Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 102

SUYUN HAFIZASI

Yazan: Shelagh Stephenson

Çeviren: Ayşe Üner Kutlu


Birinci Perde

Sahne karanlıktır. Mavimsi-yeşil bir lokal ışık kırk yaşlarındaki Vi’yi


aydınlatmaktadır. Vi makyaj masasında oturmaktadır. Üzerinde 60’lı
yıllara özgü yeşil bir gece elbisesi vardır. Kusursuzca yapılmış makyajı
ve saçıyla oldukça seksi bir kadındır. Küpeleriyle uyumlu bir kolye
takmıştır, tuttuğu sapsız el çantasından bir sigarayla çakmak çıkarır.
Sigarayı yakar. Spot ışık açılır ve odanın geri kalanı aydınlanır, loş, altın
rengi, gerçekdışı bir parıltı: ikiz bir yatağın hakim olduğu bir odayı
aydınlatmaktadır. Yatakta Mary gözlerinde güneş gözlükleriyle
uzanmıştır. Vi’yi izlemektedir. Oda eski moda döşenmiştir; bir makyaj
masası, ona uygun bir gardrop. Giysilerden bazıları bir sandalyenin
üzerine atılmıştır. Yatağın arkasındaki duvarda tavandan yere çapraz
uzanan bir çatlak dikkat çekmektedir. Yerde açık bir bavul, yarısı
toplanmış durmaktadır, komodinin üzerinde yarı içilmiş bir viski şişesi ve
üst üste yığılmış kitaplar vardır.

MARY: Ne istiyorsun?

VI: Biri bu çekmeceleri karıştırmış.

MARY: Ben yapmadım.

VI: Ne bulacağını sanıyordun?

MARY: Hiçbir şey.

Vi çekmeceyi kapatır ve yatağa bakar.

VI: Çatlak gittikçe kötüleşiyor. Manzaradaki değişikliği farkettin mi?

MARY: Hayır.

VI: İyice yaklaştı.

1
MARY: Ne yaklaştı?

VI: Deniz. 50 metre daha yakına geldi. Sonunda evi de kaplayacak.


Arkasında bir iz bırakmadan, her şey yokolacak. Burada yaşanan koca bir
yaşam, boğulup, batıp gidecek. Sanki hiç olmamış gibi.

MARY: Yeşil bir teneke kutu vardı, hatırlıyor musun. Üzerinde


kasımpatı resimleri olan.

VI: Hayır.

MARY: İçinde gazeteler vardı. Yokolmuş. Nerede o kutu?

VI: Hiçbir fikrim yok.

MARY: Ne yaptın onu?

Vi komodinin üzerinden birkaç kitap alır, başlıklarına bakar

VI: Kafaya alınan darbeler ve Nöral Davranışlardaki kısa süreli etkileri…


Hafızanın Fenomolojisi…. Beynin Peripheral Sinyalleri. (Kitapları
bırakır) Hayret bir şeysin Mary. Biraz beyaz dizi falan okusana sen.

Sahne kararır. Komodinin üzerindeki lamba yanar. Vi yoktur. Mary


yatakta yüzükoyun yatmaktadır. Kımıldanır ve yataktan çıkar, makyaj
masasına gider, çekmeceleri açar, karıştırmaya başlar. Telefon çalar.

MARY: Alo?...Saat kaç?..Öyle olsa seninle konuşamazdım değil mi?


Bayılmış olurdum…Neredesin? Ne… sen ne? Şimdi de seni istasyondan
almamı mı isteyeceksin?

Kapı açılır, Teresa girer.

TERESA: Aaa..

MARY: Bir dakika bekle…( Teresa’ya) Telefon sana değil.

TERESA: Kim o?

MARY: ( Arayan kişiye) Ne? Neredesin? TAMAM, TAMAM. Sonra


görüşürüz. Seni almamı istemediğinden emin.. (Telefon kesilmiştir)
Alo?... Siktir ya.

2
TERESA: Kimdi o?

MARY: Telefon sapığı. Muhabbeti bayağı sardı beni.

TERESA: Burada kalmayacak herhalde değil mi?

MARY: Kim?

TERESA: Konuştuğun sevgilindi değil mi?

MARY: Ne kadar uyudum ben?

Çalar saati alır ve gözlerini ovuşturarak bakmaya çalışır.

TERESA: Karısı nasıl?

MARY: Of..İki buçuk saat uyumuşum.

Kendini yeniden yatağa bırakır. Teresa’ya bakar.

Sen neden bu kadar uyanıksın?

TERESA: Sabahın beşinden beri ayaktayım. O zaman karısını evde


bırakıyor, herhalde.

MARY: Sesinde yine o iğneleyici tavır var. Böyle her an batırmaya


hazır.

TERESA: Sadece sordum---

MARY: Ya tabi ki karısını getirmiyor. Annesine gitmiş, kalmaya.

TERESA: Hasta olduğunu zannediyordum.

MARY: Belki solunum cihazına bağlandı. Belki de mucizevi bir şekide


iyileşti. Bilmiyorum. Sormadım.

TERESA: Nerede uyuyacak?

MARY: Ne?

TERESA: O yatakta onunla birlikte uyuyamazsın.

3
MARY: Otelde kalacak.

TERESA: Önemli bir şey var sandım.

MARY: Ne?

TERESA: Telefon çalınca. Cenaze hizmetlerinden ya da öyle biri


sandım.

MARY: O işleri hallettik. Şimdi biraz uyuyabilir miyim?

TERESA: Catherine nerede?

MARY: Bu gece bir arkadaşında kalabilirmiş.

TERESA: Hala görüştüğü arkadaşları mı varmış yani?

MARY: Olabilir. Bilmiyorum.

Döner, yerleşir, gözlerini kapatır. Teresa bir süre onu izler.

TERESA: Telefon edip haber verebilirdi. Başına bir şey gelse. Dışarıda
kar yağıyor.

MARY: Otuz üç yaşında bir insandan bahsediyorsun Teresa

TERESA: Yollar berbat durumda.

MARY: Bir taksi bulur gelir.

TERESA: Belki de eve gelmemesi daha hayırlı oldu. Büyük ihtimalle


dört şişe içki içip eve polis eşliğinde gelecekti. Sonra da şu sandalyeye
oturup televizyonun üzerine falan kusacaktı.

MARY: Onu yaptığında on üç yaşındaydı.

TERESA: Elektrik çarpmadığına dua etsin.

MARY: Televizyon fişe takılı değildi.

TERESA: Evet takılıydı, ben izliyordum. Dallas ‘ı izliyordum.

4
MARY: Hayır televizyon kapalıydı. Olmayan şeyleri hatırlayıp durmasan
keşke.

TERESA: Ben buradaydım, sen yoktun.

Mary uyumaya çalışmaktan vazgeçer. Oturur.

MARY: Buradaydım.

TERESA: O dediğin başka bir olaydı. Esrar yemişti de kusmuştu.

MARY: O bendim. Esrarlı kek yemiştim.

TERESA: Catherine’di.

MARY: Bendim.

TERESA: Ben buradaydım.

MARY: O zaman ben neredeydim?

TERESA: Ev ödevini falan yapıyordun herhalde. Kurbağaları


kesiyordun. Tavşanların canlı canlı derilerini yüzüyordun. Kedileri
boğuyordun. Her zaman yaptığın şeyler işte.

MARY: Teresa. Bir saat daha uyumak istiyorum. Hiç havamda değilim,
tamam mı?

Yatağa yatmaya çalışır, sonra yatağın içinden onu rahatsız eden bir şeyi
çekip çıkarır: ucunda plastik haznesi olan camdan bir mekanizma.
Yatağın kenarındaki sehpaya koyar ve yeniden yatar. Teresa alır.

TERESA: Olamaz ya, olamaz ya….Bu o şey mi, bu?

MARY: Bilmem. Sence ne?

TERESA: Göğüs pompası.

MARY: Gardrobun üstünde buldum. Benim olsun.

TERESA: Neden?

MARY: Çünkü saati ve nişan yüzüğünü sen aldın.

5
TERESA: Lucy için aldım. Kendim için değil. Lucy için.

MARY: Tamam. Demek göğüs pompasını sen istiyorsun. Al senin olsun.

TERESA: İstemiyorum.

MARY: İyi. Anlaştık o zaman. Şimdi bir izin ver de uyuyayım.

TERESA: Öyle kafana estiği gibi alamazsın bir şeyleri.

MARY: Sen aldın ama.

TERESA: Tamam, şimdi anlıyorum. Konunun ne olduğunu.

Mary yerinde doğrulur.

MARY: Konu falan yok. Konu benim bir türlü uyuyamamam. Yapma
Allahaşkına Teresa, sabahın köründe bunları konuşmayalım

Mary yorganı başının üzerine çeker. Sessizlik. Teresa kapıya gider,


döner.

TERESA: Telefonu meşgul etme olur mu, Frank’in aramasını


bekliyorum, cep telefonum da şarjda-

MARY: Sakın o cep telefonunu cenazeye götürme, geçen defa-

TERESA: Öff, uyusana sen.

Mary doğrulur.

MARY: Babam tabutundan fırlayıp sana bir yumruk atmadı ya,


şaşıyorum

TERESA: Çantamda olduğunu bilmiyordum.

MARY: Meşgul tonu verebilirdin, açıp konuşmak zorunda değildin.

TERESA: Konuşmadım.

MARY: Konuştun. Duydum. Toplantıda olduğunu söyledin.

6
TERESA: Kafandan uyduruyorsun. Kafadan uydurma bir hatıra daha.

MARY: Bütün hatıralar uydurmadır.

TERESA: Benimkiler değil.

MARY: Hatta bizzat seninkiler uydurma.

TERESA: Ya, benimkiler uydurma seninkiler değil, öyle mi?

MARY: Öyle bir şey demedim.

TERESA: Bu Ray-Banlar de ne oluyor?

Mary gözlükleri çıkarır

MARY: Işık açıkken uyuyamadım.

TERESA: Kapatsaydın o zaman.

MARY: Karanlıktan korktum.

TERESA: Ne zamandır korkuyorsun karanlıktan?

MARY: Senin için sorun yok tabi. Onun yatağında yatan sen değilsin.

TERESA: Oh, yapma allah aşkına!

MARY: Boş odayı şipşak kapıverdin.

TERESA: Önce ben geldim.

MARY: Çarşaflar değiştirildi mi?

TERESA: Evet.

MARY: Ne zaman?

TERESA: Ne farkeder?

MARY: Yatağında uyumak hoşuma gitmiyor sadece.

TERESA: Yatakta ölmedi sonuçta.

7
MARY: Bu yatakta yatan en son o yatmıştı. Onun saç ve deri
parçalarıyla dolu—

TERESA: Sus-

MARY: Rahatsız oluyorum.

TERESA: Ne derisinden saçından bahsediyorsun.

MARY: İnsan hücrelerini döker. Uyurken dökülürler. Daha önce bir ayak
tırnağı buldum.

TERESA: Lütfen.

MARY: O tırnağı belki boynuma bir kolye asar içinde saklarım. Ya da


acaba belki başka bir-

TERESA: Bir susar mısın!

Mary yatağın kenarındaki sehpadan bir kitap alır.

İşinden beş dakika bile kopamıyorsun değil mi, böyle bir zamanda bile?

MARY: Bir hastam var. Çok kötü durumda.

TERESA: Annen de çok kötü durumda bir hastaydı.

MARY: Yine başlama, Teresa

TERESA: Tabi, hiç şikayet etmedi. Çünkü senin işin çok önemli. Yani
Allahtan sonra doktor gelir, o kadar önemli bir şey doktor olmak, ama
Frank’le ben dükkan işletiyoruz, her an bırakılabilecek kadar önemsiz bir
iş.

MARY: Bu benim suçum değil.

Sessizlik

TERESA: Neden hep böyle oluyor?

MARY: Ne?

8
TERESA: Neden hep kavga ediyoruz?

MARY: Kavga etmiyoruz, tartışıyoruz

TERESA: Tamam, neden tartışıyoruz?

MARY: Çünkü anlaşamıyoruz.

TERESA: Tabi ki anlaşıyoruz.

MARY: Of tamam, dediğin gibi olsun.

Viski şişesini açar ve kafasına diker. Teresa ona dehşet içinde bakar

TERESA: Daha yataktan çıkmadın

MARY: Bu olayı atlatmamızın tek yolu bu

Teresa’ya kadehi uzatır, Teresa reddeder

MARY: Sabahları böyle sık sık içer misin?

TERESA: Tabi ki içmiyorum, sen beni ne sanıyorsun?

MARY: Doktorların çoğu alkoliktir. Stresten.

TERESA: Biri öldüğünde viski içersin. Bu normaldir, içki yatıştırıcıdır,


normal insanlar anormal zamanlarda bunu içer.

İçkisinden bir yudum daha alır. Sessizlik.

Tamam. Bak, artık birbirimize iyi davranalım.

Sessizlik

Anneleri yeni ölmüş insanlar ne hakkında konuşur?

TERESA: Bilmem. Cenaze işlemleri. Tabutun rengi. Bir yerlerde bir


listem olacaktı.

MARY: Aslında bir kitapçık olmalı. Düğünlerde verdiklerinden. Aileler


için ani ölüm kitapçığı. Ders bir: Kötü Haberi Vermek. Kullanılmaması
gereken cümle: Bil Bakalım Ne Oldu?

9
TERESA: Kafam karışmıştı, doğru düzgün düşünemiyordum-

MARY: Loto çıktı sandım sen öyle deyince-

TERESA: Biraz anlayışlı olmak senin için çoook zor, değil mi?

MARY: Pardon, unutmuşum. Nasılsın?

Teresa saatine bakar.

TERESA: Bir saat önce araması gerekiyordu.

MARY: Nasılsın derken Frank’i kastetmiyordum.

TERESA: Nasıl hissettiğimi bilmiyorum. Yediğim her şeyde tuz tadı var.

Sessizlik. Odada ilerler ve Mary’den viskiyi alır. Bir dikişte içer ve


yüzünü buruşturur.

Tuz. Her şeyde tuz tadı var.

Kadehi geri verir. Yatağa oturur.

Cenazeyi kaldıracak adamın eli takma.

MARY: Yok artık!

Sessizlik

Nasıl görünüyor?

TERESA: Pembe

MARY: Gerçek eline ne olmuş?

TERESA: Ben nereden bileyim?

MARY: Sormadın mı?

TERESA: Pek uygun gelmedi sormak.

MARY: Doğru. Pek uygun olmazdı herhalde.

10
TERESA: Bize tabut resimlerini gösteriyordu.

MARY: E gösterecek tabi, işi bu.

CATHERINE: ( Dışarıdan) Merhaba!

MARY: Hah bir bu eksikti!

TERESA: Buradayız.

Catherine aceleyle içeri dalar, üzerinde kat kat ceketler ve atkılar,


alışveriş torbalarını yüklenmiştir. Konuşurken bir taraftan da
üzerindekileri çıkartır.

CATHERINE: Of ya kıçım dondu, buz gibi dışarısı. Sanki antartikayı


keşfediyoruz amına koyayım ya.Taksi buzun üzerinde bir o yana bir bu
yana kayıyordu, bu arada şoför de alışverişten mi geliyorsunuz, keyifli bir
yolculuğa mı çıktınız deyip duruyordu. Ben de evet dedim çok keyifli
aslında, bir cenazeye,anneminkine. Bir daha çenesini açmaz diye
düşünüyordum ki, annemi tanıdığı ortaya çıktı. Nasıl bir yermiş burası ya,
unutumuşum. Herkes kasabın kızının kocasının anasının kedisini bile
biliyor burada . Neyse adam perişan oldu, arabayı kenara çekmek zorunda
kaldık, ben de onu cenazeye çağırdım. Adı Dougie. Eminim gelmeyecek
cenazeye. Of ya, karnımın en altında çok garip bir ağrı var, bakın, tam
burada, tam kasık kemiğimin üzerinde. Bir şeyler batıyor, bükülüyor
sanki, yani ya bende bir çeşit kist var, ya da, aslında, doğru ya, ne
olduğunu biliyorum galiba. Yumurtlama dönemindeyim herhalde. Çok
ilginç değil mi? Yumurtaların çıkışını hissediyorum. Ama bir dakika ya,
daha yumurtlama dönemimin gelmemiş olması lazım. Aynı ay iki kez
yumurtlanamaz değil mi? Apandisitim olması da imkansız, çünkü
apandisitim yok. Siktir. Demek ki bende adet öncesi sendrom var. Bu da
demektir ki, yumurtalıklarımda kist var.

Sessizlik

MARY: Seni hastaneye götürmemizi ister misin, yoksa mutfak masasına


yatırıp çekip çıkartıvereyim mi?

CATHERINE: İyiyim ben.

MARY: İyi, çünkü ikisini de yapacak halde değilim.

CATHERINE: Süper fikir ya, viski.

11
Şişeyi alır ve bir yudum içer

TERESA: Neredeydin ?

CATHERINE: Alışverişte.

TERESA: Alışverişte mi?

CATHERINE: Valla senin deyiminle ruh halimdeki kaygıları bastırmak


için kendimi farklı yollarla tatmin ediyordum, benim deyimimle kısaca
alışverişteydim.

TERESA: Bütün gece mi?

CATHERINE: Bir kadeh bir şey içmeye gittim. Birkaç arkadaşla


takıldım.

TERESA: Hangi arkadaşlar?

CATHERINE: Sen tanımazsın. Of ya, yine başlıyoruz. Sana oldu mu


hiç? Tam burası. Tam karnımın alt tarafı.

TERESA: Hayır

CATHERINE: Sence ne olabilir bu?

MARY: Hiçbir fikrim yok.

TERESA: Seni çok merak ettik.

CATHERINE: Bak, tam burası-

Mary’nin elini tutar ve kasığının üzerinde tutar

MARY: Gaz.

CATHERINE: Senin elinden hiç sağ çıkan hasta oluyor mu?

TERESA: Bir telefon edebilirdin. Neredeydin, haber verseydin en


azından.

12
CATHERINE: Limanda denizcilerle fingirdeşiyordum, sen ne
sanmıştın?

MARY: Bilseydim ben de seninle gelirdim.

TERESA: Sadece biraz duyarsızca davrandığını-

MARY: Evet öyle. Her şeyin bir yeri zamanı var-

TERESA: Ortadan kaybolmalar, bizi burada bütün bu…bu şeylerle


başbaşa bırakmalar.

CATHERINE: Bu şeyler ne demek ya? Ayakkabılarımı beğendin mi?


Ayakkabı almadan duramıyorum. Kokularını bile seviyorum. Doğruya
doğru, yeme bozukluğu gibi bir şey bendeki, ama değil, onun ayakkabılı
versiyonu, ama o da değil çünkü bazen iç çamaşırlara taktığım da oluyor.
Size hiç oluyor mu, bir kerede yirmi çift spor ayakkabı aldığınız oluyor
mu, biraz depresyona girdiğinizde.

TERESA: O şeyleri cenazeye giyemezsin. Şu rock yıldızı vardı


hani,civcivleri ayakkabılarıyla ezen, hah, aynen o ayakkabılar..

CATHERINE: Cenaze için almadım onları.

MARY: Bu ayakkabılar ilk moda oldukları zaman da korkunç


görünüyorlardı.

CATHERINE: İndirimden aldım.

MARY: A öyle mi, bak rahatladım şimdi.

CATHERINE: Neyini beğenmediniz bunların?

TERESA: Hiç paran yok sanıyordum

CATHERINE: Kredi kartıyla aldım. Neyini beğenmediniz?

TERESA: Beş parasızım demiştin.

CATHERINE: Of ya, beş paran olmaması alışveriş yapamayacağın


anlamına gelmez. Kendimi biraz neşelendirmeye çalışıyorum, yoksa buna
da mı izin yok? Daha eve girer girmez, böyle dalga dalga hissettim, ikiniz

13
tetikte bekliyorsunuz, eleştirecek bir şey bulmak için. Hayret bir şey,
neden bende özgüven eksikliği olduğu belli işte.

MARY: Sendeki ego Asya Kıtası’ndan daha büyük.

CATHERINE: Sizden benim ayakkabılarımla ilgili bu tavırlarınızı


açıklığa kavuşturmanızı istiyorum. Yani , tamam ayakkabılarımı
sevmediğiniz ortada ama, neden hep bu böyle küçümseyici, alaycı haller
takınıyorsunuz? Neden açık davranıp ayakkabılarından nefret ediyoruz
demiyorsunuz?

MARY: Ayakkabılarından nefret ediyorum. Şimdi uyuyabilir miyim?

TERESA: Benim merak ettiğim, madem beş paran yok nasıl dışarı çıkıp
alışveriş yapabiliyorsun?

MARY: Çalıyor.

CATHERINE: Ne yapmam gerekiyordu, biriniz söyler misiniz bana!

MARY: Şaka yaptım.

CATHERINE: Tamam, biliyorum, annem öldü-

TERESA: O şekilde ifade etmene hiç gerek yok-

CATHERINE: Siz de oturup ağlamamı istiyorsunuz, ama yapamam.

MARY: Ben istemiyorum, ben gitmeni istiyorum.

CATHERINE: Bana hep böyle davranıyorsunuz.

MARY: Çok yorgunum.

CATHERINE: Bana söylediğiniz bazı şeyler, yani, çekilir gibi değil.


Sanki ben sayılmıyorum. Bütün hayatım boyunca. Ama artık
çekmeyeceğim, artık çekmeyeceğim bunu, tamam mı?

TERESA: Uyuşturucu mu kullanıyorsun, Catherine?

CATHERINE: Of Allahaşkına ya. Buraya ayak basana kadar gayet


iyiydi moralim.

14
TERESA: Annen daha yeni öldü, moralin nasıl iyi olabilir. Biraz daha
duyarlı olmayı denesen-

CATHERINE: Kimse bana karşı duyarlı davranmıyor.

MARY: Bok gibi de duyarlı davranıyoruz sana!

Sessizlik

CATHERINE: Xavier aradı mı?

MARY: Kim?

CATHERINE: Xavier.

MARY: Adı Pepe sanıyordum.

CATHERINE: Gördünüz mü, bana aynen böyle davranıyorsunuz işte.


Bu sürekli, bitmeyen, sonsuz küçümseme.

TERESA: Aramadı.

CATHERINE: Onunla evlenmek üzereyim ama siz daha adını doğru


düzgün söyleyemiyorsunuz.

MARY: Sen hep birileriyle evlenmek üzeresindir.

CATHERINE: Bu da ne demek şimdi?

MARY: Ama asla evlenmezsin.

TERESA: Aa, ikiniz de kapayın çenenizi.

Sessizlik

CATHERINE: Ağrı kesici almazsam , öleceğim.

MARY: Çantamda parasetemol olması lazım.

CATHERINE: Daha egzotik bir şey yok mu?

MARY: Hayır, senin için yok. Ön göze bak. Şimdi, ikiniz de gidip biraz
uyumama izin verir misiniz?

15
TERESA: Organik yulaf suyu isteyen?

Catherine parasetemolu bulur ve iki adet alır.

CATHERINE: Kendi çişimi içerim daha iyi

MARY: Valla belli olmaz..

CATHERINE: Kendi çişimi falan içmiyorum.

MARY: Henüz.

CATHERINE: Normal çayımız yok mu?

TERESA: Mutfaktaki içeceklerin hepsi kimyasal dolu. Kanseri suya


karıştır iç aynı şey.

MARY: Of, bazen öyle boktan konuşuyorsun ki-

TERESA: Bazı insanlara göre kendi çişini içmenin-

MARY: Evet biliyorum. Hepsi manyak öyle düşünenlerin.

TERESA: Hakkında hiçbir şey bilmediğin konularda hep o kadar


eminsindir zaten.

MARY: Sen de bir bok bilmeden boktan boktan konuşmaktan başka bir
bok bilmiyorsun.

TERESA: O kadar dar fikirlisin ki, beni çileden çıkartıyorsun. O kadar


burnun büyük ki, dinlemiyorsun bile-

MARY: Eğer Allah kendi idrarını içmeni isteseydi, sidik torbandan


ağzına kamışımsı bir bağlantı yapardı. Kıçının altına bir bardak koymak
gibi aşağılayıcı davranıştan seni kurtarmak için. Şimdi lütfen, sadece bir
saat dinlenmek istiyorum.

TERESA: Yapmamız gereken şeyler var.

MARY: Bekleyebilirler.

CATHERINE: Sıcak bir duş alıp ot içeceğim. Bunu çekemeyeceğim.

16
Catherine çıkar.

TERESA: Yine iş başa düştü. Her zaman bana kalıyor işler.

MARY: Git de dinlen Teresa.

TERESA: Gidip uzanamam, oturamıyorum bile. Hiçbir şeyle başa


çıkamıyorum, o rahatlatıcı çaydan yapıcam kendime.

Teresa çıkar.

MARY: Pasiflora var bende çok daha iyi -

TERESA ( Dışarıdan) : Gerginim sadece, böyle olurum ben. İlaca


ihtiyacım yok.

Geri gelir, elinde çantası, şarkı gibi mırıldanarak

TERESA: Tam buğday unu, yarım kilo kuzu incik, bir güzel haşla.
Kenara al. İki orta boy soğan ve iki diş sarmısağı sotele…

MARY: Ne yapıyorsun?

TERESA: Tarif. Tarif ezberliyorum. Çok rahatlatıcı. Meditasyon


yapmayı denedim ama konsantre olamıyorum. ‘om’ diyeceğime, yapmam
gereken tüm telefon görüşmelerini düşünüyorum. Fırında soğanlı incik
tarifi işe yarıyor.

MARY: Sen vejeteryansın.

TERESA: Cevizli kek tarifini de denedim ama işe yaramadı. Bak şimdi
de ağzımda yine o tuz tadı var , midem bulanıyor.

MARY: Psikomatik.

TERESA: Psikomatik olduğunu biliyorum. Kabul ediyorum, tamam mı.


Sadece bitmesini istiyorum, o kadar.

Catherine elinde mektuplarla gelir

CATHERINE: Yine hayran mektupları.

17
MARY: Hani kist ağrını dindirmek için duş alacaktın.

CATHERINE: Su ısınmamış. Aslında hala canımı sıkıyor, keşke geçse


de-

Alışveriş torbalarının yanına giderek çeşitli kıyafetler çıkarır. Gardrobun


kapağını açar, aynanın karşısında kıyafetleri üzerine koyarak kendini
inceler.

Bence stresten oluyor. Yani, aşırı stresli bir durum yaşıyoruz, değil mi, ne
zaman ilaçları fazla kaçırsam hep böyle oluyor. Geçen yıl, bacaklarıma
tuhaf bir şeyler olmuştu, sanki kendi kendilerine hareket ediyorlardı,
böyle gergin falandı bacaklarım. Ne zaman uyumaya kalksam, seğirip
kıpırdamaya başlıyorlardı. İspanya’daki doktor bu durumun birçok
insanda görüldüğünü, sadece biraz rahatlamam gerektiğini söyledi, ama
yapamıyorum, inanılmaz hızlı bir metabolizmam var ve bir de karnımda
stresten olduğu kesin olan bir kasılma şeyi var, eminim hassas bağırsak
sendromu var bende. Yani, bir anlığına azıcık gerilsem, anında başlıyor,
ben de hemen hissediyorum, çünkü vücudumla sürekli yakın temas
halindeyim, neredeyse konuşuyor benimle , öyle bir durum var yani.

Es.

TERESA: Galiba deliriyorum ben.

CATHERINE: Dün gece rüyamda yoga uçuşu yapıyordum. Eminim


bunun da bir anlamı vardır-

Üzerindeki ceketi çekiştirir

Bu kıyafet konusunda emin değilim, ne dersiniz? Bence bana siyah


yakışmıyor, kesin yakışmıyor.

TERESA: Telefon çalar çalmaz anlamıştım.

CATHERINE: Sizce cenazeye pantolon giyilir mi?

TERESA: Frank’e dedim ki ben cevaplayamam telefonu. Onu hastanede


öylece bırakmamalıydık. Yanında kalmalıydık.

MARY: Nereden bilecektin.

18
TERESA: Hastaneler beni hasta ediyor, ben de duramadım. Odadaki
öbür hastalar çoktan ölmüş gibi görünüyordu, hepsinde birer sonda,
yüzlerinin rengi soluk gri.

Mary mektupları açmıştır. Okur.

MARY: ‘Acınızı en derinden paylaşıyoruz, Mimi’. Mimi de kim?

TERESA: Frank telefonu açtığında “ Durumu kötüleşti, bir an önce


hastaneye gelmelisiniz” demişler. Telefonu aldım ve “ Öldü değil mi,
sabahın üçünde biri ölmediği sürece aramazsınız” dedim. Sonra -burası
biraz korkunç ama-, telefonu kapadığım an deli gibi sevişmek istedi
canım, mide bulandırıcı biliyorum, Frank de sonradan öyle söyledi zaten.
İkinizi aramam gerekiyordu, biliyorum, ama içimden bir ses onun
ölmemiş olabileceğini söylüyordu, aslında ölmüştü biliyorum, ama
telefonda bunu söylemediler, ben de ikinizi uyandıracaktım, hem ne
anlamı vardı ki zaten, kilometrelerce ötedeydiniz-

MARY: Teresa TAMAM. Artık düşünme bunları-

TERESA: O yüzden hemen aramadım sizi. Mimi bu sokakta, üç ev


aşağıda oturuyor.

CATHERINE: Ya birinizden bir etek ödünç alabilir miyim?

TERESA: Sürekli olanları düşünüyorum, dönüp dolaşıp-

CATHERINE: Beni dinliyor mu kimse?

MARY: Kapa çeneni de otur şuraya. Kistin patlayacak şimdi.

TERESA: Doktor da on iki yaşında falan gibi davranıyordu , ne


diyeceğini bilemiyordu. Sonunda onun yerine biz açıklama yapmak
zorunda kaldık. Kalemiyle oynayıp, olanları bize anlatmaya çalışıyordu,
sonunda Frank “ Yani söylemek istediğiniz artık geri gelmeyecek mi?
Söylemek istediğiniz o öldü mü? Sonra doktor “ Aşağı yukarı öyle “ dedi.
Ben de “ Aşağı yukarı da ne demek “ dedim.Ya ölü ya da değil, dalga mı
geçiyorsunuz ya, insan biraz ölü olamaz herhalde. Sonra gözüm
ayaklarıma takıldı, ayağımdaki ayakkabılarda bir tuhaflık vardı. Biri
siyah, diğeri kahverengiydi. Alakaları bile yoktu birbirleriyle. Birden
gülmeye başladım ve kendimi durduramadım. Bana yatıştırıcı vermek
zorunda kaldılar. Frank şoka girmişti. Onlar bizim gibi değil, ailesi de

19
yani, İtalyan kanı var onlarda. Biri ölünce ağlarlar. Kafaları karışmaz,
kahkaha da atmazlar.

CATHERINE: Tek bir şey soruyorum, eteğinizi ödünç alabilir miyim?

MARY: Catherine lütfen kapat şu çeneni.

CATHERINE: Biriniz cevap verse, ben de-

MARY: Evet alabilirsin, sıçtığımın eteğini!

Sessizlik. Teresa çantasına gider ve bir ilaç kutusu çıkarır. İçinden iki
tane alır.

CATHERINE: Onlar ne?

TERESA: Sinir hapları. Sen de al bir tane, allah aşkına. Hatta altı tane al.
Hepsini birden al. Tamamen organik bunlar, kimyasal değil.

CATHERINE: Ben kimyasal olanları seviyorum

TERESA: ( Çantasını yatağın üzerine boşaltarak) Tamam, içme o


zaman. Bir liste yapmıştım, yapılacaklarla ilgili.

MARY: Sonra yaparsın Teresa.

TERESA: Yapamam. Hiçbir şey yapmadan duramıyorum. Şimdi


yapmam lazım.

MARY: Sağlıklı besin endüstrisinin yüz karası bir örneğisin.

TERESA: Takviye. Sağlık takviye ürünleri yapıyoruz. Alternatif tıp


ürünleri. Sana daha kaç kere söylemem gerekiyor? Bunu bilerek
yapıyorsun, bile bile yaptığımız şeyi yanlış yorumluyorsun, sana komik
geliyor herhalde, artık bıktım bu tavırlarından.

CATHERINE: İkiniz de beni çok geriyorsunuz.

TERESA: Seni geriyor muyuz? Geldiğinden beri bir dakika susmadın


ya. Haplanmış gibi oradan oraya zıplayıp duruyorsun, ki şimdi düşündüm
de, büyük ihtimalle haplanmışsındır zaten, yumurtalıkların hakkında vır

20
vır konuşuyorsun, yok efendim, bacaklarınmış, adet öncesi gerginlikmiş.
İç organların çok umrumdaydı. Cep bilgisayarım nerede benim?

Hepsi belli belirsiz odaya bakınır. Sessizlik.

MARY: Nasıl bir şey?

TERESA: Bir dakika önce buraydı, burada bir yerde-

Teresa çantasını yere fırlatır. Sessizlik. Catherine ona elindeki ottan


teklif eder.

CATHERINE: Bir nefes alsana?

TERESA: Sağol, kalsın.

MARY: Al al, iyi gelir bence.

CATHERINE: Tamamen organik. Bahçede kendimiz yetiştiriyoruz.

Teresa çekingen, bir nefes alır. Sonra bir tane daha. Sessizlik

CATHERINE: Hastaneye gittiğinde. Öldüğü zaman yani.

TERESA: Hımmm?

CATHERINE: Gördün mü onu?

TERESA: Kimi?

CATHERINE: Annemi

TERESA: Tabi ki gördüm

CATHERINE: Nasıl görünüyordu?

TERESA: Uyuyor gibi. Sanki uyuyor gibiydi.

Catherine otu geri alır.

CATHERINE: Oh, iyi bari

Sessizlik

21
TERESA: Cep bilgisayarımdaydı liste. Yaptığım liste oradaydı

Catherine bir zarfı açar ve kartı okur.

CATHERINE: “ Böyle kötü bir zamanda tüm kalbim sizlerle birlikte.


Anneniz olağanüstü bir kadındı. Norman Pearson.” Norman Pearson mı?

Teresa ondan kartı alır ve bakar.

TERESA: Patterson, Pearson değil. Norman Patterson.

MARY: Kim o adam. Olağanüstü bir kadın da ne demek ayrıca?

TERESA: Bilmiyorum. Meyve bahçesi var adamın.

CATHERINE: Açlıktan ölüyorum. Başka acıkan var mı?

MARY: Belki de sevgilisi falandır.

CATHERINE: Karnım kazınıyor. Şöyle pis sağlıksız bir şeyler var


mıdır, bisküvi falan en azından, ha bisküvi var mı?

TERESA: Kafası gittikçe daha çok karışıyordu. Yavaş yavaş vücudu


iflas ediyordu. Her şeyi denedim. Ona birçok şey önerdim. Onu
kasabadaki detoks merkezine götürmek istedim. Hiçbirini kabul etmedi

MARY: Bence bağırsak lavajı pek iyi bir çözüm değilmiş. Alzheimer
hastalığı için.

TERESA: Bağırsak lavajıyla ilgili bir şey bildiğin yok.

MARY: Bağırsakların kendi kendine çalışmak üzere tasarlandığını


biliyorum, pompaya falan gerek kalmadan.

TERESA: Kendine hiç bakmıyordu, sorun buydu.

MARY: Yetmiş beş yaşındaydı. Ve öldü. Kurcalayıp durma artık.

TERESA: Sigara da içiyordu.

MARY: E ne olmuş?

22
TERESA: Öldü çünkü kendine doğru düzgün bakmadığı için kalbi iflas
etti.

MARY: Bence pek doğru değil bu söylediğin.

TERESA: Doktor olan sensin, doğru olduğunu biliyorsun.

MARY: Tamam. Hepsi onun suçu. Dilimlenmiş beyaz ekmek yedi, ve


ölmeyi haketti. Ama siz eve sokmazsınız beyaz ekmeği, toptan
kurtuldunuz demektir ölümden. Bunu demek istiyorsun, değil mi? Biz
yani sizin dışınızdakiler, başımıza gelecekleri hakediyoruz, çünkü doğru
beslenmeyi takmayıp kafamıza göre hareket ediyoruz. Yoksa iki metrelik
plastik tüpü popomuzdan soktuklarında-

TERESA: Allaha şükür doktorum sen değilsin-

MARY: Allaha şükür sen hastam değilsin.

TERESA: Şunu demek istiyorum, eğer düzgün beslenirsen-

MARY: Benim de demek istediğim, insanlar ölür. Bundan kaçamazsın.


Sen bile.

TERESA: Valla ikiniz da gayet başarılı bir biçimde kaçmayı başardınız,


annemin ölümü söz konusu olunca. Burada yoktunuz bile.

MARY: Harika. Suçluluk festivali. Sonunda buraya varacağımızı


biliyordum.

CATHERINE: Beni suçlu hissettirmeye çalışmanın anlamı yok. Çünkü


hissetmiyorum

TERESA: Aklımın ucundan bile geçmedi öyle hissedeceğin.

CATHERINE: İstersin, ama öyle hissetmeyeceğim. Kabul etmiyorum.


Suçlu hissetmemi gerektirecek hiçbir şey yok. Onu sevmezdim zaten.

MARY: Kimi?

CATHERINE: Annemi.

TERESA: Saçmalama.

23
CATHERINE: O da beni sevmezdi.

MARY: Tabi ki severdi.

CATHERINE: Nereden biliyorsun?

TERESA: Senin annendi o.

CATHERINE: Ben, ben korkunç bir çocukluk geçirdim.

TERESA: Hepimizin çocukluğu aynı geçti .Korkunç falan değildi

CATHERINE: Benimki öyleydi.

MARY: Egomanyak olduğun için.

CATHERINE: Hafıza kaybı geçirdin herhalde dedi.

MARY: Kim söyledi bunu sana?

CATHERINE: Kendi söyledi. Haberim olmadan kedimi uyuttu. Beni


dolaba kapattı. Kaza olduğunu söyledi ama değildi.

MARY: Ne zaman yaptı bütün bunları?

CATHERINE: Hiçbir zaman ayağıma tam gelen ayakkabım olmadı.


Apandisitin patladığında ziyarete gelmeme izin vermedi. Bilerek yaptı.
Beni her şeyden dışladı. Dükkan kapandıktan sonra beni dükkanda
bırakıp, çivileri saydırırdı.

MARY: Çocukluğumuzu düşününce , bisikletle gezilere gittiğimizi falan


hatırlıyorum, hep güneşliydi hava.

TERESA: Senin için öyledir. Hep günlük güneşliktir her şey.

CATHERINE: Aslında, galiba hep sağanak yağmur vardı sanki. Bu


arada sen ne bisikletinden bahsediyorsun? Benim bisikletim falan olmadı.

TERESA: Bizimle sahile geldiğine eminim, hatırlıyorum-

CATHERINE: Sahile bir kez gittim, o da sizinleydi, ve beni orada


bıraktınız. Unuttunuz beni. Eve döndüğünüzde, annem “ Catherine
nerede? deyince hatırladınız.

24
TERESA: O Mary’di. Çok gençti, sürekli sorun çıkartıyordu, garip bir
sokak dili konuşuyordu falan, biz de kaçtık, onu orada bıraktık. Otobüs
paramız yoktu, dalgalar da yükseliyordu.

CATHERINE: Bendim o!

MARY: Hayır, bendim

CATHERINE: O zaman nasıl hatırlıyorum?

MARY: Çünkü sana anlatmıştım, sen de kendine uyarladın çünkü sana


cuk oturuyor. Eğer korkunç bir şeyse mutlaka senin başına gelmiştir.
Ayrıca kediyi uyutmadı, kedi kendisi öldü.

TERESA: Aslında biçerdöverin altında kalmıştı.

CATHERINE: Ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum.

TERESA: Sistemine giren kimyasalların miktarı düşünüldüğünde,


herhangi bir şey hatırlamana bile şaşırıyorum.

CATHERINE: Beni sahilde bıraktınız. Biri beni sahilde bıraktı. Gayet


net bir biçimde hatırlıyorum. Benim keskin bir hafızam vardır. Her şeyi
hatırlarım ben.

TERESA: Lucy’nin doğumgününü doğduğu günden beri unutuyorsun-

MARY: Her şeyi hatırlıyor olsan çıldırırdın. Ne anlamı olurdu zaten.


Beynin patlardı. Böyle bir hastalık var hatta, iradesiz hafıza sendromu
diye, her şeyi hatırlıyorsun, en iğrenç detaya kadar her şeyi, bu da bir
nimet değil, lanet. Işık ve gölge yok, önemsiz bir şeyle hayati önem
taşıyan arasında bir fark yok, filtreleme sistemi yok.

Catherine’e bakar.

Aslında, Catherine, belki de bizim hastaneye gelip birkaç testten geçsen


iyi olur.

CATHERINE: Bak yine yapıyorsun işte!

Teresa yatağın altında bir şey görür, eğilip alır. Cep bilgisayarını
bulmuştur.

25
TERESA: Buldum. Listemi buldum.

Aleti karıştırmaya başlar

Sigorta- cenaze levazımatçıları 10.30da, yiyecekler- galiba sadece çiçek


işi kaldı.

CATHERINE: Bunları şimdi konuşmak zorunda mıyız?

TERESA: Kendi kendine hallolmaz bu işler. Eğer ikinize kalsaydı,


annem kendi kendini yaktırmak zorunda kalırdı-

MARY: Tamam, tamam.

TERESA: Çünkü Sen Pepe’yle İspanya sahillerinde flamenko dersleri


alırken.

CATHERINE: Onun adı Xavier ve ben hayatımda hiç İspanya


sahillerine gitmedim.

TERESA: Gözlerimin önünde eriyip gitmesini izledim. Otuz iki


kilometre gidiş, otuz iki kilometre dönüş. Haftada üç kez.

CATHERINE: Daha bir hafta önce konuşmuştuk. O kadar da kötü


değildi. Kuaföre gideceğini söylemişti.

TERESA: Allah aşkına ya, kadın sıyırmıştı diyorum. Onunla uğraşmak


da bana düştü.

MARY: Gazileri anma gününde sana ayrı bir tören düzenleyeceklerinden


eminim.

TERESA: Her ay yeni bir şey patlak veriyordu, çivilerden biri daha
yerinden oynuyordu. Büyük şeyler değil, küçücük şeyler. Gözlüklerini
fırına koyuyordu mesela. “ Bugün günlerden ne” diyordu, ben de “
Çarşamba” diye yanıt verdiğimde “ Neden” diyordu. “ Çünkü öyle olması
gerekiyor anne, dün Salı olduğuna göre”. Sonra durduk yere “ Elinde
plastik kova olan bir kadın geldi buraya” diyordu. “ Kim o kadın?” “
Elaine anne. Elaine’i tanıyorsun. Senin yardımcın” Sonra bana boş boş
bakıyordu ve yeniden başlıyorduk. “ Bugün günlerden ne?”. Bunayacak
yaşta değildi bile.

26
Sessizlik. Çantasından fotoğraflar çıkarır.

Neyse. Bu fotoğrafları çiçekçiden aldım. Her fotoğrafın altında bir


numara var, istediğiniz çelengin numarasını söyleyin, telefon edip sipariş
vereceğim.

Fotoğrafları Mary’e verir. Mary üstünkörü bakar.

MARY: Şu futbol topu şeklinde olanından alacağım ben.

TERESA: Dalga geçme, normalde yapılması gerekenleri yapıyoruz işte.

MARY: İnsanın annesinin cenazesine çiçek sipariş etmesi pek de normal


sayılmaz.

Telefon çalar. Teresa ve Mary aynı anda atlarlar. Mary kazanır.

MARY: Alo?...Alo?

CATHERINE: Xavier mi?

MARY: Alo?

TERESA: Ver şunu bana.

MARY: Çok cızırtılı. Alo, beni duyabiliyor musunuz?

Teresa ahizeyi alır.

TERESA: Frank?

CATHERINE: Xavier olmalı.

Mary ahizeyi elinden alır

MARY: Mike?

Hat düşer. Telefonu yerine bırakır. Sessizlik.

Mahşer gününü bekliyorum sanki.

Sessizlik

27
CATHERINE: Sandviç isteyen var mı?

Mary yataktan çıkar ve bavulunu altüst ederek kıyafetlerini çıkarmaya


başlar. Catherine odadan çıkarken

CATHERINE: Madrid’te harika bir cenazeye gitmiştim.

Odadan çıkar.

MARY: Harika. Harika bir cenazeye gittin öyle mi?

CATHERINE ( Dışarıdan) : Xavier’in bir arkadaşının cenazesiydi,


adam evin çatısından düşmüş, neyse cenazeden sonra eve gittik, böyle
küçücük kaplara kokain koyup servis ettiler..

MARY: Aa, harika bir fikir. Kilise komitesine girecek tipler yani.

CATHERINE ( Dışarıdan) : Ölen adamın kaniş köpeğini siyaha


boyamışlar. Cenaze töreni için. Çıkabilen boyalardanmış, o yüzden
korkunç değil yani, neyse, yağmur bir başladı, of ya, cenaze sonrası
evdeki halıların halini görecektiniz. O kısmı biraz rezaletti ama sonra
havai fişek gösterisi oldu, onu da rokete koyup yukarı fırlattılar.

MARY: Kimi?

CATHERINE: ( Dışarıdan) Ölen adamı. Kanişi değil.

MARY: Anneme böyle bir şey yapmayacağız.

Catherine elinde ekmek bıçağı tekrar görünür.

CATHERINE: Demek istediğim cenazeler depresif olmak zorunda


değil. Çok da mutlu olabilir.

MARY: Evlere şenlik hatta.

CATHERINE: Yağda yumurta. Yağda yumurta çekti canım. Eminin


yoktur bu evde yumurta-

Catherine çıkar.

MARY: Rüyamda görüp duruyorum

28
TERESA: Kimi?

MARY: Annemi.

Teresa zarflardan birini daha açar.

TERESA: Allaha Şükür. Ben de Catherine’den bahsediyorsun sandım.


Evin içinde onunla olmak bile yetiyor, bir de rüyanda görsen tamam artık.

MARY: Kırk, kırkbeş yaşında ve üzerinde hep o yeşil tafta elbise oluyor.

TERESA: ‘ Winnie ve oğulları olarak en derin üzüntülerimizi iletmek


istiyoruz. Kalça protezi ameliyatı nedeniyle cenazeye katılamayacağız.”

MARY: Ben bu insanları hiç duymadım, sen duydun mu? Bir de


rüyamda bir koku var.

TERESA: Rüyaların kokusu olur mu?

MARY: Bence olur.

TERESA: Ben hiç koku almadım.

MARY: Kullandığı parfümün kokusu. Küçük bir şişesi vardı,


Woolworths’ten almıştı, her cumartesi gecesi iyi geceler dilemek için
eğildiğinde, sigara, pudra, alkollü bir şeyler ve o parfüm kokardı.

TERESA: Phul Nana.

MARY: Phul Nana…evet …bütün odaya sinerdi kokusu.

TERESA: Hep ne derdi, eğer parfüm sürmezsen erkek bulamazsın

MARY: Sevgili bulamazsın.

TERESA: Ve eğer bulamazsan, yani bulamazsan ve.

MARY: Eğer rahibe değilsen.

TERESA: Boğazını ekmek bıçağıyla kes daha iyi.

29
MARY: Nasıl oldu da üç kız çocuk doğurup bizi dış dünyaya bu kadar
hazırlıksız gönderdi bilmiyorum. Ayağımıza alelacele topukluları giydirip
acil postayla. Ve tabi ki ayakkabıya uygun çantalarla.

TERESA: Bize birşeyler öğretmiş herhalde, yoksa çoktan ölmüş


olmamız gerekirdi.

Sessizlik.

Sana hiç seks konusunu açtı mı?

Mary sert bir bakış fırlatır.

TERESA: Yok, açmamış galiba.

MARY: Bir gün dolabında pedleri buldum. Dokuz yaşında falandım. “


Bunlar ne?” diye sordum. Yani, onların kötü bir şey olduğunu
biliyordum, ama başka meraktan geberiyordum, ben de cesaret edip
sordum. Aklımdan bir sürü şey geçiyordu. Elimden pedlerin olduğu
kutuyu çekip aldı ve “ Koy onları yerine. Perma için bigudi onlar “ dedi

Aniden pencerede bir yumruklama sesi duyulur.

TERESA: Neydi o?

MARY: Pencerede biri var…

TERESA: Kim var orada?...

Ses yeniden duyulur.

Allahım, Uğultulu Tepeler gibi burası.

MARY: Biri içeri girmek istiyor.

TERESA: E açsana pencereyi.

MARY: Sen aç.

TERESA: Of, ya of ya-

Pencereye gider, açar, çığlık atar.

30
MIKE: Kusura bakma..

MARY: Mike…Allahım. Teresa, bu Mike.

TERESA: Merhaba.

MIKE: Kapıyı çalıp duruyorum.

TERESA: Kapı zili bozuk.

MIKE: Evet.

Sessizlik.

Eğer çok sorun olmayacaksa, içeri girmek istiyorum. Yoksa, yani, burada
da durup ölebilirim, donarak ölmek de iyi bir ölüm şekli, hiçbir şey
hissetmeden, başka alemlere dalıp gidiyorsun.

MARY: Ay tabi ya, pardon, kapıyı açayı-

MIKE: Eh yani bi zahmet-

Pencereden girer, her yeri kar içindedir

MARY: Ne kadar zamandır oradasın?

MIKE: Saatlerdir.

MARY: Kusura bakma. Paltonu alayım.

TERESA: Senin Heathcliff olduğunu sandık. Penceredeyken.

MIKE: İçki var mı. Bir kadeh bi şey..

MARY: ( Mike’ın palto, atkı vb.sini çıkarırken) Heathcliff pencerede


değildi, içerideydi. İçeri girmeye çalışan Cathy’di.

MIKE: Pardon siz?

TERESA: Cathy mi. Emin misin?

Catherine girer, bir taraftan sandviçini yemekte, diğer taraftan elindeki


otu içmektedir. Elinde bir bardak vardır.

31
CATHERINE: Bu da kim?

MARY: Mike, bu Catherine. Catherine bu Mike.

Mike gülümsemeye çalışır.

MIKE: Pardon, gülemiyorum. Dondum da.

CATHERINE: Mike, şu senin evli olan sevgilin Mike mı?

Mary viskiyi alır.

TERESA: Bir fincan çay ister misiniz?

CATHERINE: Televizyondaki haline bir gram bile benzemiyorsun.


Bayağı ufak tefeksin yani, öyle değil mi?

MIKE: Sürekli duyuyorum bunu, ama öyle değilim aslında.

CATHERINE: Ya inanabiliyor musun, Robert Redford aslında sadece


1.65 boyundaymış.

Mary bardağı Catherine’in elinden sertçe alır.

MARY: Ver şunu bana.

Bardağı doldurur ve Mike’a verir.

CATHERINE: Bana hep böyle davranırlar da. E, boyun kaç yani sonuç
olarak?

MIKE: 1.80

CATHERINE: Saçmalama, hayatta inanmam.

Teresa ona tıslayarak

TERESA: Catherine…

CATHERINE: Pardon. Biraz uyuşturucu ister misin?

Elindeki otu Mike’a uzatır. Mike hayır anlamında başını sallar.

32
İzin yok mu?

MARY: Yok, gel, otur şöyle.

Yatağa oturur ve ellerini ovuşturur, ayakkabılarının bağlarını çözer ve


çıkartır.

MIKE: Galiba soğuktan kangren oldum.

CATHERINE: Kimseye söylemem merak etme. Ya da içtiğini ama içine


çekmediğini söylerim.

MIKE: Pardon?

CATHERINE: Şöhretler hep öyle der ya.

MARY: O şöhret değil, doktor.

CATHERINE: Dün programını gördüm televizyonda. Hani sedef hastası


bir kadın vardı. Valla, gerçekten çok iyiydin.

MIKE: Teşekkür ederim-

CATHERINE: Ama elinde otla yakalanmak istemezsin değil mi? Yani


her şey bir yana. Hem evlilik dışı ilişkin olup bir de üstüne uyuşturucu
bağımlısı olamazsın herhalde. Gazetelerdeki haberleri düşünebiliyor
musun? ‘ Hastane çalışanı televizyondaki doktor kafamı bir dünya yaptı
diyor!

MARY: Catherine, iyice zırvalamaya başladın-

TERESA: Hadi benimle gel de herkese çay yapalım, olur mu?

CATHERINE: Annemiz yeni öldü.

MIKE: Biliyorum. Çok üzgünüm.

Catherine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.

MARY: Kusura bakma Mike, Catherine, kes şunu-

33
CATHERINE: Of ya, burada kimsenin duygularını göstermesine izin
yok mu? Depresyodayım, yas halindeyim, bu durumda ağlamak çok
normal, allah aşkına-

MARY: Git buradan, kes şunu-

MIKE: Tamam, sorun yok, bu durumda mutsuz olması gayet normal.

CATHERINE: Gördünüz mü? Tuhaf olan ikinizsiniz, nasıl bir ruh


halinde olduğumu bile-

TERESA( Hışımla çıkarken): Yeter artık be. Silahımı almaya gidiyorum.

Catherine kendini yatağa atar ve inlemeye başlar.

CATHERINE: Hem yetim hem öksüzüz…

Mike elini Catherine’in omzuna koyar. Catherine ona sıkıca sarılır,


başını kucağına koyar.

CATHERINE: En küçükleri de benim, annemi babamı onlardan daha az


gördüm…

MARY: CATHERINE o yataktan kalk ve defol git-

MIKE: Tamam, düzelecek, kontrol edemiyor işte kendini, derdin ne


senin?

MARY: Sen de kapat çeneni, bir şey bildiğin yok, Catherine, eğer bu
odadan çıkmazsan, allah şahidim olsun, beynini patlatacağım.

Catherine bitkin bir halde, sessizce ağlayarak doğrulur. Çökmüş ve


zavallı bir halde görünmeyi başarmıştır. Kapıya doğru giderken döner.

CATHERINE: O ağrı yine başladı…

MIKE: Ne ağrısı? Nerede?

Catherine sendeleyerek Mike’ın yanına gider ve kazağını kaldırır.

CATHERINE: Tam burada…

MARY: Hiçbir şeyin yok senin.

34
CATHERINE: Bana böyle deyip duruyor-

Telefon çalar. Catherine o an ağlamayı keser ve telefona yapışır.

Alo? Xavier? …Hassiktir ya… Tamam…Tamam…Neredesin? Tamam,


söylerim.

Telefonu çarparak kapatır.

Allahın cezası Frank arayan…

Hışımla odadan çıkar ve kapıyı çarpar. ( Dışarıdan) Teresa!

MARY: Kusura bakma. Kusura bakma n’olur. O yokmuş gibi davranman


lazım. Anlamıyorsun.

MIKE: Neden ona bu kadar korkunç davranıyorsun?

MARY: Nereden başlamamı istersin?

MIKE: Tamam, tamam, tamam, gel buraya-

Mary ona sarılır ve öpüşürler. Öpüşmeleri giderek ateşlenir, sonunda


Mary geri çekilir.

MARY: Bu annemin yatağı.

MIKE: Biliyorum. Pardon. Eee.

MARY: Ee.

MIKE: Nasılsın?

MARY: İyi.

MIKE: İyi o zaman.

MARY: Bir sorun mu var?

MIKE: Bütün gece kar fırtınasında, bozuk bir trende mahsur kaldım.

MARY: Pardon.

35
Sessizlik

Senden istediğim o makaleyi getirdin mi?

Mike af dilercesine

MIKE: Makalenin adını hatırlayamadım.

MARY: ‘ Nöral Bağlantılar Üzerine Besinsel Bir Teori’. Neden


yazmadın bir yerlere?

MIKE: Düşünemedim, yani, bu kadar çok ihtiyacın olduğunu


farketmemiştim. İşinin başından aşkın olacağını düşündüm. Yani, bu çok
saçma olmaya başladı, saplantı haline getirdin. Bu hastaya neden bu
kadar takıldın anlamıyorum. Daha önce de travma-sonrası hafıza kaybı
vakaları gördün, çok da görülmeyen bir şey değil-

MARY: Saplantı falan değil. O hastaya yakın hissediyorum kendimi


hepsi bu.

MIKE: Kendi adını bile hatırlamayan bir insanla nasıl yakınlaşabilirsin?

MARY: Boşver, unut gitsin, eve dönünce bakarım o makaleye.

Es.

Evde her şey yolunda mı?

MIKE: Aynı işte, bildiğin gibi.

Es

MARY: Mike.

MIKE: Efendim?

MARY: Beni seviyor musun?

MIKE: Evet.

MARY: Söyle o zaman.

36
MIKE: Seni seviyorum. Şimdi sen.

MARY: Şimdi ben ne?

MIKE: Şimdi sen söyle. Bu iş böyle yapılır.

MARY: Of, saçmalama.

MIKE: Sen başlattın.

Sessizlik

MARY: Ee, durumu daha iyi o zaman?

MIKE: Kimin?

MARY: Chrissie’nin.

MIKE: Hayır. Neden? Ne demek istiyorsun?

MARY: İkinizin fotoğrafını gördüm. Hastanenin dergisinde. Tombala


turnuvasına gitmişsiniz, bakma öyle. Chrissie bizzat oradaydı, zımba gibi.
Ben de dedim ki, serumu nerede ? Acaba sondasına ne oldu? Elbisesine
uymadığı için çıkardı herhalde, değil mi?

MIKE: Mary-

MARY: Özür dilerim, elimde değil, içimden böyle korkunç bir insan
çıkıyor. Yani, öyle bir izlenim yaratıyorsun ki, sanki ölüm döşeğinde,
makineye bağlanmış öylece-

MIKE: Abartma-

MARY: Ben mi abartıyorum? Doğru düzgün yürüyemiyor dedin. Valla,


kusura bakma, ya fotoğrafta bir hile vardı, ya da seksi seksi danslar
yapıyordu-

MIKE: Biraz daha iyi hissediyor kendini.

MARY: Allahım bana neler oluyor? Catherine yüzünden hep bunlar,


bende insanları öldürme isteği uyandırıyor, ve şimdi de senin karını
öldürmek istiyorum, hiç mantıklı değil, biliyorum. Çok özür dilerim.

37
MIKE: Olur öyle. Şoktasın.

MARY: Şokta falan değilim. Söyleyeyim de rahatlayayım: İnsan ölüm


döşeğinden kalkıp tombala oynamaya gitmez.

MIKE: Karımla bir partiye gittiğim için üzgünüm. Senin istediğin kadar
hasta olmadığı için de üzgünüm. Herhalde ölü olmasını da tercih ederdin.
A amına koyarım böyle işin. Ne dememi istiyorsun?

MARY: Kendimi aşağılanmış hissediyorum. Mantığa bürüdüm, felsefeye


bürüdüm, kendimi başka bir boyutta, farklı bir dünyada yaşadığıma
inandırdım. O dünyada ikimiz yılbaşı kutlayamayız, resmi tatillerde
görüşemeyiz, ve ölsen en son benim haberim olur. Bunları kabullendim,
çünkü senin karın karşıdan karşıya geçemeyecek kadar hastaydı, ama
görüyorum ki, kendisi son derece sağlıklı, ve dans pistinde mutlu
tavşanlar gibi hoplayıp zıplıyor. Aşağılanma, sinirlenme ya da kıskançlık
gibi duyguları hissetmemem lazım biliyorum, çünkü bunlar mantıkdışı
şeyler, ama bazen hissediyorum, bazen böyle hissediyorum işte , tamam
mı?

Sessizlik

MIKE: Üzgünüm.

Es

MIKE: Galiba hipotermiye giriyorum. Yatağa girebilir miyim?


Kıyafetlerimi çıkartmayacağım.

MARY: Yatağında bir erkek olması fikri onun hoşuna giderdi herhalde.
Gir.

Mike yatağa girer. Mary sandalyeye oturur

MIKE: Orada durma. Gel, yanıma otur.

MARY: İyiyim böyle.

MIKE: Hadi lütfen. Bu kadar yol geldim. Trende kaloriferler bozuldu


ışıklar söndü, tam ormandan çıktık diye sevinirken, rayların donduğu
haberi geldi, yiyecek de kalmadı. Öyle hiçliğin ortasında buz gibi havada
kalakaldık. İşler çığrından çıkarsa önce kimi yeriz acaba diye düşünmeye
başladım. Karşımda oturan adam korku filmlerindeki anneannelere

38
benziyordu. Çakımla adamdan kaç kilo fileto çıkarırım onu düşünmeye
başladım.

MARY: Yatağın üzerine oturacağım, içine girmem .

Fazla resmi bir şekilde Mike’ın yanına tüner. Mike onu öper. Mary
ayağını kaldırır, ama dudaklarını adamdan uzaklaştırır. Yatak örtüsünün
üzerine, Mike’ın yanına uzanır. Mike Mary’e sarılır.

Kusura bakma. Bu olay beni çok gerdi. Çok tuhaf hissediyorum kendimi.

MIKE: Özür dilerim,özür dilerim, özür dilerim

Ellerini başının arkasında kavuşturur.

MARY: Bu arada kendi adını hatırlayabiliyor.

MIKE: Kim?

MARY: O hastam. Yavaş yavaş bir şeyler hatırlıyor. Eğer ona bir bisiklet
gösterirsen sürebiliyor. Sadece ona bisiklet dendiğini hatırlayamıyor, o
kadar.

MIKE: Geçen gün bir adamla konuşuyordum…Birkaç yıl önce


Fransa’da bir laboratuvarda çalışıyormuş. Ya da kendisi çalışmıyordu da
orada çalışan birini mi tanıyordu acaba, hatırlamıyorum. Neyse bunlar
suyla ilgili deneyler yapıyorlarmış, homeopatinin etkilerini
araştırıyorlarmış. Ve yıllar süren araştırmaların sonunda şu sonuca
varmışlar. Sudan her bir şifa veren maddeyi çıkardığında bile, su yararlı
etkisini hala koruyormuş. Yani suyun aslında manyetik bir bant gibi
olduğuna, suyun bir hafızası olduğuna kanaat getirmişler. İstediğin kadar
seyrelt, o asal olan şey kalıyor. Görülmüyor, saptanamıyor. İzi
bulunamıyor, ama yine de etkisini koruyor. Öyle tahmin falan değil ha,
gerekli bütün testleri uygulamışlar.

Es.

MIKE: Hepsi fasafiso aslında. Tabi..

MARY: Tabi ne?

MIKE: Ereksiyon oldum.

39
Es

MARY: Yapamayız. Kesinlikle yapamayız.

MIKE: Hayır.

MARY: Eğer yokmuş gibi davranırsak geçer.

Mike eğilir ve Mary’i öper. Bir süre sonra Mary kendini çeker ve ayağa
kalkar. Odada dolaşmaya başlar, sehpadan objeleri alır, yeniden yerine
koyar

Gördüğüm her şey bende ağlama hissi uyandırıyor, bir şeyler görüyorum
ve gözümün önünde yaşanmış bir hayat beliriyor. Hatırladıkça,
uyuyamıyorum.

MIKE: Neyi?

Es. Mary gergindir

MARY: Hiç olmamış bir şey için özlem duyabilir misin? Burada
büyüdüğümü hatırlıyorum. Gece lambalarını ve bebek evini hatırlıyorum.
Gözümün önünde canlandırabiliyorum. Ama ne gece lambası ne de bebek
evinin gerçekte var olduğuna emin değilim. İçim acıyor, hasret
çekiyorum. Bu yarı hayali çocukluğum yüzünden

MIKE: Yeniden çocuk mu olmak istiyorsun?

Es

MARY: Yeniden yaşamak istiyorum. Sahanlıktaki lamba, yatakta


okuduğumuz öyküler. Bazı hatıraların gerçek olmadığını bildiğim halde.
Sanki daha büyük, genel bir görüntü yakalamışım gibi. Ve o görüntü o
kadar gerçek ki, tadını bile alabiliyorum.

Es.

Galiba hamileyim.

Es

MIKE: Ne?

40
MARY: Ne dediğimi duydun.

MIKE: Olamazsın.

MARY: Öyleyim.

MIKE: İmkansız, olamazsın.

MARY: Yaşlı olabilirim, ama kurumuş da değilim.

MIKE: Bi saniye, bu çok saçma.

MARY: Saçma değil.

MIKE: Test yaptın mı?

MARY: Hayır ama bir tuhaf hissediyorum.

MIKE: Ne demek tuhaf hissediyorum.

MARY: Hamileymiş gibi tuhaf. Sence ne demek?

MIKE: Test yaptırmadığın sürece inanmam buna.

MARY: Fil gibi oldum, bir baksana bana.

MIKE: Sen hep öyle görünüyorsun, öyle değil mi ama?

MARY: Hiç dikkatli değilsin. Olmadığın onca şeyden biri daha.

Es

Tuhaf hissediyorum

MIKE: Hissedemezsin. Tuhaf hissedemezsin.

MARY: Ama hissediyorum.

MIKE: Bu gerçek dışı, tamamen gerçek dışı. Bunun olduğuna


inanamıyorum.

MARY: Hemen bir hallere girme, tamam mı?

41
MIKE: Bir hallere falan girdiğim yok!

Es.

MIKE: Ne yapacaksın?

MARY: Ben mi ne yapacağım? Bize ne oldu?

MIKE: Tamam, tamam biz.

MARY: Ben normalde olması gerekeni umut ettim. Yani dokuz ay


gebelikten sonra, küçük ve vıyaklayan bir şey doğurmak. Tercihen insan
olsun. Belki de çok şey istiyorum.

MIKE: Panik yapmayalım, tamam mı?

MARY: Ben panik yapmıyorum, sen yapıyorsun.

MIKE: Yapmıyorum, yapmıyorum. Yani demek istediğim sen büyük


ihtimalle değilsin. Hamile yani.

MARY: Öyleyim.

Yatağa çıkar ve Mike’ı öper. Elini Mike’ın kasıklarına koyar.

MARY: Harika. Hamileyim lafını söylemek yetiyormuş. Anında


indiriyor.

Es

MIKE: Galiba…Belki değil…Yani, aslında, demek istiyorum ki..

MARY: Basına yansıyabilir, karın rezil olur, bununla başa çıkamazsın ve


beni terkediyorsun.

MIKE: Hayır, demek istediğim o değil.

Es

Hamile olduğuna emin misin sen?

MARY: Yazarak vereyim istersen.

42
MIKE: O zaman bir problem var. Sana söylemem lazım. Nasıl desem?
Sorun şu ki, o benim değil. Yani öyleysen, o benim değil.

MARY: Nasıl, sen ne, nasıl, ne demek..?

MIKE: Vazektomi oldum ben.

Es

MARY: Ne?

MIKE: Vazektomi oldum ben.

MARY: Vazektomi oldun sen.

MIKE: Evet.

Es

MARY: Ne zaman?

MIKE: Seninle tanışmadan önce.

Mary ona dik dik bakar.

MIKE: Sana söylemek istedim, söyleyecektim, sonra çok da önemliymiş


gibi gelmedi, herhalde…

MARY: Çok da önemliymiş gibi gelmedi.

MIKE: Hayır…Yani… Ben sadece…Sen hiç…Yani hiç konusu


açılmadı..Senin çocuk istemediğini sanıyordum. Hiç bahsetmedin
bundan. Ben de düşündüm ki, biliyorsun, kariyerin var ve her şeyin.

MARY: Senin de kariyerin var. Aynı zamanda 3 çocuğun.

MIKE: Üzgünüm. Üzgünüm. Neden hiçbir şey söylemedin? Neden


çocuk istediğini söylemedin?

MARY: 39 yaşındayım Mike. 39. Hiç aklına gelmedi mi?

MIKE: Müneccim değilim ben. En ufak bir işaret vermedin. Hatta ima
bile etmedin.

43
Es.

MARY: Beni terkedeceğini düşündüm..

MIKE: Seni terkedeceğimi mi düşündün?

MARY: Eğer çocuk istediğimi söylersem beni terkedeceğini düşündüm.

Kapı açılır ve Teresa siyah çöp poşetleriyle girer.

TERESA: Bunun için benden nefret edeceksiniz ama- hay allah


kahretsin.

Mary ve Mike ayrılır. Mary doğrulur

MARY: Sadece konuşuyorduk.

Mary yataktan çıkar.

MIKE: Bak, tamamen giyiniğiz-

Catherine elinde yeni bir otla gelir.

CATHERINE: Yok artık ya, siz ikiniz yatıyor muydunuz? İğrenç

MARY: Ne? Bir dakika, Mike ve ben bir şey konuşmaya çalışıyoruz

TERESA: Kıyafetlerini düzenlememiz lazım.

CATHERINE: Neden şimdi yapmamız gerekiyor.

Teresa dolaptan giysileri çıkarmaya başlamıştır bile.

TERESA: Bir arkadaşım Zimbabwe’ye yardım kamyonu gönderiyor.


Ben bu kıyafetleri bugüne hazır edeceğime söz verdim.

MARY: Daha mezara bile girmedi, bir de-

TERESA: Eğer cenazeden sonrayı beklersek bunlar elimde kalır.

MARY: Teresa, bir dinler-

44
TERESA: Hayır. Sen dinle. Eğer ben olmasam hiçbir şey halledilmezdi.
Bu beyni ottan dumanlanmış halde başka alemlerde olurdu, sen ölmüş
annemizin yatağında iş pişirirdin, her şeyi toparlamak yine bana düşerdi.

CATHERINE: Tanrım beni baştan yarat!

TERESA: İçimizden birinin iş bitirici olması gerekiyor. Birinin


sorumluluk üstlenmesi. Siz ikiniz kaos içinde yaşayabilirsiniz, ama ben-

CATHERINE: Ne kaosu?

Kıyafetleri karıştırırken ortalığı talan eder, bir elbise çıkarır, üzerine


tutar

Bunun kumaşı ne sizce? İpek mi?

MIKE: Belki de ben en iyisi-

MARY: Aklından bile geçirme.

MIKE: Peki.

MARY: Şoktayım, sana inanamıyorum.

TERESA: Ne kadar çabuk bitirirsek o kadar iyi. Tamam. Nasıl


yapacağımızı çözdüm. İki gruba ayıracağız. Paçavralar ve düzgün olanlar.

CATHERINE: Ve paçavraları Zimbabwe’deki fakir piçlere


göndereceğiz.

TERESA: Paçavraları çöpe atacağız.

CATHERINE: Bu bayağı hoşuma gitti, bende kalabilir mi?

Elbiseyi üzerine tutar ve otu Teresa’ya uzatır. Teresa kıyafetleri


ayırırken dalgınlıkla bir nefes alır.

MIKE: Ee, şey benim ne yapmamı isterdiniz?

MARY: Bilmem, kendini asabilirsin mesela

Viskiyi alır ve diker.

45
MIKE: Sence içki içmen normal mi, yani-

MARY: Şuraya yat ve geber, olur mu?

TERESA: Mike, sen şu torbaları al. Bu paçavraların torbası olsun, bu da


gönderileceklerin torbası. Biz sana verelim, sen paketle.

MIKE: Tamam, olur. Bu çöpe gidecekler için, bu da


gönderilecekler .için.

Teresa bir kucak dolusu kıyafeti daha alır, ve yatağa atar. Mary tutuk,
giysilere bakakalmıştır. Catherine ayna karşısında elbiseleri bulup poz
vermektedir.

TERESA: Of Mary ya!. Güzel bir iş değil biliyorum ama yapılması


lazım.

MARY: Tamam, tamam.

Ruhsuzca kıyafetleri alır. Catherine gösterişli çiçekli bir elbiseyi tutarak.

CATHERINE: Yok artık. Bunu hatırlıyor musunuz? Büyük hata.

Elbiseyi üzerine tutarak dansetmeye başlar.

TERESA: Bence o çöpe gitsin

CATHERINE: Zimbabwe’de beğenirler belki.

TERESA: Bunun üzerine de korkunç bir şapka takardı.

CATHERINE kıyafet yığınını karıştırır, bir şapka çıkarır.

CATHERINE: Burada, işte burada.

Teresa kıkırdamaya başlar. Ottan bir nefes daha alır.

MARY: Tüm olayı bu muydu yani? İşe yaramaz şapkalarla dolu bir
dolap ve üç asalak çocuk .

TERESA: Oh canım, kafam hafifledi…Bundan iç biraz Mary, daha


kolay, saf zamazingo.

46
CATHERINE: Yeşillik,yeşillik

TERESA: Aynen, hiç kimyasal yok.

Bir nefes daha alır ve otu Mary’e uzatır.

CATHERINE: Başına şapkayı takmış, giysiyi üzerine sarmaktadır.

TERESA: Kuzen June’un düğünü, yıl 1969.

CATHERINE: O zaman için bile korkunç bir kıyafetti. Kilisede onun


yanına oturmayı istememiştik, hatırlıyor musunuz?

MARY: Ver onu bana. ( Alır, Mike’a uzatır) Bu çöpe gidiyor.

MIKE: Emin misin? Belki iyilerle çöpler arasındakiler için bir torba daha
yapmalıyız.

Catherine elbiseyi kapar.

CATHERINE: Hayır, hayır, Mary, tam sana göre, mükemmel-

Elbiseyi Mary’nin üzerine tutar, o da alıp fırlatır. Mike elbiseyi çöp


torbasına atar. Teresa bağırır.

TERESA: Ööğğk, şuna bakın-

Yatağın üzerindeki yığından 60’ların kokteyl elbisesinden çıkarır.

Catherine gülmekten iki büklüm olur.

TERESA: Bunu giymiş olamaz, olamaz.

CATHERINE: Giydi, hatırlıyorum, vay canına, ver onu bana.

Elbiseyi alır, üzerinden kıyafetlerini çıkarmaya çalışır.

MARY: Catherine, allah aşkına-

CATHERINE: İç çamaşırlarım var altımda. Ne farkeder, adam doktor,


gıcıklık yapmasan olmaz-

Kıyafetlerin içinde bir şey arayan Teresa’dan bir başarı çığlığı yükselir.

47
TERESA: Evet!

1963 yılından kalma çılgın pembe bir elbise çıkarır.

Bu onun 60lar pop müzik evresinden . Ki bence, iyice düşününce, bundan


sonraki geniş yaka ve ispanyol pantolon evresi daha iyiydi.

MARY: Teresa, bu kıyafetleri ayırıyor muyuz, ayırmıyor muyuz,


yapacak daha iyi işlerim var çünkü.

TERESA: Özel kimyasallarla düzleştiriyorlardı kumaşları, böyle parlak


parlak.

Aynanın karşısında elbiseyi üzerine tutarak kendine bakar.

MARY: Of, saçma sapan bir şey bu-

TERESA: Aslında şimdi kullandığımız margarinler bile, biliyorsunuzdur


herhalde, plastiğin yan ürünü. Yoksa petrol müydü ?

Catherine elbiseyi giymiş, şapkayı takmıştır

CATHERINE: Ne diyorsunuz, yakıştı mı?

Teresa ot etkisinde histerik bir şekilde gülmeye başlar. Mike bile güler

MARY: Sen niye gülüyorsun anlamadım.

Odada kaos hakimdir. Catherine ve Teresa durdurulamaz bir hale


gelmiştir artık. Catherine ayakkabı, şapka, ruj,küpe ne bulursa
denemektedir.

TERESA: Arkanı dön, Mike, arkanı dön-

Gardrobun kapağının arkasına geçer.

MARY: Pes ediyorum. Ver şunu bana

Mike’ın elindeki çöp torbasını alır ve içine kıyafetleri tıkıştırmaya başlar.

MARY: Kim yaptı onu?

48
MIKE: Neyi?

MARY:Senin operasyonu. Kim yaptı?

MIKE: Charlie Morgan. Neden sordun?

Mary gülmeye başlar.

MARY: Charlie Morgan mı?

CATHERINE: Charlie Morgan da kim?Savaş öncesi dönemden kalma


bir peruk buldum. Baksanıza şuna-

MIKE: Bir sorun mu var yani?

MARY: Yok, yok, yok. Cidden.

Teresa gardrobun kapağının arkasından çıkar, aynaya bakar.

TERESA: Şuraya bak, neye benziyorum?

MIKE: Ee, komik olan ne o zaman?

MARY: Charlie-ay-pardon-yüzüme gözüme dolaştırdım-Morgan.

MIKE: Saçmalama ya, iftira atıyorlar, adamda hiçbir sorun yok.

MARY: Klinikte yatıyor şu an. Alkol tedavisinde.

MIKE: Beni yıllar önce ameliyat etti. Kaya gibi sağlamdı.

MARY: Böyle iç bayıltan tuhaf bir parfüm kokusu falan duymadın yani?

MIKE: Daha neler. Parfüm de mi içiyordu yani?

TERESA: (Gardrobun dibini karıştırarak) Pembe ayakkabılar nerede?

MARY: Doktorluktan men edilmek üzere-

CATHERINE: Şuna bir baksanıza-

MARY: Profesyonelliğe aykırı yoğun ihmalkarlık- böyle bir şeyle


suçlanıyordu galiba-

49
CATHERINE: Mary, bu tam sana göre-

Vi’nin ilk sahnede giydiği yeşil elbiseyi tutmaktadır

TERESA: Hadi giy şunu-

MIKE: Emin misin?

MARY: Şu otu uzatsana bi Catherine, yüzde yüz eminim-

TERESA: Buna uygun bir de çanta mı lazım acaba?

MARY: Charlie Morgan’a gittiğine inanamıyorum. Sana özel fiyat mı


verdi nedir?

Mary elbiseyi alır, ve içine girmeye çalışır, kıkırdıyarak

MIKE: Bütün bunları kafadan mı atıyorsun sen?

CATHERINE: Yürü be Mary!

MARY: Mikrocerrahi yaparken o kadar sarhoşmuş ki çift görüyormuş


her şeyi.

MIKE: Bence biraz abartıyorsun-

MARY: Abartmıyorum-

CATHERINE: Sana şöyle daha kabarık bir saç lazım. Kocaman, canlı
canlı böyle.

TERESA: Evet, aslında, o zamanlar parlak saç diye bir şey yoktu, değil
mi? Düşünsenize, kullandıkları saç spreylerini, hepsi de full kanserojen.
Şimdi, sizce bu çanta mı yoksa bu mu?-

Elinde iki çanta tutmaktadır. Mary elbiseyi üzerine giymiştir

MARY: İşte. Ne düşünüyorsunuz?

CATHERINE: Ölümüne anneme benziyorsun.

50
Bir anlık sessizlikten sonra, ansızın gülme krizine girerler. Teresa ve
Catherine yatağın üzerinde yuvarlanırlar, karınlarını tuta tuta gülerler.
Vahşi, uyuşturucunun etkisi altında bir histeri krizi. Mary de onlara
katılır. Kapı açılır ve içeri üzerinde bir palto, elinde bavul olan Frank
girer.

FRANK: Hassiktir, ne oluyo ya?

Sessizlik

TERESA: Frank…

FRANK: Ne yapıyorsunuz?

MARY: Annemin kıyafetlerini ayırıyoruz…

Es.

CATHERINE: Sence biz hasta mıyız?

Frank saatine bakar

FRANK: Düsseldorftan buraya gelmek 14 saatimi aldı. Bu 14 saatin


altısını sağırlara kukla gösterisi yapan bir kadının yanında oturarak
geçirdim. Kadın kırmızı saçlıydı ve bir şişe cini dikerek bitirdi, bu arada
bana alkolik babasını anlatıyordu. Adam o küçükken bir tavuğun kafasını
ağzıyla koparmış. Kadının üzerindeki elbise bence fitilli bir yatak
örtüsüydü, Köln’de mim ve Kuzey Afrika şeytan dansı kursuna
gidiyormuş. Normal bir insan hasretiyle kadından kurtulduğuma
sevinirken karşılaştığım sahneye bak. 70lerin kız pop grubu!

Sessizlik . Kadınlar histerilerini bastırmaya çalışır.

MIKE: Ben Mike. Merhaba.

FRANK: O da yetmezmiş gibi East Midlands’a mecburi dönüş yaptık.

MIKE: Hadi ya.

FRANK: Bu ülkenin çivisi çıkmış. Hem çok sıcak hem çok soğuk,
dökülen yapraklar trenleri bozuyor, yağan karda bile bir bozukluk var-

CATHERINE: Frank, gevşe biraz, buyur biraz hap at.

51
Hepsi kontrolden çıkarak kıkırdamaya başlarlar.

FRANK: Ne zamandır böyleler?

MIKE: Bence kederden böyleler. Anladın mı?

Kadınlar daha da kontrolden çıkarlar. Birbirlerine tutunarak


gülmektedirler ve aynada kendilerine bakarlar. Çığlıklar atarak gülmeye
başlarlar.

MARY: Allahım, şu halimize bak.

CATHERINE: Kameram nerede, kameram?

Çantasına gider ve karıştırır. Bir kamera çıkarır.

TERESA: Evet ya, bir fotoğrafımız olsun.

FRANK:Saçmalamayın.

CATHERINE: Frank sen çeksene.

Makineyi Frank’e verir. Kadınlar futbol fanatikleri gibi ritm tutarak

RABARBA: Foto, foto, foto-

FRANK:Tamam, tamam…

Kadınlar tezahurat yaparak ve poz vererek kriz halinde gülerler.

FRANK: Of, bunlar biraraya gelince çığrından çıkıyorlar böyle.


Çeteleşiyorlar, zamanla alışırsın. Ya hadi , hadi, toplayın kendinizi.
Nerede durmak istiyorsunuz?

Hepsi yatağın önünde sıralanırlar, Kol kola girmiş, sendeleyerek,


birbirlerini itiştirerek poz vermeye çalışırlar.

MARY: Tamam, tamam, gülümseyin!

CATHERINE: Ben ortada olmak istiyorum.

52
Tekrar ve tekrar sıralanırlar. Frank fotoğraf çeker. Flash patlar.
Donarlar: Kol kola girmiş kadınlar gülümseyerek poz vermektedir.
Yanlarında dördüncü bir kadının olduğunu farkederiz: Vi, üzerinde yeşil
tafta elbisesi, sigarasını havada tutmuş, gülümsemektedir.

53
İKİNCİ PERDE

Sahne 1

Sahne ışıkları aynıdır. Vi ve Mary yalnızdır. Vi Mary’e uzun uzun bakar

VI: Bu kıyafetle gülünç görünüyorsun.

MARY: Üzerinde kasımpatları olan teneke kutu. Hani hatırlamadığın.


Nerede o?

VI: Söyledim ya. Hiçbir fikrim yok.

MARY: Ne yaptın o kutuyu?

VI: Yüzüne biraz allık sürmen lazım. Hep böyle solgundun zaten.

MARY: Konuyu değiştirme. Teneke kutu nerede?

Es.

VI: Dışarıdaki kulübeye baktın mı?

MARY: Hayır.

VI: Orada olabilir.

MARY: Bakayım o zaman.

VI: Olmayadabilir aslında. O kutuyu görmeyeli yıllar oldu. Şeker


kutusuydu aslında.Torquay’dan. Oraya gitmeyi çok isterdim. Palmiye
ağaçları var orada. Hayatımda hiç gerçek palmiye görmedim. Sen
herhalde yüzlerce görmüşsündür. Belki de sıkıntıdan geberiyorsundur
palmiye görünce.

Mary kot ve kazak giyer.

VI: Arasıra biraz daha feminen bir şeyler giysen keşke.

MARY: Demek yine gülünç görünüyorum. Gidip şu teneke kutuyu


arayacağım.

54
Yürümeye başlar fakat VI onu durdurur.

VI: Şu hastan var ya. Hani hakkında kitaplar okuyup durduğun. Nesi var
onun?

MARY: Kafasını çarpınca hafızasını kaybetti.

VI nazikçe gülümser

VI: Ee, peki teşhisiniz nedir, doktor hanım?

MARY: İyileşecek. Yakında sapasağlam olur. Bence.

VI: Sapasağlam. Bu lafı severim. Her şey yerli yerinde. Garanti. Düzgün.
Güzel. Kavgaya mı karışmış?

MARY: Hayır, mutfak dolabını açmış, kafasına kavanoz düşmüş

VI: Bayağı büyük bir kavanoz herhalde

MARY: Biber turşusu.

VI: Biber turşusunu yukarı koymamak lazım. Tehlikeliymiş baksana.

MARY: Artık gidebilir miyim?

Vi kıyafet yığınından bir elbise çıkarır.

VI: Bak. Bunu hatırlıyor musun?

MARY: Hayır.

VI: Bu elbiseye bayılırdım. Babanın bana aldığı tek elbise buydu.

Dans etmeye başlar. Hafif erotik ve baştan çıkarıcı bir danstır bu.

Cumartesi geceleri giyerdim bu elbiseyi. Erkekler bana bayılırdı,


biliyorsun. Ah, evet. Bütün erkekler bayılırdı bana. Ben de erkeklere.
Kadınlar hiç umrumda değildi. Hiçbir zaman hoşlanmadım onlardan.
Sütyenimi ilk giydiğim günden sonra onlarla hiç işim olmadı.

MARY: Üç tane kızın olması yazık olmuş, değil mi?

55
Vi dans etmeyi bırakır

VI: Lafı ağzıma tıkıyorsun. Hepiniz yapıyorsunuz bunu. Ama özellikle


sen, lafı hep çevirip başka yerlere çekiyorsun. Benim gülünç annem.
Benim salak, dar kafalı, cahil annem.

MARY: İşte böyle salakça şeyler söylememen lazım.

VI: Sevgililerinle yatağa girip benim hakkımda hikayeler anlatıyorsun.


Hiçbiri övgü dolu değil. Çoğu şikayet dolu. Hiçbiri de doğru değil.

MARY: İzninle, gidip şu kutuyu arayacağım.

Gitmek üzere döner

VI: Arkanı dönüp gitme. Hayatın boyunca böyle yaptın zaten.

Mary suçlu bir çocuk gibi geri döner. Vi yatağın kenarındaki sehpadan
bir kitap alır ve herhangi bir sayfasını açar.

VI( Okumaya başlar): Biyolojik hafıza sistemi basit bilgi depolama


aygıtlarından oldukça farklıdır. Doğası gereği bilgiyi varlığını devam
ettirmek için kullanır…Örneğin bir kütüphane, kendi varlığının devamını
umursamaz. Mesele depolamayla ilgili değildir. Mesele ölü ve yaşayan
sistemler arasındaki farktadır.

Kitabı kapatır.

Yani bir kediyle kitaplık farklı şeyler. Bunu ona ben de söyleyebilirdim.

Kitabın arkasındaki fiyat etiketine bakar.

25.99. Daha neler.

Kitabı yerine koyar.

Bu nasıl oldu bilmiyorum. Size bakıyorum ve diyorum ki bunlarda bir


yanlışlık var. Hepinizde. Sizin şu anki halinizde doğru olmayan bir şey
var. Böyle olacağınızı hiç düşünmemiştim.

MARY: Yazık. Hem de senin tüm o değerli çabalarına rağmen.

56
VI: İyi, medeni insanlara benziyorsunuz. Öyle olduğunuzu
zannediyorum. Ama benimle ne derdiniz var bilmiyorum. Öyle
kapalısınız ki. Size ulaşamıyorum. Bana hiçbir şey anlatmıyorsunuz. Ben
size bir şeyler anlatıyorum. Ne yaptım, nereye gittim. Ama sizi rahatsız
ediyor. Bana karşı hiç tahammülünüz yok. Hoşgörünüz yok. Ama ben
yıllarca size sabır gösterdim. Haksızlık bu. Bu ne cüret. Aynen böyle
hissediyorum. Bu ne cüret?

MARY: Bu ne cüret ne?

VI: Bazen ben konuştuğumda aslında beni dinlemediğinizi anladığımda.


İşte o zaman kafanızı koparasım, dişlerimle sizi parçalayasım geliyor.
Üçünüzü birden. Sanki sizin varlığınızda hiçbir katkım yokmuş gibi
davranıyorsunuz. Sizi pikniklere götürdüm, geceyarıları sizin için
uyandım. Ama siz sadece sahip olmadıklarınızı hatırlıyorsunuz.
Gidilmeyen tatiller. Asla sahip olunmayan bisikletler. Bilmem ne model
ayakkabı. Ben nereden bilecektim? Bunları ne zaman aşacağız?
Konuştuklarınızı duyuyorum ve sizin hatıralarınızla benimkiler aynı değil
diye düşünüyorum. Çocukluğunuzu hatırlıyorum ama sanki siz
hatırlamıyorsunuz çünkü orada değilmişsiniz gibi geliyor.

MARY: Neden yapıyorsun bana bunu? Neden Teresa ya da Catherine


değil de bana?

VI: Yapmadığımı nereden biliyorsun?

Yatağın üzerindeki kıyafetlere dokunur

Benim güzel elbiselerim.

MARY: Kusura bakma. Ama artık onlara ihtiyacın yok sonuçta.

VI: Yatağımda o adamlaydın.

MARY: Üşümüştü. Hiçbir şey yapmadık.

VI: Ama istedin.

MARY: Hiçbir şey değişmedi mi? Eskiden günlüklerimi okurdun, bütün


sevgililerimden haberin olurdu. Odamı karıştırırdın. Yaptığını
biliyordum, seni izliyordum.

VI: Hepsinin bir nedeni vardı.

57
MARY: Hiçbir nedenin yoktu. Anladın mı? Yoktu. Hiç. Hayatıma böyle
burnunu sokmaya hiç hakkın yoktu.

VI: Senin neyin eksik biliyor musun? Ne deniyordu ona?


Alçakgönüllülük, degil mi? Sana her şey gümüş tepside sunuldu, ve sen
de hiç tereddüt etmeden kabul ettin hepsini. Sevgililer, seks. Egzotik seks
de vardı büyük ihtimalle. Her neyse artık. Hepsi denendi, tadına bakıldı
ve kenara atıldı. Yavaş yavaş yaptın hepsini, Paris’e geziler, Milano’dan
ayakkabılar, bu şarap olsun şu olmasın, bu adam olsun o olmasın. Hep bir
seçiş ve vazgeçiş-

MARY: Hiçbir şey bildiğin yok.

VI: Bildiğim başka şeyler var. Bir şeyleri istemeyi ve hayatta hiçbir
seçeneğinin olmamasını biliyorum. O da bilmek sayılır. Hiç bilmemekten
iyidir. Benim için heyecan yeni kapı tokmağı almaktan ibaretti. Sense
canın istediği için şampanya içiyorsun, kredi kartınla alışveriş
yapıyorsun. Bunları ben de istedim. Ağzımın suları akarak istedim. Ama
sen bunları sanki dünyanın en doğal şeyiymiş gibi yaşıyorsun, hiç minnet
duymadan. Senin bu dünyaya karşı umursamaz tavrını görünce bu kızı
dünyaya ben mi getirdim diye şaşıyorum. Ama her şeyi ben başlattım.
Sana düzgün konuşmayı öğrettim, seni aptalca hatalarından korudum-

MARY: Aptallık değil, bilgisizlikti o hataların nedeni. Onlar için de seni


suçluyorum.

VI: Bir yerlere gelmeni sağladım, sağladım-

MARY: Senin bir yerlere gelme anlayışın Rotary Club üyesi, deri ceketli
bir dişçiyle evlenmekti.

VI: Benimle ilgili kafanda öyle şeyler yaratmışşın ki ben bile


tanıyamıyorum kendimi.

MARY: Seni dinlemiyorum-

VI: Ben seninle gurur duyuyorum sense benden utanıyorsun-

MARY: Utanmıyorum-

VI: Sürekli söylüyorsun bunu. Annem gibi değilim, değilim, değilim.


Ben babama benziyorum. Aynaya bir bak. Neden göremiyorsun? Senden

58
başka herkes görüyor. Yanaklarının kıvrımlarına, ellerine, ellerini nasıl
hareket ettirdiğine, bak şu anda yapıyorsun işte. O benim.Ben de
annemden aldım. O da annesinden. Bu hareket o kadar eskiye gidiyor ki,
kimin başlattığını neden başlattığını bilmiyoruz, ama yapıyoruz, elimizde
değil-

MARY: Birkaç hareketimi senden almışım, ne olmuş yani?

VI: Kendini yeniden yaratmaya çalışma. Kim olduğunu biliyorum.

MARY: Hiçbir şey bildiğin yok.

VI: Sana bakıyorum ve kendimi görüyorum.

MARY: Bitti mi?

VI: Hiçbir zaman.

Sahne Kararır

Sahne 2

Aynı yer. Catherine telefona bakarak dua etmektedir.

CATHERINE: Çal çal çal, nolur Tanrım, lütfen beni arasın. Yüce
annemiz Kiliseye geri döneceğim, ne gerekiyorsa yapacağım, şimdi
arasın beni, şu an. Xavier, beni duyuyor musun, şu içine sıçtığımın
telefonunu kaldır ve beni ara, lütfen, kafayı yemek üzereyim. Artık
dayanamıyorum. Bunu bana neden yapıyorsun. Haksızlık bu ya. Ülser
oldum burada, beni hasta ettin. Tamam. Şimdi ona kadar sayıyorum,ve
seni arıyorum. Eğer elimdeki bu ot bitene kadar beni aramazsan, ben
arayacağım seni, duyuyor musun, aloo. Telefonu al ve beni ara. Belki
öldün gittin, kaza geçirdin, başına bir şey geldi, bundan bile haberim yok.
Xavier, mahvoldum ben.

Mary girer. Catherine ona bakar

CATHERINE: Nasıl nefret ediyorum ondan.

Telefonu alır ve numaraları çevirir

59
CATHERINE: Hola? Per favor? Ha, tamam. Ben Catherine…Mesajımı
aldı mı onu merak ediyordum, tam numarayı bırakmıştım, telefon birden
kesildi…Ha, öyle mi…Ne zaman? Peki sizce o ne zaman..Tamam, lütfen
söyler misiniz, sadece aradığımı söyler misiniz, ve eğer mümkünse o
beni-

Telefon kesilir

Aloo? Alooo?

Catherine telefonu bırakırken Teresa ve Frank girerler.

TERESA: Aradı mı bari?

CATHERINE: Tabi tabi, şimdi aradı, onunla konuşuyordum.

Mary döner ve ona bakar, Catherine onunla göz göze gelmemeye çalışır.

TERESA: Mike nerede?

MARY: Sıcak su dolu küvete soktum, rengi biraz mavileşmişti de.

TERESA: Bakın, şu çiçek işini halletmemiz lazım, sadece fotoğraflarına


bakın yeter, iki dakikanızı alır.

Çiçek kataloğunu Mary’e uzatır.

CATHERINE: Zavallı ya, beni aramaya fırsatı olmamış, restoranı su


basmış, bir metre suda yüzüyormuş bütün mobilyalar, tam felaket yani,
ama herhalde sigorta öder. Yani her şey yolunda. Neyse ki.

TERESA: Hay Allah. Frank şu torbaları arabaya koyuver.

CATHERINE: İnşallah cenazeye yetişir. Yani işlerini halleder de, bu


geceki uçağa yetişir, yoksa, tabi yetişemez, değil mi? Cenazeye yani.

Frank bir sürü siyah torbayı taşımaya çalışır.

FRANK: Annenle tanışmış mıydı?

CATHERINE: Telefonda konuşmuştu. Neyse, bu da ne demek şimdi?


Ya neden bu evde herkes böyle imalı ve alaycı olmak zorunda, neden
kimse içinden geleni söylemiyor?

60
FRANK: Catherine, saçma sapan paranoya yapmayı bırak-

TERESA: Frank. Torbalar. Arabaya. Hemen.

Frank torbaları yere bırakır.

FRANK: Allah aşkına Teresa, dondum dışarıda, daha yeni ısınıyorum.

CATHERINE: Mike da onunla hiç tanışmamıştı ama kimse onun


gelmesinden şikayetçi değil-

TERESA: Tamam, tamam. E ne dedi?

CATHERINE: Hiçbir şey. Ne olup bittiğini anlar anlamaz beni


arayacağını söyledi. Aynen böyle dedi. Beni sorgulamayı kes, tamam mı?

MARY: Ben 17 numarayı istiyorum, 17B.

Kataloğu Teresa’ya geri verir.

TERESA: ( Fotoğrafa bakarak) İnci çiçeği. Annemin buna alerjisi vardı,


başka bir şey seç.

MARY: Kendi cenazesinde hapşırık krizine girme olasılığı biraz düşük,


değil mi?

Kataloğu yeniden alır Frank torbalarla boğuşmaktadır, bir tanesi patlar


ve içindekiler dökülür

FRANK: Aman be amına koyduğum!

Mike beline bir havlu sarmış halde gelir, elinde kıyafetleri vardır.

TERESA: Mike, pardon, giyinecek miydin?

MIKE: Yok yok, ben iyiyim, beni dert etmeyin.

CATHERINE: İddiaya varım bütün suyu bitirmişsindir.

MARY ( Kataloğu Teresa’ya uzatarak): 27A, içinde bir tane bile inci
çiçeği yok, merhum için de cenazeye katılacaklar için de hiçbir egzama,

61
deri hastalığı, kurdeşen riski kesinlikle yok. Catherine, şimdi sen seç,
sonra da bizi bir beş dakika huzur içinde bırak olur mu?

CATHERINE: Neden hep beni başınızdan savmaya çalışıyorsunuz?

TERESA: Of yine başlama Catherine, Allah aşkına, seç şu çelengi-

Ona kataloğu vermeye çalışır.

CATHERINE: Hayır, bunu hep yapıyorsunuz. Çek git başımızdan


Catherine, seni burada istemiyoruz. Peki benim ne yapayım? Teresa’nın
Frank’i var, senin “bu”yun var, peki ben tek başıma ne yapayım? Herkes
burada öpüşüp koklaşarak gizlice fısıldaşırken ben içeride tek başıma
oturmak istemiyorum. Ayıptır, böyle bir zamanda, ama istediğiniz buysa-

Dolabın içine girer ve kapıyı kapatır.

FRANK: Bir süreliğine de olsa, uyuşturucuyu bırakmayı hiç düşündün


mü Catherine?

CATHERINE: Sana mı soracağım?

Telefon çalar. Catherine dışarı fırlar ve telefonu açar.

Alo? Xavier?...Oh ya, nasılsın? Nerelerdeydin? Mesajımı al..Ha


tamam, ..Hıı…Ne? Hııı..Peki gerçekten yapama…

Uzun bir sessizlik. Dinlemektedir.

Bence bunu şimdi….belki bunu ben dönünce konuşsak…Tamam,


hoşçakal.

Telefonu kapatır. Hepsi ona bakmaktadır. Tuhaf bir sessizlik.

Gelemiyor.

TERESA: Su baskını yüzünden mi?

CATHERINE: Ne baskını? Ha, hayır, yani, evet, bir sürü şey işte.
Neyse, gelmeyecek.

Es.

62
MIKE: İyi misin?

CATHERINE: Tabi tabi, sonra ararım dedi.

Kalkar.

Ee. Yapılacak ne kaldı? Çekmeceleri düzenleyelim mi? Mücevherler


falan var-

Tuvalet masasının çekmecesine gider ve altını üstüne getirir, içinden


rastgele bir şeyler çıkarır.

Ya bazen o kadar komik, o kadar suçlu gibi davranıyor ki. Telefonda


neredeyse ağlayacaktı, duymanız lazımdı. Gelemediği için o kadar
üzülmüş ki, ne tatlı değil mi? Size hiç fotoğrafını göstermiş miydim? İnci
gibi dişleri var. Yani gerçekten ama gerçekten gelmeyi çok istemişti.
Ama çaresiz, biliyorsunuz işte, restoran işletmek falan darken, insanın hiç
boş zamanı kalmıyor.

MIKE: Belki bir fincan çay istersin, ha?

CATHERINE: Çay may istemiyorum.

Çekmeceden bir teneke kutu çıkarır ve açmaya çalışır.

MIKE: Peki. Tamam.

MARY: Belki de gelmemesi daha iyi oldu. Yani kimseyi tanımıyor,


burası zaten yabancı bir ülke onun için, öyle işte.

CATHERINE: Evet. Belki daha iyi olmuştur.

Elindeki teneke kutuyu birden fırlatır, kutu Frank’e teğet geçer.

FRANK: ( Başını birden eğerek) Ne oluyo?

CATHERINE: Siktir!

Sessizlik. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.

Bir danışmana gittim ben. – söylemiş miydim?- ya da terapist miydi


neydi, kadın bana dedi ki benim sorunum varmış ve sorun şu ki, çok
fedakarmışım, diğer insanlar için çok fazla şey yapıyormuşum, verici bir

63
insanmışım, ve karşılığında hiç takdir edilmiyormuşum. Bir arkadaşım
bile yok. Yani var tabi ama çoğunu sevmiyorum, kadın arkadaşlarımı
özellikle, ve gerçekten çok uğraşıyorum ama ne yapayım çok hassasım ve
kandırılıyorum, ve hiçbir şey düzgün gitmiyor, her zaman, yani, her
zaman aynı şey- erkeklerle de..Bu erkeklerin derdi ne ya? Yani, onlarla
bir problemim falan yok. Seviyorum onları. Bugüne kadar onlardan tam
78 tanesiyle de seviştim, saydım, yani belli ki bir problem falan yok
ortada, sadece özür bile dilemedi, hiçbir şey yapmadı ve insan telefonda
mı söyler ya, artık seninle görüşmek istemiyorum diye? Yani, şimdi mi
söylenir bu? Bekleyemedi mi? Ne yapacağımı bilmiyorum, neden hep
böyle oluyor? Yalnız kalmak istemiyorum, bana yalnızlık daha iyi diyen
insanlardan bıktım, ben öyle bir insan değilim, yapamıyorum. Onun için
her şeyi yaptım, sabırlı davrandım, yapılması gereken ne varsa yaptım,
insanlar böyle davranmasına izin verme dedikleri halde, mesela geceyi
dışarıda geçirdiğinde, çok da az oluyordu, kırk yılda bir, öyle zamanlarda
siktir et gitsin dediler bana, ama yapamadım, ya gerçekten siktir olup
giderse? Çünkü zaten hepsi öyle yapıyor, bugüne kadar tanıştıklarımın
hepsi, ortadan yokoluyorlar, sorun onlar mı ben mi onu bile
anlayamıyorum. Yalnız kalmak istemiyorum, dayanamıyorum, sözde
harika bir şey olması gerek yalnızlığın biliyorum ama bence öyle değil.
Elimde değil, rol yapmaya gerek yok, deli gibi yalnızım ve
dayanamıyorum.

Hızla odadan çıkar. Birbirlerine bakarlar. Sessizlik. Frank yerdeki


kutuyu alır.

FRANK: Neredeyse kafamı koparacaktı.

MARY: Kimbilir nasıl bir terapiste gitti. Aklı başında hangi insan
Catherine’e sorununun çok çok çok verici olmak olduğunu söyler?

Kendine viski koyar.

MIKE: Aslında, tuhaf bir şekilde etrafındakilere sürekli bir şeyler


vermeye çalışıyor. Genelde uygunsuz şeyler sadece. Yani, belli ki bir
problemi var.

TERESA: Evet, bunu senin bize söylemene hiç ihtiyacımız yok, teşekkür
ederiz-

MIKE: Pardon, yani o bayağı bir perişan halde, bir de dengesiz-

TERESA: Teşekkürler, doktor bey-

64
FRANK: Teresa-

TERESA: Ne var, ona acıyan insanlardan bıktım artık. Onunla yeni


tanıştığında kolay geliyor, ama yıllar yıllar yıllar boyunca ona
katlandıktan sonra, onu öldürmek istiyorsun-

Mary’den kadehi alır.

TERESA: Birazını bana ver.

FRANK: Teresa, viski içmemen lazım, kafayı yediriyo sana , biliyorsun-

Teresa bir bardak viskiyi tek dikişte içer ve yüzünü ekşitir.

TERESA: Tuz.

FRANK: Tuz tadı geliyorsa içme sen de o zaman-

TERESA: Şu çantaları arabaya taşımayacak mıydın sen-

MIKE: Belki biriniz gidip Catherine’le bir konuşsa..

TERESA: Sen kim oluyorsun da buraya gelip ahkam kesiyorsun, bu ne


cesaret ha!

FRANK: Bırak o şişeyi Teresa-

MIKE: Ben sadece şey demek-

MARY: Sen karışma Mike, lütfen-

MIKE: Olaylara dışarıdan bakan biri olarak, sadece zor zamanlar


geçirdiğini söylüyorum. Şu anda göremediğinizi de biliyorum,
toleransınız kalmamış ama işin aslı şu anda mahvolmuş durumda, ve onu
kimse dinlemiyor-

TERESA: Saçma sapan konuşuyor çünkü, o yüzden kimse dinlemiyor.


Bu arada, çok iyi ya, senin böyle yorumlar yapabilmen, son beş yıldır
karısını aldatan bir adam kalkmış bize nasıl davranacağımızı-

FRANK: Teresa, konuyla ne alakası var şimdi? Yeter.

65
TERESA: Hayır, neden bağırmayacakmışım, bu evde benim dışımda
herkes bağırıyor-

FRANK: Ben sana bağırıyorsun demedim-

TERESA: E, o zaman sağırsın demek ki, çünkü bağırıyorum. Sen bana


şunun cevabını ver bir Mike-

MARY: Yokmuş gibi davran –

TERESA: Ne zaman ahlaklı bir şey yapacaksın? Ne zaman karını


terkedip kızkardeşimle evleneceksin?

FRANK: Aa, yeter ama artık, ne diye burnunu sokuyorsun Teresa-

TERESA: Bir gün birinin bu soruyu sorması gerekiyordu-

FRANK: Ama soracak kişi sen değilsin ve hiç zamanı da değil, tamam
mı?

MIKE: Durum biraz karışık.

MARY: Cevap vermek zorunda değilsin Mike, sorun değil. Teresa, artık
burada bitsin bu konuşma-

MIKE: Aslında karım hasta.

TERESA: Haa, durum ne kadar da müsaitmiş.

MARY: CFIDS hastalığı var. Kronik yorgunluk-

TERESA: Kıçımın kronik yorgunluğu.

FRANK: Teresa, bak son kez uyarıyorum-

TERESA: Nasıl bir hastalıkmış bu?

MARY: Yeter artık!

TERESA: Koltukta altı ay boyunca biraz başağrısıyla yattığın


hastalıklardan, doğru düzgün bir hastalık bile değil. Beyin tümörü değil.
İki bacağı askıda falan da değil. Sana bir şey söyleyeyim Mike-

66
FRANK: Şu anda kimseye bir şey söylemesen daha iyi –

TERESA: Karının hiçbir şeyi yok Mike

MIKE: Evet var, gerçekten var.

TERESA: Yok. Senin bir ilişkin olduğunu biliyor, ve hasta olursa senin
onu terketmeyeceğini düşünüyor.

FRANK: Kusura bakma, Mike, dediğin gibi, kederden böyle konuşuyor,


işte.

MIKE: Önemli değil, burnumu sokmamam-

FRANK: Teresa, hadi ama, boktan boktan konuşuyorsun, gel de uzan


şuraya.

TERESA: Hayır efendim, boktan falan konuşmuyorum. Çünkü aynısını


ben de yaptım. İnsanlar bana iyi davransın diye hasta oldum. Eski
kocama hasta numarası yapardım. Bazen elinde kalan tek koz budur.
İnsan durduk yere hasta olmaz. Birileri seni terketmesinler diye hasta
olursun.

FRANK: Teresa, sana yalvarıyorum. Geçen defa ne oldu hatırlamıyor


musun?. Topu topu üç kadeh cin içti. Otoparkta üstünde ne var ne yok
çıkarıverdi, çırılçıplak..

TERESA: Sıcak basmıştı da ondan, sıcak.

MARY: Ver o şişeyi bana, hemen.

TERESA: Bana ne yapacağımı söyleme, bir de böyle o biçim tepeden


bakmayı da kes bana, durduk yere-

MARY: Mike’ın karısı hasta. Ciddi ciddi hasta. CFIDS gerçek bir
hastalık, hayal ürünü falan değil, tamam mı?

TERESA: Gördüğünüz gibi, biz annemizin kızlarıyız. Her zaman


erkeğinin tarafını tut, ne kadar boktan bir herif olursa olsun-

FRANK: Teresa, yeter artık-

TERESA: Aynen babam gibi.

67
MARY: Frank çıkar şunu buradan.

TERESA: Bizim babamız, Mike, annemizle evli olduğu 48 yıl boyunca


neredeyse hiç konuşmadı. Babamın konuştuğunu hatırlıyor musun Mary?
Ağzından çıkan herhangi bir cesaretlendirici, sevgi sözcüğü falan?

MARY: Teresa-

TERESA: Profesyonel dilsiz gibiydi adam. Ve genelde hiç


tanımadığımız bambaşka bir adam.

FRANK: Evet, aynen öyle. Gel.

TERESA: Son sözleri neydi biliyor musun Mike?

MIKE: Hayır, bilmiyorum.

TERESA: “ Hardalı uzatsana Marjorie”

FRANK: Hayır, geçen günkü filmde vardı o cümle.

TERESA: Ve annemin adı Marjorie bile değildi işte, sen düşün.

MARY: Yeter artık ya, rezilini çıkardın artık-

TERESA: Annemizin adı Violet’ti ve babam “ Hardalı uzatsana


Marjorie” dedi. Herhalde onun hakkında yeterince bilgi veriyor bu
cümlesi.

MARY: Bayağı kafadan atıyorsun.

TERESA: Sen nereden biliyorsun? Orada değildin bile. Her zamanki


gibi. Hiçbir kriz anında orada olmazsın, hatta kendinle ilgili krizlerde
bile. Hep pis işlerini başkalarına temizlet. Bana, ya da anneme..

FRANK: Teresa_

TERESA: O kadar yıl boyunca babam hakkında olumsuz tek bir laf
etmedi. Babam hep haklıydı, mükemmel bir evlilikti. Aramızda hiç gizli
saklı yok deyip dururdu annem. Allahaşkına, kimi kandırmaya
çalışıyordu?

68
MARY: Teresa, lütfen, çok yoruldum tüm bunlardan-

TERESA: Hayır! Kimi kandırmaya çalışıyordu söyle bana.

MARY: Bilmiyorum. Kendini. Kendini kandırmaya çalışıyordu. Oldu


mu?

FRANK: Mike, inan senin tarafındayım-

TERESA: Saçlarını kızıla boyamıştı. Hatırlıyor musun? Babam


farketmemişti bile. Bir kelime etmemişti. Yani farketmemek imkansızdı,
o kadar felaket olmuştu ki kafa rengi, sokakta gören köpekler bile
kaçıyordu-

MARY: Kibar davranmış işte, kırmak istememiş-

TERESA: Onu haklı çıkarmaya çalışma. Umrunda bile değildi. Üç kafalı


olsak farketmezdi bile. Siktiri boktan hayatımız onu rahatsız etmemeye
çalışarak geçti. Stres sözünü duyunca gülerdi. “ Stres mi, öyle bir şey
yok”. Öyle bir şey bilmediğini söylerdi. Tabi ki bilmiyordu stres ne
demek. Bütün stresi onun yerine biz üstlendik. Eğildik, büküldük, ezildik
kendi kendimize…Senin şu olayda mesela..

MARY: Şu anda hiç bunları konuşacak halde değilim, gerçekten-

TERESA: Bilmediğine inanmıyorum. Nasıl bilmez ya? Dilsiz olabilir


ama kör de değildi ya, allahaşkına-

MARY: Çok uzun zaman önceydi, neyse ne, hadi artık-

TERESA: Hayır, artık hiçbir şey olmamış gibi davranmayalım-

MARY: Hiçbir şey olmadı-

TERESA: Siktir git ya, bir insanın sekiz aylık hamile olduğunu nasıl
farketmezsin?

Es

FRANK: Kim sekiz aylık hamileydi?

Es

69
MARY: Ben.

Es

TERESA: On dört yaşındayken.

FRANK: Ciddi misiniz?

MARY: Evet, ciddiyiz, öğrenmek istediğin başka bir şey varsa.

MIKE: Bana hiç anlatmadın-

MARY: Çok uzun zaman önceydi. Anlatacak bir şey yok.

TERESA: Ne demek anlatacak bir şey yok?

MARY: İster anlatırım ister anlatmam, benim kararım. Konuşmuyorsam


beni ilgilendirir. Senin başına gelmedi, benim başıma geldi.

TERESA: Ah tipik benmerkezcil boktan konuşmalar. Dünyada bir tek


sen varsın değil mi ?Annemle ben neler yaşadık en ufak bir fikrin var mı?

MARY: Hiçbir şey yaşamadınız. Yaşadıklarınız bir şey değildi, anlıyor


musun beni, hayır anladığını hiç sanmıyorum, gerizekalı, hayalgücü kıt
kadın.

FRANK: Bugün gerçekten de kendini aştın Teresa. Yani bu kişisel


fikrim ama, bence bugün zamanlaman biraz yanlıştı. Eğer cenazeye kadar
bekleseydin daha etkili olurdu, cenaze bitince ayağa kalkar bütün burada
anlattıklarını cemaate anlatırdın. Orada okuyacağın” Ölüm yok artık” adlı
korkunç şiirdense, ha, alkışlardan yıkılırdı ortalık.

TERESA: Yoruldum artık. Neden o hayatını sırtı sıvazlanarak sanki hiç


hata yapmamış gibi yaşıyor?

FRANK: Tamam da bunu şimdi açıklamanın zamanı değil onu demek


istiyorum. Yani yas tutma biçimin pek uygun değil-

TERESA: Hiçbir şey bildiğin yok senin-

Şişeyi tekrar alır.

FRANK: Eğer ondan bir yudum daha alırsan, karaciğerin patlayacak-

70
TERESA: Her şeyi babamdan saklamalar. Saçmaydı tabi ama, Mary
babasının ve bizim erdemli, meleksi, pamuk prensesimizdi, ve adamı bu
gayet uydurma gerçekten mahrum etmek ayıp olurdu, değil mi ?

MARY: Bu tamamen kendi bakış açından anlattığın bir hikaye-

TERESA: Her şeyi annem ayarlamak zorunda kaldı, zavallı kadıncağız,


karın zarı iltihabı olduğun yalanları, hastahaneler, kimbilir başka nelerle
uğraştı..

MARY: Sancılarım başladığında eliyle ağzımı kapatmıştı, o kısmı


unuttuğuna eminim-

TERESA: Öyle bir şey yapmadı. Bebek için çok iyi Katolik bir aile
buldu, onu inançla yetiştirecek, bu arada sen de parlak kariyerine devam
ettin. Bir soru bile sorulmadı, bu konu bir daha hiç açılmadı, sanki böyle
bir şey hiç yaşanmadı, hatta Catherine’in bundan haberi bile olmadı. O
zavallı, salak Catherine, kimse bana bir şey anlatmıyor diye söylenip
durur, gerçekten de kimse ona bir şey anlatmadı ve anlatmayacak da-

MIKE: Yani şimdi bir yerde yetişkin bir oğlun mu var-

TERESA: Mary şöyle Mary böyle, Mary’nin siktiri boktan ödevleri,


Mary’nin siktiri boktan sınavları. Evde parmak uçlarımızda yürümek
zorundaydık, yoksa aman ha, Mary’nin değerli beyin hücreleri pop müzik
ya da kapı tıkırtısı duyarsa kısa devre yapabilir. Tüm bu çabalarımız
sonucu hanımefendi dokunulmaz olduğunu düşünmeye başladı, bitmeyen
ukalalıklarıyla-

MARY: Her şeyi uyduruyorsun, gerçekleri saptırıyorsun-

TERESA: Ve sen hala ulaşılmaz olduğunu sanıyorsun, hala siktiri


boktan-

MARY: Sarhoşsun sen, daha fazla dinlemeyeceğim bu saçmalıkları.

Sinirle dışarı çıkar. Mike arkasından aceleyle çıkar.

MIKE: Ben..bir..İzninizle, Mary-

FRANK: Sadece utanç verici değil aynı zamanda çok itici oluyorsun
sarhoş olduğunda. Mike’a dostça bir tavsiyem olacak: sakın karını

71
terketme. Yoksa kısmetine böyle bir kadın düşüverir. Dizideki entrikacı
kadınlardan bile beter!

TERESA: Öff, kapat çeneni.

Ağlamaya başlar. Uzun bir sessizlik. Yüzünden gözyaşları süzülür.

TERESA: Üç gün üç gece ağlamak istedim.

Viskiden bir yudum daha alır, hıçkıra hıçkıra ağlayarak

Sabun tadı gitmiş bunun.

Sessizlik.

Bir şey söylesene Frank.

Es.

FRANK: Otuz altı saattir ayaktayım.

Es.

TERESA: Sen bir sessizlik abidesisin, değil mi?

FRANK: Pardon?

TERESA: Sessizlik çeşit çeşit sende. Ya bi siktir git sessizliğin var,


kırgın olanı var, senden o kadar nefret ediyorum ki sağır taklidi
yapıyorum sessizliğin var, ve bir de daha kötüsü var, senden o kadar çok
nefret ediyorum ki yabancıyım ve söylediğin hiçbir şeyi anlamıyorum
sessizliğin. Sessizliklerin senin en dokunaklı şeylerin. Eskimolar karı
nasıl okuyorsa ben de senin bu sessizliklerini öyle okuyabiliyorum.

FRANK: Inuit,inuit

TERESA: Ne?

FRANK: İnuit. Artık onlara böyle deniyor. Kendilerine Eskimo


denilmesinden hoşlanmıyorlar artık.

TERESA: Nereden biliyorsun? Kaç tane Eskimoyla tanıştın hayatında?

72
FRANK: Teresa, berbat haldeyim-

TERESA: Sen de hep berbat haldesin.

FRANK: Bu da ne demek şimdi?

TERESA: Eve geliyorsun, duvarlara bakıyorsun sonra sızıp kalıyorsun.


Market arabasını sürerken bile uyuyabilirsin sen, gördüm kaç kez, hatta
gözlerin açıkken bile uyuyabiliyorsun, uyanık gibi görünmek için sırf-

FRANK: Çünkü beni o salak konferanslara, pazarlama yemeklerine,


mutluluk kulüplerine sürükleyip duruyorsun. Çoğu zaman gittiğimiz
şeyin ne olduğunu bile bilmiyorum, bazen nerede olduğumu bile
bilmiyorum amına koyayım ya-

TERESA: Seni sürükleyen yok-

FRANK: Evet, öyle bir sürüklüyorsun ki. Sırf ortama ayak uydurmak
için bir hafta boyunca bilmem ne yağı ve haşlanmış lahanayla
besleniyorsun. Sonra da altı aydır muz görmemiş insanlara asıl ihtiyaçları
olanın boktan bir arı sütü olduğuna ikna etmeye çalışıyorsun. Her yılın
yarısı boyunca bunları dene, kendini nasıl hissedeceksin bakalım. Bırak
supermarkete gidip uyuyakalmayı, büyük ihtimalle ölmüş olurdun

TERESA: Arnavutların muzu yoksa benim suçum değil, benim suçum


değil-

FRANK: Öyle bir şey demedim-

Teresa çok çok sarhoş olmuştur.

TERESA: Neden hepsi benim suçum.

FRANK: Teresa, benden ne istiyorsun? Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum.


Neyi yanlış yapıyorum?

Sessizlik.

TERESA: Bunu bana neden yapıyorsun?

FRANK: Neyi neden yapıyorum?

73
TERESA: Ah, Frank ne kadar iyi değil mi, o kadar iyi huylu ki. Yaa tabi
öyledir,diyesim geliyor, eve girdiği an bambaşka bir adam, alakası yok,
ağzından bir laf çıkmıyor, sadece homurdanıyor, hepinizin düşündüğü
cazibeli Frank gidiyor, yerine hologram geliyor, korkunç bir kabus gibi
Frank, tıpkı –

Susar. Es

FRANK: Tıpkı kim gibi.

TERESA: Kimse gibi değil. Yok bir şey.

Frank’e bakar.

TERESA: Esprili ve eğlenceli biriyim demiştin bir de. Aynen böyle


demiştin.

FRANK: Öf, başlama yine!

TERESA: Esprili, eğlenceli ve 1.80 boyunda, hah!

FRANK: Sen de yirmi dokuz yaşındayım demiştin.

TERESA: Yirmi dokuzum falan dememiştim-

FRANK: Pardon, çok çok pardon-

Cüzdanından bir kağıt çıkarır ve okur.

Düşünceli, seksi, vejeteryan bayan, otuzuna girmek üzere..

TERESA: Esprili ve eğlenceli bay arıyor, otuz otuz beş yaşlarında-

FRANK: Otuzuna girmek üzere değildin-

TERESA: Sen de esprili ve eğlenceli değildin.

FRANK: O zaman öyle demiyordun ama

TERESA: Tamam komik bir şey söyle o zaman. Hadi.

FRANK: Sıçtırtma şimdi esprine-

74
TERESA: Tamam o zaman ilginç bir şey söyle, bilmediğim bir şey.

Es.

FRANK: Hannah ve Kızkardeşleri filminden nefret etmiştim.

TERESA: Ne?

FRANK: Nefret ettim. Woody Allen’dan nefret ediyorum.

TERESA: İlk buluştuğumuzda gittik o filme.

FRANK: Biliyorum.

TERESA: Bayıldım demiştin.

FRANK: Yalan söyledim. Hiçbir şey anlamadım. Komik de değildi.

TERESA: Adam koltuklarına uymuyor diye resmi almaktan


vazgeçiyordu. Orası komikti.

FRANK: Değildi. Gayet mantıklıydı. Eğer kırmızı bir koltuğun varsa,


büyük yeşil ve mor bir tablo almazsın mesela, değil mi? Salona her
girdiğinde çığlık atarsın, migrenin tutar.

TERESA: Espri o değildi zaten.

FRANK: Neymiş espri?

TERESA: Yıllardır Woody Allen’ı seviyor gibi yapıyorsun. Yalan


söyledin bana. Bir yabancıyla evliymişim-

Es. Frank’e kararsızca bakar.

Frank

FRANK: Ne var?

TERESA: Başka biri mi var?

FRANK: Ne?

TERESA: Sadece cevap ver.

75
Frank şaşkına dönmüştür

FRANK: Başka biri yok.

TERESA: Emin misin?

FRANK: Bir saniye bekle, bir daha gözden geçireyim, belki


unutmuşumdur-

TERESA: Ciddiyim-

FRANK: Başka bir kadınla ilişkim yok. Buna enerjim yok-

TERESA: Ama eğer bir ilişkin olsaydı, yani eğer olsaydı, bana söylerdin
değil mi?

FRANK: Karını aldatmanın bütün amacı bu değil mi zaten, ona


söylememek.

Teresa Frank’in karnına yumruk atar, Frank inler

FRANK: Şaka yaptım. Şaka.

TERESA: İğrenç bir espri anlayışın var.

FRANK: Özür dilerim. Bırak şu şişeyi. Hadi, yeter bu kadar. Otur.

Teresa yaşlı gözlerle şişeyi ona uzatır. Es. Frank derin bir nefes alır.

Teresa. Düsseldorf’tan buraya yaptığım muhteşem ve uzun yolculukta,


mim sanatçısıyla yaşadığım krizler arasında, biraz düşünme fırsatım oldu.
İki buçuk günümü sağlıklı beslenme kurultayında, burçlarına göre
vitamin terapisi yapan insanların tacizine uğrayarak geçirmek uzun
zamandır bildiğim bir şeyi hatırlamamı sağladı. Biz halis muhlis bok
satıyoruz resmen.

TERESA: Frank-

FRANK: Bir dakika, bitireyim. Bu şeye inandığını biliyorum. Biliyorum.


Ama sana bir şey soracağım. Annenle baban, hırdavat dükkanları varken
mutlu muydular? Birlikte dükkan işletirken?

76
TERESA: Hayır, tabi ki değildiler.

FRANK: Peki neden bizim mutlu olacağımızı düşündün?

TERESA: Annemlerle hiçbir alakası yok.

Frank ona bakar

FRANK: Belki sonra, cenaze işleri bittikten sonra, biz belki, senle..

TERESA: Ne?

FRANK: Bilmiyorum. Belki sen bu işe devam edersin, ben başka bir şey
yaparım.

TERESA: Ne gibi?

FRANK: Teresa, ben bir şeyler satmaktan nefret ediyorum. İnsanların


almak istemediği benim de inanmadığım bir şeyler satmaktan. Ben bu işe
uygun değilim. Güzel, daha net, daha açık bir iş yapmalıyım, anlıyor
musun? “ İyi akşamlar, iki bitter çikolata, bir rom, ve bir de kola”. “ Tabi
efendim, buz ve limon da ister misiniz? Borcunuz şu kadar, teşekkürler”
Alışveriş biter. Ama ben ne diyorum, “ hazır gelmişken çift girişli priz
almak ister misiniz, ihtiyacınız yok mu, peki göbek eriten masaj aleti?,
indirimde yalıtım malzemelerimiz de var aslında…”Dayanamıyorum,
Teresa, bu iş delirtiyor beni. Ben basit bir iş yapmak istiyorum.

TERESA: Ne gibi?

Es.

FRANK: Bir bar gibi. Bar işletmek istiyorum

TERESA: Bar mı işletmek istiyorsun?

FRANK: İlanını gördüm, bir bar var, kasabanın biraz dışında

Teresa dengesini kaybeder.

TERESA: Bir bar mı? Sana inanmıyorum ya-

Catherine girer.

77
CATHERINE: Ne oluyor?

FRANK: Hiçbir şey olduğu yok. Teresa’yla bir şey konuşmaya


çalışıyorum-

TERESA: Galiba kusacağım. Hayır, gelme yanıma. Barmış, kafayı yedin


herhalde-

FRANK: Teresa-

TERESA: Dokunma bana. Barmış, ne barı ya, ne barı-

Dışarı çıkar. Dışarıdan bir şeylerin düşme sesi. Küfür. Frank bitkin bir
halde yatağa uzanır.

CATHERINE: Of ya…

Frank’in yanına yatağa zıplar.

Çok bunalımdayım.

FRANK: Evet, ya, öyle, bunalım işler bunlar. Ölmek ve buna benzer
şeyler işte.

Sessizlik

CATHERINE: Frank?

FRANK: Efendim?

CATHERINE: Ben çok mu iticiyim?

FRANK: Nasıl?

CATHERINE: Sence ben güzel miyim?

FRANK: Tabi güzelsin. Bak Catherine, çok yorgunum, konuşacak halim


yok, kusura bakma.

Es.

78
CATHERINE: Çok güzelim. Gayet eğlenceliyim. Özel bir insanım.
Carmen öyle diyor, terapistim Carmen. Çok iyi bir aşçıyım. O zaman
neden beni terketti?

FRANK: Ya Catherine, ben ne bileyim. İnsanlar birbirini terkeder. Aş


artık bunları. Ben gidip Teresa’yla konuşacağım.

CATHERINE: Kusuyordur büyük ihtimalle. İçtiği zaman genelde kusar.


Peki ben ne yapacağım?

FRANK: Ne hakkında?

CATHERINE: Xavier.

FRANK: Catherine, sana verecek tavsiyem yok. Ben orta yaşlı,


inanmadığı sağlıklı yiyecekleri satan bir adamım ve sözde yeşilaycı olup
bir şişe içkiyi deviren bir karım var. Sana tavsiyem, biraz yeşil çay iç,
organik sebzeler ye ve kendini sevmeyi öğren, ama sonuçta hiçbiri bir
boka yaramaz.

CATHERINE: Ona ulaşmam lazım, dayanamıyorum. Onu görmem


lazım. Sağlam bir ilişkimiz var, biliyorum, öylesine peşini bırakamam,
vazgeçemem, değil mi…Dayanamam-

Kafasını Frank’in kucağına koyar. Frank Catherine patlamak üzere bir


bombaymış gibi dehşetle bakar. Uzaklaşmaya çalışır. Catherine kollarını
Frank’e dolar.

FRANK: Tamam, tamam, tamam, yeter, Catherine, sakin ol-

CATHERINE: Birinin bana sarılmasına ihtiyacım var.

Frank tuhaf bir şekilde onu pışpışlar.

FRANK: Oldu işte.

CATHERINE: Ona sarılmak denmez.

FRANK: Ablan Teresa sarılır sana.

CATHERINE: Kafası tuvaletin içinde, nasıl sarılacak bana?

Catherine Frank’e sımsıkı yapışır.

79
FRANK: Catherine bırak bacağımı-

CATHERINE: Sorun değil, sen ailedensin.

FRANK: Ben de aynen, onu demek-

CATHERINE: Sarıl bana Frank, o kadar yalnızım ki. Ne yapacağım


ben? Sadece birazcık sarılmaya ihtiyacım var, hepsi bu-

FRANK: Valla gerçekten onur duydum, ama sakin ol, yani, şey olsun
istemeyiz-

Catherine onu öper, birden iter, ve yataktan zıplayarak kalkar.

CATHERINE: Seni baştan çıkarmaya falan çalışmıyordum-

FRANK: Catherine, şu anda biraz kafayı yemiş durumdasın, tamam mı-

CATHERINE: Hah, yine başladık, tipik-

FRANK: Yok, yani şöyle, anlıyorum, bak Teresa’ya. Eğer senin yerinde
olsaydım şu Pepe denen herifi hemen arardım, ve miktir olup gitmesini
söylerdim, herifi ara ve aynen şöyle de “ Kusura bakma Pepe, annem yeni
öldü, buna ihtiyacım yok, bas git”.

CATHERINE: Onun adı Pepe değil-

FRANK: Her neyse işte. Jose-

CATHERINE: Of, bi siktir git ya, tek istediğim biraz şefkatti. Biraz
destek. Tek istediğim. Benimle evlenip çocuklarımın babası ol falan
istedim sanki. Bu erkeklerin sorunu ne ya? Neden sinyalleri hep yanlış
okuyorsunuz? Of ya, midemi bulandırıyorsun-

Mary ve Mike girerler. Mary’nin elinde teneke bir kutu vardır.

MARY: Işığa gelen ateşböcekleri gibi bu odaya üşüşüp durmayın ya,


hepinizden bıktım artık. Eğer bir arayan olursa, haber veriririm.

CATHERINE: Zaten gidiyordum.

Catherine çıkar. Frank ayağa kalkar

80
FRANK: Bunun, bunun hali beni endişelendiriyor. Ciddiyim- kapalı
koğuşta altı ay falan yatması lazım, tamamen gidik- neyse, ben gideyim
de Teresa’ya bakayım-

Frank çıkar. Mary yatağa oturur ve kutuyu açar. Kağıtları karıştırır.

MARY: Dosyasına adımı bırakacağım, eğer beni ararsa bulsun diye.


Neye benzediğini bile bilmiyorum. Kafamdan uyduruyorum. Metroda
otururken gelip geçen 25 yaşındaki erkeklere bakıyorum, ve diyorum ki,
belki de odur. Gittiğinden beri onu arıyorum, ama buhar olup uçmuş
sanki, bir türlü bulamıyorum.

Bir kağıt parçasını açar.

MARY: Oh, şükürler olsun, şükürler olsun, burada işte. Burada hala.
Bak.Patrick. Patrick James. Benim oğlum. Adını Heathcliff koymak
istemiştim. Daha 14 yaşındaydım. Hayatın bir roman gibi olduğunu
düşünüyordum o zaman. ( Okur) Cinsiyet: Erkek. İsim: Patrick James.
Kilo: 3 kilo 600 gram. Ondan kalan tek şey bu elimde.

Odaya bakar.

MARY: Her şey gidecek yakında. Tüm bu eşyalar, her şey. Oda tümüyle
gidecek belki. Denizde yokolup gidecek. Bu evden almak istediğim bir
tek bu var. Kurtarmak istediğim bir tek bu var. Bu kağıtla onun benim
olduğunu ispat edebilirim.

Kağıdı çantasına koyar. Elini karnına koyar ve aynaya gider. Yan dönüp
kendine bakar.

MARY: Hamile olmak çok tuhaf bir duygu. Bir sabah kalkıyorsun ve
bambaşka biri gibi hissediyorsun.

Mike’a bakar.

MIKE: Mary, bence, yani, biraz aceleci davranıyorsun-

MARY: Gerçek bir çocuğa ihtiyacım var, bir hayalete değil. Ne


yapacaksın? Benimle misin, yoksa çekip gidecek misin?

81
MIKE: Eğer hamileysen, eğer öyleysen, yani, tabi ki çekip
gitmeyeceğim, sadece sanmıyorum- bak, Charlie Morgan’ın alkol
tedavisi gördüğünü biliyorum-

MARY: Onu mahkemeye verebilirsin. Herkes veriyor.

MIKE: Bak, çocuk istediğini biliyorum, kabul ediyorum. Vasektomi


yaptırdığım için bana kızgın olduğunu da-

MARY: Beş yıldır bu konudan bahsetmedin bile, ben asıl bunu-

MIKE: Ben çocuk istemiyorum Mary! Çocuk istemiyorum. Sırf sen


istiyorsun diye de isteyemem. Aşk ve babalık benim kafamda aynı şey
değil. Seni seviyorum dediğimde senden hoşlanıyorum, seninle birlikte
olmak istiyorum, seninle yatmak istiyorum demek ama senden üç çocuk
istiyorum ve önümüzdeki otuz yıl boyunca cumartesi günlerimi market
alışverişiyle geçirmek istiyorum demek değil.

MARY: Eh tabi istemezsin, zaten bunlara sahipsin.

MIKE: Senden önce olanlar konusunda bir şey yapamam! Söylediklerim


hoşuna gitmiyor belki ama, daha iyi hisset diye yalan söyleyemem.
Hiçbir zaman çocuk istemedim. Ama bir şekilde oldular ve onları
seviyorum ama başka çocuk istemiyorum. Soğuk ya da bencil bir adam
olduğum için değil- en azından herkes kadar öyleyim- sadece benden bu
kadar beklenti olması içimi kuruttu. Hastalarım bir taraftan, Chrissie,
çocuklar. Seninle aynıyız,eşitiz. Sana geliyorum çünkü seni iyileştirmemi
istemiyorsun. Bazı insanlar baba olmak için yaratılmamışlar. Bu bir suç
değil. Ben de onlardan biriyim. Eğer bir kadınsan ve doğurganlığınla
ilgili kararlar alırsan, kimse bir şey demiyor. Ben de böyle bir karar aldım
işte. Chrissie hasta diye vasektomi yaptırmadım, kendim için yaptırdım.

Sessizlik.

MIKE: Ama tabi ki, hamileysen, yani işte, yanındayım.

MARY: Hadi ya, oley, kendimi çok daha iyi hissediyorum şimdi.

Es.

MARY: Şu hale bak ya, her şey karmakarışık. Seçim hakkımız olmadığı
günlere dönsek keşke.

82
MIKE: Senin seçme hakkın vardı. Beni seçtin.

MARY: Of, başlatma seçimine. Dışarıdaki diğer seçenekleri gördün mü


hiç? Kahverengi takımlı memurlar, manyaklar, alkolikler, bir hafta aynı
donla dolaşan herifler..

Kapı çalınır.

MARY: Git buradan.

Catherine girer.

CATHERINE: Gidip ne yapmış biliyor musun?

MARY: Bilmiyorum ve umrumda değil.

CATHERINE: Öldüreceğim onu-

Frank girer.

FRANK: Bakın, kusura bakmayın, burada biraz huzur bulmak


istediğinizi biliyorum ama-

MARY: Yok ya, bizi takma kafana, lütfen-

FRANK: Şöyle bir durum var, Teresa annenizi geri getirmeyi planlıyor,
yani konu bu.

MARY: Pardon, herhalde halüsinasyon görüyorum. Bir daha söyler


misin?

CATHERINE: Bir gece önce. Buraya gelecek. Cenazeden bir gece önce.
Bu gece.

MARY: Ne yani, tabutuyla mı?

CATHERINE: Yok ayaklanarak gelecek, ne sandın?

MARY: Diyelim bu salak fikrini kabul ettik, onu nereye koyacağız?

CATHERINE: Buraya, odasına.

83
MARY: Burada ben uyuyorum. Ölü annemin yanında uyuyamam.
Allahım ya!

MIKE: Bir otele gidebiliriz-

FRANK: Tabut açık ya da kapalı olabilirmiş, size kalmış.

CATHERINE: Öldü o. Ölmüş suratını görmek istemiyorum.

Teresa kapıda belirir, sarhoş ve darmadumandır.

TERESA: Onu görmeniz lazım, bu çok önemli, o zaman ölmüş olduğunu


anlarsınız-

CATHERINE: Kadın dört gündür morgda dondurucuda, tabi ki ölü-

TERESA: Valla, üzgünüm, buraya gelecek, o şekilde ayarladım, o kadar


ve neden size sormadığımı sormanın bir anlamı yok çünkü burada
değildiniz sormak için. Son gecesini kendi yatağında geçirmek üzere
gelecek. Bu hikaye böyle biter. Son. Nokta. Finito. La fin.

Ayakta duramayacak haldedir. Tehlikeli biçimde sallanır.

TERESA: Frank..

FRANK: Ne var?

TERESA: Çok çok çok fazla içmişim.

Sahne kararır.

Sahne 3

Aynı oda, ertesi sabah. Tabut alçak bir sehpa üzerinde durmaktadır.
Teresa cenaze için giyinmiştir, telefonda konuşmaktadır. Catherine
sabahlığıyla oturmuş, tabuta bakmaktadır.

TERESA: Yani daha sonra derken neyi kastediyorsunuz? Anlıyorum…


Hayır, hayır tabi ki..Anlıyorum…Gelir gelmez ararsanız..Teşekkürler…
İyi günler.

Catherine’e sonra da saatine bakar.

84
TERESA: Karda mahsur kaldılar herhalde.

CATHERINE: Kimler?

TERESA: Tabutu taşıyacak adamlar. Cenaze çalışanları diyor adam


onlara. Hala işe gelmemişler. Yerlerine birilerini bulmaya çalışıyor. Ne
demek istedi anlamadım, amatörlerin bu işi yapmasını istemeyiz. Saygın
bir şekilde taşınmalı. Herhangi biri yapamaz bu işi falan..

Catherine bir şey söylemez. Hala tabuta bakmaktadır.

TERESA: Neden giyinmedin, yoksa böyle mi gideceksin?

CATHERINE: Küçüçük. Öyle değil mi?

Teresa bakar.

TERESA: Zaten küçük bir kadındı.

CATHERINE: Bu kadar küçük değildi.

TERESA: Demek ki öyleymiş. Katlayıp koymuyorlar sonuçta.

Es.

CATHERINE: Ölçü alıp mı yapıyorlar tabutları?

TERESA: Öyle olması lazım.

CATHERINE: Herhalde. Evet. Bebeklerin tabutları da küçücük, değil


mi? Bu kadarlar

TERESA: Öyle olması lazım. Yoksa içinde dingilderler.

CATHERINE: Mmmm. Ya da bir sürü o baloncuklu naylondan


kullanıyorlardır belki.

TERESA: Eğer bakmak istersen, üstteki vidayı açman yeter. Bana


tornavida verdiler bir tane.

Es.

Ben istemiyorum açmak, sen istiyor musun?

85
CATHERINE: Pek istemiyorum, hayır.

Es. Tabuttan uzaklaşır.

CATHERINE: O kadar bunalımdayım ki. Uçak saatimi


değiştiremiyorum.

TERESA: Unut onu. Beş para etmez bir adam.

CATHERINE: Nereden biliyorsun?

TERESA: Bugüne kadar hiçbir sevgilin düzgün olmadı ki. Doğru seçimi
yapamıyorsun hiç.

CATHERINE: Bir tane İsveçli vardı, iyiydi o. Onunla tanışmış mıydın?


Bayağı yakıyordu yani, kendimi Heidi gibi hissediyordum.

TERESA: Frank’in benim için doğru insan olduğunu ilk bakışta


anlamıştım. Çünkü onu seçtim. 47 kişiden yanıt gelmişti ilanıma. Hepsini
inceledim ve bana en uygununu seçtim.

CATHERINE: Ama tabi şöyle de bir sorun var-

TERESA: Ne?

CATHERINE: İşin aslı seçe seçe Frank’i seçtin

TERESA: Bir kere biz çok, çok mutluyuz aslında. Mükemmel bir çiftiz.
Çünkü doğru olanı yaptık-

CATHERINE: Frank bana kimi hatırlatıyor biliyor musun?

TERESA: Sakın söyleme.

CATHERINE: Benziyor ama, değil mi? Biraz depresif bir durum.


Geçmişi geride bırakacağım palavralarını sıkıp sıkıp sonunda bir
bakıyorsun babanla evlenmişsin.

Mary girer, cenaze için giyinmiştir. Solgun ve bitkin görünmektedir.

TERESA: Hah, işte geldin. Harika görünüyorsun.

86
Es. Mary tabuta bakar.

TERESA: Otel nasıldı?

MARY: İyi.

Teresa tabuta bakan Mary’i izler.

MARY: Pardon. Şoka girdim. Birdenbire böyle karşısında görünce insan,


şey..

CATHERINE: Herkes karda mahsur kalmış, taşıyacak kimse yok tabutu.

TERESA: Sabahlığınla dolaşman için bahane değil –

CATHERINE: Tamam, Tamam, giyineceğim, gidiyorum, merak etme.

Çıkar. Mary odaya bakar, bir şey aramaktadır.

TERESA: Dün yaptıklarım için özür dilerim.

MARY: Boşver.

TERESA: İçmemem lazımdı.

MARY: Evet. İçmemeliydin.

Yatağa oturur ve yatağın altından yeşil teneke kutuyu çıkarır.İçindekilere


bakmaya başlar. Teresa dikkatle ona bakar.

TERESA: Nereden buldun onu?

MARY: Havalandırmanın arkasındaki dolaptan. Neden sordun?

TERESA: Ne zaman buldun?

MARY: Dün. Doğum sertifikasını arıyordum.

Teresa kutuyu Mary’nin elinden çekip alır.

TERESA: Orada yok.

Mary şaşırmıştır.

87
MARY: Biliyorum olmadığını. Çünkü ben aldım. Belki başka bir şey
bulurum diye-

TERESA: Ne gibi bir şey?

MARY: Ne bileyim ben, evlat edinme belgeleri. Ne yapıyosun ya, neyin


var senin?

TERESA: Eski gaz faturaları, otobüs biletleri falan var orada, annemin
atmadığı ıvır zıvır-

MARY: Patrick’le ilgili bir şeyler bulabilir miyim diye-

TERESA: Yok, ben bakmıştım.

MARY: Teresa, saçmalıyorsun, uğraşacak halde değilim seninle, ver şu


kutuyu.

Teresa kutuyu sertçe tutmakta, nasıl tepki göstereceğini bilememektedir.

MARY: Lütfen.

TERESA: Sonra vereceğim. Cenazeden sonra. Tamam mı?

MARY: Neden şimdi alamıyorum?

TERESA: Sonra hallederiz, tamam mı?

MARY: Halledeceğiz. Neyi halledeceğiz? Ya versene şu kutuyu bana,


allahaşkına-

Mary kutuyu kapar, ikisi de kutuyu çekiştirmeye başlar.

TERESA: Ya ben ne diyorum, sonra vereceğim-

Aralarındaki çekişme hiddetlenir.

MARY: Ne oluyor?

TERESA: Hiçbir şey.

Aralarındaki çekişme vahşi bir hal alır.

88
MARY: Ver şu salak kutuyu!

Kavga ederler. Teresa kutuyu elinde tutmayı başarmıştır. Kutuyla birlikte


oturur.

MARY: Ya bir siktir git ya! Ne oluyor ya?

TERESA: Bir şey yok. Hiçbir şey yok. Sonra söylerim-

MARY: Şimdi söyle.

TERESA: Olmaz.

Es.

MARY: Patrick’le ilgili, değil mi?

Teresa yakalanmıştır. Es.

TERESA: Onunla ilgili haber var birkaç tane. Gazete haberleri.

MARY: Nerede olduğunu biliyor musun yani?

Es.

MARY: Patrick nerede?

Es.

TERESA: Öldü

Sessizlik.

TERESA: Özür dilerim. Sana söylemek istedim. Söylemem lazımdı.


Söylemem. Çok üzgünüm. Anneme söyledim, ama o hayır dedi, ve
sonra…Yani, sonra da …Off, zamanı geçince-

Es.

MARY: Nasıl olmuş?

89
TERESA: Kasabanın arkasındaki tepedeymiş, bir arkadaşıyla. Toprak
kayması olmuş, altında kalmışlar. Peder Michael haber verdi bize.

FRANK: ( Dışarıdan) Teresa, bu pantolonuma ne oldu böyle?

TERESA: Sana söyleyecektim, ama ne zaman? Ne zaman


söyleyebilirdik ki?

MARY: Olduğu zaman. Neden o zaman söylemediniz?

TERESA: ( Mary’ye kutuyu nazikçe uzatır) Üzerinde hastane evrakları


yazan zarfta. Gazete haberleri orada.

FRANK: (Dışarıdan) Teresa!

MARY: Git yanına. Buraya gelmesin.

TERESA: Mary, çok özür-

MARY: Git.

Teresa çıkar. Işık mavi-yeşile dönüşür. Uzaktan bir jazz müzik


duyulmaktadır. Vi açık kapıda belirir. Saçı şimdi tamamen beyazdır.
Tabuta bakar.

VI: Aç tabutu.

Tabuta gider. Mary hiçbir şey söylemez.

VI: Açık zaten. Bak.

Vidanın üst kısmını kaldırır ve bakar.

VI: Çirkin, yaşlı bir kadın. Onu tanımıyorum bile. Gözlerine yeşil far
sürmüş, çirkin,yaşlı bir kadın. Yeşil. Asaletin rengi. Buz yeşili göz farı.

Tabutun kapağını kapatır. Gözlerini kapatır ve müzik eşliğinde usulca


dans eder.

VI: Gitmeden önce son bir dans istiyorum….

Mary bir sure ona bakar. Teneke kutudakileri boşaltır. Zarfı bulur,
gazete kupürlerini çıkarır, şaşkınlıkla bakar.

90
MARY: Bindokuzyüzseksen…..Bindokuzyüzseksen… Neden
söylemediniz bana?

Vi dans etmeyi bırakır. Es.

VI: O zaman doğru olan buymuş gibi geldi. Final sınavların vardı.

Sessizlik.

MARY: Bunca yıldır onu bekledim. Gelip beni bulmasını ve beni


istemesini.

VI: O suçlayıcı kadınlardan birine dönüşme. Kurban gibi davranma. Hiç


yakışmıyor sana.

MARY: Onu başkalarına vermemi istedin, çünkü utandın .

VI: Senin iyiliğin için yaptım. Kapana kısılmış hissetmeni istemedim.


Senin için yaptım.

MARY: Bir hastam var. Yirmi yaşında bir oğlan, hastane yatağında
öylece yatıyor, ifadesizce, hiçbir anı,düşünce yok, içi boş bir makina gibi.
Ona bakınca tek gördüğüm Patrick. Benim yaşatmadığım anılarla dolu,
başka birinin ona verdiği anılarla. Sonra düşünüyorum, benim ona
verebildiğim bir şey var mı diye? Bana ait bir tarafı. Belki benim gibi
gülüyordur. Belki yürüyüşü bana benziyordur. Belki de benzemiyordur.
Beni obsesif yaptın.

VI: Hiçbir şeyin seni sarsamayacağını düşünmüştüm. Yanılmışım.

Es

MARY: Dün gece rüyamda bir balıkçıdaydım. Mermerin üzerinde bir


kutu vardı. Sanki içi tavuk doluydu. Paketlenmiş. Emin olamadım. Bunlar
tavuk mu diye sordum. Üzerindeki bezi kaldırdı. İçindekiler tavuk değil
bebekti. Paketlenmiş ölü bebekler, elim kadar. Uyandığımda, kan. Hamile
değilim, hiç olmadım. Her şey öldü. Dayanamıyorum. Tutunacak hiçbir
şeyim yok.

VI: Umutsuzluk egonun son sığınağıdır.

Es

91
VI: Haftasonu ekinde okumuştum.

Es

MARY: Boşluğa düştüm. Bir kapıyı açtım ve boşluğa adım attım.

VI: Nasıl hissettiğini hiç bilemedim. Herhangi bir şey konusunda nasıl
hissettiğini hiç bilmedim. Duyguların benimle paylaşamayacağın kadar
özeldi. Beni dışladın. Bana baktığında bile beni görmedin. Benimle hiçbir
şey paylaşmadın, bir şaka, bir gülümseme bile, üstünlük taslamak dışında,
bana hiç izin vermedin, seni tanımama izin vermedin. Bu kaya gibi ceza,
bunca yıl, hep olduğumdan daha iyi olmamı isteyerek, hep senin annen,
hep sorumluluk sahibi, hep suçlanacak biri. Senden nasıl özür
dileyecektim ki, ona bile izin vermedin?

Es

MARY: Üzgünüm.

Es

MARY: Nasıl geçti? Son haftaların?

VI: Bana ilk kez doğru düzgün bir soru soruyorsun. Bana fikrimi
sormayalı yıllar oldu.

MARY: Nasıl hissettin anlat bana.

VI: Beynimde delikler varmış gibi. Korkutucu. Koskocaman yarıklar.


İnsanları tanımamaya başladım. Birden “neredeyim” diye düşünüyorsun?
“Neler oluyor”? Sonra ben dediğinde bile neden bahsettiğini bilmez bir
hale geliyorsun. Ben demenin hiçbir anlamı kalmıyor.

MARY: Sen o halinle de hep kendine benzedin. Özün değişmedi. Elini


oynatışın. Gülümseyişin.

VI: Bazı şeyler değişmiyor. Bazı şeyler iliğine işliyor. Şarkılar. Bebekler.
Bebeklere çok düşkündüm. Köpekler. İnsanların saçları. Dans etmek.
Dans etmek istedim. Teresa’ya sorsan son derece uygunsuz yerlerde.
Bahçede mesela.

92
MARY: Peki kendini kim gibi hissediyordun. Seni sen yapan anılar yok
olunca?

VI: Sanki uzaklara gitmişim gibi hissediyordum. Sanki adalar arasında


gidip geliyordum ve araları çamur doluydu. Eski şarkılar, akıp giden eski
isimler, hayal meyal tanıdığım erkekler. Lime lime olmuş bir şey
gibiydim. Ama bazen o parçalar yüzeye çıkıp birleşiyordu, ve o zaman
ben, hiçbir şeyin olmadığı zift dolu denizden sahile vuruyordum. Ben.
Hala benim. Hala buradayım.

Es

VI: Birini affetmek şalteri indirmek gibi bir şey.

MARY: Öyle mi?

VI: Sadece bir karar. Affettin mi, sonra özgürsün.

Es

VI: Ben yaptım.

MARY: Yaptın mı?

VI: Babanı affettim. Şimdi de seni affedeceğim. Ama artık gitmem


gerekiyor.

Aynaya gider ve kendine bakar.

VI: Evet, galiba zaman gelmiş.

MARY: Anne. Daha gitme-

Vi gitmeden önce ona son bir kez bakar. Mary başını elleri arasına
alarak ağlamaya başlar. Teresa ve Frank girerler

TERESA: Frank, şu gevşetici şuruptan getirsene.

FRANK: Ne şurubu ya, içki lazım ona.

Teresa Mary’i sıkı sıkı tutar..

93
TERESA: Mary, topla kendini, cenazeye gitmen gerekiyor. Frank, şu
şurubu getir, hemen-

Frank çıkar.

MARY: Tedavi edilecek aşamayı geçtim çoktan-

TERESA: Al iç şunları.

Teresa ona birkaç ilaç vermeye çalışır.

MARY: Ne bunlar?

TERESA: Bıldırcın otu tableti, sadece biraz-

MARY: Sadece deyip durma, benim hayatım bu. Sanki basit, çözülebilir
bir şeymiş gibi davranmayı kes artık, vitamin haplarıyla düzeltmeye
çalışmayı kes!

TERESA: Bunlar vitamin hapı değil.

MARY: Çaresi yok bunun.

Frank Mike’la birlikte girer. Mike Mary’nin yanına gider

FRANK: Rahatlatıcı şurup mu votka mı? Hangisi?

MIKE: İyi misin?

MARY: Yorgunum, hiç uyumadım.

FRANK: Gazetede okudum, eğer yatmadan önce bir bütün marulu


yersen, aynen sakinleştirici ilaç etkisi yapıyormuş.

MARY: Şu anda iki arada bir derede kaldım gerçekten. Bir bütün marul
mu yesem, yoksa boğazımı mı kessem.

Frank’ten şurubu alır ve şişeyi diker.

TERESA: Yok yok, sadece bir kaç damla-

MARY: Tamam işte, şimdiden iyi hissetmeye başladım. Birden hayat


anlam kazandı, birden annem hayata geri döndü, aslında hamileymişim,

94
hatta üçüz annesi olacağım. Birden daha önce hiçbir şeyin anlamı yokken
her şey anlamlanıverdi. Hatta amına koyduğumun prensesiymişim bu
ülkenin.

TERESA: Hamile mi?

MARY: Fantazi işte.

MIKE: Pardon?

MARY: Hamile olduğumu sanmıştım, ama değilim. Yalancı gebelik


yani. O Charlie Morgan’ı ayık gününde yakalamışsın tebrikler.

TERESA (Çaresiz): Ya, siz neden ikiniz çocuk yapmıyorsunuz? Ha,


neden? Bırak şu karını, Mary’den bebek yap-

Kapı açılır ve Catherine çok kısa bir mini etekle kapıda belirir.

CATHERINE: Merhaba. Ne diyorsunuz?

Hepsi şaşkın ona bakarlar.

TERESA: Neye?

CATHERINE: Kıyafetime. Ne diyorsunuz?

FRANK: Nasıl yani?

CATHERINE: İyi görünüyor muyum?

Sessizlik.

FRANK: Acayip iyi.

TERESA: Poponun yarısı meydanda.

CATHERINE: Başka eteğim yok. Mary sen beğendin mi?

MARY: Yumurtalıklarının görünmesi dışında, gayet iyi-

Telefon çalar ve Frank açar.

95
FRANK: Alo?...Nasıl? Ne? Neyiniz var? İnanamıyorum ya…Biz ne
yapabilir miyiz? Nasıl yani ? Ne ?...Anlayamadım? Yani, eğer biz…
Tamam, peki, tamam tamam, teşekkürler, tamam.

Telefonu kapatır.

FRANK: Yoldaymış. Ona yardım edecek birkaç erkek var mı diye


soruyor. Tabutu cenaze arabasına taşımak için.

Es.

MIKE: Olur, tabi, hiç problem değil, kesinlikle.

FRANK: Galiba dedi ki, taşıma işini yapamazmış çünkü bir eli
plastiktenmiş. Kulaklarım mı bozuldu nedir?

TERESA: Yok, ne yazık ki bozulmadı.

Catherine tabuta bakmaktadır.

CATHERINE: Tabutu açtınız mı?

TERESA: Hayır.

CATHERINE: Çok garip ya.

TERESA: Ne?

CATHERINE: Bu kutunun içinde olması. Yani, kafamda


canlandıramıyorum.

FRANK: Bence canlandırmana gerek yok.

TERESA: Elinde olmadan düşünüyor insan.Yani içindeki başka biri de


olabilir. Biz anlamayız bile.

CATHERINE: Bir daha onu hiç görmeyeceğiz. Bu kadar dibimizde


duruyor. Çok hoş bir yüzü vardı.

Sessizlik

CATHERINE: Keşke ölmeseydi.

96
MIKE: Belki birer kadeh içki iyi gelir hepimize, ha?

Herkese viski koymaya başlar. Teresa Catherine’e sarılır

CATHERINE: İyiyim. İyi olacağım. İyi olacağım. Olacağım.

Mike içkileri dağıtır. Tuhaf bir sessizlik.

FRANK: Ulan, az kalsın şerefe diyecektim.

Sessizlik.

FRANK: Eh, hadi o zaman.

Saatine bakar. Sonra da tabuta.

FRANK: Galiba ahşap kaplama, değil mi?

TERESA: Ne?

FRANK: Tabut. İçi sunta, dışı ahşap kaplama.

Hepsi tabuta bakarlar.

MARY: Aslında sedef kakmalısından istiyorduk ama bu daha iyi yanar


diye düşündük.

Sessizlik.

MARY: Kusura bakmayın.

FRANK: Aslında evde kendi yapabileceğin tabutlar olmalı. Kalın


mukavvadan falan.

MARY: Yok artık ya.

MIKE: Uzun kış gecelerinde bir çeşit hobi. Kendi tabutunu kendin yap.

Dışarıdan korna sesi gelir. Mary pencereye gider.

MARY: Adam geldi galiba.

MIKE: Peki. Tamam. Frank, şey yapalım mı?

97
FRANK: Ha! Tamam. Bu tarafı ben tutayım o zaman.

Tabutu bir tarafından tutar.

MIKE: Sırtını düz tut.

Kaldırırlar.

FRANK: Ben geri geri çıkayım yoksa sen mi şey edersin?

MIKE: Yok yok iyi böyle. Biriniz kapıyı tutabilir mi?

Teresa kapıyı tutar. Tabutu çeşitli manevralarla çıkarmaya çalışırlar.


Catherine deli gibi gülmeye başlar.

CATHERINE: Zavallı annem ya. Cenaze töreni bile çığrından çıktı.

MIKE: Biraz daha sağa dön- az sağa.

FRANK: Halıya dikkat- hop, oluyor galiba… tamamdır.

Çıkarlar.

( Dışarıdan) Bana doğru, bana bana.

Kadınlar mantolarını, eldivenlerini vs giyerler.

MARY: Telefonun çantanda mı bir kontrol etsene.

TERESA: Ettim.

CATHERINE: Çok gülünç görünüyorum, değil mi?

MARY: Hayır. İyi görünüyorsun.

CATHERINE: Aslında ondan nefret etmiyordum.

MARY: Biliyorum. Hepimiz biliyoruz. O da senden nefret etmiyordu.

Es.

98
CATHERINE: Hatırlıyor musunuz, babam dışarıdayken bazen, bizi
geceyarısı uyandırıp cipsle gazoz verirdi.

MARY: Kendisi de pembe şarap içerdi. Nasıl unutmuşum ya.

TERESA: Kızlar gecesi derdi.

CATHERINE: Biz uykulu uykulu pijamalarımızla, Nat King Cole


koyardı.

Es

MARY: Herhalde çok yalnız hissediyordu kendini. Hiç düşünmemiştim.

Es

CATHERINE: Cep kanyağı aldım yanıma, lazım olursa diye.

TERESA: Ben ondan almayayım, kusura bakma.

MARY: Mendiliniz var mı?

TERESA: Var.

Frank ve Mike girerler

FRANK: Hazır mıyız?

TERESA: Galiba. Gidelim mi o zaman? Hazır mıyız?

MARY: Siz gidin. Ben birazdan gelirim.

TERESA: Sen bizle gel Catherine, hadi.

Frank, Teresa, ve Catherine çıkarlar. Teresa kolunu Catherine’e


atmıştır. Sessizlik. Mary ve Mike birbirlerine bakarlar.

MARY: Galiba o Fransız adam haklıydı.

MIKE: Kim?

99
MARY: Suyun hafızası olduğunu söyleyen. Annem bir hayalet. Suyun
şaraptan geçtiği gibi, o da bizim içimizden geçiyor. İster beğenelim, ister
beğenmeyelim. Hiçbir şey tam olarak bitmiyor

MIKE: Ne yapacaksın?

MARY: Çocuksuz mutlu olunabilir mi?

MIKE: Olabilirsin, sen de biliyorsun bunu.

Es

MARY: Evet. Galiba.

Es

MARY: Senden bir şey isteyeceğim Mike. Bir kez isteyeceğim ve bir
daha da asla sormayacağım. Karını terket ve benimle gel.

Es

MIKE: Bence. Şimdi bunu konuşmamamız lazım. Cenazeden sonra


konuşsak belki daha iyi.

MARY: Senden bu konuda konuşmanı istemiyorum zaten. Kararını


duymak istiyorum.

Es

MIKE: (Neredeyse fısıldayarak) Belki daha sonra biz.

Mary pencereye gider. Mike çaresizce ona bakar. Mary dışarı bakar.

MARY: Bu kar hiç bitmeyecek. Her şey dondu kaldı. Her şey iptal oldu.

TERESA: ( Dışarıdan) Mary!

MARY: Hayatım boyunca kıştan nefret ettim. Buzlu pencereler, öğleden


sonra üçte kararan hava. Burnundaki kılları donduran deniz havası.
Durağanlıktan, baharın gelmesini beklemekten nefret ederdim.

TERESA: (Dışarıdan) Mary!

100
Mary Mike’a döner.

MIKE: Ne yapacaksın?

MARY: Kışı sevmeyi öğreneceğim.

Çıkarlar. Çıkarlarken ışık altın sarısı ve maviye dönerek azalır. Perdeler


odanın içine doğru kabarır, ve kar içeri dolar. Uzakta belli belirsiz Nat
King Cole çalmaktadır.

Sahne kararır.

101

You might also like