Professional Documents
Culture Documents
Vize Ders Notlarä 1
Vize Ders Notlarä 1
I. Hafta
*Dilin Tanımı
*Dilin Özellikleri
*Dilin Doğuşu
Dilin Tanımı
•Türkçe Sözlükte;
•“ İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle
veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan.” şeklinde açıklanmıştır.
•Muharrem Ergin ise,
•“ İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir vasıta, kendine ait
kanunları çerçevesinde gelişen canlı varlık, bilinmeyen zamanlarda
oluşmuş gizli anlaşmalar sistemi, seslerden oluşan sosyal bir kurum “
(1993: 3) şeklinde ifade etmiştir.
•«İnsanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu,
düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi
değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kuralların yardımı ile başkalarına
aktarılmasını sağlayan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir
sistemdir.» (Prof.Dr. Zeynep Korkmaz)
•«Dil, sınırlı anlamın sınırsız kullanımıdır.» W.von Humbolt
•«Dil, sınırlı sayıda sözcük ve kuraldan yararlanarak türetilebilecek
sınırsız sayıda cümleden oluşan bir bütündür.» Noam Chomsky
•«Dil, düşüncenin evidir.» Heideger
•Dil kendisini oluşturan ögeler ve bu ögeler arasındaki ilişkilerden oluşan
bir dizgedir.
Dilin Özellikleri
•Dilin asıl görevi toplumda yaşayan insanlar arasında bir anlaşma aracı
olmasıdır. “İnsanlar
duygularını, düşüncelerini, fikirlerini, hükümlerini birbirlerine nakletmek,
meramlarını birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya başvururlar.
İletişim Şeması
•Bağlam
8. Seslerden örülmüştür.
•Dil seslerden oluşmuş bir sistemdir. Doğal olarak öncelikle bir sözlü
anlatım aracıdır. Fakat bu ses tabiattaki sesler gibi tesadüfi değil, insanın
ses yolunda belirli şekillerde oluşmuş ve biçimlenmiş sestir.
•Sesler bazen tek başlarına, çoğu zaman da bir araya gelerek canlı- cansız
varlıkları, mefhumları ya da durumları karşılayan dil unsurlarını meydana
getirirler.
•Sesler dilin malzemesidir. Bütün dil birlikleri seslerden yapılır.
•Ses, dilin en küçük parçasıdır.
•Sesleri yazı dilinde karşılayan işaretlere harf denir.
•Sesler duyulan anlamlı veya anlamsız ses birlikleri iken harfler
görülebilen sembollerdir.
•Her milletin bir alfabesi vardır. Türkçenin günümüzde kullanılan alfabesi
Latin alfabesine dayalıdır.
DİLLERİN DOĞUŞU
•Tarih öncesi dönem, yaklaşık beş bin yıl önce Sümerlerin çivi yazısını
icadıyla sona ermiş, Eski Çağ başlamıştır.
•İnsan, bir milyon yıl eski
•Bilinen en eski yazılı belge, Irak’ta eski bir Sümer kenti olan Kiş’te MÖ
3500 yıllarında.
•Bir tür resim yazı (piktogram) esasına dayalı çivi yazısı: Kiş Tableti
•İnsanlık tarihinin son beş bin yılı dışında elimizde herhangi bir belge
bulunmadığından dillerin ne zaman ve ne şekilde doğduğu sorusunun
cevabı yoktur.
•Dünyada konuşulan dillerin ne zaman, nerede ve nasıl doğduğu
bilinmediği için bilim adamları bu konu üzerinde değişik fikirler ortaya
koymuşlardır. Kimi bilim adamları dünyadaki dillerin tek bir kaynaktan
çıktığını tek köken kuramı-, kimileri de dillerin ayrı ayrı kaynaklardan
doğduklarını- çok köken kuramıileri sürmüşlerdir.
1. Yansıma (Bow-bow)Kuramı
• Alman bilim adamı Max Müller tarafından
ortaya konulan ve dillerin insanların tabiattaki sesleri taklit etmeleri
neticesinde doğduğunu savunan kuramdır.
3.İş (Etkileşim/Yo-ho-ho)Kuramı
• Bu kuramı savunanlara göre diller, insanların birlikte çalışmaları
esnasında çıkardıkları seslerin birleşmesi, bu seslerin zamanla eylemleri
ve varlıkların adlarını karşılamaları suretiyle oluşmuştur.
4. Jest-Mimik Kuramı
• Bu kurama göre diller, konuşamayan ilk insanların duygu ve
düşüncelerini anlatmak için birtakım sesler çıkarmaları, her sese ait bir
jest ve mimik yapmaları şeklinde ortaya çıkmıştır.
6. Tanrısal Kuram
•Mensup sayısı çok olan dinlere göre dilin kökeni Tanrısaldır.
•Dil, Tanrı tarafından yaratılmış, Hz. Adem’e varlıkların adları öğretilmiş,
ona konuşma becerisi verilmiştir.
•Dillerin doğuşuyla ilgili özellikle Fransız ihtilalinden sonra birçok
milliyetçi teoriortaya atılmıştır.
•John Webb; «Tufandan sonra Nuh, Çin’e çıkmıştır. Bu durumda ilk dil
Çince’dir.» der.
•Kempe, Tanrı’nın İsveççe, Adem’in de Danca konuştuğunu iddia eder.
•Martin Luther, Almanca’nın Tanrının dili olduğunu söyler.
•Port Royal Okulu, Fransızca dilbilgisinin dünya dillerinin en mantıklısı
olduğunu söyler.
KÜLTÜR
Kültür kavramı tarih boyunca pek çok bilimin konusu olmuş, dolayısıyla
da düşünürler tarafından farklı tanımları yapılmıştır. Kültürle ilgili yapılan
tanımlar ve sıralanan özelliklere rağmen kültür tanımlanması hâlâ zor bir
kavramdır. Türk düşünce hayatında da kültür kavramının mahiyetiyle
ilgili çalışmalar yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Türk
tarihinde kültür kavramına yönelik fikir yürüten ilk düşünür Ziya
Gökalp’tir. Gökalp, kültür kavramına Türkçe bir karşılık aramış ve bunun
da hars olduğunu belirtmiştir. Gökalp’e göre kültür, bir topluma ait
sanat, edebiyat, dil, inanç, değer, dünya görüşü, ekonomik, hukuk,
gelenek ve göreneklerin tümüne verilen isimdir.
İnsanın gelişimi ve varoluşsal gerçekliği kültürel genlerine kodlanarak
yüzyıllar boyunca geleceğe taşınmıştır. Bu kültürel genlere bakıldığında
insanın kendini nasıl gördüğü, neler düşündüğü; neler hissettiği,
duyduğu, yaptığı ve istediği anlaşılmaktadır. Bir insan kitlesinin
isteklerinin, ülkülerinin ve değerlerinin ne olduğu merak ediliyorsa
bakılacak ilk yer
kültürel anlayışıdır. Ekonomi, teknik, sanat, edebiyat, estetik, bilim,
devlet, coğrafya ve bunlar gibi insanın meydana getirdiği her şey
kültürün konusunu oluşturmaktadır. Kültür genel olarak “insanoğlunun
ortaya koyduğu maddi ve manevi değerlerin tümü” şeklinde
tanımlanabilir. Fakat burada maddi ve manevi değerlerin ne olduğuna bir
açıklık getirilmesi gerekir. İnsanın ortaya koyduğu tüm araç ve gereçler
kültürün maddi yönüne işaret ederken, yine insan ürünü olan tüm
anlamlar, kurallar, değerler ise manevi kültüre işaret eder . İnsanın
ürettiği her ahlak kuralı ya da her araç kültürün ögesidir. İnsanların
üzerindeki giysileri, günlük hayatta işlerini kolaylaştırmak için
kullandıkları araçlar, kafalarından geçen her ahlaki ya da dinî düşünce
kültürdür. Kültürün en belirgin özelliklerinden birisi hayatımızı kuşatıcı
olmasıdır. Kültürün hayatımızı kuşatması, her an onu etkilemesi ve bu
etkiyi devam ettirmesi ile açıklanabilir. Çocukluktan yaşlılığa kadar
başımızdan geçen tüm sosyal olayların hepsinde kültürü üretirken aynı
zamanda ürettiğimiz kültürle kültürleniriz. Bu durum toplumsal bir
olgudur. İnsan kendi kültürünü yaratırken yarattığı kültür de onu etkiler
ve geliştirir . Kültür bu açıdan hem nesne hem de özne konumundadır.
İnsan kültür üretir ve ürettiği bu değerleri yine kültürle geleceğe taşır.
İnsan ile kültür birbirlerinin mutlak kaynaklarıdır. Belirli bir gruba ait
insanların dünya görüşü, günlük hayat uygulamaları, kullandıkları dil ve
tercih ettikleri iletişim şekillerinin kültürün kapsamına girmesi; kültürün
önemli bir özelliğini göstermektedir. Belli bir gruba ait olma ve o grubun
özelliklerini paylaşma, bunun beraberinde kendini diğer gruplardan farklı
olarak görme, diğer grupların maddi ve manevi yaşayış tarzlarına yabancı
olma durumları kültürün özgün bir grup yaratma ya da özgün bir topluluk
oluşturma işlevini göstermektedir. Kültürün bu işlevi aynı kültürü
paylaşan insanların
birbirlerini kolay anlamalarını
birbirleriyle üretken ilişkiler kurmalarını
birbirlerine yapıcı bir şekilde bağlanmalarını
öznel bir kimlik oluşturabilmelerini,
aynı idealler için mücadele etmelerini sağlar.
Kültür, yaşanarak öğrenilen değerler manzumesidir. Bir insanın gündelik
hayatta kendisinden beklenen yeme, içme, giyinme, süslenme, inanma,
sevinme, gücenme, kısma, kavga etme, gülme, eğlenme ve tanıma gibi
sosyal hareketlilikler kültürün içerdiği davranış biçimleridir (Brooks,
1997). Tipik bir grup üyesinin bu davranışları nasıl, nerede, ne zaman, ne
kadar ve kimlerle gerçekleştireceğini Kültür genel olarak “insanoğlunun
ortaya koyduğu maddi ve manevi değerlerin tümü” şeklinde
tanımlanabilir. öğrenmesi ise yine kültür vasıtasıyla gerçekleşmektedir.
Çocuklar çevrelerinin farkına varmaya başladıklarında bu davranış
biçimlerini kültürel ortamda öğrenirler. Bu öğrenme süreci ise kimi
zaman bilinçli ama çoğu zaman da bilinçsiz bir şekilde gerçekleşir.
Çocuklar çevrelerinde olup biten olaylardan kendilerine pratik fayda
sağlayacak olanları seçip alırlar ve bu öğrenme süreci onların hayatlarının
bir parçası haline gelir (Güvenç, 2002). Burada dikkat edilmesi gereken
husus, çocukların öğrenirken bunu içgüdüsel ya da kalıtımsal olarak
değil,
yaparak ve yaşayarak öğrenmesidir. Dolayısıyla öğrenilmiş insan
davranışlarının
genel ifadesi olan kültür yeme, içme, uyuma gibi içgüdüsel; göz ve saç
rengi, boy
uzunluğu ya da kısalığı gibi kalıtsal özelliklerden ayrı değerlendirilmelidir.
Kültürel
değerlerden bahsedilebilmesi için sadece belli bir kara parçasında belirli
bir grup
tarafından paylaşılmasının yeterli olmadığı, aynı zamanda öğrenilmiş
olmasının da
gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.