Ormanlardan Hemen Onceki Gece Bernard Ma

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 8

Ormanlardan

Hemen Önceki
Gece
Bernard – Marie
KOLTES
Dramaturgi Raporu

M. Burak DİKİLİTAŞ
1. “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”

OYUNUNUN KİMLİK ÇÖZÜMLEMESİ

1.1. Oyunun adı: Ormanlardan Hemen Önceki Gece – Bernard – Marie Koltes
1.2. Yazıldığı yıl: 1977
1.3. Bölümlemesi (perde / sahne / bölüm): Tek Perde
1.4. Başlığın tam çevirisi: Ormanlardan Hemen Önceki Gece
1.5. Türkçeye çeviren: Ayberk Erkay
1.6. Türkçe baskıları: Mitos Boyut Oyun Dizisi 410 - 2011
1.7. Konu: “Yağmurlu bir gecede, şehrin sefaletine hapsolmuş, tek başına kalmış bir adamın sözüyle
ayakta kalma mücadelesi. Yabancı olmaya mahkûm edilmiş bir insanın, korkularını, arzularını,
umutsuzluğunu ve isyanını haykırışına tanık olmaya bizi davet eden bir ses. Bir lanetlinin yaşama
tutkusu ve yaşama öfkesi*1” anlatılmaktır.
1.8. Kişiler: “Adam”
1.9. Dekor: Birinci perde: İkinci perde: Üçüncü perde: Dördüncü perde: Tek perde. Oyun süresince
sabit dekor. Oyun kişisinin anlatısından bir sokakta geçmekte oyun.
1.10. Aksesuarlar: Sigara paketi
1.11. Kostümler: Günlük kıyafetler. (Belki palto, kumaş pantolon, gömlek, askı vb)
1.12. Ortalama süre: 40 – 45 dk (Her sayfa ortalama 2 dakikadan)

1.13. İlk oynanışı:

1.14. Türkiye'deki belli başlı temsilleri: * Galata Saray Üniversitesi 26 Mart 2013
*Go Sahne 29 Ekim 2014
*Biriken 29 Ocak 2015

1.15. Türkçe metinin bulunduğu kitaplık, belgelik vb. *Mitos Boyut, *ONK Ajans

1
2. “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”

OYUNUNUN ORTAM ÇÖZÜMLEMESİ

2.1. Yazıldığı dönemin siyasal toplumsal koşulları ve yazar: (...)1977’de tarih oldu Fransız doktor
Joseph Guillotin’in “insani bir yöntem” olarak icat ettiği başı vücuttan hızlıca ayırmaya yarayan
giyotin, Fransız ihtilalinden itibaren Fransa’nın tek tip ölüm cezası yöntemi olarak kabul edildi. Krallık
devrine Fransa’da asilzadeler kafaları kılıçla kesilerek, hırsızlar asılarak, dinden sapanlar yakılarak, kral
ailesinden birini öldürmeye yeltenenler kol ve bacakları dört farklı ata bağlanarak, kalpazanlar kaynar
suda haşlanarak cezalandırılıyordu. Fransa’da son giyotin idamı, bir kadını işkence edip öldüren
Tunuslu Hamid Candubi’nin 1977’deki idamı oldu. İdam cezası Fransa’da 1981’de çıkarılan bir yasayla
kaldırıldı2 (…)
(...)
70’li yılların başından itibaren göçe sınırlandırma getirilmiştir ve göçmenlerin de kendi ülkelerine
dönmeleri teşvik edilmiştir. Erkek işçi göçmenler için inşa edilen “foyer (yuvalarda)” kötü şartlardan
dolayı başlatılan grevlerin ardından göçmenlerin aile birleşimi 1974’de kabul edilmiştir. 1977’de göç
politikası yeni bir dönemece girmiştir. İş için bulunsalar dahi göçmenlerin varlıkları tartışılmaya
başlanmıştır. Devlet bakanı Lionel Stoléru geri dönüş planı üzerinde çalışmıştır: ülkelerine dönenlere
10 bin Frank vaat edilmiştir. İlk hedefte Cezayirliler bulunmaktadır (Weil, 1993). 1981’den itibaren
sosyalist dalgayla birlikte göç politikalarında yeni bir dönem başlamıştır. Göçmenlerin Fransa
topraklarında geçici değil kalıcı oldukları görüşü dile getirilmektedir.
(...)
Fransa’da dekolonyal dönem ve özellikle Cezayir Savaşıyla birlikte “göçmen çocuğu (issu de
l’immigration)” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Bu tanım Fransız hayal dünyasına damgasını vuran
sömürge tarihine işaret etmektedir. Göçmenlere yönelik göç ve entegrasyon politikalarının sonucu
olarak ortaya çıkan tutumlar da sömürge döneminde yerlilere takınılan tutumlar arasında bir
benzerlik bulunmaktadır (Dhume & Hamdani, 2013 : 11-12). 19.yüzyıldan itibaren Fransa askeri,
ekonomik veya demografik sebeplerden isteyerek göç almaya başlamıştır. Ancak homojen toplum
yaratma çabasında olan Fransa entegrasyon politikası Fransa’nın kültürel normlarına uymak şartıyla
Fransa’ya kabulü onaylamaktadır (Lacroix, 2012:23). 70’li yıllardan itibaren göçün siyasi statü
değiştirdiği görülmektedir. “Göç/göçmen = sorun” söylemi 1960’lı yıllarda sadece aşırı sağ partilere

2
aitken 20 yıl sonra hem siyaset hem medya bu söylemi sahiplenmiştir. Göçmenlerin sorun olarak
görülmesinde en önemli etken göçmen çocukların eğitimi olmuştur. Iş gücü için davet edilen
göçmenlerin resmi olarak tanınması, eğitimleri, barınma yerleri gibi konular hakkında hiçbir politika
geliştirilmemiştir. Daha doğrusu görmezlikten gelinmiştir. Her ne kadar göçün bir sorun olarak
görülmesi o yıllarda başlamışsa da göçmenlerin sadece iş için Fransa’ya geldikleri ve dönecekleri
görüşü ağır basmaktadır. 1970’li yıllar yabancı düşmanlığı (xenophobia) ve ırkçı saldırılara sahne
olmuştur. Irka dayalı ayrımcılığı cezalandırmayı öngören ilk kanun, Pleven Yasası, 1 Temmuz 1972’de
hayata geçirilmiştir. Ancak uygulamaya koyulması pek mümkün olmamıştır. Göçmenlere yönelik ilk
ayrımcılık 1973-1988 yılları arasında sanayi ve fabrika patronları tarafından yapılmıştır: göçmen işçi
sayısında %40 düşüş görülmüştür. O dönemde göçmenlerde işsizlik oranı 4’e katlanırken yerli
Fransızlarda bu oran %2,75 olarak ifade edilmiştir (Dhume & Hamdani, 2013 : 13-14)3.
2.2. Dönemin sanatına egemen olan akımlar: *Klasizm, *Barok, *Neoklasizm, *Romantizm,
*Realizm, *Dışavurumculuk, *Gerçekçilik, *İzlemcilik, *Yeni İzlenimcilik,*Fovizm
2.3. Oyunun türü: Dram
2.4. Yazarın özgeçmişi: Bernard Marie Koltes; orta sınıf bir ailede 9 Nisan 1948 tarihinde Fransa’nın
Metz şehrinde doğmuştur. Öğrenimini Hubert Gignoux tarafından yönetilen 1968 yılında başladığı
Strazburg Ulusal Tiyatrosu’nda tamamladı. Bu yıllarda öğrenimi sırasında kendi yazdığı oyunları da
yönetir.
Bernard-Marie Koltès, çağdaş bir klasik olarak kabul edilen yapıtlarıyla dünyada oyunları en çok
sahnelenen ve oyunları birçok dile çevrilen Fransız tiyatro yazarlarındandır.
Bernard Marie Koltes, sanat yaşamına çok genç başladı ve Avrupa'da ünlü yönetmenler tarafından
sahnelenen birçok oyun yazdı.
1970 yılında Pont Saint- Martin Tiyatrosu’nda Maksim Gorki’nin "Enfance" adlı oyundan uyarladığı
“Les Amertumes” adlı oyunu sahneye koyar. Ertesi yıl aynı tiyatroda “La Marche” adlı oyunu
sahneler. Aynı yıl Fransız kültür Radyosu Nouveau Repertoire Grammatique bölümüne oyunlar verir.
Koltès, oyunları hep trajik, şiddet dolu ve umutsuz bir tiyatro olarak algılanmış olsalar da, Koltès’in,
her şeye karşın, kardeş bir insanlık ütopyasıyla umudunu yitirmediği, insanlığa inandığı ve ona umut
vermeye çalıştığı oyunlarının satır aralarında gizlidir.
“Roberto Zucco” adlı oyunu, Koltès’nin ölmeden birkaç ay önce yazdığı bir vasiyetname denilebilecek
son oyunudur. 1988’de İtalyan bir seri katilin yaşamından esinlenip yazdığı oyunda, Zucco karakteri
Koltès’nin diğer karakteriyle birlikte 20. yüzyılda yaşayan ama geçmiş tüm zamanlara ait yazgıları,
ıssızlığı ve ölüme doğru yürüyüşleri ile anlattığı efsanevi bir karakterdir.
3
Koltès, üne kavuştuktan sonra normal yaşantısına devam etmemiş kendisini içkiye, kadına, eroine,
uyuşturucuya vermiş. Birçok kadınla ilişkiye girmiş ve son olarak da erkeklerle cinsel ilişkiye girerek
sonu belli olmayan bir yöne doğru gitmiştir.
Bernard Marie Koltes, Sıra dışı bir yaşam sürmüş ve 15 Nisan 1989 tarihinde sıra dışı olarak (aidsli
olarak) Paris’te 41 yaşında ölmüştür.4

2.5. Yazarın dünya görüşü: “Fransız Komünist Partisi’ne üye olan yazar, kısa bir süre sonra partiden
istifa etmesine rağmen seçmen olarak kalmaya devam eder.
“Kardeş bir insanlık” ütopyasıyla umudunu yitirmemesi, insanlığa inanması ve onlara umut vermeye
çalışması da eserlerinin satır arasında bulunan Koltes, ironik olarak; trajik, şiddet dolu ve umutsuz
eserlere sahip olmasıyla bilinir.”
2.6. Yazarın sanat ve tiyatro anlayışı: “Kardeş bir insanlık” ütopyasıyla umudunu yitirmemesi,
insanlığa inanması ve onlara umut vermeye çalışması, eserlerinde tersinleme ile, alımlayıcıyı rahatsız
edip düşünmeye itmesi.

KAYNAKÇA

*1: “İdefix” kitap tanıtımı.

*2: Milliyet – 18.03.2010 – Sebetay Varol “Son Giyotin”

*3: Göç Araştırmaları Dergisi – Temmuz – Aralık 2017Cilt:3 Sayı:2- Müşerref Yardım* - Göç ve
Entegrasyon Politikaları Işığında Fransa’da Toplumsal Kabul *Yrd. Doç. Dr. Necmettin Erbakan
Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü

*4: biyografi.info

4
3. “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”

Oyununun Dramaturgi Çözümlemesi

3. 1. Temalar ve Karşıtlıklar

3. 1. 1. Ana tema ve karşıtlıklar: Öteki olma (yabancı), Yabancı, Öteki , Azınlık X Çoğunluk, Toplum

3. 1. 2. Yan temalar ve karşıtlıklar: Yalnızlık, Sınıfsal farklılıklar, aidiyetsizlik, Ezilen kesim/kişi, toplumun
gidişatı, hoşgörüsüzlük, öteki yaratma, Toplum X Birey, Birey X Sistem, Azınlık X Çoğunluk,
Aidiyetsizlik X Aidiyet, Ezen X Ezilen,

3. 2. Önerme, Mesaj

3. 2. 1. Asal önerme: Herkesin aynı olma çabası içerisinde, her hangi bir farklılığa sahip bir durumda olan
bireyin, hangi “sınıf, eğitim” seviyesinde olursa olsun hemen ötekiyi yaratma ve onu yalnızlığa itmesi,
toplumsal olarak farkında olmadan yarattığımız bir durumu göstermektedir.

3. 2. 2. Mesaj: Bir başkasına farklı demeden önce, kendimizin bir başkasına göre farklı olduğumuzu
hatırlamalı ve aynı olduğumuza inandığımız topluluklarda, aslında kendi özümüzden ne kadar vaz
geçerek, olası azınlıklarda hemen yarattığımız “yabancıları” kendi ellerimizde “yalnızlığa” itmemiz, onları
fark etmeden nasıl yok ettiğimizi anlatmaktadır.

3. 3. Durum

3. 4. 1. Mekan(lar): Tek mekan: Sokak.

3. 4. 2. Atmosfer: Tıpkı oyunun geçtiği zaman gibi, gecenin “en karanlık” anı gibi, oldukça karanlık ve ağır
bir atmosferi vardır oyunun.

3. 4. Aksiyon gelişimi

3. 5. 1. İç aksiyon gelişimi: Oyun tek kişilik olmasından dolayı, oldukça yoğun, devamlı tırmanan, her
anlatılan “hikâye” farklı bir ruh ve duyguyu gösteren ama daima yaşadığı “yabancı ve yalnızlık” ruh hali.

3. 5. 2. Dış aksiyon gelişimi: Daha önce yaşadıklarının ve gelişmiş, oluşmuş aksiyonun neticesinde o an
oluşan eylemi görmekteyiz.

5
3. 5. Olay dizisi

3. 5. 1. Asal olayların gelişimi:Bir “adam” bir gece vakti yağmurlu bir havada, tekrar gördüğünü sandığı bir
“kadına” koşup yetişmeye çalışması, ardından yağmurlu havada kalacak bir yer arayışı, daha önce şehirde
seyahat sırasında yaşadığı (metro) arbedesi, yemek yediği bir restoran tuvaletinde dahi her zaman
yaşadığı o duygusu, görüp çok sevdiği “mama” için yaptıkları, bir mahallede yaşadıkları ve sonra da hala
yağmurun yağmasından ve birkaç saat için bile dinlenmelik bir yer bulamamasıyla oyun son bulur.

3. 5. 5. Düğümler: Bir kez gördüğü ve sevdiği kadın (mama) arama çabası ve onun için yaptıkları, Metroda
ve tuvalette yaşadığı arbede, girdiği mahallede (toprak yiyen kadın hikayesinin anlattığı kısım) gördüğü ve
duydukları, yağan yağmur sebebiyle sığınmak istediği bir yer.

GÖRÜŞ / DÜŞÜNCE:

Öncelikli olarak oyun metninin, yazar tarafından, noktasız devamlı virgül ile yazdığı, oyunun sonu ise
devamlı aynı kelime “yağmur” ile bitirmesi; aslında anlatacaklarının asla bitmediği, bitmeyeceği ama hiç
kimsenin onu dinlemediği ve aslında tüm hayatların nokta gibi birbirinden kopuk değil devamlı virgül gibi
birbirine bağlı ve yağmur gibi de devamlı aktığı, yağdığını, yazım aşımasın da okuyucuyla başlatıp,
seyirciye ulaştırmayı düşünmüş olabilir.

Oyun bir gece vakti (zaman dilimiyle) başlar ve biter. Yani herkesin uyuduğu, herkesin “karanlık”
sayesinde “neredeyse” aynı olduğu ve insanların birbirini çok da iyi görmediği bir zamandır. Yani yazar
tesadüfi bir seçim olarak değil, oyun kişisinin temsil ettiği değerler için bu zamanı seçmiştir. Devamlı,
azınlık, öteki, yabancı ve bunun neticesinde yalnız olan oyun kişisi, ancak karanlıkta, gece vakti aynı gibi
olabiliyor ve fark edilmemek için konuşmadığı gündüzleri yerine tüm o dolmuşluğunu gece vakti
konuşarak atabiliyor. Yine belki de bu konuşma sırasında “çevreden” sesi duyulmasın diye yağmur sesiyle
bastırılıyor sesi. Yani doğada bile ancak “gece ve yağmur” sesiyle varlığını sunabiliyor.

Bunun haricinde sistemi var eden toplum, toplumu şekillendiren ve devamlı kalıplara sokmaya çalışan
sistem, bu yağmurlu havada, istemediği kişiyi birkaç saatliğine bile olsa barınma ve yaşama şansı
sunmadığını en acı ve çarpıcı şekilde sunmaktadır. Yağmurla yalnızca “barındırmamayı” değil, aynı
zamanda, oyun kişisinin ıslanarak ne kadar çaresiz, yoksul ve artık üşümenin verdiği titreme ve zayıflığını
da yazar sunmaktadır.

6
Yaşamak için, “aynı” olan toplumla, “aynı olma” çabasında olan ama bir şekilde “aynı olmadığı” ortaya
çıkan oyun kişisi, tıpkı ıslandığı yağmur gibi hep kısır döngüdedir. Yani ıslanır, ıslatılır ama sonra buhar
olup yeniden döngüyle dünyaya döner. Sabah olur ezilir, ezdirilir, yok sayılır uyur, uyanır unutulur ama
görülünce yeniden aynı durum onun için başlar.

Öyle ki, insanın en doğal ve temel ihtiyacında dahi yani tuvalette, onun hemen farklı olduğu ortaya çıkar.
Netice de neredeyse bu ihtiyacını yapamamaya kadar gider.

Yağmurun bende uyandırdığı, bir diğer sembolik değer ise, yağmur taneleri gibi aynı olma ve yağmur
tanelerini birbirinden farklı görmeyip, düşünmediğimiz gibi oyun kişisi de aynı olmak ve farklı
düşünülmemek isteğini, yazar okuyucu/İzleyiciye sunuyor olabilir.

Tanıştığı kişilere adını söylemez, kendini, benliğini sunamaz, çünkü adı onun, o topluma göre farklı olan
özünü ortaya çıkaracağı için.

Oyun kişisi; Tıpkı, hayata tutunma çabasındaki arayış ve bunun için uğraşı gibi devamlı olarak “Mama”yı
aramakta. Belki de asla bulamayacağını bildiği halde aramaktadır. Tıpkı asla yaşadığı toplumda, hep farklı
görüleceğini bilmesi gibi. Aslında oyun kişisi “mama” üzerinden belki de kendini aramakta ve bulduğu
dakikada belki de hayat onun için bitecektir. Bu sebepten devamlı ve zor olan yollarla aramasına rağmen
bulamıyor ve bir umut yaşamaya, son repliklerle aynı döngüye girmeye adım atıyor.

Kısaca oyun, metinden başlayarak (nokta kullanmadan), yarattığı atmosfer ve attığı repliklerle devamlı
olarak yabancı, öteki olma halini ve bunun devamlılığını anlatmakta ve her insanında bunu her zaman
yaptığını ve yapacağını alımlıyıcaya hatırlatmaktadır.

You might also like