Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 258

ÖTÜKEN

RUH ADAM

Atsız
YAYIN NU: 838
EDEBÎ ESERLER: 358

1. BASIM: 1972

T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI


SERTİFİKA NUMARASI
16267

ISBN 978-605-155-100-5

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.


İst klâl Cad. Ankara Han 65/3 80060 Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 251 03 50 Faks: (0212) 251 00 12
Ankara rt bat bürosu:
Yüksel Caddes : 33/5 Kızılay - Ankara
Tel: (0312) 431 96 49
İnternet: www.otuken.com.tr
E-posta: otuken@otuken.com.tr
www.facebook.com/otukennesr yat
http://tw tter.com/otukennesr yat
Kapak Tasarımı: GNG Tanıtım
D zg - Tert p: Ötüken
İstanbul
1

KAMLANÇU ülkes ne bahar gel p de kuşlar ötüşmeye başlayınca,


ağaçlarda ve yerlerde ç çekler açınca Yüzbaşı Burkay y ne o büyük çam
ağacının yanına geld . Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğ ne
od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle ded :

«Yüzün aya benz yor.


Kaşın yaya benz yor.
Gözler n yeş l alası.
Saçların arslan yeles .
Yürüyüşün turna g b .
Salınışın suna g b .
Hang yerden, kaynaktansın?
Hang boydan, oymaktansın?»

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız b r şey söylemed . Yalnız gözler n


kaldırarak Burkay’a baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğ n
oynattı, ç ne od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle ded :

«Bakışların ışık mı?


Saçların sarmaşık mı?
Yıldız mısın, güneş m ?
Alev m s n, ateş m ?
Neden sess z bakıyorsun?
Ben n ç n yakıyorsun?
Ç çek g b her b r yanın.
Söyle, ned r adın, sanın?»

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız b r şey söylemed . Gülümseyerek


Burkay’a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğ n derde saldı.
İç ne od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle ded :

«Ben n ç n üzüyorsun?
Gözler n süzüyorsun.
K rp kler n paralıyor.
Bakışların yaralıyor.
Reng n sank ç çekten.
B lmem hang ç çekten?
İster darıl, ster kız.
Tek adını söyle kız!»

Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözler n Burkay’ın gözler ne d kt .


Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgârın, ormanda öten kuşların
ses nden daha güzel ses yle şöyle ded :

«Beşbalık’ta doğdumsa da Karluk kızıyım.


N ce er n yüreğ nde saklı sızıyım.
Yüreğ ne od düştüyse zorlayıp söndür.
B len b l r; adım, sanım: Açığma-Kün’dür.
Ölmemey st yorsan yaklaşma bana.
Belâm çoktur, görünmeden dokunur şana...»

Burkay’ın yüreğ ne od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. İy


yürekl k ş d . Tanrı’ya ve nsanlara karşı suç şlemem şt . Tapıncağa g d p
Tanrı’ya yalvardı: «Tanrım! Yüreğ mdek odu söndür.» ded .
Kırk gün büyük çam ağacının yanına g tt . Her g d şte Açığma-Kün’ü
orada gördü. Her g d şte ç ndek ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta
Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra b r daha çam ağacının yanına
g tmemeye karar verd . Fakat güneş n her yen doğuşunda kızın hasret ne
dayanamadı. Verd ğ kararı unutup çam ağacının yanına geld . Kızın yeş l
ala gözler yle büyülen p kend nden geçt .
Kırk b r nc gün çam ağacının yanına gel nce kızı bulamadı. Gözler
bulandı. Yüreğ yandı. İç sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekled .
Açığma-Kün gelmey nce onu çam ağacına sordu. Ağaç ah ed p ağladı:
«Onu ben de bekl yorum. Artık gel p bana yaslanmayacak!» ded .
Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan b r akdoğan görüp ona sordu. Akdoğan ah
ed p ağladı: «Onu ben de bekl yorum. Artık gel p ben koluna almayacak!»
ded . Kanatları çırpmaz olup otlara düştü; öldü. Yeş l otlara sordu. Otlar ah
ed p ağladılar: «Onu b z de bekl yoruz. Artık gel p b z ç ğnemeyecek!»
ded ler. Yanıp duman oldular.
Burkay bezg nleş p yer ne, yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka
b r şey düşünmez oldu. Tapıncağa g d p yalvardı, olmadı. Ekş kımız ç p
esr d , kâr etmed . Tatlı şarap ç p kend nden geçt , fayda vermed . Kağan
savaş açınca o da katıldı. Ölmek ç n atına zırhsız b nd . Oklar sağından,
solundan uçtu; b r değmed . Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından,
solundan geçt ; b r vurmadı.
Y ne yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka b r şey düşünmez oldu.
Benz sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkay’ın y yürekl b r evdeş
vardı. Erkeğ y olsun d ye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar get rtt .
H çb r lâç, h çb r dua, h çb r büyü fayda vermed . Günden güne er d ,
soldu, b tt . Ölecek hale geld . B r gece Açığma-Kün’ün adını sayıklayınca
kadın ş anladı. Bütün Kamlançu’ya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar,
taradılar. Açığma-Kün bulunmadı. B r gün ht yar, ç rk n b r büyücü kadın
geld . «Bunun derd ne ancak K l mb çare bulab l r. O, şeytanların
akıllısıdır!». ded . Burkay’ı Şeytan K l mb ’ye götürdü. Burkay ona
yüreğ n açtı. Sevd ğ kızı anlattı. «Bana onu ver rsen sen n ordunda çer
olurum.» ded . K l mb başını salladı: «Yüreğ n büyük derde g rm ş.
Kurtulmak zor. Buna çarey bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur.» ded .
Şeytanlar Başı Madar’a g tt ler. Burkay ona yüreğ n açtı. Sevd ğ kızı
anlattı. «Bana onu ver rsen sen n ordunda çer olurum.» ded . Madar, başını
salladı. «Gönlünü büyük belâya sokmuşsun!» ded . Burkay’ın ç yandı.
Gözü dumanlandı. «H çb r çare yok mu?» d ye sordu. Madar, başını salladı.
Eller n açtı: «Var!» ded . «Eğer evdeş n götürüp Ejderler Kağanı
Naranta’ya kurban adarsan Açığma-Kün’ü kaybett ğ n yerde bulursun.»
Burkay h çb r şey düşünmeden kabul ett . Gözünü sevda bürümüş,
kanına çılgınlık yürümüştü. Evdeş n Naranta’ya adak verd . Naranta, onu
öldürüp yed . Kadın ölürken eller n göğe kaldırıp beddua ett : «Burkay!
İy l ğe keml k ett n. Tanrı sen bedbaht ets n. Kıyamete kadar, dünyaya her
gel ş nde ruhun ızdırap ç nde çalkansın!» ded . Tanrı bu d leğ kabul ett .
Burkay, Şeytan Madar’ın ded kler n yaptıktan sonra çam ağacının
olduğu yere g tt . Kız g tt d ye yaprakları dökülüp kuruyan çam y ne
yeşerm şt , Açığma-Kün onun gövdes ne yaslanarak duruyordu. Burkay
yaklaşıp şöyle ded :

«Nerde kaldın ay bakışlı?


Neden g tt n nc d şl ?
Sen n ç n hasta düştüm.
Eller gez p dağlar aştım.
Artık bana varmaz mısın?
Derd me em vermez m s n?
Gel, ben m ol ç çek yüzlüm!
İpek saçlım, ışık gözlüm!»

Açığma-Kün b r şey demed . Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak


gülümsed . Burkay’ın aklı başından g tt . Az kaldı kımız g b er y p
akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Ç çek kokan yüzünü öptü. Onu
ev ne get r p eş ed nd . Fakat bununla derd b tmed . Açığma-Kün’ü her gün
b raz daha çok sevd . Öpmekle doymadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan
kıskandı. Es nt den yüksündü. «Sen nsan değ ls n. Per Kan Katun’sun.»
ded . Sevg s durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevg s
d nmez oldu. «Sen Per Kan Katun değ ls n. Tanrı Katun’sun.» ded . B r
gün ht yar, ç rk n büyücü kadın y ne geld . «Bunun derd ne ancak Madar
çare bulab l r.» ded . B rl kte Madar’a g tt ler. Madar güldü. «Sen Nızvanı
cehennem ne düşmüşsün. Eğer o da sana b r defa sen sev yorum derse
bundan kurtulursun.» ded .
Burkay yurduna döndü. Açığma-Kün’e «Ben sev yor musun?» d ye
sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. B r ay geçt .
Burkay «Ben sev yor musun?» d ye y ne sordu. Kadın, kollarıyla onu
sıkarak ne soracağını unutturdu. B r ay daha geçt . Burkay «Ben sev yor
musun?» d ye y ne sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu.
Böylece aylar geçt . Yıllar geçt . Burkay sevg den çılgına döndü.
Izdırap ızdırap üstüne, keder keder üstüne çekt . Hek mler geld , lâç
bulamadı. Bakşılar geld ; çare edemed . «Sen ancak ölüm kurtarır. Açığma-
Kün, Tanrı’nın sana b r cezasıdır.» ded ler. Burkay büyük ızdıraplar ç nde
öldü. Ölürken y ne «Ben sev yor musun?» d ye sordu. Kadın onu saçlarıyla
sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat b r şey demed . Burkay’ın öldüğünü
görünce gözler yaşardı. İnc g b yaşlar aktı. «Izdırap çek yorum!» d ye
nled . Fakat «Ben de sen sev yorum.» demed .
Burkay ölmekle ızdıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup
ç çekler açtıkça, Açığma-Kün’ü görüp sevd ğ çam ağacının yanında ruhu
dolaşıyor, «Izdırap çek yorum. Sen de ben sev yor musun?» d ye nl yor. O
günden bugüne kadar b n yıl geçt ğ halde Burkay her bahar orada ağlıyor.
Yanında duran Açığma-Kün «Sus, sus, ben de ızdırap çek yorum.» d ye
yanıp yakılıyor. Fakat «Ben de. sen sev yorum.» dem yor ve yıllar böylece
akıp geç yor...

*
**

Yazı masasının önünde oturarak bu masalı okuyan kadın gözler n


kaldırdı. Büyük odada muttar d adımlarla gezerek Uygur masalını d nleyen
erkeğe sordu:
- Nasıl buldun? Beğend n m ?
Bol ışıkla aydınlanan odada bütün duvar k tap raflarıyla doluydu.
Küçük b r masanın üzer ndek saat, vakt n gece yarısına yaklaştığını
göster yor, saat n yanında kesk n b r çk yle dolu sürah , b r de kadeh
bulunuyordu. Erkek, doldurduğu kadeh çt kten sonra st hfaf ed c b r
yüzle:
- Masal, d ye cevap verd .
B raz kırılmış g b olan, fakat h çb r şey bell etmeyen kadın tekrar
sordu:
- Evet, masal... Dokuzuncu Asırda, en geç Onuncu Asır başında
yazılmış b r masal... Fakat sen bunda edebî b r taraf, bed î b r unsur
bulmuyor musun?
Erkek bu sefer st hfafı st hzaya çev rd :
- Edebî taraf, bed î unsur g b yüksek kıymetlere akıl erd remem. B r
değer varsa anlat da öğrenel m...
- O halde tercüme hakkındak f kr n söyle...
Erkek, yürümekte olduğu odada sert b r hareketle durdu:
- Tercüme m ? ded . Bunun Uygur masalı olduğunu söylem şt n.
Uygurca ded ğ n d l Türkçe değ l m ?
Kadın zorak b r sükûnetle cevap verd :
- Uygurca şüphes z Türkçed r. Fakat bugün konuştuğumuz Türkçeye
benzemez. Sana okuduğum masal Uygurca metn n bugünkü Türkçeye
tercümes d r. Tercümey başarıp başaramadığım hakkında f kr n öğrenmek
stem şt m de...
Erkek, b r kadeh daha çt kten sonra c ddî m , alay mı olduğu
anlaşılmayan b r eda le:
- Fena değ l, ded . Fakat h çb r tercüme, aslındak güzell ğ muhafaza
edemez. Eğer aslında b r güzell k varsa...
Ve kadının cevap vermes nden önce davranarak lâve ett :
- Ben m bu g b meseleler üzer nde f k r yürütmem şüphes z hadd m
b lmemek oluyor. Çünkü romanların ne zaman değerl sayılacağı hakkında
en pt daî b lg ye b le mal k değ l m...
Kadın ağır ve c ddî b r tavırla onun sözünü kest :
- Roman değ l. Masal...
Ber k çok acı b r gülümsey şle cevap verd :
- Öyle m ? Romanla masalı aynı şey sandığım ç n özür d ler m.
Demek k aralarında müh m farklar varmış...
Kadının yüzüne d kkatle bakarak b r kadeh daha çt :
- Fakat ne çıkar? Ben kayısı le zerdal y de b rb r ne karıştırırım.
Ben m bu büyük hatam yüzünden nsanlığa zarar er şmed kten sonra...
Kadın b raz daha c dd leşt :
- Sen n ç n değer olmayan bu masalların da erbabı yanında
ehemm yet vardır. Sen kayısı le zerdal y b rb r ne karıştırırsın ama manav
karıştırmaz.
- Şu halde manav da benden üstün b r şahs yetm ş demek...
Bunu söyleyerek b r kadeh daha doldurdu. Kadına doğru uzatarak
gayet c ddî b r tavırla:
- Benden üstün ve zekî olan manavların şeref ne! ded ve b r d k şte
b t rd ğ kadeh oldukça sert b r vuruşla masaya koyarak odadak
gez nmes ne devam ett . B r müddet b rb rler ne h ç bakmadılar. Sonra
erkek, masanın önünde durarak:
- R ca eder m, bana bu masalın değer hakkında b rkaç söz söyler
m s n? ded .
Kadın h çb r kırgınlık eser göstermed :
- B r kere bu masal hemen hemen tam olarak ele geçm ş b r Uygur
metn d r. Yalnız başından b r k satır eks k. Sonra d l bakımından
Uygurcanın yabancı tes rlere maruz kalmamış b r örneğ d r. Müh m b r
husus yet de hem bud zm, hem man he zm, hem de şaman zm n zler n
aynı zamanda taşımasıdır. B r de mazhar yet var: B r Türk tarafından
bulunan lk Uygurca parçadır.
Erkek kayıtsızlıkla sordu:
- Bundan öncek ler k m n tarafından bulunmuştu?
- B lhassa Almanlar tarafından... Fakat onların bulup neşrett kler
parçalar sırf d nî mah yette d . Bunda da d nî zler bulunmasına rağmen
görüyorsun k , daha z yade lâd nî mah yetted r ve ahlâkî b r gaye le
yazılmıştır.
- Ne g b ?
- Eser n tez fenalığın ceza görmes üzer ne oturtulmuştur. Bundan
başka...
Erkek onun sözünü kest :
- Evet ama ahlâkî b r ders vermek ç n b r de aşk efsanes
uydurmuştur. Bu kadar olmayacak b r aşkı masala temel yapmak bana pek
pt daî b r düşünce g b gel yor. Hem de b r adamın kıyamet kopuncaya
kadar ızdırap çekmes ... Öldükten sonra da ızdırap çekmes ... Bunlar ne
şahane yalanlar... Hele o kadın... O ışık bakışlı kadın... Neyd onun adı?
- Açığma-Kün.
- Evet, Açığma-Kün... O ne b ç m kadın öyle? Gerçekte böyle b r
kadının, bu derece kudretl b r kadının bulunmasına mkân var mı? Bu
kadar uydurma b r araya gel nce onu çöp tenekes ne atmak cab ederken s z
tutuyor, edebî değer nden bahsederek göklere çıkarıyorsunuz. İnsanların
beyn n safsatalarla doldurmak bence yanlış b r harekett r...
Çok sert b r tavırla söylenen bu sözlere kadın y ne kızmadı. Aynı
sak n hal yle cevap verd :
- Edeb yat, hak katların hayalle süslenmes d r. Bütün masallar ve
destanlar g b bunun da esk b r hak katı saklamış olması muhtemeld r...
Erkek bu sefer hak katen lg lend :
- Sah m söylüyorsun? Bu uydurmanın neres nde b r hak kat g zl
acaba?
Kadın gülümsed :
- Masal en geç Onuncu Asır başlarında yazıldığına ve anlattığı
vakadan ber b n yıl geçt ğ n b ld rd ğ ne göre çok esk zamana a t b r aşk
h kâyes n b ze kadar get r yor demekt r. Yazıldığı tar hten öncek b n yılı
hak kat d ye kabul edersek, aşağı yukarı m lât yıllarında cereyan etm ş b r
hâd sen n edeb yatla mübalagalanmış şekl karşısındayız.
- Bu kadar mübalağanın arasındak hak kat kırıntılarını hang
teleskopla görüp keşfedeceğ z?
- Teleskopa ht yacımız yok. Yalnız akıl ve l m adeses yle
bakacağız... Masalın ht va ett ğ şaman zm unsurları da, Onuncu Asırdan
öncek b r zamana a t olduğunu spat eder. Çünkü Onuncu Asır Uygurları
arasında artık şaman zm yaşamıyordu. Masal kahramanının yüzbaşı olması
da çok esk b r devr n, belk Hunlar çağının zler n saklıyor. Ağızdan ağıza
naklolunurken çok değ şt ğ muhakkak olan ve bud st Uygurlar arasında
k taba geç r ld ğ zaman bud zm karakter ver len masalda, her şeye
rağmen, şaman zm n ve çok esk dev rler n hâtıraları, kırıntıları kalmıştır k ,
bunlar sayes nde a t olduğu devr anlamak, b raz hata le, kab l oluyor,
Erkek b r kadeh daha çt . Alaycı b r tavırla kadına baktı:
- Fakat bütün bu sözlerden ben b r net ce çıkaramıyorum. B r manavın
kab l yet ne mal k olsaydım şüphes z müh m hak katları anlayacak, bed î
unsurları bulacak ve belk de edebî hülyalara dalarak b rkaç dak ka huzur
ç nde yaşayacaktım. Şu zavallı tal hs z Yüzbaşı Burkay ben lg lend rmed
desem yalan olur. Yalnız, b r subay ç n büyük askerî ve vatanî f k rler
dururken güzel b r kıza bu kadar yakınlık duyup mahvolmayı kabul
edem yorum. Çok r ca eder m, bu masaldak hak kat ne se, yahut ne
olab l rse, bana kend anladığın kadar ve ben m anlayacağım bas t b r d lle
zah et de kafamdak düğümler çözülsün.
Kadın hâlâ sak nd . Odada muttar d adımlarla gezen ve kend s ne
bakmayan erkeğ gözler yle tak p ederek anlattı:
- Hak kat şu olab l r: Bugünden belk k b n yıl önce, o zamank Türk
devlet n n ordusunda tanınmış b r subay büyük b r suç ve yahut büyük b r
günah şled . Bu günahı şlemes ndek âm l çok güzel b r kadındı. Bu subay,
suçunun veya günahının cezasını çok pahalı b r şek lde, büyük maddî veya
manevî ızdıraplarla öded . Fakat bu öyle b r vaka d k halk bunu asırlarca
unutamadı. Subayın çekt ğ cezayı umumî v cdan kâf görmed ğ ç n onun
ruhunun da ızdırap ç nde kıvranmasını ve dünyaya her gel ş nde aynı
cezanın tekerrürünü arzu ett . Ceza pek ş ddetl olduğuna ve masal k b n
yıl önces n anlattığına göre bu vaka Mete zamanında geçm ş olab l r. Sen n
sevg l Mete’n zamanında...
Mete’n n adı geç nce erkeğ n gözler parladı:
- Bu ğrenç asırda yaşamaktansa Mete zamanında dünyaya gelm ş
olmayı terc h ederd m.
Kadın, onun bu saf yane arzusu üzer ne şakaya başladı:
- K m b l r? Belk O zamanda da yaşamışsındır. Bu masalda nasıl
Mete devr n n zler , unsurları varsa sende de o zamana a t çok şeyler n
bulunduğu muhakkak... Şu farkla k masalda o zamana a t şeyler kırıntı
şekl nde bulunduğu halde sende Y rm nc Asır kırıntı olarak yaşıyor.
Den leb l r k sen Mete ordusunun h ç ht yarlamadan bugüne er şm ş b r
subayısın. Tenasüh akîdes n n leh nde del l arayanlar sen görmel d r. Hoş
zaten o nazar ye de pek ceffelkalem reddolunacak b r f k r değ l ya…
Erkek gülümsed : İçk yle kızarmış yüzünde ş md b r çocuk saf yet
vardı. Kadeh n doldurarak:
- Tenasüh uydurmasını da b r yana bırakalım, ded .
Sonra sert b r hareketle esas vaz yet aldı. Sol el , askerî tal mnamen n
tar f ne tıpatıp uygun b r şek lde pantalonuna yapışmış olduğu halde kadeh
tutan sağ el n kaldırdı:
- Büyük asker Mete’n n ölmez hâtırası şeref ne! ded .
Kadın gülümseyerek naz kâne başını eğd :
- Af yet olsun! d ye karşılık verd .
Son kadeh ç lm şt . Odada uzun b r sess zl k oldu...
2

KIZ LİSESİNİN müdürü z le basarak hademen n gelmes n beklerken


b r yandan da önündek kâğıdı d kkatle okuyordu. Hademeye başmuav n
hanımı çağırmasını emrett kten sonra tekrar kâğıda daldı. Boyalı, ş şman,
çok geçk n b r kadındı. Bu yaşa gelm ş olduğu halde evlenememen n
verd ğ ızdırap ve yüzlerce genç, güzel, neşel kızın ortasında bulunarak
onların yarın evlenecekler n düşünmekten doğan g zl b r kıskançlığın
azabı çehres nde okunuyordu. Odaya g ren başmuav n hanıma yer gösterd :
- Buyrun Fa ka Hanım.
Fa ka Hanım da kend s g b evde kalmış ve yıpranmış kızlardan b r
olduğu ç n müdür onu, kaynağını anlayamadığı duygularla severd .
End şel b r yüzle bakarak:
- N hayet korktuğum başıma geld , ded ve başmuav n n gözler ndek
şüphey dağıtmak ç n anlattı:
- Edeb yat Öğretmen Ayşe Pusat tekrar gel yor. Bu kadının buraya
gönder lmemes ç n o kadar uğraştım, olmadı. Gal ba bakanlıkta kend s n
tutan b r s var.
- Zannetmem efend m. Belk dersler ndek başarısından dolayı tekrar
buraya tay n etm şlerd r.
Müdür asab leşt :
- Canım efend m, başarısından b ze ne? Talebey zeh rleyecek
kab l yette olduktan sonra... Taşıdığı soyadının menf tes r kâf değ l m ?
Başmuav n, esk den Ayşe Pusat’ı tanıyordu. Onun h ç de fena b r
kadın olmadığını, başına sırf kocası yüzünden b rtakım şler n geld ğ n
b l yordu. Fakat onun hatırı ç n de müdürle çek şmeye lüzum
görmed ğ nden susmayı terc h ett . Müdür se Ayşe Pusat’ı ömründe
görmem şt . L seye müdür olarak geld ğ zaman Ayşe Pusat oradan alınmış
bulunuyordu. Fakat bütün gazeteler n aylarca bu soyadı aleyh ne yazılar
yazmış olması dolayısıyla ondan nefret ed yordu. Üstel k bu kadının l sede
müdür otor tes n sıfıra nd rd ğ , kend s n talebeye çok sevd rd ğ ve
böylece sted ğ telk nler yaptığı da söylen yordu. Müdür bu telk nler n ne
olduğunu açık olarak b lm yordu ama zararlı şeyler olduğunda h ç şüphes
yoktu. N hayet m llî ve vatanî duyguları b le Ayşe Pusat’ın aleyh nde
bulunmasına kâf sebeplerd . C ddî b r tavırla başmuav ne d rekt f vermeye
başladı:
- Fa ka Hanım! Ayşe Pusat buradan üç yıl önce g tm şt , değ l m ?
Demek k o zaman küçük olan öğrenc ler ş md büyüdüler. Üç senede onu
unutmuş olacaklarını sanmıyorum. L seye geld ğ gün taleben n b r sevg
nümay ş yaparak dare otor tes n alt üst etmeler ne müsaade edemem.
Bunlar n hayet çocuktur. İy y , kötüyü ayırt edemezler. Geld ğ gün Ayşe
Pusat’ı bütün sınıflara s z götürüp takd m ed n z ve bu takd m , çok r ca
eder m, gayet sert b r tavırla yapınız. Ne talebe, ne de, neyd onun adı, Ayşe
Pusat şımarıp lâubal l ğe kalkmasınlar. Sonraaaaa... Evet, sonra öğretmen
arkadaşlara da çıtlatınız. Bu kadının pek güven l r b r mahlûk olmadığını
b ls nler. Onunla fazla temas etmes nler.
Başmuav n burada t raz ett :
- Aman müdür hanım, ben bunu nasıl söyler m? Belk çler nde onun
ahbapları, arkadaşları vardır. Bunu ne sıfatla söylüyorsun derler. Bunu s z n
çıtlatmanız daha doğru olur. Hem öğretmen arkadaşlar s ze karşı da
gelemezler.
- Pek , pek ... Bunu bana bırakın ve s z yalnız sınıf mümess ller ne
bunu uygun b r d lle anlatın ve Ayşe Pusat geld kten sonra teneffüslerde sıkı
b r kontrol tem n ed n. B lhassa onun nöbet tutacağı günlerde talebe le
hususî şek lde münasebet kurmasının önüne geç n.
- Baş üstüne efend m.

*
**

Aynı gün Edeb yat Öğretmen Ayşe Pusat, üç yıl önce zorla çek l p
atıldığı l ses ne yen den dönmek üzere yola çıkıyordu. Bu dönüş onun
duygulu ve romant k muhayyeles ç n pek müh m b r hâd seyd . Vakt yle
kend s n n de ç nde talebe olarak bulunduğu bu l se bütün genç kızlık
hatıralarıyla dolup taşan, yarı mukaddes b r yer g b yd . Edeb yat
Fakültes n b t rd kten sonra b r yıl b r ortaokulda stajyerl k yapmış, sonra
buraya tay n ed lerek bütün aşkı ve şevk , bütün enerj s ve y n yet yle şe
sarılmıştı. İy çalışıyor, talebe yet şt rmekte çok başarılı oluyordu.
Öğrenc ler n çok sev yor, onlar tarafından çok sev l yordu. Lâubal l ğe
kaçmadan, c dd yet bırakmadan kurab ld ğ sam m yet ver ml net celer
sağlıyordu. Fazla sıkmadan çalıştırmak, ders çok güzel anlatarak talebeye
merakla d nletmek, çok y muamele ederek kend s n saydırmak Ayşe Pusat
g b pek nad r hocaların mazhar yetler ndend . Her şte t dalle hareket
ederd . Kızlarının hususî durumlarını da öğren r, soru sorar ve not ver rken
bunları hesaba katardı. Ev ndek elver şs z şartlar yüzünden ders n y
hazırlayamamış b r talebey , b rçok başka öğretmenler g b sıkmaz, ona
elver şl şartlar bulmaya çabalardı.
L sedek bütün kadın öğretmenler arasında sade g y nen, boyanmayan
b r c k kadın kend s yd . Evl yd ve Tosun adında küçük, sev ml , gürbüz b r
oğlu vardı. Ömrünün büyük kısmı ev yle l se arasında geçer, ev n
becer kl l kle dare ett ğ g b okulda da gerek arkadaşlarıyla, gerek
talebeler yle y anlaşır, y çalışırdı. Enerj k ve sağlam b r kadındı. Gür ve
kara saçları omuzlarına dökülür, gözler gülümseyerek bakar, düzgün
konuşmasıyla derhal y b r nt ba bırakırdı. Hayatından, vaz fes nden
memnundu. Ş md ye kadar b r tek ders n hmal etmem şt .
Eğer b r büyük aks l k, müth ş b r tal hs zl k, hatta felâket de
d yeb leceğ m z b r hâd se olmasaydı bu baht yar ve sak n hayat sarsıntısız
devam edecek, bu kadar maddî ve manevî kayıplarla dolan üç yılı z yan
olmayacaktı. Ayşe Pusat k n tutmaz, kend s ne yapılan fenalıkları çabuk
affeder, unuturdu. Fakat kocasına yapılan muameley b r türlü unutamıyor,
onun yıkılan büyük üm tler yle b rl kte kend saadet n n de temel nden
sarsıldığına nanarak buna sebep olan muhter s nsanları bağışlayamıyordu.
Z yan olmuş üç yıl... Fakat o da her nsan g b b r tesell bulmakta
gec km yordu. İnsanları daha y tanımak fırsatını kend s ne bu üç yıl
verm şt . Hayatın akışında h çb r ehemm yet olmaması gereken b r kanaat
ve f k r meseles n dallandırıp budaklandırarak bütün memlekete şâm l b r
konu hal ne get renler, şahsî k n ve garezler yle hareket edenler, kocasının
st kbal n yıkmaya çalışmışlar, fakat hak katta kend saadet n yıkmışlardı.
İnsanlardan ğrenerek her şey gülünç, herkes hak r görmeye başlayan b r
erkekle yaşamak h ç de kolay değ ld . Bundan başka etrafın ürkek ve
şüphel gözlerle mütemad yen kend s n süzmes de hoş olmuyordu. Kocası
k yıl hap ste yatıp çıkmış, fakat ş n mah yet b rçokları tarafından
anlaşılmamıştı. Hapse kaat ller, hırsızlarla beraber f k r ve kanaat sah pler
de g r yor, fakat yığın bu- k zümrey b rb r nden ayıramıyor yahut
ayırmaya lüzum görmüyordu. Gazeteler n yalan yanlış neşr yatı da da ma
aleyhte olmuş, böylel kle Pusat adı âdeta b r numaralı halk düşmanı
mah yet n almıştı.
Gerç ş n çyüzünü b lenler, gel p dostluk gösterenler de bulunmuyor
değ ld . Fakat bunlar o kadar azdı k bu azlıkla o çokluğu doğru yola
get rmen n mkânı yoktu.
Ayşe Pusat d ndardı. İlâhî b r adalete da ma nanmıştı. D ndar
olmamakla beraber, esk den kend d nî duygularına saygı gösteren kocası
ş md buna da aldırış etm yor, bu da Ayşe’y ayrıca kırıyordu. Her ne kadar
kocası açıktan açığa h çb r şey söylem yorsa da bu konular görüşülürken
yüzünde bel ren ç zg lerde yahut bakışlarında, Ayşe b r st hfaf sezer g b
oluyordu. Ş md kocasının nandığı, saygı gösterd ğ tek hak kat ölümdü. O
esk den de ölüme saygı göster r, vaz fe uğrunda, f k r uğrunda ölmekte eşs z
b r güzell k ve büyüklük bulurdu. Artık bunun etrafında h çb r münakaşa
kabul etmemekle beraber ölümü âdeta özler g b b r hal vardı. Kahramanca
ölmüş olanlar hakkındak yazıları tekrar tekrar okuduğu Ayşe’n n gözünden
kaçmıyordu. Çok maddî gözükmes ne rağmen m st k b r ruh halet ç nde,
b r ölüm dâüssılası ortasında yaşıyor, yaşıyor değ l, sönüyordu.
Ayşe Pusat, kocasını da ma aşırı bulmuştu. Evlen rken onun bu
aşırılığı hoşuna g tm ş olmakla beraber zamanla bunun b raz durulmasını
beklem ş, fakat üm d boşa çıkmıştı. Bu adamda g zl kaynaklardan gelen
b r ateş vardı k onu da ma aşırılığa, tehl keye, kend n harcamaya
sürüklüyordu. Muayyen kanaatlarının dışındak bütün meselelerde b r
çocuk kadar saf ve b lg s z olan, çabuk aldatılan kocası, herkese ve her şeye
nanan kocası ş md müth ş b r münk rd . Artık onu aldatmaya mkân yoktu.
Fakat bunun yavaş yavaş hayatla lg kesmek g b b r şey olduğunu gören
Ayşe Pusat der n der n üzülüyor, hayatla ve her şeyle lg s n kesen
kocasının kend s n de unuttuğunu zanned yor, bu zan, zamanla b r man
hal ne gel yordu. Onu hayata bağlamak ç n yaptığı uğraşmalar boştu.
Bununla beraber kocasının henüz kes n karar veremem ş olduğunu, ç nde
korkunç b r mücadele cereyan ett ğ n b l yor, yaman b r sezg le bu derunî
mücadelen n net ces nden ürküyordu. Bütün hayatınca ger dönmek ve
p şman olmak ned r b lmeyen b r adamın ruhundak kavganın sonundan
c dden korkulurdu. Kocası kend s ne o kadar büyük b r düşmanlık ve k n
çekm şt k bu k n n sınırları gen şlem ş, Ayşe Pusat’a kadar uzanmıştı. Bu
yüzden huzur ve zevk ç nde vaz fes n yaptığı l seden çıkarılmış, bakanlık
emr ne alınmış, hatta sorguya çek lerek kocasının aleyh nde fade vermeye
zorlanmıştı.
Bütün bu zorluklara büyük b r metanetle göğüs germ ş, maddî
sıkıntıları sabırla karşılamış, hakkını aramak ç n kanunî yollara başvurmuş,
fakat hakkını alamamıştı. Küçük Tosun’un mahrum yetler çok acı gelmekle
beraber Allah’a bel bağlayarak bunu da atlatmış, n hayet kocasının
mahkûm yet tamamlandıktan epey sonra tekrar esk vaz fes ne alınmıştı.
Üç yıllık ayrılıktan sonra haz n b r sev nçle görev ne dönerken y
karşılanmayacağını b l yordu. Heyecanlıydı. Fakat gönlü Tanrı’ya karşı
m nnetlerle doluydu. Trenden nd kten sonra saat ne baktı. Teneffüs
zamanıydı. Çocuklar bahçede ken onların gözü önünde okula g rmek
stemed . Ş md büyümüş, b rer genç kız olmuş olan üç yıl öncek
talebeler ne karşı gar p b r çek ngenl k duyuyordu. Kocasının mahkûm olup
kend s n n küçük çocuğu le parasız ve çares z kaldığı günlerde onu
aramayan, aramak ve yardım etmek şöyle dursun, gördükler zaman
görmemezl ğe gelen y gün dostları g b belk bu genç kızlar da başlarını
çev r rler, hatta... hatta... b r vatan ha n n n eş ne belk mâlı sözler de
söyleyeb l rlerd . Yahut belk de böyle yapmazlar, l seden çıkarıldığı gün
ağlaştıkları g b ş md de sev nçle bağrışırlar, yanına gel rler, kend s n ve
okul dares n güç duruma sokarlardı. Ayşe bunların h çb r n stem yordu.
İstasyonun bekleme odasında b raz oyalanmayı doğru buldu.
Sonbaharın güzel, hüzünlü, ser n b r günüydü. Havada bulutlar
koşuşuyor, rüzgâr okşayarak es yor, güneş arasıra ortaya çıkıyordu.
Bekleme odasının açık kapısından g ren rüzgâr Ayşe’ye üç yıl öncek b r
günü hatırlatıyor, yüzünde k ndar ve st hfaf ed c b r tebessüm olduğu
halde süngülüler n arasında yürüyen eller kelepçel kocasını tekrar görür
g b oluyordu. Tedâîler kend s n buraya get r nce b rdenb re toparlandı.
Bunun sonu belk gözyaşlarına varab l r d ye düşündü. Korkulu b r rüya
gören, fakat bunun rüya olduğunu b len nsanların s lk n ş le fena hatıraları
attı. Gökte uçuşan bulutlara bakarak stasyondan çıktı. Ağır adımlarla
l sen n yolunu tuttu.
Bahçe kapısından çer g rerken heyecanlıydı. Meçhuller b ze da ma
heyecan ver r. Nasıl karşılanacağı meçhul olduğu ç n o da heyecan
duyuyor, güç anlarda her zaman yaptığı g b kend s ne zorla metanet telk n
ed yor, bunda da muvaffak oluyordu. İdaren n y karşılamayacağını b l yor,
bundan o kadar üzülmüyordu. Asıl mesele taleben n takınacağı durumda
d . Hayatlarının henüz baharında olan, dünyanın ve hayatın ç rkef yle
temas etmem ş bulunan kızların da gönüller nde vefadan z kalmamış
olması herhalde nsanı üzecek b r şeyd . Yaşlı nsanlar hayatın kötülükler n
göre göre kötüleş yorlar; gönül saflığını, nsan duygusunun bütün y
taraflarını kaybed yorlardı. Bu belk normald ama yürekler yalnız y l kle
çarpan, dünyada yalnız y şeyler bulunduğunu sanan genç kızların da kötü
duygulara kapılmış olması korkunçtu.
Kapıcı üç yıl öncek kapıcıydı. Önüne bakarak hızlı adımlarla
yürümek steyen Ayşe’ye doğru lerled . Saf yetle gülerek selâmladı ve
sam mî b r sesle:
- Hoş geld n z Ayşe Hanım, ded .
Ayşe b rdenb re durdu. Bu bas t, zavallı köylünün şu nezaket onu
âdeta ürpertm şt . Ummadık yerden gelen y l k ve nezaket nsanları daha
çok sarar ve sarsar. Ayşe de aynı duygu le sarsıldı. Kara gözler parladı. İk
damla yaşı büyük b r ceh tle gözler ne ç rerek el n uzattı:
- Hoş bulduk Hüsey n. Nasılsın?
Kapıcı, Ayşe’n n el n saygı le sıktı:
- Duacıyım efend m.
Sonra başını eğerek lâve ett :
- Çok üzülmüştüm ama el mden ne gel rd k ? Duadan gayrı...
Ayşe hemen sözü değ şt rd :
- Derse g r lel çok oldu mu?
- Hemen ş md g rd ler efend m.
Ayşe bu y yürekl adama y b r şeyler söylemek st yor, fakat
bulamıyordu. Susmanın bazen çok güzel sözlerden b le üstün olduğunu h ç
şüphes z bu kapıcı b lm yordu. Onun ç n mutlaka b r şey söylemes
lâzımdı. Bu düşünce le:
- Eks k olma Hüsey n. Allah gönlüne göre vers n, ded ve hızla
mektep kapısına doğru yürüdü.
Ders z l yen çalmış, b rçok sınıflara henüz öğretmenler g rmem şt .
Ayşe, sınıf pencereler ne b rçok başların toplandığını sezd . Yavaş ve
heyecanlı fısıltılar olduğunu, kend adının b rkaç defa söylend ğ n duydu.
Müdür odasına g rd ğ zaman artık kend s nde heyecandan eser
kalmamıştı. Gözlükler n takmış olduğu halde b rtakım evrakı okuyan
müdür, başını h ç kaldırmadı. Ayşe böyle karşılanacağını çok y b l yordu.
H ç kızmadan, üzülmeden durdu ve müdürün yapmakta olduğu rolü
b t rmes n bekled .
B r, belk de k dak ka geçt . Müdürün okuduğu beş altı satırlık kâğıt
ne kadar çapraşık fadel olursa olsun bu müddet zarfında b rkaç defa
okunab l rd . Fakat o, başını kaldırmamakta nad ed yor, Ayşe’y ayakta
bekletmekle ht mal otor tes n göstermek st yor yahut ona hakarette
bulunuyordu.
N hayet altı satırın okunması b tt . Gözler n kâğıttan kaldıran müdür
yüzünü buruşturarak Ayşe’ye baktı. B rçok res mler n görmüş olduğu ç n
onu tanıyordu. Buna rağmen sert b r sesle:
- Ne st yorsunuz? demekten ger kalmadı.
Ayşe gayet soğukkanlı d . Yüzünde h çb r ç zg bel rmeden,
bakışlarında h çb r değ ş kl k olmadan cevap verd :
- L sen z n yen edeb yat öğretmen y m...
Müdür, ehemm yet vermez görünmek steyen bütün nsanlar g b
Ayşe’n n adını güya hatırlayamadı:
- Haa... S z şeys n z, değ l m ?
- Evet, Ayşe Pusat ben m...
Ve gayet c ddî, ağır, ez c b r sesle bunu söyled kten sonra müdürden
h çb r tekl f almadan masanın önündek sandalyayı çek p oturdu.
İşte, müdürün bütün ş tt kler doğru çıkıyordu. Bu küstah kadın Ayşe
Pusat adını gururla söylüyor ve kend s yer göstermeden skemle çek p
oturmaya cüret edeb l yordu. Ona b r ders, b r gözdağı vermek çok sabetl
olacaktı. İğren yormuş g b yüzünü buruşturarak gözlüğünü çıkardı. En sert
bakışıyla bakarak:
- S z n buraya gelmen ze mân olmak ç n bütün gayret m sarfett m,
d ye söze başladı ve bu sözler n yapacağı tepeden nme tes r görmek ç n
gözler n Ayşe’n n gözler ne d kt . Fakat hayret!... Ayşe’n n yüzünde h çb r
değ ş kl k yoktu. Taş g b sess z, harekets z ve donuk b r duruşla d nl yordu.
- Çünkü, öğrenc lere propaganda yaparak onları menfî yollara
sürükleyen b r öğretmen , müdür sıfatı le stememekte haklıyım.
Müdür bunu söyleyerek durdu. Karşısındak n n soğukkanlılığı önünde
sözler n n arkasını get remem şt . Edeb yat öğretmen , bell bel rs z b r
gülümseme le karşılık verd :
- Bu propagandanın ne olduğunu öğreneb l r m y m? Hakkımda resmî
b r ş kâyet yapılmış mı?
Müdür hararetlend :
- Hayır. Hakkınızda resmî ş kâyet veya tahk kat yok.
- O halde?
- S z propagandayı o kadar ustaca yapıyorsunuz k s z yakalamak
mümkün olmuyor.
- Yaptığım propaganda ne m ş?
- Onu b r b lsem... Onu b r b lsem, s z buraya sokar mıydım?
Ayşe Pusat, karşısındak yaşlı kadına acıyarak, hatta st hfafla baktı ve
kocasının, duruşma sırasındak b r sözünü, «Âc zler , lâyık olmadıkları
mevk lere geç ren b r devlet batar!» d ye haykırmasını düşünerek ona hak
verd . Bu kadar bas t düşüncel b r kadın kend s ne âm rl k edecek,
dersler nde başarı göster p göstermed ğ hakkında g zl rapor yazarak kend
mukadderatını tay n edecek ve yüzlerce genç kızın sağlam sec ye ve ahlâkla
yet şmes n sağlayacaktı. İster stemez gülümseyerek:
- Müdür hanım! B lmed ğ n z b r şey hakkında nasıl hüküm
vereb l yorsunuz? d ye sordu.
Bu sual ötek n şaşırtmıştı. Şaşırdıkları zaman bütün darec ler n,
bütün âm rler n yaptığı g b yalan veya mugalata yollarından b r ne
sapacağı muhakkaktı:
- Herkes öyle söylüyor efend m... Hem elbette ben m de b ld ğ m bazı
şeyler vardır! ded ve söz düellosu bahs nde bu kadınla uğraşamayacağını
b ld ğ ç n b r yandan z le basarken b r yandan da kat’î emr n verd :
- S zden r cam: Propagandayı kesmen z ve evvelk metodunuzu
değ şt rerek yalnız dersler n zle meşgul olmanızdır.
3

AYŞE PUSAT başmuav nle b rl kte öğretmenler odasına geld ğ


zaman kend s nde b r yorgunluk duyuyordu. Odada, penceren n önüne
oturmuş olduğu halde gazete okuyan b r erkek hocadan başka k mse yoktu.
Başmuav n, duvardak ders programına bakarak:
- Bugün yalnız dördüncü, beş nc saat dersler n z var. İk saat
bekleyeceks n z, ded .
Öğretmenler ç n en güç şey boş saatler beklemek olduğu ç n Ayşe
Pusat’tan b r ş kâyet umuyordu. Fakat o, ne t raz ett , ne de ş kâyet...
Başmuav n b r müddet çek ngen b r tavırla Ayşe’ye baktıktan sonra:
- Ders saatler n z gel nce s z sınıflara takd m eder m, ded ve onun
t razına mahal bırakmamak düşünces yle, köşede gazetes n okuyan
öğretmene seslend :
- Rıza Beğ, bakın, Ayşe Pusat geld .
Ceb r öğretmen Rıza Beğ l sen n esk hocalarındandı. Yaşı altmışa
yaklaşmış olan bütün öğretmenler g b yorgun ve konuşkan b r adamdı.
Vakt yle Ayşe Pusat’a da hocalık etm şt . Gazetes n nd r p baktıktan sonra
sev nçle yer nden kalktı:
- Ooooo. Hoş geld n kızım... Hoş geld n Ayşe... Vallah özlem şt m,
d yerek ona doğru yürüdü. Hararetle el n sıktı.
Başmuav n Hanım, kend s n müşk lâttan kurtarmıştı. Sess zce odayı
terkett . Rıza Beğ, çevres n çabuk b r bakışla kolladıktan sonra yalnız
olduklarını görünce Ayşe’ye doğru eğ l p ses n alçaltarak:
- Kocan ne oldu? Hap sten çıktı mı? d ye sordu.
Ayşe’n n gözler nde haz n b r ışık yanıp söndü. Kocasını sormak
lütufkârlığını gösterenlerden çoğu da şte böyle g zl ce, yalnız oldukları
zaman, sesler n kısarak soruyorlardı. Muayyen b r f kre, b r hâd seye
takılıp t t zlenen nsanlar g b Ayşe de buna tutuluyor, g zl soranların h ç
sormamakla daha doğru yapacaklarını düşünüyor, kızıyor, fakat bell
etm yordu. Ş md karşısındak adam kend hocası olmasa belk cevap
vermezd . Bununla beraber ç ndek syanın ses n d nlemekten ve yüzüne
karşı da ma tenk t ett ğ kocasına kalb n n bütün sam m yet yle hak
vermekten ger kalmadı. Kocası b r tartışmalarının sonunda melankol k b r
tavırla: «Bana nsanlardan mı bahsed yorsun?» dem şt . «İnsanlar maz de ve
tar h n yaprakları arasında kaldılar. Bu gördükler n b rer kar katürden başka
b r şey değ ld r.»
Ayşe bunları düşünürken ht yar ceb r öğretmen çok konuşma
alışkanlığının şevk yle:
- Kızım, Ayşe, ded . Sen sever m, b l rs n. Kocanı da çok takd r
eder m. Fakat ne yaparsın k b raz da zamana uymak lâzım. İnsan her
hak kat dosdoğru söyleyemez k ... Bu kadar atılganlık etmeyecekt . Yazık
değ l m ? Bütün st kbal mahvoldu.
Bunlar herkes n söyled ğ sözlerd . Bunları d nlemekten artık usanç
gelm şt . Hak katen şu nsanlar pek müz’ ç mahlûklardı. Kend akıllarının
üstünlüğüne nanarak başkasına öğüt vermekten vazgeçm yorlar, fakat
kend gülünçlükler n , zavallılıklarını da b r türlü drak edem yorlardı.
Ayşe bugün l seye zaten b r s n r mt hanı geç rmek üzere gelm ş
olduğundan ht yar ceb rc n n karşısında çok hâk m b r duruşla duruyordu.
Gal ba ötek de bunun farkında d ve tehl kel b r konuyu kurcalamakta
olduğunu anlamıştı. Ayşe zorla gülümsed :
- Hap sten çıktı ama çıkmadı desem de yalan olmaz. Çünkü kend
kend s n eve hapsett . B r yere çıkmıyor.
- Neden?
- İnsanlardan ğren yor. K msey görmeye tahammülü yok.
Yaşlı öğretmen kuvvetl b r sez şle bu sözlerden kend s ne h sse
çıkarmıştı. Sözde teessür duyan nsanların yaptığı g b der n b r ah çekerek
yer ne oturdu. Gazetes ne daldı. Ayşe memnundu. O da h ç k mse
tarafından rahatsız ed lmek stem yordu. Başkalarının kend s yle meşgul
olmasından sıkılıyordu. B r köşeye çek lerek çantasından Abdülhak
Hâm d’ n Makber’ n çıkardı. Bu sabah l seye gelmek üzere evden çıkarken
çantasına bu k tabı koymuştu: N ç n Makber’ seçm şt ? Bunu b lm yordu,
B rkaç defa okuduğu, belk yarısını ezbere b ld ğ bu k tabın kend s nce
meçhul tarafı kalmadığı halde gayrı-şuurî b r hareketle Makber’ , çek p
almıştı. K m b l r, belk de b r mers ye olduğu ç n onu terc h etm şt .
Okumaya başladı. Fakat daha k nc mısrada b rdenb re durdu:

Gönlüm dolu âh u zâr kaldı...

Ansızın bu mısradak hüznün tâ yüreğ ne şled ğ n farkett . Makber’ n


en alelade, hatta d l bakımından da pürüzlü olan bu mısraında ne vardı da
bu kadar ç ne, şl yordu? Yoksa kend s m romant k b r anında d ?
Ş rler n ne zaman tes rl oldukları hakkında b raz düşündü. Tedâîler
kend s n yıldırım hızıyla çok uzaklara sürüklerken beyn nde b r noktanın
aydınlandığını sezer g b oldu: İnsanlar kend durumlarına uygun b r
mısradan, b r bey tten zevk alıyorlar, hüzünlen yorlar, keder duyuyorlardı.
Ayşe kend gönlünü yokladı: Bu gönül âh u zâr le doluydu. Şu farkla k
Hâm d, kend âh u zarını b r fırtına çığlığı hal nde dünyaya ve zamanlara
fırlatab ld ğ halde Ayşe’n n âh u zarı gönlünün sınırları ç nde mahpus
kalmaya mahkûmdu. Kend s n bu kadar duygulandıran da gal ba b r dert
ortağının olmayışı, hatta derd n ş tecek b r yabancının bulunmayışı d .
Bunu keşfett kten sonra tekrar k taba daldı:
Gönlüm dolu âh u zâr kaldı...

B r gönülün âh u zâr le dolmasının ne demek olduğunu gönlü rahat


olanlar anlayamazdı.

*
**

Bütün l sey saran b r z l ses Ayşe’y hülyalarından uyandırdı. Ell


dak ka nasıl olmuştu da geçm şt ? Halbuk o hâlâ Makber’ n lk sayfasında
d . Bazen hızlı, bazen yavaş geçen şu zaman ne zafî mefhumdu! Başını
kaldırdığı zaman ceb r öğretmen yle göz göze geld ve onun dem nden ber
kend s n kontrol etmekte olduğunun farkına vardı. İht yar hoca kend s ne
gal ba b r şeyler söyleyecekt . Fakat daha söze başlamadan oda kapısı açıldı
ve dersten çıkan öğretmenler b rer k şer gelmeye başladı.
Bunların çoğu üç yıl öncek k mselerd . Ayşe’y karşılayış ve
selâmlayışlarında g zl b r yapmacık vardı. Bazıları sank h çb r şey
olmamış, üç yıllık b r felâket devres gel p geçmem ş ve bu kadar ızdırap
çek lmem ş g b davranıyorlar, sun b r neşe le konuşarak onun canını sıkı-
yorlardı. Kocasıyla tanışmış olanların onun hakkında, ağız açıp b r şey
sormamaları d kkat çekecek kadar bell yd . Bereket vers n bu can sıkma
tören uzun sürmed . Takındığı resm yet, ca’lî tavırlıları yanından
uzaklaştırdı ve el nde Makber’ yle Ayşe, pencere d b ndek skemles nde
yalnız kaldı.
Bahçeden çocukların sesler gel yor, bazı s mlere âş nâ çıkıyordu.
Ayağa kalkıp bahçeye baksa b rçoğunu tanıyacağı muhakkaktı. Fakat
kend n göstermekten çek nerek kalkmıyor, oturduğu yerden göğe ve
ufuklara bakarak dalıyordu. Üç yıldır sarfett ğ z hnî faal yet onda şuuraltı
hareketler n çok uyandırmıştı. İk şey b rden düşüneb l yor, lk önce
farkına varmadığı k nc düşünce b raz sonra bütün aydınlığı le şuuruna
çıkab l yordu. Ayşe ufuklara bakarken «Kafam b r şeyle meşgul» d ye
düşündü ve çok geçmeden bunun ne olduğunu buldu: B r k dak kadan ber
b rçok kızlar öğretmen odasına g r yorlar, öğretmenlerden herhang b r s ne
b r şey sorar g b davranıp kend s ne bakıyorlardı. Yen b r öğretmen geld ğ
zaman bu numara da ma yapılırdı. Fakat her zaman yalnız merak
dolayısıyla yapılan bu hareket bugün başka b r mânâ taşıyordu. Ayşe bu
mânâyı düşündü. Onu da buldu: Bu, hasret veya nefret olab l rd . Bunu
anlamak ç n b rdenb re dayanılmaz b r stek duydu. Bu stekle başını
çev rerek kapı tarafına baktı: Üç genç kız b r öğretmenle konuşuyor ve bell
etmeden kend s n süzüyordu. Ayşe hasretle m , nefretle m karşılanacağını
anlamak stey nce bütün cesaret n takınmıştı. Bu cesaretle kara önlüklü,
beyaz yakalı kızlara baktı ve onlarla göz göze geld . Bu bakışlar çok sev ml
ve sev nçl yd . Gönlü âh u zâr le dolu olan edeb yat öğretmen , ruhunun
karanlık hücres nde b r pancurun açıldığını ve oradan çer ye ışık ve ser nl k
dolduğunu h ssett . Gözler n üç güzel kızın yüzler nde ve saçlarında
gezd rd . Sağda ve solda duranları derhal tanıdı. Üç yıl önce küçük b rer
çocuk olarak bıraktığı bu talebeler gel şerek nce, güzel, mânâlı, endamlı
b rer genç kız olmuşlardı. İs mler n hatırlamıyordu ama bütün haller ,
çalışkanlıkları, yaramazlıkları, hatta sınıfta oturdukları yerler s nema şer d
g b hafızasından geç yordu. Bu k genç kız da sank o dak kada aynı şey
düşünüyormuş g b haf fçe gülümsed ler ve başlarıyla Ayşe’y selâmladılar.
Ortadak kız utangaç b r tebessümle bakıyor ve arasıra başını önüne
eğ yordu. Ayşe onu da tanımak ç n uğraşıyor, fakat tanıyamıyordu. Z hn n
yorarken bazen tanıyacak g b oluyor, fakat k m olduğunu b r türlü
bulamıyordu. Reng uzaktan anlaşılamayan ve menekşeye benzeyen
gözler yle, gür ve açık kumral saçlarıyla, fakat b lhassa mahcup
gülümsey ş yle b r ş r kadar güzel olan bu kızda, baktıkça kend n bell
eden b r husus yet vardı.
Ayşe bu husus yet n ne olduğunu anlamak ster g b ona bakarken,
daha doğrusu onu ncelerken göz göze geld ler. B raz önce çek ngen ve
kaçamaklı bakışlar fırlatan menekşe gözler n mânâsı değ şt . Yırtıcı b r hal
aldı. Fakat üç yıldan ber b r ruh mütehassısı hal ne gelen Ayşe bu
yırtıcılığın kend s ne yönelmem ş olduğunu anlamakta gec kmed . Bu sert
bakışlar etrafa meydan okuyordu. Ayşe Pusat, menekşe gözlü kızın
kend s ne güldüğünü ve ç nde çek ngenl kten eser bulunmayan b r tavırla
selâm verd ğ n görünce b rdenb re bu meçhul kıza karşı b r sevg duydu.
Kend s de gülümsed . Aynı açık ve sam mî tavırla, ver len selâmı aldı.
B rkaç san ye ç nde gözlerle yapılan bu g zl konuşmayı yalnız ceb r
öğretmen Rıza Beğ görmüştü. Kadın hocaların, etrafı unutacak ve
görmeyecek kadar b r hararetle havadan sudan konuştukları b r sırada o
Ayşe Pusat’a ve kızlara bakmış, her şey görmüş, net ceden de memnun
olmuştu. Bu memnun yet n doğurduğu gayrı ht yarî b r hareketle ayağa
kalkarak Ayşe’ye yaklaştı. Esk hocalığın verd ğ lâubâl b r tavırla:
- Ayşe! Son sınıflara ders n var mı? d ye sordu.
- Var efend m.
- Çok güzel. B lhassa fen şubes nden çok memnun kalacaksın.
Ayşe, bütün öğretmen odalarının b t p tükenmez çek şme konusu olan
edeb yat-fen dâvâsını hatırlayarak gülümsed . Rıza Beğ bu gülümsey ş n
sebeb n anlamıştı:
- Hayır, hayır! Onun ç n söylem yorum, ded . Bu sınıftan c dden
memnun kalacaksın. On k ş den mürekkep fevkalâde b r sınıftır. B lhassa
çler nde Aydolu, Güntülü ve... ve...»
Bu s mler Ayşe’ye h ç yabancı gelmem ş ve hoşuna g tm şt . Ceb r
öğretmen n n üçüncü sm bulmakta b raz güçlüğe uğramasını fırsat b lerek
onun sözünü kest :
- Aydolu le Güntülü mü ded n z?
- Evet.
- Ne güzel s mler! Bunlar kardeş m ?
- Hayır, kardeş değ l. Fakat kardeşten daha yakın. B r arkadaşları daha
var: Nurkan. Bu üçü b rb r nden b ç ayrılmaz. B raz önce buradaydılar.
Güya f z k hocasına b r şeyler soruyorlardı ama hak katta sen görmek ve
hoş geld n demek st yorlardı...
B rdenb re, Ayşe’n n d mağında b r düğüm çözüldü. Dem nk üç kızın
k s n , sağda ve solda duranların adlarını hatırlayarak tanıdı. Güneş g b
sarı saçlısı Aydolu, kestane renkl ve örgülü saçlısı da Nurkan’dı. Ya ortada
duran menekşe gözlü kız? Herhalde o da Güntülü olacaktı:
- Ortada duran kızı hatırlayamadım. Acaba Güntülü o mu?
- Ta kend s ... Tanımamakta mazursun. Çünkü sen n öğrenc n olmadı.
Sen g tt kten sonra geld ve derhal ötek k s yle kaynaştı. Bu üçü
sınıflarının ve l sen n gözbebeğ , ft harıdır. Ama bütün derslerden
böyled rler.
Sonra ş şakaya vurdu:
- İnşaallah bunları ş r deryasına batırıp fen dersler n hmal
ett rmezs n...
Yen derse g r leceğ n b ld ren z l çalarken Ayşe tekrar kend ç
âlem ne dalmıştı. Derunî b r rahatlık duyuyordu. Mekteb n en y üç
talebes n n takındığı tavır nasıl karşılanacağını bell ed yordu. Demek k
genç kızların gönüller nden vefa duygusu s l nmem şt . Hele Güntülü,
kend s n lk defa gördüğü halde en sam mî tavrıyla selâm verm ş, bu
selâmı ver rken etrafın ne düşüneceğ ne aldırmamış, hatta etrafa meydan
okumuştu. Kend ler n yalnız ve k mses z sananlar, çevreler nde dostlar
gördükler zaman nasıl b r nş rah duyarlarsa Ayşe de onu duyuyor,
gönlünün âh u zâr le dolu olmasına rağmen yaşamaktak zevk tadıyordu.
Yaşamaktak zevk düşünmek, Ayşe’ye b rdenb re kocasını hatırlattı
ve onun, bu zevk müebbeden kaybetm ş olduğunu düşünerek ç sızladı.
Felâketler ve kederler g b baht yarlıklarla sev nçler de geç c d . İç nde
ferahlık duymasıyla gönlünün kararması b r oluyor ve bu hep böyle devam
ed p g d yordu. Acaba ş md kocası ne yapıyordu? Herhalde evde b r
köşeden ufka melankol k bakışlarla dalmış olmalıydı. Yahut odada muttar d
adımlarla gez n yordu. Belk de harb tar h ne a t k taplara eğ lm şt .
Ayşe b rdenb re ç n n merhametle dolduğunu h ssett ve:
- Zavallı Sel m! d ye söylend .

Sel m Pusat üç yıl önces ne kadar ordunun y b r yüzbaşısıydı ve


Harp Akadem s ’n n son sınıfında bulunuyordu. Askerl ğ b r meslek değ l,
b r nanç olarak kabul etm şt . Kend s ne babasından ve dedes nden m ras
kalmış olan askerl kten gayrı b r şey n mevcut olab leceğ n düşünmezd .
Ona göre nsanlar kumanda edenlerle kumanda ed lenlerden barett ve
hayat denen nesne, süngü takıp avcı hattında yürümekten başka b r şey
değ ld . Sel m Pusat, görünüşe göre parlak b r st kbale namzett . Aşırı
düşünceler , nandığı f k rler uğrundak sebatı yüzünden kend s n mahvett .
Çünkü o kırallık taraftarıydı ve cumhur yet rej m yle dare olunan b r
memlekette kıralcı olmanın doğuracağı tehl keler umursamıyordu. Harb
tar h ne y ce nüfuz etm ş ve bu nüfuz ed ş onu kıralcılığa götürmüştü.
Yüzbaşı Sel m Pusat bu kalbî taraftarlığını ne k mseye açmış, ne de
k mseden saklamıştı. Ona göre esas gaye harb sanatı d ve kırallığı da harb
sanatı ç n y b r gel şme ortamı d ye kabul ed yordu. Lüzumsuz yere
konuşmasını, sorulmadan f k r yürütmes n sevmed ğ ç n kıralcı olduğunu
söylemeye mkân bulamamıştı. Fakat k mseden de g zl b r şey olmadığı
ç n bunu saklamaya lüzum görmezd . Esasen b r askere asla yakışmayan
yalanı söyleyecek olduktan sonra herhalde seç lecek b rçok başka meslekler
bulunab l rd .
Sel m’ n felâket n hazırlayan şey Harb Tar h vaz feler n n b r nde
kullandığı b r cümle olmuştu. P levne Kahramanı Gaz Osman Paşa ç n;
«Türk Harb tar h n n son büyük sîmâsıdır.» demes fırtınayı koparmıştı.
Öğretmenler olan albay, vaz feler n münakaşası yapılırken bu cümledek
f kr ş ddetle ve Gaz Osman Paşa’yı küçültecek şek lde tenk d etm ş, b r
askere değ l, b r s yasetç ye, b r fırka adamına yakışan b r d lle, bu cümley
düzeltmes n alenen talep etm şt . Yüzbaşı Sel m Pusat, kanaatında sam mî
d . B r adama htarla kanaat değ şt rtmektek saçmalığı kavrıyordu.
Ömründe ger dönmem ş, belâya doğru adım atarken b le p şmanlık
duymamış ve askerî ahlâk, askerî düşünce g b prens plere kuvvetle bağ-
lanmıştı. Onu hayrette bırakan şey, ş md ye kadar tam b r asker olarak
tanıdığı albayın b rdenb re başıbozuk hal n alması, b r propagandacı hal ne
nmes yd . F kr n değ şt rmes hakkındak taleb , askerî terb yen n dışına
asla çıkmayan sert b r ses ve sert b r hareketle reddetm ş: «Evet albayım!
Askerl k sanatı bakımından son büyük eser P levne savunmasıdır!» dem şt .
Albay öfkelenm şt . Onu kıskıvrak yakalamak ç n mutad takt ğ
kullanmaktan ger kalmamıştı:
- Çanakkale le Sakarya’yı hatırlamıyor musun?
- Çanakkale erler n, Sakarya subayların zafer d r. Bu muharebelerde
kumandanlık sanatının rolü azdır.
- Bu k s kaybed lseyd ne olurdu, b r lâhza düşündün mü?
- B r lâhzadan daha fazla düşündüm albayım. Çanakkale le
Sakarya’nın askerî sonuçları değ l, s yasî net celer müh m olmuştur.
P levne’de se askerî b r net ce vardır. Ders m z harb sanatı olduğuna göre
hükümler m z askerî z hn yetle vermek doğru olur kanatındayım!
Otuz k ş l k sınıf bu kavgayı büyük b r d kkatle d nl yordu. Ses
çıkarmadıkları halde b r kısmının albaya, b r kısmının da Sel m Pusat’a hak
verd ğ yüzler ndek mânâdan anlaşılıyordu.
Yüzbaşıyla albayın konuşması b r tartışma olmaktan çıkıyor, söz
dövüşü hal ne g r yordu. Ders salonunda lmî b r mesele üzer nde f k r
yürütmeye ve t raz etmeye cevaz olmakla beraber bu kadarı askerî d s pl ne
aykırı d .
Sel m Pusat her taarruzu yüksünmeden karşılardı. Askerî l se
öğrenc s olduğu zamanlardan ber kend s nde hâk m olan bu mücadele
ruhu dolayısıyla b rçokları, hatta yakınlarından bazıları onun asıl adını
b lmezler, yalnız «Pusat» d ye anarlardı. Ş md karşısındak albay tartışmayı
başka b r mecraya sürüklerken bunu da kabul ed yor, taarruz hang
cepheden gel rse gels n derhal karşı cephe almaktan ve mukab l taarruza
geçmekten ger kalmıyordu. P levne le Çanakkale ve Sakarya’nın
mukayeses nden başlayan hırçın konuşma Mohaç, Çaldıran, Kosova ve
N ğbolu’ya kadar uzandı. Sonra albayın öfke ve st hza ç nde:
- Kurmay adayı! Pad şahlık devr ne ne kadar hasret çek yorsun. Bu
rej me yem n verm ş olduğun halde tıpkı b r kıralcı g b konuşuyorsun!
demes yle en buhranlı noktasına erd .
Pusat’ın sınıftak dostları, buna vereceğ cevapla mahvolacağını
anlamakta gec kmed ler. Sel m hâlâ esas vaz yet nde olduğu halde en sert
edâ le:
- Evet albayım! Bu rej me yem n verm ş olduğum halde f kren
kıralcıyım. Çünkü b r nc sınıf askerler ancak kırallıklarda çıkar. S z de
vakt yle kırallığa sadakat yem n etm ş olduğunuz halde bugün
cumhur yetç gözüküyorsunuz! d ye karşılık verd .
Bu cevap o âna kadar devam eden askerî d s pl n bozmaya kâf
gelm şt . Bütün sınıf ayağa kalkmıştı, Şuur durmuş, yer n öfke tutmuştu.
Karşılıklı sert sözler de söylenm şt . Durum çok vah md .
Bu hal b rkaç dak ka sonra Harb Akadem s Kumandanı olan general
tarafından duyulmuş; general, başlarında b r yüzbaşı olan süngü takmış b r
takımla sınıfa gelerek hâd sey albaydan d nlem ş, Yüzbaşı Sel m Pusat’la
tartışmada ona en taraftarlık eden Yüzbaşı Şeref hapsed p ht lâttan
menetm ş, sek z subayı da göz haps ne alarak meseley resm yete
koymuştu.
Albay, hâd sey çok mübalagalı b r şek lde anlatmıştı. Ona nanmak
gerek rse Yüzbaşı Pusat’ı b r vatan ha n saymak gerekecekt . N tek m
umumî telâkk de bu merkezde d . O b r küstah, b r vatan ha n , belk de b r
casustu. Bu kadar cüretkâr olab lmes ç n mutlaka b r dış kuvvete
dayanması lâzımdı. Sınıftak taraftarlarının çokluğu da akıl sah pler ç n
g zl b r teşk lâtın mevcud yet n muhakkak kılıyordu. Bunların yok
ed lmes m llî ve vatanî b r zarurett ...
4

YÜZBAŞI PUSAT günlerce sorgusuz suals z b r odada tutuklu kaldı.


Ay başı geld ğ zaman maaşını vermed ler. İht lâttan mened lm ş olduğu
ç n k mseyle görüştürmed ler. Gazete ve k tap okumasına da engel oldular.
Bunlara ehemm yet verd ğ yoktu. Onca asıl üzülecek nokta askerî
terb yen n azalmış olmasıydı. Tutukev ne memur olan subaylar arasında
rütbece kend s nden küçük olanlar kapısını açtıkları zaman selâm
verm yorlar, hatta süngülüler b le aynı saygısızlığı göster yorlardı. Bu kaygı
arasında eş yle oğlunu düşünecek vak t bulamıyordu. Ayşe her gün gelerek,
kend s ne b r parça y yecek get r yor, fakat görüşmek mkânı olmuyordu.
B r gün Ayşe’n n get rd ğ b r çamaşır paket Pusat ç n ölüm darbes
oldu: Çamaşırlar üç gün öncek b r gazeteye sarılmış, gazete okuması yasak
olduğu halde nöbetç ler nasılsa buna d kkat etmem şlerd . Gazetey
lânlarına kadar okuyarak oyalanmak, hatta sonundak bulmaca le meşgul
olmak h ç de fena b r şey olmayacaktı. Fakat bu oyalanmaya fırsat kalmadı;
çünkü lk sayfanın ortasında büyük harflerle d z lm ş bulunan «Sel m Pusat
Meseles » başlığı b rdenb re ş ddetle gözler ne çarptı.
Satırları okurken önce şaşırdı. Sonra müth ş b r öfkeye kapıldı. Kan
beyn ne sıçramış, yüzünü yakıyordu. Daha sonra büyük b r kötümserl ğe
düştü. Herhalde kanı çek lm ş olacaktı k bu ılık bahar havasında üşüyordu.
Gazeten n nanılır kaynaklardan alınan haberler d ye heyecanla
naklett ğ satırlar baştanbaşa yalan, ft ra ve tahr ften barett . Pusat,
ömründe lk defa kend s nden şüphe ederek acaba yanlış mı anladım d ye
gazetey b r daha okudu. Hayır, yanlış anlamamıştı. Hatta eks k anlamıştı.
Çünkü bu gazete memleket rej m n değ şt rmek ç n yapılan ha n b r
teşebbüsten, yabancılarla şb rl ğ nden bahsed yor ve bu fesatçı teşebbüsün
elebaşısı olarak Yüzbaşı Sel m Pusat’ı, en yakın arkadaşı olarak da Yüzbaşı
Şeref’ göster yordu. Tanıdığı, tanımadığı b rçok s mler daha sayılıyor,
b rçok evler n arandığından bah-solunuyordu. Buna da r havad sler n
sonunda Ayşe Pusat’ın da sorguya çek ld ğ ve l sedek vaz fes ne son
ver ld ğ b ld r l yordu.
Pusat gazetey yatağına fırlatarak küçük odasında gez nmeye başladı.
B rçok erkekler g b o da gez nd ğ zaman daha y düşüneb l yordu. Fakat
b r müddet sonra acıyla farkına vardı k bütün gez nmes ne rağmen artık b r
şey düşünem yor, muhakeme yapmak kab l yet nden mahrum bulunuyordu.
Bu umulmadık darbe kend s n sersemletm ş, beyn n uyuşturmuştu. O
zaman kend s n n b r kurmay adayı olduğunu, b r kurmay ç n şaşırmanın
yasak bulunduğunu hatırladı ve dem r parmaklıklı küçük pencereden
ufuklara der n der n baktıktan sonra:
- Kend ordusu bütün mevcudu le düşman safına geçen b r kurmay ne
yapab l r? d ye düşündü.

*
**

Ertes sabah ne olursa olsun dey p b r teşebbüste bulundu: Neferlerden


b r ne para vererek o günün gazetes n g zl ce aldırdı. Bununla darbe
tamamlanıyordu. Dün okuduğu satırlara hayâsız b r gazetec şarlatanlığı
d ye bakmak üm d , kend s n n vatan ha n olduğu hakkındak resmî tebl ğle
tamamen kırılmıştı. Pusat bunu okuyunca, en sez yer nden ölümcül yara
alanlar g b göklere bakarak Allah’ı aradı. Boşluktan başka b r şey yoktu.
İç nde azgın duyguların şahlandığını h ssett ve m lyonlarca nsana karşı tek
başına kudurmuşçasına dövüşmek ç n korkunç b r ht ras duydu. Yazık,
dövüşeb lmek saadet nden de mahrumdu... Büyük b r uğultu duyuyordu.
B rçok motorun b rl kte şlemes nden doğan b r ses g b bu uğultu kend s n
nerdeyse sağır edecekt . Bu ses n nerden geld ğ n anlamak ç n pencereden
bütün görüş sahasına şöyle b r bakındı. H çb r şey yoktu. Bu gürültü
nsanlık, erkekl k, askerl k g b üç büyük yapının yıkılıp çökmes nden
gel yor ve bu yığınların altında kalan şeref ve hays yet heykeller de tuzla
buz olarak ortadan kayboluyordu.
Hasta değ ld . Fakat başında ateş vardı. H çb r şey düşünmeden
muttar d adımlarla gez yordu. Düşünmüyor, fakat beyn mütemad
faal yetten yoruluyordu. Geç vak t yatağına uzandıktan sonra da d mağının
bu hummalı faal yet devam etm şt . Uyku le uyanıklık arasında, yattıkça
yorularak saatler geçerken yavaşça kapı açıldı. Ayşe beyazlar g ym ş ve
Tosun’un el nden tutmuş olduğu halde çer g rd . Yüzüne gölge vurmuş
olduğu ç n y şeç lem yordu. Pusat, ç hüzünle dolu olduğu halde
gözler n açtı.
B rsâm-ı saadet b raz daha göründükten sonra yavaş yavaş kayboldu.
O zaman Ayşe le Tosun’a karşı dayanılmaz b r özley ş duydu ve dünyada
b r kadınla b r çocuktan başka k mses kalmadığını düşünerek yalnızlığı
karşısında rk ld .
O sabah odaya gelen nz bat teğmen , Pusat’ı askerce selâmladığı
zaman artık karşısında b r yüzbaşı değ l; yaralanmış, ğrenm ş, k n le şba
hal ne gelm ş b r adam vardı.
- B r emr n z var mı yüzbaşım?
- R ca eder m teğmen, bana artık böyle h tap etmey n z ve ben
selâmlamayınız!...
Bunu söyleyerek gazetey göster yordu. Teğmen, onun her şey
b ld ğ n anlayarak b raz şaşırdı ve söyleyecek söz bulamadı.
Pusat, y markalı altın saat n teğmene uzattı:
- Bunu sattırmanızı ve parasını, yüzbaşı değ l, âkıbet anlaşılmış b r
tutuklu olan bana get rmen z r ca ed yorum.
Teğmen halden anlıyordu. Onu üzmeyecek b r cevap verd :
- Pek efend m!...
- B r de zevcem geld ğ zaman artık her gün bana yemek taşımak ç n
zahmet etmemes n , ht yaçlarımın buradan sağlandığını b ld r n z.
- Pek efend m!
- Teşekkür eder m.
- B r şey değ l efend m.
Yalnız kaldığı zaman Pusat kend nde b r değ ş kl k duydu. Ömründe
lk olarak kend s n düşünüyordu. Kudurmuş b r fırtınada den ze düşen b r
nsan g b üm ts zd . Fakat kend s n ha n dalgalara tesl m etmeyecek, çok
uzaktak karaya varmak ç n yıpratıcı kulaçlar atacaktı.
Ya Ayşe? Acaba o ne yapıyordu? Onun ne suçu vardı da vaz fes nden
çıkarılıyor ve küçük b r çocukla b rl kte sefalet n kucağına bırakılıyordu?
Bunlar hang hak, hang v cdan, hang kanun, hang mantıkla yapılıyordu?
Pusat y ne ömründe lk olarak parayı düşündü. Kend s ne haksız yere ve
keyfî olarak maaşını vermem şler, eş n haksız yere ve keyfî olarak
öğretmenl kten çıkarmışlardı. Bu şartlar ç nde para ht yacı b rdenb re
kend n göster yor ve para g b aşağılık b r nesneye muhtaç olmak da onun
gururunu zedel yordu.
İnz bat teğmen altın saat satıp parasını get rd ğ zaman ondan
Ayşe’n n durumu hakkında zahat aldı. «Bakanlık emr ne alınma»nın ne
demek olduğunu ve Ayşe’n n dörtte b r n sbet nde aylık alab leceğ n
öğrend . Saat parasının b r kısmını nz bat teğmen ne vererek Ayşe’ye
götürmes n ve saat n satıldığından, kend s n n maaş alamadığından
bahsed lmemes n r ca ett . Fakat bu takt k de boşuna d . Teğmen parayı da
ger get rm şt . Ayşe, kend s n n paraya ht yacı olmadığını b ld r yor ve
y ne her gün geleceğ n haber ver yordu.
Ayşe her şey b l yor ve Pusat’ın maaş alamadığından da haberdar
bulunuyordu. O zaman Sel m yapacak ş kalmayan ve mukadderatı
bekleyen nsanların sess zl ğ le karyolasına uzandı. Kend s n nsanların
bu kadar ç rkefleşt ğ b r asırda dünyaya get ren kadere lanet ederek
d nlenmek ve toparlanmak sted . Kurmay olarak yet şmekte
bulunduğundan çabuk karar vermes n b l yordu. N tek m b raz sonra
kararını verm ş ve bu yüzden de sükûnet bulmuştu.
Kapısı açılıp da b r b nbaşı çer g rd ğ zaman Pusat, karyolasına
uzanmış ve ayaklarını karyola dem rler ne dayamış olduğu halde haf f haf f
ıslık çalıyordu. B nbaşıyla göz-göze geld kler zaman durumunu h ç
değ şt rmed . B r üste karşı yapılan bu saygısızlık daha b rkaç gün önces ne
kadar onun asla bağışlamayacağı, hele b zzat kend s tarafından
yapılacağını aklına b le get remeyeceğ b r davranıştı. Fakat askerl k
öldükten ve yurt ç n gözünü kırpmadan ölüme atılacak yaratılışta olan
kend s g b b r askere vatan ha n damgası vurulduktan sonra; artık askerî
terb ye, üstlük, astlık den len şeyler mânâlı mefhumlar sayılamazdı.
B nbaşı hakarete uğradığının farkında d . Fakat Pusat’ın, gözler ndek
k nl ışık ve bakışlarındak cüretkârlık onu susmaya mecbur ett ve kısaca:
- Hazırlanın! Orgenerale çıkacaksınız! ded .
Başka b r zaman olsaydı b r orgeneral bekletmemek ç n en büyük
hızla hazırlanır ve «Hazırım b nbaşım» d ye mukabele ederd . Ş md , belk
kasdî b r ağırlıkla hazırlanıyor ve ceketle kasket g ymekten baret olan bu
hazırlığı yaparken ıslıkla Harb Okulu Marşını çalıyordu. Her şey
tamamlanınca b nbaşıyla bakıştılar. Bu bakışmalarda y n yetten b r zerre
b le yoktu. B rb rler ne atılmaya hazır k düşman g b yd ler. Pusat h çb r
söz etmeden küstah b r tavırla önden yürüdü ve b nbaşı onu tak be mecbur
kaldı. B r palaskalı ve k süngülü de arkalarından gel yordu.
Ordu Müfett ş ’n n odasına g rd kler zaman verd ğ , ç nde askerî ruh
ve sertl kten eser bulunmayan selâm, onun orgenerall ğ ne değ l, yaşına
ver lm şt . Yaşlı asker asık yüzü, çatık kaşlarıyla onu süzüyor, topuklarını
b t şt rmes n , esas vaz yet almasını bekl yordu. Şahsına karşı saygısızlık
göstermese bu yüzbaşıya karşı yumuşak davranacaktı. Fakat ber k zorla
belâyı çağırır g b kavgacı bakışlarla bakıyor, toplanmıyor, aradak büyük
rütbe farkını hesaba katmıyordu. Orgeneral gerçekten öfkelenm şt . Kurmay
başkanının ve b nbaşının yanında b r yüzbaşıdan saygısızlık görmek gücüne
g tm şt . Sert b r sesle:
- Yüzbaşı! Vaz yet n düzelt! d ye çıkıştı.
Pusat bu htara aldırmadı. Gözler n orgeneral n gözler ne d kmekle
mukabele ett .
Bazen sözle fade ed lemeyen şeyler gözlerle fade ed l r. Ş md öyle
b r anda bulunuyorlardı. Bazen sert bakmasına rağmen saygılı olan gözler
bazen en naz k bakışlarla hakaret edeb l rler. Ş md y ne öyle b r anda
bulunuyorlardı.
Orgeneral bu yumuşak, fakat ısrarlı bakışlardan rahatsız olarak daha
sert b r sesle bağırdı:
- Sana söylüyorum yüzbaşı! Vaz yet n düzelt!
Pusat yumuşak ye sak n b r sesle cevap verd :
- Ben m vaz yet m n düzelt lecek tarafı kalmamıştır general!...
Bu edâ ve bu cümle Ordu Müfett ş n kudurtmuştu. Kend s ne
«Orgeneral m» demes lâzımken «General» d ye h tap ed yor ve bunu b r
s v lle konuşan başka b r s v l g b söylüyordu.
İler ye doğru ş ddetl b r adım attıktan sonra yüzü kıpkırmızı olduğu
halde haykırdı:
- Bana hakaret ed yorsun! Esas vaz yet al!
- B r vatan ha n nden saygı beklemey n z general!
Aynı sak n sesle verd ğ bu karşılıktan sonra ceb nden b r mend l
çıkardı ve alnını s ld . Bütün sükûnet ne rağmen alnından ter damlaları
n yordu. Yüzbaşının g tt kçe lâubâlîleşen tavrı karşısında b r an ne
yapacağını şaşıran, hattâ tabancasını çek p onu vurmayı b le düşünen Ordu
Müfett ş b rden «Vatan ha n » sözler ne takıldı. O, karşısında pek büyük
suçlu b r subay görmekle beraber vatan ha nl ğ n h ç hesaba katmamıştı.
Onca ne gazeteler n neşr yatı, ne hükümet n resmî tebl ğ b r mânâ
taşıyordu. Her şey D van-ı Harb’de anlaşılacaktı. Ş md bu genç yüzbaşı
«B r vatan ha n nden saygı beklemey n z!» derken orgeneral n kafası b rden
buna takıldı ve sordu:
- Hang vatan ha nl ğ ? Ne demek st yorsun?
Söz buraya gel nce Pusat soğukkanlılığını muhafaza edemezd . En
hazımlı nsanın b le kabul edemeyeceğ bazı şeyler vardır. Bütün ömrünce
vatan ve şeref mefhumları ç n yaşayan b r nsana vatan ha n demek, onu
çıldırtmak, her şey nkârına yol açmak, bu büyük ft ra karşısında susanlar
da dâh l olduğu halde herkese k n beslemes ne sebep olmak demekt .
Evet!... Artık soğukkanlılığını muhafaza edemezd . Artık eller
pantolonunun zıhlarına yapışmış olduğu halde konuşacağı günler geçm şt .
Orgeneral n masasında duran b r gazeteye doğru şahadet parmağını
tehd tkâr b r tavırla uzatarak sert b r sesle;
- Gazeteler okumadınız mı general? d ye gürled .
General t dal n kaybetm şt . Yola get remed ğ b r astla askerî
d s pl n ve terb yen n dışında konuşmak onu şaşırtmıştı:
- Gazetelerden sana ne? d ye karşılık verd .
Pusat acı acı gülümsed :
- Yaaa... Demek ben kend şeref mle lg lenmeyeceğ m! O resmî
tebl ğden sonra nsanlığın ve şeref n boş mefhumlar olduğunu anlamıştım.
Onun ç n karşınızda sted ğ n z g b duramıyorum...
Bunu söyleyerek küstahlığı b raz daha artırdı. Mend l yle alnını b r
daha s ld kten sonra eller n arkasına götürerek kavuşturdu.
Orgeneral bunu görmemezl kten gelmeye mecburdu. Çünkü
karşısında her şey kabul etm ş, her net cey göze almış b r çılgın vardı.
Fakat bu yüzbaşının ç nden neler geçt ğ n de merak etm yor değ ld :
- Sen, ded . Şeref ne bu kadar bağlı oluyorsun da neden kıralcılık
ed yorsun?
- Kıralcılık şerefs zl k m d r? O halde s z ve bütün üstsubaylar da
şerefs zs n z. Çünkü s z, ş md aleyh nde bulunduğunuz kırala vakt yle
sadakat yem n etm şt n z. Ömründe b r kere şerefs z olan b r nsanın sonra
yen den şerefl olduğunu b lm yorum. Ben se bu f kre meslekî b r zaruretle
gelm ş bulunuyorum. Bu f kr m de sırf bana sorulduğu ç n, yalan
söylememek kaygısıyla açığa vurdum...
Orgeneral, bu apaçık sözlerden sonra ç leden çıktı. Korkunç b r sesle
bağırdı:
- Terb yen takın yüzbaşı! Kanına mı susadın? Hâlâ asker olduğunu
unutma!
Pusat, ses n d kleşt rd :
- Askerl k öldü general! S ns s yasetç lere sırf ün formalı oldukları
ç n asker d yemem! Asker olduklarını kapımda bekleyen nz bat
teğmenler yle erler ne öğret n z. Ün formalı pol t kacılardan aldıkları
telk nle bana, Önyüzbaşı Sel m Pusat’a selâm verm yorlar. Önyüzbaşı
Sel m Pusat da onlardan aldığı ders daha yukarılara ulaştırmaktan başka b r
şey yapmıyor.
Fazla konuşmak boşuna d . Pusat, odasına gönder ld ve o andan
t baren hakkında daha sert muamele tatb k olunmaya başladı. Onu daha
küçük b r odaya, hücre den lecek kadar dar b r del ğe tıktılar. Burası
havasız, güneşs z, p s b r yerd . Bu muamelelerden ve nsanların topyekûn
kahpeleşmes nden sonra artık onun ruhu ölmüştü. Ruhsuz b r ceset ç nse
üzülmeye değmezd .
Sıkı kontrola rağmen arasıra gelen gazeteler vasıtasıyla kend
hakkında yazılanları okuyor, bu kadar çok namussuz nsan ve şerefs z
kalem n mevcud yet n ş md ye kadar nasıl b r gafletle anlayamadığı ç n
şaşıyordu. Bu çalkantı, bu fırtına şahsî b r kanaat n açığa vurduğu ç n
çıkıyor, kend s ne ft ra atanlar b rçokları tarafından r yakâr jestlerle
alkışlanıyor ve kend s yalan, ft ra, snâd tufanlarıyla boğulmak
sten yordu.
Pusat ayakta d md k duruyordu. Solgun ve zayıflamış olmasına
rağmen bütün bu güruhla tek başına b r ölüm-d r m dövüşüne hazırdı. Fakat
bu mkânı bulamadı.

D van-ı Harb’de duruşmalar başlarken, Ordu Müfett ş yle arasındak


sert konuşmanın karşılığı olarak eller ne kelepçe vurulmuştu. B leklere
takılan b r ft har madalyası g b kelepçey taşıyarak dudaklarında k ndar b r
tebessüm, gözler nde lanet okuyan b r parıltı olduğu halde mahkeme
salonuna g rerken bakışları le etrafı araştırdı. Ayşe orada d . Haz n
bakışlarla kend s n süzüyor ve çevrey saran düşman yığınına karşı
gösterd ğ st ğna le kend yanında olduğunu bel rt yordu.
Yüzbaşı Şeref, tıpkı kend uğradığı hakaretlere uğramış olduğunu
bel rten çok ağır ve c ddî b r yüzle uzaklara bakıyor, daha serbest olan ötek
sek z subay se aks ne, daha end şel gözüküyordu. Çünkü onların
kaybetmek kadar kazanmak şansları da vardı.
Duruşma sözde alenî d . Fakat tutuklu subayların eşler yle
anneler nden başka k mse çer alınmamıştı. D nley c sıralarını nz bat
subaylarıyla kıralcılığa düşman üstsubaylar ve generaller, b r de s v l
pol slerle M llî Emn yet memurları dolduruyordu.
Rüzgârlı, ser n, gamlı b r gündü. Salonun açık pencereler nden g ren
es nt bunaltıcı manevî havayı haf flet yordu. Savcı akla gelmez uydurmalar
ve yakıştırmalarla dolu dd anames n okuduğu zaman sanıklar memlekette
kırallığı ger get rmek ç n g zl cem yet kurmak ve orduyu buna âlet
etmekle suçlandırıldıklarını öğrend ler. Sorgular çabuk yapılıyordu. Sel m
Pusat’la Şeref kes n, kısa, sert cevaplar ver yorlar, kaçamak yapmıyorlar,
askerî terb yen n gerekt rd ğ saygıyı gösterm yorlardı. Ötek sek z k ş
askerî terb yen n cablarına r ayet ed yorlardı.
Zaten savcı da onlar ç n haf flet c sebepler ler sürmüştü. Sel m’le
Şeref ç n stenen ceza çok ağırdı.
Haftada üç gün yapılan duruşmalar savcı le Sel m ve Şeref arasındak
sert münakaşalar hal nde geç yor, yargıçlar da tarafsızlıklarını unutarak bu
tartışmalara savcı leh nde müdahalelerde bulunuyorlardı. Bazen kırallık ve
cumhur yet üzer nde akadem k b r konuşma başlıyor, o zaman k vatan
ha n yüzbaşı yargıçlarla savcıyı güç durumda bırakıyorlardı. Onlar her şey
kabul ed yorlar, fakat kırallığı ade, g zl cem yet, düşmanla şb rl ğ
snadlarını ş ddetle, asab yetle, karşılarındak ler tahk r ed c edalarla
redded yorlardı. Sel m yargıçlara: «Kırallık terb yes yle yet şen ve sadakat
yem n eden s zler n de kalben hâlâ kıralcı olduğundan em n m.» derken
Şeref: «Kıralcı olmak ç n tar h n en muhterem sîmâlarını b r kere
düşünmek kâf d r.» d ye tamamlıyordu. Tartışmalar bazen çığırından
çıkarak teferruata saplanıyor ve yargıçların, b lhassa k yüzbaşıyı zayıf
noktalarından yakalamak ç n yaptıkları teşebbüsler hal nde uzayıp
g d yordu.
Ayşe heyecanla bunları d nl yor, fakat Sel m’ f kr nden çev rmek
mkânsızlığını b ld ğ ç n mütevekk l davranıyordu. Hang sorulara
Sel m’ n ne şek lde cevap vereceğ n b l yordu. Onu lg lend ren c het
duruşmaların sonu d .
Bu son yalnız kend ler ç n değ l, adalet ve ahlâk ç n de pek fec
olmuştu: Sel m ve Şeref on beşer yıla mahkûm ed lm şler, d ğer sek z
k ş n n bazıları haf f cezalarla, b r k s de beraatle ş n ç nden
sıyrılmışlardı. Askerî Yargıtay daha cezayı tasd k etmeden acele ve kasdî
b r meras mle k s n n apoletler sökülmüş ve z ndanlarına götürülmüşlerd .

Fakat nasıl oldu b l nmez, gal ba Allah’ın b r müdahales yd , Yargıtay,


kararı kökünden bozdu.
Başka yargıçlar önünde yen den yapılan ve pek çabuk b t r len
duruşmada k yüzbaşı aşırı d s pl ns zl ğe uyan maddelerden k şer yıla
mahkûm ed l p, vatana hanetten beraat ett ler. Fakat artık onların yüzü
buna da gülmüyordu. Hap ste k yıldan çok yatmışlar ve asker olarak
g rd kler tutukev nden mesleks z olarak çıkmışlardı.
İk s b rkaç defa buluştuktan fakat h çb r şey konuşmayarak dalgın
bakışlarla sustuktan sonra, yeryüzünde h ç k mses olmayan Şeref, b r gün
Pusat’a kısa b r yazı göndererek nt har ett . Yolladığı kâğıtta:
«T yatro b tt . Beklemeye lüzum görmüyorum!» yazılıydı.
Pusat, arkadaşı ç n h çb r tören yaptırmadı. Para le tuttuğu üç k ş ye
kend s de katılarak onun tabutunu en yakın mezarlığa kadar b zzat götürdü.
Tabut kabre konduktan sonra üzer ne küçük b r bayrakla b r k tap bıraktı.
Mezarın toprağını tek başına doldurduktan sonra baş ucuna b r tahta parçası
d kt . Bunun üzer nde «Arkadaşım Şeref» kel meler kazılıydı...
5

AYŞE, maz y b r s nema f l m g b gözler n n önünde geç ren


tahayyülâtı bıraktığı zaman dördüncü ders n z l çalmıştı. Başmuav n yanı
başında peyda olarak zorak b r gülümsey şle:
- S z sınıfa takd m edey m, ded .
Sonra, Ayşe’ye b r şeyler çıtlatmak lüzumunu duyarak:
- Ş md Fen Şubes ne ders n z var. Bu sınıftan çok memnun
kalacaksınız. Çok y kızlardır. Dersler nden başka b r şeyle meşgul
olmazlar, d ye lâve ett .
Ayşe Pusat bu, sözlerle kend s ne kıralcılık propagandası
yapmamasının htar olunduğunu anlıyordu. Gerç onun bu g b şlerle h çb r
l ş ğ yoktu ama kocasına yapılan snadların z kafalardan hâlâ s l nmem ş,
kocası b le başka sebeplerle hap s yattığı halde herkes körükörüne onun
aleyh ndek propagandaya nanmıştı.
Ayşe, başmuav n n mâsını anlamamazlıktan geld . B rl kte son sınıfın
fen şubes ne doğru yürüdüler.
On kız b rden ayağa kalktı. Heps ş r n ve c ddî kızlardı. Fakat
gözler n n ç gülüyordu. Başmuav n somurtkan b r tavırla Ayşe’y tanıttı:
- Yen Edeb yat Öğretmen n z... Çok çalışınız ve kend s nden st fade
ed n z...
Bu tanıtma ne kadar soğuk ve kaba d . Yen öğretmen n adı dah
söylenmem şt . Kızlar sess zl k ç nde başmuav n n g tmes n bekled ler ve
o g d nceye kadar ayakta durdular. O zaman Ayşe oturmalarını şaret ett ve
dem nden ber gözler yle gülen kızlar bu sefer dudaklarıyla da haf fçe ve
naz kâne gülümsed ler.
Ayşe sınıfa b r göz gezd rd . On k ş n n dokuzu üç yıl öncek
talebeler yd . Önde yanyana oturan Aydolu le Nurkan yalnız güzell kler yle
değ l, çalışkanlıklarıyla da en lerde bulunan kızlardı. D ğerler ne de b rer
b rer bakıp s mler n hatırladıktan sonra arkada b r sıraya tek başına
oturmuş olan Güntülü’de bakışları durdu ve onun gür ve açık kumral
saçlarla çerçevelenm ş nce ve mânâlı yüzünü takd rle seyrett . Bu kızın
kend s ne karşı b r dost kalb taşıdığı muhakkaktı. Nerden, n ç n, nasıl?
Bunları b lm yor, b lmeye de lüzum görmüyordu. Ayşe’n n dost kalblere
ht yacı vardı. Kend s ç n fenalık stemeyen nsanlara hasrett . Böyle b r
kalb taşıyan nsan b r talebe b le olsa makbuldü. Yeter k menfaats z olarak
dostluk duyguları besles n...
Güntülü, utangaç gülümsemelerle kend s ne bakıyor ve yüzü
pempeleş yordu. Sabahley n menekşeye benzeyen gözler ş md elâ d .
Ayşe, bu lk derste onların ders durumunu anlamak ç n yerler nden
kaldırmadan edeb yata a t sorular soruyor, hem onların b lg dereces n
öğren yor, hem de çoktandır hasret kaldığı l ses n n b r sınıfına öğretmenl k
etmen n zevk n tadıyordu.
Aldığı cevaplar en müşk lpesend hocayı b le memnun edecek
mah yette d . Bu kızlar, fen talebes oldukları halde edeb yatı y b l yorlar,
aruzdan anlıyorlar, ş r n zevk n duyuyorlar ve edeb yat hakkında esaslı
f k r ve kanaate sah p bulunuyorlardı. Hele Nurkan ve sınıf mümess l
bulunan Aydolu fevkalâde d ler.
Ş md sıra sonuncuya, Güntülü’ye gelm şt . Elâ gözlü, mahcup
tebessümlü kız kend s ne h tap olununca ayağa kalktı ve Ayşe, bütün
d ğerler g b onun da oturarak cevap vermes n arzu ett ğ halde, sırf utanıp
kızarmasın d ye, b r şey söylemed .
- Edeb yat hakkındak duyguların nasıldır, Güntülü?
Bu sual, edeb yat öğretmen n n mûtadı olan sorulardan değ ld . Bu
kızı or j nal bulduğu ç n böyle b r şey sormuştu. Aldığı cevap pek hoşuna
g tt :
- Ders olarak da, sanat olarak da çok sever m efend m.
«S»ler pek haf f peltek olarak söylüyor ve bu haf f peltekl k onun
konuşmasına güzell k ver yordu. Ses de çok esrarlı ve ruha şley c d .
Ayşe, edeb yatçı olmanın verd ğ kab l yetle güzell kler seç p çıkarmakta
usta d . Gülümseyerek tekrar sordu:.
- N ç n severs n Güntülü?
Güntü ü, hocasına hayretle bakarak b rkaç defa gözler n kırptı ve aynı
esrarlı sesle cevap verd :
- Sevg n n n ç n olmaz k efend m... Düşünsem belk mâkul b r sebep
bulab l r m. Fakat bu hak kî sebep olmaz. Çünkü b z önce sever z. Sonra
sevd ğ m z şey n güzel taraflarını bulmaya çalışırız. Bu da
hodb nl ğ m zden doğar efend m.
Ayşe Pusat, kızın cümleler ne dalmıştı: Çok düzgün, gramer
bakımından yanlışsız cümlelerle konuşuyordu. Hele ş md gözler y ne
değ şm ş, dalgın b r hal almıştı. Reng de gal ba yeş ld . Nereye baktığı bell
olmuyor, fakat büyük b r ruh kudret taşıyordu. Onu bütün sınıf da
hayranlıkla d nl yor, b lhassa sam mî arkadaşları olan Aydolu le Nurkan bu
güzel konuşma karşısındak memnun yetler n yüz ç zg ler yle bell
ed yorlardı.
Ayşe, böyle b r talebes olduğu ç n sev nç duydu. G tt kçe artan b r
merak ç nde sual n yen led :
- Pek Güntülü, b ld ğ n ş rler arasında en çok beğend kler nden
b rkaçını sayar mısın?
Genç kız, başını b raz kaldırarak düşündü. Sonra öğretmen ne bakarak
yavaş yavaş anlatmaya başladı:
- Efend m! Fuzûlî’n n ş rler arasında:

Can verme gam-ı aşka k aşk âfet- cândır;


Aşk âfet- cân olduğu meşhûr-ı c handır.

d ye başlayan gazel beğen yorum. Fuzûlî’n n en güzel ş r , şüphes z


bu değ ld r. Fakat bunu anlayab ld ğ m ve âheng ne kapıldığım ç n olacak,
terc h ed yorum. Tasavvuf hakkında b lg m olmadığı ç n ş rler nden
b rçoğunu anlayamıyorum. Nedîm’ daha kolay anlıyor, fakat umumî
telâkk h lâfına şarkılarından zevk almıyorum.

B r nîm neş’e say bu c hânın bahârını,


B r sâgar-ı keşîdeye tut lâlezârını.
d ye başlayan gazel n çok beğen yorum. Namık Kemal’ n meşhur
Vatan kas des güzel olmakla beraber bana bey tler arasında b r vahdet yok
g b gel yor. Her bey t ayrı ayrı güzel. Fakat terk p kuvvetl değ l. Onun ç n
ben Namık Kemal’ n ş rler arasında:

Değ şmez fen m vardır,


Müstakır eşya mı kalmıştır

d ye başlayan murabbaı sev yorum. Hâm d’e gel nce, onun eserler
arasında pek azını görüp okuyab ld m. Bazılarını h ç anlamadım. Eşber’ n
İskender’le konuşmasını güzel buluyorum...
Buraya gel nce Güntülü b rdenb re sustu. Halbuk Ayşe onun
konuşmakta devam etmes n st yordu. Trende hızla g derken bazen güzel
manzaralar görülür. Yolcu b raz sonra bu manzaranın değ şeceğ n ve onun
yer ne ruhsuz b r görünüş geleceğ n b lerek üzülür; güzel manzaranın h ç
b tmemes n temenn eder. Onun g b , Ayşe de bu kızın susmamasını, hep
konuşmasını st yordu. B r öğretmen ç n en büyük haz çalışkan, akıllı ve
kavrayışlı b r taleben n sorulara cevap vermes d r. Bu hazzın devamı
steğ yle yen den sordu:
- Hâm d’den sonrak ler n ş rler arasında beğend kler n yok mu
Güntülü?
- Var efend m. Terc h yapmak ç n düşünüyordum. Bunların pek
çoğunu okudum. B r hayl s da ezber mded r. Çokluk arasından terc h
yapmak güç oluyor efend m. Müsaade edersen z ş r sm değ l de şa r adı
söyleyey m: Önce Yahya Kemal’le Faruk Naf z’ n, sonra da Al Mümtaz’ın
ş rler n beğen yorum. Bunlardan başka tanınmış veya tanınmamış b rçok
şa rler n eserler nden çok hoşuma g den parçalar da yok değ l. Bazen
alelade şa rlerden b r n n b r tek ş r , bazen b r ş r n herhang b r dörtlüğü
veya beyt , bazen de tek mısra bende kuvvetl b r nt ba bırakıyor, tes r
yapıyor. Ezber mde sah pler n n adını b lmed ğ m epey mısra var. Meselâ
şa r n n k m olduğunu unuttuğum, nerde okuduğumu hatırlamadığım b r
mısra var k çok hoşuma g der:

B z arza bağlayan: Yaratmak ht yacı...


Belk bu mısrada ş r sanatı bakımından b r üstünlük yoktur. Fakat
yaşamayı güzel b r sebebe bağladığı ç n ben m çok hoşuma g d yor
efend m.
Güntülü y ne sustu. Ayşe takd rle gülümsüyordu:
- Bu mısra Osman Faruk Ver m’ nd r. B z Arza Bağlayan adındak
küçük b r ş r mecmuasının lk manzumes d r, ded ve bugünlere göre daha
kuvvetl talebeler n yet şt ğ kend zamanında b le bu kadar seçk n b r kızın
bulunmadığını düşünerek onu daha çok sevd .
Bütün sınıf d kkatle Ayşe’ye bakıyordu. Onda üç yıllık ızdırabın
bıraktığı zler araştırıyordu. Genç hocalarının omuzlarına dökülen
saçlarındak ak teller göze çarpacak kadar çoğalmıştı. Kara saçlar üzer nde
daha kolay bell olan bu beyazlar üç yıllık ç len n hatıraları d .
Ayşe, onların gönüller nden geçen şeyler hemen hemen anlıyordu. O
dak kada kalb onlar ç n o kadar büyük b r şefkatle doluydu k b r yandan
sorularla meşgulken b r yandan da: «Yarabb ! Bu kızlardan h çb r n n
mukadderatı ben mk ne benzemes n!» d ye dua ed yordu.
Güntülü, sırasının yanında ayakta durarak beklerken el n yüzünde
gezd rerek zar f b r hareketle saçlarını düzeltt ve y ne o mahcup
gülümsey şle öğretmen ne baktı. Ayşe sualler n kesm yordu:
- Ya en çok beğend ğ n roman hang s Güntülü?
- Roman hususunda gal ba b raz müşk lpesendl k ed yorum efend m.
Manzumeler kısa olduğu ç n tes r ânî ve kuvvetl oluyor. Roman uzun
olduğundan herhang b r yer ndek aksaklık, kuvvetl taraflarının tes r n
g der yor ve ben h ssî hareket ett ğ m ç n onun güzel ve kuvvetl
kısımlarını da nkâr ed yorum. Bu yüzden, en çok beğend ğ m roman, b r
kadın romancının o kadar tanınmamış b r eser oldu efend m.
Güntülü b raz durdu ve Ayşe üzüntüyle ç n n burkulduğunu h ssett .
Güntülü’nün çocukça b r terc h yaparak bayağı romancılardan b r n n
bayağı b r eser n söylemes nden korkuyordu. Bu kızı lk görüşte o kadar
beğenm şt k onun b lmeyerek kötü b r romanı sevmes n b le stem yordu.
Bu sual sorduğuna p şman olmuştu. Alacağı cevaptan çek nerek:
- O romanı söyler m s n Güntülü? ded .
- Saf ye Erol’un C ğerdelen’ efend m. B lmem k bana hak verecek
m s n z?
Ayşe gen ş b r nefes aldı ve gülerek:
- Sana tamamıyla hak ver yorum Güntülü. Ben de sen n f kr ne şt rak
ed yorum, d ye cevap verd .
Genç kız, güzel b r gülümseme le sev nc n gösterd ve y ne
menekşeye benzemeye başlayan gözler n Ayşe Pusat’a çev rerek yen
sualler bekled .
Ayşe memnundu. Bu kız yet şt r l rse Edeb yat Fakültes
kürsüler nden b r n büyük b r ehl yetle doldurab l rd d ye düşündü ve bu
düşüncen n şevk yle b rdenb re:
- L sey b t r nce, nereye g tmey düşünüyorsun Güntülü? d ye sordu.
O, yüzü haf fçe pembeleşerek cevap verd :
- Çocuk doktoru olmak st yorum efend m.
- Herhalde bu mesleğ n ç n seçt ğ n zah edeb l rs n Güntülü...
Genç kız gülümsed :
- Şüphes z efend m. Çocukları çok sever m de... Onlara faydalı
olab lmek ç n uzun t p tahs l n göze alab l yorum.
Ayşe de bütün öğretmenler g b kab l yetl talebeler n n kend
mesleğ ne g rmes n sterd . Güntülü’ye söyleyecek pek çok sözü, verecek
hayl öğütler vardı ama daha lk derste sam m yet ler götürmek
stem yordu. Müdürün bu sabahk davranışını düşünerek neşes n kaybeder
g b oldu. Fakat duygularıyla mücadeley öğrenm şt . Gönlünde dolmak
üzere olan keder yenerek sordu:
- Tab atüstü masal unsurlarıyla dolu olan m llî destanların hak katle
b r lg s var mıdır?
- Herhalde vardır efend m. Günümüzde b le destanlar teşekkül ed yor.
Fakat vakalar, şahıslar, şahısların karakterler o kadar değ şt r l yor k
hak kat anlamak güçleş yor efend m.
Burada bütün sınıf Ayşe Pusat’ın yüzünden b r keder dalgasının hızla
geç p kaybolduğunun farkına vardı. Güntülü devam ett :
- Meselâ b z m Oğuz Han destanındak mübalagalar ve fevkalâdel kler
arasından çıkarab leceğ m z net ce: Destanın Oğuz Han adını verd ğ b r
şahs yet n büyük fütuhat yapmış olmasıdır. Hatta belk de Oğuz Han
hak katte b r tek şahıs değ ld r de b rb r ardınca gelen b rkaç hükümdardır.
Hatta belk de bu hükümdarlardan h çb r n n adı Oğuz değ ld r de bu adı
destana d nî b r sebeple veya çt maî b r zaruretle daha sonrak asırların
destancıları sokmuştur. B r de destanlar m lletler n ülküsünün tohumlarını
taşırlar efend m. Bu bakımdan geçm ş anlattıkları tadar geleceğ de
tasavvur ve tahm n ederler. Tab î, st kbal hakkındak tasavvur ve tahm nler
vuzuhsuz ve gayrı-şuurî b r halded r.
- Çok güzel anlattın Güntülü. Ş md b raz da vez nler hakkındak
düşünce ve kanaatler n anlat.
- Bugünlük aruz daha çok hoşuma g d yor efend m. Ama bunun
n ç n ne cevap vereb l r m: Daha büyük üstadlar el nde şlen p
olgunlaşmıştır. Zannedersem lerde hece, ahenk bakımından aruzu geçecek,
fakat hecey tekâmül ett recek büyük şa rler aruzun aheng nden, mu-
s kîs nden çok st fade edeceklerd r. Belk de hece le aruzun b rleş p
kaynaşmasından yen b r vez n doğacak ve bu yen vez n aruzun r tm n ,
hecen n mânâ kuvvet ç n elzem olan serbestl ğ n kend s nde toplayacaktır.
Bugün serbest vez n den len şey beğenm yor ve bu türlü yazılara serbest
vez nl değ l, vez ns z demen n daha çok yakışacağını zanned yorum.
F kr mce serbest vez n, y ne vez nl olmak şartıyla, mısraların b rb rler ne
tâb olmayarak serbest bulunmasıdır. Onun ç n D van şa rler n n
müstezadları serbest vezn n lk örnekler sayılab leceğ g b yen lerden
Orhan Seyf ’n n «Fırtına ve Kar» adlı güzel manzumes yle En s Beh ç’ n
«Gem c ler», «Süvar ler» g b ş rler serbest vezn n yen ve güzel
örnekler d r. Meselâ Süvar ler ş r nde:

Ey vatan!
Güzel Turan!
Sana feda b z varız.
Düşman oğlu meydana çık!
Kahramanlık k mde se anlarız.

mısralarında heceler n yavaş yavaş çoğalması keyfî değ l, r tm k b r


kanuna göred r. Fakat bu kanun fade ed lmekten z yade h ssed l r
mah yetted r. Serbest vez nl den len yen yazılarda se bu r t m olmadığı
ç n bunlar manzume olmak vasfını taşımıyor.
Ayşe hazla d nlerken bu kadar sağlam b r edebî zevke mal k olan bu
kız tıp mesleğ ne g receğ ç n c dden esef duyuyordu.
- Pek Güntülü, sana b r de kend n hakkında sual sormak st yorum.
Gerç fen talebes s n ama bu n hayet son yılların sana verd rd ğ b r kararın
net ces d r. Ondan daha önce, b rçok öğrenc ler g b sen de ş r yazmak
arzusuna kapıldın, manzume yazdın mı?
- Hayır efend m. Edeb yatı da ma sevmeme rağmen manzume
yazmayı denemed m ve düşünmed m.
Ayşe kol saat ne baktı. Ders b tmek üzere d :
- Son olarak sana aruzla yazılmış bazı mısralar soracağım. Sen de
bana onların vez nler n bulacaksın Güntülü.
- Pek efend m!
Ayşe bu kadar çok ısındığı bu kızın h çb r soruyu cevapsız
bırakmaması ç n lkönce bas t ve kolay vez nlerle şe g r şmek st yordu.
Hafızasını yoklayarak sormaya başladı:
- Ş md ay b r serv- s m nd r suda.
- Fâ lâtün fâ lâtün fâ lün.
- Gecen n b r kederl zâ r y m.
Güntülü b r san ye düşündü ve derhal:
- Fe lâtün mefâ lün feîlûn, d ye cevap verd .
Sank kend s mt handaymış g b Ayşe’n n ç t tr yordu. Bununla
beraber talebeler ç n daha güç sayılan vez nlere g tmekten de ger
kalmıyordu:
- Ş mşek g b b r semte atıldık yed koldan.
Güntülü mısraı tekrar ett kten sonra dalgın bakışlarını Ayşe’ye çev rd
ve y ne el yle saçlarını düzelterek vezn söyled :
- Mef’ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün.
Ayşe memnundu. Artık son vezn b lmese de üzülmeyecekt . Aruzun
en güç vezn n sormaktan çek nmed :
- İlk hasret yle gençl ğ m n lk elemler
Ey paslı teller nde gülen, ağlayan aruz!
Güntülü’nün yüzüne b rdenb re o tatlı pembel k bastı. Kend kend ne
lk mısraı b r k defa tekrarladı. Tekrarlarken parmaklarını gayet haf f
şek lde, tırampet çalar g b sıranın üstüne vuruyordu. Ötek kızlar da kend
aralarında bunun vezn n bulmaya çalışıyorlardı. Hatta b rkaçı kâğıt üzer ne
hat, nokta ç zerek vezn n bulmak st yorlardı. Fakat Güntülü onlardan önce
buldu:
- Mef’ûlü fâ lâtü mefâîlü fâ lün.
- Afer n Güntülü...
Bütün sınıf memnun ve müfteh rd . Ayşe’n n soracak b r şey
kalmamıştı. Fakat z l henüz çalmadığı ç n boş durmak da stemed ve son
sual n sordu:
- Ş md ye kadar ben mısra söyled m, sen de vezn n buldun Güntülü.
Ş md ben vezn söyleyeceğ m, sen de o vez nde b r mısra bulacaksın. Bana
«mef’ûlü mefâ lün feûlün» vezn nde b r mısra bulab l r m s n?
Güntülü y ne başını haf fçe kaldırdı. Aklından b rçok ş rler geç rd ğ
muhakkaktı. Daha lk derste onu bu kadar ağır b r sorguya çekmek
haksızlıktı ama o bununla yıl sonundak numarasını da ş md den almış
olacaktı. Arkadaşları da yüzler n merakla ona çev rm şlerd . Güntülü
bunun farkında olmadan cevabını verd :
- Gönlüm dolu âh u zâr kaldı!
Ayşe’n n da ma gülümseyen yüzündek tebessüm b r anda s l nd .
Genç kız bunun farkındaydı. Telâşla:
- Yanlış mı söyled m efend m? d ye sordu.
Öğretmen zorak olarak yen den gülümsed :
- Hayır Güntülü. Çok doğru söyled n...

Ve sınıf kapılarında çınlayan z l ders n b tt ğ n haber verd .


6

AYŞE eve geld ğ zaman Sel m masanın başında harb tar h ne a t


k taplarla meşguldü. Epey zamandan ber b r gazeteye müstear s mle askerî
makaleler yazıyor, Ayşe’n n omuzlarındak ağır yükü böylel kle
haf fletmeye uğraşıyordu. Fakat bütün bunları zorak b r d d nme le,
kend s n sıkarak yaptığı bell yd . Esk den o kadar faal olan Sel m ş md
durgun, düşüncel , mahzun b r adam olmuştu. Pencereden ufka dalarak
öldürdüğü saatler, haftalarca gülmeden geç rd ğ zamanlar ruhî b r buhranın
olduğu kadar müth ş b r kararsızlığın da alâmetler olab l rd . H çb r şeyden
ş kâyet etm yor, fakat h çb r şey de beğenm yordu. Hayattan zevk almak
hassasını kaybetm şt . H çb r yere çıkmıyor, h çb r eğlenceye g tm yor,
k msey aramıyor, kend s n z yaret edenler n yüzüne bakmıyordu. Çok az
konuşuyordu.
Esk den sık sık çk çer, çt ğ zaman çok neşelen r, yanındak lerle
şakalaşırdı. Ş md daha çok ç yordu. Fakat aşırı derecede çmes ne rağmen
yüzü gülmüyor, aks ne daha karanlık ve kederl b r hal alıyordu. Gar p gar p
huylar ed nm şt : Böyle gecelerde apoletler sökülmüş subay ün formasını
ve ç zmeler n g y yor, ev n en gen ş odası olan çalışma odasında muttar d
adımlarla dolaşıyordu. Marşlar çalındığı zaman radyoyu d nl yor; ç yor,
ç yor, bazen sendeleyecek kadar sarhoş oluyor, fakat neşelenm yordu.
Odada gez n rken bazen k tapların önünde duruyor, büyük meydan
savaşlarından b r n anlatan b r c ld çek yor, sayfalarından b r ne yahut
har tasına baktıktan sonra yer ne koyuyordu.
Sel m Pusat harb tar h ne a t tetk kler de hazırlıyordu. Bunlarla
meşgulken ruhen rahat olduğu yüzünden anlaşılıyordu. B lhassa Mete le
An bal’ , yaptıkları mha savaşlarına göre mukayese eden etüdü or j nald .
Fakat onu da b t rmeden bırakmıştı.
Sevd ğ büyük askerler arasında Mete başta gel rd . Çünkü o hem
asker, hem de teşk lâtçıydı. Ordu değ l, m llet yaratan adamdı. Aylarca
uğraşarak yaptığı har talar üzer nde B lge Tonyukuk ve Kül Teg n’ n
seferler n ncelem ş ve bu k kumandana hayran olmuştu. Selçuklulardan
Çağrı Beğ’ çok beğen r, fakat «Kumandandan z yade kahramandır.» derd .
Her g rd ğ savaşı kazanan Afş n Beğ hakkındak b lg n n eks k olmasına
acınırdı.
Büyük kumandanlar ve büyük mha savaşları üzer nde uğraşa uğraşa
savaş ve kumandanlık felsefes ne g rm ş, büyük askerler n hang şartlar
altında yet şt ğ n araştırmıştı. Vardığı sonuç şuydu: Büyük askerler
kırallıklarda yet ş r.
Sel m Pusat tam b r asker olduğu ç n s yasî b r mesele olan rej m
şler üzer nde f k r yormamıştı. Ona göre rej m aşağı yukarı m lletler n,
cem yetler n elb ses yd . Elb seler n sıhhî ve gayrısıhhî olanları, yakışanları,
yakışmayanları bulunduğu g b rej mler n de yarayanları, yaramayanları
vardı. Cumhur yet belk çok güzel b r rej md . Fakat büyük kumandan
yet şt rmek bakımından k fayets zd .
Bu tıpkı, sıcak kl mler ç n pek sıhhî olan beyaz, açık, keten
elb seler n S b rya bölges nde zararlı, öldürücü oluşuna benz yordu. Bu
kanaatından dolayı uğradığı haksızlık ve ft ralar aklına geld kçe çılgın b r
öfkeyle sarsılıyor, gözünde kan tütüyordu. Da ma aşırı olduğu ç n ken-
d s ne düşmanlık edenlere karşı duyduğu nefret yavaş yavaş başka
nsanlara da teşm l etm şt . Kötülükler gördükçe hayatta faz letl olarak
kalınamayacağını kabul ed yor, kend s bu yola asla g remeyeceğ ç n
yaşamaktan soğuyor, robot hal ne gel yordu. Den leb l rd k Sel m’ n
kalb nde sevg den eser kalmamış, onun yer n k n ve t ks nt doldurmuştu.
Ayşe’y üzen nokta bu d . Gönlünde sevg n n eser kalmamış olan kocası
kend s ne ne vereb l rd ? Onun gözler nde sevg yle yanan esk ışıkları
boşuna aramıştı. Vakt yle o kadar canlı olan bu adam artık b r gölge, b r
hayal, b r ruh g b dolaşıyordu. Bununla beraber Ayşe henüz bütün
üm tler n kaybetmem şt . Onda arasıra bu dünyaya a t nsanlığın zler n ,
kıvılcımlarını görüyordu. B r gece radyoda «Esk Arkadaşlar» marşı çalınır-
ken gözler önce enerj k b r sev nçle parlamış, sonra haf fçe nemlenm şt .
Başka b r gün Ayşe’ye esk edeb yatın garâmî şa rler hakkında sualler
sormuştu. Garâmî ş rlerle meşgul olmak hayata dönmen n şaret g b d .
Ayşe bunu o kadar st yordu k kocasının kalb nde yen den ateş n yanması
ç n, onun b r başkasını sevmes ne b le razıydı.
Arasıra, onu n sbeten sak n ve yumuşak gördüğü zamanlarda
münakaşa açar, b raz neşelenmes , gez p tozması ç n ısrar eder, d l döker,
fakat sess z ve h ss z b r mukavemetle karşılaşırdı. Pusat artık h çb r şeye
nanmıyor, herkes ğrenç görüyor, her zevk bayağı buluyor, her şeyle nce
nce st hza ed yordu.
O yaralı b r nsandı. Kalben ve h ssen askerl ğe bağlı kalmış, fakat bu
ç rkef asırda bazı askerlerde b le askerl k ruhunun tavsadığını görerek en
der n yer nden nc nm şt . En alçak ft raların çamuruyla boğulurken,
görülmem ş haksızlıklara uğrarken Tanrı kend s ne yardım etmem ş,
ummanlar g b olan rahmet nden b r damlacık b le saçmamıştı. Ahlâkı,
adalet , nsanlığı, dostluğu, her şey görmüş, bunların b rer serap olduğunu
acı tecrübelerle öğrenm şt . Altı uçurum olan çürük b r tahta köprü üzer nde
kend s n nasıl emn yette sayardı? Ayşe le Tosun olmasa...
O zaman arkadaşı Şeref’ hatırladı: “T yatro b tt . Beklemeye lüzum
görmüyorum...”
Acaba kend s ney bekl yordu? İç nde anlaşılmaz b r duygu vardı k
ona b r şey bekled ğ n söylüyordu. Bunun ne olduğunu düşünüyordu.
Bazen b r ses n kend s ne «Belânı bekl yorsun!» ded ğ n duyar g b oluyor,
sonra radî b r ceh tle bunun tes r nden kurtularak harb tar h ne,
gez nmes ne veya keder ne dalıyordu.

Ayşe odaya g r nce Sel m başını kaldırdı ve onun gülümseyen


gözler ne hüzünlü bakışlarla karşılık verd . Ayşe bugün baht yardı. Kocası
b raz neşel olsa daha da mesut olacaktı. Saadetler n de başkalarına geç c
olduğunu b ld ğ ç n Sel m’e bazı şeyler söylemek st yordu. Hap sten
çıkalıdan ber ona «Nasılsın?» demey bırakmıştı. Kocası y değ ld ve y
olmadığını b len Ayşe’n n nasılsın d ye sormasına h ddetlen yordu. Onun
ç n, ona her karşılaşmalarında ayrı b r şey söylemek cab ed yordu.
- İy çalışab ld n m ? d ye sordu.
Pusat, dudağını bükerek b r memnun yets zl k hareket yaptıktan sonra
masadan kalktı; gez nmeye başladı.
Ayşe esk den kocasıyla dertleş r, gündüz gördükler nden lg çek c
bulduklarını ona anlatır, onun da kend s ne anlatmasını beklerd . Fakat artık
Pusat böyle şeyler d nlem yordu. D nl yor g b gözüktüğü zamanlarda da
kafası da ma başka şeyle meşguldü. Ayşe de bunu b ld ğ ç n Sel m’
lg lend recek şek lde b r şeyler söylemeye arzu duyuyordu:
- Dünyada herkes kötü ve vefasız değ lm ş. B ze dost olanlar da
varmış… d ye başladı.
Bu sözle beraber kocasının yüzünde st hza ç zg ler n n bel rmes b r
oldu. Ayşe, st hzanın söze nkılâbını önlemek ç n hemen devam ett :
- Kızların ben karşılayışını görseyd n sözüme hak ver rd n!
- Kızlar ded ğ n çocuklar sen n k m olduğunu nereden b lecekler?
- Hemen hemen heps esk talebeler m. Yen ler de k m olduğumu
esk lerden öğrenm şlerd r.
- Bu esk vefalı çocuklar üç yıl öncek vukuatı hatırlayab l rler m
acaba?
- Neye hatırlamasınlar? Üç yıl ned r k ?
Pusat gez n yor ve Ayşe’ye bakmıyordu. Herhalde alay olacaktı:
- Bu kadar kesk n hafızalı talebeler n olduğu ç n tebr k eder m! ded .
Esk den olsaydı Ayşe bu sözlere gönlünün tâ ç nden kırılırdı. Fakat
gönlü kırıla kırıla toz hal ne gelm ş, kırılacak tarafı kalmamıştı. Hayatın âh
u zâr le doldurduğu b r kalb, y ne hayatın kırdığı b r s n n, çok yakın
b r s n n st hzalarından yüksünecek değ ld ya. O zaten kend s n n artık b r
hastabakıcı olduğunu b l yordu. Fakat öyle b r hastabakıcı k hastanın derd
anlaşılmıyor ve hasta ş kâyet etm yordu. Sel m’ hayata karıştırmak ç n her
şey den yor, fakat h çb r nde muvaffak olamıyordu. Sebatçı karakter
olmasa ş md ye kadar çoktan vazgeçer, kocasını kend hal ne bırakarak
hayattan kend s de meyus olurdu. Arasıra bezg nl k duymasına rağmen
uğraşmaktan caymıyor, yen yen usullerle onu oyalayacak şler bulmaya,
zevk alacağı şeyler keşfe çalışıyordu. Sel m’ n cesaretten hoşlandığını
b ld ğ ç n kızlarının cesur hareketler nden söz açtı:
- Muh tten korkmayan kızlarmış. İdaren n bar z b r şek lde yaptığı
baskıya rağmen dostluk h sler n göstermekten çek nmed ler. Hele b r tanes
vardı k ...
Ayşe sustu. B r kasıtla değ l, Güntülü’yü hatırlayarak, bazen dalgın,
bazen yırtıcı, bazen mahcup bakan ve reng anlaşılamayan gözler n
düşünerek, uzun ve muntazam cümleler n duyar g b sustu. Pusat
gez nmes ne devam ederek sordu:
- Evet, o b r tanes ne yaptı? Kıralcı olduğunu mu söyled ?
Sel m her zaman, her yerde böyle konuşuyordu. Alay ed yordu. Yahut
da sam mî d de alay nt baı bırakıyordu. Ayşe bunlara alışmıştı. Maz n n
kuvvetl bağları olmasa, müşterek felâket k s n b rb r ne yaklaştırmış bu
lunmasa ona b r lâhza b le tahammül edemezd . Fakat maz n n bağı ve
st kbal n üm d kend s n tahammüle sevked yor, cefakeş b r derv ş g b her
şeye katlanıyordu. N tek m kocası da hayat cehennem ne, ne olduğu Ayşe
tarafından çok merak ed len meçhul b r şey ç n dayanıyordu.
- Kıralcı olduğunu tab î söylemed . Fakat esk talebem olmadığı halde
dersten önce öğretmen odasına gelerek etrafa meydan okurcasına ben
selâmladı.
- Büyük kahramanlık! Alkışlanmaya lâyık b r kızmış.
Bu sözler büyük b r c dd yetle söylenm şt . Fakat o kadar büyük b r
st hza hamules saklıyordu k bu kadarına Ayşe b le tahammül edemed .
İsyan edecekt . B r hastayı kırmaktan çek nerek bu alayı da s neye çekt :
- On k ş den mürekkep fevkalâde b r sınıfım var. Hele çler nden üç
tanes bulunmaz çocuklar. İs mler de çok güzel...
- B l yorum. Ya Oya’dır, ya B rsen’d r, yahut Fügen...
Ayşe gülümsed . Bütün st hzasına rağmen kocasının bu kadar
konuşması y ne b r şeyd :
- B lemed n! ded . Öyle moda s mlerden değ l. Bak, sen n de hoşuna
g decek: Aydolu, Nurkan ve Güntülü...
Ayşe, kızların adını söylerken Sel m, Napoleon’un harbler ne a t b r
c ld gözden çekm ş, karıştırıyordu. Hızla başını çev rerek:
- Güntülü mü ded n? d ye sordu.
- Evet.
- Ne gar p ad! Ötek ler neyd ?
- Nurkan, Aydolu.
Pusat, k tabı aldığı yere koyarak gez nmeye başladı. Çok dalgın b r
hal vardı. Y ne Ayşe’ye bakmadan sordu:
- Bu eserlerde b r tel f zaafı görmüyor musun?
Ayşe şaşırmıştı:
- Hang eserlerden bahsed yorsun?
Ötek haf fçe gülümsed :
- Özür d ler m. Napoleon’a a t eserle sen n sevg l kahraman kızlarını
b rb r ne karıştırdım. Yan bu kızların adında d l bakımından b r
gayrıtab îl k bulmuyor musun demek stem şt m.
- Hayır.
- Yaaa... Nurkan ne demek acaba?
- Nur kanlı demek.
- Ya Aydolu?
- Ayın on beş .
Pusat başını salladı:
- Zorak yakıştırma... Dolu ay demek lâzımdı. Ama sen öyled r dersen
öyled r. Güntülü’yü de ben kabul ed yorum. Vakt yle okuduğum sarf
dersler ne göre k nc nev zafet terk b d r. Her ne kadar günün tülü
olmazsa da gramer bakımından doğrudur.
Ayşe memnundu. Çoktandır duymadığı b r neşe le devam ett :
- B r görsen sen de çok severs n. Pek zek ve b lg l kızlar. Üstel k o
kadar da güzel şeyler k ... B rer ş r kadar...
- B r mha savaşı kadar da güzel m ?
Ayşe onun bu g b gar pl kler ne alışık olmakla beraber y ne neşes n
kaçıran b r hayrete düşerek bakmaktan da kend n alamadı:
- İmha savaşı güzel b le olsa b r kızın güzell ğ le onun arasında nasıl
b r benzerl k kurab l yorsun?
- Kızların güzell ğ n ş re benzetm şt n de...
- Evet?
- Ş r nce sanatlardan b r s olduğu ç n ş r n güzell ğ n kızların
güzell ğ ne benzett n. Harp sanatı nce sanatların başında gel r. En güzel
örnekler n de mha savaşlarında bulab l rs n.
Ayşe, kocasını kırmamaya çalışarak t raz ett :
- Kabul ama bu nce sanat kan ve ölümle doludur. B r genç kızın
güzell ğ ne benzer m ?
- Ş r gözyaşıyla, harb kanla doludur. Kızın güzell ğ n ş re
benzet rken kızla ş r n benzer tarafları olarak neler buluyorsun? Ş r nce,
kız da nce... Ş r hoşa g d yor, kız da hoşa g d yor... Ş r gözyaşı
döktürüyor, kız da gözyaşı döktürüyor, değ l m ?
Ayşe net cen n nereye varacağını kest remeden başıyla b r kabul
şaret yaptı. Sel m odada gez nerek ve Ayşe’ye bakmayarak devam ett :
- B rkaç k ş ye gözyaşı döktüren b r kızı güzel d ye kabul ed yorsun
da b r kalabalığı kana bulayan kıza neden çok güzel dem yorsun? İmha
savaşı yüksek ve nce b r sanatla ve cesaret mayasını kullanmak suret yle
vücuda get r lm ş b r eserd r. Sermayes candır. İmha savaşına benzeyen b r
kız, şüphes z ş re benzeyen b r kızdan daha güzeld r. Çünkü mha
savaşında b r kes n sonuç vardır. Ş rde se h çb r şey...
Ayşe şefkatle gülümsed . Sel m y ne aşırılık ed yordu:
- D kkat et, ded . Ş r bu kadar küçümserken kend n n de şa r
olduğunu unutuyorsun.
Kocası b rdenb re durdu. D kkatle Ayşe’ye bakarak yüzündek mânâyı
okumaya çalıştıktan sonra:
- B r edeb yat öğretmen olarak ben şa r telâkk eder m s n? d ye
sordu.
Ayşe c dd leşerek cevap verd :
- Elbette. Sen n bazı ş rler n antoloj lere alınab lecek değerded r.
Sel m Pusat, askerî l se talebes olduğu zamanlardan ber ş r yazardı.
Harb Okulu’nda bu merak devam etm ş, subaylığı sırasında da ş rle
uğraşacak vak t bulab lm şt . Fakat Harb Akadem s ’ne g r nce her şey
bırakmış ve sanatların en c ddîs , güzel sanatların en üstünü olarak harb
sanatını kabul etm şt . Yazdığı ş rler arasında coşkun m zacının mahsulü
olan b rkaç l r k mısra yok değ ld . Fakat kend s n h çb r zaman şa r
saymamış, daha sonra da ş rden nefret etm şt . Başına felâket geld kten
sonra se dünyada ş r sanatı d ye b r sanat olduğunu hatırlamaz olmuş, hele
kend s n n de b r zamanlar ş r yazmış olduğunu tamam yle unutmuştu.
Ayşe kend s ne şa r olduğunu hatırlatınca esk yazılarını hafızasında
bulmaya çalıştı:

Aşkınla sen n bunca gönül etmede nâle,


Uğrunda akan gözyaşımız oldu şelâle,
Onmaz kara sevdamızı kan söndürecekt r...

Bunlarda ne vardı? H ç... İç nde aruzun âheng nden başka b r şey


bulunmayan bu mısraları Sel m gülünç buldu.
O füsunkâr ve güzel gözler her kalb deşen
Öyle b r nazlı kızın aşkına düştüm ben k ...

Sel m bunun arkasını hatırlamak stemed . Nazlı kızlardan nefret


ed yordu. Bütün kadınların ve kızların Ayşe g b enerj k ve met n olmasını
st yordu. B r anda talebel k zamanının hatıraları beyn nden geçt ve bu
arada b rkaç kızın hayal hafızasında parladı. Artık onlar kend s ne yabancı
ölüler n s mler g b boş ve ruhsuz gel yordu. Aruzla yazılmış olan bu
mısralarda h çb r güzell k yoktu. B rdenb re aruza karşı b r ğrent duydu ve
onu boya le ç rk nl ğ n saklayan b r kadına benzett .
Ş md hece vezn yle yazmış olduğu mısraları hatırlamaya uğraşıyordu.
Kafasına b rtakım müphem bey tler gel r g b oluyor ve heps b rb r ne
benz yordu: Aşk, aşk, aşk. Kend kend ne «Ne kadar da çok aşk…» d ye
mırıldandı. «Yalan olduğu bundan da bell .»... B rdenb re dudaklarından
haf fçe k mısra döküldü:

Ey b r eş bulunmaz fedakâr, mert arkadaş!


Kıskandırdın b z sen, bak ölümün ne şanlı!

Şanlı ölüm anılınca Pusat heyecanlandı ve bunun ne zaman, k m n


ç n yazıldığını düşünmeye koyuldu. Aklına k mısra daha gel yordu:

Arkadaşımızın mert ve şan dolu göğsünde


Şeh tl ğ n n şanı b r kızıl gül açıldı...

Sel m pencereden ufka bakarak arkadaşı Şeref’ düşündü. Acaba bu


bey tler esk ve unutulmuş b r manzumen n parçaları mıydı? Yoksa ş md
Şeref hatırlayarak rt calen m söylenm şt ? Ne gar p!... Y ne beyn nde
gar p b r şeyler oluyor, kend s n çok esk zamanlara götürüyordu. Son
günlerde onda acay p b r hal peyda olmuştu. B r hâd se, b r söz onda
anlaşılmaz tedâîler yaparak asırlarca evvelk b r zamanı, b r şahsı
düşündürüyor, kend s o zaman varmış da o hâd sey veya şahsı
hatırlıyormuş g b oluyordu. Ş md y ne ç nde, kökü çok esk lerde olan b r
sıkıntı vardı. Bu öyle üç yıl öncek b r ızdırabın eser değ ld . B rdenb re
Ayşe’ye baktı ve gayrı ht yarî, b raz önce beğenmed ğ mısraı okudu:
Onmaz kara sevdamızı kan söndürecekt r...
7

SELİM PUSAT, odanın ç nde k lometrelerce yürümeye alışmıştı.


Yürümek ne güzel şeyd . P yade subayı olduğu ç n yürümey sevm ş, sonra
bu, kend s nde t yad hal ne gelm şt . Hap ste ken, hücren n üç metrel k
mesafes nde saatlerce yürür, hals z kalıncaya kadar gez n rd . Ş md o
hücreye göre b r tal m meydanı kadar gen ş olan odada g d p gel rken
şüphes z daha memnundu. Fakat artık sev nç ve kederden b r şey
anlamıyordu. Alıştığı hüzün, esas tab atı olmuştu.
Arasıra Çamlı Koru’ya g d yor, fakat k msen n bulunmadığı akşam
saatler n yahut yağmurlu ve rüzgârlı havaları seç yordu. Son zamanlarda
sık sık b r yere g tt ğ de Ayşe’n n d kkat nden kaçmamıştı. Önceler , bazen
yaptığı g b kırlara, tepelere g tt ğ n sanmıştı. Sonra bu z yaretler n ıssız
kırlara değ l, daha ıssız b r yere, Şeref’ n mezarına yapıldığını keşfett .
Sel m’ n yaşayanlarla lg s kalmamıştı. Kend s de yaşıyor
sayılamazdı. İnandığı mefhumlar arasında arkadaşlık d ye de b r şey vardı
k onu Şeref’ n mezarında buluyor ve oraya, yaşayan b r nsana g der g b
g d yordu. Zaten Sel m’e göre yaşamak sadece yaşamak; ölüm se
hatıralarda, gönüllerde, tab atta ve ebedî karanlıkta yaşamaktı. Yahut da
sadece hatıralarda, hatıralardan s l nd kten sonra tab atta, tab atta
parçalandıktan sonra ebedî karanlıkta yaşamaktı. O karanlıkta kaybolmak,
unutulmak ne güzeld ! Dünyanın bütün güzell kler ne veda etmekte büyük
b r fedakârlık vardı ve her fedakârlık g b bu da muhteşem b r şeyd . Ayşe
le Tosun olmasa Pusat ş md ye kadar çoktan ebedî karanlığa gömülür,
g derd . Tek başına Çamlı Koru’da dolaşırken ölümü düşünür, hayatın mâ-
nâsızlığı karşısında onun der n mânâsını daha çok kavrardı. İnsanlar şu
mânâsız hayata sıkı sıkıya yapışmış oldukları ç n Sel m’ n onlarla
anlaşmasına mkân yoktu. Bundan dolayı Çamlı Koru’ya k msen n
bulunmadığı zamanlarda g d yordu. İşte şurası sev şenler n dolaştığı yerd .
Ber dek düzlük küçük çocuklu anneler n köşes yd . Aşağıda yaşlılar ve
hastalar gez n rd .
Çok rüzgârlı b r akşamdı. Arasıra yağmur da ç sel yordu. Rüzgârın
dallara çarparken çıkardığı ürpert c ses en haşmetl mus kîden daha
güzeld . Sel m Pusat tek başına dolaşıyor, anlaşılmaz b r ateşle yanan
bağrını ser nletmeye çalışıyordu.
Böyle yapayalnız, tab atla başbaşa kalarak düşünmek, duymak,
yalnızlık... Fakat Sel m yalnız olmadığını sez yordu. Ona b r seslenen vardı.
Ama nerden, nasıl? Bunları anlamak ç n etrafına bakınmaya lüzum
görmüyordu. H çb r şeye aldırış etmemek alışkanlığını kazanmıştı. Gece
y ce bastırırken rüzgârın en ahenkl çınladığı yerde, tahta b r kanepeye
l şt . Ser n rüzgâr, şefkatl b r ana g b onu sarıyor, alnındak hararet alıyor,
yüzünü okşayarak herkes n anlayamayacağı b r d lle tesell ler sunuyordu.
Pusat bu avutmalarla oyalanırken uzaklardan mı, rüzgârdan mı, ç nden m
geld ğ bell olmayan seslenmeler d nl yor, d nled kçe mest oluyordu:

Göğsünde vurup parçalanan kalb , n hayet


B r saçları kan, gözler kesk n d ş çeld .
Artık b tecek ruhunu sarsan bu şeamet.
Z ra saçı kan sevg l n n sm eceld ...

Sel m ölüme susamış b r gönüllü g b bu sesten haz duyarken


b rdenb re Ayşe’y hatırlayarak dalgınlığından uyandı ve kend s n bu kadar
tatlı ve lâhî b r ses duymaktan alıkoyan zevces ne karşı ç nde der n b r
ğb rar h ssett . Fakat ğb rarını çabuk unuttu. Ses o kadar yakından
gel yordu k başını çev rse sah b n göreceğ muhakkaktı. Böyle olmakla
beraber gar p b r duyguyla başını çev rm yor, ses d nl yordu. Bu ses esrarlı,
ruha şley c b r kadın ses yd :

İçt n de ecel zehr n sen kend el nle


Hâlâ bu gönül hang uzak gölgey bekler?
Bak, haykırıyor «Boştur üm tler» d ye d nle,
Zulmette keder besteleyen gamlı köpekler.

Sel m ürper yor, korkuya benzer b r şey duyuyordu. Ömründe korku


ned r b lmem ş olan Sel m Pusat ş md karanlıktak meçhul, esrarlı
kadından mı korkacaktı? Asla! Yüreğ ndek duygu korku değ l, zevkten
ürper şe benzeyen gar p b r şeyd . Kend s n ebedî karanlığa çağıran bu
kadın ses n o, b r yerde daha duymuştu. Fakat ş md nerde duyduğunu
hatırlamak ç n z hn n yoramıyordu. Çünkü kend s n ses n güzel aheng ne
kaptırmıştı:

B r d nle adem ülkes n n ruhunu: Yer yer


Davet ed yor bak sen b nlerce kucaklar...
B r sır g b , sevda g b sess z gez nenler
B r gün sen otlarda uzanmış bulacaklar...

Bu fısıltı hal ndek sesle gaşyoluyor ve t tr yordu. Karanlıktak kadın


çok yakında, yanı başındaydı. Sel m kend yüreğ n n atışıyla b rl kte onun
kalb çarpıntılarını da duyuyordu. N ç n başını çev r p bakmıyordu? Çünkü
ç nden gelen b r kuvvet böyle emred yordu. Bu meçhul kadının ses ş md
daha kuvvetl , daha ürpert c , daha esrarlı ve âm rd :

Kalb n ben m olsun d yorum, çünkü mukadder...


C sm n sana yetmez m ? Çabuk kalb n sök, ver!
Yoktur öte âlemde de kurtulmaya b r yer!
Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın...

Sel m b rdenb re unutulmuş esk b r sevg l y hatırlar g b oldu. Ses


onun ses yd . Enerj k b r z h n hamles yle esk den az veya çok gönül
yakınlığı duyduğu bütün sevg l ler aklından geç rd . Bu ses onlardan
h çb r s n n değ ld . Fakat tanıdığına o kadar em nd k yanılmasına mkân
yoktu. Hatırlamak sted kler b r adı düşünen, bulamayan, d l n n ucuna
kadar geld ğ halde söyleyemeyen nsanların sıkıntısı le el n alnına
götürdü. Evet, b l yordu... Bu ses çok y b l yordu. Hatta ş tm ş olduğu
yer de hatırlıyordu. Fakat ç ndek gar p b r duygu bu b l ş ve hatırlayışın
zamanını çok esk , nanılmayacak kadar esk zamanlara götürüyordu.
Alnındak el yağmurla ıslanırken ses yen den h taba başladı:

Râm ol bana, ruhun yen b r âleme g rs n...


Yazmış kader n: Aşkıma ömrümce es rs n!
Aklınla, şuurunla, hayal nle b l rs n:
Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın...

Sel m ş md anlaşılmaz şek lde ızdırap duyuyordu. H çb r maddî acıya


benzemeyen bu ızdırap b r nsanı del rteb l rd . Kend s n oraya bağlayan
esrarlı sese rağmen sert b r hareketle ayağa kalktı. Çamlı Koru’dan çıkarak
eve g decekt . B rdenb re durdu: Tahta kanepen n ötek ucunda genç b r
kadın oturuyor ve d kkatle kend s ne bakıyordu. Yanında b r başkasının
durmuş olması ş ddetle canını sıktı. Yürüyecekt . Fakat onun yakın b r dost
g b baktığını görünce b r anlık tereddüt geç rd . Kadın haf fçe gülümsed
ve:
- R ca eder m, g tmey n z! ded .
Sel m b raz önce duyduğu sözler n bu kadın tarafından
söylenmed ğ ne em nd . «R ca eder m, g tmey n z!» d yen üzüntülü ses nde
h çb r fevkalâdel k, h çb r esrar yoktu. Soğuk b r sesle:
- Ne zamandan ber burada oturuyorsunuz? d ye sordu.
Genç kadın kederl , hatta belk de b raz neml gözler n ona d kt :
- Hemen ş md geld m, ded . Ben oturur oturmaz s z kalktınız.
Pusat o zaman karanlığın müsaades n sbet nde ona baktı: Per yüzlü
çok genç b r kadın, hatta b r kızdı. Aynı soğuk sesle yen den sordu:
- K ms n z? N ç n kalmamı st yorsunuz?
Sam mî b r tebessümle gülümsed :
- Ben tanımadınız mı Sel m Beğ?
Sel m b r adım daha yaklaşarak onu d kkatle süzdü ve soğuk b r
kayıtsızlıkla:
- S z lk defa görüyorum, d ye cevap verd .
- Unutmuş olacaksınız.
Sel m Pusat ş md bölüğüne kumanda veren b r yüzbaşı g b yd . D k
b r sesle:
- Pek ! Farzedel m k unuttum. Benden sted ğ n z ned r? d ye sordu.
Kız ayağa kalktı. İlerde b r yer şaret ederek:
- Onunla karşılaşmak stem yorum. Ben ev me kadar götürür
müsünüz? ded .
Pusat şaret ed len yere baktı ve b r lâmbanın ışığı altında kılıksız, çok
ç rk n yüzlü b r adamın kend ler ne bakarak aksak adımlarla geç p g tt ğ n
gördü. Aralarında epey mesafe olmasına rağmen ondan öyle b r t ks nt
duydu k öfkeyle:
- K m bu mendebur her f? demekten kend n alamadı.
Kız korkuyor g b yd . Gayrı ht yarî b r hareketle Sel m’ n koluna g rd
ve ona sokuldu. Vücudunun t tremes korku veya heyecanın dereces n bell
ed yor, fakat Pusat ğren lmes gereken b r adamdan bu kadar korkmayı
mazur görmüyordu:
- Kolumdan çıkın ve yürüyün. S z ev n ze götüreceğ m! ded .
Bu sözler hoyratça b r eda le ve kumanda eder g b söylenm şt . Fakat
kız taat etmed . B lâk s Sel m’ n kolunu daha sıkı tuttu ve:
- Hayır! d yerek ler ye baktı.
Sel m otomat k b r hareketle başını onun baktığı yere çev rd . Hayret!
B raz öncek manzarayı ş md tekrar ve aynen görüyordu: Lâmbanın ışığı
altında kılıksız ve ç rk n yüzlü adam kend ler ne bakarak aksak adımlarla
geç yordu. Lâmbanın aydınlattığı kısa mesafey ş md ye kadar onun çoktan
geç p g tm ş olması cab ederd . Tanımadığı kızla konuşması sırasında
geçen zaman buna kâf yd . Böyle olduğu halde, b r f l m k defa seyreder
g b aynı şey , kısa b r zamanda k defa görmes gar pt . Sel m, bu garabet
tamamlamak ç n, dem nk sözünü tekrarlamaktan kend n alamadı:
- K m bu mendebur her f?
- Dünyanın en fena adamı... Sık sık karşıma çıkıyor ve bana...
Kız, sözünü b t remed ve Sel m’ n kolunu tekrar kuvvetle kavradı.
Pusat onun sözler n n mânâsını anlamamıştı. Çünkü o dak kada z hn kızın
sözler yle değ l, ses yle meşguldü. Bu ses, o ses değ ld . Ondak ürpert c ve
esrarlı âhenk bunda yoktu. Bunu kes n olarak b l nce d kkatle çehres n
gözden geç rd . Güzel, fakat h çb r husus yet olmayan b r yüzdü. Böyle
husus yets z yüzü olan b r kızın ses nde de fevkalâdel k olamazdı. Sel m
b rdenb re ona karşı b r nefret duydu ve ç nden gelen «onu kolundan s lk p
atmak» arzusuna güçlükle karşı koydu. Merhamet de duymuyordu. Esk
zamanlardan kalma b r alışkanlıkla kend s nden yardım steyen b r s n n
arzusunu yer ne get recekt . O kadar...
Yürüyorlardı. Sel m, korkunun ve korkağın her türlüsünden ğrend ğ
ç n koluna bu yabancı kızın yapışmış olmasından büyük b r azap duyuyor,
ruhunun yalnızlıktan duyduğu tatlı ürpert y bozan bu mahlûku b r an önce
ev ne götürüp bırakmaktan başka b r şey düşünmüyordu. Dem n, ışığının
altında o kılıksız ve ç rk n adamı gördükler lâmbaya varınca Sel m Pusat
etrafına bakınarak onu aradı. Yoktu. Bu kadar kısa b r zamanda onun aksak
adımlarla gözden kaybolacak kadar uzaklaşmasına mkân olmamakla
beraber buna da hayret etmed . Sert b r sesle:
- Nereye g deceğ z? d ye sordu.
Kız hâlâ t tr yordu. El yle neml gözler n s lerek haf fçe gülümsed :
- Ev m s ze pek uzak sayılmaz. Yabancı da sayılmayız. Ben
hatırlayacaksınız.
Cevap alamayınca devam ett :
- Ayşe Hanım’ın talebes y m...
Sel m, geç t resm nde selâm vermek ç n baş çev renlere yakışır sert
b r hareketle ona baktı. B rkaç san ye d kkatle süzdü. Sonra yüzünde b r
st hza ç zg s bel rd ğ halde sordu:
- Sakın o kahraman kızlardan b r olmayasınız?
- Hang kahraman kızlar?
Bu sual o kadar gar p b r saf yetle sorulmuş ve yabancı kız Sel m’e
öyle b r hayretle bakmıştı k gülümsememek el nden gelmed ve ses nde
açığa vurulan b r alayla:
- İs mler nde tel f zaafı olan kızlar... d ye cevap verd ve o hâlâ şaşkın
bakışlarla kend s n süzerken lâmbanın ışığı altında bütün ç zg ler y ce
görülen yüzüne d kkatle bakarak:
- Hayır! Ayşe’n n tar f ne göre onlardan b r olamazsınız. Çünkü b r
ş r kadar güzel değ ls n z! ded .
Yürümekte devam ed yorlardı. Hâlâ Sel m’ n kolundan çıkmamış olan
kızın t tremes geçm ş, yer n hayret ve merak kaplamıştı. H çb r şey
anlamamakla beraber bu sözlerden hoşlanmıştı.
Sel m Pusat b rdenb re durdu. Öfkelenm şt . Son zamanlarda ç ne
düştüğü ruhî b r hal le böyle anî buhranları, öfkeler , köpürmeler oluyor;
küçük b r k br t n büyük b r barut fıçısını parlatması g b en ehemm yets z
b r sebeple kızdığı çok görülüyordu. Ş md y ne b r an ç ndek
çağrışımlarla o buhranlı noktaya gelm şt . Sert b r sesle:
- L sel b r kız, bu zamanda, burada, yapayalnız ne arıyor? d ye sordu.
- Bana mı söylüyorsunuz Sel m Beğ? Ben l sel değ l m k ...
Öğretmen m...
Sel m y ne hüzünlü c dd yet n takınmıştı:
- Ayşe’n n talebes olduğunuzu söylemed n z m ?
- Esk talebes y m. Ayşe Hanım ben s ze tanıtmıştı. B rkaç defa da
görüşmüştük.
Bu kızın Sel m ç n Ayşe’n n esk b r talebes olmaktan başka mânâsı
kalmamıştı. B r takım kız s mler n n b rb r ne karıştığı hafızasını yorarak
bunların arasından b r n seçmek ve onu kolundak kıza yakıştırmak sıkıcı
b r şt . Sıkıntıya g tmed :
- Adınızı söyler m s n z? ded .
- Leylâ... Leylâ Mutlak...
Sel m Pusat b r hayal kırıklığı, hayır, hayal kırıklığı değ l, fenayı
umarken y y bulan nsanın ruh hal ç nde yen den kıza baktı. Bu hayal
kırıklığı yahut bu ummadığını buluş nereden gel yordu? Kızın adından mı?
Y ne o gar p kız s mler nden b r yle m karşılaşacağını sanmıştı? Yoksa...
Sakın... Acaba?...
B raz öncek kadın ses neler söylüyordu? Sel m b rdenb re:
Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın mısraını hatırladı ve
yanındak kızın «Leylâ Mutlak» d ye adını söylerken ses nden yükselen
aheng meçhul ses n âheng yle b rleşt rd .
Sel m’ n rades yle durdular. Yüzü sertleşm ş, hatta b raz da heyecanlı
b r hal almıştı. «Leylâ Mutlak»... «Mutlak seveceks n»... «Mutlak»...
«Mutlak».
Bu ses o sest . Zaten başka türlü olmasına da mkân var mıydı? Kızın
gözler n n ç ne bakarak:
- Dem nk ş r b r daha okur musunuz? ded .
Leylâ’da karşısındak adamı gar p bulan, fakat tab î karşılayan b r hal
vardı:
- Hang ş r ?
- «Mutlak seveceks n ben bundan kaçamazsın» d ye b ten ş r ...
- Ben bu ş r b lm yorum k ... Edeb yatçı değ l m.
- Zarar yok. Mısraı tekrarlayın!
Leylâ duraksadı ve Sel m’e baktı. Sel m sabırsızlandı:
- Aklınıza h çb r ht mal get rmeden tekrarlayın: Mutlak seveceks n ben ,
bundan kaçamazsın!
Bunu söylerken ses perde perde yüksel yordu. Vak t geç, ortalık tenha
d . Kız taat etmekten başka çare bulamadı:
- Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın.
- B r daha!
Mısra tekrarlandı. Kızın yüzüne bakmadan d kkatle d nleyen Sel m:
«Hayır!» ded ve «Bu ses o ses değ l…» d ye düşündü.
O halde dem n «Leylâ Mutlak» derken ses ötek sese nasıl
benzem şt ? O ş r okuyan kadın Leylâ değ lse k md ? Sel m Pusat’ın beyn
b r anda karıştı. Ruhunu sarsacak b r ht lâl başlamak üzereyd . Her zaman
yaptığı g b rades n takındı ve aldırmamak t yadını kullanarak sarsıntıyı
atlattı. Şuurundak son menfî nt baları da s lmek ç n Leylâ’ya sordu:
- Ne okutuyorsunuz?
- Tar h.
- Ne tar h ?
- Umumî tar h.
Sel m Pusat her zamank müstehz hal n almıştı:
- Yan çocuklara masal anlatıyorsunuz.
İht sasına saygısızlık göster l nce Leylâ değ şt :
- Tar h masal mı sanıyorsunuz?
- Tamam yle!
- Nasıl olur Sel m Beğ? Ben s z n meydan savaşları hakkındak b r
yazınızı okumuştum.
- Bana şeref verm şs n z. İnsanlar gözler yle gördükler bas t vakaları
b le b rb r nden ayrı şek lde, hatta b rb r n nakzeder şek lde anlatırken,
ves ka den len kırıntıların yardımıyla b nlerce yıllık hâd seler tesb t etmek
dd ası s ze c ddî gel yor mu? Ves kaları bırakanların aklından, görüş
kab l yet nden ve b lhassa v cdanı le namusundan em n m s n z?
- Fakat metod? Tar h metodu?
- Metod ded ğ n z uydurmanızın r yazî b r kat yet var mı? İnsanlar
hem doğruyu bulmak, hem de aldanmak ç n yaratılmıştır. Hâd seler n kırk
veçhes bulundukça ve nsanlar kırkına b rden nüfuz mkânından mahrum
kaldıkça gel p geçen şeyler kend dar çerçeveler nden görmekte devam
edeceklerd r. Körlerle f l n h kâyes n b l yorsunuz, değ l m ?
- O halde s z n meydan savaşlarınız da b rer ded kodudan, b rer
masaldan mı baret?
- Onun hak kat öyle b r meydan savaşının gerçekte veya tasavvurda
yapılmış olmasından barett r. Yoksa o savaşın günü de, askerler n sayısı da,
harb n yapıldığı yer de, hatta bazen ordulara kumanda edenler de yüzde yüz
kes nl kle bell değ ld r. Tar h n yarı buçuk hak kata yaklaşan kısmı askerî
tar h olduğu halde meydan savaşlarının b le meçhul yet perdes arkasından
görüldüğü muhakkaktır. Gerç b r meydan savaşını anlatan eserler yazılır,
krok ler ç z l r, har ta üzer nde o muhareben n hareketler göster l rse de
bunun değer nazarî olarak o meydan savaşının orada anlatıldığı şek lde
cereyan etm ş olmasına göred r. O savaş o şek lde olmayıp da başka b r
şek lde olsa y ne kurmayın ondan alacağı b r ders vardır. Malazg rd Savaşı
26 Ağustos 1071 yer ne 26 Mart 1761’de geçseyd kurmay ç n daha ser n
b r havada ve bazı ateşl s lâhlarla yapılmış olması g b b r değ ş kl k
göstermes nden başka ne fark olab l rd ? Kurmaylar ç n k tap ve har ta
üzer nde, vakt yle yapılmış muharebeler ncelemekle tamamen hayalî
muharebeler ncelemek arasında b r fark yoktur. Maksat onun beyn n
muhtemel durumlara göre şler b r hale get rmeye alıştırmaktır. Askerî tar h
bu bakımdan ehemm yetl d r. Çünkü tek ve büyük sanatın, yan askerl ğ n
hazırlayıcı ve yet şt r c unsurlarından b r s d r. Kalanının masaldan farkı
yoktur. S z, tar h öğretmen ! Meselâ Yıldırım Bayazıd’ın harbde es r ed l p
esarette öldüğüne veya nt har ett ğ ne em n m s n z?
- Elbette em n m. Bütün kaynaklar ağız b rl ğ le öyle yazdıktan
sonra.
Sel m’ n yüzü st hfaf ve st hkarla değ şt :
- Kaynaklar!... O kaynaklar ağız b rl ğ yle ben m de vatan ha n
olduğumu yazmışlardı. Buna da nanıyor musunuz?
Çılgınca b r öfkeyle söylenen son cümle Leylâ’yı ürkütmüştü:
- O başka... S ze ft ra attılar...
Sel m sustu. Yen den b r tedâî s ls les yle dem nden ber beyn n n
ç nde kurcalanan noktayı buldu:
- S z , b r s yle karşılaşmak stemed ğ n z ç n ev n ze götürdüğümü
b l yorum. Fakat tek başınıza böyle ıslak ve karanlık b r gecede Çamlı
Koru’da dolaşmanızın sebeb n b lm yorum.
- Muhakkak b r sebep m lâzım?
- Şüphes z.
- Bu, s z buraya get ren sebep g b b r şey olamaz mı?
Sel m’ n yüzünde yen den b r st hfaf bel rd :
- Ben buraya get ren sebeb b l yor musunuz?
- Tahm n ed yorum.

*
**

Leylâ’nın kapısına gel nceye kadar b r kel me konuşmadılar...


8

SELİM o gece çalışma odasında muttar d adımlarla gez nmeye


başlarken Leylâ’yı da, ş r de tamam yle unuttu. Daha doğrusu radî b r
d d nme le Leylâ’nın ve ş r n beyn ndek zler n şuurunun arkasındak en
karanlık yere, daha önce gel ş güzel yığılmış başka zler n yanına attı.
B raz önce Tosun’u yatırmış olan Ayşe masa başında vaz fe tash h
ed yordu. Kâğıtları d kkatle gözden geç r p bazı kel me veya satırların altını
renkl kalemle ç z yor, okunması b ten kâğıtların bütününe b r defa daha
baktıktan sonra taleben n notunu koyuyordu. Beş nc kâğıt mı, onuncu kâğıt
mı ne, fazla d kkat n çekt ve b r kızın büyük ve çocukça b r yanlışı le
gülümsed :
- Sel m, bak: B r talebe ne yazmış!
Sel m b r şey söylemeden gez nmes ne devam ed yordu. Âdet
böyleyd . «Ne yazmış» yahut «Evet, d nl yorum» demezd . Ayşe
gülümsemeye devam ederek anlattı:
- Orkun yazıtları hakkında b r soru verm şt m. Kızlardan b r ne
yazmış, b l yor musun? Orkun yazıtları On Altıncı Asırda Gök Türkler n
Cumhurbaşkanı Kül Teg n adına d k lm şt r d ye yazmış...
- Güzel yazmış! Herhalde Dış şler Bakanının kızı olacak...
- Neden?
- Bu kadar s yasî olab lmek ancak onun harcıdır.
Ayşe hâlâ gülümsüyordu:
- Sek z nc Asır yer ne On Altıncı Asır d ye yazmasa pek büyük b r
yanlış değ ld ama...
- Y ne de büyük sayılmaz. N hayet b r kız çocuğudur ve ona göre
maz dek sek z asırlık fark st kbaldek b r gün kadar müh m değ ld r. B r
prensle b r cumhurbaşkanını karıştırmakta da mazurdur. Onun ç n
ehemm yetl olan: Hayal ndek prenst r.
- Yan ?
- Yan yarınk hayat arkadaşı. Evleneceğ adam...
Pusat h ç ara vermeden gez n yor ve Ayşe’n n yüzüne bakmadan
konuşuyordu. Ayşe bu konuşma tatsızlaşmasın d ye sözü b raz çev rmey
doğru buldu:
- Daha tuhafı var. Felsefe öğretmen anlatıyordu: Geçen devreler n
b r nde, Kant deal st m d r, real st m d r sorusuna b r kız «Kant ne real stt r,
ne deal stt r; Kant Alman’dır.» d ye cevap verm ş.
Pusat st hza le Ayşe’ye baktı:
- Öğretmen de buna gülmüş, değ l m ?
- Elbette.
- Ben öğretmen daha gülünç bulurum.
- N ç n?
- Çünkü deal st veya real st olmak Kant’a başkalarının yakıştırdığı
sıfatlardır. Bu bakımdan şüphel d r. Alman olmak se tab atın ona verd ğ
kes n ve su götürmez sıfattır. Bu bakımdan kız haklıdır.
Ayşe, susmak cab ett ğ n anlayarak sustu. Sel m masanın önünde
durmuştu:
- On Altıncı Asırdak Türk Cumhur yet n yaratan kızın adını söyler
m s n?
- İnc Devr m.
- Tebr k eder m.
-Km?
- İk n z de...
Ayşe end şel gözlerle baktı:
- İk m z de m ? Anlamadım!
- Onu soyadına sadakat göstererek verd ğ cevap ç n... Sen de...
- Ben de?...
- Bu hatâ kahraman kızlardan sâdır olmadığı ç n...
Ayşe mah yet bel rs z b r ferahlama le gülümsed :
- Okuduğum kâğıtlar onuncu sınıfın kâğıtları...
Sel m y ne st hzaya başladı:
- Yaaa... Onuncu sınıf Orkun yazıtlarını okursa son sınıf k m b l r
neler okur... Değ l m ?
Ayşe bu b t p tükenmez alaylardan usanç get rm şt . Fakat b r şey bell
etmeden, en büyük sabırla cevap verd :
- Son sınıf Tanz mat’tan sonrak edeb yat tar h n okur ve
günümüzdek edebî nev lerle meşgul olur..
Sel m gez n yordu:
- Edeb yat tar h ... Tanz mat’tan sonrak edeb yat tar h ... Bunların
yer ne hakîkî tar h , c ddî tar h okutsanız olmaz mı?
- C ddî tar h m ? Yan ?...
- Yan askerî tar h... Meydan savaşları...
- Kız çocuklarına bunun faydası ne?
- Kahraman anası olmak!... H ç olmazsa kahraman anası olmayı
stemek... Sana soruyorum: Kül Teg n’ n adına d k len taş parçası mı
müh md r, yoksa onun savaşları mı? O taşların üstündek yazının lehçes m
ehemm yetl d r, yoksa Kül Teg n’ n kend s m ? Oğlunu kahraman olarak
yet şt rd ğ n yazıtlardan öğrend ğ m z o Umay g b kadın yan Kül Teg n’ n
anası h ç şüphes z edeb yat tar h okumamıştı. Ama maz dek savaşları
herhalde b l yordu. Yarınk şu muhterem profesörün yahut muhterem
bakanın yahut muhterem cumhurbaşkanının ve hatta belk de muhterem
başkumandanın bu şartlar altında mevk ne lâyık b r adam olacağından
em n m s n?
Ayşe konuşmayı açtığına p şmandı. Zaten hep böyle olurdu. Sel m’
daldığı mezar sess zl ğ nden, yürek parçalayıcı hüzünden ayırmak veya
sıyırmak ç n b r konuşma açar, fakat sonunda onun gar p f k rler yle
muhayyeles tırmalanarak ve bazen kalb kırılarak p şmanlık duyar, üstel k
Sel m de b raz öncek nden daha ağır, daha c ddî, daha vah m b r ruh
buhranına gömülerek sonsuz sess zl ğ ne, sonsuz gez nmes ne devam
ederd . Y ne öyle oldu ve Sel m’ n ne demek sted ğ n anlamayarak sormak
mecbur yet nde kaldı:
- Hang muhterem profesör veya bakan? Hang şartlar?
- Muhterem İnc Hanım’ın yarınk çocuğu... Ve şu muhteşem ders
programı le yet şen annes n n ona vereceğ terb ye...
Ayşe kocasıyla münakaşa etmey yalnız b r tek sebepten dolayı arzu
ederd : Bu suretle onun ölüm sess zl ğ ne aralık ver l r ve Sel m sert
teşb hler, kırıcı st hzalarla b r f kr savunurken geç c b r zaman ç n hayata
bağlanmış olurdu. Fakat onu nc tmemek şarttı. Gerç nc nd ğ n bell
edecek b r tepk göstermezd ama Ayşe onu anlardı: O zaman Sel m daha
sess zleş r, gez nmeler daha uzar, ufka dalışları daha çok sürerd .
- İnc çok y kızdır, ded . Yalnız dersler n çabuk kavrayamaz.
- Zaten sana göre dünyada kusurlu nsan yoktur k ...
- Öyle değ l m ya? Hukuk lm n n baş ka des : beraat- z mmet asıldır.
Sel m’ n yüzü acı b r st hza le değ şt :
- Hukuk da mı l m? Ne de çok l m varmış?... Bu hukukun askerl ğe
yardımcı b r tarafı da olmadığı halde acaba ne d ye l m sırasına koymuşlar?
Ayşe gülüyordu:
- Sel m! Aşırılık ed yorsun. Dünyanın bütün ün vers teler nde l m
d ye okutulan ve Romalılar zamanından ber mevcut olan hukuku nkâr
etmek haksızlık olur.
- Eks k söyled n: Romalılar’dan daha önce, belk yamyamlık çağında
da hukuk vardı ve şüphes z o hukuk, kend çapında ve çerçeves nde
ş md k nden daha faydalı ve âd l b r müessese d . Çünkü v cdana ve
adalete değ l, s h rl ve semavî kuvvetlere dayanıyordu. Fakat o zamandan
bugüne kadar geçen tekâmül devres nde hukuk y ne b r s h r ş , hatta
s h rbazlık ş olarak kalmıştır. Hukuk ve l m. Gülünç yakıştırma... İtt fakla
dam kararı... Yargıtay bozdu... Bu sefer tt fakla beraat... Aynı suç, aynı
sanık, aynı yargıçlar, aynı kanun k tabı ve önce dam, sonra beraat... Bu ne
güzel l m böyle? Sen herhang b r yılın herhang b r ayında, yüz derecel k
ısıda kaynayan b r suyun, b rkaç ay sonra aynı hararette donduğunu ş tt n
m?
Ayşe’n n gülümsey ş yavaş yavaş kayboluyordu:
- Askerl k de öyle değ l m ? Meselâ...
Söz, Ayşe’n n dudaklarında kaldı ve sert b r «Hayır»la kes ld :
- Hayır!... Askerl kte tek değ şmez kanun vardır: Üstün olan kazanır.
Üstünlük maddî ve manevî kuvvetler n muhassalasıdır. Çaldıran savaşında
Safevî ordusunun başında Şah İsma l olmayıp da Aksak Tem r bulunsaydı
belk Safevî ordusu kazanırdı. Çünkü Tem r’ n zekâsı ve kumandanlık
vasfı, Safevî ordusunun kefes ne eklen nce ağır basacaktı. Halbuk hukuk,
mahkemede ver lecek kararların muhtel f hâk mlere göre değ şeb leceğ n
kabul etm yor. Karar adalet n ses d r d yor... Hem, sen n benden böyle b r
konferans d nlemeye ht yacın yok... Gördün... Adalet , hukuku, her şey
b rl kte gördük... Eğer unutmadınsa...
Konuşma bu şekle dökülünce Ayşe onun nerden başladığını unuttu ve
söyleyecek b r söz bulamadı. Sel m devam ett :
- İnc Hanım’a gel nce: Müsaade et de onun y b r kız olduğu
hakkındak hüküm b raz sonraya kalsın.
- Ben onu esk den de tanırdım. Hocası olarak, hakkında b r hüküm
vermem erken m sayıyorsun?
- Çok erken. B r nsan hakkındak hüküm ancak onun tabutu geçt kten
sonra ver leb l r.
Ayşe t raz ett :
- Yoooo... Bu b raz fazla ht yatkârlık olur. Tar he geçen şahs yetler
ç n belk f kr n doğrudur. Fakat herkes ç n? Asla...
Sel m yen den st hza le gülümsed :
- Tar he geçen şahs yetler ç n ölümünden sonra b le kes n b r karar
ver lemez. Çünkü zaman onların değer n değ şt reb l r. S z n b r şa r n z
vardı, neyd onun adı? Han sen anlatmıştın: Vakt yle edebî çevrelerde
küçümsenm ş de sonra Y rm nc Asırda b r nc sınıf b r şa r olduğu
keşfolunmuş, söylesene adını...
- Yunus Emre!
- Evet, Yunus Emre. Kaçıncı asrın adamıydı o?
- On Dördüncü Asır başlarında ölmüştür.
- Demek k zavallı şa r hakkında doğru b r hüküm vermek ç n altı asır
beklemek lâzım gelm ş. Acaba on asır sonra anlaşılacak nsanlar yok mu?
Acaba ebed yen yanlış anlaşılarak yanlış hüküm g ymeye mahkûm
bedbahtlar yok mu? Aks ne, lâhlaştırılan alçakların bulunab leceğ n kabul
etmez m s n?
Ayşe, kocasının coşmaya başlamasından korkuyordu. Sükûnetle
coşkunluk arasındak muted l noktayı b r türlü öğrenemeyen Sel m’
yatıştırmak ç n:
- İfrat tarafı çıkarılırsa f k rler n hak kat fade ed yor. Sen de kabul et
k tar hte tamam yle yanlış anlaşılmış nsan pek yoktur, ded .
Fakat artık onu yatıştırmanın mkânı kalmamıştı. Görünüşünde fazla
b r heyecan yoktu. Çünkü heyecanını, keder n ve sev nc n hareketlerle ve
ses n n tonu le bell etmezd . Onu yalnız Ayşe anlardı. Ne zaman b r
kederle ölecek hale gelm şt r, ne zaman heyecanla yüreğ duracak g b d r ve
ne zaman korkunç b r melankol ye gömülmüştür, bunları yalnız Ayşe
b l rd . İşte y ne coşuyordu. Hırsla ve k nle, öfke ve hınçla kabarıp taşan b r
ırmağa benz yor, bu duygularının tek görünüşü de gülümsey ş nde bell
oluyordu. Bu onun tab î gülümsey ş değ ld .
- Demek tar hte tamam yle yanlış anlaşılmış nsan yok, öyle m ?
Sen n tar h ded ğ n oparlör yalnız mparatorluklarla meşhur nsanların değ l,
hak katların da mezarıdır. Ne yapalım k muhterem tar h b zat h mevcut
değ ld r ve b z onu y ne tar h n çocuğu olan b r nsanın ağzından d nlemeye
mecburuz.
Tar h, nsanları; nsanlar da tar h yarattığına göre ebed yete kadar
devam edecek b r fâs d da ren n ç nde kapalıyız demekt r ve tar h n
bedbahtlığı da kend s n n, menfaat gördükler zaman en lâhî hak katı b le
red, nkâr, tahr f veya hfâ edeb len nsanlar tarafından h kâye
ed lmes nded r. Uzağa g tmeden, çatırtıları hâlâ ş t len b r hâ ley m sal
vererek f kr m spat edeceğ m: İk nc Abdülham d çok kötü b r adamdır ve
onun sadrazamı Sa d Paşa da st bdada âlet olmuş kötü b r vez rd r, değ l
m ? Tar h böyle yazıyor.
- Evet!
- Evet değ l, hayır! Tar h n şuuru ve v cdanı olsaydı böyle
demeyecekt . Çünkü tar h Sultan Ham d’le sadrazamını b ze onların
düşmanları olan hürr yetperverler n ağzı ve gözüyle anlatıyor ve eşref-
mahlûkat sayılan, fakat hak katta b r sürüden başka b r şey olmayan
nsanlar da bu şahane safsatayı kabul ed yor. Acaba Sultan Ham d’ n
gözüyle tar h yazılsaydı hürr yetç ler ç n ver len hüküm ne olacaktı? Bu
hükmün doğruluğu ne malûm d yeceks n. Şuradan malûm k Sultan
Ham d’ n s yas dam yapmadan otuz yıl ayakta tuttuğu mparatorluğu
hürr yetç takım s yasî damlar, korkunç st bdadlar arasında ve on yılda
tasf ye ett ler. Ş md şu kıyaslamaya göre daha başka net celer de
kend l ğ nden çıkmaz mı? Hürr yet kahramanları ortaya fırlamasaydı da
Abdülham d yer nde kalsaydı Balkan Harb çıkmayacaktı. Çıksa b le
Abdülham d’ n s yasî dehası Balkanlıların arasına tefr ka sokacak ve belk
b r n kend s ne çekecekt . Çekemese b le memlekette hürr yet, yan
part zanlık, yan hastalık olmadığı ç n Türk ordusu normal kuvvet yle ve
tab î b r net ce olarak Balkanlıları b rkaç ayda yenecek ve Abdülham d
onlardan h çb r toprak almamak suret yle Avrupa’nın gözünü boyayarak
Balkan muvazenes n esk hal nde tutacaktı. Balkan muvazenes
bozulmadığı ç n de, bu muvazenen n bozulmasından doğan B r nc C han
Harb çıkmayacaktı. Hem Türk ye, hem de Avrupalılar ç n bu kadar
felâketl net celer doğuran, âdeta ahlâksızlığın ve komün zm n temeller n
atan C han Harb ne mân olmak az şey m d r? Mantıkî b r net celer
s ls les ne dayanmakla beraber n hayet tahm n olduğu ç n bunları kabul
etmesek b le Osmanlı İmparatorluğu’nu onun otuz yıl yaşatmasıyla
ber k ler n çökertmes , k nc ler n b r nc hakkında verd ğ hükmün
sahtel ğ n , gülünçlüğünü ortaya koymaya yetmez m ? Onlar ne fec
mahlûklardır k hürr yet ve adalet çığırtkanlığı le sürüler peşler ne
taktıkları halde ş başına geld kten sonra st bdadın koyusunu ve zulmün en
hasını yaptılar. İşte bu fec mahlûkların görüşüyle yazılan, yan daha
başlangıçta yanlış b r hükümle şe koyulan tar h, Abdülham d’ ve onun
vez r Sa d Paşa’yı h cvederse ben ona nasıl nanırım? Manzarayı y kavra:
B r kuruntulu, şüphec , fakat aynı zamanda ham yetl , v cdanlı ve s yasî
dehaya mal k b r kıral, b r mparator: İk nc Abdülham d. Zaafından
kend s n n sorumlu olmadığı koca b r ülkey dare ed yor. Otuz m lyonluk
b r mahşer k ç nde d nler, m ll yetler ve ht raslar çarpışmakta ve dış
âlem n azgın bakışları karşısındak hâk m unsurun sayısı üçte b r n sbet n
b le doldurmamaktadır. İk nc s , f k rler nde en ufak b r haf fl k olmayan
c ddî, sağlam muhakemel , memleket n ç les ve kahrı ç nde yet şm ş,
uzağı gören b r vez r: Sa d Paşa. Hayır, meşrut yet olamaz, bu rej m b ze
yaramaz d yor. B r nc s , meşrut yet g rerse hâk m unsurun Mecl s’te azlıkta
kalacağından korkuyor. Ötek d s pl ne ve h yerarş ye alışkın b r topluluğun
b r başıbozuk sarhoşluğu arasında muvazeney kaybedeceğ nden ürküyor.
Net ce? Net ce meydanda: Küfürlerle ve ft ralarla yer n d b ne geç r len k
k ş n n haklı olduğunu zaman spat ett . Ya hürr yet kahramanları? Onlar
meydanda yok...
Burada Sel m Pusat’ın yüzü değ şt . Küçümsemekle ğrenme arasında
b r şm zazla devam ett :
- Çünkü onlar zaten yoktu. Onlar h çb r zaman yoktu. Çünkü yanlış ve
yalan, davalar da ma parlak gözükür. Fuhşun felsefes n yapmak, namusun
müdafaasını yapmaktan daha kolay olduğu g b ...
Ayşe bunalmıştı. Bu çek şmen n nereden başlayıp nerede b teceğ n de
kest remez olmuştu. Fakat kocası, başladıkları noktaya gelmekte gec kmed :
- Artık bu kadar m sallerden sonra İnc Hanım hakkındak hüküm
sonraya kalsın dersem kabul etmez m s n? İnsanlar okunmamış b rer
k taptır. En bas tler hakkındak hükmü b le tamamının okunmasına
bırakmalı. B raz der nce olanların se, y ce okunduktan sonra üzer nde az
veya çok düşünmek lâzım.
Sustular. Ayşe kâğıtlara bakıyor, fakat tash h etm yordu. İç nden:
«Yarabb ! Bu adam n ç n böyle? Artık h ç değ şmeyecek m ? Ne yapmalı da
onu b raz olsun değ şt rmel ?» d ye düşünüyor ve Sel m gez nmes nde
devam ed yordu. K taplıktan Mohaç sefer ne a t b r c lt çekerek açtı. B r k
yer ne baktı ve meseley kapanmış sanarak yen den vaz fe tash h ne
başlamak üzere bulunan Ayşe’ye döndü:
- Kanunî Sultan Süleyman hakkındak f kr n ned r? Edeb yatçı olmak
dolayısıyla belk bunun üzer nde durmadın. Duranların düşünces ned r?
N ç n bütün yaptıkları hakkında aynı b lg ye sah p olan nsanlar onun
üzer nde zıt f k rler yürütüyor? Oğlunu öldürttüğü ç n küçük müdür?
Hurrem Sultan’a es r olduğu ç n zayıf mıdır? Kanun ve n zam adamı
olduğu ç n büyük müdür? Ülkeler aldığı ç n kahraman mıdır? O serser ve
dalkavuk Devş rme’y yükseltt ğ ç n alçalmış mıdır? Görüyorsun k tar h n
ışıldakları altındak b r adam ç n b le, ölümünden ber aşağı yukarı üç
buçuk asır geçt ğ halde değ şmez hüküm ver lem yor. Çünkü herkes her
hâd sey yalnız kend görüş noktasından seyred yor. Acaba kahraman
şehzades n öldürmekte haklı değ l m yd ? Hurrem Sultan’a es r olması tab î
sayılamaz mıydı? Devş rme İbrah m’ önce yükselt p sonra dam
ett rmes nde yüksek b r devlet pol t kası yok muydu? Bunlar o kadar
düşünülmüyor...
Sel m son cümleler n söylerken Ayşe d kkatle onun yüzüne
bakıyordu. Sel m’ n ses b r tuhaflaşmıştı. «Haklı değ l m yd , tab î
sayılamaz mıydı, yüksek b r devlet pol t kası yok muydu?» derken c ddî m
söyled ğ , yoksa alay mı ett ğ bell değ ld . Kanunî muhteşem b r kıral, b r
mparator olduğu ç n Sel m’ n onunla eğlenmeyeceğ muhakkaktı. Öyleyse
ne oluyordu? Bu, ş md ye kadar Ayşe’n n onda görmed ğ b r hald . Vaz fe
tash h ş n b r tarafa bırakmıştı:
- Sel m, ded . Hâd seler n en derûnî sa kler h çb r zaman
anlaşılmayacaktır. Bunları anlamak ç n nsan ruhunun o pek çapraşık
mekan zmasını y ce b lmek lâzım. Bu da kab l olmadığına göre her
hâd sede b zce meçhul taraflar b r ukde olarak kalacaktır. İnsanlar ve
hâd seler hakkındak hükümler m z bütün bu meçhuller n hall ne bırakırsak
h ç b r hâd se anlaşılamayacak demekt r. Mutlak olarak şunu dd a...»
Ayşe’n n sözü yarıda kaldı. Sel m «mutlak» kel mes n ş t nce
arkasını duymadı ve ona bakarak âdeta azarlar g b :
- Mutlak mı? d ye sordu.
Ayşe b r şey anlamamıştı:
- Evet. Mutlak, d ye cevap verd .
Sel m b r anda Leylâ’yı da, karanlıktak meçhul kadın ses n de
hatırladı ve unutmuş olduğu halde b rdenb re gönlüne yen den doğan mısraı
ç nden tekrarladı:
“Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın!..”
9

ERTESİ akşam, hava yağmurlu ve rüzgârlı olmadığı halde, Sel m


Pusat ç nden gelen b r dürtüşle y ne Çamlı Koru’ya g tt . Gönlünde
dayanılmaz b r bt lâ duyuyordu. Karanlıktak meçhul kadın ses n
ş tmezse, muayyen zamanda morf n bulamayan hastaların tutulacağı
buhran g b ruhî b r sarsıntıya uğrayacağını b l yordu. Net ceye bakan ve
teferruata kaçmayan asker kafasıyla karanlıktak seste b r gayrıtab îl k
bulmuyor, fakat bundan k mseye bahsolunamayacağını gayet y anlıyordu.
O ses, o esrarlı ses Sel m’ b r defa daha kend nden geç rm şt . Sel m’e azap
veren şey, o kend nden geç ş n zamanını hatırlayamamaktı. Z hn n bununla
yorarken şakaklarından aşağıya doğru anlatılmaz b r şey n nd ğ n ve
beyn n n ç nde nce ve örseley c b r seyyâlen n dolaştığını sez yordu. Bu
dolaşma sırasında zaman zaman kafasının ç nde b r yer aydınlanır g b
oluyor, meçhul ses tanımasına ramak kalıyor, sonra b rdenb re y ne
karanlık basarak Sel m Pusat’ın ç nde der n b r acı bırakıyordu.

Çevres n görmeyerek yürürken b rdenb re kend s n dün akşamk


tahta kanepen n önünde buldu ve st ğrak hal nde oturarak havanın b raz
daha kararmasını, meçhul kadın ses n n esrarlı ve emreden ses yle
konuşmaya başlamasını bekled . Fakat daha b r dak ka geçmeden yanında
ş tt ğ tıkırtı le başını çev r nce sıranın ötek ucunda Leylâ’nın oturduğunu
gördü ve hayal kırıklığı le arzu arasında b r tereddüt geç rd kten sonra
memnun yets zl ğ n yend . Leylâ gülümsüyordu:
- Bu akşam da geleceğ n z b l yordum Sel m Beğ, ded ve bunu
söylemes yle st hza tufanına boğulması b r oldu.
- Maz y b lmek olan tar h, demek s zde geleceğ de b lmek
kab l yet n gel şt rm ş.
- Alay etmey n. Geleceğ n z tab î b r net ce olarak b l yordum. Saat n
sek zden sonra dokuz olacağını daha önceden nasıl b l yorsam bunu da öyle
b l yordum.
- Bazen münasebets z b r el saat ger ye alab l r. O zaman sek zden
sonra dokuz değ l, yed gel r.
Bu akşam Leylâ’da başka türlü b r hal vardı. O da alaya başladı:
- Fakat s z, h çb r münasebets z el n uzanamayacağı b r saats n z.
Sel m sert sert baktı:
- Böyle g derse o el s z olab l rs n z...
Leylâ Mutlak kızmadı, alınmadı. Gülümsüyordu. Şuh denecek b r
neşe ç nde Sel m’e b r şeyler anlatıyor, hatta esk dostlara yaraşan sam mî
b r tavır takınıyordu. Ötek , söylenenler n mânâsını kavramaktan uzaktı.
Yalnız Leylâ’nın ses n d nl yor, d nled ğ kel meler n bazı heceler ndek
seslere takılarak bunları dün gecek sesle mukayese ed yordu. Ne kadar
zaman geçt , farkında değ ld . Leylâ’nın sustuğunu görünce:

- Her zaman bu sesle m konuşuyorsunuz? d ye sordu.


Genç kız dün gecey hatırladı:
- Dün de bana böyle gar p sualler sormuş ve b r ş r okutmuştunuz.
Ben b r s ne m benzet yorsunuz?
- Kend n zden başka k mseye benzemed ğ n z muhakkak. Yalnız...
Pusat b rdenb re sustu. Leylâ b raz daha yakına geld ve aynı şuh eda
le:
- Gal ba s z buraya get ren meseleye yaklaştık! ded .
Sel m’ gölge g b tak b eden st hza kaybolmuş, yer ne gölgeden daha
yakın b r şey, b zzat kend s d yeb leceğ m z b r hal, hüzün gelm şt .
Kararan göğe baktıktan sonra:
- Bu gece o aksak mendeburun karşınıza çıkacağından korkmuyor
musunuz? d ye sordu.
Leylâ gülüyordu:
- Yanımda s z varsınız.
- Bana o kadar güvenmey n.
- Neden?
- İnsanlar güven lmeye lâyık değ ld r.
Leylâ şuh b r eda le güldü ve hüzünlü gözlerle ona bakan Sel m,
yanındak genç kızın c dden güzel, hele gülerken daha çok güzel olduğunu
fark ett .
- İnsanların çoğu belk güven lmeye lâyık değ ld r. Fakat s z... Sel m
Pusat... S ze güven l r. Çünkü s z, başka h çb r şey olmasanız b le kırallık
taraftarısınız!...
Sel m hayatında pek seyrek şaşırırdı. Herkes n hayretten donduğu n ce
zamanlarda onun buz g b kayıtsızlıkla hayretler üzer ne çekt ğ çok
görülmüştü. Fakat ş md bu genç kızın sözler onu b rdenb re şaşkına çev r-
m şt . Bununla beraber o b r kurmaydı. Şaşırması uzun süremezd . B r darbe
y yen usta b r mübar z g b derhal mukab l darbey savurdu:
- Hanımefend (kızdığı zaman böyle h tap ederd )! Ben s z n hak kî
mesleğ n z öğretmenl k sanıyordum. Stratej k başarınıza d yecek yok.
Fakat tab yede acem s n z!...
Leylâ’nın güler yüzü b rdenb re kederle değ şt . Ses nde çl b r elem
t tred ğ halde Pusat’a baktı:
- Yanılıyorsunuz Sel m Beğ, ded ve yere bakarak lâve ett : Ben çok
kırdınız.
Sel m, kend s n kıranlara karşı tepk göstermed ğ g b kend
kırdıklarına da aldırış etmezd . Fakat ş md bu genç kızın keder nde b r
güzell k, b r şahanel k vardı. Erkekler n, b lhassa romant k erkekler n
tahayyüller ndek prenseslere benz yordu. Af d lememek prens b olma-
saydı onun gönlünü almaya çalışır, hatta tarz ye de ver rd . Fakat tarz ye
vermek, yan ger dönmek. Bu, onun yapab leceğ şey değ ld . Tekrar
d kkatle ona baktı ve «İk şahs yetl b r kız…» d ye düşündü. Ses nasıl
zaman zaman k ayrı nsanın ses oluyorsa yüzünün mânâsı da k ayrı
nsanı göster yordu. Dün gecek husus yets z kızla bu ş md k mânâ dolu
kızın aynı nsan olması nanılır şey değ ld .
Sel m Pusat da bütün nsanlar g b kend s n b raz yanlış ve b raz
eks k tanıyordu. O, yalnız kuvvete saygı gösterd ğ n sandığı halde
güzell ğe karşı da aynı hürmet besled ğ n n h ç farkında değ ld . Askerl kle
kuvvet b rb r n tamamlayan k şey olduğu ç n Sel m kuvvete değer
ver yor ve güzell ğ de askerî kab l yet n, meydan savaşlarının görünüşünde
ve yapılışında buluyordu. Kadın güzell ğ bunlarla lg l olmadığı ç n
ondan ancak b r erkek olarak zevk aldığını zanned yordu. Fakat
yanılıyordu. Hem de çok yanılıyordu. Sel m, kadın güzell ğ nden zevk
alıyor değ l, bu güzell ğe saygı duyuyordu. Ancak onun ruhunu dolduran
askerl k, başka her şey o kadar ez p kırmıştı k , kadın güzell ğ ne karşı olan
duyguları da kalb n n der nl kler ne s nm ş ve artık kend s de bu h ss n n
varlığından habers z yaşamaya alışmıştı. Bu yüzden, ş md yanı başında
duran kederl kızın şahane güzell ğ karşısında duyduğu saygıyı merhamet
sanıyor ve onu kırmış olduğu ç n gönlünü almak lüzumunu duyuyordu. Bu
stekle:
- Yürüyün! S z ev n ze götüreceğ m! ded .
Leylâ’nın bakışları hâlâ yere saplıydı. Yavaş yavaş gözler n
kaldırarak Sel m Pusat’a baktı. Kend s n şaşılacak kadar as l gösteren
gar p, eşs z b r hüzünle:
- S ze sıkıntı vermezse çok memnun olurum, d ye cevap verd .
Konuşmadan yürümeye başladılar. Sel m b r eks kl k h ssed yordu.
B rkaç adım sonra bunun ne olduğunu keşfett ve kend kend s ne kızdı:
Dün gece olduğu g b kızın y ne koluna g rmes n beklem şt . Bu hayal
yahut daha doğrusu bu üm d attıktan sonra Leylâ’nın yüzündek güzell ğ
seyretmeye daldı. Bunu, Leylâ’ya h ç bakmadan yapıyordu. Bakmadan
görmes n y b l rd .
İç nde Leylâ’ya karşı anlaşılmaz b r yakınlık duyuyordu. Bu b r sevg ,
yahut kadın güzell ğ ne karşı duyulan b r lg değ ld . Sel m bunu merhamet
sandığı ç n kend kend s ne çerl yor, fakat bu gar p yakınlıktan da b r türlü
kurtulamıyordu. Böyle düğümlenm ş h sler arasında onu ev ne kadar
götürdü. Mutad veda kel meler nden başka b r şey konuşmadan ayrıldılar.
Sel m ç n artık bu gecen n mânâsı kalmamıştı. Esrarlı kadın ses n
duymak ç n geld ğ halde Leylâ’ya karşı anlaşılmaz b r h s duyarak
dönüyordu.
Beyn bu münasebetler üzer nde yorulurken b rdenb re durdu ve âdeta
rk ld . Gözler sert bakışlarla karşıya d k ld ve kaçamaklı şek lde çevres ne
bakındı. Hayret!... Eve dönmek üzere Leylâ’dan ayrılmıştı ve eve doğru
g tt ğ n sanıyordu. Halbuk h ç farkına varmadan tekrar Çamlı Koru’nun
yolunu tutmuş ve Koru’nun kıyısına, büyük lâmbanın altına kadar gelm şt .
Ancak, Sel m’ şaşırtan ve rk lten şey, farkına varmadan buraya gelmes
değ l, dün gecek mendebur her f karşısında bulmasıydı. Ş md b raz da
Leylâ’yı kırmış olmanın verd ğ öfkeyle bu ç rk n ve ğrenç mahlûka
çıkışmaya, hatta onu tepelemeye hazırdı. Bu düşünceyle daha sertleşen
bakışlarını ısrarla ona d km ş ve ağır olduğu kadar az mkâr adımlarla
yürümeye başlamıştı. Fakat arzusunu yer ne get remed . Çünkü ötek ,
Sel m’ n yaklaştığını görünce berbat b r gülüşle güldü ve zel lâne b r
şek lde eğ lerek onu selâmladı. Aksaklığından başka haf fçe kanbur
olduğunu da görerek acıyacak yerde büsbütün ğrenen Pusat onun ç p l ve
r yakâr gözler ne bakarken, Leylâ’ya takılan bu m sk n n yaşını anlamak
ç n d kkatle yüzünü süzdü. Ne tuhaf! Bu mendebur yaratığın yaşını
anlamaya mkân yoktu. Sel m doğrudan doğruya maksada ve hedefe
yürüyen askerî m zacı le ona: «Kaç yaşındasın mıymıntı mahlûk?» d ye
soracaktı. Fakat mıymıntı mahlûk Sel m’den at k davranarak:
- Gecen z hayır olsun Sel m Beğ! ded ve tekrar eğ ld .
- Sen ben nereden tanıyorsun?
Bu sözler öfke ve tahk rle söylenm şt . Sel m Pusat, mendeburun
üzer ne atılmak üzere d . Küçücük b r sebep, bahane, fırsat bu s n r bozucu
her f yere sermeye yetecekt . Fakat o her hakaret kabul eden b r tavırla
y ne gülümsed , eğ ld ve:
- Şöhret n z dolayısıyla s z tanımamaya mkân var mı? d ye cevap
verd .
Sel m bütün d kkat n karşısındak adamın yüzüne yöneltm şt . Bu
yüz, yıpranmış b r genc n yüzüne olduğu kadar, genç kalmış b r ht yarın
yüzüne de benz yordu. Fakat şaşılacak kadar ç rk n b r görünüşü vardı.
İnsana stemeks z n t ks nt ver yordu. O kadar ğrençt k Sel m, bu çehrey
taşıyan adama, temasın vereceğ büyük t ks nme dolayısıyla el
kaldıramayacağını derhal anladı ve askerî b r eda le sordu:
- K ms n? Adın ne?
Adam, r yakârlıkla h len n bütün husus yetler n taşıyan çehres nde
türlü şm zazlar olarak haf fçe eğ ld :
- Yek efend m, Yek benden z...
Bu «Yek»ten Sel m b r şey anlamamıştı. Her halde bu her f yalnız
soyadını söyleyen b r asrîl k düşkünüydü. Ses n yükselterek:
- «Bu saçma soyadını bırak da asıl adını söyle! ded .
Ötek y ne haf fçe eğ ld ve b raz gülümsed :
- Benden z n ayrıca b r soyadım yoktur efend m. Adım, soyadım,
heps Yek...
- Yek m ? Sen Acem m s n?
- Hayır efend m.
- Ya nes n?
- Benden z ayrıca h çb r m llete mensup değ l m. Sadece Yek’ m.
Sel m Pusat kızmıştı:
- Serser ! M ll yets z adam olur mu?
Yek r yakâr b r tavırla eller n uğuşturdu:
- Yaşamak ç n muhakkak b r m llete mensup olmak mı lâzım, Sel m
Beğ?
- Elbette. Hayvanların m ll yet olmaz!
- Ne çıkar efend m? İnsan, hayvan... Hatta ot ve cemad... Hep m z
aynı kökten gelm yor muyuz?
Sel m’ n yüzü öfke ve st hza le karıştı:
- Ne der n f k rler!... Fakat bugünün gerçekler yle bağdaşmasına
mkân yok. M lletler olmayınca b rb rler yle çarpışacak orduları nasıl
kuracaksın? B r tarafta nsanlar, b r tarafta da otlar veya madenler m
bulunacak?
Yek, Sel m’ ç leden çıkaracak kadar r yakâr olan eğ lmeler nden
b r n daha yaparak cevap verd :
- Ordular kurup çarpışmak ç n b r mecbur yet yok k Sel m Beğ! Bu
dünyanın n metler nden bol bol faydalanmak dururken neden ordular
kurulsun? Neden kanlar dökülüp kahramanlar toprağa ser ls n?
- Ya ne yapılsın?
- Yaşansın efend m, yaşansın...
Sel m’ n ne kadar ğrend ğ yüzünün ç zg ler nden ve bakışlarından
bell oluyordu. Karşısında yalnız yüzü değ l, düşünceler de ğrenç b r
soysuz vardı. Ancak zevk düşünen, kutlu b r şey tanımayan soysuzlardan
b r ...
Hem hakaret, hem de alay dolu b r eda le cevap verd :
- Evet yaşansın... C ddî maksatlar kaybolsun. Yalnız eğlen ls n ve
kudurmuş kart köpekler zevk felsefes uğruna torunu yaşındak kızlara
sarkıntılık ets n, değ l m ?
Yek, Sel m Pusat’ın hakaret dolu sözler n b le sükûnet ve saygı le
d nl yordu. H lekâr gözler nde gar p b r ışıltı vardı:
- Yanılıyorsunuz Sel m Beğ! ded . Ben o genç kızın yanında
görmen z s ze yanlış hüküm verd rmes n. Ona büsbütün başka sebeplerle
yaklaşıyorum.
Sel m gülümsemeye başladı:
- K m b l r ne yüksek ve nsanî maksatların vardır? Fakat ne çare k o
cah l kız bunu anlamıyor. B lhassa sen n kadar yakışıklı b r erkeğ
reddetmekle neler kaybett ğ n n farkında değ l...
Sel m bunu söyleyerek kısa ve tok b r kahkaha attı. Nefret ett ğ
zaman duygusunu böyle fade ederd . Yek başını sallayarak cevap verd :
- Ben m gördükler m gören, çekt kler m çeken k m olsa bana
benzerd .
Bu sözler Sel m’ lüzumundan fazla c dd leşt rd . Yüksek sesle:
- Neler çekt n? ded . Ordudan mı kovuldun? Sana vatan ha n m
ded ler? Şeref g b b r arkadaş mı kaybett n? Ne oldu?
Yek gülümsüyordu:
- Hayır Sel m Beğ! Bunların h çb r değ l. Düşünceler m z aykırı
olduğu ç n b ze keder verecek şeyler başka başkadır. Böyle olduğu halde,
ç mde başkalarının anlayamadığı büyük üzüntüler n b r kmes ve nsanların
ben olduğumdan daha kötü tanıyarak da ma lanetle anması az şey m d r?
İnsanlar acay p yaratıklar. B r şey b r defa nasıl bellerlerse sonuna kadar
öyle g d yorlar. Artık h çb r şey onların gözünü açmıyor. Ben b r kere fena
tanıdılar. En büyük hak kat söyled ğ m zaman da nanmıyorlar. S z de
gerek bütün maz n z ve b lhassa başınızdan geçen mahkemedek sözler n z
dolayısıyla doğru b r nsan olarak tanındınız. Artık günün b r nde b r yalan
söylesen z b le k mse buna ht mal vermez. Hatta yalanınız spat olunsa da
y ne nanmazlar. Yanlışlık derler. İş n ç nde ş var derler. Fakat Sel m Pusat
yalan söyled demezler. İnsanların sık sık «Gözümle görsem nanmam!»
ded kler ne d kkat etm şs n zd r. Bu ne demekt r? İnsan gözüyle gördüğüne
de nanmayacaksa görmen n mânâsı kalır mı? Bu, doğrudan doğruya lk
nanca sadık kalmanın net ces d r. Yan nsanlar b r nev hastadır.
Pusat y ne alayla gülümsed :
- Meğer sen ne muhteşem f lozofmuşsun. Ama neyleyel m k oturup
eser yazmak, nsanları aydınlatmak dururken bunu yapmıyor da kend
pörsük gönlünü aydınlatmak sevdasına kapılıyor, bunun ç n de genç ve
güzel b r kıza musallat olup kend n büsbütün kepaze ed yorsun... Bütün
nsanlara b rden « lk nanca sadık kalma hastalığı» teşh s koyan ünlü
f lozof, acaba kend s n n bu ğrenç hastalığına ne ad takıyor?
Yek y ne aynı r yakâr tavırla eğ ld :
- Yanılıyorsunuz yüzbaşım! Aşk her ne kadar yaş d ye b r engel
tanımazsa da ben Leylâ’ya b r aşk ç n değ l, büsbütün başka ve aşktan daha
c ddî b r mesele yüzünden sokulmaya çalışıyorum. Fakat ne yazık k ...
Sel m, onun sözünü ş ddetle kest :
- Aşkı c ddî b r mesele saydığına göre ne kıratta adam olduğun
anlaşılıyor. Leylâ’ya bahsetmek sted ğ n aşktan daha c ddî mesele de
şüphes z evlenmed r. Doğrusu bu yaş ve bu suratla da ona fevkalâde
yakışırsın...
Yek y ne eğ ld :
- Yaşı karıştırmayın yüzbaşı beğ. S z de kend n zden y rm beş yaş
küçük b r kıza âşık olab l rs n z.
Pusat, bu sözler üzer ne öfkel ve alaylı b r bakışla bakarken Yek,
sözler n şöyle b t rd :
- Ve olacaksınız da...
Sel m’ n alaylı ses çınladı:
- Sen ne cevherm şs n! Aşk ve felsefeden başka geleceğ keşfetmek
lm ne de m vâkıfsın? Bu hezeyanı hang fal k tabında gördün? Yahut hang
Ç ngene karısından öğrend n?
Yek şaşılacak derecede c dd leşerek cevap verd :
- H çb r fal k tabında okumadım.
- Ya nereden b l yorsun?
Yek, Sel m Pusat’ın yüzündek bütün st hza ç zg ler n s len b r
soğukkanlılıkla:
- Levh- Mahfuz’da okumuştum! d ye karşılık verd .
B rkaç san ye bakıştılar. Pusat anlamıştı: Bu kambur mendebur
del yd .
Sel m’ n öfkes kabarmaya başlıyordu:
- Leylâ’ya da Levh- Mahfuz’da gördükler n m anlatmaya
çalışıyordun?
- Hayır!
- Ya ne söylüyordun da kızcağızı ürkütüyordun?
- Ben k msey ürkütmem. Ürkütmek el mden gelmez.
- Ama o ürküyordu.
- Sözler mden değ l, zevk n n ve heyecanının büyüklüğünden
ürküyordu.
- K m b l r ne b lmed ğ şeylerden bahsed yordun?
- Hayır! B ld ğ şeylerden bahsed yordum.
Sel m’ n gözler ş mşeklend :
- Budala! İnsan b ld ğ şey başkasından duyunca ürker m ?
Yek çok sak nd . Gülümseyerek eğ ld :
- B ld ğ şeyden değ l, tavs yeler mden ürküyordu.
- Ne tavs ye ed yordun?
- Harekete geçmes n ...
Sel m, her san ye öfkes artarak k nl gözlerle bakarken Yek sözler n
tamamladı:
- Leylâ Mutlak tahtın vâr s d r!...
Sel m Pusat, bu sünepe del ye daha fazla tahammül edemezd .
Çılgınca b r öfken n verd ğ kuvvetle önler ndek tahta kanepey kaldırarak
korkunç b r hızla kafasına nd rd . Aynı anda bütün şeh rde ışıklar kes lm ş,
ortalık z f r karanlığa gömülmüştü. Yek’ n böyle b r vuruş altında sağ
kalmasına mkân yoktu. Pusat, tekrar yanan elektr kler n ışığı altında
kanepen n parçalandığı yere baktı. Yek’ten eser yoktu...
10

AYŞE PUSAT kocasındak end şe ver c değ ş kl ğ n sebeb n


anlayamamıştı. Sel m’ n durumu h çb r zaman y ye doğru g tm yordu ama
bu derece hızlı b r değ şme de ş md ye kadar görülmem şt . Dışardan
gördüğü şey sadece öfkel b r susuştu. Bu susma o kadar korkunç b r hal
almıştı k Ayşe sormadan söz söylem yor, dak kalarca gözler n b r yere
d kerek kıpırdamadan durduğu oluyordu. Bunlar y bel rt ler değ ld . Fakat
b r taraftan da o kadar enerj k ve mücadelec b r hal vardı k b r ruh ve akıl
hastasında bulunmasına mkân yoktu.
Ayşe, yalnızlık nsanı yıpratır d ye düşünüyor, Sel m’ yalnızlıktan b r
kurtarab lse, bazı k mselerle haşır neş r edeb lse bu hüzün ve açığa
vurulmayan öfkeden onu sıyırab leceğ n sanıyordu. Sel m, hoşlanmasa da
y ne eş n n tekl fler n reddetmezd . Ayşe buna güvenerek:
- Sel m! Yarın hem arkadaşlarım, hem de talebeler m gelecek. Sen nle
de tanışmak st yorlar. Kabul eders n, değ l m ? d ye sordu.
Sel m, düzens z b rl k görmüş subay g b baktı:
- Arkadaşların öğretmen m ?
- Evet.
- Öğretmenlerle öğrenc ler aynı zamanda çağırmakta b r d s pl n
mahzuru yok mu?
Ayşe şefkatle gülümsed :
- Neden mahzur olsun?
- Neden var mı? Kumanda edenlerle ed lenler aynı odada oturup
hoşbeş ederse bundan b r lâubalîl k doğmaz mı?
- B z asker değ l z k . B zde kumanda eden veya ed len d ye b r şey
yok. Öğreten ve öğrenen var. Ders dışında talebeler m zle pek sam mî
şek lde konuşur, hatta dertleş r z b le. Lâubalîl ğe kaçmak st dadı
gösterenler de usulü le uyarırız.
Pusat, b r memnun yets zl k fades yle:
- Bunlar başıbozukça düşünceler, d ye söylend kten sonra: Talebeler n
herhalde şu kahraman kızlar olmalı! d ye lâve ett .
- Evet onlar. Arkadaşlarım da f z k ve tar h hocaları...
Tar h hocasının geleceğ n duyunca Sel m gar p b r ürpert duydu. B r
an ç n gözler n n önünden Leylâ Mutlak geçt . Sonra her zamank g b
ç ne gömülerek:
- Pek , ded . Tanışalım.

*
**

Ertes günü kapı çalındığı zaman Pusat, oğlu Tosun’la konuşuyor,


onun çocukça sorularına yarı şaka, yarı c ddî cevaplar ver yordu. Z l ses n
ş t nce onu kucağından nd rerek:
- Kahramanlara saygı gösterel m oğlum, ded .
Yanılmamıştı. Ayşe, odaya üç kızla beraber g r yordu. Sel m, sokakta
ve vasıtalarda gördüğü ç rk n ve bayağı kızlardan o kadar bezm şt k
b rdenb re karşısında üç tane güzel ve k bar duruşlu kız görünce ferahlamış
ve onlar ç n «ş r kadar güzel» d yen eş ne ç nden hak verm şt .
Ayşe, neşel b r sesle:
- Sana talebeler m takd m edey m, d ye söze başladı.
Fakat Sel m takd me mân oldu:
- Ben onları tanıyorum...
Ve eller n sıkarken lâve ett :
- Hocanız s z bana ezberlett .
Bununla beraber Sel m Pusat ş r kadar güzel kızlarla h ç
lg lenmem şt . Leylâ’nın gelmes n bekl yordu. Kızlar da az konuşuyor,
Ayşe’y d nl yor ve Sel m’ tetk k ed yorlardı.
Z l n yen den çalması onda gar p b r duygu yarattı ve Ayşe m saf rler
karşılamak ç n odadan çıkarken:
- Tar h hocanız nasıl b r kadındır? d ye sordu.
Kızların üçü b rden gülümsed . Bu gülümsemelerde, çevres ne neşe
saçan b r nsanın hatırlanışındak husus yet vardı. Güntülü cevap verd :
- Çok y d r efend m. Ders n çok y öğret r. Fakat zavallı çok
bedbaht. Kısa aralıklarla kardeş n , kocasını ve çocuğunu kaybett .
Sel m b r an daldı. Çamlı Koru’dak bu yalnız dolaşmalar genç b r
dulun avunmasına mı şaret d ye düşündü. Dışardan gülüşme sesler
gel yordu. Pusat hemen ğneley c tavrını takınmıştı:
- Bu kahkahalar büyük b r keder n fades m oluyor?
Genç kız hayretle baktı. Bakışları güzel ve tes rl yd . Fakat Sel m
bunun farkına varmadan öğretmen hanımlar çer g rd ler. Sel m kapıya sert
b r nazar fırlattı: Leylâ Mutlak yoktu. Ayşe’n n ses Sel m’ n z hn n
kargaşalıktan kurtardı:
-- F z k Hocası Leman Pınar... Tar h Hocası Kadr ye Kozanlı...
Sel m aradığını bulamamıştı. Oturduğu yerde Leylâ’yı düşünüyor,
konuşulanları d nlem yor, sorulanlara tek kel meyle cevap ver yordu. Onun
y ne daldığını, konuşulanları duymadığını Ayşe anlamıştı. Kadr ye Kozanlı
pek neşel b r kadındı. Belk de geç rd ğ felaketler n verd ğ kalenderl kle
böyle zorak şek lde neşe yaratır olmuştu. Bu dünyada herkes b r yol
tutturmuş g d yordu. Bu tal hs z kadın da herhalde m hnet kend ne zevk
etmekte b r tesell bulmuştu. Mecl ste en çok konuşan oydu. Vakalar,
fıkralar anlatıyor, d nleyenler güldürüyor, kend s de gülüyordu.
Sel m b r aralık kend s n zorlayarak konuşulanları d nlemek sted .
Umum yetle dersler, mektep, mektep hatıraları üzer ne geçen sözler n h çb r
çek c tarafı yoktu. Fakat şu vardı k kızlar, öğretmenler karşısında çok
saygılı d ler. Bu hal, Sel m Pusat’ın hoşuna g tt ve yen den düşünceler ne
dalmak üzere ken, öğretmenler n konuşmaları arasında, Güntülü’nün
kend s n seyretmekte olduğunu farkederek gözler n ona çev rd . Bu kızı
tanıyordu. Fakat nereden? İşte y ne o gar p ve anlaşılmaz sıkıntıya
düşüyordu. Kend s ne bakan bu yeş l gözler h ç de yabancısı olmadığı halde
aş nalığının çok esk , tasavvur olunamayacak kadar esk b r zamanda
olması nt baı Sel m’ ç leden çıkarıyordu. Güntülü, bütün odayı kaplayan
k tapları şaret ederek:
- Heps askerl ğe m a t? d ye soruyordu.
Sel m bu soruyla b rdenb re canlandı:
- Başka ne olab l r k ?... Tab î, hocanızınk ler müstesna...
- Askerl ğ n dışında h çb r şeyle lg lenmez m s n z?
- Askerl ğ n dışında kayda değer b r şey var mıdır?
Güntülü mahcup ve tatlı bakışlarını Sel m’e d kerek sustu. Nurkan
sordu:
- Müz k de s z lg lend rmez m ?
- Askerî müz ğ çok sever m.
- Yan ?
- Marşları...
Pusat tok ve kesk n konuşuyordu. Aydolu, gözler nden z yade
dudaklarıyla gülümseyerek söze karıştı:
- Nurkan’m p yanosunu d nlersen z f kr n z değ şt r rs n z sanıyorum.
- Nurkan Hanım marş çalmaz mı?
- Marş da çalar ama ondan b r defa Çardaş’ı, yahut Karmen S lva’yı
d nlemezsen z yazık olur...
Güntülü, gözler n k taplara d km şt . Başını çev rmeden:
- Nurkan, Esk Arkadaşlar Marşı’nı da çok güzel çalar, ded . Herhalde
bu marşı çok severs n z.
Sel m, kend g zl veya hususî düşünceler n , zevkler n , stekler n
b lenlerden hazzetmezd . Alaylı b r tavırla sordu:
- Keramet sah b m s n z?
Genç kız gözler n k taplardan çev rerek Sel m Pusat’a baktı:
- Keramet değ l, st hraç! ded ve açıkladı: Asker olduğunuz ç n
marşları sev yorsunuz. Marşlar arasındak terc h n z de şüphes z besteler ne
ve s mler ne göre olacaktır. Esk Arkadaşlar sm nde b r güzell k olduğunu
kabul etm yor musunuz? Esk Arkadaşlar den l nce açık veya s l k b rçok
hatıralarınız canlanmıyor mu? Arkadaşlığın en özlüsü askerl kte olacağına
göre s z n g b fırtınalı hayat yaşamış b r asker n bu kel melerden ve bu
marştan zevk almamasına mkân var mı?
Sel m Pusat bu sözlerde kend s ne b r meydan okuma olduğunu
vehmett . Fakat bunun üzer nde durmayarak kızın gözler ne daldı. Bu
gözler nerede görmüş olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Bakışlarını, kızın
hem mun s, hem de yırtıcı gözler nden ayırmayarak:
- Soyunuzda, akrabanızda h ç asker var mı? d ye sordu.
- Yok! Yalnız kardeş m n den z subayı olmak ht mal var.
- Neden kara subayı değ l de den z subayı?
- Den z subaylığı daha eğlencel , daha hoş...
Sel m Pusat b rdenb re parladı:
- Askerl ğ n b r eğlence mesleğ olduğunu da hocalarınızdan mı
öğrend n z? Eğlence arayanlar subay değ l, Hol vut sanatkârı olsunlar. B r
bakıma göre dünya zevk arayan nsanlarla doludur ve askerler de zevk
peş nded r. Ancak askerler nk aşağılık zevkler değ l, fedakârlık etme, b r
f k r uğrunda can verme zevk d r. Heps de zevkt r d ye as l zevklerle âd
zevkler b rb r ne karıştırmayınız...
Güntülü naz k b r gülümsey şle ve d kkat kes lm ş olduğu halde bu
sözler d nl yordu. Yüzü pembeleşm şt . Dem nden ber kend aralarında
konuşan öğretmenler de Sel m’ n son sert sözler üzer ne susmuşlar, onu
d nlem şlerd . Ayşe söze karıştı:
- Kızlarımı azarlama Sel m! Askerî düşünceler nle çocukları
korkutacaksın. Unutma k onların üçü de, askerl kten sonra en büyük
fedakârlık mesleğ olan doktorluğa nt sap edecekler.
Kadr ye Kozanlı, Sel m’ n öfkelend ğ n anlamıştı. Bu adamın
muayyen kanaatları uğrunda zaman ve mekân d nlemeden çıkışlar yaptığını
ş tm şt . İş tatlıya bağlamak ç n y ne şaka yoluna saptı:
- Sel m Beğ, ded . S z askerlerle b z m doktor adayı kızlarımız
meslekdaş sayılırsınız. Küçük b r farkınız var: S z nsanları açık havada
öldürürsünüz, onlar dam altında öldürür. Onlar da, s z de öldürdüğünüz
nsanlardan sorumlu olmazsınız.
Kadr ye, sertleşen havayı yumuşatmıştı. Sel m ş md onun şakacı
fıkralarını d kkatle d nl yor ve oyalanıyordu. Hatta d ğerler n güldüren
h kâyelere gülümsemeye b le başlamıştı. Sek z nc sınıf kızlarından b r n n
Lâle Devr hakkındak soruyu: «Efend m, Lâle Devr nde lâleler açtı.» d ye
özetley vermes çok hoşuna g tm şt .
Kadr ye Kozanlı, fıkralarının bu asık yüzlü esk subay tarafından da
beğen ld ğ n görünce şevke geld :
- Sel m Beğ! Askerl k b lg s bakımından b z m kızları h ç
beğenmeyeceks n z, ded . B r altıncı sınıfım var. İlkokuldan yen gelm ş
küçücük kızlar. B r gün bu sınıftan b r kız ne ded , dünyada tasavvur
edemezs n z. Makedonyalı İskender’ n ordusu hakkında k tabın verd ğ
b lg y y kavrayamayan kızcağız, İskender’ n h çb r düşman asker
öldürmeden bu zaferler nasıl kazandığını sordu. Bunu nereden çıkarıyorsun
ded m. Meğer kız ne zannederm ş b l yor musunuz? K taplardak İskender
ordusu d rsek d rseğe harbederlerd cümles n , düşmana d rsekler yle
vurarak harbederlerd d ye anlamış. D rsek vuruşu le de nsan ölmeyeceğ
ç n…
Tar h öğretmen n n h kâyes gülüşmelerle kes l rken Sel m’ n alaycı
sözler ş t ld :
- Böyle anneler n yet şt receğ askerler tarafından korunacak
memleketler n parlak geleceğ nsanın gözler n kamaştırıyor!...
Aydolu t raz ett :
- Efend m, y k hocamız değ ls n z. Altıncı sınıf çocuklarına b le
müsamaha etmed kten sonra b z mutlaka topyekûn sınıfta bırakırdınız.
- Altıncı sınıf çocuklarını bebek m farzed yorsunuz? On b r, on k ,
on üç yaşındak kızlar b r harb n nasıl yapıldığını b lmezler m ? Bu
küçükler moda cereyanlarını, art st s mler n , dans nev ler n k mse
kend ler ne öğretmeden b l yorlar. Çünkü çevreler n n manevî havası onu
cab ett r yor. Böyle menfî b r manevî hava yer ne müsbet b r manevî hava
ç nde olsalardı askerl ğ n de ne olduğunu öğren r ve kafalarını havay
şeyler yer ne gerçek faz let prens pler yle doldururlardı.
Sel m b rdenb re durdu. Boşuna konuştuğu kanaatına varmış ve her
zaman olduğu g b melankol s ne gömülmüştü. Artık konuşmuyor, baktığını
görmüyor, söylenenler ş tm yordu. Beyn k nokta arasında g d p
gel yordu: Leylâ ve Güntülü... Leylâ’yı n ç n düşündüğünü b lm yordu.
Güntülü’nün gözler n , bu gözler nerede gördüğünü düşünüyordu. Bu
gözler Sel m Pusat’a b r şeyler söylüyor, b r şeyler hatırlatıyordu. Üzücü
olan şey bu söyley ş ve hatırlatışın açık ve aydınlık değ l de s sl ve dumanlı
olmasıydı. B r ara, acaba kızın güzell ğ n n tes r altında mı kaldım d ye
düşündü ve üçünü de d kkatle süzdü. Hayır, hayır!... Öyle olsa lkönce
Aydolu’nun tes r nde kalması cab ederd . Çünkü bu kızın o kadar çarpıcı
güzell ğ , yüzünün o kadar düzgün ç zg ler vardı k onu beğenmeyecek,
tes r nde kalmayacak erkek düşünülemezd . Ya Nurkan? Onda çarpıcı değ l,
şley c b r güzell k gözler kamaştırıyor, nsan ona baktıkça daha güzel
buluyor, güzel buldukça tes r altında kalıyordu. «Kız» kel mes n n bütün
ncel ğ bu muhteşem kızda tecell etm şt . Güntülü se ne b r kadar çarpıcı,
ne ötek kadar şley c d . Ama gar p b r büyüsü, kuvvetl b r çek c l ğ
vardı. Gal ba bu çek c l k bakışlarındak füsundan gel yordu. Fakat onu
nerede görmüştü? Sel m, yüzünün kızardığını sezd ve ç nde yaman b r
sıkıntı duydu. Bu mecl sten çek lmek st yordu.
Kızların g tmek üzere Ayşe’den müsaade almaları onu b rdenb re
ferahlattı. Kâbustan kurtulmuş b r nsan g b yüzü aydınlandı. F z k
Öğretmen Leman Pınar da kızlarla b rl kte kalkmıştı. Vedalaştılar.
Ayşe, m saf rler geç rmek ç n çıktığı zaman, tar h öğretmen n n k tap
raflarını dolaştığını ve b r k tabı çekerek karıştırdığını gördü. Kadr ye
Kozanlı gülümseyerek:
- Şu k tabı okumak sterd m, ded .
El nde Fuzûlî’n n Leylâ ve Mecnûn’u vardı. Sel m, Leylâ kel mes yle
b rden Leylâ’yı hatırladı ve büyük b r b lmecey çözmek steyen nsanların
sabırsız merakı le sordu:
- Meslekdaşınız Leylâ Hanım’ı tanır mısınız?
Tar h öğretmen el ndek k tabı yer ne koyarak cevap verd :
- Prenses Leylâ’yı mı soruyorsunuz?
Sel m şaşırır g b oldu:
- Hayır efend m. Tar h Öğretmen Leylâ... Leylâ Mutlak…
Kadr ye Kozanlı, Pusat’ı donduran b r soğukkanlılık ç nde şu cevabı
verd :
- Evet! Ben de ondan bahsed yorum. Yalnız s z adını b raz yanlış
öğrenm şs n z. Leylâ Mutlak değ l, Leylâ Mutlu olacak. Şu genç tar h
hocası. Prenses Leylâ...
11

O GECE yemekten ve Tosun’un uyumasından sonra çalışma odasına


geçt kler zaman Ayşe Pusat memnundu. Hatta kocasının küçük masa
üzer ne çk ş şes yle kadeh n koymasından da, her zamank n n aks ne
olarak huzursuzluk değ l, sev nç duymuştu. Sel m’ n bugünkü konuşmaları,
lk gördüğü k mselerle askerl kten başka konular üzer nde de b r k söz
etmes hayırlı b r başlangıçtı. Kocası kend kend s ne benzemekten kurtulup
herkese benzemeye başlasa, bütün erkekler g b kadın mecl sler nden zevk
alma yoluna g rse, genç ve güzel kızların sohbet nden hoşlansa ç ne
gömüldüğü ruh hastalığından kurtulacak, hayatı sevecek, Ayşe de a le
ocağında baht yar olacaktı.
Sel m o gece yemeğ çok az yem ş, k tap odasındak masasına h ç
oturmamış, Ayşe kend masasına geç p vaz fe kâğıtlarını yaydığı zaman o
muttar d, sonsuz gez nmes ne başlamıştı. Bu gez nme yalnız çk çmek ç n
arada b r bozuluyordu; Ayşe bu çk y , bu gez nmey , bu sükûtu hayata
dönmen n başlangıcı d ye kabul ed yor, Sel m üzer nde yen b r deneme
yapmak st yordu. B r müddet, kend s ne h ç bakmadan gez nen kocasını
seyrett kten sonra:
- Kadr ye’n n fıkraları ne kadar hoştu, değ l m ? d ye söze başladı.
Sel m’ n cevabı kuru b r «Evet» oldu ve Ayşe, onun bu cevabı
otomat k olarak verd ğ n , başka b r konu üzer nde der n b r düşünceye
dalmış olduğunu anladı.
Sel m’ n kafası Leylâ’ya, daha doğrusu Prenses Leylâ’ya, tahtın vâr s
olan Leylâ’ya, Leylâ Mutlak yahut Leylâ Mutlu’ya takılmıştı.
O mendebur Yek, Leylâ ç n “tahtın vâr s ” derken, Sel m bunu b r
del n n hezeyanı, yahut kend s n n kıralcı şahs yet yle alay eden b r
küstahın uydurması d ye d nlem şt . Kadr ye Kozanlı da del değ ld ya…
Fakat k m n, ney n, hang hanedanın prenses yd ? Türk ye’de prensl k,
prensesl k bulunmadığına göre bu unvan nereden çıkıyordu? Şüphes z
Kadr ye ve Yek kend s n şaşırtmak ç n söz b rl ğ etm ş olamazlardı.
Ayşe, teşebbüsler nden kolay vazgeçmezd . Yen den konuşmaya
başladı:
- Kızlarımın zekâsını, kültürünü nasıl buldun?
Sel m çk y sıklaştırmış ve yüzü kızarmıştı. Müstehz tavrını
takınarak cevap verd :
- Zekâ test yapmadığım ç n zekâları hakkında b r şey d yemem.
Kültürler n ölçmeye de ben m kültürüm elver şl değ l. Fakat z hn yetler n
h ç beğenmed ğ m söyleyeb l r m.
- Ne kusurlarını gördün?
- Askerl ğ n hoş ve eğlencel taraflarını arayan b r z hn yet elbette k
kusurludur.
Ayşe, kocasına natçı ve masum b r çocuğa bakar g b bakmaya
alışmıştı:

- Bu b r kusur olsa b le bunu b r tanes söyled . Ötek ler n z hn yet n n


de aynı olduğunu nereden çıkarıyorsun?
Pusat b r kadeh daha çt :
- Karşık çalılıktan düşman ateş gel yorsa onun sağında veya solunda
da düşman var demekt r.
Ayşe gülümsed :
- Kusur saydığın taraflarını bıraksan da yalnız mez yetler n görsen
onlara daha çok ısınmaz mısın?
- İnsan mez yet sah b olmaya mecburdur. Anormal olan: Kusurdur.
B r asker cesurdur d ye alkışlanmaz ama korkarsa ayıplanır.
- Şu sert askerî düşünceler nle etrafı ne kadar korkuttuğunu b r b lsen.
Sel m buna cevap vermed . Uzun b r gez nmeden sonra b rdenb re:
- Fuzûlî’n n Leylâ ve Mecnûn’u müh m b r eser m d r? d ye sordu.
Ayşe, ş şakaya vurdu:
- Müh m b r eserd r ama ç nde h çb r askerî f k r yok!
Sel m gözler n Ayşe’ye d kt . Israrla bakıyordu. Bu bakış b r
h ddetlenmen n değ l, tereddüdün mahsulü d . N hayet tereddüdünü yend :
- Sen n de Leylâ adında b r taleben vardı, değ l m ?
- Evet. Sen onunla tanıştırmıştım ya...
Sel m bu tanışmayı değ l; fakat Leylâ’nın tanışmıştık demes n
hatırlıyordu:
- Leylâ Mutlu d , değ l m ?
- Soyadı pek bell değ l, Mutlu veya Mutlak olacak.
Bu cevap çok lg çek c d . Sel m, eş n n önünde durarak:
- Bu nasıl ş? ded . B r nsanın adı şüphel olur mu? Nüfus kâğıdında
ne yazıyorsa odur.

Ayşe hayretle kocasına bakıyor, durup dururken Leylâ’yı nerden


çıkardığına şaşıyordu. Sel m masanın başından çek lmem şt :
- Pek ! Bu kızın prensesl ğ nerden gel yor? d ye sordu.
Ayşe’n n hayret katmerlenm şt . Kocasının b r nsanla bu kadar
lg lenmes fevkalâde b r şeyd . Hazır, Sel m konuşmaya, sualler sormaya
başlamışken ondak bu dış alâkayı kesmekten korkarak derhal cevap verd :
- Prensesl ğ n nerden geld ğ n b lm yorum. Talebe ken de gıyabında
hep prenses derlerd . Zannedersem bu, fevkalâde k bar hal nden dolayı
takılmış b r lâkaptı. Bu kızın öyle vakur ve as l b r hal vardı k
öğretmenlere b le saygı telk n ederd . Çalışkanlığı, zekâsı normald .
Normal n üstünde olan tarafı asalet d . B r de pek esrareng z b r kızdı.
Fakat telk n ett ğ hürmet dolayısıyla k mse mahrem yet ne sokulmaya
cesaret edemezd .
- Sen öğretmen olarak talebeler nden Leylâ’yı mı üstün bulursun
yoksa bugünkü kahraman kızlarını mı?
Ayşe b raz düşündü:
- Leylâ’yı ortaokulda b r yıl okuttum. Aradan da yed sek z yıl geçt ğ
ç n nt balarım zayıflamıştır. Fakat çocukların b lg ve çalışkanlık
bakımından her sene b raz daha ger led ğ n d kkate alarak d yeb l r m k
ben m kahraman kızlarım sen n Leylâ’ndan üstündür.
Sel m, Ayşe’ye baktı:
- Neden ben m Leylâ’m oluyormuş? Sen de herkes g b bana Mecnun
d ye m bakmaya başladın?
Ayşe y ne şefkatle gülümsüyordu:
- Prenses olunca elbet, sen n olacak, ded ve aklına gelen şakayı yapıp
yapmamak hususunda b r tereddüt geç rd kten sonra lâve ett :

- Prenses kabul etmezsen onu da ben alırım. Fakat kahraman


kızlarımı almak stersen... Vermem!...
Sel m’ n yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu:
- Prensesler kıral doğurdukları ç n müh md r. Leylâ Hanım h çb r
zaman bu şerefe er şemeyeceğ ne göre gerçekten prenses olsa b le...
Cümlen n arkası gelmed . Önüne yaydığı kâğıtlarla meşgul bulunan
Ayşe, n ç n sözünü kest d ye kocasına bakmak ç n başını kaldırınca, onun
pencere önünde durmuş olduğunu gördü. Sel m tül perdey kaldırmış, d k-
katle ve gayet sert b r yüzle sokağı seyred yordu. Günün her saat nde tenha
olan sokağın, bu gece vakt nde büsbütün boş olması gerek rken Sel m
gözler n neye d km ş olab l rd ?
Onu böyle d kkatle ve h ddetle sokağa baktıran şey o uğursuz
kamburun aksak adımlarla geçmes yd . Pusat, k gece önce olanları
hatırladı: Tahta kanepey kaldırıp Yek’ n tepes ne nd rm şt . O ş mşek g b
hızlı darbeden kurtulmak ç n bu ht yarın ne çev k ve at k b r nsan olması
lâzımdı. İşte, bell k kend s ne h çb r şey olmamıştı.
Darbey nd rd kten sonra kanepen n altında k msen n bulunmadığını
gördüğü zaman Sel m bu kadar hayret etmem şt . Ş md mel’unu tekrar
görünce hâd sen n şaşılacak taraflarını drak ed yordu. İht yarı dışında
dudaklarından «Alçak!» kel mes döküldü.
Ayşe heyecanlanmıştı. Âdeta bağırarak:
- K me söylüyorsun Sel m? d ye sordu.
Sel m perdey bırakırken:
- K me olacak? Yek adındak şu mel’un her fe! d ye cevap verd .
Ayşe yer nden fırlayarak pencereye yaklaştı. Uzun sokak bomboştu.
Kocası b r hayalet m görmüştü? O zaman kafasında b r aydınlanma oldu.
Sel m’e bakarak sordu:
- Ne ded n? Yek m ded n?
- Evet!
- Bu b r nsan adı mı?
- İnsan değ l, nsan müsveddes ...
- Fakat sokakta h ç k mse yok.
- O mel’un öyled r. B r anda kaybolur.
Ayşe’n n bakışlarında bell bel rs z b r korku vardı. Kocası hasta mı
d ? Yoksa çok mu sarhoştu? Onun durumunu anlamak steyen b r merakla
konuşmanın arkasını kesmemeye çalışıyordu. Yek’ nereden çıkarmıştı?
Yek’ n mânâsını b l yor mu d ? İç ndek üm ts zl ğ yenmek steyen b r
rade le, tıpkı b r doktor g b teşh s peş nde d . Fakat nerden başlayacağını
b lem yor, d kkats z b r soru le kocasının ruhunu per şan etmek
stem yordu. Sözü açan y ne Sel m oldu:
- Leylâ Mutlak hak kî b r prensesse hang hanedana mensup olab l r?
Osmanlı mı?
- Osmanlılar’dan başka Türk Hanedanı hemen hemen mevcut
olmadığına göre Osmanlı Hanedanı akla geleb l rse de bu a lede Leylâ
adının kullanıldığını zannetm yorum. B r de Ceng z Hanedanı yan Kırım
K reyler var ama bunlar aşağı yukarı k asırdan ber hanlığı kaybett kler
ç n unvanlarını da kaybetm ş sayılab l rler.
Sel m ç yordu:
- Şu prenses n soyadı üzer ndek b r ht lâftan bahsetm şt n. Leylâ adı
da takma b r s m olamaz mı?
- Ortaokul talebes yken adı Leylâ d . Bu yaştak b r çocuğun takma
ad taşıyacağını sanmam.
- Bu kızın anası, babası yok mu? K mlerd r?
- B lm yorum.
Sel m son kadeh n de çm şt . Artık başı y ce dumanlanmıştı:
- S z ne b ç m öğretmens n z? ded . B r subay, bölüğündek bütün
erler , soyu sopu, a les yle b l r. S z bu kadar meşhur b r kızın babasını
tanımıyorsunuz.
- Bu kadar teferruata her öğretmen karışmaz. Ancak her sınıfın b r
hususî öğretmen vardır k o sınıfta bütün taleben n her şey n b l r.
Leylâ’nın sınıf öğretmen ben değ ld m.
- K md ?
- Zavallı kadın öldü.
Sel m bu habere «Yazık!» d ye karşılık verd . Fakat bu kel mede ölen
kadına duyulan b r acıma değ l, kapanan b r kapı ç n yer nme vardı.
Ayşe, kocasının, b r genç kız da olsa, başka b r s yle böyle der nden
lg lenmes ne c dden sev n yordu. Kocasındak ölüm sess zl ğ ve
durgunluğundan o kadar yılmıştı k bu tuhaf alâkayı b le memnun yetle
karşılıyordu.
Fakat Ayşe’n n yürek ferahlığı uzun sürmed . Sel m her zamank
sess zl ğ n n ç ne gömülerek büyük odadak muttar d gez nmes ne başladı.
İy ce sarhoştu. Yüzünde k ndar b r gülümsemen n zler vardı. B r şeyler
söylese, konuşsa, hatta kend s yle kavga etse Ayşe bu kadar muzdar p
olmayacaktı. Bu sess zl ğ , bu ç ne kapanıklığı Ayşe’y bedbaht ed yor;
yüreğ ne, hayatta yalnız kalmış olanların melal doluyordu.
D rsekler n masaya dayamış ve çenes n avuçlarına almış olduğu
halde, kend s ne asla bakmadan yürüyen kocasını seyrederken, ölmüş olan
hayat arkadaşını b r f l mde gören tal hs z b r kadına benz yor, çlen yordu.
Hatta ağlıyordu. İk damla gözyaşı yanaklarına nm şt .
Bu hayat neyd ? Yürümes ne, konuşmasına rağmen Sel m’e yaşıyor
den leb l r m yd ?
Ayşe kederl düşünces ne dalmış g derken b rdenb re kapı çalındı.
Gecen n bu saat nde gelen olmazdı. Bu sebeple bu, fevkalâde b r hâd seyd .
Fakat ondan daha fevkalâde b r şey oldu: Sel m, kapıyı açmak üzere
aşağıya yöneld . Halbuk kapı açmak âdet yoktu. Ayşe b le kapıyı anahtarla
açarak çer g rerd . Kocasının nasıl b r değ ş kl kle kapıyı açmaya g tt ğ n
düşünürken, Sel m aşağı kata nm ş, kapıyı açmış ve karşısında postacıyı
bulmuştu. Bu saatte b r telgraf... Fakat o bunları düşünecek halde değ ld .
Makbuzu otomat k olarak mzalamış, kapıyı sertçe kapamış ve telgrafı
açmıştı. Gözüne lk çarpan şey telgrafın çek ld ğ yer oldu. Hayret!
Erzurum’dandı. Erzurum’da h çb r tanıdığı yoktu. Yanlış olmasın d ye
adres okudu. Evet kend s ne, Sel m Pusat’a d . Sonra ne zaman çek ld ğ ne
baktı. O gün ve aşağı yukarı üç saat önce çek lm şt . Meraka benzer b r
duygu ve tuhaf b r huzursuzluk le telgrafı okudu:

«Prenses Leylâ hak kî b r prensest r. Fakat asıl adı Leylâ olmayıp Hanzade’d r. Elde ed lecek
d ğer malûmat da ncelemeler n ze medar olmak üzere b ld r lecekt r. Hürmetler.»

Bu müth ş telgrafın altında daha müth ş b r mza vardı: “Yek”. Yarım


saat önce Sel m’ n kapısı önünden geçen Yek...
12

SELİM, uyku le uyanıklık arasında sabahı ett . İç ızdırapla dolu d .


Leylâ ve Yek k muamma hal nde beyn n oyuyordu. Bu k s n de
göreceğ , bulab leceğ tek yer Çamlı Koru d . Adımları kend s n oraya
sürükled .
Çamlı Koru, Sel m Pusat’a her zaman sürpr zler hazırlamıştı. Bu sefer
de öyle oldu. Saatlerce dolaştıktan, b rkaç defa g r p çıktıktan sonra
Leylâ’yı veya Yek’ değ l, esk arkadaşlarından Tahs n’ buldu. Tahs n,
kurmay yarbaydı. Şakacı, söz er k ş yd :
- Sen tam aradığım yerde buldum Pusat! ded .
- Burasını bana yakıştırıyor musun?
- Sen n ç n b ç lm ş kaftan. Âşıkların, münzev ler n, nsanlardan
hoşlanmayanların, yer ne konmaz zarara uğrayanların yer . Doğrusunu
ararsan buraya senden başka k msen n g rmemes lâzım ama g r yorlar
şte...
Sel m gülümsed :
- Şu söyled kler ne göre, b lâk s, yalnız ben m buraya g rmemem
lâzım. Aşk den len hastalıktan uzağım. İnsanlara bayılıyorum. Hatta çoluk
çocuk makules kız ve kadın mecl sler nde b le bulunmaya başladım. Zarara
gel nce de görüyorsun k h ç b r kaybım yok. Zamanımı nasıl
harcayacağımı b lemeyecek kadar baht yarım. O yüzden buralarda
dolaşıyorum.
Tahs n kavrayışlı nsandı. Konuşmayı tadında bırakarak:
- Pusat, ded . Ben ş md Neşr yat Şubes ’nde bulunuyorum. Askerî
tar he a t evrakı tasn f ç n b r kom syon kurduk. Sen n g b elemanlara
ht yacımız var. Kabul eder m s n?
Sel m h ç düşünmed , ş, her ne olursa olsun, b r baltaya sap olmak,
şs z güçsüz dolaşmaktan y yd . Kabul ett .

*
**

Ertes günü vaz feye başlamış bulunuyordu. Tar hî Evrak Kom syonu
b r takım yaşlı emekl lerden mürekkept . Adamların kalıbı Sel m’ n h ç
hoşuna g tmem şt . Askerî edaları yoktu. Başıbozuk softaları andıran b r
durumları vardı. Tanıştırma sırasında çoğu, Pusat’ı tanıdıklarını îmâ eden
sözler söyled ler. Bu da hoşuna g den şey değ ld . Masasına oturduktan
sonra artık h ç yüzler ne bakmadan başını evraka eğd . Kend s ne tenb h
olunan şek lde, b rer b rer okuyarak özetler n kaydetmeye ve b rb r yle
lg l olanları dosyalar hal nde toplamaya koyuldu.
Sel m Pusat, önündek kâğıtlarla çok lg lenm şt . Yakın tar h n
askerl ğ n , kumanda sanatının ncel kler n gösteren yazılara dalınca, âdet
üzere, çevres yle bütün bağları kes lm ş, hatta ş arkadaşlarının arasıra
b rb rler yle konuşmalarını dah ş tmez olmuştu. Zaten onlar da Sel m’ n
kend ler nden olmadığını lk görüşte sezm şlerd . Üstel k onu, kend ler ne
göre çocuk, acem ve b lg s z görüyorlardı. Yalnız alçakgönüllülüğünü
beğenm şlerd . Söze karışmıyor, sorulmadan konuşmuyor, güçlüğü olursa
f k r danışıyordu.
Sel m üç beş günde ş n kavramış ve odaya göz atmaya başlamıştı.
Sek z k ş yd ler. Kend s nden başka heps altmışını aşmış k mselerd .
Yetm ş n geçenler de vardı. Fakat çalışmalarının metodlu ve s steml
olmadığı apaçık görülüyordu. B r de şu vardı k arasıra kend aralarında
yaptıkları konuşmaların konusu askerl k veya harb tar h değ l, dîn ve
tasavvuftu. Sel m Pusat ş md ye kadar k mseyle d n üzer nde b r tartışma
yapmamıştı. Bu adamların nasıl b r sebep yaratarak bunu konuştuklarını
anlayamıyordu. Hele askerl ğe h çb r faydası olmayan tasavvufun burada
konuşulması çok gar b ne g d yordu.
Saat on k olduğu zaman çalışma masaları yemek masası hal ne
gel yor, tatlı konuşmalar arasında yemek yen yordu. Sel m, evden yemek
get rmed ğ ç n öğle yemeğ yem yor, çok hoşlandığı ves kaları okuyarak
öğle tat l nde de çalışmaya devam ed yordu. İş arkadaşlarının arasıra
nöbetleşe odadan kaybolmalarının sebeb n de b raz sonra anladı: İlerdek
küçük b r odada teker teker namaz kılıyorlardı. Bunu keşfett ğ zaman
«Baht yar adamlar!» d ye düşündü ve gözler n pencereden göğe d kerek
uzun uzun daldı.
İşe başladığının dördüncü mü, beş nc m gününde d , masa komşusu
kend s ne b r şey sordu ve Sel m, yüzüne bakmadan yaptığı kısa konuşmada
yanındak n n b r yabancı ş ves yle konuştuğunu görerek başını ona çev rd .
Aynı anda hayretler ç nde kaldı. Çünkü bu adam şu mendebur Yek’ n ya
k z kardeş yahut kend s yd . Adam b r şeyler söylemekte devam ed yor,
fakat Pusat söylenenler asla duymadan masa komşusunun yüzüne
bakıyordu. B rdenb re:
- Adınız ned r? d ye sordu.
Bu soruş, Tasn f Kom syonu odasında h çb r zaman görülmem ş öyle
b r sertl kle yapılmıştı k herkes ş n bırakarak gözler n Sel m’e d km ş ve
dostça olmayan bakışlarla onu süzmeye başlamıştı. Adam kısaca cevap
verd :
- Osman.
- Soyadınız Yek m ?
Ber k gülümsed :
- Böyle b r soyadı alacak olsam «dü»yü terc h ederd m. Çünkü yekle
daha z yade k b r, dü le se dubara atılır.
Sel m Pusat aks b r karşılık vermek üzere ken odaya g ren b r
hademe:
- Osman Beğ! Müdür beğ s z st yor, ded .
Osman Beğ masasından kalkıp g derken Sel m onu ncel yordu.
Yüzünün bütün benzerl ğ ne rağmen Yek olamazdı. Ondan uzun boylu
olduğu g b kamburumsu ve aksak da değ ld . Fakat bu benzey ş?
Odadak lerden b r Sel m’ aydınlattı:
- Ş ves tuhafınıza g tt , değ l m ? Dönmed r.
- Dönme m ? Hang m llet n dönmes ?
- Alman Yahud s ’d r. Asıl adı Oskar ken Müslüman olunca Osman’a
çev rm şt r.
- Soyadı ned r?
- Soyadı F şer’d r. Onu değ şt rmed . Yalnız Türk mlâsıyla yazmaya
başladı.
Sel m lg lenm şt . Sordu:
- Neden Müslüman olmuş? Asıl mesleğ ned r?
- H tler dares n n baskısına uğradığı ç n Müslüman olmuş d yorlar.
Memleket nde Şark yat profesörü m ş. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka
b rkaç da Avrupa d l b ld ğ ç n asker olmadığı halde kom syona aldılar.
Pusat d n veya tab yet değ şt rmey ordu değ şt rmeye benzett ğ ç n
bu şten hoşlanmazdı. Sözü uzatmadı, lerk masalarda oturan k memurun
konuşması d kkat n çekm şt . Tasavvuf üzer ne konuşuyorlardı. B r
Kur’an’dan ve hadîslerden tanıklar get rerek tasavvufun hak kî İslâm yet
olduğunu, ötek de y ne aynı kaynakların yardımıyla b d’at sayılması
gerekt ğ n ler sürüyordu.
Bu arada Sel m’e yabancı veya uzak b rçok s mler geç yordu:
Muhy ddîn- Arabî, Mevlânâ, Kemalpaşazade, Ç v zade...
Münakaşacılar, arada b r mısralar veya bey tler de söylüyorlardı. B r
tanes aklında kaldı:

Tasavvuf yâr olup bâr olmamaktır;


Gül- gülzâr olup hâr olmamaktır

Sel m, z hn nde beyt tekrarlayarak güzel m , der n m , sathî m


olduğunu anlamaya uğraşırken yanı başında:
- S z de aynı f k rde m s n z? d yen b r ses duydu. Bunu Osman F şer
söylüyordu. Sel m bunun gözlükler arkasından bakan gözler n Yek’e
benzeterek yen den ç huzurunu kaybett ve ne zaman yer ne döndüğünü
anlamadığı bu esk profesöre bakarak:
- Hang mesele hakkında f kr m soruyorsunuz? ded .
- Tasavvuf hakkındak f kr n z ...
- Tasavvuf hakkında h çb r f kr m yok.
F şer, müstehz b r bakışla d ğerler n şaret ederek:
- Bunların çoğu tasavvufu İslâm yet sanıyor. Halbuk bud zm ve
mah ha zm n çorbasıdır. Tuz ve b ber olarak da ç nde epey hır st yanlık ve
Yahud l k var, ded .
Sel m Pusat bud zm ve man ha zm aşağı yukarı yalnız s m olarak
b l yor, hele savaş aleyh nde olan bud zmden nefret ed yordu. Bu f kr n,
savaşçı b r d n olan İslâm yete g rm ş bulunmasını gar pseyerek:
- İslâm büyükler arasında bu hak kat b len k mse yok muydu? Neden
önlemed ler? d ye sordu.
Osman F şer’ n cevabı çok gar pt :
- Bu domuz Yahud ler, müslüman olarak Müslümanlığı bozmak ç n
bu b d’atler soktular.
- Yahud ler’ n müslümanlığa musev l ğ sokmaları tab olurdu.
Kend ler n n de b lmed ğ esk d nler neden öne sürsünler?
Osman F şer:
- Onu da yaptılar, ded . Arkasından gar p b r h kmet savurdu: İy b r
mam olmak ç n önce y b r haham olmak şarttır.
Sel m Pusat öfkelen r g b oldu.
- Yahud ler’ n n ç n bu kadar aleyh nde bulunuyorsunuz? S z Yahud
değ l m s n z?
Profesör cevap vermed . El yle yaptığı şaret red mânâsına geleb l rd .
Sel m, sorgusunu bırakmadı:
- Ya hang ırktansınız?
Osman F şer başını önündek kâğıtlara eğerek:
- Şeytan ırkından! d ye cevap verd ve kâğıtlarla meşgul olmakta
devam ederek sustu.
Pusat b r an ler ye, odanın camekânından ağaçlar ve ç çeklerle göze
ve gönüle hoş gelen bahçeye bakarak düşündükten sonra başını evraka eğd .
Bu adama öfkelenm ş, aynı zamanda da lg çek c bulmuştu. Onun,
k mseyle konuşmazken kend s ne bu şek lde açılması tuhaftı.
Sel m bu göreve başladığından ber lk defa b r ç sıkıntısı duydu.
Sebeb n düşündü. Osman F şer’d . Tasavvuf, bud zm falan d yerek
huzurunu kaçırmış, bu lüzumsuz saçmalarla vakt n almıştı. Fakat asıl
belâlısı adamın Yek’e benzey ş yd .
O akşam eve döndüğü zaman tasavvuf hakkında Ayşe’den öteber
öğrenmek n yet nde d . Fakat onu üzgün bulunca vazgeçt . Tosun b raz
hasta ve ateşl d . Doktor gerek p gerekmed ğ n her zaman Ayşe tay n
ederd . B r şey söylemed ğ ne göre hastalık müh m değ ld .
Ayşe’n n vaz fe tash hler n b t rd ğ ve Tosun’u yatağında yoklayarak
end şes zce çalışma odasına geld ğ sırada Sel m Pusat damdan düşer g b ,
Ayşe’y âdeta şaşkına döndüren b r soru sordu:
- Tasavvuf ned r?
Aslında, şaşılacak b r soru değ ld . Ancak Sel m’ n böyle b r konuyu
öğrenmek stemes , mübalaga le söylemek gerek rse, tar hte yen b r çağın
açılması kadar müh md . Bunu Sel m değ l de Tosun sormuş olsa Ayşe y ne
bu kadar şaşırırdı. Fakat bu şaşkınlığının arasında sev nç de vardı: Kocası
artık, hayattak meselelerle lg len yordu, askerl ğ n dışındak gerçekler de
kabullen yordu. Ayşe’n n d l n n ucuna gelen lk söz «Bu da nereden est ?»
g b b r şeyd . Fakat söylemed . Sel m’ ürkütmemek lâzımdı. Kend s ne
böyle b r soru sorulmasını da h ç umursamıyormuş g b görünmeye d kkat
ederek:
- D n felsefes d r! d ye cevap verd ve Pusat’ın vereceğ alaylı
karşılığı bekled .
Bu gece Pusat’ta başka b r hal vardı. Alaya g tmed :
- D n b r takım kes n buyruklar ve ka delerden baret değ l m ? Bu
kadar sert ve değ şmez ka deler manzumes n n felsefes olur mu?
Ayşe’n n şaşkınlığı artıyordu. Acaba ne olmuştu da Sel m bunları
soruyordu? H dayete m erm şt ? Onun tasavvuf hakkında h çb r şey
b lmed ğ n , b lmeye de lüzum görmed ğ n çok y b l yordu. Tasavvuf ç n
Sel m’den beklenen düşünce «D lenc l k felsefes » g b b r şey olab l rd .
Böyle demey p de c ddî c ddî sorması, öğrenmek stemes Ayşe’ye
Tosun’un hastalığından doğan üzüntüyü âdeta unutturdu. Anlatmaya
başladı:
- D n, naslardan barett r ama nsanların kend duygu ve
düşünceler ne, kend m zaçlarına göre değ ş k şek lde anlayacakları ve
b rb rler yle çek şecekler noktalar bulunab l r. N tek m türlü mezhepler
arasındak çatışmalar da bunu göster yor. Tasavvuf, teferruata ehemm yet
vermeden gen ş b r müsamaha ç nde ve yalnız sevg ye, y l ğe dayanarak
nsanı, dünyayı, kâ natı, Tanrı’yı anlamak s stem d r.
Sel m Pusat o gün Osman F şer’ n söyled kler n hatırlayarak:
- Tasavvufta bud zm, man ha zm, Hır st yanlık g b yabancı tes rler de
var mıdır? d ye sordu.
Ayşe b raz daha şaşırdı. Sel m’ n ağzından bud zm veya man ha zm
kel meler n duymak Tosun’un Yunus Emre’den bahsetmes g b b r şeyd .
Hayret n saklamakta devam ederek cevap verd :
- Olab l r. Vardır. Tasavvuf bütün d nler , bütün nsanları kavrayan b r
felsefed r.
Ayşe, ancak b r askere yaraşan yüzle kend s ne bakarak, vuruş-kırışın
aleyh ndek tasavvufu öğrenmek steyen kocasının sözü nereye get receğ n
merakla bekley p ona baktı. Acaba Sel m’de b r yumuşama mı başlamıştı?
Bunu asla ummuyordu. Öyleyse neyd ? Ayşe bunu düşünürken Pusat
yen den sordu:
- Bu tasavvufun b r faydası var mı?
Ayşe, önce askerl ğe, savaşa, savaşı kazanmaya faydası var mı d ye
soruyor sandıysa da öyle olmadığını hemen anlayarak cevap verd :
- Elbette var! İnsanı huzura kavuşturması bakımından tasavvuf g b
lâç bulunamaz.
- Hayatı karmakarışık olduğu halde tasavvufla huzura kavuşmuş
k msey tanıyor musun?
Bu soru le Sel m Pusat acaba b raz da kend s hakkında mı sormak
st yordu? Ayşe b rkaç san ye düşündükten sonra cevap verd :
- Tar h böyle nsanlar kaydett ğ g b zamanımızda da örnekler var.
Geçende b z z yaret ett ğ zaman tanıdığın Kadr ye Kozanlı’nın amcası
bunlardan b r d r.
Ayşe sustu. Z hn n toparlamaya mı çalışıyordu, yoksa söyley p
söylememek ç n karar mı verem yordu, bell değ ld . Sonunda söyled :
- Sen n çok merak ett ğ n Leylâ’nın, tar h öğretmen Leylâ’nın
babasının da pek büyük b r mutasavvıf olduğu herkes tarafından söylen r...
13

BAYRAM günler n n güzel havalara raslamasını fırsat b len Ayşe b r


kır gez nt s hazırlayarak Sel m ç n b r eğlence, kab lse b r huzur yaratmak
sted . Tıpkı b r kurmay g b her şey düşünerek, en nce hesaplara kadar
nerek plânını yaptı. Yen açılan, da ma sev yel nsanların uğrağı bulunan,
adı da Huzur olan çayhanede kahvaltı ed ld kten sonra kıyı yolundan Çamlı
Koru’ya g d lecek, güneş batarken dönülecekt . Gez nt ye Kadr ye Kozanlı
le b r k öğretmen daha ve Ayşe’n n üç sevg l kızı çağırılacaktı.
Sel m Pusat’a tekl f n yaptığı zaman kabul olunup olunmayacağı
hakkında h çb r f kr yoktu. Kocası, Ayşe’y taş sess zl ğ ç nde d nlem ş,
sonra y ne dışarıya z vermeyen b r yüzle:
- Güzel olur. Yalnız b r eks ğ var! dem şt .
- Ned r?...
- Prenses Leylâ... Leylâ Mutlak...
Ayşe Pusat b r an donakaldı. Fakat cevap vermekte gec kmed :
- Adres n b lsem onu da çağırırdım ama...
Sel m şaka le st hza arasında b r sesle onun sözünü kest :
- Yok canım... Sen n kahraman kızların olduktan sonra Prenses
Leylâ’ya lüzum yok!
«Kahraman kızlar» tab r bu sefer Ayşe’n n h ç hoşuna g tmed :
- Sel m! Şu kahraman kızları bırak. Onlar kahraman olmadıkları ç n
bu tab rle bana küçümsenm ş g b gel yorlar. Halbuk kend ler n çok
sever m. Onun ç n, r ca eder m, bu tab r kullanma.
- Ne d yey m? Bu tab r , üçünü b rden anlatmak ç n kullanıyordum.
Ayşe’n n sustuğunu görünce y ne alaycı tavrını takınarak:
- İstersen ışık kızlar d yel m, ded . Nur, Ay ve Gün... Işıklardan
yapılmış b r mahşer.
Işık Kızlar tab r Ayşe’n n hoşuna g tm ş olmakla beraber:
- Neden mahşer? d ye sormaktan da kend n alamadı.
Pusat gülümsüyordu:
- Neden var mı? Ölüler b le ayağa kaldıracak kuvvette üç ışık...
Mahşere yaraşan kızlar.
Ayşe, konuşma tatsız b r yola dökülmes n d ye fazla b r şey
söylemed . Zorak b r gülümsey şle:
- İşte şa rl ğ n kullandığın zaman başarı sağladığına b r örnek... Işık
Kızlar c dden güzel ve onlara yaraşan b r tab r. Edeb yat öğretmen olarak
sana afer n d yeb l r m, ded .
Sel m cevap vermed . Böylece bundan sonra Aydolu, Güntülü ve
Nurkan ç n Kahraman Kızlar yer ne Işık Kızlar den lmes hakkında
aralarında sözsüz, mzasız, törens z b r anlaşma yapılmış oldu.
Huzur Çayhanes ’ndek lk dak kalar Kadr ye Kozanlı’nın fıkraları ve
nükteler yle çok hoş geçt . Bu dertl kadın, m hnet kend ne zevk etmen n
sırrına erm ş, hem gülüyor, hem de yanındak ler neşelend r yordu.
Gülmemekle beraber Sel m Pusat da onu d kkatle d nl yordu.
Kocasını, sezd rmeden da mî b r kontrol altında tutan Ayşe, d nler
gözüktüğü halde, onun Kadr ye’y d nlemed ğ n , kend âlem nde başka
düşüncelere daldığını, hatta belk de nerde olduklarını b le unutmuş bulun-
duğunu anlamakta gec kmed . Halbuk bu günü sırf onun ç n düzenlem şt .
Doğruydu: Sel m; o anda tamam yle başka şeyler düşünüyor ve altıncı
duygusuyla kend n n kontrol ed ld ğ n sez yordu. Manevî b r s lk n şle,
daldığı âlemden kurtuldu. Kend s ne bakmakta olan Ayşe le göz göze
geld kten sonra, ne olduğunu anlamadığı b r kuvvet n zoru le bakışlarını
Güntülü’ye çev rd ve onun kend s ne d k lm ş bakışlarıyla karşılaşınca
ürperd . Bu bakışlar ona h ç de yabancı olmayan korkunç pars bakışlarıydı.
Fakat nerde görmüştü? İşte y ne ç acı le dolmaya başlıyordu.
Ayşe, Güntülü’nün de Sel m’ kontrol ett ğ n görmüş, kocasının
anormal ruh durumu kızlar tarafından anlaşılmasın kaygısı le ve şakayı da
elden bırakmayarak sormuştu:
- Sel m! Askerl ktek zevk saymazsak bu günümüzün ş md ye kadar
geçen dak kalarında b n tat yok muydu?
- Yok olur mu? Hele Kadr ye Hanım’ın fıkraları...
Ayşe, «Acaba sorsam b r tanes n hatırlayab l r m ?» d ye düşünürken
Güntülü’nün söze karıştığı görüldü:
- En çok hang s n beğend n z?
Bu sorunun Sel m’de ne tes r yaptığı anlaşılmadı ama b rden Ayşe’n n
gönlü üzüntüyle doldu. Sel m’ n d nler gözüküp h çb r şey d nlemed ğ ,
yan anormal hal anlaşılacak d ye ç burkuldu. Güntülü b lmeden Sel m’ n
görünmeyen yarasına basmıştı. Ayşe böyle düşünüyordu.
Halbuk Güntülü bunu b lmeyerek değ l, b lerek yapmıştı. Huzur
Çayhanes ’ne geld kler dak kadan ber bu acay p adamı kontrol ed yordu.
Ne tuhaf düşünüyordu? Başından geçen felâketle meşgul olamazdı. Öyle
zayıf radel b r adama benzem yordu. Ayşe Hoca Hanım ayarında b r
kadının kocası olduktan ve hayatındak büyük sarsıntı atlatıldıktan sonra
onun huzur ç nde yaşayan, baht yar b r k mse olması gerek rd . Halbuk bu
sertl k, bu dalgınlık, bu gar pl k h ç de baht yarlığın alâmetler değ ld .
Güntülü ona d kkatl baktığı zaman Sel m’ olgun b r subaya değ l,
toy b r şa re benzet yordu. Kadr ye Kozanlı’nın herkes neşeye boğan
fıkralarına aldırış etmed ğ , daha doğrusu onları ş tmed ğ muhakkaktı.
Güntülü bunu kend kend s ne spat etmek ç n «En çok hang s n
beğend n z?» d ye sormuştu.
Ayşe ç nden «Eyvah, fırtına kopacak.» d ye tasalanırken Sel m’ n
alay mı, c ddî m olduğu anlaşılmayan o tavrı takındığı görüldü ve arkadan:
- Heps b rb r nden güzel, ded ğ ş t ld .
Güntülü, tuttuğunu kolay bırakanlardan değ ld . Y ne sordu:
- Ama elbette b r ötek lerden güzeld . On fıkra b r araya gel nce h ç
şüphes z b r n n daha çok hoşa g tmes cab eder.
Güntülü daha söyleyecekt ama Sel m bırakmadı:
- Yanılıyorsunuz. B rçok şey b r araya geld ğ zaman onlardan b r n n
ötek lere üstün olması neden gereks n? Güzel b r savaş yapmış b r
mangadak erlerden b r n ötek lerden ayırt etmeye çalışmak...
Bu sefer de Sel m sözünü b t remed . Kadr ye Kozanlı gülerek
konuşuyordu:
- Aman Sel m Beğ!... Bu Huzur Çayhanes ’n de tüfek sesler yle
doldurmayın. Sonra huzuru kaçarsa nereye g der z?
Ayşe, Sel m’ n sertleşmeye başladığını derhal anladı. Ses n n tonu onu
göster yor ve boşluğa bakarak cevap ver yordu:
- Pek ! S lâh sesler n keserek huzurun bozulmasını önleyel m. Fakat
ş md vereceğ m örnek ç n de gözler n z n kamaştığından yanıp
yakılmamanızı r ca eder m.
Kadr ye le d ğer öğretmenler ve üç kız göz kamaşmasından b r şey
anlamayarak bakıştılar. Yalnız Ayşe sözün nereye varacağını kavramış,
fakat artık önlemeye vak t ve mkân kalmamıştı. Pusat tok b r sesle
konuşuyordu:
- Askerler bıraktık. Işık Kızlar’ı aldık. Işık Kızlar d yerek Ayşe’n n
üç sevg l kızını kasded yorum. Hem s mler ışıklı, hem de kend ler ışık
güzell ğ nde olduğu ç n onlara Işık Kızlar d yorum. Ş md ben Ayşe’ye
«Işık Kızlar’dan en çok hang s n beğen yorsun?» d ye sorsam şunu yahut
bunu d ye b r cevap vereb l r m ? Veremez. Demek k bazen terc h yapmak
mkânsızdır. Ayşe’ye tanıyacağınızdan em n olduğum bu hakkı benden neye
es rg yorsunuz?
Bu bağlayış Ayşe’n n hoşuna g tm şt . Fakat Güntülü d renmekte
devam ed yordu:
- Hoca Hanım’ın b ze olan sevg s eş tt r. Fakat bu, aramızda b r terc h
yapmadığı mânâsını taşımaz. Terc h n açığa vurmayışı Hoca Hanım’ın
nezaket ve hocalık sanatının cabıdır. Yoksa mutlak...
- Mutlak mı?
Güntülü, Sel m’e âdeta korkarak baktı. Çünkü mutlak mı d ye
sorarken korkunç b r hal almıştı. Sel m’ böyle korkunç olmaya zorlayan
sebep mutlak derken Güntülü’nün ses ndek aheng n, Çamlı Koru’da o gece
duyduğu sese tıpatıp benzemes yd . Güntülü’yü nereden tanıdığını
hatırlamak üzereyd . Fakat…

*
**

Sel m kend s ne geld ğ zaman Çamlı Koru’ya nen yokuşta


olduklarının farkına vardı. Yanında Güntülü vardı. Ayşe ve ötek ler epey
aralıkla arkadan gel yorlardı. Sel m, yanındak n n Güntülü olduğunu
anlayınca lkönce kızın ses ne d kkat ett . Evet! Bu, o gece, Çamlı Koru’da
kend s ne ş rle h tap eden sest :
- Arasıra Çamlı Koru’ya gel r m s n z? d ye sordu.
- Hayır! İlk defa ş md gel yorum.
Yalan söylüyordu. Bu ses n sah b Çamlı Koru’ya h ç g tmem ş
olab l r m yd ? Sel m sabırsızlanmakla beraber bu vahşî kızı zorlayarak
ondan b r şey öğrenmeye mkân olmadığını çok y sez yordu:
- Güntülü! Bana en çok hoşunuza g den b r ş r okur musunuz? ded .
Sel m ş md ye kadark konuşmalarında gerek Aydolu le Nurkan’a,
gerekse Güntülü’ye h tap ederken adlarından sonra hep «hanım» kel mes n
de ekleyerek konuşmuştu. Bu seferk «Güntülü» h tabı b raz tuhaf, fakat
sam mî olduğundan genç kız yadırgamadı. Hatta genç kızlık ps koloj s
ç nde b raz hoşlandı b le. Yalnız, Sel m’ n karakter nden h ç umulmayan
ş r okumak tekl f n gar p bularak: «Neden cab ett ?» d ye sordu.
- Zaman zaman ş r d nlemekten hoşlandığım olur. Bunu da elbette ş r
zevk olanlardan d nlemey terc h eder m. Ayşe evde o kadar meşgul k ona
bu tekl f yapamıyorum. Zaten, bu stek de bende her zaman doğan b r şey
değ l...
Güntülü b raz düşündükten ve el yle saçlarını o zar f hareketle
düzeltt kten sonra ahenkl ses ve düzgün söyley ş yle b r ş r okumaya
başladı:

Sevda g b b r g zl emel ruhuna s nm ş;


B r haz k hayalden b le üstün ve der nm ş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr g b nm ş;
B r sır k bu, ölsen b le asla açamazsın...

Anlatması mkânsız olan öyle b r an k ,


Hülyadak ses varlığının gayes sank ...
Bak emred yor: Daldığın âlemden uyan k
Mutlak seveceks n ben , bundan kaçamazsın...

Ş r d nlerken, kızın ses n n, karanlıktak ses n aheng ne benzeyen


güzell ğ nden sarhoş olan Pusat son mısraı d nley nce yıldırımla vurulmuşa
döndü ve ızdırabını bell etmek stemeyen b r yaralı g b bakarak:
- Bu ş r k m n? d ye sordu.
Güntülü en tatlı gülümsey ş yle bakıyordu.
- B lm yor musunuz?
- B lsem sorar mıydım?
Genç kızın gülümsey ş dudaklarında söndü:
- Bu ş r s z n değ l m ?
Pusat hayretle durarak Güntülü’ye döndü:
- Ben m m ? Ne zaman yazmışım?
Kızın gözler vahş parıltılarla ışıldamaya başlamıştı. Sel m, çok y
tanıdığı bu parıltılara bakarken, bakıp da unutulmuş b r noktayı çözmek ç n
b r ruh kasırgasında bunalırken, Güntülü, o gecek görünmeyen kadının
ses yle cevap verd :
- Unuttuğunuza göre b n yıl önce yazmış olacaksınız.
B n yıl... Sel m’ n beyn ndek karanlık yer aydınlanıyor g b yd . «Ben
b n yıldan ber yaşıyor muyum?» d ye düşündü. Bu, korkunç b r şeyd ...
Yanındak kız tıpkı b r büyücü g b onun aklından geçen anlayarak cevap
ver yordu:
- Evet! B n yıldan ber yaşıyorsunuz. Hatta belk de k b n yıldan
ber ! Mete’n n, askerler n sadakat sınavından geç rmek ç n sevg l ler ne,
n şanlılarına, eşler ne ok atmalarını emrett ğ ve büyük sevg ler dolayısıyla
ok atmayanları dam ett rd ğ zamandan ber ...
Bu sözler ve bu ses Sel m’ n bütün gücünü, hatta rades n alıp
götürmüştü. Cevap verem yordu. Düşünem yordu da...
Ne kadar sürdüğünü kest remed ğ duraklaması, genç kızın
«Yürüyel m efend m!» demes yle sona erd . Yokuş b tm ş, Çamlı Koru’ya
g rm şlerd .
Çamlı Koru’nun havasından çok Sel m üzer ndek tes r ve hatırası
kend ne gelmes ne yaradı. Tekrar askerleşm şt :
- Hayır! Bu ş r ben m değ l! ded .
- O halde belk ben md r…
Bu kız, sank Sel m’e darbe üstüne darbe vurmak ç n gelm şt .
Büsbütün per şan olmamak ç n alaycı tavrını takınmakta gec kmed :
- S z de k b n yıldan ber yaşıyor musunuz?
- N ç n olmasın?
Pusat, yüzünün kızardığını yanmasından anladı. Kend s yle eğlen yor
muydu? B r çocukla başa çıkamamak, b r manganın hakkından b r bölükle
gelememeye benz yordu. Fakat bu kadar naz k ve terb yel b r kızın çok
sevd ğ öğretmen n n kocasıyla eğlenmeyeceğ şüphes zd . Öyleyse o gar p
sözlerle ne demek stem şt ? Alacağı cevaptan çok, kızın ses n d nlemek
ht rasıyla sordu:
- İk b n yıl önce acaba ben neyd m?
- Herhalde Mete’n n ordusunda b r subaydınız.
- Bu sözler n zle bana şeref ver yorsunuz. Mete’n n ordusunda subay
olmak, olab lmek b r asker ç n gayeler n son sınırıdır...
Pusat bu sözler söyler söylemez, o görünmeyen esrarlı kadının, belk
de Güntülü’nün, kend s ne tılsımlı sesle ş r okuduğu tahta kanepen n önüne
gelm ş olduklarını farkett . Arkadan yavaş yavaş gelmekte olanları
bekl yormuş g b durarak burada olup b tenler yıldırım hızıyla hatırladı.
O ses... Sonra Leylâ... Leylâ’nın o sese h ç benzemeyen, sonra
benzeyen ses ... Prenses Leylâ... Tahtın vâr s olan Leylâ... En sonra
Güntülü... Kend s n n k b n yıl önce yaşadığını söyleyen ve ş md ses ,
görünmeyen kadının ses ne tamam yle benzeyen Güntülü...
Ayşe ve ötek ler yavaş yavaş yaklaşıyorlardı. Yüzler neşel
olduklarını anlatıyordu. Bell yd k Kadr ye Kozanlı yen b r fıkra daha
anlatıyordu. Onlar gel nce Güntülü le olan bu korkunç, fakat büyüley c
konuşmanın kes leceğ n düşünen Sel m, çk n n son yudumlarını çerm ş-
çes ne ve artık rades ne hâk m b r halde, alaycılığını takınarak sordu:
- İk m z de k b n yıl önce yaşadığımıza göre o zaman da tanışıyor
muyduk?
Güntülü aynı esrarlı ses ve aynı büyük c dd yetle cevap verd :
- Elbette tanışıyorduk.
- Pek ... Ben o zaman da b r subaydım. Ya s z neyd n z?
Güntülü, yırtıcı pars bakışlarını Sel m’e d kt . Onu ürperten, hatta
çıldırtan b r eda le, şaşkınlıktan başını döndüren b r soğukkanlılıkla cevap
verd :
- Ok atamayanlardan b r ...
Pusat ç n b r anda dünya karardı ve ondan sonra olup b tenler artık
hatırlayamadı.
14

PUSAT o kadar çok çm şt k dak kalar kopuk b r f l m g b


geç yordu. B r yerden b r yere nasıl geld ğ n h ç hatırlamıyor, sonra
şuuruna hâk m olarak ne yaptığını, nereye g tt ğ n b l yordu. Daha sonra
tekrar karanlık başlıyor, fakat Sel m her şeye rağmen Çamlı Koru’ya doğru
olan yürüyüşünü değ şt rm yordu.
Çamlı Koru bu akşam her zamank nden daha tenha d . Ama Pusat,
Leylâ’nın geleceğ n b l yordu. Bu b l ş telepat k b r olaydı. Sarhoş olduğu
zaman kend s nde görülürdü. O kadar y mserd , Leylâ’nın geleceğ ne o
kadar nanmıştı k sırf bu nanç kuvvet dolayısıyla Leylâ buraya gelmeye
mecburdu; Sel m böyle düşünüyordu.
Her zaman oturduğu, esrarlı kadın ses n d nled ğ sıraya geld ğ
zaman boş olduğunu görerek üm ts z ve çok acı b r gülümsey şle çevres ne
bakındı. Aynı zamanda Leylâ’nın:
- Nerede kaldınız? S z epeyd r bekl yorum! d yen ses yle ayıldı:
Leylâ sırada oturuyor ve kend s n süzüyordu.
Sel m, «Yanımdak Leylâ’yı göremeyecek kadar sarhoş muyum?»
d ye düşündü. Fakat düşünces n daha ler ye götürmeye zaman kalmadan
ayağa kalkan Leylâ, Pusat’ın koluna g rd ve emreden b r sesle:
- Ben ev me götüreceks n z! ded .
İçk n n tes r yle Sel m’ n b r gar p şleyen beyn çağrışımlar arasında
bunalıyor g b yd : Üç dört gün önce l sel b r kız, Güntülü de ona hâk m
olmuş, âdeta rades n el nden almıştı. Ş md de ondan b raz daha yaşlı
öğretmen kız aynı şey yapıyordu. O, yabancı b r kadın veya kızın kend
koluna g rmes nden hoşlanmazdı. Fakat Leylâ’ya «Kolumdan çık!»
d yem yordu. Nasıl d yeb l rd k Leylâ b r prensest ve tahtın vâr s yd .
Düşünces buraya gel nce Sel m güldü ve Leylâ bunu görerek sordu:
- Sel m Beğ. S z gülmes n sevmeyen b r nsansınız. O halde ş md
durup dururken neye güldünüz?
Sel m soruya cevap vermeden konuştu:
- Ya ben çocuklaştım; yahut çevrem falcılar, büyücüler, geleceğ
b lenler kapladı.
- Bu falcı yahut büyücülerden b r de ben m y m?
- Evet!
- Ne yaptım da bu lt fata mazhar oluyorum?
- Daha yen tanıştığımız, tanışmaya başladığımız halde gülmekten
hoşlanmadığımı b l yorsunuz.
Leylâ bu cevapla sustu. Sonra b rdenb re:
- Ya ötek falcı k m? d ye sordu.
İçk n n Sel m’dek tes r azalmıştı. H çb r şeyden çek nmemek huyu
dolayısıyla açıkça cevap verd :
- Işık Kızlar’dan b r ... .
Bununla bu konuşmanın burada kes leceğ n sanıyordu. Fakat Leylâ
devam ett :
- Çamlı Koru’dak lk raslayışımızda b r Kahraman Kızlar’dan
bahsetm şt n z. Ş md de Işık Kızlar mı çıktı?
- Çok kesk n hafızanız var. Tebr ke değer. O günkü Kahraman
Kızlar’la ş md k Işık Kızlar aynı şey.
Leylâ bu akşam Sel m Pusat’ın her zamank kadar sağlam radel
olmadığını sezd ğ ç n onu zorluyordu:
- Işık Kızlar’dan b r s z n hang g zl tarafınızı keşfett ?
Sel m parlar g b oldu:
- Acaba yen den b r harb d vanı karşısında mı bulunuyorum? Bu ahret
sualler neden cab ed yor?
- Ş r kadar güzel b r kızın s zdek tes r n öğrenmek st yorum.
- Ş r kadar güzel olduğunu nerden b l yorsunuz?
- S z söylem şt n z. Hatta o gece bana «Sen ş r kadar güzel değ ls n!»
dem şt n z.
- Ş md aynı f k rde değ l m. S z ş rden daha çok güzelleşt recek, b r
mha savaşı kadar güzelleşt recek sebepler var.
- Ned r?
- Prensess n z ve tahtın vâr s s n z.
Leylâ, Sel m’ n kolundan çıkmıştı. B r apartmanın önünde karşı
karşıya bulunuyorlardı. Pusat, Leylâ’nın ev ne geld kler n farkederek:
- Hanzade Sultan’dan müsaade r ca ed yorum! ded ve gözler ona
değd . Bu c dden b r sultan yüzü d . Olağanüstü b r asalet ve vekar ç nde
Sel m Pusat’a bakıyordu:
- Çok şey b l yorsunuz yüzbaşım! ded . Görülüyor k asıl falcılık ve
meçhulü b l ş hüner s zde m ş. Bu sebeple g tmeden önce s z nle b raz
konuşmam gerekecek. Buyurun.
Sel m sarhoş, olduğunu düşünerek ve sırf saygı dolayısıyla bu gece bu
eve g rmek stem yordu:
- Müsaade ed n. Başka b r gün geley m, ded .
Leylâ’nın yüzü sertleşm şt :
- S ze emred yorum. Ş md geleceks n z! d ye karşılık verd .
Pusat, Leylâ’nın bu kısa emr n d nlerken askerl kten kalma b r
alışkanlıkla esas duruşa geçm şt . Leylâ’nın da res ne g rd ler.
Dışardan herhang b r ev g b gözüken bu da re prenseslere yakışan
şahane b r konaktı. Eşyalar ve onların düzenlen ş ndek güzell kle zeng nl k
göz kamaştırıcıydı. Yaşlıca, d nç ve sev ml b r kadın:
- Hoş geld n z beğefend ! ded kten sonra Leylâ’ya dönerek:
- B r emr n z var mı arslanım? d ye sordu.
Sel m kaç gündür şaşılacak o kadar şeyler n ortasında yaşıyordu k b r
genç kıza «Arslanım» d ye h tap etmektek garabet d kkat ne çarpmadı.
Yahut çarptı da b r sultan karşısında bulunmasının verd ğ duygu o garabet
örttü.
- B ze çay demle kalfacığım. M saf r m z Sel m Pusat Beğ b r
yüzbaşıdır. Öğretmen m Ayşe Hanım’ın da kocasıdır.
Sel m, kend s ne kalfa d ye h tap ed len bu hoş kadının arkasından
d kkatle baktı. Onun merakını anlayan Leylâ, odadan çıkan kalfayı anlattı:
- Gülsafa Kalfa ben m dadımdır. Fakat aslında her şey md r. Ben
büyüten odur. Annem öldüğü zaman on yaşlarında d m.
- Ya babanız?
- Onu ancak res mler yle tanıdım.
Sel m Pusat, kend s nden b rkaç rütbe üstün b r komutanın karşısında
duyulan çek ngenl ğ duyuyordu. Leylâ yahut Hanzade bu göster şl odanın
ç nde tam b r prensest ve kend s ne hâk md . Duruşu, bakışı ve konuşması
o kadar üstündü k Sel m sormak sted ğ b rçok şey soramayacağını
anlamıştı. Fakat pervasız b r nsandı. Hele çek nme duygusunun varlığını
kaplaması ona sıkıntı ver r, bu hal korkaklık sayardı. Korkaklık se
ğrend ğ şeyd . Askerî b r saygı ç nde:
- Prenses! ded . Adınız Hanzade olduğu halde n ç n kend n ze Leylâ
ded r yorsunuz?
- Adım Leylâ Hanzade’d r. Göze batmayacağı ç n b r nc s n
kullanıyorum. S z de ben böyle b l n z ve böylece h tap ed n z. Dadımın
yanında da normal davranınız. Fakat bu Hanzade’y k mse b lmezken s z
nasıl öğrend n z Sel m Beğ?
- S z ürküten o mendeburdan öğrend m.
Leylâ’nın yüzünden b r t ks nt rüzgârı geçt :
- O b r ajandır ve bl sten daha kurnaz, daha tehl kel b r adamdır.
- Ajan mı? K m n ajanı?
- Kes n olarak b lm yorum. Fakat herkes n ajanı olab l r. Yabancılara
da h zmet edeb l r. İk taraflı da çalışab l r.
Sel m şaşkınlıklar ç ndeyd . Yek mel’ununa çıkıştığı o gece «Leylâ
ben m sözler mden değ l, zevk n n ve heyecanının büyüklüğünden ürküyor.
Ona harekete geçmes n tavs ye ed yorum. Çünkü tahtın vâr s d r.» dem şt .
Bunları hatırlayınca Pusat’ın beyn allak bullak oldu. O zaman b r çılgının
tekerlemes d ye aldığı bu sözler demek k doğru d . Fakat b r kadın, tahtın
vâr s olab l r m yd ? Hele Osmanlı Hanedanı erkeğ , kadını le
memleketten çıkarıldıktan sonra Leylâ nasıl oluyordu da burada
kalab l yordu?
Aynı askerî saygı ç nde yen den sordu:
- S z n b r prenses olduğunuz hakkında en küçük şüphem yok. Fakat
nasıl oluyor da kanunlara rağmen burada kalıyor ve y ne nasıl oluyor da
erkek olmadığınız halde tahtın vâr s oluyorsunuz?
- Sel m Beğ! Osmanlı Tar h ’n şöyle ger lere doğru b r düşününüz.
Tahta geçmek uğrunda yahut taht ç n tehl kel olduklarından dolayı
yüzlerce şehzade can verm şt r. Can verenler arasında meşru olanlar, tahtın
sah b bulunanlar da vardır.
- Ben Osmanlı Tar h ’n n yalnız büyük meydan savaşlarını b l yorum.
Bu söyled kler n zle ne demek sted ğ n z anlayamadım.
Leylâ canlandı. Sel m’e ş md çok güzel gözüken gözler n d kerek
anlatmaya devam ett :
- Yıldırım Bayazıd’dan sonrak şehzadeler kavgasını b l yorsunuz.
Büyük şehzade Süleyman’dı ve meşru hükümdar oydu. Fakat kardeşler
tarafından öldürülünce zavallı, pad şahlar l stes nden b le s l nd .
- Evet. Bu kadarını b l yorum.
- Ş md b raz daha sonrasına gelel m: Kanunî Sultan Süleyman’ın
büyük şehzades b r Mustafa vardı. Yavuz Sultan Sel m çapında b r s yd . O
da türlü tezv rata kapılan babası tarafından acıklı şek lde öldürüldü.
Öldürülmeseyd tahta o geçecekt .
Leylâ sustu. Sel m, sözü tamamladı:
- Fakat öldü...
Leylâ’nın yüzünde güç anlaşılan b r acı fade vardı:
- Şehzade Mustafa öldü ama onun küçük b r oğlu cellâtlardan
kurtarılarak yaşadı. Şehzade Mustafa’nın en sadık k adamı onu büyüttüğü
g b , şehzadeye sadık yüz b nlerce nsan onu servete boğdular. Sadakat n
dereces n düşünün k bu yüz b nlerden b r tek b ld ğ korkunç sırrı açığa
vurmadığı g b servet dare edenler de onun b r tek akçasına dokunmadılar.
Şehzade Mustafa’nın bu g zl oğlunun adı Süleyman’dı. Fakat adamları
«Onu mutlak tahta geç receğ z!» d ye and çt kler ç n kend aralarında adı
«Mutlak» olarak kaldı ve ben m bugün kullandığım soyadı da bu dört
asırlık yem nden çıktı...
Sel m, Leylâ’yı per masalı d nleyen b r çocuğun saflığı le d nl yordu.
Leylâ’nın ses nde ve gözler nde o kadar nandırıcı b r kuvvet vardı k
Sel m’ tes r altına alıyor, fakat ş md y ce ayılmış olan Sel m h çb r açığı
kaçırmadan soru sormak fırsatlarını kullanmaktan ger kalmıyordu:
- Dört asırdan ber a len z g zl l k ç nde m yaşadı? H çb r zaman
harekete geçmed m ?
- G zl l k devam ett . Fakat b zden şüphe de devam ett . Yalnız b r
defa, Sultan İbrah m’ n h çb r çocuğu olmadığı yıllarda hareket tasarlandı,
sonra onun da çocukları olunca bundan vazgeç ld ve dedeler m bazen
devlet h zmet nde, bazen yüksek kademelerde, bazen orduda h zmet ederek
b rer b rer dünyadan çek ld ler. Ben Şehzade Mustafa’nın on b r nc
kuşaktan torunuyum. Ben mle bu a le b t yor.
- S z b r genç kızsınız. Osmanlı Hanedanı’nda tahta b r kadının geçt ğ
görülmed ğ g b bunun düşünülmes ne de mkân yoktur. Bu takd rde tahta
d ğer kollardan gelen şehzadeler n geçmes meşru sayılmaz mı?
Leylâ, eve geld kler nden ber lk defa gülümsed :
- Osmanlı Hanedanı’nın ananes nde tahta kadın geçemez d ye b r
husus yok. Tahta da ma büyük evlâdın geçmes n zamı var. Osmanlılar
dışındak Türk Hanedanlarında kaç kadın hükümdar gelm şt r.
Osmanlılar’da da geleb l rd . Gelmey ş b r tesadüf ve şer atın zamanla ağır
basması, devlet n zamının asl yet nden sapması yüzündend r. Zaten ben m
taht üzer nde dd am olamaz. B r kere artık taht kalmamıştır. Ger gelme-
s ne de mkân yoktur. Ben m kaybolan hakkım taht değ l, hak kî hüv yet m
söylemekten mahrum kalışımdır.
Sel m, kurmay adaylığının verd ğ hızlı muhakeme alışkanlığı le
kend s ne anlatılanları değerlend rd ve artık kend s nde şaşkınlığın,
şaşırmışlığın zerres kalmadığı ç n Leylâ’ya sordu:
- O mendeburun ajan olduğunu söyled n z. O da s z harekete geçmek
ç n kışkırttığını dd a ett . İbl s kadar kurnaz ded ğ n z bu ajan, tavs ye
ett ğ hareket n h çb r ak s uyandırmayacağını, s z n böyle b r harekete
g r şmeyeceğ n z düşünemez m ? Ondan n ç n böyle çek n yorsunuz?
S z nle tanıştığımız gece ağlıyordunuz. Neden?
Leylâ’nın gözler nde büyük b r k n n ışıkları parladı:
- Babam tab ölümle ölmed . Öldürüldü. Yurt dışına çıkarılan
Osmanlı şehzadeler nden k s yle teması onu şüphe altında bıraktı. Gerç o
şehzadeler babamın k m olduğunu b lm yorlardı ama bundan hem hükümet
kuşkulandı, hem de yabancı b r devlet babamın gerçek hüv yet n tesb t ett .
- Ne çıkar? Bu yüzden n ç n öldürsünler?
- Babam aynı zamanda meçhul, fakat büyük b r hukukçuydu.
Petroller n büyük kısmını verasetle el ne geç recekt .
- Böyle olunca ötek şehzadeler n de ortadan kaldırılması cab etmez
m?
- Hayır! Onlar büyük maddî zaruretler dolayısıyla ve bazen de
aldatılarak h sseler n yok pahasına elden çıkardılar. Babamın maddî
ht yacı olmadığı ç n d rend . Reddolunamayacak tar hî kayıtları, ves kaları
buldu.
Sel m’ n aklı yen den karışır g b oldu:
- O halde s z n de hayatınızın tehl kede olması cab eder.
- Belk . Fakat ben bütün tedb rler aldım: Ves kalar k msen n
b lmed ğ b r yerde saklı olduğu g b bana da b r su kast yaparlarsa bunun
k mler tarafından yapılmış olacağına da r hâk mler nandıracak b lg ler,
dosyalar, hatta fotoğraflar em n b r yerde durmaktadır. Gerekt ğ zaman
bunları ortaya çıkaracak cesur nsanlar var.
Arada uzun b r sess zl k oldu. Sonra Leylâ yen den konuştu:
- Kıralcı olduğunuz ç n başınıza gelenler s z n kadar b l yorum. Bu
yüzden s ze yakınlık ve saygı duyuyorum. Akşamları bazen tek başıma
dolaşmam b r ruh sporudur. Babamın nasıl acıklı b r şek lde öldürüldüğünü
annemden o çocuk yaşımda d nled m, annem de bu kederle öldüğü ç n o
ç rk n ajana karşı müth ş b r k n duyuyorum. Ben kandırıp b r
münasebets z taht davasına sürükleyeceğ n ve böylece yok ed lmem
sağlayacağını umarak peş mde dolaşıyor. Yüzbaşım! Dadımı saymazsanız
ben yalnız b r nsanım. Arkadaş çevren ze ve evl l ğ n ze rağmen s z de
yalnız ve k mses zs n z. Onun ç n s z nle konuşmaktan zevk alıyor ve ben
ele vermeyecek b r sırdaş olduğunuz ç n çok değer ver yorum. Arada b r
bana gel rsen z çok memnun kalırım. Zannedersem s z de baht yar
olursunuz.
Leylâ son sözler n kes n b r hüküm şekl nde söylem şt . Doğru d .
Leylâ’nın anlattıkları kend s n bunaltmıştı. Fakat y ne de sebeb n
b lmed ğ b r baht yarlık duyuyordu.
Geld gelel lk defa çevres ne alıcı gözüyle baktı. B r m lyoner n
ev ndeyd . Aklına çok müh m b r şey geld . Tam bunu Leylâ’ya söylemeye
başlayacaktı k Gülsafa Kalfa, tekerlekl çay masası le odaya g rd .
15

SELİM sıkıntılar arasında bunalıyordu. Tar hî b r sırrı öğrenmek veya


b r prenses n tehl keler ortasında yaşadığını b lmen n kend s n bu kadar
bunaltmasını b r türlü anlayamıyor, mânâ verem yordu. Hayatında zaten
huzur d ye b r şey tatmamıştı, ama bu kadar bezg nl k ve bunalma da
görmem şt . En ağır ft ralara uğradığı zaman b le, ün formasını bıraktığı
zaman b le böyle olmamıştı.
Huzur arıyordu. Büroda artık esk s kadar ver ml olamadığının
farkında d . İnceled ğ evrak özetler nde, f şlemelerde gülünç yanlışlar
yapmaya başlamıştı. Halbuk ş arkadaşları nasıl b r gönül rahatlığı
ç ndeyd ler? Bunlar neden böyle kaygısız d ye düşündü. Acaba d nî
nançlarından mı böyle olmuşlardı? Yoksa tasavvuf mu onlara bu ruh
sükûnunu ver yordu? B rdenb re, yanındak masada oturan Osman F şer’ n,
sank düşünceler n anlamış g b kend s le alçak sesle konuşmaya
başlaması Sel m Pusat’ın düşünce z nc r n kest :
- B r saatt r şu kâğıttan mânâ çıkarıp özet n yapmaya çalışıyorum. İk
defa, yaptığım f ş yırttım. Gal ba s z de aynı durumdasınız. Halbuk
arkadaşlarımızda h ç de böyle b r kaygı yok.
- Vaz fe duyguları mı eks k?
- Hayır, hayır! Onlar zaten bunun vaz fe olduğuna nanmış değ ller
k ...
- Neden kaygısızlar?
- Çünkü bütün bu yaptıklarının b r kuruntu ve hayal olduğuna; geç c ,
aldatıcı ve değers z olduğuna nanıyorlar.
- Bunlar del m ?
Osman F şer kötü kötü gülümsed :
- Tımarhane dışındak del ler... Bunlar tasavvufa nanmışlar. Olgun
nsan olmaya, Allah’la b r olmaya çalışıyorlar.
Pusat’ın kaşları çatıldı:
- Allah’la b r olmak mı? Bu da ne demek?
- Yan Allah’ın varlığı ç nde er mek st yorlar...
- Huzur ç nde yaşamaları bundan mı ler gel yor?
- Tab ...
Sel m Pusat başını önündek kâğıda eğ p konuşmayı kesmekle beraber
tasavvufun nsana huzur verd ğ n yen den ş terek başka hayallere kaptırıp
kend n koyuverd .

O akşam yemek yen p Tosun yattıktan ve Ayşe çalışma masasına


oturduktan sonra b r şey d kkat n çekt : Sel m bu gece, büyük odada âdet
olan gez nt y yapmıyor, b r koltuğa yaslanıp gözler n k taplara d km ş
olarak düşünüyordu. Sel m’ n bu hal n lk defa görüyordu. Belk fazla
yorgun olduğu ç n d nlen yordur d ye, b razdan gez nmes ne başlar d ye
düşünerek vaz fe tash hler ne başladı.
Gözü duvardak saate değd ğ zaman kırk dak ka geçm ş olduğunu
anlayarak kocasına baktı: Hâlâ kıpırdamadan oturuyor ve - Ayşe bundan
em nd - görmeden k taplara bakıyordu. «Ne düşünüyorsun?» yahut
«Yorgun musun?» d ye sormak Sel m’ kızdırırdı. Ayşe bu yola g tmeden
onu konuşturmak ç n b r çare düşündü. Fakat onun kâğıtlardan baş
kaldırdığını gören Pusat, sözü açarak Ayşe’y düşünmekten kurtardı:
- Şu tasavvuf denen şey ned r?
Bu soruyu kocasından daha önce de b r defa ş tm ş olmasına rağmen,
Ayşe şaşkınlıktan el ndek kalem masaya düşürdü. Dünyada askerl kten
başka her şey reddeden, hele felsefe, tasavvuf, hukuk g b konuları
lüzumsuz ve saçma bulan Sel m’ n bu soruyu sormasında mutlaka müh m
b r sebep olacaktı. Geçenlerde y ne sorduğuna göre lg lenmes n n c ddî b r
sebeb olmalıydı. Bu sebeb sorarak öğrenemeyeceğ n Ayşe çok y
b l yordu. Yapılacak şey onunla konuşarak ruhunun der nl kler ne nmek,
böylece b r pucu yakalamaktı. Acaba kocası hayatla lg lenmeye m
başlıyordu? Ayşe geçen sefer olduğu g b y ne ç nde b r sev nç duydu ve
y ne geçen seferk cevabı verd :
- Tasavvuf b r nev d n felsefes d r.
- Yan ?
- Yan d n duygusunu ve düşünces n d n n anlattıklarından daha
ler ye götürerek ruhları doyurup kandırmak s stem d r.
Sel m, gözler n y ne k taplara d kerek b raz düşündükten sonra sordu:
- Tasavvuf, d n nkâr mı eder? Yahut bas t ve eks k m bulur?
- Ne nkâr eder, ne de eks k bulur. Yalnız, olgun nsanların d ndek
hak kata tasavvufla er şeceğ n dd a eder.
- Şu halde, kes n ve şaşmaz ka deler s stem olmasına rağmen d n
herkes tarafından başka türlü anlaşılıyor demekt r.
- Tab ... Mezhepler neden doğdu? Bazen b r d n n k mezheb
arasındak çarpışma, k ayrı d n n çarpışmasından çok sert ve kanlı
olmuştur. Müslümanlıkta Sünnîlerle Ş îler n, Hır st yanlıkta Katol klerle
Protestanların savaşları ne kadar kanlı ve kıyıcıdır. Tasavvuf bunun önüne
geçmek ç n çalışmıştır.
Sel m, bazı konuları lk defa öğrenen b r öğrenc merakı ç nde
d nl yordu. İş tt kler o kadar yabancı gel yordu k Ayşe’n n her cümles ç n
b rkaç soru b rden sormak st yordu. Fakat onun sormasına mkân kalmadan
Ayşe devam ett :
- Tasavvuf da b rçok kollara ayrılmış ve bunlar da kend aralarında
mücadele etm şt r ama bu mücadele f k r alanında kalmış, büyük
mutasavvıflar, ayrı s stemler ne rağmen b rb rler ne saygı gösterm şt r.
Sel m hâlâ kavrayamamıştı:
- R ca eder m: Tasavvufun temel n kısaca söyler m s n? d ye sordu.
Ayşe büsbütün canlanmıştı. Anlatmaya başladı:
- Tasavvufun esası kâ natın Tanrı’dan baret olduğu; her varlığın, her
şey n bu Tanrı’nın b r tecell s nden, görünüşünden baret bulunduğu
düşünces d r.
- Mutasavvıflar bu büyük hak kat nasıl keşfetm şler?
Sel m bu soruyu alay etmek ç n değ l, c ddî olarak soruyor ve alay
etmed ğ ç n Ayşe’y hayretler ç nde bırakıyordu. Sözler ne devam ett :
- Bunu akılla değ l, sezg le bulmuşlardır. Tanrı g b sonsuz ve büyük
b r varlığın akılla anlaşılmasına mkân olmadığını kabul etm şlerd r.
Sel m derhal t raz ett :
- Fakat bununla d n n dışına çıktıklarının farkında olmamışlar mıdır?
- D n b lg nler nden bazıları mutasavvıfların d ns zl ğ n lân etm şt r.
En büyük mutasavvıflardan bazıları b le bu suçlamadan kurtulamamıştır.
- Meselâ k mler?
- En başta Muhy ddîn- Arabî ve Mevlânâ...
Sel m Pusat, Mevlânâ’yı ş tm şt . Ötek n lk defa duyuyordu. Sözü
uzatmamak ve Ayşe’y yormamak ç n kısa kest :
- Bana tasavvuf hakkında k tap veya makale vereb l r m s n?
Ayşe yer nden kalktı. K tap raflarının b r bölümü önünde durarak
b rkaç k tap çek p baktıktan sonra Sel m’ n önüne k c lt bıraktı:
- Önce bu ans kloped dek tasavvuf maddes n oku. Z hn nde b r şema
kurulsun. Sonra da bu k tabı oku. Tasavvuf hakkında en y özett r.
Bunlardan sonra lüzum görürsen daha başka k tap ve yazıları da ver r m,
ded .

Saat gece yarısını göster r ve Ayşe yatmaya hazırlanırken Sel m Pusat


hâlâ okumakla meşguldü. Ayşe onun, b r huzur olmasa b le, sükûn ç nde
olduğunu anlayarak memnun olmuştu. Bundan dolayı odadan çıkarken
onun sükûnunu bozmamak ç n b r şey söylemed ve Sel m de Ayşe’n n
çıktığının farkına varmadı.

*
**

Saatler geç yor, bunun farkında olmayan Sel m, Ayşe’n n verd ğ


yazıları okuyordu. Ömründe lk defa, askerl k dışındak b r konuya
böyles ne merak ve lg yle dalmıştı. Masal okuyan b r çocuk g b yd . B r
aralık, okuduğu k tap kend s n Hallâc-ı Mansûr’a get rd . Hallâc-ı Mansur,
«ene’l-Hak» ded ğ ç n şkenceyle öldürülürken kend s n öldürenler ç n
Tanrı’ya yalvarıyor ve şöyle d yordu:

“Onları bağışla. Ben bağışlama. Mademk ben m nsanlığımı kend Tanrılığında yok
ed yorsun, ben m nsanlığımın sen n Tanrılığın üzer ndek hakkı le, ben m sana kavuşmama böylece
sebep olan bu nsanları sen n de yarlıgamanı st yorum.”
Mansûr’u parçaladılar. Her parçasından «ene’l-Hak» feryadı yükseld .
Yaktılar. Küller «ene’l-Hak» d ye bağırdı. Küller n ırmağa attılar. Irmak
«ene’l-Hak» haykırışıyla doldu...
Buraya gel nce Sel m Pusat k tabı kapatıp masaya tt .
Sabah oluyordu ve büyük odada hâlâ ışık yandığını gören Ayşe
kalkarak kapıya kadar gelm şt . Uzaktan Sel m’ n yüzünü kontrol ett ğ
zaman öfke ve buhran z görmed . Fakat k tabı masaya t ş nde sert b r
tepk olduğu bell yd . Sel m k tabı öyle bırakamazdı.
B rdenb re göz göze geld ler. Ayşe kocasını gözetleyen ve suç üstünde
yakalanan b r kadın g b şaşırarak sordu:
- Nasıl buldun?
Sel m’de boş şeylerle uğraşmaya zorlanmış b r nsanın aks l ğ vardı.
Azarlar g b cevap verd :
- Sen n d n felsefes ded ğ n şey bu del saçmaları mı?
Ayşe daha da şaşırdı:
- Neres saçma?
- Neres değ l k ? O Hallâc-ı Mansûr den len zıpıra s z büyük adam,
büyük mütefekk r d ye m bakıyorsunuz?
- Büyük nanç sah b ...
- Ney n nancı?... Kend s n Tanrı le b r tutuyor ve Tanrı üzer ndek
hakkından bahsed yor. Ene’l-Hak demen n b r mânâsı da ben Tanrı’yım
demek değ l m ? Tımarhaneler tanrılık, peygamberl k, pad şahlık taslayan
çılgınlarla doludur. Bu da onların dışarda kalmış b r nümunes olacak!...
- Asırlardır Hallâc büyük mutasavvıf ve büyük nanç sah b olarak
tanınmış ve herkes tarafından öyle kabul ed lm şt r...
Ayşe’n n sözü yarıda kaldı. Sel m bu «herkes»ten ğren yor, «herkes
tarafından» kabul olunan düşüncelere tahammül edem yordu.
- Sen n herkes ded ğ n kalabalık, ç nde cah ller , ha nler , budalaları
bol bol barındıran b r kuru gürültüdür. Herkes kabul ett d ye ben de bu
hezeyanları kabul mü edeceğ m? Herkes Meryem Ana’mızın bak re olarak,
h çb r erkekle temas etmeden çocuk doğurduğunu da kabul eder. Herkes
İsa’nın hem Tanrı, hem de Tanrı’nın oğlu olduğunu da kabul eder. Çünkü
herkes ded ğ n şey b r hayvan sürüsüdür.
Sel m sustu ve başını öteye çev rd . Ayşe’n n gözler haf fçe
nemlenm şt . Sel m, kend s n n tasavvufa ve d ne nandığını b ld ğ halde bu
tahk r tufanını yağdırırken Ayşe’y ayırmamıştı. B rkaç gündür hayata
dönüş, anormal havadan sıyrılış d ye üm t ve sev nçle baktığı davranışlar
b tm ş, b r last k g b ger lerek saplanıp kaldığı noktadan uzaklaşan Pusat,
y ne last k hızı ve sertl ğ yle başlangıç noktasına gelm şt .
Ayşe üzgün ve kırgın çek ld . Kahvaltı hazırlamaya başladı. İlk defa,
ç nde üm ts zl ğe benzer b r ez kl k duyuyordu. Ş md ye kadar Sel m’ n
normale döneceğ n umarak büyük b r sebatla uğraşmıştı. Artık anlıyordu k
bu uğraşmalar boşunadır. Sel m her zaman sert ve öfkel olmakla beraber
Ayşe’y kırmıyor, hatta kırmamak ç n d kkat gösterd ğ anlaşılıyordu.
Halbuk bugün bu ka de bozulmuş, Sel m umumî tar f ç nde Ayşe’y de
ayırt etmeden hakaret yağdırmıştı.
Gözler ndek nem arttı. İk damla yaş yanaklarından aşağı yuvarlandı.
Sel m şe başlayalı ber Tosun’a bakmak ç n sabahtan k nd sonuna kadar
gelmek üzere tuttukları kadın b raz sonra gelecek olmasa bu yaşlar gürleşe-
b l rd de.
Sel m de Ayşe’n n üzüldüğünü anlamıştı. Herkes tahk r ederken
Ayşe’y de o herkesle eş t tutmak aklının ucundan b le geçmem şt ama
Ayşe öyle kabul etm şt . «Bu sözlerle sen kasdetmed m.» dese mesele
b tecek, Ayşe’n n üzgünlüğü kalmayacak, hatta kocasından böyle b r söz
ş tt ğ ç n baht yar b le olacaktı. Fakat ne tuhaf! Sel m bunu
söyleyem yordu. Gururundan değ l, el nden gelmed ğ ç n söyleyem yordu.
Yıllardır hayat arkadaşlığı eden, en tal hs z günler ancak b rb rler ne
dayanarak geç ren bu k k ş n n hâlâ karşılıklı açılmamış tarafları vardı. Bu
açılmamışlık yüzünden bazen sözler veya davranışları tam zıddı b r mânâ
le anlaşılıyor, bu yanlış anlayışlar, hayatın ve ç leler n zeh rle doldurduğu
gönüller n büsbütün bunaltıyordu.
Sel m b r k defa, Ayşe’n n yanına g derek dem nk sözler nde onu
hedef alan h çb r taraf olmadığını söylemek ç n davrandı. Fakat
davranmasıyla skemleye ç v lenmes b r oldu. Sank görünmeyen b r
kuvvet omuzlarına bastırarak onu kalkmaktan alıkoyuyordu.
Tosun’un uyanmış olduğunu annes yle konuşmasından anladı. Bu,
onun ç n erken b r kalkıştı. Belk de dem n Ayşe’ye yüksek sesle söyled ğ
sözlerden uyanmıştı. Böyle düşününce Sel m bu sefer kend s ne kızdı. B r
nsanın kend s ne kızması kadar yıpratıcı şey pek azdır. Zaten Sel m
yıllardır yıpranıyor, yıpranıyordu. Bu yıpranış, herkeste tab at kanunlarına
uygun olan yıpranıştan büsbütün başka b r şeyd . Bunaltıcı b r duygu d .
K mseye, Ayşe’ye b le bunalıyorum d yememek se ayrı b r dramdı.
Yüzünün yanmaya başladığını h ssett . Gözler n , maksatsız b r
şek lde odanın ç nde gezd rd . Sonra b r yere takılarak öylece kaldı. Baktığı
yerde arkadaşı Şeref’ n resm vardı: Harb Akadem s nde okudukları sırada
çek lm ş ün formalı b r res m...
Şeref de kend s g b , askerl ğ b r nanç olarak kabul etm ş canlı b r
yüzbaşıydı. Fakat kend s ne o unutamadığı kısa mektubu yazarak hayatına
son verd kten sonra bu fotoğraf Sel m’e canlı değ l, hüzünlü b r nsanın
resm g b gelmeye başlamıştı.
«T yatro b tt . Beklemeye lüzum görmüyorum.» Bu bas t, beş kel mede
neler neler saklıydı! Sel m, arkadaşını unutamıyor, fakat da ma karşısında
bulunan resm ne bakmaktan da sakınıyor, çünkü ona bakınca gözyaşlarının
akmasından korkuyordu. Ş md âdeta farkına varmadan gözler resme
takılmış, takılınca da artık ayıramaz olmuştu. Gözler n ayırmayı arkadaşına
saygısızlık sayıyordu.
Sel m b r ötek hayata nanmıyor, Şeref’ n artık b r şey duymadığını,
duymayacağını b l yor, fakat hatıralara saygı göstermen n nsanları nsan
yapan b r üstünlük olduğunu da kabul ed yordu.
Gözler Şeref’ n resm ne takılınca bütün o ç lel geçm ş yen den
yaşar g b oldu. Şeref k mses z yaşamış ve k mses z olduğu ç n nsanların
fenalığından kurtulmak üzere hayatına son verm şt . Sel m yen den
düşündü: «Ayşe le Tosun olmasa ben de aynı şey yapar mıydım?» Ona ne
şüphe? Belk Şeref, nsanlardan ben m ğrend ğ m kadar ğrenmem şt .
Acaba yaşasaydı avunur muydum, yoksa onu gördükçe hayatın acısını daha
mı çok duyardım? Bunlar Sel m’ n çares z kaldığı zamank düşünceler yd .
Y ne beyn nden yıldırım hızıyla düşünceler geçmeye başlamıştı. Ne
tuhaf!... Bu düşünceler sank düşünce değ l de, kend s ne seslen len
sözlerd . B r s «Doğru yapmadın!» d yor g b yd . Evet, Ayşe’ye karşı
dem n doğru davranmamıştı.
B rden, Şeref’ n resm ne daha d kkatle baktı. Da ma hüzünlü görmeye
alıştığı bu fotoğrafta ş md Şeref haz n b r gülümsey şle kend s ne
bakıyordu. Halbuk o res mde Şeref, aslında gayet c ddî d . Gözler n bütün
d kkat yle resme d kt ve Şeref, başını, bunu doğru yapmadın mânâsına
gelen b r hareketle sallıyor g b geld .
İçerde kahvaltı sofrası hazırlanmış; Ayşe, Sel m’ çağırmak üzere
kapıya gelm şt . Onu o halde görünce yen den şaşırdı ve âdeta ürperd .
Çünkü Sel m’ n sert bakışlarla karşıya d k lm ş gözler yaşlıydı. Ayşe onun
nereye baktığını b lm yordu. Ağlamak da hayata dönmen n şaret yd .
Ş md ye kadar onun gözler nden yaş aktığını b r defa b le görmem şt .
B rden, gönlündek keder n boşaldığını farkett ve Sel m’ n o şek lde
görülmekten hoşlanmayacağını b ld ğ ç n b r şey söylemeden yavaşça
çek ld .
16

SELİM’ n başı gar p b r şek lde ağrıyordu. Buna ağrı demek b le


yer nde olmazdı. Anlatılması güç b r şeyd . Nereye baksa Güntülü’nün
gözler n görüyor, onu çok y tanıdığını b l yor, fakat k m olduğunu bulup
çıkaramıyordu. İç nde yüzyıllarca öncek b r zamanın duygusu vardı.
Del r yor mu d ? Yoksa o nce ve güzel görünüşü altında Güntülü mü
korkunç b r çılgındı? Neden k b n yıl önce tanışıyoruz dem şt ? Neden
kend s n n ok atılmayanlardan b r s olduğunu söylem şt ?
Bu öyle berbat, o kadar yıpratıcı b r duygu d k buna h çb r yürek
dayanamazdı. Sel m, kurtuluş yolunu çk de buldu. Ayşe olmadan çmek
mutadı değ ld . Bu tat l gününde Ayşe, Tosun’u da alarak b r akrabaya
g tm şt . Sel m b r k saat daha bekleyemeyeceğ n anladı ve artık tek
tesell s hal ne gelen çk ye el attı.
Aşırı g d yor, b lerek çok ç yordu. Yukarlardan, her yerden kend s ne
bakan Güntülü’nün gözler nden kurtulmak, onunla ne zaman tanışmış
olduğunu bulamamaktan doğan sıkıntıyı atmak ç n durmadan ç yordu.
İsted ğ oldu. Kend s n rahatsız eden yeş l gözler kayboldu. İç nde
mânâsız b r ferahlık, hatta neşe duydu. Akşam olmuştu. Aklına Çamlı Koru
geld . Sendelememek ç n ağır ağır yürüyerek Çamlı Koru’nun yolunu tuttu.
Neden oraya g tt ğ n b lm yordu. Orada Leylâ’yı da göreb l rd . Halbuk
Leylâ kend s n arasıra gel d ye ev ne çağırmıştı. Böyle başı dumanlı ken
prensese g tmey doğru bulmuyordu ama Çamlı Koru’da ona raslamayı çok
st yordu. Sel m, Leylâ’yı hatırlayınca b r baht yarlık duygusunun kend s n
sardığını h ssett .
B rdenb re, g tt ğ yolun Çamlı Koru’ya sapa düşen b r yol olduğunu
farkett . Bu b r dalgınlık mı, yoksa başka b r şey m d ? Yavaş yavaş
evler n seyrekleşt ğ n , bahçeler n çoğaldığını gördü. Burasını da tanıyordu.
Bu tanımanın da Güntülü’yü tanımak g b menşe b l nmeyen b r ızdıraba
dönmes nden korkarak d kkatle çevrey kollarken beyn nde b r nokta
aydınlandı. Tanımıştı: Nurkan’ın ev n n önünde geç yordu. Nereden
tanıdığını kest recek durumda değ ld . Kend s ne nerede olduğunu tanıtan
şey duyduğu p yanonun ses yd . Nurkan p yanoda üstün b r ustalıkla Esk
Arkadaşlar Marşını çalıyordu. Sel m, o kızın şley c güzell ğ n hatırladı.
Tuşlara vurdukça Sel m’ kend s nden uzaklaştırıyor, geçm ş zamanlara,
üm tlerle dolu olduğu günlere götürüyordu. Sonra b rdenb re dekor
değ ş yor, gözünün önüne arkadaşları gel yor, daha sonra bu arkadaşlar tek
çehrede b rleşerek karşısında yalnız Şeref kalıyordu: “T yatro b tt . Beklemeye
lüzum görmüyorum.”
Pusat, kend s n mest eden müz ğ n geld ğ ev n bahçe duvarına
yaslanmış, öyle d nl yordu. Yavaş b r sesle: «Neden beklemed n Şeref,
neden?» d ye sordu ve yen den kend s n marşın s hr ne bıraktı. Şeref
aklından asla çıkmadığı halde bu marş h ç b tmes n d ye düşünüyordu.
Fakat b tecekt . Dünyada uzun süren zevk, uzun süren baht yarlık var
mıydı? İşte sonuna gelm şt . Marş b tmek üzere d . Fakat b rden, fevkalâde
b r şey, âdeta b r muc ze oldu. Nurkan, sank p yanosunun başında,
dışardak adamın gönlünden geçenler duyuyormuş g b davranarak son
notayı çaldıktan sonra marşa yen den başladı. Artık y ce basmış olan
karanlıkta sev nçten gözler n n parladığı bell olmayan Pusat, ç nden
Nurkan’a teşekkür ederken y ne arkadaşıyla konuşmaya başladı: «T yatro
b ts n. Ben yalnız bırakmak doğru muydu Şeref.»
Genç kız tuşlara değ l, sank Sel m’ n kalb ne vuruyor, onu b r
bedbahtlık ânında baht yarlık günler ne yükselterek çel ş k duygulara
boğuyordu.
Nurkan, p yanoyu konuşturuyor, oldum olası marşlardan hoşlanan
Pusat bu akşam duyduğu zevk ş md ye kadar tatmamış olduğunu
anlıyordu. Müz ğ n bu kadar tes rl olacağını h ç tahm n etmem şt . Yen den
sarhoş oluyordu. Bu sarhoşluk çk n n sarhoşluğuna h ç benzem yordu.
B rden kend s n Harb Okulundak geç t res mler nden b r nde sandı.
Adını b ld ğ yahut b lmey p de yalnız yüzünü tanıdığı yüzlerce arkadaşıyla
b rl kte sert adımlarla yürüyorlardı. Bando Esk Arkadaşlar Marşını çalıyor,
onlar da düzgün d z ler hal nde resm geç t adımıyla lerl yorlardı. Yol
uzuyor, b tmeyecek kadar ler ye g d yordu. Sonra bandonun ses kes ld .
Fakat yürüyüş devam ed yordu. Sel m ç nde korkunç b r sıkıntı duydu.
Yanında k mse yoktu. Arkadaşları kaybolmuş, daha kötüsü Nurkan’ın
p yanosu da susmuştu. Baht yarlıklar uzun sürmüyordu. Başını p yano
ses n n geld ğ odaya çev rd . Oda kapkaranlıktı.
Yürümeye başladı. Sarhoşluğu tamam yle geçm ş, yer ne manevî b r
çöküntü ve maddî b r b tk nl k gelm şt . B rden Ayşe’y hatırladı ve onun
kend s yüzünden katlandığı sıkıntıları düşündü. Hayatının arkadaşıydı.
Fakat artık Sel m ona üzüntüden başka b r şey verem yordu. «Zavallı
Ayşe!» d ye söylend . «Ben de Şeref kadar cesur olab lseyd m.»
B rden kaydı mı, takıldı mı, başı mı döndü, ne olduğunu anlamadan
kend s n yerde buldu. Herhalde başını sert b r yere çarpmış olacaktı k
tepes nde b r acı duydu ve b r an ç n kend s n kaybed p kend ne gelerek
çevres ne bakındı. Gece olmasına rağmen b raz dumanlı gördüğünü sezd .
Kalkmak ç n davranmaya vak t kalmadan güçlü k kolun kend s n tutarak
kaldırdığını gördü. H ç de yabancı olmayan b r ses:
- Geçm ş olsun yüzbaşım! Başınız b r taşa falan gelmed ya? d ye
sordu.
Pusat şaşkınlıktan tekrar düşeb l rd . Çünkü kend s n bu kadar
kolaylıkla kaldıran kuvvetl kolların sah b şu mıymıntı, mendebur Yek’ten
başkası değ ld . Sel m o sıska ve ç rk n her ften o kadar ğren yordu, ona o
kadar kızıyordu k bu yardımı dolayısıyla b le teşekkür etmek aklına
gelm yordu. Yek de y ne esk r yakâr tavrını takınmıştı:
- Zevkler m zde benzer noktalar varmış yüzbaşım. Bu sebeple ben de
çok geceler Karahasanlar’ın köşkü önünden geçer m.
Mel’un y ne zırvalamaya başlamıştı. Üstel k, değ l zevkte herhang b r
beğenmede b le ona benzemek Sel m’ del rtmeye yeterd . Başındak acıyı,
yanağına doğru sızan kanı unutarak kaşlarını çattı:
- Karahasanlar k m? Sende zevk olur mu k ortaklaşa zevk m z
bulunsun?
Yek, âdet üzere eğ ld :
- Aman yüzbaşım! Karahasanları nasıl b lmezs n z? P yanosunu mest
olarak d nled ğ n z dünya güzel , Karahasanlar’ın büyük kızıdır. Esk
Arkadaşlar Marşını çaldı değ l, nlett , d le get rd desem kabul etmez
m s n z?
Sel m’ n öfkes dağılmıştı:
- Meğer sen ne madenm şs n! Esk Arkadaşlar Marşını tanımak, ondan
zevk almak, çalanı b lmek...
Yek ğrenç şek lde gülümsed :
- Yüzbaşım! Dünya güzeller n tanımayı n ç n nh sarınıza
alıyorsunuz? Marşlardan zevk almak ben m de hakkım değ l m ? Marşlar
b ze yaşamak şevk n ve gururunu verm yor mu? Meyhane mus k s nden
zevks zler, tasavvuftan del ler hoşlanır. B z de askerî müz kten tat alırız...
Sel m alayla sordu:
- B z ded ğ n k m?
- Askerler...
- Sen de asker m s n?
- Elbette asker m. S ze olan saygım nerden gel yor?
- Sen asker falan değ l, sadece b r şaklabansın. Asker m d ye tek
mesleğ lekelemeye kalkarak ben ç leden çıkarma. Hayd bakalım: Soldan
ger , marş!...
O zaman Pusat’ı donduran b r şey oldu: Sıska, kambur Yek sert b r
hareketle esas duruşa geçerek d kleşt ve em r almış b r ast g b emr
askerce tekrarladı:
- Soldan ger marş edeceğ m komutanım!
Sert b r hareketle y ne askerce ger ye dönerek askerî adımlarla
uzaklaştı. Şaşkınlıktan Sel m’ n d l tutulmuştu. B r ara «Acaba hayal veya
rüya mı görüyorum?» d ye düşündü. Değ ld . İşte sıska ve kambur Yek hâlâ
karanlıklar arasında asker adımlarıyla yürüyerek uzaklaşıyordu.
Uzun b r zaman ona bakıp karanlıklar arasında seçemez olduktan
sonra b rden başının acıdığını duyarak el n değd rd . Parmaklarına b raz
kan bulaşmış, demek k b raz öncek düşüş pek haf f olmamıştı. İşte
yaşamak denen belâ buydu: Kend s n rahatsız eden yeş l gözlerden
kurtulmak ç n çk ye sarılmış, Leylâ’yı görerek baht yar olmak ç n yola
çıkmış, yolu şaşırarak Çamlı Koru yer ne b lmed ğ sokaklara dalmış,
b rdenb re Esk Arkadaşlar Marşını, hem de k defa, en maharetl ellerden
d nleyerek mest olmuş, fakat bu baht yarlığına b le zeh r katan Şeref’ n
hayal yle konuşurken marş b tm ş, nedense yere düşmüş, kend s n de
yerden, dünyada en ğrend ğ yaratık kaldırmıştı.
Bu kadar kısa süren baht yarlık b le sonunda b r t ks nt le b t yordu.
Böyle b r dünyada yaşamaya değer m yd ? Ayşe le Tosun olmasa... Onları
hatırlayınca eve yöneld . Artık sarhoşluğu falan kalmamıştı. Cebrî yürüyüş
deneb lecek şek lde ev ne doğru g d yordu. Ev ne g deceğ ç n huzur b le
duyacaktı ama olmadı şte... O yere batası mel’un kend s n n de asker
olduğunu söyleyerek Pusat’ı mukaddesatına sövülmüş b r nsanın öfkes ne
boğmuştu. Fakat esas duruşuna geç ş ve ger dönüşü ne kadar da askerce
d !... O zaman Leylâ’nın sözler n hatırladı:
- O b r ajandır ve bl sten daha kurnaz, daha tehl kel b r adamdır.
B rden kend s n çılgınca b r öfken n kapladığını duydu ve Leylâ’ya
g derek onun hakkında tekrar konuşmak ht rası ç nde yandığını anladı.
Fakat ev ne yaklaşmıştı. Sokak fener altında saat ne baktı. Çok geçt .
Ayşe kend s n bekl yordu. Sel m’ n yüzündek kan pıhtılarını görünce
end şel gözlerle baktı ve hemen pamuk, sp rto ve bant get rerek
pansumanını yaptı. Fakat h çb r şey sormadı. Sofra kurulu duruyordu. Ayşe
yemeden beklem şt . Sel m, belk de ömründe lk defa olarak, sırf Ayşe’n n
hatırı ç n sofraya oturdu. Y ne hayâtında lk olarak, sorulmadan, kend s ne
a t b r şeyden bahsett :
- Nasıl olduğunu anlayamadan düştüm. Başım b raz kanadı.
Reng n n solukluğu haf f b r düşmen n, b raz baş kanamasının
alâmetler değ ld . Bu gece Sel m’de gar p b r tutukluk vardı. Gözler n b r
yere d kerek üzün süre öyle kalması, Ayşe’y ş tmey ş tuhaftı. Sofrada
b raz oturdular. Bu b r yemek yeme değ l, yasak savmaktı. Ayşe, masayı
toplamak ç n g d p gel rken Şel m’ n kıpırdamadan gözler n d kt ğ
noktaya baktı: Şeref’ n resm yd . İç burkuldu. Sel m’ n arasıra onun
mezarına g tt ğ n n çoktandır farkındaydı. B rden gönlüne korku düştü.
Hem mezarına g d ş, hem resm ne bu ısrarlı bakış nedend ? Yoksa o da
Şeref g b m olmak st yordu? Korkusu arttı. Hayât onu kuruntulu yapmıştı.
Bu gece öğrenc vaz feler ne bakma ş yoktu. Sofrayı da toplamıştı.
Yarın erken kalkma mecbur yet olduğu halde nedense Sel m’ o hal yle
bırakıp yatmak stem yordu. İç nde b r sıkıntı duyuyor, bunu b r önsez ye
benzett ğ ç n end şes artıyordu. B r k tap alarak masasına geçt . O kadar
üzüntülü d k masaya koyup sözde okumak ç n açtığı k tabın ne olduğunu
b lm yordu.
Sel m’ kontrol ed yordu. O, göz haps ne alındığından habers z,
bakışları Şeref’ n fotoğrafında olduğu hâlde heykel g b duruyor, yaşadığı
arasıra gözler n kırpmasından anlaşılıyordu.
Bu taş g b duruş daha ne kadar sürecekt ? Asaba b r ızdırabı mı
vardı? Düşmüş, başı sert b r yere gelm şt . Neden düşmüştü? Kend n
b lmeyecek kadar sarhoş olduğu zamanlarda b le düşmem ş olan Sel m’e bu
gece ne olmuştu?
Ağır ağır da olsa dak kalar geç yor, Ayşe’n n merakı ve sabırsızlığı
çoğalıyordu. Her gece büyük k tap odasında gez nen adamla bu gecek
oturan ve gözler n resme d ken adam aynı k mse olab l r m yd ? Bu
değ ş kl k nereden gel yordu? Ayşe’n n beyn düşünceler yığını ç nde
bunalıyor, aklına uzak, yakın ne ht maller gel yordu. Onun büyük b r
kararsızlık ç nde bocaladığının farkında d . Bu bocalama kötü b r şey
olduğu hâlde Ayşe onun devamını st yor, Sel m’ n karara varmasından
çek n yordu. B r sezg yle, karara varırsa bunun çok kötü b r karar olacağına
nanıyordu.
Sel m’ n durumu Ayşe’ye de tes r ett . O da gözler n Şeref’ n resm ne
d kt . Önceler görmeden bakıyordu. Sonra görerek bakmaya başladı.
Baktıkça resm n oraya ne zaman konulduğunu hatırladı. O fotoğrafları
Sel m’le aynı günde çekt rm şlerd . Harb Akadem s ne g rd kler günün
hatırasıydı. Şeref o res mde tam karşıya değ l de b raz yana bakmıştı ve
c ddî asker tavrıyla duruyordu. Halbuk ş md res m tam karşıya bakıyor
g b yd .
Ayşe oturduğu uzak yerden herhalde yanlış görüyordu. Fakat merakı
da artmamış değ ld . Yoksa bu b r başka res m m yd ? Ama nasıl olurdu?
Ayşe onun altına yazılan thafı b le hatırlıyordu: “Üm tl yolun başında
arkadaşım Pusat’a!”
Ayşe yavaşça yer nden kalkarak k tabı yer ne koydu. Şeref’ n
resm n n durduğu masaya yaklaştı. Sel m o kadar dalgındı k h çb r şey n
farkında olmadı. Ayşe yandan dolaşarak res mdek yazıyı okuyacak
mesafeye geld . Evet, aynı res md . İthaf o thaftı. B rden ç ne hüzün çöktü.
Üm tl yol nasıl b tm şt ! B rçok üm tler g b k genç subayın parlak
st kballer b r h ç uğruna nasıl heba olmuş, heba ed lm şt !...
Ayşe de gözler n resme d kt . Yazı ve tar h aynıydı ama bu res m o
res m m yd ? Buradak Şeref, b raz yana bakan, c ddî ve asker tavırlı adam
değ ld . Buradak Şeref tam karşıya bakan, ş n tuhafı hüzünlü gözlerle
bakan b r nsandı. Ayşe, Şeref’ n bu hüzünlü bakışlarını muhakeme ve hap s
b tt kten sonra Sel m’ z yarete geld ğ zaman görmüştü.
Kocasına baktı. Gözler hâlâ resme d k l yd ve onun da bakışlarında
hüzün vardı. Yavaşça
- Sel m! d ye seslend .
Hayret!... Sel m taş g b duruşunu asla değ şt rmem ş olduğu halde
yavaşça:
- Söyle Şeref! d ye karşılık verd .
Ayşe’de artık korku değ l, ç acısı vardı. Nerdeyse gözler nden yaşlar
boşanacaktı. Gözler tekrar Şeref’ n resm ne değd . Resm n gözler neml
g b yd .
Bu gözler Ayşe’ye, haf fçe gülümsüyor ve her şey n kaybetm ş
nsanların keder yle başını sallıyor g b geld .
17

ELİNİ Sel m’ n alnına koyan Ayşe, kocasının çok ateşl olduğunu


anlayınca aklına hemen dün gecek düşüşten olab lecek b r bey n kanaması
geld ve:
- Sana doktor çağırmaya g d yorum. Yanımızdak sokakta y b r
dah l yec var; onu get receğ m, ded .
Başka b r zamanda olsaydı Pusat b rkaç derece ateşle kend s ç n
doktor get rmey kabul etmez, Harb Okulunda 38 derece ateşle tal me
çıktıkları kış günler n hatırlayarak reddederd . Bu sefer h ç cevap
vermey ş de Ayşe’y ürküttü. Acaba çok mu hastaydı da reddetm yordu?
Aslında Sel m de kend s ne ne olduğunu b lm yor, yalnız, belk
ömründe lk olarak, enerj s n kaybetm ş olduğunu anlıyordu. H çb r şey
yapmak stem yor, her şeye karşı steks zl k duyuyor, fakat yatmakla da
d nlenm ş olmamanın sıkıntısı ç nde bunalıyordu.
Tavana ve pencereden göğe bakarak zamanı öldürmeye uğraşırken
Tosun çer g rd ve yaşından umulmayan b r c dd yetle doktorun geld ğ n
b ld rd . Sel m, b r yabancı olan doktorun odaya g r p huzursuzluğunu
artıracağını düşünerek bu haberden h ç hoşlanmadı. Fakat yapılacak başka
b r şey olmadığı ç n steks zce «Gels n!» d yerek gözler n pencereye d kt
ve yanına kadar yaklaşıp «Geçm ş olsun!» d yen doktora cevap vermed ğ
g b yüzüne de bakmadı.
Doktor önce, âdet olduğu üzere ateş ne, nabzına ve tans yonuna
baktıktan sonra yatakta oturtarak sırtını ve göğsünü büyük b r d kkatle
d nled . Daha sonra da bazı sorular sordu. Bunlar da her hek m n her
hastaya sorduğu yoklama ve araştırma sorularıydı. Bunlar b tt kten sonra
durgun b r sesle:
- B r şey n z yok yüzbaşım! ded .
Başı ateş ç nde yanarken b r şey n olmaması tuhaftı.
- Ateş m kaç? d ye sordu.
- 39’dan b raz fazla.
- B r şey m yoksa bu ateş ne oluyor?
- Uzvî olarak b r şey n z yok demek st yorum.
- 39 derece uzvî b r rahatsızlıktan gelm yor mu?
- Hayır.
- Öyleyse ned r?
- Ruhî...
Sel m Pusat hâlâ doktorun yüzüne bakmıyordu. Onun cevabı üzer ne
alaycı tutumunu takındı:
- S z n ç n dah l yec dem şlerd . Yoksa ruh doktoru musunuz?
- İk s de...
- Çok güzel! Ateş m 39 dereceye çıkaran ruhî sebep ned r?
Doktor, bu soru üzer ne, büyük b r soğukkanlılıkla, Sel m’ n kanını
donduran tek kel mel k, tek hecel k b r cevap verd :
- Aşk!...
Sel m, mevz lend ğ yerden hücuma kalkan p yade g b ş ddetle
doğrularak oturdu ve sırtını yastıklara dayayarak sert b r bakışla bu acay p,
hatta küstah doktora baktı. Fakat h çb r şey göremed . Çünkü o hızlı kalkış
gözler n karartmış, b r an ç n h çb r şey görmez olduktan sonra etrafındak
eşyayı oynak ve bulanık b r halde görmeye bağlamıştı. Doktor c ddî ve
sükûnetl b r sesle:
- Gözler n z karardı değ l m ? d ye sordu ve cevap beklemeden devam
ett : Ân kalkışla y etmed n z. Tans yonunuz çok yüksek. Asabî menşel
olan bu tans yon normale dönünceye kadar sert hareketlerden, öfkeden,
yorgunluktan kaçınacaksınız.
Pusat’ın göz kararması tamam yle geçm şt . Fakat doktorun dem nk
aşk teşh s n n tes r geçmem şt . Yen den o konuya gelmek üzere doktora
bakınca b rdenb re şaşaladı. Hayal görüyorum sandı ve heyecanla sordu:
- Adınız ned r?
Aletler n çantasına yerleşt rmekte olan doktor sükûnetle cevap verd :
- Sel m... S z nle adaşız...
Yalan söylüyordu. Çünkü adının Sel m olduğunu söyleyen bu adam şu
uğursuz Yek’ten başka b r s değ ld . Pusat daha büyük b r heyecanla:
- «Soyadınız ned r? d ye âdeta bağırdı.
Doktor sak nd :
- Heyecanlanmayın yüzbaşım. Heyecan s z n ç n zeh rd r. Her şey
sükûnetle karşılayacak, h çb r şeye kızmayacak ve üzülmeyeceks n z.
- S ze soyadınızı soruyorum.
Sel m’ n yüzü korkunç b r hal almıştı. Fakat doktor buna h ç aldırış
etm yordu:
- Ben tanımıyor musunuz? Arkanızdak sokakta oturuyorum. Hatta
b r defa da Ayşe Hanım’a bakmak ç n ev n ze gelm şt m.
Sel m yataktan fırlayacak hale gelm şt :
- Bunları değ l, soyadınızı soruyorum.
- Haaaa... Şu mesele... Soyadıma n ç n bu kadar ehemm yet
verd ğ n z anlamıyorum ama söyleyey m: Soyadım Key’d r. Sel m Key.
Mânâsı da « y » demekt r.
Sel m sustu ve d nlend . Çünkü kend s ne d nlenmey tavs ye eden,
öfkelenmeyeceks n d ye öğüt veren bu adam onu o kadar yormuş ve
öfkelend rm şt k d nlenmes farz olmuştu. Sonra tekrar ve d kkatle onun
yüzünü kontrol ett . H ç şüphes yoktu: Bu adam Yek’ n ta kend s yd .
Yalnız rol yapıyor, her zamank k yüzlü tavrını takınmıyor, b r doktor g b
ağırbaşlı davranmaya çalışıyordu.
Sel m d nlen nce ve rades ne hâk m olunca ona döndü:
- Hastalığımın uzvî değ l de ruhî olduğunu teşh s etmek tamam yle
ht sasınıza a t b r meseled r. Fakat bunun aşk olduğunu nerden çıkardınız?
Doktor Key gülümsed :
- Bu da ht sasımıza a tt r. S z savaşta düşmanın sayısını keşfett ğ n z
g b onun vuruşma kab l yet n , yan moral durumunu da anlamaz mısınız?
Anlarsınız. B z de hastalarımızın hang ruhî hastalığa tutulmuş olduklarını
b l r z.
Askerl kten bahsolununca Sel m canlandı:
- Düşmanın moral durumu b r bakışta anlaşılmaz. Bunu anlamak ç n
saldırışta ve savunmada onu b rkaç kere tartmak lâzımdır. S z se b r
görüşte ben m aşk hastalığına tutulduğumu anlıyorsunuz. Adınız Sel m Key
olmasaydı s ze Lokman Hek m derd m ama o değ ls n z. Şunu da
unutmayın k ben evl b r adamım.
Doktor y ne gülümsed :
- Yüzbaşım! Söyled kler n z doğru. Ancak karşınızdak düşman
s zden daha kalabalık, daha y s lâhlı olduğu, daha y mevz lenm ş
bulunduğu halde lk ateşte pan ğe kapılırsa onda b r moral çöküşü olduğunu
kabul etmek ç n başka b r denemeye lüzum görür müsünüz? Ben de t raz
ed lmez b r del le sah p olmasaydım bu teşh s koymazdım. Şunu da
unutmayın k evl olmak âşık olmaya engel değ ld r: Evl ler n aşkı b rçok
durumda daha kuvvetl ve yıpratıcı olur. Bunun tar htek pek çok örneğ n
de okumuşsunuzdur. Günümüzde d llerde dolaşan b r avam şarkısında da
«Evl ler n sevdası bekârlardan z yade» d ye b r bey t var.
Sel m sert b r davranışla doktorun sözünü kest :
- Şu budala avamın tekerlemeler n del l d ye göstermey n. Aşk
ded ğ n z şey şs z güçsüzler n hastalığı, vak t geç rme eğlences d r. İt raz
ed lmez del l n z avam şarkısı g b yse buraya kadar boşuna zahmet ett n z
d yeceğ m.
Bunları söyleyerek başını ötek tarafa çev rd . Doktor bu hakarete h ç
aldırmadı. Y ne gülümsed :
- Yüzbaşım! B r doktor h çb r zaman del l d ye b r türküyü kullanmaz.
Onu söz gel ş , lâfın peleseng olarak söyled m. B r kel me, b r ş r n hang
yüzyılda yazılmış olduğunu, b r parmak z b r s lâhın k m n tarafından
kullanıldığını nasıl ortaya koyuyorsa, bu ayarda b r del l de Yüzbaşı Sel m
Pusat’ın güzel b r kıza âşık olduğunu o şek lde açığa çıkarır.
Sel m y ce öfkelenm şt . İş alaya vurmayı daha elver şl buldu:
- Doktorların hastalara hastalık hakkında çok der n b lg ler vermes
âdet değ ld r ama s z b r st sna yapın da şu ben hasta eden m krop
hakkında b raz tafs lât ver n: Bu m krop b r kız mı, yoksa kadın mı? Acaba
kumral mı, sarışın mı? Ya kaç yaşında ders n z? Hele en müh m ben m bu
aşkım karşılık görüyor mu? Bu yüzden hastalandığıma göre, görmüyor
demekt r ama ler s ç n h ç b r üm t yok mu?
Sel m daha fazla konuşamadı. Söyled kler kend s n n o kadar
tuhafına g tm şt k kahkahalarla gülmeye başladı. S n r kr z ne benzeyen bu
kahkahalar gözler nden yaş get rd . Gerçekten de bu b r s n r kr z d . Onun
yıllardır böyle kahkaha le güldüğü olmamıştı.
Doktor bu alayları ve kahkahaları da y ne sess zce ve gülümseyerek
d nled kten sonra aynı sak n tavırla konuşmaya başladı:
- Yüzbaşım! Aşkı neden bu kadar küçük ve alay konusu olarak
görüyorsunuz? Gerç o b r hastalıktır ama bazı çocuk hastalıkları g b
herkes n başına gelen c nstend r. Şunu da unutmayın k evl l k aşkın aşısı
olmadığı g b onun yaşı ve zamanı da yoktur. Büyük Alman şa r Goethe,
torunu yer ndek Margar tte’ye, büyük Türk şa r Abdülhak Hâm d torunu
yer ndek Lüsyen’e âşık olmadı mı? Esrar Dede’n n «Aşk olmasa ey d l sen
b z neylerd k» demes ne kadar yer nded r. S z asker olduğunuz ç n aşkınız
da askerce yan çok sert ve kuvvetl olacaktır ve bu asker aşkı...
Sel m, doktorun sözünü y ne kest ve alayla:
- Tebr k eder m. Askerler çok y tanıyorsunuz. Acaba askerler
üzer nde ayrı b r etüd mü yaptınız? d ye sordu.
Doktorun cevabı Sel m’ yen den şaşırttı:
- Hayır! Ayrı etüd yapmadım. Ben de asker olduğum ç n b l yorum.
Sürpr zler b rb r n kovalıyordu:
- Yan askerî doktor mu d n z?
- Evet...
- Herhalde s z de b r aşk yüzünden askerl ğ bıraktınız...
- Çok y b ld n z yüzbaşım...
Sel m alayla güldü:
- Askerl ğ bırak d ye sevg l n z m emrett ?
- Onun g b b r şey...
Bu cevap Sel m’ n alaylı gülüşünü öfkel gülüşe çev rd :
- O halde kend n ze asker değ l de ün formalı başıbozuk dey n. B r
asker, kız ç n ün formasını bırakmaz.
Doktorun sükûnetl gülümsemes hüzünlü b r hal almıştı:
- Bazen b r sevg l ç n her şey bırakılır yüzbaşım. İnsan b r öfke
ânında arkadaşını, b r buhran dak kasında kend s n öldüreb ld ğ g b , aşk
denen hastalığın ş ddetlend ğ b r sırada da st kbal n , hâl n , maz s n , her
şey n feda edeb l r.
Pusat, doktora st hkarla baktı:
- Bunları rades z, karakters z ve zayıf adamlar yapar.
Doktor, büsbütün hüzünlenen bakışlarını pencereden ta uzaklara
çev rerek cevap verd :
- En kuvvetl nsanların da zayıf anları olur.
Sel m uzun tartışmalardan hoşlanmaz, takışma le h çb r düğümün
çözüleceğ ne nanmazdı. Sustu. Doktor da susmuştu. Uzunca b r zaman
b rb rler ne bakmadan pencereden görünen manzarayı seyrett ler.
Konuya dönen Pusat oldu:
- Aşk hastalığına tutulduğumu ve teşh s n z n sağlam b r del l
olduğunu söylem şt n z. Bu hastalığın del ller n doktor olmayanlar da
anlayab leceğ ç n şu del l ben de öğrenmek st yorum.
Doktor b r şey söylemeden Pusat’ın yattığı yatağın ötek tarafına
geçerek baş ucundak etajer n orta gözünde açık olarak duran albümü aldı.
Sel m’ n kucağına vererek:
- İşte teşh stek en büyük del l m! ded .
Açık sayfaların her k tarafında da kartpostal boyunda üçer fotoğraf
bulunuyor, sol baştak res m b r genç kızı göster yordu.
Sel m doktora bakarak sordu:
- Del l bunun neres nde?
Doktor yavaş b r sesle zahat verd :
- Sağlı sollu altı resm n beş kalabalık grupları göster yor. Sol baştak
şu genç kız se b r ışık g b nsanın gözler n kamaştıracak güzell kte...
Işık kel mes n ş t nce Sel m haf fçe rk ld ve doktora baktı:
- Bundan ne çıkar?
- Bundan şu çıkar yüzbaşım: Ben gelmeden önce s z bu resme uzun
müddet, çok uzun müddet baktınız. Bu kadar güzel b r kızın resm ne böyle
uzun uzun bakmak estet k b r duygunun ler s ndek arzudan doğar. Buna
hayranlık değ l, aşk derler.
- Çok uzun müddet baktığımı nerden çıkardınız?
- Genç kızın resm n n bulunduğu yaprak, üst tarafından kıvrılmış...
Güneşten kıvrılmış. Albüm etajerde bulunsaydı kıvrılmazdı. Oraya güneş
g rm yor. Güneş n o yaprağa gelmes ç n albümü kucağınıza koyarak uzun
müddet öylece tutmanız lâzım. Güneş hâlâ yatağınızda. Camdan geçerek
gelen güneş daha tes rl olduğu ç n albümün yaprağına y ce tes r etm ş.
S ze h çb r lâç verecek, rej m tavs ye edecek değ l m. Kend kend n z
tedav edeceks n z. İraden zle... B r yardımcınız da zaman olacak. Doktor
olarak yardımım uyarmadan baret kalacaktır. Çünkü başlangıçta olduğu
ç n aşkınızın henüz kend n z de farkında değ ls n z...
Sel m harekets z ve donuk durduğu halde dehşet ç nde kalmıştı.

Albümün sol başındak res m, ışık g b göz kamaştıran fotoğraf


Güntülü’nündü...
18

DOKTOR g tt kten sonra ateş kırkın üstüne çıkan, hatta b r aralık


kend nden geçm şçes ne yatan Pusat ertes sabah oldukça düzelm ş b r
halde gözler n açınca lk ş , rades dışında b r dürtüşle, etajere bakmak
oldu: Albüm yoktu.
El nde dereceyle yaklaşan Ayşe’n n yüzünde büyük b r kaygı, aynı
zamanda c dd yet vardı. Sel m’e «Nasılsın?» d ye sormak âdet yıllardır
kaldırıldığı ç n sadece:
- Daha y s n, ded .
Sonra Sel m’ n gözler n n ç ne bakarak:
- Dün gece çok ateşl yd n ve sayıklıyordun, d ye lâve ett .
Sel m «Ne söylüyordum?» d ye sormadı. Fakat neler söylem ş
olab leceğ n aşağı yukarı tahm n ett . Ayşe, ş md ye kadar kend s nde
görülmeyen b r sabırsızlıkla ve gözler n Sel m’ n gözler nden ayırmayarak:
- B rkaç kere, ışık g b nsanın gözler n kamaştırıyor d ye konuştun.
Fakat ben m sorularıma cevap vermed n, ded .
Pusat hatırladı: Bu sözü doktor söylem ş ve Güntülü’ nün resm n
kasdetm şt . Güntülü’nün hatıra olarak Ayşe’ye verd ğ o res m c dden göz
kamaştıracak b r güzell kteyd . Fakat kızın kend s res mden de daha göz
kamaştırıcı, daha yürek oynatıcı d .
Pusat y ne cevap vermed . İç nden, acaba Ayşe b r şeylerden m
şüphelend d ye düşündü. Albümü neden kaldırmıştı?
Ayşe, yorgun ve güçsüz olduğu yüzünden anlaşılan kocasının
susmasına karşı daha fazla konuşmadı. Dereces ne baktı. 38’e düşmüş
olduğunu söyleyerek yanına l monata le b rkaç b sküv bıraktıktan sonra
öğley n geleceğ n b ld r p okula g tt .
Pusat yalnızlıktan hoşlanıyor yahut hoşlanıyorum sanıyordu. Fakat
yalnız kalınca ve kend s n bütün varlığı le b r meşgaleye veremey nce de
aklına her zaman üzücü, sıkıcı, bunaltıcı şeyler gel yordu. İşte ş md de dün
gelen o sev ms z doktorun saçmaları beyn n kurcalamaya başlamıştı: Aşk...
B rdenb re çağrışımlar, kend s n daha esk b r zamana götürdü: Doktora
tıpatıp benzeyen, belk de onun k z kardeş ve hatta belk de kend s olan
Yek adındak mel’un, b r gece Çamlı Koru’da «S z de kend n zden y rm
beş yaş küçük b r kıza âşık olab l rs n z!» dem şt . Bunu hatırlayınca
b rdenb re ç n n sıkıldığını, başının yandığını h ssett . Aynı anda, kend ler
şe g derken Tosun’a ve eve baksın d ye tutmuş oldukları gündel kç kadın
kapıda gözükerek doktorun geld ğ n haber verd .
Doktor kel mes zaten öfken n doruğunda olan Pusat’ı nerdeyse
çıldırtacaktı. Dün gel p savurduğu herzeler yetm yormuş g b bugün de
s n rler n bozmaya mı gelm şt ? «Defolsun» d ye bağırmak üzere ken
kapıda ün formalı b r s bel rd ve kend s n :
- Doktor B nbaşı Cezm Oğuz! d ye takd m ett .
Sel m Pusat karşısında dünkü sev ms z görmey nce ferahladı ve
gelen soğukkanlılıkla süzünce tanıdı:
- Hoş geld n Cezm ! Hoş geld n ama sen hang rüzgâr attı? d ye
sordu.
Doktor Cezm le esk den aynı b rl kte bulunup arkadaş olmuşlardı.
Askerî düşüncelere sah p b r doktor olduğu ç n Sel m onunla kaynaşmıştı.
Ş md b rdenb re karşısında görünce b r tesadüfle hastalığını öğren p
z yarete geld sanmıştı. Cezm durumu aydınlattı:
- B rkaç aydır buradak askerî büroların doktorluğunu yapıyorum.
Sen n hanım, başhek ml ğe telefon ederek hasta olduğunu b ld rm ş.
Da reye g tmed ğ n ç n usulen doktor muayenes nden geç p rapor alman
lâzım. Bu ves leyle Askerî Tar h Kom syonunda çalıştığını da öğrenm ş
oldum.
N hayet Sel m’ n yüzü gülmüştü:
- Geld ğ ne, görüştüğümüze sev nd m. Fakat h çb r şey m yok.
Cezm de güldü:
- Ona ben karar vereceğ m...
Arkadan hemen muayeneye başladı. Bu muayene şekl dünkünden
epeyce farklıydı ve b r hayl uzun sürdü. Sonra;
- Tedb r almak gerek yor Sel m! ded . Karac ğer nde sertl k var. Çok
yormuşsun. Teğmenl k zamanındak tempo le çmekte devam ed yorsan
asıl sebep budur.
Sel m gülümsed . Teğmenl k zamanındak çmeye de çmek den leb l r
m yd ?
- Asıl sebepten başka sebepler de var mı?
- Olab l r.
- Meselâ?
- Ruhî sebepler...
Sel m’ n yüzü değ şt :
- Meselâ?
- Meselâ türlü sıkıntılar...
- Bu sıkıntılar arasında aşk da var mı?
Pusat’ın bu soruyu c ddî m , şaka olarak mı sorduğu bell değ ld .
Doktor Cezm onun bu tarafını b ld ğ ç n sak n b r c dd yet ç nde cevap
verd :
- Olab l r ama aşk b r sebep değ l, net ced r.
Sel m lg lend :
- Aşk denen b r hal, yahut b r hastalık yok mu?
- Vardır ama, ded ğ m g b , aslî sebep değ l, tezahürdür. Bazı
nsanların bazı y yeceklere karşı allerj s olur. Onu yed kler zaman
şuralarında buralarında kızartılar çıkar. Görünüşe bakarsan adamın
der s nde b r hastalık vardır ama hasta olan der s değ l, s nd r m organı
veya karac ğer d r. Aşk da doğrudan doğruya b r hastalık değ l, b r
hastalığın görünüşüdür.
- Asıl hastalık ned r?
- Açığa vurulamayan şehvet duygusu...
Sel m gar p b r duygu ç nde sustuktan sonra pencereden göğe
bakarak sordu:
- İlâhî b r kadına veya kıza karşı duyulan aşk da n hayet b r şehvetten
m barett r?
- Tamam yle. Aşk, şehvet n estet k şekl d r. Onun ç n daha z yade
estet k kadınlara veya kızlara karşı duyulur...
Pusat ler g tt ğ n anlamıştı:
- Bana ne tavs ye edeceks n?
- İçk ye paydos. Bazı perh zler. B r de lâç...
Çantasından reçete kâğıdı çıkararak b r lâç adı, başka b r kâğıda da
yememes gereken y yecekler yazdı:
- B r hafta d nlen. Raporunu da rene gönder r m. Müh m b r nokta da
sen sıkacak şeylerden, nsanlardan mümkün olab ld ğ kadar kaçmandır,
ded .
Sel m acı acı gülümsed . Dünyada onu sıkmayan kaç k ş kalmıştı k ?
Çalıştığı da redek ş arkadaşları kend s n del rtmeye kâf değ l m yd ?
Kalkmak üzere bulunan doktor, gündel kç kadının get rd ğ kahve
üzer ne b rkaç dak ka daha oturmaya mecbur kalmıştı.
Yıllarca önce, teğmen ken, kıtada buluştukları zaman g b b r zaman
olsaydı Sel m Pusat, Doktor Cezm Oğuz’un konuşmalarından zevk alırdı.
B lg l ve temk nl b r adam olan doktor nükte yapar, taşı ged ğ ne kor,
kırmaz, susmak, gerekt ğ zaman da susardı.
Ş md , aşkın estet k b r şehvet olduğunu söylemes hoşuna mı g tm şt ,
yoksa g tmem ş m d , bunu anlayamamış, fakat f kr çok gar p bulmuştu.
Ağır ağır kahves n çmekte olan doktor, gözler n pencereye d kerek
üzüntülü bakışlarla dalan Sel m’ n susuşunu görünce bıraktıkları konuya
geld :
- Aşk ç n söyled kler m gal ba gar psed n. Herhalde evlenmeden
önce geç rd ğ n aşk maceralarını hatırlayarak onların b rer şehvet steğ olup
olmadığını düşünüyorsun?
Cezm ’n n bu sözler nden Sel m hoşlandı. Fakat b r şey bell etmed :
- Aşkın felsefes yle uğraşacak vakt m olmadı ama onu h ç de sen n
ded ğ n g b düşünmem şt m.
- Felsefes değ l, tar f ... Kes lm ş b r koyunun kasap dükkânındak
manzarası hoşa g tmez, hatta bazılarına ğrenç görünür. Fakat usta b r
aşçının el nde nef s b r et yemeğ olduğu zaman, dükkândak manzarasına
bakamayanlar b le onu ştahla yer. Aşk da böyled r. Aslında şehvett r yan
hayvanî b r stek. Fakat romant k b r muhayyele onu o kadar süsler ve
güzelleşt r r k aşkın lâhî b r duygu olduğuna nanırız. Yüzlerce yıldan ber
bu şa rane tar fler d nleye d nleye aşkın nsanüstü b r şey olduğunu
sanmışızdır. Gerçekte şehvet steğ nden başka b r şey değ ld r.
Cezm Oğuz, kahves n n son yudumunu çt kten sonra sözler ne
devam ett :
- Aşkın şehvetle aynı şey olduğunun kes n b r del l de vuslattan sonra
k s n n de sönmes d r.
- Yıllarca süren aşklar ned r?
- Vuslata erememen n, yahut çok geç ermen n, belk de âşıktak geç
soğuma karakter n n net ces ...
Sel m Pusat bu konuşmalarla yavaş yavaş canlanıyordu:
- Hep sevenden bahsett n, ded . Sev len n bu aşk llet ndek rolü
ned r?
- Sev len ne kadar güzel ve çek c olursa aşk da o kadar ş ddetl ve
uzun olur. Bazı kadınlar veya kızlar b lmeden karşısındak erkeğ del rt r.
Bazıları sanatkârdır. Bunu b lerek yapar. Kadın, oldukça pt daî b r
yaratıktır ama erkeğ sürüklemek b lg s nde çok ustadır. Vuslattan, sonra
erkeğ n bıkacağını sezd ğ ç n onu daha çok bağlayacak türlü hünerler
göster r. Böylece aşk olgunlaşır. Sözün kısası, şa r n ded ğ g b : Mecnûn’a
c han dopdolu Leylâ görünürmüş.
«Leylâ» adı geç nce Pusat rk ld . Yüzü değ şt ve bütün bunlar
Doktor Cezm ’n n gözünden kaçmadan devam ett :
- Şehvet, hayatın en büyük prens b d r. İnsan nesl n n tükenmemes n
sağlar. İnsan, akıl ve duygu bakımından çok üstün ve ler olduğu ç n bu
prens b de olgunlaştırmış, güzelleşt rm şt r. Y yeceğ n , g yeceğ n ,
barınacağını güzelleşt rd ğ g b . Şehvet, aşk hal ne geld kten sonra artık
nsanlar arasında yarış başlamış ve bey nler, muhayyeleler gerçekte olan
güzellerle kanmayarak onları cad etmek yoluna g rm şt r. Sevg l y âşık
yaratır, sonra tapar. Onda eşs z güzell kler, büyüklükler bulur. Aslında
alelâde b r kız veya kadındır ama Mecnûn’un Leylâ’yı görüşü g b onu
lâhlaştırdıkça artık aşk den len tezahür başlamıştır. Bununla beraber aşk
lüzumlu b r şeyd r...
Sel m Pusat’ın lg s artıyordu. Sordu:
- Neden?
- Yaşamayı tatlı b r hale get rd ğ , ht ras olduğu ç n lüzumludur,
ht raslar çok defa parlak ve olumlu net celer doğurur. S yasette, l mde,
sanatta ht ras olmasa belk de bugünkü meden yet olmazdı. Aşk b r nev
anormal duygudur, âşıklar da anormal hastalardır ama ruh hek ml ğ
bakımından her büyük nsan da az çok anormal sayılır. Bütün nsanlar tam
normal olsa nsanların akıllı ve şuurlu hayvanlardan farkı kalmaz.
Cezm b r ara susarak Sel m Pusat’a baktı. Sözler n n onda nasıl b r
tes r uyandırdığını anlamak st yordu. Sonra onun ruh yapısını b lmekten
doğan b r davranışla sözü askerl ğe get rd :
- Örnek olarak askerl ğ de alab l r z. Savaşlar aslında öldürücü,
yıkıcı, ızdıraplı şeylerd r. Fakat meden yet n de, tekn ğ n de, ahlâkın da,
d s pl n n de anası savaşlardır. Fedakârlık ruhunu b leyerek nsanları benc l
yan hayvan olmaktan kurtarır. Kazanmak ç n taat n şart olduğunu
öğreterek toplulukların d s pl ne g rmes n , yan üstün nsan olmasını sağlar.
Savaş olmasa yeryüzünde m lletler değ l, hırsız çeteler türeyecek ve nsanı
hayvandan ayıran erdemler doğmayacaktır. Yan şunu demek st yorum k
yakışıksız ve ç rk n gözüken bazı şeyler gerçekte faydalıdır ama nsanların
çoğu o faydayı kavrayamaz. Çocuk, canı yandığı ç n aşıyı faydasız bulup
ondan kaçar. Aklı başında pek çok k mse kend hayatını kurtaracak
amel yattan ürküp yaptırmaz. Aşk da öyle... Aşk olmasaydı erkek-d ş
l şk ler bayağı b r ç ftleşmeden baret kalacaktı.
Sel m Pusat, doktor arkadaşının sözler yle ş md ye kadar aklının
ucundan b le geçmeyen b r konu le temasa gelm ş ve h ç b lmed ğ şeyler
öğrenm şt . H ç ş tmed ğ acay p b r hayvan yahut ç çek görmüş,
tasavvurunda olmayan b r ülkeye g rm ş nsanların ruh hal ç ndeyd .
Gönlünde huzursuzluk g b b r şey vardı. C ddî b r tavırla:
- Dünyanın temel ne d nam t doldurup f t l ateşled n! ded .
Cezm de aynı c ddî tavırla sordu:
- Anlamadım. Neden?
- Şundan: Aşk b r şehvet. Şehvet de vuslatla sönen b r duygu. Öyleyse
nsanlar zevceler ne boyuna hanet edeceklerd r. Böyle b r dünyada zevk
kalır mı?
Cezm gülümsed :
- İnsanların çözemeyecekler problem olarak da gal ba yalnız bu
kalacaktır. İnsanların zevceler ne boyuna hanet edecek olması sen
ürkütmes n. Zaten nsanlığın bugünkü manzarası ned r? Hatta bu hanet
karşılıklı değ l m ?
Cezm ayağa kalkmıştı:
- Esk den ber âdet n değ ld r ama b rkaç hafta gazeteler n pol s
vakalarını d kkatle okursan söyled kler me hak verecek çok lg çek c
örnekler bulursun. Bunların çoğu sevg l yaratmak çgüdüsünden doğar. B r
prenses n avamdan b r erkekle, yaşlı b r erkeğ n körpe b r kızla sev şmes
g b hâd seler sen önce şaşırtacak, sonra bunlara alışacaksın. Hatta sen b le,
bu kadar c ddî karakterde olduğun, askerl k dışındak h çb r konuya aldırış
etmed ğ n halde günün b r nde kend nden y rm beş yaş küçük b r kızı
seveb l rs n...
19

HASTALIĞININ beş nc günü Sel m Pusat yataktan kalkmıştı. Fakat


öyle güçsüzdü k , büyük odada o pek sevd ğ yürümes n yapamıyor, yalnız
oturuyordu.
Perh z, ateş ve ştahsızlık b r nsanı bu kadar çökertm ş olamazdı. Onu
asıl vuran o Yek adlı mel’unun, sonra Doktor Sel m Key’ n, arkadan da
Cezm Oğuz’un ağız b rl ğ etm ş g b aynı şeyler söylemes yd . Hele
Yek’le Cezm Oğuz b r de rakam verm şlerd : Senden y rm beş yaş küçük
b r kız...
Sel m Pusat z hn nde b rkaç kere aynı hesabı yaptı: 43 yaşındaydı.
L sen n son sınıfında olan b r kız, okula 7 yaşında başlasa, sınıf
kaybetmemek şartıyla son sınıfa 18 yaşında gel rd . Yan 43 yaşındak b r
erkekten 25 yaş küçük olarak... B r hesap bu kadar tutab l rd .
Fakat ne çıkar? Kend s o kıza âşık değ ld k ... B rdenb re ç nde b r
ferahlık duydu. S n rler bozulmuş olduğu ç n söylenenler n tes r nde
kalmış; tahm nler , faraz yeler gerçek g b görmüştü.
Sel m, böyle v cdanı le muhasebe yaparken Ayşe odaya g rd .
Son günlerde b r şey Sel m’ n d kkat n çekm şt : Ayşe kend s ne,
ş md ye kadar görmeye alışmadığı şek lde ısrarla bakıyordu. Bu bakış
dostça veya düşmanca değ l, nsanın ç n okumak steyen meraklı b r
bakıştı.
İşte ş md y ne öyle bakıyor, bu bakış Sel m’ rahatsız ed yordu. Ayşe,
gözler n ondan ayırmadan:
- Yarın kızlar sen z yarete gelecek! ded ve Sel m, ç n büyük b r
sıkıntının kapladığını duydu.
- Geçm ş olsun demek ç n m ?
- Hem öyle, hem de...
Ayşe, sözünü tamamlamadı. Sel m de ne olduğunu sormadı. Çünkü
Ayşe’n n bakışlarına artık öfkelenmeye başlamıştı. Soğuk b r tavırla:
- Buyursunlar! ded ve başını pencereye çev rerek Ayşe’n n
varlığından habers zm ş g b dış manzarayı seyre başladı.

*
**

Ertes günü, sıcak b r k nd zamanı, kapı çalınınca Pusat ürperd ğ n


h ssett . Ne oluyordu? N hayet üç tane çocuk gel yordu. Öyleyse heyecana
benzeyen bu hal, bu ürper ş neyd ? Kend kend s ne kızdı. İnsanın kend
kend s ne kızmasının ne berbat şey olduğunu tecrübeyle b l yordu.
Kızlar çer ye g rerken ayağa kalktığı zaman b rdenb re h çb r şey
göremed . Işık Kızlar gözler n m kamaştırmıştı? Belk kamaştıracaklardı
ama Sel m, doktorun tavs yes n unutarak askerl kten kalma alışkanlıkla,
ayağa sert b r hareketle kalkmış ve yüksek tans yon dolayısıyla b r an ç n
gözler dumanlanarak çevrey görmez olmuştu. Duman sıyrıldığı zaman
karşısında Aydolu le Nurkan gülümseyerek duruyor ve «Geçm ş olsun
efend m.» d yorlardı.
Güntülü onların arkasındaydı. Arkadaşları g b gülümseyerek değ l,
yırtıcı bakışlarla bakıyordu. Sel m’ n önüne geld ğ zaman onlar g b el n
uzatmadı; fakat gönül alıcı kel meler n , Sel m’ n çok y tanıdığı b r
ahenkle sıraladı:
- Çabuk y leşmedeyd n z çok üzülecekt k.
Sel m, nedense Ayşe’ye bakarak her zamank alaycılığı le karşılık
verd :
- Demek bu dünyada ben m ç n üzülenler de varmış.
Güntülü’nün yırtıcılığı artmıştı:
- Elbette vardır ama ben başka b r bakımdan üzüleceğ m z anlatmak
stem şt m.
B r an odada der n b r sess zl k oldu. Sel m yen den b r ürpert duydu.
Bu Allah’ın belâsı kend s n kızdırmak ç n m gelm şt ? Zayıf hal ne,
solgun benz ne rağmen çok d k b r tonla:
- Üzülmed ğ n ze göre mesele yok! ded .
Güntülü bu sertl ğe h ç aldırmadı:
- Kend m z s ze b raz beğend rmek st yoruz! d ye başladı. B zden h ç
hoşlanmadığınızı, değer vermed ğ n z b l yoruz. Ş md el m ze b r fırsat
geçt : Öbür gün okulumuzda veda çayı ve tören var. S z davet etmeye
geld k.
B r zarf uzattı. Pusat’ın zarfa bakışlarında h ç de saklanmayan b r
küçümseme vardı:
- Nutuklar söyley p ş rler m okuyacaksınız?
- J mnast k göster ler de yapacağız. Bazıları askerl ğe de yarayan
beden hareketler olacak.
Sel m bu konuşmalar sırasında kıvamını bulmuştu. Alaylarına başladı:
- Geç t resm de yapacak mısınız?
- Evet!
- İşte bunu görmek ç n geleceğ m. K m b l r nasıl b r geç t resm
olacak?
- Beğeneceks n z. S z selâmlayarak geçmek ç n yer n z ön sırada
ayırdık. Ama kend m z y ne de beğend remezsek bahçem z mutlaka
seveceks n z. Tam s z n sted ğ n z g b ağaç ve yeş ll klerle dolu, huzur
ver c b r yerd r.

*
**

Son sınıfın veda tören n yapacağı pazar günü hava çok sıcaktı. Ayşe,
kayıtsız görünen Sel m’ n bu güne stekle hazırlandığını anlamıştı. Hastalığı
geçm ş, rapor süres dolmuştu. Yarın da tekrar göreve başlayacaktı.
Okulun bahçe kapısında zc kılıklı veya j mnast k elb sel b rçok kız
m hmandarlık ed yordu. Ayşe’ye büyük b r saygı gösterd ler ve bazıları
b rb rler ne Sel m hakkında b r şeyler fısıldadılar. B rkaç adım sonra k s n
Nurkan le Aydolu karşıladı. Atlet g y mler onlara çok yakışmıştı. Bu
kızların o kadar naz k b r gülümsey şler vardı k Pusat’a gar p b r şey
düşündürdü. İç nden: «Dünyadak bütün kızlar bu tılsımlı gülümsey şle
gülse nsanlar baht yar olurdu.» ded . Sonra hemen bu romant zmden
sıyrılarak Ayşe’n n gözünden kaçmayan b r rahatlıkla:
- Güntülü nerde? d ye sordu.
- Şurda efend m...
İk genç kız y rm adım kadar lerde b r ağacı göster yordu. Güntülü
orada tek başına, eller n arkasına kavuşturmuş olduğu halde ağaca
dayanarak duruyor, k gün önce Sel m’ davete geld kler zamank
yırtıcılığından eser kalmamış olan utangaç ve çek ngen bakışlarla
kend ler ne bakıyordu.
Bu sırada Ayşe’n n h ç beklemed ğ b r şey oldu: Sel m, kend s n
beklemeden Güntülü’ye doğru yürümeye başladı ve Ayşe, hoşnutsuzluğunu
g zlemeye çalışarak, yanında k öğrenc s olduğu halde onu tak p ett .
Sel m, Güntülü’nün el n sıkarken azarlar g b sordu:
- N ç n b z daha lerde karşılamadınız?
İk gün öncek parsın yer nde ş md b r ceylan vardı. Çek ngen bakışlı
gözler n Sel m’ n sert bakışlarında tutmaya çalışarak özür d ler g b :
- S z burada bekled m efend m, ded ve Sel m bu ses , bu bakışı ve
onlardan daha çok ağaca bu dayanışı tekrar hatırladı; y ne ç ızdırapla
doldu.
Buna benzer b r sahne b r defa daha geçm şt . İşte onun nerde ve ne
zaman olduğunu bulamamak Pusat’ı öldürüyordu. Kend n kaybetm ş
g b yd . Dumanlar ç nde kaybolduğunu sanıyordu. Dumanlar dağıldığı,
kend ne geld ğ zaman kademel skemleler n sıralandığı b r yerde, yanında
Ayşe olduğu halde ön sırada oturduğunu gördü. Müdür konuşuyordu. Sel m
bu çeş t basmakalıp konuşmalardan t ks n rd . Hele bu kadının Ayşe’ye
karşı duygularını b ld ğ ç n, neler söyled ğ n n farkına varmadan, nefretle
bakıyor, onu çok ç rk n ve ğrenç buluyordu. Kend s ne çok uzun gelen
konuşmanın b tt ğ n alkışlardan anladı ve «Acaba ne söyled de
alkışladılar?» d ye düşündü.
Sonra ne olacağını öğrenmek ç n el ndek davet yeye bakınca gar p
b r heyecan duydu: Ş md öğrenc ler adına Güntülü konuşacaktı. B rden
tam karşısında, y ne b r ağacın yanında, el nde b r kâğıt olduğu halde duran
Güntülü’nün oldukça heyecanla kend s ne baktığını gördü ve asık yüzünde
bell bel rs z b r gülümseme görüldü. Bunu yalnız Güntülü le Ayşe
görmüşlerd .
Genç kız neler söylüyordu? Pusat söylenenler n mânâsını değ l, yalnız
aheng n anlıyor, bu ses n Çamlı Koru’da duyduğu meçhul kadın ses
olduğunu ş tt kçe kend nden uzaklaşıp çok uzaklara g d yordu. Ön sıraya
oturdukları dak kadan ber kend s n kontrol eden Ayşe, Sel m’de b r gar p
hal olduğunun farkındaydı. Gözler n Güntülü’ye d km ş olduğu halde onu
görmed ğ n de anlamıştı. Öyleyse böyle bütün ruhu ve gönlü le neden
d nl yordu?
Güntülü, bütün sıkıntılarına rağmen okuldak hayatlarının «hayalden
b le üstün ve der n» b r zevkle geçt ğ n söylerken Sel m rk ld ve Çamlı
Koru’ya g derlerken Güntülü’nün kend s ne okuduğu ş r hatırladı:

Sevda g b b r g zl emel ruhuna s nm ş;


B r haz k hayalden b le üstün ve der nm ş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr g b nm ş,
B r sır k bu ölsen b le asla açamazsın...

Ş md Güntülü, konuşmasını tamam yle Sel m Pusat’a bakarak


yaparken bakışları y ne vahş leşm şt . Artık Sel m onun ses n de
duymuyor, yalnız korkunç güzell ktek gözler ne bakıyordu. Ayşe bu
bakışmadan rahatsız olmuştu. Fakat b rkaç san ye sonra bu rahatsızlık
büyük b r şaşkınlık ç nde kayboldu. Çünkü konuşma b tt ğ zaman
Güntülü’yü aşırı göster lerle alkışlayan talebeler ve hocalık dolayısıyla
buna katılan öğretmenlerden başka Sel m Pusat da, herhalde ömründe lk
defa b r s n alkışlıyor, Güntülü de başıyla selâm vererek bu alkışa teşekkür
ed yordu.
Geç t resm yapılacaktı. Önce bütün sınıflardan zc ler, arkadan da bu
yıl okulu b t ren sınıf yürüyecekt . Beden eğ t m öğretmen n n
kumandasında lerleyen zc ler n başında b r trampet mangası yürüyüşün
düzen n sağlıyordu. Genç kızlar, romant k kızlar, nazlı kızlar falan ama
trampetle geç t resm ne çıkınca bunda y ne de askerî b r eda bulunmalıydı.
Sel m, adımların düzgün atılmasına rağmen bu yürüyüş kar katürünü
görünce b rden yaman b r hayal kırıklığına uğradı ve b raz önce farkında
olmadan Güntülü’yü alkışlarken duyduğu ferahlığı kaybett .
Ayşe, bu yürüyüşü Sel m’ n h ç beğenmed ğ n , onun ç n kaşlarının
çatılıp sert baktığını anladı. Aslında Sel m sert değ l, kırgın bakıyordu.
Genç kızlar tarafından yapılsa b le, askerî b r tören bu kadar kepaze
ed leb l r m yd ? Geç t resm n hayet askerî b r yürüyüştü ve askerlere
yakışır şek lde yapılmalıydı. Beyn nde düşünceler b rb r n kovalar ve
bunun tartışması yapılırken b rdenb re dalgınlığından kurtularak gözler n
geç şe d kt : Son sınıf atlet kılığı le geç yordu. Hang muc ze olmuştu da
yürüyüş kıvamına g rm ş, yoksa kızlara per n n s h rl değneğ m
dokunmuştu? Bu yürüyüş güzel, belk de çok güzeld .
Işık Kızlar son mangada d ler. N ç n d ye kend kend ne soran Sel m,
cevabını bulmakta da gec kmed : Önde Edeb yat Şubes öğrenc ler vardı;
Fenc ler arkada kalmışlardı.
Son manganın b r nc sırasında Güntülü, Aydolu ve Nurkan yanyana
d ler. D rsek temasını kaybetmeden yürüyüşler , selâm ç n baş çev r şler
askerce olmuştu. Sel m’ n dört beş adım önünden geç yorlardı. Kızların
yüzler c ddî olmakla beraber gözler n n ç gülüyordu.
Dem nden ber onu göz haps nde tutan Ayşe, b rdenb re Sel m’ n
suratının asıldığını, âdeta hakarete uğramış g b öfkelend ğ n görerek
yavaşça:
- Ne oluyorsun? d ye sordu.
Soru cevapsız kalmış ve geç t resm b tm şt .
Atlet k göster ler ve r tm k hareketler başlıyordu. Bütün davetl ler n
merakla ve beğenerek seyrett kler bu program parçasını Sel m görmed .

B r aralık, normal okul kıyafet n g ym ş Güntülü’nün bel rerek «Çaya


buyurun!» demes ne kadar ne hareketler yapıldığının, kaç dak ka geçt ğ n n
farkında olmadı.
Masalarda bol b sküv ve pasta bulunuyor, zc ler bardaklara çay
koyuyordu. Güntülü en naz k gülümsey ş yle sordu:
- Geç t resm n nasıl buldunuz efend m?
Pusat buna en sert tavrıyla cevap verd :
- S z olmasaydınız belk güzel olacaktı.
Ayşe şaşırarak söze karışmak ç n davranırken gülümsey ş
kaybolmayan Güntülü büyük b r soğukkanlılıkla:
- Kusurum neyd efend m? d ye sordu.
Pusat alaycılığını takınmıştı:
- Tek başına b r takımı bozan kahramanlar görülmüştür. S z de gal ba
onlara naz re yaparak bugün tek başınıza b r geç t resm n bozdunuz!
Kalabalıkta başkalarının da ş tt ğ bu sert edalı sözler üzer ne Ayşe
çıkıştı:
- Kızıma neden böyle söylüyorsun Sel m? Ne yanlışı vardı sank ? Ben
h çb r eks ğ n görmed m...
Sel m, Ayşe’ye döndü:
- Daha ne yapacaktı? Manga başında olduğu halde selâm sahasına
g r nce başını sağa çev rd ...
Ayşe b r şey anlamamıştı:
- Çev r rse ne olur? d ye sordu.
- B rşey olmaz. Geç t resm bozulur.
Ayşe hâlâ anlamamıştı. Güntülü hâlâ gülümsüyordu. Sel m devam
ett :
- Başta bulunanlar, yanındak ler n h zayı koruması ç n baş çev rmez.
Güntülü çev rd .
Ayşe, Sel m’ n böyle b r kusuru asla hoş görmeyeceğ n b ld ğ ç n
sustu. Fakat Güntülü susmuyordu:
- B l yorum efend m.
- B lerek yapmak kusur olmaktan çıkarak suç olur. Neden böyle
yaptınız?
- Söz verm şt m: S z selâmlamak ç n...
Konuşmanın bu mecraya dökülmes Ayşe’n n hoşuna g tmem şt .
Sel m, Ayşe’ye bakmamakta devam ederek cevap verd :
- Ben baht yar ett n z. Fakat sözünüzü tutmak ç n manganın başında
bulunmayab l rd n z.
- Ama o zaman daha uzaktan selâm verm ş olacaktım.
Sel m buna cevap vermed . Sarhoş olmuştu. Dem nden ber el nde
tuttuğu çay bardağını şarap kadeh g b kaldırarak:
- Şeref n ze ç yorum! ded .

*
**
Dönüyorlardı. Yakıcı b r güneş vardı. Sel m’ n yüzü y ce kızarmış,
başı y ne yanmaya başlamıştı. Tam yarın vaz feye başlayacakken yen den
hastalanmak çok tatsız, hatta utanç ver c olacaktı. El n yüzünde gezd r p
sıcaklığı y ce duyduktan sonra:
- Ben gal ba güneş çarptı, ded .
Ayşe gayet durgundu. Sel m’ n yıllarca düşünse tahm n edemeyeceğ
b r cevap verd :
- Sen güneş değ l, gün çarptı.
Sel m sarsılmıştı. Okuldan çıkalı ber solunda yürüdüğü halde d kkat
etmed ğ b r s , kolundan tutarak çok yavaş b r sesle lâve ett :
- S z gün değ l, Güntülü çarptı yüzbaşım!...
Hayretle başını çev ren Pusat, Yek’ n ğrenç bakışlarıyla yüzyüze
geld .
20

İLK GÜNLERİ büyük b r stekle yaptığı vaz fes Sel m’e ağır ve
sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bunu önce büro arkadaşlarıyla olan ruh ve m zaç
bağdaşmazlığına verd . Fakat bunun zorak b r yakıştırma olduğunu hemen
anladı. Öyleyse neyd ?
Acaba kend s nde henüz farkına varmadığı b r hastalık mı vardı?
Zaman zaman çok esk çağları hatırlar g b olması, ç nde o zaman yaşamış
olduğu hakkında gar p duyguların bel rmes , bunları hatırlarken anlatılmaz
ve anlaşılmaz b r acı le çıldıracak hale gelmes hastalıktan başka ne
olab l rd ?
B r zamandır Ayşe’n n kend s ne karşı değ şt ğ de b r gerçekt .
Görünürde b r şey yoktu. Ayşe b r ş kâyet veya tenk tte bulunmamıştı. Ama
Sel m b r şeyler olduğunu sez yordu.
Artık çalışma odasındak yürüyüşler n de bırakmıştı. İçk n n yasak
ed lmes enerj s n n b r kısmını alıp götürmüş, esk s ne göre çok hals z
olduğunu anlamıştı.
B r akşam Ayşe, masasında mt han kâğıtlarını düzelt rken Sel m de
kend masasında b r harb tar h k tabına bakıyordu. Okumuyordu. Y ne
dalmıştı. Not kâğıdına, ne yazdığının farkında olmadan b r şeyler
karalıyordu. B r aralık dalgınlıktan kurtularak önündek kâğıda baktı:
Büyük harflerle «KEY» yazmıştı. O anda kend s n şeytan mı dürttü, ned r
bunu sağdan okudu: «YEK» oluyordu. Aklına uğursuz Yek’le ona tıpatıp
benzeyen Doktor Key gel nce harfler n bu hokkabazlığına hayret ett ve ânî
b r merakla Ayşe’ye sordu:
- Key ne demek?
Ayşe onun beklenmed k sorularına, sözler ne alışıktı:
- Çok y mânâsına gel r.
- Ya yek?
- Kötü ruh demekt r.
- Yan ?
- Yan şeytan!
Pusat çok şaşırmıştı:
- Şeytan mı? d ye âdeta kekeled .
- Evet!
- Bunlar hang d lde bu mânâlara gel yor?
- Esk Türk lehçeler nde...
Sel m kalkarak gez nmeye başladı. Düşünces n Yek üzer nde
yoğunlaştırarak onu lk gördüğü andan bu yana olanları hatırladı: İlk
karşılaştıkları gece «Kend nden y rm beş yaş küçük b r kıza âşık olacağını
Levh- Mahfuz’da gördüm.» dem ş, Leylâ’nın tahtın vâr s olduğunu
söylem şt . Başka b r gece onu evler n n önünden geçerken görmüş, b raz
sonra da Yek mzasıyla Erzurum’dan üç saat önce çek lm ş b r telgraf
almıştı. Bunda Leylâ’nın hak kî adının Han-zade olduğu haber vardı.
Nurkan’ın p yanosunu d nled ğ gece düştüğü yerden onu Yek kaldırmış,
sonra tıpkı b r asker g b yürüyerek ayrılmıştı.
Bütün bunlar ancak şeytanın ş olab l rd . Ş md Ayşe kend s ne
Yek’ n şeytan demek olduğunu söylüyordu.
D n k taplarındak şeytanın varlığını kabul eden b r k mse olsa
şeytanın kend s ne musallat olduğuna nanacaktı. Pek , bu tesadüfler neyd ?
Yek k md ?
O zaman Leylâ’nın sözler n hatırladı: O çok tehl kel b r ajandır
dem şt . Belk o prenses kend s ne bazı puçları vereb l rd . Pusat bunu
düşününce b rdenb re Leylâ’yı görmek ç n büyük b r stek duydu ve geç
vak t bu stekle g rd ğ yatağında yarı uykusuz ve çok rahatsız b r gece
geç rd .
Ertes gün vaz fes nden çıkıp da Hanzade’n n ev ne yönel rken
kend s nde dün gecek stek kalmamıştı. Leylâ’dan hoşlanıyor, fakat
çek n yordu da. B r prenses olduğu ç n ona saygı duyuyor, bu saygı
kend s n b rtakım kayıtlara zorluyordu. Bu kayıtlar, başkalarına karşı asla
göstermed ğ değer vermeden doğuyordu. Onun yanında kend s n hür
h ssetm yordu.
Pusat yıllardır nsanları o kadar değers z ve bayağı bulmaya alışmıştı
k , üstünlüğünü kabul ett ğ b r s yle karşılaşmaktan rahatsız oluyordu. Hele
bu b r s , genç ve güzel b r kız olunca ona yaklaşmaktan âdeta ürker hale
gel yordu. Fakat Leylâ’nın öyle de b r çek c l ğ vardı k yakıcı alev n
pervaney çekmes g b Pusat’ı kend s ne yaklaştırıyordu.
Gülsafa Kalfa kapıyı açıp da «Buyrun Yüzbaşı Beğ!» ded ğ zaman
Sel m âdeta heyecanlıydı.
Bu k nc gel ş nde salonu daha şahane buldu. Leylâ gel nceye kadar
geçen b rkaç san yede hızla göz gezd rd ğ duvarlarda çok süslemel
kılıçlar, bıçaklardan başka Fat h’ n b r tablosu, k m olduğunu b lmed ğ b r
pad şah veya şehzaden n resm d kkat ne çarptı. Osmanlı
İmparatorluğu’nun son sınırlara vardığı zamanı gösteren b r har ta lg s n
çekt .
Leylâ gel yordu. Kalkarak ona doğru b rkaç adım yürüdükten sonra
tam askerce b r duruşla selâmladı ve el n öperek y ne d md k b r vaz yette
bekled .
Leylâ, Sel m’e çok tes r eden gülümsey ş yle:
- S z daha önce bekl yordum, ded ve yer gösterd kten sonra;
- N ç n solgunsunuz? Rahatsız mısınız? d ye sordu.
Pusat, konuşmanın bu konuya geleceğ n aklına get rmem şt . Kısaca:
- B rkaç gün hasta yattım, d ye cevap verd .
- Ne d ?
- B lm yorum.
- Doktor b r s m vermed m ?
- Ruhîd r, ded .
Sel m bu «ruhî» kel mes n söyler söylemez y etmed m d ye
düşündü. Leylâ c dd leşm şt :
- G zlemeye çalıştığınız b r sıkıntı olduğu bell yd , d ye söze başladı.
Bunu başınızdan geçenlere vermey sabetl bulmuyorum. Büyük darbelere
uğradınız ama zaman ve dayanıklılığınız sayes nde bunları geç şt rd ğ n ze
nanıyorum. Ayşe Hoca Hanım’la herhalde y geç n yorsunuz. Bunun
dışında s z bedbaht eden sebep ne olab l r? Acaba yasak b r sevg yle m
yaralısınız?
Sel m sert b r sesle sordu:
- Bunu nerden çıkardınız?
Leylâ sak n, fakat çok tes rl konuşuyordu:
- Üzüntünüzden, doktorun teşh s nden ve Işık Kızlar’dan bahsederken
yüzünüzde bel ren ç zg lerden...
Bunu başka b r s söyleseyd Sel m hemen hücuma geçer, alaya
başlardı. Bu sefer bunu yapamadı ve sustu.
Sustu, fakat ç nden t raf ett : Leylâ doğru söylüyordu. Ş md ye kadar
bu gerçeğ kend v cdanına b le söylemem ş, böyle b r gerçeğ n varlığını
dah kabul etmem şt . Şu anda onu b r prenses söyley nce artık daha fazla
saklamakta mânâ kalmıyordu. Ayşe’n n, Yek’ n söyled ğ doğru olmasa b le
Leylâ’nınk doğru d : Sel m Pusat, Güntülü’yü sevm şt .
Ş md k s de susarken düşünüyor, Ayşe’n n son zamanlardak
değ ş kl ğ n n sebeb n kavrıyordu. Demek k başkaları Sel m’ kend s nden
daha y anlıyordu. Demek k sır olması gereken bu sevg y saklayamamıştı.
Bu hükmü ver nce y ne yüzünün yanmaya başladığını duydu ve Leylâ’ya
b r şey söylemek üzere ken Gülsafa Kalfa tekerlekl çay masasıyla çer
g rd .
Sel m bu güzel, deml çayın tadını alamıyordu. Leylâ da düşünceye
dalmış, âdeta m saf r n n varlığını unutmuştu.
Akşamın loşluğu başlıyordu.
Söze başlayan Leylâ oldu:
- Hang s n sev yorsunuz?
- En vahş s n ...
- Izdırabınız bundan mı?
- Hayır!
- Ya neden?
- Anlatılmaz b r şey. İç mde onu çok esk den tanıyormuşum g b b r
duygu var.
Leylâ y ne daldı. Çayını yudumlarken gözler duvardak Osmanlı
İmparatorluğu har tasına takılmıştı. B r ara dalgın kaldıktan sonra:
- Bu duygu, sevg n z n ş ddet nden olmasın? d ye sordu.
- Sanmıyorum. Bu duygu Güntülü’yü tanımadan önce de vardı.
- Güntülü mü ded n z? Ne güzel adı var. Delmek bu güzel ve
duyulmamış adın sah b yırtıcı b r kız...
Sel m, acı b r bakışla Leylâ’ya baktıktan sonra sustu. Bu konuyu
kapatmak st yor, fakat ötek bırakmıyordu:
- K m n kızı?
Pusat şaşırdı. Hafızasını yokladı. Ayşe’n n Işık Kızlar’ dan bahseden
sözler n hatırlamaya çalıştı. Aydolu’nun mühend s, Nurkan’ın tüccar kızı
olduğunu ş tm şt . Fakat Güntülü’nün babasından söz ed ld ğ n
duymamıştı. Bezg nl k ç nde:
- B lm yorum, d ye cevap verd .
Leylâ çok k bar b r gülümsey şle Pusat’a baktıktan sonra:
- Demek sevg s z o kadar sarmış k , Güntülü’nün kend s nden başka
herhang b r şey düşünmek mkânını bulamamışsınız! ded .
Bu söz doğru d . Fakat Sel m, mahrem yet n n bu kadar
d d klenmes nden hoşlanmamıştı:
- Prenses m! ded . Bu, öyle üzer nde durulacak b r mesele olmadığına
göre kapatsak olmaz mı?
Leylâ y ne gülümsed :
- Olur mu? S z ben m ç n herhang b r k mse değ ls n z k bunu
kapatalım. S ze ızdırap veren b r şey var. Dost olduğumuza göre bu ızdırabı
yok etmek, h ç olmazsa yok etmeye çalışmak ben m vaz fem değ l m ?
Pusat y ne kend kend s ne kızmaya başlamıştı. Karşısındak , Leylâ
g b şahane b r prenses de olsa derd n , zaafını ona anlatmak ömrü boyunca
bugüne kadar güttüğü prens pler h çe saymak oluyordu. Leylâ ş md onun
bu çares z hal ne bakıp yardım etmek sted ğ n söylüyordu. Sel m’e göre
yardım ancak savaşta, güç durumda kalan b rl ğe yapılması gereken b r
vaz fe olab l rd . Evl b r adamın genç b r kıza karşı duyduğu aşkın çares n
başka b r genç kız bulacaktı. B rdenb re bunaldığını h ssett . Yüzü
kıpkırmızı oldu. Odanın loşluğu ç nde bunu gören Leylâ sordu:
- Yüzünüz neden kırmızılaştı? S z sıkmış olsam b le bu konuyu
kapatmayacağım Sel m Beğ. S z n h ç k mseden h çb r yardım
stemeyeceğ n z b l yorum. Fakat s z ben m ç n herhang b r k mse
olmadığınız g b , zannedersem, ben de s z n ç n herhang b r s değ l m.
Öyle değ l m ?
- Evet.
- O halde bunu kurcalamam s z sıkmasın. Üzüntülü, bezg n anlarımda
s zden gördüğüm yardımın karşılığını b raz da olsa vereb lmek ç n bu
meseleyle lg lenmeme müsaaden z r ca eder m.
- Bu türlü konuşmanızla ben utandırıyorsunuz prenses m. Her ne
buyurursanız emr n zdey m...
Uzun b r sess zl k daha oldu. Ş md salon pırıl pırıl ışıklar ç ndeyd .
Tekerlekl masayı götüren Gülsafa Kalfa, Leylâ’nın şaret yle elektr kler
yakmıştı.
Pusat’tak s n r gerg nl ğ yatışmıştı. Burada nsanı gönül rahatlığına
kavuşturan b r hava vardı. Belk de Leylâ’nın as l ve şahane yüzü le k bar
tavırları bu havayı yaratıyordu. Vakt yle Leylâ üzer nde konuşurken Ayşe
de çok k bar olduğu ç n prenses dend ğ n , bu tavrı le öğretmenlere b le
saygı telk n ett ğ n söylem şt . Doğru d .
Leylâ düşünüyordu. Düşünürken de başka türlü güzeld . Pusat onu
ncelemek ve Güntülü le ölçüştürmek fırsatını bulmuştu. Öfkel ve
melankol k geceler nde onun bu güzell ğ n n farkına varmamış olduğunu
anlıyordu. Fakat Güntülü le karşılaştırınca mesele çatallaşıyordu. İk s ,
başka başka âlemler n güzeller yd . Güntülü’yü Nurka’n veya Aydolu le
mukayese etmek olab l rd . Fakat Leylâ le bunu yapmaya mkân yoktu.
Sel m bunları düşünerek prenses n güzell ğ n seyrederken b rdenb re
dalgınlığından kurtulan Leylâ, Sel m’e bakarak gülümsed ve:
- Ben Güntülü le mukayese m ed yorsunuz? d ye sordu.
Sel m şaşırmış görünmed ama adamakıllı şaşırdı ve «İç mden
geçenler, yüzümden bu kadar açık seç k okunuyor mu?» d ye düşündü.
Leylâ’da kend güzell ğ ne tam b r güven olduğu anlaşılıyordu. Doğrusunu
söylemek gerek rse bunda haklıydı.
- İy b ld n z prenses m, ded . Fakat mukayesey yapamadım. Çünkü
aynı c nsten değ ls n z.
Leylâ y ne gülümsed ve Sel m «Prenses, s lâhını y kullanıyor!» d ye
düşündü. Bu gülümsey ş, b r erkek ç n korkunç b r şeyd ve buna
dayanmak her y ğ d n ş değ ld . Bundan dolayıdır k buraya Yek hakkında
konuşmak ç n geld ğ halde daha onun adını b le anamamış, kend s n
Leylâ’nın büyüsüne kaptırmıştı. Çok genç görünüyordu. Onu Çamlı
Koru’da gördüğü lk gece l sel b r kız sanmıştı. Yaşını öğrenmek
düşünces yle:
- Kaç yıldır öğretmenl k yapıyorsunuz? d ye sordu.
Leylâ tekrar gülümseyerek:
- Y rm sek z yaşındayım yüzbaşım! d ye cevap verd .
Sel m’ n Leylâ’ya bakışlarında ş md hüzün doluydu. Gönlündek ler
keşfolununca ç ne kapanmış ve esas tab atı hal ne gelen hüzne dönmüştü.
Leylâ gayet c dd leşerek konuşmaya başladı:
- Sel m Beğ! S z beş yıl önce tanıdığım zaman ruhunuzda hüzünden
eser yoktu. Yen öğretmend m. Hayatımın güç anlarını yaşıyor, hatta
tehl keler ç nde bulunuyordum. Ayşe Hoca Hanım b z tanıştırdığı zaman
henüz kıralcı olduğunuzu b lm yordum. Fakat bana güven verm şt n z.
Başınızdan geçenlerden sonra kıralcı olduğunuzu öğren nce, s ze lg m arttı
ve yalnızlıklarımızı hesaba; katarak s z nle dost olab leceğ m z düşündüm.
Çamlı Koru’da ben azarlarken b le s z kend me yakın ve güven l r b r
nsan olarak gördüm. Ş md daha y tanıyor ve desteğ n z olmak st yorum.
S z Güntülü’nün pençes nden kurtarmak ç n b r çare bulmam lâzım.
Düşüneceğ m. Ama s z b r çare b l yorsanız ve bana b r vaz fe düşüyorsa
söyley n, hemen tatb k edel m.
Şahane prenses n gönülden gelen sözler Pusat’ın ç ndek hüznü
dağıtmıştı. Demek k o da dost kalbe muhtaçtı:
- Prenses m, ded . Bunun klâs k b r tek çares var. Fakat o çare de
hemen da ma nazarî kalmıştır.
- Ned r?
- Işığı bastıracak daha parlak b r ışık...
- Öyle b r ışık var mı?
- Var. Fakat o kadar yüksekte k düşünmek b le çılgınlık olur.
Leylâ gözler n Pusat’a d kerek b rkaç san ye baktı. Sonra kend s n
dayanılmaz derecede güzelleşt ren gülümsey ş yle:
- Müsaade ed yorum. Ben seveb l rs n z! ded .
21

SELİM, uzun ve güzel b r rüya görmüş nsanlara benz yor, rüyanın


tes r n üstünden atamıyordu.
Tosun res ml b r derg ye bakarak oyalanırken o da okumak ç n açtığı
k tabın aynı sayfasına gözler n d km ş, zamanı öldürüyordu. B r aralık,
el nde derg yle babasına yaklaşan çocuk, yaşının sev ml saflığı le sordu:
- Baba! Bu bebek hasta mı?
B r reklâm resm n göster yordu: Tombul b r çocuk, reklâmı yapılan
b sküv y steyerek ağlıyordu.
Sel m:
- Hasta değ l, acıkmış! d ye cevap verd .
Tosun, babasının sözünü kabul etmed :
- Ama ağlıyor.
- Aç olduğu ç n ağlıyor.
Tosun’da b r b lm şl k hal vardı:
- Açlar ağlamaz. Hastalar ağlar.
- Nerden b l yorsun?
- Annem söyled .
Tosun’un cevabı Sel m’ b rdenb re lg lend rd . D kkatle Tosun’a
bakarak sordu:
- Annen ne söyled ?
- Annem hasta olduğu ç n ağladı.
- Ne zaman?
- Her zaman...
Sel m kaşlarını çattı. Tosun «her zaman» d yerek şüphes z «b rkaç
defa» yahut «b rçok kere» demek st yordu. O zaman Sel m, son
zamanlarda Ayşe’de görülen değ ş kl ğ n ç yüzünü anlar g b oldu. Hasta
olsa şüphes z Sel m’ n bundan haber olacaktı. Demek k ağlamış,
ağladığını Tosun görüp sormuş, o da hasta olduğum ç n ağlıyorum d ye
cevap verm şt . Şu halde Ayşe, Sel m’ n ç dünyasındak fırtınayı b l yordu.
Zaten b lmese, veda tören dönüşünde «Sen gün çarptı!» der m yd ? Pusat
b rdenb re yüreğ n n sızladığını duydu ve suç şlem ş nsanların ruh durumu
ç nde pencereden ufuklara doğru baktı.
Mırıldanır g b «Ben böyle m olacaktım?» ded . Arkasından y ne
öylece «N ç n böyle oldum?» d ye sordu.
Artık güç anlarda b r kurmay g b doğru ve çabuk karar verem yordu.
Kalktı. Gez nmeye başladı.
Ne kadar gez nd ğ n n farkında değ ld . Ayşe’n n gelmes yle
duraksadı. Ona b rşeyler söylemek, gönül alıcı b r davranışta bulunmak
st yordu. Fakat h çb r şey yapamadı. Ayşe’n n selâmına gayet soğuk b r
karşılık verd kten sonra odadak yürümes ne devam ett .
Çocukluğundan ber böyleyd . Tarz ye vermek, gönül almak el nden
gelm yordu. Bunu b r gurur meseles yaptığı ç n değ l, el nden gelmed ğ
ç n böyle davranıyordu. Ayşe’y nc tm ş olmaktan büyük b r azap
duyuyordu da yanlışını düzeltmek ç n b r tek söz söyleyem yordu. Şu anda,
ömründe lk olarak, böyle yapmanın yakışıksız b r hareket olduğunu
düşünüp kend kend s ne kızdı. Odada yürürken beyn nde karanlık ve
karışık b r dalgalanma olduğunu h ssett . Bu sıkıntılı duyguyu çözmeye
çalışıyordu. Çözdü de...
O mendebur Yek «Kend nden y rm beş yaş küçük b r kız
seveceks n!» dem ş ve O zaman Yek’le alay eden Sel m onun söyled ğ hale
düşmüştü.
O akşam Sel m yemeğe oturmadı. Ayşe’n n de yemed ğ d kkat n
çekt . Geceley n Ayşe mutad dışında çok erken yattı.
Pusat y ne kara kedere gömülmüş olduğu halde oturuyor, bazen odada
b raz gez yor, arasıra b r k tap alıp karıştırıyor, vak t geç rmeye, ç
sıkıntısından kurtulmaya uğraşıyordu.
Gece yarısı çoktan geçm şt . Hâlâ oturuyordu. Ş md önünde kalın b r
albüm vardı. Son yapraklardan b r açık olarak duruyor, Sel m gözler n
yaprak başındak resme d km ş olduğu halde d kkatle bakıyordu. Baktığı
köşeye Güntülü’nün resm geç r lm şt . L sey b t rmek üzere ken
çekt rm ş, b r tanes n de sevg l hocası Ayşe’ye hed ye etm şt .
Kızın muhteşem b r güzell ğ vardı. Bakışlarında d ş parsın yırtıcılığı
le ncel ğ n hüznü b rleşm şt . Sel m başlangıçta ona da herkese baktığı g b
umursamadan bakmış, hatta bazı düşünceler ç n çıkışmış, alay etm şt .
Fakat o bunlara h ç aldırmamıştı. İlk z yaretler nde Sel m’ merakla
ncelemes , Sel m’ n Esk Arkadaşlar Marşından hoşlandığını b rtakım
tahm nlere dayanarak b lmes , kend s ne «S z n g b fırtınalı hayat yaşamış
b r asker» demes le Sel m’ n lg s n çekmey başarmıştı. Sel m,
Güntülü’nün gözler n tanımıştı. Fakat nerede tanıdığını hatırlayamamak
kend s n ç leden çıkarıyordu.
Huzur Çayhanes ’ne g tt kler zaman da Güntülü y ne kend s n tetk k
etm ş, Sel m onunla göz göze gel nce y ne, çok esk den tanıdığı bu kızı
hatırlamak ç n ızdırap çekm şt . Orada tartışmışlardı. O arada kızın ses
Çamlı Koru’da o görünmeyen, esrarlı kadının ses ne benzem şt . Ya hele
Huzur Çayhanes ’nden Çamlı Koru’ya g d ş. Yolda Güntülü’nün okuduğu
ş r ve ş r okurken ses nde yükselen öldürücü ahenk... Ve sonra Sel m’e
b n yıl, k b n yıldan ber yaşadığını söylemes , ben de o zamandan ber
yaşıyorum demes ve «Ben o zaman ok atılamayanlardan b r yd m!» d ye
tamamlaması... Bütün bunlar kend s n Sel m’e sevd rmek ç n b rer sebep
değ l m yd ? Sel m gözler nden perde kalkan b r nsan g b gerçekler
görmeye başlıyordu. Artık h çb r şüphes kalmamıştı: Güntülü, aşk
konusunu şuuraltına atmış bulunan Sel m’e karşı taarruza geçm ş, hem
güzell ğ n , hem zekâsını kullanarak kend s n zorla, evet zorla sevd rm şt .
Fakat bunu n ç n yapmıştı?
Pusat resme d kkatle bakıyordu. O kadar canlı d k nerdeyse
konuşacak g b gel yordu. Sel m, ç nde b r öfken n kabardığını sez nled .
Hem Güntülü’ye, hem de böyle b r zaaf gösterd ğ ç n kend s ne kızıyordu.
Fakat bütün bu öfkeye rağmen g tt kçe artan b r lg le resme bakmakta
devam ed yordu. Kız, saatlerce bakılacak kadar güzeld .
Bu sefer Güntülü’yü Leylâ le ölçüştürmek sted . Olmuyordu.
Hak katen başka dünyaların varlıklarıydı.
Ne kadar zaman geçt ğ n b lm yordu; b rden yanı başından b r el
uzanarak albümün yaprağını çev rd . Güntülü’nün resm arkada kaldı.
Ş md üstte olan sayfanın başında Ayşe’n n resm vardı.
Sel m, yaprağı çev ren k m d ye başını kaldırınca karşısında arkadaşı
Şeref’ gördü. Hüzünlü b r gülümsey şle bakıyor ve Ayşe’n n resm n
göster yordu.
Sel m korkmadı. Şaşırmadı da. Hatta onu görünce sev nd . Yüzüne
baktı. Şeref’ n gözler ıslaktı:
- Şeref, ağlıyor musun? d ye sordu.
Arkadaşı ceket n n düğmeler n çözerek açtı. Yüreğ n gösterd .
Şeref’ n kalb kanıyordu. O zaman Pusat c dd leşt :
- N ç n Şeref, n ç n? d ye sordu.

Şeref’ n gözler ndek ıslaklık artmıştı. Yavaş b r sesle:


- Hakkın yok Pusat! ded .
Yanaklarına k damla yaş nerken devam ett :
- Sen böyle m olacaktın?
Sel m kıpkırmızı oldu. Albümü kapatarak etajere koyduktan sonra
ayağa kalkarak:
- Izdırap çek yorum Şeref! ded .
Şeref n gözler nden yaşlar b rb r ardınca dökülüyordu:
- Bu ızdırap vakt yle beraber çekt ğ m z ızdıraptan daha mı büyük?
Rütbeler m zden olduk. Askerl ğ m zden uzaklaştırıldık. İft raya uğradık.
Bunların yanında sevg n n sözü mü olur?
Şeref sustu. Yüreğ n n kanı, kapattığı ceket n n üstüne çıkıyor ve
yarasını el yle bastırıyordu. Sel m der n b r üzüntüyle arkadaşının kanayan
yarasına bakarak:
- Izdırabım yalnız sevg den değ l! d yeb ld .
Şeref kes n b r fadeyle cevap verd :
- B l yorum. Geçm ş hatırlayamadığın ç n ızdırap çek yorsun.
Sen nle Tanrıkut Mete’n n ordusunda b rer yüzbaşı değ l m yd k? Sen o
zaman da aşk yüzünden Tanrıkut’un buyruğuna karşı gelerek, bugün başka
b r hüv yetle önüne çıkan sevg l ne ok atmamak ç n dam olunmamış
m yd n? Pusat! İç nden gelen bu aks dürtüş ned r? İk b n yıl sonra da aynı
del şmenl kle yaşamak sana yakışır mı?
Şeref’ n bu sözler Sel m’ n beyn ndek karanlık b r noktayı aydınlattı
ve büyük b r yükü atmış nsanın ferahlığı le arkadaşına:
- Suçun heps bende değ l, ded .
- Heps sende! Kend n o kızla b r m tutuyorsun? Sen yüzbaşı ve
kurmay adayı d n. Sen karar ve rade adamı d n! Ya o k md ? K m n kızı
d ? Araştırdın mı?
Sel m beyn nden vurulmuşa döndü. Cevap vermeye vak t kalmadan
Şeref devam ett :
- Pusat! Kend ne gel. İraden takın. Aklını kullan.
Hüzünle söylenen bu sözlerden sonra daha büyük b r hüzünle
sözler n tamamladı:
- Allaha ısmarladık.
Pusat neml gözlerle:
- Güle güle! d ye cevap verd .
El sıkıştılar.
Şeref ağır ve sess z adımlarla kapıya doğru yürüdü. Tokmağı tuttu.
Fakat kapıyı açmadan b rdenb re orada kayboldu.
Sel m’ n gözler masadak saate l şt . Sabahın dördü d . Kend s n
çok d r h ssed yordu.
Arkadaşı Şeref’ n sözler n ve suçlamalarını düşünmeye başladı. Ona
hak vermemek mümkün değ ld . Şeref aynı zamanda kend s n n uzun
zamandır çözemed ğ düğümü çözmüş, Güntülü’yü nereden tanıdığını fşa
etm şt . Demek bu kız, yahut karanlıkta ses n duyduğu esrarlı kadın, k b n
yıl önce damına sebep olan sevg l yd . Demek o zaman ona ok atma
buyruğunu yer ne get rmem ş, bu d s pl ns zl ğ hayatıyla ödem şt .
Düşünüyordu: Başından geçen korkunç b r şeyd ama o korku değ l,
ızdırap duyuyordu.

Gözler b r noktaya takılı uzun b r zaman geçt . Sabah olmuştu. Odaya


g ren Ayşe d kkatle Sel m’e bakarak:
- Hasta mısın? d ye sordu.
- Hayır!
- Yüzün neden sapsarı?
- B r şey m yok.
Ayşe ısrar etmed . Kapıya yöneld . Fakat b rdenb re ger ye dönerek
merakla sordu:
- B r yer n m kanadı?
Sel m öfkelenm şt :
- Bunu da nerden çıkardın?
Ayşe kapının tokmağını göster yordu:
- Bu kadar çok kan ned r?
- Kan mı?
Sel m, gecey ve Şeref’ n kanayan kalb n hatırladı. Ayşe meraktan
çok korkuya benzer b r duyguyla tekrarladı:
- B r yer n m kanadı?
- Hayır...
Bu natçı «Hayır» üzer ne kadın d kkat ve kederle kocasına şöyle b r
baktıktan sonra sabunlu b r bez get rerek kanı s lmeye başladı. B r yandan
da Sel m’ kontrol ed yor, sararmış yüzüne bakarak b r şeyler anlamaya
çalışıyordu. Fakat onda yüzünün solgunluğundan başka h çb r değ ş kl k
yoktu.
Ayşe, merakla korku arası b r duygu ç nde, geceley n b r şeyler
geçm ş olduğunu sez nleyerek bunun ne olab leceğ n anlamaya çalışıyordu.
Bu heyecanla kahvaltı sofrasını hazırladı. B r aralık aklına takılan b r
noktayı çözmek ç n Sel m’ n dolabını açarak tabancasının orada olup
olmadığına baktı. Yer ndeyd ve dokunulmamıştı. Ayşe bu aramanın
lüzumsuz b r kuruntu olduğunu b l yordu ama kapı tokmağındak kanlar
kend s ne o kadar dokunmuştu k böyle saçma b r aramadan b le nefs n
alıkoyamamıştı.
Kocasının soluk benz ve hüzünlü bakışları Ayşe’n n ç nde gar p b r
z bırakmıştı. Şu esrarlı kan olmasa b le onun çok ızdıraplı b r gece
geç rd ğ gün g b aş kârdı. B rdenb re ona karşı ç nde b r acıma duydu ve
bütün kusurlarına rağmen bu adamın şu kalabalık dünyada yapayalnız
olduğunu düşünerek onu memnun edecek b r şey yapmak sted . Sel m,
Ayşe’n n hususî şek lde demled ğ l monlu çaydan çok hoşlanırdı. B raz
vak t alacaktı ama tereddüt etmed , deml çayı hazırlamaya koyuldu.
Bütün bunlar olurken Sel m, olan b tenden habers z, b r noktaya
dalgın dalgın bakıyordu. Şeref’ n kaybolduğu andak d r l k g tm ş, onun
yer ne uyuşukluk gelm şt . Bütün gece uyumamanın get rd ğ tepk le
uyumak ht yacını da duyuyordu. Ayşe: «Çay hazır!» demeseyd belk de
gözler kapanacaktı. İsteks zce kalkıp sofraya oturdu. Önünde, Harb
Akadem s ’nde ken Ayşe’n n deml çaylarını çt ğ büyük beyaz f ncanı
vardı. Eşyaya değer vermeyen Pusat nedense bu f ncanla çay çmey sever
olmuştu. Uzun zamandır ortada olmayan bu f ncanı bu sabah Ayşe sırf onu
memnun etmek ç n çıkarmış, fakat Sel m ona donuk gözlerle bakarak
susmuş, memnun olduğunu bell eden b r söz söylemed ğ g b yüzünde de
Ayşe’n n aradığı b r ç zg gözükmem şt . F ncana konan çay, reng ve
kokusu le en t t z çay t ryak ler n b le mrend recek kadar güzeld .
Ayşe’de b r şeyler yapmak heves devam ed yordu. Pusat’ın f ncanına
şeker koyduktan sonra karıştırmayı da ona bırakmayarak kend yaptı ve
y ne kend hazırladığı kurab yelerden b r n de önüne sürdü.
Kend çayının şeker n karıştırırken gözler n tekrar Sel m’e d kerek
çay çmeye başlamasını bekled .
Sel m çaya, f ncana bakıp b rkaç san ye durduktan ve esk lere doğru
g d p hayal nde bazı sahneler yaşattıktan sonra el n f ncana uzatarak deml
çayın lk yudumunu tattı.
Aynı anda Ayşe’n n gözler açılarak ve reng bembeyaz olarak
Sel m’e:
- El n kanlı... d ye heyecanla seslend ğ ş t ld .
F ncanı yer ne koyan Pusat, el ne baktı: Avucu pıhtılanmış kanla
boyalıydı.
Reng büsbütün solarak Ayşe’ye baktıktan sonra sert b r hareketle
ayağa kalktı. Ne yapacağını b lemeyerek b rkaç san ye durdu. Sonra, yaralı
kalb ne el n bastıran Şeref’le el sıkıştığını hatırlayarak acı acı gülümsed .
22

O GECEDEN sonra Sel m daha çok ç ne kapandı ve kapı tokmağı le


kocasının el ndek kanlar kend s ç n korkunç b r muamma olarak kalan
Ayşe daha büyük b r elem n ç ne gömüldü. Artık b r ev n ç nde k yabancı
g b d ler. Ayşe’n n şuuraltında uzun zamandır saklı duran tasa açığa
çıkmış, Sel m’ n de arkadaşı g b canına kıyacağından c ddî şek lde
korkmaya başlamıştı. Ona b r şey soramıyor, sorsa b le cevapsız kalıyordu.
Sel m de Ayşe’ye h çb r şey söylem yor, fakat bazı haller yle anormal b r
hava ç nde bulunduğunu göster yordu: B r gece Şeref’ n resm ne gözler n
d km ş olan kocasına yavaşça «Sel m» d ye h tap ett ğ zaman Sel m,
gözler n res mden asla ayırmayarak «Söyle Şeref!» d ye karşılık verm şt .
Sonra sık sık onun mezarına g d ş n mânâsı neyd ? Ne ruha, ne ahrete,
h çb r şeye nanmayan b r nsanın, en yakın arkadaşa da a t olsa, b r mezara,
tıpkı b r canlıya g der g b g d şler ney göster yordu?
Ayşe’n n b r de şuuraltında tutmaya çalıştığı başka b r duygusu yahut
keder vardı: B r kadın olarak, Sel m’ n Güntülü’ye gösterd ğ yakınlıktan
ted rg n olmuştu. H çb r kadına, hele çocuk yer ne koyup değer vermed ğ
b r genç kıza karşı böyle b r lg göstermes aklın alacağı şey değ ld . Gerç
ortada henüz elle tutulur b r alâmet yok deneb l rd ama Ayşe, kadın kalb
le b r şeyler sez nlem şt .
Sel m’ b r s n r ve ruh doktoruna göstermek st yordu. Fakat bunun
sözünün dah ed lemeyeceğ n b l yor, çareler arıyor, acaba böyle b r
doktora, doktor olduğunu b ld rmeden Sel m’ göster p b r teşh se varab l r
m y m d ye düşünüyordu.
Nazarî olarak bunu yapmak, bütün nazar yelerde olduğu g b , pek
kolaydı. Fakat yapmaya gel nce ş değ ş yordu. Önce, kend s ne
güveneb leceğ b r ruh doktoru bulmak lâzımdı. Bunu h ç k mseye
söylemeden, kend kend s ne bulması gerek yordu. En sam mî dostuna b le
söylese günün b r nde yayılarak Sel m’ n duyması ht mal vardı. Sel m
duymasa b le böyle b r muayene le kocasının adının del ye çıkacağını
b l yordu. Zaten daha o uğursuz muhakeme sırasında b le Sel m’e bu gözle
bakmamışlar mı d ? Ş md , h ç olmazsa zah ren kapanmış olan b r
meselen n açılmasına sebep olmak, kabuk bağlamış b r yarayı deşmekten
başka b r şey olmayacaktı. Hayd , telefon rehber ne bakarak ruh
doktorlarının adlarını bulsun, bunlardan hang s n n daha y olduğunu nasıl
b lecek yahut herhang b r s n seçerse onun kafa yapısını nasıl anlayacaktı?
Ya Sel m’ n f k rler ne düşman b r çıkar da sır kalması gereken muayeney
fşa ederse ne olacaktı? Yahut ağzı sıkı olmakla beraber Sel m’e b r kötülük
etmeye kalkarsa ne yapab l rd ? Bütün bu engeller aşılsa da doktor, b r
tanıdıkmış g b Sel m’le buluşturulsa Sel m b r şey anlamayacak mı d ?
Gerç bazı şlerde çocuk kadar saftı ama teşh s n koymak ç n doktorun
soracağı sorular yahut Sel m’ n yüzüne herkesten daha d kkatl bakışları
nasıl b r tes r yapacaktı?
Hayır, hayır! Bu ş olmayacaktı. Ayşe çok üzgündü. D nî nançları
dolayısıyla tesell y ş md l k adaklar adamakta bulmuştu.
Sel m de karamsarlığın son ucunda yaşıyordu. İsteks zl ğ kend s n
b le rahatsız edecek b r hal almıştı. Artık, yanında huzur ve baht yarlık
duyduğu Leylâ’ya da g tmek stem yor, ancak bürodak çalışma sırasında
zaman zaman keder n unutarak kend s n evraka vereb l yordu.
B r gün h ç ummadığı b r kâğıtla karşılaşması Pusat ç n âdeta b r
sürpr z oldu. El ne B r nc C han Savaşı’nın Kafkas Cephes ’ne a t müh m
b r em r geçm şt . Bu emr n o anda nceled ğ dosya le lg s yoktu. Onun
buraya nasıl g rd ğ n araştırmak b le başlı başına b r çalışma konusu
olab l rd . Fakat o kadar müh m ve lg çek c d k Sel m kend s n bütün
varlığı le ona ver p her şey unuttu. Yazı b raz güç okunur c nsten olduğu
ç n bütün d kkat n yazıda yoğunlaştırdı ve çevres yle l şk s kes ld .
Bu tatlı dalgınlık b rdenb re masa komşusunun aksak ş ves yle kes ld .
Osman F şer:
- İşte, Leylâ Hanım geld ! d yordu.
Leylâ’nın adı geçer geçmez Pusat hızla başını kaldırarak gözler n
salonda gezd rd . İşte y ne hata yapmış, sert hareketler n ve hızla baş
kaldırmanın kend s ne yasak ed ld ğ n y ne unutmuştu. Bu sebeple b r an
çevres n göremed yse de bu sefer arıza çabuk geçm ş ve gözler Leylâ
Hanım’ın üzer nde düğümlenm şt . Bu, onun umduğu Leylâ, yan Leylâ
Mutlak değ l, vakt yle b r süre büroda çalışmış olan b r uzmandı ve esk
arkadaşlarını şöyle b r görmeye gelm şt .
Sel m’ n hızla ve lg yle baş kaldırarak Leylâ Hanım’a bakması
Osman F şer’ n d kkat nden kaçmamıştı. Gülümseyerek gayet yavaş b r
sesle:
- Yoksa s z Mecnûn musunuz? d ye sordu.
Pusat’ın kaşları çatılmıştı:
- O da ne demek?
- Leylâ adını duyunca çok lg lend n z de...
- Bundan ne çıkar?
- Leylâ le bu kadar lg ancak Mecnûn’a yakışır da...
Sel m o zaman Leylâ le Mecnûn d ye b r roman olduğunu hatırladı;
yavaş, fakat çok sert b r sesle:
- Ben böyle budalaca şakalardan hoşlanmam! d ye karşılık verd .
Osman F şer s nd ama Sel m’ n de s n rler y ce ger ld . Bu yılışık
Yahud , canını sıkarak çalışma temposunu bozmuştu. Önündek evrakı
ncelemeye devam edemeyeceğ n anladı ve duvar saat ne baktı. Görev
b t m ne on beş dak ka kalmıştı.
Tam o sırada hademe gelerek:
- Sel m Beğ, s z telefondan st yorlar, ded .
Bu da umulmadık b r şeyd . Kalkarak yürümeye başlarken hademe
arkasından seslend :
- Telefon Müdür Beğ n odasında efend m.
Çevres yle o kadar lg s zd k da re telefonunun nerde olduğunu b le
ş md ye kadar öğrenemem şt . Odasına g rerek b r emekl subay olan
müdürü askerce selâmladı. Müdür:
- S z telefondan arıyorlar Sel m Beğ, buyurun! ded ve masasından
kalkarak odadan çıktı. Bu davranış h ç şüphes z Se m’e karşı göster len b r
t bar, hatta saygı d . Fakat o, böyle şeylerden de rahatsız oluyordu. Ah zey
alarak konuştu:
- Ben Sel m Pusat! Buyrun efend m...
- Resmî b r yerde rahatsız ett ğ m ç n özür d ler m ama mecburdum.
Epeyd r görünmüyorsunuz, merak ett m.
Sel m bu ses duyunca canlandı ve yüzü kızardı. Telefonda kend s ne
seslenen Leylâ Mutlak’tı. Çok saygılı b r sesle:
- Kusuruma bakmayın, ded . Z yaret ç n üstümdek hals zl ğ n
geçmes n bekl yorum.
- Görüşmem z ç n mutlaka s z n buraya gelmen ze lüzum yok. Ben m
s ze gelmemde b r mahzur var mı?
- H ç b r mahzur yok. Şeref ver rs n z.
- Bu hafta ç nde b r gün, mesa n n b tmes nden sonra gelsem olur
mu? Hocamı da göreceğ m geld .
- Elbette olur. Fakat b r gün tay n etsen z daha memnun kalırdım.
- B ld ğ n z sebeplerden dolayı gün tay n edem yorum. Ben
bağışlarsınız değ l m ?
- Nasıl emredersen z...
- Teşekkür eder m. Allâha ısmarladık.
Sel m Pusat, Leylâ’nın veda sözler ne karşılık ver p vermed ğ n
hatırlamıyordu.
Eve geld ğ zaman, ç nde Leylâ’nın geleceğ n Ayşe’ye b ld rmek
arzusu vardı. Fakat onunla yüz yüze gel nce bu stek söndü. Gel rken,
söylemek ç n duyduğu heves ne kadar kuvvetl d yse ş md de ç nden
gelen b r dürtüşle söylememek rades o kadar güçlü d .
Çünkü artık yabancılaşmışlardı. Bu yabancılık, görünüşte olan b r şey
değ l, çten gelen b r duygu d . Tıpkı rüyalarda b r tehl keden kaçmak
stey p de koşamayan nsanlarınk ne benzeyen b r duygu...
Haftanın b tmes ne üç gün vardı. İş saat sona ererken Sel m Pusat
gar p b r heyecanla eve gel yor, evdek dak kaları gar p b r heyecanla
geç r yordu. Böyle çocuksu b r heyecanı kend s ne yakıştıramadığı ç n
sebeb n düşündü. Leylâ b r prenses olduğu ç n m böyle oluyordu? Yoksa
ona karşı da henüz farkına tam varamadığı b r lg s m vardı? Evet,
öyleyd . Leylâ kend s ne «Ben seveb l rs n z.» demem ş m d ? Pek , aynı
zamanda k genç kızı sevmek ve bunları severken de evl olmak ne
demekt ? O zaman Doktor Key’le Doktor Cezm Oğuz’un sözler n
hatırlıyordu. Demek k böyle şeyler olab l yordu. Fakat Doktor Cezm ,
aşkın estet k şekle bürünmüş b r şehvet duygusu olduğunu da söylem şt .
Kend s n n Güntülü’ye, hele Prenses Leylâ’ya bu gözle bakmasına mkân
var mıydı?
Sel m yen den bunaldığını ve yüzünün kızardığını h ssett . İsted ğ
g b çk çeb ld ğ günler ş md ne kadar arıyordu? O zaman h ç olmazsa
b r k saat yahut b rçok dak ka bu yıpratıcı kederden kurtuluyor, başka
âlemlere dalıyordu. Ş md se dünyaya gelmekten nas b sank yalnız bu
m ş g b kapkara b r keder n ç nde meçhule doğru yuvarlanıp g d yordu.
Ertes akşam eve geld ğ zaman masanın üzer nde Ayşe’n n b r
pusulasını buldu: Tosun’la b rl kte b r tanıdığa g d p b raz geç geleceğ n
b ld r yordu.
Sel m büyük odadak gez nt s ne başlarken ne yapab l r m d ye
düşündü ve kend s n zorlayan varmış g b b r duygu le etajer n yanına
g derek büyük albümü açtı. Daha lk açışta Güntülü’nün resm yle
karşılaşmıştı. Acı acı gülümsed . Şeref’ hatırlayarak kapıya baktı. Sonra:
«Bana kırgın. B r daha gelmez!» d yerek Güntülü’nün güzell ğ n
seyretmeye başladı. Resme bakarken beyn motor g b şl yordu. Onun
güzell ğ le Leylâ’nınk n n ölçüştürülemeyeceğ n anlamıştı. O zaman
Güntülü le Aydolu ve Nurkan’ı karşılaştırmaya koyuldu. Aydolu’nun çok
çarpıcı ve b rden tes r eden, Nurkan’ın çok k bar ve baktıkça kalbe şleyen
güzell kler karşısında Güntülü’nün nes vardı da Sel m’ n yüreğ nde yer
etm şt ? Bunu düşünüyordu ve düşüne düşüne buldu da: Güntülü’nün
kend s n zorla kabul ett ren b r güzell ğ vardı. Bu, atılgan, saldırgan, hatta
küstah b r güzell kt . Bu karara varınca albümü büyük masaya koyup
kapatarak arkasına yaslandı. B raz düşünmek sted . Fakat düşünmeye vak t
kalmadan kapı z l n n çalmasıyla kalkmaya mecbur oldu. Karşısında y ne
Şeref’ bulmak ht mal nden doğan b r çek ngenl kle yürüdü. Kapıyı açınca
düzgün b r hareketle toparlandı: Leylâ Mutlak gelm şt . Pusat’ın gözler
kamaştı. Leylâ:
- Habers z geleceğ m söylemeseyd m üzüntüm daha çok olacaktı,
ded ve el n Sel m’e uzatırken:
- Hocam evde değ ller m ? d ye sordu.
Sel m, hâlâ masada duran puslayı şaret ett :
- Arkadaşına g tm ş.
Sonra Leylâ’nın sorarak bakan gözler ndek mânâyı anladığı ç n lâve
ett :
- Ân ve habers z geleceğ n z kend s ne söylemem şt m.
- N ç n?
- N ç n olduğunu ben de b lm yorum. İht mal sürpr z olsun d ye.
Leylâ’ya koltuğu göster rken ceket n alıp astı ve üstünden em r almak
ç n bekleyen b r ast g b , onun karşısında ayakta durdu.
Leylâ şahane gülümsey ş n takınmıştı:
- Oturmaz mısınız yüzbaşım? ded . Ben okul ev arası mecburî g d ş
gel şler dışında tak p olunmadığıma em n olmadıkça sokağa çıkmıyorum.
Onun ç n gün tay n etmeden geld m.
Konuşma Sel m’ lg lend ren noktaya gelm şt :
- Mecburî çıkışlarınızda tehl ke yok mu?
- Y ne var. Fakat çok azaltılmış olarak. B r kere bu g d ş gel şler
hemen hemen hep başkalarıyla b rl kte olduğu ç n yalnız değ l m. Yalnız da
olsam gayet mükemmel b r tabancanın sah b olarak kesk n b r n şancıyım.
B r de dünyanın belk en y atıcısı olan ve vuruşma usuller n n heps nde
rak ps z sayılab lecek kadar üstün b r muhafızım var. Bu muhafız bana
yakın ve ev m kontrol edeb lecek b r yerde oturuyor ama nerde olduğunu
ben b le b lm yorum. Geceler sabaha kadar uyumadan ben bekler.
Uykusuzdur. Ben uzun müddet evde kalacağım zaman pencereden b r
şaretle ona b ld r r m. O zaman uyur. Yılda k üç kereden fazla karşılaşıp
konuşmayız.
Sel m hayretle d nl yordu:
- Bu müth ş muhafızın k m olduğunu b lmek sterd m, ded .
- Öldürülen Şehzade Mustafa’nın sağ kalan k sadık adamından
b r n n bugünkü torunu. O da b r subaydı. Bana muhafız olmak ç n Harb
Okulu’nu b t r p asteğmen olduğu gün büyük b r tazm nat vererek ordudan
ayrıldı. S z n g b o da askerl ğe âşık olduğu ç n bu yaptığı büyük b r
fedakârlıktı.
Leylâ’nın gözler dalmıştı. Sonra:
- Dünyada hâlâ karşılıksız en büyük fedakârlığı yapan şövalyeler var.
Yaşamayı güzelleşt ren de zaten bu mert nsanlar oluyor! d ye sözler n
tamamladı.
B r ara sustular. Leylâ tekrar söze başladı:
- Çamlı Koru’da o muhafız hazırdı. Fakat onun c ddî b r tehl ke
olmadan ortaya çıkmaması, tanınmaması lâzım. O gece onun ç n s ze
sığınmıştım.
- Ya s lâhınız?
- Onu da ancak en son dak kada ve her tedb r tes rs z kaldıktan sonra
kullanmak ç n taşıyorum.
Sel m «Çok makul konuşuyor» d ye düşünürken Leylâ b rdenb re
konuyu değ şt rd :
- Sel m Beğ! Bana Güntülü’nün resm n göster r m s n z?
Sel m çok kısa b r tereddütten sonra dem n masanın üstüne koyduğu
albüme el attı. Bu sefer nedense lk açışta değ l de b rkaç yaprak çev rd kten
sonra bulduğu Güntülü’nün resm n Leylâ’nın önüne sürdü.
Leylâ, albümü kucağına alarak gözler n fotoğrafa d kt . D kkatle
bakıyordu. Bu bakış çok uzun, belk b r, k , üç dak ka sürdü.
Sonra albümü kapatan Leylâ, onu masaya bırakırken bu sefer ısrarlı
bakışlarla Sel m’e bakarak çok ahenkl b r ses ve as l b r durgunlukla:
- İşte, ş md kıskandım! ded .
23

BİR CUMARTESİ akşamı Ayşe, çok esk günler hatırlatan b r


sadel k ve sam m l k le:
- Hep beraber şöyle b r hava alsak olmaz mı? d ye sordu.
Sel m de y ne o esk günler n tonu le:
- N ç n olmasın? d ye karşılık verd .
Hava yüreklere y mserl k aşılayan nad r havalardan b r yd .
Yavaş yavaş yürümeye başladılar. Sel m ve Ayşe susuyor, arasıra
konuşan yalnız Tosun oluyor ve çocuk merakı le sorduklarına hep Ayşe
cevap ver yordu.
Havanın güzell ğ herhalde nsanlara da tes r etm ş olmalıydı k bu
akşam sokakta rasladığı k mseler Pusat’a her zamank kadar ç rk n ve
ğrenç gelm yordu. Başkalarına bakmazdı ama yön tay n ç n ler ye
bakarken ster stemez gözler yakında olanlara değer, yarım san yel k b r
bakış Sel m’ n s n rler n oynatmaya fazlasıyla yeterd . Çünkü gördüğü
nsanlar ya b r takım budalalardan, ya k yüzlülerden, ya da cakacı
zavallılardan baret olurdu. Aşırı boyalı geçk n kadınlar, güzelleş yorum
sanarak kend ler n çok ç rk n ve-gülünç hale sokan kuş bey nl kızlar,
nsanlık mez yetler n n heps nden sıyrılmış del kanlılar Pusat’a t ks nt
ver rd .
Bu akşam böyleler yoktu. Kend hal nde y nsanlara raslanıyordu.
B r aralık gözler karşıdan kend ler ne doğru gelen k k ş ye takıldı. B r
kadın, b r genç kızdı ve bu k nc s Sel m’e gülümseyerek bakmıştı. Sel m
onlara b r daha bakmadığı ç n bu gülümsey ş n mânâsını anlamadı. Ancak
Ayşe’n n:
- Güntülü gel yor! d yen ses yle ayıldı ve durdu.
Karşı karşıya d ler.
Güntülü, yanındak kadını «Annem» d ye tanıttıktan sonra Ayşe le
Sel m’ ve Tosun’u da annes ne takd m ett ve Sel m’e dönerek:
- Efend m, s ze dem nden ber gülümsüyorum da yüzüme b le
bakmadınız; ben tanımamazlıktan geld n z! d ye s tem ett .
Sel m kend üslûbu le cevap verd :
- Gülümseyen b r kız gözüme l şt ama bu kadar sak n b r havada s ze
raslayacağımı ummadığım ç n b r yabancı sandım.
Güntülü şaşırmıştı:
- N ç n efend m? Sak n hava le ben m ne münasebet m var?
- Sak n hava le münasebet n z var değ l, yok.
- Anlamadım efend m.
- Bu akşamk havanın sükûnet le s z n hırçınlığınız b rb r ne h ç
yakışmadığı ç n bu tesadüfü ummamıştım.
Güntülü gülümsed . Ayşe, daha tatsız b r konuşma olmadığı ç n gen ş
b r nefes aldı. Güntülü’nün annes de bu acay p adama hayretle baktı.
Sonra, gözler n sıra le b r Ayşe’de, b r Sel m’de gezd rerek:
- Bu tatlı a le gez nt n z bozmayalım ama, şurada, çok yakında olan
ev m ze b rkaç dak ka ç n buyursanız desem acaba kabul eder m s n z?
d ye sordu.
Sel m sustu. Ayşe, Sel m’e bakarak:
- Bu saatte, kalabalık olarak s z rahatsız eder z! ded .
Güntülü, ölçüsü kaçırılmayan tatlı b r şımarıklıkla Ayşe’n n koluna
g rd :
- Hoca Hanım! Ev m z tam k dak kalık yolda. Neden rahatsız
edecekm şs n z? Neden kalabalıkmışsınız? Bu kadar yer nde b r tesadüften
sonra gelmezsen z ben kırılmaz mıyım?
Ger dönerek b r sokağa saptılar ve büyük b r ahşap ev n önünde
durdular. Çevres yle h ç lg l değ l g b gözüken Pusat, Güntülü’nün kapıda
eğ lerek mermer basamağın b r köşes nden büyük b r kapı anahtarı
çıkardığını gördü. Bu anahtarla açılan kapıdan g r p alt katta ve hemen
sağdak m saf r odasına oturdular.
Güntülü’nün annes yaşından genç gözüken, naz k b r kadındı. Fakat
b r ızdırabı saklamaya çalışan durumu Pusat’ın gözler nden kaçmadı.
Güntülü’nün odada bulunmadığı b rkaç dak kada Ayşe le k s onun
hakkında konuştular ve bu konuşmadan Güntülü’nün d ğer k arkadaşıyla
b rl kte Tıbb ye’ye başvurduklarını Sel m öğrend .
Güntülü kahvelerle odaya g rd ğ zaman Sel m’ n yüzünde st hza
ç zg ler bel rd ve teşekkürle aldığı f ncanı b t rd ğ zaman nasıl bulduğunu
soran Güntülü’ye:
- Resm geç t ayarında... d ye cevap verd ve arkadan:
- Zevkl olduğu ç n den z subayı olmak steyen kardeş n z
göremeyecek m y z? d ye sordu.
Güntülü’nün yüzü pembe pembe olmuştu:
- Maalesef göremeyeceks n z, ded .
- Neden?
- Maça g tt .
- Demek zevk felsefes nden sonra b r de maç hovardalığı...
Kardeş n z n Den z Kuvvetler Kumandanı olduğu zaman yapılacak den z
savaşlarını ş md den merak etmeye başladım.
Güntülü’nün annes b r şey anlamadığı bu konuşmaları şaşkınlıkla
d nlerken Ayşe b r tatsızlığı önlemek ç n söze karıştı:
- Efend m, Sel mle Güntülü b r türlü geç nem yorlar. Sel m kend
askerî f k rler n ben m doktor adayı kızımda görmey nce onu tenk d ed yor.
Güntülü de kend düşünceler nde d ren nce kıyamet kopuyor. Herhalde
Güntülü bu tartışmaları s ze anlatmıştır.
Kadın hayretle cevap verd :
- B lâk s efend m, h ç bahsetmed . Yalnız Sel m Beğ’le tanıştığını ve
çok or j nal bulduğunu söyled . O kadar...
Or j nal kel mes Ayşe üzer nde tuhaf b r tes r yaparken Sel m acı acı
gülümsed :
- Efend m, Güntülü c dden çok naz k. Or j nal kel mes n de herhalde
del veya gar p mânâsında kullanmıştır.
Güntülü’de yırtıcılıktan eser yoktu:
- B lemed n z şte. Bu kel mey hak kî mânâsı le kullandım.
- Hak kî mânâsı neym ş?
- Başkalarına benzemeyen, tes r altında kalmayan, hoş konuşan...
Sel m kızardı ve başını önüne eğd . Sonra, ömründe belk lk defa,
Ayşe’n n bu konuşmayı yadırgayacağını düşünerek konuyu değ şt rmek
sted . O anda b rdenb re arkadaşı Şeref’ n sözler n hatırladı: “Sen karar ve
rade adamı d n. Ya o k md ? K m n kızıydı? Araştırdın mı?”
Güntülü’nün son sözler yle âdeta sarhoş olduğu ve artık sözü burada
kesmek sted ğ halde Şeref’ n ve Leylâ’nın sorularını hatırlayarak
yakaladığı fırsatı kullanmaktan ger kalmadı. Güntülü’nün gözler n n ç ne
bakarak:
- Babanız eve ne zaman gel r? d ye sordu.
- Babam burda değ l k ...
- Nerde?
- Mers n’de.
Bu konuşmalar olurken Güntülü’nün annes ne bakan Ayşe onun
yüzünden kara b r bulutun geçt ğ n görür g b oldu. Aynı şey Sel m
bakmadan farkett .
Ayşe odaya soğuk b r havanın nmes n önlemek kaygısı ç nde
gülerek Güntülü’ye baktı:
- Demek ders yılı başındak kararından vazgeçmed n Güntülü...
Genç kız, öğretmen n n ne demek sted ğ n kavramıştı:
- Tıbb yeden bahsetmek st yorsunuz değ l m hocam?
- Evet.
- Üçümüz de doktor olmak ç n başvurduk. Bakalım zaman ve hayat
neler gösterecek...
Pusat’ın alayları derhal başladı:
- Küçücük yaşınızla zaman ve hayat g b r kel meler kullanmanız,
Tosun’un Sırp Sındığı’ndan bahsetmes ne benz yor.
Güntülü o şahane, utangaç gülümsey ş yle bakıyordu:
- Ben m yaşım küçücük denecek kadar az değ l k ...
Pusat da son zamanlarda bırakır g b olduğu k nc tavrını almıştı:
- Taş çatlasa y rm yaşın altındasınız. Ömürler n uzadığı çağımızda
y rm yaş tefelsüfe elver şl değ ld r. S z bunu değ l de naz k ve nce b r
genç kız olarak, y b r doktor oluncaya kadar kaç zavallının canına
kıyacağınızı hesaplasanız daha doğru olmaz mı?
Ayşe hem konudan, hem de Sel m’ n vururken öven sözler nden
hoşlanmamıştı. Söze karıştı:
- Sel m! Y ne kızıma sataşıyorsun. İy b r doktor oluncaya kadar
neden b rkaç k ş y öldürsün?
Pusat, Ayşe’ye bakmadan sertl kle cevap verd :
- İy b r doktor olmak ç n..
Güntülü hemen sözü aldı:
- Ben çok ht yatlıyımdır efend m. İy b r doktor olmak ç n b rkaç
hastanın hayatını tehl keye atmaktansa ehemm yets z, herhang b r doktor
olarak kalmayı terc h, eder m.
- Yan sıradan b r doktor olarak mı kalırsınız?
- Evet...
- O zaman da Güntülü olmaktan çıkarsınız.
Ş md ye kadar h ç alışmadığı, görmed ğ bu şek ldek b r konuşma
Güntülü’nün annes ne çok gar p gel yordu. Edası bakımından dostça b r
tartışmaya benzemeyen bu sözlere nasıl b r mânâ yakıştıracağını
kest remem ş, hatta bu çek şmen n altında müphem b r takım ç zg ler
sezm şt . Bu adam, kend kızını çok y tanıyordu. İk üç defa görüşmekle
b r şahs yete bu kadar nüfuz etmek nanılacak şey değ ld ama, şte b r
gerçekt .
Ayşe se bu sert görünüşlü konuşmanın altında başka türlü b r
yumuşaklık, b r yakınlık bulup huylanıyordu. Güntülü’ye h ç de toz
konduramıyor; Sel m’ sınırları aşmış b r adam olarak görüyordu.
Bu sefer sözü açan Güntülü oldu:
- S z, bölüğünüze kayıp verd rmemek ç n düşman karşısında ht yatlı
davransanız Sel m Pusat olmaktan çıkar mısınız?...
Bu sözler büyük b r sadel k ç nde ve Çamlı Koru’dak meçhul
kadının ses yle söylenm şt . Pusat, yaralanmış b r nsan g b acı duydu ve
çok c ddî b r yüzle, fakat odadak lerden h ç k mseye bakmadan cevap verd :
- Bölüğe kumanda edeb leceğ m zamanlarda elbette çıkardım. Çünkü
b r bölük kumandanı bölüğündek teker teker erler değ l, onların bütününü,
aldığı emr ve b r an, önce düşmanla teması düşünür. Fakat artık b r bölüğe
kumanda edemeyeceğ m ç n sorunuz yer nde olmadı ve bana cevap teşk l
etmed .
Son cümlen n büyük b r kırgınlıkla söylend ğ bell yd . Bunu en çok
Ayşe anlamış ve Sel m’ n en duygulu yer nden yaralanmasını h çb r zaman
stemed ğ ç n bu eve geld ğ ne p şman b le olmuştu.
Güntülü oralı gözükmüyordu:
- Resmî durumla h ç lg l değ l m efend m. Tıbbî hata yapmadan,
herhang b r sebeple d ploması alınan b r adamın doktorluğu da
alınamayacağı g b , s z n de askerl ğ n z el n zden k mse alamaz. S z n
kadar asker b r asker n askerl ğ nasıl alınır? Bu sebeple s ze dem nk
sorumu sormuştum. Cevabınız da tahm n m g b çıktı.
Ayşe bu cevaptan çok memnundu. Güntülü, Sel m’ okşamasını
b lm şt . Fakat onun yüzünde h çb r olumlu mânâ yoktu. Güntülü, Pusat’ın
rütbes n almıyordu ama devlet almıştı ve yürürlükte olan söz, devlet n
sözüydü.
Sel m se büyük b r ızdırapla büyük b r sarhoşluğun arkasında
uzaklara; ger lere g d yor, hatta an oluyor, benl ğ n , nerde bulunduğunu
unutuyordu. S z n kadar asker b r asker... Askerl ğ n z el n zden k mse
alamaz... Bunlar Pusat’ı can ev nden kavrayacak sözlerd . Hem de kend s n
mest eden b r sesle söylen yordu. Öyle gar p b r tes r altında d k , ş md
kend s n b r subay, b r yüzbaşı olarak h ssed yor, yıllardır gönlüne çökmüş
ağır yükten kurtulduğunu duyuyor, hatta ne gar p, şu anda yaşamayı tatlı
buluyordu.

*
**

Vak t gece yarısına yaklaşıyordu. Ayşe le Tosun çoktan yatmışlardı.


Sel m eve nasıl döndükler n hatırlamıyordu. Ş md önünde açık b r albüm
yoktu ama Güntülü’ye her baktığı yerde, ta karşısında görüyordu. Genç kız
bugünkü sözler yle onun ç nde yaşayan, küllend r lm ş askerl k duygusunu
şahlandırmış, kudurtmuştu. Ün forma g ymek, s lâh tutmak, bölüklere
kumanda etmek st yordu. Bu zaptolunmaz stekle coşarken gönüllü olarak
askerl k edeb leceğ yabancı b r ülke var mı d ye hafızasını yokluyordu.
Kaç zamandır kend s n böyles ne d r ve sağlam duymamıştı. Bütün
bunlar b r genç kızın b r k sözüyle m olmuştu? Yoksa kend s artık çoluk
çocuğun tes r nde kalacak kadar rades zleşm ş m yd ? Fakat Güntülü’ye
çocuk veya herhang b r genç kız d ye bakab l r m yd ? İk b n yıl önce ona
ok atamadığı ç n canından olmamış mıydı? Bunu şüphes z Güntülü de
b l yor, duyuyordu. B lmese hep b rl kte Çamlı Koru’ya g tt kler gün
kend s n n ok atılmayanlardan b r olduğunu söyler m yd ?
Sel m b rdenb re ürperd . Güntülü’yü özlüyordu. Çünkü bugün o,
kend s ne bakarak «S z n kadar asker b r asker n askerl ğ nasıl alınır?»
dem ş, yıllardır kanayan yarasına merhem sürmüştü. Fakat acaba yalnız
bunun ç n m özlüyordu? Bu özley şte başka b r sebep yok muydu?
Elbette vardı. Sel m ş md beyn nde ve gönlündek kasırga arasında
onu seçmek üzere d . Adını koymak ç n bu kasıp kavurucu, kök söktürücü
kasırganın b r an yavaşlamasını bekl yor, fakat yavaşlamasını da
stem yordu. Kasırga hoşuna g d yor, kend s ne yaşama arzusu ver yor,
enerj s n artırıyordu. Sarhoş g b yd . Sarhoştu. Bu sarhoşluğun ebedî
olmasını st yordu.
Gözler b r aralık büyük albümün durduğu etajere değd . Gülümsed .
Artık albüme ht yacı yoktu. Albümdek , Güntülü’nün sadece resm yd .
Halbuk o ş md Güntülü’nün kend s n görüyordu. Beyaz yakalı l se
ün formasıyla eller n arkasına kavuşturmuş olduğu halde gülümsüyordu.
Fakat ne çabuk kılık değ şt r yordu. Ş md atlet kıyafet nde d . Pars g b
bakıyordu. Hatta b rkaç adım atıp yaklaşmıştı b le, ama o anda artık tam b r
genç kız g y m ç nde ve mahzun bakışlı d . Şeref’ n fotoğrafının yanında
duruyordu. B rden bu hayal canlandı ve Şeref’ göstererek: «Bu k m?» d ye
sordu. Sel m yavaşça «Arkadaşım Şeref!» d ye cevap verd . «Evet,
tanıyorum.» ded . Sel m b raz şaşırarak: «Nerden tanıyorsunuz?» d ye
sordu. Güntülü, yeş l gözler n Pusat’a d km şt : «İk b n yıl önces nden
tanıyorum!» ded . Vahş leşerek devam ett : «O ben h ç sevmez. Ama s z.
S z ben sev yorsunuz. Çok sev yorsunuz. Tapıyorsunuz... Onun resm
yer ne ben m resm m koymaz mısınız?» Sel m susuyordu. Y ne allak
bullak olmuştu. Kız, öldürücü b r müz ğe benzeyen ses yle konuşuyordu:
«Ben m ç n hayattan vazgeçt n z. Ş md de arkadaşınızın resm nden
vazgeç n. Ben ben seven adamın masasında ben sevmeyen n resm n
stem yorum. Ben nasıl kırab l rs n z? O resm ben kend m oradan
çıkaracağım. Görüyorum k ben bu kadar sevd ğ n z halde en bas t d leğ m
yer ne get rem yorsunuz.»
Bunları söyleyerek b r adım daha attı. El n masadak resme
uzatıyordu. Fakat hayal b rdenb re kayboldu.
Sel m Pusat, Güntülü’yü özley ş ndek asıl sebeb seçm şt . Gerçek o
kadar aydınlıklar ç ndeyd k onu tanımamaya mkân yoktu.
Artık yarım yamalak tev llerle bu meseleye ad koyma sırası geçm ş,
Sel m kend s ne t raftan çek nd ğ hak kat görmüştü.
Büyük b r sarhoşluk ç nde «Güntülü’yü sev yorum. Hayat ve
kâ natımın en büyük gerçeğ bu…» d ye mırıldandı. Sonra: «Kend
kend me kaçıncı t raf. Gal ba y ce budala oldum!» d yerek acay p b r
şek lde güldü.
B rden büyük b r hals zl k duyarak yatak odasına yürüdü. Ayşe
uyanmıştı:
- Sel m! B r s yle m konuşuyordun? d ye sordu,
Sel m b r k san ye sustuktan sonra:
- B r ş r tekrarlıyordum, d ye cevap verd .
24

ERTESİ GÜN pazardı. Ayşe, havanın güzel olduğu her pazar yaptığı
g b Tosun’u gezmeye götürmüştü. Bu gez nt lerde yasak savmak
kab l nden bazı küçük z yaretlerde de bulunurdu.
Sel m, dün gecen n sarhoşluğundan b raz b le ayılmamış olduğu
halde, geç döneceğ n Ayşe’ye b ld ren b r yazı bırakarak k nd zamanı
evden ayrıldı. H çb r programı olmadan rasgele yürüdü. Güntülü,
damarlarında alev g b dolaşıyor, beyn nde ş mşek g b çakıyordu.
Böyle maksatsız yürürken b rdenb re b r kapı d kkat n çekt ve tanıdı.
Burası kend hal nde nsanların geld ğ b r meyhane d . Vakt yle b r k defa
gelm ş ve çok hoşlanmıştı. İçerde h zmet edenler ağırbaşlı, mezeler güzel,
hmal ed lm ş loşluğunda ferahlık bulunan b r yerd . Ân b r kararla çer
g rd . Daha önce gelm ş b r k müşter den en uzaktak köşeye l şt .
Doktor tavs yes yle yapmaya başladığı perh zden öncek zamanlarda
nasıl b r hızla ç yorsa aynı hızla çmeye başladı. Ney , hang şey
düşünmek stese çağrışımlar onu y ne Güntülü’ye götürüyordu. B r aralık
gözler salona değd : Müşter ler hayl çoğalmıştı. Gürültü olmuyor, gruplar
hal nde gelenler b le yavaş sesle konuşuyordu. Bu sess zl ğ arasıra, neşe le
gülenler bozuyor, fakat bu gülmeler başkalarını rahatsız edecek dereceye
gelmeden kes l yordu.
Pusat’ta Güntülü’nün sarhoşluğuna çk n n sarhoşluğu da eklenm şt .
Artık kalabalık kend s n rahatsız etm yordu. Yanındak masa b le dört beş
k ş tarafından tutulmuştu. «Herkes buradak nsanlar g b olsa herhalde
boşuna ted rg nl kler, ç rk n kavgalar olmazdı!» d ye düşündü. Çevres n
dumanlı görmeye başlamış ve böyle zamanlarda olduğu g b şuuru daha
uyanık hale gelm şt .
Meyhanede gürültü olmadığı ç n komşu masada oturanların alçak
sesle neler konuştuklarını ş t yordu. Bu konuşma b rdenb re lg s n çekt
Çünkü aşktan bahsed yorlardı. Felsefe öğretmen olduğu anlaşılan ve
kend s ne «hocam» d ye h tap ed len b r s sevg n n tar f n yapıp
felsefes ne g rerken tar hte veya romanlardak büyük aşklardan örnekler
ver yor, arkası Pusat’a dönük olarak oturan d nç yapılı b r s se felsefe
öğretmen ne sorular sorarak sev yel b r tartışma yapıyordu. Öğretmen n bu
adama «yarbayım» d ye h tap etmes Sel m’ n hem d kkat n çekt , hem de
y ne ç n ızdırapla doldurdu. Şu yarbay belk de tanıdığı b r s yd . Ses h ç
de yabancı gelm yordu. Masadak lerden b r n n ona «Kemal Beğ» d ye
h tap etmes Pusat’ın beyn ndek düğümü çözdü. Bu yarbay, Harb
Okulu’ndak sıra arkadaşı Kemal Yılmaz’dı. Sam mî dostu d . İçk n n
tes r yle olacak, onunla konuşmak ç n büyük b r stek duyduğu halde h çb r
davranışta bulunmadı. Kemal’ n yanındak yabancıların k m olduğunu
b lm yor ve çek ngen tab atı dolayısıyla, tanımadığı k mseler n yanında
yakın b r arkadaşıyla b le konuşmak stem yordu.
Felsefe öğretmen n n, aşkı da ölüm g b her nsanın tadacağı b r olay
d ye göstermes ne Kemal Yılmaz karşı çıktı. B r k dak kalık konuşmadan
sonra öğretmen, tartışmayı sonuca bağlamak ç n sordu:
- Pek yarbayım! Aşkı tatmamış b r k msey tanıyor musunuz?
Pusat, komşu masaya bakmadığı halde bütün gözler n arkadaşına
d k ld ğ n gördü. Kemal Yılmaz, çk s nden b r daha yudumladıktan sonra
cevap verd : .
- Tanıyorum.
O anda masada ve tesadüfen bütün meyhanede olan sess zl k Sel m’e
gar p geld ve öğretmen n «K m?» d ye sorması üzer ne ver lecek cevabı
merakla bekled . Yarbayın cevabı müth şt :
- Sel m Pusat!
B r anlık sess zl ğ b r s bozdu:
- Şu gürültülü vakanın kahramanı mı?
Yarbay gayet yavaş b r sesle ve kel meler teker teker söyleyerek
açıklamasını yaptı:
- Evet! İşte o... Ben m sınıf arkadaşımdır. Daha sonra kıtada da
buluştuğumuz oldu. Mesleğ dışında h çb r şeye gönül verd ğ n görmed m.
- Acaba g zl b r aşkı da yok mu d ?
- Onun g zl s yoktu k ... G zl s olmadığı ç n kend s n mahvett .
Sel m oturduğu yerde acı acı güldü. B r gönül ve huzur yer d ye
b ld ğ , gelenler n hep görgülü nsanlar olduğu şurada b le yarası kanatılmış,
huzuru kaçırılmıştı. Yavaşça kalkarak kasaya doğru yürüdü,
Akşam olmuştu. Buraya gel rken olduğu g b ş md de y ne nereye
g deceğ hakkında b r f kr olmadan yürüyordu. İnsanlar ne kadar yanlış
tanınıyordu! Yakın b r arkadaşı, kend s n aşkı b lmeyen nsan d ye
anlatırken o, Güntülü le dolu olarak yaşıyordu. Gerçekte buna yaşamak
değ l, ateşte kıvranmak demek daha doğru olurdu ama kend s ne yaşıyor
d ye bakılıyordu ya...
B rdenb re Çamlı Koru’ya geld ğ n farkett ve Leylâ’yı hatırlayarak
ç ndek yangını onun huzurunda söndürmek üm d yle yürüdü. Her zaman
oturduğu, Leylâ’yı tanımış olduğu sıra boştu. Belk gel r d ye düşündü.
Fakat ç ndek kuvvetl sezg bu gece Leylâ’nın gelmeyeceğ n , esrarlı
kadın ses n n de ş t lmeyeceğ n söylüyordu.
Beklemed . Ağır adımlarla yürüyerek Çamlı Koru’dan ayrıldı. Kend s
bu kadar ağır yürürken beyn motor g b çalışıyordu. Geçt ğ yerler n bazısı
yabancı, bazısı b ld ğ köşelerd . Ne kadar yürüdüğünü b lm yordu ama çok
zaman geçt ğ ne em nd . B r aralık durarak göğe baktı ve sank gökte
kend s n n ne yaptığı, nereler dolaştığı yazılı m ş g b , bu uzun gez nt
sırasında Leylâ’nın ve Nurkan’ın evler n n önünden geçt ğ n o anda
hatırladı.
Leylâ’yı b r kurtarıcı d ye düşünerek ş fa bulmak ç n aramış, ev n n
önüne kadar gelm ş, çok geç olduğu ç n uğramayarak ayrılmış; Nurkan’dan
da belk y ne Esk Arkadaşlar Marşı’nı çalar üm d yle tesell beklem şt .
Üm tler boştu.
İç nde büyük b r sıkıntı duyarak yürüyordu. Yorulmuştu. Saat ne
baktı: Gece yarısını b raz geç yordu. Kend kend s yle alay ederek «Ne de
has p yade subayı m ş m!» d ye söylend . Çevres ne bakınınca sokağı
tanıdı ve b raz yürüyerek yan sokağa kıvrıldı: Güntülü’nün ev önündeyd .
Karanlık ev n yalnız üst katındak b r odada ışık yanıyordu. Burası
Güntülü’nün odasıydı. Ayşe le bu ev n alt katındak m saf r odasında
oturdukları zaman Güntülü öyle söylem şt .
Gecen n geç saat nde bu kız ne yapıyordu? Belk Tıbb ye mt hanları
ç n hazırlanıyor yahut da roman okuyordu. Bu ht maller Sel m Pusat’a pek
yavan geld ve kalın perdeler n arkasında şu anda ne olduğunu, Güntü-
lü’nün ne yaptığını öğrenmek ç n büyük b r merak duydu. Aslında bu b r
merak değ l, merak şekl nde duyulan b r sevg ızdırabıydı. Büyük b r karar
ve cüretkârlıkla kapının basamaklarına eğ lerek mermer n altındak anahtarı
çıkardı. Anahtar del ğ ne sokarak kapıyı araladı.
Aynı anda b r s Sel m’ kolundan tutarak durdurdu ve başını çev ren
Sel m, arkadaşı Şeref’le yüz yüze geld .
Şeref, başını k yana haf fçe sallayarak «Hakkın yok Sel m!» ded ve
uzaktak sokak lâmbasının solgun ışığı altında Sel m Pusat, arkadaşının
gözler n n y ne neml olduğunu görerek yüreğ sızladı. İç nden «Fakat onu
sev yorum!» d ye geç rd . Şeref, aralanmış kapıyı sess zce kapayıp anahtarı
basamağın altına koyduktan sonra Sel m’ n düşünces n anlamış g b :
- Y ne de hakkın yok! ded . Onu sevmeye de hakkın yok. Sen
bugünün ordudan kovulmuş yüzbaşısı olmasan b le Tanrıkut Mete
ordusunun yüzbaşısı d n. Ya o kız k m? K m n kızı? Babasının Mers n’de
olduğunu söylerken annes n n yüzünden geçen kara bulutu bakmadan
gördün de bunun üzer nde neye düşünmed n?
Sel m susuyordu. Yavaş yavaş yürüyorlardı. Şeref çok kederl b r yüz
ve eleml b r sesle konuşuyordu:
- Sen n ç n böyle oldun Sel m? Unutma k o kız bütün mez yetler
kend nde toplamış b r prenses olsa b le sen evl olduğun ç n y ne onu
sevemezs n. Aşk ded ğ n oyuncak şey ancak şs z güçsüzler n harcıdır.
Sel m’ n sarhoşluğu geçm şt . B r aralık arkadaşına d kkatle bakınca
üstünde apoletler sökülmüş yüzbaşı elb ses olduğunu görerek büyük b r
acı duydu. Çünkü evler ndek büyük çalışma odasında gez n rken da ma
g yd ğ aynı elb sey , apoletler sökülmüş kend ceket n epey zamandır
g ymez olmuştu. Demek k kend maz s n artık umursamaz hale gelm ş,
askerl ğ n unutmuştu.
Şeref hem yürüyor, hem konuşuyordu:
- Sen n her zaman düşüneceğ n şey askerl ğ nd r. Rütben alab l rler,
ordudan kovab l rler ama askerl ğ n alamazlar. Askerl k rütbe ve elb se
değ l, ruhtur. Izdırap çekmek st yorsan öyle b r kızı sevmek yer ne b r
bölüğe kumanda edemed ğ n düşün, yeter!
Şeref’ n sözler Sel m’ n yüreğ ne şl yordu. Bunlara cevap
veremezd . Arkadaşı haklıydı ve devam ed yordu:
- Tanrıkut’un ordusunda ken suçu b r anda şlem ş, buyruğu yer ne
get rmed ğ n ç n dam olunmuştun. Bugün se suçu b r anda değ l,
düşünerek, b lerek, steyerek yapıyorsun Sel m! İk b n yılda bu ne büyük
değ ş kl k? Sen böyle m olacaktın? İraden çocuk deneb lecek b r kız mı
alıp götürecekt ? Bana, en yakın arkadaşına o zaman tattırdığın acı b r
günlük olmuş, d nlenmeden dört yana yapılan büyük yürüyüşlerle keder
arkada bırakmıştım. Ş md se hem acım sürekl oluyor, hem de ben
oyalayacak akın ve savaş yok. Artık ben b r subay değ l m. H çb r şey
değ l m. H ç m... Yokum...
Bunu söyleyerek sağ el n kalb n n üstüne bastırdı ve arkadaşına
bakan Sel m onun yüreğ n n y ne kanamakta olduğunu görerek ürperd .
Yürüyorlardı. Fakat Sel m nenelerden geçt kler n farketm yor, baktığı
yerler görmüyordu. Çok uzun g b gelen b r susuştan sonra Şeref yen den
söze başladı:
- Bundan önce, sen askerl kten, yan sevg nden ve nancından
ayırdıkları ç n ç yor, üzüntünü unutmaya çalışıyordun. Buna hakkın vardı.
Çünkü sen yarınında h çb r üm t ışığı olmayan adamsın. Ya ş md , doktor
yasakladığı halde neden ç yorsun? O kız ç n m ? Sen n askerl ğ n ve tuz-
buz olmuş üm d nle o kız eş t m Sel m? O kız ç n sağlığını tehl keye
atmak sana yakışır mı? Yalnız kend n ç n m yaşıyorsun? Ev n, eş n, oğlun
yok mu? K msem olmadığı ç n ben öleb l rd m ama sen ölemezs n. İlerde
Tosun’u kend yer ne b r subay göreb lmek üm d sen yaşatmaya değmez
m ? B rçok nsanların üm t kırıntılarıyla yaşadığı bu dünyada oğlunu da
deden, baban ve kend n g b asker görmek ht mal az şey m d r?
Durdular. Şeref, sağ el hâlâ yüreğ n n üstünde olduğu halde sol el n
apolets z askerî ceket n yan ceb ne soktu. B r kartpostal çıkarıp Sel m’e
uzatarak yen den konuşmaya başladı:
- Doğru, hüküm vermen ç n b r noktaya d kkat n - çekeceğ m: O kız
sen nle arkadaşlığımıza neden tahammül edem yor? İk m z h çb r şey
olmasak b le bunaltıcı sıcaklarla dondurucu soğukların b rl kte çek lmes yle
perç nleşm ş b r arkadaşlığa mal k z. Buna askerl k nancını da kat. Dünya
büyüklüğündek kaya kadar sarsılmaz, yıkılmaz b r varlık çıkar. O kız
neden bu varlığı yok etmeye çalışıyor? Neden sen n masandak b r resm m
çok görüyor?
Son cümle üzer ne Sel m, arkadaşının verd ğ karta baktı: Bu, Şeref’ n
kend s ne hâtıra olarak verd ğ , masasındak çerçevede duran resm yd . B r
gece önce Güntülü’nün hayal n n «Oradan çıkaracağım!» ded ğ res md .
Dehşet ç nde kaldı. Tam, bunu nasıl ele geç rd n d ye soracakken
arkadaşı tekrar söze başladı:
- Sel m! B r daha görüşürsek arada kırgınlık olur d ye korkuyorum.
Allah’a ısmarladık!
Şeref b r anda kayboldu ve şaşıran Pusat, gönlünde kederle dolu b r
tıkanıklık duyarak çevres ne bakınınca şaşkınlığı büsbütün arttı. Çünkü
Şeref’ n bakımsız ve taşsız mezarı başında bulunuyordu. Kend s n n yazıp
koyduğu, artık çok esk m ş olan tahta, üstünde «Arkadaşım Şeref» yazılı
tahta boynu bükük, öksüz b r çocuk g b Sel m’e bakıyordu.
Mezarlıktan çıkarak yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Kend s n kâ natta yalnız kalmış g b görüyordu. En yakın ve dost
kalbler olan Ayşe ve Leylâ b le ne kadar uzak ve yabancıydı?
Bu akşam nasıl başlayıp nasıl b tm şt . Demek dünyada kend s ne
huzur nas b olmayacaktı. Bu ezg nl ğ n altında, yürüyerek değ l, gövdes n
sürüyerek ev ne gel yordu. İnsanlar, babalarıyla analarının dağ g b
üm tler yle dünyaya geld kten sonra den zler g b üm ts zl kler ç nde
boğularak kaybolup g d yorlardı. Acaba bugün h çb r şeyden haber
olmayan küçük Tosun’u nasıl b r gelecek bekl yordu?
Ürperd ğ n h ssett . Bunu düşünmemek ç n z hnî b r gayret
sarfederek beyn n başka yönlere çev rmeye çabaladı. O zaman da hep aynı
konu kafasını kurcalıyordu: Güntülü... Ok atamayanlardan b r yd m... S z
selâmlamak ç n baş çev rd m... S z n kadar asker b r asker...
Ev ne g rerken sabah olmak üzereyd . İlk ş olarak masaya, Şeref’ n
resm n n durduğu köşeye yaklaştı. Arkadaşının resm n n çerçeves
yer ndeyd . Fakat ç nde res m bulunmuyordu. O zaman Şeref’ n verd ğ
resme tekrar d kkatle baktı. Evet, oydu, çerçeveden çıkarılmış res md . Onu
yer ne taktı. Fakat b rdenb re b r şey d kkat n çekt : Bu fotoğrafın altında
Şeref’ n b r yazısı olacaktı: «Üm tl yolun başında arkadaşım Pusat’a» d ye
yazılmıştı ama ş md res mde o yazı bulunmuyordu. Çerçeveye tıpatıp uyan
bu resm n başka b r res m olmasına mkân yoktu. Öyleyse yazı ne olmuştu?
Bu şeytan şler neyd ? Düşünürse çıldıracağını anladı ve uyumak üzere,
yıllardır manevî b r mezar g b gördüğü yatağına doğru sess zce yürüdü.
Maddî yorgunluk ve manevî b tk nl k uyumasına yaradı. Beyn uyanık
olduğu halde gövdes uyuyordu.
Ayşe sabahley n kalktığı zaman, ç nde b r sıkıntı vardı. Çevres ne
d kkatle bakıp anormal b r şey görmed ğ halde bu sıkıntı geçm yordu.
L seler tat le g rm ş olduğu ç n erken kalkmasına lüzum yoktu. Ama Sel m
ş ne g decekt . Ona kahvaltı hazırlaması cab ed yordu.
Şuraya buraya g d p gel rken b r aralık Sel m’ n masasına çok yaklaştı
ve masada gözünün alışmadığı b r düzens zl k görerek bunun ne olduğunu
anlamak ç n d kkat n masada yoğunlaştırdı ve buldu: B r res m her
zamank yer nde değ ld . Bu res m Şeref’ n resm yd . Onu her zamank
yer ne koymak ç n el ne aldığı zaman gözler hayretle açıldı. Resm n
altında güzel b r yazıyla Sel m’e yazılmış olan thaf yoktu ve onun
yer nde... Evet, onun yer nde kurumuş kalın b r kan lekes bulunuyordu.
Ayşe, korku mu, ne olduğunu anlayamadığı b r duygu ç nde âdeta
sendeleyerek “Aman yarabb !» d ye söylend . Bunun mânâsı neyd ?
Tekrar fotoğrafa baktı ve dehşetle rk ld : Şeref’ n fotoğrafının gözler
yaşlıydı...
25

BİR ŞEY Ayşe’n n d kkat n çekt : Ücretl lere ver len on beş günlük
zn n kullanan Sel m evden çıkmadan boyuna okuyordu. Ayşe’y şaşırtan,
bu okumaların askerl kle h çb r lg s olmayışıydı. Sel m ş r k taplarını,
hele bunların arasında da d vanları okuyor, okurken âdeta kend n unutuyor,
bazen de ufak notlar alıyordu.
Askerl ğ n dışında da b r hayat olduğunu kabul etmek, onlarla
uğraşmak güzel şeylerd . Normale dönmen n bel rt ler yd . Fakat d vanlara
dalış Ayşe’y yen baştan ted rg n ett ve baştanbaşa aşk ş rler yle, aşk
ş rler n n en güzeller yle dolu d vanlara kapanışta hoşuna g tmeyen b r
sebep sez nled .
Sel m, b r vak tler kend s n n de ş r yazdığını unutacak kadar
edeb yattan uzaklaşmıştı. Ş md durup dururken edeb yata dönmek, hele
ona yabancı olması gereken d van ş rler ne yönelmek Ayşe’ye gar p
gel yordu.
Sel m d van ş r n kolaylıkla anlıyor, bazen de sözlüklere bakıyor,
fakat Ayşe’ye b r şey sormuyordu. Bu sormayış da mânâlıydı. Gerç
b rb rler ne karşı günden güne yabancılaştıkları b r hak katt ama ne de olsa
hayat arkadaşı d ler, b r evde yaşıyorlardı ve görünürde aralarında büyük
b r kırgınlık falan geçm ş değ ld .
Esrarlı kan lekeler n n tes r nden hâlâ kurtulamayan Ayşe, Sel m’de
b r takım da esrarlı davranışlar sezer g b oluyordu. Bundan dolayı kocasını
g zl ce göz haps ne almıştı. Onu şüphelend rmemek ç n kontrolünü çok
ht yatla yapıyor, Sel m’le ve okuduklarıyla h ç lg lenm yormuş g b
davranıyordu. Fuzûlî ve Na lî d vanlarından başka k de antoloj y d kkatle
okuduğunu tesb t etm ş, daha fazlasını göremem şt . Yalnız Sel m’ n aldığı
notlar arasında b r tanes , garamî b r mısra gözüne çarpmış, b r okuyuşta
aklında kalan bu ş r parçasının k me a t olduğunu anlayamamıştı. Mısra
şöyle d :

Gözlerle günah şlemen n zevk n tattım...

Bu, d van edeb yatına a t olamazdı. Faruk Naf z, hatta Yahya Kemal
çeşn s vardı ama daha yen lerden b r n n de olab l rd .
Ayşe, kadınlık merakı le yorucu b r şe g r şmekten çek nmed :
Sel m’ n okuduğu k antoloj y baştanbaşa gözden geç rd . H çb r şa rde
böyle b r mısra bulamadı.
O zaman, n ced r kend s n rahatsız eden duygunun şahlandığını
duydu: Acaba bu mısra Sel m Pusat’ın mı d ? Gözlerle günah şlemek...
Ş rlerde ve hele romanlarda aşk böyle başlardı. Bu mısra Sel m’ nse acaba
b r aşkın eş ğ nde m bulunuyordu?... Sakın...
Ayşe, düşündükler nde daha ler g tmekten çek nd ve beyn nden
geçenler n heps n kuruntu sayarak başka şeyler düşünmeye başladı. Fakat o
mısra kafasına saplanmış, çıkmak b lm yordu. Acaba üst ve altındak
mısraları da bulab l r m yd ?
Bulsa ne olacaktı? H ç... Ayşe, ç nde b r rahatlık duyar g b oldu.
Sel m se göz haps nde olduğunu asla anlamayarak, hatta ne yaptığını
b le pek b lmeyerek b r şeylerle uğraşıyordu. Ş md dünyayı başka b r
açıdan görüyor, önünden perde kalkıp yen , ç açıcı b r manzarayla
karşılaşan nsanların duygusunu duyuyordu. İç nden gelen b r dürtüş vardı.
Bu dürtüşü yazılara ve yazının askerces olan mısralara geç rmel yd .
B rşeyler yazıyor, bazen bozuyor, düşünüyor, yen den yazıyordu.
Yazdığı b r ş rd . Aşk ş r yd ve aruzla yazılmıştı. Tamamını okuduktan
sonra duygularını yokladı. Memnun değ ld . Her aşk ş r g b bunda da b r
zaaf açığa vuruluyor, yan Sel m Pusat kend el yle kend prens b n bozmuş
oluyordu. Sonra arkadaşı Şeref’ n acı uyarmalarını hatırlayarak bunalıyor,
fakat bu bunalmanın arkasından, kend s ne bakan yeş l gözler görünce her
şey unutuyor, o zaman tamamladığı ş re dalarak acı acı gülümsüyordu.
Karla ve soluk kesen t p le tehl keler yaratan b r yoldak yolcu, artık
b r defa g rm ş bulunduğu bu yolda tab atla nasıl boğuşursa Sel m de yeş l
bakışlı kasırganın arasında b r ölüm-d r m savaşı yapacaktı.
Hayat böyleyd . Rüzgârlar b r ağacın yaprağını uzaklardak b r suya
nasıl atıyor ve yaprak h ç de kend s ne yakışmayan b r çevrede nasıl dönüp
çarparak kayboluyorsa, Sel m Pusat da kend ağacı olan asker ocağından
koparak yeş l dalgalı ve çağlayanlı b r ırmağa düşmüş, meçhule doğru
sürüklen p g d yordu. Yalnız sürüklenmekle kalmıyor, bu arada kend
sağlığını da yıkıyordu. Çünkü yasak ed len çk ye y ne başlamış, hatta esk
hızını da aşmıştı.
Sel m artık dünya le lg s n tamam yle kesm şt . B rçok şeyler rade
kuvvet yle unutuyor, bu sayede, yüzünde baht yar nsanların rahatlığı ye
yumuşaklığı görünüyordu.
Tat l n n son günler nde yen den hastalanarak yatağa düştü. İçk
yen den bünyes n sarsmıştı. Sel m bunun farkında değ lm ş g b yatıyor,
perh ze ve lâçlara devam ed yordu. Kend hastalığı ve sağlığı le de o kadar
lg s zd k gelen doktorun k m olduğunu hatırlamıyor, yanındak
pencereden göğe bakmakla, zaman onu aşındırmadan o zamanı aşındırmak
st yormuşçasına saatler geç r yordu.
Ayşe’y de hayal meyal görüyor g b yd . Yatağa düşel gerçekten de
ona b r kere b le h tap etm ş değ ld . Evde tek konuştuğu nsan Tosun’du.
Onun sorularına cevap ver yor, henüz ç nde h çb r kötülük, k yüzlülük
bulunmayan bu çocuğun da zamanla nsanlık ç rkef ne bulaşacağını
düşününce yüreğ ne acı çökerek ufuklara bakıyordu.
Gündel kç kadın Sel m’ n yanına gelmekten çek n yordu. O kadar
aks b r hal , öyle sert bakışları vardı k kadın sank hakarete uğrayacak
yahut kalb kırılacakmış g b b r duygu le çek n yor, b r şey sormak,
danışmak sted ğ zaman Tosun’u elç olarak kullanıyordu. Halbuk
Sel m’ n aks l ğ ve sert bakışı ona değ l, kend ç nden geçenlere d .
Gönlündek kasırganın geçmes n bekl yordu ama geçeceğ ne da r h çb r
bel rt gözükmüyordu.
Yataktak son günüydü. İzn b tt ğ ç n ertes günü vaz feye
başlayacaktı. Tosun her zamank masum tavrıyla odaya g rerek babasına b r
mektup uzattı.
Sel m mektuplara karşı oldum olası meraksızdı. Okumak ç n acele
etmez, k mden geld ğ n anlamaya stek duymazdı. Y ne öyle oldu. Zarftak
yazıya baktı. Tanımadığı b r yazıydı. Mektubu açtı. Ne gar p şey! Bu b r
ş rd ve altında kend mzası vardı. D kkatle baktı: Hem de kend el
yazısıyla yazılmıştı. Ş r ç nden okumaya başladı:

Ruhun mu ateş, yoksa o gözler m l alevden?


B lmem, bu yanardağ ne b ç m korla tutuştu?
Pervane olan kend n g zler m alevden?
Sen sted n, ondan bu gönül zorla tutuştu...

Gün senden ışık alsa da b r renge bürünse;


Ay secde ed p çehrene yerlerde sürünse;
Her şey s l n p kayboluyorken nazarımdan
Yalnız o yeş l gözler n n nuru görünse...

Ey sen k kül ett n ben onmaz yakışınla,


Ey sen k gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer g b kesk n ve ç çekler g b nce
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı ver nce
Gönlümdek azgın dev rüzgârlara attım;
Gözlerle günah şlemen n zevk n tattım.
Gözler k b rer parçasıdır senden İlâhın,
Gözler k sen n en katı zulmün ve s lâhın,
Vur şanlı s lâhınla, gönül mülkü düzels n;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzels n!

B r başka füsun fışkırıyor sank yüzünden,


B r yüz k yapılmış d ş kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey y rm yılın taze baharı,
Vaslınla da d nmez y ne bağrımdak ağrı.
D nmez! Gönülün, tapmanın, aşkın ses d r bu!
D nmez! Ebedî özley ş n bestes d r bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek sen ukbâdan eğer mümkün olaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse den zler,
Tek bendek volkanları söndürse den zler!
Hâlâ yaşıyor g zlenerek ruhuma «Kaab l»,
İmkânı bulunsaydı, bütün ömre mukaab l
Sırretmeye elden sen b r perde olurdum.
Toprak g b her ç ğned ğ n yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur.


En h sl ş rden de örülmez bu güzell k.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalb n ş d r, gözle görülmez bu güzell k...

Son mısra b t nce beyn nde b r nokta yavaş yavaş aydınlanmaya


başladı. S sler yırtıldı. Önce bel rs z olan şek ller açığa çıktı ve her şey
hatırlayan Sel m acı acı gülümsed : Bu ş r yazıp Güntülü’ye gönderen
kend s yd . Ş md bu çılgınlığın cezasını çek yordu: Güntülü ş r ger
yollayarak Sel m Pusat’ı reddett ğ n bell ed yordu. Tekrar gülümsed : Ya
ne olacaktı? Kabul mü edecekt ? Pek , b le b le neden böyle yapmıştı?
Mecburdu. İk b n yıl öncek macera tekrarlanıyordu. Kader b r kere
ç z lm şt . H çb r kuvvet onu değ şt remezd .
Sel m Pusat ertes günü büroya ölü hal nde g tt . Oradak lerden b r
k s yüzüne ve b tk nl ğ ne bakarak y leşmeden gelmekle doğru
yapmadığını söyled ler. Kısa ve kuru teşekkürlerle karşılık vererek
masasına eğ ld ve akşama kadar b r tek kâğıt okumadan önündek evraka
gözler n d kt , durdu.
Daha öncek sarsıntıları geç şt rmekten doğan b r tecrübeyle bunu da
yeneceğ n b l yordu. Yavaş yavaş ç nde Güntülü’ye karşı b r öfken n
kabardığını da sez yordu. Durup dururken kend s n bu yola zorlamanın
mânâsı neyd ? Sel m, asker ocağından çıkarıldıktan sonra kend âlem nde
yaşayan, h çb r şeyle lg lenmeyen b r nsan olmuşken onu lg s zl ğ n b r
ucundan çek p lg n n ateşl ucuna sürüklemek n ç nd ? Bunu yaptıktan
sonra o mektubu ger göndermek, nedend ?
Beyn nde bu hesaplaşmayı yaparak akşamı ett ğ zaman artık
b tk nl ğ n n geçt ğ n anlamıştı. Güntülü’ye karşı olan duygularında h çb r
eks lme, h çb r değ ş kl k olmamakla beraber ç ne dolmak üzere olan
yen lm şl k bunaltısından kurtulmuş, sevg y çok sarhoş eden b r çk
hal nde görmeye başlamıştı.
B rkaç gün sonrak b r pazar sabahı Ayşe oldukça soğuk ve çek ngen
b r tavırla: «Bugün öğleden sonra kızlar gelecek.» ded ve ş md ye kadar
h ç yapmadığı şek lde, Sel m’ n cevabını beklemeden dönüp odadan çıkarak
hazırlıklarıyla uğraşmaya başladı.
Sel m, nedense, Güntülü le karşılaşmak stem yordu. Mektubunun
ger gönder lmes nden doğan öfkeyle sert b r çıkış yapmaktan çek n yordu.
Mektubu yok etmek dururken ger göndermek ne demekt ? Bunda b r
hakaret yok muydu? B r aralık Ayşe’ye b r şey, söylemeden evden çıkıp
g tmey düşündü ama bu, Güntülü’ye tepk değ l, Ayşe’ye üzüntü ver c b r
davranış olacaktı.
Kapı çalınınca rk ld . Fakat bu gelenler n Işık Kızlar değ l, öğretmen
hanımlar olduğunu görünce ferahladı. Nasıl olsa Güntülü de gelecek değ l
m yd ? İrk lmen n, ferahlamanın mânâsı kalmıyordu. Bu düşünceyle Sel m
Pusat kıvamını buldu. Işık Kızlar en sonra geld ler. Fakat k k ş yd ler.
Aralarında Güntülü yoktu. Bu yokluk b rdenb re Pusat’ı öfkelend rd . Bu da
mektubu ger göndermek g b b r şeyd . Ayşe’n n «Güntülü nerde?»
sorusuna ver lecek cevabı görünüştek kayıtsızlığına rağmen der n b r
merakla bekled :
- Akrabalarının yanına g tt efend m. Çok hürmetler var. Bundan
sonrak z yaret m zde mutlaka bulunacak.
Sel m b r anda rades n n kuvvetlend ğ n h ssett ve her zamank
durumunu takınarak kend s konuşmadan konuşulanları d nlemeye başladı.
Ayşe’n n hazırladığı çayı ve b sküv tler Ayşe’yle beraber Işık Kızlar
dağıtmıştı. Nef s deml ve b raz l monlu çayı çerken Aydolu le yanyana
oturduklarının farkına vardı. Aydolu bugün Sel m’e karşı çok naz k b r
yakınlık göster yor, hatta arasıra onunla konuşuyordu.
Öğretmen hanımların tatlı b r konuşmaya daldıkları b r sırada Aydolu
b rdenb re ve yavaşça Pusat’a:
- Ş r n z çok güzeld efend m, ded ve gaf l avlanan Sel m:
- Hang ş r? d ye sordu.
Aydolu gözler ve dudaklarıyla gülümsüyordu:
- Güntülü’ye yazdığınız ş r...
Sel m Pusat, verd ğ sır fşa olunmuş nsanların öfkes yle kızardı ve
st hza le:
- Demek k s ze gösterd ! ded .
Aydolu aynı sev ml gülümsey ş ve aynı huzur ç nde:
- Üçümüz beraber okuduk efend m! d ye cevap verd .
Başka b r zamanda olsaydı Sel m konuşmayı burada keser, b r daha da
açmazdı. Fakat ç nde b r ez kl k duyduğu ç n merakını g derecek soruları
sormaktan kend n alamıyordu.
- S ze göstermes doğru muydu?
- Neres nde yanlış var efend m?
- Ver len b r sırrı açığa vurmaktan daha yanlış ne olab l r?
- Bu b r sır değ ld k ... B z her şey b l yorduk.
Pusat’ın kaşları çatıldı:
- Nereden b l yordunuz?
- S zden...
Konuşma b r ara kes ld . Çünkü öğretmenlerden b r , Aydolu’nun
yanında oturan Nurkan’a b r şeyler sormuş, Aydolu da öğretmen d nlemeye
mecbur kalmıştı. Pusat, bunu benden nasıl öğrend ler d ye z hn n kurcaladı.
İlg s n bu kadar bell edecek derecede rades zl k m gösterm şt ? Yoksa
çok küçük de olsa, yaptığı bazı falsoların kızlar farkına mı varmıştı?
Bunları düşünürken b r yandan da Aydolu’nun serbest kalacağı ânı
bekl yordu. Bekled ğ an gel nce sordu:
- Bunu benden nasıl öğrend n z?
Aydolu y ne gülümsed :
- S z z yaretler m zde ve okula gel ş n zde ona yaptığınız farklı
muameleden...
- Bu fark neyd ?
- B z mle h ç lg lenm yor, yalnız Güntülü le meşgul oluyordunuz.
- Bu b r tesadüf olamaz mıydı?
- Tesadüf olmadığını ş r n z ortaya koydu.
Pusat sustu. Kız haklıydı. Daha b rçok şey sormak sted ğ halde
vazgeçt . Zaten bu kadar sam mî olan kız arkadaşların böyle b r konuyu
b rb rler nden saklamaları da mkânsızdı. İç nde der n b r ızdırap duydu. Bu
mecl s, bu nsanlar kend s n b rdenb re dayanılmaz derecede sıkmaya
başladı ve ş md ye kadar Aydolu’ya karşı asla göstermed ğ sert b r eda le
sordu:
- Arkadaşınız daha naz k davranamaz mıydı?
- Ne g b efend m?
- Mektubu ger gönderecek yerde yırtıp atsa olmaz mıydı?
Aydolu c dd leşt :
- Mektubunuzu yırtmak hakaret olur d ye düşündüğü ç n ger yolladı.
Pusat d kkatle kızın yüzüne baktıktan sonra ç nden b r ağırlığın
kalktığını duydu. Yaşamak gal ba o kadar da tatsız değ ld .
26

SELİM PUSAT, Güntülü’yü özleyerek yandığının farkındaydı.


Haftalar geçm ş, fakat henüz akrabalarının yanından dönmem şt . B r
yandan da bu bekley ş n sürüp g tmes n st yor, çünkü nasıl olacağını b r
türlü tahm n edemed ğ lk karşılaşmadan çek n yordu.
Sel m Pusat çek n yor, hatta korkuyordu. Artık korkmanın ne demek
olduğunu o da herkes g b öğrenm şt . Korktuğu aklına geld kçe acı acı
gülümsüyor, sonra Şeref’ n sözler n hatırlıyordu: «Sen böyle m olacaktın?
Sen karar ve rade adamı d n. Ya o k md ? K m n kızıydı?»
O zaman ç nde dem r yumru g b b r ağırlığın acısını duyuyor, başka
h çb r çares kalmayarak canlarına kıyan nsanlar g b avunmayı kend s ne
yasak ed len; sağlığını, g derek de hayatını tehl keye atan çk de buluyordu.
Ayşe le artık değ l konuşmak, selamlaşmayı b le kesm şlerd . B r
konuşmanın büyük b r fırtına koparacağını k s de b l yordu.
B r akşam; geceye yakın b r saatte, evde yalnız olarak çk ye daldığı
b r sırada kapı acay p b r şek lde çalındı. Bu acay pl k, çalışın
uzunluğundan başka çıkan ses n de o zamana kadar duymadığı notasından
ler gel yordu. Kapıda ün formalı b r adam vardı. Fakat Sel m’ n başı o
kadar dumanlı d k bunun b r pol s m , bekç m , posta memuru mu
olduğunu ayıramıyordu.
Adam el ndek kâğıdı uzatarak:
- İmzalar mısınız? ded .
Sel m sordu:
- Bu ned r?
- Celpname.
- Ne celpnames ?
- Mahkemeden çağırılıyorsunuz...
Sel m şaşırmadı. Fakat öfkelend ve sert b r sesle sordu:
- Hang mahkemeden? Ne sıfatla çağırılıyorum?
Adam, kâğıdı gösterd :
- Okuyunuz. Heps yazılı...
Sel m o kadar sarhoştu k bu yazıları okumasına mkân yoktu. Hatta
el ndek kâğıdı doğru mu, ters m tuttuğunun b le farkında değ ld . Kâğıdı
adama vererek:
- Sen oku bakalım, neym ş? ded .
Sel m’ n yüzüne h ç bakmayan adam kâğıdı aldı. Kapının önündek
ışığa tutmaya lüzum görmeden Sel m’e:
- Büyük Mahkeme’den sanık olarak çağırılıyorsunuz! cevabını verd .
Sel m y ne şaşırmadı:
- Büyük Mahkeme ned r? Böyle b r mahkeme olduğunu lk defa
duyuyorum. Bu b r askerî mahkeme m ?
- Hayır! Bu başka türlü b r mahkemed r.
- Hang suçtan sanık olarak çağırılıyorum?
Adam, o zamana kadar soğukkanlılığını muhafaza eden Pusat’ın
kanını donduran cevabı büyük b r sükûnetle verd :
- Yasak aşktan!...
Ve öfkeyle b r adım atan Sel m’ ç leden çıkarırcasına sözler n
tamamladı:
- Hemen ş md g deceğ z.
- Bu saatte m ?
- Evet, bu saatte ve ben mle...
Sel m b rdenb re ürperd . Çünkü pol s m , mübaş r m olduğu
anlaşılmayan adam, gece vakt kend s n gar p b r mahkemeye çağıran
adam o d . Yan Yek!...
Gülümsed :
- Âşıklıktan, s h rbazlıktan, ht lâlc l kten, ajanlıktan, doktorluktan
sonra ş md de hâk m yamağı mı oldun?
Her zaman eğ l p bükülen, kamburumsu ve aksak Yek bu gece
d md kt . Konuşmasına da cesaret gelm şt :
- Bana hakaret edemezs n z yüzbaşım! S z kend adıma da
mahkemeye ver rd m ama bu suçun altından kalkamayacağınız ç n lüzum
görmüyorum. Ben aldığım buyruğu yer ne get rmekten başka b r şey
yapmıyorum. Buyrun, g del m.
Sel m hızla kapıyı çekt . Yürümeye başladılar.
Onu yürüten şey büyük b r meraktı. Büyük Mahkeme sözünü evvelce
ş tm ş g b yd ama askerî mahkemeler ve harb d vanları dışında pek fazla
b r şey b lmed ğ ç n bunun da üzer nde fazla durmamıştı.
Bu gece gök bulutlu olduğundan ortalık h ç de aydınlık değ ld . Gar p
b r tesadüfle sokak lâmbalarının b rçoğu da yanmıyordu.
Sel m nereye g tt kler n n b le farkında değ ld . B r aralık Yek’ n ses
le kend ne geld :
- Prenses Hanzade’n n ev n n önünden geç yoruz.
Sel m başını kaldırdı. Pencerelerde ışık yoktu. Yek devam ett :
- Evde değ l. Mahkemen zde bulunmak üzere çıkmış olacak.
Bu sözler Sel m Pusat’ta b r şok tes r yaptı. B raz ayılır g b olduysa
da gözler n yen den duman kapladı ve ağır adımlarla yürüdü. Yolda yalnız
k s n n ayak sesler duyuluyor, arkadan da bu sesler n yankısı gel yordu.
Yek yen den konuştu:
- S zden y rm beş yaş küçük sevg l n z n ev nden geç yoruz.
Pusat rk ld : Güntülü’nün ev önündeyd ler. Gözler önce kapı
basamaklarına, sonra üst kata g tt . Kapkaranlıktı.
Yek tekrar söze başladı:
- Duruşmanızda bulunmak üzere evden çıkmıştır.
Pusat’ın zaten dağınık olan z hn büsbütün dağıldı. Kend s n n b rkaç
dak ka önce öğrend ğ bu muhakemey onlar nasıl, ne zaman, k mden haber
almışlardı? Fakat bunu Yek’e sormayı küçüklük sayarak adımlarını
hızlandırdı.
Hâlâ nerelerden geçt kler n n farkında değ ld . Sonra şu da vardı k
Yek şuradan yahut buradan g d lecek d ye b r şey söylem yor, Pusat’ın
g tt ğ yollarda onun yanında yürümekten başka b r şey yapmıyor, arasıra
b r k söz ed yordu. Y ne öyle oldu:
- Ay parçasının önünden geç yoruz.
Sel m b r şey anlamadı:
- Ay parçası k m?
- Aman yüzbaşım! Ay parçasını nasıl tanımazsınız?
- Tanımıyorum.
- İnsan kend sırrını keşfeden h ç tanımaz mı?
- Aydolu mu demek st yorsun?
Yek bu soruya cevap vermeden pencereler gösterd :
- Bakın! Onun ev de karanlık. O da mahkemede...
Pusat, ç nde b r sıkıntı duydu. Yapmak sted ğ b r şey vardı. Fakat o
kadar sarhoştu k bunu düşünüp bulmasıyla unutması b r oluyor, yen den
bulmak ç n beyn n aşırı b r gayretle yoruyordu.
Böyle düşünerek adım atarken b rden tökezled ve düşmek üzere ken
Yek koluna g rerek onu tuttu.
Sonra:
- Burası s z n ç n gal ba tek n değ l yüzbaşım! Ya s ze çarpan g zl b r
radyasyon var, yahut farkına varmadan ötek dünya güzel n n tes r nde
kalıyorsunuz.
Pusat öfkelenmeye başlamıştı:
- Bu herzeler n mânâsı ne?
- Aman yüzbaşım! S z de m gerçeklerden hoşlanmamaya başladınız?
Bakın: Dünya güzeller nden Nurkan Hanım’ın ev değ l m ? P yanosuyla
s z mest ett ğ akşam y ne burada düşmem ş m yd n z? Ş md ev
kapkaranlık olduğuna göre o da duruşmayı d nlemeye g tm ş olacak.
Sel m çevres ne bakındı. Bütün evler karanlıktı. Bu saatte herkes
yatmış olmalıydı. Öfkes arttı ve b raz azalan sarhoşluğun verd ğ
uyanıklıkla bağırdı:
- Serser budala! Ben m sarhoşluğumdan st fade ederek aklınca alay
mı etmek st yorsun? Gecen n bu saat nde muhakeme olur mu? Defol g t de
başımı belâya sokma...
Yek b r adım ger leyerek ceb nden r b r düdük çıkardı:
- Alay falan ett ğ m yok. Mahkemeye g deceğ z. Gelmezs n z
yardımcılarımı çağırmaya mecbur olacağım.
Bunu söyleyerek el yle ger y göster yordu. Pusat hışımla ger döndü.
Önce gözüne üç dört k ş çarptı. Sonra onların sağında, solunda başkaları
peyda oldu. Daha sonra arkalarında da b r sürü k ş gözüktü. B r bölük
kadar kalabalık k mseler yavaş yavaş yaklaşıyorlardı. Pusat, uzun süred r
kend ayak sesler n n yankısı sandığı gürültünün bu kalabalıktan çıktığını o
zaman anladı.
Bu kalabalıkla başa çıkmasına mkân yoktu. Yürüdü ve Yek, sank
onun ç nden geçenler anlamış g b yen den konuştu:
- Bütün evler n karanlık olmasına başka mânâ vermey n. Bu gece
herkes orada bulunacak.
Sel m, rades n ve karar verme gücünü alıp götürmüş olan aşırı
sarhoşluğun tes r yle ne yapacağını b lemeden yürüyordu. Büyük
Mahkeme’n n olağanüstü, çok merak ed lecek b r şey olduğunu anladığı
halde h çb r merak duymuyor, hayatla tek l şk s b le kalmamış b r nsanın
ruh hal ç nde lerl yordu.
B r aralık bulutlar çek l r g b oldu. Yerler aydınlandı. O zaman
Sel m’ n gözler ne b r şey çarptı: Yürüdükler yolda düzgün aralıklarla
gölge g b lekeler görünüyordu.
Bu gece çok mantıksız şleyen muhakemes buna takılırken Yek’ n
uğursuz ses ş t ld :
- O gördükler n z kan lekes d r. Büyük Mahkeme’de bulunmak üzere
b raz önce buradan arkadaşınız Şeref geçt .
Sel m ürperd ğ n duydu. Ürperme geçmed . İç n korku bürüdü ve
yaz geces nde t tremeye başladı.
Mel’ûn Yek her şey n farkındaydı. Çok c ddî, fakat ç nde alay
çınlayan b r sesle:
- Ne o yüzbaşım? ded . Han s z h çb r şeyden korkmazdınız?
T treyecek kadar mahkemeden ürktünüz mü?
Sel m Pusat’ta cevap verecek güç kalmamıştı. Gar p b r rüzgâr es yor,
daha gar p b r uğultu yüreğ n n ç ne doluyordu. Yek:
- İşte geld k! dey nce başını kaldıran Pusat b r mahşer kalabalığının
ortasında olduğunu gördü ve şaşkınlıkla sendeled .
Anlatılamayacak kadar gen ş ve büyük b r meydandaydı. Hemen her
semt n b ld ğ şehr n böyle b r meydanı olduğunu hatırlamıyordu. Yüz
b nlerle değ l, m lyonlarla b le sayılamayacak olan bu kalabalık nereden
çıkmıştı? Pusat «Acaba şuurum mu yer nde değ l?» d ye düşünürken Yek,
yandak b r skemley göstererek: «Buraya oturacaksınız yüzbaşım!» ded .
Sel m bütün sarhoşluğuna, gözler n n bütün dumanlı görüşüne rağmen bu
skemlen n b r taht kadar göster şl olduğunu farkett ve derhal oturdu.
Dem nk uğultu d nm şt . Sayısız kalabalıktan herkes kend s ne bakıyordu.
Ger dek ler ve daha ger dek ler Sel m’e sank yıllarca uzak mesafelerden
bakıyormuş g b gel yordu.
Sess zl k uzun sürmed . O dem nk gar p uğultu yen den başladı.
Gökte bulutlar çoğalmış, hatta alçalmış, ay kaybolduğu ç n ortalık z f r
karanlığa boğulmuştu.
B rdenb re, kasırganın ulu ağaçlardan kurulu b r ormana
çarpmasındak sese benzer ürpert c , fakat güzel b r gürültü sonsuz alanı
kapladı ve Sel m Pusat tam karşısında göz kamaştırıcı, heybetl b r ışığın
parladığını, aynı anda, o çok büyük meydandak m lyonların hep b rden
ayağa kalkarak ışığa baktıklarını gördü. B r el, kolundan tutarak kend s n
de ayağa kaldırdı ve Pusat gerçekten b r mahkemede bulunduğunu anladı.
Yan başında kend s n ayağa kaldıran Yek, fısıldar g b b r sesle: «Tanrı’nın
huzurunda bulunuyorsunuz!» dey nce Sel m esas duruşa geçt . İçk n n tes r
geçm ş, onun yer ne başka türlü, anlatılmaz b r sarhoşluk gelm şt . Dünya
kadar, kâ nat kadar gen ş olan meydanda çıt çıkmıyordu.
Y ne b rdenb re, t tret c ve heybetl b r ses n kend s ne seslend ğ n
duyarak ürperd :
- Sel m Pusat! Duruşman başlıyor...
Sel m kend ne gelm ş, rades n takınmıştı. Kend s yle karşısındak
muhteşem ışığın arasına üç yaratığın geld ğ n gördü ve onlarla lk defa
karşılaşmasına rağmen gönlüne dolan b r sezg yle k m olduklarını tanıdı.
Bunlar Cebra l, M kâ l ve İsraf l’d .
İnsan g b yd ler ama nsana benzem yorlardı. Çok büyüktüler ama bu
gen ş alanı dolduran nsanlarla aynı boyda gözüküyorlardı.
Cebra l söze başladı:
- Sel m Pusat büyük günahlar şled . Ben görev b tm ş b r melek
olduğum, kıyamete kadar d nlenmek hakkını kazandığım halde bu hakkıma
l şt . Onun gönlünden geçen fırtınalarla rahatsız ed ld m. Halbuk bu
fırtınalar yalnız ben peygamberlere vah y götürürken duyulurdu.
Kend s nden y rm beş yaş küçük b r kızı sevd ve heps nden daha kötü
olarak bu sevg y açığa vurdu. B r subay ç n en büyük günah budur.
Der n sess zl ğ n arasında heybetl ses sordu:
- Ne d yorsun Sel m Pusat?
Sel m, gözler n kamaştıran ışığa bakmaya çalışarak subaylık
zamanındak sertl ğ le cevap verd :
- Doğrudur!
M kâ l söze başladı:
- Sel m Pusat ben m haklarıma da l şt . Ben en güzel ve ç açıcı
yağmurları yağdırdığım g b öldürücü kasırgaları da est r r, ılık güneşle
beraber kavurucu güneş de parlatırım. Bu sanık öyle b r sevg ye tutuldu k
gönlünde n san es nt ler yle b rl kte karakış boraları da est . Zaman zaman
mayıs güneş yle ısındı. Zaman zaman ağustos güneş yle kavruldu. Bana
rakîb oldu. İrades n kullanamadı. B r subay ç n en büyük günah budur.
Çıt çıkmıyordu. Heybetl ses y ne sordu:
- Ne d yorsun Sel m Pusat?
Sel m daha sertleşm şt :
- Doğrudur!
İsraf l söze başladı:
- Ben m vaz fem kıyamet günü olacaktır. O güne kadar buyruk
beklemeye mecburum. Sel m Pusat’ın gönlünün ç ndek feryatlar o kadar
acı ve gürültülü d k nsanlar duysa hep ölür, ben m sûrumu öttürmeme
lüzum kalmazdı. Bütün bunlar kend s n n günahından doğdu- Günahlarını
araştıra araştıra lk sebebe g d nce bunu öğrend m. İnsanların türlü f k r
çalkantısıyla boğuştuğu b r çağda o kırallık taraftarıydı. Ülkes n n
kanunlarını tanımaz olmuştu.
Heybetl ses üçüncü defa sordu:
- Ne d yorsun Sel m Pusat?
- Doğrudur!
- Bütün olanların lk sebeb sen n kıralcı oluşun mudur?
- Evet!...
- Bunu lk günah d ye kabul ed yor musun?
- Asla!
- Neden?
- Bütün o muhteşem kıralları sen yarattın!
27

SONSUZ alanda sess zl ğ n kalb çarpıyordu. Sel m Pusat en


yakından en uzağa kadar herkes n yüzündek öldürücü merak ç zg ler n
seçeb l yordu. Bakışlarını der nleşt rerek kalabalık arasında tanıdık k mseler
bulmaya çalıştı. Ne gar p!... Burada herkes başka başka olduğu halde heps
de b rb r ne benz yordu. Bundak garabet düşünmeye vak t kalmadan
heybetl sesle, yen den t tred :
- Tanık olarak sen n hakkında peygamberler konuşacak...
Sel m büyük b r şaşkınlık ç nde peygamberler düşünürken dem n
melekler n konuştuğu yere ağır adımlarla üç k ş gelerek büyük b r vakar
ç nde, Sel m’ n bakamadığı ışığı selâmladılar.
İçler nden b r lerleyerek d z çöktü. Eller n kaldırarak:
- Ey Ulu Işık! Ey Ulu Ateş! Ey Ahuramazda! Ben Zerdüşt’üm! ded .
Işığın ç ndek heybetl ses sordu:
- Zerdüşt! Ruhlar âlem nden Sel m Pusat’ın bütün hayatını gördün.
Suçlu mudur?
Zerdüşt ayağa kalkarak cevap verd :
- En büyük suçludur. Çünkü b r kıza gönlünü kaptırdı. Kadınların
heps Ehr men’ n h zmetkârı, asker d r. B r kadına tutsak olmak Şeytana kul
olmak demekt r. Hem de bu b r subaydı ve olgunluk çağındaydı.
Kend s nden y rm beş yaş küçük kıza es r olmakla Şeytan tarafına geç
meye gönüllü olduğunu gösterd . Ne dünyada, ne de ruhlar âlem ndek
hayatımda bundan daha suçlu nsan görmed m.
Işıktan ses geld :
- Ne d yorsun Sel m Pusat?
- Kabul etm yorum.
- Neden?
- Kadınları neden Şeytan’ın kulu olarak yarattın? Yarattın da o
kadınlardan peygamber nasıl vücuda get rd n?
İk nc peygamber lerled . Avuçlarını b rleşt rerek baş eğd . D z çöktü:
- Ey ebedî N rvana! Ey başlangıçsız, sonsuz varlık! Ben Buda’yım!
ded .
Işığın ses daha da heybetlenm şt :
- Buda! Sen fenalık d ye b r şey kabul etm yorsun. Sel m Pusat fenalık
yapmış mıdır? Günah şlem ş m d r?
Buda’nın yavaş, yumuşak ve pürüzsüz ses cevap verd :
- Günah şlem şt r! Âlem n b r kuruntular âlem , aşkın b r hastalık
olduğunu anlayamamış, ruhunu huzurun ışığından d d şmen n karanlığına
atmıştır. Böylel kle senden, ebedî N rvana’dan uzaklaşarak en büyük günahı
şlem şt r. Ruhu m lyonlarca yıl azap cehennem nde yanmaya lâyıktır.
Ancak ondan sonradır k kuruntudan kurtulmuş nsanların sükûnuna
kavuşacak, put d ye taptığı kızın alelâde b r yaratık, geç c b r hayal
olduğunu anlayacaktır.
Buda susunca ışıktak ses heybetle sordu:
- Ne cevap vereceks n Sel m Pusat?
Sel m Pusat öfkelenm şt :
- Bütün sözler saçmalardan baret! d ye bağırdı. Buda den len bu
adam tar h boyunca b r tek kumandan yet şt rmem ş, savaşı öğrenmem ş,
yabancı tutsaklığını ş ar ed nm ş b r m sk nler ülkes n n peygamber d r.
Kuruntu ne demek? Sükûn yan barış ne demek? Âlem savaşla yaratan sen
değ l m s n? Savaşı yaratılış kanunu yapan sen değ l m s n? Güzel kızları
yaratan sen değ l m s n? Sevmek ç n b ze gönül veren sen değ l m s n?
Hem o güzel yarat. Hem onu bana sevd r. Sonra da ruhumu m lyonlarca yıl
azap cehennem nde yak. Bunu b r Tanrı değ l; ancak Tanrı kudret nde b r
çocuk yapab l r!
B rden ortalığı y ne o korkunç sess zl k bürürken üçüncü peygamber
vekar le lerleyerek yere kapandı. Alnını yere sürdükten sonra kalkarak:
- Ben son peygamber Muhammed’ m! ded . Bu dünyaya get rd ğ m
ebedî şer ata göre Sel m Pusat suçlu ve günahkârdır. Küçük b r kızı
sevmekle zevces ne ızdırap verm ş, meşru yol dururken gayrımeşruuna
sapmış ve heps nden fena olarak da stenmed ğ halde b r kızın hayal n n
ardından koşmuş, geceley n onun ev ne g rmeye kalkmış, yasak ed len
çk ye dadanmıştır. B r kadın ancak sev l r. Ona es r olunmaz. Bu,
putperestl kt r ve en büyük günahtır.
Işık âdeta gürler g b yd :
- Ne d yeceks n Sel m Pusat?
- Ben k mseye kötülük etmed m. K mse hakkında kötü düşünce
beslemed m. Üm tler kırılmış b r nsan olarak avunmayı çk de ve b r
güzel düşünmede buldum. İçk fena se üzümü neden yarattın? Üzümden
çk yapılacağını neden Levh- Mahfuz’a yazdın? Son peygamber n
arkadaşları namaz kılarken âyetler yanlış okumasaydı çk yasaklanacak
mıydı? Çöldek Bedevî le b r kurmay subayın çmes aynı mıdır? B r
sarhoş olunca her türlü herzey söyleyeb l r. Ötek sarhoşluğun son
merhales nde b le temk nl ve radel d r. Küçük b r kızı sevmek günahsa son
peygamber Ayşe’y neden sevd de aldı? Tanrı adalet n n yürüdüğü bu
mahkemede de böyle haksızlıklar yapılacaksa ben cehennem n en kötü
yer ne atın. Atın k tek ç mde nsanlığın erdem ne a t son kırıntılar da yok
olup g tmes n.
Pusat bunları söyley nce ışığın çoğaldığı, gözlere tes r ett ğ , gönüllere
dehşet saldığı görüldü ve heybetl ses sordu:
- Ş md de sen savunma tanıklarını göster!
Pusat şaşırdı:
- Herkes n menfuru olduğumu anladım. Dünyada ve ruhlar âlem nde
ben savunacak k msen n bulunacağını ummuyorum.
- O kadar beğend ğ n, sevd ğ n kırallarından b r tek k ş de gösteremez
m s n?
Kırallardan söz ed l nce Sel m Pusat canlandı, d kleşt . Askerl k
zamanındak sert ses yle:
- M llet m n büyük kırallarını d nley n! d ye cevap verd .
Aynı anda ışığın sağ ve solunda k yol ve bu k yoldan şakırtılar
arasında b rçok atlıların dörtnala geld ğ görüldü. Dağınık g b gözüken bu
atlılar ışığın karşısına gel nce düzgün b r sıra hal ne geçt ler ve b r anda
atlarından atlayarak yere d z vurup ışığı selâmladıktan sonra kalktılar.
En baştak , çev k b r davranışla s lâhlarını çıkarıp yanındak ne
verd kten sonra ışığa doğru lerled . Baş eğ p doğrulduktan sonra kend s n
tanıttı:
- Ben Alp Er Tunga... Sel m Pusat’ın m llet n n en esk kıralı. O kadar
esk y m k tar hle efsâne arasında kayboldum. Sel m Pusat’ın benden haber
b le yoktur. Kıralcı olduğu halde kend en esk kıralından, savaşta ölen
kıralından habers z yaşamaktadır. Bundan dolayı onun hakkında ben b r şey
demeyeceğ m. Benden sonrak onu y tanır. Sözü ona bırakıyorum.
Alp Er Tunga, göster şl ve kahraman edasıyla toprağa d z vurduktan
sonra yer ne gel p dem n verd ğ s lâhlarını alırken, s lâhları veren k nc
kıral, omuzlarına dökülen saçları, heybetl börkü, çok sert bakışlarıyla kend
s lâhlarını çıkarıp yanındak ne vererek lerled :
- Ben, Sel m Pusat’ın m llet n yaratan adam. Asıl adımı unuttum.
Ş md k ler bana Tanrıkut Mete d yorlar. Sel m Pusat ben m ordumda da b r
yüzbaşıydı. Börü boyundan Kayı adında b r yüzbaşıydı. Bu Yüzbaşı Börü
Kayı, sevg l s n hedef yaparak okla vurması ç n verd ğ m buyruğa baş
eğmed ğ nden dam olundu. B r asker, aldığı buyruğu yapmazsa o h çb r şey
değ ld r. Görüyorum k k b n yılı aşkın b r zamandan sonra ruhu Sel m
Pusat’ta tecell ederek y ne b r kıza tutsak olmuştur. Suçludur. Er k ş ler
vuruşmak ç n doğarlar. Kızlara tutsak olmak ç n değ l...
Işıktan ses geld :
- Ne d yorsun Sel m Pusat?
Sel m Pusat esas duruşa geçt ,
- H çb r t razım yok. Kıralımın sözler baştan sona doğrudur.
Tanrıkut yer ne geçerken onun yanındak tıknaz, kısa boylu, esmer
kıral lerleyerek yere d z vurdu:
- Ben de benden öncek g b asıl adı unutulmuş bedbaht b r y m. Bana
At la d yorlar. Sel m Pusat suçludur. Er k ş ler kadına tutsak olmaz. Ben b r
zafer sarhoşluğu sonunda, yabancı soydan b r kadınla evlend ğ m gece
öldüm. Fakat ben ülkeler açmış, ordular yenm ş, b r avuç nsanla doğudan
batıya buyruk verm ş b r kıraldım. Sel m Pusat b r yüzbaşı olduğu, yüzbaşı
b le olamadığı halde b r kızı sevd . Hang hakla ve ney n karşılığı olarak?
Buna hak kazanacak b r başarı gösteremed ğ g b kend çağının yasasına da
karşı gelm şt r. Suçludur.
At la yer ne geçt . B r aralık, tek d z hal nde uzun b r sıra kaplayan
kırallar bakıştılar. Pek kalabalıktılar. Heps n n b rer b rer gel p tanıklık
etmes çok zaman alacaktı. Konuşmadan anlaştılar.
Kumral saçlı, gururlu b r s lerleyerek yere d z vurdu:
- Ben Gök Türkler’ n büyük kağanı İstem Kağan’ım! ded . İran’ı ve
Batı Roma’yı yenerken buyruğumda o zamana kadar görülmem ş büyük
ordular, bu ordularda b nlerce yüzbaşı vardı. Bu yüzbaşılardan b r tek n n
evdeş üzer ne kız sevd ğ görülmed : B rden fazla kadınla evlenmek
türem zce ancak kağanlarla yüce k ş ler n hakkıydı. Sel m Pusat bunca
yüzyıllık yasayı bozdu. Yasayı bozmak en büyük suçtur. M lletler yasalarla
nsan olur, yasalarla yaşar.
Göz kamaştıran ışık artık Sel m Pusat’a ne d yeceğ n sormuyordu.
Yanından ayrılmayan Yek, o her zamank s n r bozucu ses ve edasıyla
Sel m’e eğ lerek çok yavaş b r sesle:
- Yüzbaşım! İşler sarpa sarıyor! ded .
Ş md ortada uzun boylu, çakır gözlü b r s konuşuyordu.
- «Ben Alp Arslan! ded . Malazg rd’ kazanırken canlarını d şler ne
takmış olan yüzbaşılarımdan b r tek n n beyn nde sev len b r kızın z
bulunsaydı, o yüzbaşı ağırların ağırı görev n yapamaz, belk de bu yüzden
savaş kazanılamazdı. Sevmek, kan bayramından sonra zafer kazananların
hakkıdır. Bu yüzbaşının böyle b r başarısı var mıdır? Yoktur. Öyleyse
suçludur.
Bu sefer daha çakır, kumral, ak tenl b r kıral vardı:
- «Ben Temüç n Ceng z Kaan! ded . B z m yasamızda ancak
tümenbaşıların b rden çok evdeş olab l rd . Bu yüzbaşı d rl ğ nde b r tek
savaşa g rmeden, yalnız savaşın ders n d nleyerek kend s n asker m
sanıyordu? Ben m ordumda n ce savaşlara g r p çıkmış, yüz adımdan kuşu
gözünden vuracak kadar n şancı, b r kılıç çalışta zırhlı gövdey k ye
bölecek kadar güçlü b r Yüzbaşı Kubudak vardı. B r kızı sevd . Sevd ğ kız
bu yüzbaşının sevg l s g b soyu sopu bel rs z değ l, b r Kırgız beğ n n
dünya güzel kızıydı. Fakat yüzbaşılıktan yukarı çıkamadığı ç n onu
alamadı. Sevg s n yenememey erl ğ ne yed remed ğ ç n ağu ç p öldü. Bu
gar p s ml yüzbaşı da böyle yapab l rd . Ölmekten çek nen yüzbaşı nerde
görülmüş, ş tmed m. Sel m Pusat suçludur.
Ceng z çek l rken ortaya doğru uzun boylu, vakur b r s haf fçe
aksayarak lerl yordu:
- Ben Aksak Tem r! ded . Aksak ve çolak... Ben m b rçok evdeş m
oldu. Fakat ben bozkırlarda, çöllerde, dağlarda bazen tek başıma kalarak
vuruştum. Aksaklıkla çolaklık o günlerden kaldı. D rl ğ m felâketlerle,
felâketlerden aldığım derslerden sonra zaferlerle geçt . Sel m Pusat kend
kumandanlarının buyruğuna karşı gelm ş; ömründe b r tek savaşa
g rmed ğ , b r zafer değ l de başarı b le kazanamadığı halde b r kızı
sevmeye kalkmıştır. Buna hakkı olmadığını düşünmem şt r. Suçludur.
Aksak Tem r ağır adımlarla yer ne dönerken büyük ışıktan ses
duyuldu:
- Sen n pek çok kıralın var. Ş md ye kadar konuşanlar hep suçlu
bulduklarına göre ş uzatmamak ç n yen b r soru soruyorum: Ey Sel m
Pusat’ın kıralları! Aranızda onu suçsuz bulanlar gel p konuşsun!
Sel m yen den ürperd . Gözler kırallar d z s ne çevr ld . Aksak
Tem r’ n yanında Yıldırım Bayazıd’ı, sonra Şahruh’u, Uluğ Beğ’ , İk nc
Murad’ı, Fat h’ , Yavuz’u, Babur’u seçt . Heps susuyor ve kend s ne
bakıyordu. Daha sonrak lere bakmaya gücü yetmed . Demek k uğurlarında
mesleğ nden olduğu, hayatını zeh re çev rd ğ kırallardan b r tek b le
kend s n haklı bulmuyordu.
İç üzüntüyle doldu. Ölmek sted . Beyn zonkluyor, b r şey
ş tm yordu. Bu anda, gözler ndek kamaşmadan yen b r şey olduğunu
sezd ye ışıktan gelen sesle şaşkına döndü:
- Ş md en yakınların konuşacak!
Pusat, dem n kıralların konuştuğu yerde babasını, onun yanında da
ancak resm nden tanıdığı dedes n ün formalarıyla görünce utancından yer n
d b ne geçecek g b oldu. Babası, büyük ışığa şöyle d yordu:
- Oğlum, nsanlık ve askerl k şeref n kaybetmem şt r. Fakat haklara
ve âdetlere saygısızlık gösterm şt r. Suçludur!
Dedes daha sert konuştu:
- Bu kadar rades z b r torunum olmasını stemezd m. Asker
ocağından bu derece zayıf b r s çıkmamalıydı. Suçludur!
Dedes n n yanındak adam b r adım lerley nce Sel m Pusat yıldırımla
vurulmuşa döndü. Çünkü bu, göğsünden hâlâ kanlar sızan Şeref’t :
- Suçludur! d ye söze başladı. Kalb me sıkılan tabancanın tet ğ n ben
çekm şt m ama gerçekte ben öldüren en yakın arkadaşım Sel m Pusat oldu.
Felâketlere katlanamayacak kadar zayıf, soyu sopu bel rs z b r kıza es r
olacak kadar rades z olduğu ç n ben öldürdü. Suçludur... En büyük
suçludur.
Sel m o anda farkına vardı: Arkadaşının üzer nde apoletler sökülmüş
kanlı yüzbaşı ün forması buluyordu. B rden kend g y m ne baktı.
Kend s nde de aynı apolets z ün forma vardı. Halbuk evden çıkarken
üstündek elb se bu değ ld .
28

SELİM b r aralık kend nden geçer g b oldu. Bu kadar olağanüstü b r


sahneye katlanmak, dayanmak en kuvvetl s n rler n b le harcı değ ld .
Aralıksız b rb r ardınca konuşmalar, tar hten veya b lerek tanıdığı, bu kadar
net görünüş ç ndek nsanlar rüya olamazdı. Fakat neyd ? Ömür boyu kabul
etmed ğ , hayal sandığı şeyler gerçek olarak karşısında d . Daha çok
düşünmes ne meydan kalmadan ışıktan heybetl b r ses yükseld :
- Sel m Pusat’ın leh nde konuşacak k m varsa çıksın!
Korkunç sess zl ğ n ortasında b r s n n t trek ve ürkek adımlarla
lerled ğ görüldü. D kkatle bakan Sel m, çoktandır anmayı b le unuttuğu
anasını tanıyarak ç sızladı.
Anası hıçkırıklı ve hüzünlü b r sesle şöyle d yordu:
- Oğlum belk suçludur ama n hayet her nsan kadar suçludur. Felâket
geç rm ş, haksızlığa uğramış ve heps nden müh m üm d n kaybetm şt r.
Üm ts zler uçan kuştan meded umar. Suçu n hayet duygularında kaldığı ç n
bağışlanmaya lâyıktır. Ey büyük ışık, ey ulu Tanrı! Sen onu bağışla!...
Merhamet de adalet kadar sen n şanına yakışır.
Işıktak sesten buyruk geld :
- Geçm ş zamanın perdes açılsın!...
Cebra l hızla lerleyerek k msen n görmed ğ b r perdey açtı ve
bakanlar dehşet ç nde o günden on b nlerce yıl öncek zamanı ve o
zamanın nsanlarını gördüler. Bunlar Sel m Pusat ç n konuşmaya gelen,
onun m llet m n kıralları g b göster şl , sev ml ve yakışıklı değ ld ler.
Çoğunda nsana benzemeyen b r duruş, vahşete yakın b r eda vardı.
Işıktak ses buyurdu:
- Sel m Pusat’ı haklı bulanlar gel p konuşsun.
Saat kadar uzun b rkaç san ye geçt . Kımıldayan yoktu.
Işıktak ses y ne buyurdu:
- Gelecek zamanın perdes açılsın!...
Cebra l’ n açtığı perden n arakasında ötek lerden b nlerce, yüz
b nlerce defa büyük b r alan ve o alanda rakamlarla sayılamayacak kadar
çok nsan vardı. Işıktak ses aynı sözler tekrarladı:
- Sel m Pusat’ı haklı bulanlar gel p konuşsun.
Bundan sonra, kıyamete kadar doğacak nsanlar arasında da kend s ne
hak verecek tek k ş çıkmayınca Sel m Pusat sarsıldı ve zeh r g b acı b r
gülümsey şle gülümsed :
Işıktak ses duyuldu:
- Bugüne soruyorum: Sel m Pusat’a ne lâzım?
M lyarların b r ağızdan çıkan korkunç ses gürleyerek cevap verd :
- Adalet!...
Işıktak ses y ne sordu:
- Düne soruyorum: Sel m Pusat’a ne lâzım?
Daha korkunç b r ses uğuldadı:
- Adalet!...
Işık y ne sordu:
- Yarına soruyorum: Sel m Pusat’a ne lâzım?
Kıyamet andıran b r gürültü dalgalandı:
- Adalet!...
- Başka b r şey steyen var mı?
Bu soruya b r kadının zayıf ses cevap verd :
- Merhamet!...
Işığın ses heybetlenm şt :
- Düne, bugüne, yarına b rden soruyorum: Ne d yorsunuz?
Korkunç gürültü tekrarladı:
- Adalet!...
Bu korkunç gürültü le zayıf ses k defa karşılıklı cebelleşt ler:
- Merhamet!...
- Adalet!...
- Merhamet!...
- Adalet!...
B nlerce m lyarın gür ses arasında Pusat’ın anasının zayıf ve tek ses
boğulup g tm şt .
Kadının gözler nden yere yaşlar damlıyor ve bu gözyaşları Şeref’ n
kalb nden damlayan kanlarla karışıyordu.
Sel m Pusat o zaman çocukluğunda, gençl ğ nde ve daha sonra ana
kalb ne, ana şefkat ne da r okuduğu yazıları, ş rler , d nled ğ türküler ,
atasözler n hatırladı ve kâ natta kend s n düşünen sadece anası olduğunu
anlayarak ona karşı gösterd ğ vefasızlıktan ç sızladı.
Kend s ç n adalet steyen yüz m lyarlarca, tr lyonlarca, sayımı kab l
olmayan çokluktak nsanlar; sadece şu anda yaşayanlar değ l de geçm ş
zamanda yaşamış ve gelecek zamanda yaşayacak olanlar, «adalet» d yerek
onun cezalandırılmasını st yor; bu korkunç kalabalığa karşı b r tek kadın,
anası, «merhamet» steyerek ver lecek cezanın bağışlanmasını d l yor,
yalvaran ses nde b r ananın büyük üzüntüsü t tr yordu.
B rden ortalığı y ne o korkutucu sess zl k bürüdü. O mahşerdek
herkes, Sel m Pusat’tan başka her nsan büyük ışıktan b r ses geleceğ n
sezerek soluk almadan susuyorlardı.
Işığın ses gürled :
- Sel m Pusat! Suçun ç n sen kend n savun!
Sel m, önce duraksadı. Sonra bugünün ve dünün kalabalığına baktı.
Daha sonra aklını ve rades n toplayarak cevap verd :
- Ben sen savun!
Işık, kasırga haşmet yle sordu:
- Neden?
- Ben yaratmadan önce kader m ç zen sen değ l m s n? Suç şled mse
yaptıran sen değ l m s n? Bunun savunmasını senden başka k m yapab l r?
Işıkta aklın alamayacağı b r parlama oldu. Bütün mahşer kalabalığı
gözler n yumarak eller yle yüzler n kapattılar. Yalnız Sel m Pusat böyle
yapmayarak başını eğmekle kt fa ett ve ışıktan gelen ses bütün yürekler
t trett :
- Tanrı yalnız yaratır ve yok eder. Hesap vermez. Sen suçlu bulan bu
mahşer arasında suçlu olduğunu b le b le savunacak k mse çıkmazsa
hayatın en korkunç felâketle sona erer!
Kısa b r sess zl kten sonra beş k ş n n ortaya yürüdüğü görüldü. Beş
de dünküler arasından gel yordu.
B r nc s yere d z vurarak ışığı selâmladıktan sonra kalktı. Göster şl ,
s lâhlı, uzun saçları omuzlarına dökülen b r s yd . Sel m onu tanıdı:
- Ben Ç ç Yabgu’yum! d ye söze başladı. Tanrıkut Mete’n n d p
torunu ve At la’nın d p atasıyım. B r tahta sarayda kırk b n Ç nl ’ye karşı
aralarında kadın ve çocuklar da bulunan b n beş yüz k ş yle savaşarak
hayatımı verd m. Ben m soyumdan olduğu halde Sel m g b acay p b r ad
taşıyan bu del yüzbaşı ben tanır. Onu b r savaşa soksaydınız bu del l ğ b r
gönül del l ğ değ l, b r askerl k del l ğ olacaktı. Ona ceza vermek yer ne
y ğ t, gözüpek b r bahadırla vuruşturmak adalet yer ne get r r.
İk nc s yere d z vurup kalkarken büyük ışıktan dah çek nmeyen b r
eda taşıyordu:
- Ben Kür Şad’ım! ded . Gök Türk teg n ve tar htek en çılgın ht lâl n
başı. Yeryüzünden savaş kalkarsa nsanlar şte böyle uygunsuz cesaretlerle
oyalanır. Buna ceza vermemel , ben m kırk arkadaşımın en y ğ tler nden
b r yle vuruşturmalıdır.
Üçüncüsünün yere d z vuruşunda çok maceralardan çıkmış b r nsanın
olgun güngörmüşlüğü vardı. Sel m onu da tanıdı:
- Ben Kül Teg n’ m! ded . Gök Türk prens ve kumandanı. Bu yüzbaşı
ben m savaşlarımı ncelem ş, ben tanımıştır. Son savaşımda, karargâhı
korumak ç n can ver rken yanımda bulunsaydı em n m k yüksünmeden o
da aynı düşünce ç nde ben mle b rl kte ölecekt . Suçludur. Fakat y ğ tl ğ n
unutulduğu b r zamanda yaşadığı ç n suçlu oldu. Bundan dolayı, benden
öncek ler n ded ğ g b , onu b r vurucu kahramanla, fakat ben m zamanımın
b r kahramanıyla çarpıştırmalıdır.
Sel m, lerleyen dördüncüyü de tanıdı. Bu dördüncü büyük ışığa
seslend :
- Ben Oğuz Başbuğu Çağrı Beğ’ m. Bu Sel m Pusat kadar tal hs z m.
Benden öncek lere göre belk de daha çok savaşa g r p çıktığım halde onlar
g b er meydanında değ l, yatağımda öldüm. Ey Ulu Tanrı! Bunun
sorumlusu sens n! En büyük rütbey bana çok gördün. Bu tal hs z yüzbaşı
da Dandanekan savaşına g rseyd ötek yüzbaşılardan aşağı kalır mıydı,
sanmıyorum. Onu Dandanekan’ın en bahadır erler nden b r yle
karşılaştırarak meseley çözüme bağlamak en doğru yoldur.
Sel m Pusat, büyük ışığa doğru lerleyen beş nc y tanımadı. B r kolu
yoktu: Yüzünde pervasızlığın ışıltıları olan bu adam, ışığa yaklaşınca
ötek ler g b d z vurmadı. Yere kapanarak alnını toprağa sürdükten sonra
kalkarak kend n tanıttı:
- Ben Oruç Re s’ m! ded ve z hn n yoran Sel m Pusat hayal meyal
b r b lg le bunun b r den zc olduğunu hatırladı. Oruç Re s konuşuyordu:
- D n ve gaza yolunda önce kolumu verd ğ m, sonra şeh dl k rütbes ne
erd ğ m ç n sana b nlerce hamdolsun ulu Tanrım! Ömrüm, ölümü h çe
sayan, b r tek üçe beşe bedel kahramanların arasında geçt . Destan
savaşları yaptım. İç me öyle doğuyor k bu yüzbaşı ben m levendler m
arasında bulunsaydı onlardan aşağı kalmayan b r erkekl kle çarpışacaktı.
Kend s ne fırsat vermeden cezalandırılırsa yazık olacak. İz n ver:
Levendler m n en y ğ d le vuruşsun!...
Kolsuz adam yer ne dönerken, kafası motor g b şlemeye başlayan
Sel m Pusat onu y ce hatırladı: Barboros’un ağabey d .
Ortalık y ne korkunç sess zl ğe bürünürken ışıkta dalgalanma oldu ve
heybetl ses yüreklerde yankılandı:
- Sel m Pusat! Haklı olan, suçsuz olan güçlü olur. Suçlu olup
olmadığının ortaya çıkması ç n seçme b r bahadırla vuruşacaksın.
Sel m b rdenb re ç nde b r ferahlık duydu ve ağır b r yükten
kurtulmuş nsanların manevî kuvvet yle sordu:
- Hang bahadırla?
Heybetl ses cevap verd :
- Hayatı sana benzeyen, fakat suçunu anlayarak kend s n öldüren
Yüzbaşı Kubudak’la, sen n çok beğend ğ n Temüç n Ceng z Kaan’ın
ordusundak ünlü kahraman Moğol Kubudak’la vuruşacaksın.
Sel m, sonuçlara b r an önce g tmek steyen yaratılışıyla âdeta
haykırdı:
- Hemen vuruşalım!...
- Zamanı sana b ld r lecekt r...

*
**
B rdenb re kend s n tanımadığı b r sokakta buldu. Yanında k mse
yoktu ve yol tenha d . Yürümeye başlarken bayağı hızlı b r sesle:
«Yürürken rüya görülmez!» ded . Öyleyse bu neyd ?
Sarhoş muyum d ye düşündü. Evden çerken çıkmıştı ama kend s n
kaybedecek kadar sarhoş değ ld . Hayatında böyle sarhoş olmamıştı. Pek ,
bütün bunlar hayal m d ? Böyles ne göster şl ve uzun süren hayal olur
muydu? Beyn n n azap verecek şek lde karıncalanmaya başlaması üzer ne
her zaman yaptığı g b düşüncey bıraktı. Ev ne dönmek üzere, tanımadığı
sokaklarda lerlemeye koyuldu. Saat ne baktı: Gece yarısını epey geçm şt .
Ansızın, gözler ne yabancı gelmeyen yapılar, ağaçlar ve taşlar gördü.
Bulunduğu yer tanımıştı: Arkadaşı Şeref’ n yattığı mezarlığın
kapısındaydı.
H ç düşünmeden g rd . Şeref’ n mezarına doğru yürürken b r
değ ş kl ğ n farkına vardı. İlk mezarlar, lk taşlardan sonrası sank her
zaman geld ğ yer değ lm ş g b yd . Durarak çevres ne bakındı ve
bulutlardan sıyrılan ayın ışığı altında bu mezarlığın b r bölümünün sank
toprak kazıcı mak nelerle sürülmüş g b kabarık, b r mezarlık ç n harap
den lecek durumda olduğunu gördü. Yavaş adımlarla yürüyerek Şeref’ n
mezarının bulunduğu yere doğru derled .
Buraya o kadar çok gelm şt k b r usta mak nel tüfek er n n, gözler
bağlı olarak s lâhını söküp takab lmes g b , gözler kapalı olarak yürüse
Şeref’ n mezarını bulab l rd .
Yürüdü. B raz daha lerley p durdu. İşte, arkadaşının mezarı burada
olacaktı. Ama ne o toprak tümseğ , ne arasıra kend s n n bıraktığı kuru
yaprak ve ç çekler, ne de gömüldüğü gün el yle «Arkadaşım Şeref» d ye
yazıp d kt ğ sağlam tahta yoktu.
Sel m Pusat tamam yle ayılmıştı. Çevreden duyulab lecek hüzünlü b r
sesle sordu:
- Ne oldu?
Gecen n bu saat nde, bu ıssız kıyı mezarlığında bu soruya k m cevap
vereb l rd k ?
Daha hüzünlü b r sesle yen den sordu:
- Şeref’ n mezarı ne oldu?
B rdenb re çılgın b r öfkeye kapıldı. Bu mezarı, hayatındak tek
arkadaşının mezarını k m bozup da ortadan kaldırmıştı? Kend s ne yapılan
düşmanlık yetm yormuş g b ş md ölmüş arkadaşına da mı uzanılıyordu?
Oldukça sert b r rüzgâr esmeye başlamış ve bulutları dağıtmıştı. Ş md
her yer pırıl pırıl aydınlıktı. Mezarlığın çok ler s ne kadar göreb l yordu.
- Şeref! d ye seslend .
Cevap yoktu. H ç ölüler konuşur muydu k cevap bekl yordu? Bu gece
onunla konuşmaya her zamandan daha çok ht yacı olduğu ç n yen den
seslend :
- Şeref!
Rüzgârın ses nden başka b r şey ş t lm yordu. Büyük b r üzüntüyle
ger ye döndü. Başı eğ k, gözler yerdeyd . İlk adımda yerdek b r tahta
d kkat n çekt . Kaldırıp ışığa tuttu. Oldukça küçük ve esk m ş, çürümeye
yüz tutmuş b r tahta parçasıydı. Ötek yüzünü çev r p baktı ve ç
burkularak, bu kırık tahtadak solmuş yazıyı okudu. Bu, kend s n n d kt ğ
tahtaydı. Fakat yarısı kaybolmuş ve üzer nde sadece «Şeref» kel mes
kalmıştı.
29

AKŞAM oluyordu. Sel m Pusat, pencere önünde durarak uzaklara,


ufuklara ve göklere bakıyordu. Sert b r rüzgâr es yor, arasıra yağmur
ç sel yordu. O kadar dalgındı k kend varlığından b le habers z
görünüyordu. Bu yüzden, odaya g rerek yanına kadar yaklaşan Ayşe’n n
farkına varmamıştı.
Ayşe, el ndek kâğıtta yazılı nota bakarak Sel m’e h tap ett :
- Bu akşam b r ahbabınla buluşacakmışsın.
Sel m, beyn n kurcalayan sarsıntılar arasında onun sözler n yarı
anlamış b r halde sordu:
- K m nle?
Ayşe kâğıda bakarak cevap verd :
- Herhalde soyadı olacak, Kubudak adında b r le...
Pusat kayıtsızlıkla ve ufuklara bakarak «Tanımıyorum!» d ye cevap
verd kten sonra, b rden, b r şey hatırlamış nsanların davranışıyla dönerek:
- Kubudak mı? ded .
Ayşe, kaygılı gözler yle bakıyordu:
- Evet, Kubudak...
Sel m b r an duraksadıktan sonra sordu:
- Bu haber k m get rd ?
- Sorduğum halde adını söylemeyen b r s ...
Sonra, Pusat’ın öfke ve hayretle bakan gözler ne takılarak adamı tar f
ett . Bu tar f tıpatıp Yek denen o alçağa uyuyordu.
Pusat nefs ne hâk m olmuştu. Soğukkanlılıkla:
- Nerede ve hang saatte? d ye sordu.
Ayşe şaşırmıştı:
- «B lm yor musun? ded . Daha önceden aranızda karar verm şs n z.
Gelen adam, çok müh m olduğu ç n hatırlatmaya geld ğ n söyled .
Sel m b r şey söylemeden y ne ufka bakmaya başladı. Ortalık y ce
kararmıştı.
Başını çev rd ğ zaman Ayşe’n n çek lm ş olduğunu görerek sess zce
evden çıktı.
Yağmur arttığı, rüzgâr daha da sertleşt ğ ç n sokaklar tenha d .
Nereye g deceğ n b lmeden yürürken:
- Tam zamanında çıktınız yüzbaşım! d yen b r sesle başını çev rd ve
tahm n ett ğ g b yanı başında Yek’ gördü.
H çb r şey söylemeden yürümeye başladılar. Sess zl ğ Yek bozdu:
- Çamlı Koru’da vuruşacaksınız. Bu gece hava fırtınalı olduğu ç n
oraya k mse gelmez.
Pusat’ta ışık hızıyla gel şen b r şuuraltı faal yet vardı. Çamlı Koru’ya
yaklaşırken üstünde apoletler sökülmüş yüzbaşı ün forması olduğunun
farkına vardı.
Evden çıkarken bunu ne zaman, nasıl g ym şt m d ye düşünürken
şaşırtıcı b r şey n daha farkına vardı: Sağ el nde kınından sıyrılmış b r kılıç
tutuyordu.
Çamlı Koru’nun ortasındak meydancığa vardıkları zaman orada
b rkaç k ş n n kend ler n beklemekte olduğunu gördü. Hem göğün
karanlığından, hem de ağaçların loşluğundan bu adamları yalnız gölge
hal nde göreb l yordu.
Yek konuşmaya başladı:
- Büyük ışığın buyruğu le burada Yüzbaşı Moğol Kubudak’la
vuruşacaksınız. Suçsuzsanız kazanacaksınız.
Ne tuhaf!... Bu gece Yek’ n ses nde b r kararlılık vardı ve Pusat’a her
zamank t ks nt y verm yordu. Yavaş yavaş ortalık aydınlanmaya
başlamıştı. Yağmur d nm ş ve ay bulutlardan kurtulmuştu.
Pusat, karşısında duran göster şl , sert bakışlı adama baktı. El ndek
kılıçtan başka, göğsünde de kend s ne büyük b r vuruş üstünlüğü
sağlayacak olan örme zırh vardı. Gözler bu zırha takılmakla beraber b r şey
söylemed . Ötek , kılıcıyla Pusat’ı selâmlayarak:
- Ben Yüzbaşı Kubudak! ded . Yed yüz yılın ötes nden geld ğ m ç n
zırhım var...
Kılıcını toprağa saplayarak zırhının bağlarını çözüp onu ger ye doğru
fırlattıktan sonra konuşmasına devam ett :
- Kaderler m z b rb r n andırıyor. İnsanlar suç şlemek, vuruşmak ve
ölmek üzere doğarlar. Onun ç n kend hayatına esef etme.
Toprağa sapladığı kılıcını çekt . Sözler Pusat’ın hoşuna g tm şt . Onu
kılıcıyla selâmladı.
Beş altı adım aralıkla duruyorlardı. Pusat derhal başlamak ç n b r
adım atarken Kubudak’ın yanında el kılıçlı başka b r s n daha gördü. Bu,
Yek’t . Öfkeyle:
- Sana ne oluyor? Bu şlere yakışmazsın. Çek l! d ye bağırdı.
Yek, kılıç tutmasını çok y b len b r tutumla Pusat’ı selâmladıktan
sonra:
- Bu gece bütün hesaplar görülecek yüzbaşım! ded . Bana yaptığınız
hakaretler n hesabı da, şler m bozmanızın hesabı da burada görülecek.
Sel m buna aldırmadı. Fakat Kubudak’ın ötek yanında gördüğü kılıçlı
adam bütün kanını dondurdu. Çünkü bu hâlâ kalb nden kanlar sızan
arkadaşı Şeref’t . Onun üstünde de apoletler sökülmüş yüzbaşı ün forması
bulunuyordu. Acı acı gülümseyerek:
- Arkadaşlığımızı bozdun Sel m! ded . İraden kullanamadın.
Vefasızlık ett n, k m zden b r n n mutlaka ortadan kalkması lâzım.
Sel m şaşkınlığını yenmeye çalışırken Yek’ n yanında h ç tanımadığı
b r s n daha gördü. Kılıcıyla selâm veren bu yen s :
- Prenses Leylâ’nın n şanlısıyım! ded .
Sel m hüzünle sordu:
- Böyle b r günde ben desteklemen lâzımken neden karşı safta
bulunuyorsun?
- Çünkü sen ben m baht yarlığıma gölge düşürdün.
Pusat, yüzünün yandığını duydu. Prenses n n şanlı olduğunu
b lm yordu ama yüreğ n n ç ndek en g zl stekler n böyle açığa vurulması
Kubudak’ın kılıcını yem ş kadar tes rl olmuştu.
Artık kader ne boyun eğm şt . Dört k ş yle b rden vuruşacak ve
şüphes z burada ölecekt .
Onlara doğru b r adım atarken kalb duracak g b oldu. Çünkü
Şeref’ n yanında b r beş nc kılıçlı daha peyda olmuştu. Üzer nde pırıl pırıl
b r yüzbaşı ün forması taşıyan bu adam... Evet, bell bel rs z gülümseyen bu
adam kend s yd . Harb Akadem s ’nde başına felâket gelmeden öncek d nç
hal yle ta kend s yd . Kılıcıyla selâm verd :
- Aslında sen nefs nle vuruşacaksın! ded . Günahkârsın... Düşmek b r
şey değ ld r. Kalkamamak, düşkün kalmak korkunçtur. Han sen
kıralcıydın? Bu f k r ç n hayatını zeh r ett kten sonra kıralcılığın adını dah
b lmeyen b r kız ç n kend n neden g rdaba attın? Şeref’ n durmadan
kanayan yüreğ b le sen doğru yola get remed kten sonra yaşayıp da ne
yapacaksın? Şeref ölmem şt r. Ölü olan asıl sens n. Burada bunu tesc l
edeceğ z.
Pusat o zaman yaşamanın lüzumsuz, hatta ç rk n b r şey olduğunu
anladı ve kılıcına havada b r kav s ç zd rerek karşısındak ler n üzer ne
doğru yürüdü.
O sırada gar p b r şey daha oldu: Beş k ş b rb rler ne, yaklaşarak tek
k ş hal ne geld ler. Pusat’ın karşısında yalnız Moğol Kubudak kaldı.
Kılıçlar b rb r ne değd .
Kubudak’ın yaman b r savaşçı olduğu daha lk çatışmada bell
olmuştu. Kılıcı da Sel m’ nk ne göre b raz kısa, fakat enl ve sağlam,
korkunç b r kılıçtı. İk üç san yede Pusat, kıvamına gelm ş, yorgunluğunu
atmış, âdeta d nçleş p gençleşm şt .
Sank bu ölüm-d r m vuruşmasına yaraşır b r dekor yaratmak ç n
rüzgâr b r anda sertleş p, yağmur yüzler f skeler hale gelm şt . Rüzgâr ve
yağmur öyle hızlıydı k b rb rler ne çılgın vuruşlarla çarpan kılıçların ses
ş t lm yordu.
B r ara ay bulutların arkasında kalınca Çamlı Koru’ya z f r karanlık
çöktü. Fakat k yüzbaşının gözler buna alışmıştı. B rb rler n gölge hal nde
görerek vuruşa devam ed yorlardı.
Sel m b raz önce karşısında arkadaşı Şeref’ de görerek ölmek
kararıyla çarpışmaya başladığı ç n sakınmadan, çek nmeden vuruşuyordu.
B rkaç san ye sonra ay bulutlardan kurtulduğu zaman Kubudak’ın yüzünde,
şakaktan çeneye kadar uzanan nce b r yaradan kan sızdığını görerek
atılganlığının boşa g tmem ş olduğunu anladı.
Bu çarpışmayı kazanması lâzımdı. Suçsuz olduğunun anlaşılması
buna bağlıydı. Fakat ç ndek bu ölümü stey ş, bu sıkıntı neyd ? Sıkıntı
sank gönlünden kollarına doğru yayılıyor, gücünü kes yordu. Yorulmuştu.
B rdenb re gözler Kubudak’ın arkasındak tahta sıraya l şt . Buraya geld ğ
zaman oturup d nlend ğ , Prenses Leylâ’yı lk defa gördüğü sıraydı.
Bu hatıralarla ç nde b r acı yumrulandı ve Kubudak’ın dayanılmaz
kılıç vuruşları karşısında ger lemeye başladı.
Zaman yürümüyor g b yd . Yahut baş döndürücü b r hızla lerled ğ
ç n böyle sanıyordu. Bu vuruşma ona pek uzun sürdü g b geld ğ halde
yarım dak ka b le dolmamıştı.
B rden böğründe dayanılmaz b r acı duydu ve kılıcı el nden düşerek
sendeled . Kubudak’ın vuruşu hedef n bulmuştu.
Gözler karararak dayanacak b r yer aradı. Karşısında ne Kubudak, ne
de k mse vardı. Çamlı Koru’da yapayalnızdı. Ayakta duramayarak d züstü
çöktü. Yüzü, her zaman oturduğu tahta sıraya dönüktü. Gecen n karanlığı
ve bulutların oyunu arasında, tahta sıranın üstünde oturan b r s n seçt : Bu,
Leylâ’dan başka k m olab l rd ?
Leylâ sandığı gölge kalkarak yavaş yavaş Sel m Pusat’a doğru
yaklaşmaya başladı ve ger de, uzaktak lambanın oraya vuran ışık
serp nt ler arasında Sel m Pusat, kend s ne yaklaşanın Leylâ değ l, Güntülü
olduğunu gördü.
Kalkmak sted . İmkânı yoktu.
Güntülü’nün el nde b r bardak su vardı. O anda Sel m’ n çmek ç n
can attığı, hayat ver c b r bardak su.
Kız gülümsüyordu:
- S zden de üstün askerler varmış efend m! ded .
Güçlükle d zler üstünde durab len Sel m, suyun kend s ne
uzatılmasını bekl yordu. Gözler g tt kçe vahş leşen Güntülü, b r adım daha
yaklaştığı halde suyu vermeyerek sordu:
- K m n ç n vuruştunuz?
Pusat’ta cevap verecek derman b le kalmamıştı. B r tek kel me söylese
yere yıkılab l rd . Fakat kız oralı değ ld :
- B r de prenses m var efend m? Onu da mı sev yorsunuz?
Sel m’ n cevap vermed ğ n görünce büsbütün yırtıcılaştı:
- Hang m z daha çok sev yorsunuz? Ben rak b kabul etmem. B r
prenses b le olsa...
Pusat, yarasının acıları arasında, b r kızın karşısında böyle d züstü
durmaktan büyük utanç duyarak kalkmak sted . Fakat davranışı daha da
kötü oldu: Gözler kararak ve acısı artarak yen den düştü ve bu sefer d zler
üstünde de duramayarak toprağa uzandı.
Güntülü ona yardım etmek ç n h çb r harekette bulunmadığı g b suyu
da vermeye yanaşmıyordu.
Susuzluktan ç yanan Sel m’ n gözler kızın el ndek bardağa değ nce
Güntülü yen den konuşmaya başladı:
- Bu suyu s z n ç n get rd m efend m. Fakat b r de prenses
sev yorsanız suyu ondan bekley n. Ben gönüllere tek başıma hükmetmek
ster m. Uğrumda ölenler n damla veya susuz kalarak can vermeler bana
aynı derecede zevk ver r.
Güntülü bunları söyled kten sonra bardağı çev rerek suyu yavaş yavaş
yere boşalttı ve Sel m’ n ızdıraplı bakışları arasında, el ndek bardağı uzağa
doğru fırlattı. Bu kadar kalbs zl k karşısında b r an acısını unutan Sel m ona
b r şey söylemek sted yse de yapamadı. B r tek kel me söylese
bayılab l rd .
B rden sert b r rüzgâr eserek Çamlı Koru’nun bütün ağaçlarını
ırgaladı.
Artık orada yapayalnızdı. Güntülü de kaybolmuştu.
O zaman yen den acıyla kıvrandı. B r ara ölümü düşündü. Ölse ne
kadar y olacaktı. Yavaş yavaş acısı azaldı. Gözler ne b r ağırlık çöktü.
Ağaçları, karşısındak tahta sırayı y görem yordu. Acaba ölüyor muydu?
Beyn n n durmak üzere olduğunu h ssett .

Sonra b r şey görmez oldu. Yaşayıp yaşamadığını anlamak ç n


avucunu yumup açtı. Henüz yaşıyordu. Çevres nde b r takım sesler ş t yor
ama ne olduğunu anlayamıyordu. Gal ba konuşmalar oluyordu. Düşünces
âdeta ışık hızıyla şlerken b r anda hayatını hatırladı. Aklına oğlu Tosun
gel nce ç sızladı. Sonra Prenses Leylâ’yı ve onun n şanlısını düşündü. En
sonra heps s l nd ve yalnız Güntülü kaldı: “Ben rak p kabul etmem. B r
prenses b le olsa...”
Suyu kend s ne vermeyerek yere dökmüştü. Bu b r düşmanlık mı,
yoksa b r lg m d ?
Bunları düşünecek durumda değ ld . Güntülü bütün benl ğ ne
hâk md .
Herhalde ölmek üzere d . Sonsuz karanlığa gömülürken gurur g b
saçma b r duygunun tes r nde kalamazdı. Her şey gün g b ortada d :
Güntülü’yü…
30

GÖZLERİNİ açıp da çevres ne bakınca h çb r şey anlamadı. Önce


tavanı görerek b r odada bulunduğunun farkına vardı. Burası neres yd ?
H çb r şey b lm yordu. Başını yana çev rd . Güzel b r genç kız
gülümsüyordu. B rdenb re şuuru uyanarak bu kızın b r hemş re olduğunu
anladı. B r şey soracaktı ama y ne huyu galebe çaldı; sustu.
Hemş re b raz daha yaklaşarak huzur ver c b r sesle:
- Artık y leşt n z! ded .
Çok susamıştı. Hemş reden su steyecekt . Onu da yapamadı. Fakat
genç kız, el n Pusat’ın alnında gezd rd kten sonra «B raz su çer m s n z?»
d ye sordu ve onun cevabını beklemeden başucundak komod nde duran
sürah den bardağa su koyarak Sel m’e eğ ld . B r koluyla başını nezaket ve
şefkatle b raz kaldırarak ötek el yle bardağı dudaklarına değd rd .
Sank canına can katılmıştı. Teşekkür ett . Fakat bu teşekkürü d l yle
söyleyerek değ l, aklıyla düşünerek yaptığının farkında değ ld . Naz k ve y
yüzlü hemş re:
- B r şey st yor musunuz? d ye sordu.
Sel m’de gar p b r hal vardı: Söylenenler n mânâsını b raz geç
anlıyordu. Y ne öyle oldu. Genç kıza bakıp başıyla «Hayır» şaret yaptı ve
hemş re «Y ne geleceğ m.» d yerek çıktı.
Yalnız kalınca daha y düşünmeye başladı ve Çamlı Koru’da
Kubudak’la yaptığı vuruşmayı hatırlayarak c dd leşt . Gövdes nde haf fçe
gezd rd ğ el yle sargılar ç nde olduğunun farkına vardı. Sonra daha
önceler n hatırlayarak y ne sıkıntı ç nde kaldı.
Kend s nde yıllardır huzur d ye b r şey kalmamıştı ama bu son
aylarınk dayanılır g b değ ld . Tadı şöyle dursun, artık mânâsı b le
kalmayan bu hayattan ayrılmak st yordu.
Sel m Pusat böyle düşünürken odaya b rkaç k ş n n g rmes yle
düşünces nden sıyrıldı. Dem nk hemş reyle b rl kte gelen üç k ş n n de
doktor olduğunu tahm n ederek bekled . Öndek , selâm vererek Sel m’ n
nabzını tuttu. B r yandan başucundak tabelaya bakıyordu. Ötek k s ne üç
kel mel k b r şey söyled . Bunun hang d lden olduğunu, ne mânâya
geld ğ n Sel m anlamadı. Sonra öndek doktor hemş reye b r şeyler
fısıldadı. Doktorlar çıktıktan sonra hemş re, aynı naz k edasıyla «Ş md s ze
ğne yapacağım!» ded . Sel m, çevreye ve hayata karşı o kadar lg s zd k
h çb r şey sormadan bekled ve ğne yapıldıktan sonra der n b r uykuya
daldı.

*
**

Sek z gün sonra eve döndüğü zaman çok dermansızdı. Yürümek veya
ayakta durmak değ l, konuşmak dah çok yorucu gel yordu. Başından
geçenler anmak b le stem yordu, ne yapsam da b raz güçlensem d ye
düşünüyordu.
Büyük odada değ ş kl k yapılmış g b yd . Fakat Ayşe’ye h çb r şey
sormadı. Gözler sık sık duvardak fotoğrafına takılıyordu. Bu, kend s n n
yüzbaşı olduğu zamank lk resm yd . Hayat, o d nçl ğ de, büyük üm tler
de alıp götürmüş, ger ye üm ts z, hasta, melankol k b r adam kalmıştı.
Sel m Pusat böylece b r koltuğa yaslanarak oturamayacağını,
s n rler n n büsbütün bozulacağını anladı. Karar verd : Çıkacaktı. Önce b r
deneme yaptı. Oda ç nde yürüyeb l yordu. Sonra denemeler sıklaştırdı.
Yavaş adımlarla da olsa sokakta yürüyeb leceğ n anladı.
Hüzünlü güz gelm ş, Ayşe okuldak görev ne başlamıştı.
Bulutların yarıştığı ser nce b r günde evden çıkarak ağır adımlarla
yürümeye başladı. Nereye g deceğ n b lerek yürüyordu. Beyn n n ç nde
son günler n yarattığı gürültü olmasa kend s n çok d r h ssedecekt ama bu
kem r c duygu yalnız huzur kaçırıcı değ l, yıkıcı d de...
Karar verd ğ yere, Prenses Leylâ’nın ev ne gel nce huzursuzluğu
arttı. Z le bastı. Fakat z l çalmadı. Yanlış mı geld m d ye düşünerek
çevres ne ve da ren n numarasına baktı. Doğru gelm şt . Yen den z le bastı.
Ses yoktu. Ceryan mı kes lm şt ? Gece lambasının düğmes ne bastı,
yanıyordu. Öyleyse?... Z l çalmıyor d ye dönemezd . Kapıyı el yle tıkırdattı.
Der n b r sess zl k vardı. Yen den vurdu. Kapı açılmıyordu. Üçüncü
sefer ndek vuruş çok hızlı d . İçer de b r s n n yürüdüğü ş t ld . Sonra kapı
aralandı ye Gülsafa Kalfa gözükerek:
- Ne st yorsunuz? d ye sordu.
Sel m Pusat bu sorudan şaşırmadı. Hastaneden çok zayıf ve muzdar p
çıktığı ç n herhalde yüzü değ şm şt k kadıncağız kend s n tanıyamamıştı:
- Ben’ m Gülsafa Kalfa! ded .
Kend adını da söylemek üzere ken kadının öfkel b r sesle:
- Gülsafa Kalfa mı? Bu da nereden, çıktı? Ben m adım Safa... Öyle
Gül’ü, Kalfa’sı falan yok! ded ğ duyuldu.
O zaman, kadının yüzüne d kkatle bakan Sel m Pusat onun gözler nde
gar p parıltılar gördü ve evvelce o kadar d nç olan Gülsafa’nın yahut
Safa’nın, çökmüş denecek kadar ht yarlamış bulunduğunu farkett .
Bu kadar ht yarlık nsana kend adını b le unutturab l rd :
- Ben Yüzbaşı Sel m Pusat. Prensesle konuşmak st yorum! ded .
Kadının gözler y ne değ şm şt :
- Prenses m ? S z k m arıyorsunuz?
Sel m Pusat hâlâ soğukkanlıydı:
- Prenses Leylâ’yı arıyorum.
Kadın, sarsak denecek hareketlerle ger ye, ev n ç ne, sonra Sel m’e,
sonra y ne ger ye baktıktan sonra b rden ses n kısarak:
- Dünya del lerle dolu. O del ler yüzünden arslanım g tt ! d ye cevap
verd .
Sel m şaşırmıştı:
- Nereye? d ye sorab ld .
- O k mseye hesap vermez. G tt ğ yer de k mse b lmez.
Sel m, Kubudak’tan kılıç yed ğ andak ızdırabı duydu. B r an gözler
kararır g b olduysa da çabuk toparlandı. Kend s farkına varmadan kapı
yüzüne kapanmıştı.
Merd venlerden n ş, çıkıştan daha yorucuydu. Göğe bakarak uçan
bulutlarda gözler n d nlend rd kten sonra yürümeye başladı. Daha b rkaç
adım atmıştı k tanıdık b r yüz, c ddî ve hüzünlü b r bakışla:
- Nasılsınız Yüzbaşı Beğ! d ye sordu.
Nasılsınız? Bu kel me Sel m Pusat’ın sözlüğünden çıkalı yıllar
olmuştu. Bu kel meye yabancıydı. Düşmandı da... Bundan dolayı kend s ne
bu soruyu sorana öfkel öfkel baktı. Bu tanıdık yüzün şakağından çenes ne
kadar uzanan nce b r yaranın ç zg s özel b r alâmet g b duruyordu. B r
şeyler hatırlar g b oldu. Sakın bu Kubudak olmasın d ye düşündü. Değ ld .
O zaman beyn nde b r ışık yandı: Çamlı Koru’dak vuruşmada kend s n
Leylâ’nın n şanlısı d ye tanıtan gençt .
B r anda öfkes dağıldı:
- K ms n z? d ye sordu.
Bakışları daha da hüzünlenen genç:
- Prenses n muhafızı! d ye cevap verd .
Sel m Pusat, bu meçhul muhafız hakkında Leylâ’nın söyled kler n
hatırlayarak g zlemeye çalıştığı b r heyecanla sordu:
- Prenses nerde?
Genc n cevabı korkunçtu:
- B lm yorum...
- Bu nasıl muhafızlık?
Genç yere baktı:
- Onun muhafıza ht yacı yoktu...
- S z ne d n z?
Bu soru cevapsız kaldı.
Muhafız veya n şanlı, onun g tt ğ yer b lmel değ l m yd ? O zaman
aklına Gülsafa Kalfa’dak gar p hal geld . O kadar sarsılmıştı k
hoşlanmayacağı b r cevap almak korkusuyla b r şey soramadı.
Haf fçe baş eğerek selâmlaşıp ayrıldılar. Artık h çb r noktanın
aydınlatılmasına mkân kalmamıştı.
Ev n yolunu tuttu.

*
**
Ayşe, b r program meseles yüzünden okulda epeyce oyalanmış, eve
geç kalmıştı. Gündel kç kadın g tmek ç n onun gelmes n bekl yordu.
Ayşe’n n: «Sel m Beğ gelmed m ?» sorusuna b raz heyecanla anlaşılmaz
b r şeyler mırıldanarak cevap verd . Bu kadın, Sel m’ n aks bakışlarından
çek nd ğ ç n ondan her bahsolundukça böyle yapardı. Ayşe, üzer nde
durmayarak kadına z n verd . Tosun’u kucakladı ve yıllardır Sel m’e
soramadığı soruyu küçük oğluna sordu:
- Nasılsın oğlum?
- İy .
- Baban gelmed m ?
- Babam g tt .
Ayşe, küçük çocuğun kend mantığı ç ndek cevabına gülümsed :
- G tt kten sonra y ne gelmed m ?
- Gelmed .
K tap odasına g rd ler. Belk Sel m’ n b r pusulasını bulurum d ye
masanın üstüne göz attı. H çb r yazı yoktu. Henüz y leşmem ş olduğu ç n
onun bu kadar gec kmes n yadırgayarak Tosun’a sordu:
- Baban sana b r şey söyled m ?
- Söyled .
- Ne söyled ?
Tosun herhalde hatırlayamamıştı. Susarak annes ne baktı. Ayşe yavaş
yavaş meraklanıyordu. Yen den sordu:
- Hayd söyle oğlum: Baban sana ne ded ?
- Babam bana güldü. Sonra aşağı nd .
- Aşağı n p sokağa mı çıktı?
- Hayır. Ben kucağına aldı.
Ayşe şaşırdı. Görünürde çocuk saçma sapan sözler söylüyordu ama
Ayşe kuşkulandı:
- Oğlum! Baban nerden aşağı nd ?
Çocuk b r el n tavana doğru kaldırdı:
- Yukardan nd .
Ayşe’n n kaşları çatıldı. Hatta, acaba çocuk hasta ve ateşl m d ye
düşünerek, el n alnına değd rd . Ateş yoktu, hasta değ ld ama bu
saçmalamalar ne oluyordu? Yoksa babasının ruh durumu oğluna da mı
geçm şt ?
Tosun’u kucağına alarak b r koltuğa oturdu. Ne yapacağını
b lemeyerek pencereden dışarıya baktı ve oğlunun yanaklarını okşadı. Bu
sefer Tosun sorulmadan konuştu:
- Babam da ben okşadı.
- Sonra ne yaptı?
- G tt .
- G derken ne ded ?
- Ben unutma, ded .
Ayşe sapsarı oldu.
Çocuk, kend hafızasının mkânları n sbet nde, bugün konuşulanları
yavaş yavaş hatırlıyordu. Ben unutma... Bunun mânâsı neyd ? Ayşe’de
düzgün konuşacak b r muhakeme kalmamıştı. Sank Tosun, b l rm ş g b :
- Pek , baban n ç n g tt ? d ye sordu.
Bunun lüzumsuz, hatta mânâsız b r soru olduğunu b l yordu. Fakat
aldığı cevap kend s n büsbütün şaşırttı:
- Babam hasta oldu da g tt ...
Ayşe’n n âdeta d l tutulur g b oldu:
- Hasta olduğunu nerden b l yorsun?
- Babam ağladı.
- Hastalar ağlar mı?
- Ağlar. Sen de ağladın...
Ayşe’n n beyn nden yıldırım hızıyla b rçok şeyler geçt ve aylarca
önce n ç n ağladığını soran oğluna «Hastayım» d ye cevap verd ğ n
hatırladı.
Ayşe susuyordu. Fakat Tosun’un d l artık çözülmüştü:
- Sen çok hasta oldun. Babam az hasta oldu.
- Nerden b l yorsun?
- Sen çok ağladın. Babam b r ağladı...
Ayşe ağlamaklı olmuştu. Artık Tosun’la b r akran g b konuşuyordu:
- Baban gelecek m ?
- Gelecek...
- Ne zaman?
- Ben subay olunca gelecek...
Ayşe b tk nd :
- Bunların heps n baban mı söyled ?
- Babam söyled .
- Nasıl söyled ?
- Ben ona baktım. Bana güldü. Sonra yukardan nd . Ben kucağına
aldı. Sonra ben okşadı. Sen subay olunca gel r m ded . Sonra g tt .
- Nerden g tt ?
- Kapıdan g tt ...
- Nerden geld ?
- Yukardan.
Çocuğun bütün mantıklı konuşması arasında bu «yukardan» kel mes
aksıyor ve Ayşe’ye huzursuzluk ver yordu. Tosun kucağında olduğu halde
penceren n önüne gelerek ona yüksek yapıların damlarını ve göğü göster p
sordu:
- Baban hang yukardan geld ?
Çocuk b raz hırçınlaştı:
- O yukardan değ l.
- Ya hang yukardan?
Tosun başını ger ye çev rerek odanın ç nde b r yer gösterd :
- İşte o yukardan...
Ayşe, yavaş yavaş dönerek oğlunun gösterd ğ yere baktı. Duvarı
göster yordu. Sonra bakışları bell b r yere değ nce gözler korkuyla
açılarak:
- Aman Yarabb ! d ye bağırdı.
Bu öyle b r bağırıştı k Tosun korkmuş ve ağlamaya başlamıştı. Ayşe,
kucağındak çocuğu atar g b koltuğa bırakarak ler ye doğru b rkaç adım
atıp tekrar «Aman Yarabb !» d ye bağırdı ve sendeleyerek yığıldı, kaldı:
Sel m Pusat’ın duvardak çerçevel büyük resm n n yalnız çerçeves
kalmış, res m yok olmuştu.
31

HAZİRANIN sayılı sıcak günler nden b r nde, Kız L ses ’nde ders yılı
sonu ç n tören yapılıyordu.
L sey b t ren kızlar spor göster ler , m llî danslar yapacak, geç t
resm nden sonra davetl lere çay ver lecekt . L sen n bütün esk mezunları
le esk öğretmenler ve bunların a leler davet ed lm şt .
Büyük, ç açıcı bahçede zc kılıklı kızlar dolaşıyor, davetl lere yer
göster yordu.
Bu günün tadını en çok çıkaranlar törende görev almamış
öğrenc lerd .
İk genç kız bahçen n kuytu b r köşes ne doğru ağır adımlarla
lerlerken b r gülümsed :
- Bak, bak Beyhan! ded . Ülker gal ba y ne tenhalarda ses duyuyor.
Yüzündek kedere d kkat ed yor musun?
Beyhan, lerdek büyücek tümseğ n üstünde, ağaçlar arasında dolaşan
Ülker’e baktı:
- Ne gar p kız! ded . Acaba sah den ses duyuyor mu?
- İnanılır şey değ l ama Ülker’ n b r defa b le yalan söyled ğ
görülmem şt r. Herhalde b r şey var.
Gerek Ülker, gerekse Beyhan ve Em ne bu yıl son sınıfa geçen
kızlardı. O ders yılı başında aralarına katılan Ülker çok sess z, utangaç,
durgun ve düşüncel b r öğrenc yd . Herkese karşı naz kt ama kend s nde
b r hal vardı k arkadaşlarıyla arasında da ma b r mesafe bırakıyor, ötek
öğrenc ler n b rb rler yle olan yakınlıkları ve sam m yetler Ülker’le
başkaları arasında kurulamıyordu.
Em ne, gözler n Ülker’den ayırmamış olduğu halde konuşuyordu:
- Ülker’de g zl b r kuvvet var d yeceğ m gel yor. B r defa tehl key
önceden haber verm şt . Coğrafya ders nde Muallâ har tayı duvara asmak
ç n b r skemleye çıkarken heyecanla «Hayır, hayır, çıkma!» d ye
haykırmış, aldırmayan Muallâ skemleye çıkınca çatırdayıp çöken
skemleyle b rl kte düşerek kolu kırılmıştı. Sen o derste yoktun. Kazadan
sonra Ülker’ n gözler başka b r âleme bakıyor g b yd .
İk kız yürüyerek Ülker’e b raz daha yaklaştılar. Onu on beş adım
kadar uzaktan seyred yorlardı. Yüz ç zg ler çok rahat, fakat gözler
huzursuzluk bel rten b r haldeyd . Arkadaşlarının yaklaştığından habers zd .
Beyhan’da b r merak canlanmıştı:
- Ne ders n Em ne? Yanında g d p konuşalım mı? d ye sordu.
Em ne de konuşmak st yor, fakat nedense tereddüt ed yordu:
- B lmem k ? d ye cevap verd .
İk kız çek ngenl k duydukları halde b rb rler nden kuvvet alarak ağır
adımlarla Ülker’e doğru yürüyorlardı. Aralarında b rkaç adım kalmıştı.
Durdular. Ülker’ yandan görüyorlardı. Hülyalı bakışları ler ye takılmıştı.
Uzaktan duyulan b r müz k ses n d nl yor g b yd . Arkadaşlarını görünce
başını onlara çev rd . Em ne gülümseyerek:
- Tal hl y z Ülker! ded . Vaz fel olmadığımız ç n bu güzel günün
tadını çıkarıyoruz.
Ülker buna bell bel rs z, kend ne has naz k b r gülümsey şle karşılık
verd .
Em ne, aklına gelen ve Ülker’ s gaya çekmek konusunda çok yer nde
olan b r soruyu sormak üzere d k , ger den, tören n yapılacağı yerden
müz k ses yükseld : Öğrenc ler n de şt rak yle İst klâl Marşı söylen yordu.
Beyhan ve Em ne toparlanıp d nlemeye başlarken Ülker sadece başını öne
eğmekle kt fa ett . Ber k ler gurur ve heyecanla d md k dururken o,
hüzünlü ve başka âlemde yaşayan b r nsan g b d nl yor, d nled ğ halde de
gal ba ş tm yordu.
Onun bu duruşu, bu hal , başını öne eğ ş ndek hüzün Em ne’ye o
kadar tes r etm şt k b raz önce Ülker’e soracağı soruyu unuttu.
Marş b t nce b r k adım daha atıp üçlü b r grup oldular ve uzaktan
gelen, spor göster ler n n komuta sesler ne aldırış etmeden kend aralarında
konuşmaya başladılar.
Beyhan takt k yapmasını, maksada dolambaçlı yollardan g tmes n
sevmezd . Sam mî olmadıkları halde Ülker’ sev yor, onun da kend
aralarına karışmasını, bu manevî yalnızlıktan kurtulmasını st yordu. Bu
steğ n verd ğ hızla:
- Ülker, kardeş m, ded . N ç n böyle hep yapayalnız dolaşıyorsun?
B zden h ç hoşlanmıyor musun?
Ülker’ n hüzünlü gözler hayretle açıldı:
- Hoşlanmamak ne demek? B lâk s s zden çok hoşlanıyorum.
- Öyleyse n ç n yalnızsın?
Ülker, haf f gülümsey ş kaybolan yüzünden b r bulut geçer g b
bakarak b r an düşündü. Güç ş t l r b r sesle:
- Yalnız mı? Ben yalnız değ l m k ! d ye cevap verd .
Beyhan’la Em ne bakıştılar. Bu cevaba nasıl b r karşılık verecekler n
b lem yorlardı. İy ce şaşırmışlardı. Tam bu sırada b r zc kızın «Beyhan,
Beyhan!» d ye bağırarak kend ler ne doğru geld ğ n gördüler. Sınıf
arkadaşlarından b r s , tümseğ n ve ağaçların arkasında olan Beyhan’ı ve
ötek ler n görmeden telâşla onu arıyordu. Beyhan ağaçlardan sıyrılarak
kend s n gösterd ve:
- Ne var? d ye sordu.
- Nerdes n? Başmuav n dem nden ber sen arıyor.
Beyhan, eller n k yana açarak ş md sırası mıydı der g b b r hareket
yaptıktan sonra arkadaşının arkasından koşarak g tt .
Em ne onun g d ş ne baktıktan sonra Ülker’e döndü. B raz önce «Ben
yalnız değ l m k !..» demes d kkat n çekm şt . Acaba ne demek stem şt ?
Em ne, Beyhan’ın aks ne, maksada b rdenb re g rmez, bunun çok defa
karşısındak n ürküteceğ n b l rd . B r doktorun kızıydı. Ps k yatr uzmanı
olan babasıyla bu meraklı konu üzer nde uzun boylu konuşur, fakat b r
pt lâ hal nde de edeb yatla uğraşırdı. Edeb yata a t l se k tapları kend s ne
az geld ğ ç n Edeb yat Fakültes yayınlarını da okur ve kavrardı. Kırk
k ş l k sınıflarında kend s nden başka k Em ne daha vardı. Arkadaşları bu
Em ne’y ötek lerden ayırmak ç n soyadını kullanmazlar, ona Doçent
Em ne derlerd .
Ülker’le yalnız kalınca yarıda kalan konuya döndü:
- Ülker! ded . B raz önce yalnız olmadığını söyled n. Oysa k b z sen
hep yalnız, arkadaşsız tek başına görüyoruz. Bu nasıl b r yalnız olmayışlık?
Ülker’ n ses çok yavaş çıkıyordu:
- Yalnız olmamak ç n mutlaka nsanlarla beraber olmak mı lâzım?
Em ne c dd leşt :
- B r de ruhlarla beraber olmak mümkün ama bu herkes n harcı değ l.
Ayrı b r kab l yet ster.
Sustular. Ülker cevap vermey nce Em ne çek ngen b r eda le sözler n
tamamladı:
- Sende de böyle b r kab l yet olduğunu sanıyorum ama b r şey
söylemed ğ n ç n em n değ l m.
Ülker susuyor, fakat duruşunda b r memnun yets zl k sez lm yordu.
Em ne bundan cesaret alarak maksada b raz daha g rd :
- Meselâ sen n ses duyduğun söylen r. Yalnız değ l m derken bunları
kasdett nse haklısın. Fakat seslerle arkadaşlık etmek yalnız olmamaya yeter
m ? Bu sesler n sah pler n de görüyor musun?
Ülker’ n yüzü daha da hülyalı b r hal aldı. Sev ml ve saf küçücük b r
çocuğa benz yordu:
- Sesler n sah pler n görem yorum.
- Onlarla neler konuşuyorsun?
- Konuşmuyorum. Yalnız d nl yorum.
- Bunlar tanıdıkların mı?
- Hayır...
Em ne duraksadı. Fakat konuşmaya ara ver l rse Ülker’ n belk de
tamam yle susacağından korkarak aceleyle sorularına devam ett :
- Tar hî şahs yetler m ?
- B lm yorum.
- Pek , nt baın ned r?
Ülker gözler n Em ne’den çev rd . Yere, sonra göğe bakarak:
- Çok uzaktan seslen yorlar! ded .
Em ne bu sözü y ce anlamamıştı:
- Başka b r memleketten m ? d ye sordu.
- Hayır, başka b r zamandan...
Em ne allak bullak oldu. Başka b r zaman... Bu ne demekt ?
- Yan çok uzak b r zamandan mı?
Ülker hüzünlenm şt :
- B lmem k ... Bana öyle gel yor, d ye cevap verd .
Em ne’y büyük b r merak sarmıştı. Kend s ne y ce açılan arkadaşının
sam mî davranışına güvenerek b raz daha der ne g tmek sted :
- Bu uzak zaman gelecek zaman olamayacağına göre herhalde geçm ş
zaman olacak.
- Evet...
- Ülker! Acaba sana geçm ş zamandan n ç n seslenen var? A len tar hî
b r a le m ?
Em ne bunu söyled kten sonra dokuz on aydır aynı sınıfta yaşadığı
arkadaşının yüzüne d kkatle baktı: Duru buğday reng der s , düz ve güzel
saçları, çek k gözler ve mânâlı bakışlarıyla tam b r Orta Asya t p yd .
Ülker cevap vermeden aklına gelen sordu:
- Nerel s n? A le kökün nerede?
Ülker çok durgun b r eda le h ç yüksünmeden cevap ver yordu:
- Ben buralıyım ama, a le köküm uzakta, doğudadır.
Evler nde menşeler n n Horasan olduğu söylenen Em ne, «doğu»
kel mes n ş t nce:
- Yan Horasan’da mı? d ye sordu.
Ülker başını salladı:
- Horasan ned r kardeş m? Kapı komşu b r yer. B z mk çok daha
uzakta...
Em ne hayretler ç ndeyd :
- Bunu a le ç ndek söylent lerle m b l yorsun?
- Söylent ler de var ama asıl esk den kalma, der üstüne yazılmış b r
soy kütüğü le b l yorum.
- Menşe n z neres ?
- Kamlançu!...
Em ne sustu. Bu adı b l yordu ama, nereden b l yordu, onu b rdenb re
kest remed .
İk arkadaş uzun b r süre susarak durdular. Em ne yavaş yavaş
Kamlançu’yu hatırlamaya başladı. Daha pek yakınlarda b r doktora tez m ,
yoksa b r ün vers te yayını mı olarak, her ne se, yayınlanmış olan b r
Uygur masalında bu kel me geç yordu. Doçent Em ne onu da alıp zevkle
okumuştu. Ş md Ülker’ Uygur kızı g b görüyordu. Bu sefer onu âdeta
sınava çekmek ster g b b r düşünceyle sordu:
- Bu Kamlançu nereye düşüyor?
- Belk bugünkü Moğol stan’a...
Em ne hayretler ç ndeyd . Arkadaşının da kend s g b tar h ve
edeb yat meraklısı olmadığını, yalnız felsefeden, b raz da matemat kten
zevk aldığını b l yordu. B rden aklına gelm ş g b rk lerek sordu:
- Soykütüğünüzü gösteren der hang yazıyla yazılı?
- Uygur yazısıyla...
- Sen bu yazıyı okuyor musun?
- Hayır.
- A lede okuyan var mı?
- A len n erkekler okur. Babam ve ağabey m...
- Kızlar neye okumaz?
- Başkalarıyla evlen p g decekler , yabancı olacakları ç n...
Em ne dem nden ber ş tt kler yle Ülker’e der n b r sempat
duymuştu:
- Ülker kardeş m, ded . Bu soykütüğünde kaç atan yazılı?
- Y rm kadar. Ondan sonrasını a le r vayetler ve mezar k tabeler yle
b l yoruz.
Em ne’n n soracağı b r şey kalmamıştı. Söz olsun d ye sordu:
- İlk atanın adı ne?
- Burkay!
- Burkay mı?
- Evet...

Em ne’n n aklı y ne Uygur masalına g tt . Orada da b r Yüzbaşı


Burkay vardı ve öldükten sonra ruhu, sevg l s ne hâlâ aşkını söylüyor, o da
«Sus, sus!» d ye cevap ver yordu.
Em ne’de korkuya benzer b r hal peyda olmuştu:
- Duyduğun sesler n bunlarla b r lg s var mı?
- Hayır.
- Dem n, b z gelmeden önce ne duyuyordun?
Ülker, ş tt kler n eks ks z hatırlamak ç n b r ara düşündü. Sonra
Em ne’ye dehşet veren şu sözler söyled :
- B r erkek, «Izdırap çek yorum; sen de ben sev yor musun?» d ye
ağlıyor, b r kadın da buna «Sus, sus, ben de ızdırap çek yorum!» d ye cevap
ver yordu.
4 Ağustos 1972
Sözlük
adese: Mercek.
âfet- can: Canın felaket .
ak de: Prens p, doktr n.
alâmet: Bel rt .
alelade: Sıradan.
alenen: Açık olarak.
âm l: B r ş yapan; üzer ne alan; sebep olan, etken.
âm r: Em r veren; buyuran; üst; yetk sah b görevl .
asab yet: S n rl l k; hırçınlık; m ll yet duygusu; akrabalık, kandaşlık.
asalet: Köklülük, soyluluk; as ll k; saygı uyandıracak şek lde davranma.
avam: Halk tabakası; cah l halk; aşağı tabaka.
baht yar: Ummadığı kadar y l k ve mutluluğa kavuşan.
bakanlık emr ne alınmak: B r devlet memurunun herhang b r sebeple görev
yapması stenmed ğ nde, merkeze alınması.
bâr: Yük; sıkıntı.
bar z: Besbell , apaçık, bel rg n.
bedbaht: Bahtsız, tal hs z; felâket uğramış olan; mutsuz; üzüntü ç nde.
bed î: Güzel, beğen len; güzell k, estet k.
beraat- z mmet asıldır: B r k msen n suçlu olduğu kanıtlanmadıkça suçsuz
sayılmasını emel lke olarak kabul eden hukuk prens b .
b d’at: Sonradan çıkan; İslam’da Peygamber’den sonra ortaya çıkan
aşırılıklar ve yen l kler.
b lhassa: Özell kle; en çok; hele; her şeyden önce.
b rsam-ı saadet: Halüs nasyon; sayıklama; hezeyan; sanrı; uyanık b r
nsanın b r şey görür g b davranması.
b zat h : Kend nden; kend s .
bud zm: Tab atüstü kend ne özel b r tanrı yer ne, salt varlığın nsanda
arzu b ç m nde bel rd ğ n ve bundan da ızdırabın doğduğunu; bu
ızdıraptan kurtulmak ç n de varlıktan vazgeçmek gerekt ğ n ler süren
H nd stan ve Ç n’de yaygın b r nanç.
buhran: Kr z.
ca’lî: Yapma; uydurma; sahte.
ce elkalem: B r çırpıda; aklına geld ğ g b .
ceht (ceh t): Başarmak ç n çabalama.
celpname: Çağrı kâğıdı.
cemad: Cansız varlık; c s m, nesne.
cevaz: İmkân; olanak; ht mal; yasak olmama; z n.
c het: Yön, taraf.
cüret: Cesaret, y ğ tl k; düşünces zce ataklık.
daüssıla: Gurbettek ler n duydukları vatan, yurt hasret .
del l: Kanıt.
derunî: Der ne a t, çsel, ruhî.
d mağ: Bey n; z h n, b l nç.
dönme: D n n değ şt r p müslüman olan k ş , mühted .
dubara: Tavlada k zarın da k gelmes .
dü: Farsça k .
ebed yet: Sonsuzluk, ebedîl k.
ehemm yet: Önem, öneml olma; öneml l k.
ehl yet: Uzmanlık, yeterl k, ş b l rl k.
elzem: En gerekl , en lüzumlu, vazgeç lemez.
eser: İz, bel rt ; meydana get r lm ş yazılı, sesl , m mar vb. ürün.
esrarlı: G zl yönler bulunan; sırlarla dolu.
eşref- mahlûkat: Yaradılmışların en şerefl s , nsanoğlu.
etajer: Kapaksız, raflı taşınır dolap.
evrak: Varaklar, yapraklar; yazılı kâğıtlar.
falso: Yanlış davranış; b r müz k parçası cra ed l rken yapılan nota
yanlışlığı.
fas d da re: Kısır döngü.
fevkalâde: Olağanüstü.
fırka: Part ; askerî b rl k; h z p; grup.
füsun: Büyü, s h r.
fütuhat: Fet hler.
ga et: Çevres nde olup b tenlerden habers z olma; dalgınlık,
sezg s zl k; d kkats zl k, boş bulunma; tedb rs zl k.
galebe çalmak: Yenmek; üstün gelmek.
gam-ı aşk: Aşk üzüntüsü
garabet: Yadırganacak durum; tuhaflık.
garâmî: Duygusal; l r k.
gaşyolmak: Kend nden geçmek.
gayr ht yarî: Kend l ğ nden, stem dışı olarak.
gayr şuurî: B l nç dışı; şuur dışı.
gayr tab î: Doğal olmayan.
gülzar: Gül bahçes .
güruh: (Hoşa g tmeyenler n oluşturduğu) topluluk.
hadîs: Peygamber n sözü veya davranışı.
hâ le: Fac a; trajed .
hakaret: Onur kırıcı ve küçük düşücü söz ve davranış.
hak r: Horlanan; hor görülen; küçük, önems z, değers z.
hamule: Yük; taşınacak şey.
hâr: D ken.
hassa: Özel; özgü.
haşmet: Büyüklük, ht şam, görkem, heybet, kıyıcılık.
havad s: Olaylar; haberler.
havay (havaî): Boş; değers z; hava le lg l olan.
hayasız: Utanma, çek nme duygu olmayan; arsız.
hays yet: Onur, şeref, saygınlık; statü; t bar.
haz n: Üzüntü veren, dokunaklı.
herze: Saçma sapan söz; boş söz; zevzekl k.
hezeyan: Saçmalama; sayıklama; gerçek dışı düşünceye dayanan z hn n
karmaşası; z hnî coşkunluk.
h lâf: Karşıt; aykırı; zıt; karşıtlık; zıtlık.
hodb n: Yalnız kend çıkarların düşünen, ego st, benc l.
hulya: Kuruntu; hayal; mutluluk ver c düş.
hummalı: Çok sıkı, hareketl ; sürekl ; hararetl ; ateşl .
husus yet: Özell k; yakınlık, ahbablık.
hüzün (hüzn): Üzüntü; ç sıkıntısı; gönül üzgünlüğü.
ızdırap: İnsana acı veren, üzüntü veren durum.
drak etmek: Algılamak; anlamak; kavramak; er şmek; ulaşmak.
fşa etmek: G zl şeyler açığa vurmak; yaymak; açıklamak.
ft har: Övünç, kıvanç.
ğb rar: Tozlanma; b r nden beklen len davranışı görmey nce kırılma,
gücenme.
hfa etmek: G zlemek, saklamak.
hmal etmek: Savsaklamak; gereğ g b yapmamak; lg göstermemek.
htar: Uyarma; hatırlatma; kaz; uyarı.
ht lal: Karışıklık; anarş ; karmaşa.
ht lattan men etmek: (Tutuklu ç n) Başkalarıyla görüşmes n engellemek.
ht mal: Olasılık; olab l rl l k; belk .
ht va etmek: İç ne almak, kapsamak.
ht yatkârlık: Sakınganlık; tedb rl l k.
k nc nev zafet terk b : İk nc tür s m tamlaması.
kt fa etmek: Yet nmek.
lahî: Tanrısal; Allah’a a t; lahla lg l ; çok güzel.
ma: Dolaylı anlatma, şaret, m.
nh sar: Tekel.
nkılâp: Kısa sürede meydana gelen değ ş kl k; b r halden başka b r hale
geç ş.
nş rah: Gönül açıklığı; ferahlık; ç rahatlığı; rahatlama.
nt ba: Z h nde z bırakma; zlen m.
nt sap: Katılma, g rme, bağlanma.
nz bat: D s pl n.
pt da : Gel şmem ş; lkel.
pt la ( bt lâ): T ryak l k; alışkanlık; kötü alışkanlık.
rt calen: Doğaçlama olarak; ç nden geld ğ g b .
snad: Suçlama; üstüne atma; yükleme; ft ra.
st bdad: Baskıcı, total ter yönet m.
st dad: Yatkınlık, anlayışlılık, kab l yet, yetenek.
st ğna: Tok gözlülük; eldek n yeterl bulma; ht yaçsızlık; çek nme.
st ğrak: İç ne gömülme; dalma; boğulma; dalgınlık; kend nden geçme.
st hfaf etmek: Küçümsemek, önem vermemek.
st hkar: Hor görme, aşağılama; hak r görme.
st hraç: Çıkarım; b r şey n ç nden başka b r şey çek p çıkarma;
çıkarsama.
st hza: B r yle alay etme; zevklenme; nce alay.
st kbal: Gelecek; gelecek zaman; gelen karşılama.
şba: Açlığını g derme; doyurma; doyma; doymuşluk hal .
şm zaz: B r şeyden hoşlanmayıp yüz buruşturma; ürperme; can sıkma.
t dal: Ölçülülük, aşırı olmama hal .
t yad: Alışkanlık.
tt fak: Görüş b rl ğ ne varma; uyuşma; b rleşme; b rl k.
zafî: Bağlı olduğu nesne ve olaya yahut k ş ye göre değ şen; görecel ;
görel .
zahat: Açıklamalar.
kab l olmak: İmkân dah l nde bulunmak.
kâbus: Karabasan; boğulma duygusu, sıkıntı ve ağırlık veren korkulu
rüya veya hayal; nsanı ted rg n eden acı olay.
kâf : Yeterl .
kalbî: Gönülden.
kanaat: El ndek yle yet nme; kanma; nanma; f k r, düşünce, kanı.
kat yet: Kes nl k.
kepaze: Utanmaz; arsız; yüzsüz; gülünç; değers z.
keramet: Olağan dışı yetenek; Allah’ın bazı k mselere bağışladığına
nanılan olağanüstü yetenekler.
keşfetmek: Var olduğu halde b l nmeyen b r şey bulmak; sezmek;
b lmek; anlamak.
kırat: Elmas vb. kıymetl madenler n ölçülmes nde kullanılan ağırlık
b r m ; n tel k, düzey, sev ye, kal te.
küstah: Davranış ve sözler yle karşısındak kıran; her türlü saygıyı b r
kenara bırakan; edeps z, terb yes z.
lâd nî:D n dışı.
lahza: B r bakışlık zaman; göz açıp kapayıncaya kadar olan zaman.
laubal l k: Saygısızlık dereces nde senl -benl olmak; tekl fs zl k.
leh: Ondan yana, ondan taraf; onun faydasına..
levh- mahfuz: her şey n, nsan kader n n, olmuş ve olacakların âlem
yaratılmadan önce Allah tarafından takd r ed lerek üzer ne yazıldığına
nanılan lahî levha.
lütufkâr: İy l ksever; yardımsever; el açık; k bar, naz k.
mahcup: Utangaç; utanmış; örtülü, perdel .
mah yet: İçer k.
mahkûm: Hükümlü; hüküm g ym ş.
mahkûm yet: Hüküm g y lm şl k.
mahlûk: Yaradılmış; yoktan var ed lm ş; hayvan.
mahpus: Hapsed lm ş; kapatılmış olan.
mahrem yet: G zl l k; özel hayata da r g zl l k.
mahrum yet: D led ğ n elde edememe, yoksunluk.
mahzun: Hüzünlü, kederl .
makule: B l msel tasn f yapılmış şey; kategor ; c ns, grup.
mal k olmak: B r şeye sah p olma hakkını el nde bulundurmak ve onu
elde etmek;
Man ha zm: Man c l k; her şey , b r tamamen ben msenen ve y olan
ruh, d ğer ayırımsız redded len ve kötü olan madde olarak k ye ayıran
görüş ve bu görüşün öğret s .
mazhar yet: Emel ne er şme, maksadına ulaşma.
maz : Geçm ş zaman; geçm ş.
mazur: Özrü ve mazeret bulunan; özürlü, kusurlu.
mecra: Su yolu; akış yönü ve yer ; b r ş n g d ş doğrultusu.
meçhul: B lmeyen.
mefhum: Kavram; b r kel men n taşıdığı anlam.
mel’un: Lanetlenm ş; lanetl .
melâl: Büyük üzüntü; sıkıntı; hüzün.
melankol k: Ruhsal ve bedensel çöküntüye düşmüş olan; kara sevdalı;
karamsar; hüzün veren.
mendebur: İşe yaramaz; haylaz; ğrenç.
menf : Olumsuz; karşı çıkan; negat f, eks .
menfur: Nefret ed len; ğrenç.
menşe: Çıkış yer ; kaynak; or j n.
mers ye: Ağıt; sağu.
meşgale: Uğraşı.
meşhur-ı c han: Dünyanın tanıdığı; dünyaca tanınmış.
metanet: Sağlamlık, met nl k, dayanıklılık.
mezhep: G d len yol; tutulan yol; görüş; anlayış; öğret ; d n.
m hmandarlık: Konuk ağırlama ş ; rehberl k.
m hnet: Ez yet, zahmet, sıkıntı, dert, gam.
m nnet: Yapılan y l ğe karşı duyulan gönül borcu; hsan, lütuf; başa
kakma.
m sk n: Uyuşuk; üşengeç; tembel; âc z; yoksul; derv ş.
m st k: M st s zmle lg l , dünyadan el etek çekm şl kle lg l ; kend s n
Allah’a adayan k mse; alegor k b r anlam taşıyan.
m zaç: Huy, karakter.
morf n: Uyuşturucu b r alkolo d.
muamele: Davranış b ç m ; yol, yöntem, şlem.
muamma: Anlaşılması güç şey; b lmece.
muayyen: Bel rlenm ş, kararlaştırılmış.
muhakeme: B r sonuca ulaşmak amacıyla konu üzer nde akıl yürütme;
k tarafı d nleyerek hüküm verme; karara varma; çıkar yol arama.
muhakkak: Gerçekl ğ kes nleşm ş; kes n olarak b l nm ş; değ şt r lmes
mümkün olmayan.
muhassala: Elde ed len şey, sonuç; b leşke.
muhayyele: Hayal etme yet s ve gücü.
muhtemel: Olması ve gerçekleşmes beklenen; olası.
muhter s: Aşırı stekl , hırslı, ateşl .
mukab l: Karşı; b r şeye karşı olarak yapılan şey; karşılık.
mukadderat: Mukadder olan şeyler, alın yazısı; Allah’ın hükmü.
mukaddes: Kutsanmış; mübarek, kutsal.
mukaddesat: Kutsal şeyler.
mukayese: Kıyaslama; karşılaştırma.
mun s: Uysal; cana yakın.
murabba: Dörtlü; dört mısradan oluşan b r nazım şekl ; beste; kare.
musallat: Askıntı; b r şey üzer ne rahatsızlık verecek derecede düşen.
mutad(mutat): Her zaman olduğu ç n alışılmış olan; her zamank .
mutasavvıf: Tasavvufla meşgul olan; m st k.
muted l: Ilımlı, yumuşak huylu.
muttar d: B r düzeye g den, monoton, yeknesak.
muva ak: Başarılı, başarmış olan.
muvazene: Denge; dengel l k.
muzdar p (mustar p): Izdırap çeken; acı çeken.
mübalağa: Abartma, aşırı g tme.
mübar z: Teke tek savaşan; savaşanlardan her b r .
mübaş r: Davası görülecekler mahkeme salonuna çağıran görevl .
müebbeden: Sonsuzca; sonsuza kadar.
müessese: Kurum.
müfteh r: Övünen; övünç duyan.
mümess l: Tems lc .
münakaşa: Tartışma, rdeleme.
münasebet: Uyum; l şk ; bağ; lg ; bağıntı.
münk r: İnkâr eden; nkârcı; nanmayan; Allah’ı nkâr eden.
münzev : Issız b r yere çek l p tek başına yaşayan; keş ş; yalnızlığı
terc h eden.
müphem: Bel rs z, ne olduğu bell olmayan.
mürekkep: B rleş k, b rleşm ş; oluşmuş; yazı yazmaya yarayan renkl
sıvı yazı malzemes .
müsamaha: Hoşgörü; anlayışla karşılama.
müstakır: Sab t; yer nden oynamayan; karar kılmış olan.
müstear: Eğret olarak alınmış; takma.
müstehz : Alaycı.
müstezad: D van edeb yatında b r nazım türü.
müsvedde: Taslak; üzer nde çalışılan yazı; karalama; kend n dareden
âc z nsan.
müşk lat (müşkülat): Güçlükler; engeller; zorluklar.
müşk lpesend (müşkülpesend): B r şey beğen p beğenmemekte zorluk
çeken; zor beğen r olan; kararsızlık çeken.
mütehassıs: Uzman.
mütemadî: Kes nt s z; sürekl ; devamlı olarak.
mütemad yen: Sürekl ; aralıksız, b tev ye.
mütevekk l: Her ş n Allah’a bırakan, tevekkül sah b .
müz’ ç: Bıktıran, usandıran; bunaltan.
nad r: Benzer az bulunur; seyrek, ender.
nakzetmek: Bozmak.
nas: Topluluk, halk, nsanlar; hüküm, dogma.
nazarî: Teor k, kuramsal.
nazar ye: Teor ; kuram; görüş.
naz kâne: K barca.
nefer: Fert; asker; er.
neşr yat: Yayınlanmış; basılmış eserler.
nezaket: İncel k, k barlık.
n m:Yarım, yarı.
nufûz etmek: B r şey n ç ne şlemek; etk l olmak; ç ne şlemek;
anlayab lmek, ncel ğ n kavramak.
nükte: Anlam ncel ğ taşıyan düşündürücü söz; espr .
otor te: Emretme gücü; kend n kabul ett rme ve saydırma gücü; yetke.
palaska: Askerler n beller ne veya çaprazlama göğüsler ne taktıkları,
üzer nde kasatura, matara g b şeyler takmağa mahsus yerler bulunan,
sağlam dokuma veya köseleden yapılmış kayış.
paydos: Çalışmayı geç c olarak bırakmak.
peleseng: Konuşma sırasında yerl yers z tekrar ed len söz.
perh z: Sakınma; korunma; msak; haramdan kaçınma; nefs n
kısıtlama; d yet.
pervane: Ateş etrafında dönen ve dönerken ateşe atılan b r uçan böcek.
peyda olmak: Ortaya çıkmak; bel rmek; hasıl olmak.
râm olmak: Boyun eğmek.
resm yet: İl şk lerde ölçünün, b ç m n önemsend ğ durum; resmîl k.
r ayet: Kurallara uyma; saygı gösterme; t bar etme; ağırlama.
r yakâr: Davranışları düşünceler ne uymayan; k yüzlü, müra .
r yaz : Matemat kle lg l .
ruh halet : Ps koloj k durum.
saadet: Baht yarlık, mutluluk.
sadakat: Bağlılık.
saf yane: Çok tem z, çok saf olarak.
saf yet: Saflık, tem zl k.
sagar-ı keş de: Kaldırılmış çk kadeh .
sa k: Sevkeden, götüren; sebep, güdü.
sarf: D lb lg s n n kel me yapısı ve b ç m lg l olan dalı, morfoloj .
sathî: Yüzeysel.
sebat: Sözünde veya yer nde durma; b r ş sonuna kadar sürdürme.
sec ye: Yaradılış, karakter; huy; ıra.
semavî: Göksel; gökle lg l ; lâhî; tanrısal.
serap: Hayal; düş; atmosferdek ışı kırılmaları sonucunda çöllerde
oluşan ve gözlemleneb len su, vaha vb. görüntüler.
serv- s m n: Gümüş serv .
seyyâle: Akan şey; sıvı.
s gaya (sıygaya) çekmek: B r k msey sıkı b ç mde sorgulamak.
s ls le: Z nc r, z nc rleme; sıra, d z ; şecere.
s ma:Yüz, çehre; t p.
s ne: Göğüs.
softa: Medrese öğrenc s ; yeterl b lg s olmadığı halde b lg çl k
taslayan bağnaz k mse.
stajyer: Staj yapan; aday.
sûr: Boru; kıyamet günü İsraf l’ n çalacağı boru.
sükûnet: D nme, durma, yatışma; harekets zl k, sess zl k; soğukkanlılık.
şahsî: K ş sel; k ş ye a t.
şahs yet: K ş l k.
şaklaban: Başkalarını eğlend rmek ç n kend n gülünç duruma
düşürmekten çek nmeyen; dalkavuk.
şaman zm: Şamanlık; S b rya halkları le esk Orta Asya Türkler
arasında kam, baksı adı ver len büyücü-falcı-otacı d n adamlarının
aracılığına ve doğa güçler ne nanma b ç m nde görülen lkel d n; kamlık.
şevk: Aşırı stek; coşku.
ş ar: Ayırıcı özell k; belg ; şaret, bel rt ; parola.
şuh: C lvel ; serbest davranışlı (kadın).
taarruz: Saldırı; hücum; atılış.
tab yet: Uyrukluk; bağlılık.
tab ye: Yerleşt rme; hazırlama; takt k.
tafs lat: Ayrıntılar, ncel kler; detaylar.
tahammül: Yüklenme; katlanma; dayanma; sabır.
tahayyülat: Hayalde canlandırmalar; hayal kurmalar.
tahk r etmek: Gönül kırıcı olmak; aşağılamak; küçük görmek; hakaret
etmek.
tahr f: B r sözün anlamını değ şt rme; bozma.
tal mname: Savaşa gereken b ç mde hazırlanmak ç n s lahlı kuvvetlerde
bulunan her sınıf ve s lahın muharebe ve h zmet yönünden nasıl
kullanılacağını, her sınıfın nasıl s lah, araç ve gereçle nasıl eğ t leceğ n
açıklayan, askerî takt k ve b lg ler çeren kılavuz k tapçık.
tarz ye: Gönül alma; bağışlanmasını steme; dua etme.
tasavvuf: Tanrı’nın n tel ğ n ve evren n oluşumunu varlıkta b rl k
anlayışı ç nde açıklamaya çalışan d nî ve felsefî akım; m st s zm; İslam
m st s zm .
tasavvur: Tasarım; z h nde yapılan planlama; amaç, düşünce.
tasf ye etmek: Arıtmak; ayıklamak; yok etmek; ortadan kaldırmak.
tash h: Doğrultma; düzeltme.
tay n etmek: Bel rlemek, kararlaştırmak; atamak.
tebessüm: Gülümseme.
tecell : Görünme; ortaya çıkma; lahî kudret n nsanda ve varlıklarda
görünmes .
tedaî: Çağrışım.
teessür: Üzüntü duyma; etk s nde kalma; üzülme.
tefelsüf: Felsefeyle lg l konuşma; felsefe yapma; f lozoflaşma.
teferruat: Detaylar; ayrıntılar.
tefr ka: Ayrılık; ayırma; bozuşma, n fak; ard arda parçalar hal nde
yayınlanan yazı ser s .
tehd tkâr: Tehd t ed c , tehd t bel rt s taşıyan.
tekâmül: Olgunluk; olgunlaşma; evr m.
tekerrür: Tekrarlanma; y nelenme.
tekl f: B r şey n yapılmasını steme; öner ; verg .
telepat : B r k ş ye a t duyum, düşünce ve zlen mler n b r başka k ş ye
b l nen f z ksel yolların dışında b r yolla ulaşması; uzak duyum.
telepat k: Telepat yle lg l durum.
tel f: Uzlaştırma; b r araya get rme; b rb r ne uydurma; bağdaştırma;
eser yazma; meydana get r lm ş eser.
telk n etmek: B r düşünce veya duyguyu b r k msen n z hn ne
yerleşt rmek, aşılamak.
temas etmek: Dokunmak; l şk kurmak.
temenn : Gönülden d leme, d lek.
tem n etmek: Sağlamak, nandırmak.
temk n: Ağırbaşlılık; ölçülülük; tedb rl l k.
tenasüh: Ruhun nsan hayvana, hayvandan nsana, nsan nsana geçmes
nancı, ruh göçü.
tenb h (temb h): Uyarma, uyarıcı; kaz; uyarım.
tene üs: Soluk alma; ders arası d nlenme.
tenk t: Eleşt r ; kr t k; olumsuz yargıda bulunma; eleşt rme.
terc h etmek: Yeğlemek; yeğ tutmak.
terk etmek: Bırakmak; ayrılmak; vazgeçmek; boşamak; hmal etmek.
terk p: Parçaları b rleşt rme; tamamlama; tamlama; sentez.
teşb h: Benzetme.
teşebbüs: G r ş m.
teşh s: Tanıma; tanılama; ne olduğunu bel rleme.
teşm l: Kapsamına alma; yayma; gen şletme.
tezahür: Ortaya çıkma; görünme; bel rme; arka çıkma.
umman: Eng n den z; okyanus.
umumî v cdan: Genel kanaat, kamuoyu.
usanç: Bıkkınlık; bezg nl k; yılgınlık.
vahdet: B rl k.
vah m: Üzücü ve korkunç durum; tehl kel ; korkunç.
vaka: Olay.
vâkıf: B r ş gereğ g b b len; malını vakfeden, bağışlayan.
vâr s: M rasçı.
vaz fe: Görev; okul ödev .
vefa: Sevg de bağlılık, dostlukta sebat, sadakat.
vehmetmek: Olmayan b r şey var saymak; olmayan b r şeyden korkmak.
veraset: M rasçılık; kalıtım.
vukuat: Olaylar; olup b tenler.
vuslat: Kavuşma; buluşma; b rleşme.
vuzuhsuz: Açık ve anlaşılır olmama; bel rs z.
yar: Dost
yek: Farsça b r sayısı.
yüksünmek: Yük saymak; tembell k etmek; üşenmek.
zâ r: Z yaretç .
zel lâne: Aşağılık b ç mde.
zevc: Koca, erkek eş.
zevce: Kadın eş.

You might also like