Professional Documents
Culture Documents
Ruh Adam-Hüseyin Nihal Atsız
Ruh Adam-Hüseyin Nihal Atsız
RUH ADAM
Atsız
YAYIN NU: 838
EDEBÎ ESERLER: 358
1. BASIM: 1972
ISBN 978-605-155-100-5
«Ben n ç n üzüyorsun?
Gözler n süzüyorsun.
K rp kler n paralıyor.
Bakışların yaralıyor.
Reng n sank ç çekten.
B lmem hang ç çekten?
İster darıl, ster kız.
Tek adını söyle kız!»
*
**
*
**
Aynı gün Edeb yat Öğretmen Ayşe Pusat, üç yıl önce zorla çek l p
atıldığı l ses ne yen den dönmek üzere yola çıkıyordu. Bu dönüş onun
duygulu ve romant k muhayyeles ç n pek müh m b r hâd seyd . Vakt yle
kend s n n de ç nde talebe olarak bulunduğu bu l se bütün genç kızlık
hatıralarıyla dolup taşan, yarı mukaddes b r yer g b yd . Edeb yat
Fakültes n b t rd kten sonra b r yıl b r ortaokulda stajyerl k yapmış, sonra
buraya tay n ed lerek bütün aşkı ve şevk , bütün enerj s ve y n yet yle şe
sarılmıştı. İy çalışıyor, talebe yet şt rmekte çok başarılı oluyordu.
Öğrenc ler n çok sev yor, onlar tarafından çok sev l yordu. Lâubal l ğe
kaçmadan, c dd yet bırakmadan kurab ld ğ sam m yet ver ml net celer
sağlıyordu. Fazla sıkmadan çalıştırmak, ders çok güzel anlatarak talebeye
merakla d nletmek, çok y muamele ederek kend s n saydırmak Ayşe Pusat
g b pek nad r hocaların mazhar yetler ndend . Her şte t dalle hareket
ederd . Kızlarının hususî durumlarını da öğren r, soru sorar ve not ver rken
bunları hesaba katardı. Ev ndek elver şs z şartlar yüzünden ders n y
hazırlayamamış b r talebey , b rçok başka öğretmenler g b sıkmaz, ona
elver şl şartlar bulmaya çabalardı.
L sedek bütün kadın öğretmenler arasında sade g y nen, boyanmayan
b r c k kadın kend s yd . Evl yd ve Tosun adında küçük, sev ml , gürbüz b r
oğlu vardı. Ömrünün büyük kısmı ev yle l se arasında geçer, ev n
becer kl l kle dare ett ğ g b okulda da gerek arkadaşlarıyla, gerek
talebeler yle y anlaşır, y çalışırdı. Enerj k ve sağlam b r kadındı. Gür ve
kara saçları omuzlarına dökülür, gözler gülümseyerek bakar, düzgün
konuşmasıyla derhal y b r nt ba bırakırdı. Hayatından, vaz fes nden
memnundu. Ş md ye kadar b r tek ders n hmal etmem şt .
Eğer b r büyük aks l k, müth ş b r tal hs zl k, hatta felâket de
d yeb leceğ m z b r hâd se olmasaydı bu baht yar ve sak n hayat sarsıntısız
devam edecek, bu kadar maddî ve manevî kayıplarla dolan üç yılı z yan
olmayacaktı. Ayşe Pusat k n tutmaz, kend s ne yapılan fenalıkları çabuk
affeder, unuturdu. Fakat kocasına yapılan muameley b r türlü unutamıyor,
onun yıkılan büyük üm tler yle b rl kte kend saadet n n de temel nden
sarsıldığına nanarak buna sebep olan muhter s nsanları bağışlayamıyordu.
Z yan olmuş üç yıl... Fakat o da her nsan g b b r tesell bulmakta
gec km yordu. İnsanları daha y tanımak fırsatını kend s ne bu üç yıl
verm şt . Hayatın akışında h çb r ehemm yet olmaması gereken b r kanaat
ve f k r meseles n dallandırıp budaklandırarak bütün memlekete şâm l b r
konu hal ne get renler, şahsî k n ve garezler yle hareket edenler, kocasının
st kbal n yıkmaya çalışmışlar, fakat hak katta kend saadet n yıkmışlardı.
İnsanlardan ğrenerek her şey gülünç, herkes hak r görmeye başlayan b r
erkekle yaşamak h ç de kolay değ ld . Bundan başka etrafın ürkek ve
şüphel gözlerle mütemad yen kend s n süzmes de hoş olmuyordu. Kocası
k yıl hap ste yatıp çıkmış, fakat ş n mah yet b rçokları tarafından
anlaşılmamıştı. Hapse kaat ller, hırsızlarla beraber f k r ve kanaat sah pler
de g r yor, fakat yığın bu- k zümrey b rb r nden ayıramıyor yahut
ayırmaya lüzum görmüyordu. Gazeteler n yalan yanlış neşr yatı da da ma
aleyhte olmuş, böylel kle Pusat adı âdeta b r numaralı halk düşmanı
mah yet n almıştı.
Gerç ş n çyüzünü b lenler, gel p dostluk gösterenler de bulunmuyor
değ ld . Fakat bunlar o kadar azdı k bu azlıkla o çokluğu doğru yola
get rmen n mkânı yoktu.
Ayşe Pusat d ndardı. İlâhî b r adalete da ma nanmıştı. D ndar
olmamakla beraber, esk den kend d nî duygularına saygı gösteren kocası
ş md buna da aldırış etm yor, bu da Ayşe’y ayrıca kırıyordu. Her ne kadar
kocası açıktan açığa h çb r şey söylem yorsa da bu konular görüşülürken
yüzünde bel ren ç zg lerde yahut bakışlarında, Ayşe b r st hfaf sezer g b
oluyordu. Ş md kocasının nandığı, saygı gösterd ğ tek hak kat ölümdü. O
esk den de ölüme saygı göster r, vaz fe uğrunda, f k r uğrunda ölmekte eşs z
b r güzell k ve büyüklük bulurdu. Artık bunun etrafında h çb r münakaşa
kabul etmemekle beraber ölümü âdeta özler g b b r hal vardı. Kahramanca
ölmüş olanlar hakkındak yazıları tekrar tekrar okuduğu Ayşe’n n gözünden
kaçmıyordu. Çok maddî gözükmes ne rağmen m st k b r ruh halet ç nde,
b r ölüm dâüssılası ortasında yaşıyor, yaşıyor değ l, sönüyordu.
Ayşe Pusat, kocasını da ma aşırı bulmuştu. Evlen rken onun bu
aşırılığı hoşuna g tm ş olmakla beraber zamanla bunun b raz durulmasını
beklem ş, fakat üm d boşa çıkmıştı. Bu adamda g zl kaynaklardan gelen
b r ateş vardı k onu da ma aşırılığa, tehl keye, kend n harcamaya
sürüklüyordu. Muayyen kanaatlarının dışındak bütün meselelerde b r
çocuk kadar saf ve b lg s z olan, çabuk aldatılan kocası, herkese ve her şeye
nanan kocası ş md müth ş b r münk rd . Artık onu aldatmaya mkân yoktu.
Fakat bunun yavaş yavaş hayatla lg kesmek g b b r şey olduğunu gören
Ayşe Pusat der n der n üzülüyor, hayatla ve her şeyle lg s n kesen
kocasının kend s n de unuttuğunu zanned yor, bu zan, zamanla b r man
hal ne gel yordu. Onu hayata bağlamak ç n yaptığı uğraşmalar boştu.
Bununla beraber kocasının henüz kes n karar veremem ş olduğunu, ç nde
korkunç b r mücadele cereyan ett ğ n b l yor, yaman b r sezg le bu derunî
mücadelen n net ces nden ürküyordu. Bütün hayatınca ger dönmek ve
p şman olmak ned r b lmeyen b r adamın ruhundak kavganın sonundan
c dden korkulurdu. Kocası kend s ne o kadar büyük b r düşmanlık ve k n
çekm şt k bu k n n sınırları gen şlem ş, Ayşe Pusat’a kadar uzanmıştı. Bu
yüzden huzur ve zevk ç nde vaz fes n yaptığı l seden çıkarılmış, bakanlık
emr ne alınmış, hatta sorguya çek lerek kocasının aleyh nde fade vermeye
zorlanmıştı.
Bütün bu zorluklara büyük b r metanetle göğüs germ ş, maddî
sıkıntıları sabırla karşılamış, hakkını aramak ç n kanunî yollara başvurmuş,
fakat hakkını alamamıştı. Küçük Tosun’un mahrum yetler çok acı gelmekle
beraber Allah’a bel bağlayarak bunu da atlatmış, n hayet kocasının
mahkûm yet tamamlandıktan epey sonra tekrar esk vaz fes ne alınmıştı.
Üç yıllık ayrılıktan sonra haz n b r sev nçle görev ne dönerken y
karşılanmayacağını b l yordu. Heyecanlıydı. Fakat gönlü Tanrı’ya karşı
m nnetlerle doluydu. Trenden nd kten sonra saat ne baktı. Teneffüs
zamanıydı. Çocuklar bahçede ken onların gözü önünde okula g rmek
stemed . Ş md büyümüş, b rer genç kız olmuş olan üç yıl öncek
talebeler ne karşı gar p b r çek ngenl k duyuyordu. Kocasının mahkûm olup
kend s n n küçük çocuğu le parasız ve çares z kaldığı günlerde onu
aramayan, aramak ve yardım etmek şöyle dursun, gördükler zaman
görmemezl ğe gelen y gün dostları g b belk bu genç kızlar da başlarını
çev r rler, hatta... hatta... b r vatan ha n n n eş ne belk mâlı sözler de
söyleyeb l rlerd . Yahut belk de böyle yapmazlar, l seden çıkarıldığı gün
ağlaştıkları g b ş md de sev nçle bağrışırlar, yanına gel rler, kend s n ve
okul dares n güç duruma sokarlardı. Ayşe bunların h çb r n stem yordu.
İstasyonun bekleme odasında b raz oyalanmayı doğru buldu.
Sonbaharın güzel, hüzünlü, ser n b r günüydü. Havada bulutlar
koşuşuyor, rüzgâr okşayarak es yor, güneş arasıra ortaya çıkıyordu.
Bekleme odasının açık kapısından g ren rüzgâr Ayşe’ye üç yıl öncek b r
günü hatırlatıyor, yüzünde k ndar ve st hfaf ed c b r tebessüm olduğu
halde süngülüler n arasında yürüyen eller kelepçel kocasını tekrar görür
g b oluyordu. Tedâîler kend s n buraya get r nce b rdenb re toparlandı.
Bunun sonu belk gözyaşlarına varab l r d ye düşündü. Korkulu b r rüya
gören, fakat bunun rüya olduğunu b len nsanların s lk n ş le fena hatıraları
attı. Gökte uçuşan bulutlara bakarak stasyondan çıktı. Ağır adımlarla
l sen n yolunu tuttu.
Bahçe kapısından çer g rerken heyecanlıydı. Meçhuller b ze da ma
heyecan ver r. Nasıl karşılanacağı meçhul olduğu ç n o da heyecan
duyuyor, güç anlarda her zaman yaptığı g b kend s ne zorla metanet telk n
ed yor, bunda da muvaffak oluyordu. İdaren n y karşılamayacağını b l yor,
bundan o kadar üzülmüyordu. Asıl mesele taleben n takınacağı durumda
d . Hayatlarının henüz baharında olan, dünyanın ve hayatın ç rkef yle
temas etmem ş bulunan kızların da gönüller nde vefadan z kalmamış
olması herhalde nsanı üzecek b r şeyd . Yaşlı nsanlar hayatın kötülükler n
göre göre kötüleş yorlar; gönül saflığını, nsan duygusunun bütün y
taraflarını kaybed yorlardı. Bu belk normald ama yürekler yalnız y l kle
çarpan, dünyada yalnız y şeyler bulunduğunu sanan genç kızların da kötü
duygulara kapılmış olması korkunçtu.
Kapıcı üç yıl öncek kapıcıydı. Önüne bakarak hızlı adımlarla
yürümek steyen Ayşe’ye doğru lerled . Saf yetle gülerek selâmladı ve
sam mî b r sesle:
- Hoş geld n z Ayşe Hanım, ded .
Ayşe b rdenb re durdu. Bu bas t, zavallı köylünün şu nezaket onu
âdeta ürpertm şt . Ummadık yerden gelen y l k ve nezaket nsanları daha
çok sarar ve sarsar. Ayşe de aynı duygu le sarsıldı. Kara gözler parladı. İk
damla yaşı büyük b r ceh tle gözler ne ç rerek el n uzattı:
- Hoş bulduk Hüsey n. Nasılsın?
Kapıcı, Ayşe’n n el n saygı le sıktı:
- Duacıyım efend m.
Sonra başını eğerek lâve ett :
- Çok üzülmüştüm ama el mden ne gel rd k ? Duadan gayrı...
Ayşe hemen sözü değ şt rd :
- Derse g r lel çok oldu mu?
- Hemen ş md g rd ler efend m.
Ayşe bu y yürekl adama y b r şeyler söylemek st yor, fakat
bulamıyordu. Susmanın bazen çok güzel sözlerden b le üstün olduğunu h ç
şüphes z bu kapıcı b lm yordu. Onun ç n mutlaka b r şey söylemes
lâzımdı. Bu düşünce le:
- Eks k olma Hüsey n. Allah gönlüne göre vers n, ded ve hızla
mektep kapısına doğru yürüdü.
Ders z l yen çalmış, b rçok sınıflara henüz öğretmenler g rmem şt .
Ayşe, sınıf pencereler ne b rçok başların toplandığını sezd . Yavaş ve
heyecanlı fısıltılar olduğunu, kend adının b rkaç defa söylend ğ n duydu.
Müdür odasına g rd ğ zaman artık kend s nde heyecandan eser
kalmamıştı. Gözlükler n takmış olduğu halde b rtakım evrakı okuyan
müdür, başını h ç kaldırmadı. Ayşe böyle karşılanacağını çok y b l yordu.
H ç kızmadan, üzülmeden durdu ve müdürün yapmakta olduğu rolü
b t rmes n bekled .
B r, belk de k dak ka geçt . Müdürün okuduğu beş altı satırlık kâğıt
ne kadar çapraşık fadel olursa olsun bu müddet zarfında b rkaç defa
okunab l rd . Fakat o, başını kaldırmamakta nad ed yor, Ayşe’y ayakta
bekletmekle ht mal otor tes n göstermek st yor yahut ona hakarette
bulunuyordu.
N hayet altı satırın okunması b tt . Gözler n kâğıttan kaldıran müdür
yüzünü buruşturarak Ayşe’ye baktı. B rçok res mler n görmüş olduğu ç n
onu tanıyordu. Buna rağmen sert b r sesle:
- Ne st yorsunuz? demekten ger kalmadı.
Ayşe gayet soğukkanlı d . Yüzünde h çb r ç zg bel rmeden,
bakışlarında h çb r değ ş kl k olmadan cevap verd :
- L sen z n yen edeb yat öğretmen y m...
Müdür, ehemm yet vermez görünmek steyen bütün nsanlar g b
Ayşe’n n adını güya hatırlayamadı:
- Haa... S z şeys n z, değ l m ?
- Evet, Ayşe Pusat ben m...
Ve gayet c ddî, ağır, ez c b r sesle bunu söyled kten sonra müdürden
h çb r tekl f almadan masanın önündek sandalyayı çek p oturdu.
İşte, müdürün bütün ş tt kler doğru çıkıyordu. Bu küstah kadın Ayşe
Pusat adını gururla söylüyor ve kend s yer göstermeden skemle çek p
oturmaya cüret edeb l yordu. Ona b r ders, b r gözdağı vermek çok sabetl
olacaktı. İğren yormuş g b yüzünü buruşturarak gözlüğünü çıkardı. En sert
bakışıyla bakarak:
- S z n buraya gelmen ze mân olmak ç n bütün gayret m sarfett m,
d ye söze başladı ve bu sözler n yapacağı tepeden nme tes r görmek ç n
gözler n Ayşe’n n gözler ne d kt . Fakat hayret!... Ayşe’n n yüzünde h çb r
değ ş kl k yoktu. Taş g b sess z, harekets z ve donuk b r duruşla d nl yordu.
- Çünkü, öğrenc lere propaganda yaparak onları menfî yollara
sürükleyen b r öğretmen , müdür sıfatı le stememekte haklıyım.
Müdür bunu söyleyerek durdu. Karşısındak n n soğukkanlılığı önünde
sözler n n arkasını get remem şt . Edeb yat öğretmen , bell bel rs z b r
gülümseme le karşılık verd :
- Bu propagandanın ne olduğunu öğreneb l r m y m? Hakkımda resmî
b r ş kâyet yapılmış mı?
Müdür hararetlend :
- Hayır. Hakkınızda resmî ş kâyet veya tahk kat yok.
- O halde?
- S z propagandayı o kadar ustaca yapıyorsunuz k s z yakalamak
mümkün olmuyor.
- Yaptığım propaganda ne m ş?
- Onu b r b lsem... Onu b r b lsem, s z buraya sokar mıydım?
Ayşe Pusat, karşısındak yaşlı kadına acıyarak, hatta st hfafla baktı ve
kocasının, duruşma sırasındak b r sözünü, «Âc zler , lâyık olmadıkları
mevk lere geç ren b r devlet batar!» d ye haykırmasını düşünerek ona hak
verd . Bu kadar bas t düşüncel b r kadın kend s ne âm rl k edecek,
dersler nde başarı göster p göstermed ğ hakkında g zl rapor yazarak kend
mukadderatını tay n edecek ve yüzlerce genç kızın sağlam sec ye ve ahlâkla
yet şmes n sağlayacaktı. İster stemez gülümseyerek:
- Müdür hanım! B lmed ğ n z b r şey hakkında nasıl hüküm
vereb l yorsunuz? d ye sordu.
Bu sual ötek n şaşırtmıştı. Şaşırdıkları zaman bütün darec ler n,
bütün âm rler n yaptığı g b yalan veya mugalata yollarından b r ne
sapacağı muhakkaktı:
- Herkes öyle söylüyor efend m... Hem elbette ben m de b ld ğ m bazı
şeyler vardır! ded ve söz düellosu bahs nde bu kadınla uğraşamayacağını
b ld ğ ç n b r yandan z le basarken b r yandan da kat’î emr n verd :
- S zden r cam: Propagandayı kesmen z ve evvelk metodunuzu
değ şt rerek yalnız dersler n zle meşgul olmanızdır.
3
*
**
*
**
d ye başlayan murabbaı sev yorum. Hâm d’e gel nce, onun eserler
arasında pek azını görüp okuyab ld m. Bazılarını h ç anlamadım. Eşber’ n
İskender’le konuşmasını güzel buluyorum...
Buraya gel nce Güntülü b rdenb re sustu. Halbuk Ayşe onun
konuşmakta devam etmes n st yordu. Trende hızla g derken bazen güzel
manzaralar görülür. Yolcu b raz sonra bu manzaranın değ şeceğ n ve onun
yer ne ruhsuz b r görünüş geleceğ n b lerek üzülür; güzel manzaranın h ç
b tmemes n temenn eder. Onun g b , Ayşe de bu kızın susmamasını, hep
konuşmasını st yordu. B r öğretmen ç n en büyük haz çalışkan, akıllı ve
kavrayışlı b r taleben n sorulara cevap vermes d r. Bu hazzın devamı
steğ yle yen den sordu:
- Hâm d’den sonrak ler n ş rler arasında beğend kler n yok mu
Güntülü?
- Var efend m. Terc h yapmak ç n düşünüyordum. Bunların pek
çoğunu okudum. B r hayl s da ezber mded r. Çokluk arasından terc h
yapmak güç oluyor efend m. Müsaade edersen z ş r sm değ l de şa r adı
söyleyey m: Önce Yahya Kemal’le Faruk Naf z’ n, sonra da Al Mümtaz’ın
ş rler n beğen yorum. Bunlardan başka tanınmış veya tanınmamış b rçok
şa rler n eserler nden çok hoşuma g den parçalar da yok değ l. Bazen
alelade şa rlerden b r n n b r tek ş r , bazen b r ş r n herhang b r dörtlüğü
veya beyt , bazen de tek mısra bende kuvvetl b r nt ba bırakıyor, tes r
yapıyor. Ezber mde sah pler n n adını b lmed ğ m epey mısra var. Meselâ
şa r n n k m olduğunu unuttuğum, nerde okuduğumu hatırlamadığım b r
mısra var k çok hoşuma g der:
Ey vatan!
Güzel Turan!
Sana feda b z varız.
Düşman oğlu meydana çık!
Kahramanlık k mde se anlarız.
*
**
*
**
«Prenses Leylâ hak kî b r prensest r. Fakat asıl adı Leylâ olmayıp Hanzade’d r. Elde ed lecek
d ğer malûmat da ncelemeler n ze medar olmak üzere b ld r lecekt r. Hürmetler.»
*
**
Ertes günü vaz feye başlamış bulunuyordu. Tar hî Evrak Kom syonu
b r takım yaşlı emekl lerden mürekkept . Adamların kalıbı Sel m’ n h ç
hoşuna g tmem şt . Askerî edaları yoktu. Başıbozuk softaları andıran b r
durumları vardı. Tanıştırma sırasında çoğu, Pusat’ı tanıdıklarını îmâ eden
sözler söyled ler. Bu da hoşuna g den şey değ ld . Masasına oturduktan
sonra artık h ç yüzler ne bakmadan başını evraka eğd . Kend s ne tenb h
olunan şek lde, b rer b rer okuyarak özetler n kaydetmeye ve b rb r yle
lg l olanları dosyalar hal nde toplamaya koyuldu.
Sel m Pusat, önündek kâğıtlarla çok lg lenm şt . Yakın tar h n
askerl ğ n , kumanda sanatının ncel kler n gösteren yazılara dalınca, âdet
üzere, çevres yle bütün bağları kes lm ş, hatta ş arkadaşlarının arasıra
b rb rler yle konuşmalarını dah ş tmez olmuştu. Zaten onlar da Sel m’ n
kend ler nden olmadığını lk görüşte sezm şlerd . Üstel k onu, kend ler ne
göre çocuk, acem ve b lg s z görüyorlardı. Yalnız alçakgönüllülüğünü
beğenm şlerd . Söze karışmıyor, sorulmadan konuşmuyor, güçlüğü olursa
f k r danışıyordu.
Sel m üç beş günde ş n kavramış ve odaya göz atmaya başlamıştı.
Sek z k ş yd ler. Kend s nden başka heps altmışını aşmış k mselerd .
Yetm ş n geçenler de vardı. Fakat çalışmalarının metodlu ve s steml
olmadığı apaçık görülüyordu. B r de şu vardı k arasıra kend aralarında
yaptıkları konuşmaların konusu askerl k veya harb tar h değ l, dîn ve
tasavvuftu. Sel m Pusat ş md ye kadar k mseyle d n üzer nde b r tartışma
yapmamıştı. Bu adamların nasıl b r sebep yaratarak bunu konuştuklarını
anlayamıyordu. Hele askerl ğe h çb r faydası olmayan tasavvufun burada
konuşulması çok gar b ne g d yordu.
Saat on k olduğu zaman çalışma masaları yemek masası hal ne
gel yor, tatlı konuşmalar arasında yemek yen yordu. Sel m, evden yemek
get rmed ğ ç n öğle yemeğ yem yor, çok hoşlandığı ves kaları okuyarak
öğle tat l nde de çalışmaya devam ed yordu. İş arkadaşlarının arasıra
nöbetleşe odadan kaybolmalarının sebeb n de b raz sonra anladı: İlerdek
küçük b r odada teker teker namaz kılıyorlardı. Bunu keşfett ğ zaman
«Baht yar adamlar!» d ye düşündü ve gözler n pencereden göğe d kerek
uzun uzun daldı.
İşe başladığının dördüncü mü, beş nc m gününde d , masa komşusu
kend s ne b r şey sordu ve Sel m, yüzüne bakmadan yaptığı kısa konuşmada
yanındak n n b r yabancı ş ves yle konuştuğunu görerek başını ona çev rd .
Aynı anda hayretler ç nde kaldı. Çünkü bu adam şu mendebur Yek’ n ya
k z kardeş yahut kend s yd . Adam b r şeyler söylemekte devam ed yor,
fakat Pusat söylenenler asla duymadan masa komşusunun yüzüne
bakıyordu. B rdenb re:
- Adınız ned r? d ye sordu.
Bu soruş, Tasn f Kom syonu odasında h çb r zaman görülmem ş öyle
b r sertl kle yapılmıştı k herkes ş n bırakarak gözler n Sel m’e d km ş ve
dostça olmayan bakışlarla onu süzmeye başlamıştı. Adam kısaca cevap
verd :
- Osman.
- Soyadınız Yek m ?
Ber k gülümsed :
- Böyle b r soyadı alacak olsam «dü»yü terc h ederd m. Çünkü yekle
daha z yade k b r, dü le se dubara atılır.
Sel m Pusat aks b r karşılık vermek üzere ken odaya g ren b r
hademe:
- Osman Beğ! Müdür beğ s z st yor, ded .
Osman Beğ masasından kalkıp g derken Sel m onu ncel yordu.
Yüzünün bütün benzerl ğ ne rağmen Yek olamazdı. Ondan uzun boylu
olduğu g b kamburumsu ve aksak da değ ld . Fakat bu benzey ş?
Odadak lerden b r Sel m’ aydınlattı:
- Ş ves tuhafınıza g tt , değ l m ? Dönmed r.
- Dönme m ? Hang m llet n dönmes ?
- Alman Yahud s ’d r. Asıl adı Oskar ken Müslüman olunca Osman’a
çev rm şt r.
- Soyadı ned r?
- Soyadı F şer’d r. Onu değ şt rmed . Yalnız Türk mlâsıyla yazmaya
başladı.
Sel m lg lenm şt . Sordu:
- Neden Müslüman olmuş? Asıl mesleğ ned r?
- H tler dares n n baskısına uğradığı ç n Müslüman olmuş d yorlar.
Memleket nde Şark yat profesörü m ş. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka
b rkaç da Avrupa d l b ld ğ ç n asker olmadığı halde kom syona aldılar.
Pusat d n veya tab yet değ şt rmey ordu değ şt rmeye benzett ğ ç n
bu şten hoşlanmazdı. Sözü uzatmadı, lerk masalarda oturan k memurun
konuşması d kkat n çekm şt . Tasavvuf üzer ne konuşuyorlardı. B r
Kur’an’dan ve hadîslerden tanıklar get rerek tasavvufun hak kî İslâm yet
olduğunu, ötek de y ne aynı kaynakların yardımıyla b d’at sayılması
gerekt ğ n ler sürüyordu.
Bu arada Sel m’e yabancı veya uzak b rçok s mler geç yordu:
Muhy ddîn- Arabî, Mevlânâ, Kemalpaşazade, Ç v zade...
Münakaşacılar, arada b r mısralar veya bey tler de söylüyorlardı. B r
tanes aklında kaldı:
*
**
*
**
“Onları bağışla. Ben bağışlama. Mademk ben m nsanlığımı kend Tanrılığında yok
ed yorsun, ben m nsanlığımın sen n Tanrılığın üzer ndek hakkı le, ben m sana kavuşmama böylece
sebep olan bu nsanları sen n de yarlıgamanı st yorum.”
Mansûr’u parçaladılar. Her parçasından «ene’l-Hak» feryadı yükseld .
Yaktılar. Küller «ene’l-Hak» d ye bağırdı. Küller n ırmağa attılar. Irmak
«ene’l-Hak» haykırışıyla doldu...
Buraya gel nce Sel m Pusat k tabı kapatıp masaya tt .
Sabah oluyordu ve büyük odada hâlâ ışık yandığını gören Ayşe
kalkarak kapıya kadar gelm şt . Uzaktan Sel m’ n yüzünü kontrol ett ğ
zaman öfke ve buhran z görmed . Fakat k tabı masaya t ş nde sert b r
tepk olduğu bell yd . Sel m k tabı öyle bırakamazdı.
B rdenb re göz göze geld ler. Ayşe kocasını gözetleyen ve suç üstünde
yakalanan b r kadın g b şaşırarak sordu:
- Nasıl buldun?
Sel m’de boş şeylerle uğraşmaya zorlanmış b r nsanın aks l ğ vardı.
Azarlar g b cevap verd :
- Sen n d n felsefes ded ğ n şey bu del saçmaları mı?
Ayşe daha da şaşırdı:
- Neres saçma?
- Neres değ l k ? O Hallâc-ı Mansûr den len zıpıra s z büyük adam,
büyük mütefekk r d ye m bakıyorsunuz?
- Büyük nanç sah b ...
- Ney n nancı?... Kend s n Tanrı le b r tutuyor ve Tanrı üzer ndek
hakkından bahsed yor. Ene’l-Hak demen n b r mânâsı da ben Tanrı’yım
demek değ l m ? Tımarhaneler tanrılık, peygamberl k, pad şahlık taslayan
çılgınlarla doludur. Bu da onların dışarda kalmış b r nümunes olacak!...
- Asırlardır Hallâc büyük mutasavvıf ve büyük nanç sah b olarak
tanınmış ve herkes tarafından öyle kabul ed lm şt r...
Ayşe’n n sözü yarıda kaldı. Sel m bu «herkes»ten ğren yor, «herkes
tarafından» kabul olunan düşüncelere tahammül edem yordu.
- Sen n herkes ded ğ n kalabalık, ç nde cah ller , ha nler , budalaları
bol bol barındıran b r kuru gürültüdür. Herkes kabul ett d ye ben de bu
hezeyanları kabul mü edeceğ m? Herkes Meryem Ana’mızın bak re olarak,
h çb r erkekle temas etmeden çocuk doğurduğunu da kabul eder. Herkes
İsa’nın hem Tanrı, hem de Tanrı’nın oğlu olduğunu da kabul eder. Çünkü
herkes ded ğ n şey b r hayvan sürüsüdür.
Sel m sustu ve başını öteye çev rd . Ayşe’n n gözler haf fçe
nemlenm şt . Sel m, kend s n n tasavvufa ve d ne nandığını b ld ğ halde bu
tahk r tufanını yağdırırken Ayşe’y ayırmamıştı. B rkaç gündür hayata
dönüş, anormal havadan sıyrılış d ye üm t ve sev nçle baktığı davranışlar
b tm ş, b r last k g b ger lerek saplanıp kaldığı noktadan uzaklaşan Pusat,
y ne last k hızı ve sertl ğ yle başlangıç noktasına gelm şt .
Ayşe üzgün ve kırgın çek ld . Kahvaltı hazırlamaya başladı. İlk defa,
ç nde üm ts zl ğe benzer b r ez kl k duyuyordu. Ş md ye kadar Sel m’ n
normale döneceğ n umarak büyük b r sebatla uğraşmıştı. Artık anlıyordu k
bu uğraşmalar boşunadır. Sel m her zaman sert ve öfkel olmakla beraber
Ayşe’y kırmıyor, hatta kırmamak ç n d kkat gösterd ğ anlaşılıyordu.
Halbuk bugün bu ka de bozulmuş, Sel m umumî tar f ç nde Ayşe’y de
ayırt etmeden hakaret yağdırmıştı.
Gözler ndek nem arttı. İk damla yaş yanaklarından aşağı yuvarlandı.
Sel m şe başlayalı ber Tosun’a bakmak ç n sabahtan k nd sonuna kadar
gelmek üzere tuttukları kadın b raz sonra gelecek olmasa bu yaşlar gürleşe-
b l rd de.
Sel m de Ayşe’n n üzüldüğünü anlamıştı. Herkes tahk r ederken
Ayşe’y de o herkesle eş t tutmak aklının ucundan b le geçmem şt ama
Ayşe öyle kabul etm şt . «Bu sözlerle sen kasdetmed m.» dese mesele
b tecek, Ayşe’n n üzgünlüğü kalmayacak, hatta kocasından böyle b r söz
ş tt ğ ç n baht yar b le olacaktı. Fakat ne tuhaf! Sel m bunu
söyleyem yordu. Gururundan değ l, el nden gelmed ğ ç n söyleyem yordu.
Yıllardır hayat arkadaşlığı eden, en tal hs z günler ancak b rb rler ne
dayanarak geç ren bu k k ş n n hâlâ karşılıklı açılmamış tarafları vardı. Bu
açılmamışlık yüzünden bazen sözler veya davranışları tam zıddı b r mânâ
le anlaşılıyor, bu yanlış anlayışlar, hayatın ve ç leler n zeh rle doldurduğu
gönüller n büsbütün bunaltıyordu.
Sel m b r k defa, Ayşe’n n yanına g derek dem nk sözler nde onu
hedef alan h çb r taraf olmadığını söylemek ç n davrandı. Fakat
davranmasıyla skemleye ç v lenmes b r oldu. Sank görünmeyen b r
kuvvet omuzlarına bastırarak onu kalkmaktan alıkoyuyordu.
Tosun’un uyanmış olduğunu annes yle konuşmasından anladı. Bu,
onun ç n erken b r kalkıştı. Belk de dem n Ayşe’ye yüksek sesle söyled ğ
sözlerden uyanmıştı. Böyle düşününce Sel m bu sefer kend s ne kızdı. B r
nsanın kend s ne kızması kadar yıpratıcı şey pek azdır. Zaten Sel m
yıllardır yıpranıyor, yıpranıyordu. Bu yıpranış, herkeste tab at kanunlarına
uygun olan yıpranıştan büsbütün başka b r şeyd . Bunaltıcı b r duygu d .
K mseye, Ayşe’ye b le bunalıyorum d yememek se ayrı b r dramdı.
Yüzünün yanmaya başladığını h ssett . Gözler n , maksatsız b r
şek lde odanın ç nde gezd rd . Sonra b r yere takılarak öylece kaldı. Baktığı
yerde arkadaşı Şeref’ n resm vardı: Harb Akadem s nde okudukları sırada
çek lm ş ün formalı b r res m...
Şeref de kend s g b , askerl ğ b r nanç olarak kabul etm ş canlı b r
yüzbaşıydı. Fakat kend s ne o unutamadığı kısa mektubu yazarak hayatına
son verd kten sonra bu fotoğraf Sel m’e canlı değ l, hüzünlü b r nsanın
resm g b gelmeye başlamıştı.
«T yatro b tt . Beklemeye lüzum görmüyorum.» Bu bas t, beş kel mede
neler neler saklıydı! Sel m, arkadaşını unutamıyor, fakat da ma karşısında
bulunan resm ne bakmaktan da sakınıyor, çünkü ona bakınca gözyaşlarının
akmasından korkuyordu. Ş md âdeta farkına varmadan gözler resme
takılmış, takılınca da artık ayıramaz olmuştu. Gözler n ayırmayı arkadaşına
saygısızlık sayıyordu.
Sel m b r ötek hayata nanmıyor, Şeref’ n artık b r şey duymadığını,
duymayacağını b l yor, fakat hatıralara saygı göstermen n nsanları nsan
yapan b r üstünlük olduğunu da kabul ed yordu.
Gözler Şeref’ n resm ne takılınca bütün o ç lel geçm ş yen den
yaşar g b oldu. Şeref k mses z yaşamış ve k mses z olduğu ç n nsanların
fenalığından kurtulmak üzere hayatına son verm şt . Sel m yen den
düşündü: «Ayşe le Tosun olmasa ben de aynı şey yapar mıydım?» Ona ne
şüphe? Belk Şeref, nsanlardan ben m ğrend ğ m kadar ğrenmem şt .
Acaba yaşasaydı avunur muydum, yoksa onu gördükçe hayatın acısını daha
mı çok duyardım? Bunlar Sel m’ n çares z kaldığı zamank düşünceler yd .
Y ne beyn nden yıldırım hızıyla düşünceler geçmeye başlamıştı. Ne
tuhaf!... Bu düşünceler sank düşünce değ l de, kend s ne seslen len
sözlerd . B r s «Doğru yapmadın!» d yor g b yd . Evet, Ayşe’ye karşı
dem n doğru davranmamıştı.
B rden, Şeref’ n resm ne daha d kkatle baktı. Da ma hüzünlü görmeye
alıştığı bu fotoğrafta ş md Şeref haz n b r gülümsey şle kend s ne
bakıyordu. Halbuk o res mde Şeref, aslında gayet c ddî d . Gözler n bütün
d kkat yle resme d kt ve Şeref, başını, bunu doğru yapmadın mânâsına
gelen b r hareketle sallıyor g b geld .
İçerde kahvaltı sofrası hazırlanmış; Ayşe, Sel m’ çağırmak üzere
kapıya gelm şt . Onu o halde görünce yen den şaşırdı ve âdeta ürperd .
Çünkü Sel m’ n sert bakışlarla karşıya d k lm ş gözler yaşlıydı. Ayşe onun
nereye baktığını b lm yordu. Ağlamak da hayata dönmen n şaret yd .
Ş md ye kadar onun gözler nden yaş aktığını b r defa b le görmem şt .
B rden, gönlündek keder n boşaldığını farkett ve Sel m’ n o şek lde
görülmekten hoşlanmayacağını b ld ğ ç n b r şey söylemeden yavaşça
çek ld .
16
*
**
*
**
Son sınıfın veda tören n yapacağı pazar günü hava çok sıcaktı. Ayşe,
kayıtsız görünen Sel m’ n bu güne stekle hazırlandığını anlamıştı. Hastalığı
geçm ş, rapor süres dolmuştu. Yarın da tekrar göreve başlayacaktı.
Okulun bahçe kapısında zc kılıklı veya j mnast k elb sel b rçok kız
m hmandarlık ed yordu. Ayşe’ye büyük b r saygı gösterd ler ve bazıları
b rb rler ne Sel m hakkında b r şeyler fısıldadılar. B rkaç adım sonra k s n
Nurkan le Aydolu karşıladı. Atlet g y mler onlara çok yakışmıştı. Bu
kızların o kadar naz k b r gülümsey şler vardı k Pusat’a gar p b r şey
düşündürdü. İç nden: «Dünyadak bütün kızlar bu tılsımlı gülümsey şle
gülse nsanlar baht yar olurdu.» ded . Sonra hemen bu romant zmden
sıyrılarak Ayşe’n n gözünden kaçmayan b r rahatlıkla:
- Güntülü nerde? d ye sordu.
- Şurda efend m...
İk genç kız y rm adım kadar lerde b r ağacı göster yordu. Güntülü
orada tek başına, eller n arkasına kavuşturmuş olduğu halde ağaca
dayanarak duruyor, k gün önce Sel m’ davete geld kler zamank
yırtıcılığından eser kalmamış olan utangaç ve çek ngen bakışlarla
kend ler ne bakıyordu.
Bu sırada Ayşe’n n h ç beklemed ğ b r şey oldu: Sel m, kend s n
beklemeden Güntülü’ye doğru yürümeye başladı ve Ayşe, hoşnutsuzluğunu
g zlemeye çalışarak, yanında k öğrenc s olduğu halde onu tak p ett .
Sel m, Güntülü’nün el n sıkarken azarlar g b sordu:
- N ç n b z daha lerde karşılamadınız?
İk gün öncek parsın yer nde ş md b r ceylan vardı. Çek ngen bakışlı
gözler n Sel m’ n sert bakışlarında tutmaya çalışarak özür d ler g b :
- S z burada bekled m efend m, ded ve Sel m bu ses , bu bakışı ve
onlardan daha çok ağaca bu dayanışı tekrar hatırladı; y ne ç ızdırapla
doldu.
Buna benzer b r sahne b r defa daha geçm şt . İşte onun nerde ve ne
zaman olduğunu bulamamak Pusat’ı öldürüyordu. Kend n kaybetm ş
g b yd . Dumanlar ç nde kaybolduğunu sanıyordu. Dumanlar dağıldığı,
kend ne geld ğ zaman kademel skemleler n sıralandığı b r yerde, yanında
Ayşe olduğu halde ön sırada oturduğunu gördü. Müdür konuşuyordu. Sel m
bu çeş t basmakalıp konuşmalardan t ks n rd . Hele bu kadının Ayşe’ye
karşı duygularını b ld ğ ç n, neler söyled ğ n n farkına varmadan, nefretle
bakıyor, onu çok ç rk n ve ğrenç buluyordu. Kend s ne çok uzun gelen
konuşmanın b tt ğ n alkışlardan anladı ve «Acaba ne söyled de
alkışladılar?» d ye düşündü.
Sonra ne olacağını öğrenmek ç n el ndek davet yeye bakınca gar p
b r heyecan duydu: Ş md öğrenc ler adına Güntülü konuşacaktı. B rden
tam karşısında, y ne b r ağacın yanında, el nde b r kâğıt olduğu halde duran
Güntülü’nün oldukça heyecanla kend s ne baktığını gördü ve asık yüzünde
bell bel rs z b r gülümseme görüldü. Bunu yalnız Güntülü le Ayşe
görmüşlerd .
Genç kız neler söylüyordu? Pusat söylenenler n mânâsını değ l, yalnız
aheng n anlıyor, bu ses n Çamlı Koru’da duyduğu meçhul kadın ses
olduğunu ş tt kçe kend nden uzaklaşıp çok uzaklara g d yordu. Ön sıraya
oturdukları dak kadan ber kend s n kontrol eden Ayşe, Sel m’de b r gar p
hal olduğunun farkındaydı. Gözler n Güntülü’ye d km ş olduğu halde onu
görmed ğ n de anlamıştı. Öyleyse böyle bütün ruhu ve gönlü le neden
d nl yordu?
Güntülü, bütün sıkıntılarına rağmen okuldak hayatlarının «hayalden
b le üstün ve der n» b r zevkle geçt ğ n söylerken Sel m rk ld ve Çamlı
Koru’ya g derlerken Güntülü’nün kend s ne okuduğu ş r hatırladı:
*
**
Dönüyorlardı. Yakıcı b r güneş vardı. Sel m’ n yüzü y ce kızarmış,
başı y ne yanmaya başlamıştı. Tam yarın vaz feye başlayacakken yen den
hastalanmak çok tatsız, hatta utanç ver c olacaktı. El n yüzünde gezd r p
sıcaklığı y ce duyduktan sonra:
- Ben gal ba güneş çarptı, ded .
Ayşe gayet durgundu. Sel m’ n yıllarca düşünse tahm n edemeyeceğ
b r cevap verd :
- Sen güneş değ l, gün çarptı.
Sel m sarsılmıştı. Okuldan çıkalı ber solunda yürüdüğü halde d kkat
etmed ğ b r s , kolundan tutarak çok yavaş b r sesle lâve ett :
- S z gün değ l, Güntülü çarptı yüzbaşım!...
Hayretle başını çev ren Pusat, Yek’ n ğrenç bakışlarıyla yüzyüze
geld .
20
İLK GÜNLERİ büyük b r stekle yaptığı vaz fes Sel m’e ağır ve
sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bunu önce büro arkadaşlarıyla olan ruh ve m zaç
bağdaşmazlığına verd . Fakat bunun zorak b r yakıştırma olduğunu hemen
anladı. Öyleyse neyd ?
Acaba kend s nde henüz farkına varmadığı b r hastalık mı vardı?
Zaman zaman çok esk çağları hatırlar g b olması, ç nde o zaman yaşamış
olduğu hakkında gar p duyguların bel rmes , bunları hatırlarken anlatılmaz
ve anlaşılmaz b r acı le çıldıracak hale gelmes hastalıktan başka ne
olab l rd ?
B r zamandır Ayşe’n n kend s ne karşı değ şt ğ de b r gerçekt .
Görünürde b r şey yoktu. Ayşe b r ş kâyet veya tenk tte bulunmamıştı. Ama
Sel m b r şeyler olduğunu sez yordu.
Artık çalışma odasındak yürüyüşler n de bırakmıştı. İçk n n yasak
ed lmes enerj s n n b r kısmını alıp götürmüş, esk s ne göre çok hals z
olduğunu anlamıştı.
B r akşam Ayşe, masasında mt han kâğıtlarını düzelt rken Sel m de
kend masasında b r harb tar h k tabına bakıyordu. Okumuyordu. Y ne
dalmıştı. Not kâğıdına, ne yazdığının farkında olmadan b r şeyler
karalıyordu. B r aralık dalgınlıktan kurtularak önündek kâğıda baktı:
Büyük harflerle «KEY» yazmıştı. O anda kend s n şeytan mı dürttü, ned r
bunu sağdan okudu: «YEK» oluyordu. Aklına uğursuz Yek’le ona tıpatıp
benzeyen Doktor Key gel nce harfler n bu hokkabazlığına hayret ett ve ânî
b r merakla Ayşe’ye sordu:
- Key ne demek?
Ayşe onun beklenmed k sorularına, sözler ne alışıktı:
- Çok y mânâsına gel r.
- Ya yek?
- Kötü ruh demekt r.
- Yan ?
- Yan şeytan!
Pusat çok şaşırmıştı:
- Şeytan mı? d ye âdeta kekeled .
- Evet!
- Bunlar hang d lde bu mânâlara gel yor?
- Esk Türk lehçeler nde...
Sel m kalkarak gez nmeye başladı. Düşünces n Yek üzer nde
yoğunlaştırarak onu lk gördüğü andan bu yana olanları hatırladı: İlk
karşılaştıkları gece «Kend nden y rm beş yaş küçük b r kıza âşık olacağını
Levh- Mahfuz’da gördüm.» dem ş, Leylâ’nın tahtın vâr s olduğunu
söylem şt . Başka b r gece onu evler n n önünden geçerken görmüş, b raz
sonra da Yek mzasıyla Erzurum’dan üç saat önce çek lm ş b r telgraf
almıştı. Bunda Leylâ’nın hak kî adının Han-zade olduğu haber vardı.
Nurkan’ın p yanosunu d nled ğ gece düştüğü yerden onu Yek kaldırmış,
sonra tıpkı b r asker g b yürüyerek ayrılmıştı.
Bütün bunlar ancak şeytanın ş olab l rd . Ş md Ayşe kend s ne
Yek’ n şeytan demek olduğunu söylüyordu.
D n k taplarındak şeytanın varlığını kabul eden b r k mse olsa
şeytanın kend s ne musallat olduğuna nanacaktı. Pek , bu tesadüfler neyd ?
Yek k md ?
O zaman Leylâ’nın sözler n hatırladı: O çok tehl kel b r ajandır
dem şt . Belk o prenses kend s ne bazı puçları vereb l rd . Pusat bunu
düşününce b rdenb re Leylâ’yı görmek ç n büyük b r stek duydu ve geç
vak t bu stekle g rd ğ yatağında yarı uykusuz ve çok rahatsız b r gece
geç rd .
Ertes gün vaz fes nden çıkıp da Hanzade’n n ev ne yönel rken
kend s nde dün gecek stek kalmamıştı. Leylâ’dan hoşlanıyor, fakat
çek n yordu da. B r prenses olduğu ç n ona saygı duyuyor, bu saygı
kend s n b rtakım kayıtlara zorluyordu. Bu kayıtlar, başkalarına karşı asla
göstermed ğ değer vermeden doğuyordu. Onun yanında kend s n hür
h ssetm yordu.
Pusat yıllardır nsanları o kadar değers z ve bayağı bulmaya alışmıştı
k , üstünlüğünü kabul ett ğ b r s yle karşılaşmaktan rahatsız oluyordu. Hele
bu b r s , genç ve güzel b r kız olunca ona yaklaşmaktan âdeta ürker hale
gel yordu. Fakat Leylâ’nın öyle de b r çek c l ğ vardı k yakıcı alev n
pervaney çekmes g b Pusat’ı kend s ne yaklaştırıyordu.
Gülsafa Kalfa kapıyı açıp da «Buyrun Yüzbaşı Beğ!» ded ğ zaman
Sel m âdeta heyecanlıydı.
Bu k nc gel ş nde salonu daha şahane buldu. Leylâ gel nceye kadar
geçen b rkaç san yede hızla göz gezd rd ğ duvarlarda çok süslemel
kılıçlar, bıçaklardan başka Fat h’ n b r tablosu, k m olduğunu b lmed ğ b r
pad şah veya şehzaden n resm d kkat ne çarptı. Osmanlı
İmparatorluğu’nun son sınırlara vardığı zamanı gösteren b r har ta lg s n
çekt .
Leylâ gel yordu. Kalkarak ona doğru b rkaç adım yürüdükten sonra
tam askerce b r duruşla selâmladı ve el n öperek y ne d md k b r vaz yette
bekled .
Leylâ, Sel m’e çok tes r eden gülümsey ş yle:
- S z daha önce bekl yordum, ded ve yer gösterd kten sonra;
- N ç n solgunsunuz? Rahatsız mısınız? d ye sordu.
Pusat, konuşmanın bu konuya geleceğ n aklına get rmem şt . Kısaca:
- B rkaç gün hasta yattım, d ye cevap verd .
- Ne d ?
- B lm yorum.
- Doktor b r s m vermed m ?
- Ruhîd r, ded .
Sel m bu «ruhî» kel mes n söyler söylemez y etmed m d ye
düşündü. Leylâ c dd leşm şt :
- G zlemeye çalıştığınız b r sıkıntı olduğu bell yd , d ye söze başladı.
Bunu başınızdan geçenlere vermey sabetl bulmuyorum. Büyük darbelere
uğradınız ama zaman ve dayanıklılığınız sayes nde bunları geç şt rd ğ n ze
nanıyorum. Ayşe Hoca Hanım’la herhalde y geç n yorsunuz. Bunun
dışında s z bedbaht eden sebep ne olab l r? Acaba yasak b r sevg yle m
yaralısınız?
Sel m sert b r sesle sordu:
- Bunu nerden çıkardınız?
Leylâ sak n, fakat çok tes rl konuşuyordu:
- Üzüntünüzden, doktorun teşh s nden ve Işık Kızlar’dan bahsederken
yüzünüzde bel ren ç zg lerden...
Bunu başka b r s söyleseyd Sel m hemen hücuma geçer, alaya
başlardı. Bu sefer bunu yapamadı ve sustu.
Sustu, fakat ç nden t raf ett : Leylâ doğru söylüyordu. Ş md ye kadar
bu gerçeğ kend v cdanına b le söylemem ş, böyle b r gerçeğ n varlığını
dah kabul etmem şt . Şu anda onu b r prenses söyley nce artık daha fazla
saklamakta mânâ kalmıyordu. Ayşe’n n, Yek’ n söyled ğ doğru olmasa b le
Leylâ’nınk doğru d : Sel m Pusat, Güntülü’yü sevm şt .
Ş md k s de susarken düşünüyor, Ayşe’n n son zamanlardak
değ ş kl ğ n n sebeb n kavrıyordu. Demek k başkaları Sel m’ kend s nden
daha y anlıyordu. Demek k sır olması gereken bu sevg y saklayamamıştı.
Bu hükmü ver nce y ne yüzünün yanmaya başladığını duydu ve Leylâ’ya
b r şey söylemek üzere ken Gülsafa Kalfa tekerlekl çay masasıyla çer
g rd .
Sel m bu güzel, deml çayın tadını alamıyordu. Leylâ da düşünceye
dalmış, âdeta m saf r n n varlığını unutmuştu.
Akşamın loşluğu başlıyordu.
Söze başlayan Leylâ oldu:
- Hang s n sev yorsunuz?
- En vahş s n ...
- Izdırabınız bundan mı?
- Hayır!
- Ya neden?
- Anlatılmaz b r şey. İç mde onu çok esk den tanıyormuşum g b b r
duygu var.
Leylâ y ne daldı. Çayını yudumlarken gözler duvardak Osmanlı
İmparatorluğu har tasına takılmıştı. B r ara dalgın kaldıktan sonra:
- Bu duygu, sevg n z n ş ddet nden olmasın? d ye sordu.
- Sanmıyorum. Bu duygu Güntülü’yü tanımadan önce de vardı.
- Güntülü mü ded n z? Ne güzel adı var. Delmek bu güzel ve
duyulmamış adın sah b yırtıcı b r kız...
Sel m, acı b r bakışla Leylâ’ya baktıktan sonra sustu. Bu konuyu
kapatmak st yor, fakat ötek bırakmıyordu:
- K m n kızı?
Pusat şaşırdı. Hafızasını yokladı. Ayşe’n n Işık Kızlar’ dan bahseden
sözler n hatırlamaya çalıştı. Aydolu’nun mühend s, Nurkan’ın tüccar kızı
olduğunu ş tm şt . Fakat Güntülü’nün babasından söz ed ld ğ n
duymamıştı. Bezg nl k ç nde:
- B lm yorum, d ye cevap verd .
Leylâ çok k bar b r gülümsey şle Pusat’a baktıktan sonra:
- Demek sevg s z o kadar sarmış k , Güntülü’nün kend s nden başka
herhang b r şey düşünmek mkânını bulamamışsınız! ded .
Bu söz doğru d . Fakat Sel m, mahrem yet n n bu kadar
d d klenmes nden hoşlanmamıştı:
- Prenses m! ded . Bu, öyle üzer nde durulacak b r mesele olmadığına
göre kapatsak olmaz mı?
Leylâ y ne gülümsed :
- Olur mu? S z ben m ç n herhang b r k mse değ ls n z k bunu
kapatalım. S ze ızdırap veren b r şey var. Dost olduğumuza göre bu ızdırabı
yok etmek, h ç olmazsa yok etmeye çalışmak ben m vaz fem değ l m ?
Pusat y ne kend kend s ne kızmaya başlamıştı. Karşısındak , Leylâ
g b şahane b r prenses de olsa derd n , zaafını ona anlatmak ömrü boyunca
bugüne kadar güttüğü prens pler h çe saymak oluyordu. Leylâ ş md onun
bu çares z hal ne bakıp yardım etmek sted ğ n söylüyordu. Sel m’e göre
yardım ancak savaşta, güç durumda kalan b rl ğe yapılması gereken b r
vaz fe olab l rd . Evl b r adamın genç b r kıza karşı duyduğu aşkın çares n
başka b r genç kız bulacaktı. B rdenb re bunaldığını h ssett . Yüzü
kıpkırmızı oldu. Odanın loşluğu ç nde bunu gören Leylâ sordu:
- Yüzünüz neden kırmızılaştı? S z sıkmış olsam b le bu konuyu
kapatmayacağım Sel m Beğ. S z n h ç k mseden h çb r yardım
stemeyeceğ n z b l yorum. Fakat s z ben m ç n herhang b r k mse
olmadığınız g b , zannedersem, ben de s z n ç n herhang b r s değ l m.
Öyle değ l m ?
- Evet.
- O halde bunu kurcalamam s z sıkmasın. Üzüntülü, bezg n anlarımda
s zden gördüğüm yardımın karşılığını b raz da olsa vereb lmek ç n bu
meseleyle lg lenmeme müsaaden z r ca eder m.
- Bu türlü konuşmanızla ben utandırıyorsunuz prenses m. Her ne
buyurursanız emr n zdey m...
Uzun b r sess zl k daha oldu. Ş md salon pırıl pırıl ışıklar ç ndeyd .
Tekerlekl masayı götüren Gülsafa Kalfa, Leylâ’nın şaret yle elektr kler
yakmıştı.
Pusat’tak s n r gerg nl ğ yatışmıştı. Burada nsanı gönül rahatlığına
kavuşturan b r hava vardı. Belk de Leylâ’nın as l ve şahane yüzü le k bar
tavırları bu havayı yaratıyordu. Vakt yle Leylâ üzer nde konuşurken Ayşe
de çok k bar olduğu ç n prenses dend ğ n , bu tavrı le öğretmenlere b le
saygı telk n ett ğ n söylem şt . Doğru d .
Leylâ düşünüyordu. Düşünürken de başka türlü güzeld . Pusat onu
ncelemek ve Güntülü le ölçüştürmek fırsatını bulmuştu. Öfkel ve
melankol k geceler nde onun bu güzell ğ n n farkına varmamış olduğunu
anlıyordu. Fakat Güntülü le karşılaştırınca mesele çatallaşıyordu. İk s ,
başka başka âlemler n güzeller yd . Güntülü’yü Nurka’n veya Aydolu le
mukayese etmek olab l rd . Fakat Leylâ le bunu yapmaya mkân yoktu.
Sel m bunları düşünerek prenses n güzell ğ n seyrederken b rdenb re
dalgınlığından kurtulan Leylâ, Sel m’e bakarak gülümsed ve:
- Ben Güntülü le mukayese m ed yorsunuz? d ye sordu.
Sel m şaşırmış görünmed ama adamakıllı şaşırdı ve «İç mden
geçenler, yüzümden bu kadar açık seç k okunuyor mu?» d ye düşündü.
Leylâ’da kend güzell ğ ne tam b r güven olduğu anlaşılıyordu. Doğrusunu
söylemek gerek rse bunda haklıydı.
- İy b ld n z prenses m, ded . Fakat mukayesey yapamadım. Çünkü
aynı c nsten değ ls n z.
Leylâ y ne gülümsed ve Sel m «Prenses, s lâhını y kullanıyor!» d ye
düşündü. Bu gülümsey ş, b r erkek ç n korkunç b r şeyd ve buna
dayanmak her y ğ d n ş değ ld . Bundan dolayıdır k buraya Yek hakkında
konuşmak ç n geld ğ halde daha onun adını b le anamamış, kend s n
Leylâ’nın büyüsüne kaptırmıştı. Çok genç görünüyordu. Onu Çamlı
Koru’da gördüğü lk gece l sel b r kız sanmıştı. Yaşını öğrenmek
düşünces yle:
- Kaç yıldır öğretmenl k yapıyorsunuz? d ye sordu.
Leylâ tekrar gülümseyerek:
- Y rm sek z yaşındayım yüzbaşım! d ye cevap verd .
Sel m’ n Leylâ’ya bakışlarında ş md hüzün doluydu. Gönlündek ler
keşfolununca ç ne kapanmış ve esas tab atı hal ne gelen hüzne dönmüştü.
Leylâ gayet c dd leşerek konuşmaya başladı:
- Sel m Beğ! S z beş yıl önce tanıdığım zaman ruhunuzda hüzünden
eser yoktu. Yen öğretmend m. Hayatımın güç anlarını yaşıyor, hatta
tehl keler ç nde bulunuyordum. Ayşe Hoca Hanım b z tanıştırdığı zaman
henüz kıralcı olduğunuzu b lm yordum. Fakat bana güven verm şt n z.
Başınızdan geçenlerden sonra kıralcı olduğunuzu öğren nce, s ze lg m arttı
ve yalnızlıklarımızı hesaba; katarak s z nle dost olab leceğ m z düşündüm.
Çamlı Koru’da ben azarlarken b le s z kend me yakın ve güven l r b r
nsan olarak gördüm. Ş md daha y tanıyor ve desteğ n z olmak st yorum.
S z Güntülü’nün pençes nden kurtarmak ç n b r çare bulmam lâzım.
Düşüneceğ m. Ama s z b r çare b l yorsanız ve bana b r vaz fe düşüyorsa
söyley n, hemen tatb k edel m.
Şahane prenses n gönülden gelen sözler Pusat’ın ç ndek hüznü
dağıtmıştı. Demek k o da dost kalbe muhtaçtı:
- Prenses m, ded . Bunun klâs k b r tek çares var. Fakat o çare de
hemen da ma nazarî kalmıştır.
- Ned r?
- Işığı bastıracak daha parlak b r ışık...
- Öyle b r ışık var mı?
- Var. Fakat o kadar yüksekte k düşünmek b le çılgınlık olur.
Leylâ gözler n Pusat’a d kerek b rkaç san ye baktı. Sonra kend s n
dayanılmaz derecede güzelleşt ren gülümsey ş yle:
- Müsaade ed yorum. Ben seveb l rs n z! ded .
21
*
**
ERTESİ GÜN pazardı. Ayşe, havanın güzel olduğu her pazar yaptığı
g b Tosun’u gezmeye götürmüştü. Bu gez nt lerde yasak savmak
kab l nden bazı küçük z yaretlerde de bulunurdu.
Sel m, dün gecen n sarhoşluğundan b raz b le ayılmamış olduğu
halde, geç döneceğ n Ayşe’ye b ld ren b r yazı bırakarak k nd zamanı
evden ayrıldı. H çb r programı olmadan rasgele yürüdü. Güntülü,
damarlarında alev g b dolaşıyor, beyn nde ş mşek g b çakıyordu.
Böyle maksatsız yürürken b rdenb re b r kapı d kkat n çekt ve tanıdı.
Burası kend hal nde nsanların geld ğ b r meyhane d . Vakt yle b r k defa
gelm ş ve çok hoşlanmıştı. İçerde h zmet edenler ağırbaşlı, mezeler güzel,
hmal ed lm ş loşluğunda ferahlık bulunan b r yerd . Ân b r kararla çer
g rd . Daha önce gelm ş b r k müşter den en uzaktak köşeye l şt .
Doktor tavs yes yle yapmaya başladığı perh zden öncek zamanlarda
nasıl b r hızla ç yorsa aynı hızla çmeye başladı. Ney , hang şey
düşünmek stese çağrışımlar onu y ne Güntülü’ye götürüyordu. B r aralık
gözler salona değd : Müşter ler hayl çoğalmıştı. Gürültü olmuyor, gruplar
hal nde gelenler b le yavaş sesle konuşuyordu. Bu sess zl ğ arasıra, neşe le
gülenler bozuyor, fakat bu gülmeler başkalarını rahatsız edecek dereceye
gelmeden kes l yordu.
Pusat’ta Güntülü’nün sarhoşluğuna çk n n sarhoşluğu da eklenm şt .
Artık kalabalık kend s n rahatsız etm yordu. Yanındak masa b le dört beş
k ş tarafından tutulmuştu. «Herkes buradak nsanlar g b olsa herhalde
boşuna ted rg nl kler, ç rk n kavgalar olmazdı!» d ye düşündü. Çevres n
dumanlı görmeye başlamış ve böyle zamanlarda olduğu g b şuuru daha
uyanık hale gelm şt .
Meyhanede gürültü olmadığı ç n komşu masada oturanların alçak
sesle neler konuştuklarını ş t yordu. Bu konuşma b rdenb re lg s n çekt
Çünkü aşktan bahsed yorlardı. Felsefe öğretmen olduğu anlaşılan ve
kend s ne «hocam» d ye h tap ed len b r s sevg n n tar f n yapıp
felsefes ne g rerken tar hte veya romanlardak büyük aşklardan örnekler
ver yor, arkası Pusat’a dönük olarak oturan d nç yapılı b r s se felsefe
öğretmen ne sorular sorarak sev yel b r tartışma yapıyordu. Öğretmen n bu
adama «yarbayım» d ye h tap etmes Sel m’ n hem d kkat n çekt , hem de
y ne ç n ızdırapla doldurdu. Şu yarbay belk de tanıdığı b r s yd . Ses h ç
de yabancı gelm yordu. Masadak lerden b r n n ona «Kemal Beğ» d ye
h tap etmes Pusat’ın beyn ndek düğümü çözdü. Bu yarbay, Harb
Okulu’ndak sıra arkadaşı Kemal Yılmaz’dı. Sam mî dostu d . İçk n n
tes r yle olacak, onunla konuşmak ç n büyük b r stek duyduğu halde h çb r
davranışta bulunmadı. Kemal’ n yanındak yabancıların k m olduğunu
b lm yor ve çek ngen tab atı dolayısıyla, tanımadığı k mseler n yanında
yakın b r arkadaşıyla b le konuşmak stem yordu.
Felsefe öğretmen n n, aşkı da ölüm g b her nsanın tadacağı b r olay
d ye göstermes ne Kemal Yılmaz karşı çıktı. B r k dak kalık konuşmadan
sonra öğretmen, tartışmayı sonuca bağlamak ç n sordu:
- Pek yarbayım! Aşkı tatmamış b r k msey tanıyor musunuz?
Pusat, komşu masaya bakmadığı halde bütün gözler n arkadaşına
d k ld ğ n gördü. Kemal Yılmaz, çk s nden b r daha yudumladıktan sonra
cevap verd : .
- Tanıyorum.
O anda masada ve tesadüfen bütün meyhanede olan sess zl k Sel m’e
gar p geld ve öğretmen n «K m?» d ye sorması üzer ne ver lecek cevabı
merakla bekled . Yarbayın cevabı müth şt :
- Sel m Pusat!
B r anlık sess zl ğ b r s bozdu:
- Şu gürültülü vakanın kahramanı mı?
Yarbay gayet yavaş b r sesle ve kel meler teker teker söyleyerek
açıklamasını yaptı:
- Evet! İşte o... Ben m sınıf arkadaşımdır. Daha sonra kıtada da
buluştuğumuz oldu. Mesleğ dışında h çb r şeye gönül verd ğ n görmed m.
- Acaba g zl b r aşkı da yok mu d ?
- Onun g zl s yoktu k ... G zl s olmadığı ç n kend s n mahvett .
Sel m oturduğu yerde acı acı güldü. B r gönül ve huzur yer d ye
b ld ğ , gelenler n hep görgülü nsanlar olduğu şurada b le yarası kanatılmış,
huzuru kaçırılmıştı. Yavaşça kalkarak kasaya doğru yürüdü,
Akşam olmuştu. Buraya gel rken olduğu g b ş md de y ne nereye
g deceğ hakkında b r f kr olmadan yürüyordu. İnsanlar ne kadar yanlış
tanınıyordu! Yakın b r arkadaşı, kend s n aşkı b lmeyen nsan d ye
anlatırken o, Güntülü le dolu olarak yaşıyordu. Gerçekte buna yaşamak
değ l, ateşte kıvranmak demek daha doğru olurdu ama kend s ne yaşıyor
d ye bakılıyordu ya...
B rdenb re Çamlı Koru’ya geld ğ n farkett ve Leylâ’yı hatırlayarak
ç ndek yangını onun huzurunda söndürmek üm d yle yürüdü. Her zaman
oturduğu, Leylâ’yı tanımış olduğu sıra boştu. Belk gel r d ye düşündü.
Fakat ç ndek kuvvetl sezg bu gece Leylâ’nın gelmeyeceğ n , esrarlı
kadın ses n n de ş t lmeyeceğ n söylüyordu.
Beklemed . Ağır adımlarla yürüyerek Çamlı Koru’dan ayrıldı. Kend s
bu kadar ağır yürürken beyn motor g b çalışıyordu. Geçt ğ yerler n bazısı
yabancı, bazısı b ld ğ köşelerd . Ne kadar yürüdüğünü b lm yordu ama çok
zaman geçt ğ ne em nd . B r aralık durarak göğe baktı ve sank gökte
kend s n n ne yaptığı, nereler dolaştığı yazılı m ş g b , bu uzun gez nt
sırasında Leylâ’nın ve Nurkan’ın evler n n önünden geçt ğ n o anda
hatırladı.
Leylâ’yı b r kurtarıcı d ye düşünerek ş fa bulmak ç n aramış, ev n n
önüne kadar gelm ş, çok geç olduğu ç n uğramayarak ayrılmış; Nurkan’dan
da belk y ne Esk Arkadaşlar Marşı’nı çalar üm d yle tesell beklem şt .
Üm tler boştu.
İç nde büyük b r sıkıntı duyarak yürüyordu. Yorulmuştu. Saat ne
baktı: Gece yarısını b raz geç yordu. Kend kend s yle alay ederek «Ne de
has p yade subayı m ş m!» d ye söylend . Çevres ne bakınınca sokağı
tanıdı ve b raz yürüyerek yan sokağa kıvrıldı: Güntülü’nün ev önündeyd .
Karanlık ev n yalnız üst katındak b r odada ışık yanıyordu. Burası
Güntülü’nün odasıydı. Ayşe le bu ev n alt katındak m saf r odasında
oturdukları zaman Güntülü öyle söylem şt .
Gecen n geç saat nde bu kız ne yapıyordu? Belk Tıbb ye mt hanları
ç n hazırlanıyor yahut da roman okuyordu. Bu ht maller Sel m Pusat’a pek
yavan geld ve kalın perdeler n arkasında şu anda ne olduğunu, Güntü-
lü’nün ne yaptığını öğrenmek ç n büyük b r merak duydu. Aslında bu b r
merak değ l, merak şekl nde duyulan b r sevg ızdırabıydı. Büyük b r karar
ve cüretkârlıkla kapının basamaklarına eğ lerek mermer n altındak anahtarı
çıkardı. Anahtar del ğ ne sokarak kapıyı araladı.
Aynı anda b r s Sel m’ kolundan tutarak durdurdu ve başını çev ren
Sel m, arkadaşı Şeref’le yüz yüze geld .
Şeref, başını k yana haf fçe sallayarak «Hakkın yok Sel m!» ded ve
uzaktak sokak lâmbasının solgun ışığı altında Sel m Pusat, arkadaşının
gözler n n y ne neml olduğunu görerek yüreğ sızladı. İç nden «Fakat onu
sev yorum!» d ye geç rd . Şeref, aralanmış kapıyı sess zce kapayıp anahtarı
basamağın altına koyduktan sonra Sel m’ n düşünces n anlamış g b :
- Y ne de hakkın yok! ded . Onu sevmeye de hakkın yok. Sen
bugünün ordudan kovulmuş yüzbaşısı olmasan b le Tanrıkut Mete
ordusunun yüzbaşısı d n. Ya o kız k m? K m n kızı? Babasının Mers n’de
olduğunu söylerken annes n n yüzünden geçen kara bulutu bakmadan
gördün de bunun üzer nde neye düşünmed n?
Sel m susuyordu. Yavaş yavaş yürüyorlardı. Şeref çok kederl b r yüz
ve eleml b r sesle konuşuyordu:
- Sen n ç n böyle oldun Sel m? Unutma k o kız bütün mez yetler
kend nde toplamış b r prenses olsa b le sen evl olduğun ç n y ne onu
sevemezs n. Aşk ded ğ n oyuncak şey ancak şs z güçsüzler n harcıdır.
Sel m’ n sarhoşluğu geçm şt . B r aralık arkadaşına d kkatle bakınca
üstünde apoletler sökülmüş yüzbaşı elb ses olduğunu görerek büyük b r
acı duydu. Çünkü evler ndek büyük çalışma odasında gez n rken da ma
g yd ğ aynı elb sey , apoletler sökülmüş kend ceket n epey zamandır
g ymez olmuştu. Demek k kend maz s n artık umursamaz hale gelm ş,
askerl ğ n unutmuştu.
Şeref hem yürüyor, hem konuşuyordu:
- Sen n her zaman düşüneceğ n şey askerl ğ nd r. Rütben alab l rler,
ordudan kovab l rler ama askerl ğ n alamazlar. Askerl k rütbe ve elb se
değ l, ruhtur. Izdırap çekmek st yorsan öyle b r kızı sevmek yer ne b r
bölüğe kumanda edemed ğ n düşün, yeter!
Şeref’ n sözler Sel m’ n yüreğ ne şl yordu. Bunlara cevap
veremezd . Arkadaşı haklıydı ve devam ed yordu:
- Tanrıkut’un ordusunda ken suçu b r anda şlem ş, buyruğu yer ne
get rmed ğ n ç n dam olunmuştun. Bugün se suçu b r anda değ l,
düşünerek, b lerek, steyerek yapıyorsun Sel m! İk b n yılda bu ne büyük
değ ş kl k? Sen böyle m olacaktın? İraden çocuk deneb lecek b r kız mı
alıp götürecekt ? Bana, en yakın arkadaşına o zaman tattırdığın acı b r
günlük olmuş, d nlenmeden dört yana yapılan büyük yürüyüşlerle keder
arkada bırakmıştım. Ş md se hem acım sürekl oluyor, hem de ben
oyalayacak akın ve savaş yok. Artık ben b r subay değ l m. H çb r şey
değ l m. H ç m... Yokum...
Bunu söyleyerek sağ el n kalb n n üstüne bastırdı ve arkadaşına
bakan Sel m onun yüreğ n n y ne kanamakta olduğunu görerek ürperd .
Yürüyorlardı. Fakat Sel m nenelerden geçt kler n farketm yor, baktığı
yerler görmüyordu. Çok uzun g b gelen b r susuştan sonra Şeref yen den
söze başladı:
- Bundan önce, sen askerl kten, yan sevg nden ve nancından
ayırdıkları ç n ç yor, üzüntünü unutmaya çalışıyordun. Buna hakkın vardı.
Çünkü sen yarınında h çb r üm t ışığı olmayan adamsın. Ya ş md , doktor
yasakladığı halde neden ç yorsun? O kız ç n m ? Sen n askerl ğ n ve tuz-
buz olmuş üm d nle o kız eş t m Sel m? O kız ç n sağlığını tehl keye
atmak sana yakışır mı? Yalnız kend n ç n m yaşıyorsun? Ev n, eş n, oğlun
yok mu? K msem olmadığı ç n ben öleb l rd m ama sen ölemezs n. İlerde
Tosun’u kend yer ne b r subay göreb lmek üm d sen yaşatmaya değmez
m ? B rçok nsanların üm t kırıntılarıyla yaşadığı bu dünyada oğlunu da
deden, baban ve kend n g b asker görmek ht mal az şey m d r?
Durdular. Şeref, sağ el hâlâ yüreğ n n üstünde olduğu halde sol el n
apolets z askerî ceket n yan ceb ne soktu. B r kartpostal çıkarıp Sel m’e
uzatarak yen den konuşmaya başladı:
- Doğru, hüküm vermen ç n b r noktaya d kkat n - çekeceğ m: O kız
sen nle arkadaşlığımıza neden tahammül edem yor? İk m z h çb r şey
olmasak b le bunaltıcı sıcaklarla dondurucu soğukların b rl kte çek lmes yle
perç nleşm ş b r arkadaşlığa mal k z. Buna askerl k nancını da kat. Dünya
büyüklüğündek kaya kadar sarsılmaz, yıkılmaz b r varlık çıkar. O kız
neden bu varlığı yok etmeye çalışıyor? Neden sen n masandak b r resm m
çok görüyor?
Son cümle üzer ne Sel m, arkadaşının verd ğ karta baktı: Bu, Şeref’ n
kend s ne hâtıra olarak verd ğ , masasındak çerçevede duran resm yd . B r
gece önce Güntülü’nün hayal n n «Oradan çıkaracağım!» ded ğ res md .
Dehşet ç nde kaldı. Tam, bunu nasıl ele geç rd n d ye soracakken
arkadaşı tekrar söze başladı:
- Sel m! B r daha görüşürsek arada kırgınlık olur d ye korkuyorum.
Allah’a ısmarladık!
Şeref b r anda kayboldu ve şaşıran Pusat, gönlünde kederle dolu b r
tıkanıklık duyarak çevres ne bakınınca şaşkınlığı büsbütün arttı. Çünkü
Şeref’ n bakımsız ve taşsız mezarı başında bulunuyordu. Kend s n n yazıp
koyduğu, artık çok esk m ş olan tahta, üstünde «Arkadaşım Şeref» yazılı
tahta boynu bükük, öksüz b r çocuk g b Sel m’e bakıyordu.
Mezarlıktan çıkarak yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Kend s n kâ natta yalnız kalmış g b görüyordu. En yakın ve dost
kalbler olan Ayşe ve Leylâ b le ne kadar uzak ve yabancıydı?
Bu akşam nasıl başlayıp nasıl b tm şt . Demek dünyada kend s ne
huzur nas b olmayacaktı. Bu ezg nl ğ n altında, yürüyerek değ l, gövdes n
sürüyerek ev ne gel yordu. İnsanlar, babalarıyla analarının dağ g b
üm tler yle dünyaya geld kten sonra den zler g b üm ts zl kler ç nde
boğularak kaybolup g d yorlardı. Acaba bugün h çb r şeyden haber
olmayan küçük Tosun’u nasıl b r gelecek bekl yordu?
Ürperd ğ n h ssett . Bunu düşünmemek ç n z hnî b r gayret
sarfederek beyn n başka yönlere çev rmeye çabaladı. O zaman da hep aynı
konu kafasını kurcalıyordu: Güntülü... Ok atamayanlardan b r yd m... S z
selâmlamak ç n baş çev rd m... S z n kadar asker b r asker...
Ev ne g rerken sabah olmak üzereyd . İlk ş olarak masaya, Şeref’ n
resm n n durduğu köşeye yaklaştı. Arkadaşının resm n n çerçeves
yer ndeyd . Fakat ç nde res m bulunmuyordu. O zaman Şeref’ n verd ğ
resme tekrar d kkatle baktı. Evet, oydu, çerçeveden çıkarılmış res md . Onu
yer ne taktı. Fakat b rdenb re b r şey d kkat n çekt : Bu fotoğrafın altında
Şeref’ n b r yazısı olacaktı: «Üm tl yolun başında arkadaşım Pusat’a» d ye
yazılmıştı ama ş md res mde o yazı bulunmuyordu. Çerçeveye tıpatıp uyan
bu resm n başka b r res m olmasına mkân yoktu. Öyleyse yazı ne olmuştu?
Bu şeytan şler neyd ? Düşünürse çıldıracağını anladı ve uyumak üzere,
yıllardır manevî b r mezar g b gördüğü yatağına doğru sess zce yürüdü.
Maddî yorgunluk ve manevî b tk nl k uyumasına yaradı. Beyn uyanık
olduğu halde gövdes uyuyordu.
Ayşe sabahley n kalktığı zaman, ç nde b r sıkıntı vardı. Çevres ne
d kkatle bakıp anormal b r şey görmed ğ halde bu sıkıntı geçm yordu.
L seler tat le g rm ş olduğu ç n erken kalkmasına lüzum yoktu. Ama Sel m
ş ne g decekt . Ona kahvaltı hazırlaması cab ed yordu.
Şuraya buraya g d p gel rken b r aralık Sel m’ n masasına çok yaklaştı
ve masada gözünün alışmadığı b r düzens zl k görerek bunun ne olduğunu
anlamak ç n d kkat n masada yoğunlaştırdı ve buldu: B r res m her
zamank yer nde değ ld . Bu res m Şeref’ n resm yd . Onu her zamank
yer ne koymak ç n el ne aldığı zaman gözler hayretle açıldı. Resm n
altında güzel b r yazıyla Sel m’e yazılmış olan thaf yoktu ve onun
yer nde... Evet, onun yer nde kurumuş kalın b r kan lekes bulunuyordu.
Ayşe, korku mu, ne olduğunu anlayamadığı b r duygu ç nde âdeta
sendeleyerek “Aman yarabb !» d ye söylend . Bunun mânâsı neyd ?
Tekrar fotoğrafa baktı ve dehşetle rk ld : Şeref’ n fotoğrafının gözler
yaşlıydı...
25
BİR ŞEY Ayşe’n n d kkat n çekt : Ücretl lere ver len on beş günlük
zn n kullanan Sel m evden çıkmadan boyuna okuyordu. Ayşe’y şaşırtan,
bu okumaların askerl kle h çb r lg s olmayışıydı. Sel m ş r k taplarını,
hele bunların arasında da d vanları okuyor, okurken âdeta kend n unutuyor,
bazen de ufak notlar alıyordu.
Askerl ğ n dışında da b r hayat olduğunu kabul etmek, onlarla
uğraşmak güzel şeylerd . Normale dönmen n bel rt ler yd . Fakat d vanlara
dalış Ayşe’y yen baştan ted rg n ett ve baştanbaşa aşk ş rler yle, aşk
ş rler n n en güzeller yle dolu d vanlara kapanışta hoşuna g tmeyen b r
sebep sez nled .
Sel m, b r vak tler kend s n n de ş r yazdığını unutacak kadar
edeb yattan uzaklaşmıştı. Ş md durup dururken edeb yata dönmek, hele
ona yabancı olması gereken d van ş rler ne yönelmek Ayşe’ye gar p
gel yordu.
Sel m d van ş r n kolaylıkla anlıyor, bazen de sözlüklere bakıyor,
fakat Ayşe’ye b r şey sormuyordu. Bu sormayış da mânâlıydı. Gerç
b rb rler ne karşı günden güne yabancılaştıkları b r hak katt ama ne de olsa
hayat arkadaşı d ler, b r evde yaşıyorlardı ve görünürde aralarında büyük
b r kırgınlık falan geçm ş değ ld .
Esrarlı kan lekeler n n tes r nden hâlâ kurtulamayan Ayşe, Sel m’de
b r takım da esrarlı davranışlar sezer g b oluyordu. Bundan dolayı kocasını
g zl ce göz haps ne almıştı. Onu şüphelend rmemek ç n kontrolünü çok
ht yatla yapıyor, Sel m’le ve okuduklarıyla h ç lg lenm yormuş g b
davranıyordu. Fuzûlî ve Na lî d vanlarından başka k de antoloj y d kkatle
okuduğunu tesb t etm ş, daha fazlasını göremem şt . Yalnız Sel m’ n aldığı
notlar arasında b r tanes , garamî b r mısra gözüne çarpmış, b r okuyuşta
aklında kalan bu ş r parçasının k me a t olduğunu anlayamamıştı. Mısra
şöyle d :
Bu, d van edeb yatına a t olamazdı. Faruk Naf z, hatta Yahya Kemal
çeşn s vardı ama daha yen lerden b r n n de olab l rd .
Ayşe, kadınlık merakı le yorucu b r şe g r şmekten çek nmed :
Sel m’ n okuduğu k antoloj y baştanbaşa gözden geç rd . H çb r şa rde
böyle b r mısra bulamadı.
O zaman, n ced r kend s n rahatsız eden duygunun şahlandığını
duydu: Acaba bu mısra Sel m Pusat’ın mı d ? Gözlerle günah şlemek...
Ş rlerde ve hele romanlarda aşk böyle başlardı. Bu mısra Sel m’ nse acaba
b r aşkın eş ğ nde m bulunuyordu?... Sakın...
Ayşe, düşündükler nde daha ler g tmekten çek nd ve beyn nden
geçenler n heps n kuruntu sayarak başka şeyler düşünmeye başladı. Fakat o
mısra kafasına saplanmış, çıkmak b lm yordu. Acaba üst ve altındak
mısraları da bulab l r m yd ?
Bulsa ne olacaktı? H ç... Ayşe, ç nde b r rahatlık duyar g b oldu.
Sel m se göz haps nde olduğunu asla anlamayarak, hatta ne yaptığını
b le pek b lmeyerek b r şeylerle uğraşıyordu. Ş md dünyayı başka b r
açıdan görüyor, önünden perde kalkıp yen , ç açıcı b r manzarayla
karşılaşan nsanların duygusunu duyuyordu. İç nden gelen b r dürtüş vardı.
Bu dürtüşü yazılara ve yazının askerces olan mısralara geç rmel yd .
B rşeyler yazıyor, bazen bozuyor, düşünüyor, yen den yazıyordu.
Yazdığı b r ş rd . Aşk ş r yd ve aruzla yazılmıştı. Tamamını okuduktan
sonra duygularını yokladı. Memnun değ ld . Her aşk ş r g b bunda da b r
zaaf açığa vuruluyor, yan Sel m Pusat kend el yle kend prens b n bozmuş
oluyordu. Sonra arkadaşı Şeref’ n acı uyarmalarını hatırlayarak bunalıyor,
fakat bu bunalmanın arkasından, kend s ne bakan yeş l gözler görünce her
şey unutuyor, o zaman tamamladığı ş re dalarak acı acı gülümsüyordu.
Karla ve soluk kesen t p le tehl keler yaratan b r yoldak yolcu, artık
b r defa g rm ş bulunduğu bu yolda tab atla nasıl boğuşursa Sel m de yeş l
bakışlı kasırganın arasında b r ölüm-d r m savaşı yapacaktı.
Hayat böyleyd . Rüzgârlar b r ağacın yaprağını uzaklardak b r suya
nasıl atıyor ve yaprak h ç de kend s ne yakışmayan b r çevrede nasıl dönüp
çarparak kayboluyorsa, Sel m Pusat da kend ağacı olan asker ocağından
koparak yeş l dalgalı ve çağlayanlı b r ırmağa düşmüş, meçhule doğru
sürüklen p g d yordu. Yalnız sürüklenmekle kalmıyor, bu arada kend
sağlığını da yıkıyordu. Çünkü yasak ed len çk ye y ne başlamış, hatta esk
hızını da aşmıştı.
Sel m artık dünya le lg s n tamam yle kesm şt . B rçok şeyler rade
kuvvet yle unutuyor, bu sayede, yüzünde baht yar nsanların rahatlığı ye
yumuşaklığı görünüyordu.
Tat l n n son günler nde yen den hastalanarak yatağa düştü. İçk
yen den bünyes n sarsmıştı. Sel m bunun farkında değ lm ş g b yatıyor,
perh ze ve lâçlara devam ed yordu. Kend hastalığı ve sağlığı le de o kadar
lg s zd k gelen doktorun k m olduğunu hatırlamıyor, yanındak
pencereden göğe bakmakla, zaman onu aşındırmadan o zamanı aşındırmak
st yormuşçasına saatler geç r yordu.
Ayşe’y de hayal meyal görüyor g b yd . Yatağa düşel gerçekten de
ona b r kere b le h tap etm ş değ ld . Evde tek konuştuğu nsan Tosun’du.
Onun sorularına cevap ver yor, henüz ç nde h çb r kötülük, k yüzlülük
bulunmayan bu çocuğun da zamanla nsanlık ç rkef ne bulaşacağını
düşününce yüreğ ne acı çökerek ufuklara bakıyordu.
Gündel kç kadın Sel m’ n yanına gelmekten çek n yordu. O kadar
aks b r hal , öyle sert bakışları vardı k kadın sank hakarete uğrayacak
yahut kalb kırılacakmış g b b r duygu le çek n yor, b r şey sormak,
danışmak sted ğ zaman Tosun’u elç olarak kullanıyordu. Halbuk
Sel m’ n aks l ğ ve sert bakışı ona değ l, kend ç nden geçenlere d .
Gönlündek kasırganın geçmes n bekl yordu ama geçeceğ ne da r h çb r
bel rt gözükmüyordu.
Yataktak son günüydü. İzn b tt ğ ç n ertes günü vaz feye
başlayacaktı. Tosun her zamank masum tavrıyla odaya g rerek babasına b r
mektup uzattı.
Sel m mektuplara karşı oldum olası meraksızdı. Okumak ç n acele
etmez, k mden geld ğ n anlamaya stek duymazdı. Y ne öyle oldu. Zarftak
yazıya baktı. Tanımadığı b r yazıydı. Mektubu açtı. Ne gar p şey! Bu b r
ş rd ve altında kend mzası vardı. D kkatle baktı: Hem de kend el
yazısıyla yazılmıştı. Ş r ç nden okumaya başladı:
*
**
B rdenb re kend s n tanımadığı b r sokakta buldu. Yanında k mse
yoktu ve yol tenha d . Yürümeye başlarken bayağı hızlı b r sesle:
«Yürürken rüya görülmez!» ded . Öyleyse bu neyd ?
Sarhoş muyum d ye düşündü. Evden çerken çıkmıştı ama kend s n
kaybedecek kadar sarhoş değ ld . Hayatında böyle sarhoş olmamıştı. Pek ,
bütün bunlar hayal m d ? Böyles ne göster şl ve uzun süren hayal olur
muydu? Beyn n n azap verecek şek lde karıncalanmaya başlaması üzer ne
her zaman yaptığı g b düşüncey bıraktı. Ev ne dönmek üzere, tanımadığı
sokaklarda lerlemeye koyuldu. Saat ne baktı: Gece yarısını epey geçm şt .
Ansızın, gözler ne yabancı gelmeyen yapılar, ağaçlar ve taşlar gördü.
Bulunduğu yer tanımıştı: Arkadaşı Şeref’ n yattığı mezarlığın
kapısındaydı.
H ç düşünmeden g rd . Şeref’ n mezarına doğru yürürken b r
değ ş kl ğ n farkına vardı. İlk mezarlar, lk taşlardan sonrası sank her
zaman geld ğ yer değ lm ş g b yd . Durarak çevres ne bakındı ve
bulutlardan sıyrılan ayın ışığı altında bu mezarlığın b r bölümünün sank
toprak kazıcı mak nelerle sürülmüş g b kabarık, b r mezarlık ç n harap
den lecek durumda olduğunu gördü. Yavaş adımlarla yürüyerek Şeref’ n
mezarının bulunduğu yere doğru derled .
Buraya o kadar çok gelm şt k b r usta mak nel tüfek er n n, gözler
bağlı olarak s lâhını söküp takab lmes g b , gözler kapalı olarak yürüse
Şeref’ n mezarını bulab l rd .
Yürüdü. B raz daha lerley p durdu. İşte, arkadaşının mezarı burada
olacaktı. Ama ne o toprak tümseğ , ne arasıra kend s n n bıraktığı kuru
yaprak ve ç çekler, ne de gömüldüğü gün el yle «Arkadaşım Şeref» d ye
yazıp d kt ğ sağlam tahta yoktu.
Sel m Pusat tamam yle ayılmıştı. Çevreden duyulab lecek hüzünlü b r
sesle sordu:
- Ne oldu?
Gecen n bu saat nde, bu ıssız kıyı mezarlığında bu soruya k m cevap
vereb l rd k ?
Daha hüzünlü b r sesle yen den sordu:
- Şeref’ n mezarı ne oldu?
B rdenb re çılgın b r öfkeye kapıldı. Bu mezarı, hayatındak tek
arkadaşının mezarını k m bozup da ortadan kaldırmıştı? Kend s ne yapılan
düşmanlık yetm yormuş g b ş md ölmüş arkadaşına da mı uzanılıyordu?
Oldukça sert b r rüzgâr esmeye başlamış ve bulutları dağıtmıştı. Ş md
her yer pırıl pırıl aydınlıktı. Mezarlığın çok ler s ne kadar göreb l yordu.
- Şeref! d ye seslend .
Cevap yoktu. H ç ölüler konuşur muydu k cevap bekl yordu? Bu gece
onunla konuşmaya her zamandan daha çok ht yacı olduğu ç n yen den
seslend :
- Şeref!
Rüzgârın ses nden başka b r şey ş t lm yordu. Büyük b r üzüntüyle
ger ye döndü. Başı eğ k, gözler yerdeyd . İlk adımda yerdek b r tahta
d kkat n çekt . Kaldırıp ışığa tuttu. Oldukça küçük ve esk m ş, çürümeye
yüz tutmuş b r tahta parçasıydı. Ötek yüzünü çev r p baktı ve ç
burkularak, bu kırık tahtadak solmuş yazıyı okudu. Bu, kend s n n d kt ğ
tahtaydı. Fakat yarısı kaybolmuş ve üzer nde sadece «Şeref» kel mes
kalmıştı.
29
*
**
Sek z gün sonra eve döndüğü zaman çok dermansızdı. Yürümek veya
ayakta durmak değ l, konuşmak dah çok yorucu gel yordu. Başından
geçenler anmak b le stem yordu, ne yapsam da b raz güçlensem d ye
düşünüyordu.
Büyük odada değ ş kl k yapılmış g b yd . Fakat Ayşe’ye h çb r şey
sormadı. Gözler sık sık duvardak fotoğrafına takılıyordu. Bu, kend s n n
yüzbaşı olduğu zamank lk resm yd . Hayat, o d nçl ğ de, büyük üm tler
de alıp götürmüş, ger ye üm ts z, hasta, melankol k b r adam kalmıştı.
Sel m Pusat böylece b r koltuğa yaslanarak oturamayacağını,
s n rler n n büsbütün bozulacağını anladı. Karar verd : Çıkacaktı. Önce b r
deneme yaptı. Oda ç nde yürüyeb l yordu. Sonra denemeler sıklaştırdı.
Yavaş adımlarla da olsa sokakta yürüyeb leceğ n anladı.
Hüzünlü güz gelm ş, Ayşe okuldak görev ne başlamıştı.
Bulutların yarıştığı ser nce b r günde evden çıkarak ağır adımlarla
yürümeye başladı. Nereye g deceğ n b lerek yürüyordu. Beyn n n ç nde
son günler n yarattığı gürültü olmasa kend s n çok d r h ssedecekt ama bu
kem r c duygu yalnız huzur kaçırıcı değ l, yıkıcı d de...
Karar verd ğ yere, Prenses Leylâ’nın ev ne gel nce huzursuzluğu
arttı. Z le bastı. Fakat z l çalmadı. Yanlış mı geld m d ye düşünerek
çevres ne ve da ren n numarasına baktı. Doğru gelm şt . Yen den z le bastı.
Ses yoktu. Ceryan mı kes lm şt ? Gece lambasının düğmes ne bastı,
yanıyordu. Öyleyse?... Z l çalmıyor d ye dönemezd . Kapıyı el yle tıkırdattı.
Der n b r sess zl k vardı. Yen den vurdu. Kapı açılmıyordu. Üçüncü
sefer ndek vuruş çok hızlı d . İçer de b r s n n yürüdüğü ş t ld . Sonra kapı
aralandı ye Gülsafa Kalfa gözükerek:
- Ne st yorsunuz? d ye sordu.
Sel m Pusat bu sorudan şaşırmadı. Hastaneden çok zayıf ve muzdar p
çıktığı ç n herhalde yüzü değ şm şt k kadıncağız kend s n tanıyamamıştı:
- Ben’ m Gülsafa Kalfa! ded .
Kend adını da söylemek üzere ken kadının öfkel b r sesle:
- Gülsafa Kalfa mı? Bu da nereden, çıktı? Ben m adım Safa... Öyle
Gül’ü, Kalfa’sı falan yok! ded ğ duyuldu.
O zaman, kadının yüzüne d kkatle bakan Sel m Pusat onun gözler nde
gar p parıltılar gördü ve evvelce o kadar d nç olan Gülsafa’nın yahut
Safa’nın, çökmüş denecek kadar ht yarlamış bulunduğunu farkett .
Bu kadar ht yarlık nsana kend adını b le unutturab l rd :
- Ben Yüzbaşı Sel m Pusat. Prensesle konuşmak st yorum! ded .
Kadının gözler y ne değ şm şt :
- Prenses m ? S z k m arıyorsunuz?
Sel m Pusat hâlâ soğukkanlıydı:
- Prenses Leylâ’yı arıyorum.
Kadın, sarsak denecek hareketlerle ger ye, ev n ç ne, sonra Sel m’e,
sonra y ne ger ye baktıktan sonra b rden ses n kısarak:
- Dünya del lerle dolu. O del ler yüzünden arslanım g tt ! d ye cevap
verd .
Sel m şaşırmıştı:
- Nereye? d ye sorab ld .
- O k mseye hesap vermez. G tt ğ yer de k mse b lmez.
Sel m, Kubudak’tan kılıç yed ğ andak ızdırabı duydu. B r an gözler
kararır g b olduysa da çabuk toparlandı. Kend s farkına varmadan kapı
yüzüne kapanmıştı.
Merd venlerden n ş, çıkıştan daha yorucuydu. Göğe bakarak uçan
bulutlarda gözler n d nlend rd kten sonra yürümeye başladı. Daha b rkaç
adım atmıştı k tanıdık b r yüz, c ddî ve hüzünlü b r bakışla:
- Nasılsınız Yüzbaşı Beğ! d ye sordu.
Nasılsınız? Bu kel me Sel m Pusat’ın sözlüğünden çıkalı yıllar
olmuştu. Bu kel meye yabancıydı. Düşmandı da... Bundan dolayı kend s ne
bu soruyu sorana öfkel öfkel baktı. Bu tanıdık yüzün şakağından çenes ne
kadar uzanan nce b r yaranın ç zg s özel b r alâmet g b duruyordu. B r
şeyler hatırlar g b oldu. Sakın bu Kubudak olmasın d ye düşündü. Değ ld .
O zaman beyn nde b r ışık yandı: Çamlı Koru’dak vuruşmada kend s n
Leylâ’nın n şanlısı d ye tanıtan gençt .
B r anda öfkes dağıldı:
- K ms n z? d ye sordu.
Bakışları daha da hüzünlenen genç:
- Prenses n muhafızı! d ye cevap verd .
Sel m Pusat, bu meçhul muhafız hakkında Leylâ’nın söyled kler n
hatırlayarak g zlemeye çalıştığı b r heyecanla sordu:
- Prenses nerde?
Genc n cevabı korkunçtu:
- B lm yorum...
- Bu nasıl muhafızlık?
Genç yere baktı:
- Onun muhafıza ht yacı yoktu...
- S z ne d n z?
Bu soru cevapsız kaldı.
Muhafız veya n şanlı, onun g tt ğ yer b lmel değ l m yd ? O zaman
aklına Gülsafa Kalfa’dak gar p hal geld . O kadar sarsılmıştı k
hoşlanmayacağı b r cevap almak korkusuyla b r şey soramadı.
Haf fçe baş eğerek selâmlaşıp ayrıldılar. Artık h çb r noktanın
aydınlatılmasına mkân kalmamıştı.
Ev n yolunu tuttu.
*
**
Ayşe, b r program meseles yüzünden okulda epeyce oyalanmış, eve
geç kalmıştı. Gündel kç kadın g tmek ç n onun gelmes n bekl yordu.
Ayşe’n n: «Sel m Beğ gelmed m ?» sorusuna b raz heyecanla anlaşılmaz
b r şeyler mırıldanarak cevap verd . Bu kadın, Sel m’ n aks bakışlarından
çek nd ğ ç n ondan her bahsolundukça böyle yapardı. Ayşe, üzer nde
durmayarak kadına z n verd . Tosun’u kucakladı ve yıllardır Sel m’e
soramadığı soruyu küçük oğluna sordu:
- Nasılsın oğlum?
- İy .
- Baban gelmed m ?
- Babam g tt .
Ayşe, küçük çocuğun kend mantığı ç ndek cevabına gülümsed :
- G tt kten sonra y ne gelmed m ?
- Gelmed .
K tap odasına g rd ler. Belk Sel m’ n b r pusulasını bulurum d ye
masanın üstüne göz attı. H çb r yazı yoktu. Henüz y leşmem ş olduğu ç n
onun bu kadar gec kmes n yadırgayarak Tosun’a sordu:
- Baban sana b r şey söyled m ?
- Söyled .
- Ne söyled ?
Tosun herhalde hatırlayamamıştı. Susarak annes ne baktı. Ayşe yavaş
yavaş meraklanıyordu. Yen den sordu:
- Hayd söyle oğlum: Baban sana ne ded ?
- Babam bana güldü. Sonra aşağı nd .
- Aşağı n p sokağa mı çıktı?
- Hayır. Ben kucağına aldı.
Ayşe şaşırdı. Görünürde çocuk saçma sapan sözler söylüyordu ama
Ayşe kuşkulandı:
- Oğlum! Baban nerden aşağı nd ?
Çocuk b r el n tavana doğru kaldırdı:
- Yukardan nd .
Ayşe’n n kaşları çatıldı. Hatta, acaba çocuk hasta ve ateşl m d ye
düşünerek, el n alnına değd rd . Ateş yoktu, hasta değ ld ama bu
saçmalamalar ne oluyordu? Yoksa babasının ruh durumu oğluna da mı
geçm şt ?
Tosun’u kucağına alarak b r koltuğa oturdu. Ne yapacağını
b lemeyerek pencereden dışarıya baktı ve oğlunun yanaklarını okşadı. Bu
sefer Tosun sorulmadan konuştu:
- Babam da ben okşadı.
- Sonra ne yaptı?
- G tt .
- G derken ne ded ?
- Ben unutma, ded .
Ayşe sapsarı oldu.
Çocuk, kend hafızasının mkânları n sbet nde, bugün konuşulanları
yavaş yavaş hatırlıyordu. Ben unutma... Bunun mânâsı neyd ? Ayşe’de
düzgün konuşacak b r muhakeme kalmamıştı. Sank Tosun, b l rm ş g b :
- Pek , baban n ç n g tt ? d ye sordu.
Bunun lüzumsuz, hatta mânâsız b r soru olduğunu b l yordu. Fakat
aldığı cevap kend s n büsbütün şaşırttı:
- Babam hasta oldu da g tt ...
Ayşe’n n âdeta d l tutulur g b oldu:
- Hasta olduğunu nerden b l yorsun?
- Babam ağladı.
- Hastalar ağlar mı?
- Ağlar. Sen de ağladın...
Ayşe’n n beyn nden yıldırım hızıyla b rçok şeyler geçt ve aylarca
önce n ç n ağladığını soran oğluna «Hastayım» d ye cevap verd ğ n
hatırladı.
Ayşe susuyordu. Fakat Tosun’un d l artık çözülmüştü:
- Sen çok hasta oldun. Babam az hasta oldu.
- Nerden b l yorsun?
- Sen çok ağladın. Babam b r ağladı...
Ayşe ağlamaklı olmuştu. Artık Tosun’la b r akran g b konuşuyordu:
- Baban gelecek m ?
- Gelecek...
- Ne zaman?
- Ben subay olunca gelecek...
Ayşe b tk nd :
- Bunların heps n baban mı söyled ?
- Babam söyled .
- Nasıl söyled ?
- Ben ona baktım. Bana güldü. Sonra yukardan nd . Ben kucağına
aldı. Sonra ben okşadı. Sen subay olunca gel r m ded . Sonra g tt .
- Nerden g tt ?
- Kapıdan g tt ...
- Nerden geld ?
- Yukardan.
Çocuğun bütün mantıklı konuşması arasında bu «yukardan» kel mes
aksıyor ve Ayşe’ye huzursuzluk ver yordu. Tosun kucağında olduğu halde
penceren n önüne gelerek ona yüksek yapıların damlarını ve göğü göster p
sordu:
- Baban hang yukardan geld ?
Çocuk b raz hırçınlaştı:
- O yukardan değ l.
- Ya hang yukardan?
Tosun başını ger ye çev rerek odanın ç nde b r yer gösterd :
- İşte o yukardan...
Ayşe, yavaş yavaş dönerek oğlunun gösterd ğ yere baktı. Duvarı
göster yordu. Sonra bakışları bell b r yere değ nce gözler korkuyla
açılarak:
- Aman Yarabb ! d ye bağırdı.
Bu öyle b r bağırıştı k Tosun korkmuş ve ağlamaya başlamıştı. Ayşe,
kucağındak çocuğu atar g b koltuğa bırakarak ler ye doğru b rkaç adım
atıp tekrar «Aman Yarabb !» d ye bağırdı ve sendeleyerek yığıldı, kaldı:
Sel m Pusat’ın duvardak çerçevel büyük resm n n yalnız çerçeves
kalmış, res m yok olmuştu.
31
HAZİRANIN sayılı sıcak günler nden b r nde, Kız L ses ’nde ders yılı
sonu ç n tören yapılıyordu.
L sey b t ren kızlar spor göster ler , m llî danslar yapacak, geç t
resm nden sonra davetl lere çay ver lecekt . L sen n bütün esk mezunları
le esk öğretmenler ve bunların a leler davet ed lm şt .
Büyük, ç açıcı bahçede zc kılıklı kızlar dolaşıyor, davetl lere yer
göster yordu.
Bu günün tadını en çok çıkaranlar törende görev almamış
öğrenc lerd .
İk genç kız bahçen n kuytu b r köşes ne doğru ağır adımlarla
lerlerken b r gülümsed :
- Bak, bak Beyhan! ded . Ülker gal ba y ne tenhalarda ses duyuyor.
Yüzündek kedere d kkat ed yor musun?
Beyhan, lerdek büyücek tümseğ n üstünde, ağaçlar arasında dolaşan
Ülker’e baktı:
- Ne gar p kız! ded . Acaba sah den ses duyuyor mu?
- İnanılır şey değ l ama Ülker’ n b r defa b le yalan söyled ğ
görülmem şt r. Herhalde b r şey var.
Gerek Ülker, gerekse Beyhan ve Em ne bu yıl son sınıfa geçen
kızlardı. O ders yılı başında aralarına katılan Ülker çok sess z, utangaç,
durgun ve düşüncel b r öğrenc yd . Herkese karşı naz kt ama kend s nde
b r hal vardı k arkadaşlarıyla arasında da ma b r mesafe bırakıyor, ötek
öğrenc ler n b rb rler yle olan yakınlıkları ve sam m yetler Ülker’le
başkaları arasında kurulamıyordu.
Em ne, gözler n Ülker’den ayırmamış olduğu halde konuşuyordu:
- Ülker’de g zl b r kuvvet var d yeceğ m gel yor. B r defa tehl key
önceden haber verm şt . Coğrafya ders nde Muallâ har tayı duvara asmak
ç n b r skemleye çıkarken heyecanla «Hayır, hayır, çıkma!» d ye
haykırmış, aldırmayan Muallâ skemleye çıkınca çatırdayıp çöken
skemleyle b rl kte düşerek kolu kırılmıştı. Sen o derste yoktun. Kazadan
sonra Ülker’ n gözler başka b r âleme bakıyor g b yd .
İk kız yürüyerek Ülker’e b raz daha yaklaştılar. Onu on beş adım
kadar uzaktan seyred yorlardı. Yüz ç zg ler çok rahat, fakat gözler
huzursuzluk bel rten b r haldeyd . Arkadaşlarının yaklaştığından habers zd .
Beyhan’da b r merak canlanmıştı:
- Ne ders n Em ne? Yanında g d p konuşalım mı? d ye sordu.
Em ne de konuşmak st yor, fakat nedense tereddüt ed yordu:
- B lmem k ? d ye cevap verd .
İk kız çek ngenl k duydukları halde b rb rler nden kuvvet alarak ağır
adımlarla Ülker’e doğru yürüyorlardı. Aralarında b rkaç adım kalmıştı.
Durdular. Ülker’ yandan görüyorlardı. Hülyalı bakışları ler ye takılmıştı.
Uzaktan duyulan b r müz k ses n d nl yor g b yd . Arkadaşlarını görünce
başını onlara çev rd . Em ne gülümseyerek:
- Tal hl y z Ülker! ded . Vaz fel olmadığımız ç n bu güzel günün
tadını çıkarıyoruz.
Ülker buna bell bel rs z, kend ne has naz k b r gülümsey şle karşılık
verd .
Em ne, aklına gelen ve Ülker’ s gaya çekmek konusunda çok yer nde
olan b r soruyu sormak üzere d k , ger den, tören n yapılacağı yerden
müz k ses yükseld : Öğrenc ler n de şt rak yle İst klâl Marşı söylen yordu.
Beyhan ve Em ne toparlanıp d nlemeye başlarken Ülker sadece başını öne
eğmekle kt fa ett . Ber k ler gurur ve heyecanla d md k dururken o,
hüzünlü ve başka âlemde yaşayan b r nsan g b d nl yor, d nled ğ halde de
gal ba ş tm yordu.
Onun bu duruşu, bu hal , başını öne eğ ş ndek hüzün Em ne’ye o
kadar tes r etm şt k b raz önce Ülker’e soracağı soruyu unuttu.
Marş b t nce b r k adım daha atıp üçlü b r grup oldular ve uzaktan
gelen, spor göster ler n n komuta sesler ne aldırış etmeden kend aralarında
konuşmaya başladılar.
Beyhan takt k yapmasını, maksada dolambaçlı yollardan g tmes n
sevmezd . Sam mî olmadıkları halde Ülker’ sev yor, onun da kend
aralarına karışmasını, bu manevî yalnızlıktan kurtulmasını st yordu. Bu
steğ n verd ğ hızla:
- Ülker, kardeş m, ded . N ç n böyle hep yapayalnız dolaşıyorsun?
B zden h ç hoşlanmıyor musun?
Ülker’ n hüzünlü gözler hayretle açıldı:
- Hoşlanmamak ne demek? B lâk s s zden çok hoşlanıyorum.
- Öyleyse n ç n yalnızsın?
Ülker, haf f gülümsey ş kaybolan yüzünden b r bulut geçer g b
bakarak b r an düşündü. Güç ş t l r b r sesle:
- Yalnız mı? Ben yalnız değ l m k ! d ye cevap verd .
Beyhan’la Em ne bakıştılar. Bu cevaba nasıl b r karşılık verecekler n
b lem yorlardı. İy ce şaşırmışlardı. Tam bu sırada b r zc kızın «Beyhan,
Beyhan!» d ye bağırarak kend ler ne doğru geld ğ n gördüler. Sınıf
arkadaşlarından b r s , tümseğ n ve ağaçların arkasında olan Beyhan’ı ve
ötek ler n görmeden telâşla onu arıyordu. Beyhan ağaçlardan sıyrılarak
kend s n gösterd ve:
- Ne var? d ye sordu.
- Nerdes n? Başmuav n dem nden ber sen arıyor.
Beyhan, eller n k yana açarak ş md sırası mıydı der g b b r hareket
yaptıktan sonra arkadaşının arkasından koşarak g tt .
Em ne onun g d ş ne baktıktan sonra Ülker’e döndü. B raz önce «Ben
yalnız değ l m k !..» demes d kkat n çekm şt . Acaba ne demek stem şt ?
Em ne, Beyhan’ın aks ne, maksada b rdenb re g rmez, bunun çok defa
karşısındak n ürküteceğ n b l rd . B r doktorun kızıydı. Ps k yatr uzmanı
olan babasıyla bu meraklı konu üzer nde uzun boylu konuşur, fakat b r
pt lâ hal nde de edeb yatla uğraşırdı. Edeb yata a t l se k tapları kend s ne
az geld ğ ç n Edeb yat Fakültes yayınlarını da okur ve kavrardı. Kırk
k ş l k sınıflarında kend s nden başka k Em ne daha vardı. Arkadaşları bu
Em ne’y ötek lerden ayırmak ç n soyadını kullanmazlar, ona Doçent
Em ne derlerd .
Ülker’le yalnız kalınca yarıda kalan konuya döndü:
- Ülker! ded . B raz önce yalnız olmadığını söyled n. Oysa k b z sen
hep yalnız, arkadaşsız tek başına görüyoruz. Bu nasıl b r yalnız olmayışlık?
Ülker’ n ses çok yavaş çıkıyordu:
- Yalnız olmamak ç n mutlaka nsanlarla beraber olmak mı lâzım?
Em ne c dd leşt :
- B r de ruhlarla beraber olmak mümkün ama bu herkes n harcı değ l.
Ayrı b r kab l yet ster.
Sustular. Ülker cevap vermey nce Em ne çek ngen b r eda le sözler n
tamamladı:
- Sende de böyle b r kab l yet olduğunu sanıyorum ama b r şey
söylemed ğ n ç n em n değ l m.
Ülker susuyor, fakat duruşunda b r memnun yets zl k sez lm yordu.
Em ne bundan cesaret alarak maksada b raz daha g rd :
- Meselâ sen n ses duyduğun söylen r. Yalnız değ l m derken bunları
kasdett nse haklısın. Fakat seslerle arkadaşlık etmek yalnız olmamaya yeter
m ? Bu sesler n sah pler n de görüyor musun?
Ülker’ n yüzü daha da hülyalı b r hal aldı. Sev ml ve saf küçücük b r
çocuğa benz yordu:
- Sesler n sah pler n görem yorum.
- Onlarla neler konuşuyorsun?
- Konuşmuyorum. Yalnız d nl yorum.
- Bunlar tanıdıkların mı?
- Hayır...
Em ne duraksadı. Fakat konuşmaya ara ver l rse Ülker’ n belk de
tamam yle susacağından korkarak aceleyle sorularına devam ett :
- Tar hî şahs yetler m ?
- B lm yorum.
- Pek , nt baın ned r?
Ülker gözler n Em ne’den çev rd . Yere, sonra göğe bakarak:
- Çok uzaktan seslen yorlar! ded .
Em ne bu sözü y ce anlamamıştı:
- Başka b r memleketten m ? d ye sordu.
- Hayır, başka b r zamandan...
Em ne allak bullak oldu. Başka b r zaman... Bu ne demekt ?
- Yan çok uzak b r zamandan mı?
Ülker hüzünlenm şt :
- B lmem k ... Bana öyle gel yor, d ye cevap verd .
Em ne’y büyük b r merak sarmıştı. Kend s ne y ce açılan arkadaşının
sam mî davranışına güvenerek b raz daha der ne g tmek sted :
- Bu uzak zaman gelecek zaman olamayacağına göre herhalde geçm ş
zaman olacak.
- Evet...
- Ülker! Acaba sana geçm ş zamandan n ç n seslenen var? A len tar hî
b r a le m ?
Em ne bunu söyled kten sonra dokuz on aydır aynı sınıfta yaşadığı
arkadaşının yüzüne d kkatle baktı: Duru buğday reng der s , düz ve güzel
saçları, çek k gözler ve mânâlı bakışlarıyla tam b r Orta Asya t p yd .
Ülker cevap vermeden aklına gelen sordu:
- Nerel s n? A le kökün nerede?
Ülker çok durgun b r eda le h ç yüksünmeden cevap ver yordu:
- Ben buralıyım ama, a le köküm uzakta, doğudadır.
Evler nde menşeler n n Horasan olduğu söylenen Em ne, «doğu»
kel mes n ş t nce:
- Yan Horasan’da mı? d ye sordu.
Ülker başını salladı:
- Horasan ned r kardeş m? Kapı komşu b r yer. B z mk çok daha
uzakta...
Em ne hayretler ç ndeyd :
- Bunu a le ç ndek söylent lerle m b l yorsun?
- Söylent ler de var ama asıl esk den kalma, der üstüne yazılmış b r
soy kütüğü le b l yorum.
- Menşe n z neres ?
- Kamlançu!...
Em ne sustu. Bu adı b l yordu ama, nereden b l yordu, onu b rdenb re
kest remed .
İk arkadaş uzun b r süre susarak durdular. Em ne yavaş yavaş
Kamlançu’yu hatırlamaya başladı. Daha pek yakınlarda b r doktora tez m ,
yoksa b r ün vers te yayını mı olarak, her ne se, yayınlanmış olan b r
Uygur masalında bu kel me geç yordu. Doçent Em ne onu da alıp zevkle
okumuştu. Ş md Ülker’ Uygur kızı g b görüyordu. Bu sefer onu âdeta
sınava çekmek ster g b b r düşünceyle sordu:
- Bu Kamlançu nereye düşüyor?
- Belk bugünkü Moğol stan’a...
Em ne hayretler ç ndeyd . Arkadaşının da kend s g b tar h ve
edeb yat meraklısı olmadığını, yalnız felsefeden, b raz da matemat kten
zevk aldığını b l yordu. B rden aklına gelm ş g b rk lerek sordu:
- Soykütüğünüzü gösteren der hang yazıyla yazılı?
- Uygur yazısıyla...
- Sen bu yazıyı okuyor musun?
- Hayır.
- A lede okuyan var mı?
- A len n erkekler okur. Babam ve ağabey m...
- Kızlar neye okumaz?
- Başkalarıyla evlen p g decekler , yabancı olacakları ç n...
Em ne dem nden ber ş tt kler yle Ülker’e der n b r sempat
duymuştu:
- Ülker kardeş m, ded . Bu soykütüğünde kaç atan yazılı?
- Y rm kadar. Ondan sonrasını a le r vayetler ve mezar k tabeler yle
b l yoruz.
Em ne’n n soracağı b r şey kalmamıştı. Söz olsun d ye sordu:
- İlk atanın adı ne?
- Burkay!
- Burkay mı?
- Evet...