Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 3

*14 Mart

14 Mart Perşembe Dersinin Çerçevesi ve İçeriği

1. Bilim Nedir? Bilimi diğer insan etkinliklerinden(sanat, edebiyat, tarih) ayıran temel özellikler
nelerdir?
2. Bilim Felsefesine ilişkin okumaların çerçevesi nasıl olmalıdır?
3. Bilimsel gelişmeleri tetikleyen unsurlar nelerdir? (tarihsel, toplumsal, kişisel ya da hiçbiri)

Kullanılan anahtar kavramlar ve kişiler: Tarihselcilik, Nesnellik, olgu, kuram, Pozitivizm,


kültür, mitoloji, idoller; Platon, Aristoteles, Giordano Bruno, R. Descartes, Francis Bacon,
Kopernik. Thomas Kuhn, Alexander Koyre

Dersin şeması
Soru: “Bilim, Bilim insanı tarafından, tüm önyargılardan, kültürel kabullerden, değer
yargılarından bağımsız olarak yürütülen; tamamiyle objektif bir etkinliktir” ifadesine katılıyor
musunuz?

Genel olarak tarih, özel olarak da bilim tarihi söz konusu olduğunda çağdaş düşünürlerin
birçoğu (Thomas Kuhn, Alexander Koyre, Charles Percy Snow) yukarıdaki soruda tırnak
içerisine alınmış ifadeye belirli açılardan itiraz eder. Bunun başlıca sebebi, bahsi geçen
ifadenin özensiz bir tarih okumasından türemiş olması, insanı tek boyutlu bir varlık olarak ele
alması ve içerisinde belirli birtakım ideolojik amaçlar barındırmasıdır. Bunları biraz daha
yakından incelemek gerekirse, örneğin bilimin sanat, din ve edebiyat ile olan ilişkisi ciddi bir
sorunsal olarak göze çarpar. Çünkü tırnak içine alınmış olan ifade, çoğunlukla, bilimin insani
etkinlikler içerisinde ayrıcalıklı ve özel bir konumu olduğunu çünkü onun bizzat insan aklının
ürünü olduğunu salık vermektedir. Şüphesiz bu yargı tamamen yanlış değildir. Bilim hala
birçok yöntem arasında dünyayı anlamamız hususunda kullandığımız en verimli araçtır.
Ancak Bilimi diğer insan etkinlikleri ile hiyerarşi içinde ele almak, onun diğer insan
etkinlikleri ile olan etkileşimlerini gözden kaçırmaya sebep olabilir. Öte yandan onun
rasyonel bir etkinlik olduğu yönündeki ısrar da kendi içerisinde iki tehlike barındırmaktadır.
Bunlardan ilki: bilim dışında kalan; sanat, edebiyat, hukuk, felsefe vb etkinlikleri irrasyonel
olarak mahkum etmek ve bu etkinliklerin ürettiği nesneleri (ürün ya da bilgi de denebilir)
değersizleştirmektir. İkinci tehlike ise bilimi salt rasyonel (dar anlamıyla aklın ve sistematik-
mantıksal) düşüncenin ürünü olarak görmek, onun tarihsel ve toplumsal arka planını
kaçırmaya neden olur. Bilimsel devrimler tek başına o devrimi gerçekleştiren müstakil
bireylerin sahip olduğu yüksek dehanın ve rasyonelliğin ürünü değildir. Aksine birçok tarihsel
örnekte görülebileceği gibi kişisel duygular, ilgiler, toplumun refah durumu, inançlar ve politik
tercihler belirleyici bir role sahiptir.

Örnek: Kopernik tarafından geliştirilen Güneş merkezli evren modelinin ilhamının


kaynağında, Kopernik’in Güneş, ateş ve doğaya tapan uygarlıklara olan ilgisinin yatması.
Kimya tarihindeki birçok buluşun aslında simya adı verilen “sahte bilim” olarak tanımlanan
bir uğraş esnasında tesadüfen keşfedilmesi. Bilimsel olarak hata payı daha yüksek kimi ölçüm
yöntemlerinin, daha doğru sonuç veren yöntemlere tercih edilmesi ve bunun salt politik
gerekçelerle yapılması vs.

Peki bilime giydirilmeye çalışılan bu “rasyonellik gömleği” nereden çıktı?

Bu sorunun yanıtını da yine tarihte ve özellikle de batıda 19.yy’da başlayan sosyal


değişimlerde aramak hatalı olmayacaktır. Birkaç yüzyıldır süregelen keşif ve icatlar ile
onların sayesinde evrene ilişkin bilgimizin hızla artması; deney, gözlem ve nedensel ilişkileri
merkeze alan düşünme biçimi olarak bilimin öne çıkmasına sebep oldu. Matematik ve mantık
gibi disiplinlerden de etkin bir şekilde faydalanan bilimsel düşünce, artık evrenin açıklanması
konusunda sarsılmaz bir konuma sahipti. Böylece 19.yy’da aydın çevreler tarafından sorulan
soru “bilginin kaynağı” ya da “elde edilebileceği doğru disiplin” olmaktan çıkıp, “nasıl olur
da tüm etkinlikleri doğa bilimleri gibi olgusal veri üreten yapılar haline getirebiliriz?” haline
geldi. Bu doğrultuda felsefe başta olmak üzere her türden insani etkinliğin kabul görme ölçütü
onun ne ölçüde “olgusal” veri üretebildiği sorusu etrafında şekillendi. Başka bir deyişle eğer
felsefe, tarih, din, edebiyat vb. alanların tıpkı kimya, biyoloji, fizik gibi olgusal-deneysel
temelde yeniden kurulmaları; şayet bunu başaramıyorlarsa da “bilgi” iddiasında
bulunmamaları gerektiği görüşü kanıksandı. Bunun tipik örneklerinden birisini Pozitivizm
düşüncesinin kurucusu olarak kabul edilen Auguste Comte’da görürüz. Comte’a göre her
bilim tıpkı fizik gibi örgütlenmeli ve deneysel verilerden hareketle kuramsal çerçevesini
şekillendirmelidir. Aksi halde “aşağı” bir metafizik uğraş olarak etiketlenip bir kenara
atılmalıdır. Ancak ironik bir şekilde üç hal yasası olarak adlandırılan kuramsal çekirdeğiyle
pozitivist düşünce, tam da üç aşamayı anlatan şemasında hristiyan bilinçdışını taşımaktaydı.
Öte yandan Comte’un öğretisi, çekirdeğinde herhangi bir deneysel-olgusal nüve olmaması,
üstelik de bir “meta-yaklaşım” olması sebebiyle, aslında kendi içinde metafizik “batağına”
düşmüştü. Kaçındığı metafizik bizzat kendi düşüncesinde hayat bulmuştu. Dolayısıyla
bilimsel etkinliği insanın rasyonel düşüncesinin nesnel (objektif anlamında) bir ürünü olarak
değerlendirmek; onu hatalı bir biçimde sınırlandırmak anlamına geliyordu.

Not: Metafizik dar anlamda Aristoteles’in eserleri içinde konusu fizik dışında kalan eserleri tasnif etmek
için kullanılan bir terimdir. Aristoteles, kavramı, ilk nedenin bilimi (ya da ilk ilkelerin bilimi/evrenin
araştırılmasının zemini) olarak, hiyerarşide fizik ve matematiğin üzerinde konumlandırmıştır. Bir bakıma
Aristoteles için metafizik tüm varlık alanını soruşturan en yüksek etkinlik olarak tanımlanmıştır. Ancak
kavramın içeriği zamanla değişmiştir. Özellikle 19. Yüzyıla gelindiğinde, metafizik sadece akıl yürütmeler
aracılığıyla yürütülen ve deneye başvurmadığı için safsata üreten bir uğraş olarak görülmeye
başlanmıştır.

You might also like