Professional Documents
Culture Documents
Yüzyilda Osmanli Devletinde Diş Borçlanma Ve Düyunu Umumiye İdaresi
Yüzyilda Osmanli Devletinde Diş Borçlanma Ve Düyunu Umumiye İdaresi
İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Maliye Anabilim Dalı
Maliye Bilim Dalı
SERKAN GEYİK
2501100502
İstanbul 2013
ÖZ
SERKAN GEYİK
ii
ABSTRACT
SERKAN GEYİK
Ottoman Empire, since its foundation until 1854, had experienced serious
economic and fiscal constrictions but in that periods it had never taken up on external
debt. However Ottoman Empire had not been able to make necessary development
while the rest of the world economies had been founding a new world order with the
industrialization and technological innovations.
The resource quest that had existed with fiscal crisis what experienced in
Ottoman economy, caused the first external debt when the date was 1854.
This external debts that taken up by Ottoman Empire, used for extraordinary
expenditures which existed after the Kırım War, rather than economical
development. In other words, external debt was not used for efficiency and
effectiveness of the domestic production resources. It had been used for a temporary
aim. With this first external debt, others had followed one after the other and The
Ottoman Empire closely became a country which was not able to live at non-
existence of the external debts.
This study is trying to the explain, how The Ottoman Empire, had not
indulged front the other European countries for five hundred years, became addicted
them along the thirty years before its collapse. On the other hand, with the increases
at external debts of the Ottoman Empire, the problems that are existed in the
economic and fiscal structure, the causes of these problems and the “Düyun-u
Umumiye İdaresi” that had founded by the Europen countries after the fiscal
bankrupt of the Empire, will be examined.
iii
ÖNSÖZ
Osmanlı tarihi geçmişten beri ilgimi çeken bir konudur ve bu konu üzerine
hep iyi bir araştırma yapmak, daha çok bilgi edinmek hayallerim arasındaydı.
Hazırladığım bu tez bu amacım için attığım ilk adımdı ve amacım için yardımlarını
hiçbir zaman eksik etmeyen Danışman Hocam Doç. Dr. Nazan Susam’a Teşekkürü
bir borç bilirim.
Bu konuda desteklerini ve dualarını eksik etmeyen Anneme ve Eşime ve tüm
sevdiklerime teşekkürlerimi sunarım.
iv
İÇİNDEKİLER
ÖZ………………………………...………………………………………………..…ii
ABSTRACK................................................................................................................iii
ÖNSÖZ........................................................................................................................iv
İÇİNDEKİLER.............................................................................................................v
GİRİŞ……………………………………………………………..…………………..1
1.BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİNİN İKTİSADİ VE MALİ YAPISI...………..….3
1.1. Osmanlı Devletinde İktisadi Yapı……………….……………………………….3
1.1.1. Osmanlı Ekonomisinin Temel Nitelikleri………………………….…………..3
1.1.2. Sanayi Devrimi Sonrası Osmanlı Ekonomisinde Meydana Gelen Değişmeler..7
1.2. Osmanlı Devletinde Mali Yapı………………………….……………..……….11
1.2.1. Osmanlı Devletinde Kamu Gelirleri..…………….………………………..…11
1.2.1.1. Osmanlı Devletinde Vergi Sistemi……………………………….………...14
1.2.1.1.1. Dini (Şer’i) Vergiler…………………………....…………………..……..15
1.2.1.1.2. Örfi Vergiler……………………………………………………………....17
1.2.1.2. Diğer Gelirler…………………………………………………………….…17
1.2.2. Osmanlı Devletinde Kamu Giderleri…………………….…………......…….17
v
2.2.1.3. Osmanlı Devletinin İhtiyaç Duyduğu Gelirleri İç Kaynaklardan
Sağlayamaması………………..…..….…………………………………………..…32
2.2.1.4. Devlet Kadrolarındaki Şişme……………………………………………….33
2.2.1.5. Dış Ticaret Açıkları…………………………………………………………33
2.2.1.6. Bütçenin Sürekli Açık Vermesi..…………….……………………………..36
2.2.1.7. Toprak Sistemindeki Bozulmalar…………………………………………..37
2.2.1.8. Üretim Yetersizliği ve Gelir Düşüklüğü……………………………………40
2.2.1.9. Ekonominin İçinde Bulunduğu Bunalım…………………………………...42
2.2.1.10. Borç Anlaşmalarıyla Sağlanan Gelirin Düşük Düzeyde Kalması…….…..44
2.2.2. Dış Konjonktürel Nedenler…………………………………………………...44
2.2.2.1. Dünya Ticaretindeki Değişmeler…………………………………………...45
2.2.2.2. Sanayi Devrimiyle Birlikte Avrupa’da Oluşan Sermaye Birikimi……........46
2.3. Osmanlı Devletinde Mali Yapıdaki Bozulmaya Yönelik Alınan Önlemler……49
vi
3.1.15. 1877 Borç Anlaşması…………………………………………………..……64
3.1.16. Rüsum-u Sitte İdaresi (1879-1880)………………………………………….64
3.1.17. 1881 Kararnamesi (Muharrem Kararnamesi)……………………………….65
3.2. Mali İflas Sonrası Alınan Borçlar………………………………………………66
3.2.1. 1886 Gümrük Borçlanması………………………………………………...…67
3.2.2. 1888 Balık Avı Borçlanması……………………………………...…………..67
3.2.3. 1890 Osmaniye Borçlanması…………………………………………………67
3.2.4. 1891 Borç Anlaşması…………………………………………………………68
3.2.5. Tömbeki Borçlanması………………………………………………………...68
3.2.6. 1894 Şark Demiryolları Borçlanması……...…………………………………68
3.2.7. 1896 Borçlanması…………………………………………………………….69
3.2.8. 1902 Gümrükler Borçlanması…………………………………………….…..69
3.2.9. 1903 Bağdat Demiryolu Borçlanması ve Balık Avı Borçlanması……………70
3.2.10. 1903 Dış Borçların Birleştirilerek Değiştirilmesi (Tevhid-i Duyun)………..70
3.2.11. 1904 Borç Anlaşması…………………………………………………..……71
3.2.12. 1905 Borçlanması ve Askeri Teçhizat Borçlanması………………………...71
3.2.13. 1908 II. Ve III. Tertip Bağdat Demiryolları Borçlanması…………………..72
3.2.14. 1909 Borç Anlaşması……….………………………………………………73
3.2.15. 1910 Soma-Bandırma Demiryolu Borçlanması……………………………..73
3.2.16. 1911 Hüdeyde-Sana Ve Gümrük Borçlanması……………………….……..73
3.2.17. 1913 Borçlanması ve Doklar Borçlanması………………………………….74
3.2.18.1914 Borçlanması……………………………………………………………74
3.3. 1854-1914 Döneminde Yapılan Osmanlı Dış Borçlanmalarının
Değerlendirilmesi……………………………………………………………………75
3.4. Düyunu Umumiye Yönetimi……………………………………………………77
3.4.1. Düyunu Umumiye Yönetiminin Elde Ettiği Ana Gelirler ve Gelişimleri……81
3.4.2. Düyunu Umumiye Gelirlerindeki Gelişimin Değerlendirilmesi……………...85
3.4.3. Sevr Anlaşması Sonrası Düyunu Umumiye Yönetimi……………………….86
3.4.4. Lozan Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden Gelen
Dış Borçları Kabullenmesi…………………………………………………………..87
3.4.4.1. Borçların Paylaştırılması Sonucu Türkiye’ye Düşen Borç Tutarı………….88
3.4.4.2. 1928 Paris Sözleşmesi ve Borçların Ödenmesi…………………………….89
vii
3.4.4.3. 1933 Paris Sözleşmesi………………………………………………………90
3.4.4.4. 1936 Anlaşması, 5 Yıllık Ödeme Planı ve Borçların Sona Ermesi……...…90
SONUÇ……………………………………………………………………………...91
KAYNAKÇA………………………………………………………………………..94
viii
GİRİŞ
Borçlanmaya neden olan sebepler ise; kalkınma için alt yapı yatırımları, dıĢ
ticaret açığı, bütçe açıkları vb. dir. AzgeliĢmiĢ ülkelerin tasarruf oranları yeterli
olmadığı için, yatırım harcamaları da yetersiz olacaktır. Buna bağlı olarak, milli
gelirin artıĢ oranı da düĢük olacaktır. Bu tür ülkelerde vergiden çok borçlanma
yoluna gidilir. Yatırımın olmadığı bir ülkede vergilendirmenin çok çeĢitli ve verimli
olması beklenemez. Çünkü vergilendirilecek yeterli sektör olmaması vergi
gelirlerinin düĢük kalmasına neden olur. Bu da o ülkeyi diğer bir gelir sağlama
yöntemi olarak dıĢ borçlanmaya yöneltir.
Osmanlı Devleti, kuruluĢundan 1854 yılına kadar geçen 555 yıl boyunca
birçok mali bunalımlar geçirmiĢ ve hiçbir zaman dıĢ borçlanmaya baĢvurmamıĢtır.
1
Ancak dünya ekonomilerinin teknolojik ve sanayi geliĢmeleriyle birlikte oluĢan yeni
düzen sonrasında, Osmanlı Devleti gerekli geliĢimi sağlayamamıĢtır. Ekonomide
yaĢanan mali bunalımlarla beraber oluĢmaya baĢlayan kaynak arayıĢları, 1854 yılına
gelindiğinde ilk dıĢ borç alımına neden olmuĢtur.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı ekonomisi için tarımsal üretimin çok büyük bir önemi vardı. Çünkü
tarımsal üretimin toplam üretim içindeki payı büyüktü. Buna bağlı olarak, çalıĢan
nüfus içinde tarım kesiminde çalıĢan nüfus fazlaydı. Tarımın ekonomiye katkısından
dolayı, Osmanlı Devleti sınırlarının geniĢliği, büyük Ģehirlerin giderleri, ordu
ihtiyaçları gibi nedenler, kaynakların doğru kullanımı için devletin ekonomi üzerinde
tam bir denetim kurmasını gerektiriyordu. Devlet, üretimden tüketime kadar tüm
ekonomik süreci denetim altına alıyordu. Öyle ki, hangi topraklarda ne tür ürün
yetiĢtirileceği devletçe planlanıyordu.
3
sağlandığı gibi, devlet ekonomik hayatı lonca teĢkilatı aracılığıyla
denetleyebiliyordu. Lonca teĢkilatıyla;
- Tezgahlarda satılan ürünlerin fiyat ve kaliteleri tespit ediliyor,
- Esnaflar arasındaki rekabeti kurallarla yasaklayarak kaynak kullanımını en
uygun değerde tutuyordu,
- Sınainin ihtiyaç duyduğu hammaddenin karĢılanması devlet denetiminde
tutulduğundan, fiyat artıĢları ve kıtlıklar önlenmiĢ oluyordu. Bununla birlikte üretim
aksamadan sürdürülüyordu.
4
hammadde fiyatlarının yükselmesine ve kıtlığa neden oluyordu. Ġlk etapta Osmanlı
Devleti bu tüccarlara karĢı yerli esnafı koruyucu bazı tedbirler almaya çalıĢsa da
vermiĢ olduğu kapitülasyonlar yüzünden buna engel olamıyordu. 18.yy ortalarına
doğru Osmanlı Devleti yavaĢ yavaĢ pazarını Batının sanayi ürünlerinin istila ettiği,
dıĢ dünyaya hammadde ihraç eden ve karĢılığında mamul madde alan ülke durumuna
geliyordu. Öte yandan dıĢ ticaret dengesizliğinden kaynaklanan Ģiddetli enflasyon
nedeniyle yükselen fiyatların etkisiyle Osmanlı para birimi akçe, değer
kaybediyordu. Osmanlı para birimi akçenin uğradığı değer kaybı katsayısının bütçe
rakamlarının ĢiĢmesinde büyük payı vardır. 1584‟e kadar yaklaĢık dört adedi bir
dirhem olan akçenin bu tarihten sonra sekiz, 17. yüzyılın ilk yarısında 10, ikinci
yarısında 12, son olarak 23 adedi bir dirhem ağırlığına kadar düĢmüĢtü (Tabakoğlu,
1985: 17).
Osmanlılar 17. yüzyıl baĢlarında nüfus ve vergi sayım geleneğine eski önemi
vermemekle birlikte fethedilen veya elden çıktıktan sonra geri alınan bölgeler hariç
yapılan sayımlar gelir kaynağını 30 yılda bir yeniden değerlendirmeye imkan
veriyordu. Vergilendirilecek nüfus ve vergi alınacak gelir kaynakları sayım
zamanındaki değerleriyle deftere geçiriliyordu. Defterde hazineye 1000 akçe gelir
sağlamakla görevli olan bir köy hep bu miktar akçeyi vermekle yükümlülüğünden
kurtuluyordu. Ancak hazine adına çalıĢan vergi muhassılları, voyvodalar, has
mültezimleri vs. ile dirlik sahipleri önünde bir seçenek daha vardı. Vergi nakit olarak
5
toplanabileceği gibi istek üzerine ürün olarak da toplanabilirdi (Tabakoğlu, 1985:
19).
7
kaynaklar lüks inĢa faaliyetlerinde ve büyük eğlencelerde israf ediliyordu
(Tabakoğlu, 1985: 21).
9
ithal ve ihraç gümrüğü olarak yüzde 3 gibi düĢük bir oranda uygulanıyordu. Ticaret
AnlaĢmasıyla birlikte kendi malını ihraç edecek olan Osmanlı üreticisinden yeni
vergi alımlarına gidileceği anlamına geliyordu (Sezgin, 2011: 48).
10
1.2. Osmanlı Devletinde Mali Yapı
Bir ülkenin mali yapısı ile iktisadi yapısı birbiriyle kusursuz iliĢki içindedir.
Ġki yapıdan birinde oluĢabilecek bir sorun, doğrudan diğerini de etkilemekte ve
yapısını bozmaktadır. Osmanlı devletinde bu iki yapı, bazı dönemlerde ufak
bunalımlar yaĢatsa da 16. yüzyıla kadar birbirini tamamlayan ve kusursuz iĢleyen bir
düzene sahipti. Bu dönemden sonra Osmanlı Devleti‟nin iktisadi yapısında meydana
gelen değiĢmeler, mali yapıyı da olumsuz etkiledi.
Diğer taraftan bütçe rakamları 16.yüzyılda yüz-iki yüz bin akçe iken 17.
yüzyılın baĢlarında devletin sürekli olarak artan harcamalarının baskısı altında
paraların da sık sık ayarlanıp düĢürülmesiyle nominal olarak yarım milyara ve
18.yüzyılın baĢlarında milyara, ortalarına doğru ise iki milyara yaklaĢmıĢtır
(Tabakoğlu, 1985: 16-17). Bu dönemden sonra Osmanlı Devleti‟nin iktisadi
yapısında meydana gelen değiĢmeler, mali yapıyı da olumsuz etkilemiĢtir.
12
Toprak kirası olarak devletin el koyduğu bölüm, köylünün üretiminin artık
değeridir. Bu artık değere devlet adına el koyan kiĢi tımarlı sipahilerdir. Tımarlı
sipahi artık değere, devlete karĢı hizmetinden dolayı el koymaktadır. Artık değer,
müslüman köylüden Ģer-i öĢür, gayrimüslimlerden ise cizye olarak alınırdı (Berkes,
1970: 63).
Tımar sahibi, artık değeri istediği gibi tasarruf etme olanağına sahip değildi.
Yine tımar sahibinin alacağı vergilerin sayısı ve oranı belli olmakla beraber, bunları
azaltmak ya da arttırmak tımar sahiplerinin yetkileri dahilinde değildi. Ayrıca, köylü
artık değeri ele geçiremediğinden elde ettiği bu değeri, yeniden üretime dahil ederek
tarımsal üretimi artırma olanağı bulunmuyordu. Tımar sahipleri sorumlu oldukları
bölgelerin bütün ihtiyaçlarını devlet adına karĢılıyor, bu görevi için maaĢını yine bu
vergilerden alıyordu. Yani devlet, tımar sistemiyle, bazı devlet memurlarının
maaĢlarını da karĢılıyordu. Toplanan vergilerin fazlalığı ise hazineye aktarılmak
üzere merkeze gönderiliyordu.
13
- Osmanlı vergi sistemi kurallar açısından açık ve net olmakla birlikte
sürekli ve basit bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Bu özelliği sebebiyle türü ve
miktarı kanunlar ile belirlenen vergiler, uzun süre önemli bir değiĢikliğe uğramadan
devam etmiĢtir. Genel olarak vergi çeĢitliliği çok fazla olmasından dolayı karıĢık bir
yapıya sahipmiĢ gibi görünse de sade ve anlaĢılabilir bir yapıdadır.
Osmanlı Devleti geniĢ bir coğrafyaya yayılmıĢ olması sebebiyle kamu geliri
açısından farklı dönemlerde farklı vergiler elde ediliyordu. Bu da Osmanlı
ekonomisinde gelir çeĢitliliğini sağlamakta ve kamu gelirlerine büyük katkı
sağlıyordu.
Osmanlıda vergiler niteliklerine göre, Ģer‟i vergiler ve örfi vergiler olarak iki
kısma ayrılıyordu. O dönemde, bugünkü gibi vergiye tabi kazancın miktarı ya da
servetin değerinin kiĢilerce beyanı söz konusu değildi. Bu nedenle, halkın devlete
14
ödeyeceği vergilerin cins ve miktarları kanunlarla önceden tespit ve buna göre
adlarına tahakkuk ettiriliyordu (Öner, 2005: 133).
Zekat: Ġslam‟ın 5 Ģartından biri olan zekat, kiĢilerin bazı mallarından bir
kısmının (kural olarak 1/40‟ının) belli sekiz grup kiĢiye karĢılıksız olarak
verilmesidir. Bir kiĢinin sahip olduğu hayvanlar, zirai ürünler, maden ve defineler ile
nakit (altın ve gümüĢ) ve ticaret malları zekata tabidir. Zekat mükellefi aslında bunu
kendisi doğrudan doğruya gruplar arasında paylaĢtırabilir. Zekat baĢlarda din bir
mükellefiyetti ve ibadetin bir kısmını teĢkil etmekteydi(Aksoy, 1998: 169). Fakat
sosyal yardım niteliğindeki bu dini mükellefiyet daha sonraları hukuki bir zorunluluk
halini alınca vergi Ģekline konularak (Öner, 2005: 136);
Aşar (Öşür): AĢar vergisi Osmanlı Devletinde önemli bir vergidir. Osmanlı
tarihinin büyük bir bölümünde yer alan aĢar vergisi Ġslami kurallar taĢıyan ancak
Osmanlı Devletinde farklı bir Ģekilde uygulanmasıyla dikkat çekmektedir. AĢar
vergisi Ġslami kurallara göre 1/10 oranında alınırken, Osmanlı Devletinde Ġslami
15
kuralların yanında çeĢitli bölgelerden devralınan tarihi miraslara, yerel örf ve
adetlere, mali ve ekonomik koĢullara göre belirlenmekteydi (Giray, 2010: 103).
AĢar vergisi ödeme gücüne göre alınan bir vergiydi. Elde edilen hasılanın
belli bir oranı üzerinden alınır ve o dönem herhangi bir hasıla elde edilmediği
takdirde vergi alınmazdı. Aynı zamanda elde edilen gelir ne kadar artar ise vergi de o
kadar artardı. Osmanlı Devleti bu verginin tahsilini tımarlı sipahilerin askeri ve idari
görevleri karĢılığı olarak veriliyordu. AĢarın kapsamına giren vergiler Ģunlardır; bağ
resmi, sıra resmi, bahçe ve bostan resmi, kovan resmi, ipek resmi, çayır resmi ve ağ
resmi vb (Falay, 2000: 63).
Haraci arazilerden alınan vergilere harac veya harac-ı arz deniliyor ve iki
kısma ayrılıyordu. Birincisi harac-ı muvazzaf, ikincisi harac-ı mukasemedir. Harac-ı
muvazzafta arazinin alanı esas alınarak ve herkesten eĢit olarak yıllık tahsil
ediliyordu. Harac-ı mukaseme ise arazinin verimliliğine göre mahsulünden yarıyı
geçmemek üzere alınırdı. Buna göre, haraç aĢardan ayrılıyordu. Ġslam hukukuna göre
aĢar denilen mükellefiyet arazi-i öĢriyye, harac denilen mükellefiyet araz-i,
haraciyye‟ye iliĢkin ise de, Osmanlı maliyesinin uygulamasında çift akçesi namına
16
alınan resme harac-ı muvazzaf, öĢür namına alınan resme harac- mukaseme
denilmiĢtir (Sudi, 1996: 40).
Örfî vergiler, daha çok Ģehirliyi bilhassa ticaret erbabını ve pazarlarla alakalı
kimseleri kapsamaktaydı. ġehirlerde tatbik olunan örfî tekâlif sekli, ticaret ve sanayi
faaliyetine dayanmakta olduğundan birçok vergi bu kısma dahil bulunuyordu.
Örf-i Vergiler; ülkenin her yanında ve yerine göre farklı isim ve biçimlerde
yani para, mal ve hizmet olarak alınıyordu. Bu nedenle de oldukça kabarık sayılara
ulaĢmıĢtı (Falay, 2000: 64).
18
toplumsal ve ekonomik bunalım ve vergi sistemindeki olumsuzluklar, yeni bir
sistemi gerekli kılan etkenlerdendir.
19
Tanzimat Fermanı ile hedeflenen merkeziyetçiliğin yerleĢtirilemediği ve modern bir
mali yapının oluĢturulamadığı söylenebilir (Tekir, 1987: 13).
1854 yılına kadar borç almadan yaĢayan Osmanlı Devleti para sistemindeki
yanlıĢ uygulamalar, devletin gelir ve gider dengesini sağlayamaması, sermaye
birikimi sağlayacak bir vergi sistemi kuramaması nedeni ile birçok mali bunalım
sürecinden sonra çökme noktasına geliyordu. Bu çöküĢün durdurulması ve devletin
ihtiyaç duyduğu gelirin sağlanabilmesi için önce Avrupa‟daki sermaye piyasalarıyla
bütünleĢmiĢ olan Galata Bankerlerini, daha sonra dıĢ borçlanmalara baĢvuruluyordu.
20
İKİNCİ BÖLÜM
21
2.1.1. İç Güvensizlik
Mali darlığın hem sebebi hem de bir ölçüde neticesi olan hususlardan birisi de
iç güvensizliktir. Halkın geçim imkanlarını daraltan iç ve dıĢ değiĢmeler, ticaret
yollarının değiĢmesi, tarım teknolojisinin geriliği ve verim düĢüklüğü, sınai
kapitalizmin etki alanına girmesi vs. devletin savaĢlarla yüklendiği ve çokluk ağırlığı
altında ezildiği tehlikelerin halka yansıması, ülkeden hemen hemen hiçbir zaman
eksik olmayan eĢkıya ve devlet adına iĢ görenlerin baskısı halkın toprağından ayrılıp
Ģehirlere göç etmesini bazılarının ise eĢkıyaya katılmayı bir geçim yolu olarak
benimsemesine yol açıyordu (Tabakoğlu, 1985: 217). Bir yandan halkın geçim
imkanlarını daraltan ekonomik ve konjonktürel geliĢmeler, bir yandan da savaĢların
çoğalması iç güvensizliği artıran baĢlıca nedenleri arasında gösterilebilir (ġeker,
2007: 120).
2.1.2. Ayaklanmalar
22
Osmanlı toplumu batılı tüketim kalıplarını yavaĢ yavaĢ kendine mal etmeye
baĢlamıĢtı. Bir zamanlar Avrupa gelenek ve göreneklerine kapalı olan bu toplum
artık batılı hayat tarzını temsil eden eĢyaları talep ve ithal etmeye baĢlıyordu.
Sarayda durum böyleyken halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve kıtlığın ülkenin
içinde bulunduğu gerginliği daha da arttırıyor ve bazen küçük bazen de büyük halk
ayaklanmalarının patlak vermesine neden oluyordu. Çıkan ayaklanmalardan bir
tanesi de bürokrasideki rekabet ve Ġbrahim PaĢa‟nın yakınlarını gözetmesidir.
Yüksek kadrolardaki tıkanma küçük bürokrat ve ulemanın hoĢnutsuzluklar
zümresine katılmasına neden olmuĢtu. Bu yaygın hoĢnutsuzluk ortamında tebrizin
düĢtüğü haberi kamoyundaki gerginliği daha da arttırarak ayaklanmaya sebep
olmuĢtu.(Tabakoğlu, 1985: 220).
23
Ġç güvensizliğin önlenmesi konusunda yayınlanan emirler tımar kesiminin
iĢlevini yitirmesinden sonra toplum içerisinde iĢ bölümünün yeniden sağlanarak
marjinal kesim oluĢmaması isteğini yansıtıyordu. Fakat yaĢanan bu çözülme böyle
bir kesimi çoktan yaratmıĢ ve alınan önlemler gelip geçici olmaktan öteye
gidememiĢti (Tabakoğlu, 1985: 222).
Oysa devletin askere olan ihtiyacı özellikle 17.yüzyıldan sonra çok artmıĢtı.
Bu durum karĢısında beylerbeyiler ve sancak beyleri kendi bünyelerinde muhafız
kuvvetler beslemeye önem vererek hem halkı eĢkıyaya karĢı korumak hem de devlet
otoritesini gereği gibi temsil etmek durumundaydılar (Cezar, 1965: 320).
24
baĢka istikrarlı kuvvet kaynakları bulunması ihtiyacını yaratmıĢtı. Bu ihtiyaç ayanlık
kurumunu güçlendirmiĢti (Tabakoğlu, 1985: 223).
16. ve 17. yüzyıllarda ayan ve eĢraf tabirleriyle taĢrada servet ve nüfus sahibi
kimseler kastedilmekteydi. Kapı kulları, yeni çeri serdarları sipahiler, mültezimler,
eminler, eski beylerbeyleri, sancak beyleri, kadılar, gibi zümreler ayan ve eĢrafın
kaynağını teĢkil ediyorlardı (Akdağ, 1950: 55).
Merkezi devlet iltizam dönemini iptal ediyor tüm vergileri kendi memurları
aracılığıyla toplamaya baĢlıyordu. Ancak, merkezi devletin yasal alanlardaki
gücünün yeterli olmadığı anlaĢılınca 3 yıl sonra bu giriĢimden vazgeçiliyor, iltizam
yöntemine geri dönülüyordu. 19.yüzyılın geri kalan bölümünde yerel unsurlar
mültezimlikleri ellerinde tutarak tarımsal artığın bir kısmına el koymayı
sürdürmüĢlerdir. Böylece merkezi devlet yüzyılın ilk yarısındaki çabalarıyla
taĢradaki ayan gücünü geriletebilmiĢ, ancak yerel unsurları tümüyle devreden
25
çıkaracak gücünün olmadığı da anlaĢılmıĢtır. Ġltizamın kaldırılamaması merkezi
devletin gücünün sınırlarını yansıtmaktadır (Pamuk, 2008: 9).
2.1.5. Yolsuzluklar
26
16 yüzyıla kadar Osmanlı devletinde güçlü bir otoritenin kurulduğu, devletin
güçlü ve düzenli memur kadrosuyla, idare örgütüyle ülkenin her köĢesine egemen
olduğu söylenebilir. Merkez otoritesinin gücü ve ülkedeki denetimi 1600 yıllarına
kadar hemen her alanda kendini belli etmektedir. Devletin, bütün yurdu kapsayan
çağın koĢulları içinde çok geliĢmiĢ bir bütçe düzeni vardır. Mali konularda en küçük
bir aksaklık bile hoĢgörüyle karĢılanmamaktadır. 16. yüzyıldan sonra Osmanlı
Devleti‟nde idari sistem ile birlikte mali sistem de çözülmeye baĢlamıĢ; devlet yavaĢ
yavaĢ otoritesini kaybetmiĢ; yolsuzluk ve rüĢvet için uygun bir ortam oluĢmuĢtur
(Cem, 1970: 99).
Osmanlı devleti reayanın topraklarına geri dönmesi için birçok kez fermanlar
yayınlamıĢtı. Ayrıca diğer bölgelerdeki nüfusları da kırsal alanlara yönlendiriyordu.
Osmanlı yönetimleri gelen nüfusun kırsal alanlara yerleĢtirilerek tarımla uğraĢmasını
özendirmeye çalıĢıyordu. Yüzyıllar boyunca denizyoluyla Ġstanbul‟un hububatını
sağlayan Balkan bölgelerinin imparatorluktan ayrılması, Osmanlı yönetiminin
dikkatlerini Anadolu‟ya çevirmesine yol açmıĢtı. Öte yandan, Anadolu‟da tarıma el
veriĢli topraklar iĢlenmeden boĢ duruyordu. 1857 yılında çıkarılan bir kararname ile
gelen nüfusa devlet mülkiyetindeki topraklar verildiği gibi, Rumeli‟ye yerleĢen ve
tarımla uğraĢmaya baĢlayan göçmenlere 6 yıl, Anadolu‟da tarımsal üretime
baĢlayanlara ise 12 yıl süreyle vergi bağıĢıklığı tanındı (Pamuk, 2008: 12).
29
Osmanlı Devleti sürekli olarak Batı-Doğu maden akımları arasında kalmıĢ ve
bu akımlar onun para sistemini ve parasının değerini etkilemiĢtir. Sudan altın
madenleri kapandığından mısırda altın ve gümüĢ fiyatları yükselmiĢ bunun için mısır
darphanesinde Ġstanbul‟da kesilen altın ve gümüĢ sikkelerin ayarında sikke kesme
uygun olmamaktaydı. Bu nedenle burada düĢük ayarlı ve vezinli sikke kesiliyor
böylece ucuzlayan Ġstanbul altın ve gümüĢleri Mısır‟a akıyordu. Yabancı kaynaklı
altın ve gümüĢ paralar ile külçelerin yanında ülke içinde üretilen bu madenlerle yerli
paralarda doğuya ve güneye göç eden bu kervana katılmıĢtı. Bunun sonucu, ülke
içinde kıymetli maden darlığına bağlı olarak mal fiyatlarında ciddi artıĢlar söz
konusuydu. Büyük ölçüde düĢük ayarlı paraların varlığı iyi para olan altın paraları
piyasadan kovuyor veya tağĢiĢ edilmelerine yol açıyordu. Bu da altın fiyatlarının ve
buna bağlı olarak mal fiyatlarının daha da yükselmesine neden oluyordu. Öte yandan,
vergi ve gelir kaynaklarından hazineye altın gelmesi durmuĢtu. Nedeni ise mültezim
ve vergi tahsildarlarının gelir ve vergileri iyi para ile toplayıp kötü para ile teslim
etme eğilimindeydiler. Bu da ödemelerde tıkanmaya yol açıyordu (Tabakoğlu, 1985:
239-240).
30
hizmetlisi vs. beratını yenilerken tecdidi berat resimlerini ödüyordu (Tabakoğlu,
1985: 205).
32
2.2.1.4. Devlet Kadrolarındaki Şişme
SavaĢ Ģartları mevacip alan askeri zümrelerde bir ĢiĢmeye yol açarken geçim
imkânlarının daralması halkı devlet kapısında bir kadro edinmeye veya devlet
hizmetinde ise ikinci bir kadro peĢinde koĢmasına yol açıyordu. Bunun yanında
toprak kayıpları ile birlikte gelir kaynakları elden çıkıyor fakat o yörelerin görevlileri
devlet hazinesinden maaĢ almaya devam ediyorlardı. Diğer yandan reel ulufeler
düĢük olduğu için boĢalan kadrolar hazineye haber verilmiyor, bunlara ödenen
mevacipler askerin ileri gelenleri arasında paylaĢtırılıyordu. Bu boĢ kadrolar ancak
zaman zaman yapılan yoklamalarla dolduruluyordu. Yine askeri zümrelerin vergi
dıĢı tutulmuĢ olması halkın yeniçeri olma isteğini arttırıyordu. Bir yolunu bulup
rüĢvetle, iltimasla yeniçeri olanları ayıklamak devlet için ciddi bir mesele haline
geliyordu. Geçim sıkıntısı yüzünden devlet görevlilerinin ek bir görev peĢinde
koĢtukları görülüyordu. Bürokratların içinde bulunduğu mali darlık sebebiyle yeni
merkez kadroları yaratıldığı biliniyordu. Kaybedilen yerlerin görevlilerinin de
merkeze gelmesi bu meseleyi daha da Ģiddetlendiriyordu (Tabakoğlu, 1985: 212-
213).
33
sonrasında bir yandan sanayileĢen ülkelerin aralarındaki iliĢkiler güçlenirken, öte
yandan da Batı Avrupa ülkeleriyle son yıllara kadar üçüncü dünya olarak
adlandırılan alanlar arasındaki mamul mallar tarımsal mallar ticareti daha sonraki
dönemlerinde deniz taĢımacılığında gerçekleĢen teknolojik sıçrama, bu ticaretin
büyümesini daha da hızlandırdı (Pamuk, 2008: 4).
19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Ġmparatorluğunda dıĢ ticarette daha çok
hammadde ve gıda ihraç etme, mamul mal ithal etme süreci baĢlamıĢtır. Bunun temel
nedenleri arasında Osmanlı hükümetlerinin doğrudan yatırım ya da dıĢ borç alarak
kabul ettikleri yabancı sermayenin ülkeye girmeye baĢlamasıydı (Ökçün, 1985: 2).
34
olmasıdır. Bu Ģartlarda yapılan anlaĢmalarla Osmanlı Devleti tamamen yabancıların
eline geçmiĢ, yerli tüccarın iktisadi anlamda yaĢamaları imkansız hale gelmiĢtir.
OluĢan tüketim ekonomisi gereği ithal edilen mallardan baĢlıcalar; gıda ve giyime
iliĢkin mamul ve yarı mamul ürünlerdi. Osmanlı ekonomisi tarıma dayalı bir
ekonomi olduğu için dıĢarıya tütün, pamuk gibi tarımsal ürün ihraç ediyordu.
Tüketim malları yıllar boyunca toplam ithalatın yüzde 65-69‟ unu yatırım malları ise
yüzde 9-10‟ unu kapsıyordu (Eldem, 1970, 180).
Osmanlı ithalatı içinde gıda maddelerinin de önemli bir yeri vardı. ġeker, çay
ve kahve gibi imparatorluk içinde üretilmeyen malların ithal edilmesini doğal
karĢılamak gerekir. Ancak bunlara ek olarak, 20.yy.ın baĢlarını Osmanlı ekonomisi
önemli miktarlarda buğday, un ve pirinç ithal etmekteydi. Tarıma dayalı bir ülkenin
hububatta kendine yeterli olmamasının bir nedeni, ülke içi ulaĢtırma ağının
zayıflığıdır. Mesela deniz yoluyla Balkan Ülkelerinden ve Rusya‟dan ithal edilen
buğday, Ġstanbul pazarında Ġç Anadolu‟dan gelen buğdaydan daha ucuza
satılabiliyordu. Hububat ithalatının diğer nedeni ise yürürlükteki dıĢ ticaret
antlaĢmalarının korumacı gümrük tarifelerini engellemesiydi. Oysa aynı yıllarda pek
çok Avrupa Devlet‟i gümrük duvarlarını koyarak kendi hububat üreticilerini dıĢ
rekabete karĢı korumaktaydı (Pamuk, 2008: 21).
19.yüzyıl boyunca imparatorluk sık sık toprak ve nüfus kaybına uğradığı için,
dıĢ ticaretin hacmindeki artıĢı hesaplamak kolay olmamaktadır. 18.yüzyıl boyunca
Osmanlı dıĢ ticaretinin yaklaĢık bir kat arttığına iĢaret ediliyor. Buna karĢılık
1820‟lerden Birinci Dünya SavaĢı‟na kadarki dönemlerde Osmanlı dıĢ ticaretinin 10
kattan daha fazla arttığını söyleyebiliriz. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde Osmanlı
ekonomisinin toplam üretiminin yüzde 10‟dan fazlası ihraç edilmekteydi. Bu
35
durumda 20. yüzyıl baĢlarındaki Osmanlı Ekonomisinin geçmiĢ yıllara oranla dünya
ekonomisine daha fazla açılmıĢ olduğu görülmektedir. Öte yandan ithalatın yarıdan
fazlası mamul mallardan, özellikle de pamuklu ve yünlü tekstil ürünlerinden
oluĢuyordu. 19. yüzyıl boyunca yerli zanaatler ithal malı kumaĢların rekabeti
karĢısında hem direnmiĢ hem de gerilemiĢtir (Pamuk, 2008: 20-21).
Devletin belli baĢlı gelir kaynakları aĢar vergisi, taĢınır taĢınmaz mallarla,
ticari faaliyetlerden alınan dolaylı ve dolaysız vergiler ve gayrimüslimlerden alınan
cizyeden ibaretti (Sayar, 1977: 184). Devlet harcamaların da önemli derecede israflar
yapılıyordu. Sarayda yapılan israf ve eğlence düĢkünlüğü Ġstanbullulara da geçmiĢti.
Öyle ki Ġstanbul‟ da Vükela (Saray Meclisi) ve zenginlerin koruklarında toplam elli
bin köle, ayrıca kırk bin hizmetçi bulunmaktaydı (Kolerkılıç, 1958: 128).
36
Vergi sisteminde ve mali idarede gerekli ıslahatın yapılamaması sebebiyle
oluĢan bütçe açıkları sürekli artıĢ gösteriyordu. Bütçe açığı 1853‟ten 1855‟e kadar
5.800.000 sterline (6.380.000 Osmanlı lirası) yükseliyor ve 1855-1856 yılı bütçe
açığının ise 2.850.000 sterlin‟e (3.135.000 Osmanlı lirası) ulaĢacağı tahmin
ediliyordu. Dolayısıyla kırım savaĢı nedeniyle bütçede oluĢan ve kapatılması gereken
açık 8.500.000 sterlin‟e (9.350.000 Osmanlı lirası) ulaĢıyordu (Velay, 1978: 82).
37
farklılıktan dolayı piyasadaki altın ve gümüĢün Mısır‟a ve Doğuya kaptıran Osmanlı
ülkesinde daha Ģiddetli bir para darlığına sebep olmuĢtu (Tabakoğlu, 1985: 247).
18. yüzyılda ayanın artan gücüne karĢı Anadolu‟da büyük ölçekli tarımsal
iĢletmeler sınırlı kalmıĢtı. Çiftlik olarak adlandırılan toprakların büyük bir bölümü
bile ortakçılık yapan köylü haneleri tarafından ekilmekteydi. 18. yüzyılda
Anadolu‟da ayanın güçlenmesine karĢı, küçük üreticilik tarımsal yapıların temelini
oluĢturuyordu. Tımar düzeninin çözülüĢü büyük iĢletmelerin yaygınlaĢması anlamına
geliyordu. Köylü iĢletmeleri 19.yüzyıl boyunca da önemlerini kurdular. 19.yüzyıl
Anadolu tarımında küçük ve orta mülkiyetin yanı sıra büyük toprak mülkiyetinde
görünüyordu. Ancak büyük toprak sahipleri, topraklarını, ücretli iĢçiler kullanan
kapitalist iĢletmeler biçiminde değil, ortakçılık yoluyla köylü hanelerine kiralayarak
iĢletmeyi tercih ediyorlardı. 19.yüzyıl boyunca iç ve dıĢ pazarlara yönelen tarımsal
meta üretiminin önemli bir bölümü küçük ve orta ölçekli iĢletmeler tarafından
gerçekleĢtirildi (Pamuk, 2008: 8).
19. yüzyıl Anadolu tarımında küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin önemli bir
yeri vardı. Büyük toprak sahiplerinin topraklarını büyük ölçekli birimler olarak
iĢletmek yerine küçük parçalara bölerek köylü hanelerine kiralamayı tercih
etmelerinin de etkisiyle, pazar için yapılan üretimin önemli bir bölümü küçük ve orta
ölçekli iĢletmeler tarafından gerçekleĢtiriliyordu. Hatta 19. yüzyıl Anadolu tarımının
38
en önemli özelliklerinden biri birinin bölgesel farklılık olduğu söylenebilir (Pamuk,
2008: 14).
Tımar sistemi ayni ekonomi kesimi olmayabilir ancak kesinlikle mahalli bir
sistemdi. Devletin yükselen merkezi giderleri finanse etmek ihtiyacı içerisinde bu
kesimi merkezi ekonomiye bağlama eğilimi tımarlı sipahiler yerine merkezi ordunun
önem kazanmasına da yol açmıĢtır. Ele aldığımız dönemde tımarların çoğu ancak
geri hizmetlerde istihdam ediliyorlardı. Tımarların iltizama verilip mukataaya
dönüĢtürülmesi vergi konusu zırai iĢletmeleri verimsizleĢtirmeleri ile sonuçlanmıĢtı.
Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi gibi kendilerine has tahsis sahibi olan devlet
görevlileri kendilerine ayrılan miktarı bu iĢle görevlendirdikleri mültezimler eliyle
tahsil ederlerdi. Haslı sancak ve eyalet beylerinin gelirlerinin hizmetleriyle orantılı
olarak artıĢ gösterdiği zorluklarla karĢılaĢmaktadır (Tabakoğlu, 1985: 248).
18. yüzyılın baĢlarında tımar kesiminin dıĢında özel statüye tabi olup tahrir
defterine kayıtlı olmayan köylerin varlığını tanımama eğilimindeydi. Fakat birçok
dirliğin iltizama ve malikaneye veya doğrudan malikaneye dönüĢme çabası içerisinde
bu tür toprakların yeni iĢletmecileri kaydedilmeye çalıĢıyorlardı, böylece onların
devlete ödedikleri vergileri kendilerine çevirmeyi umuyorlardı. Tımar gelirlerinin
merkez hazineye aktarılması iĢlemleri devam ederken sipahilerin huzursuzluğu
Ģiddetlenerek devam ediyordu. Valiler açıkta kalan zeamet ve tımarı ehliyete
bakılmaksızın en çok parayı verene devrediyordu. Üstelik tımar konusunda
tecrübesiz ve bilgisiz olduklarından birçok dirliği verimsiz kullanıyorlar ve bu da
vergi kaybına neden oluyordu (Tabakoğlu, 1985: 249-250).
39
sınırlandırmaya, ayanın elindeki çiftliklerin bir bölümünü müsadere etmeye
baĢlamıĢtı (Pamuk, 2008: 8).
41
sınai yapıya sahipti. Özellikle savaĢ sanayii devletin ihtiyacını büyük ölçüde
karĢılıyordu. Ancak diğer sanayi kollarından özellikle dokuma sanayinde hammadde
ve yarı mamul maddelere olan dıĢ talebin artması ve dıĢ kaynaklı mamul maddelerin
ülkeye girmesiyle bir durgunluk baĢ göstermekteydi. Tarım kesimindeki üretim
yetersizliği dolayısıyla sanayiye yönelebilecek iĢ gücünü besleyecek bir ürün fazlası
oluĢmuyordu. Kaldı ki tarımdan kopan iĢ gücü Ģehirlere yığılıyor veya savaĢlarda
asker olarak istihdam ediliyordu (Tabakoğlu, 1985: 216).
Osmanlı bütçe rakamları yüzyıllar boyu sürekli bir artıĢ gösteriyordu. Ancak
gelir ve gider rakamlarındaki artıĢlar büyük ölçüde hesap birimi olan akçenin
değerindeki düĢmelerden ileri geliyordu. Nitekim bütçe rakamlarını hesap
birimindeki değer kaybı katsayısına böldüğümüzde gerçek rakamlara ulaĢılmaktadır.
42
Öte yandan avarız vergileri, vasıfları itibariye bütçe açıklarını kapatmak üzere
konmuĢ vergilerdir. Bunların kabarıklılığı açığın büyüklüğünün belirtisidir. Avarız,
normal gelir kaynaklarının olağanüstü durumlar karĢısında yetersiz kalmasıyla
toplanıyordu. Daha sonraki yıllarda bu vergi normal ve sürekli alınan bir vergiye
dönüĢüyordu. Bunun sebebi de bütçe açığının her dönemde süreklilik kazanmıĢ
olmasıdır. Ancak her yıl alınmakla birlikte bunun miktarı yıldan yıla değiĢiyor savaĢ
yıllarına toplam bütçe gelirleri içindeki oranı yükseliyordu (Tabakoğlu, 1985: 203).
43
bunalımlar, Osmanlı Devletinin çöküĢ sinyallerini verdiğinin en büyük göstergesi
oluyordu.
44
her ne kadar da tedbirler almaya çalıĢmıĢsa da kapitalizmin hakim sistem olma
yolunda ilerlerken Osmanlı ekonomisi kendi içindeki ıslahat teĢebbüslerinde baĢarılı
olamamıĢtır. Burada dünya ekonomilerinde yaĢanan değiĢimlerin Osmanlı
ekonomisine etkilerine değinilecektir.
Osmanlı toprakları mamul madde, ham ve yarı mamul madde alım sahası
haline gelmekteydi. Bu ise Osmanlı ekonomisinin batı sömürgeciliğinin tesiri altına
girmesi sonucunu yaratmıĢtır. Bunun ek nedenleri de teknolojik gerilikle üretim
yetersizliğidir. Sanayi atılımları için birçok giriĢimde bulunulmuĢ bunlardan bir
tanesi de çuha fabrikası kurma teĢebbüsüydü. Fakat Osmanlı‟nın batı iktisadiyatına
karĢı durabilmek için giriĢtiği bu tür teĢebbüsler batılılar tarafından geniĢ bir pazarı
kaybetme endiĢesiyle sabote edildi. Osmanlı Devletini etkileyen savaĢlar ve iç
güvensizlik nedeniyle ticaretin aksaması gümrük gelirlerini büyük ölçüde
etkiliyordu. Ayrıca ülkenin üretim hacmi ihracatı besleyecek durumda da değildi. Bu
durum iĢ hacminin azalmasına ve hazinenin vergi gelirlerini düĢürmesine neden
olmaktaydı (Tabakoğlu, 1985: 237-238).
46
18. ve 19. yüzyıllarda Batı Avrupa‟nın Sanayi Devrimi‟ni gerçekleĢtirerek
birçok alanda makineli üretime geçmesi Osmanlı Devleti‟nin ekonomik çöküĢünü
hızlandırıyordu. Osmanlı Ġmparatorluğu ise bu devrimlerin dıĢında kalmıĢ ve aynı
dönemde geleneksel kurumlardaki bozulma, güç dengelerini Osmanlı Devleti‟nin
aleyhine çeviriyordu. Özellikle Sanayi Devrimi‟nden sonra üretimde büyük artıĢlar
yaĢanmıĢ ancak Batı, bu üretimi iç piyasalarda tüketememiĢ ve artan hammadde
ihtiyacını karĢılamak için dıĢ ticarete yönelmiĢtir (ġahin, 1993: 2).
Sanayi Devrimiyle birlikte geliĢen kapitalist ülkeler belli bir süreden sonra
biriken sermaye fazlaları nedeniyle dıĢa açılma gereği duyuyorlardı. Bunların
baĢında sanayilerini tamamlayan Ġngiltere ve Fransa ellerinde biriken bu sermayeyi
değerlendirme amacındaydılar. Birçok sömürgeye sahip olan bu ülkeler ilk etapta
sermayelerini daha karlı bir alan olarak finans sektöründe kullanıyordu. Biriken bu
fazla sermayeyi yüksek faizler karĢılığında geliĢmekte olan ülkelere ihraç etme
yoluna gidiyorlardı. Ancak daha fazla artan sermaye faizlerin giderek düĢmesine,
faiz getirilerinin azalmasına neden oluyordu. Buna çözüm olarak daha fazla
sömürgeye ihtiyaç duyuyorlardı. Yabancı sermaye, bu Ģekilde güçlenerek batı
kapitalizmi için, geri kalmıĢ ülkeleri sömürge haline getirerek, bu ülkelerin maliye,
gümrük, dıĢ ticaret ve dıĢ politikalarını denetim altına almalarını sağlayarak etkin ve
güvenli bir araç olarak kullanıyorlardı.
Sanayi devrimiyle birlikte dünya tarihinde ilk kez nüfus artıĢı ile hayat
standartlarındaki yükselme birlikte gerçekleĢiyordu. Sanayi öncesi bir ekonomiyi
sanayileĢmiĢ bir ekonomiden ayıran en temel özellik, refah ve üretkenlik düzeyinin
değiĢmez olmasıdır. Ancak bu sanayi öncesi bir ekonomide hiçbir değiĢmenin ve
47
hatta ekonomik büyümenin olmadığı anlamına gelmez. Fakat böyle bir geliĢme
ortaya çıksa bile ya çok yavaĢ veya geçici ya da kolaylıkla geriye çevrilebilir bir
niteliktedir (Güran, 2011: 132).
Modern ekonomik büyüme ile ilgili kesin olan bir husus sürekli teknik
değiĢime bağlı olmasıdır. Sanayi öncesi ekonomilerde üretim teknikleri normal
olarak değiĢmeksizin ya da değiĢme süreci olmaksızın kuĢaktan kuĢağa aktarılır,
buna karĢılık teknolojik geliĢme istisnai ve kesintilidir. Sanayi devriminin baĢarısı,
yeniliklerin hızını arttırmak ve onu sürekli bir akım haline çevirmekti. Bir ülkede
yeniliklerin hızlanabilmesi için ekonomik teĢvik ve teknik imkan en temel
koĢullardır. GeniĢleyen bir pazarın varlığı üreticileri yeni metotları denemeye teĢvik
eder. 19.yüzyılda Ġngiliz mallarına olan iç ve dıĢ talep artıĢı üreticilere arzlarını
arttırmaları yönünde önemli giriĢimler sağlamıĢtır. Ancak yenilik için ekonomik
koĢulların elveriĢli olması önemli, teknik imkanın da bulunması gereklidir. Üretim
imkanlarını geniĢleten, üretim faktörlerinin yeni bileĢimlerini gerekli kılan ve
maliyet yapıları ortaya çıkaran Ģey buluĢun yeniliğe dönüĢmesidir (Güran, 2011:
138).
48
büyüklüğe sahip oluyorlardı. Bu sömürge anlayıĢı içinde olan ülkeler, Osmanlı
Devletinin içinde bulunduğu ekonomik zayıflamayı fırsat görerek artan
sermayelerini, kendi çıkarları doğrultusunda ve imtiyazlar elde ederek kullanmayı
amaçlıyorlardı.
Reformların getirmiĢ olduğu bir dizi yenilikler de Ģunlardır (Öner, 2005: 251-
252);
- Vergiler bugünkü vergilemenin temelini oluĢturan ödeme gücüne göre
alınacaktı.
- Ekonomiyi olumsuz etkileyen tekeller kaldırılacaktı.
- Devletin en önemli gelir kaynağı olan vergileri toplama iĢleri
mültezimlerden alınacaktır.
- Tımar sisteminin devam etmekte olan sınırlı uygulamalarına son
verilerek bütün devlet memurlarının maaĢa bağlanması ve bazılarına
et ve ekmek tayınatı tahsis edilmesi, anlamını kaybederek normal bir
49
hediye halini almıĢ olan rüĢvetin kaldırılması ve cezalandırılması
(Öner, 2005: 252).
- Birçok vergi kaldırılmıĢ (örfi vergiler ile ihtisap resmi) (Öner, 2005:
252), bazıları ise tek bir vergi adı altında birleĢtirilmiĢti.
- Her tür devlet gelirleri doğrudan doğruya hazinede toplanacak ve her
kamu gideri hazineden yapılacaktı (Öner, 2005: 237).
Tanzimat‟la beraber yapılan bu mali reformlar ilk bakıĢta olumlu gibi görünse
de uygulamadaki baĢarısızlıklardan dolayı istenilen sonuçlara ulaĢılamamıĢtır. Bunun
en önemli nedenlerinden birisi yapılan mali reformların hem takibini, hem
denetimini, hem de uygulamasını yapacak ciddi ve baĢarılı bir teĢkilatın kurulamamıĢ
olmasıdır. Örneğin, vergi toplamada iltizam uygulaması kaldırılmıĢ bunun yerine
devlet memurları tarafından toplanılması esası getirilmiĢtir. Ancak bu devlet
memurlarının bilgi düzeyi, teĢkilat yapısı bunu kaldırabilecek düzeyde olmadığından
düzenli ve doğru vergi toplayamamıĢlardır. Tüm bu geliĢmeler sonucunda 1841
yılında tekrar iltizam usulüne geri dönülmüĢtür (Sayar, 1978: 185).
50
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Osmanlı Devletinin ilk etapta dıĢ borç almaktan dolayı çekinceleri vardı.
Devlettin önde gelen isimlerinin birçoğu Batıdan borç almanın gurur kırıcı bir durum
olduğunu savunuyorlardı. Bazı batıya açık devlet adamlarının, borç alma yönündeki
eğilimine karĢın, Sultan Abdülmecit borç almaktan yana değildi. Bu nedenle devlet,
ekonomik darboğazlardan kurtulamadığı halde borç almaya yanaĢmıyordu.
Gösterilen direnç sonucu ilk borç anlaĢmasından vazgeçilmiĢti. Bu ilk dıĢ borç
anlaĢması, ReĢit PaĢa‟nın sadrazamlığı sırasında Ġstanbul Bankasında olan borçların
ödenebilmesi için 1850 yılında Paris‟ te Bechet De Thomas Et Cie ve Londra‟da
Devaaux Et Cie kuruluĢlarıyla imzalandı (Velay, 1978: 81). Osmanlı Devletinin
yapmıĢ olduğu bu anlaĢmadan vazgeçmesi 2,2 milyon frank tazminat ödemesine
51
neden oldu. Mali bunalım içinde bulunan ekonomi, tüm sıkıntılara rağmen dıĢ borç
almamak için çaba gösteriyordu. Ancak 1854-1914 yılları arasında yapılan dıĢ
borçlar Osmanlı‟nın sonunu hazırlayacaktı.
Osmanlı Devleti, dıĢ borç almama konusunda birçok kez büyük bir çaba içine
girmiĢse de kırım savaĢıyla bu direncini daha fazla sürdüremiyordu. SavaĢın sürdüğü
yıllarda devlet, iç borçlanmalarla karĢılanması imkansız olan büyük bir para ihtiyacı
içinde bulunuyordu. Borç anlaĢması, devlet gelirleri ile karĢılanamayan kırım savaĢı
giderlerini finanse etmek için 4 ağustos 1854 yılında Londra ve Paris‟teki Palmer ve
Gold Smith isimli iki banka gurubu arasında imzalandı (Yeniay, 1964: 19). Bu borca
karĢılık olarak da Ġzmir ve Suriye gümrükleriyle Mısır haracı gösterilmiĢti ( MinibaĢ,
1994: 23)
52
3.1.2. 1855 Borç Anlaşması
1859 yılında çıkarılan yüzde 6 faizli Eshamı Cedide ve yüzde 6 faizli Hazine-
i Hassa tahvilatı, hazine tahvilleri gibi iç borçlarla birlikte ödenmemiĢ dıĢ borç
toplamı 774 milyon frank civarlarındaydı (Sayar, 1978: 195). Bu borçlar arasında
Osmanlı hükümetini en fazla uğraĢtıran, hükümete alacak senetlerini iskonto eden
Galata bankerlerinin alacakları ve diğer kısa vadeli borçlardı. Bu borç öyle bir
seviyeye ulaĢıyordu ki, sadece bankerlerin maliyeden alacağı 5 milyon sterline
ulaĢıyordu. Dalgalı borçları ve Galata sarraflarının alacaklarını ödemek için Mires ile
yapılan görüĢmelerde sonunda uzlaĢmaya varılarak 29 Ekim 1860‟da bir borç
anlaĢması yapıldı.
AnlaĢmaya göre borcun ihraç fiyatı yüzde 53,75, faiz oranı yüzde 6, tutarı da
400 milyon F.Frangı oluyordu. Böylece Hazinenin eline 215 milyon F.Frangı
geçmesi planlanıyordu. Ancak bu para Hükümet hesabına 18 ayda taksitler halinde
yatırılacağından, gerçekte faiz oranı yüzde 11‟ e yükseliyordu. Osmanlı Devletinin
kredibilitesi o kadar düĢmüĢtü ki, Fransa‟daki ortamın elveriĢliliğine rağmen, bu
borçlanma koĢulları bile alıcılarca tatminkâr bulunmuyor, Mires sözleĢmede
Hükümete yüzde 1,5 (6.000.000 F.Frangı) komisyon, peĢin faiz ve itfa karĢılıkları ve
diğer giderler olarak 51 milyon F.Frangı tutarında ek bir yükü daha kabul ettiriyordu.
ġu duruma göre, safi hasıla da, 215 milyon F.Frangı değil, ancak 164 milyon
F.Frangı oluyordu. Böylece, borcun nihai yükü yüzde 13‟ ü geçiyordu (Kazgan,
2005: 42).
Mires, yüzde 53,75 ihraç fiyatı ile satın aldığı tahvilleri talebin fazla olacağını
değerlendirerek yüzde 62,5 ihraç fiyatı ile satıĢa sürüyor, Ancak, yaptığı gerçek dıĢı
bilgilendirme, reklam ve ilanların önemli gazeteler tarafından yalanlanmasının da
etkisi ile satıĢta yeterince baĢarılı olamadı. Tedavüle sürülen 250.000 adet tahvilin
54
ancak (32 milyon F.Frangı tutan) 102.000 adedi için kayıt yaptırıldı. Mires‟in Genel
Direktörü olduğu Demiryolları Sandığı ancak 26 milyon F.Frangı tahsil edebiliyordu.
Kalanı ertesi yıl Nisan ayında tahsil edilecekti. Bir yandan bu olumsuzluklar
yaĢanırken, diğer yandan da Mires aleyhine adli kovuĢturmalar yapılacağına dair
haberler dolaĢmaktaydı. O arada diğer Ģirketlerinde de yolsuzluk söylentileri
yaygınlaĢınca, Mires ortaklarınca mahkemeye verildi, arkasından da 18 ġubat 1861
tarihinde Fransız Hükümetince tutuklandı (Velay, 1978: 97).
56
Borcun faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 2‟ idi. ÇeĢitli vilayetlerin
gümrükleri, Bursa ve Edirne ipek öĢürü, Midilli karesi, Ġzmir zeytinyağı aĢarı, tuz
resmi ve tütün aĢarı karĢılık olarak gösterildi. Osmanlı Bankası, borçların 150 milyon
fr‟ ını 500 fr‟lık tahvilli 360 fr‟ a yani yüzde 72 fiyatla ve 50 milyon fr‟ ını 340 fr
fiyatla, yani yüzde 68 üzerinden taahhüt ediyordu. Tahvillerin satıĢından 142 milyon
fr elde ediliyor ve bu para ile Galata Bankerlerine olan borcun bir kısmı ödeniyordu
(Yeniay, 1964: 37). Alınan borçlar, dalgalı borçların ödenmesinde kullanıldığı için
değeri düĢük madeni paranın toplanması gerçekleĢemiyordu.
Osmanlı Bankası, Paris‟te Credit Mobilier ve Societe General ile 150 milyon
fr‟ lık anlaĢma imzaladı (Yeniay, 1964: 39). Borcun faizi yüzde 6, amortismanı
yüzde 2.44, ihraç fiyatı yüzde 66, itfa süresi 21 yıl ve karĢılık olarak ise Ergani
madeni hasılatı, Suriye tahvillerinin ödenmesine ayrılan tutar, Anadolu ağnam resmi
gösteriliyordu (Kömürcan, 1948: 27). Bu borçlanma, vadesi gelen borçların
ödenmesi ve bütçe açığının kapatılması için kullanılıyordu.
Artık görülüyordu ki, borcun borçla ödenmesi ve giderek daha bağımlı hale
düĢülmesi tuzağı iĢlemeye baĢlıyordu. Nitekim 1865 yılında ikinci defa yapılan ve
borç toplamı 40.000.000 lira (900 milyon F. Frangı) ve hasılası 20.000.000 lira tutan
borçlanma, halkın konsolit adını verdiği (Velay, 1978:169) daha önce ihraç edilmiĢ
57
borç senetlerinin daha uzun vadeli ve düĢük faizli senetlerle değiĢtirilmesini hedef
alan bir borçlanmaydı. Bunu gerçekleĢtirmek için General Credit and Finance ve
ortakları Ģirketiyle bir anlaĢma imzalandı. 40 milyon liralık borçlanmanın faizi yüzde
5, amortismanı yüzde 1, itfa süresi 37 yıl ve faiz iki taksitte Paris, Londra,
Amsterdam, Frankfurt‟ta Osmanlı Bankası tarafından ödenecekti. KarĢılık olarak
devletin genel geliri gösteriliyordu. Ġç borçların değiĢtirme iĢlemi, 100 liralık eshamı
cedideye karĢılık 121 lirası, 100 liralık tahvilat-ı mümtazeye karĢılık 143 lirası, sergi
tahvillerine karĢılık olarak baĢa baĢ fiyattan düyunu umumiye tahvili verilerek
yapılıyordu (Yeniay, 1964: 40).
Borcun 38.888.885 fr lık tahsilâtı için Halep, Adana, Suriye, Yanya, Trabzon
illeri ile Ege adaları aĢarı, 8.100.000 fr‟ı için Bursa ili aĢarı, 4.500.000 fr‟ı için Bosna
vilayeti aĢarı, 2.700.000 fr‟ı için Aydın ve MenteĢe vilayetleri aĢarı, 3.600.000 fr‟ı
için Konya aĢarı, 13.600.000 fr‟ı için ağnam resmi, 5.700.000 fr‟ı için Bağdat
varidatı karĢılık olarak gösterilmiĢtir (Velay, 1978: 181).
1872 yılında ödenmesi gereken dıĢ borçlar Osmanlı Bankası ile Austro-
Ottoman ve diğer bankalardan alınan yüksek faizli borçlarla karĢılanıyordu. Kısa
vadeli borçların ödenmesi ve yapılan harcamaların karĢılanması için yeni bir
borçlanmaya gidiliyordu. 1872‟de Osmanlı Maliye Nazırı ile Credit General Ottoman
(Osmanlı Ġtibarı Umumi Müessesesi) ve Banque Austro-Ottomane (Avusturya-
Osmanlı Bankası) arasında imzalanan bir sözleĢme ile Hükümetin Edirne, Tuna,
Selanik aĢarı ile Anadolu ağnam gelirleri karĢılığında çıkaracağı 278.155.000
F.Franklık (borç tutarı 12.238.000 lira, safi hasıla 10.403.004 lira) hazine
tahvillerinin yüzde 98,5 ihraç fiyatı ile satın alınması kararlaĢtırılıyordu. KarĢılık
olarak gösterilen yerlerin yıllık gelirleri 3.350.000 liraydı (Sayar, 1978: 218).
60
Bütçe açığını kapatmak için 1873‟ te hükümetle Ġstanbul‟daki Credit General
ve Paris‟ teki Credit Mobilier Bankaları arasında 694.444.500 fr‟ lık borç anlaĢması
imzalandı. Borcun faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 1 ve borcun yüzde 42‟si
anlaĢmayı imzalayanlar tarafından yüzde 54 fiyatla satın alınacaktı (Yeniay, 1964:
48). Borca ait nominal değeri 500 fr olan 1.388.889 adet tahvil, sözleĢmeyi yapan
mali kuruluĢlara 270 fr‟tan satılmasına karĢın piyasada 297.5 fr‟ tan iĢlem görüyordu
(Sayar, 1978: 220).
II. Tertip Genel Borçları; 1873 yılında, 55 liralık hazine tahviline 100 liralık
genel borçlanma tahvili karĢılık tutularak, 12.238.820 liraya karĢılık olmak üzere,
yüzde 55 oranı ile 22.252.400 lirası tutarında tahvil ihracında bulunuyor ve bu miktar
ilk kez 1865 yılında çıkarılan bir kanunla Maliye Bakanlığı‟nda kullanımına
baĢlanan Genel Borçlar Büyük Defterine borç kaydediliyordu. Çıkarılan bu
tahvillerin 11.126.200 Sterline denk gelen kısmının 6.306.000 Sterlinlik bölümü
değiĢime tabi tutuluyor, kalan 4.820.200 Sterlinlik bölümü değiĢtirilmiyor, hazine
tahvili olarak kalıyordu (Yeniay, 1964: 48).
1874 yılı içerisinde, bir yandan Osmanlı maliyesinin büyük bir krizi
içerisinde olduğu görülürken diğer yandan da Anadolu halkının yaĢadığı sefalet
61
giderek büyümektedir. Osmanlı devleti borçlarını ödeyebilmek için yeni borçlanma
arayıĢına girmektedeydi ( MinibaĢ, 1994: 49).
1875 yılında Osmanlı Devletinin hem ekonomik hem de mali açıdan sıkıntılı
olduğu bir dönemdi. Ġktisadi anlamda durumu tamamen bozulmuĢ durumdaydı.
Gelirlerini toplayamamakla birlikte giderlerinin önünü kesemiyor, aldığı borçların
ödemesini gerçekleĢtiremiyordu. Ayrıca iklim Ģartları nedeniyle tarımsal üretim
düĢüyor ve buna bağlı olarak köylülerin vergi ödemesi güçleĢiyordu. Böyle bir
koĢulda Osmanlı Devleti giderlerini karĢılayabilmek için dıĢ borç almak için
giriĢilmede bulunuyor ancak baĢarılı olunamıyordu.
63
Osmanlı ekonomik yapısının bozulması, dıĢ borçların ödenmesindeki
güçlükler ve ekonomideki yaĢanan parasal sıkıntılardan dolayı hükümet 6 Ekim 1875
tarihinde yayınladığı bir kararname ile iç ve dıĢ borçların faiz ve itfa bedellerinin,
gelecek beĢ yıl içinde yarısını, diğer yarısını ise on yılda ödeyebilecek yüzde 5 faizli
tahviller vereceğini bildiriyordu (Sayar, 1978: 239).
64
çevresi balık avı vergisi ve tuz tekeli resim gelirleri Galata Bankerlerine
bırakılıyordu. AnlaĢma metninde yer alan gelir türü sayısı 6 olduğu için, RÜSUM-U
SĠTTE ĠDARESĠ (Altı Vergi Ġdaresi) (1879-1880) adı verilen bir özel yönetime
veriliyordu. 10 Kasım 1879 tarihinde yapılan AnlaĢma ile kurulan ve 13 Ocak 1880
tarihinde faaliyete geçen bu idare ile sadece Galata Bankerlerine olan dıĢ borçların
ödenmesi kesin bir Ģekle bağlanmıĢ oluyordu (Kömürcan, 1948: 51-52).
66
3.2.1. 1886 Gümrük Borçlanması
67
(2.587.530 F.Frangı), yine bu demiryolu sözleĢmesi gereği öngörülen (kilometre
baĢına 14.300 F.Frangı itibarıyla 219,2 km. için) asgari 3.134.560 F.Frangı kilometre
teminatından, az olması sebebi ile, aradaki farkı oluĢturan 547.030 F.Frangı Deutsche
Bank‟tan borç olarak sağlanılıyor ve Alfred Kaulla‟ a ödeniyordu (Kömürcan, 1948:
85-86, 90).
68
karĢılık gösterilerek, yine bu Ģirketten alınmıĢ 23 milyon F.Frangı avansı kapatmak
üzere, Deutsche Bank ve Bank Internationale ile 40 milyon F.Franklık yani,
1.762.000 lira ġark Demiryolları Borçlanma sözleĢmesi imzalanıyor ve söz konusu
avans kapatılıyor, artan kısım ise genel ihtiyaçlar için kullanılıyordu (Yeniay, 1964:
84-85).
69
3.2.9. 1903 Bağdat Demiryolu Borçlanması ve Balık Avı
Borçlanması
Borcun faiz oranı yüzde 4, amortismanı yüzde 0,5, ihraç fiyatı yüzde 80 di.
KarĢılık olarak ise, 1902 gümrükler borçlanmasına ayrılan Selanik, Ġzmir, Edirne,
Bursa, Beyrut gümrüklerinin artan gelirlerinden 122.000 lira, Duyunu Umumiye
71
Yönetimine ayrılan aĢardan hükümetin hissesine ayrılan yüzde 0.5, ilave resim,
Aydın, Aydın, Halep, Serfice, Canik sancaklarının aĢarlarından belli miktarlar
gösteriliyordu (Yeniay, 1964: 99).
72
3.2.14. 1909 Borçlanması
Bütçe açığının kapatılması için Osmanlı Bankası ile yeni bir borç anlaĢması
imzalanıyordu. Borcun ana para tutarı 7 milyon lira, faizi yüzde 4, amortisman oranı
yüzde 1, itfa süresi 41 yıl ve karĢılık olarak ise, serbest bırakılmıĢ olan Konya,
Kastamonu, Bolu, Sivas, Adana vilayetleri aĢarından ve Halep ağnam hasılatından
toplam olarak 350 bin lira gösteriliyordu. Bununla birlikte Bulgaristan 1908‟de
bağımsızlığını ilan ederek, Bulgaristan topraklarından geçen demiryollarına el
koyunca, Osmanlı Hükümeti el konulan demiryollarının bedelini Rusya‟dan istiyor
ve Rusya da Bulgaristan‟a bu bedeli avans olarak vermeyi üzerine alıyordu ve savaĢ
tazminatı bedelini 1950 yılına kadar 40 yıllık bir süre için almayacağını açıklıyordu
(Yeniay, 1964: 104).
73
karĢılık olarak ise Ġstanbul gümrük hasılasından ayrılan yılda 550.000 lira
gösteriliyordu ve bütün tahviller yüzde 84 ihraç fiyatıyla borcu verenler tarafından
satın alınıyordu (Kömürcan, 1948: 108-109).
74
KarĢılık olarak, Duyunu Umumiye Yönetimine ait çeĢitli gelirlerin fazlası,
Ġzmir aĢar gelirinin baĢka borçlara ayrılan kısmından artacak kısım, Sivas vilayeti
aĢarından belli bir kısım, 1913 yılından beri tahsili Duyunu Umumiye Yönetimine
bırakılmıĢ olan diğer aĢar geliri, Trabzon ilinin gümrük gelirinden 150 bin lirası
ayrılıyordu (Yeniay, 1964: 107).
75
değerlerinin altında satılması ve gerçek faiz oranın yükselmesi borç
yükünün armasına neden oluyordu.
- Emisyon ve komisyon giderlerinin ve eski borçların ödenmesine ayrılan
miktarın fazla olması nedeniyle, yapılan yeni borçlanmaların bedellerinin
hazineye girmeden kesintilere uğramasına neden oluyordu. Bu Ģekilde
gerçekleĢen borcun büyük bir kısmından faydalanmadan borç maliyeti
artmıĢ oluyordu.
- Yapılan borçlanmaların askeri harcamalar, bütçe açıklarının kapatılması,
eski borçların ödenmesi gibi büyük bir kısmı o dönemin harcamalarına
ayrılması, borcun verimli alanlarda kullanılmaması devleti mali iflasa
götüren en büyük nedenler arasında gösterilebilir.
76
- Borçların faiz oranları piyasa durumuna göre çok yüksek ve ihraç fiyatları
da çok düĢüktü.
- Borçlara karĢılık olarak yalnız devlet itibarı yeterli olmamıĢ 5borç
77
Ölçüsüz ve sınırsız borçlanmanın ürünü olan Düyun-u Umumiye yönetimi
örgüt ve gelir bakımından Osmanlı maliyesinden daha güçlüydü. Devlete karĢı
sorumluluk taĢımaması, bu örgüte daha fazla güç kazandırıyordu. DıĢ borç arayıĢı
içindeki Osmanlı Devletine herhangi bir mali yardımda da bulunmamakta sadece
devlet kendi parasını kullanamaz haldeyken borç veya avans bulmaya çalıĢıyordu.
Ġlerleyen yıllarda gelirleri hızla artan Düyun-u Umumiye yönetimi, devletin parasını
devlete borç olarak geri veriyordu (Efendi, 1977: 63).
-Ġpek öĢrü,
Duyunu Umumiye Yönetimi vergileri toplamak için çok geniĢ bir örgüt kur-
muĢtu. Öyle ki 720‟den fazla Ģubesi ve 5 bini aĢkın memuru bulunuyordu. 1911
yılında Osmanlı maliye nezaretinin 5472 görevlisine karĢın, Duyunu Umumiye
Yönetiminde 9 bine yakın memur çalıĢıyordu (Ülman, 1972: 65).
80
Osmanlı devletinin içinde bulunduğu mali durum borçların ödenmesini daha
da zorlaĢtırıyor ve Osmanlı maliyesine yapıĢan Duyunu Umumiye Yönetimini
gittikçe güçlenmesine neden oluyordu. Bütçe açıklarının kapatılamaması, vergilerin
düzenli olarak toplanamaması, alınan borçların ağır faizler ve komisyonlarla
kesintilere uğraması hazineye ayrıca yük getiriyor ve mali gücü oldukça
zayıflatıyordu. Osmanlı maliyesinde istediği gibi hareket eden Duyunu Umumiye
Yönetimi borçların idaresinden ziyade, kendisine mali kaynak sağlayacak ekonomik
ve mali adımlar atıyordu. Kendi ülkelerinin ticari iliĢkileri nedeniyle gümrük
vergilerinin arttırılmasını engelliyor devletin ek mali kaynak yaratmasına engel
oluyordu.
81
bağımsızlığını kaybetmesine ve güvensizliğin artmasına neden oluyordu. Çünkü bir
ülkenin en büyük gücü bağımsızlıkla simgeleniyordu. Devlet gelirlerinin
yabancıların eline geçmesiyle bu gücü de yitirmiĢ oluyordu. Osmanlı Devletin kendi
hakkı olan gelirlerini toplama ve harcama yetkisini bu sözleĢmeyle alacaklılarına
devrediyordu. Yabancı alacaklılar ise ülke içindeki en verimli kaynakları kullanmak
ve ülke ekonomisine hakim olmak için stratejik gelirler üstünden alacaklarını tahsil
etme yoluna gitmiĢlerdi. Elde ettiği gelirleri de daima yükselme çabası içindeydi. Bu
Ģekliyle Duyunu Umumiye Yönetimi genel devlet mekanizmasının bir bölümü olarak
kabul ediliyor ve devlet mekanizması haklarından yararlanarak vergi topluyordu
(Noviçev, 1979: 88).
Tuz Tekeli: Tuz tekeli geliri Duyunu Umumiye Yönetimi zamanına kadar
kaçakların fazla olması ve devletin bunu dikkate almaması nedeniyle fazla yüksek
değildi. Ancak ilerleyen yıllarda büyük artıĢlar gösteriyordu. Buna göre; 1881-82
yılında 635.000 lira olan bu vergi gelirleri 1909-10 yıllarına gelindiğinde 1.147.237
liraya kadar yükseliyordu (Yerasimos, 1975: 980). Bu durum gösteriyor ki Duyunu
Umumiye Yönetimi elde ettiği vergilerin gelirlerini arttırmak ve daha fazla kazanç
sağlamak için vergi tutarlarında yüksek hasılatlar elde ediyordu.
Tütün Tekeli: Tütün tekeli, Reji denen özel bir Ģirket tarafından
yönetiliyordu. ġirketin sermayesi 1.760.000 lira, ihtiyat akçesi 1.173.307 liraydı
(Efendi, 2005: 166). ġirket, iç tüketime ve ihracata ayrılan tütün ve sigaranın satın
alma, iĢleme ve satma iĢlemlerini elinde bulunduruyordu. ġirket, devletin borçlarına
karĢılık olmak üzere yılda 750.000 lira veriyordu. Hükümetle 30 yıllık sözleĢme
imzalayan Ģirketin kârı, değiĢen oranlarda hükümet, Duyunu Umumiye ve reji
arasında bölüĢülecekti. Bu bölüĢüme göre, 750 bin lira ödendikten ve ortaklara yüzde
8 kâr payı dağıtıldıktan sonra kalan fazla devlete verilecek ve bu fazlanın ancak
yüzde 30‟unu devlet alabilecek, kalanın yüzde 35‟i Duyunu Umumiye Yönetimine,
yüzde 35‟i de olağanüstü kazanç olarak reji Ģirketine verilecekti (Efendi, 2005: 40).
82
1888-89 yılında Reji Ģirketine 2.016 lira, D.U. Yönetimine 10.214 lira, Hükümete ise
10.215 lira verilirken 1900-01 yılına gelindiğinde Reji Ģirketine 6.848 lira, D.U.
Yönetimine 40.935 lira, Hükümete 35.506 lira olarak bölüĢülüyordu (Yerasimos,
1975: 980).
Yıllık safi hasılatı 2 milyon lirayı aĢan reji idaresi 30 yıl içinde Osmanlı
imparatorluğu tütün üretiminden 67.734.693 lira hasılat elde ederken, bunun
37.375.688 lirası masraf, 30.350.605 lirası kardı ve masrafın 23 milyonu Duyunu
Umumiye Yönetimine veriliyordu (ġanda, 1932: 39). Ġmtiyaz süresi 1912 yılında
bitecek olan reji idaresi, Osmanlı hükümetine kar payı olarak yalnızca 908.206 lira
ödemiĢ bulunuyordu (Müderrisoğlu, 1974: 33).
Pul Resmi: Pul resmi yazılı anlaĢmalardan elde edilen bir vergi türüydü.
Ancak 1900‟lü yılların baĢına kadar da Osmanlı devletinde yazılı anlaĢmalar çok
azdı ve yabancıların da bu vergiden muaf olmaları nedeniyle geliri düĢük olan bir
vergiydi. Ġlerleyen yıllarda yabancıların muafiyetinin kaldırılması ve ticaret hacmi
sebebiyle artan anlaĢmaların bu verginin gelirinin artmasına büyük katkısı olmuĢtu.
Pul resminden sağlanan gelirler, 1882/83 yılında 146.761 lira, 1899-1900 yılında
235.168 lira, 1904/05 yılında 359.791 lira, 1911/12 yılında 506.146 liraya ulaĢıyordu
(Yerasimos, 1975: 980).
İpek Öşrü: Ġstanbul, Bursa, Edirne, Samsun ve Yozgat illeri ipek aĢarı
gelirleri Duyunu Umumiye Yönetimine aitti ve Yönetim ipekböcekçiliğini
geliĢtirerek ipek aĢarı gelirinin artmasını sağlıyordu. Toplanan gelir, 1882/33 yılında
18.951 lira iken, 1909/10 yılında 128.945 liraya yükseliyordu (Yerasimos, 1975:
982).
84
- 1881 yılından sonra alınan dıĢ borçlara karĢılık olarak gösterilen
gelirler,
85
3.4.3. Sevr Anlaşması Sonrası Düyunu Umumiye Yönetimi
87
BarıĢ AntlaĢması ile yeni bir statüye bağlanılıyordu. KurtuluĢ SavaĢı'nı borç almadan
zafere ulaĢtıran T.B.M.M. Hükümeti, Mudanya antlaĢmasından 40 gün sonra, 21
Kasım 1922 tarihinde, DıĢiĢleri Bakanı Ġsmet Ġnönü‟nün baĢkanlığında, Lozan barıĢ
masasına oturduğu zaman, karĢısına Ġmparatorluğa ait borçlar çıkarılıyordu.
Konferansta borçlar konusunda uzun tartıĢmalar oluyordu. Türkiye, Osmanlı Devleti
Genel Borçlarının (Düyun-u Umumiye‟ nin) Trablusgarp SavaĢı ve 1912-1913
Balkan SavaĢı sonunda Ġmparatorluk topraklarından pay alan Balkan devletleri ile
Lozan AnlaĢması‟nın sonucu olarak Asya'da meydana gelen yeni devletler arasında
aldıkları arazinin 1911 ve 1912 yılları ortalama gelir oranlarına göre bölüĢülmesini
kabul ediyor ve böylece Osmanlı Ġmparatorluğu'nun borçları onun mirasına oturan
bütün devletlere (bunların sayısı 15‟dir) adil sayılabilecek bir biçimde
paylaĢtırılıyordu (Kömürcan, 1948: 120-122).
- Türkiye,
- 1912/13 Balkan savaĢları sonucu Osmanlı imparatorluğundan toprak alan
devletler,
- AnlaĢmada gösterilen, daha önce imparatorluğa ait adalarla,1.8.1914
tarihinde henüz Osmanlı idaresinde iken yeni devletin sınırları dıĢında kalan Trakya
topraklarını alan devletler,
- Osmanlı devletinin Asya toprakları üzerinde yeni kurulmakta olan devletler.
Lozan AntlaĢması ile ayrılan ve bağımsız hale gelen diğer 14 ülke ile
paylaĢtırılması sonucunda, 129.604.910 lira Osmanlı borcundan Türkiye
Cumhuriyeti‟ne düĢen pay 84.597.495 lira oluyordu. Ancak, bu miktara ödenmemiĢ
taksitler ve avanslar dahil edilince, toplam Osmanlı borcu (129.604.910 TL anapara
+ 30.437.441 TL taksitler + 1.561.482 TL avanslar dahil) 161.603.833 liraya çıkınca,
bu yeni toplam içinde Türkiye‟nin payı (161.603.833 x yüzde 65,32 =) 105.559.623
lira olarak hesap ediliyor ve faiz oranları da yüzde 4-8 olarak uygulanacağı
belirtiliyordu (Yılmaz, 2003: 310). 1928 yılında yapılan anlaĢma ile dıĢ borçların
miktarı, 107.528.463 lira olarak belirleniyordu (Yeniay, 1964: 143).
1928 yılında yapılan anlaĢma ile yıllık taksitler ve bunların hangi para ile
ödeneceği meselesi çözüme bağlanıldı. Temel ilke olarak, tahvilin üzerinde yazılı
para ve en kuvvetli baĢka bir para lehine alacaklılara tercih hakkı tanınması ilkesi
kabul edildi (Bulutoğlu, 1970: 97).
1929 dünya buhranı ile Türkiye, yabancı paralarla ödediği borç taksitlerini
ödemekte güçlükler çekmeye baĢlanmıĢtı. Türkiye‟nin iktisadi durumu olumsuz
yönde geliĢme gösteriyordu. Getirilen kambiyo kontrol rejimi sonucunda Türk
parasıyla yapılan Ödeme ile yabanca para ile yapılan ödeme arasında büyük fark
ortaya çıkmaktaydı. Bu durumda Türk Hükümeti, yıllık taksitlerin azaltılmasını ve
borcun bir kısmının Türk parası ile ödenmesini teklif ediyordu. 1933 yılında yapılan
anlaĢma ile yıllık taksitler yeniden tespit ediliyor ve taksitlerde esas olarak, değeri
altınla tanımlanmıĢ Fransız Frangı ile ödeme esası kabul ediliyordu (Bulutoğlu,
1970: 97).
Bu anlaĢmayla, Türkiye‟nin 107,5 milyon liralık borcu 6,6 milyon altın liraya
indiriliyor ve 1928 anlaĢmasının, imkanlarımıza göre çok yüksek olan ve her devrede
yükselen yıllık ödemeleri yerine, değiĢmeyen 700 bin altın liralık bir tutar kabul
ediliyordu (Saraçoğlu, 1933: 342).
19. yüzyıl ortalarına doğru mali yapıdaki bozulmalar nedeniyle devletin gelir
kaynakları hızla daralmaktaydı. Bunun düzeltilmesi için reformlar yapılıyor ancak
herhangi bir sonuç elde edilmiyordu. Giderlerini karĢılamakta zorlanan Osmanlı
Devleti, gelirlerini vergilerden elde edemeyince, borçlanma gereği duymuĢtu. Ġlk
etapta Galata Bankerleri‟nden, yüksek faizli iç borçlanma talep edilmiĢ, ancak oluĢan
bunalımların atlatılmasına çözüm olmayınca, dıĢ borçlanma kaçınılmaz bir hale
gelmiĢti.
Bir ülkenin kapasitesini aĢan büyük borçların kötü yönetimlerin eseri olduğu,
eğer dıĢ kaynaklar sermaye ve diğer üretim unsurlarına yönlendirilebilirse kalkınma
sağlanabileceği, aksi halde, kaynaklar yanlıĢ tahsis edilir ve tüketime giderse
kalkınmanın olumsuz etkileneceği görülmektedir.
91
Borçlanmaların tahvillerle yapılması, tahvillerin ihraç fiyatının düĢük
olmasının yanında komisyon ücretleri ve diğer giderler nedeniyle maliyetli olmasına
neden oluyordu. Borçlanma sonrası elde edilen gelir ise borçlanılan tutarın çok
altında kalıyordu. Bazı borçlanmalar, eski borçların ödemelerinde kullanılınca hem
borç yükü hem de borçlanmanın maliyeti artıyordu. Öyle ki alınan borçların bu
Ģekilde verimsiz kullanılması sonucu devlet dıĢ borçların yıllık masraflarını
karĢılayamaz duruma geliyor ve 1875 yılında borçlarını ödeyemeyeceğini resmen
ilan ediyordu.
92
Lozan AnlaĢmasıyla baĢlayan yeni süreçte borçların tasfiyesi ele alınıyor ve
Osmanlılardan kalan bu borçların nasıl ödeneceği yeni anlaĢmalarla düzenleniyordu.
AnlaĢmaya göre, Osmanlı Devleti‟nden kalan borçlar, Türkiye ile Osmanlı‟dan
ayrılan devletlerarasında paylaĢtırılıyordu. Ortaya çıkan sorunlar ise bir takım
anlaĢmalar yapılarak gideriliyordu. Yapılan bu anlaĢmalarla Türkiye 1854 yılından
baĢlayan ilk dıĢ borçlanması ile birlikte aradan geçen 100 yıl sonra, 25 Mayıs 1954
tarihinde Osmanlı Devletinden kalan borçların tamamını ödeyerek mali
bağımsızlığına ulaĢmıĢtır. YaĢanan bu bir asılık borç sürecinde Osmanlı Devleti
sadece ekonomik bağımsızlığını değil, toprak bütünlüğünü de büyük ölçüde
kaybetmiĢ ancak yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti geriye kalan borcun yönetimini
iyi birĢekilde gerçekleĢtirerek ekonomik bağımsızlığına ulaĢmayı baĢarmıĢtır.
93
KAYNAKÇA
94
ELDEM, Vedat : Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları
hakkında bir Tetkik, Türk Tarih Kurumu Yayınevi,
Ankara, 1994.
ERGENÇ, Özer: “Osmanlı Klasik Dönemindeki EĢref ve Ayan Üzerine
Bazı Bilgiler” Osmanlı AraĢtırmaları III, Ġstanbul,
1982.
EROĞLU, Hamza: Türk İnkılap Tarihi, Milli Eğitim Basım Evi, Ġstanbul,
1982.
FALAY, Nihat: Maliye Tarihi, Filiz Kitabevi, Ġstanbul, 2000.
FĠġEK, Kurthan: “Osmanlı DıĢ Borçları”, S.B.F. Dergisi, Cilt 22, Sayı 3,
1967.
GĠRAY, Filiz: Maliye Tarihi, Ezgi Kitabevi, Ġstanbul, 2010.
GÜRAN, Tevfik: İktisat Tarihi, Acar Basım, Ġstanbul, 2003.
GÜRSOY, Bedri : “100.Yılında Düyunu Umumiye idaresi üzerinde bir
değerlendirme”, Ġstanbul: Ġ.Ü. Ġktisat Fak. Yay. 1984,
S.17-59.
GÜVEMLĠ, Oktay: “Türk Devletleri Muhasebe Tarihi‟‟,Tanzimat‟tan
cumhuriyet‟e 3. Cilt, Yeminli Mali MüĢavirler Odası
Yayını, Ġstanbul 2000.
GÜZ A.B. : “Taksime uğrayan Osmanlı Borcu”, Siyasi Ġlimler
Mecmuası, Ġstanbul: Sayı. 145, (Nisan 1943).
ĠNALCIK, Halil: Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Eren
Yayıncılık, Ġstanbul, 1996.
KAZGAN, Gülten : Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi,
Altın Kitaplar Yayınevi, Ġstanbul, 1999.
KAZGAN, Haydar : Galata Bankerleri, Cilt I, TEB, Orion Yayınevi,
Ankara, 2005.
KIRAY, Emine: Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, ĠletiĢim
Yayınları, 2.Baskı, Ġstanbul, 1995.
KOLERKILIÇ, Ekrem: Osmanlı İmparatorluğunda Para, DoğuĢ Matbaası,
Ankara, 1958.
95
KÖMÜRCAN, Kirkor : Türkiye İmparatorluk Devri Dış Borçlar Tarihçesi,
T.C.M.B, Ġstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu,
Yayın No.32, Ġstanbul, 1948.
KÜÇÜKÖMER, Ġdris: Osmanlılarda Kapitalist Düzene Geçilememesi, Saffet
Matbaası, Ġstanbul, 1968.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat: “Tanzimat Devrinde Yabancıların Ġktisadi Faaliyetleri”,
150. Yılında Tanzimat, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1992.
MĠNĠBAġ, Türkel : Çağ Atlatma Serüveni (1453-1980), Bağlam
yayınları, Ġstanbul: 1994
MÜDERRĠSOĞLU, A. : Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Maliye Tetkik
Kurulu Yayını, No: 162, Ankara: 1974.
AKDAĞ, M: Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve İnkisafı
Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti, Belleten
yayın, Ankara, 1950.
NOVĠÇEV, A.D. : Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi,
Çev: N.Dinçer, Onur Yayınları, Ankara, 1979.
ORTAYLI, Ġlber: İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, TimaĢ Yayınları,
Ġstanbul, 2009.
ÖKÇÜN, Gündüz: “1885 Öncesi Osmanlı Ekonomisine Genel Bir BakıĢ”,
1885-1985 Türkiye Ekonomisinin 100. Yılı ve Ġzmir"
Sempozyumu, Ġstanbul Ticaret Odası Ġzmir 1986.
ÖNER, Erdoğan: Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde
Mali İdare, Uyum Ajans, Ankara, 2005.
ÖNSOY, Rıfat: Mali Tutsaklığa Giden Yol Osmanlı Borçları 1854-
1914, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999.
ÖNSOY, Rıfat : Osmanlı Borçları, Turhan kitabevi yayınları, Ankara,
1999.
ÖZDEĞER, Hüseyin: “I. Sultan Selim Kanunnamesi ve Tahlili”, Ġstanbul
Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Türk Ġktisat Tarihi Yıllığı,
1987.
96
PAMUK, ġevket : Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi, Ankara:
Yurt Yayınevi, 1984, 7.
SAYAR, Nihad S.: Türkiye İmparatorluk Dönemi Siyasi, Askeri; İdari
ve Mali Olayları, Ġktisadi Ticari Ġlimler Akademisi,
Nihat Sayar Vakfı Yayın No.288/513, Ġstanbul, 1978.
ġAHĠN, Hüseyin : Türkiye Ekonomisi, 2.b., Bursa Uludağ Üniversitesi
Yayını, 1993, S.2.
ġANDA, H.A.: Bir Yarı Müstemleke oluş tarihi, Sinan Matbaası,
Ġstanbul, 1932.
ġEKER, Murat: “Osmanlı Devletinde Mali Bunalım Ve Ġlk Borçlanma”,
C.Ü. Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 2,
2007.
ġENER, Abdüllatif: Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, ĠĢaret
Yayınları, Ġstanbul, 1990.
TABAKOĞLU, Ahmet: Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi,
Dergâh Yayınları, Ġstanbul, 1985.
TEZEL, Yahya Sezai: Cumhuriyet Dönemi İktisadi Tarihi (1923-1950),
Yurt Yayınları No:4, Ankara, 1982.
TÖKĠN, Ġsmail H. : Türkiye’de Köy İktisadiyatı, Ġstanbul Matbaacılık
T.A.S. Basımevi, 1934.
UZUNÇARġILI, Ġ.Hakkı: Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı,
Türk Tarih Kurumu Yayın NO. VIII-16B, 3. Baskı,
1988.
ÜÇOK, CoĢkun – MUMCU, Ahmet – BOZKURT, Gülnihal: Türk Hukuk
Tarihi, SavaĢ Yayınları, Ankara, 2002.
ÜLGEN, Gülden: İktisat Bilimine Giriş, Der Yayınları, Ġstanbul, 2012
ÜLMAN, Haluk : Birinci Dünya Savaşına Giden Yol, A.Ü.S.B.F.
Yayını, No:333 Ankara: Sevinç Matbaası, 1972.
VELAY, A.Du : Türkiye Maliye Tarihi, Derleyen: Maliye Tetkik
Kurulu, Damga Matbaası, Ankara, 1978.
YENĠAY, Ġ.Hakkı: Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, Ġstanbul Üniversitesi
Ġktisat Fakültesi Yayını, Ekin Basımevi, Ġstanbul, 1964.
97
YILMAZ, Faruk : Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dış Borçlar, Ankara,
Berikan, 2003.
98