Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 107

T.C.

İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Maliye Anabilim Dalı
Maliye Bilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

19. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİNDE DIŞ


BORÇLANMA VE DÜYUNU UMUMİYE İDARESİ

SERKAN GEYİK
2501100502

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Nazan SUSAM

İstanbul 2013
ÖZ

19. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİNDE DIŞ BORÇLANMA VE DÜYUNU


UMUMİYE İDARESİ

SERKAN GEYİK

Osmanlı Devleti, kuruluşundan 1854 yılına kadar geçen süreçte iktisadi ve


mali anlamda önemli daralma dönemleri yaşamış ve hiçbir zaman dış borçlanmaya
başvurmamıştır. Ancak dünya ekonomilerinde yaşanan sanayileşme ve teknolojik
gelişmeler yeni bir dünya düzeni oluştururken, Osmanlı Devleti gerekli gelişimi
sağlayamamıştır. Ekonomide yaşanan mali bunalımlarla beraber oluşmaya başlayan
kaynak arayışları, 1854 yılına gelindiğinde ilk dış borç alımına neden olmuştur.
Osmanlı Devletinin yapmış olduğu bu dış borçlanma iktisadi kalkınmadan
ziyade, Kırım Savaşı sonrası oluşan olağanüstü harcamalarda kullanılmıştır. Yani
borçlanma, ülke içindeki üretim kaynaklarının etkin ve verimliliği için kullanılmayıp,
geçici bir amaç için kullanılmıştır. Yapılan bu ilk dış borçlanmayla beraber, yıllar
itibariyle birçok borçlanma gerçekleşmiş ve Osmanlı devleti adeta dış borç olmadan
yaşayamaz hale gelmiştir.
Bu çalışmada, Avrupalı ülkelere beş asır boyunca siyasi ve mali anlamda
boyun eğmeyen Osmanlı Devletinin, yıkılışından önceki son otuz yıl içerisinde bu
ülkelere nasıl bağımlı hale geldiği ele alınmaktadır. Ayrıca Osmanlı devletinin dış
borçlanmasındaki artışla birlikte ekonomik ve mali yapıda ortaya çıkan sorunlar bu
sorunların nedenleri ve Osmanlı devletinin mali iflası ile birlikte Avrupalı devletlerin
yönetiminde kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi incelenecektir.

Anahtar Sözcükler: Dış Borçlar, İktisadi Yapı, Sanayi Devrimi

ii
ABSTRACT

EXTERNAL DEBTS AT OTTOMAN EMPIRE AND THE OTTOMAN


PUBLIC DEBT ADMINISTRATION 19. CENTURY

SERKAN GEYİK

Ottoman Empire, since its foundation until 1854, had experienced serious
economic and fiscal constrictions but in that periods it had never taken up on external
debt. However Ottoman Empire had not been able to make necessary development
while the rest of the world economies had been founding a new world order with the
industrialization and technological innovations.

The resource quest that had existed with fiscal crisis what experienced in
Ottoman economy, caused the first external debt when the date was 1854.
This external debts that taken up by Ottoman Empire, used for extraordinary
expenditures which existed after the Kırım War, rather than economical
development. In other words, external debt was not used for efficiency and
effectiveness of the domestic production resources. It had been used for a temporary
aim. With this first external debt, others had followed one after the other and The
Ottoman Empire closely became a country which was not able to live at non-
existence of the external debts.

This study is trying to the explain, how The Ottoman Empire, had not
indulged front the other European countries for five hundred years, became addicted
them along the thirty years before its collapse. On the other hand, with the increases
at external debts of the Ottoman Empire, the problems that are existed in the
economic and fiscal structure, the causes of these problems and the “Düyun-u
Umumiye İdaresi” that had founded by the Europen countries after the fiscal
bankrupt of the Empire, will be examined.

Key Words: External Debt, Economic Structure, The İndustrial Revolution

iii
ÖNSÖZ

Osmanlı tarihi geçmişten beri ilgimi çeken bir konudur ve bu konu üzerine
hep iyi bir araştırma yapmak, daha çok bilgi edinmek hayallerim arasındaydı.
Hazırladığım bu tez bu amacım için attığım ilk adımdı ve amacım için yardımlarını
hiçbir zaman eksik etmeyen Danışman Hocam Doç. Dr. Nazan Susam’a Teşekkürü
bir borç bilirim.
Bu konuda desteklerini ve dualarını eksik etmeyen Anneme ve Eşime ve tüm
sevdiklerime teşekkürlerimi sunarım.

iv
İÇİNDEKİLER
ÖZ………………………………...………………………………………………..…ii
ABSTRACK................................................................................................................iii
ÖNSÖZ........................................................................................................................iv
İÇİNDEKİLER.............................................................................................................v
GİRİŞ……………………………………………………………..…………………..1
1.BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİNİN İKTİSADİ VE MALİ YAPISI...………..….3
1.1. Osmanlı Devletinde İktisadi Yapı……………….……………………………….3
1.1.1. Osmanlı Ekonomisinin Temel Nitelikleri………………………….…………..3
1.1.2. Sanayi Devrimi Sonrası Osmanlı Ekonomisinde Meydana Gelen Değişmeler..7
1.2. Osmanlı Devletinde Mali Yapı………………………….……………..……….11
1.2.1. Osmanlı Devletinde Kamu Gelirleri..…………….………………………..…11
1.2.1.1. Osmanlı Devletinde Vergi Sistemi……………………………….………...14
1.2.1.1.1. Dini (Şer’i) Vergiler…………………………....…………………..……..15
1.2.1.1.2. Örfi Vergiler……………………………………………………………....17
1.2.1.2. Diğer Gelirler…………………………………………………………….…17
1.2.2. Osmanlı Devletinde Kamu Giderleri…………………….…………......…….17

2. BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİNİ DIŞ BORÇLANMAYA İTEN


NEDENLER………………………………………………….……...……...………21
2.1. Sosyal Nedenler………………………………………………………………...21
2.1.1. İç Güvensizlik………………………………………………………………...22
2.1.2. Ayaklanmalar…………………………………………………………………22
2.1.3. Eşkıyalık Hareketleri…………………………………………………………23
2.1.4. Ayanların Güçlenmesi….…………………………………………………….24
2.1.5. Yolsuzluklar…………………………………………………………………..26
2.1.6. Emeğin Topraktan Kopması ve Şehirlere Göç……………………………….27
2.2. Ekonomik Nedenler………………………………………………….…………29
2.2.1. İç Konjonktürel Nedenler…………………………………………………….29
2.2.1.1. Maden ve Para Hareketleri………………………………………………….29
2.2.1.2. Askeri Harcamalardaki Artışlar ve Sefer Giderleri………………………...30

v
2.2.1.3. Osmanlı Devletinin İhtiyaç Duyduğu Gelirleri İç Kaynaklardan
Sağlayamaması………………..…..….…………………………………………..…32
2.2.1.4. Devlet Kadrolarındaki Şişme……………………………………………….33
2.2.1.5. Dış Ticaret Açıkları…………………………………………………………33
2.2.1.6. Bütçenin Sürekli Açık Vermesi..…………….……………………………..36
2.2.1.7. Toprak Sistemindeki Bozulmalar…………………………………………..37
2.2.1.8. Üretim Yetersizliği ve Gelir Düşüklüğü……………………………………40
2.2.1.9. Ekonominin İçinde Bulunduğu Bunalım…………………………………...42
2.2.1.10. Borç Anlaşmalarıyla Sağlanan Gelirin Düşük Düzeyde Kalması…….…..44
2.2.2. Dış Konjonktürel Nedenler…………………………………………………...44
2.2.2.1. Dünya Ticaretindeki Değişmeler…………………………………………...45
2.2.2.2. Sanayi Devrimiyle Birlikte Avrupa’da Oluşan Sermaye Birikimi……........46
2.3. Osmanlı Devletinde Mali Yapıdaki Bozulmaya Yönelik Alınan Önlemler……49

3. BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİ DIŞ BORÇLANMALARI VE DÜYUNU


UMUMİYE YÖNETİMİ............................................................................................51
3.1. 1854-1914 Dönemi Dış Borç Anlaşmaları ve Özellikleri………………………52
3.1.1. Kırım Savaşı Sonrası ve İlk Dış Borçlanması 1854 Borç Anlaşması…..…….52
3.1.2. 1855 Borç Anlaşması…………………………………………………………53
3.1.3. 1858 Borç Anlaşması…………………………………………………………53
3.1.4. 1860 Borç Anlaşması…………………………………………………………54
3.1.5. 1862 Borç Anlaşması…………………………………………………………55
3.1.6. 1863 Borç Anlaşması…………………………………………………………56
3.1.7. 1865 Borç Anlaşması…………………………………………………………57
3.1.8. 1869 Borç Anlaşması…………………………………………………………58
3.1.9. 1970 Borç Anlaşması…………………………………………………………59
3.1.10. 1871 Borç Anlaşması…………………………………………………..……59
3.1.11. 1872 Hazine Tahvilleri……………………………………………………...60
3.1.12. 1873 Borç Anlaşması ve II.Tertip Genel Borçları…………………………..60
3.1.13. Mali İflastan Önceki Son Borçlanma 1874 III. Tertip Genel Borçları…...…61
3.1.14. Ramazan Kararnamesi, İki Kararname Arası Devre ve Moratoryum İlanı…62

vi
3.1.15. 1877 Borç Anlaşması…………………………………………………..……64
3.1.16. Rüsum-u Sitte İdaresi (1879-1880)………………………………………….64
3.1.17. 1881 Kararnamesi (Muharrem Kararnamesi)……………………………….65
3.2. Mali İflas Sonrası Alınan Borçlar………………………………………………66
3.2.1. 1886 Gümrük Borçlanması………………………………………………...…67
3.2.2. 1888 Balık Avı Borçlanması……………………………………...…………..67
3.2.3. 1890 Osmaniye Borçlanması…………………………………………………67
3.2.4. 1891 Borç Anlaşması…………………………………………………………68
3.2.5. Tömbeki Borçlanması………………………………………………………...68
3.2.6. 1894 Şark Demiryolları Borçlanması……...…………………………………68
3.2.7. 1896 Borçlanması…………………………………………………………….69
3.2.8. 1902 Gümrükler Borçlanması…………………………………………….…..69
3.2.9. 1903 Bağdat Demiryolu Borçlanması ve Balık Avı Borçlanması……………70
3.2.10. 1903 Dış Borçların Birleştirilerek Değiştirilmesi (Tevhid-i Duyun)………..70
3.2.11. 1904 Borç Anlaşması…………………………………………………..……71
3.2.12. 1905 Borçlanması ve Askeri Teçhizat Borçlanması………………………...71
3.2.13. 1908 II. Ve III. Tertip Bağdat Demiryolları Borçlanması…………………..72
3.2.14. 1909 Borç Anlaşması……….………………………………………………73
3.2.15. 1910 Soma-Bandırma Demiryolu Borçlanması……………………………..73
3.2.16. 1911 Hüdeyde-Sana Ve Gümrük Borçlanması……………………….……..73
3.2.17. 1913 Borçlanması ve Doklar Borçlanması………………………………….74
3.2.18.1914 Borçlanması……………………………………………………………74
3.3. 1854-1914 Döneminde Yapılan Osmanlı Dış Borçlanmalarının
Değerlendirilmesi……………………………………………………………………75
3.4. Düyunu Umumiye Yönetimi……………………………………………………77
3.4.1. Düyunu Umumiye Yönetiminin Elde Ettiği Ana Gelirler ve Gelişimleri……81
3.4.2. Düyunu Umumiye Gelirlerindeki Gelişimin Değerlendirilmesi……………...85
3.4.3. Sevr Anlaşması Sonrası Düyunu Umumiye Yönetimi……………………….86
3.4.4. Lozan Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden Gelen
Dış Borçları Kabullenmesi…………………………………………………………..87
3.4.4.1. Borçların Paylaştırılması Sonucu Türkiye’ye Düşen Borç Tutarı………….88
3.4.4.2. 1928 Paris Sözleşmesi ve Borçların Ödenmesi…………………………….89

vii
3.4.4.3. 1933 Paris Sözleşmesi………………………………………………………90
3.4.4.4. 1936 Anlaşması, 5 Yıllık Ödeme Planı ve Borçların Sona Ermesi……...…90

SONUÇ……………………………………………………………………………...91
KAYNAKÇA………………………………………………………………………..94

viii
GİRİŞ

Bir ülkenin ekonomik ve mali yapısını, iktisadi kalkınmıĢlığını öğrenebilmek


için o ülkenin borç yapısını irdelemek gerekir.

Ülkeler ekonomilerinde yeterli tasarruf elde edemeyince dıĢ borçlanmaya


yönelirler. Alınan dıĢ borçlanmalar etkin ve verimli kullanılmadığı takdirde
ekonomiye ağır yük getirecektir. Bu yük sadece borcun alındığı dönemi değil, o
ülkenin geleceğini de etkileyecektir.

Ülkelerin gelirleri vergilerle ya da borçlanma yoluyla elde edilir. Ġlk etapta,


vergiler ülke gelirleri için öncü konumdayken, yeterli kaynak elde edemeyen ülkeler
borçlanmaya baĢvurur.

Borçlanmaya neden olan sebepler ise; kalkınma için alt yapı yatırımları, dıĢ
ticaret açığı, bütçe açıkları vb. dir. AzgeliĢmiĢ ülkelerin tasarruf oranları yeterli
olmadığı için, yatırım harcamaları da yetersiz olacaktır. Buna bağlı olarak, milli
gelirin artıĢ oranı da düĢük olacaktır. Bu tür ülkelerde vergiden çok borçlanma
yoluna gidilir. Yatırımın olmadığı bir ülkede vergilendirmenin çok çeĢitli ve verimli
olması beklenemez. Çünkü vergilendirilecek yeterli sektör olmaması vergi
gelirlerinin düĢük kalmasına neden olur. Bu da o ülkeyi diğer bir gelir sağlama
yöntemi olarak dıĢ borçlanmaya yöneltir.

Yapılan dıĢ borçlanmada ekonomik yararın sağlanabilmesi için, alınan borçlar


ülke içindeki kaynakları aktif hale getirecek üretken yatırım alanlarında
kullanılmalıdır. Kısaca, alınan borçların, ülkedeki üretim miktarını faizlerden daha
fazla arttırması gerekir. Aksi bir durum borcun ödenmesi için ülkenin kendi
kaynaklarını kullanmasına ve ekonomiyi olumsuz etkilemesine neden olur. Bu
Ģekilde alınmaya devam edilen borçların sonucunda, ülke kaynakları yeterli
olmayacak, bu durum ülkenin mali bağımsızlığının yitirilmesine neden olacaktır.
Bunun en güzel örneği ise ölçüsüz borçlanmalar sonucu iktisadi ve mali
bağımsızlığını yitiren Osmanlı Devletidir.

Osmanlı Devleti, kuruluĢundan 1854 yılına kadar geçen 555 yıl boyunca
birçok mali bunalımlar geçirmiĢ ve hiçbir zaman dıĢ borçlanmaya baĢvurmamıĢtır.
1
Ancak dünya ekonomilerinin teknolojik ve sanayi geliĢmeleriyle birlikte oluĢan yeni
düzen sonrasında, Osmanlı Devleti gerekli geliĢimi sağlayamamıĢtır. Ekonomide
yaĢanan mali bunalımlarla beraber oluĢmaya baĢlayan kaynak arayıĢları, 1854 yılına
gelindiğinde ilk dıĢ borç alımına neden olmuĢtur.

Osmanlı Devletinin yapmıĢ olduğu bu dıĢ borçlanma iktisadi kalkınmadan


ziyade, Kırım SavaĢı sonrası oluĢan olağanüstü harcamalarda kullanılmıĢtır. Yani
borçlanma, ülke içindeki üretim kaynaklarının etkin ve verimliliği için kullanılmayıp,
geçici bir amaç için kullanılmıĢtır. Yapılan bu ilk dıĢ borçlanmayla beraber, yıllar
itibariyle birçok borçlanma gerçekleĢmiĢ ve Osmanlı devleti adeta dıĢ borç olmadan
yaĢayamaz hale gelmiĢtir.

Bu çalıĢmada; Avrupalı ülkelere 555 yıl boyunca boyun eğmeyen Osmanlı


Devletinin, yıkılıĢından önceki son 30 yıl içerisinde bu ülkelere nasıl bağımlı hale
geldiği ve bu durumun ekonomik ve mali yapıyı nasıl etkilediği incelenmektedir.

Bu bağlamda; birinci bölümde, Osmanlı Devletinin borçlanma öncesinde


iktisadi ve mali yapısında oluĢan değiĢmeler, ikinci bölümde, Osmanlı Devletinin dıĢ
borçlanmasının nedenleri, üçüncü bölümde Osmanlı Devletinin yapmıĢ olduğu dıĢ
borç anlaĢmaları ve özellikleri, Düyunu Umumiye yönetimi ve Osmanlı dıĢ
borçlarının tasfiyesi incelenecektir.

2
BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİNİN İKTİSADİ VE MALİ YAPISI

1.1. Osmanlı Devletinde İktisadi Yapı


Osmanlı Devletinin iktisadi yapısını oluĢturan temel alan tarım sektörüdür.
17. yüzyıla kadar dünya ülkeleri arasında iyi bir durumda olan tarım sektörü, bu
dönemden sonra gerilemeye baĢlamıĢ ve Osmanlı iktisadi yapısına katkısı azalmıĢtır.
Bununda en büyük sebebi sanayi devrimi sonrasında dünya üzerinde yaĢanan
değiĢimlerdir. Özellikle sanayi devrimi, teknolojiyle birlikte çok hızlı bir Ģekilde
toplumsal dönüĢümlere yol açmıĢtır. 19. yüzyıla kadar geleneksel yapısını koruyan
Osmanlı ekonomisi batıdaki ticari dengelerin değiĢmesi karĢısında, eski gücünü
kaybetmeye baĢlamıĢtır.

1.1.1. Osmanlı Ekonomisinin Temel Nitelikleri

Osmanlı ekonomisi için tarımsal üretimin çok büyük bir önemi vardı. Çünkü
tarımsal üretimin toplam üretim içindeki payı büyüktü. Buna bağlı olarak, çalıĢan
nüfus içinde tarım kesiminde çalıĢan nüfus fazlaydı. Tarımın ekonomiye katkısından
dolayı, Osmanlı Devleti sınırlarının geniĢliği, büyük Ģehirlerin giderleri, ordu
ihtiyaçları gibi nedenler, kaynakların doğru kullanımı için devletin ekonomi üzerinde
tam bir denetim kurmasını gerektiriyordu. Devlet, üretimden tüketime kadar tüm
ekonomik süreci denetim altına alıyordu. Öyle ki, hangi topraklarda ne tür ürün
yetiĢtirileceği devletçe planlanıyordu.

Tarımda mülk sahipliği, ticarette düzenleyicilik Ģeklinde beliren Osmanlı


devletçiliği daha çok zanaat niteliğindeki sınai üretimde güçlü bir denetime
dönüĢüyordu (Cem, 1970: 65).

Sınaî üretim ise küçük imalathaneler ve tezgahlarda yapılıyor ve denetimi


lonca örgütleri tarafından gerçekleĢtiriliyordu. Bu Ģekilde üretimin düzenli olması

3
sağlandığı gibi, devlet ekonomik hayatı lonca teĢkilatı aracılığıyla
denetleyebiliyordu. Lonca teĢkilatıyla;
- Tezgahlarda satılan ürünlerin fiyat ve kaliteleri tespit ediliyor,
- Esnaflar arasındaki rekabeti kurallarla yasaklayarak kaynak kullanımını en
uygun değerde tutuyordu,
- Sınainin ihtiyaç duyduğu hammaddenin karĢılanması devlet denetiminde
tutulduğundan, fiyat artıĢları ve kıtlıklar önlenmiĢ oluyordu. Bununla birlikte üretim
aksamadan sürdürülüyordu.

16.yy ortalarına kadar iyi iĢleyen Osmanlı ekonomik sistemleri, yüzyılın


sonlarına doğru bozulmaya baĢladı. Bozulmanın nedeni büyük ölçüde dıĢ kaynaklara
dayanıyordu. 16.yy ve 17.yüzyıllarda Merkantilist etkiyle, yeni bir ekonomik sistem
içerisinde sanayileĢen Batı Avrupa ülkelerinin, sermaye birikimi için artı değerin
oluĢması gerekliliğini görmesiyle baĢlayan sanayileĢme ve sömürü yarıĢı, sömürge
ticaretinin uzak deniz yollarını kullanarak geniĢlemesi, Sanayi Devrimine neden olan
teknolojik geliĢmelerin ve buluĢların yaygınlaĢması, yani kapitalizmin doğuĢu
Osmanlı Devletinde tımar sisteminin zayıflamasına ve ekonomik açıdan sıkıntılı
dönemlerin baĢlamasına neden oluyordu.

Osmanlı ekonomik yapısını ve sosyal yapısını bozan etkenlerinde biri de


fiyatlarda oluĢan istikrarsızlıktı. Amerika kıtasının keĢfiyle altın ve gümüĢün
Avrupa‟yı istilası, Avrupa‟da talebin artmasına ve hammadde ihtiyacına neden
oluyordu. Avrupa‟da fiyatların hızla yükselmesi, Avrupalı tüccarların yeni
hammadde kaynakları bulmaya yöneltiyordu. Osmanlı Devleti, geniĢ coğrafyası ve
ucuz hammadde kaynakları nedeniyle, Avrupalı tüccarların ihtiyaçlarını karĢılayacak
bir konumdaydı. Ancak Osmanlı Devletinin piyasa sistemi sayesinde fiyatlar devletin
kontrolü altındaydı. Gümrük kapıları yabancı tüccarlara büyük oranda kapatılıyor,
yerli esnaf koruma altına bu Ģekilde alınıyordu.

Avrupalı tüccarların geliĢen sanayileri için ihtiyaç duydukları hammadde ve


gıda maddelerine yüksek fiyatlar ödemesi Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde
etkiliyordu. Ülkeye gelen Batı tüccarı kendi piyasasına göre ucuz bulduğu
hammaddeye yerli esnafın verdiği fiyatın çok üzerinde fiyatlar vererek ülke içinde

4
hammadde fiyatlarının yükselmesine ve kıtlığa neden oluyordu. Ġlk etapta Osmanlı
Devleti bu tüccarlara karĢı yerli esnafı koruyucu bazı tedbirler almaya çalıĢsa da
vermiĢ olduğu kapitülasyonlar yüzünden buna engel olamıyordu. 18.yy ortalarına
doğru Osmanlı Devleti yavaĢ yavaĢ pazarını Batının sanayi ürünlerinin istila ettiği,
dıĢ dünyaya hammadde ihraç eden ve karĢılığında mamul madde alan ülke durumuna
geliyordu. Öte yandan dıĢ ticaret dengesizliğinden kaynaklanan Ģiddetli enflasyon
nedeniyle yükselen fiyatların etkisiyle Osmanlı para birimi akçe, değer
kaybediyordu. Osmanlı para birimi akçenin uğradığı değer kaybı katsayısının bütçe
rakamlarının ĢiĢmesinde büyük payı vardır. 1584‟e kadar yaklaĢık dört adedi bir
dirhem olan akçenin bu tarihten sonra sekiz, 17. yüzyılın ilk yarısında 10, ikinci
yarısında 12, son olarak 23 adedi bir dirhem ağırlığına kadar düĢmüĢtü (Tabakoğlu,
1985: 17).

Kaybedilen bu değerin Osmanlı ekonomisi üzerinde etkilerini Ģöyle


sıralayabiliriz (Barkan, 1970: 78).

- Osmanlı sınaîsinin kullandığı hammaddeler ucuz oldukları için Avrupalı


tüccarlar tarafından satın alınmıĢtı ve yerli sanayiciyi büyük oranda
hammadde sıkıntısına sokuyordu.

- Büyük paralar belirli ellerde toplanmaya baĢlıyordu.

- Batıda sanayinin geliĢmiĢ olması o ülkelerden gelen mamul malların


miktarını arttırıyor, küçük esnafın buradan gelen ucuz ürünlerle rekabet
etmesini engelliyordu.

Osmanlılar 17. yüzyıl baĢlarında nüfus ve vergi sayım geleneğine eski önemi
vermemekle birlikte fethedilen veya elden çıktıktan sonra geri alınan bölgeler hariç
yapılan sayımlar gelir kaynağını 30 yılda bir yeniden değerlendirmeye imkan
veriyordu. Vergilendirilecek nüfus ve vergi alınacak gelir kaynakları sayım
zamanındaki değerleriyle deftere geçiriliyordu. Defterde hazineye 1000 akçe gelir
sağlamakla görevli olan bir köy hep bu miktar akçeyi vermekle yükümlülüğünden
kurtuluyordu. Ancak hazine adına çalıĢan vergi muhassılları, voyvodalar, has
mültezimleri vs. ile dirlik sahipleri önünde bir seçenek daha vardı. Vergi nakit olarak

5
toplanabileceği gibi istek üzerine ürün olarak da toplanabilirdi (Tabakoğlu, 1985:
19).

Osmanlı ekonomisinde yaĢanan bu geliĢmeler öncesinde 16. yüzyıldan


itibaren yaĢanan mali bunalımlar 18.yy ortalarına doğru daha ciddi boyutlara ulaĢıyor
ve devlet bütçesinde ciddi açıklar oluĢmasına sebep oluyordu. Ticaret yollarının
önemini yitirmesi, devletin yerli esnafı koruma amacıyla yapmıĢ olduğu lonca
sistemi sebebiyle ticarette kaçakçılığın artması, devlet gelirlerinin azalmasına neden
oluyor ve buna karĢılık fiyat artıĢları, para değerinin düĢmesi, ordu ihtiyaçlarını
sağlamanın güçlüğü, artan yeniçeri maaĢları, lüks tüketim eğilimleri mali darlığa ve
sürekli bütçe açıklarına neden oluyordu (Cem, 1970: 65).

Osmanlı Devleti oluĢan bu ekonomik durumdan dolayı yeni kaynaklar


üretmekte zorlanıyordu. Bu amaçla toprakta miri sistemden iltizam usulünün
uygulanmasına geçiliyordu. Tımar sisteminde dirlik sahipleri tarımsal üretimi ve
verimliliği arttırmakla görevliydiler. Bu görevlerini gerçekleĢtirirken ayrıca devletin
askeri ihtiyacını da tımar sistemiyle sağlıyordu. Bahsedilen görevlerin yerine getirilip
getirilmediği devlet tarafından sıkı bir Ģekilde kontrol ediliyordu. 17.yüzyıldan
itibaren iltizam usulü uygulamasına geçilmiĢ devletin mülkiyetinde olan topraklar,
gelirleri önceden tahsil edilmek suretiyle mültezimlere en yüksek fiyat karĢılığında
devrediliyordu. Böylece memur askerlerin yerini alan mültezimler geçici bir süre için
gelirlerini satın aldıkları toprakların üretim ve verimliliğinin düĢmesine neden olacak
yöntemlerle daha fazla gelir sağlamaya çalıĢıyorlardı.

Ġltizam usulüyle toprak mülkiyet düzeninin değiĢmesi, mültezimlerin artık


üründen aldıkları payı arttırmak için köylü üzerindeki baskıyı çoğaltması, ekonomik
darlık, tefecilik ve biriken servetler gibi nedenler köylüyü topraklarını terke
zorluyordu. Topraktan kopan köylüler medrese öğrenciliğine, asker ocağına, bey
çiftliklerinde çalıĢmaya ve Ģehirdeki çalıĢma alanlarına yığılmaya neden oluyordu.
Ancak hızla artan iĢsizler karĢısında, devletin bu kademeleri yetersiz kalıyordu.
OluĢan bu sosyal durumdan dolayı Celali Ġsyanları baĢ gösterdi.

Osmanlı toprak sisteminin ve sosyal düzeninin bozulmasına neden olan


iltizam usulünün olumsuz etkilerini kısaca sıralamak gerekirse;
6
- Osmanlı topraklarında mülkiyet devlete ait olmakla beraber, kullanım
hakkının mültezimlere geçmesi, daha fazla artı ürün elde edip, kazancını
artırma çabasına girmelerine neden oluyordu. Bu Ģekilde devlete karĢı
güçlenen ayanlar sınıfının doğuĢuna ve üretimin devlet kontrolünden
çıkarak bireyci ekonomiye geçmesine neden oluyordu (Cem, 1970: 136).
- Daha fazla gelir elde etmeye çalıĢan mültezimler toprakların
verimsizleĢmesine, buna bağlı olarak tarımsal üretimin git gide düĢmesine
neden olmaktaydı.
- Mültezimlerin baskılarına dayanamayan köylüler, kentlere göç ederek
tarım kesiminde çalıĢan nüfusun azalmasına ve tarım gelirlerinin
düĢmesine ve kentlerde oluĢan yığılmayla beraber iĢsiz kesimin
çoğalmasına neden oluyordu (Cem, 1970: 115).
- Tarımda yaĢanan bu durumla beraber tarımsal üretim azalıyor, tarımın
toplam üretim ve gelirdeki oranı ciddi boyutlarda düĢüyordu.

1.1.2. Sanayi Devrimi Sonrası Osmanlı Ekonomisinde


Meydana Gelen Değişmeler

Osmanlı Devletinde ekonomik faaliyetler geniĢ ölçüde devletin kontrol ve


etkisindeydi. Öte yandan, Osmanlı Devleti, 17. yüzyıldan itibaren Batı ile sosyal,
ekonomik ve kültürel alanda rekabet edemediği gibi, Avrupa‟da ortaya çıkan
yenilikleri alma konusunda da baĢarılı olamıyordu. 17. yüzyıl ortalarından itibaren
üstünlük Batıya geçiyordu. Bu üstünlük 18. yüzyılın sonundan itibaren sanayi
devrimiyle daha belirgin bir hale geliyordu. O zamana kadar iyi iĢlemiĢ ve yeterli
olmuĢ Osmanlı ticari ve iktisadi düzeni bozulmaya baĢlıyordu (Önsoy, 1999:161-
163).
18. yüzyılda devlet derlenip toparlanma ve düĢmana terk edilen toprakları
geri alma yollarını aradı. Bunun yanında iç üretimi arttırmak ve Batı ile rekabet
edebilmek için sanayileĢme imkanları araĢtırıldı. Rami Mehmet PaĢa‟nın 1703‟lerde
bir çuka fabrikası kurma teĢebbüsleri yabancılar tarafından baltalanıyordu. 1718-30
arasında özellikle askeri harcamalarda büyük kısıntılar yapılarak tasarruf edilen

7
kaynaklar lüks inĢa faaliyetlerinde ve büyük eğlencelerde israf ediliyordu
(Tabakoğlu, 1985: 21).

Sanayi Devrimi sonrası Avrupa‟da yaĢanan teknolojik geliĢmelerle birlikte


üretim üst seviyelere taĢınıyor, hammadde ve pazar ihtiyacı Avrupalı tüccarlar
tarafından daha belirgin bir hal alıyordu. 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı
ekonomisinde yaĢanan mali bunalımla beraber Batının sınai ürünlerinin ülkeyi istila
etmesi yerli sınai üretimini düĢürüyor, tarım ve sanayide yıkımın eĢiğine geliniyordu.
Hızla büyüyen, hammadde ve pazar arayıĢına giren kapitalist ülkeler aradıkları
niteliklere sahip ve iktisadi bakımdan çökmekte olan bir devletten yararlanma
isteğindeydiler. Hem ekonomik çöküĢ içinde olan, hem de sosyal düzeniyle beraber
birçok gücünü kaybetmiĢ Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu durumdan çıkma
çabasındaydı.

Avrupa‟daki geliĢmelere kulak tıkayan Osmanlı Devleti, iç ekonomisinde


önemli bir yere sahip olan yerli sınainin, Batı Avrupa ülkelerine kapitülasyonlar
vererek rekabet gücünü tamamen zayıflatıyordu. DıĢ güçler dengesini kurmak,
ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar elde etmek, ülkeler arası siyasi iliĢkilerini
güçlendirmek için verilen kapitülasyonlar, görünüĢte Osmanlı Devletine kazanç
sağlamıĢ gibi görünse de, iktisadi yapısını içten içe çökertiyordu.

Ticarette niteliğinin değiĢmesiyle birlikte, önceleri Ġmparatorluğun gücünün


bir jesti ve ticarette karĢılıklı imtiyaz olarak tanınmıĢ olan kapitülasyonlar değiĢik bir
konum kazanıyordu. Yabancı tüccarlara kendi bayraklarını taĢıyan gemilerle
serbestçe ticaret yapma, kendi yasalarına göre yargılanma, Osmanlı vergilerinden
muaf olma ve Osmanlı tüccarlarından daha düĢük gümrük vergisi ödeme gibi haklar
tanınmak Avrupalı tüccarların Osmanlı ekonomisine rahat bir Ģekilde girip çıkmayı
sağlıyordu (Öner, 2005: 211).

19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa‟da ticaret hacmi daha geniĢliyordu ve


ticaretin büyüme hızı dünya ekonomisinin devlerine gitgide daha çok bağımlı hale
geliyordu. ĠĢte 1838 Ticaret AnlaĢması, dünya ekonomisiyle bütünleĢmenin,
hızlanıĢının ve Avrupa ticaret sermayesinin ekonomiye hakim olmaya baĢlayıĢının
birçok çerçevesini oluĢturuyordu. Bu anlaĢma, aynı dönemde tekellerin ve esnaf
8
örgütlerinin kaldırılması, toprak üzerinde kiĢilerin tasarruf haklarının
kuvvetlendirilmesi gibi, takip edilen yeni liberal ekonomi anlayıĢı gereği alınan
tedbirlerin en önemlisi oluyordu (Öner, 2005: 243).

Bu anlaĢma ile Osmanlı Devleti gümrük kapılarını Avrupa ülkelerine sonuna


kadar açmıĢtı. 16 Ağustos 1838 tarihinde yapılan bu anlaĢma daha önceleri kaçak
yollarla yurt dıĢına kaçırılan malların artık resmi yollarla ve maalesef ki aynı
koĢullarda geçmesi anlamına geliyordu. KoĢulların aynı olmasıyla bahsedilmek
istenen, kaçak yollarla geçerken herhangi bir gümrük vergisi alamayan devlet, bu
anlaĢmayla beraber de neredeyse yine vergisiz olarak, Avrupa‟dan gelen mamul ya
da giden hammadde mallarının geçiĢini sağlıyordu. Osmanlı devleti, egemen
ekonomilerin denetimine girerken sömürgeleĢme sürecini de hızlandırıyordu. Kendi
sanayilerini dıĢ rekabete karĢı gümrük duvarlarıyla koruyan batılı ülkeler, Osmanlı
ekonomisini ortak pazar durumuna getiriyordu. Tarıma dayanan ekonomisi ve sınırlı
sanayiye sahip olan Osmanlı devleti, bu anlaĢmayla beraber daha çok tüketim
toplumuna dönüĢtürülüyor ve üretimden olabildiğince uzaklaĢtırılıyordu. Üretimden
uzak olan bir ekonomi, gelirini vergilerden sağlayamayacağından diğer bir gelire
yani borçlanmaya yönelmek zorunda kalmıĢtı.

AnlaĢma ile çeĢitli isimlerde alınmakta olan bütün dahili vergiler


kaldırılıyordu (Sudi, 1996: 191). Dâhili gümrük resmi olarak ihracatta yüzde 9, ithal
mallarında yabancı tüccarın getirdiği malı ülke içine götürmesi halinde yüzde 2‟lik
birer resim alınması kararlaĢtırılıyordu. Bunların dıĢında harici gümrük resmi aynen
yüzde 3 olarak alınmaya devam ediliyordu (Kütükoğlu, 1992: 92-94). Böylece;
ithalatta yüzde 5 ihracatta yüzde 12 ve transit ticarette yüzde 3 rüsum uygulaması
kararlaĢtırılıyordu. Bu oranlar ancak anlaĢmaya taraf olanların karĢılıklı mutabakatı
ile gerçekleĢtirilebilecekti. Osmanlı Devleti bunu kabul etmekle gümrükleri
üzerindeki egemenliğinden vazgeçiyordu (Öner,2005:245).

Ġngiltere ile imzalanan ticaret anlaĢması, Osmanlı Devletinin iktisadi


hayatında, kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleĢmesinde, yeni ancak sancılar
doğuracak bir yol açıyordu. Osmanlı Ġmparatorluğu sanayi sektörüyle ilgili
yatırımlara neredeyse hiçbir gümrük vergisi koymamıĢ durumdaydı. Hali hazırda

9
ithal ve ihraç gümrüğü olarak yüzde 3 gibi düĢük bir oranda uygulanıyordu. Ticaret
AnlaĢmasıyla birlikte kendi malını ihraç edecek olan Osmanlı üreticisinden yeni
vergi alımlarına gidileceği anlamına geliyordu (Sezgin, 2011: 48).

AnlaĢmanın ardından dıĢ ticaret hacminde büyük bir artıĢ görünüyordu.


Ancak, anlaĢmanın ülke üzerindeki olumsuz etkileri 19. yüzyılın ortalarından itibaren
görülmeye baĢlanmıĢtı. DıĢ ticaret dengelerinin Osmanlı ekonomisi aleyhine
değiĢerek, mamul malların, tarım malları satın alma gücünün düĢmesi üzerine baĢta
Ġngiliz pamuklu kumaĢları olmak üzere yabancı mamul mallar Osmanlı pazarını istila
etmekteydi. Yabancı rekabeti karĢısında Osmanlı üretimi geriliyor, ithalatla rekabet
eden sektörlerde el zanaatları parçalanıyordu, binlerce pamuklu tezgâhı terk edilmiĢ,
ipekli ve yünlü dokuma sanayinde de önemli gerilemeler oluyordu. Buna karĢılık
uluslararası talebi karĢılamak üzere tarımsal üretimin bileĢimi değiĢmiĢti. Nispi
fiyatların yükselmesi sonucu geniĢleyen tarımda geçimlik üretim yerini büyük oranda
pazara yönelik ticari ürün (pamuk, tahıl, vs.) üretimine bırakıyordu. Ancak ithalat
ihracattan çok daha hızlı geniĢlediği için Osmanlı dıĢ ticaretinde büyük açıklar
görülmeye baĢlandı. DıĢ ticaret açıkları 1850‟lere kadar daha çok altın ve gümüĢ
ihracıyla, karĢılanıyordu. Böylece Osmanlı Ġmparatorluğunun kapitalist dünya
ekonomisindeki merkezlere olan sanayi ve ticaret bağımlılığına bir de mali
bağımlılık ekleniyordu (Tezel, 1982: 70-71).

Batının üstünlüğünü görmeye baĢlayan Osmanlı devleti, batıya karĢı


çıkabilmenin çaresini, batının askeri, siyasi, hukuki eğitim kurumlarını aynen
almakta aramıĢlardı (Küçükömer, 1968: 14). Batıdan alınan bu kurumsal yapı, bu
coğrafyadaki ülkelerin kendi ihtiyaçlarına ve ekonomik yapılarına göre
hazırlandığından dolayı, Osmanlı devletinin ihtiyaçlarını karĢılamaktan çok uzak
görünüyordu. Dolayısıyla ülkenin tüm yapısı bunalım içinde olan Osmanlı
devletinin, bu durumdan daha da çıkılmaz bir hal almasına ve kısır döngü içine
girmesine neden oluyordu (Çavdar, 1970: 5).

10
1.2. Osmanlı Devletinde Mali Yapı

Bir ülkenin mali yapısı ile iktisadi yapısı birbiriyle kusursuz iliĢki içindedir.
Ġki yapıdan birinde oluĢabilecek bir sorun, doğrudan diğerini de etkilemekte ve
yapısını bozmaktadır. Osmanlı devletinde bu iki yapı, bazı dönemlerde ufak
bunalımlar yaĢatsa da 16. yüzyıla kadar birbirini tamamlayan ve kusursuz iĢleyen bir
düzene sahipti. Bu dönemden sonra Osmanlı Devleti‟nin iktisadi yapısında meydana
gelen değiĢmeler, mali yapıyı da olumsuz etkiledi.

Osmanlı Devletinin 16. yüzyılın sonlarına kadar giderlerinde ve buna bağlı


olarak gelirlerinde sürekli artıĢlar olmuĢtu. SavaĢ dönemlerini izleyen yıllarda bu
artıĢların hacim olarak nitelik değiĢtirdiği söylenebilir. Özellikle bürokratik ve askeri
harcamalar yükselmiĢ ve bunlar da gelirleri kendine doğru çekmiĢtir (Tabakoğlu,
1985: 14).

Diğer taraftan bütçe rakamları 16.yüzyılda yüz-iki yüz bin akçe iken 17.
yüzyılın baĢlarında devletin sürekli olarak artan harcamalarının baskısı altında
paraların da sık sık ayarlanıp düĢürülmesiyle nominal olarak yarım milyara ve
18.yüzyılın baĢlarında milyara, ortalarına doğru ise iki milyara yaklaĢmıĢtır
(Tabakoğlu, 1985: 16-17). Bu dönemden sonra Osmanlı Devleti‟nin iktisadi
yapısında meydana gelen değiĢmeler, mali yapıyı da olumsuz etkilemiĢtir.

1.2.1. Osmanlı Devletinde Kamu Gelirleri


Osmanlı Devletindeki kamu gelirlerinin ve vergi düzeninin kuruluĢundan
baĢlayıp 1840‟lara kadar gelen bir geçmiĢi vardı. Bu konuda, Büyük Selçuklu
Ġmparatorluğu büyük ölçüde örnek olmuĢtur. Ayrıca yüzyıllar boyunca daha birçok
Ġslam ve hıristiyan ülkelerinin vergi usulleri Osmanlı vergi sistemine etki yaptıkları
gibi ayrıca yeni halk kitlelerini idaresine alması ve birbirinden farklı coğrafi bölgeleri
fethediĢi de sisteme yeni değiĢme ve ilaveler yapılmasını gerekli kılmıĢtır (Özdeğer,
1987: 7).

Osmanlı devletinde gelirler daha çok toprak üzerinden alınan vergilerden


sağlanılıyordu. Osmanlı Devletinin toprak düzeni ise, kuruluĢundan 18.yy sonlarına
kadar, dirlik sistemi denilen örgütlenmeye dayanıyordu. Devlet bu sistemle merkezi
11
otoritenin üretim güçlerini kontrol etmekte ve toprağı iĢleyen kiĢi toprak mülkiyetine
değil, sadece tasarruf hakkına sahip olmaktaydı. Dirlik sistemi vergi gelirlerine göre:
Has, Zeamet, Tımar olarak üçe ayrılıyordu.

Kısaca Has; vezirlere, Beylerbeylerine, Sancakbeylerine, Zeamet;


Alaybeylerine ve yüksek memurlara, Tımar; sipahilere veriliyordu. Bunların gelirleri
doğrudan hazineye bağlanmakla beraber, belirli yükümlülükler karĢılığında kiĢilere
veriliyor ya da vakıflara belirli iĢlerin görülmesi için veriliyordu. Ayrıca bunlar
devlet adına bazı vergileri toplama yetkisine sahip olmakla beraber, devlete karĢı
sahip oldukları yükümlülükleri de yerine getirmekle sorumludurlar.

Devlet, dirlik sistemiyle tarım arazilerinden vergi toplamak zorunda


kalmıyor, vergiyi toplamak, doğrudan doğruya toprakların tasarrufuna sahip olan
dirlik sahiplerine devrediliyordu. Ayrıca bu sistemle devlet, üretimi kontrol altına
almıĢ ve üretimde devamlılığı sağlamıĢtı.

Bu dönemde Osmanlı toplumu toprak rejiminde ürünün alınıĢ biçimi


bakımından toprakları üç bölüme ayırarak düzenleme yapmıĢtı (Özgür, 1972: 36).

Öşriyye; Fethedildiği zaman Müslümanlara verilen ya da kazanılmadan önce


Müslümanlara ait olan topraklardır. Topraklar, sahiplerinin mülkü sayılır, isteyen
topraklarını satabilir, bağıĢlayabilir, vakfedebilir, miras bırakabilirdi. Toprağı
iĢleyenler, elde ettikleri ürünün 1/10‟unu vergi olarak devlete verirlerdi. Bu vergiye
“öĢür” denirdi.

Haraciyye; savaĢ sonrası elde edilen yerin egemenlik altına alınmasından


sonra yerli gayrimüslim halkın özel mülkiyetinde bırakılan topraklardı. ĠĢleyenlerin
tasarruf hakkına sahip oldukları bu topraklardan Harac-ı mukassem ve harac-ı
muvazzaf adlarıyla arazi vergisi alınıyordu (Ġnalcık, 1996: 39).

Arz-ı miri; Osmanlı Devleti‟nin tarım topraklarının çoğunu bu tür topraklar


oluĢturuyordu. Devlet bu topraklardan vergi toplamak yerine vergi toplama görevini,
kamu çalıĢanlarına devrederek giderlerini azatmıĢ oluyordu.

12
Toprak kirası olarak devletin el koyduğu bölüm, köylünün üretiminin artık
değeridir. Bu artık değere devlet adına el koyan kiĢi tımarlı sipahilerdir. Tımarlı
sipahi artık değere, devlete karĢı hizmetinden dolayı el koymaktadır. Artık değer,
müslüman köylüden Ģer-i öĢür, gayrimüslimlerden ise cizye olarak alınırdı (Berkes,
1970: 63).

Tımar sahibi, artık değeri istediği gibi tasarruf etme olanağına sahip değildi.
Yine tımar sahibinin alacağı vergilerin sayısı ve oranı belli olmakla beraber, bunları
azaltmak ya da arttırmak tımar sahiplerinin yetkileri dahilinde değildi. Ayrıca, köylü
artık değeri ele geçiremediğinden elde ettiği bu değeri, yeniden üretime dahil ederek
tarımsal üretimi artırma olanağı bulunmuyordu. Tımar sahipleri sorumlu oldukları
bölgelerin bütün ihtiyaçlarını devlet adına karĢılıyor, bu görevi için maaĢını yine bu
vergilerden alıyordu. Yani devlet, tımar sistemiyle, bazı devlet memurlarının
maaĢlarını da karĢılıyordu. Toplanan vergilerin fazlalığı ise hazineye aktarılmak
üzere merkeze gönderiliyordu.

Sonuçta Osmanlı Devletinde kamu gelirlerinin büyük bölümünü vergiler


oluĢturmaktaydı. Vergilerin toprak üzerinden alınan kısmının büyük çoğunluğu,
giderlere tahsis edilmiĢ bir sistem içinde, devletin askeri giderlerine ve kamu
çalıĢanlarının maaĢlarına ayrılmıĢtı. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osmanlı
Devleti kamu gelirlerini hazineye aktarmayıp, vergi toplama maliyetlerine
katlanmadan giderlerinin bir kısmını karĢılamaktaydı.

Kamu gelirlerinin bu özelliği dikkate alındığında birbirine bağlı bir sistem


içerisinde olduğu ve mali teĢkilatlanmanın bu Ģekilde yapılandırıldığı görülmektedir.

Osmanlı Devletinin kamu gelirleri Ģu genel özellikleri taĢıyordu (Falay, 2000:


61).

- Osmanlı Devleti geniĢ bir coğrafyaya hakimiyeti sebebi ile nüfus


yapısı olarak farklı din, dil, kültür gibi çeĢitli etnik kökenlere sahip insan
topluluklarından oluĢmuĢtu. Buna bağlı olarak vergilendirmelerde de bu esaslar
dikkate alınıyordu.

13
- Osmanlı vergi sistemi kurallar açısından açık ve net olmakla birlikte
sürekli ve basit bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Bu özelliği sebebiyle türü ve
miktarı kanunlar ile belirlenen vergiler, uzun süre önemli bir değiĢikliğe uğramadan
devam etmiĢtir. Genel olarak vergi çeĢitliliği çok fazla olmasından dolayı karıĢık bir
yapıya sahipmiĢ gibi görünse de sade ve anlaĢılabilir bir yapıdadır.

- Osmanlı devletinde kamu gelirlerine bakılınca toplam gelirler içinde


dolaysız vergilerin ve tarım ürünlerinden alınan vergilerin büyük bir paya sahip
olduğunu görebiliriz. Bunun nedeni olarak dolaysız vergilerden zekât, öĢür, cizyenin
ve tarım kesiminin ekonomide büyük bir yere sahip olması gösterilebilir.
- Vergilemede müslüman olan ve olmayanlardan da farklı vergi
alınmakta bu da Osmanlı kamu gelirlerinin bir özelliğini gösteriyordu.

Osmanlı Devleti geniĢ bir coğrafyaya yayılmıĢ olması sebebiyle kamu geliri
açısından farklı dönemlerde farklı vergiler elde ediliyordu. Bu da Osmanlı
ekonomisinde gelir çeĢitliliğini sağlamakta ve kamu gelirlerine büyük katkı
sağlıyordu.

1.2.1.1. Osmanlı Devletinde Vergi Sistemi

Osmanlılarda vergiye tabi tutulan iktisadi alan esas itibariyle tarımsal


üretimdir (Güvemli, 2000: 30). Zaten 16. yüzyılda bütün dünyada milli gelirin en
büyük kısmı tarımdan elde ediliyordu. Böylece, devletin giderlerinin tarımdan alınan
vergilerle karĢılanacağı bir düzen oluĢturulmuĢtu. ġehirlerdeki ticaret ve sanayiden
sağlanan vergi hasılatı ise ikinci derecedeydi. Osmanlı‟da hazineyi besleyen en
büyük gelir kaynağı ziraat, hayvancılık ve topraktan alınan vergiler yani dolaysız
vergilerdi (Öner, 2005: 128).

Osmanlı Devletinde vergiler, adil ve düzenli bir sistem içerisinde


toplanıyordu. Ancak duraklama ve gerileme dönemlerine doğru bu adil düzen
bozulduğundan dolayı vergi toplamada da sıkıntılar yaĢamıĢlardır.

Osmanlıda vergiler niteliklerine göre, Ģer‟i vergiler ve örfi vergiler olarak iki
kısma ayrılıyordu. O dönemde, bugünkü gibi vergiye tabi kazancın miktarı ya da
servetin değerinin kiĢilerce beyanı söz konusu değildi. Bu nedenle, halkın devlete
14
ödeyeceği vergilerin cins ve miktarları kanunlarla önceden tespit ve buna göre
adlarına tahakkuk ettiriliyordu (Öner, 2005: 133).

1.2.1.1.1. Dini (Şer’i) Vergiler

Osmanlı Devleti Müslüman bir devletti ve Ġslam hukuku kurallarına tabiydi.


Buna bağlı olarak Ģer‟i vergilerde de Ġslam kuralları geçerliydi. ġer‟i vergiler; zekât,
haraç, öĢür ve cizye gibi bütün Ġslam devletlerinde aynı isimle kiĢilerden tahsil edilen
vergilerden oluĢuyordu (Sudi, 1996: 19).

Ġslam devletinin toplamakta olduğu Ģer‟i vergiler müslümanlar dan alınan ve


müslüman olmayanlardan alınan olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Müslümanlardan
alınan vergilerin baĢlıcalar: zekât ve öĢür, Müslüman olmayanlardan alınanlar ise
haraç ve cizyedir (Üçok, 2002: 71).

Zekat: Ġslam‟ın 5 Ģartından biri olan zekat, kiĢilerin bazı mallarından bir
kısmının (kural olarak 1/40‟ının) belli sekiz grup kiĢiye karĢılıksız olarak
verilmesidir. Bir kiĢinin sahip olduğu hayvanlar, zirai ürünler, maden ve defineler ile
nakit (altın ve gümüĢ) ve ticaret malları zekata tabidir. Zekat mükellefi aslında bunu
kendisi doğrudan doğruya gruplar arasında paylaĢtırabilir. Zekat baĢlarda din bir
mükellefiyetti ve ibadetin bir kısmını teĢkil etmekteydi(Aksoy, 1998: 169). Fakat
sosyal yardım niteliğindeki bu dini mükellefiyet daha sonraları hukuki bir zorunluluk
halini alınca vergi Ģekline konularak (Öner, 2005: 136);

- hayvanlardan ağnam vergisi (zekat-ı sevaim),


- zirai ürünlerden öĢür (zekat-ı harac),
- mal ticaretinden gümrük resmi (zekat-ı aĢer),
- madenlerden devlet hissesi (zekat-ı rikaz).
adları altında alınmasına iliĢkin özel düzenlemeler meydana getirilmiĢ, düzenlenen
bu vergileri devlet topluyordu.

Aşar (Öşür): AĢar vergisi Osmanlı Devletinde önemli bir vergidir. Osmanlı
tarihinin büyük bir bölümünde yer alan aĢar vergisi Ġslami kurallar taĢıyan ancak
Osmanlı Devletinde farklı bir Ģekilde uygulanmasıyla dikkat çekmektedir. AĢar
vergisi Ġslami kurallara göre 1/10 oranında alınırken, Osmanlı Devletinde Ġslami
15
kuralların yanında çeĢitli bölgelerden devralınan tarihi miraslara, yerel örf ve
adetlere, mali ve ekonomik koĢullara göre belirlenmekteydi (Giray, 2010: 103).

Ayrıca aĢar vergisinin islamdaki uygulamasında sadece müslümanlar dan


alınan bir vergi olmasına rağmen, Osmanlı Devletinde müslüman olmayan
bireylerden de alınıyordu (ġener, 1990: 120).

AĢar vergisi ödeme gücüne göre alınan bir vergiydi. Elde edilen hasılanın
belli bir oranı üzerinden alınır ve o dönem herhangi bir hasıla elde edilmediği
takdirde vergi alınmazdı. Aynı zamanda elde edilen gelir ne kadar artar ise vergi de o
kadar artardı. Osmanlı Devleti bu verginin tahsilini tımarlı sipahilerin askeri ve idari
görevleri karĢılığı olarak veriliyordu. AĢarın kapsamına giren vergiler Ģunlardır; bağ
resmi, sıra resmi, bahçe ve bostan resmi, kovan resmi, ipek resmi, çayır resmi ve ağ
resmi vb (Falay, 2000: 63).

Cizye: Ġslam devletinin hakimiyetini kabul eden gayrimüslim erkeklerden


alınan bir baĢ vergisidir. Cizye, hıristiyan ve yahudi vatandaĢlardan askeri hizmete
karĢılık alınmaktaydı. Osmanlı Devletindeki gayrimüslimlerden alınan ve bu kiĢilerin
askerlikten muafiyetleri sebebi ile ödedikleri bir vergidir. Cizye Tanzimat‟a kadar
uygulamada kalmıĢtır. Cizye esasında iki kısma ayrılır. Biri maktu cizye, diğeri aler-
ruus cizyedir (Öner, 2005: 147).

Haraç: Toprak üzerinden alınan bir vergidir. Haracın alındığı topraklara


haraç arazisi denirdi. Fethedilen ülkelerin topraklarından ürün elde edildikçe ve
ürünün miktarına göre haraç alınırdı.

Haraci arazilerden alınan vergilere harac veya harac-ı arz deniliyor ve iki
kısma ayrılıyordu. Birincisi harac-ı muvazzaf, ikincisi harac-ı mukasemedir. Harac-ı
muvazzafta arazinin alanı esas alınarak ve herkesten eĢit olarak yıllık tahsil
ediliyordu. Harac-ı mukaseme ise arazinin verimliliğine göre mahsulünden yarıyı
geçmemek üzere alınırdı. Buna göre, haraç aĢardan ayrılıyordu. Ġslam hukukuna göre
aĢar denilen mükellefiyet arazi-i öĢriyye, harac denilen mükellefiyet araz-i,
haraciyye‟ye iliĢkin ise de, Osmanlı maliyesinin uygulamasında çift akçesi namına

16
alınan resme harac-ı muvazzaf, öĢür namına alınan resme harac- mukaseme
denilmiĢtir (Sudi, 1996: 40).

1.2.1.1.2. Örfi Vergiler

Örf-i Vergiler olağanüstü harcamaları karĢılamak amacıyla 17. yüzyıldan


itibaren geçici olarak çıkarılan düzensiz vergilerdir. Ancak bu vergiler zamanla, yani
olağanüstü halin geçmesinden sonra kaldırılmayarak aynı düzende alınan vergiler de
söz konusuydu.

Örfî vergiler, daha çok Ģehirliyi bilhassa ticaret erbabını ve pazarlarla alakalı
kimseleri kapsamaktaydı. ġehirlerde tatbik olunan örfî tekâlif sekli, ticaret ve sanayi
faaliyetine dayanmakta olduğundan birçok vergi bu kısma dahil bulunuyordu.

Örf-i Vergiler; ülkenin her yanında ve yerine göre farklı isim ve biçimlerde
yani para, mal ve hizmet olarak alınıyordu. Bu nedenle de oldukça kabarık sayılara
ulaĢmıĢtı (Falay, 2000: 64).

1.2.1.2. Diğer Gelirler

Osmanlı devletinde diğer gelirler Ģunlardır (ġener, 1990: 135):

Ağnam vergisi: KüçükbaĢ hayvanlardan alınan bir vergiydi. Hayvanların


sayısı oranında alınan bir vergi olup, bölgelere göre de değiĢiklik göstermekteydi.
Ağnam vergisi 17. ve 18. yüzyıllarda hazinenin önemli gelirleri arasına girmiĢ ve
bazı düzenlemelerle ilerleyen yıllarda da alınmaya devam edilmiĢti.
Ticaret Resimleri: Belirli mallar vergiye tabidir. Müslümanlar için yüzde 2.5,
gayrimüslimler için yüzde 5, yabancılar için yüzde 10 oranındaydı.
Ganaimi Cizye: SavaĢlarda ganimet olarak alınan malların 1/5‟i dir.
Lükata: Sahipsiz mallardan sağlanan gelirlerdir. Sahipsiz mallar hazineye
aktarılarak devlet gelirlerine dahil ediliyordu.

1.2.2. Osmanlı Devletinde Kamu Giderleri

Osmanlı Devletinde kamu gelirleri belirli bir sistem ve yöntemlerle


sağlanmaya çalıĢılıyordu. Buna bağlı olarak da giderlerde de durum böyleydi. Ancak
17
bu bahsettiğimiz sistem kamu gelirleriyle giderlerinin büyük bir bölümünün birbirine
bağlanmıĢ olmasıydı. Kamu giderlerinde tahsisi ilkesi geçerli olmuĢtur. Yani belirli
gelirler önceden belirli giderlere ayrılmıĢtır. Bunun tımar sisteminde, merkez
hazinesinden yapılan maaĢ ödemelerinde ve de mahsup iĢlemlerinde de görmek
mümkündür.
Osmanlı Devletinde kamu harcamalarından iki tür yöntem bulunmaktaydı.
“Para ile satın alma yöntemi” ve „‟kamu gelirlerini toplama yetkisinin devri‟‟
yöntemidir (Falay, 2000: 67).

Para ile Satın Alma Yöntemi; Bu yöntemle yapılan giderler, merkez


tarafından yapılan ve yapılması gereken hizmetlerdir. BaĢlıcalar; kapıkulu
ocaklarının giderleri, ordunun sefer düzenlemesi, kulelerin savunması ve
gözetlenmesi, vilayet yönetimlerine emir verme ve denetleme faaliyetlerine iliĢkin
harcamalardır. Bu harcamalar hazine tarafından gerçekleĢtiriliyordu.

Kamu Giderlerini Toplama Yetkisinin Devri Yöntemi; Bu yöntemle


kamudan çalıĢanlar devlet tarafından kendilerine ayrılan araziye ait seri ve örfü bir
dizi hak ve resimleri kendi nam ve hesaplarına toplamak ve topladıkları bu gelirleri
kendi maaĢlarına dönüĢtürmekteydiler. Bu yöntemin baĢlıcası tımar sisteminde
uygulanıyordu.

16. yüzyılın sonlarına doğru akçenin değer kaybetmesi nedeniyle gelirlerin


azalması, fiyat yükseliĢleri ve diğer harcamalar yüzünden giderlerin hızla artması
Osmanlı Devletinin iç kaynaklara baĢvurarak, özellikle köylünün vergilerini
arttırarak veya vergi toplama yollarını değiĢtirerek bütçesini dengeleme yoluna
girmesini gerektiriyordu. SavaĢ ve dıĢ ticaret gelirleri azalmıĢ olduğundan, devlet
giderlerini karĢılamak konusunda baĢvurulan ana yol iç kaynaklara yönelmek,
yaratılan artı ürüne ve mevcut servetlere el atarak daha fazla artı ürün elde etmek
olmuĢtur (Küçükömer, 1968: 45).

Ġktisadi ve sosyal yapıda yaĢanan olumsuzluklarla beraber vergi sisteminde


de bozulmalar baĢ gösteriyordu. Ekonomideki düĢüĢün yanında, giderlerin çoğalması
ancak nakdi vergilerin aynı ölçüde toplanması, iltizam usulü sebebiyle oluĢan

18
toplumsal ve ekonomik bunalım ve vergi sistemindeki olumsuzluklar, yeni bir
sistemi gerekli kılan etkenlerdendir.

SavaĢlarda kaybedilen toprakların çoğalması nedeniyle istila gelirlerinin


azalması, ekonominin önemli gelirlerinin birinden daha mahrum kalmasına neden
oluyordu. AĢarın mültezimler tarafından toplanması, bu vergi gelirlerinin büyük bir
kısmının aracılarda kalmasına ve devlet gelirlerinin azalmasına neden oluyordu.
Diğer bir taraftan, fiyat yükseliĢleri, para değerindeki düĢüĢler ve diğer nedenler
devletin içine düĢtüğü mali sıkıntıyı daha da arttırıyordu.

Osmanlı devleti, içinde bulunduğu durumdan çıkma çabası içinde bozulan


dengelerin tekrar düzenlemek için ıslahat hareketlerine giriĢiyordu. Osmanlı
Devletinin güçlenmesi ve modern yaĢam düzeyine eriĢebilmesi için yapılmıĢ olan
Tanzimat harekatı birdenbire ortaya çıkmıĢ değildir. 18.yüzyıldan baĢlayarak çok
yavaĢ da olsa atılan adımlarla Tanzimat dönemine giriliyordu (Üçok, 2002: 265).

Osmanlı maliyesi açısından Tanzimat önemli bir yere sahiptir. Çünkü


Tanzimat reformları birçok alanı içermesine rağmen, reformlar ağırlıklı olarak mali
alanlarda olmuĢtu. Bu geliĢimde Osmanlı bürokratlarının Tanzimat reformlarının
baĢarısının, Avrupa‟dan sağlanacak destek yerine, sağlam bir mali taban oluĢturmaya
bağlanmaları ve mali sorunların çözümünü de imparatorluğun idari ve toprak
bütünlüğünü uzun dönemde sağlayabilmenin anahtarı olarak görmelerinin rolü büyük
oluyordu (UzunçarĢılı, 2000: 91).

Tanzimat devletin batılılaĢma kararını yansıtan bir harekettir ancak batı


toplumlarındaki reformlardan farklılık gösteriyordu. Tanzimat halkın veya belli bir
sınıfın baskısıyla yapılan bir hareket olmayıp, iç ve dıĢ dengelerin değiĢmesiyle
meydana gelen buhranlara bir çözüm arayan devlet adamları tarafından
gerçekleĢtirilen bir hareket olmaktaydı (Ortaylı, 1979: 264).

Sonuç olarak Tanzimat Fermanıyla baĢlayan, ülke içindeki düzeni sağlamak,


otoriteyi güçlendirmek ve ekonomik açıdan dünya ülkeleriyle tekrar rekabet edecek
duruma gelmek için yapılan reformların birçoğunda baĢarı sağlanamıyordu.

19
Tanzimat Fermanı ile hedeflenen merkeziyetçiliğin yerleĢtirilemediği ve modern bir
mali yapının oluĢturulamadığı söylenebilir (Tekir, 1987: 13).

Vergi sisteminin ıslahatındaki ana amaç, eĢitlik usulü yerine vergiyi


tahrirlerle tespit etmek, varlık ve iktidarlara göre dağıtmaktı (Eldem, 1970: 240).
Ancak alınan tedbirler hazineye gelir sağlayamadı. Bunun nedeni yapılan tüm
değiĢiklere rağmen devletin, gelir ihtiyacını karĢılayabilecek yeni kaynaklar
bulamaması ve var olan kaynakların giderleri karĢılayamamasıydı. Tarım üstünden
alınan vergilerin köylüler üstünde ağır yük oluĢturması, var olan vergilerin dıĢında
yeni vergilerin getirilememesi ve kötü uygulamanın yarattığı olumsuz etkiler
nedeniyle devletin gelir kaynağı olarak tarımın üzerine yeni vergi koymasını
engelliyordu. Yerli sanayinin küçük esnaflardan ve tezgâhlardan oluĢması sebebiyle
devletin vergilendirebileceği bir sanayi kesiminin bulunmamasına neden oluyordu.
Ticaret anlaĢmaları ve kapitülasyonlar nedeni ile gümrük vergilerinde gerekli gelirin
elde edilmemesi, yani ithalat üzerine yeni gümrük vergilerinin konamaması gibi
nedenler, giderlerindeki hızlı artıĢ nedeniyle bütçesi sürekli açık veren devleti adeta
gelirsiz yaĢamaya zorluyordu.

1854 yılına kadar borç almadan yaĢayan Osmanlı Devleti para sistemindeki
yanlıĢ uygulamalar, devletin gelir ve gider dengesini sağlayamaması, sermaye
birikimi sağlayacak bir vergi sistemi kuramaması nedeni ile birçok mali bunalım
sürecinden sonra çökme noktasına geliyordu. Bu çöküĢün durdurulması ve devletin
ihtiyaç duyduğu gelirin sağlanabilmesi için önce Avrupa‟daki sermaye piyasalarıyla
bütünleĢmiĢ olan Galata Bankerlerini, daha sonra dıĢ borçlanmalara baĢvuruluyordu.

20
İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİNİ DIŞ BORÇLANMAYA İTEN


NEDENLER

Bir ülkenin giderlerini karĢılayabilmesinin öncelikli yolu vergidir. Ancak


devletin tarım ve ticaretten alabileceği verginin bir optimum noktası her zaman
vardır. Bu nokta aĢıldıktan sonra toplumsal olaylar baĢ göstermeye baĢlar ve bu
durum devleti baĢka gelirler elde etmeye zorlar. Diğer gelir alternatifi ise
borçlanmadır. Borçlanma iç ve dıĢ borç olmak üzere ikiye ayrılır. Ġç borç piyasada
var olan paranın devlete aktarılmasıdır. Ülke içerisine ayrıca bir kaynak sağlanmıĢ
olunmaz. Artı bir kaynak elde edebilmek için dıĢ borca ihtiyaç vardır.

Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu iktisadi koĢulların olumsuz etkilerine


karĢı 300 yıla yakın bir süre boyunca dıĢ kaynaktan yararlanma yoluna gitmemiĢti.
Ancak bu geciktirme dıĢ borç ihtiyacını daha da Ģiddetlendiriyordu. Osmanlı
ekonomisindeki kamu gelirleri azalmasına rağmen, harcamaların giderek artması
sonucunda ekonomi Ģiddetli bir mali bunalıma girdi ve çözüm olarak dıĢ
borçlanmaya baĢvuruldu. Osmanlı devletinin dıĢ borçlanmaya iten tek sebep
ekonomide yaĢanan mali sıkıntılar değil bunun dıĢında sosyal ve siyasal bir takım
olaylarda Osmanlı devletinin mali bunalımını hızlandırdı.

2.1. Sosyal Nedenler

Osmanlı devleti ekonomisinde yaĢanan mali bunalım toplumsal olayları ve


halkın yaĢantısını olumsuz etkilemekteydi. Mali bunalım sonucu oluĢan ortam ülkede
iç güvensizliğe, eĢkıyalığa ve ayaklanmalara sebep oluyordu.

Sosyal nedenler sonucu oluĢan ülke koĢullarının, Osmanlı devletinin askeri,


siyasi, ekonomi alanlarında da birçok etkisi olmuĢtur. Bu koĢulların etkisi ve
sonucunda Osmanlı devleti dıĢ borç alma adımına yönelmiĢtir.

21
2.1.1. İç Güvensizlik

Mali darlığın hem sebebi hem de bir ölçüde neticesi olan hususlardan birisi de
iç güvensizliktir. Halkın geçim imkanlarını daraltan iç ve dıĢ değiĢmeler, ticaret
yollarının değiĢmesi, tarım teknolojisinin geriliği ve verim düĢüklüğü, sınai
kapitalizmin etki alanına girmesi vs. devletin savaĢlarla yüklendiği ve çokluk ağırlığı
altında ezildiği tehlikelerin halka yansıması, ülkeden hemen hemen hiçbir zaman
eksik olmayan eĢkıya ve devlet adına iĢ görenlerin baskısı halkın toprağından ayrılıp
Ģehirlere göç etmesini bazılarının ise eĢkıyaya katılmayı bir geçim yolu olarak
benimsemesine yol açıyordu (Tabakoğlu, 1985: 217). Bir yandan halkın geçim
imkanlarını daraltan ekonomik ve konjonktürel geliĢmeler, bir yandan da savaĢların
çoğalması iç güvensizliği artıran baĢlıca nedenleri arasında gösterilebilir (ġeker,
2007: 120).

2.1.2. Ayaklanmalar

Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu ekonomik konjonktürel dalgalanmalar


ile halkın yaĢadığı sosyal bunalımlar ülkeyi olumsuz olarak etkiliyordu. Bununla
birlikte paranın sürekli olarak ayarlanarak değer kaybetmesi, fiyatların
hareketlenmesine sebep oluyordu. Üretim yetersizliği sebebiyle halkın özellikle gıda
maddeleri talebi karĢılanamıyordu. Fiyatlar yükselirken ticarete durgunluk gelmiĢ ve
bu durum daha çok esnafla halka yansımıĢtı. Bununla birlikte halk normal vergilerini
bile ödeyemeyecek duruma düĢmüĢtü. Üretici üzerinde oluĢan bu olumsuz tablo
sonucu birçok kiĢi Ģehirlere göç etmeye baĢlamıĢtı. ġehirlere yığılma olayına paralel
olarak Anadolu ve Rumeli‟den Ġstanbul‟a gelen esnaf karĢısında yerli esnaf kadroları
daha da sınırlanmıĢ böylece taĢradan gelenler barındırılmamak istenmiĢtir. Çıraklık
devresini tamamladıkları halde iĢ bulamayanlar ve taĢradan gelip de iĢsiz kalanlar
huzursuz ve ayaklanmaya hazır kitleye katılmıĢlardır. Dört bir yandan göç alan
Ġstanbul‟da halk sıkıntı içindedir. ĠĢsizlik artmıĢtır, özellikle mevacip harcamalarında
sağlanan tasarruflarla atıl kalan kaynaklar üretken yatırımlara değil özellikle Fransa
örnek alınarak lüks inĢaat faaliyetlerine kaymakta, büyük eğlenceler
düzenlenmektedir (Tabakoğlu, 1985: 218-219).

22
Osmanlı toplumu batılı tüketim kalıplarını yavaĢ yavaĢ kendine mal etmeye
baĢlamıĢtı. Bir zamanlar Avrupa gelenek ve göreneklerine kapalı olan bu toplum
artık batılı hayat tarzını temsil eden eĢyaları talep ve ithal etmeye baĢlıyordu.
Sarayda durum böyleyken halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve kıtlığın ülkenin
içinde bulunduğu gerginliği daha da arttırıyor ve bazen küçük bazen de büyük halk
ayaklanmalarının patlak vermesine neden oluyordu. Çıkan ayaklanmalardan bir
tanesi de bürokrasideki rekabet ve Ġbrahim PaĢa‟nın yakınlarını gözetmesidir.
Yüksek kadrolardaki tıkanma küçük bürokrat ve ulemanın hoĢnutsuzluklar
zümresine katılmasına neden olmuĢtu. Bu yaygın hoĢnutsuzluk ortamında tebrizin
düĢtüğü haberi kamoyundaki gerginliği daha da arttırarak ayaklanmaya sebep
olmuĢtu.(Tabakoğlu, 1985: 220).

2.1.3. Eşkiyalık Hareketleri

Devlet otoritesinin zayıfladığı an eĢkıyalık hareketleri baĢ göstermekteydi. Bu


durumda halk yurtlarını terk ediyor baĢka yerlere dağılıyor, üretim yapılamıyor boĢ
kalan bölgelerde emniyet ortadan kalkarak yol kesiciler transit ticarete darbeler
vurarak hazine gelirlerinin azalmasına neden oluyordu. Devletin artan asker ihtiyacı
ve artan iç güvensizlik beylerbeyi, sancak beyi vs. taĢra teĢkilatının kapı halkı adı
altında muhafız kuvvetleri beslemelerine yol açıyordu. Bunlar devletin sefer halinde
savaĢa çağırabileceği hazır bir askeri güç olma yanında halkın eĢkıyaya karĢı
korumak ve taĢrada devlet otoritesini sağlamak iddiasını taĢıyorlardı (Cezar, 1965:
320). Sürekli yol kesmek halktan parasız yem ve yemek almak, para istemek,
kervanları basmak, tüccar ve yolcuların mallarını yağmalamak ve türlü öldürme
olaylarına karıĢmakla bunlarda güvensizliğin belli baĢlı nedenleri arasında yer
alıyorlardı. Devlet, bir yandan cephelerde savaĢırken bir yandan da eĢkıyalığa karĢı
mücadele veriliyordu. Bunların kaldırılması için çok sayıda fermanlar çıkartılmıĢ
ancak sonuç alınamamıĢtı (Tabakoğlu, 1985: 221-222).

Bu tür geliĢmeler sonucunda, ülkede giderek artan eĢkiya gruplarının ve


devlet adına iĢ görenlerin baskısı halkı toprağından alıp bir kısmının köyden Ģehre
göçmesine, bir kısmının da eĢkiya gruplarına katılmasına yol açmıĢtır (ġeker, 2007:
120).

23
Ġç güvensizliğin önlenmesi konusunda yayınlanan emirler tımar kesiminin
iĢlevini yitirmesinden sonra toplum içerisinde iĢ bölümünün yeniden sağlanarak
marjinal kesim oluĢmaması isteğini yansıtıyordu. Fakat yaĢanan bu çözülme böyle
bir kesimi çoktan yaratmıĢ ve alınan önlemler gelip geçici olmaktan öteye
gidememiĢti (Tabakoğlu, 1985: 222).

2.1.4. Ayanların Güçlenmesi

Osmanlı Devletindeki mali-idari ve hatta kısmen siyasi muhtariyet sistemi


merkeziyetçiliğe karĢı değil tam tersine bu kuvvetli merkeziyetçiliğin içerisinde yer
alan bir unsurdu. Beylerbeyiler ve sancak beyleri bölgelerin mülkü ve askeri
önderiydiler. Sefere çıkıldığında tımarlı sipahilerle onların cebelüleri
sancakbeylerinin emrinde toplanır ve hepsi beylerbeyinin emrinde sefere giderlerdi.
Ancak tımar sistemi bozulunca cebelü yetiĢtirmek önemini kaybettiği gibi
mahallerinde bir denge unsuru ve merkezin temsilcisi olan tımarlı sipahilerinde artık
Ģehirlerde iĢ peĢinde koĢar oldukları görülüyordu (Tabakoğlu, 1985: 222).

Oysa devletin askere olan ihtiyacı özellikle 17.yüzyıldan sonra çok artmıĢtı.
Bu durum karĢısında beylerbeyiler ve sancak beyleri kendi bünyelerinde muhafız
kuvvetler beslemeye önem vererek hem halkı eĢkıyaya karĢı korumak hem de devlet
otoritesini gereği gibi temsil etmek durumundaydılar (Cezar, 1965: 320).

Küçük rütbeli memurlar halleri el verdiğince kapı halkı beslemekten geri


kalmamıĢlar, bu hal Ģehir ve kasabaların zenginlerinin etrafında da bir takım silahlı
kümeler toplanmasına kadar gitmiĢtir. Bununla birlikte bunların memuriyetleri de
sınırlı olmadığından etkinlikleri daha da fazla ve istikrarlı olmuĢtu. Ülkede iĢsizlik ve
fakirlik sebebiyle kapı halkına dâhil olarak güçlü bir kimsenin yanında hayatını
güvence altına almak isteyen birçok insan vardı. Bu durumda olan halk vergi ve
resimlerden de kurtuluyorlardı. Devlet ve kısım halk böyle bir kurumun varlığından
yanaydılar. Böylece devletin eli altında bir askeri kuvvet bulunuyor, bunların sefere
katılmaları için emirler yazılıyordu. Seferler esnasında devlet memurları yanındaki
halklarının sefere katılması fırsat bilen eĢkıyanın tecavüzlerini arttırması, üstelik
asker kaçaklarının da bunlara katılması, Ģehir ve kasabalarda devlet memurlarından

24
baĢka istikrarlı kuvvet kaynakları bulunması ihtiyacını yaratmıĢtı. Bu ihtiyaç ayanlık
kurumunu güçlendirmiĢti (Tabakoğlu, 1985: 223).

16. ve 17. yüzyıllarda ayan ve eĢraf tabirleriyle taĢrada servet ve nüfus sahibi
kimseler kastedilmekteydi. Kapı kulları, yeni çeri serdarları sipahiler, mültezimler,
eminler, eski beylerbeyleri, sancak beyleri, kadılar, gibi zümreler ayan ve eĢrafın
kaynağını teĢkil ediyorlardı (Akdağ, 1950: 55).

Özellikle 18. yüzyıldan sonra merkezi otoritenin zayıflaması sonucu ortaya


çıkan iç güvensizlik ortamı ayanlığın güç aldığı kaynağı oluĢturuyordu. Bu ortamda
ayan miri arazilere el koyarak geniĢ çiftlikler kurmaya baĢlıyor, güvensiz
ortamlardan bunalan halk buralara sığınarak ayanlara güç katıyordu. Yine ayan bu
yıllardan itibaren voyvodalık gibi görevleri almıĢtı. Böylece ayanlık giderek bir
kurum haline dönüĢüyordu (Özkaya, 1977: 22).

Merkezi devletin gücü gerilerken, taĢrada ayanın etkinliği artmıĢtı. Ancak


ayan iktisadi güçlerini üretimi yeniden örgütleyerek, üretim iliĢkilerini dönüĢtürerek
değil, devlet adına vergi toplayarak sağlıyordu. Merkezi devletle ayan arasında hem
karĢıtlık hem de önemli bir iĢ birliği vardı. 1820‟lerden itibaren Osmanlı Devleti,
Batının askeri, siyasal ve iktisadi gücü ile karĢı karĢıya geliyordu. Sanayi devrimi
sonrasındaki küreselleĢme çağında, ekonomi yeni bir düzene açılmaya baĢlıyordu.
Bir yandan taĢradaki ayan ve Balkanlarda hız kazanan bağımsızlık hareketleri, öte
yandan da batının artan gücü karĢısında, Osmanlı yönetimi bir dizi reformu
uygulamaya koyarak merkezi devletin gücünü ve etkinliğini arttırmaya çalıĢmıĢtı
(Pamuk, 2008: 3-4).

Merkezi devlet iltizam dönemini iptal ediyor tüm vergileri kendi memurları
aracılığıyla toplamaya baĢlıyordu. Ancak, merkezi devletin yasal alanlardaki
gücünün yeterli olmadığı anlaĢılınca 3 yıl sonra bu giriĢimden vazgeçiliyor, iltizam
yöntemine geri dönülüyordu. 19.yüzyılın geri kalan bölümünde yerel unsurlar
mültezimlikleri ellerinde tutarak tarımsal artığın bir kısmına el koymayı
sürdürmüĢlerdir. Böylece merkezi devlet yüzyılın ilk yarısındaki çabalarıyla
taĢradaki ayan gücünü geriletebilmiĢ, ancak yerel unsurları tümüyle devreden

25
çıkaracak gücünün olmadığı da anlaĢılmıĢtır. Ġltizamın kaldırılamaması merkezi
devletin gücünün sınırlarını yansıtmaktadır (Pamuk, 2008: 9).

Merkezin isteği dıĢında ve merkeze rağmen taĢrada oluĢan bu gücün varlığı


devlet teĢkilatına dahil ediliyordu. Bu yılda yayınlanan fermanla artık merkezden
sancak beyi gönderilmesi uygulamasına son veriliyor ve o yörenin sancak beyliğine
yine o bölgeden bir ayanın getirilmesi kararlaĢtırılıyordu. Bu durumdan sonra artık
ayanlara isimleriyle hitap edilecek kendilerinden Ģahsen yardım istenecektir. Bütün
bunlar merkeziyetçiliğin zayıflaması ve mali güçlerin iktisadi ve idari güçlerine
siyasi güç boyutunun kesinlikle eklenmesi demekti. Osmanlı miri toprak rejiminin
geliĢiminden kaynaklı sorunlar ve sürekli göç olayları ile gerilemeye baĢlamasından
beri ülkede ticari faaliyetlerde köĢe baĢlarını tutarak ve en önemlisi mülk çiftlikler
edinerek zenginleĢen ve kapılarda besledikleri sekban ve sarıcalarla iç güvensizliğin
sebeplerinden biri olan ve merkeze karĢı bir yarı bağımsızlık ifadesi olan güçleri ile
bunlar vali vs. yönetici olarak siyasi ve idari, malikâne veya toprak sahibi olarak da
iktisadi bir muhtar varlık veya derebeyi olacaklardı. Süre gelen savaĢlar nedeniyle
ağır bir vergi yükü altında kalan halk tefecilere borçlanıyor, bu borçlarını
ödeyebilmek için de topraklarını zenginlere, bu arada özellikle ayanlara satıyorlardı.
Ayan satın aldıkları toprakları halkla birlikte zapt edip çiftlik haline getiriyorlardı.
Görüldüğü gibi devlet özel mülkleĢmeye ve derebeyleĢmeye karĢı direnememekte en
önemli üretim aracı olan toprakta özel mülkiyete dayanan yeni bir içtimai iktisadi
yapının temelleri atılmaktaydı (Tabakoğlu, 1985: 225-226).

2.1.5. Yolsuzluklar

Ülke çapında özellikle devlet adamlarından gelen birçok türden gelen


yolsuzluk halkı huzursuz ediyordu. Küçük memurlar baĢta olmak üzere bütün
bürokrasi rüĢvet, ihtimas ve halka Ģu veya bu Ģekilde zulmetmekle suçlanıyorlardı.
Bunlara karĢı müsadere her zaman bir silah olarak kullanılagelmiĢ fakat devletin kısa
vadeli çözümlerle yarını kurtarmaya yönelik siyaseti köklü çözümler getirememiĢti.
Osmanlı devletinde bürokrasiden halka inen baskılar sonucu halk çatıĢmasına
dönüĢüyordu. Yapılan bu baskı sonucu devlet önlemler almaya çalıĢmıĢ ve bunu tüm
halka yaymak için bildirilmede bulunuyordu (Tabakoğlu, 1985: 227-228).

26
16 yüzyıla kadar Osmanlı devletinde güçlü bir otoritenin kurulduğu, devletin
güçlü ve düzenli memur kadrosuyla, idare örgütüyle ülkenin her köĢesine egemen
olduğu söylenebilir. Merkez otoritesinin gücü ve ülkedeki denetimi 1600 yıllarına
kadar hemen her alanda kendini belli etmektedir. Devletin, bütün yurdu kapsayan
çağın koĢulları içinde çok geliĢmiĢ bir bütçe düzeni vardır. Mali konularda en küçük
bir aksaklık bile hoĢgörüyle karĢılanmamaktadır. 16. yüzyıldan sonra Osmanlı
Devleti‟nde idari sistem ile birlikte mali sistem de çözülmeye baĢlamıĢ; devlet yavaĢ
yavaĢ otoritesini kaybetmiĢ; yolsuzluk ve rüĢvet için uygun bir ortam oluĢmuĢtur
(Cem, 1970: 99).

Vergi toplayıcıların devletin bilgisi olmadan halka ek vergiler yüklemekten


geri kalmıyorlardı. Buna karĢın devlet savaĢ halinin gerektirdiği bütün olağanüstü
vergilerin alınmaması ve devletin aldığı savaĢ vergisi olan imdad-ı seferiyyenin de
kaldırıldığı bildirilmekteydi. Kadılarında adalet mercii olmalarına rağmen halka
eziyet ettikleri biliniyordu. Kadıların halka kendileri için ek vergi yüklediklerinden
ve bunun da devlet vergilerinin toplanmasını zorlaĢtırdığından bahsedilmektedir
(Tabakoğlu, 1985: 228).

Üretimdeki azalıĢın getirdiği geçim Ģarlarının daralması kiĢi baĢına düĢen


ürünü ve geliri azalttığından kendilerinde güç görenler kendi paylarına düĢeni her
yolla arttırmaya çalıĢmaktan çekinmiyorlardı. Köylü halk ise yerlerini yurtlarını
bırakıp emin yerler aramaya yönelmek isteğindeydi, devletin etkinliğini kaybetmesi
ve içtimai çözülme ile birlikte meseleler içinden çıkılmaz hal alıyordu (Tabakoğlu,
1985: 230).

2.1.6. Emeğin Topraktan Kopması ve Şehirlere Göç

Osmanlı devletinin içinde bulunduğu hem ekonomik hem de sosyal durum ve


bunla birlikte savaĢlar iĢ gücünü topraktan iyice koparmıĢtı. Devlet reayayı tekrar
geri dönmesi için bazı vergilerden muaf kılacağını belirtmesi üzerine dönen halkın
tımar sahiplerinin zulümlerinden Ģikâyet etmeyi sürdürmüĢlerdi. Ġlerleyen yıllarda
Ģehirlere akım yoğunluk kazanmıĢtı. Darlık yüzünden birçok kimse vergiden
kurtulmak için tarım topraklarını terk ederek baĢka iĢ tutmak amacıyla Ģehirlere bu
arada üç büyük Ģehre Bursa, Edirne ve özellikle Ġstanbul‟a akın etmekteydiler.
27
BaĢkentin nüfusu bu yüzden büsbütün artmıĢ bu da hem gıda maddeleri darlığını
hem de güvensizliği arttırmıĢtı. Ġstanbul‟a göç edip bir iĢ tutan halk taĢrada imal
edilerek Ġstanbul‟a getirilen mamul maddeleri artık bu kentte iĢliyordu. Böylece
bunların vaktiyle giriĢlerinden alınan resimler ve buna bağlı olarak Ġstanbul gümrüğü
geliri azalıyordu. Devlet bu vergi kaybını gidermek için Ġstanbul‟a yeni yerleĢenlere
vergi koymayı planladıysa da yoğun direnmeyle karĢılaĢınca bundan vazgeçmek
zorunda kalmıĢtı. Emeğin topraktan kopması ve Ģehirlere yetersiz olan tarım üretimi
daha da azalmıĢtı ve üstelik Ģehirlerdeki mal talebini yükseltmiĢti (Tabakoğlu, 1985:
231-233).

Osmanlı devleti reayanın topraklarına geri dönmesi için birçok kez fermanlar
yayınlamıĢtı. Ayrıca diğer bölgelerdeki nüfusları da kırsal alanlara yönlendiriyordu.
Osmanlı yönetimleri gelen nüfusun kırsal alanlara yerleĢtirilerek tarımla uğraĢmasını
özendirmeye çalıĢıyordu. Yüzyıllar boyunca denizyoluyla Ġstanbul‟un hububatını
sağlayan Balkan bölgelerinin imparatorluktan ayrılması, Osmanlı yönetiminin
dikkatlerini Anadolu‟ya çevirmesine yol açmıĢtı. Öte yandan, Anadolu‟da tarıma el
veriĢli topraklar iĢlenmeden boĢ duruyordu. 1857 yılında çıkarılan bir kararname ile
gelen nüfusa devlet mülkiyetindeki topraklar verildiği gibi, Rumeli‟ye yerleĢen ve
tarımla uğraĢmaya baĢlayan göçmenlere 6 yıl, Anadolu‟da tarımsal üretime
baĢlayanlara ise 12 yıl süreyle vergi bağıĢıklığı tanındı (Pamuk, 2008: 12).

Kırsal alanlarda büyük toprak sahiplerinin güçlenmesi bu kesimin tarımsal


artıktaki payını devlet aleyhine geniĢletmesi anlamına geliyordu. Ancak küçük
üreticiler kolaylıkla vergilendirilebilen bir kesim olarak, merkezi devletin mali
temelini oluĢturuyorlardı. 19. yüzyıl boyunca merkezi devlet bir yandan yerel
unsurların ve büyük toprak sahiplerinin gücünü sınırlamaya çalıĢırken diğer yandan
küçük ve orta ölçekli iĢletmelerdeki köylü üreticileri ağır biçimde vergilendirmiĢtir.
ÖĢür ile hayvanlardan alınan ağnam merkezi devletin en önemli gelir kaynaklarını
oluĢturuyordu. Ancak devletin mali bunalımın yoğunlaĢtığı dönemlerde ÖĢür‟ün
oranı yüzde 15‟e kadar yükselmiĢtir. Ġltizam sisteminin sürdürülmesi küçük
üreticilerin üzerindeki vergi yükünü arttırmıĢtır. Hasat yerine gelen mültezim kendi
takdirine göre her üreticinin ödeyeceği miktarı saptamaktaydı. Böylece büyük toprak
sahipleri kollanıyor küçük üreticiler çok daha yüksek oranlarda vergi ödüyorlardı
28
(Pamuk, 2008: 9-10). Bu durumda kalan köy halkı topraklarını terk ederek Ģehirlere
göç ediyor. Bunun sonucunda ise tarım üretiminde ciddi düĢüĢler söz konusu
oluyordu.

2.2. Ekonomik Nedenler

Osmanlı ekonomisinde ve mali yönetiminde meydana gelen olumsuz


geliĢmeler; askeri harcamalar ve sefer giderlerindeki artıĢ, devlet kadrolarında
ĢiĢmeler, üretim yetersizlikleri, gelir düĢüklüğü ve özellikle dıĢ ticarette yaĢanan
sorunlardır. Bu açıdan dünya ticaretinde meydana gelen geliĢmeler devletin merkezi
otoritesinin zayıflamasına, vergi gelirlerinin azalmasına ve üretimin düĢmesine neden
olmaktaydı. Osmanlı bütçesi en çok savaĢ dönemlerinde açıklar vermiĢti (ġeker,
2007: 119). Ekonomik sebepler iç ve dıĢ nedenler olarak inceleyeceğiz.

2.2.1. İç Konjonktürel Nedenler

Osmanlı devletini dıĢ borçlanmaya iten nedenler arasında dünyadaki


konjonktürel geliĢmelerle etkileĢim içinde olan iç konjonktürel geliĢmeler,
ekonomiyi dıĢa bağımlı hale gelmesinde büyük katkısı olmuĢtur. Bu nedenleri detaylı
inceleyeceğiz.

2.2.1.1. Maden ve Para Hareketleri

Osmanlılar Merkantilizmi hatırlatan bir yaklaĢımla, ülkeye mal getiren


yabancı tüccarların yine mal ile dönmesini isterlerdi. Bunun yanında Osmanlı
Limanlarına mal almaya gelen Avrupa tüccarı ödemelerini peĢin olarak altın ve
gümüĢ paralarla yapıyor böylece ülkede kıymetli maden çoğalıyordu. Ancak bazı
ülke tüccarları getirdikleri mal karĢılığında topladıkları altın ve gümüĢü ülkelerine
götürüyorlardı. Bunun için Osmanlı Devleti birçok tedbir alsa da baĢarılı
olamamıĢtır. Öte yandan Amerika‟nın keĢfedilmesiyle gümüĢün bollaĢıp değerinin
düĢmesi sonucu Avrupa maden iĢletmeleri peĢinden de iç güvensiz ortamlar
sebebiyle Osmanlı Devleti‟nin madenlerinin bazıları kapandı. Maden kaynakları
tükenen darphanelerde birbiri ardından kapatılınca ülkede yabancı para hâkimiyeti
baĢladı (Sahillioğlu, 1965: 13).

29
Osmanlı Devleti sürekli olarak Batı-Doğu maden akımları arasında kalmıĢ ve
bu akımlar onun para sistemini ve parasının değerini etkilemiĢtir. Sudan altın
madenleri kapandığından mısırda altın ve gümüĢ fiyatları yükselmiĢ bunun için mısır
darphanesinde Ġstanbul‟da kesilen altın ve gümüĢ sikkelerin ayarında sikke kesme
uygun olmamaktaydı. Bu nedenle burada düĢük ayarlı ve vezinli sikke kesiliyor
böylece ucuzlayan Ġstanbul altın ve gümüĢleri Mısır‟a akıyordu. Yabancı kaynaklı
altın ve gümüĢ paralar ile külçelerin yanında ülke içinde üretilen bu madenlerle yerli
paralarda doğuya ve güneye göç eden bu kervana katılmıĢtı. Bunun sonucu, ülke
içinde kıymetli maden darlığına bağlı olarak mal fiyatlarında ciddi artıĢlar söz
konusuydu. Büyük ölçüde düĢük ayarlı paraların varlığı iyi para olan altın paraları
piyasadan kovuyor veya tağĢiĢ edilmelerine yol açıyordu. Bu da altın fiyatlarının ve
buna bağlı olarak mal fiyatlarının daha da yükselmesine neden oluyordu. Öte yandan,
vergi ve gelir kaynaklarından hazineye altın gelmesi durmuĢtu. Nedeni ise mültezim
ve vergi tahsildarlarının gelir ve vergileri iyi para ile toplayıp kötü para ile teslim
etme eğilimindeydiler. Bu da ödemelerde tıkanmaya yol açıyordu (Tabakoğlu, 1985:
239-240).

2.2.1.2. Askeri Harcamalardaki Artışlar ve Sefer Giderleri

Askeri birliklere üç ayda bir ödenmesi gereken mevacipler hazinenin en


önemli gider kalemiydi. Bu durum devletin yapı gereğiydi. Devletin beslemek
zorunda olduğu kapı kulu ocakları, ulufeli kale neferleri ile bazı eyaletlerdeki yerli
neferleri ile bazı eyaletlerdeki yerli neferlerine yapılan harcamalar toplam bütçe
harcamalarının yarıdan fazlasını oluĢturuyor, bazen üçte ikisini buluyordu. Bu
mevaciplerin ödemelerinde görülen gecikmeler büyük bunalımlara ve askerlerin
ayaklanmasına sebep oluyordu (Tabakoğlu, 1985: 205).

Hazinenin beklenmedik giderleri arasında yer alan ve padiĢah


değiĢikliklerinde ödenen cülus bahĢiĢleri de büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Cülus
bahĢiĢi yaklaĢık ek bir yıllık ulufe tutarındaydı. Gerçi bu değerleri karĢılamak üzere
bazı ek vergiler tahsil ediliyordu. Hükümdar eski padiĢahın görevlerini hizmetinde
tuttuğunun belirtisi olarak bunların beratlarını yeniliyordu. Tımarlı ve vakıf

30
hizmetlisi vs. beratını yenilerken tecdidi berat resimlerini ödüyordu (Tabakoğlu,
1985: 205).

19. yüzyıl baĢlarından itibaren, çoğu askerin ihtiyaçlarını karĢılamak üzere


fabrikalar kurulmuĢ ancak ucuz Avrupa ürünleriyle rekabet edememesi nedeniyle
kapatılmıĢtı. Bunun dıĢında askeri harcamlar için özel teĢebbüsler özendirilmiĢti
(Kütükoğlu, 1999: 571).

Geçici gider görünümünde olması gereken sefer giderlerinin, savaĢ yıllarının


barıĢ yıllarından uzun olması göz önünde tutulduğunda sürekli ek giderler olduğu
söylenebilir. Osmanlı Devleti 18. yüzyıldan itibaren büyük bir sava ortamı içerisine
girdi. Büyük bir ordu barındırmak, beslemek ve geniĢ cephelerde savaĢmak
zorunluluğu büyük bir mali darlık yaratmıĢtı. GiriĢilen bu savaĢlarda uğranılan büyük
baĢarısızlıklar ayrıca ekonomiye ağır bir yük getiriyordu. Yeni mali kaynaklar bulma
umudu gerçekleĢemediği gibi yenilgi ardından arkası gelmeyen savaĢlar bir yandan
devlet harcamalarını arttırıyor, öte yandan tarımsal toprakların ve maden ocakları
gibi çeĢitli iĢletmelerin savaĢ alanı içerisinde kalmasına yol açıyordu. BarıĢ
zamanlarında dahi istisna sayılan yıllar dıĢında açık veren Osmanlı bütçelerine bu
savaĢlar ek giderler yükleyerek açığı büyütüyordu. Normal hazine gelirleriyle
karĢılanamayan bu giderlerin ek vergiler, iç hazine desteği, iç borçlanma vs. ile
karĢılamak mecburiyeti vardı (Tabakoğlu, 1985: 207-208).

17. yüzyıl ve sonrasında uzun savaĢların bir kısmının baĢarısızlıkla


sonuçlanması nedeniyle giderek artıĢ gösteren masrafların karĢılanabilmesi için yeni
kaynaklara ihtiyaç duyulmuĢtu. Bunun için birçok atılım gerçekleĢtirilmiĢ- özellikle
tımar sistemi üzerinde- ancak baĢarılı olunamamıĢtı (Genç, 1975: 59).

Seferlerin finansmanına ayrılan kaynaklar hem yetersiz, hem de elde


edilebilen gelir, potansiyelin yarısından da azdır. Böylece büyük bir gelir gider açığı
ortaya çıkmakta, sadece bir seferin hazineye getirdiği ek nakdi yük 236.055.620
akçeyi bulmaktadır. Bu umumi bütçe açığı ile sefer bütçesinin açığı toplanınca gelir
gider farkı 347.039.865 akçeyi buluyordu. Verilen bu örneğe göre gider fazlasını
karĢılamak için toplam gelirin üçte biri kadar ek bir gelire ihtiyaç vardı. Öte yandan
umumi bütçede askeri giderlerin oranı yüzde 56,8‟dir. Sefer giderleriyle birlikte
31
hesaplanırsa bu oran yüzde 83,5‟e yükselmektedir. Kaybedilen bölgeler gelir
kaynaklarıyla birlikte elden çıkarken görevlilerin kadroları olduğu gibi kaldığından
hazinenin yükü daha da ağırlaĢmaktaydı. Dolayısıyla kaybedilen savaĢların
faturasına yenilgiler sonucu elden çıkan toprakları da eklemek gerekir. Kaybedilen
topraklardan doğan gelir kapıları savaĢ döneminin bütçelerini etkilemiĢti. BarıĢ
zamanı bütçelerin fazla vermesinde kaybedilen toprakların gelirlerinin hesaba
katılmamasının ve tahsil edilemeyen gelirlerin azalmasının rolü vardır (Tabakoğlu,
1985: 210-211).

2.2.1.3. Osmanlı Devletinin İhtiyaç Duyduğu Gelirleri İç


Kaynaklardan Sağlayamaması

19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti içinde bulunduğu mali bunalıma


çözüm bulamamakla beraber, ekonomideki olumsuz tablo giderek daha da artıyor,
gelirlerini tahsil edemiyordu. Buna karĢın devletin kamu harcamaları giderek
artıyordu. Ülkenin içinde bulunduğu sosyal huzursuzluk yeni vergilendirmeleri
engelliyor, var olan vergilerin ise tahsilini zorlaĢtırıyordu. Bu ekonomik bunalımı
geçiĢtirmek için iç borçlanma yoluna baĢvursa da bunda baĢarısız olmuĢtu. Devletin,
vergi gelirlerini artıracak ve sermaye birikimi sağlayacak bir vergi sisteminin
oluĢturulması yerine, yeni gelir kaynakları aranması, ekonominin tarıma
dayanmasına rağmen bu kesimin gelir düzeyinin çok düĢük olması, sanayileĢmenin
henüz baĢlamaması gibi nedenlerden ötürü sermaye birikimi yetersiz düzeyde
bulunuyordu. SanayileĢmenin olmaması büyük sermayelere sahip bireylerin varlığını
engelliyor, tasarruf edecek kesimlerin azlığı da bankacılık sektörünün oluĢmasına
engel teĢkil ediyordu. OluĢan bu boĢluğu bankerler denen tefeci finans kurumları
tarafından dolduruluyordu. Sonuç olarak Osmanlı Devletine ekonomik bunalım
sürecinde borç verecek bir sanayi ve ticaret burjuvazisi bulunmuyordu. Var olan
küçük bir kısım ticaret burjuvazisi ise, yabancı Ģirket ve iĢletmelerden oluĢtuğu için
birikimlerinden devletin Ģartlarına uygun olmayan, yüksek faizli borç verme
çabasındaydılar.

32
2.2.1.4. Devlet Kadrolarındaki Şişme

SavaĢ Ģartları mevacip alan askeri zümrelerde bir ĢiĢmeye yol açarken geçim
imkânlarının daralması halkı devlet kapısında bir kadro edinmeye veya devlet
hizmetinde ise ikinci bir kadro peĢinde koĢmasına yol açıyordu. Bunun yanında
toprak kayıpları ile birlikte gelir kaynakları elden çıkıyor fakat o yörelerin görevlileri
devlet hazinesinden maaĢ almaya devam ediyorlardı. Diğer yandan reel ulufeler
düĢük olduğu için boĢalan kadrolar hazineye haber verilmiyor, bunlara ödenen
mevacipler askerin ileri gelenleri arasında paylaĢtırılıyordu. Bu boĢ kadrolar ancak
zaman zaman yapılan yoklamalarla dolduruluyordu. Yine askeri zümrelerin vergi
dıĢı tutulmuĢ olması halkın yeniçeri olma isteğini arttırıyordu. Bir yolunu bulup
rüĢvetle, iltimasla yeniçeri olanları ayıklamak devlet için ciddi bir mesele haline
geliyordu. Geçim sıkıntısı yüzünden devlet görevlilerinin ek bir görev peĢinde
koĢtukları görülüyordu. Bürokratların içinde bulunduğu mali darlık sebebiyle yeni
merkez kadroları yaratıldığı biliniyordu. Kaybedilen yerlerin görevlilerinin de
merkeze gelmesi bu meseleyi daha da Ģiddetlendiriyordu (Tabakoğlu, 1985: 212-
213).

2.2.1.5. Dış Ticaret Açıkları

Osmanlı Devletinde dıĢ ticaret açıkları dıĢ borçlanmaların en önemli nedeni


olmuĢtur. 1838 ticaret sözleĢmeleri ile dıĢ ticarette olağanüstü gümrük vergileri
uygulama olanağını kaybeden Osmanlı Devletinin, Kırım savaĢına kadar geçen
dönem içinde sürekli artan dıĢ ticaret açıkları sebebiyle dıĢ borçlanma eğilimi
gittikçe artmıĢ ve Kırım savaĢı sırasında Osmanlı Maliyesi büyük ve ağır mali
buhran koĢulları ile Avrupa para piyasasına açılmıĢtı (Açba, 1995: 33).

Sanayi devrimi, önce Ġngiltere‟yi daha sonra da Batı Avrupa‟nın diğer


ülkelerini düĢük maliyetlerle ve büyük miktarda mamul mallar üretebilen
ekonomilere dönüĢtürmüĢtü. 19.yüzyl ortalarına gelindiğinde, Avrupa‟nın önde gelen
ülkeleri bir yandan mamul mallarına yeni pazarlar, öte yandan da kendilerini bol ve
ucuz gıda maddeleri ve hammadde kaynakları bulmaya çalıĢıyorlardı. Sanayi devrimi

33
sonrasında bir yandan sanayileĢen ülkelerin aralarındaki iliĢkiler güçlenirken, öte
yandan da Batı Avrupa ülkeleriyle son yıllara kadar üçüncü dünya olarak
adlandırılan alanlar arasındaki mamul mallar tarımsal mallar ticareti daha sonraki
dönemlerinde deniz taĢımacılığında gerçekleĢen teknolojik sıçrama, bu ticaretin
büyümesini daha da hızlandırdı (Pamuk, 2008: 4).

Ticaret anlaĢmalarıyla ve kapitülasyonlarla Osmanlı ekonomisini


zayıflatmaya çalıĢan ülkeler, 19. yüzyıl ortalarına doğru amaçlarına ulaĢmaya tam
anlamıyla baĢlıyordu. Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu ekonomik durum,
otoritedeki eksiklikten dolayı çıkan isyanlar, savaĢlardaki askeri baĢarısızlıklar ve
sarayın umursamaz davranıĢ ve harcamaları ülkenin durumunun çıkılmaz bir hal
almasına neden oluyordu. Diğer bir taraftan sanayileĢmesini tamamlamıĢ ekonomik
gücünü oluĢturmuĢ ve yeni hammadde ve pazar arayıĢındaki Avrupa ülkeleri
zayıflamıĢ ve kullanılabilecek büyük kaynakları olan Osmanlı Devletini sömürme
çabaları içindeydiler.

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Ġmparatorluğunda dıĢ ticarette daha çok
hammadde ve gıda ihraç etme, mamul mal ithal etme süreci baĢlamıĢtır. Bunun temel
nedenleri arasında Osmanlı hükümetlerinin doğrudan yatırım ya da dıĢ borç alarak
kabul ettikleri yabancı sermayenin ülkeye girmeye baĢlamasıydı (Ökçün, 1985: 2).

Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl ortalarına kadar ekonomide dönemsel olarak


birçok mali bunalımlar yaĢıyordu. Ekonomide yaĢanan sorunlar, tarıma dayalı
üretimdeki azlıktan kaynaklanmakla beraber, batıdaki sanayi devrimi sonrası
Osmanlı‟daki sınaî yapılanmanın yetersiz kalması, ticaret açıklarında sorunlar
oluĢmasına neden oluyordu. Ġngiltere ile yapılan ticaret anlaĢması sonrası, Osmanlı
ekonomisinin dıĢ etkilere açıldığı, yabancı malların istilasına uğradığı bir dönemdi.
Bu anlaĢma ile Osmanlı Devleti gümrük kapılarını batılı ülkelere tamamen açmıĢ
oluyordu. Kapitülasyonlar aynı kalmakla beraber, ithalattan alınan gümrükler
düĢürülmüĢ, ihracattan alınan vergiler ise yükseltilmiĢti. Yabancı yatırımcıların iç
gümrük verme yükümlülüğü de kalkmakta, ticaret yapmak için gerekli ruhsatlar için
bürokratik engellere takılmadan kolayca yapabilmekteydi. Bu anlaĢmanın en ağır
koĢulları ise diğer Avrupalı ülkelerin de kendi anlaĢmalarıyla bu hakları elde edecek

34
olmasıdır. Bu Ģartlarda yapılan anlaĢmalarla Osmanlı Devleti tamamen yabancıların
eline geçmiĢ, yerli tüccarın iktisadi anlamda yaĢamaları imkansız hale gelmiĢtir.
OluĢan tüketim ekonomisi gereği ithal edilen mallardan baĢlıcalar; gıda ve giyime
iliĢkin mamul ve yarı mamul ürünlerdi. Osmanlı ekonomisi tarıma dayalı bir
ekonomi olduğu için dıĢarıya tütün, pamuk gibi tarımsal ürün ihraç ediyordu.
Tüketim malları yıllar boyunca toplam ithalatın yüzde 65-69‟ unu yatırım malları ise
yüzde 9-10‟ unu kapsıyordu (Eldem, 1970, 180).

Üretmekten çok tüketim eğiliminde olan Osmanlı devleti, Avrupa‟daki


geliĢmelere ayak uydurmak yerine, üretilen lüks tüketimle ilgilenmiĢ ve dıĢa bağımlı
tüketim toplumu haline geliyordu. Ġhracat ve ithalat arasındaki dengesizlikle daha
fazla mali bunalım sürecine giren Osmanlı ekonomisi dıĢ ticarette açıklar veriyordu.
19.yüzyıl sonlarına doğru ihracatın ithalatı karĢılama oranı yüzde 56 civarlarındaydı
(Çavdar, 1982: 33-34).

Osmanlı ithalatı içinde gıda maddelerinin de önemli bir yeri vardı. ġeker, çay
ve kahve gibi imparatorluk içinde üretilmeyen malların ithal edilmesini doğal
karĢılamak gerekir. Ancak bunlara ek olarak, 20.yy.ın baĢlarını Osmanlı ekonomisi
önemli miktarlarda buğday, un ve pirinç ithal etmekteydi. Tarıma dayalı bir ülkenin
hububatta kendine yeterli olmamasının bir nedeni, ülke içi ulaĢtırma ağının
zayıflığıdır. Mesela deniz yoluyla Balkan Ülkelerinden ve Rusya‟dan ithal edilen
buğday, Ġstanbul pazarında Ġç Anadolu‟dan gelen buğdaydan daha ucuza
satılabiliyordu. Hububat ithalatının diğer nedeni ise yürürlükteki dıĢ ticaret
antlaĢmalarının korumacı gümrük tarifelerini engellemesiydi. Oysa aynı yıllarda pek
çok Avrupa Devlet‟i gümrük duvarlarını koyarak kendi hububat üreticilerini dıĢ
rekabete karĢı korumaktaydı (Pamuk, 2008: 21).

19.yüzyıl boyunca imparatorluk sık sık toprak ve nüfus kaybına uğradığı için,
dıĢ ticaretin hacmindeki artıĢı hesaplamak kolay olmamaktadır. 18.yüzyıl boyunca
Osmanlı dıĢ ticaretinin yaklaĢık bir kat arttığına iĢaret ediliyor. Buna karĢılık
1820‟lerden Birinci Dünya SavaĢı‟na kadarki dönemlerde Osmanlı dıĢ ticaretinin 10
kattan daha fazla arttığını söyleyebiliriz. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde Osmanlı
ekonomisinin toplam üretiminin yüzde 10‟dan fazlası ihraç edilmekteydi. Bu

35
durumda 20. yüzyıl baĢlarındaki Osmanlı Ekonomisinin geçmiĢ yıllara oranla dünya
ekonomisine daha fazla açılmıĢ olduğu görülmektedir. Öte yandan ithalatın yarıdan
fazlası mamul mallardan, özellikle de pamuklu ve yünlü tekstil ürünlerinden
oluĢuyordu. 19. yüzyıl boyunca yerli zanaatler ithal malı kumaĢların rekabeti
karĢısında hem direnmiĢ hem de gerilemiĢtir (Pamuk, 2008: 20-21).

Bir ülkenin geliĢimi için iç ticaretinin korunması gerekmektedir. Bunu da


ancak gümrük vergileriyle gerçekleĢtirebilmektedir. Osmanlı devleti bu Ģekilde kendi
tüccarını korumak yerine, yabancı yatırımcıyı koruyarak ekonomik bunalımın
içinden çıkılmaz bir hal almasına ve sanayileĢmiĢ ülkelerin Osmanlı topakları
üstündeki planlarını gerçekleĢtirmesine adeta yardımcı olmuĢ oluyordu.

2.2.1.6. Bütçenin Sürekli Açık Vermesi

GeniĢ ölçüde savaĢlardan kaynaklanan büyük mali açıklar erken modern


dönemde birçok Avrupa devleti için önemli bir sorun oluyordu. Ancak 19.yüzyıl
gelindiğinde bu sorunun hafiflediği görülüyordu. Bu konuda yerel ve uluslararası
finansal piyasaların sunduğu fırsatlara ve getirdiği kısıtlamalara bağlı olarak, devletin
bu açıkları finanse etmeye çalıĢırken izledikleri stratejileri ve yaptıkları seçimler bu
mali açıkları etkiliyordu. Devletlerin bu konuda uygulamalarının sonuçları sadece
para ve para politikaları ile sınırlı değildi, ekonominin bütünüyle ilgili geniĢ
kapsamlı etkiler de söz konusuydu. Osmanlı Devleti‟nin bütçeleri de 16.yüzyıldan
sonra savaĢlar sırasında açık vermeye baĢlamıĢ, savaĢ dönemindeki açıklar 18.ve
19.yüzyıllarda giderek büyümüĢtür. SavaĢ dönemleri sıklaĢtıkça bütçe açıklarının ve
açıkların finansmanı için kullanılan yöntemlerin birikimli etkisi, devlet maliyesi ve
ekonomi üzerinde büyük baskılar yaratmıĢtır (Pamuk, 2008: 98).

Devletin belli baĢlı gelir kaynakları aĢar vergisi, taĢınır taĢınmaz mallarla,
ticari faaliyetlerden alınan dolaylı ve dolaysız vergiler ve gayrimüslimlerden alınan
cizyeden ibaretti (Sayar, 1977: 184). Devlet harcamaların da önemli derecede israflar
yapılıyordu. Sarayda yapılan israf ve eğlence düĢkünlüğü Ġstanbullulara da geçmiĢti.
Öyle ki Ġstanbul‟ da Vükela (Saray Meclisi) ve zenginlerin koruklarında toplam elli
bin köle, ayrıca kırk bin hizmetçi bulunmaktaydı (Kolerkılıç, 1958: 128).

36
Vergi sisteminde ve mali idarede gerekli ıslahatın yapılamaması sebebiyle
oluĢan bütçe açıkları sürekli artıĢ gösteriyordu. Bütçe açığı 1853‟ten 1855‟e kadar
5.800.000 sterline (6.380.000 Osmanlı lirası) yükseliyor ve 1855-1856 yılı bütçe
açığının ise 2.850.000 sterlin‟e (3.135.000 Osmanlı lirası) ulaĢacağı tahmin
ediliyordu. Dolayısıyla kırım savaĢı nedeniyle bütçede oluĢan ve kapatılması gereken
açık 8.500.000 sterlin‟e (9.350.000 Osmanlı lirası) ulaĢıyordu (Velay, 1978: 82).

Bu dönemde toplam bütçe açığı 4,2 milyar kuruĢa ulaĢmıĢ ve yapılan


borçlanmalardan ele geçen 7 milyar kuruĢun yüzde 60‟ı bütçe açıklarını kapatmak
için harcanmıĢtı (Eldem, 1970: 246).

Bu dönemde alınan borçlarla sürekli olarak bütçe açıklarını kapatma çabaları,


bütçe açıklarının her dönem artarak devam etmesi sebebiyle sonuçsuz kalmasına
neden oluyordu. Alınan dıĢ borçların yüzde 5‟i bütçe açıklarını kapatmak için
kullanılmaktaydı (FiĢek, 1967: 162). Yani dıĢ borçlar bütçenin kapatılmasına değil,
ayrıca yapılan harcamalara ayrılıyordu. Harcamaların çoğu demiryolu yapımı için
yabancı Ģirketler için yapıldığı için, alınan borçlar yine bu ülkelere gidiyordu.
Demiryolları yapımının bütçeye sürekli bir ek yük getirmesi, dıĢ borçların artarak
devam etmesine neden oluyordu. Çünkü ülke içine yapılan yatırımların önemli bir
kısmi demiryolları alanında oluyordu. Bu da yatırımı yapan sermaye için kilometre
güvencesi getirilmesi gibi önemli bir avantajı beraberinde getiriyordu. Her yıl devlet
bütçesine on milyonlarca kurusa mal olan ve borçlarla finanse edilen demiryollarının
inĢası ve iĢletilmesinde bazı yanlıĢlıklar yapılıyordu. Bu yanlıĢlıklardan en önemlisi,
imtiyazı alan firma kilometre güvencesi var diye, yolu gereksiz yere uzatıyor ve
anlamsız yaylar çiziyordu (Yerasimos, 1980: 525).

2.2.1.7. Toprak Sistemindeki Bozulmalar

Amerika‟nın keĢfiyle dünya ekonomisi nakdi mübadelenin yaygınlaĢmasına


doğru önemli bir geliĢme göstermiĢti. Piyasaya yönelen kıymetli madenler özellikle
gümüĢ, satın alma gücünü destekleyerek talebi yükseltiyor ve böylece fiyatlarda bir
kıpırdamaya sebep oluyordu. Batının yükselen satın alma gücü ve gösterdiği yüksek
fiyat eğilimi nakit sağlamada önemli dar boğazlarla karĢılaĢan ve fiyat yapılarındaki

37
farklılıktan dolayı piyasadaki altın ve gümüĢün Mısır‟a ve Doğuya kaptıran Osmanlı
ülkesinde daha Ģiddetli bir para darlığına sebep olmuĢtu (Tabakoğlu, 1985: 247).

Tımar sistemi 17. yüzyılın baĢarından itibaren dünya ekonomi bünyesinde


değiĢikliklere paralel olarak kurulmakta olan yenidünya iktisadi dengeleri içerisinde
eski önemini kaybetmeye baĢlamıĢtı. Tımar kesiminin merkezi para iktisadına
bağlanması yani topraklarının iltizamlaĢması bu durumun önemli bir unsurudur.
Vezirlerin, beylerbeylerinin, sancakbeylerinin büyük ve verimli hasları ile zeamet ve
tımarlar derece derece miri mukataa haline dönüĢtürülerek iltizam veya emanet
yoluyla merkez hazinesine bağlanmaktaydı. Aynı zamanda sipahileri besleyemez
duruma düĢen küçük tımarlarda bir yerde toplanma eğilimi dikkat çekiyordu.
Sipahiler topraklarını kaybederek çok zor durumlara düĢüyorlardı (Tabakoğlu, 1985:
247-248).

18. yüzyılda ayanın artan gücüne karĢı Anadolu‟da büyük ölçekli tarımsal
iĢletmeler sınırlı kalmıĢtı. Çiftlik olarak adlandırılan toprakların büyük bir bölümü
bile ortakçılık yapan köylü haneleri tarafından ekilmekteydi. 18. yüzyılda
Anadolu‟da ayanın güçlenmesine karĢı, küçük üreticilik tarımsal yapıların temelini
oluĢturuyordu. Tımar düzeninin çözülüĢü büyük iĢletmelerin yaygınlaĢması anlamına
geliyordu. Köylü iĢletmeleri 19.yüzyıl boyunca da önemlerini kurdular. 19.yüzyıl
Anadolu tarımında küçük ve orta mülkiyetin yanı sıra büyük toprak mülkiyetinde
görünüyordu. Ancak büyük toprak sahipleri, topraklarını, ücretli iĢçiler kullanan
kapitalist iĢletmeler biçiminde değil, ortakçılık yoluyla köylü hanelerine kiralayarak
iĢletmeyi tercih ediyorlardı. 19.yüzyıl boyunca iç ve dıĢ pazarlara yönelen tarımsal
meta üretiminin önemli bir bölümü küçük ve orta ölçekli iĢletmeler tarafından
gerçekleĢtirildi (Pamuk, 2008: 8).

19. yüzyıl Anadolu tarımında küçük ve orta ölçekli iĢletmelerin önemli bir
yeri vardı. Büyük toprak sahiplerinin topraklarını büyük ölçekli birimler olarak
iĢletmek yerine küçük parçalara bölerek köylü hanelerine kiralamayı tercih
etmelerinin de etkisiyle, pazar için yapılan üretimin önemli bir bölümü küçük ve orta
ölçekli iĢletmeler tarafından gerçekleĢtiriliyordu. Hatta 19. yüzyıl Anadolu tarımının

38
en önemli özelliklerinden biri birinin bölgesel farklılık olduğu söylenebilir (Pamuk,
2008: 14).

Tımar sistemi ayni ekonomi kesimi olmayabilir ancak kesinlikle mahalli bir
sistemdi. Devletin yükselen merkezi giderleri finanse etmek ihtiyacı içerisinde bu
kesimi merkezi ekonomiye bağlama eğilimi tımarlı sipahiler yerine merkezi ordunun
önem kazanmasına da yol açmıĢtır. Ele aldığımız dönemde tımarların çoğu ancak
geri hizmetlerde istihdam ediliyorlardı. Tımarların iltizama verilip mukataaya
dönüĢtürülmesi vergi konusu zırai iĢletmeleri verimsizleĢtirmeleri ile sonuçlanmıĢtı.
Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi gibi kendilerine has tahsis sahibi olan devlet
görevlileri kendilerine ayrılan miktarı bu iĢle görevlendirdikleri mültezimler eliyle
tahsil ederlerdi. Haslı sancak ve eyalet beylerinin gelirlerinin hizmetleriyle orantılı
olarak artıĢ gösterdiği zorluklarla karĢılaĢmaktadır (Tabakoğlu, 1985: 248).

17. yüzyıl sonlarına doğru toprak sisteminde malikane usulune geçilmeye


baĢlanmıĢtı. Bu da ayanların daha da güç kazanmasına neden olmuĢtu. Çünkü
malikane sisteminde vergi kaynağı hayat boyu kiralanmıĢ oluyor ve bu hak babadan
oğla geçiyordu. Tarım alanlarının yarıdan fazlası bu tür malikaneler haline
dönüĢmüĢtü (Ergenç, 1982: 105-118).

18. yüzyılın baĢlarında tımar kesiminin dıĢında özel statüye tabi olup tahrir
defterine kayıtlı olmayan köylerin varlığını tanımama eğilimindeydi. Fakat birçok
dirliğin iltizama ve malikaneye veya doğrudan malikaneye dönüĢme çabası içerisinde
bu tür toprakların yeni iĢletmecileri kaydedilmeye çalıĢıyorlardı, böylece onların
devlete ödedikleri vergileri kendilerine çevirmeyi umuyorlardı. Tımar gelirlerinin
merkez hazineye aktarılması iĢlemleri devam ederken sipahilerin huzursuzluğu
Ģiddetlenerek devam ediyordu. Valiler açıkta kalan zeamet ve tımarı ehliyete
bakılmaksızın en çok parayı verene devrediyordu. Üstelik tımar konusunda
tecrübesiz ve bilgisiz olduklarından birçok dirliği verimsiz kullanıyorlar ve bu da
vergi kaybına neden oluyordu (Tabakoğlu, 1985: 249-250).

Kırsal alanları daha yakından denetleyebilmek ve tarımsal artığın daha büyük


kısmına el koyabilmek için merkezi devlet, miri topraklar üzerindeki fiili müliyeti

39
sınırlandırmaya, ayanın elindeki çiftliklerin bir bölümünü müsadere etmeye
baĢlamıĢtı (Pamuk, 2008: 8).

Bazı tımar ve zeametler gelirlerinin çok azaldığı ileri sürülerek bekletiliyor,


iĢletmeye verilmiyordu. Bu tür tımarlar beratı sepete konmuĢ manasına sepet tımarı
olarak adlandırılmıĢlardı. Oysa bunlara, içlerinde verimli tımarlar olduğundan, tımar
tevcih etme mevkiindeki vali ve alaybeyleri tasarruf ediyorlardı. Hatta bazıları için
meçhul birisi adına dahi berat veriyorlar ve sipahili olduğunu ileri sürerek asıl hak
sahiplerine vermiyorlardı. Tımar ve zeametler sahipleri ölünce boĢalan tımarları
oğullarına yoksa kardeĢlerine yoksa akrabasına verilir yabancı bir kimseye
verilmezdi. Oysa bazı zeamet ve tımarlar valiler tarafından yabancılara verilmiĢti.
Bunların birçoğu merkezdeki nakit sıkıntısının da etkisiyle yeni çerilere ve adamları
bazıları ulemaya devredilip bu sonuncular asker olmadıklarından baĢka bedel dahi
vermiyorlardı. Bazı sipahilerin, birliklerinin ihtiyaçlarını karĢılayamaması sebebi ile
ek gelir aramamak için topraklarını terk ettikleri görülüyordu (Tabakoğlu, 1985: 252-
253).

Tımar sistemi iç güvensizlik ortamından da olumsuz yönde etkileniyordu.


Bunun yanında tımar sisteminin bozulması da iç güvensizliği arttırıyordu. Bunun
sonucunda halk topraklarını bırakıp sürekli göç içerisindeydiler. Ayan ve tefecilerin
baskısı yanında zeamet ve tımar sahiplerinin de halkı ek vergi talepleriyle zorladığı
biliniyordu. Bazen devletin bu yola sapanları tehdit etmekten baĢka yapacak pek bir
Ģeyi olmuyordu (Tabakoğlu, 1985: 253).

2.2.1.8. Üretim Yetersizliği ve Gelir Düşüklüğü

Devletin birçok gelir kaynağını, savaĢlar dolayısıyla, kaybettiği görülüyordu.


Sonraları bunların birazı geri alınabilmiĢse de bunu telafi edecek yeni gelir
kaynakları bulunamadığı gibi verimi yükseltilmesiyle üretimde bir artıĢ
sağlanılamıyordu. Bu nedenle çağdaĢ batı ekonomisinin sürecine girdiği sanayileĢme
için gerekli olan zırai ürün fazlası da elde edilememiĢti. Bunun yanında emek hem
vasıf hem de sayı olarak yetersiz, tarım teknolojisi geriydi. Üstelik dıĢ fiyat ve
talebin yüksekliği ülke üretiminin dıĢarıya kaçması eğilimini yaratıyordu. Böylece
tarım kesiminin üretimi hem iç piyasanın ihtiyaçlarına cevap vermiyor, hem de vergi
40
kayıpları artıyordu. Tarımdan kopan iĢgücü de Ģehirlere yığılıyor, huzursuzluk
kaynağı oluĢturuyordu. Osmanlı Devleti teknolojik hamleyi besleyecek bilgi alt
yapısından yoksundu. Tarım teknolojisindeki gerilikten dolayı üretim tümüyle doğal
Ģartlara bağlı kalmıĢ ve kuraklık, salgın gibi olumsuzluklar üretime olduğu gibi
yansımıĢtır. Bu durum savaĢ Ģartları ve güvensizlikle en çok birleĢtiği dönemlerde
üretimin kıtlık yaratacak kadar azaldığı görülüyordu. Sanayi kesiminde de üretimi
arttıracak, maliyetleri düĢürecek bir teknolojik ilerleme görülmüyordu (Tabakoğlu,
1985: 214-215).

19. yüzyıl sonlarında doğru gerek toplam üretimin bileĢiminde gerek


Osmanlı devletinin uluslararası iĢbölümündeki konumunda kayda değer bir
değiĢiklik olmadı. SanayileĢmenin gündemde olduğu 1930‟ların aksine, ekonominin
tarıma dayalı yapısı ve tarımsal malların ihracatında giderek artan uzmanlaĢma
değiĢmeksizin sürdü. El becerisine dayalı imalat faaliyetlerinde bir canlanma olmadı.
Tam tersine ekledik veriler, tarımsal ve ticari gelirin azalmasından kaynaklanan bir
durgunluğa ve kentli zanaatlerin üretiminde muhtemel bir düĢüĢe iĢaret ediyordu
(Pamuk, 2008: 134).

Üretimin yetersizliğinden baĢka dağıtımda görülen aksamalar bunalımı daha


da Ģiddetlendiriyordu. Üretimin satıĢını gerçekleĢtirecek olan aracı kiĢiler üreticiden
toplayıp stok ederek yüksek fiyatla yabancılara satıyorlardı. Kaçakçılığa aracılık
eden bu kiĢiler aynı zamanda iç piyasa fiyatlarının da yükselmesine yol açıyor,
içerideki darlığı arttırıyorlardı. Devlet zaman zaman duruma müdahale ederek
fermanlar yayınlıyor mahsulün üreticiden tespit edilen adil bir fiyatla tahsisin
yapıldığı bölgeden gönderilen yetkiye satılması için hükümler belirtiyordu
(Tabakoğlu, 1985: 215).

Üretim yetersizliği aynı zamanda vergi kaybına neden oluyordu. Dağıtımdaki


aksaklıklar ise devletin elde edebileceği gelirin bir takım aracılar tarafından
toplanmasına yol açıyordu. Birbirine bağlı olan birçok sebep yüzünden devlet bu
meselelere kesin bir çözüm bulamıyordu. SınaileĢmek için gerekli zırai ürün
fazlasının yaratılması hem emek noktasını hem de teknolojik yenilik açısından
mümkün değildi. Ancak Osmanlı Devleti sanayi kapitalizmine karĢı durabilecek bir

41
sınai yapıya sahipti. Özellikle savaĢ sanayii devletin ihtiyacını büyük ölçüde
karĢılıyordu. Ancak diğer sanayi kollarından özellikle dokuma sanayinde hammadde
ve yarı mamul maddelere olan dıĢ talebin artması ve dıĢ kaynaklı mamul maddelerin
ülkeye girmesiyle bir durgunluk baĢ göstermekteydi. Tarım kesimindeki üretim
yetersizliği dolayısıyla sanayiye yönelebilecek iĢ gücünü besleyecek bir ürün fazlası
oluĢmuyordu. Kaldı ki tarımdan kopan iĢ gücü Ģehirlere yığılıyor veya savaĢlarda
asker olarak istihdam ediliyordu (Tabakoğlu, 1985: 216).

2.2.1.9. Ekonominin İçinde Bulunduğu Bunalım

Osmanlı Ġmparatorluğu‟nu dıĢ borca iten en önemlisi de ekonomik ve mali


durumdur. ÇeĢitli üretim sektörlerinde geleneksel metotların kullanılıĢı, ilim ve
teknikten faydalanmama, ekonomik ve mali bunalıma imparatorluğu sürüklüyordu.
Ayrıca kapitülasyon imtiyazları arasında yer alan yabancı ithal malların serbestçe
girmesi de sınai geliĢmeyi önlüyor ayrıca, sermaye birikiminin bulunmaması,
Osmanlı Devletinde kredi kuruluĢlarının bulunmaması, sınai yatırımlara da imkan
vermiyordu. Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun ekonomik durumunun kötülüğü onun
çöküĢünü hazırlayan baĢlıca sebep oluyordu (Eroğlu, 1982: 49-50).

Osmanlı Devletinde mali bunalımlar her dönemde yaĢanmıĢtı. En ihtiĢamlı,


fetihlerin yoğun, hazinenin ağzına kadar dolu olduğu dönemlerde gerek saray
harcamalarının fazlalığı, gerekse savaĢ dönemlerinde savaĢ maliyetlerinin fazlalığı
sebebiyle mali bunalımlar yaĢanmıĢtı. Ancak yaĢanan bu mali bunalımlar kısa süreli
olmakla beraber savaĢlardan sonra tekrar normale dönüyordu. Osmanlı ekonomisinin
önemli bir kısmının da fetihlere dayandığı görülmektedir. Avrupa içlerine kadar
ilerleyen Osmanlı orduları, durdurulunca yeni fetihler gerçekleĢtirilemiyor ve
savaĢlar artık bir gelir kaynağı olmaktan çıkıyordu. Dolayısıyla bu dönemde baĢlayan
yeni savaĢlar Osmanlı için gelir kaynağı olmaktan uzak, ağır bir yük olarak kendini
hissettiriyordu (Arslanoğlu, 1973: 111).

Osmanlı bütçe rakamları yüzyıllar boyu sürekli bir artıĢ gösteriyordu. Ancak
gelir ve gider rakamlarındaki artıĢlar büyük ölçüde hesap birimi olan akçenin
değerindeki düĢmelerden ileri geliyordu. Nitekim bütçe rakamlarını hesap
birimindeki değer kaybı katsayısına böldüğümüzde gerçek rakamlara ulaĢılmaktadır.
42
Öte yandan avarız vergileri, vasıfları itibariye bütçe açıklarını kapatmak üzere
konmuĢ vergilerdir. Bunların kabarıklılığı açığın büyüklüğünün belirtisidir. Avarız,
normal gelir kaynaklarının olağanüstü durumlar karĢısında yetersiz kalmasıyla
toplanıyordu. Daha sonraki yıllarda bu vergi normal ve sürekli alınan bir vergiye
dönüĢüyordu. Bunun sebebi de bütçe açığının her dönemde süreklilik kazanmıĢ
olmasıdır. Ancak her yıl alınmakla birlikte bunun miktarı yıldan yıla değiĢiyor savaĢ
yıllarına toplam bütçe gelirleri içindeki oranı yükseliyordu (Tabakoğlu, 1985: 203).

Bütçe rakamlarındaki ĢiĢmeler ve bütçe açıklarının kabarıklığı kronik ve


konjonktürel sebeplerden ileri geliyordu. Zorunlu sebepler arasında sürekli olarak
büyük bir ordu beslemek mecburiyeti baĢta geliyor. 18. yüzyılın siyasi Ģartları
düĢünülürse savaĢların da sürekli bir bütçe açığı kaynağı olduğu ortaya çıkar. Devri
sebep ise Osmanlı maliyesinin gelir ve gider bütçelerinin güneĢ ve ay yılı
takvimlerine dayalı oluĢumlar doğmaktadır. Bu sıvıĢ yılı buhranlarını yaratmaktadır
(Tabakoğlu, 1985: 204).

1830‟ların sonlarına gelindiğinde, Osmanlı imparatorluğundaki parasal


koĢullar bunalım boyutlarına ulaĢmıĢtı. Devlet, sık sık tağĢiĢe baĢvurarak kısa
dönemde gelirini yükseltmeyi baĢarmıĢtı ancak bunun sonucunda ortaya çıkan
enflasyon siyasal sorunlar yaratmıĢtı. Yüzyılın baĢından itibaren farklı standartlarda
birçok sikkenin piyasaya sürülmüĢ olması ve devletin önceki serileri tedavülden
kaldıramaması sorunları ağılaĢtırmaktaydı. Eski sikkeler taĢıdıkları nominal değere
göre değil, gümüĢ içeriklerine göre iĢleme sokuluyordu. GümüĢ sikkeler kadar sık ve
büyük ölçülerde tağĢiĢ edilmemiĢ olsalar da, bu çalkantılı dönemde üretilen altın
sikkelerin kalitesi de bozulmuĢtu. Günlük iĢlemlerde sorun yaratan bu koĢullar
uluslar arası ticaretin yürütülmesini de büsbütün zorlaĢtırıyordu. Öte yandan özellikle
dıĢ ticaretle tasarrufların korunması için Avrupa sikkelerine olan talep artıyor
kullanımları yaygınlaĢıyordu (Pamuk, 2008: 110).

Ortaya çıkan bu mali bunalım sadece merkezi ekonomiyi değil, ülkedeki


toprak sisteminden esnaf teĢkilatına, askeri sistemden paranın değerine kadar ülkenin
tüm ekonomik varlıklarına yayılmıĢ bir bunalım oluyordu. Yukarıda bahsedilen mali

43
bunalımlar, Osmanlı Devletinin çöküĢ sinyallerini verdiğinin en büyük göstergesi
oluyordu.

2.2.1.10. Borç Anlaşmalarıyla Sağlanan Gelirin Düşük


Düzeyde Kalması

Osmanlı Devletinin almıĢ olduğu borçları detaylı incelediğimizde, devlet


adına çıkarılan tahvillerin nominal değerin altında satılıyor, bu satıĢı gerçekleĢtiren
bankaların yada aracıların komisyonları yüksek tutarlara ulaĢtığı görülüyordu. Ayrıca
alınan her yeni borcun, önceki borçların faizlerine ve bir kısmı da alınan borçlara
kesilince borç miktarının arttığı ancak elde edilen borcun istenilenden daha düĢük
olduğu görülüyordu.

1854-1914 Osmanlı borçlarında, tahvillerin ihraç bedelleri olarak kesilen


komisyon tutarlarının toplam borca oranı yüzde 33.91, eski borçların ödenmesine
harcanan miktarı toplam borca oranı ise yüzde 44.77dir (FiĢek, 1967: 162).

Böylece Osmanlı Devleti, ihraç bedeli olarak kesilen ve komisyon olarak


verilen miktarlar ile eski borçların ödenmesine ayrılan giderler nedeniyle ödemekle
yükümlü olduğu toplam borcun yüzde 78.68‟i Osmanlı hazinesine girmeden
harcanmıĢ oluyordu. Bununla birlikte faiz ödemelerinin her onbir yılda anapara
tutarına ulaĢtığı, her 100 liralık borcun 33,91 liralık kısmı kesintilere gittiği ve onbir
yılda bu kesintilerin 233,91 liraya ulaĢtığı düĢünülünce, borçlanmanın ekonomiye bir
katkısının olmadığı söylenebilir (FiĢek, 1967: 163).

2.2.2. Dış Konjonktürel Nedenler

DıĢ konjonktürel Ģartlar dünyadaki geliĢmeler sonucu oluĢan ve Osmanlı


devletini askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda etkileyen ve dıĢ borç almasına neden
olan olayları kapsamaktadır. Osmanlı devletinde mali bunalımlara sebep olan
konjonktürel geliĢmeler, genel olarak Batılı ülkelerin ekonomik geliĢmelerinin dünya
üzerindeki etkileri sonucudur. YaĢanan bu geliĢmelere ayak uyduramayan Osmanlı
ekonomisi Batılı ekonomilerin gerisinde kalmıĢtı. Bu ekonomik değiĢmeler Osmanlı
devletinin önüne çözümlenmesi gereken meseleler olarak gelmiĢti. Bu geliĢmelere

44
her ne kadar da tedbirler almaya çalıĢmıĢsa da kapitalizmin hakim sistem olma
yolunda ilerlerken Osmanlı ekonomisi kendi içindeki ıslahat teĢebbüslerinde baĢarılı
olamamıĢtır. Burada dünya ekonomilerinde yaĢanan değiĢimlerin Osmanlı
ekonomisine etkilerine değinilecektir.

2.2.2.1. Dünya Ticaretindeki Değişmeler

Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢ ve geliĢme döneminde Akdeniz çevresinde


yoğunlaĢan ticari faaliyetler, 15. yüzyıl sonundan itibaren büyük deniz keĢiflerinin
baĢlamasıyla okyanuslara açılmıĢtı. Böylece devlet bu geliĢmelerden olumsuz yönde
etkilenmiĢti. SavaĢlar ve iç güvensizlik ortamının ticaret hacmini daraltıcı etkileri de
buna ekleniyordu. Ancak devlet ticaret faaliyetine önem verme geleneğini
sürdürüyor, ağır vergiler koymaktan sakınıyor, ticaret yollarının güvenliğini
sağlamaya çalıĢıyorlardı. Bütün bu olumsuz Ģartlara rağmen ticaret hadleri Osmanlı
lehineydi. Osmanlı ekonomisinin toplam ihracat tutarı ithalatından daha fazlaydı ve
Avrupalılar arasındaki fark peĢin para olarak ödeniyordu. Ancak Avrupa dokuma
alanında hammadde alıp bunu mamul olarak ihraç etme yolunda bir dönüĢüm
geçirmekteydi. Osmanlı Devleti transit ticaret bölgesi olmaya büyük önem vermekte,
bunun için gümrük vergilerini yüzde 3-5 gibi düĢük oranlarda tutmaktaydı. Fakat
savaĢlarda Osmanlı iktisadi-mali yapısını etkilemekten geri kalmıyordu. Özellikle
gümrük gelirlerinde büyük düĢmeler yaĢanmıĢtı (Tabakoğlu, 1985: 235-236).

Osmanlı imparatorluğunun dıĢ ticareti sınırlı miktardaydı. 1820‟lerin baĢında,


Osmanlı ihracat ve ithalatının toplam üretim hacmine oranı yüzde 5‟in altında
muhtemelen yüzde 2 ya da yüzde 3 civarındaydı. Bunu izleyen yüzyıllık dönem
boyunca özellikle Batı Avrupa ile yapılan Osmanlı dıĢ ticareti hızla büyüdü. Serbest
ticaret anlaĢmaları, Osmanlı devletinin korumacı bir yaklaĢım ya da mali nedenlerle
daha bağımsız ticaret politikaları uygulama seçeneğini ortadan kaldırarak, bu uzun
dönemli eğilimi desteklemiĢlerdir (Pamuk, 2008: 63).

Avrupa‟daki fiyatlar Osmanlı Devletinden yüksekti. Bunun nedeni


Amerika‟dan gelen özellikle gümüĢlerin para arzını arttırmasıydı. Bu fiyat farkı
Osmanlı Devleti‟ndeki ürünlerin batıya akma eğilimi içinde olmasına yol
açmaktaydı. Devlet ticaret özgürlüğünü ilke olarak benimsemesine rağmen ülke için
45
büyük önem taĢıyan buğday gibi gıda maddeleri, pamuk ve pamuk ipliği gibi sanayi
hammaddeleri ile silah, top, gülle barut gibi savunma araçlarının ihracını
yasaklamıĢtı. Fakat batıdaki fiyat farkından yararlanarak ihtiyaç duyduğu malları
kaçak olarak Osmanlı Devletinden edinebiliyorlardı. Bu, ülkenin iç üretimindeki
yetersizliği daha da Ģiddetlendiriyordu, yerli sanayii dar boğaza sokuyordu. Bununla
birlikte 17.yüzyılda meĢhur Ankara soflarını pek iyi tanıyan Avrupa tüccarı, bu çeĢit
kumaĢı kendileri imal etme amacıyla Ankara pazarlarından almaya baĢladılar. Kendi
tezgahlarında hammaddesiz kalma tehlikesiyle karĢı karĢıya kalan Ģehir esnafı sof
iplik ihracatını yasaklattırmıĢlardı (Tabakoğlu, 1985: 236-237).

Osmanlı toprakları mamul madde, ham ve yarı mamul madde alım sahası
haline gelmekteydi. Bu ise Osmanlı ekonomisinin batı sömürgeciliğinin tesiri altına
girmesi sonucunu yaratmıĢtır. Bunun ek nedenleri de teknolojik gerilikle üretim
yetersizliğidir. Sanayi atılımları için birçok giriĢimde bulunulmuĢ bunlardan bir
tanesi de çuha fabrikası kurma teĢebbüsüydü. Fakat Osmanlı‟nın batı iktisadiyatına
karĢı durabilmek için giriĢtiği bu tür teĢebbüsler batılılar tarafından geniĢ bir pazarı
kaybetme endiĢesiyle sabote edildi. Osmanlı Devletini etkileyen savaĢlar ve iç
güvensizlik nedeniyle ticaretin aksaması gümrük gelirlerini büyük ölçüde
etkiliyordu. Ayrıca ülkenin üretim hacmi ihracatı besleyecek durumda da değildi. Bu
durum iĢ hacminin azalmasına ve hazinenin vergi gelirlerini düĢürmesine neden
olmaktaydı (Tabakoğlu, 1985: 237-238).

2.2.2.2. Sanayi Devrimiyle Birlikte Avrupa’da Oluşan


Sermaye Birikimi

Az geliĢmiĢ ülkeler, esas olarak sanayi devrimi sonrasında dünya


ekonomisine açıldılar. 19.yüzyılın ortalarından baĢlayarak, Ġngiltere ve diğer Avrupa
ülkeleri, bir yandan kendi mamul malları için Pazar oluĢturmaya diğer yandan ucuz
ve bol gıda maddesi kaynaklarına ulaĢmaya çalıĢıyorlardı. Bu açıdan bakılınca sanayi
devriminin az geliĢmiĢ bölgeler üzerindeki ilk etkisi, ticaret hacminde daha önce
görülmemiĢ bir büyüme ve biliĢim değiĢikliği yaratmıĢtı (Pamuk, 2008: 56).

46
18. ve 19. yüzyıllarda Batı Avrupa‟nın Sanayi Devrimi‟ni gerçekleĢtirerek
birçok alanda makineli üretime geçmesi Osmanlı Devleti‟nin ekonomik çöküĢünü
hızlandırıyordu. Osmanlı Ġmparatorluğu ise bu devrimlerin dıĢında kalmıĢ ve aynı
dönemde geleneksel kurumlardaki bozulma, güç dengelerini Osmanlı Devleti‟nin
aleyhine çeviriyordu. Özellikle Sanayi Devrimi‟nden sonra üretimde büyük artıĢlar
yaĢanmıĢ ancak Batı, bu üretimi iç piyasalarda tüketememiĢ ve artan hammadde
ihtiyacını karĢılamak için dıĢ ticarete yönelmiĢtir (ġahin, 1993: 2).

Sanayi Devrimi, önce Ġngiltere daha sonra da Batı Avrupa ekonomilerini


mamul mallarda ucuz ve kitlesel üretici konumuna getiriyordu. Önde gelen Avrupa
ülkeleri bir taraftan üretilen mallar için pazar bulmaya, diğer taraftan da bol ve ucuz
gıda ve hammadde kaynakları sağlamaya çalıĢıyorlardı. Bu nedenle, tarımsal
mallarda uzmanlaĢan çevre ülkelerinin dünya ekonomisine uyum sağlamaları
aĢamasında ticaret hacminde o güne kadar görülmemiĢ bir geniĢleme ortaya
çıkıyordu (Pamuk, 1984: 7).

Sanayi Devrimiyle birlikte geliĢen kapitalist ülkeler belli bir süreden sonra
biriken sermaye fazlaları nedeniyle dıĢa açılma gereği duyuyorlardı. Bunların
baĢında sanayilerini tamamlayan Ġngiltere ve Fransa ellerinde biriken bu sermayeyi
değerlendirme amacındaydılar. Birçok sömürgeye sahip olan bu ülkeler ilk etapta
sermayelerini daha karlı bir alan olarak finans sektöründe kullanıyordu. Biriken bu
fazla sermayeyi yüksek faizler karĢılığında geliĢmekte olan ülkelere ihraç etme
yoluna gidiyorlardı. Ancak daha fazla artan sermaye faizlerin giderek düĢmesine,
faiz getirilerinin azalmasına neden oluyordu. Buna çözüm olarak daha fazla
sömürgeye ihtiyaç duyuyorlardı. Yabancı sermaye, bu Ģekilde güçlenerek batı
kapitalizmi için, geri kalmıĢ ülkeleri sömürge haline getirerek, bu ülkelerin maliye,
gümrük, dıĢ ticaret ve dıĢ politikalarını denetim altına almalarını sağlayarak etkin ve
güvenli bir araç olarak kullanıyorlardı.

Sanayi devrimiyle birlikte dünya tarihinde ilk kez nüfus artıĢı ile hayat
standartlarındaki yükselme birlikte gerçekleĢiyordu. Sanayi öncesi bir ekonomiyi
sanayileĢmiĢ bir ekonomiden ayıran en temel özellik, refah ve üretkenlik düzeyinin
değiĢmez olmasıdır. Ancak bu sanayi öncesi bir ekonomide hiçbir değiĢmenin ve

47
hatta ekonomik büyümenin olmadığı anlamına gelmez. Fakat böyle bir geliĢme
ortaya çıksa bile ya çok yavaĢ veya geçici ya da kolaylıkla geriye çevrilebilir bir
niteliktedir (Güran, 2011: 132).

Sanayi Devrimi‟nin ortaya çıktığı dönemde fiyatların yükselmesi, Ģehir


nüfusunun artması ve taĢıma imkânlarının geliĢmesi ekili alanların geniĢlemesini,
maliyet düĢürücü teknik geliĢmelerin yaygınlaĢmasını, çiftçiliğin
profesyonelleĢmesini ve tarımın ticarileĢmesini teĢvik etmiĢti. Ġngiltere‟de 17 ve 18.
yüzyıllarda eski malikâne iliĢkilerinde giderek yoğunlaĢan değiĢmeler ortaya
çıkmıĢtı. Açık tarla sisteminin yol açtığı güçlükler ve Ģehir pazarlarının yarattığı yeni
imkânlar, geleneksel Ģekilde tarım yapılan toprakların süratle azalmasına yol
açmaktaydı. Çevirme iĢlemleri sonucunda açık tarla sistemi süratle tasfiye olmaya
baĢlamıĢtı. 1830‟lara gelmeden çevirme hareketi büyük ölçüde tamamlanmıĢ oldu.
Böylece üretken olarak kullanılan toprakların alanı geniĢledi ve daha da önemlisi
açık tarla sisteminin teknolojik değiĢmeye getirdiği sınırlar ortadan kalkmıĢ oluyordu
(Güran, 2011: 136-137).

Modern ekonomik büyüme ile ilgili kesin olan bir husus sürekli teknik
değiĢime bağlı olmasıdır. Sanayi öncesi ekonomilerde üretim teknikleri normal
olarak değiĢmeksizin ya da değiĢme süreci olmaksızın kuĢaktan kuĢağa aktarılır,
buna karĢılık teknolojik geliĢme istisnai ve kesintilidir. Sanayi devriminin baĢarısı,
yeniliklerin hızını arttırmak ve onu sürekli bir akım haline çevirmekti. Bir ülkede
yeniliklerin hızlanabilmesi için ekonomik teĢvik ve teknik imkan en temel
koĢullardır. GeniĢleyen bir pazarın varlığı üreticileri yeni metotları denemeye teĢvik
eder. 19.yüzyılda Ġngiliz mallarına olan iç ve dıĢ talep artıĢı üreticilere arzlarını
arttırmaları yönünde önemli giriĢimler sağlamıĢtır. Ancak yenilik için ekonomik
koĢulların elveriĢli olması önemli, teknik imkanın da bulunması gereklidir. Üretim
imkanlarını geniĢleten, üretim faktörlerinin yeni bileĢimlerini gerekli kılan ve
maliyet yapıları ortaya çıkaran Ģey buluĢun yeniliğe dönüĢmesidir (Güran, 2011:
138).

Dünya ekonomisinde gerçekleĢen bu geliĢmelerle birlikte, Batı kapitalizmi


emperyalist seviyeye ulaĢıyor ve finans kurumları ekonomilerde tekel oluĢturacak

48
büyüklüğe sahip oluyorlardı. Bu sömürge anlayıĢı içinde olan ülkeler, Osmanlı
Devletinin içinde bulunduğu ekonomik zayıflamayı fırsat görerek artan
sermayelerini, kendi çıkarları doğrultusunda ve imtiyazlar elde ederek kullanmayı
amaçlıyorlardı.

Bu dönemde Batı ülkelerinin sanayileĢmesi o ülkelerin devlet gelirlerinin


artmasına olanak sağlarken, Osmanlı Devleti aynı geliĢim düzeyinin çok altında
kalıyordu ve Osmanlı Devleti‟nin gelirleri aynı oranda artmamaktaydı. Batı
Avrupa‟daki ekonomik geliĢmenin ortaya çıkardığı sermaye birikimi, sermayesini
götürecek kârlı yerler ararken, doğal olarak Osmanlı Devleti gözlerinden
kaçmıyordu. Bu dönem boyunca Osmanlı Devletinin de bu sermayeye ihtiyacı
olduğu için, Avrupa ülkeleri ile Osmanlı Devleti arasında giderek artan ve kısa
zamanda büyüyen bir borç alma devri baĢlıyordu (Gürsoy, 1984: 17-59).

2.3. Osmanlı Devletinde Mali Yapıdaki Bozulmaya Yönelik


Alınan Önlemler

Osmanlı devletinde yapılan ıslahat çalıĢmalarının büyük çoğunluğu askeri ve


idari alandaydı. Ancak ekonomik anlamda en önemli ıslahat çalıĢması Tanzimat
dönemiyle baĢlamıĢtır. Reformların ana niteliği; ayni ve bölgeci sistemden nakdi ve
merkeziyetçi bir sisteme geçme eğilimini taĢımasıydı (Falay, 2000: 75). Mali
yapıdaki merkezileĢmeyle beraber tımarlar kaldırıldı (Öner, 2005: 230).

Reformların getirmiĢ olduğu bir dizi yenilikler de Ģunlardır (Öner, 2005: 251-
252);
- Vergiler bugünkü vergilemenin temelini oluĢturan ödeme gücüne göre
alınacaktı.
- Ekonomiyi olumsuz etkileyen tekeller kaldırılacaktı.
- Devletin en önemli gelir kaynağı olan vergileri toplama iĢleri
mültezimlerden alınacaktır.
- Tımar sisteminin devam etmekte olan sınırlı uygulamalarına son
verilerek bütün devlet memurlarının maaĢa bağlanması ve bazılarına
et ve ekmek tayınatı tahsis edilmesi, anlamını kaybederek normal bir

49
hediye halini almıĢ olan rüĢvetin kaldırılması ve cezalandırılması
(Öner, 2005: 252).
- Birçok vergi kaldırılmıĢ (örfi vergiler ile ihtisap resmi) (Öner, 2005:
252), bazıları ise tek bir vergi adı altında birleĢtirilmiĢti.
- Her tür devlet gelirleri doğrudan doğruya hazinede toplanacak ve her
kamu gideri hazineden yapılacaktı (Öner, 2005: 237).

Osmanlı Devleti‟nin yaptığı ıslahat hareketleri, Batılı ülkelerce Osmanlı


Reformları olarak nitelendirilmiĢ olsa da, Tanzimat ve devamında uygulana gelen
ıslahat hareketleri, Batı kapitalizminin Osmanlı ekonomisinde daha fazla nüfuz
sahibi olmasını sağlamıĢtır (Çavdar, 2000: 33).

Tanzimat‟la beraber yapılan bu mali reformlar ilk bakıĢta olumlu gibi görünse
de uygulamadaki baĢarısızlıklardan dolayı istenilen sonuçlara ulaĢılamamıĢtır. Bunun
en önemli nedenlerinden birisi yapılan mali reformların hem takibini, hem
denetimini, hem de uygulamasını yapacak ciddi ve baĢarılı bir teĢkilatın kurulamamıĢ
olmasıdır. Örneğin, vergi toplamada iltizam uygulaması kaldırılmıĢ bunun yerine
devlet memurları tarafından toplanılması esası getirilmiĢtir. Ancak bu devlet
memurlarının bilgi düzeyi, teĢkilat yapısı bunu kaldırabilecek düzeyde olmadığından
düzenli ve doğru vergi toplayamamıĢlardır. Tüm bu geliĢmeler sonucunda 1841
yılında tekrar iltizam usulüne geri dönülmüĢtür (Sayar, 1978: 185).

50
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ DIŞ BORÇLANMALARI VE DÜYUNU


UMUMİYE YÖNETİMİ

Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu ekonomik bunalım 1850‟li yıllara


gelindiğinde çok ciddi boyutlara ulaĢıyordu. DıĢ ticaret dengesindeki bozulmalara,
vergi sisteminin düzeltilememesi, yabancılara verilen ekonomik ayrıcalıklar,
bütçenin verdiği açıkların giderek artması, paranın değerinin düĢürülmesi, bono ve
kağıt para çıkarılması gibi nedenlerle devletin tüm gelir kaynakları azalıyordu,
devletin giderlerine kaynak bulması zorlaĢıyordu. Devletin gelir ve giderleri
arasındaki farkı kapatmak için banker ve sarraflara borçlanıyor, ancak iç piyasadan
alınan borçlar, devletlerarası borçlanmaya göre daha yüksek faizlerle gerçekleĢtiği
için, kısa sürede faizler tutarları anaparayı aĢıyordu.

Galata Bankerlerinden sağlanan ve toplamı 15 milyon Sterline (16,1 milyon


Osmanlı altın lirası) ulaĢmıĢ olan iç borç ve ekonomide oluĢan yüksek enflasyonist
baskı, esas itibarıyla Galata bankerlerine ödenen iç borçların fiilen yüzde 20‟ye kadar
yükselmiĢ olan ağır faiz yükü (Kazgan, 2005: 41-42), ödemelerde karĢılaĢılan
güçlükler, giderlerin karĢılanması gibi nedenler Osmanlı Ekonomisi‟ni dıĢ
borçlanmaya itiyordu.

Osmanlı Devletinin ilk etapta dıĢ borç almaktan dolayı çekinceleri vardı.
Devlettin önde gelen isimlerinin birçoğu Batıdan borç almanın gurur kırıcı bir durum
olduğunu savunuyorlardı. Bazı batıya açık devlet adamlarının, borç alma yönündeki
eğilimine karĢın, Sultan Abdülmecit borç almaktan yana değildi. Bu nedenle devlet,
ekonomik darboğazlardan kurtulamadığı halde borç almaya yanaĢmıyordu.
Gösterilen direnç sonucu ilk borç anlaĢmasından vazgeçilmiĢti. Bu ilk dıĢ borç
anlaĢması, ReĢit PaĢa‟nın sadrazamlığı sırasında Ġstanbul Bankasında olan borçların
ödenebilmesi için 1850 yılında Paris‟ te Bechet De Thomas Et Cie ve Londra‟da
Devaaux Et Cie kuruluĢlarıyla imzalandı (Velay, 1978: 81). Osmanlı Devletinin
yapmıĢ olduğu bu anlaĢmadan vazgeçmesi 2,2 milyon frank tazminat ödemesine
51
neden oldu. Mali bunalım içinde bulunan ekonomi, tüm sıkıntılara rağmen dıĢ borç
almamak için çaba gösteriyordu. Ancak 1854-1914 yılları arasında yapılan dıĢ
borçlar Osmanlı‟nın sonunu hazırlayacaktı.

3.1. 1854-1914 Dönemi Dış Borç Anlaşmaları ve Özellikleri


Osmanlı Devleti‟nin 1854-1914 yılları arasındaki dıĢ borç anlaĢmaları ve
özellikleri incelenecektir.

3.1.1. Kırım Savaşı Sonrası İlk Borçlanma: 1854 Borç


Anlaşması

Osmanlı Devleti, dıĢ borç almama konusunda birçok kez büyük bir çaba içine
girmiĢse de kırım savaĢıyla bu direncini daha fazla sürdüremiyordu. SavaĢın sürdüğü
yıllarda devlet, iç borçlanmalarla karĢılanması imkansız olan büyük bir para ihtiyacı
içinde bulunuyordu. Borç anlaĢması, devlet gelirleri ile karĢılanamayan kırım savaĢı
giderlerini finanse etmek için 4 ağustos 1854 yılında Londra ve Paris‟teki Palmer ve
Gold Smith isimli iki banka gurubu arasında imzalandı (Yeniay, 1964: 19). Bu borca
karĢılık olarak da Ġzmir ve Suriye gümrükleriyle Mısır haracı gösterilmiĢti ( MinibaĢ,
1994: 23)

5 milyon sterlin tutarındaki anlaĢma gereği Osmanlı Devleti‟ne seçim hakkı


tanındığından 3 milyon sterlin borçlanılıyordu. 3 milyon Sterlin (3,3 milyon Osmanlı
altın lirası) borçlanma izni veriyor, ancak borç anlaĢmasında hükümete 2 milyon
Sterlin daha borçlanma hakkı veriyordu (Açba, 2004: 54-55). Tahvillerin ihraç fiyatı
yüzde 80, faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 1‟ di (Yeniay, 1964: 19).

Hükümetin eline geçen hâsılat 2.640.000 Osmanlı altın lirası oluyordu. Bu


miktardan, komisyon ve masraflar da çıkarıldığında, geriye sadece 2.514.914 altın
lira (2.286.285 Sterlin) kalıyordu (Yeniay, 1964: 21). 33 yıl süreli bu borç
karĢılığında teminat olarak 300 bin Osmanlı liralık geliri olan Mısır vergisi teminat
olarak gösteriliyordu.

52
3.1.2. 1855 Borç Anlaşması

1854 borçlanmasının gelirinin düĢük kalması ve devam etmekte olan Kırım


savaĢının masraflarını karĢılamaya yetmemesi üzerine, aradan kısa bir süre geçtikten
sonra, 27 Haziran 1855‟de, yine savaĢın finansmanında harcanmak üzere, 5.644.345
lira (5 milyon Ġngiliz Sterlini) tutarlı Ġngiliz ve Fransız Hükümetlerinin de kefaleti ile
Rothschild Brothers (Londra) firmasından yeni bir borçlanmaya baĢvuruldu. Önceki
koĢullara ek olarak, ayrıca harcamaların savaĢ giderleri için yerinde yapılıp
yapılmadığını ve hazine hesaplarını incelemek üzere, biri Ġngiliz, diğeri Fransız‟dan
oluĢan iki denetleme komiseri atanması kabul edilmek koĢuluyla Osmanlı Devletinde
ilk defa yabancıların mali kontrolü baĢlamıĢ oluyordu (Kömürcan, 1948: 15).

3.1.3. 1858 Borç Anlaşması

Kırım savaĢı sonrası içinde bulunduğu mali durumun daha da kötüleĢmesi


nedeniyle çıkarılan kaime toplamı 5-6 milyon lira olarak tahmin ediliyordu (Sayar;
1978: 194). Bozulan ekonomik yapı nedeniyle kaimelerin değerinin düĢmesi,
ekonomik yapıyı daha da kötüleĢmesine neden oluyordu. Bu durum sebebiyle
kaimeleri kullanımdan çekmek ve bozulan iktisadi ve mali durumu düzeltmek için
yeni bir borçlanmaya gidildi.

1858-1859 döneminde Dent, Palmer ve Ortakları (Londra) eli ile


gerçekleĢtirilen 5 milyon Ġngiliz Sterlin yani, 5,5 milyon altın liralık borçlanma için
Ġstanbul gümrük gelirleri ve okturva (ayakbastı) hasılatı karĢılık gösterilmiĢ ve
sağlanan 3.784.000 altın lirasının hemen hemen tamamı piyasada değeri yüzde 30
düĢmüĢ olan kaime‟lerin tedavülden çekilmesi için harcanıyordu. Bu borçlanma ile
ilgili olarak, toplanacak gelirlere tahvil sahiplerinin mümessillerinden oluĢan bir
heyetin nezareti koĢulu konularak, ilk kez mali bağımsızlığa aykırı bir düzenlemeyi
kabul etmiĢ oluyordu (Yeniay, 1964: 32).

Paranın önemli bir kısmı saray harcamalarına, kaimelerin tedavülden


kaldırılmasına ve bankerlere olan borçların ödenmesine harcanıyordu. Bu
borçlanmayla piyasadaki kaimelerin ancak 35 milyon liralık kısmı tedavülden
kaldırılıyor, geriye 70 milyon liralık kaime kalıyordu (Sayar, 1978: 192).
53
3.1.4. 1860 Borç Anlaşması

1860 yıllarda tedavülden kaldırılması gereken kağıt paradan baĢka hükümetin


önemli miktarda çeĢitli borçları bulunuyordu. Bu borçlar, hükümet nezaretlerinin
masraflarını karĢılamak üzere alınan borçlardı. Harbiye ve bahriye nezaretlerinin
müteahhitlere olan dalgalı borçları ile Ġstanbul‟daki bankalardan yapılan kısa vadeli
borçların toplamı 17-18 milyon lirayı buluyordu (Yeniay, 1964: 32).

1859 yılında çıkarılan yüzde 6 faizli Eshamı Cedide ve yüzde 6 faizli Hazine-
i Hassa tahvilatı, hazine tahvilleri gibi iç borçlarla birlikte ödenmemiĢ dıĢ borç
toplamı 774 milyon frank civarlarındaydı (Sayar, 1978: 195). Bu borçlar arasında
Osmanlı hükümetini en fazla uğraĢtıran, hükümete alacak senetlerini iskonto eden
Galata bankerlerinin alacakları ve diğer kısa vadeli borçlardı. Bu borç öyle bir
seviyeye ulaĢıyordu ki, sadece bankerlerin maliyeden alacağı 5 milyon sterline
ulaĢıyordu. Dalgalı borçları ve Galata sarraflarının alacaklarını ödemek için Mires ile
yapılan görüĢmelerde sonunda uzlaĢmaya varılarak 29 Ekim 1860‟da bir borç
anlaĢması yapıldı.

AnlaĢmaya göre borcun ihraç fiyatı yüzde 53,75, faiz oranı yüzde 6, tutarı da
400 milyon F.Frangı oluyordu. Böylece Hazinenin eline 215 milyon F.Frangı
geçmesi planlanıyordu. Ancak bu para Hükümet hesabına 18 ayda taksitler halinde
yatırılacağından, gerçekte faiz oranı yüzde 11‟ e yükseliyordu. Osmanlı Devletinin
kredibilitesi o kadar düĢmüĢtü ki, Fransa‟daki ortamın elveriĢliliğine rağmen, bu
borçlanma koĢulları bile alıcılarca tatminkâr bulunmuyor, Mires sözleĢmede
Hükümete yüzde 1,5 (6.000.000 F.Frangı) komisyon, peĢin faiz ve itfa karĢılıkları ve
diğer giderler olarak 51 milyon F.Frangı tutarında ek bir yükü daha kabul ettiriyordu.
ġu duruma göre, safi hasıla da, 215 milyon F.Frangı değil, ancak 164 milyon
F.Frangı oluyordu. Böylece, borcun nihai yükü yüzde 13‟ ü geçiyordu (Kazgan,
2005: 42).

Mires, yüzde 53,75 ihraç fiyatı ile satın aldığı tahvilleri talebin fazla olacağını
değerlendirerek yüzde 62,5 ihraç fiyatı ile satıĢa sürüyor, Ancak, yaptığı gerçek dıĢı
bilgilendirme, reklam ve ilanların önemli gazeteler tarafından yalanlanmasının da
etkisi ile satıĢta yeterince baĢarılı olamadı. Tedavüle sürülen 250.000 adet tahvilin
54
ancak (32 milyon F.Frangı tutan) 102.000 adedi için kayıt yaptırıldı. Mires‟in Genel
Direktörü olduğu Demiryolları Sandığı ancak 26 milyon F.Frangı tahsil edebiliyordu.
Kalanı ertesi yıl Nisan ayında tahsil edilecekti. Bir yandan bu olumsuzluklar
yaĢanırken, diğer yandan da Mires aleyhine adli kovuĢturmalar yapılacağına dair
haberler dolaĢmaktaydı. O arada diğer Ģirketlerinde de yolsuzluk söylentileri
yaygınlaĢınca, Mires ortaklarınca mahkemeye verildi, arkasından da 18 ġubat 1861
tarihinde Fransız Hükümetince tutuklandı (Velay, 1978: 97).

GeliĢen bu durula birlikte Mires‟in ve ortağı olduğu Ģirketin iflası ilan


edilebilirdi, ama bu yaklaĢım birçok piyasanın aleyhine olacağı düĢüncesiyle pek
olumlu karĢılanmıyordu. Bu gerekçeyle ve kimseye zarar vermemek düĢüncesiyle,
günümüz IMF ve Dünya Bankası önerilerine parelel koĢullar ve önlemler öngören
(Kıray, 2008: 90-91) Hobart-Forster raporunun da olumlu havası içinde, borcun
kalan 20-21 milyon F.Franklık kısmı, Credit Industriel et Commercial’ in müdahalesi
sayesinde, tahviller düĢük fiyatla halka satılarak paraya dönüĢtürülüyordu. Bu
Ģekliyle Hükümete ödenmiĢ ve tahvillerin borsaya kaydı sağlanıyordu; arkasından da
Mires sözleĢmesi feshedilerek, iliĢkiye son veriliyordu. Böylece, bu borçtan
Hükümetin eline 31.831.562 F.Frangı (Bu rakam, komisyon dikkate alındığında,
32.831.562 F.Frangı olarak ifade edilmektedir) geçmiĢ bulunuyordu (Velay, 1978:
99).

1860 Mires Borçlanmasının yarattığı en önemli sonuçlardan birisi de yabancı


uzmanların Osmanlı maliyesini denetim ve gözetime almaları ve mali iflastan sonra
ülkeyi Düyun-u Umumiye Ġdaresi‟nin kurulmasına götürecek yolda ilk deneyimlerini
kazanmıĢ olmalarıdır (Ekinci, 2008: 255).

3.1.5. 1862 Borç Anlaşmaları

Sultan Abdülaziz‟in tahta çıkmasıyla mali açıdan birçok düzenlemeye


gidilmeye baĢlanan bir döneme giriliyordu. Bu dönemde en önemli sorunlardan
birisi, Mires borçlanmasının baĢarısızlığı nedeniyle Avrupa‟ya kaçırılan paralar
yerine çıkarılan ve tutarı 11 milyon lirayı bulan kaimelerdi (Yeniay, 1964: 36).
Değeri düĢmüĢ olan kaimelerin yüzde 60‟ı eshamı cedide, yüzde 40‟ı madeni para
karĢılığında tedavülden kaldırılacaktı (Velay, 1978: 36).
55
Borç anlaĢması Osmanlı Bank ve Londra‟daki Devaux ve ortakları
müessesesi arasında imzalandı. Bu borçlanma, Hobart-Forster tarafından hazırlanan
ve Ġngiliz Parlamentosuna da sunulan Türkiye‟nin Mali Durumu Hakkında Rapor‟un
olumlu değerlendirmeleri ve Avrupa piyasalarında yarattığı olumlu havanın da etkisi
ile büyük rağbet görüyordu. 8.800.000 lira borçlanma karĢılığında sağlanan
5.984.000 lira tutarındaki yüksek miktarda hâsılat ile her bir kaime‟nin yüzde 40‟ı
nakit ödenerek, kalanı da esham-ı cedide denilen uzun vadeli tahvillerle karĢılanarak,
kaimeler piyasadan toplanmıĢ, darphanede yakılmıĢ ve böylece kaimelerin tamamı
1862 Eylül‟ünde tedavülden kaldırılıyordu (Yeniay, 1964: 36).

3.1.6. 1863 Borç Anlaşması

Kaimelerin kaldırılmasıyla birlikte düĢük değerli kağıt paraların sorun


ortadan kalkmıĢ oluyordu. Ama hala piyasada bulunan düĢük değerli madeni paralar
bulunuyordu. Ayrıca Galata Bankerlerine olan kısa vadeli borçlar artmıĢ ve içinde
bulunulan mali durumdan kaynaklı borçlanmalar ve buna bağlı olarak faizleri daha
da artıyordu. 1863 yılında Suriye‟ye verilen tazminat birlikte tüm borçların toplamı
250 milyon F.Frangı buluyordu (Velay, 1978: 166).

Osmanlı ekonomisinin alınan borçlar sonrası yeni kaynak dolayısıyla


rahatlaması gerekirken, biriken borçlar ve faizleri nedeniyle mali durum içinden
çıkılmaz bir hal almaya baĢlıyordu. Alınan borçların karĢılığı bulunamayıp, ayrıca
alınan borçlar faizlerin giderek artmasına ve alınan borçların ödenme noktasında
sıkıntılar yaĢanmasına neden oluyordu. Değeri düĢük madeni paraların toplanıp
kaldırılması ve dalgalı borçların ödenmesi için yeniden borçlanmaya karar verildi.
1863 yılında 346,2 milyon F.Frangı tutan bütçe ödeneklerinin 73,0 milyon F.Frangı
dıĢ ve iç borç taksitleri ile borç faizleri için ayrılıyordu. ĠĢte bu ortamda, 1.6.1863
tarihinde resmen kurulan Osmanlı Bankası, Credit Mobilier Ģirketininin katılımını da
sağlayarak, ilk borç iĢlemini gerçekleĢtirmiĢ ve 8.800.000 liralık (200.000.000
F.Frank) borçlanma karĢılığı sağlanan 6.248.000 lira hasılat ile de, dalgalı iç
borçlardan bir kısmı ile Galata bankerlerinin vadesi gelen borçları ödeniyordu (Açba,
2004: 72-74).

56
Borcun faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 2‟ idi. ÇeĢitli vilayetlerin
gümrükleri, Bursa ve Edirne ipek öĢürü, Midilli karesi, Ġzmir zeytinyağı aĢarı, tuz
resmi ve tütün aĢarı karĢılık olarak gösterildi. Osmanlı Bankası, borçların 150 milyon
fr‟ ını 500 fr‟lık tahvilli 360 fr‟ a yani yüzde 72 fiyatla ve 50 milyon fr‟ ını 340 fr
fiyatla, yani yüzde 68 üzerinden taahhüt ediyordu. Tahvillerin satıĢından 142 milyon
fr elde ediliyor ve bu para ile Galata Bankerlerine olan borcun bir kısmı ödeniyordu
(Yeniay, 1964: 37). Alınan borçlar, dalgalı borçların ödenmesinde kullanıldığı için
değeri düĢük madeni paranın toplanması gerçekleĢemiyordu.

3.1.7. 1865 Borç Anlaşması

1865 yılında yapılan bu borçlanma Osmanlı devletinin vadesi gelen eski


borçlarını ödeyebilmek için yeni borçlanmalara gireceği dönemin baĢlangıcıdır. Bu
dönemden önce alınan borçlar savaĢ giderlerine, kaimelerin kaldırılmasına ve Galata
Bankerlerinin alacaklarının ödenmesine harcanıyordu. Osmanlı hükümeti 1866 yılına
kadar vadesi gelen borçlar için karĢılık ayırmamıĢ ancak bu dönemden itibaren eski
borçların ödenebilmesi için yeni borçlanmaya gidiliyordu.

Osmanlı Bankası, Paris‟te Credit Mobilier ve Societe General ile 150 milyon
fr‟ lık anlaĢma imzaladı (Yeniay, 1964: 39). Borcun faizi yüzde 6, amortismanı
yüzde 2.44, ihraç fiyatı yüzde 66, itfa süresi 21 yıl ve karĢılık olarak ise Ergani
madeni hasılatı, Suriye tahvillerinin ödenmesine ayrılan tutar, Anadolu ağnam resmi
gösteriliyordu (Kömürcan, 1948: 27). Bu borçlanma, vadesi gelen borçların
ödenmesi ve bütçe açığının kapatılması için kullanılıyordu.

1865 1. Tertip Genel; Hükümetin iç ve dıĢ borçlara ait tahvillerin faiz ve


borçları; Osmanlı devletinin iç borçlarının büyük bir kısmı Galata Bankerlerine,
kısmı da yabancılara aitti. Amortismanlarının ödenmesi için bu dönemde bütçeye 56
milyon fr koyuyordu (Velay; 1978: 169).

Artık görülüyordu ki, borcun borçla ödenmesi ve giderek daha bağımlı hale
düĢülmesi tuzağı iĢlemeye baĢlıyordu. Nitekim 1865 yılında ikinci defa yapılan ve
borç toplamı 40.000.000 lira (900 milyon F. Frangı) ve hasılası 20.000.000 lira tutan
borçlanma, halkın konsolit adını verdiği (Velay, 1978:169) daha önce ihraç edilmiĢ

57
borç senetlerinin daha uzun vadeli ve düĢük faizli senetlerle değiĢtirilmesini hedef
alan bir borçlanmaydı. Bunu gerçekleĢtirmek için General Credit and Finance ve
ortakları Ģirketiyle bir anlaĢma imzalandı. 40 milyon liralık borçlanmanın faizi yüzde
5, amortismanı yüzde 1, itfa süresi 37 yıl ve faiz iki taksitte Paris, Londra,
Amsterdam, Frankfurt‟ta Osmanlı Bankası tarafından ödenecekti. KarĢılık olarak
devletin genel geliri gösteriliyordu. Ġç borçların değiĢtirme iĢlemi, 100 liralık eshamı
cedideye karĢılık 121 lirası, 100 liralık tahvilat-ı mümtazeye karĢılık 143 lirası, sergi
tahvillerine karĢılık olarak baĢa baĢ fiyattan düyunu umumiye tahvili verilerek
yapılıyordu (Yeniay, 1964: 40).

3.1.8. 1869 Borç Anlaşması

1862-1863 ve 1865 yıllarında ihraç edilen tahvillerin vadeleri gelen kupon


bedelleri 1866 yılında ödenemiyordu. Bank-ı Osman-i ġahane‟den avans istenmiĢ
ancak alınamamıĢtı. Yabancı bankerlerin açtığı avanslar da Temmuz 1866‟da çıkan
Girit isyanının gerektirdiği silah ve mühimmat giderleri karĢısında yeterli olamamıĢ
ve tahvil fiyatları düĢmüĢtü. Bu tarihte Hükümet bütçesinin açığı 1.760.000 Osmanlı
lirası, dalgalı borçların toplamı da 4.500.000 liraydı. Hükümet memur maaĢlarının
yarısını para ile yarısını da yüzde 10 faizli senetlerle ödemeye baĢlıyordu (Ekinci,
2008: 261).

DıĢ borç taksitlerini ödeyebilmek için Osmanlı Bankası ve Societe Generale‟


den avans olarak 8 milyon fr alıyordu. Ancak ekonominin içinde bulunduğu durum
Osmanlı tahvillerinin değerinin düĢmesine neden olmaktaydı. Bu durumda
borçlanma daha yüksek maliyetlerden gerçekleĢmek durumundaydı. Daha detaylı
incelemek gerekirse, 500 fr nominal değerli 1862 ve 1863 borçlanma kuponlarının
değeri 205 fr‟a düĢmüĢ bulunuyordu (Yeniay, 1964: 41).

1869-1870 bütçesinin açığı 3 milyon lira, dalgalı borçların toplamı da 5


milyon lira olmuĢtu. DıĢ borç taksitleri ve Girit isyanı masrafları da eklenince
mutlaka ek imkan gerekiyordu. Bu koĢulların sonucunda, 1867 yılında Sultan
Abdülaziz‟in Paris‟i, 1869 yılında da Paris Ġmparatoriçesi Eugenie‟nin Ġstanbul‟u
ziyaretleri nedeniyle oluĢan yakın dostluğun da etkisiyle Paris‟te yerleĢik Comptoir
D‟escompte‟ (Yeniay, 1964: 42) bankasının Ġstanbul‟a gelen Ġdare Meclisi BaĢkanı
58
Pinard ile yapılan sözleĢme sonucunda, bu kuruluĢtan 24.444.442 liralık
(555.555.500 F.Franklık) bir borçlanmada bulunularak, vadesi gelmiĢ çeĢitli borç
senetlerinin anapara ve kupon bedelleri ve Hazine bonolarının ilk taksitleri ve dalgalı
borçların bir kısmı ödeniyor ve böylece önemli bir geçici rahatlık sağlanmıĢ
olunuyordu (Kömürcan, 1948: 33). Borcun faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 1, ihraç
fiyatı yüzde 54, geri ödemesi 33 yıldı ( Yeniay, 1964: 42).

Borcun 38.888.885 fr lık tahsilâtı için Halep, Adana, Suriye, Yanya, Trabzon
illeri ile Ege adaları aĢarı, 8.100.000 fr‟ı için Bursa ili aĢarı, 4.500.000 fr‟ı için Bosna
vilayeti aĢarı, 2.700.000 fr‟ı için Aydın ve MenteĢe vilayetleri aĢarı, 3.600.000 fr‟ı
için Konya aĢarı, 13.600.000 fr‟ı için ağnam resmi, 5.700.000 fr‟ı için Bağdat
varidatı karĢılık olarak gösterilmiĢtir (Velay, 1978: 181).

3.1.9. 1870 Borç Anlaşması

1856 yılında baĢlatılan demiryolları devamı olarak 1870 yılında 2000


kilometrelik Ġstanbul-Belgrad Rumeli Demiryolu yapımına esas olmak üzere
Belçikalı banker Baron Hirch ile net hâsılası 11.193.177 lira olan 34.848.000 liralık
(792.000.000 F. Frangı) Ġkramiyeli Rumeli Demiryolları borçlanması yapılmıĢtır.
Lots Turcs denilen bu borçlanma, yüzde 32,125 oranı ile ihraç bedeli en düĢük
Osmanlı borçlanmasıdır. AnlaĢmaya göre tahvillerin ihraç fiyatı yüzde 32.1, faizi
yüzde 3, itfası 104 yıl ve her biri 400 fr olan 1.980.000 adet tahvil çıkarılıyordu.
Ġlgiyi arttırmak için ihraç fiyatı düĢük tutuluyordu. Baron bu tahvilleri 128.5 fr‟ tan
satın alarak Avrupa bankalarına 150 fr‟ den satıyor ve bunlardan elde edilecek karın
yüzde 30 „u na ortak oluyordu (Yeniay, 1964: 43). Piyasaya sürülen tahvillerin
750.000 adeti 180 fr‟ tan, 1.230 bin adedi 170 fr‟ tan satılıyordu. Ġtibari değeri 792
milyon fr olan borcun safi tutarı 254.430.000 fr, yıllık ödenecek tutar 27.965.700 fr‟
dı. Bu borç 104 yılda itfa edileceğinden ödenecek paranın toplamı 2.894.528 fr‟ a
ulaĢıyordu (Yeniay, 1964: 44).

3.1.10. 1871 Borç Anlaşması

Osmanlı Devleti 1870 Fransa-Almanya savaĢının sona ermesi nedeniyle


oluĢan olumlu ortamı fırsat bilerek ve dıĢ borç servisi için zorunlu görülen dıĢ
59
kaynak için, 1871‟de, Credit General Ottoman (Osmanlı Ġtibarı Umumi Müessesesi),
Louis Cohen ve Oğulları (Londra) ve Dent, Palmer ve Ortakları (Londra) aracılığı ile
5,7 milyon Sterlinlik (6.270.000 lira) bir borçlanmada bulunuyordu. Bu borçlanmaya
Mısır Vergisinin artan bölümü karĢılık gösterilmiĢ ve Mısır Hidivi‟nin bu gelir
kısmını PadiĢahın fermanı üzerine doğrudan doğruya Ġngiltere Bankası‟na yatırması
öngörülüyordu (Yeniay, 1964: 45).

3.1.11. 1872 Hazine Tahvilleri

1872 yılında ödenmesi gereken dıĢ borçlar Osmanlı Bankası ile Austro-
Ottoman ve diğer bankalardan alınan yüksek faizli borçlarla karĢılanıyordu. Kısa
vadeli borçların ödenmesi ve yapılan harcamaların karĢılanması için yeni bir
borçlanmaya gidiliyordu. 1872‟de Osmanlı Maliye Nazırı ile Credit General Ottoman
(Osmanlı Ġtibarı Umumi Müessesesi) ve Banque Austro-Ottomane (Avusturya-
Osmanlı Bankası) arasında imzalanan bir sözleĢme ile Hükümetin Edirne, Tuna,
Selanik aĢarı ile Anadolu ağnam gelirleri karĢılığında çıkaracağı 278.155.000
F.Franklık (borç tutarı 12.238.000 lira, safi hasıla 10.403.004 lira) hazine
tahvillerinin yüzde 98,5 ihraç fiyatı ile satın alınması kararlaĢtırılıyordu. KarĢılık
olarak gösterilen yerlerin yıllık gelirleri 3.350.000 liraydı (Sayar, 1978: 218).

3.1.12. 1873 Borç Anlaşması ve II. Tertip Genel Borçları

1873 yıllına gelindiğinde piyasada oluĢan spekülatif hareketler, Osmanlı


Bankası ve diğer bankaların, devlete ait tahvillerin ve diğer mali kuruluĢlara ait
menkul değerlerin hareketliliği sonucu, menkul kıymetlerin değerlerinde artıĢ
yaĢanmasını sağlıyordu. 1863, 1865, 1869 borçlanmaları ile Rumeli demiryolu
tahvilleri, genel borçlar, Ġstanbul‟ da kurulan bankalar ve diğer Ģirketlerin hisse
senetleri fiyatlarında yüzde 10-50 arasında ve oranlarında artıĢlar görülüyordu
(Sayar, 1978: 219). 1876-1877-1878 yıllarında ödenmesi gereken bonoların
vadelerinden kurtulmak için hazine bonolarının düyunu umumiye eshamı ile
değiĢtirilmesi iĢlemine giriĢiliyor ve hazine bonolarının karĢılığı olarak 2.252.400
lira tutarında II. Tertip düyunu umumiye eshamı çıkarıldı (Sayar, 1978: 219).

60
Bütçe açığını kapatmak için 1873‟ te hükümetle Ġstanbul‟daki Credit General
ve Paris‟ teki Credit Mobilier Bankaları arasında 694.444.500 fr‟ lık borç anlaĢması
imzalandı. Borcun faizi yüzde 6, amortismanı yüzde 1 ve borcun yüzde 42‟si
anlaĢmayı imzalayanlar tarafından yüzde 54 fiyatla satın alınacaktı (Yeniay, 1964:
48). Borca ait nominal değeri 500 fr olan 1.388.889 adet tahvil, sözleĢmeyi yapan
mali kuruluĢlara 270 fr‟tan satılmasına karĢın piyasada 297.5 fr‟ tan iĢlem görüyordu
(Sayar, 1978: 220).

Hazineye 374.777.850 fr girmesine karĢın, devlet bütçesinin giderlerine


faizleriyle birlikte yıllık taksiti yaklaĢık 48.611.115 fr olan yeni bir borç yazılıyordu.
Bu borca karĢılık, Tuna vilayeti aĢarı, 1.200.000 lira, Anadolu ağnam resmi 750.000
lira, Ġstanbul tütün tekelinin varidat fazlası 300.000 lira, Ankara vilayeti aĢarı
150.000 lira olmak üzere toplam 2.400.000 liradır. Bunlardan Tuna vilayeti aĢarı ve
Anadolu ağnam resmi hasılatı daha önce 1872 yılındaki borca karĢılık olarak
gösterilmiĢti (Velay, 1978: 195). Satılamayan tahvillerin 142.875 tanesi Paris‟teki
Gomptair d‟Escompte bankasına, alınan avans karĢılığı olarak rehin bırakılıyordu
(Kömürcan, 1948: 44).

II. Tertip Genel Borçları; 1873 yılında, 55 liralık hazine tahviline 100 liralık
genel borçlanma tahvili karĢılık tutularak, 12.238.820 liraya karĢılık olmak üzere,
yüzde 55 oranı ile 22.252.400 lirası tutarında tahvil ihracında bulunuyor ve bu miktar
ilk kez 1865 yılında çıkarılan bir kanunla Maliye Bakanlığı‟nda kullanımına
baĢlanan Genel Borçlar Büyük Defterine borç kaydediliyordu. Çıkarılan bu
tahvillerin 11.126.200 Sterline denk gelen kısmının 6.306.000 Sterlinlik bölümü
değiĢime tabi tutuluyor, kalan 4.820.200 Sterlinlik bölümü değiĢtirilmiyor, hazine
tahvili olarak kalıyordu (Yeniay, 1964: 48).

3.1.13. Mali İflastan Önceki Son Borçlanma 1874 III. Tertip


Genel Borçları

1874 yılı içerisinde, bir yandan Osmanlı maliyesinin büyük bir krizi
içerisinde olduğu görülürken diğer yandan da Anadolu halkının yaĢadığı sefalet

61
giderek büyümektedir. Osmanlı devleti borçlarını ödeyebilmek için yeni borçlanma
arayıĢına girmektedeydi ( MinibaĢ, 1994: 49).

1874 yılında vadesi gelen borçların ödenmesinde sıkıntılar yaĢanıyordu.


Bunun üzerine yabancı bankalar ellerinde bulunan Osmanlı devletine ait menkul
değerlere haciz koyuyorlardı. Ġçine düĢülen bu durumdan çıkmak için 75 milyon
sterlinlik borç için Galata Bankerlerine baĢvuruluyordu. Bununla birlikte Paris‟ te
Osmanlı Bankası ve Comptair d‟Escompte, Austro-Ottoman Bankasından 1.600.000
sterlin avans alınıyordu (Yeniay, 1964: 49).

Alınan bu borçla vadesi geçmiĢ borçların ödemesi gerçekleĢtirildi. Osmanlı


Bankasına tanınan yeni imtiyazlarla sermaye artırımına gidildi ve bankaya devletin
hazine iĢlerini yürütme görevi verildi. Bununla birlikte banka hükümetle 1 milyar fr‟
lık borç anlaĢması imzaladı (Yeniay, 1964: 50). KarĢılık olarak devletin genel
gelirleri gösteriliyordu. Tahvillerin ihraç fiyatı yüzde 43.5, faizi yüzde 5,
Amortismanı yüzde 1 di(Sayar, 1978: 222). Bu borçlanmadan ise hükümetin eline
ancak 435 milyon fr (19.140.000 lira) geçiyordu (Kömürcan, 1948: 45).

DüĢük ihraç bedelleri ve ağır ve olumsuz koĢullarla alınıp, savaĢların


finansmanı, piyasadaki kaimelerin toplanması ve bütçe açıklarının kapatılması gibi
üretime dönük olmayan, verimsiz ve tüketim amaçlı kullanımlara giden önceki
borçlanmalar gibi bu borçlanma da mali iflastan (moratoryumdan) önceki son
borçlanma olmuĢtur (Yeniay, 1964: 50).

3.1.14. Ramazan Kararnamesi, İki Kararname Arası Devre ve


Moratoryum İlanı

1875 yılına gelindiğinde Osmanlı devletinin dıĢ borçlarının toplamı 5.3


milyar fr (gerçek borç 3 milyar fr), ödenecek olan yıllık faiz ve itfa bedelleri tutarı
300 milyon fr ( l3.2 milyon lirası) dolayındaydı (Yerasimos, 1975: 825). 1874-1875
mali yılı bütçe gelirleri toplamı 25,1 milyon lira (570.566.560 F.Frangı), bütçe
giderleri toplamı da aynı büyüklükte öngörülüyordu (Kıray, 2008: 152). Bu yıl borç
anapara ve faizleri için yıllık 9,4 milyon lira ödenek ayrıldığına göre, bu büyüklük
toplam bütçe giderlerinin yüzde 37,5‟ unu oluĢturuyordu. Ancak, bütçe gelirleri
62
içinde 190.000.000 F.Franklık (8,36 milyon lira) kısmın abartılmıĢ tahminlerden
oluĢtuğunu, borç tutarının da (yıllık anapara ve faiz toplamının) gerçekte 300 milyon
F.Frangı (13,2 milyon lira) olduğunu dikkate alırsak, bütçenin yüzde 78‟inin borç
servisine ayrıldığı anlaĢılıyordu (Yerasimos, 1975: 441-442).

1875 yılında Osmanlı Devletinin hem ekonomik hem de mali açıdan sıkıntılı
olduğu bir dönemdi. Ġktisadi anlamda durumu tamamen bozulmuĢ durumdaydı.
Gelirlerini toplayamamakla birlikte giderlerinin önünü kesemiyor, aldığı borçların
ödemesini gerçekleĢtiremiyordu. Ayrıca iklim Ģartları nedeniyle tarımsal üretim
düĢüyor ve buna bağlı olarak köylülerin vergi ödemesi güçleĢiyordu. Böyle bir
koĢulda Osmanlı Devleti giderlerini karĢılayabilmek için dıĢ borç almak için
giriĢilmede bulunuyor ancak baĢarılı olunamıyordu.

ġu duruma göre, 1875 mali yılında, programsız, plansız yapılan borçlanmalar


yüzünden, Devlet bütçesi daha baĢlangıçta en az 5 milyon lira açık vererek, maliye
zaten iflas durumuna düĢmüĢ oluyordu. Diğer yandan, 18752‟te Hersek‟ te baĢ
gösteren ayaklanma da Bosna‟ya doğru yayılıyordu. Artık, Osmanlı Bankası‟ndan
alınan avans ve Galata bankerlerinden sağlanan dalgalı borçlar da kalıcı çözüm
olamıyordu. Borcu yeni borçlanmalarla sürdürmek kaçınılmazdı, ama böyle bir
borçlanmaya girmenin de imkanı kalmamıĢtı (Velay, 1978: 207). Osmanlı
Devleti‟nin dünya ekonomisi ile sıkı bağları onu tamamen yabancı finans
kaynaklarına bağımlı hale getiriyordu. Osmanlı ekonomisine gelen sermaye
ihracının, 1873 yılında yaĢanmaya baĢlanan borsa krizinden itibaren kesilmeye
baĢlamıĢ olması, bulunulan durumun daha da zorlaĢmasına neden oluyordu (Biber,
2009: 37-38).

Ekonominin özellikle 1838 Balta Limanı Ticaret AnlaĢması’ndan itibaren


elveriĢsiz koĢullarla batı ekonomilerinin rekabetiyle karĢı karĢıya kalması, gerekli
mali örgütlenmeyi sağlayamaması, doğru bir vergi sistemi kuramaması, disiplinli bir
bütçe uygulamasını gerçekleĢtirememiĢ olması, savaĢ yenilgilerinin yol açtığı toprak
kaybı ve bunun getirdiği gelir azaltıcı sonuçlar, artan savaĢ giderleri ve borç
servisleri ve borcu borçla ödeme alıĢkanlıkları gibi nedenlerin de sonucu olarak,
Osmanlı Devleti, artık borçlarını ödeyemez duruma düĢüyordu (Ekinci, 2008: 269).

63
Osmanlı ekonomik yapısının bozulması, dıĢ borçların ödenmesindeki
güçlükler ve ekonomideki yaĢanan parasal sıkıntılardan dolayı hükümet 6 Ekim 1875
tarihinde yayınladığı bir kararname ile iç ve dıĢ borçların faiz ve itfa bedellerinin,
gelecek beĢ yıl içinde yarısını, diğer yarısını ise on yılda ödeyebilecek yüzde 5 faizli
tahviller vereceğini bildiriyordu (Sayar, 1978: 239).

Kararnameye göre (Velay, 1978: 208);


-6 Ekim 1875 gününden baĢlayarak, Osmanlı Devleti‟nin o tarihteki iç ve dıĢ
borçlarının faiz ve itfaları (yani vadesi gelen borç taksitleri) 5 yıl için yarıya
indiriliyordu. Yani, her kuponun ancak yarısına denk gelen kısmı nakit olarak
ödenecek, dolayısıyla, diğer yarısı silinecektir.
- Yine, 6 Ekim 1875 gününden baĢlayarak, ödemeler Ģöyle olacaktır:
Anaparanın indirim sonrası ödenecek kısmının birinci yarısı tamamen nakit olarak,
diğer yarısı da yüzde 5 faizli yeni tahviller (borç senetleri) verilerek ödenecektir.
- Sözü geçen tahvillerin faizleri de birinci yarı ödemeler için öngörülmüĢ
vadelerde nakden ödenecektir.
- Gümrük gelirleri ile tuz ve tütün vergileri, Mısır vergisi ve yeterli olmadığı
takdirde ağnam resmi gelirleri yapılacak ödemelerin teminatı olarak ayrılıyordu.

3.1.15. 1877 Borç Anlaşması

Osmanlı Devletiyle ile Rusya arasındaki savaĢın masraflarını karĢılamak için


1877 yılında Osmanlı Bankası ve Londra'da Glayn Mills, Currie ve ortakları ile yeni
bir anlaĢma imzalandı. Faizi yüzde 5,ihraç fiyatı yüzde 52 olan 5.500.000 liralık
borca karĢılık olarak 280.662 sterlin tutarındaki Mısır vergisi gösteriliyordu (Yeniay,
1964: 59).

3.1.16. Rüsum-u Sitte İdaresi (1879-1880)


Osmanlı devletiyle alacakların nasıl tahsil edileceği konusunda birçok
anlaĢmazlıklar çıkıyor ve kesin bir sonuca bağlanılamıyordu. Ancak Osmanlı
Bankası ile Galata bankerleri arasında alacaklarının sağlam esaslara bağlanması
sonucu anlaĢmaya bağlanılmıĢ ve pul resmi, alkollü içkiler vergisi, tütün tekeli
gelirleri, Ġstanbul, Bursa Edirne ve Samsun ipek kozası öĢür gelirleri, Ġstanbul ve

64
çevresi balık avı vergisi ve tuz tekeli resim gelirleri Galata Bankerlerine
bırakılıyordu. AnlaĢma metninde yer alan gelir türü sayısı 6 olduğu için, RÜSUM-U
SĠTTE ĠDARESĠ (Altı Vergi Ġdaresi) (1879-1880) adı verilen bir özel yönetime
veriliyordu. 10 Kasım 1879 tarihinde yapılan AnlaĢma ile kurulan ve 13 Ocak 1880
tarihinde faaliyete geçen bu idare ile sadece Galata Bankerlerine olan dıĢ borçların
ödenmesi kesin bir Ģekle bağlanmıĢ oluyordu (Kömürcan, 1948: 51-52).

3.1.17. 1881 Kararnamesi (Muharrem Kararnamesi)

Hükümet genel denetleme hakkı kendisinde kalmak üzere Rüsum-u Sitte


Ġdaresi‟ne bırakılan ve yukarıda belirtilmiĢ olan altı gelir türüne ek olarak tahsis
edilen ve aĢağıda gösterilen gelirlerin de yönetimini belirlemeyi ve ödemelerin
kurulacak Osmanlı Düyun-u Umumiye Ġdaresi marifetiyle yapılmasını düĢünüyordu
(Kömürcan, 1948: 58).

Osmanlı devleti, Bosna ve Hersek isyanları, sonrasında ise Sırbistan ve


Karadağ savaĢı, son olarak da Rusya ile yapılan savaĢın yol açtığı büyük masraflar
nedeniyle borçların ödenmesini geciktiriyordu. Ayrıca Rusya ile yapılan savaĢın
sonunda ağır tazminat yükümlülüğü altına girilmesi, devletin malî durumunu
olumsuz yönde etkiliyordu. Devlet, savaĢ masraflarını karĢılayabilmek için önemli
gelir kaynaklarını karĢılık göstererek, Galata Bankerlerinden ve Osmanlı Ban-
kasından 10 milyon lira borç alıyordu. Belirttiğimiz gibi 1880 yılında, alacakları
karĢılığı Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerine, tütün ve tuz tekeli, pul, içki, ipek,
av vergisi gelirleri on yıl süreyle bırakılmıĢtı. SözleĢme sahipleri, 8.725.000 lira
tutmakta olan alacaklarının anaparasının ve faizlerinin ödenmesi karĢılığı olarak, her
üç ayda bir bu gelirler üzerinden 275 bin lirayı kendilerine alıyorlardı. Yılda l.l00 bin
lira tutarındaki bu meblağ düĢtükten sonra geriye kalan kısım devletin diğer iç ve dıĢ
borçlarının ödenmesine ayrılıyordu (Yerasimos, 1975: 895).

1 Eylül 1881 tarihinde yapılan ve 20 Aralık 1881 tarihinde sona eren


toplantılar sonucu anlaĢma sağlanarak, Rüsum-u Sitte idaresi yerine, kupon
sahiplerinin seçeceği temsilcilerin de katılacağı bir Duyunu Umumiye Osmaniye
Meclisi Ġdaresi (Osmanlı Devlet Borçları Ġdare Meclisi) kurulması kabul ediliyordu.
Osmanlı Hükümeti bu durumu 20 Aralık 1881 tarihli Muharrem Kararnamesi olarak
65
bilinen bir kararname ile onaylayarak, sözleĢmeye kesin Ģeklini veriyordu. Muharrem
Kararnamesi 1882 yılı baĢında yayımlanarak yürürlüğe girmekteydi (Kömürcan,
1948: 53).

Bu Kararnamede yer alan 21 maddeyi üç bölümde toplayabiliriz (FiĢek, 1967:


208):

- 1-3. maddelere göre; Osmanlı devletinin dıĢ borçlarının saptanması Osmanlı


devletinin ödemekle yükümlü olduğu 252.802.000 sterlin tutarındaki borcu
106.437.234 sterline indirilmiĢ oluyordu (Yeniay, 1964: 68).
- 8-14. maddelere göre; Osmanlı devletinin borçlarına karĢılık düyunu
umumiye yönetimine bazı gelirle tahsis ediliyordu bunlar; tuz ve tütün tekelleri, içki
ve pul vergileri, bazı illerin ipek gelirleri, gümrük gelirlerinin bir kısmı ve Kıbrıs
adası gelirleri fazlası, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan gelirleriydi.
- 15-21. maddelere göre ise; genel borçlar yönetiminin iĢleyiĢine yönelik
amaç ve görevler belirtiliyordu. Yönetim, alacaklıları temsil etme ve çıkarlarını
koruma iĢlevi gerçekleĢtirecek, yukarıda sayılan gelirleri devletin maliye örgütünden
bağımsız olarak toplamak ve yönetmek yetkisine sahip olacaktı. Gelirlerin
toplanması sırasında sağlanacak gelir fazlalıklarına Osmanlı devleti de ortak
edilecekti. Yine bu maddelere göre Genel Borçlar Ġdaresi yönetim kurulu
oluĢturuluyordu.

Bu kararlara göre Osmanlı devletinin önemli gelirleri bu yönetimin idaresine


bırakılıyordu. Osmanlı devleti gelirlerinin büyük bir kısmını elinde tutan bu yönetim
aynı zamanda borçlarında ödenmesi konusunda gerekli tüm iĢlemleri yapma
yetkisine de sahip oluyordu.

3.2. Mali İflas Sonrası Alınan Borçlar

Osmanlı Devletinde mali Ġflasın ardından borçlanma sonlanmıyor, Borç


alımları devam ediyordu. Mali iflastan sonra yapılan borçlar Ģu Ģekildedir.

66
3.2.1. 1886 Gümrük Borçlanması

Muharrem Kararnamesinin ardından Osmanlı Bankasından sık sık avans alan


hükümetin biriken kısa vadeli borçları, uzun vadeli borçlara dönüĢtürmesi için yeni
bir borçlanma yapması gerekiyordu. Bu nedenle, gümrük gelirlerinin her yıl 390.000
lira bölümü karĢılık gösterilerek, Osmanlı Bankasından yüzde 100 ihraç fiyatı ile
6.500.000 lira tutarında bir borçlanma yapılıyor, biriken dalgalı borçlar ödeniyor ve
gösterilen karĢılıklar dolayısıyla bu borçlanmaya Gümrükler Borçlanması adı
veriliyordu (Kömürcan, 1948: 85-86).

Alınan bu borcun faizi yüzde 5, amortismanı, yüzde 1di. Osmanlı Bankası,


tahvillerin tamamını baĢa baĢ fiyattan satın almıĢ, borcun 4.500.000 Osmanlı lirasını
verdiği avanslara karĢılık olarak aldıktan sonra kalan 2 milyon lira hükümete
veriyordu. Borca karĢılık olarak gümrük gelirlerinden 390.000 Osmanlı lirası
ayrılıyordu (Yeniay, 1964: 79).

3.2.2. 1888 Balık Avı Borçlanması

Hükümetin Almanya‟dan satın aldığı mühimmat ve askeri malzemenin


bedelinin ödenmesini amaçlayan ve Deutsche Bank‟tan, yüzde 70 ihraç fiyatı, yüzde
2 itfa bedeli ve yüzde 5 faizle, 1.650.000 lira tutarında sağlanan bu borçlanmaya da
Düyun-u Umumiye Ġdaresinin yönetimindeki gelirlerden ağırlıklı olarak kara ve balık
avı ruhsatname gelirleri karĢılık gösterildiğinden Balık Avı Borçlanması adı
veriliyordu. Bu borçlanmanın safi hasılatı 1.155.000 lira tutuyordu (Yeniay, 1964:
80).

3.2.3. 1890 Osmaniye Borçlanması

Ġç ve dalgalı borçların düzenli borca dönüĢtürülmesi için 1881 ayrıcalıklı


tahvilleri anlaĢması gereği Osmanlı Bankası hükümet adına 4.999.500 liralık tahvil
çıkarıyordu (Sayar, 1978: 264). Ġhraç oranı yüzde 76, faizi yüzde 4, amortismanı
yüzde 1 ve itfa süresi 41 yıl olan borç karĢılığında Bursa, Karahisar, KırĢehir,
Kayseri, Yozgat aĢarları ile gümrük hâsılatından 312.000 liralık tutar gösteriliyordu
(Yeniay, 1964: 80). Ayrıca, 1890 yılında, Selanik-Manastır demiryolu hasılatının

67
(2.587.530 F.Frangı), yine bu demiryolu sözleĢmesi gereği öngörülen (kilometre
baĢına 14.300 F.Frangı itibarıyla 219,2 km. için) asgari 3.134.560 F.Frangı kilometre
teminatından, az olması sebebi ile, aradaki farkı oluĢturan 547.030 F.Frangı Deutsche
Bank‟tan borç olarak sağlanılıyor ve Alfred Kaulla‟ a ödeniyordu (Kömürcan, 1948:
85-86, 90).

3.2.4. 1891 Borç Anlaşması

1891 yılında konversiyon amaçlı bir borçlanmaya gidilerek, Osmanlı Bankası


ve Rothschild KardeĢler vasıtası ile sağlanan yüzde 4 faizli 6.316.920 sterlin
tutarındaki borcun 5.685.228 sterlin tutan safi hasılasının 4.285.630 sterlinlik büyük
bir kısmı 1877 tarihli yüzde 5 faizli Milli Savunma Borçlanmasından henüz ödemesi
yapılmamıĢ tahvillerle değiĢtirilmiĢ, kalan 1.399.598 sterlinlik kısmı, o günkü rayiç
bedeline göre 2.663.000 lira ya (safi 2.397.000 lira) denk gelmekte, ek borç olarak
kullandırılıyordu. 1877 tarihli yüzde 5 faizli Milli Savunma Borçlanması, tahvil
hamillerinden isteyenlere tahvil bedelleri baĢabaĢ ödeniyor, diğerlerine ise yeni
tahvil veriliyordu (Önsoy, 1999: 250).

3.2.5. 1893 Tömbeki Borçlanması

Osmanlı hükümetinin bütçe açığını kapatma isteği nedeniyle bankerlerle yeni


bir borç anlaĢmasına giriyordu. Anapara tutarı 1 milyon Osmanlı lirası, faizi yüzde 4
amortismanı yüzde 1 olan ve 41 yılda ödenecek borç anlaĢması yapıldı. KarĢılık
olarak, Tömbeki Ģirketinin tekel karĢılığında verdiği yıllık 40.000 lira ile bu Ģirketin
Yemen, Basra, Bağdat gümrüklerine ithal edeceği tömbekilerin vergilerinden kilo
baĢına iki kuruĢ almak suretiyle oluĢacak olan 1000.000 lira tahsis
ediliyordu(Yeniay, 1964: 84). Devlet tahvilleri yüzde 70 ihraç fiyatı ile satın
alındığından hükümetin eline 700.000 lira geçiyordu (Velay, 1978: 432).

3.2.6. 1894 Şark Demiryolları Borçlanması

Yapılan bu borçlanma, 1885 yılında Rumeli Demiryolu ġirketinden alınan 23


milyon fr‟ lık avansın ödenmesi için kullanılıyordu. Rumeli Demiryolu imtiyazını
alan ġark Demiryolları ġirketinin her yıl kilometre baĢına ödediği 1.500 F.Frangı

68
karĢılık gösterilerek, yine bu Ģirketten alınmıĢ 23 milyon F.Frangı avansı kapatmak
üzere, Deutsche Bank ve Bank Internationale ile 40 milyon F.Franklık yani,
1.762.000 lira ġark Demiryolları Borçlanma sözleĢmesi imzalanıyor ve söz konusu
avans kapatılıyor, artan kısım ise genel ihtiyaçlar için kullanılıyordu (Yeniay, 1964:
84-85).

Aynı Ģekilde 1894 yılı içerisinde ġark Demiryolları ġirketinin vermesi


gereken kiĢi baĢına 1.500 lira gelir karĢılık gösterilerek, 8.212.340 Sterlin (9.033.500
lira) tutarında yeni tahvil ihraç ediliyor, bundan 1854 ve 1871 borçlanmalarından
kalan 7.640.095 liralık tahvillerin sözleĢme gereğince değiĢimi yapılıyor, Rothschild
kardeĢler ve Osmanlı Bankası vasıtasıyla sağlanan ve mahsuptan sonra kalan
580.000 lira daha eklenerek borç kaydediliyordu (Önsoy, 1999: 252).

3.2.7. 1896 Borçlanması

Osmanlı devleti Girit isyanın yol açtığı giderleri, Rumeli Demiryollarına


ödenecek kilometre garantisi ve diğer kamu giderlerini karĢılayabilmek için yeniden
borçlanmak zorunda kalıyordu. Hükümet, 1826 yılında Osmanlı Bankasına 750 bin
lira, Rumeli Demiryolu için 828.733 lira ödemek zorundaydı. Bu nedenle Osmanlı
Bankasından, faiz oranı yüzde 5, amortismanı yüzde 0,5, itfa süresi 49 yıl olan
3.272.720 lira tutarında borçlanma sağlanılıyordu. KarĢılık olarak, Aydın, Bursa,
Selanik vilayetlerinin ağnam vergisi, Ġzmir, Manisa, Karasi, Saruhan, MenteĢe,
Denizli, Biga sancaklarının palamut, afyon, zeytinyağı aĢarı gösteriliyordu (Yeniay,
1964: 86).

3.2.8. 1902 Gümrükler Borçlanması

1886 yılında yapılmıĢ olan gümrük borçlanması tahvillerinin yenileriyle


değiĢtirilmesine karar verilerek, yüzde 5 faizli eski tahvillerin yerine yenileri
çıkarılıyordu. Bu tahvillerin nominal değeri 8.600.000 lira, faizi yüzde 4 amortismanı
yüzde 0.5, ihraç fiyatı yüzde 80 olmakla birlikte, tamamı Osmanlı Bankası tarafından
satın alınıyordu. KarĢılık olarak ise 1886 borçlanmasını teminat altına alan 390 bin
liralık gelir gösteriliyordu (Kömürcan, 1948: 101).

69
3.2.9. 1903 Bağdat Demiryolu Borçlanması ve Balık Avı
Borçlanması

Konya-Bağdat-Basra Körfezi demiryolu hattının yapımı dolayısıyla, 200


kilometrelik bölümün, kilometre teminatı olarak, Konya, Halep, Urfa aĢarından
106.000 lira bölümü karĢılık gösterilerek, Deutsche Bank ve Demiryolları Ģirketi
vasıtası ile Bağdat Demiryolu Borçlanması adı altında yapılıyor ve 2.376.000 lira
tutarında net hasılası, yüzde 100 ihraç fiyatı ile 2.376.000 lira bir borçlanma
oluyordu Faizi yüzde 4, amortismanı yüzde 0,00875, süresi 98 yıldı (Kömürcan,
1948: 101).

Balık Avı Borçlanması: 1888 yılı Balık avı borçlanmasının değiĢtirilmesine


karar verilerek, bu amaçla Deutche Bank ile borç anlaĢması yapılıyordu. Borcun,
anaparası 2.640.000 lira, faizi yüzde 4, ihraç fiyatı yüzde 81,5, amortismanı yüzde
1,5 ve karĢılık olarak ise, Düyunu Umumiye yönetimine bırakılan yerlerin dıĢında
kalan yerlere ait balık avı resmi, kara avı tezkereleri ve bir kısım tömbeki beyiyesi
gösteriliyordu (Kömürcan, 1948: 101).

3.2.10. 1903 Dış Borçlarının Birleştirilerek Değiştirilmesi


(Tevhid-i Duyun)

Duyunu Umumiye Yönetimine bırakılan gelirler 1903 yılında birleĢtirilerek


değiĢtirilme yoluna gidiliyordu. Gelirin artmaması ve borç ödemelerinin gecikmesi
karĢısında ödeme Ģartlarının değiĢtirilmesi amacıyla taraflar arasında 14 Eylül 1903
tarihinde bir anlaĢma imzalanıyordu. AnlaĢma Tevhid-i Duyun Kararnamesi adı
altında yayınlanıyordu. Düyun-u Umumiye Ġdaresi ile de mutabakat sağlanarak ve
onun yönetimindeki gelirler karĢılık gösterilerek, piyasada bulunan tüm tahviller
yüzde 4 faizli yeni tahvillerle değiĢtirilerek, Borçların BirleĢtirilmesi sağlanılıyordu.
Bu amaçla (29.762.520 Sterlin ya da 744.063.000 F.Frangı) 32.738.772 liralık yeni
tahvil ihraç olunuyordu (Kömürcan, 1948: 101).

Tevhid-i Düyun kararnamesine göre, tamamı ödenemeyen B,C,D tertiplerine


karĢılık olarak 32.738.772 lira tahvil çıkarılmıĢ ve Duyunu Umumiye Yönetimine
değiĢiklik için 100 bin sterlin veriliyordu. KarĢılık olarak, Duyunu Umumiye
70
Yönetimine bırakılan gelirler gösteriliyordu. Ayrılan gelir, yılda 2.157.375 liraya
ulaĢmadığı takdirde ödemeyi geciktirmemek için ihtiyat sermayesi kuruluyordu
(Yeniay, 1964: 91-92).

1903 yılı sözleĢmesinin 7.maddesi gereğince, değiĢtirilmiĢ ve birleĢtirilmiĢ


borçların güvenceleri ve gelirlerinden doğacak fazlalar devlet ve Duyunu Umumiye
Yönetimi arasında bölüĢülecek ve bu bölüĢüme göre, fazla gelirin yüzde 75‟i devlete
geri verilecek ve yüzde 25‟ i borçların ödemesinde kullanılacaktı (Efendi, 1977: 97).
Yapılan bu iĢlem sonucunda borçların anapara tutarında 43.179.427 lira düĢme
gerçekleĢiyordu (Yeniay, 1964: 93).

3.2.11. 1904 Borç Anlaşması

Bütçe açığını kapatmak için 17 Eylül 1903 tarihinde Osmanlı Bankası,


Paris'te Comptoir National d'Bscompte ve Fransız bankalarından oluĢan bir gurup ile
borç anlaĢması imzalıyordu(Yeniay, 1964: 93). Hazine ihtiyaçları için Osmanlı
Bankası bu kuruluĢtan, Düyun-u Umumiye gelirinin Hükümete ait artırılan kısmını
karĢılık göstererek, tutarı 2.750.000 lira (2.500.000 Sterlin), itfa bedeli yüzde 80,
faizi yüzde 4 ve net hasılası 2.159.000 olan bir borçlanmada bulunuyordu (Sayar,
1978: 270).

3.2.12. 1905 Borçlanması ve Askeri Teçhizat Borçlanması

Bu borçlanmaya 1901-1905 borçlanması da denilmektedir. 1901 yılında


basıldığı halde satılmayan tahviller, 1903 yılında 2.666.664 nominal bedelli yeni
tahvillerle değiĢtirilmiĢ, ancak bu değiĢtirme iĢlemi de uygulamaya konulmamıĢtı.
Hükümet, 1905 yılında, bu tahvilleri, Osmanlı Bankası‟nın mutabakatı ile Düyun-u
Umumiye gelirinin Hükümete ait kısmını karĢılık gösterip, Osmanlı Bankası
aracılığıyla piyasaya sürerek, itfa bedeli yüzde 81, faizi yüzde 4 olan 5.306.664 lira
tutarında yeni bir borçlanmaya dönüĢtürüyordu (Yeniay, 1964: 99).

Borcun faiz oranı yüzde 4, amortismanı yüzde 0,5, ihraç fiyatı yüzde 80 di.
KarĢılık olarak ise, 1902 gümrükler borçlanmasına ayrılan Selanik, Ġzmir, Edirne,
Bursa, Beyrut gümrüklerinin artan gelirlerinden 122.000 lira, Duyunu Umumiye

71
Yönetimine ayrılan aĢardan hükümetin hissesine ayrılan yüzde 0.5, ilave resim,
Aydın, Aydın, Halep, Serfice, Canik sancaklarının aĢarlarından belli miktarlar
gösteriliyordu (Yeniay, 1964: 99).

1905 Askeri Teçhizat borçlanması; Almanya‟dan alınan silah ve


mühimmatın bedelini ödemek için, Düyun-u Umumiye gelirinin artırımı sonucu
oluĢan (bazı yerlerin aĢarına ve gümrüğüne eklenen yüzde 6 askeri teçhizat resminin)
Hükümete ait kısmını karĢılık gösterip, Deutscthe Bank ile anlaĢmaya vararak, tutarı
2.640.000, ihraç bedeli yüzde 81, faizi yüzde 4 ve net hasılası 2.098.000 lira olan
yeni bir borçlanmaya gidiliyordu. Ordunun ihtiyaçları için sağlanan bu borç
anlaĢmasına Askeri Teçhizat Borç SözleĢmesi adı veriliyordu. Askeri teçhizat resmi,
askeri teçhizat sandığı hesabına gümrükler idaresince tahsil olunan resimlerden yılda
30.000 lira gösteriliyordu (Yeniay, 1964: 99-101).

3.2.13. 1908 II. ve III. Tertip Bağdat Demiryolları


Borçlanmaları

1908 Borçlanması; Alınan kısa vadeli ve yüksek faizli avansları ödemek ve


bütçe açığını kapatmak amacıyla 19 Eylül 1908 tarihinde Osmanlı Bankası ile borç
anlaĢması imzalanıyordu. 4.711.124 lira tutarındaki borcun faizi yüzde 4,
amortisman oranı yüzde 5, ihraç fiyatı yüzde 85‟ ti (Yeniay, 1964: 103). KarĢılık
olarak, Duyunu Umumiye Yönetimine bırakılmıĢ olan aĢar ve ağnam vergileri
hâsılatından hükümete ait olan kısmın 40 bin lirası ile gümrük hasılatının 180 bin
lirası gösteriliyordu (Kömürcan, 1948: 106).

II. ve III. Tertip Demiryolu Borçlanması; Yapımı devam eden HaydarpaĢa-


Bağdat demiryolunun uzatılan kısmının kilometre garantisini ödeyebilmek için
Deutche Bank, Bağdat Demiryolu Ģirketi ve Duyunu Umumiye Yönetimi arasında
borç anlaĢması imzalanıyordu(Sayar, 1978: 271). AnlaĢma sonucunda II. ve III.
tertip 9.988.000 liralık borç alınıyordu. II. Tertip tahvillerin değeri 4.752.000 lira,
faizi yüzde 4, amortismanı yüzde 0.087, geri ödeme süresi 97,5 yıl, III. tertip
tahvillerin anapara tutarı 5.236.000 lira, faizi yüzde 4, amortismanı yüzde 0.087 ve
geri ödeme süresi 97,5 yıl olarak belirleniyordu (Yeniay, 1964: 101).

72
3.2.14. 1909 Borçlanması

Bütçe açığının kapatılması için Osmanlı Bankası ile yeni bir borç anlaĢması
imzalanıyordu. Borcun ana para tutarı 7 milyon lira, faizi yüzde 4, amortisman oranı
yüzde 1, itfa süresi 41 yıl ve karĢılık olarak ise, serbest bırakılmıĢ olan Konya,
Kastamonu, Bolu, Sivas, Adana vilayetleri aĢarından ve Halep ağnam hasılatından
toplam olarak 350 bin lira gösteriliyordu. Bununla birlikte Bulgaristan 1908‟de
bağımsızlığını ilan ederek, Bulgaristan topraklarından geçen demiryollarına el
koyunca, Osmanlı Hükümeti el konulan demiryollarının bedelini Rusya‟dan istiyor
ve Rusya da Bulgaristan‟a bu bedeli avans olarak vermeyi üzerine alıyordu ve savaĢ
tazminatı bedelini 1950 yılına kadar 40 yıllık bir süre için almayacağını açıklıyordu
(Yeniay, 1964: 104).

3.2.15. 1910 Soma-Bandırma Demiryolu Borçlanması

Ġzmir-Bandırma demiryolu Ģirketi ile 3 Aralık 1910 tarihinde imzalanan


sözleĢmeye göre, her biri 22 Türk lirası değerinde 1.712. 304 liralık tahvil çıkarılması
kararlaĢtırılıyordu (Sayar, 1978: 282). Borcun faizi yüzde 4, amortisman oranı yüzde
0.167,geri ödeme süresi 82 yıl olmak üzere net hasılası 1.489.000 liraydı (Yeniay,
1964: 105).

3.2.16. 1911 Hüdeyde-Sana ve Gümrük Borçlanması

Hudeyde-Sana Borçlanması; Hudeyde-Sana demiryolu hattının yapımını


üstlenen Ģirketle Hudeyde ve Cebena Ģehirleri gümrük gelirleri karĢılık gösterilmek
üzere yapılan sözleĢme gereğince 1.000.000 lira (net hasılası 820.000 lira) tutarında
borç alınıyordu. Borcun faizi yüzde 4, amortismanı yüzde 0.098 ve geri ödeme süresi
95 yıldı. Bu borca karĢılık hudeyde gümrük hasılatından yılda 49.987 lirası
gösteriliyor ve ödemesi hükümet tarafından gerçekleĢtiriliyordu (Yeniay, 1964: 105).

Gümrük Borçlanması; Hükümet 8 milyon lirayı bulan bütçe açığı nedeniyle,


Deutsche Bank‟tan, Ġstanbul gümrük gelirleri karĢılık gösterilerek, 7.040.000.000 lira
(net hasılası 5.737.000.000 lira) tutarında borç anlıyor ve bu nedenle bu borçlanmaya
Gümrük Borçlanması deniliyordu. Bu borcun faiziyüzde 4, amortismanı yüzde 1 ve

73
karĢılık olarak ise Ġstanbul gümrük hasılasından ayrılan yılda 550.000 lira
gösteriliyordu ve bütün tahviller yüzde 84 ihraç fiyatıyla borcu verenler tarafından
satın alınıyordu (Kömürcan, 1948: 108-109).

3.2.17. 1913 Borçlanması ve Doklar Borçlanması

Konya Ovası Borçlanması; Konya ovasının sulanması için Anadolu


Demiryolu ġirketi ile hükümet arasında yapılan 1907 tarihli sözleĢmeye göre hizmet,
1913 yılı baĢında bitirilerek teslim ediliyordu (Sayar, 1978: 283). Hükümet, 818.970
lira tutarındaki yapım masrafını 35 yılda, yüzde 5 faizle, yüzde l itfa bedeli ile
ödeyecek ve karĢılık olarak, sulanan arazinin aĢar gelirinin fazlası, kurutulan ve
satıĢa çıkarılan arazinin bedeli ile Duyunu Umumiye Yönetimine bırakılmıĢ olan
aĢarın fazlasından 25 bin lirası gösteriliyordu (Yeniay, 1964: 106).

Doklar Borçlanması; Hükümet, aynı yıl, tersanede düĢündüğü iyileĢtirme


iĢleri için bir anonim Ģirket kuruyor, gereksinim duyulan sermaye için de, Sivas Ġli
aĢarının bir bölümü karĢılık gösterilerek, W.G. Armstrong Whitworths and Company
Ģirketlerinden tahvil karĢılığı 1.485.000 lira tutarında borç alınıyordu. 30 yıl süreli
olan bu Ģirket, sermaye sağlamak için faiz oranı yüzde 5.5, amortisman oranı yüzde
1.5 olan 1.435.000 lira tahvil çıkarılıyor(Kömürcan, 1948: 109). KarĢılık olarak,
Sivas ili aĢarından 88.550 lirası ayrılıyordu (Yeniay, 1964: 107).

3.2.18. 1914 Borçlanması

Ġtalya ve Balkan savaĢlarının yol açtığı masrafları karĢılamak için yerli


bankalardan ve imtiyazlı Ģirketlerden alman kısa vadeli avanslarla, dalgalı borçların
toplamı 33 milyon lirayı buluyordu (Yeniay, 1964: 107). Bütçe açığını kapatmak ve
dalgalı borçları düzenli borçlar haline getirmek için Osmanlı Bankası ile 22 ve 13
milyonluk iki bölümden oluĢan toplam 35 milyon liralık borç anlaĢması yapılıyordu.
Fransız sermaye gurubu adına hareket eden Osmanlı Bankasına, borcun 22
milyonluk kısmı sözleĢme gereği yüzde 88.3 ihraç fiyatı ile devrediliyordu. Faiz
oranı yüzde 5, amortisman oranı yüzde 2 olan borç 48 yılda geri ödenecekti (Sayar,
1978: 284).

74
KarĢılık olarak, Duyunu Umumiye Yönetimine ait çeĢitli gelirlerin fazlası,
Ġzmir aĢar gelirinin baĢka borçlara ayrılan kısmından artacak kısım, Sivas vilayeti
aĢarından belli bir kısım, 1913 yılından beri tahsili Duyunu Umumiye Yönetimine
bırakılmıĢ olan diğer aĢar geliri, Trabzon ilinin gümrük gelirinden 150 bin lirası
ayrılıyordu (Yeniay, 1964: 107).

3.3. 1854-1914 Döneminde Yapılan Osmanlı Dış


Borçlanmalarının Değerlendirilmesi

Bir ülkede dıĢ borçların ekonomik büyümeyi olumlu mu, olumsuz mu


etkilediği konusunda genel bir yargıya varmak mümkün değildir. Eğer yapılan
borçlanma yatırıma, altyapı ya da ülke içindeki tasarruf eksikliği için yapılıyorsa
borçlanma konusunda söylenecek pek bir Ģey olmaz. Yani bu yoldan sağlanan dıĢ
kaynaklar üretken-verimli-ihracatı artırıcı yatırımlar için kullanılmıĢsa, sonuçlarının
olumlu olabileceğini ve ülkeye gelecekte borç geri ödeme kapasitesi yaratabileceğini
söylemek elbette mümkündür. Ancak ülkenin borç stoku geri ödeme kapasitesini
aĢıyorsa, alınan borçların doğru yerlerde kullanılmadığı ve ülke kaynaklarının daha
da azalarak bu borçlanmanın getirdiği maliyete ayrılmasına neden olacağı
söylenebilir.

Yukarıdaki bölümlerde Osmanlı Devleti tarafından yapılan dıĢ borçlanmalar


toplu olarak gösteriliyor. Bu bilgiler ıĢığında, bu dönemde 347.372.040 liralık dıĢ
borçlanmada bulunulmuĢ, bunun ancak yüzde 64, 12‟sine denk gelen 222.754.219
liralık kısmı safi hasıla olarak devletin hazinesine girmiĢtir, 124.617.821 lirası ise,
daha baĢlangıçta, peĢin olarak emisyon bedeli ve komisyon gideri olarak borç
kaydediliyordu. BaĢka adlarla alınan gider karĢılıkları ve ödenen faizlerin ise bu
rakama ilave edilmesi gerekiyordu. Bunun anlamı Ģudur ki devletin yüzde 34‟lük bir
oranda ilave borç yükü altına girmiĢ oluyordu. Neden olarak ise Ģunları belirtebiliriz:

- Osmanlı devletinin içinde bulunduğu ekonomik durum ve mali bunalımlar


sonucu piyasanın ve yabancı yatırımcıların Osmanlı ekonomisine
güvensizliği söz konusuydu. Bunun sonucunda ise tahvillerin nominal

75
değerlerinin altında satılması ve gerçek faiz oranın yükselmesi borç
yükünün armasına neden oluyordu.
- Emisyon ve komisyon giderlerinin ve eski borçların ödenmesine ayrılan
miktarın fazla olması nedeniyle, yapılan yeni borçlanmaların bedellerinin
hazineye girmeden kesintilere uğramasına neden oluyordu. Bu Ģekilde
gerçekleĢen borcun büyük bir kısmından faydalanmadan borç maliyeti
artmıĢ oluyordu.
- Yapılan borçlanmaların askeri harcamalar, bütçe açıklarının kapatılması,
eski borçların ödenmesi gibi büyük bir kısmı o dönemin harcamalarına
ayrılması, borcun verimli alanlarda kullanılmaması devleti mali iflasa
götüren en büyük nedenler arasında gösterilebilir.

Osmanlı Devletinde gerçekleĢen yabancı sermaye yatırımlarına bir bütün


olarak bakıldığında, gelen dıĢ kaynakların amacının yatırım-üretim-ihracat yolu ile
ticari kâr elde etmekten ziyade faiz kazancı sağlamak olduğu görünüyordu
(Yerasimos, 1975: 512). Özellikle az geliĢmiĢ ve istikrarsız ekonomilerin yabancı
sermaye sahiplerini riski yüksek yeni yatırımlardan ziyade faiz getirisi yüksek
portföy yatırımlarına çekeceği ve yönelteceği söylenebilirdi.

Genel olarak Osmanlı Devleti dıĢ borçlanmalarına bakıldığında


borçlanmaların nedeni olarak bütçe açıkları, kısa vadeli avanslar ve eski borçların
ödenmesi, demiryolları yapımının finansmanı gibi nedenleri söyleyebiliriz. Osmanlı
devlet ilk kez 1903-1914 dönemleri arasında yabancı sermayenin de etkisiyle borç
harcamalarını demiryolları yapımı Ģeklinde yatırım alanlarına yöneltiyordu.

Osmanlı devletinin dıĢ borçlanmasındaki baĢarısızlığının nedenlerini Ģöyle


sıralayabiliriz (Suvla, 1940: 25):

- Alman kredilerin 5/6" sı tüketim alanına ve çoğunlukla bütçe açıklarının


kapatılmasına ve saray masraflarının karĢılanmasına harcanıyordu. Elde
edilen borçların sadece 1/6 sı, Rumeli, Anadolu, Bağdat, Soma-Bandırma
Ģimendiferleri, Konya ovası sulaması, rıhtım ve tersane gibi üretim
iĢlerine harcanmaktaydı.

76
- Borçların faiz oranları piyasa durumuna göre çok yüksek ve ihraç fiyatları
da çok düĢüktü.
- Borçlara karĢılık olarak yalnız devlet itibarı yeterli olmamıĢ 5borç

servislerinin ödenmesine belirli geliĢler tahsis edilmiĢtir (tütün, tuz, içici


resimleri gibi).
- Alacaklı devletlere ayrıca malî, iktisadi ve adlî imtiyazlar verilmiĢtir.
- Devletin bağımsızlığını (vergi ve bütçe haklarını) çiğneyen bir yabancı
Ġdare-i Duyunu Umumiye-kurulmaktaydı.
- DıĢ borçlara ait ana para, faiz ve amortisman gibi ödemeler ülkenin
ödemeler bilançosunu ve dolayısıyla ekonomik durumunu(borçlar tüketim
iĢlerinde kullanıldığı için) tamamen kötüleĢmesine neden oluyordu.

3.4. Duyunu Umumiye Yönetimi

1875 yılında moratoryum ilanından sonra dıĢ borçlanma yapılamadığından


dolayı, askeri giderler büyük ölçüde ikinci defa kaime basılarak finanse ediliyordu.
Ağır bir mağlubiyetle sonuçlanan Rus harbinin sonunda imzalanan 1878 Berlin
anlaĢmasından sonra Osmanlı Devleti iç ve dıĢ borçları ödemek için birçok çaba
içine giriyor ve bu durama bir çare bulmaya çalıĢıyordu. Ġlk olarak 1879 yılında
Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri ile anlaĢarak Rüsum-ı Sitte idaresi kuruluyor,
iç borçların ödenmesi için idareye birçok devlet geliri tahsis ediliyordu (Öner 2005:
445).

1881 yılında yabancı alacaklılarla anlaĢarak iç ve dıĢ borçların idaresi için


Osmanlı Devletinde Düyun-ı Umumiye idaresi kurulması karar veriliyordu. Devletin
belirli bazı tekel ve vergi gelirlerinin tahsili yetkisi, borçlar tamamen ödeninceye
kadar, yabancılarla ortaklaĢa yönetilen bu idareye veriliyor ve idare ülke içinde geniĢ
bir teĢkilat kurarak Ģimdiki maliye bakanlığına denk ikinci bir bakanlık gibi faaliyette
bulunuyordu. Bu idareye verilen yetkiler sadece vergi tahsilatı ile sınırlı değildi.
Ġdareye bırakılan kamu gelirlerine iliĢkin kanunlarda değiĢiklik yapılabilmesi anılan
idarenin iznine bağlanılıyordu. Böylece ülkede çift baĢlı bir mali idare ortaya
çıkıyordu (Öner 2005: 445).

77
Ölçüsüz ve sınırsız borçlanmanın ürünü olan Düyun-u Umumiye yönetimi
örgüt ve gelir bakımından Osmanlı maliyesinden daha güçlüydü. Devlete karĢı
sorumluluk taĢımaması, bu örgüte daha fazla güç kazandırıyordu. DıĢ borç arayıĢı
içindeki Osmanlı Devletine herhangi bir mali yardımda da bulunmamakta sadece
devlet kendi parasını kullanamaz haldeyken borç veya avans bulmaya çalıĢıyordu.
Ġlerleyen yıllarda gelirleri hızla artan Düyun-u Umumiye yönetimi, devletin parasını
devlete borç olarak geri veriyordu (Efendi, 1977: 63).

Muharrem kararnamesiyle birlikte Osmanlı Devletinin dıĢ borçları


belirlenmiĢ, ödenecek borçlar için hangi gelirlerin ayrılacağı ve Duyunu Umumiye
Yönetiminin kurulmasına iliĢkin maddeler kararlaĢtırılıyordu. Kararname
kapsamına giren borçların anaparası 219.938.559 lira, faiz ve diğer ödentiler
14.054.507 lira, kararname dıĢında bırakılan borçların anaparası 17.200.260 lira, faizi
ve ödentiler 937.870 lirayı buluyordu (Suvla, 1940: 15).

Kararname gereği borç anapara ve faizlerinde indirim yapılıyordu.


Kararnameye dahil borçlar, ortalama ihraç fiyatlarına indirildikten sonra, 1875 ve
1881 yılları arasında uğranılan zararı karĢılamak için yüzde 10 arttırılarak borç ana
parası 125.250.943 liraya, faiz ve diğer ödentiler 2.053.474 liraya
indiriliyordu(Yerasimos, 1975: 451). Tasfiye iĢlemi sonucunda toplam borç
anaparası 237.128.819 liradan 142.451.203 liraya, yıllık faizler 14.992.377 liradan
2.991.344 liraya indiriliyordu (Suvla, 1940: 15).

Bu indirimlere rağmen devletin borcu bu rakamlardan çok daha az olduğunu


söyleyebiliriz. Devlet,1881 yılına kadar 5.297.676.500 fr borçlandığı halde bu tutarın
ancak 2.7 milyar fr'ını elde edebilmiĢti. Bu tutara, Mısır vergisi güvencesiyle alınan
borçların 289.000.000 fr‟lık gerçek parası da katıldığından, 2.7 milyar fr‟tan bu tutar
çıkarıldığında gerçek borç 2.411.000.000 fr olmakta ve bu gerçek borcun
386.335.250 fr‟ı (BaĢlangıçtaki itibari borç ana parası 4.995.176.500 fr Muharrem
Kararnamesi çıkarıldığındaki itibari borç ana parası 4.568.641.250 fr) ödenmiĢ
olduğundan, borç tutarı 2.124.664.800 fr‟a düĢüyordu (Efendi, 1977: 34-37).

Toplam borç miktarında yapılan indirimden sonra tahviller, borçların belirli


bir plana göre ödenebilmesi için dört guruba ayrılıyordu: A gurubu 1858, 1862, B
78
gurubu 1860, 1863/64, 1872, C gurubu 1865, 1869, 1873 yılları borçlarından ve D
gurubu 1865, 1873, 1874 genel borçları(Eshamı Umumiye) ve 1870 Rumeli
Demiryolları borçlarından oluĢuyordu (Yeniay, 1964: 70).

Osmanlı hükümeti Muharrem Kararnamesinin 8.maddesi gereğince aĢağıdaki


gelirleri, 13 0cak 1882 den itibaren borçların ödenmesine ayrılıyordu (Yerasimos,
1975: 900):

a) 22 Kasım 1879 tarihli sözleĢmeye göre olan tekel ve dolaylı vergilerin


gelirleri bunlar aĢağıdaki gibidir;

-Tömbeki tütününün gümrük vergisi ve öĢrü dıĢında tuz ve tütün tekelleri,

-Ġspirtonun gümrük vergisi dıĢında pul ve ispirto resimleri,

-Ġstanbul ve civarının balık avı vergisi,

-Ġpek öĢrü,

b) Ticaret anlaĢmalarının yenilenmesi halinde gümrük resminden doğacak gelir


fazlası,

c) Gelir vergisi uygulama alanının geniĢletilmesinden elde edilecek gelir fazlası,

d) Bulgaristan vergisi(daha sonra bu verginin yerine tütün öĢürleri üzerinden


100 bin lira teminat olarak gösteriliyordu) ,

e) Kıbrıs adası gelirleri fazlası(daha sonra bunun yerine gümrük resimleri


üzerinden 130 bin lira teminat gösteriliyordu),

f) ġarki Rumeli vergisi,

g) Tömbeki hasılatından 50 bin lira,

h) Duyunu Umumiye' den Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan‟ ın


hisselerine düĢen Osmanlı hükümetine gelen paralar,

Duyunu Umumiye Ġdaresi‟nin Osmanlı maliye örgütü içerisindeki yeri


zamanla geniĢleniyor ve 1914 yılında ikinci bir maliye bakanlığı halini alacak kadar
79
güçleniyordu. Kurulduğu tarihte gelirleri 2.54 milyon liradan ibaret olan bu idarenin
1911-1912 mali yılında 8.16 milyon lirayı buluyor, yani toplam devlet gelirleri
içindeki payı yüzde 17‟den yüzde 27‟ ye yükseliyordu (Eldem, 1994: 186).

Duyunu Umumiye‟ nin kurulmasıyla birlikte Osmanlı devleti siyasal ve


ekonomik alanlarda oldukça yüksek bedeller ödemek pahasına da olsa
küçümsenmeyecek ölçüde doğrudan yatırıma tanık oluyordu. 1889-1914 yılları
arasında milli gelir yüzde 56 artıyor, ortalama yıllık artıĢ yüzde 2‟ye denk gelmekte
iken, yıllık ortalama nüfus artıĢı yüzde 1‟ler seviyesinde olduğu için kiĢi baĢına gelir
artıĢı yılda yüzde 1 Ģeklinde oluyordu (Kazgan 1999: 43-44).

1909-1910 yıllarında Duyunu Umumiye Yönetiminin kasasına giren tüm para


7.404.728 lira, bundan hükümete geri verilen para 1.131.682 liraydı. Buna göre
ülkeden çıkarılan para 6.093.046 lirayı buluyordu ve bütçe gelirinin (25.078.962 lira)
yüzde 24,3‟ ü hükümetin elinden çıkmıĢ oluyordu (Noviçev, 1979: 91).

Yönetim kurulunun devlete karĢı bazı yükümlülükleri bulunuyordu. Bunlar;


Kurul, mali yılbaĢından iki ay önce özel gelir ve giderlerini gösteren ve genel
bütçeye dahil edilen bir tablo düzenlemek, Maliye Nasırına her ay toplanan paralar
ve yapılan harcamalar hakkında bilgi vermek, altı ayda bir Avrupa'ya gönderdiği
miktar ile alacaklılara yaptığı ödemeyi bildirmek ve yıl sonunda kesin bilanço
hazırlamaktı (Yerasimos, 1975: 902).

Kararnamenin 18.maddesi gereği Osmanlı hükümeti, Duyunu Umumiye


Yönetimini bir komiser ve birkaç müfettiĢ aracılığı ile denetleme hakkına sahipti.
Muharrem Kararnamesinin uygulama ve yorumlanmasında doğacak anlaĢmazlıkların
çözümü 19.madde gereğince, Duyunu Umumiye Yönetimi ve Osmanlı hükümetince
seçilecek dört hakeme bırakılacak ve hakemlerin kararı kesin olup, hemen
uygulamaya konulacağı belirtiliyordu (Yeniay, 1964: 75).

Duyunu Umumiye Yönetimi vergileri toplamak için çok geniĢ bir örgüt kur-
muĢtu. Öyle ki 720‟den fazla Ģubesi ve 5 bini aĢkın memuru bulunuyordu. 1911
yılında Osmanlı maliye nezaretinin 5472 görevlisine karĢın, Duyunu Umumiye
Yönetiminde 9 bine yakın memur çalıĢıyordu (Ülman, 1972: 65).

80
Osmanlı devletinin içinde bulunduğu mali durum borçların ödenmesini daha
da zorlaĢtırıyor ve Osmanlı maliyesine yapıĢan Duyunu Umumiye Yönetimini
gittikçe güçlenmesine neden oluyordu. Bütçe açıklarının kapatılamaması, vergilerin
düzenli olarak toplanamaması, alınan borçların ağır faizler ve komisyonlarla
kesintilere uğraması hazineye ayrıca yük getiriyor ve mali gücü oldukça
zayıflatıyordu. Osmanlı maliyesinde istediği gibi hareket eden Duyunu Umumiye
Yönetimi borçların idaresinden ziyade, kendisine mali kaynak sağlayacak ekonomik
ve mali adımlar atıyordu. Kendi ülkelerinin ticari iliĢkileri nedeniyle gümrük
vergilerinin arttırılmasını engelliyor devletin ek mali kaynak yaratmasına engel
oluyordu.

Duyunu Umumiye Yönetiminin sağladığı güvence, Osmanlı devletine


yabancı sermaye giriĢini hızlandırıyordu. Yabancı sermayenin ülkeye girmesine,
birçok alanda en elveriĢli koĢullarla ve en geniĢ ayrıcalıklarla yerleĢmesini
sağlıyordu. Yalancı sermaye; sanayi, demiryolu yapımı, madenler, limanlar, ticaret,
bankacılık ve sigortacılık kesimlerine yöneliyordu. Faaliyetlerini en az sanayi, en
fazla ticaret, bankacılık ve özellikle demiryolu yapımı alanlarında yoğunlaĢtırıyordu.
Duyunu Umumiye Yönetiminin kurulmasından sonra ülkeye 72.915.700 lira yabancı
sermaye giriyordu (FiĢek, 1967: 161).

Kasım 1914 yılına gelindiğinde dıĢ borçlar 143.241.757 lira, faizleri ve


ödenmemiĢ borçları 9.024.158 lirayı buluyordu. Böylelikle dıĢ borçların toplamı
152.256.915 liraya ulaĢıyordu. Bütçenin genellikle yaklaĢık 26-27 milyon lira olduğu
düĢünülürse, borçların ve faizlerin ödenmesi tüm gelirlerin yüzde 35-40‟ na
ulaĢıyordu (Çavdar, 1971: 95).

3.4.1. Duyunu Umumiye Yönetiminin Elde Ettiği Ana Gelirler


ve Gelişimleri

Osmanlı Devletinin moratoryumu ilan etmesiyle birlikte ciddi bir güven


kaybı yaĢıyordu. Bu güven piyasalar tarafından ekonomik güvensizlik anlamına
gelirken, ülke halkı içinde ise sosyal güvensizlik söz konusuydu. OluĢan bu durum
karĢısında çözüm olarak muharrem kararnamesinin imzalanması, ekonomik

81
bağımsızlığını kaybetmesine ve güvensizliğin artmasına neden oluyordu. Çünkü bir
ülkenin en büyük gücü bağımsızlıkla simgeleniyordu. Devlet gelirlerinin
yabancıların eline geçmesiyle bu gücü de yitirmiĢ oluyordu. Osmanlı Devletin kendi
hakkı olan gelirlerini toplama ve harcama yetkisini bu sözleĢmeyle alacaklılarına
devrediyordu. Yabancı alacaklılar ise ülke içindeki en verimli kaynakları kullanmak
ve ülke ekonomisine hakim olmak için stratejik gelirler üstünden alacaklarını tahsil
etme yoluna gitmiĢlerdi. Elde ettiği gelirleri de daima yükselme çabası içindeydi. Bu
Ģekliyle Duyunu Umumiye Yönetimi genel devlet mekanizmasının bir bölümü olarak
kabul ediliyor ve devlet mekanizması haklarından yararlanarak vergi topluyordu
(Noviçev, 1979: 88).

Duyunu Umumiye Yönetiminin elde ettiği ana gelirler ve bu gelirlerin


geliĢimlerini aĢağıda inceleyeceğiz. Gelirler; Tuz ve tütün tekeli, alkollü içkiler
vergisi, pul resmi, ipek öĢrü, balık avı vergisidir.

Tuz Tekeli: Tuz tekeli geliri Duyunu Umumiye Yönetimi zamanına kadar
kaçakların fazla olması ve devletin bunu dikkate almaması nedeniyle fazla yüksek
değildi. Ancak ilerleyen yıllarda büyük artıĢlar gösteriyordu. Buna göre; 1881-82
yılında 635.000 lira olan bu vergi gelirleri 1909-10 yıllarına gelindiğinde 1.147.237
liraya kadar yükseliyordu (Yerasimos, 1975: 980). Bu durum gösteriyor ki Duyunu
Umumiye Yönetimi elde ettiği vergilerin gelirlerini arttırmak ve daha fazla kazanç
sağlamak için vergi tutarlarında yüksek hasılatlar elde ediyordu.

Tütün Tekeli: Tütün tekeli, Reji denen özel bir Ģirket tarafından
yönetiliyordu. ġirketin sermayesi 1.760.000 lira, ihtiyat akçesi 1.173.307 liraydı
(Efendi, 2005: 166). ġirket, iç tüketime ve ihracata ayrılan tütün ve sigaranın satın
alma, iĢleme ve satma iĢlemlerini elinde bulunduruyordu. ġirket, devletin borçlarına
karĢılık olmak üzere yılda 750.000 lira veriyordu. Hükümetle 30 yıllık sözleĢme
imzalayan Ģirketin kârı, değiĢen oranlarda hükümet, Duyunu Umumiye ve reji
arasında bölüĢülecekti. Bu bölüĢüme göre, 750 bin lira ödendikten ve ortaklara yüzde
8 kâr payı dağıtıldıktan sonra kalan fazla devlete verilecek ve bu fazlanın ancak
yüzde 30‟unu devlet alabilecek, kalanın yüzde 35‟i Duyunu Umumiye Yönetimine,
yüzde 35‟i de olağanüstü kazanç olarak reji Ģirketine verilecekti (Efendi, 2005: 40).

82
1888-89 yılında Reji Ģirketine 2.016 lira, D.U. Yönetimine 10.214 lira, Hükümete ise
10.215 lira verilirken 1900-01 yılına gelindiğinde Reji Ģirketine 6.848 lira, D.U.
Yönetimine 40.935 lira, Hükümete 35.506 lira olarak bölüĢülüyordu (Yerasimos,
1975: 980).

Yıllık safi hasılatı 2 milyon lirayı aĢan reji idaresi 30 yıl içinde Osmanlı
imparatorluğu tütün üretiminden 67.734.693 lira hasılat elde ederken, bunun
37.375.688 lirası masraf, 30.350.605 lirası kardı ve masrafın 23 milyonu Duyunu
Umumiye Yönetimine veriliyordu (ġanda, 1932: 39). Ġmtiyaz süresi 1912 yılında
bitecek olan reji idaresi, Osmanlı hükümetine kar payı olarak yalnızca 908.206 lira
ödemiĢ bulunuyordu (Müderrisoğlu, 1974: 33).

Pul Resmi: Pul resmi yazılı anlaĢmalardan elde edilen bir vergi türüydü.
Ancak 1900‟lü yılların baĢına kadar da Osmanlı devletinde yazılı anlaĢmalar çok
azdı ve yabancıların da bu vergiden muaf olmaları nedeniyle geliri düĢük olan bir
vergiydi. Ġlerleyen yıllarda yabancıların muafiyetinin kaldırılması ve ticaret hacmi
sebebiyle artan anlaĢmaların bu verginin gelirinin artmasına büyük katkısı olmuĢtu.
Pul resminden sağlanan gelirler, 1882/83 yılında 146.761 lira, 1899-1900 yılında
235.168 lira, 1904/05 yılında 359.791 lira, 1911/12 yılında 506.146 liraya ulaĢıyordu
(Yerasimos, 1975: 980).

Alkollü İçkiler Vergisi: ġarapçılık, bira ve diğer alkollü içkilerle ilgili


faaliyetlerin yürütülmesi alkollü içkiler vergisi kapsamına giriyordu. Bu vergiye göre
Ģarapçılık, resmi miri denen özel bir vergiye tabiydi. Bu vergi, üretilen Ģarabın değeri
üzerinden ve yüzde 15 oranında alınıyordu. Duyunu Umumiye Yönetimi ayrıca, yerli
ve ithal edilen alkolden okkada 9,6 kuruĢluk bir vergi alıyordu ve vergi ya mevcut
alkol miktarı üzerinden ya da satıĢ için piyasaya sürülen miktar üzerinden
toplanıyordu (Noviçev, 1970: 89). Elde edilen gelirin safi tutarı; 1882/83 yılında
178.861 lira, 1899-1900 yılında 207.507 lira, 1911/12 yılında 357.146 lira, 1913/14
yılında 240.478 liraydı (Yerasimos, 1975: 981).

Balık Avı Resmi: Ġstanbul ve çevresindeki balık satıĢlarında, satıĢ fiyatı


üzerinden yüzde 20 Duyunu Umumiye payı; yüzde 3 yapılan masraf için alınırdı.
Balık avı resmi gelirleri; 1882/83 yılında 22.600 lira, 1889/90 yılında 42.725 lira,
83
1904/05 yılında 48.587 lira 1913/14 yılında 77.426 liraya yükseliyordu (Yerasimos,
1975: 982).

İpek Öşrü: Ġstanbul, Bursa, Edirne, Samsun ve Yozgat illeri ipek aĢarı
gelirleri Duyunu Umumiye Yönetimine aitti ve Yönetim ipekböcekçiliğini
geliĢtirerek ipek aĢarı gelirinin artmasını sağlıyordu. Toplanan gelir, 1882/33 yılında
18.951 lira iken, 1909/10 yılında 128.945 liraya yükseliyordu (Yerasimos, 1975:
982).

Gümrük Resmi: Gümrük vergileri Osmanlı devletinin en önemli gelir


kaynaklarından birisiydi. Öyle ki iltizam usulüne geçildikten sonra toplanması için
devredilmeyen tek vergi türüydü. Ancak Duyunu Umumiye Yönetimi bu vergiyi
kendi çıkarları için kullanacağından bu verginin büyük bir kısmına sahip oluyordu.
1910 yılına gelindiğinde gümrük gelirlerinin yüzde 95,4‟ ü Duyunu Umumiye Yö-
netiminin eline geçmiĢti (Efendi, 2005: 32). Duyunu Umumiye Yönetimi, ele
geçirdiği bu gelir kaynaklarından gerek iĢletme, gerekse vergi toplama yolu ile en
etkin bir Ģekilde yararlanarak gelirini arttırıyordu (Noviçev, 1970: 91). 27 yılda gelir
toplama faaliyeti (1882-83/1909-10); tuzda l.86, pul resminde 2.86, alkolde 1.61,
balık resmin de 3.88, ipekte 6,8 kat artıyordu. ArtıĢla ilgili Ģöyle bir veri sunmak
gerekirse; 1882-83 yılında 990.721 lira elde edilirken 1909-10 yılına gelindiğinde
2.323.975 liraya ulaĢıyordu (Efendi, 2005: 32).

Görüldüğü üzere Duyunu Umumiye Yönetiminin ilk dönemlerinde elde ettiği


gelirler yıllara göre artıĢ gösteriyor ve buna bağlı olarak Osmanlı Devletinin
hazinesine girmesi gereken gelirlerin büyük bir çoğunluğu bu yönetimin kasasına
giriyordu. BeĢer yıllık veriler doğrultusunda Duyunu Umumiye‟ nin gelirindeki
artıĢları incelemek gerekirse; 1882-83 / 1886-87 yıllarında 2.339.749 lira olan geliri,
1917-18 / 1921-22 yıllarına gelindiğinde 9.887.482 liraya ulaĢıyordu (Blaisdell,
1979: 111).

Yönetimin Muharrem Kararnamesi dıĢında yönettiği bazı gelirler de vardı. Bu


gelirler Ģunlardı (Yerasimos, 1975: 988).

84
- 1881 yılından sonra alınan dıĢ borçlara karĢılık olarak gösterilen
gelirler,

- Kilometre teminatı olarak gösterilen gelirler ve demiryollarının geçtiği


yerlerin aĢarı,

- Osmanlı devleti adına toplanan gelirler;

- Tütün ve ipekten alınan yüzde 1,5 oranındaki ilave resim,

- AĢar geliri, demiryollarına teminat olacak gösterilmiĢ olan vilayetlerin


afyon, palamut, haĢhaĢ, tutkal ve diğer öĢürleri,

- 1897-98 yılında aĢara yapılan yüzde 0,5 oranında ilave resim,

- Bazı bölgelerin balak avı resmi

Yukarıda belirttiğimiz vergilerin Duyunu Umumiye Yönetimiyle birlikte


gelirlerinde artıĢ yaĢanıyordu. 1888-89 yıllında 45.352 lira olan gelir, 1913-14
yıllarına gelindiğinde 3.600.078 liraya ulaĢıyordu (Yerasimos, 1975: 989).

3.4.2. Duyunu Umumiye Gelirlerindeki Gelişiminin


Değerlendirilmesi

Yukarıda Duyunu Umumiye Yönetiminin Osmanlı Devletinin mali iflasından


sonra yabancı alacaklılara ödeme yapılabilmesi için devraldığı gelirler gösteriliyor.
Bu gelirleri detaylı incelediğimizde yönetim tarafından devralındığında gelirlerin
düĢük olduğu, ilerleyen yıllarda bu vergilerden elde edilen gelirlerin arttığı
görülüyor. Yani örgüt kendisine bırakılan çeĢitli kaynaklardan gelir toplama görevini
etkin bir Ģekilde yerine getiriyordu. Her kaynakta gelir artıĢı sağlıyor ve toprak
kayıplarından kaynaklanan azalıĢların dıĢında bütün kaynakların gelirlerinde artıĢ
sağlıyordu. Yönetimin, devlet gelirlerini ele geçirdiği 1882-83 yılında yönettiği gelir
2.522.498 lirayken, 1911-12 yılında 8.258.292 liraya yükseltiyordu (Tökin, 1934:
18).

85
3.4.3. Sevr Anlaşması Sonrası Düyunu Umumiye Yönetimi

1. Dünya savaĢıyla birlikte Dünya düzeninde farklılıklar yaĢandığı gibi


Osmanlı Devletinin borçlarında da değiĢim söz konusu oluyordu. 1900‟lü yılların
baĢlarına kadar Ġngiltere ve Fransa Osmanlı devletine borç kaynağı yaratırken, savaĢ
yıllarına gelindiğinde düzen değiĢiyor ve Ġngiltere ve Fransa‟nın yerini Almanya
alıyordu. Bunun en önemli nedeni, savaĢın finansmanının dıĢ borçlanma yoluyla
sadece Almanya‟dan karĢılanıyor olmasıydı. Borçlar 152,3 milyon liradan 465,7
milyon liraya yükseliyor ve Osmanlı devletinin mali bağımlılığı daha da artıyordu
(Çavdar, 1971: 96).

SavaĢın kaybedilmesiyle birlikte Osmanlı devletini daha zor günler


bekliyordu. Mali açıdan bağımsızlığını kaybeden, hiçbir kaynağına hakim olamayan,
hiçbir gelirini kontrol edemeyen bir ülke konumuna geliyordu. SavaĢı kazanan
Ġngiltere ve Fransa kendi alacakları için harekete geçiyor ve kazanılan zafer sonrası
Osmanlı ekonomisini tamamen ele geçirme planları içindeydiler. Bunun için
öncelikli olarak Ġngiliz ve Fransız alacaklıları delegeleri, Duyunu Umumiye
Yönetimini tekrar toplayıp alacakların güvencesini sağlamak için yeni anlaĢma
yapıyordu. Sevr anlaĢmasıyla Osmanlı devletinin hem siyasi hem de ekonomik
bağımsızlığı elinden alınıyordu.

Sevr AnlaĢmasındaki mali maddeler Ģu Ģekildeydi (Blaisdell, 1979: 177-178):

- Mali komisyonun onaylamadığı devlet bütçeleri yürürlüğe girmiyor ve


bütçenin önce komisyonun incelemesine gönderiyor daha sonra mebusan
meclisine gönderilerek onaylanıyordu. Meclisin yaptığı değiĢiklikleri
komisyonun onayına ayrıca sunulması mali bağımsızlığın tamamen
ortadan kalktığını gösteriyordu.
- Mali komisyon, hükümetin Muharrem Kararnamesi ve devamındaki diğer
kararnamelerde elde ettiği haklara sahip oluyordu.
- Mali komisyon Osmanlı Devletinin yapacağı iç ve dıĢ borçları veto etme
hakkına sahip oluyordu.
- Ġngiliz, Fransız, Ġtalyan hükümetlerinden oluĢan temsilcilerle, Osmanlı
devletinin mali yönetimini denetleyen Uluslararası Mali Komisyon
86
kuruluyor. Daha önceki gelirlerle birlikte tüm gelirlerin yönetimi mali
komisyonun yönetimine veriliyordu.
- Duyunu Umumiye Yönetimi, mali komisyonun belirlediği Ģekilde
Osmanlı devleti maliyesini denetleyecek ve hükümete karĢı hiçbir sorumluluğu
bulunmuyordu.

Sevr anlaĢmasının mali olan maddelerinde görüldüğü üzere Osmanlı


devletinin bütün mali imkanları kısıtlanıyor ve devletin kendi ekonomisine müdahale
hakkı bile kalmıyordu. Düyunu Umumiye yönetimi bu anlaĢmayla birlikte çok geniĢ
yetkilere sahip oluyordu. Sevr anlaĢmasıyla, Düyunu Umumiye‟ nin isteğini dikkate
alan ve Osmanlı Devletinin ekonomik bağımsızlığına son veren bir anlaĢma olduğu
her yönüyle beliriyordu.

1914-1918 dönemi bütçelerine bakıldığında, borç faizlerinin toplam


harcamalar içindeki ağırlığı, genel ortalama olarak yüzde 25,75 tutuyordu(Ekinci,
2008: 425). 1914 yılında, dıĢ borçların: yüzde 49‟ u Fransa‟ya, yüzde 20‟si
Almanya‟ya, yüzde 11‟ i Belçika‟ya, yüzde 7‟ si Ġngiltere‟ye, yüzde 1‟ i Ġtalya‟ya,
yüzde 1‟ i de Avusturya-Macaristan‟a aitti (Müderrisoğlu, 1974: 144).

3.4.4. Lozan Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı


Devleti’nden Gelen Dış Borçları Kabullenmesi

Lozan anlaĢmasında belirlenen verilere göre 1914 yılında Türkiye‟nin dıĢ


borçları 143.241.757 lira, faizleri ve ÖdenmemiĢ borçları, 9.024.158 liraydı. Yani
savaĢım eĢiğinde Türkiye‟nin dıĢ borçları toplamı 152.256.915 lirayı buluyordu
(Çavdar, 1971: 95). KurtuluĢ savaĢının baĢlamasıyla birlikte Ankara hükümeti ele
geçirdiği bölgelerin gelirlerini kendi bünyesinde topluyordu. Düyunu Umumiye
Yönetimi bu durumdan rahatsızlık duyuyor ve Osmanlı Hükümetine bu konuyu
bildiriyordu. Ancak hiçbir sonuç alamıyordu. Ankara‟da kurulan Büyük Millet
Meclisi Hükümeti Vergi koyma ve toplama hakkının kendisinde olduğunu ilan
ederek, geçmiĢteki tüm anlaĢmaların geçerli olmadığını bildiriyordu. Bu Ģekilde
Düyunu Umumiye Yönetimindeki gelirler Ankara Hükümetine geçiyordu (Blaisdell,
1979: 181-182). Osmanlı Devleti‟nin dıĢ borçları 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan

87
BarıĢ AntlaĢması ile yeni bir statüye bağlanılıyordu. KurtuluĢ SavaĢı'nı borç almadan
zafere ulaĢtıran T.B.M.M. Hükümeti, Mudanya antlaĢmasından 40 gün sonra, 21
Kasım 1922 tarihinde, DıĢiĢleri Bakanı Ġsmet Ġnönü‟nün baĢkanlığında, Lozan barıĢ
masasına oturduğu zaman, karĢısına Ġmparatorluğa ait borçlar çıkarılıyordu.
Konferansta borçlar konusunda uzun tartıĢmalar oluyordu. Türkiye, Osmanlı Devleti
Genel Borçlarının (Düyun-u Umumiye‟ nin) Trablusgarp SavaĢı ve 1912-1913
Balkan SavaĢı sonunda Ġmparatorluk topraklarından pay alan Balkan devletleri ile
Lozan AnlaĢması‟nın sonucu olarak Asya'da meydana gelen yeni devletler arasında
aldıkları arazinin 1911 ve 1912 yılları ortalama gelir oranlarına göre bölüĢülmesini
kabul ediyor ve böylece Osmanlı Ġmparatorluğu'nun borçları onun mirasına oturan
bütün devletlere (bunların sayısı 15‟dir) adil sayılabilecek bir biçimde
paylaĢtırılıyordu (Kömürcan, 1948: 120-122).

Buna göre paylaĢtırma Ģu Ģekilde gerçekleĢiyordu (Güz, 1943: 14).

- Türkiye,
- 1912/13 Balkan savaĢları sonucu Osmanlı imparatorluğundan toprak alan
devletler,
- AnlaĢmada gösterilen, daha önce imparatorluğa ait adalarla,1.8.1914
tarihinde henüz Osmanlı idaresinde iken yeni devletin sınırları dıĢında kalan Trakya
topraklarını alan devletler,
- Osmanlı devletinin Asya toprakları üzerinde yeni kurulmakta olan devletler.

3.4.4.1. Borçların Paylaştırılması Sonucu Türkiye’ye Düşen


Borç Tutarı

Taraflar arasında borçların anaparasının mı yoksa faizlerinin mi


paylaĢtırılacağı konusu anlaĢmazlıklara sebep oluyordu. KarĢı taraf faiz üzerinden
olmasını talep ederken, Türk heyeti anapara üzerinden olması gerektiğini
savunuyordu. Ancak sonuç Türk heyeti isteği doğrultusunda oluyor ve anapara
üzerinden gerçekleĢiyordu (Kömürcan, 1948: 121).

Toplam borçları meydana getiren borçların 17.10.1912 tarihinden önce ve


sonra alınan borçlar olacağı Ģeklinde anlaĢmaya varılıyordu. Sonuç olarak,
88
imparatorluk borçlarından 17.10.1912 tarihinden önceki borçların yüzde 62.25'i, bu
tarihten sonraki borçların da yüzde 76,54‟ ü Türkiye‟ye bırakılıp, geri kalan miktarın
diğer devletler tarafından ödenmesi kararlaĢtırılıyordu (Sayar, 1978: 294).

Lozan AntlaĢması ile ayrılan ve bağımsız hale gelen diğer 14 ülke ile
paylaĢtırılması sonucunda, 129.604.910 lira Osmanlı borcundan Türkiye
Cumhuriyeti‟ne düĢen pay 84.597.495 lira oluyordu. Ancak, bu miktara ödenmemiĢ
taksitler ve avanslar dahil edilince, toplam Osmanlı borcu (129.604.910 TL anapara
+ 30.437.441 TL taksitler + 1.561.482 TL avanslar dahil) 161.603.833 liraya çıkınca,
bu yeni toplam içinde Türkiye‟nin payı (161.603.833 x yüzde 65,32 =) 105.559.623
lira olarak hesap ediliyor ve faiz oranları da yüzde 4-8 olarak uygulanacağı
belirtiliyordu (Yılmaz, 2003: 310). 1928 yılında yapılan anlaĢma ile dıĢ borçların
miktarı, 107.528.463 lira olarak belirleniyordu (Yeniay, 1964: 143).

3.4.4.2. 1928 Paris Sözleşmesi ve Borçların Ödenmesi

1928 yılında yapılan anlaĢma ile yıllık taksitler ve bunların hangi para ile
ödeneceği meselesi çözüme bağlanıldı. Temel ilke olarak, tahvilin üzerinde yazılı
para ve en kuvvetli baĢka bir para lehine alacaklılara tercih hakkı tanınması ilkesi
kabul edildi (Bulutoğlu, 1970: 97).

Paris sözleĢmesiyle birlikte Duyunu Umumiye Yönetiminin elindeki gelirler


tamamen Türkiye Cumhuriyeti‟ne geçiyordu. Hukuken 24 Temmuz 1923 Lozan
AnlaĢması ile kaldırılan Muharrem Kararnamesi ve onun devamı olan Düyun-u
Umumiye Ġdaresi, böylece baĢından beri Türkiye maliyesinin bağımsızlığına gölge
düĢüren konumunu tamamen kaybederek, fiilen de son buluyordu (Kömürcan, 1948:
124-125).

Paris sözleĢmesine göre yapılacak ödemeler; 1926-36 yıllarında yılda


2.000.000 altın lira, 1936-42 yıllarında 2.380.000 altın lira, 1942-47 yıllarında
2.780.000 altın lira, 1947-52 yıllarında 3.180.000 altın lira, 1952-55 yıllarında
3.400.000 altın lira olarak belirleniyordu (Yeniay, 1964: 146).

SözleĢmeyle birlikte taksitler altın para ile ya da sterlinle ödenecekti. Ancak


1929 yılında yaĢanan Dünya Buhranı nedeniyle yaĢanan sıkıntılara rağmen ilk yıl
89
Türkiye Cumhuriyeti amortisman hariç 1.435.000 sterlinlik bir ödeme yapılıyor
ancak daha sonraki ödemeleri gerçekleĢtiremiyordu (Saraçoğlu, 1933: 338).

3.4.4.3. 1933 Paris Sözleşmesi

1929 dünya buhranı ile Türkiye, yabancı paralarla ödediği borç taksitlerini
ödemekte güçlükler çekmeye baĢlanmıĢtı. Türkiye‟nin iktisadi durumu olumsuz
yönde geliĢme gösteriyordu. Getirilen kambiyo kontrol rejimi sonucunda Türk
parasıyla yapılan Ödeme ile yabanca para ile yapılan ödeme arasında büyük fark
ortaya çıkmaktaydı. Bu durumda Türk Hükümeti, yıllık taksitlerin azaltılmasını ve
borcun bir kısmının Türk parası ile ödenmesini teklif ediyordu. 1933 yılında yapılan
anlaĢma ile yıllık taksitler yeniden tespit ediliyor ve taksitlerde esas olarak, değeri
altınla tanımlanmıĢ Fransız Frangı ile ödeme esası kabul ediliyordu (Bulutoğlu,
1970: 97).
Bu anlaĢmayla, Türkiye‟nin 107,5 milyon liralık borcu 6,6 milyon altın liraya
indiriliyor ve 1928 anlaĢmasının, imkanlarımıza göre çok yüksek olan ve her devrede
yükselen yıllık ödemeleri yerine, değiĢmeyen 700 bin altın liralık bir tutar kabul
ediliyordu (Saraçoğlu, 1933: 342).

3.4.4.4. 1936 Anlaşması, 5 Yıllık Ödeme Planı ve Borçların


Sona Ermesi

1933, 1934 ve 1935 yıllarında ödemeler düzenli olarak yapılıyordu. 1936


yılına gelindiğinde borç için gerekli bütçenin olmasına rağmen döviz sıkıntısından
dolayı ödemenin sıkıntılı olacağı öngörülüyordu. Bunu üzerine kupon sahiplerinin
çoğunluğunu oluĢturan Fransa ile yapılan görüĢmeler sonrası 5 yıllık yeni bir ödeme
planı üzerinde anlaĢma sağlanılıyordu (Yeniay, 1964: 192-193-194).

1936 yılında Fransız Frangı‟nın değer kaybetmesi nedeniyle ana borç 79


milyon liraya 1937 yılında ise 53,6 milyon liraya düĢüyordu (Aral, 1944: 626). 1943
yılında borç tutarı yaklaĢık 23 milyon liraydı. 1933 yılında yapılan Paris
SözleĢmesine dayanarak 1943-44 yılı sonunda borç erken ödenmeye baĢlanıyordu
(Aral, 1944: 626). Ġlk dıĢ borcun alındığı tarihten yaklaĢık 100 yıl sonra 1954 yılında
Osmanlı Devleti‟nin borçları sona eriyordu.
90
SONUÇ

Osmanlı Devleti 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa‟da baĢlayan teknolojik


geliĢmelerin çok gerisinde kalıyordu. Ekonomik ve mali yapısı, değiĢime ihtiyaç
duysa da Batıdaki geliĢmeyi dikkate almıyordu. Aynı dönemde, Avrupada sanayi
sonrası meydana gelen üretim hacmindeki geniĢlemeyle birlikte yeni pazar ihtiyacı
ortaya çıkıyordu.

Bunun için, Avrupa ülkeleri Osmanlı Devletini sömürgeleĢtirme çabaları


içinde, önce sanayi sonra ise finans kapitalinin egemenliği altına sokarak amaçlarına
ulaĢmaya çalıĢmıĢlardı. Bu çabaların baĢlangıç noktası 1838 yılında Ġngiltere ile
imzalanan Balta Limanı Ticaret AnlaĢmasıdır. Bu anlaĢma, Avrupanın amacını
gerçekleĢtirmek için atmıĢ olduğu adımların dönüm noktası olmakla birlikte, bu
dönemden sonra Osmanlı Devletinde ekonomik bunalımlar baĢ gösteriyor ve
ekonomik, mali yapıda ciddi hasarlara sebep oluyordu.

19. yüzyıl ortalarına doğru mali yapıdaki bozulmalar nedeniyle devletin gelir
kaynakları hızla daralmaktaydı. Bunun düzeltilmesi için reformlar yapılıyor ancak
herhangi bir sonuç elde edilmiyordu. Giderlerini karĢılamakta zorlanan Osmanlı
Devleti, gelirlerini vergilerden elde edemeyince, borçlanma gereği duymuĢtu. Ġlk
etapta Galata Bankerleri‟nden, yüksek faizli iç borçlanma talep edilmiĢ, ancak oluĢan
bunalımların atlatılmasına çözüm olmayınca, dıĢ borçlanma kaçınılmaz bir hale
gelmiĢti.

Alınan borçlar, üretken-verimli-ihracatı arttırıcı yatırımlar için kullanılmamıĢ,


cari tüketim harcamaları için kullanılarak, kısa sürede tüketilmeleri devleti ağır
koĢullu ve yüksek faizli borçların içine sokulmuĢtu. Kaynakların yanlıĢ kullanılması
ülkeyi borç-faiz kısır döngüsü, yüksek ve değiĢken enflasyon, yüksek reel faizler ve
bunların sonucunda dıĢ ödemeler dengesi açıkları oluĢmasına sebep olmaktaydı.

Bir ülkenin kapasitesini aĢan büyük borçların kötü yönetimlerin eseri olduğu,
eğer dıĢ kaynaklar sermaye ve diğer üretim unsurlarına yönlendirilebilirse kalkınma
sağlanabileceği, aksi halde, kaynaklar yanlıĢ tahsis edilir ve tüketime giderse
kalkınmanın olumsuz etkileneceği görülmektedir.

91
Borçlanmaların tahvillerle yapılması, tahvillerin ihraç fiyatının düĢük
olmasının yanında komisyon ücretleri ve diğer giderler nedeniyle maliyetli olmasına
neden oluyordu. Borçlanma sonrası elde edilen gelir ise borçlanılan tutarın çok
altında kalıyordu. Bazı borçlanmalar, eski borçların ödemelerinde kullanılınca hem
borç yükü hem de borçlanmanın maliyeti artıyordu. Öyle ki alınan borçların bu
Ģekilde verimsiz kullanılması sonucu devlet dıĢ borçların yıllık masraflarını
karĢılayamaz duruma geliyor ve 1875 yılında borçlarını ödeyemeyeceğini resmen
ilan ediyordu.

Bu durum sonrası hükümet ile alacaklıların temsilcileri arasında borçların


ödenmesini planlayan bir anlaĢma imzalanmıĢtı. Bu anlaĢma Muharrem Kararnamesi
olarak geçiyor ve Osmanlı Devletinin bazı gelirlerini Batılı alacaklıların kontrolüne
bırakıyordu. Muharrem Kararnamesine göre ise bu gelirlerin yönetilmesi için
Düyunu Umumiye yönetimi olarak adı geçen uluslararası bir kurum kuruluyordu.
Alınan bu kararla birlikte Osmanlı Devletinin mali bağımsızlığı ortadan kalkıyor ve
Düyunu Umumiye yönetimi, devletin en verimli kaynaklarını kontrol altına alıyordu.
Devletin bu gelirlerde söz hakkı bulunmuyor, Düyunu Umumiye Yönetimi
kaynakları istediği Ģekilde kullanabilme hakkı elde ediyordu. Bu gelirlerden yoksun
kalan Osmanlı Devleti, yeni borçlanmalar için baĢka gelirlerini güvence olarak
gösteriyor, bir yandan borçlanırken diğer yandan da gelirlerinden yoksun kalınması
ülkeyi borç çıkmazına sokuyordu.

Ülkenin borçlarını ödeyebilmesi için kendi kaynaklarını iyi kullanması ve bu


kaynaklardan gerekli geliri elde etmesi gerekir. Ancak Düyunu Umumiye Yönetimi
bu fırsatı Osmanlı Devletine vermemiĢti. Önemli bütün kaynakları elinde tutarak
bunların gelirlerini de kendi kontolünde tutmuĢtu. Ekonomik özgürlüğünü kaybeden
bir ülke borç stoğunu eritemez ve bununla birlikte kendi bağımsızlığını da kayber.
Osmanlı Devletinin borçlarını ödeyememesi ülkenin çöküĢüne neden olmaktaydı.

Birinci Dünya SavaĢıyla birlikte, borç ödemeleri durduruluyor ve kurtuluĢ


savaĢının baĢlamasıyla Düyunu Umumiye yönetiminin elinde olan tüm gelirleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi devralıyordu.

92
Lozan AnlaĢmasıyla baĢlayan yeni süreçte borçların tasfiyesi ele alınıyor ve
Osmanlılardan kalan bu borçların nasıl ödeneceği yeni anlaĢmalarla düzenleniyordu.
AnlaĢmaya göre, Osmanlı Devleti‟nden kalan borçlar, Türkiye ile Osmanlı‟dan
ayrılan devletlerarasında paylaĢtırılıyordu. Ortaya çıkan sorunlar ise bir takım
anlaĢmalar yapılarak gideriliyordu. Yapılan bu anlaĢmalarla Türkiye 1854 yılından
baĢlayan ilk dıĢ borçlanması ile birlikte aradan geçen 100 yıl sonra, 25 Mayıs 1954
tarihinde Osmanlı Devletinden kalan borçların tamamını ödeyerek mali
bağımsızlığına ulaĢmıĢtır. YaĢanan bu bir asılık borç sürecinde Osmanlı Devleti
sadece ekonomik bağımsızlığını değil, toprak bütünlüğünü de büyük ölçüde
kaybetmiĢ ancak yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti geriye kalan borcun yönetimini
iyi birĢekilde gerçekleĢtirerek ekonomik bağımsızlığına ulaĢmayı baĢarmıĢtır.

93
KAYNAKÇA

AÇBA, Sait: Osmanlı Devletinin Dış Borçlanması, Vadi Yayınları,


Ġstanbul, 1995.
AKSOY, ġerafettin: Kamu Maliyesi, (Kamu Harcamaları-Kamu Gelirleri-
Devlet Borçlar-Bütçe-Maliye Politikası), Filiz Kitapevi,
Ġstanbul, 1998.
BARKAN, Ömer L.: “Osmanlı Devletinin Sosyal ve Ekonomik Tarihi”,
Haz.:Hüseyin Özdeğer, Ġstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü yayınları, 2000.
BARKAN, Ömer L.: “Osmanlı Ġmparatorluğu Tarihi Üzerine Denemeler”,
Hacettepe Seri Konferansları, Cilt.XV,No.4, (Aralık
1970).
BERKES, Niyazi: 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi, Gerçek Yayınları,
Ġstanbul, 1970.
BĠBER, Ahmet: “Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun Dünya Sistemine
Eklenme Süreci ve AzgeliĢmiĢliğin Evrimi Uluslar
Arası Ġnsan Bilimleri Dergisi”, 1999,
(http://www.insanbilimleri.com).
BLAĠSDELL, D.C. : Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Denetimi,
“Düyunu Umumiye”, Çev. A.Ġhsan Dalgıç, Doğu-Batı
Yayınları, Ġstanbul, 1979.
CEM, Ġsmail: Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınevi,
Ġstanbul, 1970.
CEZAR, Yavuz: Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi
(XVIII. yy.dan Tanzimat‟a Mali Tarih), Alan
Yayıncılık, Ġstanbul, 1986
ÇAVDAR, Tevfik: Türkiye Ekonomisi Tarihi, Ġmge Yayınları, 2003.
EFENDĠ, Parvus : Türkiye’nin Mali Tutsaklığı, Düz: M. Sencer, May
Yayınları, Ġstanbul, 1977.
EKĠNCĠ, Mehmet Fatih : “Türkiye’nin Mali İntiharı”, BarıĢ Platin, LTD. ġTĠ.,
Haziran 2008, Ankara.

94
ELDEM, Vedat : Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları
hakkında bir Tetkik, Türk Tarih Kurumu Yayınevi,
Ankara, 1994.
ERGENÇ, Özer: “Osmanlı Klasik Dönemindeki EĢref ve Ayan Üzerine
Bazı Bilgiler” Osmanlı AraĢtırmaları III, Ġstanbul,
1982.
EROĞLU, Hamza: Türk İnkılap Tarihi, Milli Eğitim Basım Evi, Ġstanbul,
1982.
FALAY, Nihat: Maliye Tarihi, Filiz Kitabevi, Ġstanbul, 2000.
FĠġEK, Kurthan: “Osmanlı DıĢ Borçları”, S.B.F. Dergisi, Cilt 22, Sayı 3,
1967.
GĠRAY, Filiz: Maliye Tarihi, Ezgi Kitabevi, Ġstanbul, 2010.
GÜRAN, Tevfik: İktisat Tarihi, Acar Basım, Ġstanbul, 2003.
GÜRSOY, Bedri : “100.Yılında Düyunu Umumiye idaresi üzerinde bir
değerlendirme”, Ġstanbul: Ġ.Ü. Ġktisat Fak. Yay. 1984,
S.17-59.
GÜVEMLĠ, Oktay: “Türk Devletleri Muhasebe Tarihi‟‟,Tanzimat‟tan
cumhuriyet‟e 3. Cilt, Yeminli Mali MüĢavirler Odası
Yayını, Ġstanbul 2000.
GÜZ A.B. : “Taksime uğrayan Osmanlı Borcu”, Siyasi Ġlimler
Mecmuası, Ġstanbul: Sayı. 145, (Nisan 1943).
ĠNALCIK, Halil: Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Eren
Yayıncılık, Ġstanbul, 1996.
KAZGAN, Gülten : Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi,
Altın Kitaplar Yayınevi, Ġstanbul, 1999.
KAZGAN, Haydar : Galata Bankerleri, Cilt I, TEB, Orion Yayınevi,
Ankara, 2005.
KIRAY, Emine: Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, ĠletiĢim
Yayınları, 2.Baskı, Ġstanbul, 1995.
KOLERKILIÇ, Ekrem: Osmanlı İmparatorluğunda Para, DoğuĢ Matbaası,
Ankara, 1958.

95
KÖMÜRCAN, Kirkor : Türkiye İmparatorluk Devri Dış Borçlar Tarihçesi,
T.C.M.B, Ġstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu,
Yayın No.32, Ġstanbul, 1948.
KÜÇÜKÖMER, Ġdris: Osmanlılarda Kapitalist Düzene Geçilememesi, Saffet
Matbaası, Ġstanbul, 1968.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat: “Tanzimat Devrinde Yabancıların Ġktisadi Faaliyetleri”,
150. Yılında Tanzimat, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1992.
MĠNĠBAġ, Türkel : Çağ Atlatma Serüveni (1453-1980), Bağlam
yayınları, Ġstanbul: 1994
MÜDERRĠSOĞLU, A. : Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Maliye Tetkik
Kurulu Yayını, No: 162, Ankara: 1974.
AKDAĞ, M: Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş ve İnkisafı
Devrinde Türkiye’nin İktisadi Vaziyeti, Belleten
yayın, Ankara, 1950.
NOVĠÇEV, A.D. : Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi,
Çev: N.Dinçer, Onur Yayınları, Ankara, 1979.
ORTAYLI, Ġlber: İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, TimaĢ Yayınları,
Ġstanbul, 2009.
ÖKÇÜN, Gündüz: “1885 Öncesi Osmanlı Ekonomisine Genel Bir BakıĢ”,
1885-1985 Türkiye Ekonomisinin 100. Yılı ve Ġzmir"
Sempozyumu, Ġstanbul Ticaret Odası Ġzmir 1986.
ÖNER, Erdoğan: Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde
Mali İdare, Uyum Ajans, Ankara, 2005.
ÖNSOY, Rıfat: Mali Tutsaklığa Giden Yol Osmanlı Borçları 1854-
1914, Turhan Kitabevi, Ankara, 1999.
ÖNSOY, Rıfat : Osmanlı Borçları, Turhan kitabevi yayınları, Ankara,
1999.
ÖZDEĞER, Hüseyin: “I. Sultan Selim Kanunnamesi ve Tahlili”, Ġstanbul
Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Türk Ġktisat Tarihi Yıllığı,
1987.

96
PAMUK, ġevket : Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi, Ankara:
Yurt Yayınevi, 1984, 7.
SAYAR, Nihad S.: Türkiye İmparatorluk Dönemi Siyasi, Askeri; İdari
ve Mali Olayları, Ġktisadi Ticari Ġlimler Akademisi,
Nihat Sayar Vakfı Yayın No.288/513, Ġstanbul, 1978.
ġAHĠN, Hüseyin : Türkiye Ekonomisi, 2.b., Bursa Uludağ Üniversitesi
Yayını, 1993, S.2.
ġANDA, H.A.: Bir Yarı Müstemleke oluş tarihi, Sinan Matbaası,
Ġstanbul, 1932.
ġEKER, Murat: “Osmanlı Devletinde Mali Bunalım Ve Ġlk Borçlanma”,
C.Ü. Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Dergisi, Cilt 8, Sayı 2,
2007.
ġENER, Abdüllatif: Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, ĠĢaret
Yayınları, Ġstanbul, 1990.
TABAKOĞLU, Ahmet: Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi,
Dergâh Yayınları, Ġstanbul, 1985.
TEZEL, Yahya Sezai: Cumhuriyet Dönemi İktisadi Tarihi (1923-1950),
Yurt Yayınları No:4, Ankara, 1982.
TÖKĠN, Ġsmail H. : Türkiye’de Köy İktisadiyatı, Ġstanbul Matbaacılık
T.A.S. Basımevi, 1934.
UZUNÇARġILI, Ġ.Hakkı: Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı,
Türk Tarih Kurumu Yayın NO. VIII-16B, 3. Baskı,
1988.
ÜÇOK, CoĢkun – MUMCU, Ahmet – BOZKURT, Gülnihal: Türk Hukuk
Tarihi, SavaĢ Yayınları, Ankara, 2002.
ÜLGEN, Gülden: İktisat Bilimine Giriş, Der Yayınları, Ġstanbul, 2012
ÜLMAN, Haluk : Birinci Dünya Savaşına Giden Yol, A.Ü.S.B.F.
Yayını, No:333 Ankara: Sevinç Matbaası, 1972.
VELAY, A.Du : Türkiye Maliye Tarihi, Derleyen: Maliye Tetkik
Kurulu, Damga Matbaası, Ankara, 1978.
YENĠAY, Ġ.Hakkı: Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, Ġstanbul Üniversitesi
Ġktisat Fakültesi Yayını, Ekin Basımevi, Ġstanbul, 1964.
97
YILMAZ, Faruk : Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dış Borçlar, Ankara,
Berikan, 2003.

98

You might also like