ize salâtü selâm da bulunur, badehu h acet duasını
okuyup hacetin husulünü Allah T ealâdan niyaz eder.
H acet namazım n birinci rek 'âtin d e F atihai şerifeden sonra üç kerre
Ayetülküısî, diğer üç rek 'âtin d e de birer F atih a ile, birer d e f a ihlâs ve m u-
avvizeteyn sûreleri okunm ası hakkında bir hadisi şerif vardır.
190 BÜYÜK İSLAM

H acet duası şudur: j*ı

ç j jı\ J*i •>—>i <**JI J*' JaI •>»._> jj-ail Ja! ^ JaI
j* iJ ciksÜsş JVM j». d l^» * t f . «*l£ dlt-İ J* ^ t& ü j»- ^
dUo ,X j > j »- j d Jit» i« w d ! _j «iL* U_jî- <ı_^l» «iks' U j * j
*(Oo>J\ ıj!k- Û1" ^— «S»; (>-*■

(13) (İstihare nam azı), şöyle ki: H akkında b ir şeyin hayırlı olup ol-
m adığına dair m anevî b ir işarete n âil olm ak isteyen kim se yatacağı zaman
ijd re k 'a t nam az kılar, ilk rek ’âtinde (K âfirun) suresini, ikinci rek 'a tın d a da
(ihlâs) süresim okur, nihayetinde de istihare duasını okur, sonra d a abdestîi
olarak kıbleye yönelerek y atar, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi, hayra,,
siyah veya kırm ızı görülmesi de şerre d elâlet eder.Bu veçhile istihare nam a-
zının yedi gece yapılm ası ve kalbe ilk lâh ik olana bakılm ası d a b ir hadisi şe-
rif ile b ey an b u y u ru lm u ştu r.
Resulü E krem , Sallallâhü T eaiâ A leyhi Vesellem E fendim iz, eshabı ki-
ram m a istihareyi ta'lim buyururlardı. İstihare nam azını kılm ak m üteazzir
olunca yalnız duasile ik tifa edilir. H addi zatında m eşrû ve hayırlı oîan b ir
şey hakkında yapılacak istihare onun istenilen vakitte yapılıp yapılmam ası
için yapılabilir. Y oksa bizzat o şey hakkında yapılmaz. M uayyen b ir sene-
de hac yapılıp yapılm am ası ve b ir m ütem erridin b ir m ünkerden nehyediüp
edilmem esi gibi, istih are duası, Resulü E krem Efendim izden şu veçhile ri-
vayet o lu n m u ştu r :

(1) Allahümme iniîî es'elüke tevfika ehlilhüda ve âmele ehlil yakîn ve münasahate
dıltîevbeti ve azme ehlissabri ve cidde ehlil' haşyeti ve talebe elîîirrağbsti ve taahhüde
ehlil’ verei* ve irfana ehlü İlmî hattâ ehafuke.
Allahümme imâ es'düke mehafeten tahcüzünî an masiyetike hatta 'mele bita atike
a'melen estehıkku foSıi nzske ve hatta ünasıhake bittevbeti havfen minke ve hattâ uh-
îisa lekea nasihate habben leke ve hattâ etevekkeîe aleyke, fil'ümûri hüsne Mimin bike
Sübhane hâlikm miri

Meali : Ya İlâhî!. Ben senden hidayet ehlinin muvaffakiyetini, yakın erbabının


amellerim, tevbekârlann hulusunu, sabırlı zatların am ini, haşyet sahiplerinin ciddiyetini
rağbet esbabının niyazım, takva ehlinin ibadete çalışmalarını ve ilim sahiplerinin irfanım
diledin. Ta ki senden bihakkın haşyet üzere bulunayım.
Yarabbi!. Ben senden öyle bir havf ve haşyete nailiyet isterim ki, beni sana ma'si-
yette bulanmaktan men etsin. Ta ki senin taatine öyle bir iş işleyeyim kf onunla senin
m a m lâyık olayım , ve ta ki, senden korkmaktan dolayı sana halis bir veçhile tevbe
edeyim, ta ki sana muhabbetten naşi senin için hayırhahlığını! halisane bk veçhile yapa-
yım ve tâ ki her %de sana giizd zannımdaa dolayı zatı ahadlyetine mütevekkil buluna-
yun, ey halikı nur Seni! teşbih ve takdis edeyim.
İL M İH A L İ 191

_> j . ı l i l i} 4 p k J ! t i D-ü ^ d l S£ - > i j t j , d LA«> j *4 I I )

^jîUıa J j (J>9- İ-İA j t ph-S j i JVÎ-'Jİ .VJ_J-1İİ c^'l) i ^ 3 „)-^l

j l j*Lj cjS" jl_j *J> Jjl» je- j j 4İej»«İ4 aU-İ ^ ı5 ^ Jf-W .. ‘ t5 ^ ş


ğ j * ^ } ■&•■ *»-r*»k 4*1 j tS ^ l j f t - { ur j J '•**
•( \ ) .e»!» :ıy —i j :J !&_ f &**■ jçtV tJj^û/ik-.Cft.

(14) (Katil nam azı), şöyle ki: H er nasılsa kısasa, katle m ahkûm olan
b ir müslüman, bu cezanın tatbikinden evvel İM re k 'a t nafile namaz kılarak
tâib ve m üstağfir olmalı, bir takım hayırlı dualarda bulun matadır. Bu namaz,
onun hakkında R ahm eti ilâhiyem n tecellisine vesile olabileceği cihetle müs-
tafisen görülmüştür.
(15) (istiska nam azı), şöyle ki: Y ağm urlar kesikliği zam an müslüman-
îar, y ağm ur duasına ç*kar, kerim olan halik ım ızd an yağm ur yağdırm asını
niyaz ederler. İm am ı A 'zam a göre istiskali an m aksat yalm z duadır, istiğ-
fardır^ bunda cem aatla nam az m esnûn değildir, belki câizdir, nas isterlerse
ayrı a y n namaz kılabilirler. F a k a t im am eyne göre istiska için veüyülem rin
veya nâibinin Cum a nam azı gibi cehren kıraatle iki re k 'a t namaz kıldırm ası
m enduptur. Bu nam azı m üteakip bayram larda olduğu gibi h u tb e okunur,
Hatfb m inbere çıkm az, yerde du ru r; kılıç, ok, veya asâ gibi bir şeye d ay a-
nır, öylece hutbelerini irad eder.
U ç gün birbiri peşine istiska duasına çıkılm ası m üştaiısendir. R ahm et
nüzüiü tehire uğrarsa eski libaslar giyinilerek ve b aşlar öne eğilerek müte-
vaziane bir halde yayan olarak sahraya çıkılır, evvelce tevbeler yenilenir,
fakirlere sadakalar verilir, haksız yere alınm ış şeyler var ise sahiplerine geri
verilir* müslümanlar için m ağfiret istenilir.

(1) Alkisümme! fam es£eMrake bi Smike ve estak'dirüke öikudretike ve es'elü-


ke rain fazlıkei'azSm, fe inneke takdmi ve lâ akdini ve telem i ve k alem ve enteslk-
mal'ğiyûb, Allahümme, in künte talemü ense hâzd emre haydin li fi dini, ve meâşi ve
akıbeti emri ve a'câi emri ve âcfiihi fakdüriıü live yessir huli sümma bârik li öhi. Vein-
kiinte talemü enne hazel’emre şerrim li fs dîni ve meaşi ve akıbeti emri ve a’cfliemri ve
âcllhl fasrüfhü anni vasrifni anhü fakdür İthelhayre haysü kâne sümme ardinî t)2 ıi.

Meali: Ya İlâhî! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayalısını bana bildirmeni
dilerim. Ve kudretin yettiği için ben senden kuvvet ve takat isterim. Ve hayra ermemi
senin büyük, fari ve kereminden niyaz eylerim, çiinkü sen he- şeye kadfeân. Ben isem
kadir değilim ve sen her şeyi bilirsin, halbuki ben bilemem, sen ayıplara da tamamen
âlimsin.
Yarabbi: Sen bilirsin, eğer bu. iş'; benim dinim, yaşayışım, akibeti emrim, dün-
yam ve ahiretim hakkında hayırlı ise bunu bana nasip ve müyesser eyle. Sonra bunda be-
nim için feyiz ve bereket vücuda getir. Ve eğer bu iş, benim dinim, hayatım, akıbeti em-
rin hakkında ve dünyevî «İsevî hususlarımda besim için bir şer ise bunu benden çevir,
beısi de bundan çevir. - Bunan için gönümde bir meyil buakma - ve benim için hayrı
derede ise müyesser et, soma da beni bu mukadder havr ile hoşnut biıyur. Ey kerim olan
Halikım.
192 BÜYÜK İSLAM

Ve İm am ı M uham m ede göre hatip, hu tb e esnasmda libasının d ö rt k ö -


şeli ise aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya, değirm i ise sağını sol tara-
fına, solunu da sağ tarafa getirir ve kaba k a fta n ise içini dışarıya, dışını da
içeriye getirir, o veçhile giyer. Bu sıkıntılı halin tebeddülü için bir tefe'ül
nişanesidir. F a k a t cem aat, libaslarım böyle tersine giyinmezler.
Müslümanlar, yanlarına çocuklarım , ehlî hayvanlar ile onlann yavrula-
rını beraber alırlar. Çocukları, yavrulan bir m üddet analanndan uzaklaş-
tırırlar, bu hazin tarzda zayıflara, ihtiyarlara dualar ettirerek kendileri de
âm în derler.
Velhasıl: Hüzünlü, m ütevaziane, rik k at ve lıuşua karin bir vaziyet ile
Allah Tealâm n rahm et ve inayeti niyaz edilir. Daha sahraya çıkm adan yağ-
m urlar yağm ağa başlarsa b un u n şükrânesi olmak için de yine sahraya çıkar-
lar ki, b u da m enduptur.
Y ağm urlar, lüzum undan ç o k yağm aya başlayınca da bunun kesilm e-
si b aşk a taraflara dönm esi için dua edilm esinde bir beis yoktur.
Yağm ur yağarken ( L»l/ W», !(*♦>!' = Allahüm me sayyiben nafian,
yani: Yarabbi! Bunu hakkım ızda faideli bir yağm ur kıl) denir. Lüzum undan
fazla yağınca da: ( U t } I.*»! = Allahüm me havaleyna ve lâ aley-
na, yani: Y arabbi bunu zarar verm iyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize
yağdırm a) diye dua edilir.
D ua eden, dilerse ellerini y u k an y a kaldm r, dilerse iki şahadet parma-
ğiyle işaret eder. Her duada ellerin iç yüzünü sem aya doğru tutm ak sünnet-
tir.
İşte bu istiska da gafil beşeriyet için bir uyanm a dersi dem ektir. Her
vakit bînihaye rahm etlerine inayetlerine nâil olup durm akta bulunduğum uz
kerîm , rallim olan Allahımızı h iç b ir an unutm am ak ve h er vesile ile ona
m u h taç olduğum uzu anlayarak azam etli dergâhına yönelm ek, niyazda b u -
lunm ak, bizim için bir kulluk borcudur.
Bir kerre düşünelim, vakit vakit bulutlardan topraklarım ıza yağan
o faideli yağm urlar kesilse, bunun neticesi olarak da ırm aklar kurusa, su
cedvelleıi bom boş kalarak yıkılıp gitse, acaba bu suları bize kim tem in ede-
bilecektir?
K aynaklarından daim a fışkırıp duran, hayatım ıza hizm et eden o tatlı,
berrak sulan H ak Tealâ yerlerin dibine geçirse acaba b u n lan bize kim ge-
tirebilecektir.

İşte: ( ^ f5? 1- L-j * f> u e r - 1 ^ ^ ) ( 1 ) ây eti kerim esi


de nazarlarım ızı bu no ktaya celp edip duruyor. A rtık b eşeriyet için gaflet,
h ak tan istiğna, nankörlük asla câiz olmaz.

(1) De ki: Haber veriniz bakalım, eğer suyunuz - bir sabah - çekilip yerlerin al-
tına gitmiş bulunsa size öyle akıp giden - kolaylıkla elde edilen - bu suyu - Allah
Tealâdan başka —kim getirebilecektir?
İL M İH A L İ 193

Resulü Ekrem den bize nakledilen yağm ur duası şudur:

bU !.fö ! .tü »U !c t L . '" M ^ lLu> h -u t b Ljûil )

\jiCLî'Vl. ctLjJİ_5 } jL JIj j>UIj j l . î^lll . . û b UM ^r* LUtf


^ Li ,-^ıt j > l^-JI cJi j y L â-’t j U j j l _j LJ c^,\ IıÜ JiM l
■XJ.

(16) (Küsûf nam azı), şöyle ki: Güneş tutulduğu zam an cum a namazım
kıldıran imam, ezansız ve ikam etsiz olarak en az iki rek 'a t namaz kıldınr ve
h er rek 'a tta fazla m iktar ve İm am ı A 'zam a göre gizlice, im am eyne göre de
cehren k ıraatte bulunur, meselâ: Her rek'atinde bir kere rükû, iki defa
secde eder, nam azdan sonra d a güneş açılıncaya kadar kıbleye doğru ayak-
ta veya nâsa karşı oturarak dua eder. Cem aat da "âm in " der. Böyle bir
imam bulunm azsa, n âs b u namazı kendi hânelerinde tek başlarına kılarlar.
Küsûf nam azını büyük bir camide kılm ak, m escitlerde kılm aktan ef-
daldır. Sahrada d a kılm abilir.
Küsûf nam azlarında îm am ı A 'zam a, İmam M âlik ve İmam Ahm ede
göre h u tb e ira t edilmez. Çünkü Resulü Ekrem Efendim iz, küsûf hâdisesin-
den dolayı nam az kılınmasını, dua edilmesini, sadaka verilmesini tavsiye
buyurm uş, h u tb e okunm asını em retm em iş tir. İmam Şafiî ile İbni Hacere
ve b ir kısım Mulıaddislere göre ise nam azdan sonra h u tb e okunm ası müste-
hap tır.
(17) (H usüf namazı), şöyle ki: Ay tutulduğu zaman Müslümanlann
hanelerinde teker teker b ir halde ve küsûf nam azı suretinde cehren veya
hafiyyen kıraatia iki veya d ö rt re k 'a t nam az kılm aları m endup, miistahsen
bulunm uştur. Bu nam azm cam i'de cem aatla kılınması, İmamı A 'zam a
göre m esnûn değildir, fakat câizdir.

(1) Allahümme!. eskina gaysen mugiseıı hemen merien gadekan mücellilen seyhaıı
âmmen tabeka, Allahümme! eskina!' gayse ve la tec'alna mirse! kanitin. Allahümme;
inne bü'bflâdi vei'ibadi vel’halkı minel' le'vaî veddenki mâlâ neşku illâ ileyk. Allahüm-
me!. enbit lenazzera' ve edirre lenaddara' ve eskma min berekâtissemâ'i ve enbit lena
min berekâtil' arz. Allahümme! inna nesîağ&üke iımeke künte gaffara, feersilîssemae
aleyna midrarâ.

Meali: Yarabbi!. Bize yardım eden, içimize sinen. Bol, faideli, her tarafı kaplayan,
her tarafa akıp giden, her tarafı sulayan umumî bir yağmur ihsan buyur.

İlâhî!. Bizi yağmurla suvar, bizi ümidi erini kesmiş kimselerden etme. Ey Rabbi-
miz! Kollarda, illerde vesair yaradılmış şeylerde öyle bir güçlük, öyle bir darlık var ki
senden başkasına arzedemeyiz.
Ey yüce halîkimiz!. bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi
göğün bereketlerinden suvar, bize yeryüzünün bereketlerinden yetiştir. Ey kerîm ma'bu-
dumuz! Biz senden mağfiret dileriz. Şüphe yok ki sen çok mağfiret edicisin.. Artık bize
semadan bol bol yağmurlar yağdır. Ey gafur, rahim Rabbimiz!
F: 13
194 BÜYÜK İSLAM
* (İm am Şafiî ile İmam A hm et vesair bazı ehli hadis de cem aatle
kılınm asına kail olm uşlardır. İmam M âlike göre ise cem aatla kılınam az.
N âsm geceleyin her taraftan toplanıp bunu cem aatle kılm aları güçtür.)
Ş id d etli rüzgâr, fazla zulm et, geceleyin- fazla ışıklık, yer sarsıntıları,
um um i hastalıklar gibi korkunç hâdiseler zam anında d a küsûf ve h u su f
nam azları gibi nam az kılınması, miistahsendir.
Bu gibi ânzalar, hadiseler, bütün Allah Tealânm k ud retin e hikm etine
azam etine d elâlet eden birer bediadır. ( oU o Vl» .J - /L > âyeti
çelilesi marstukunca bu gibi alâm etler, insanlan k o rk utm ak için , insanları
m asiyetlerden k u rta n p taa t ve istiğfara celb etm ek için vakit vakit vücuda
getirilen k u d ret nişaneleridir. Bunları gören m üstait b ir kim senin ruhunda
b ir havf ve heyecan vücuda gelir, gözlerinin önünde Hak Tealâm n celâl
ve ceberrutu tecelli etm eğe başlar, a rü k o kimse azîm Halikımızın b u mü-
kevvenaü ne kadar m untazam ve mükem mel bir surette yaratm ış olduğunu
anlar, daim a o büyük yaratanın hıfz ve siyanetine m uhtaç b ulu nd u ğu n u id-
rak eder, bu anlayışite o kadim H âlık'm a döner, ona ta'zim için nam az kı-
lar, onun korum asına, inayetine n â iü y e t için dua eder, gafletten uyana-,
uyanık b ir ruha sahip olmak için çalışm ış olur.
Küsûf ve hüsûfun ne gibi m untazam kanunlar dairesinde vücuda gel-
diği m alûm dur. M ütefekkir b ir insan için bu kanunları böyle m u ttarit, mü-
kem m el b ir tarzda vücuda getirm iş olan Hâlıki Zişam düşünm ek en yüksek
bir vazifedir.
K usuf ve h û su f ile nu r ni'm eti zulm ete tebeddül ediyor, iki parlak kü-
renin simasını b ir kesif kasvet kaplıyor, bu hal devam edecek olsa hayatı
varlığım ızda kim bilir ne fec! değişiklikler vücûde gelir. H albuki âlîm ve
hakim olan Sani'i âlem hazretlerinin vaz etm iş olduğu tekvin kanunları bu -
na müsaade etm iyor, bu korkunç hüzün verici hal, az sonra zâil oluyor. O
iki k u d ret m eş'a les, yine olanca revnakile ziyalarım, nurlarım etrafa saçıp
durm aya başlıyor. A rtık bundan dolayı kerîm ve rahim olan Halikımıza
binlerce, yüzbinlerce şükür etsek yine k ulluk vazifem izi yerine getirm iş ola-
mayız.
H içbir kim senin doğm asından veya ölm esinden dolayı ay ile güneşin
tutulm ıyacağını Resulü Ekrem Efendim iz beyan buyurm uşlardır. Ş ö y le ki:
Peygamber Efendim izin m uhterem m ahdum ları İbrahim , b ir b u ç u k y aşın -
da iken hicretin onuncu senesinde vefat etm iş, onun vefatı gününde küsuf
vuku' bulm uştu. Nas, bu masum ço cu ğ u n vefatından dolayı güneşin tu tu l-
m uş olduğuna kaail olmakla N ebiyyi hikm et beyan efendim iz . «n ,31 )
(Jr tfLİV, } diye "buyurm uş tur.

Yani: "Güneş ile ay, şüphe yok ki b ir kim senin ne ölm esinden ve ne de
h ayat bulm asından dolayı tutulm az. Bunların tutu ld u ğ u n u gördüğünüz za-
m an namaz kılınız ve Allahü azim üşşana d u a ediniz." Diğer b ir hadisi şerif-
de de "B unlar Allah Tealâm n âyetlerinden iki â y e ttir" iki — k u d ret ve hik-
m et — alâm etidir diye buyurulm uş tur.
İLM İHALİ 195

Resulü Ekrem Efendim izin m übarek lisanları daim a böyle hakikatlara


tercüm an olm uş, insanlan yanlış düşüncelerden, inanışlardan m en'etm iş-
îir. İslâm iyetin nezih sahası, akla hikm ete uygun olmıyan akidelerden, ha-
reketlerden her veçhile beri bulunm uş tur. A rü k böyle ulvî bir peygambere,
m ukaddes bir dine nâiliyetim izden dolayı ne kadar şükran secdelerine ka-
pansak yine az değil mi dir?. (Sailallâhü tealâ aleyhi vesellem.)

M ekruh Vakitler:

4 04 — Beş vakit vardır ki onlara (evkatı m ekruha) denir.

Birincisi: Güneşin doğm asından bir m ızrak boyu, yani: Beş derece
— ki bizim m em lekete göre kırk ile elli dakika arasında m u h telif b u lunur —
yükselm esine kadar olan vakittir.
İkincisi: Güneşin sem ti re'se gelip tam zeval anında b ulunduğu vakit-
tir.
Üçüncüsü: Güneşin sararm asından, gözleri kam aştırm az b ir hale gel-
diğinden b a ttığ ı zam ana kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecri sadıkın doğm asından güneşin doğacağı zam ana ka-
d ar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi nam azı kılındığından sonra güneşin batm asına kad ar
olan vakittir.

4 0 5 - Evvelki üç k erah at vaktinde ne kazaya kalm ış farz namazlar,


ne vitir gibi vâcip namaz, ne de vaktile hazırlanm ış olan bir cenaze namazı
kılm abilir, ne de evvelce okunm uş bir secde âyetinden dolayı tilâvet sec-
desi yapılabilir. Aksi takdirde iadeleri lâzım gelir.
Bu üç vakitte nâfile namaz da kılınmaz. Ş u kadar var ki kılınacak olsa
m a'alkerahe sahili olup iadesi lâzm ı gelmez. Çünkü bu kerahet, nâfile na-
m azlann sıhhatine m ani' olmaz. Maahaza bu vakitlerden birine rastlayan b ir
nâfile nam azı bozup kerahat vaktinden sonra kaza etm ek efdaldir.
Bu üç vakit, ateşe tapan lan n ib ad et zamanlarıdır. Onlara benzem ekten
kaçınm ak, bir hikm eti diniye icabıdır.
Diğer iki kerah at vaktinde ise yalnız nafile namaz m ekruhtur. Farz
ve vâcip bir namaz m ekruh değildir. Cenaze namazı tilâvet secdesi de m ek-
ruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanılm ış olan bir nâfile namazı, ke-
rah attan kurtulm ası için bozulursa bilâhara kazası lâzım gelir.

4 0 6 - Güneşin gurubu halinde yalnız o günün ikindi nam azı kıhnabi-


lir. F ak at sair bir günün kazaya kalm ış olan ikindi namazı kılınam az. Çünkü
kâm il bir halde vâcip olan bir ibadet, , nâkıs olarak kaza edilemez. Kera-
hat vakti ise ibadetin nâkısiyetine sebeptir.
Güneşin tulûuna m üsadif olan her hangi bir namaz ise fasit olur.
Binaenaleyh bir kimse, daha ikindi nam azım eda etm ekte iken güneş
batsa, namazı fasit olmaz. F ak at sabah namazım kılm akta iken güneş doğ-
196 BÜYÜK İ SLAM

sa nam azı fasit olur. Çünkü birinci takdirde yeni bir namaz vakti girm iş
olur. İkinci takdirde ise namaz vakti çıkm ış, yeni bir nam az vakti girm emiş
olur.

407— Tam zeval anına m üsadif olan bir namaz, farz veya vâcip ise fa-
sit, nafile ise m ekruh olm uş olur. Yalmz im am E bû Y usuftan b ir rivayete
göre Cum a günü zeval vaktinde nâfile namaz kılınm ası câiz, kerah attan beri-
dir. Zeval vuku bulunca, yani güneş b atı cihetine m eyi edince artık bil icma
k erah at vakti çıkm ış olur. Zeval vakti için (102)'nci sahifeye de bakınız.

408— M ekruh oian bir vakitte okunan bir secde âyetinden dolayı o
vakitte secde yapılabilir. F ak at bu secdeî kerah et vaktinden sonraya bırak-
m ak efdaldir. Kezalik: K erahat vakitlerinden birinde hazırlanm ış olan b ir
cenaze namazı, o vakitte kıhnabilir. H a ttâ efdal olan d a b u nam azı tehir et-
m eyip hem en kılm aktır. Çünkü cenazelerde acele etm ek m atluptur.

4 09— Güneşin gurubundan sonra d a daha akşam nam azını kılm adan
nafile nam azı kılm ak m ekruhtur. Zira akşam nam azı te'hire kalm ış olur.
H albuki akşam nam azında acele etm ek, efdaldir.
410 — Cum a günü im am hutbeye ç ık tık ta n veya ikam et getirildikten
sonra da nâfile nam aza b aşlam ak m ekruhtur,

411— İki bayram nam azından evvelce ve bayram hutbeleri esnasm da


ve b u hutbelerden sonra bayram nam azgahında nâfile nam az kılm ak m ek-
ru h olduğu gibi küsuf, istiska ve hac hutbeleri esnasm da da m ekruhtur. Bu
hutbeleri dinlem ek lâzım dır.
4 1 2 — M ekruh olm ayan bir vakitte başlanılm ış olan nâfile b ir namaz,
m eselâ: Sabah nam azının sünneti bozulm uş olsa, ikindi nam azından sonra
guruba kad ar ve fecrin tulûundan sonra, güneşin bir m ızrak boyu yüksel-
m esine kad ar kaza edilemez m ekruhtur.
M aahaza kaza edilse sahîh olur. Sair k erah at vakitleri de böyledir. A n -
cak b u n d an evvelki üç k erah at vakti m üstesnadır. O nların birinde kaza edil-
mesi sahih olmaz. Y eniden kazası icap eder.
4 Î 3 — Güneşin do ğup görünüşüne nazaran b ir veya iki m ızrak boyu
m iktarı yükselince k erah at vakti çıkm ış olur. A rtık istenilen nâfile ve kaza
nam azlan kılm abiür. Bu m ik tan tayin hususunda başkaca basit b ir usul de
vardır. Ş öyle M: Ç eneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakm alı, eğer güneş
u fu k ta n yükselmiş olmasından dolayı görülemezse kerah at vakti çık m ış b u -
lunur. (152 )'nci sahifeye de bakınız !

N am azlarda m ekruh olup olm ayan kıraatler:

4 14— N am azlarda yedi m ütevatir k ıta a tta n herhangi biri iltizam edile
bilir. A ncak acaıb, garip görülecek kıraatlar iltizam edilmem elidir. Çünkü
İ LMİ H AL İ 197

zevkine varamayacak bazı kim selerin günaha girmelerine sebebiyet verilmiş


olabilir.
H anefî imamları, Ebu A nır ile Hafsın Asımdan olan kıraatlanm ihtiyar
etm işlerdir.

4 1 5 - K ur'anı Kerîmi nam azda tertibi vech üzere okum akta bir beis
yoktur. F a k a t m ukim için sünnet olan (mufassal) denilen sûreleri okum ak-
tır. Ş öyle ki: Kıraat m ik tan n d a müsafir için sünnet olan, fatihadan sonra di
lediği sûreyi okum aktır, im am olsun olmasın, m ukim için sünnet olan ise
sabah ve öğle nam azlarında fatihadan som a (Tıvali mufassal) denilen sûre-
lerden, ikindi ile yatsı nam azlarında (Evsatı mufassal) denilen sûrelerden,
akşam nam azlarında da (Kısarı mufassal) denilen sûrelerden bir sûre oku-
m aktır.
"H ücürat" sûresinden "Bürüc" sûresinin sonuna k ad ar olan süreler tı-
valı mufassaldır. "T arık" sûresinden "L em yekün" sûresinin sonuna kadar
olan sûreler, evsaü mufassaldır. Bundan sonraki sureler de kısarı mufassal-
dır. Bu sûrelere "m ufassal” denilm esinin sebebi, b u n lan n biri birinden sıkı
sıkı besmelei şerife ile ayrılm ış bulunm alarıdır.
4 1 6 - Nam azların fatihai şerîfeden sonra bir m iktar daha K ur'am K e-
rim okunm ası icap eden rek'atlarında tam bir sûre okunm ası efdaldir.
M aahaza bir sûrenin bir kısm ı b ir re k 'a tta , m ütebakisi de diğer bir re k 'a tta
okunabilir, bunda kerah at y o ktur.

4 1 7 - N am azın bir rek'âtinde b ir sûrenin ahirini, diğer rek'âtinde de


başka bir sûrenin ahirini okum ak, sahih olan bir kavle göfe m ekruh değil-
dir.

4 1 8 - N am azın bir rek 'âtind e bir sûrenin evvelinden veya ortasından,


diğer rek'âtinde de başk a bir sûrenin evvelinden veya ahirinden okum akta
veya kısa bir sure tilâvet etm ek te kerah at yoktur. F a k a t evlâ olan, bir za-
ru re t bulunm adıkça böyle okum am aktır.

4 1 9 - N am azın bir rek 'atın d a b ir sûre, diğer bir rek 'atın d a da aradaki
iki veya daha ziyade sûre bulunm ak üzere aşağıdan başka bir sûre okunm ası
m ekruh değildir. F a k a t arada bir sûrenin bulunm ası m ekruhtur. M eğer ki
terk edilen bu sûre, evvelce okunan sûreden en az üç ây et m ik tan uzun b u -
lunm uş olsun.
£
4 2 0 - N am azda bir sûrenin b ir âyetinden arada en az iki â y e t b u lu n -
m ak üzere diğer âyetine geçm ek m ekruh değildir. F a k a t evlâ olan, b ir za-
ru re t bulunm adıkça geçm em ektir.
İ
4 2 1 - Bir rek 'a tta iki sûrenin arasını cem etm ekte kerahat yo k tu r. Me-
ğer ki arada bir veya m üteaddit sûre bırakılm ış olsun. M aamafih farz na-.
mazlarda böyle iki sûrenin cem edilmemesi evlâdır.
198 BÜYÜK İSLAM

422— Bir re k 'a tta zaruret hasıl bulunm adıkça bir â y e tten diğer âyete
intikâl = geçm ek, m ekruhtur, velev ki aralarında üç ây et bulunsun. Ş a y e t
böyle bir intikâl, sehven vuku bulur da sonra hatırlanırsa bu âyetler ter-
tiplerine riayet için yeniden sırasile okunur.

4 23 — Namazda bir â y e t y en n d e başka bir â y e t okunsa bakılır: Eğer


tam bir vakf ile vakfedildikten sonra o b aşk a âyete başlanılm ış ise namaz
fasit olmaz: ( OUVi o' ) denildikten sonra ( ^ j i j ') ây eti
çelilesim okum ak gibi.
Ama vakf edilm eyip vasıl edilm iş ise nazar olunur: E ğer m â'n a değiş-
m iş değilse namaz yine fasit olm az: 'İ y ^ r j s
yerine ( ^ J - l ^ } l^ T j l okum ak gibi.
F ak at m â'n a değişm iş ise âm m eyi fukahaya göre namaz fasit olur:
Yukarıdaki âyeti celileyi ( O l jZ f o liL JI M i J-Üi jl)d iy e okum ak
gibi.
4 24 — Bir nam azda bir âyeti celile tekrar edilse, m eselâ bir sûre bir
rek 'a tta iki defa okunsa veya bir sure her iki rek 'a tta kıraat olunsa bakı-
lır: Eğer bu yalnızca kılınan bir nâfile namazı ise m ekruh olmaz. F a k a t farz
namazı ise unutm ak veya başka bir sûre bilm em ek gibi bir özüre m üstenit
olmayınca m ekruh olur.

4 25 — Birinci rek 'a tta ( y/ J» ) sûresi okunsa ikinci rek 'a t-


ta da bu sûrei celilenin okunm ası münasip olur. Çünkütekrar etm ek, m enku-
sen kıraatten ehvendir, şu kadar var ki, hatm ile namaz kılan bir zat, birinci
rek 'a tta m uavvizeteyni okum uş olursa ikinci rek 'a tta F atihadan sonra Ba-
kara sûresinden bir m iktar okur.
426— İkinci rek ’a tta birinci rek 'a tta okunan sûrenin üstündeki sûreyi
okum ak m ekruhtur, m eğer ki kasde m ukarin olmasın. Maamafih okun-
maya başlam ış olunca terk edilmem elidir. Bunun nâfile nam azlarda m ekruh
olmıyacağına kâil olanlar da vardır.

4 2 7 — N am azda süphaneke ile Eûzü ve besm eleyi ve amîn lâfzını ceh-


ren okum ak m ekruhtur.
428— A yakta okunan âyetleri rükû halinde bitirm ek m ekruhtur, oku-
nan âyetleri, sûreleri namaz için d e parm ak ile saymak d a İmamı A 'zam a
göre m ekruhtur. İm am eyne göre ise bu n d a bir beis yoktur.

4 2 9 — N âfile nam azların birinci rek'atlarım ikinci rek 'atlan n d an uzun


kılmak m ekruhtur. M eğer ki Resulü Ekrem Sallallâhü aleyhi vesellem efen-
dim izden kavien veya fî'len bir rivayet bulunsun.
Meselâ bir rivayete göre Nebiyyi Efham efendim iz vitir nam azının b i-
rinci rek’atm da (j e 'J ' ^r-l ) sûresini, ikinci rek 'atın d a(ö ?> < Jllr tt» j»)
sûresini, üçüncü rek'atında da ( j^ .1 J» ) sûresini kıraat buyurm uştur.
İ L Mİ H A L! 199

İmam M uham m edin ih tiy an n a göre yalnız teravih nam azlarında bilinci
rek 'atlar, ikinci rek'aflardan daha uzun olabilir.

4 3 0 — Farz nam azlar ile nâfile nam azlarda ikinci rek'atiarı birinci rek '
atlardan uzun kılm ak m ekruhtur. F a k |t nâfîlelerde üçüncü re k 'a îla n birin-
ci ve ikinci rek'atlardan uzun kılm akta kerah at y ok tu r. Çünkü nâfîleler her
iki re k 'a t b ir ş e f m üstakil bir kısım sayılır.
4 3 1 — Farz nam azlarda ve cem aatla kılm an nam azlarda okunacak â y e t-
ler m ünasebetiyle namaz kılanın ; "Y arabbi. Beni ateşinden sakla" diye is-
tiazede bulunm ası, veya Allah T ealâdan rahm et ve m ağfiret dilemesi m ek-
ru h tu r. Yalmz başına nâfile kılan kim senin bu veçhile du a etm esinde bir
beis görülm em ektedir.

4 3 2 — N am azda sünnet m ik tan k ıraatten sonra b ir hasr = tu tu k lu k vu-


k u ' bulursa hem en rükûa gidilmeli, başka b ir ây ete, sûreye in tik âl edilme-
melidir. F a k a t henüz sünnet veçhile kıraat yapılm am ış ise b u intikâlde
kerahat bulunm az.

4 3 3 — K ur'anı Kerîm, farz nam azlarda teenni ve tedebbür ile harf


b eharf okunm alı, teravih nam azlarında teenni ile sür'at arasında okunm alı,
sair gece nâfile nam azlarda ise sür'atie okunabiîir.Elverir k i m â'nası anla-
şılacak veçhile okunsun, tecvit hatası bulunm asın.
4 3 4 — Nam azda ve nam az dışında cehren k u r'an okunurken m ücerret
sesi tahsin, kıraati tezyin için elhan = negam at ile kıraatte bulunm ak
m üstahsendir. N itekim bir hadisi şerifte : ( jT ^ Î — K ur'anı
Mübini seslerinizle bezeyiniz) buy uru lm u ştu r. Elverir k i bununla m ân a de-
ğişm esin, kelim elerin vaz'ı bozulm asın, harfler uzatılarak bir harf, iki h arf
gibi okunm asın.Bazı kim selerin tepliğ esnasında birer elif ziyadesile :
(jj»| ^ dem eleri bu kabildendir, «y'j® ise üvey baba dem ektir. M â-
na değiştiği cihetle nam azın fesadını m üstelzim olacağından bu gibi elhan-
dan kaçınm ak lâzım dır.
Velhasıl ; E lhan neticesinde k u r'an kelim elerinin m â'naları değişirse
nam az fâsid olur. Yalnız "M ed" ve "L in " denilen harflerde tagayyiir vaki
olup fahiş bir surette bulunm azsa nam az fasit olmaz, fahiş surette olursa
namaz fasit oiur, velev ki m âna değişm esin.( 1 )

Zelletül'kari'ye ait esaslar :


4 3 5 — Bir namaz, içinde vuku bulan b ir k ıraat yanlışlığı ile fasit oiur
mu olmaz mı, meselesi pek mühim dir. Buna d ik k at lâzım dır. K ur'anı kerîm i

(1) Hareketsiz oîan bir ( J ) harfinin üstünde harf, üstün ve bir ( 3 ) harfinin üstün-
deki harf ötüre, ve bir ( ıS ) harfinin üstündeki harf esire okunursa bu ( < > % £ ) harfleri
birer harfi med olmuş olur. { tU-j ) kelimelerinde olduğu gibi, bir
(^S <.')i harfinin üstündeki harf üstün okunursa bu (<J t j ) harflerinden her biri bir harfi
1in bulunur. ( y J . ) ) kelimelerinde olduğu gibi.
200 BÜYÜK İ SLAM

tilâvetteki bir hataya, okuyanın sürçm esine (Zelletül'kari) denir. Bu husus-


taki başlıca esaslar şunlardır.
43 6— K ur'anı m übinin bir kelimesi kasten değiştirilir, m ânada değişir-
se namaz, bilittifak fasit olur. M eğer ki senaya ait olup yerine yine senaya
dair bir lâfız okunm uş olsun. F a k a t böyle b ir cür’e t câiz görülmez.
Amma, sehven değiştirilm iş olunca bakılır : E ğ er okunan lâfzın
misli kur'aııda bulunm az, m ânası da K ur'andaki kelim enin m â'n asm d an
uzak olup aralarında fazla bir ayrılık bulunarak iki m â 'n a beyninde bir mü-
nasebet m evcut olmazsa bununla nam az bilittifak fasit olur ( )
yerine ( jU lti* ) okum ak gibi. M eğer ki okunan lâfız, teşbih,tahm it, veya
zikir olsun.
Nazili K ur’aııda bulunm adığı gibi m â'nası da bulunm ayan b ir lâfız
hakkında da hüküm böyledir. ( j l jî* ) yerine J~' ^ o k u n -
ması gibi.
43 7— Sehven okunan lâfzm misli K ur'anda bu lunduğu ve b u lâfz ile
K ur'andaki kelim enin m ânası fahiş surette tegayyür etm em ekle b eraber
ikisinin m anâsı biri birinden uzak bulund uğ u takdirde İm am ı Â 'zam ile
M uham m ed'e göre namaz fasit olur. Ahvat olan budur. F a k a t İm am Ebû
Y usuf ile sair bazı fukahaya göre fâ sit olmaz. Çünkü b u n d a um um î belva
vardır. Y âni : Bu, um um î bir d erttir, nâsm en çoğ u bundan kurtulam ıyacak
bir haldedir. Binaenaleyh m üftabih olan d a budur.
43 8 — Sehven okunan lâfzm misli K ur'anda bulunm am akla b eraber
bununla m â 'n a değişm iyeeek olsa İm am ı A 'zam ile İm am M uham m ed'e
göre namaz fasit olmaz. Çünkü m â ’na esasdır, en ziyade m â ’na nazara alınır,
fakat İm am E bu Y u su f a göre fasit olur .Zira bu hususta asıl olan, K u r'an -
da nazirinin bulunup bulunm am asıdır. ( ) yerine ( OyL») okunm ası gi-
bi.
Demek oluyor ki, İm am ı A 'zam ile M uham m ed, sehven yanlış okunan
lâfız ile K ur'andaki m â'n am n ziyade tegayyür edip etm em esini nazara al-
ınışlardır. Ş ö yle ki : E ğer m â'n a, ziyadece değişirse namaz fasit olur, ve
illâ olmaz. O kunan lâfzın K ur'anda nazili bulunsun bulunm asın. İm am E bû
Y usuf ise okunan lâfzın K ur'anda nazîri m evcut olup olmamasını esas
tu tm u ştu r. Binaenaleyh eğer K u r'an da nazfri m evcut ise nam az fasit olmaz,
velev ki, m âna, fahiş suretle tegayyür etsin, ve eğer naziri m evcut değilse
namaz fasit olur, velevki m â'n a, fahiş surette tegayyür etm esin.
Y ukarıda (436,437,438) rakam ları ile gösterilen üç esas m ütekaddi-
m în denilen kadîm m üçtehitiere göredir. A şağıdaki esaslar d a m üteahhirin
denilen sonraki fukahaya göredir ki, bu hususta biraz daha vüs’a t gösteril-
m iştir.
4 3 9 — K ur'anı kerim in kıraatinde i ’rab cihetiyle sehven vuku bulan
hata, namazı m u tlâk a bozmaz. Velev ki itikadı, küfri müstelzim olacak k a -
dar m â'n a değiştirilm iş olsun. Çünkü nasm bir ço ğu i'rab m vedhlerini
ayırm aya kadir olamaz. ( ^ > ) nazm ı kerim inde İbrahim 'in
mimini ötür, rabbülhunun besini de üstün okum ak gibi, ( -w ) kelim esinin
besini esire okum ak da böyledir.
İLMİHALİ 201

4 4 0 — Kelim atı K ur'aniyeden şeddesiz bir harfi sehven şeddeli ve


şeddeli bir harfi şeddesiz okum ak, m ed edilecek bir harfi kafir ve kasr edile­
cek bir harfi med etm ek, idğam edilecek harfleri fek ve fek edilecek harfleri
idğam eylem ek namazı ifsat etm ez ( JU ) kelim esini şeddesiz olarak oku-
m ak gibi, Mevziinin gayrinde yapılan imale de namazı bozmaz. p î ) ve-
ya ( â Jl tiSL ) nazm ı şerifini imale ile okum ak gibi.
İnce okunacak bir harfi kalın, kaim okunacak b ir harfi ince okum ak da
bu m esabededir. Çünkü b u hususlarda d a um um î belva vardır.
4 4 1 — K ur'an okunurken mevziinin gayrisinde vakf veya ip tid a vuku
bulsa bakılır : E ğer bununla m â 'n a değişm ezse namaz, bil-icma fasit olmaz,
ve eğer m â'n a değişirse bu n da ih tilâ f vardır. M üftabih olan bununla da na-
mazın fasit olmamasıdır. Am m ei m üteahhirinin kavli budur. Çünkü bunda
da um um î belva vardır, herkes m â'n ay ı bilip ona göre tilâvette bulunam az.
Ve unutm ak, nefes kesilmek gibi sezalard an kurtulam az. Binaenaleyh
( -j! V ) diye vakf edilip sonra ( ^*Vı ) denilse veya diye vakfe-
dilip ba'd eh u ( Z>\ j \ j y - ) diye başlam lsa bununla — m u h tar olan kavle
göre — nam az fasit olmaz.
4 4 2 — K ur’anda bir h arf yerine sehven başka bir harf okunacak olsa
bakılır : E ğer bu iki harfin arasında — k a f ile k â fta olduğu gibi -- m ahreç
yakınlığı var ise veya bunlar ''sin ile sat gibi” bir m ah reçten olup aralarında
ibdal caiz ise bununla namaz fasit olmaz. ( ) yerine ( _,«£>:& ) ve
( ) yerine ( ) okunm ası gibi. ( ) yerine
( ) okunm ası da böyledir. ( ) harfleri biı- m ah reçten olduk-
lan halde aralarında ibdal câiz değildir. Y a'ni : Bunlar b k i birine k âlb edil-
mez.
4 4 3 — İki h a rf arasında m ahreç birliği veya yakınlığı olm adığı halde
um um î belva bulunup b u n lan n aralarım ayırm ak m üşkül bulunsa bunlardan
birinin yerine diğerinin telâffuz edilmesi, fukahadan b ir ç o k zatlara göre
namazı ifsat etm ez. ( <> ) yerine (i) *G>) veya (b) harfinin okunm ası ve
( > ) yerine de ( j ) veya (-k) harfinin telâffuz edilmesi gibi, (u*) ile
( ) ( i ) ile ( o ) harfleri de böyledir. Bir ç o k fukaha adem i fesat ile
fetva verm işlerdir. M eğer ki taam m üden böyle okunsun.
Binaenaleyh : (• « *) yerine { ) veya ( cajÜJlMj) okunm ası
nam azın sıhhatına m âm olmaz. M aahaza bu hususta başk a kaviller de vardır
Bu harflerin aralanın ayırm ağa gücü yetecek kim se için b u n lan n böyle
ibdaline m eydan verm em ek icap eder. Taam m üden böyle okunursa namaz
fasit olur.
44 4— A ralanm külfetsiz olarak ayırm ak kabul olan iki h arften birini
diğeriyle ibdal etm ek, m eselâ u* yerine harfini koym ak, nam azı bili t ü -
fek ifsat eder. ( oli-UU ) yerine ( oU-U*H ) okunm ası gibi ( j ^ \ ) yerine
( o - l «l ) ve ( oJa» ) yerine QS) okum ak da böyledir.

4 4 5 — N am azda K ur'andan bir kelim enin b ir cüz'ü kesilse m eselâ:


( J-l ) yerinde unutmaktan veya nefesin kesilmesinden dolayı yalım
( Jî ) deııiHp ba'dehu ( -w ) denilse veya okunacak bir kelin-e hatıra gel-
202 BÜYÜK İSLAM

m eyip başk a bir kelim eye geçilse, fuk aham n cum huruna göre namaz fasit
olmaz. Yelev ki m â 'n a tegayyiir etm iş olsun. Çünkü u n u tm a ve nefesin k e -
silmesi hususunda zarûret ve um um i belva vardır. H a ttâ ,*&■* ) yerine
nefesin kesilm eânden dolayı ( («ik. ) denilerek rükû'a varılsa namaz
bozulm uş olmaz.
Maahaza namazı, bozacak b ir lâfzın tam am ını okum akla bir cüzünü
okum ak müsavidir. H er iki takdirde nam az fasit olur.
4 4 6 — K ıraat esnasında bir kelim enin son harfi, diğer b ir kelim eye vas-
ledilecek olsa, ammei ulem aya göre namaz fasit olmaz. { J.I ) ve^Jsall’ı)
(/jC l^ n a z m i şerifin ( U ) ve ( J Lkel f!)ı diye okum ak gibi.Şu
kadar var ki b u gibi kelim elerde sekte yapılm am asına dik k at edilmelidir.
Kezalik : ( fn- ' 1 o ^ ) yerinde ( diye vasledüse nam az fa-
sit olmaz.
4 4 7 — K ıraatta sehven bir h a rf ziyade edilecek olsa bakılır ; eğer m âna
değişm ezse namaz fasit olmaz. ( ijVvU-k, ) yerine ( \j\>‘ ) okunm ası
gibi, F ak at m ân a değişirse bir kavle göre namaz fasit olur ; { C ^-J.1 ^ et'i )
yerine ( c J - >1 ei'î } ) okum ak gibi, çünkü b u halde kasem in cevabı kasem
kılınm ış oluyor. M aahaza bununla nam azın fasit olm ayacağına kail olanlar
da vardır.
( j b . ) yerine ( ) ve ( <jLj ) yerine ) okunduğu
takdirde de namaz fasit olur.
4 4 8 — K ur'anı M übin'in kelim elerinden birinin bir harfi sehven noksan
okunsa bakılır : E ğer b u harf, kelim enin usulünden olup m âna değişirse,
İm am ı A ’zam ile im am M uham m ed’e göre nam az fasit olur. ( U* )
yerine ( I<• ) { f ) ve ( Ü**- ) yerine ( Ü* ) okunm ası gibi .5
K ezâlik : Usulden olm am akla beraber h azften dolayı itikadi küfri
m üstelzim olacak b ir m âna husule gelirse yine nam az fasit o lu r.^ r jj\ Uj)
( i yerine ( J - '^ \ j T j ü - Uj ) okunm ası gibi.

F a k a t b u hafz terhîm suretiyle, ya'ni kelim enin son harfini hafz ile olur-
sa namaz fasit olmaz. ( > yerine ( JU \ s £ f ) okum ak gibi.

4 4 9 - N am azda K ur'am n b ir kelimesi veya harfi sehven icaz edilerek


okunm assa bakılır; E ğer m ân a tegayyür etm ezse namaz bozulm az, A )
( U - j !*r yerine ( Ü - . j j A ,) okunm ası g ib i,( u . ij u 1.,)
Nazm ı şerifinde O) yı ve ( «V ) nazm i cehlinde de ikinci
( ) ni okum am ak da böyledir. F a k a t m â'n a tegayyür ederse âm m ei fu-
kahaya göre namaz bozulur; ( ) yerine ( )
okunm ası gibi.
Hafz edilen harf, usulden olm adığı veya usulden olmakla beraber m â-
na tegayyür etm ediği takdirde namaz fasit olmaz. { i»»!/! ) kelime-
sini ha sız okum ak gibi. j y y 5 (t. ^ JU )ok u m ak da böyledir.

4 5 0 - Bir kelim ei K ur'aniye nam azda tekrar edilse bakılır; E ğer bunun-
İ LM İ HAL İ 203

la m ân a değişm ezse namaz fasit olmaz; değişirse bazı fukahaya göre yine
fasit olmaz. Diğer bazılarına göre ise fasit olur, sahih görülen de budlır:
( ) yerine ( yj ) okum ak gibi. Bununla m ânanın değişe-
ceğini bilen kim senin bunu böyle kasten okuması, şüphesiz namazı ifsat
eder. F a k a t m ücerret bir sebkı lisan veya tashihi m ahariç kasdiyle okun-
duğu takdirde nam azın fasit olm ayacağı daha m uvafık görülm ektedir.
Kezâlik: Bir kelim enin bir harfi tekrar edilse bakılır: E ğ er şeddeli bir
harfi izhar kabilinden ise namaz fasit olmaz ( x'j_ , y <) yerinde ( )
okunm ası gibi. F a k a t ( «il.ıi-1 ) yerinde üç lam ile ( <ij| ) okunm ası
kabilinden ise namaz fasit olur.

4 5 1 - Â yetlerdeki kelim elerin harfleri sehven takdim ve tehir edilecek


olsa bakılır: E ğer m ân a değişir ise namaz fasit olur: ( ) ve { )
yerine ( ) ve ( ) okunm ası gibi. F a k a t m âna değişm ezse fa-
sit olmaz: ( ) yerine ( ) okunm ası gibi. M uhtar olan
budur.

452— K ur’anı Kerim in tilâvetinde bir kelim e sehven ziyade edilecek ol-
sa bakılır: E ğer o ziyade edilen kelim e K ur’anda bulunm am akla beraber
m ânayı değiştirm ezse namazı ifsat etm ez. ( ü t_ l )
nazm i kerim in sonuna ( \J S ) kelimesini ilâve gibi.

Ziyade edilen kelime, K ur’anda bulunm am akla b eraber m ânayı değiş-


tirdiği takdirde de hüküm böyledir ( j i- jj j M**-» ) nazm i şeri-
fini ( £_Us } ) diye okum ak gibi. Ş u kadar ki ( ^UT ) kelime-
si K ur’anda bulunm adığı için İm am Ebu Y u su f a göre bununla namaz fasit
olur.
F a k a t ziyade edilen kelime, Kur' anda bulunduğu halde itikadı küfrü
müstelzim olacak derecede m ânayı değiştirirse nam azı bozar. Cj*)

ı**1» â y e ti celilesine salihandan sonra (


kelimesini ilâve etm ek gibi.

453 — K ur'anı M übinin kelim elerinden biri diğerine takdim edilip m â-


na tagayyür etm ezse namaz fasit olmaz. ( jy -/ ) yerine ( A j j J-.T*
okunm ası gibi. F a k a t m ân a tegayyür ederse, ekseri fukahaya göre namaz
fasit olur; J j 'j ) nazmı celilinde cehlm i evvel, ne-
îm i sonra okum ak gibi.

454— K ur'am kerim in iki kelim esi diğer iki kelimesi üzerine sehven
takdim edilse bakılır: E ğer m ân a değişm ezse namaz fasit olm az; çz, )
{ okunm ası gibi: F a k a t m âna değişirse namaz fasit olur;
(j j L , ^ ^ [ 2 % yerine (jy U 'V , okunm ası gibi.

4 5 5 - K ur'anı Kerim de Allah T ealânm isim lerinden birine sehven te'


nis harfi ilâve edilse bir kavle göre namaz fasit olur. Daha sahih görülen di-
204 BÜYÜK İ SLAM

ğer bir kavle göre fasit olmaz. ( 41 j \ VI ) nazmi şerifini


okum akta bu kabildendir.

456— Bir ismin yerine sehven diğer bir isim okunarak onunla nisbet
değişirse bakılır. E ğer m ensubünileyh K ur'anda bulunm azsa namaz, bilâ
h ilâ f fasit olur. ( ) okuması gibi. ( jU d j. u** ) okuııma-
siyle de namaz bozulur. Çünkü Hazreti İsa babasız olarak yaratılm ıştır.
Bu nisbet, K ur'ana m uhaliftir. Ve eğer K ur'anda bulunursa ammei fukahaya
göre namaz fasit olmaz. ' jLa) o ! ^ ) ve ( ^ J . ^-r* ) okun-
m ası gibi.

457— Â yeti rahm eti ây eti azab ile b il'âk is ây eti azabı ây eti rahm et ile
hatm etm ek veya ( ) yerinde ( ) diye oku-
m ak amm ei fukahaya göre namazı ifsat eder. İ m a n Ebu Y u su f tan bir riva-
yete göre ifsat etm ez, diğer sahih görülen rivayete göre ifsat eder. Çünkü Al-
lah T ealâm n haber verdiğinin hilafı haber verilmiş olur.

4 5 8 — ( ı i ) yerinde ( f ) okunsa, mesela ( J i i y t ) yerine


( ) denilse âm m ei fukahaya göre nam az fasit olur. Çünkü b elâ nefyi red,
isbaü tasdik içindir. Naam ise nefyi tasdik dem ektir. Ş ö y le ki: "Ben sizin
rabbiniz değil m iyim ?" sualine "b e lâ " diye cevap verilince m â'n a , "E vet
sen bizim rabbim izsin" dem ek olur. H albuki naam denilince m â'n a , "Evet
sen bizim rabbim iz değilsin" dem ek olur ki, bu bir inkârdır.

45 9 — O kunan lâfız, K ur'anda bulunan halde K ur'andaki kelime ile


aralarında m ânaca yakınlık bulunm azsa bakılır, eğer itikadı küfrü m ucip
şeylerden olursa ammei fukahaya göre namazı ifsat eder. Bu hususta im am
E bu Y usuftan sahih görülen rivayette böyledir. ( ^ ui* L f l/l LuU, Ias* ) ye-
rine ( ) okunm ası gibi.

4 6 0 — Elsegz Peltek olan kimse, ( J ) harfini ( £_ ) veya ( ü ) ya-


h u t ( <S ) olarak telâffuz etse nam azı bozulm az. ( c^Ui o , ) yerine
( tjlUS ) demesi gibi. M aamafih böyle bir kimse için miimkün oldu-
ğ u kadar dilini düzeltm eye çalışm ası lâzım dır. Doğru okuyam adığı harfi
ihtiva etm eyen âyetleri bulup okum alıdır. Böyle b ir kimse, ( )
mesabesindedir. Kendisine güzel K ur'an okuyanların uym aları câiz olmaz.

4 6 1 — ( 4-J-! ) kelimesini ( ) v e y a ( ■uı-üM ) okuyanlar,


veya ( 4 ‘> J* nazm i şerifim ( j *I 41 ^ JT ) diye telâffuz
edenlerde başka türlü okuyam adıkları takdirde peltek hükm ünde bulu-
nurlar.
462— Bir kim se namaz kılarken fahiş b ir h ata ile k ıraatte bulunduk-
tan sonra dönüp sahih su rette kıraat eylese namazı câiz olur.
Dem liyor ki: Bir namaz bir ç o k veçiMerden sahih olduğu halde bir
vecilıten fasit olsa ihtiyaten fesadına hükmedilir. Bundan kıraat hususu müs-
İ L M İ H AL İ 205

tesnadır. Çünkü bu hususta umumi belvâ vardır. Sıhhat ciheti tercih edilir.
M aam afih bu hususta da namazı yeniden kılm ak ih tiy ata daha m uvafıktır.
■»(İmam Şafiîye göre fatihanın gayrisindeki hata, namazı ifsat etmez.
Çünkü ona göre am den olm ayan bir söz, namazı bozmaz. Bu hata ise anide
m ukarin değildir. F atihadaki h ata ile nam azın bozulm ası ise, m ezhebine gö-
re fatihasız nam azın câiz olm am asından dolayıdır) Kıraat bahsine m üracaat

K ur'anı Kerim i öğrenip okum ak ve dinlem ek vazifeleri:

463— Her müslüman için nam azı câiz olacak m iktar K ur'am Kerim den
ezber etm ek bir f a m ayındır. F a tih a sûresiyle diğer bir sûreyi ezber etm ek
de vâcip tir ki, bu n un la farz d a yerine getirilm iş olur. K ur'anı m übinin sair
kısım larını hıfz etm ek de ehli islâm için bir farzı kifayedir.

4 64 — K ur'am Kerimi namaz dışında Mushaf; şen i ten bakarak oku-


m ak, ezber okum aktan efdaldir. Çünkü bu takdirde tilavet ibadetiyle Mus-
hafı şerife naaar ibadeti cemedilm iş olur.

4 6 5 — K ur'anı Âzimi namaz haricinde de kıbleye yönelerek ve güzel


libaslar giyinmiş bulunarak tah aret üzere okum ak m üstehaptır. Evvelinde
"euzü" ile "besm ele"yi okum ak da m üstehaptır.

4 6 6 — K ur'am mübini ayda bir kerre h atm etm ek evlâdır. Senede bir,
kırk günde bir, haftad a bir hatm edilm esini tercih edenler de vardır. Üç gün-
den az bir m üddette hatm edilm esi m üstehap değildir. Çünkü böyle az bir
m üddette okunacak b ir K ur'anı A zîm in yüksek m ânalarım düşünm ek k a -
b il olamaz, tecvidine de belki riayet edilemez.

4 6 7— K ur'am Kerimi dinlem ek bir farzı kifayedir. Maahaza başk a iş-


ler ile u ğraşan kim selerin yanlarında K ur'an âyetlerinin âlenen okunm ası
m uvafık değildir. Bu halde K ur'am zişanı dinlem eyenler değil, okuyanlar
günaha girmiş olurlar.

4 6 8 — K ur'am hakim i tilâvet, nâfile ib ad etten ve cehren okum ak,


hafiyyen okum aktan ve dinlem ek kıraat etm ekden efdaldir. Elverir ki riya-
dan hâli olsun.

469— Bir kimse, yürürken veya b ir iş görürken K ur'anı kerim i okuya-


bilir. Elverir ki bu hal, Kur'anını gafletle okunm asına sebebiyet vermesin.

4 7 0 — Nam az kılınm ası m ekruh olan vakitlerde dua ile, teşbih ile, P e y
gamber Efendim ize salât-ü selâm ile iştigal, K ur'anı kerim i tilâvetten ef-
daldır.
4 7 1 — K ur'am Kerimi güzel sesi ile tecvit dâiresinde okum ak müste-
haptır. N itekim b ir hadisi şerifde: o j î L U } *JU ^ jsC J )
206 BÜYÜK İSLAM

b u y uru lm uştu r. Yâni: Her şeyin bir bezeği vardır, K u r'anın bezeği de güzel
sestir.

F a k a t tecvide m uhalif surette telhin ile, terci' ile, nağm eler ile okum ak
câiz değildir. Kelimeleri tağyir eden b ir lâhn, b ilâ h ilâ f haram dır. L âhn
ile K u r'an okuyan kim seye doğrusunu ih tar etm ek, işiden zat için bir vecî-
bedir. M eğer ki bu yüzden aralarında bir adavet, bir kin zuhura geleceği
biMnsia

472— K ur'anı azlm üşşanı okuyup öğrenm iş olan kimse, bilâhara Mus-
hafı şeriften okuyam ayacak derecede unutacak olsa günahkâr olur.

47 3 — K ur'anı kerim i okum ak gibi başkasına okutm ak da pek büyük


bir ibadettir. Bir hâdîsı şerifde; u * jT /ll ^ ^ ^ ) buyrulm uştur.
Yani: Sizin en faziletliniz, K ur'anı öğrenip b aşkalanna öğreteninizdir. Di-
ğer bir hadisi şerifte de : ( 4 1 wul k s *T,ıM } buyurulm uştur. Ya-
ni: Güzel K ur'an okuyan müslümanlar, cennet elılinin en arif olanlarıdır.
K ur'anı Mübin; m addî, manevî, bedenî ve kalbı hastalıkların bir şifasıdır.
Nitekim : ( *! ,> jî,ı) | ) hadîsi şerifi de bunu bildirm ektedir.

A rtık her müslüman için icap etm ez m i ki, K ur'anı Kerimi bellesin,
onu okum akla şereflensin, b irço k sevaplara nâil olsun!..

Nam azların m ekruhlan:

4 74— Nam azların m ekruhlan,yani: Namaz içinde yapılm ası veya yapıl-
mam ası m ekruh olan şeyler, taîırim i ve tenzihi olmak üzere iki nevidir.
Şöyle ki: Bir vâcibin terkini m utazam m ın olan bir şey, tahrim en m ekruh-
tur. Bir sünnetin terkim m utazam m ın olan bir şey de tenzihen m ekruhtur.
M aamafih tenzihen m ekruh olanlar da ehem m iyetleri ve tahrim en m ekruh
olanlara kurbiyetleri itibariyle m ütefavittirler. Meselâ: Bir sünneti müek-
kedeyi terk etm ek bir vâcibi terk etm ek derecesine yakın bir kerahatı mu-
tazam m m dır. N itekim farzların, yâciplerin m üstehaplann ve b u n lan n zıt-
lan n ın dereceleri de m ütefavittir.
Nam azda m ekruh olup (m ekruhatt salât) diye yad edilen şeylerin baş-
lıcalanm kaydediyoruz. Ş ö yle ki:
( ! ) Nam az kılarken b ir özür bulunm aksızın, yere direğe, duvara veya
asaya dayanm ak m ekruhtur.

(2) Nam azda b ir kerre sağa, bir kerre sola d o ğ ra m eyi etm ek m ekruh-
tur. Çünkü böyle bir hareket, abestir ve h uşua münafidir.

(3) N a n ıa id a özürsüz yere biribiri peşine olm am ak üzere birkaç adım


yürümek mekruhtur. Fdüat görülen bir yılanı, bir akrebi öldürm ek gibi bir
İLMİHALİ 207

özre m ebni atılacak birkaç adım, m ekruh değildir. M aamafih b u n lan öl-
dürmek, biraz yürümeğe ve birkaç kere çarpm ağa m uhtaç olursa bununla
namaz fasit oiur. A ncak bu halde namazı bozm ak için şer'an ru h sat vardır.
Çünkü herhangi bir zararı d e f için namazı bozm ak caizdir. Meselâ bir kim -
seyi ölümden veya bir m ah — velevki kıym eti bir dirhem m iktarında olsun —
zayi olm aktan kurtarm ak için namaz bozulabilir. Bu mal namaz kılana
ait olsun olmasın müsavidir.

(4) Nam azda b it veya pire tutm ak, öldürm ek ve kovalam ak m ekruhtur.
Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırm asından m üteezzi olan bir m usallinin bun-
la n yalnız tu tu p atm asında kerahat yoktur.

(5) N am azda güzel bir şeyi koklam ak veya tükniğü atm ak veya libas
ile bir veya iki kere yelpazelenm ek veya nam azdan evvel veya namaz için-
de bir erkek için kollan dirseklere doğru toplam ak m ekruhtur.

( 6 ) Nam azda kıyanı, rükû ve sucu t hâllerinde elleri bir özür bulunm ak-
sızın m esnûn olan uzuvlar üzerine koym am ak m ekruhtur. Kıyam da elleri
yanlara salıvermek gibi.

(7) N am azda daha dizleri yere koym adan elleri yere koym ak ve sec-
deden kalkarken dizleri ellerden evvel kaldırm ak m ekruhtur. M eğer ki bir
özürden dolayı olsun.

( 8 ) Nam azda yanları yere koyup butları, incikleri yuk any a dikmek
m ekruhtur.
(9) Erkeklerin secde ederken k ollannı tam am iyle yere döşem eleri
m ekruhtur.

(10) Rükû veya secde ederken iftita h tekbirinde olduğu gibi elleri
yu k an y a kaldırm ak m ekruhtur.

(11) Nam az içinde bir özür bulunm aksızın bağdaş kurup veya dizleri
dikip oturm ak m ekruhtur.
( 1 2 ) Rükûda, secdede, kavme iie celsede sükûneti, azanın sakin bir hale
gelmesini terk etm ek ve pek acele rükû ve sücût eder olm ak m ekruhtur.

(13) N am azda gerinm ek veya esnem ek ve el ile ağzı kapam ak m ekruh-


tur. Çünkü gerinm ek, bir gaflet ve atalet eseridir. Esnem ek de b ir rehavet
nişanesidir. M eğer ki esnem ek halinde ağzı yum m aya kudret bulunmasın.
O halde namaz içinde sağ elin arkasiyle, namaz dışında da sol elin arkası ile
ağız kapatılm alıdır
(14) N am azda bir zaruret bulunm aksızın b il'ihtiy ar öksürm ek m ekruh-
tur. öksürüğü mümkün olduğu kadar giderm ek edebe riayet bakım ından
pek güzeldir.
208 BÜYÜK İ SLAM

(15) Nam azda sesi işitilm iyeeek derecede üfiirmek m ekruhtur. Bu hal-
de en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa namaz fasit olur.

(16) Namaz içinde verilen selâm ı el veya baş işaretiyle almak m ekruh-
tur.

(17) N am azda okum aya m ân i oim ıyacak m il:tarda ağıza altın, gü-
müş, inci gibi erimez bir şey alm ak m ekruhtur. Bunlar okum aya m âni olur-
sa namaz fasit olur. N itekim eriyen şeyler de böyledir.

(18) N am azda dişlerin arasında n o h u t tanesinden küçük bulunan bir


yem ek parçasını yutm ak m ekruhtur. N o h u t tanesinden büyük olursa nam a-
zı bozar. N o h u t m ikdan d a esahh olan kavle göre namazı ifsat eder.

(19) M ubah bir taam hazır olduğu halde nam aza başlam ak m ekruh-
tur. M eğer ki vaktin çıkm asından korkulsun. Bu taam a gerek iştih a m evcut
olsun ve gerek olmasın müsavidir.

(20) N am azda gözleri yum m ak veya gözler ile gök tarafına veya sağa,
sola bakm ak veya bir tarafa bo yu n ile dönüp bakıverin ek m ekruhtur. Gö-
riinülmesi câiz olm ayan bir şeyi görm em ek için veya kem ali huşudan, haş-
yetül’lâ h ta n husule - gelen bir h â le tte n veya ağyardan nazarı kesip Hak
Tealânm canibi akdesine teveccüh kasdm dan dolayı gözleri yum m akta ke-
rahat yoktur. Bir hacet anında göz ucu ile bakm akta da kerahat yoktur.

(21) N am azda iki elin parm aklarım birbirine çatm ak, parm ak ç ıtla t-
m ak veya çıtlayacak surette sıkjvermek ve elleri böğrüne koym ak m ekruh-
tur.

(22) N am azda daha selâm verm eden terleri veya yüze dokunm uş olan
to p rak lan silmek m ekruhtur. M eğer ki bu silmek, bir zararı d e f veya bir
fâideyi celp için olsun. Göze girip zahm et veren bir teri giderm ek gibi.

(23) Rükû halinde sünnet veçhiyle olan vaziyete m uhalif b ir surette


başı yukarı tu tm ak veya aşağıya indirm ek ve im am dan evvel rükûa veya
secdeye gitm ek ve ondan evvel rükûdan veya secdeden baş kaldırm ak m ek-
ru h tu r. F ak at im am daha rükû veya secdeye gitm eden m uktedi, rükûa veya
secdeye gidip başını kaldırsa namazı fasit olur. M eğer ki daha im am selâm
verm eden bu riikûü veya secdeyi im am iie veya ondan sonra iade etsin.

(24) Rükûda veya secdede teşbihleri terketm ek veya üçten az okum ak


m ekruhtur.

(25) Kıyam dan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyam a in tik âl hak
!erinde m eşru olan tekbirleri, zikirleri bu in tik âl hallerinden sonra okum ak
İLMİHALİ 209

m ekruhtur. Kıyam dan rükûa vardıktan sonra ( / I ^ ) dem ek ve


rükûdan kıyam a tam avdetten sonra («-w ^ <#' £ — ) dem ek gibi. Bu su-
retle bu zikirlerin mahalli fevt edilmiş olur.

(26) Kırda namaz kılarken çakıl taşlanın elile düzeltm ek m ekruhtur.


Meğer ki üzerinde secde etm ek kabil olmasın. Bu halde bir iki d e f a düzelt-
m ek câiz olur.

(27) Başkasının yerinde rızası olmaksızın kılınan namaz m ekruhtur.


Bir kavle göre böyle bir y er bir müslümana ait olııp ekilm em iş ise üzerinde
nam az kılm akta kerahat yokîıır.

(28) Bir kimse, başkasına ait bir yer ile am m eye ait yoldan bir y er üze-
rinde namaz kılm ak m ecburiyetinde kalsa bakılır; E ğer şahsa ait yer, ekil-
m iş veya bir gayri müslime a it b ulunm uş ise o yol üzerinde kılm ası evlâ-
dır. Gayri m üslimin bu nam aza razı olm ayacağı m alûm dur.

(29) Namazı hatırı işgal,huşu'u ihlâl edecek şeylerin m evcut bulundu-


ğu bir yerde kılm ak m ekruhtur. Zinete'lehv ve leabe m üteallik şeylerin bu-
lu nduğ u yer gibi. H atta m escitlerde çalınm aları melhuz ise ayakkaplarını
arka tarafa bırakm ak da huzuru ihlâl edeceğinden m ekruh sayılm ıştır.

(30) Y anm akta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala k arşı nam az
kılm ak m ekruhtur. Muma, kandile, lâm baya k arşı namaz kılm ak ise m ekruh
değildir.
Kezâlik: Asılı bulunan M ushafı ş e rife veya bir kılıca karşı namaz kıl-
m ak da m ekruh değildir. Çünkü bunlara hiç bir kim se tarafından tapılma-
m ıştır.

(31) Bir insanın yüzüne karşı b ilâ hail namaz kılm ak m ekruhtur. F a -
k at bir insanın arkasına karşı namaz kılm ak m ekruh değildir. M eğer ki b u ,
insanın, konuşm asından dolayı şaşırm ak m elhuz olsun.

(32) Tem iz olm ayan şeylere karşı ve tem iz olm ayan şeyler kurbünde
nam az kılm ak m ekruhtur. Bunlar namaz hakkındaki ihtiram a münafidir.
Kabristanda, yol ortasında, ham am da, hayvan boğazlanan yerlerde namaz
kılm ak bu kabildendir. M eğer ki kabristanda veya ham am gibi bir yerde na-
maz için bir mevzi tayin edilm iş olsun.

(33) Nam azda b ir hacet bulunm aksızın bir çocuğu veya kendisini m eş-
gul edecek herhangi bir şeyi yüklenm ek m ekruhtur.

(34) H elâya gitm ek sıkıntısı bulunduğu halde nam aza başlam ak m ek-
ruhtur. H a ttâ namaz esnasında böyle fazla b ir sıkıntı görülüp kalbi meşgul
edeceği takdirde, vakit müsait ise nam azı bırakm alı, sıkıntıyı giderdikten
_ - F : 14
210 BÜYÜK İSLÂM

sonra abdest alıp tekrar nam aza başlam alıdır ki namaz, kalb huzuriyle ve
kemali veçhile kılınm ış olabilsin. Aksi takdirde namaz, sahih olsa da sahibi
isaette bulunm uş, günaha girmiş olur.

(35) Nam azın sıhhatm a m âni olmayacak m iktar az bulunan bir necase-
tin libasta, bedende veya namaz yerinde bulunm ası m ekruhtur.

(36) Nam azda kirli, ev işleri sırasında giyilen libasları giymek, m ekruh-
tur. Çünkü nam azda temiz, ziynetten sayılır libasların giyinilmesi emir olun-
m uştur. M eğer ki başka libas bulunmasın.

(37) Namazda bir özre mebni olmaksızın libası giyinm eyip om uzlar
üzerine alarak etrafını salıvermek m ekruhtur.

(38) Nam azda elleri çıkaracak bir aralık bırakm aksızın ihram gibi bir
şeyin içine bürünmüş bulunm ak m ekruhtur.

(39) Bir özürden dolayı olm adıkça yalnız bir libas ile m eselâ yalnız bir
entari ile namaz kılm ak m ekruhtur. Erkeklerin sıcak yerlerde göm lek giy-
m eyip yalnız şalvar ile namaz kılm aları da böyle m ekruhtur.

(40) Erkeklerin namazı bir zaruret bulunm aksızın ipek libaslar ile kıl-
maları m ekruhtur. Kerahiyet ve istihsan kısmına müracaat.

(41) Elbiseyi topraktan veya diz etm ekten korum ak için rükûa veya sec-
deye varırken yavaşça;: ameli kalil ile y u kanya çekm ek m ekruhtur.

(42) Namazı gasp edilm iş bir libas ile kılm ak m ekruhtur. Velev ki baş-
ka libas bulunmasın. Çünkü başkasının m alından izni olmaksızın istifade e t-
m ek caiz değildir.

(43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye bütün saçlarını ar-
ka taraflarına bir kordela veya saire ile toplam ış bulunm aları m ekruhtur.

(44) Erkeklerin uzatm ış olduklan saçlarını kadınlar gibi toplayıp baş-


lan n ın üzerinde bağlam ış veya başlarının etrafına sarmış olduklan halde
namaz kılmaları m ekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde kasden yapıl-
ması ise, ameli kesir olacağından namazı ifsat eder

(45) Namaz içinde az bir amel ile üzerinden bir libası çıkarm ak, veya
başındaki sanğı açm ak veya böyle bir şeyi giyinmek veya başına sannak
m ekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir amel ile yapılırsa namaz fasit olur.
N am azda libas ile veya cesetten bir şey ile beyhude yere oynam ak da m ek-
ru h tur.
İLMİHALİ 2U

(46) N am azda başın etrafına m endil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık
bırakm ak m ekruhtur.
*
(47) N am azda tekâsülden, teiıâvünden dolayı başı açık bulundurm ak
m ekruhtur. Tekâsülden m aksat, baş örtm eyi bir ağırlık saym aktır. Tehâ-
vünden m aksat da nam azda baş örtm eyi m ühim bir şey saym am aktır. Hal-
buki bu bir sünnettir. Böyle olm ayıp da bir özürden dolayı olursa başın açık
bulunm asında bir kerahet yoktur. M ücerret sıcaktan veya hafifletm eden
dolayı başı açık bırakm ak ise m ekruh görülm üştür, bu bir özür sayılmaz.

Bir d e nam azda tezellül ve huşû m aksadiyle başı açık bırakm akta "b ir
beis y o k tu r" denilm iştir Maamafih deniliyor ki: Tezellül ve huşû, b ir em ri
kalbidir, o halde kalben "tezellül ve h u şû " da bulunup başı örtm ek evlâdır.
Vakıa "tezellül ve huşû m aksadiyle başı açık bırakm ak kalbdeki tezellül
ve huşûu n b ir harici alâm etidir. Bu cihetle m üstahsendir" diyenler de
vardır. Ş u kadar var ki nam aza başlarken m ücerret tezellül ve h u şû m aksa-
diyle başlarını açık bırakacak, uyanık zatlar, pek az bulunur.

Ş u n u da ilâve edelim ki: Biz nam azlarım ızı Resulü E kıem Efendim izin
kılm ış olduğu veçhle kılm akla m em uruz. N itekim ( IT’,l>U Hadisi
şerifi b u nu natıktır. N ebiyyi zişan efendim iz ise nam azlarını m übarek baş-
ları örtülü olarak kılm ışlardır. Bu bir â d e t işi değildir. Belki nam azda Pey-
gam berim izin sünneti fi'liyelerine ittiba, ve başkalarına teşebbühten tevak-
ki mes'elesidir. İhram da başların açık bulunm ası b aşk a bir hikm ete m ehili-
dir, o bir m ah şer hayatından num unedir. Nam az b u n a kıyas edilemez. İba-
detlerde kıyas cereyan etm ez. A rtık şüphe yok ki h a k ik î'b ir özür bulun-
m adıkça nam azda başı güzel ve secdeye gayıı m âni' b ir serpuş ile örtm ek
efdaldir. H a ttâ secde esnasında b aştan düşen-serpuşu başa iade etm ek efdal
görülmüştür. Meğer ki iadesi, ameli Kesire m u h taç bulunsun.
Bu baptaki m ekruhiyet ve efdaliyet, erkeklere göredir. Kadınlara göre
ise başlarının nam azda örtülü obuası herhalde lâzım dır. A çık bulunm ası;
nam azlarını bozar, sıhhatm a m ân i olur.
Bu m es'ele, d in î kitaplarım ızın bir ço ğ u n d a ye ezcümle Bahri ıaik ile
R edül'm uhtarda m ufassalan yazılm ıştır.

(48) Nam az kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafın-
da veya kendisine yakın olmasa da sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar-
veya tavan üzerine yapılm ış veya asılmış mücessem veya mürtesem canlı
m ahluk tasvirinin bulunm ası m ekruhtur. A rka cihetinde bulunm ası da az-
lıer olan m ek ruh tu r. F a k a t bunun keraİıati binnisbe azdır.

Nam az kılanın ayakları altında veya o tu rd u ğ u yerde bulunan veya kar-


şıdan uzuvları seç iiemiyecek derecede küçük olan veyâ başları kesilmiş
veya yüzleri büsbütün silinmiş veya bir ip ile örtülüp m ahvedilm iş olan bir
suretin bulunm ası namaz bakım ından kerahati m üstelzim değildir. «
212 BÜYÜK İ SLAM

Kezâlik: Kese, cüzdan gibi şeyler içindeki paralar üzerinde küçükçe


m ürtesem bulunan veya bir uzuvda döğm e suretiyle resm edilip libas ile ör-
tülen veya yüzük taşm a nakşedilip belirsiz bir halde duran suretler nama-
zın kerahatini istilzam etm ez.

Zîruha ait olm ayan tasvirlerde de kerahat yoktur. Ağaç, bina, ay, gü-
neş tasvirleri bu cümledendir. Çünkü b u n lan n tim saline taabbüt edilm em iş-
tir. Meğer ki namaz kılanın zihnini m eşgul kılacak bir vaziyette bulunsun-
lar.
Bir de k u ştan daha küçük olan tim sal veya bir yerde bulunduğu halde
ayaktan bakılınca uzuvlarının tefasılı belirsiz olan resim, namaz kılanın ya-
nında bulunsa kerahati müstelzim olmaz.

(49) Üzerinde zîruh suretleri bulunan bir libas ile namaz kılınması ve
zîruha ait bir suret üzerinde secde edilmesi m ekruhtur. F ak at böyle bir li-
basın üzerine başka bir libas giyilirse onunla namaz kılınm asında kerahat
bulunm az.

Bir de yere serili olup üzerinde böyle suretler bulunan bir serginin suret-
ten hali olan kısm ında namaz kılınması secde edilmesi m ekruh değildir.
M alöm dur ki: Ö teden beri b irçok kavimler, vahdaniyeti İlâhiye akide-
sini bırakıp şirke düşmüş, m uhayyel, canlı m abudlarının resimlerini heykel-
lerini yaparak onlara tapınm akta, tâ'zim gösterm ekte bulunm uş, m abed-
lerini onlar ile doldurm uşlar.

Bugün m addeten pek yüksek görülen bir nice m illetler de hâlâ kendi-
lerini böyle putlara tapınm aktan kurtaram ıyorlar.
Dini islâm ise insanlara tevhid akidesini tebliğ ve talim etm iş, m üşrik
kavimlerin bu putperestâne hallerini pek ziyade takbih eylem iştir. Artık
kadîm , hakîm bir m abudun varlığına kani' ve yalnız ona ibadetle m ubahi
olan islâm m illetinin bu putperestlere karşı bir m uhalefet nişanesi göster-
mesi lâzım dır. V ahdaniyeti ilâlıiyye akidesini daim a tecelli ettirm ek için
m abedlerini, na-naz kılacakları yerleri bu gibi taklit ve ta'zım i işrab edecek
şeylerden beri bulundurm aları bir vecîbedir.
Vakıa hiçbir müslümanın bu gibi tasvirlere, heykellere tapınm ak hatı-
rından geçmez. F ak at şu putperest m illetlere karşı bir m uhalefet eseri gös-
term ek, ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden nam azgâhım ızı beri bu-
lundurm ak dinim izin yüksek hikm etleri m uktezasıdır.

(50) M ekruh olan nam azların bir kısmı imamet ve cemaat bahsinde,
bir kısmı da kıraat ve evkatı salât bahsinde ve sair m ebhaslerde bil'm una-
sebe geçm iştir.

(51) Sehve m üstenit ve sehv secdelerini müstelzim olmaksızın kerahati


tahrim iye ile eda olunan nam azların iade edilmesi vâcibdir. Fatihai şerife
yerine kasden başka ây eti celîle okunarak kılınan namatz gibi. v>
İ LM İH A L İ 213

M uhtar olan kavle göre kerahate m ukariıı olan evvelki namaz ile farz ve
^ . . .
saire eda edilmiş, iadeten kılınan namaz da bir m ükemmil m esabesinde bu-
lunm uş olur.

Namazı bozup bozm ayan şeyler:

4 7 5— Fesat, bozulm a, ifsatta bozm a dem ektir. M ukabilleri salah<= sıh-


hat ile İslahtır. İbadetlerde fesat ile butlan birdir. F asit olan bir ibadete ba-
tıl da denir. Bir şeyi bozan, salâh dairesinden çıkaran sıhhattaıı m ahrum bı-
rakan şey'e de "M üfsit" denir. C em 'ine de: "M üfsidat" denir.

Bir nam az; şartlarından veya rükünlerinden biri bulunm adığı takdirde
fasit olacağı gibi bu şartlar ve rükünler dairesinde başlanıldıktan sonra bazı
şeylere m ukarenetinden dolayı da fasit olabilir.N am azı böyle ifsat eden şey-
lere "M üfsidatı salât" adı verilir. B unların bir kısmı evvelce bil'm ünasebe
yazılm ıştır.
Biz burada şerait ve erk ân ı dahilinde başlanılm ış bir namazı ifsat ede-
cek şeylerin başlıcalanm kayd edeceğiz. Şöyle ki:

(1) N am azda velev iki harften ibaret olsun, söyleyenin işideceği dere-
cede nam aza müıiafi bir söz söylem ek namazı bozar. Bu hususta kast ile
sehv, unutm ak ile uyuklam a ve hata halleri müsavidir.
(2) Bir hastalıktan veya bir m alın veya arkadaşın ziyaı gibi bir m usibet-
ten dolayı harfler hasıl olacak halde, sesle ağlam ak veya "ah, uh, eh ” diye
eninde, teevvühde bulunm ak, yah u t bir toza üflem ek veya bir şeyden bez-
ginlik gösterm ek için "uf, tu h " dem ek nam azı bozar.
Allah Tealânm korkusundan veya cenneti, cehennem i hatırlam aktan
dolayı ağlam ak, ah ve eninde bulunm ak ise namazı bozmaz. K endi nefsini
zapt edem iyecek derecede şiddetli hastalıktan münbais bir ah ve enin de
namazı ifsat etmez.

(3) C em aattan biri, im am ın okuduğu K ur'am Kerim h o şu n a giderek


ağlasa veya "E v et" dese bakılır: E ğer bu, bir hu şû eseri ise namazı bozul-
maz. F a k a t m ücerret nağm enin güzelliğinden istilzâz eseri ise bozulur.

(4) Bir özürer sahih bir garaza m üstenit olmaksızın tenahnuhte bulun-
m ak ya'ni: " e h " diye boğazı tahrik etm ek, namazı bozar. F a k a t tekellüf-
süz olarak tab iattan n eş'et eden bir tenahnuh; bir özür teşkil ettiğ in d en na-
mazı bozm ayacağı gibi savtı islâh ve güzelleştirm ek için veya nam azda b u -
lunduğunu bildirm ek için veya kendi im am ının bir kıraat hatasını düzelt-
mek için yapılan bir tenahnuhte, sahih bir garaza dayandığından - sahih
olan kavle göre — namazı ifsat etmez.

(5) A ksıran kimseye namazda, "Y erham ükellah" denilmesi veya b aş-
kasının "R ahim ekeflah" demesi üzerine nam azda "A m in" denilmesi,
214 BÜYÜ K İSLAM

nam azı bozar, am a aksıranm kendi nefsine k arşı "Yerham ükeUah" demesi,
namazı bozmaz.
Kezâlik: Aksıran kim seye ham d etm esini hatırlatm ak için m am azda
"Elham dü M â lı" denilmesi, esahh olan kavle göre nam azı bozm az. Çünkü
bunun bu hususta cevap olması m ütearef değildir, b u yalnız bir zikirden iba-
ret kalm ış olur.

( 6 ) Nam azda "A llah" ism i celHi işitilm ekle "Ceile celâlüh) denilse ve-
ya nebiyyi ekıem efendim izin ismi şerifi işitilm ekle "Sallallahü aleyhi ve-
sellem" denilse bakılır: E ğer bununla b ir cevap kastedilm iş ise namaz fasit
olur. F a k a t m ücerret bir senâ' bir salât kastedilm iş ise fasit olmaz. Çünkü,
bu, namaza münafi olm ayan bir zikir olm uş olur.

(7) N am azda vukubulan şeytanî bir vesveseden dolayı öj>^ j


« iıV VI denilse bakılır: E ger bu vesvese, uhrevî bir şey hakkında ise
namaz fasit olmaz. F a k a t dünyevî bir şey hakkında ise fasit olur. Çünkü ves-
vese bir elemdir. Bu halde dünyevî bir elem den dolayı bu "lâhavle" sözü
söylenilm iş olur.

( 8 ) Nam az kılan, kendisini çağıran veya içeriye girm ek için müsaade


isteyen bir kimseye nam azda bulun d u ğ u n u anlatm ak için "Elham dü lillâh "
veya "Sübhanaliah" dese veya okuy u şu n u aşik âr yapsa bununla namazı fa-
sit olmaz.

(9) K ur'anı kerim de veya hadîsi şerifte bulunan bir duayı namaz için-
de okum ak, namazı bozmaz. N am azda "Allahüm m e ekrim ni” "Allahüm m e
en'im aleyye" "A llahüm m e aslih em ri" ''A liahiim m erzukni f afiyete" "Al-
lahümmagfirli velivâlideyye ve lilmü’m inine ve l’m üm inat" denilmesi gibi.
F akat: "Allahüm m egfirliam m î” "Allalıüm m agfir lihalî1’ gibi bir dua, namazı
ifsat eder. Çünkü böyle bir dua K ur’anda ve hadîste m evcut değildir.
(10) N am azda nâsm lâkırdılarına benzer bir tarzda dua edilmesi ve
halk tan istenilm esi m uhal bulunm ayan bir şeyin H ak T ealâdan istenilmesi,
nam azı bozar: "Allahüm m e a t’im nî lahm en", "Allahüm m akzi deynî"
"A llahüm m erzuknî zevceten" diye dua edilmesi gibi.
(11) Nam azda b ir kimseye lisanen selâm verm ek veya başkasının se-
lâm ını lisan ile alm ak veya m usafeha suretiyle selâm laşm ak, namazı bozar.
Velev ki, "A leykiim " denilmesin, velev ki selâm sehven alınm ış olsun.
(12) N am azda el ile veya baş ile selâm reddedilse veya sorulan veya is-
tenilen bir şey için baş ile, göz ile veya kaş ile işarette bulunulsa namaz
bozulm az. F a k a t b k namaz kılana: "ile ri git" veya: "yanında namaz kılacak
kimseye yer ver" denilip o da bu emre binaen h arek ette bulunsa namazı
bozulur. Çünkü iıamaz içinde Allah T ealâdan başkasının enirine im tisal
etm iş olur. Am m a kendi kendisine biraz çekilerek saffa sokulacak kimseye
y er vermesi namazı ifsat etmez.
İLMİHALİ 215

(13) Ameli kesir, namazı bozar, ameli kaîîl bozm az. Ş öyle ki: Namaza
ve namazı İslaha ait olm ayan ve ameli kesîr sayılan her hareket namazı ifsat
eder. Ameli kesil- odur ki, onun failini h ariçten gören, onun nam azda olma-
dığından şekketm ez. M ukabili ameli kalîldir ki, sahibini gören, onun na-
mazda olup olm adığında şekkeder.
Mesela: Bir namaz kılan, yerden bir taş alarak kuşa veya emsaline ata-
cak olsa namazı bozulur. Çünkü bu hareketi bir ameli kesirdir. F a k a t ya-
nında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa bozulm az. Zira b u bir ameli ka-
ilidir. Ş u kadar var ki namaz içinde başk a bir şey ile uğraşm ış olacağından
dolayı isâette bulunm uş olur.

(14) Bir kimse nam azda kendi im am ından başka bir zatın okuduğu
K ur'andaki yanlışlığı düzeltse, kaldığı yeri açsa namazı bozulur. Çünkü bu,
bir talim ve taallüm sayılır. Talim ve taallüm ise bir ameli kesirdir. F a k a t
kıraat kasdiyle okuyup da bunun neticesinde o zat için feth hasıl olsa nam a-
zı bozulmaz.
Kezâlik: Kendi imamı hakkında feth te bulunsa namazı bozulm az. Ve-
lev ki imam, namaz câiz olacak m iktar kıraatte bulunm uş olsun. Çünkü
bunlar aynı namazı islâha aittiıv Halbuki bir musalli, kendisiyle beraber ay-
nı nam azda bulunm ayan bir kim senin fethini alırsa namazı fasit olur. Çün-
kü bu, bir taallüm sayılır.

(15) Bir kimse nam azda vücudunu bir kere veya m uttasıl iki kere ve-
y a başka başka rek ’atlerde birer, ikişer kere kaşısa nam azı bozulm az. F a -
k a t bir rek 'a tte birbiri ardınca üç d e f a kaşısa bozulur. Ş u kadar ki bir
uzvunu elini tekrar kaldırm adan birkaç def'a kaşım ası bir d e f a kaşım a sa-
yılır.

(16) N am azda özürsüz yere birbiri ardınca hiç durm adan en az üç adım
atm ak, namazı bozar. Kezalik: Bir şahsın çarpm ası üzerine namaz kılm an
yerden bilâ ihtiyar üç adrnı kadar yürümek de namazı ifsat eder. Nam az kılı-
nan yerden tu tu lu p çıkarılm ak takdirinde de hüküm böyledir.

(17) N am azda m ükerrer def'a olmaksızın bir el ile baştan sanğı veya
serpuşu kaldırıp yere k oym ak veya bunları yerden kaldırıp başa koym ak,
namazı bozmaz. F a k a t bunları yerden kaldırıp başa konulm ası, ameli kesi-
re m u h taç olursa namazı bozar.

(18) Nam azı kılanın bir kim seye bir el veya bir kam çı ile vurması,
nam azı bozar. Çünkü bu, bir ameli kesirdir. F ak at hayvan üzerinde namaz
kılanın bu hayvana m ütevaliyen üç d e f a vurması, nam azım bozarsa da bir
veya iki d e f a vurması bozmaz. Esahh olan kavil, budur.
Kezalik: Hayvanın yürümesi için bir ayağı iki kerre tahrik etm ek, na-
mazı bozmaz. F ak at iki ayağı tahrik etm ek bozar.îki ayak iki el mesabesin-
de bulunm uş olur.
216 BÜYÜK İ SLAM

(19) Nam azda iken hayvana binm ek, namazı bozar, hayvandan inm ek
bozmaz.

(20) Namaz içinde biı- ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar.
F ak at ayakkaplarım ayaktan kolayca çıkarıverm ek, namazı bozmaz.

(21) Bir kimse, nam azda sehven veya âm den az ç o k bir şey, m eselâ
bir tane oıığday yese veya bir katre su içse veya gözüne sürme çekse veya
bedeninden bir uzvuna veya saçlarına bir yağ sürse veya başının veya saka-
lının tüylerini taraşa veya örse namazı fasit olur. Çünkü bunlar, birer ameli
kesirdir. F a k a t bir elinde bulunan bir yağı veya em salini diğer eline alm ak-
sızın başına veya başka bir uzvuna sürse bununla namazı fasit olmaz. Zira,
bu bir ameli kalîldir.

(22) Nam azda ço cu ğ u alıp süt vermek, namazı bozar. Ç ocuk namaz
kılm akta bulunan b k kadının m em esini kendi kendine tu tu p em ecek olsa
bakılır. E ğer süt çıkm aksızın bir iki d e f a em m iş olursa namaz bozulm az.
F a k a t süt çıkarsa veya süt çıkm aksızın iki d e fa d a n ziyade emerse namaz
fasit olur.

(23) Nam az içinde bulunan bir erkeğin namazı, kendisini zevcesinin


öpm esile veya okşam asile bozulm az. M eğer ki o erkeğin şehveti, husule
gelsin. F ak at bir kadının namazı, kendisini kocasının şehvetle mess etm esile
veya şehvetle olsun, olmasın öpmesile bozulur. Çünkü cinsî m ükarenet
hususunda kocanın faaliyeti asildir.

(24) Bir kimse, nam azda iken gözüne d okunan bir kitaba yalnız bak-
sa veyahut ne yazılm ış olduğunu anlam ak için şöyle bir bakacak olsa -
sahüı olan bir kavle göre — namazı fasit olmaz. F ak at karşısında bulunan
bir m ushafı şeriften yah u t yazılı olan bir m ihrabdan K ur'anı Kerîm ây et-
lerini okuyacak olsa bakılır: Eğer o k uduğu âyetler, zaten ezberinde ise na-
m azı bozulm az, am m a ezberinde değilse en az b k â y e t okuyunca bozulur.
Çünkü bü, bir taallüm dem ektir.

Bu mes'ele, İm am ı A ’zam a göredir. İm am eyne göre bununla da namaz


bozulm az. Ş u kadar var ki böyle bir okum a m ekruhtur, bunda ehli kitaba
b ir benzeyiş vardır.

(25) M ücerret kalbı olan kuruntular, fiiller, namazı bozmaz. Binaen-


aleyh, bir kimse, namaz içinde dilile söylem eksizin fikriyle b ir şiir, bir h u t-
be tertip edecek olsa, isaette bulunm uş olur. Çünkü kalbi nam azda başka
şeyler ile uğraşm ış bulunur. Maahaza bununla namazı fasit olmaz.

(26) Bir musalli, kaç re k 'a t namaz kıldığına dair olan bir suale cevaben
bir elinin bir, iki veya üç pannağiyle işaret edecek olsa namazı bozulm az.
İ LM İH AL İ 217

Ve üç kelim eden az olm ak üzere bir yazı yazsa nam azı bozulm az. M eğer ki
bakanlara nam azda bulunm adığı zanm m verecek tarzda olsun.

(27) Cem aatle namaz kılan kimse: Bir özre mebııi, diğer bir kavle na-
zaran özür bulunsun bulunm asın kıble tarafına veya sağ veya sol tarafa y a -
h u t kıbleden yüzünü çevirm eksizin arka tarafa bir rükün m ik tan dura, dura
birer saf kadar gitse m escitten çıkm adıkça veya kırda ise saflardan ayrıl-
m adıkça namazı bozulm az. Çünkü m escitte ve sahrada safların bulunduğu
mevzi bir yer hükmündedir. Binaenaleyh kırda namaz kılanın ö n tarafında
saf bulunm azsa secde m evziini geçm esile nam azı fasit olur.N iteldin m ünferi-
den namaz kılan kim senin de secde mevziini geçmesi ile nam azı bozulur.
K adınlar hakkında haneleri bir kavle göre mescit, diğer bir kavle göre de kır
hükm ündedir.

(28) Ağız dolusundan noksan olan bir kusuntu, tutulm asına im k ân


bulunm ayıp da tekrar içeriye gitse bununla namaz bozulmaz.

(29) Bir musalli, göğsünü bilâ özür kıbleden döndürse nam azı bozulur.
F a k a t bir uzuvdan kan çıkm ak gibi bir sebeple hades vuku bulduğunu, lıi-
lâ fı hakikat olarak zannedip de kıbleye arka çevirecek olsa, m escitten çık-
m adıkça namazı bozulm az. M eğer ki imam olup yerine başkasını halef bı-
rakm ış olsun.

(30) Namaz içinde bulunan kim seden burun kanam ası veya kusuntu
gibi ihtiyarî olm ayan ve bu cihetle "hadesi semavî" denilen abdesti bozacak
bir şey zuhur etse m uhayyer olur. Dilerse abdest alıp namazı yeniden kılar,
buna "istinafı salât" denir. Efdal olan da budur. Ve dilerse nam aza m uhalif
b ir şey ile asla uğraşm aksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır, m ünferit
ise bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlam ış bulunduğu yerde
nam azının kalan kısm ını ikm al eder, m uktedi ise evvelki yerine dönüp ora-
da nam azını tam amlar, iktidanm sıhhatine m âni olacak bir yerde durup ora-
da imama tekrar uym az. M eğer ki cem aatle namaz kılınıp bitm iş olsun, o
halde m ünferit gibi hareket eder. Buna da "bin ai salât" denilir.
Böyle bir kimse, abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya
gidip gelirken K ur'an okusa veya bu esnada avret mahalli açılsa artık nama-
zı bina edemez, yeniden kdm ası lâzım gelir.
Lâhik bahsine de m üracaat! ( 168)'inci sahifede.

(31.) Nam azı bozulan bir imamın yerine başkasını istih lâf etm esi bil'
icma* câizdir. Ş öyle ki: Bir imam, kendisine namaz esnasında burnu kana-
m ak gibi semavî bir hades ârız olsa, cem aatten im am ete salih bir zatı işa-
retle veya libasından tu tarak m ihraba geçirir, imam ile beraber yalnız bir
kimse bulunm uş olsa bu kimse, im am ete salih ise istih lâf için teayyün
etm iş olur. İm am , böyle bir istih lâf bulunm aksızın m escitten çıkınca veya
sahrada ise saflan tecavüz edince cem aatın namazı bozulur, im am m ünferit
218 BÜYÜK İSLAM

hükm ünde kalır, dilerse abdest alıp nam azı bina eder, dilerse nam azım yeni-
den kılar. C em aatta vukufsuzluk galip olunca b u istih îâf cihetine gidilme-
yip nam azın yeniden kılınm ası efdaldir. Aksi takdirde fesadı m ucip bazı
yanlış hareketlerin zuhuru m elhuzdur.

(32) Dişlerin arasında kalm ış olan bir şey namaz içinde yutulsa bakı-
lır: E ğer en az bir n o h u t m ik tan ise nam azı bozar, bundan noksan ise boz-
maz.
(33) A ğızda bulunan bir şeker parçasının, nam azda çiğnenm ediği hal-
de îadı boğaza gitse nam azı bozar. F a k a t nam azdan evvel yiyilm iş bir taa-
mın ağızda kalm ış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse bununla
namaz bozulm az.

(34) N am azda sakız veya H indistan cevizi gibi b ir şey, mütevelliyen üç


kerre çiğnenecek olsa namaz bozulur, velev ki yutulm asın. F ak at çiğ nen-
m ediği halde bunun pek küçük bir parçası boğaza gidecek olsa bundan na-
m az bozulm az.

(35) Nam az içinde vuku bulacak bayılm ak veya çıldırm ak ile namaz
fasit olur.

(36) D ört rek 'atlı bir nam azı cehaleti dolayısiyle iki re k 'a t zan ederek
birinci k a 'd e y i m üteakip selâm veren kim senin namazı bozulur. Y atsının
farzını teravih, öğlenin farzım cum a veya sabah nam azını zan ederek birin-
ci k a'dede selâm verilmesi de böyledir. F a k a t sehven böyle bir selâm ile
nam az fasit olmaz. , ,r

Isk â tı S alât Mes'elesi:

4 7 6 — Kazaya kalm ış beş vakit farz nam azlarıyla vitir nam azlarının
afv, edilmesi ricasiyle yapılan bir tasadduk m uam elesine "Isk atı salât"
denilm ektedir. Ş ö yle ki: Bir mükellef, bu nam azları velev im a ile olsun eda
ve kazaya kadir iken eda ve kaza etm eksizin vefat etse b u n lan n ıskatı için,
yani: Bunların uhrevî m es'uliyetinden kurtulabilm esi üm idiyle nam ına ta-
sadduk yapılabilm esi için m alının sülüsünden vasiyette bulunm uş olması lâ-
zımdır. Bu takdirde terekesinin üçte birinden fidyei salât verilerek kendisi-
nin afvı İlâhîye nailiyeti cenabı hakdan niyaz, edilir.

477— Iskatı salâtı için bir şey vasiyet etm em iş olan bir ölünün velisi,
yani: M ükellef olan vârislerinden biri tarafından teberruan verilecek bir mal
ile de bu ıskatı salât muamelesi yapılabilir. Ölünün bu yüzden afva nâil
olacağı inayeti ilâhîyeden rica olunur.
Yabancı bir kimse tarafından vuku bulacak böyle bir teberruun bu
hususta k âfi olup olm adığında ih tilâ f vardır. Her halde yabancı bir kimse
tarafından ölü nam m a yapılacak bir tasaddukun da ölüye sevabı vasıl olur.
İLM İH ALİ 219

4 7 8 — Bir kimse hastalığı zam anında olsa da kazaya kalm ış namazla-


rını iskat için fidye, sadaka veremez. Çünkü b u n lan kaza etmesi m uhtem el-
dir. Bu fidye hiçbir vakit namaz yerine kaim olamaz. F ak at bunu kazaya
m uvaffak olam ıyacağını nazara alarak vâsiyette bulunursa bu vâsiyeti vefa-
tında vârisi var ise terekesinin sülüsü m iktarından, vârisi yok ise
tam am ından tenfiz edilir.

4 7 9 — Iskatı salât hususunda ölünün senei şem siye itibariyle hayatı


nazara alınır. Şöyle ki: Ölü, erkek ise on iki, kadm ise dokuz yaşındap son-
raki yaşayış m üddeti hesap edilir, bu m üddet içinde nam azlanm kılmış,
m uhafaza etm iş olsa da b unlann ifasında noksanlar bulunm ası korkusjj-ve
m ülâhazasiyle bütün bu m üddet için fidye verilmesi tercih edilir.
Meselâ: Bir erkek ölünün m üddeti hayati yetm iş sene olsa bunun elli
sekiz senesi için her bir namaz m ukabilinde bir fitre m iktarı fidye verilir.

480— F idyei salât için tahsis edilen para m uayyen m üddet için kifayet
etm ediği takdirde bu para alel'ekser on fakire devir suretiyle verilebilir.
Bir fakire veya birkaç fakire de bu veçhile verilebilir.
M eselâ: A ltm ış iki yaşında vefat eden bir zatın elli senelik hayatı için
devr yapılm ak istense, sadakai fitir m iktarı, elli kuruş, tahsis edilen fidye
parası da doksan lira olsa bir aylık devir yapılır. Ş ö y le ki:
V itir ile beraber bir aylık namaz — Otuz gün itibarile — yüz seksen
vakit eder. Bunun fidyesi de doksan hra eder. Elli senede ise 600 ay m evcut-
tur. Bu halde bu doksan lira on fakire veya birkaç fakire altı yüz d e f a dev-
redilir. Ş a y e t bu para 180 lira olursa üç yüz d e f a devr kifayet eder. 45 lira
olduğu halde ise bin iki yüz d e f a devre lüzum görülür. Hasılı devr m iktarı
tahsis edilen paranın m iktarına göre değişir.

4 81— Fidyenin devri hususunda istical gösterilmem en, tam usuli şer'îsi
dairesinde tem lik ve temellük muamelesi yapılmalıdır. Ş öyle ki, ölünün veli-
si, yani: M ükellef vârisi, fidyeyi fakire verirken "filân ın oğlu filânın keffa-
reti salâtı olmak üzere bunu al" deyip fakire — hakikaten m ah olmak iizeıe-
vermeli, fakir de bunu "k ab ul ettim " deyip aldıktan sonra kendi rızasiyle
o veliye hibe ve teslim etm eli, veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yi-
ne bu minval üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan na-
m azlara tekabül edecek surette devri yapıp bitirm elidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de âlicenaplık göstererek
bunu bağışlayana hibe etmesi, artık m afaü telâfiye kudreti kalm am ış olan
bir din kardeşlerinin uhrevî m es'uliyetini azaltm ak gibi pek hayırlı bir mak-
sada müteveccih olduğundan bıı büyük bir şefk at ve uhuvvet nişanesidir.
"B ebehâ nedihend, Bebehâne dihend" vazifesini unutm am alıdır.

48 2 — Devir muamelesini, ihtilâftan kurtu lm ak için ölünün bizzat veli


si yapm alıdır. Bunu bizzat yapam azsa yerine bir zati bu hu susta daim î bir
v elây et ve risalet yoluyla tayin etm elidir, artık o zat, verilecek parayı o veli
220 BÜYÜK İSLAM

nam m a fakire vermeli, ve o parayı fakir tarafından o veli nam m a onun b ir


elçisi sıfatıyla hibe olarak kabul eylem elidir. Böyle olmazsa o zatın b u para-
yı tem like ve veli nam m a temellüke selâlıiyeti olamaz.
Y abancının da ölü nam m a teberriian fîdyeî salâtta bulunabileceğine
kail olan bazı fukahaya göre ise böyle daim î bir vekâlet ve risalete hacet
yoktur. B idayette fidyeyi verm eye veli tarafından tevkil edilen zat, bunu
fakire tem lik eder ve fakirin kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu
kendi tarafından ölü nam m a fakire tekrar tem lik eyler. M aamafih birinci
vecîh, m üreccahtır. Devirden sonra velinin veya vekilinin eline hibe suretiyle
avdet eden paradan kendileriyle devir yapılan fakire kalplerini tatyıp ede-
cek m iktar bir şey verilir, geriye bir m iktar kalırsa o da başka fakirlere te-
sadduk edilir. Ş a y e t bu para yerine ziy net eşyasından, m eselâ m ücevherat-
tan bir şey konulm uş olsa bunun kıym eti hakkında bu tasadduk muamelesi
yapılır.

483— F idyei salâttan sonra keffareti savum, sonra keffareti uhdiye,


sonra keffareti yem in için tekrar devir yapılır. Bozulup kaza edilm em iş,
nafile nam azlar ve nazredilip de eda edilm em iş nezir nam azları ve kurban-
ları nam ına da bir m iktar devir yapılır. H a ttâ yapılm am ış tilâvet secdesi de
bir vakit namaz gibi sayılarak bun dan dolayı da fidye verilir. Fidyei salâ-
tın hepsini bir fakire bir günde verm ek câizdir. Keffareti yem in ve keffa-
reti savum fidyeleri ise böyle değildir. "K effareti savum ve yem in bahis-
lerine de m ü racaat"

484 — F idyei salâtın vâsiyet edilmesi, bunun vârisler tarafından teber-


ruan yapılm asından evlâdır. Bir de bu fidye, daha ölü defnedilm eden yapıl-
malıdır. Lâyık olan budur. Maamafih defnedildikten sonra yapılması da câ-
izdir. Ölünün velisi onun nam m a kazaya kalm ış nam azlarını kılamaz, oru ç-
larını tutam az. F a k a t bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana
ihda edilebilir. Bundan m eyyitin m üstefit olacağı inayeti ilâhîyeden bekle-
nir.
484— İm a ile de namaz kılm adan âciz bulunan bir hasta bu hal üzere
vefat edecek olsa bu hastalığı m üddeti içinde kılam am ış olduğu nam azlar
için vâsiyette bulunm ası icap etmez. Çünkü b u n lan kaza ile m ükellef ola-
cak bir zam ana erm em iştir. Binaenaleyh bunlar, üzerine terettüp etm iş bir
vecibe olm am ıştır ki fidyesi cihetine gidilsin.

486— Fidyei salât hakkında sarih bir nass ve icrna yoktur. Bu usul,
nass ile sâb it olan "F id yei savm "a kıyas tarikile de kabul edilm iş değildir.
Belki bu, bir ih tiy at eseridir ve H anefî m üçtehitleri bunu m üstahsen gör-
müşlerdir. Bunun herhalde kazaya kalm ış nam azlar yerine kaim olacağı
iddia edilemez. Ş u kadar var ki böyle bir fidye vasiyeti, bir nedam et eseri-
dir, bir istiğfar nişanesidir, bunun vâris tarafından teberruan yapılm ası da
bir şefkat, bir hayırhahlık alâm etidir, kazaya da artık im k â n kalm am ıştır.
Bu cihetle bunun kabulü inayeti süphaniyeden um ulm aktadır.
İLMİH ALİ 22İ

Binaenaleyh bu usul, bazılarının zan nettik leri gibi bilâh ara Birgivî
m erhum tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Belki m ezhebi îıanefîye
dair yazılm ış en eski kitaplarda da bu veçhile m ünderiç bulunm uştur.
Ezcümle deniliyor ki: Fidye ile oruç b o rcunun sakıt olacağı hakkında
nass vardır. N am azda fukahai hanefıyenin istihsam na göre oruç gibidir ve
o ru çta n dalıa mühimdir. Binaenaleyh kazasına im k ân kalm am ış olan na-
m azlardan dolayı d a fidye verilerek afvı ilâhın ın tecellisini niyazda bulun-
m ak b ir em ri ih tiy atî olm ak üzere m uvafıktır.

4 8 7 — İm am M uham m ed'i Ş ey b an î (R ahm etullâhi aleyh), "Z iy ad at"


adındaki k itab ın d a "fidyei salât", inşallahü tealâ kifayet eder, dem iştir.
D em ek ki, b u n u n afv ve m ağfirete bir vesile olacağı Allah T ealâdan um ulu-
yor. Yoksa bu bapta k a t'î bir nass yoktur. E ğer bu fidyenin nam azlara
kifayet edeceği bir nassa veya bir kıyasa m üstenit olsaydı, böyle meşi-
yetullâlıa taliki cihetine gidilmezdi.
Fahrülislâm Pezdevînin usul kitabınd a da dem liyor ki: Nam az hakkın-
d a fidyenin cevazına — yani: Nam aza tekabül ve kifayet edeceğine — oruç
hakkında hükm ettiğim iz misillu hükm edem eyiz. A ncak namaz hakkında
fidyenin fazlan kabulünü Allah T ealâdan reca ederiz. İbnül'hüm am gibi iç -
tih a t m ertebesini haiz bir zatın da Fethiilkadirdeki ifadesine nazaran namaz,
eim m ei H anefiyenin istihsanile oruç gibidir. M adem ki oruç ile fidye: ita-
m ı taam arasında bir m ümaselet şeran sabit olm uştur. Binaenaleyh bu mü-
m aselet, namaz ile fidye arasında da sabit olabilir. E ğer böyle bir müma-
selet var ise m atlup hasıl olm uş olur. Ve illâ fidyeyi salât, bir Birr-ü ihsan-
dan ibaret kalır. Birr-ü ihsan ise siyyieleri izaleye saliktir. N itekim b ir âye-
ti kerim ede c o İ j j ^ j b buyu ru lm u ştu r.

4 88 — Kütübi fıkhiyem izden Kuhüstanîde deniliyor ki: Eğer ölii, fidyei


salât ile vasiyette bulunm am ış ise velisinin teberrüu câizdir. B unun bir emri
m üstahsen olduğunda h ilâf yoktur. B unun sevabı»ölüye vasıl olur.
F ilhakika lıiç bir vakit fidyei salât ile namaz borçlarım ızın ödenm iş
olacağını iddia edemeyiz. F a k a t acizane verilecek sadakalardan dolayı d a
inayeti ilâhiyeye nâiliy etten ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve ihsan,
indi İlâhîde zayi olmaz, verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan dolayı
m ü'm inin defteri âm eline daim a sevap yazılır durur.

4 8 9 — Bir ölünün terekesinden vasiyeti bulunm adığı takdirde varisleri,


fidye verm eye m ecbur değildir. Hele vârisler fakir olurlarsa bir â d e t veya
bir mürüvvet telâkkisile bunları fidye verm eğe im ale etm ek m uvafık ola-
maz. Bahusus vârisler arasında çocuklar, yetim ler bulunursa bunların his-
selerinden fidye verilmesi asla câiz olmaz.

Bir de kendileriyle devir yapılacak fakirler arasında çocuk, m atuh,


m ecnun, zengin ve gayrimüslim bulunm am ak lâzım dır. Bu cihetlere d ik kat
etm elidir.
222 BÜYÜK İSLAM

Mescitlere ait hükümler:

4 9 0 — Mescit, islâm m abedlerine verilen bir isimdir. Lügatte: Secde


edilecek yer dem ektir. Cem'i, M esacittir. M escitlerin büyüğüne "C am i"
denir, Cem'i.Cevamidir.

Mescitler, Allah Tealâya ib ad et için yapılm ıştır. Bu cihetle her mesci-


din büyük bir şeref ve fazileti vardır. Bu şerefe işaret için her mescide
"B eytullah" denilir.
Binaenaleyh m escitlere tazim edilir. M escitlerde kim senin dilediği gibi
tasarrufa hakkı yoktur. Bir m escit kıyam ete kadar mesciddir. Mescidlere
hürm etsizlik, m escitlere tecavüz, Hak T ealânm hukukuna tecavüz, dem ektir
ki, uhrevî m es'uliyeti pek büyüktür.

491 — Bir m escidin içerisi, arsası mescit olduğu gibi semaya kadar olan
bütün üst tarafı da m escit hükm ündedir. Binaenaleyh m escitlerin içlerinde
yapılm ası m ekruh, m em nu olan şeyler, bu n lan n üstlerinde de m ekruhtur.

492— M escitlerin "fınai m escit" denilen etrafı da, yani kendilerine


bitişik olup aralarında yol bulunm ayan sahalar da namaz hususunda m escit
hükm ündedir. Binaenaleyh oralardan im am a ik tid a sahihtir, velev ki saflar
oralara kadar m uttasıl bulunm uş olmasın. F a k a t sair hususlarda m escit hük-
münde değildirler, oralardan geçip gitm ek, oralara abdestsiz olarak girmek
câizdir.
Bayram ve cenaze m usallalan= nam azgâhlan da yalnız namaz hususun-
da mescit hükmündedirler.
Bir kim senin kendi evinde kendisi için m escit edindiği mevzi' hakkın-
da ise mescit hükmü asla cari olmaz.

4 9 3 — M escitlerin eftali, evvelâ mescidi h a ra n , yani: K âbei m uazzam a


ile çevresindeki m escit sahası, sonra Medinei Münevveredeki M escidünnebî
-A le y h is s e lâ m - sonra Beytülm akdis mescidi, sonra Kuba mescididir.
Ba'dehu en kadim olan, daha sonra da en büyük olan m escittir.
('
•-!=(Malikilere göre m escitlerin eftalı, evvelâ mescidi nebevidir, sonra Mes-
cidi haram , sonra mescidi Aksadır, bunlardan sonra bütün m escitler müsavi-
dir. Ş u kadar var ki, yakın olan m escitde nam az kılınması, civar hakkına
riayetten dolayı efdaldir.)

494 — Bir kim senin kendi mahallesi veya kabilesi m escidinde nam az kıl-
ması, sair m escitlerde namaz kılm asından efdaldir. Velev ki sair m escitlerin
cem aatları çok olsun. Ş u kadar var ki im am ı daha salih, daha fakih olan bir
m escitde namaz kılınması daha faziletlidir. Bu hususta Mescidi naram ile
Mescidi nebevide şüphe yok ki m üstesna bir müm taziye ti haizdirler. Bun-
larda kılm an nam azlann sevapları k a t k a t ziyadedir.
İ L M İ HA Lİ 223

495 — Bir mescit nâsa dar gelecek olsa yanındaki yer. sahibinden kıy-
m etile satın alınarak mescide katılır. Velev İd sahibi razı olmasın. Çiinkii
buna âm m enin ihtiyacı bulunm uş olur. Ve böyle bir m escit veya cami,
bilâhare — E bniye ahvalma vakıf ehli hibrenin tahm in ve ifadelerine naza-
ran — ço k genişlem iş bir hale gelince içinde cum a ve bayram nam azları kı-
lınabilm esi için veliyül'em irden tekrar izin istihsali lâzım gelir.

4 9 6 — Bir kimse, Allah Tealânm rızası için yapm ış olduğu mescidin ida-
resine, tam irine, tefriş ve tenvirine ve ehl ise m üezzinliğine, im am etine baş-
kalarından daha haklıdır. Kendisinden sonra da evlâch, aşireti başkaların-
dan evlâdır. Bunlar m üezzinliğe, im am ete ehil olm ayınca bu hususta rey;
kendilerinindir, diledikleri münasip kimseleri müezzin ve imam tayin ede-
bilirler. Şu kadar var ki, bu tayin cihetinde vakıf ile mahalle ahalisi arasın-
da ih tilâ f zuhur etse bakılır. E ğer vakıfın ihtiyar ettiğ i zatlar, evlâ veya aha-
linin ihtiyar ettiğ i zatlara müsavi ise vakıfın ihtiyarı tercih olunur ve illâ
ahalinin ihtiyarı mürecceh olur

4 9 7 — Bir mescidin duvarlarım , kubbesini bir takım nakışlar ile, yaldız-


lar ile süslemekte bir beis yoktur. Lâkin sade bir halde bulunm ası evlâdır.
Bahusus kıble cihetinin ince, nefîs, nazarı cazip nakışlar ile süslenmesi, na-
maz kılanların gözlerini celbederek kalblerinin huzuruna mani' olacağı ci-
hetle m ekruh görülmüştür.
M aahaza bir kimse, bir mescidi kendi m alından tezyin edebilir. Fakat
mütevelli, bu gibi nakışlan, süsleri vakfın m alından yapamaz, yaparsa para-
sını zamin oiur. Çünkü bunlar mescidin binasına, devamına ait şeyler de-
ğildir. M eğer ki gaile fazlasının zaleme eline geçip zayi olacağından korkul-
sun.

4 9 8 — M escitlerin kandilleri, gecenin nihayet uç te birine kadar yakıla-


bilir, bunlardan ziyade yakılam az, vakfa tecavüz olur Meğer ki vâkıf şart
etm iş olsun veya yakılması m utad bulunsun.

4 9 9 — Mescit içinde kuyu kazılmaz. Kadimden beri mevcut ise halı üze-
re bırakılır. Mescit içinde abdest de alınamaz. M eğer ki abdest için hazır-
lanm ış bir mahal bulunsun.

5 0 0 — M ürettip imam ve müezzini bulunan bir m escitde namaz kılındık-


tan sonra tekrar cem aat halinde ezan ile, ikam et ile, namaz kılınması m ek-
ruhtur. F ak at tekrar ezan ve ikam et bulunm aksızın mescidin m ihrabından
başka bir tarafında m ahdut kim selerin tekrar cem aatla namaz kılmaları
—sahih olan kavle göre - m ekruh değildir.

5 0 1 — Bir mescidde ezan okunduktan sonra içinde bulunan kimsenin


orayı bırakıp başka bir mescide gitmesi m ekruhtur. M6 ğer ki başka bir mes-
cidde müezzin veya imain bulunm uş olsun.
224 BÜ YÜ K İ SLAM

502— Namaz kılanın önünden geçm ek bir günahtır. F ak at mescidd


ileri saflarda yer var iken arkadaki saflan işgal eden kim senin önünden geçip
ileri gidilmesi câizdir. Çünkü bu kimse, kendi nefsinin hürm etini İska t etm iş
bııîunıır.

503 Mescit içinde m u 'te k if olm ayan kim senin yem ek yemesi, uyu-
ması m ekruhtur. Yalnız bir kavle göre garibüddiyar olan kim senin de yeme-
sinde, uyum asında bir beis yoktur. M aam afih h ilaftan kurtulm ak için böyle
b ir garibin itik âfa n iy et etm esi evlâdır.

5 0 4 — M escitlere abdestli olarak girilir. M escitlere namaz için olm ak-


sızın çocukları, m ecnunları sokm ak ve m escitlerden bir zaruret bulunm a-
dıkça yol gibi geçip gitm ek câiz değildir.

5 0 5 — Bir m escidi şerife girerken evvelâ sağ ayağı atarak girmeli ve der-
hal Resulü Ekrem Sallallâhü aleylıî vesellem efendim ize salâtü selâm da b u -
lunm alı, "A llahüm m e f ta l ı aleyna ebvabe rah m etik e= Y a ilâhı! Bizlere rah-
m etinin kapılarım a ç ” diye dua etm eli, çıkarken de evvelâ sol ayağı dışarı-
ya atm alı, "Allahüm m e f t a h aleyna ebvabe fadlike =Y arabbi üzerimize
iû tu f ve kerem inin kapılannı a ç " diye duada bulunm alıdır.

50 6 — Mescitlere lâubali bir vaziyette girilemez. M eselâ: Kollar sıvalı,


palto om uzlara atılm ış bir tarzda girm ek m uvafık olmaz. M escitlerde gelişi-
güzel oturulam az. M eselâ: Bir m escidde bir zaru ret bulunm adıkça dizleri
dikm ek veya ayaklan uzatm ak câiz görülemez.
Kezâlik: M abedlerde sergiler üzerine kirli, ıslak ayaklarla basılamaz, ıua-
bedlerin nezafetini ihlâl eden şeyler yapılamaz. Bilâkis herkes m abedlere
hâlince en temiz, en güzel libaslarını giyinerek gitmeli, cem aati tenfir ede-
cek hallerden kaçınm alıdır. N itekim bir ây eti celîlede: js" jc * ,,-Cıij 1,-U-)
buyurulm uştur.

50 7 — Mescitlerde yüksek sesle konuşm ak m ekruhtur. Ancak cem aate


duyurm ak için hatiplerin, vaizlerin ve talebesine duyurm ak için din dersleri
talim e d e r üstadlarm seslerini kaldırm aları câizdir. Başkalannııı namazla-
rını teşviş etm em ek şartile Kur'aıı okuyanların veya zikm llalıta b ulunan-
ların seslerini yükseltmeleri de caizdir.

5 0 8— M escitlerde gürültü yapm ak, lüzumsuz yere dünyevî sözlerle ko-


nuşm ak, gaip şeyleri sorup araştırm ak; zikirden, hikm etten hâli şiirler oku-
m ak, caiz değildir. D enilm iştir ki: "M escitdeki lakırdılar, hasenatı yer, biti-
rir, ateşin odunian yakıp bitirdiği gibi.”

509— M escitlerde had cezalanın yerine getirm ek, alışveriş yapm ak câ-
iz değildir. Yalnız m u 'te k if olanlar, ticaret ve kazanç için olmaksızın m ücer-
ret ihtiyaçlan kadar alışverişte bulunabilirler. " îtik â f bahsine m üracaat!"
İLMİH ALİ 225

* (İmam Ahmetle göre m escitlerde nikâh aktedilm esi m esnundur. İmam ı


Şafiîye göre bu akit yalnız m u 'te k lif hakkında câizdir.)

5 10— Mescit içinde dilencilik etm ek haram dır, Bu dilencilere para ver-
mek de m ekruhtur. Ahvat olan kavi budur. F ak at hediye, sadaka vermek
m em 'nıı değildir.

5 1 1 - Mescitleri pis, kötü kokulu şeylerden korum ak bir vecîbedir.


Binaenaleyh m escit kandillerinde temiz olm ayan yağlan kullanm ak câiz
değildir. Soğan, sarmısak gibi şeyleri yem iş olan kim selerin cem aat arasına
sokulm aları da m uvafık değildir. Çünkü bunlann kokusu cem aata eziyyet
verir.

5 1 2 - M escitlerde okunan K ur'anı Kerîmi, hutbeleri ve irat edilen


m ev'izeleri tam bir hürm et ile dinlem ek lâzım dır ve m escitlerde oturup
kalkm a, gidip gelme âdabına h a k k ı ile riayet edilmesi bir vazifedir.
Bütün bunlar, m übarek m abedlere ait âdab cümlesindendir. B unlann
hilâfına hareket, islâm âdabına m uhaliftir. Böyle bir hareket; bir islâm m a-
bedinin ne kadar kudsî bir m akam olduğunu güzelce anlam am aktan ileri ge-
lir. K ur'anı m übine ve sair ulvî şeylere karşı yapılm ası icap eden tazım âü
bilm em ekten n e ş'e t eder, İçtim aî terbiyeye ve dindaşlara karşı gösterilm e-
si lâzım gelen hürm et ve nezakete m uhalif bulunur. A rtık bu gibi yolsuz ha-
reketlerden kaçınm alı, islâm âdabına bihakkın riayet etm elidir.

5 1 3 - Mescit kapılanın namaz vakitlerinden sonra kapam ak m ekruh-


tur. Meğer ki içinde bulunan eşyanın çalınm asından korkulsun.

Lâhika.

5 1 4 - Mescit, camı bina etm enin fazileti, sevabı pek ç o k tu r. Bunlan


bina etm ek, bunlann inşaatına yardm ı etm ek bir îm an bir hayırhahlık nişa-
nesidir. N itekim K ur'am kerîm de: "A llah T ealânm m escitlerini ancak Allah
Tealâya ve ahiret gününe İm an eden kimse bina eder, m am ur kılar" diye
b u y u ralm u ştu r. ( 1 )

5 1 5 - Mescitleri bina ve im ar eden ehli îm an hakkında büyük müjde-


ler vardır. Ezcümle bir hadisi şerifte: "H er kim, Allah Tealânm nzasım dile-
yerek bir m escit bina ederse Hak Tealâ da ona C ennette bir ev bina eder"
bu yuralm uştur. ( 2 )
226 BÜYÜK İ SLAM

Diğer bir hadisi nebevide de, "H er kim helâl m alından, içinde Allahü
T ealâya ibadet edilir bir b in a yaparsa A llah Tealâ da onun için C ennette
inciden, y a k u tta n bir ev vücude getirir" bu yu ralm u ştu r. (1)
Hasılı m ah helâl ile riyadan, su m 'adan hali olarak vücude getirilen bir
m abedin sevabı pek ziyadedir. Ne m utlu bu gibi hayrata m uvaffak olanlara!

516— İnsanlar ölünce amelleri biter, amel defterleri kapanır, artık bu


defterlere sevap yazılmaz. A ncak m escit yapm ış olmak gibi sadakai cariye-
leri bulunan ehli im anın amel defterleri kapanm az, onlara daim a sevaplar
yazılır durur.
N itekim bir hadisi şerifte bu y u ru lm u ştu r ki: "Bir mü’m ine, öldükten
sonra am elinden ve hasenatından ulaşacak şeylerden biri’ öğrenip n e şre t-
m iş olduğu ilim dir veya geriye bırakm ış olduğu salih evlâttır veya miras
bırakm ış olduğu M ushafı şeriftir veya yapm ış olduğu m escittir veya yolcu-
lar için bina etm iş olduğu evdir veya akıtm ış olduğu ırm aktır veyahut
sıhhaünda, hayatında m alından çıkarm ış olduğu sadakadır, bunlar vefatın-
dan sonra kendisine erişir." İşte bu m ealdeki hadisi şerif de m escitleri y a-
pan, m edreseleri vücude getiren, çeşm eleri akıtan ve emsali vakıfları tesis
etm iş olan zatlar hakkında ne büyük bir tebşiri m uhtevi bulunuyor. (2 )

5 1 7 - Allah Tealânm rızası için yapılm ış vakıflar, birer sadakai câriye-


dir. Ş öyle ki: M ükellef bir müslüman, bir m alını m enfaati, gailesi Allah
Tealânm kullarına ait olacak bir veçhile tem lik ve tem ellükten m em nu bir
hale getirse onu vakfetm iş olur. A rtık o m al sırf Hak T ealânm mülkü hük-
m ünde bulunur, onda kim senin m ülkiyet hakkı kalm az.

Herhangi bir vakfın lâzım bir hale gelmesi için usulü dairesinde m ahke-
m ede tescil edilm esi iktiza eder. A ncak bundan vakıf m escitler ile makbere-
ler ve vasiyet suretile olan vakıflar m üstesnadır. Şöyle ki:
Bir müslüman, bir m escit bina edip onu yolile beraber m ülkünden çık a-
rır ve içerisinde namaz kılınması için nâsa izin verm ekle nas da orada cem a-
atla namaz kılarsa o m escidin vakfiye ti, tescile m uhtaç olmaksızın tam am
olm uş olur. Kezalik: Bir kimse, m ülkünde b ulu nan bir arsayı m akbere
olm ak üzere vakfedip içerisinde ölü defnedilm esine izin verm ekle ölü defne-
dilse vakfiyesi tam am olm uş olur.
Kezalik: Bir kimse, bir m alını bir ciheti hayra vakf olm ak üzere vasiyet
edip b a'dehû o vasiyet üzerine vefat etse bakılır: E ğer siilüsi m alı k âfi ise
veya varisi yo k ise veya varisi olup vasiyetin tam am ına icazet verirse o mal

.Cı_jîl» ) j i ( j* j bj, J JM*. JL ^ j*«j ir*. (_*- ^ (\ \


* t# t*
j $ LAs. y* «w cL—*• j ^ ^ ('O
Şjr* $1 ^ . 1 ^ ö L - ' ^ V. Uv «i jl

JM 41*4* <rL*. (J Ji*


İLMİHALİ

o cihete tam am en vakfedilm iş olur. E ğer sülüsi m al kâfi olm ayıp varisi de
ziyade icazet vermezse terekesinin ancak üçte bir m ik tan nisbetinde o ci-
h ete vakfı îâzim ile vakf edilm iş bulunur. B unun lüzumu tescile tavakkuf
etm ez. (Vakıflara dair) "H ukuku Islâm iye ve İstilâh aü F ıkhiye" adındaki
eserim izin dördüncü cildinde tafsilât vardır.

S 18— M escitlere ib ad ette bulunm ak ve cem aatla namaz kılm ak için


devam etm ek de m escitleri ihya ve im ar m esabesinde olduğundan fazileti
pek ziyadedir. Bir hadisi şerifte: "Bir kimse içind e cem aatla namaz kılm an
bir m escide gidecek olsa gider gelirken atacağı hatvelerden her birile bir gü-
nahı m ahvolur, diğer birile de kendisi için bir hasene yazılır." buyu ru lm uş-
tur. ( 1 )
Diğer bir hadisi nebevîde de: "H er kim evinde güzelce abdest alsa, son-
ra d a bir mescide gitse Allah Tealânm zairi= ziyaretçisi olm uş olur. Z iyaret
edene ikram etm ek ise her ziyaret edilen zat üzerine bir h ak tır" diye
buyurulm uştur. (2 )
Diğer bir hadisi şerifte de: "G ecenin karanlığında m escide yürüyecek
kimse, kıyam et günü Allah Tealâya nurlar içinde kavuşacaktır" buyurul-
m u ştu r. (3)
Ne büyük tebşirat! A rtık m escitlere devamı bir ganim et bilm eli, ce-
m aatla namaz kılm ak sevabım elden kaçırm am aya çalışm alıdır. Bu hususta
m uvaffak olmamızı Allah Tealâ H azretlerinden niyaz eyleriz.

Cenaze hakkındaki vecîbeler, vazifeler:

519— Cenaze, ölü dem ektir. Ö lm ek üzere b ulunan kim seye "m uh-
tezar" denir. M uhtezann yanında Kelimei Tevhidi, Kelimei Ş ah adeti oku-
m aya ve ölünün kabrinde yapılacak m uayyen hitabeye de "te lk in " denir.
Ölünün yıkanılm asına "gaslim eyyit", ölünün yıkanm asından kabre
defnedilm esine kadar lâzun gelen şeylere ve bu şeyleri tedarük etm eye de
" te ç h iz " nam ı verilir. Ölüyü kefenlem eye, yani: M utad şeylere sarm aya da
" te k fin " denilm ektedir.

5 2 0 - Ölen bir müslümanı yıkam ak, kefenlem ek, üzerine namaz kılıp
bir kabre defnetm ek, müslümanlar için b ir farzı kifayedir. Bu farizayı y ap -
m adıkları takdirde bundan hepsi de indallah m esul olurlar. M eğer ki
yapacak halde bulunm asınlar.

J La I J "o ^ O* ( 0

•J J ' J * ı j *- ) J 'j X * *» — U J ı j -*- ^ j J* (* )


BÜYÜK İSLAM

*■' 521— İslâm ölülerini hayır ile anm ak, onların güzel cihetlerini söyle-
m ek, fenalıklarını söylem ekten çekinm ek, müslüm anlar için bir vazifedir.
N itekim bir hadisi şerifte: ( l_ ^ «f ^ }f d u y u r u l-
m u ştu r.' Yani: Ölülerinizin güzel hallerini yadediniz, kötülüklerini söyle-
m ekten çekininiz.
H a ttâ bir islâm ölüsünde görülüp hüsnü haline d elâlet eden güzel rayi-
ha veya yüzünün nurlanm ası gibi şeyleri söylem ek m ustahapür. F a k a t fena
rayiha veya yüzünün kararm ası gibi şeyleri söylem ek haram dır, gıybetten
m ad u t tur. M eğer ki ölü, b id 'at, fısk-ü fücur sahibi olm akla tanılm ış ve bu
hal üzere ölmüş bulunsun. O halde başkalarına ib ret olm ak üzere söylen-
mesi câiz olabilir.

522— M uhtezarı bir güçlük yo k ise Kıbleye doğru sağ yanı üzerine
çevirm ek m ustahapür. A yakları Kıbleye doğru olarak ve b aşı biraz yüksel-
tilerek arkası üstüne de yatırılabilir. M utat olan da budur. Bu halde başı
biraz yukarı kaldırılır, ta ki, yüzü kıbleye yönelsin.

5 2 3 — M ulıtezara Kelimei Tevhit telkin edilir. Bu bir sünnettir. Ş ö yle


ki: Daha ruhu hulkum e gelm eden yanında Kelimei Tevhit veya Kelimei
Ş e h a d e t okunur, fakat "sen de o ku" diye kendisine teklif edilmez. M uhte-
zar da bu m übarek kelim eyi bir kere okuyup başka b ir şey söylem ezse ar-
tık telkine nihayet verilir. Ta ki, son sözü Kelimei Tevhit olm uş olsun. Bu
telkini m uhtezarın kendisinden nefret edeceği bir kim se yapm am alıdır.
Bu telkin, bir tövbeyi de m utazam m ın olmak üzere: ı!)
(<J\ j M <!T V dem ek gibi bir suretle de yapılabilir. Yâni:
O şanı yüce Allah T ealâdan m ağfiret diler ve ona tövbe ederim İd, ondan
başka hak m ab u t y o k tu r,o haydır, kayyum dur.
Bir hadisi şerifte: ( > î ,>• )buyurulm uştur.
Yani: Her kim in son sözü lâilâhe illâllah olursa cennete girer.

M uhtezarın yanında Yasin suresiyle Rad suresinin okunm ası da müste-


haptır.

5 2 4 — M uhtezar, ölünce gözleri yum durulur, çenesi iyice bir bez ile
çekilip ağzı kapatılarak tepesinden bağlanır. Bunları yapan kimse, şöylece
dua etm elidir: L ^ ı ^ ^ )

(cc £ ş - U* T„*>- t cH-'j <±ıUL Yani: Allah T ealânm ism ini zikir ile ve
Resullullahııı m illeti üzerine ölmüş olsun. Ya İlâhî! bu na işini kolay et, ken-
disine ilerisini asân et, onu cemalinle m es'u t et, O na; yöneldiği âlem i içe-
risinden çıktığı âlem den hayırlı buyur.

5 2 5 — Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, bir teneşir veya başka bir


tah ta üzerine konulur, üstüne örtü çekilir, şişm esine m ân i olması için kar-
İ LM İH A L İ 22'J

m nın üstüne bir kılıç veya sair bir dem ir parçası konulur, elleri yarana uza-
tılır, k o llan göğsünün üzerine konulm az, yanında cünüp veya haiz veya nüfe-
sa olan kimse bulunm az.

5 2 6 — Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur. Yıkanm a-


d ık ça yanında K ur'am Kerim okunm az, bu m ekruhtur. Bu halde başka bir
odada K ur'anı Kerim okunabilir. Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerin-
de de tam bir örtü bulunduğu takdirde kendisine yakır; oturulm aksızın giz-
lice K ur'anı Kerim okunm ası da k erah atten h âli olabilir.

5 2 7 — Ölünün k o m şu lan , yakınları vefatından haberdar edilirler. Bun-


lar da öliiyfe karşı son vazifelerini ifaya koşar, sevap kazanırlar.
t
1.7:
Ti
Cenazelerin gasledilmeleri: i

5 2 8 — Cenazelerin bir an evvel yıkanılm ası, teçhiz ve tekfinlerine bakıl-


m ası kabirlerine konulm ası m üstehaptır. Bu halde cenaze teneşir denilen
bir sedir, bir tah ta üzerine — ayaklan kıbleye doğru olarak— arka üstüne ya-
tırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şey iie üç, beş veya yedi d e fa
tek olarak tütsülendirilir, göbeğinden dizlerine kadar olan avret m ahalli bir
şey ile örtülüp rubası tam am en-çıkarılm ış bulunur.

5 2 9 — Cenaze yıkayan: Gasil veya gasile, gasl farizesini yerine getirm e-


ye n iy et etm eli ve besmelei şerife ile başlam alı ve gasl bitinceye kadar:
V^s* ) : ra^ maîl ° lan m abudum ! M ağfiretini dilerim "dem elidir.
Yıkayıcı, eline bir bez sararak örtünün altından ölünün istincasını te-
min eder. Sonra abdest aldırm aya başlayarak evvelâ: Cenazenin yüzünü yı-
kar, ağzına b urnun a su vermez, yalnız dudaklarm ın içini, dışlarını, burun
deliklerini, göbeğinin çu k u ru n u pam ıakla veya parm ağına s a rd ığ ıb ir bez
parçasile mümkün m ertebe m esheder. B a'dehu ellerile kollarım yıkar -
Sahili olan kavle göre başım d a m eshedip ayaklanm da teh ir etm eksizin
hem en yıkar, böyîece abdesti alınm ış ohır.
N am azın ne olduğunu henüz anlam ıyacak bir y a ş ta bulunan bir çocuk
ölünce böyle bir abdest aldm lm ası icap etm ez.
5 30— Cenazenin abdesti tam am lanınca üzerine mümkünse ısıtılm ış,
tatlı su dökülür, saçı ve sakalı var ise hatm i denilen güzel kokulu bir o t ile,
m evcut değilse sabun ile taranm aksızın yıkanır. Sonra sol tarafına çev rile-
rek evvelâ: Sağ tarafı bir kerre yıkanır sonra sağ tarafına çevrilerek sol tara-
fı da b k kerre yıkanır ve böylece sağ ve sol tarafları üç d e f a yıkanır. Daha
fazla d a yıkanabilirse de israfa m ahal y o k tu r. Bundan sonra cenaze h afif
çe kaldm lıp, m eselâ: Y ıkayanın göğsüne veya eline veya dizine yaslandırı-
larak karnı yavaşça sığam r, bir şey çıkarsa su dökülüp giderilir, yeniden ab-
deste ve yıkam aya lüzum görülmez. F a k a t şişip dağılm ak üzere b ulunan b û
ölünün üzerine yalnız su dökm ekle iktifa olunur, abdesti ve üç kere yıkama-
m ası icabetm ez.
230 BÜYÜK İSLAM

53 1 — Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez, sünnet olm am ış ise sünnet


edilm ez, yıkanılm asm da pam uk kullanılm az, yıkanm a neticesinde havlu
gibi bir şey ile kurulandırılır, ondan sonra kefen gömleği giydirilir, m üteba-
ki kefenleri yayılarak başına ve sakalına h an u t denilip k âfu ru , sandal vesai-
reden m ürekkep olan güzel kokulu bir şey konulur, secde mevzileri olan al-
nına, burnuna, ellerine, dizlerine ve ayaklarına da k â fu ru konulur.
i
5 3 2 — Ölünün y ık an acağ ı,yer, örtülü olup onu yıkayıcıdan ve ona yar-
dım edecek kim selerden başkaları görmem elidir.
Bir ölüyü kendisine en yakın olan kimse veya m ütteki, em anet ehli
bulunan bir zat yıkam alıdır. Bu yıkam ak m eccanen olmalıdır. Çünkü bu,
bir dinî vazifedir. H a ttâ bir kimse, bu yıkam ak vazifesi için taayyün edip
kendisinden başkası bulunm azsa bunun m ukabilinde bir ücret alması câiz
olmaz. F ak at böyle teayyün etm eyip başka yıkayıcılar da bulunursa ücret
almak câiz olur.

5 3 3 — Erkek olan ölüyü erkek, kadım da kadın yıkar. Bu yıkayıcılar


taharet üzere bulunm alıdırlar. Bunların cünüp veya hâyiz nüfesa bulunm a-
ları ve gayrimüslim olmaları m ekruhtur. M eğer ki müslim hakkında gayri-
m üslimden başka erkek ve müslime hakkında da gayrim üslim eden başka
kadın bulunm asın.

5 3 4 — Bir kadın, vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın, iddeî


bekliyecektir. Bu id det çıkm adıkça zevciyat baki sayılır. F ak at bir erkek,
ölmüş bulunan zevcesini yıkayam az. Zira erkeğe id d et lâzım gelmez, zev-
cesi ölünce aralarındaki zevciyet zâil olm uş olur. Ş u kadar var ki yıkayacak
kadın bulunm azsa zevcesine teyem m üm ettirir.

(Eimmei selâseye göre zevcin de zevcesini yıkam ası câizdir.)

535— Erkekler arasında ölmüş kadına m ahrem i var ise elile teyem m üm
ettirir, m ahrem i yok ise yabancı olan bir erkek, eüne bir bez sararak ve göz-
lerini kapayarak teyem m üm ettirir.

536— Su bulunm adığı takdirde de teyem m üm ile iktifa edilir. Bir ce-
naze hakkında teyem m üm yapılıp namazı kılındıktan sonra su bulunacak
olsa yeniden gash yapılır, namazın tekrar kılınıp kılınm ayacağı hakkında ise
imam Ebû Y usuftan iki kavil vardır.

537— Henüz m üştehat olm ayan bir kız ço cu ğu n u erkek ve henüz mü-
rahik olmayan bir erkek çocuğunu da kadın yıkayabilir. ( 1 )

(1) Dokuz yaşındaki bir kız müştehattır. Bir erkek çocuğu on iki ve bir kız çocuğu da
dokuz yaşını bitirdiği halde baliğ olmasa baliğ oluncaya kadar mürahik ve nıürahikâ adı-
nı alır. _
İLMİHALİ 231

5 3 8 — Tenasül âleti kesilmiş veya husyeleri çıkarılm ış olan kimseler


ile tanı erkeklerin farkı yoktur. Binaenaleyh b u n lan da erkekler yıkarlar.

5 3 9 — Suda boğulm uş bir müslüman, gasl niyetile üç d e f a suda hareket


ettirilerek yıkanır, m ücerret su içinde kalm ış olması, ber h ayat olan müslü-
m anlardan bu gasl vecibesinin sukutunu icap etm ez.

5 4 0 — Bir müslümin karibi veya zevcesi bulunan bir gayri müslim veya
gayri müslinıe kendi dindaşlarına tevdi' edilir, tevdi' edilm ediği takdirde
sünnet veçhile olmaksızın yıkanır, onun hakkında y u k an d ak i tarif veçhile
h arek et edilmez.

5 4 1 — V efat eden bir müslümin gayri müslimin akrabasından başk a bir


velisi bulunm azsa cenazesi bunlara verilmez. Çünkü onun teçhiz ve tekfini,
nam azı bütün müslümanlara m üteveccih bir farzı kifayedir.

542— Ölü olarak düşen bir ço cu k , bir bez parçasına sarılarak defne-
dilir, yıkanm ası lâzım gelmez.

543— Erkek mi, kadın mı olduğu anlaşılm ayan, bu cihetle kendisine


"Hünsayi m üşkil" denilen kimse ölünce yıkanm az. Belld teyem m üm e ttiri-
lir, kefen hususunda ise kadın sayılır.

544— Ölmüş olan bir müslimin başı ile beraber vücudunun ekserisi
bulunacak olsa yıkanır, kefenlenir, nam azı kılınır. F a k a t başsız olarak yal-
nız yarısı bulunsa veya gövdesinin ekserisi gâib b ulunm uş olsa yıkanm az,
kefenlenm ez üzerine namaz kılınm az, belki bir beze sarılarak defnedilir.

5 4 5 — Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir m ayi' vesaire artık


yıkanm az.

*V ■*
Cenazelerin kefenlenin el eri:

546— V efat eden erkekler ile kadınlardan her birinin bedenini, onu
örtecek bir libas ile kefenlem ek farizadır. Bu farizayı yerine getirm eyen
müslümanlar, günahkâr olurlar. M aahaza kefenler üç nev'e ayrılır. Birincisi:
"K efeni sünnet" dir ki erkeklere göre kamis ile izar ve lifafeden ibaret ol-
mak üzere üç kattır. K adınlara göre de bunlar ile beraber bir baş örtüsü ile
bir göğüs örtüsünden ibaret olmak üzere beş kattır. İkincisi : "K efeni kifa-
y e t" dir ki, erkeklere göre izar ile lifafeden, kadınlara göre de bunlar ile
beraber bir baş örtüsünden ibarettir.Ü çüncüsü : "Kefeni z aru ret!" dir ki,
gerek erkekler ve gerek kadınlar için yalnız bir kattır. Bu halde ölü, buluna-
bilen bir k at sevbe saıılm ış olur. F ak at bir zaruret bulunm adıkça böyle bir
k a t ile iktifa edilmem elidir.
232 BÜYÜK İ SLAM

5 4 7 — Kamis, b ir göm lek yerindedir ki b o y u n kökünden ayaklara k a-


dar uzun bulunur, yen 'i ve yakası olmaz, etrafı oyulmaz. İzarde bir do n ve
eteklik yerindedir ki, b a şta n ayağa kadar uzun bulunur. Lifafe ise bir sargı
yerinde olup b a şta n ayağa kadar uzun bulunm akla beraber baş ve ayak
tarafları düğümlenir, b u cihetle izardan d aha boylu bulunm uş olur.

548— Kefenin beyaz pam uk bezinden olması efdaldir. N itekim m utad


olan da patiskadan yapılm asıdır. K efenin yenisi ve yıkanm ışı müsavidir.
K adınlar için ip ek ten ve zaferan ve usfur denilen boyalar ile boyanm ış bez-
lerden de kefen yapılabilir.
Kefenler, mümkün m ertebe güzel ve her ölünün haline m ütenasip olm a-
lıdır. M eselâ : E rkeklerin kefenleri cum a veya bayram günlerinde, kadınların
kefenleri de babalan ın ziyaret edecekleri günlerdeki libaslarına kıym etçe
uygun bulunm alıdır. Bu b ir m ikyastır. Kefeni sünnetten ziyadesini iltizam
ise m ekruhtur, bahusus varisler arasında m u h taçlar veya çocuklar b u lu n u r-
sa.

5 4 9 — Kefenler daha ölülere sarılm adan bir, üç veya beş kere güzel
kokulu şeyler ile tütsülenir. Evvelâ: Lifafe, tab u ta veya kilim ,hasır gibi bir
şey üzerine yayılır, onun üzerine de izar yayılır, sonra da ölü : kamis, yani
kefen göm leği içinde olarak izarm üstüne konur, bu halde ölü erkek ise izar
evvelâ soluna, sonra da sağm a getirilerek sarılır. B a'dehu lifafe de öylece
saııhr, açılm asından korkulursa kefen b ir k u şak ile de bağlanır.
Ölü kadın olunca saçları iki örük edilerek kefen göm leği üzerinden
göğsü üzerine ko n ur, onun üzerine başörtüsü yüzüyle b eraber örtülür, üstü-
ne de izar sarılır, izarm üzerinden de göğüs örtüsü bağlanır, daha sonra da
lifafe sarılır, göğüs örtüsü lifafeden sonra da bağlanabilir,

5 50— Kefen hususunda mürailik ile m ürahika, baliğ ile baliğa hükm ün-
dedir. Henüz m ürahik ve m ürahika olm ıyanlarm kefenleri yalnız izar ile lifa-
feden, y a h u t yalnız b ir k a tta n ib aret olabilir. M aahaza üç k a t olması daha
güzeldir.

551— Herkesin kefeni, kendi m alından tedarik edilir. K efen m asrafı;


b o rçta n , vasiyet ile m irastan öncedir. F a k a t b o rç m ukabilinde rehin bırakıl-
m ış olan m al, kefene sarfedilem ez, m ürtehinin hakkı m ukaddem dir.
M ah bulunm ayan b ir ölünün kefeni, h a y a tta iken nafakasını yerm ekle
m ükellef olacak kimselere aittir.B öyle bir kim se bulunm azsa beytülm al
tarafından tem in edilir, bu da kabil olmazsa bunu m üslüm anlann kendi ara-
larında tedarik etm eleri icap eder.

5 52 — K adm lann kefenleri zengin olsalar da kocalarına aittir. Fetva bu


veçhiledir. İm am M uham m ede göre yalnız mal bırakm ayan kadınların tec-
iliz ve tekfinleri, nafakalarını verm ekle m ükellef bulunm uş olan kimselere
aittir. M allan m evcut olunca ondan tem in edilir.
İ L M İ H AL İ 233
(İmam Şafiîye göre de böyledir.) {

553— Bir ölünün ttc h iz ve tekfinini vârislerinden biri tem in etse b u -


nunla rücû edebilir. F ak at vârisi olm ayan bir kimse, velevki akrabasından
bulunsun, vârislerin emirleri bulunm aksızın tem in etse terekesine rücû
edemez. Gerek rücû edeceğine işh a tta bulunm uş olsun ve gerek olmasın.

55 4 — Bir ölünün kabri açılıp kefeni çalınm ış bulunsa bakılır : Eğer


daha teni taze duruyorsa yeniden kefene sarılır. Bu kefen, terekesi, henüz
taksim edilm em iş ise m alından, edilm iş ise vârisleri tarafından tem in edilir.

Cenaze nam azları :

5 5 5 — Tem izlenm iş, ön tarafta hazırlanm ış müslüman bir ölü için müs-
lüm anlann abdestli ve kıble cihetine yönelm iş olarak cenaze namazı kılm a-
ları bir farzı kifayedir.

556— Cenaze nam azının şartı niyettir. Bu n iy ette ölünün erkek veya
kadın, sabiy veya sabiye olduğu tayin edilir. İmam olan zat, Allah Tealâ rı-
zası için hazır olan cenaze nam azım kılm aya ve o cenaze için dua etm eye
niyet ederek namaza başlar, im am ete niyet etmesi lâzım gelmez. Velevki,
cem aat arasında kadınlar da bulunsun.
C em aattan her biri de Allah rızası için o cenaze nam azım kılm aya ve
onun için duaya ve imama iktidaya niyet eder.
Ölü, erkek ise: " Ş u erkek için " kadın ise: " Ş u kadın için " diye duaya
niy et edilir. Ç ocuklar hakkında da o veçhile niyet edilir. C em aattan biri,
ölünün erkek mi kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu bilm ediği takdir-
de "Ü zerine im am ın namaz kılacağı ölüye imam ile beraber namaz kılm aya
ve dua etm ey e” niyet eder.

557— Cenaze nam azının rükünleri, kıvam ile tekbirdir ; sünnetleri de


senâ ile salât ve selâm dan ve ölü ile sair müslümanlara duadan ibarettir...
Duanın rûkn olduğuna kail olanlar da vardır. Şöyle ki : Cenazeye karşı
ve kıbleye müteveccih olarak saf bağlanır, niyet edilir, im am olan zat, el-
lerini kaldırarak cehren I iıi) diye tekbir alır, ellerini nam azda ol-
duğu gibi bağlar, cem aatte hafiyyen tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tek -
bir, m in vechin bir ıükün, m in vechin bir şarttır. Bu tekbiri m üteakip imam
da cem aat da gizlice :
^ y

diye okurlar, nihayetinde ellerini kaldırm aksızın ; ( j f ' ) diye cehren


tekbir alır, cem aatta ellerini kaldırm aksızın hafiyyen tekbir alırlar. Bu d e f a -
da gizlice ; ( •*J~» *#-8' ) i okurlar, tekrar ayni veçhile ( j f I
diye tekbir alınır. Bu d e f a da ölüye vesair m ü'm inlere hafiyyen dua edilir,
bunu m üteakip de yine : ( / | i l ■) denilip tekbir alınır, badehu evvelâ
234 BÜYÜK İ SLAM

sağ tarafa, sonra da sol tarafa cehren, cem aatda hafiyyen selâm vererek na-
m aza nihayet verm iş olurlar.
Bu vâcip olan selâm ile ölüye, cem aate ve im am a selâm verilmesine
niy et edilir. Bazı zevata göre bu selâm iie ölüye niyet edilmez.
(Cenaze nam azında fatihai şerife okunm ası, Şafiîlerce bir rükündür.
İlk tekbirden sonra okunm ası efdaldir.. Hanbelîlerce de bir rükündür , birin-
ci tekbirden sonra okunm ası vâciptir. M aükîlere göre ise tenzili en m ekruh-
tur.)
5 5 8 - Erkek cenaze nam azında şöyle dua edilmesi m e'surdur :

4.».!» Il» i\,jıS"j \jjT j j t'JvâLij Lâ~«_}. Luİ. 1 , ^y

O i w-1.1 İ-U } jlr's 'l Cj_y J*


\ .j ^ Vl 4^!^ Itv— J)1 j L—
^ ıj\

f-jl l> d c * -j jjjllj \j

559— Ölü, erkek çocuk veya esasen m ecnun ise j £ L. ç j ? j . , )


( j t f VI cüm lesinden sonra : <U.!
( L Îi. ULi U d*ye dua edi3*r - (2 )

(1) Allahüm magflr liheyyina ve m eyyitina ve şahidma ve gaibiııa ve zekerina


ve ünsana ve sagirina ve kebirina. Allahümme men ahyeytehû minna feahyihî alelislâm
ve men teveffeytehü mimıa feteveffehû alelım an ve husse hâzel hıiyyite birrevhi
verrahati vel 'mağfireti verrudvan, Allahümme inkâne muhsinen fezid fî İhsa îiikı ve inkâ-
ne müsten fetecavez aııhü ve lakkıhil femme velbüşra vel keramete vezzül fa birahmetike
y â erham errahim în! ..
M e a li- Allahım ! Bizim dirilerimizi ölülerimizi hazır ve gaip olanlarımızı, erkek-
lerimizi, kadınlarımızı, küçük ve büyük günahlarımızı afv-ü mağfiret buyur.

Ya iîâ lıî! Bizden yaşattıklarım islâm üzere yaşat, bizden öldürdüklerini iman üzere
öldür. Bilhassa bu ölüyü kolaylığa, rahata, mağfirete rizana erdir:

Yarabbi! Eğer hu öB, muhsin ise ihsanım artır ve eğer yaramaz bulunmuş ise afvet
kendisine emniyet, bişaret, keramet ve kurbaııiyet nasip buyur, rahmetinle ey emamer-
rahimîn!

(2) Allahümmec Mhü lena ferada, Allahümmec klîıü lena ecren ve zuhrâ.
■Allalıümmec klhii lena şâflan müşeffeâ.
M e â ii: İlâhî! Onu bize takdim edilmiş bir ec'r kıl, Yarabbi!.. Onu bize bir sevap,
bir zahire kıl, onu bizlere şefaatçi ve şefaati kabul edilmiş kıl.
I LM i IAL 235

5 6 0 — Ölü dişi olunca müennes zamiri ile dua edilir, mesela j l ^1)1)
ve denir (^_Iİ .û*. ^ _>) yerine j U l-ji»*-' ^.-1' '-U ^ >)

(^UİU» ve denir ^+1)1 1^ 1 U Ç* j ' j V*~-')


( I jl I* üUU L^Lo-l denir.

5 6 1 — Cenaze hakkında m e’sûr duaları bilm eyenler, kolaylarına geieıı


başka münasip duaları okuyabilirler. M eselâ (L~>- L'J! j U'T l-; ) âyeti kerî-
m esini okusalar kifayet eder. (ob.}l! j / u JC~J! j J > l ) diye de
d u aed eb ih rler. f i) ’

562— Cenaze nam azının asıl rüknü olan tekbirler. — T arif edildiği veç-
hile — üçtür. İlk tekbir ile beraber m ecm uu d ö rt etm iş olur. İm am bir be-
şinci tekbir daha alacak olsa cem aat b u n a iştirâ k etm ez.

56 3— Cenaze nam azında cem aat şa rt değildir. Yalnız bir müslim erke-
ğin veya bir müslim kadının kılmasile de bu fariza ifa edilm iş olur. Cem aat
ile kılındığı halde im am ete evlâ olan, velâyeti âm m eyi haiz olan zatlardır.
Bunlardan sonra Cum a nam azını kıldıran im am , sonra da salâhı hal sahibi
olan m ahâlle veya kabile im am ı, daha sonra da ölünün irs tertibi üzere velîsi
bulunan kim selerdir.
5 6 4 — Bir veli, namaz kıldırm ak için sıra kendisine gelmiş olunca baş-
kasına izin verebilir. Dereceleri m ukaddem zatlardan başkası velinin izni
olm adıkça nam azı kıldıram az, kıldıracak olsa veli de yeniden namazı kılar
ve başk a b ir cem aata kıldırabilir. F a k a t başkası yeniden kıldıram az ve de-
receleri müsavi velilerden biri kıldırınca veya kıldırm asına izin verince diğer-
lerinin artık kıldırm aya salâhiyetleri kalm az, çünkü bu velâyet, her birine
tam , m üstakil olarak sabit b ulunm uştur.
V efat eden bir kadının velisi bulunm azsa nam azım kıldırm aya kocası,
sonra da kom şuları ahaktır.
İm am ı A 'zam dan bir kavle ve İm am ı E bû Yusufa göre ölünün nam azım
kıldırm ak hususunda velisi herkesten m ukaddem dir.
(İm am ı Şafiinin kavli de İmam Ebû Y usufün kavli gibidir.)

5 65 — Bir ölünün nam azını yalnız kadınlar kılacak olsalar câiz olup
bununla bu fariza eda edilm iş olur.
K adınların cenaze nam azını cem aat ile kılm aları da câizdir. F a k a t tek
tek kılm aları müstehap tır.

5 6 6 — M üteaddit cenaze toplansa her birine ayrı ayrı namaz kılm ak ev-
lâdır. Hangisi evvel getirilm iş ise onun namazı takdim edilir. Hep beraber

(1) Allahümmag'fiıii vdü ’m iyyiti ve lisâirl müminine vel'müminat.


Meâli: Ya İlâhî. Beni ve bu ölüyü ve sair mü'minler i e mümineleri yarlığa.
236 BÜYÜK İ SLAM

getirilm iş ise efdalı takdim olunur. M aahaza hepsine bir nam az da kifayet
eder. Bu lıalde im anım önünde erkek olan ölü bulundurulur, diğer ölüler de
saf halinde veya birbiri hizasfnda göğüsleri im am a karşı olarak sıraya konur.
Ş ö y le ki İm am a karşı evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar
daha sonra da kız çocukları konulm uş olur.

5 6 7 — İm am , ölünün göğsü hizasında durur. Cem aat da hiç olmazsa üç


saf bağlar. Bu safların efdalı en geride bulunandır.

568— Cenaze m usallaya konulup baş tarafı im am ın sol tarafına gelmiş


bulunsa namaz câiz olur. Şu. kadar ki bunun kasden yapılması bir isaettir.

569— Cenaze nam azına başlanm ış olduktan sonra gelip cem aata katı-
lan kimse, derhal tekbir alır, noksan kalan tekbirleri de selâm dan sonra dua
okum aksızın biri biri peşine alıp daha cenaze m usalladan kaldırılm adan
ikm al eder.
Kezalik : İm anım dördüncü tekbirinden sonra cem aata iltihak eden
kim se, hem en tekbir alır, im am ın selâm ından sonra da üç tekbiri kaza eder.
Fetva bu veçhiledir. Diğer bir kavle göre birinci tekbirde im am ın tekbirine
intizar edilir, im am tekbir alm adıkça cem aata iltihak edilmez.

570— Ş iddetli y ağm ur gibi bir özür, bir zaruret bulunm adık ça cena-
zeyi Camii şerif içine alarak nam azını orada kılm ak tenzihen m ekruhtur.
Cenaze m escidin ön tarafına konularak im am ile cem aatın bir kısmı cenaze
ile beraber, bir kısmı da m escidin içinde durur, saflarda m uttasıl bulunursa
kılınacak nam az, m ekruh olmaz. N itekim bir çok büyük camilerde â d e t bu
veçhiledir. Bundan Mescidi Haram, m üstesnadır. Onun içinde her türlü na-
m az kılınır. Cenaze nam azını kabristanda kılm ak da münasip görülm em ek-
tedir.

5 7 1 — Cenaze nam azında kadınlar, erkeklerin arkasında saf bağlarlar.


Çünkü kadınlar için safların hayırlısı en geride bulunan saftır. Maamafih
bir kadın, erkeğin yanında durarak cenaze nam azım kılsalar, nam azları fasit
olmaz. Zira bu m utlâk bir namaz değildir.
572— Kıble ciheti araştırılıp ona göre cenaze nam azı kılındıktan sonra
h a ta edilm iş olduğu anlaşılırsa nam az iade edilir. F a k a t cem aatın abdestsiz
bulunm uş olduğu anlaşılırsa namaz iade edilm ez.Çünkü im am ın namazı
sahih olunca bununla bu namaz farizası ifa edilm iş olur.

5 7 3 — Güneşin doğm ası, batm ası ve zevale yaklaşm ası zam anında ce-
naze nam azını kılm ak m ekruhtur. Maahaza kılınsa iadesi lâzım gelmez, bu
vakitlerde defn ise m ekruh değildir.
574— Gayıp bir ölü üzerine nam az kılm ak câiz değildir. Çünkü kıble
cihetinden inhiraf vuku bulur. Meselâ öîii, şark canibinde olsa namaz da
İL M İH A L İ

kıbleye teveccüh edilince ölü, arka tarafta kalır, öiü tarafına teveccüh edııe
cek olunca da kıble, arka tarafta kalm ış olur.
(M alikilere göre de ölünün huzuru şarttır. F a k a t Şafiîlere göre gayıp
üzerine de nam az kıhnabilir. N itekim Resûli E krem E fendim iz, N ecaşinin
nam azını bu suretle kılm ıştı. Buna cevaben deniliyor ki; bu, Resûlü Efham
Hazretlerine m ahsustur, onun için yerler toplanarak N ecaşinin m uvaceheyi
nebeviyyelerine gelm iş olması kabildir
Hanbelilere göre de aradan bir aydan ziyade bir m üddet geçm em iş o-
lunca gayıp üzerine cenaze nam azı kıhnabilir.)

5 7 5— N am azı kılınm adan defnedilip üzerine toprak atılm ış olan bir


cenazenin tefessüh etm em iş olduğuna dair kuvvetli b ir k anaat m evcut olun-
ca hakkım ödem ek için kabri üzerine nam azı kılınır, velev ki yıkanm adan
defnedilm iş olsun. F a k a t tefessüh ettiğine dair galebei zan m evcut olunca
artık nam azı kılınam az. Tefessüh edip etm em ek hususunda zanni galibe
itib ar olunur.
(Cenaze nam azının farziyeti icm a ile sabittir. Bu icm a'nm senedi de:
{ } ) em ri K ur'anîsi ile fili nebevidir. M âliki fukahasm dan Aliyyü-
lâdevî, H aşiyesinde diyor ki: "Cenaze nam azının M ekkei M ükerremede mi,
yoksa, M edinei Münevverede mi m eşrû kılınm ış olduğunda bazı fu k ah a,te-
reddüt etm iştir.
Bazı ehadisi şerifenin zahirine nazaran M edinei Tahirede m eşrû kılındığı
anlaşılm aktadır." F ilhakika Resûlü E krem in M edinei Münevverede: (Bera
ibni M a'rur) u n kabrini ziyaret ederek üzerine ilk cenaze nam azını kılm ış
olduğu rivayet olunm aktadır.)

5 7 6 — Diri olarak doğduğu bilinen veya ekserisi diri olarak çık an bir
ço c u k yıkanıp nam azı kıhm r.B öyle olm ayınca yalnız yıkanır, üzerine
nam az kılınm az.

5 7 7 — Bir ölü yıkanm adan veya un u tu larak yalnız bir uzvu yıkanm a-
dan kefene sarılacak olsa kefen açılır, yıkanm ası tam am lanır, üzerine namaz
kılınm ış ise iade edilir. Kabre konulup da üzerine henüz to prak atılm am ış
olduğu takdirde de hüküm böyledir. F a k a t toprak atılm ış bulunursa artık
kabirden çıkarılm ası haram dır. Yıkanılm asî sakıt olur, yalnız kabri üzerine
tekrar namaz kılınır. Ezlıar olan budur. Kefensiz olarak kabre konulm uş ol-
duğu halde de artık kabri açılm az.

5 7 8 — M üntehir üzerine nam az kılınır. İm am E bu Y usufa göre in tihar,


h a ta ile veya şiddetli bir ağrıdan dolayı olm adıkça m üntehir üzerine namaz
kılınm az.
5 7 9 — Anasını veya babasını haksız yere âm d en öldüren kim senin na-
m azı kılınmaz. !

5 8 0— Savaş halinde öldürülmüş olan bağiler ve yol kesiciler yıkanm az


238 BÜYÜK İSLAM

ve üzerlerine namaz kılınmaz. F a k a t savaş b ertaraf olduktan sonra öldü-


rüldükleri takdirde yıkanırlar, nam azları da kılınır. Recm veya kısas yolile
öldürülenlerin de yıkanıp namazları kılınır.

5 8 1 — İrü d a t ettiğ in d en dolayı öldürülen bir şahsın nam azı kılm am ıya-
cağı gibi cesedi de ne İslâm kabristanına, ne de döndüğü m illet m akberesine
defnedilir. Belki boş bir yerde kazılacak bir ç u k u ra gömülür.

5 8 2 — Bir müslimin nik âh ın da bulunan bir kitabiye, gebe olduğu halde


vefat etse nam azı kılınm az, bunda icm a vardır. Kabrine gelince onun için
ayrıca bir m akbere ittihaz etm ek alıvattır. Bir kavle göre ço cuğ a tabi olarak
İslâm m akberesine defnedilir. Diğer bir kavle göre de çocuk henüz andan
bir cüz bulund uğ u için ana tâbi olm ayıp kendi m illetine a it bir m akbereye
defnedilir.

583— Müslümanlar ile gayri müslimlerin cenazeleri birbirine k an şık


bir halde bulunsa bakılır : E ğer müslümanlara m ahsus b ir alâm et var ise ona
göre am el olur. Bir alâm et bulunm adığı takdirde ise hepsi yıkanır ve müslü-
m anlara niyet edilerek hepsinin üzerine nam az kılınır. F a k a t gayri müslim-
ier ç o k bulunursa yalnız yıkanırlar, İliç birinin üzerine namaz kılınm az.
Çünkü ekser için hükmikül vardır. Müsavi görüldükleri takdirde ise bir kav-
le göre üzerlerine namaz kılınır, b ir kavle göre kılınmaz.

Definleri cihetine gelince bunda da ih tilâ f vardır, bir rivayete göre b u n -


lar ayrıca bir m akbereye defnedilirler, kabirleri yükseltilm ez, düzeltilir.

5 8 5 — M eçhul bir kimse, İslâm y u rdu nd a öldürülmüş bir halde bulunsa


bakılır : E ğer bir alâm et var ise ona göre amel olunur, yok ise sahili olan bir
kavle nazaran İslâm y u rd u n a tebaiyetle yıkanıp üzerine nam az kılınır. Ni-
tekim dar'ı harpte bulu nan bir m ak tû l de islâm iyetine dair bir alâm et b u -
lunm ayınca bulunduğu yere tabean gayri müslim sayılır.

586— Cenaze nam azını kıldıracak im am ın, âkil olması şarttır.S air na-
m azları ifsad eden şeyler, cenaze nam azım d a ifsad eder.

587— "Ölünün alnm a veya sargısına veya kefenine ahdııam e, yani:


Kendisinin im an üzerine, ahdi ezelî üzerine sâ b it bulunm uş olduğuna dair
bazı m ukaddes kelim eler yazılm ası takdirinde Allah Tealânm m ağfiretine
nail olacağı um ulur." denilm iştir. F a k a t bu m übarek kelim elerin, m eselâ:
Kelimei Tevhidin kabir içinde kalıp bilâhare çiğnenm esi veya cenazeden
akacak m ayiler içinde kalm ası m elhuzdur. Bu cihetle bunun m ahzurdan h â -
li olm adığı nazara alınm aktadır.
Ölünün gaslinden sonra, tekfininden evvel cephesine m ürekkeple değil,
yalnız şahadet parm ağile : ( ) göğsü üzerine de : (ûılVUtN)
yazılması daha m uvafık görülmüştür.
İ LM İH A L İ 239

Cenazeleri kabirlerine teşyi etm ek :

588— Cenazeleri teşy i' etm ek sünnettir. Bunda büyük sevaplar vardır
H a ttâ akrabadan veya kom şulardan veyahut salâhı hal ile bilinm iş zatlardan
oian bir cenazeyi takip etm ek, nâfile ib ad e tte n efdaldir, ve illâ nâfileler ef-
daldır.

589— H azırlanm ış olan cenazeleri bir an evvel götürüp kabirlerine def-


netm ek evlâdır. M eselâ: Cum a günü sabahleyin hazırlanm ış olan bir cenaze-
nin cem aati ç o k olsun diye Cum a nam azından sonraya tehir edilmesi m ek-
ru h tu r. M eğer ki Cum a nam azının fevtinden korkulsun.
Bayram nam azı vaktinde hazırlanm ış olan, bir cenazenin nam azı da
bayram nam azından sonra, h u tb eden evvel kılın ir.

59(X— Cenazeyi taşım ak ta sünnet oian, d ö rt kim senin d ö rt taraftan


yüklenm esidir. H er tarafından on adım m iktarı yüklenm ek m üstehaptır ki,
m ecm uu kırk adım eder. B unun büyük sevabı vardır. Şöyle ki: Bir müslü-
m an, cenazeyi evvelâ ön tarafından sağ om uzuna, sonra ayak tarafından
sağ om uzuna alır, b a'dehu ön tarafından sol om uzuna, daha sonra da ayak
tarafından sol om uzuna yüklenir ve her birinde on adım yürür,lâyık olan
budur.

591— Cenazeleri om uzlar üzerine yüklenerek kabirlerine kadar taşı-


m ak o n lan n haklan nda gösterilen en büyük hürm et ve tazim nişanesidir.
Böyle bir hareket, insaniyetin şeref ve kadrine büyük bir riayeti m utazam -
m rndır. Bir insanı eşya nakli gibi bir surette uhrevî m eskenin kapısına kadar
nakil etm ek, insaniyetin hassas ruhunu rencide edebilir. Binaenaleyh bir
zaru ret bulunm adıkça cenazeyi arkaya alm ak veya hayvana, arabaya yük-
lem ek m ekruh tur. Cenaze kendisine ızdırap verilmeksizin om uzlar üzerinde
suratlıca götürülmelidir. Ç ocuk oian bir cenazenin de el üstünde götürülmesi,
hayvan üzerine yükletilm esinden evlâdır. Ç ocuk cenazesini yalnız bir kim se-
nin piyade veya rakip olarak eli üzerinde götürm esinde bir beis yoktur.

59 2 — Cenazeyi teşyi'edenier, cenazenin arkasından yürümelidirler.


E fdal olan budur. M aamafih önünden yürümeleri de m eknıh değildir. Cena-
zeyi piyade olarak takip etm ek de rakip olarak takip etm ek ten efdaldır.R a -
kip olan, cem aata eziyet verm em ek için arkadan yürür. Meğer ki fazla ileri-
den gidecek olsun.

5 9 3 — Cenazeyi takip edenler, hayatın akıbetini tefekkür etm eli, haşi-


ane bir vaziyet almalıdırlar, münasip olan b u d u r. B unların gülüp söylemeleri,
dünya lâkırdılanna dalm alan doğn ı olmaz. H a ttâ zikir ile veya K ur'am rnü-
binin kıraatile seslerini yükseltm eleri bile tahrim en m ekruhtur.

594— Cenazeleri buhurlar ile, şem 'alar ile gürültüler ile, nevhalar ile
240 BÜYÜK İSLAM

teşyi' etm ek m ekru h tur. T eşyi' edenler, bu gibi şeyleri m en 'e çalışm alıdır-
lar, m en edem iyecekleri takdirde cenazeyi teşyiden geri dönm ezler.
s

(Hanbeîîlere göre cenaze ile beraber m ünker bir şey bulunur d a teşyi,
eden zat, bunu izaleden âciz kalırsa bu cenazeyi takip etm esi haram olur.
Çünkü bu n d a m a'siyeti takrir vardır.)

59 5 — Cenaze iç in göz y a ş la n dökerek ağlam akta, kalben m ahzun ol-


m ak ta b ir beis y o k tu r. Elverir ki lüzumsuz sözler söylenm esin. Cenaze için
nevha etm ek, yaka yırtm ak, yüz tırm alam ak, saç yolm ak, dizlere vurm ak
gibi şeyler haram dır, takdire karşı isyandır.
Bir ölü, kabrinde ailesinin, akrabasm m ağlam alarından dolayı muaz-
zap olmaz. M eğer ki bunlara ağlam alannı tavsiye etm iş olsun.

596— Cenazeyi teşyi edenler, daha nam azı kılınm adan geri dönm e -
m elidirler. D önm eğe lüzum görülürse cenaze sahibinin müsaadesini almalı-
dırlar, evlâ olan budur.

Hele cenazeyi takip eden m iislüm anlardan bir kısmı, cenaze nam azını
kılarken diğer bir kısm ının seyirci vaziyetinde durarak bu nam aza iştirâ k
etm em eleri kad ar acınacak, garip görülecek bir h a re k e t olamaz.

597— Cenaze için ayağa kalkm ak, başka m illetlere teşebbühü m uta-
zanım ın olduğundan m ekruhtur, m em nudur. Bir m âni y o k ise ayağa kal-
kıp cenazeyi takip etm elidir. K abirlerine götürülen cenazelere el kaldırıp
selâm verm ek de z â ittir, bir esasa m üstenit değildir.

598— K adınlann cenazeleri teşyi etm eleri tahrim en m ekruhtur.B un -


dan dolayı sevaba değil, günaha girm iş olurlar.

Cenazelerin kabirlerine konulm ası:

599— Cenaze kabre götürülüp om uzlardan indirilince cem aat, bir m ah-
zur yok ise otururlar, bu n d an evvel oturm aları m ekruh olduğu gibi bundan
sonra ayakta durm aları da m ekruhtur.

600— K abrin bir bo y m ik ta n derin ve yarını boy m iktarı enli olması


güzeldir, y an m boy m ik tan derin olması da kifayet eder. Kabirlerde efdal
olan lâ h ıtü r. Şöyle İd : Salâbetli olan b ir kabrin içinde kıble tarafı oyulur,
ölü buraya konulur, önüne de tah ta, kam ış veya kerpiç gibi şeyler konur.
Bu halde toprak tam ölünün üzerine değil, bu şeyler üzerine atılm ış olur ki,
bu ölüye karşı bir hürm et dem ektir.
F a k a t kabir yeri yum uşak veya ru tub etli olup ta lâh ıt kazması
kabil olmazsa dere gibi çu kur kazılır, bun a " Ş a k = yarm a" denir, iki tarafı
İLMİHALİ 241

lüzum görülürse kerpiç, tuğla gibi bir şey iie örülür, ölü b u n lan n arasına k o -
nulur, üzerine de kendisine dokunm ıyacak bir tarzda kerpiç veya tahtalar
ile tavammsı bir şey yapılır, bunun üzerine de toprak atılır.

6 0 1 —Kabrin zemini rütubetli veya yum uşak olduğu takdirde cenaze


ta b u t ile defn edilebilir. H a ttâ bu halde tab utun taştan , dem irden yapılm ış
olması da câizdir. F a k a t böyle olm ayınca ta b u t ile defn m ekruhtur. Bazı
fukahaya göre kadm lann tab u t ile defnedilm eleri m üstahsendir, velev ki
yum uşak olmasın...

Zem ini rütubetli olan bir kabrin içine toprak döşenm esi m esnundur.
t* ' -
6 0 2 — Cenaze kabre kıble cihetinden konulur, sağ tarafı üzerine kıb-
leye döndürülür, bağı var ise çözülür, arkası üstüne yatınlm az.

Cenazeyi kabre koyanlar ; ( il» J c j » ) derler (1)

Bunların adedi m uayyen değildir, kifayet m ik tan olması aram r.Kadm -


ları kabre koyacak kimselerin kendilerinin rahim cihetinden m ahrem leri ol-
maları evlâdır. Bunlar bulunm azsa yabancılardan salâhı hal sahibi olanlar
tercih olunur. Kadınlar kabire yerieştirilinceye k ad ar kabirleri üstüne b ir
perde örtülür.

603— Bir kim senin "filâ n zat, kendisini yıkasın veya nam azını kılsın
veya kabre koysun" diye yapm ış olduğu vasiyetine riayet lâzm ı değildir.
M eğ erk i velileri bu vasiyete razı olsunlar.

604— Cenazeyi taşım ak veya kabri kazm ak için bazı kimseleri ücretle
istihdam câizdir-

60 5 — Bir m akberede bir kimsenin hazırlam ış olduğu bir kabre başka


bir ölü defn edilecek olsa bakılır : E ğer m akbere geniş ise bu m ekruhtur,
geniş değilse câizdir. Ş u kadar varki o kim senin m asrafını verm ek lâzım
gelir.

606— Bir kim senin kendisi için kabir kazdırıp hazırlam ası, bir kavle
göre m ekruhtur. Çünkü hiç bir kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez.
F a k a t kefen hazırlam akta kerahet y o k tu r, zira buna olan ih tiy aç, çok
kere m ütehakkaktır.
Ebubekris Sıddık (Radiyallahü Tealâ anh) kendisine kabir kazıyıp
hazırlam ak isteyen bir kimseye : "Nefsin için kabir hazırlam a, kabir için
nefsini hazırla" diye buy u rm u ştu r.

(i) Allah Tealânm ismile ve Resıılullahıh milleti üzerine seni defnediyoruz.


F : 16
BÜYÜK İSLAM

o 0 7 — Bir müslüman kabrine tevdi edildikten sonra orada bir deve b o -


ğazlayıp paylaşılabileceği kadar oturularak k u r'a n okum ak m üştahsendir.
Ç ok kere "Sûrei Mülk" ile "Sûrei V akıa" ve "Sûrei îh lâs" ile "Muavvize-
tev n " sureleri, sonra "Fatilıai şerife" ile "B ekare" suresinin evveli okunur,
sevabı cenazenin vesair ehli im am ın ruhlarına bağışlanır, cenazenin m ağ-
fireti ilâhiyeye m azhariyeti için dua edilir.
Cem aatın toprağa tevdi ettikleri bir din kardeşlerinden hem en ayrılıp
dağılm aları muvafık değildir. Cenazenin ruhu, onların lıuzurlarile istinas
etm iş, teveccüh edecek suallere hazırlanm ış, m ağfireti süphaniyenin tecelli-
sine m üterakip bulunm uş olur.
Resuli Ekrem (Sallalahü aleyhi vesellem) Efendim iz, bir cenazenin
defnini m üteakip hem en dönm ez, bir m üddet m edfeni yanında durur ve
cem aata hitaben "K ardeşiniz için Allah Tealâdan m ağfiret isteyiniz, ve
kendisine tem kin ihsan buyurulm asını dileyiniz, o şimdi sual görecektir"
diye buyururdu. ^

6 0 8 — Kabre konulan ve teklif çağına yetişm iş olan bir İslâm ölüsü


hakkında telkin verilmesi m eşru görülmüştür. Ş öyle ki : Kabre defnedilm e-
sini m üteakip bir salih kimse kalkıp ölünün yüzü m ukabilinde durur ona
hitaben : "Y a fülân! Yebne fülâne!" M eselâ: Ya Osman! Y ebne Zeynep"
diye üç kere nida eder, kendisinin ve anasının adları bilinmezse "Y a Abdel-
lah. Yebne Havva!" denilir, sonra da:
j !_j j». jkî l } j». cL l j l_j Ij 1 j i j Jl î j l f i c L ^ U J " öl )

]i «l>1y > - \ \\i j j Lu/ y j

jj» } c J fy Us ytVUıV d iy e n id a e d e r. Ü ç k e r e
( JlV j î üç k e re de ^ ^ ^ i tr.-» > J*)
( <>*j' b j j ijiJ i d e n ilm e si m u ta ttır . (1 )

Um ulur ki bu gibi kıtaatlar, telkinler vesilesiyle Allah T ealâ ölüyü yar-


lıgar, onun kabir sualine cevap vermesini kolay kılar.

(1) Ya Abdd'lalı! yebne zeyııep! üzkür ma künte aleyhi min şehadeti en lâ ilâfıe
illallah , ve enne Muhammeden Resûlüllah ve ennel'cennete hakkun; vennare hakkun
ve eıınel’ba'se hakkun, ve ennes'saate Atiyetün lâ rey be fihâ ve enneflâhe yebasü menfi"
kubur. Ve enneke radiyte billâhi rabben ve bil’islâmi dfnen ve bi Muhammedin SallâT-
lahü aleyhi ye sellem e nebiyyen ve bil’kuram imamen ve bil'kabeti kıbleten vebîl'mü-
minine ihvana, Rabbiyellahii lâ ilâhe illâhû, aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbiil'arşil,
âzîm. Ya abdd'lalı! Yebne Zeyneb! Kul lâ ilâhe fl'lâl'lah, kul rebbiyel'lah, ve dîniyel
İslâm, ve nebiyyî Mııhammedün aleyhisselâtü vesselâm Rabî! lâ tezerhii ferden ve ente
hayrül'vârisîn.

Meâli : Ey Abdullah! Ey Zeyneb oğlu! Hayatında müdavim re nıutekid olduğun


İLM ÎHAÎ.f 243

F ukahayı h an efiy ed en bir kavle göre d efin d en sonra telkin yapılm asile
ne em rolunur, ne de neh yolu n u r.
* (M alikîlere göre telk in , ihtizar halinde m endup, d efin d en sonra m ek -
ruhtur. Şafii'ler ile H anbelîlere göre ise m üstehaptır.)

609 Bir m üslüm an, k ıld ığı bir nam azın veya tu ttu ğu bir orucun veya
ok u d u ğu bir Kur’anın veya verdiği bir sadakanın sevabını, gerek ber hayat
olsun ve gerek olm asın sair bir m üslümana veya bilum um müslümanlara h e-
d iy e edebilir, bu câizdir. Bu sevap onlara verilir ve her birinin ayni sevaba
nail olacağı fazlı İlâhiden beklenir.

6 1 0 - Kabirden çık an topraktan fazlasını kabrin üzerine atm ak m e k -


ruhtur. F akat îm anı M uham m ede göre bunda bir beis yo k tu r. Hazır bulu-
nanların kabir üzerine üçer avuç toprak atm aları ve ilk d e f asında ( )
İkincisinde : < ) üçüncüsünde de : ( -OJÇ ) dem eleri
m üstehaptır.
Kabir üzerine su serpm ekte de bir beis yoktur.

Kabirler, birer karış m iktarı veya az daha ziyad e yükseltilir, d eve ör-
kücii gibi yapılır ki, bu m endup tur. Düz bir şek ild e yapılm az ve k ireçlen -
m ez. Fakat harap olan bir kabir, çam ur ile tam ir edilebilir.

6 1 1 — C enazeleri gündüzün d e fn m üstehaptır. G eceley in definleri de


m ekruh değildir. Ş u kadar var ki bir izdirar b u lu n m a d ık ça g e ce le y in d e f-
ne tm em elidir.

612— Y akm ında kara bu lu n m ayan bir gem id e ö len ve d u rd u k ça b o -


zulm asından k orkulan bir m üslüm an yıkanır, k efen len ir, üzerine nam az k ı-
lınıp sağ tarafı üzerine k ıb ley e karşı olarak d en ize bırakılır.

* (İm am A h m e tten n a k led ild iğin e göre b ö y le ölü ye ağır bir ş e y d e b ağ-
lanır k i, d en izin dibine gid eb ilsin . İm am Ş a fiîn in beyan ın a göre de eğer

veçhile "Eşhedü en lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden Resulüllah" kelimei şahadeti-


ni zikret, şüphesiz Cennet haktır "Yani sabittir", Cehennem haktır, bas haktır, kıyamet
haktır, bunda şüphe yoktur. Allah Tealâ kabirlerde bulunanları muhakkak diriltip mah-
şer yerinde toplayacaktır. Ve sen — yad et ki Allalı Tealânm rubibiyetiııe, islâmm din
oluşuna, Muhammed Aleyhisselâtü vesselamın nübüvvetine, Kur’amn imam, K abe’nin
kıble ve ınü'minlerin kardeşler oluşuna razı bulunmuş idin.

Ey Abdullah! de ki: Allah'tan başka ilâh yoktur. De ki : Rabbim Allah'tır. Dinim


İslâmdır, Peygamberim Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm'dır. Yarabbi!. Bu ölüyü
yâlnız bırakma. Sen vârislerin haysrhsısın.
244 BÜYÜK İSLAM

d ârı harbe yakın değilse ölii iki tahta arasına sıkıca bağlanm alıdır ki, sular
onu bir sahile atsın da müslümanlar tarafından elde edilerek defnolıınsun.
Bizce de böyle m enkuldür.)

613— Ölmüş veya öldürülmüş kimseyi, ölü bulunduğu yerdeki m akber-


leıden birine defnetm ek m üstehaptır. Daha defnedilm eden bir iki mil kadar
uzak bulunan başka bir m akbereye nakledilm esinde de bir beis yok tur.
Daha uzak bir yere nakledilmesi hususunda ise ih tilâ f vardır. Bir kavle göre
sefer m üddetinden daha uzak bir yere de defnedilebilir. Bunda kerahet y o k -
tur. Fakat defnedildikten sonra artık çıkarıhp nakledilem ez. M eğer k i baş-
kasının yerini gasp gibi çıkarılm ası'için bir zaruret bulunsun.

(Malikılere göre bir ölü, defninden evvel de, sonra da başka bir yere
nakledilebilir, şu şartla ki : Nakledilirken hali tegayyür etm em eli, hürme-,
te münafı, tahkiri müstelzim bir halde nakledilm em eli ve naklinde bir
m aslahat bulunm alı. Meselâ : Kabrini deniz sularının basm asından korkul-
m ah veya bereketi um ulur bir m ekâna nakli istenilnıeli veya ailesinin ziya-
ret edebilecekleri yakın bir yere nakli arzu edilmelidir. Bu üç şa rtta n hiç
biri bulunm azsa nakli haram olur.
Hanbelılere göre de sahih bir garaza m ebni cenazelerin definlerinden
evvel de, sonra da nakilleri câizdir. Salih bir kim senin yanına veya müba-
rek bir buk'aya nakil gibi. Elverir ki rayihasının tegayyür etm iyeceğine
em niyet bulunsun. Şafiîlere göre cenazeleri nakil, esasen haram dır. M eğer
ki ölülerini kendi beldelerinden başka bir yerde defnetm eleri â d e t bulunsun
Bir de Mekkei M ükerremeye, Medinei Münevvereye, Beyti Makdise ve salih
bir kavmin m akberelerine yakın bir yerde vefat edenler, bundan müstesna-
dırlar. B unlann rayihaları tegayyür etm em ek şartiyle buralara nakledilm e-
leri sünnettir. Maahaza bunların naklinden evvel yıkanm ış kefenlenm iş,
üzerlerine namaz kılınm ış olm alıdır , ve illâ nakilleri haram dır. D efinden
sonra nakle gelince bu da yalnız zaru ret halinde m ünhasırdır. Gasbedilm iş
bir yere defin gibi ki, sahibinin talebi halinde nakli câiz olur.

(Maverdinin beyanına göre yıkanm adan defnedilm ek veya defnedilen


yeri su basm ak, riitubet alm ak da kabrin açılm asını, ölünün nakledilm esini
tecviz eden sebeplerdendir.)

614- Ölünün velisi, definoen sonra birinci günden yedinci "güne kadar
kolayına gelen şeyi fakirlere tesadduk ederek sevabını ölüye bağışlam alıdır.
Bu bir sünnettir. Buna kadir olmazsa iki rek 'a t namaz kılarak sevabını ba-
ğışlam alıdır. Fakat ölü sahiplerinin birinci, üçüncü günlerde veya bir hafta
sonra ziyafet vermeleri m ekruhtur. A ncak ölünün kom şularının veya uzak
akrabasının taam hazırlayarak ölii sahiplerine ikram ve yemeleri iç in ilhah
etm eleri m üstehaptır. Çünkü onlar kendilerine- yem ek, ihzar edem iyecek
bir halde bulunabilirler, v. .. -s ’
İ L MİH A Lİ 245

6 1 5 - Olü sahiplerinin yapılacak ta'ziyeleri kabul için üç gün kadar


hanelerinde oturm aları câizdir. Maamafih oturulm am ası evlâdır. Cenazenin
defninden sonra nihayet üç güne kadar bir d e fa y a mahsus olmak üzere ta'-
ziye yapılması m üstehaptır. Meğer ki ta'ziye edilecek kimse, gayıp bulunsun
o luılde üç günden sonra da ta'ziye edilebilir.

T a z iy e le r in kabristanda veya ölünün kapısı önünde yapılm ası b id ’at,


m ekruh görülm ektedir. T a 'ziyen in tekrarı da m ekruhtur. B ö y le bir m u sib ete
u ğrayana : "A llah T ealâ size sabrı c e m il, ecri cezil ihsan b u yu rsu n ” gibi
sözlerd e ta'ziye edilir, teselli verilir. Bir m u sib ete uğrayan da : IL <üU )
( ^ -r -b d iy e Hakka tevessül etm elid ir.

Kabir ve M akbereler:

6 1 6 - Kabirleri ve kabristanları gü zelce m uhafaza e tm e k , tem iz tutm ak


ağaçlar ile tezy in etm ek b erh ayat olanlar için birer vazifedir.
Kabirleri ç iğ n e y ip üzerlerinden geçm ek m ek rııh tu r.B ö y le bir hareket,
ölü hakkındaki hürm ete m ünafidir, â d eta onların haklarına bir tecavüzdür.
B inaen aleyh bundan mümkün o k lu ğ u kadar sakınm alıdır. F akat kabris-
tana m ahsus başka bir y o l b u lu n m ad ığı takdirde Kur'an okum ak veya teş-
b ih te, duada bulunm ak şa rtile kabirlerin aralarından, üzerlerinden yürüyüp
g itm ek te ve kabirlerin kenarlarında oturm ak ta bir beis olm ad ığın a kail
olanlar vardır.
6 1 7 - Bir kabristan, ne kadar kadim olursa olsun ve ken d isin d en ne ka-
dar istiğ n a hasıl o lm u ş bulunursa bulu nsu n y in e kabristan olarak korunm ak
lâzım gelir. B ö y le bir kabristanı satıp v ey a üzerine her hangi bir m üessese
vücuda getirip iç in d e bulunan ölü k em ik lerin i,top rak ların ı başka bir m akbe-
reye n ak letm ek câ iz görülm em ektedir.
Ö lülerin hakları da dirilerin hakları kadar, belki on d an daha ziyade
m ahfuzdur. Bu haklara riayet ed ilm esi in sa n iy et için bir vecibedir. A ba ve
ecd ad ın ın h ukukuna riayet e tm iy e n bir nesil, kendi e v lâ t ve ahfadından ıfe
yü zle riayet bekliyebilir?.

6 1 8 - Su basm akta olan veya ecn eb i bir m illet elin d e kalan bir mak-
bereyi başka yere nak letm ek câiz görülm üştür. B ö y le bir m akbereyi müm -
kün m erteb e m uh afazaya ç a lışm a k lâzım dır.

6 1 9 - Bir cen a ze kabrine k on u lu p üzerine toprak atıldıktan sonra ar-


tık kabri a ç ılm a z , kabrinden çık arılam az, bu câ iz değild ir. Çünkü artık
A llah T e a lâ y a teslim e d ilm iş, cem aatın ellerin d en ç ık m ış olur. M eğer ki
bir zaruret tahakkuk etsin . Ş ö y le ki : Bir cen aze gasb ed ilm iş bir yere veya
m ağsup bir libas ile d efn ed ilse veya satın alınıp d efn ed ild iğ i yere şu f'a
y o lile bir kim se tem ellük etse cen azen in çıkarılm ası câ iz olur, çıkarılm adığı
takdirde yer sahibi kabri d üzelterek üzerine d iled iğ in i ek ebilir.L ibas sahibi
de dilerse libasın k ıy m etin i alm akla ik tifa eder.
246 BÜYÜK İ SLAM

~9 Kezalik : C em aatten birinin bir m etal kabre düşm üş olsa ölüye dokuıı-
maksızm kabilin toprakları açılarak o m eta çıkarılabilir. B unda bir beis
yoktur. Çünkü o malın bir hürm eti = değeri vardır. Resuli Ekrem , Sallallahü
Aleyhi Vesellem Efendim iz, m allan zayi etm ekten nehi bu yu rm u ştur. Bir
ıııeta'm b o ş yere kabirde kalması ise m uhterem bir m ah zayi etm ekten b a ş-
ka değildir.

İşte bu hikm ete m übtenidir ki kabirlerin tezyin edilmesi, kabirlerde


m um , kandil yakılması da m uvafık görüimeyip israf sayılm aktadır. M eğer ki
civanndaki yolu tenvir m aksadına m üstenit olsun.

İşte islâm dininin m ala verdiği kıym et, işte her hareketin bir şuura,
bir fâideye m ukarin olmasını isteyen bu iîâh î dindeki büyük hikm et!.

6 2 0 — Kabirlerin yanında uyum ak, çevrelerini kirletm ek,-yaş otlarını,


ağaçlarını koparm ak m ekruhtur. K abristandaki otlar, ağaçlar yaş bulun-
du kça bir nev'i h ay ata sahip dem ektirler. Bunlar, hal lisaniyle Hak te âlâya
teşbih ederler ; bu vesile ile orada yatan ölmüş im an sahiplerinin rahm eti
ilâlıîyeye nâil olacakları um ulur.

Resulü Ekrem , Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendim iz, bir kabristanda


bulunan iki kabir sahibinin m uazzep olduklanna m u ttali’ olm uşlar, müba-
rek ellerine aldıkları yapraksız, yaş bir hurm a fidanını ikiye bölüp birini bir
kabrin, diğerini d e diğer bir kabrin başına dikm işler, "um ulur ki bunlar
kuruyuncaya kadar bu kabr sahipleri hakkındaki azap hafifleşecektir"
diye buyurm uşlardır. B unun için d ir ki, bazı yerlerde kabirlerin üzerlerine
Mersin ağacı dallan koym ak â d e t olm uştur. F a k a t bu hususta asıl olan, yaş
ağaçlann dikilm esidir. Buhariı şerif şarihi Aynî m erhum un dediği gibi :
"K abirlerin üzerlerine m ücerret y aş, güzel kokulu çiçekleri, yeşillikleri k o y -
mak bjrşey değildir, sünnet olan ağaç d ik m ek tir." A ğaçların sıhhî bakım -
dan da faydalan m alûm dur.

Filvaki kabirlerin üzerine birkaç p arça gül, reyhan gibi yaş çiçekler
de konulabilir. F a k a t bu hususta israf edilmesi, beyhude yere solup gide-
cek m uvakkat çiçeklere bir ç o k paralar verilmesi m uvafık görülemez.
Bahusus başka m illetleri taklit sâikasâle olursa asla câiz olamaz.

621— Kabirleri haftada bir gün, bilhassa cuma ve cum artesi günleri
gidip ziyaret etm ek erkekler için m endup tur. Salih zatların kabirleri teber-
rük için ziyaret edilir, velev ki uzak bir yerde bulunm uş olsun, bu hususta
yolculuğu ihtiyar m enduptur.
Yaşlı kadınlar da ibret almak, teberrükte bulunm ak için kabirleri ziya-
ret edebilirler, bu n d a bir beis y o k tu r. M eğer ki bir fitne korkusu bulunsun.
Zâir, ayakta kıbleye veya ölünün yüzüne karşı durarak dua etmeli,
İLM İHALİ 247

d em elid ir.(1 ) N eb iy y i Z işan E fen d im iz, B ek i’ kabristanım ziy a ret ederken


b ö y le selâm verirlerdi. *

622 Kur'an okuyacak kim sen in kabir kenarında oturm asında --


m uhtar olan kavle göre — k e rahat y o k tu r. O turup " Y âsin " sûrei celîlesini
okum ak da pek sevaptır, bu ytizdeıı Allah T ea lâ n m ölülerim ize kolaylık
vereceğ i, oku yana da ölüler a d ed in ce hasenat ihsan b u yuracağı İm am ı
A li'den ve Hazreti E n esd eıı (R adiyallahü anhüm a) rivayet o lu n m u ştu r.-

6 2 3 “ Kabirlerin üzerine oda veya ku bbe gibi şeylerin y ap ılm a sı ve


yazı yazılm ası İmam Ebu Y usufa göre tahrim en m ekruhtur. A m m ey e vak-
fed ilm iş olan veya ölüleri d efn iç in terk edilip k im sey e ait b u lu n m ayan bir
kabristanda ise kabirler üzerine bina y ap ıp başkaların d efin lerin e yaraya-;
cak yerleri işgal etm ek haramdır.

M aam afih ulem adan, suieh adan , sadattan bulunan zatların kabirleri
kaybolm am ak için yanlarına taş k on ulm asınd a ve isim lerinin yazılm asında
bir beis yo k tu r.S a ir ölenlerin cie eserleri gaip, m e ze llete diiçar olm am aları
için b a şla n ucuna birer taş dikip isim lerinin yazılm asın da bir beis g ö rm e-
yen ler vardır. Her halde bu taşlara â y e ti kerîm e yazm am alıdır. B ilâhare
taşlar kırılarak yerlere düşm esi m elhuzdur.

* (M alikîlere göre kabir üzerine K ıır'an yazılm ası haram , ölünün adile
ölüm tarihinin y azılm ası da m ekruhtur. S a fi ilere göre bunlara y azı yazm ak
'm utlaka m ekruhtur. M eğer ki bir âlim in , bir salibin kabri olsun, o halde
adını ve kendisini tem y iz ed ecek vasfın ı y a zm a k m end uptur. H anbelİlere
göre de k itab et, b ö y le tafsile tabi olm aksızın m ekruhtur.I

6 2 4 - Bir şahsı öldüğü ev iç in d e bir yere d efn etm ek m ekruhtur. Ç ün-


kü b ö y le bir d e fn . en b iy a y ı izam hazeratm a m ahsustur. Y er altında m a h zen -
ler yapıp ölüleri oralara tabutlar i!e koym ak da bir ç o k m ahzurlardan d o la y ı
m ekruh görülm üştür. Bu v eıiere "Füseka" denilir.

6 2 5 - Bir ölünün cesedi tam am en toprak kesilip kem ikleri d e kalm a-


m ış o lm ad ık ça kabri açılarak yerine başkası d efn ed ilem ez. M eğer ki başka
bir yer bulunm am ak gibi bir zaruret bu lunsu n, bu halde kem ikleri toplanır,
k endisile d iğer d efn ed ilecek ölii arasına bir mania olm ak üzere toprak veya
k erpiç doldurulur.

6 2 6 — Bir ölü. kabrine y a n lış k o n u lm u ş olsa, m eselâ K ıbleye m ütevec-

(i ) Meali: Esselâmü aleykiim; ey mü minler yurdunun sakinleri! Bizler de inşallah


sizlere kavuşacağız, Allah Tealâdan bizim ve sizin için afiyet, uhrevîhâilelerden siyanet
ve selâmet dilerim.
248 BÜYÜK İ SLAM

cilı k on u lm a m ış bulunsa veya sol tarafına yatırılıp başı ayak tarafına gelm iş
olsa bundan d olayı kabri açılam az. Çünkü cen azen in sağ tarafına yatırıla-
rak k ıb leye m üteveccih b ulunm ası bir sünnettir, buna riayet ed ilm ed iğ in d en
d olayı kabri açm ak m uvafık olam az.

6 2 7 - Bir zaruret b u lu n m ad ık ça iki üç cen a zey i bir kabire k ovm ak


câiz değildir. Zaruret halinde ise konulur, aralarında da bir haciz olm ak ü ze-
re toprak doldurulur. U lıu t Ş eh itleri bu suretle d efn ed ilm işlerd ir.
Câbir ibni A bdullah (R adiyallahü anlıüm a) d em iştir ki: U h u t gazasında
ilk şe h it olan zat. babam idi. diğer bir şe h it iie - A nır ib n ilcu ıııu h ile — b e-
raber bir kabirde bırakm aya gönlüm razı olm ad ı, alü ay sonra kabri a çtım ,
babam ı k ulağınd an başka, hem en h em en kabre k o y m u ş old u ğu m gündeki
gibi ter ve taze bir halde b u ld u m , çık ard ım , başka bir kabre yaln ızca defn
ettim .

6 2 8 - İslâm yurdunda bulunan zninnilerin kabirlerine rie tecavüz


olu nam az. Çünkü onlara h ayatlarında e z iy e t verilm esi haram o ld u ğ u gibi
öldükten sonra da kabirlerine tecavüz e tm e k , kem iklerini kırm ak, yerlerini
düm düz etm ek haramdır. Z im m et, bir ahittir, bir m ukaveledir, buna her
halde riayet icap eder. F ak at yen i feth olunan bir yerd e ih tiy a ç görülürse
eh li harbe ait kabirleri açm ak , kem iklerini kaldırıp yerlerini başka bir şe y 'e
tahsis etm ek te bir b eis yok tu r.

Ş e h itle r ve haklarındaki hükümler:

6 2 9 - Ş a h a d et, büyük bir m ertebedir. A llah y o lu n d a canını feda ed en


bir m üslüm ana " Ş e h it" denir, cem 'i ; Şühedadır. •

B ö y le bir zata şe h it d enilm esi ;y a C en nete gireceğin e şe h a d e t olu n d u -


ğu veya vefat anında bir takını rahm et m elekleri hazır bu lu n d u ğu v e y a h u t
k endisi Hak T ealân m m anevî h uzurunda hazır olarak m erzuk b u lunacağı
için d ir

Ş e h it k elim esi, şâ lıid e m uadil olup hazır m an âsın ı ifad e eder : Ş e h itle r
y a heııı dünya, hem de ahiret itib ariyle şehittirler. Bunlar birer şehidi hük-
m îdirler. V ey a h u t y aln ız dünya itib a riy le şehittirler. Bunlar da birer şehidi
hükm îdirler. V ey a h u t y aln ız ahiret ahkâm ı itibarile şeh ittirler. Bunlar da
birer şeh id i hak ikî, şeh id i ulırevîdirler. Bu cih etle şeh itler üç kışım a ayrılır.

(1 ) M ükellef ve talıir old u ğ u halde k en d isin e vuku b u lduğu bilinen


bir tecavüz ile zulm en öldürülm üş olan ve bundan d o la y ı varislerine d iy et
olarak bir mal verilm esi lâzım g elm ey en her hangi bir müsliimandır.
B inaenaleyh gayri m üslim ler ile veya y o l kesiciler ile harp n eticesin d e
öldürülüp cünüp bir hakle b u lu n m am ış olan â k il, baliğ bir m üslim , b ö yle bir
şehittir.
İL Mİ H ALİ 249

Harp m eydanm da gözünden kan gelmiş olmak gibi üzerinde kati!


alâm eti olduğu halde ölmüş bulunan bir müslüman eri de böyle bir şe h it-
tir.

Kezalik: Malım, ırzını, nefsini, sair m üslüm anlan veya m üslümanlann


himayesinde bulunan zımmîleri müdafaa ederken kılıç, kam a gibi bir âleti
cariha ile haksız yere derhal öldürülmüş bulunan mükellef, tahir bir nıüslü-
m an d a böyledir.

Bu kısım şehitler, birer şehidi kâm ildir, hem dünya hem de ahiret iti-
bariyle şehittirler. Bunlardan her birine "şehidi hükm i" denir .Bu kısım şe-
hitlerin hükmü, yıkanılm aksızm yalnız nam azlan kılınıp Mbaslariyle defne-
dilm ektir.
Bu m uhterem şehitlerin Allah T ealâ nezdinde kadirleri pek yücedir.
Hak yolunda şehit olanlar, ebedî bir hayata m aliktirler. Bunlar ebedî bir
âlem de daim a m erzuk olacaklardır.B unlann bu m eziyet ve müm taziye Üeri-
ne m ebnidir ki, ayrıca yıkanm aları icap etm em ekte ve kanlı libasları kendi-
leri için bir im tiyaz nişanesi bulunm aktadır. O kan, bir ibadet eseridir, izale
edilemez. Ş u kadar var ki kendilerine h a liç te n tem iz olm ayan b ir şey isa-
bet etm iş ise o izale edilir. Ve kefene elverişli olm ıyan kürk, palto, ayak-
kabı, baş örtüleri gibi şeyler üzerinden alınır, zırhlan, silahları da çıkardır,
baki kalan libası kefeni sünnetten fazla ise azaltılır, noksan ise münasip
bir şey ilâvesiîe sünnet m iktarına iblağ edilir.
~\ . j| I
Bu, İm am ı A 'zam a göredir.îm am eyne nazaran böyle öldürülmüş olan
bir müslüman henüz, m ükellef ve tahir bulunm am ış olsa da hakkında böy e
m uam ele yapılır. Harb halinde öldürülen gayri baliğ bir müslüman çocuğu
veya cünüp bulunm uş olan bir İslam neferi gibi.

* (Eimmei selâseye göre böyle bir şehidi hükm i yıkanm ayacağı gibi üze-
rine de namaz kılınmaz, münasip olan libası ile defnedilm esi icap eder.)

(2) Kalbinde nifak bulunduğu halde zahiren müslüman görünü


m uharebede m üslüm anlann saflarında bulunduğu halde düşman tarafında
öldürülen h er hangi şahıstır. Bu da bir " Ş e h id ih ü k m î' dir. Buna da düny
ahkâm ı i'tibariyle şehit denir. Binaenaleyh zahiri haline nazaran yıkanma:
üzerine namaz kılınıp libastle defnolunur.
* (Şafiîlere göre ganim et için veya gösteriş için harp eden veya ganim et
m allanndan çalan herhangi müslüman da harb esnasında öldürülünce yahu
"şehidi dünya" sayılır. Velev ki ayni zam anda kelimetullalu ilâ için de har
etm iş olsun. Binaenaleyh bunun hakkında da zahiri haline nazaran şeh
m uamelesi yapılır.)

(3) Şehidi kâm ilde aranılan şartlardan bazılarım cami' olm ayıp ve-
fatı yalnız ahiret ahkâm ı itibariyle şehadet sayılan her hangi müsiümandır.
250 BÜYÜK İSLAM

-• Meselâ: H ata yoluyla öldürülüp varislerine "d iy e t" namile bir mal
verilmesi lâzım gelen bir müslüman, ahirette sevaba nâiliyeli cihetile şehit
sayılırsa da dünya ahkâm ı itibariyle şehit sayılmaz. Binaenaleyh sair ö-
lüler gibi yıkanır, kefene konur nam azı kılındıktan sonra defnedilir.
Kezalik: Gayri ıuüslimler ile veya yol kesiciler ile harb ederken m ecruh
olup harp b ittik ten sonra bir tarafa çekilip biraz yiyip içtik te n veya k o n u ş-
tu k tan veya u yud u ktan veya ilâç kullandıktan veya aklı başm da olarak
üzerinden b k namaz vakti geçtikten sonra v efat eden bir müslüman da bu
hükümdedir. Bu veçhile vefat eden bir müslime "M ürtes" denir.

Suda boğulan, ateşte yanan, bina altında kalan, veba, taun, ishal,
sıtm a, zatülcenp hastalıklarından birile veya akrep sokmasile ölen, nifas
halinde veya gurbet ilinde veya ilim yolunda veya cuma gecesinde vefat
eden bir müslüman da aynı hükümdedir.

Sevabını haktan bekleyen bir müezzinin ve doğru m uameleli müslüman


bir tacirin, ailesinin nafakasını te ’min için m eşru bir çalışm a neticesinde
ölen her hangi bir müslimin vefatı da bu kabildendir.

Bütün bunlara ahiret ahkâm ı itibarile " şe h it" denir. Bu cihetle her bi-
rine "Ş e h id i hakikî" denilm ektedir. Bunlar, dini vazifelerine riay etk ar
kimseler ise ahiret ahkâm ı bakım ından birer hakikî şehittirler. Fakat dünya
ahkâm ı itibarile şehit sayılmazlar. Binaenaleyh sair İslâm ölüleri gibi yıkanır
kefenlenir, namazları kılındıktan sonra kabirlerine tevdi olunurlar.

* Evinde veya başka bir yerde öldürülmüş bir halde bulunan bir müslim
hakkında da böyle m uam ele yapılır. Çünkü onun zulm en öldürülmüş oldu-
ğu yakinen bilinemez.

Velhasıl : Şehadet, büyük bir nim ettir. İnsanın said yaşayıp şehit ola-
rak vefat etm esi, hakkında.pek büyük bir saadettir. Bir hadisi şerifte : " Ş a -
hadete nâiliyetini Allah T ealâdan sıdk üe dileyen kimseyi Allah Tealâ
şehitlerin m ertebesine eriştirir velev ki döşeğinde vefat etsin" diye buyurul-
m uştur. (1) Bütün bunlar ; ihlâsm , güzel niyetin, mealîye m uhabbetin bir
m ükâfatıdır.

Allahü Azim üşşan Hazretleri, cümlemizi dinî vazifelerini lâyıkile ifaya


m uvaffak, güzel niyetlerle m uttasıf olan salilı ve şühedadan m adud kullan
zümresine ilhak buyursun, amîn. ( < ^ 4 âjU " , )
<«#■
%■
İ LMİH ALİ 25-1 •

D Ö R D Ü N C Ü KİTAP

O R U Ç . K E F F A R E T , Y EM İN , N E Z İR VE
İT İK Â F H A K K IN D A D IR .

İÇ İN D E K İL E R : O rucun m a h iy eti, nevileri. / O ruçların farziyetin d ek i,


vücubun d aki sebepler. / O rucun m eşr u iy e tin d ek i h ik m et. / O ruçlu için
m üstehap olan şey ler. / O rucun şa rtla n , vakti H ilâlin sübutu. / Oruçlara
ait n iyetler. / O ruçlu kim se için m ekruh olup olm ayan şey le r. / Orucu
bozu p b o zm a y a n şey le r. /' Kazaları icap ed ip e tm e y e n oruçlar. / K effareti
icap edip e tm e y e n oruçlar. / O ruç tu tm am ayı intibah kılan özürler. / Kef-
faretin m a h iy eti ve nevi'Ieri.
Y em in in m a h iy eti ve y em in sayılıp sayılm ayan şey ler. / K asem su retile
oian y em in in nevi'Ieri ve hükümleri. / Y em in e dair m üteferrik m es'eleler.
N ezrin m a h iy e ti, nev'ileri ve şartlan . / .M uayyen, gayri m u a y y e n ,
m u tla k v e m u a llâ k nezirler.
İ'tik â fın m ah iyeti, n e v ile r i, h ik m e ti teşriiyesi. / İtik â fin şartlan ,
adabı. / İtik â fa dair bazı m es'eleler. / İ'tik â fi b o zu p b o zm ayan şeyler.

O rucun m ah iy eti: , i; J

1— O ruç: "İkinci fecirden itibaren güneşin gurubuna kadar y e m e k -


ten , iç m e k te n ve cinsî m u k a ren etteıı nefsi m en 'etm e k ” dem ektir.
O rucun A rap çası : ’Savm " ve " Siyam " dır ki im sak, yani: N efsi m en -
e tm e k m anasınadır. S iyam ta b in , savm m c e m ’i olarak da m üsta'm eldir.
Ş er'a n "m üftirat" d en ilen şe y le r d e n nefsi h a k ik a ten vey a hükm en m en
e tm ek bir im saktir. Sehven ve unutularak bir ş e y y iy ilip iç ild iğ i takdirde
252 BÜYÜK İSLAM

hükm en im sak m evcut bulunm uş olacağından oruç yine bozulm uş olmaz.


N itekim ileride izah olunacaktır.

2 — İmsakin m ukabili iftard ır.Ş ö y le ki : Hiç oruç tutm am ak bir if-


tar olduğu gibi güneşin batm asını m üteakip orucu açm ak da bir iftardır.
O ruç esnasında orucu bozacak bir şeyin yapılması da bir iftardır. İftar eden
kimseye "m üftir" denildiği gibi orucu bozan şeylerden her birine de
"m tiftir" denilir. Cem i'ne de: "m üf tira t" denir.

3— Ram azanı şe rif ayma "Şehri siyam", Ramazan Bayramına da


imsaka nihayet verileceği için "İdi fıtr" denilir. İdin cemi a'yaddır.

4 — Ram azanı şerif orucu, hicreti nebeviyeden bir buçuk sene sonra
Şabani şerifin onuncu günü farz kılınm ıştır, bunun farziyeti kitap ile, sün-
n e t ile, icm a'ile sabittir ezcümle " r U,n Clc ^ " âyeti kerîmesi
bunu tanıktır.

Orucun nevi'Ieri:

5— Oruçlar ; farz, vacip, nâfile ve mekruh nevilerine ayrılır. Farz ve


vacip oruçlar da muayyen ve gayri muayyen kısımlarına ayrılmıştır. Şöyle
ki: Ramazanı şerif orucu, muayyen bir farzdır. Kazaya kalan Ramazanı şe­
rif oruçlarile keffaret olarak tutulacak oruçlar da birer gayri muayyen farz­
dır, bunlar istenilen m übah günlerde tutulabilir.

M uayyen bir günde tutulm ası nezredilen bir oruç, m uayyen bir vacip-
tir. L âalettayin bir gün, bir h afta, bir ay gibi tutulm ası nezredilen bir o-
ruç da gayri m uayyen bir vaciptir.

Nezredilen itik â f oruçları da birer m uayyen vacip dem ektir ki, itik â f
zam anlarına m ahsustur. N itekim ileride izah edilecektir.

6— Hak T ealânm rızası için tutulacak nâfile oruçlar da müstakil bir


nevi, teşkil etm ektedir ki, bunlar sünnet, miistehap, mendup diye yadolunur-
lar. "A şu ra" günüyle beraber ondan bir gün evvel, bir gün sonra tutulan
oruçlar ve "eyyam ı b ıy z" denilen her ayın on üçüncü, on dördüncü ve on
beşinci günü tutulan oruçlar gibi ki, bunlar müstehaptsrlar.

"E şh u ri hunim " denilen Zilkade, Zilhicce, M uharrem ve Recep ayları-


nın perşem be, cuma ve cum artesi günlerinde ve Zilhiccenin evvelinden d o -
kuz günde tutulacak oruçlar da m üstehaptır.

7— Ramazanı'şerif bayramının'birinci gününde ve Kurban bayramı­


nın d ö rt gününde tutulacak oruçlar tahrimen mekruh tur.Çünkü o günler,Al­
lah Tealânm kullarına birer ziyafet günüdür. Bu ziyafetten kaçınmak mu­
İ L M İ HA Lİ 253

vafık değildir. M aam afih bu günlerde tu tu lan oru çlar y in e o ru çtu r. Ş u ka-
d ar var ki, bozulursa kazası lâzım gelmez. Zira câiz görülmeyen bir şey
iltizam edilm iştir. D iğer bir kavle göre ise kazası icabeder.

8— "N evruz" denilen ilkbahar gününde ve "M elırican" denilen son-


bahar gününde kasten tutulan oruçlar tenzihen m ekruhtur. Çünkü bu gün-
lere tazim edilm iş gibi olur. Halbuki bunlara tazim haram dır. Meğer ki
m utad olan bir oruç, bugünlerden birine tesadüf etsin, bu m ekruh değildir.

9— Yalnız cuma veya yalnız cum artesi gününde ve bilhassa m uhar-


rem in "yevm i aşura" denilen yalnız onuncu gününde tutulan oruç da tenzi-
han m ekruhtur.

10— Geceleyin iftar edilm eyip iki üç gün m uttasıl oruç tutulm ası da
m eh ru htur ki, buna "sevm-i visal" denir. N âfilede m em duh olan, bir gün
on ıç tu tu p b ir gün iftar etm ektir ki, buna da "Savm-i davudi" denilir.

11— Hacılar için z a 'f vereceği takdirde "terv iy e" ve "arefe" günlerin-
de onıç tutm ak m ekruhtur. Çünkü sonra hac fiillerini ifadan âciz kalabilir-
ler.

12— "Yevmi şe k " de Ram azanı şerife veya bir vacibe niy et edilerek
tu tu lan o n ıç da m ekruhtur.

J~ Yevmi şek, Şabanı şerifin otuzuncu günüdür. Velev ki havada bir arıza
bulunm asın. Çünkü o gün başka bir beldede hilâlin görünmüş olması mel-
huzdur. Bu, m etali' ih tilâfın a itibar olunm am asına göredir. M aüa'ların ih ti-
lâfını m uteber sayan zatlara göre bir günün,"yevm işek" sayılabilmesi için
hava bulutlu bulunm alıdır, veya gecenin otuzuncu gece olduğuna dair bir
alâm et bulunm am alıdır, m eselâ : Hilâlin görüldüğüne dair olan şehadet
reddedilm iş olmalıdır.

13— Ş ek günü, Ram azanı şerife veya bir vacibe niyet edilerek oruç
tutulsa bakılır : Eğer Ram azan o ld u ğ u anlaşılırsa bu oruç Ram azanı şerif
orucundan olm uş olur. Ram azan olm adığı anlaşılırsa Ram azanı şerif oru-
cuna niyet edilm iş olduğu takdirde bir nâfile o lm u ş olur, iftar edilirse ka-
zası lâzım .gelir. F akat bir vacibe niyet edilm iş olduğu takdirde o vacip
sahih olur.
Ş ay et o günün Şabandan mı, yoksa Ram azandan m ı olduğu anlaşıl-
mazsa bir vâcip nam ına niyet edilm iş olan oruç, o vacip nam ına sahih
olmaz. Çünkü o günün Ram azandan olmak ihtimali vardır.

14— Ş e k gününde tatavvua = nâfileye niyet edilse — sahih olan kavle


göre — bunda bir beis yoktur. R am azanı şerif olduğu anlaşılırsa Ram azan
onıcıı tu tu lm u ş olur. Şaban o ld u ğ u teb ey y ü n ederse bu oru ç bir nafile
254 BÜYÜK İSLAM

olm uş bulunur. Bu halde iftar edilse kazası lâzım gelir. Çünkü b un un tu-
tulm ası, iltizam edilm iştir.

İS — Ş e k gününde "R am azan ise oruç tutm aya, değilse iftar etm eye"
n iy et etm iş olan bir kimse, oruç tu tm u ş olmaz. Zira oruca niyetle katiyet
lâzım dır, böyle tereddütle oruca karar verilmiş olamaz.

16— Yevmi şek te nasa işae etm eksizin oruç tutm ak, havassı üm met
i'çiıı afdaldır, avam hakkındaki ise "televvüm " afdaldır. Ya'ni: O nlar ihtiyata
riayet ederek zaval vaktine kadar m uftirattan sakınır, bir şey yiyip içm ezler
beklerler ram azan olduğu anlaşılm ayınca iftar ederler, ta ki ram azandan
olm ayan bir günü ram azan sanmış olmasınlar.

Bu hususta havas, yevmi şek te oruca nasıl n iy et edileceğim bilen ve o


günün ram azan olduğuna k a t'ı surette kani bulunm ayan kim seler dem ektir.
Bu suretle n iy et etm esini bilm iyenler de "avam " sayılırlar.

17— Ş aban ı şerif ayını tam am en o ru çlu geçiren veya son üç günün-
de oruçlu bulunan kimse için de yevmi şekte oruç tutm ak afdaldır.

18— Sükût orucu tutm ak, ya'ni: O ruç tu tu p bunu nla beraber bir iba-
d et itikadile bir şey söylem iyerek sükût etm ek m ekruhtur. F a k a t tefekkür
için veya lüzumsuz lâkırdılardan kaçınm ak için sükut etm ek te kerahat
yoktur.

19— Bir kadın için kocasının izni olmaksızın nafile oruç tu tm ak


m ekruhtur. Kocası bu orucu bozdurabilir. Kadın da bilâhere kocası izin
verince veya kocasından ayrı düşünce bunu kaza eder.

M aamafih bir erkek, hasta veya oruçlu olur veya haç için um re için
ihram a girmiş bulunursa zevcesini nafile o ru çtan m enedem ez. Çünkü bu
vaziyette zevcesine m ukareneii kabil değildir.

20— Ü cretle hizmet eden kimse, hizm etine halel verecek ise müste'ci-
rinin rızası olm adıkça nâfile oruç tutam az. F a k a t böyle bir zarara sebebi-
y et verm eyince m üste’cirinin iznine bakm aksızın oruç tutabilir.

2 1 — Üzerinde Ram azanı Ş eriften kazaya kalm ış oruç bulunan kim -


senin nâfile orucu tutm ası m ekruh değildir.

2 2 — Nehyedilen bayram günlerinde iftar edilmeksizin tam bir sene


m uttasıl oru ç tutulm ası m ekruhtur. Buna : "Savmi delir" denir. Bayram
günleri iftar edildiği takdirde ise böyle bir o ru ç ta beis y o k tu r m eğer ki sahi-
bini zayıf düşürecek olsun veya sahibince bir âdet m ahiyetini alsın. İbadet
ise âdete m uhalif olarak m ahza Hak T ealânm rızası için yapılm ak lâzım ge-
lir. '
İLM İHALİ 251

23— Şevval ayında m üteferrik surette ya’ni: H aftada iki gün olmak
üzere altı gün oruç tutm ak m üstehaptır. Maamafih m uttasıl altı gün oruç
tutulm asında, da — m uhtar olan kavle göre — bir beis yoktur. Bazı zevata
göre ise böyle m uttasıl tutulm ası m ekruhtur.

24— Ş ek gününde mütelevvim bulunan bir kimse, unutarak birşey


yedikten sonra o günün ram azanı şerif olduğu anlaşılm akla oruca niyet etse
bu kâfi olmaz, o günü kaza etmesi lâzım gelir. Şu kadar var ki o gün akşam a
kadar bir şey yiyip içm emesi de icap eder.
Diğer bir kavle göre bu halde niyet ederek tutacağı o ru ç, kifayet eder.
Çünkü niyetten evvel vukubulan ııisyan = unutm a niyetten sonraki nisyan
gibidir.

- O ruçların farzi yetindeki, vücubuııdaki sebepler :

2 5 — Ram azanı Ş erif orucunun sebebi. Ram azanı Ş erif günlerinden


herhangi birinin oruca başlam aya müsait bir cüz’üne yetişm ektir. Bu cüz'ü
ikinci fecirden itibaren " " denilen ve şerî nelıarm yarısı
bulunan kaba kuşluk = İstiva zam anına kadar devam eder.

Binaenaleyh bu m üddete y etişen veya bu m üddet içinde oruca ehliyet


kazanan her müslüman için o günün orucu bir farz olm uş olur.

Ram azanı Ş e rif orucunun kazasına sebep olan da yine Ram azan ayma
evvelce yetişilm iş olm aktan başka değildir.

2 6 — Keffareten oruçlarının sebepleri, m ahiyetlerine göre değişir.


Şöyle ki : Ram azan orucuna ait keffaretin sebebi, bu orucu bir isyan eseri
olarak kasten bozm aktan ibarettir.

Keffareti ziharın sebebi, helâl olan bir vücudu veya bir uzvu, haram
olan bir vücuda veya uzva benzetip sonra m ukareııete azm etm ektir.

K effareti yem inin sebebi, yapılan bir yem inde hânis bulunm ak o ye-
m ine riayet etm em ektir.

K effareti katlin sebebi de m asum üdden bir insanı hata yoluyla öldür-
m ektir. İlerde bunlar izah edilecektir.

2 7 — Vacip oruçların sebebi, bunların nezir suretile iltizam edilm iş


olmalarıdır. Bunların kazasının sebebi de iltizam edilm iş olan bir ibadetin
ikm ai edilmesi lüzum udur.

2 8 — N âfile oruçiarm tutulm alarını dînen m ecburi kılacak bir sebep


yoktur, bunlar yalm z sevaba nâiliyet için isteyenlerin batacakları oruçlar-
256 - BÜYÜK İSLAM

dır. Şu kadar var ki bunlardan biri tu tulduktan sonra bozulacak olursa


kazası vacip olur. Bu kazanın sebebi de böyle bir ibadete hal; rızası için
başlanılm ış olmasıdır ki, bunun yanda bırakılması câiz olm ıyacağından ka-
za suretile ikm al edilmesi bir vecibe bulunur.

O rucun m eşru'i ye tindeki hikm et :

29— O rucun m eşru iy etin d ek i hikm et, pek aşikârdır. Bir kere şüp-
he yok ki Allah Tealâ Hazretleri, bir hâkim i m utlaktır, elb ette onun kulla-
rına em rettiği, tecviz buyurduğu şeylerde birçok m aslahatlar, fâideler var-
dır, velev İd biz bunları hakkile tayin ve takdir edemi yelim.
Maahaza orucun dinî, uhrevî faidelerinden başka sıhhî, İçtim aî ahlâkî
bir nice fâidelerini bizler de pek iyi takdir edebilm ekteyiz. Bu hususta yazıl-
m ış bir hayli m akaleler, risaleler vardır.
Bir hadisi şerifte: "H er şey için bir zek ât vardır, cesedin zekâtı da
oru çtu r, oruç sabrın yarısıdır" diye buyurulm uş tur. ( 1 )
İnsan, oruç sayesinde behim î duygularım azaltır, ruhunu tasfiye eder;
m elekiyet sıfatiyle ittisafa başlam ış olur.
O ruç sayesinde cem iyetin İçtim aî, ahlâkî hayatından başka bir inkişaf,
başka bir fazilet tecelli eder.
O ruç tu tan kimse, nefsini bir kısım şiddetli arzuların savletine karşı
m ukavem ete alıştırır, m eşahim e karşı idm anlı bulunm uş olur.
Oruç tu ta n zat, bir m üddet m ahrum iyete katlanır, bu m ahrum iyet
yiyecek içecek bulam ıyan herhangi bir zîhayatm zelîlâne bir halde olan
m ahrum iyeti kabilinden değildir. Belki bu, bil'ihtiyar il-tizam edilm iş, yük-
sek bir gayeye müteveccih bulunm uş bir m ahrum iyettir, bir mücahededir.
İnsan; bu m ahrum iyet sayesinde yoksulların, m ahrum ların hallerine tecrü-
beli bir vukuf sahibi olur, kendisinde m erham et, şefkat, taaviin duyguları
artar, insaniyet için pek fâideli bir hale gelir, kendisinin duyacağı m anevî
neşveler ise her türlü tasavvurların fevkindedir.
M a'budunun m ukaddes em rine imtisal ederek kendisinin m e ş ru 'n i-
m etlerinden bir m üddet m ahrum iyete katlanan bir insan, artık başkalarının
nim etlerine göz diker mi? Başkalarının zararlarına çalışır mı?
Velhasıl: Böyle âm m enin salâhına hizm et eden k u tsî bir ibadetin Hik-
m eti teşriiyesi bedihîdir. Bunû takdir edem em ek için insanın düşünce has-
sasından büsbütün m ahrum olması lâzm ı gelir.

O ruçlu için m üstehap olan şeyler:

3 0 - O ruç tutacak kim senin sahur yem eği yemesi m üstehaptır. B unun
vakti gecenin sonudur. Ebül'leyse göre gecenin son altıda biridir. Sahur ye-
m eği oruç için insana kuvvet verir. Sahurun tehiri müstehap ise de ikinci

€.
İ LMİ HALİ v 257

J'ecrin tulü' edip etm ediğinde ıip11e edilecek /.ııııaıuı katlar te’lıîr edilmesi
m ekruh tur.
"S ah u r” seher vaktinde yiyıleeek taamdır. Hu taamı yemeğe "ieselı-
Jnır" ilenir. “ Seher" de ikinci fecirden biraz evvel olan.vakit demektir-,
3 1 — İftarı ta cil yani akşam namazından evvel oruç açm ak, musiehap-
tır. Ta ki oruç hali namazda kalbin huzuruna manı' olmasın Laka! hava bu -
lutlu olursa tacil edilemez, velev kı ezan okunsun Yüksek bir yerde, mesela;
pek nuırtefi’ bir m inarede bulunan kimse güneşin gurubunu görm edikçe if-
tar edem ez.’ Velev ki aşağıda bulunanlar, kendilerince vukubulan uıi-ruba
m ebni iftar etsinler.

a : 3 2 — ,A kşam leyin ifiar esnasında: d i j , J t dJ* \ »

3j . >* ’ dive dua edilmesi sünnettir. ( 1 )

g o L İJ, J 7) diye de dua edilir ( 2 )


*> \^ \ ^ ^

1 G 3— Urııcu hurm a gibi tatlı bir şev ile açmak m enduptur.


3 4 — O ruçlunun .karipleıine, fakirlere fazla ihsanda, sadakada bulun-
ması m üstehaptır.
/
3 5 — O ruçlunun ınüınkiin okluğu kadar gece ve gündüz k ur'anı Kerimi
tilavetle, zikir ile. Resuli Lkrcm Efendimize salât-ii selam ile. ilim ile iştigal
etmesi m üstehaptır.
3 6 — O ruçlunun luzııli kelâm dan, yani: Lüzumsuz tazla lakırdılardan
dilini tutm ası da m üstehaptır. G ıybetten, nemimeden kaçınm ak ise her za-
man bir vecibedir, bu vecibe ramazanı şerifde ise teckkıit etler.

3 7 — O ruçlu için itikat' da m üstehaptır. N itekim ileride bildirilecektir.


3 8 — Ramazanı şerifte oruç tu*tn.aya manı olacak tlerecetle vudide
zafiyet verir işlertle bulunm ak caiz değildir Öğleye katlar iş güri-ip sonra
dinlenm elidir ve mümkün ise bazı işlen başkasına ücreti misli ile gördürme-,
fidir.

(i ) Allahümme. leke sümtii ve hike âmeııtü \e aleyke tevekkeliü ve âlâ rızkıke ef


tarüi ve savnıd aatli min şehri remezaııe nevivtu t'agfirli ma kaddemtıı \e ma ahharfü.
Meali Va ilahi, senin rızan için oıuç tum ım . sana iman ettim , sana tevekkülde
bulundun), senin n/.anla orucumu açtım . ramazanı şerit ayının yarınki aınıı orucuna da
niyet ettim Artık benim geçmiş ve gelecek günahlarımı yarlığa.

(2) Y â vâsial'mağfireti igfirli veli vâlideyye ve lil'mümine yevme yekûmül hisab. ^


Meâli; Ey gufranı bol mabudum. Beni, anam ile babamı ve bütün mu'mmlen hısab
gününde mağfiret buyur. - F: 17
258 - B Ü Y Ü K İ S L A M _______ ^

Velhasıl: Kat’i bir zaruret bulunm adıkça nefsini pek ağır'işler ile yora-
rak oruç tutam az bir hale getirm ek caiz görülemez.

Orucun şa rtla n ; . " '■ .

3 9— O r u c u n t a r z i y e t i n e ve e d a s ı n ı n f a r z i y e t i l e s ı h h a t i m i d a iı aıtla ı
va r d ır. ö y l e k i:
(1) Oruç ile .mükellefiyet için İslam, akıl.bülûg şarttır. Binaenaleyh bu
.vasıfları cami olmayhn b ir'şa h ıs için oruç farz değildir. Şu kadar var ki
âkil ve mümeyyiz olan bir İslam ço cuğunun orucu bir nafile olarak salııh
bulunur.
(2) O rucun edası farz olmak için sıhhat ve İkamet şarttır. Binaenaleyh
Jıasta ve müsafır olanların bu hakle oruç tutm aları icau etmez. Bunlar bilâ-
hare kaza ederler.
Bir orucun edası sahih olmak için niyet ve-lıavz ile nifasian taharet
şarttır.
Binaenaleyh niyet edilmeksizin tutulan bir oruç, m üçtehitlerin cumhu-
runa göre şer'a» m uteber değildir. Hayız veya nifas halinde bulunan bir ka-
tliam oruç tutm ası da sahili olmaz. Ram azanı şerif orucunu bilâhare kaza
etm eleri lâzım gelir. N itekim ileride izah edilecektir.
S . .

O rucun vakti:
ı J y

:: 40-- Orucun vakti, ikinci fecirden güneşin gurubuna kadar olan müd-
dettir. Maamafih bu ikinci fecrin ilk tıılîııı anma mı. yoksa ziyasının ufukta
uzanıp dağılm aya başladığı zamana mı itibar olunacaktır m es'elesinde ihti-
lal vardır. Bazı zatlara göre fecrin ilk doğuşu anı m uteberdir. Ahvet olan da
budur. Diğer bazı zatlara göre de ziyanın biraz uzayıp dağılm aya başladığı
zaman m uteberdir. O ruç tutacaklar hakkında daha müsait olan da budur.
Binaenaleyh birinci kavle göre fecri sadıkm ilk fıılfluıulan itibaren,
ikinci kavle göre de fecrin zuhurile ziyasının dağılm aya başlam asından iti
baren oruca başlam ak icabeder,
41 Fecrin üılınında şek eden kimse için efdal olan yiyip içm evı terk
etm ektir. Maamafih yiyip içecek olsa orucu yine tamamdır. M eğer ki fecir-
den sonra yemiş veya içm iş olduğu bilâhare anlaşılsın. O halde kaza etmesi
lazım gelir. Fecirden sonra sahur yapılm ış olduğunda zaımı galip bulunan
başka bir müeyyide bulunmazsa — zahırürrivayeye göre — buna itibar olu-
namaz. Fakat bu halde kaza edilmesi ihtiyata muvafıktır.
42— O ruçlu kimse, güneşin gurubunda şek etse iftar etmesi helal ol-
maz. İftar edip de hakikati hal anlaşılmazsa üzerine kaza lazım gelir. Keffa-
retin lüzumu hakkında ise iki rivayet vardır. Fakat guruptan evvel iftar e t-
miş olduğu anlaşılırsa üzerine keffaret de vâcip olıır.
İ LMİ HALİ

Güneşin gurup ettiği hakkında galebei zanni bulunduğu halde iftar


eden kimse hakkında da hüküm böyledir. G uruptan evvel iftar etm iş olduğu
bilâhare anlaşılsın, anlaşılm asın müsavidir.
4 3 — Taharri — araştırm a ile sahur ve iftar etm ek câizdir. Şöyle ki.
O ruç tutacak kimse, başka vasıta bulunm ayınca kendi zanni galibine göre
sahur yemeği yer ve fecrin tulûuna kani olunca oruca başlar, güneşin guru-
bunu da araştırarak yine galebei zanm na göre orucunu açabilir.
Maamafih fecrin doğup doğm adığını iyice kestirem eyen kimse için bir
an evvel oruca başlam ak ve güaeşin battığını kestirem eyen için de hem en
orucunu bozm am ak ihtiyat icabıdır.
4 4 — Davul veya top sesiyle veya kandil yakılmasiyle oıoıca başlam ak
veya o ru çtan çıkabilm ek için de bunların itim at edilebilecek veçhile m un-
tazam olmasına ve her taraftan görülüp işidilir bir halde bulunm asına dikkat
etm ek lâzım dır. Saatlerin m untazam bir halde işlem ekte olduğu da tecrübe
ile m alûm bulunm alıdır.

Ram azanı şerif vesair hilâllerinin sübutu:

4 5— Ram azanı şerif, kam erî aylardandır. Bunların sübutu hilâllerin,


y a'n i yeni ayların görülmesiledir. Binaenaleyh Şabanı şerifin yirmi d o k u -
zuncu günü gurup vaktinde nâsın hilâli araştırm aları bir vecibedir. Hilâli
görürlerse ertesi günü ram azan orucuna başlarlar. Hava m ağm un, yani:
B ulutlu, dum anlı bulunup ta hilâl görülemezse Şabanı şerifi otuz gün ola-
rak tam am lar, sonra oruca başlarlar.
Maahaza Şabanı şerifin hilâlini de Recebi şerifin yirmi dokuzunda
araştırm ak münasiptir. Bu veçhile Şabanın kaç gün olduğu daha iyi anlaşıl-
mış olur.
4 6 — Ram azanı şerifin yirm i dokuzuncu günü de gurubu m üteakkip
Şevval ayının hilâli araşü n lır, g ö rü lü rs e bayram yapılır, görülmezse Ram aza-
n ı Ş e rif otuz gün tutulur.

4 7 — Kam erî aylar, bazan otuz, bazan yirm i dokuz gün olur. Yay şek-
linde görülen her yeni aya üçüncü gecesine kadar "H ilâl" denildiği gibi her
ayın yirmi altıncı, yirmi yedinci geceüğine de "H ilâl" denir. Diğer günler-
dekine de "K a m e r^ A y " denilir:
)
4 8 — Her kam erî ayın iptidası, ya hilal görülmekle veya ondan evvelki
avın günleri otuza yetiştirilm ekle tesbit edilir.
Hilâlin cem'i "A hille"dir: Hilâl görüldüğü zam an; (Hilâl, H ilâl!.) diye
işaret etm ek m ekruhtur, bir cahilıyye âdetidir.
Hilâl görülünce üç kerre tekbir ve tehlilden sonra üç kerre:
BÜYÜK İSLAM

(«İUU. J>U ) demeli s o n ra d a ; _^_iı ^JJl <l|jd-l)


(pM-JI } jjlc SJ\ j ^ Vb L.J*. 4.*i' »L lûT* diye dua
etm elidir. ( 1 )
4 9 — Hilâlin gurubu m üteakip görünmesi m uteberdir.
Binaenaleyh bir yerde hilâl, zeval vaktinden evvel veya sonra görülse
bununla o gün ne oruca başlanır, ne de oru çtan çıkılır, belki bu hilâl gele-
cek geceye ait bulunm uş olur.
Bu, İm am ı A'zam ile İmam M uhamm ede göredir. İmam Ebu Yusufa
göre zevalden sonra görülen hilâl, m üstakbel geceye ait ise de zevalden ev-
vel görülen bir hilâl, evvelki geceye ait bulunur. Binaenaleyh bununla ram a-
zanı şerif veya bayram taayyün eder. Çünkü bir hilâl iki gecelik olm adıkça
âdete nazaran zevalden evvel görülemez.
* (Eimmei selâseye göre gündüzün görülen hilâle itib ar olunm az, bu hilâl
m utlaka m üstakbel geceye aittir. Bu bapta müneccimlerin sözleri de
m uteber değiidir. Herhalde geceleyin görülmelidir.

50— Hava, m ağm um olunca ram azanı şerif hilâline müslim, âkil, âdil
baliğ bir kim senin şahadeti kifayet eder, onun hilâli görmüş olduğunu
ifade etm esine m ebni oruca başlam ak lâzım gelir. Bu kimsenin erkek veya
kadm olması müsavidir. Bu halde böyle bir kim senin şehadetine, yine böyle
bir kimsenin şahadet etm esi de m uteberdir.
Bu hususta âdilden m aksat, hasenatı seyyiatina—iyiliği kötülüğüne
galip olan kimse dem ektir. Bu bapta hah m astur olan kim senin şahadeti de
—sahîh olan kavle göre — kabul olunur.
Bu şahadet, bir haber dem ektir, bir emri dinîyi ihbardan ibarettir, b u n -
da şahadet lâfzı, dâva, m ahkem e, hâkim in hükmü şart değildir, ih tiy a t
bunu kabul etm ekdir.

5 î — Hilâli görenin bunu tefsir etm esi, yani: "Ben beklenin şu m evkiin-
den veya haricinden baktım , hilâli ufkun şu tarafında, b u lutun hem en kena-
rında veya iki b ulutun açık bulunan arasında şu veçhle gördüm " diye izah
eylemesi lâzım mıdır, değil midir? Bazı zatlara göre lâzım dır. Fakat zahiri

(1) Hilâle hayrin ve rüşdin!. âmentü bil'lahiTlezi halekâk Elhamdü


lil'lahillezi zehebe bişehrin keza, ve câe bişehrin keza. Allahümme ehlilhü
aleynâ bilemni vel'iman, vesselâmeti vesselam.

Meâli: Ey hayır ve salâh hilâli!. Seni yaratan Allah Tealâya iman


ettim. Şu ayı - meselâ Şabanı-götürüp bu a y ı - Ramazanı şerifi - getiren
Allah Tealâya hamd olsun. İlâlıi! Bu ayı bizlere emniyetle, iman ile,
selâmet ve selâm ile ihzar buyur.
İ LM İH ALİ 261

rivayete göre lâzım değildir, böyie tefsir edilm eksizin de şehadet m uteber
olur, bu şehadeti işidenler için oruca başlam ak icap eder.

52- Ram azanı şerif hilâlini gören bir müslüman için hem en o gece
şehadette bulunm ak lâzım dır. H a ttâ bu, m uhadderattan bir kadın bile olsa
kocasının veya efendisinin izin vermesine bakm aksızın çıkıp gördüğü hilâl
hakkında şehadet eder, çünkü bu, dinî bir vecîbedir.

5 3 - Hilâli gören kimse, bir beldede ise hem en hâkim in huzuruna gider
şeh ad ette bulunur. H âkim de keyfiyeti ü â n eder. H âkim bulunm ayan bir
yerde ise mescide gider, şeh ad ette bulunur, âdil bir zat ise onun bu şehade-
tine m ebni nas oruca başlarlar.
* (Şafiîlere göre hâkim in hükm ile um um nas üzerine oruç tutm ak farz
olur, velev ki bu hüküm , yalnız âdil bir şahsın hilâli gördüğüne dair olan
şehadetine m üstenit olsun. H âkim in hükmü h ilâ fı kaldırır, oruç başka m ez-
hep sahiplerine de lâzım gelir.)

5 4 - Hilâlin görülmesi, bir ayın girmesi, re'sen değil, tebean hüküm al-
tına alınabilir. Meselâ, Bir kimse, m ahkem ede bir şahıs muvacehesinde
"benim bu şahısda ram azanı şerifin ilk gününde verm ek üzere şu kadar
kuruş alacağım vardır, şim di ise ram azanı şerifin hilâli görülmüştür, binaen-
aleyh bu alacağımı bana vermesini isterim " diye dâva, o şahıs da: "Evet,
o veçhle borcum vardır, fak at henüz ram azanı şerif ayı girm em iştir" diye
in k â r etm ekle hâkim , o dâvacm m hilâli gördüklerine dair getireceği iki şahi-
din şehadeti üzerine o borcun verilmesine hüküm etse ram azan hilâline de
tabaan hükm etm iş olur.
Hilâli ispat için bu veçhile dâva açılması, İm am ı A 'zam a göre müna-
siptir. İm am eyne göre böyle bir dâvaya lüzum y o ktur.

5 5 - Yalnız başına hilâli gören kim senin şehadeti kabul edilm ese de
kendisinin oruç tutm ası lâzım gelir. Ş a y e t o gün oruç tutm azsa kaza eder,
bundan dolayı keffaret lâzım gelmez. Çünkü gördüğü şeyin hilâl değil, bir
hayal olması m elhuzdur. Ş eh ad eti henüz hâkim tarafından red edilm eden
ifta r e ttiğ i takdirde de yine keffaret icap etm ez. Zira red etm ek şüphesi
vardır. K effaretler ise şüphe ile b ertaraf olur. F ak at şehadet kabul edildik-
ten sonra ifta r edecek olsa keffaret lâzım gelir. Çünkü bu takdirde şehadeti
hâkim in hükmile kuvvet bulm uş olur.
* 56— Hava, m ağm um olm ayınca ram azan, şevval ve zilhicce hilâlleri
hususunda bir iki kim senin değil, haberlerile galebei zan hasıl olacak m ik-
tarda ç o k kim selerin şehadetleri kabul edilir. B unlann m iktarını tayin
veliyül' em rin reyine bağlıdır. Bir kavle göre bunların elli erkek olması
lazım dır.
262 ~ BÜYÜK İSLAM

> Bu hususta şahitlerin belde haricinden olup olmamaları arasında — za-


Jıiri rivayete göre — fark yoktur. Bir kavle göre bu halde hariçten gelen iki
âdil şahidin şehadeti kabul olunur. Onların daha müsait bir yerden hilâli
görmüş olmaları m elhuzdur.
İm am ı A 'zam dan bir rivayete göre de bu halde taşradan gelmiş olsun
olmasın iki âdil şahidin şehadetile iktifa edilebilir.
D eniliyor ki, Zam anım ızda herkes hilâli araştırm a vecibesini ifaya ç a -
lışm az olduğundan şim di böyle iki şahidin şehadetine i'tim a t edilmesi
m ünasiptir.

57— Hava, m ağm um olunca şevval ve zilhicce hilâlleri hakkında âdil


iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehadetleri kabul olunur. Bu husus-
ta adalet, hürriyet, adet şarttır. Şahitlerin tezkiyeleri de yapılm alıdır. Ş eh a-
det tabirinin ve dâvanın şart olup olm am asında ise ih tilâ f vardır.
H akim i, valisi bulunm ayan bir yerde hava, m ağm um olduğu halde iki
âdil kimse, şevval hilâlini gördüklerini haber verecek olsalar nasın ifta r e t-
m elerinde bir beis bulunm az.

58— Kapalı bir havada ram azanı şerif hilâlini yalnız hâk im görecek
olsa dilerse yerine birini nâip tayin ederek onun huzurunda rü'y ete şeha-
d et eder ve dilerse doğrudan doğ ru ya nasa oruç tutm alarını ilân eyler. F a -
kat bayram M â lin d e böyle bir kişilik şehadet m uteber olmaz. Çünkü
bununla bir ibadete nihayet verilecektir. Maahaza bu nda nasm hukukuna
şehadet m ânası da vardır. Zira oruçtan çıkacaklardır. Nasm huk ukunda ise
ikiden noksan kim senin şehadeti m uteb er değildir.
Binaenaleyh veliyyül'em ir veya hâkim , yalm z başına şevval hilâlini
görecek olsa ne m usallaya çıkar, ne m usallaya çıkm alarım nasa em reder, ne
de aşik âr veya gizlice orucunu açar. Çünkü gördüğü hilâlin b ir hayal olması
m uhtem eldir.
59— Şevval hilâli, ram azanı şerifin yirmi dokuzuncu günü gurubu mü-
teakip araştırılır, bunu yalm z başına gören kim se, ib adet hususunda ih tiy a-
ta riayet ederek iftar etm ez. Ş a y e t ifta r ederse yalnız kaza etm esi icap eder.
Ş eh adeti kabul edilm ediği halde iftar etse yine yalnız kaza lâzm ı gelir, kef-
faret lâzım gelmez.

6 0— Bir kimsenin şehadetine m ebni — Ram azanı şerif orucuna başla-


m ış olan kimseler, otuzuncu günü şevval hilâlini görmeseler de — esahh olan
kavle göre — oruca nihayet verirler. Hava bulutlu, kapalı olduğu takdirde
ise bilâ lıilâf bayram yaparlar.

* (Şafiîlerce racih olan kavle göre şevval için de bir âdil şahidin şehade-
ti kifayet eder, hâkim bununla hükm edince bayram yapdır.) r
İ L MİH ALİ 263

J 61 Hava, nıağımını olduğu halde iki kimsenin şehadetini hâkim


kabul ederek otuz gün oruç tu tuld uk tan soııra şevval hilâli görülmese bakı-
lır : Eğer hava yine m ağm um ise ertesi gün ifta r ederier.Bunda ittifak var-
dır. Fakat hava açık ise bir kavle göre iftar etm ezler. Ancak sahih olaıı diğer
bir kavle göre bu halde de iftar edip bayram yaparlar.

62—- Bir belde ahalisi, yirmi dokuz gün oruç tu ttu k ta n sonra iki âdil
kimse: "Biz ramazan hilâlini sizin oruca başlam anızdan bir gün evvel gör-
m üştük" diye şehadette bulunsalar bakılır : Eğer bunlar, o belde ahalisin-
den iseler lâyık olan şehadeilerinin kabul edilmemesidir.Çünkü bunlar birer
vecibe olan bu şehadeti iıisbeyi vaktiyle terk etm iş bulunm uşlardır. Fakat
uzak bir m ahalden gelmiş iseler şehadetleri câiz olur.Zira bunlar bu şehadet
lerinde töhm etten beridirler.

6 3 — Ramazanı şeriften başka ayların sübutu için hava kapalı ise en


az iki âdil erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehadetleri lâzım dır. Hava
açık ise büyük bir cemaatın şehadetleri icap eder. Bu cem aat, tevatür dere-
cesinde olunca şehadetlerinin kabulü için İslâm iyet şart bulunm az...
Diğer bir kavle göre ram azanı şerif ile şevval ve zilhicceden başka do-
kuz ayın hilâlini ispat için hava, m ağm um olsun olmasın iki âdil şahidin
şehadetleri kifayet eder. Çünkü bu ayların hilâlini görmek için biiyük bir
cem aat alakadar bulunmaz.

6 4 — Biı belde ahalisi, hilâli görmeksizin yirm i sekiz gün oruç tu.tup
da sonra şevval hilâlini görecek olsalar bakılır : Eğer şaban hilâlini görüp
anı otuz gün saym ışlar ise yalnız bir gün kaza ederler, ram azanı şerif yirmi
dokuz gün bulunm uş olur. Fakat Şaban hilâlini görmeksizin anı otuz gün
saym ışlar ise iki gün kaza etm eleri lâzım gelir. Çünkü şabanın yirmi dokuz
gün olması m uhtem eldir.
Fakat bu belde ahalisi, yirmi dokuz gün oruç tutup da sonra şevval
hilâlini görseler üzerlerine kaza lâzım gelmez. Zira ram azanı şerif, yirmi
dokuz gün olabilir.

65 — Bir beldede ram azanı şerif orucu, hilâlin görülmesiyle yirm i do-
kuz gün tutulm uş olsa o lıeldedeki hastalar da ilerde bu ram azan orucunu
yirmi dokuz gün olarak kaza ederler. Fakat böyle bir hasta, o belde ahalisi-
nin ne suretle hareket etm iş olduklarını bilemezse borcundan yakın bir
halde kurtulm ası için tam otuz gün kaza orucu tutar.

6 6— Ayın ve güneşin m etIaları=doğdukları yerler, beldelere ve kıt'a-


Iara göre m uhtelif bulunur. F a k a t oruç hususunda zahiri rivayete göre —
m atlalann ihtilâfına itibar olunmaz. Fetva bu veçhiledir.
264 ~ ' BÜYÜK İSLAM

4 Binaenaleyh m ağrip ah alisi, ram azanı şerif hilâlini görecek olsa b u n -


dan haberdar olan m aşrik ahalisi üzerine de oruç tutm ak icap eder. Şu ka-
dar var ki, bir beldedeki görünüş diğer bir belde ahalisi hakkında m uteber
olabilmesi için bu görünüş hakkında şahadetin hâkim huzurunda bir tas-
dika iktiran etm iş olması lâzım dır. Yoksa m ücerret bir görüşü ihbar etm ek,
hilâli görem iyen belde ahalisi hakkında bir hüccet olamaz. Şöyle ki, bir
belde hâkim ine iki âd il kimse gelip : "F ilân beldede hilâli gördüklerine
dair şahitlerin şahadetlerini o belcje hakimi şeraiti dahilinde kabul edip
hüküm verdi" tarzında şehadet etm elidirler. H âkim in hükmü bir hüccettir,
bunlar da bu hükme şahadet etm iş olurlar, artık bu belde hâkim i de şeha-
deti kabul ederek ona göre hüküm verebilir. Başka bir beldede hilâlin
görülmüş ve talıü hükme alınmış olduğunu gelip haber verenler, tevatür
m ertebesinde olunca böyle bir hükm e ihtiyaç görülmeksizin m uktezasile
amel olunur. tr

v 6 7 _ O ruç hususunda m atlalaıın ihtilâfına, hisaba itib ar olunmaması:


( ) hadisi şerifine ve emsaline m üstenittir. Bu hadisi
şerifte oruç ve iftar, hilâlin görülmesine talik edilm iştir. Binaenaleyh müs-
lüm anlardan bir kısm ının h ilâli görmesiyle m uallakım aleyh olan rüyeti hi-
lâl vücuda gelmiş, artık oruç farizesi veya bayram yapm ak lüzumu hepsine
teveccüh etm iş bulunur.
Ş â rii hakîm , ihtilâfı m etalia i'tib a r edilmesini, veya ehli hisaptan sorul-
m asını em retm em iştir. Hilâlin fennen kabili niy et olup olm adığını araştır-
m ak da icap etm em ektedir. Çünkü bu fen n î tedkiki yapm a, her yerde her
vakit kabil olmaz ve şe r'i şerifin gösterdiği suhulete de uym az.
Kezalik : İki m uhbirden birinin fenne m üstenit haberini, diğerinin
rüyete m üstenit haberine tercih etm ek de ço k kere m uvafık olamaz. Çünkü
her ikisinin de — birinin hisabm da, diğerinin de görm esinde — h atay a m aruz
kalması m uhtem eldir.
* (Malikîler ile Hanbelîlerin m ezheplerine göre de ih tilâfı m etalia itib ar
olunmaz. Şafiîlere göre aralarında yirm i d ö rt fersah veya daha ziyade bir
mesafe bulunan iki beldede m atlalerin ih tilâfın a itib ar olunur, birinde hilâ-
lin görülmesi, diğeri için görülme sayılmaz.)
68- M atlalerin ih tilâfın a itib ar olunm adığına nazaran bir belde aha-
lisi, R am azanı şerif hilâlini görüp yirm i dokuz gün oruç tu ttu k ta n ve bay-
ram y ap tık tan sonra diğer bir belde ahalisinin yine hilâli görerek otuz gün
oruç tu tm u ş oldukları tebeyyün etse evvelki belde ahalisinin bayram dan
sonra kaza olarak bir gün daha oruç tutm aları lâzım gelir. Çünkü ilk rüyete
itibar olunur. Bu belde ahalisinin hilâli bir gün sonra görmüş olmaları m uh-
temeldir.
6 9 — Hanefi fukahasm dan bazı zatlara göre m atlalerin ih tilâfı m u te-
berdir. __ ____
İ L Mİ H AL İ f# 265

Binaenaleyh G arpte hilâlin görünmesinden dolayı Ş a rk ta bulunan


müslümanlar için de o gün oruç tutm ak veya iftar etm ek icap etm ez. Bu
hususta her belde kendi niyetine göre amel eder, oruç tutar, bayram yapar,
kurban keser. Maamaflh aralannda yirm i d ö rt fersahtan az bir mesafe bulu-
nan iki beide arasında bu ih tilâ f mümkün olmaz. Binaenaleyh böyle biri-
birine yakın iki beldeden birinde görülen hilâl, diğerince de m uteber olur.

70— Ram azanı şerif ve bayram yapılması için nücum ilmine vakıf,
adaletle m uttasıf m uvakkitlerin sözlerine m üracaat edilip edilmiyeceği
hususunda beynelfuhaka iki kavil vardır.Ekseriyete ait ve esalıh görülen bir
kavle göre bunların bu husustaki sözleri kabul edilmez. H attâ bir müneccim
için bu bapta yaptığı hisap ile kendisinin de amel etmesi caiz değildir.
Vakıa riyazf hesaplar kat'i ise de bu hisaplan yapanların hatadan m asuniyeti
kat'i değildir. Bıı cihetledir ki takvimler arasında daim a ih tilâ f görülm ekte-
dir.
Maahaza her yerde böyle ince hisaplara m uktedir zatlar bulunam ayaca-
ğından b unlann sözlerine m üracaat lüzumu, bilhassa badiyelerde ve m üte-
ferrik halde yaşayan müslümanlar için m eşakkati m üşkilâti m ucip olur.
Halbuki şe r'î şerif, bu hususta kolaylık gösterm iş, bir hadisi şerifte : "hilâli
gördükten sonra o ru ç tu tun u z, hilâli gördükten sonra iftar ediniz, bayram
yapınız, size hava kapalı olunca da şabanı otuza ikm al ediniz" diye buyurul-
m uştur.
Demek ki şâri'i mübin, orucu ebediyen tegayyiir etm iyecek sabit,ba-
sit, herkesçe tafahhüm ü kabul bir em areye bağlam ıştır ki, o da hilâlin görül-
mesidir. Müneccimlerin sözleri, vakıa riyazî kaidelere m üstenittir, fakat ara-
larında ço k kere ih tilâ f bulunm akta, sözleri m ünzabıt görülm em ektedir.
Bir de hisaba nazaran kameri aylar m utlaka otuz veya yirm i dokuz gün
olm ayıp az çok kesirli bulunm aktadır. Ş â ri'i hakîm ise orucun ya tam otuz
veya tam yirm i dokuz gün tutulm asını em retm iştir.

Ekalliyete ait diğer bir kavle gelince, buna göre bu b a p ta m uvakkit-


lerin müneccimlerin sözlerine m üracaat edilebilir, bu sözlere itim a tta bir
beis y o ktu r, F ukahadan "M uham m ed ibni M ukatil" onların aralarında itti-
fak ettikleri sözlerine itim at eder, onlardan sualde bulunurdu. Ş u kadar
var ki bu hususta onlardan bir cem aatin ittifakı lâzım dır. "K adı Abdülceb-
bar" da : "m üneccim lerin sözlerine itim atta bir beis y o k tu r" dem iştir.
M emleketim izde bir m üddetten beri bu kavle uygun olarak kam erî
aylar, rasathane tarafından bir cetvel halinde tayin edilm ektedir.

* (Malikî ve H anbelî fukahasm a göre ehli nücum un sözlerine itim at olun-


maz. Binaenaleyh bunların sözleriyle um um hakkında oruca başlam ak vâcip
olmaz. Yalnız Malikîlerce m utem et olan bir kavle göre ehli nücum , kendi,
266 BÜYÜK İSLAM

hisabiyle amel ederek oruç tutabilir. Ehli nücum dan işitip doğru oldu-
ğuna zanni galibi bulunan kimse de onun hisabma istinaden oruca başlaya-
bilir.
Şafîîierce de müneccim in sözü, kendi hakkında ve kendisini tasdik e-
deri kimse hakkında m uteber ise de - racih olan kavle göre um um nas
hakkında m uteb er değildir. Binaenaleyh bu söz üzerine âm m enin oruca
başlam ası vâcip olmaz.
Şafiîlerden yalnız "îm arn Sübkî" nin bu hususta bir eseri vardır. Bu
zati hisabın k a t'î olduğunu nazara alarak m üneccim lerin sözlerine itim at
edileceğine kail olm uş, fakat diğer Şafıfîer tarafından reddedilm iştir.
' j j"

1 O ruçlara ait niyetler :

7 1 — Herhangi bir oruca kalben niyet kâfidir. O ruç için sahura kal-
kılıjnası da bir niyet dem ektir. F ak at niyetin dil iie de yapılması m enduptur.

72— Eda edilen ram azanı şerif ve m uayyen nezir ve alelıtlak nâfile o-
ruçları için niyetin vakti, güneşin gurubundan, yani gecenin iptidasından
istiva = kaba ku şlu k zam anına kadar devam eder. Bu m üddet içinde niyet
edilebilir. F ak at guruptan evvel veya tam istiva zam anında ve ondan sonra
akşam a kadar İliç bir oruca niyet edilemez. Bu hususta m ukim ile müsafir,
sahih ile mariz arasında fark yoktur.
M aamafih istiva zam anına kadar böyle niyet edilebilmesi, ikinci fecir-
den itibaren yiyip içm ek gibi oruca m âni bir şey bulunm adığı takdirdedir.
Böyle bir şey ârnden veya sehven vuku bulm uş olunca artık n iyet câiz
olnîtaz.
' Malikîlere göre nâfile oruç için böyle nısfünnehara kadar niyet e dile-
ni e i. Çünkü sabahleyin niyet edilm eyince o gün iftar için taayyün etm iş o-
lur. Bir günün ise hem oruç hem de iftara ihtim ali olamaz.

«i (Şafiîlere göre ise guruptan evvele kadar n iy e t edilebilir. Elverir ki


sabahtan beri oruca münafi bir şey bulunm am ış olsun. Çünkü nâfile için
şer an m ukadder bir zam an yo k tu r. Bu o ru ç, tutacak kim senin neşatm a
bagüdır, insan olabilir ki zevalden sonra oruç tu tm ak arzusunu duyar.)

i 7 3 — Bil'um um kaza, keffaret ve m utlak nezir oruçları için niyyetin


geceleyin veya ikinci fecr'in tam ilk cüz'ünde - başlangıcında - yapılması
şarttır. Ve b u n lan niy y ette tayin etm ekde lâzım dır. Binaenaleyh bunlar-
dan h er hangi biri için fecr'den sonra niyyet edilirse veya bunlardan hangisi-
nin tutulacağı kalben olsun tayin edilmezse tutulm aları sahili olmaz. Çün-
kü, bu oruçlar için m uayyen bir m i'yar, yani m uayyen bir gün yoktur.
İLMİHALİ 267

Bunlara hangi günlerin tahsis edilm iş olması, ancak böyle tay'ine m ukarin
bir niyyet ile taayyün etm iş oiur.
Ram azanı şerif, m uayyen nezir ve her hangi bir nâfile orucu için
alelıtlak niyet kâfidir. Meselâ: "Y arınki günün orucunu tutm aya veya :
Yaruı oruç tutm aya, yah u t yarınki gün nâfile oruç tutm aya" diye niyet
yapılabilir. M aamafih bunlar için geceleyin niyet yapılması ve bu oruçların
tayin edilmesi, m eselâ : "Y arınki Ram azanı Ş e rif orucunu tutm aya n iy et
e ttim '' denilmesi efdaldir.
7 4 — Ram azanı şerifin her günü için aynca bir niyet lâzım dır. Çünkü
araya geceler girm ektedir ve h er günün orucu başlıca bir ib ad et bulunm ak-
tadır. Bunun içindir ki, bir günün orucundaki bir fesat, diğer günün orucun-
daki sıhhata m ani olmaz.

7 5 — Bir kaza orucuna fecrin tu lû'un dan sonra niyet edilecek olsa
bununla kaza sahih olm ayacağından nâfile oruca başlanılm ış oiur. Ş a y e t
bozulacak olsa kazası lâzım gelir. Çünkü başlanılm ış bir ibadeti yarım
bırakm ak câiz olamaz.
7 6 — Bir kimse, daha güneş batm adan : "Y arın oruç tu tay u n" diye
niyet edip de sonra yarınki günün istiva zam anına kadar uyuşa ve gafil
veya baygın bir lıalde bulunsa oruç tu tm u ş olmaz. F ak at güneşin batm asın-
dan sonra böyle niyet etm iş olursa orucu câiz bulunm uş olur.

7 7 — Bir kimse R am azanı şerifte R am azan olduğunu bildiği halde ne


oruca ne de iftara niyet etm em iş bulunsa — azheri rivayete göre — oruçlu
bulunm uş olmaz.
7 8 — Bir 'kimse, geceleyin herhangi bir oruç için niyet ettiğ i halde
fecrin tu lû 'u n d an evvel bu niyetinden dönse bu dönm esi sahili olur.Fakat
oruçlu bir kimse, orucunu bozm aya n iyet ettiği halde bozm azsa m ücerret
bu niyetle orucu bozulm uş olmaz.

7 9 — "İnşallah yarın oruç tutm aya n iy et ettim " diye yapılan bir ni-
y e t sahihtir. F ak at: "Y arın dâvete çağırılırsam ifta r etm eye, çağırılm azsam
oruç tu tm ay a" diye yapılan bir niyet m uteber değildir. Böyle tereddütlü
bir niyetle oruç tu tu lm u ş olmaz.

80— İstiva zam anına kadar n iy et câiz olan oruçlarda gündüzün niy et
edileceği takdirde o günün iptidasından itibaren oruçlu bulunm uş olmaya
niyet edilmesi icap eder, n iy et edileceği andan itibaren oruç tu tm aya niy et
edilecek olsa bununla oruç tutulm uş olmaz.
81— Ram azanı şerif gecesn d e veya gündüzünde bayılan veya cinnet
getiren kimse, istiva zam anından evvel ifakat bulup oruca n iy et edince
oruçlu bulunm uş olur.
268 BÜYÜK İSLAM

8 2 - Bir kim se, ram azanı şerifte başka bir vacip oruca niyet edecek
olsa bu ram azan orucuna n iy et etm iş sayılır. Bu hususta İm am eyne göre
m ukim De müsafir arasında fark y o ktu r. İmam ı A 'zam a göre müsafir olunca
n iy et ettiği vacip için oruçlu bulunm uş olur. Çünkü onun ram azan oru-
cunu tutm aya m ecburiyeti y ok tu r.
N âfileye niyet edilecek olsa — esahh olan kavle göre — ram azan orucu-
na niy et edilm iş olur. Hastanın da bu veçhile olan niyetleri — salıîh olan
kavle nazaran — ram azanı şerif nam ına vuku bulm uş olur.

Müsafir ile hastanın m utlak suretteki niyetleri de ram azanı şerif orucu
nam ına sayılır.
8 3 - M uayyen bir nezir gününde keffaret veya ram azan orucunu ka-
za gibi başka bir vacibe niyet edilerek oruç tu tu lm u ş olsa bu oruç -
esahh olan kavle göre - o vacip için sayüır, o m uayyen nezir orucunun
kazası lâzım gelir.

8 4 - Bir oruç ile hem keffarete, hem de nâfileye niyet edilse keffaret
olarak câiz olur F ak at bir oruç ile hem kazaya hem de keffareti yem ine ni-
y et edilecek olsa hiç birinden m uteber olmaz. Çünkü bunların aralarında
tearuz vardır. Bu halde o oru ç, bir nâfile olm uş olur.

8 5 - Bir veya m üteaddit ram azanlardan orucu kazaya kalm ış kimse


için lâyık olan, b u n lan kaza ederken "üzerine kazası ilk icap etm iş olan
oruca" niyet etm ektir. M aamafih böyle tayin etm eksizin yalnız kazaya
n iy yet etm esi de kâfidir.
86- Bir kadın, henüz â d e t için d e iken geceleyin oruca niyet edip
fecirden evvel temiz olacak olsa orucu sahih olm uş olur,

8 7 - Esir bulunan bir kim se, ram azam şen f ayının girip girm ediğini
bilemezse araştırır, kanaatm a göre oruç tu tar, bilâhara bakılır : Eğer ram a-
zanı şerife rastlam ış ise veya ram azandan veya m em nu olan günlerden sonra
geceleyin niyet ederek tu tm u ş, ise orucu ram azanı şerif nam ına câiz. olur,
ram azan günlerinden noksan tu tm u ş olunca bu noksanı kaza eder. F ak at
ram azanı şeriften evvele tesadüf etm iş olursa câiz olmaz, yalnız nâfile bir
oruç olm uş olur.

O ruçlu kim seler için m eknıh olup olm ayan şeyler :

88- O ruçlu kimse iç in su ile ıslatılmış bir misvakı isti'm al, îm anı
E bu Y u su fa göre m ekruhtur. F ak at diğer zevata göre sabahleyin veya ze-
valden sonra yaş veya kuru misvakı kullanm akta kerahat yoktur.
(İm am Şafiîye göre zevalden sonra misvak istimali m ekruhtur.)
İL M İ H A L İ 269

89— - O ruçlu kimsenin istincade veya abdest alırken ağzına ve b u rn u -


na su alm akta m übalâğa göstermesi, m eselâ : Ağzım su ile doldurup bu su-
yu ağzında fazla tutm ası m ekruhtur.
9 0 — O ruçlu kimse için bir özür bulunm aksızın pişirilen taam ı yalnız
ağzile tatm ak m ekruhtur. Bu hususta kocasının kötü huylu olması, kadın
için bir özürdür, pişireceği yem eğin tuzuna, tadına yutm aksızm bakabilir.

9 1 — O ruçlu kim senin satııralacağı yağ, bal gibi bir şeyi iyi olup ol-
m adığını anlam ak için yalnız ağziyle tatm ası m ekruhtur. Bir kavle göre her
halde alınması lâzım ise veya aldanılm adan korkulursa boğaza gitm em ek
şartiyle tatm asında bir beis y o ktu r.

9 2 — O ruçlu kimse için evvelce çiğnenm iş, bey az,parçalanm az bir


sakızı çiğnem ek m ekruhtur. Yeni bir sakızı ağza alıp çiğnem ek ise câiz
değildir.
E rkekler için oruçlu bulunm adıkları zam anlarda d a sakız çiğnem ek
kerih görülm üştür. Bir özüre m ebni gizlice çiğnem eleri ise m üstesnadır.

9 3 — O ruçlunun kan aldırması, orucunu m uhafaza edem iyecek halde


zayıf düşm esinden korkulursa m ekruhtur. Ve illâ m ekruh değildir. M aam a-
fih lâyık olan, bunu gurubdan sonraya te'h ir etm ektir.

9 4 — Ram azanı şerifte harareti azaltm ak için ağza, b u rn a su alm ak


ve soğuk su ile yıkanm ak, İmam A 'zam a göre m ekruhtur. Çünkü böyle bir
h arek et, ib ad et hususunda ızdırap gösterm ek dem ektir. F a k a t İm am E bu
Y usufa göre bunda kerahat y o k tu r. Zira bu suretle ibadete yardım edilm iş,
fıtrî olan iztirap giderilmiş olur, fetva da bu veçhiledir.

9 5 — N efsinden emin olm ayan bir oruçlunun zevcesini öpmesi, ok-


şaması m ekruhtur.
9 6 — O ruçlu kim senin zevcesile çıplak o lduklan halde b o y u n bo y u n a
sarılm aları, nefsinden, em in olsun olmasın her halde m ekruh tur ki, buna
"Fahiş m übaşeret" denir. Zevcesinin dudaklarını emmesi de her halde m ek-
ru h tu r ki, buna da "F a h iş k u b le" denilir.

9 7 — O ruçlu kim senin cünüp olarak sabahlam ası veya gündüzün u y u -


yup ih tilâm olması, orucuna zarar verm ez. F a k a t mümkün olduğu takdirde
geceleyin yıkanm am ası kerah attan hali olamaz.
9 8 — O raçıu Kimsenin gül ve misk gibi bir şeyi koklam ası da m ekruh
değildir. Sürme çekm esi, bıyık yağı kullanm ası da m ekruh değildir.
F ak at erkeklerin ziynet kasdiyle sürme çekm eleri, bıyıklarına yağ sür-
m eleri keralıatten hali olam az.
270 BÜYÜK İSLAM

Orucu bozup bozm ayan şeyler:

9 9 — Aniden yeyilip içilen ve oruca münafi. oldukları halde yapılan


şeyler, orucu bozarlar. B unlann bir kısım yalnız kazayı, bir kısmı da kaza
İle keffareti icap eder. N itekim izah edilecektir.

100— U nutularak bir şeyi yem ekle, içm ekle veva cinsî m ukarenetle
oruç bozulm az. Bu hususta farz, ile vacip ve nâfile oruçlar arasında fark
yoktur. Çünkü selıv ile nisyaıı, ma'fîivdür.
* {Mahkîlere göre bunlann her hangi binle farz olan bir oruç bozulur.
Kazası lâzım gelir. Çünkü orucun rüknü olan imsak fevt olm uş olur.)

101— Sehven yem ekte olan bir oruçluya tesadüf edilince bakılır :
Eğer, orucunu tam am lam aya kudretli görülüyorsa kendisine oruçlu bulun-
duğunu hatırlatm am ak.m uhtar olan kavle göre tahrimen m ekruhtur. Fakat
bir şeyhi fani veya zayıf bir zat olup oruç ile daha zayıf düşeceği anlaşı-
lırsa — sair ibadetleri edaya kuvvetli bulunması maksacüle — sükut edilebilir.
Uykuya dalm ış bir kimseyi vakti geçm eden namaz kılm ak için
uyandırm ak da bir vazifedir. Uyuyan m a'zur olabilir, fakat uyandırm ayan
m a'zur olmayıp günaha girer.

1 02 - Uyku halinde bir şeyi yem ek veya içm ek orucu bozar. Bu, sehv
mesabesinde değildir.

103— O ruçlu olduğu halde sehven yemek yiyen bir kimseye : "sen
o ruçlu sun" denildiği halde hiç uyanm ayarak yemesine devam etse. Sahîh
olan kavle göre orucu bozulm uş, kendisine kaza lâzım gelmiş olur.

104 Hata tarikiyle olan yiyip içm ekle de oruç bozulur.

Binaenaleyh bir kimse, oruçlu olduğunu bildiği halde kasde m ukarin


olmaksızın hata ile bir şey yese veya içse, meselâ : Abdest alırken içerisine
su kaçsa veya ağzına kar veya yağm ur katreleri düşüp içersine gitse orucu
bozulup üzerine kaza lâzım gelir. Fakat oruçlu olduğu hatırında bulunm az-
sa bunlardan dolayı orucu bozulmaz.
1 0 5 - Mazmaz'adan sonra ağızda kalan yaşlığın tukrıik ile beraber yu-
tulması orucu bozmaz.
Kezalik : Baştan burun içersine gelip âm den çekilm ekle boğaza giden
akıntı da oruca zarar vermez.
1 0 6 - Dişlerin arasından çıkan kan, boğaza gidecek olsa bakılır :
Eğer az olup cevfe = içeriye gitm ezse orucu bozmaz. Çünkü âd ete nazaran
bundan kaçınm ak mümkün değildir. Ç ok olmakla beraber tükürüğe m ağ-
İ L M İ H A Lİ 271

lup olduğu halde de hüküm böyledir. M eğer ki tadı hissolunsun. F a k a t bu


kan tükürüğe galip veya ona müsavi olduğu halde içeriye giderse orucu
bozar.
Çıkarılan d işten akan kan baklanda da b u tafsilât caridir.
)
107— A ğızdan kesilmeyip çeneye d o ğ ru iplik halinde akıp uzam ış
bulunan bir ağız yarı, geriye çekilerek yutulacak olsa bununla oruç bozul-
m az, çünkü b u halde henüz ağızdan çıkm ası tam am olm am ıştır.
Kezalik : Bir illete m ebni ağızdan çıkıp yine ağıza girerek boğaza gi-
den b ir su ile de oruç bozulm az.

108— K onuşm akdan veya sair b ir şeyden dolayı tükürük ile ıslanm ış
olan dudakları sahibinin em m esi, orucunu bozm az. Çünkü bunda bir za-
ru re t vardır.
109— Göz y a şı veya yüz teri ağıza girecek olsa bakılır : Eğer bir iki
katre gibi az bir şey ise orucu bozm az. Çünkü bun dan kaçınm ak mümkün
değildir. F a k a t tuzluluğu bütün ağız için d e hissedilecek derecede fazla
olup da oruç h a ü rd a iken y utulacak olursa orucu bozar.

110— Yenilm esi m aksud olm ayan ve kendisinden kaçınm ak müm-


kün bulunm ayan bir şeyin içeriye gitmesi orucu bozm az. Binaenaleyh
ilâçların tad ı, m eselâ : A ğrıyan dişe kon ulan karanfilin tükürükle boğaza
giden tadı ve havada dağılan bir dum an, topraklardan veya öğütülen veya
tokm akla döğülen şey|erden kalkan to z, orucu bozm az. U çan b ir sineğin
boğaza gitmesi de böyledir. F a k a t ilâcın, m eselâ: Dişe konulan karanfilin
içeriye gitmesi orucu bozar.

Kezalik : O ruçlu olduğunu hatırladığı halde kokladığı b ir b u hu ru n d u -


m anı içersine gitse veya bir sineği tu tu p y utacak olsa orucu bozulur, bunu
kaza etm esi lâzım gelir.

111— R enkli bir ip parçasını d efaat ile ağıza alıp çıkarm ak orucu
bozm az. F a k a t oruçlu olduğunu hatırlayan b ir kim se, ağzına aldığı bir ipin
siyah, yeşil, sarı veya kırm ızı rengiyle boyanm ış olan tükürüğünü y u tacak
olsa orucu bozulur.
112— D işlerin arasında kalm ış bir taam y u tu lsa bakılır : Eğer az bir
şey ise orucu bozm az, fak at ço k bir şey ise bozar.
N o h u t tanesinden ufak olan şey az, n o h u t tanesi kadar olan şey de
ço k sayılır. Bu, bir m ikyastır.
113— Dişlerin arasında kalan pek az b ir şey, m eselâ: Bir susam veya
bir buğday tanesini yutm ak orucu bozm az. F ak at böyle bir şey dışarıdan
272 BÜYÜK İSLAM

alınıp yutulsa orucu bozar. Bu halde — m uh tar olan kavle göre — keffaret
de lâzım gelir. Şu kadar var ki böyle pek az bir şey ağza alınıp çiğnense
oruca zarar vermez. Çünkü bu ağızda dağdır, birer zerre mesabesinde kalır.
Meğer ki b u n u n tadı, boğaza gidecek oisuıı.

N ohut m iktarından az olup d işle r arasında bulunan bir şey ağızdan


çıkarılıp b a'dehu yenildiği takdirde d e orucu bozar, ancak — esahh olan
kavle göre — bu halde keffaret lâzım gelmez.Çünkü böyle bir şeyi yemek,
tabiat m uktezasm a münafîdir.

114— Bir kay = ku suntu, kendi kendine gelince bakılır. Eğer ağız
dolusu olm ayıp kendi kendine içeriye giderse orucu b il'ittifak bozm az. Fa-
kat içeriye iade edilirse orucu, îm anı M uham m ede göre bozar. Çünkü imsak
fevt olm uş olur. İmam E bu Y usuf'a göre bozm ak. Zira bu az olduğundan,
tahareti bozm ıyacağm dan om cu da bozm az.

F akat bu kay ağız dolusu olup içeriye binefsihi avdet edecek olursa,
orucu İm am ı Ebu Y u su f a göre bozar.Çiinkü bu taharete m anidir. İmam
M uhamm ede göre bozm az. Zira im sâk kasden terkedilm iş değildir.

A m m a içeriye kısm en veya tam am en iade edilirse orucu b il'ittifak


bozar.
115— Bir kay, âm den getirilince bakılır : Eğer ağız dolusu ise orucu
bil’ittifak bozar. Çünkü bu hal, taharete ve im sake m anidir, bu halde içeriye
az çok bir şey geri gider. Binaenaleyh orucun kazası lâzım gelir.Fakat ağız
dolusundan noksan olup içeriye binefsihi avdet ederse orucu İm am M uham -
mede göre bozar.Çünkü bu im sake m anidir. İm am E bu Y u su f a göre b o z-
maz. Zira az olduğundan taharete m ani bulunm az.

Bu kay, içeriye iade edildiği takdirde ise hem İmam M uhamm ede, hem
de İm am Ebu Yusuftan b k rivayete göre orucu bozar. İmam Ebu Yusuftan
diğer bir rivayete göre ise bozm az.
Ağız dolusu kay hakkındaki bu tafsilât, kay'm taam , su veya safra ol-
duğuna göredir. Balgam olduğu takdirde İm am A 'zam ile İm am M uhamm e-
de göre orucu aslâ bozmaz.
116— Yalnız tutm akla, öpm ekle, oynam akla oruç bozulm ayacağı gibi
" ü c e rre t bakm ak ve düşünm ek neticesi olarak meni akm akla da bozulm az.
^ Binaenaleyh bir kim senin orucu, refikasını m ücerret öpmesile, okşa-
masiie bozulm az.
Kezalik: Refikasının veya başkasının yüzüne veya her hangi bir uzvu-
na velev m ükerrer suretle bakışından veya bunları düşünüşünden dolayı me-
nisinin şehvetle gelmesiyle de bozulm az.
İ L Mİ H ALİ 273

1 1 7 - M edunel’fere, yani: İki yoldan başka herhangi bir uzva muka-


renet neticesinde meni gelmezse oruç bozulm az. Meni gelirse oruç bozulup
yalnız kaza lâzım gelir. El ile meniyi getirm ek de bu kabildendir. Behime-
ye, ölüye m ukarenet halinde de bu hüküm câridir.

1 1 8 - Zevcesini elbisesi üstünden tutm akla menisi gelen kimse, zevce-


sinin cildinin hararetini his etm iş ise oıucu bozulur. Ve illâ bozulm az.
Kezalik: Kadın, zevcinin menisi gelinceye kadar zevcini tutacak olsa
zevcinin orucu bozulm az. F a k a t bu tutm ası, zevcinin teklifine mebni ise
o halde orucunun bozulup bozulm am asında ih tilâ f vardır.

1 1 9 - Bir erkek zevcesini veya bir kadın kocasını öpüp de erkekden


meni veya kadından bir yaşlık belirse orucu bozulm uş, kendisine kaza lâ-
zım gelmiş olur. Kadın, bu öpme neticesinde bir yaşlık değil, bir lezzet d u-
yacak olsa orucu İmam E bu Y u s u fa göre bozulur, İm am M uhamm ede göre
bozulm az. O kşam ak, el tutuşm ak, boyna sarılmak da öpm e hükm ündedir.

1 2 0 - O ruçlu olan kim se, istinca halinde teneffüs etm em elidir ki, iç e -
risine su niifuz etm esin. Bu taharet hususunda m übalâğa iltizam edilir de
su, hukne mevziine kadar erişirse orucu bozar.
H ukne, bir ilâçtır, hukne kullanm aya: "İh tik a n " denir. Hukneye m ah-
sus âlete de "M ihkine" Şırınga denilir. Bu şırınganın ucu, aşağıdan nereye
kadar yetişirse oraya varacak derecede yapılacak bir istinca, orucu bozar.
Maahaza böyle bir istinca, pek az yapılabilir. B unun yapılm ası sıhhata mu-
zırdır.
- İhtikan ve b urn a akıtılan ilâ ç , kulağa dam latılan yağ orucu b o-
12 1
zar, kazayı icap eder. F ak at kulağa giren su, orucu bozm ayacağı gibi kulağa
dökülen su da - m uhtar olan kavle göre — orucu bozm az. N itekim üzerin-
de kulak kiri bulunan bir hilâlin kulağa defeat ile sokulması da orucu ifsat
etm ez. (Ş afiîyyeye göre ifsat eder.)

122 — Erkeğin ihliline dam latılan su veya yağ, mesanesine kadar git-
se de İm am A 'zam ile İmam M uham m ede göre orucunu bozm az. Mesaneye
kadar gitm eyip de ihlil içinde kalsa bil'ittifak bozm az. F a k a t tenaail ciha-
zına dam latılan su veya yağ, orucu bozar. Bu bir hukne mesabesindedir.
İçeriye kadar nüfuz eder, bunda lıilâf y ok tu r.

123— Su veya yağ ile ıslanmış bir parm ağın ön veya arka tarafa so-
kulm ası, hatırda bulunan bir orucu bozar, unutm a halinde ise bozmaz.
Kuru bir parm ağın sokulm ası ise her iki takdirde de orucu bozm az.
12 4 - Vücudun m esam atından içeriye nüfuz eden şeyler orucu boz-
maz. F : 18
274 BÜYÜK İSLAM
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - i- - - -—*- - - - - - - - - - -

Binaenaleyh vücuda sürülen bir yağ veya yıkanılıp soğukluğu içeri-


ye nüfuz eden bir su, orucu ifsat etm ez.
Kezalik: Göze dökülen bir ilâç orucu bozm az, velev ki boğazda lıis
edilsin. Göze sürülen bir sürme de böyledir, velev ki eseri ve rengi tükürük-
te görülsün. Çünkü bunların böyle içeriye nüfuzu, m esam at vasıtasiiedir,
■ .

125— O ruçlunun kendi fi'liyje ağzından başka vücudunun herhangi


bir kısm ından içerisine tam am en girdirilip gaip olan veya başkası tarafından
girdirilip vücudun selâhm a yarayan her hangi bir şey orucu bozar. Bu
hususta içeriye giden şeye itibar olunur, gittiği mesîeke itib ar olunmaz.
Binaenaleyh bir kimse tarafından kendi vücudunun herhangi bir uzvundan
saplanıp içerisinde tam am en gayıp olan şey, m eselâ: Bir odun veya dem ir
parçası, orucunu bozar. F a k a t böyle bir şeyin bir tarafı dışarıda kalm ış b u -
lunursa orucunu bozm az, kısm en içeriye sokulm uş olan bir süngü, bir odun
parçası gibi.
Kezalik: İçeriye veya dim ağa kadar derin bulunan bir yaraya konulan
yaş bir ilâ ç , içeriye veya dim ağa kadar nüfuz edince orucu bozar, kazayı
icap eder.
Bu m es'ele; "M ebusatı Serahsıde beyan olduğuna nazaran” İmam ı
A 'zam a göredir. Bu esasa göre Ram azanı şerifte gündüzün vücuda yapılan
iğne de orucu bozup kazayı müstelzim olur. Çünkü bu, bir kerre oruçlunun
kendi rızasile yapılm aktadır; sonra da bu, vücudun selâhm a elverişli bulun-
m aktadır. İğne vasitasiyle vücutda bir m enfez açılıyor, ilâç tam içeriye akı-
tılmış bulunuyor. A rük ilâcın bu suretle içeriye gitmesi, suyun m esam at-
tan içeriye nüfuz etm esi k ab ilin d en sayılmaz.
Binaenaleyh derhal hayati bir tehlike, bir zaruret melhuz olm ayınca
iğneleri iftard an sonra yapm ak gerekir. İhtiyata m uvafık olan da budur.
H atta bir kavle göre başkası tarafından sokulup vücudun içinde gayip
olan bir dem ir parçası, meselâ: Bir ok tem ireni bile bedenin selâhm a y ar-
dım etm ediği halde yine orucu bozar.
İm am eyne gelince bu iki zata göre bir şey, hilkî bir m eslekten içeriye
gitm edikçe oruç bozulm az. Çünkii o ru ç; "H ilkaten, bir m enfez, bir meslek
olan bir uzuvdan bir şeyi içeriye götürm em ek suretile olan im sak"dır. Biz
böyle bir imsak ile m em uruz. Bu hususta ârizî olan bir mesleğe, bir menfeze
itibar olunmaz.
Binaenaleyh hariçteki bir yaraya konulan ilâ ç , cevfe kadar gitse de
oruca zarar vermez. Vücudun cildini yırtarak, içeriye gidip gayıp olan bir
demir, bir k u rşu n parçası hakkında da hüküm böyledir. Bu halde iğne ile
de orucun bozulm am ası lâzım gelir. V aktile fetvahanei âli tarafından da bu,
yolda fetva verilmiştir. F a k a t her halde ih tiy ata riayet edilmesi evlâdır.

126— Baştaki veya karındaki bir yaraya konulup yaranın rutubetile


ıslanarak dim ağa veya içeriye gitm eyen bir ilâ ç ta n dolayı bil'ittifak oruç
İ L M İ HA Lİ 275

bozulm az. F a k a t böyle bir yaraya konulup dim ağa veya içeriye gidip git-
m ediğinde şüphe edilen mayi bir ilâ ç , İm am ı A 'zam a göre orucu bozar.
Çünkü böyle bir ilâç âd ete nazaran içeriye nüfuz eder. İm am eyne göre b u -
nunla oruç bozulm uş. Zira böyle şek ile oruç bozulm ıyacağı gibi lıilkî
olm ayan bir yoldan giden bir ilâç ile de oruç bozulm uş olmaz.

Kaza edilmeleri icap edip etm eyen oruçlar:

127— Y olculuk veya hastalık özriyle ram azanı şerif orucunu tu tm a-


m ış olan kimse, daha bunlan kazaya müsait bir vakit bulm adan vefat etse
üzerine ne kaza, ne de fidye lâzım gelmez. Ş u kadar var ki fidye verilmesini
vasiyet etse siilüsi m alından verilmesi icap eder.
Fidye, fakir bir kim senin sabahlı ve akşam lı bir günlük yiyeceğidir ki,
bir sadakai fitre müsavidir.

128— Yolculuk veya hastalık sebebile ram azanı şerif orucunu tu tm a-


m ış olan kimse, bunu tam am en veya kısm en kaza edebilecek bir müddet
bulm uş olduğu halde kaza etm eden vefat edecek olsa — eğer malı var ise —
kazası icap eden her gün için, bir fidye verilmesini vasiyet etm esi lâzım gelir.
Bu fidye, m alının üçte birinden fakirlere verilir. Özürsüz yere ram azanı şerif
orucunu âm den tutm ayan kimse üzerine de — malı var ise— vefatı takdirin-
de fidye verilmesini vasiyet etm ek bir vecibe olur. Velev ki kaza edecek va-
kit bulam am ış olsun. Çünkü mümkün olan edayı terk etm iştir. V asiyet bu-
lunm adığı takdirde fidyeyi varislerinin vermeleri lâzım gelmez, isterlerse
kendi m allarından bir teberru olarak verebilirler. Varisler veya başkaları,
müteveffa nam ına orucu kaza edem ezler. Bu gibi bedenî ibadetlerde niyabet
carı değildir. Ş u kadar var ki, kendileri için tuttu k ları oruçların sevabım
buna bağışlayabilirler.
* (İm am Şafiîye göre böyle bir kimsenin terekesinin tam am ından kaza-
ya kalm ış oruçlarının fidyesi verilir. Kendisi vasiyet etm iş olsun olmasın
müsavidir ve böyle bir kimse nam ına velisi oruç tutabilir.)

129— T utulam ıyan oruçlardan dolayı fidye verilmesi, ram azanı şerif
orucuyla bunun kazasına ve nezir, oruçlarına m ahsustur. Yem in ve kati
keffaretleri için lâzım gelen oruçları tu tm ak tan âciz kalan kim senin daha
h ayatta iken fidye vermesi câiz değildir. F akat bunun için vasiyet etmesi
câizdir.
130— Bozulan her hangi bir nâfile orucun kazası lâzım gelir. Bu bozul-
ma, oruçlunun gerek kendi sun'i ile olsun ve gerek olmasın müsavidir. Bi-
naenaleyh nâfile oruç tutm aya başlayan bir kadın, â d e t görecek olsa-esahh
olan kavle göre — bu orucu kaza etm esi icap eder. Çünkü bir ibadeti yarıda
bırakm am ak, deruhte edilen bir taati iptal etm em ek bir vecibedir.'
276 BÜYÜK İSLAM

* (Şafiîlere göre böyle bir oruçlu m uhayyerdir. Dilerse b u n u kaza eder,


dilerse etm ez. Çünkü esasen m üteberridir, itm am etm ediği bir teberru k e n -
disine lâzım gelmez.)

131— Bir kim se kaza orucuna fecrin tuluundan sonra n iy et etse b u


o ruç, kaza nam ına sahili olmayıp bir nâfile olm uş olur.
Binaenaleyh bunu bozacak olsa aynca kazası lâzım gelir.

13 2 — R am azanı şerifin evvelinden sonuna kadar baygın b ir halde b u -


lunm uş olan kim se, b ilâhara ifakat bulunca kaza ile m ükellef olur, bunda
icm a' vardır.Çünkü bayılm a hali bir hastalıktır. Maahaza böyle bir halin
b u k ad ar uzaması nadirdir. N adir olan şeylerdeki m eşak k at ise ruhsata
m edar olamaz.

133— Bir m ecnun, ram azanı şerifin içinde ifak at bulsa geçm iş günleri
kaza eder. F a k a t bir kim senin cinneti, ram azanı şerifin evvelinden nihayeti-
ne veya son gününün zevalinden sonraya kad ar devam etse bilâhara ifakat
bulm akla kendisine kaza lâzım gelmez. Çünkü bund a m eşak kat vardır. Sa-
Mh olan da b u kavildir.
Böyle bir m ecnun, ram azanı şerif gecelerinden birinde ifakat b u lu p da
sonra fecirden itibaren yine m ecnun olsa üzerine kaza lâzım gelmez.
Bir m ecnunun ifakati, kendisindeki cinnetin tam am en zevaliyle tah ak -
k u k eder.
* (Maîikilere göre cin n et de bayılm a gibidir. Binaenaleyh kazası lâ -
zım gelir.

134— K azaya kalm ış orucu b ulunan kim se, b u n u kaza etm eden tek -
rar ram azanı şerife yetişin ce b u ram azan orucunu kazaya takdim eder.
Çünkü kaza için zam an m üsaittir.
* (Şafiîlere göre bir ram azana m ahsus kaza oru cunu diğer ram azan
gelm eden tu tm a k lâzım dır. T utulm adan ikinci bir; ram azanı şerif gelince
hem kaza, hem de h er gün için b ir fidye lâzım gelir. Çünkü kaza vaktinden
çıkarılm ıştır. Kazayı vaktinden te 'h ir ise edayı te'h ir gibidir.
Hanefîyece kaza böyle tevkif edilm em iştir. Bu babdaki ây eti celîle
m utlaktır.

135— Bir gayri müslim, ram azanı şerif içinde müslüman olduğu halde
m ütebaki günlerde oruç tutm ıyacak olsa bakılır : E ğer dari harpte ihtida
etm iş ve ram azanı şerif çıkıncaya kadar orucun farziyetini bilm em iş ise
m azur sayılır, ihtidasından sonraki ram azan günlerim kaza etm esi lâzım
gelmez. F a k a t islâm yurdunda ihtida etm iş ise herhalde kaza etm esi lâ -
zım gelir. Çünkü islâm ilinde bu gibi cehalet, bir özür sayılmaz.
İ LMİ H A L İ 277

136— Ç ocuklara nazaran o ru ç, nam az gibidir. Binaenaleyh on yaşında


bulunan bir çocuğa oruç tatm ası emr olunur, tutm asa hafifçe döğiilebilir.
M aam afih tutm azsa kazası lâzım gelmez. Bir de çocuğun oruca gücü yet-
m eid ir. O ru çtan m utazarrır olacak bir çocuğa " o ru ç tu t" diye em rolım m az

Keffareti icap etm eyen oruçlar:

137— R am azanı şerif orucundan başka hiç bir orucun bozulm asından
dolayı keffaret, yani : Bir ceza, Mr cebri m afat olarak iki ay oruç tutm ak
lâzım gelmez. Çünkü b u keffaretin vücubu hakkındaki nassı K ur'anı, yal-
nız eda edilen bir ram azan orucunu bozm aya m ahsustur.

138— Ram azanı şe rif orucunun bozulm asından dolayı k effaret lâzım
gelmek için hem suretten, hem de m a'nen iftar vuku bulm alıdır. Bu da adet-
ten tegazzi, tedavi veya telezzüz kasdiyle yiyilip içilen şeylerden birim bir
nza âm den yutm akla veya diri bir insana ön veya arka tarafından birn za
âm den m ukarenette bulunm akla vücuda gelir, velev id inzal olmasın.
Binaenaleyh gsza sayılm ayan, bedenin selâhına yaramayan, tab 'an m ur-
dar olup kendisinden nefret edilen bir şeyin birnza âm den yiyilip içilm esin-
den veya bir ilâcın ağızdan başka bir taraftan içeriye akıülm asından dolayı
keffaret lâzım gelmez.
Kezalik : Diri bir insana başka bir taraftan veya ölü bir insana veya ölü
veya diri bir hayvana herhangi bir tarafından birnza vuku bulup inzale mu-
karin bulunan m ukarenetler de bu hüküm dedir. Yalmz kazayı icabeder.Ve
gayn m eşrû m ukarenetler ayrıca azabı İlâhîye sebep olur. (

' * (Şafiîlerce ölü veya behim e hakkındaki m ücam aat, keffareti müs-
telzimdir. Çünkü bu halde oruca m ani'olan bir m ukarenet bulunm uş olur.)

139— K effaret, oruç tutm am anın değil, orucu bozm anın bir cezası-
dır.

Binaenaleyh bir kimse, ram azanı şerifde oruca asla niyet etm ediği gibi
aslâ iftar da etm eyip imsak etm iş bulunsa üzerine yalnız kaza lâzım gelir.
F ak at İm am Züfere göre oruç için m uÜâka im sak, kâfidir. Binaena-
leyh niyet bulunm asa da yalnız imsak ile oruç tu tu lm u ş olur.A rtık ne kaza,
ne de yalm z keffaret lâzım gelir. Bu halde âm den vuku bulacak b ir iftar,
hem kazayı, hem de keffareti icabeder.
Kezalik : O ruca aslâ niyet edilm ediği halde gündüzün âm den iftar
edilse yalm z kaza lâzım gelir, bu cüretten dolayı ayrıca m es'uliyetyüz gös-
terir, taip ve m üstağfir olmak icabeder. F a k a t keffaret lâzım gelmez.
- Kezalik : Geceleyin niyet edilm eyip sabahleyin zevalden, yani :N ih a n
278 BÜYÜK İSLAM

şer'înin yarısından evvel oruca n iy e t edilip de b a’dehu âm den iftar edilecek


olsa yine yalnız kaza lâzm ı gelir, k effaret icabetm ez.
Bu, İmam ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre niyet bulunm aksızın im-
sâ k veya ba'dezzeval ifta r edilse kaza lâzım gelip k effaret icabetm ezse de
kablezzeval ifta r edilse hem kaza, hem de keffaret lâzım gelir. Çünkü zeval-
den evvel oruca niyet edilmesi mümkündür.
* (İmam M âlike göre m a'zur olmadığı halde iftar eden her m ükellef
üzerine k effaret lâzım gelir.
İm am Şafîîye göre yalnız m ücam aattan dolayı k effaret icabeder ve
m ücam aat tekerrür edince keffaret de tekerrür eder. Çünkü keffaretlerde
ibadet m ânası galiptir. İbadetlerde ise tedahül cari olmaz.)

140— Ram azanı şerifde oruca n iy et etm iş bir kim se için birrıza âm -
den yiyilmesi veya içilmesi keffareti icabeden şeylerden bir kısmı şunlar-
dır: Ekm ek, taam , yağ, peynir, b u ğ d a y , kavrulmuş arpa, yağ ile yoğrulm uş
d a n otu, pişm iş veya çiy et, su, kar, dolu, sebze sulan, karpuz; kavun;
yaş ve kuru m eyveler, y aş olup temiz b ulunan karpuz k ab u ğ u , üzüm tanesi,
taze küçük üzüm yaprağı, yiyilen sair yapraklar, nebatlar, safran, misk, k â -
furu, her hangi bir ilâ ç , yiyilmesi m utad olan çam ur, kilerm eni, gebenin
cam isteyip yiyeceği çam ur, bil'um um içkiler : Tütün, nargile, enfiye, emi-
len bir şekerin boğaza giden tadı.
Bunlar d a yiyilip içilm ek i'tibarile sureten ifta r b ulundu ğu gibi bede-
nin salâhına yaram aları veya kendilerinden telezzüz olunm ası itibarile de
m ânen iftar vardır.

141— Â m den yutulacak bir taş, bir dem ir, bir k u rşu n , b k çekirdek,
kuru kabuklu b k fındık veya badem orucu bozar, kazayı icap ederse de kef-
fareti icap etm ez. Çünkü bunlarda, sureten bir ifta r var ise de yiyilmeleri m u-
tad olm adığından m ânen ifta r y oktu r.
Kezalik: Y utulan bir k â ğ ıt, bir pam uk, adî bir çam ur, bir toprak, kuru
bir ot, bir saman parçası, yetişm em iş ayva tanesi kuru veya yaş kabuklu
ceviz tanesi, kabuklu y u m urta kazayı m ucip olursa da keffareti m uciip
olmaz. Çünkü bunlar ile adeten tegazzi veya tedavi kast edilmez. Kuru
fıstık ise içerisi olduğu halde çiğnenir ise keffareti icap eder, çiğnem eden
yutulursa keffareti icap etm ez, velev ki başı yarılm ış bulunsun.

142— Kuru pirinç, kuru d a n . m ercim ek, fiy de keffareti müstelzim


değildir. Çünkü bunlar ile bu halde tegazzi m utad değildir.
Buruna kaçan su veya akıtılan ilâç da böyledir. Zira bunlar da birrıza
yutm ak suretile ifta r y o k tu r, m ücerret bir m enfaat ise yalnız kazayı m ucip-
tir.
143— Başkasının tükrüğünü veya başkasının ağzından çıkarılm ış lok-
masını veya kendisinin ağzından çıkarılıp biraz dışarıda kalm ış olan lokma-
İ LMİ H ALİ 279

srnı alıp yutmak da yalnız kazayı icap eder. Keffareti icap etmez. Çünkü
bunlardan tabiat nefret eder. Zahiri rivayete nazaran kan da böyledir. F ak at
dostun tükürüğünü airp yutmak ramazanı şerif orucuna nazaran keffareti
muciptir. Zira bununla teiezziiz edilir. Afyon gibi sekir veren kuru otlar da
bu cümledendir.

Velhasıl : Keffaret zecr içindir , zecr ise yiyilip içilmesi mutat olan,
kendisine tab'an meyil edilen şeylerden dolayı tatbik edilir. T abiatın ken-
disinden istikrah edeceği şeylerden ise insanlar zaten kaçınacakları cihetle
bunlardan dolayı zecre hacet yoktur.

144— Yiyilmesi mutad olan bir şeyi ram azanı şerifte u nutarak ağ-
zına. atan kim ® , oruçlu olduğunu hatırlayınca hem en ağzından çıkarıp a t-
ması lâzımdır. Bu halde çıkarmayıp d a yutarsa üzerine keffaret lâzım geiir.
Fakat ağzından çıkarır da soğuduktan sonra yutacak olursa yalnız kaza icap
eder. Çünkü böyle-bir şey, teb'an müstekrehtir.

145— Bir kimse fecir tulü etmiş olduğu halde henüz tulu etm edi zan-
riîle sahur yapsa veya güneş batmamış olduğu halde battı zannile iftar etse
üzerine kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Çünkü amden iftar etm iş
değildir, f

146— Bir kimse, ramazanı şerifte zevcesine hitaben : "Bak fecir tulu
etmiş mi etmemiş mi?" demekle kadın, baktıktan sonra gelip henüz tulü
etmemiş olduğunu haber vermekle ojkimse, oruca münafi bir h arekette
bulunup da fecrin tulü' etmiş olduğu bilâhare anlaşılsa kendisine yalnız
kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Fakat kadın, fecrin tulûunu bilerek
böyle bir harekette bulunmuş ise kendisine keffaret de lâzım gelir.

147— İki kimse, güneşin gurubuna, iki kimse de henüz gurup etmemiş
olduğuna, şahadet ettiği halde iftar edilecek olsa, da güneşin gurup etmemiş
olduğu müehharen anlaşılırsa bundan dolayı bü'ittifak yalnız kaza lâzım
gelir, keffaret lâzım gelmez,

148— insanlann haklarında olduğu gibi oruç hususunda da ispata


şahadet ettiği halde ramazan orucunu tutacak kimse, yemek yiyip de fecrin
tulü etmiş olduğu bilâhara zahir olsa üzerine hem kaza, hem de keffaret
lâzım gelir. Bunda ittifak vardır. Bu bapta nefye olan şehadet, ispat husu­
sundaki şehadete muarız olamaz.

Fakat bu hâdisede böyle şehadet edenler, birer kimse olsa yalnız kaza
lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Çünkü tulü hakkında bir kimsenin şeha-
deti tam bir hüccet değildir.
280 BÜYÜK İSLAM

149— U nutarak bir şey yiyen veya fecir tulu etm iş iken henüz tulü
etm edi zanniyle veya uyku halinde oruca münafi bir harek ette bulunan
kim se, artık orucunun bozulm uş olduğunu sanarak tekrar am den iftarda
bulunsa üzerine k effaret lâzım gelmez. O rucunun bu unutm a ile bozulm a-
yacağını bildiği halde iftar etse İm am A 'zam a göre yine k effaret icap etm ez.
Sahih olan d a budur. Çünkü bu hal, orucun bozulm ası şüphesinden, işti-
bahm dan h alî değildir.

150— Kendisine kay galebe eden veya m azm aza ederken bir h ata eseri
olarak boğazına su k açan veya b ir kadının m ehasisine bakan kim se, bununla
orucun bozulduğunu sanarak ram azanda âm den ifta r edecek olsa üzerine
k erfaret lâzım gelmez. F a k a t bununla orucun bozulm ayacağını bildiği halde
iftar etse k effaret de lâzım gelir. Çünkü bu hususta h iç b ir iştibalıa m ahal
yoktur.

151— Bir kimse, ram azanı şerifte gündüzün misvak kullansa veya birisi
gıybet etse de bu yüzden orucun bozuld u ğu n u zannetm iş ise üzerine keffa-
re t lâzım gelmez. F a k a t bununla orucunun bozulm ayacağına m uttali b u lu n -
m uş ise k effaret lâzım gelir.

152,— Ram azan günü ihtilâm olan kimse, orucunu bozsa bakılır: E ğer
bu ihtilâm ile orucunun bozulm uş olduğunu zannetm iş ise üzerine keffa-
ret lâzım gelmez. F a k a t bununla orucunun bozulm ayacağına m uttali bulun-
m uş ise keffaret lâzım gelir.

153 — R a m a za n şerifte oruçlu olduğunu un u tarak m ücam eatte bulu-


nan kimse, oruçlu olduğunu derhatır eder etm ez kendini geri alsa orucu bo-
zulm uş olmaz. Velev ki sonradan inzal vuku bulsun. Bu bir ihtilâm gibi ol-
m uş olur. F akat hiç hareket etm eksizin inzal vukuuna kadar duracak olsa
kendisine yalnız kaza lâzım gelir. Nefsini tahrik ettiğ i takdirde ise keffare-
ti icap eder. Çünkü bu takdirde cinayet tekem mül etm iş olur. Nitekim ken-
disini geri alıp tekrar m ücam eata başlam ası tekdirinde de hüküm böyle-
dir.
Böyle bir m ücam eaün ikinci fecir zam anına m üsadif olması halinde
de bu hüküm câridir.

154— Bir kadın, oruca n iy et ettik te n sonra uyuduğu veya muvakka-


ten cinnet getirdiği halde kendisine kocası m ukarenette bulunsa orucu bo-
zulur. üzerine valm z kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez.
<

155— Ramazan günü nefsini bir çocuğa veya bir m ecnuna tem kin edip
m ücam eatta bulunan oruçlu bir kadın hakkında bilittifak keffaret lâzım
gelir.
İ LMİ HAL İ 2'Sİ

156— Ramazan günü cebren, yani: İkrahı mülciye binaen vukubulan


m ücamaat, mükreh hakkında yalnız kazayı icap eder, keffare ti icap etmez.
İkrahı mülci, nefsi itlâf, veya bir uzvu kesmek veya bunlardan birine
sebebiyet verecek derecede şiddetli döğm ek ile yapılan cebir ve ikrahtır.
Yalnız gam ve elem verecek derecede olan döğm ek veyahut yalnız hapset-
m ek de gayri mülci olan bir ikrahtır ki bundan dolayı orucu bozmak, keffa-
reti ıskat etmez.

157— Bir yolcu, ram azan günü zevalden evvel beldesine dönm ekle bir
şey yem em iş olduğu halde oruca niyet edip badehu âm den orucunu boza-
cak olsa üzerine keffaret lâzım gelmez.
Zevalden evvel ifakat bulup oruca niyet etm iş iken, sonra orucunu bo-
zan bir m ecnun hakkında da hüküm böyledir.

158— Orucunu bozan kimseye o gün oruç tutm am asını, mübah kıla-
cak bir hal âriz olsa kendisinden keffaret sakıt olur.
Meselâ: Sıhhatte bulunan bir kimse ram azanı şerifte oruca niyet e t-
m iş iken gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa veya âd et görm e-
ğe başlasa, yahut oruç tutam ıyacak bir haldelıastalansa üzerine yalnız kaza
lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez. Esahh olan kavil budur. Bunlar birer
semavi özürdür.
Fakat böyle bir kimse, kendisini yaralayıp da oruç tutam az bir hale
gelse -sa h ih olan kavle g ö re - keffaret sakıt olmaz. Çünkü bu hale kendisi
sebebiyet verm iştir.
Kezalik: Orucu açtık tan sonra tav'an veya kerhen sefere çıksa yine kef-
faret sakıt olmaz. Zira yolculuk semavi bir özür değildir.
Sefere çıktıktan sonra orucu bozm ak ise yalnız kazayı m ucip olur.
Zira o gün esasen oruç tutm akla m ükellef bulunm am ıştır. .

159— Ram azanı şerifte oruçlu olarak yolculuğa başlam ış bir kimse,
u n utm uş olduğu bir şeyi alm ak için ailesi arasına dönüp de hanesinde bir
şey yedikten sonra tekrar yola çıksa üzerine keffaret lâzım gelir. Çünkü aile
yanm a dönm ekle yolculuktan çıkm ış, yem ek yediği esnada mukim bulun-
m uş sayılır. Fakat beldenin evlerini geçtikten sonra bir şey yiyip de ba'de-
lıu beldesine dönüp yine bir şey yiyecek olsa üzerine keffaret lâzım gelmez.
Velev ki böyle yedikten sonra yolculuktan büsbütün sarfı n a z a r etsin. Çün-
kü bu yemesi, bir ruhsat haline müsadif bulunm uştur.

(Zahiriye m ezhebine göre yolculuk halinde oruç tutm ak, nassa


m uhalif olacağından esasen câiz değildir. Diğer m ezheplere göre yolcu, m u-
hayyerdir, dilerse orucunu tutar, dilerse tutm az, bilâhare kaza eder. H attâ"
kendisine zarar vermezse orucunu tutm ası bizce m en d u p tu r.)
282 BÜYÜK İ SLAM

Oruç tutm am ayı m übah kılan özürler:

160-- Aşağıdaki on türlü sebepten dolayı oruç tutm am ak veya tutul-


m uş bir orucu açm ak mübah tır.
(1) (Müsaferet = Yolculuk), şöyle ki: Ram azanı ş&rifte en az üç gün-
lük yani on sekiz saatlik bir yere gidecek kimse, geceden oruca niyet
etm eyebilir. Binaenaleyh o gün yola çıkınca oruçlu bulunm am ış olur.
Fakat bir kimse oruç tu ttu k tan sonra gündüzün sefere çıksa bu yolculuk o
ilk gün için bir özür sayılmaz, orucuna devam etm esi lâzım gelir. Şu kadar
var ki o gün yola çıkar da ba'dehu orucunu açarsa, kendisine keffaret lâ -
zım gelmez, yine yalnız kaza icap eder.

(2) (Hastalık), şöyle ki: Bir hasta, nefsinin telef olmasından veya aklı-
nın gitm esinden veya hastalığının artm asından veya uzamasından korkacak
olursa oruç tutm ayabilir veya tutm u ş olduğu orucu açabilir. Bilâhara iyi
olunca yalnız kaza ile m ükellef olur. A rtm asından korkulan göz ağrısı da
böyledir. Çünkü bu bir hastalıktır.
Maahaza bu hususta m ücerret mevhûm bir korku kâfi değildir. Ya
hastanın tecrübesinden veya görülen alâm etlerden dolayı kendisince bir zan-
nı galip bulunm alıdır. Y ahut fışkı zahir olmayan bir müslim tabip tarafın-
dan haber verilmelidir.
O ruç tu ttu ğ u takdirde hasta olacağından bu veçhile korkan yani:
Hasta olacağı delilden n eşet eden bir zanm galibe veya müslim bir tabibin
haberine m üstenit bulunan sahîlı bir kimse de hasta hükm ündedir.
Kezalik: Ağır sıtm a nöbetine tutulan kimse, henüz sıtm a zuhur etm e-
den orucunu bozacak olsa bunda bir beis yoktur. Fakat gün aşırı sıtm aya
tutulan kimse, m utat gününde sıtm anın avdetiyle kendisini zayıf düşüre-
ceğini tevehlıüm ederek orucunu bozduğu halde sıtm a zuhur etmese kendi-
sine keffaret de lâzım gelir.

(3) (Düşman ile cihat), şöyle ki: Ram azanı şerifte düşm an ile savaşta
bulunacak bir İslâm mücahidi, düşman karşısında zayıf düşeceğinden kor-
karsa oruç tutm ayabilir. H a ttâ bilâhara savaş vuku bııimasa da kendisine
kazadan başka bir şey lâzım gelmez.
(4) (İkrah hali), şöyle ki: Hayata te'sir veya bir uzvun ziyam a sebep
olacak surette yapılan bir cebir ve ikrahtan dolayı oruç açılabilir, bu caiz
dir. Maamafih müsafir veya mariz olmıyan bir kimse, böyle bir ikraha rağ-
men ram azanı şerif orucunu açm az da zulm en öldürülecek olursa günahkâr
olmaz, belki büyük bir sevap kazanm ış, dinindeki m etaneti göstermiş olur.
F akat müsafir veya mariz olan kimse, bu icbara rağm en orucunu açm az da
öldürülecek olursa günaha girmiş olur. Çünkü bunlar için zaten oruçlarım
açm ak için şer'an ruhsat vardır, bundan da ikrah halinde istifade etm em e-
leri doğru olmaz.
İ LMİ HALİ 283

(5) (Ş iddetli açlık veya susuzluk), şöyle ki; O ruçlu bir kimse, açlık-
tan veya susuzluktan dolayı helâk olacağından veya aklına noksan gelece-
ğinden bir tecrübeye veya alâm ete veya müslim bir tabibin haberine m ebni
korkarsa orucunu bilâhara kaza etm ek üzere açabilir.

(6) (Gebelik, süt analık), şöyle ki: Ramazanı şerifte gebe bulunan ve-
ya kendisinin veya başkasının ço cu ğ una süt veren bir kadiri, nefsi veya ço-
cuk hakkında bir zarar gelmesinden korkarsa orucunu açabilir, bilâhara
kaza eder: Ş u kadar var ki süt analığı taayyün etıriiş bulunmalıdır. Yani:
Ç ocuğa kendisinden başka süt veren bulunm am alı veya bulunduğu halde
memesini çocuk emmemelidir.

(7) (Hayız ve nifas hali), şöyle ki : Bir kadın ram azanı şerifte gündüzün
âd e t görmeğe başlam ası veya çocuk doğunırsa orucu bozulm uş olur. Ar-
tık â d e t günlerinde ve lohusa bulundukça oruç tutm ası câiz olmaz.
F ak at bir kadm, â d e t günü sanarak orucunu bozduğu halde o gün â d e t
görmese kendisine keffaret de lâzım gelir. Ezher olan budur.
Ram azanı şerifte â d e t gören bir kadın, geceleyin temizleneeek yani:
Adeti kesilecek olsa bakılır: Eğer â d e t günleri tam on gün ise ertesi günü ra-
mazan orucuna başlar. F a k a t on günden az ise âdeti kesildikten sonra im sak
vaktine kadar yıkanm asına kâfi, ciiz'i bir m iktarda fazla bir vakit bulunur-
sa yine oruca başlar, bu kadar b ir vakit bulunm asa, meselâ: Yıkanmasını
m üteakip hem en im sak zamanı olursa o gün oruca başlam az. Çünkü böyle
on günden noksan âdet görenler hakkında yıkanm a m üddeti de â d e t vak-
tinden sayılır.
(8) (Ziyafet), şöyle ki: Z iyafet verm ek veya ziyafete davet olunmak,
nafile oruçları açm ak hususunda bir özür sayılabilir. Binaenaleyh bilâhara
kaza edeceğinden emin olan kinişe, vereceği veya çağrıldığı bir ziyafetten
dolayı nafile olarak tu tin u ş olduğu orucunu bozabilir, çünkü orucuna de-
vam ettiği takdirde bir müslüman kardeşini gücendirmesi m elhuzdur. ■ •
Bir kavle göre nafile oruç, ziyafet için zevalden evvel açılabilirse de
zevalden sonra arü k açılamaz. M eğer ki bu orucun açılmaması, aııanm ve-
ya babanın hukukuna riayetsizliği müstelzim olsun, o zaman yine açılabi-
lir.
Ziyafet, ne farz ve ne de vacip oruçlar hakkında bir özür değildir.

(9) (Talâka yem in), şöyle ki: Nafile veya kaza orucuna başlam ış olan
bir kimseye orucunu açması için bir şahıs kendi refikasının boş olmasına
yem in etse yâni: O nıcunu açm azsa karısının b o ş olacağını söylese bu kim*
se için o şahsı bir zarardan bir eziyetten kurtarm ak m aksadıyla orucunu aç-
mak m endup bulunm uş olur.
Bazı zevata göre daha istiva zamanı olmamış ise bu m enduptur ve il-
284 BÜYÜK İSLAM

lâ m endup değildir. M eğer ki böyle yem in eden, o kimsenin babası bulun-


m uş ölsün.

(10) (Yaş büyüklüğü), şöyle ki: O ruç tu tm ay a gücü yetm eden kendi-
sine (şeyhi fani) denilen pek yaşlı bir kim se oruç tutm ayabilir.
Şeyhi fani o ihtiyar kimsedir ki. ölünceye kadar vücuduna eksiklik
gelm ekte olup tekrar kuvvet bulm adan vefat eder. Böyle bir kimse için her
ramîızan gününün orucuna bedel olarak bir fidye verm ek icap eder.
Bu fidye, ram azanı şerifin evvelinde verileceği gibi sonra da verilebi-
lir. ^ u n d a fakirlerin teaddüdü ş a rt değildir. Binaenaleyh otuz günün fidye-
si, m üteaddit fakirlere verilebileceği gibi ibaha da caizdir. Şöyle ki: Her gü-
nün o rucuna bedel bir fakire sabah ve akşam doyacak kadar taam yediril-
mesi efe kifayet eder.

161™ Kendi hayatında lâzım gelen fidyeleri verm emiş olan kimse
malı var ise— bu n lan n verilmesini vasiyette bulunm ak icap eder. Vasiyet
edilen veya başkası tarafından tebernıan verilen bir meblağ, ölünün uhdesin-
de kalmış olan farz ve vacip oruçların fidyelerine yetişem ediği takdirde
"devr" yapılın Buna "Iskatı savm" denilir. (2 18)'nci sahifedeki "isfcâtı sa~
lâ t" a da m üracaat!..

162— Kendisini Şeyhi F ân i sanıp fidye verm iş olan kimse, m uahha-


ran oruç tutm aya kadir olsa fidyenin hükmü kalm az. O ruç tutm ası, geç-
m iş günleri kaza etm esi lâzım gelir.

163— Yolcu, hasta, hâiz, lohusa için kendilerini oruçlu gibi göster-
m ek icap etm ez. Yolcu ile hasta, âleni yiyebilirler. Ancak kendilerini misa-
fir veya hasta tanım ayan âm m eye k arşı âlenen yiyip içm eleri m ahzurdan
hali değildir. T öhm etten korunm ak ve oruçlu bulunan din kardeşlerine
k arşı saygı gösterm ek lâzım dır.H âyiz ile lohusa için de gizlice yiyip içm ek
adaba daha uygundur.

164— Oruç tutm ası icap etıııiyen bir kimse, oruç tutm asını m üstel-
zim olan bir hali ram azanı şerif günlerinden biri esnasında hâiz olsa o gü-
nün bakiyesini imsak ile geçirmelidir.
Meselâ: İmsak vaktinden sonra tem izlenen hâiz veya lohusa bir kadın,
artık o günün akşam ına kadar imsak etm elidir.
Kezalik: Bir yolcu, oruçlu olarak sabahlayıp da ba'delıu beldesine dön-
se veya başka bir beldeye girip ikam et etse veya oruçlu olm adığı halde im -
sak vaktinden sonra ikam etgâhına avdet eylese artık o günün akşam ına
kadar imsak etm elidir. İftar etmesi kerihtir.
Kezalik: İmsak vaktinden sonra sıhhat bulan hasta, ifa kal bulan m ec-
nun, büluğa eren çocuk, ihtida eden şahıs ve her ne sebeple orucu bozulan
İLM İH ALİ 285

kimse için gerektir ki o günıiıı mütebaki saatlerinde oruçlu gibi bulunsun.


Dini terbiye bunu âm irdir, hattâ böyle bir vaziyette bulunmak', sahih olan
kavle göre vacipür. Diğer bir kavle göre de m üstehaptır.

Buluğa eren çocuk ile ihtida edetı şahsa o günün orucunu ayrıca kaza
etm ek icap etm ez: Çünkü bunlar imsak anında m ükellef bulunm am ışlardır.
Diğerlerine ise kaza etm ek icap eder.

165— Bir yolcu için m eşakkatli olmayacak ise ramazanı şerif orucunu
tutması efdaldir. Fakat m eşakkatli olacak ise veya arkadaşları oruçsuz
bulunup yiyecekleri aralarında m üşterek bulunm uş ise iftar etmesi efdaldir.

166 - Nafakasını kazanm aya m uhtaç olan bir işçi, bir san'at sahibi, bu
işile uğraştığı takdirde orucunu bozmasını mübah kılacak bir hastalığa
uğrayacağını bilecek olsa da daha hasta olmadan iftar etmesi helâl olmaz.

Keffaretin m ahiyyeti ve nev'ileri:

167 - keffaret. lügatte mahv ile izale m ânasındadır. Allah Tealâ.


Hazretleri bazı kusurları, günahları, bir takım vesilelerle afv ve setr buyur-
duğu cihetle bu vesilelerden her birine. (K effaret) denilm iştir. C eın'i
Keffarat'dır. Nitekim günahları afvetm eğe de (Takfiri zünup) denilir,

168— K effaretler; (Keffareti savum), (keffareti zilıar), (keffareti halk)


(keffareti katil), (keffareti yem in) adıyla başlıca beş ııevi'dir. Bu keffaret-
ler. m em nu olan şeyleri- yapm aktan insanları men ve zecre hizm et eder, y a -
pılan bir m a'siyete bir ukubet m ahiyyetinde bulunur, aynı zam anda bir iba-
det m ahiyyetinde bulunduğundan günahların bağışlanm asına vesile olur.
Bunları sırasivle yazıyoruz:

* (Keffareti savum):

169— Keffareti savum, ramazanı şerifte bir özrü bulunm aksızın m uay-
yen şartlar dahilinde orucunu bozan bir mükellefin müslim veya gayri ıntK
liın bir köle veya cariye azat etm esinden, buna kadir değüjse iki ay m u tta-
sıl oruç tutm asından, buna da kadir değilse altm ış fakire yem ek yedirm e-
sinden ibarettir.
Keffareti savum, böyle ibahe suretile olabileceği gibi temlik, suretile
de olabilir.

(K effareti savum hususunda bu te r îb e riayet Hane file re e ve Ş afuler--


ce lâzım dır. Malikilere göre lâzım değildir* mükellef m uhayyerdir, bunu di-
lerse azat suretile ve dilerse oruç ile veya taam yedirm ekle yapabilir.)
286 BÜYÜK İSLAM

*-■ 17C Aç. baliğ veya mürailik altm ış fakire sabahlı ve akşamlı doya-
cakları kadar yemek yedirm ek bir ibalıedir. Bu yedirilecek taamın yalnız
iuığday ekmeği de olması kâfidir, herhalde katığa hacet yoktur. Fakat ka-
tıksız arpa ekm eği kâfi değildir.

171--; Ş ay et yüz yirm i fakire yalnız bir vakit yem ek yedirilecek olsa
bu ancak altm ış fakire yedirilm iş gibi sayılır, bunlardan altmış fakire tek-
rar sabahleyin veya akşam leyin yemek yedirm ek lâzım gelir. Böyle altm ış
fakire bir def'a yem ek yedirildikteıı sonra bunlar gaip olsalar hazır bulunan-
larına intizar edilmelidir veya tekrar altmış fakire sabahlı akşamlı yem ek ve-
rilmelidir. . .„ .
■..............--- •' ■
172— Keffareti savının temlik suıetile yapılmasına gelince altmış fa-
kirden her birine yarım s â ’ ya'ııi beş vıiz yirmi dirhem buğday, veya bir
sâ' ya'ni: Bin kırk dirhem arpa veya hurm a veya kuru üziim verilmesinden
ibarettir ki. bu tam bir sadaki fi tir m iktarıdır. Bunların kıym etlerini vermek
de câizdir.

J 173— Keffareti savumda bir fakire altmış gün sabah ye akşam veya yüz
yirmi sabah veya akşam yem ek yedirm ek de kâfidir.
Kezalik: Bir fakire iki ayda her gün ya aynen veya kıym etten biler-
den altm ış sadakai fi tir verilmesi de.kifayet eder. Fakat bir fakire bir günde
birden veya altmış d e fa d a verilecek altmış fitre m iktarı, yalnız bir günlük
fitre m iktarı verinde salıîlı olur.
( '* •. • • • • ' ; •
174— Keffareti savum sadakasının selâlıı hal sahibi olan fakirlere ve-
rilmesi efdaldir. İmam Ebu Y usuf'a göre bu. gayri müslim fakirlere verile-
mez. Fetva bu veçhiledir.

175— Keffareti savum, oruç tutm ak suretiyle olunca bunda tevali


şarttır. Binaenaleyh bu oruca başlam ış olan kimse, m uttasıl iki ay oruç tu -
tar. şayet daha iki ay tamam olmadan ya özürsüz yere veya yolculuk ve
hastalık gibi bir özre mebni bu oruca velev bir giin fasıla verecek olursa bu
keffaret orucuna yeniden başlaması lâzım gelir. Bundan kadınların lohusa
halleri değilse tle âdet halleri müstesnadır. Bundan dolayı vııkubulacak fası-
la. keffaretin devamına m âni olmaz. Çünkıi bu halden kurtulm ak müşkül-
dür.
Ramazanı şerif orucunun veya m uayyen bayram günlerinin araya gir-
mesi de keffaretin tevalisine m ani'dir.

176— Keffaret hususunda mükeffirin, ya'ni üzerine keffaret lâzım ge-


len şahsın keffaret zamanındaki haline i’tibar olunur.
Binaenaleyh bir mükeffir keffaretin lüzumu zam am nda zengin iken
İ L M İ HAL İ 287

keffareti yerine getireceği zaman fakir düşmüş bulunsa keffaretini oruç ile
yayar. F ak at daha orucunu bitirm eden tekrar zengin olup Rakabe azad
etm eğe m uktedir olsa bir köle veya cariye azad etm ek suretile keffaretde
bulunm ası icap eder.

177— Keffaret orucuna kameri aylardan birinin iptidasında başlanır-


sa gurreye i'tib ar olunur, tam iki ayın oruçlu geçmesile keffaret de tam am
olmuş oiur. F ak at ayın iptidasında başlanılm azsa ilk ay, üçüncü aydan ik-
mal edilmek üzere otuz gün hesap edilir, ikinci ayda ise gurreye i'tib ar olu-
nur. Bu, im am eyne göredir. İm am ı A 'zam a göre bu takdirde tam altmış gün
oruç tutulm ak icap eder, gurreye bakılmaz.

178— Bir kimse, bir ram azanda veya iki üç ram azanı şerifte özürsüz
yere bir kaç d e f a orucunu âm den bozm uş bulunsa bunlardan dolayı yal-
nız bir keffaret lâzım gelir. Sahih olan kavil budur. Çünkü keffarete uku-
b et ciheti galiptir. Sebebi m ü ttehit olan ukubetlerde ise tedahül caridir. Bu
bir ukubet, hepsine k ifay et eder. F a k a t k effaret yapıldıktan sonra tekrar
orucunu bu veçhile bozacak olursa bundan dolayı da aynca bir keffaret lâ -
zım gelir. Birinci keffaret ile tam bir intibah hâsıl olmadığı anlaşılm ış
olur.

* (K effareti zıh ar ) :

179— Keffareti zilıar: karısının tam am ını veya onun yarısı gibi şayi bir
cüz'ünü veya rekabe gibi şahsiyetinin tam am ını m u'şir bulunan bir uzvunu
kendisine nikâhı m üebbeden haranı olan bir kadının tam am ına veya bakm a-
sı haram olan bir uzvuna benzeten, m eselâ: "Sen bana anam gibisin" veya
"anam ın arkası gibisin" veya "senin boynun validemin arkası gibidir"
diyen b ir m ükellef müsliıue lâzım gelen keffaretten ibarettir ki, bu keffa-
reti yerine getirm edikçe karısı ile cinsi m ukarenette bulunm ası helâl olmaz.
Bu kimse yalan söylemiş, helâl olan bir şeyi haram göstermiş olur.
Keffareti zilıar da tam am en keffareti savm gibidir. Buna dair (Hukuk-ı
İslâm iye ve İstilâhat-ı Fıklıiye) adındaki eserimizde tafsilât vardır.

* (Keffareti halk):

180— Keffareti halk. Hac için ihram a girip de bir özre m ebni saçlarını
vaktinden evvel tıraş ettiren kimsenin tutacağı üç günlük oruçtan ibarettir.
Bu o ru çta tavali şa rt değildir. Bu oruç avn ay n günlerde de tutulabilir.
Hac meblıasine müracaat!.

* (Keffareti katil):

181— Keffareti katil, bir müslümanı veya bir zim m iyi âm den değil,
bir hata neticesinde olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffarettir ki,
288 BÜYÜK İSLAM

m uktedir ise bir m ü'm in köle veya cariye azat etm ekten, buna m uktedir de-
ğilse iki ay muttasıl oruç tutm aktan ibarettir. Ava atılan bir k urşun ile bir
şahsın öldürülmesi, hata yolu ile katil cümlesindendir.

* (Keffareti yem in): - *

182— Keffareti yemin, yaptığı bir yem ine riayet etm eyip hanis olan,
y a ’ni: Andını bozan bir müslümana lâzım gelen keffarettir ki, m uktedir ise
müslim veya gayri müslim bir köle veya cariye azat etm ekten veya on fa-
kiri akşam lı, sabahlı doyurm aktan veya on fakire orta halde birer parça
13bas = n ıb a giydirm ekten, bu üç şeyden birine kadir olm ayınca da üç gün
m uttasıl oruç tutm aktan ibarettir. Bu orucun araşma velev hayız sebebiyle
bir fasıla girerse yeniden tutulm ası icap eder.

* (Şafîîlere göre bu o ru çta böyle tevali, ya'ni birbiri ardına tutm ak şa rt


değildir.)

183— Keffareti yemin için on fakire sadakai fitir m ik tan bir şey veril-
mesi de kifayet eder. Bir fakire on gün birer fitre verilmesi veya on gün sa-
bahlı ve akşam lı yem ek yedirilmesi de yetişir. Çünkü b ir fakir, m üteferrik
günlerde m üteaddit fakir m esabesindedir. Bir vakit yem ek verip bir vakit de
yem ek bedeli verm ek de caizdir.
184— Keffareti yem in için bir fakire on gün birer libas verilmesi de
caiz'dir. F a k a t on libas bir fakire bir günde verilse yalmz bir libas verilmiş
ş b i olur. N itekim bu keffaret için on litre m iktan bir fakire bir günde
verilse bir fitre verilmiş sayılır.
K effaret için her fakire verilecek libas, onun hiç olmazsa vücudunun
tamamını veya kısmı ekserisini örtecek bir halde bulunm alıdır. Boylu bir
entari ş b i. Binaenaleyh yalm z kısa bir gömlek veya yalnız bir don verilse
kifayet etm ez. Çünkü bunlardan yalm z birini giyinen kimse, örfen çıplak
sayılır. Esahh olan kavil budur. Bu libasın iki üç parçadan ib aret olması ise
daha iyidir. Maaınafih bir libas kısa da olsa taam yerine bir bedel olarak da
verilebilir.

185— Bir kimse, yem ininde daha hanis olm adan keffarette bulunam az.
Çünkü keffaret, bir tövbe dem ektir. Tövbe ise günahtan sonra yapılır. Bir
d e keffaret yem ininde b a rr-sa d ık olm anın bir halefidir. Asıl mümkün ol-
du k ça halefine = yerine kaim olacak şeye gidilemez.
186— Mal ile yapılan keffaretler, ölülerin kefenlerine, b o rçla n n a veya
mescidlerin binalarına sarf edilemez. Çünkü bunların fakirlere ibahesi veya
temlik edilmesi şarttır. Bu sarfda ise ib ah ev e tem lik bulunm uş olamaz.

Yeminin m ahiyyeti ve yem in sayılıp sayılm ayan şeyler:

187— Yemin; lügatte kuvvet m anasınadır. Ş er'an : "bir işi yapm ak


İ L Mİ HALİ 289

veya yapm am ak hususunda azme veya iddiaya kuvvet verm ek için ya Allah
Tealâya kasem veya talâk veya itiak gibi bir şey 'e talik suretile yapılan bir
a k if'd e n ibarettir ki b u n a Ttirkçem izde "an d " da denir.
M eselâ: "Vallahi filân işi yaptım " veya "yapm adım " dem ek kasem su-
reliyle bir yem in olduğu gibi "filân işi y apüm sa" veya "yaparsam kölem
azat olsun" dem ek de talik suretile b ir yemindir.
188— Yem in edene : "H alif= an t içen " denir. Yem ini m uhafaza etm e-
ye "berr", yem ini m uhafaza edene de " b a rr" denir.
Bil'akis yemini bozm aya veya hakikate m uhalif yem in etm eye: "hins"
denildiği gibi yem ini bozan veya hakikate aykın an t içen kimseye de:
"hanis" denilir.
189— Kasem suretile olan yem in, ya: "Vallahi Billahi Tallahi" denil-
mesi gibi Allah Tealânm ismi zatine veya üzerine yem in edilmesi m u 'tâd olan
"R ahm an, R ahim " gibi m übarek isim lerinden birine, veya "izzeti İlâhiye,
kudreti İlâhiye" gibi zati sıfatlarından birine an t içm ekle yapılır.
Başkalarına, m eselâ: Peygamberlere, Kâbe-i M uazzamaya yem in edile-
mez. M ahlukattan birinin başın a veya h ay atın a yem in edilmesi de caiz
olmaz.
190— "Kasem ederim ", "yem in ederim ", "şeh ad et ederim ", "Allah
T ealâ ile ahdolsun", "A llah T ealâ ile misakım olsun", "üzerime yem in
olsun", "üzerime ahdolsun" sözleri de birer yem in sayılır.

191— Bir şahsa h ita b e n : "Sen vallahi bugün şöyle yapacaksın” veya
"yapm ıyacaksm " tarzındaki sözler de birer yemindir.
Bineanaleyh o şahıs, bu n a m uhalefet ederse bu sözü söylem iş olan
kimse hanis olur. M eğer ki bu sözile o şahsa yem in verdirm ek istem iş
olsun, o halde ikisine de bir şey lâzım gelmez.

192— Helâlı haram kılm ak da yem in sayılır. M eselâ: " Ş u taam ı


yem ek benim için haram olsun" dem ek bir yem indir. Binaenaleyh bu taamı
bilâhare yem ek, keffareti müstelzim olur.

193— Bir kimse "Ş ö y le yaparsam k âfir olayım " veya "y ah u d i veya
nasraniyim " veya "A llahın kulu, peygam berin üm m eti olm ıyayım " veya
"kıblem ahar tarafa olsun" veya "A llah ruhum u imansız kabzetsin" veya
"A llaha iki dem işlerden olayım " veya "Ü m m eti M uham m etden olmaya-
yım " veya " h â ş â Resulü Ekrem e seb'etm iş olayım " dese itikadına maksa-,
dına bakılır. Eğer böyle b ir sözü m ücerret yem in itikadiyle iddiasına kuv-
vet verm ek için söylemiş ise bu bir yem in olur. Hanis olunca üzerine
keffaret lâzım gelir. F akat bu sözü bununla k âfir olacağına m u 'te k it olduğu
halde söylem iş ise bu, yem in olmaz, kendine tövbe ve istiğfar ile imanını
ve evli ise nikâhım tecdit etm ek lâzım gelir. Hanis olsun olmasın müsavidir.
F : 19
290 BÜYÜK İSLAM

Dine, im ana, —h â ş â , -cima’lâfziie söğm ek de bu hükümdedir. İm anın,


nikâhın tecdidini icap eder.

194— Bir kimse: "şö y le yaparsam Allah Tealâm n azabına" veya " la -
netine veya sahafına uğrayayım ” veya "sitrik, zani olayım " dese bununla
yem in etm iş olmaz. "Nam azını, orucum şu kâfirin olsun" demesi de böyle-
dir.
Maamafih bir kavie göre nam azın ve orucun bir ibadet ve k urbet
olmak üzere kâfire aidiyeti kasdediiirse bu, bir yem in olur, fak at yalnız
sevaplar® aidiyeti kasdediiirse yem in olmaz.
Bu gibi sözler. İslâm terbiyesine, âd ab ın a m ugayirdir, bunlardan sakın-
malı, şay et bunlardan biri vuku bulursa hem en tâip ve m üstağfir olmalıdır.

195— "M ushaf hak k ıçü n ", "K u r'an ı âzim hakkıçün", "okuduğum
Kur'an hakkıçün filân işi işlem em " dediği halde o işi işleyen kimseye
k effaret lâzım gelmez. Yani taip ve m üstağfir olması lâzım gelir.
M aamafih K ur'anı kerim, kelâm ı İlâhi olduğundan bir kavle göre
K ur'ana olan yem in, m uteberdir.

196— Yalan yere: "Allah bilir ki şu şöyledir" veya "şöyle değildir"


denilmesi, bir kavle göre küfrü m uciptir. Çünkü Allah T ealâya -h âşâ -
cehil! nisbet edilm iş oiur. Diğer bir kavle göre ise küfrü m ucip değildir. Zira
bununla küfür değil, belki yalan bir şeyin tervici kasdedilmiş olur. Şu kadar
var kî bu, büyük bir günah olduğundan hem en tövbe edilmesi lâzım gelir.
Yalan yere: "Allah Tealâ şah ittir ki" denilmesi de keffareti değil,
tövbe ve istiğfarı icap eder.

Kasem suretiyle olan yeminin nevileri-ve hükümleri:

197— Kasem suretiyle olan yem inler: Yem ini lâğv, yem ini ganıus,
yem ini münakide nevilerine ayrılır. Ş ö y ie ki:
(1) Yemini iâğv: yanlışlıkla veya doğru olduğu zanniyle yalan yere
yapılan yem indir. Bir kim senin kasdine m ukarin olmaksızın başka bir şey
söyüyecek iken: "V allahi" diye yemin etm esi bu kabildendir.
Kezalik: Borcunu ödem iş olmadığı halde ödem iş olduğunu sanarak
"V allahi borcum u ödedim " diye yem in etaıesi de böyledir.
Bu nevi' yem inden dolayı keffaret lâzım gelmez. Bunun bağışlanacağı
um ulur.
(2) Yemini gam us, yalan yere âm den yapılan yem indir. M eselâ:
borcunu ödem em iş olduğunu bilen bir şalısın: "Vallahi ben borcum u öde-
dim " diye kasem etm esi bu kabildendir. Bu pek büyük günahtır. Böyle
yalan bir yem in y u rtlan viran, yalancıları mahv-u perişan eder. Bunun b a -
ğışlanması için keffaret kifayet etm ez, bundan dolayı yalnız tâip ve miis-
İ LM İ HA Lİ 291

tağfir olm ak ve bu yüzden b ir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu yerine
getirip helâlhk almak lâzım gelir.
f
* (im anı Şafiîye göre yem ini gam ûstan dolayı da keffaret icap eder!)
(3) Yem ini m ün'akide, mümkün ve âtiy e ait bir şey hakkında yapılan
yem indir. "Vallahi ben y a n n borcum u vereceğim " veya "Vallahi ben fi-
lân kimseyle konuşm ıyacağım " denilmesi gibi.
Böyle bir yem ine riayet edilirse keffaret lâzım gelmez. F a k a t riayet
edilmezse, meselâ: "yarınki gün borç ödenm ezse” veya "o kimseyle konu-
şulursa" yem in bozulm uş, keffaret lâzım gelmiş olur.
işte bizce yalnız bu nevi' yem inlere velev m ükrehen veya sehven veya
nisyanen riayet edilm em esinden dolayı k effaret icap eder, bun un hükmü,
keffarettir.
Böyle bir yem ine riayet etm ek lâzım dır. M eğer ki buna riayet edil-
diği takdirde bir. vecibe, bir âm m e m aslahatı fevt olsun veya bir m usibet
irtikâp edilm iş bulunsun. O halde bu yem ine riay et edilmemesi icap eder,
bu yem in bozulur, ondan sonra k e ffaret verilir, Hak Tealâdan aftivler di-
lenilir.
M eselâ: Bir kim se b orcun u verm em eğe veya babası ile konuşm am aya
yem in etse buna riayet edemez, belki borcunu verir, babasıyla konuşur,
sonra da keffaretini yerine getirir. *

( Yemine dair m üteferrik m es'eleler:

198— Yemin, taaddüt edince k effaret de taaddüt eder. Velev ki yem in-
lerin meclisi m ü tteh it olsun. Binaenaleyh bir kimse şöyle yapacağına:
"Vallahi ve Billahi" diye yem in etse veya "V allahi” diye b ir yerde yemin
edip sonra başka bir yerde yine "V allahi" diye yem inde bulunsa yem inleri
taaddüt etm iş olur. Bu halde hanis olunca her yem inden dolayı ayrıca
keffaret lâzım gelir.
F a k a t İm am M uham m ede göre yem in keffaretleri çoğalınca tedahül
eder, y ân i: Bir keffaretle hepsinin uhdesinden çıkılm ış olur. M uhtar görülen
de budur.

199— "Vallahi filân ve filân ile konuşm ıyacağım " veya filân ve fi-
lâ n yere gitm eyeceğim " gibi sözler, bir yem in sayılır. Binaenaleyh o iki kim-
seden yalnız birisile konuşulsa veya o iki yerden yalnız birine gidilse yemin
bozulm uş olmaz.
"V allahi yem ek ve su tatm am " denilmesi de bu kabildendir. Meğer ki
bunlardan herhangi birini tatm aya n iy et edilm iş olsun. O halde bunlardan
yalnız birini yapm akla da yem in bozulm uş olur.
t-
2 00 — Nefıy edatı ilâvesiyle. "Vallahi ne filân ve ne de filân ile konu-
292 BÜYÜK İSLAM

şu ram " veya "V allahi ne yem ek ve ne de su tadarım " denilse bu iki yem in
olm uş olur. Herhangi bir ile .konuşulsa veya herhangi biri tadılsa yem in
bozulm uş, keffaret icap etm iş olur.

201— Yeminlerin hükmü, örfde kullanılan sözlere göredir. Yoksa onu


söyleyenin mücerret garazine niyetine göre değildir.
Binaenaleyh bir kimse, bir şahsa hiç bir şey verm em ek maksadile:
"Ben sana para verm iyeceğim " diye yem in etse başka b ir şey vermekle
hanis olmaz. Çünkü yem in ,p ara lâfzile y ap ılm ıştır,b aşk a şeye örfen para
denilm ez.
Kezalik: Bir kimse, bir hanede oturup dışarıya çıkm am diye yem in
etse o hanenin bacasından veya penceresinden çıkm akla hanis olmaz.
" Ş u odaya girm em " diye yenim edildiği halde, onun harabesine
girildiği taktirde de hüküm böyledir. Zira harabe örfen oda sayılmaz.

202— Yem inlerde yapıldıkları beldelerin örflerine itibar olunur.


Meselâ: Bir kimse "baş yem iyeceğine dair" yem in etse, bu yem ini
b u lu n d u ğ u beldede satılan başlara m asruf olur. Serçe ve çekirge gibi hayvan-
ların başlarına şamil olmaz. Binaenaleyh bunları yem ekle yem in bozulm az.
Kezalik: "Meyve yem eyeceğine" yem in etse beldesinde örfen meyve
sayılan şeylere m asruf olur. Yaş üzüm gibi meyve sayılm ayan şeylere şam il
olmaz. Dem ek ki yem inde kullanılan bu gibi um um i tâbirler, ö rf ile tahsis
ve tak y it edilmiş oluyor.

2 0 3 — Aklen mümkün ise de âd eten m uhal olan b ir şeye yem in, der-
hal, hanis olmayı icap eder. Binaenaleyh b ir kimse, "Ben göğe çıkacağım "
veya "şu taşı altım a çevireceğim " diye yem in etse hem en hanis olur. F a k a t
böyle bir yem in, bir vakit ile m u kayyet olursa o vakit çıkm adıkça hanis
olmaz.
"V allahi on güne kadar şu demiri elm a; edeceğim " diye yem in edil-
mesi gibi. Bu halde daha on gün çıkm adan yem in eden ölse hanis ve bina-
enaleyh üzerine keffaret vâcip olmuş olmaz.

2 0 4 — Zam an tayin edilmeksizin yapılan yem inlerde yem in edilen


husus, m üteazzir olm adıkça hins vaki, k effaret lâzım olmaz.
M eselâ: Bir kimse, bir zata hitaben: "vallahi ben seni ziy aret edeceğim
dediği halde uzun b ir m üddet ziyaret etm ese hanis olmaz. F a k a t ziyaret
etm eden kendisi veya o z a t vefat etse hanis olur.
Zam an tayin edildiği takdirde ise o zam anın sonuna itibar olunur.
"Ben seni yarın ziyaret edeceğim " diye yem in edilmesi gibi ki, o günün
gurup zam anına kadar devam eder, o gün ziyaret yapılm adan güneş batınca
hanis olur.
A 2 0 5 - Bir gaye ile m ukayy et olan bir yem in o gayenin fevtile sakıt
İLMİHALİ 293

olur. Çünkü artık barr olm aya = A n î da gerçek çıkm aya im kân kalm am ış
olur.
Binaenaleyh bir kimse: "filân zat izin verm edikçe, ben şu kimse iie
konuşm am " diye yem in ettiği halde o zat izin verm eden yefat etse artık
yem in kalm amış olur da o kimse ile konuşm asından dolayı k effaret lâzım
gelmez.
"Sen borcunu verm edikçe ben senden ayrılm am " diye yem in yapıldık-
tan sonra borcun bağışlanması da bu kabildendir artık yemin b ertaraf ol-
m uş olur.

F a k a t İmam Ebû Y usuf'a göre bu gibi hallerde yem in, teebbüt eder,
artık her ne vakit şart, m eselâ: K onuşm ak vuku bulursa yem in bozulup
keffaret veya m uallekun aleyh olan ceza lâzım gelir.

2 0 6 — Yemin edilen şeyin ademi veya zevali, yem inin inikadına m ân i


olur.
Binaenaleyh bir kimse: "filân a şu hakkını yarın veririm " diye yem in
ettiğ i halde bu gün verecek olsa yem inde artık hanis olmaz.

Bu mes'ele, İm am ı Â 'zam iie İmam M uhamm ede göredir.


İmam Ebu Y usuf'a göre ertesi gün olunca hanis olur.

2 0 7 — Yeminler, evvelce söylenilen bir kavil veya fiil ile takayyüt eder.
Binaenaleyh, bir kimse, m uayyen b ir taam ı yem eğe d â v e t edilmekle:
"V allahi ben yem em " diye yem in etse b u yem ini bu m uayyen taam a mas-
ru f olur, başk a bir taam yem ekle hanis olmaz.
Kezalik: Bir kimse, gitm ek üzere bulunan bir şahısa karşı: "Vallahi
gitm iyeceksin" diye a n t içse bu yem in o şahsın bu gitmesine ait olur, b ilâ-
hara gitmesiyle hanis olmaz.

208— Yeminler, mümkün olan m ertebe ile takayyüt eder.


Binaenaleyh: "filân şahsı şu haneye gitm eye bırakm ayacağım ” diye
yem in edilse bakılır: Eğer yemin eden, o hanenin sahibi ise o şahsı haneye
girm ekten hem kavien, hem de mümkün olduğu m ertebe f ile n m en'etm esi
lâzım gelir, ve illâ haneye girdiği-taktirde hanis olur. Am m a hane başka-
sının ise yalnız kavien m en'etm esi kâfidir.

Icareye verm iş olduğu b ir hane hakkında da böyle kavien m enetm ek


kifayet eder. M eselâ: " Ş u kiracıyı burada bırakm ıyacağım " diye yem in
eden kim senin o kiracıya: "benim bu evim den ç ık " demesi k âfidir. Çünkü
icareden dolayı onu bilfiil çıkarm ak hakkına m âlik değildir. Kendisi içki
mümkün olan, ancak böyle söz ile çıkarm aya teşebbüsten ibarettir.
294 B ÜYÜK İSLAM

jt Kezalik: Bir şahsa hitaben: "Ben seni hapis ettirm em ” diye yem in
eden kimse, o şahsı alacaklıların hapis ettirm elerine söz ila çalıştığ ı halde
m ani olamazsa hanis olmaz.Kezalik: "filân şahıstaki alacağım ı bugün onda
bırakm ıy acağım '' diye yem in eden kimse o gün hâkim e m üracaat edip
alacağını dâva ve o şahsa inkârına m ebni yemin tevcih edilmesini talep
etse artık hanis olmaz. Çünkü kendisine mümkün oian bundan başka değil-
dir.
209— Yem inler, nisbetin zevaliyle nihayet bulur. Şöyle ki: Meselâ:
"filân şahısın hanesine girm em " veya "taam ından yem em " veya "libasım
giymem" veya "zevcesiyle veya dostuyla konuşm am " diye yem in eden
kimse, satıldıktan o şahsın hanesine girse veya taam m dan yese veya rubasını
giy inse veya kendisinden tam am en ayrılan zevcesiyle veya kendisine düş-
m an kesilen dostuyla konuşsa yem inden hanis olmaz.
F a k a t yeniden alacağı bir haneye girse veya taam m dan yese, veya ru-
basını giyse, veya alacağı yeni zevcesi ile veya edineceği yeni bir dostu ile
kon uşsa hanis olur.
Haneye, taama, libasa işaret edilm iş oisun olmasın müsavidir. Çünkü
bunlann şahıslarına adavet edilmez. F a k a t zevceye veya d o sta işaret ederek:
"şu karısı ile" veya " şu dostu ile ko nuşm am " diye yem in edilirse yemin
bunlara münhasır kalır, bunlara ait nisbetin zevaline zâiî olmaz, bunlar ile
nisbetin = zevciyet, dostluk ilgisinin zevalinden sonra d a konuşulursa hanis
olur. Zira bunların zatlanna adavetten dolayı böyle yem in edilmiş olması
mümkündür.

21 0— Bir kimse, kansına veya borçlusuna, "benim iznim olm adıkça


evimden veya şehirden bir tarafa çıkm ayacaksın diye yem in etse, bu zevci-
y e tin ve alacağın bakası haline m asruf d u r . Binaenaleyh zevciyet zail ol-
duktan veya borç ödendikten sonra çıkarılacak olsa artık o kim se hanis ol-
m az.
211— Yem inin bir cümlesinde bulunan bir nekire = bir m eçhul, aynı
cümledeki diğer bir nekireye dahil olur. F a k a t bir m a'rife = m alûm, bir
nekireye dahil olmaz.
Binaenaleyh bir kimse; "şu haneye h er kimse girerse şöyle olsun"
diye yem in etse o haneye kendisinin girmesiylede hanis oiur. O hane
gerek kendisine ait olsun ve gerek olmasın müsavidir.
F ak at "şu hanem e her kim girerse şöyle olsun”diye yem in etse oraya
kendisinin girmesiyle hanis olmaz. Çünkü haneyi kendisine izafe etm ekle,
kendisi m arife = m âlum bulunm uş, artık aynı cümlede bulunup nekire =
m eçhul olan "h er kim " m efhum una dahil bulunm uş olamaz. a
j Başkasına hitaben: "senin şu hanene h er kim girerse" veya "senin şu
yem eğinden h er kim yerse şö yle olsun"- diye yapılan b ir yem inde de
m uhatabın o haneye girmesiyle veya o yem ekten yemeslle yem in bozulm uş,
ceza lâzım gelmiş olmaz.
İ L M İ H AL İ 295-

2 1 2 — Y em in ibaresinin bir cü m lesin d ek i M arife—m a lû m , d iğer bir


cüm lesindeki n e k ir e y e = m e ç h u le dahil olur.
M eselâ: Bir. k işi k ö le sin e h ita b en "bana şu h â d ise y i her kim tebşir
ederse sen azat ol" d iy e talik su retiy le y e m in ederse o h â d ise y i b iz z a t bu
k öle de teb şir e d in c e azad olur. D em ek k i c e z a = y a 'n i "sen azat ol" cüm -
lesinde bulu nu p m arife olan k öle, şart cüm lesinde bulunup nekire olan
"her kim " m efh u m u n a dahil b u lu n m u ş oluyor.
2 1 3 — Bir kim se, adete nazaran b iz z a t kensin in de y a p a b ile ce ğ i bir
m u am eleyi yap m am aya y em in e ttiğ i halde o m u am eleyi k en d isi iç in b a ş-
kasına v e k â le t v e em ir su retiyle y a p tırsa bakılır: E ğer o m u am ele, h u k uk u
m ü başirine, y a 'n i onu b izza t yap an a ait m u am elelerden ise b u n u n y a p ıl-
m asından d o la y ı o kim se hanis olm az. A lım , satım , kiraya verm ek, kira-
lam ak bir m aldan ikrar ile beraber su lh olm ak, bir m ah b ö lm ek , bir dâva-
y a ikrar v e y a in k âr y o lile cevap verm ek, âkil ve baliğ olan ev lâ d ı evlend ir-
m ek m uam eleleri bu kabildendir.

M eselâ: Bir kim se, "vallahi b en şu h a n e y i satın alm ıyacağım " d iye
y e m in e tt iğ i h a ld e onu bir v ek il vasıtasile satın alsa y em in in d e hanis olm az.

^ F a k a t y em in ed ilen m u am ele, hukuk u m übaşirine ait o lm a y ıp da


m üvekkile, âm irine ait m u am elerd en ise o k im se, b u n u tev k il ve em ir sure-
tiy le yaptırm akla da hanis olur. E vlenm e, b o şa n m a , m uhalea, hib e, sadaka,
h avale, v a siy e t, v a k f, v ed ia , iare, istiare, istikraz, kısastan sulh, em a n et ver-
m e ve alm a, borcu ö d em e, b orcu k a b zetin e,elb ise d ikm ek , elb ise giydirm ek
hayvan k esm ek , hayvana b ind irm ek, ç o c u k bu lu n an evlâd ı evlen d irm ek
gibi.

M eselâ: "Vallahi filâ n kadım tezevvüç e tm e y e ce ğ im " d iy e y e m in


ed en k im se, o kad ın ı bir vekil vasıtasile tezevvüç etse y em im n d e hanis.
b inaenaleyh üzerine k effa ret lâ z ım olur. Çünkü b u hususta vek il, bir n â -
kilden, bir e lç id e n b aşk a değild ir, bu m uam elenin bütün h u k u k u o kim -
seye aittir.

2 1 4 — " Ş u n u şu zata hibe ed eceğ im " d iy e yem in ed en kim se, o ş e y i


b a ğ ışla d ığ ı halde o z a t kab ul e tm e se hanis olm az. .A r iy et,v a siy et, ikrar
gibi sair teberru' suretile olan akitlerde de hüküm b öyled ir.
Fakat, "şu m ah filâ n za ta satacağım " d iye yem in e d e n k im se o m alı
sa ttığ ı h ald e o za t k ab u l etm ese hanis olur. Çünkü satm a m u a m elesi kabu-
le m ü tevak k ıf olup y a ln ız satanın icabiie - sattım d em esiy le tam olm a-
dığın d an satm a m uam elesi y a p ılm a m ış olur. İcare, n ik âh , rehin gibi iki
tarafın icap ve k abuliie yapılan sair m uam elerde de hüküm b öyled ir. <,
B u n la n n h ak kınd aki yem in , n e fıy suretile olduğu takdirde d e bu
hüküm ceryan eder.
296 -BÜYÜK İSLAM

M eselâ: Bir kim se "şu m alı filâ n zata h ib e etm iy e c eğ im " d iye yem in
e ttiğ i halde h ib e edip te o za t kabul e tm ese hanis olur. B ilâkis "satm ıya-
cağım " d iy e y em in e ttiğ i h ald e satsa da o za t kabul e tm ese hanis olm az.
D em ek o lu y o r ki hibe gibi m üteberreatta y a lm z mü te b e r d in = m ecce-
neıı b ağ ışla y a n icabı k â fi oluyor. F a k a t b e y i' v e icare gibi m u avezatta
y a ln ız icap k â fi olm ay ıp kabule de h a c e t bulun u yor.

215— Y em in , so h b e t ile ülfet, le z z e t ile elem , gam ile sürür gibi hayat
h aline m u h ta ç olan fiillerde y a ln ız h a y a t ile tak ayyü t eder, ölünün diriye
ortak olacağı fiillerde ise h em lıayat, h em de m ev t hallerinde m asruf olur.
•B inaenaleyh bir kim se, bir şah sa h itab en "seninle k o n u şu r isem "
v e y a "senin y a n m a girer isem " v e y a "seni öp er isem " v e y a "seni d ö ğ er
ise m ş ö y le olsun" d iy e y e m in e ttik te n sonra o şah ıs v e fa t e tse artık yem in
n ih a y e t b u lm u ş olur. O şa h ısa ölü halinde h itap etm ek le, v e y a yan ın a
girm ekle v e y a onu ö p m ek le vey a ona elb ise verm ek le v ey a on u n cesed in e
vurm akla y e m in b o zu lm u ş ce za lâ zım g elm iş o lm az .
F a k a t "seni yık ar isem " vey a "sana elb ise giydirir isem " v e y a "seni
m essed er isem " v e y a "seni bir şe y e bindirir isem " v e y a "seni taşır isem "
d iy e y em in etse onu öld ü k ten sonra yık am ak la v ey a k efen lem ek le, vey a
vücudunu o k şam a k la v e y a bir şe y e bindirm ekle v ey a taşım akla da hanis
olup ceza lâ z ım gelir.

2 1 6 - F ilâ n kim se ile k o n u şm a y a ca ğ ım , sö z sö y le m iy e c e ğ im " d iye


yap ılan y em in o k im seye işa r et etm ek le m ek tu p yazm akla v e y a bir haber
gönderm ekle b o z u lm u ş olm az. Çünkü bunlar, k o n u şm a sö y le m e sayılm az.

2 1 7 - "Tekellüm e tm iy e c e ğ im " d iy e yem in ed en kim se, nam azda


kur'an o k u m ak v e y a teşbih ç e k m e k le h anis olm az. N am az h aricin d e ise bir
kavle göre h an is olur, bir kavle göre hanis oîm az. Çünkü bu o k u m a, ö r fen
tekellüm —k o n u şm a sa y ılm a z.
Sair k itap la n ok u m ak hakkınd a da b u ih t ilâ f m evcuttur.

2 1 8 - "Oruç tutm am " d iy e y em in ed en kim se, oruca n iy e t edip


b a şlam ış olu n ca hanis olur. Çünkü orucun m a h iy eti m u tla k a im saktan
ibarettir, o da b u nun la tahakkuk e tm iş olur.
"Namaz kılmamaya" yemin eden kimse de namaza başlayıp ilk
rek'atîa secdeye alnını koymakla hanis olur. Zira böyle bir rek'at kılınma-
dıkça namaz mahiyeti tamamen bulunmuş olmaz.
"Hac etm em eğe" yemin eden de sahih bir hacca başlayıp farz olan
tavafın ekserisini yapınca hânis olur.

219- "Refikasını değm em eğe" .yemin eden kimse, onun saçlarım


çekse veya gerdanını ısırsa veya sıkıştırsa veya burnuna dokunup kanatsa
İL M İH Â L İ '297

bakılır: E ğer b un lan gazep halin d e y a p m ış ise hâııis olur. M iilaebe halinde
yap m ış ise, sahili olan kavle göre h â n is olm az.

M aahaza bu d ö ğ m e k te elem verm ek şarttır. Kas te gelin ce bun d a iki


kavil vardır. Bir kavle göre kasit de şarttır. D iğer bir kavle göre şart d e ğ il-
dir. B inaenaleyh b ö y le y em in ed en kim se, başk asını d övm ek isterk en yan -
lışlık la refikasına vuracak olsa, birinci kavle göre h ân is olm az. Çünkti bun-
da k asit olm ad ığı gibi buna örfen d ö ğ m e de den ilm ez. İkinci kavle göre
h â n is olur. Zira d ö ğ m e m efh u m u tahakkuk etm iştir.

2 2 0 — "Yer yüzünde oturm am ay a” y e m in ed en kim se, y ere b itişik o l-


m ayan bir sergi v e y a hasır vey a deri v e y a tahta üzerine otursa kezalik:
"şu d ö şe k ü zerinde u y u m a m a y a ” y e m in e d e n k im se, o n u n üzerine k onulan
d iğer bir d ö şe k ü zerinde u yu şa, kezalik: " şu tahta üzerinde u yu m am aya"
y e m in eden k im se, onun üzerine k on u la n d iğer b k tahta üzerinde uyuşa
y em in in d e h â n is olm az. F a k a t d ö ş e k ü zerine bir y ü z takılsa v e y a tahtanın
üzerine bir sergi, bir hasır serilse bu, h â n is olm am ak için k ifa y e t etm e z .
2 2 1 — "Y atağında" v e y a "şu y a tak ta u yu m am " d iye y em in eden
kim se, b ed en in in ekserisile o y a ta ğ a girip u y u m a d ık ça h ân is olm az.

2 2 2 — "Bir yere" m eselâ: "Bir eve ayağını basm ıyacağm a" y em in


ed en kim se, o yere bilâhara yürüyerek v e y a bir ş e y e binerek girecek olsa
h â n is olur. Çünkü "bir yere ayak basm ak, örfen girm ekten ibarettir. F akat
b ö y le y e m in ederken yürüyerek g irm iy eceğ in i k asd etm iş bulunursa râki-
ben girm ekle h â n is olm az. Çünkü sözünün hakikatini d ilem iş olur.

2 2 3 — "Bir y ere g in n iy e c e ğ in e " y e m in ed en kim se, oraya tutulup


girdirilse h â n is olm az, velev k i im tin a ’da b u lu n m u ş olm asın . Çünkü y e m in i,
kendi fiilin e , yani: K endisinin b izza t girm esine aittir. F akat bu yere bilâhare
k endisi girecek olsa h â n is olur.

2 2 4 — Cebir ve ikrah, kasti izale etm ed iğ i c ih e tle yem inin akdini m en'
etm ez . B inaenaleyh "şu m u a y y en ş e y 'i y e m iy e c e ğ in e " dair bir riza veya
m ükrehen y em in ed en kim se, o şe y i bil'ah ara vuku bu lan cebir ve ikraha
m ebni y iy e c e k olsa h ânis olur. N itek im baygın v e y a m ecnun old u ğu halde
y ed iğ i takdirde de hüküm böyledir.
F ak at " iç m iy e ceğ in e" y em in e ttiğ i bir şe y i başkaları cebren b o ğ a -
zına akıtacak olsalar hânis olm az. Çünkü kendi fiili b u lun m am ıştır. B ilâ-
hara rizasile içerse h â n is olur.

M İm am Ş a fıiy e göre ikrah, y em in in in'ikadına m ani'dir.)

225 "Vallahi yersem " v eya "içersem " veya "giyersem ş ö y le olsun"
298 BÜYÜK İSLAM

d iye y em in ed en kim se, her ne yese v ey a iç se v e y a giyinse h â n is olur. Ben


şu taam ı, şu su y u veya şu rubayı k a sd etm iştim dese, m uhtar olan kavle
göre n e kazaen n e de d iy a n eteıı tasdik olunm az.
F akat: "V allahi bir ş e y y ersem " veya "bir ş e y içersem " v ey a "bir
şey giyersem şö y le olsun" diye y em in eden kim se b u n u n la m u a y y en bir
şe y i k asd etm iş o ld u ğu n u söylerse kazaen d eğ ilse d e d iy a n eten tasdik olu -
nur.

2 2 6 — "F ilân şah sın k ardeşleriyle" ve " zevceleriyle" v e y a "dostlariy-


le k o n u şm ıy a ca ğ ım " d iye y em in ed en kim se, bunların h ep sile, m eselâ:
Bütün k ard eşleriyle k o n u şm a d ık ça h â n is olm az. V elev ki b irk a çiy le k o n u -
şacak olsun. Çünkü bu yem in , hepsile k o n u şm a k ta k i bir m ahzurdan dolayı
y a p ılm ış olabilir. F a k a t o şahsın y aln ız bir kardeşi v e y a bir zevcesi v e y a bir
dostu old u ğ u n u b ildiği halde b ö y le y em in e tse ya lm z b u n u n la k o n u şm a k la
da h â n is olur.

2 2 7 — Bir kim se, başkasınd aki bir alacağını m üteferrik su rette al-
m ıy a ca ğ m a y em in e ttiğ i halde ondan bir m iktarını alacak olsa, ba'dehu
m ü tebakisin i d e alm ad ık ça h â n is olm az.

2 2 8 — Bir kim se "m alı bulunm adığına" dâir y em in e ttiğ i halde tica-
ret için olm ayan e şy a sı, akan v e y a arazisi bulunsa b u n u n la h â n is olm az.
Çünkü bunlara örfen m al d en ilm ez, d en ild iğ i takdirde h â n is olur.

2 2 9 — "Ben bu işi e lb e tte yap aca ğım " m eselâ : " Ş u zatı e lb e tte ziy a ret
ed eceğ im " tarzında yapılan yem in ler, bir d e f a y a m asruftur. B inaenaleyh
bir kerre ziyaret vuku bulunca y em in yerine getirilm iş olur.

230 - Ç ocukların, m ecnunların, u yk u d a bulunanların yem inleri


m u teb er değildir. F ak a t m üskirattan birini kasden iç m iş olan sarh oşu n
y e m in i ayık bir kim senin y em in i gibidir. Çünkü onun bu sa rh o şlu ğ u , k en -
disinin kast ve ih tiyarına m üstenittir. B inaenaleyh y a p tığ ı y e m in e riayet
etm ezse h ân is ohır.

231 — İstisnaya, yani: "İnşallah = A llah dilerse" d iy e m e şiy y e ti


ilâ h iy e y e m ukarin olan yem in lerd e, nezirlerde h â n is olm ak = y em in e,
n ezre m u h a lefet etm iş bulunm ak h ali m utasavver değildir.

Binaenaleyh bir kim se "A llaha kasem ederim ki yarın inşallah şu işi
yap an ın " d iy e y em in etse v e y a " filân işim olursa inşallah şu kadar gün
o n ıç tutayım " d iye nezir e tse d e yarınki gün o iş i yap m azsa v e y a o iş i o l-
duğu halde oruç tutm asa h ânis, günahkâr olm az. Çünkü bu hald e o işin
yap ılm ası v ey a orucun tutulm ası, Allah T ealâ m n d ilem esin e b ağlan m ıştır.
İLM İH ALİ 299

H ak T ealân m her hangi bir ş e y i d iley ip d ile m e d iğ i ise o şe y in vukuundan


evvel b izce m eçh uld ür.
Bu gibi istisnalar, İm am ı A 'zam ile İm am M uham m ede göre sözün
hükmünü iptal eder, o sözü azim k ârane olm aktan çıkarır. İm am Ebu Y u su fa
gön; d e o bir şart m esab esin ded ir. A rtık o şa rt b izce tahakkuk e tm e d ik ç e,
yani: "Bu y e m in anında onun m uhakkakul' v ü cu t olduğu bizce m alum
b u lu n m ad ık ça c e z a lâ zım gelm ez.
* (İm am M âlike göre bu istisn a h a lin d e de y em in in ve nezrin hükmü
lâ zım gelir. Çünkü h er şe y , A llah T ealân m m e siy y e tin e m uallâktır, onun
sö y len m esi yani: İn şallah d en ilm esi teberrük için d ir. B inaenaleyh onu s ö y -
lem ek le sözün, yap ılan y em in in v e y a nezrin hükmü d e ğ işm iş olm az.)

N ezrin m a h iy eti ve ııevi'leri:

232 — N ezir, A lla h T ea lâ y a tâ zim iç in m übah bir fiilin yapılm asını


d eru h te etm ek , ö y le bir işin yap ılm asın ı k endi n efsin e v â cip kılm aktır
N ezrin cem 'i. "nüzur" dür. N ezr ed en e de "nâzir" denir. N ezrin T iirkçesi
adaktır.

.2 3 3 — M ahza H ak T ealânm n zası için ib a d e t sayılacak b azı şe y le r i


nezr e tm e k m akbuldür, sevaba vesiledir. N ezrim olsun yarın A llah rızası
iç in o ru ç tu ta y ım v e y a fakirlere ş u jkadar para v er e y im '1 d en ilm esi gibi.
F a k a t d ünyevi bir m aksadın h u su li için yap ılacak nezirler,m akbul
değildir. " F ilân işim y o lu n a girerse üç gün oruç tutayım " v e y a "fakirlere
para vereyim " denilm esi gibi.
B öyle dünyevi bir gaye iç in yap ılan bir ib a d et ve taat, ulvi bir m aksada
d eğil, dünyevi b ir m atlaba, bir garaza m ü sten it b u lu n m u ş olur. Bu ise iba-
d etlerd e taatîarda aranılan ih lâ sa mlünafîdir. B ö y le bir nezir, k aderi d eğ iş ti-
rem ez, m ukadder n e ise y in e o zuhura gelir. Ş u kadar var ki, bazen böyle-
bir nezr iç in cim rid en bir m al ç ık m ış olur.
M aam afih nezirlere riayet lâzım dır. Çünkü nezr ed en , A llah T ea lâ
ile m uah ed e y a p m ış dem ektir. B in aenaleyh n ezrine v efa e tm e si y a n i adak
olarak y a p a ca ğ ın ı d eru hte e ttiğ i ş e y i yerin e getirm esi icap eder. H ak T ealâ
hazretleri n ezirlerin e v e fa ed en leri K ur'anı K erim inde sen a bu yu rm u ştu r.

234 — N ezirler, zam an, m ek â n , şahıs v e n ezred iien ş e y itibarile m u ay-


y e n ve gayri m u a y y en nev'ilerine ayrıldıkları gibi bir şarta b a ğ lı olup olm a -
m ak itibarile de m utlak , m u a llâ k n e v ile r in e ayrılır. N itek im ileride görü-
lecektir.
N ezrin şartları:

235 — Bir nezrin şer'an sahih, m u teb er lâ zım m ü l'ifa o lab ilm esi iç in
şu gibi şartları vardır:
300 BÜYÜK İSLAM

^ (1 ) N ezred ilen şe y in cin sin d en bir farz vey a vâcip bulunm alıdır.
B inaenaleyh "bir gün oruç tutayım " d iy e yapılan bir nezir sahihtir. F akat
" F ilân h asta y ı iy a d etd e bulunayım " d iy e yapılacak bir nezir sahili, y a n i her
h ald e lâzım m ü l'ifa olm az.. Çünkii iy a d et cin sin d en bir farz veya v â cip y o k -
tur.
(2 ) N ezir ed ilen şey in cin sin d en bulunan farz v ey a v â cip , b izza t
m ak su t olm alıdır, başka bir farz v e y a v a c ib e v esile bulunm am alıdır.
B inaen aleyh "iki ıe k 'a t nam az kılayım " d iy e yap ılan bir nezir, sahih-
tir. F a k a t "nezrim olsun ab d est alayım " v ey a " tilâ v et secd esin d e buluna-
yım " d iy e yapılacak bir nezir, m u 'teb er değildir. Çünkü a b d est ile tilâ v et
secd esi, b izza t m a k su t d eğil, belki b izzat, m a k su t olan ibadetlere birer
vesiledir.
(3 ) N ezir ed ilen ş e y , za ten yapılm ası fllhal v e y a a tiy en lâ zım bir farz
veya v â eip bulunm am alıdır.
B inaen aleyh "nezrim olsun yarınki sabah nam azım " v eya "vitir nam a-
zın ı la lay ım " tarzındaki nezirler sahili olm az.
(4 ) N ezir ed ilen şe y , haddi zatında bir m a'siyet olm am alıdır.
B inaen aleyh intihar gibi bir ş e y e nezir, m eselâ : " Ş u işim olursa n e f-
sim i H ak y o lu n d a kurban ed ey im " d iy e yapılan bir adak sahih olm az.
F akat esasen m e şr u ’ iken b aşk a bir seb ep ten d o la y ı n eh iy edilm iş
olan bir ş e y ile nezir sahili tir.
M eselâ: Bir kim se, R am azanı ş e r if bayram ının birinci gününde veya
Kur'ban bayram ının d ört gününde oruç tu tm ayı nezir etse bu sahili olur.
Ş u kadar var ki o günlerde oruç tutulm ası, n eh y ed ilm iş b u lunm akla o
günlerde iftar edip bilâhara kaza eder. M aam afih iftar e tm e y ip oruç tutsa
nezrini y erin e getirm iş olur.

"A llah için ev lâ d ın ı kurban e d eceğ in i" nezr ed en k im sey e İm am Ebu


Y u su f ile İmam Ş a fiîy e göre bir ş e y lâ z ım gelm ez. Çünkü bu, c â iz olm ayan
bir adaktır. F a k a t İm a m A 'zam ile İmam M uham m ede göre bu halde bir
k o y u n kurban ed ilm esi icap eder. Zira İbrahim A ley h isselâ m b ö y le bir kur-
ban ile m em ur olm u ştu r.
(5 ) N ezir ed ilen şe y , h addi zatın d a m uhal olm am alıdır.
B inaenaleyh bir kim se: " g eçen fila n günde oruç tu tayım " d iye nezir
etse sahih, üzerine bir ş e y lâ zım olm az.
Kezalik: " F ilâ n zatın g eleceğ i gün oruç tutayım " d iye nezir e ttiğ i
hald e k en d isin d en oruca m ünafî bir ş e y zu hu r e ttik te n vey a zeval vak tin d en
sonra o zat g elecek olsa nezir nam ına bir ş e y icap etm ez. Çünkü o günde
oruç tutulm ası artık m uhal olm uştur.
G eceley in geld iği takdirde d e hüküm böyledir. Zira nezir, gündüz hak-
kındadır.
(6 ) N ezir ed ile n şe y , nezr ed en in .mülkünden fazla veya başkasına ait
bulunm am alıdır,
İL MİHALİ 301

"B inaenaleyh filhai b in kuruş tasadduk etm esin i" nezr ed en kim senin
yalnız yüz kuruşu bulunsa ancak bu yüz kuruşu tasadduk e tm e si icap eder.
V eya başkasına ait bir m alın verilm esini, m eselâ: B aşkasının k oyu n u n u n
kurban edilmesini nezr eden kimseye de bundan d o la y ı bir şey lâzım gel-
mez...

M u ayyen, gayri m u ayyen , m u tlak ve m u allâk nezirler:

2 3 6 — "N ezrim olsun yarın oruç tutayım " gibi bir adak m u a y y e n bir
nezirdir. "N ezrim oîsun bir gün oruç tu tayım " d en ilm esi de gayri m u a y y en
bir nezirdir. Bunlar aynı zam an da birer m u tlak yan i şarttan hali nezirler-
dir.
" F ilân kim se gelirse A llah iç in nezrim olsu n bir gün oruç tutayım "
v ey a "şu kadar sadaka vereyim " gibi şarta b ağlı nezirler d e birer m u allâk
nezirdir.

2 3 7 — M utlak olan nezirleri yerin e getirm ek bir vecibedir. M uayyen


gününde yap ılm ayan bir n ezir, başka bir günde kaza edilir. M eselâ: Bugün
fukaraya tasaddukta bulunm ası nezr ed ild iğ i h ald e bu tasadduk bugün
yapılm azsa başka bir günde y ap ılm ası bir kaza m a h iy etin d e olarak ie-a-
beder.

2 3 8 — V ücudu m atlup bir şarta m u a llâ k olan bir nezir, o şartın


tahakkuku takdirinde ifa ed ilm ek icap eder. V iicudu m atlup olm ayan bir
şarta bağlanm ış olan bir nezre gelin ce bunda nezr ed en m uhayyerdir,
şart tahakkuk ed in ce dilerse nezrini y erin e getirir, dilerse y a ln ız k effareti
y e m in d e bulunur, sahih olan budıır.
M eselâ: ."Şu n im ete nail olursam bir ay oruç tu tayım " d iy e nezre-
den kim se, o n i'm ete nail olu n ca bir ay oruç tutm ası v â c ip olur. Çünkü
şart olan nim et, onca m atluptur.

Bil'akis: "Bir kim se, k en d isin i yalan sö y le m e k te n m en iç in eğer


yalan söylersem bir ay oruç tutm ak nezrim olsun" d iy e n ez rettiğ i halde
y in e yalan sö y le se m u h ayyer olur. D ilerse bu nezrini ifa eder, y an i bir ay
oruç tutar ve dilerse keffareti y em in d e bulunur. Zira yalan sö y lem ek
şartı ken d isin ce m atlup b u lu n m am ıştır, bu n ezir bir n ev i y e m in dem ektir.

2 3 9 — M u tlâ k bir nezir, m u ay yen olsa b ile zam ana, m ek ân a, m u a y y en


paraya, m u a y y e n fakire inhisar etm ez. Bu nezir, gerek oruç ile, nam az ile,
i'tik â f ile olsun v e gerek para ve saire ile olsun müsavidir.

B inaen aleyh bir k im se "Cuma günü oruç tu tayım " v e y a "B eytül
m ak d iste şu kadar rek'at nam az k ıla y ım ” v e y a "bu p arayı cum a ğiinü filâ n
302 BÜYÜK İSLAM

b e ld e d e filâ n fakire vereyim " d iy e n ez re ttiğ i h ald e buna m u h a lif olarak


başka bir günde oruç tu tsa v e y a b a şk a b k m e scitte o kadar rek'at nam az
kılsa v e y a o m iktarda b aşk a bir parayı b aşk a bir b e ld e d e b a şk a bir fakire
verse nezrini ifa etm iş olur.

2 4 0 — Bir şarta ta'iik ed ilm iş olan bu nezir, o şartın vücudund an


evvel ed a ed ilm ez.
M eselâ: " F ilân za t gelirse üç gün oruç tutayım " d iye nezr ed en kim se,
daha o z a t gelm eden üç gün oruç tu tacak olsa n ezrin i ifa e tm iş olm az.

2 4 1 — Ş a rta ta'iik su retin d ek i bir nezir de zam an ile, m ek â n ile,


m u a y y e n para v s-m u a y y en fakir ile tak ayyü t etm ez.

M eselâ: "Filan işim olursa cu m a günü oru ç tu tayım " v ey a "şu m ah ai-
d e Jci filâ n fakire şu elim d ek i parayı vereyim " d iy e n ezir ed en kim se, o işi
görüldükten sonra her hangi bir günde o orucu tutabilir, v e y a her hangi
y erd ek i d iğer bir fakire o paranın m islini verebilir.

2 4 2 -- Bir vakte kadar izafe ed ilen bir oru ç, o vaktin gelm esin d en evvel
tutulursa, İm am ı A 'zam ile Ebu Y u su fa 'gö re c â iz olur. İm am M uham m ede
göre câ iz olm az. R eceb i şe r ifte tu tulm ası nezr ed ilen bir orucun rebiul-
ahirde tutulm ası gibi.

2 4 3 — "Bir sen e oruç tutayım " d iy e m u tlak surette yapılan bir nezir-
den d o la y ı h ilâ ller itibarile tam bir sen e oruç tutulm ası lâzım gelir. Ş ö y le
ki: Bu halde bakılır: E ğer m u ttasıl tu tulm ası sö y len m e m iş ise bu oruç
m üteferrik günlerde tutulabilir. Ş a y e t m u ttasıl bir h ald e tutulursa, otu z
b e ş ^iniin kazası lâzsm gelir ki, b u nlann o tu z günü ram azanı şerife, b eş
günü d e, bayram lara m ü sad if günlere bedeldir. B ö y le nezr ed en kadın ise,
bu sen e iç in d e oruç tu tam ıyacağı â d e t günlerini de kaza eder.
F akat b ö y le bir sene m uttasıl oru ç tutulm ası nezr ed ilm iş olursa
ram azan günlerini kaza lâ zım gelm ez.Z ira b ö y le bir sene, ram azanı şe r ifte n
h a li olam ıyacağı için ramazan günleri bu nezirden istisna ed ilm iş gibi olur.

2 4 4 -- Bir kim se: " F ilâ n ayda, m e se lâ R eceb i şer ifte o n ıç tutayım "
d iy e nezir e ttiğ i halde o ayda h asta olsa iftar ed ip ba'dehu - ram azanı
şe rifte olduğu gibi - kaza eder.

2 4 5 — "A llah rızası için bir gün o n ıç tutayım " d iye yapılan bir nezrin
günü m u a y y en değildir. N ezr eden, d ile d iğ i gün bu orucu tutabilir. İki gün,
üç gün... D en ild iği taktirde de hüküm böyiedir.

Bu günlerin o ru çlan , m u tta sıl su rette tu tu la b ileceğ i gibi m üteferrik


İLM İH A Lİ 303

olarak da tutulabilir. M eğer ki nezir anında m uttasıl tutulm asın a n iy e t


ed ilm iş bulunu lsun. O taktirde tetabû lâzım gelir, araya fasria girerse y e n i-
den tutulm aları icap eder.

M eselâ: "M uttasıl 0 1 1 gün oruç tutayım " diye nezr e tm iş bulunan bir
kadın, beş gün tuttuk tan sonra â d e t g ö rm eğe başlasa tu ttu ğ u oruçlar
nezir nam ına sayılm az. T em izlen d ik ten sonra y en id en on gün oruç tu tm a-
sı lâzım gelir.
F akat m ütefferrik günlerde şu kadar oruç tu tm a y ı nezir ed en kim se,
o kadar gün m uttasıl bir su rette o n ıç tutsa nezirini ifa e tm iş olur. .

2 4 6 - " Ü zerim e oruç v â cip olsu n ” d iy e nezr ed en k im seye y a ln ız bir


gün oruç tutm ak lâzım gelir.M iktarına n iy e t etm eksizin: "Bir ç o k günler
oruç tu tayım " d îy e nezir eden kim senin de İm am ı A ’zam a göre on, im a-
m e y n e göre de y ed i gün oruç tutm ası icabeder.

2 4 7 — "Nezrim olsun ki yalan sö y le m iy e y im " veya "nezrim olsu n ki


filân yere g itm iy e y im ” gibi sözler "abdım o lsu n ” m esab esind e birer y em in
sayılır. B inaenaleyh yalan sö y len se veya o y ere gidilse yaln ız k effareti yem in
lâzım gelir. "Ü zerim e nezir olsun" tabiride b öyled ir. M eğer ki bunlar ile
sadaka verm ek, oruç tutm ak v ey a haç e tm e k gibi b ir k u r b e te n iy e t edilsin.
O takdirde bu kıırbet, icabeder.

Yalnız: "N ezrim olsun" denilm esi de böyled ir. Bu halde bakılır: Eğer
bununla bilâ adet oruca n iy et e d ilm iş ise üç gün oruç lâzım gelir. Bilâ
m iktar sadakaya n iy e t ed ilm iş ise on fakire birer fitre miktarı verm ek
icabeder.

2 4 8 — N ezird e kast ile adem i kasit müsavidir.

Binaenaleyh "A llah için bir gün oruç tu ta y ım ” d iy ecek yerd e "bir
ay oruç tutayım " denilse bir ay oruç tutulm ası lâzım gelir. Bu ayı tayin,
nezir ed en e aittir. H em en nezri m üteakip om ca başlanılm ası bir günah
değildir.
*

249 "Allah T ealâ için şu gün. m eselâ: P erşem be günü oruç tuta-
yım " d iy e yapılan bir nezir, en vakm olan P erşem be gününe ait bu lunm u ş
olur. Binaenaleyh yalnız o gün tutulacak oruç ile bu nezir yerin e getiril-
m iş olur. Her P erşem be günü oruç tutulm ası icab etm ez. m eğer ki buna
n iy et ed ilm iş olsun.

2 5 0 - iNezir e d ile n g ü nle rd e n b irin d e if ta r edilirse k a z a la z ım gelir.


.M eselâ: M uayyen günlerde o n ıç tutm asını nezir ed en kim se, o gün-
304 BÜYÜK İSLAM

lerin şid d etin d en , p ek sıcak olm asından d o îa y ı oruç tu tm a y a kadir ola-


m azsa iftar eder, kazasını m üsait günlere, m e se lâ k ışa bırakır.

251 — O ruç tutm ak üzere y a p tığ ı nezirden d o la y ı üzerine kaza lâ zım


gelen kim se, bu k azayı te'hir edip de şe y h i fani olsa v eya m a işe tin i te'm iıı
iç in pek m eşa k k a tli bir san'at ile m eşg u l bulunsa iftar eder, her gün iç in
bir fid y e verir. F a k irliğin d en d o la y ı fid y e verm ey e gücü y e tm ezse A llah
T ealâdan m a ğ rifet diler. Çünkü AllahLi A zim ü şşan gafurdur, rahimdir.

2 5 2 — Bir kim se, m eselâ: "Bir ay oruç tu tayım " v ey a i'tik afta b u lu n a-
y ım d iy e n e z r e ttiğ i h a ld e henüz bir gün g e ç m e d e n v e fa t etse k en d isin e bir
ay o n iç tutm ak v eya i ’tik afta b u lu n m ak lâ z ım gelm iş olur. A y m m u a y y en
olm u ş olm ası müsavidir. Bu h ald e her gün iç in bir fid y e verilm esin i v a siy e t
e tm iş olm ası icap eder, v a siy e ti b u lu n m a d ığ ı taktirde varislerinin ica zet-
leriyle bu fid y e, terekesinden verilebilir.

F a k a t bir kim se, hasta old u ğu h ald e b ö y le bir n ezirde bu lu n u p da


ifak a t b ulm ad an v e fa t etse k en d isin e bir ş e y lâ z ım g elm em iş olur. A m m a
arada velev bir gün olsun ifa k a t b u lu n m u ş olsa bir a y lık fid y e v a siy e t
etm esi icap eder.
İmam M uham m ede göre yalnız ifakat bulduğu günler m ik tan fid y e
vasiyet etm esi lâzım gelir.

2 5 3 — "A llah T ealân m rızası iç in kurban k eseyim " v e y a "nezrim


olsun kurban kesip e tin i fukaraya tasadduk ed ey im " d iy e yapılan bir nezir
m u'teberdir. F ak at: " Ş u hastalıktan iy i olursam bir k o y u n k eseyim " veya:
" F ilân türbe iç in bir kurban k esey im " gibi nezirler, vaidler, b ir nezir m a-
h iy e tin d e değildir. V e H ak T ealân m rızasından b a şk a bir kim se nam ına
kurban k esilm esi caiz değildir.

2 5 4 — " F ilân k im sey e şu kadar para n ezrettim " v e y a " filâ n türbeye"
şu kadar m u m nezrettim " v e y a filâ n zatin gelm esi iç in kurban k e se c e -
ğ im ” gibi sö zler c â iz değildir. H ele bir ölü hakkında: "Ey m übarek zat!
Sen benim ş u işim i y o lu n a koyarsan m eselâ: Ş u h astam a şifa verirsen "
v e y a " şu gaip m alım ı bana iade ettirirsen sen in türbene şu kadar ş e y sar-
fed ey im " tarzındaki adaklar batıldır, haramdır. Belki:: " A llah n za sı iç in
şu fakire şu kadar para verm ek nezrim olsun" veya: "A llah T ea lâ h astam a
ş ifa verirse" veya: " şu gaibi bana iade ederse H ak rızası iç in tasadduk e d e -
yim " veya: "Kurban kesip etin i ta sa d d u k ta b u lu n a y ım ” veya " o n la n n m es-
citlerin e şu kadar hasır, z e y tin y a ğ ı alayım " gibi bir tarzda nezredilebilir.

2 5 5 — N ezir kurbanm etin i, n ezreden y iy e m iy e c e ğ i gibi zevcesile


usul ve furuu da - ya'ni: Babası^ anası dedeleri, ev lâd ı, toru n lan da - y iy e-
İLMİHALİ 305
mezler. Bunu fakirlere tasadduk etm ek lâzım dır. Ş a y e t yiyecek olursa
yediklerinin kıym etini tasadduk etm eleri icab eder.

256 — Yapılan b ir nezir veya keffareti yem in ifa edilmezse hâkim


tarafından yapılm asına cebredilemez. Çünkü bunlar sırf diyanete m üteal-
lik, mükellefe müteveccih birer vecibedir.

İ'tik â fın m ahiyeti nev'ileri hikm eti teşriiyesi:

257 — İtikâf, lügatde bir şeye devam etm ek, m ânasındadır. Bir şeye
müdavim olan kimseye de ''m u 'te k if ' denir. Ş e r'i şerifte ise i'tik â f: Bir
mescidi şerifte veya o hüküm deki bir yerde itik â f niyetiyle ikam et etm ek "
den ibarettir.

258 — İtikâflar: vacip, sünneti m üekkede ve m üstehap nev'ilerine ayrı-


lır. Ş öy le ki: Lisan ile nezr edilen bir itikaf, vâciptir. Ram azanı şerifin
son on gününde itikâf, kifaye yolile bir m üekked sünnettir. Başka bir za-
m anda ib ad et ve taa t niyetiyle bir mescidi şerifde bir m üddet yapılan iti-
k â f da m üstehaptır.

259 — Bir itik âfin en az m üddeti, im am E bu Y u su f a göre bir gündür.


İmam M uham m ede göre de bir saattir. Bir saat fukahaya göre zamanın
lâalettayin az ço k cüzi dem ektir. Y oksa bir günün yirm i d ö rtte bir cüz'i
dem ek değildir.
(İtik âfin en az m üddeti, M âlikilerce m u h tar olan kavle göre bir gündüz
kadar, bir gecedir. Ş afî'lere göre de "SübhaneU âh” denilm esinden bir lâh -
za kadar fazla olan c ü z 'îb ir zam andır.)

260 —■İtik âfin m eşruiyetindeki h ik m et ve faideye gelince, bu pek


mühimdir. Resulü Ekrem , (Sallalahü Aleyhi Vesellem) Efendim iz M edinei
Münevvereye hicretinden sonra ahirete irtihallerine kadar h er Ram azanı
şerifin son on gününü itik â f ile geçirirlerdi.
Ihlâs ile olan b ir itikâf, am ellerin pek şereflisi sayılm aktadır. Bu sa-
yede kalpler, bir m üddet olsun dünya işlerinden fariğ H ak 'ka müteveccih
d u r, birer beytullah olan m escitlerden birine bu suretle m ülâzem et eden bir
m ü'm in, pek kuvvetli bir kal'aya sığınm ış, kerim olan m abudunun feyiz
ve inayeti kapısına iltica etm iş olur.
İslâm büyüklerinden M eşhur A tâ dem iştir ki: "M u'tekif, ihtiyacından
dolayı büyük bir zatın kapısında oturup hacetim i kaza etm edikçe buradan
aynlıp gitm em , diye yalvaran bir kim seye benzer ki, Allah Tealânm bir
m abedine sokulm uş, b eni yariıgam adıkça buradan aynlıp gitmem demek-
306 BÜYÜK İSLAM

Bir m ü'm inin her gün azalm akta olan h ay at günlerinden istifade ede-
rek böyle kudsi bir m ahalde bir m üddet halikı kadim ine olanca varlığıyle
yönelip saf bir kalp ile, nezih bir lisanla ibadet ve taatda bulunm ası, m ânevi
bir zevke dalması ne m üstesna bir ganim ettir.

M utekif, bütün vakitlerini nam aza tahsis etm iş dem ektir. Çünki' bil-
fiil namaz kılm adığı vakitlerde de m escit içinde namaza muntazı*- .a c hal-
dedir. Bu intizar ise namaz hükm ündedir.

Velhasıl: İtik â f sayesinde insanın m aneviyatı yükselir, kalb nurlanır,


simasında kulluk nişaneleri parlar, İlâhi feyizlere m azhar olur. Ve m üba-
rek, ne güzel bir h ay at anı!.

İ'tik â fm şartlan:

261 — Bir i'tik â fın sıhhati, şu şartların vücuduna m ütevakkıftır:


(1) M utekif: müslüman, akıllı ve tem iz bulunm alıdır.
Binaenaleyh gayri müslimin, m ecnunun, cünübün, hayz ile nifasdan
temiz bulunm ayanın i'tik â fı câiz olmaz.
Gayri müslim, ibadete: m ecnun da niyete ehil değildir.T âhir olm ayan-
lar da m escitlere girm ekten m em nu’durlar.

( 2 ) İ'tik â fa niyet edilm iş olmalıdır.


Binaenaleyh niyetsiz olarak yapılan bir i'tik â f, m uteber değildir. Zira
bunun bir tâ a t ve kurbet olabilmesi niyet mütevakkıftır.
(3) İtikâf, m escitte veya o hüküm deki bir yerde yapılmalıdır.
Ş öyle ki: İçinde cem aatla namaz kılınan her hangi bir m escitte i'ti-
k â f yapılabilir. Büyük cam ilerde yapılm ası efdaldir.

K adınlar da kendi evlerinde m escit ittihaz edilen veya edecekleri birer


odada i'tik â fta bulunurlar. Buraları onlann h ak lan n d a birer m escit sayılır.
K adm lann hariç teki m escitlerde i'tik â f etm eleri câiz ise de kerah etten h âli
değildir. K adm lann kendi evlerinde nam az kılm alan, m escitlerde namaz
kılm alanndan efdal olduğu gibi hanelerinde i'tik âfları da h er türlü fitne ve
fesat m ülâhazasından beri olacağı cihetle m escitlerde i'tik â fta bulunma-
lanndan efdaldir.
* (İmam Şafiîye göre i'tik â f ta'zim e lây ık bir m ahalde yapılabilir ki o
da m escitlerdir. Evlerde m escit ittihaz edilen yerler, bu ta'zim e lâyık değil-
dir.)

(4) V âcip olan bir i'tik â fta m u'tekif, oruçlu bulunm alıdır. Bu halde
orucun sehven bozulm ası i'tik â fa zarar vermez. Diğer i'tik â fla r için oruç
İLMİHALİ 307

ş a rt değildir. Çünkü onlar için bir m üddet y o k tu r. H a ttâ cam ii şerifden bir
iki saat içinde çıkıncaya kadar i'tik â fa n iy et edilmesi de sahihtir.

* (Ş afi'lere göre vâcip olan bir i'tik â fta da oruç şa rt değildir.)

262— İtik â f için bülûğ, erkeklik, hürriyet ş a rt değildir.


Binaenaleyh akıllı olan çocuğun, kadının kölenin i'tik â fla n da sahih-
tir. Ş u kadar var ki kadının i'tik âfı, var ise kocasının, kölenin i'tik â fı da
efendisinin iznine bağlıdır, velev ki i'tik â fa nezr etm iş bulunsunlar. İzin
bulunm adığı takdirde kadın, nezr etm iş olduğu i'tik â fı kocasından aynl-
dıktan sonra, köle de azat edildikten sonra kaza eder.

263 — Bir kimse, i'tik â f için refikasına izin verse, bundan dönem ez,
artık m en'i sahih olmaz. Efendi ise kölesine verm iş olduğu izninden d ö n e-
bilir. : : a1, . .
M ükâtep denilen bir köle ise efendisinin izni olmasa da i'tik â fta bulu-
nabilir. Çünkü bu, kısm en hürriyetine sahiptir.

İ'tik â fın âdabı:

264 — İ'tik â fın şu gibi edepleri vardır:


( 1 ) İ'tik â f, ram azanı şerifin son on gününde ve m escitlerin efdalında
yapılm alıdır
(2) İ'tik â f esnasında hayırdan başka bir şey söylem em elidir. Günahı
müstelzim olm ayan şeyleri k o n u şm ak ta bir beis y ok tu r. Bir ibad et i'tika-
dile sükut etm ek ise m ekruhtur. M a'siyet sayılan şeylerden dili tutm ak ise
ibadetlerin büyüklerinden biridir.
(3) İ'tik â f esnasında K ur'anı Kerim i tilâvete, hadisi şerife, enbiyayi
izam ın siyeri seniyyelerine, dini m es'eleleri tedris ve kitabete m ülâzem et et-
melidir.
(4) M u'tekif, tem iz libaslarını giymeli güzel kokular sürünmelidir. Ba-
şını da yağlıyabilir.
(5) Nefsine i'tik â fı vâcip kılacak kimse, buna yalnız kalben niyet
etm ekle iktifa etm emeli, bel ti dili ile de söylem elidir,

İ'tik â fa dair bazı m es'e eler:

265 — Bir m uayyen m escitde, m eselâ: Mescidi H aram da i'tik â fa ni-


ye t eden kimse, başka bir m escitde m u 'te k if olabilir.
266— Bir ay i'tik â f nezr edildiği halde bundan yalnız gecelere veya
gündüzlere n iy et edilse bu niyet, sahflı olmaz. Çünkü ay, m uayyen m iktar-
daki geceler ile gündüzlerden ibarettir. Binaenaleyh geceli, gündüzlü bir ay
i'tik â f icap eder.
308 BÜYÜK İSLAM

267 — Yalnız gündüzleri i’tik â fta bulunm aya niy et edilm esi sahihtir.
Bu halde h er gün fecrin tulûundan evvel m escide girilip güneşin gurubun-
dan sonra çıkılır ve tevaliye n iy et edilm em iş ise istenilen günlerde i'tik â f
yapılabilir. Bir gün için i'tik â fa n iy et edildiği takdirde de gece dahil ol-
maz. F a k a t m uttasıl şu kadar gün i’tik â f edilmesi nezr edilse geceler de nez-
re dahil olur. Aksi de böyledir. Bu halde i'tik â f için güneşin gurubundan
evvelce mescide gelinir, m uayyen olan günler ve geceler m escitte k?lınır,
son günün gurubundan sonra m escitden çıkılır, i'tik â f nihayet bulm uş olur.

268 — M uayyen bir ram azanı şe rif ayını i'tik â f ile geçirm eğe nezr
edilse o ram azanı şerif orucu, bu i'tik â f orucu için de kifayet eder. Bu nez-
re rağm en o ram azanı şerifte oruç tutu lup da i'tik â f yapılmasa başka bir
zam anda oruçlu olarak muttas;'< bir ay i'tik â f edilm esi ik tiza eder. Ş a y e t
i'tik â f edilm eksizin diğer bir ram azanı şerif girecek olsa artık bunda yapıla-
cak i'tik â f k ifay et etm ez. Çünkü bu takdirde kazaya kalan i'tik a fın orucu
zim m ette binefsihi m aksut bir borç olm uştur. Bu ikinci ram azanı şerif oru-
cuyla ödenm iş olamaz.

269 — L âalettayin bir ay i'tik â fa nezretm iş olan kimse, ram azanı şe-
rifte bir ay i'tik â fta bulunm akla bu nezrini yerine getirm iş olamaz. Çünkü
bu i'tik â f için bir ay oruç tutm ayı d a bu nezr ile iltizam etm iş bulunur.
Ram azan orucu ise kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir.

270 — Bir kimse, nezr e ttiğ i bir i'tik â fi yapm adan vefat edecek olsa
her günü için bir fidye verilmesini vasiyet etm iş olması lâzım gelir. Çünkü
vâcip olan bir i'tik â f, orucun fer'idir. Binaenaleyh o ru çtak i fidye, bunda
da cari olur. M eğer ki fakir olsun, o halde H ak Tealâdan af'vü m ağfiret di-
lemelidir.

İ'tik â fi bozup bozm ayan şeyler:

271 - M u'tekif'in şer'î, tabii ve zaru rfb ir h acet için m escitten harice
çıkm ası i'tik â fım bozmaz.
Meselâ: M u'tekifin cum a nam azını kılm ak için çıkması, ş e r'f bir özür
olduğundan i'tik â fın a m ân i değildir. Z aten C um a nam azı m üddeti, ma'lû-
m iyetine m ebni nezirden m üstesna bulunm uş saydır.
Kezalik: H aceti gidermek, abdest almak veya gusletm ek için çıkm ası
da tabii bir özür olduğundan i'tik â fa zarar vermez.
Kezalik: Bulunduğu m escidin yıkılm ak üzere bulunm ası veya oradan
cebren çıkarılm ası da zaruri bir özür olduğundan i'tik â fe halel vermez.
* (Şafiîlere göre Cum a namazı için başka bir m escid'e çıkılıp gidilmesi
i’tikâfi bozar. İ'tik âf, bir h afta devam edecek ise Cum a nam azı kılınır bir
m escid'de yapılm alıdır.
İLMİHALİ 309
, 272 — Clıma nam azım kılm ak veya haceti d e f etm ek için en yakın
olan yere kadar çıkılır, akibinde dönülür, m escid'i terketrhek özründen d o-
layı da başka bir m escid'e gidilip orada i'tik â f ikmal edilir.

273 — M u'tekifin m escid'den özürsüz yere çıkm ası i'tik â fın ı bozar.
Binaenaleyh bir m u'tekif, geceleyin veya gündüzün bir özür bulunm aksızın
bir m üddet m escidden âm den veya sehven çıkacak olsa i'tik â fı bozulm uş
olur. Bu m üddet, İm am eyne göre bir günün yansından ziyade bir zam andır.
Bir kavle göre bir sanatten, yani günün lâalettayin b ir cüz'ünden ibarettir. Ka-
dın da i'tik â f e ttiğ i odadan özürsüz yere' hanesi içerisine çıkarsa i'tik â fı
bozulm uş olur.

274 — H astayı iyad et için, cenaze için, cenaze nam azı için, şehadet-
te bulunm ak için d ışa n y a çıkılm ası da i'tik â fa m anidir. H astalıktan dolayı
bir saat kadar harice çıkılm ası d a i'tik â fı bozar. Ş u kadar var ki, i'tik â fa
nezredilirken h astalan iyadet veya cenaze nam azında hazır bulunm ak şa rt
edilmiş olursa bunlar için çıkılm ası itik âfı bozmaz.

275 — Vukuu galip olm ayan bir özürden dolayı harice çıkm ak d a i'ti-
kafa m ani'dir.
M eselâ: Bir garîkı veya harîkı kurtarm ak için veya cem aatın dağılma-
sından dolayı dışarıya çıkılm ası da i'tik â fı bozar.

276 — M u'tekife i'tik â fı esnasında birkaç gün baygınlık veya cinnet


â n z olsa i'tik â fı bozulm uş olur. İfak at bulunca yeniden i'tik â fa başlar.
H a ttâ bu hail devam edip birkaç sene sonra zail olsa yine i'tik â fı kaza etm e-
si icap eder.

277 — Y ukandaki m es'eleler, vâcip olan i'tik âflara göredir. Nâfile


olan i'tik âflard a bir özre m ebni olsun olmasın harice çıkm akla veya has-
tayı ziyarete gitmekle i'tik â f bozulm az.

278 — V âcip olan bir i'tik â f bozulunca kazası lâzım gelir. Meselâ:
M uayyen bir ay için olan bir i'tik â f esnasında bir gün oruç bozulsa veya ha-
rice çıkılsa yalnız bir günlük i'tik â f için kaza lâzım gelir. F ak at gayri m uay-
yen, m uttasıl bir ay için nezredilm iş bir i'tik â f esnasında böyle bir gün oruç
bozulacak veya harice çıkılacak olsa yeniden b ir aylık bir i'tik â fa başlam ak
icap eder. Bu bozulm a, gerek m u'tekifin yemesi, harice çıkm ası gibi kendi
sun'ile olsun ve gerek cünun ve igma gibi kendi sun'i olmaksızın olsun müsa-
vidir.

279 — Başlanıldıktan sonra terk edilen nâfile bir i'tik â fın — zahiri
rivayete göre — kazası lâzım gelmez.
310 BÜYÜK İSLAM

2 80 — M u'tekif için refîkasile m ücanıaat veya bunu davet edecek öp-


me,( okşam a gibi herhangi bir hareket, gerek gündüzün ve gerek geceleyin
olsun haram dır. Mücamaat, ister âm den ve ister un u tarak olsun i'tik â fi
bozar, velev ki inzal vuku bulmasın. Diğerleri ise inzal vuku bulm adıkça
bozm az. Nitekim nazar ve tefekkür neticesinde vaki olacak inzal ve ihtilâm
da i'tik â fi ifsat etm ez.

281 — M u 'tek if, m u h taç olduğu şeyleri m escide ihzar etm eksizin mes-
cidde satm alabilir, mescidi işgâl etm iyecek şeyleri mescide getirebilir,
m escidde yer içer, m escidin içinde hazırlanm ış münasip bir m ahal varsa ora-
da abdest alıp gusl edebilir. Böyle y er yoksa harice çıkar, abdesti ve yıkan-
m ayı m üteakip hem en mescide döner.

282 — M u'tekif, ezan okum ak için m inareye çıkabilir, velev ki m inare-


nin kapısı m escidin içerisinden olmasın.
İLMİHALİ

BEŞİN Cİ KİTAP

ZEKÂT VE SADAKAİ F IT IR HAKKINDA

İÇİN D EK İLER: Z ekâtın m ahiyeti, h ikm eti teşriiyyesi. / Z ekâtın


farziyetinin şartları. / Z ek âtın sıhhatinin şartı. / Z ek âta tâb i olup olm ayan
mallar. / Ehli hayvanlara ait zekâtlar. / Ticaret m allarının zekâtı. / Al-
tın ile gümüşün zekâtı. / Evrak-ı nakdiye ile banknotların zekâtı. / Mat-
lup borç paraların zek âtı. / Arazi m ahsulâtının zekâtı. / M adenlerin ve
definelerin zekâtı. / Z ekâtların ödem e yolları. / Z ekâtın m asrafı. / K en-
dilerine z e k ât verilmesi caiz olup olm ayan kim seien / Sadakai fıtra dair
m es'eleler.

Z ek âtın m ahiyyeti:

1 — Z e k â t lügatte taharet, bereket, nema, zikricemîl m anâsındadır.


Istilâhta: "Bir m ahn m uayyen bir m iktarını m uayyen bir zaman sonra
m üstahik olan bir kısım müslümanlara Allah T ealânm rızası için tam am en
tem lik" etm ekten ibarettir.

Z ekât, kulların kulluktaki sadakatlerine delâlet eder, bu cihetle ze-


k â ta "sadaka!' da denilm iştir. M aahaza sadaka tabiri z e k âtta n eamdır,
vâciplere, nâfilelere de şamildir.
312 BÜYÜK İSLAM

Z e k â t verm eye: "tezk iy e" z e k â t verene de: "m üzekki" denilir. Ş ah it-
ler hakkındaki senaya da "tezk iy e" denildiği m alum dur.
2 — Z ek ât, bir farizadır. H icreti nebeviyye'nin ikinci senesinde oruç-
tan evvel farz kılınm ıştır. İslâm m şartlarından birini teşkil etm ektedir.
M uayyen m iktarda bulunan nakitlerin ve ticaret m allarının üzerinden bir
sene geçtiği takdirde zekâtlarını alel'fevr. yani: Sene b iter bitm ez hem en
verm ek icabeder. Çünkü bu halde bunlara yoksulların h ak lan taalluk e t-
miş olur. A rtık b un u özürsüz yere te'hire bırakm ak câiz olmaz.
Diğer bir kavle göre z ek âtın verilmesi, terahî üzre farzdır. Yani: Sene
nihayetinde hem en verilmesi lâzım değildir.M ükellef, bunu berhayat b u -
lundukça eda edebilir. E da etm eden ölürse o zaman günahkâr olur. F a k a t
esahh olan birinci kavildir.
3 — Z ek âtın aleni olarak verilmesi efdaldir. Çünkü zek âtı bu veçhile
veren, b aşkalanna bir imtisal nüm unesi olmuş olur. Ve kendisini başkasının
süizanmdan k urtan r. Z ekât, bir fariza olduğundan b u n u n edasında riya
cari olamaz. N âfile sadakalarda ise böyle değildir. O nlan gizlice verip gös-
teriş ihtim alinden kaçınm ak efdaldir.

Z ek âtın hikm eti teşriiyesi:

4 — Zekâtın meşruiyetindeki hikmet pek mühimdir ve herkesçe


âdeta bedihidir. Bir hadisi şerifte: "Mallanmzı zekât ile koruyunuz, İıasta-
lıklarınızı sadaka ile deva ediniz, belâ dalgalannı dua ile, niyaz ile karşı-
layınız" Duyurulmuştur. (1)
Dem ek k i z e k â t sayesinde servet korunulm uş olur. Sadakalar, m ad-
di ve manevi hastalıklara birer ilâç m ahiyetinde bulunur.
Filhakika z e k ât ve sadaka verenlerin m allannda, canlannda bir feyiz
ve bereket, bir sıhhat ve afiyet yüz gösterir, bunun ç o k fevkinde olarak da
kendileri H ak Tealânm nzasını kazanıp nice manevi m ükâfatlara nail olur-
lar, nice manevi m ehlekelerden kurtulurlar.
5 - Z ekâtın her bakım dan bir ço k faideleri vardır. Bir kere m a lu m -
du r ki, kalblerde pek ziyade yer tutan bir mal ve servet m ehabbeti, insanı
m eâliden m ahrum eder, insanı bazan fena hareketlere süriikler. Z ek ât
sayesinde ise kalbin bu zararlı duyğusuna, m eyalâm na, m ukavem et edilmiş,
nefs cim rilikten tem izlenm iş, mal başkasının hakkından tasfiye edilm iş,
insanda şefkat, hayırhahlık, diğerkâm lık gibi yüksek duygular vücuda
gelmiş olur.
Sonra zekât, içtim ai h ey 'etin huzuruna, refahiyetine, tesanüdüne
sebeptir.Y oksullan, âcizleri kendi servetinden m üstefit eden bir zengin:
İL M İH A L İ 313

cem iyetin en sevimli ve değerli uzvu sayılır, fakirlerin,m uhtaçların


elem lerini azalttığı cihetle onlann senalanna, m uhabbetlerine, dualanna
nail olur, serveti de hain ve m uhteris gözlerin dikilmesinden emin bulunur.
A rtık böyle birbiri hakkında hayır düşünen, âtıfetli olan, duacı bulunan bir
cem iyet arasında güzel bir ahenk vücuda gelmiş olmaz mı?

6 — Bir de zek ât verm ek, güzel bir akidenin = inancın eseridir. Böyle
bir akideye sahip olan kimse, m ensup olduğu cem iyet için zarardan beri
bil'akis pek faideli bir insan dem ektir. Çünkü kendi m alından bir kısmını
m ücerret Allah Tealâm n nzası için ay ın p fakir olan din d aşlan n a veren ve
m ukabilinde onlardan hiç bir şey gözetm eyen böyle bir insan, artık m uhiti-
ne faideli olmaz mı?. A rtık kendisine ait olm ayan şeylere göz dikip başka-
lannın zararlanna hareket eder mi? Başkalanm n ellerindeki m allara teca-
vüzde bulunur mu?

7 - Maahaza zekât, b ir şükran vazifesidir. Z e k â t veren bir müslüman,


düşünür ki, "Elde ettiğim bu servet, bana Hak Tealâm n bir ihsanıdır. Bir
nice insanlar daha güçlü, kuvvetli, daha m alum atlı olduklan halde bu ser-
vetten m ahrum bulunuyorlar. Binaenaleyh bana F eyyazı Kerîmin bir lü-
tu f ve ihsanı olan bu servetin şükrünü ifa etm ek lâzım gelir. İşte bu şükür
vazifesi, bu z e k â t farizesile yerine getirilm iş olur.

8 — Ş u da düşünülmelidir ki bir zatın elde ettiğ i servette onun m en-


sup olduğu m uhitin bir ço k tesiri vardır. Eğer o, böyle bir m u h itte yaşa-
mam ış olsa idi bu servete nail olabilecek m i idi? İşte bu da bir ni'm ettir.
Bu ni'm etin şükranesi de o m u h ittek i yoksul, perişan insanlara yardım et-
m ekle tecelli eder. Z e k â t ve sadaka verilmesi ise böyle bir yardım dan iba-
rettir.
Velhasıl: Bu gün zekât, m üslümanlığa has, fevkalâde insani bir vazife-
dir.Z ek ât verenler, Allah Tealânm sevgili, hayırlı kullan sayılm ağa lâ-
yıktır. Ne m utlu bu güzel farizayı ifa edenlere...

Z ek âtın Farziyetinin Ş a rtla n :

9 - Bir kimsenin z e k â t verm ekle m ükellef olması için bâzı şartlar


vardır. B unlan kaydediyoruz:

(1) Z e k â t verecek kimse: müslüman, hür, âkil, ve b"-.iğ olmalıdır. Bina-


enaleyh gayri müslimlere, köle ve cariyelere, m ecnunlara, çocuklara zeka i
farz değildir. Şöyle ki: Bir gayrı müslim, z e k â t ile m ükellef değildir: H attâ
bir müslüman - neuzübillâh - bir m üddet irtid a t edip badehu tâlip ve müs-
tağ fir olsa irtidadı zam anında kendisine z e k â t farizası teveccüh etm iyeceği
gibi irtidadm dan evvelki zam ana ait z e k â t b o rç la n da sakıt olmuş olur.
314 BÜYÜK İSLAM
Çünkü İslâ m iy et, z e k â tın fa rziy etin d e şa rt old u ğu gibi bakasm da da şarttır.
K ölelerle cariyelere gelin ce onlar esa sen bir ş e y e m alik olam ıyacak la n iç in
z e k â t v e n n e ğ e eh il değildirler, velev k i ticarete m e z u n b u lu n m u ş olsunlar.

M ecnunlara gelince: Bunlarda iki hal m utasevverdir. Birincisi: Ç o cu k -


luk tan beri m ecn u n bulunm aktır. B u n lan n bu hali devam e ttik ç e k en d i-
leri z e k a t ile m ü k ellef olm azlar. F a k a t bunlar baliğ olduktan sonra ifak at
bulacak olsalar bu ifakatları tarihinden itibaren z e k â t ile m ü k ellef olurlar.
İkincisi: Baliğ olduktan sonra bir aralık m ecn u n bulunm aktır. Bu halde
bunların, cin n etleri bütün bir sene devam ederse bu sen e iç in ken d ilerin e
z e k â t farizası teveccüh etm ez. Çünkü bu halde kendilerinden te k lif sakıt
olur. F a k a t bu sen e iç in d e bir aralık m eselâ: Bir ik i gün ifak at b ulacak ol-
salar üzerlerine z e k â t lâ z ım gelir.

Bu m es'ele, İm am M uham m ede göredir. İm am Ebû Y u su fa göre sene-


nin ek serisin d e ifak a t b u lm a d ık ça o sen en in z e k â tı icap etm ez.

îiB aygınlık hali ise z e k â t ile m ü k e lle fiy e te m ani değildir.


Ç ocuk lara gelince: Bunlarda â k il olarak b a liğ o lm a d ık ça z e k â t ile
m ü k ellef bulunm azlar. B inaenaleyh b u n la n n m allarından velileri z e k â t
verem ez. B u n lan n zek âtları baliğ old u k la n tarihten itibaren başlar, bir sene
ııilıaye tinde ed a sı vâ cip olur.

* (İm am Ş a fiîy e göre ço cu k la r ile delilerin m allanndan da z e k â t lâ zım


gelir, bunu m allan ndan velileri ed a eder. Çünkü z e k â t bir hakkı m alidir.
Bu kasıriyet, bu hakkın vücuduna m ani olm az. Ö şürde old u ğ u gibi. Bizce
ze k â t, bir ib a d eti m aliyedir. Bunlar ise ib a d etle m ü k ellef d eğild irler.)

(2 ) Z e k â t verecek kim se, h avaici asliyesin d en v e borcundan başka


nisap m ik ta n v e y a daha ziy a d e bir m ala m â lik bulunm alıdır. B inaenaleyh
bu kadar m alı olm ayan k im sey e z e k â t farz olm az.
"N isap", şer'i şe r ifin bir ş e y h akkınd aki m iyar, a lâ m e t tayin e tm iş
o ld u ğ u m iktardır. Ş ö y le ki: Z e k â t h u su su n d a altın ın nisabı y irm i m iskal,
gümüşün nisabı iki yüz dirhem , k o y u n ile k e ç in in nisabı kırk, sığır ile m an-
danın nisabı otu z, d even in nisabı da b eştir.

"H avaici a sliye" d en m aksat da, m esken ile h an eye lüzum lu eşya d an
ve k ışlık , y a z lık elbise ile lüzum lu silâh tan , â le tte n , k itaptan ve b in ek
h ayvanı ile h iz m e tç i, k ö le v e y a cariyed en ve bir a y lık - sahih görülen d iğer
bir kavle göre bir sen elik - n afak aya m ah su s erzaktan ibarettir. Borcu m u k a -
b il e ld e bu lunan nükut da bu hüküm dedir.

(3 ) Z ekatın lüzum u iç in m al, h a k ik aten vey a hükm en n am i = artıcı

t
İLMİHALİ 315

bulunm alıdır. Binaenaleyh nam i olmayan m allardan z e k ât lâzım gelmez.


Velev ki nisap m iktarından fazla olsun.
"H akikaten nem a", ticaret yolile veya tevalüt veya tenasül ile olur.
Ticarette kullanılan herhangi bir eşya ve hayvan zekâta tâbi olduğu gibi
dölünü veya sütünü alm ak için kırlarda otlatılan ve saime nam ım alan hay-
vanlar da z e k âta tâbidir. N itekim ileride bildirilecektir.
"Takdiren nem a" da nem alandırm ağa, arttırm aya tem ekkün ile vücu-
de geür ki, bu sahibinin veya naibinin elinde bulunan altın ile gümüşe m ah-
sustur. A ltın ile gümüşün m addeleriyle hacetler defedilem ez. Belki bunlar
ticarette kullanılm ak, m alların mübadelesine vasıta olmak yoliyle ihtiyaç-
ları karşılar, bu cihetle bunlar hilkaten nem aya, ticarete m ahsustur. Bina-
enaleyh elde bulunan altın veya gümüş nakitler, külçeler, ziynet takımları,
kendileriyle ticarete n iy et edilmese de veya bunlar n a fa k a y a ikam etgâh
iştirasına sarfedilm ek üzere saklanılm ış olsa da nisap m ik tan n a baliğ olunca
zek âta tâb i olurlar.
(4) Z ek âtın lüzum u için tam bir mülk bulunm alı, yani bir malda
m ülkiyet ile vaz'iyed= elde bulundurm a içtim a etm elidir,
Binaenaleyh bir kadın, m ehrini kabzetm edikçe bundan dolayı zek ât
ile m ükellef olmaz. Çünkü o mehre m alik ise de henüz vaz'iyed etm iş
değildir.
Kezâlik: M ürtehinin elinde bulunan bir rehinden dolayı z e k ât lâzım
gelmez. Zira bu, borca m ukabildir. Bunda m alikinin vaz'iyeti m evcut de-
ğildir.
Kezâlik: Borçlu olan kimse, bo rcun a karşılık olan bir m alından dolayı
z e k â t ile m ükellef olmaz. Çünkü bu m ala vaz'iyeti var ise de m alikiyeti y ok
dem ektir.

Satın alınıp da henüz kabzedilıııemiş bir mal ise m akbuz hükm ünde
olarak zek âta tabidir. Bu, nisaba dahil olup bundan - sahih olan kavle na-
zaran - z e k ât verm ek lâzım gelir.
Y olculukta bulunan kimse de m alının zekâtiyle mükelleftir. Çünkü o,
m alına bilfiil vazıul’yed değilse de o m aldan naibi vasıtasiyie tasarrufa
kadirdir.

(5) Z ekâtın lüzum u için bir m al üzerinde tam bir sene geçm iş bulun-
m alıdır ki, b u n a (havli hevelan) denir. Çünkü bu m üddet içinde nem a =
a rtn a k , ziyadeleşm ek tahakkuk eder. Tevellüt husule gelir, mevsimler,
hacetler, fiatlar değişir.

Şöyle ki: En az nisap m ik tan bir mali nam ı üzerinden tam bir kafileri
sene geçip sene nihayet bulm adıkça z e k â t gelmez. Nisap m iktan: hem se-
nenin evvelinde, hem de sonunda bulunm alıdır. Bu m ik tan n sene esnasında
eksilmesi zek âtın lüzum una m âni olmaz. Bilâkis sene içinde artan mal da
sene nihayetinde diğer mal ile beraber zekâta tabi olur.
Meselâ: Bir kimsenin (1364) senesi iptidasında haceti asliyesinden
ziyade iki yüz dirhem gümüş m iktan bir mali namisi olup bu mal sene
316 BÜYÜK İSLAM
nihayetine kadar devam etse bundan beş dirhem z e k â t lâzım gelir. Bu mal,
sene ortasında yüz dirhem m ik tan n a indiği halde sene nihayetinde yine iki
yüz dirhem m ik tan n a çıkm ış bulunsa yine beş dirhem z e k â t icabeder.

Sene iptidasında en az iki yüz dirhem m ik tan iken sene arasında


kazanç, hibe veya miras gibi bir sebeple d ö rt yüz dirhem m ik tan n a çıkıp
sene nihayetine kadar devam etse on dirhem m ik tan zek âta tabi olur.
F a k a t böyle bir mal, sene iptidasında m eselâ, yüz doksan dirhem m ik tan
iken sene nihayetinde iki yüz, üçyüz dirhem m ik tan n a çıkm ış bulunsa
veyahut sene bidayetinde iki, üçyüz dirhem m ik tan iken sene nihayetinde
yüz doksan dokuz dirhem m ik tan n a düşse z e k â t lâzım gelmez.Belki iki
yüz dirhem m ik tan olduğu günden itibaren başlayacak bir senelik m üddet
nihayetinde yine aym m iktarda veya daha ziyade bulunacak olursa zekâtı
lâzım gelir.
İmam Züfere göre nisap m iktan, senenin evvelinden âhirine kadar
tam am bulunm alıdır.
* (İmam Şafiîye göre de saime denilen hayvanlarda 1 hüküm böyledir.
F a k a t ticaret m allannda nisabın yalnız sene nihayetinde tam bulunm ası
lâzım dır. Sene iptidasında veya esnasında noksan olması, z ek âtın lüzum una
m ani olmaz.)

10 — Z ek âta tabi bir mal, üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak
olsa bu artan kısmı, arttığı günden itibaren bir sene geçm edikçe zekâta
tabi olmaz.
M eselâ: 1363 senesi iptidasında üçyüz lira m iktannda bulunan bir
ticaret malı 1363 senesi nihayetinde yine üçyüz lira m ik tan olup da 1364
senesi iptidasında üçyüz elli lira m ik tan n a yükselse bu elli lira m iktan, z ek ât
için üç yüz liraya zammedilmez. B unun için aynca bir sene geçmesi lâzım
gelir.

Z ek âtın sıhhatinin şartı:

11 — Verilen bir zek âtın sahih olması için z e k ât niyetine m ukarin ol-
ması şarttır. Bu esas üzerine şu m es'eleler teferru eder.
(1) Z ek âtı fakire verirken veya z e k â t için bir mal aym rken bunun
zek ât olduğuna kalben niyet edilmesi lâzım dır. Dil ile söylenmesi lâzım
değildir. H a ttâ bir malı fakire z e k ât niyetiyle verirken bunun bir hibe,
veya bir b o rç olarak verildiğini söylem ek bile z e k ât olmasına m ani değil-
dir.
(2) Bir mal, fakire niyetsiz olarak verildiği takdirde bakılır: Eğer
henüz fakirin elinde m evcut ise zek âta niyet edilmesi câizdir. F a k a t elinden
çıkm ış ise niyet edilmesi kifayet etm ez.
Kezalik: Bir şahıs, bir kimsenin m alından onun adına zekâtını verm ek-
le o kimse buna icazet verse bakılır: E ğer o mal, fakirin yanında m evcut
ise bu z e k ât sahili olur ve illâ olmaz.
(3) Z e k â tta vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti m uteberdir.
Binaenaleyh bir kimse, zekâtım verm ek için birini vekil tayin etse
İLMİHALİ 317

z e k â t olarak vereceği malı teslim ettiği zaman veya o malı vekilin fakire
vereceği zaman zek âta n iy et etm esi icap eder. Vekilin niyeti k ifayet etm ez.
Bu vekil, bir müslüman olacağı gibi bir zim m î de olabilir.
(4) Z e k â t verm ek niyetinde olan b ir kimse, bunun için b ir mal ayır-
maksızm fakirlere vakit vakit birşeyler verdiği halde hatırına n iyet gejmese
bunlar, zek âtına m ahsup edilemez. F a k a t fakire böyle bir mal verirken
"bunu niçin veriyorsun?" gibi bir suale düşünmeksizin hem en " z e k â t
olarak veriyorum ” diyebilecek bir halde bulunursa bu, n iy et m esabesinde
olur.
(5) Bir kimse, fakirlere bir m üddet tasaddukta b ulu n d u k tan sonra
" Ş u m üddet içinde tasadduk ettiğim şeylerin zek âtın d an olmasına n iyet
e ttim " demesi k ifay et etm ez.
( 6 ) Bir kimse elinde bulunan bir malı z e k â ta niyet etm eksizin büs-
bütün tasadduk etse b u n u n zekâtı kendisinden düşm üş olur. Gerek nâfî-
le sadakaya n iy et etm iş olsun ve gerek olmasın müsavidir. F a k a t bununla
bir nezre veya başk a b ir vecibeye n iy et etm iş olursa b u mal, o niyete göre
verilmiş olur, bu m ala isabet eden z e k â t m iktarım ayrıca b o rçlu olup öde-
m ek icap eder.
(7) Bir kimse, zek âtı icap eden bir m alın bir m iktarını bir fakire hibe
etse bu m iktara isabet eden zekât, kendisinden sakit olur.
M eselâ: Bir zengin, bir fakirin zim m etinde olan on bin kuruş alaca-
ğını b u fakire bağışlasa, yalm z bu on bin ku ru şa a it zekâtını verm iş olur.
Bu hususta zek âta n iy et edip etm em esi müsavidir. Bu on bin k u ruşu diğer
m allarının zek âtın a m ahsup edemez.
Kezâlik: F akir olmayan bir b o rçlu y a böyle bir mal bağışlansa b u n u n -
la ne o malın, ne de başk a m allarının zek âtı verilm iş olmaz. - Esahh d a n
kavle göre — b u bağışlanan m ala isabet eden zek âtın d a ayrıca verilmesi
lâzım gelir.

Z e k â ta tâb i olan m allar:

12 — Mallar, "em vali b a tin e " ve "em vali zahire" adiyle iki kısımdır.
N ak it paralar ile evlerde, m ağazalarda bulunan ticaret m allan, emvali
batinedir. Saime denilen hayvanlar üe b ir kısım arazi m ahsulâtı ve m adenler
yer altındaki hazineler ve gümrüklere u ğrayan ticaret m allan ile n u k u t d a
emvali zahiredendir. B unlann hepsi de birer m uayyen nisbette zekâta
tabidir.
13— Batınî m allannı ze k âtla n n ı verm ek, sahiplerinin diyanetine havale
edilm iştir. Bunlar, b u m allann z e k âtla n n ı diledikleri fakirlere, m u htaçlara
bizzat verebilirler.
Zahiri m allann zek âtlan n ı, m uayyen n isbetteki vergilerini ise veli-
yül'em ir, hususî m e'm urlar vasıtasile tahsil ederek ş e r'a n m uayyen yerlere
sarf eder. Bu m em urlara "âm il", "saî", " â ş ir" gibi adlar verilm iştir.
14 — V aktile tacirleri yol kesicilerden ve saireden korum ak ve m u-
kabilinde bir kısım zekâtlarını alm ak için münasip m ahallerde " â ş ir"
318 BÜYÜK İSLAM

namile bir takım m em urlar tayin edilmiş bulunuyordu. Bu m em urlar,


m üslüm anlann nisap m ik tan n a baliğ olan ve üzerlerinden birer sene geçmiş
bulunan ticaret m allarından ve üzerlerinde bulunan paralardan k ırkta bir
nisbetinde z e k â t tahsil ederlerdi. M eğer ki bu m allann sahipleri bunlann
ze k âtla n n ı daha yola çıkm adan bulundukları beldede vermiş olduklannı
veya b un lan n m ukabilinde borçlu olduklannı veya bu m alların ticaret m ah
oim adığm ı veya zekâtlarm m başka bir â şir tarafından alınmış olduğunu
iddia etsinler. O halde bu iddianın hilâfı tebeyyün etm edikçe z ek âtlan
alınmazdı.
Bu m em urlar, tacirlerin yanlarında bulunup çab u k bozulacak
sebzeler, yaş hunnalar, yaş üzümler gibi şeylerden de z e k â t almazlardı.
Velev ki bu nlann kıym etleri nisap m iktanndan fazla olsun.
Zam anım ızda tacirler islâm gümrüklerinde ticaret m allan için verdik-
leri rüsumu bu mall'ann zekâtına m ahsup edebilirler.

Z ek âta tâ b i’ olmayan mallar:

15 — Bir insanın gerek kendi şahsının ve gerek nafakalariyle mükel-


lef olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılayan, bu cihetle "havaici asliye"
admı alan şeylerden z e k ât lâzım gelmez. İkam etgâhlar, hanelerin lüzumlu
eşyası, giyinm eye, kuşanm aya m ahsus lüzumlu libaslar, silâhlar, binm eğe
m ahsus hayvanlar, hizm ete m ahsus köleler, cariyeler, bir ayhk veya bir
senelik taam — yenilecek ve içilecek şeyler, ilim sahiplerinin birer ciltten
veya takım dan ibaret olan kitapları, sanat erbabının birer takım âletleri,
havaici asliyeden sayılır.

Binaenaleyh bunlara m alik olanlar, zengin nisaba m alik sayılmazlar.

16 — Ticaret için olm ayan fazla ev eşyasından, kitaplardan sanat


âletlerinden fazla elbiseden, fazla yenilecek ve içilecek şeylerden, altın ve
gümüşten olm ayan ziynet takım lanndan, yakut, zümrüt, inci, elmas gibi
haU yyattan dolayı da z e k â t lâzım gelmez. Çünkü bunlar, nam i değildir.
Ş ü kadar var ki bunlar, havaici asliyeden hariç olup kıym etleri en az nisap
m ik tan n a baliğ olunca sahipleri zengin sayılır. Binaenaleyh z e k â t ile mükel-
lef olmazlarsa da sadakai fıtır ile ve kurban ile m ükellef olurlar. Kendileri-
nin^ z e k â t sadaka alm alan da caiz olmaz.

17 t Bir kim senin m alik olduğu halde kendilerinden intifa etm esi
- -

kabil olm ayan, başka bir tabir ile elinden çıkıp galibi hale nazaran bir
daha eline - girmeleri um ulm ayan m allanndan z e k ât lâzım gelmez. Bu
gibi mallara "m ali zım ar" denir. Bunlar, bu halde nam i sayılm ıyacaklan
cihetle z e k âta tâbi olmazlar. İsbatı mümkün olmayıp in k âr edilen alacak
paralar ğâsp ve müsadere edilip istirdadı um ulm ayan m allar,denize düşüp
İLM İHALİ 319

çıkarılm ası m üm kün görülm eyen m allar, kırda göm ülüp yerleri u n u tu lm u ş
naki tler. k a y b o lm u ş Sair m allar bu cüm ledendir. Bunlardan d o la y ı - eld en
çık m ış oldukları m ü d d etçe istifad e k ab u l olm ad ığ ın d a n - z e k â t lâ zım gel-
m ezse de tekrar eld e ed ilin ce bakılır. N isap m ik ta n n a b aliğ ve z e k â ta
tâbi m allardan ise eld e ed ildikleri tarihten itibaren bir sene n ih a y e t b u lu n -
ca z e k â tla n lâ z ım gelir.
M eselâ: S en elerce in k â r ed ilip b e y y in e ile isp aü m üm kün b u lu n m ayan
şu kadar bin kuruştan ib aret bir alacaktan d o la y ı bı? sen eler iç in z e k â t
lâ z ım gelm ez. F a k a t bilâhara ikrar ile v e y a b e y y in e ile sabit olup tahsil
ed ilse bu sübut anından itibaren z e k â ta tâ b i o lu p aradan bir sen e g e ç in c e
z e k â tı lâ z ım gelir. M eğer ki sahibinin z e k â ta tâb i b a şk a m alı da bulunsun.
O takdirde b u n la n n z e k â tı ile beraber o e ld e ed ilen m allann da z e k â tın ı
verm ek icap eder, bir se n e g eç m esi b ek len ilm ez.
■s- (İm am Züfer ile İm am Ş a fiîy e göre bu kabil m allann g e ç m iş seneleri
iç in de z e k â t lâ z ım gelir. Çünkü m ü lk iy et m ev cu ttu r.)

18 — İnsanlar tarafından isten ilec e k her hangi bir borca karşılık


olacak bir m al, n ak it olsun, saim e v e y a ticaret m alı olsun z e k â ta tâ b i
olm az. Ö dünç alınm ış paralar, te le f ed ilm iş şey lerin b ed eli kadınlara
verilecek m ehir paralan, g e ç m iş sen elere ait z e k â t paraları bu b o rç cüm-
lesindendir. B inaenaleyh bir kim senin h a ceti a sliyesin d en b a şk a elin d e
nisap m ik ta n nu kudu v e y a ticaret e şy a sı b u lu n d u ğu h ald e bu m iktarda
borcu b u lu n sa k en d isin e z e k â t farz olm a z.

19 - Bir kim sen in nisaptan fazla bir m alı o ld u ğu halde bir m iktar da
borcu b ulu nsa bakılır: E ğ er bu m aldan borcu ç ık tık ta n sonra nisaptan n o k -
san olm am ak üzere bir ş e y kalırsa ya ln ız bu ş e y in z e k â tı lâ z ım gelir. F a k a t
nisap m ik ta n n d a n , ya'ni: İki yüz dirh em güm üş k ıy m etin d en az bir şe y
kalırsa bundan da z e k â t lâ z ım gelm ez.

2 0 — Bir kim senin m eselâ: Y üz lira fazla parası old u ğ u halde g e ç m iş


sen elerd en u h d esin d e kalm ış yüz lira da z e k â tta n borcu bu lu n sa k en d isin e
bu yüz lira iç in ayrıca bir z e k â t lâ z ım gelm ez. F a k at z e k â tta n borcu m ese-
lâ: kırk lira olsa m ütebaki m ev cu t altm ış liranın z e k â tı lâ z ım gelir.
Z ek â t, vakıa h u k u k i ilâ h iy ed en d ir. F ak at verilm ed iği takdirde ve-
liy y ü l’em ir tarafından isten ilip m asrafına sarfedilebilir. Bu cih etle b u da
insanlar tarafından isten ile ce k b orçlardan sayılır. N ezird en k effa retten ,
sadakai fıtırdan, farizai haçtan d o la y ı olan b o rçla r ise b ö y le değildir. B un-
lar inasnlar tarafından isten ilem ez. B inaenaleyh b u n la n n bulunm ası, eld ek i
m ev cu t m a lla n n z e k â ta tâ b i olm asına m â n i olam az.
(İm am Ş a fîiy e göre nisap m ik ta n n am i bir m al'a m alik olan, bunun
m u k ab ilin d e borcu olsa da z e k â t ile m ü k ellef olur. Çünkü z e k â tin vücubu,
320 BÜYÜK İSLAM

nisap m ik tan olan mali nam i itibariledir. Bu m edyun ise b u n a m aliktir. Hür
bir kimsenin borcu ise zim m etine taalluk eder, hem en elindeki male taal-
luk etm ez. Bunun içindir ki bu m alda tasarrufu câizdir. Deyn ile z e k ât
ise başka başka haklardır, birinin vücudu, diğerinin vücubuna m âni olm az.)
Bizce borçlu fakirdir, nisap m ik tan fazla malı yo k ise kendisine z e k â t
verilmesi bile caizdir. Z e k â t ise zengine farzdır.

2 1 — İn san lar tarafından istenilecek bir b orcun zek âta m âni olması
hususunda bu borcun n u k u tta n veya sair eşyadan olması müsavi olduğu
gibi m üddeti hulul etm iş olup olmaması da m üsavidir,Şu kadar var ki, bu
b orç, zekâtın vücubundan evvel zim m ete taalluk etm iş bulunm alıdır.
Y oksa bir m alın zek âtı vacibül'eda olduktan sonra zim m ete lâh ık olacak
bir b o rç , bu zekâtın su kutuna sebep olamaz.
Sene içinde zim m ete terettüp eden bir borç ise İm am E bû Y usuf'a
göre zekâtın vücubuna m ân i olmazsa da İmam M uham m ede göre m âni
olur.

22 - Bir borca kefil olan kim senin m alından da kefil olduğu borca
m uadil olan m iktar hakkında z e k ât lâzım gelmez. Bu kefalet, b o rçlu nu n
emriyle olsun olmasın müsavidir. Çünkü kefil de b o rçlu dem ektir.

2 3 — Bir b o rç, h er hangi bir suretle sakıt olunca ona m uadil m alın
zekâtı için sene iptidası, bu su k u t tarihinden başlar. M eselâ: Bir kimsenin
haceti asliyesinden başka nisap m ik tan nam i bir m alı bulunduğu gibi o
kadar da borcu bulunsa kendisine z e k â t lâzım gelmez. F a k a t bu borç
kendisine bağışlansa bu bağışlam a tarihinden itibaren bir sene geçince bu
nisap m iktarının zekâtı icap eder.
Bu mes'ele, İm am ı A ’zam a göredir. İmam M uhamm ede göre bu halde,
o m alın üzerinden bir sene geçm iş olunca zek ât lâzım gelir. Velev ki borcun
sukutundan itibaren henüz bir sene geçm iş olmasın.
24 - M uhtelif nisaplara malik olan, yani, hem nisap m ik tan nukudu,
hem ticaret eşyası, hem de saime denilen m uh telif cins hayvanlan bulunan
bir kim senin bir m iktar da borcu bulunsa bu borcuna havaici asliyesiden
olan bir malı, m eselâ, meskeni karşılık tutulam az. Belki zek âta tâbi mal-
lanndan dilediğini karşılık tu tu p , diğerlerinin zekâtını verir. M eğer ki bu
m allardan bazısının zekâtı, veliyyül'em ir tarafından tahsil edilecek olsun.
O taktirde borcuna evvelâ nukudu karşılık tutulur, nukudu yetişm ezse
ticaret eşyası da karşılık tutulur, bu da kifayet etm ezse zek âtı binnisbe
az olan hayvanlan da karşılık tutulm ak lâzım gelir. Nisap m ik tan veya
fazla bir şey kalırsa yalnız onun zek âtın ı verir.
İLM İH ALİ 321

25 — T icaret için değil, yalnız kira bedellerini alm ak üzere elde bulu-
nan hanelerden, dükkânlardan vesair akarlardan ve kaplar ile âletlerden,
m akineler ile nakil vasıtalarından z e k â t lâzım gelmez. Belki b u n lan n kira-
larından toplanan paralar, nisap m ik tan olup m ukabillerinde borç bulun-
m adığı ve üzerlerinden tam bir sene geçtiği veya zek âtı verilecek sair
n u k u t ve emvale ilâve edildiği takdirde z e k âta tâb i olurlar.

26 — T icaret için olm ayan atlar, im am eyne göre saime olsunlar olma-
sınlar, dişilerile erkekleri k a n şık bulunsun bulunm asın zek âta tâbi değil-
dirler. Fetva da bu veçhiledir. F a k a t İmam A'zam ile İmam Züfere göre
saime olup dişileri ile erkekleri k an şık bulunan hergele at cinsi, zek âta
tâbidir. Bunlarda nisap aranılmaz. Sahibi kıym etlerinin kırkta birini z ek ât
olarak verir. Bir kavle göre de her at başına bir dinar veya on dirhem
gümüş verir. V aktiyle bir dinar altın, on dirhem gümüşe m uadil bulunurdu.
Bu zekâtı veliyyül'em ir, cibayet etm ez. Belki sahibi dilediği fakire verebi-
lir.

27 — Ticaret için olmayan sade erkek atlar, saime olsunlar olmasın-


lar İmamı A 'zam a göre de zek âta tâb i değildirler. F ak at saime bulunan
sade kısraklar için İmam A 'zam a göre zek ât icap eder. Çünkü bunlara ka-
çak erkek atlan n kan şm ış olması m uhtem eldir. Maahaza bu hususta İmam
A zam dan başka bir kavil de mervidir.

28 — M erkep,katır, av için talim edilm iş köpek ve pars, ticaret için


olm ayınca zek âta tâb i olmazlar. Velev ki saime olsunlar. Çünkü bunların
saime olm alan nadirdir. Nadire ise itibar olunmaz.

29 — Yük ve ç ift hayvanlan ve kesilip etleri yenilm ek için veya damız-


lık için ahırlarda veya kırlarda beslenilen hayvanlar ve en az altı ay ahır-
larda alef ile beslenilen "alû fe” adını alan hayvanlar, zek âta tâbi değil-
dirler.

* (İmam Malike göre bunlar da zek âta tâbidirler. Çünkü zek ât, mülk
ve maliye t itibariyledir ve b u n lan n bu şükranesidir. Bunlarda da bir mülk
ve m aliyet vardır.)

3 0 — Haram mal için z e k ât verilemez. Böyle haram bir mal, sahibi


m evcut ise ona iade edilir. Değilse fakirlere tasadduk edilm ek lâzım gelir,
fakat haram bir mal, helâl bir mala kanşm ış bulunup d a aralannı ayırm ak
mümkün olmasa hepsinin zekâtını verm ek icap eder.

31 — Z ekât: zim m ete değil, malm aynına taalluk eder.


Binaenaleyh bir mal, zek âtı, vacibül'eda olduktan sonra helâk olsa
F : 21
322 BÜYÜK İSLAM

zekâtı sakıt olur. F a k a t istihlâk edilirse, m eselâ başkasına bağışlanır veya


onunla bir m esken alınırsa zek âtı sakıt olmaz, bunu tazmin etm ek lâzım
gelir.

32 — Z e k â t için ayrılmış olan bir mal, zayi olsa z e k â t sakıt olmaz.


F a k a t zek ât için ayrılan bir mal, fakire verilm eden sahibi vefat etse varis-
lerine mevrus olur.

34 — Z e k â tta n borcu olan kimse ölünce bu borcu, vasiyet etm em iş


ise terekesinden alınamaz. A rtık malı varislerine intikal etm iş olur. Varis-
lerinden ehil olanlar, isterlerse bunu kendi hisselerinden teberrüan verebilir-
ler.

35 — M üteaddit kimselerin zekâtlarını fukaraya vermeye vekil olan


zatın, bunlardan aldığı z e k ât m allannı birbirine karıştırm aksızın fakirlere
vermesi lâzım gelir. K arıştırdıktan sonra verirse kendi nam ına sadaka
verm iş olur, o zek ât mallarını aynca zamin olması icap eder.

Ehli hayvanlara ait zekâtlar:

36 — Ehli hayvanlar, koyun ile keçiden, sığır ile m andadan ve at ile


deveden ibaret olm ak üzere başlıca alü cinstir. Bunlardan senenin yansın-
dan ziyade bir m üddetle m ubah meralarda, kırlarda m ücerret sütleri alınmak
veya üremeleri, veya semizlenmeleri tem in edilm ek m aksadiyle otlayıp
duranlara"saim e" denir. Cem 'i "sevaim "dir.
M er'alarda,kırlarda bu m aksatla altı ay kadar otlayan hayvanlar,saime
sayılm adığı cihetle zek âta tâb i olmazlar. Kezalik m ücerret binilm ek, veya
yük taşıtılm ak veya kesilip etleri alınmak için m er'alarda az çok bir müd-
detle otlatılan hayvanlar da zekâta tâbi değildir. Ticaret için olan hayvan-
lann hükmü ise aşağıda yazılıdır.

37 - Saime denilen hayvanlardan cinslerine göre senede bir defa


birer m uayyen zek ât alınır. Ş öyle ki:

(1) K oyunlar ile keçilerin zekâtı:


* Saime olan koyunlar ile keçilerin nisabı kırktır. Kırktan noksan ise
z e k â t yoktur. Kırk koyun için ise bir koyun z e k ât verilir. K ırktan sonra yüz
y inni bir koyuna kadar m a'fuvdur. Y a'ni, bunlar zek âta tâbi değildir. Yüz
yirm i bir koyundan iki yüz bir koyun a kadar z e k ât olarak iki koyun, iki
yüz b ir koyundan dörtyüz koyuna k adar üç koyun, tam dörtyüz koyun için
de d ö rt koyun z ek ât verilir. Sonra her yüzde bir koyun daha verilir. Arada-
ki m iktar, bağışlanm ış tir, zekâta tâb i değildir. Verilecek z e k â t koyunu bir
yaşını doldurm uş olmalıdır, esahh olan kavil budur.
İLMİHALİ 323

Keçi de koyun gibidir, bunlar bir cins saydır, bunlar nisabı ikmal için
birbirine ilâve edilir. M eselâ: otuz ko yun ile on keçiden bir k oyun z e k â t
lâzım gelir. Bunlann erkekleri ile dişileri müsavidir. Z e k â t için verilecek
koyun erkek de dişi de olabilir.

* K oyunlar ile keçilerden hangisi galip ise zekâtın ondan verilmesi mes-
nundur. Müsavi iseler mal sahibi m uhayyerdir,dilediğinden zekâtını vere-
bilir. F a k a t bunlar yalm z koyundan y a h u t yalnız keçiden ibaret bulunsa
z ek âtlan n ı eda hususunda birbirinin yerine kaim olamaz. Binaenaleyh
koyun yerine keçi, veya keçi yerine koyun verilemez.

(2) Sığırlar ile m andalann zekâtı:

*Saime olan sığır hayvanlannın nisabı otuzdur. Bundan azı için zek ât
icap etm ez. Otuz sığırdan kırk sığıra kadar z e k ât olarak iki yaşına girmiş
erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk sığırdan altm ış sığıra kadar üç yaşı-
na girmiş erkek veya dişi b ir dana verilir. Altmış sığırdan ise birer yaşını
bitirm iş iki buzağı verilir. Sonra her otuzda bir buzağı, ve her kırktabir
daha hesabı üzere z e k ât verilir.

M eselâ: Y etm iş sığır için bir buzağı ile bir dana z e k â t verileceği
gibi seksen sığır için de iki dana ve doksan sığır için de üç buzağı, yüz
sığır için bir dana ile iki buzağı ve yüz on sığır için de d ö rt buzağı veya üç
dana verm ek hususunda sahibi m uhayyerdir. Çünkü bunda d ö rt otuz,
üç de kırk vardır. Daha ziyade adetler için de bu veçhile m uam ele olunur.

*Z ekât hususunda sığır ile m anda arasında fark yoktur. Bunlar bir
cins sayılır, bunlar k an şık olduğu takdirde birbirine ilâve edilir. M eselâ:
yirm i sığır ile on m anda bulunsa bunlar için iki yaşına girmiş bir buzağı
z e k â t verilir. Bu iki cinsten hangisi galip ise z e k âd a n o galip cinsinden
çıkarılır. Müsavi olduklan takdirde zekât, ednanın alâsm dan veya âlânın
ednasından ödenir. Meselâ, sığırlar edna ise z e k â t onlann alâ olan buzağı-
larından verilir, bu suretle bir itidal tem in edilmiş olur.

(3) Develerin zekâtı:

* Saime olan develerin nisabı beştir. Beşten aşağısı için z e k â t lâzım


gelmez. Birer y aşlannı bitirm iş beş deve için bir koyun verilir. Fazlası ona
kadar m uaftır. On deveden yirm i beş deveye kadar her beşte bir koyun
verilmesi icap eder. Tam yirm i beş deve için de iki yaşm a girmiş bir dişi
deve yavrusu verilir. O tuz beş deveye kadar başka bir şey verilmez. Tam
otuz altı deveden kırk beşe kadar da üç yaşm a girmiş bir dişi deve verilir.
Kırk altı deveden altm ışa k ad ar da d ö rt y aşm a girmiş bir dişi deve verilir.
324 BÜYÜK İSLAM

Tartı altm ış bir deveden y etm iş beş deveye k ad ar da beş yaşm a ayak basmış
bir dişi deve verilir. Y etm iş altı deveden doksana kadar da ü ç e r yaşm a gir-
miş iki dişi deve verm ek icap eder. Tam doksan birden yüz yirm iye kadar
da d ö rt y aşm a girmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirm i deveden yüz kırk beşe
kadar da böyle d ö rt yaşın d a iki deveyle b eraber her beş devede de bir
koy u n verilir. Yüz kırk beş deveden itibaren de mufassal fıkıh kitaplarım ız-
d a beyan olunduğu n isb ette z e k ât verm ek lâzım gelir.
* Z e k â t hususunda develerin erkekleriyle dişileri, k anşık bulunup b u -
lunm am aları ve Arap, Acem develeri müsavidir. Ş u kadar var ki z ek ât
için verilecek develerin orta halde dişi olması şarttır. Erkek deve verildiği
takdirde kıym et itibariyle verilir.

36 — Sene iptidasında nisap m ik tan n d a bulunan saime hayvanlanna


sene için d e hibe, m iras, satm alm a gibi sebeplerle aynı cinsten bir takım sa-
ime hayvanları da iltihak edecek olsa sene nihayetinde hepsinin ze k âü
birden lâzım gelir.
* (İmam Şafiîye göre bu iltihak eden takım, nisap miktanna baliğ
olsun olmasın,temellük tarihinden itibaren bir sene geçmedikçe zekâta
tâbi olmaz.)

37 — Saime hayvanlan arasında bulunan kör, zayıf hayvanlar da


nisaba dahil olur. F a k a t bunlar z e k â t Olarak verilmez.

38 — Saime bulunup henüz birer yaşını doldurm am ış olan kuzulardan,


sığır ve m anda ve deve yavrulanndan dolayı İm am ı A'zam ile M uham m ed'e
göre z e k ât lâzım gelmez. Velev ki adetleri nisap m ik tan n d an fazla olsun.
F a k a t aralannda kendi cinslerinden büyük hayvanlar bulunursa z e k âd a n
lâzım gelir.
M eselâ: Sene iptidasından nihayetine kadar bir koyun ile otuz dokuz
kuzu bulunsa sene sonunda bu koyun z e k â t olarak verilir. Bunlardan bir
kuzu verilmesi kifayet etm ez.

Kezalik: Yirmi dokuz, otuz sığır yavrusu ile bir tane de sığır bulunsa
bir yaşım bitirm iş bir buzağı verm ek icap eder.
Kezalik: D ört deve yavrusu ile bir tane de iki veya üç yaşm a girmiş
deve bulunsa bir koyun verilmesi lâzım gelir. Ş a y e t sene içinde veya sene
ç ık tık ta n sonra bu yaşlı hayvanlar ölecek olsalar m ütebaki k uzular ve yav-
ru lar için yine z e k â t icap etm ez.
İmam E bû Y u s u f a göre böyle y aşlan n ı daha doldurm am ış hayvan-
lardan da nisap m ik tan n d a olunca z e k â t lâzım gelir. M eselâ: kırk kuzu için
b ir kuzu z e k ât verilir.
* (İm am Ş afiî h azretlerinin kavli 5e böyledir.)
İL M İH A L İ 325

39 — Saimelere m ahsus iki nisap arasındaki m iktar, bil'ittifak z ek ât-


tan m uaf olduğundan bundan dolayı z e k â t lâzım gelmediği gibi bunun he-
lâk i de İmam A 'zam ile İmam E bu Y u su f a göre z e k âta tesir etm ez. F ak at
İmam M uham m ed ile İmam Zûfere göre helâki taktirinde z e k â t da o nispet-
te sakıt olur.

M eselâ: Bir kim senin altm ış koyunu bulunsa bundan kırk koyun için
yalnız bir k o y u n zek ât lâzım gelir. Bunlar yüz yirm i bir koy un a baliğ
olm adıkça m ütebaki yirm i koyun için z e k ât lâzım gelmez, bunlar z ek ât-
tan müstesnadır.

Binaenaleyh bu altm ış koyundan on veya yirm i koyun telef olsa yine


geri kalan kırk koyun için İm am ı A 'zam ile İmam E bu Y u su f a göre bir
koyun z e k â t verilmesi icap eder. F a k a t İmam M uham m et ile İmam Züfere
göre böyle altmış koyundan onu veya yirmisi telef olsa zek ât de o nisbette
azalır. Şöyle ki: on koyun telef olunca b ir koyunun altıda biri, yirm i koyun
telef olunca da bir k o yunun altıda ikisi nisbetinde z e k â t m ik tan azalmış
olur.
T icaret m allarının zek atlan ;

4 0 —Her nev'i ticaret m allan z e k âta tâbidir. T icaret m allan, uruz deni-
lene m eta, kum aş gibi h er ç e şit eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa,
pirinç gibi h u b u b a tta n , dem ir, bakır, kalay gibi m evzunattan, koy un ,
deve, a t gibi hayvanattan, hane, han, dükkân gibi akarattan da olabilir.
Ticaret için, ya'ni: alıp satm a için olan akarların kira bedelleri de
ticaret m ah sayılır. Velev k i ticaret niyetine m ukarin olmasın.
4 1 — Sene iptidasında nisaba baliğ olan, y a 'n i, kıym etleri en az iki yüz
dirhem gümüş veya yirm i miskal altrn m ik tan n d a bulunan ticaret malla-
rının ze k âtı için sene nihayetindeki kıym etlerine itibar olunur. Bu kıym et-
lere göre z e k â tla n verilir. M eğ erk i bu kıym etler, nisap m iktarından aşağıya
düşmüş bulunsun. O halde zek âtları lâzım gelmez. Sene esnasında artıp
eksilmeleri ise z e k â ta tesir etm ez.
T icaret için olan hayvanlardan d a adede, saime olup olm am aya itibar
olunm az. H e rh a ld e kıym etlerine itib ar olunur.
4 2 — Ticaret m allannın sene nihayetindeki kıym etleri, bulundukları
yerdeki piyasaya göre tak tir edilir. Bu h ususta sahipleri m uhayyerdirler.
Bu kıym etleri dilerlerse altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir ve tayin ede-
bilirler. F ak at bunlardan birine nazaran nisap m iktannda, bulunduğu halde
diğerine nazaran bulunm asa - Meselâ bir ticaret m alının k ıym eti ikiyüz
dirhem gümüşe müsavi olduğu halde yirm i miskal altına müsavi olmayıp
eksik bulunsa nisap m ik tan n d a b u lu nduğuna göre takdir edilerek, zek âtı
verilir.
326 BÜYÜK İSLAM

4 3 — T icaret niyeti, ticaret ameline m ukarin olmalıdır. Böyle bir


am elden m u tecerrit olan bir n iy et ile b ir mal, ticaret için olm uş olmaz.
Binaenaleyh bir kimse, bir m ah satın alırken veya satm ak için birine
tevdi ederken ticarete niyet ederse o m al, ticaret için olur. F a k a t bir kimse,
kendisine miras, hibe veya vasiyet gibi bir tarik ile intikal eden bir mal
hakkında ticarete n iy et etse m ücerret bununla o mal, ticaret için olmuş
olmaz. Bu m es'ele, İmam M uham m ed'e göredir. F ak at İm am Ebu Y usuf'a
göre bir kim se kendisine hibe veya vasiyet edilen bir m alı ticaret niyetiyle
kabul etse o mal, ticaret için olmuş olur. Çünkü ticaret, m al kazanm ak için
yapılan bir akittir. Bir kim senin kabulü bulunm adıkça mülküne gifmiyecek
olan bir şey ise, onun kabulü takdirinde bir kazancı, bir kesbi olmuş olur.
A rtık kendisinin bu fi'line ticaret niyetinin iktiranı sahili bulunur.
44 — B idayetten ticaret niyetiyle satın a lın m a m ış s a n bir mal, meselâ:
bir takım eşya veya bir m iktar zahire, ileride satılm ak üzere saklanırsa bu,
bir ticaret malı sayılmaz. Binaenaleyh b unu n üzerinden bir sene geçm ekle
ze k âtı lâzım gelmez.
45 — Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret m alının
kıym eti, sene nihayetinden sonra artacak veya eksilecek olsa buna
bakılmaz. Belki tam sene nihayetindeki kıym etine bakılır, ona göre zek âtı
verilir.
M eselâ: sene iptidasından nihayetine kad ar yüz lira kıym etinde bulu-
nan kırk küelik bir ticaret zahiresi, sene nihayetinden sonra yüzyirm i liraya
çıksa veya seksen liraya düşse bun a bakılm az, tam sene nihayetindeki yüz
liradan ibaret olan kıym etine itibar olunur.
Binaenaleyh zekâtı, kendi cinsinden k ırk ta bir nisbetinde verilmediği
takdirde aynı nisbette olarak yüz liradan verilmek lâzım gelir.
4 6 — T icaret m allan, bir sene içinde kendi cinsleriyle veya cinslerinin
gayrisiyle değiştirilecek olsa "havi" m üddeti, y a'n i: bir send ik m üddeti
kesilmiş olmaz. Belki yine sene nihayetinde z e k âtla n n ı verm ek icap eder.
N itekim n u k u t hakkında da hüküm böyledir.
Meselâ bir kim se, sene iptidasında en az iki yüz dirhem gümüş kıym e-
tinde ticaret m ah veya bu kadar nukudu varken sene ortasında bununla
başka bir ticaret malı satın alsa bakılır; E ğer bu m al, sene nihayetinde yine
iki yüz dirhem kıym etinde veya d aha ziyade bir k ıy m ette ise zek âta tâb i
olur;
4 7 — Ticaret için olm ayan saime hayvanlan, sene içinde gerek kendi
cinsleriyle ve gerek başkasiyle, m eselâ, n u k u t üe tebdil edilecek olsa sene
iptidasından başlıyan m üddetin hükmü kalmaz, yeniden bir sene geçm edik-
ç e z e k â tı lâzım gelmez .
M eselâ: saime olan kırk k o yun , sene içinde başkasına verilip yine sai-
m e olan kırk k o y u n veya beş deve alınacak olsa b u n lan n alındıklan tarihten
itibaren bir sene geçm edikçe z e k â tla n alınamaz. Çünkü saim elerden alına-
cak z e k ât, âyinleri itibariyledir. Alm an saime ise âyinleri itibariyle evvelkisai-
İL M İH A L İ 327

m elerden başkadırlar. Maamafih sahnelerde istibdal, bir gaye değildir.


Ticaret m allarında ise ayniyet m uteber değildir. Bunlarda m uteber olan
sade m aliyettir. B unlann, tebeddülü ise esasen m atlûb olup bu m aliyete
m ünafi değildir.
Şu kadar var ki, bu saime hayvanlan, z e k â d a n verilm eden veya veril-
d ik ten sonra n u k u t ile tebdil edilir, sahibinin başkaca da nisap m ik tan
nukudu bulunm uş olursa bu nakidler, birine zamm edilir. Bu nisab mikt.an
nu kudun senesi nihayetinde o bedel olan n u k u t da z e k âta tâb i olur. Nisap
m ik tan ticaret m ah bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
İmam Züfere göre bu saime hayvanlan kendi cinsleriyle tebdil edilirse
m üddetin hükm üne m ân i olmaz, yine aynı senenin nihayetinde ze k âtla n
lâzım gelir.
* (im am Ş iü în in kadim kavline göre de gerek kendi cinslerile ve gerek
cinslerinin gayrisiyle tebdil edilsinler, m üddet kesilmiş olmaz).
4 8 — T icaret için kırlarda, m übah m er'alarda beslenilen ehli hayvan-
lar, saime zek âtın a değil, sair ticaret m allan gibi kıym etlerinin kırkda biri
nisbetinden z e k âta tâb i olurlar. M eğer ki bilâhara m ücerret isütleri veya
dölleri alınmak üzere saime olm alanna niyet edilecek olsun. O taktirde
saime zek âtın a tabi olm alan, saime olm alanna n iyet edildiği günden başlar,
bu z e k â t tam bir sene sonunda lâzım gelir.
Mübah m eralardan m aksat, para ile kira edilm eyip halkın hayvanlannı
m eccanen otarm aya tahsis edilm iş olan otlak yerlerdir.

A ltın ile gümüşün zek âtı:

4 9 — A ltın ile gümüş, sikke halinde olsun olmasın ve nafaka gibi, mes-
lek gibi bir hacete sarfedilmesine n iy et edilm iş olsun olmasın nisap m ik-
tan n d a olup üzerinden bir sene geçince z e k âta tâb i olur.
A ltının nisabı, yirm i miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhem dir. Bir
miskal, yirm i kırattan , her k ıra t ta beş arpa m ik tan n d an ibarettir. Bir dir-
hem i şe r'i ise on d ö rt kırattır. Bu halde on dirhem i şe ’_'l> yedi miskala
veznen müsavidir.
Bir de dirhem i örfi vardır ki, on altı k ırattır. O halde yirm i miskal,
yirm i beş dirhem i örfiye müsavidir. Ve iki yüz dirhem i şer'i de yüz yetm iş
beş dirhem i örfiye müsavidir.
Bazı fukahayı kiram a göre z e k â t ve sadakai fıtır hususunda h er belde-
nin dirhem i örfisine itibar olunm ak lâzım gelir. Buna göre gürnüşün nisabı,
ikiyüz dirhem i örfiden ibaret olmuş olur. Bu veçhile de fetva verilm iştir.
F itre bahsine de m üracaat!...
50— Y irm i miskal altının zek âtı, yarım miskal altın olduğu gibi
ikiyüz dirhem gümüşün zek âtı da beş dirhem gümüştür. Yirm i m iskaldan
fazla olan altın, d ö rt m iskala ve iki yüz dirhem gümüşten fazla olan m iktar
328 BÜYÜK İSLAM

kırk dirhem e baliğ olm adıkça bu fazla için ayrıca z e k â t lâzım gelmez.
M eğer k i bu fazla ile beraber başka bir ticaret m alı da bulunsun. F a k a t
h er ikisinden, yani altın ile güm üşten fazla olan m iktar, kıy m etçe d ö rt
m iskala veya kırk dirhem e müsavi olursa bu fazladan da z e k â t lâzım gelir.
Bu m es'ele, İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne göre ise böyle küsur-
ların da herhalde z e k â tı icabeder.
Meselâ: Bir kim senin yâlnız iki yüz otuz dokuz dirhem gim üşü bulun-
sa, İm am ı A 'zam a göre yalnız ikiyüz dirhem için beş dirhem z e k â t lâzım
gelir, küsur olan otuz dokuz dirhem için lâzım gelmez. Bu küsurlar kırka
baliğ olm adıkça z e k âtta n m uaftır. İm am eyne göre ise bun un için de k ırkta
bir nisbetinde z e k â t icap eder.
Kezalik: Bir kim senin yalnız iki yüz yetm iş dirhem gümüşü bulunsa,
İm am ı A 'zam a göre iki yüz kırk dirhem için altı dirhem z e k â t vermesi
icap eder, m ütebaki otuz dirhem için icap etm ez. F a k a t İm am eyne göre
bun u n için de z e k â t icap eder.
A ltın hakkında da hüküm böyledir.

51 — Altın ile gümüşün nisaplarında - kendilerinden z e k â t verilmesi


icap edip etm ediğini tâyin için - kıym etlerine değil, vezinlerine bakılır.
Bunda ittifak vardır.

Binaenaleyh altından yapılm ış bir tablanın ağırhğı, nisap m iktarından


az, m eselâ: on dokuz miskal olduğu halde k ıy m e tiy irm i m iskalden ziyade
bulunsa biTicma zek âta tâb i bulunm uş olmaz. M eğer ki bununla beraber
zek âta tâbi b a şk a b ir mal da bulunup m ecm uu, nisap m ik tan n a yetişsin.
Kezalik: İki yüz aded gümüş dirhem den biri vezince biraz noksan
bulunsa ze k âtla n icap etm ez. M eğer ki b aşk a bir z e k â t mah daha bulun-
m uş olsun.

52 — Kendilerinde riba cari olmayan, yani: Ş e r'an keyli ve vezni b u-


lunm ayan m allardan z e k ât verilm esinde kıym etlerine itibar olunur, vezin-
lerine, adetlerine i'tib â r olunmaz.
Binaenaleyh üzerine z e k â t olarak orta halli ilki koy un farz olan kimse,
b u n lan n kıym etlerini nakten verebileceği gibi bu ikisinin kıym etine m uadil
â lâ bir koyun da vererek zekâtını ödeyebilir. Çünkü koyunlar, layem iyat-
tandır. Bunlarda riba cari değildir.
F a k a t kendisinden riba cari olan şeylerde böyle kıym ete değil, vezne
itibar olunduğundan, m eselâ: Z e k â t olarak verilmesi lâzım gelen b eş kile
âd i buğday m ukabilinde d ö rt kile â lâ buğday verilemez.
Kezalik: İki miskal altın yerine, b ir miskal siklerinde olup üzerindeki
san 'attan dolayı iki miskal kıym etinde bulunan bir altın verilmez. Çünkü
bu halde riba, tahakkuk eder.
İLMİHAİLİ 329

Bu mes'ele, İm am ı A 'zam ile İm am eyne göredir, İmam Züfere göre


verilebilir. Zira kıym etleri müsavidir. Riba ise A llah Tealâ ile kulu ara-
sında bulunam az.
"Ribevi m allar için kerahet ve istihsan m ebhanisine m üracaat."

53 - A ltın veya gümüşten yapılm ış olan ziyn et takınılan, hülliyyat,


tablolar vesaire için de nisap m ik tan n d a olunca z ek ât lâzım gelir. Bu
z e k â t kendi cinslerinden olm ayan b ir mal ile ödeneceği takdirde vezin-
lerine değil, kıym etlerine itibar olunur. Bunda da ittifak vardır. F ak at
kendi cinsleriyle ödeneceği takdirde İm am ı A 'zam ile İmam E bû Y usufa
göre vezinlerine, İmam Züfere göre kıym etlerine, İmam M uham m ede göre
de bunlardan fakirlere daha faydalı olanına itibar olunur.

M eselâ: Yirm i miskal ağırlığında bulunan bir altın bilezik, kendisin-


deki san 'at itibariyle yirm i beş miskal kıym etinde bulunsa bakılır. Eğer
zekâtı başka cinsten, m eselâ gümüşten verilecek ise vezni olan yirm i mis-
kale göre değil, kıym eti olan yirm i beş miskale göre verilm ek icabeder.
F a k a t kendi cinsi olan altından verilecek olsa, İm am ı A 'zam ile Ebu Y usufa
göre veznine nazaran yirm i miskal altm a göre verilmesi kifayet eder. İmam
M uham m ed ile İmam Züfere göre ise bu kifayet etm ez. Belki kıym etine
nazaran b eş miskalin zek âtı da aynca verilm ek lâzım gelir.
Kezalik: İki yüz dirhem halis gümüş için d ö rt dirhem halis gümüş kıy-
m etinde olan beş dirhem züyuf gümüşü verilse bu im am ı A 'zam ile İmam
Ebu Y usufa göre kifayet eder. Çünkü vezin itibarile m atluba müsavidir.
F a k a t İm am Züfer ile İmam M uham m ede göre kifay et etm ez. Çünkü kıy-
m et itibarile m atlup tan aşağıdır.
Bilâkis: İki yüz dirhem züyuf gümüş için beş dirhem züyuf gümüş kıy-
m etinde d ö r t dirhem halis gümüş verilse bu, İmam ı A 'zam ile İmam Ebu
Yusufa göre k ifay et etm ez. Z ira veznen noksandır. F a k a t İm am Züfere
göre kifayet eder, çünkü kıym etçe müsavidir. H ak Tealâ ile kulu arasında
riba m utasavver değildir.

54 — A ltın ile gümüşün ve ticaret m allannnm nisabında b unlann bir


cinsten bulunm alan şart değildir.
Binaenaleyh bir kimsenin bir m iktar altun ile gümüşü, bir m ik tar da
ticaret malı b ulunup da m ecm uunun kıym eti bir nisap m iktarına, yani: İki
yüz dirhem gümüşe m uadil bulunsa k ırkta bir nisbetinde ze k âtta n lâzım
gelir.

55 — Her biri nisap m ik tan n d an noksan olan altın ile gümüş, birbirini
İmam ı A 'zam a göre kıym et itibariyle, İm am eyne göre ecza itibariyle
ikm al eder.
330 BÜYÜK İSLAM

Binaenaleyh bir kim senin meselâ: Yüz dirhem gümüşiyle yüz dirhem
gümüş kıym etinde de on miskal altım bulunsa b u n u n için bil’ittifak beş
dirhem m ik tan z e k ât lâzım gelir. F a k a t yüz dirhem gümüş ile yüz dirhem
gümüş kıym etinde beş miskal altım veya elli dirhem gümüş ile yüz elli
dirhem gümüş kıym etinde on miskal altını bulunsa İmam ı A 'zam a göre
beş dirhem m ik tan z e k ât lâzım gelirse de İm am eyne göre lâzım gelmez.
Çünkü ecza itibariyle nisapları noksandır.
A m m a yüz elli dirhem gümüş ile elli dirhem kıym etinde beş miskal
altın bulunsa z e k âtta n yine bil’ittifak lâzım gelir. Çünkü kıym etleri tam
gümüş nisabına m uadildir. Bundan başka birinin nisabı d ö rtte üç, diğerinin
nisabı da d ö rtte bir nisbetinde m evcut olduğundan tam am ı bir nisaba
m uadil bulunm uş olur.

56 — Y üz elli dirhem gümüş, altm ış veya seksen dirhem gümüş kıym e-


tinde de beş miskal altın bulunsa İm am ı A 'zam a göre iki yüz dirhem in
k ırkta biri olarak beş dirhem z e k ât lâzım gelir, küsurlar,kırka baliğ olma-
dığı için bunlardan z e k â t lâzım gelmez. İm am eynin esasına göre ise bu
küsûrlardan dolayı da k ırk ta bir nisbetinde z e k â t verilmesi icap eder. Kü-
surlann afvı, İm am eyne göre yalnız saimeye m ahsustur, n u k u t ile ticaret
m allanna şam il değildir.
* (İmam Şafiîye göre altın ile gümüş birbirine nisabı ikm al için ilâve
edilemez, cinsleri m uhteliftir. Belki her birinde tam bir nisap m uteberdir,
t

57 — R ayic olan m ağşuş paraların alünlan veya gümüşleri, k an şık


m addelere galip veya müsavi olsa altın veya gümüş gibi z e k â ta tâb i olurlar.
M ağlup olsa ticaret m allan hükm ünde olup sene nihayetindeki kıym et-
lerine göre ze k âtta n verilmek icap eder. Bunlar da ticaret niyeti aranmaz,
çünkü n u k u t yerinde bulunm aktadırlar.

58 - R ayiç olan paralar veya ticaret malı, altın ile gümüşten mürek-
kep bulunsa bakılır: A lünlan galip ise alün hükm ünde, gümüşleri galip ise
gümüş hükm ünde olurlar. Binaenaleyh nisap m ik tan n a baliğ olunca ona
göre zekattan verilir. F a k a t böyle bir halita, rayiç, akça ve ticaret malı
olmayınca vezinleri nazara alınır,bunlar nisap m ik tan n a baliğ olur veya
olmadığı halde zek âta tâbi başka bir mal ile beraber bulunursa ona göre
z ek âttan icap eder ve illâ etm ez

59 — Para halinde rayiç olm ayan alün veya gümüş, başka bir m aden ile
k an şık bulununca galibine göre hükm olunür. Binaenaleyh b unlann alünı
veya gümüşü galip veya müsavi ise m ecm uunun ze k âü ona göre verilir. Mağ-
lup ise bakılır: A lün veya gümüş kısmı, nisap m ik tan n a baliğ veya baliğ
olmayıp aynca da n u k u t veya ticaret malı m evcut ise ona göre z e k âü
İL M İH A L İ 331

hesap edilerek verilir. Bunlar ticaret m allarından ise diğer m aden kısm ı da
ayrıca nazara alınır, B unlann altın veya gümüş kısmı, böyle nisap m ik tan n a
baliğ değilse m ecm uu uruz kabilinden olmuş olur. Bu halde ticaret mal-
lan n d an ise kıym etleri en az ikiyüz dirhem gümüşe m uadil veya kendisiyle
beraber b aşk a ticaret malı veya n u k u t m evcut ise z e k âta tâb i olur ve ü lâ
olmaz.
60 — A ltın ile gümüş, rayiç m eskükât kabilinden olmamak üzere
k a n şık bir halde bulunursa bakılır: E ğer altın m üstakilen nisap m iktarında
ise veya ikisi bir nisap m ik tan n d a olup altın gümüşe vezin veya kıym etçe
galip veya müsavi ise hepsi altın sayılır, ona göre zekâtı lâzım gelir. F a k a t
altın nisap m ik tan n d a olm ayıp kendisine gümüş galip ise hepsi de gümüş
sayılır.
M eselâ: A ltın yirm i miskal olduğu halde gümüş iki üç yüz dirhem
bulunsa hepsi de altın sayılır. Kezalik altın on miskal olduğu halde iki üç
yüz dirhem olan gümüş kısm ından kıym etli bulunsa yine hepsi altın sayılır.
F a k a t altın on miskal olduğu h ald e gümüş kısmı yüz veya iki üç yüz dirhem
kadar olup k ıym etçe on miskal altından yüksek bulunsa hepsi de gümüş
sayılır.

Evrakı nakdiye ile banknotların zekâtı:

61 —Kaime ve evrakı nakdiye denilen k â ğ ıt paralar ve bankalann iste-


nilen zaman nakte tahvil edilen ve bedeli alınabilen b an k n o ü a n n u k u t hük-
mündedir. Çünkü bunların altın ve gümüş gibi tedavülü m üteareftir. Bunların
karşdıklan hakiki veya itibari olarak m evcut bulunm aktadır. Bunlar,
hazır bir mal dem ektir ve âm m enin servetini teşkil etm ektedir. Bunlardan
k âfi m iktara m alik olanlar, fakir değil, zengin sayılm aktadır. Bunlar mücer-
re t birer alacak senedi mesabesinde değildir. Bunlann vasıtasiyle filhalj is-
tifade kabildir. Bunlar birer nakit, birer m übadele vasıtası olarak kabul
edilm iştir. Velhasıl bunlar, sair n u k u t gibi istenilen zaman sarf ve müba-
dele edilebilm ekte ve birer k ıym eti haiz olup ona göre m uam ele yapılm ak-
tadır.
Binaenaleyh bunlar, n u k u t ve ticaret m allan hükm ünde olup kendi
b aşlanna veya n u k u t veya ticaret m allariyle beraber nisap m ik tan n d a o un-
ca yani: En az iki yüz dirhem kıym etine m uadil bulununca sene nihaye-
tinde altın veya gümüş ile olan kıym etlerinin kırkda biri, nisbetinde zek âta
tâb i olurlar ve bu z e k ât kendilerinden de verilebilir.
M eselâ: Kırk kaim enin zekâtı için bir kaime verilmesi caiz olur.
N itekim m ağşuş olup altını ve gümüşü m ağlup bulunan m adeni
paralar ile sırf balardan, dem irden veya deriden yapılıp rayiç bulunm uş
olan akçalar hakkında da hüküm böyledir.
Eğer bunlar, altın ve gümüş gibi n a k it sayılmayıp ta zek âta tâb i ol-
masalar, fakirler z e k ât nim etinden m ahrum olacak, bir ç o k zenginler de
332 BÜYÜK İSLAM

servetlerini bu gibi k â ğ ıt ve m adeni paralara hasrederek z e k ât gibi yüksek


b ir vecibeyi ifa şerefinden sevabından nasipsiz kalacaktır ve zekâtın farzi-
yetindeki hikm eti şer'iye, tecelli edem iyecektir.

6 2 — Bankalara tevdi edilip m uayyen m üddetlerde alınabilen ve m u k a-


bilinde senetleri bulunup başkalarına devredilebilen asıl paralar d a ikrar
ile, beyyine ile sabit b o rç paralar hükm ündedir. Binaenaleyh bunlar da
nisap m iktarında bulunup üzerlerinden birer sene geçtikçe zek âta tâbi
olurlar.

M atlup b o rç paraların zekâtı:

63 - Başkalarının zim m etinde olup d ey n = borç denilen ve nisap


m ik tan n a baliğ bulunan paralar, z e k âta tâb i olup olm am ak bakım ından
şöylece üç nevi'dir.

(1) Kuvvetli deyndir. Bu, b o rç verilmiş olan paralar ile ticaret m alla-
rının bedelleri olan alacaklardır. Bunlar borçlular tarafından ikrar edil-
m ekte olunca, tahsil edildiklerinde geçmiş senelere ait ze k âtla n da veril-
m ek lâzım gelir. Ş ö y le ki:

Meselâ: Bir kim senin iki sene m üddetle zim m etinde olup ikrar e t-
m ekte bulunduğu on bin kuruş borcu kendisinden tahsil edilince bu geçm iş
iki seneye ait zek âü verilmek icabeder. Bu halde bu on bin kuruş kıym etçe
meselâ bin dirhem gümüşe müsavi olsa, bundan birinci sene için (250)
kuruş veya (25) dirhem gümüş z e k ât verilir. M ütebaki (9750) ku ruştan da
ikinci sene için İmam ı A 'zam a göre (240) kuruş veya (24) dirhem gümüş
verilir ki: bu m iktar küsur kalan on beş dirhem hariç kalm ak üzere (9750)
dirhem in kırkda birine müsavidir. İm am eyne göre ise (243) kuruş (30)
para z e k â t verilm ek icabeder. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırk
nisbetinde z e k âta tâ b i olur.

Böyle kuvvetli ve üzerinden sene geçm iş bir b o rçtan en az kırk dirhem


m ik tan tahsil edilirse bu m ik tan n zek âtı derhal verilir. Bundan az tahsil
edilirse derhal verilmesi lâzım gelmez. M eğer ki sahibinin zek âta tâbi
başk a bir m alı bulunsun, fakat böyle bir borç in k â r edilm ekte ise tahsil
edildiği zam an geçmiş senelere ait ze k âtı im am M uham m ede göre lâzım
gelmez. Velev ki sahibinin beyyinesi bulunm uş olsun. Çünkü h er beyyine
hakim ce m uteber olamaz ve herkes dava açarak beyyinesini ikam e edemez.
Sahih görülen kavil de budur.
(2) Vasat deyndir: Bu, ticaret için olm ayan bir malın bedelinden,m ese-
lâ: Bir hane kirasından veya âd i bir libasın satış akçesinden birinin zim m e-
tinde bulunan alacaktır. Bunun da zim m ete geçtiği günden itibaren geçe-
İL M İH A L İ 333

cek seneler için zekâtı lâzım gelir. F a k a t tam nisap m iktarı, yani: E n az
ikiyüz dirhem gümüş m iktan tahsil edilm edikçe zek âtın ı derhal verm ek
icabetm ez. M eğer ki sahibinin zekâta tâbi başka bir malı d a bulunsun.
İmam ı A 'zanıdan - daha sahih görülen - bir rivayete göre bu kısım
alacakların geçm iş senelere aid zekâtları lâzım gelmez. Belki: kabzedildik-
ten sonra zekâta tabi olurlar. Kabizden itibaren bir sene geçm edikçe zek ât-
ları icab etm ez. M eğer ki sahibinin zek âta tâbi başka bir m alı bulunsun.

(3) Z ayif deyndir. Bu, bir şeyin bedeli olmaksızın bir kim senin zimme-
tinde bulunan alacaktır. Varisin elinde kalm ış olan vasiyet akçası gibi, ve
henüz tahsil edilm em iş d iy et bedeli, ve kadının kocasındaki m ehrinden
veya mühalea bedelinden alacağı gibi, bu nevi alacakların geçm iş seneleri
için z e k ât lâzım gelmez ve nisap m iktan kabzedilip de üzerinden bir sene
geçm edikçesde zek âtlan icabetm ez. M eğer ki az ç o k tahsil edilip de zekâtı
icabeden başka bir mala zam edilsin. O halde bu tahsil edilen m ik tan n bu
mal ile b eraber zek âtı verilm ek icabeder. Bunlardan bir rivayete göre d iy et
ile k itab et bedeli m üstesnadır. Bunlar kabız edilm elerinden itibaren zek âta
tâbi olurlar.
* (İmam Şafiîye göre borç, zekâtın edasını tehir edemez, kabz edil-
mese de zekâtını verm ek icabeder. Çünkü borç verilmesi: sahibinin ihtiyar-
ile tasarrufiyle vuku bulm uştur, fakirlerin haklannı tehir hususunda m ute-
ber olam az.) , . *
A RAZI M AHSULATININ ZEK ATI:
64 — Arazi m ahsulâtından hüküm etçe alınacak m iktar, arazinin nevine
göre değişir. Bu m iktar, zekât, sadaka, h araç, veya bedeli icare m ahiyetin-
de bulunur. Şöyle ki: Bu gün m üslüm anlann ellerinde bulunan arazi, başlı-
ca şu d ö rt nev'e ayrılm ıştır.
(1) A razi'i öşriye, bu feth edilip kendi n zaîan ile müslüman olan
ahalisine veya kahren fethedilip İslâm m ücahitlerine m ülkiyet üzere veril-
miş olan topraklardır. Ceziretülarap arazisi bu kabildendir. Bu topraklann
m ahsulatından onda veya yirm ide bir nisbetinde "ö şür" namiyîe z e k ât
alındığı için bunlara "A razi'i öşriyy e" denilm iştir.
(2) Arazii haraciye. Bu, sulh veya kahir yolile fethedilip eski gayri
müslim ahalisine veya sair gayri müslimlere tem lik edilm iş olan toprak-
lardır. Irak köyleri ve havalisi bu kabildendir.
Bu nevi araziden ya m ahsulâtına göre veya münasip görülecek m uay-
yen bir m iktarda (haraç) namile bir vergi alınır, bu, z e k ât kabilinden değil-
dir.
(3) Sırf arazii m emlûke. Bu, m em leket arazisinden olup Beytülmale ait
iken bilâhare bir bedel m ukabilinde bazı kimselere satılm ış olan toprak-
lardır. B unlann m ahsulâtı da m alikleri müslüman bulununca z e k â t hususun-
daki arazii öşriye m ahsulâtı gibidir.
334 BÜYÜK İSLAM

Yalnız mülk evlerin etrafındaki mülk bahçeler, bu evlere tabi olduğun-


dan bunların m ahsulâtından ve ağaçlarının m eyvelerinden öşür vesaire
alınmaz.
(4) Arazii m em leket. Bu, vaktiyle müslümanlar tarafından fethedilip
bir kim seye tem lik edilmeksizin um um müslümanlar için ibka edilm iş olan
topraklardır. Bunlar, Amme nam ına hüküm ete ait olup tasarrufu ahaliye
tapu ile tefviz edile gelm iştir. Bunların yalnız tasarruftan, m uayyen kim-
selere aittir. Bunlann m utasarnflan, m üstecir m esabesindedir. Hüküm ete
verecekleri m uayyen hisseler veya vergiler de beledi icare hükm ündedir.
Binaenaleyh bu nevi arazinin, m ahsulatından öşür ve saire namiyle
z ek ât lâzım gelmez. Çünkü öşür ile haraç veya öşür ile bu hükümde bulunan
bedeli icare bir arazide içtim a etmez.

Türkiyedeki arazi, başlıca bu kabildendir.

65 — Arazi m ahsulatında im am ı A 'zam a göre nisap cari değildir.


Binaenaleyh Buğday, Arpa, Pirinç, dan, karpuz, hıyar, patlıcan,
yonca, şeker kam ışı gibi arazii öşriye m ahsulâtında az olsa da ço k olsa da
"ö şü r" namiyle hisse alınır. İm am eyne göre ise beş vask m ik tan olm ayan
h u b u b attan ve nasın ellerinde bir sene kadar kalm ayacak sebzelerden
öşür alınmaz. (1)
66 — Bir arazii öşriye, yağm ur veya çay, ırm ak sulariyle sulanırsa
m ahsulâtı onda bir nisbetinde: dalyalar ile, dolaplar ile, hayvanlar ile,
satın alınacak sular ile bütün sene veya senenin yansından ziyade sulanırsa
yirm ide bir nisbetinde "ö şü r" nam iyle z e k âta tâb i olur.
Tohum lar, veya amele ücretleriyle sair m asraflar, bundan tenzil edil-
mez. Bu m ahsulât üzerinden bir sene geçmesi de icap etm ez. Bir senede
m üteaddit defa vücuda gelen m ahsulâtın hepsinden aym nisbette hisse
alınır.
67 — Öşürde itibar: Araziyedir, mal sahibine değildir.
Binaenaleyh bir arazii öşriye v akf olsa da, çocuklara, m ecnunlara ait
bulunsa d a yine hasılatından "ö şü r" nam iyle m uayyen hisse alınır.

68 — Arazii öşriyedeki ballardan ve k u d ret helvalanndan d a onda bir


nisbetinde z e k â t alınır. Ekilm eden başka bir şeye yaram ayan tohum lar
ise zekâta tabi olmaz. M eğer ki ticaret için olsun.
69 — Zeytin ve susam tanelerinden öşür alındığı takdirde bilâhara
yağlan n d an tekrar öşür alınmaz.
Kezalik: Öşrü verilen üzümler için m uahheren tekrar z ek ât vâcip ol-
maz.

(1) Bir vask, altm ış sa' y an i (6 2400) dirhem m iktarıdır.


İL M İH A L İ 335

70 - Anızii öşriye m ahsulâtından alınacak m uayyen hisseler tam amen


yetişip elde edildiği zaman alınır, bundan evvel alınmaz. H a ttâ daha bitm e-
miş olan m ahsulâtın ve belirmemiş olan meyvelerin öşürlerini verm ek
câiz değildir. F ak at bunlar, bittiği ve belirdiği taktirde sahipleri dilerse
öşürlerini verebilirler.

71 - Daha öşrü verilmemiş olan hub u b attan veya ağaç üstündeki mey-
valardan yiyilm em elidir. M aamafih öşrünü bilhisap ödem ek niyetiyle yiyil-
m esi helâl olup bunu tazm in icap eder.
72 — Arazii öşriyye m ahsulâtının öşrü veya arazii m em leket, bedeli ica-
resi, vaktinde verilmeyip de bilâhare zayi olsa veya sahibi vefat etse bunu
ödem ek icap eder.
73 — M er'alardan, biçilen otlardan ve "cibali m ubaha" denilen dağlar-
da kesilen lıüdayi nab it kerestelik ağaçlardan veya hüdayi n a b it olan sair
ağaçlardan, kam ışlardan ve arazi içindeki çaylardan avlanılan balıklardan
öşür alınmaz.
F a k a t dağlardan toplanılan m eyvelerden öşür alınacağı gibi ağaçlık
veya kam ışlık veya çayır ittihaz edilip suvarılan arazii öşriyeden ve müslü-
m anlara ait arazii m em lûkeden her sene kesilip satılacak ağaçlardan,kam ış-
lar ile otlardan da öşür alınır.
Kezalik: Bu arazide bulunup kendisiyle ipek kurdu beslenilen d u t yap-
raklarından öşür alınır, ipeğinden alınmaz. Bu ipek, hayvana tâbidir. İpek
kurdu, öşre tâ b i olm adığından onun cüz'ü sayılan ipek de tabi olmaz.
74 — Arazii öşriye veya arazii m em leket m ahsulâtından bir m ik tan sa-
hipleri tarafından ticaret m aksadile olmaksızın anbarda saklanıp üzerinden
bir sene geçtikten sonra satılm akla bedelleri olan paralar, nisap m ik tan n a
baüğ olsa bundan z e k â t verilmesi lâzım gelmez. Çünkü zek ât, öşür ile ve-
ya bedeli icare ile içtim a etm ez. M eğer ki bedeller, üzerinden de aynca tam
bir sene geçecek olsun.
Kezalik: Bu m ahsulâtın sahibine bir ay veya bir sene nafaka olmak üze-
re kifayet edecek m iktanndan ziyadesi, nisap m ik tan n a baliğ olup ticaret
niyetiyle saklanılsa üzerinden bir sene geçince zekâta tâb i olur.

M adenlerin ve definelerin zekâtı,

75 — Yerlerin altında yaradılm ış, veya koylanılm ış olarak bulunan


m allara "rik â z " denir. Bunlardan yaradılm ış olan mallar, m adenlerdir. Koy-
lanılmış olan m allar da definelerdir ki bunlara "k en z" de denir.
76 — M adenler, şöylece üç nevi'dir.
(1) M untabi olan, yani: A teş ile yum uşayan, erim eğe kabiliyeti bulu-
nan m adenlerdir. A ltın, gümüş, bakır, kalay, nikel, dem ir m adenleri gibi.
Civa da bu hüküm dedir.
336 BÜYÜK İSLAM

Arazi öşriyede, haraciyede veya sırf arazii m em lükede ve sa lıra ia rd a


bulunan bu kabil m adenlerden beşte biri nisbetinde hüküm et nam ına hisse
alınır. M ütebakisi m aliki var ise ona, y o k ise bulana ait olur.

Bu halde arazii m em leket içinde bulunan m adenlerin de tam am en


hüküm ete ait olması lâzım gelir. Çünkü b unlann sahibi âm m e nam ına hükü-
m ettir.
F a k a t İmam ı A 'zam dan diğer bir rivayete göre arazii öşriye ve haraci-
ye gibi bil'cümle arazii m em lükede bulunan m adenler, m aliklerine aittir,
bunlardan lıum s = beşte biri alınmaz.
(2) M untabi olmayan, yani: A teş ile yum uşayıp erim eğe kabiliyeti bu-
lunm ayan m adenlerdir. Kireç, alçı taşı, yakut, elmas, firuze gibi. Bu gibi
m adenlerden hisse alınmaz. Bunlann tam am ı sahibine ve sahibi y ok ise bu -
lana aittir.
(3) Mayi bir halde bulunan m adenlerdir. Su, tuz, zift, n eft gibi. B unlar-
dan da bir şey alınmaz. Bunlar da tam am en arazi sahibine aittir.

77 — Definelere gelince bunlar da şöylece üç nevi'dir.

(1) Genzi islâmidir. Bu, üzerinde İslâm iyet alâm eti bulunan m eselâ:
Kelimei tevhit yazılı olan gömülmüş m eskukat ile saireden ibarettir. Bunlar,
lûkata hükm ündedir. Bunlan bulanlar, fakir iseler kendilerine, değil iseler
fakirlere sarf veya hüküm ete tevdi ederler.

(2) Genzi cahilidir. Bu, üzerinde p u t resmi gibi cahiliye alâm eti bulu-
nan gömülmüş sikkeler vesairedir. B unlann beşte biri hüküm ete verilir, geri
kalanı arazi sahibine, sahibi y o k ise bulana ait olur. Dağ, sahra gibi m em lûk
olmayan yerlerdeki bu kâbil definelerin de b eşte biri hüküm ete, m ütebakisi
de bulan kimseye ait olur, velev ki zim mi olsun.

(3) Genzi m üştebihtir. Bu da hususi alâm eti görülemeyip müslümanlara


mı, gayri müslimlere m i aidiyeti anlaşılam ayan gömülmüş m eskukât vesaire-
dir. Bunlar, bir kavle göre "genzi cahili" hükm ünde, diğer bir kavle göre de
lukate m esabesindedir.
Denizlerden çıkarılan incilerden vek u y u lan m ış nakitlerden ve balıklar
ile anberlerden z e k â t nam ına bir şey alınmaz. Bu İm am ı A'zam Üe İmam
M uham m ede göredir. İmam Ebu Y usuf'a göre denizden çıkarılan nuku ttan ,
inci ile anberden beşte bir nisbetinde bir hisse alınır.

* (İmam Şafiîye göre altm ile gümüşten başk a m adenlerden z e k â t alın-


maz. A ltın ile güm üşten de nisap m iktanrıdan noksan olmaması şartıyla
kırk ta bir nisbetinde z e k â t alınır.)
İL M İH A L İ 337

Z ekâtı ödem e yollan:

78 — Z ek âta tâb i altın, gümüş, h u b u b a t ve ehli hayvanat ile ticaret


m allanm n ze k âtla n için aym lannı verm ek câiz olduğu gibi kıym etlerini ver-
m ekde câizdir. Bu hususta sahipleri m uhayyerdir. N itekim keffareİlerde,
nezirlerde, fitrelerde de hüküm böyledir. Çünkü şeriatı' îslâm iyede mal
sahiplerine, kolaylık gösterilmesi nazan i’tibara alınm ıştır. Maamafîlı bunla-
n n vücubundaki hikm et, fakirleri ignadır. Bu hik m et ise bunlann kıym etle-
rini vermekle de tahakkuk eder.

Binaenaleyh bir kimse, altının zekâtı için gümüş veya zahire veya ku-
m aş verebilir. Saime hayvanlan için veya ticaret m allan için de nakden para
verebilir. Ş u kadar v a r ki bu hususta fakirler için daha faydalı, lüzumlu olan
ciheti ih tiy ar etm ek evlâdır.
* (İm am Ş afiye göre bunlardan m ensusun aleyh olan şeylerin veril-
m esi lâzım dır. Kıym etleri verilem ez.)

79 — Z ekâtı icap eden bir aym veya deyin m u k a b ilin d e diğer bir ayni
z e k â t olarak verm ek câiz olduğu gibi bir borcu da kabzedilm eyecek bir
b o rç m ukabilinde fakire bağışlam a câizdir. F a k a t bir borcu bir a y ın ın veya
kabzedilecek bir borcun m ukabilinde z e k â t olarak b a ı la m a c a iz değildir.
Çünkü deyn = borç, m aliyet itibariyle ayinden noksandır. A rtık tam olan
bir şey m ukabilinde noksan olan bir şey verilemez.

K abzedilecek bir deyin de, ayin m esabesindedir.


Binaenaleyh bir kimse, elindeki m eselâ: Ü ç lirasını veya üç lira kıym e-
tindeki bir ticaret malını yüz yirm i liradan ibaret olan bir nakti m evcudu
i ç i t ı veya birisinde alacağı olan bu m iktar bir m eblağ için zek ât olarak
verilebilir.
Kezalik: Bir fakirdeki alacağını o fakire tam am en bağışlasa, zek âta ni-
y e t etm iş olsun olmasın bu alacağın zekâ hm verm iş olur. F a k a t bu alacağı-
nın bir kısmını, m eselâ: Yüz liradan elli lirasını zekâtına m ahsuben bu fakire
bağışlasa yalnız bu bağışlanan elli liranın zekâtı verilmiş olur. Kabzedeceği
diğer elli liranın zekâtı verilmiş olmaz.
Kezalik: Bir kimse, bir fakirdeki alacağım kendi elindeki bir malın
z e k âtı için o fakire bağışlasa bununla o m alın zek âtım vermiş olamaz.
Kezalik: Bir kimse, bir fakirin zim m etindeki alacağını diğer bir şahsın
zim m etindeki alacağının zekâtı için o fakire bağışlasa bununla o şalustaki
alacağının zekâtını vermiş olamaz.

8 0 — Bir kimse, fakir olan m edyununu borcundan kurtarm ak, kendisi


de elindeki m allann zekâtını kısm en olsun ödem ek isterse med-
F : 22
338 BÜYÜK İSLAM

y u n u n a borcu m ik ta n bir nakti z e k â t olarak verir M edyun'da bununla


o borcunu bu kim seye öder.
81 — Zengin bir kim senin zim m etindeki b ir b o rç, üzerinden bir sene
geçtikten sonra o zengine bağışlansa -1- esahh olan kavle nazaran — bu bor-
cun zekâtı sakıt olmuş olmaz.
82 — Bir kimse, birisindeki alacağını elindeki bir m alının zekâtına
m ahsup olmak üzere bir fakirin gidip almasına müsaade etse bununla o
zekât, indelkabz ödenm iş olur.
83 — Toplanm ış olan nisaplan ayırm ak caiz olmadığı gibi aynlm ış
nisapları toplam ak da câiz değildir. Ş öyle ki:

Bir kim senin m eselâ: Seksen koyunu bulunsa yalnız bir koyun z ek ât
vermesi lâzım gelir. Y oksa koyunlar iki nisap m ik tan n a baliğ olduğu için
iki koyun z e k ât verm ek icap etm ez.
F a k a t iki kişinin müsavi surette m üşterek seksen k oyunlan bulunsa iki
koyun zek ât verm eleri lâzım gelir. Çünkü h er ortak, ay n bir nisaba m aliktir.
Bunlar toplanam az, bu koyunlar yalnız birisinin malı imiş gibi sayılamaz.

ik i kişi arasında m üşterek olan kırk koyun veya yirm i m iskal altın için
İse — başka z e k âta tâ b i m allan bulunm ayınca — z e k â t lâzım gelmez. Çünkü
hiç bir nisap m ik tan n a baliğ değildir.
ik i ortaktan birinin hissesi nisap m ik tan n a baliğ olduğu halde diğeri-
nin hissesi baliğ olmasa, m eselâ: Birisinin k oyunlan kırk, diğerinin koyunla-
n ise yirm i bulunsa yalnız nisap m ik tan n a malik olan ortağm z e k â t vermesi
icap eder.
Nitekim m ükellef ile gayri m ükellef arasında m üşterek olan m allar
hakkında d â hüküm böyledir. Yani: M ükellef olan, hissesi nisbetinde z e k ât
verir, diğerinin hissesinden z e k â t lâzım gelmez.
84 - Nisap m ik tan n d a olan bir m alın zekâtı daha sene dolm adan ta'cil
edilerek fakirlere verilebilir. Çünkü vücubun sebebi olan nisap bulunm uştur.
Müeccel olan bir borcu ta'cil ise esasen sahihtir. Fakirlerin lehine bir hare-
kettir. F a k a t nisap m ik tan n d a olmayan b ir mal için böyle zek âtın ta'cil
edilm esi câiz değildir. Binaenaleyh bu mal, bilâhare nisap m ik tan n a yetişse
bu andan itibaren bir sene sonunda ayn ca zek âta tâb i olur. Evvelce verilmiş
olan m iktar, b ir sadaka yerine geçer.
* (im am Malike göre z e k â t ta'cil edilerek vaktinden evvel verilemez.
N itekim ibadetler de vaktinden evvel eda edilemez.
İmam Şafîîye göre de yalnız bir senelik z e k â t ta'cil edilebilir. Fazlası
edilemez.)
85 — Nisap m ik tan nd aki bir m alın bir kaç senelik z e k âü birden verile-
bilir. Sene nihayetinde bu m ik tar m evcut b u lundukça zekâflan verilmiş bu-
lunur. Bu m ik tar azalmış olunca da verilmiş olan zekât, bir nâfile sadaka
yerine geçer.
ı«-IVıihALı 33b/

86 — Bir kimsenin m eselâ fY üz lirası olduğu halde m uaccelen iki yüz


liralık z e k â t verip de aynı senede m alik olacağı diğer yüz liranın zekâtına
ve malik olmadığı takdirde bu m evcut yüz liranın ertesi sene için olan
zekâtına m ahsup edilmesine n iy et etse bu niyeti câiz olmuş olur.
87 — Bir kimsenin m eselâ: Bin lirası olduğu halde iki bin lira zannede-
rek ona göre z e k ât verecek olsa bu fazla verdiği z e k â t ertesi senenin ze-
k âtın a m ahsup edebilir.
88 — Bir kim senin her ikisi de birer nisap m iktannda olan altın ve gü-
m üşten ibaret m alından yalnız birisinin nam ına zekâtını ta'cil ederek vermiş
bulunsa bu zekât, h er ikisine de m ahsuben verilmiş olur. Çünkü bunlar cins-
çe m ü tteh it sayılıp birbirine zam m edildiğinden böyle bir tayin, lağvıdır. Bi-
naenaleyh bunlardan biri sene içinde telef olsa bu zekât, tam am en diğerine
m asruf olur.
F a k a t hayvanat hakkında böyle değildir. Bu cins hayvanlann zekâtm ı
böyle ta'cil etm ek, diğerlerinin zek âtına m ahsup edilemez.
89 — Bir kimse, m alının zekâtından bir fakirin borcunu emriyle ödeye-
cek olsa zekâtını vermiş olur. F a k a t fakirin em ri olmaksızın ödeyecek olsa
borç sakıt olur, z e k â t verilmiş olmaz.
90 — Bir kimse, usul ve füru’undan bulunm ayıp yalnız karabet cihetiy-
le nafakası üzerine teveccüh eden biı- yetim e z e k â t niyetiyle elbise yaptırsa
veya bir yenilecek şey verse zek âtı yerine geçer. F a k a t böyle bir yetim i
kendi sofrasına alıp beraber yedikleri taamı zekâtına m ahsup etm ek isterse
bu, İmam Ebu Y usuf'a göre câiz olursa da İmamı A ’zam ile İmam Muham-
m ede göre câiz olmaz. Çünkü bu halde tem lik bulunm uş olmaz.
91 — Z ekâtın ehil olan kimseye tem lik edilm esi şarttır.
Binaenaleyh fakirlere ibahe suretiyle yedirilen taam, z e k ât sayılmaz.
Kezalik: Bir ciheti hayra sarfedilen bir para, z e k âta m ahsup edilemez.
M eselâ: Bir z e k â t paıasiyle köle azat edilemez, veya bir zata hac yap tı-
nlam az, veya mescit, m edrese, çeşm e, yol, köprü yapünlam az, ölülerin ke-
fenleri alınamaz veya b o rçla n ödenem ez.

F a k a t bir fakir, aldığı bir z e k â t parasını kendi nzasiyle bu gibi bir cihe-
ti hay ra sarfetse bundan hem o fakir, hem de ona zek âtı vermiş olan zat,
sevap kazanm ış olur.
Kezalik: Bir fakiri z e k âta m ahsup olm ak üzere bir hanede oturtm akla
z e k â t verilmiş olmaz. Çünkü bu bir tem lik sayılmaz.

Z ek âtın m asraû:

92 — Z ekâtın masrafı, yani: Verileceği kim seler, müslüman fakirler,


miskinler, borçlular, yolcular, m ükâtepler, m ücahitler ve âm illerden ibaret
olmak üzere yedi kısımdır. Ş öyle ki:
340 BÜYÜK İSLAM

(1) Fakir, nisap m ik tan fazla bir m ala m alik olmayan kimsedir. Velev-
ki haceti asliyesinden olmak üzere hanesi, hane eşyası ve borcuna muadil
nukudu bulunsun.
(2) Miskin, hiç bir şeye m alik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için
dilenm eye m u h taç olan yoksul kimseler.
(3) Borçlu, bundan m aksat, borcundan fazla nisap m ik tan mala m alik
olm ayan veya kendisinin de başkasında malı var ise de alması mümkün bu-
lunm ayan kim sedir. Böyie b orçlu bir kim seye z e k â t verm ek, borçlu olma-
yan fakire verm ekten efdaldir.
(4) Yolcu. Bundan m aksat, malı beldesinde kalıp elinde bir şey bulun-
m ayan garip kim sedir. Böyle bir kim se, yalnız ihtiyacı m ik tan n d a z e k â t
alabilir. F a k a t fazlası helâl değildir. M aamafîh böyle yolcular için mümkün
olunca borç alm ak z e k â t alm aktan hayırlıdır.

Kendi beldesinde bulunduğu halde m alım gaip ederek m uhtaç bir hal-
de kalmış bir kimse böyle yolcu hükm ündedir. Bunlar, bilâhare m allarını
elde edince almış olduklan zek âttan geri kalan m iktarı başkalanna tesad-
duk etm eleri lâzım gelmez.
(5) M ükâtep. Bu bir bedel m ukabilinde âza t edilm ek üzere efendisiyle
bir m ukavele yapm ış olan köle veya cariye dem ektir. Böyle kim seye biran
evvel hürriyetine kavuşturm ak için bir yardım olarak z e k ât verilebilir. F a-
k a t bir kimse, kendi m ükâbetm e zek âtın ı verem ez. Çünkü m enfaati kendi-
sine ait olm uş olur.

(6) Mücahit. Bundan m aksat. Allah Tealâa yolunda gönüllü olarak ci-
hada iştirak etm ek istediği halde nafakadan, silah ve saireden m ahrum olan
gazi dem ektir. Buna da noksanlarını tedarik etm esi için z e k â t verilebilir.
B una; «jU'l i l j » denir.

(7) Amil, bundan m aksat da veliyül'em ir tarafından emvali zahirenin


zekâtın ı toplam aya m em ur edilen kim sedir ki, buna "Sâi, tahsildar" da de-
nir. Böyle bir m em ura bu hizm eti m üddetince kendisinin ve ailesinin ihti-
y açlan n a kafi m iktarda z e k â t m allarından bir hisse verilir. Velev ki hattiza-
tında fakir bulunm asın.
93 — Y u k an da gösterilen yedi kısım dan h er biri zek âtın bir masrafı-
dır. Bir kimse, zek âtın ı bunlardan herhangi birine verebileceği gibi ikisine,
üçüne veya hepsine de tevzi edebilir. M aamafih nisap m ik tan n d a olmayan
bir zekâtın bunlardan yalnız birine verilmesi efdaldir. T âki bir ihtiyaca
tekâbül etsin.
94 — Bir fakire bir d e fa d a nisap m ik tan z e k â t verilmesi, câiz ise de
kerahatten hali değildir. M eğer ki bu fakir borçlu olsun veya aile sahibi bu-
lunsun da aldığı z e k âtta n ailesi efradına nisap rniktanndan az bir şey isabet
etsin. O takdirde kerahet bulunm az.
İLMİHALİ 341

95 — Bir fakir bir zenginden m alının zekâtını m ahkem ede dâva ede-
mez. Çünkü zekâtın kendisine verilmesi her halde lâzım değildir. Ve bu, bir
m ali ibadet olduğundan sahibinin diyanetine muhavveldir.

Kendilerine z e k â t verilmesi câiz olup olm ayanlar;

96 — Bir kimse, kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine ve usul ve furu-


una, yani, Babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bun-
lann çocuklarına, torunlarına veremez. Velevki zevcesi boşanıp henüz id-
det beklem ekte bulunsun. Çünkü verdiği zekâtın m enfaati kısmen kendisine
ait bulunm uş olur. Halbuki, bu m enfaat kendisinden tam am en kesilmiş
bulunm ak lazımdır.
İmam-ı A 'zam a göre bir kadın da zekâtını fakir bulunan kocasına vere-
mez. Zira â d e te nazaran aralarında bir m enfaat ortaklığı vardır. İm am eyne
göre ise verebilir.
97 — Havaici asliyesindeıı başka nisap m iktarı bir mala m alik olan kim -
seye zengin sayılacağı cihetle zek ât verilemez. O mal, gerek n u k u t ve ticaret
eşyası gibi nam i olsun ve gerek zait hane eşyası gibi gayri nam i bulunsun
müsavidir.
F ak at zengin bir kimseye nafile kabilinden olan bir sadakanın verilme-
si caizdir. Bu cihetledir ki, vakıfların sadaka kabilinden olan gailelerini vak-
fiye m ucibince zengin kim selerin almaları d a helâl bulunm uştur. Bu, bir
hibe, bir atiyye m esabesindedir.

98 — B eniH aşim ile onlann azatlılanna z e k â t verilem iyeceği gibi öşür,


nezr, k effaıet gibi sair vâcip sadakalar da verilemez. Z e k â t ve emsali, nasın
gusalesi sayılır. Beni H aşim 'in kadr ve şerefi ise bunu kabulden âlidir. Ken-
dilerine yalnız tatavvu ve atiyye tarikiyle sadaka verilebilir.
Beni H aşim den m aksat, Resuli Ekrem , Sallallâhü Aleyh* Vesellem
Efendim izin am calan H azreti Abbas ile Harisin ev lât ve ahlatım dan ve Haz-
reti Ali ile kardaşlan Akîl ve Caferin zürriyetinden ibarettir.
Bu zatların, ih tiy açlan n a göre beytülm alin ganayim kısm ından hissele-
ri vardır. Bu hisselerini alam adıklan takdirde ih tiy açtan kurtulm alan için
kendilerine z e k ât verilebileceğine bazı fukaha, kail olm uştur.
99 — Kendisine zek ât verilecek kimse, zek âta sarf zam anında yâni: Ze-
kâtın verildiği vakitte ehil bulunm alıdır. Bu ehliyetin m üahharan zevali veri-
len peşin zekâtın sdıhatına m ani olmaz.
Binaenaleyh bir m alın zekâtı daha sene dolm adan bir fakire verilip de
bu sene nihayet bulm adan o fakir zengin olsa veya vefat etse o malın zekâ-
tını yeniden verm ek icabetm ez ve böyle verilen bir zekât, istird at da edile-
m ez. Çünkü verilmesinden m atlup olan sevap, hasıl olm uştur.
342 BÜYÜK İSLAM
1 0 0 - Bir kim se, zekâtını zengin bir erkeğin küçük çocuğuna veremez.
Çünkü bu çocu k babasının maliyle zengin sayılır. F a k a t zengin bir kadının
fakir, yetim ve babası müslim olan çocuğuna verebilir. Zira bu çocuğun ne-
sebi babası cihetinden sabittir. Anasının servetile zengin sayılmaz.
Kezalik: Bir kimse zekâtını, zengin bir şahsın fakir ve müslim olan ba-
basına veya fakir ve müslim olan büyük oğluna veya kızına veya o şahsın fa-
kir, müslim bulunan zevcesine verebilir. Çünkü, bunlar, müstakil velâyet
sahipleridir. Birbirinin servetile zengin sayılmazlar.
101 — Z ek ât, gayri müslimleıe verilemez, Çünkü bu, müslim olan fa-
kirlerin hakkıdır. Bir hadisi şerifte: "Z ek âtı m üslüm anlann zenginlerinden a-
lıp fakirlerine veriniz" diye buyurulm uştur.
Maahaza z e k ât farizesile gayri müslimler m ükellef değildirler. Bu, müs-
lümanlara m ahsus, içtim ai, dinî, bir vazifedir. Bu vazifeye iştirak etm eyen-
lerin bundan m üstefit olm aya haklan olamaz.
Yalnız İmam Züfer, zekâtın zimmilere de verilmesini câiz görmüştür.
Çünkü bundan m aksat, bir takarrüp yol ile m uhtaç şahıslan ih tiy açtan kur-
tarm aktır. Bu m aksat ise zek âtı fakir zimmilere verm eklede hasıl olur.
M aahaza nâfile kabilinden olan sadakalar, zimmilere de verilebilir.
Bunda ittifak vardır.

102 — Z ek âtı akrabaya verm ek efdaldir. Şöyle ki: Z ekâtı evvelâ


m u h taç olan erkek veya kızkardeşlere, sonra bun lan n evlâdına, sonra amca-
lara, halalara, sonra bunlann evlâdına, sonra dayılara, teyzelere ve bunlann
evlâdına, d ah a sonra sair zevilerham denilen kariplere vermek efdaldir.
Bunlardan som a da sırasiyle fakir kom şulara, m eslektaşlara verm ek efdal-
dir.
103 — Z ekât, m alîn bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Sene ni-
hayetinde b aşk a beldedeki fakirlere gönderilmesi m ekruhtur. M eğer ki ken-
dilerine gönderilecek kim seler, akrabadan bulunsunlar veya m alın bulundu-
ğu yerdeki fakirler daha m uhtaç olsunlar.
Maahaza zekâtı daha senesi dolm adan başka bir beldeye gönderm ekte
beis görülm em ektedir.
104 - Bayram larda vesair günlerde m u h taç olan hizm etçilere veya ç o -
cuklara veya b ir sevinecek haber getiren fakir kimselere verilecek bahşişle-
rin zek ât niyetiyle verilmesi câizdir.
105 — Verilen bir zekât, fakir tarafından veya fakir olan çocuğ u n ve-
ya m ecnunun velisi veya vasisi tarafından kabzedilm edikçe tam am olmuş
olmaz.
F akir olan m atu h u n veya m ürahikin veya paranın kadrini bilip aldan-
m ayacak bir y a şta bulunan ço cuğun kabzi de kâfidir.
106 — Bir kimse, zekâtını araştın p zek âta m ahal olduğunu zannettiği
bir şahsa verir de o şahsın zek âta hakikaten m ahal olduğu anlaşılırsa ze-
kâtı, biiitüfak m uteber olur. Bilâkis hali anlaşılamaz veya zengin olduğu bi-
İLMİHALİ 343

alıare tebeyyün ederse İmam-ı Â'zam ile İmanı M uham m ede göre yine m u-
teber olur.
F a k a t araştınnaksızın zekâta ehil ve m ahal olup olmadığını hiç düşün-
m eksizin verecek olsa zek âtı yine m uteber olursa de zek âta m ahal olmadığı
m üahheren anlaşılsa zekâtı yeniden vermesi icabeder. Çünkü araştırm ak hu -
susunda kusur etm iştir.
107 — Z ek âta mahal, olup olm adığından şekkedilen bir şahsa araştir-
m aksızın verilen zekât, m uteber olm am ak tehlikesinde bulunur. M eğ erk i o
şahsın zek âta mahal olduğu bilâhara tebeyyün etsin.

SADAKAİ F IT IR :

108 — Sadakai fıtır, ram azanı şerifin sonuna y etişen ve havaici asliye-
sinden başka en az nisap m ik tan bir m ala m alik bulunan her hür müslüman
için verilmesi vacip olan bir sadakadır. Buna yalnız " F ıtra " da denir ki: fit-
ret sadakası, yani: Sevap için verilen yaradılış atiyyesi dem ektir.
109 — Sadakai fitın n vücubu, zek âtın farz olmasından m ukaddem dir,
orucun farz kılındığı seneye m üsadiftir. Bu, bir m uaevenettir, orucun kab u -
lüne, ölümün sekeratm dan ve kabrin azabından ku rtu lu şa bir vesiledir. Yok-
sullann ihtiy açlann ı gidermeye, Bayram gününün neşvesinden onlann da is-
tifade etm elerine bir yardım dır. Bu cihetle sadakai fıtır, insani bir hayr, biı
vazifedir.
110 — Sadakai fıtır, ram azan bayram ının birinci günü fecrin tulû'un-
dan itibaren vâcip olursa da bundan bir kaç gün, h a ttâ bir kaç ay veya sene
evvel de, sonra da verilebilir. Taki fakirler, bununla bayram namazın;»
çıkm adan evvel, noksanlarını tedarik edebilsinler.
* (Eimmei selâseye göre sadakai fıtır ram azanı şerifin son akşam ı güne-
şin batm asından itibaren vâcip olur. Bayram dan sonraya tehiri ile sakıt ol-
maz, kazası lâzım gelir.)
111 — Sadakai fıtır, nisap m ik tan mala m alik olan h er hv r müslüman
için vâciptir. Velev ki çocuk veya m ecnun bulunsun. B unlaun velileri bun-
ların m allanndan bu sadakayı vermezlerse bunu kendileri baliğ olduktan ve-
y a ifakat bulduktan sonra ödem ekle m ükellef bulunurlar. Bu mes'ele, İmam
A'zam ile İm am Ebu Y usuf'a göredir. İmam M uham m ed ile İmam Züfere
göre, bunlara sadakai fıtır vâcip olmaz. Babalan, vasileri bunu onlann mal-
lanndan verirlerse zamin olurlar. Belki bu sadakayı kendi m allarından ver-
m ek babalarına vâcip olur.
Bu nisaptan m urat, iki yüz dirhem gümüş veya yirm i miskal alün veya
bunlann kıym etlerine m uadil bir m aldır. Bu mal, havaici asliyeden, yani:
Sahibinin borcundan, ikam etgâhından evinin lüzumlu eşyasından, binip
kuşanacağı at ile silâhından ve kendisiyle ıyalinin bir aylık veya — diğer bir
kavle göre — bir senelik nafakalanndan fazla bulunm alıdır. Velev ki bu faz-
344 BÜYÜK İSLAM

la, haddizatında n u tu k gibi, ticaret m allan gibi nam ı sayılan bir m al olma-
sın. Bu fazla m alın üzerinden bir sene geçmiş olması da şa rt değildir.

İşte bu m ik tar bir m ala m alik olan bir müslüman için z e k ât alm ak veya
vâcip sadakalan alm ak haram dır, kurban kesm ek vaciptir.
(Eimmei selâseye göre bayram günüyle gecesine m ahsus kendisiyle ai-
lesi efradının yiyeceklerinden vesair haceti asliyelerinden fazla fitre m ik tan
bir m ala malik olan bir müslüman için sadakai fıtır bir vecibedir.)

112 — Ram azanı şerif bayram ının ilk günü fecrin tulû'undan evvel ve-
fat eden veya fakir düşen veya tulû'undan sonra doğan veya ihtida eden bir
müslümana sadakai fıtır vâcip olmaz. F a k a t tuiû'dan sonra vefat eden bir
müslümana vâcip olmuş olur. Binaenaleyh vasiyet etm iş ise terekesinin sü-
lüsünden verilir. Varislerinin kendi m allanndan venneleri de câizdir.
113 — Nisap m ik tan mal, sadakai fıtn n vücubundan sonra telef olsa da
fıtıe sakit olmaz. Çünkü verilmesi için evvelce bir k u dreti m üm ekkine b u -
lunm uştur. Z e k â t ise böyle değildir. O nda kudreti miiyessire lâzım dır.
114 — Ram azanı şerifte b ir özüre m ebni oruç tutm akla m ükellef ol-
m ayan bir müslüman hakkında da sadaki fıtır vâciptir. Meriz, müsafir ve
şeyhi fani gibi.

1 1 5 - Nisaba m alik olan hür bir müslim, hem kendi nefsi için, hem de
fakir olan m atûh veya m ecnun veya sağîr evlâdı için ve hizm etinde bulu-
nan köle veya cariyeleri için sadakai fıtır verm ekle m ükelleftir. Velevki köle
veya cariyesi gayri müslim bulunsun. Bu hususta efendinin ehliyetine ba-
kılır. Ticaret için olan köleler ve cariyeler için sadaki fıtır icap etm ez.
Çünkü bunlar, z e k âta tabidirler. Bunlardan dolayı hem zek ât, hem de sada-
kai fıtır içtim a etm ez.

Y uk an d a yazıldığı üzere İm am M uham m ede göre zengin olan çocuk-


lar için de sadakai fıtır verm ek, babalannın m alına m üteveccih bir vecibedir.

116 - F ak ir bir çocuğun babası ölmüş veya fakir bulunm uş olursa b a-


basının babası, — nisaba m alik ise — babası yerine kaim olup sadakai fıtır
verir. M aam afih zahiri rivayete nazaran bu ço cu k için fitre verm ek dedesine
müteveccih bir vecibe olmaz.
117— Bir kim se, kendi zevcesinin ve büyük, âkil olan evlâdının sadakai
fitn n ı vennekle m ükellef olmaz. Çünkü bunlardım h er biri kendi nefsine
tam b ir velâyeti haiz, m alında m üstakilen tasarruf hakkına m aliktir.
Binaenaleyh h er biri nisaba m alik ise zekâtım kendi m alından vereceği
gibi sadakai fitn n ı da kendi m alından verm ek lâzım gelir.
Bir de sadakalarda bir ib ad et m ahiyeti vardır. Zevce ise zevcesine ait
bir ib ad et vazifesini yüklenm ek için evlenm em iştir.
İL M İH A L İ 345

118- Bir kimse, kendi m alından zevcesinin veya büyük evlâdının fitre-
lerini izinleriyle verecek olsa kifayet eder. Ve bunlar kendi ıyalinde, idare-
sinde bulunduğu takdirde izinleri olmaksızın verm esi de kafidir. Çünkü bu
halde â d e te n izin vardır. Aile arasında bulunan sair şahıslar hakkında da hü-
küm böyledir. Bu, hususta hakikaten veya âdeten izne lüzum vardır. Zira
sadakai fitın n verilmesi niyete m ukarin olmalıdır, niyetsiz verilem ez. Böyle
bir izin ise n iy et hükm ündedir.
(İmam Şafiîye göre kadının sadakai fıtri zengin olsa da kocasına aittir.
Kendilerine ücret tayin edilm em iş olan hizm etçiler hakkında da hüküm
böyledir.)

119 — Bir kimse, kendi ıyalinde bulunsalar bile babasının, anasının sa-
dakai fitn n ı verm ekle m ükellef değildir. M eğer ki babası fakir olduğu halde
m ecnun bulunsun.
120 — Sadakai fıtır, d ö rt cins şeyden m uayyen m iktarda verilir.
Ş ö y lek i; buğdaydan yarım sa'ı Irakî, y ân i: Beş yüz yirm i dirhem , veri-
lir. Buğday unu ile kavudi daı buğday hükm ündedir. A rpadan, kuru üzüm-
den veya kuru hurm adan d a bir sa' = kile y â n i bin kırk dirhem verilir. Bun-
lann yerlerine kıym etlerinin verilmesi de câizdir, h a ttâ efdaldir. M eğer ki
fakirlerin ih tiy açlan b unlann ayınlanna daha ziyade bulunsun. (1)
121 — Nisabı z e k â tta olduğu gibi sadakai fıtra hususunda da dirhem -
den m aksat, dirhem i şer'îdir. M aamafih bu hususlar da her beldenin dirhem i
örfisine riayet edileceğine kail olanlar d avard ır. Dirhemi örfi fazla olduğun-
dan sadakai fıtri ona göre verm ek ih tiy ata m uvafık ve ziyade sevaba bais olur.
* (Eimmei selâseye göre sadakai fıtır, buğdaydan da bir sa'dır. F a k a t bu
sa'dan m aksat, sa'ı İraki değil, sa'ı Hicazîdir ki 6 9 3 ,1/3 dirhem m iktand ır.)
122 - Sadakai fıtır için buğday arpa, üzüm ile hurmaı birer sâb it
m iyardır. Çünkü bundan m aksat, fakirin bir günlük ihtiyacını olsun gider-
m ektir ki, o da bunlar ile kabil olabilir. Halbuki m uayyen bir para m iyar
olarak gösterilm iş olsa idi bu m aksat tem in edilm iş olamazdı. Zira erzakın
fiyatlan zam an zam an değişm ekte olduğundan o m uayyen para, bazı
senelerde bu m aksadı tem in edebilirdi, bazı senelerde tem in edemezdi.

(1 ) Bir sa'ı irak î (1 040) dirhem i ş e r ’ı itib ar olu n u r k i (9 1 0 ) dirhem i örfiye müsa-
vidir. O halde (520) dirhem i şe r'î d e (455) dirhem i örfîye müsavi bulunur.
"K üsurlara bakılm azsa" (1 0 4 0) dirhem e ş e r'i (2.917) kilo gram ; (1040) dirhem i
örfi de (3.333) k io gram eder. O h ald e (5 2 0) dirhem i ş e r'î (1,458) k io gram , (520)
dirhem i ö rfî d e (1 ,6 6 7 ) gram dem ektir.
Bir kilo gram (35 7 ) dirhem i şe r'îy e ve (3 1 2 ) derhem i örfîye müsavidir. Bir k io
m iktarındaki b ir şe y in , m eselâ buğ d ay ın fiatı b if a r z (50) k u ru ş olsa (1.667) kilo gram
m ik tarın ın fiatı ne eder? Bunu bu lm ak iç in (50) k u ru ş, (1 .6 6 7 ) y e zarb edilm elidir.
B unun fiatı anlaşılır.
S u re t; (1 ,6 6 7 X 5 0 —83,35) dem ek k i 83 kuru ş 3 5 santim etm iş oluyor.
346 BÜYÜK İSLAM

123 — Sadakai fıtır, z e k â t gibi niyete m ukarin olarak fakirlere temlik


suretiyle verilir, ibahe edilemez. Bu niyet, verilecek malı ayırm ak zam anın-
da yapılabileceği gibi verileceği zaman da yapılabilir, fakat fakire verilirken
b u n u n bir û tra olduğunu söylem ek lâzım değildir.
124 — Sadakai fıtn aralarında zevciyet veya v ilât bulunan kimselerin
birbirine verm eleri sahih değildir. M eselâ: Bir kimse kendi fitresini, fakir
olan zevcesine veya babasına veya oğluna veremez.
Sadakai fitır, İmam Ebu Y usuf ile İmam Şafîîye göre fakir olan zim-
m îye de verilem ez. Fetva bu veçhiledir. Çünkü bunu n verilm esindeki m ak-
sat, bayram gününde fakir m üslüm anlann ihtiyaçlarım gidererek onlann da
bayram a kalbleri rahat bir halde iştirak etm elerini ve dilenm ekten kurtula-
rak ibad et ile uğraşabilm elerini te'm in gibi şeylerden ibarettir. Bu m aksat
ise bu sadakanın zimmîlere verilmesiyle vücude gelmez.
M uahaza bunun zimmîlere de verileceğine kail olan zatlar diyorlar ki;
Bu sadakadan asıl m aksat, alel'ıtlak fakirlerin ihtiyaçlanm k u rb et sayı-
lacak bir şey ile giderm ektir. Bu m aksat ile fakir olan zim mîlere verilm ek-
le de husule gelir, çünkü onlara verilecek sadakalar da birer kurbettir.
125 — Bir kimse, fıtrasını bir fakire vereceği gibi bir kaç fakire de da-
ğıtabilir. M üteaddit kimseler de fıtralannı bir kaç fakire verebilecekleri gibi
bir fakire de verebilirler.
F a k a t bir kavle göre bir fıtra m üteaddit fakirlere verilemez.
126 — M üteaddit fitralar, gerek aynen ve gerek kıym etten olsun sa-
hiplerinin izinleriyle kan ştın lm ış bir halde fakirlere verilebilir. H er fıtrayı
diğerinden ayırm aya lüzum yoktur.
Bununla beraber fıtraların a y n ayrı verilmesi ihtiyata daha uygundur.
127 - Sadakai fitır, m ükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere veril-
melidir. Başka yerlere gönderilmesi m ekruhtur.

X i ^ JLT j . iılj)
İL M İH A L İ 347

ALTINCI KİTAP

FA R İZ A İ HAC İL E UMRE HAKKINDA

İÇİN D EK İLER: Hac üe um renin m ahiyetleri Haccın nev'ileri, rükün-


leri, Tavafın m ahiyeti ve nevi'leri. / Haccın farziyetinin şartlan . / Haccm
vücubi edasındaki şartlar. / Haccm sıhhatinin şartlan . / M ikate dair m alû-
m at. / Haccm farziyetinin sebebi ve zamanı. / Haccm farziyyetindeki h ik -
m et, Haccm vacipleri, sünnetleri ve âdabi. / Hac farizesi h ak k ın da tatb ik at. /
Um re, hacci tem ettü ve hacci kıran hakk ın da tatbikat. / H edyin m ahiyeti
ve hükümleri. / H acca m üteallik m e m n u a t / Bedel .= niy ab et suretiyle hac. /
Hac hususundaki niyabete, vasiyete ve nezre m üteallik m es'eleler. / Ihsara
ait m es'eleler. / Resuli Ekrem Efendim izin kabri saadetlerini ziyaret.

Hac ile U m renin m ahiyetleri:

1 — Hac, lûgatta tazim edilecek, m akam lan ve saireyi ziy aret kastında
bulunm aktır. Ş e r'i şerife, "A rafatta vakti m ahsusunda bir m ik tar dur-
m aktan, badehu K âbei M uazzamayı usulü dairesinde tavaf suretiyle ziyaret
etm ek ten ib arettir." Hac eden zata H âc = H âcı denir. Cem i; hüccactır.
2 — Um re, lûg atta ziyaret m anasınadır. İstilâhta: K âbei M uazzamayı
tavaftan ve safa ile Merve denilen iki m evki arasında sa'y etm ekten ibarettir,
ki b u n u n için m uayyen bir zaman y ok tur. Senenin h er m evsiminde yapıla-
bilir. Yalnız Arefe günü ile Kurban bayram ının d ö rt gününde yapılması
m ukruhtur. Ram azanı şerifte yapılması ise m enduptur.
348 BÜYÜK İSLAM

3 - Umre, bir sünneti m üekkededir. Bunu yapan zata "m u tem ir" de-
nilir. Farz olan Hacca "Haccı ek ber" denildiği gibi um reye de "H accı asgar"
denilir. M aamafih arefe günü Cum aya tesadüf eden bir hacca da "Haccı ek-
b er" denilm ektedir.
* (Umre, İmam Malike göre de bir m üekket sünnetidir. F ak at İmam Şa-
fiiye göre bir defaya m ahsus olmak üzere fevri olmayan bir farzı ayindir,
Hanbelüere göre Fevren farz olur.)

Haccın nevi'leri:

4 — Hac, farz, vâcip nâfile kısım larına ayrıldığı r I Haccı ifrat, Hac-
cı tem ettü , Haccı kıran nevilerine de ayrılır. Şöyle ki:
(1) Farz olan hac şeraitini cami, olan bir müslümanm öm ründe bir defa
edasile m ükellef olduğu haçtır.
(2) V âcip olan hac, nezredilen veya başlanılm ışken bozulan nafile bir
hacca bedel kaza edilecek olan haçtır.
(3) Nafile olan hac, m ürahik gibi henüz m ükellef olmayan bir kimsenin
veya farizayı haccı ifa etm iş olan bir zatın hak nzası için tetavvu yol ile
yapacağı h açtır ki, tekrar tekrar yapılabilir. (1)
(4) Haccı ifrat, um reye m ukarin olmaksızın yalnız başına yapılan farz,
vâcip veya nâfile haçtır ki, ihram a girerken yalnız hacca niyet edilm iş olur.
Bunu y apana "m ü frit" denir.
(5) Haccı tem ettü , hac m evsiminde evvelâ um re için ihram 'a girilip
um re yapıldıktan sonra aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülm e-
den tekrar ihram a girerek usulü dairesinde yapılan haçtır. Bunu yapan
zata "M ütem etti" denir. Bu haccı ifra ttan efdaldir,
(6) Haccı kıran, hac aylarından evvel veya hac aylan içinde ve m ikat-
tan m ukaddem veya m ik atta um re ile arası bir ihram ile, bir niy et ile
cem edelip um re yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen haçtır. Bu
veçhile hac yapılm ası haccı tem ettü 'den efdaldir. Bunu yapan zata da
"K arin " denir. B unlann tafsilâtı, tatbikatı ileride görülecektir.
5— Haccm farz, vâcip ve sünnet olan herhangi bir fiiline "Nüsük"
denir. Cem 'i "M enasik"tir. Bu tâbir esasen ibadet ve su ile bir şeyi tem iz-
lem ek m anasınadır.

Haccın rükünleri:
6 - Haccm rükünleri, yani: M ahiyetini teşkil eden farzları ikidir. Biri,
A rafatta b k m üddet vukuf, yani durm aktır, diğeri de K âbei M uazzamayı
tavaffi ziyarette bulunm aktır.

(1) On iki yaşım bitirip henüz baliğ olm ayan erkek ço cuğ un a m ürahik, dokuz
yaşm ı ikm al edip d e baliğ olm ayan kıza da m ürahika denir.
İL M İH A L İ 349

7— A rafat, M ekkei M ükerremenin cenubî şarkında altı saatlik bir


mesafede bulunan bir mevkidir. Hac yapmak- isteyenler için A rafatta dur-
m ak zamanı, Zilhiccenin dokuzuna m üsadif Arefe gününün zeval vaktinden
ilk k u rban Bayramı gününün tülûı fecrine kadar olan m üddetin herhangi bir
cüzidir. Bu m üddet içinde. A rafatta velev bir dakika durm akla bu v u ku f
farizası ifa edilmiş olur. Burada uyanık bir halde durm akla u y ku halinde
veya baygın bir halde durm ak müsavidir.
8 — A rafatta m uayyen m üddetten evvel veya sonra durm akla vukuf
farizesi yerine getirilmiş olmaz. M eğer ki Zilhiccenin hilâlinde iştibah
vaki olup Zilkade otuz gün olarak ikm al edilmiş, bilâhara Zilkadenin yirm i
dokuz gün olduğu anlaşılm ış olsun. O halde A rafatta durm anın ilk K urban
Bayramı gününe m üsadif olm uş bulunm ası, istihsanen câiz. k â fi olm uş olur.
9 — Hacıların Arefe günü zannederek A rafatta durdukları günün "Ter-
viye = y a 'n i Zilhiccenin sekizinci günü" olduğu anlaşılsa bu durm a, k ifay et
etm ez. Arefe günü tekrar durm aları lâzım gelir. Ş u kadar var ki um um
tarafından v u k u f ve tavaf yapıldıktan sonra haccm sahih olmadığına,
m eselâ bir gün evvel yapılm ış olduğuna dair vuku bulacak şehadetler,
artık dirilenemez.
10— Ar afatın ortasında "Cebeli rahm e t"in yanında kıbleye k arşı
Allah Tealâya d ua edilmesi efdaldir. Burası m uazzam bir m evkiftir. Dünya-
nın h er tarafından akın edip gelen, y u rtla n , dilleri, renkleri başka fak at
düşünceleri, gayeleri bir olan binlerce ehli İslâm, A rafatta — kefenlere
bürünmüş, kabirlerinden y en i h ay at bulup m ahşer sahasında toplanm ış
olacak — bir m uhterem b eşer kütlesini temsil eder. B unlann birer nezih
lisan üe H aktealâ H azretlerini birden tevhid ve tebcile başlam alan, bun-
la n n hazin, garibâne bir eda üe Allahü Azimüşş andan afivler, kerem ler
niyaz etm eleri m elekleri bile heyecana getirecek ulvî, ruhanî bir m anzara
vücude getirir.
Şüphe yok ki; Allah Tealâ Hazretleri, bu garip kullarına lütfedecek,
m eleklerine hitaben: " Ş u uzak ülkelerden gelip tozlar, topraklar içinde
kalm ış, kıyafetleri perişan ,rah m et ve inayetim i niyaz edip duran kullarım a
bakınız!. Ben A zim üşşan, onlan afîv ve m ağfiretim e nâil edeceğim " buyu-
racak, o Feyyezı kerim in rahm et ve in ay et denizleri dalgalanıp duracak-
tır.
Ne k u tsî bir tecelli, ne ulvî bir m azhariyet!.
* (İm am M âlike göre A rafatta v u ku f m üddeti, Arefe günü güneşin
zevalinden yevm inahrin fecrine k ad ar devam eder. O gün güneşin zevalin-
den gurubuna kadar, velev bir lahza durulm ası vaciptir. G uruptan sonra da
bir m iktar durulm ak lâzım dır, farzdır.)
11— K âbei M uazzama, M ekkei M ükenem e şehrinde Allah Tealânm
emrile İbrahim Aleyhisselâm ın ük defa olarak veya yenilem ek suretiyle
yapm ış olduğu d ö rt köşeli, yüksek,m übarek bir binanın işgâl ettiğ i m ukad-
des bir m evki'dir, burası, bütün ehli islâm ın bir kıblegâhıdır. Bu kıblegâha
350 BÜYÜK İSLAM

bir m abedi İlâhi, bir tecelligâhi süpiıanî olm asından dolayı "B eytullah",
"B eyti m uazzam " namı da verilm iştir.
K âbei m uazzam a, "H arem işerif" ve "M ecsidiharam ” denilen büyük
bir camii şerifin ortasında bulunm aktadır. Bu camii şerifin etrafında ku b b e-
ler vardır, m ütebakisi açıktır. Yedi m inaresi, bir ç o k kap ılan ve içinde m in-
beri, zem zem kuyusu vs İbrahim Aleyhisselâm m m akam ı vardır.
12— Tavafi ziyarete gelince; bu Arafaıtta vukuftan sonra Kâbe-i
M uazzamanın etrafında yed i defa dolaşm aktan ib arettir ki, bunun d ö rt
defası bir, rükündür, bir farizadır.
Tavafi ziyaretin vakti, K urbân Bayram ının ilk gününün tu lû 'ı fecrin-
den başlıy arak h ay atın son gününe kadar uzayan bir m üddetin h er hangi
b ir Cüz'idir ki, bu cüz'de yapılacak bir tavaf ile Hac farizası ikmal edilmiş
olur.
Tavafın m ahiyyeti ve n e v ile ri:
13— Tavaf, lügatte: Z iyaret etm ek, bir şeyin etrafında dolaşm ak
m anasınadır. Tavaf edene " T a if ' tavafa m ahsus m ahalle de " M e ta f ' denir.
Tavaf istilâhda: "K âbei M uazzamanın çevresinde yedi defa dolaşm aktan
ib are ttir." Ş ö yle k i;
K âbei M uazzam anın cenup tarafındaki d il'm bir köşesine "riikni
h acer", diğer köşesine de "rükni yem anî" denir. Rükni Hacer "Haceri
esvet = Haceri e s'a t" denilen m übarek bir taş vardır ki bu, tavafin başlan-
gıcı için bir nişanedir.
İşte bu haceri E svet'in bulunduğu köşeden tavafa başlanır. Beyti
Muazzam sola alınarak Beyti M uazzam 'm kapısına doğru sağa gidilmek
suretiyle devir yapılır, böylece h e r devir = dolaşm a, Haceri Esvedin bulun-
duğu kö şeden başlar, orada nihayet bulur. Bu devirlerin h er birine bir
"şa v t" denir. Bu halde yedi şavtta, bir tavaf olm uş olur.
14— Tavaf, bir nevi' nam azdır; Allah T ealâya heyecan ile m uhabbet
ve tazim in bir nişanesidir, arşı İlâhî etrafında dolaşan kudsî m eleklerin
hallerine bir benzeyiş tarzıdır.
K âbei Muazzama, bu şuhu t âlem inde, gayip ve m elekut âlem indeki
m akam ı rububiyetin bir zahirî misalidir. Bu m addî beytin çevresindeki be-
denî hareketler, m elekût âlem indeki arşı k u d retin etrafında yapılan ruhanî
hareketlerin birer rum uzudur.
15— Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Haceri Esvedin
önüne geldikçe ona istikbal edilir, nam azda d u ru r gibi tekbir ve tehlil ile
bu m übarek taşa eller kaldırılıp sürülür ve m üm kün ise öpülür. Bunlar
mümkün olm ayınca karşıdan el sürmek işareti yapılır. Buna "istilâm =
selâm lam ak" denilm ektedir.
Haceri es'ada böyle el koym ak, H ak Tealâ H azretlerile ib ad et ve taat
hususunda antlaşm anın ve b u ah ta vefa edileceğinin bir rem zi dem ektir.
16— Tavafin nevilerine gelince bunlar, aşağıda yazıldığı veçhile
beştir.
İL M İH A L İ 351

(1) Tavafı kudüm , taşradan M ekkei M ükerremeye varıldıkta yapı-


lan tavaftır. Bu tavaf, â fa k î için, y a ’ni m ikat haricindeki başka beldelerden
M ekkei M ükerrem e'ye gelen zatlar için sünnettir. Buna "Tavafi lik a" da
denir.
* (Bu tavaf, İmam M âlik'e göre vaciptir).
(2) Tavafi ziyaret, A rafattan inildikten sonra yapılan tavaftır. Buna
"T av afi ifaza" de denir. İşte haccın iki rüknünden biri; bu tavaftır ki,
d ö rt sâvtı faizdir.
(3) Tavaffi sader. Hac esnasında m ina m evkiinden M ekkei M ükerre-
m eye inildiği vakit yapılan tavaftır. Buna "tavaffi veda" da denir. Bu tavaf
afakî hakkında vâcip tir. Bununla haccm m enasiki hitam bulur. Hacılar bu
veçhile K âbei M uazzam a'ya veda ederek vatanlarına dönm ek üzere bulu
nurlar.
* (Bu tavaf, Şafiîlerce vâcip veya Sünnettir.)
(4) Tavaffi tatavvu' M ekkei M ükerremede bulunan zevatın k âb ei
M uazzama etrafında vakit vakit yap tıklan nâfile tavaftır. Böyle bir tavaf,
Afakiler hakkında nâfile namaz kılm aktan efdaldir. Çünkü onlar, her vakit
bu şerefe nail olamazlar.
(5) Tavaffi Umre, d ö rt şavtı, um renin rüknünden ibaret olan tavaftır
ki, h er hakle lazım dır, bunun yerine başka bir şey kaim olamaz.
Um rede tavaffi kudum , tavaffi sader yo k tu r. U m reye ihram ile başla-
nır, halk veya taksir ile = tıraş olm a ile nflıayet verilir.
17— Tavaf esnasında tekbir ve tehlil ile salatü selâm okunur.
Tavaflarda tevâlî ş a rt değildir. Binaenaleyh bir tavaf daha ikmal
edilm eden namaz için veya abdesti yenilem ek için bırakılsa bozulm az.
Bakiyyesi sonra ikmal edilebilir. Tavafta kadınlann erkeklerle m uhazi =
bir sırada bulunm aları da tavailannı ifsat etm ez.

Haccın farziyetinin şartlan :


18— Bir zata hac etm ek farz ohnası için sekiz ş a rt vardır. Şöyle ki:
(1) Müslüman olmalıdır. Gayri müslimler, hac ile m ükellef değildirler.
Binaenaleyh bir gayri müslim, bilfarz hac y a p tık ta n sonra ihtida etse, diğer
şa rtla n m evcut olunca yeniden hac etm esi icap eder.
Kezalik: bir müslim, hac ettik te n sonra — m azallah — irtid a t edip de
sonra tövbe ederek islâm iyete dönset şeraiti m evcut olunca tekrar hac
etm esi lâzım gelir.
(2) Baüğ olmalıdır. Bir çocuk, âkil, mümeyyiz olsa hac ile m ükellef
bulunm az. O nun yapacağı hac, nâfileden ibaret bulunur. Binaenaleyh
baliğ ve şeraitini cami olunca ıtekrar hac etm esi iktiza eder.

Velisiyle beraber h açta b ulunan çocuğa velisi, haccm m enasikini


atırır m eselâ: Cem releri ta şla ttın r, tâ k i b u n lan öğrenip büyüdükten sonr;
352 BÜYÜK İSLAM

kolaylıkla yapabilsin. M aahaza bu taşlam ayı terk etse kendisine bir şey
iâzım gelmez. Çünkü bu, o ço cu k h ak kında bir vecibe değildir.
(3) Âkil olmalıdır. Deli olanlar, hac ile m ükellef değildirler. İfakat
b u ld u k tan sonra hac şeraitini cami olunca hac etm eleri lâzım gelir.
(4) Hür olmalıdır. Köleler, cariyeler hac ile m ükellef değildirler.
B unlann yap tıklan haclar, birer nâfîledir. A zat edildikten sonra sair şa rtla n
da haiz olunca hac etm eleri icap eder.
(5) Haccın faıziyyetine vakıf olmalıdır. Ş ö yle ki: Dari h arp te gayri
m üslimlere ait bir beldede bulunup ih tid a eden kim se, haccm farz olduğunu
bilm edikçe hac ile m ükellef olam az. F a k a t islâm ülkesinde böyle bir
cehalet, bir m azeret teşkil etm ez. Binaenaleyh islâm yurdun da b ulunan bir
g ay n müslim, haccm farz olduğunu bilsin, bilm esin ihtid a edip sair şa rtla n
da câmî olunca hac ile m ükellef olur.
(6) Hac vazifesini m eşakkatsiz bir surette gidip ifa edebilm eye k âfi
bir vakit bulunm alıdır. Binaenaleyh bir kim se hac farizesi için sair şa rtla n
tam am en haiz olduğu tarihten itibaren bu vazifeyi ifaya müsait bir vakit
bulm adan vefat etse bu fariza ile m ükellef olm uş olmaz.
(7) Hicaza gidip gelinceye kadar kendisinin ve ailesi efradının m u ta t
veçhile nafakalan bulunm alıdır. H aceti asliyeden sayılan m alların bulun-
m ası üe hac farz olmaz. F a k a t h acetten fazla bir mal, m eselâ bir akar veya
zait e şy a bulunsa bu nlan satıp hac etm ek lâzım gelir. Bir hanede k ira ile
oturm ak da haccm farz olm asına m ani değildir.
H aceti asliye için z e k â t m ebhasine m üracaat!.
(8) Kendi haline münasip nakil vasıtası ve yolda yapacağı m asraflara
m ukabil parası bulunm alıdır. Buna "rahileye ve zaditarika = yol azığına
k u d re t" denir. Ş öyle k i;
Hac için zad ve rahileye k u d ret şarttır. Bu ku dret, —h ac için gitm eğe
m üsait ise — hac aylannda veya herkesin bulunduğu beldede hacılann
m u ta t veçhile hacca gidecekleri zam anda bulunm ak lâzım dır. Bu esnada
hacca kâfi, haceti asliyeden hariç bir m ala m alik olan kim senin, sair şerait-
leri de cam i olunca hac etm esi farz olur.’ Bu m alı başka yere sarfedem ez,
ederse İıac zim m etinde borç olm uş olur. F a k a t bu vakitten evvel elde
edilen bir mal, bundan evvel istenilen yere sarfedilebilir. Bundan dolayı
kendisine hac farizası teveccüh etm iş olmaz.
M eselâ: M uharrem ayında hacca k â fî bir m ala malik olan kimse,
bunu bir iki ay içinde başka bir cihete sarfedip de beldesinden hacca gi-
dilmesi m u ta t sırada elinde m al kalm am ış olsa kendisine hac farz olmuş
bulunm az. İare ve ibahe suretiyle olan z a t ve rahile k ifay et etm ez. Velevki
m in n et etm iyecek kim seler tarafından olsun. Meselâ: Hac etm ek üzere
hibe edilen bir m alı kabul etm ek h e r halde lâzım gelmez.
Maahaza Mekkei M ükerremeye on seki;' saatten yakın bulunan yerler-
deki müslümanlar için yürümeye kud retleri olunca rahile bulunm ası şart
değildir.
İL M İH A L İ 353

*(lm am M âlike göre zade ve rahfleye k u d re t h er halde şa rt değildir.


Bu hu su sta M ekkei M ükerrem eye gidip hac e fa ü n i yerine getirm eğe alel'
âde im k ân bulunm ası kâfidir. Binaenaleyh fazla m eşakk at bulunm aksızın
yayan olarak veya icare ile tem in edilecek bir rahile ile h acca gitm eğe ve
nafakasını san 'atı sebebiyle yo ld a günden güne elde etm eğe kadir olan bir
müslümana — canı ve m alı hak k ında bir tehüke y o k ise — hac farz olur.
Y urd u n d a kendisinin ve ailesinin nafakalan için bir şey terkedip etm em esi
müsavidir. M eğerki nafakasız kalıp h e lâ k olm alarından korkulacak olsun, o
halde hac ile m ükellef olm az.)

H accın vücubı edasındaki şartlar;

19— Haccm edası farz olm ak için beş ş a rt vardır. Ş öyle k i;


(1) V ücut sıhhatte bulunm alıdır. Binaenaleyh bizzat hac edebilecek
bir beden sıhhatine sahip olm ayan kim seye hac etm esi farz olmaz.Kör
veya kötürüm olanlar da bu hüküm dedir.
F a k a t İm am eyne ve İm am ı A 'zam dan bir rivayete göre kendisine
rehberlik edecek kimsesi (kaidi) bulunan a'm â, sair şa rtla n haiz olunca
hac ile m ükellef olur.
(2) Haccm edası, hissî m anialardan h âli bulunm alıdır.
Binaenaleyh b ir kimse, m ahpus veya cebren m em nu b u lun duk ça hac
etm ekle m ükellef olmaz.
(3) Yolda em n iy et bulunm alıdır.
Binaenaleyh y o l tehlikeli b u lundukça hacca gidilmesi farz oimaz.
(4) Hac için en az on sekiz saatlik bir yolculukta bulunacak kadının
yanında kocası veya müelbbeden m ahrem i olan bir erkek bulunm alıdır. Bun-
lan n akil, baliğ veya m ürahik olm alan lâzım dır. R efakatinde böyle bir kim -
se bulunm ayacak bir kadın için hac etm esi farz olmaz.
Kendisine hac farz olan bir kadım , yanında böyle bir m ahrem i bulun-
duğu takdirde hacca gitm ekten kocası m en'edem ez. Çünkü böyle bir farizayı
yerine getirm ek, kocasının hakkından m ukaddem dir. G enç bir kadının yal-
nız süt kardeşiyle veya dam adiyle hacca gitmesi, fesadi zam ana m eb'ni
m üteahhirince gayri câiz görülmüştür.
(5) Hacca gidecek kadın, kocasından boşanm ış veya kocası ölmüş ise
idde ti bitm iş olmalıdır. Binaenaleyh böyle bir kadın id d et içinde bulund ukça
hacca gidemez. H a ttâ yola çık tık tan sonra M ekkei M ükerremeye en az on
sekiz saat uzak bir yerde iken - Kocasm m o sırada ölmesi gibi bir sebeple
— id d et beklem esi icap etse bu iddeti bitinnedikçe oradan çıkm am ası lâ -
zım gelir.
Haccın sıhhatinin şartları :

20 — Bir hac vazifesinin sahili bir surette yerine getirilmiş olması için
şöylece d ö rt ş a rt vardır:
F: 23
354 BÜYÜK İSLAM

( 1 ) İslâm , b u haccm farziyetinin şartı olduğu gibi sıhhatinin de şartı-


dır.
Binaenaleyh gayri müslimin haccı sahih olmaz, velevki bilâhara müslü-
man olsun.
(2) M ekânı mahsus. Bundan m aksat, A rafat ile K âbei Muazzamadır.
Binâenaleyh A rafatta v ukuf üe Beytullah tavaf edilm edikçe sahih bir hac
vücude gelmiş olamaz.
(3) V akti m ahsus. Bundan m aksat, A rafattaki vakfe zam anıdır ki, Are-
fe gününün zeval vaktinden kurban bayram ının tülû'i fecrine kadar devam
eden bir m üddettir. Tavaffi ziyaretin vakti ise — eyvelce de beya? edildiği
üzere 4- hayatın nihayetine kadardır. F a k a t bu tavafın vâcip olan vakti, ey-
yam ı nahr'dır. Yani: Kurban bayram ının ilk üç günüdür.
M aahaza hacci ifradın ve naccı tem ettü ile hacci Kıranın M enasikini ifa
edebilm ek için m uayyen bir vakit vardır ki, o da Şevval, Zilka'de aylanyle
Zilhiccenin ük on gününden ibarettir. Bu m üddete eşhüri hac = hac aylan ve
"m evsim i hac” denilir.
Bu hac ayları içinde en son vakti hac, Arefe güniyle ilk Kurban şinü-
dür. Binaenaleyh Arefe günü zevalden sonra A rafatta az ç o k bulunup Bayra-
mın ilk gününde de tevaffi ziyareti yapan bir zat, hac farizasını yapm ış olur.

* Şafiflere göre de A rafatta vükuf v ak ti,zilh iccen in dokuzuncu gününün


zevalinden onuncu gününün fecrine kadardır. Bu vakitte velev bir lâhza
vukuf kâfidir.
(4) Hac niyetiyle ihram. Ş ö yle ki: İhram , haccı veya um reyi veya her
ikisini eda için mübah olan şeylerden bazılannı nefsine m uvakkaten haram
kılmak; yani onlan yapm aktan sakınm aktır. Bu ihram , hacca veya um reye
veya hac ile beraber um reye niyet etm ekle ve "telb iye" de bulunm akla
vücude gelir.
Telbiye: «düeti^ oi-l j l dU dil <iL) dU»
dem ektir. ( 1 )
21 — İhram ı yapana "M uhrim ” denir. M ührün olm ayana da (Helâl)
denilir. "İh lâ l" da ihram dan çıkm ak ve bir şeyi harem sahasından d ışanya
çık ann ak m anasına gelir.
İhram , Beytullah için bir tazim alâm etidir. H a ttâ hariçten bir hacet,
m eselâ ticaret için gelen bir müslüman, hac veya um re kastinde bulunm asa
da, yine ihramsız olarak M ekkei M ükerreme şehrine giremez. Bu, haram dır,
hürm ete m ünafidir.

(1) L ebbeykel’ lahümme leb b ey k , lâ şerik e leke leb b ey k , innel ham d e venni1
m e te lek e vel'm ülke lâ şerike lek.
Meali: Allahım! Ben senin emrü ferm anına h e r zamsın ita at ederim . Senin için o r-
tak y o k tu r. D âvetine daim a h u lu s ve sadakada icabet ederim . Şüphe y o k ki h am d de,
nim et te sana m ah su stu r, mülk de, senin şerikin y o k tu r m abudum !
İL M İH A L İ 355
22 - İhram a giren bir erkek, dikişli libaslarını çıkarır, bir peştim al k u-
şanır, üzerine bir omuz havlusu alır, başını ve ayaklarını açık bulundurur,
tem izlenir, yıkanır veya abdest alır, iki re k â t namaz kılar, yüksekçe bir sesle
(Lebbeyk Allahümme lebb eyk...) diye telbiyede bulunur, zevcesile cinsi
m ukareneti terkeder, zevcesini okşayıp öpm ez, akıllı kim seler tarafından
Tiyp = güzel kok ulu" sayılan misk, anber, k âfu r gibi şeyleri sürünmez, bun-
lan y atağına da sürmez, av hayvanlan avlamaz, ve avlayanlara işâ re t edip
göstermez, M ekkei M ükerremenin harem indeki yeşil ağaçlan, yeşil otları
kesip koparm az, kendisinin saçlarım kesmez, tıraş etm ez, hac veya um re
işlerini bitirinceye kadar bu halde devam eder.
R ayihasından telezzüz edilecek her şey "T iy p " sayılır.
İhram a giren kadınlar ise libaslanm çıkarm azlar, başlarını ve ayaklan-
m, açık bulundurm azlar, telbiyede seslerini yükseltmezler.
23 — İhram a giren z a ü an n çadır altına sokulm aları, şem siye tutm aları,
yüzük takm aları, bellerine kem erlerini bağlam alan ve om uzlanna giyinmek-
sizin p alto gibi şey almaları haranı değildir.

24 — Yalnız hac için veya haccı tem ettü ile lıaccı kıran için Şevvalin
birinci gününden Zilhiccenin dokuzuncu gününe kadar herhangi bir günde
ihram a başlanılabileceği gibi bundan evvel de başlanılabiiir. Çünkü ihram ,
haccm şartıdır. Ş a rt ise m eşru tu n vaktine takaddüm edebilir, bu câizdir.
Taharetin namaz vaktine takaddümü gibi. Ş u kadar var ki, ihram a daha ev-
vel başlanılm ası, m üddetin uzaması itibariyle m uhataralı olduğundan m ek-
ruhtur, ihram sebebiyle m em nu olan şeylerden uzun bir m üddet korunm ak
kolay değildir.
* (Şafülere göre hac için hac aylanndan evvel ihram a girilmez. Girilir-
se um re için girilmiş olur. )

Mika te dair m alûm at:

25 — Hac için afaktan yolculuk yapan zatlar için ihram a girmelerine


m ahsus beş m evki vardır ki, bunlardan herbirine "M ikat", hepsine birden
"M evakıt" denir. Bunlar: "Zülhüleyfe*’, "Z ati ırk ", "C uhfe", "K a m ” , "Ye-
lem lem " denilen yerlerdir. F a k a t bu mevkilere gelmeden evvel de ihram a
girilebilir. H a ttâ Süveyş yolile hacca giden zatlar, "R abig" hizasında ihram a
girerler ki, burası Ş am lılann m ikaü olan ve Mekkei M ükerremeye üç mer-
hale uzakta bulunup bugün eseri kalm amış bulunan "C uhfe" kasabası ya-
kınındadır.
26 — Bir hac yolcusu, m ikatı ihram sız geçerse bakılır, eğer daha hac-
cm m enasikini ifaya başlam adan m ikata döner, telbiyede bulunur, ihram a
girerse kendisine b ir ceza lâzım gelmez. F a k a t m ikate dönm ez de bilâhara
ihram a niyet ederse veya haccm m enasikinden birini yap tık tan sonra ibram
,56 BÜYÜK İSLAM

in m ikate dönerse ceza olarak dem, yani: Bir koyun kurban etmesi lâzım
Sir. Haccın fevt olmasından korkulm azsa m ikate dönm ek efdaldir.
27 — Mekkei M ükerremede bulunan zatların hac için m ikatı; M ekkei
M ükerremedir. Tam oradan ihram a girerler, velevki ehalisinden bulunm uş
olmasınlar. F ak at um re için harem i M ekke dışında bulunan bir yere, bilhas-
sa "T en 'im " denilen mevzie çıkar, oradan um re için ihram a girerler. Bn ci-
hetle bu mevzie "um re" de denilm iştir.
28 — Mekkei M ükerremenin etrafındaki bir m iktar sahaya 'H arem i
M ekke" denir. Bunun haricinde, ya'ni, Harem havzesi dışında îa "H ıll"
adı verilir.
H ıll'in M ekkei M ükerremeye en yakım , garp canibinden üç d ö rt mil
m esafede bulunan "T an 'im " mevzii'dir.
Hıll tabiri, ihram a nihayet verm ek m anasına da m üsta'm eldir.
29 — Haremi M ekke ile m ikatlerden biri arasındaki yerlerde- bulunan
zatlar da bulun d uk lan yerlerden veya M ekkei M ükerremeden ihram a girer-
ler. Bunlann yakınlık dolayısiyle M ekkei M ükerremeye gidip gelmeleri ç o k
olacağından haklarında böyle bir kolaylık, bir müsaade gösterilmiştir.

Haccm farziyetinin sebebi ve edasının fevrî olup olmaması:

30 — Haccm farz olmasına sebep, BeytuEahm m evcudiyetidir. Bu mu-


kaddes m a'bedi ziyaret için H ak Tealâm n em riyle hac farz kılınm ıştır. Bu
sebep, tekerrür etm ediği için haccm farziyeti de tekerrür etm ez, m ükellef
olan bir zatın öm ründe bir defa hac etm esiyle bu fariza yerine getirilmiş
olur. H a ttâ âkil ve baliğ olan bir müslüman, fakir iken yürüyerek hac etm iş
olsa bilâhare zengin olmakla yeniden hac etm esi icap etm ez.

31 — Hac, H icreti Nebeviyenin dokuzuncu senesinde farz kılınm ıştır.


Bu sene Resulü Ekrem , Sallâllahü A leyhi Vesellem Efendim iz tarafından
E bubekir Sıddık Radiyallahü Anh Emirülhac tayin bu yurulm uştu. Hicretin
onuncu senesinde bizzat Peygam beri Zîşan Efendim iz Mekkei M ükerremeye
azimetle hac farizasını ifa buyurm uşlardı.
32 — Haccm farziyeti edasına gelince bu, fevri m idir, öm rî m idir? Ya-
ni; şartlarını cam i olan bir zat için hem en o şa rtla n haiz olduğu senede hac
yapılması lâzım m ıdır, yoksa her hangi senede yapılması câiz, edadan m a'
d u t m udur?
Bu hususta iki kavil vardır. Bir kavle göre hac farizası, öm rîdir, mükel-
lef, bunu berhayat oldukça dilediği senede yapabilir, sonraya bıraktığından
dolayı günahkâr olmaz. M eğer ki hac etm eden vefat edecek olsun.
F a k a t daha sahih göıülen diğer kavle göre haccm farziyeti edası, fev-
r d ir. Bunun tehire bırakılması bir günahtır. Şöyle ki: Bir zat, bulunduğu
beldede hacıların Hicaza gidecekleri m u 'ta t olan bir günde haccın şartlanın
mıîunsa hem en hacca gitmesi kendisine farz olur. Bu tarihte hacca git-
İL M İH A L İ 357

mezse âsim olur, h a ttâ bilâhara bu şartlardan m ahrum kalsa da bu fariza,


uhdesinde takarrür etm iş olduğundan sakıt olmaz. Bundan m es'uî bulu-
nur.
33 — Hac aylarında = mevsimi hacda hac şartlarını cam i ve hac yolcu
luğu için bu m üddet kâfi bulunduğu takdirde de hac. farz olm uş oh<r. h
haccın edasının farziyeti de bir kavle göre ö m rîise de daha sahih görülen t
ğer bir kavle göre fevridir. Hem en o mevsimde gitm ek icap eder.

Haccm farziyetindeki hikm eti teşriiyye:

34 - M alûm dur ki hac, islâm iyetin beş mühim esasından birini teşkil
etm ektedir. (Büniyelislâmü alâ hamsin. — İslâm dini, beş esas üzerine kurul-
m u ştu r) hâdisi şerifi, bunu bildirm ektedir.
Hac, şartlan ın haiz olan her müslüman için pek m ukaddes bir fariza-
dır. Namaz, oruç, birer bedenî ibadettir. Z e k â t da bir m alî ibadettir. Hac ise
hem bedenî, hem de m alî bir ibadettir. Bu fariza, hem bedence olan sıhhat
ve selâm etin, hem de m alî varlığın bir şükran vazifesi dem ektir.

Haccm yapılm asındaki m uhtelif usul ve âdab, insanın kadim ve kerîm


olan m a'buduna yapacağı tazim atın, göstereceği kulluk vaziyyetinin, arze-
dedeceği ihtiyaç ve iftikar tarzının en mükem mel şeklini ihtiva etm ektedir.
35 — Alîm ve hâkim olan halikim izin kudsi bir m a'bedini m ükerrem
bir beytini ziyaret ederek zati ülûhiyetine olanca safvetiyle. olanca samimi
duygulariyle tazim atta, ta z a n u a tta bulunan bir kulun bu dinî vazifesi, temiz
ruhlara büyük inşirahlar verecek ulvî bir m ahiyeti haizdir.
Bundan başk a um um m üslüm anlann kıblegâhı olan ve İbrahim Aley-
hisselâm gibi büyük bir peygam berin m akam ını ihtiva eden m uazzam bir
m a’b e t'te yapılacak ibadet ve taatin ulviyetine; vesile olacağı ecir ve mesû-
bate nihayet yoktur.
Resuli Efham Efendim izin içinde doğup büyüdüğü, İslâm güneşinin ilk
doğm aya başladığı ve islâm iyetin binlerce kudsi hatıralan sinesinde saklan-
mış bulunduğu m übarek bir beldeyi ziyaretteki feyiz ve bereket de her tür-
lü tasavvurlann fevkindedir.
36 — İslâm âlem inin şark ve garbinden nezih bir heyecan ile akın edip
gelen binlerce dindaşın böyle m uhterem bir m ek ân d a toplanm alan, arala-
rındaki din birliğini, din kardeşliğini, din sevgisini canlandırm alan ve birbiri-
nin halinden haberdar olarak fikir teatisinde bulunm alan ne kadar takdirle-
re şayan bir harekettir.
Seyahatin sıhhi, fikrî İçtim aî faydalanın takd ir eden yabancı m illet-
ler, dinen m ecbur olmadıkları halde bir çok sıkıntılara katlanarak cihanın
en hücra taraflarım gezip duruyorlar. İslâm iyet ise en faideli bir seyahate
bir kudsiyet, bir m ecburiyet verm iş, m üslüm anlan böyle bir seyahatin ni-
hayetsiz feyizlerinden m üstefit etm ek istem iştir.
358 BÜYÜK İSLAM

37 — Hac farizasını şuurlu bir halde ifa edecek m üslüm anlann bundan
ne kadar istifade edecekleri pek aşikârdır. Bahusus bu farizayı yerine getir-
m ek balıtiyarlığına nâil olan uyanık bir müslümanm bu sayede bir hayli bil-
giler elde ederek tenevvür edeceği ve sonra dönüp kendi m uhitini bir ço k
İslâm şuunundan haberdar ederek tenvire m uvaffak olacağı da şüphesizdir.
38 — Velhasıl haccm farziyetindeki hik m et ve m aslahat, pek büyüktür.
Müslümanlığın intişarına, itilâsına m üteveccihtir. Zaten dini islâm ın em ir ve
tavsiye e ttiğ i hangi bir ib ad et ve taat vardır ki, m üslüm anlann m addî ve ma-
nevî sahalardaki terakkisini, tefeyyüzünü tem in etm esin? Elverir ki, müs-
lümanlar, kendi m ukaddes dinlerinin bu em irlerini tavsiyelerini bihakkın
takdir ederek yerine getirm eğe çalışsınlar.
Ne m u ü u servete, sıhhate m alik olup da bu gibi dinî vazifelerini ifaya
m uvaffak olanlara!...

Haccin vâcipleri:

39 — Hac farizesinin vâcipleri şunlardır:

( 1 ) İhram a m ikat denilen yerlerden başlanm ak.

Binaenaleyh M edinei Münevvere tarafından hacca gidenler, Zülhuleyfe-


den, Irakhlar, Horasanlılar, M averainehir ahalisi, zati ırktan; Şam lılar ile
Mısırlılar ve M ağribîler, Cühfe m uhazi bir yerden m eselâ Rabig köyü hiza-
sından, Necitliler, K am dan, Y em enliler de Y elem lem 'den ihram a girerler.
Y ollan bir inikatlardan birine tesadüf etm eyen hacılar da bunlardan birinin
hizasında bulunacak bir yerden ihram a başlarlar.
( 2 ) İhram ın m ahzurlannı, yani: İhram a giren kimse için yapılması ha-
ram olan şeyleri terk etm ek.
Dikişli libas giyinilmesi, av avlanması, daha ihram da iken saçlann ke-
silmesi veya fâhiş lâkırdılar söylenm esi gibi.
(3) A rafatta zevalden sonra gurup vuku buluncaya kadar durm ak.
(4) Kurban bayram ının birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin
doğm asından evvel, velev bir saat M üzdelifede durm ak.

Müzdelife, M ekkei M ükenem eye dört, rafata iki saatlik bir mesafede
bulunan bir mevkidir.
(5) D ört devresi farz olan tavafi ziyareti yedi devre ile tam am lam ak.
( 6 ) Tavaffi ziyareti eyyam ı nehirden birinde, yani: K urban bayram ının
birinci veya ikinci veya üçüncü gününde yapm ak.
(7) Tavaffi saderde bulunm ak. Bu, m ekkî olmayan, yani: M ekkei Mü-
kerrem e ile civan sakinlerinden olm ayıp taşradan hacca gelip âfakı namını
alan hacılara m ahsustur ki, bir dönüş, veda tavafından ibarettir.
İL M İH A L İ 359
( 8 ) Tavaf esnasında hadesten tahir, avret m ahalleri tam am en kapalı ol-
mak.
(9) K âbei M uazzamayı tavafa daim a Haceri Esvet cihetinden başlayıp,
Beyti M uazzamı sola alarak tavaf etm ek ve bunu yürüyerek yapm ak.
H asta olanlar tahtalar üzerinde tavaf ettirilir.
(10) Her tavaftan sonra iki re k 'a t nam az kılmak.
(11) Tavafı hatim in gerisinden yapm ak.
Şöyle ki: Beytullahın şim ale doğru olan dıl'ım n bir köşesine "R ükni
Ş a m î", diğer köşesine de "R ükni Irak î" denir. K âbei M uazzam anın altın
oluğu, bu iki rüknün arasında ve H anefî m akam ının önündedir. Bu oluğun
akacağı yarım dairelik b ir yer, bir yarım duvar ile çevrilm iştir. Bu duvara
"H atim = H azreti İsm ail", bunun ku şattığ ı o yere de "H icrülka'be" denilir
ve bu yerin bir kısmı, K âbei M uazzam adan sayılır, orada nam az kılınır, dua
edilir. F a k a t bu yerin K âbei M uazzam adan olduğu haberi ahat ile sabit
olduğundan Bey tu İlaha yüz tutm aksızm bu duvara karşı namaz kılınamaz.
Bu duvarın iki tarafı açıktır.
İşte Harem i Ş e rif içinde bu duvarın arkasında tavaf edilir ki, bu vâcip-
tir.
(12) Mevsimi hacda Safa ile Merve arasında sa'y etm ek ve bu Sa'ye
Safadan başlam ak ve özürleri olm ayanların bu sa'yi piyade olarak yapm ala-
rı,
Safa ile Merve, M ekkei M ükerremede Mescidi H aram ın hem en civann-
da basam aklı iki tepedir. Bunlar, genişçe bir cadde ile birbirine bağlıdır. Sa-
fadan başlayıp Merveye dört, ve M erveden Safaya üç defa gidip gelmek bir
vecibedir ki, bu yedi geliş gidişe " sa 'y " denir. H er defa K â'b ei M uazzama
görülünceye kad ar basam aklara çıkılır. Ş im d i Merve tarafında yüksek bina-
lar yapüdığından K âbei M uazzamayı görm ek kabil olm am aktadır.
Hac için yapılan Sa'y, tavaffi kudüm den veya ziyaretten sonra, um re
için yapılan sa'y de tavaffi um reden sonra yapılır.

Bu Sa'y m ahalline "rnes'a" denir ki eni (35), uzunluğu da (750) ar-


şındır. Elyevm iki tarafında dükkânlar bulunan bir caddedir.
(Sa'y, İmam Şafiîye göre haccın ve um renin bir riiknidir. Bunsuz hac
ve um re tam am olmaz.)
Bu tarzı hareket, bütün k âin atın m alik ve hakim i olan Allah Tealâ
Hazretlerine tazimleri, ihtiyaçları arz için Beyti ülûhiyetinin m ukaddes ka-
pısı önünde bir şevk ve heyecan ile tekrar gidip gelmenin, kabule intizar
edilm enin bir rem zi dem ektir.
(13) M inada ufak taş yığınlarına ufacık taşlan atm ak ki, buna "Rem-
y i cem erat" denir. Şöyle ki:
M ekkei M ükenem eye iki saatlik bir m esafede bulunan Mina sahasında
bir birine birer ok atım ı kadar uzak üç m evzi'de üç taş yığını vardır ki, bun -
lara "cem rei u lâ " , "cem rei v u stâ ", "cem rei akabe" adı verilm iştir. Bunlar-
360 BÜYÜK İSLAM

dan her birine Kurban bayram ının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde "Bis-
millah, A liahüekber" denilerek yedişer taş atılır. Bu yedi taş birden atılsa
k ifayet etm ez, bir taş yerine geçer.

Bu taşlar beş arşınlık bir m esafeden atılır. Cem relerin yakınm a düşme-
leri de kifayet eder. Cem relerden üç arşın kadar uzak bir yere düşen taşlar,
kifayet etm ez, yeniden atılması icap eder.
T aşlan atacak z a t hasta bulunsa eline konulacak taşları atar veya
bu taşlan onun adına başkası atar. N itekim baygın bulunduğu takdirde de
bu taşlan onun adına başkası atıverir. Haccm m enasikinde bu gibi niya-
betler caridir.
Cem rei akabeye ilk taş atılm akla beraber "telb iy e" ye n ih ay et verilir,
artık ( <iU ç^Jl! <ÜJ ) denilmez. Bu anda telbiyölere icabet hasıl olmuş
bulunur.
* (İmam M âlike göre Arefe gününün zevalindim itibaren telbiyelere ni-
h ay et verilir. Çünkü o gün A rafatta durm akla icabet husule gelmiş, ftaccin
rükni azam i yapılm ış olur.)
Bu taşlann atılm asındaki hikm et, Allah Tealânm ilmine muhavveldir.
Bu bizce bir em ri teabbüdidir. Biz bunu yapm akla Hak Tealânm em irlerine
alelıtlak olan ita a t ve im tisalim izi gösterm iş oluruz. Bir de, b u habis ruhlara
şe y ta n i vesveselere k a rşı olan nefretim izin bir remzi, bir tezahürü dem ektir.
H azreti İbrahun Aleyhisselâm m sünnetine im tisal nüktesini de haizdir.
(14) M inada taşlan attık tan sonra kurban kesmek, daha sonra d a Mek-
kei M ükerremenin harem inde ve kurban bayram ının ilk üç gününden birinde
saçlan tıraş etm ek veya kırkm ak. Ş ö yle ki:
Kurban kesmek, hac ile um reyi cem etm iş olanlara vâcip tir. Bu veci-
be, hac ile um reyi cem 'e m uvaffakiyetin bir şükranesidir. Yalnız hac etm iş
olan âfakı, m isafir olduğundan kendisine kurban kesm ek vâcip değildir, di-
lerse bir, nâfile olm ak üzere kurban kesebilir/
Kadınlar, saçlannın yalnız uçlarından biraz kırkıverirler.

4 0 — Tıraşa "h alk ” , saçlan biraz kesmeğe de "tak sîr" denir. Bunlar,
İmam ı A 'zam a göre m ekân ile zam an ile m ukayyeddir, yalnız harem i Mek-
kede ve eyyam ı nahrde yapılabilir.
Bunlar, İmam Ebu Y usufa göre böyle m ukayyed değildir, bilâhare
başka yerde de yapılabilir. İmam M uhamm ede göre zam an ile m ukayyed
değilse de m ek ân ile m ukayyeddir. Binaenaleyh eyyam ı nahrden sonra
yapüabilir. F a k a t h er halde M ekkei M ükerremenin harem inde yapılmalıdır*
başka yerde yapılırsa ceza olarak bir koyun kurban edilmesi lâzım gelir.
Halk, taksirden efdaldir. Saçsız olanlar, başlarının üzerine usturayı gez-
dinnekle bu vecibeyi yerine getirm iş olurlar.
41 — Haccm vâciplerinden birini terk etm ek, haccm sıhhatına m ani
olmaz. Rundan dolayı ceza olarak yalnız kurban kesm ek lâzım gelir. E ti
İL M İH A L İ 361

M ekkei M ükerreme fakirlerine dağıtılır. Maamafih terkedilen bir vâcip,


yeniden yapılınca, ceza sakit olur. Abdestsiz yapılan bir tavafı iade gibi.

Haccm Sünnetleri.

42 —Hac farizesinin sünnetleri şunlardır:


(1) İhram a girerken tam am en yıkanm ak veya abdest alm ak. Bu yıkan-
m ak m ücerret bir nezafet m aksadiyledir. Binaenaleyh hac için ihram a gire-
cek kadm , haiz veya lohusa olsa da yıkanm ası sünnettir.
(2 ) İli ram m sünneti niyyetiyle iki re k 'a t namaz kılmak.
İlk rek 'a tın d a "K âfiru n " sûresini, ikinci rek 'atın d a da "İh lâ s" sûresi-
ni okum alıdır.
(3) İhram için beyaz ve yeni peştem al ile om uz havlusu tutm ak. Bun-
lann yenisi ve beyaz renklisi, yıkanm ışından ve b aşk a renklisinden efdal-
dır.
(4) İhram dan evvelce gül yağı gibi güzel kokulu bir şey sürünmek.
( 5 ) İhram dan sonra her seher vaktinde, her nam az kılışta, her y ok uşa
çıkıp inişte, h er yolcu kafilesine rast gelince orta bir sesle üç kere: (L eb-
b ey k Allahüm m e Lebbeyk...) Diye telbiyede bulunm ak.
( 6 ) Telbiyelerden sonra Peygam beri Zişan Efendim ize ç o k ç a selâtü
selâm da bulunm ak.
( 6 ) Telbiyelerden sonra Peygam beri Zişan Efendim ize ç o k ç a selâtü se-
lâm d a bulunm ak.
(7) Salat-ü selâm dan sonra Allah Tealâya yalvarm ak ve bilhassa:
( jLJI j d L ü ^ d i j j J U j «ittü J ' ,* 1)1) diye d ua okum aktır. ( 1 )
İmam M uham m ede göre duada tevkıyt, yani: Daima aynı dualara mu-
vazebet, kalbin rikkatini giderir, sam im iyete münafi bulunur, bir itiy at hali-
ni alarak tam bir şu u ra m ukarin bulunm am ış olur. Binaenaleyh herkes dile-
diği veçhile dua etmelidir. Bu m üstehapür. M aahaza Resuli Ekrem den m en-
kûl ve m asûr dualar ile teberrük edilm esi de m üstehsendir.
( 8 ) Mekkei M ükerremeye girm ek için yıkanm ak ve gündüzün girmek,
Kâbe-i M uazzamayı görünce d ua etm ek, Beytullahın önünde tekbir ve tehlil-
de bulunm ak.
(9) Afakî olanlar için tavafi kudunjda bulunm ak.
Geç kalıp da Mekkei M ükerrem eye ginneden A rafata çıkanlardan bu
tavaffi kudum , sakit olur.
(10) M ekkei M ükerremede b u lu n d u kça vak it v ak it nâfile olarak tavaf
etm ek.

(1) Me ali: Y a lâhi! Ben senden rızanı ve cennetini dilerim, sana gazabından ve
ate ten sı ınırım.
362 BÜYÜK ÎSLAM

(11) Tavaffi ziyarette erkeklerin "iztib a" etm eleri.


Yani: Tavafa başlam adan evvel om uzlarına almış olduKİan örtülerin bi-
rer ucunu sağ koltuklarının altından alarak sol om uzlan üzerine atm alan.
(12) Tavaffi ziyaretin ilk ü ç şavünda = devrinde erkeklerin "rem el"
etm eleri. Yani: A dım lannı kısaltarak, om uzlanın silkerek çalım lıca b ir sür'at
göstermeleri. Bu, hacılann şevkma, kuvvet ve salâbe tine ait b ir nişanedir.
Resûlî Ekrem Efendim iz, um retül'kazada eshabı kiramile beraber bu
vaziyette tavaf ederek karşıdan seyir eden ve sahabei kiram ın zayıf düştük-
lerini sanan M ekkelilere Ehli Islâm m kuvvet ve celâle tini gösterm ek istem iş-
ti. Bu sünneti seniyyeye h â lâ riayet edilir.
Bu rem el, tavaftı kudum de de yapılabilirse de tavaffi ziyarette yapıl-
ması efdaldir. Tavaffi sederde yapılmaz.
(13) Safa ile Merve arasında sa'y ederken oradaki iki yeşil direk arasını
erkeklerin sür'atie geçip sonra yine yavaş yavaş yürümeleri.

Bu sür'atie yürüyüşe: "H ervele" denir.


(14) Zilhiccenin yedinci günü öğle nam azından sonra M ekkei Müker-
rem ede tek bir h u tb e okunup nasa haccm m enasiki, yani: Yapılması lâzım
gelen efali ta'lim edilmek.
(15) Zilhiccenin sekizinci günü güneşin doğm asından sonra M ekkei Mü-
kerrem ede "M ina" y a çıkm ak ve o gece M inada kalm ak; Mina, harem e
dahildir.
(16) Zilhiccenin dokuzuncu günü, güneşin tu lû'u ndan sonra M inadan
A rafata çıkm ak.
A rafatta veliyyülemir veya naibi, ikindi nam azım öğle nam az ile bera-
b er öğle vaktinde kıldınr. N am azdan evvel, zevalden sonra iki h u tb e okur,
nasa A rafatta ve müzdelifede d urm alanna vesair hac fiillerine dair m alûm at
verir.
(17) K urban bayram ının ilk gününde bir h u tb e okunarak haccm m üte-
baki m enasiki beyan olunm ak. Bununla hutbeler, üç d e f a ira t edilmiş olur.
(18) A rafatta ve m üzdelifedeki nam azlarda tazarru ve niyaz ile göz
y a şla n dökm ek veya döker gibi bir vaziyet alm ak, kendi hakkında ve anası,
babası, din kardeşleri hakkında hayırlı dualarda bulunm ak.
A rafat, harem dairesinden hariç, sahradan m ad uttu r. Burada hacılann
duruşu, cum a gününe tesadüf etse cum a nam azı kılınmaz.

(19) Güneşin gurubundan sonra A rafattan ağır ağır inm ek ve müzdeli-


feye vanldığı vakit gelen gidenlere engel olmamak için vadiden yüksekçe
bulunup « » M eş'ari haram " denilen "K uzeh" tepesi yakını-
na konm ak.
(20) Bayram gecesi M üzdelife'de kalıp bayram sabahı M inaya inm ek ve
eyyam ı nahrde bütün yol eşyasile beraber M ina'da kalmak.
İL M İH A L İ 363

(21) M ina'da taşlar atılırken M ina'yı sağa, M ekkei M ükerrem eyi sola
almak, sırasiyle evvelâ Cem rei ulâyı, sonra Cemrei vüstayı piyade olarak,
daha sonra da cem rei A k ab e'y i rakip olarak taşlam ak ve bu son Cemrede
taşlan aşağıdan y u k a n y a doğru atıverm ek.
(22) Taşlam aya ilk gün güneşin doğm asiyle zevali arasında, diğer gün-
lerde ise zeval ile gurup arasında başlam ak.
(23) M ina'dan M ekkei M ükerremeye acele inm ek isteyen kimse için
Zilhiccenin on ikinci günü güneşin gurubundan evvel yola çıkm ak, guruba
kadar durm ası bir isaettir.
(24) M ina'dan M ekkei M ükerremeye gelirken "M uhassep" ve "E b ta h "
denilen düz bir mevzie bir m ü ddetçik inivermek.
(25) Tavaffi veda, dan ve iki re k 'a t nam azdan sonra zem zem suyundan
Beytullaha bakarak ayakta kana kana içm ek ve bu m übarek sudan başa ve
bedene dökünm ek.
(26) Haceri esvet ile K âbei M uazzam anın kapısı arasında bulunup
"M ültezem " denilen mevzie göğsü ve yüzü vaz ile sürüvermek.
(27) Kimseye zahm et verm eksizin K âbei M uazzamam n estan n a yapı-
şıp duada bulunm ak ve içerisine girm ek mümkün olunca kem ali edep ve ta-
zim ile girip İki rek ’a t namazı kılm ak.
K âbei M uazzamanın es tan n a — perdesine sanlm ak, m ültezem e tem as-
ta bulunm ak, kurb iy y eti ilâhiyyeye olan şevk ve heyecanın bir remzidir.
Beytullaha olan m uhabbetin, Hak Tealânm m ağfiretini ısrarla niyazın ve
M abudi Kerîm Hazretlerine sığınm anın b ir nişanesidir.
(28) M edinei Münevvereye gidip Resuli Ekrem — Sallallahü A leyhi Ve-
sellem. — Efendim izi ziyaret etm ek.
Haccm sünnetlerini terk eden faziletten m ahram , belki de âsim olursa
da üzerine kurban kesm ek gibi bir ceza lâzım gelmez.
* (Şafiîlere göre Arefe gîcesi M ina'da kalm ak sünnet, teşrik gecelerinde
ise kalm ak vâcip tir.)

Haccm âdabı:

43 — Hac yolculuğunda bulunacak z a ü an n riayet edecekleri bir kı-


sım âdap vardır. Başlıcalan şunlardır:
(1) Tam helâl bir mal ile hac etm elidir. Çünkü h elâl olm ayan bir mal
ile hac edilm esi haram dır.
(2) Y ola çıkm adan evvel kul b o rç la n var ise ödenm elidir.
(3) Günahlardan tevbe etm eli, kazaya kalm ış ibadetler var ise kaza
edilmelidir.
(4) Riyadan, fahr-ü m übahattan, z iy n et ve ihtişam dan sakınm alı, mü-
tevazıane bir vaziyet almalıdır.
(5) Hac yolculuğu hakkında münasip zatlar ile müşaverede bulunm alı-
dır.
(6 ) Kimler ile arkadaş olacağına, hangi yoldan veya hangi vasıtalar ile
yolculuk yapacağm a dair istihare yapm alıdır.
364 BÜYÜK İSLAM

(7) İcabında kendisini irşa t edecek, kendisine m uavenette, sabır ve se-


b at tavsiyesinde bulunacak salih bir refik edinm elidir.

( 8 ) Y olda arkadaşlariyle vesair yolcular ile çekişm ekten, dövüşm ek-


ten sakınmalıdır.
(9) D üşm anlan var ise haklarında, a fv ile, m üsam aha ile m uam ele yap-
m aya çalışm alıdır.
(10) Hac yolculuğuna ay başında Perşem be günü, bu olmazsa Pazar-
tesi günü sabahleyin çıkm alıdır.
(11) Aile efradı ile, dostlar ile veda etm eli onlann dualannı dilemeli,
bunun için ziyaretlerine gitmelidir. Onlar da kendisini hacdan gelirken istik-
bal etm elidir ki,bu da sünnettir.
(12) Hacca giderken ve hacdan dönüp gelince hanesinde iki re k 'a t na-
m az kılıp dua etm elidir.

Hac farizası hakkında tatbikat:

44 - Bir hac vazifesini vâcipleri, sünnetleri, edepleri dairesinde yapa-


cak b ir zat şu veçhile h arek et eder.
(1) Helâl, tîp bir mal tedarik eder, ödenm esi lâzım b o rçla n var ise
öder. Kazaya kalm ış ibadetleri var ise mümkün m ertebe kaza eder, taip ve
m üstağfir olur, nefsini kötü sözlerden korur, güzel hasleüi olm ağa çalışır,
m ütevaziane bir vaziyet alır, yola çıkacağı zam an hanesinde iki re k 'a t na-
maz kılar ( £)l>V';y •öı' f-i ) diyerek h akka sığınır, ailesi
efradiyle, dostlariyle veda ederek yola çıkar.
(2) M ikat denilen yerlerden birine vannca: yıkanır veya abdest alınır,
giderilmesi lâzım gelen fazla tüylen bedeninden giderir, tım aklannı keser,
elbisesini çıkarır, beyaz, temiz bir peştem al ile dikişsiz bir örtüye, m eselâ:
Bir iki havluya sarılır, güzel kokulu şeyler süninür, başını açık, ayaklanm
çorapsız bulundurur, üstü açık to pu klan kısa ayakkabı giyinir, iki rek’at
ihram için nam az kılar, ihram a n iy et e d i p ^ . 4 ^ j l ^ 1 “ Ya-

rabbi! Ben hac etm ek istiyorum , onu bana kolay kıl, ve anı benden kabul
et) diye dua eder, sonra da ( <iU ,*+111 <iU ) diye telbiyede bulunur.
(3) Böyle ihram a girdikten sonra yan ın d a ise zevcesile m ücam eatta
bulunm az, zevcesini öpüp okşamaz, dikişli libas giyinmez, güzel kokulu şey-
ler sürünmez, saçlannı, tüylerini, tım aklannı kesmez, güvercin, geyik gibi av
hayvanlannı avlamaz, yeşil ağaçlan, otları kesip koparm az, kötü ve şehvani
sözlerde bulunm az, arkadaşlariyle ve başkalariyle çekişm ez. F a k a t yıkana-
bilir, para kesesini beline bağlıyabilir.
(4) H er nam az kıldıkça ve yolcu kafilelerine rast geldikçe, yokuşları
çıkıp inişlere indikçe; ( eLJ „-uı d j ) diye yüksekçe b ir sesle telbiyede bu-
i
İL M İH A L İ 365

lunur. M ekkei M ükerremeye varacağı zaman yıkanır, veya abdest alır, m ek-
kei M ükerremeye girince hem en m escidi haram a koşar. B eytullahı göriince
telbiyede ( ) diye tekbirde (^,| *y) diye tehlilde bulunur. Salâ-
tü selâm okuyarak: ( S V* U > (*♦*!= Ya İlâhi! Beyti iz-
zetine m ahsus teşrifi, tazimi, tekrim i ihsan ve iclâli arttır.) diye dua eder.
Hacer-i Esved tarafına yönelerek tekbir alır, Haceri Esvedi selâm lar, müm-
kün ise kim seye eziyet vermeksizin ö p er veya elile m esheder. Sonra da Kâ-
bei M uazzamayı sola alarak hatîm in arkasından tavaffi kudum e başlayıp
Bey tullahm etrafim yedi defa dolaşır, bu tavafın ilk üç devrinde "R em el"
yapar, yani; adım larını kısaltır, om uzlannı silkeleyerek çalım lıca bir sür'at
gösterir ve her dolaşm asında Haceri Esvede gelince anı selâm lar, bu tavafi
m üteakip te İbrahim Aleyhisselâm ın m akam ında, kalabalık ise Harem i şe-
rifin diğer yerinde iki re k 'a t nam az kılar, sonra Haceri Esvedi yine selâm lar,
(istilâm eder.)
(5) Bundan sonra sa'y için Safa ile Merve caddesine çıkar, bu caddede
evvelâ Safa tepesine Beyti M uazzam görülünceye kadar çıkıp B eytullaha yö-
nelerek tekbir ve tehlilde, selâtü selâm da bulunur. Sonra buradan Merve ta-
rafına gider, bu sahadaki iki yeşil direk arasında sü r'at gösterir, bu suretle
d ö rt defa Safadan Merveye, üç defada M erveden Safaya gider gelir, Merve
tepesinden de K âbei M uazzam aya karşı tekbir ve tehlilde, selâtü selâm da
bulunur ve böyle h er geliş gidişte telbiye yapar, â ira t ile yürüdüğü zaman
( ^ J l JJtc-lei'l» jjU 'j jü \ ) = Y a rab b iL Yarlığa, m erham et et,
bildiğin kusurlarım ıza bakm a, çünkü sen şüphesiz en yüce en büyüksün)
diye dua eder.
Bu geliş gidişin m uttasıl bir halde olması efdaldir. Fasıla ile yapüm ası
da câizdir.
(6 ) Yalnız haCca n iy et etm iş olan bu zat, böyle sa’y e ttik te n sonra da
M ekkei M ükerrem ede yine ihram lı olarak kalır, dilediği zam an Beytullahı
nâfile tavaf eder. Zilhiccenin sekizinci — Terviye — gününde sabah namazı-
nı M ekkei M ükerrem ede kılar, sonra "M ina" m evkiine çıkar, orada A refe gü-
nünün sabah nam azım kıhncaya kadar durur, sonra A rafata gider o gün
güneş gurup edince de M üzdelifeye yönelip geceyi M üzdelifede geçirir, ak-
şam nam azını y o ld a kılm ayıp yatsı nam aziyle beraber im am a uyarak Müz-
delifede küar. Kurban bayram ı gününün fecri doğunca da hem en sabah n a-
m azım küar, sonra M üzdelifede "M es’ari h aram " uenüen mevkie gider, ora-
da biraz durur, bütün bu yerlere gider gelirken vakit vakit telbiyede bulu-
nur.
(7) M eş'ari haram da iken fecir, tam am aydınlanınca daha güneş doğ-
m adan M ina tarafına vekar ve sekinet ile yönelir, M inada Cem retülakabe de-
nilen taş kümesine yedi tane küçük taş atar bu taşlan sağ elinin baş ve şe-
h a d e t p arm aklan ucu ile tu tıra k atar ve h er birini a ttık ç a tekbir alır, bu a ü ş
bitince orada durm az. Sonra dilerse k urban keser, badehu tıraş olur veya
366 BÜYÜK İSLAM

saçlarının uçlarından parm ak u ç la n kadar bir şey kırpar, bu n lan yapınca


zevcesine m ukarenetten başka ihram ın bütün m em nulan kendisine mübah
olmuş olur.
( 8 ) Bundan sonra ayni günde, yani: Bayramın birinci gününde veya
ikinci veya üçüncü gününde M ekkei M ükerremeye döner, tavaffi ziyareti ya-
par, tavaffi kudum de "R em el" yapm am ış ise bunu tavafi ziyaretin ilk üç
devresinde yapar bu tavafi bitirince iki rek at namaz kılar. A rtık bu tavaftan
sonra kendisi için zevcesine m u karenet de m übah olmuş olur.
Tavaffi ziyaret için M inadan M ekkei M ükerremeye Bayramın birinci
gününde inm ek efdaldir.
(9) Tavaffi ziyaretten sonra tekrar M inaya gider, Cem releri taşlam ak
için üç gün M inada oturur. Bayramın ikinci günü zeval vaktinden sonra Mi-
nada "M escidi H a y f ' kurbindeki Cem rei ııladan başlıyacak Cem relerin üçü-
nü de taşlar. Ş öy le ki: Yayan yürüyerek evvelâ Cemrei ulâya, sonra Cemrei
vüstaya y ed işer taş atar ve her birinde tekbir alır, bu iki Cem reden her biri-
nin yakınında aynca durup kendisine, anasına, babasına, din kardeşlerine
dua eder, sonra süvari olarak Cemrei Akabe civanna gider,buna da yedi taş
atar, fakat bu rada dua için durmaz.
Bayramın üçüncü gününde de zevalden sonra bu tertip üzere cemreleri,
taşlar, şa y e t M inada iken bayram ın dördüncü günü de girecek olsa o gün dahi
böyle taş atar,bugünem ahsus olmak üzere taşlar zevalden evvel de atılabilir.
(Bu halde atılan taşlan n sayısı yetm işe baliğ olmuş olur. Bu taşlar,
Müzdelifede iken veya M inaya gelirken toplanır, ihtiyaten yıkanır, cem reler-
de biriken taşlardan alıp atm ak m ek ru h tu r.)
(10) Bundan sonra tekrar M ekkei M ükerremeye döner yolda "Muhas-
sap" denilen düzlükte biraz durup dinlenir. Badehu M ekkei M ükerremeye gi-
derek Harem i şerife varır, tavaffi vedayı yaparak iki re k â t namaz kılar. Bun-
dan sonra da Zem zem kuyusunun yanm a gider, elinden gelirse suyunu ken-
disi çeker, Bey tullaha karşı durup kana kana içer, bununla yüzünü, başını
y ıkar ve kolayına gelirse bedenine de döker, i ç t i k ç e : '^ j tjl'L U j ii U J l ^ l )
( »b y »lü s L .lj = İlâhi! Ben senden faydalı bilgi, geriş nzık, ve her
hastalıktan şifa dilerim ) diye dua eder.
(11) Zem zem suyunu içtik te n şortta Kâbei M uazzamanın en yüksek
eşiğini öper ve mümkün olursa içerisine girip iki ı;ekât namaz kılar, duvanna
yüzünü sürüp Allah Tealâya ham deder, istiğfarda bulunur, Kemali edep ile
tekbir ve tehlil ederek, badehu Mültezeme gelir, yüzünü ve göğsünü vazeder,
K âbei M uazzamanın örtüsüne yapışarak duada bulunur. A rtık M ekkei Mü-
kerrem ede kalm ayacak ise yüzünü Beytullah cihetinden ayırm ayıp ayrılışın-
dan m ünbahis bir hüzün ile ağlıya ağhya veya ağlar gibi bir vaziyet alarak ar-
ka arka çekilir, H arem i şeriften çıkar, dilediği gün m em leketine avdet eder.
* Bu hac m enasikini ifa hususunda- * kadınlar da erkekler gibidirler. Ş u
kadar var ki kadınlar; ihram da m u ta t veçhile giyinmiş ve başlariyle ayakları
İL M İH A L İ 367

örtülü bulunm uş olur. M aamafîh yüzlerine! dokunm am ak üzere b ir nikap ta


kullanabilirler. Telbiyelerde seslerini kaldırmazlar, tavafta ve Safa ile Merve
arasında sürat göstermezler, ihram dan çıkm ak için de saçlarının u çlan n d an
biraz kesmekle iktifa ederler. Haceri Esvedi selâm lam ak için erkeklerin ara-
larına sıkışmazlar.
A d et görmeğe başlıyan bir kadın, haccın bütün menasikin» yapabilir.
Yalnız bu halde tavaffi ziyareti yapam az, te'hire bırakır. B u te'h m n d en dola-
yı kendisine kurban vesaire de lâzım gelmez.
Tavaffi ziyaretten sonra ad et görm eğe başlıyan bir kadından tevaffi ve-
da, vecibesi sakıt olur..

Um re hak k ınd a tatbikat:

45 — Y ukarıdaki tatbikat, yalnız hacci ifrat hakkındadır. Yalnız um-


re yapm ak isteyen z a t ise şu veçhile h arek et eder.
(1) Bu zat, â fa k î olduğuna göre m ikatta, M ekkei M ükerreme ahalisin-
den olduğu takdirde M ekkei M ükerrem enin Ijiaremi haricinde ihram a girer,
evvelce beyan edildiği veçhile elbisesini çıkarır, peş tema) ile örtüye bümnür.
( uf UM’ J -r~? = Y arabbi Ben! um re yapm ak isti-
yorum , onu bana koiay e t ve anı benden kabul buyur.) Diye yalnız um reye
n iy et eder ve ( ^ ^ ) diye telbiyede bulunur. Hac için ihram a
giren bir zatın kaçınacağı şeylerden bu da kaçınır, yolculuğu esnasında tel-
biyeye devam eder.
(2) M ekkei M ükerremeye girince um re için tavafta bulunup bildiğimiz
veçhile Bey tu İlahın etrafm da yedi d e f a dolaşır. Haceri Esvedi her d e fa sın -
da selâm lar, ilk üç dolaşm asında sürat gösterir, tekbir ve tehlilde bulunur.
(3) Bu tavaftan sonra Safa ile Merve arasında evvelce yazıldığı veçhile
sa’y eder,B a'dehıı başının saçlarını tıraş ettirm ek veya kısmen kestirm ek su-
retiyle um resini ikm al etm iş, ihram dan çıkm ış olur. A rtık M ekkei Müker-
rem ede kaldıkça K â'bei M uazzamayı dilediği v ak it tavaf edebilir. Ve diledi-
ği münasip elbiseyi giyebilir. Kendisine evvelce h elâl olan şeyler yine helâl
olmuş olur.
Tavafın d ö rt şavti, um renin rüknüdür. M ütebaki üç şavt = devir ile
Safa ve Merve arasında yedi def’ayüriim ek, badehu saçları tıraş etm ek veya
kısm en kestirm ek de um renin vâciplerindendir
U m renin şartlan da, vakit m üstesna olmak üzere haccm şartları gibidir.
Binaenaleyh ihram d a um renin bir şartıdır.
U m renin sünnetleri, edepleri de haccıh Safa ile Merve arasındaki sa'
yinden itibaren nihayetine kadar olan sünnetlerii ve edepleri gibidir.
Haccı tem ettü hakkm da tatbikat:

46 — Evvelce de yazıldığı üzere haccı tem ettü,hac ile u m re'y i başka iki
368 BÜYÜK İSLAM

ihram ile cem etm ektedir. A fakdan gelen hacılar, ihram da fazla kalm am ak
için en ziyade bu haccı tem e ttu 'u iltizam ederler. Ş öy le ki:

(1) Bir âfaki, m ık atta ihram a başladığı zam an: "Yarabbi! Ben um re e t-
m ek istiyorum , bu um reyi bana kolay kıl ve bunu benden kabul bu y u r"
diye um reye n iy et ederek telbiyede bulunur, iki re k â t nam az kılar, sair h u -
suslara da riayet eder.
(2) M ekkei M ükerremeye girince um re için Kâbe-i M uazzamayı usulü
veçhile yedi kere tavaf eder, sonra iki re k 'a t nam az kılar, sonra da çıkıp Sa-
fa ile Merve arasında "S a 'y " denilen hareketi yapar, bunu m üteakip de saç-
larını tıraş e ttirir veya kısmen kestirir, um resini bitirm iş olur.
(3) Bu veçhile um resini yapm ış olan zat, tehallül etm iş yani ihram dan
çıkm ış olur. M ekkei M ükerrem ede hiç ihram a girmemiş zatlar gibi b ir halde
bulunur, m u ta t elbisesini giyinir. M ubah olan sair şeyleri yapabilir.
(4) Bu zat, M inaya çıkılacak gün veya daha evvel M ekkei M ükerremede
tekrar ihram a girip hacca n iy et eder, telbiyede b u lu nu r ve yalnız hac için
niyet etm iş olan bir z a t gibi — evvelce beyan ettiğim iz —m enasiki hacci ta-
m amiyle yerine getirm eğe çalışır, bundan başka M inada bir kurban da ke-
ser.
Bu kurban, hac ile um reyi Cem etm eye m uvaffakiyetin bir şükranesi-
dir. Cemrei akabe taşlandıktan sonra, tıraş fan veya saçlan kestirm ekten ev-
vel eyyam -ı nahrden birinde kesilir. Bu, bir koyun olabileceği gibi kurban
kesilecek bir devenin veya sığırın yedide bir cüz'ü de olabilir. Böyle bir kur-
ban kesm ekten âciz ise üç gün Arefe gününde bitm iş olm ak üzere hac esna-
sında, yedi günde Bayram günleri ç ık tık ta n sonra veya beldesine döndükten
sonra oruç tu ta r ki bu ,b ir vecibedir.
(5) Bu tatbikat, haccı tem ettü 'd e bulunup M ekkei M ükerremeye
" h e d y " olarak beraberinde kurban götürm em iş veya gönderm em iş olan bir
zata göredir. Eğer böyle bir k u rban bulunursa m ücerret um reyi yapm akla ih-
ram dan çıkm ış olmaz. Belki um re için tavaf eder, sa'yde bulunur, bununla
beraber terviye gününe, yani Zilhiccenin sekizinci gününe kadar ihram da ka-
lır, bunu m üteakip hac için ihram a niyet eder, baki m enasiki ifaya devam
ederek K urban Bayramının ilk gününde bu şükran kurbanını keser, ba'de-
hu saçlannı tıraş e ttirir veya kısm en kestirir, artık o anda iki ihram dan ç ık -
m ış olur.

Hacci kıran hakkında tatbikat:

47 — M alûm olduğu üzere hacci kıran hac ile um renin ihram ını eemet-
m ek yani ikisi için birden ihram a girm ektir. Şöyle ki:
(1) Hacci kıranda bulunacak zat, m ik atta veya daha evvel ui~jre ile hac-
ca birlikte n iy et edip iki re k â t nam az kılar, sonra " y a ilâhi! Ben um re ile
hac yapm ak istiyorum . Bunlan bana kolay kıl, bunlan benden kabul
İL M İH A L İ 369

buyur" diye dua eder, telbiyede bulunur, m uhrim için m em nu olan husus-
lara tam amile riayete çalışır.
(2) Bu zat, M ekkei M ükerremeye girince evvelâ um resini yapar, Bey-
tullahı tavaf eder, Safa ile Merve arasında sa'y eder. Sonra haccin menasiki-
ni — evvelce yazıldığı veçhile — ifaya başlar. Bu hacci kırana m uvaffakiye-
tinden dolayı hacci tem ettu 'd e olduğu gibi bir şükrane olarak cem releri ve-
y a yalnız cem rei akabeyi taşladıktan sonra, saçlannı tıraştan veya kestir-
m ekten evvel b ir kurban keser ki bu, vâciptir. Bunu bulup kesemiyecekse
üç gün Arefe gününde bitm iş olmak üzere oruç tutar, yedi gün de Bayram
günleri ç ık tik tan sonra dilediği vakit tu tar ki m ecm uu on gündür. Bunlar
m üteferrik günlerde de tutulabilir.
(3) Hacci kırana niyet eden zat, um resini yapm adan A rafata gidecek
olsa um resini bozm uş olur. A rtık kendisine bu şükran kurbanı vacip olmaz.
Ş u kadar var ki, um reyi kaza etm esi ve b u nu bozm uş olmasından dolayı bir
ceza olarak kurban kesmesi lâzım gelir.
* Hacci tem ettü , ile hacci kıran, afakîlere m ahsustur. M ekkei Mükerre-
m ede veya M ekke ile M ikat arasında bulunanlar bunu yapm azlar. Çünkü bu
haclan yaparken b ir aralık ehil ve lyalleri yanm a dönüp gitm em eleri lâzım -
dır. B unlann ise bu esnada ehil ve ıyallerinden uzaklaşm aları müşküldür.

H edyin m ahiyyeti ve hükümleri:

4 8 — Allah Tealâya m a'nen teraküp için veya bir cinayetten dolayı


keffaret olarak kesilmek üzere H arem i Şerife götürülen veya kendisi veya
parası gönderilen kurbana "h ed y " denir ki, en az bir yaşındaki koyun ile
altı ayım doldurup bir yaşındaki k o y u n gibi görülen toklu ve beş yaşım
tam am lam ış deve ile iki yaşm ı bitirm iş olan sığır hayvanından olur. Bunla-
rın erkekleriyle dişileri müsavidir. U zhiyedeki evsaf bunlarda d a aranır.
Koyun cinsinden olan kurbana "dem ", diğerlerine de "bedene", de-
nir. Hedyin âlâsı bedenedir.
4 9 — Bir hayvanın hedy olması y a sarahaten veya delâleten olur.
M eselâ: "hedy için" denilerek saün alınıp M ekkei Mükerremeye
gönderilen bir koyun sarahaten hedy olmuş olur. H edy olmasına kalben ni-
y e t edilen bir koyun veya hedy olmasına n iy et edilmeksizin kesilmek için
M ekkei M ükerremeye gönderilenj bir koyun veya deve de delâleten hedy ol-
m uş olur.
50 — Hedy hayvanına binilmesi, yük yükletilm esi,bir zaruret bulunm a-
dıkça caiz değildir, ta'zim e m ünşfidir. Bu yüzden kıym etine noksan gelirse
bu noksan m ik tan tasadduk lâzım gelir.
51— Hedy kurbanının sütünü sahibi içm ez, velev ki etin i yemesi ken-
disine caiz olan kısımdan olsun. M emelerini soğuk su ile yıkayarak sütünü
kesmeye çalışır, m eğer ki hayvana m uzır olsun. O halde sütünü fakirlere ta-
F : 24
370 BÜYÜK İSLAM

sadduk eder. Sahibi, bundan istifade etse veya bu sütü zengin kimselere
verse bedelini tasadduk etm esi lâzım gelir.
52 — Allah rızası için teberru’edilen bir şeyin aynini tasadduk caiz ol-
duğu gibi kıym etini ve bir rivayete göre m islini tasadduk da caizdir.
Binaenaleyh bir kimse, kendi koyunlarından m uayyen birini hedy ol-
m ak üzere tayin etse b u n u n kıym etini veya mislini hedy olarak Haremi Ş e-
rife gönderebilir.
53 — Tetavvü olarak gönderilen hedy, y o ld a çalınsa veya telef olsa ye-
rine başkasını gönderm ek icap etm ez. Vacip olarak gönderilmiş olunca yeri-
ne başkasını ikam e etm ek icap eder. Fazla ayıplandığı takdirde de hüküm
böyledir. M eğer ki sahibi zengin bulunm asın, o halde bu ayıplı hedv de kifa-
y e t eder.
Kezalik: Harem de kesilip de eti henüz tasadduk edilm eden çalınsa ar-
tık başkasını kesm ek lâzım gelmez. Çünkü bu vecibe,yerinde yapılm ıştır.
54 — Evvelce de yazıldığı üzere hacci tem ettü ile hacci kırandan dola-
yı hedy, vaciptir. B unun k oyun cinsinden olması da kâfidir. Bu kurban,
Bayramının birinci, ikinci veya üçüncü gününde kesilebilir. F a k a t birinci gü-
nünde kesilmesi efdaldir. Bu, bir şükran kurbanı olduğundan b unun etinden
sahibi de yiyebilir. M ütebakisini M ekkei Mükerreme fakirlerine dağıtm ak ef-
daldır.

55 - Hac mevsiminde nafile olarak Harem i Ş erifte kesilen her cins


kurban da birer hedydir. B unlann etlerinden de sahipleri yiyebilirler.
56 — Hacca ait cinayetlerden ya'ni: yapılması m em nu olan şeyleri yap-
m aktan dolayı birer ceza veya k effaret olarak kesilecek kurbanlar da hedy
kabilindendir. Bunlann etlerinden sahipleri ve sahiplerinin zevceleriyle usul
ve fu ru 'u yiyem ezler. Çünkü bunlar; zek ât, nezr kurbanı ve sadakai fıtır me-
sabesindedirler. Yiyecek olsalar kıym etini fakirltere ödem ek lâzım gelir.
57 — Bedene cinsinden olan kurbanlann, tatavvu, veya nezr veya hacci
tem ettü, ile hacci kıran için olunca tak lit edilmeleri, y a 'n i kendilerine bi-
rer kurbanlık alâm eti konulm ası m üstehapür. Bu baş kalan için güzel bir
imtisal nümunesi teşkil eder. F ak at ce^a ve k effaret kurbanlann a böyle bir
alâm et konulm am alıdır. Çünkü b unlann teşhir edilmesi değil, gizli tutulm a-
sı münasiptir.
58 — Hedy kurbanlarının kesilecekleri mahal, m utlaka M ekkei Müker-
rem enin harem idir. B unlann M inada kesilmesi şa rt değildir. Ş u kadar var ki
y old a sakatlanm ış olan bir nafile hedy, yolda kesilebilir. Bu halde etinden
yem ek sahibine helâl olmaz, tam am ım tasadduk etm ek lâzım dır. Çünkü bu-
nun etinden sahibinin yiyebilm esi, bunun m ahalline, yâni: Harem i Şerife
kavuşm asiyle m eşru ttur.
Hacca ve um reye m üteallik m em nuât:

59 — Hac veya um re için ihram a girmiş olan zatlar için yapılması, şe-
İL M İH A L İ 371

ran m em nu olan şeylere: (Cinayetiilhac) denir ki, bu hususta k a st ile sehiv,


hata, nisy an m üsavidir.
* (Şafiîlerce h a ta ile nisy an mafiivdür.)
60 —Hac ve um reye ait m em n u ât — cinayetler şu beş kısm a aynhr:
(1) Yapılm alarından dolayı yalnız birer "dem " ya'ni: koyun veya keçi
kurban edilmesi icap eden cinayetlerdir.
Baliğ bir m uhrim in ya'n i: ihram a girmiş bir zatın bir uzvuna tam am en
veya bir uzvu m ik tan m üteferrik yellerine güzel kokulu bir şey sürmesi,
başm a km a yakması, yağ sürünmesi, tam bir gün akşam a kadar dikişli bir
libas giyinm esi veya başını örtülü bulundurm ası, başının en az d ö rtte birini
traş ettirm esi, zait tüylerini gidermesi, tım ak lan n ı kesmesi, Haccın vacip-
lerinden birini, meselâ: M ikatta ihram a girm eyi terketm esi, cünüp veya haiz
olarak tavafi kudum da veya tavaffi v eda'da veya abdestsiz olarak tavaffi
ziyarette bulunm ası gibi.
Hacci kıranda bu cinayetlerden biri vücude gelirse iki ihram ın hürm e-
tini korum ak için iki "d em " icap eder.
* Böyle bil'ihtiyar yapılm alanndan dolayı "d em " lâzım gelen şeylerden
biri bir illet ve zaru ret sâikasiyle yapılsa yapan m uhayyer olur, dilerse ha-
remde bir kurban keser, dilerse istediği yerde üç gün oruç tu tar ve dilerse
altı fakire y a n m şa r sa'dan üç sa' buğday m ik tan tasadduk eder ki, (3120)
dirhem i şe r'i ağırlığına müsavi demektir.
Bu tasaddukun M ekkei M ükerreme fakirlerine yapılması efdaldir. Bu
tasaddukta tem lik caiz olduğu gibi ibahe de caizdir. İmam M uhamm ede gö-
re ibahe — it'am caiz değildir.
(2) Yapılm asından dolayı bedene, ya'ni: deve veya sığır kurban edilm e-
si icap eden cinayetlerdir.
Bunlar, A rafatta vukuftan sonra daha tıraş olmadan veya saçlan kes-
tirm eden evvel vuku bulan, m ucam eat ile tavaffi ziyareti cünüp olarak veya
hayz nifas halinde yapm aktan ibarettir.
M aamafih her hangi tavaf, taharet halinde iade edilirse cezası sakıt
olur.
* A ra fa tta vukuftan sonra halk veya taksirden evvel bir m ecliste m uca-
m eat tekerrür etse yalnız bir bedene lâzım gelir. Meclis tebeddül etm iş bu-
lunsa birinci m ucam eattan dolayı bedene, diğerleri için de "d em " lâzım ge-
lir. Çünkü birinci m ucam eatla tavafa noksan â n z olm uştur. Böyle bir n o k -
san tavaf için de "dem " kifayet eder. F a k a t halk veya taksirden sonra tava-
ffi ziyaretin tam am ından veya d ö rt devrinden evvel m ucam eat bulunsa yal-
nız bir koyun kurban etm ek kifaye eder. Bu halde tavaffi ziyaretin tama-
mm dan veya d ö rt devrinden sonra \m ku bulacak m ucam eat ile artik ne be-
dene, ne de "d em " lâzım gelmez.
(3) Her birinin yapılm asından dolayı yan m sa', ya'ni: beş yüz yirm i
dirhem m ik tan tasadduk edilmesi lâ: ım gelen cinayetlerdir.
372 BÜYÜK İSLAM

Bunlar, bir mu lirimin uzuvlarından birinin az bir m ik tan n a güzel ko-


kulu bir şey sürmesi, bir günden az dikişli b ir şey giyinmesi veya başını ört-
mesı, başının d ö rtte birinden azını tıraş etm esi yalm z bir tırnağını kesme-
si, başkasını tıraş etm esi, başkasının tı m ağını kesmesi, abdestsiz olarak
tavaffi kudum da veya tavaffi veda'da bulunm ası gibi şeylerdir.
* Tedavi için tîp = güzel rayihalı şey kullanılması, cezayı müstelzim ise
de yağ kullanılması, m eselâ: bir yaraya zeytinyağı sürülmesi cezayı mr.,tel-
zim değildir.
K ınk bir tırnağı k opannak da caizdir. Çünkü bunda nem a hassası kal-
m am ıştır.

(4) Her birinin yapılm asından dolayı yarım sa'dan = beş yüz yirm i dir-
hem buğday m iktan nd an noksai; tasadduk edilmesi lâzım gelen cinayetler-
dir.
Bunlar, ınuhrim in çekirge öldürmesi, üzerindeki kehleyi öldürmesi veya
ölçeği yere atm ası,başkasının üzerindeki kehleyi öldürmesi için gösterm e-
sinden ibarettir. Bunlardan birini yapan bir m uhrim , dilediği m ik tar bir şey
tasadduk eder.
Öldürülen kehleler, üçten ziyade olursa y arım sa’buğday m iktarı tasad-
duk edilir. H ariçte, m eselâ: Y olda görülen bir kehleyi öldürm ek m em nu de-
ğildir. Binaenaleyh cezayı müstelzim olmaz. Çünkü bu, eziyet veren bir hay-
van olduğundan esasen öldürülmesi caizdir.
Bir m uhrim in ibram dan çıkıncaya kadar hazin, perişan, m ütevazi’bir
vaziyet ile Hak Tealâya ilitiyacım arzetm esi lâzım geldiğinden bu halde üs-
te başa intizam verilmesi, bir kulluk bir iftikar nişanesi bulunm uştur.
(5) H er birinin yapılm asından dolayı zaman — Bedelini iltizam lâzım
gelen cinayetlerdir.
Bunlar da m uhrim in av hayvanlannı öldürm esinden veya M ekkei Mü-
kerrem eııin harem indeki yaş ağaçlan, yeşil otlan kesip koparnıasından iba-
rettir.
Binaenaleyh m uhrim , gerek Harem i Ş erifte ve gerek harem haricinde
hiç bir hayvanı öldürem ez ve öldürene delâlet edemez.
Kezalik: Bir m uhrim , M ekkei M ükerremenin harem indeki yaş ağ aç-
lan ve yeşil oflan kesemez, H ilâfına harfeket ederse bunlann kıym etlerini
zam in olur.
Ş öyle ki: öldürülen hayvan, eti yenilm ez hayvanlardan ise cezası,bir
koyun veya keçi kurban etm ekten ziyade olmaz. F a k a t eti yenilir hayvan-
lardan ise öldürüldüğü yerdeki kıym eti iki âdil zat tarafından tayin edilerek
tam am en tasadduk olunur. Bu y an m sa' buğday kıym etinden az ise m uka-
bilinde m uhrim için bir gün oruç tutm ak da kifayet eder.
Maahaza, bu kıym et bir kurban kıym etine müsavi olursa m uhrim m u-
hayyerdir, dilerse bununla bir kurban alır,H arem dahilinde keser, fakirlere
dağıtır, dilerse bununla satın alıp dilediği fakirlere yaıım şar sa' buğday ve-
İL M İH A L İ 373

y a birer sa' arpa veya hurm a dağıtır, y a h u t y an m şar sa' buğday m ukabilin-
de —velev m üteferrik günlerde olsun - birer gün o m ç tutar.
Öldürülen hayvan, doğan, kelp gibi m uallem b ir şey ise sahibine m ual-
lem olduğuna göre kıym eti, fakirlere de m uallem olm adığına göre kıym eti
verilm ek lâzım gelir.
A ğaçlara, otlara gelince bunlar h u d a y î n ab it olup kimseye ait değilse
Harem i Şerifin hakkını korum ak içiıı kıym etleri tasadduk olunur. F a k a t bir
kimsenin mülküne dahil ise birer kıym etleri de sahiplerine verilm ek lâzım
gelir.
Harem i Ş erifteki bir ağacın yalnız yapraklarını almak, ağaca zarar ver-
mezse câizdir, bundan dolayı ceza olarak bir zaman lâzım gelmez.

Hac ile um renin m em nuaüna ait m üteferrik mes'eleler:

61 — M uhrim hakkında bir hayvanın bir ayağını kırm ak veya bir ku-
şun kanadım km p kendisini kaçıp kurtaram ayacak bir hale getirm ek veya
bir kuşun cılk olmayan yum urtasını kırm ak, o hayvanı veya kuşu öldürm ek
hükm ündedir.
62 — Bir hayvanın tüylerini, kıllarını kesm ek veya kaçıp kurtulm asına
ve kendisini m üdafaa etm esini m ani olm ayacak bir uzvunu kesip kırm ak,
kıym etine â n z olan noksan nisbetinde tasadduku icap eder. Meğer ki iyi
olup eseri kalmasın, o takdirde bir şey icap etmez.

63 — M uhrim 'in avladığı hayvan, kendi kendine ölse yine cezayı


müstelzim olur. Çünkü buna el koym ası, hükm en, bir itlâ f dem ektir.
64 — M uhrim 'in av hayvanını satın alması da m em nu'dur.- Çünkü o ,
m uhrim hakkında mütekavvim bir mal sayılmaz. F a k a t m uhrim olmayan
kim senin kendi nefsi için veya m uhrim in em ri olmaksızın m uhrim için h a-
rem haricinden avlamış olduğu hayvanın etinden kendisi yiyebileceği gibi
mu lirim de yiyebilir.
65 — M uhrim, tavuk ve koyun gibi yaradılışı itibariyle mütevehlıiş ol-
m ayan ehlî hayvanlan kesip etinden yiyebilir. F a k a t karadaki av denilen
mütevehlıiş hayvanlan kesecek olsa etinden kendisi de başkaları da yiye-
mez. Çünkü bu m eyte m esabesindedir. Deniz kuşlarını da avlayamaz. Zira
onlar aslen berrîdirler, onlan öldürm ek cezayı m üştekim dir.
6 6 — M ekkei M ükerremenin harem inde öldürülen av, İm am eyne göre
m eyte hükm ündedir, bunu öldüren b ir m uhrim bunun etinden yese istiğfar
etm esi lâzım gelir, im am A 'zam a göre cezasını verdikten sonra yese yediği
m iktarın kıym etini zâm in olup tasadduk eder.
. 67 — Ne Harem i Ş eriftek i ava vu n n ak için bir şey atılır, ne de harem -
deki bir künse, harem haricindeki bir ava bir şey atabilir. İkisi de haram dır.
Çünkü harem deki av, âm indir, Harem deki bir kim se de hariçteki ava b k şey
atm aktan m em nu'dur.
374 BÜYÜK İSLAM

6 8 — M ekkei M ükerreme harem inin av hayvanlarım avlamak, hüdayı


n â b it yeşil otlarını koparm ak, bir kısım hüdayî n â b it ağaçlarım kesm ek
yalnız m uhrim e değil, m uhrim olm ayana da helâl değildir. Binaenaleyh
IMekkei M ükerreme ahalisinden m uhrim olmayan bir zat, bunlardan birini
avlasa veya koparıp kesse, her halde kıym etini zam în olur. Bunun m ukabi-
linde m uhrim gibi onıç tutm ası kifayet etm ez. Çünkü bu, m uhrim olmayan
m ekkî hakkında bir garam ettir. Bir keffaret değildir.
Gayri m uhrim in böyle bir şeye delâlet etm esi de bir günahtır. F a k a t
bundan dolayı kendisine bir garam et — ödenecek bir şey lâzım gelmez.
6 9 — Harem dahilinde hayvanlan otarm ak ve kendi kendine biten o t-
ları biçm ek helâl değildir. F ak at M ekke samanı denilen ızhır otu ile m an tar-
la n kesip toplam akta bir hü rm et y o k tu r.
Kezalik: kurum uş ağaçlan kesm ek, bir ağacın kırık bir dalım k o p a r-
m ak câiz olduğu gibi, ekilm iş ekinleri, seb 2:eleri ve nâsm y etiştird iğ i cin-
sinden olduğu halde kendi kendine bitip y etişm iş olan ağaçlan kesmek te
helâldır.
Yalnız nâsın yetiştirdikleri cinsinden olmayıp hüdayi n â b it bulunan
ağaçlan kesm ek cezayı m üstelzimdir. Böyle bir ağacı m üteaddit kimseler
kesseler hepsine yalnız bir ceza lâzım gelir ki, o da bunun kıym etini tazm in
etm ekten ibarettir.
70 — Bir kaç m uhrim bir av hayvanını öldürecek olsalar İmam A 'za-
m a göre h er birine aynca tam bir ceza lâzım gelir.
* (İmam Şafîîye göre, hepsine bir ceza icap eder. N itekim m uhrim olma-
y an lan n Harem i M ekke'de öldürecekleri bir av hayvanından dolayı da yalnız
bir ceza lâzım gelm ektedir.)
71 — Bir şahsın yapüğı cinayetlerin cinsleri ve meclisleri m üttehit
olunca, bir ceza kifayet eder, fakat cinsleri veya meclisleri taaddüt edince
ceza da taaddüt eder.
M eselâ. Bir m uhrim ,bir zaruret olmaksızın bir mecliste bir kaç uzvuna
güzel kokulu bir şey sürse, veya bir elinin veya bir ayağının veya iki eliyle
iki ayağının tım aklannı kesse hepsine bir dem kifayet eder. Ş a y e t bir elinin
veya bir ayağının iki veya üç tırnağını kesse her ü m ak için yanm Sa' buğ -
day veya bunun kıym etini tasadduk eder. Bunların kıym eti bir dem kıyme-
tine m uadil olursa m uhrim bundan dilediği m iktar noksan bir şey tasadduk
edebilir.
Kezalik: bir elinin beş tırnağını kestikten sonra daha keffaret verm e-
den aynı m ecliste diğer elinin beş tırnağını da kesecek olsa yine yalnız bir
dem kafi gelir. F ak at bir m ecliste veya başka b aşk a m eclislerde ellerinin,tır-
nak lam a kesip başını tıraş ettirse ve bir uzvuna güzel kokulu bir şey sürse
h er biri için aynca bir dem lâzım gelir.
72 — Bir m uhrim, bir zaruretten, meselâ: Aynı, hastalıktan dolayı bir
bir m üddet gündüzleri dikişli bir libas giyinip geceleri çıkaracak olsa bundan
dolayı ceza olarak bir dem kifayet eder.
İL M İH A L İ 375

F ak at bu hastalık zâil olduktan sonra diğer bir hastalıktan, m eselâ :


Sıtm adan dolayı tekrar böyle bir libas giyinecek olsa bundan dolayı da ayrı-
ca dem icap eder.
73 — İhram da bulunan bir kadının eline kına yakması, dem i icabeder.
Erkeklerin sakalına km a yakm asından dolayı da dem değil, sadaka vermesi la-
zım gelir. Çünkü üzerindeki hayvanı öldüreceğinden korkulur.
74— A rafatta vukuftan evvel zi h a y a t bir âdem i hakkında kitbülü veya
dübürü cihetinden haşefenin tagayyübü derecesinde m ücam aat vuku bulsa
hac fasit olup bir ceza olarak ertesi sene kaza edilmesi icap eder. Bununla
beraber bu fasit olup hac d a noksan bırakılm ayıp ikm al edilir ve b u m em nu
h areketten dolayı bir de dem lâzım gelir.
(İm am ı Şafiîye göre bedene icap eder.)
75 — Hac için ihram a girip aralarında A rafatta vukuftan evvel müca-
m aat vaki olan bir zevç ile zevceden h er biri ayni veçhile m ükellef olur. Her
birine bir dem lâzım gelir. E rtesi sene ihram a girince birbirinden aynlır,
başka başka yollardan giderek arafatta durur, haclanm kaza ederler. Muka-
renet korkusu olunca böyle biri birinden ayrı yürümeleri, m endup bulun-
m uş olur.
76 — Şehvetle bakmak, öpüp okşam ak, veya iki sebilden biriyle
olmaksızın cinsî m ukarenet, haccı ifsat etm ez velevki m eni insin. El ile
istim na neticesinde m eni gelirse dem lâzım gelir. İhtilâm dan dolayı bir şey
lâzım gelmez.
77 — Um re için ihram a giren kimsede, daha tavafın d ö rt devrini yap-
m adan m ücam aatta bulunsa um resi fasit olur. M aamafih bu um reyi ikmale
devam eder, ceza olarak bir koyun kurban keser, sonra da bu um reyi bir ve-
cibe olarak kaza eder. Tavafın d ö rt devrinden sonra m ücam aatta bulunsa
um resi fasit olmaz, yalnız bir kurban kesmesi lâzım gelir.
78 — M uhrimin m uzır: Karga, Ç aylak; Akrep, Yılan. Fare, Sinek, Ka-
nnca, Pire, Kene, A n, Kertenkele, Kelebek gibi av cinsinden olmayan ve in-
sanın bedeninden doğm ayan h aşaratı ve üzerine saldıran köpeği ve k u rt
gibi tabiatinda eza bulunan her hangi bir yırtıcı av hayvanını öldürmesi,
hakkında cezayı müstelzim olmaz.
79 — Bir m uhrim , ihram dan çıkm ak kastiyle m üteaddit av hayvanlan-
nı vurup öldürecek olsa yalnız bir dem lâzım gelir. Çünkü bu, cinayet
kastiyle değil, ihram a nihayet verm ek m aksadiyle yapılm ış olur.
80 — Bir m uhrim in yanındaki kafeste veya hanesinde bulunan av hay-
vanını salıvermesi icap etm ez. Çünkü bu hal, ava taarruz sayılmaz.
* (İmam Şafiîye göre bunu azat etm esi lâzım dır. Zira avı mülkünde tu t-
m ak ava taarruz dem ektir.)

Bedel = niyabet suretiyle Hac:

81 — Hac için bedel, başka bir tabir ile nâip tutm aya, "İh cac" denir.
376 BÜYÜK İSLAM

Böyle kendi yerine başkasını h acca gönderen kim seye de "A m ir", "M enup"
"m ahcücünanh" denir.
Bir kimse bizzat hac etm eğe kadir olsun olmasın kendi yerine müslim
ve âkil olan bir zatı nafile olmak üzere n âip tayin edebilir. Bu zat, o
kim senin tayin ettiğ i yerden gider. Onun adına n iy et ederek hac eder.

82 — Kendi nam ına nafile hac için bedel gösteren zat, bu haccm seva-
b ın a nail olur. Çünkü, bu hac yolunda Hak nzası için malı infak etm ek de-
m ektir. Böyle bir infak ise bizzat olabileceği gibi binniyabe de olabilir.
83 — Bir zat, kendisine farz olan bir haccı, başkasına niy ab et suretiyle
yaparabilm esi için aşağıdaki şartların bulunm ası lâzım dır. Aksi takdirde
böyle bir niyabet kifayet etm ez. Ş ö yle ki:
(1) Amir için hac, farz olm uş bulunm alıdır. Farz olmadan niyabet
yolile yapılan hac, bir nafile olur. Bilâhare âm ire hac farz olunca tekrar hac
edilmesi lazım gelir.
(2 ) Â m ir; bizzat hac etm eden âciz olup, bu aczi nâip tâyin e ttiğ i va-
k itten , ölümüne kadar devanı etm elidir. Binaenaleyh bir aralık aczi zâil olsa
bizzat hac etm esi icap eder. N iyabet suretiyle olan hac,nafHe olm uş olur.
Bundan âm âlık ile yatalaklık halleri m üstesnadır. Bunlar niyabetle hacdan
sonra zail olsa da haccm kifayetine m ân i olmaz.

İmam Ebu Y usuf'a göre hangi acz, naibin haccı bitirm esinden sonra za-
il olsa artık yapılan haccm kifayetine zarar vermez.
(3) Âmir, kendi nam ına hac etm esini nâibine em r etm elidir. Binaena-
leyh onun em ri olmaksızın nam ına başkasının yapacağı hac kifayet etm ez.
(4) Âmir, m u ta t veçhile yol m asrafını vermelidir. Binaenaleyh naip
kendi, maliyle hac ederse kendi nam ına hac etm iş olur. M eğer ki kendi ma-
lından sarfettiği şey, binnisbe az bir m ik tard a bulunsun.
(5) Âmir, bu niyab et için bir ücret şart etm em iş olmalıdır. Bir ücret
m ukabilinde hac eden kimse, kendi nam ına hac etm iş olur, bu ücrete müs-
tehik olamaz. Çünkü hac bir ibadeti m ahza olduğundan ücret m ukabilinde
yapılamaz.
* Malikflere göre, hac’d a ibadeti bedeniye olmak ciheti galiptir. Bina-
enaleyh farz olan bir hac için niyabet —bedel tu tm ak caiz değildir. Bunun
hakkındaki is ti'car, fasittir. F a k a t nafile hac için niyabet m aalkerahe câizdir.

Ş afiîler ile Han belilere göre hac, niyabeti kabul eden ibadetlerdendir.
{Binaenaleyh bizzat hac veya um re yapm aktan âciz olan kim senin başkası-
na bir ücret m ukabilinde veya nafakasını tem in etm ek suretiyle hac veya
um re yaptırm ası sahihtir.)
( 6 ) Âmirin verdiği mal, râkiben hacca m üsait olunca nâib rakip olarak
hacca gitmelidir, velev ki âm ir, piyade olarak hac edilmesine izin verm iş b u -
lunsun. Aksi takdirde, nâip, sarfedeceği malı âm ire borçlu olup, râkiben
İL M İH A L İ 377

hac ettirilm esi lâzım gelir. F a k a t verilen mal, rükûbe m üsait değilse piyade
olarak yapılan hac, kifayet eder.
(7) Amirin vasiyet etm iş olduğu mal, m üsait ise vatanından hac edil-
melidir, aksi takdirde müsait bulunacağı yerden hac edilir.
Bizzat veya binniyabe hac etm ek üzere yola çıkan zat, yolda vefat edip
tarafından hac edilmesi vasiyet edilmiş bulunsa, İmamı A 'zam a göre vata-
nından, y a'n i: ikam et ettiğ i yerden, im am eyne göre de vefat ettiği mahal-
den hac ettirilir.
Kezalik: Kendisi için beldesinden başka bir yerden hacca gidilmesini
vasiyet eden kim senin vasiyetine göre hac ettirilir.
Bir m üteveffanın nam ına beldesinden hacca gidilmesi lâzım gelirken
vasisi başka bir beldeden hac ettirecek olsa bu hac, vasi nam ına olur, müte-
veffa için aynca hac ettirm esi lâzım gelir. M eğer ki bu iki belde arasında bir
günde gecelemeden gidip gelmek, kabil olsun. Bu takdirde hac, müieveffa
nam ına sahflı olmuş olur.
(8 ) N âip hac e fal in e başlam adan evvel veya ihram ına girerken âm ir
nam ına hac etm eğe niyet etm eli, lisanile (... ^ ^ <iU ) diye telbiyede
bulunm alıdır,, yalnız kalbiyle niyet de kâfidir.
(9) N âip, âm ir nam ına bizzat hac etm elidir. Ş a y e t bir anzaya m ebni
başkasına para verip hac ettirirse bu, âm ir nam ına sahih olmaz, almış oldu-
ğu y o l m asrafını zam in olur. Meğer ki âmir, kendisine o yolda izin vermiş
veya "dilediğini y ap " dem iş bulunsun. Çünkü bu takdirde vekili m utlak
m esabesinde bulunm uş olur.

(10) N âip ,h accın ı ifsat etm em iş olmalıdır. Şöyle ki: N âip, A rafatta
durm adan evvel refikasiyle m ücam aatta bulunsa haccını bozm uş olur. A ıtik
bil'ahara kaza edeceği hac, âm ir nam ına olmamış olur. Binaenaleyh almış
olduğu m asrafı tazm in" etm esi lâzım gelir.
Ş a y e t N âip, A rafatta d u rdüktan sonra m ücam aatta bulunsa, masrafı
zamin olmaz. Çünkü haccın rnkni aslisini vücude getirm iş olur. Ş u kadar var
ki: Tavaffi ziyarette bulunm adan avdet ederse zevcesine karşı m uhrim
olarak kalır, kendi m alile gidip tavaffi ziyareti yapm adıkça ihram dan tama-
m en çıkm ış olmaz.
(11) N âip âm ire m uhalefet etm em iş olmalıdır. Meselâ: âmir, hacci if-
radı em retm iş iken nâip, um rede ve hacci kıran veya hacci tem ettu'd e
bulunsa âm ir nam ına hac etm iş olmaz. O halde aldığı yol m asrafım za'm in
olur.
F a k a t nâip, âm irin em rini yerine getirmekle beraber kendisi için de
k§ndi parasiyle ayrıca um rede bulunabilir. N itekim yalnız um re yapm aya
m em ur olan kimse de bunu y ap tık tan sonra kendi m asrafiyle kendi nam ına
hac edebüir. A m m a evvelâ kendisi için hac yapıp sonra âm ir nam ına um re
yapm ası câiz değildir.
378 BÜYÜK İSLAM

(12) N âip yalnız âm ir nam ına hac için ihram a girmelidir. Biri kendi
nam ına, diğeri de âm ir nam m a olmak üzere iki ihram a niyet etse, âm ir nam ı-
na haccı câiz olmaz. M eğer ki kendi nam ına olan ihram ı bırakıp âm ir nam ı-
na ihram a devam etsin.
(13) N âip, telbiyeyi yalm z bir âm ir nam ına yapm alıdır. İki kişinin ni-
yabetini kabul edip nam larına telbiye ederse hiç biri nam ına câiz olmaz. Al-
m ış olduğu masrafları zamin olur. F a k a t bunlardan yalnız birini tâyin ede-
rek ihram da bulunursa onun hakkında câiz olup diğerinin m asrafinı ödemesi
lâzım gelir.
Bunlardan laalettayin birisi için ihram a girse, İmam Ebu Y usuf'a göre
yine niyabet, sahflı olmaz. Kendi hakkında nâfile olarak hac yapm ış olur.
İm am 'ı A 'zam a göre yapacağı haccı bunlardan birine sarfedebilir.
(14) N âip, haccı fevt etm em iş olmalıdır. Binaenaleyh bir bedel, kendi
işleriyle uğraşır da m uayyen senede hac edemezse aldığı m asrafı za'm in
olur. F a k a t hastalık gibi elinde bulunm ayan bir â n z ay a m ebni hac edemez-
se za'm in olmaz, yeniden hac etm esi lâzım gelir.
(15) Âm irin tahsis ettiğ i nâip âm ir nam m a hac etm iş bulunm alıdır.
Binaenaleyh âm ir: "Benim tarafım dan başkası değil, filân zat hac et-
sin" dediği halde o zatın em riyle veya vefatiyle başkasına hac ettirilecek ol-
sa bu hac âm ir nam m a câiz olmaz.
F a k a t âm ir, böyle tensfc etm eyip de "benim tarafım dan filân z a t hac
etsin" demiş olduğu takdirde o z a t v efat edince başkasına hac ettirilebilir.

N itekim hiç bir zatı tây in etm eksizin nam m a hac ettirilm esini vasiyet
etm iş olan kimse için de vefatında vârisleri toplanarak diledikleri bir zatı
nâip tâyin edebilirler.
(16) Âmir ile nâip, müslim, âkil olmalı ve nâip hac e falını mümeyyiz
bulu nmah dır.
Binaenaleyh müslim, gayri müslimi ve gayri müslim, müslimi hac için
bedel tâyin edem eyeceği gibi, âkilin m ecnun için ve m ecnunun âkil için
hac etm esi de câiz değildir.
Haccm nasıl yapılabileceğini fark ve tem yiz edem eyecek bir çocuk da
nâip tâyin edilemez.
84 — Bir kimse, anası veya babası nam m a emirleri olmaksızın hac ede-
bilir. Çünkü bu, bir velâyet ve niyabet değildir. Belkikendi ib adet ve taatm ın
sevabını bunlara bağışlam ak dem ektir.

Hac hususundaki niyabete, vasiyete, nezre m üteallik bazı mes'eleler:

85 — Hac için bedel tâyin edilecek zatın evvelce kendi nam ına hac
etm iş bulunm ası, İmam ı Ş afiî'y e göre şa rt ise de biz Hanefilerce ş a rt değildir.
İL M İH A L İ 379

Bu h ilâftan kurtulunrnası için evvelce kendi nam ına, hac etm iş, haccin me-
nasikine vakıf bulunm uş olan bir zatı bedel tây in etm ek efdaldir.
Maahaza efendilerinin izinleriyle kölelerin, kocalarının izinleriyle yan-
larında m ahrem leri bulunacak kadınların da bedel tâyin edilm eleri câizdir.
Ş u kadar var ki, kadınların bu niyabeti m ekruhtur. Çünkü onlann hacları
binnisbe noksandır. Telbiyelerde seslerini kaldıram azlar, "R em el", "Herve-
le" gibi bazı m enasiki haccı yapam azlar.
8 6 - N âip râkip olarak gidip gelmek ve israftan ve pek sıkı davran-
m aktan sakm m ak şartiyle âm irin parasını sarfeder, artan parayı da getirip
kendisine veya vârisine verir. M eğer ki âm ir veya m ükellef olan vârisleri, bu
parayı nâibe verirken "bundan artacak m iktarı kendi nefsine hibe ve nefsin
için kab zet" diye vekâlet vermiş olsunlar. O takdirde nâip artacak parayı
kendi nam ına bağışlayıp kabzedebilir.
87 — N âip hacdan sonra M ekkei M ükerremede kalabilir ve ikinci sene
kendi parasiyle kendi nefsi için hac edebilir. F ak at hacdan sonra dönm ek
efdaldir.
88 — N âibe m asraf olarak verilen para; Mekkei M ükerremede veya ya-
kınında zayi olsa veya bitip bir şey kalm asa da nâip,kendi m alından sarfede-
cek bulunsa nam ına hac ettiğ i m üteveffanın terekesine rücu' edebilir. Elve-
rir ki kendi taksiri veya israfı bulunm asın.

89 — Hac ile m ükellef olan kimse, hem en m ükellef olduğu sene hac
için yola çık ar da daha hac etm eden vefat ederse hac için vasiyet etm esi
icap etm iş olmaz, niyetiyle m e'cur olur. F ak at haccini tehire bırakm ış b u-
lunursa vasiyet etm esi icap eder, etm ezse günahkâr olm uş olur.

90 — Bir kimsenin sülüsü m alından hac için vasiyet ettiği para bir kaç
hacca kâfi olunca bakılır: eğer bir defa hac edilmesini vasiyet etm iş ise bir
kere hac ettirilir, artan mal varislerine verilir. F a k a t böyle bir hac edilmesi-
ni sarahaten söylem em iş ise bu paranın müsaadesine göre bir senede veya
m üteaddit senelerde bir kaç hac yaptırılır. Bu hususta vasi, m uhayyerdir.
F a k a t ibadette m üsaraat, m atlup olduğundan bunlann bir senede yap tın l-
ması efdaldir.
9 1 — Bir m üteveffanın vârisi, terekesine m üracaat etm ek üzere ken-
di parasiyle o m üteveffa nam ına hac etse bakılır: Eğer m üteveffa onun böyle
hac etm esini vasiyet etm iş ise bu hac, o m üteveffa nam ına câiz olur. Fa-
k a t bövle bir vasiyette bulunm am ış ise câiz olmaz. Binaenaleyh vâris bu pa-
ray ı terekeden — Bu hac nam ına — alamaz .
9 2 — Bir mütevveffamn vârisi m üteveffanın vasiyeti, bulunsun bu-
lunm asın, terekesine m üracaat etm em ek üzere kendi parasiyle m üteveffa
nam ına hac etse, bu m üteveffaya farz olm uş bulunan hac yerine kaim ol-
m az.
380 BÜY J K İSLAM

F a k a t bazı zevata göre kaini o ur. Bu, m üteveffanın borcunu vârisle-


riden birinin kendi m alından ödemesi ne benzer.

93 — Bir m üteveffanın hac metti]


ek için vasisi olan zat,başkasına hac
ettirm eyip kendisi binniyabe hac ec ebilir. M eğer ki müteveffa tarafından
başkası tahsis ve tensîs edilmiş bulunsun.
94 — Bir kimse, vârislerinden birine terekesinden şu kadar m asraf ile
nam ına bedel olarak hac etm esini vasiyet etse vefatından sonra o vâris,di-
ğer vârislerin icazetleri olm adıkça hac edemez. V asiyet edilen mal mirasa
dahil olur.
95 — Bir m üteveffa için m uayyen bir senede hac etm ek üzere varisi ta-
rafından nâip tây in edilen zat, yol m asrafını aldığı halde o sene hac etm e-
yip de ertesi sene hac edecek olsa m üteveffa nam ına câiz olur, m asrafı za-
m in olmaz.

9 6 — Bir müteveffa nam ına vasisi tarafından nâip tâyin edilen zat, yol-
d a hastalanıp almış olduğu m asraf parasını tam am en sarf etm iş olsa kendisi-
ne dönüp gelmesi için vasi tarafından yeniden m asraf parası gönderilm ek lâ-
zım gelmez. F a k a t vasi tarafından n âib e "eğer paran yetm ezse borç al, ben
öderim " denilmiş ise bu m uteber oluf.
9 7 - Bir m üteveffa, hali hayatında m eselâ: On bin kuruş bir zata, on
bin kuruş fakirlere, on bin kuruş da haccı için vasiyet etm iş olduğu halde
terekesinin sülüsü yirm i bin kuru ştan ibaret bulunsa bu sülüs, bunlann ara-
sında esasen m üsavat üzere taksim edilir. Fakirlere isabet eden m iktar, hacca
düşen m iktara ilâve edilir.H ac yap tm ld ık tan sonra bir şey artarsa o da fakir-
lere verilir. Çünkü farz olanı ilk evvel yerine getinnek evlâdır.
98 — Bir kimse m utlak veya m uallak olarak hacca nezretse m eselâ:
"nezrim olsun Allah için hac edeyim " veya "filân işim görülürse nezrim ol-
sun hac edeyim " dese birinci surette m utlaka ikinci su rette işi görülünce hac
etm esi icap eder. Çünkü bu gibi nezirler, vücup sebeplerindendir.
İmam A 'zam dan zahiri rivayete göre m ücerret keffareti yem in ile bu
nezrin uhdesinden çıkılamaz.
(İmam M âlike göre de hacca nezreden kimsenin bu nezrine vefa et-
mesi lâzım dır.)
İm am Ş afiînin bir kavline göre hacca nezir eden kimse, m uhayyerdir,
dilerse nezrine vefa edip hac eder ve dilerse keffareti yem inde bulunur. Di-
ğer bir kavline göre de yalnız keffareti yem in lâzım gelir.
99 - Bir müteveffa, hayatında m alının ü çte birini zekâtına, haccına,
nezrine vesaireye sarfedilm ek üzere vasiyet edip de bu m iktar bunlann hep-
sini ifây a yetişm ese bakılır; eğer bunlar z e k â t ve hacetül islâm gibi farz şey-
ler ise mütevaffanın ilk söylem iş olduğu tercih edilir, o yerine getirilir. F a -
k at biri farz, diğeri nezr veya nafile ise farz tercih olunur. Biri nezr, diğeri,
nafile ise nezr müreccah olur. Velev ki nezri farzdan evvel,nafileyi de nezir-
den evvel söylem iş olsun.
İLMİHALİ 381

100 — ' 'Allah için nezrim olsun Beytullah a veya K âbeyi m uazzam aya
veya M ekkei M ükerremeye gideyim " diye adak yapıldığı takdirde hac veya
um re lâzım gelir. Bunlardan birini tâyin hususunda bu adağı yapan m uhay-
yer bulunur.
"Allah için harem e veya mescidi haram a veya m escidi m edineyeveya
mesidi Aksaya gideyim " diye nezir edilmesi, İmam ı A 'zam a göre m uteber
değildir. Çünkü böyle bir takarrübi iltizam hususunda bir ö rf yoktu r.
F a k a t "H arem e" veya "m escidi haram a gideyim " tarzındaki bir nezir
İm am eyne göre m uteberdir, hac ile um reden birini ihtiyar etm ek lâzım ge-
ür.
101 — Yayan olarak hac etm eği nezir eden kimse — esahh olan kavle
göre — evinden, diğer bir kavle göre ihram a gireceği yerden itibaren yayan
olarak gidip hac eder. Daha tavaffi ziyareti yapm adan râkip olsa kurban
kesmesi lâzım gelir.
102 — N ezirden kat'an nazar hac yolunda — nefsini korum ak, usanç-
tan sakınm ak için — râk ip olmak, piyade olm aktan efdaldir.
M aamafih yürüm eğe giicü yeten bir kimse için piyade olarak gidip hac
etm enin efdaliyetine kail olanlar da vardır.

İhsara m üteallik m es'eleler:

103 — İhsar, lûgatta, bir kimseyi m atlubuna kavuşm aktan m en ve hap -


setm ek m ânasındadır. Ş e r'a n " h a c için ihram a girmiş bir zatın A rafatta vu-
k u f ile tavaffi ziyaretten, um re için ihram a girmiş bir zatin da tavaftan m en'
edilm esi" dem ektir.
Böyle m en'edilen zata "m uhsar" denir.
Hac yolunda zevci veya m ahrem i vefat eden m uhrim bir kadm da
"m uhsar" sayılır.
104 — İhsar, bir nev'i iztirarî cinayet sayılır. Binaenaleyh bundan do-
layı kurban kesilmesi ve o suretle ihram dan çıkılm ası lâzım gelir. Bu kur-
bana "dem i ihsar" denilir.
Meselâ: Bir m uhrim , bir hastalıktan veya düşm andan veya nafakasının
tükenm esinden dolayı haccını ifaya m uvaffak olamazsa M ekkei Mükerre-
m en'in harem inde kesilmek için Mekkei M ükerremeye bir koyun veya para-
sını gönderir. Bunun kesileceği tekarrür eden saati m üteakip ihram dan çıka-
rak tehallül etm iş bulunur.
105 — İhsardan dolayı ihram a nihayet verm ek için. İmam A 'zam ile
İmam M uhamm ede göre yalnız kurban kesilmesi kâfidir, ayrıca halk veya
taksir = traş olmak veya saç kesm ek icap etmez. İmam ebu Y usuf ile İmam
Şafiîye göre halk veya taksir de lâzım dır. Bunlar haccm m enasikindendir.
Bir kavle göre de harem dahilinde vukubulan bir ihsardan dolayı
ihram dan çıkm ak için, halik veya taksir lâzım dır. N etekim Resulü Ekrem
sallallahü aleyhi vesellem Efendim iz, H udeybiyede böyle yapm ıştı.
382 BÜYÜK İSLAM

106 — M uhsara ait kurbanın eyyam ı nehirden birinde kesilmesi, İmam


A 'zam a göre şa rt değildir, daha evvel ve sonrada kesilebilir.
107 — Bir m uhsar, fakir olsa da kurban kesm edikçe ihram dan çıkm ış
olamaz.
* (İmam Şafiînin bir kavline göre fakir olan m uhsar bir kurban yerine
on gün om ç tutar. İmam Ş afii'ye göre bu kurban, ihsarvuk ubuldu ğu yerde
de kesilebilir.)
108 — H açtan m en'edilen m uhrim haccı kırana n iy et etm iş olduğu
takdirde Mekkei M ükerremenin harem inde kesilmek için iki kurban gönde-
rir. Bunlardan biri haccı, diğeri de um resi içindir. Böyle iki kurban kesilme-
dikçe ihram dan çıkm ış olmaz.
109 — Hac veya um reden m en'edilen m uhrim gönderdiği kurban ile
tehallül ettik ten sonra aynı mevsimde hacca veya um reye im kân bulsa m en'
edüdiği hacca veya um reye bedel hac veya um re etm esi icap eder... Bunları
yapm adıkça ihram dan çıkm ış olmaz. Çünkü bu m uhrim , âd eta başlam ış
olduğu bir haccı veya um reyi fevt etm iş kimse m esabesinde bulunur.
110— Haccı kırane niyet etm iş olan bir zat, hac ile um reden m en'e-
dildiği cihetle M ekkei M ükerremenin harem ine kurban gönderm ek suretiyle
ihram dan çıkıpda ba'd eh u m âniin zevaline m ebni Haremi Ş erife gidip um re-
siyle haccım ifaya im kân bulsa üzerine bir hac ile iki um re lâzım gelir. Bun-
lardan bir hac ile bir um re kaza olarak icap eder. Çünkü bunlar, ihram a
girmesiyle kendisine lâzım gelmiştir. Diğer bir um re de bunlara ait ihram -
dan çıkm ak, tahallül etm ek için lâzım gelmiş olur. Bu hac ile bu iki um re
m üteferrik zam anlarda da yapılabilir.
111 Yalnız um re için ihram a giren bir zat, um renin rükünleri olan
tavaf ile sayöen m eıı'edilecek olsa ihram dan çıkm ak için M ekkei Mükerre-
m enin harem üıe bir kurban gönderir ve bu um resini ileride im kân bulunca
kaza eder. Buna "um retü'lkaza " jLisl! ■„y f- " deriz.

* (İmam m alike göre m u'tem ir, ilısardan dolayı kurban ile ihram dan çık-
mış olamaz, çünkü um renin vakti m uayyen değildir, fevtinden korkulm az.)
112 Bir m ührün, hacdan m en'eüilm ekle kurban gönderm iş olup da
badehu m en'in zevaline m ebni hacci ifaya kudret uulsa hem en haccini ifaya
yönelir, çünkü aslı yerine getinneğe im kân uulm uştur. Bu halde kurbanına
d alı a kesilmeden y etişir ise m alik olur. Onda dilediği gibi tasarruf edebilir

Zira artık ondan istiğna hasıl olm uştur.


113 - Bir zat,A refe günü A rafatta durduktan sonra tavaffi ziyaretten
vesair hac e f alinden m en'edilse bununla m ulısar olmuş olmaz. Çünkü artık
haccini ikmaline im k ân vardır, fevtinden korkulm az, tavaffi ziyaret her za-
m an yapılabilir.
Bil'akis A rafatta vukuftan m en'edildiği îıalde yalnız tavaffi ziyarete
m uvaffak olsa yine m uhsar sayılmaz. Çünkü bu takdirde de hac fevt olmuş
İL M İH A L İ 383

olur. Bu tavaf ile beraber say de ve halk veya taksirde bulununca ihram dan
çıkm ış olur. Bu tahallüle bedel olan kurbana artık h acet kalmaz.
114 — M ikattan farz, nezir veya nafile hac için ihram a giren zat, arefe
günü zevalden sonra bayram gününün fecrine kadar, velev pek az bir m iktar
A rafatta vukufa m uvaffak olmazsa lıac fevt olmuş olur. A rtık tahâllül için
kendisine um re yapılması ve bu haccı da gelecek sene kaza etm esi icap eder.
Bu um re için ay nca ihram icabetm ez. Belki o fevt olan hacrin ihram ı buna
da kifayet eder. Bu um reye başlayınca telbiyeye de nihayet verir.
Bu zat, eğer hacci kırana n iy et etm iş ise iki d e f a um re yapm ası lâzım
gelir. Binaenaleyh iki defa tavaf eder, iki defa da Safa ile Merve arasında
Sayde bulunur. Bunlann birincileri n iy et edilm iş olan hac ile um reye bedel-
dir, İkincileri de haccın ihram ından çıkıp tahallül etm ek içindir.
Bu ikinci um reye başlayıp Haceriesvedi selâm lam ası anında telbiyeye
nihayet verir.
115 — Hac için nâip olan m uhrim hacdan m en'edilse harem e gönderi-
lecek kurban bedeü, âm irine lâzım gelir. Çünkü âm irinin nam ına bu uhdeye
girm iştir. Bundan kurtulm ak için âm irinin yardım ına ihtiyaç vardır. Bu hal-
de, nâip, âm irinin m alından yapm ış olduğu m asraflan da zamin olmaz. Zi-
ra bu, bir şiledir, bu m eni’hususu d a kendisinin ihtiyariyle değildir.
F a k a t bir n âip , hac cinayetlerinden birini bil'ihtiyar yapacak olursa
icap eden kurbanın bedeli kendisine ait olur. Çünkü o m em nu' olan şeyi
kendi ihtiyariyle yapm ıştır.

Resuli Ekrem Efendim izin kabrini ziyaret:

116— Hac y olculuğunda bulunan zatlan n M edinei Münevvereye giderek


Resuli Ekrem — Sallâllâhü Tealâ A leyhi Vesellem — Efendim izin Mescidi
Şeriflerini, Kabri Saadetlerini ziyaret etm eleri pek mühim b ir vazifedir.
Bazı zatların beyanlarına göre evvelâ hac vazifesini yerine getirmeli, o
vesile ile H ak Tealânın m ağfiretiyle günahlardan tem izlenm eli de sonra Pey-
gamberi Zişanım ızın ziyaretine varmalıdır.
M aam afih hacdan evvel de M edinei Tahireye gidilebilir.
117 — Ş am yolculan gibi M ekkei M ükerremeye gitm ek üzere yollan
M edinei Münevvereye uğrayan zevat için ilk evvel Resuli Ekrem Efendim i-
zi ziyaret etm ek bir vazifedir, kurbiyyete bir vesiledir. Bunu bir an evvel
yapm am ak bir kasvet eseri sayılır. Bu ziyaret, â d e ta nam azların evvelle-
rindeki sünnetler m esabesindedir. Bu hal de hac ile um re için ihram ,
sonraya bırakılır. M ekkei M ükenem eye gidileceği zam an Medinei Münev-
vere ahalisinin m ikatı olan Zülhuleyfeden ihram a girilir.

118— Resuli Ekrem — Sallâllâhü Tealâ A leyhi Vesellem — Efendim i-


zin pür n u r olan Kabri Saadetlerini ziyaret kurbetlerin efdalidir eşrefidir.
Nasıl olmasın ki, bütün k â in a t o Peygam beri Zişanın nurundan yaradüm ış-
384 BÜYÜK İSLAM

iır. Bütün beşeriyetin en büyük, en m uhteşem rehberi odur. Bütün insanlara


Hak Tealâm n m ukaddes dinini, m übarek kitabım tebliğ ederek insanlan
haktan, faziletten,hakikî m edeniyetten haberdar eden odur.
119 — H azreti M uham m ed — Aleyhisselâtii vesselâm —Efendim iz, bir
Peygamberi Zişandır ki, nezîlı hayatı, bütün akval, ve ef'ali, kudsîleri hay-
ran edecek bir ııezalıati, bir fazilet ve hikm eti haiz bulunm uştur.
O bir nebiyyi âlikadirdir ki, bütün beşeriyetin selâm etine saadetine ça-
lışarak yeryüzünde en m es'u t bir inkılâp vücude getirm iştir.
O bir m uazzam Peygam berdir ki, Kabri Saadetinde her an lâ h u tîn u r-
lar, parıldanıp durm aktadır.
O bir mübeccel varlıktır ki, Mescidi Saadeti bir darül’aman olup mü-
nevver kabriyle m übarek m inberi arası, cen n et bahçelerinden lâ tif bir
baçedir.
O bir m ufahham Resuli Kibriyadır ki, m übarek vücudu topraklarına
ebedî bir şe re f ve ulviyet venniş olduğu beldei tahire, vahyi İlâhînin son te-
celligâhı olup sinesinde İslâm iyetin binlerce m ukaddes h âtıralan m , m efahi-
rini saklam aktadır. A rtık o kudsî siyret Peygamberin K abri Saadetlerini
ziyaret etm ek pek m ühün bir vazife olmaz mı?
120 — Resuli E krem in Kabri Saadetlerini ziyaret etm enin faziletine
nihayet yoktur. Bir hadisi şerifte: Beni ahire te irtihalim den sonra ziyaret
eden, beni hayatım da ziyaret etm iş gibi olur. Kabrimi ziy aret edene şefaa-
tim vaciptir buyurulm uştur. Binaenaleyh h er müslüman ve bilhassa hacca gi-
den her ehli iman büyük bir m ania karşısında kalm adıkça h er halde gidip
Fahriâlem , Salîâllâhü AleyhiVesellem Efendim izi ziyaret etm elidir.
Bütün nebilerin hatem i olan o büyük Peygam berin ulvî sayesinde hak
ve h ak ik atten haberdar olup hidayet ve saadete eren bir müslüman nasü olur
da Hicaz kıt'ai m übarekesine kadar gitmiş iken o m ukaddes Peygamberin, o
bî nazir velîyyünniam in lâ tif kabrini, pürmeali mescidini, m übarek beldesini
ziy aret etm eksizin yurduna dönebilir?
Bahusus bir hadisi şerifte: "Beytullahı ziyaret edip de beni ziyaret et-
m eyen bana cefa etm iş olur" buyurulm uştur.
Diğer bir hadîsi şerif de: "Hali müsait iken beni ziyaret etm eyen bana
cefada bulunm uş olur" mealindedir.
121 — Medinei Münevvereye gideçek zevat için riayet edilmesi lâzım
gelen bazı hususlar vardır. Ş öyle ki:
(1) Medinei Tahireye gidecek bir zat, Resuli Ekrem Efendim izin kabri
saadetini ve mescidi şerifini ziyaret niyetinde bulunm alı, yolda sık sık Sa-
latü selâm okumalı, o m übarek beldeye yaklaşuıca yıkanm alı, yeni libaslan-
ııı, yenisi yoksa yıkanm ışlannı giyinmeli, bir z a ru re t yoksa piyade olarak
kemali edep ve ihtiram ile yürümeli, o münevver beldeye girince de duaya
başlam alı, Fahri kâinatın h icre t buyunnuş, C ibriliem înin son vahyi alâhîyi
indirm iş olduğu m ukaddes bir beldede bulunm ak şerefine nâil olduğunu
düşünerek Salatüsselâm a devam etmelidir-
İL M İH A L İ 385

(2) M edinei Münevvereye girerken Besmelei şerife ile j k - j 'y j j»


( VlkL- d.‘jl ^ J J « -'j j J j -» J ’--u gibi bir âyeti ke-
rîm e okumalı ( 1 )
«itti!* J*» <Üİ_5-j S j J jü»I piill)
(J ^L_. L ^a-jl ^ J diye Hak Tealâya yalvarmak dır. (2)

(3) Peygamber Efendim izin Mescidi saadetleri görülünce kemali te-


vazu ile Salâtii selâm ı arttırm ak, içerisine girince orada m inberi şerifin ya-
nındaki direk,sağ om uzuna m uhazi olm ak üzere Tahiyye tülmescid olarak iki
rekat namaz kılmalıdır. Çünkü orası, Resûli Ekrem Efendim izin mevkifı sa-
adeti bulunm uştur. Ve bu m inber ile kabr-i saadet arasındaki saha, bir cen-
net b alıç esi dem ektir.
Bu ni'm ete n âiliyetten dolayı iki re k â t ta şükür namazı, kılmak, hatıra
gelen hayırlı dualarda bulunm ak, kimse hakkında beddua etm em elidir.
(4) Sonra Resûli Efham H azretlerinin kabri saadetlerine m übarek ayak-
lan cihetinden gidip vechi şerifleri karşısında d ö rt arşın kadar uzakta olarak
gayet edep ve tevazu’ ile, huşu ve hudu’ ile durm alıdır. O büyük N ebiyyi
âlişanm kudsî nazarlannın kendisine müteveccih olduğunu, selâm ım ala-
cağını, niyazlannı işiteceğini, dualanna "A m in" dem ek lûtfunda bulunaca-
ğım m ülâhaza ederek: J L dLl* ç % J \ C ' f j } ^ V-' tiU* )
(il dUi ,-yUl i l gibi bir tarzda ta ’zim lerini sunmalı, dilediği hayırlı
şeyler hakkında dua etm elidir.

Resûli Ekrem Efendim ize tebliğ edilm ek üzere kendisine bazı zatlar
tarafından tevdi edilm iş selâm lar var ise onlan da o zatlar nam ına Fahri
Alem Efendim ize arzetm elidir.
Kabri saadet önündeki duvara yaklaşip el sürm ekten ve yüksek sesle
dua etm ekten sakınmalıdır. Çünkü bunlar tazîme münafidir.

(5) Bu ziyaretçi, bir arşın m ik tan yürüyerek Ebubekr-i Sıddık Radiyal-


lahü Tealâ Anhın m übarek başlan hizasında durmalı.

(1) Meali âlisi: De ki; Ya ra b bi! Beni — Medinei Münevvereye veya her hangi bir
yere girdirirk en — do ru, mükemmel bir giri le girdir, ve beni — her nereden çı k arırk e n
— do ru, mak bul bir çı k arı la çı k ar ve bana kendi t arafından h a k k ıyle yardımcı bir k uv
ve t, bir hüccet nasip buyur.
(2) Meali münifi: Yara b bi! Bana rah m etinin kapılarını aç, bana Resulünün — Aley -
hisalâtü Vesselâ m — Z iy a re ti ni nasîp et, velilerine taatın da bulunanlara rtasîp e tti in gibi.
E y kendisine niya z edilenlerin h ayırlısı !... Beni yarlı a, bana merha met b uyur.
F : 25
386 BÜYÜK İSLAM
• jU îl ^ ı j ^ . —-j. i—> L,^ L t i L l t * ^ L J l 4jJ\ ^ ' y ^ j <^Lic

( L**- ^ ii *j>- y*^-''*'' vu.*!


gibi hitabeleriyle ihtiram larım sunmalıdır. { 1 )
Sonra bir arşın daha yürüyerek Ömerül Faruk, Radiyallahü Tealâ An-
lım m übarek b aşlan hizasında durm alı ( 1 l dLU .M JÎ ) gibi
bir tarzda ( , \ £ \ ^ u J U «I J ~ i i u l düş r * J l '.o U - i’ , say-
gılannı takdim etm eli,ba’dehû yine dönüp Resuli Ekrem Hazretleri! m müba-
rek m uvacehelerinde bir m ik tar daha salatü selâm ile duada bulunm dıdır.( 2 )

(6 ) Bundan sonra da eshabı kiram dan "Ebûlübabe" Radıyalla ü Tealâ


Anlı e nisbet edüip kabri saadet ile m inberi şerif arasında bulunan d :-'ğ in y a -
nın a gelerek kerahet vakti haricinde dilediği kadar nâfile namaz kılmalı,
tövbeler edip Allah Tealâdan dilediğini istemelidir.
Rivayete göre Ebûlübabe H azretleri Tebük gazasına iştirak etm em iş,
bundan dolayı peşim an olup tövbesinin kabuliyle m übeşşer olacağı zam ana
kadar kalm ak üzere kendisini bu direğe bağlam ış tövbesinin kabul edilme-
siyle bun d an k urtu lm u ştu r.

(7) Zâir, ba’dehu m escidi saadete "ustuvanei hannane" denilen direğin


yanm a vannalı, orada da namaz kılarak salâtüsselâm da bulunm alıdır.
Resuli Ekrem Efendim iz, m escidi saadette daha m inber yapılm adan
m ihrap civarında bulunan hurm a ağacından bir direğe dayanarak hutbeleri-
ni okurlardı. H icretin sekizinci senesinde m inber yapılınca hutbelerini m in-
berden irat etm eğe başlam ıştı. H azreti Peygamberin bu m ufarekatından
dolayı bu m übarek direk, bir hârik a olarak inleyip ah ü enin etm ekle Nebiy-
yi ra’fe t penah efendim iz, m inberden inerek kendisini kucaklam ış, onun ha-
zin inleyişini, enîniniteskin buy u rm u ştu . H âlâ nişanesi m evcut olan bu di-
rek, Resulü Ekrem in emrile m inberin altına defnedilm iş tir.
( 8 ) Zâir, bundan sonra da "B aki" kabristanına gitmei, Fatım atüzzehra,
Radiyallahü Tealâ A nhanm Baki'deki m escidinde namaz kılm alıdır. Bu
kabristandaki m übarek şehitlerin, İslâm m ücahitlerinin, b irço k sahabei kira-
m ın kabirlerini ziyaret etm eli, bahusus orada m edfun bulunan H azreti Ab-
basm, H azreti Osmanın, Ezvacı Tahiratın ve Peygam ber Efendim izin m uhte-
rem m ahdum u H azreti İbrahim in, H azreti Haşan ile Zeynül A bidînin ve Mu-
. _____________________________ <'
(1) Sana selâm olsun ey Resulullahın Halifesi.'. San a selâm olsun ey Resulullahın
sahibi, ma arada hemde mi, seferlerde yold a ı, gizli i lerde e mini; H a k T e alâ sana h ayırlı
m ü k âfatlar versin.
(2) San a selâm olsun e y m ü'minlerin e mîri, ey müslümanlann yardı mcısı!. Sana
selâm olsun ey mü riklerin ce miyetini d a ıtıp peri an eden din mücahidi! Bi z lere olan
iyilik lerin d en d olayı H a k T ealâ sana h ayırlı m ü k âfatlar versin.
İLMİHALİ 387

ham m ed Bakır ile Caferi Sadık H azretlerinin kabirlerini ziyaret edip onlann
fezail ve m easirini düşünmeli, onlann güzel amellerine, siretlerine nâiliyet
tem ennisinde bulunm alıdır.
F ahri K âinat Efendim izin âm m esi ve Zübeyr ibnil'avvam, Radiyallahü
A nhm vâlidesi H azreti Safiyye ile İm am ı Ali Kerram ah allahü veçhenin vâli-
desi Hazreti Fatım anın kabirleri de Bâki kabristanı yanındadır.
(9) Bundan sonra da Uhud dağı tarafına giderek Seyyidüşşüheda' Haz-
reti Hamza Radiyallahü Tealâ Anlı ile Sair U hud şehitlerinin m übarek ka-
birlerini ziy aret etm eli, badehu Cum artesi günü " K u b â " m escidine gidip iki
rek at namaz kılmalı, kapısının yanında bulunan "E ris" kuyusunun suyun-
dan içm elidir. Daha sonra d a "Seli" dağının bir parçası üzerinde bulunan
"M escidifeth"i ziy aret etm elidir.
Resuli Ekrem Efendimiz:, h er Cum artesi günü K ubâ m escidine giderdi.
Bu m übarek mescidin ilk taşlarını evvelâ Peygamber Efendim iz, sonra Haz-
reti Sıddık, sonra H azreti Ömer, sonra da H azreti Osman vaz’etm iştir.
N ebiyyi Zîşan Efendim izin m übarek yüzükleri,H azreti Osmanın elin-
den h ilâfeti esnasında bu eris kuyusuna düşmüş, bir daha bulunam am ıştı.
‘i l ; a v ii/'iL J il t? H , 'US stHu' j »! tf C >
(10)Vellıasıl: Bir hac yolcusu, Medinei Münevverede b u lu n d u k ça bu-
radaki m ukaddes m akam lan ziyaret etm eli, bilhassa Mescidi Nebeviye mü-
davim olup orada nam azlannı kılmalı, Resuli Ekrem in Kabri Saadetlerini zi-
y aret etm eyi büyük bir nim et, bir ganim et bilmelidir.
Fahriilmürselîn H azretlerinin ko m şu lann a atiyye olarak bir şeyler ithaf
etm eli M ekkei M ükerremeye gideceği veya beldesine döneceği zam an Mes-
cidi Nebevide iki re k â t nam az kılarak vedada bulunm alı, dilediği haıyırlı
dualarda, niyazlarda bulunarak tekrar tekrar Salâtü selâm ile arzı ta'zim âta
çalışm alıdır. Bunlar müstehalb'dır, m üstahsendir.
Feyiz ve inayetine nihayet bulunm ayan Allahü A zûnüşşan Hazretle-
rinden sızlanarak niyaz ederiz ki bu ziyaret şerefine bizleri de nâil buyur-
sun... Amîn.
E y nuri hüda! z iyayı k u dret!. E y n eyyiri âsımanı vahdet!
Peyga mberi bî na zîri haksin, H er türlü sitayi e ehaksın.
Cisminle verince dehre ziver, E fl â k e t ef evvu k etti yerler.
Bir mislini al m a mı tır elbet, A u u n a dayei m e iyyet
Oldu sana m ü n k e if kemaht, Gencinei hik meti lâhî.
Ku dsiy yetin ey n e b iyyi enver Dü manların itiraf ederler.
Verm e kt e bütün u kule hayret, H ül k un da olan mük e m meliyet.
E y pertevi hak! Resuli efha m! N urunla h aya t buldu âle m.
A llah tan ey n e biyyi m uhtar!. E t ti n b e eriyyeti haberdar.

Yara b ne idi o devri fetret! Sar mı tı nasıl cihanı z ulmet! .


A l m ı tı hazan, M u hîti ye kser Sol m u t u o dilni in çiçe k ler.
Dönmü tü z e min, harebe zare, Hasretle bakardı yer mezare,
Bul m u t u zeval ehli iman, T u t m u t u f e z ayı pütperestan.
Et m i ti ufûl mihri hik met:, Sön mü tü çıra ı â d e m iyye t.
cra edilirdi bi behane, Binlerce rusûmı vah iyane.
V a k t a ki n e b iyyi k u tsîtin e t, Bird e n bire dehre verdi z iyn et!
Bir ruhi meali etti ru en, A fa k i ce ziretül arabdan.
E t r a f bütün mü z eyyen oldu, Eflâ k ü z e mine nur doldu.
A h lâ k ı zaman, tebeddül etti, Kib ru a zamet, f e n aya gitti.
Ma hvold u d alâlet, en nihâye, G a r k oldu gönüller in cilây e
Ashabı edep, muradın aldı, Ale m bütün in irahe daldı.
Ya dı yere bir l â t i f baran H er saha kesildi bir gülüstan.
Parlattı cihanı nuri iman, Ekva n e h ayat verdi Kur'an.
Mahvold u o nuri miisteâni, Söndürme e say'eden edâni.
Ma hveyleye m e z o nuru n âsîıt; Nasuta zebun olur mu lâ h u t

E y badı nesim!, çı k se maya, V a r beldei pâki M ust afa'ya


Sür ravz ai f ey zine cebinin, Öp h â k ini fahri âle minin.
O l hâk e sarıl, tevessül eyle, Pür ııe ve kesil, tekemmül eyle.
Ol ravzai pâ k e her seher sen, Lu t f eyle, selâm söyle benden.
A l h alimi çe m e itinaya; Ar z eyle Resuli kibriyaya.
Derdi dilime in aye t etsin, Uk b ad a bana efaat etsin.
'Peyga m berimi z , nasîrimi z dir. Bir melcei bî na zirimi z dir.
Olsun o n e biyyi sidre makber, Bi n le rc e salâ tı h a k k a ma z her.
Asha bına ruhumu z fedadır. Ashabı nücûmı ihtidadır.
İLMİHALİ 389

YEDİNCİ KİTAP
t *V * f ' - „ * > * »' % \ f , i /

KURBANLARA, ZEBİHELERE, AVLARA A İTTİR

İÇİN D EK İLER: K urbanm m ahiyeti, vücubu, hikm eti teşriiyesi. /


K urbanm cinsi ve ayıplı olup olmaması. / K urbanın kesilecek vakti. / K ur-
banın eti ve derisi hakkında yapılacak şeyler. / A kika kurbanı.
Zebh, zebilıe ve tezkiyenin m ahiyetleri. / Zebh = boğazlam a ameli-
yesi, etleri yeyilip yeyilm eyen hayvanlar. / Kim lerin boğazlayacakları,
hayvanların etleri yeyilip yeyilm iyeceği. / Mey tenin m ahiyeti ve hükmü.
Sayd = avın m ahiyeti ve cevazı. / Neler ile av yapılabileceği. / Av hususunda
aranılan şartlar. Z “"

jj

K urbanm m ahiyeti, vücubu, hikm eti teşriiyesi:


m ı > t i o ;r-r (f a ı n _;iî y y i'ın ^ i te.îÜ :> V

1— Kurban, Allah T eâlây a takarriip için kurban niyetiyle kesilen hu -


susî hayvandır. Kurban bayram ında böyle h ak nzası için kesilen kurbana
ud hiyye" bunu kesmeğe de "tazh iy e" denilir.
2— K urban bayram ında k u rb et niyetiyle kurban kesm ek; hür, m ukim
müslim, zengin olan kimse için bir vecibedir. Zenginden m aksat, haceti as-
liyesinden başka nam î olsun olmasın en az ik i yüz dirhem gümüş m iktarı bir
390 BÜYÜK İSLAM
m ala m alik olan, ya'ni: Sadakai fıtır ile m ükellef bulunacak kim sedir.(Z ekât
bahsine de m üracaat!..) Eyyam ı nalı irde kurban kesm eğe kadir olan kimse
kurban kesmeyip te bilâhara fakir düşse bu baptaki v ü cu b , uhdesinden sakit
olmaz.

3 — Kurban kesmekle m ükellefiyet için İm am ı A 'zam ile İmam Ebû


Y u su f a göre akıl ve bülûğ ş a rt değildir. Binaenaleyh zengin olan çocuğun
veya m ecnunun m alından velîsinin kurban kesmesi lâzım dır. Bu Ç ocuk veya
m ecnun, bu kurbanın etinden yer, m ütebakisi de elbise gibi aynından
istifade edecekleri bir şey ile m übadele edilir.
F ak at İm am M uham m ede göre akıl ve bülûğ şarttır. Binaenaleyh
çocukların ve m ecnunların m allarından k u rb an kesilmesi icap etm ez.
M üftâbih görülen de budur. Velîleri kesecek olsalar parasını zem in olurlar.
Ş u kadar varki bir kim senin kendi m alından ç o cu ğ u nam m a k u rb an kes-
mesi m enduptur.
(İm am M alik ile imam Şafiıye göre kurban, vâcip değil sünneti müek-
kededir.)

4 — Kurban vecibesi, h ak y o lu n d a fedakârlığın bir nişanesi Allah Teâ-


lânın verdiği ni'm etlerin bir şükranesidir. Bunun neticesi de sevaba n âiliy et
ve bir takım belâlardan m asûniyettir.
M aahaza insanların ihtiyaçları için h er gün y er yüzünde yüzbinlerce
hayvan kesiliyor. F a k a t bunlardan yalnız halleri, vakitleri yerinde olanlar
m üstefit oluyor. Kurban bayram ında ise H ak rızası için bir kısım hayvanat
kesiliyor, bunlann etlerinden, derilerinden bir ç o k m uh taçlar d a istifade
ediyor, İktisadî bir m es'ele, dinî ve ahlâkî bir m ahiyet alıyor, şah sî m enfaat
yerine âm m e m enfaati kaim oluyor. Binaenaleyh kurban kesflmesi, müslü-
m anlığa has pek İnsanî, içtim ai b ir fedak ârlık dem ektir.

5—K urban kesilmekle kesilen hayvanlann m ik tan pek artm ış olmaz.


Belki kurban kesildiği günlerde kasaplar için kesilecek hayvanların sayısı
azalır, o günlerde yine m u tad veçhile kesilmiş olur.
K endi zevkleri u ğ ru n d a h e r gün binlerce hayvanatın kesilmesini çok gör-
m eyenlerin, senede bir d e f a Allah nzası için bir kısım hayvanlann fukara
m enfaatine olarak kurban nam iyle kesilm esini ç o k görmeleri doğrusu büyük
bir düşüncesizliktir.

Velhasıl K urban'ın m e şru 'iy y e ti; dinî, ahlâkî, içtim ai bir takım
hikm etlere, m aslahatlara m üstenittir. Bunu takdir etm iyecek b ir akıl sahibi
tasavvur olunam az.

K urbanın cinsi ve ayıplı olup olmaması:

6 —K urbanlar; yalnız k o yu n ve k e ç i ile deve, sığır hayvanlanndan ke-


İLMİHALİ 391

silebilir. M andalar da sığır cinsinden sayılır. B unlann erkekleri ile dişileri


müsavidir. Maamafih koyun cinsinin erkeğini kurban etm ek efdaldir. (1)
7—K oyun ile keçi, y a birer yaşını bitirm iş bulunm alı veya koyunlar
yedi sekiz aylık olduğu halde birer yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır.
Deve, en az beş yaşını, sığır da iki yaşını bitirm iş bulunm alıdır.
8 —Tavuk, horoz, kaz gibi ehlî hayvanlar, kurban olamaz. Bunlan kur-
ban niyetiyle kesm ek tahrim en m ekruhtur. Çünkü bun da Mecusîlere bir
benzeyiş vardır. Etleri yenilen vahşi hayvanlarda k urban olamaz.
9 — Bir koyun veya keçi, yalnız bir kişi nam m a kurban olabilir. Bir
deve veya bir sığır ise birden yedi kişi nam ına kadar kurban olabilir. Elverir
ki ortaklarda]! her biri, müslim olup bu hayvanın yedide birine m alik olsun
ve kendi hissesini hak nzası için kurban kesecek bulunsun.
O rtaklar, kesilen kurbandan hisselerini ayırm ak isterlerse tarh ile ayı-
rırlar, mücazefa, ya'ni: Götüırü suretiyle ayıram azlar.
* (İmam M âlik'e göre bir sığır, bir m anda veya deve bir aile efradından
yedi ve d aha ziyade kimse için kurban olabilir. Bu câizdir. F a k a t başka b a ş-
ka aile efradı için yediden az olsalar da câiz olm az.)
10 —K urbanlık hayvanın şaşı, topal, uyuzlu ve deli olmasında, boynuz-
lu veya boynuzsuz veya boynuzunun biraz k ın k bulunm asında ve kulak-
larının delinm iş veya enine yarılm ış olm asında k ulaklannın uçlarından
kesilip sarkık bir halde bulunm asında dişlerinin azı düşmüş olm asında, te-
nasül uzvu bulunm ayıp m ecbup, burm a bir halde yaşam asında b ir beis
y oktu r.
1 1 —İki gözü veya bir gözü kör olan, dişlerinin ekserisi düşmüş veya ku-
laklan kesilmiş olan, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılm ış olan,
kulağının veya k uyru ğunun yansından ziyadesi veya m em elerinin başlan
kopm uş bulunan, kulaktan veya kuyruğu hilkaten bulunm ayan bir hayvan,
kurban olamaz.
12—Kurbanın semiz olması efdaldir. Kem ikleri içinde iliği kalm am ış
derecede zayıf veya aksak ayağını yere basıp kesileceği yere kadar gidemi-
yecek halde topal veya a şik â r bir halde hasta bu lu n an bir hayvan da kur-
ban olamaz.
13—K urban kesmekle m ükellef bir kim senin satın aldığı kurbanda yu-
kandaki ayıplardan biri bilâhara vücude gelse yerine başkasını alıp kesmesi
icabeder. F a k a t fakir bir kim senin aldığı kurban, böyle taayyüp etse yine
kurban kesilmesi câiz olur, yerine başkasını alması icap etm ez. H a ttâ böyle

(1) Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe müavi olsalar, dişisini kurban etmek efdal
olur. Kezalik devenin veya sığırın, erkeği ile dişisi etçe veya kıymeçte müsavi olsalar
dişisinin kurban kesilmesi efdaldir.
392 BÜYÜK İSLAM

ayıplı bir hayvanı satın alıp kurban kesmesi de kifayet eder. Çünkü bu kur-
ban, onun hakkında bir nafileden ibarettir. Nafilelerde ise vüs'at vardır.
* (Einımei selâseye göre zengin hakkında da kifayet eder. Başkasını al-
m aya h acet y o k tu r.) q a b i H ç u v m i u -yi-kul .v

14—Zengin kim senin aldığı kurban, henüz kesilm eden ölse yerine baş-
kasını alması icap eder. F ak ir kim senin aldığı kurban ölse başkasını alması
lâzım gelmez.
15—Zengin kimsenin aldığı kurban, gaip olup veya çalınıp da yerine
başkasını kestikten sonra bulunsa artık b u n u da kesmesi lâzım gelmez. Çün-
kü vecibesini ifa etm iş bulunm aktadır. F a k a t fakir kim senin bu takdirde
kesmesi lâzım gelir. Çünkü fakirin satın aldığı kurban, kurban olmak üzere
taayyün etm iş, kendisine vâcip olmadığı halde b u n u n kurban olmasını ilti-
zam eylem iş tir.
16— K urban için alınan hayvanın, çalındıktan veya gaip o lduktan sonra
yerine b aşk a kurban alınıp d a b a ’deh u o da eyyam ı nahrde bulunsa bakılır;
Sahibi zengin ise bunlardan dilediğini k urban keser, şu k a d a r var k i sonra-
dan aldığının kıym eti noksan olduğu halde onu kesse aradaki fazla m ik ta n ta-
sadduk eder. F a k a t fakir ise her ikisini de kesmesi lâzım gelir. Çünkü b u n -
lar onun hakkında nezir kurbanı m esabesindedir. Maamafih b ir kavle göre
yalnız birisini kesebilir.
17—Gaip olan kurbanlık hayvanı yerine alman ikinci kurbanlık hayva-
nın henüz kesilmeyip de eyyam ı nahrden sonra evvelki kurbanlık bulunsa
sahibi bunlardan hiç birini kesmez, belki b u n lan n en kıym etlisini tasadduk
eder.
18—Bir kimse, kurbanlık hayvanı alıp, sonra onu satarak yerine misli-
ni alsa İm an Ebu Y usuf'a göre câiz olmaz. Çünkü bunun aym na lıakkullah
taallûk etm iş olur. F a k a t İmam ı A 'zam ile İmamı M uham m ede göre maalke-
rahe câiz olur.
19—K urbanlık hayvan kesilm eden evvel ao ğ u rsa yavrusu da kendisiyle
beraber kesilir. Çünkü bu, anasına tâb i'd ir. Ş a y e t kesilmeyip te satılırsa pa-
rasının taSadduk edilm esi icap eder.

Kurbanın kesilecek vakti:

2 0 —K urbanın kesilecek zamanı, eyyam ı natırdır, yani: K urban bayra-


m ının birinci, ikinci ve üçüncü günüdür. F a k a t birinci gününde kesilmesi ef-
daldir.
2 1 —Kurbanlar, şehirlerde veya bayram namazı kılınan sair yerlerde n a -
m azdan sonra, bayram nam azı kılınm ayan köylerde, göçebelikte de bayram
gününün fecrinden sonra kesilir, ilk vakti budur. K urbanı geceleyin kesmek
tenzihen m ekruhtur.
İLMİHALİ 393
* (İmam Şafıîye göre kurbanlar, bayram ın dördüncü gününde de gurup
vaktine kadar kesilebilir.) ^
2 2—Kurbanlar, kıbleye karşı yatırılarak ( - r Bismillâh Al-
lalıü ekber) diye kesilir. Bunu elinden gelirse sahibi kesmelidir, elinden gel-
mezse münasip bir müslümana em redip kestirmeli, kendisi de başında bulun-
malı ve: ( 4 CnlU' ijL - 3 j U , jfM-, «jl ) ây eti celîlesini
okum alıdır. Yalnız kurban sahibinin besmelesi kifayet etm ez, herhalde ke-
sen, ( j f 1 •&! p j; ) demelidir.
Kasten besm eleyi terk ederse kurbanın e ti yenilem ez. Kurban sahibinin eli-
ni kasabın eli üzerine koyarak kurbanı kesseler ikisinin de besmelede bulun-
maları icap eder. Birisi terk etse kurbanın eti yenilemez.
2 3 —Kurban bayram ında kesilm ek üzere satın alınmış olan kurban hay-
vanı, kesilmeyip de eyyam ı nalır geçm iş bulunsa o hayvanın m evcut ise ay-
nını, m üstehlek ise kıym etini fakirlere tasadduk etm ek icap eder. Ertesi se-
neye bırakılam az.
2 4 —Kurbanın vücubunda eyyam ı nah n n sonu m u ’teberdir. Binaena-
leyh kurban bayram ının üçüncü günü güneşin gurubundan evvel zengin olan
m ükellef bir müslümana kurban vâcip olur. Velev ki ondan evvel fakir b u -
lunm uş olsun. Bil'akis o günün gurubundan biraz evvel fakir düşen veya ve-
fat eden müslümanlardan da kurban vücubu sakit olur.
2 5 —Zilhiccenin onuncu günü olduğuna şeh ad et edilip te bayram na-
m azı kılındıktan ve kurbanlar kesildikten sonra o günün henüz arefe günü ol-
duğu tebeyyün etse m üslüm anlann ib ad et ve taatlarım siyanet için kılınan
nam az üe kesilen kurbanlar, kifayet etm iş olur. Çünkü bu gibi hatalardan
k açm m ak daim a mümkün değildir.
26—Zühiccenin onuncu günü olduğu zeval vaktinden evvel sâb it olsa
bayram nam azı kılınır. Badehu kurbanlar kesilir. F a k a t zeval vaktinden son-
ra sâ b it olsa o gün bayram nam azı kılınmaz kurbanlar kesüebilir. Ertesi gü-
nüde bayram nam azı kılınır.
Hayvanı kesileceği yere n fk ile götürm elidir ve keskin b ıçak üe kesip
kendisine zahm et vermemelidir. Fazla teellümüne sebebiyet verm emek için ız-
tırabı sükun bulduk tan sonra soym alıdır. Kurban sahibi, kurban kesildiği
gün ilk taam ını kurbanın ciğerinden intihap etm elidir. Bu m enduptur.

K urbanın eti ve derisi hakkında yapılacak şeyler:

2 7 — Nezr tarikile olm ayan kurbanm etinden sahibi, zengin olsun olma-
sın yiyebileceği gibi fakir olm ayan kimselere de yedirir ve dağıtabilir. F e t-
va bu veçhiledir. Maamafih hiç olmazsa ü çte birini fakirlere tasadduk etm e-
lidir. M eğer ki orta halli bulunan kurban sahibinin nafakasını te'm in
etm ekle m ükellef olduğu kim seler ç o k bulunsun, o halde kurbanm etini on-
ların yem eleri için alıkoyabilir, b u m enduptur.
394 BÜYÜK İSLAM

Diğer bir kavle göre fakir kimse, kurban bayram ında kurban olmak
üzere satın alıp kestiği hayvanın etinden yiyem ez. Çünkü kendisine vacip ol-
m adığı halde böyle kurbanlık alıp kesmesi, bir nezr mesabesinde bulunur.
N ezreden kimse ise nezr kurbanının etinden yiyem ez. Onu zevcesine, usul
ve furuunave zengin kimselere yedirem ez. Yedirse kıym etini zamin olur.
2 8— K urbanın sütünden istifade etm ek, etin i veya postunu satip parası-
nı almak, veya dem irbaş olmayacak bir şey ile değiştirm ek m ekruhtur.
Böyle bir şey yapılırsa kıym etini tasadduk etm ek lâzsm gelir. Bundan kasap
ücreti de yerilmez.

2 9—Kurbanın postu tasadduk olunur veya ondan seccade veya sofra gi-
bi evde kullanılacak bir şey yapılır. Kesilmeden evvel yünlerini kırkm ak
m ekruhtur. Kırkılacak olursa tasadduk edilm elidir. F a k a t kesildikten sonra
yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir.
3 0 —İki üç kimse, yanlışlıkla birbirinin kurbanını kesecek olsalar h er
kesilen hayvan, sahibinin kurbanı olm ak üzere câiz olur, birbirine b ir şey
borçlu olmaz. Bu halde her biri, kendi hayvanının — m evcut ise —etini alır.
Yenilm iş veya dağıtılm ış ise birbirine aradaki farkı helâl eder. Ş a y e t cimri-
lik gösterirler de helâl etm ezlerse h er biri diğerine ait kurban etinin kıym eti
ni zamin olur. Bu halde bu kıym eti de tasadduk etm ek lâzım gelir. Çünkü
bu, kurban etinin bedelidir.
3 1 —Bir kimse, kendisine tevdi olunan bir kurbanı, sahibinin izni
olmaksızın bayram günü sahibi nam ına kesecek olsa bunu zamin olmaz. Sa-
hibinin kurban vecîbesi sakit olur. Çünkü buna delâleten izin vardır.
3 2 —Bir kimse, gasp etm iş olduğu bir hayvanı, m eselâ: Bir koyunu ken-
di nam ına kurban kesecek olsa — diri olduğu haldeki kıym etini zamin
olmak üzere — sahih olur.
F a k a t kendisine em anet, m eselâ: V edia' bulunan bir hayvanı böyle
kurban kesecek olsa sahih olmaz. Çünkü bu hayvana, kesm eden evvel zam an
ile m alik bulunm uş değildir. M erhûn olan hayvan, m ürtehine nazaran kur-
ban hususunda bir kavle göre m ağsup, diğer bir kavle göre vedia hükmünde-
dir.
3 3 —Bir kimse, kendi m alından alıp sevabını bir m üteveffaya bağışla-
m ak üzere bayram günü kestiği kurban etinden yiyebilir. Başkalarına da ve-
rebilir. M uhtar olan budur. F a k a t bir kim se, müverrisinin em riyle müverrisi
için keseceği kurbanın etini yiyem ez. Bunu tam am en tasadduk etm esi lâ-
zımdır.
3 4 —Bir kimse, kendisi için m üstakillen kurban kesm ek için aldığı bir
deve veya sığıra bilâhara altı kim senin iştirakine razı olarak bunu birlikte
kurban olarak kesmeleri câiz olur. Ş u kadar var ki bunda kerahat vardır. O
kimse ahdine h u lf etm iş sayılır. Şeriklerinden alacağı parayı tasadduk e t-
melidir.
İLMİHALİ 395

Maamafih o kimse, falar olduğu takdirde bir kavle göre başkalarının


bu iştirakine razı olamaz. Çünkü onun keseceği bu kurban, bir nezir
m esabesindedir. O bu kurbanı satın alm akla nefsine vâcip kılm ış olur.
3 5 —U dhiyenin rüknü, irakai dem dir, ya’ni: K urbanlık hayvanı boğazla-
yıp kanını akıtm aktır. Bu olm adıkça kurban vecibesi yerine getirilmiş ola-
maz. Binaenaleyh kurbanlık hayvanın kesilmeksizin tasadduk edilmesi câiz
olamaz. F a k a t alman kurban, hayvanı her nasılsa kesilmeden eyyam ı nahr
çıkacak olsa bunun diri olarak tasadduk edilm esi lâzım gelir. Çünkü irakai
dem, tasadduka intikal etm iş olur. B unun etinden sahibi yiyem ez.
3 6 —Bir kurbanı, kitab î bulunan bir gayri müslimin kesmesi m ekruh-
tur. Mecusinin ise aslâ câiz değildir. F a k a t bir kurbanın etinden her hangi
gayri müslime hibe yolu ile verm ekte bir beis yoktur.
* K urban,hicreti nebeviyyenin ikinci senesinde m eşru' buyurulm uş-
tur. Bunun m eşru'iye ti kitap ile, sünnet ile, icm a' ile sâbittir.
* (K urban Şafiîlere göre, m ünferit bir şahıs için bir sünneti ayndır.
Bir aile efradı için ise bir sünneti kifayedir. Ailenin nafakasını tem in eden
zat, kurban kesince artık diğerlerinden bu sünnet sakit olur.)

A kika Kurbanı:

37—Yeni doğan çocuğun başındaki ana tüyüne "akika" denir. Böyle


bir ç o c u k için şükrane olarak kesilen kurbana da "akika" adı verilm iştir.
Bunun müslümanlarca asıl adı "nesike" dir.
Akika, bizce m übah ve nih ay et m enduptur. Eim m ei selâseye gö-
re sünnettir, zahiriyyeye göre de vâciptir.
3 8 —A kika kurbanı, çocuğun doğduğu günden baliğ olacağı güne kadar
kesilebilir. F a k a t yedinci günü kesilmesi efdaldir. Ç ocuğun yedinci günü adı
konulur ve başının saçlan kesilip ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edi-
lir ve ayni günde bu kurban kesilir ki, böyle yapılm ası, Eim m ei selâsece
m üstahaptır.

39 — K urbana elverişli olan her hayvan, akikaya da elverir. Oğlan ç o -


cuğu için kesileceği gibi kız çocuğu için de kesilir ve her biri için bir koyun
kesilmesi kifayet eder. O ğlan çocuğu için iki koy u n kesilmesine kail olan-
lar d a vardır.

4 0 —A kikanın kem ikleri, ço cuğun sıhhat ve selâm etine tefe'ül için kınl-
m ayıp yalnız m afsallarından ayrılır, o suretle pişirilir. Bu m üstehaptır. Diğer
bir bakım dan d a ço cuğ un tevazuuna, b eşerî gilzattan, ihtirastan tecerrüdüne
tefe'ül için kem iklerin kırılması m üstehap görülmüştür.
A kikanın etinden kesen yiyebilir. Başkalarına da yedirebilir ve
tasadduk eder.
396 BÜYÜK İSLAM

Zebh, zebiha ve tezkiyenin m ahiyetleri:


iis s n w\ .n sd r .;..# ea

4 1 — Z ebh, boğazlam ak; hayvanın boğazına b ıçak vurup dam arlarını


kesm ek dem ektir. Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" de-
nir. iiMhi;* !, - <;> Ât :, i :î I- <6 . ;;'
Tezkiye de boğazlam ak m ânasına olup şer'an iki türlü olur.
Birisi, hakikî ve ihtiyarî tezkiyedir ki: Bir hayvanı usulü dairesinde kes-
kin bir â le t ile boğazlam aktır. Diğeri de hükm î ve ızdırarî tezkiyedir ki, bu
da; Bir avın aldığı cerihadan ibarettir. Bir av, şeraiti dairesinde bu cerihadan
ölünce boğazlanm ış sayılır.
4 2 —Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz dam arlarını kes-
m eğe "N ahr" denilir. Deveyi zebh etm ek m ekruh olduğu gibi koyun sığır
hayvanını da nahr m ekruhtur.

Zebh = Boğazlama am eliyesi:


* ** '* *1 i-»***- . « » 4< , ' f s*s J v* ' »ili' *»? İİJ i. m&i i :*
4 3 —M eşru’ surette boğazlanm a, hayvanın hulkum unu yani: Nefes b o -
rusunu ve "m eri" denilen yem ek ve içm ek borusunu ve bunların arasında
bulunup "vedec" denilen iki dam arım kesm ek suretiyle yapılır. Bu d ö rt
şeyden üçünün kesilmesi, İm am ı A ’zam a göre kâfidir. İmam ı Ebu Y u su f a
göre h er halde nefes borusu ile yem ek borusu ve o iki dam ardan biri kesil-
m elidir. İmam ı M uhanım ed'e göre de bu d ö rt şeyden h er birinin ekserisi k -
sjlıuiş bulunm alıdır. •
4 4 —Hayvanlan boğazlam ak hususunda dam arlannı kesip kanlannı akı-
tacak herhangi bir âlet kâfidir. Meselâ: Bıçak k âfi olduğu gibi keskin kamış
kabuğu, cam parçası da k âfidir. Ş u kadar var ki, bu âlet, hayvana zahm et
verm eyecek bir halde keskin olmalıdır. Hayvanı yere yatırd ık tan sonra bu
âleti keskinletm eye çalışm ak m ekruhtur. Hayvanı ayağından tutarak mez-
bahaya çekm ek de m ekruhtur. Hayvanı b o y n u n u n altından değil, üstünden
kesm ek ve daha soğum adan kafasını tam am en kesip derisini soym ak da
m ekruhtur.
4 5 — Hayvanları boğazlarken "tesm iye"de bulunm ak, y a 'n i:(Bismillâh)
dem ek lâzım dır. Bu hususta Hak T ealânm m übarek isim lerinden her hangi
birini zikretm ek te kifay et eder. M eselâ: Allahü Ekber, Allahü A 'zam veya
Allah denilmesi kifayet eder. F a k a t Allah Tealânm ismini dua ıriâksadıyle
zikretm ek kifayet etm ez ( J ,j£ \ _jji = Allahüm m eğfiıli) denilmesi
gibi.
(Bismillâhi, Allahü E kber) denilmesi m üstehaptır.
r >■* " ‘ . İl ‘ O *‘İ ::1aİİ \ '•)’l$>V ;' > ii
Hayvanı kıble cihetine tevcih ederek kesm ek sünnet olduğundan terki
m ekruhtur.
4 6 — Besmele kasten terk edilirse hayvanın eti yenilm ez, haram olur,
F ak at bir unutm a neticesi olarak terk edilirse boğazlanan hayvanın yenil-
mesine m ani’ olmaz. Çünkü nisyan: unutm a, m a'füdur.
İLMİHALİ 397

* (tm am Şafiîye göre yalnız boğazlam a kâfidir, Besmele okunm ası, bir
sünneti m üekkededir, besmele bulunm asa, ya'ni: "Bism illâh" denilmese de
hayvanın eti h ıra m olmaz. Bu kavil, E bu Hüreyre ile İbni Abbas (Radıyal-
lahü anhüm) den mervidir. Ş u kadar varki bu kavil, sair m üçtehitlerin ittifa -
kına m uhaliftir, m aam afih Şafiîlerce de besmeleyi terk m ekruhtur.)
„ , V- S - S .......* " ^ '... '* " i S*
Etleri yiyilip yiyilm eyen hayvanlar:

4 7—T abiatında vahşet ve denaet olmayan ve tab'an iğrenç görülmeyen


hayvanların etleri — şeraiti dairesinde — helaldir, yiyilebilir. Tavuk, Kaz,
Ördek, Zürafa, Deve kuşu, Bağırdan kuşu, Güvercin, Bıldırcın, Koyun, Ke-
çi, Deve, Sığır, M anda,Ekin kargası, Tavus, Kırlangıç, Baykuş, Tavşan; Tur-
na gibi hayvanlar bu cümledendir. Serçe ve sığırcık kuşlarını yem ekte beis
görülm emiştir.
Yarasanın yiyilip yiyilm em esinde, haram veya m ekruh olup olmama-
sında ih tilâ f vardır. Hüdhüdü yem ek m ekruh görülmüştür.
Saksağan, kum ru, bülbül, keklik kuşlarının etleri esasen helaldir.
A ncak bunların etlerini yiyenlere bir â fe t isabet edeceğine dair nas arasında
bir kanaat m evcut olduğundan bunları yem ek müstahsen görülm em iştir.
* (Şafiîlerce Kırlangıç, Tavus, Hüdhüd, papağan kuşlarının etleri ha-
ramdır. M artı ve Balıkçıl kuşlan ise helâldir.)
48—Azı dişleri ile kapıp avlayan, parçalayan ve kendisini m üdafaa eden
hayvanların etleri haram dır, yenilmez. Kurt, Ayı, Arslan, Kaplan, Pars, Sin-
c a p , Sam ur, Sansar, M aym un, Sırtlan, F il, Kelp, Kedi, Keler; Telki; Gelin-
cik gibi hayvanlar bu kabildendir. A zı dişleri olduğu halde bununla başkası-
na saldırm ayan bir hayvanın e ti ise yiyilebilir. Deve gibi.
4 9 —T ırnaklan ile kapıp avlanan tırm alayan ve tab'an denî olan kuşla-
n n etleri de haram dır veya tahrim en m ekruhtur. Kerkes, Çaylak, Kartal,
Kuzgun, A kbaba, Alaca karga, Yarasa, A tm aca, Şahin g ib i Bunlar cife
yem ekten çekinm ezler. Tırnaklı olduğu halde bununla hayvanları avlama-
yan bir kuş ise yiyilebilir. Güvercin gibi..
5 0 — Habis olan, ya'ni: T ab'an iğrenç bulunan bir takım hayvanların
etleri de haram dır, yiyilem ez. Fare, yaban faresi, akreb, yılan, kene, kurba-
ğa, kara ve deniz kaplum bağası, an, kara sinek, sivrisinek, köstebek, kirpi,
bit, pire vesair h a şara t gibi.
Görülüyor ki: Bu haram olan hayvanlardan bir kısmı yırtıcı bir tab 'a
m aliktir, fitreten m ûzîdir, yaradılışında bir denaet m evcuttur. Bir kısm ı ise
iğren çtir, tab'an m enfurdur. İnsan ise nezih, mükerrem bir m ahlûktur.
** \ M'* o * ?1 i, •-*~ ( t^
Binaenaleyh insanlar bu gibi adi, m uzır hayvanların etlerinden siyanet edil-
m iştir. Gıdalann insanlar üzerinde iyi ve fena tesiri in k â r edilemez. İnsan
kendi faidesini ararsa, dini isiâm ın müsaade ettiğ i şeylerden istifade etm eli,
m en’etm iş olduğu şeylerden de kaçınm alıdır. Başka selâm et yolu yo ktu r.
398 BÜYÜK İSLAM

5 1—Tem iz olmayan şeyleri yem iş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi
hayvanların etleri, bir m üddet hapis edilmeksizin hem en kesildikleri tak-
dirde m ekruhtur. Çünkü bu halde eÜeri fena biır kokudan hali olmaz. Hapis
m üddeti, tavuklar için üç, koyunlar için d ö rt sığırlar ile develer için de on
gündür. Böyle pislikle taayyüş eden bir hayvana (cellâle) denir.
Bu hayvanlar, temiz olmayan şeylerden etleri kokm ayacak m iktarda
yem iş olduklan taktirde hapisleri lâzım gelmez, etleri kerahatsiz olarak
yiyebilir.
52—Hınzır sütüyle beslenm iş kuzuların yiyilmesi helâldir. Çünkü süt,
m üstehlek olur, eseri kalmaz.
Eti yiyilecek bir hayvan, şarap içirilip te akabinde boğazlanacak olsa
yiyilmesi m aalkerahe helâl olur.
53—Yalnız süt em ip başka bir şey yem eye kadir olm ayan küçük
kuzuların öldükten sonra karınlarından çıkarılan p eynir m ayalan tem izdir.
N itekim koyun, deve gibi ölmüş hayvanlann m em elerinden çıkacak sütler
de tem izdir. Bedenlerinin tem iz olmaması, sütlerine tesir etm ez.
54—Beygirler, cihada yarayan kıym etli hayvanlardır. Bu cihetle bunla-
n n etlerini yem ek, İmam ı A 'zam a göre tahrim en veya tenzihen m ekruhtur.
Im am eyne göre de tenzîhen m ekruhtur.
5 5—Ehlî m erkeplerin ve anaları m erkep olan k a ü rlan n etleri haram dır
veya tahrim en m ekruhtur. V ahşî m erkeplerin ve anaları sığır olan kaürla-
n n etleri ise haram değildir. Hayvanlar analanna tâbi'dirler.
* (İmam M âlikten bir rivayete göre ehli m erkeplerin etleri m ekruh, bir
rivayete göre de haram dır. M eşhur olan kavle göre beygirlerin etleri de ha-
ram dır. İm am Şafii ile İmam Ahm ede göre beygirlerin etleri m ekruh değil-
dir. )
56—Daima suda yaşayan, suda b an n an : taayyüş eden hayvanlardan
her nevi balık etleri yiyilebilir helâldir. Kalkan balığı, Sazan balığı, Y unus
balığı, Yılan balığı bu cümledendir. F a k a t diğer su hayvanlan habaisten
sayılır. Yiyilmeleri câiz olmaz. M eselâ: Yengeçler, m idyeler, istiridyeler,İs-
takozlar,helâl değildir, etleri yiyelemez.
Kezalik: Deniz insanı, deniz aygın, deniz hınzm gibi balık suretinde
bulunm ayan deniz hayvanlannın yiyilm eleri h elâl olmadığı gibi saydedilme-
leri de h elâl görülm em ektedir.
57 —Suda kendi, kendine zahiren sebepsiz olarak ölüp te suyun yüzüne
çıkan balıklar yiyilem ez F a k a t suyun açılıp kurum asından dolayı ölen, faz-
la sıcaktan veya soğuktan dolayı ölen veya kuşlar tarafından öldürülen, su
içinde bağlı tutulm akla ölen,buz arasında sıkışarak ölen balıklar, yiyilebi-
lirler. Balıklarda boğazlam ak icap etm ez. N itekim çekirgenin yiyilebilmesi
için de boğazlanm aya lüzum yoktur.
5 8 —Göle veya denize ablan balık o tu n u yem ekle göl veya deniz içinde
ölen veya avlanıp da sudan çıkanlm adan başlan n a tokm ak ile vurulup öl-
dürülen ve ağ içinde kurtulam ayıp ölen balıkların yiyilm eleri de helâldir.
İLMİHALİ 399
5 9 —Balıklar, temiz olmayan su lan n içinde bulunm uş olsalar da etleri
yiyilebilir.
Avlanan bir balığın içinden çık an balık, sağlam ise o da yiyilebilir
Sağlam değilse yiyüem ez.
6 0 — Boğazlanan bir hayvanın kam ından çık an yavrusu, İmam ı A'za-
m a göre yiyflmez. A nasının bağazlanm ası yavrusu için kifayet etm ez. Bir
nefsin tezkiyesi, iki nefsin tezkiyesi olamaz. Binaenaleyh yavrusu yGiyile-
mez. Bu yavru da müstakil bir h ay at sahibidir. Onun hakkında da müstakil
bir tezkiye şarttır.
İm am eyne göre eğer hilkati tam am olmuş ise ayrıca tezkiyeye lüzum
y o k tu r. Eti yiyilebilir.
* (Eim mei selâsenin kavilleri de böyledir.)
6 1 — K oyun, sığır gibi hasta bir hayvan, diri olup olmadığı bilinem eyip
boğazlanırken harekette bulunsa veya kendisinden — diri hayvandan çıkar-
casına — kan çıksa eti yiyilebilir. Çünkü bunlar h ay at alâm etidir. Ş u kadar
var ki yalnız gözünü veya ağzım açması veya ayağını uzatm ası bir hareket
sayılmaz.
Böyle bir hayvanın kesilirken gözünü yum m ası, ayağını çekm esi, tüy-
lerinin ürperip kalkması birer hareket sayılır; h ayatına delâlet eder.
6 2 —Hayvanların "dem i m esfuh" denilen akar kanları tem iz değildir.
Besmele ile kesilmiş olup olmamaları bu hususta müsavidir.
Besmele ile kesilip etleri yiyilen hayvanların içerlerinde kalarak cer-
yan etm eyen kanlan ise tem izdir. Bunlann karaciğerleri, d alâk lan da temiz-
dir. Bunlardaki kanlar p âk tır.
Kesilen bir k oy u n u n ödü, bezi, bevl torbası, tenasül uzvu, husyeleri
ise m ekru h tu r, bunları yem em elidir.
6 3 —H ınzınn bütün eczası tem izlikten m ahrum dur, b unun h iç bir şe-
y i helâl değildir. Yalnız kıllanndan istifade edilip edilem iyeceği hususunda
ih tilâ f vardır. İm am eyn ile, İmam Şafiîve göre h ın zın n kıllanndan badana
fırçası yapılması ve bununla ayakakabı dikilmesi caizdir. H atta bu kıldan bir
m iktar, az bir su içine düşecek olsa İm am M uham m ede göre o suyu tem izlik-
ten çıkarm az. Çünkü bu kılların alelıtlak istifadeye müsaade edilmesi, taha-
retine delildir. F a k a t İm am E bu Yusufa göre bu istimal hakkındaki müsaa-
d e d ir zarurete m ebnidir. Suya düşmesi haline şâm il değildir. Binaenaleyh
içine düştüğü az bir suyu bozar. H m zırlann yalnız darülharbe götürülüp ora-
d a harbîlere satılm ası caizdir.
6 4 —Bir m isafir için besm ele ile boğazlanan k o y u n sığır gibi bir hayva-
nın eti. yiyilebilir, çünkü misafire ikram lâzım dır. Bu, h ak rızası için boğaz-
lanm ış olur. F a k a t her hangi bir zatın yem esi için de, m ücerret kudum una
ta'zim için boğazlanırsa, besmeleye m ukarin olsa dayiyilem ez. Zira bu, Al-
lah için ve müsafire ikram için değil, o büyük görülen zata tâzim için kesil-
m iş sayılır. Binaenaleyh böyle bir hayvan, o zatin m isafirliğine riayet, ken-
disine ikram ve ifa m niyetiyle kesilmelidir.
400 BÜYÜK İSLAM

Kezalik: Hangi bir ölüye tâzım için kabri üzerinde kesilen kurbanın
eti de helâl olmaz. K urban nzayı Hak için kesilip sevabı istenilen bir müslü-
m ana bağışlanabilir.

Kimlerin boğazlayacakları hayvanların etleri yiyilip yiyilem eyeceği:

6 5 —Müslümanların ve zim mi veya harbî bulunan kitabîlerin, yani: Ya-


hudîler ile İsevîlerin velev kadın olsunlar besm ele ile= A llah Tealânm ismini
zikr ile boğazhyacakları koyu n , sığır, deve gibi hayvanların etleri yiyilir. Tes-
m iye tam kesilme halinde bulunacaktır. Bu şarttır. Kesilm eden meclis deği-
şirse m eselâ b u arada bir şey yiyilirse başkası ile konuşulursa b u besmele kifa-
y e t etm ez, kesmek meclisi değişm iş olur. H a ttâ müslim veya kitabî bulunan
ve Bismillâh dem eğe aklı erip hayvanı kesm eğe kadir bulunan bir çocuğun
veya m ecnunun, dilsizin, sünnetsizin, veya sarhoşun besmele ile keseceği bu
kabil hayvanların etleri de yiyilir.
6 6 —Besmelenin u n utu lm ak sebebi ile terkedilm iş olması, zarar vermez,
H a ttâ kitabîlerin tesm iyede bulunup bulunm adıkları bilinm ediği takdirde
de zebîhaleri yiyilebilir. C um hurun kavli böyiedir.
67—Mecû silerin, p u ta tapanların, m urteflerin Besmelei Ş erifeyi âm den
terkeden m üslüm anlann veya kitâbilerin zebî halleri yiyîlem ez. B unlann et-
lçri haram olm uş olur.

Mey tenin M ahiyeti ve hükm ü:

6 8 —Kendi kendine ölmüş olan her hangi b ir hayvana "m e y te" denir
ki, temiz değildir, yiyilemez. Boğazlanm ayıp da boğulm uş, başı koparıl-
m ak, başına tokm ak vurulm ak veya kulak tozuna şiş saplam ak gibi gayri
m eşrû bir surette öldürülen bir hayvan da m eyte hükm ündedir.
6 9 —Yüksek yerden düşüp ölen, başka bir hayvanın boynuz ile, kafası
ile, veya tekm esiyle vurm asından dolayı ölen, bir taş veya kereste parçası-
nın çarpm ası ile ölen bir yırtıcı hayvan tarafından parçalanm akla ölen her
hangi bir hayvan da m eytedir. Binaenaleyh eti yiyilemez.
F a k a t esasen eti helâl olan böyle bir hayvan henüz kendisinde az ço k
bir hayat bulunduğu halde Besmele ile boğazlansa eti yiyilebilir. Bu, İm am ı
 ’zâma göredir. İm am Ebu Y u su f a göre eğer emsali yaşam ayacak bir hale gel-
m iş ise boğazlanm akla eti h elâl olmaz. İm am M uhamm ede göre de eğer he-
nüz boğazlanan bir hayvanın yaşayabileceği cüz'i b ir m iktardan biraz daha
ziyade yaşayabilecek bir halde ise boğazlanınca e ti helâl olur ve illâ olmaz.
7 0 —Eti y iy ilen bir hayvanın etinden - daha kendisi h ay atta iken kesil-
m eden - aynlan, kopan, kulak gibi bir uzvu, bir parçası da m eyte hükmün-
dedir. Bundan y a ln ız balık ile çekirge müstesnadır. Bunlarda tezkiyeye
hacet yoktur. s
İL M İH A L İ 401

Bir de bir hayvanın kesildikten sonra kendisinde h ay attan henüz eser


var iken kopan parçası, m eyte hükm ünde değildir. Ş u kadar var ki bu
parçayı yem ek m ekruhtur.
Sayd=A vın m ahiyyeti ve cevazı:

7 1 — Sayd=A v, ta b ’an vahşî olup insandan kaçm an , eti yiyilsin yiyil-


mesin her hangi bir hayvandır ki, elde edilmesi ancak bir hile iie kabil olabi-
lir. Böyle bir av hayvanuıı kaçam az bir hale getirip elde etm eğe (ıstıyad=
avlam ak" denir.
7 2 — Bir av hayvanına k arşı bir hayvanı, m eselâ: Bir köpeği salıver-
m eğe "irsal" fışkırtm ağa da "iğ ra" denilir. İğra, irsalden sonra olur.
Ava kendiliğinden varan m uallem bir hayvanın m eselâ: köpeğin arka-
sından yapılacak iğra irsal hükm ündedir.
73—Vahşi hayvanlan avlamak câizdir. Bu m übah bir kazanç yoludur.
F ak at diğer kazanç yo llan bundan efdaldir. Telehhi r k e y f , eğlence için av
avlam ak ise m uvafık değildir. Kalbe kasvet, gaflet verir, m ahlûkata karşı
şefk at duygulannı azaltır.
M aahaza Hak Tealâ Hazretleri, bu hayvanlan insanlar için yaratm ıştır,
insanlar, ya bir ihtiyaca m ebni veya kendi celâdetlerini denem ek için veya
bir teferrüç m aksadiyle bazı hayvanlan avlayabilirler. Ç ok kere yiyilecek
hayvanlar, yiyilm ek için, yiyilm eyecek hayvanlar da derileri, dişleri veya
m azarratlarının defi edilmesi için avlanır.
Ş u kadar var ki, b unlan avlamak için başkalanm n ekinlerini itlâ f
etm ek veya kendilerini ikam etgâhlanndan iz'aç etm ek câiz değildir.

Neler ile avlanılır?

7 4 —Av, y a talim görmüş kelp, doğan, pars, atm aca, şahin gibi bir hay-
van vasıtasiyle veya cerh edecek bir silâh ile ve tuzak kurm akla veya çukur
kazm akla veya bıçak, kılıç, kamış gibi keskin bir şeyi yere dikm ekle yapılır.
Bir hayvanın muallem bir hale geldiği, ya galip bir rey ile veya v u ku f ehline
m üracaat ile s â b it olur. Çünkü bu gibi hayvanlann talim m üddetleri tabiatie-
rindeki ihtilâfa göre değişir. Bu hususta m uayyen bir m üddet y ok tur. Bu,
İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne ve im am ı A 'zam dan bir rivayete göre de
azı dişleri olan hayvanlann m uallem olm alan, m uttasıl üç defa tu ttuk ları av
hayvanlannı yem eyip terketm eleriyle anlaşılır. Tırnaklı k u şlan n m uallem
olmaları da salıverildikten sonra çağrıldıklan zam an hem en k o şu p gelmele-
riyle m alûm olur.
Pars gibi hayvanlann m uallem bir hale gelmiş olm alan da hem yem eyi
terk, hem de çağ nlınca avdet etm eleriyle taayyün eder. Çünkü b unlann
tab ia ü an n d a hem yırtıcılık, hem de n efret vardır.
75 —Av hususunda talime kabiliyeti olmayan arslan, kaplan, ayı gibi
hayvanlar ile ve necsi ayn olan hınzır ile av avlamak câiz değildir.
F-.26
402 BÜYÜK İSLAM

7 6 —Bir av hayvanının m uallem olmadığı bil'ahare anlaşılsa meselâ:Mu-


allem olduğuna hükm edilen azı dişi sahibi bir hayvan, avladığı bir avın etin-
den yese veya tırnaklı bir hayvan, çağrıldığı halde geri dönüp gelmese evvel
ve âh ir avladığı hayvanın e ti haram olmuş olur. Çünkü bu takdirde henüz
m uallem olm adığı anlaşılır. Tam m uallem olm adıkça da avlayacağı hayvan-
lar yiyilemez.

Av hususunda aranılan şartlar:

7 7 —Bir av etinin yiyilebilmesi için şu şartlar lâzım dır.


(1) Av, şeran eti yiyilebilen hayvanlardan olmalıdır.
(2) Avcı, tezkiyeye ehil bir müslüman veya kitabî olmalıdır. Bunlardan
besm eleyi bilen ve av kasdinde bulunan gayrinıümeyyiz bir çocuğun, bir
m ecnunun veya bir sarhoşun avladığı av, helâldir: F a k a t hac veya um re için
ihram da bulunan bir müslümanın ne harem dahilinde ve ne de haricinde av-
layacağı av helâl olmaz.
Kezalik: Bir M ecusinin veya putperestin veya m ürtedinin avladığı hay-
vanın eti de haram dır, bunlar yiyilemez.
(3) Avcı,ava silâh atarken veya hayvanı saldırırken hakikaten veya hük-
m en tesm iyede bulunm uş olmalıdır. Besmeleyi u n u ttu ğ u n d an dolayı terk e-
den bir avcı, hükm en tesm iyede bulunm uş olur. Besmele kasten terkedilirse
avın eti yiyilemez. Haram olur.
* (İm am Şafiîye göre tesmiye ş a rt değildir. F ak at bunu terk m ekruh-
tur.)
(4) Avcı, henüz elde etm eden av, herhangi bir uzvuna isabet eden bir
cerihadan dolayı ölmelidir. Binaenaleyh, henüz ölm eden elde edilirse bo ğaz-
lanm ası lâzım gelir. Boğazlanmaz da ölürse eti yiyilmez.
(5) Avcı, silâh ile vurduğu veya m uallem hayvan ile tu ttu ru p cerh
ettirdiğ i av hayvanını durm aksızın elde etm ek için hem en koşm alıdır. Çün-
kü bu halde avı daha ölm eden elde edip boğazlam ası mümkündür. Bu müm-
kün oldu kça hükm en tezkiye kifayet etm ez. Binaenaleyh bir m üddet durduk-
tan veya başka bir şey ile uğraşıp av gözden kaybolduktan sonra gidip de
avı ölmüş bulsa eti yiyilem ez. Zira bu takdirde başka bir sebeple ölmüş ol-
ması m elhuzdur. F a k a t böyle durm aksızın hem en gidip de avcı m ecruh bir
halde ölmüş bulsa eti yiyilebilir. Bu şerefle hükm en kafi bir tezkiye bulun-
m uş olur.

•(6 ) Ava saldıran m uallem hayvan da bir m üddet durm ayıp hem en ava
doğru yürümelidir. Kendisine de m uallem olmayan başka bir hayvan iştirak
etm em iş olmalıdır.
Pars gibi m uallem bir hayvanın salıverdikten sonra istirahat için değil,
avını avlamak için bir hile olarak b ir yere saklanıp duruverm esi zarar ver-
mez.
İL M İH A L İ

(7) Av köpekleri gibi dişli m uallem av hayvanları, tu ttu k ları avlanr


etinden kendi kendilerine az çok yemem elidirler. Binaenaleyh bunlar, tu t
tukları avlan parçalayıp etlerinden yiyecek olsalar artık o avlann etler
yiyilemez. F a k a t tırnaklı muallem hayvanlann tutup etlerinden yedikler
avlar yiyilebilir. Çünkii bu ikinci kısım hayvanlann m uallem olm alan, yem e
yi terk suretiyle değildir, belki çağnldıkları zaman geriye dönüp gelm eler,
iledir. , h ...i
A şağıdaki m es'eleler bu şerait üzerine te ferru' eden m esâildendir.
7 8 —M uhtelif avlar için bir besmele kafidir. Ş ö y le ki: Avcı silâl
atarken veya m uallem hayvanı salchnrken bir defa ( j f l *»' j«~>.) dediğ.
halde m üteaddit avlar, aldıkları cerh neticesinde ölseler hepsinin etleri yiyi
lebilir.
Kezâlik: Bir kimsenin m uayyen bir ava besmele ile attığı ok veya k u r-
şun, diğer bir avı yaralayarak öldürse e ti yiyilebilir. Çünkü bu suretle
besmele, o m uayyen ava değil, atılan alete, salman hayvana aittir. Maahazu
teklif, istitaate göredir. Avcının istitaatı ise yalnız atm ayadır, yoksa dilediği
ava isabet ettirm ek değildir. ! :
7 9 —Bir ava karşı m uallem bir köpeği veya doğan gibi sair bir hayvanı
besmele ile saldırm ak da bu hususta k u rşu n atm ak hükmündedir.
F a k a t avcı, bir alet üzerine besmele okuduğu halde diğer bir aleti
atacak olsa isabet edeceği avm e ti kesilm edikçe yiyilemez.
N itekim bir kimse, boğazlam ak üzere yatırm ış olduğu bir hayvanı bes-
m eleden sonra bırakıp da yerine o besmele ile başk a bir hayvanı boğazla-
yacak olsa eti helâl olmaz. Çünkü b u ikinci hayvan üzerine besmelede b u -
lunm am ıştır. JTÜIU ■(T< -;h,a öl) fi r.\. Ji , b
8 0 —A tılan bir kurşundan aldığı bir cerh neticesinde henüz elde edilme-
den ölen veya bir av köpeğinin açtığı cerihadan dolayı derhal ölen bir av, yi-
yilebilir. F a k a t atılan taşın ve sair bir m erm inin m ücerret ağırlığından dc-
layı cerh bulunm aksızın ölen veya bir av köpeğinin m ücerret çarpm asından
veya boğm asından dolayı ölen bir av, yiyilem ez. Çünkü cerh hükm en bir
tezkiye: boğazlam adır. Cerh bulunm ayınca tezkiye bulunm am ış olur,
m üftabih. olan kavil bu dur.
8 1 —Av hayvanınm yiyilebilmesi için m ücerret cerh k âfi değildir,
bununla beraber kan da akm ış olmalıdır. F a k a t bazı zevata göre kan akması
şart değildir. Diğer ba'zı zevata göre de cerh, büyük ise kan çıkm ası lâzım
gelmez. Ve illâ lâ zım gelir.
İmam Ebu Y usuf ile İm am Şafiîye göre ise esasen cerh,lâzım değildir.
Cerh bulunm asa da m uallem hayvanlann öldürüldükleri avların etleri yiyile-
bilir.
8 2 —Dişli m uallem hayvanlar, tu ttu k la n avlann kanlannı içseler veya
sahiplerinin kendilerine atacağı e t parçalarını yeseler veya sahipleri avı elde
e ttik te n sonra b un un etinden yiyecek olsalar bu, o avların yiyilmesine m ani'
olmaz.
404 BÜYÜK İSLAM

8 3 —M ecruh olduğu halde henüz diri iken elde edilen b ir av, boğazlan-
mazsa eti yiyilemez. Ş u kadar var ki, b u avın hayatı henüz boğazlanm ış bir
hayvanın hayatı gibi hem en sönm eğe m ahkûm bir halde ise boğazlanması
icap etm ez. Maamafıh bu halde de boğazlanm ası evlâdır.
84—Muallem bir av hayvanı, avladığı avı m eselâ: Bir geyiği tu tu p yara-
ladıktan sonra yere çarpıp tekrar yaralayarak öldürse eti helâl olur. Çünkü
tutacağı avı bir defa yaralayıp tekrar yaralamaması av hayvanına talim edile-
mez. Binaenaleyh bu, m a'fuvdur.
85— Avcı tarafından atılan bir şey üe yaralanan bir av, ilk evvel yere
düşüp te hem en ölse e ti yiyilebilir. Çünkü bundan kaçınm ak kabil değildir.
F ak at suya düşerek veya bir dam veya bir ağaç üzerine düşerek oradan da
yüre düşerek ölse eti yiyilemez. Zira su ile veya o dam a veya ağaca çarp-
m ası ile ölmüş olması m elhuzdur.
Maahaza başk a bir kavle göre eğer aldığı ilk yara filhal mühlik bir yara
ise eti yiyilebilir ve illâ yiyilemez.
86 — İki avcıdan biri, silâh atarak bir avı yaraldığı halde diğeri de si-
lâh atarak öldürse bakılır: Eğer bu iki avcıdan biri silâh atıp da avı kaçam az
bir hale getirdikten sonra, diğeri de silâh atarak öldürmüş ise e ti yiyile-
m ez. Çünkü bu takdirde o avı tu tu p boğazlam ak im kânı bulunm uş olur,
artık ikinci avcı, bu avın yaralı bir durum daki kıym etini birinci avcıya b o rç -
lu bulunur.
F a k a t bu av, ilk yaradan dolayı artık yaşam ası um ulm ayacak bir hale
gelmiş ise eti yiyebilir. Zira bu takdirde ölmesi, birinci avcının silâhına
n isbet edilir, ikinci avcıya da zaman lâzım gelmez.
87 — Ü nsiyet peyda etm iş olan av hayvanlarım da boğazlam ak lâ-
zımdır. Evde beslenen geyik gibi.
Bil'akis koyun, deve gibi ehli bir hayvan, tevehhüş edip de elde edil-
mesi m üşkül bulunsa veya kuyuya düşüp te boğazlanm ası mümkün ol-
mazsa cerh suretiyle m eselâ: K urşun ile yaralıyarak öldürülmesi câiz olur.
Binaenaleyh e ti yiyilebilir. Çünkü hakkında hakikaten tezkiye m üteazzir
olmuş dem ektir.
8 8 — Bir kimse, m uallem hayvanı, Besmele ile bir ava gönderdiği
halde o hayvan, m üteaddit av hayvanlarını birbiri peşine avlayacak olsa
hepsi de yiyilebilir.
Kezalik: Bir ava attığı ok veya kurşun, m üteaddit avlara isabet ederek
bunları cerh ve katletse hepsi de yiyilebilir.

*(İm am M âlike göre evvelki av, yiyilebilir, diğerleri yiyilem ez. Çünkü
müşarünileyhe göre ava hayvanı gönderm ek veya silâh atm ak halinde avı
ta'yin şarttır. Bu ta'yin ise yalnız birinci av hakkında bulunm u ştu r.)
Ul >■ j «üt)
İL M İH A L İ 405

SEKİZİNCİ KİTAP

KERAHİYYET VE İSTİHSAN HAKKINDADIR.

İÇİN D EK İLER: Ba'zı d in î ta'birler. / H er müslim için ta'lim ve


taallümün lüzum u. / V a'z ve nasihatin ehem m iyeti. / M ükaddesata hürm et
ve tâ'zim . / D iyanet ve m u am elât hususunda sözleri kabul edilecek kim -
seler. / Müslümanlıkta âile ve k arab et m ünasebetleri. / Müslümanlıkta kazan-
cın ehem m iyeti. / M uhtelif kazanç yollarının afdaliyetçe dereceleri. / Alış
verişin nevi'leri ve kazanç m iktarı, İh tik â rın m ahiyyeti ve hükm ü. / Riba-
nın m ahiyyeti ve nevi'leri. / İstikraz mes'elesi. / M üslümanlıkta yapılm aları
câiz olup olm ayan şeyler, yiyip içm e m iktarı ve b u n lan n âdabı, giyilmeleri,
kullam lm alan lâzım ve câiz olup olm ayan şeyler. / Lükatelerin m ahiyyeti
ve hükmü. / M üslümanlıkta eğlencelerin, m üsabakaların hükm ü. / Müslüman-
lık ta insanların h a y a tç a ve azaca m asuniyetleri. / Hayvanlara rifk ile
m uam elenin lüzum u. / M üslamanlıkta m addî ve m anevî n e z a fe t

* (Mübarek dinim izde helâl, haram , m übah, m ekruh, müstahsen veya


gayri müstahsen olan şeylerin bir kısmı, fikıh k ita p la n m ız d a :. 4^ jC i\ )

V \j ı_ıbf”) ( ı_»1^5 ) i ( «( j V I j
406 BÜYÜK İSLAM

gibi Unvanlar altında yazılı bulunm aktadır. İşte İlm ilahiiim izin b u sekizinci
kitabı bu kısm a ait ba'zı m es'eleleri ihtiva etm ektedir.
Bazı dinî ta'birler:
1 - İstihsan, lügatte bir şeyi güzel saymak, güzel sanm aktır. Usuli
fıkıh ıstılahınca. "Zahiren kıyası bırakıp nâsın ihtiyacına daha m uvafık
olanı alm aktır." Diğer bir tâb ir ile: "K olaylık için güç olanı terketm ek,
herkesin m üptelâ olduğu şeylerde — Bir şer'i müsaadeye m ebnı — suhulet
tarafını arayıp iltizam eylem ek" dem ektir. Burada istihsândan m aksai,
pek lüzum lu,pek güzel bir kısım dinî m es'eleleri beyandan ibarettir.
Dinimizin güzel gördüğü, m üstehap saydığı şeylerden her birine "Müs-
tahsen" denir. H ilâfına da "gayri m üstahsen" denir.
2 - K erahiyet, lügatte. Zahm et, M eşakkat, şid d e t ve bir şeyi fena gör-
m ek m ânasm adır. Ş e r'an "Terkedilm esi evlâ olan b ir şeyin terkedilm eyip
yapılm ası" dem ektir ki, b u n a "k era h e t" de denir. (43) cı sahifeye müra-
caat.
3— Hazr, lügatte m en’etm ek dem ektir. M ahzur yerinde kullanılır ki:
M emnu m ânasm dadır. Ş e r'an yapılm ası m em nu olan şeylerden ibarettir.
Cem 'i Mahzura t'tır.
4 -İb a h e : Mubah kılm ak, ya'nLBir şeyin yapılm asını da yapılm am ası-
nı da caiz görm ektir. Bir şeyin yapılm asına verilen izin, bir ibahedir. Bir ta -
am dan bir kim senin yem esine selâhiyetli zatın verdiği izine de "ib ahe"
denir. M ubah tabir için (43) üncü sahifeye müracaat.
5 — Zühd; bir şeye rağb et etm em ek, bir şeyden kaçm m ak m âna-
sınadır. Dünyaya meyi etm eyip ibad et ve taatia fazla m eşgul olmak dem ek-
tir.
6 — Vera' haram a düşm ek korkusuyla şüpheli şeylerden kaçm m ak
dem ektir. Buna (Takva) (İttika) da denir. Vera' ve takva sahibine de (Müte-
verri' M ütteki) denir.
7 — M e t'u m â t; tadılan, yiyilen şeyler dem ektir. Her yenilen şeye:taam
denir, cem 'i et'im edir.
8 — M eşrubât, içilen mayi şeylerdir: Lügatta her içilen mayie (Şe-
rab) denir. Cemi eşribedir. Istilâhda ise şar ab, sarhoşluk veren h e rh a n g i
bir m ayiden ibarettir. (Ham r) denilen içkiye de (Ş arap) denile gelm iştir.
H elâl,haram ,m ubah, m ekruh tabirleri içinde (43),sahifeye m ü racaat!...
H er müslüman için talim ve taallümün lüzum u:
9 — İlim tahsil etm ek, esasen h e r müslüman erkek ve kadın için b
vazifedir. Şöyle ki: Her müslüman için m ükellef olduğu dinî vecibeleri
ifa, hak ile batılı, helâl ile haram ı tefrik edebilecek m ikdar bilgi sahibi
olmak bir farîzedir. (1) Başkalarına m uhtaç oldukları şeyleri öğretm ek için
ilim tahsil etm ek de bir sünnettir, b ir ibadettir. Bundan ziyadesini bir
kemal, bir zînet olmak üzere tahsil etm ek te m übahtır. Başkalarına karşı
m u b âh atta bulunm ak, başkalariyle mücadelede, m ükâberede bulunm ak
için ilim tahsil etm ek ise m ekruhtur.

(!)«<*!_•} ^—. j T ^ ,_LU» : Hadîüi Şerif.


dir.)
İL M İH A L İ 407

10 — İlim tahsil etm ek, esasen gerek fertler için ve gerek cem iyet
için lâzım dır. Bu bir zarurettir. Bu zaruret m iktarı ilim tahsili bir islâm
cem iyetinin bütün fertlerine teveccüh eden bir vecîbedir. Şu kadar var ki
ilimlerin bir kısmı, her fert için elzem olduğundan bu kısmın tahsili bir farzı
ayn'dır, bununla her fert mükelleftir. Bir kısmı ise her fert için değil, cemi-
y et hayatı için elzem olduğundan bunun tahsili de bir farzı kifayedir. Tıp,
hisap, harp ilimleri gibi. Bu ilimleri herkes tahsil edemez. Bunlar ile cemi-
yetin bazı fertleri meşgul olabilirler. Bu halde bu nlan bir kısım fertler tah -
sil edince bu fariza yerine getirilmiş olur. F ak at bunlar ile islâm cem i-
yetini teşkil eden fertlerin hiç biri m eşgul olmazsa o cem iyetin bütün fert-
leri indallalı m es'ul olurlar.
11— Dini islâm da ilim, pek kıym etli bir şeydir. İlim, bir nurdur, bir
hay attır, bir cem iyetin yaşam asına, yükselmesine sebeptir. Cehalet ise bir
zülm ettir, bir ölümdür, bir felâkettir.
Resuli Ekrem (/*'■> J-»)Efendim iz,Lokm an hekim in oğluna şöyle
bir öğüt verm iş olduğunu hikâye buyurm uştur. "Oğulcağızım ! Alimlerin
meclislerine devam et,hakim lerin sözlerini dinle. Çünkü Allah Tealâ, yer
yüzünü ince yağm ur ile d irilttiği gibi ölü bir kalbi de şüphe y o k ki hikm et
nurile diriltir.. ( 1 )
12 — M üslümanhkta h er meslek erbabı için o mesleğe m üteallik dini
meseleleri bilm ek bir vecibedir, mühim bir vzifedir. M eselâ: Ticaretle uğ-
raşacak kimseler için bu hususta dinen câiz, helâl olup olm ayan şeyleri
ilk evvel öğrenm ek lâzım dır. Taki m uam elelerinde gayrim eşru bir şey
bulunm asın.
13 — İslâm kadınlan, abdest, nam az, oruç gibi dinî hususlara ait
bir kısım meseleleri ya kocaları, m ahrem leri, vasıtalanyle öğrenirler veya
kocalannın rizalariyle arasıra bir ilim meclisine giderek öğrenm eğe çalışır-
lar. F a k a t kocalannın n zalan olm adıkça bir ilim meclisine çıkıp gidemezler.
Ş u kadar var ki, bir kadına dinî bir m eseleyi ö ğ retm ek vecibesi yüz göster-
diği takdirde bakılır: Eğer kocası bu m eseleyi çö zer veya ehlinden öğrenip
kendisine bildirirse m aksat hasıl olm uş olur. F a k a t kocası bunu halledem ez
ve sorup öğrenm ekten de çekinir ise kadın, o m eseleyi gidip ehlinden öğ-
renm ek selâhiyetini hâiz bulunur. Elverir ki islâm âdabına uygun bir tarz-
da hareket etsin.
.14— İlim sahasında hakka yardım için, bir hakkın açıklanm asına yar-
dım için, ilm î bilgilerin artm asını tem in için yapılan mübahaseler, müna-
zaralar câizdir. Bunlar ibadetten sayılır. F a k a t bir müslümam kahretm ek,
m ahcup bırakm ak için, fazl furuşluk için bir male, bir teveccühe nailiy-
y et için yapılacak mübahaseler, tenkitler haram dır, ahlâka m uhaliftir.

o-l' —iîlt iol jl» »L£İ!(oir’ .UJİcJUf liLi \> O )


.>11 J,> _ hŞ\ _K
408 BÜYÜK İSLAM

15— İlim sahasında "M ira" ve "m ücadele" denilen şey aslâ câiz değil-
dir. "M ira" başkasının lâkırdılarının lafzında veya m anasında görülen bir
noksandan dolayı hem en itiraz edivem ıektir, bu itiraz, kendini görm ekten,
kendini göstennekten ileri gelir. Binaenaleyh söylenilen bir sözü hem en
düzeltm iye kalkışm am alıdır. Meğer ki dinî bir fâide için olsun. O takdirde
de rıfk ile, nezaketle hareket edilmelidir.
Bir hadisi şerifte: "Kul, m uhik olduğu halde bile m irayi — fâidesiz
cidali terketm edikçe, imanın hakikatim tam amlamış olm az." Buyurul-
m uştur. ( 1 )
Hak bir şeyde bile bile in at ve m ukâbere gösterm ek de asla câiz
değildir. Öyle bir hal, riyadan, kinden, hased ile tam a'dan ileri gelir ki,
insan için pek büyük bir nakisadır. öl ,j*.l j l ı Hak kabul edilm eğe
ely aktır.)
M üslümanlıkta va'z ve nasihatin ehem m iyeti:

16—İslâm dininde vaaz ve nasihat pek mühim bir vazifedir, bir farzı
kifayedir. Kürsülerde, m inberlerde halka karşı öğüt m aksadile irad edilen
hitabeler, birer sünnettir, peygam berim izin yoludur. Ş e r'i şerife muvafık,
ihtiyaca m utabık olarak hakim ane bir tarzda irad edilen hutbelerden,
m ev'izalardan herkes istifade eder. Bunlar birer tezkirdir. Tezkir=vazi-
feleri hatırlatm ak ise m ü'm inler için pek faidelidir.
17 — N asihat: Esasen hayırhahlık dem ektir. Bir hadisi şerifte: " Ş ü p -
he y o k ki din, Allah için , Allahın kitabı için, Peygamberi için, müslüman-
larm imamları için ve cümlesi için hayırhahlıktan ib arettir" diye buyurul-
m u ştu r. (2 ).
Filhakika hakkın dinine hizm et için çalışm ak başkalarının hidayetine,
diyanetine selâm et ve saadetine hizm et için çalışm ak ne büyük bir hayır-
hahhktır, ne ulvî bir harekettir!. B unun içindir ki bir hadisi şerifte: "Allah
Tealâm n bir kimseyi senin ellerinle = vasıtanla hidayete erdirmesi, senin
için güneşin üzerine doğduğu ve b attığ ı şeylerin cümlesinden daha hayır-
lıdır" buyurulm uştur. (3)
18 — Nasihat, filhakika bir hayırhahlıktır, pek m em duh bir hizm et-
tir. F a k a t m ücerret riyaset sevdasiyle veya bir m ala veya nasm teveccü-
hüne nâiliyet m aksadiyle yapılan öğütler, ira t edilen hitabeler, sahipleri
için birer vebaldir, güzel niyete m ukarin olm adığı için Allah Tealâ nez-
dinde zayi'dir.
İL M İH A L İ 409

. 19 — Allah rızası için yapılıp bir hayırhahlık eseri olan bir nasihati
kabul etm em ek, mafevkin m eşru' em irlerine, tavsiyelerine, ita a tta n k açın -
m ak ise "tem errü t” denilen fena bir haslettir ki, hasetten kendini görm ek-
ten, hevaya uym aktan ileri gelir.
20 — M üslümanlıkta m aruf ile, em r, m ünkerden nehiy de bir öğüt-
ten, bir hayır dilem ekten ibaret olup pek mühim bir vazifedir. Müslüman-
lar, bu vazifeyi lâyıkile ifa etm ek suretiyle başka m illetlerden temayüz
etm iş, K ur'anı Kerimde sena olunm uşlardır.
21 — M aruf, tab 'a uygun, şeran güzel görülmüş olan şeydir. Münker
de bilâkis ta b 'a aykırı, şer'an çirkin bulunan şeydir. Binaenaleyh her müs-
lüman, kendi dindaşları hakkında ve bütün insanlık hakkında hayırhah
bulunur, m aruf ile em r ve tavsiyede bulunm ayı, m ünkerden m en'etm eyi
dinî bir vazife bilir. Ş u kadar var ki, bu vazifenin dereceleri vardır. Şöyle
ki: Bu irşat vazifesi, yapılm asında bir fenalık zuhuru m elhuz değilse
fi'len yapılır, m elhuz ise kavlen yapılır, bu da m uhataralı ise yalnız kal-
ben yapılır, yani: M arufun yapılması, m ünkerin terkedüm esi için kalben
dua edilir.
22 — Bir müslüman, yapacağı em r ve nehyin bilâzarar kabul edile-
bileceğini zanni galibiyle bilirse bu vazife kendisine bir vecibe olur, bunu
terkedem ez. F a k a t bu yüzden bir h âile zuhur edeceğini, m eselâ: Kendisinin
döğülüp söğüleceğini yine zanni galibiyle bilirse bunu terketm esi efdal
olur. Kabul edilm em ekle beraber böyle bir m ahzur zuhur etm iyeceğini
bildiği takdirde de m uhayyerdir. Dilerse bu vazifeyi yapar, dilerse yapmaz.
Ş u kadar var ki, yapm ası efdaldir. Bu u ğurda bazı sıkıntılara katlanm ak ise
bu mücahededir.
23 — Bir zatın em ir veya nehy ettiği, şey: hakka ve m aslahata muva-
fık ise kabul edilm elidir. Velev ki kendisi söziyle âm il olmasın. Maahaza
bir em ir ve nehyin ruhlara tesir edebilm esi için bu vazifeyi ifaya çalışan
zat, bu beş vasfı haiz olmalıdır.
(1) Bilgi sahibi bulunm alıdır. Çünkü bilgisiz kimse, bu irşat vazife-
sini güzelce yapam az.
(2) Söylediği şey ile kendisi de âm il bulunm alıdır. Aksi takdirde
öj^*> VL j j j j î y. = N için yapm adığınız şeyi söylersiniz! = tekdirine m aruz

kalır.
(3) Bütün sözleriyle Allah Tealânm rızasını, m üslüm anlann yüksel-
m elerini gözetm elidir. Bunu gaye bilm elidir.
(4) M uhataplan hakkında şe fk a t göstermeli, irşa t vazifesini rifk ile,
m ülâyem etle yapm alıdır.
(5) Sabr ile, hilm ile m u ttasıf olmalı; hid detten, şid detten kaçınm a-
lıdır.
Ş un u da ilâve edelim ki: Avamdan bulunan kimselerin ilmü irfan ile
şö h ret bulm uş zatlara em ir ve nehiyde bulunm alan m uvafık değildir.
41 0 BÜYÜK İSLAM

Böyle bir hareket, sui edep sayılır, kendi h ak lan n d a bilm eksizin bir zarara
sebep olabilir.
M ukaddesâta hürm et ve ta'zim :

24— Allah Tealâya m ensub olan, dinen p âk , nezih, m anevi bir büyük
lüğü hâiz bulunan şeylere: "M u k ad d esât—kutsal şeyler” denir.

Allah Tealâ Hazretleri, m ukaddes olduğu gibi onun bütün m übarek


isimleri de m ukaddestir. H a ttâ bir ismi Celîli de "K uddus"dur.
Kezalik: Allah Tealânm kitaplan, Peygamberleri, velîleri birer kud-
siyeti hâizdirler. İslâm ibadetleri birer m ukaddes vazifedir. İslâm m ab et-
leri de birer m ukaddes, m übarek yerlerdir.
25 — Biz müslümanlar, bütün m u k ad d esâtâ son derece hürm et ve
t â ’zim ile mükellefiz. M ukaddesâtâ hürm et ve tâ'zim etm eyen kimse,
ruhu sönm eğe başlam ış, yüksek duygulardan m ahrum kalm ış, gafil bir
şahıs dem ektir, insanı kıym etini gaib etm iş bulunur.
26 — M ukaddesâtâ yapılacak hürm et ve tâ'zim in şekli, mukaddes-
â tın hüviyet ve m ahiyetine göre tebeddül eder. Biz burada bu nlann bir
kısm ına işaret edeceğiz. Ş ö y le ki:
27 — H er hangi m ukaddes bir ibadete veya hayırlı bir işe başhyaca-
ğımız zam an Besmelei şerifeyi, m abudum uzun nam ı akdesini okum am ız
lâzım dır. Bir hadisi şerifde: Her hangi ehem m iyetli bir iş, "Bism illâh"
ile başlanılm azsa sonsuz kalır, hayırlı bir neticeye erem ez, buyurulm uş-
tur. ( 1 )
28 — Biz m ukaddes m abudum uzun m übarek isimlerini zikrederken
" T a â lâ " gibi "Celle celâlühu” gibi bir ta'bir kullanınz. M eselâ "Allahü
T ealâ" der "H ak celleveâlâ" deriz, veya "Rabbim iz Cellecelâlühü haz-
retleri" deriz. Bunlar birer islâm terbiyesi müktezasıdır.
2 9 — Büyük Peygam berim izin yüksek isim lerinden biri zikredilince
selât-ü selâm okuruz. Meselâ "H azreti M uham m ed Sallallâhu Aleyhi
Vesellem " deriz. Ve m übarek isim lerinden birini yazdığım ız zaman "Aley-
hisselâtü vesselâm ", veya "Sallâllahü Aleyhi Vesellem " gibi bir ibare
yazanz veya dilimizle okuruz.

Şâir Peygam berlerin m übarek adlarını da "S elâm " ile zikr ederiz.
M eselâ: "Adem A leyhisselâm ", "İbrahim A leyhisselâm " deriz. İki olursa
"A leyhim esselâm " daha ziyade olunca "A leyhim üsselâm " denilir.
3 0 — Peygam beranı zîşandan b aşkalan selât-ü selâm ile m üstakillen
y â d olunm az. A ncak Peygam berier ile zikr edilince selât-ü selâm a iştirak

Jl» lSİ IS“\ (\)


İL M İH A L İ 411

•ettirilebilirler. Meselâ "E bubekr aleylıisselât-ü vessalâm '' veya yalnız,


aleyhisselâm " dem eliyiz, kezalik: .Allah Tealâ H azretleri "A shabi kiram a
salâtü selâm b u y u rsu n " dem eyiz, belki "Allah Tealâ H azreti M uham m ed'e
ve anın âl ve ashabına salât ve selâm b uy ursu n " diye dua ederiz.
Peygam berler ile onlara tâ b i olan ashabı kiram ın artılarını tefrik ve
tâ'zîm d ek i farka işaret için bu cihet, âdabı islâm iyeden olarak cum huri
Ü m m et arasında kabul edilm iştir.
31 — İsimleri yalnızca zikr edilen ashabı güzın hakkında "Radiyal-
lâhü anhüm " deriz. Bir olunca "Radiyallahü anh" iki olunca da "Radiyal-
lahü anlıüma" denilir.
Sair ulem a hakkında "R ahm e tu İlahi aleyh, R ahm etullahi aleyhim a,
R ahm ettullahi aleyhim " denilir.
Evliyâi kiram dan tanıîm ış zatlar hakkında da: "Kaddesallahü esra-
rehu, Esrarehüma, Esrarehüm " denilebilir. Bütün bunlar İslâm âdabı icab-
lanndandır.
32 — Bütün ashabı kiram ı, din büyüklerini hayır ile y âd etm ek , hepsine
karşı hürm et ve m uhabbet göstermek,, hiç birinin hakkında dil uzatm am ak
lâzım dır. Onlann aralanndaki bazı m aceraları ileri sürerek haklan n d a hür-
m ete münafi lâkırdılarda bulunm ak hiç bir müslümana yakışm az, ve asla
câiz olmaz.
33 — K ur'anı âzimi tilâvete "E uzü" ile "Besmelei şerife" ile başlanır.
Rabbim izin bu m ukaddes kitabından hakkiyle istifade edebilm ek için her
halde zatı ulûhiyetine-sığınm am ız, kendisinden yardım dilememiz lâzım dır.
3 4 — Bir Muslıafı şe rif ele alınarak okunacağı zam an abdestli bulunm ak
lâzım dır. Bu esnada kıbleye yönelm eli, toplu hürm etli bir vaziyet almalıdır.
Abdestsiz olan bir kimse, M ushafı şerifi gilafsız olarak eline alamaz. Kudsî
bir kitabı ancak temiz, nezih olan eller tutabilir.
35 — K ur'anı âzîm , temiz yerlerde, avret m ahalleri örtülü ve K ur’anı
dinleyecek vaziyette bulunan kimselerin yanlan n d a a ç ık ç a okunabilir.
Mülevves yerlerde veya avret m ahalleri açık veya b aşk a b ir işle m eşgul kim-
selerin y an lan n d a cehren okunam az m ekruhtur.
D ışanda bulunup okunan K ur'anı Kerîme k arşı hürm etli bir vaziyet al-
m ayacak kim selerin işitecekleri veçhile alenen K ur'an okunm ası m uvafık
değildir. Bu hal, K ur'anı Kerîm hakkında —h â ş â — ihaneti ve halk hakkında
m anevî m es'uliyeti câlip olacağından buna sebebiyet verm emelidir.
36 — H a tta t olan zat, yazacağı bir Mushafı şe rif evrakım yüksekçe
tu tu p pek ince olmayan bir kalemle ve p â k bir m ürekkep ile b ey azk âğ ıt
üzerine yazmalı, satirlannı seyrekçe bırakm alıdır. M ushaf nüshalarını pek
küçük k ıt'a d a ince kalem ler ile yazm ak, tenzihen m ekruhtur. Bu m übarek
nüshalann altın ile veya gümüş ile tezyin edilmesi, tazim i m üşir olduğundan
câiz görülmüştür.
412 BÜYÜK İSLAM

37 — M ushafı Şerifi, Haceri Esvedi, K âbei M uazzamam n eşiğini


ta'zim için öpm ek caizdir. Buna "d iy an et öpm esi" denir. N itekim m üba-
rek bir zatın elini öpm eğe de "tehiyye öpm esi" denilir.
* {İmam Şafiîye göre ekm eği öpm ek, m übah veya hasen olan bir
b id 'attır. Bu öpm ek H anefiyyece de m ubah göitilebilir.)
38 - M ushafı Ş e rîf ile, sair dinî bir kitap ile veya taşında K ur'am Ke-
rim den bir şey yazılı bir yüzük parm akta iken — bir k a t'î zaruret bulunm a-
d ık ça — h elay a girilem ez,hürmete m ünafîdir. Bunları helâya girmeden evvel
çıkarm alı, p â k bir yere bırakılm alıdır.
39- Bir muslıafi Şerîf, okunm ayacak bir hale gelince temiz bez
içine konup ayak basılm ayacak temiz bir m ahalle defnedilm elidir. Bu,
K ur'ana ihanet değil, bir ikram dır. M aazaha tam üzerine to prak atılm aması
için orada bir lâ h d veya tahtalardan bir tavan yapılm alıdır. Bu gibi mus-
haflan yakm ak câiz değildir.
Ş âir dinî kitaplar ise fersude olunca hem defnedilebilir, hem de akar
suya bırakılabilir, hem de içlerindeki m ukaddes isimler silindikten sonra
yakılabilir. Bu gibi kitap k âğ ıtların a bir şey sarm ak, dine ilm e karşı hiya-
neti işrab edeceğinden câiz olamaz.
Kezalik: içlerinde Cenabı H akkın veya Resuli Ekrem in isimlerini
yazılı k â ğ ıt parçalarına da bu isim ler silinmeksizin bir şey sarılması m ek-
ruhtur.
4 0 —M abetlere karşı hürm ette bulunm ak da bir vecîbedir.
Bir camii Şerife, bir mescide hürm etle girilir, içinde tazîm kârane
bir vaziyette oturulur, lâubali hareketlerden, lüzumsuz sözlerden kaçını-
lır. (2 2 2 ) inci sahifeye m üracaat!...
41- K ur'am Azîme, din ve im ana, Peygam berlerden her hangi birine,
bir sünneti nebeviyyeye, bir hadîsi şerife, bir islâm m abedine —h â ş â —
sövmek, ih an ette bulunm ak veya bunlardan birini istihfaf etm ek — eliyazü
billâh — küfürdür, derhal tâip ve m üstağfir olup im anı ve nikâhı tazelem ek
icabeder. .
Bir şahsın sarhoş bir halde böyle bir fazihada bulunm ası, küfrünü
m u d p olmaz. Çünkü küfür, itik at babm dandır. Aklın zevaliyle beraber tahak-
k u k etm ez. Böyle bir şahsa lâzım dır k i tâip ve m üstağfir olsun, işrete niha-
y et versin, böyle haram bir şeye devam etm esin.
4 2 — İnsan, haddizatında en güzel surette yaratılm ış mükemmel, m uh-
terem bir m ahluktur. Hiç bir kimseye şetm edilm esi câiz değildir. Bahusus
ağza sebbedilm esi büyük bir günahtır, tazir cezasını ve tevbeyi müstelzimdir.
H a ttâ bazı fukahaya göre bir m ü'm inin ağzına sövülmesi, küfrü m üstelzim -
dir. Çünkü m ü'm inin ağzı iman ve K ur'an yeridir, onun ağzına söven,
— h â ş â — K ur'ana sövmüş gibi olur. Binaenaleyh im anını ve nikâhını yeni-
lem esi lâzım gelir.
43 — K ur'anı Kerimi veya her hangi bir din kitabım bilitizam temiz ol-
m ayan bir yere atm ak, K ur'an âyetlerini, kelim elerini sihr=büyü gibi bir
m aksatla temiz olmayan şeyler ile yazm ak ve yine bu m aksatla tazim e mü-
İL M İH A L İ 413
nafi sözler söylem ek küfrü m üstelzimdir. Binaenaleyh bu gibi şeylerden son
derece kaçm m ak lâzım dır.
44 — Sihr = Büyü; bedenlere, ruhlara, gönüllere tesir eden, insanı hasta
bırakan, öldüriiren, karı ile kocanın arasım açan, b ir takım döküm lerden,
yazılardan , dualar ile efsunlardan ib arettir ki, bütün m üçtehitlerce kat'iy-
yeıı haram dır. Böyle bir şey, fâsık kimselerin ellerinde zuhur edebilir.
H a ttâ bazı m üctehitlere göre sihri öğrenip başkalarına öğreten kimseler,
dinden çıkm ış olurlar, öldürülmeleri lâzım gelir. Ş u kadar var ki, cevazına
kail olmaksızın m ücerret kendisini fenalığından korum ak için sihir yap-
m ayı öğrenen kimse, dinden çıkm ış olmaz. x
45 — "Büyücüler, şeytanlar her istediklerini yaparlar" diye itik a t
edilmesi de küfrü m üstelzimdir.
Sihrin b ir hakikati var m ıdır, yoksa bir san'attan , b ir göz bağcılıktan
ibaret m idir? Eim m ei selâseye göre sihrin bir hakikati vardır. Bazı sihirler,
Cenabı H akkın dilemesiyle te'sir eder. F a k a t İm am ı A 'zam dan rivayet edil-
diğine göre sihrin ne hakikati vardır, ne de cisimler üzerinde bir tesiri.
Bazı hâdiseler, bir tesadüf eseri olabilir. M aamafih sihirin enva'ı vardır.
Bir nev'i m ücerret bir san 'attan başka bir şey değildir. Bir fevkalâdeliği
y o k tu r.
46- Sâhirlerin tövbeleri bazı m üçtehitlere göre kabul olunur. Bazıları-
na göre kabul olunm az. H er halde dünyada ceza görmeleri lâzım gelir.
Çünkü b u , bir zındıklıktır.
47 — K ehanette bulunm ak, yani; G ayipten haber verm ek iddiasm a
kalkışm ak, yıldızlardan bir takım hüküm ler çıkarm ak, "rem il" atm ak da
haram dır. Dini İslâm , bu gibi şeyleri k a t’iyyen m en'etm iştir. Bunlar ile
vakitlerini zayi etm ek münevver, m ütefekkir insanlara asla yakışm az.

D iyanet ve m u am elât hususunda sözleri kabul edilip edilm eyecek kimseler:

48 — Diyaneti m ahzda, yani: Yalnız Allah Tealâ ile kulu arasındaki


b ir ibad et hususunda â d i olan kimselerin sözleri kabul edilir. Fâsıklarm ,
gayri müslimlerin sözleri kabul edilmez.
Mesalâ: M evcut bir suyun tem iz olm adığım bir âdil müslim,. haber
verip de b aşk a su bulunm asa teyem m üm câiz olur. F a k a t bunu fâsık veya
hali m estur veya gayri müslim bir kim se haber verirse teharri lâzım gelir.
Yani: O suyun hakikaten temiz olup olm adığı araştırılır, zanm galibe göre
amel olunur. Şöyle ki: E ğer bu m uhbirin doğru söylediği hakkında zanm
galip hasıl olursa yalnız teyem m üm yapılır, yalan söylediği hak kınd a zanm
galip husule gelirse bu su ile abdest alınır, ihtiyaten teyem m üm de yapılır.
49 — Bir suyun temiz olduğunu bir âdil, temiz olm adığını da diğer
bir âdil müslüman h ab er verse b u n u n temiz olduğuna hükm edilir. Çünkü
suda asıl olan tem iz olm aktır. F a k a t ölü bir hayvanın boğazlanm ış oldu-
ğunu b ir âdil, boğazlanm am ış olduğunu da diğer bir âd il kimse h aber ver-
se bu hususta en kuvvetli kanaate göre amel olunur...
414 BÜYÜK İSLAM

50 — Bir gayri müslimin ihtida etm iş olduğunu bir müslüman haber


verse üzerine cenaze nam azı kılınması câiz olur.
51 — Alım satım ve benzerleri gibi m uam elâta gelince bunlarda ada-
let ş a rt değildir. F âsık lan n , gayri müslimlerin sözleri de kabul edilir. H a ttâ
bunların bu m uam eleler zım nında hasıl olan hil ve hürm ete ait sözleri de
m akbuldür.
M eselâ: Bir gayri müslim, yanında bulunan bir e t hakkında: "Ben bunu
bir müslü m andan veya bir kitâbîden aldım " dese o e ti bir müslümanm yem e-
si h elâl olur. Bilâkis "Bir M ecusiden aldım " dese helâl olmaz.
M uam elât denilen işler, pek geniş, p ek um um îdir. Binaenaleyh bu
hususta gayri müslimlerin de sözlerini kabul etm ek, İçtim aî bir zarurettir.

M üslümanlıkta âil'e ve karabet m ünasebetleri:

52 — M üslümanlann arasında bir din kardeşliği vardır. Bu um um î, dinî


karabetdir, en kuvvetli bir rabıtadır. Bu cihetle müslümanlar, her hangi
ırka, her hangi y urd a m ensûp olurlarsa olsunlar birbirine bağlıdırlar, bir-
birini severler, birbiri hakkında h a y r isterler. N itekim bir â y e ti kerîm ede:
-o yi.\ U'l = Müslümanlar şüphe y o k ki kardeşlerdir.) buyurulm uş-
tur.
Bundan başka müslümanlar arasında m ütefavit derecelerde bir neseb,
bir rida, bir sıhriyyet karabeti de vardır. Bu bakım dan da aralarında b k
takım vazifeler, haklar, hüküm ler cereyan eder, bunlara riay et edilmesi
dinen lâzım gelir.
53 — M üslümanlann artm aları, kuvvetlenmeleri, yurtlarını, varlıkların!
m üdafaa edebilm eleri aralannda âile teşkilâtının inkişafına bağlıdır. Bu ci-
h etle âile teşkil etm ek ve bu ailenin devam ına çalışm ak müslümanlıkta
m ühim vazifedir...
Şöyle ki: Aile teşkiline kadir ve kendisinde şiddetti bir m eyelân mev-
c u t olan bir müslüman için evlenip âile sahibi olmak vâcip veya farzdır.
Nefsi itidal halinde bulunan bir müslüman için de bir sünneti m üekkededir.
Bir hadisi şerifte: "Evleniniz, çoğalınız, evlât sahibi olunuz, çünkü
ben k ıy a m e tte ' sizinle üm m etlere k a rşı iftiharda b u lu nu ru m " b ü y ü tü l-
m ü ştü r. ( 1 ).

F a k a t zevciyet huku ku n a riayet edilem iyeceği, m eselâ: Alınacak kadı-


na zulm ve cevr edileceği bilindiği takdirde evlenm ek haram dır. Çünkü bu
halde âile hayatm ndan beklenilen faideler vücuda gelemez.

•vLîll | » h r
415

54 — T alak= boşam a hâdisesine gelince, bu bir cihetten m eşru ise de


diğer bir cih etten m em nudur, m ahzurdan hali değildir. Şöyle ki; Aile
hayatından beklenilen şeyler husule gelmediği veya iffet veya imtizaç
bakım ından bir fenalık yüz gösterdiği takdirde talak, m eşrûdur, müstah-
sendir. F a k a t böyle bir h acet z aru ret bulunm adıkça talak, m ebguzdur,
müstahsen değildir. N itekim bir hadîsi şerifte: "Talak, h elâl şeylenn en
sevimsizidir" bu y u ru lm u ştu r (î).

Binaenaleyh âile hay atım yaşatm ay a çalışm alı, lüzum suz yere ayrıl-
m a, boşanm a hâdiselerine m eydan verm emelidir, b u n u n m es'uliyetinden
çekinm elidir.
55 — Her müslüman için âile h ay atın a m üteallik dinî m es'eleleri k âfi
derecede bilip bunlara riayet etm ek de bir vazifedir. Kimlerin birbirile
evlenip evlenemiyeceğini, kimlerin arasında m ahrem iyet m evcut olup ol-
m adığını bilm ek icabeder.

56 — N ikâh denilen evlenm e muamelesi, müslümanlarca zevç ile


zevce olacak kimseler veya b u n lan n velîleri veya vekilleri arasında en az
iki müslim erkeğin veya bir müslim erkek ile iki müslim kadının huzurla-
rında "Ben seni tezevvüç e ttim " "b en de kabul eyledim " veya "ben fülâm n
kızı fülâneyi velisi veya vekili bulunduğum fiil ân için tezevvüç ettim "
"ben de fülâneyi velîsi veya vekili bulunduğum fülâne bilvelâye veya bil-
vekâle tezviç e ttim " gibi bir icap ve kabul ile akdedilir. Ve kadına "m eh r"
namile emsaline göre bir m ik tar mal verilmesi de lâzım gelir. Bu m ehr,
iki tarafın nzasıyle evvelce de tayin edilebilir. Kadın bu m ehrini sonra
kocasına bağışlayabilir.
57 — Babalar, dedeler, analar, nineler, erkek ve kız kardeşler, amcalar,
dayılar, halalar, teyzeler arasında bir nesep karabeti, bir ebedî m ahrem iyet
vardır. B unlann arasında n ik âh asla câiz değildir. M eselâ: Bir kimse, hiç bir
vakit ne anasını, ne kızım de de halasım n ik âh ile alamaz.
Kezalik: Bir kim se, ken d i kardeşinin kızını veya toru n u n u da alamaz.
F a k a t bir kimse, halasm m veya teyzesinin kızını alabilir. Ve iki kardeş
ço cuk lan da birbirlerile evlenebilirler. Bunlar arasında bir karabet var ise
de bir m ahrem iyet yoktur.
58 — Süt itibariyle sâ b it olan m ahrem iyet de nesebce sâ b it olan
m ahrem iyet gibidir. Binaenaleyh bir kim se ile süt babası, süt anası, süt dede-
si, süt ninesi, süt kardeşi, süt kardeş evlâdı, süt halası, süt teyzesi arasındaki
ebedi bir m ahrem iyet vardır. Bunlar, birbirleriyle evlenemezler.
M aamafih bu m ahrem iyetin sübutu için çocuk, südü en ziyade iki
b u çu k yaşm a kadar — velev bir kere olsun — em m iş veya içm iş bulunm a-
416 BÜYÜK İSLAM

lıdır. Bu m üddetten sonra em ilen veya içilen b ir süt ile süt evlâtlığı, süt
kardeşliği sabit olamaz. Bu m üddet, İm am ı A 'zam a göredir. İm am eyne
göre süt m üddeti iki senedir.
59 — Kadın ile kocasının bir kısım akrabası ile kendileri arasında "Sıh-
riy y e t" itibariyle bir karab et vücude gelmiş olur ki, bu da bir m ahrem iyet
vücude getirir, nikâhın cevazına m ani' olur. Ş öyle ki: Bir kimse, kendi kan-
smm anasını, ninesini, başka kocasından olan kızını veya torununu asla
nikâh edemez. Velevki aralarında zevciyet zâil olmuş olsun. Ş a y e t bun-
lardan birine gayri m eşru olarak takarrüp etse veya bunların bir uzvunu
— harareti duym aya m ani' bir h âil bulunm aksızın — şehvetle tutsa veya
öpse karısı kendisine ebediyen haram olur. Buna "H ürm eti m usahare"
denir.
60 — Bir kadın da kendi kocasının babasiyle veya b aşk a zevcesinden
olan oğlu ile, torunu ile asla evlenemez. Bunların arasında da ebedî bir
hürm et vardır. Ş a y e t aralarında gayri m eşru ' bir m u karenet veya şehvetli
bir temas v uk u' bulsa kocasına ebediyen haram olur.
61 — Bir erkekle kendi karısının kız kardeşi, halası veya teyzesi ara-
sında bir m uvakkat hürm et vardır. O erkek, zevciyet baki oldukça bun-
lardan birini alam az. F a k a t bu zevciyet tam am en zail olduktan, meselâ
kadın öldükten veya boşanıp idd eti b ittik te n sonra alabilir.
62- Bir kimse, üvey anasiyle veya kendi oğlunun veya torununu
k an sı ile asla evlenemez. Velev k i : svciyet, zail olm uş olsun. Bunlar arasın-
da da "hürm eti m usahere" vardır. Ş a y e t bir kim se, oğlunun veya torunun
veya babasının zevcesine gayri m eşru m u karenette veya şehvetle tem asta
bulunsa bu kadın kocasına ebediyen haram olm uş olur.
63 — Hürm eti m usahere, gayri m eşru m ukarenetle de sabit olur.
Şöyle ki: Bir kimse, kendisine gayri m eşru su rette m ukarenette bulunm uş
veya bir uzvunu — bilâ hail — şehvetle tu tm u ş veya öpm üş veya cihazı
tenasülüne şehvetle bakm ış olduğu bir kadının neseb veya süt itibariyle
anasını, ninesini, kızını, torununu asla alamaz, bunlar ile aralarında ebedî
bir hürm et bulunm uş olur. Bu, yapm ış olduğu gayrim eşru, hareketin bir
nevi cezasıdır, neticesidir.
6 4 — Bir müslüman, başkasının nikâhınd a veya idde tinde bulunan bir
kadını alamaz. Kezalik; bir müslüman, kitabiye denilen b ir yahudî veya
hıristiyan kadını n ikâh edebilirse de bir m üşrikeyi m eselâ: Bir m ecusiyeyi
aslâ n ik âh edem ez. M eğer ki kadın, bu şirkini terk etsin.
Bir müslüman kadını ise h iç bir gayri müslim ile evlenemez. Bu, dinen
kati surette haram dır. Böyle bir hal, İslâm şerefine, İslâm m enfaatine ve
bir müslimenin şalısî selâm et ve saadetine m uhafliftir.
65 — Müslümanların m ünasebetlerinde karşılıklı bir hürm et bir neza-
h e t vardır. Bir müslüman başkasının hanesine rızası olm adıkça giremez,
İL M İH A L İ 417

başkasının hanesi içine izni olm adıkça dışan d an bakam az, sözleriyle,
kim seyi rahatsız edemez. B unun haricinde olarak erkekler, göbekleri al-
tından itibaren diz kapakları altına kadar olan uzuvları m üstesna olmak
üzere birbirlerini bütün uzuvlarına bakabilirler.
6 6 — Kadınların birbirlerine veya kendi kocaları olmayan erkeklere
bakm aları da erkeklerin birbirine bakm aları gibidir. Binaenaleyh bir İslâm
kadını diğer bir kadının veya bir erkeğin göbeği altından diz k ap ak lan al-
tına kadar olan kısm ına bakam az, sair uzuvlarına bakabilir. Elverir ki bir
şehvet, y a ’ni: Kalben bir iştiita, tem ayül korkusu bulunm asın.
67 — Bir erkek, yabancı veya karibi olup nik âhı m üebbeden haram
olm ayan bir kadının - ahlâki bir m ahzur bulunm adığı takdirde - yalnız
yüzüne, ellerine bakabilir. E beddiyyen m ahrem i olan bir kadının,m eselâ:
anasının veya kızının veya teyzesinin ise yüzüne, başına, göğsüne, kulak-
larına, baldırlarına bakabilir ve bu uzuvları tutabilir. Elverir ki iki taraftan
hiç birinde şehvet korkusu bulunm asın.
6 8 — E rkek ile zevcesi arasında h er veçhile bir hususiyet m evcut ol-
d u ğundan biri diğerinin bütün vücuduna bakabilir. Şehvetle olup olmaması
müsavidir. Ş u kadar yar ki, tenasül uzuvlarına bakm am aları evlâdır, edebe
m uvafıktır. ' ’ 1 _ jtJ
6 9 — Bir tabib, tedavisinde bulunduğu bir kadının m arazlı olan her
hangi m ahrem bir uzvuna zaru ret m iktarı bakabilir. Ş u kadar var ki, te-
davisini bir kadına tarif ederek havale etm esi daha m uvafıktır. Çünkü
cinsin cinse bakması daha hafiftir.
k o rb-Mîa îfitnO libîsgi;, mgt-üi iiitml’m k «İV?
M üslümanlıkta kesb=K azancın ehem m iyeti:

7 0 - Müslümanlıkta kesb, y a ’ni: Kazanç sahasına atüm ak, esasen ilim


gibi bütün müslümanlara ait, pek ehem m iyetli bir vazifedir. H a ttâ bir hadisi
şerifte: "K azanç aram ak müslüman olan her erkek ve kadın için bir farz-
dır" bu y u ru lm u ştu r. (1) Çünkü her hangi bir müslüman, m ükellef olduğu
vecîbeleri ancak kazanç sayesinde ifa edebilir. Bu vecîbelerin yapılması;
Kuvvetle, sıhhate bağlıdır. Kuvvet ve sıhhat ise gıdaya vesaireye m üte-
vakkıftır. Gıda vesaire ise ancak kazanç vasıtasiyle elde edilebilir. Bina-
enaleyh kazanç m eydanına atılm ak da mühim bir vazifedir, bir farizedir.
Ş öyle ki: v:> " -3 — 'i Û .ı\

71 — H er hangi bir müslüman için kendi nefsini ve nafakaları üzerine


lâzım gelen kimseleri iaşeye ve borçlarını ödem eye yetişecek m iktar

F: 27
418 BÜYÜK İSLAM

belâlından kespte bulunm ak bir farzdır. N itekim bir hadisi şerifte: "H er
müslim üzerine h e lâ ü aram ak vaciptir" buyurulınuştur. ( 1 )
72 — Fakirlere yardım , gariplere iyilik yapm ak için kifayet m ikta-
rından fazla kesb, m em duhtur, m üstahsendir. Böyle bir kazanç nafile iba-
detten efdaldir. Çünkü b u n u n faidesi başkalarına şam ildir
73 —Geniş bir dirliğe erm ek fazla m ütena'im olm ak için daha ziyade
m iktarda kesb, m übahtır. Bir hadisi şerifte: "Salih insan için salih mal ne
güzeldir" m ealindedir. ( 2 )
7 4 — Halka karşı tekebbür ve tefahurda bulunm ak için yapılan kesp
haram dır. Velev ki h elâl bir yolda yapılm ış olsun. Nasa karşı servetiyle,
mevkiiyle çalım satan kimseler, yarın ah irette Hak Tealâ Hazretlerinin
gazebine uğrayacaklardır.

M uhtelif kazanç yollarının afdaliyetee dereceleri:

75 — Başka b aşk a kazanç yolları vardır. B unlann afdalı, evvelâ cihat


yoludur. Sonra: T icarettir, sonra: Z iraattir: Ba'zı zevata j>öre ziraat, ticaret-
ten afdaldır. Daha sonra da: Sanattır. Ş ö y le ki:
76 — Müslümanlar için icap ettiğ in d e cih at m eydanına atılıp Islâm iyeti
yükseltm eye islâm yu rd u n u , islâm varlığını m üdafaaya çalışm ak bir fariza-
dır. Bu farizanın dairesi lüzum una göre genişler, eli silâh tu tan müslümanla-
n n bir kısm ına ve kifayet etm ezse hepsine m üteveccih bir vecîbe olur. Bu
uğ u rd a düşm an ile çarpışan, düşm anı tepeleyen İslâm m ücahitleri gazi, ha-
yatlarım feda edenler de şe h it Unvanını alırlar.
Ş ehitlere ölü denilmesi d oğru değildir. Onlar ebedî bir h ay ata m alik-
tirler. Onlar, Allah T ealânm m anevî huzurunda m erzuk olup dururlar.
Binaenaleyh şehadet büyük bir m ürtebedir.
İşte bu cih at neticesinde m üslüm anlann galip gelip ganim et m allan
elde etm eleri en faziletli bir kazançtır. Çünkü bynunla düşm an kahr edil-
m iş, din ile dünya cem 'edilm iş olur. Bu mallar, veliyyülem ir tarafından bir
nisbet dahilinde m ücahidlere taksim edilir. Bu m allan m ücahidlerin kendi
kendilerine almaları, intizam a m ani, başka m ücahitlerin ve beytülm ahn
h u kukuna m uhalif olduğu cihetle helâl değildir.
77- M üslümanhkta ticaret d e pek kıym etli bir kazanç yoludur.
T icaret cem iyetlerin refahına, terakkisine baisdir. Bir hadîsi şerifte: "R ız-
kın onda dok uzu ticaretted ir." buyu ru lm u ş tur. (3) diğer b ir hadîsi şerifte
de "D oğru m uam eleli, müslüman bir tacir Peygam berler ile, sıddıklar ile,
şehidler ile haşir olu r" b u y u ru lm u ştu r. (4)

J ( jjjt jlle l (r) y Jc JMİ.I k j ]a

j £ S.- jj-u JI (£ ) j» .J ) JIU (t)


İL M İH A L İ 419

78 — M üslüm anhkta ziraat da pek mühim bir kazanç yoludur. Bunun


faidesi pek um um îdir. Ekincilik, insanlıkla beraber doğm uştu r. Bununla
ilk uğraşan zat, H azreti Adem Aleyhisselâm dır. Bir hadîsi şerifte: "R ız-
kınızı yerin altında gizli bulunan şeylerde arayınız." buyurulm uş tur. ( 1 )
Bu yüksek emir, ziraata da, m adenciliğe de şâm ildir.
79 — M üslüm anhkta sm aat da pek m akbul b ir kazanç yoludur. Bir ç ok
san’atlar vardır. Bunların bir kısmı, cem iyet hayatı için p ek lâzım dır. în-
san, kendisine en faideli, en seçilm iş sanatlardan birini ihtiy ar etm elidir.
Bir hadîsi şerîf " S a n 'a t fakirlikten em andır" m ealindedir. (2)
80 — Müslümanlarca tese-ül = dilenm e esasen bir kazanç yolu değil-
dir. Az ç o k kesb'e kadir olan h er müslüman için tese'ül haram dır. Bir müs-
lüm an yüksek h im m et sahibi bulunur, onun ruhu dilenciliğe tenezzül et-
m ez. Ş u kadar var ki kesbden tam am en âciz olan bir kimse için tese'ül
lâzım gelir. Böyle aciz bir kimse, dilenm eyi bırakıp ta açlıktan ölecek olsa
günaha girmiş olur. Çünkü nefsini tehlikeye atm ış, bir nev'i intihar etm iş
bulunur. Böyle bir halde dilenm ek ise hayatın m ukavem et kabil olmayan
ihtiyaçlarından ileri geldiği için bir zillet sayılmaz. Bir hâdîsi şerifte: "Di-
lenm e, kulun en son kazancıdır" diye buyu ru lm uştur. (3)
8 1 — Bir fakir, tese’ülden de âciz bir durum da bulunursa haline m u tta-
li olan her hangi bir müslim için ona bizzat veya bilvasıta yem ek yedirm ek,
onun hayatını kurtarm ak bir vecîbe olur. Bu vecîbe yapılm azsa bu hale
vakıf olan müslümanlar günahta ortak olurlar.
Ş u n u da ilâve edelim ki,bir günlük nafakası olan bir fakir için dilen-
m ek helâl değildir.

Alış verişin nevi'leri ve kazanç, m iktarı:

82 — Bey' —- Satış muamelesi. "Malı mala değişm ek" dem ektir. Bir
kimse elindeki bir malını aza ço ğ a satabilir mi?. Bu m es'ele tafsile tâbidir.
Şöyle ki, satış m uam elesi başlıca şu d ö rtn e v 'e ayrılır.
(1) Bir malı serm ayesine = k aça m al olmuş ise ona satm aktır. Buna,
"Tevliye" denir. Bu, câizdir. Bir satıcı bazan elindeki bir m alını h iç k â r gö-
zetm eksizin aldığı fiata satar. Bu, kendi hakkıdır. A ncak bu hususta riayet
edilecek şey, sermaye m iktarım d o ğ n f söylem ektir. Aksi takdirde satıcı in-
dallah m es'ul olur. Alıcı da alış m uam elesini dilerse bozdurur, dilerse faz-
la bedeli geri alabilir.
(2) Bir m ah serm ayesinden noksana satm aktır. Buna da "V azi'a" denir.
Bu hususta da serm ayeyi doğru söylem ek lâzım dır. F a k a t burada alıcıya dü-

(v)
.o jı (^)
420 BÜYÜK İSLAM

şen ahlâki bir vazife vardır. Şöyle ki: Eğer fakir bir kim se,bir zaruret dola-
yısiyle bir m alını böyle noksanına satıyorsa onun zararına m eydan verm e-
meli, o malı mümkün olduğu kadar değer behasiyle satın almalıdır. Bu, bir
m uavenet, bir sadaka m ahiyetinde olmuş olur.
(3) Bir malı serm ayesini ve lüzumlu m asraflarını söyleyerek onlardan
bir m iktar fazlasiyle satm aktır. Buna da "M urabaha" denilir. Serm ayenin ve
zarurî m asrafların y ekûnunu tam bir sıhhat üzere ta'y in eder bir ta d r , elin-
deki bir malı az ço k bir k â r ile satabilir. Bu, caizdir. Ş u kad ar var ki alıcının
o mala olan ihtiyacından istifadeye kalkışm am alı, insaf dairesini tecavüz
etm em elidir. Aksi takdirde böyle bir m uam ele, kerahattan, uhrevî m es'uli-
y e tte n beri olmaz.
(4) Bir malı serm ayesini söylem eksizin az ç o k bedel m ukabilinde sat-
makta-. Buna da "Müsaveme" denilir. Böyle bir satış ta câizdir. H a ttâ yalan
söylem ek ve sennayenin m iktarını ta'y in hususunda h atay a düşm ek tehlike-
sinden salim oldu*ğu için m em duhtur. Ş u kadar var ki, satıcı, alıcıyı'aldaür,
onun piyasayı bilm ediğinden istifade ederek o m alm başka bir yerde bulun-
m adığını ve pek kıym etti olduğunu söyleyerek onu "G abni fah iş" ile satarsa
bu hareketi helâl olmaz, kendisi indallah m es'ul olur, alıcı da böyle tağrir-
den — aldatıştan dolayı o malı geri verebilir.
G abni fa h iş ; eşy a ve em tia kabilinden bir şeyi kıym etinden yüzde yir-
mi, ve bir hayvanı yüzde on, bir âkan da yüzde beş fazlasiyle veya daha zi-
yadesiyle satm ak suretiyle tahakkuk eder. F ak at tağrir= aldatış bulun-
mayınca^böyle bir m uam ele cebren fesh edilemez.

İh tik â n n m ahiyyeti ve hükümleri:

8 3 —■»İhtikâr, lugatta: "Bir şeyi azalıp kıym etlensin diye saklam ak"
m ânasınadır. Istılahta "İnsanların ve ehK hayvanlann yiyeceklerine, iç e -
ceklerine aid şeyleri ehalisine m uzır olacak bir beldede satın alıp kıym etleri
yükselsin diye kırk gün kadar haps" etm ektir. Böyle yapan kim seye de
"M uhtekir" denir. .
İh tik â n n kırk gün ile takyid edilmesi, dünyaca yapılacak m uaheze iti-
bariyledir, yoksa ih tik âre bir gün bile m eydan veren kimse, günahkâr olup
ahiret azabına istihkak kazanır.
84 — Bir beldeye hariçten .gelecek peyleri beldeye getirilerek serbest
satılm asına m eydan verm eyip belde haricinde karşılayarak satın almak ta
bir nevi ihtikârdir.
85 — İhtikâr, İmam ı A 'zam a göre — tarifinden de anlaşıldığı üzere —
yalnız yiyilecek ve içilecek m addelerde caridir. F a k a t İmam M uhamm ede
göre elbiselik m allarda da câri olur, İmam E bu Y u su f a göre ise âm m eye za-
rar veren her hangi bir m addede cereyan eder. Altin gümüş, demir vesaire gi-
bi.
İL M İH A L İ 421

86 — İh tik ârın hüküm lerine gelince: Âm m eye m uzır olan bir ihtikâr,
tahrim en m ekruhtur. Allah Tealâ indinde m es'uliyeti câlibdir.

İhtikârın sonu iflâstır. M uhtekir, kendi hasis m enfaati için âmm eyi
zarara, sıkıntıya sokuyor, binnetice cem iyetin h ay atın a kastetm iş oluyor.
Binaenaleyh veliyyülem ir veya selâh iy ettar olan hakim , m uhtekirin — şahsi
ve ailevî ihtiyaçlarım karşılayacak m iktardan fazla olan — ih tik â r mallarını
satm asına hükm edebilir. Ş a y e t satm az da m uhalefette bulunursa münasip
göreceği veçhile ta'zir eder ve ö m allan o m uhtekir nam ına satabilir.
87 — İh tik â r vukuunda veliyyülemir, eşyaya kıym et takdir edebilir.
Şöyle ki. Veliyyülem ir veya salâh iyettar olan hakim , ticaret m allarına bir
zaruret görülm edikçe kıy m et takdir edem ez. Bu takdirde "tes'îr*narh k o y -
m ak " m ekruhtur. Çünkü ticaretin inkişafına engel olabilir. Bir hadîsi şerif-
te: "Müse'ir ancak Kabiz, Bâsiit ve Razik olan Allah T ealâdır" buyurulm uş-
tur. F a k a t b u m allann sahipleri haddi tecavüz eder, bunlar fâh iş bir fiatla,
y a'n i: Lâakal iki k a t fiatla satm aya başlarsa veliyyülemir veya hakim rey eh-
liyle istişare ederek kıym etleri takdir ve tayin edebilir. Bunda b ir beis y ok -
tur. H a ttâ İm am M âlike göre kıtlık y ıllannda fia tla n tesbit etm ek, vali b u lu-
nan zat üzerine b ir vecîbe olur, velev ki fiatlarda fahiş bir ziyadelik b u lu n -
masın.
8 8 — Bir kim se,kendi arazisinin m ahsûlatım hapsetm ekle m uhtekir sa-
yılmaz. Çünkü,bu kendisinin halis b ir hakkıdır, bu na âm m enin hak lan taal-
luk etm ez. Bir kimse, ken di arazisini ekm eyebilir. Binaenaleyh m ahsulâtını
da satm ayabilir. Ş u kadar var ki pahalüık ve kıtlık zamanını beklediğinden
dolayı günaha girer. Zira m üslüm anlann h ak k ınd a fena bir niy ette bulunm uş
olur.
89 — Başka bir beldeden kendi beldesine celbetm iş olduğu b ir malı
hapseden kimse, İmam A 'zam a göre m uhtek ir sayılmaz. Çünkü âm m enin
hakkı, bulun d u k tan beldeden ve o belde etrafından toplanan m allara taal-
luk eder, M aahaza bu celbedilen m allan satm ak m üstehaptır. Bunları hapset-
m ek k erahetten hali olamaz.
İmam Ebu Y usuf'a göre bu kimse de m uhtekir sayılır, hakkm da m uh-
tekir muamelesi cereyan eder. İmam M uham m ede göre ise â d e t veçhile h a-
riç ten celbedilen m addeleri hapsetm e^ m ekruhtur. F a k a t adete m uhalif
olarak pek uzak yerlerden celbedilen m addeleri hapsetm ek m ekruh değil-
dir. Çünkü bunlara âm m enin hakkı taalluk etm ez.
Velhasıl: İh tik â rd a hayır y o k tu r. Bu şe fk a t ve m erham et duygularına
m âni, insaniyet hayırhahlık hasletine münafi olduğundan bundan k açın -
malıdır.

R ibâ'nın m ahiyyeti ve nevi’leri:

90 — R ibâ, lügatte ziyade m ânasm adır. Ş e r'an alış verişte âkitlerden


422 BÜYÜK İSLAM

birine verilmesi m eşrut olup ivazdan hali bulunan fazla bir m iktardan iba-
rettir. On dirhem gümüşü ön bir dirhem gümüş m ukabilinden satm ak gibi.
91— R ib â, altın ve gümüş gibi m evzunattan olan, ya'n i: Tartılan şeyle
üe buğday, arpa, hurm a, tuz, kuru üzüm gibi m ekilâttan b ulunan,ya'ni ölçü
ile alınıp verilen şeylerden cereyan eder.
* (R ibâ, M âlikilere göre yalnız altın ve gümüş ile m aişeti te'm in edi
" k u t = erzak" denilen şeylerde caridir. Şafiîlere göre de yalnız altın ve gü-
müş üe m at'u m atd an olan şeylerde câridir.)
92 — R ibâ, iki nevi'dir: R ibâi fazl, R ibâi nesie. R ibâi fazl, tarülan
veya ölçülen bir cins eşyam n kendi cinsi m ukabilinde peşin olarak ziyade-
siyle satılması halinde vücude gelir.
Binaenaleyh alün, gümüş, bakır, buğday, arpa, ve tuz gibi bir şey,
kendi cinsiyle derhal mübadele edilecek olsa m iktarları müsavi olmak icap
eder. Birinin m iktarı biraz fazla olunca bu, bir ribâ olm uş olur ki, haram -
dır, indallah cezası p ek büyüktür. Velevki aym cinsten olan bu iki kfsım eş-
yadan bir kısmı san 'at itibariyle daha kıym etli veya bir kısmı âlâ, diğeri
edna bulunsun.
A lün ile gümüş, san 'at itibariyle veya sikke halinde bulunm akla veznî
olm aktan çıkm ış olmaz. Çünkü bunların veznî = tarü lır şeylerden olm alan
nassı şe r'i ile sabittir. M eselâ: On miskal alün, yine on miskal altın m ukabi-
linde peşin olarak satılabilir. F ak at on bir miskal m ukabilinde satüam az. Bu
bir miskal fazla olduğundan riba olm uş olur.

Kezalik: On küe buğday, on kile buğday m ukabilinde peşin olarak sa-


ülabilir. F ak at-d o k u z veya on bir küe buğday m ukabilinde satılamaz. Ziya-
de m iktar, ribâdır.
93 — R ibâi fazldan kurtulm ak için bir cinsten olan ribevî m allardan
her birini y a tam am en veya kısm en kendi cinsinin gayriyle m übadele etm e-
lidir.
M eselâ: On miskal alün, yüz dirhem gümüş m ukabilinde ve on kile
buğday on beş kile arpa m ukabilinde peşin olarak m übadele edilebilir. Ke-
zalik On miskal altin dokuz miskal altin üe şu kadar dirhem gümüş, m ukabi-
linde ve on kile buğday da beş kile buğday üe şu kadar küe arpa m ukabilin-
de peşin olarak değiş tirüebüir.
94 — R ibâi nesieye gelince: Bu da tarülan veya ölçülen şeyleri birbiri
m ukabilinde veresiye olarak m übadele etm ektir. Velevki, m iktarları müsavi
olsun, bu da haram dır.
M eselâ: On dirhem gümüş veya bu sikletteki bir gümüş para, yine on
dirhem gümüş veya gümüş sikke m ukabilinde veresiye olarak saülam az.
Çünkü bunların cinsleri ve m iktarlan birdir. Biri peşin, diğeri veresiyedir.
Bu suretle aralarında bir fark vardır. Binaenaleyh bu, bir ribâdır, bir günah-
tır...
İL M İH A L İ 423

Kezalik: Elde edilen bir kilo buğday ile b ir âhara harm an zam anında
verilecek bir kile buğday satın alınamaz. Bunlar, â lâ ve edna olm ak itibariy-
le m ütefavıt bulunsunlar, bulunm asınlar, müsavidir. Çünkü cinsleri, m iktar-
ları m üttehittir. Böyle olmakla beraber biri peşin diğeri veresiyedir. Veresi-
ye ise peşine tekabül edem ez. A rada bir fazlalık bulunm uş olur.
95 — M evzunattan olan şeyler, cinsleri m u h telif olsa da birbiriyle vere-
siye olarak mübadele edilemez. M eselâ: Ş u kadar kilo dem ir m ukabilinde o
kadar kilo bakır veresiye olarak satılam az. Çünkü bunlar, vezni olm ak itiba-
riyle m üttehittirler.
Kezalik: Ş u kadar kile buğday, o kadar kile arpa veya tuz m ukabilinde
veresiye olarak satılamaz. Zira bunlar da keyli olm akta m üttehittirler.
Bu esastan yalnız nakitler m üstesnadır. Şöyle ki: N akit paralar
m ukabilinde n a k it cinsinden olm am ak üzere tartılan ve ölçülen şeyler peşin
olarak alınabileceği gibi veresiye olarak da alınabilir. Çünkü alış veriş hak-
kında b u n a ihtiyaç vardır.

istikraz m es'eleleri:
d r i; : ' ‘ ■■■*<:. • - ; : m,-
9 6 — İstikraz = Borç alıp verm e m uam elesi yalnız m isliyatta, ya'n i A l-
tın ve gümüş gibi m evzunat ile buğday, arpa gibi m e'k ilatta ve yum urta, ce-
viz gibi taneleri arasında kıym etlerini değiştirecek derecede tefavüt bulun-
m ayan adediyatta cereyan eder. Hayvan ve m ensucat gibi k iyem iyâtta
cereyan etm ez.
97 — G erek altından, gümüşten vesaireden olan n a k it paralar ve gerek
sair tartılan veya ölçülen şeyler, bilâhara yalnız misilleri alınm ak üzere borç
olarak alınıp verilebilir. Buna, " k arz ıh a se n " denir ki, içtim ai bir yardım ol-
duğundan büyük bir sevaptır. A m m a bunun m ukabilinde fazla bir şey ve-
rilmesi şa rt edilmiş olursa bu, bir faiz m es'elesi olur ki, bu da ribâ hükmün-
dedir. M ukrizin= ya'ni: Borç verenin b ir veya m üteaddit şeriklerden ib aret
olması arasında fark y o k tu r.
9 8 — Borç alman şeyler, bilâhara kendi misilleriyle ödenir. M eselâ:
Borç alm an bir al ün akçe, yine bir altın akçe ile ve b ir m iktar buğday yine
o m iktar buğday ile fazla bir şey verilm eksizin tediye edilir. Ş u kadar var ki
b o rç alman akçe m eselâ: V arakai nakdiye, m uahharan bulunm asa veya geç-
m ez bir hale gelse - m üftabih olan kavle göre - son râic olduğu tarihteki kıy-
m eti ile ödenm ek lâzım gelir.
99 — Bir kimse, bo rç verdiği para ve sairenin tam am ını veya bir mik-
tarım b orçlusuna bağışlayabilir. Borç alan da aralarında bir ş a rt bulunm ak-
sızın kendisine borçlu olduğu kimseye hediye verebilir.
Velhasıl: İstikraz m uam elelerinde iki taraftan birine m eşru t olan bir
m enfaat, helâl değilse de m e şru t olmayan bir m enfaat helâldir. Binaena-
424 BÜYÜK İSLAM

leyh bir bo rçlu , borcunu ödem ekle beraber kendiliğinden şu kadar kuruş
da — bir â d e t neticesi olmaksızın — fazla verse bu, h elâl olur.
100 — Bir kim senin bir parayı b aşk a bir yerde bulunan bir şahsa öde-
m ek suretiyle b o rç alması m ekruhtur. F a k a t böyle b ir parayı aralarında bir
ş a rt bulunm aksızın b o rç verenin izniyle başka bir yerde b ulunan bir şahısa
götürüp yerm esi m ekruh değildir. H a ttâ böyle bir ş a rt ve â d e t bulunm aksı-
zın biraz da fazla bir şey verm esinde bir hürm et y o k tu r. Bu, bir hibe olmuş
olur.
101— Bir kim senin bir şahsa, m eselâ; bir tacire "h er ay veya her sene
kendisine şu kadar m eblağ verm ek üzere" bir m ik tar para tevdi etm esi caiz
değildir. O m eblâğ bir rib â olm uş olur. F a k a t m uayyen m iktar parayı
m uayyen bir işte kullanıp hasıl olacak k â rın d an kendisine m uayyen bir
m iktarının, m eselâ üçte birinin veya yansının verilmesi şartiyle tevdi etm esi
câizdir. Çünkü b u , şirk et m uam elesi d em ektir. Bu halde o kim senin zarara
da serm ayesi nisbetinde iştirak etm esi lâzım gelir.
102 — K om şular arasında ekm ekler, gerek sayı ve gerek tarü itibariy-
le borç alınıp verilebilir. Bu hususta teamül, m evcut m üsam aha câridir. Bu,
İmam M uham m edin kavlidir. Fetva da bu veçhiledir.
103 — Faizin dinen m em nu'iye tinde bir ço k hikm etler vardır. Bir ker-
re m u h taç bir kimseye verilen bir paradan bilâhara fazla bir şey alınması İç-
tim aî yardım vazifesine m uhaliftir. S o n rab ir paranın bu veçhile tenm iye edil-
mesi, ç o k kene; şahsın İktisadî faaliyetini azaltır, kendisini atalete sevk ede-
bilir. Bununla beraber b o rç alınan paradan b o rç alanın bir k azanç elde edip
etm eyeceği m uhakkak değildir, belki m elhuz veya m evhum dur; çok k e n e
alınan b orç paralar, lüzum suz yere sarf edilerek m ukabilinde bir ço k zarar-
lara katlanm ak lâzım gelir. R ehin verilen nice kım yetli m alların bu yüzden
hiç behasm a elden çık tığ ı daim a görülür. H albuki verilecek fazla m ik tar m u-
hakkak, m uayyen bir m aldır. Binaenaleyh m elhuz m evhum bir kazanç, m u-
hakkak bir mala tekâbül edemez.
Esasen k a t'i bir lüzum görülm edikçe borç almamalıdır. Borç huzuru,
rahati, hürriyeti ihlâl eder. Borç verecek bir halde bulunanlar da ellerinden
gelen yardım ı m uh taçlard an esirgememelidirler, m ahza hak nzası için karzi '
hesen suretiyle b o rç verip m ükâfatım Allah te al âd an beklem elidir. Yerme
m asruf olan bir bo rç p ara sadakadan çfdâldir. Maamafîh b o rç alacaklar da
emin, sözünde durur, ilk fırsatta b o rçla n n ı verm eğe azim kâr bulunm alıdır-
lar. Bu gibi vasıflardan m ahrum iyet, yardım vazifesini ihlâl etm ektedir.
’ i- İV ? ,i"î, '4';. -i ~ '.7r- •• •' '" J ii ■?»«$■ eO f ijS it.İ .1 O f i i '3 € î J t > £ i '..- i- ., ?

M üslümanlıkta yapılm alan caiz olm ayan şeyler:

104 — Ferdlerin ve cem iyetlerin selâm etine, nezahetine, saadetine m u-


h alif olan şeyler, dinî islâm dâ m em nu'dur, haram dır. B unlann yapılması
dünyevî veya uhrevî m es'uliyeti m üstelzimdir. Bunlara "günah, m a'siyet,
ism " denir. röî'v r!^ lö î?s ’ seteri İr-
İL M İH A L İ

105 — Günah olan şeyleri bizzat yapm ak câiz değildir. O gibi şeylere
razı olmak, ve bir cebre m ukarin olm adıkça yardım etm ek de caiz değildir.
M eselâ: Bir kimse, bir şey çaiamaz. Bu haram dır, cezayı m üştekim dir.
Bir şeyin çalınm asına razı da olamaz, yardım da edemez Bu da haram dır,
m em nu'dur.
106 — Günah olan şeylere razı olm ak veya yardım etm ek yerine göre
y a haram veya m ekruh olur. Bu, şe r'i şerifte bir asildir. Buna binlerce mes'
ele, teferru' edebilir.
M eselâ: Bir şahıs, her hangi b ir haksızlığı terviç için bir kimseden bir
mal alamaz. Bu, rişvettir, haram dır. Binaenaleyh bir haksızlığı terviç e ttir-
m ek için bir m al de veremez ve böyle bir m alın verilmesine vasıta da olamaz.
Bunlar da haram dır, m em nu'dur. Çünkü böyle alınması m em nu' olan bir şe-
yin verilmesi de, verilmesine delâlet edilmesi de haram dır, m em nu'dur. Ni-
tekim bir hadîsi şerîf "Allah Tealâ rişvet alana da, rişvet verene de bunların
arasında rişvete vasıta olana da lâ n e t buyursun" m ealindedir.
107 Bir kimse, müverrisinin gayn m eşru bir sebeple elde etm iş oldu-
ğu bir m alından irs hissesi almamalıdır. Evlâ olan budur, bu b irvera've zühd
faziletidir. O hisseyi alm ak m eşru' olm ayan bir harekete razı olmak dem ek-
tir.
Binaenaleyh insan, h e lâ l ve m eşru' olan hisse ile iktifa etm eli, o mal asıl
sahibi m alûm ise ona reddedilm elidir. Malûm değilse fakirlere sadaka olarak
dağıtılm alıdır. Çünkü böyle habis bir m aldan kurtulm anm çaresi, sahibine
reddi müteazzır olunca tasadduk etm ektir.
108 — Alacağı bir gıda m addesini gayri m eşru' bir hale getireceği, veya
alacağı genç bir köleye fena m uam elede bulunacağı veya satın alacağı silâhı
fesada â le t edeceği anlaşılan bir kimseye bunlan satm am ahdır. Bu satış,
tenzihen olsun kerahetten hali değildir.
t »‘ in i~{ t- f, ' s fS , * ■. ■' - , s • s' ^ V5 ' ÎM ' i
Yiyilmeleri ve içilm eleri h elâl olup olmayan şeyler:

109 — E şyada yiyilip ve içilm ek itibariyle asıl olan ibahedir. Bütün e ş-


ya, esasen insanlann istifadeleri için yaratılm ıştır. Binaenaleyh haddizatın-
da, temiz olan, akla ve sıhhate m uzır olm ayan bir kısım hayvan etleri,
buğday, arpa, pirinç gibi h u b u b at denilen şeyler, sebzeler, meyveler,
m ayiler helâldir. Bunlar yiyilip içilebilirler.
F ak at bazı şeyleri yiyip içm ek, insanlara m uzır, h ik m et ve m aslahata
m ünafi olduğu için m üslüm anhkta haram bulunm uştur.
110 - Hayvanlardan tab 'an habis olanlann dişler ile veya tırnaklarıyle
kendilerini müdafaa edip başkalarına saldıranların etleri haram dır. (Yedinci
k itab a m üracaat.) '
111 — N ebatlardan insatnı öldüren veya akim ı gideren vücudu zehirle-
yen veya herhangi bir suretle sıhhate m uzır olan şeyleri yem ek haram dır.
426 B Ü Y Ü K İS L A M

M eselâ: Afyon, h aşhaş, penç gibi sarhoşluk veren, aklı bozan şeyleri yem ek
câiz değildir. Bunlardan sarhoş olanlar hakkında — islâm ahkâm ına göre —
T a'zir cezası lâzım gelir. T a'zir ise selâhiyetli hakîm tarafından yapılacak
hapis, darb,tekdir, tenbih gibi cezalardır.
112 — M ayi'lerden vücude zararlı olanları, insana sarhoşluk verenleri
içm ek haram dır. Çünkü sarhoşluk veren bir m ayiin azı da ço ğ u da m üçte-
hitlerin cüm huruna göre haram dır. N itekim bir hadîsi şerifte: "Ç oğu sar-
ho şlu k veren bir şeyin azı da h aram dır" buyurulm uş tur. ( 1 )
Bu gibi m ayilerin içilm elerindeki m azarratlar, herkesçe m alûm dur. Bu
m eşrubatın cem iyet bünyesinde açtığı rahneler p ek elimdir. Bunların uhre-
vî m es'uliyetleri ise p e k şiddetlidir. Hele "ham r — şarap " denilen içkinin bir
katresini bile içm ek bilicmâ* haram olup şenin had denilen cezayı müstel-
zimdir. Velhasıl: Bu p ek m uzır olan şeylerden kaçınm alıdır. Bünlardan
kaçınm ak, gerek fertlerin ve gerek cem iyetin selâm eti için p ek lâzım dır.
113 — Tem iz m eşrubat, m ücerret bozulm akla haram olmaz. M eğer ki
vücude m uzır bir hale gelmiş olsun. E tler ise: kokunca yiyilm eleri haram
olur. Süt, tereyağı, zeytinyağı kokm akla haram olmaz. Taam a gelince b o-
zulup, şid d e t peyda edince tem izliğini kaybetm iş ve binaenaleyh yiyilm esi
haram olmuş olur.
114 — Ham amların pis sulannı ve em salini sebze bos tanlarına akıtm ak
m ekruhtur. F a k a t bu gibi pis sular ile sulanan bostanlann sebzelerini yem ek
haram değildir. Bir ç o k fiıkahaya göre m ekruh d a değildir.
İnsan kazuratım satm ak m ekruhtur. F a k a t başk a m addeler ile karış tı-
rılm ış olan kazuratı ve alelıtlak hayvan gübrelerini satm ak m ekruh değildir.
115 — Pâk olm ayan şeyleri,m eselâ: Bozulup tem izliğini kaybeden
kokm uş etleri vesaireyi, etleri yiyilebilecek d a n hayvanlara yedirm ek câiz
değildir.
116 — İçine tem iz olmayan bir şey düşen veya akıtılan m ah d u t bir ma-
yi, tem izliğini kaybederek içilm esi haram olur. Geniş bir m ayi dahi içine
düşen na p â k bir şey İle rengini veya tadımı veya kokusunu kaybedince
tem izlikten çıkm ış, içilm esi haram olm uş olur. (İkinci kitaba m üracaaat.)
117 - Y ukanda haram olduklan yazılan şeylerden h er b irilia y n ü n ha-
ram dır. Bir de ligayrihi haram olan şeyler vardır ki onlar da başkalarına aid
olan mallardır. Şöyle ki: Bir kimse için başkasının bir m alını nzası olmak-
sızın haksız yere almak, meselâ taam ım veya suyunu yiyip içm ek haram dır.
Aksi takdirde m al hürriyeti kalm az, insanların cem iyet halinde m alikiyet ve
tasarruf haklarına sahip olarak yaşam alarına im k ân bulunm az.
118— Bir baba, m uhtaç olm adıkça tab 'an leim olan evlâdının m alım
kend i kendine alıp yiyem ez. F a k a t bir h acet bulunm asa da kerim olan evlâ-

<Uiî» l»
İL M İH A L İ 427

dım n m alını alıp yiyebilir. Bir hadîsi şerifte: "Sen de senin m alın da baba-
nındır' ' diye buyurulm uştur. ( 1 )
119 — Tedavi için teiniz olan ilâçları yiyip içm ek, kullanm ak câiz-
d ir.H attâ Peygam ber Efendim iz: "E y Allahın kulları! Tedavide bulununuz.
Çünkü Allah Tealâ bir illet yaratm am ış tir ki illâ onun için b ir deva, bir ilaç
d a yaratm ıştır. Yalnız bir illet m üstesna ki, o da ihtiyarlıktır" diye buyurul-
m uştur. ( 2 )
Binaenaleyh bir ç o k hastalıklar, tedavi sebebiyle zail olur. Adeti İlâ-
hi böyle câridir. M aahaza şifayi tedaviden değil, Allah Tealâdan bilmelidir.
120 — Helâl, temiz olmayan şeyler ile tedavide bulunm ak esasen caiz
değildir. Ş u kadar var ki bazı fukahaya göre başk a bir ilaç bulunm adığı tak-
dirde müslim, âdil bir tabibin göstereceği lüzum üzerine câiz olabilir.
Ş ö y le ki: Bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir zafiyetin te-
davisi için m übah bir ilâç bulunm azsa böyle b ir tabibin" şifa üm idi vardır"
diye tavsiyesi üzerine liaynihi haram bir şey ile zaru ret m iktarı tedavi caiz
olur.
F a k a t m ücerret zâh iri bir m en faat m ülâhazasiyle, m eselâ: Yalnız semiz-
lem ek arzusuyle böyle bir ilâcı kullanm ak caiz değildir. Bunda tedavi mahi-
y eti y ok tu r. Bunun haram olduğunda ittifak vardır.
Görülen lüzum üzerine bir uzvunda am eliyat yapılacak bir kimseyi ak-
imı giderecek tem iz bir ilâç içirilm esinde de bir beis göriilmemektedir.

Yiyip içm e m iktarı ve bunların âdabı:

1 2 1 — Ölm eyecek m ik tar yiyip içm ek farzdır, ki insan bu sayede oruç


tutm aya ve ayakta namaz kılm aya kadir olur. H a tta insan, nefsini helâk-
tan kurtaracak m iktar h elâl bir şey bulam azsa haram olan bir şeyden o m ik-
tar yiyip içebilir. M eselâ: böyle bir kimse, kendi kendine ölmüş bir hayva-
nın etinden yiyebilir. Kezalik: Boğazm da kalan bir lokm ayı giderm ek için
başk a su bulam ayınca k â fi m iktar müskir bir m ayiden içebilir. F ak at fazla-
sını yiyip içem ez. Çünkü zaruretler, kendi m iktariyle takdir olunur.
122 — Bir insan için kuvvetini arttırm ak için doyuncaya kadar yiyip
içm ek m ubahtır. Bunun fevkinde yiyip içm ek ise haram dır. Bunun m ikyası;
m ideyi ifsat edeceğine zanm galip hasfl olacak m iktardır.
M aahaza m isafirlerine riayet için veya ertesi gün tutacağı oruca kuvvet-
li bulunm ak için biraz fazla yiyip içm ekte bir beis yoktur.
123 — Misafir için veya her birinden bir m iktar yem ek suretiyle ihti-
yaca kâfi gıda alabilm ek için sofrada mütenevvi taam bulunm asında bir beis
yoktur. Maamafih haddinden fazlası, israf sayılacağından m uvafık olmaz.

• 4 - V dJlL. s iJ İ (
»Ijj jl ijli! <İıl j l i .lü jL c (v)
428 BÜYÜK İSLAM

Sofrada mütenevvi yem işlerin bulunm asında d a bir beis yoktur. F a k a t


terki evlâdır. M üteaddit, mütenevvi şeyler, m ideyi ifsad edebilir.
Velhasıl: M ubah olan şeyleri bir h acet bulunm aksızın çoğaltm ak da is-
raf sayılır, bundan kaçınm alıdır. Sofra üzerinde lüzum undan fazla ekm ek
koym ak gibi.
124 — A yakta su içm ekte bir beis görülmeyebilir. F a k a t yürürken su
iç ilm esi,muzır olduğundan m uvafık değildir. Suyu bir nefeste içm ek de
sıhhî bakım dan m uvafık görülm emektedir.
125 — Farz olan ibadetleri eda için zayıf düşecek derecede yiyip içm e-
yi azaltm ak suretiyle riyazette bulunm ak câiz değildir. F a k a t m utedil bir
halde yapılacak bir riyazet m ubahtır.
126 - Yiyip içm enin adabına gelince: Y em ekten evvel ve sonra eller
yıkanm alıdır. Bir hadîsi şerîf: "Y em ekten evvel el yıkam ak bir hasenedir,
yem ekten sonra ise iki hasenedir, iki k at sev abdır" mealindedir.
127 — Cünüp olan erkekler ve kadınlar için ellerini ve ağızlarım yıka-
madan yiyip içm ek m ekruhtur. Â det gören kadınlar için de yem ekten evvel
ağızlarını yıkam ak evlâdır.
128— Yem eklerin evvelinde "Besmelei şeıife"y i okum alı, sonunda da
"E lham dülillâh" dem elidir. Bu ni'm eti bize veren, b u n i'm etten istifade kuv-
vetini bize ihsan buyuran kerîm ve rahîm olan Allah'ım ızı bu vesile ile de
takdis etm elidir. Yem eğin evvelinde besmele unutulursa sonunda: "Bismil-
lahi â lâ evvelihi ve âhirihi" denilm elidir.
129 — Yem eğe başlarken besm eleyi sofra başında bulunanların işite-
bilecekleri bir tarzda okum alıdır. Bu, bir telkin, bir hatırlatm a dem ektir. F a -
k at yem ek sonunda işitilecek bir sesle "E lham dülillâh" denilmesi lây ık de-
ğidir. M eğer ki sofrada bulunanların hepsi de yem eklerini bırakm ış olsunlar.
130 — Yemeklere cüz'i bir tuz ile başlam ak, tuz ile nih ay et verm ek fai-
delidir, sünnettir. Ekm ek parçalarına hürm et etm eli, bunların üzerine tuz-
luk vesaire gibi şeyleri koym am alıdır. Bunlara parm aklan, ağzı, bıçak lan silip
atm am alıdır. Yem ekler de p ek sıcak olarak yiyilm em elidir, kokulanm am alı-
dır, yem eklere ve sulara üflenm em elidir. Bunlar âdaba münafîdir.
131 — Yem ek esnasında sükût edilmesi m ekrûhtur Yem ek yerken sâlih
zatların m enakıbı nakl edilm elidir, m aruf veçhile konuşulm alıdır. Hele m i-
safirlerin yanında hane sahibinin fazla sükût etm esi hiç m uvafık değildir.
Hane sahibi, m isafirlerin yanından aynlm am alı, onlann y an lan nda hizm et-
çisine danlm am alı ve m isafirlerine bizzat hizm et etm ek cemilesini de esirge-
m em elidir. Yemek arasında misafirlerine ilhah etm eksizin "buy u ru n u z"
dem eyi de unutm am alıdır. Bu, bir müstahabdır.
132 - Hane sahibi kendilerine ziyafet verdiği zatlar ile beraber onlara
ağırlık verecek kimseleri bulundurm am alıdır. Misafirler de ev sahibinin
nzası malûm olm adıkça başkalannı ziyafete beraberlerinde getirm em elidir-
ler. Ve ziyafetten sonra hane sahibinden müsaade istem edikçe ve: "Allahaıs-
İL M İH A L İ 429
m arladık" veya "A llaha em anet olunuz" gibi bir duada bulunm aksızın çıkıp
gitmemelidirler.

Giyilmeleri, kullanılm aları lâzım ve câiz olup olmayan şeyler:

133 - H er müslüman için aVret m ahallerini örtecek, kendisini sıcaktan,


soğuktan koruyacak m iktar elbise giym ek farzdır. Bu elbisenin etekleri, er-
keklerde bacakların yarısına kadar, kadınlarda ayaklarının yüzlerine kadar,
uzamalı, kolları da parm ak uçlarına kadar uzun bulunm alıdır.
Erkeklerin libası, kırm ızı veya sarı renkli olmamalı, siyah veya beyaz
renkte olmalıdır. Bu renkler, m üstehabdır, yeşil renk de sünnete m uvafıktır.
1 3 4 - Elbise, ne fevkalâde nefis, ne de son derece hasis olmalı, belki
orta bir halde bulunm alıdır. Çünkü her şeyin orta halde bulunm ası hayırlı-
dır. Maahaza Allah Tealâm n verdiği ni'm eti izhar için bir ziynet olm ak
üzere k âfi m iktardan ziyade elbise edinm ek m üstehabdır. Peygamber Efen-
dimiz: "Allah Tealâ sana in'am e ttiğ i gibi sen de nefsine in'am e t" buyur-
m u ştu r. ( 1 )
Diğer bir hadîsi şerifte de: "Ş ü p h e y o k ki Allah Tealâ ni’m etinm eseri-
ni kulunun üzerinde görm eyi sever" buyurulm uştur. ( 2 )
1 3 5 - C um 'a günlerinde, Bayramlarda, cem iyetlerde, tezeyyün için gü-
zel elbise giyinm ek m übahtır. F a k a t böyle elbise ile m uttasıl bezenip dur-
m ak m uvafık değildir. Bu, bir gurur eseri olur ve ç ok kere m uhtaç olanların
gayzını celbeder. Tekebbür ve taazzum için elbise giyinm ek ise m ekruhtur.
136 — Kibirlenm ek m aksadiyle yapılan her şey m ekruhtur. İnsaniyete
yakışm az. Binaenaleyh başkalarına karşı böbürlenm ek, cebabire tavrı takın-
m ak m aksadiyle pek kıym etli libaslar giyilmesi veya pek yüksek binalar yap-
tırılması kerahetten hâli olamaz. Hele böyle bir hareket, israf derecesine va-
rırsa haram a dönm üş olur. Âkil olan kimse, m ücerret bir gurur için, mücer-
re t bir gösteriş için israfa düşm ez, parasını lüzum suz şeylere sarfederek
iktisada, ilitiyata m uhalefette bulunm az. Başkalarına kötü örnek olarak ce-
m iyet hayatın d a gedikler açılm asına sebebiyet vermez.
137 — Fakirlerin veya orta halli kimselerin fazla zenginleri taklid ede-
rek israfa düşmeleri câiz değildir. Bu, pek acınacak bir haldir. Bir zengin
için giyinilmesi m ubah olan bir libas, bir fakir hakkında m ekruh, h a tta ha-
ram olabilir. Herkes haline, servetine göre h arek et etm eli, m ukadderata ra-
zı olmalı, m eşru' surette hayatını tanzim e çalışm alıdır.
138 — İpek kum aşlardan ruba giyinmek, kadınlar için câizdir, erkek-
ler için câiz değildir. Beden ile ruba arasında bir hail bulunsun bulunm asın

. 1 ^ ^ I O}
j\ \SJ 0 ^ *— ( *)
430 BÜYÜK İSLAM

müsavidir. F ak at yalnız uzatm aları ipek olan veya üzerinde d ö rt parm ak


eninde ipek işlemeler, saçaklar, kenarlar bulunan kum aşlardan elbise giyin-
m ek erkekler için de câizdir. Bir de erkeklerin harb halinde ipekli elbise gi-
yinm eler, îm am eyne göre câizdir. Bu gibi libaslar m ücahidleri düşm ana kar-
şı heybetli gösterir ve kılıç darbelerine karşı m ukavem etli bulunur.
139 — Erkekler için ipek kum aşlar, ipek takkeler m ekruhtur. Erkek
çocuklara da ipekli, altın sıım alı kum aşlar giydirm ek kerahetten hali değil-
dir. F ak at bir erkek, ağrıyan gözüne ipekli bir m endil bağhyabilir. Bunda
bir beis yoktur.
140 — İpekli eşyadan başka suretle istifade câizdir. M eselâ: İbrişim -
den dok u nm u ş bir seccade üzerinde namaz kılm abilir, bunda bir kerahet y o k -
tur. Kezalik: Ev içini ipekli kum aşlar ile bezem ek de câizdir. Elverir-ki bir
tefahur için olmasın.
Yüzleri ipek kum aştan yapılan m inderler üzerinde oturm ak,yataklarda
y atm ak da İm am ı A 'zam a göre helâldir.
141 — Üzerinde: "M aşallah" veya "Elm ülkülillâh” gibi bir ibare işlen-
m iş bulunan bir seccadeyi veya h er hangi bir döşem eyi yere serm ek
m ekruhtur. Velevki harflerin aralan açılm ış, bazı harflerin üzerlerine örgü
örülmüş olsun. Çünkü m ünferid harflere de hürm et lâzım dır. Harflerdeki bi-
tişikliği gidermekle kerahet zail olmaz.
142 — A ltın ile, gümüş ile vesair m ücevherat ile kadm lann bezenm eleri
câizdir. E rkekler ise ziy n et m aksadiyle olmaksızın gümüşten halkalı mühür
kullanabilirler. Ve ziy n et için de olsa gümüşlü kemer, altın yaldızlı, işlemeli
kılıç kuşanabilirler. F a k a t altından, dem irden, tu n çta n , şişeden, taştan
halkalı mühür kullanam azlar. Bu haram dır.
Mühürde itibar kaşa değil, halkayadır. Kaşı taştan, akikten yak uttan
vesaireden olabilir. Ş u kadar var ki b ir hacet görülm edikçe m ühür kullanıl-
m aması efdaldir.
143 — M ücerret bir ziynet için evde altın ve gümüş kaplar, tablalar
Vesaire bulundurm ak câizdir. F ak at altın veya gümüş kaplardan yem ek yiyil-
riıesi, su içilmesi, yağlanılm ası, güzel kokulu bir şey süitilmesi erkeklere de,
kadınlara da m ekruhtur. Gümüş veya altın kaşık ile yem ek yiyilmesi de
böyledir. Gümüş veya altın kalem, hokka kullanm ak da kerahetten hali de-
ğildir. Ş u kadar var ki altm veya gümüş kaptaki bir taamı vesaireyi başka
bir kaba n aklettikten sonra yem ekte, içm ekte, kullanm akta bir kerahet
yoktur.
Kezalik: Gümüşle müzeyyen kaplardan su içilm esi de m ekm h değildir.
Elverir ki, gümüşlü tarafı ağıza alınmasın.

144— Kalaysız bakır, tunç kaplardan yem ek yiyilmesi m ekruhtur. Ev-


lâ olan saksı kabilinden olan kaplardır. Ş işeden billurdan akikten yapılmış
kapların kullanılm asında da bir kerahet yoktur. Bunların temizlenmesi ko -
laydır. Bunlar sıhhî balcımdan m adenî kaplara m üreccahtır.
İL M İH A L İ 431

145 — Sallanan bir dişi gümüş bir tel ile bağlam ak caizdir. F ak at altın
b ir tel ile bağlam ak, İmam ı A 'zam a göre caiz değildir. İmam M uhammede
göre ise h er ikisi ile de bağlam ak câizdir, bu n d a bir beis y o k tu r. Bir kavle
göre İmam Ebu Y u su f un iç tihadı d a böyledir.
K ezâlik: Ç ıkan bir dişi yerine iade ederek gümüş veya altın bir tel ile
bağlam ak, İmamı A 'zam dan bir rivayete göre m ekruhtur. Bu diş, m eytenin
dişi hükm ündedir. Bunun yerine besmele ile boğazlanm ış bir k o y u n dişi gü-
müş b ir tel ile bağlanabilir. Bunun yerine gümüşten bir diş de edinilebilir.
F ak at İm am Ebu Yusufa göre çıkan b ir dişi yerine iade ederek gümüş
veya altın bir tel ile bağlam akta veya onun yerine güm üşten bir diş edinil-
m esinde bir beis y ok tu r. Dişin iade edilmesine İm am ı A 'zam ın da kail
olduğu İm am Y usuftan mervîdir. İm am M uhamm ede göre ise çıkan dişin
yerine güm üşten de, altında da diş ittihaz edilebilir.
Düşmüş veya kesilmiş bir burun yerine altından b urun yapılabilir.
Fen a koku yapacağı için gümüşten yapılm az.
146 — Nazar değm esin diye çocukların elbisesine boncuk işlemesi, na-
zarlıklar takılm ası caiz değildir. Bunlar cihiliyyet devrine aid bir âd ettir.
F ak at ekin tarlalarında bostanlarda birer değnek üzerine hayvan kafası ta-
kılm asında bir m ahzur y o k tu r. Bunlar, hem birer k o rk u lu k tu r, bazı m uzır
kuşların, hayvanların buralarda gelip sokulm alarına m ân i olur, hem de göz
değm em esine bir sebep olabilir. Çünkü "isabeti ay n " denilen gözdeğmesi ço k
kerre vaki'dir. İnsana da, hayvana da, m ala da isabet edebilir. Binaenaleyh
tarlaya, bostana bakacak kim selerin gözleri ilk evvel bu yüksek korkuluklara
dokunur. A rtık ondan sonra ekinlere vesaireye dokunm asında bir zarar kal-
m ayabilir.
147 — Nazardan Allah Tealâya sığm m alıdır. Resuli E krem (Sallahü
Aleyhi Vesellem) efendim iz b u y u rm u ştu r k i : ' 'Kendisinin veya k ardeşinin bir
şeyi b ir kim senin h o şuna gidince bereketle dua etsin. Çünkü göz h akdır."
Bereketle dua ise şöyle yapılır. ( V Jjl» ,**1)1 ûytfU-l X»l i)Jü' ) Bizlerce
"M aşaallah, T ebarekâllah" denilmesi m u 'ta ttır.
Bir hadîsi şerifte de: ’'H er kim h o şu n a giden bir şeyi görünce )
( Âiıl>Vl derse ona göz zarar verm ez" diye b u y urm uştur.

Lukataların m ahiyyeti ve hükümleri:

148 — Bir yerde bu lunup sahibi bilinm eyen gâib bir mala "lu k a ta" de-
nir. Bunu o yerden alıp kaldırm aya "İltik a t"b u n u alıp kaldıran kimseye de
"M ültekıt" denilir.
B aşkalannın n zalan olmaksızın m allarını ellerinden haksız yere almak
haram olduğu gibi lûkataları da alıp benim sem ek haram dır.
149 — Bir kimse, bir yerde bir lukata, m eselâ: Bir m iktar para veya eş-
y a bulsa bunu sahibine verm ek üzere oradan alıp kaldırabilir. F ak at kendi
nefsine mal edinm ek için alıp kaldıram az. Bu, b ir gasb sayılır.
432 B Ü Y Ü K İS L A M

150 - L ukatalan alıp kaldırm ak hususunda şu gibi hüküm ler vardır:


(1) Görüldüğü yerde bırakıldığı takdirde zayi olm asından korkulm ayan
bir lukatayı alıp kaldırm ak m übahtır.
(2) Terkedildiği takdirde zayi olması ihtim ali bulunan bir lukatayı alıp
sahibi için saklam ak m enduptur.
(3)Zayi olacağından korkulan bir lukatayı ahp saklam ak vâciptir.
(4) Her hangi bir lukatayı sahibine verm eyip kendisine m al edinm ek
m aksadi ile alm ak haram dır.

151 — Bir kimse, bir lukatayı bulunca bu nu sahibine verm ek üzere al-
dığına başkalarını şahid tutar, sonra sahibi zuhur eder de kendisine aidiye-
tini isbat edince ona teslim eder. Sahibine verilm ek üzere bil'işhad alınıp sak-
lanılan bir lukata,m ültekıün yanında bir taksiri olmaksızın zayi olsa sahibi-
ne bedelinin ödenm esi icab etmez.
152 — L ukatalan hüküm ete teslim etm ek te câiz olabilir. Hele
zimmîlere aid olduğu anlaşılan lukatalar, devlet hâzinesine konm alıdır. Sa-
hipleri zuhur ederse kendilerine aynen ve satılm ışlar ise bedelen iade edilir.
Z uhur etm ezse âm m e m esalihine sarf olunur.
153 - M ültekıt, kendisindeki lukatayı münasip bir suretle ilan eder ve
lukatanın kıym etine göre münasip bir m üddet bekler. Sahibi zuhur etm ezse
fakirlere tasadduk eder, kendisi fakir ise bundan istifade edebilir. F ak at
bilâhare sahibi zuhur ederse bedelini borçlu olur.

Sahibinin aram ayacağı belli olan pek cüz'i şeylerde ise bir m üddet bek-
lem eye lüzum y oktur. Bir kuruş, bir meyve, bir âd i m endil gibi.
154 — Yollarda, bostanlarda, ağaçlann alü an nd a bulunan başaklar,
m eyveler hakkında da lu k ata hüküm leri câridir. M aamafih bu hususda tafsi-
lâ t vardır. Şöyle ki.

* Yazın şehirlerde ağaçlann altlan na dökülen meyveler, sahipleri tara-


fından serahaten veya â d e t veçhile delâleten ibahe edilm iş ise alınıp yiyile-
bilir; ve illâ yiyilem ez,haram dır.

* Şehirlerde bahçe ve bostan içinde bulunan meyveler, ceviz vesaire


gibi bozulm ayıp kalabilecek şeylerden ise sahiplerinin serahaten izinleri bu-
lum adıkça alınamaz. Ç abuk bozulacak şeylerden ise — m uhtar olan kavle
göre — serahaten veya adeten m en edilm em iş olunca alınıp yiyilebilir. Diğer
b ir kavle göre sahiplerinin rızaları bilinm edikçe alınıp yiyilemez.

* Bu vaziyet köylerde olunca bakılır: Eğer meyveler bozulm ayıp kala-


bilecek şeylerden ise sahiplerinin izinleri bilinm edikçe alınıp yiyilemez. F a -
k at bozulacak şeylerden ise — m u htar olan kavle göre — men edildiği tebey-
yün etm edikçe alınıp yiyilebilir.
İL M İH A L İ 433

* Ağaç üzerinde bulunan m eyvalara gelince bunlar, h er nerede


bulunurlarsa bulunsan sahiplerinin izinleri olm adıkça efdal olan alınıp yi-
yilm em esidir. Meğer ki pek m ebzul olup da yiyilmeleri sahiplerine ağır
gelmesin. O halde o m eyvalardan bir m iktar alınıp orada yiyilebilir. F a k a t
toplanıp başka bir yere götiiriilemez, bu câiz değildir.
155 — A kar ırm ak sulan üzerinde bulunan meyveleri ç o k olsa da top-
layıp yem ek câizdir. Çünkü bunlar, bu halde bırakırsa çabuk bozulurlar,
bunlan toplam aya delâleten izin vardır. F a k a t böyle bir su üzerinde bulu-
nan ağaçlara gelince bakılır. Eğer sudan çıkanlacaklan zaman kıym etli bu-
lunm ayacak şeyler ise alınm a!an helâl olur. F ak at kıym etli bulunacak şey-
ler ise helâl olmaz, h ak lan n d a lu k ate m uam elesi yapılır.

156 — Bahçelerin, bostanlann içinde, duvarların dibinde değil de, baş-


ka yerlerde dağınık veya toplu olarak bulunan meyvalar hakkında da lu kata
hükmü cereyan eder. Bunlar m alûm ise sahibine, değilse fakirlere verilir.
Bunlan bulan fakir değilse bunlardan istifade edemez.

157 — Yollara dökülmüş olan ağaç yapraklan, eğer d u t yapraklan gi-


bi kendisi ile istifade olunacak şeyler ise bunlan onun bunun toplayıp al-
ması câiz değildir. Aksi takdirde kıym etini sahibine borçlu olurlar. F ak at is-
tifade olunm ayacak şeyler ise toplanıp alınabilirler, ödenm eleri lâzım gel-
mez.
158 — Ekin tarlalarında veya karpuz, hıyar bostanlann da ekinler alın-
dıktan ve karpuzlar, hıyarlar toplandıktan sonra başkalarının toplam alanna
âd eten izin verilmiş olan başak vesaire döküntülerini onun bunun toplama-
ları câizdir.
159—Sünnet veya düğün cem iyetlerinde şeker veya para serpm ekte bir
beîs y o ktu r. Bu serpilen şeyleri hazır bulunanlar, alıp toplayabilirler ve bun-
ları alm ak için avuçlarını veya eteklerini açan kimselerin avuçlanna veya
eteklerine düşen şeyler kendilerine aid olur. Binaenaleyh bunları başkaları
alamazlar, alırlarsa kendilerinden geri alınabilirler.

M üslümanlıkta eğlencelerin, m üsabakaların hükmü:

160 — Dini islâm d am eşru eğlenceler, m ubahtır. Lehv ve leab denilen


bir takım m uzır, faidesiz eğlenceler ise caiz değildir. Bunlann bir kısmı ha-
ramdır, bir kısmı dâ tahrim en m ekruhtur. Bunlar, haddi zatında abes şey-
lerdir. İnsanın hayati ise pek kıym etlidir, daim a faideli şeylere sarfedilme-
lidir. Zararlı, faide den h â li şeylere sarf edilmesi doğru olamaz.
Meselâ: Kumar oyunu haram dır. Çünkü b u n u n m azaratı herkesçe ma-
lum dur. K um ar yüzünden fçlâh bulm uş kimse gösterilemez, fakat kum ar
yüzünden m ahvolm uş, perişan olm uş, kederler, elem ler içinde kalmış
binlerce kim seler, âileler gösterilebilir. „
434 BÜYÜK İSLAM

Tavla, satranç gibi oyunlar da tahrim en m ekruhtur. Bunlar, kıym etli


vakitlerin ziyanına sebep ve kum ara sâik olacağı cihetle iyi şeyler değildir.
Yalnız İmam Ş afiî H azretleri ve bir rivayete göre İmam Ebu Y usuf Hazret-
leri de satrancın m ubah olduğuna kail olm uştur. F a k a t bu ibahe, satrancın
kum ar yoluyla oynanm adığı ve bir vâcib vazifenin yapılm asına m âni olma-
dığı takdirdedir. Ve illâ bil' ittifak haram dır.
161 — Bir hadîsi şerîfe nazaran,müslümanın h er oyunu haram dır, yal-
nız üç oyun müstesna, bunlar, âilesi ile eğlencesinden, atını terbiye ve te ’dip
etm esinden ve ok atm a oyunundan ibarettir. ( 1 )
Bunlar m eşru, faideli birer eğlencedir. Aile ile eğelence, aile hayatının bir
m uh abb et ve neşve içinde devamına yardım eder. Binek hayvanlarım te'dip
ve terbiye ve silâh oyunları da cihad bakım ından pek lüzumlu olup islâm
y u rdun un m üdafaasına hâdim dir. Binaenaleyh bunlar, bu kıym etli gayele-
rinden dolayı câiz bulunm uştur.
162 — Telehhi m aksadiyle ve kum ar şeklinde değil de, harb için idm an
ve k u d ret tedariki m aksadiyle yap ılan bir kısım müsabakalar, câizdir. Bunlar
ile birer m eşru’ gaye takip e d ile b ile c e ğ i cihetle bunlar, lehv ve leab kabilin-
den sayılmaz. Bunlar birer rizayettir, cihad için hazırlıktır. Güreşler, silâh
atm alar, piyade ve at, deve gibi b in ek hayvanianyle süvari olarak yapılan
yarışlar bu cümledendir. Bu m üsabakalarda bulunanlara b ah şiş olarak bir
para, bir a tıy y e verilmesi câizdir. Bunlar, cih ad eshabım tedarik iç in bir te ş -
v ik m ahiyetindedir.

M üslümanhkta insanların h ay atça ve â z â ca m esûniyetleri:

163 — insanların zatlan ve uzuvları h ay atta olduğu gibi, öldükten so n -


ra da tecavüzden m esûn, ih tirama lâyıktır. Binaenaleyh h e r h a n g i bir insanın
hayatına haksız yere kastedilm esi haram dır, bir cin a y ettir. K ezalik; Bir in-
sanın her hangi bir uzvunu, kendi h a yatın a ait bir zaruret bulunm ak sızın
haksız yere kesm ek, yarm ak d a haram dır, bir cürümdür. N itek im bir insanı
hadım yapm ak, haksız yere döğm ek de câiz değildir.
164 — insan, m uhterem bir m ahlûk olduğundan onu n â za sın d a n hiç
biriyle kopanlar ak intifa olunam az. Onun h er hangi bir cüz'ü: M eselâ: saçla-
n, tırnaklan veya çıkm ış dişleri satılam az, b u n lan defn etm ek lâzım gelir.
Binaenaleyh bir kadının saçları alınıp başka b ir kadının saçlan n a ilâve edile-
mez. Böyle bir hareket insanın şerefine bir tecavüzdür, bir nevi' tezvirden
ib arettir ve adem inin bir cüz'iyle in tifa' m ahiyetindedir. H a ttâ bir kadın
kendi saçlan na kendisinin dökülmüş olan saçlannı da ilâve edem ez, bu
"kerahetten hâli değildir. F a k a t başka temiz bir m ahlûkun saçlannı ilâve
edebilir.
İL M İH A L İ 435

165 — Y iyecek bir şey bulam ayıp m u ztar bir hale gelen b ir insan, ken-
di vücudünden bir p a rç a e t k o p an p yiyem ez. Başka birisinin uzuvlarından
birini de müsaadesiyle kesip yiyem ez. Böyle bir em r ve müsaade sahih değil-
dir. F a k a t böyle m uztar bir kim se,bulacağı bir m eyteden, hayatım k urtara-
bilecek m iktarda yer, eğer yemez de ölürse günaha girmiş olur. N itekim
oruç tutan bir kimse de ölünceye kadar b ir şey yemezse gün alı k â r olur. Ke-
zalik: Yiyilecek bir ş e y bulunduğu halde yem eyip açlıktan ölen kimse de â-
sim olur.
166 — Henüz vâlidesinin rahm inde bulunan bir cenini düşürm ek de câ-
iz değildir; kerihtir, bir nevi' cinayettir. Ş u kadar var ki henüz h a y a t bulm a-
m ış bir cenin, sahih bir zarurete m eb ıti tıbbî bir müşavere neticesinde düşü-
rülebilir.
Bir de gebe bulunan b ir kadın, vücudunun sıhhati için ilâç içebilir. Bu-
nun tesiriyle vaki olacak sıkıtdan dolayı m es'ul olmaz.
167— Ç ocuk olmasın diye azilde bulunm ak, ya'ni: N utfeyı tenasül ci-
hazı dışarısına akıtm ak muvafık değildir. Zevcesinin m uvafakati olm adıkça
câiz olmaz. Meğer ki bir hastalıktan veya bir fesattan korkulsun. Hasılı
İslâm nüfusunu azaltacak şeylerden kıyam etm ek d oğru görülemez.
168 — Bir müslüman İçin intihar, kendi k en d in i öldürm ek ahirette
büyük azapları m üstelzim bir cin a y et old u ğ u gibi kendi ölümünü tem en n i de
caiz d eğ ild ir. Bir gazeb veya dar m a iş e t yüzünden ölümü tem enni m ekruh-
tur. Bir hadîsi şerifte b u yurulm uştur ki: "Sizden biri kendisine ariz olan bir
zarardan, b ir felâketten dolayı ölümünü h e r halde tem en n i edecek ise, ya-
rabhi!.. Benim hakkım da h a y a t hayırlı ise b e n i yaşat, v e eğer ölüm hayırlı
ise ben i öldür." diye dua etsin.
169 — Bazı hay atî zaruretlerden dolayı insanlar üzerinde am eliyyat
icrası câizdir. M eselâ: İçin d e taş bulunan bir m esaneyi usuli dairesinde yar-
m ak, v e y a bütün vücude siray et e d e c e k bir ille tte n d o la y ı bir uzvu k esm ek
câ izd ir b u n d a beis y oktur.
170 — Ölen bir kadının rahm inde diri bir çocuk bulunsa, bu çocuğu
kurtarm ak için o kadının karnını sol tarafından yarm ak lâzım gelir.
Kezâlik: Bir çocuk, vâlidesinin kam ında enine bir vaziyet alıp çıkarıl-
ması için p a rç a p a rç a edilm esinden başk a bir yol bulunm azsa, bu vaziyet
ise vâlidesi için bir tehlike teşkil etse bakılır. E ğer ç o cu k berh ây at değilse
pa rç a parça edilerek çıkarılır. Berhayat ise b u suretle çıkarılm ası hakkında
bir cevaz görülm em iştir. Çünkü bir h ay at sahibini kurtarm ak için diğer m a-
sum b ir h ay at sahibini parçalam ak lâzım gelecektir.

171 — İnsanlara faid eli, n ez a fete hadım old u ğu n d an d o la y ı "H itan"


am eliy esi, kadim bir sünnet b u lu n m u ştu r.
M alûm olduğu üzere erk ek ço cu k la rın sü n n et ed ilm elerin e "hitan" d e-
nir. Bu, bir İslâm alâm etidir. B unun m üstehap olan vak ti ç o c u ğ u n y e d in ci
ya şın d a n on ik in ci y a şm a kadardır. D aha evvel de sünnet yapılm ası câizdir.
436 BÜYÜK İSLAM

Bâliğ bir kimse, sünnet edilm em iş ise y a bizzat kendisi veya m uktedir
ise zevcesi tarafından sünnet edilir. Bu kabil olmayınca bir sünnetçiye mü-
racaat olunur.
172 — İhtida eden bir gayri müslimin ihtiyarlığına m ebni sünnete ta-
ham m ül edem eyeceği ehli vukuf tarafından haber verilirse bu sünnetten is-
tisna edilebilir. Çünkü bir özüre m ebni vâcibin bile terki câizdir. O halde
sünnetin terki evleviyette kalır.

Hayvanlara n fk ile m uam elenin lüzum u:

173 — Dini islâm da bütün m ahlûk ata şefkatle m uam ele yapılması bir
vazifedir. Bilhassa hayvanlara zulm edilm eyip iyi bakılması lâzım dır. Hay-
vanlan. pek ziyade yonnam ahdır, doğm em elidir. Hayvanlara zulmün cezası
ağırdır. Çünkü hayvanlann Hak Tealâdan başka yardımcısı, müdafii yoktur.
"Allah Tealâdan başka yardımcısı bulunm ayanlara zulm edenler
hakkında ise Hak Tealânm gazabı pek şiddetli olacaktır!’ diye buyurulm uş-
tur,
174 — H ayvanlann riayet edilecek hakları vardır. Ezcüm le: Ehli hay-
vanlann yiyeceklerini içeceklerini vaktinde vennek, tım arlarına bakmak,
haklarında n fk ile, m erham et ile m uam elede bulunm ak lâzım dır. H er cins
başka bir hizm et için yaradılm ışür. Buna m uhalefet etm em elidir.
Meselâ: Sığır hayvanlan arabalara koşu lm ak ,'tarlalard a çahştm lm ak
için yaradılm ıştır, bunlara binilmemeli, bunların sırtlarına m erkepler gibi
yük yükletiİmemelidir.
175 — Zararlı olmayan serçe, hüt hüt gibi küçük kuşlan, hayvanları
beyhude yere öldürm emelidir. Hiç bir hayvanın yüzüne vurm am alıdır. Ve
yüzünü dağlam am ahdır. Hiç bir hayvanı nişan alm ak için hed ef tutm am alı-
dır, kuşlann yuvalanna geceleyin gitmemelidir. Geceler onlar için bir em an,
bir karar zamanıdır.
176 — M azanatlarını d ef için yılan, akrep, fare, çaylak, kara karga, k u-
durm uş köpek gibi hayvanlar öldüıülür. Maahaza hiç bir hayvanı ne kadar
m uzır olursa olsun ateşe atm ak suretiyle öldürm ek câiz değildir.
177— "Öldürülecek bir yılanın veya akrebin eşi, intikam alır" diye
söylenilen sözlerin aslı yoktur. B unlann, intikam ından korkm ak, fazla bir
korkaklık eseridir erkeklere yakışm az.

Müslümanlıkta m addî ve m anevî nezafet:

173— Dini islâm, gerek m addî ve manevî, ru hî taharet ve nezafete


büyük bir ehem m iyet vermiş tir. Bu iki kısım nezafet arasında büyük b ir ilgi
İL M İH A L İ 437

vardır. Bunlardan biri diğerinden ayrılmaz. H a ttâ bunlardan her biri bir ba-
kım dan m addî ise diğer bir bakım dan da manevîdir. A bdest gibi.
179 — Müslümanlıkta m addî şeyler ile kirlenen bir yücudu, bir libası,
bir m ekânı tem izlem ek bir vazife olduğu gibi m asiyet denilen m anevî fena-
lıklarla! mülevves olan bir ruhu tem izlem ek de bir vazifedir.
180 — Başlıca m addî nezafetler şunlardır:
(1) M üslümanhkta her ne sebeple kirlenen bir vücudu, bir libası, bir
yeri vesaireyi su ile tem izlem ek bir esastır. Bu tem izlik ameliyesi, tem izlene-
cek, şeyin haline göre farz, sünnet veya m üstehaptır.
(2) Müslümanlıkta nam az kılabilm ek için abdest almak, ve icab edince
gusl etm ek farz olan bir nezafet vazifesidir,
(3) Müslümanlar için yüzde, kulak ta, burunda, tırnaklarda saç ve sakal-
da bulunan kirleri gidermek, saçları tarayıp bağlam ak, nasm nefretine m ey-
dan verm em ek sünnet olan bir nezafet vazifesidir.
(4) Her müslüman için haftada bir kere olsun vücudunu yıkam ak müs-
tehabdır. Efdal olan Cum a gününde yıkanm aktır. Çünkü Cum a müslüman-
lann bir bayram ıdır, bir toplanü zamanıdır, o günde her veçhile temiz ol-
m ak pek müstehsendir.
(5) Müslümanlar için uzanan tırnaklan ve fazla uzanan bıyıklan kes-
m ek m üstehabdır, sakalda sünnet olan bir kabze m iktandır. Ondan fazlasını
kem ekte bir beis yoktur.
(6 ) Kol altındaki ve kasıklardaki tüyleri yolm ak veya tıraş etm ek müs-
tehaptır. Bunlar haftada veya onbeş günde bir tem izlenmelidir. Kırk gün
kadar hali üzerine bırakm ak talırimen m ekruhtur.
(7) Erkeklerin veya kadm lann tem izlenm ek için kendilerine mahsus
ham am lara gitm elerinde bir beis yoktur. Um um î bir ihtiyaçtan dolayı, bu
tecviz edilm iştir. Elverir ki avret m ahallerini örtsünler. Erkeklerin kendi ara-
lannda, kadınların da kendi aralarında peştem al tutm ayarak açık bir halde
yıkanın alan ^haramdır. H attâ bir kimse, yalnız başına bir yerde yıkanacağı
zaman bile peştem al tutm alıdır. Edebe m uvafık olan bud::ı. Tenha bir
m ahalde peş temalı sıkm ak veya tem izlik yapm ak için az bii m üddet peşte-
malsız durm ak, câiz olabilir.
( 8 ) Hamamda vücudun baştan göbeğe ve dizlerden topuklara kadar
olan kısmım tellaka oğdurımakta bir beis yoktur. F ak at bazı zevata göre bir
zaruret bulunm adıkça bu oğdurm ak m ekruhtur. Göbek ile dizler arasındaki
kısmı oğdurm ak ise câiz görülemez. A yaklan oğdurm ak da mürüvvete mü-
nafidir. İhtiyacından dolayı bu hizm eti gören bir şahsı o kadar tezlii etm e-
melidir.

181 — Başlıca manevi nezafetler de şunlardır:


(1) Kalbleri güzel alılâkile, güzel amel ile tathire, tezyine tenvire çalış-
malıdır. Manevî nezafet bunlar ile tecelli eder.
438 BÜYÜK İSLÂM

(2 ) Günahlar ile kirlenen ruhları, kalbleri tövbe ile, istiğfar ü e tem izle-
m eğe çalışm alıdır. M alum dur ki: Günahlar: K ebair ve sağâir diye iki kısım -
dır. K ebâirin, ya'ni: Büyüle günahların başhcaları şunlardır: A llah Tealâyı
in k âr etm ek. Allah Tealâya şerik ittihaz etm ek. Katiyyen sâ b it olan bir d in î
hükm e inanm am ak ki, bu üçü — Elayazübillâh — küfiirdür. Allahın rahm e-
tinden üm idini kesmek, Allahın azabından, m ekrinden emin olmak. Günah
üzerine ısrar etm ek, y a'n i: Her hangi bir günahı m uttasıl işleyip durm ak. Na-
m azı orucu terketm ek. Allah yolunda cihaddan kaçınm ak. Anaya, babaya
asi olmak. Yalan yere şe lıa d e t ve yem in etm ek. Bir k im sey i haksız yere öl-
dürmek, Bir kimsenin bir uzvunu haksız yere kesm ek veya m uattal bir hale
koym ak. R ibâda ve sirkatta bulunm ak Rüşvet almak. Yetim lerin mallarını
yem ek. Zina ve livata denilen feziheleri irtik âb etm ek. İffetli kadınlara
fu h u ş isnad etm ek.
İşte bunlar, dereceleri m ütefavit birer kebiredir. Diğer b ir ç o k günahlar
d a birer sağiredir.
(3) Günahların bir k ısm ı, y a ln ız A llah T ea lâ m n h akkına aiddir. D iğer
bir kısm ı d a insanların haklarına m ütaaliiktir. Birinci k ısım da insan , k alben
peşim an olup Allah T ealâd an afüv'ler kerem ler dilemeli, bir daha ö y le bir
günah da bulunm am aya kat'iyyen karar vermelidir. Ve o günah, küfrü m ucip
olacak bir m ahiyette ise hem en tecdidi iman, tecdidi n ik âh d a bulunm alıdır.
Namaz gibi, oruç gibi kazası lâzım gelen bir ibadetin terkinden ibaret ise he-
men bunu kazaya çalışm alıdır.
Günahların insanlara mütaallik kısm ında ise yine kalben bir nedam et
duyarak hem Allah Tealâdan afüvler dilemeli, hem de hakkına tecavüz edi-
len kim seden, m üm kün ise helâllik istem elidir, kendisini razı etm eye ve teca-
vüz edilen hakkı ödem eye çalışm alıdır. Ruhların Seyyiat denilen günah kir-
lerinden tem izlenm esi ancak bu sayede kabil olabilir.
182 — Görülüyor ki, m ukaddes İslâm ’din i hem m addî hem de manevî
nezafeüeri birer dinî hükm e bağlam ış, bunlan m ücerret insanların keyifle-
rine bırakm am ıştır. Resuli Ekrem Efendim iz de: (N ezafet im andandır) me-
alindeki bir hadîsi şerîfile nezafete bir kudsiyet verm iş onun ehem m iyetini
gösterm iştir. Diğer bir hadîsi şerifte de şöyle bu y u n ılm u ştu r: "Ş ü p he y ok
ki Allah Tealâ tem izdir, temizi sever, naziftir, nezafeti sever, kerîm dir,
kerem i sever, cevaddır, cöm ertliği sever. A rtık evlerinizin çevresini temiz
tu tu n , Yalıudîlere benzem eye çalışm ayınız.
183—M alûm dur ki Allah Tealâ bizleri bir im tihan için yaratıp bu dün-
yaya getirm iş, bir takım vazifeler ile m ükellef tu tm u ştu r. Bizim nezahetim iz
saadetim iz ancak bu vazifelere riayetle kaimdir. Bu vazifeleri yapm ayanlar,
Halikımızın kudsî em irlerine m uhalefet etm iş olurlar. Böyle bir kimsenin
kadri alçalm ış, kalbi kararm ış, ruhu kirlenm iş, kendisi azaba m üstehık ol-
m uş olur. A rtık bu halde yapılacak şey tövbedir, istiğfardır, hayatın gaye-
sine göre harekettir. Kirlenen bir nıh un nezafeti ancak bunlar ile kabildir.
İL M İH A L İ 439

184 - İnsan, p â k , m a’sura bir halde dünyaya getirilm iştir. A rtık kirli,
günahkâr bir h alde ahirete gitm ekten sıkılmalıdır. İnsan b ir kerre düşiinmeli-
dir. K en d i h alikın ın m a'b u d u n u n m ukaddes em M erm e k arşı nasıl isyan ede-
bilir? İnsanın rahu b ö y le bir isyandan dolayı sızlamak değil m idir? İnsan,
k u d ret ve azam etin e n ih a y e t olm ayan büyük yaradanından korkm alı, onu n
her an n â il old u ğu n im etlerin i düşünerek utanm alı d eğ il midir?
M aam afih, insan; b e şe r iy e t hali, günah dan h ali o lm u yor. Elverir İd bu
günahtan d o la y ı kalbi sızlasın, ruhunda p işm a n lık d u ysu n , h e m e n A llah ına
y ö n e lsin , günahının afv-ü setr e d ilm e sin i dilesin, daha tövb e im kânları eld e
ik en günahdan ku rtu lm aya ça lışsın .
A llah T ealâ H azretleri. "Ey m ü'm inler!.. H ep iniz A llah a tövb e ed in iz
ki k u rtu labilesiniz" b u yu ru yor. R esu li E krem E fen d im iz de: "Günahından
tövb e ed en günah işle m e m iş kim se gibidir" b u yu rm u ştu r.
A rtık bizim v a zifem iz, günahlarım ızdan d o la y ı iç in için yanıp yakılarak
hakka nicû etm ek tir. V e s e y y id i istiğfar d en ilen şu m übarek cümle ile H ak
Tealâ H azretlerin den — tâ ib v e m üstağfir olarak — afüvler, kerem ler dile-
m ektir.

Yarabbi! B izi uyandır, b izim dualarım ızı, tövb elerim izi k a b u l buyur.
A m în velham düleke y arab b elâlem în .
440 BÜYÜK İSLAM

DOKUZUNCU KİTAP

AHLÂKI İSLÂMİYEYE AİDDÎR.

İÇİNDEKİLER: A hlâkın m ahiyeti, nevi'leri ve ahlâk ilminin kısını-


lan. / A hlâkın ehem m iyeti ve tehzibi kabil olması. / Vazifelerin m ahiyet-
leri ve nevi'leri. / İlâhi vazifeler, şalisi vazifeler, ailevî vazifeler, İçtim aî
vazifeler. / M üslümanlıkta m uaşeret âdabı. / Güzel ve çirkin huylar.

Ahlâkın m ahiyeti, nevi'leri ve ahlâk ilm inin kısınılan:

1 — A hlâk lâfzı, hulk lâfzının cem 'idir. Hulk, insamn ruhunda


"h u y " dediğim iz bir m eleke, bir hassa dem ektir. Böyle bir meleke, ya
hayırlı bir semere verir veya hayırsız, gayri m eşru’ bir semere verir. Bu iti-
bar ile ah lâk î m elekeler güzel ve çirkin nevi'lerine aynlır. Şöyle ki: Güzel
m elekelere ve bunlann güzel semerelerine, neticelerine (ahlâkı hasene =
güzel huylar), (ahlâkı ham ide) (mehasini ahlâk), (m ekârim i ahlâk) adı
verilir. Bilâkis çirkin m elekelere ve bunların çirkin m ahsullerine de, (ahlâki
kabiha = çirkin huylar), (ahlâkı zem ine), (mesaviyi ahlâk), (rezaili ahlâk)
denilir.
Meselâ: edep, tevazu, kerem , birer güzel meleke eseridir. Sefahat,
kibir, cim rilik de birer çirkin m eleke mahsulüdür.
İşte bütün bu m elekelerden bu sem erelerden bahseden ilme de (ahlâk
ilmi) denilm ektedir.
İL M İH A L İ 441

2 — A hlâk ilmi, (nazarî ahlâk), (amelî ahlâk) kısım larına aynhr.


Nazarî ahlâk, ahlâkî esaslara, kanunlara ait nazariyeleri, fikirleri gösterir,
ameli ahlâk ise ahlâkı vazifelerin nelerden ibaret olduğunu bildirir.
İnsanlar, hayatlarındaki tatb ik at itibariyle nazarî ahlâktan ziyade
amelî ahlâka m uhtaçtırlar. Biz de bu eserimizde bu am elî kısm ından biraz
bahsedeceğiz.
Yalnız şunu arzedelim ki: Feylesofların bir takımı, ahlâk
müesseselerini hazza, zevke, m addî bir m enfaate kalbin duygularına veya
vazife ve kemal esasına istinad ettirm ek istem işlerdir. H albuki bunlann
hiç biri ahlâk için k âfi bir istinadgâh olamaz. Bunlara dayanan ahlâk
müesseseleri, insanlann b u husustaki ihtiy açlan n ı tatm in edemez. Ancak
hakikî bir dine dayanan ve b u cihetle İlâhî ve m ahiyeti hâiz olan bir ahlâk
müessesesidir ki insanlann ruhlannı tatm ine, yükselm elerini te'm ine kifayet
eder. İşte lehülhamd bizler, dini İslâm sayesinde böyle yüksek bir ahlâk
müessesesine n âil bulunm aktayız.

Ahlâkın ehem m iyeti ve tehzibi kabil olması:

3 - Müslümanlık: ah lâk a pek büyük bir kıym et, bir ehem m iyet vernıiş
tir. Zaten müslümanlık; bir ahlâk, bir fazilet, bir hikm et dinidir. H a ttâ
Peygamber Efendim iz; "Ben ancak m ekârım ı ahlâki tam am lam ak için gön-
derildim " b uy urm u ştu r. ( 1 )
Müslümanlık nazannda insanların m a'nevi kıym etleri, m u ttasıf olduk-
ları ahlâk ile m ütenasiptir. Bir hadîsi şerîfte: "Sizin im anca en güzeliniz,
ahlâk ça en güzel olanınızdır." diye buyurulm uştur. (2) Diğer bir hadîsi
şerif de "A llah Tealâya kullannın en sevgilisi, ah lâk ça en güzel olanıdır."
meâlindedir. (3)
Resulü Ekrem Sallahü Aleyhi Vesselam E fendim iz: "Yarabbi! Ben sen-
den sıhhat, â fiy e t ve güzel ahlâk dilerim " diye dua buyururdu. (4)
4 — İnsanlann ahlâkı değişebilir. Çirkin huylan güzel huylara tebdil
etm eğe (tehzibi ahlâk) denir. Bu tebdil, her halde mümkündür. Mümkün
olmasaydı N ebiyyi Z işan Efendim iz: "A hlâkınızı güzelleştiriniz" diye
em retm ezdi. (5)

VI fjK* |*cV (v)


.W - V-lcI (r)
.U l» - » -I ■ iıl (_ |l .û ıljL c ( v )

3 tim--! I (i)
(O
442 BÜYÜK İSLAM

Nefisleriyle mücadele eden bir nice zatların ne güzel huylar kazan-


dıkları daim a görülm ektedir. R iyazet — terbiye hayvanlara, otlara, çiçek -
lere, h a ttâ taşlara tesir edip dururken insanlara tesir etm ez mi? "H uy
canın altındadır, can çıkm adıkça huy çıkm az" sözü h er veçhile doğra
değildir. Vakıa bazı huyları değiş tirm ek güçtür. F a k a t m uhal değildir.
Tedavi sayesinde bazı illetler, tesirsiz bir hale geldiği gibi terbiye ve müca-
dele sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa tesirini gösterem ez bir hale
gelir, güzel huyların karşısında siner kalır.

Vazifelerin m ahiyeÜeri ve nevi'leri:

5 — Vazife, yapması dinen m ecburî olan veya tavsiye buyurulan her


hangi bir hayır, bir kemal, bir güzel şey dem ektir. Bu ta'rife göre vazifeler
iki nevi’d ir. Bir nevi; dince m ecburi olan vazifelerdir ki, bu n lan yapm am ak
herhalde m es'uliyeti azabı m üstelzimdir. Nam az, oruç, zek at gibi. Diğer
nevi ; dinen her halde m ecburî olm am akla beraber m ergup olup tavsiye
buyurulan ahlâkî, ihtiyari vazifelerdir ki bunlara riayet edilmesi, bir meziy-
y ettir, bir kemaldir, insanın sevaba ve senaya nâiliyetine bir vesiledir.
Yapılmaması ise bir noksan olmakla beraber her halde bir sorguyu , bir
azabı müstelzim değildir. Nâfile kılanan namazlar, fakirlere verilen sadaka-
lar, insanlara karşı yapılan güzel, nazikâne m uam eleler gibi.
6 — İnsanlara ait bütün vazifeler, islâm dininin çerçevesi içinde bulun-
m aktadır. Bunlardan dinen m ecburi olan vazifeleri, vecîbeleri kitabım ızın
ibadetlere ait kısm ında yazm ış bulunuyoruz. Bu âlılâk kısm ında ise en zi-
yade ahlâkî, ihtiyarî vazifelerden bahsedeceğiz.
7 — Vazifeler, diğer bir bakım dan başka bir taksim e tabi bulunm ak-
tadır. Şöyle ki vazifeler, y a m ücerret Allah Tealâ için yapılır, veya insanın
kendi şahsına veya ailesine karşı yapılır, veyahut cem iyete karşı yapılır.
Bu i tibar ile de vazifeler, İlâhî, şahsî, ailevî ve İçtim aî nevilerine aynlır.
ı
İlâhî vazifeler:
8 - Her âkil ve baliğ olan kimse Allah Tealâ H azretlerini bilip ona
kullukda bulunm akla m ükelleftir. Bir insan için bu kullukdan daha büyük
bir nim et, bir şeref olamaz. Biz evvelâ büyük yaradam m ızın varlığını,
birliğini, k u d ret ve azam etini, m ukaddes em irlerini ve nehi'lerini bilir tas-
dik ederiz. Bunlar bizim birer itikadî vâzifellerimizdir. Sonra da namaz,
oruç, zekât, hac gibi sırf bedenî veya sırf m alî veya hem bedeni hem mali
olan ibadetler ile m ükellef bulunduğum uzu bilir, bunları seve seve yaparız,
bunlardan feyiz alır, büyük zevkler duyarız. Bunlar da bizim birer amelî
vazifelerimizdir.
9 - İslâm yurdunu m uhafaza ve müdafaa da ilâhi bir vazife dem ektir.
Cihad, islâm vatanını müdafaa, bazan farzı kifaye, bazan da farzı ayın olur.
K at'î bir zaruret bulunm adığı halde islâm ordusuna iltihak ile cihada,
İLM İHALİ 443

islâm vatanını m u h afaza ya gönüllü olarak iştira k e tm e k , İlâhî, vatan î bir


ahlâk vazifesidir.
D ine, islâm varlığına h iz m e tte n daha büyük ne olabilir? Bir hadisi
şerifte: "M üşrikler ile m allarınızla, n efislerin izle v e dillerin izle cih ad ed in iz"
d iy e b u y u ralm u ştu r. (1) B inaenaleyh Allah y o lu n d a cihad, b ed en ile ola-
cağı gibi para ile, dil ile de olabilir.
Bir hadisi şerifte de "Ş üp h e y o k ki cennetin kapıları kılıçların gölge-
leri altındadır" diye b u y u ralm u ştu r. ( 2 ) İşte bütün bunlar, m üslüm anhkta
askerliğin, dine, vatana hizm etin ne kadar kıym etli olduğunu gösterm eğe
kâfidir. Ne m utlu islâm erlerine, islâm kahram an m ücahitlerine!.
10 — Nefs ile mücadele de en büyük bir cihaddır. Binaenaleyh en
mühim İlâhi bir vazifedir. Nefsini islâm iyetin verdiği bir terbiye dairesinde
korum ayan kimse, ne kendisine ne y u rd u n a hakkile hizm et edem ez. Yüksek
fedakârlıklar, yüksek bir islâm terbiyesi sayesinde vücude gelir. Buna âlem
tarihi şahiddir. Bunun içindir ki, Resuli Ekrem Efendim iz bir gazadan
avdet b uy urdu ktan sonra ashabı kiram ına hitaben: "Biz küçük b k cihaddan
büyük bir cihada dönm üş bulunm aktayız" buyurarak nefs ile olan müca-
hedeye işaret buyurm uşlardı.
11 — Bir takım nâfile ibadetler de birer İlâhi vazifedir. M eselâ: Biz,
Allah Tealânm rızasını kazanm ak için nâfile nam az kılar, oruçlar tutarız,
kalblerimizin nurlanm ası için vakit vakit K ur'anı Kerim okuruz, imanımızın
nurunu arttırm ak için kadim m abudum uzun m ukaddes isimlerini zikre-
deriz, uyanık bir ruha sahib olm ak için âzim hakkım ızın büyüklüğünü,
asarındaki yüksekliği düşünür, tefekküre dalarız. İşte bütün bunlar birer
İlâhî vazifedir.

Ş ahsî vazifeler:
12 — İnsanlar kendi nefslerine karşı da bir takım vazifeler ile mükel-
leftirler. Bu vazifelerin bir kısmı bedenlerine bir kısmı da ruhlarına aittir.
Başhcaları şunlardır:
(1) Terbiyeyi bedeniye: Öyle ki: Her kısan için taharet ve nezafete
dikkat ederek zinde b k vücuda sahip olmak lâzım dır. B k hadisi şerifte:
"Kuvvetli olan m ü'm in, zayıf olan bir m ü'm inden hayırlıdır" b ü y ütü l-
m ü ştü r.
(2) Sıhhati m uhafaza: Sıhhat büyük bir nim ettir. Binaenaleyh sıhhata
m uzır şeylerden kaçınm ak ve lüzum görüldükçe tedaviye ehem m iyet
verm ek lâzım dır. Bir hadisi şerife nazaran: Ölümden başka hiç bir hasta-
lık y o k tu r ki tedavisi kabil olmasın, elverir ki ilâcı elde edilsin.

c J <4 . 1 v ij>ı (t)


444 BÜYÜK İSLAM

(3) Zararlı riyazetlerden kaçınm ak: M üslümanlıkta ruhbaniyyet yo k-


tur. Geceli ve gündüzlü aç durm ak, h elâl şeylerden nefsini büsbütün m en'et-
m ek câiz değildir .
İslâm iyetin em rettiği ibadetler, riyazetler, m utedil bir halde olup
hayatın inkişafına pek ziyade elverişlidir. Bunların hilâfına olan riya-
zetler ise h ayata tesir, ataleti dâvet edeceği cihetle câiz olamaz. Bir hadisi
şerifte: "Nefsin senin m etiyyen ^bineğindir, artık ona n fk ile muamele
y ap " buyurulm uştur.
(4) Vücudu harap edecek şeylerden sakınm ak: Müslümanlıkta içki
haram dır. Her hangi bir uzvu katı bir lüzum bulunm aksızın kesmek haram -
dır. İntihar denilen cinayet de haram dır. Çünkü bunlar Hak Tealânm in-
sana atiyesi, bir em aneti olan h ayata suikast dem ektir. Binaenaleyh bu
gibi haram olan şeylerden, kaçm m ak şahsî bir vazifedir. Aksi takdirde
insan bir çok nedam etlerden, azaplardan kurtulam az.
( 5 ) İradeyi kuvvetlendirm ek; İnsan m etin bir irade sahibi olmalıdır.
Faideli şeyleri bilip yapm alı, faidesiz şeyleri de m ücerret onu bunu taklit
etm ek hevesile yapm am alıdır. İnsan b ir kanaata, bir seciyeye m âlik bulun-
m alı, hakkı kabul etm eli, haksız zararlı bir şeyi de h er hangi bir m enfaat
vasaire düşüncesiyle terviç e çahşm am ahdır. Böyle bir hafiflik insana
yakışm az.
(6 ) Aklı, zihni ilim ve irfan nurlariyle aydınlatm ak, kalbde fâideli,
yüksek duygulan uyandırm ak; M üslümanlıkta ilim ve m arifet tahsil ederek
aklı ve zilini nurlandırm ak pek mühim bir vazifedir. İnsan akılâne yaşam alı,
daim a h ak ik at arkasından koşm alıdır. Yanlış fikirlerden, aldatıcı sözler-
den, yaldızlı m uhakem elerden, zararlı türelerden, batıl akidelerden, hasîs
duygulardan kaçınm alıdır. Bir hadisi şerifte: "İnsanın dayanacağı şey ak-
lıdır, aklı olm ayanın dini de y o k tu r" buyurulm uştur. ( 1 )

Ailevî vazifeler:
(13) Aile hayatı, İçtim aî varlığın başlangıcıdır. Müslümanlıkta aile te ş
kilâtı pek m atlûbdur. Aile efradı başlıca zevç ile zevceden ve bunlann
çocuklarından ibarettir. Bunlann karşılıklı vazifeleri ise şunlardır.
(1) Kocanın başlıca vazifeleri: Refikasile güzel geçinm ek, onu him ay
etm ek, onun nafakasını tedarik edere k fkendişine sadakattan aynlm am aktır.
Bir hadisi şerifte :"Sizin hayırlılarınız, kadınlan hakkında hayırlı olanlannız-
dır" buyurulm uştur. ( 2 )
Diğer bir hadisi şerifte de "kadınlara ancak kerîm olanlar ikram , leîm
olanlar da ihanet eder" buyurulm uştur. (3)

.«! JicV V} »JLİ f\ji (v)


.pt-Li) ^ U . (t )
.- « M r_ X > \ W f / 'I U ( r)
İLM İHALİ 445

(2) Kadınların başlıca vazifeleri: Kocasının m eşru em irlerini tutm ak,


onun nam usunu, haysiyetini koruyup haline kanaat etm ek, israfdan kaçın-
m ak, ev hanım ı olacak bir vaziyette bulunm aktır. M es'ud bir halde yaşam a-
nın birinci yolu bu dur.
(3) Çocukların babalarına, analarına karşı başlıca vazifeleri: Onlara
hürm et ve ita a t etm ektir, kendilerinin hayatlarına vesile olan, kendilerini
senelerce bir m u h ab b et ve şefkatla kucaklarında beslemiş bulunan baba-
larına, analarına karşı " o f demeleri bile câiz değildir. Babasına, anasına
bakm ayan, onların m eşrû em irlerini dinlem iyen, onların ih tiy açh zam an-
larında yardım larına koşmayanı bir ço cuk hayırlı evlâd olm ak şerefinden
m ahrum kalır, cem iyetin fertleri arasında kıym etli bir uzuv sayılamaz, Hak
Tealânm azabına m üstehık olur.
Babalar hürm et, analar da m uavenet bakım ından m ukaddem dir.M aa-
m afıh ananın hakkı babaya nazaran iki katü r. Bir hadisi şerifte: "C ennet
anaların ayaklan altindadır" b uy uralm uştur. ( 1 )
Hayırlı çocuklar, yalnız babalarına değil, belki onlardan sonra on-
ların dostlarına, kabirlerine de h ü n n ette kusur etm ezler. Çünkü bu hürm et
de*babaya, anaya hürm et cümlesindendir.
(4) Babaların ve analann çocuklarına karşı başlıca vazifeleri: Vücutla-
rına sebebiyet verm iş oldukları bu yavrularım güçleri y ettiğ i nisbette bes-
lemek, terbiye etm ek, okutup bir kazanç yoluna sevketm ektir.
Baba ile, ana çocuklarına karşı müsavi m uam elede bulunm alı, ç o c u k -
ları bakıp okşam ak hususunda müsavi tutm alıdır ki, aralarında bir iğbirar,
bir rekabet duygusu vücude gelmesin:
Ana ile baba, çocuklarına n fk ile m uam ele yapm alı, kendilerini
isyana sevk etm eyecek tarzda terbiyeye çalışm alı ve kendilerine karşı
güzel bir fazilet örneği halinde bulunm alıdırlar. Dokuz yaşm a giren ço cu k -
larını yataklarından ayırmalı, on üç y aşın a girdikleri halde nam az kılm ayan
çocuklarını hafifçe döğmeli, on altı yaşm a giren çocuklarını d a m ahzur
y o k ise evlendirm eğe çalışm alıdır. Salih çocuklar,»hakkın birer kıym etli
atiyyesi dem ektir.
(5) Kardeşlerin başlıca vazifeleri: Birbirini sevmek, birbirlerine yardım
edip hürm et ve şe fk atta bulunm aktır. Kardeşlerin aralarında p ek kuvvetli
bir bağlılık vardır. Bunu daim a korum alıdır. Hele büyük kardeşler, baba ve
ana yerindedirler. Bunlara karşı büyük bir saygı göstermelidir.
M addî bir m enfaat yüzünden birbirine düşman kesilen kardeşler, iyi
ruhlu kimseler sayılm ağa lây ık olamazlar. Birbirine tu tk u n olan kardeşler,
h ay atta daim a m uvaffak olurlar.
* Ş u n u da ilâve edelim ki: H izm etçiler de aile efradından sayılırlar.
Bunlara karşı da lü tu f ile, nevazişle m uam elede bulunm alıdır, kendilerine
güçleri yetm iyecek işleri yüklememelidir.

fUl iril (s)


446 BÜYÜK İSLAM
H izm etçiler de insanlık bakım ından efendilerine müsavidirler. B unlann
da mümkün m ertebe terbiyelerine, güzelce yaşam alan na bakm alıdır, kusur
larını afv ederek kendilerini güzel bir tarzda İslaha çalışm alıdır.
İçtim aî vazifeler:
14 — M alûm dur ki, insanlar yaradılış itibariyle m edenîdirler, toplu bir
halde yaşam ak ihtiyacm dadırlar. Bu cihetle aralannda karşılıklı bir takım
vazifeler cereyan eder, bunlara riayet edilm edikçe cem iyet hayatı devam
edem ez; hiç bir işde intizam bulunam az. Bunların başlıcalan şunlardır:
(1) C em iyet efradının h ay atına riayet: H er insan yaşam ak hakkına
m âliktir. H iç bir kim senin hayatına haksız yere kasdedilem ez. Müslümanlık
nazarında bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlan öldürmüş gibi
olur. Bilâkis bir insanın yaşam asına yardım eden, bütün insanları yaşatm ış
gibi sayılır.
(2) Efradın hürriyetlerine riayet: Allah Tealâ, insanlan esasen hür ola-
rak yaratm ıştır. Hiç bir kimse gayri m eşrû bir sebeple esir edilemez. Ş u
kad ar var ki hürriyetlerin dairesi m uayyendir, lıer insan her istediğini yap-
m ak selâhiyetine haiz olamaz.... O zaman cem iyetin hürriyeti mahvolur
gider. Her hangi bir sebeple esarete düşm üş kimseleri hüniyetlerine kavuş-
turm ak ise müslümanlıkta büyük bir hayır sayılm aktadır.
(3) Fertlerin vicdanlanna riayet: Vicdan, İlâhî bir kuvvettir, ruhun bir
hassasıdır. İnsan bozulm ayan bir vicdan sayesinde iyi şeyler ile kötü şeylerin
aralarını ayırm aya kadir olabilir. V icdanlann kıym etleri dışardaki eserle-
rinden anlaşılır. F en a harek ette bulunan bir insanın iyi bir vicdana sahip
olduğunu iddiaya hakkı olamaz.
Müslümanlık, bütün insanlann hidayetini, saadetini arzu eder, temiz
vicdanlara büyük k ıy m et verir. Kirli vicdan sahiplerinin de hallerine acır,
kendilerini irşada çalışır. F a k a t hiç bir kim senin vicdanına başkalannın
m usallat olmasına cevaz vermez. İnsanlar, birbirini hayırhahane bir tarzda
uyandırm aya, islâha çalışırlar. Birbirinin vicdanına tahakküm edemezler.
V icdanlara nazır olan, ancak Allah Tealâdır. Herkesi vicdanındaki duygula-
nn d an dolayı taltif veya tazip edecek olan ancak H ak Tealâdır. Yalnız şunu
da ilâve edelim ki, fena vicdanlan isimli için yapılacak hakim ane ihtarlan,
tavsiyeleri vicdanlara birer tecavüz m ahiyetinde saym ak doğru değildir.
(4) Fertlerin İlmî kanaatlerine riayet: M üslümanlıkta onun bunun
fikrine, ilmi kanaatine tecavüz ed ilm e si câiz değildir. Ş u kadar var ki, h er
hangi fikrin veya kanaatin doğru olup olm adığına dair yine iim î bir tarzda
ınütalea yürütülebilir. Çünkü bir hakkın inkişafı ancak bu sayede kabil
olur, bir bâtılın şe a m e tin d e n c e m iy e tin k urtarılabilm esi de y in e bu sa y ed e
m üm kün bulunur..
(5 ) F ertlerin nam us v e h a y siy e tle r in e riayet: D ini islâ m d a herkesin
nam usu h a y s iy e ti tecavüzden m asu ndu r. B ö y le c e bir tecavüz ağır bir c e z a y ı
İLM İHALİ 447

müsteizimdir. Bunun içindir ki, m üslüm anhkta gıybet, iftira, istihza, sebb ve
şetm k at'iy y en haram dır. Başkalarının nam usuna, haysiyetine hürm et etm e-
yen kimse nam us ve haysiyet duygusundan m ahrum , cem iyetin m ukaddesâ-
tına m usallat bir canavar dem ektir.
(6 ) Ferdlerin m ülkiyet haklarına riayet: M üslümanhkta h er hangi kim -
senin mülküne, tasarruf hakkıma tecavüz etm ek haram dır. Herkesin kazancı
kendine aiddir. Herkesin m eşru m allan tecavüzden m asundur. Cem iyetin
ilerlemesi, m edenî bir halde yaşayabilm esi, ancak b u m asuniyet sayesinde
kabil olur. Bir cem iyeti teşkil eden fertlerin servet ve meslek itibariyle
m ütefavit derecelerde bulunm aları, hik m et ve m aslahat m uktezasıdır.
Herkes hakkın kısm etine razı olmalıdır. Herkes m eşru surette çalışıp servet
tedarik etm elidir. Nezih bir cem iyet hayatinin başka suretle devamına
im kân yoktur.
M üslümanhkta m uaşeret âdâbı:
15— İslâm dini, insanların m uaşeretine, ya'ni: Birbiriyle görüşüp ko-
ıtuşm alanna, m edenî İçtim aî bir halde yaşam alanna büyük b ir ehem m iyet
verm iş tir.
M üslümanlann m uaşeretlerinde saimimiyet, tevazu, sadelik * tekellüf-
den azadelik, karşılıklı m uavenet, nezaket, hürm et, m uhabbet, hayırhah-
lık bir esastır.
16 — M üslümanhkta halk ile m uaşeretin m u h telif safhalan, m erte-
beleri vardır. Bir kısmı şunlardır:
(1) Herkese k arşı tatlı dilli, güler yüzîii, açık kalbli olmak. Bir müslü-
m an, daim a beşûş bulunur, hiç bîr kimseyi dökülii bir çehre ile karşılam az.
Bir hadisi şerifte: "Şüphe y ok ki Allah Telaâ m ülâyim huylu, açık yüzlü
kim seyi sever" b uy uralm u ştu r. ( 1 )
(2) Herkes ile güzelce görüşm ek, halka eziyet verm ekten kaçınm ak
Bir hadisi şerifte: "Müslüman odur ki; dilinden, elinden müslümanlar selâ-
m ette bulunur" b uy uralm uştur. ( 2 )
(3) Halkın eziyetlerine katlanm ak, kötülüğe karşı iyilikle m uam elede
bulunm ak. Bir hadisi şerifte: "Sıddiklerin m ertebelerine geçm ek istersen
senden kesilene sen bağlan, senden esirgeyene sen esirgeme ver, sana zul-
m edeni de sen afvet" b u y u ralm u ştu r. (3)
(4) D argm hğa hem en nih ay et verm ek: Müslümanlar, aralarında bir
dargınlık yüz gösterirse hem en banşırlar, birbirini üç günden ziyade terket-
mezler. M üslümanlann gönüllerinde düşm anlık, kin duygulan yaşayam az.
Bir hadisi şerifte: "B ir müslüman için helâl olmaz ki, kardeşini üç günden
ziyade terkede" buyurulm uş tur. (4) ------- --------------- -— —
J4 - JI - il j l

•GJjJ *4)LJ (?)


..liL Ü i y p ,^£.1^ d i a j z . t iU y —s j l öl (r )

^ ^ (O
448 BÜYÜK İSLAM

(5) Islâhı beyne gayret. Bir müslüman, iki dindaş arasında her nasılsa
bir dargınlık yüz gösterm iş olduğunu görünce aralarını bulm aya, o müna-
fereti giderecek çare aram aya çalışır. Bir hadisi nebevî "Sadakanın efdali,
dargın kimselerin aralarını bulup islâh etm ek tir" m eâlindedir. ( 1 )
( 6 ) Nâsm kusurlarını araştırm am ak, ifşa etm em ek, bilâkis örtm eğe
çalışm ak. Müslümanlar, kimsenin ayıplarım tecessüs etm ezler, kimsenin
şahsına aid kusurlarım m eydana çıkarıp teşhîre çalışm azlar. Bunun h ilâ-
fına hareket, dinen m em nu'dur. Bir hadisi şerifte: "Bir kul, bir kulu setre-
derse Allah Tealâ da onu kıyam et gününde setred er" buyurulm uş tur.(2)
(7) Dostları arkalarından müdafaa. Bir müslüman,lüzum görüldükçe
dostlarını, dindaşlarını giyaplannda m üdafaa eder, onların haklarında
yanlış fikirleri tashihe çalışır . Bir hadisi şerifte: "Bir kul kardeşine yardım -
da bu lu n d u k ça kendisine de Allah Tealâ daima yardım e d er" buyurul-
m uştur. (3)
( 8 ) Nâsm kalblerini kötü zandan korum ak için töhm etli yerlerden
uzak bulunm ak. Bunun hilâfına hareket, bir ç o k kimselerin günaha gir-
mesine sebep olur, n â s arasında dedikoduya, m ünaferet vukuuna m eydan
verir, Bir hadisi nebevide:"T öhm et yerlerinden k açın ız"b u y u ru lm u ştu r.(4 )
(9) M uhtelif halk sımflariyle, m evkilerine göre sohbette, m ünasebette
bulunm ak. M eselâ: Herkese kabiliyetine göre h itap etm eli, bir âlim den,
bir zahidden, bir zenginden beklenilen vasıfları bir câhilden, bir fasıktan,
bir fakirden beklem em elidir.
( 1 0 ) İhtiyarlara hürm et, çocuklara, düşkünlere m erham et ve şefk at
gösterm ek. Müslümanlıkta büyüklere k arşı saygı, küçüklere k arşı sevgi bir
esasdır. Bu esas, aile arasında bir k a t daha ehem m iyetli bulunur. M eselâ:
Anaya, babaya pek ziyade hürm et lâzımdır.. Bunları adlariyle çağırm ak
edebe münafidir. Bir kadının kocasını adiyle çağırm ası da edebe münafi
olduğundan m ekruhtur.
Bir hadisi şerîf şu m ealdedir: "Bir genç, bir ihtiyara m ücerret yaşından
dolayı hürm et e tti mi, Allah Tealâ da ona bir m ü k âfat olm ak üzere ihtiyar-
lığı çağında hürm et edecek bir kimseyi m utlaka y aratır." (5)
Bu m übarek hadis, ihtiyarlara saygı gösteren gençlerin sevap kazana-
caklarını, ç o k yaşayacaklarım m üjdelem ektedir. A rtık ihtiyarlan istiskal
eden bazı gençler, bunu biraz düşünmelidirler.

.oül o lj I J-ail ( \ )
p*y <0İ ' VI I v-v-ı*V (y )
•<->-1 3 ^*^1 fbL -uJI ^ *^1
•(*f^l \ji>\ ( i )
İLM İHALİ 449

(11) H ayırhah olmak, m uavenet ve m üzaherette bulunm ak. Şöyle ki:


Müslümanlar, herkesin hakkında hayır diler, herkese karşı yardım da bulun-
m aktan bir zevk duyarlar. M üslümanlann m eşru bir sahada birbirine yardım
etm esi şefaatte bulunm ası aralanndaki din kardeşliği icabıdır. Kendi nefsi
hakkında hayırlı görüp istediği bir şeyi başkalan hakkında da istem eyen
kimse, İslâm m uaşeretinin nezih esaslarına riayet etm em iş olur. Bir hadisi
şerifte: "Sizden biri kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi veya
— Kom şusu — için de sevip istem edikçe bihakkın m ü'min olam az" b u y u -
rulm uştur. ( 1 )
(12) Selâm vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selâm verm ek bir
sünnettir, bir dostluk, bir hayırhahlık alâm etidir. Selâm alm ak da bir
farzdır. Bir hadisi şerifte: "Siz îm an etm edikçe cennete giremezsiniz,bir-
birinizi sevm edikçe de îm an etm iş olamazsınız, yaptığınız zaman birbirini-
zi seveceğiniz bir şeye delâlet edeyim mi? A ranızda selâm ı yayınız, ya'ni:
Birbirinizi selâm layınız" buyurulm uştur. (2)
* Selâm verm enin bazı âdabı vardır. Ezcüm le: Bir meclise girilirken
konuşulm adan evvel ( C y = Esselâmü aleyküm) diye selâm verilir.
Boş bir yere giren müslüman ( ^ i u s jU j6 ,L U f 3Ut = Esselâmü âleyna ve
â lâ ibadillâhissalihin) der.
Gençler, ihtiyarlara, süvariler piyadelere, yürüyenler oturanlara, arka-
dan gelenler önden gidenlere selâm verirler. Bir cem aate verilen selâm a
içlerinden birisi ( jçV ealeyküm üşselâm ) diye m ukabelede bulu-
nunca diğerlerinden selâm vazifesi sakıt olur. Hiç birisi böyle bir m uka-
belede bulunm azsa hepsi de günaha girer.
Bir m eclisten aynkrken de selâm ile aynlm ak efdaldir.
Kendisine selâm verilen kimsenin daha güzel bir m ukabelede
bulunm ak için: ( ^,ı i r J } jÇ u* = Ve aleykümüsselâmü ve rah-
m etül'lâhi veberekâtüh) demesi, yerine göre pek m üstahsendir.
Bir kimsenin selâm ını getirip tebliğ edene ( ^ i — aleyke
ve aleyhis selâm ) diye karşılık verilir. Bir m ektupla selâm yazılmış olunca
ya lisan ile veya yazılacak m ektupla yazı ile ( f M jf d J *3 = ve aleykesselâm)
denilir.

Selâm ı iade etm ekten hakikaten veya hükm en âciz olan kimseye
selâm verm ek m ekruhtur. Binaenaleyh yem ek yiyen veya K ur'an okuyan

• Jbj! ._^ ^

F: 29
450 BÜYÜK İSLAM-

veya h u tb e dinleyen veya namaz kılan bir kim seye selâm vermemelidir.
Verilirse reddi lıer halde lâzım gelmez. Fışkını ilân etm ekten çekinm eyen
kimselere de selâm vermek m ekruhtur.
Velhâsıl: Selâm verip alm ak bir dostluk nişanesidir, m uhabbete vesile-
dir. F ak at selâm verirken rükû'a gidercesine eğilm ek m ekruhtur. H attâ bazı
zevata göre selâm verirken rükûn'a yakın bir halde eğilm ek secde etm ek
gibidir. M ahlûkata ta'zim için yapılacak bir secde ise îm ana m uhaliftir.
(13) M usafeha = El tutu şm ada bulunm ak. Şöyle ki iki müslüman bir
araya gelince birbirinin elini tutar. Selâtü selâm okur, birbirinin hatırını
sorarlar. Bu da sevgi, dostluk nişanesidir. Bir hadisi şerifte: "Birbirine
rast gelen iki müslim; müsafşthada bulundu mu daha birbirinden ayrılm adan
m ağfiret olunurlar" buyuralm uştur. ( 1 )
(14) T eşm iyet= aksırana karşı hayır ve bereketle dua etm ek. Şöyle ki;
Bir müslüman aksırınca: ( = Elham dülillâh) der, yanındaki müslü-
m an kardeşi de: = yerham üküm ül'lâh) Allah size rahm et etsin diye
dua eder, aksıran zat da: ( «i |*^V_ i yehdinâ ve yehdiyeküm ül'lâh:
Allah Tealâ bizleri de sizleri de hidayette daim buyursun) diye m ukabe-
lede bulunur.
(15) Meclislerde temiz ve adaba riayetk âr bir halde bulunm ak. Şöyle
ki: Müslümanlar meclislerde yıkanm ış, temiz ve h a ttâ abdestli b ir halde
toplanırlar, hey'etleri temiz, libasları temiz bulunur.
Meclislerde bilgili veya yaşlı zatlar üste geçirilirler, lüzum görülmedik-
çe söze aülm ayıp söylenilen faideli şeyleri dinlerler, meclise sonradan gelen-
lere yer verirler, birbirine karşı beşuş bulunurlar.
Müslümanlar, kendi kendilerine meclisin üst başına geçmezler, kendi-
lerine hürm et için kalkarak yerlerini verm ek isteyenlerin hem en yerlerine
geçip oturm azlar, rızaları olm adıkça iki kimsenin arasına sokulup oturm ak
istemezler, bir m eclisdeki üç müslümandan ikisi baş başa verip gizlice
konuşm azlar, üçüncü arkadaşlarının m üteessir olmasına, yanlış zanna düş-
mesine m eydan vermezler.
M üdümanlar, bulundukları m eclisten arkadaşlanndan müsaade alarak
ayrılırlar. Ve m eclisten m uvakkaten ayrılan arkadaşlarının yerine hem en ge-
çip oturm azlar.
(16) D ostlan ziyaret: Müslümanlar münasip zam anlarda gidip din
kardeşlerini, büyüklerini veya kariplerini ziyaret ederler. Bu ziyaret de bir
m uhabbet ve vefa nişanesidir. Ş u kadar var ki ziyaret, usandıracak derecede
pek sık sık olmamalıdır. Ziyarete gelenlere mümkün olduğu kadar ikram,
edilmesi lâzım dır. Bir hadisi şerifte: "Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz"
b uy uralm u ştu r. (2 ) ______ * ________
. i > j l jj.» L^J _^*Vl ûUa»La.» jüul» U |\ J
* ty > jf l&j Ijl I ^ l-l Iji (v j
İLM İHALİ 451

(17) Ziyafetlere icabet; Bir müslüman, din kardeşinin dâvetine icabet


eder. Ziyafetinde bulunur. Bu suretle aralarındaki m uhabbet ve mürüvvet
artm ış olur. Bir hadisi şerifte: "Sizden birinizi kardeşi düğün yem eğine
veya öyle b ir şeye d âv et edince icabet etsin" buyurulm uştur. ( 1 ) Elverir ki
ziyafette m enahîden bir şey bulunm asın. Çünkü bir müslüman, gayri m eşru
eğlenceler, içkiler bulunduğunu bildiği bir ziyafete gidemez. Meğer ki
gittiği takdirde m enine kadir olsun veya kendisine hürm eten o m enahînin
terk edileceğini bilsin.
* Ziyafetde müsalirlere ağırlık verecek kimseleri bulundurm am alıdır.
M isafirler gitm ek isteyince ev sahibi ilhah etm eksizin biraz daha oturm aları-
nı dilemelidir. Her halde merasim, sade, tabiî teküllüften beri bulunm alıdır.
(18) Hürm et için ayağa kalkm ak: Müslümanlar yanlarına gelen dindaş-
larına kıyam edebilirler. Bu bir hürm et alâm etidir. Mescidde bulunan veya
K ur'an okuyan bir müslümanm ta'zim e m üstebik bir zata kıyam etm esi
m ekruh değildir. Bir meclise gelenler için ayağa kalkılması â d e t olan yer-
lerde kıyam edilmesi m üstehabtır. Çünkü aksi takdirde adavete, münafe-
rete sebebiyet verilmiş olabilir.
(19) Değerli zatların ellerini öpm ek. Müslümanlar, âlim lerin, m ütteki
zatların, âdil hakim lerin ellerini teberrük için öperler, kendilerile müsafa-
hada bulunurlar, bunda bir beis yoktur. Bunlardan başka büyüklerin ellerini
m üslüm anlıklanna ta'zim ve ikram için öpm ek de câizdir. Am m a dünyevî
bir emel için öpm ek m ekruhtur. Bir de bir müslümanm başkasına mü-
lâk i olduğu zam an kendi elini öpm esi tahrim en m ekruhtur. Âlimlerin ve
sair büyüklerin huzurlarında yerleri öpm ek de haram dır. Bunu yapanlar ve
buna razı olanlar günaha girmiş olurlar. Bu b ir nev'i putlara yapılan iba-
detleri andınr. Bir müslüman için aslâ câiz değildir.
(20) K om şuluk haklarına riayet etm ek, şöyle ki: Müslümanlıkta kom şu
lu ğ u n büyük ehem m iyeti vardır. Bir hadisi şerifde: "Ev alm adan evvel kom -
şu, yola çıkm adan evvel arkadaş araştırınız" buyurulm uştur. (2 )
K om şulara ikram bir sünnettir. Bir müslüman, kom şusuna fazla riayet
eder, güler yüz gösterir, lüzum una göre ödünç verir, bir kederi olunca tesel-
li verir, taziyede bulunur, kom şusuna eziyet verecek şeylerden sakınır,
hanelerinin akıntı sulariyle, çerçöpleriyle kom şularını m utazarrır etm ez.
Gece ve gündüz yüksek perdeden devam eden çalgılarının, radyolarının
seslerile kom şularını rahatsız edenler, kom şularının huzurlarını, hastalarını,
okur yazarlarını düşünm eyenler, kom şuluk haklarına riayet etm em iş,
en mühim iç tim ai b ir vazifeyi ayaklar altına almış bulunurlar.
Bir hadisi şerifde: "Kötülüklerinden kom şusu emin olmayan kimse,
Allaha — lâyıkiyle — im an etm iş olm az" buyuru lm uştur. (3)

Jİ JS'" »U.1 îjl ( \ )

ojU. M^ üA; j-» l l» (^) (*)


452 BÜYÜK İSLAM

Velhasıl; İnsan kom şularının m uhabbetini, senasını kazanm alıdır. Haz-


reti Öm er (Raddiyallahü anh) dem iştir ki: "K om şusu, karibi ve yoldaşı
tarafından sena olunan kimsenin güzel hal sahibi olduğundan şüphe e t-
m eyiniz."
(21) Hastaları ziyarette bulunm ak. Müslümanlar, hasta olan dosÜarmı,
kom şularım münasip zam anlarda giderek ziyaret eder. A fiyetlerine duada
bulunurlar. Bu da m eveddeti te'yide, kalbleri tatyîbe hizm et eden bir vazife-
dir. Maamafih bunun bir takım âdabı vardır. Ezcümle bu ziyaret, pek sık
sık yapılm am alıdır, hastanın yanında ç o k o turu İm amalidir, canını sıkacak
sözler söylem emelidir.
Bir hadîsi şerifte; "B eş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vâcip
olur. Bunlar da verilen selâm ı iade, aksırana hayır ile dua, davete icabet,
hastayı ziyaret ve cenazeleri teşyi' etm ek tir." ( 1 ) diye buyurulm uşîur.
(22) Cenazeleri teşyi' etm ek. Bu da mühim, sevabı ç o k olan bir
kardeşlik vazifesidir. Müslümanlar, vefat eden dindaşlarının cenazelerini
kabirlerine kadar m ahzun, m ütefekkir bir halde götürür, rahm et toprağına
tevdi' ederler, haklarında rahm etle duada bülunurlar. Bir hadisi şerifte:
"Bir cen aze üzerine namaz kılana bir kırat, defninde hazır bulunana da iki
k ırat —sevap— vardır. Bir k ırat ise Ü hud dağı k adardır" buyurulm uş tur. (2)
(23) Müslümanların m akberlerini ziyaret etm ek. Müslümanlar kendi
aralarında âhirete gitm iş olan zatların, bilhassa yüksek âlim lerin, salihlerin
kabirlerini vakit vakit ziyaret eder, kendilerini rahm etle anarlar. Bu da bir
vefa ve kadirşinaslık vazifesidir. Maamafih b ir hadisi şerifte beyan olun-
duğu üzere kabirleri ziyaret öKimü hatırlatır, uyanm aya vesile olur. Bina-
enaleyh kabirleri hürm etle, ibretle ziyaret etm eli, beşeriyetin elîm akibe-
tini düşünerek gafilâne bir halde yaşam aktan kaçınm alıdır.

Güzel ve çirkin huylar:


16—( li'ı — İttika): Allah Tealâdan korkm ak, haram dan ve şüpheli
şeylerden sakınm aktır. Böyle bir hale (takva) da denir. Sahibine de (m ütta-
ki) denilir. Müttaki olan bir zat em în, itim ada lâyık bir insan dem ektir ki,
kendisinden hiç bir kimseye zarar gelmez.
f.lüslümanlık nazarında insanlar, esasen birbirine müsavi olup im tiyazla-
rı ancak takva itibariyledir. K ur'anı Kerimde: "Ş ü p h e yok ki, Allah indinde
en kerim iniz, en ziyade m üttaki olanınızdır" diye buyurulm uştur. (3)

j (O
.jUi-l !i
jlj Sjb- J* ^ (?)
s * jT i j l (t j
İLM İHALİ 453
Ittikân u ı .mukabili; fiskür, fücurdur, ya'ni: Doğru y oldan çıkm ak, Hak
Tealâya âsi olmak, haram dan, şüpheli şeylerden kaçınm am aktır. Böyle bir
halin neticesi ise felâkettir, azaptır.
17 — ( y j t = Edep): Güzel terbiye, güzel huylar ile ittisaf ve utanılacak
şeylerden inşam koruyan bir m eleke dem ektir.
Edep, insan için en büyük bir şereftir. Edebin m ukabili isaetdir ki,
kötülükten, terbiyeye ve fazilete aykırı hareketten ibarettir.
Edep insanın zinetidir. E dep, insanı nefsinin hevasına uym aktan
korur, kurtarır, "insanın edebi, altum ından hayırlıdır'’ denilm iştir. ( 1 )
edep den m ahrum bir insan, bir cem iyet için m uzır m ikroplardan daha
tehlikeli bir m ahlûktur.
18 — ( jL * t = İhsan): Bağışlama, iyilik etme* atiyye verme hayır na-
m ına yapılm ası münasip olanı yapm a dem ektir. İhsan, adaletin üstünde bir
fazilettir. Bir â y e ti kerim ede: "İhsan ediniz, şüphe y o k ki Allah Tealâ
rnuhsin olanları sever" buyurulm uştur. Diğer bir ây eti celîle de:-"A llah
T e â lâ sana ihsan ettiğ i gibi sen de ihsan e t" m ealindedir. (2)

19 — (vO U U İhlâs): H er hangi bir işi güzel bir niyetle saf bir kalb ile
yapm ak, o işe b aşk a b ir şey karıştırm am aktır. Böyle bir hale "H ulûs" da
denir. Yapılan vazifelerin kıym etleri, ilılâsa göre artar. İhlâsm mukabili,
riyadır. Bir vazifeyi m ücerred bir gösteriş için veya m addi b ir faide için
yapm aktır.
R iy ak âr bir insan, temiz ruhlu bir insan değildir, yaptığı amellerin mü-
kâfatını H aktan dilemeğe yüzü olamaz. Bir hadisi şerifte: "Ş üphe y o k ki
Allah Tealâ sade kendisi için ve kendisinin rızası istenilerek yapılan
âm elden başkasını kabul buyurm az" buyurulm uştur. (3)
20 — ( = İstikam et): H er işte itidal üzere bulunm ak, adaletten,
doğruluktan aytılm ayıp diyanet ve akıl dairesinde yürümek dem ektir. Dinî
ve dünyevî vazifelerini olduğu gibi yapm aya çalışan bir müslüman, tam müs-
takim bir insandır. Böyle bir insan ise cem iyetin en kıym etli bir uzvu sayılır.
İstikam etin m ukabili, h iy an ettir ki, doğruluğu bırakıp emanete, ahde
riayet etm em ek, verilen sözde durm am ak, nâsm haklarına tecavüzden
çekinm ek dem ektir.
Bir âyeti kerim ede Resuli Ekrem Efendim ize hitaben "E m rolunduğun
gibi istikam ette bulu n" (4) bu yurulm uştur ki, istikam etin ne kadar lâzım
ve mühim olduğunu gösterm eğe kâfidir.

• ^ S*- »
. d U i *oSsy«»tel »Cç— ,_j£ •üsljl (t)

•Hî-j * j=-).J ^ 4 L VI (*>


'f (t)
454 BÜYÜK İSLAM

21 — ( icU.1 İtaat): Mafevkin m eşru em irlerini dinleyip ona göre yü-


rümektir. Allah Tealânm buyurduklarım dinleyip tutm ak bir taattır. İnsan-
ın saadeti de bu taata bağlıdır. Bunun m ukabili, isyandır. Hak Tealânm
yüksek em irlerini dm lem iyen bir insan, günahkâr hayırsız bir kimsedir ki
kendisini tehlikeye atm ış olur. A rtık böyle bir şahıstan insaniyet ne bekle-
yebilir?
K ur'anı Mübinde şöyle buyurulm uş tur: "A llaha ita a t ediniz, Allahın
Peygamberine ve sizden olan em ir sahiplerine ita a t ed in iz"' (1)
22 - ( j Û I = İ tim ad): Güvenme, em niyet, bir şeye kalben güvenip da-
yanm ak dem ektir. Halkın itim adım kazanm ak bir m uvaffakiyet eseridir.
İktisadı ve İçtim aî hayatın devamı, itim adın vücuduna bağlıdır. Binaenaleyh
insan gizel, m üstekim âne hareketleriyle herkesin itim adını kazanm aya
çalışm alıdır. İtim ade münafî olan şey, hiyanettir, sûistim aldir ki neticesi
p ek kork u nçtu r.
23 — ( İktisad): Her hususta itidal üzere bulunm ak, lüzum undan
fazla ve noksan sarfiyattan kaçınm aktır. İnsan, iktisade riayet sayesinde ra-
h a t yaşar. Bir hadisi şerifte: "İktisade riayet eden fakir olam az" buyurul-
m uş tur. ( 2 )
İktisadın m ukabili, israftır, takdirdir. İsraf;,yem ek, içm ek ve giyinip
gezmek gibi hususlarda m aruf olan dereceyi aşm aktır ki haram dır, ferd-
lerin ve cem iyetlerin yıkılm asına sebeptir. Bunun içindir k i K ur'anı H akim -
de: Şüphe y o k ki "Allah Tealâ israf edenleri sevmez" b u y u ralm u ştu r. (3)
Takdir de yem ek, içm ekte vesair hususlarda lüzum undan fazla kısm aktır ki
bu da lâyık değildir.
24 — ( c-iJI = Ü lfet): Münasip kimseler ile güzel b ir suretle görüşüp
konuşm ak dem ektir. İnsanlar, daim a münzevi bir halde yaşayam azlar. Bir-
birleriyle görüşm ek m ecburiye tindedirler. Güzel ahlâk sahibi olan bir kimse,
herkes ile güzel görüşür, herkesin sevgisini kazanır. Bu hale "(insiyet" de
denir. M ukabili; uzlet, nefret, inzivadır ki, kimse ile görüşmeyip kendi başı-
na bir yerde yaşam ak, herkesten uzaklaşm aktır. Herkes ile görüşm ek muva-
fık olmadığı gibi herkesten kaçınm ak d a m uvafık olmaz. Bir hadisi şerifde:
"M ü'min, ülfet eder ve ülfet olunur. Ü lfet etm eyen, ülfet olunm ayan kimse
de ise hayır yo ktur. N âsm hayırlısı d a nasa faideli olanıdır" buyu-
rulm uş tur. (4)
25 — ( > ^*l= Em niyet): Bir şeye itim at etm ek m ânasına geldiği gibi
insanda doğ ru lu ktan ileri gelen yüksek bir meleke m ânasına da gelir. Nâsm

j j Jul (\)
JUL (*)
iijı (t)
7
İLM İH ALİ 455

sırlarını ve em anet bıraktıkları m allannı güzelce saklamak da bir em niyet


•halidir. E m niyet m ukabili, h iyan ettir, sözde durm am aktır.
Ferdleri arasında em niyet bulunm ıyan bir cem iyet, atîsinden emîn
olamaz. Em niyeti suiistîm âl, münafıklık alâm etidir. Bir hadîsi şerifte şöyle
b u y u ru lm u ştu r, Münafıkm alâm eti üçtür: Söyleyince yalan söyler, vadedin-
ce hülfeder, em niyet edilince hiy anette bulunur. ( 1 )
26— ( oL*»'l = insaf): A dalet dairesinde h arek et ve hakikati iti-
ra f dem ektir: İnsaf, ciddi ve seciyeli bir insanın nişanesidir. Bunun m uka-
bili zulümdür, gadirdir, hakkı inkârdır. Bir hadisi şerifde: "İnsaf, dinin
yansıdır" buyurulm uştur. (2) Çünkü hakiki bir din, itiraf edilmesi lazım
gelen sabit şeyler üe yapılması icap eden faideli şeylerin bir mecmuasıdır.
M unsıf olan bir kimse ise dinin yansını teşkil eden o sabit şeyleri her halde
itira f eder. Bu cihetle kendisindeki insaf, dinin âdeta yarısı bulunm uş olur.
27— ( iilij = Beşaşet): Güler yüzlü,hoş halli olm aktır. Beşaşet,
ru h ta safiyetin neşvenin yüzde panltısı dem ektir. Mukibili, ubusettir ki yüz
ekşiliğinden ibarettir. İnsan daim a b eşûş olmalı, hiç bir kimseye k arşı çatık
çehreli bulunm am alıdır- Beşaşet: bir sadaka, bir afıyye sayılır. Bir hadisi şe-
rifte: "Ş üp h e y o k ki Allah Teala yum uşak huylu, açık yüzlü kulunu sever"
b uyurulm uştur.
28— ( =Te'diip): Terbiye etm ek, edepli, türeli bir halde y e tiş-
tirm ek dem ektir. M ukabili terbiyeyi terk ve ihm al etm ektir. Tedib vazifesin-
de asla m üsam aha etm em elidir. Kendi çocu k lan n ı güzelce te'd ib e çalışm ak,
h er aile reisi için bir vecîbedir. Bu husustaki dikkatsizliğin zararlan, yalnız
bir ferde bir aileye değil, koca bir cem iyete aittir. "Baba ile ananın te'dip
eünediğini gece ile gündüz, yani zam an te'dip eder. Gece ile gündüzün te ’
dip etm ediğini de cehennem te'dip eder" buyurulm uştur. (3)
29 —( Ot s Teenni): Bir işde acele etm eyip bir düşünce dairesin-
de h arek et etm ektir. Böyle bir harekete "teüde" de denir. V akti gelip çat-
mış olan hayırlı bir işte teenniye m ahal yoktur. F a k a t henüz vakti gelmeyen
bir iş hakkında acele harek et etm ek de m ahrum iyete seöep olacağından
d oğru değildir.
Teenninin m ukabili, isticaldir, ya'ni: Bir şeyi vaktinden evvel elde
etm eğe koşm aktır. Bir hadisi şerifde: "Teenni rahm andan, acele işte şey-
tandandır" buyurulm uştur. (4) Diğer bir hadisi şerif de şu m ealdedir:
"H er işte teenni hayırlıdır, ahiret işi m üstesna." (5)

.jtıd l <ot_ j*} j'y il * >ı \ 4 o \ jl ^ (t )

j V! jji y j jjül (®) ^ ^


456 BÜYÜK İSLAM

30 — ( =Ta'zim )ı: Hürm et, riayet bir zat hakkında büyük


sayıldığına delâlet edecek surette güzel m uamelede bulunm ak dem ektir.
Mukabili tahkirdir, ya'ni: Bir kimseye karşı kadrini tenzil edecek tarzda
m uam ele yapm ak dem ektir ki asla câiz değildir.
İlim, edeb, yaş itibariyle bizden büyük olanlara hallerine göre saygı gös-
term ek, bizden genç olanlar hakkında da sevgi ile m uam elede bulunm ak bi-
zim için İnsanî bir vazifedir. Bir hadisi şerifte: "Bizim büyüklerimize ta'zim ,
küçüklerim ize m erham et etm eyen bizden değildir” buyurulm uş tur. ( 1 )
3 1 -( jUT = T e fe 'ü l): Bir şeyi u ğ u r saymak, bir hâdiseyi bir h a -
y ır m ukaddim esi görm ektir. Bu, güzel bir zan meselesi olduğundan m em -
eluh tur. M ukabili, teşe'üm , tetayyürdür ki bu da bir şeyi uğursuz görmek,
nefsin kendisinden nefret duyduğu bir hâdiseyi, m eselâ, bir k u şu n ötüşünü
veya bir tarafa u ç u şu n u bir uğursuzluğa alâm et saymak dem ektir. Bu ise
bir kötü z a n = fen a kurun tu eseri olduğundan caiz değildir.
İnsan için her hangi bir hadiseden bir uğursuzluk hükmü çıkararak
kendisini ye's veya vehm içinde bırakm ak doğru değildir. Bazı günlere, va-
kitlere şeam et isnat edilmesi de m uvafık görülmez.
Peygamber efendim iz: "Fal, ya'ni: Güzel söz, tem iz lâkırdı hoşum a
gider." buyurm uştur. (2 ) İnsan hayırlı söz söylemeli, fena m eş'um lâkır-
dılardan dilini sakındırm alıdır.
32 — ( - Tefekkür): Düşünmek, bir mesele hakkında fikri hare-
kete getirm ek dem ektir. Büyük yaradanım ızın kudretine şeh ad et eden var-
lıkları tefekküre dalm ak bir ibadettir. M addî ve m anevî bir ço k keşifler,
yükselişler, bütün tefekkür mahsulüdür.
Tefekkürün mukabili, gaflettir, düşünmeden m ahrum iyettir ki insana
asla yakışm az. Bir hadisi şerifde : "Allah Tealânm yaratm ış olduğu şeyler
hakkında tefekküre dalınız, fakat Allah Tealânm zatinde tefekküre dalmayı-
nız, sonra helak olursunuz" buyurulm uş tur. (3)
33 — Tevazu): M ahviyet gösterm ek , m üstahık olduğu m erte-
benin aşağısına tefeddülen razı olarak, o veçhile m uam elede bulunm aktır.
Mukabili, tekebbürdür, tecebbürdür, gururdur. Bunlar, kendisini büyük gör-
mek, kendisini lâyık olduğu m ertebenin üstünde gösterm eğe çalışm ak, fani
şeylere güvenerek ona buna karşı çalım satm ak ü r ki, pek ziyade kötü bir
huydur. Bir hadisi şerif: "Allah Tealâ, m u k tesit olanı zengin eder, israf
e d e n i d e fa k ir d ü şü rü r, tevazu göstereni yükseltir, kibirlenen kimseyi de
kırar geçirir" m ealindedir. (4 ) ____________________
.b . i j M j S J f |1 ^ ^

.iJ J I fc-ll U U İ :JUI (v)


• i tblj ) •uıl jU- j
İLM İHALİ 457

34 — ( JO" - Tevekkül): Hakka güvenmek, esbaba sarıldıktan


sonra m uvaffakiyeti H aktan beklem ek ve insanların güçleri yetişem ediği,
şeyleri Allah Tealâya bırakıp ye's ve kederden beri olm aktır. Tevekkülden
m ahrum iyet büyük bir nakisadır. Bir m ü'min bilir ki: Her hangi bir hadise-
nin husulü için her halde sebeplerin m evcudiyeti kâfi değildir. Yarada-
nım ızm dilem ediği bir hâdise hiç b ir vakit vücuda gelemez. Ve hâlikım ızın
dilediği bir şeye de hiç bir kuvvet m ani olamaz. Maahaza tevekkül sebep-
lere sanlm aya m ani' değildir. Allah T ealâ bir ço k hâdiseleri birer sebebe
raptetm iştir.. Bu husustaki âdeti ilâhiyeye riayet lâzım dır. Resuli Ekrem
efendim iz devesini bir şeye bağlam aksızın dışarda bırakıp huzuru nebevi-
lerine giren Am r ibni Ü m eyye'ye: ( js' j 3 j l» = Bağla da tevekkül

et) diye tenbih buyurm uştu.


35 — ( z>L‘ = Sebat) sözde durm ak, ahde vefa etm ek, bir meslek-
te, bir kanaatte veya bir fikirde berkarar bulunm ak dem ektir. "S ab it olanlar
nâbit olurlar" sözü m eşhurdur. Sebat, m uvaffakiyetin bir şartıdır. Maama-
fih hayırlı ve hakka mu karin olan şeylerde sebat gösterm ek bir fazilettir.
Faydasız, batıl şeylerde sebat gösterm ek ise aklın zafina, insafın yokluğuna
delâlet edeceği cihetle büyük bir kusurdur.
36 — ( —■Cûd): C öm ertlik, nâsa ihtiyaçlarım bildirm eleri-
ne m eydan vermeksizin lütufta, ihsanda bulunm ak halidir. Verilmesi lâyık
olan şeyleri münasip olan mahallere sühuletle verm ek melekesinden ibaret
olan seha de bu kabildendir.
Cûd ve seha, insana layık bir m eziyettir. Bunların m ukabilleri ise his-
set, tam a', cim riliktir ki, insanlara asla yakışm az. Bir hadisi şerifde: "Cö-
m ert kim senin taamı, şifadır, hasîs kim senin taam ı da m arazdır" buyurul-
m uş tur. ( 1 )
37 — ( = Hazm): Basiretle yürümek, ihtiyatlı bir tarzda
davranmak, neticesi bilinmeyen şeylere hem en atılm am aktır. Mukabili, ih -
tiyatsızlıktır. Hazme riayet edenler, nedam ete uğram azlar. Maamafih hazm ,
bazaıı kötü bir kuruntudan ileri gelir. Binaenaleyh hazm diye vehme düşm e-
m ek lazımdır. Bunun içindir ki bir hadisi şerifde ( vy_ j.jLl = Hazm bir
kötü düşüncedir) buyurulm uştur.
38- ( — Hüsni zam ): Güzel sanma, bir kim senin veya
hâdisenin iyiliği hakkındakii vicdanî kanaat dem ektir. Mukabili, suizandır.
İnsan suizanda itidal dairesini geçmemeli, h iç bir kimse hakkında da y o k
vere suizanda bulunm am alıdır.
Filhakika her hangi bir kimse hakkında körü körüne "pek iyi bir
z attır" diye hükm etm ek, hüsnizannı, suiistimal etm ek olacağından mezmum-
dur. Onun bunun ahvalini araştırm ak, kusurlarına m u ttali’ olmak arzusu da
.tecessüs denilen ve suizaiıdan n e ş'e t eden gayri ahlâkî bir hareket olduğu ci-
hetle haram dır. N itekim Kıır'an-ı Kerim 'de: "Ş ü p h e yok ki zannın bazısı
bir günahtır." buyurulm uştur. ------------------------------
•t'j i ^ ıj'—^ ( ')
458. BÜYÜK İSLAM

39 — ( j U İü». =a H ıf zı lîsan): Dili lüzum suz lâkırdılardan koruyup


h acet m iktarından fazla söz söylem em ek halidir ki, pek m em duhtur. M uka-
bili "M âlâ y a'n i" denilen şeyler ile uğraşm ak ağıza h er geleni söylem ektir.
Akıllı kimseler, ç o k kere sükût ederler. Lüzum görülm edikçe söz söylem ek
istemezler. Sükût pek m üstahsendir. Elverir ki bir hakkın ziyam a, bir
hakikatin yanhş anlaşılm asına sebebiyet vermesin.
Aleyhisselâtü Vesselâm Efendim iz: "H er kim A llah'a ve âhıret gününe
inanm akta ise hayır söylesin veya sussun" buyurm uştur. ( 1 )

40 — ( J*- = H ak ) Allah Tealânın bir m übarek ismidir. Her sabit,


doğru olan şeye de h ak denir ki m ukabili, batıldır. Herkesin m eşru olan sa-
lahiyetine, iktidarına, bir şey üzerindeki m alikiyetine de hak denilm iştir ki
cem 'i: H ukuktur.
H er h a k m ukabilinde b ir vazife vardır. M eselâ: Bir insan h a y a t hakkı-
na, şe re f ve haysiyet hakkına m âliktir. Bunlara kim senin tecavüzü câiz
değildir. Binaenaleyh o insan da bu hak m ukabilinde başkalarının h ay at
hakkına şeref haysiyet hakkına riayetle m uvazzaftır. Bunlara da kendisi
tecavüz edemez. Böyle bir tecavüz haram dır, cezayı m üstelzimdir, âlem in
intizam ına m ani'dir.
Hak, daim a haktır. H akka kuvvet vesaire galebe edem ez. M uvakkaten
m ahvolan bir hak, bir gün dünyada,dünyada olmasa bile y an n ahirette zahir
olacaktır.
4 1 _ — H ikm et) İlim ve âm elin birleşm esinden husule gelen
yüksek bir sıfattır. Bilmeyen veya bilgisi ile âm el etm eyen bir kimse, hakîm
Unvanını alamaz. Her şeyin hakikatine bilgi edinm eye de h ik m et denir.
Adaba, ahlâka, mevizalara ait beliğ sözlere, fıkralara da h ik m et denilir.
H akun olan zatta, zekâ, hıfz, güzel tasavvur, kolaylıkla taalliim, sefai
zihin, cevdeti fehim, m afuzatı istihzar hassalan tecelli eder. Bir ây eti keri-
m ede: "K endisine hikm et verilmiş olan kimseye m uhakkak bir ç o k hayır
verilmiş olur." Buyurulm uş tur. (2) Bir hadisi şerif de şu m ealdedir. "H ik-
m et m ü'm inm itiğidir. Binaenaleyh onu nerede bulursa d ır ." (3)
42 — ( = H ilm ) Ş id d ete tahammül, gazap ateşini söndürmek,
nefsini heyecandan korum ak dem ektir ki, yerinde gösterilm ek şartiyle bü-
yük bir fazilettir. M ukabili hiddettir, tehevvürdür ki, bu da öfkeden, titiz-
likten h o şa gitm eyen bir hâdiseden dolayı gazap kuvvetinin parlam asından
ibarettir.
y ' • •:

---a i , \ Jjü* J . VI r _,J| } ^ (\)

Sj ç S ' \ j ^- j j l 4ü 1 .0 .1 o)), } (r)

Ir.li ^u O - I (r)
İLM İHALİ 459

Gazap, danîm a halleri,kalp kanının galeyanı zam anında nefsin vücude


gelen bir tegayyürüdür ki, haksız yere olunca bir kusur sayılır, nedam ete se-
bep olur. F a k a t akla tabi ve haksızlığa karşı olan bir gazap, m em duhtur.
Çünkü m ukaddesat, bu sayede m üdafaa edilebilir.
Hilm, ilme ve hikm ete mu karin olmalıdır. Bir hadisi şerifte.: "H iç bir
şey, diğer bir şey ile ilim ile hilm den efdal olarak toplanm ış değildir" buyu-
rulm uştur. ( 1 )
43 — ( = H am iyet): M ukaddes şeyleri m illetin haklannı koru-
m ak ve nam usu, haysiyeti töhm etten vikaye etm ek hususlarında gösterilen
bir gayret ve ihtim am hassasıdır.Bu pek m em duh bir h aslettir.F ak at batıl fi-
kirleri, akideleri korum ak yolunda gösterilen gayrete "H am iyeti câhilâne
denir ki bu pek m ezm um dur.
44 — ( L» = Haya) U tanm a, hicab, ar, nam us m anâlarına gelir.
Çirkin şeylerden nefsin darlanması, edebe m uhalif bir hadisenin zuhurun-
dan dolayı kalbin b ir rikkat ve ızdırap içinde kalm ası dem ektir ki, eseri he-
m en yüzde belirm eye başlar.
Haya, pek güzel bir haslettir. Mukabili, vekahatdır ki, utanm azlıktan,
batılı hak suretinde görüp çekinm eksizin irtik âb etm ekten ibarettir.
Hayasızhk, insanı insanlıktan çıkarır, hayvanlardan aşağı bir hale dü-
şürür. Bir hadisi şerifde: "H aya im andan bir bölüm dür" buyurulm uştur. Di-
ğer bir hadisi şerif de. "N âsdan utanm ayan, Allah Tealâdan da utanm az,
mealindedir. (2 )
45 — ( = H uşu) Tevazu gösterm ek, h akka boyun eğm ek, kor-
ku ile sevgiden m ümtezic edibane bir vaziyet alm ak dem ektir. M ukabili, gaf-
let istikbar, kalp huzurundan m ahrum iyettir. Bir ibadetin kıym eti huşua
m ukareneti nisbetinde artar. H aşy et de ta'zim le kan şık , kalbe aid bir korku
dem ektir. Allah korkusuna "h aşy etu llah " denir.
Kalbinde haşyetullah bulunm ayan bir kim seden h er türlü fenalık zu-
hur edebilir. Bir hadisi şerifde: "H ikm etin başı Allah korkusudur" buyurul-
m uştu r. (3)
Allah Tealâm n kudretini, azam etini düşünen h er m ütefekkir m ü'm inin
kalbinde Allah korkusu parlar, kendisini daim a iyiliğe sevkeder durur.
46 — ( — H ayır) iyilik dem ektir. Her m eşrû olan mal ve m en-
faat da bir hayırdır, hakkın ihsanıdır. Allah Tealâm n rızasını kazanm aya ve-
sile olan h er güzel âm el bir hayırdır, asıl "h ay n ahlâkî" de bundan ibarettir.
H aynn m ukabili, şerdir. Hakka, tab 'a gayri m ülâyim ve fena bir netice-
yi müstelzim olan her şey, b ir şerden ibarettir.
460 BÜYÜK İSLAM

Herkesin hakkında iyilik dilemeye "hayırhahlık" denir ki, ruhun saf-


fetinden ileri gelir. Bütün hayır müesseseleri, hayırhahlığın b ir eseridir.
Başkasınm fenalığını istem ek de "b eth ahlık" denilen ruhî bir hastalıktır
ki, sahibinin şerir olduğuna bir alâm ettir.
İşte "hased" denilen pek kötü bir ruh, bu bethahiıktan başka değil-
dir...
E v e t.. Başkasının bil'istihkak nail olduğu nim etlerden bî hu zu r olup
d a o nim etlerin zevalini istem ek bir hasedden ibarettir. Bu pek fena bir has-
le t olduğu cihetle bundan pek sakınm alıdır. Bir hadisi şerifde: "H asedden
kaçınınız. Çünkü ateş kuru odunları yakıp bitirdiği gibi hased de güzel a-
m elleri yer b itirir." buyurulm uş tur. ( 1 )
Ş erre âlet olan bir nim etin zevalini istem ek h aset sayılmaz. Kezalik: Baş-
kasının nail olduğu bir ni'm etin misline nail olmak arzusu da haset de-
ğildir. Bu arzuya "G ıb te" ve "M ünafese" denir ki bazı hallerde câizdir. Yük-
sek bir âlim in bilgisine faziletine gıbte edilmesi gibi.
47 —( jk -jo = Dostluk) İki veya daha ziyade kimse arasında
husule gelen sam im î bir sevgi ve bağlılık dem ektir. Allah için olan dostluk
devam eder, dünya için olan dostluk d a bir şihap gibi parlar parlam az söner
gider.
D ostluğun m ukabil; düşm anlıktır, adavettir, garezkârlıkür. Bütün müs-
lümanlar birbirinin dostudur, çünkü aralarında ebedî olan bir din kardeşliği
vardır.
Peygam beri zişan Efendim iz, üm m eti m erhum esine şöyle em retm iş-
tir; "Biribirinize buğz etm eyiniz, haset etm eyiniz,arka çevirmeyiniz, ey Al-
lahın kullan!.. Kardeş olunuz, bir müslümana helâl olmaz ki kardeşini üç
günden ziyade terk ede" (2) Başkasının bir kederinden sevinmek de bir düş-
manlık eseri olduğundan caiz değildir. Buna "Ş e m a tet"d en ir ki bir hadisi
şerifde "K ardeşin için şem atat izhar etm e, sonra Allah T eâlâ ona
m erham et eder de seni m übtelâ kılar." buyurulm uştur. (3)
48 — ( cJİo = Diyanet) Dindarlık, dinin m ukaddes hükümlerine
riayet m uktezasm ca hareket etm ektir. M ukabili, dinsizlik, dinin ahkâm ına
riayetsizliktir ki, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır.
İnsanların kurtuluşu, temiz bir halde yaşayışı, saadete ermesi ancak di-
y a n e t sayesindedir. Diyanet, fıtrîdir, gerek ferdler için ve gerek cem iyetler
için zarurîdir. Binaenaleyh diyanete sımsıkı sarılmalıdır. Bu, beşeriyetin
m enfaat ve selâm eti bakım ından son derece lâzım dır.
49 — ( J ~i = Zikr) A nm ak hatırlam ak m ânasınadır. Allah Teâlâ-
nın m ukaddes isimlerini anm ak bir vecîbedir, en ulvi bir zikirdir.

•«-Üİ-I jU l o l—Ll l>_ j __İI jl* oj l İJ j M (s)


_r*r; o' U_p.l l y j I (r)
3 dUM <VJI (r)
İLM İHALİ 461
Hak Tealâ hazretlerini zikretm ek, ya azam etini düşünmekle olur. Bun-
dan heybet ve iclâl husule gelir. Yu kudretini m ülâhaza ile olur. Bundan havf
•ve hüzün tevellüt eder. V eya nim etlerini anm akla olur, bundan şükür ve
ham d vücude gelir. Veya pek bedi' olan eserlerini tefekkür ile olur, bundan
da ib re t ve intibah yüz gösterir.
Zikrin m ukabili, nisyandır, hakkı unutm aktır. Aliahü azim üşşanın mü-
barek isimleri üe lisanı ubudiyeti tezyin etm em ektir. Bu p ek acınacak bir
gaflet eseridir. Bir ây eti kerim ede: "Allah Tealâyı ç o k zikrediniz ki felâh
bulabilesiniz" buyurulm uştur. ( 1 )
Bir hadisi şerifde: "Zikrin efdah Lâilâhe illallah dır, duanın efdalı da
Elham dülillah" diye varid olm uştur.
50 — ( Uoj = Riza) H o şn u t olmak, m uvafakat gösterm ek, her-
hangi bir hükmü veya hâdiseyi kalben hoş görüp kabul etm ektir. M ukabili:
M uhalefettir, redair, itirazdır.
Allah Tealâm n h er hükmüne, h er takdirine razı olmak bir kulluk vazi-
fesidir. Hak b ir şeye razı olmamak bir ham akat alâm eti olduğu gibi b âtıl
bir şeye razı olm ak da bir tuğyan, bir isyan eseridir.
Bir h ad isi şerifde: "A llah Teala bir kulu severse im tihan eder, bazı sı-
kıntılara m übtelâ kılar, ta ki duasını, niyazım işitsin " b u y u ru lm u ş tu r.(2 )

51— ( '-?'■> = Rıfk) Yavaşlık, m ülâyem et, nezaket ve nevazişle


m uam ele, neticesi güzel olan, bir şeye güzelce inkiyat m anasınadır. M uka-
b ili de uııftür, h u şu n ettir, gılzettir ki, sertlik gösterm ekten, katı yürekli ol-
m aktan, nezakete m uhalif m uam elede bulunm aktan ibarettir. İnsan, jif k sa-
yesinde en müşkül neticeleri elde edebüir. H uşunetle m uam ele yüzünden
de husulü p ek yakın olan şeyleri m uhal bir hale getirmiş olur.
Bir hadisi şerifde. "Ş üp he y o k ki Allah tealâ refiktir, n fk ı sever ve u n f
üzerine verm ediğini rıfk üzerine veril" buyurulm uştur. (3) Diğer bir hadisi
şerif de: "rıfktan m ahram olan, hayırdan m ahrum b ulunur" m ealindedir.
(4)
52— ( = Sa'y) Ç alışm ak,bir m aksadın husulü için elden
gelen gayreti sarfetm ektir. Mukabili, atalettir, bataettir, m eskenettir ki, İs-
lâm ruhuna asla uygun değildir. İnsan, m eşru şeyleri elde etm ek için m un-
tazaman bir sa'y ve gayret sahibi olmalıdır. Bütün terakkiler, sa'y ve gayre-
tin birer semeresidir. Kur'an-ı K erim 'de: "İnsan için sa'y ettiğ i şeyden baş-
k ası'y o k tu r" buyurulm uştur. (5).

• pCÜ i
« - ^
• j~*ki o İ I-Lc 4JÜI 1 Ij I ^ y^
J c V U <Ae. jjjl j j j -ûıl j l (r)
fj*- f*-'*’ ılr* (*)
VI jL.Î}4) jlj (o)
462 BÜYÜK İSLAM

53 — ( = Setri uyub) O nun bunun ayıplarını kusurlarını ö rt-


mek, görm em ezlikten gelmek, başkalarına ifşa etm em ek dem ektir. M uka-
bili, ifşayı uy ub tur.
Başkalarının kusurlarını arkalarından söylem ek gıybettir. H attâ bir
kim senin arkasından boyuna, libasına, yiyip içm esine, gezip yürümesine dair
bir noksanım dil ile, göz ile veya el ile işaret ederek gösterm ek de bir gıy-
bettir. Çünkü bunları hab er alınca m üteessir olacağı şüphesizdir.
Başkalarına yapm adıkları kusurları isnat etm ek de iftiradır, bühtandır.
Bunlar, İslâm terbiyesine m uhaliftir, kat'iyyen haram dır.
Bir hadîsi şerif de: "N e m utlu o kimseye ki kendi kusuru, kendisini
başkalarının kusurlarını görm ekten m eşgûl kılm ıştır" b u y u ru lm u ştu r.(l)
Binaenaleyh insan, kendi kusurunu görüp onu islâha çalışm alıdır. Şu
kadar var ki, gayri m eşru şeyleri hiç çekinm eksizin yapıp duran fasık kim*
selerinbu çirkin hallerini arkalarından söylem ek, gıybet sayılmaz. Bu söy-
leyiş ile fena haller takbih edilm iş, başkaları bundan korunulm uş olur. Bir
İslâm cem aatine karşı lâübaliyane bir vaziyet alarak gayri ahlâkî şeyleri
alenen yapıp duran kim selerin b u fezahetlerini söylem ek, efkârı um um iye-
nin güzel bir tezahürü dem ektir. Elverir ki bu söyleyiş, şahsî bir iğbirar, neti-
cesi olmasın
Gıybetin m es’uliyetinden kurtulm ak için mümkün ise gıybet edilen
kim seden helâllik dilemeli, itizarda bulunm alıdır. Bazı zevata göre yapılm ış
olan bir gıybetten dolayı peşim an olup istiğfarda bulunm ak kâfidir. Keyfi-
y eti hab er verip gıybet edilen kim seden helâllik dilem ek bir teessüre, bir
dargınlığa sebebiyet verebilir. Ş u kadar var ki o kimse bu gıybetten ha-
berdar olm uş ise o halde kendisinden özür dileyerek istihlâlde bulunm ak
lâzım dır.
İki dargın kim senin özür dilem ek için m üsafahada bulunm ası istihlâl
sayılır.

54 — ( — Ş ecaat) Y iğitlik, bahadırlık, kalb m etaneti, lüzumu


halinde m ehlekelere atılabilm ek hassası dem ektir. Mukabili, cebanettir, kor-
kaklıktır. Hak yolunda m ükaddesatı m üdafaa uğ ru n d a gösterilen şecaat, pek
kıym etli bir haslettir.
55 _ ( cüı = Ş efk at) Acıyıp esirgeme, korku ile karışık m erham et-
ten ileri gelen ru h î bir halettir ki, başkalarına arız olan veya olması m elhuz
bulunan nahoş bir hal karşısında tecelli eder. M ukabili, rahm et ve rikkat
duygusundan m ahrum iyettir ki pek fena b ir haslettir.
Ş efk at. Tem iz,saf kalblerin bir hassasıdır. Müslümanlıkta: "Allah Tea-
lâm n em irlerine tazim , m ahluka tına şe fk a t" büyük bir esastır.
İLM İH ALİ 463
56 - ( = Şükr): Görülen iyiliğe karşı söz ile, iş ile m em nu-
n iy et ve kıym etşinaslık gösterm ektir. Görülen bir iyiliği sena ile anm ak da
bir şükürdür. M ukabili küfranı ni'm ettir.
Biz, h er dakika binlerce nim etlerine nail olduğum uz Allah Tealâya
şükür etm eğe borçlu bulunduğum uz gibi, iyiliğini gördüğümüz zatlara karşı
da teşekküre borçluyuz. Bir hadisi şerifde: "N âsa şükretm eyen Allah Tea-
lâya da şükretm ez" buyurulm uş tur. ( 1 )
j a t • jî i f 'j r ■^£İf?£'Vî-:îrf p o u ,; " î g ( l n\ ■ )U ö w
57 — ( C jjfi = - Şehvet) İstek, tâb 'a m ülayim olan bir şeyi istem ek
için nefsin hareketi h a y a t sahiplerinin birbirine karşı olan tabiî meyilleri de-
mektir. Meşru’ bir şey hakkındaki m utedil bir şehvet,bir meyi, m em duhtur.
M eşru olm ayan bir şey hakkındaki şehvet ise behim î bir hal olduğundan
pek kötüdür. Pek zararlıdır, bundan kaçınm ak lâzım dır.
Heva, beyhude arzu ve nefsin b ir lezzetten dolayı bir şeye m eşru bir
sâik olmaksızın m eyelâni dem ektir. Heves de bir şey hakkında gösterilen
noksan ve ham bir aşkdan, sevdadan başka değildir. Şüphe y o k ki bunların
ikisi de m ezm um dur. İnsanın feyzine, şerefine m anidir. Peygam ber Efendi-
miz: "Y arabbi beni ahlâkın çirkin olanlarından ve hevalardan uzak bulun-
d u r" diye dua ederdi. ( 2 )
58 ( jj *» = Sabr) A cıya katlanm ak, tab 'a m ülâyim gelmeyen
hallere telâş gösterm eksizin m ukavem et etm ektir. M ukabili ceze'dir, sabır-
sızlıktır. İnsan yaşad ıkça b k takım acı hadiseler karşısında kalır. İşte
bunlara k arşı sabr etm ek lâzım dır. Bir âyeti kerim ede de "Ş ü p h e yok ki
Allah Tealâ, sabr edenlerle beraberdir" buyu ru lm u ştu r. (3) Sabrın sonu
selâm ettir. M uvaffakiyettir. Sabır acıdır, fak a t semeresi tatlıdır.
Sabırsızlık ru h un za'fından ileri gelir. Ş u kadar var ki, m eşru' olma-
yan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Bunlara k arşı kalben bir elem d u -
yulm ası ve mümkün ise mücadele yapılm ası icab eder. D e fi kabil olan k ö tü -
lüklere veya ihtiyaçlara katlanm ak sabır değil, bir acizdir, bir m eskenettir.
Resulü Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendim iz: "İlâhi! Ben sana
acizden ve tenbellikten sığınırım " ( 4 ) diye dua buyururdu.

59 — ( c İİjl » « = Sıdk, sadakat) H akikata m uvafık olan doğru


söz, sıdkür. Garaz şaibesinden beri v e h er veçhile halis olan bir dostluk da
sadakattir. H er hangi bir doğruluğa d,a sadakat denir. Sıdkın m ukabili, Kizb
oyalandır. Sadakatin m ukabili de hiy anettir, istikam etten m ahrum iyettir.

.üıljC iiM o-UI j» (\)


(f)

c)
464 BÜYÜK İSLAM

İnsanlara sıdk ve sadakat yakışır. Yalancı bir kimseyi ne Allah Tealâ


sever, ne de başkaları. Yalan haram dır. Yalancı bir kimsenin insanlık bakı-
m ından hiç bir kıym eti olamaz.
Söylediği yalan sözleriyle halkı aldatan, yaptığı hud'alar, desiseler ile
ötekini berikini iğfale çalışan kimse, p ek büyük bir günahkârdır. Bir hadisi
şerifte bü yu rü lm u ştu r ki: "Bize h ıy an et eden bizden değildir. M ekr ve
h u d 'a denilen şeyleri yapanlar cehennem dedirler." (1) Hasılı insanın sözü
de, özü de doğru olmahdır. Doğru olm ayanlar için saadet kapılan kapalıdır.
İslâm iyet gibi hikm et ve hakikat esasları üzerine kurulm uş bir dinde doğru-
luğa aykırı bir şey, asla yer bulamaz.
60—( = Salâh): İyi hal, h e r hayrı cami’faziletlerin toplanm asından
hasıl olan yüksek bir sıfattır. M ukabili: F esattır, fücurdur. Bir millet, kendi
efradının salâhına çalışm alıdır, çalışm azsa fesat erbabının elinde esir olur.
Bir müslüman, dinî, ve dünyevî vazifelerini bilip güzelce tatb ik etm edikçe
salâhı hal sahibi olamaz.
&
61—( ^ =Sılei rahim ): A kribayı arayıp sorm ak, akribam n kusur-
larını afvetmek, m uhtaç olanlarına yardım da bulunm aktır. A kriba ile görüş-
mek, müsühabede bulunm ak, kendilerine selâm ve hediye gönderm ek, sılei
rahim sayılır. Yakın olan akribayı mümkün ise bulundukları beldelere
gidip görm ek, uzak akriba ile de m ektuplaşm ak lâzım dır. M ukabili k a t'i
rahim dir k i akribayı u n u tu p terketm ektir. Böyle bir hareket müslüman-
lığm tavsiye e ttiğ i ailevi, içtim ai vazifelere m uhaliftir. Bir hadisi şerif:
"sılei rahim , ömrü uzatır, artırır" m ealindedir. ( 2 )
62 - ( = Salâbet): M etanet, mukaddesatı korumak hususunda
insanın m uttasıf olduğu kâlb kuvveti dem ektir. Mukabili, lâübalilik, akide
gevşekliğidir.
Salâbet, pek kıym etli bir haslettir. Bazen salâbet yerinde "taassub"
ikHri de kullanılır. Taassup, esasen âdetlerde, türelerde, m addi ve manevi
sair hususlarda fazla sebat ve taraftarlık gösterm ek dem ektir. Bu cihetle iki
türlüdür. Biri, m eşru' taassubturki ma'kul âdetlere, akidelere k arşı gösterilen
sebattır. Bu pek m em duhtur. Diğeri ise batıl, faidesiz türeler, m odalar,
fikirler ve yapılıp yapılm am asında difii bir m ahzur bulunm ayan hususlar
hakkında gösterilen taassubdur ki, bu pek m ezm um dur. Yazık k ib ir takım
kim seler; bu ikinci kısma dahil bir ç o k esassız şeylere d örtellerile sanldık-
lan halde m ukaddesata, d in î şeaire sarılan zatlara bir kusur olmak üzere
taassub isnat etm ekten kendilerini alamazlar. Bu bir tersine görüş netice-
sidir. Bundan kaçım lm alıdır. H akkı hak, batılı d a batıl görmeye çalışm alı-
dır.

Cr* ( 0
. (r)
İL M İH A L İ 465

63—( =Z arafet): İncelik, kibarlık, zekây a m ukarin, hoş âyende


sözler ile işler ile ittisa f melekesi dem ektir. M ukabili, kabalık denilen bir
h alettir ki ruhlar üzerinde pek fena tesir yapacağı cihetle m ezm um dur.
F ıtrî zarafetler, esasen haddi tecavüz etm em ek ş a r tiyle m em duhdur. Faka!
her işte, h er sözde bir zarafet gösterm eye çalışm ak, vakara da ciddiyete de
m unafidir, hafiflikten ibarettir. Binaenaleyh bu hususta itidalden aynl-
m am ahdır.
6 4 — (cJİJe*J-»c=Adl, adalet): H akka yönelm ek, haksızlıktan kaçm m ak,
h e r hakkı m üstehıkkm a verm eye çalışm aktır. M ukabili zuKim'dür gadr'dır,
insafsızlık tır.
Dünyanın bütün nizam ve intizam ı adaletle kaim dir. Allah Tealâ
Hazretleri bize adaletle em rediyor. Binaenaleyh insan, h er hareketini bir
itidal, bir adalet dairesinde yapm ağa çalışm alıdır. Vazifesinde adalete
riayet etm eyen bir insan; kendisine de vatanına da, bütün insaniyete de
fenalık etm iş olur. H er hangi bir hakkın ziyam a veya tehirine sebebiyet
verm ek bir zulümdür. Herhangi kim seden haksız yere bir şey alm ak zulüm -
dür. H er hangi insana veya hayvana haksız yere eziyet verm ek te bir zulüm -
dür. Zulm ün neticesi ise azaptır, felâkettir. Bir hadisi şerifte: "M azlum un
duasından sakın. Çünkü o dua ile H ak Tealâ arasında perde y o k tu r" bu yu -
rulm uş tur. (1)
6 5 —( ps* =A zm ): Bir işe k a t'î su rette niyet etm ek, bir işi yapm ağa
kalbi bağlayarak yönelm ektir. M ukabili, tereddüt ve tarahidir. M eşru gaye-
ler uğrunda azimli olm ak bir m eziyettir. Bir âyeti kerîm e şu m eâldedir,
"A zm edince de Allaha tevekkül et, artık tereddüt etm e — şüphe yok ki
Allah Tealâ, m ütevekkil olanları sever." (2)
66—( = A şk): Fazla sevgiden, ilgiden bir şey hakkında kalbin pek
ziyade alâka ve incizab gösterm esinden ibarettir. İnsanlar, m addeten veya
m a'nen güzel, lezzetli bulduklar» şeylere karşı kalblerinde b ir meyil duyar-
lar. Bu m eyi, m utedil olursa "m u h ab b et" pek kuvvetli olursa "a şk " adım
alır. İnsanlar, h o şlan n a gitm eyen şeylere karşı da bir "n efret" du yari ar.
Bu n efret m u'tedil olunca "b u ğ z" p ek kuvvetli olunca da " m a k t" adiyle
anılır.
M ukaddesata karşı olan m eylin bir aşk derecesinde bulunm ası pek
m em duhtur. F a k a t fani varlıklara, güzelliklere karşı aşk derecesinde olan
m eyi, kalbin za'fm dan, düşüncenin noksanlığından ileri geldiği için m ez-
m um dur.
M ukaddesat hakkındaki aşka: "aşk ı hakiki: "A şkı rahm an?" denir.
F â n i, havaî şeyler hakkındaki aşk d a "aşk ı m ecazî", "aşk ı him arî" denilir.
Binaenaleyh b u ikinci kısım dan kaçm m ak h er m ütefekkir, yüksek him m etli
insan için bir v a z i f e d i r . _________________________
vU j.y t il a
~}t i j T I ( \ )

F: 30
466 BÜYÜK İSLAM

6 7_ ( ^~~ae. =İsm et): M a'sum luk günahlardan kaçınm ak melekesine


m âlik olmak, Hak Tealânm korkusiyle bütün çirkin şeylerden beri bulun-
m ak dem ektir. F en a şeylerden uzak bir durum da bulunm ak da Allah
T eâlâm n bir korum ası olduğundan bir ism et sayılır.
İsm et m ukabili, mücrimlik, ganahkârlık halidir. İnsanın asıl güzelliği
şerefi haiz olduğu ism et sayesindedir.
68—( ^ = lffe t): Namus, Perhizkârhk, nefsi behim ı tem ayüllerden
m en'etm ek melekesi dem ektir. Mukabili: fuhştur. Namusa m uhalif hareket-
tir. f
Ruhların tem izliği iffet iledir. İffetsiz bir şahıs, zehirli m ikroplardan
daha m uzir b ir m ahluktur, kendisinden herhalde uzaklaşm ak lâzım dır.
Nebiyyi Zişan Efendim iz: Yarabbi!. Ben senden dünyam, dinim ehlim ve
malım hakkında iffet dilerim " diye dua buyurm uştur. (1)
6 9 - f ys. =Afüv): Bağışlamak, suçtan geçm ek, günahkâr kimse hak-
kında lâyık olduğu m uahezeyi bir lû tf olarak terketm ek m anasınadır. "Safh"
da bir m es'eleden dolayı göz yum m ak, başa kakm am akür ki. avf üe beraber
kullanılır.
Afüv ve safirin mukabili, intikam dır, m uahezedir. İntikam ki, acı
çıkarm ak, fena bir m uam eleye karşı teşeffıi sadr için diğer bir fena m uam e-
lede bulunm aktan ibarettir, bazı şartlar dairesinde câiz olabilir. Fakat afv
ile m uam ele yapm ak şüphe y o k ki daha iyidir. Afvin zevki, intikam ın zev-
kinden daha ziyadedir. Bir hadisi şerifde: "Allah Tealâ, bir kula afv sebebiy-
le izzetten başk a bir şey artırm az" buyurulm uş tur. (2)
Bir şahsa karşı kalben tutulan bir buğz ve gayze ve m azarrat arzusuna
da "k in " denilir ki, bu da ç o k kere insanlığa lâyık olmaz... Yalnız m ukad-
desata düşm an olanlara karşı kalbde ebedî bir kin ve adavet beslemesi
icabeder...
70 — ( = A hd): Söz verm ektir. Riayet edilmesi lâzım gelen m uka-
veleye de ahd denir. Ahde riayet, bir vecibedir. Ahde vefa etm em ek bir
zulümdür. İnsanlar ahdlerinde, sözlerinde durm alıdırlar, bunlardan mes'
ûldürler. Verilen bir sözde m eşru bir sebep olmaksızın durm am ak, insanın
kıym etini ayaklar altına alacak derecede bir nakîsedir. Bir hadisi şerifde.
"A hdin güzelliği, ya'ni: A hde lâyıkiyle riayet edilmesi im andandır" buvu-
rulm uştur. (3)

71— ( wi-i» -F azI, fazilet): Faikıyete, kerem ve ihsana, ilim ve


ma rifete "fazl" denir. İlim ve İrfan itibariyle olan yüksek dereceye ve
ah lâk î vazifelere riayet melekesine de "fazilet" denilir. Fazlın mukabili,

•JL*) i i J düi—l (s)

• jV - » - <ji (t)
İLM İH A Lİ .467

isâet, lıasaset. cehalettir. Faziletin m ukabili de rezilet. denaettir. Faziletin


cem 'i "fezaü"dir. H ikm et, adalet, şecaat ve iffet sıfatlanıl a (fezaili asliye),
adı verilm iştir ki bunlardan bir çok faziletler, teşe'ub eder. İnsan fazl
ile fazilet ile m u tta s ıf olmalıdır. İnsanın-şerefi ancak bu sayede te'm iıı
edilmiş olur.
72— ( o y i = pütüvvet): Yiğitlik, şerefi ııefs. kerem ve seha dostların kusur-
lanna karşı afv-ü saflı ile muamele dem ektir. Mukabili, cebanet. zillet,
hisset, gayzdır. Fütüvvet. salıibini dîne ve mürüvvete aykın hallerden korıır.
fedakârlığa, âlicenaplığa sevkeder. Binaenaleyh fütüvvetle ittisafa çalış-
malıdır.
73 — ( = Firaset): Zillin uyanıklığı, bir şeyi çab ukça anlayış
kabiliyeti, bir insanın ahlâkım , istidadım yüzünden anlam ak melekesi
demektir.
Firaset. iki türlüdür. Biri, bir nev'i ilhanı eseridir ki sebebi bilinm ek-
sizin husule, gelir. Diğeri, kesbîdir ki m uhtelif tabiatlere v uk uf sebebiyle
hâsıl olur.
Firasetin m ukabili, belâhettir. zekâdan m ahrum iyettir. Firasetli
zatların huzurlarında uyanık bulunm alı, edebe, fazilete m uhalif şeylerden
kaçınm alıdır. "M ü'm inin firasetinden sakınınız. Çünkü o, Allahın ııuriyle
bakar" buyuru buu ş tur.
74 — ( =Kadirdaıılık: Herkesin m ertebesini bilip hakkında ona
göre m uam ele yapm aktır. Mukabili: K adirnâşm ashktır. İçtim aî hay atta
kadirdanlığm büyük bir ehem m iyeti vardır. Kadir bilen m illetler arasında
ilim ve hüner sahipleri çoğalır, kadir bilm eyen m illetler de bilgiden, m ari-
fetten m alım ın kalırlar. Bir hadisi şerifde: "Nâsı m ertebelerine indiriniz,
y a ’ni: Herkese mevkiine göre muamele yapınız" buyurulm uştur. (1)
73 — (cxLî = K anaat): Kısmete razı olmak, yem ek, içm ek, gibi husus-
larda iktisad, itidal dairesinde hareket etm ektir. Mukabili, israftır, teb-
zirdir, ihtirastır, tam a' ile âd ı bir hırstan ibarettir.
Kanaati yanhş anlamamalıdır. K anaat.m utlaka az ile iktifa edip atalet
içnıde yaşam ak değildir. Belki harisane hareketlerden kaçınm ak, başkaları-
mı! ni'm etierine göz dikm eyip hakkına razı olmak, bir gönül lıuzuriyle yaşa-
m aktır. Birçok hırsızlıklar, cinayetler kanaatsizliğin bir neticesidir. Bir hadi-
si şerifde: "K anaat tükenmez bir hazinedir" buyurulm uştur. (2)
Filhakika kanatli bir kuııse, işini yoluna kor, başkalarından müstağni
olur, hâzinelere m alikm iş gibi m üreffeh, şerefli bir halde yaşar. Diğer bir
hadisi şerif de: "K anaat eden aziz, tan ıa'k âr olan da zelil olur"m ealinde-
dir.(3) _____ _____________
(s)
.jj u M (t)

j * Ji* j* S (v)
468 BÜYÜK İSLAM

Herhangi bir hususta m a’ru f m iktarı geçm ek bir " is r a f t ır . Bir şeyi
beyhude yere dağıtm ak, lây ık olm ayan yerlere sarfetm ek bir ''teb zir"d ir.
Bir şeyin husulünü hissetle, hasasetle k a n şık bir tarzda isteyip durm ak da
bir "tam a"d ır, ki bunlar m utlaka kötü hasletlerdir. ''H ırs"a gelince bu da
bir şey hakkında gösterilen ziyade bir rağbet ve m eyelândan ibarettir ki
iki türlü olur. Biri, â d i şeyler hakkındaki hırstır ki m ezm um dur, kalbin
fakrından, za'fm dan ileri gelir. Diğeri ise yüksek, m üstahsen şeyler hakkın-
d a k ih ırs’dır ki, m em duhtur. R u h u n him m etine, ulviyetine, d elâlet eder.
7 6 - ( j. J T =K erem ); Seha, m ecd ve şeref, k ıv m eü i şeyleri kolaylıkla,
nefis h o şn u ü u ğ iy le verm ek dem ektir. M ukabili, hasasettir.
Kerem, yüksek fıtra tta yaradılm ış insanlara has bir m eziyettir.
77 — ( = L ûtf): İyilik, güzellik, n fk ile, okşayışla muamele
dem ektir ki insaniyet nişanesidir. M ukabili, cevrdir, dürüştâne m uam eledir
ki insanlığa yakışm az.
Y aradılanlar h akkında gösterilen lü tu f ve kerem , yaradam n tevfikine,
inayetine kavuşm aya bir vesiledir,
78—( = L âtife, m izalı): Ş a k a ve h o ş nükteli söz dem ektir.
M ukabili, ciddiyettir. M ahza bir eğlence, bir iltifat olmak için yapılan ve
hiç bir kim senin h atırına dokunm ıyan latifeler caizdir. Elverir ki la tif
olsun, lüzum undan fazla olmasın.
L â ü fen in çoklu ğ u , gülmeyi artırır, kalbi öldürür, m ehabeti giderir, düş-
m anlığa sebep olur. Bir hadisi şerifde şöyle buyurulm uş tur; "İnsan, bir söz
söylerken bununla yan ın d a bulunanlar gülüşür de kendisi Süreyyadan daha
uzağa u ç a r gider" y a'n i, şeref ve m ehabeti berhava olur. Binaenaleyh o
gibi lâtifelerd en çekinm elidir.
7 9— ( o*L. = M übahat): Öğünm e, te fahur, m addi veya manevi
oazı sebeplere vasıflara m ebni iftiharda bulunm ak dem ektir. T aktire lâyık,
ulvi şeylere intisabtan dolayı m übahatta bulunm ak caizdir. F a k a t herhangi
fani bir varlıktan dolayı m üb ah atta bulunm ak, kendisini görm ek, asla câiz
değildir. Böyle b ir hale "u cb ", "gurur", "cahilane tefahur" denilir ki pek
m ezm um dur.
Bir hadîsi şerifde; "Ü ç şey m ühliktir, fazla cim rilik, uyulm uş heva,
insan.n kendisini görüp beğenm esi" buyurulm uş tur. (1)
8 0 — ( c jb . = M etanet): Esasen sağlamlık, dayanıklılık m ânasm adır.
İstilâhda: "İnsanın fikrinde sabit, azm inde kavi, akidesinde rüsuh sahibi
olm ası" dem ektir. M ukabili za'ftır, rehavettir, hak u ğ ru n d a m etan et göster-
m ek k ıym etli bir sed y y e işidir.
81— ( = M ed h ): Öğraek, ih tiy ar ile yapılan güzel işlerden dolayı
dil ile yapılan sena dem ektir. M ukabili zemdir, ya'ni: Birinin aleyhinde
fena lâkırdılar söylem ek, onun kötü hallerini m eydana koym aktır.
İLM İHALİ 469

Medlıe lây ık kimseleri m edhetm ek, cem iyet arasında faziletin kem alin
artm asına sebep olabileceği cilıetle m em duhtur. F a k a t medlıe seza olmayan-
ları m edhetm ek; hakikata m uhalif, seciyyeye münafi, başkalarını iğfale se-
bep olacağı cihetle pek m ezm um dur. Bir hadisi şerifde: "O nu bunu med-
hedip, duranları görünce yüzlerine toprak saçınız" buyurulm uştur. (1 f
Filhakika şahsî bir m enfaat düşüncesiyle lây ık olmayanları m edhe kalkı-
şanlar, böyle b ir m uam eleye m üstahıktırlar. Herhangi bir kim seyi haksız
yere zem m etm ek de haram dır.
8 2 —( _ l = M ü d a r a , M ümaşat): Yüze gülmek, Zahiren dost-
lu k gösterm ek, nâsa karşı güzel m uam elede bulunm ak başkalannm fikirleri-
ne uyarcasm a harek et etm ek ve suluh-u salâh üzere durm aktır. M eşru' su-
rette yapılan müdara, m em duhtur, m uvaffakiyete sebeptir. Bir hadisi şerif-
de; "N âsa müdara, bir sadakadır" buyurulm uştur. (2) Diğer b ir hadisi şerif
de: "Ben farzlar ile em rolunduğum gibi nâsa m üdara ile de m em ur oldum "
mealin dedir, (3)
F a k a t güzel bir akibet düşüncesiyle olmaksızın herhangi bir kim senin
m ücerret m evkiinden veya servetinden dolayı yüzüne gülmek, kendisine mü-
darada bulunm ak pek m azm um dur. Böyle bir hale tem ellük,tabasbus,
m üdahâne, yaltaklanm ak dalkavukluk denir ki insaniyete asla yakışm az,
dinen m em nu, aklen m akduhüır.
8 3_ ( = M u habb et): Sevgi, dostluk ve kendisinden lezzet d u y -
duğu şeye ruhun m eyletm esi dem ektir. M ukabili buğzdur, adavettir.
M uhabbetler, iki türlüdür. Biri tabiî ve cibilli m uhabbettir. İnsanın
evlâdına k arşı olan sevgisi gibi. Diğeri kesbîdir. İnsanın kendisinde kemal
gördüğü bir insanı sevmesi gibi.
M uhabbetler diğer bir bakım dan da iki türlüdür. Biri sebebi zail olan
m uhabbedlerdir. Bir kim seyi m üccerred dünyalığından dolayı sevmek ki,
o dünyalık aradan kalkınca m uhabbet de aradan kalkar. Diğeri, sebebi
zail olmayan m uhabbetlerdir. Herhangi bir zatı m ücerret Allah için sevmek
gibi. Bu türlü m uhabbetler devam eder. İşte ah lâk ça bir fazilet sayılan
m uhabbetlerden m aksad da bu türlü sevgilerdir. Bir hadisi şeılld e; "Allah
Tealâya âm ellerin en sevgilisi, Allah için m uhabbed, ASlah buğzdur"
buyurulm uştur. (4) Binaenaleyh insan, Allah Tealâm n sevdiği şeyleri
sevmeli sevmediği şeyleri de sevmemelidir.
8 4 — ((*"-) =M erham et, R ahm ): Esirgemek, acım ak, ş e fk a t göster-
m ek, biçarelerin hallerine kalben acıyarak kendilerine y ardım da bulun-

. *• .

t/“ül oljl-u ( y)
, J < £ \ l \ j \ ^ Cj v 'S (r)
•**>i j 3 J J' (O
470 BÜYÜK İSLAM

m ak dem ektir. M erham et, temiz ruhların bir ziynetidir. Yalnız insanlara de-
ğil, hayvanla ra da m erham et etm elidir. Bir hadisi şerifde: "Yerde olanlara
m erham et, ediniz ki, size de gökte olanlar m erham et etsinler” bııyurul-
m uştur. (1)
85- ( =M ürüw et): Erkeklik, insanlığa uygun olan şey'i yap-
m ak, güzel görünen şeyleri alıp m ezem m eti müstelzim olan hallerden
kaçınm ak dem ektir. M ukabili nam erdliktir. A çıkça yapılm asından u ta -
nılacak bir şeyi gizlice de yapm am ak bir mürüvvet eseridir. Görülen bir
iyiliği unutm am ak ve fırsat düşünce m ukabilinde iyilik yapm ak da bir mürü-
vvet eseridir.
86- ( ^M üşavere): Danışm a, bir hususun hayırlı olup olmadı-
ğını anlam ak için münasip görülen kimse ile fikir müdavelesinde bulunm ak
dem ektir. M ukabili hodreyliktir.
Müşavere bir sünnettir. İnsan, müşavere neticesinde tenevvür eder,
h a tın n a gelmeyen şeyleri hatırlar, ihtiyatlı bir tarzda hareket etm iş olur.
Hodrey olan yani yalnız kendi rey ve fikriyle iş gören kimse ç o k kerre
nedam et çeker.
Bir hadisi şerif: "Müşavere eden zarar görm em iştir" m ealindedir. (2)
Şu kadar var ki kendisiyle müşavere edilecek zat, doğru sözlü,tecrübeli,
televvünden, gururdan berî düşünceden kederden hali bulunm alı ve kana-
atini olduğu gibi söylem ekten çekinm em elidir.

8 7 —( = Muavenet, taavün): İnsanların birbirine yardım da,


hizm ette bulunm aları dem ektir. İnsanlar, daima birbirinin yardım ına m uh-
taçtırlar. İnsan, elinden gelen yardım ı akrabasından, dostlarından vatandaş-
larından esirgememelidir: Şu kadar var ki yardım lar, m eşru hususlarda ol-
m alıdır. Meşru olmayan hususlardaki yardım lar birer günahtır, birer zarar-
dır. N itekim K ur'anı Kerimde: "Birbirinize ihsan ve takva üzere yardım
ediniz, günah ve düşm anlık üzere yardım etm eyiniz" diye buyurulm uş-
tu r.(3 )
8 8 —( =M'innet): İyilik etm ek m ânasına geldiği gibi yapılan
iyilikleri birer birer sayarak başa kakm ak m ânasına da gelir. Bu ikinci
m ânaya olan m innet, fena bir haslettir, yapılan iyilikleri m ahveder. N itekim
bir âyeti kerîm ede: "E y m ü'm inler sadakalarınızı m innetle, eziyet vermekle
ibtal etm eyiniz" Buyurulm uş tur. (4) M eğer ki iyilik edilen kimse nankör
olsun. O halde ona karşı m in n et.etm ek , uyanm asına nankörlüğe nihayet
vermesine belki sebep olur diye câiz görülebilir.

•» V-^ j (j-4 ç&'J. J ıj* j! (>)


•j 1 t_)U.L (t)
. ^ _y_}Lı"V j ^ } (t1)
/ İL M İH A L İ 471

89 - ( Namus): Irz, iffet, edeb.haya, em niyet ve istikam et gibi


faziletlerin muhassalası olan pek kıym etli bir haslettir. Şeriata, kanuna da
namus denir. Cibrili em ine: "Nam usi ekber" denilm iştir. Nam usun m ukabi-
li: İffetten, istikam etten m ahrum bulunm aktır.
Namus, sabit bir hakikattir, onun bunun telâkkisine tabi değildir.
İslâm ahlâkuıa âdabına aykın olan h er hangi bir şeyin nam us vasfıyle ilgisi
yoktur. Binaenaleyh o gibi şeylerden kaçınm ak lâzım dır.
90 - ( J 1* = Nifak): İki yüzlü olmak, dfl ile imanlı veya d ost görünüp
kalbte küfürü veya düşm anlığı gizlemek m anasınadır. Böyle bir insana
"m ünafık" ve "zülvecheyn" denir. Bir hadisi şerifte "iki yüzlü olan kimse
Allah indm de b k mevki sahibi olam az" buyurulm uştur. Binaenaleyh insan,
samimi olmalı, düi kalbüıe. sözü özüne uygun bulunm alıdır. (1)
9 1 —( ^N em im e): Söz götürm e, koğuculuk, yapm a, bir kimse
aleyhine söylenen sözleri bir ifsat maksadiyle kendisine eriştirm e dem ektir,
ki, pek kötü bir huydur. Bu yüzden nice dostların arası açılır, nice düşm an-
lıklar yüz gösterir. Bir hadisi şerifde: "N em m am , koğucu olan, cennete
girem ez" buyurulm uştur. Ya'ni: Öyle bir müslüman, azaba müstahık olur,
doğrudan doğruya cennete girmeğe lâyık olmaz. Ne büyük tehdidi. Böyle
çirkin bir hasletten Allah Tealâya sığınırız.
9 2 — ( •*£■) V a'd): Söz vem ıek. söz verilen şey. bir kimsenin yapacağına
dair söz vermiş olduğu husus dem ektir. İnsan, lüzum görülm edikçe bir
şeyi vadefrnemeli, vadedeceği takdirde "İnşallah" demelidir. Çünkü bilâ-
hara vaadüıi yerine getirmezse m es'ul bir durum da kalmış olur.
Bir hadisi şerifde: " = va’d b o rç tu r" buyurulm uştur.
Binaenaleyh va'di yerine getirm ek bir insanlık vecîbesidir.
93— ( '*j =Vefa): Verilen sözü yerine getirm ek, borcu ödem ek,
dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkm ak dem ektir.
Bu pek şerefli bir vazifedir. M ukabili olan "h u lf" yani: Sözde durm am ak,
ahde riayet etm em ek ise haram dır. Eski dostluğu m uhafaza etm eğe de
"vefakârlık" denir. İnsan, vefalı olmalı, dostlarını eski hukuku u n u tm a-
malıdır.
94 —( J = V ekar): Ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde bir temkin,
bir teenni gösterm ektir. Mukabili, "tıştır, h ıffettir." Samimî olan vekar
insanın kadrini yükseltir. Bunun alâm eti, dışarıda ve tenhada müsavi bir hal
üzere bulunm akdır. Hiffet ise insanm şerefini mahveder.
Vekar, bir tekebbür hali değildir. Belki tefekkürden, şerefi m uhafaza
duygusundan, ilm ile hüm in kuvvetinden ileri gelir. H iffet ise sefihlik ve az
akıllılık nişanesidir. Lüzumsuz yere öteye beriye bakıp durm ak veya gidip
gelmek, bazı uzuvları oynatm ak, her söze bir ehem m iyetle kulak verm ek lü-
zumsuz sualler som ıak. sualde ve cevapda acûllük gösterm ek, elbiseye, en-

Cul-iU- j „*İ ( ')


472 BÜYÜK İSLAM

dam a lüzum undan fazla çek i düzen verm ek bütün h iffet eseridir. Binae-
naleyh insan, bu gibi h iffe t sayılacak şeylerden kendisini korum alıdır.
95 ( = H im m et): Yüksek bir irade, kalbin bütün ruhanî kuvvet-
leriyle Allah Tealâya vesair m ukaddes gayelere yönelm esi dem ektir. Muka-
bili, tab'm denaeti, âdî şeylere rağbet göstermesidir. İnsan him m etine göre
yükselir, "H im m etin yüksekliği im andandır." Yüksek gayelere yetişm ek
arzusu, ulvî bir him m etin nişanesidir.

Dâima m ir'at-ı ulviyyata n a sb -ıd ik k a t et,


G özlerinden in'ikâs-ı nur-i h im m et parlasın.

96 — ( -r< = Yüsr): Kolaylık, zenginlik, bir şeyin yapılması veya


yapılm am ası hususundaki sühulet dem ektir. M ukabili, usrdur, çetinliktir.
M üslümanlıkta kolaylık, bir esastır. Resuli Ekrem , Sallâllahü Aleyhi
Vesellem Efendim iz: "Müjdeleyiniz, n efret verm eyiniz; kolaylık gösteriniz
güçleştirm eyiniz" diye em retm iştir. (1) Binaenaleyh nâsın kalblerini
sevindirm ek, nâsın nefretini celbedecek şeylerden kaçınm ak, nâsa her işde
kolaylık gösterm ek bir esastır.
Bir hadisi şerif de: "D in kolaylıktan ibarettir, din ile galebe yarışına
çıkan herhangi bir kimseye din, behem ehal galip gelir" m ealindedir. (2)
A rtık m ukaddes islâm dininin bütün b eşeriy et için rahm et olan bu müba-
rek m ahiyetini güzelce bilmeli, onun her veçhile tatbiki kabul ve kolay olan
em irlerine, hükümlerine hakkiyle riayet etm eli, onun gösterdiği açık, geniş
nurani yolu takibe çalışm alıdır. İnsan, ancak bu sayede selâm ete, hidayete,
saadete kavuşur. Bizleri böyle ulvî bir dine nâil etm iş olan kadîm m a'
budum uza, kerîm hâlikim ize ne kadar şükredecek olsak yine kulluk vazi-
fem izin yüz binde birini yerine getirm iş olam ayız. Ancak, onun ezelî ebedî
olan dergahı izzetine sığınarak kusurlarım ızın, günahlarım ızın bizlere bağış-
lanm asını hazîn bir kalb ile, n âçiz bir lisan ile istirham eder, afüvlerine,
kerem lerine m azhariyeti şu naçiz, m üznibane tazarruatım ızla niyaz eyleriz.

J 'i.—i ) ( ')
Miizı^ibâne
B i r N jyaz
A fvet İlâhi! Sen beni: m uhtacı rahm etim .
Gelm ekteyim hu zuruna yaklaştı rıhletim .

G eçm ektedir vatanda garibane günlerim.


Ben şim di öz evimde gififtarı gurbetim .

Erdir beni visaline m a'budi ekdasim!


Döndüm hilâle kalm adı hicrana takatim .

Mahveyledi hayatım ı gafletle rüzgâr.


G eçti bütün lıeva ile önıri m uvakkatim .

A ndıkça seyyiatim i, m uzlim hayatım ı,


Y akm aktadır dem num u alu nedam etim .

Ben müznibim, b u belli, fak at bir muvahhidim .


Bir dilfİkâr kendei şalu risaletim.

Lütfen beni bağışla habibi nezihine,


L âh u ti bir saadete dönsün şekavetim .

Olsun İlâhî!, bir edebî feyze cilvegâh,


Zikrinle son nefeste lisanı sadakatim .

N urunla ruşen eyle karanlık mezarımı,


Dönsün riyazi cennete h â k i m ezelletim.
474 BÜYÜK İSLAM

ONUNCU KİTAP

S İY E R -İ ENBİYA'YA AİDDİR.

İÇİN D EK İLER: Siyeri Enbiyanın m ahiyyeti, faideleri ve m e ’hazle-


n. / Mübarek adlan K ur'anı Mübinde zikrolunan Peygam beranı zişan. /
H atem ülenbiya Efendim izin dünyayı teşrifleri ve nesebi şerifleri, Saha-
vet, gençlik zam anlan, valiyi İlâhîye, nübüvvet ve risalete nailiyetleri. /
İslâm iyetin zuhuru sıralarında A rabistam n dinî ve İçtim aî hali. / Müslü-
m anlığı ilk kabul eden zatlar. / Müslümanların çektikleri eziyetler ve Habe-
şeye m ühaceretleri. / Peygamberim izin kabileleri dine d â'v eti ve A kabe bey'
ati. / İnşikakı Kam er ve M i'rac m ucizeleri. / Ebu Talip ile Hazreti Hati-
cenin vefatlan. / Medinei Münevvereye h icret ve ba'zı icraatı nebeviye. /
Peygamberim izin cihada m e'zuniyeti ve karşısında bulunan başlıca gayri
müslimler. / V uku'bulan başlıca gazveler. / Resuli Ekrem Efendim izin
ahirete irtihalleri ve bundan münbais teessürler. / Peygam ber Efendim izde
tecelli eden pek yüksek vasıflar, kemaller.

Siyari E nbiyanın m ahiyeti, faideleri ve m e'hazleri

1 — Siyeri Enbiya, m übarek peygam berlerin yüksek hayatlarına ait


olup um um î tarihin pek kıym etli b ir şubesi bulunm uştur.
İLMİHALİ

Malûm olduğu üzere Allah Tealâ Hazretleri, evvelce insanlara kendi


aralarından vakit vakit Peygam berler gönderm iştir. İnsanların bir kısmı bu"
m ukaddes Peygamberlere tâbi' olarak dünyaya ve ahirete aid vazifelerini
öğrenm iş, ifaya çalışm ış, m untazam cem iyetler vücude getirm iş, m edeni-
yete ve fazilete nâil olm uşlardır. Diğer bir kısmı da bu m übarek zatlara
m uhalefet ederek hakikî insanlıktan m ahrum kalm ış, küfrü im ana, fezaheti
fazilete tercih etm iş, nihayet bu yüzden nice felâketlere uğrayarak sönüp
gitm işlerdir.
İşte "Siyeri E nbiya" dediğimiz toplu, tarihi bilgiler, bizlere o m uhte-,
rem Peygam berlerin hayatlarını güzel vasıflanın, bildirir, onlann üm met-'
lerini ne suretle irşada çalıştık lan n ı gösterir, onlar ile b a ’zı kavim ler arasın-
da vuku bulan bir kısım hâdiseleri, savaşları kaydeder, bizler için ib ret
alınacak, istifade edilecek bir ç o k m alûm at v-erir. !
2 — Siyeri Enbiyanın bir ç o k faydaları vardır. Ezcümle insan, Siyeri
Enbiyayı okuyunca; bir kısım m ukaddes Peygam berlerin yüksek varlık-
lanni, nezih- hallerini öğrenir. O nlann Hak yolunda ne kadar çalışm ış,
insaniyeti ve m edeniyeti ne kadar yükselm iş olduklarını anlar. Bu sayede
fikri açılır, zekâsı artar kendisinde bir uyanıklık zuhure gelir,kalbinde
diyanet duygusu kuvvet bulur, din büyükleri hakkında hürm eti ziyadeleşir,
onlann güzel ahlâkiyle ittisafe çalışır.
3 — Siyeri Enbiyanın m e'hazlerine gelince bunlann başhcası K ur'anı
Kerim ile hadisi şe rif kitaplandır. Bunlar iki kudsî m enba'dır. E n doğru
m alûm at ancak bu iki h ak ik at kaynağından alınır. Vakıa bir kısım Peygam-
berlere dair Tevratta, İncilde ve sair eski din k itaplannda bazı m alûm at
var ise de bu kitaplar asıllarını gaib etm iş bir ço k değişikliklere uğram ış
olduklanndan kendilerine asla itim a t edilemez.
Tarih k itaplan na gelince b un lan n bildirdikleri şeylerin bir ço ğ u da
birer sağlam vesikaya dayanm adığından kabule lây ık görülemez. Z aten
asn saadetten, ya'ni: Peygamber Efendim izin m übarek zam anlanndan
evvelki çağlara "K urunu u lâ = ilk çağlar" denir ki bu çağlara a it olan tarihî
bilgiler pek noksandır. Bunun için d ir ki b irçok Peygam berlerin hayat-
lan bizce m alûm değildir.
4 — Büyük Peygam berler arasında bütün tarihî hayatı m alûm olan zat,
ancak bizim Peygamberi Zişanım ız, H azreti M uham m ed M ustafa Aleyhisse-
lâtü Vesselâm Efendim izdir. E vet Peygamberim iz, Fahriâlem Efendim izin
bütün kudsî hayatı olanca teferruatına kadar tam am en m azb u ttu r ki, bu
şeref ve m eziyyet dünyada başka hiç b ir zata nasip olm am ıştır.
5 — Peygamberanı Âlişanm m übarek siyretlerine dair yazüm ış bir hayli
kitaplar vardır. F a k a t bu n lann en mufassal ve mükemmelleri, bizim pey-
gamberim izin mübeccel siyretlerine dair olanlardır.
Peygamber Efendim ize dair olan ilk siyer kitabını yazan zat,tâbiinden,
ya'ni: Ashabı kiram ı görmüş olanlardan "U rve" ile talebesinden "Z ührî"dir.
Diğer bir rivayete göre Resuli Ekrem Efendim izin m ukaddes siyretlerini ilk
yazan zat, (150) tarihinde B ağdad'da vefat etm iş olan "M uham m ed İbni
İshak"tır.
476 BÜYÜK İSLAM

6 — Bugün eldeki Siyer kitaplarının en eskisi ve m u'teberi üçtür. Bi-


rincisi: (207) tarihinde b ağ d ad 'd a vefat etm iş olan "V akidî"nin Siyer k ita-
bıdır. İkincisi: (313) de vefat eden Basra'lı " ib n i H işam "m Siyer kitabıdır.
Üçüncüsü de (315) senesinde B ağdad'da vefat etm iş olan "M uham m ed
T aberî"nin yazm ış olduğu Siyer kitabıdır.
İslâm Âlimleri Resuli Ekrem Efendim ize dair daha bir ç o k kitaplar
yazm ış oldukları gibi AvrupalI, Amerikalı m üsteşrikler de bu hususta hayli
kitaplar yazm ışlardır.

M übarek isimleri K ur'anı Kerimde zikrolunan Peygam beranı Zişan:

7 — Allah Tealâ H azretleri vaktiyle insanlara bir ç o k Peygam ber gön-


derm iştir. F a k a t bunlardan yalnız yirm i beşinin m übarek âdlannı Kur'aitı
m übinde beyan etm iş, bizlere ib ret ve intibah dersi olmak üzere o kudsî
zatların yüksek hallerinden haber verm iştir. Biz kendilerine im an etm ekle
m ükellef bulunduğum uz o m uhterem zatlara dair bu kitabım ızda kısaca
m alûm at vereceğiz.

(1) Âdem Aleyhisselâm ): , .


8 - Bütün insanların ilk babası ve ilk Peygamberi Âdem Aleyhisselâm-
dır. Ş öyle ki: Allah Tealâ Hazretleri, bu âlem i y o k tan var etm iş, bir ç o k
zam anlar geçtikten sonra da yer yüzünde insan cinsinin ilk babası olmak
üzere bir hilk at harikası olarak H azreti  dem 'in cesedini to praktan yarat-
m ış, kendisini ruh ile, ilim ile m üm taz kılm ış, ve ona eş olm ak için de Haz-
reti Hav vayı vücude getirm iştir.
Bütün m elekler, Allah Tealânın em riyle H azreti  dem 'e secde e tti-
ler, yalnız m eleklerin arasında yaşayan ve esasen cin taifesinden bulunan
iblis = şey tan,kendisinin ateşten yaratılm ış ve binaenaleyh Adem den yük-
sek bulunm uş olduğunu iddia ederek bu secdeden kaçınm akla m elekler
arasından kovulm uş, kibrinin cezasına kavuşm uştur.
9 — Allah Tealâ, hususî bir lü tu f olarak H azreti Âdem ile Havvayı
Cennete koym uş, C ennette bulunan bir ağacın meyvesini yem ekten kendi-
lerini lihikm etin m en'etm işti. H albuki şey tan , bir yolunu bularak Cennete
girmiş, bunlara vesvese verm iş, bu m eyveden yerseniz. C ennette ebedî
olarak kalırsınız, diye yalan yere yem in etm ekle Hazreti Âdem ile Havva,
bu m em nuiyeti u n u tarak o m eyveden yem işler, bunun üzerine C ennetten
çıkarılarak tekrar yer yüzüne indirilm işlerdir. Rivayete göre Adem Aley-
hisselâm Serendip adasına, H azreti Havva da Cidde'ye indirilm iş, bilâhare
M ekkei M ükerreme civarında "M üzdelife” denilen yerde buluşm uşlardır.
H azreti Âdem ile Havva, derhal peşim an olup tevbe ve istigfar'da
bulunm akla Hak Tealâ tevbelerini kabul etm iş, Hazreti  dem i kendi evîâd
İLMİHALİ 477

ve ahfadına Peygam ber ta'yi11 ederek kendisine (10) sa h ife lik 'b ir kitap
ihsan b u y u rm u ştu r.
10— Rivayete nazaran Adem Aleyhisselâm , bin sene veya dokuzyüz
otuz Sene yaşam ış, vefat edince Serendip adasında veya M ekkei Mükerre-
m e'de "E bukubeys" dağında defnedilm iştir. N uh Aleyhisselâm tarafm dan
gemiye alınm ış olan n a'şi m übareklerinin bilâhare Beyti Makdisde defne-
dilm iş olduğu da mervidir.
H azreti A dem den bir sene sonra da H azreti Havva vefat edip C idde'de
veya Hazreti Âdemin yanında defnedilm iştir.
11 — M alûm olduğu üzere Allah Tealâ Hazretleri, k u d ret ve h ik m et
sahibidir, dilediğini dilediği veçhile yaratabilir. Binaenaleyh Adem Aley-
hisselâm ı da insanların ilk babası olm ak üzere m ükem mel b ir halde y a ra t-
m ıştır, yoksa başka bir m ahlûktan tekâm ül suretiyle vücüde getirmiş
değildir. Bunun h ilâfına d a n sözler, birer kuru nazariyeden ibarettir,
insanların • kadrini, şanını ihlâl e ttiğ i ve dinî bilgilere m u halif bulunduğu
için bizce hiç bir kıym eti y o ktu r.
12— Âdem Aleyhisselâm dan sonra Peygam berlik, tarafı İlâhîden Haz-
reti Ş i f e verilm iştir. Ş it Aleyhisselâm , H azreti Adem in en güzel ve en
sevgili oğludur. Rivayete nazaran H azreti Âdem in yaradılışından yüz yirm i
sene sonra doğm uş (912) sene yaşam ış, vefat edince E bukubesy dağında
H azreti  dem in yanına defnedilm iştir.
H azreti Ş it'e Peygam berliği ve tehiil ye teşbihi m uhtevi olmak üzere
(50) sahifelik bir kitap verilmiş ve H azreti  dem 'in vasiyeti üzerine kardeş-
lerinin reisi bulunm uştur. K âbei M uazzam ayı b îr rivayete göre H azreti
Adem , diğer bir rivayete göre de Hazreti Ş it, ilk d e f a olarak ta şta n bina
etm iştir.
Ş if in m a'nası " H ibetullah"dır. Hazreti  dem 'e şehit edilen Habil adın-
daki oğluna bedel olarak tarafı İlâhiden hibe ve ıhsan buyurulm uş dem ek-
tir. Bu zata (Şis) de denilm ektedir.

(2) (Idris Aleyhisselâm ):


13 — H azreti Idris, büyük bir Peygam berdir. H azreti Ş if te n sonra
Peygam berliğe nail olm uştur. Bir ç o k ilimlere, hikm etlere, göklerin es-
rarına vakıf idi. Bir rivayete göre ilk yazı yazan ve ilk elbise giyen H azreti
Idristir. Y er yüzünde üç yüz altm ış sene yaşadığı m ervidir. N ihayet Hak
Tealâ tarafından yüksek bir m akam a kaldırılm ıştır.

(3) (N uh Aleyhisselâm ):
14— H azreti  dem den sonra insanlar çoğalm ış, bir ç o k yerleri im ar e t-
m iş, fakat hakikî dini Allah Tealânm birliği ve m a'b u d iy eti hakkındaki
fcvhii akidesini bırakm ış, p u tlara tapınm aya başlam ışlardı. Kendilerine
478 BÜYÜK İSLAM

kırk veya elli yaşında bulunan N uh Aleyhisselâm, Peygam ber gönderildi.


Bu m uhterem zatın dokuzyüz elli sene süren öğütlerini dinlemediler. Niha-
y e t H azreti N uh, Allah Tealâm n emrile bir gemi yapm ağa çalıştı, bu gemi
yapılıp bitince gökten yağm urlar yağm ağa yerlerden sular fışkırm ağa,
denizler kaynayıp taşm ağa başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı, dağ-
ların tepelerini bile aştı. Buna "tu fan hâdisesi" denir ki, rivayete göre Haz-
reti Âdem in yaradılışından (2242) sene sonra vukubulm uş, beş veya yedi
ay devam etm iştir.
15 — N uh Aleyhisselâm , Sâm , H âm Yafes adındaki üç oğlu ile sair
m üminleri ve münasip gördüğü hayvanlardan birer ç ift gemiye almış, bunun
dışında kalanlar, suların içinde boğulup gitm işlerdir. H azreti N u h 'u n Yam
veya Ken'an adındaki oğlu da kendisine inanm ayıp bu günahkâr kavim
arasında m ahvolup gitm iştir.
Bilâhara yağm urlar kesilmiş, sular çekilm eğe başlam ış, H azreti Nu-
hun gemisi de Musul civarında "C udi" denilen dağın üzerine M uharremin
onuna rastlıyan "A şû râ" gününde oturm uş, rivayete göre kırkı erkek,
kırkı da dişi olm ak üzere seksen kişiden ibaret bulunan gemi halkı karaya
çıkm ış, Allah Tealâm n dinine sarıldıkları için selâm ete erm işlerdir.
16 — H azreti N uha ikinci Adem denir. Çünkü y er yüzündeki insanlar
tufandan sonra bütün onun neslinden türeyip yer yüzüne dağılm ış, arala-
lan n d a başka başka diller m eydana gelmiştir.
Rivayete nazaran H azreti N uhun oğlu bulunan Sâm , Arapların,
Farslann, Rum ların, H âm da Südan kavminin, Yafes de Türklerin ilk baba-
sıdır.
H azreti Nuh, tufandan sonra altm ış sene veya üçyüz elli sene kadar
daha yaşam ış tır.
17 — N uh Aleyhisselâm m vesair bazı kimselerin uzun bir m üddet
yaşam ış oldukları ç o k görülemez. H ak Tealâ H azretleri ilk insanları li-
hikm etin ç o k y aşatm ıştır. Allah Tealâm n kudretine göre güçlük yoktur.
Z aten hayatım ızın her lâhzası onun kudretiyle kaim dir. Yoksa bir dakika
bile yaşam ak kabil değildir. Binaenaleyh Hak Tealâ dilediği kulunu uzun
bir öm re nail edebilir. A rtık bu seneleri aylar ile veya m evsimler ile te'vile
lüzum yoktur.
Tufan hâdisesine gelince bu, cum hura göre um um îdir, bütün yer
yüzüne şam ildir, en yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlan
m üstehaseleri de bunu te 'y it ediyor. Bazı zevata göre de hususîdir, yalnız
H azreti N uhun bulunduğu Babil iklimine ve civarına aitir. H akikatini Allah
Tealâ bilir.

(4) (Hud A leyhisselâm ):


18 — H azreti Hud, Y em en'de "H azrem ut" civarında " A h k a f denilen
m ahalde yaşayan "A d " kavmine peygam ber gönderilm iştir. Ş ö y le ki:
İLMİHALİ 479
İnsanlar, tufan beliyyesinden sonra yine azıtm ışlar, yollarım sapıtm ışlar,
Hak Tealânm dinine aykın hareketlere cür'et gösterm işlerdi. Bunlardan
bir kısmı da A d kavmi idi. Bunlar, bir çok nim etlere, kuvvetlere nâil olmuş,
m uhteşem binalar yapm ış, fakat Allah Tealânm birliğini inkâr ederek p u t-
lara topm m akta bulunm uşlardı. Kendilerine H ud Aleyhisselâm gönderildi.
Bu m uhterem Peygamber, bir çok m ucizeler gösterdi. F a k a t inanm adılar,
nihayet yedi gece, sekiz gün devam eden şiddetli bir rüzgâr ile h elâk oldu-
lar. Hazreti H ud da kendisine iman edenler ile beraber başka bir tarafa
çıkıp gitti. Yüz elli sene yaşadığı ve Mekkei M ükerrem e'de veya Hazre-
m u t'd a m e d fu n olduğu rivayet olunm uştur.

(5) (Salili Aleyhisselâm ):


19 — Hazreti Salih, Şam ile Hicaz arasında "H icr" denilen m ahalde
yaşayan "Sem ud" kavmine Peygam ber gönderilm iştir. Bu kavim de dağlan
delm iş, taşlan oym uş, kendilerine pek sağlam binalar yapm ışlardı. Fakat,
bunlar da doğru yoldan çıkm ış bulunuyorlardı. H azreti Salihin yirm i sene
devam eden emirlerine, nasihatlerine m uhalefet ettiler "Kendisine sakın
dokunm ayınız" diye tenbih ettiğ i harikulâde bir deveyi boğazladılar.
N ihayet dehşetli b ir sayha ile yerlere serilip h elâk oldular. Salih Aleyhis-
selâm da kendisine iman edenler ile beraber çıkıp evvelâ Şam a, Filistine.
sonra da M ekkei M ükerremeye gitti. Seksen beş sene veya iki yüz sene
yaşadığı ve M ekkei M ükerrem e'de Rükn ile Makam arasında m edfun b u -
lunduğu mervîdir.

(6) (İbrahim Aleyhisselâm ):


20 — H azreti İbrahim, ulül’azm = azm sahipleri denilen büyük Pey-
gam beılerden biridir. Bunlar, bizim Peygamberimizle H azreti N u h 'tan ve
H azreti İbrahim ile Hazreti Musa ve H azreti İsadan ibarettir.
N uh Aleylıisselâm ın çocukları yeryüzüne dağıldıklan zaman H âm 'ın
neslinden "N üm rud" adında birisi bir ço k kabileleri başına toplayarak
Babilde, şim diki Musul şehrinin bulunduğu yerlerde Babil hüküm etini
k urm uştu. Bâbil ülkesine "G eldanistan" denildiği gibi hüküm darlarına da
"N üm rud" denilir.
Babil ahalisi arasında "Şaibe" denilen batıl bir din türem işti. Bunlar,
güneşe, aya, yıldızlara, putlara, hüküm darlanna tapm akta idiler. Allah
Tealâ Hazretleri, N üm rud İbni K en’an zam anında Babil ahalisine İbrahim
Aleyhisselâm ı Peygam ber gönderdi ve ona on sahifelik bir kitap verdi.
21 — H azreti İbrahim , Babil ahalisine hak ve hakikati bildirm eye
çalıştı kendilerine Hak dinine davet etti, doğan, ölen, sönüp giden şeylerin
tapıİm aya lây ık olmadığını kendilerine söyledi. F a k a t bunlar aldırmadılar,
480 BÜYÜK İSLAM

bir y o rtu günü halk, şehir haricine çıkm ışlardı. İbrahim Alehisselâm,
şehirde kaldı, puthaneye giderek bir takım putları kırdı, elindeki baltayı da
büyük bir p u tun b oynuna asdı. Halk, şehre dönüp bu hali görünce bunu
H azreti İbrahim in yaptığına hükm ettiler. Hazreti İbrahim de: "E ğ er söyle-
yebilirse sorunuz, bakalım , belki bunu bu büyük p u t y a p m ıştır" dedi,"
hiç cansız bir p u t böyle bir şey yapabilir m i?" dediler. H azreti İbrahim de:
"M adem ki bunlar cansız, ellerinden birşey gelmez şeylerdir, artık ne için
bunlara tapıyorsunuz?" dedi. İbrahim Aleyhisselâm , bu cahil kavme ne
kadar gaflet ve dalalet içinde kalm tş olduklannı bu suretle de anlatm ak
istem işti. Bunun üzerine hepsi de biraz sustular, cehaletlerini sezer gibi ol-
dular. H ayfa ki cahilâne gururlan tekrar baş gösterdi. Sapıkhklannda
ısrar ettiler, H azreti İbrahim i yaktıkları büyük b ir ateş içine attılar. F a k a t
ateş, Allah Tealâm n em riyle bir gülüstan kesildi, o m übarek zatı yakm adı.
Bu bir m ü'cize idi. Bunu görenlerden bazdan im an ettiler, Hazreti İbrahim
de bu m ü'm inleri ve kendi ehli beytini alarak Ş am diyarına hicret etti.
Bir aralık kıtlık zuhur etm ekle Mısıra gitti, sonra da dönüp Ken'an ilinde,
ya'ni: Kudsi şerif havalisinde ik âm e t buyurdu.
2 2 - İbrahim Aleyhisselâm , rivayete nazaran Âdem Aley hissel âmin
yaradılışından üçbin üçyüz otuz yedi sene sonra Babilde doğm uş ve yüz
yetm iş beş veya ikiyüz sene yaşam ıştır. Kudsi şerife tâ b i "H alilurrehm an"
kasabasından bir m ağara içinde refikası Sâre ile beraber m edfundur.
Hazreti İbrahime "H alilullah" denir ve kendisine bütün m illetler hür-
m et eder. Son derece müsafirperver idi. M inberde h u tb e okum ak, misvak
kullanm ak, sünnet olmak, tırnak kesmek H azreti İbrahim in sünnetleri
cümlesindendir. K âbei M uazzamayı oğlu İsmail Aleyhisselâm ile beraber
bidayetten veya iade ten bina kılm ıştır.

(7) (L ût Aleyhisselâm ):
23 — H azreti Lût, İbrahim Aleyhisselâm ın kardeşi Haranın oğludur.
Onunla beraber Şam a hicret etm işti, sonra F ilistin'de "S edum " nahiyesine
Peygamber gönderildi. Bu nahiyenin ahalisi, dinden çıkm ış, o zam ana kadar
hiç bir kavmin yapm adığı fenalıklara cüret gösterm işlerdi. Hazreti L û t'u n
öğütlerini dinlem ediler, nihayet başlarına taşlar yağdı, yurtları gönderilen
m elekler vasıtasiyle alt üst edildi, L û t Aleyhisselâm da ibrahim in yanına
çıkıp gitti. Halilürrahman kasabasında m edfundur.

(8) (İsmail Aleyhisselâm ):


24 — H azreti İsmail, İbrahim Aleyhisselâm ın oğludur.. "H acer"
adındaki zevcesinden dünyaya gelm iştir. Bu m uhterem Hacer, bir cariye idi,
bunu Mısır hüküm darı, İbrahim Aleyhisselâm ın refikası "S âre"y e bağış-
İLMİHALİ 48 i

lam ıştı. Sâre de bunu m übarek kocası H azreti İbrahim e verm işti. Sahih
görülen bir rivayete göre Hacer, S âre'den evvel vefat etm iştir.
25 — îbrallim Aleyhisselâm , H ak Tealânm emriyle Haceri ve oğlu
İsmaili alıp Hicazda Kâbei M ükerremenin bulunduğu mahalle kadar götür-
dü, orada bıraktı. Y em enden gelm ekte bulunan "Cürhüm " kabileleri de
bunlara refakat eyledi.* O zam ana kadar ıssız ve susuz bulunan M ekkei
M ükerreme vadisini bunlar i ’m ar ettiler, h a ttâ bunların ayaklan berekâ-
tiyle "Z em zem " denilen su m eydana çıktı, artık oralar şenlenm iş ti.
26 — H azreti İbrahim , bir aralık bir rüya gördü. Bu Allah Tealânm bir
vahyi idi. Oğlu İsmaili kurban etm esi em rolunm uştu. Bunun üzerine henüz
on iki yaşında bulunan H azreti İsmaili M ekkei M ükerremede "sebiyr"
dağının eteğinde tenha bir mevkie götürdü, onu m a'bud una kurban etm ek
istiyordu. Bu sevgili yavru da:" Babacağım!. E m rolunduğun şeyi yap,
inşallah beni sabredenlerden bulursun" diyordu. Bu Allah yolunda olan
fedakârlığın en yüksek bir nişanesi idi. F a k a t Allah Tealâ, lü tfe tti, baba ile
oğlun şu fedakârlığına m ük âfat,o larak H azreti İsmaile bedel bir koç ihsan
buyurdu da bu lâtif, m a'sum çocuk kurban olm aktan kurtuldu.

27— İsmail Aleyhisselâm, bübüyüp Cürhümflerden kız aldı ve on iki


çocuğu doğdu. İbrahim Aleyhisselâm arası ra gelir, oğlunu görürdü. Sonra
H azreti İsmailin oğulları ve toru nlan çağalıp etrafa hakim olm uşlardır.
Hazreti İsmail, İbrahim Aleyhisselâm m şeriatiyle âm el etm ek üzere
Yem en kabilelerine ve "A m alika" denilen eski bir kavme Peygam ber gön-
derilm işti. H azreti İbrahim den kırk sene sonra yüz otuz yedi yaşında irti-
hal e ttiğ i ve anası H âcerin "H icr" deki kabri civannda m edfun bulunduğu
mervidir.

(9) (İshak Aleyhisselâm ):


28 — H azreti İshak, İbrahim Aleyhisselâm m ikinci oğludur. Sârenin
çocuğu olm uyordu. H azreti İsmail doğduğu zam an m ahzun olm uştu.
H ak Tealâ H azretleri lü tfe tti, Sâre de ihtiyarlığı zam anında H azreti İshakı
doğurdu. İshak Aleyhisselâm , daha H azreti İbrahim h a y a tta iken Şam
ahalisine tarafı İlâhîden Peygamber gönderildi. İbrahim Aleyhisselâm m
irtihalinden sonra da yerine geçti, neslinden bir çok Peygamberler gelmiş-
tir.
29 — Bazı rivayetlere göre İbrahim Aleyhisselâm , H azreti İsmaili
değil, H azreti İshaki kurban etm ekle m em ur olunm uştu.

İshak Alelıisselâm, rivayete nazaran yüz altm ış yaşında iken vefat e t-


miş. H azreti İbrahim in y attığ ı m ağarada m edfun bulunm uştur. Validesi
Sâre de yüz yirm i yedi yaşında olarak Ş am da vefat etm iştir.
F: 3 1
482 BÜYÜK İSLAM

(10) (Y a'kub Aleyhisselâm ):


30 — H azreti Y a'kub, İshak Aleyhisselâm ın oğludur. Lâkabı "İsrail"
olduğundan oğullarına, torunlarına "Beni İsrail" denilm iştir. Hazreti
İshaktan sonra yerine Peygamber olarak Ken'an ilinde kalm ıştı. Bilâhara
Mısıra teşrif etm iş, orada vefat etm ekle vasiyetine m ebni m uhterem dedesi
H azreti İbrahim in m edfun bulunduğu Halilürrahman kasabasındaki m ağa-
raya nakledilm iştir.

(11) (Yusüf Aleyhisselâm ):


31 — H azreti Yusuf, Y a'kub Aleyhisselâm ın oğludur.Hazre ti Y a'ku-
b u n on iki oğlu vardı, fak at hepsinden ziyade H azreti Yusufu sevrr-Ji. Onda
başka bir güzellik, başka bir zekâ ve istidat tecelli etm işti. Daha on iki
yaşında iken bir gece rüyasında on bir yıldız ile güneşin ve aym kendisine
secde ettiklerini görmüştü. Bu rüyasını H azreti Y a’kuba söyledi, o da
hasetlerini celbetm esin diye "çocuğum ! bu rüyayı kardeşlerine söylem e"
diye tenbih etti.
H azreti Yusüfün kardeşleri, babalarının Yusüf hakkındaki m uhabbet-
lerini kıskanıyorlardı. N ihayet bir gün onu tenezzüh bahanesiyle kıra gö-
türüp k ö r ku y u y a attılar, sonra da onu ku y u d an çıkaran bir kafileye "kö-
lem izdir" diye satülar, babalarına da: "Yusüfü k u rt yedi" diye yalan söy-
lediler.
Kafile henüz on yedi yaşında bulunan H azreti Yusüfü alıp Mısıra
götürdü, orada Azizi Mısra, yani: M ısınn maliye nazın yerinde bulunan
K ıtfir'e sattı.
32 — Yusüf Aleyhisselâm , pek güzel idi, yüzünden gözünden nurlar
akardı, kendisine evvelâ ilm-ü hikm et, sonra da nübüvve t verilmiş tir. Aziz'in
zevcesi Zeliha'nın bir temayülünü kemali iffet ve nezahatinden dolayı
reddetti, bunun üzirine iftiraya uğrayarak yedi sene zindanda kaldı, bilâ-
hare m a'sum iyeti anlaşılarak zindandan çıkarıldı, Mısıra maliye nazın oldu,
iffet ve ism etinin m ükâfatına erdi.
33 — Hazreti Yusüf, zindanda iken Am alika kavm inden olan R eyyan
İbnil'veiid adındaki F ir'avunun yani: Mısır hüküm darının aşçısiyle şerb et-
çisi de zindana atılm ışlardı, bunlar gördükleri b ir rüyayı H azreti Yusüfe
anlatarak tabir etm esini dilediler. H azreti Yusüf de bunlara evvelâ biraz
nasihat verdi, sonra da rüyalarının neye delâlet ettiğ in i anlattı. Bunlar bir
m üddet sonra Hazreti Yusüfün tabiri veçhile zindandan çıkarıldı, biri
Firavuna yine şe rb e tçi oldu, diğeri de asıldı. H azreti Yusüf bir m üddet daha
zindanda kaldı. N ihayet Mısır hüküm dan da bir rüya gördü, bunu kimse
tabir edem edi, şerbetçin in İhtan üzerine H azreti Yusüfe m üracaat edildi.
Bu riiyaya nazaran yer yüzünde yedi sene bolluk, m üteakiben yedi senede
kıtlık olacak, sonra bir sene de halk pek ziyade varlık görecekti. Hazreti
İLMİHALİ 483

Yusüfii zindandan çıkardılar, Azizi Mısır vefat etm işti. Hazreti Yüsüfîi
Mısıra maliye nazırı tayin ettiler, Zeliha'yı d a nikâh ile Hazreti Yusüfe
verdiler. Rivayete nazaran bu hüküm dar, H azreti Yusüfe im an etm iştir.
34 — Y usuf Alehisselâm in emrile bolluk senelerindeki fazla ekinler,
başaklariyle beraber anbarlarda biriktirildi, sonra kıtlık seneleri başladı.
A rtık halk bu anbarlara k o şu p duruyordu.
H azreti Yusüf, bu esnada birkaç günler aç kalırdı, "elinin altında bu
kadar hazineler bulunduğu halde neden aç kalıyorsun?" diyenlere: "A ç
kalanların hallerinden gafil bulunm am ak için " derdi. Yusüf Aleyhisselâm m
kardeşleri de zahire alm ak için bir iki d e f'a K en'an ilinden Mısıra çıkıp
geldiler. N ihayet H azreti Yusüf kendisini kardeşlerine tanıttı ve "Allah
Tealâ Erham ürrahîm îndir, sizi afveder, bana yapm ış olduğunuz şeyden
dolayı siz bujim m uaheze olünm ıyacaksım zdır” diyerek haklarında pek
büyüklük gösterdi ve m uhterem babası Y a'kub Aleyhisselâm ile validesini
ve bütün kafdeşlerini M ısır'a dâvet etti.
35 — Y a'kub Aleyhisselâm m artık sevgili Yusüf'üne kavuşacağı zaman
gelmişti. Refikasıyle, oğullanyle beraber M ısır'a teşrif ettiler. Hazreti
Y u sü fu n sarayında hepsi birden secdei şükrana kapandılar. Yusüf Aley-
hisselâm m evvelce görmüş olduğu rüya, bu veçhile çıkm ış oldu. Bu tarih-
ten itibaren Beni İsrail, M ısır'da yerleşip kaldılar.
Rivayete nazaran H azreti Y a'kub, M ısır'da on yedi sene kadar k alm ış-
tır. Hazreti Yusüf de m uazzez b basından sonra elli d ö rt sene kadar daha
yaşayıp yüz on yaşında irtihal b u y u rm u ştu r. Bilâhare H azreti Musa, Mısır'
dan çıkarken H azreti Yusüf'ün m en n er ta b u t içinde bulunan mübarek
n a'şin i de beraber çıkarm ıştır. Kabri H azreti İbrahim iıı m edfun bulunduğu
m ağaradadır.

(12) (Eyyûb Aleyhisselâm ):


36 — H azreti E yyûp, İshak A leyhisselâm 'ın "Iy s" adındaki oğlunun
neslinden H azreti Yusüf'e m uasır büyük bir Peygam berdir. Bir ç o k ço cu k -
ları ve Ş am havalisinde bir ç o k malları vardı. Hak Tealâ tarafından bir
im tihan olmak üzere bütün m allan elinden çıktı, ço cu k lan öldü, kendisi de
ağırca bir hastalığa tutuldu, refikası "R ah m e" veya "L iyya" hizm etine
bakıyordu. Rivayete nazaran Rahm e, Y akub Aleyhisselâm m kızıdır, Liyya
da Yusüf Aleyhisselâm m oğlu A frayim 'in kızıdır.
E yy û b Aleyhisselâm , bütün m usibetlere sabretti. N ihayet Allah
Tealâ kendisine şifa verdi ve yeniden bir ç o k mallar, çocuklar ihsan b u y u r-
du.
37 — H azreti E y y û b 'u n doksan üç yaşında vefat e ttiğ i ve kendisinden
sonra "B işr"ad ın d ak i oğlunun da Ş am da Peygamber olduğu mervidir. Bu
zata "Zülkifl" denilm iştir.
484 BÜYÜK İSLAM

Eyyûb A leyhisselâm 'm hastalığı, halkın kendisinden nefretine teveh-


h u şuna sebep olacak derecede değildi. Ba'zı tarihçilerin bu husustaki sözleri
hakikate m uhaliftir. Peygamberanı Zişan, nâsm kendilerinden kaçınm aları-
na sebebiyet verecek ârızalardan m asundurlar. Haiz oldukları ııübevvet
vazifesi, bunu müstelzimdir.

(13) (Ş u ay b Aleylıisselâm):
3 8 - H azreti Şuayib, İbrahim Ayehisselâm ın torunlarından veya
onunla beraber Şam diyarına hicret etmi'ş olan bir kabiledendir. Büyük
validesi, L û t Aleyhisselâm ın kızıdır. Kendisi "M edyen" ve "E y k e " şeh ir-
lerinin putperest ahalisine Peygamber gönderilm işti. Bunlara pek güzel,
pek te'sirli m ev'izeler de bulundu. F ak at dinsiz, ahlâksız, hırsız bulunan b u
ahali, o m ev'izeleri dinlemediler, kötü gidişlerini terk etm ediler. N ihayet
Eyke Halkı yedigün devanı eden pek şiddetli bir sıcağı m üteakip üzerlerine
bir b u lu t'ta n yağan ateş yağm urlarıyle helâk oldu. M edyen halkı da bir
azab sayhasiyle, bir yer sarsıntısı ile yerlere serilerek bitip gitti.
Şuayib Aleyhisselâm (A rapça konuşurdu, pek fasih, beliğ idi, pek
müessir, h ik m et karin nutuklar verirdi. Bu cihetle Peygamber Efendim iz,
ona "K atibülenbiya" ünvanını venniştir.
Hazreti Ş u ay ib 'in Mekkei M ükerremeye h icret ettiği ve üçyüz yaşında
vefat edip Rükn ile Mekanı arasında defnedildiği rivayet olunm uştur.

(14) (Musa Aleyhisselâm ):


39 — Hazreti Musa, Beni İsrail'den "İm ran " adındaki bir zatın oğlu-
dur. Mısırda d o ğ m uştu r. İsrail oğulları, Mısırda artarak on iki kabileye ay-
rılm ıştı. Bunlara "Benî İsrail E sbatı" denirdi. Bunların böyle artm aları
Mısınn eski ahalisi olan Kıptilerin h o şu n a gitm iyordu. Bunlara zahm et
veriyorlar, dedelerinin yurdu olan Ken'an iline çıkıp gitm elerine de m ani
oluyorlardı.

Bir gün Mısır K âhinlerinden biri, "Beni İsrailden gelecek bir çocuk
Mısır devletinin batm asına sebep olacak" diye Firavuna ya'ni: Kabûs İbni
M us'ab adındaki Mısır hüküm darına haber verm iş, Fir'avun da Benî İsra-
ilin yeni doğan çocuklarını öldürm eye başlam ıştı. İşte bu sırada Hazreti
Musa, doğdu, validesi onu cellât eline verm ekten ise bir sandık içine k o y a-
rak Nil ırm ağına atm ayı muvafık gördü. Nilin sahiline attığ ı b u sandığı
Fir'avunun zevcesi Asiye elde edip a çtı, içinden mücessem bir güzellik,
bir letafet nuru halinde çıkan m a'sum çocuğu pek sevip kendisine evlât
edindi. Hazreti Musanın validesi de bir yolunu bularak kendisine bu giizîde
yavrusuna süt anne tayin ettirdi.
İLMİHALİ 485
4 0 - Hazreti Musa, kendi düşm anı hayatının sarayında besleniyordu.
Bu pek garip, ibret alınacak İlâhî bir cilve idi.
H azreti Musa, büyüdü, birgün sokakta Benî İsrailden biriyle kavga eden
bir Kıbtîye bir to k at attı. Kıp tinin son günleri imiş, kazara canı çıktı.Haz-
reti Musa y aptığına pişm an oldu. Fir'avundan korkarak M edyen şehrine çı-
kıp gitti. O rada Şuayib Ayelhisselâm ın kızı "Safura" ile evlendi, bir m üddet
sonra Mısıra dönüp gitm ek üzere refikasiyle beraber yola çık tı, giderken
Tur dağına uğradı, orada Allah Tealâm n tecellisine m azhar oldu, kendisine
Peygamberlik verildi. Büyük kardeşi H arun Ayeyhisselâm ile beraber F ir'
avunu dine da'vete m em ur oldular.
41 — Hazreti M usa'mn eli ay gibi parladı, elindeki asa da dilediği
vakit büyük bir ejderha kesilirdi. Bunlar birer mücize idi. O zam an Mısır
taraflarında sihr = büyücülük pçk ilerlem işti. Fir'avun, bu mücizeleri sihr
sandı, sahirleri topladı, H azreti M usaya m eydan okudular. F a k a t H azreti
M usa'nın asa m u'cizesini görünce Sahirîerin hepsi de iman ettiler, bunun
bir sihir olmadığım derhal anladılar. Çünkü bu a'şa, bir ejder kesilerek
büyücülerin m eydanda birer yılan, çıyan gibi gösterdikleri ipleri, değnek-
leri y u ttu , silip süpürdü. E ğer H azreti M usanın gösterdiği şey, bir göz bağ
cılık olsa idi böyle im ha harikası vücude gelemezdi.
42 — Sıkılmadan rubu biyyet iddiasında bulunan Fir'avun ile Mısır Ka-
dim ahalisi olan Kıbtîler, H azreti M usanın bu m u'cizelerini gördükleri halde
ne yazık ki yine iman etm ediler. N ihayet Musa Aleyhisselâm , bir gece Beni
Israili alıp Mısırdan çıktı, Süveyş denizi bir m u'cize olarak yarıldı, on iki y o -
la aynldı. Beni İsrail'in on iki kabilesi bu yollardan k arşı yakaya geçtiler,
bunları ta'kip eden F ir'avun ile ordusu ise suların tekrar kapanm ası üzerine
boğulup gittiler. Yalnız Firavun'un cesedi suların çarpm asile sahile atılmış
idi. Kendi fani varlığına güvenerek yaradanım unutan, Tanrılık da'vasıııda
bulunm aktan utanm ayan gafil, m uğfîl bir şahsiyetin şu elim akibeti büyük
bir ib ret levhası teşkil ediyordu.

43 — Musa Aleyhisselâm , Fir'avundan kurtulm uş, Beni İsrail ile


beraber denizi selâm etle geçerek Tiyh sahrasına gelmişti. O nlan burada
bırakarak "T urisina" denilen Tur dağına gitti, orada kırk gün kadar H ak
Tealâya ibadette, m ünacatta bulundu, m ekândan ve zam andan münezzeh
olan Allah Tealâ ile tekellüm şerefine nail oldu, kendisine Tevrat kitabı
verildi.
44 — H azreti Musa, Turisina'dan Tiyh sahrasına dönünce kavminin bir
kısmını Samirî nam ında birinin altundan yapm ış olduğu bir buzağıya tapar
bir halde bulm uş, bundan pek m üteessir olm uş idi. Bunlar, H arun Aley-
hisselâm m nasihatlannı dinlem iyerek böyle bir cehalette bulunm uşlardı,
tevbe edüp yaptıklarına pişm an oldular.
45 — Musa Aleyhisselâm , K en'an topraklarını, Arzı m ukaddesi almak
486 BÜYÜK İSLAM

için Amalika ile harp etm ek istiyordu. Beni İsrail ise savaştan kaçındılar,
o m übarek Peygam berin bedduasına uğrayarak kırk sene Tiyh sahrasında
kaldılar, aradan bir hayli zaman geçti, Beni İsrail arasında çölde büyümüş
yiğitler y etişti. H azreti Musa, bunları alıp L ût denizinin Cenup taraflarına
götürdü, daha ileriye giderek A m alika’dan "Avc ibni U nk" adındaki hüküm-
dar ile harp e tti, Ş eria nehrinm Ş ark taraflarındaki beldeleri elde etti.
4 6 — Hazreti Musa, bir aralık gidip İbrahim Aleyhisselâm ın zam anın-
dan beri ber h ay at olan veya Hazreti İbrahim ile beraber hicret eden zatların
zürriyetinden bulunan Hızır Aleyhisselâm ile görüşmüş, onun m azhar
olduğu ledunnf ilm ine şah it bulunm uştur.
Hazır Aleyhisselâm ın bir Peygamber olduğuna ve kıy am ete kadar
berhayat bulunacağına kail olanlar vardır. Zülkarney ile beraber seyalıatta
bulunm uş, h ay at m enbaına varıp abıhayattan içm ekle böyle uzun bir ömre
nail olmuş olduğu m enkuldur, bir kısım zatlara göre de vaktiyle vefat
etm iştir. Z aten bu gibi eazım 'ın hayatı ile m em atı müsavidir, onlar ebedî1ve
ulvî bir hayata m azhardırlar.

4 7 — Musa Aleyhisselâm , rivayete nazaran K en'an h u duduna yakın bir


m ahalde yüz yirm iyaşında olduğu halde vefat etm iştir ki Hazreti Adem
devrinin üç binse kizyüz altm ışsekizinci yılm a ve Mısırdan çıkm alarının
kırkıncı senesine m üsadiftir.
Hazreti M usa'ya "K elim ullah" denir. Pek büyük b ir Peygamberdir.
Dağınık bir halde yaşayan İsrail oğullarını bir araya toplam ış, onları esaret ■
ten kurtarm ış, hakim iyete naii etm iş d. H ayfa ki Beni İsrail, bilâhara vakit
vakit yoldan çıkm ış dinlerini gaibetm iş, tekrar esaretten esarete düşm üş-
lerdir.

(15) (H arun Aleyhisselâm ):


4 8 — Hazreti Harun, Musa Aleyhisselam m ana baba bir büyük kardeşi,
veziri ve Peygamberlik işlerinde ortağı idi. Pek güzel ve beyaz yüzlü fasih,
halim bir z a t idi. Hazreti Musa T ura gittiği zam an kendisi Beni İsraile
nezarette bulunm uş, buzağıya tapanlara: "Siz bu yüzden bir fitneye düşm üş
bulunuyorsunuz, sizin rabbiniz rahm an ve rahim olan Allah Tealâdan
başk a değildir, bana tâb i olunuz, benim em rim e itaat ediniz, Samirî gibi bir
m anafıkın sözüne bakm ayınız" diye müessir öğütler verm iş ise de kabul e t-
m edikleri cihetle kendisi bir tarafa çekilerek Hazreti Musanın avdetini
beklem iş, Beni İsrail'i tefrikaya, mücadeleye düşürm em ek için daha ilerisine
gidem em işti. Rivayete nazaran H azreti M usadan yedi ay veya üç sene evvel,
yüz yirm i üç yaşında olarak Tiyh sahrasında vefat etm iş, Turisina civarında
"M ürran" dağındaki bir m ağaraya defnedilm iş tir. Kabri m eşhurdur.
4 9 — H arun ve Musa A leyhisselâm dan sonra Hazreti M usa'nın halifesi
bulunan ve kendisine bilâhare Peygamberlik verilmiş olan Y ûşa' Aleyhis-
selâm , Beni İsraili alıp çölden çıkarm ış, K en'an ilini K en'anîlerden almış.
Şam diyarını fethetm iş ür.
İLMİHALİ 487

Y ûşa Aleyhisselâm , yirm i sekiz sene kadar Beni Israile hâkim olup yüz
on yaşında vefat etm iş, kendisinden sonra on altı kadar daha hâkim ler gelip
Beni İsraile riyasette bulunm uşlardır. Bunların sonuncusu "Işm u i!" Aleyhis-*
selâm dır.Bu zatların idareleri (493) sene kadar sürmüştür. Bu m üddete
"H âkim ler devri" denir .Sonra Beni İsrail, kendilerine "T a lû t" adındaki bir
zatı hüküm dar ta'yin etm işlerdir. Bu tarihten s o n ra d a İsrail oğullan arasın-
da "M elikler devri" başlam ıştı.

(16) (D avut Aleyhisselâm ):


50 - H azreti Davut, Y akub Aleyhisselâm m oğlu Y ehûda'nm neslin-
dendir. Işm uil Aleyhisselâmım irtihalinden sonra kendisine Peygam berlik
verilmiş, kain pederi T alu t'u ıı vefatından sonra d a İsrail oğullarına hüküm-
dar olm uştur.
Hazreti Davuda' verilen "Z e b u r" kitabı, hep m evizelerden, ilâh iy attan ,
m ünaeattan -ibaretti. Ş e r'i hüküm leri ihtiva etm iyordu, kendisi de Musa
Aleyhisselâm m şeriatiyle âm el etm iştir.
51 — Davut Aleyhisselâm , p ek güzel bir sedaya m alik idi, Zeburu oku-
d u k ç a işidenler pek ruhani zevkler için d e kalırdı, bir m ü'cize olm ak üzere
m übarek elleriyle demirleri m um gibi yum uşatır, bunlardan zırh yapar,
kendi elinin emeğiyle yiyeceğini te'm ine çalışır, devlet hâzinesinden para
alm ak istem ezdi. N âsa daim a öğütler verir, adaletle hükm e çalışır dururdu.
Kudsi ş e rifi fethederek P ay itah t yapm ış, Um m an beldelerini, Halebi,
N usaybin'i, E rm enistan'ı zapd etm iş kırk sene hüküm ette bulunduktan
sonra yetm iş yaşında olarak irtihal buyurm uştur. v

(1*7) (Süleyman Aleyhisselâm ):


52 - H azreti Süleyman, Davud Aleyhisselâ,- m oğludur. Onun irti-
halinden sonra on üç y aşm d a olarak yerine geçnû^, sonra kendisine Pey-
gamberlik de verilm iştir. Bu cihetle m uhterem babası gibi nübüvvetle hükü-
m eti cem 'etm iştir.
H azreti Süleym an'a Ş a rk ve G arpteki hüküm darlar, ita a t göstererek
kıym etli hediyeler göndeım iş, Yem en Melikesi Belkis dahi kendisiyle görüş-
m eğe gelm iştir. Kızıl denizde hazırlattığı donanm ayı m u h it denizi sahil-
lerine gönderm işti. "T etm ü r", B â'leb ek " şehirlerini ve yedi senede Mes-
cidilaksa'yı y a p tin p ikm al etm iştir.

53 — Süleyman Aleyhisselâm , bir m u'cize olm ak üzere k u şlan n dil-


lerini, m aksatlannı anlardı. Hükmü ins ve cinne, h a ttâ rüzgârlara geçerdi.
A hlâka, hikem iyyata dair yazılan vardır. Kırk sene pek ihtişam lı bir hüküm
sürdükten sonra elli üç veya altm ış y aşm da irtihal etm iştir.
488 BÜYÜK İSLAM

H azreti Süleymandah sonra İsrail oğulları, iki devlete aynldı. Biri "Ye-
h û d a" devletidir ki, p ay tah tı Kudsi şerif idi, ve bu devlet, nas nazarında
daha m u 'teb er bulunuyordu. Diğeri de "İsrail" devletidir ki, idare m erkezi
Nablus, ba'dehu "Sam ire" şehri olm uştur.
Bu devletler, m uahheren d oğru yoldan çıktılar. İsrail devleti Asûri-
ler tarafından malıvedildi. Yalıûoa devleti de "B uhti Nassar"m hücum una
uğradı. Bir ç o k Yahûdiler Babil esaretine düştü, daha sonraları İsrail oğul-
lan, İranhlann, Y unanlılann ve Rom alıların hakim iyetleri altına düşerek
kendi hakim iyetlerini elden çıkardılar?
54 — Buhti Nassar, Kudsi şerifi zap tettiğ i zaman Beyti Makdisi
yıkm ış, Tevrat nüshalarını yakm ış, Ü zeyr Aleyhisselâm ile Daniyel Aley-
hisselâm ı da sair Benî İsrail âlim leriyle beraber Babile götürm üştü. Bilâha-
ra İrandaki "K iyaniyan" Hükümeti Babili zap t ile Geldaniye hüküm etini
m ahvedince Benî İsrail, Babil esaretinden k u rtulup vatanlarına dönm üşler.
Beyti Makdisi yeniden yapm ışlar, H azreti Ü zeyr de Tevratı ezber okuyup
yeniden yazdırm ış, ço k tan beri u n u tulm u ş d a n Musa Aleyhisselâm ın
ş eri a ti yeniden m eydana çıkm ıştır.
55 — K ur'anı K erim ,Hazreti Ü zeyr'e dair m alûm at verm ektedir. F a-
k at Peygam ber olup olmadığım beyan buyurm am aktadır. İslâm âlim lerin-
den bir kısm ına göre H azreti Üzeyr, bir Peygam ber değildir, belki evliyadan
büyük bir zattır. V aktiyle Y ahudilerden bazılan Hazreti Üzeyre, Hâşâ
Allahın oğludur, diyerek şirke düşmüşlerdi.
56 — K ur'anı m übinde isimleri zikrolunan Zülkarneyn ile L okm an’ın
Peygam berliğinde de ih tilâf vardır. Z ülkam eyn'in adı bir rivayete göre
"M us'ab” dır. İbrahim Aleyhisselâm ın zam anında yaşam ış olduğu mervîdir.
Dünyanın şark ve garbına seyahat etm iş, ye'cüc ve m e'cüc denilen bir
kabileye karşı bir sed yapm ış, pek büyük m uvaffakiyetler gösterm iştir.
Her halde "îskenderi Y unanî''d en başka bir zattır. Tarihî hayatı bizce
tam am en m alum değildir.
Hazreti L okm ana gelince bu da rivayete nazaran Davut Aleyhisse-
lâm ın zam anında yaşam ış, H azreti Davuda m ülâki olmuş, salih ve hakim bir
zattır. Yunüs Aleyhisselâm ın zam anına kadar yaşam ış olduğu mervîdir.
Oğluna olan pek hakim âne öğütleri K ur'anı Kerimde m ezkûrdur.

(18) (Ilyas Aleyhisselâm ):


57 — H azreti tlyas, Beni İsraile gönderilm iş m übarek bir peygam ber-
dir. İsrail oğullan, Süleyman A leyhisselâm dan sonra ih tilâfa düşmüş, iç -
lerinden bazıları Ba'lebek hakim inin yaptırm ış olduğu "B e'al'' aduıdaki
p u ta tapm aya başlam ışlardı. Kendilerine ilâhı bir lu tû f olarak gönderilen
Hazreti Ilyasın nasihatlerini dinlem ediler, o m ukaddes zati beldelerinden
İLMİHALİ 489

bile çıkardılar. F a k a t bunun üzerine pek fena bir kıtlığa tutuldular, yap-
tıklarına pişm an olarak İl yas Aleyhisselâm ı arayıp buldular, b ir m üddet
onun öğütlerini tu ttu lar ise de sonra yine isyana başladılar. Hazreti İlyas
da onların aralarından çekilerek bir yerde kudsiyâne bir tarzda u zlet ih-
tiyar buyurdu.

(19) (Elyesa' Aleyhisselâm ):


58 — H azreti Elyesa, Beni İsrail Pey gam herlerindendir. İsrail oğulları,
İlyas A leyhisselâm dan sonra bu zatın da nasihatlerini kabul etm ediler, Haz-
reti M usanın şeriatını bırakarak birbirleriyle uğraştılar, nihayet üzerlerine
Asuriye devleti m usallat oldu.
H azreti Elyesa', İsrail oğullarının bu yolsuz hareketlerinden usanarak
h ilâfeti Zülkifl Aleyhisselâm a terk ettik ten sonra ahire te irtihal etm iştir.

(20) (Zülkifl Aleyhisselâm ):


59 - Zülkifl Hazretleri, m uhterem b ir Peygamberdir. Elyesa, H azret-
lerine halife olduktan sonra Peygamberliğe de nail olm uştur. Kavmini
dini tevhide davet etm iş, kendilerine bir ço k müessir nasihatlerde bulun-
m u ştu r. Bitlis şehri yakınında m edfun olduğu m ervîdir. Ş am d a vesair
yerlerde de m akam ları vardır.

(21) (Yunüs Aleyhisselâm ):


60 — Hazreti Yunüs, Benî İsrailden m übarek bir Peygamberdir. Valide-
sine nisbetle "Y unüsibni M etta" diye yad olunur. Asuriye devletinin pay-
tah tı olan elyevm Musul şehrinin karşısında harabesi görülen "Ninüva"
ahalisine Peygam ber - gönderilm iştir. Putlara tapm akta bulunan Ninüva
ahalisi, H azreti Yünüsün otuz üç sene devanı eden nasihatlerini dinlem e-
diler. Hazreti Yunüs da kendisine tarafı îlâhîden daha m ezuniyet verilme-
den Ninüva'yı bıraktı, Dicle kenarına gitti, b ir gemiye binip bir tarafa git-
m ek istedi, fakat gemi yürümedi, içinde bulunanlar, "A ram ızda bir suçlu
kul var" dem eğe ve k u r'a atm ağa başladılar, H azreti Yunüs "O suçlu kul
benim , R abbim den daha müsaade almadan kavmimi terk ettim " diye kendi-
sini suya attı. Derhal büyük bir balık tarafından y u tu ld u . Bereket versin
ki hem en tövbeye, istiğfara başladı. ( od lÜJI ^ • Q 'l evU—, cJİ V IJÎV )
diye Allah T ealâyı teşbihe devam e tti de bir m üddet sonra balık kendisini
çıkarıp sahile attı.

Bu teşbih, şu m eâldedir: "Y arabbi!. Senden başka m a'b u d yoktur.


Seni noksanlardan tenzih ederim , ben şüphesiz zalim lerden oldum ."
490 BÜYÜK İSLAM

6 1 — Yunüs A leyhisselâm dan sonra Ninüva şehrini k o rk u n ç bir kara


dum an kaplam ıştı. Ahali, derhal Allah T ealâya yalvararak tevbe ettiler,
yaptıklarına pişm anlık gösterdiler. O dum an da üzerlerinden açılıp gitti,
başlarına gelecek beliyyelerden kurtulm uş oldular.
H azreti Yunüs, tekrar Ninüvaya gelip bir m âd d e t daha m ukaddes
vazifesine çalıştı, ba'dehu bu şehri terkederek uzlet buyurduğu bir
m ahalde irtihal e tti.
62 — Asuriye devleti bilâhara m ünkariz olm uştur. Şöyle ki: M edye
hükümdarı ile Babil valisi, Ninüva şehrini m uhasara ederek yakıp yıktılar.
Asûrilerin son hüküm darı bu halden m üteessir oldu, ailesi efradiyle beraber
yaktırdığı büyük bir ateşin içine atılarak yanıp gittiler. Bu suretle sona
eren Asuriye devletinin yerine de "M edye" ve "G eldan" devletleri kaim
oldu.

(22) (Zekeriyya Aleyhisselâm ):


63 — Hazreti Zekeriya, Süleyman Aleyhisselâm ın neslinden pek bü-
yük bir zattır. Bey tül M akdiste reis idi, kendisine Peygam berlik ihsan olun-
m uştur.
Hazreti Z ekeriya'nın refikası "İşa "ın Ikızkardeşi "H anne" kocası
"İm ra n " dan "M eryem " adında bir kız doğurm uştu. Evvelce yapm ış oldu-
ğu nezre m ebni bu kızını Beytül M akdis'ın hizm etine vakfetti. Zekeriyya
Aleyhisselâm d a bunu alıp teyzesi İşa'n ın yanına götürdü. M eryem , teyze-
sinin yanında büyüdükten sonra Beytülm akdiste kendisifie tahsis edilen bir
hücrede ibad et ile m eşgul oluyordu. Bu pek nezih, afif olan kız, koca yüzü
görmediği halde Allah Tealâm n bir k u d ret ve hikm eti eseri olarak gebe
kaldı, Hazreti İsayı doğurdu.

64 — H azreti İsa'nın babasız olarak doğm asından dolayı Y ahudiler


şüpheye düştüler, babasız çocuk olamaz diyorlardı. H albuki  dem Aley-
lıisselâmın hem babasız hem de anasız olarak yaratılm ış olduğunu m u 'tek it
idiler. Hazreti İsa'm n da bir harikai hilkat olduğunu görüp duruyorlardı.
N ihayet Zekeriyya Aleyhisselâm gibi kadri pek âli bir pire, m a'sum bir
Peygambere iftira ederek yüz yaşında bulunan o ihtiyar zatı şehid ettiler.
Bir rivayete nazaran Zekeriyya Aleyhisselâm , oğlu Y ahya Aleyhisse-
lâm ın şehid edilm esini m üteakip şehid edilm iştir.

(23) (Yahya Aleyhisselâm ):


H azreti Yahya, Zekeriyya Aleyhisselâm ın oğludur. O nun ihtiyarlığı
zam anında zevcesi (İşa') dan dünyaya gelmiştir. Allah Tealâm n azabından
İLMİHALİ 491

son derece korkar, günleri ah ve enin ile geçerdi. Daha genç iken kendisi-
ne Peygamberlik ihsan olundu. Rivayete nazaran H azreti İsa'dan üç sene
veya altı ay evvel doğm uş tur. İlk evvel H azreti M usa'nın şeriatiyle âm el
ederdi, sonra İncili şerifin H azreti İsa'ya verilmesi üzerine İsa Aleyhis-
selâm ın şeriatiyle âm ele m em ur olm uştu.
66 — Y ahya Aleyhisselâm , H azreti İsa'm n şeriatiyle âm ele başladığı
bir sırada idi ki, Benî İsrail'in reisi olan "H iredus" Musa Aleyhisselâm m
şeriatı üzere kendi kardeşinin kızını alm ak istedi. F a k a t H azreti Yahya,
Isa Aleyhisselâm m şeriatına m ebni bu nikâhın artık câiz olm ayacağını
bildirdi. Bunun üzerine m uhteris reis, gücenip o m asum Peygamberi henüz
otuz yaşlarında iken şehid etti. Bu şehadet, rivayete nazaran H azreti İsa'
nın sem aya kaldırılm asından bir sene evvel vuku bulm uştur. Bu cinayete
cü r'et edenler, bunun cezasını çekm iş, y u rtla n harab olm uş, nesilleri kesi-
lip gitm iştir.A hirette görecekleri azap ise her türlü korkunç tasavvurlann
fevkindedir.

(24) (İsa Aleyhisselâm ):


67 — H azreti İsa, H azreti M eryem 'in oğludur. Onun doğuşu hariku-
lâd e bir hâdise bulunm uştur. Yahudiler, bunu anlayamadılar, kötü zanna
düşerek H azreti M eryem 'i cezalandırm ak istediler, fakat H azreti İsa, daha
b eşikte y a ta r bir ço cu k iken Allah Tealânm kudretiyle söze başladı: "Ben
Allahın kuluyum , bana kitap verdi, bana Peygam berlik verdi, beni her
nerede bulunursam bulunayım m übarek kıldı" dedi. Bu harikayı gören
Yahudiler, H azreti M eryem 'e taarruzdan el çektiler.
Rivayete nazaran H azreti İsa, Beyti M akdis'e bir kaç mil mesafede bu
lunan "B eyti Lahm ” köyünde Birinci K ânunun yirm i dördüne m üsadif
Ç arşam ba gecesi doğm uştur.
68. — H azreti M eryem, kocaya varm am ış, m elekler kadar nezih, afif
bir halde yaşarken m ahza kudreti İlâhiye ile H azreti İsa'ya gebe kalm ış ti.
K ur'anı Kerim, bunu sarahaten beyan buyurm aktadır. Bütün ehli islâm,
buna kani bulunm aktadır. Muazzam hâlikim izin kudretini düşünenler,
onun nice hârikaları vücude getirm iş olduğunu hatırlayanlar, H azreti Âdem '
in babasız ve anasız olarak yaratılm ış olduğunu m ülâhaza edenler, artık
Hazreti İsa'nın bu yaradılışlını uzak göremezler, b u n u asla in k â r edem ezler.
H azreti İsa'nın bu harikulâde yaradılışını in k âr etm ek, K ur'anı m übinin
şahadetini tekzib dem ektir İd b u n a hiç bir m ü'm in cür'et edem ez.
Evet... H azreti İsa'nın böyle babasız yaradılm ış olduğunu in k âr etm ek,
Allah Tealânm kud ret ve âzam etini tah d it etm ek K ur'anm sarih beyanatını
te'vil ve tağ 'y ir etm ek, m ilyonlarca ehli islâmın asırlardan beri devam eden
sahih itikadını tahdit etm ek d em ektir ki uöyle yanlış bir iddiadan, düşün-
ceden Allah Tealâya sığınırız.
492 BÜYÜK İSLAM

6 9 — İsa Aleyhisselâm, otuz yaşm a girince Peygamberliğe ve İncili


şerife nail olmuş, Yahuuileri irşada çalışm ış, kendilerine güzel güzel öğütler
verm iş, büyük büyük m ucizeler gösterm işti. F ak at kendisine pek az kimse
imarı etm iştir ki, onlara "H avariyyun" denilir, rivayete nazaran on iki
zattan ibarettirler.
H azreti İsa'nın bir m üddet validesiyle beraber Ürdüne tâb i "N aşire"
karyesinde ikam et etm iş olduğunu, bu cihetle kendisine tâb i olanlara
"Nasara' Dinlerine de "N esraniyyet" denilm iş bulunduğu mervidir.
Y ahudiler nihayet H azreti İsa'nın hayatına kasdettiler, ona benzettik-
leri 3İr şahsı tu tu p Kudsi şerifde siyasejt m eydanında ciar ağacına asdılar, İsa
Aleyhisselâm ise Hak Tealâm n em riyle, kudretiyle göğe kaldırıldı, orada
m elekiyyet kisvesine büründü. Kendisine "R uhullah” denir. Babasız
olarak bir neflıai kudretle vücude gelmiş olduğu için bu m üm taz unvana
m azlıar olm uştur.
7 0 — Neseranm iddialarına göre Hazreti İsa, İskenderin Babile gale-
besinden üçyüz altmış sene sonra doğm uştur. Bu sırada validesi Hazreti
M eryem, henüz on üç on beş veyahut yirm i yaşında bulunuyordu. Hazreti
İsa, otuz yaşında Peygamber olmuş, doğduğundan otuz iki sene bir kaç gün
sonra sem aya kaldınlm ıştır. Hazreti M eryem de bundan sonra altı sene daha
yaşam ıştır.
F a k a t İslâm âlim lerinden, M ulıaddislerinden bir kısım zatlara göre İsa
Aleyhisselâm , kırk yaşında iken peygam berliğe nail olmuş, yüz yirm i ya-
şında iken de sem aya re fo lu n m u ş tur.
7 1 — Hazreti İsa'nın hayatına kestetm iş olan Yuhııdiler, biialıare ceza-
larını buldular. Şöyle ki: Rom alılar, Kudsi şerifi zaptederek Beyti Makdisi
yıktılar, kitapları yaktılar, Yahudilerin bir takım ını öldürdüler, bir takı-
mını da esir ettiler. Bunun neticesinde ne hakikî M useviyetten, ne de
hakikî İseviyetten eser kalm adı.
Filhakika Museviyet gibi İseviyet de asıl kendi m ahiyetini gâib etm iş,
hiç de yer yüzüne yayılam am ıştır.
Vakıa Hazret İsanın vasiyeti üzerine Havarilerden bazıları öteye beriye
dağılıp Hazreti İsanm bildirdiği ilâhı dini neşre çalışm ak istediler. F akat o
zam an dünyanm her tarafı cehalet içinde, küfr ve şirk içinde kalm ış b ulu nu-
yordu. Yahudiler ile putperest olan R om ahlar ise İsevîlerin en büyük düş-
m anları kesilmişlerdi. İseviyeti kabul edenler,, dinlerini gizliyor, gizlice iba-
dette bulunuyorlardı. Binaenaleyh H asraniyyet, üç yüz sene kadar geniş-
leyemedi, b u m üddet içinde de m ahiyetini büsbütün gâib etm iş, ilâhı bir din
olm aktan çıkm ış oldu.
72 — Yahudiler, H azreti İsanm hayatına suikasitte bulundukları gibi
tebliğ e ttiğ i dinine de pek fena kasitte bulunm uşlar, içlerinden bazıları
İseviyyeti zahiren kabul ederek dost görünmüş, lıalkın bilgisizliğinden is-
İLMİHALİ 493

tifade ederek Hazreti Isanm tebliğatını, talim atını değiştirm iş, nasraniyyeti
m uharref, akıl ve hikm ete m uhalif bir hale getirmişlerdi.
Rom alılar ise İseviyyete karşı açık bir düşm an kesilmişlerdi. F a k a t ne
olursa olsun din duygusîı fıtrîdir, bundan kalbleri, dim ağları büsbütün m ah-
rum bırakacak bir kuvvet y o k tu r. Rom alılar, zahiren hâkim m evkiinde iken
İseviyyetin m a'nen m ağlubu oldular, söndürm ek istedikleri bir dini par-
latm aya hizm et ettiler. Ş u İkadar var ki hakikî bir din yerine, onun adını
taşıyan, hıristiyanlık ta denilen m uharref, ashnı gâib etm iş bir din kaim
olm uş oldu.
73 — R om a im paratoru K ostantin, H azreti Isanm m ilâdından üç yüz
on sene sonra siyasî bir m aksada m ebni H azreti İsaya nisbet edilen bozul-
m uş bir dini kabul etti, bayraklarına h aç alâm eti koydu, m ağlup ordusuna
kuvvet verm ek istedi, hıristiyanlığın yayılm asına bir ç o k gayretler gösterdi.
K onstantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde "K ostantini-
ye = İstanbul” şehrini y a p tın p p ay tah tın ı R om adan buraya nakletm işti:
Bu tarihe kadar İncili şerifin asıl nüshaları gaib olm uş, İncil nam ına hava-
riler ile onların şakirtleri tarafından bir ç o k risaleler, tarihî kitaplar yazıl-
m ıştı. Bu cihetle hıristiyanların arasında büyük bir ih tilâ f vardı. K ostantinin
em riyle "İzn ik " şehrinde ruhanî bir meclis toplandı. Bu meclisin binden
ziyade azası vardı, bir ço ğ u birbirinin dilini anlıyam ıyordu. Yüzlerce risa-
lelerden, kitaplardan yalnız dördü ve azanın birazı tarafından intihap olu-
narak İncil adı ancak bunlara verildi.
74 — R om a im paratorluğu, bilâhara şark ve garp im paratorluğu adiy-
le ikiye ay n lm ışü r. Bu hüküm etler, birbirini kıskanıyordu. N ihayet mez-
hebce de ikiye ayrıldı. R om ada "R im papa" ya tâ b i olanlara "K ato lik "
denildi, İstanbul patriğine tâ b i olanlara da "O rto d o k s" adı verildi. Daha
sonra bjr d e"P ro testan lık " m eydana çıkm ıştır. Binaenaleyh bugün İsevîlerin
başlıca m ezhepleri üçtür. Bunların da bir takım şubeleri vardır. Velhasıl: İsa
Aleyhisselâm m bildirm iş olduğu "vahdeti İlâhiye" akidesine dayanan bir
din, bilâhara ashnı gaibetm iş, renkten renge girmiş, bu dinin salikleri Hazre-
ti İsaya vesair m ahlûkata — h â ş â —u lu h iy et payesi, verm işler, m a'betlerini
suretler ile doldurm uşlar, m üşriklerin ibadethanelerine benzer bir hale
getirm işlerdir.
75 — M ilâttan itibaren altı asır geçm iş, cihanın h er tarafı cehalet ve da-
lâ le t içinde kalm ıştı. G erek Rom a hüküm eti ve gerek İran'daki "Sasaniyan"
devleti ahlâk bozukluğu yüzünden çözülm eğe yüz tu tm u ştu . Bütün m illet-
ler arasında dinsizlik, ahlâksızlık revaç bubnuş idi. Bu, bir "devri fe tre t"
idi. A rtık dünyayı h ak ve hakikate d a'v et için, dünyayı islâh için en üüyük
ve en son bir Peygamberi Zişanın zu h u ru n a ihtiyaç vardı. Bunun üzerine
Allah Tealâ beşeriyete lü tfe tti, kendilerine en büyük Peygamberi ve Habibi
olan H atem ül'enbiya, M uham m ed M ustafa (Sallallahü Aleyhi Vesselem)
Efendim iz H azretlerini gönderdi. A rtık insaniyet ufuklarını yen i bir hidayet
494 BÜYÜK İSLAM

nuru, o ana kadar görülmemiş bir azem etle, bir letafetle aydınlatm aya
başlam ış oldü.

H akkın en şa'şaalı nuru tecelli e tti,


D oğdu K ur'an güneşi, leylei fe tre t bitti.

(25) (Hazreti M uham m ed M ustafa, Aleyhi Ekm elüt^tehaya):


76 —Allahım ızın bütün insanlara son Peygamberi olan H azreti M uham -
med (Aleyhisselâtii Vesselâm ) Efendim iz, A ıabistanda M ekkei M ükerreme
şehrinde m ilâdın (571) inci yılında dünyayı teşrif buyurm uştur.
Müslümanlığın ilk yayıldığı yer A rabistandır ki buraya "Ceziretül-
arab"d a denir.
Ceziretülarab, Asya kıtasının cenubî batısında büyük bir yarım adadır.
Hicaz, Yemen, U m m an, H azrem ut, N ecd arazisine aynhr. işte M ekkei Mü-
kerrem e ile M edinei Münevvere şehirleri, Mübarek araziden olan bu Hicaz
bölgesindedir.
77 — A rabistanda oturanlar ötedenberi Arab kabileleridir. Bunlar şu
dört kısma ayn lm ıştır:
(1) "A rabi baide" bunlar, Arabistanın en eski ahalisidir. A d v e S e m u d
kavimleri bunlardandı. B unlann tarihleri m eçhuldur, kendileri bitip git-
m işlerdir.
(2) "A rabi aribe = m ütearribe" bunlar, Yem ende hüküm et kurm uş
olan Kahtane m ensupturlar. Kahtanırt asıl dili Süryani idi, bunun evlâdı,
A rabi Baideye karıştığından iş bu Arabi âribe türem iş, A rapça konuşm aya
başlam ıştır. Cürhüm kabilesi bunlardan idi. Bu Araplar da nesilleri kesilerek
sönüp gitm işlerdir.
(3) "A rebi m üsta'ribe" bunlar, İsmail Aleyhisselâm a m ensupturlar.
H azreti İsm ail'in evlâdı, A rabi âribe arasına kanşm ış olduğundan iş bu
Arabi m üsta'ribe vücude gelm iştir. Hazreti İsm ail'in asıl dili İbranî iken
cürhüm kabilesi arasında yaşam akla A rapça konuşm uş ve bu lisanı evlâ-
dına nakletm iş tir.
Arabi m üsta'ribe, bir ç o k kabilelere aynlm ıştır. Peygamberimizin
zam anında A rabistanın ahalisi de bu A rabi m üsta'ribeden başka değildi.
Bunların en m üm tazı kureyş kabilesidir.
(4) "A rabi m üsta'cim e" bunla&müslümanlığın zuhurundan sonra
islâm iyeti kabul edip A raplaşm ış olan kavim lerdir. Suriye, Irak, Mısır,
Mağrip ahalisi bunlardandır. Bunlar da kendi dillerini bırakarak A rapça
konuşm aya başlam ışlardır.

Peygam berim izin m übarek nesebleri:


78 Resuli Ekrem (Sallallahü A leyhi vesellem) Efendim iz, Kureyş ka-
bilesinden ve Âli H aşim 'den (Haşim Ailesinden) Z uhur e tm iştir. M uhterem
İLMİHALİ 495

pederinin adı "A bdullah", dedesinin adı "A bdülm üttalib" validesinin adı da
"A m ine" dir.
Fahriâlem Efendim izin baba cihetinden m übarek nesebleri şöyledir:
H azreti M uham m ed (Sallallahü Aleyhi vesellem) ibni Abdillah, ibni
abdilm uttalib, Haşim , A bdi Menaf, Kusey, Hekim, Mürre Keab, Lüey,
Galib, Fihr, M âük, Nazr, Kinane, Huzeym e, M üdrike, İlyas, M udar, N irar,
M ead; Adnan, A dnan .da İsmail Aleyhisselâm m oğlu "K ıyzar" m neslin-
dendir. A dlannı yazdığım ız bu zatlardan her birinin evladı bir çok kabile-
lere ayrılm ış, M âlikin oğlu F ihr'in evladından da K ureyş kabilesi teşekkül
etm iştir.

79 — Resuli Ekrem Efendim izin validesi cihetinden yüksek nesebleri


de şu veçhiledir: H azreti M uham m ed (Aleyhisselâtü vesselâm ) ibni Amine,
Bin ti Vehb, ibni Abdi Menaf, ibni Zühre, ibni H âkim .
Demek ki Peygam ber Efendim izin babası tarafından m übarek nesebiy-
le anası cihetinden nesebi şerifleri Mürre oğlu H akim 'de biıieşiyor.
80 — Peygamber Efendim izin dedesi ve zam anında Kureyş kabilesinin
reisi bulunan A bdülm üttalib, K â'b ei M uazzam a'nm mütevellisi idi. E b u T a-
lib, ebu Lehep, Hâris, Zübeyr, Ham za, Abbas, A bdullah vesaire adında on
üç oğlu var idi. F a k a t bunlardan en ziyade A bdullah'ı severdi. Çünkü onda
başka bir güzellik, başka bir n uran iy et vardı. A bdülm üttalib, bu sevgili oğ-
luna Beni Zühre Reisi Vehbin kızı olup Kureyş kızları içinde her veçhile
m üm taz bulunan H azreti A m ine'yi nikâhla aldı. İşte bu iki kudsî fitre tin ev-
lenm esinden de Peygamberi Z îşan Efendim iz dünyaya teşrif buyurdu.

Abdullah Hazretleri, Peygam ber Efendim izin doğm alarından iki ay ev-
vel bir ticaret kafilesiyle M edinei Münevvereye gidip orada vefat e tti ki,
daha yirm i beş yaşında bulunuyordu. Bu cihetle Fahriâlem Efendim iz ye-
tim kalm ıştı.

Resuli Ekrem in sabavet h ay aü ve ilk evlenmeleri:

81 — N ebiyyi Âlişan Efendim izin sabavet çağı pek kudsî bir halde geç-
m iştir. Daha doğar doğm az bir takım hârikalar belirm iş, kavm ve kabilesi
arasında bir feyz ve bereket vücude gelmiş. Kâbei M uazzama içinde m üşrik-
ler tarafından konulm uş olan putlar yüzleri üzerine yerlere düşmüş, ateşe
tapanların ateşleri sönmüş, garip rüyalar görülmüş idi.
Peygamber Efendim izin dedeleri arasında evlâddan evlâda geçen bir
nur, bir letafet vardı. Bu nûr, n ih ay et Peygam ber Efendim ize intikal ederek
onun m übarek yüzünde parlam aya başlam ıştır.
82— M ekkei M ükerreme ahalisi, yeni doğan çocukları havası lâ tif yer-
lerde yaşayan, dilleri pek fesih buiunan aşiretlerden birer süt anaya verirler-
496 BÜYÜK İSLAM

di. H azreti M uham m ed'i (Aleyhisselâm ) de Beni Sad' kabilesinden "H aris"
adındaki zatın refikası "H alim e"ye verdiler. Halime, bu m eleklerden daha
güzel, daha nezih çocuğ u bağrına bastı yu rd u n a alıp götürdü, d ö rt sene
besledi. Bu m üddet içinde H azreti M uham m ed'de gördüğü harikulade
hallere ve y urdu nda beliren feyz ve berekete nihayet y o k tu . A rtık onu
getirip validesi m uhterem Amine hazretlerine teslim etti. H azreti Am ine de
bu m asum yavrusunu alıp dayı zadeleri bulunan Neccar oğullarını ziyaret
için M edinei Münevvereye götürdü. Bir m üddet orada kaldılar, sonra M ekkei
M ükerrem e'ye avdet ederken H azreti Am ine, "E bva" denilen m ahalde daha
yim i yaşında olduğu halde vefat etti. Peygam ber Efendim izi, henüz altı
yaşlarında iken validesini de gaib ederek öksüz kalm ış oldu. "Ü m m ieym en"
adındaki dadısı, kendisini alıp M ekkei M ükerremeye getirdi. Dedesi Hazreti
A bdülm uttalibe teslim etti... ik i sene sonra da A bdülm uttalib Hazretleri
vefat etm ekle F ahri Alem Efendim iz amcası Ebu T alib'ih yanında kaldı.
83— Ebu Talib, birader zadesi Hazreti M uham m ed'i pek çok sever,
pek ziyade korurdu. Bir aralık ticaret için Şam tarafına kafile ile gidiyordu,
henüz on iki yaşında bulunan H azreti M uham m edi de beraber götürdü.
"B usra" denilen beldeye kadar gittiler, alış verişini bitirip bir kaç gün sonra
geri döndüler.
Peygamber Efendim iz on yedi yaşında iken de diğer amcası Zübeyr ile
beraber Y em en'e gidip az sonra dönm üşlerdi.
84 — Hazreti M uham m ed (Aleyhisselâtü vesselâm) Efendim iz artık
K ureyş kabilesi arasında büyük bir şeref ve şanı haiz bulunuyordu. Kendisi-
ne "M uham m edürem în deniliyordu. K ureyş'in pek şerefli ailesinden "Hu-
veylid kızı H adice" adında pek m uhterem , zengin bir h a tu n var idi. Daha
genç iken dul kalm ışdı, bazı zatlara sermaye vererek ticaret y a p tm y o rd u .
F ahriâlem Efendim ize de sermaye verdi, kölesi "M eysere"yi m aiyetine
verip Ş am tarafına beraber gitm elerini reca etti. Efendim iz de bunu kabul
ederek Busra'ya kadar gittiler. O rada işlerini görüp bir kaç gün içinde geri
döndüler.
işte Peygam ber Efendim izin gençliğindeki seyahatleri bunlardan iba-
rettir. Bu seyahatler esnasında kendisinden bazı harikalar zuhur etm iş, ken-
disinin büyüklüğünü bazı zatlar görüp anlam ışlardı. F ak at yazdığım ız gibi bu
seyahatler uzun bir m üddet devam, etm ediği cihetle Peygamber Efendimiz
bir takım zatlar ile uzun boylu görüşüp, konuşm ası vak'i olm am ıştır.

85 — M efhari k âin at Efendim iz henüz yirm i beş yaşında idi. Hazreti


Hadice de kırk yaşını geçm işti. Pek yüksek bir ruha malik, pek şerefli bir
hanedana m ensup olan H azreti Hatice Peygam ber Efendim izin m uhterem
refikası olm ak şerefine her veçhile lây ık idi. Binaenaleyh N ebiyyi Zişan
Efendim iz, H azreti Hatice ile evlenm iş, o m übarek validemizi ilk refikası ol*
m ak şerefine m azhar buyurm uştur.
İLM İH ALİ j g 497

86 — Peygam ber E fendim izin cariyesi "M ariye"den doğan İbrahim


adındaki m uhterem oğlundan başka bütün erkek ve kız evlâdı Hadicetülküb-
ra H azretlerinden düny ay a gelmiş tir. Evvelce "KaSım’' adındaki mübarek
oğlu doğm uş bunun üzerine H azreti Peygambere künye olarak "Ebülkaâım
-h Kasım'ın babası" denilm iştir. Sonra da A bdullah adındaki m uhterem
oğlu ile Z eynep; Rukiye, Ümmügülsüm, Faüm etüzzehra adındaki kızlan
dünyaya gelm iştir. Kasını, lbralıim> Abdullalı Hazretleri daha ço cu k iken
vefat etm işlerdir. Resuli Ekrem deıı sonra yalnız Hazreti F atım a kalıp o da
altı ay geçm eden âhire te irtilıal ederek m uhterem oğulları H azreti Haşan ile
Hazreti Hüşeyini öksüz bırakm ıştır: A llah Tealâ cümlesinden razı olsun,
iki .libizkfsK ıfd nmcfeoT deHA' .bammcrîHM İJîhseH dV^r -?aH ıb
'ü Peygam ber Efendim izin vahyi iîâlıiye ve nübüvvet ve risalete nailiyeti:
ninn3Î+ s roha)i ı - n n s b i : nü ıteıs* ?xtmii?nsft3 m srO
gil 8 7 _ H azreti M uham m ed (Aleyhisselâtü vesselam) Efendim iz,sahave-
tinden beri fevkalâde bir fazilet ve nezahat içinde yaşam ıştı. Kavminin
cahilâne türelerinden tam am en beri idi. Kimseden bir şev okum am ıştı, bir
şey yazm am ıştı, kimse ile dini m ev zulara dair bir şey konuşm am ışü, onun
üzerinde kimsenin m uallim lik hakkı olamazdı. O, bütün cihanın en büyük
muallimi, en yüksek m ürşidi olmaya namzed idi. Onu AHalı Tealâ, bir hil-
kat hârikası olarak yaratm ıştı, Onun kalbine bütün ilimleri, irfanlan bizzat
Hak Tealâ H azretleri ifaze edecekti. O, tam bir m asum iyet içinde kırk
yaşlanna yaklaşm ıştır. O sıralarda m übarek gözlerine m elekler görünür, "Y a
M uham m ed!" diye hatiften nida olunurdu. Kendisine taşlardan, ağaçlardan
selam sesleri gelirdi. A klı,zekâsı, m addî ve m a'nevi sıhhat ve kemali fevka-
lâde bir surette m ükemmeldi. İJî; .v,mmrfud aom ad n c t m A •'als?/*
88 — H azreti M uhamm ed: (Sallallahü Aleylii Vesellem) Efendim iz tam
kırk y aşlan n a girince Peygamberiik şerefine nâil oldu. Ş öyle ki: »brütle
F ahriâlem Hazretleri, Mekkei M ükeireme ahâlisinden ba'zi; büyüklerin
âdetleri veçhile kırk y a şla n n a yakm senede bir ay kadar g id er/"H ıra " da-
ğında bir m ağarada eyleşir, orada Allah T ealânm kudretin^ azam etini, te-
fekküre dalar ve oradan geçen yolculara yiyecek ve içecek verirdiiTam kırk
yaşlanna girince ilk evvel alti ay kadar rüyasında gördüğü şeyler, birer sabah
aydınlığı ile açık bir surette m eydana çıkardı-:';Su; peygam berliğin Mıh-
ın ukaddim esi idi. Allâliü Azim üşşam n vahyini y a'n i kendisine vereceği em ir-
leri, indireceği Kur'an âyetlerini güzelce kavrayabilmesi için bir alış üm ıa
dem ekti; :Bu âl ti aydan soiıra yine fHitada iken bir gün cibrili emin geldi.
(Ikıa') su re i celilesinin ilk ây etin i getirdi, kendisini Peygamberlikle müjdele-
î3 f /n f i s ı ı d s a .iB İ u b f o tte n s ^ s l h i tid f r r s m l ü t ö g sd sb ilgim i k i E b n s n b
s c 89 — Resuli Ekrem Efendim iz, K ur’an-ı Kerim ’in nuzüle başlam ası şu-
ıetiyle tecelli eden valiyi İlâhinin m ehabetinden titrem iş;,kî ri bilir ne büyük
ne: »ma'nevi zevkler heyecanlar içinde kalm ıştı; Hemen m u h te re p refikası
H aticetülkübram n yanına giderek keyfiyeti anlatmış^ ârtık:N übüvvete nail
olduğu tahakkuk etm işti. •. ı g l u t a u b q u ! o l i s n Ş î . ^ i
498 BÜYÜK İSLAM

B undan sonra bir m üddet vahyi İlâhi kesildi, K u r'an 'ı Mübinin âyetleri
inm edi. Pek şiddetli olan vahyi Sübhanî'yi telâkkiye tam bir isti'd at ve
iştiy ak hasıl olması için böyle bir m üddet beklem eye lihikm etin lüzüm var
idi. Bu m üddet rivayete göre üç sene kadardır. Bunu m üteakip tekrar Cibrili
Em in gölündü. Kur'an-ı Azim in âyetlerini getirmeğe başladı. Hazreti
M uham m ed (Aleyhisselâtü Vesselâm ) da gerek kendi kavmini ve gerek sair
bütün insanları dini hakka davete m e'm u r olmuş oldu.
: ■* i' r< ~nv', H r»snlr.v tyuioz nuiNHiTsl.İJİ »ur v
90 - H azreti M uham m ed (Aleyhisselâm) Efendim iz, tarafı İlâhîden
haiz olduğu m e'm uriyete: Nübüvvet, R isalet denildiği gibi Bî'set, M eb'usiyet
de denir. Binaenaleyh H azreti M uham m ed, Allah Tealâm n b ir Nebisidir, bir
Resulüdür. Bir M eb'usudur. Ve o, bütün Peygamberlerin ha tim idir, efdahdır.
Resuli Ekrem Efendim ize tarafı İlâhiden K ur’an-ı Kerim âyetlerinin
gelmesine "N üzuli K ur'an" denir. Bu âyetleri Cibrili Em inin getirip tebliğ
etm esine de: "İnzal", "T enzil" denilir. Bu cihetle Kur'an-ı mübine "K itabı
m ünzel" denilm ektedir.

îslâm iyetin zuhuru sıralarında Arabistanın dinî ve İçtim aî ahvali:


; -'i -İKİ-; ;*!îO ibl h t ' t -i-'-! ■' -J;. ■
91 — P eygam ber Efendim izin doğduğu ve bîlahara risalete nail olup İs-
lâm d işin i her tarafa yaym ağa başladığı zaman bütün dünya gibi, Arabistan
da büyük bir cehalet, d alâlet içinde kalm ış bulunuyordu. Araplar, o zaman
başk a başka batıl dinlere, m ezheplere tâ b i idiler. Bir çoğu yıldızlara, a ğ a ç,
lara, taşlara, heykellere tapm akta idi, hepsi de cahil idi. Aralarında okur y a -
zar kim seler hem en hem en bulunm az gibi idi.M edeniyetten m ahrum idiler,
dağınık bir halde bulunup bîrbirleriyle uğraşır, başka m illetlerin hakim iyet-
leri altında yaşarlardı. Bazı kabileler, yeni doğan kız çocuklarım diri diri
topraklara gömer de bundan acı bile duym azlardı,
92 — Arablar, vaktiyle böyle acınacak bir gaflet ve cehalet içinde yaşar
bulunm akla beraber bedevîlik sayesinde asıl fıtratlarını bir dereceye kadar
saklayabilm işlerdir. Yaradılış itibariyle zeki idiler* şecaatii idiler. Müsafîre
hürm et, em anete riayet ederİerdi. Yalan söylem ekten kaçınırlardı. Hele
aralarında fesahat, belagat p ek ziyade yükselm işti, b ir ç o k şairler türem işti,
pek paılak kasideler m anzum eler vücude getirm işlerdi. A rtık bunlar da
bütün insaniyet âlem i gibi İlâhî bir dine m u h taç idiler, hakiki bir din saye-
sinde yüksek, tem iz bir h ay ata nail olm aya m u h taç idiler. Hak Tealâ Haz-
retleri, kendilirine lü tfetti, dini İslâm sayesinde bu ih tiy açtan kurtuldular,
cihanda bir misli daha görülmemiş bir itilây a n â il'o ld u la r, az bir zam an
içind e cihanın şarkına, garbına hâkim kesilerek bütün beşeriyeti uyandırm a-
ya, hak tan hakikatten , fazilet üzerine k u ru lm u ş bir m edeniyetten haberdar
etm eğe çalıştılar, m uvaffak da oldular. Evet... İslâm iyetin yüksek esasları-
na düsturlarına sarıldıkça terakkiden terakkiye, m uvaffakiyetten m uvaffa-
kiyete nail olup durdular.
İLMİHALİ 499

İslâm iyeti ilk kabul eden zatlar:

93 — Resuli Ekrem Efendim iz, kendisine Peygam berlik verilince ilk ev-
vel çevresinde bulunan bazı zatları hususî surette İslâm dinine d âvet bu-
yurm uştu. Bu daveti ilk önce H azreti Hatice validerhiz kabul edip İslâm iyet
şerefine nâil oldu. Sonra K ureyş'in büyüklerinden olan Ebubekrisiddık ile
Peygamberim izin azatlısı olan Zeyd ibni Harise ve Peygamberim izin amcası
Ebu Talib'in oğlu olup henüz dokuz, on y aşında bulunan H azreti A ü kabul
ettiler. Biraz sonra da Hazreti Ebubekirin delâletiyle Osman ibni Affan, Ab-
dürrahm an ibni Avf, Sa'd indi Ebu Vekkas, Zübeyr ibnilavvam, Talhatüb-
nü Übeydıllah hazeratı isîâm iyetle m üşerref oldular.
94 — Nebiyyi, Âlişan Efendim iz, daha sonra nâsı alenen dine dâvete
başlam ış, herkese Allah Tealâm n varlığını, birliğini, büyüklüğünü anlatarak
ondan başkasına tapılm am asm ı ihtar etm ek te bulunm uş olduğundan müs-
taid olan zatlar müslüm anhğa can atıyor, cehaletten kurtulup saadete
eriyordu. Bir m üddet sonra Peygamberim izin am ıcalanndan Hazreti Ham za
islâm iyeti kabul etti. Bundan biraz sonra da Öm er ibni H attab müslüman
olarak islâm dininin yayılm asına çalıştı. A rtık müslümanların sayısı, günden
güne artıyordu.
9 5 — Peygamberi Z işan Efendim izi görüp müslüman olan zatlara "Sa-
habe", "E shab" denir. Müfredi "Salıabî" dir. Bu şerefa nâil olan kadınlara
da "S ahabiyyat" denir ki m üfredi "Sahabiyye"dir.
Ashabı kiram ın en büyüklerinden olan Ebu be kir, Ömer, Osman, Ali ha-
zeratına "H ulefai R aşidîn", Çaryarı Güzîn" denir ki, bunlar, Resuli
E krem den sonra sırasiyle hilafet ve riyaset m akam larında bulunm uş, İs-
lâm dinine pek çok hizm etler etm işlerdir. Bu d ö rt zat ile A bdurrahm an
ibni Avf, Sa'd ibni Vekkas, Zübeyr ibni Avvam, Talhatübnü Ubeydillah,
Sa'id ibni Zeyd ve Ebu U beydetibni Cerrah H azeratına da "A şerei m übeş-
şere" denir ki, bu on zatın cennete girecekleri kendilerine bir hadisi şerif ile
tebşir buyu ru lm uştu r.
9 6 — Peygamber efendim iz H azretlerini görüp ona im an eden zatların
hepsi de m übarektir, m ukaddestir, her veçhile hürm ete lâyıktır. Onların
kadr ve şerefleri sair bütün efradı üm m etten pek yüksektir. Bu da Resuli E k-
rem efendim ize m ülâkat şerefine nailiyetlerinin ve d in iislâm a ilk evvel hiz-
me etm iş bulunm alarının bir semeresidir, bir m ükafatıdır.
Binaenaleyh biz o yüksek zatların hepsine de — Bilâistisna — hürm et ve
m u habb et ederiz. Onlardan bazılarının aralarında vuku bulm uş olan bazı h â -
diseler, birer içtihada, birer h ikm eti ilahiyyeye müstenid olduğundan biz o
hadiseleri kurcalam ayız, o hadiselerden dolayı hiçbirine — h â ş â — dil uzata-
mayız. Resulullahın vesair eazım ı dinin bizlere emirleri, tavsiyeleri bu veçhi-
ledir.
500 BÜYÜK İSI.AM
Lehülham d ehli sünnetten olan bütün müslümanlar, bu veçhile h arek et
eder, bütün ashabı kiram ı (Radiyallahii fe rz â y 'e ^ , h ü r-
m etle yad eyler (1) AUahü A zîm üşşan H azretleri bilcümle ashabı kiram dan
,ssmibm*tri ta tn A 'd iiûaa5î.. f.Q
-îiçj î^vgf) ^ftınib it iKİ?i ^ r i f ' İ J c % f^gri niif?i!İöcl
İlk m üslümanlann çektikleri eziyetler, habeşeye m uhaceretleri ve mah-
Stfri® W Ö $rî?İM,“ n a t° ü iliit .UDİO sÜSİS; S tili STİç
^"S'jfrfK fiî.isS'R^iSürnegys^ :îy ' b 4";>H inıil bv/î-İ fuJo nssirfihoüuısgvo4?
^ş?|"| »s İ'; İ.f jff;2-•'•j rff r»e<(r «jp-v, *■•»?'I'%
'İN r’'f4*i ‘‘i jİ* ' 'J *' Sİ~ î~"8
97 — Resuli Ekrem Efendim izi tasdik edip İslâm dinini kabul eden
ashabı kiram dan bir ç o k la n bu u ğ u rd a pek ç o k eziyetler çekm iş, bir çok
m addî m ahrum iyetlere katlanm ış, dinleri u ğ ru n d a m allarım , canlarını feda-
dan çekinm em işlerdi. H a ttâ bizzat Nebiyyi Alışan Efendim izi dahi bir çok
eziyetlere m aruz kalm ış, hiç bir peygam berin görm ediği eza ve cefaya uğra-
yarak bunlara sabr ile, m etan et üe katlanm ış, yıüksek Peygamberlik vazifesi-
-7: harikulade bir azm ile ifaya çalışm ış, bihakkın m uvaffak da olm uştur.
98— Kölelerden ilk evvel müslüman olan "Bilâli H a b e ş f idi. Bu z a t
müslüman olunca görm ediği eziyet k a im m iş tır. Müşrikler, bu m uhterem
zW8n b oynuna ip takm ışlar. Onu çocuklarm ellerine Vererek sokaklarda,
kegBİ, kum ların üzerinde dolaştırm ışlar, kendisini bayıltıncaya kadar -düğ-
m eğe devam etm işlerdi. F a k a t H azreti Bilâl: "A llah birdir, Allah M r" diye
dininde sebat ediyor, bu eziyetlere katlanıyordu. Kendisini nih ay et Ebube-
l a r H azretleri satın alarak azat etm iştir. Dinindeki bu sebat ve m etanetin
m ükâfatıdır ki, onun m übarek ismi asırlardan beri bütün üm m et tarafından
bir hürm etle y ad olunup durm aktadır. (RadıyaBahü Tealâ anh.)
9 9 -s İslâm iyeti kabul eden zatlardan bir kısm ı da gördükleri eziyet yü-
zünden vatanlarım terkederek H abeşiştana hicrete m ecbur kalm ışlardı.
Şöyle ki;4jJunlardan evvelâ ön bir erkek ile d ö rt kadın; sonra da sek-
sen iki erkek ile yirinii kadın h icret etm iştir. Peygamberim izin m uhterem
kerim eleri H azreti R ukiye ile Kocası H azreti Osman da bu ilk h icret
edenlerdendir. m n ..........;■ y ■ ud. ;:-r
H abeşiştan^hüküm dan Necaşi, bu m uhacirlere ç o k ,h ü rm e t etm iş, yer
gösterm iş, sonra da islâm iyeti kabul eylem işti.
ICO— Bi’seti Nebeviyyenin. ya'ni: H azreti M uham m ede Peygamberlik
verildiğinin yedinci senesi idi ki, Mekkei. M ükerremedeki m üşrikler, müslü-
m anlann günden güne artıp kuvvet bulduklannı görerek, haklarındaki
eziyetlerini bir k a t daha arttırm aya başlam ışlardı. Peygam ber Efendim izin
m ensup olduğu beni H âşim ile alışverişi kesmişler, onlara fâideli şeyleri ha-
ber verm emeğe karar verm işler, o n lan n ih tiy aç içinde yaşam alan için kendi-
leriyle h m türlü m ünasebeti kesip durm uşlar, h a ttâ b u h u su sta b ir ahidnânie
i ■...mil, -i,- f - ! r ; -- "ır;^ ‘vHbf,*'-g tob îfâbıabeiiH;/! « « i rnfi&ibsf!
ü i ş : (1) Bü hususa dak ^ESfiabi 'kiram haldunda müslümanların nezih itikadlan)
adındaki eserimizde tafsilât vardır.
İLMİHALİ

de yazıp K â'bei M uazzamanm bir duvarına asm ışlardı. A rtık beni H âşim '
den olanlar, gerek müslüman olsunlar ve gerek olmasınlar, " Ş a ’bi ebi T alib"
denilen bir m ahallede â d eta m ahsur = çevreleri kuşatılm ış bir durum da kal-
m ış, son derece bir sıkıntı içinde vakit geçirmekte, bulunm uşlardı. Sair
müslümanlar d a gelip b u m ahallede toplanm ışlardı. F a k a t bu ahidnam enin
evvelindeki (BismikelTahümme) ibaresinden başka bütün yazılarını şiv e-
lerin yem iş olduğunu Peygam ber Efendim iz, bir m u ’cize olarak haber verdi.
Gidip baktılar, bu hakikati anlayınca m üşrikler, biraz utandüar, H âşim îler,
aleyhindeki ittifakları bozdular, beni H âşim de sair müslümanlar ile beraber
bu m ahsuriyetten ku rtu lu p biraz nefes aldılar. i; Hii M v & trm gresüm
901 îid S
Peygamberimizin amcası E bu Talib ile refikası H adicetülkübra'nın
vÖfâîİffi^ n ®Ai cfjısg n sfısşo nabjîîaaliEÎ at:, ts hc îmasljifeo
ab a-iskuj îiisK q!;fa% miıs>I;>İ0lif! ,ısli.ö9 nsmi ssîm ih n siS ısd m sg '/a4! sv
fiîdına ma ııuJi .ijftaM . s -t ı > .tafejElnt;
/-I 101 — Ebu Talib, Peygamber Efendim izi pek ç o k severdi, pek ziyade
konrrdtiî Efendim izin peki m uhterem , p ek doğru sözlü bir z a t olduğunu
bilirdi. F a k a t kavm inin dedikodusundan korkarak zahiren im an etm iş bulun-
m uy ordu. Kalben im an etm iş olduğu, kendisine isnat edilen bazı m anzum e-
lerden anlaşılm aktadır. H akikati ancak Allah Tealâ bilir . . t Bi’setin onuncu
yıh nd a seksen y aşında olduğu halde vefat etm iştir.
s ou şiş; 102 ^ Ebu Talib vefatına yakın Kureyş büyükleri yan m a çağırarak
kendilerine şöyle bir vasiyette bulunm uş: "Ey A ıabm güzideleri! Kariblere
m eveddet, fakirlere m uavenet, nam usa, fazilete riay et ediniz. Daima ittifak
ve ittih a t dairesinde hareket ediniz. Bahusus M uham m edürem îne riayet ve
ita â t; e d in iz ;İy i biliniz ki Hazreti M uham m ed, her sözünde sâdıktır. Fîazreti
M uham m ed. Allah T ealânm tevfıkine, hidayetine naildir. Bütün K ureyş
oym akları, bütün dünya tarafları onun em irlerine itaat, onun davetine icabet
edecektir. E ğer daha yaşayacak olsaydım h er türlü müşkillere katlanarak
■ -'v-— , - b , / ;• ' .. ■■
ona yardım a devam edfŞtd^U1' ^,s; . .-ş-j
103 — Ebu Talib'den üç gün sonra da H atice îülkübi" *- ;uîemiz vefat
etm iştir. B unlann vefattan,R esuli Ekrem Efendim izi ç o k m ahzun bırakm ış-
tı. Peygam ber Efendim iz, H azreti H aticeden ç o k m em nun idi, onun üzerine
balşkasiyle evlenmemiş ti ve onun hakkında b u y u rm u ştu r ki: "H ayır.. Bana
ondan daha hayırlı bir zevce nasip olm adı, beni kim seler tasdik etm ediği bir
zam anda o tasdik etti, benden herkes m alım esirgerken, o, m allan n ı bana
bezletti, benim dünyada bir dostum vardı, o H atice idi."
Fahriâlem Efendim iz, bilâhara Z eın'anın kerimesi "Şevde" validemizle
H azreti E b u b ek ir'in kerim esi "A işei Sıddika" validemizi, daha sonra daH az-
retitföm erin kerim esip^H afse'ÎLİİesH âzretiiEhiuSüfyanln kerim esi Ct'lümmi
H abibe" validemizi de zevcivet şerefine nail buyurm uştur. Allah Tealâ ciim-
'^iiîid en 'razı olsumıniiEİBİpd idig h^Sübsrrüa sfaslitas nsfibfîaM rrabnişsn
502 Btj YÜK İSLAM

Peygam berim izin kabileleri dine daveti ve akabe bey 'ati:

104 — M ekkei M ükerremedeki m üşrikler, Ebu Talibin nasihatlerini din-


lem ediler, onun vefatından sonra Resuli Ekrem e daha ziyade düşm anlık gös-
term eğe, eziyet verm eğe kalkıştılar. Resuli E fham Efendim iz de azatlısı
Zeyd fle beraber, M ekke'den çıkıp Taif, taraflarım teşrif buyurdu. Evvelâ ci-
varda bulunan "B ekribni V ail" kabilesiyle K ahtan kabilelerinden birini dine
davet etti, fakat bunlar, bu daveti kabul etm ediler, sonra da Taife vardılar,
orada "B enî S a k if ' kabilesini dine davet b uyurdu, onlar da kabul etm ediler,
müasip olm ayacak sözler söylediler. Resuli Ekrem H azretleri M ekkei Mü-
kerem eye döndü, oraya bir konaklık bir mesafede bulunan "B atni N ahle"
vadisine gelince bir gece orada kalıp ibadetle m eşgûl oldu "E rrahm an" sûrei
celillesini okurken cin taifesinden b azdan gelip okunan âyetleri dinlediler
ve Peygam ber Efendim ize iman ettiler, işittiklerini gidip sair cinlere de
anlattılar. Bu bir hakikattir. Bunu, K ur'anı mübîn bildirm ektedir.
105 — Resuli Ekrem Efendim iz, yalnız insanlara değil, cinlere de Pey-
gam ber gönderilm iş bulunm aktadır. B unun içindir ki kendisine "Resulüsse-
kaleyn = ins ve cinn'in Peygam beri" denilm iştir. Meleklere de Peygam ber
gönderilm iş olduğuna kail olanlar vardır. H er halde onun vücudu, bütün
m ahlûkata bir rahm eti ilâhiyyedir.

106 — Peygamber Efendim iz Taiften Mekkei M ükerremeye dönünce


yine her türlü eziyetlere katlanarak halkı dini islâm a dâvete devam buyur-
du. H er sene Hac m evsiminde e traftan M ekkei M ükekrem e'ye gelen ve "Sû-
k ı ukâz" denilen panayırda toplanan kabileler ile görüşüp kendilerini müs-
lum anhğa davet b uyurm akta idi. Bunlardan bir kısmı da bu dâv eti kabul e t-
mekle islâm dini ceziretül araba yavaş yavaş yayılm aya başlam ıştı. M ekkei
M ükerreme m üşrikleri ise bu cereyanın önünü alm ak için çalışıyor, Peygam-
ber Efendim iz hakkında iftiralarda bulunuyor, o m ukaddes zata — h â ş â —
kâhin, m ecnun, şair, sahir dem eğe cür'et gösteriyorlardı.
Garibdir ki, içlerinden "V elid ibni M ugire" gibi cin fikirli adam lar,
şöyle diyorlardı: "Biz M uham m ed A leyhisselâm "a nasıl kâhin diyebiliriz
ki, onun sözleri kâhinin sözlerine asla benzem iyor. Biz ona nasıl cünun
isnad edebiliriz ki onda asla cinnet alâm eti y ok tu r. Biz ona şair de diye-
meyiz, çünkü biz şiirin bütün akşamını biliriz, onun sözleri bu kısım lardan
hiç birine benzem iyor. Ona sahir de diyem eyeceğiz, zira o ne okuyup
üfurüyor, ne de düğüm bağlıyor. O nun sahire neresi benziyor? Doğrusu
bu dediklerim iz şeylerden hiç biri onun hakkında yakışık alm ıyor.

107 — Bir takım bedbahtlar , R esulullahta tecelli eden lah û tî nurları


kemalleri görm ekten âciz kim seler, kendi aralarında parlayan o h id ay e t gü-
neşinden kendileri istifade etm edikleri gibi başkalarının istifade etmelerine-
İLMİHALİ 503

de engel olm ak istiyorlardı. F ak at zavallılar bilm iyorlardı ki, H ak Tealâm n


güneşini hiç bir kimse setr edem ez. Allahu A zim üşşanm nurunu h iç bir ferd
söndüremez. Böyle vâhi hareketlerde, emellerde bulunanlar, mahv olur gi-
derler, nuru İlâhî yine olanca şa'şaasiyle parlar durur. Tarihî âlem buna şa-
h ittir.

108— Bi'setin on birinci senesi idi. Resuli Ekrem Efendim iz, yine Hac
m evsiminde kabileleri dine davet ediyordu. Medinei Münevvere ahalisinden
ve "H azreç" kabilesinden bu cem aate "A kaba" denilen bir tepede rast
geldi, kendilerine müslümanhğı anlattı, ulvî m anasiyle, lâ tif nazm iyle kalb-
leri tashir eden K ur'anı Kerimin âyetlerinden bir m iktar okudu, o m u h te-
rem cem aat ta müslümanhğm ne yüksek bir din olduğunu anlayarak Resul-
ullahı tasdik ettiler. Bir sene sonra bunlardan beş zat ile yine Medinei Mü-
nevvere ehalisinden diğer yedi zat gelip "A kebe" m ahallinde Resuli Ekrem
ile görüştüler, "Badem a Allah Tealâya şerik ittihaz etm eyeceklerine, h ır-
sızlıkta zinada bulunm ayacaklarına, hiç bir kim seye iftira etm eyeceklerine
ve kız çocuklarını öldürm eyeceklerine" dair Peygamber Efendim ize söz ver-
diler. İşte bu veçhile yapılan ahde "Birinci A kabe b e y 'a ti" denir.
109— Birinci Akabe bey'atini yapan zatlar, Medinei Tahireye döndü-
ler, orada islâm iyeti yaym ağa çalıştılar, b i'setin on üçüncü senesinde Medi-
nei M ünevvere'deki "Evs" ve "H azreç" kabilesinden yetm iş üç erkek ile iki
h atu n yem den geldiler, "E bu E yyubi Ensarî"de bunların arasında idi. Resu-
li Ekrem Efendim izle Akabe mevkiinde görüştüler, islâm iyyeti kabul ettiler
ve Peygamber Efendim izi Medinei Münevvere'ye d âv ette bulundular ve: Me-
dinei Münevvereyi teşrif ettiği zam an onu kendi nefisleri gibi m uhafaza
edeceklerine, em irlerine uyacaklarına, her türlü tehlike karşısında İslâm di-
nini m üdafaaya çalışacaklarına ve müslümanlarm fakirlerine, zayıflarına
yardım da bulunacaklarına, dair yem in ederek söz verdiler. İşte bununla da
"İkinci Akpbe b e y 'a ti" vücuda gelm iştir.

İnşikakı Kam er ve Miraç M ucizeleri:

110— Aym iki p arçaya ayrılması, bi'setin sekizinci senesinde vukubul-


m uştu. Şöyle ki: M üşriklerden bir takım ı m ehtaplı bir gecede aym ikiye ay-
rılıp sonra birleşm esini Resuli Ekrem Efendim izden istediler. Böyle bir m u-
cize gösterilm edikçe îm an edem iyeceklerini söylediler. Resuli Efham
Hazretleri d e Hak Tealâya d u a bu yu rdu. Allahü Azim üşşanm kudretiyle ay,
iki parçaya ayrıldı. Bir parçası Hıra "şim diki adı N ur" dağının bir tarafında,
diğer parçası da öbür tarafında yüksekten göründü sonra birleşip evvelki
haüni aldı. Bu m ucizeyi o gece bazı yolcular da görmüşlerdi. Mekkei Müker-
rem eye gelince hikâye ettiler. Yazık ki, m üşrikler yine im an etm ediler, b u -
nu bir sihir sandılar. Halbuki Allah Tealâm n k udreti her şeye k âfidir. Bir
büyük Peygamber, için bir mucize olmak üzere böyle bir şeyi vücude getir-
mesine ne m ani vardır? Bir çok nuranî kürelerin güneşten veya sair yıldız-
504 BÜYÜK İSLAM

lardan ayrılarak çevresinde birer m anzum e teşkil etm iş olduklarım fen sa-
hipleri iddia edip dürüyorlar. A rtık bu bedi m anzum eleri yaratan y a şa ta n
Hallâki Hakim Hazretleri, böyle bir m ucizeyi yaratm aya - h â ş â - kadir
değil midir? Hayfaki gafil, m ünkir insanlar, Hak Tealânm nihayetsiz k u d re-
tini tah d it etm ek istem iş oluyorlar d a hiç haberleri olm uyor!. D oğrusu b u
gibi m ucizatı kevniyeyi in k ara im kân , tevile ihtiy aç asla y o k tu r. Yazıklar
olsun b unun hilâfına düşüncelerde bulunanlara!. âid no niîsş'it] -801
nsbfiigikıîs 9îs «v 9iiü M ianibaM .ubtoyjba snib iıa|aIids^,abflimigY.am.
1 11 — Bı setı Nebevıyyenın on uçııncu senesinde de M ira ç mucizesi
vuku bulm uştur. Şöyle ki: Resuli Ekrem (Sallallahü Vesellem) Efendim izin
-OiS^ı Sl\rilîf.SÖn ÎIıE* 01501 İVİÎI JIlSilİE, {gfiffluffUl&İİlU.
M edinei Münçvvvereye hicretlerinden sekiz ay evvel, Recep ayının yirm i
yedinci gecesi idi ki Cibrili Em in geldi, "B urak" adında bir b init getirdi,
Peygamber Efendim izi alıp Kudsi şerifteki "M escidi A k sa''ya götürdü, ora-
dan göklere çıkardı, Fahri K âinat Efendim iz biri nice .âlemler^ gördü,
Peygam beraıu Zişaıı'ın temessül eden ruhlanyle görüştü, ' 'Sidretülm ünteha?'
denilen m akam a kadar vardı, Allahü A zim üşşanm nice nice tecellilerine
ma/.lıar oldu. Kendisine ve üm m etine beş vakit namaz farz kılındı ve yine o
m übarek gecede hanei saadetine iade buyuruldu. Sabahleyin bu harikulade
hâdiseyi nasa haber verince müslümanlar, kendisini tebrik e ttiler, m üşrikler
isfefvböyle bir şey olamaz:" diye in kâra yeltendiler. üa^imsfei sbsıo fıal
İJs O bilgisiz, düşüncesiz insanlar, hayvanlara ağaçlara, taşlara tapıyorlar-
dı. Allah Tealânm kud retin i de bu taptıkları şeylerin kudretine, kuvvetine
benzeterek böyle bir harikam n vucuduna im kan görem iyorlardı. Eğer bunlar
bu mükevvenatı yaratanın nasıl bir hâliki zişan olduğunu biraz bilselerdi,
eğer o Hallakı Hakimin şu üstümüzdeki nihayetsiz fezada binlerce, m ilyon-
larca büyük, büyük küreleri tu tu p fevkalâde birer sür'atle harek et e ttin n e k te
olduğunu düşünse idiler böyle bir m u'cizeyi in k âra lüzum görmezlerdi. Za-
vallı insanlar!; Kendi yapacakları nakil vasıtalarîyle tayyareler ile Merihleıe.
Zührelere yükselip çıkabileceklerini tasavvur ettikleri halde Miraç hadisesi-
nin m ahza kudreti illhiye ile vaki olm uş olacağını nasıl istib'ad edebilirler?
:mtesbuî/ı ?ıniM av tarmsü ıMsjlişnl
Allah Tealâ şüphe y o k ki her şeye kadirdir.
sbnteoim. hnisblaa niJaz'id .Kenıln^fi i»'/Eç>tsq foli nr{A -ö t i
İslâm iyetin Medinei Münevverede yayılm ası ve niüslümanlann oraya
h icre tle r^ , i<1 .talihsizi nabsirnibns'13 rnsıMH iluea.H infeamşahid snnos qıin
112 — Medinei Talıirenin eski adı " Y e srib ''id i. Oraya Yem enin "A zd"
kabilesinden: bir cem aat gelip yerleşm işlerdi. Bu cem aatin Reisi o la n " H a -
ris" vefat edineeîG'!^vjş}V:ve}iMH azrec'' adındaki iki oğlunu bırakm ıştı. j]Ş;u
cem aat efradı ikiye aynldı. Bir takımı "Evse" diğer bir takımı da "H acrec"e
tabi oldu. Bu suretle Medinei Münevverede "Evs." ve "H azreç" namile iki
kabile türem işti. Bil'ahare bunların aralarına şiddetli bir düşm anlık düştii.
Daima birbirleriyle çarpışıp dururlardı, dünyayı verseler aralarını bulm ak,,
kalblerini birleştirm ek kabil olmazdı. Fakat vakta ki aralarında İslâm iyet
-sıblıv ttBg kvsy ns3îş3ni?g nhslatüi îneturı io ş ı'ıll ?tfbıev insm on anearn
M /İLMİHALİ 505
nurları parlam aya başladı derhal o eski düşm anlığı un u ttu lar, b u düşm anlık
yerine bir sevgi bir kardeşlik kaim oldu, birbirine bir din rabıtasiyle bağlan-
dılar, birbirlerinin selâm etine, saadetine çalıştılar, eski m üşterek düşm an-
ları olan Yahudilere galebe çaldılar.
İşte müsiümanhk, M edinei Münevverede bu iki kabile arasında günden
güne süratle yayılıyordu. Ashabı Kiram dan "U m eyr oğlu M us'ab" bunlara
Kur'an-ı Kerimi ve islâm âdabını ta'lim için Medinei Tahireye gönderilm iş-
ti. N ihayet Reislerinden "Sa'dibni M uaz" ile "Ü seyyid ibni H uzeyr" de
müslüman olunca bu iki kabile arasında müsiümanhk ni'm etine nail olmayan
a m in um m v . « mauv Bvoy g v e io a u » ab -ıoifaoi9VU2 .m m o g ifinfilsc lemab
hem en kalmadı.
113 - Mekkei M ükerrem edeki müslümanlar, m üşriklerden taham mül
edilem eyecek derecede eziyet görüyorlardı. İkinci Akabe bey'atin den sonra
azar azar M edinei Münevvereye gizlice hicrete başladılar. Yalnız H azreti Ö-
m er M ekkei M ükerremededen çıkacağı zam an K âbei M uazzamayı ziyaret
edip orada toplanm ış olan m üşriklere hitaben: "Siz ne akılsız kimselersiniz
ki, taştan ağaçtan yapılm ış şeyleri m a'bud tanıyorsunuz!.. İşte ben gidiyo-
rum, babasını evlâdsız, evlâdını babasız, kansm ı, kocasız bırakm ak isteyen-
ler varsa beni ta'kip etsinler" diyerek alenen çıkıp gitm işti.
M edinei Münevvereye hicret eden ashabı kiram a "M uhacirin" denir,
Medinei Tahire ahalisinden bulunan A shabı Kirama da "E nsar" denilir. Bu
zatlar, m uhacirlere pek ç o k yardım etm iş oldukları için bu "E nsar" Unva-
nını alm ışlardır. Hak Tealâ hepsinden razı olsun.
ısbsM anhalsib steMBve nınüs îs /t ö .iîşils^ sîdsIMuzal! »blfirifim nsl
Peygamber Efendim izin M edinei Münevvvereye hicretleri ve oradaki
sb â z iicra a ti sehiyyeleri: foakteM .üblurıuM sumun od j u İk "amennfime"
. J Î3 I ljl E Ö 3 '{ r a i î I ?
sfc îfi îl 14'i i.iiBi!setin on dördüncü senesi idi, M ekkei M ükekerrem edeki müs-
lüanlar, M edinei Münevvere’ye hicret etm işlerdi. Mekke şehrinde yalm z R e-
suli E klem ile m übarek ehli beyti ve Hazreti E bubekir ile Hazreti Ali
•kMıtıişlardiiBd alvöd nbdZ ..îıîcJlfilıraoîf bY" .iıbsö? iruğma XQYt>d nab/ıişcd
Ashabı kiram m böyle M edinei Münevvvereye gidip orada bir kuvvet
teşkil etm eleri, M ekkei M ükerremedeki gayri müslimleri, düşündürüyordu,
"Dürünnedve" denilen bir hanede toplandılar, müslüm anlann, en büyük düş-
m anı olan "E bu C ehl" nam ındaki bir şahsın sözüne uydular, Resuli Ekrem i
öldürm eğe karar verdiler. H er kabileden bir şahıs aynlarak H azreti Peygam-
berin hanei saadeti etrafını geceleyin k u şattilar, uyum alanm bekliyorlardı,
suikastte bulunacaklardı. anibsî/! ıl&ds% ..ıbıalarrtfı^i i
Btsğfim ali rnsıM3 iIussJ) .ibi ünüg İz s Ii b s b ? lifl ibıahabiad ît».bB>I eve»
İşte o gece, Cibrili Em in geldi, keyfiyeti Resuli Ekrem e haber verdi ve
Medinei Münevvereye hicret için m ezun olduğunu bildirdi. N ebiyyi Zîşan
H azretleri de kendi yatağına H azreti A li'yi yatırdı, yerden bir avuç toprak
alıp dışan d a bekleyen m üşriklerin üzerlerine saçtı; Hiç birisi görmeksizin
506 BÜYÜK İSLAM

aralarından çıkıp gitti. O gece bir yerde kaldı, gündüzün öğle vakti Ebu Bek-
ri sıddıkm hanesini teşrif etti, ve beraberce hicrete m ezun olduklarını
m üjdeledi
115 — Rebiulevvel ayının ilk günleri idi, Peygam ber Efendim iz, Hazreti
Ebu Bekr ile beraber geceleyin M ekkei M ükerrem eden çıktılar, oraya bir
saatlik m esafede bulunan "Sevr” dağına gittiler, orada "A th al" denilen bir
m ağarada saklandılar ve o gece orada kaldılar. Mekke müşrikleri, işden ha-
berdar olunca Resuli Ekrem i takibe koyuldular, h er tarafa başvurdular, h at-
tâ bu m ağaranın yanına bile geldiler. F a k a t m ağaranın kapışm a örüm cekler
derhal ağlarını germiş, güvercinler de gelip oraya yuva yapm ış, yum urtlam ış
olduğundan orada kimsenin bulunm ayacağına kani olup geri döndüler. Bu
da bir m u'ize dem ekti. N ihayet Peygam ber Efendim iz, m uhterem refikiyle
beraber m ağaradan çıktı. Evvelce "A bdullah ibni U rey k it" adında birisi va-
sıtasiyle hazırlam ış oldukları iki deveden birine Resuli Ekrem ile H azreti
E bu Bekir, diğerine de H azreti Ebubekirin oğlu A bdullah ile azatlısı "A m ir
ibni Füheyre" binerek M edinei Münevvere tarafına yöneldiler yolda bir ç o k
h arik alar zuhur etti.
116 — Resuli Ekrem (jSallalallahü Aleyhi Vesellem) Efendim izin Mek-
kei M ükerremeden çıkm ış olduğunu haber alan müşrikler, H azreti Peygam-
ber ile Ebu Bekrissıddıkı tu tu p getirecek kimselere yüz deve vereceklerini
ilan etm işlerdi. Bu develeri elde etm ek için "B eniM üdlic" aşiretinden "Sü-
raka" adında birisi Fahri âlem Efendim izi takibe çıkm ıştı. "K u d ey d " deni-
len m ahalde Resulüllaha y etişti, fak at atının ayakları dizlerine kadar yere
b a ttı, hareketinin fenalığını anladı. Peygamberi Zişandan am an diledi ve tir
"am annam e" aldı, b u suretle k u rtu ld u , Mekkei M ükerrem e'nin fethinde de
İslâm iyet! kabul etti.
Benî Eşlem kabilesinden "Büreydetübnül huseyb" adındaki bir zat da
yetm iş kadar atlı ile H azreti Peygamberi tutm ak sevdasına düştü. Lâkin
Resuli Ekrem e kavuşunca fikri değişti, kalbinde iman parlam ağa başladı,
başından beyaz sarığını çözdü, "Ya Resulâllah!.. Sizin böyle bayraksız yürü-
m enize gönlüm razı olm uyor, müsaade buyurunuz da âlem darınız olmak
şerefine nail olayım " dedi ve aldığı müsaade üzerine sarığını gargısının
ucuna bağladı. M edinei Münevvereye bir saatlik m esafede bulunan "k u b a "
köyüne kadar Resulüllahm yanından ayrılmadı. İslâm m ilk bayrağı, bu
m übarek sarıktır.
117 - Fahri K âinat Efendim izin Medinei Münevvereye teşrif edeceğini
M eduıeliler işitm işlerdi.. Her sabah Medine haricine çıkar, sıcaklar basın-
caya kadar beklerlerdi. Bir Pazartesi günü idi. Resuli Ekrem ile m ağara
refiki olan Hazreti E bu Bekir'in teşrifleri görüldü. Hemen istikbaline k o ş tu -
lar, "K u b a" karyesinde kendilerine m ülâki oldular.
Fahriâlem Efendim iz, K üba'da üç gün kaldı ve m eşhur "K u b a" Mesci-
di;’.! yaptırdı, müslüman cem aati için ilk yapılan Mescidi Ş e rif budür.
İLMİHALİ 507

Sonra H azreti Ali de arkadan gelip K ubada Resuli Ekrem e kavuştu,


A shabı kiram dan m eşhur "Selm anı Farisî" de K ü ba'ya gelip İslâm ile
m üşerref oldu.
118— Resuü Ekrem Hazretleri, Rebiulevvelin on altısına m üsadif bir
Cum a günü idi ki, sabahleyin m üslüm anlardan yüz k işi ile K üba'dan ayrılıp
M edinei Tahireye yürüdüler, yolda "R anon a" denilen derenin üst tarafına
indiler. N ebiyyi A lişan Efendim iz, orada pek beligâne bir h u tb e okuyup
Cuma nam azlarını kıldırdı. Peygamber Efendim izin ilk kıldırdığı Cuma na-
mazı, budur.
Resuli Ekrem Efendim iz, o gün M edinei Münevvereyi teşrif buyurdu-
lar. O gün müslümanlar için bayram olm uştu, her ağızdan: "Y a Resullâl-
lah... Safa geldiniz." nidası yükseliyor, h er yüzde bir sevinç lem 'ası parlı-
yor, parlak m anzum eler okunuyor, E n san kiram dan h er biri: "Y a Resullal-
lah!... Benim hanem i şereflendir" diye niyaz ediyordu. F ak at Peygamberi
A lişan Efendim iz, hiç birinin hatırı kalm asın d iy e" devemi bırakınız,
Allah T eâlâ canibinden m em ur olduğu tarafa gidiyor, bakalım nerede
duracak" buyurdu, m übarek deve de evvelâ "Malik ibni N eccar'ın hanesi
önündeki boş arsada çöktü, sonra kalkıp benî N eccar'dan "Halid Ebu
Eyyubilensarî"nin hanesi önünde ç ö k tü , oradan da kalkıp yine evvelki çö k -
tüğü yere giderek orada durdu.
Resuli Ekrem Efendim iz: "inşallah, konağım ız burasıdır" diyerek
H azreti H alidin hanesini şereflendirdi ve yedi ay kadar o hanede ikam et
buyurdu.
119 — E nsan kiram , h er gün Resuli Ekrem i ziyaret eder,nevbet ile
taam getirir, hizm ette bulunurlardı. O m üddet içinde m ezkur boş arsa on
miskal altına satın alınarak üzerinde bir mescidi şerif yapüdı. Elyevm pek
m a'm ur olan "Mescidi Nebevî" işte bu m übarek m escittir. Bunun çevre-
sinde yapılan hücreler hitanı bulunca Resuli Ekrem H azretleri bunlara nakil
buyurdu, M ekkei M ükerremede kalm ış olan Üm m ülm ü'm üıin H azreti Şevde
ile Peygam berim izin sair ehli beyti de M edinei Münevvereye celbedildi. Ar-
tık M edinei Tahire bu m übarek zatlan n ikinci vatanlan olm uştu.
* Müslümanlarca kabul edilm iş olan "hicri tarih" Peygamber Efendi-
mizin M edinei Münevvereye h icret buyu rduk lan senenin M uharrem inden
başlar. Bu tarihten itibaren müslümanlar için pek parlak bir terakki ve in-
k işaf devresi başlam ış oldu.
120 — Mescidi Nebevî yap ü d ık tan sonra Ashabı kiram toplanıp beş
vakit nam azı cem aatle kılm aya başlam ışlardı. F a k a t namaz vakitlerini
ü â n lâzım geliyordu. Başka m illetlerin boru çalm ak, ç a n çalm ak, yüksek
bir yerde ateş yakm ak gibi kabul etm iş olduklan m ânâsız alâm etler, is-
lâm iyete yakışm azdı. Bir aralık H azreti Ömerin teklifiyle: "Essalâte cam i'
aten" diye nida olundu, nihayet E nsan k ira m d a n " A bdullah ibni Z eyd"e
riiyasifcda büdiğim iz veçhile ezan talim edildi. H azreti Ö m er de böyle bir
508 BÜYÜK1İSLAM

rüya gördü, Resuli Ekrem Efendim iz, bunu işitin c e : ''İnşallah? bu rüya
haktır, nam aza böyle davet olunm alıdır” diye em retti, sonra bu rüya,
vahyi İlâhî ile de teyit buyuruldu. A rtık nam az vakitleri bubfeeçhileşHân
Tsfliföbfaflm sn ıatlk no ntIsw siuid9JI thşIi3i5BH m aıiH iluzsfl -8 1 1
Yer yüzünde nam az vakitleri başk a başka saatlere tesadüf ettiğinden
h içb ir saat y o k tu r ki; Ezani M üham m edr okunmâsmv bu? vesile ile Allahü
Tealânm birliği, büyüklüğü, Peygam berim izin risale ti, nam azın felâlı ve
necata sebep olduğu bütün insanlık âlem ine yüksek b ir sesle ilân edilm iş
olmasın. .tubud .ısum
Resulü E krem , Sallallahü Aleyhi Yeşselem Efendim izin ilk müezzini
Bilâlî H abeşîdir. Ebu M ahzûre Semüre ile A m ribni Ümmi M ektum , ve Sa'
dülkaraz da Efendim izin m üezzinlerındendir. (Radiyallahü anhüm .)
- ı m q isse m s r ş n iY s a tıo s o s u ç ı s t ı ,ıo'{.fi 9 8 J Îw ıg so ın .s ım o fe g bibc ,..iİbI
Resuli Ekrem Efendim izin cihade m ezuniyeti ve karşısında bulunan
ısdifs r gayrimüslimler: {*9 sevin
başlıca ııbnaflSraş ımsnBİî ıransa ...irisi
n in h id ? id .s im ib n s M n s fiIA

121 — Malûmdur ki, Peygamber Efendim iz, bütün âlem lere rahm ettir.
O, insanlık âlem ini bir kardeşlik dairesinde yaşatm ak, yükseltm ek isterdi.
Z ulm etler içinde kalmış m uhitleri h id ay et nurlariyle aydınlatm aya çalışır-
dı. Bunun için kavmine pek güzel nasihatler verdi. Onüç seneden ziyade
n fk ye m ülâyem et gösterdi. H ayfa ki onlardan birçokları bu saadeti takdir
edem ediler. Müslümanların hayatlarına kasdetm ekten geri durm adılar.
N ihayet onları yurtlarından çıkm aya da m ecbur ettiler. F a k a t bununla da
kanaat etm ediller, sair Arap kabilelerini de ehli islâm aleyhine İVairekete
geçirm eğe çalıştılar. Bir takım şairler vasıtasile müslümâıilainn izzetinefis-
lerini rencide etm ek ten sıkılmadılar. A rtık yalnız nasihatle m ülâyem etle
h arek et zam anı geçm iş, müslümanlar kuvvet bulm uş, İslahı1 faziletini,
m edeniyetini bütün dünyaca yaym ak zâm anı gfelmİşti; 339^ n s^° lu m 'sın
122— H icreti Nebevîyenin birinci senesi idi ki, Hak Tealâ tarafından ci-
lıad için müslümanlara ıııe'zuniyet verildi, islâm dinini söndürm ek
isteyenlere karşı kuvvet istimaline müsaade olundu. Bunun üzerine bir
ç o k gazveler yapıldı, seriyyeler tertip edildi. Bütün bunlar, İslâm hayatını
m üdafaa yölundâ vukü'bülffiuştuf!1^0 şinılibs ludsM BsiBİnsrrıüfeûM *
nsbfnmsmıiaM ninsnsa mîiubıuvud Isıaîjl s^stgv'V'anüM isnibsM' nişim
-f il Resuli E krem m E fendim izirtsM zzafebulunduğu îşavâşlara-a”Ga^ve"
denilm iştir. Cem 'i "G azevat” dır. Ashabı kiram dan bir,zatın kum andasiyle
savaşa giden az bir kuvvete de "seriyye" adı verilm iştir/ B irseriyye beşten
nihayet d ö rt yüze kadar giizîde erlerden m üteşekkil bir askeri müfreze
dernektü:. mis o ne? »îlsmfej ırtod ııhsösllim bİşb8 .ubıoviteg misal ne fi
Gazvelerin adedi, yirmİHyedidir. Seriyyelerin adedi de kırk d ö rt veya
elli altıdır. Biz bunların m eşhurlarına dair biraz m alu m atv ereceğ izi^ ^ lfn â!
^ 123 — Resuli Ekrem Efendim izin karşısında bulunan başlıca gayri
tfiüslinılere gelince, bunlar, üç smıf idiler/ıŞöyleiM jsv sim iğiblid Bh^fecyü»
İLMİHALİ $09

. Birinci, sınıf: M ekkei Mükerrenıede, .feıdunup henüz im an etm em iş olan


K ureyş kabilesi idi.Bunlar, bidayeten ehli islâm uı en büyük düşm anı kesil-
m işlerdi. Peygam ber Efendim iz M ekkede b u lundukça bunları n fk ve
m üîâyem etle, güzel hekimtane öğütlerle yola getirmeğe . çalıştı. F a k a t
b u n lan n bu fenahkİan hicretten sonra da devam ettiğinden artık kendi-
lerine k arşı silâh istim âline m ecburiyet görülmüştür
fö3ffi İkinçi sınıf; B îta ra fla rid i İp, bunlar i ş i n s onunu gözlüyorlardı. Bun-
lan n bir takım ı müslüm anlan severlerdi. "Benî H uza'a" gibi. Diğer bir ta-
kım ı d a m üslümanlann ilerlem elerini istemezlerdi. Beni Bekr" kabilesi gibi.
Üçüncü sınıf: da m üttefik ve m uahidler idi ki bunlar yahudüerden
"B enî K ureyza" ile "B enî N ad ir" ve "Benî Kaynüka" kabileleri idi. Bun-
lar, h icretin birinci senesinde H azreti Peygamber ile m uahede yapm ışlardı.
Bunlar, müslümanlara asla taarm z etmeyeceklerdi. Buna m ukabil kendi-
leri de din î âyinlerini serbestçe yapabilecekler, m allan canları m â'sun
bulunacaktı. F a k a t bunlar verdikleri sözde durm ayıp m üslüm anlann aley-
hinde b u lu rim ü |İa rlırfrn 3Ü K 'İİ I ul1 -lt} 3 lu<ro9m finrof
124 — Y ukarıdaki üç sınıftan başka bir de "M ünâftklâf” j^M hü zıihüir
etm işti. Bunlar, zahiren m üslüm an' ğ 6 W n H fo r !,J flK W K İlbM lfhüsîifir®nhğın
aleyhinde bulunuyor, fesada çalışm aktan geri kalm ıyorlardı. Hazreç kabi-
lesinden "A bdullah ibni Ü beyyibni Seiütfe\» ^ jf its>Aafefl6»faıdıaH>V^6|isibni
Süheyl’gibi.
3'îsy Bir de bir takım şairlera^ardl ki bu ıü ^jY ak tM e liabileleijlnin en büyük
adam lan sayılıyorlardı. YazdıklaMtüma;nzum6İ®rie n aşın fikirlerine ,hakim
bulunurlardı. Bunlar; cahilâııe bir gayret ile m üslümanhğın aleyhinde şiir-
le r, şö ylerîMs nRftfeçgsfliğ%.< ;terviçe çalış ~ ^ > ^ y ^ ğ n | | ciebj Salt ' '
bunlardandısjubujym j jabvE rmbnuğüblo gimti§ quşuvs8 a îs ş I b >Ie ';I .Tsiiifig
Bu gayri m üâim şairlere k arşı m üslüm anlarınıda p ek güzide; fîiirleri
vardı. n Bu jyzatlar,ijı;dini| ^ l % u 9-müdafa3js;eder, gayri .jînüslim g^airiere
ceyap verirlerdi. Ensan kiram dan "Hassan ibni S abit", "K e’ab ibni M alik"
/sin ıib n sia o b ş ÎS hadmBgvs'l :ij| cS-**
"m !ğs şad sü'{ şü sissi) i-3xrö9 abis inigsliİB^ .îm o it lid nsnulnd p im ,
■5iü n n b ı s b r . s « 8 . ö y r n d n a l İ B d s r n rn 'in o b 'V : ’ n ül" n a b a t s v v a n : ; ^ b n t b * ? K
M üslümanlann ilk san cak tan ve ilk seriyyesiî , n a b î 9İTİ3BfStrrn ' - ö b p ırı
M ükerrem deki gayri müslimler, müslüm anlan bu m üba-
rek y u rtlan n d an çık an p m allannı ellerinden almış, canlarına da düşman; ke-
silm işti. H ak Tealâ H azretleri de buna m ukabil cihada m e'zu n iy et vererek
bunlann m allannı, canlannı, y urtlarım ehli islâma helâl kılm ıştır.
Binaenaleyh hicreti nebeviyyeııin ikinci senesi idi ki, M ekkelilerin Ş a -
ma gönderdikleri bir ticaret kafilesine taarruz edilm esine karar verildi. Bu
Suretie düşm anların müslümanlar aleyhine tasarlamış oldukları tecavüz
hareketi sonsuz kalacak, kuvvetleri kınlacaktı. t î slvmun-DI ıdsıl
F ahriâlem Efendim iz, altm ış süvari ile bu kafileyi takibe ç ık tı," B e n î
D am re” kabilesinin y u rd u n a kadar teşrif etti. F a k a t kafileye rastgelinem edi.
510 BÜYÜK İSLAM

Benî Damre ile karşılıklı bir m uavenet esası üzerine bir m uhade yapılarak
M edinei Münevvereye avdet buyuruldu.
Bu sefer esnasında Peygamber Efendim izin amcası H azreti Ham za san-
caktar tayin edilm iştir. Kendisine bir beyaz sancak verilmiş ti. İşte müslü-
m anların ilk sancakdan Hazreti Ham za'dır. İlk sancağı da bu beyaz sancak-
tır.
126 — Yine H icreti Seniyyenin ikinci senesi idi ki: Ebu Cehilin idaresi
altında Şam dan M ekkei M ükerremeye bir Kureyş kervanı dönm üş bulunu-
yo rd u . Bunu vurm ak üzere Hazreti Ham zanın kum andası altında otuz ki-
şiden m üteşekkil bir kuvvet tertip edildi. Bu kuvvet, üç yüz kişiden mürek-
kep olan Kureyş kafilesine ansızın rastgeldi. A ralarında harp olacağı sırada
iki tarafla da barışık bulunan "Cüheyne" kabilesinden Am r oğlu Mecdi
o rtaya atıldı, hakim ane sözleriyle bunların arasını sulh e tti İslâm kuvveti,
bir ganim ete nâil olamadı. F a k a t kendisinden sayıca on defa büyük bir
düşm anı k o rk u tu p sulha m ecbur etti. Bu itibar ile m a’nen büyük bir muzaf-
feriyet kazanm ış oldu.
İşte ilk islâm seriyyesi de bu otuz kişilik kuvvettir.

Birinci ve ikinci Bedr gazveleri:

127— K ureyş kabilesinden bir seriyye—ç e te , M edineî Münevvere


civarına kadar sokulup ahalinin hayvanlarını vurm uşlardı. Resuli Ekrem
Efendim iz, bunu haber alınca H azreti Aliyi sancakdar tayin ederek m uha-
cirlerden bir fırka ile bu çetey i takibe çıktı. "B edr" denilen nahiyeye kadar
gittiler. F ak at çete savuşup gitm iş olduğundan avdet buyurdular.
İşte buna "Birinci Bedr Gazvesi" denilm iştir.
128 — İkinci Bedr gazvesine gelince bu da H icreti Nebeviyenin ikinci
senesi Ram azanı şerifinde v u k ü 'bulm uştur. Buna "Bedri Kübra" da denir.
Şöyle ki: Peygam beri Zîşan Efendim iz, M ekkelilere ait olup Şam dan geri
dönm üş bulunan bir ticaret kafilesini elde etm ek üzere üç yüz beş zat ile
M edinei Münevvereden "R evha" denilen m ahalle çıkm ıştı. Bu zatlardan alt-
mış dördü m uhacirlerden, m ütebakisi de ensardan idi.
İşte m üslümanlann ilk ordusunu teşkil eden de bu zatlardır. Kafile,
bunu haber alıp başka bir yoldan savuşup gitm iş, vaziyet hakkında M ekke-
lilere haber gönderm işti. M ekkeliler, dokuz yüz elli kişilik bir ordu ile kafi-
leyi kurtarm aya koştular. Kafilenin Bedr likasında savuşup kurtulm uş
olduğunu haber aldıkları halde m ücerret Ebu Cehl'in teşvikiyle geri dönm e-
diler. Bedre kadar geldiler, Müslümanlar ile savaşta bulunm ak istiyorlardı.
129 — Peygamber Efendim iz, düşm anın bu hareketini haber aldı. As-
habı Kiramiyle müşavere etti, "K afileyi mi ta'kip edelim, Kureyş ordusuna
m ı karşı çıkalım ? Hak Tealâ H azretleri bunlardan birini bana va'd buyur-
m u ştu r" dedi. Ashabi Kiram dan ba'zıları: "Biz böyle bir kuvvetle harb
İLMİHALİ 511

edeceğim izi bilm iyorduk, yoksa d aha tedarüklü bu lu n u rd u k " diyerek kafi-
leyi ta'k ip etm ek istediler. F a k a t Resulî Alişan Efendim izin harbe m ütem a-
yil olduğunu anlayınca: "Y a Resullallah!. Biz sana tabiiz, sen ne tarafa yürür-
isen biz de seninle beraberiz, denizlere atdacak olsan biz de beraber atı-
lırız" yollu sözleriyle dinlerindeki m etan eti; Resuli Ekrem e olan bağlılık-
larını isbat ettiler. A rtık İslâm kuvveti Bedre doğru yürüdü, Resuli Efhem
Efendim iz, m übarek ellerile: "Burası K ureyşten filânın, şurası da felânın ve
felâm n öldüriileceği y erd ir" diyerek işa re t buyurdu, sonra da hep öyle oldu.
130 — Düşman ordusu, Bedr suyunu evvelce tutm uş, İslâm kuvveti,
susuz kalm ıştı. Allah Tealâ Hazretleri, o gece müslümanlara tatlı b ir uyku
verdi, karşılarında düşm an yokm uş gibi korkusuz b ir halde u y u y u p yorgun-
luktan kurtuldular, ertesi gün de yağm urlar yağdı, dereler aktı, Müslümanlar
su sıkıntısından da kurtuldular, bulundukları yer, askeri harekete elverişli
bir hale geldi. N ihayet savaş başlam ıştı. Düşman tarafından atılan bir ok ile
H azreti Öm erin azatlısı olan "M ıhça" şeh it düştü, Peygam ber Efendim iz:
"M ihca' şehitlerin seyyididir" b u y urm u ştur. M üslümanlardan cihad m ey-
danında ilk şehid olan, bu zattır. (Radiyallahü Tealâ anh.)
131 — N ebiyyi Zişan Efendim iz; "Y arabbi!.. İslâm a nusret et. Eğer bu
gün bu islâm cem aatini h e lâ k edersen yer yüzünde sana ibadet edecek kim -
seler kalm ıyacaktır" m ealinde dua e tti ve yerden bir avuç ufacık taşlar
alıp."Yüzleri kara oisun" diye düşm anların üzerine saçtı, bu taşlardan her
biri, bir m ucize olarak m üşriklerden birinin gözüne veya kulağına isabet
etti. N ihayet düşm an ordusu fena halde bozuldu. Ebu Cehil haini iki genç
islâm m ücahidi tarafından öldürüldü. Düşm andan yetm iş er öldürülmüş,
yetm iş kadar da esir alınmış idi. Müslümanlar ise on d ö rt şeh it verm işlerdi.

Düşm andan alman esirlerin bir kısmı para ile, bir kısmı parasız azad
edilm iştir. Bazılan da Ensari kiram dan on çocuğu yazı ö ğretm ek şartiyle
azat edildi. Esirleri öldürm eğe Peygam ber Efendim izin şefkatleri razı ol-
m am ıştı.
132 — Bedr m uharebesinin islâm tarihinde ehem m iyeti pek büyüktür.
Bu gazveye bir takım m elekler iştirâ k etm iş, ashabı Kiramın m a'nevi kuv-
vetlerini arttırm ışlardı.
Bedr m uharebesinde düşm an ordusu, islâm kuvvetinin üç m islinden
fazla idi. F a k a t yine islâm kuvvetine m ağlûp oldular. Çünkü düşm anlann
arasında kavm iyet duygusundan, cahilce bir gururdan başka b ir rabıta y o k
idi. Müslümanlar ise diyanete: ve insaniyete hizm et etm ek arzılsunda idi-
ler. A ralannda bir din bağlılığı var idi. Mânevi kuvvetleri p ek yüksekti.
Ş ahad etin p e k büyük bir rütbe olduğuna m u 'tek id idiler. Baş kum andanlan
olan Resuli E krem (Sallallahü Tealâ A leyhi Vesselam) Efendim izin h er em ri-
ne ita a t ediyorlardı, din y o lun da can verm eyi bir saadet biliyorlardı. İşte bu
sayede parlak bir m uzafferiyete erdiler. Müslümanlar kuvvet buldu. Bir ç o k
kimseler gelip İslam ile m üşerref oldular.
512 BÜYÜK İSLAM

Bedr gazvesinde hazır bulunan Ashabı Kiram ile m a'zaretierine m ebni


hazır bulunm ıyan sekiz zata "A shabı B edr" denir ki m ecm u’u üç yüz on üç
zattır. Bunların m ertebeleri, ashabı güzîn arasında pek yüksektir. Allah
Teala H azretleri cümlesinden razı olsun. . ^ 9İnin98
Benî Kaynüka' ve Uhud Gazveleri: kfobnhslnib sjyhsisög oîlov "sr
mafiLi tîu & H ,uı --b artbsö iiovvtr msfei Mm A .ısiiJîs Jfidüi ınn
133 - Resuli Ekrem Efendim iz ile Medinei Münevverenin "A liye"
denilen nahiyesi civarında oturan "B enî K aynüka'" yahudileri m uahede
yapm ışlardı. Sonra bir müslümanı haksız yere öldürerek verm iş oldukları
sözü bozdular, islâm iyetin terakkisinden telâşa düşmüş idiler,m üslüm anlann
aleyhinde gizliee fesada çalışıy orlardı, g ; ;mio^ tamşöb sbnnsiıpsi j b & v
«sİhe.'Nebiyyi A lişan Efendim iz onların reislerini c e lb e d e re fe 5 |jj|TOj nsîslul
"E y Kaynüka" oğulları! Benim bir hakikî Peygamber olduğum u bili-
yorsunuz. Bana im an ediniz ki, K ureyşin uğradığı felâkete uğram ayasınız."
dedi, onlar da: "Sen bizi Kureyş gibi savaş ne dem ek olduğunu bilmez mi
sanıyorsun?. Biz savaşa h azın z" Diye cevap verdiler. Bunun üzerine islâm
ordusu, hicretin ikinci senesi onlann pek m üstahkem olan kal'elerini on beş
gün m uhasara etti. Teslime m ecbur oldular ve aldıkları bir müsaadeye m ebni
yedi yüz n e f c olduklan halde Şam tarafına çılcıp gittiler. K endilerinden alı-
nan ganim et m allannı beşte biri ilk defa olarak B eytülm al=devlet hâzinesi
nam ına alınıp m ütebakisi gaziler arasında taksim edilm iştir.

134 — U hud gazvesine gelince: Bu da H icreti Seniyyenin üçüncü sene-


sinde vuku bulm uştur. Şöyle ki: M ekkei M ükerrem edeki gayri müslimler,
toplanm ışlar, üç bin erden m üteşekkil bir ordu ile M edinei Münevvereye
yakın bulunan "U h u d ” dağının civanna kadar gelip yerleşm işler. Bedr
gazvesinin acısını çıkarm ak istem işlerdi, yanlarında on beş kadar da kadın
vardı.
Peygamberi Âlişan Efendim iz bu sırada bir rüya görmüştü. Bu rüyasın-
da bir sığırın boğazlandığım , Zülfikâr adındaki kılıcının ucu kırılıp bir
gedik açıldığı ve arkasına m uhkem bir zırh giyip m übarek elini o zırhın
yakasına sokm uş olduğunu gördü. Ve bu rüyayı tabir ederek; Boğazlanan
sığır, ashabından bazılannm şehit olacaklarına, kılıcım daki gedikde ehli
beyt'im den birinin şehadetine, m uhkem zırh da M edineye işa re ttir, dedi ve
binaenaleyh "M edineden çıkm ayalım , düşm an hücum ederse tedafüî bir
^vaziyet alaliıh'' diye tavsiye buyurdu, fko '.rrsbiıuaugvub î e ^ i n m i nbnm ıs
V akıa Medinei Münevverenin her tarafı binalar ve duvarlarla çevrilm iş
bir kal'e halinde bulunduğundan bu yolda harek et pek m uvafık olacaktı.
F a k a t Bedr gazvesinde bulunm am ış olan gençler bu d e f a düşm an ile çar-
pışarak cihad şerefine nâil olmak istediler. H akkın aslanı olan
Ham za dâ Medinei Münevveıede kapanıp kalm ıya tahammül edem iyordu.
Bunun üzerine Seyyidülenbiya, Aleyhi E km elüttehaya Efendim iz Medinei
Tahirenin dışansına çıkm aya karar verdi ve birbiri üzerine iki f ir h giydi,
kılıcım kuşandı.
İLMİHALİ 513

1 3 5 — Resuli Ekrem H azretlerinin tavsiyesi hilâfın a mü talea yürü tenler


pişm an olup: "Y a Resulüllalı!. Biz senin em rine tahiiz, nasıl münasip görür-
sen öyle yapalım " dediler. F a k a tN e b iy y iE fh a m hazretleri: "S ilâhlanın ku-
şandıktan sonra savaş yapm adan geri dönm ek bir peygambere yakışm az"
buyurdu ve bin erden ib aret bir kuvvetle şehir haricine çıktı.

M ünafıkların reisi olan Ü beyyibni Selûl'un oğlu A bdullah, "Resulallah


gençlerin sözlerine uydu, şehirden harice çık tı" diyerek başlarında bulun-
duğu üçyüz m ünafık ile geri döndü. İslâm ordusundaki kuvvetin m iktarı
yedi yüze indi.
136 — N ihayet iki ordu, karşılaşm ıştı. Resuli Ekrem Efendim iz, Asha-
bı Kiram d an'' Cii bey r oğlu A bdullah"ı elli kadar ok atıcı ile bir derenin
ağzına m e'm u r e tti "B uradan düşm anın hücum u beklenir, sakın benden em r
alm adıkça ayrılm ayınız" diye tenbih buyurdu.
Savaş neticesinde düşm an ordusu fena halde bozularak firara yüz tu t-
m u ştu. A bdullah'ın m aiyetindeki erler, düşm anın tam am en bozulm uş ol-
duğunu sanarak arkalarına düşm ek, ganim et m alı almak istediler. Amirleri-
nin em rini dinlem iyerek dağıldılar. Düşman, bunu görünce o dereden islânı
ordusunun sol cehanm a hücum etti. İslâm ordusunda ansızın bir m ağlubiyet
yüz gösterdi. Bu esnada H azreti Ham ze ile daha bir çok sahabei güzin şehid
düşm üştü.

Falıri Alem Efendim iz, harp m eydanında yalnız kalm ıştı, yaniannda
bir kaç zat bulunuyordu. M übarek dudağı yarılm ış, bir m übarek dişi
kırılm ış,zırhının iki halkası kırılıp güllerden daha lâ tif olan nezih vücuduna
saplanm ıştı. H a ttâ biraralık Peygamber Efendim izin şeh it olduğuna dair bir
şayia da çıktı. Bu esnada Resuli Ekrem in üzerine saldıran düşm an kollarını,
Hazreti Ali geri dönm eye m ecbur ediyordu. Sa'd ibni Ebi Vakkas da düş-
m ana ok atıp duruyordu. Üm m i Um are denilen "N esibe" adındaki m u h te-
rem bir kadın da vücudu kanlar içinde kaldığı halde savaşa devam edi-
yordu. H azreti Peygamberi düşm anlarına karşı m üdafaaya çalışıyordu.
137 — Fahriâlem Efendim izin şehid edildiğine dair olan haberden
dolayı Ashabı Kiram, büsbütün perişan olmuş, her biri kendi başının der-
dine düşmüş, m erkezlerini gaibetm iş yıldızlar gibi hareketlerini şaşırarak
dağılm ışlardı. Halbuki Resuli Ekrem H azretleri Hak Tealâm n hıfzında ola-
rak harp m eydanında sabit kadem bulunuyordu. Bunu ilk d e f a Sahabei
güzinden (K â'b ibni Malik) Hazretleri gördü, "İşte Resulallah! Lehülham d
sağ ve selâm et!." diye nida, etti, b un un üzerine Ashabı Kiram, tekrar top-
lanm aya başladılar, düşm anların hücum larını kırdılar.
Düşmanlar, daha ziyade savaşa cesaret edem eyip yurdlarına döndü-
ler. Yirmi iki kadar m ak tû 11arı vardı. Müslümanların şehidleri ise yetm iş iki
kadardı. Bu m übarek şehidler, ikişer, üçer olarak defnedildi. (Rıdvanullahi
Aleyhin Ecm ain).
F : 33
514 BÜYÜK İSLAM

138— Müslümanlar, u h u d gazvesinde lihikm etin galip olm ayıp Medinei


Münevvereye m ahzun bir halde dönm üşlerdi. F a k a t bu savaş, kendileri için
bir uyanm a dersi oldu. Çünkü içlerinden bir takımı, Resuli Ekrem Hazret-
lerinin arzusu h ilâfına olarak şehir dış ansına çıkm ak istem işti, bir takım ı da
m uhafazasına m em ur olduklan noktayı bırakıp ganim et peşine düşmüştü.
Sonra harbin neticesi, H azreti Peygambere m uhalefetin, vazifeye riayetsiz-
liğin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu gösterdi, istikbaldeki müslümanlar
için de bir ibret levhası, bir intibalı dersi teşkil etti. Bir de bu savaş netice-
sinde hakikî müslümanlar seçildi, m ünafık olanlar anlaşüdı, y â r ile ağyar
teayyiin etm iş oldu.

Beni N adir, H andek ve Beni K ureyza gazveleri:


139 — Benî Nadîr yahudileri, M edinei Münevvereye iki saatlik bir me-
safede bulunan "Z ühre” köyünde otururlardı. M üslümanlann aleyhinde
bulunm am ak üzere yapm ış olduklan m uahedeye m uhalefete başladılar.
Uhud gazvesinden sonra ise fikirlerini büsbütün bozdular, vaki olan İhtan
dinlemediler, Hicreti Nebeviyyenin dördüncü senesi Rebiülevvel ayında idi
ki, tarafı nebeyîden kai'aleri on beş gün m uhasara edildi, aldıklan müsaade
özerihte bir kısmı Haybere bir kısmı da Şam ile Filistine çıkıp gitti.
140 — H andek gazvesine gelince bu da hicreti seniyyenin beşinci sene-
sinde vuku'bulm uş tur. Ş ö y le ki: Kureyş taifesi yahudilerin teşvikiyle bir
takım kabileleri ittifakları altına alarak on bin kişiden fazla bir ordu ile
Medinei Münevvereye doğru yürüdüler.
Resuîi Ekrem (Sallallahü Aleyhi Vesselem ) Efendim iz, ashabı kiramiy-
le istişarede bulundu. Selmanı Farisînin tavsiyesi üzerine Medinei Tahirenin
düşm an gelecek tarafına hendek kazdılar,m üdafaa vaziyeti aldılar. H endek
işinde Fahriâlem efendim iz de ashabı güzîniyle beraber çalışıyordu. O esna-
da büyük bir kaya çıkm ış, külünklerin işlemesine engel olm uştu. Keyfiyeti
Resuli Ekrem e arzettiler. N ebiyyi A hşan Hazretleri, m übarek eline aldığı
bir kulünkü "Bism illâh" diye kayaya indirdi. Kayanın üçte birini kopardı.
Kayadan bir kıvılcım çıkıp Yem en tarafına sıçradı. Peygamber Efendim iz:
"Allahtı Ekber, bana Yem enin analıtarlan verildi, şu anda San'anın
kapılanın görüyorum ” dedi. Sonra "B ism illâh” diyerek bir daha vurdu.
Kayanın bir parçası daha koptu, bu defa da çıkan kıvılcım, Şam cihetine
sıçradı. Resuli Ekrem Hazretleri: "Allahü Ekber, bana Şam ın anahtarlan
verildi, Şam ın kırmızı köşklerini görüyorum " dedi. Bir daha vurunca kaya
büsbütün parçalandı. Bu d e f a da çıkan lavılcım, İran tarafına sıçradı.
Fahriâlem Efendim iz, "Allahü Ekber, bana Faris iklim inin anahtarları ve-
rildi, M edayinde Kisranın beyaz köşklerini görüyorum " diye buyurdu ve
Selmanı Farisî H azretlerine hitaben: "Y a Selman!. bu fütuhat benden sonra
üm m etim e nasip olacakür" diye müjde verdi, filhakika öyle de oldu.
İLMİHALİ 515

H albuki m ünafıklar, "M uham m et (Sallallahü Aleyhi Vesellem) bize


Kayserin, Kisranın şehirlerinin hâzinelerini vadediyor, biz ise M edinenin
dışarısına çıkam ayıp hen dek kazm akla u ğraşıyoruz" diye m ırıldanıyor-
lardı.
141 — İki h afta içinde hendek işleri bitm iş a, düşman da görünmeye
başladı. F a k a t önlerine çıksın hendeği görünce şaşın p kaldılar. O zam ana
kadar A rabistanda bu usul görülmemişti. Hendeği geçm ek isteyenler,
beri yandan atılan o k larv e taşlar ile m en'ediliyordu. Hendeği atlayarak beri
tarafa geçen ve bir bölük süvariye denk tutulan (Amr İbni A bdi Vüd)
adındaki bir düşm an eri, ehli islâma m eydan okum aya m übareze talebine
cü r'et gösterm işti. Karşısına çıkan Aliyyül M ürteza (Kerremellahü vecheh)
tarafından bir mübareze neticesinde tepelendi.
M uhasara on beş gün kadar uzadı. Mevsim soğuk idi. Düşmana usanç
gelmeğe başlam ıştı. Bir gece çık an şiddetli bir û rtm a ile çadırları altüst
oldu. A rtık ertesi gün dağılıp gittiler. Bıraktıkları zahireleri, develeri, müslü-
m anlar elde ederek kıtlık sıkıntısından kurtuldular.
Bu handek gazvesinde müslümanlar,beş şehid verm işlerdi. Düşmanın
da d ö rt neferi ölm üştü.
Bu def'a, düşm an bir ç o k kabilelerden m üteşekkildi, Necd diyarında
bulunan G atfan ve Beni Eşlem gibi kabileler de düşm an ile beraber idiler.
Bu tifo etle bu hendek gazvesine "A hzab gazvesi" de denilm iştir. Bundan
sonra m eydan artık müslümanlara kalm ıştı.
142 — Beni K ureyza Gazvesine gelince: Bu da onların hiyaneHerinden
ileri gelm işti. Şöyle ki: M edinei Münevvereye yakın bir köyde oturan "Beni
K ureyza" Y ahudüeri, H endek gazvesinde düşm anlar ile birleşm iş, Peygam-
beri Zişan Efendim izle evvelce yapm ış oldukları m uahedeyi bozm uş,
Ehli İslâm î pek müşkül bir durum da bırakm ışlardı. Resuli Ekrem , henüz
H endek gazvesinden dönerek silâhlanın çıkarm ıştı ki Cibrili Em în geldi
Beni Kurayza üzerine yürünmesi için Hak Tealâ H azretleri tarafından em ir
getirdi. Fahriâlem Efendim iz, tekrar silâhlannı kuşandı, üç bin kadar As-
habı Kiramiyle Beni Kurayza kal'asini on beş gün m uhasara etti. Kal'ade
bulunanlar, Ashabı Güzinden Sa'd İbni Muaz (Radiyallahü anh) ın vereceği
hükm e razı olacaklannı bildirdiler. O da hükm etti, eli silâh tutan erkekleri
idam edildi, topraklan Ensan Kiramın rizasiyle m uhacirini kirama verdi-
ler. A rtık Beni Kurayzanm pek hainane olan N akzı ahd hâdisesi de böyle
m uvafık bir ceza ile nihayet bulup tarihin ibretli sahifelerine karışm ış, oldu.

H udeybiye müsalehası ve H ayber gazvesi:


143 — H icreti nebiviyyenin altıncı senesi idi. Resuli Ekrem Efendim iz
Beytullahı ziyaret için Zilkade ayının iptidasında bin beş yüz kadar Ashabı
kiram iyle M edineyi Münevvereden çık ü . M ekkei M ükenem e tarafına yönel-,
di. Mübarek m aksattan savaş olm adığı için ashabı Kiram, y an lan n a m ükem -
mel harp âletleri alm ayıp yalnız birer kılıç kuşanm ışlardı.
516 BÜYÜK İSLAM

M ekkei M ükerremedeki gayri müslimler, H azreti Peygam berin teşrifini


haber alınca bir ordu halinde M ekkei M ükerreme -dışarısına çıkıp "H udey-
biy e" denilen mevkii tutm uşlar, Resuli Ekrem in M ekkei M ükerremeye gir-
mesine m ani' olm aya karar verm işlerdi. Resuli Ekrem Efendim iz, kendile-
rine H azreti Osmanı gönderdi, yüksek m aksatlarını bildirdi. F a k a t onlar
yine razı olmadılar.

144 - M es'udi Sekaflnin oğlu Urve, yo ld a Resuli Zişan Efendim ize


tesadüf ederek Ashabı Kiramın hareketlerine d ik k at etm işti. Ashabı Kiram
ise Resuli E krem in çevresinde pervane gibi dolaşıyor, bütün em irlerini
hem en yerine getiriyor, huzurlarında son derece ta'zim ile h arek et ederek
yavaşça konuşuyor, abdest alırken serpilen katreleri alıp yüzlerine gözlerine
sürüyorlardı.
Urve, M ekkelilerin yanlarına gidince: "Ey cem aat!. Ben Kayser’in, Kis-
ra ile N ecaşinin divanlarında bulundum , bir ç o k hüküm darlarla görüştüm ,
vallahi ben, M uham m ed (Sallallâhü Aleyhi Vesselem) in hakkında Ashabı-
nın yaptığı hürm et ve itaatinin m islini h iç birinde görm edim , bunlar öyle
kolay kolay dağıtılacak bir cem iyet değil" diyerek kendilerini uzlaşm aya
teşvik etti. Mekkeliler, fusahaı A rabdan "Artır oğlu Süheyl"i H uzun Nebevi-
ye gönderdiler, nih ay et on sene m üddetle sulha karar verildi ki buna "Hu-
deybiye müsalehası" denir.
145 — H udeybiye müsalehası esnasında H azreti Osm an'ın Mekkei
M ükerremede şehid edilm iş olduğuna dair bir şayia çıktı. Bunun üzerine
Resuli Ekrem Hazretleri, bir ağacın altına oturdu, bütün ashabı Kiram top-
landı, ölünceye kadar m ukavem et gösterip savaştan kaçm m ıyacakiarına
dair Resuli Zişan H azretlerine söz verdiler. Buna "B ey 'atü m d v an " denil-
m iştir. Çünkü bu ahd ve b ey 'ati yapan Ashabı K iram dan Allah Tealâ Haz-
retleri razı o ld rğ u n u lisan K ur'an ile hab er vermiş tir.
F ak at bu şayianın doğru olm adığı anlaşıldı. Düşmanlar, ashabı kira-
mın bu kararını duyunca korktular, H azreti Osman (Radiyallâhü Tealâ
anh)ı serbest bıraktılar, müsaleha im zalandı. Resuli E krem ile ashabı güzîni,
kurbanlarını keserek M edinei Münevvereye avdet buyurdular.

146 — H udeybiye müsalehasmın başlıca şartları şunlardır:


(1) Müslümanlar ile diğer taraf arasında on sene harp olmayacak, iki
tarafın hiç biri diğerinin malına, canına taarruz etm iyecek.
(2) Müslümanlar, bu sene Beytüllahı ziyaret etm eksizin geri dönecek-
ler, gelecek sene üç günden ziyad^tölm am ak üzere M ekkei M ükerremeye
gelip K â'bei M uazzamayı ziyaret edebilecekler, bu üç gün içinde M ekkeli-
ler şehir haricine çıkacaklar.
(3) Müslümanlardan K ureyşe sığınacaklar olursa geri döndürülm eyecek
fak at onlardan müslümanlara sığınanlar geriye döndürülecek.
İ L Mİ H A Lİ 517

(4) Müslümanlardan hac ve um re veya ticaret için Mekkei M âkerreme-


ye geleceklerin canlan, m allan em n iyet altında olacak, Kureyş tarafından
M ısır'a, Ş a m 'a geçip gitm ek ve ticarette bulunm ak üzere Medinei Münev-
vereye gelenlerin dahi canlan ve m alları tahtı em niyette bulunacak.
(5) Kureyş ten b aşk a kabileler, isterlerse m üslüm anlann ve isterlerse
K ureyşin him ayesine girebilecek.
Bu m üsaleha üzerine H uza'a kabilesi, m üslüm anlann, Benî Bekr kabilesi
de Kureyş kabilesinin himayesine girdi.
147 — H udeybiye müsalehasınm ehem m iyeti, İslâm tarihinde pek
büyüktür. Bunun ç o k faideleri görülmüştür. Bu büyük bir m uzafferiyet
dem ekti. F a k a t bunu ilk evvel takdir eden yalnız Peygamberi Alişan E fen-
dimiz bulunm uştu.
Bu faidelerin bir kısmı şunlardır:
(1) Ashabı kiram, harbe hazırlanm am ışlardı, silâhlan noksandı. Düş-
m an ise çok m ücehhezdi, âd ete nazaran harp edilmesi, m uvafık değildi.Bu
müsaleha ile bu harbin önü alınmış oldu.
(2) Müslümalar, mükem mel talim ve terbiye görmüş olduldan cihetle
belki düşm anlanna galebe edeceklerdi. F a k a t M ekkei M ükerremeye k a t'î
bir lüzum olmadığı halde harb ile girilseydi K â'bei M uazzamaya hürm etsiz-
lik edilmiş olurdu. Bahusus M ekkei M ükerremede bulunup da müslüman
olduklarını korkulanndan saklayan bir kısım zay ıf zatlar vardı,bunlar ayak-
lar altında kalabilirdi. Bu müsaleha ise bunlara m eydan bırakm am ıştır.
(3) Mekkeliler, M edinei Münevverde kurulan İslâm hüküm etini o za-
m ana kadar tanım ıyorlardı, bu m üsaleha sayesinde ise müslümanlar kendi
hüküm etlerini onlara tanıtm ış oldular.
(4) Müslümanlar, bu müsaleha sebebiyle K ureyşin taarruzundan emin
olarak başka düşm anlariyle uğraşm aya vakit buldular, başka taraflarda
fütuhat elde ettiler.
(5) Bu müsaleha sayesinde bir ç o k kabileler,müslümanlar ile şerbetçe
görüşerek müslümanlığm yüksekliğini anlamış oldu. Müslümanlığı kabul
edenlerin sayılan birden bire p ek ziyade arttı.
Velhasıl. H udeybiye müsalehası, birfeth-i mübîn idi.

148 — H ayber gazvesine gelince: Bu da hicreti Nebeviyenin yedinci


senesinde vuku bulm uştur. Şöyle ki: Hayber, Medinei Münevverenin Şam
cihetinde d ö rt günlük bir m esafede bir şehir idi. Çevresinde bir ço k kafalar,
hurm alıklar, tarlalar vardı. Burada yahudiler otururlardı, bir ç o k İslâm
düşm anlan da gelip bunlara iltihak ediyordu, bunlar Müslümanlara karşı bir
tehlike teşkil ediyorlardı.
H icreti seniyyenin yedinci senesi m uharrem inde idi ki, Resuli Ekrem
(Sallâllahü Aleyhi Veselem) Efendim iz, d ö rt yüz piyade, iki yüz süvari ile
burasını m uhasara etti.
518 BÜYÜK İSLAM

149 — İslâm ordusunun Hay bere m uvasalatı geceye tesadüf etm işti.
F ak at bir kavmi habersiz basm ak, Peygamberi Alişan Efendim izin âd etleri
değildi, sabaha kadar bekledi, sabahleyin m uhasara başladı.H ayber
kal'aleri, pek m üstahkem idi. İslâm sancağı h er gün Ashabı K iram dan büyük
bir zata tevdi olunuyordu. F ak at tam fü tu h at nasip olm uyordu. N ihayet bir
gece Fahriâlem hazretleri buyurdu ki: "Y arın Livayı islâm i öyle bir zata tes-
lim edeceğim ki, o düşm ana m u ttasü hücum eder, asla kaçınm az, o Cenabı
Allahı ve Resulünü sever, Cenabı Hak ile Resulü de onu sever, Allah onun
ellerile feth nasîb bu y u racak ü r."
Ertesi gün Hazreti Ali, Medinei Münevvereden gelip orduya y etişti.
Göz ağrısından rahatsız olduğu için geride kalm ış ti. Resuli Ekrem H azret-
leri islâm sancağını H azreti Ali'ye verdi, o da hem en Kamus kal'esi üzerine
yürüyüp önünde sancağı dikti, bir ç o k Y ahudiler ile m übarezede bulunup
hepsini tepeledi ve en nihayet Kamus kal'esini fethetti, diğer kal'eler de
birer birer zaptedildi.
150 — H ayber arazisi beytülm al nam ına kaydedildi. Ahalisi de bu ara-
ziyi ekip hasılatının yansım beytüİmale verm ek üzere yerlerine bırakıldı.
O tarihe kadar İslâm ordusunda yalnız reislere m ahsus olmak üzere bir
sancak bulunurdu. H ayber gazvesinde ise askerlere de bayraklar verilm işti.
H ayber gazvesinde ehli İslâm dan on beş şeh it vardı. Düşmanın tele-
fatı da doksan üç kişi idi.
Hayberin fethinden sonra Haris kızı Zeynep adında bir Yahudi kadını,
Peygam ber efendim ize hediye olarak kızartılm ış bir koyun tak'dim etti.
Resuli Ekrem Hazretleri, bundan bir lokm a alır almaz; "Bu zehirlidir,
sakın yem eyiniz!." Diye em retti, m übarek om uzlan arasından kan aldırdı,
bu kadını da kendi nam ına m uaheze buyurm ayıp afv buyurdu. F ak at Bera
oğlu Bişr adındaki m uhterem Sabahî, bundan yediği bir lokm a yüzünden
derhal vefat etm iş, Zeynep de cürümünü itiraf eylemiş olduğundan Bişrin
varislerinin talebi üzerine Zeynep kısas olmak üzere öldüriildü. Yaptığı
cinayetin cezasına kavuştu.

Resuli Ekrem 'in hüküm darlan dini islâm a dâveti:

151 — Fahriâlem , (Sallâllahü Aleyhi Vesellem) Efendim iz, bütün mil-


letlere Peygam ber gönderilm iş olduğundan dini islâma d âvet için Hicreti
seniyelerinin yedinci senesi m uharrem inde birer namei hüm ayun yazdırıp
onları m ühürledikten sonra birer elçi ile etraftak i hüküm darlara gönderm iş-
tir. Bu m übarek nameler, Necaşi denilen Habeş hükümdarı "A sham e"ye,
Mısır hüküm dan "M ukavkıs'e, Ş ark ı Rom a İm paratom "HirakT'e, Şam
Meliki olup H irakl'in bir valisi hükm ünde bulunan "H aris'e Yem ame Meliki
Hristiyan "Ali oğlu Hevze"ye, İran Hüküm dan "Husrev Perviz"e vesaireye
hitaben yazılm ıştı.
İL M İH A L İ 519

152 - Necaşi, Nam ei Risaletpenahiyi alır almaz, öpüp yüzüne, gözüne


sürmüş, H abeşeye m uhaceret etm iş bulunan Hazreti Ca'ferin huzurunda
islâm iyeti kabul eylem işti.
Mısır hüküm darı da H azreti Peygam ber'in elçisine hürm ette bulunm uş,
Resuli Ekrem Efendim ize d ö rt cariye ile düldül adındaki m eşhur esteri he-
diyye olarak gönderm işti. Bu cariyelerden biri "M ariye" (Radiyallahü
anha)dır ki, F ahri k âin at Efendim izin İbrahim adındaki m uhterem oğlu,
bundan dünyaya gelmişti.
Kayseri ra m dahi bir ç o k hediyeler gönderm iş, fakat kavminden kork-
tuğu, saltanatına düşkün olduğu cihetle müslüman olam amıştır.

Haris ise Resuli Ekrem in N am ei- saadetini yere atm ış olduğundan


Hazreti Peygamberin duasiyle az sonra kahrolup cehennem e gitm iştir.
Yemame Maliki de "H azreti M uham m ed, beni kendisine veliyyiahd
ederse Müslüman olurum , ve illâ kendisiyle harbederim " diye sui edebde
bulunduğundan az sonra h elâk olm uştur.
Acem hüküm darı ise Nam ei Saadeti alır almaz parçalamış, olduğundan
Resuli Ekrem Efendim iz. Yarabbi!. O benim m ektubum u parçaladı, sen de
onun mülkünü p arçala" diye dua b uyu rm uştu . Filvaki az sonra İran hükü-
m eti parçalandı, büsbütün sönüp İran ülkesi m üslüm anlann eline geçti.
Bunlar, Hazreti Peygambere ve onun m ukaddes dinine ihanet edenlerin
dünyevî cezalan, uhrevî cezalarını ise artık düşünmeli!.

Um retülkaza ve mü' te m uharebesi:

153 — Fahrülmürselîn Efendim iz, hicretin yedinci senesi Zilka'de-


sinde Umre = K âbei M uazzamayı tavaf ve sa'y niyyetiyle Medinei Münev-
vereden çık tı, iki bin kadar Ashabı Kiramı yanında bulunuyordu. Ashabı
Güzinden m eşh u r şair A bdullah ibni Revahe de önünde yürüyerek güzel
güzel m anzum eler okuyordu. Resuli Ekrem Hazretleri; H udeybiye müsa-
lehasm a m ebni M ekkei M ürerremede yalnız üç gün kaldı, sonra Medinei
Münevvereye avdet buyurdu.
Bu um re, H icretin altıncı senesinde yapılm ası istenilip H udeybiye
hâdisesi sebebiyle yapılam am ış olan Umreye bedel olduğundan buna
"U m rei kaza" denilm iştir.
154 — M ü'te m uharebesine gelince: Bu da, Hicreti Nebeviyenin sekizin-
ci senesinde vuku bulm uştur. Şöyle ki: Resuli Ekrem Sallâllahü Aleyhi
Vesellem Efendim iz, Busra valisine "Haris ibni U ıneyr" ile bir namei
saadetlerini gönderm işti. Haris, Ş am diyarında "M ü'te" denilen mahalle
varınca elçi olduğu bilindiği halde R um Kayserinin kum andanlanndaıı
"Ş ü rah bil" tarafından şehid edildi. Binaenaleyh Şürahbil üzerine üç bin
erden m üteşekkil bir İslâm ordusu gönderildi."V adilkıra"da düşm an ile
520 BÜYÜK İSLAM

savaş yapıldı, ilk m uhacem ede düşm an bozuldu, İslâm ordusu "M aan"a
vardı. Kayser'in yüz bin neferden ziyade bir ordu çıkardığı işitildi, fakat
islâm ordusu, geri dönm eyip M ü'teye kadar yürüdü, bu mevkide şid detli bir
harbe tu tu ştu .
155 — M ü'te savaşında islâm sancağını tutan "Z eyid ibni H arise”
sonra "Cafer ibni Ebi Talib" daha sonra "A bdullah ibni Ravahe" Hazretle-
ri şehid düştüler. N ihayet orada bulunan "Seyfullah — Allahın kılıncı"
ünvanım haiz bulunan m eşh u r" Halid ibni V elid" İslâm askerini başına
topladı, o gün m uvaffakiyetle h ârb etti. Ertesi gün yine arslanca harbe baş-
ladı, ordunun iki koluna m evkilerini değiştirdi, Müslümanlara im dat gelmiş
zanniyle düşm anın gözü yıldı, ve en nih ay et düşm an ordusu bozulup geri
çekildi. Hazreti Halid de bunu fırsat bilip islâm ordusu ile M edinei Münev-
vereye döndü.

156 - Müslümanlann Rom alılar ile yap tıkları ilk harp,M ü'tem uhare-
besidir. Bu savaşta üç bin müslüman, yüz bin R um a galebe çalm ıştı ki bu
vak'a ashabı kiram ın en yüksek m a'nevî bir kuvvete m alik bulunm uş olduk-
larını ispata k ifay et eder.
Bu harb, M ü'tede cereyan ederken resuli Ekrem Efendim iz, lıarb saha-
sında neler olduğunu, gözleri önünde oluyorm uş gibi görüp biliyordu.
İslâm sancakdarlarının şehid düştüklerini m übarek gözleri yaşlar akarak
nezdi saadetindeki ashabı kiram ına h ab er veriyordu. Hazreti Cafere kesilen
iki koluna bedel tarafı İlâhîden iki k anat verildiğini de beyan buyurdu. Bu
cihetle bu m uhterem şehide "C aferi T ayyar" denilm iştir. Allah Tealâ bütün
ashabı kiram dan razı olsun, âmin.

Mekkei M ükerremenin fethi:


157 — H icreti Nebeviyenin sekizinci senesi idi ki, Beni Bekr kabilesi,
m üslümanlann him ayesinde blunan H uza'a kabilesi üzerine ansızın hücum
etm iş Kureyş reislerinden bazılan da Benî Bekr'e yardım da bulunm uş,
neticesinde H uza'adan yirm i üç kişi öldürülmüştü. Mekkei M ükerremedeki
Kureyş taifesi, bu suretle H udeybiye müsalelıasını bozm uş oldular.
H uza'adan bir cem aat, Medinei Münevvereye gelerek başlarına gelmiş
olan felâketi, anlattılar, yardım dilediler. Resuli Ekrem Efendim iz, Ram a-
zanı şerifin onuncu gününden sonra on bin kişilik bir ordu ile Medinei
Münevvereden hareket e tti, yolda "B en î Süleym " kabilesi de orduya ilti-
hak etti, M ekkei M ükerreme tarafına yürüdüler.
158— Fahriâlem Efendim izin m uhterem amcası "A bbas" (Radiyallahü
Tealâ anh) evvelce müslüman olm uştu, fakat M ekkei M ükerremede d urdu-
ğu için müslümanlığını gizlem işti, bu kere islâm iyetini ilân ederek Medinei
Tahireye gelm ekte iken islâm ordusuna rastgeldi bu kudsî ordu ile tekrar
İ L Mİ H A Lİ 521

M ekkei M ükerremeye döndü. Peygam beri A iîşan Efendim iz, bundan çok
m ahzuz oldu, "Y a Abbas!. Sen m uhacirlerin hatim esi o ld u n " diye buyurdu.
159— Resuli Ekrem Hazretleri: "K ureyş tarafından taarruz olunm a-
dıkça harp etm eyiniz" diye em retm işti. İslâm ordusu, harbetm eksizin
M ekkei M ükerremeye girdi. Tekbir sadaian dağlan, taşlan titretiyordu.
Yalnız Halid ibni Velidin idaresindeki fırkai islâm iye, "H andem e" denilen
m ahalde düşm anın taarruzuna uğradığından savaşa m ecbur olmuş ve bir
hücum da düşm anı dağıtıp o suretle M ekkei M ükerremeye girmişti.
160 — Resuli Efham Efendim iz, M ekkei M ükerremeye girecekleri
a ra d a İslâm ordusunu gözden geçirdi, bir kere M ekkei M ükerremeden
yalnızca hicret buyurm uş oldukları zam anı hatırladı, bir kere de şim diki
bu büyük m uvaffakiyeti düşündü, hem en H ak Tealâ H azretlerinin lütfü
ihsanına teşekkür için m übarek başlarını üzerine şe re f verm iş olduğu deve-
sinin boynu üzerine do ğıu uzatarak secdeye kapandı. Ne ulvî m anzarai
ubudiyet!. Bir levhai şükran!.
161 — Cum a günü idi, halk H arem i Ş erifte toplanm ıştı. V aktiyle Re-
sulullâha verm iş oldukları eziyetleri anarak bugün kendilerinden nasıl bir
intikam alınacağını düşünüyorlardı. H albuki o R a'fetpenah, o Peygamberi
Alişan H azretleri hepsini afvetti. Hepsinin hak k ın d a m erham et ve şefk at
gösterdi, "h ay d i gidiniz, hepiniz azatsınız, hürsünüz" diye buyurdu.
Bey tu İlahın etrafında üç yüz altm ış kadar p u t vardı. Bunların hepsini
kırdırıp K â'bei M uazzamayı tem izletti. Ö tede beride bulunan putları da
kırdırdı. M ekkei M ükerremedeki erkekler, kadınlar akın akın gelip müs-
lüman oldular. A rtık pek büyük, pek ulvî bir inkilâp vücude gelmişti. O
zam ana kadar taşlara, ağaçlara,insanlara tapanlar şim di yalnız Allah Tealâ
H azretlerine tapm aya başlam ışlardı. Şim diye kadar Resuli E krem e düşm an
olanlar, şim di onu keııdi canlarından ziyade seviyorlardı. Yer yüzünün bu
m übarek parçasından tabaka tabaka zulm etler kalkıp açılm ış, onların yerine
hidayet, diyanet, fazilet, h ak ik î m edeniyet nurları kaim olm uş tu.
Resuli Zişan Efendim iz, M ekkei M ükerremeye henüz pek genç bulu-
nan, fakat d irayet ve kifayetli takdirlere şayan olan Esid oğlu A ttab (Radi-
yallahü Tealâ anh)ı vali tayin etti. Zilkade ayının son günlerinde Medinei
Münevvereye avdet buyurdu.

Hu ney n gazvesi, Ev tas hâdisesi:

162— Mekke-i M ükerremenin fethi üzerine bir çok kabileler, müslüman


oldular. A ncak en büyük kabilelerden olan "Benî Hevazin" ile "Benî S a k if '
kabileleri harbe kalkış tılar. Taif ile M ekkei m ükerrem e arasında "H u n ey n "
denilen m alı aide toplandılar. Resuli Ekrem Efendim iz henüz M ekkei Müker-
rem ede idi. Şevvalin yedinci günü on bin erden m üteşekkil bir ordu ile H u-
neyn'e doğru yüriidü.
522 BÜYÜK İSLAM

Müslümanlardan bazılan: "Bu ordu, hiç bir zam an azlıktan dolayı m ağ-
lûp olm az" dem işti. Bu, yanlış bir düşünce idi. Çünkü nusrat, ancak Allah
Taalâdandır, askerin çokluğu ise zahirî sebeplerdendir. İnsan, bu sebepleri
hazırlam alı, fakat m uvaffakiyeti Hak Tealâdan beklem elidir. İşte kendi-
lerine bir uyanm a dersi olmak üzere müslümanlar, bu gazvede bidayeten
bozuldular, fakat sonra Hakkın lûtfiyle yine galip oldular. Şöyle ki: Büyük
kahram an Halid ibni Velid H azretleri, yanındaki erler ile beraber ihtiyatsızca
yürürken pusuda bulunan düşm anın hücum una uğrayarak bozuldu, bun-
ların arkasındaki Mekkeli İslâm erleri de bozulup dağıldı. N ihayet boz-
gunluk bütün İslam ordusuna sirayet etti. Hap m eydanında yalnız Peygam-
beri Alişan Efendim izle ashabı güzînden birkaç zat kalm ıştı. Resuli Ekre-
m in gösterdiği m etan et ve şecaat, fevkalâde idi. "E y Allahın dinine ve
resuline yardım edenler!. Nereye gidiyorsunuz!. Geliniz, ben Allahın kulu
ve resuliyim " diye nida ediyordu. N ihayet ashabı kiram , uykudan uyanır-
casına uyandılar, tekrer toplanm aya başladılar, düşm ana şiddetli bir hücum
ederek şanlı bir galebe kazandılar.
163 — Evtas hâdisesine gelince: H uneyn gazvesi neticesinde "B eniH e-
vazin" kabilesi, islâm iyeti kabul ettiğ i için azat edilm işti. Düşman firarf-
lerinden bazılan ise "E vtas" denilen vadide toplanm ışlardı. Gönderilen bir
m üfrezeyi islâm iye tarafından esir edildiler. İçlerinden "Beni Sa’d kabile-
sinden Harisin kızı "Ş e y m a " da vardı. Şeym a, Fahriâlem in süt kız karde-
şiydi. Resuli Ekrem Efendim iz, onun esir düştüğünü haber alınca müteessir
oldu, mübarek gözlerinden yaşlar aktı. H akkında bir çok lü tu f ve nevazişte
bulunduktan sonra kendisini kabilesi arasına gönderdi.
«*

Savaştan firar eden "B enî Sakif" kabilesi de gidip Taife kapanm ışlar-
dı. İslâm ordusu tarafından Taif şehri on sekiz gün kadar m uhasara edildi.
F a k a t o sırada fetlı müyesser olmadı, m uhasara kaldınldı, bir sene sonra
T aif ahalisi gelip İslâm ile şeref buldular.

Tebük gazvesi:

164 — H icreti nebeviyenin dokuzuncu senesi idi. Rom alılann Şam da


islâm aleyhine büyük bir ordu hazırlam ış olduklan haber alındı, bunun
üzerine Resuli Ekrem Efendim iz otuz bin kişilik bir ordu ile Medinei Münev-
vereden çıktı. "Tebük" denilen mahalle kadar vardı, yirm i gün kadar orada
kaldı, fakat düşm andan hiç bir h arek et görülmedi, artık Şam a kadar
gidilmesini m uvafık görm eyip M edinei Münevvereye avdet buyuruldu.
165 — Tebük seferi esnasında M edinei Tahirede kıtlık vardı. İslâm
ordusu güçlükle teçhiz edildiği bu cihetle bu orduya "C eyşül'usre” denil-
m iştir. Bu orduya islâm zenginleri, h a ttâ fakirleri bile yardım a koşm uşlar-
dı. Bir ç o k kadınlar; küpelerini bileziklerini mücevherlerini teberru’ ettiler.
İL M İH A L İ 523

H azreti Siddik, bütün servetini getirip Resuli E kıem e teslim etti, H azreti F a -
ruk, m alının yansın ı verdi, H azreti Z innureyn, Ş am a gönderm ek üzere hazır-
lamış olduğu bir ticaret kafilesini tam am en bağışladı. İşte bunlar, bizler
için hak yolunda birer fedakârlık nümunesidir.
166 — Tebük seferi esnasında bazı kabileler ile m ünatıklardan bir ço k -
lan birer bahane ile geri kalm ışlardı. M ünafıklardan bir takım ı, "Böyle sıcak
bir mevsimde yola çıkılır m ı? M uham m ed (Aleyhissalâtü Vesselâm ) Rom a
devletini oyuncak m ı sanıyor? diye nasa korku, dehşet veriyorlardı. H attâ
sefer esnasında H azreti Peygam berin devesi gaip olm uştu. M ünafıklardan bi-
ri "M uham m ed (Sâllallahü Aleyhi Vesellem) Peygamberim diyor, yerden;
gökten haber veriyor, halbuki devesinin nerede olduğunu bilm iyor" dem iş-
ti.
Zaten m ünafıklann, İslâm iyet düşm anlannm âdetleri böyledir. Her h â -
diseden istifade ederek m üslüm anlan şüpheye düşürmek, m üslünıanlann
temiz akidelerini sarsmak, neticesinde de onların kutsal varhğm ı perişan
etm ek isterler. F a k a t uyanık kalbli müslümanlar, düşm anlannm m ahiyetle-
rini garezlerini, dem ıeyan ettikleri m ütalealarının ne gibi bozuk fikirlere da-
yandığını pek güzel bilir, takdir ederler.
Velhasıl: Nebiyyi A lişan Efendim iz, o m ünafıkın cahilâne sözlerini
Hak Tealânm bildirmesiyle bilip Ashabı güzinine hikâye buyurdu "V allahi
ben Hak Tealânm bildirdiği şeylerden başkasını bilm em , şim di Allah Te-
alâ bana bildirdi, deve felan derededir, y u lan bir ağacın dalm a ilişik
kalm ıştır. Gidip getirin" diye em retti. Onlar da koşup gittiler, deveyi o hal
üzere buldular, oradan alıp getirdiler.

167 — Tebük seferinden harp edilm eksizin dönülmüştü. F ak at bu sefe-


rin bir ç o k faideleri görülmüştür. Ezcümle: M üslümanlann koca bir R om a
İm paratoıiuğuna böyle m eydan okuması, herkese dehşet verdi. İslâm
ruhundaki şeham eti gösterdi, bir ç o k beldeler hâkim leri,m üslüm anlara ciz-
ye namiyle vergi verm eyi kabul ettiler. Y em en'den, N ecid'den vesair taraf-
lardan bir ço k kabileler, müslüman olm ak üzere M edinei Münevvereye elçi-
ler gönderdiler. Artık Ceziretülarapta ehli Islâm a karşı durabilecek bir
kuvvet kalm am ıştı. Müslümanlığın etrafa yayılması, ad et fevkinde bir geniş-
lik alm ıştır.

Hiccetül'veda:

168 — H icreti Nebeviyenin onuncu senesinde Hacci veda vuku’ bul-


m u ştu r. Şöyle ki: Zilhicce aym a on gün vardı. Resuli Ekrem (Sallâllahü
Aleyhi veslelem) Efendim iz, Hac farizasını yerine getirm ek için Ashabı
Kiram ından kırk bin zat ile M ekkei M ükerremeye azim et buyurdu. Arefe,
Cum a gününe tesadüf etm işti. N ebiyyi Alişan Efendim iz, yüz binden ziya-
524 b ü y ü k İs l a m :

de müslüman ile birlikte Haccı Ekber y a p tı ve o gün gayet müessir bir hu tb e


okudu, üm m etlerine nasihat verdi, ve ezcümle şöyle buyurdu: "E y nas! din-
leyiniz, anlayınız, biliniz ki, müslümanlar hep birbirinin kardeşidir. Bir kim -
seye kardeşinin m alı h elâl olmaz, m e ğ e rk i gönül nzasiyle verm iş ola. Sakın
nefislerinize zulm etm eyiniz! Ey nas! Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız
vardır, fakat sizin üzerinizde de onların hakları vardır. Onlar sizin hukuku-
nuza riayet etm elidir. Siz de onlara güzel m uam ele yapmalısınız. Ey nas!..
Ben size lâzım olan dini hüküm leri tebliğ ettim ve size bir şey bıraktım ki,
ona sarıldıkça hiç bir vakit d alâlette kalmazsınız. O da Allahın kitabiyle
Peygamberinin sünnetidir.
Daha bir ç o k yüksek beyanattan sonra: "E y nas! K ıyam et gününde
Mu ham m ed (Aleyhisselâm), size risaletini tebliğ e tti mi? Diye sorulur, o va-
k it siz ne cevap verirsiniz?" Diye sordu. Onlar da: "E vet tebliğ e tti" diye şa-
h ad et ederiz, dediler. Bunun üzerine üç d e f a " Ş a h id ol Allahım !" dedi.

169 — O gün akşam üstü: ( ) Â yeti kerimesi na-


zil oldu ki: "Bugün size dininizi ikmal ettim , nim etim i de size tam amladım
sizin için din olm ak üzere islâm ı ih tiyar eyledim " m eâlindedir.
Bu â y e ti kerim e, din-i islâm ın en mükem mel ve en son bir din-i İlâhî
olduğunu gösteriyor, bu din sayesinde müslümanlara en büyük İlâhî ni'm et-
lerin tam am iyle ihsan buyurulm uş olduğunu müjdeliyor. Ve İslâm dininden
başka Hakkın nzasm a m ukarin, indi İlâhîde kabule karin bir din olmadığını
da sarahaten beyan buyuruyor.
H er müslüman; n âil olduğu bu büyük ni'm et ve saadeti bilir. Takdir
eder, bunun hilâfını asla iddia edem ez, h a tın n a getiremez.
Bu â y e ti celile, Resuli Ekrem , Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendim izin
ahire t âlem ine teşrif edeceklerine de işaret ediyordu. Çünkü artık onun mu-
kaddes vazifesi tam am en yapılm ış nâs takım takım İslâm dinine girmiş ve
girm ekte bulunm uştu. A rtık onun kâdîm m a'b u d u n a vuslat edeceğini en
ulvî ebedî m ükâfatlara nâil olacağı zam an gelmiş ti.
170— Peygamberi Alişan Efendim iz "M ina" m evkiinde bir h u tb e daha
okudu ve hüzzara hitaben: "Ey nas! her birinizin cam, malı diğerine haram -
dır. — Ya'ni bunlara haksız yere tecavüz olunam az — K ıyam et gününde Rab-
binizin huzu ru n a çıkacaksınız, o d a am ellerinizden soracak ve amellerinize
göre mücazat edecektir. Sakın benden sonra gayri müslimler gibi teferruk
ederek birbirinizin boynunu vurm ayınız." Ey cem aat! haccin menasikini,
âd ab ve erkânını benden öğreniniz bilmem ama, belki bundan sonra
benimle bir daha burada buluşam azsınız" diye buyurdu.
Bu, Fahri K âinat, A leyhi E km eltüttehiyyat Efendim izin son haccı idi.
Bunu Mekkei M ükerremede on gün içinde bitirdi, oradaki ehli iman ile veda
etti. M edinei Münevvereye avdet b uyurdu. Bu cihetle bu hacca "Hiccetül-
veda" denilm iştir.
İL M İH A L İ 525

Resuli Ekrem Efendim izin ahire te irtihalieri:

171 — Hatem ül'enbiya, A leyhi Ekm elüttehaya, Efendim iz, hacci ve-
da'dan sonra ahiret tedarikiyle m eşgul olmaya başlam ıştı. Hicreti seniyye-
lerinin on birinci senesi Sefer ayınm son günlerinde idi ki şiddetli bir baş
ağrısıyla hum m aya tutu ld u , hastalığı ağırca idi, buna rağm en Mescidi Saa-
dete yarıp m inbere çık tı, bir h u tb e okudu, ashabıkiram ına pek ulvî beyanat-
ta bulundu, onlara pek yüksek bir adale t ve fazilet, bir müsavat ve hakkani-
y et dersi verm ek için "Ey n asl.h er kimin arkasına vurm uş isem işte arkam ,
o da kalksın bana vursun ve her kimin bende alacağı varsa işte malım, gelsin
alsın" dedi. Kendisinden sonra Cezire tül'arap tan m üşriklerin çıkarılm asını
em retti. E traftan gelecek elçilere ikram edilmesini tavsiyede bulundu, sonra
"Allah Tealâ bir kulunu dünya ile kendi vuslatı arasında m uhayyer kıldı, o
kul da onun vuslatını ihtiyar e tti" diyerek bununla ahiret âlem ine irtihal
edeceğine işaret buyurdu.
172 — Resuli Ekrem Efendim izin hastalığı ağırlaşınca E nsan kiram,
"acaba halimiz ne olacak?" diye endişe içinde kalm ışlardı. Bunu haber alan
N ebiyyi Ziyşan Efendim iz, H azreti Ali ile amıcası H azreti Abbasm oğlu
Fadl'ın kollarına dayanarak tekrar Mescidi Şerife çıktı, müessir bir hu tb e
okudu, ve ezcümle şu m ealde tavsiyelerde bulundu:
"E y nâs! benim vefat edeceğim i düşünüp telâş e önekte imişsiniz. Hiç
bir Peygamber üm m eti arasında ebedi kalm adı ki ben de sizin aranızda ebe-
dî kalayım?. Ey ensar!. size nasihatim şu d u r ki: İlk m uhacirlere hürm et ve ri-
ayet ediniz. Ey m uhacirin!, size de vasiyetim şudu r ki: Ensara güzel m uam e-
le yapasınız. Ey nâs! günah ııi'm etin zevaline sebep olur. E ğer halk, hakkın
emirlerine m u tî olursa onların âm irleri de öyle olur ve eğer halk â sî olursa
onların âm irleri de öyle olur."
173 — Peygamberi Âlişan Efendim iz, hasta olmakla beraber her ezan
okundukça Mescidi Şerife çıkıyor,ashabı kiram ına imam olup namaz kıl-
dırıyordu. F a k a t irtihallerine üç gün kala hastalığı arttı,artık mescide çıka-
maz oldu. "E bubekire söyleyiniz, im am et etsin" diye buyurdu.
Rebiülevvelin on ikm ci Pazartesi günü idi. E bubekri sıddık H azretleri
ashabı kiram a sabah nam azını kıldırıyordu. Resuli Ekrem Efendim iz kendi-
sinde bir kuvvet gördü. Mescidi Saadete çıktı. Ashabının saf saf olup ib adet
ettiklerini görünce pek m ahzuz oldu ve Hazreti Sıddık'a uyup namaz kıldı.
174 — Ashabı kiram, Peygam ber Efendim izin ifakat bulm uş olduğunu
sanarak pek sevinmişlerdi. H albuki F ahriâlem H azretleri nam azdan sonra
Hücrei Saadetine dönüp rah a t döşeğine yattı. A rtık kadîm , kerîm m a’bu-
dunun m a'nevi huzuruna kavuşacağı zaman geldi. O güllerden lâ tif olan mü-
barek sîması, bazan kızarıyor, bazan sararıyordu. A lnından jaleler gibi ter
katreleri serpiliyordu. N ihayet zeval vakti idi ki,birer h id ay et yıldızı gibi par-
526 BÜYÜK İSLAM

layan o güzel İlâhi gözlerini semaya dikti. "Allahüm m errefikal alâ =


Allahım Beni refiki alaya kavuştur" diye dua etti, sonra da m übarek başları
aşağıya doğru m eylediverdi. A rtık m ukaddes ruhu, âlâyı iliyyine u çu p git-
m işti. Sallâllahü Tealâ Aleyhi Vesellem.

Peygam ber Efendim izin irtihallerinden m ünba'is teessürler:

175— Resuli Ekrem H azretlerinin irtihalleri, ashabı kiranı arasında pek


büyük teessürler uyandırdı. O nebiyyi zişanın m uazzez ehli beyti, ah u enine
başlam ıştı. Fatım etüzzehra Hazretleri, " V â eb etah " diye ağlıyordu. Aişei
Sıddıka validemizi, Fahriâlem Efendim izin mehasin ve kem alâtını yadede-
rek: "Eyvah!, o Peygamberi A lişana ki, dünyaya asla iltifat etm edi, üm m eti-
nin günahlarını düşünerek bir gece olsun döşeğinde rahat uyum adı. Müşrik-
lerin her türlü eziyetlerine katlanarak asla ye'se düşmedi, yoksullan,
zayıfları lû tf'ü ihsanından m ahrum bırakm adı" diye hazin hazin ağlıyordu.
Sair ashabı kiram ise m eb 'h u t bir halde kalm ışlardı.
176 — H azreti Ömer, Resulullahm irtihaline asla ihtim al verm iyordu.
N ihayet Hazreti Siddikî Âzam gelip Hücrei saadete girdi, Resuli Ekrem in
lâ tif cismini ö rten sütreyi kaldırdı, o nezih vücudu öptü. " V â N ebiyyahî.Se-
nin m em aün da hayatın gibi güzel"diye ağladı, ehli beyte tesliyetverm eğe
çalıştı, sonra Mescidi şerife gidip m inbere çık ü , cem aata hitaben: "Ey nas!
Kim ki Hazreti M uhamm ede tapıyor ise bilsin ki o vefat etti. Her kim ki AI-
lahü A zim üşşana tapıyor ise bilsin ki Allah Tealâ hayyilâ yem uttur'.' dedi.
Ve hiç bir Peygamberin dünyada m üebbed kalm adığm ı söyledi, dinlerinden
döneceklerin Cenabı Hakka bir zarar verem eyeceklerini bilâkis nail olduk-
ları dini islâm da sebat edenlerin m ükafata ereceklerini beyan ederek Ashabı
Kiramın hayretlerini giderdi.

177 — Ashabı Güzin,Beni Sâidenin suffasında toplandılar. Biraz m üna-


k aşadan sonra Sıddıki Âzam Hazretlerini bil'ittifak Resuli Ekrem e halife
intihap ettiler. Badehu Peygamberi Zişan Efendim izin m übarek teçhiz ve
takfînini ikmal ederek hastalığı zam anında yatm ış olduğu hücrei saadetine
defnedilm esine karar verdiler. İlk evvel ehl-i beyti nübüvvet, sonra da sair
erkekler, kadınlar gençler köleler takım takım gelip teker teker nam azım
kıldılar. V akit uzadı, ancak Ç arşam ba gecesi seher vaktinde mübarek kabri-
ne, ravzai saadetine tevdi ettiler.

Etsiıı afaka ravzanı teyziıı,


Salevatı güzîni kudsiyyin.
İLMİHALİ 527

LÂHİKA
Resuli Ekrem Efendim izde tecelli etm iş olan kem alât ve mehasin
hakkındadır.
178 — M a'lûm olduğu üzere insanlara m ahsus kemaller başlıca iki
kısımdır. Bir kısm ı,"gayri ihtiy arî"d ir ki,bunlar,insanların kesb ve ihtiyarları
olmaksızın m evcut olan kemallerdir. Asalet,güzel suret, akıl ve zekâvet gibi,
Diğer kısmı da "İh tiy arî"d ir ki, insanların tam am en kesb ve ihtiyariyle
vücude gelen kemallerdir. İlim, irfan,gibi bilgiler, m eziyeti er ve sadakat, ema-
net, tevazu, zühdü takva gibi güzel huylar, siretler bu cümledendir.

Bu iki kısım kem allerden yalnız biri veya bir kaçı bir insanda bulunur-
sa kendisine büyük bir şe re f verir, kendisi için iftihara vesile olur. Ya bu ke-
m allerin hepsi bir zatta toplanm ış olursa artık onun ne kadar büyük bir
şerefe yüksek bir mevkie nâil bulunm uş olacağını düşünmelidir.
İşte Peygamberi Alişan Efendim izde bu iki kısım kem alât ve mehasi-
nin hepsi de pek yüksek bir surette tam am iyle toplanm rştır. Bunlardan baş-
ka da nübüvvet ve risalet şerefine m azlıar bulunm uşlardı. Onun pek yüksek
m ehasininden ba'zılarm a m ahza teberrük için pek kısaca işaret edeceğiz.

Resuli Ekrem Efendim izin asaleti:


179— M alûm dur ki "F alıriâlem " (Aleyhisselâtü Vesselam) Efendi-
m iz, Kureyş kabilesinden ve Ali H aşim den zuhur etm iştir. K ureyşîler ise
İsmail Aleyhisselâm m -züniyetinden bulundukları cihetle pek büyük bir
asalet ve necabet şerefini hâiz idiler. Bununla beraber, Mekkei Mükerreme-
de öteden beri K âbei M uazzam a'nm hidm etiyle, tevliyetiyle m üşerref olup
daim a riyaset mevkiinde bulunm uşlardı. İşte Peygamber Efendim iz, böyle
şerefli bir kavma, m üm taz bir hanedana m ensuptur. Bu m ensubiyeti de
kendisinin m uvaffakiyetine yardım etm iştir.

Resuli Ekrem in güzel sureti = Hilyei Saadeti:


180 — Peygamber Efendim iz Hazretleri, bütün yaratılm ış olanların en
güzeli idi. Bütün azası uygun idi. M u'tedil idi, yakışıklı idi. M übarek vücudu,
giçlü kuvvetli idi. Zayıf ve semiz olmayıp orta halde idi, etleri sıkıca idi.
Münevver cildi ipeklerden yum uşaktı. L â tif cisminin kokusu fevkalâde
güzeldi. O kşadığı şeylerden günlerce güzel kokular duyulurdu. Nezih cismi
beyazdı, nurani idi. Bu beyazlık içinde lâ tif bir penbelik parıldardı... Pek
sevimli olan m übarek boyu ne kısa, ne de uzun idi. Bununla beraber yanın-
da bulunanlardan daim a uzun görünürdü. Berrak göğsü ve iki m übarek
om uzlarının arası geniş idi ve nurlu om uzlarının arasında güvercin yum ur-
tası gibi bir kırm ızı ben nişanesi var idi ki bu bir "H atem i Nübevvet" idi.
O Nebiyyi Zişanın bilekleri elleri parm aklan uzunca ve kalınca idi.
Mübarek başı ve ağzı pek m u'tedil ve pek güzel sayılacak veçhile büyükçe
528 BÜYÜK İSLAM

idi. Ön dişleri seyrekçe idi. Söz söyledikçe inci danelerinden daha berrak
olan dişlerinin parıltısı görülürdü. Parlak alm genişti. Hilâl kaşları uzunca idi.
Kaşlarının arası açık ça idi. İki kaşının arasında gazep ettiğ i zaman kabarıp
beliren lâ tif bir dam ar vardı. L etafet nişanesi olan kirpikleri, uzun ve siyah
idi. Saadetli sakalı sıkça idi, bir tutam boyunca bulunurdu. İrtihalleri
sırasında m übarek başiyle sakalının beyaz saç lan henüz yirm i kadar bulunu-
yordu. Sünbüllerden daha zarif, daha güze! kokulu bulunan başının saç-
ian ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi, kulaklannm yum uşaklarını geçmezdi.
Ashabı güzînden H azreti Enes dem iştir ki: "Ben Resulullahtan daha
güzel bir z a t görm edim , m übarek yüzünden sanki güneşin ııurlan akardı,
o güzel yüzünde parlayan letafet nurları lâ tif dişlerinden gülümsedikçe
saçılan saffet lem 'alan, karşısında bulunan duvarlara aksederdi.”

Evet... Resuli Ekrem Efendim izin bütün âzası, bütün havassü kuvası
pek mükemmeldi. B aşkalanm n göremiyecekleri, işidem iyecekleri kadar
uzak yerlerde bulunan şeyleri görür, sesleri işitirdi. Pek vekarh olan yürüyü-
şü, inişten aşağıya doğru akar gider gibi, süratlice idi. Kendinden her
veçhile bir m ükem m eliyet, bir fevkalâdelik tecelli ederdi. Kendisini jlk
gören bir kim se m ehabbet içinde kalırdı, kendisiyle görüşüp konuşm ak
şerefine nâil olan kim se, ona karşı derin bir m uhabbet duyardı. O nun
yüksek evsafını görüp yadedenler. O nun bir mislini ne ondan evvel ne de
ondan sonra görüp bilm ediklerini itira f ederlerdi. Hasılı O: Bir letafet ve
m ükem m eliyet hârikası idi. Sallâllahü Aleyhi Vesseiem.

Resuli Ekrem in pek yüksek akıl ve zekâsı:


181 — Peygamberi Alişan Efendim iz m übarek akıl ve zekâsı, her tür-
lü tasavvurlann üstündedir. O nun pek yüksek aklî, zekâsı yanında en
büyük dahîlerin, en parlak fikirli hakîm 'lerin akıllan, dehalan pek sönük
kalırdı. Bu hakikate onun m uazzam tarihi hayatı pek güzel şahittir. Cezi-
retül'arabın biseti nebeviyeden evvelki haliyle bi'seti seniyyeden sonraki
halini düşünm ek kifayet eder. A i!ah im iz m o büyük, o son peygam beri kadar
nâsın ruhî hallerini anlam ış, âlem in siyasetini güzelce idare etm iş, nâsı
irşada, islâha m uvaffak olmuş, bu hususlarda icap eder esaslan hazırlam ış
bir akıl ve hikm et sahibi gösterilemez.

Resuli Ekrem in fesahat ve beiâgati:


182 — N ebiyyi m u'ciz beyan Efendim iz, fıtraten pek f as ili idi. Yüksek
m aksatlannı açık açık, parlak bir surette ifade ederdi. H uzuruna gelen elçi-
lerin verdikleri nutuklara pek beliğ bir tarzda m ukabelede bulunurdu.
O nun m übarek sözleri arasında bir çok m ân alan toplayan öyle yüksek
parçalar vardır ki, onlara "Cevamiülkelim" denir. Yine onun m übarek söz-
leri arasında öyle bedî', pürhikm et parçalar vardır ki, bunlara "Bedayi-
İLMİHALİ 529

ülhikem " denilir. Biz, bunların bir kısmını ahlâk bahsinde yazm ış b u lu -
nuyoruz. (H ikm etin başı Allah korsudur.) (İnsanlar altın ve gümüş m aden-
leri gibidir), (Nâs tarak dişleri gibi birbirine - h ukukan - müsavidir).
(Kendi m iktarını bilen kişi helâk olm az), (Kendi hakkında istediğini senin
hakkında istem iyen kim senin sohbetinden hayır y o k tu r), (Kendi nefsi
için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe kişinin im anı k âm il olmaz),
(Yalan yere yem in, yurtları harap bir halde bırakır), (Em aneti seni em în
ittihaz edene teslim et, sana hiyanet edene sen hiyanet etm e), (Kadım hu-
kuka riayet= eski dostluğu m uhafaza, im andandır), (Alışverişinde en
ziyade ziyan eden o kim sedir ki, başkasının dünyası uğrunda kendi ahiretini
feda eder), (K ardeşinin uğradığı m usibetten dolayı sevinç gösterm e, sonra
Hak Tealâ, onu k u rtarır da seni m üptelâ eder), (Cezası en çabuk olan şey,
zulümdür), (Nâsa kendini sevdirmek, akhn yarısıdır), (K anaat tükenm ez bir
mal, fena bulm az bir hazinedir), (Peşim anhk bir tövbedir) m eâlinde bulu-
nan m übarek hadisler de bu cümledendir.

Resuli Ekrem in m übarek ahlâkı:


183 — Peygamberi Alişanım ızm ahlâkı, tam am en K ur'anı Kerime
m uvafık idi. Ya'ni: K ur'anı Mübiııin gösterdiği güzel huyların p ü kem m el bir
m ecm uasından ibaret bulunuyordu. O nun kadar güzel ahlaka m alik bir
za t görülm emiştir. Bunun içindir ki hakkında lisani K u r 'a n ile ^ p iie j^
Şüphe yok ki sen pek büyük ahlâk üzere yarâdılm ış bulunuyorsun) buyu-
rulm uştur. Bir hadisi şerifte de: "Ben m ek ân m ı ahlâkı tam am lam ak için
gönderildim " buyurulm uş tur.
Filhakika Peygam ber Efendim iz Hazretleri, m ek ân m ve - mehasini
ahlâk denilen pek güzel huylar ile tam am en m u ttasıf bulunm uş, bunları
üm m etine de tavsiye etm iş, kendisine uyanları ah lâk ça m elekler derecesine
yükseltm iştir.

Resuli E krem in pek yüksek ilm-ü irfanı:


184 — Hacei k âin at Efendim iz m ahza Allah Tealânm vahy ve ilha-
miyle pek ç o k hakikatlere m uttali idi. Hiç bir kimse ilmü irfanca, onun
m ertebesine yetişm em iştir ve yetişem ez. Semavî kitapların şeriatlerin
hükümlerine, geçm iş üm m etlerin tarihine,her kavmin siyasetine, hikem iy-
yatrna, içtim aiyyatm a, harp fenlerine ve daha bir ç o k yüksek ilimlere
vakıf idi. Vücude getirm iş olduğu dinî müessesenin azam eti buna şah ittir.
Halbuki kendisi üm mî idi, ya'ni: Hiç bir m ektebe, m edreseye gitm em iş, hiç
bir m uallim den bir şey okuyup yazm am ış, âlim ler ile, hekim ler ile düşüp
kalkm am ışdı. Bunun böyle olduğunu bütün kavim ve kabilesi de biliyordu.
Bu hali, onun hakkında bir m u'cize idi. A rtık onun vahyi İlâhiye mazhar,
pek büyük bir peygam ber olduğunda nasıl şüphe edilir?
F : 34
530 BÜYÜK İSLAM

Resuli E krem in fevkalâde nezafeti:


185 — Peygam beri Ziyşan Efendim iz nezafete, teharete pek ç o k riayet
ederdi. Onun cismen nezafeüeri fevkalâde olduğu gibi sîreten nezafeüeri de
h er türlü tasavvurun fevkin deydi. H a ttâ "nezafete ziyadesiyle riay et ediniz.
H ak Tealâ İslâm dinini nezafet üzerine bina kılm ıştır, cennete ancak neza-
feti olanlar girecektir" diye b u y u rm u ştu r. M übarek vücutları pek güzel bir
rayihaya .m alikti. Bu lâ tif rayiha, fıtrî idi. Maamafih bazan ıtriy y at da
isti'm al buyururdu.

Resuli Ekrem in h ârik u lâd e sehaveti:


186 — E fdalül'enbiya Efendim iz, son derece kerem ve sehaya m alik-
ti. Hiç bir sâile "y o k " diye cevap vermezdi. E ğer yanlarında verilecek bir
şey bulunm azsa y a ashabından ödünç alarak verir veyahut "yarın gel"
gibi b ir şey derdi.
H uneyn gazvesinde ganim et m allarından bir vadide toplanm ış olan yüz
deve hakkında Safvan ibni Ümeyye: "N e â lâ develer!." dem ekle Resuli E k-
rem Efendim iz: "Öyle ise onlar senin olsunlar" deyip bu yüz deveyi Safvana
bağışlam ıştı. Safvan, bu lûtfıı görünce: "Bu kadar seha ve kerem ancak
Peygam berlerde b u lu n u r" diyerek hem en müslüman olm uştur. Halbuki
müslüman olmak için evvelce d ö rt ay m ühlet almış bulunuyordu.

Resuli Ekrem in bînazir şecaati:


187 — Peygam beri  lişan Efendim iz, fevkalâde bir şecaate bir kuvvet
ve şeham ete m alikti. Bir ç o k savaşlarda bir nice zırh giymiş kahram anlar,
firara m ecburiyet gördükleri halde Resuli Efham Efendim iz sebat eder
dururdu. Ezcümle U hud ve H uneyn gazvelerinde gösterdiği m etan et ve şe-
caat her türlü tasavvurların fevkindedir.
Bir def'a M edinei Tahirenin haricinden bir k orkunç güıültü işitilm iş,
düşm an tarafından hücum v u k u ‘bulduğu sanılm ıştı. H erkesten evvel Fahri-
âlem H azretleri kılıcını kuşanarak gürültü tarafına k o şm u ş ve henüz başka-
ları azimete hazırlanırken kendisi avdet b u yurup "korkacak b ir şey y o k "
diye halkı teskin etm işti.
Hazreti Ali d er ki: "M uharebelerde Resuli E krem kadar düşm ana yak-
laşan bir kimse bulunm azdı. Birçok defalar h arp kızışıp başım ız sıkıntıya
gelince Resuli Ekrem , Sallallahü A leyhi Vesellem'e sığınırdık'..

Resuli E krem in yüksek hilm i ve afvü kerem i:


188 — F ahri k âin at Efendim iz, son derece hilm ile, afv-ü kerem ile
m u ttasıf idi. Gazap edilecek yerlerde sükûneti m uhafaza eder, m übarek
İLM İH ALİ 531

hayatına kasdedenleri bile afveylerdi. Uhud gazvesinde mübarek bir d işi


şeh id edilm iş, lâ t if çehresi kanlar için d e kalm ış olduğu halde yine düş-
manlarına beddua etm em iş "Yarabbi!. Kavmime h id ayet et, çünkü onlar
bilmiyorlar" diye niyazda bulunm uştu. "Ne için bunların aleyhine dua
etm iyorsun?." diyenlere: "Ben le'an olarak gönderilmedim, nası Hak
yolunda, Allahın rahmetine davet için gönderildim" diye cevap verm işti.
M ekkei Mükerremeyi feüı buyurdukları gün Kureyş hakkında tecelli
eden lûtfu n ebevi de Resuli Ekremin ne kadar afüvkâr olduğuna şahiddir.

Resuli Ekremin ulvî hayası:


189 - Seyyidülmürselin E fendim iz, gerek fitrî ve gerek dinî haya ve
edep bakımından da bütün insanların fevkinde idi. Kendisinde tecelli eden
hayanın kemalinden dolayı hiç bir kim senin sözünü kesmez,yüzüne itâlei
nazarda bulunarak uzun uzadıya bakmazdı. Utanılacak veya çirkin görüle-
cek şeyleri açık ça söylem eyip kinaye y o liy le beyân buyururdu. H oşuna
gitm eyen bir şeyin bir kim seden sudurunu işitince: "Filân kimse neden
şö y le yapm ış?" dem ezdi. Belki "bazı kim seler neden şö y le yapıyorm uş"
dem ekle iktifa buyururdu.
Ashabı kiramdan bir zat, p ek ziyade h ayâlı olduğundan bazı arkadaş-
ları kendine ıtab etm ek istem işler. Resuli Ekrem Hazretleri, bunu haber
alınca: "Onu haline bırakınız, çünkü haya imandandır" buyurm uş. Diğer biı
hadisi şerifte de. "Haya insanı için bir ziynettir" buyurulm uş tur.

R esuli Ekremin em salsiz vefası:


190 — Fahriâlem E fendim iz, son derece vefakâr idi. Ashabını,akri-
basını, eh li b eytin e m ensup olanlan unutm az, daima kendilerini arar, sorar
taltif buyururdu. Bir defa H abeş hükümdarı Necaşi, tarafından h uzun
saadetine elçiler gelm işti. Bunlara bizzat h izm et lûtfunda bulundu. Ashabı
kiramdan bazılan: "Ya Resulâllah!. biz hizm ete yetişiriz" dediler. Cevaben
buyurdu ki: "Bunlar H abeşeye hicret etm iş olan ashabıma yer gösterm iş,
ikram etm işlerdi, şim d i ben de bunlara bil'm ukabele hizm et etm ek isterim"
Bazen hanei saadetlerine hediyeler gelince:"Bunu filân hatunun evine
gönderiniz, çünkü o, H aticenin dostu idi, onu severdi" d iye emreder, m er-
hum refikasına riayette bulunurdu.
Bir defa hanei saadetlerine gelen bir hatunun h atınn ı kem ali lü tu f ile
sorm uş sonra buyurm uştu ki: "Bu hatun, H atice zam anında hanem ize gelir
giderdi, eski ahidlere riayet imandandır."

R esuli Ekremin şefk at ve merhameti:


191 — R e'fetpenah olan Peygam berimiz, üm m eti hakkında son derece
şefkatli, m erham etli idi. Ü m m eti hakkında daima kolaylık cihetini ihtiyar
532 B Ü Y Ü K İS L A M

buyururdu. Nam azda iken bir ço cu ğ u n ağladığını işitse ona merham eten
namazım h a fifçe kılar, ço cu ğ u n sesini durdurmak isterdi. Hele haktan k a çı-
nanların hallerine pek acmır, salahlarına dua ederdi.
O büyük Peygamberin, o kudsî siyretin m erham eti yalnız insanlara
değil, hayvanlara, ağaçlara, ekinlere de şam il idi. Mü'te muharebesinde
bulunacak olan İslâm ordusuna hitaben şu mealde öğütler verm işti: "Allah
Tealânın adına sığınarak onun ve sizin düşmanlarınızda harb ediniz. F akat
gideceğiniz yerlerde dünyadan soyulm uş rahipler göreceksiniz onlara asla
dokunm ayınız. Kadınlar 3 e çocuklara şefkatte m uam ele yapınız, hurma
ağaçlarım kesm eyiniz, evleri yıkm ayınız."
Hicreti seniyyenin onuncu senesinde idi, m uhterem oğlu H azreti İb-
rahim, henüz on altı aylık bir ma'sum olduğu halde vefat etm iş, kerimesi
Fatımetüzzehradan başka evlâdı kalm am ıştı. Bir gülgonce gibi açılm adan
solan o masumun haline acıyarak ağlam ış mübarek gözlerinden şebnem ler
gibi yaşlar serpilm işti. Orada bulunan İbni Avf: "Ya Resulâllah! sen de mi
ağlıyorsun?." D em ekle Peygamberi A lişan Efendim iz: "Gözümüz ağlar, kal-
bim iz mahzun olur*JFakat bizden rızayi İlâhîye m uhalif bir söz sadır olmaz"
diyerek ruhundaki ulvî hassasiyetini gösterm iştir.
Velhasıl: O Peygamberi Ziyşam n mukaddes vücudu, bütün kâinat için
bir mücessem rahmeti ilâhiyedir.Bunun içindir ki hakkında: l. _,)
(o d U â y eti kerimesi nâzil olmuştur.

R esuli Ekremin hüsni muaşereti:


192 — S eyyid i kâinat E fendim iz, m uaşeret hususunda da nâsın e
kerîm i idi. Herkes ile güzel görüşür, daima güler yüzlü bulunurdu, soh bet
esnasında kim senin sözünü kesm ezdi. Meğer ki m ünasebetsiz bir lâkırdı
olsun. V e her kavmin büyüklerine daima ikram eder, onları kendi kabile-
lerinin riyasetine tayin buyururdu. Vuku'bulan davetlere icabet eder,
verilen hediyeleri kabul buyurur, mukabilinde de hediyeler verirdi. Ş er'i
şerife m u h alif olmıyan hususlarda nas'a m uhalefet etm ek istem ezdi.
H oşuna gitm eyen bir şey görünce görm em ezlikten gelirdi. M eğer ki o şe y ,
günahı müstelzim olsun.

Hele ashabı kiramı hakkında pek nevazişkâr idi. Kendilerine rastge-


lince selâm verir, ellerini tutar musafaha eder, içlerinden görünmeyenleri
araşünr, hasta olanları ziyarete gider, hatırlarını tatyib buyururdu. H attâ
ashabı güzîniyle bazan lâtifeler de yapardı. Maamafih lâtifelerinde de birer
hakikat parlardı.
H azreti E nes diyor ki: "Ben Resulâllaha on sene h izm et ettim . H iç bir
gün bana darılarak: Of!, demedi. Ve yaptığım h iç bir şey için "Neden yap-
tın?" Yapm adığım bir şe y için de "Neden Yapmadın?." diye buyurmadı.
İLM İH A Lİ 533

Resuli Ekremin yüksek tavazuu:


193 — Peygamber E fendim iz, halâikın eşrefidir. O kadar yüksek mer-
tebisile beraber pek ziyade mütevazi idi. Fakirleri, zayıflan daima okşar,
misafirlerinin altlanna kendi mübarek libaslatını d öşey ecek kadar lû ü ıfta
bulunurdu. Bir m eclise girince nerede b oş yer bulursa orada oturmak ister,
bulunduğu meclislerde libasını toplu tutup etrafa yaym azdı. Bununla bera-
ber bulunduğu m eclislerde herkesten ziyade vakanm korurdu. S öze lüzum
görm edikçe sükût ederdi. Gülmek icap edince tebessüm ile iktifa buyurur-
du... Huzurı saadetinde bulunanlar da son derece edebe riayet eder, başlan-
nı aşağıya eğerlerdi. K onuşurken seslerini ziyade kaldırmazlardı, gülmeleri
de tebessüm derecesini geçm ezdi. Risaletm eap E fendim iz, âcizlere, y o k -
sullara o kadar iltifat ve tevazu gösterdiği halde, kendileriyle m uhaberede
bulunduğu hükümdarlara karşı asla tezellül gösterm ez, risalet mansıbının
u lviyyetini muhafazadan asla geri durmazdı. Kayserlere, Kisralara gönder-
d iği nam ei hum ayunlannda daima mübarek ism ini takdim eder, m eselâ:
"Allahın kulu ve Resuli Muhammed (Sallallahü A leyh i V esellem ) tarafın-
dan Rum büyüğü Hirakle" diye yazdınrdı. V e kendilerini h iç perva etm ek-
sizin islâm dinine davet ederdi, kabul etm edikleri takdirde azaba uğrayacak-
lannı, saltanatlannın ellerinden çıkacağını kendilerine açıktan açığa ihtar
buyururdu.

R esuli Ekremin p ek nezihi zühd v e takvası:


1 9 4 - H atem ül'enbiya, A leyh i ekm elüttahaya E fendim iz, daima
ibadetle m eşgul olur, daima Hâk Tealânm rızası için üm m etinin h id ayet ve
saadetine çalışırdı. H attâ geceleri o kadar namaz kılardı ki, ço k ça kıyam da
durmaktan mübarek ayaklan şişerdi. "Ya Resulallah!. Neden kendine bu
kadar zahm et veriyorsun?. Allah T ealâ seni evvel ve ahır yargılamış değil
mi?" diyenlere. "Ben Rabbim in ç o k şükür eder bir kulu olm ayayım mı?"
diye cevap verirdi
Peygamberi Z işan E fendim iz, dünyada bulundukça bu yoldan asla
aynlm adı. Zamanı Saadetlerinde Ceziretül'arab fethedildi, M edinei Münev-
vereye her taraftan ganim et malları gelm eğe başladı, hükümdarlar tara-
fından kıym etli hediyeler gönderildi. Hasılı- dünya olanca varlığıyla yüz
gösterdi. F akat o Peygamberi A lişan, bunların h iç birine iltifat etm edi. Bü-
tün b u n la n ,. fakirlere, gazilere, müslümanlann yükselm elerine sarfetti.
H attâ bir gün kendisine bir kese al ün gelm işti, onu ashabine dağıtm ıştı,
hanei saadetinde yalnız altı altın kalm ıştı, gece uyum adı, kalkıp bunlan
da dağıttı, şim d i rahat ettim buyurdu.
A işei Siddika validem iz diyor ki: "Resulullah, irtihalleriııe kadar m ut-
tasıl üç gün doyunca m iktan yem ek yem em işti. Halbuki isteseydi Hak
T ealâ ona hatır ve hayale gelmedik ni'm etler verirler. Ba'zan bir ay kadar
biz ezvacı tahiratm hücrelerimizde y em ek pişirm ek için ocak yanmazdı.
534 B Ü Y Ü K İSLA M

Y iyip içtiğim iz yalnız hurma ile sudan ibaret bulunurdu. Ba'zan Resuli
Ekrem in haline acır, ağlardım. Bir gün:"Canım sana feda olsun dünya dir-
liğinden k âfi m iktan kabul buyursan olmaz m ı?.." diye sordum. Buyur-
dular ki: "Ben nerede dünya nerede!. Kardeşlerim olan ülül'azm peygam-
berler, bundan daha şid d etli hallere sabrettiler, öylece gidip Hak T ealâya
kavuştular. Allah T ealâ'da onlara büyük sevaplar, makamlar verdi. Ş im d i
ben geniş bir m aişete erersem Hak Tealâ'dan utanırım, benim m ertebem in
onların m ertebelerinden aşağıya kalmasından sıkılırım, benim en özlediğim
şey, o kardeşlerim olan Peygamberlere kavuşmaktır.
Mukaddes, muazzam Peygam berimiz, bu mübarek sözlerinden sonra
dünyada ancak bir ay daha yaşam ışlardı. Ahirete irtihal buyurdukları
zaman ehli b eytin e ne bir altın, ne d e bir deve veya bir k oyu n bırakm amıştı.
Terk ettiği şey , yalnız silâhlariyle bindikleri esterden ve hasılâtm ı vak-
fetm iş oldu ğu araziden ibaretti.
İşte Resuli Ekrem (Sallallâhü A ley h i V esellem ) Efendim iz, bu kadar
refağı kalbe m âlikti. Hak yolun d a bu kadar samimî, bu kadar fedakâr idi.
Onun yüksek maksadı; yalnız A llahına kulluk etm ek, İslâm dinini yaym ak,
insanları cehaletten kurtarmak, yeryüzünü insaniyet ve m edeniyet nurları
için d e bırakmaktı.

R esuli Ekremin nazîrsiz m uvaffakiyetleri:


195 - N eb iy y i Zişan E fendim iz, m u ttasıf olduuğu yüksek evsaf ve
tecelliyat sayesinde neşrine, m uvaffak olduğu u lv î , İlâhi din sayesinde istih-
daf e ttiğ i p ek m ukaddes gayeye erdi. Dünya tarihinde hiçbir zâta nasib
olmayan pem muazzam m uvaffakiyetlere n âil oldu.
Evet... Ö Peygam beri A lişan, Hak Tealâm n kitabını, beşeriyete m addî
ve m anevî saadet yollarını gösteren Kur'anı mübini, o eb ed î m ucizeyi bütün
insanlara tebliğ etti. Bütün hükümleri akla, hikm ete, m aslahata muvafik ve
her asnn ihtiyacına m aaziyadetin k âfi olan şeriatı islâm iyyeti neşre muvaf-
fak oldu. Kendisine tâb i olan insanları hakikî hürriyete kavuşturdu. İnsan-
ların arasında bir müsavat tesis etti. İnsanlık bakım ından, hukuk bakımın-
dan, Hak T ealâya kulluk bakımından insanlar arasında fark olm adığını
ilân ederek m ütekebbirlerin burunlarım kırdı. Zatı kibriyanın m anevî
huzurunda y ellere kapanarak u bu d iyette bulanm ak şerefinden bütün in-
sanların aym tarzda m üstefid olmaları lüzum unu bildirdi. Hakikî münevver-
liğin tam bir tavazu ile hakka ink ıyat ve ibadetten, fazilet ve nezahet
dairesinde yaşam aktan, sair insanlara karşı bir m üm taziyet iddiasında
bulunm aksızın ubudiyet vazifesini herkesle beraber aym veçhile yerine
getirm eye çalışm aktan ibaret olduğunu ilân etti. Fanî, m addî bilgilere,
servetlere güvenerek ona buna karşı cahflâne bir gurura tabi olanların:
Hak Tealâm n fakir, za if kullariyle beraber bulunarak kulluk vecibesini
İL M İH A L İ 535 -

ayn ı suretle ifadan kaçınanların münevver değil, ma'nen zulm etler için de
kalm ış zavallı kim seler olduğunu beyan buyurdu, Ruhlarında isti'dat olan
Bahtiyar zevat, onun bu ulvî beyanatını takdir ettiler, onun cenabı saadeti
altına can attılar, saadete erdiler.
196 — Resuli Ekrem Hazretleri, daha ahiret âlem ine teşrif etm eden
müslümanlann sayısı, bir m üyonu geçm iş ve kendisi yüz yirm i bin islâm ile
H accı Ekber eylem işti. Bugünkü gün y er yüzündeki müslümanlann m iktan
üç yüz elli m ilyondan ziyadedir. Bu m iktann günden güne artacağı da pek
umulmaktadır.
Velhasıl. O kudsî Peygamberin mübarek ismi, bin üç yüz altmış şu
kadar seneden beridir ki daima m ilyonlarca lisanlan tezyin edip durmak-
tadır. N eşretm iş olduğu m ukaddes dini islâm da yüzlerce m ilyon insanın
nezih ruhlannahâkim bulunmaktadır.
Artık sabavet zam anlan m eleklerin fevkinde bir safvet ve nezahetle
geçm iş, kırk yaşlanndan itibaren nübüvvet ve risalete m azhariyetle cihanı
zulm etten nura çıkarm ış, altm ış üç senelik mübarek dünyevî hayatları bütün
şer ef ve k ud siyyet hâleleriyle çevrilm iş olan o büyük, o en son Peygamberi
Z işana-üm m et olduğum uzdan d olayı ne kadar sevinsek, n e kadar iftihar
etsek, Hak Tealâ hazretlerine ne kadar şükr eylesek yine azdır.
Ya İlâhi!. Sen bizi o kudsi Peygamberin sâyei him ayesinden uzak
düşürme. Sen o mübarek Peygam berine vesair m uazzez Peygamberlerine ve
hepsinin muhterem Al ve Ashabm a nihayetsiz salât ve selâm buyur. Am in.
Velhamdü leke Yarabbel'âlemin.

Bu eserin başlıca m e'hazlan:


* Kurbanı mübîh. Sahihi Buharı. Sahihi Müslim. Camiiüssağir. Kita-
büttargîb. V etterhîb. Ş em â ili Tirmizi. Ş ifa i şerif. M evâhibi ledünniye.
* Akaidi N esefiye. Ş erh i Mekasıd. Ş erh i Mevakıf.
* Mebsûti Serehsî, Elbedaî. Elhidaye. Elbahrürraik. Eddürer ve Elgurer.
Mülteka. Halebî. Merakıl'felâh. H aşiyei Tahtavî. Eddürrül'muhtar. Reddül-
muhtar. Mecmuai ibni Abidiîn.
* H indiyye, F ey ziy y e, Belice, N etice, Ali E fendi, Abdürrahim fetvaları
ve Mecmuai cedide.
* Muhtesarı E bizziya. Şerhi E bil'Berâkât. H aşiyei Düsukî. Kitabül'üm.
Tuhfetül m uhtaç. Neylül' m eârib. K eşşafül'kına. Kitabül' Muhalla. Bidaye-
tül' müctehid, Nihayetül' muktasıd. Elmizanül kübra.
* İhyaül'ulum. Tarikatı M uham m ediyye. Şerhi Şir'atül’islâm .
* Siyeri ibni Hişam. Tarihi ibni Esir, Siyeri Halebî.
B Ü Y Ü K İSLAM

î£
*! M
s#
&

! H A 't i § E R İF J?
« W
Vücu d u m d ur senin timsali hi k m e t Ya res ulâll a h!. v >
^ ^ K u d u m un k âina ta verdi nüz het Yaresulâlla h! ^ J

^ 0 Mu kad dessin, bütün esrara va kıfsın ki z ahirdir, ^


Senin her bir söz ünden bin h a k i k a t Yaresulâlla h!.
J r
C iha n a verdi in f ey z i dü ündükçe sıkılma z mı, ^ ^
Seni in k âr eden e hli ce halet Yaresulâlla h?.

Se nin n uri z uhurunla ne ulvi m a z h ariye t ki!.


Uf u klar d a n a çıld ı gitti z ulm et Ya res ulâ ll a h!. ^ f

* 4 ,
T ec e lliy â b olunca t al'a tın evci risaletden,
Mü nevver e tti ekvanı hid aye t Ya res ulâll a h!.

Me a mi â ı k a nı her seher et m e k te dir t a'tîr,


Si
^ &
NeSîm e tti k ç e dergâhım z iyare t Ya res ulâll a h!.

i
Z ü iâ li vuslatınla âle m i ih yâ ederken sen, ^ 0
D ili pür vecdi mi ya ksın mı fir k a t Ya res ulâll a h!.

M u a tt a r ravz anı pür f ey z i n e ben i tiya k ım d an,


En în e t m e k teyi m, a rt ı k in aye t Yaresulâlla h !.

Gü n ah k ârı m pe iman bir k ulu m, gayet p eri anı m,


Niya z e t m e k teyi m senden efaat Ya res ulâ ll a h!. v

V *

r
537

B u E s e ri Te k il E d e n K it a p la r
İik
Sahife Kitap

5 1 Akâide dairdir
34 2 Taharetlere, sulara %
Hr 9 4 3 Namazlara
251 4 Oruçlara, yem inlere, adaklara ve keffaretlere
ı$ 3 l 1 5 Z ekât, sadakai fıtra
347 6 Haclara
38 9 7 Kurbana, vesair kesilen hayvanlara, avlara
405 8 Kerahiyet ve istihsane, ya'ni, H elâl, haram
mübah ve mekruh olan şeylere
440 9 İslâm ahlâkına
474 10 İsimleri Kur'anı Kerimde zikredilen büyük
Peygamberlerin mübarek sıyretlerine, tarihçelerine

F 1H K I S T
Birinci K itap
Sahife

3 Ön söz
m 5 Hakiki bir dinin m ahiyyeti ve başlıca dinler
V 6 Hakiki bir dinin vasıflan ve faideleri
7 İslâm dininin um u m u yyeti ve m es'ut neticeleri
8 İman ile islâmm m ahiyyeüeri
m 8 İman ile islâm m şartlan
9 Allah T ealâya ve sıfatlanna iman
16 Peygamberlere iman
17 Peygamberlerin mübarek vasıflan
18 Peygamberlere olan ihtiyaç
20 Semavi kitaplara iman
21 Semavi kitaplara olan ihtiyaç
* 22 Kur'anı Kerimin nasıl bir kitabı İlâhi olduğu
u» 23 Kur'anı mübinin ihtiva ettiğ i hakikatler
24 Meleklere iman
« f îÖÖSl s©
Sahife
25 Meleklerin varlığındaki hikmet.
26 Kıyametin m ahiyyeti ve mukaddimaü.
28 Ahirete ait hâdiseler.
30 Ahire tin varlığında ve ebediyetindeki hikmet.
31 Kaza ve kadere iman.
31 Kaza ile kader, insanların mes'uliyetine mâni değildir.
32 î'tikatta ehli sünnetin imamları.
33 l'tikadın mânası.
33 İmamı Matiiridi ve İmamı Eş'ari.

İkinci K itap
34 Mukaddime: Büyük Müçtehitlerimiz.
39 İkici kitap: Taharetler ve sular.
40 Bir kısım dini ta'birler: Istılahlar
45 Suların kısımları: Mutlak ve mukayyed sular
47 Mukayyed suların hükümleri.
48 Su artıklan hakkında hükümler.
49 Kuyular hakkında hükümler.
51 Şer'an temiz sayılan şeyler.
53 Şer'an temiz sayılmayan şeyler.
54 Temiz olmayan şeylerin hükümleri.
55 Tathîr = Temizleme yollan.
61 Özür sahiplerine dair ba'zı mes'eleler Özrün hükmü
62 Kadınlara mahsus hayız, nifas, istihâze halleri.
63 Hayız haline ait mes'eleler.
65 Nifas haline ait mes'eleler
66 Hayız ve nifas hallerine dair ba'zı hükümler.
68 İstihza haline ait mes'eleler.
69 Abdestin mahiyyeti.
69 Abdestin farzlan.
70 Abdestin sünnetleri.
72 Abdestin âdabı.
73 Abdestin dualan.
74 Abdestin vasıflan itibarile nevileri.
75 Abdestin sıhhatine mâni olmayan şeyler.
76 Mestler üzerine mesh verilmesi.
76 Meshin cevazındaki şartlar.
77 Mesh müddeti.
78 Sargı üzerine mesh
78 Meshi bozan şeyler
78 Abdesti bozan şeyler.
80 Abdesti bozmayan şeyler
81 Gusül ve guslü icap eden haller.
84 Guslün farzları
85 Güdün sünnetleri
86 Guslün vasıflan
87 Gusl etmeleri farz olanlara haram veya mekruh olan şeyler
88 Teyemmümün mahiyet ve farzları.
89 Teyemmümün sünnet veçhile yapılması
89 Teyemmümüm şartlan.
91 Teyemmümü mübah kılmayan ba'zı haller
93 Teyemmümü bozan haller
• •
Üçüncü K itap
Sahife

<£> Namazın ehemmiyeti ve fazileti


96 Namaza dair bazı tâbirler.
98 Namazların farz lan, şartlan ve rükünleri.
102 Namaz vakitleri.
118 Namazın vâcipleri.
120 Namazın sünnetleri.
124 Namazın âdabı.
124 Ezan ve ikamet.
129 İmamet ve Cemaat.
136 Kadınlann muhazatı.
138 Namazlann sureti tatbikiyesi, yalnızca nasıl kılınacağı.
143 Namazların Cemaatla kılınması sureti.
145 Cuma namazı.
146 Cumanın vücubunun şartları.
146 Cumanın edasının şartlan.
150 Cuma namazına müteallik mes'eleler.
151 Bayram ve bayram namazlan.
155 Teravih namazı.
156 Hastalann namazı.
157 Seferin mahiyeti ve müddeti.
159 Seferin hükümleri.
161 Musaferetin ruhayet bulup bulunmaması.
163 Eda ile kazanın mahiyeti ve kaza namazlar.
167 Müdrik hakkında m es’eleler.
168 Lâhik hakkında mes'eleler.
169 Mesbuk hakkındaki mes'eleler.
172 Sehiv secdelerine müteallik mes'eleler.
179 Secdei tilâvete müteallik mes'eleler.
184 Secdei şükür.
185 Salâvatı havfe dair bilgi.
186 Tatavvu' = Nâfile namazlar.
186 Tahiyyetülmescit
186 Abdesti veya guslü, müteakip namaz.
186 Duha = Kuşluk namazı.
187 Teheccüt namazı.
187 Regaip gecesi namazı.
188 Miraç gecesi namazı.
188 Beraat gecesi namazı.
188 Kadir gecesi namazı.
188 Y olculuk namazı.
189 Teşbih namazı.
189 Tevbe namazı.
189 Hacet namazı.
190 İstihare namazı.
191 Katil namazı.
191 İstiska namazı.
193 Küsuf namazı.
193 Husuf namazı.
195 Mekruh vakitler.
196 Namazlarda mekruh olup olmayan kıraetler.
199 Zelletülkari'e ait esaslar.
206 Namazların mekruhlan
( 213 Namazlan bozup bozmayan şeyler.
218 İskatısalât mes'elesi.
222 Mescitlere ait hükümler.
225 Lâhika Mescitleri binanın fazileti.
227 Cenazeler hakkında vâcipler, vazifeler.
229 Cenazelerin gasl edilmeleri.
231 Cenazelerin kefenlenmeleri.
233 Cenaze namazlan
239 Cenazeleri kabirlerine teşyi etmek.
240 Cenazelerin kabirlerine konulması.
245 Kabirler ve makberier.
248 Şehitler ve haklanndaki hükümler.
541

Sahife
Dördüncü Kitap
251 Orucun mahiyeti.
252 Orucun nevileri.
255 Orucun farziyetindeki, vücubundaki sebepler.
256 Orucun meşruiyetindeki hikmet.
256 , Oruçlu için müstehap olan şeyler.
258 Orucun şartlan
258 Orucun vakti
259 Ramazanı şerif ve sair hilâllerinin sübu ti
266 Oruçlara ait niyetler
268 Oruçlu kimseler için mekruh olup olmayan şeyler
270 Orucu bozup bozmayan şeyler
275 Kaza edilmeleri icap edip edilmeyen oruçlar.
277 Keffareti icap edip etm eyen oruçlar
282 Oruç tutmamayı mübah kılan özürler.
285 Keffaretin mahiyeti ve nevileri.
285 Keffareti savum.
287 Keffareti zıhar.
287 Keffareti halk.
287 Keffareti katil.
288 Keffareti yemin.
288 Yeminin m ahiyyeti ve yemin sayılıp sayılmayan şeyler.
290 Kasem suretile olan yeminin nevileri ve hükümleri.
291 Yemine dair müteferrik meseleler
299 Nezrin şartları.
301 Muayyen, gayri muayyen, mutlak ve muallâk nezirler.
305 î'tikafin mahiyyeti, nevileri, hikmeti, teşriyesi.
306 î'tikafin şartları
307 î'tikafin adabı.
307 î'tikafa dair bazı mes'eleler.
308 İ'tikafı bozup bozmayan şeyler.

Beşinci K itap
311 Zekâtın mahiyeti ve hikm eti teşriiyesi.
313 Zekâtın farziyyetinin şartlan.
316 Zekatın sıhhatinin şartı.
317 Zekâta tâbi olan mallar.
318 Zekâta tâbi olmayan mallar.
322 Ehli hayvanlara ait zekâtlar
325 Ticaret mallannın zekâtı.
542

327 Altın ile gömüşün zekâtı.


331 Evrakı nakdiye ile banknotların zekâtı
332 M atlup borç paranın zekatı.
334 Arazi mahsullerinin zekâtı.
335 Madenlerin ve definelerin zekâtı.
337 Z ekâtı ödem e yollan.
339 Z ekâtın masrafı.
341 Kendilerine z e k â t verilmesi câiz ollup olmayanlar.
343 Sadakai fıtır.
Sahife
Altıncı Kitap
347 Hac ile um renin m ahiyetleri.
348 Haccın nevi'leri.
348 Haccın rükünleri.
350 Tavafın m ahiyeti ve nevi'leri.
351 Haccın farziye tinin şartları.
353 Haccm vücubu edasının şartlan .
353 Haccm sıhhatinin şartlan.
355 M ikata dair m alum at.
356 Haccm farziyetinin sebebi ve edasının fevri olup
357 Haccın farz iye tindeki hikm eti teşriiye. olmaması.
358 Haccın vâcipleri.
361 Haccm sünnetleri.
363 Haccın âdabı.
364 Hac farizesi hakkında tatbikat.
367 Umre hakkında tatbikat.
368 Haccı kıran hakkında tatbikat.
369 Hedyın m ahiyeti ve hükümleri.
370 Hacca ve um reye m üteallik m em nunat.
375 Bedel = niyabet sureti ile hac.
378 Hac hususunda niyabet, vasiyet ve nezre m üteallik
381 İhsara aid m es'eleler. m es'eleler.
383 Resuli Ekrem Efendim izin kabri saadetlerini ziyaret.
388 N a’tı Şerif.
Sahife
Yedinci K itap
389 Kurbanın m ahiyeti, vücubu, hikm eti teşriiyyesi.
390 Kurbanm cinsi ve ayıplı olmaması.
392 Kurbanın kesilecek vakti.
393 Kurbanın e ti ve derisi hakkında yapılacak şeyler.
393 Akika kurbanı.
543

396 Zebh, zebilıa ve tezkiyenin m ahiyetleri. «.


396 Zebh = boğazlam a ameliyesi. f
397 Etleri yiyilip yiyilm eyen hayvanlar. §
400 Kimlerin boğazlayacakları hayvanların etleri yiyilip
yiy ilm eyeceği I
4 00 M eytenin m ahiyyeti ve hükm ü. ^
401 Sayd = avın m ahiyyeti ve cevazı. 1
401 Neler ile av yapılabileceği. 2j
402 Av hususunda aranılan şartlar. S

Sekizinci K itap *
405- K erahiyet ve istihsan. g
406 Ba'zı dinî ta'birler. m
406 Her müslüman için ta'lim ve taallümün lüzumu. 23
408 Müslümanlıkta va'z ve nasihatin ehem m iyeti. C
410 M ukaddesata hürm et ve ta'zim .
413 D iyanet ve m uam elât hususunda sözleri kabul edilip ||
edilm eyecek kimseler. j»
414 M üslümanhkta aile ve karabet münasebetleri. £
417 M üslümanlıkta kesp = kazancın ehem m iyeti. /
418 M uhtelif kazanç yollarının afdaliyetçe dereceleri. «
419 Alışverişin nev ileri ve kazanç m iktarı. A
4 20 İh tik â n n m ahiyyeti. jg
421 Ribanın m ahiyyeti ve nevi'leri.
423 İstikraz m es'eleleri. «t
424 M üslümanhkta yapılm aları caiz olmayan şeyler. €
425 Yiyilmeleri ve içilm eleri helâl olup olmayan şeyler. €
427 Yiyip içm e m iktarı ve bunların âdabı. £»
429 Giyilmeleri, kullanılm aları lâzım ve câiz olup olmayan ^
431 L ukatalann m ahiyyeti ve hükümleri. şeyler. |»
433 M üslüm anhkta eğlencelerin ve m üsabakaların hükmü. ^
434 M üslümanhkta insanların, h a y a tç a ve azaca m asuniyetleri.
436 Hayvanlara rııfk ile m uam elenin lüzum u. JL
437 M üslümanlıkta m ad^i ve m a'nevi nezafet. W

Sahife Dokuzuncu K itap


4 40 A hlâki İslârniye.
44 0 A hlâkın m alıiyyeti, nevileri ve ahlâk ilminin kısımları.
441 A hlâkın ehem m iyeti ve tehzibi kabil olması.
442 Vazifelerin m ahiyetleri ve nev'ileri.
442 İlâhi vazifeler. 443 Şahsi vazifeler.
444 Ailevi vazifeler 452 Güzel ve çirkin huylar. «
446 İçtim aî vazifeler. 473 M üznıbâne bir niyaz. §
447 M üslümanhkta m uaşeret âdabı.
sahife Onuncu Kitap
474 Siyeri Enbiyanın m ahiyyeti, faidesi ve m e'hazlan. «
476 M übarek isimler K ur’anı Kerimde zikrolunan j
Peygamberam Ziy şan |
494 Hazreti M uham m ed M ustafa Aleyhıssalat-ü Vesselâm. i
494 Peygamberim izin m übarek nesebleri. <
495 Resuli E krem in sebaveti ve ilk evlenmeleri. *
497 Peygam ber Efendim izin vahyi İlâhîye ve nübüvvete |
ve risale te nailiyeti. t
498 İslâm iyetin zuhuru sıralarında A rabistanm d in î ve Z
İçtim aî ahvah. *
499 İslâm iyeti ilk kabul eden zatlar. >
5 00 İlk m üslüm anlann çektikleri eziyetler, Habeşeye f
m uhaceret ve m ahsür kalm aları. f,
501 Peygamberim izin amcası E bu Talip ile refikası S
Hatice tül’kübra'nm vefatları. 1
502 Peygam berim izin, kabileleri dine daveti ve A kabe i
503 İnşikakı kam er ve M i’raç m u'cizeleri. bey'ati. «
504 İslâm iyetin Medinei Münevverede yayılm ası ve |
m üslüm anlann oraya hicreti. |
505 Peygamber Efendim izin Medinei Münevvereye hic-
retleri ve oradaki icraatı seniyyeleri.
508 Resul Ekrem in cihada m ezuniyeti ve karşısında
b ulunan başlıca gayrimüslimler. g
509 M üslümanlann ilk sancakdan ve ilk seriyyesi. |
510 Birinci ve İkinci Bedr gazveleri. !
512 Beni Kaynüka ve U hud gazveleri. j
514 Beni N adir H endek ve Beni K ureyze gazveleri.
515 H udeybiye musalehası, H ayber gazvesi.
518 Resuli E krem in hüküm darları dini islâm a daveti. j
520 M ekkei M ükerrem enin fethi, Hüneyn gazvesi. !
522 Tebük gazvesi. 523 H accıveda' {
525 Resuli Ekrem E fendim izin âhirete irtihalleri. (
526 Peygamber Efendim izin irtihallerinden münbais teessürler. î
527 Resuli Ekrem Efendim izde tecelli eden k em alât ve mehasın J
531 Resuli Ekrem Efendim izin nazirsiz m uvaffakiyetleri. «
535 M e'hazlar 536 N a'ti Ş e rif.^
L Û G A T C C
£
ÂHFAZ: Kuvvetli hafız. Kııran'ı en iyi belle-
miş (kimse).
AHİR: Son sonraki.
AB: 1. Su, 2. Sıvı, 3. Şarap. AHIR ZAMAN: Son zaman.
ABA: l.A ba. Kalın, kaba kumaş, 2. Bu kumaş- A /•N • ,
tan yapılma bol, geniş üstlük. AHIR, AHİRE: En son, en sonra. Iş'ar-i ahıV.
ABD: 1. Tanrı yaratığı, 2. "Tanrı Kulu" anla- sonra yapılacak bildirme; kurun-i ahire, son
miyle Tanrı adlarından her hangi biriyle bile- zamanlar
şik kelime halinde birçok adlar meydana AHİREN: En sonra, şimdiden biraz önce, son
getirilmiştir. zamanda.
ABDEST: 1. Aptes. Namaz için vücudun belK AHKAM: 1. Emirler, buyruklar, 2. Kanunlar.
yerlerini yıkama. 3. Yıldızlardan ve başka görüntülerden çıka-
ABDİYYET: Kulluk, Tann kulluğu. rılan mânalar.
ABES: 1. Faydasız iş, 2. Boş, saçma şey. AHKEM: Pek çok hükümlü, en kuvvetli.
ABIHAYAT: 1. Hayat suyu. Ahkemül-hâkimm, Tanrı.
ABID: Tapan, ibadet eden. AHSEN: Çok, pek, en güzel.
AHSENT: Pek iyi, alâ.
ACAR: Ecirler, sevaplar. AHU: 1. Ceylân, ceyran, Karaca, maral. 2.
ACEZE: Düşkünler, güçsüzler. Güzel genç, kız.
ACİN: Kirli, pis su. AHVAT: 1. İhtiyatlı. 2. Çok lâyık, pek uygun.
ACİZ: 1. Eli yetip gücü yetmez. 2. Beceriksiz.
ACUL: 1. İçi dar, 2. Çok acele eden. AKAİD: İtikat olunan şeyler. Akaid-i diniyye,
dinin, Tann ve ibadetle ilgili hususlarını konu
AD AB: 1. Göz önünde bulundurulması gerekli yapan bilgi.
kurallar, yollar. 2. Görgü ve gelenekler. AKALİ, EKALL: Daha veya pek ve en az.
ADALET: Doğrudan ayrılmama, haktan yana Akall-i kalil, en az, azın azı, lâakall, en az,
olma. Hakkı yerine getirme ve hakkı gözetme. hiç olmazsa, ondan aşağı olmamak şartiyle.
ADAVET: 1. Düşmanlık. 2. Hınç, kin. AKAR: Gelir sağlayan mal ve yapı.
ÂDEM: İlk yaratılan insan, insanların babası. ÂKÎBET: 1. Son, bitim. 2. Sonuç.
ADEM: Yokluk, olmama. AKİDE: İnanılan şey.
ADET: Alışılmış şey. Olagelmiş, görenek. AKIL: Akıllı, aklı çok olan.
ADİL, ADİLE: Adalet sahibi, hakkı hakeden. AKİK: Yüzük taşı, mühür olarak da kullanılan
ADL: Adalet, âdillik. değerli süs taşı.
A D N : Cennet. AKİLE: Akil olan. Kemirici ülser, kanser.
AKSAM: Bölükler, parçalar.
AFAF, AFAFET: 1. Temiz olma. 2. Namus, AKVAM: Kavimler.
3. Günahtan veya kötülükten çekinme.
AFAKİ: 1. Mekke'ye yalnız hac için gidip
oturmıyan veya Mekke'den ayrılan kimse, ÂLÂF: Binler.
yabancı. ALAMET: 1. İşaret. 2. İz. 3. Sembol.
AFET: Sakınılacak hal, belâ. ÂLÂNI: Açıkta olan, meydanda, herkesin
AFİF: 1. Temiz, doğru, çekingen. 2. Namuslu. gözü önünde.
ALEF: 1. Ot, saman, 2. Hayvan yemi.
AFV, AFÜV: Affetm e, birinin suçunu bağış-
ALELADE: Adet olduğu üzre, âdeta.
lama, 2. özür dileme, 3. Çalışan birinin işine
ALELEKSER: Çok kere, sık sık.
son verme.
ALELİCMAL: İcmal yoluyla, topluca,
AGNİYA: Zenginler. ALELİSTİCAL: Çabuklukla. Acele ile.
AĞYAR: Gaynlar, yabancılar. Yar ü ağyar,
dost, düşman. ALEIİSTİMRAR: Aralıksız.
ALELİŞTİRAK: İştirak yoluyle, ortaklıkla.
AHADİS: Hadisler. ALELİTLAK: Genel olarak.
AHADİYYET: Tanrının birliği. ALELİTTİFAK: İttifakla, oy birliği ile.
AHAR, AHER: Başka, diğer. ALELİTTİSAL: Aralarında aralık olmamak
AHAT: Belâlar, âfetler. üzere, bir biri peşince.
AHD: 1. Bir işi üstüne alıp söz verme. 2. Ant, A'LEM: Daha veya pek, bilgin.
yemin. 3. Sözleşme, anlaşma. ALEM: 1. İz, işaret; 2. Bayrak; 3. Minare,
Ahd-i Atik: Tevrat: — Cedit, İncil, — karip, bayrak direkleri tepesindeki ay.
yakın zaman.

F: 35
ÂLEM: 1. Bütün yaratıklar, 2. Dünya, yeryüzü, ARABİ ARİBE: Kökten ve katıksız arab
3. İnsanlar, haile; 4. Varlıkların bir sınıfı, neslinden.
5. Hayatın bir de\ Tİ. ARABİ MUSTARİBE: Başka cinsten iken
ALENEN: A çık o larak, meydanda. arablanmış arab.
ALENÎ: A çıks saJUanmıyan, A'R AF: X. örfler, âdetler. 2. Sırt, tepe, yüksel-
ALEYH, ALEYH A: Onun üzerine olsun. ti. 3. Cennet ile Cehennem arasında bir sırt,
ALEYK, ALEYKE: Senin üzerine olsun. tepe. Ashab-ı a'raf, ashab-iil-a'raf, arafta duran
Esselâmü aleyk, aleyk-is-selâm, aleyke avnillah, ruhlar; suıe-i â'raf, suret ül-a'raf, Kuran'm 7.
Tann yardımı senin üzerine olsun anlamında suresi.
dua ve alkış sözü. ARAFAT: 1. Adem ile Havva'nın cennetten
ALEYKÜM: Sizin üzerinize olsunu Selâmün çıkarıldıktan sonra ilk buluştukları ve Mekke
aleyküm, ve aleykümüsselâm. doğusunda bulunan tepe. 2. Hacca gidenlerin
ALI: Yüce, yiikselj^ arife günü toplandıkları yer.
ALICENAB: Onurunu koruyup pintilik veya ARASAT, ARESAT: Kıyamet günü toplanıla-
bayağılık etmiverek iyilik ve cömertlikte bulu- cak meydan.
nan. ARAZ: Asıldan olmayıp sonradan olan hal ve
ALİKADR: (Ali-kadr) Değer ve derecesi yüce nitelik.
olan. ARAZİ, ERAZİ: 1. Ekilen veya ekilebilen
ALİM: Bilgin, bik; yerler. 2. Bir kimsenin malı olan toprak, 3.
ÂLİ ŞAN: Şan ve şerefi yüce olan. Yerler. Arazi-i haliye, sahipsiz toprak, arazi-i
ALLAH: Tanrı, .\İlahü â'îem, Tann daha iyi haraciye, haraca bağlanmış toprak; arazi-i
bilir, Allahü ekbeı , T ann uludur. eıtıiriye, beylik toprak; arazi-i memluke, mülk,
timar toprağı; arazi-i metruke, ekimi bırakılmış
AMADE: Hazır. toprak: arazi-i mevat, işlenmemiş toprak;
A'MAL; i. İşler; 2*- Yapılan, uygulanan şeyler. arazi-i mevkufe, vakıf toprak; arazi-i mübareke,
A'maS'i erbaa Dört işlev; â'mal-ü Rüsül, Hava- Hicaz; arazi-i mülkiyye, hükümet toprağı.
lilerin hareketleri ; a ?ma!-i saliha, (aîıiret için) ARBEDE: Kavga, gürültü.
hayırlı işler; defter-i a'mal. bütün yapılanların AREFE, ARİFE: Bayramdan, en çok da kur-
defteri; kâtib-i a'mal, insanın dünyada işledik- ban bayramından önceki gün.
lerini yazan melek. ÂRIZ: 1. Kendiliğinden olmayıp sonradan oîan.
AMAL: Emeller, istekler. Ashab-ı amal, emel 2. Yapışan, takılan.
sahipleri. ARIZA: I. Sonradan gelip yapışan şey, 2.
A'MAR: ömürler. A'mar-i beşer, insanların Sakatlık, bozukluk.
ömürleri. ARIZI: Gelip gcçici, asılda olmıyan.
AMDEN: Bilerek, istiyerek. Hesaphyarak. ÂRİ: 1. Çıplak, 2. Boş. 3. Soyunm uş,kurtulm uş.
AMEL: 1. Uygulama, meydana çıkarma; 2. ARİB: Arap cinsinden. Arab-ı âribe, kökten ve
Din emirlerini yerine getirme işi. katıksız arap cinsinden olan.
AMELÎ, AMELİYYE: 1. Pratik, iş olarak. ARİF: Ünlü, tanınmış.
2. Yapma, yapılma. ARİFÖ4: Arif kimseler.
AMİL: 1. Yapan, işleyen; 2. Yapan, yapıcı, ARİYET: I. ödünç, 2. İğreti.
3. Vali. 4. Bir kelimenin hareketini idare eden AR Ş: I. Çardak, çatı, kubbe, 2. Taht; 3.
kelime. Dokuzuncu ve en sonuncu gök tabakası; 4.
ÂMİN!: ö y le olsun, Tanrım, kabul etî Tanrının dokuzuncu tabaka gökte var sayılan
AMİR: Buyuran buyurucu. kudret ve ululuğunun tecelli yeri, tahtı, Arş-i
AMİRZİŞ: Tann bağışı. Bağış. âlâ, arş-i â'zam, arş-ı İlâhi, arş-ı rahman, arş-i
AMME: Genel, umuma ait. yezdanı, Tanrının cevher-i evvele bakışından
viıcuda gelen âlem meleklerin kıblesi; arş ü
AN'ANE: Hadis ve buna benzer yokla din ferş, dokuzuncu gökle yeryüzü.
buyruklarının "an filân, an filân" (filândan, ARZ: Bir büyüğe sunma, önüne koma.
filândan) diye kimlerden geldiğini sıralama. Hürmet, saygı sunma.
ANH, ANHA, ANHÜM, ANHÜMA: Ondan, ARZI UBUDİYET: Bağlılık bildirmek.
onlardan, ona, onlara ARZİYYAT: (jeoloji) Toprakla ilgili, toprak-
ANSAR, ENSAK: 1. Yardımcılar. 2. Hazreti tan olan.
Muhammed 'i Medine'ye çağırıp onun hizme- ASA: 1. Uzun el sopası, baston. 2. Sopa. 3.
tinde bulunanlar Hükümdar, din başkanı, bazı din adamlarının
AR: 1. Utanılacak şey, ayıp; 2. Utanma • resmî ve üzerinde işaretler bulunan sopası.
ARAB: Arap yarımadası halkı ve o soydan olan. ASAHH, ESAHH: Daha veya pek, en gerçek.
ARABÎ: 1. \raplara ait, aıaplarla ilgili. 2. ÂSAN: Kolay.
Arapça, Arap dili. ASBAH: Sabahlar.
2
ASGAR; ESGAR; Daha veya pek, en küçük. AVAM: Halkın büyük kısmı, havas kargıdı.
ASHAB: 1. Arkadaşlar. Hazreti Muhammed'e AVDET: Geri dönme.
gerek Mekke'de uyan (Muhacirin), gerek onu AVRET: 1. Kadın, 2. Dince görünmesi haram
Medine'ye çağıran (Ansar) kimseler. Kiram, sayılan beden yerleri. Setr-i avret, bu gibi
Hazreti Muhammed'i görmüş, konuşm uş olan- yerleri örtme.
lar.
ÂSİM: Günah işlem iş, suçlu. A'YAD: Bayramlar, a'yad-i müsliımn, müslü-
A.SMANİYAN: Melekler. man bayramları.
ASR: Devir, zaman, vakit, -saadet, Hazreti A'YAL: Çoluklar çocuklar.
Muhammed zamanı: bâ'd-el-asr, ikindiden sonra ÂYÂN, AYAN: 1. Gözler. 2. Gözle görünen
salat-i asr, ikindi namazı. şeyler. *
ASRİ: Zamanla ilgili, zamana ait. AYÂT: Ayetler.
ASUDEDİL: Gönlü rahat. AYET: 1. Kuran surelerini meydana getiren
cümlelerden her biri. 2. İz, İşaret Ayet-i kerime,
kutsal ayet, Kuran ayeti.
A 'ŞA R: 1. Onda birler. 2. üründen idman, vergi, ÂYİN: 1. Gelenek, kanun, eski usul. 2. Din
ürün vergisi. 3. Kuran'dan okunan onar ayet merasimi. 3. Yol, davranış.
miktarı parçalar. AYN: 1. Göz, 2. Pınar, kaynak. Aynel yakın,
AŞERE: Aşere-i miıbeşşire, Hazreti Muham- görmüş gibi; kesin.
medin cennetlik olduklarını m in eled iği on
kimse.
AZAB: 1. Ceza, 2. Günahlara karşı ahirette
AŞİK ÂR, AŞİKARA, AŞİKARE: A çık, belli,
çekilecek ceza, Azab-ı ahiret, cehennem azabı.
meydanda.
ÂZADE: Her türlü bağdan kurtulmuş.
A ŞİR: Onuncu.
ÂZAM: Pek ulu. En büyük.
A ŞÎR : Onda bir
AZAMET: 1. Ululuk, büyüklük, 2. Kibirlilik.
AZER: A teş.
ATALET: İşsizlik, boş durma; işlememe. AZHAR: Daha veya pek, en.açık, meydanda.
ATIFET: 1. Sevgi, acıma, 2. Taraflılık ile ÂZİM: 1. Kesin olarak karar veren.
esirgeme, koruma. ÂZIM, AZİME: 1. Büyük, ulu. 2. Yüce, derecesi
ÂTI: 1. Gelecek. 2. ön d e, aşağıda. yüksek. 3. önem li
ATIK, AT İKA: 1. Eski, 2. Azat edilmiş köle. AZİMET: Yola çıkma, gidiş.
3. Genç kız. ÂZİNE: 1. Bayram günü. 2. Cuma.
ATİYYAT: İhsanlar. AZİZ: 1.Değerli, 2. Ermiş, Eren, 3. Yüksek
ATİYYE: Büyük bir kimsenin küçüğe verdiği dereceS, çok değerli. 4. Kuvvet, kudret sahibi.
bahşiş, armağan. AZM: 1. Kesin karar. 2. Yola çskma.
ATUF: Çok esirgeyici, acıyıcı. AZRAİL: ölüm meleği.
AZZE: Aziz olsun, kadri yüce olsun. A zze ve
AVAİD: 1. Mal ve akçe olarak gelirler. 2.
Bahşişlar. celie, aziz ve eeül olan (Allah).

B
BAB: 1. Kapı. 2. Sığınılacak, başvurulacak yer. BAR:. Yük, ağırlık.
BAB: Bap. BASAR: 1. Görme, 2. Göz. 3. Kalb gözü.
BAB: Bap. 1. Bir kitabın bölümlerinden her BATAET: Ağırlık, -yavaşiık. Ağır davranma.
biri. 2. İş, husus, madde. BÂTIL: I. B oş, 2. Çürük, 3. Doğru ve gerçeğe
BA D E: "Sonra" anlamıyla tamlamalar yap- karşıt.
mada kullanılır. BÂTINAN: İçten olarak, İçyüzünden.
BADEL'ASR: İkindiden sonra. BATINI: 1. Iç, 2. Aşikâr, belli olmayıp giz-
BADELYEVM: Bugünden sonra. Bundan sonra. lilik bulunan şeylere ait. 3. Batmiyyeden olan.
BADEMA: Bundan sonra.
BAHTİYAR: Kutlu, mutlu. BEDAHETEN: İspat ve tanık istemez derecede
BAHUSUS: Hele, en ziyade. açık ve meydanda olarak.
BAİD: Uzak, ırak. BEDAVİ: I. Bedevi, 2. Çölde, kırda, çayırda
BAKİ: l.T ann, 2. Kalan, artık. dağ tepe dolaşan.
BALA: Yüksek, yukarı, yüce., BADHAH: Herkesin kötülüğünü isteyen.
BALİĞ: 1, Erişen erişmiş, 2. Ergin, 3. Varan. BEDİ': Kelâmm lâfız ve anlamca sanat ve
4. Olgunluğun son basamağına ulaşan. süslerinden bahseden bilim
BEDİA: Görülmedik ve beğenilebilecek yeni BİAT: Birinin hâkimliğini kabul etm e, elsıkış-
bulunma şey. ma, saçak öpme.
BEHA: Değer, fiai, paha. Bibeha, değeri biçile- B İD A T : 1. Sonradan, yeniden çıkm ış şey.
miyecek yükseklikte. 2. Peygamber zamanından sonra dinde olan şey.
BEKA': X. Alışmak, dadanmak., 2. Güzellik, BİDAYETEN: İlk olarak.
süs, parıltı. BİDAYE, BİDAYET: 1. Başlama, 2. ö n , baş-
BEKİME: Dört ayaklı hayvan. langıç, ilk.
BEHİMÎ, BEHİMtYYE: Hayvanca. BİHAKKIN: Hakkiyle, tamamiyle.
BEİS: Azap, sıkıntı, zarar, korku, fenalık. BİL— : "İle, için"
BEKA: Bulunduğu halde kalma. Kalım. BİL-İCM A: Söz birliğiyle.
REIÂGAT: Meramın düzgün olarak süslü söz- BİLAİSTİSNA: İstisnasız, ayırt otamadan.
lerle anlatılması. Fenta-i belagat, lâfız ve kelime- BİLAKİS: Aksine, Tam tersine.
lerin hale uygun olarak kullanışından bahseden BİLFARZ: Diyelim ki, tutalım ki.
bilim. BİLFİİL: Gerçek olarak, lâfla değil işle.
BELÂHET: Bönlük. BİLHASSA: vJVlahsus, özel olarak, hele.
BELDE: Şehir, kasaba. BÎLİHTİYAR: Dileğiyle, isteğiyle
BELİYYE: Zorluk, sıkıntı. BİLİLTİZAM. İş edinerek, mahsus; bile bile.
BERAT: Nişan, rütbe, memurluk, maaş ve buna İnadına.
benzer şeyler hakkında devletçe verilen resmi BİLİTTİFAK: İttifak ederek, birleşerek.
kâğıt. BİLKÜLLİYE: Bütün bütüne. Büsbütün.
BERİ: 1. Kurtulmuş, 2. Temiz, 3. Hiçbir işe BİLMUKABELE: Karşılık olarak.
karışmamış, işte eli olmıyan. BİLVEKALE: Vekil olarak, vekaleten.
BERİYYE: Halk, insanlar. BİL VELALE: Veli olarak
BERKİ, BERKİYYE:. Şimşek gibi. BİNA: 1. Yapı, 2. Yapma.
BERKİ HATİF: Göz kamaştıran. BİNABENİR: Bunun üzerine.
BERTARAF. Bir yana. Ortadan çıkm ış, yok BİNAEN: Dayanarak, yapılarak, dolayı,
edilmiş. binaenaleyh, bundan dolayı, bunun üzerine.
BERZAH:!' İki şey arasındaki aralık. 2. Ruh- BİNNİSBE: Nisbetle. Bir dereceye kadar.
ların kıyamet zamanına kadar bekliyecekleri BİR—: "ile, ederek" anlamı katar.
BİRRIZA: İstek ile, razı olarak.
dünya ile ahiret arasındaki yer. 3. Çok sıkıntılı
Bİ'SET: Gönderme. Bir peygamber göndererek
yer.
halkın dine çağrılması.
Ruhların kıyamet zamanına kadar BİZ—: Arapça zel, ze, dad harfleriyle lâmelifli
bekliyecekleri, dünya ile ahiret arasındaki yer. kelimelerin bi edatiyle birleştiği zamanki hali
BE'S, BEİS: X. Azap, sıkıntı. 2. Zarar, korku, olup kelimeyi -e, -ile haline koyar. Bizzat,
fenalık, 3. Şiddet. kendi kendisi: bizzecr, zorla; bizziyare, ziyaret-
B E Ş A ŞET: Güler yüzlülük. le; bizzikir, zikrederek; söyleyerek, tekrar
ederek.
BEŞERÎ, BEŞERİYYE: İnsanla ilgili, insan.
BİZZARURE: Çaresiz, ister istemez.
BEŞERİGİLZAT: İnsan topluluğu.
BEŞERİYYAT: Antropoloji.
BEŞERRİYET: İnsanlık. İnsanın tabiî hali. BUĞZ: Sevmeme, gizli yürekle düşmanlık duy-
B E Ş U Ş : Güler yüzlü. ma.
BEVL: 1. İşem e, 2. Çiş. BURAK: Hazreti Muhammet'in Miraç 'ta bin-
BEY': Satma. Bey ü şira, alım satım; Bey-i diği binek. Cennetin olağanüstü bineği.
men veHd, arttırma ile satış bey-i b ât, kesin BUTIiAN: X. Haksızlık. Boş olma. 2. Hükümsüz
satış.
olma.
BEYAN: 1. Anlatma, açık söylem e, 2. Tanıt ve
kanıtla fikrini ispatlama.
BÜHTAN: öirine yalandan bir şey kondurma,
BEYYİN: A çık, aşikâr.
BEYYİNE: Kanıt, burhan. iftira.
BÜLEND: Yüce, yüksek.
BEZL: Kendiliğinden verme, esirgemeden bol
BÜLUĞ: Erginlik.
bol harcama.

c CAHİLİYYET: Hazreti Muhammed'den evvel-


CAHİD: Çalışıp çabahyan.
CAHİL: 1. Bilmeyen, habersiz, 2. Okumamış. ki Arap yarımadasındaki puta tapma zamanı,
CAHİIİYYE: Cahiliyyet devri adamları, puta devri.
tapanlar.
CAİZ, CAYİZ: 1. İşlenmesinde bir suç olma- CERİHA: Yara.
yan, izin verilmiş sayılabilen, 2. Olabilir, olur. CEVAP: I. Soruya karşı söylenen söz. 2. Kabul
CALİB, CALİBE: Kendine doğru çeken, etmeme, 3. Bir yazıya karşılık.
çekip alıcı, çekici. Calib-i dikkat, dikkati CEVAIB: Halk arasında dolaşan sözler. Haber-
çeken; çalib-i merhamet, açındıran. ler.
CAMİ, CAMİA: 1. Derliyen, topkyan, 2. İçine CEVAMİ': I . Camiler, 2. Toplu şeyler.
alan, içinde bulunduran. CEVAZ: Yasak olmama. İzin. Olurluk.
CAMİD, CAMİDE: Donm uş, donuk. CEVF: 1. İç, orta, 2. K of, oyuk. Cevf-i leyi,
CANİB: Yan. Taraf. Yön. yarı gece, geceyarısı;.
CARİ: 1. Akar, akıcı, 2. Geçmekte olan, 3. CEVHER: I . Yaradılış, asıl maya, 2. özellik,
Geçer olan. yaratıştaki değer, 3. Değerli süs taşı.
CARİYE: I. Para ile satılıp alınan hizmetçi CEVR: Haksızlık edip incitme. (Tas.) Tarikat
kız, 2. Savaşta esir olmuş veya odalık diye adamanın ruh yolunda ilerlemesine engel olan
alınmış kız. nesne.
CEBANET: Korkaklık, yüreksizlik. CEZA': Sabırsızlık gösterip acı acı telâşlanma.
CEBBAR: 1. Kudret, ululuk sahibi. Tanrı, Ceza ü feza', telâş ve figan, ağlayıp sızlama.
2. Zor kullanan, zorba. 3. Giriştiği işi mutlaka CEZA: 1. İyi veya kötü karşılık, 2. Suç işle-
başaran. yene dünyada veya ahirette yapılan karşılık.
CEBELÎ, Dağa ait, dağsal. CEZİRETÜLARAP: Arab yarımadası.
CEBERUT: 1. A şın ululuk, 2. Tanrı ululuğu. CEZB: Kendine doğru çekme.
3. Tanrıya varmanın üçüncü basamağı. CEZBE: Hal ehlinin Tann hatırlamalariyle
CEBR: 1. Zor, zorlama, 2. Düzeltme, onarma. dalıp kendinden geçm e hali.
CEBRİ: 1. Cebir ile ilgili, 2. Zorla, sıkı altında CEZEL: Doğru olan lâfız.
yaptırılan. CEZlL, CEZİLE: Bol, çok. Ecr-i cezil çok
CEDİD, CEDİDE: 1. Yeni, 2. Yeni çıkma. sevap hayrat-ı cezil.
CEDVEL: Ark, su kanalı. CEZM: 1. Kesme, 2. Kesin karar verme.
CEHALET: Bilmezlik. CEZR: Kök.
CEHIR: Yüksek sesle, açık olarak söylenen
CEHL: Bilmezlik. CİFE: Leş. (ç.Cüyuf, eeyaf).
CEHREN: Yüksek sesle, aşikâr olarak. CİHAD: I. Din uğrunda savaş, 2. Dini yaymak
CELÂL: 1. Büyüklük, ululuk, 2. Hışım, kızgın- için uğraşma, 3. (Tas.) Nefisle savaş.
lık. CİHAT: I. Yanlar, taraflar, yönler, 2. Yerler,
CELB: l.G etirm e, kendine çekm e. 2. Getirtme. semtler, 3. Bakımlar, görüşler.
ÇELİL: Büyük, ulu. Resmî yazılarda vezir veya CİHET: 1. Yan, 2. Y ön, 3. İlgi, ilişik, 4. Sebep,
müşür rütbeli kimselere ve onların dairelerine bahane.
hitap olarak yazılırdı. CİZYE: Vergi, haraç.
CELLE: "Çelil ve aziz olsun" anlamında dua
sözü. Celle ve alâ, ceüe şanuhu, celle celâluhu,
azze ve celle, şekilleriyle Tanrı hakkında kul- CÜD: El açıklığı, cömertlik.
lanılır. . CUMHUR: I. Haİk kalabalığı, halk, 2. Başsız
CELSE: Bir defa oturma, oturum Celse-i kalabalık, 3. Belli bir sınıf insan.
hafife, hafif oturma, ilişm e -hafiyye, gizli CÜMLE: Bütün, top hep.
oturum. CÜNÜB: Dince yıkanmayı gerektiren durum.
CEMAAT: 1. Bir yere toplanmış insanlar. CÜR'ET: Korkmıyarak ileri atılma, yiğitlik.
2. Bir imama uyup namaz kılanlar. 3. Bir mez- CÜSSE: Gövde, kalıp, beden.
hepten olan topluca ahali. 4. Yeniçeri teşkilâ-
CÜZ': 1. Bölük, parça, 2. Bir bütün parçaların-
tında birkaç odanın meydana getirdiği kısım.
dan her biri, Kuranın otuz bölümünden her biri.
CEM'İ: Topluma ait, toplumla ilgili.
CÜZ'Î CÜZİYYE: Bir şeyin bütününe ait
CEREYAN: 1. Akma, akım 2. G eçm e, 3. Olma
olmayıp özel olan.
CERH: 1. Yaralama, 2. Çürütme, kabul etmeme
CERIH: Yaralı.

D
DÂRÜLBEKA: (Dâr-ül-beka) Beka yeri, ahiret.
DALALET: Azma. Doğru yoldan çıkma. DÂRÜLHADİS: (D âr-ül-hadis) Hadis ve bilgi-
DAR: 1. Ev, 2. Yapı, 3. Yer, 4. Yurt, Dâr-i lerini öğretme yeri.
ahiret, ahiret, öbür dünya. • DARÜLHARB: (Dâr-ül-harb) 1 .Kavga meydanı
DARÜCCAHİM (D âr-iic-cahım) Cehennem. Savaş yeri, 2. İslâm elinde olmayan, her zaman
DARÜCCENAN: (Dâr-üc-cenan) Cennet. savaş yeri olabilecek yer.. ■
5
DÂRÜLKARAR: (D âr-ül-karar) Kıyametten DİL', DİLİ1: Eğe kemiği.
sonra kalınacak yer. DİBAGAT, DEBAGAT: Tabaklık. Sepicilik.
Deriyi sepileyip meşin kösele, sahtiyan haline
DEFTER—İ A'MAL: İnsanların iyilik ve kötülük- getirme.
DİRHEM 1. Gümüş para, 2. Okkanın 400 de
lerinin yazıldığı mânevi defter. biri. Şeriat bakımından 70 tane orta boy arpa
DELALET: 1. Y ol gösterme, kılavuzluk, 2.
ağırlığı, 3. Gram. Dirhem ü dinar, gümüş ve
Delil ve alâmet olma, 3. İz, işaret.
altın para; dirhem-i aşan, gram.
DELİL: 1. Kılavuz, Y ol gösterici, 2. Bilinmiyen
DİYANET: Dindarlık. Din buyruklarına uyma,
nesneyi bilmeye, bildirmeye, bilinen şeyin
başeğme.
aslını faslını ispatlamağa yarayan madde.
DELK: El sürtme, uğuşturma.
DUA': 1. Tanrıya yalvarma, 2. Yakarış.
DEM: Kan.
DÜ N. 1. Alçalt, 2. A şağı, 3. Altta, aşağıda olan.
DEM: Soluk, nefes.
DEMEVİ, DEMEVİYYE: Kana ait, kan ile ilgili.
D E M İ, DEM İYYE: G özyaşı ile ilgili. DÜNYEVÎ, DÜNYEVİYYE: Dünya ile ilgili.
DEMİ'MESFUH: Akan, akıtılan gözyaşı Dünyaya ait.
DENAET: Alçaklık. Aşağılık. DÜRÜST: Sağlam, doğra, gerçek. Bütün,
D ENİ: Alçak. tam.
DERGÂH, DERGEH: Kapı, kapı önü. DÜRÜ ŞU: Kaba. Sert.
DESİSE: Gizli hile, oyun. DÜRÜSTI: Kabalık, hoyratlık.
DEYN: Belli bir zaman sonunda ödenmek DÜSTUR: Kanun. Kanun ve nizam dergisi.
üzere alınmış borç.

E
EAZİM: Büyükler. Eazım-i millet, millet uluları. EHLİ, EHLİYYE: Alışık, yabani olmayan.
EBEDÎ, EBEDİYYE: Hiç son olmayacak Evdi
şekilde süren.
EBVAB: Baplar. 1. Kapılar, 2. Başvurulacak EİMME: imamlar. Eimme-i din, din konularında
büyük kapılar. sözü geçer kimseler; eimme-i erbaa ( Dört
ECNEBİ: 1. Yabancı, garip, 2. Sert başlı at. imam), imam-i A'zam Ebu Hanife, imam Şafiî,
ECR: 1. Bir iş karşılığı verilen şey, ücret,
imam Malik, imam Hanbel eimme-i isna aşer,
2. Ahiret mükâfatı, sevap. Ecr-i misil, bir iş
(on iki imam) Alevî imamlar, eimme-i izam,
için bilirkişi tarafından belirtilen ücret. din imamları; eimme-i nuhat, nahv (sintaks)
ECRAM. Ruhu olmıyan cisimler. —ulviyye, bilginleri.
gökcisimleri, yıldızlar.
ECSAD: 1. Gövdeler, taneler, 2. G âm ler,
Ecrad-i seb'a: Yeni Cisim. EKABİR: Pek ulular.
EKBER: En veya pek çok büyük.
ECZA': I. Cüzler. Bölümler. Parçalar. EKELE: Yiyiciler. Oburlar.
EDA': I. ödem ek, 2. Yapma, kılma, yerine EKMEL: Daha ve pek kâmil, en olgun. Hiç
getirme, 3. Üslup, tarz. eksiği olmayan.
EBED:1. Terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış. EKSER: En çok.
2. İncelik, kibarlık, 3. Utanma.
EDİLLE: Kanıtlar, deliller. —erbaa, şeriatın
dört kanıtı. EL'AN: 1. Şimdi 2. Hâlâ.
ED 'İYE, ED'İYYE: Dualar. ELÎM, ELİME: I. Ağrıtan, ağrı veren, 2. Şid-
EDNA: 1. Daha veya pek aşağı, 2. Daha veya detli, çok acı veren.
pek alçak. ELYAK: Daha veya pek uygun; en liyakatli.
EDVAR: Devirler, zamanlar. ELYEVM: Bugün, hâlâ.
EDYAN: Dinler.
EF'AL: Fiiller. İşler. El'al-i hasene, iyi işler, EMAN: 1. Korkusuzluk, eminlik, 2. Bağış,
ef'al-i muzırra zararlı işler. izin, 3. Sığınma, yardım dileme.
EFDAL: Pek faziletli. Derecesi yüksek. EMANET: 1. Bir kimseye inanıp birşey bırak-
EFDALİYYET: Daha faziletli olma, üstünlük. ma, 2. İnanıp bırakılan şey.
EFSUN, FÜSUN Afsun, büyü. Üfürük. EMARE: Nişan, iz.
EHADİYYET, AHADİYYET: Birlik. Bargâh-i EMNİYYET: 1. Emn, korkusuzluk, 2. Güven-
ehadiyyet, Tanrı kapısı. me, inanma.
EHEMM Daha veya pek önemH. EMR: 1. Buyruk. Buyurma, 2. İş.
6
EMSAL: Eşler, benzerler. EVKAT: Vakitler. Evkat-i hamse, beş vakit
EMTİA: Emtia, mal, mallar. (namaz).
ENCAM. Son. EVLA: Birinci.
ENDER: Daha veva pek seyrek, çok az. EVLEVİYYET: Daha lâyık, üstün.
ENİK : Güzel, ince şey. EVLİYA: 1. Büyükler, ulular, 2. Ermişler.
ENİN: İnleme, inilti. EvByay-i umur, iş başındakiler.
ENSAR: Bk. Ansar. EVSAF: Vasıflar, nitelikler.
ENVA': Neviler. Çeşitler, türlüler. EYYAM: Günler.
ERBAB: Sahipler, efendiler. Becerekfi, bilgiç. eyyam-ül-ma'dudat eyyem üt-teşrik, Kurban
ERKAN: 1. Direkler sütunlar, 2. Adetler, bayramının ilk üç günü.
kaideler, 3. Bir kurulun ileri gelenleri, EZ: Başına eklendiği kelimeyi -den hali ne
erkân-i salat, kıyam, kıraat, rüku, sücud, ka'de-i getirir. Ez an cümle, o cümleden olarak,
ahire ez kaza, kazara.
ESAHH: En veya pek sahih, gerçek. EZEL: Başlangıcı olmıyan geçm iş zaman.
ESBAB: 1. Sebepler, 2. Araçlar, gerekler. EZHAN: Zihinler.
ESER: 1. Varlığa delâlet eden şey. Bir insanın EZHAR: Çiçekler.
meydana getirdiği şey. 2. İş, etki, 3. İz, kalıntı. EZHER: Pek beyaz ve parlak.
ESHAB: Bak, ashab EZKAR: 1. Anmalar, hatıra getirmeler, 2. Teş-
EŞRİBE, EŞRÜBE: İçilecek şeyler. bihle belli duaları tekrar etmeler.
ET İME: Yemekler. EZCÜMLE: Birçok örneklerden biri.
EVCEH: Çok lâyık olan.

F
FAH İŞ, FAHİŞE: 1. Ahlâka uymaz, edep ve FAZIHA: 1. Rezalet, 2. Ayıp, 3. Alçaklık,
terbiye dışı, 2. Çok yolsuz, aşırı çirkin veya edepsizlik.
uygunsuz. FAZİHAT: Ayıp, rezalet.
FAİK FAİKA: 1. Üstün, 2. Başkalarından ileri. FAZİLET: 1. Değer, 2. Bilgi, hüner 3. İyi
FAİKİYYET: Üstünlük. Esbab-i faikıyet, üstün- ahlâk.
lük sebepleri. FAZL: l.Artıklık, üstünlük, 2. Kerem, 3. Ol-
FAİTE: Kazaya kalmış namaz. gunluk, bilgi.
FAKÎH: Fıkıh bilgim. FECR: Sabahın çok erken vakti, tan zamanı
FANİ: 1. Sonu olan, 2. ölümlü, baki olmıyan, Fecr-i âti, (gelecek zamanın fecri) -kâzib,
3. Çok yaşlı. (yalancı tan) çok erkenden doğu tarafında
FARİĞ: 1. Boş, 2. Vazgeçmiş. görülen aydınlık -sadık, (gerçek tan) güneşin
FARİZA: 1. Farz olan şey, 2. Mirasçılardan her doğmasından biraz önce doğu tarafında beliren
birifie düşen pay, 3. Yapılması gerekli olan ödev aydınlık; salât-i fecr, sabah namazı.
/A
FARZ: 1.Tutma, sayma, gerçek diye bakma, FELA: O halde, o zaman.
2. Esaslı şey, 3. Dinde mutlaka yapılması FELÂH: 1. Kurtuluş, 2. Mutluluk.
gereken şey. Farz-i ayn, her müslümanın tek FELEK: 1. Zaman, 3. Talih, baht, 4. Dünya
tek yapması gerekli farz -kifaye, şartları haiz FERASET, FİRASET: Hemen anlama, çabuk
olanın yapmaları gerekli, bazı kimselerin yap- kavrajna.
malariyle başka kimselerin de yapmış sayıl- FER'I: Kökten olmayan, dallara, kollara ait
dıkları farz; -muhal, olamıyacak, olması imkân- olan.
sız şey; bilfarz, tutalım ki... FERSAH: Dört saatlik (12000 adımlık) yol.
farzen: Faraza. Tutalım ki. FERSUDE: Eskimiş, aşmmış, yıpranmış, örse-
FASAHAT: Bir dilin doğru olarak, kolay ve lenmiş.
düzgün söylenişi, yazılışı. Yabancı ve az kul- FESAD: 1. Bozukluk, 2. Karışıklık, 3. Çürüme,
lanılır kelimeler bulunmaması, bağlaçlarının çürüklük.
kurala uygun bulunması başlıca nitelikleridir. FESAHAT: Bak fasahat
FASİD, FASİDE: 1. Bozuk, bozulmuş, 2. Bo- FESH: Bozma, kaldırma, hükümsüz bırakma.
zan,bozulmuş. FETA: Delikanlı, genç, yiğit, cömert.
FASİH: 1. Fesahatle söyleyen, 2. Hatasız söz.
FÂSİK: Günah işlem iş, kabahat yapmış. FETRET, FİTRET: 1. İki peygamber arasında
FAZAHAT, FADAHAT: Rezalet, ayıp. geçen zaman. 2. Bir hükümetin zayıflığı zamanı.
FAZAİL: Faziletler. FETVA: Bir mesele ve dâva için şeriatın ne
FAZİH, FAZIHA: 1. Rezil, rüsva, çirkin, 2. dediğini anlatmak üzere müftü tarafından ad
söylenmeden yazılan karşılık. Mütfü hükmü.
Rezilce.
FEVK: Üst. —FİH,. "Onda, içinde" anlamiyle söze katılır.
FEVR: Hemen, birdenbire olma. Alelfevr, Ma nahnüfih, konuştuğum uz, münaziün fin
vakit geçirmeden... hakkında tartışma, çekişm e olan kavgalı,
FEVRİ, FEVRİYYE: Birdenbire gelen zorlu mef'ul-in fih, -de hali.
bir duygu etkisiyle düşünülmeden yapılan FİLHAKHCA: Gerçekten, doğrusu, hakikaten
(hareket). FİİL, Fİ'L: İş, Fil'i hayr, hayırlı iş, -şeni',
FEVT: Bir daha bulamıyacak şekilde kaybetme, çok kötü iş, bilfiil, sözle değil, işle.
elden kaçırma. FİLHAL: Şim di, hemen.
FEYZ: 1. Bolluk, bereket, 2. Bağış, ihsan FİNA: Avlu, ev dolayı, etraf.
Feyz-i İlâhi, 3. İlerleme, olgunlaşma, 4. Mut- FİRASET, FERASET: Bk. Feraset.
luluk. Tannnın verdiği iç saadeti. FİSK: I. Günah işlem e, 2. Dinin yasak ettiği
FEZAİL, FAZAİL: Bk. Fazail. şeyleri yapma. Fisk ü fücur.
FIKH: 1. İyice bilmek, 2. Şeriat bilgisi. Şeriat FİTNE: 1. Azdırma, baştan çıkarma, 2. Karı-
meşelerinin uygulanmış kısmının bilgisi. Kitap, şıklık, 3. Ara bozan, 4. Fitne ve fesat çıkaracak
sünnet, icma-i ümmet, kıyas-i fukaha ile şeriat derecede güzel kimse.
meselelerini çözümleme bilgisi, Fıkh-i Hanefi, FİTRET, FETRET: Karışıklık, aralık.
—Maliki, Şafii. FUHŞİYYAT: Ayıp davranışlar.
FIRKA: İnsan kalabalığı, grupu. -nadye, müslü- FUKAHA. Fıkıh bilginleri. Fukaha-i Hanefiye,
man grupu. -şafiiye,Jıarıefi, şafii din bilginleri.
FISK: Günah işlem e Dinin yasak ettiği şeyleri FUZALA: Fazıllar, olgun, bilgin, fazilet sahip-
yapma. leri.
FITNAT: Zihin açıklığı, Çabuk kavrayış. FÜCUR: 1. Günah, 2. Zina.
FITR: Oruç açma. FÜRU': 1. Dallar, budaklar, 2. Bir kökten ay-
FITRA: "Sadaka-i fıtr" da denilen oruç bozma rılmış bölükler, bir atadan gelen çoluk çocuk,
sadakası. torunlar.
FITRAT: 1. Yaradılış, 2. Yaradıcı kuvvet, FÜRUAT: Dallar budaklar.
kudret. —FÜRUŞ: "Satan" anlamiyle kelimelere takılır.
FITRATEN: Yaradılıştan olarak. FÜTUR: Gevşeklik, usanç, bezginlik. Bilâ-
FITRÎ, FITRİYYE: Yaradılıştan olan. fütur, fütursuzca, usanmadan.
Fİ: Katıldığı kelimelerin sonlarım i okutur, FÜTÜVVET: I. Gençlik, delikanlılık, 2.
fi-l-hakika Cömertlik, 3. Yiğitlik.

G
GABN: 1. Alışverişte aldatma, 2. Ziyade GARİB: 1. Yabancı, 2. Kimsesiz.
kazanma. GARÎM: Alacaklı.
GAFİL, GAAFİL: 1. Habersiz, dikkatsiz, GARRA: Parlak, Ak
2. önceden yapacağını ve başına geleceği GASB: 1. Zorla alma, 2. üstüne oturma.
düşünmeyip aldırış etmeyen. GÂSL:1 .Yıkama, temizleme, 2. ölünün yıkan-
GAFLET: 1. Habersizlik. Boş bulunma. Dalgın- ması.
lık, 2. Uyku basma. GASSAL: ö lü yıkayan adam.
GAFUR: Acıması, bağışlaması çok olan (Tanrı) GASSALE: ö lü yıkayan kadın.
GAİB: Hazır bulunmıyan, göriinmiyen.
GAİT, GAİTA: 1. insan pisliği, çıkartı, 2. G ÂŞİYE, GAAŞİYE: örtü, perde.
G AŞY: 1.Bayılıp yuvarlanma, 2. Bayılıp ken-
Çukur yer.
GALİZ, GALİZA: Kaba. Terbiye dışı. dinden geçm e.
GAYR: Başına katıldığı kelimelerin anlamını
GALLE: 1. Tahıl, zahire, 3. Ürün, 3. Gelir.
GANAİM: Ganimetler. Düşmandan alınan şey- olumsuzlaştırır.
GAYRİ MÜEKKED: Sağlamlaştırılmamış, tek-
ler.
GANİ: 1. Elindekinden fazlasını istemeyen, rar edilmemiş.
GAYS: Yağmur, rahmet.
2. Zengin, 3. Bol, fazla, 4. Tann adlarından
GAYZ: 1. Dargınlık, 2. Kızgınlık.
ulup özel isim yapılır. GAZAB, GAZEB: ö fk e , darılma.
GARAZ, GAREZ: 1. Niyet, maksat, 2. Kötü GAZVE: 1. Arap kabilelerinin birbiriyle savaşı.
niyet, 3. Gizli düşmanlık. 2. Gaza. Din uğruna savaş.
GARAZKAR: 1. Gizli bir düşmanlığı olan, GIBTA: Başkasının iyi şeyini kendi için dileme.
2. Kötülük isteyen. İmrejıme. Ağız suyu akma.
8
GILAF: Kılıf. beyaz akıtma, 3. Aym ilk görünmesi, 4. Arabi
GILZAT: 1. Kalabalık, 2. Kalınlık. ayının ilk günü.
GIYBET, GAYBET: Bir kimseyi arkadan çe- GURUB: 1. (Bir gök cisminin) batı tarafında
kiştirme. Yerme, kınama. görünmez olması, 2. Batma, görünmez olma.
GUFRAN: Tann bağışı, acıması. Rahmet, GURUR: l.B o ş , beyhude şeye güvenip al-
günahtan geçme. danma, 2. B oş şeylerle övünme.
GULFE, GULAFE: Sünnet derisi. GUSL: Şeriate uygun şekilde yıkanma^ 2.
GURRE: 1.Parlaklık, ışıldama, 2. At alnındaki Yıkama, yıkanma.

H
HABEŞ: MundarIaşma. Kötüleşme. HÂKİM: 1. Yargıç, 2. Kanun uygulayan kimse,
HABİS, HAABİS: Tutucu, hapsedid. 3. Şeriat işlerini yürüten, hükümlerini uygu-
HABİS: Kötü. Fesatçı Ervah* habise, Kötü layan kimse, 4. Vali, 5. Hükümdar, hayr-ül-
ruhlar, cinler. hâkimın, Tann.
HACET, HACE: 1. İnsanın muhtaç olduğu HÂKİMİYYET: 1. Hâkimlik. 2. Amirlik. 3.
şey, 2. Gereklik, 3. Maddi, gerekli şey, 4. Üstünlük.
Muhtaçlık, boynu eğri olma. HAKİR: 1. Küçük, önemsiz, 2. Değersiz.
HADD: 1.Sınır, kenar. 2. Derece, 3. Gerçek Adi, bayağı.
değer, 4. Şeriatçe verilen ceza, dayak. HAKKANİYYET: Hakka uygun iş yapma.
-zatmda, aslında, yaradılıştan; Doğruluk, adalet.
HADES: insan pisliği. Abdest ve guslün taze- HAL: 1. Durum, 2. O luş, bulunuş, 3. Şimdiki
lenmesi gereken hal. zaman, 4 . Güc, kudret.
HADES: l.Y en i çıkma, yeni şey. Yeni olma. Hal-i hazır, şimdiki durum; -ihtizar (can çekiş-
2. (Dinde) eskiden olmayıp sonradan gönilme. me) ölüm hali; -intizar, bekleme hali.
3.^Aptes tazelemeyi gerektiren hal. HAL, HALL: Bk. Hail. '
HADİM: Hizmet gören. HAL': 1. Soyma, 2. Boşanma, 3. Tahttan
HÂDİS: Yeni çıkan. Eskiden olmayıp, sonra- indirme.
dan olan. HALET: Takdir.
HADİS: 1. Fıkra, hikâye, haber. 2. Hazreti HALİ', HALİA: Boşanmış erkek, kadın.
Muhammed'in sözleri veya yaptığı iş, davranış. HALİF: 1.Peşten gelen, 2. Birinin yerine geçen.
3. Andiçen. >
HADRA, HAZRA: Bitki, yeşillik. Gökyüzü
LADRA, HAZRA: Yeşil, Taze. HÂLİF: 1. Birleşen kimseler, 2. Birleşmiş olan
HAFAZA: 1. Hafızlar. 2. Bekçiler. 3İnsanın kimse.
yaptıklarını yazan melekler. Bunlara kiramen HALİF: Sonradan, arkadan gelen. Birinin yerine
kâtibin de denir. gejjen.
HAFIZ: Koruyan, koruyucu. HALİK: Yaratıcı. Tann.
HAFİ: Gizli. Hafi vü celi, gizli ve aşikâr. HALİK: Helâk olan, ölebilen. ölm üş.
HAFİYYAT: Gizli işler, sırlar. HALİS, HALİSE: 1. Karışık olmıyan, katık-
HAFİYYEN: Gizli olarak, gizliden. sız, 2. Tem iz, an, 3. Duru, 4. Gerçek.
HAİL: İki şey arasında bulunup birinden HALK: 1. Yaratma, 2. İcat.
ötekinin buluşmasına, görünmesine engel olan HALL: 1.Çözme, 2. Kanşık bir işi sona erdirme
Ekran. 3. Şüphe edilmiyecek şekilde açıklama, 4. Erit-
HAİL, HAİLE: Korkunç. me.
HAİZ: 1. Malik, sahip, 2. Taşıyan. HAMAKAT: Beyinsizlik. Anlamamak hali.
HAK, HAKK: Tann. Ahmaklık.
HAK, HAKK: 1. Doğruluk. 2 .Doğru, gerçek HAMD: Tanrının ululuğunu söyleyerek teşek-
şey, 2. Adalet, insaf, 3. Bir kimseye ait şey, kür için övme. Elhamdülillâh, Tannya şük-
alacak, 4. Bir iş karşılığı verilen şey, 5 . Pay. rolsun, Elhamd cüzü, elifbeden sonra okunan
HAK: Toprak. ve kısa namaz sureleri bulunan okuma kitabı;
HAKİKAT: Gerçek. bihamdihi tâlâ, bihamdillâh, Tannnm inayetiy-
HAKİKİ, HAKIKİYYE: 1. Gerçek, sahici, le.
2. Asıl, tam, 3. Candan, 4. Olmuş. HAMR: Şarap
HAKİM: Tann. Çok bilgili. HAMRI: Şarapla ilgili. Şaraba ait.
Hak-i mutlak, Tann; emr-i hakim, Tann buyru- HAMSE: Beş.
ğu; kitab-i hakim, Kuran HAMSİN: Elli. „
HANE: 1. Ev, 2. Bir bütünün kiiçük parçaların- HA YY: l.D iri. Sağ. Canlı, 2. Tann sıfatların-
dan her bırî, 3. Basamak. dandır.
KANİŞ: Andını bozan, sözünde durmayan. HA YZ: Kadınların aybaşısı.
HARAM: Dinin yasak ettiği şey. Yasak yer. HAZA: Bu, şu. Fi yevmina haza, bugünkü gün-
Beled-i haram, Mekke şehri ile dolaylan (müs- de; ilâ yevmina haza, günümüze kadar, hâlâ
lümanlardan başkasına yasak bölge) lihjiza, bunun için maahaza, bununla beraber.
HARBİ: Düşman, islâm olmıyan kimse. HAZIK:1. Keskin, 2.Usta, 3.Usta, keskin
HARIK: Yapının tutuşup yanması, yangın. hekim.
HARİK: Derin olmıyan su arkı, çayırlı düz HAZM.'l. Sağlam ve doğru o y ve ıstek..2. Ke-
aralık yer. sin karar, 3. Sağlam kazığa bağlama.
HASAIS: Hasiseler. Nitelikler.
HEîJVK: 1 .Ölme, 2. Geberme, 3. Harcanma,
HASBE—L—BEŞERİYE: İnsanlık yüzünden.
H A S B -B E -L -K A D E R : Kaderden. çok yorulma.
HELAL: l.D in bakımından günah olmayan,
HASED: Başkasının iyi hallerim kıskanma.
2. Yasak olmıyan, 3. Nikâhlı eş.
HASEN, HASENE: Güzel, İyi. Hoş.
HESAP, HİSAP: 1.Sayma, 2. Sayı, 3. Sayı bil-
Amal-i hasene, güzel işler; vech-i hasen, güzel
yüz. gisi, aritmetik.
HASIL: I. Meydana gelen, 2. Elde edilen, 3. HEYBET: 1.Ululuk, 2. Korkunçluk, 3. Korku
Fayda kazanç. uyandıran hal, durum.
HASILI: Sonuç olarak HEYET: 1 .Şekil suret, 2. Görünüş.
HÂSIM: Düşmanlık gösteren. HIFZ: 1.Saklama, koruma, 2. Ezberleme,
HASLET: Tabiat, huy. hatırda tutma. Hıfz-i Kuran, Kuran'ı ezberle-
HASNÂ: Güzel kadm. me.
HASSATEN: Bilhassa. Hele, yalnız. HINZİR: 1.Dom uz. 2 . P S ve katı yürekli kimse.
HÂŞÂ: "Tanrı korusun, olm ıyaki" anlamların-
da berileme sözü. HIYANET: Kendine olan inanı, güveni kötüye
HAŞMET: Ululuk, büyüklük gösterisi. kullanma. Sözünü tutmayıp oyun etme. Kayın-
H AŞR: 1 .Toplanma. Bir yere biriktirme, lık.
2. Kıyamet gününde ölülerin dirilip yaptıkları- HİBE: Bağışlama. Bağışlanan şey. Bahşiş.
nın hesabı görülmek için bir yere toplanmaları. HİCRET: 1. Kendi yurdunu bırakma, 2. G öçm e
HAŞV: Fazla, gereksiz söz. Hicret-i nebeviyye, Hazreti Muhammed'in Mek-
H AŞY E, HAŞYET: Korku. Haşyet-ul-lah, keden' Medine'ye göçm esi. Hicret tarih başı
Tann korkusu. olm uştur ki 15 Temmuz 622 tarihine rastlar.
HATA: I.Yanhş. Yanlışlık. Yanılma, 2.Suç,
günah.
HİDAYET: 1. Y ol gösterme. 2. Doğru yolu
HATEM: I.Miihür. Üstünde yazı olan ve mühür
arama, 3. Doğru yola girme, 4. Tann tarafın-
gibi kullanılan yüzük, 2.Son En son Hatem-ül-
dan birinin kalbine ilham olunan doğru yol
enbiya. l"eygamb erlerin en sonu (Hazreti aramak isteği.
Muhammed). HİFFET: Hafiflik.
11A1İ1 : Avaz edici, seslenid, vicdan. HİKMET: 1. Gizli, bilinmeyen nokta. Sebep,
HATİME: Son. Sonsöz. 2. Gerçeğe, ahlâka ait kısa söz.
HATT: 1.Çizgi, 2. Satır, 3. YoL -İlâhiye, (ancak) Tanrının bileceği iş;
HATTIZATINDA: Aslında, yaradılışında HİKMETAMUZ: Hikmet öğretiri.
HATTÂ: Ve dahi, bile, bir de gibi. HİKMETEN: Hikmet bakımından.
HAVADİS: Olaylar, yeni olaylar. HİLAF: Karşı. Karşıt.
HAV AMİL: Gebe kadınlar. HİdAFET: 1 .Birinin yerini tutma, 2.Peygam-
HAVARİ: Peygamberlerin fikirlerini yaymada bere vekil olarak İslâmları ve islâm hğı koruma
yardımları dokunan kimselerden her biri. İsa ödevi, 3. Halifelik zamanı ve hüküm sürdüğü
peygamberin on iki yardımcısından beheri. çevre. Dâr-ül-hilâfe, İstanbul.
HÂVF: Korku, Hekimlik terimleri için kulla- HİLKAT: 1.Yaratma, yaratış, 2.Yaradılıştaki
nılmıştır. Meydan korkusu. hal, tabiat.
HAVFEN: Korkudan, korkarak. Havfen min HİLKATEN: Yaradılıştan.
Allah, Tanrıdan korkarak. HİLL: 1.Helâl, 2. Şeriatçe yapılmasına izin
HAVZ: ö z e l olarak yapılmış su çukuru, havuz. verilmiş, 3. Mekke'de Harem sının dışındaki
HAYIRHAH: Hayır isteyen, iyilik dileyen. yer.
HAYR: İyilik. İyi iş. Fayda. HİLM. Tabiat, huy yavaşlığı. Yumuşaklık.
HAYRHAH: İyilik isteyen. Sabır.
HAYIRHAHANE: İyilik ister kimseye yakışır HİMMET: 1.Çalışma. Çabalama, 2. Ermiş kim-
yolda. se etkisi, tesiri-
10
HİNS: Yeminini bozup altından çıkmama. HUŞU': Aşağıdan alma, alçakgönüllülük etme.
HİSAB, HESAB: Bk. Hesab. Tanrıya karşı boyun eğme, yüreği korku
HİTAB: 1.Birine söz söyleme. Sözü biri üzeri- içinde bulunma.
ne çevirme, 2.Bir topluluğa söyleme. Hitab-i HUŞUNET: 1 .Sertlik, 2. Kabalık, 3. Katılık.
izzet, Tanrı sözü, fesl-ül-hitab, bir kitabın ba- HUTBE: Cuma namazlarında hatiplerin oku-
şında besmele ve dualardan sonra amma badün dukları Arapça dua ve öğütler.
sözüyle asıl maksada giriş. HUZUR: l.H azır olma, hazır bulunma, 2. ö n .
HİTAM. Son. Bitim. Büyük kimselerin yanı, 3. Rahat.
HİTAN: Sünnet. HÜDHÜD: Çavuşkuşu. Süleyman Peygamber
HİTAN: Duvarlar. ile Saba kıraliçesi Belkis arasında haber getirip
HTTANET: Sünnetçilik. götüren kuş.
Hır ET: Tann korumasına bırakma. HÜKM: Hüküm, yargı.
HİYAZ: Aybaşı. HÜKMEN: Hüküm cihetinden, hükmende, dere-
HUBS: 1 .Kötülük, 2. Fenalık, 3. Mundarlık, cesinde olan.
pislik. HÜKÜMDAR: Hüküm ve emir sahibi kimse.
HÜCCET, HÜCCET: 1. Kanıt, 2. Şeriat muha- Padişah, Şah, vb...
kemesinden verilen bir hak veya bir sahiplik HÜCCET: Bak, Hüccet.
HÜNER: 1 .Bilme, biliş, 2. Ustalık, 3. El usta-
gösteren resmi belge. lığı, el beceriği, 4. Sanat.
HUD'A: Aldatma, düzen, dek. Oyun, dalavere. HÜRRE: Cariye veya tutsak olmıyan kadın.
Hile.
HUKUK: 1.Haklar, 2. Gerçekler, 3 .Kanunların HÜSN: 1.Güzellik, 2. İyilik, 3. Tamlık. Olgun-
verdiği haklar. luk, 4. Düzen, düzgünlük, Hüsn ü ân, güzellik;
HULEFA: Halifeler. Hulefa-i raşidin, ilk 4 hali- hüsn ü aşk, güzellik ve sevgi, hüsn ü kubh,
fe: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali. güzellik ve çirkinlik, hüsn ü letafet, güzellik ve
HULF: Sözde durmama, sözünü tutmama. hoşluk; hüsn-i âdab, güzel terbiye, görgü;
Aksine gitme, karşıt olma. -ahlâk, huy güzelliği, -beyan, iyi, yolunda
HULK: 1.Yaradılıştan olan huy, 2.Mânevi anlatış, -hal, iyi davranış, iyi gidiş; hareket,
nitelik, iyi veya kötü huy. 3.Yaradıhştan olan iyi muamelede bulunma, -hat, iyi yazı, -hitam,
tabiatveya karakter. Hüsn-i hulk, iyi huy, iyi sona erme; -idare, iyi idare; -iptida yazıya
HULUL: 1 .Konma, 2. Girme, 3. Gelip çatma, iyi başlama; -kabul, .iyi karşılama; -imtizaç,
4. G eçişm e, 5. Tenasühe inananlarca bir ruhun iyi geçinme; -mânevi, iç güzelliği; -muaşeret,
bir güzel cisme girmesi. iyi geçim; -muamele güzel davranma, iyi mua-
HULUS: 1. Halislik. Sâflık. Doğruluk, 2. Sami- mele etme, -nazar, iyi gözle görme, -niyet,
milik. iyi niyet, -suret, iyi bir surette; -sun, görünüş-
HUMS: Beşte bir. teki güzellik; -şöhret, ün güzelliği; -tabiat,
zevk güzelliği; -tâbir, soğuk veya kötü bir
HURUÇ: 1 .Dışarı çıkma, 2. Ayaklanma, isyan. şeyi uygun bir suretle anlatma, -tahallus,
HUSUF: A y tutulması. -tâlil, iyi, uygun bir sebep bulma, -teveccüh,
HUSUL: 1.Vücuda gelme, 2. Meydana çıkma, 3. sevgi ile kanşık beğenme; -telâkki, iyiye alma,
Peyda olma. Üreme. Türeme. iyiye çekme; -tedbir, yerinde ve yolunda
HUSUMET: l.Düşm anlık, 2. D âvaalık, 3. Kar- tedbir; -zan, iyi fikir besleme.
şıtlık, 4. Kıskançlık. HÜSNA: Daha güzel.
HUŞUN: Kaleler.

I İSTİLA HAT: Terimler.


IKBAR: Mezara koyma.
ISTIRAB, IZTIRAB: Sıkıntı, büyük üzüntü.
İKNA': 1. Kanaat ettirme, 2. Kandırma, razı
ISTIYAD: Avlama, ava gitme.
etme.
IT'AM: Yemek yedirme. It'am-i muhtacin,
IMKİDA: Uyma, örnek tutma. Ardından gitme.
yoksullara yemek yedirme, doyurma.
İKTİFA: Arkasından gitme. Ardına düşme.
ITLAK: 1. Salıverme, koyverme, 2. Bağışla-
IKTİSAR: Zorlama.
ma, cezadan kurtarma, 3. (Koca, kansmı)
IRDA': Süt emzirme.
boşama, 4. Genleştirme, 5. Adlandırma. Ale-
IRZ: 1. Irz, 2. Namus, 3. Perde, 4. Temizlik.
lıtlak, genel olarak, ıtlak-i inan, dizgini bırak-
IS'AB: Güçleştirme. Zora salma.
ma, yönelme; -lisan, ağzına geleni söyleme;
ISLAH: İyileştirme, düzeltme.
-yed, bağış yapma, hayır işlem e.
ISLAHAT: Düzeltmeler. İyileştirmeler.
ITTILÂ': Haberi olma, bilgisi bulunma.
ISTILAH: 1. Bir bilim veya sanata mahsus
IZRAR: Zarara uğratma. Zarar verme.
kelime, 2. Genel bilinen anlamından başka
özel bir anlamda kullanılan kelime, 3. Terim.
11
İADE: Geri çevirme, geri döndürme. İFRAZ: 1. Bir bütünden bir parça ayırma,
İADETEN: Geri çevrilmek üzere. 2. (Bir yaradan akan şey veya bir şey akma,
İANE: Yardım için toplanan yardım parası. salgı.
İA ŞE: Yaşatma. Geçindirme. Besleme. İFRAZ: Verme. Fırsat verme.
İBAD: 1.Kullar, 2. İbadet edenler. İFRAZAT: Vücuttan çıkan, akan, kan, cera-
İBADET: Allahın buyruklarını yerine getirme. hat...
İFSAD: 1. Bozma, 2. Düzensizlik yaratma.
İBADETKAR: İbadetini yapan. İbadete düşkün Kargaşalık çıkarma.
İBAHAT, İBAHE: Bir şeyin haramlığmm kal- İF ŞA : Meydana çıkarma. A çığa vurma, 2. Giz-
dırılarak yapılıp yapılmamasının serbest bıra- li bir şeyi yayma.
kılması. İFTİHAR: 1. Haklı olarak övünme. Koltuk
İBAHI: Her şeyi mubah sayan. kabartma, Şeref, şan.
İBARET: 1. Meydana gelmiş, 2. Bir şeyin İFTİKAR: Büyük ihtiyaç, çok ihtiyara olma.
aym; başkası değil, 3. İbare. İFTİRA: Birine yalandan bir suç yükletme.
İBTAL: B oş, hükümsüz bırakma. Bozma. İFTİRAK: 1. Aynlm a, 2. Dağılma, perişan
İBTİDA': 1. Başlama, 2. Başlangıç, 3. İlkin, en olma.
önce. İFTİTAH: I . Açm a, 2. Başlama.
İBTİZAL: 1. Yıpranma, 2. Hep kullanılma, İĞBİRAR: 1. Tozlanma, toz konma, 2. Gücen-
3. Kuvvetini kaybetm e, 4. Ucuzlama. me, kırılma.
İGNA: 1. Zenginleştirme, 2. Muhtaç bırak-
İCABET: Kabul etme. Kabul edilme, Razı mama.
olma, uyma. İGRA: Rağbetlendirme. Hırsım uyandırma.
İCARE, İCARET: İrat, geiir, kira. Sıkı olarak teşvik etme.
İCLAL: 1. Büyütme, ağırlama. İkram, 2. Büyük- İGTİSAL: Yıkanma.
lük, ululuk. İHATA: 1.Kuşatma, etrafını çevirme. 2. Geniş
bilgi, tam kavrayış.
İCMA: Dağınık şeyleri toplama, bir araya İHLAS: 1. Doğru, temiz sevgi, 2. İçten gelen
getirme. İcma-i ümmet (içtihat devrinde) bağlılık. Sure-i ihlâs, "Kul hüvallahi ehadd..."
imamlarla fakülerin ve ileri gelenlerin din konu- suresi.
lu bir işte birlik olmaları, söz birliği. İHRAM: Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
İCMAEN: İcma-i ümmet yoliyle. İHSAN: 1. İyilik etme, 2. Bağış, bağışlama, 3.
İCTİHAD: 1. Güç yettiği kadar çalışma, 2. Bağışlanan şey, 4. Lutüf, iyilik.
Din imamlarının ayet, hadis, kıyas ile şeriat İHTİDA': 1. Doğru yola girme, 2. İslâmlığa
işlerini belirtmede olan çalışmaları, 3. Bir iş kabul etme.
hakkında bir kimsnin fikri. İHTİKAR: 1. Hakarette katlanma, 2. Hakaret-
İÇTİMA: 1.Toplanma, bir araya gelme, 2. Top- le bakma. Göz tutmama.
lanma, toplantı. İHTİKÂR: Madrabazlık, vurgunculuk.
İÇTİMAÎ, İÇTİMAİYE: Sosyal. İHTİLA': Tenha yere, halvete çekilme.
İÇTİMAİ NEZAHET: Temiz toplum, sosyal İHTİLÂ: Kadın nikâhından vazgeçip boşanma.
temizlik. İHTİLAF: Uym ayış. Uyuşmama.
İDDET: 1. Kocadan ayrılan kadının tekrar İHTİLÂM: I . Düş azma, 2. Ergen olma.
başkasiyle evlenmek için kanun bakımından İHTİMAL: 1. Yüklenme, 2. Mümkün olma.
bekleme zorunda olduğu zaman, 2. Sayma. Akla yakın olma.
İHTİRAS: Ekme.
İFA': 1. Ödeme, yerine getirme, 2. Bir işi yap- İHTİRAZ: Sakınma, çekinme.
ma. İfay-i vazife, ödevini yapma. İHTİSAS: Hissetme. Duygulanma.
IF AKA T : Hastalıktan kalkma, iyileşm e. İHTİŞAM: Etrafında insan ve taraflı çokluğu.
İFATE: Kaybetme. Elden kaçırma. İfate-i Gürültülü gösteriş.
fırsat, fırsatı kaçırma, İHTİVA, için e alma.
İFAZA: 1. Feyizlendirme, feyz ve nur verme. İHTİYAR: 1. Seçme, 2. Katlanma, kabul
İFFET: 1. Namus, 2. Temizlik. etme, 3. Kendi isteğiyle davranma.
İFK: Olmamış bir şeyi bir kimse için yaptı İHTİYARÎ, İHTİYARİYYE: Zor olmıyan, in -
deme. İftira. sanın isteğine bırakılmış.
İFLAS: Tüccarın ödeyemiyecek duruınadüşme- İHTİYARİYYAT: İnsanm yapmak elinde olan
si. Top atma. şeyler.
İFRAD: 1. Ayırma, 2. Elçi gönderme. İHTİYAT: İleriyi düşünme. İlerisim düşünerek
İFRAT: I. Pek ileri varma, 2. Aşırı gitme. davranma.
12
İHTİYATEN: İhtiyat ederek, ilerisini düşüne- İLTİZAM: 1. Kendi için gerekli sayma, 2. Bi-
rek. rinin tarafını tutma, 3. Gerektirme.
İHYA:1. Diriltme, canlandırma, 2. Taze can İLTİZAZ: Hoş bulma, lezzet duyma.
verircesine şenlendirme, 3. Yeniden kuvvet- İLZAM: Cevap Veremez hale getirme. Sustur-
lendirme, 4. Uyandırma. Canlandırma, 5. ma.
Sabaha kadar Tanrıya ibadet etme. ÎMA: 1. İşaret, 2. İşaretle, açıktan okrayarak
İKAB: Azap, eziyet. anlatma.
İKAME: 1. Oturma, 2. Kaldırma. Ayakta dur- İMAD: Direk. K olon İm ad iid-dİB, dinin direği.
durma, 3. Meydana koma. İ'MAL: 1. Yapma, 2. İşleme, 3. Kullanma.
İKAMET: 1. Oturma, 2. Namaz kılınacağı Meydana getirme.
İMAM; 1. Namazda kendisine uyulan kimse,
zaman mevzi nin cami içinde ayağa kalkma
2. önd e bulunan kimse.
çağırışı.
İKAMETGAH: Oturacak yer. Oturulan yer. İMAMET: İmamlık.
İKMAL: Kemale erdirme. Tamamlama, bitir- İM A M E y N : İki İmam.
İMAN: 1. İnanm a, in an ç, 2. İslâmlığı kabul
me.
İKRAH: 1. Zorla bir iş yaptırma, 2. İğrenme. etme.
İMATE: Ölü haline koma, öldürme, öldürülme.
Tiksinme.
İMSAK: 1. Bir şeyden el çekm e, perhiz, 2. Be-
İKRAM; 1. Ağırlama. Saygı gösterme, 2.
lirli vaktinde oruca başlama. Oruç başlama
İltifat için bir şeyler verme.
zamanı, 3. Yemez içm ez adamın hali, cimrilik.
İKRAMEN: İkram olarak.
İMTİSAL: 1. Bir örneğe göre davranma, 2.
İKRAR: 1. Kararlaştırma, 2. Dil üe söyleme,
Alman enin: tam uyarak davranma.
3. Kabul etme, 4. Saklamayıp açıktan söyleme.
İMTİYAZ: 1. Başkalarından ayrılma. Farklı
İKTİBAS: 1. ödünç alma, 2. Bir fıkra veya
sözü olduğu gibi veya anlamını aktarma. olma, 2. [Ayrıcalık.
İMTİZAÇ: 1. Kanşabilme, 2. Birbirini tutma,
İKTİDA: Uyma
uygunluk, 3. İyi geçinme. Uyuşma.
İKTİDAR: Güç yetme, yapabilme.
İMTİDARÎ: Güç ya iktidara mensup. İN AYÂT: İnayetler. İyilikler.
İKTİHAL: Yaşlılanma. Kır saçlı ve sakallı olma. İNAYET; 1. Dikkat, gayret, 2. Lütuf, iyilik.
İKTİSAD: 1. Aşırı davranmama, 2. Tutma, İNCİL: İ sa Peygamberin kutsal kitabı.
tutum . 3. Biriktirme. Artırma, esirgeme, 4. Eko- İNCİZAB: 1. Çekme, çekilme, 2. Gök cisim-
nomi. lerinin birbirini çekmeleri.
İND: 1. Yanında, göre fikrince, 2. Olunca,
İKTİSADI: Tutumla ilgili, ekonomik.
İKTİZA: 1. Lâzım gelme, gerekme. 2. İşe olduğu halde. İnd allah, Tanrı yanında;
İNFİRAD: Ayrılıp tek kalma. Alelinfirad, ayn
v arama, yararlık.
I'LÂ: 1. Yükseltme. Yüceltme. Yukarı kaldır- olarak, tek tek.
ma^ 2. Bir şeyin ününü arttırma. İNHİRAF: 1. Dönm e, sapma. Doğru yoldan
İLAHİ, İLÂHİYYE: Tanrıya mensup. Tanrı ile gıkma, 2. D eğişm e, bozulma.
IN İK A B: 1. Bağlanma, 2. Kurulma, toplan-
ilgili. Tanrısal.
İLAHİ: Tanrım! Ey Tann. ma.
İNKÂR: 1. Tanımama, 2. Ne yapıp ettiğini
İLBAH: Bir şeyin kabulü için son derece
gizleme. Yapmadım deme ve ayak direme.
direnm e. Üste düşme. Sıkma, zorlama.
INKîLÂB: Değişm e, bir halden başka bir hale
İLHAK: Katma. Katıştırma.
İLLÂ: 1, -den başka, meğer. 2. Aksi halde, 3. dönme.
İNKILÂBAT: Değişmeler.
İlle, mutlaka.
İNKITA': Kesilme. Arası kesilme.
İLLET: 1. Hastalık., 2. Sakatlık, 3. Her vakit
İNKIYAD: Boyun eğme. Kendini teslim etme.
tepen hastalık, 4. Sebep, bir şeyin sebebi.
İNKİŞAF: 1. Güneşin tutulması, 2. Parlaklığı
İLMİHAL: Din kurallarını öğretmek için yazıl- sönme.
mış kitap. İNSAF: Adalet ve hak düşünerek davranma.
İLM—İ KELÂM: Allahın birliğini ve Allah ile Ortalama davranış.
ilgili bahisleri akıl ve mantık ile ispat eden ilim. İN ŞALLAH: Tânn isterse. Tanrı nasip ettiyse
İLTİCA: Koşup, kaçıp birine sığınma. İN ŞİRAH: Açılma. Açıklık, ferahlık.
İLTİFAT: Bürünme. İNTİBAH: 1. Uyanma, uyanıklık, 2. Gözaçık-
İLTİFAF: 1. Yüz çevirip bakma, 2. Dikkat
jı ı.
3. Hakir sorma, gönül alma, 4. Sözü başka bir İN TİFA1: Faydalanma. İntifaat.
^ahsa çevirme. İNTİFA: Bir şey ortadan yok olma.
İLTİHAK: Katılma, barışma. İNTİHA: 1, Sona erme, 2. Tükenme, bitme,
İLTIKA'birleşme. Kavuşma. 3. Son.
İLTÎKA': Renk değiştirme. Beniz atma. İNTİHAB: 1. Sbçme, 2. Seçilme, 3. En güzel.
İLTİKAT: Devşirip toplama. Kitaplardan topla- İntahabat.
ma. 13
İNTİKAL: 1. Bir yerden başka yere geçme. İSTİBAHA: Mübah ve helâl sayma.
G öçm e, 2. G eçm e, bulaşma. 3. Babadan kalma, İSTİBDAL: 1. Değiştirme, Bir şey verip yerine
miras, 4, ö lm e, ahrete göçm e. bir şey isteme, 2. Zamanı gelince yeni asker
İNTİSAB: Bir kimseye mensupluk, çatkınlık. alıp eskilerine izin verme, koyverme.
Birinin adamı olma. İSTİBRA: 1. İşedikten sonra temizlenme,
İNTİŞAR: 1. Yayılma, dağılma. Üreme, 2. 2. Hayiz gören kadına yanaşma.
Gizli bir şeyin ağızlara düşmesi, 3. Genelleşme. İSTİCAL: Acele etme. Çabuklandırma.
İNTİZAM: Düzgün dizilme. Düzgünlük. İSTİDRAC: 1. Derece derece arttırma, ilerle-
İNTİZAR: Bekleme. Gözleme. me, 2. Değeri ve hakkı olmadığı halde talihi,
İN ZAL: İndirme. kaderi düzgün, uygun gitme.
İRAD: Getirme. Söyleme. İSTİFAZA: Feyz alma.
İRADE: İsteme, dileme, iıadei dte'iyye, Tann İSTİFHAM: Sorup anlama. Anlamak için
tarafından insanın elinde bırakılmış istek; sorma. Soru.
elindelik; İSTİĞFAR: Tanrıdan günahın bağışlanmasını
dileme.
İRAKA: Dökm e, akıtma. İraka-i dem. kan
İSTİĞNA: 1. Eldekini yeter bulma, 2. Tok-
dökme. gözlülük,
İRCA’: Geri çevirme, geri döndürme.
İSTİHAL: İshal olup iç sürme.
İRFAN: Bilme, biliş, anlayış. İSTİHALE: 1. Olamazlık, 2. Bir halden başka
İRS: ö len bir kimseden kalan mal veya paraya bir hale geçiş.
konma. Miras yeme. Miras olarak düşen mal İSTİHARE: Bir işin sonunu anlamak için ap-
veya para. tes alıp dua ile uykuya yatma.
İRS AD: Hazır etme. İSTİHAZE: Aybaşı halinde fazla kan gelme.
İRSAL: 1. Gönderme, yollama, 2. Koyvenne, İSTİHFAF: Hafifseme. Önem vermeme. Küçük
salıverme. Şörjne.
İR ŞAD: Doğru yolu gösterme, uyarma. İSTİHKAK: I. Haklı olma, hakketme, 2. Hak-
İRTİCAL: Düşünmeden ve birdenbire içe doğ- kedilen şey, iş karşılığı.
duğu gibi şiir veya söz söyleme.
İRTİDAD. İslâmî terkle başka bir dine geçm e. İSTÎHLÂF: Birini kendi yerine geçirme.
İRTİHAL: 1. Bir yerden başka bir yere gitme. Birinin yerine geçme.
G öç etme. 2. Ölme. İSTİHSAN: Güzel bulma. Beğenme.
İRTİHA': Katılma, karışma. İSTİHSAN: Sağlam bir yere kapanma, kalelen-
İRTİKAB: Fena bir iş işleme. Rüşvet alma. me. Korunma.
ÎRTİZA': 1. Razı o ima, uygun bulma, 2. İSTİHSANEN: Beğenerek, güzel sayılarak.
Beğenme, seçme. İSTİHZA: Eğelenceye alma. Biriyle eğlenme.
İSTİHZA': Kendini alçak tutma, alçakgönüllülük
İSABET: Rasgelme, doğru varma, yerini bulma. gösterme,
İsabet-i ayn, göz değme; isabet-i re'y, fikir İSTİKAMET: 1. Doğruluk, 2. Doğru davra-
doğruluğu, yerinde fikir, nış, 3. Bir şeyin bir yöne doğrulması, uzan-
İSAET: Kötülük etme, kötü iş işlem e. ması, 4. Tanrıya kullukta bulunma.
İSBAT: 1. Sağlamlaştırma, 2. Kanıt ve tanıt İSTİKBAL: 1.Gelecek zaman, 2 .Karşılattı a.
göstererek doğrusunu meydana çıkarma, S. Var İstîkbal-i kıble, kıbleye yönelme.
etme. İSTİKBAR: 1. Büyütme, önem verme, 2. Ki-
İSEVÎr îsa peygamber dininde olan. bir. Kibir satma.
ÎSFAR: Sabah namazının aydınlıkta kılınması, İSTİKRAH; I. Bir şeyi istemiyerek zorla
yani ortalığın açılmasına tehir edilmesi. yapma. 2. Beğenmeyip tiksinme.
IS HAR. Gece uyutmayıp, uyanık durdurma. İSTİKRAR: Tekrarlatma.
ÎSKAT: 1. Susturma, 2. Tartışmada cevap İSTİKRAZ: Borç alma.
veremivecek duruma düşme, 3. Kandırıp İSTİLÂM: Öpme veya e! sürme.
razı etme. Ağzını kapatma. İSTİLZAZ: H oşa gitme. Lezzet alma.
İSMET: 1. Haramdan ve kötülükten çekinme, İSTİ'MAL: Kullanma. Hüsn-i istimal, güzel
2. Namus, 3. Günahsızlık, temizlik. kullanma, yerinde kullanma; su-i istimal, yer-
İSNEYN: Pazartesi günü. siz, yolsuz kullanma.
İSRAF: Gereksiz yere harcama. İSTİMNA: Abaza.
İSRAFİL: Dört büyük melekten biri olup İSTİMNAN: İhsan isteme.
kıyamet gününe kadar Levh-ı Mahfuz'un bakı- İSTİMTA: Faydalanma.
İSTİNADGÂH. Dayanacak, güvencek yer.
cısı ve kıyamet olacağını öttüreceği boru
İSTİNGA: Pislikten temizlenme.
ile bildirecek olan melek. Sur-i İsrafil, İsrafil'
İSTİNKAF: Kabul etmeme. Çekimser kalma.
in kıyamet günü üfiireceği bora.
İSTİN ŞAK: Aptes alırken buruna su çekme.
İSTİARE: ödünç alma.
14
İSTİSKA: 1. Su istem e, 2. Yağmur duasına İ'TİLA: 1. Yükselme. Yukarı çıkma, 2. Yüksek
yıkma. rütbelere çıkma.
İSTİSKAL: 1. Ağır bulup hoşlanmama, 2. Hoş- İ'TİMAD: 1. Dayanma, 2^ Güvenme. Güven.
lanılmadığını soğuk muamele ile anlatma. İTİZAM: Uhılunma, büyüme.
Yüz vermeme. İTİZAR: özür dileme.
İSTİSNA: 1. Ayırma. Ayntutma, 2. Kural dışı İTLÂF: 1. öldürme, 2. Boş yere harcama,
olma. Bilâ istisna, ayrılıksız. 3. Bozma, Yoketme,
İSTİŞARE: Danışma. Fikir sorma. İTMAM: Bitirme, tamamlama.
İSTİTAA, İSTİTAAT: Güe. Güc yeterlik. İTTIBA: Uyma, arkasından gitme.
Alâ kader il istitaa, gücün eyttiği kadar. İTTİFAK. 1. Uyuşma. Söz bir etme, 2. Bera-
İSTİTABE: Tövbe teklif etme. ber davranma için sözleşme.
İSTİVA: 1. Denk eşit olma, 2. Düz olma, İTTİHAD: 1. Birleşme. Biı* olma, 2. Aym
düzlük, 3. Ortada ve tam bir derecede bulunma. fikirde olma.
İSTİYA': Kötü davranma. İTTİHAZ: 1. Kabul etme. Kabullenme, 2.
İSTİYÂK: Misvak kullanma. Sayma, öyle diye bakma, 3. Kullanma, 4.
İŞTİYAK: Sürme, gütme. Düşünme, kurma.
İTTİKA: 1. Sakınma, 2. Taundan korkma.
İŞHAD: Tanık getirme. Tanık diye gösterme. Bu korku ile : Jkendini tutma,
İTTİKA: Dayanma, yaslanma.
İŞRAK : 1. Parlatma, ışıklandırma, 2 (Güneş)
İTTİSAF: Nitelenme.
doğma.
İ ŞR ET: Keyif veren içki kullanma. İçki içm e. İTTİSAL: 1. Ulaşma, bitişm e, 2. Birbirine
İ ŞTİBAH: Şüphe etme, şüphelenme. dokunma, 3. Yakınlık.
ÎT YAN: Getirme.
İŞTİGAL: İş işlem e. Bir şeyle uğraşma.
İŞTİRA: Satın alma.
İŞTİRAK: 1. Ortak olma, 2. Ayni halde bulun- İVAZ: Bir şeye karşılık olarak verilen veya
alman şey. Biiâ ivaz, karşılıksız, Tanrı için.
İTAAT: Dinleme. Alınan emre göre davranma,
İT AB: Paylama, azarlama, tersleme. Darılma.
İT ’AM: Bak. It'am. İYAS: Ümitsizlenme.
İTİBAR: 1. önem verme| 2. Saygı gösterme, İZ'AC: 1. Yerinden koparıp ayırma, 2. Rahatsız
3. Şeref, haysiyet, 4. Bir şeyin gerçek değil etme, can sıkma:
kararlaştırılan değeri, 5. İbret alma, 6. Ticaret- IZ ’AC: Zor etme, zorlama.
te söz veya imzaya olan inanç, kredi. İZAFE: Katma, Karıştırma.
İTİBARAT: Var saymalar, öyle zannetmeler. İZAKA: Tattırma.
İTİBAREN: Başhyarak. İZALE: Giderme, yoketme.
İTİBARI, İTİBARİYE: Gerçek olmıyan, varsa- İZAR: Bele bağlanıp bedenin alt tarafım örten
yılan. jey . Peştemal.
İTİDAL: 1. Eşitlik, 2. Orta oluş, ortalama, İ'ZAZ: Ağırlama, saygı gösterme.
3. Yavaşlık, yumuşaklık, 4. Uygunluk, 5, Gün- İZDİHAM: Kalabalık.
tün eşitliği. İZDİRA': Ekin ekme.
İTIKAD: I, İnanma, 2. Bir din veya mezhebin İZDİVAÇ: I . Çiftleşm e, 2. Evlenme.
inanma tarafım, temelini meydana getiren İZHAR: 1. Gösterme, meydana çıkarma, 2.
inanç. Yalandan gösterme, satış.
İTİKÂF: Bir yere kapanıp ibadetle vakit geçir- İZZET: I. Değer, 2. Yücelik, 3. Kudret, kuvvet,
4. Saygı, ikram. İzzet-i nefs, onur, özsaygısı.

KAABİL: Olan, olabilir. KABL: ö n . ön d e. İleride, Kabi-el-milâd, İsa1


KAADİR; Güç kuvvet sahibi. dan önce; Kabl-el-viirad, gelmeden önce;
KABÎH: 1. Çirkin, 2 . Yakışıksız, ayıp. kabl-et-taam, yemekten önce, kahl-et-tarih,
KABİHA: Çirkin davranış, ayıp iş. tarihten ö;ıce, kab-et-tecriibe, deney önceâ;
KABİL: Soy, tiiriü, sınıf. kabl-et-telâki, buluşmazdan önce; kabl-et-tufan,
KABÎL, KAABİL: Bk. Kaabil. Tufan'dan önce: kabl-ez-zeval, öğleden önce:
KÂBİR: Büyük, ulu. kabl-ez-zEhur, öğleden önce, mâkabl, önceki.

15
KABR: Mezar. KARYE: Köy.
KABZ: 1.E1 ile tatma. Ele alma. Kavrama, KARZ: ödünç. Borç. Karz-i hasen, faizsiz
2. Alma. Teslim alma, 3. Bir kimsenin ruhu olarak verilen borç para.
Azrail tarafından alınma, ölm e. KASAİD: Kasideler.
K A D E: Oturuş. KASAVET: 1. Sertlik, katılık, 2. Acımazlık,
duymazlık. 3. Tasa, kaygı.
KADEM: 1. Ayak, 2. Adım, 3. Seksen santim
KASD: 1. Kurma, niyet, 2. îstiyerek, bilerek
uzunluk ölçüsü, 4 (Ingiliz ölçüsü) otuz santim- bir işe girme. Bile bile yapma.
den biraz fazla ölçü, 5. Uğur. KASEM: And.
KADEME: 1. Basamak, 2. Merdiven ayağı. KASİR: Kısa. Kasîr-ül akl, aklı kısa ermez;
KADER: AJınyazısı. Tanrının ezelde bütün kaslr-ül-basar, miyop; kasîr-ül-kame, boyu kısa.
yaratıklar için olmasını buyurduğu şeyler. KASR; 1. Kısma. Kısaltma. Kısa kesme, 2.
Kader-i İlâhi, Tann takdiri, alınyazısı. Çoğu Kesme, azaltma, özetlem e.
defa kaza vü kader şeklinde kullanılır. KASR. 1. Zor ile iş gördürme.
KADERİYYE: İnsan, yaptıklannm yaratıcısıdır, KASRI: Zorla.
inancında olan mutezile tarikatı. KÂST: Eksiklik.
KADİM: 1. Eski. 2. Başlangıcı olmıyan, 3. KASVET: 1. Katılık. Sertlik, 2. Acımazlık, 3.
İlk zamanlarını, öncesini bilir kimse olmıyan, Sıkıntı. İç darlığı.
4. Eski zaman. KAT': 1. Kesme, biçm e, 2. Ayırma, ilgi kesme,
Keiâm-i kadim, Kuran. 3. Yok etme.
KADİR: Kudret sahibi, her şeye gücü yeten. KATL: öldürme.
KADR: 1. Değer, 2. İtibar, onur, 3. Rütbe, KATRE: Damla.
4. Nicelik, derece. KAVİ: 1. K u v v e t l i , güçlü, 2. Sağlam, inanılır.
KAFİ: Birine uyup ardınca giden. KAVL: 1. Söz, 2. Davranma, iş karşıtı. Lâfta
KAFİR. 1. Tanımıyan, bilmiyen, 2. Tann ve kalan şey, 3. Söz bir etme. Sözleşm e. Kavi
Tann birliğine inanmıyan. ile fiil, söz ile iş.
KAHRI N Zorla. Ezerek. KAVLEN: Sözle, sözlü olarak.
KAÎL: 1. Diyen, söyleyen, 2. Başka birinden KAVLİ: Sözle ilgili, söz niteliğinde.
duyarak söylenen, 3. Razı, boyun eğm iş. KAVLİYYAT: Boş sözler, kuru lâflar.
KAİL OLMAZ; Razı olmaz, aklı yazmaz. KAVM: 1. İnsan topluluğu, 2. Bir peygamberin
gönderildiği topluluk.
KAİM: 1. Ayakta duran. Ayağa kalkan, 2. KAVME: Boy
Duran, sürüp giden, 3. Birinin yerini tutan. K A Y : Kusma.
KAİME: 1. Uzun kâğıt üstüne yazılan buyruk, KAZA 1. Tann yazdıklarının oluşu, olması.
2. Kitap yaprağı, 3. Ufak kâğıt, 4. Kâğıt 2. Kadının hükmü. Kadılık görevi.
para. KÂZİB: Yalancı.
KAİN: Bulunan, varolan, mevcut olan. KAZİR: Mundar olan.
KÂİNAT: Her ne var ise hepsi. Yaratıklar. Yer KAZİYYE: 1. İş, m esele, dâva 2.Cümlecik.
gök. KEBİR KEBİRE: 1. Büyük, ulu, 2. Yaşça
KALK,: Az. büyük. Yaşlı.
KAMERÎ: A y ile ilgili. KEBİRE: öldürm e ve zina gibi büyük günah.
KAMİL: 1. Bütün. Tam. Eksiksiz, 2. Kemale KEBİSE: Bir gün fazlası olan yıl. Artık yıl.
ermiş, olgun. KEFARET, KEFFARET: Bir günaha karşı
KAMİS: 1. Gömlek, 2. Dölyatağım kaphyan tutulmak üzere yapılan şey veya verilen nesne.
ince deri. KEHANET, KİHANET: Bk. Kihanet.
KANAAT: Bir şeyi yeter bulup fazlasını iste- KEHENE: Kâhinler.
meme. KEHF: Mağara. Sığmak
KANİ: Dokunaklı söz söyleyen. KELÂM: I . Söz. Lâkırdı, 2. Tanrı ve Tanrı
KANIDIR: inanmıştır. birliğinden bahseden ilim , 3. Kuran. Kelâmul-
KARABET: Soyca yakınlık. lah, kelâm-i kadîm, Kuran, Kelâm4 arap,
KARİ: 1. Okuyan, okuyucu, 2 . Kuranı usulüne arap dili veya lehçesi, -resul, Hazreti Muham-
uygun okuyan. med'in sözü; hulâsa-i kelâm , sözün kısası;
KARİB: 1. Yakın, 2. Yer ve zamanca yakın, ilm-i kelâm , Tann birliğini ve Tanrı ile ilgili
3. Soyca yakın. bahisleri ispatlayan bilim;
KARIN: 1. Yakın, 2. Bir şeyi elde eden, nail KELÂMİ: Söze ait, sözle ilgili.
olan. KELB: Köpek.
KARİNE: Kanşık ve belirsiz bir şeyin anlaşıl- KELİME: 1. Mânası olan lâfız, 2. Söz, lâkırdı,
masına, çözülmesine yanyan hal. İp ucu. ilâ-yi kelimetullah, İslâmlığı yükseltme, yayma,
KARN: 1. Boynuz, 2. Yüz yıllık zaman, 3. -i şehadet: İslâmlığın şartlarından olan eşhedü
Zaman, devir. cümlesi.

16
KEMAL: 1. Olgunluk, olma, 2. Tanrılık, eksik- KIYAMET: Dünyanın sonunda bütün ölülerin
sizlik, 3. Değer, baha, 4. Bilgi, fazilet. tekrar dirilip toplanacakları zaman.
KENZ: Hazine. Define. Yeraltında saklı değerli KIYAS: 1. Bir şeyi başka bir şeye benzeterek
eşya. veya ona göre tutarak hüküm verme, 2. Benzet-
KERAHET: 1. İğrenme, 2. İstemiyerek, zor me.
altında yapma, 3. Şeriatın kesin olarak yasak KIYEM: Kıymetler .
etmediği fakat harama yakınlığı ve ihtimali KIYMET: 1. Değer, 2. Baha, bedel, tutar,
çok olduğu için çekinilmesi gereken şeyin 3. Onur, itibar. Kıymet-i hakikiye, gerçek değer
hali. Maalkerahe, istemiye istemiye. KİBR, KİBİR: 1. Büyüklük. Büyük olma,
KERAHETEN: İstemiye istemiye. 2. Büyüklük taslama. Yüksekten bakma.
KERAHİYYET: Bk. Kerahet.
KERAMÂT: Ermişlerin olağanüstü sözleri ve KİBRİYA: 1. Büyüklük, ululuk, 2. Tann.
halleri. KİFAYET; 1. Yeter, yetişm e, 2. Bir işe yetecek
KERAMET: 1. Kerem, bağış, 2. İkram, ağır- kadar olup, başkasına lüzum olıqama, 3. İkti-
lama. dar, yararlık...
K ERBElÂ: Irak'ta Bağdat dolaylarında İmam KİHANET: Kayıptan haber verme. Falcılik.
Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulun- KİLE: Kile. ölçü.
duğu yer, kutsal ziyaret yerlerindendir. KİTAB: 1. Kitap. Kitabullah, Kuran. Ümm-ül-
KEREM; 1. Soyluluk, soyluluğun şartlarından kitab, Kuraıı'm buyruklarla ilgili ayetleri;
ç ömertlik, 2. Lütuf, bağış, bahşiş. ehl-i kitab, hıristiyanlarla yahudiler, 2. Yazılı
KERH: Bk. Kerahet. emir, mektup.
KERHEN: 1. İğrenerek, 2. İstemiyerek, zorla. KİTABE: 1. Kazılı yazı, 2. Mezartaşı yazısı.
KERİH: İğrenç, pis kokan. KİTABİ: 1. Kitapla ilgili, kitapta yazılı. 2.
KERİM, KERİME: 1. Kerem sahibi, 2. Cömert Kutsal kitaplardan birine inanan.
vergili, 3. Ulu, büyük. Allah kerim, Tann kerem KİYAN: 1. Yıldız, 2. Merkez.
ve ihsan sahibidir. Tanrı verir; Kur'an-ı kerim, KİYANİYYAT: Kozmogoni
Kuran. KİZB: Yalan.
KERRE: Kez, defa. KUDDUS: Hiçbir eksiği olmıyan Tanrı.
KESB, KİSB: 1 .Kazanma, kazanç,2. Edinme, KUDRET: 1. Giic, 2. Tanrının bütün varlığı
peydahlama. kaplamış olan ezeli gücü. 3. Varlık, zengin-
KESİR, KESİRE: 1. Çok, bol, 2. Çeşitli, türlü lik. Yed-i kudret, 1. İnsanın gücü, 2. Yaradanın
3. Çok olan, sık. e!i.
KESR: 1. Kırma, paralama, 2. Bozma. KUDS, KUDÜS: 1. Temizlik, arılık, 2. Kutsal-
KEVSER: Cennette bir akar suyun adıdır. lık, mübareklik. Haziret-ül-kuds, cennet bahçesi
Ab-i Kevser, şarab-i kevser, kevser suyu, şarabı. ruh-ül-kuds, 1. Cebrail; 2. Peygamber İsa'ya
Havz-i kevser, Sırat-i Müstakimden geçenler üfiirülen ruh.
ondan içip yıkanırlar Cennet'e girerler. KUDSÎ, KUDSİYYE: Kutsal. Tann, melek ve
lahut âlemine mensup o âlemle ilgili. Alem-i
KEYFÎ, KEYFİYYE: İsteğe bağlı. Bir düzen, kudsî, bu dünya ve canlılardan gayri olan âlem;
veya kanuna bağlı değil. hadis-i kudsî, Tann taralından ilham olunup
KEYFİYYET: 1. Nitelik, 2. Bir şeyin nasıl Hazreti Muhammed tarafından söylenmiş hadis,
olması ciheti. kuvve-i kudsiyye, kutsal giic.
KEYL: Tahıl ölçüsü, kile.
KEYLÎ: Kiileme. Kile ile ölçm e. KUDSİYYAT: Tanrıya ,meleklere, lâhut âle-
KEZA: Böyle. Böylece. Bu dahi öyle. mine mensup, o âlemle ilgili işler.
KEZALİK: Keza. Bu da öyle. KUDSİYYET: I. Temizlik, anlık, 2. Kutsallık.
KIBLE: Mekke yönü. KUDUM: Uzak bir yerden, uzun bir yoldan
KIDEM: 1. Eskilik. Eski zamandan kalmış gelme. Ayak basma.
olma, 2. Başkasından daha eski olma. Zamanca KL'NUT: 1. İbadet, 2. Yatsı namazından sonra
ileri bulunma. Memurluğa daha evvel girme. kılınan üç rekât namaz; bu namazda okunan
KIRAÂT: Okumalar. dua.
KISAR: Kısalar. KUNUT: Ümit kesme. Ümitsizlik.
KISAS: Öldürenin öldürme, yaralı yanın yarala- KURBİYYET: Yakınlık.
ma cezası.
KISM: 1. Farçalara ayrılmış şeyin her parçası. KURUN: 1. Zamanlar, devirler, 2. Büyük tarih
2. Çeşitli, tür. 3. Parça, 4. Bölük. bölümleri. Kurun-i ahire, İstanbul'un zap-
KITAL: 1. Vuruşma. 2.Savaş. tından sonraki tarih zamanı; -ulâ, tarih zama-
KIYAM: 1. Kalkma, ayakta durma, 2. Ayağa nından başlayıp Roma imparatorluğunun ikiye
kalkma, 3. Namazın ayakta olan kısmı, 4. bölünmesine kadar olan devir, ilkçağlar; -vus-
Namaz, 5. Bir işe kalkışma, 6. Karşı koma, ta, Ortaçağ.
ayaklanma. KUT: 1. Yaşamak için yenen şey, 2. Yiyecek.

F : 36 17
K.UZAT, KUDAT: Kadılar. KÜNH: 1. Bir şeyin aslı, temeli. 2.Dip, kök.
KOBRA: 1. Büyük, ulu, 2. Büyük önerme. KÜSUF: Güneş tutulması.
Hadicet-ül-kübra, Hazreti Muhammed'in ilk K Ü ŞA Y İŞ, G Ü ŞA Y İŞ: Açıklık. Ferahlık.
karısı. Küşayiş-i hâtır, iç açıklığı.

L
LÂAKAL: En azdan, ondan aşağı olm az. . LÂZIM: Gerek. Lâzım-i gayr-i müfarik, onsuz
LAALETTAYİN: Gelişi güzel, kim olursa, ne olmaz, çok gerekli; lâzım melzum, biri olunca
olursa. öbürünün de olması şart olan.
LAANE: Lanet olsun. LAZIM, LAZİME: 1. Gerekli şey, 2. Gerekçe.
LAF: Lâkırdı, söz. LEÂL: İndler.
LÂFZ: Ağızdan çıkan söz. LEHV: Oyun. Faydasız ve yaramaz iş.
LAFZAN: Mânasına değil de o kelimenin söy- LEIM: Alçak, cimri adam.
lenişine, yapısına göre, o bakımdan. LEMS: Dokunma, el ile tutma. Dokunma ile
LAFZÎ, LAFZİYE: Kelimenin söyleniş ve duyulan.
yapısına ait, onlarla ilgili. LETAFET: 1. Lâtiflik, hoşluk, yumuşaklık,
2. Güzellik.
LAG: Şaka, lâtife. LÂTÎFÎ: Güzel.
fA Ğ V : 1. B oş, 2.. Yanılma, atlama, 3. Kaldır- LEVM: Çekiştirme, paylama, başakakma.
ma, hükümsüz bırakma. Levm-i lâim, çekiştiricinin kınaması.
I.&HIK.: 1. Yetişip ulaşan, 2. Eklenen, 3. LI—: "İçin, yüzünden ötürü" anîamlariyle
Şimdiki. kullanılan örnek.
LAHİN: Okurken pek yanlış yapma. LİBAS: Giyilecek şey, elbise.
IAHT: Bir şeyin parçası. LİFAFE 1. Sargı, 2. Kefen, ölünün sarıldığı bez
LÂHUT^Tann âlemi. katlarından biri.
LÂHUTI: Lâhuta mensup, Lâhut ile ilgili. LİHİKMETİN: Bir hikmete mebni.
İlâhi alem. LİLLAH, LİLLAHİ: "Allah için. Allaha”
İAHLTİYAN: Lâhutiler, melekler. LİVATA: Erkekler arasındaki cins münasebeti,
LÂHZA: 1. Bir bakış, bir göz atma, 2. Göz lfttilik:
kırpacak kadar zaman, an. LÛ AB: Salya.
i A k AB: Asıl addan başkaca bir kimseye LÛKATA: Yer atılmış, yerden alınmış değer-
takılan ad, lâğap. sîz şey.
LÂŞE: Leş. LÛKATE: Sokakta bulunup alman sahibi belH
IATİFE: Güldürecek güzel ve tuhaf söz, hikâye, olmıyan şey. Buluntu.
Şaka. LÛTF: Hoşluk, güzellik. İyi muamele.
LÂYEZAL: Zevalsiz. Bitimsiz. LÜZUCET: 1. Yapışkanlık, 2. Yapışıp uzayan
LÂYIK: Yakışan. Yakışık. şeyin hali.

M
MAAB, MAABET: Ayıp,eksiklik; ayıp şey, MAAMAFİH: Bununla beraber, böyle iken,
utanılacak nesne. böyle ise de.
MAAI), MEAD: 1. Dönülen, dönüp gidilecek MABAT): Sonraki, alttaki.
yer, 2. Ahret, 3. Dönüş, geri gidiş, A m aç, ulaşı- MA'BED: İbadet edilecek yer. Tapmak.
lacak yer, 4. Dünyadan sonraki hayat. MABGUZ: Sevilmemiş, nefret edilmiş.
MAADA: G eçen, başka, fazla. MABÜD: Allah, 2. İbadet edilen nesne.
MAAD İN: Madenler. Maadin-i seb'a, altın, MÂDİH, MEDH: Öven.
gümüş, bakır kalay, demir, kurşun; yedi ana MADEMÜL KAYAT: Hayat boyu.
maden. MADUN: Alt, aşağı.
MAAHAZA: Böyle iken, bununla beraber. MAFAT: Elden çıkan, kaybolan şey.
MAALKERAHE: Kerahatle, istemeyerek, zorla. MAFEVK: İ. Üstte,yukarı, 2. Dstet bulunan
MAALKERAHE: İstemiyerek. adam, baş.
18
MA'FUVV: Suçu bağışlanmış. MAHSUS, MAHSUSA: l.Başkasuıda bulunmı-
MAĞFİRET: Tanrının kullarının günahını yan; yalmz bir kimseye ait olan, 2. Birine ay-
bağışlaması. rılmış olan.
MAGLÛB: Yenilmiş. Zor altında bulunan. MAHŞER: 1. Kiyamet günü ölülerin dirilip
MAGLÖBİYYET: Yenilme. Bir güdünün emri toplanacakları zaman ve yer. 2. Pek kalabalık.
altında bulunma. MAHŞUD: Yığılmış.
MAGRİB: 1. Batı, 2. Akşam. Salât-ül-magrib, MAHŞUR: Toplanmış.
akşam namazı. MAHVIYYET: Mahv sözünden Türkçede yapd-
MAGRİB: Batı taraflarında olan memleketler, mış alçakgönüllülük, kendine önem vermeyiş,
kuzey batı Afrika, İspanya, Portekiz. hiçe sayma.
MAGSUB, MAGSUBE: Gasbolunmuş, zorla MÂHZ, MAHZA: Sırf, sade, katıksız, halis.
alınmış. MAHZÂ: Sade, sırf. Ancak.
MAGSUL, MAGSULE: Yıkanmış. MAHZUR: Sakınacak, korkacak şey. Engel..
M AGŞİYEN: Bayılmış olarak, baygın halde. MAHZURAT: Dince yasak edilmiş şeyler.
Ezzaruıat tübîlı-ül-mahzurat, zaruretler yasak ve
M A Ğ ŞU Ş, M AGŞUŞE: Halis ve sâf olmıyan,
haram edilmiş şeyleri mubah kılar.
karışık katışık. MAHZUZ: Hazzeden, hoşlanan. Hoşa gitme,
MAHAFE, MAHAFET: Kokma. Korku, Maha-
hoşlanma.
fetullah, Allah korkuşa MAİŞET: 1.Yaşayış, yaşama, 2. Yaşamak için
MAHALLÎ, MAHALLİYYE. Bir yere mahsus. gereken şeyler, dirlik.
Yerli. Bir yerin malı veya ürünü olan. MAK'AD: I. Oturulacak yer, 2. Oturak yeri,
MAHAMİD: 1. Şükürler, şükür edilmiye değer geri, kıç.
davranışlar. 2. İyi huylar. MAKBUL: 1. Alınan, kabul olunan, 2. Genel
olarak istenilen, geçen, 3. Beğenilen.
MAHASİN: 1. Güzellikler, 2. İnsanın yüzüne MAKSAD: Kasdolunan şey, istenilen şey.
güzellik veren sakal, bıyık. MAKSUD: Meram olunan, dilenilen şey.
MAHASİNİ AHLAK: Güzel huyluluk. MAKZİ: 1. ödenm iş, 2. Tamamlanmış, 3.
MAHCUC: Kanıt, getirilmiş. Hüccet gösterilmiş. Gerekli sayılmış.
MAHCUCUNANH: Kanıt getirilmiş olduğun- MALÂ: Yani.
dan. MALİK, MALİKE: 1. Sahip, efendi, 2. Bir
MAHFUZ: 1. Saklanılmış, 2. Korunup gözetil- şeye sahip; Malik-ül-mülk, Tann.
miş, 3. Gizlenmiş, 4. Ezber edilmiş. MALİK: Yedi Cehennemin hâkimi ve kapıcısı,
MAHİYYET: Bir şeyin neden ibaret olduğu, zebanileri idare eden melek.
ash iç yüzü. MA'l ÇL: İlletli. Sakat.
MAHLÛK: Yaratılmış. Yaratık. MA'LUM, MA'LÖME. Bilinen, belli.
MAHLÛKAT: Yaratılmış şeyler. Canlılar, yara-
tıklar. MALUMAT: 1. Bilinen şeyler, öğrenilmiş ger-
MAHMIL: 1. İki kişinin oturabileceği şekilde çekler, 2. Biliş.
deve üstüne konan sepet. 2. Her yıl Haremeyn'e MA'NEN: 1. Mâna bakımından, anlamca,
hacı kafilesiyle gönderilen armağanlar. 2 .D oğrudan ve açıktan olmıyarak, 3. İçten.
MAHREÇ: Çıkılacak yer, çıkılacak kapı, 2. MÂNI': Geri bırakan, alıkoyan, engel olan.
Sada ve harflarin ağızdan çıktıkları yer, 3. İl- MANİA: 1. Engîel, özür, 2. Zorluk.
miye rütbelerinden İstanbul tariki mevlevi- MANTUK: I . Söz. Kelâm Nutuk, 2. Anlam,
yetinin ilk basamağı. Kavram.
MAHREM: 1. Şeriatın yasak ettiği, haram, MA'RİFE Anlam ve kavramı belirtilmiş söz.
2. Evlenmeyi şeriatın yasak ettiği, nikâh düş- MARİFET; 1. Bilme, biliş. 2. Ustalık, 3. Usta-
miyen, 3. Yakın akrabadan olduğu için kadın- lıkla yapılmış olan şey.
ların kendisinden kaçmadığı. MARÎZ: Hasta, hastalıklı.
MARUF: 1. Bilinen, tanınmış, 2. Ünlü, 3.
MAHRUM MAHRUME: 1. Nasipsiz, payı ol- Şeriatın emrettiği, iyi bulup beğendiği. Emri
mıyan, 2. İstediği, dilediği şeyi elde edemiyen. bil-maruf neyhi an-il-mümker, Şeriatın emir-
MAHSUB: Hesap edilm iş, hesaba geçirilmiş. lerini ve yasaklarım halka bildirme. Kavl-i
Hesapta dahil. maruf, ünlü söz.
MAHSULÂT: 1. Elde edilen şeyler, 2. Toprağın MAi'RUZ, MARUZE: Arz olunmuş, arz olunan.
yetiştirdiği şeyler, 3. E vdi hayvanlardan elde MA'RUZAT: Küçükten büyüğe bildirilen, sunu-
edilen maddeler. lan şeyler.
MAHSUR: 1. Görmesi zayıf, 2. Yoksul, muh- MASİVA: Bir şeyden gayri olan şeylerin hep-
taç. si. Yaradandan, Tanrıdan gayri bütün varlıklar.
MAHSUR: 1. Eksik, 2. Ziyanda olan, 3. D oğ- Dünya ilgileri.
ru yoldan şaşm ış olan. MA'SİYET: 1. İsyan, 2. Günah.
19
MASLAHAT: Barış, rahatlık, iyilik yolu. MECLİS: Oturacak, toplanılacak yer.
MASRAF: Cepten çıkan para. MECMU, MECMUA: Toplanmış, bir araya geti-
MASUN: Korunmuş, korunan. rilmiş şey, tüm, top.
MASUNİYYET: Sağlamlık, eminlik. Korunma. MECNUN: 1. Cin tutm uş, çıldırmış, deli
Dokunulmazlık. divane. 2. Ziyade tutkun, aşk yüzünden kendi-
MA'SUR: Güç veya çaparizli iş. ni kaybetmiş.
MA'SUR: Sıkılmış, suyu veya yağı çıkarılma. MECNUNANE: Delice. Divanelere yakışır su-
MAŞRIK: Güneşin doğduğu yer veya yön. rette.
MATLA': 1. Güneş veya başka bir yıldızın MECNUNİYET: Delilik.
doğması, tulu, 2. Bunların doğdukları yer.
MECRUH, MECRUHA: 1. Yaralı, yaralanmış,
MATLUB: İstenilen aranılan şey. 2. Kanıtlarla reddolunmuş, battal edilmiş.
MATRAH: 1. Tarh edilecek yer, 2. Tarh oluna-
MECUSÎ: Mecus dininde bulunan.
cak nesne, 3. Tarha esas olacak miktar.
A teşe tapan veya bunlara mensup, bunlarla
MATRUD: Kovulmuş.
ilgili.
M ATUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru dönmüş.
MEDFUN: Gömülmüş. Toprağın içine konulup
Çevrilmiş, 2. Birine isnat olunmuş, birinindir
örtülü kalmış.
denilmiş.
MEFHUM: Anlaşılan, anlaşılmış, davranmış.
MA'TUH: Bunamış, bunak.
Kavram.
MA'TUM: Yenecek olan. MEFLUÇ: İnmeli. Kımıldamaz, oynamaz halde.
MATUMAT: Yenecek şeyler. MEĞER: Meğer. Ancak, şu kadar ki.
MAVERAI: ö te y e , öteki âleme mensup. MEHCUR, MEHCURE: 1. Bırakılmış, unutul-
MAYI: Sıvı. Su gibi akan. Su halinde bulunan. muş. Kullanılmaz, 2. Uzaklaşmış, ayrılmış.
MAZALİM: Zulümler. Haksızlıklar. Can yak- MEHCURİYYET: Uzaklık, ayrılık.
malar. MEHR: Mihir. Evlenirken erkek tarafından
MAZARRÂT: Zararlar. verilen para. Mehr-i muaccel, nikâhta verilen
MAZARRAT: Zarar verme, dokunma. ağırlık, -müeccel, boşanma veya ölüm halinde
MA'ZERET, MA'ZİRET: 1. Elde olmadan suç, verilmesi kararlaştırılan para.
kabahat işlem e. 2. Zorlu sebeplerini söyEyerek MEKÂRİM Keremler, cömertlikler. Beğeni-
bağış dileme. len ahlâklar.
MAZHAR: X. Bir şeyin çıktığı, göründüğü yer, MEKIL: Kile ile ölçülen.
böyle bir kimse, 2. Nail olma, şereflenme. MEKR: Hile, düzen. Bir kimseyi hile ile al-
MAZHARİYYET: Elde etme, nail olma. datmak, maksadından caydırmak.
MAZMAZA: Abdest alırken ağza su alma, MEKRUH, ME-KRUHE: 1. İğrenç, tiksinti
ağız çalkalama. : veren. 2. Şeriatın haram etm ediği, fakat çok
MEAD: Bk. Maad. zorda kaim mayınca da yapılmasına izin verme-
MEAL: Anlam, kavram. Bimeal, mânâsız, diği.
anlam sız; hakikatmeal, gerçek, içten. Huiâ- MELEKE İnsanda tekrarlarla meydana gelen
s â-i meal, anlamının özü. alışıklık, beceriklilik, ustalık.
MEALEN: Kavram cihetiyle, harfi harfine ol- MELHUZ, MELHUZE Düşünülebilen, akla
gelen, olabilir.
mıyarak.
MENDUB: Şeriatçe yapılması iyi görülen.
MEALİNİ: Anlammı. MEMDUH, MEMDUHA: 1. Övülmüş, 2. övül-
MEBNİY: 1. Yapılmış, kurulmuş, 2. Bir şeye miye değer.
dayanan, 3... den ötürü. MEMNU, MEMNUA: Yasak, yasak edilmiş.
MEBZUL: Bol. MEMNUİYYET: Memnu olma, yasak edilme.
MECAL: 1. Güc, kuvvet, 2. İmkân, fırsat MENAHİ: Haram olmuş.
MECAZ: Gerçek anlamiyle kullanılmayıp ben- MENAM: 1. Uyku, 2. Rüya, 3. Düş.
zerlik ve benzetme ile başka bir anlamda
kullanılan söz. MENASİK: Hicaz’a hacı olmıya gidenlerin uya-
MECAZEN: Gerçek değil de mecaz yolu ile cakları davranışlar, yapacakları haller.
MECAZÎ: Mecaz ve addeğişimine ait olan, MENDUB: 1. Şeriatın ne yap ne yapma dediği
ruhî veya tasavvurî olan. işlerden olmayıp, yalnız işlenmesi beğenile-
MECBUR: 1. Zor görmüş, zorla bir işe giriş- bilir olan, 2. İyilikleri sayılarak üzerine ağ-
miş. 2. Hatırı yapılmağı, gönlü almmış. lanan ölü.
MECBURÎ, MECBURIYYE: Zor altında, yapma MENFES: Nefes alacak yer, nefes deliği.
zorunda. MENFEZ: Bir şeyin nüfuz edecek yeri. Delik,
MECCANEN: Bedava olarak, parasız. ağız.
MECCANİ: Bedavacı, parasız. MENİY: Erkeklik tohumu.
MECD: Büyüklük, ululuk. Şan, şeref . MENKUR: Delinmiş, oyulmuş.
MEÇHUL, MEÇHULE: Bilinmeyen meçhul. MENKUR: İnkâr olunmuş.
20
MENSUB, MENSUBE. Bir şahıs veya şeye nis- MEŞHURAT: Genel olarak bilinen, geçer şey.
beti olan, ilgisi bulunan. MEŞİYYET: 1. İsteme, istek, 2. Yürüyüş,
MERGUB, MERGUBE: 1. İstenilen, sevilen, Y ürütme,
2. Herkes tarafından sevilip aranılan. MEŞKÛK, MEŞKÛKE: Şüpheli.
MERHUN:. 1. Ödünç alınan bir şeye karşılık MEŞRU, MEŞRUA: 1. Şeriatın izin verdiği;
garanti olarak verilmiş, 2. Belirli zaman, bir şeriate uygun, 2. Kanunun izin verdiği, kanuna
şeye bağlı. uygun: Emr-i meşru, şeriate, kanuna uygun iş
MER'İ, MER'İYYE: 1. Sa/ılan, saygı gösterilen gayr-i meşru, şeriatin, kanunun yasak ettiği;
2. Gözetilen, yürürlükte ve geçer olan. mazaret-i meşrua, dince veya haklı özür; nameş-
M ERİ, MER'İYYE. Gözle görünen. ru, şeriata, kanuna uymıyan; veled-i meşru,
MERKÛZ, MERKÛZE: Dikilmiş, saplanmış. kanunca da tanınan evlât veled-i gayr-i meşru,
Tabiatta, yaradılışta olan. hiç.
MERRE: Defa, kere. Merre-i vahide, bir defa M EŞRU AT: 1. Meşru olan şeyler, hak olan
merreten ba'de uhra, birbiri ardında birkaç de- şeyler. 2. Şeriatle ilgili şeyler
fa. MEŞRUB: İçilecek şey.
MERTEBE: 1.Basamak, derce, 2. Rütbe, Pâye MEŞRUBAT: İçilecek şeyler. Meşrubat-i kü-
3. Miktar, derece. uliyye, alkollü içkiler.
MERVİ: Başka birinden alınarak, sağlamca MEŞRUİYYET: Meşru olma. Kanuna uygun
bilmiyerek söylenmiş, rivayet olunmuş. bulunma.
MERZUK: Rızkı verilmiş. Rızkı çok. M EŞRUT, MEŞRUTA; Şartlı, bir şarta bağlı.
MESA': Akşam Subh ü mesa, sabah akşam. MEŞ'UM MEŞ'UME. Uğursuz.
MESABE: Derece, kadar. METALİ': Matlâlar.
MESALİH: Sınırlar, geçit yerler. METANET: Dayanma. Kuvvetli, sağlam olma.
MESAMAT, MESAMMAT: Deri üzerindeki METBU', METBUA: Kendisine uyulan. Metbu-i
delikler. müfahham, hükümdar.
MESBUK: 1. Başkaları ilerlemekle geri kalmış, MEUNET MUUNET: ölm ivecek kadar yiyecek
ve içecek.
arkada bırakılmış, 2. Önde bulunan. Ondan
MEVADD: Bir cismin cevherleri, yapısını
evvel geçm iş.
meydana getiren şeyer.
MESELA: Misal olarak, söz gelişi.
MEVAIZ: Din öğütleri
MESERRET: Sevinç. Sevinilecek şey.
MEVAKÎT: Mikatlar. Evvelden belirtilmiş yer-
MESFUH: Dökülüp akıtılmış olan.
ler. Hacıların ehrama girdikleri yerler.
MESH: El sürme, el ile sığama.
MEVALİ. Mevleviyyet rütbesine ulaşmış ilmiy-
MESKENET: 1. Miskinlik, fakirlik, yoksulluk,
ye adamları.
2. Beceriksizlik, elden bir şey gelmezlik.
MEVALİD: Mevlutlar. Doğulan yerler.
MESKUKÂT: Sikke haline getirilmiş akçalar, MEVEDDET: Sevgi, sevme.
madenden paralar. MEVHUM, MEVHUME Aslı, vücudu olmadan
MESMU': 1. İşitilm iş, duyulmuş, 2. Dinlenilir, zihinde vücut bulan.
dinlenmiye değer. MEV'IZA: öğüt. Mev'ıza-i diniyye, dine ait
MESNUN, MESNUNE: 1. Gelenek olm uş, öğüt.
2. Peygamberin yapmasına uyularak, sünnet MEVKİE I. Mevki, Yer. 2. Bir şeyin olduğu,
olarak. bulunduğu yer.
MESTUR, MESTURE: 1. örtülü, kapalı, perdeli MEVLÂ: 1. Sahip efendi, 2. Tanrı.
2. Namuslu, açık gezmiyen (kadın). MEVLÂNA: Efendimiz anlamında olup bazı
MESTUR: Çizilmiş, yazılmış. sarıklı ulemaya lâkap.
MESTURTIYET: 1. örtülülük. Kapalılık, 2. Giz- MEVTA: ölüler, ölmüşler.
lilik, meydanda gözükmeme. MEV'UD, MEVU’DE: Vâdolunmuş, söz veril-
MES UL, MES'ULE: ı . sorulan, 2. İstenilen. miş.
3. Sorumlu, bilmal, para ile sorumlu ve kefil, MEVZİ: Yer. Bir konacak yer.
-binnefes, şahsan sorumlu ve kefil, MEVZİÎ, MEVZİİYE: Bir yere mahsus olan.
müdir-i mes ul, sorumlu müdür Genel olmıyan
mes'ul, istenilen şeyi yerine getirme. MEVZU, MEVZUA. 1. (Bir yere) Konulmuş,
MES'ULİYYET: Sorumluluk. 2. Kurulmuş, işlem ekte geçer olan, 3. Gerçek
olmıyan, uydurma.
ME'SUM. Suçlu ve günahkâr sayılan.
MEY: Şarap.
ME'SUR, ME'SURE: Gelenek olarak gelen ve
MEYAZÎB: Su yolları, oluklar.
ünlü, itibarlı, beğenilir olan.
MEYELAN: 1. Doğru durmayıp bir tarafa
ME'SUR: Esir edilmiş olan. eğilm iş olma, 2. Taraflardan birine fazla sevgi
MEŞAKKAT: 1. Güçlük, sıkıntı, 2. Zahmetli iş.
gösterme, onu tutma.
MEŞ'AR: 1. Hacı olurken durulan yerlerden
MEYL: 1. Eğilme. Bir tarafa eğilmiş olma,
her biri, 2. Duyu. 3. Sevgi, sempati.
21
MEYT, MEYYİT: Bk. Meyyit. MUAVENET: Yardım etme. Yardımcılık.
MEYYİT, MEYT: ölü , ölmüş. 2. ölm üş insan MUAVVİZETEYN Kuran'da "Kul euzü” ile
ölü, 3. Çok zayıf. başlıyan iki surenin adı.
MEZELLET: A lçaklık, itibarsızlık. Horluk. MUAYEDE: Bayramlaşma.
MEZHEB: 1. Gidilen, tutulan yol, 2. İnanç ve MUAYYEN: 1. Tâyin ve tahsis olunmuş,
felsefede tutulan yol. 2. Çevrelenmiş, çevresi belli edilmiş.
MEZMUM, MEZMUME: 1. Zemmolunmuş, MUAZZEB: Azap içinde bulunan, içten rahat-
2. Beğenilmemiş. Ayıp. sız olan.
ME'ZUN, MEZUNE: izinli, izin zilmiş. MUBAH, MÜBAH: Şeriatin yap veya yapma
MISR: Şehir, Ülke. diye bir hükmü altında olmıyan nesne, hareket.
MIKAİL: Yaratıkların nzıklarını sağlamağa Yapılmasiyle yapılmaması aynı olan.
memur melek . MUBASSIR. G özetici, bekleyid, bakıcı.
MIKAT: Belirtilmiş yer Ve vakit. MUCEB: Bir söz veya emrin icabettiği şey,
MIKAT: Mekke yolu üzerinde, hacılığa giden- sonuç.
lerin ihrama büründükleri yer. MU'CİZ: Başkalarını, yapmada, geri bırakan.
MİKYAS: 1. ö lçü aleti, ölçü. Uzunluk ölçeği MU'CİZE: Peygamber tarafından yapılmış,
2. ö lçe k . olağanüstü haller, ve sözlerin her biri.
MİN: —eden, —den beri. MUFASSAL, MUFASSALA Uzun uzadıya
MİNARE, MENARE: Camilerde ezan okunan anlatılan.
yüksek kule. MÜFRİT: Aşırı, aşkın.
MİNBER: Camilerin içinde hatiplerin çıkıp MUFTIR: İftar eden, oruç açan.
hutbe okuyacakları merdivenli kürsü. MUGAYİR: Başka türlü. Uymaz, karşıt.
MİN GAYRİ: Olmıyarak.
MİNVAL: Davranış. Yol, usul.
MİRA': 1. Riya etme, ikiyüzlü olma, 2. İçin- MUHABBET, MAHABBET: 1. Sevme, sevgi,
dekinin aksini söyleme, 3. Başkasının sözüne 2. Dostluk, 3. D ostça konuşma.
itiraz ve mücadele etme. MUHACAT: Karşılıklı bilmece sorularak yarış-
ma.
MİRAÇ: 1. Merdiven, 2. Hazreti Muham- MUHACİRİN: 1. Göçmenler, 2. Hazreti Mn-
med'in Tanrı huzuruna çıktığı gece. hammed ile Mekke'den Medineye göç edenler.
MİRFAK: Dirsek. MUHAKAT: Hikâye söyleşme.
MİSKAL: Bir buçuk dirhem ağırlık ölçüsü. MUHAKKA: Hak iddia etme.
MİSL: 1. Benzer, eş, 2. Miktar. Mukabele MUHAL: Mümkün olmıyan. Olmıyacak.
bilmişi, tıpkısını yaparak karşılık verme. MUHALEFET: I. Uymama, başka türlü olma.,
MİSVAK: ö z el ağaçtan yapılmış bir çeşit 2. Karşıtlık.
diş fırçası. MUHALİF 1. Uymaz. Karşı, 2. Karşıt. Aksı
MI'YAR: Ölçü. taraf veya fikirde olan.
MİZAN: Yarın ahrette işlediklerimizin tartıla- MUHARREF: Harf veya ibaresi değiştirilmiş;
cağı terazi. asıl mânasından başka bir mâna ile anlamı
MUACCELEN: Çabuk olarak. Peşin olarak. değiştirilmiş.
MUADDİL: Tâdil eden, düzelten, denekleş- MUHARREF AT: Değiştirilmiş şeyler.
tiren.
MUADİL; Beraber. Eşit. Eşdeğer, eşsiz, benzeri MUHARREM: 1. Haram hükmüne konulmuş.
olmıyan. Şeriatçe haram edilmiş. 2. Hicret yılı aylarının,
MUAHAZE: 1. Başka birinin davranışını arabi ayların ilki. İslâmdan evvelki zamanlarda
beğenmediğini söyleme, çıkışma. 2. Tenkid. bu ay içinde savaş haram olduğu için bu ad
MUAHHAR: Geride bulunan, sonraya ve verilmiştir. Muharremin ilk on günü, Kerbelâ
geriye kalmış olan. Sonraki. vakasının yıldönümü olarak matem yapılır,
MUAHHAREN: Sonradan. onuncu günü aşure pişirilir.
MUAHİD: 1. Antlaşma yapanlardan her biri,
MUHARRİF: Bozan, silen. Hilecilik yapan.
2. İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini
MUHATARA: Zarar, ziyan veya can korkusu.
korutmakta olan.
MUHAYYEL: Hayal edilmiş, zihinde kurulmuş
MUALLEL: İlletü İllet gösterilerek kusuıian-
dırılmış. sam ve kuruntu çeşidinden.
MUALLEM Talim görmüş, talimli. MUHAYYER: İki şeyden birinin seçimi arasın-
MUAMELAT: Muameleler. da serbest bırakılmış. Beğenilirse almak, beğe-
nilmezse geri vermek şartiyle alman şey.
MUAMELE: 1. Birbiriyle iş yapma, aksata MUHAZAT: 1. Karşı olma, 2 .Karşı durma,
etm e, 2. Birine karşı davranış, tütum. 3. Yüz yüze gelme.
MUARIZ: Karşı gelen. Karşıt bulunan. MUHAZİ: Birbirinin karşısında ve bir hizada
MUATTAL: Bırakılmış, kullanılmaz, battal. bulunan.
22
MUHBİR, Haber veren, haberci. MUNKATI 1. Kesilmiş, kesik. Aralıklı, 2. Ar-
MUHİKK, MUHİKKA: l.H akkı yerine getiren. kası gelmiyen. Son bulan.
Doğrudan aynlmıyan, 2. Haklı, doğru. MUNSİF: İnsaflı.
MUNSİFANE: İnsaflıca, insafa uygun.
MUHTAÇ: 1. Bir eksiği olup tamamlanma is-
MUHTABI: 1. Yaradılıştan olan, 2. Basılmış,
tiyen, 2. Gereği olan, 3. Yoksul olan.
MUHTAR, MUHTARE: 1.Seçilm iş, seçkin damgalanmış, 3. Hoş görünen, güzel.
MURAHHİM Kısaltılmış kelime.
(Peygamber hakkında kullanılır) 2. İstediği
MURAHIK: Yeniyetme. Büluğ çağına yani
gibi davranabilen, 3. İdaresi kendinde olan,
12 yaşma basmamış çocuk.
4. K öy veya mahallede işlere bakmak üzere
seçilen, muhtar. MURDAR: Mundar. Pis.
MUSAFAHA: El ele tutuşma, selâm ve dost-
MUHTEKİR: Vurguncu. Gerekli yiyecek, içe-
luk için el ele verme.
ceği, eşyayı ucuza alıp sıkıntı zamanlarında
fazla kârla satan insafsız. MUSALLA: 1. Namaz kılmıya mahsus açık
MUHTEVİ: 1. Bir yere tophyan, 2. İçinde yer. Namazgâh. 2. Camilerde cenazeyi koyup
bulunan. önünde namaz kılınacak yer.
MUKABELE: 1. Karşılık, karşılama, 2. Karşı MUSALLÎ: Beş vakit namazını hep kılan.
gelme. Karşılık verme. MUSİBET: Ansızın gelen belâ sıkıntı.
MUKABİL: 1. Karşı karşıya gelen, 2. Bir şeye MUSİRR, MUSİRRA: İsrar eden, ayak direyen
karşı yapılan, 3. Karşılık, 4. Karşılığında. MUSİRRANE: İnat ve İsrar eden surette, ayak
MUKADDEM 1. önde olan, önden giden. direyerek.
2. Zamanca eski olan, önceki, 3. Üstün olan. MUSTAHSAN: Kuvvetlendirilmiş sağlamlaştı-
MUKADDEMAT: önceler. Başlangıçlar, ilkler. rılmış.
MUKADDER: 1. Niceliği belirtilmiş, 2. Tan-
MUSTAFA: Seçilmiş mânasına olup Hazreti
rının önceden bir iş için belirttiği.
Muhammed 'in adlarındandır.
MUKADDES, MUKADDESE: Kutsal. Temiz.
Mübarek. MUSTARİB: Bk. Muztarib.
MAKADDESAT: Kutsal şeyler. MUSTATİL: Uzunca, boyuna. Dik dörtgen.
MUKADDİM MUKADDİME: Sunan. Bir büyü- MUTAASSIB: 1. Kendi tarafmı aşırılıkla tu-
ğe veren. tan, savunan, 2. Kendi dinini eski gelenek ve
MUKARENET: Bitişiklik. Yakınlaşıp ulaşma. görenekleri aşırı tutan, onların dışındakilere
Bir yere gelme, kavuşma. düşman olan, hiçbir yenilik kabul etmiyen.
MUKARREB: Yaklaşmış, yakın. MUTABIK: Birbirine uyan. Uygun.
MUKATİL: Birbiriyle vuruşan, savaşeden. MU'TAD, MU'TADE: 1. Alışılm ış, âdet olm uş,
MUKATTA': Kesilmiş, kesik, ayrı. 2. Her vakit yapılan şey.
MUKATELE: 1. Birbirini öldürme. Vuruşma, MUTAHHİR: Temizleyici.
2. Savaş, kavga. MUTAVASSIL MUTAVASSILA: Eren, ka-
MUKATTAR, MUKATTARA. İmbikten çekil- vuşan.
miş. Damıtılmış. MUTAVASSIT, MUTAVASSITA. I. Araya
MUKAVELE: 1.Sözleşme, söz edişme, 2. İki giren. Aracı, 2. Orta halli, ikisi ortası.
taraflı kararların yazılı şekli. MUTAZAMMIN: 1. İçine kapsıyan,
MUKAVEMET: 1. Karşı durma, dayanma 2. Üstüne alma, kefil olma.
MUTAZARRI: Alçalarak yalvaran, kendisini
2. Dircngi.
MUKAYYED, MUKAYYEDE: 1. Bağlı, bağlan- aşağı tutarak diliyen.
MUTAZARRIANE: Mutazarrı olana yakışır
m ış, 2. Zincirle bağlı, 3. Kayıt ve şartla bağlı.
surette.
4. işin e önem verip bakan.
MUTAZARRIR: Zarar gören.
MUKİM Sürekli veya geçici olarak bir yerde
MUTEBER MUTEBERE: I. Geçer, sayılır,
oturan.
kullanılır. 2. İtibarı olan, sözü geçen.
MUKNİ, MUKNİA: Kanaat getirten, kandıran.
MU'TEDİL, MUTEDİLE: l.O rta halde bulun-
MUKRİ: Okuyan.
an, 2. Yavaş. Pek ileriye varmamış olan.
MUKRİZ: Borç veren.
MU'TEKAD: İnanılan, itikat olunan şey.
MUKT AZA: iktiza eden, gereken.
MUTEKİD: 1. İnanan, bir şeye inanmış olan,
MUKTEDA: 1. Uyulan, örnek tutulan, 2. ö n -
de bulunan. Herkesin uyduğu. 2. İnanç sahibi, dinine bağlı.
MUKTEDİ: Uyan, arkadan gelen. M UTEK1F: Bir tapmak veya türbe yanma
MUKTEDİR: 1. Güçlü, kuvvetli, 2. Bir işi çekilip ibadetle uğraşan.
yapabilen. Becerebilen. MUTEMED: Güvenilen, güvenilir. Emin kimse.
MUKTESİD: Tutumlu, MUTLAK, MUTLAKA: Kayıtsız, şartsız. Genel
MÜLAKİ: Buluşan, kavuşma, görüşme. olarak. Salıverilmiş, başı b oş, Salt,saitlık.
MÜNHASIR: 1. Her tarafı kuşatılmış, çevrili MUTMAİN: Zihnini bir şeye yatırıp rahatla-
2. Yalnız bir şey veya bir kimseye mahsus m ış, şüphesi kalmayıp kanmış.
olan. 23
MUTTALİ : Bir işin başlama ve yapılmasına MÜCAHÎD, MÜCAHİDE: Savaşan, uğraşan.
uygun yer. Savaşçı.
MUTTALİ: Bir işten haberli, bilgili olan. MÜCAMAA, MÜCAMAAT: Gma etme. Çift-
MUTTARİD, MUTTARİDE: Sıralı, düzgün, bir leşme.
düzüye giden. MÜCAZAT: l.Karşılık, 2. Bir suça karşı ceza
MUTTASIF, MUTTASIFA: Bir hal veya sıfatla verme.
vasıflanmış, kendisinde bir hal ve sıfat bulunan. MÜCAZEFE: Götürü satma.
MUTTASIL MUTTASILA 1. Bitişik. Başka MÜCEHHEZ: Hazırlanmış, gerekli şeyleri ta-
bir şeye ulaşmış, 2. Ara vermiyen, aralıksız. mam.
MUVAFFAK: 1. Tanrı yardımına uğrayan, MÜCERRED, MÜCERREDE: 1. Çıplak, soyul-
işi rastgelen, 2. Başaran, beceren. muş, 2. Tek, yalnız. Bekâr, 3. Karışık ve
MUVAFFAKİYYET: 1. Tanrı yardımiyle başarı katışık olmıyan.
gösterme, 2. E k geçirme, başarma. MÜCESSEM, MÜCESSEME: I. Cismi olan,
MUVAFIK: 1. Uygun, uyar, 2. Taraflı. 2. Cisimlendirilmiş, görünür şekle konulmuş,
MUVAKKAT, MUVAKKATE: Belirli bir vakte 3. Uzunluğu, enliliği, kalınlığı olan cisim.
mahsus. Sürekli olmıyan, geçici. MÜCTEHID: Kuran âyetleriyle peygamber söz-
MUVAKKATEN: Az bir zaman için, şimdilik. leri olan hadislerden hüküm çıkarmak kudre-
MUVAZABAT: Bir işe ara vermeden çalışma. tinde olan bilgin.
Bir düziye uğraşma. MÜDAFAA: 1. Bir saldırmaya karşı durma,
MUVAZZAF, MUVAZZAFA: I. Bir işi gör- 2. Koruma, korunma, 3. Savunma.
mekle ödevli, 2. Maaş ve tâyini olan. MÜDARA: Yüze gülme. Yalandan dostluk
MUVAZZAH MUVAZZAHA Açıklanmış. gösterme.
A çık açık gösterilmiş. MÜDAVEMET: Bir işe aralıksız sürekli çalışma.
MUZAHİ: Benziyen, benzeyici. Bir yere her vakit gidip gelme. Devamlılık.
MUZIRR, MUZIRRA: Zararlı, zarar veren, MÜDRİK: 1. Y etişen, ulaşan, 2. Anlayış
zararı dokunan. vaktine gelen, olgunlaşan, 3. Ergin.
MUZİ: İnciten, eziyet veren. MÜEKKED, MÜEKKEDE: 1. Sağlamlaştırıl-
MUZTAR: Zorlanmış, yapma zorunda kalmış. m ış, 2. Tekrar edilmiş. Bir daha emir veya ih-
Çaresiz kalmış. tar olunmuş.
MÜENNES: 1. Dişi, 2. Gerçek veya lâfızca,
MÜBADELE: Bir şeyin başka bir şeyle değiş- yafeut öyle olarak dişi olan veya tutulan.
MÜEYYİD: 1. Kuvvetlendiren, 2. Yardım eden.
tirilmesi, trampa, değiş tokuş.
MÜBAH: Bk. Mubah. MÜFARAKAT: 1. Ayrılma, uzaklaşma, 2. Bir
MÜBAHASE: 1. Bir iş hakkında iki kişi arasın- yeri bırakıp gitme, 3. Kan koca arasında ayrıl-
da edilen söz, 2. Bir iş hakkında göriişme, 3. ma, boşanma.
İddialı konuşma, tartışma. MÜFESSİR, MÜFESSİRE: 1. Kapalı ve kısa
MÜBAHAT: övünme. bir şeyi genişletip anlam ve kavramım mey-
MÜBAHİ: övünen. dana çıkaran, açıklıyan.
MÜBALAĞA: I. Mübalağa. Bir işte çok ileri MÜFSİD, MÜFSİDE: I. Bozan, fenalaştıran,
varma. 2. Artık, fazla, çok aşın. 2. Fesat koyan, ara açan,
MÜBAREK: 1. Bereketli olan, 2. Saygıya MÜFTADİH, MÜFTAZİH: Rezil,rüsva olan.
değer, 3. Uğurlu, mutlu. MÜFTİ: Şeriat işlerinde kendisine meseleler
sorulan, İslamların din işleriyle uğraşan kimse.
MÜBAŞERET: Başlama, girişme, tutuşma. MÜHİMM, MÜHİMME: 1. önem li, 2. Düşün-
MÜBAŞİR: G eçici bir ödev olarak merkezden düren, 3. Gerekli.
bâzı emirleri götüren icra yetkisi de olan kimse, MÜHLİK: öldüren, öldürücü.
denetçi. MÜKABERE: Tartışmada kurala aykırı olarak
MÜBECCEL: Ululanmış,büyütülmüş. ağız kalabalığıyle karşısındakini alt etmeye
M ÜBEŞŞER, M ÜBEŞŞERE: Müjdelenmiş, çalışma.
aşere-i mübeşşere, cennetlik oldukları sağ- MÜKÂFAT: Bir hizmet veya iyiliğe karşı edilen
lıklarında peygamber tarafından müjdelenmiş iyilik.
olan on kişi. MÜKÂTEBE: Birbirine yazma. Yazışma.
MÜBÎN, MÜBÎNE: 1. İyi kötüyü, hayrı ve şeıri MÜKEF FEN: Kefene sarılmış.
ayırt eden, 2. A çık, besbelli. Din-i Mübûı, MÜKELLEF: Bir işi yapmıya, veya bir vergiyi
Ku'rara-i mübln. vermiye mecbur olan.
MÜBTEDİ: Yeni başlıyan, acemi. Müptedi. MÜKEMMEL, MÜKEMMELE: Tam. Olgun.
MÜBTELA: lJJir şeye düşkün ve tutulmuş Kemal bulmuş.
olan, 2. Düşkün, tutkun. MÜKEMMİL: Tamhyan. Tamlayıcı.
MÜGAHEDE: 1. Uğraşma, savaşma, 2. Nefsi MÜKERREM, MÜKERREME: Saygı değer.
yenmiye olan çalışma, 3. Din uğrunda savaşma. Sayılan, ululandırılan.

24
MÜKERRER, MÜKERRERE: Tekrar olunmuş. MÜN'İM: Nimet veren, yedirip içirten.
Birbiri üstüne iki veya daha ziyade defa olm uş. MÜNKAD: Bağlı, boyun eğm iş.
MÜKREHEN: Zorla. MÜNKALT: Kökünden koparılmış olan.
MÜLAABA: Oynaşma. MÜNKARİZ. Tükenip bitm iş. Arkası kesilmiş,
sönmüş. *
MÜLÂHAZA: 1. Dikkatle bakma, 2. İyice MÜNKASEM: Bulunmuş, kısım kısım edilmiş.
düşünme. MÜNKAZİ: Bitm iş, tükenmiş, ardı kesilmiş.
MÜLÂKİ: Buluşan, kavuşan. Görüşen. MÜNKER: 1. Kabul olunmıyan, 2. Beğenil-
MÜIÂYEMET: 1.Uygunluk, 2. Yumuşaklık, miyen, inkâr olunan, 3. Şeriatçe yapılması
3. Bağırsakların yumuşaklığı. hoş görülmeyen.
MÜLAYİM, MÜLÂİM: 1. Uygun, uyar. 2. MÜNKERAT: Şeriatın yasak ettiği, caiz gör-
Yavaş, yumuşak, 3. Pekliği olmıyan. mediği şeyler.
MÜLGİ: Zorlıyan, zorla yaptıran. MÜNKİR: İnkâr eden, Kabul etmiyen. 2.
MÜLEVVES: 1. Pis. Bulaşık, 2. Karmakarışık. Mezarda soru soracak iki melekten biri.
MÜLTEKA: Kavuşma, buluşma, birleşme yeri.
MÜLTEKI: Kavuşan. Birleşen. Buluşan. MÜNTAKIZ: Bozulan, nakzedilen.
MÜLTEKIM: Tutan. MÜNTESİB: Birine çatm ış, birinin adamı
MÜLTEKIT: Yerde bulunan şeyi kaldırıp alan. olm uş. Bir şeyle ilgili.
Derliyen. MÜNTEŞİR, MÜNTEŞİRE: 1. Yayılmış. A çıl-
MÜLTEZEM, MÜLTEZEME: Gerekli sayılarak mış, dağınık, 2. Duyulm uş. Etrafa yayılmış.
olmasına çalışılan. MÜNZEL: İndirilmiş, gökten inmiş.
MÜLTEZİM. 1. Bir şey veya bir kimseyi gerek- MÜRABAA: Yazlığına ikralama.
li sayıp taraflılık gösteren. MÜRAHİK: Bk. Murahık.
MÜMANAAT: Engel olma. MÜRECCAH, MÜRACCAHA: Üstün tutulan.
MÜMARAT: Çekişme, tartışma. MÜREVVİH: 1. Korkulandıran, 2. Rahatlan-
MÜMASELET: 1. Benzeyiş, 2. Benzeşim, dıran.
MÜRTEDI': önlenm iş, bir şeyden çekinmiş.
MÜMEYYİZ, MÜMEYYİZE: İyiyi kötüyü, eğri-
MÜRTEHİL: 1. Göç eden, 2. ölen .
yi doğruyu ayırdeden.
MÜRTESEM, MÜRTESEME: Resmedilmiş. Re-
MU'MİN, MÜ'MİNE: Tanrı birliğine Hazreti simlenmiş.
Muhammed ve islâm dininin öteki temellerine MÜSADİF: Tesadüf eden.
inanan. İslâm , müslüman. MÜSAFAAT: Birbirinin boynuna sarılma.
MOMKİN: Mümkün olabilen. Olağan. MÜSAFEHA, MÜSAFEHAT: Kanunsuz bir-
MÜMTAZ, MÜMZATE: 1. Başkasından ayrıl- leşm e, zina.
m ış, 2. Ayrı tutulan. MÜSAFERET: 1. Yolculuk, seyahat, 2. Konuk-
MÜMTAZİYYET: Mümtazlık. luk.
MÜMTED, MÜMTEDDE: Uzayan. Süren, sürek- MÜSAFİR: 1. Yolculuk eden, yolcu, 2. Yol-
li. culuk sırasında birinin evine konan, konuk.
MÜMTEZİC, MÜMTEZİCE: 1. Karışık, 2. Bir- MÜSAHELE: 1. Kolaylık ve yumuşaklık gös-
birine çok uygun, 3. Tamamiyle kapanan, terme, 2. Aksilik çıkarmama, 3. Kolay sanma.
aralık bırakmıyan, 3. Herkesle iyi geçinir. MÜSAHERET: Gece uyanık durma.
MÜNACAT: 1. Tanrıya dua etm e, yalvarma, MÜSAİD: 1. Yardım eden,2. İzin veren. Uygun.
2. Tanrıya dua konulu manzume. Gayr-i müsait, namüiait, bir işi obmyacak veya
MÜNAFERET: Nefret etme. Sevişmeme. zor bir hak koyan.
MÜNAFESE, MÜNAFESET: Birbirine kin, MÜSARAAT: Sürat ve acele etme. İvme.
gizli düşmanlık gösterip çekememe. MÜSARAATEN: Süratli, acele olunarak. İve-
MÜNAFİ: Karşıt, uymaz. Uyuşamaz. dilikle.
MÜN'AKİD: 1. Bağlanmış bağlı, düğümlü. MÜSAVAT: Aym hal ve derecede olma. Eşit-
2. İki taraf arasında resmî olarak kabul edilmiş. lik.
MÜNAZAA: Ağız kavgası. MÜSAVEME: Pazarlaşma.
MÜNAZARA: Kurala uygun olarak karşılıklı MÜSELLEM: Teslim olunmuş, kimse tarafın-
konuşma, tartışma. dan inkâr veya reddedilemiven.
MÜNBAİS: 1. Gönderilmiş, 2. Bir şeyden MÜSELLES: 1. Üçlü. Üç bölükten ibaret,
ileri gelmiş. Bir şeyin çıkardığı. 2. Üçgen, 3. Kaynatılarak üçte ikisi buharlaş-
MÜNCİ: Kurtaran. tırılan içk i.. Trigonomi.
MÜNEZZEH, MÜNEZZEHE: A n , temiz. Bir MÜSKİR: Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
sıfatla intelenmiyen veya bir şeye muhtaç MÜSTA ÇELEN: Çabuk olarak.
olmıyan. MÜSTAGFİR: Günahlarının bağışlamasını Tan-
MÜNFERİD: Yalnız, tek. Kendi başına. Ayrı. rıdan difiyen.
MÜNHASIR: İntişar eden, sınırlanmış, heryeri MÜSTAGIS: Yardım dileyen.
çevrili. 25
MÜSTAĞNİ: 1. Müstağni, gözü tok. 2. Çeki- MÜTAALIK, MüTAALLIKA: 1. Asılı, bağlı,
nen, nazlanan, 3. Gerekli buimıyan. 2. İlgili, dair.
MOSTAGRAK: Dalmış, daldarılmış. Batmış. MÜTAAZZI: Organlaşmış.
MÜSTAH1K: Hak kazanmış, lâyık. MÜTAAZZİR: 1. özürlü, özrü olan, 2. Güç,
MÜSTAHSEN: Herkesin güzel bulup beğendiği. zor. Meydana gelmesi kolay olmıyan.
MUSTAİD: 1. Bir şeye yeteneği olan, 2. Uyanık MÜTABAAT: Birine tâbi olma, arkası sıra git-
akıllı. me. Uyma.
MÜSTAKBEL, MÜSTAKBELE: önde bulunan, MÜTALİ': Okuyan.
ilerdeki, gelecek zaman. MÜTEADİD: Birbirine yardım eden. Yardım-
MÜSTAKİL, MÜSTAKİLLE: 1. Kendi ba- laşan.
şına. Bir yere bağlı olmıyan, 2. Ayrıca, kendi MÜTEAL, MÜTAAL: Yüce, yüksek.
kendine. Bağımsız. MÜTEAMMİM, MÜTEAMMIME: Yaygın, yayıl-
MÜSTAKİLLEN: 1. Kendi başına olarak, mış.
2. Ancak, sırf. MÜTEAREF: Herkesin bildiği, ünlü.
MÜSTAKİM, MÜSTAKİME: 1 Doğru, düz, MÜTEAZİL: Birbirinden ayrılıp başkaca olan.
2. Tem iz, namuslu. MÜTEAKİP: Arkadan takip eden, ardı ardına
MÜSTA'MEL: Kullanılmış. gelen.
MÜTEBAKİ: Geri kalan, artan.
M ÜSTAHİB: Araplaşmış. Arab-i müsta'ribe, MÜTEBAKİ: Ağlar gibi olan, yalandan ağlıyan.
başka cinsten iken araplaşmış arap. MÜTEBERRİ’: Vermiye mecbur olmadığı şeyi
MÜSTECAB: Kabul edildiği cevabını alan. ihsan eden, veren.
İstediği kabul olunan. MÜTEBERRİR: Tanrıya itaat eden.
MÜSTE'CEL: Ertelenmiş olan. MÜTEBERRİK, MÜTEBERRİKE: Uğurlu,
MÜSTE’CİR: Bir şeyi kira ile tutan, 2. Kiracı. mübarek.
MÜSTEFAD: 1 .Kazanılmış, 2. Anlaşılmış. MÜTECAVİZ: 1. Geçen, aşan, 2. Sarkıntılık
MÜSTEFİD: Fayda gören, faydalanan. eden, 3. Saldırgan, 4. Fazla, artık.
MÜSTEHABB: 1.Sevilen, beğenilen, 2. Farz ve MÜTECELLİ: 1. Görünen. Meydana çıkan,
vacipten gayrı sevaplı hareket. 2. Parlak.
MÜSTEHAZA: Aybaşı gören kadın. MÜTEDARİK: Tedarik eden, hazırlıyan.
MÜSTEHLEK: Yenip içilerek bitirilen.
MÜSTEHLİK, MÜSTEHLİKE: Yiyip içerek MÜTEDAVİL: Tedavül eden. G eçen, kullanı-
bitiren. Tüketen. lan. Alınıp verilen.
MÜSTEKREH, MÜSTEKREHE: İğrenç. MÜTEELLİM: 1. Elemli, acılı, 2. Acıyan.
MÜSTELZİM: Gereken, gerektiren. Ağrıyan.
MÜSTEMİRREN: Sürekli, aralıksız. MÜTEEZZİ: İncinen, sıkılan.
MÜSTENİD: Bir şeye dayanan. MÜTEFAVİT, MÜTEFAVİTE: Farklı, çeşitli.
MÜSTENİDEN: Dayanarak, güvenerek. Aralarında fark olan.
MÜSTERİH, MÜSTERİHA: Rahat eden, rahat- MÜTEFEKKİR: 1.Düşünen, dalgın, 2. Düşün-
lanan. celi.
MÜSTESNA, MÜSTESNAİYYE: 1. Kuraldan MÜTEFENNİN: Bilgin, Teknik bilgisi olan,
dış. Başkalarına benzemiyen, 2. Üstün. Benzer- teknikle uğradan.
lerinden baskın, 3. Ayrık. MÜTEFERRİK: Ayrılmış, dağılmış.
MÜSTE ŞRİK: D oğu ülkeleri ve en ço k da dil ve MÜTEHASSIL: Vücut bulan, husule gelen.
edebiyatları ile uğraşan batılı. MÜTEHAYYİLE: (Hayal den) Muhayyile.
M ÜŞAL, MÜŞALE: Kaldırılmış, yükseltilmiş. MÜTEKEBBİR: Kibirli, ululuk satan.
Yapılmış, edilm iş, meydana getirilmiş. MÜTEMADİ: 1.Uzanan, süren, 2. Arasız, her
MÜŞARÜNİLEYH: İşaret olunan, adı geçen. caman.
MÜŞAVERE: İki veya daha fazla kişi arasında MÜTEMADİYEN: Arasız olarak, sürekli olarak.
bir iş üzerinde konuşm a, danışma. MÜTEMAYİL: Bir tarafa eğilm iş.
M Ü Ş İR , M Ü ŞİR E : Bildiren, haber veren. MÜTEMERRİD: Kötü bir yolda direnerek
MÜŞTEHAT: Erkeklik hissini tahrik edecek devam eden. İnatçı.
hale gelmiş olan kız. MÜTEMERRİDANE: Kötülükte direnerek.
MÜŞRİK: Tanrıya ortak koşan. Birden fazla İnatla.
Tann inancında olan. MÜTEMMİM, MÜTEMMİME: Bitiren, tamamlı-
MÜŞTEHİB: Ak ve kara karışık kıralmış olan. yan.
MÜŞTEHİR: Ünlü. Adlı sanlı. MÜTENEVVİ', MÜTENEVVİA: Türlü türlü,
MÜŞTEKİ: Şikâyet eden. çeşit çeşit.
MÜTAADDİD, MÜTAADDİDE: Birkaç tane MÜTESAVVER: Tasarlanmış,düşünülmüş.
olan. Türlü türlü, birçok, birkaç. MÜTESELLİ, MÜTESELLİYYE: Avunan, acıyı
MÜTAAFFİN: Korkmuş. Bozulup fena kokan, unutur gibi olan.
çürük. MÜTEVAKKI: Sakınan, kendini gözeten.

26
MÜTEVAKKIF: 1. Duran. Kınuldamıyan, 2. MÜTEYYAKIN: Kesin olarak bilen.
Bir şeye bağlı olan. Onunla iş görecek olan. MÜTTAKI: Giinah ve haramdan sakınan.
MÜTEVALİYEN: Aralık vermeden. Bir düziye. MÜTTEBİ': İttiba eden, uyan. Peşi sıra giden.
MÜTEVATİR, MÜTEVATİRE. Ağızdan ağıza MÜTTEFİK, MÜTTEFİKA: 1. Uyuşmuş, bir-
yayılan. Halk arasında söylenilen. leşmiş. 2. A ynı fikirde, uygun.
MÜTEVAZIANE: Kibirsizce, alçakgönüllülükle. MÜTTEHİD, MÜTTEHİDE: Birleşmiş, birlik
MÜTEVECCİH: 1. Bir yere doğru gitmeye olan.
kalkan, yola çıkan, 2. Birine karşı iyi düşünce- MÜVESVİS, MÜVESVİSE: Kuruntucu. Kurun-
si ve sevgisi.olan. tulu.
MÜTEVEFFA: ölü , ölmüş. MÜYESSER: Kolay bulunup yapılan. Kolay
MÜTEVEHHİM: Kuruntulu. gelen. Kolaylıkla olan.
MÜTEVEKKİL: Her işi Tanrıya, Tanrı irade- MÜZAHERET: Arka, yardım.
sine bırakıp Tanrıdan gelene razı olan. MÜZDELİFE: Kâbe'de Arafat ile Mina arasın-
MÜTEVELLİ: Bir vakfın idaresine memur da bir hac durağı.
olan kimse. MÜZEYYEN: Süslenmiş, donanmış.
MüTEVERRİ': Din emirlerini sıkıca tutan. MÜZNİB: Günah işlem iş, suçlu.

NABİT: Yerden çıkıp büyüyen, biten. NAZARI, NAZARİYYE: 1. Bakışa ait, bakışla
NAÇİZ: Hiç hükmünde olan. Çok küçük, ilgili, 2. Yalnız bilgi halinde olan. Uygulan-
önemsiz. mamış.
NADİR: Az bulunur. Bulunmaz. Seyrek. NAZİL, NAZİLE: I.Yukarıdan aşağıya inen,
NAFİ', NAFİA: l.Yarar. Kârlı, 2. Tanrı adla- 2. Bir yere konan, konaklıyan.
nndandır. NAZIR: Benzer.
NAFİLE r Zaman ve mükellefiyet dışı sevap NAZM: 1.Sura,tertip, 2. Vezinli, kafiyeli söz,
için kılınan namaz. 4. Kuran ayeti.
NAFİZ: 1. Delip geçen, 2. İçeriye giren, iş- NAZMEN: Manzum olarak.
liyen, 3. Etki yapan, sözü dinlenilen.
NAHIR: Boğazlanmış, kesilmiş. NEBZE: A z şey.
NAHLBEND: A ğaç budayıp düzelten kimse. NECABET: Soyluluk.
NAHIİYYE: Hurmalar, Arılar. NECASET: Pislik.
NAHR: Boğazlama, kesme. NECAŞİ: Haber hükümdarı.
NAİ': Vekil. Birinin yerine geçici bir zaman için NECAT: Kurtulma.
oturan. NECIS: Pis, mundar.
NAİL: Ele geçiren. Murada eren. NECS: Pis, mundar olma.
NAİLİYYET: Ele geçirme. NEDAMETKAR: Pişman olan.
NAİM: Uyuyan. Uykuda olan. NEFASET: Değerlilik.
NAKIS: 1. Eksik. Noksan. Tam olmıyan. NEFH: 1. Güzel koku yayılma, 2.Rüzgâr esme.
2. Kusuru olan, kusurlu. NEFH: 1. Üfleme, şişirme, 2 Boru çalma.
NAKISA: Eksiklik. Kusur, ayıp. Nefh-i Sur, İsrafil'in kıyamette çalacağı boru-
NAKS: Noksan, eksiklik. nun üflenmesi, kıyamet kopması.
NAMAHREM: 1. Şeriat bakımından düşüp NEFHA: Güzel koku. Yelin bir esişi.
kalkılması haram olan, 2. Yabancı. NEFHA: l.Üfürm e, 2. Şişm e.
NAMUS: 1. Kanun, nizam, 2. Irz, 3. Temizlik, NEFİS NEFİSE: Çok hoşa giden. En beğe-
doğruluk. nilen. Çok güzel.
NAMUSKAR: Namuslu, Doğru. NEFL: Vacip olmıyan ibadet. Fazladan ibadet.
NAMZED: 1. Nişanlı, 2. Aday. NEFRET: 1. Ürküp kaçma, 2. İğrenç bulup
NAR: 1. A teş, 2. Cehennem. tiksinme.
NAS: İnsanlar. NEFS, NEFİS: 1. Ruh, can, hayat, 2. İnsanın
NASIYE: Alın. yeme içm e gibi biyolojik ihtiyaçları, 3. Kişi,
NAŞİ: 1. İleri gelen, 2. Dolayı, ötürü. Sebe- kendi, 4. Asıl, maya.
biyle. NEFSA': Loğusa. Yeni doğurmuş kadın.
NA'T: 1. överek anlatma ve niteleme, 2. NEFSİ, NEFSİYYE: 1. Nefisten doğan şeyle
Hazreti Muhammed in üzerine yazılmış kaside. ilgili, 2. Kişiye,kendisine ait, onunla ilgili.
NATIK, NATIKA: l.S öyliyen. Lâkırdı eden, NEHAR: Gündüz. Yeyl ü nehar, gece gündüz;
2. Fikir ederek düşünen, 3. Bir ifadesi olan. nısfmnehar, meridyen.
NAZARAN: 1. Gören, bakılırsa, 2. Kıyaslıyarak NEHC: Y ol, usul.
27
MEHY: 1. Yasak etm e, 2. Emir kipinin olum- -mübin, -nuhustin, Muhammet peygamber;
suzu, emrin karşıdı. nurun alâ nur, daha iyi, daha alâ; cebel-i Nur,
NEKIR: Mezarda ölüleri sorguya çekecek olan Cebel-ün-nur.
meleklerden birinin adı. NURANI: 1. Nurlu, ışıklı, 2. Görünüşü saygı
NEKÎR: İnkâr etme. uyandırır, saygı değer.
NEKR: Akıllı, zeki. NUSH: öğüt.
NEMİME Koğuculıık. Ağzıkaranlık. NUTFE: Dölsuyu.
NEMMAM: Koğucu, ara bozan. Münafık. N U TUF: Dölsuları.
NESEB: Atalar zinciri. NÜBÜVVET: Peygamberlik.
NESİC NESİCE Dokunmuş şey. NÜFESA: Loşsa kadın.
NESL: 1. Nesil, kuşak, 2. Soy döl, döş. NÜFUZ: 1. İçe geçm e, işleme, 2. Sözü din-
NEŞ'ET: 1. Yetişm e, meydana gelme, 2.İleri lenme, sözü geçer olma.
gelme, kaynak olma. NÜSHA: l.Y azılı bir şeyden çıkarılan suret,
NEŞR: 1. Dağıtma, yayma,2. Herkese duyur- 2. Muska.
ma, 3. Gazeteye yazma,yazdırma. NÜZHET: 1. Eğlenme, gönül açacak yere
NEŞV: Bitki ve canlının bitmesi, büyümesi, gidip gezme, 2. Tazelik. Sevinç.
büyüme, boy atma. Yeniden peyda olup hayata NÜZUL: Aşağı inme.
gelme. e l

NEŞVE: 1. Sevinç 2. Hafif sarhoşluk.


NEUZÜBİLLAH: "Tanrıya sığındık" anlamma-
dır.
O
ÖMR: Yaşama. Hayat.
NEVBET, NÖVBET: Bk. Növbet. ÖRF: Şeriat ve kanunca olmayıp yerine ve
NEVM 1. Uyku, 2. Rüya. zamanına göre olan gelenek ve hüküm.
NEZAFET: Temizlik, paklık. ÖRFİ, ÖRFİYE: Vaktin gereğine göre sivil
NEZD: 1. Yan, 2. Göre, Fikrince. idare yerine asker idaresi konma.
NEZH: Temizlik, sâfiık. Hiçbir kötü şeyi ol- Ö ŞR , ÜŞR: I. öşür. Onda bir, 2. Esası
mama. şeriattan alman, ürünlerden onda bir olan
NEZİH, NEZİHE: Temiz, pâk. vergi. Ondalık, 3. Kuran'dan 10 ayet mikdarı.
NEZİR: Adama. ÖZR: 1. Suçunu söyliyerek bağışlanması
NEZR: Adama. için ileri sürülen sebep, 2. Suçun bağışlanması,
3. Engel. _ _
NİAM: Nimetler. Veliy-ün-niam nimetler veren.
NİDA': Çağırma, seslenme. Ses verme.
NİFAK: 1. Müslüman görünüp da kâfir olma,
PAK: Tem iz, pak. Arık.
2. İki yüzlülük, 3. Bozuşukluk. PAY AN: 1. Son, bitim , 2. Uc, kenar.
NİFAS: Loğusalık. PAYDAR: iy ice yerleşm iş, sağlam, sürekli.
NİFASI: Loğusalığa ait, loğusalıkla ilgili.
PAYE: 1. Rütbe, derece.
NİKAT: Noktalar. Benekler.
PEDER: Baba.
NİKBİN: İyimser, işleri iyi tarafından alan,
PENAH: 1. Sığınma, 2. Sığınacak yer.
öyle gören. PENC: Beş. Penc erkân, İslâmlığın (tevhit,
NİMET: 1. İyilik. Bahşiş, 2. Yaşama için gerek-
namaz, oruç, hac, zekât) beş şartı.
li şeyler. 3. Tanrı vergisi olan yiyecek, içecek.
PERESTARİ: Kulluk. Hizmet.
NİSAB: 1. Asıl, esas, 2. Bir malm zekâtı veril- PERHİZ: Dinin yasak ettiği şeylerden sıkı
mek için varması gerekli miktar. Nisab-i ekseriy-
surette uzak durma.
yet, çoğunluk derecesi: kitab-i hikmet-nisab, PERHİZKAR: 1. Nefsini tutan, 2. Sofu.
asıl ve esası hikmet olan kitap. PERİ: Cin taifesinin pek güzel varsayılan
NİSBET: 1. Bağlılık, igli, 2. Kıyaslama, 3.
kadın kısmı.
Orantı. PERİŞAN: 1. Dağınık, 2. Karışık, 3. Kederli,
NİSYAN: Unutma. Hatırdan çıkarma.
kaygılı.
NİŞANE: İz, alâmet. PERTEV: Işık, parlaklık.
NİYABET: 1. Naiplik, vekillik, 2. Kadı vekil- PERVA: 1. Korku, 2. Çekinme, 3. İlgi, bağ.
liği, kadılık. -PERVER: "Besliyen, besleyici, yetiştiren, eği-
NİYAZ: 1. Yarvarma, 2. Dua, 3. Bazı tarikat- ten" anlamlariyle bileşik kelimeler yapılmada
lerde küçüğün büyüğe selâm ve duası, 4. İhtiyaç
kullanılır.
muhtaçlık. PEYAM: Haber, başkası tarafından gelen bilgi.
NÖVBET, NEVBET: 1. Kere, kez, 2. Sıra PEYGAMBER: Tann tarafından haber getirip
ile güdülen işte herkese düşen bölüm. insanlara tann buyruklarını haber veren kimse.
NUKUD: Nakitler, paralar. PEYGAMBERAN: Peygamberler.
NUR: 1. Aydınlık, ışık, 2. Parlaklık. Nur-i PEYKER: Yüz, surat.
ayn, -çeşm -dide, pek seveli kimse, en çok PÎR: Yaşlı, ihtiyar, koca. PİRİ: Yaşlılık.
evlât için kullanılırdı -iman, iman parlaklığı
-PÜR: Dolu. Bununla "çokluk, fazlalık, bolluk,
28 doluluk" bildiren bileşikler yapılır.
İah, Tanrı rızası için bir karşılık için değil de RABB, RABBİ: Tann, Yarabb, Yarabbi! Tan-
sevap için nza-i tarafeyn, iki tarafın razılığı, rım, Allahım.
hoşnutluğu. RABBANİ, RABBANİYYE: Tanrıya mensup,
RIZK: 1. Yiyecek içecek şey. Azık, 2. Tanrı- Tanrı ile ilgili.
nın herkese nasip kıldığı nimet. RABT: Bağlama, iliştirme.
RİAYET: i . Gözetm e 2. Sayma, 3. Ağırlartıa. RACİH, RACİHA: Diğerinden üstün, daha evvel
RİAYETKAR: Sayan, Saygı gösteren. RAGAİB: Hazreti Muhammed'in ana rahmi-
RİBA: Faiz. ne düştüğü, recep ayının i ik cuma gecesi.
RİBA': 1.Bahar evleri, çadırlar, 2. Yaz yağmur- RAĞBET: 1.İstek, arzu, 2. İyi kabul edilme,
ları. iyi sayılma.
RİBH: Faiz, fayda, kâr. RAGİBE: 1. İstenilecek şey, 2. Büyük ve pek
RİDA: Belden yukarıya örtülen örtü. beğenilen ihsan.
RİKDAN: Rıh hokkası. RAHİM, RAHIME: Acıyan.
RİKKAT: 1. İncecik. Yufkalık, 2. Acıma, RAHİM Esirgiyen, acıyan.
yürek etkilenme. RAHMAN: Kullarına acıması çok olan Tann.
RİND: Dünya işlerini hoşgöriir, aldırış etmez RAHMET: 1. Esirgeme, merhamet, 2. Yağmur.
kimse. RAİC, RAYİÇ: Bk. Rayiç.
RİSALET RESALET: 1. Elçilik, 2. Peygamber- RAKABE: 1. Boyun, 2. Bir malın sahipliği,
lik, 3. Haber ulaştırma, habercilik 3. Köle.
RİŞVET, RÜŞVET: Bk. Rüşvet. RAKİB, RAKİBE: 1. Binen, bini t i , 2. Taşıta
RİVAYET: 1. Bir söz veya olay hikâyesi, binen, binmiş olan.
2. Hikâye olunan söz veya olay. 3. Halk ağzına RAKİB EN: Binerek, binmiş olduğu halde.
düşmüş söz. RAKİD, RAKİDE: Durgun, kımıldayıp oyna-
RİYA’: İki yüzlülük. Yalandan gösteriş. maz.
RİYASET: 1. Baş olma, 2. Başlık, başkanlık. RA'NA: Râna. Güzel. Hoş görünen.
RİYAZAT: Sofuların nefis eğitim i için kendi- RAYİÇ, RAİC: Revaçta olan,sürümü olan.
lerine yaptıkları eziyetler. RAZIK: Rızık veren.
RİYAZET: Nefsi kırma. Dünya rahat ve lez- REF': Yukarı kaldırma, yüceltme.
zetlerinden çekip perhizle kanaat içinde yaşa- REFAKAT: Yoldaşlık, arkadaşlık.
ma. RE'FET: Ziyade esirgeme, çok acıma.
RUHANİ: Ruhtan ibaret olan, melek. REFİK: REFİKA: 1. Arkada, yoldaş, 2. Ortak.
RUHANİYYAT: Madde âleminden gayrı âlem- 4. Erkek eş.
ler. REFİKA: Kadın eş.
RUHBAN: Rahipler. REHAVET: 1. Gevşeklik, 2. Tembellik.
RUHBANİYYET: Rahiplik, k f şişlik. Dünyayı REK'AT: 1. Bel eğilmek, yüz üstü kapanmak, 2.
bırakarak bekâr yaşama. Namazda secdeye varmazdan önce eğilmek.
RUHİYYAT: Pisikoloji. REMİL, R.EML: Bazı işaretlerle kayıptan ha-
RUHSAT: İzin. ber çıkarma.
RUŞEN: X. Aydın, parlak, 2. Belli, meydanda. RENCİDE: İncinmiş, kırılmış.
-RÜBA: "Kapan, kapıcı” anlamiyle kelimelere REVNAK: Parlaklık, güzellik. Tazelik, süs.
ulanır. Dilrüba, hoşrüba, kehrüba. REZAIL: Alçakça ve utanılacak işler.
RÜBUBUYYET: 1. Efendilik, 2. Tanrılık. REZAN: Ağır, vekarlı.
RÜCU1: 1. Geri dönm e, 2. Cayma, sözü, fikri REZANET: Ağırlık, ciddilik.
değiştirme. REZİL, REZİLE: 1.Alçak, 2. Maskara.
RÜKN: 1. Bir şeyin en sağlam tarafı. Temel REZİLE REZİLET: Kötü, fena huy.
direği. 2. Kolon, direk, 3. Önemli kimse. REZZAK: Bütün yaratıkların rızkını veren
RÜKU1: Namazda elleri dizlere dayıyarak Tanrı.
eğilm e hareketi. RIFK: Yavaşlık. Yumuşaklık.
RÜKÜN: Bir şeye samimi olarak meyi etme. RIZA: 1. Hoşnutluk, memnunluk, 2. Razı
RÜYET: 1. Görme, 2. Bakma, idare etme, olma, pekiy deme, 3. İstek, kendi isteği, 4.
çevirme. Tannrın yazdığına boyun eğme. Rızaen lil-

SAADE, SAADET: Mutluluk, vakt-i saadet, SABİY SABİ: Bülûğa ermemiş çocuk.
zaman-i saadet, Hazreti Muhammet zamanı. SABİY Y E : Bülûğa ermemiş kız çocuğu.
SABAVET: Çocukluk. SABR: Başa gelen acı şeye diş sıkıp dayanma.
SABİ, SABİY: Büluğ çağma gelmemiş çocuk. Sabr-i cemil, Tanrıdan gelen bir acıya sabret-
SABİT, SABİTE. 1. Yerinde duran, kımılda- me sabr-i Eyyüp, eyüp peygamberin dillere
mıyan. 2. İspatlanmış, kanıt ve kanıtla belli destan olan sabrı.
edilmiş. 29
SADAKA: 1. Tann hoşnutluğu, için fakirlere SALAVAT: 1. Namazlar, 2. Hazreti Muham-
verilen şey, 2. (Peygamber zamanında) zekât, mete dua okumalar.
Sadaka-i fıtr, fitre, şeker bayramında verilen SALİH, SALİHA 1. İyi, yarar, 2. Salâhiyetli,!
para. hakkı olan, 3. Din buyruklarına uygun davranalı
SÂDAT: l.Seyyitler, ulular. 2. Hazreti Muham- SALİM, SALİME: İ. Sağ. Sağlam, 2. Noksan-
met soyundan olanlar. sız, 3. Korkusuz, emin olan.
SADIK, SADIKA: 1. Doğru, gerçek, 2. Sada- SAMİ, SAMİYYE: Yüksek, yüce.
kati olan. Sadık-ul-vaad, sözünde duran; kavl-i SAMİf 1. İşiden, 2. D inliyen, 3. Dinleyici.
sadık, gerçek söz subh-i sadık, gerçek sabah. SAMİIN: Dinleyiciler.
SADIR, SADIRA Çıkan. SAMİMÎ, SAMIMİYYE: Yüreğin içinden gelen.
SADİR: Şaşan. Ciddî, gerçek.
SADR: 1. Göğüs, 2. Yürek, 3. Her şeyin önü, SANİ': Yapan, işliyen. Yaradan. Sanî-i hakikî
başı, ilerisi, 4. Yüce yer. ** Tann.
SAFA': 1. Saflık, berraklık, 2. Rahat. SANİH SANİHA: Zihin ve fikirde olup çıkan,
SAFFET: Bk. Safvet. fikre doğan.
SAFH: 1. Yüz çevirme, 2. Suç bağışlama. SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
SAFVET: Saffet. Sâflık, temizlik, arılık. SARAHATEN: Açık açık. Açıktan açığa.
ŞAGIR. SAGIRE: 1. Küçük. Ufak, 2. Büluğa SARİH: 1. Açık, 2. Belli, 3. Sade, halis.
ermemiş çocuk. SATH: 1. Bir şeyin dış tarafı, yüz. 2. Üstten
SAGÎRE: (öldürme veya zina etme çeşidinden görünen kısım.
olmıyan) küçük günah. SATHAN' Dıştan, dış yüzden.
SAHA: Elaçıklığı, cömertlik. SATHI SATHİYYE: 1. Dış yüzle ügili, 2.
SAHABE: Ashab. Sahipler, sahip çıkanlar, Derinden değil, üstünkörü.
tutanlar^ SAVM Oruç.
ŞAHABI: Hazret’ Muhammetin kendisine gör- SAVT: 1. Ses, 2. Bağırma.
müş olan kimse. SAY:- 1. Çalışma, çabalama, em ek, 2. G eçin-
SAHABIYYE: Hazreti Muhammeti görmüş olan mek için iş işleme.
kadııi. SAYD: Av.
SÂHÂT: Sahalar, alanlar. SEBAT: Yerinde durma. Kımıldamama. Bısebat
SAHAVET: Elaçıklığı, çömertlik. sebatsız, bir şey ve bir yerde durmaz^ geçici.
SAHB: Peygamberi görmüş kimseler. SEBB: Sövme. Sövüp sayma.
SEBT: Bir yere yazma. Yazı halinde tutma.
SAHÎ, SAHİY Cömert,eK açık. SECDE: Namazda eğilip yere kapanma, yüzünü
SAHİB: Konuşulan, arkadaş. yere sürme. Secde-i sehv, namaz sırasında
SAHİH, SAHIHA: 1. Gerçek, 2. Sağ, sağlam, yapılan bir yanhş için secdeye varma; secde-i
3. Tam eksiksiz. şükran, büyük bir sevince karşılık yapılan
SAHİR, SAHİRE: I. Büyücü, 2. Büyüler gibi secde.
etki yapan güzel. SECİYYE: Tabiat. Huy, yaradılış,
SAHRA': 1. Ova, kır. 2. Çöl. Yaban. SEFAHET: 1.Sonunu düşünmden gereksiz yere
SAHUR: Temcit yemeği. elindekini harcama, 2. Yasak şeylere, eğlence
SAHUR: Uykusuzluk. Gece uyuyamam a. ve zevke düşkünlük.
SAHV, SAHVE: Ayıklık. Aklı başında uyanık SEFER: 1. Yolculuk, 2. Savaşa gitme. Savaş,
olma. 3. Askerin savaşa hazır bulunma hali.
SAİ: 1. Çalışan. 2. Haber götüren. Haberci. SEFERÎ: I. Yolculukla ilgili, 2. Savaş ile il-
SAİM, SAİME: Oruç tutan. Oruçlu. giü, 3. Bazı din buyruklarını hafifletici yolcu-
SAİME: Otlağa başı b oş salıverilmiş hayvan. luk ile ilgili.
SÂKIT: 1. Düşen, düşmüş, 2. Yürürlükten kalk- SEHA': Beyin zarı.
m ış, önemi kalmamış. SEHA, SAHA: Bk. Saha.
SA IA ': 1. Cuma namazına veya cenazeye SEHV: Yanhş. Sehv-i kalem, yanlışlıkla yazma
çağırmak için minarelerde okunan salavat, -mürettip, dizgici yanlışı, -tertip dizme yanlışı
SALABET: 1.Katılık. Peklik, 2. Dayanma, SEHVEN: Yanlışlıkla. Yanılarak.
kuvvet. * SEKERAT: Sarhoşluk.
SALÂH: 1. İyilik, 2. Barış, rahatlık, 3. İyi SEKTE: 1 .Durgunluk, kesilme, 2. Bozukluk,
davranış, dine bağlılık. zarar, 3. Kanın birdenbire durması. Damla.
SALAHİYYET: 1. Bir işi yapmıya veya ona SELAM 1. Barış, rahatlık, 2. Son, iyi ve hayırlı
karışmaya haklı olm a. Vazife dolay isiyle hakkı olma.
olma, 2. Bir dâvaya bakabilme. SELAMET, SELAME: 1. Salim olma, 2. Emin
SALAT: 1.Namaz, 2. Hazreti Muhammet olma, 3. İyi son, 4. Kurtulma, 5. İbarenin
"aleyhisselât vesselâm, -salâvatullahi aleyh, düzgün ve doğru olması.
sallâllahü aleyhi ve1’ sellem" dualarından birini SELÂSE: Uç.
okuma. SELBİ SELBİYYE: Olumsuzlukla ilgili.
30
SELEF: 1. Bir yerde başka birinden önce SUDUR: Meydana çıkma. Olma.
bulunmuş olan kimse, 2. Eski adam. SUGRA: Küçük önerme.
SELİM, SELİME: Kusursuz. Sağlam. SUGRA: Daha veya pek küçük.
SEMAVİ, SEMAİ: 1. Gökle iligili, 2. Tanrıdan SUKUT: 1. Aşağı inme, düşme, 2. Sarkma,
olan, Tanrı işi. 3. Büyük bir mevkiden ayrılmış olma.
SEMERE: 1. Yem iş, 2. Fayda. Kâr, 3. Sonuç, SULB: 1. Omurga kemiği, 2. Döl.
elde edilen şey. SULEHA: Salih insanlar.
SEM İ, SEMİYYE: İşitm ekle ilgili. SULH: 1. B anş, 2. Rahatlık, 3. Uyuşma, uz-
SENA': överek ve ululuyarak niteleme. laşma.
SERIYYE: Düşman üzerine yollanan asker SULHAN: Barış yoliyle.
takımı. SUN': İş yapma.
SETR: örtm e, kapama. Setr-i avret, ayıp yer- SUR 1. Büyük boynuzdan boru, 2. Kıyamet
lerinikapama. günü İsrafilin üfleyeceği boru.
SETRİ UYUB: Ayıpları örtme. SURETA Görünüşte.
SEVAİM Başı boş otlayan hayvanlar. SUVAR: Sula.
SEYYİAT: 1. Kötülükler. 2. Suçlar, günahlar, SÜBBUH: Tann.
3. Kötülük karşılığı çekilenler. SÜBHA: 1. Doksan dokuzlu tespih, 2. Tespih
SEDDIK, SIDDİKA: Pek doğru, hiç yalan tanesi.
söylemez. SÜBHADAR: Tespihli.
SîDDIKIYYET: A şın doğruluk. SÜBHAN: Tann. Sübhanallah, Tannyı takdis
SIDK 1. Doğruluk. Gerçeklik, 2. Yürek temiz- ve tenzih edirim.
Uği. SÜBHANÎ, SÜBHANİYYE: Tann ile ilgili.
SILA: I . Ulaşma, 2. Yurdu, hısım akrabayı SÜBUT: Meydana çıkma. Kesin ve aydın olarak
gidip görme, 3. Bahşiş, armağan. belirme.
SIR RAN: Gizli olarak, gizlice. SÜCUD: Namazda veya kulluk göstermek için
SİHR: 1. Büyü, 2. Büyü kadar etkili şey, fettan- yüzü yere sürme, yere kapanma.
lık. SÜFEHA: Sefihler.
SİNN, SİN: 1. D iş, 2. Yaş. SÜFERA: Elçiler.
SİRAYET: 1. Geçme. Bulaşma, 2. Geçme, SUHULET: 1. K olay!*., 2. Kolaylık aracı,
yayılma. Dağılma. 3. Yavaşlık,
SİRET, SİYRET: Bk. Siyret. SÜKNA: Oturulan yer.
SÎRKA, SİRKAT: Hırsızlık. Çalma. SÜKUN: 1 .Durma, 2. Rahat, 3. Durgunluk,
SİYANET: Koruma 4. Dinme, kesilme.
SİYER: 1. Yollar, gidişler, 2. Konusu Hazreti SÜKÛNET: I . Öuıgunhık, 2. Rahat.
Muhammetin hayatı olan kitap. 8ÜKUNETGAH: Dinlenme yeri.
SİYERİ ENBİYA: Peygamberler tarihi. SÜKUT: Susma. Lâkırdı söylememe.
SİYRET: 1. Bir kimsenin içi, tabiatı. 2. Hal SÜLÜS: Ü çte bir.
tercümesi. SÜNEN: Sünnetler.
SU': Kötülük. Fenalık. Su-i ahlâk, ahlâk kötü- SÜNNET: Hazreti Muhammetin yaptıklariyle
lüğü, kötü ahlâk; -hal, hal; durum kötülüğü, söylediklerinden her biri.
-istimal, kötüye kullanış; -kast, cana kıymaya SÜNNİ: Ehl-i sünnetten olan.
hazırlanma, -muamele, fena muamele; -niyet, SÜNU':‘Taze, b oy ve biçim i güzel olan.
kötü, bozuk niyet; -telâkki, kötüye çekme, SÜRÜR: Sevinç,
-zan, kötü sanma. SÜTRE: Perde, örtü.

ŞAHADET: 1. Şahitlik, tanıklık, 2. Bir şeyin ŞÂRÎ': 1. Kanun koyan, 2. Şeriat koyan.
gerçekliğine inanma. ŞAVT: Hacı olmak töreninde Hacer-i Esved'i
ŞAİBE: Leke. Eksiklik. dolaşma.
ŞAM: Akşam Şam ü seher, akşam sabah. ŞAYİ', ŞAYİA: İ D uyulmuş, işidilm iş, 2.
ŞAMÎ, ŞAMİYYE: Şam şehrinden olan. Şam Ortaklar arasında pay edilmemiş.
şehri ile ilgili. ŞAYİA: Yayılmış haber.
• ŞAMİH: 1. Yüksek, yüce, 2. Kibirli, azametli-, ŞEAİR: Âdetler törenler.
ŞAMİL, ŞAMİLE: 1. Kaplıyan, çevreliyen, ŞEB:G ece.
2. Genel. Herkese ait. ŞECAAT: Yiğitlik, yüreklilik.
ŞARAB: Şarap. ŞEDD: 1. Sıkı bağlama, sıkma, 2. Hızlı, çabuk
ŞARIK, ŞARIKA: Doğup parlıyan. gitme. ‘ 31
ŞEFAAT: Bağışlanmasını dileme. Birine arka ŞERİAT: 1. Doğru yol, 2. Tanrı buyruğu,
olma, sahip çıkma. 3. Ayetler, hadisler, icmal-i ümmet, imamların
ŞEFFAF: Bakıldığı saman arkasındaki cisim içtihadı ile kurulmuş temel.
görülen. Saydam ŞERİF, ŞERİFE: 1. Kutsal, mübarek, 2.
ŞEFİ': 1. uç bağışlanması için araya giren, Soylu, 3. Peygamber soyundan olan.
2. Satılacak bir mal için almada üstünlük hakkı ŞETM Sövme Sebb ü şetm, sövüp sayma.
olan. ŞEVK: 1. Şiddetli istek, 2. K eyif, istek, neşe.
ŞEFİK, ŞEFİKA: Şefkatli, acıyıp esirgiyen. 3. Işık.
ŞEFKAT: Acıyarak ve esirgiyerek sevme. ŞEVVAL: Arabi ayların onuncusu olup ilk üç
ŞEFKATNİSAR: Şefkat saçan, şefkat dağıtan. günü ramazan (şeker) bayramıdır.
ŞEHAMET: Akıllılıkla birlikte olan yiğitlik.
ŞİAR: 1. İz, işaret, 2. Ayırıcı, işaret, 3. Adet.
ŞEHVAT: 1. Kuvvetli istekler, 2. Nefis düş-
İyi ve ayırdedici âdet.
künlükleri.
ŞEHVET: i . Şehevet. Bir şeyi sevip ziyade -ŞİAR: "İyi, üstünlük veren işaret, âdet"
anlamiyle kelimelere katılır.
isteme, 2. Nefis, 3. G nsel istek.
ŞİHAB, ŞEHAB: Kıvılcım
ŞEK, ŞEKK: Sanı, zan. Bişek şüphesiz.
ŞİRK: Tanrıya ortak koşma.
ŞEMATET: Şamata. Kuru gürültü.
ŞE R ’: Tann buyruğu, ayet, hadis icma-i ümmet ŞUUR: Anlama, anlayış.
esaslariyle kurulmuş din kuralları. ŞÜFEA: Şefaatçiler, taraflı çıkanlar.
ŞE R ’A N : Şeriat bakımından. Şeriate göre. ŞÜHEDA: Şehitler.
Ş E R İ, ŞER'İYYE Şeriate ait, şeriatle ilgili. ŞÜHUR: Aylar.
Hükm-i şer'i şeriate uygun hüküm. ŞÜKRAN: İyilik bilme.

TAABBÜD: Kulluk etm e, ibadet etme. Tapma, TABİR 1. İfade, anlatım, 2. Bir anlamı olan
tapınma. söz, 3. D eyim , 4. Terim, 5. Rüya yorumu.
TAACCÜL: Acele etme, Acelecilik. TA'CİL: Acele ettirme, çabuklaştırma, sıkış-
TAAM Yemek. tırma.
TAAKKUL: Zihin yorarak anlama. Akıl erdir- TA D İL : 1. Doğrultma, doğrulaştırma, doğru-
me. „ lama, 2. Değiştirip hafifletme.
TAALLUK: 1. Asılı olma, asılma, 2. ilişik, TAFDİL: Birini öbüründen üstün tutma.
ilgi, 3. Dünya ilgisi. TAFSİL: Geniş olarak ve her yanım ayn olarak
TAALLÜM: Öğrenme, belleme. Okuyarak ders bildirme. Uzun uzadıya açıklama.
alarak elde etme. TAGLİZ: 1. Kabalaştırma, 2. Kaba söyleme.
TAAM: Yemek. Bâ'd-et-taam, yemekten sonra; TAGRİR: Müşteriyi aldatma.
esna-yi taamda, yemek sırasında, kabl-et-taam, TAĞYİR: 1. Başkalaştırma, Değiştirm e, 2.
yemekten önce. Bozma.
TAASSUB: 1. Birine taraflı olma, 2. Din TAHAKKUD Kinlenme.
işlerinde aşırı taraflılık edip başka dinde olan- TAHAKKUK: Gerçek olduğu belli olma.
lara düşman oluş. Meydana çıkma.
TAAT: I . Tanrı buyruklarına uymak, 2. İbadet. TAHARET:1. Temizlik,2. Temizlenme.
TAAVVÜD: Hasta ziyaretine gitme. TAHARRİ: Araştırma, Seçme için inceleme.
TAAYYÜN: Meydana çıkma. Belli olma.
TAAYYÜŞ: Yaşama. Geçinme. TAHAVVUN: Hain olma. Hiyanet etme.
TAB': 1.Tabiat huy, 2. Mühür ve damga basma. TAHDİ1: Hile edip aldatma.
TAB’AN: Tabiîolarak, kendiliğinden. Yaradılış- TAHİR, TAHİRE: 1. Temiz, 2. Aptes bozan
tan. şeylerden biri bulunmıyan,
TABASBUS: Alçakça yalvarma, yaltaklanma. TAHİYYE, TAHİYYE: Birine "Tanrı ömür
TÂBİ: 1. Birinin arkası sıra giden, ona uyan, versin" diyen selâm.
2. Birine bağlı olan emri altında bulunan. TAHİYYE, TAHİYYE: Birine "Allah ömür
TÂBİf: Hazreti Muhammedi görmüş olanlar versin" diyen selâm
zamanında yetişm iş olan ikinci nesil. Müslü- TAHKİR: Hor ve hakir görme. Hoıiama, al-
manı. çaltma.
TABİİN: Hazreti Muhammedi görmüş olanlan TAHMİD: Şükretr- e.
görüp onlardan hadis dinlemiş olanlar. Tebe-i TAHRİK: 1. Oyı._.ma, kımıldatma, 2. Hareke-
tabiin, tabimden birinden, yani ikinci derecede te getirme, etki yapma, 3. Kışkırtma, 4. Hare-
olarak, hadis nakletmiş olan. ketleme, hareke ile okuma,

32
TAHRİM: 1. Din bakımından kutsal sayıp TÂRİK: Sabah yıldızı. Venüs.
yaklaşmayı yasak etme, 2. Haram kılma. TARZİYE: l.R a zı ve hoşnut etme, 2. Bir
Kerahat-i tahrimiyye, sıkı olarak mekruh kusura karşı özür dileme.
(Tahrimat). TASADDUK: Sadaka verme.
TAHRİME: 1. Namazda başlarken söylenen TASARRUF: 1. Sahip olma, 2. İdare ile kullan-
tekbir. ma, tutum , 3. Bir kadın eş alma.
TAHRİMI, TAHRİMİYYE: Harama ait, haram TASAVVUR: 1. Zihinde şekillendirme, kurma,
ile ilgili. 2. Zihne, hayale getirme, 3. İstek, dilek, kurma.
TAHRİR: 1. Yazma, 2. Yazı olarak meydana TASDİK: Gerçek olduğunu sijyleme.
getirme, 3. Kaydetme, kayde geçirme. 4. Hür TASRİH: Açık açık anlatma.
kılma, azat etm e Tahrir-i rakaba, köle veya TASVİR: 1. Resmini yapma, 2. Resmini yapar '
cariye azat etme. gibi anlatma, 3. Resim
TATAVVU': Nafile namazı kılma.
TAHSİN: Beğenip alkışlama. TATHİR: Temizleme, paklama.
TAHSİN: Kale gibi sağlamlaştırma. TAVAF: 1. Etrafını dolaşma, 2. Hacı olmak
TAHSİS: Bir şeyi birinin veya bir yerin kılma. için Kabe'nin etrafını dolaşma.
Bir şey için ayırma. TAVATTUN: Verleşme. Yurt tutma, yurtlan-
TAHUR, TAHURE: Pek temiz. Temizleyici. ma.
TAHVİF: Korkutma, ürkütme. T A T İ N : Ayırma, belli etme.
TAİB, TAİBE: Tövbe eden. TAYYİB, TAYYİBE: İyi, hoş.
TAİF, TAİFE: 1.Tavaf eden, 2. Dönen, dolaşan TAZARRU': Kendim alçaltarak yalvarma.
T A İF: Arabistan yarımadasında, Mekke yakı- TA'ZİM: Tâzim I. Büyütme, ağırlama, 2. İk-
nında bir kasaba. ram etme. Saygı gösterme.
TAKABBÜL: Kabul etme. Üstüne alma. T A ’ZİMAT: Hürmetler, saygılar,
TAKADDÜM 1. İleri geçm e, ileride bulunma, TAZİM KARANE: Saygı gösterir bir vaziyette.
2. Zamanca, mevkice ileri bulunma, önde TA'ZİR: Tekdir etme. Azarlama.
bulunma. TAZYİK: 1. Sıkıştırma, 2. Zorlama, 3. Sıkıntı
TAKARRUBAT: Kurbanlar, kurban kesmeler. verme.
TAKARRÜB: 1. Yaklaşma, yanaşma, 2. Vak- TEADUD: K ol kola tutunma. Birbirini tutma,
ti yakın gelme. karşılıklı yardımda bulunma.
TAKARRÜR: 1. Yerleşme, 2. Kararı verilme. TEAHHUR 1. Geri kalma, 2. Gecikme.
TAKDİM 1. ö n e geçirme, ileri sürme, 2. Bir TEALA: "Yüksek olsun" anlamında fiildir.
büyüğün önüne bir şey götürme, bir şey verme, Tann adiyle kullanılır, Allahütealâ, Hak tealâ
3. Sunma, 4. Birini başka birine tanıtma. ve takaddes.
Takdim ü tehir, bir ibaredeki sözlerin yerlerini TEALÜM: Bir şeyi herkes bilme. Bir şey
değiştirerek düzelttme. herkesçe bilinme.
TAKDİR: 1. Kader. Tanrının yaratıkları hakkın- TEAMÜL: 1. İş. Muamele, 2. Bir işin oluşu.
da olan ezeldeki kararı, 2. Değer biçm e, 3. D e- TEAVÜN: Birbirine yardım etme, yardımlaşma.
ğer tanıma, 4. Beğenme, 5. Sayma, öyle sanma. TEB'A: Uyruk.
TAKDİS: 1. Kutsal sayma, 2. Tanrıya şükretme, TEBAREKE: "Mübarek etsin" anlamiyle dua
3. Ululama, büyük saygı gösterme. deyimidir. Tebarekâllah, Tanrı mübarek etsin.
TAKSİR: 1. Kısaltma, 2. Bir işi eksik yapma. TEBAŞÎR: 1. Müjde, 2. Her şeyin ilk zamanı.
Kusur etme. Pürtaksir, çok kusurlu, kabahatli. TEBCİL: Ululama, ağırlama.
TAKVA: Tanrıdan korkup dinin yasak ettiği TEBDİL: Değiştirme. Başka kılığa koyma.
şeylerden çekinme. TEBDİLEN: Değiştirerek.
TAKYİD: 1. Kayıtlama, 2. Bağlama, 3. Buka-, TEBEAN. Uyarak, uymak suretiyle.
ğıya vurma, vurulma. TEBEDDU: Ehl-i sünnetten iken başka mezhe-
TALÂK: Boşama. Nikâhlı eşten ayrılma. be girme.
TALEB: 1. İsteme, dileme, 2. İstek. TEBEDDÜL: D eğişm e. Başkalaşma.
TALİ: 1. Sonradan gelen, 2. İkinci derece. TEBERRU : Bağış.
TA'LİM: 1. öğretm e, belletme, 2. Okutma, ders TEBERRÜK: Uğur sayma.
verme. TEBERRÜKEN Uğursayarak.
TA'LIMAT: Bir iş hakkında nasıl davranıla- TEBEYYÜN: Meydana çıkma. Görülüp anla-
cağını gösteren emir. şılma.
TAMA': Doymazlık. Çok isteme. Aç gözlülük. TE'BİD: Ebedileştirme.
TANZİF: Temizleme. TEB ŞİR: Müjde verme. Müjdeleme.
TANZİM. 1. Sıralama, sıraya koma, dizme, 2. TEBZİR 1. Dağıtma, serpme, 2. İsraf.
Düzen verme. TECAVÜZ: 1. ötesine geçm e, aşma, atlama.
TANZİR: 1. Benzetme, 2. Benzerini meydana TECDİD: Yeni etme. Yeniletme. Yenileme.
getirme. TECEDDÜD: Yenilenme. Tazelenme.
33
TECELLİ: 1. Görünme, 2. Tann kudret ve TEKDİR: 1. Bulandırma, 2. Kederlendirme,
sırrının kişilerde ve eşyada eserinin görünmesi. Keder verme, 3. Azarlama.
3.Tann hıtfuna uğrama.. TEKEBBÜR Kibirlenme, ululuk satma.
TECERRÜD: 1. Soyunma, 2. Her şeyden boş TEKELLÜF: 1. Güçlüğe katlanma, 2. özenm e,
olma, 3. Bütün ilgilerden geçip Tanrıya bağ- gösterişe kapılma, 3. Gösteriş, üzenti. Yapma-
lanma, 4. Evlenmeyip bekâr olarak yaşama. cık davranış. Bilâ tekellüf, b î tekellüf, külfet-
TECEVVÜZ: 1. Caiz olmıyanı caiz görme, siz, sıkıntısız, üzenmeden.
2. Sözü mecaz olarak söyleme. TEKELLÜM Söyleme. Lâkırdı etme.
TECEZZİ, TECEZZÜ: Eczaya ayrılma, parça TEKEMMÜL: Olgunlaşma. Kemale ge! .ıe.
parça bölünme. (Jfalanma. TEKESSÜR: Çoğalma.
TEÇHİZ: Gerekli şeyleri tamamlama. Donatma, TEKESSÜR Kırılma.
donatım. TEKEVVÜN: Var olma. Meydana geline.
TECVID: Kuran'ı okuma kurallarını yazan TEK FİN:K efene sarma. Kefenlenme.
kitabın adı. Bu okum ayı öğreten bilim. TEKLİF: Eziyetli bir şey isteme.
TECVİZ: İzin verme. Yapılmasına razı olma. TEKRİM. Ululama, saygı gösterme.
TEDAHÜL: 1. Birbiri içine girme, 2. Bir tak- TEKRİMEN: Saygı göstererek. Saygı olarak.
sitin ödenmeden öbürünün gelmesi. Ödenmede TEKSİR Kırma.
gecikme. TEKVİN 1. Var etme, 2. Yaratma. Alem-i
TEDBİR. 1. Bir işin sonunu düşünerek başarı- tekvin, vücut ve hudus âlemi.
sını sağlama çaresine vaşvurma, 2. Bir işin TELAFFUZ: Bir harf veya kelimeyi seslerini
başarısı için düşünülen y o l. iyi çıkararak söyleme.
TE DİB: 1. Terbiye verme, eğitm e, 2. Edep- TELAFİ: Elden çıkmış bir şeyin veya o değer-
lendirme, Terbiyesini verme. de olanın yerine getirilmesi.
TEEDDÜB: Edeplenme. Çekinme. TELAKİ: Birbirine ulaşma. Kavuşup birleşme.
TEEFFÜF: ö f ö f diye sıkıntıyı belli etme. TELBİYE: Hacıların ziyaret sırasında "Leb-
TEEHHÜL: Evlenme. beyk ' diye seslenmeleri.
TEELLÜM Kederlenme. Eseflenme. TELEF: 1. Yok etme, öldürme, -2. Bozma.
TEENNİ: Yavaş davranma. Yavaşlık. Gecikme.
TEFAHHUR: övünme, kurulma. TELEHHİ: Oynama. Oyunla vakit geçirme.
TEFAHUR: övünme. TELEVVÜN: Renkten renge girme. Renk
TEF AVÜT: İki şey arasındaki fark. değiştirm e, 2. Döneklik. Kararsızlık.
TEFECCÜR. Tan yeri atma, fecir zamanı TELEZZÜZ: Tat alm'a. Zevke gitme. Hazzetme, s
olma. TELİF AT: Yazılmış eserler.
TEFEDDÜTEN Tamâ. TEMAŞA: 1. Bakıp seyretme, 2. Gezme.
TEFEKKÜR: Düşünme. Akıl yorma. TEMAYÜL: Bir tarafa eğilme, çarpılma.
TEFERRU': 1 Dallanıp budaklanma, 2. Birçok TEMAYÜZ: Yükselme, üstün olma.
bölüme ayrılma. TEMELLÜK: Yaltaklanma.
TEMETTÜ': Kâr etme, kazanma.
TEFE'ÜL: 1. Uğur sayma, 2. Fala bakma, fal
açma. TEMLİK: Birine mülk kazandırma. Mülkü ona
TEFRİK: 1. Ayırma, 2. Ayrı tutma, seçme. verme, onun üstüne etme.
TEFRİŞ 1. Yayma. 2. D öşem e. TEMYİZ: 1. Ayırma, seçme1, 2. İyiyi kötüden
TEGAYÜR: Birbirine karşıt olma. ayırdetme.
TEGAYYÜR: Başkalaşma. Karşıt olma. TENAHNUH: Boğazını tekrar tekrar hınldatıp
TEHALÜK: İstekle atılma. Tehlikeye aldırma- soluma.
ma. Birbirini çiğneyecek gibi koşuşma. TENASÜL: 1. Birbirinden doğuş üreme.
TEHAVÜN: Aldırış etmeme. Önemsiz görme. 2. Türeme, nesil yetiştirme.
Hafifseme. TENBİH: 1. Uyandırma, 2. Sıkı emir verme.
TEHECCİ: Heceleme. TENCİS: Mundarlaştırma.
TEHİ, TEHİY Boş Tehidest, eü boş, züğürt. TE N E ŞŞÜ R : l.Haber yayılıp duyulma, 2. Ce-
TEHİR: Geriye bırakma. Geciktirme. naze yıkanma.
"TEHNİYET: Kutlama, mübarekleme. TENEVVU': Birkaç çeşit olma, çeşit çeşit.
TEHZİB: Düzeltme. Temizleme. İslah etme. TENEVVÜR: Parlama, ışıldama.
TEKABÜL: 1. Karşı karşıya gelme. Yüzleşme, TENFİR. İğrendirme, tiksindirme.
2. Karşılık olma, bir şeye karşılık olm a veya TENFİS: Soluklandırma.
yerini tutma. TENKİT: Kötüsünü çıkarma, temizleme.
TENKİD: Tenkid.
TEKÂMÜL: Olgunlaşma.
TENMİYE: Nemalandırma.
TEKARÜB: Birbirine yakın geime, yaklaşma.
TENNUR: 1. Fırın, 2. Fransızcadan etüve kar-
TEKASÜL: Üşenme, kayıtsızlık.
TEKBİR. 'Allahü ekber" (Tanrı uludur) şılığı.
TENVİR: Aydınlandırma.
sözünü söyleme.
34
TENZİH: 1. Kabahat ve eksiği yok etme, TEŞRİ': 1. Peygamberin şeriate dair buyruk-
2. Tanrının hiçbir eksikliği ve insan niteliği ları.
bulunmadığına inamp bunu söyleme. TEŞRİH: 1. Açma, yayma, inceden inceye
TENZİL: 1. İndirme, aşağılama, 2 . Azar azar didikleme. 2. Bir ölü gövdesini kesip parçalara
indirme. ayırma, otopsi. 3, Anatomi, 4. İskelet.
TERAKKİ: 1. Yukarı kalkma, yükselme, 2. TEŞRİK: 1. Ortak etme, 2. (Tanrıya) ortak
Çoğalma, artma, 3. İlerleme. İleri gitme, 4. koşma. Teşrik-i mesai, işbirliği.
Bilgi ve -medeniyette ilerleme. TEŞRİK: Pastırmanın güneşte kurutulması
TERAVİH Ramazan geceleri yatsı namazından Eyyam-üt-teşrik, çöl Araplarınm kurban et-
sonra kılman yirmi rekâtlık namaz. lerini kuruttukları zilhicrenin on bir, on iki ve
TERCİH: Bir şeyi ötekinden üstün tutma, daha on üçüncü günleri.
ziyade beğenme. Tecrih bilâ müreccah, sebep- TEŞVİK. Şevklendirme.
siz bir üstün tutma. TEŞYİ': Uğurlama, Selâmetleme.
TEREKE TERİKE: Bir ölünün bıraktığı mal- TETAVVU': Nafile namazı kılma.
ların hepsi. Tereke. TETAYÜR: 1. Uçuşma, uçuşup dağılma.
TEREKKÜB: Birkaç parçadan meydana gelme. TEVAFUK: Uyma. Uygun gelme.
TERESSÜL: Acele etmeden yavaş yavaş yapma TEVAFÜR: Çoğalma, artma.
TERETTÜB: 1. Sıralanma. Sırası gelme, 2. TEVAKKİ: Sakınma, çekinme.
Gerekme, 3. Sonuç olarak çıkma. TEVAKKUF: 1. Durma, 2. Olması bir şeye bağ-
TERGIB: İstek verme, isteklendirme. lı. O olmadıkça öteki olamaz
TEVALİ: Arası kesilmeden sürüp gelme. Bir-
TERK: 1. Bırakma, koyverme, salıverme,
biri arkasından gelme.
2. Vazgeçme.
TEVARİ: Bir şeyin arkasına gizlenip görünmez
TERTİB: 1. Sıralama. Sıraya koyma. 2. Hazır-
olma.
lama, 3. Düzen. TEVARÜD: Birbiri arkasından gelme. Her
TERVİÇ: 1. Değerini artırma, 2. Geçirme,
taraftan gelip birikme.
yaptırma. TEVASUL: Ulaşma. Birleşme.
TERVİHA: Ramazan geceleri kılınan namazın TEVATÜR: Bir haberin ağızdan ağıza geçerek
her dört rekâtı.
yayılması.
TERVİYE: Sulama. Su verme.
TEVAZU': Alçakgönüllülük.
TESANÜD: Dayanışma.
TEVBE, TÖVÖE: Bk. Tövbe.
TEŞBİH: 1. Süphanallah' sözünü söyleme. TEVCİH: I. Yönetm e. Döndürme, 2. Bir kim-
2. Tespih.. seye bakma veya söz atma, 3. Mâna verme,
TESBIHAT: 1. Tespihler, 2. Dualar.
yorumlama.
TESEHHÜR: Gece uyuyamama. Uyanık kalma. TEVDİ': 1. Bırakma, emanet etme. 2. Vedalaş-
TESETTÜR: örtünme, gizlenme.
TESE'ÜL: Dilenme. ma.
TEVECCÜH:!. Yönelme. Doğrulma. Bir yoııe
TESHİR: Zaptetme, ele geçirme. doğru gitme. 2. Gelme, yanaşma, 3. S ev ş,
TESHİR: Büyü yapma. Büyüleme.
hoşlanma. İyi gözle görme.
TES’İR 1. Narh koyma, 2. Ateşi yakıp alev-
lendirme. TEVEHHÜM. Kurma, sanma. Asılsız şüpheye
TESLİHAT: Kolaylık. düşme.
TESKIYE: 1. Su verme, suvarma, 2. Sulama. TEVEHHÜS: Bir işe dikkatle koyulma.
TESLİMİYYET: Boyun eğme. Teslim olma. TEVEKKÜL; İşi Tanrıya bırakıp kadere razı
TESMİ': İşittirme, duyurma. olma, güvenme.
TEŞEFFİ: 1. İyi olma, 2. Rahatlanma, ö c TEVELLÜD: Doğma.
alma. TEVERRUK: Yapraklanma.
TEŞEHHÜD: Namazda oturulduğu zaman TEVEYYÜL: Vaveyla etme. Bağırıp, ah etme.
''ettehiyyat1' suresini okuma. TEVFİK: 1. Uydurma. Uygunlaştırma. 2.
TEŞETTÜT: Birçok dallara ayrılma. Ayrılaş- Tanrı yardımı.
ma, çatallaşma. TEVHİD: 1. Birak şeyi bir etme, birleştirme,
TEŞE'ÜM: Uğursuz gözüyle bakma. 2. Birliğine inanma, bir sayma, 3. Lâilâhe
TEŞHİR 1. Şöhretlendirme, 2. Bir şeyi her- sözünü tekrarlama.
kesin göreceği gibi yayıp gösterme, 3. Silâh TE'VIL: Bilinen anlammdan başka bir anlamla
çekm e, 4. Bir suç sahibine verilen ibret olmak yorumlama. Başka mâna verme.
üzere, herkese gösterilme cezası. TEVKİL: Birini vekil etme.
TEŞKİL: 1. Bir şeye şekil, suret verme, 2. TEVKİD: 1. Doğurma. 2. Doğurtma.
Vücut verme, meydana getirme. TEVLİYET: Vakıf işine bakma görevi. Müte-
TEŞMİ': Iialmumuna batırma. Mumlama. vellilik.
TEŞMİL: 1. Ehrama bürünme, 2. Genişletme, TEVVAB: Kullarının tövbesini kabul eden
şümullendirme. Tanrı.
35
TEYAKKUN: Tam ve iyiden iyi bilme. TÖHMET: İşlenildiği sanılan henüz gerçekliği
TEYAKKUZ: 1. Uyanma. Uykudan kalkma, meydana çıkmamış suç.
2. Uyanıklık, göz açıklığı. TÖVBE, TEVBE: Tövbe.
TEYEMMÜM: Su bulunmadığı yerde temiz TÖVBEGÜZAR: Tevbe edici olan.
toprak ve başka şeylere ellerini sürerek aptes TÖVBEKAR: Tövbeli, tövbe etmiş.
almak. TÖVBEKARİ: Tevbe etme.
TEZELLÜL: Zillete katlanma. Kendini alçak TÖVBEŞİKEN: 1. Tövbesini bozan, 2. Her-
tutma. Alçalma. kesin tövbelerini bozduran.
TEZEVVÜC: Evlenme. Kadm e ş alma.
TEZKIR: Hatıra getirme, hatırlatma. TUĞYAN: I. Taşma, taşkınlık, 2. Azgınlık.
TEZKİYE: Temize çıkarma. Ayıptan temizlen- TUHFE: 1. Armağan, 2. Yeni çıkma, görül-
me, 2. Birinin halini tanımayanlardan soruş- memiş güzel şey.
turma, 3. Malın zekâtı& verme. TUL: 1. Uzunluk, boy. 2. Zaman çokluğu
TEZVİR: 1. Yalan karıştırma, 2. Dolandırma. 3. Çokluk, 4. Boylam
Hile kullanma. TULANİ: Boyuna.
TEZYİN: Süsleme. TULU: 1. Doğm a. Bir gökcisminin doğudan
TİLAVET: Güzellik, güzel olma. Sevimli olma. görünmesi. İ . Görünme, meydana çıkma.
TIYNET: Yaradılış. Zihne gelme.
TİLAVET: Güzel sesle ve kuralla (Kuran) TUHR: Kadının iki aybaşı arasındaki temizlik

u
okuma. devresi.

UBUDIYYET: 1. Kulluk, kölelik, 2. Bağlılık, Kâabe'yi Mekke ile öteki kutsal yerleri ziya-
aşırı mensupluk. ret etme.
UBUSET: Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı, somurt- UMUM: 1. Genel olma, 2. Hep, herkes. Ale-
kanlık. lumum, genel olarak, bütün; bilumum,hep,
UCB: Kendim beğenm işlik. Kibir gurur. herkes, ayırt olmadan.
UMUMÎ, UMUMİYYE: Umuma, herkese müte-
UHDE: 1. Söz verme. Bir işi üzerine alma, 2.
Bir kimsenin üstünde olan iş. 3. Becerme, yap- allik, herkesle ilgili.
ma, 4. Sorumluluk. UMUMİYYET: Umumilik, genel oluş.
UHDELERİNE D Ü ŞEN : Üzerine aldıkları. UNF: Sertlik, kabalık.
UHREVI, UHREVİYYE: Ahirete ait, ahiretle URUZ: 1. Arzlar, 2. Bildirmeler, 3. Enlemler.
URVE: Kova kulpu. Kulp.
ilgili.
USR: 1. Güçlük. Zor iş, 2. Sıkıntı, kıtlık.
UKAD^Düğümler.
USUL: I. Bir ilim veya tekniğin asıl konusun-
UKUBÂT: Cezalar, azaplar.
dan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bil-
ULUHİYYET, ÜLUHİYYET: Tanrılık, Allahlık
gileri, 2. Başlangıç, 3. Tertip, düzen. Usul ve
ULÖLAZM: Azim sahipleri. Peygamberliklerini
furu, bir kimsenin ataları ve çocukları kendin-
büyük bir dikkatle yerine getirmiş olan Nuh,
den evvelkilerle sonrakiler.
İbrajıim, Musa, İsa ve Muhammet.
USULI, USUIİYYE: Usule ait, usulle ilgili.
ULULEIJJAB: Akıl sahipleri.
UYUB: Ayıplar, utanacak haller. Setr-i uyub,
ULUM İlimler, bilimler. ayıpları örtme, gizlemek.
ULVİ, ULVİYYE: 1. Yüce, 2. Göğe veya
UZLET: Bir tarafa çekilip kendi kendine tenha
mânevi âleme mensup.
oturma. <|5gS
ULVİYYAT: Mânevi yücelikler. UZMA: Büyüt. Ulu.
ULVİYYET: Yücelik, yükseklik. Büyüklük.
UZV: 1. Canlıyı meydana getiren parçaları
UMRE: Hacılık için belli olan vaktin dışında
beheri. Üye, organ.

m m

U
ÜLFET: 1. Alışma, kaynaşma, 2. Görüşme, topluluğu.
konuşma, 3. Dostluk. ÜMMİ, ÜMMİYYE: Anasından doğduğu gibi
ÜLUHİYYET: Tanrılık. öyle kalıp okuyup yazma öğrenmemiş kimse.
ÜMEM: Ümmetler, insanlar, insan toplulukları. Ümmi-i sadık, Hazreti Muhammed.
ÜMMET: 1. Bir dille konuşan insanların hepsi, ÜNSİYYET: Alışkanlık sokulganlık. Düşüp
2. Bir peygamberin hak dine çağırdığı insan kalkma.

36
V
VEHM: 1. Esassız, bâtıl fikir, 2. Şüphe, kurun-
tu, 3. Yersiz korku.
VE İLLA: Yoksa.
VEKALET: Başkasının işini görmiye memur
VACİB: 1. Bırakılması caiz ve mümkün olmı-
olma, vekillik.
yan, yapılması gerekli. 2. Dince yapılması ge-
VELAYÂ: Veliler. Ermişler.
rekli olan, farzdan sonra gelen emir derecesi. VELEV: Olsa da, hatt â bile.
VELHASIL: Sözün özü, sonuç, kısaca.
VACİBE: Diıi bakımından vacip olma dere-
VELİ, VELİYYE: 1. Sahip, 2. Küçük çocuğun
cesinde gerekli şey.
işlerine karışan, halinden sorumlu olan kimse,
VA'D: Söz verme, üste alma.
3. Ermiş Veliyy-ül-emr, emir sahibi, âmir.
VAHİ, VAHİYE: B oş, mânâsız önemsiz.
VERA' VERAAT: Korkak olma. Sakınma,
VAHİD, VAHİDE: Tek, bir.
çekinme.
VAHID: 1. Yalnız, tek, 2. Benzen olmıyan.
VERA: 1. Arka, 2. ö te .
VAHY: Bir fikir veya buyruğun Tann tara-
VERA1: Haramdan kaçınma. Din buyruklarına
fından bir peygambere duyurulması. Evliyanm-
bağlılık.
ki keşf'tir. Vahy-i münzel, Kuran. Emin-ül-
VERA: 1. Halk, âlem, "2. Yaratıklar, hyr-ül-
vahy, Tann tarafından peygambere vahy getir-
vera _ (yaratıkların hayırlısı). Hazreti
meye memur Cebrail.
VESİLE 1. Y ol, vasıta, 2. Fırsat, ara, 3. Baha-
VAKAHAT, VİKAHAT: Arsızlık, utanmazlık,
ne, sebep.
küstahlık.
VESVESE: Şüphe, tereddüt. İç rahat etmeme,
VAKAR, VEKAR: Ağırlık, onuru koruma.
kuruntu.
Onurlu olma.
VİLA': 1. Birbirinin ardı sıra gelmek. 2. Ah-
VAKF: Duruş, durma. Kımıldanmama.
baplık, dostluk.
VAKIA: 1. Olan madde, düşkü, 2. Rüya, düş.
VİLÂD: Doğurma.
VAKIYYE Dört yüz dirhemlik tartı.
VİRAN: Yıkık.
VAKT: 1. Zaman, vakit, 2. Saat, günün muh-
VİRANE: 1. Yıkılmış yapı kalıntısı, 2. Eski.
telif saatleri 3. Mevsim, 4. Uygun zaman.
VİTR: Tek olan şey. Salât-i vitr, yatsı nama-
VAKTA Kİ: O vakit ki, ne zaman ki, olduğu
zından sonra kılınan üç rekât namaz.
vakit. VUKU': I. Düşme, olma, 2. Raslama, gelip
VASF: Bir kimse veya nesnenin hali, sıfatı. çatma, 3. G eçm e, olm a Vuku-i-hal, bir olayın
VASIL: 1. Erişen, ulaşan, 2. Kavuşan.
çıkış ve geçicişi; adım-ül-vuku, hiç olmıyan,
VATAN: Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer.
olması imkânsız; kesir-ül-vuku, çok, sık sık
Vatan-i sani (ikinci vatan) sonradan yerleşilen olan, nadir-ül-vuku, seyrek raslanan.
yer. VUKUF: 1. Durma, duruş. 2. Bir halde durma,
VA'Z, VAİZ: Din öğütlemek.
artıp eksilmeme.
VAZ': 1. Koma, bırakma, 2. Tâyin etme, VUSTA: Orta.
3. Kurma, icat etme, 4. Duruş, davranış.
VUZU': Abdest alma.
VÂZI': 1. Koyan, 2. Kuran, temel koyan. VÜCUB: Vacip ve gerekli olma. Bırakılması
VEBAL: Bir davranışın ahiretçe olan sorum- mümkün olmama.
luluğu günah. VÜCUBI, VÜCUBİYYE: Vücuba ait, onunla
VECD: Kendinden geçecek derecede dalgın- ilgili.
lık. Kendinden geçecek derecede Tann segi- VÜCUD: 1. Bulanma, var olma, varlık, 2.
sine dalma. Yüksek heyecan. Vücud, cisim gövde, beden.

Y
VECH: 1. Yüz, surat, 2. Üst taraf, 3. ö n , alın,
4. Tarz, üslup, 5. Sebep, 6. Vasıta.
VEÇHİLE: Sebeple, vesileyle, noktayı nazar.
YAKIN: Kesin olarak bilme, uzak olmıyan.
VEÇHE: Yüz, Yan, taraf.
Hakk-el-yakın, gerçekliğine hiç şüphe olmı-
VECİBE: Gerek ve vacip olan şey. Borç hük-
yan; ilm-el-yakın, kesin olarak edinilmiş bilgi,
münde olan görev, ödev. Yapılması gereken şey.
kesb-i yakın, kesin olarak öğrenme,
VEDD, VÜDD: Sevgi.
VEDİA Emanet. Saklanılmak üzere bırakılan bilme.
şey. Vediat-ullah, 1. Tanrı emaneti olan halk, YARLIGANMAK: Esirgenmek.
YE'S: Ümitsizlik. Ümit kesme.
2. Ruh, can.
YEVM: 1. Yirmi dört saatlik zaman gün. 2.
VEDUD: Pek ziyade muhabbetli, pek şefkatli. Gündüz. Yevm-i kameri, ayın; -nücumi, bir
VEFA': 1. Sözde d-ırma, 2. Sevgi ve dostlukla yıldızını; -şemsî, güneşin meridyene ilk defa
durma, 3. Yetişm e, yetme, 4. ödem e. gelmesi arasındaki zaman; -şekk, ramazan ayV
VEFK: 1. Uyma, uygun gelme. nm ispatlanamıyan günü, yevm-üs-sual, kıyamet
VEHHAB: Çok çok ihsan eden ziyade bağış- günü.
layan. (Tann sıfatlanndadır). YEVMİ, YEVMİYYE: Gündelik.
YÜSR 1. Kolaylık, rahat, 2. Zenginlik. 37
ZABT: 1. Sıkı tutma, 2. İdaresi altına alma,
z
ZEBİHA: 1. Kurbanlık hayvan, 2. Boğazlanan
kendine mal etme. hayvan.
ZA'F: Hemen öldürme. ZEBR: 1 .Kitap, cüz. 2. Kitap yaprağı, 3.
ZA'FERAN: Safran. Yazı yazma.
ZAHİB: 1. Gidici, giden, 2. Bir fikir veya sanı- ZEBUN: Zayıf, güçsüz, kuvvetsiz.
ya uyan, kapılan. ZECR: 1. Yasak etme, yaptırmama, 2. Zor-
ZAHİD, ZAHİDE: Din emirlerine aşırı bağlı lama, zorla yaptırma, 3. Angarya işletm e, 4.
bütün düşüncesi bu emirlerin yerine getirilmesi Eziyet. Sıkma.
olan. ZEBAH 1. Gitme, 2. Bir fikir ve sanıya uyma.
ZAHİR Parlak, parlak yıldızlar. Sapma, 3. Bir fikir veya samda bulunma.
ZAHİR Dolu ve taşkın . ZEKAT: İslâmm beş şartından biri, mal ve
ZÂHİR, ZÂHİRE: Meydanda olan . A çık, belli, paranın paklığığını ve helâlliğim sağlamak
görünür. için kırkta birinin her yıl sadaka olarak dağıtıl-
ZAHİR: Bir şeyin dış görünüşü, Meydanda olan ması.
suret. ZEKÂVET: Dindarlık.
ZAHİR: Arka çıkan, yardımcı. ZEKAVET: Zekâ. Zekilik.
ZAHİR ZUHAR: İ ç sürgünü, dizanteri- ZELİL: 1. Ayağı kayan, 2. Sözünde hata eden,
ZAHİREN: Meydanda olarak, görünüşte. 3. Tatlı, hafif, sâfi su.
ZAHİRİ ZAHİRİYYE: Dıştan görünen, Mey- ZELİL: Hor, hakir, alçak.
danda olan. ZELİLANE: Zelil bir surette. Alçakça, aşağı-
ZAHMET: 1. Sıkıntı, rahatsızlık, 2. Zor, güç, lanarak.
3. Yorgunluk. ZEMM, ZEM Birinin kötülüğünü söyleme.
ZAİD ZAİDE: 1. Artan, artıran, 2. Fazla, ge- Ayıplama, yerme, çekiştirme.
reksiz. ZEMZEM: Kâabe yanında ünlü bir kuyu. Ab-i
ZAİL, ZAİLE. 1. Sona eren, sürekli olmıyan. Zemzem Zemzem kuyusu suyu.
2. G eçen, geçm iş olan. ZERRE: Pek küçük parça.
ZAİR, ZAİRE: Ziyaret eden, görmiye, hatır ZEVAL: 1. Zail olma, sona erme, 2. Aşağılama,
sormıya giden. inme. 3. Bir nesne yerinden ayrılıp geçm e. 4.
ZAM, ZAMM: 1. Katma, ekleme, 2. Artırma Güneşinbaşucunda bulunma zamanı.
fazla olarak verme. ZEVALİ: Zeval ile ilgili, zevale ait. Saat-i
Z AM ANa ZEM AN: Zaman. zevali, öğle vaktini esas alan saat.
ZAMANI: Zamanla ilgili. ZEVAT: Zatlar, kimseler.
ZAMIN: Kefil olan. ZEVÇ: 1. Çift. İki şeyden meydana gelen takım
ZAMIN Tazmin eden, kefil olan. 2. Bir çiftin beheri, eş, 3. Koca ve karnım
ZAN, ZANN: 1. Sanma, sanı, 2. Şüphe, kesin beheri.
bilmeme, 3. Şüphe, işkil. ZEVCAT: Kadın eşler.
ZÂNİ, ZÂNİYE: Zina eden erkek veya kadın. ZEVCE Kadın eş.
/A N M - Zanna ait, zan ile ilgili. ZEVCEYN: Kadın ile erkek çift.
ZARAFET: Naziklik, incelik. Davranış ve söy- ZEVCİYYET: Kocalık, karılık. Karı koca hali.
leyiş, giyim kuşam inceliği.
ZARURAT: Zaruretler.
ZIMN: 1. İç taraf, 2. Açıktan anlatılamayıp,
ZARURE, ZARURET: 1. Çaresizlik, 2. Yok- öteki sözlerden çıkarılan gizli maksat, 3.
sulluk, fakirlik, 3. (Dince) Yasak bir şeyin
Maksat, istek.
yapılmadığı halde ölüm veya ölüme yakın
ZIMNEN: Açıktan olmıyarak, dolayısiyle.
durumda onun işlenmesi. Bizzarure, çaresiz
ZIMNİ, ZIMNİYYE: Açıktan olmıyarak dola-
ister istemez. ^
yısiyle anlatılan.
ZARURÎ, ZARURİYYE: İster istemez olacak
ZINDIK: Tanrıya ve ahiretc inanmıyan.
olan mecburi iş.
ZATI, ZATİYYE: 1. Cevhere, asla ait olan, son-
radan olmıyan, 2. Bir kimsenin kendine, şah- ZİFAF: Gerdeğe girme.
sına mahsus olan, özel. ZİH AY AT: Yaşar, canlı.
ZATİYYAT: Zata, şahsa ait işler. ZİKR: 1. Anma, hatıra getirme, 2. Ağıza alma,
adını söyleme, 3. Anlatma, ifade etme, 4. övm e
ZEBH: 1. Boğazlama, kesme, 2. Kurban kesme, iyilikle anma, 5. Tann adlarını anma, böylece
3. Baş ile boyun arasındaki eklemi kesme, gerçeğe doğru yönelm e, Zikr bilhayr, hayırla
ayırma. anma zikr-i cemîl, güzelliğini, iyiliğim anma.
ZEBÎH: Kesilmiş veya kesilecek kurban. ZİLAL: Zeliller. Hor ve hakir olanlar.
38
1
ZİLHİCCE: Arabî ayların on İkincisi olup önce, salat-üz-zuhr, öğle namazı; vakt-i zuhur,
onuncu günü Kurban bayramıdır, hacı olma öğle zamanı.
töreni bu ayda yapılır. ZUHUR: 1. Görünme, meydana çıkma, 2. Bel-
ZİLKADE: Arabî ayların on birincisi. li olma.
ZİLLET: Alçaklık, aşağılık. ZULM: Zulüm Haksızlık. Eziyet.
ZİMMET: 1. Sahip çıkma, koruma, zorunda ZULMET: Karanlık.
kalma.^2. Üst, üstte olan şey. 3. Borç. ZÜHD: Her türlü hazdan kendini alıkoyarak
ZİMMI: 1. İslâm devleti uyruğu olan hıris- perhiz etme. Kendim ibadete verme.
tiyan, 2. Haraç veren. ZÜKUR: Erkekler.
ZİNA': Kanunsuz çiftleşm e. ZÜKÛRET: Erkeklik. Zükûret ve ünuset,
ZİRA: "Çünkü, şundan ötürü" anlamlı edat. erkeklik ve dişilik.
ZİYNET, ZİNET: Süs. ZÜMRE: 1. Cemaat, 2. Topluluk, 3. Smıf,
ZUHR, ZUHUR: ö ğ le, ö ğ le zamanı. Bâd-ez- 4. CinSj 5. Grup.
zuhr, öğleden soma; kabl-ez-zuhur, öğleden ZÜRRIYET: Kuşak, soy, nesil.

M Ü ELL F N b a sil m i o l a n ese r l e r in d e n


B A Z IL A R I

T - M U V A Z Z A H IL M I K E L A M D E R S L E R
2 - N ES A Y H K U R'A N Y E
(K ur'a n d a n Dersler ve ö ütler) (3 0 Mevi z e)
3 - A H L A K SL A M Y E
4 - SÛREY FET H T EFS R
5 - B Ü Y Ü K SL Â M L M H A L
6 - ES H A B I K R A M H A K K I N D A M Ü S L Ü M A N L A R I N N E Z H
T K A T L A RI
a;
7 - H U K U K U S L A M Y E V E S T L A H A T I F K R Y E K A M U S U (8 C ilt)
8 - T E F S R T A R H V E T A B A K A T Ü L M Ü F E SS R N
as 9 - H K M E T G O N C A L A R I = 5 0 0 Hadisi e rif
1 0 - SL A M H U K U K U N D A M A N E V Z A R A R L A R I N T A Z M N
11 — D N B L G L E R (Se k i z f e n n e a it imte han reh beri)
1 2 - B R A M ER K A LIN IN S U A LL ER N E C E V A PL A R
1 3 - L M T E V H D (A k a id i slâ m iyye)
1 4 - K U R A NI K ER M N T Ü R K Ç E M E A L A L S V E T E F S R

2
■**»
+•0

39

You might also like