Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 7

TÜRK DİLİNİN GELİŞİMİ VE

TARİHSEL DÖNEMLERİ1

Bugünkü bilgilerimize göre Türkçenin Altay dillerinden ne zaman ayrılıp bağımsız bir dil
olarak kullanıldığına dair kesin yargıda bulunmak mümkün değildir. İlgi çekici bir konu olan
bu “yaş” meselesi üzerine bazı görüşler vardır ancak herkesçe benimsenmiş bir tarih şimdilik
söz konusu değildir. Çünkü konuyla ilgili elde bulunan bilimsel veriler, kesin bir yaş
belirlemek için yeterli görülmemektedir. Türkiye’de pek çok bilim insanınca kabul edilen bir
görüş; Türkçenin yaşının bugünden en az 8500 yıl geriye gittiği şeklindedir. Söz konusu olan
bu süre, Türkçenin bugün yeryüzünde yaşayan diller içerisindeki en yaşlı dillerden biri, belki
de birincisi olduğunu gösterir. Bu şekilde MÖ 6500’lü yıllara tarihlenen Türkçenin ilk yazılı
izlerine, MÖ 4000’li yıllarda tarih sahnesine çıkan ve insanlığa yazı yazmayı armağan eden
Sümerlerden kalan tabletlerde rastlanır.

Sümercenin bugün yaşayan birtakım dillerle ilişkisi çok tartışılan konulardandır. Bu


tartışmalara konu olan dillerden biri de Türkçedir ve bu tartışma uzun zamandır
yapılmaktadır. Atatürk de bu tartışmalara ilgisiz kalmamış, 1935 yılında Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi’ni kurdurarak bu tür konuların araştırılmasını istemiştir. Konuyla ilgili
önemli bir çalışma yayınlayan Osman Nedim Tuna (1990), Sümerce ve Türkçede 168 ortak
kelimenin olduğunu ve bu kelimelerin akrabalıktan ya da kelime alış verişinden
kaynaklanacağını belirtmektedir.

Diller arasındaki ortaklıklar, ya akrabalık ya da komşuluk ilişkisi sonucunda oluşur. Sümerce


ile Türkçe arasında bir ilişki olduğu konusu, bu ortak kelimelerin tespit edilmesiyle kuşkuya
yer bırakmayacak biçimde ispat edilmiş, ancak ilişkinin niteliği henüz netlik kazanmamıştır.
Türklerin en az MÖ 3500’lerde Türkiye’nin doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir.
Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak varlığı
ispatlanmıştır. Türkçe’nin bilinmeyen zamanlarda Doğu ve Batı Türkçesi olarak
adlandırdığımız iki kola ayrıldığı pek çok bilim insanının benimsediği bir görüştür.

1
Ş.H. Akalın, Türkiye Türkçesi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 73-80.

1
Bugün yaşayan Dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgelere sahip olan dillerden biri, Türk
dilidir. Bunun kanıtı, çivi yazılı Sümerce tabletlerdeki alıntı kelimelerdir. Osman Nedim
Tuna’nın tespit ettiği 168 kelimeden birkaçı şunlardır.

SÜMERCE TÜRKÇE
adakur adak (ayak)
agar agır (ayak)
dingir tenri (Tanrı)
kaş - kaç –
men men (ben)
sag sag (sağ)
İki dil arasındaki ilişkiyi ispatlamak için bazı bilim insanları, üç-dört kelimenin ses ve anlam
olarak örtüşmesini yeterli görürken, yukarıda belirtilen kaynakta 168 kelimenin yanı sıra bazı
eklerin de ortak olduğu gösterilmiştir.

Türkçenin yaşıyla ilgili sorunlar tartışılırken doğal olarak Türklerin ana yurdunun neresi
olduğu sorusu da gündeme gelmektedir. Herkesçe kabul edilmemekle beraber Altay dağları
çevresi, Baykal gölü çevresi ya da Karadeniz ile Hazar arasındaki bozkırların Türklerin ana
yurdu olduğu şeklinde görüşler vardır. Sümerce ile Türkçenin ilişkisi, bu konuda yeni fikirlere
ve tartışmalara yol açabilecek niteliktedir. Sümerlerin Mezopotamya’ya nereden geldikleri
konusunda da çeşitli görüşler vardır. Bunlardan dikkate değer olanı bu halkın kökenini Orta
Asya’ya götüren görüştür. Bütün bunların aydınlatılması için başta arkeoloji olmak üzere
çeşitli bilim dallarının işbirliğine ve yeni araştırmalara gerek vardır.

Tarihin bilinmeyen zamanlarında atı ehlileştiren ve demiri işlemeyi öğrenen Türkler, bu iki
tekniği kullanarak komşularına üstünlük sağlamış; yönetici ve aynı zamanda da “medeniyet
kurucu” kavim konumuna yükselmişlerdir. İnsanlığın ortak medeniyetine de büyük katkısı
olan bu durum, Türklerin çok erken çağlarda geniş ve farklı coğrafyalara dağılmalarına,
dolayısıyla da değişik halklarla kaynaşmalarına yol açmıştır. Türklerin çok erken devirlerde
yaşamaya başladıkları bu hareketli, bir başka deyişle atlı konargöçer hayat tarzı, ana yurt
konusundaki belirsizliğin temel nedenidir.

Konuşma dili olarak yaşı kesin rakamlarla ifade edilemeyen Türk yazı dilinin tarihini
izleyebilmekteyiz. Bugünkü bilgilerimize göre Türkçenin ilk yazılı belgesi MS 687-692
yıllarına tarihlenen Çoyr yazıtıdır. Bu yazıttan 1200 yıl öncesine giden Esik kurganlarından
çıkan bir taş üzerinde Köktürk yazısına çok benzeyen 26 karakter tespit edilmiştir, ancak

2
bugüne kadar tam olarak çözülememiştir. Bu yazı tam çözüldüğünde Türk yazı dilinin tarihi
MÖ 5-4. yüzyıllardan başlatılacaktır.

Tarihi bilinen ilk belgeyi Çoyr yazıtı olarak kabul edip diğer bazı dillerin ilk belgeleriyle
karşılaştırdığımızda şöyle bir durumla karşılaşırız.

Türk dili : MS 687-692, Çoyr yazıtı.


Japonca : MS 712, Nihon Şoki.
İngilizce : En eski belgesi MS 8. yüzyıla aittir.
Fransızca-Almanca : En eski belgeleri, 843 yılında iki kardeş arasında bir antlaşmadır.
İtalyanca : 17. yüzyılda oluşmuştur.
Macarca : Tihanyi Vakıfnamesi MS 1057.
Öte yandan, Sümerce ile ilgili yapılan çalışmalarda bu dil dünya dillerinin veya dil gruplarının
hemen herbiri ile karşılaştırılmıştır. Bu denemelerin en ciddisi Türkçe ile olan
karşılaştırmadır2. Türk yazı dilinin yaşı konusundaki çalışmalarıyla tanınan dil bilimci Doğan
Aksan, Köktürk yazıtlarında bulunan eş anlamlıları, çok anlamlıları ve ileri ögeleri dikkate
alarak yazı dilinin yaşının çok eskilere gitmesi gerektiğini belirtir.

TÜRKÇENİN TARİHSEL DÖNEMLERİ

Yukarıda belirtildiği üzere Türk dilinin Altay dillerinden ayrılıp bağımsız bir dil olarak
konuşulmaya başlanması, tarihin bilinmeyen zamanlarına uzanmaktadır. Ayrıca Türkçenin
yine çok erken devirlerde Eski Anadolu Türkçesi ve Eski Batı Türkçesi diye adlandırılan iki
kola ayrıldığı genel kabul gören bir durumdur. Bir dilin lehçelere, yani ses, biçim ve telaffuz
yönlerinden değişiklikler gösteren kollara ayrılması, mekân farklılaşması ve zaman
geçmesiyle, ayrıca farklı dillerle ilişkilere girmesiyle ilgilidir. Bu dilin konuşurları, bölünüp
farklı coğrafyalarda yaşamaya başladığında dillerinde de önceleri çok önem arz etmeyen,
ancak zamanla çoğalıp fark edilir duruma gelen değişiklikler görülür. Zaman geçtikçe artan
bu değişiklikler, kolların başka başka dillerle ilişkide olmasıyla daha da artar. Türklerin
konargöçer bir hayat yaşamaları, sürekli yer değiştirmelerine ve parçalanmalarına yol
açmıştır. Yaşadıkları hayat tarzından kaynaklanan bu bölünmeler, dillerinde de erken
zamanlarda belirgin farklılıkların oluşmasına yol açmıştır.

2
Benno Landsberger, Sümerler, s. 95

3
Türkçenin tarihsel dönemleri; özellikle yazıyla izlenemeyen karanlık diyebileceğimiz
dönemlerin adlandırılmasında bilim insanları tarafından birtakım farklılıklar görülmekle
birlikte, benzer biçimde ve benzer ölçütler dikkate alınarak dönemlerin adlandırmasında,
Altay Çağı, En Eski Türkçe Çağı, İlk Türkçe Çağı gibi terimler kullanılmıştır.

Hun Dönemi

Büyük bir imparatorluk olan Hun Devletinin içerisinde pek çok halk bulunmakta ve pek çok
dil konuşulmaktaydı; ancak devletin kurucuları ve hâkim unsuru Türklerdi. Çin yazmalarında
karşılaşılan kişi, yer ve eşya adları Çincenin ses sistemine göre değiştirilerek yazıldıkları için
Hun dili ile ilgili tam bilgi vermemektedir. Fakat bilim insanları Çin kaynaklarında
karşılaşılan bu kelimelerin pek çoğunu Türkçe ile açıklamaktadırlar.

Köktürk-Uygur Dönemi (Eski Türkçe)

Türkçenin MS 5-10. Yüzyıllarını Eski Türkçe dönemi olarak adlandırmak hemen herkesçe
kabul edilmektedir. Eski Türkçe Dönemi, kendi içinde Köktürk ve Uygur dönemleri olmak
üzere ikiye ayrılır.

Köktürkler, Türkçenin bilinen ilk ve hacimli yazılı belgelerini bıraktıkları için kültür ve dil
tarihimiz açısından son derece önemli bir yere sahiptir. Orhun ırmağı kıyısında bulunan ve
bengü (sonsuz) taş olarak adlandırılan granit üzerine yazılmış olan bu yazılar 1893’te
Danimarkalı bilgin V. Thomsen tarafından okunmuştur.

Hem Çin kaynaklarındaki hem Bizans kaynaklarındaki kayıtlardan 1. Köktürk Kağanlığı


döneminde Türkçenin yazı dili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Bu yazıtlardan Tonyukuk adına dikilmiş olan 725-726 yıllarında, Kültigin’e ait olan 21
Ağustos 732’de, Bilge Kağan yazıtı da 24 Eylül 735’te dikilmiştir. Orhun Abideleri adlı
eserinde Muharrem Ergin bu yazıtların özelliklerini şöyle belirtir: Türk adının, Türk milletinin
isminin geçtiği ilk Türkçe metin… İlk Türk tarihi… Taşlar üzerine yazılmış tarih… Türk
devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması… Devlet ve milletin karşılıklı
vazifeleri… Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün
büyük vesikası, Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları… Türk gururunun
ilahî yüksekliği… Türk feragat ve faziletinin büyük örneği… Türk edebiyatının ilk şaheseri…

4
Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri… Bir kavmi bir millet yapabilecek eser… Türk
dilinin mübarek kaynağı… İnsanlık âleminin muhteva bakımından en manalı mezar taşları…

Eski Türkçe olarak adlandırılan dönemin ikinci yarısını Uygur Türklerince yaratılan zengin
edebiyat ürünleri oluşturmaktadır. Türk medeniyet tarihinde çok önemli bir yere sahip olan
Uygurlar, Köktürkleri ortadan kaldırarak 745 yılında Orhun Uygur Kağanlığını (yerleşik)
kurdular. Bu devlet ise 840 yılında Kırgızlar tarafından ortadan kaldırıldı. Bu olay üzerine
ülkelerini terk edip güneye göç eden Uygurların kuzeyden güneye göç etmeleri, millî hafızada
yer etti ve Göç Destanı bu olay üzerine oluştu.

Karahanlı-Harezm Dönemi (Orta Türkçe)

İslam dini Türkler arasında 8. yüzyıldan başlayarak yavaş yavaş yayılmaya başlar ve 10.
yüzyılda Karahanlı kağanı Abdulkerim Satuk Buğra Han zamanında toplu olarak din
değiştirmeler, yani İslam dinini benimsemeleri görülür. İslam dininin Türkler arasında hâkim
duruma gelmesi, dili de etkiler ve hem din değişikliğinden, hem de dilin iç bünyesindeki bazı
değişmelerden dolayı Eski Türkçe döneminin kapandığı, Orta Türkçe döneminin başladığı
kabul edilir.

10. yüzyılda başladığı kabul edilen bu dönem de kendi içerisinde Karahanlı Türkçesi ve
Harezm Türkçesi olmak üzere ikiye ayrılır.

Karahanlı döneminden günümüze, sayı olarak çok olmamakla birlikte Türk dil ve kültür tarihi
açısından son derece önemli eserler kalmıştır. 1069 yılında Yusuf Has Hacip tarafından
yazılmış 6645 beyitten oluşan Kutadgu Bilig, Kaşgarlı Mahmut tarafından 1072 yılında
başlanıp 1077 yılında tamamlanmış, 7000’den fazla Türkçe kelimenin Arapça karşılığı
verilmekle kalınmayıp şiirlerle, atasözleri ve deyimlerle örneklendirilerek zenginleştirilmiş,
Türk kültürünün hazinesi olarak değerlendirilen Divanü Lügati’t-Türk, Edip Ahmet Yükneki
tarafından yazılan Atabetü’l-Hakayık, Ahmet Yesevi’nin şiirlerinin toplanmasıyla oluşturulan
Divan-ı Hikmet ve kim tarafından yazıldığı tam olarak bilinmeyen Kur’an Tercümesi gibi
eserler bu dönemin ürünleridir.

Harezm-Altınordu Türkçesi olarak adlandırılan Harezm Türkçesinden günümüze çoğu dinî ve


edebî olmak üzere pek çok eser kalmıştır. Harezm döneminden kalan eserler içerisinde
Türkçenin önemli sözlüklerinden biri olan ve ünlü bilgin Zemahşeri tarafından yazılan
Mukaddimetü’l-Edeb de vardır. Bu dönemden kalan diğer bazı eserler Muinü’l-Mürid, Hüsrev
ü Şirin, Muhabbetname, Nehcü’l-Feradis vb.dir.

5
12. yüzyıl sonlarına kadar değişik coğrafi bölgelerde farklı lehçelere ayrılmış olan Türkçe, tek
yazı diline sahipken bu tarihten sonra birbirinden oldukça uzak coğrafyalarda üç ayrı yazı dili
halinde gelişmeye başlamıştır.

Kuzey (Kıpçak) Türkçesi

Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesinin yazı dilidir ve Altınordu döneminde oluşan edebî dilin
devamıdır.

Doğu (Çağatay) Türkçesi

Müşterek Türkistan Türkçesi olarak da anılan Çağatay Türkçesi; esas dil malzemesi
bakımından Uygur, Karahanlı çizgisinin devamıdır. Çağatay Türkçesinin günümüzdeki
devamı olarak Özbek Türkçesi kabul edilir.

Batı (Eski Oğuz) Türkçesi

Batı Türkçesinin ilk dönemine Eski Oğuz Türkçesi ya da Eski Anadolu Türkçesi
denilmektedir. Bu dönem 12. yüzyıl sonlarında başlar ve 15. yüzyıl sonlarında tamamlanır.
16. yüzyılda Batı Türkçesinin Osmanlı Türkçesi dönemi başlar. Eski Oğuz Türkçesi yalnızca
Anadolu’da değil, Azerbaycan Irak ve Suriye’de de kullanılmıştır.

Orhun yazıtlarında adı geçen Türk boylarından biri olan Oğuzlar, kuzeyden güneye inip
devlet kuran ve dünya tarihine büyük etkileri olan kavimlerden biridir. Oğuzlar, Seyhun
boylarında yaşarken güneye inip Gaznelilerle 1040 yılında Dandanakan Savaşını yaparlar.
1040 yılı pek çok bilim insanı tarafından Batı Türk Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul
edilir. Bu devletin ilk ortaya çıkışı Selçuklu adıyla olur ve Selçuklular zamanında Anadolu
büyük oranda bir Oğuz yurdu haline gelir. Anadolu’nun Türkleşmesi, Anadolu Selçukluları ve
beylikler zamanında tamamlanır.

TÜRKİYE TÜRKÇESİ

Türk lehçe ve yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Güneybatı ya da Batı


Türkçesi olarak adlandırılan gruba girer. Bu, yönleri esas alan bir sınıflandırmadır. Etnik
sınıflandırmada ise Türkiye Türkçesi Oğuz Türkçesinin bir koludur. 13. yüzyıldan itibaren
Anadolu’da Oğuz Türkçesi temeline dayalı bir yazı dili oluştu ve bu yazı dili bugüne kadar
kesintisiz devam ederek mevcut yazı dilimizi doğurdu. Yaklaşık 700 yıldır kesintisiz devam
eden ve eğitim, bilim, edebiyat, felsefe, din, askerlik gibi hemen hemen hayatın her alanına ait
binlerce eser yazılan bu dil, Türkiye Türkçesi olarak adlandırılan dilin tarihi köküdür.

6
Oğuz lehçesini esas alarak Anadolu’da gelişen Türk yazı dilini; 15. yüzyıl sonlarına kadar
Eski Oğuz Türkçesi, 20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı Türkçesi ve bu tarihten sonrası da
Çağdaş Türkiye Türkçesi olarak adlandırılabilir.

16. yüzyılda Osmanlı Türkçesi olarak adlandırılan dönem başlar. Osmanlı Türkçesi
döneminde yazı dilinin yalınlığı büyük ölçüde kayboldu ve özellikle edebî dilde Arapça ve
Farsça kelime ve tamlamalar arttı. 19. yüzyılda yayınlanan Tanzimat Fermanı, Osmanlı
toplumu için pek çok konuda dönüm noktası olarak kabul edilir. Tanzimat’ın birinci nesli
olarak adlandırılan Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa, edebiyat eserlerinin hem içeriğinde,
hem de dilinde birtakım değişiklikler başlatırlar. Bu değişiklikler hem yazılı edebiyatın, hem
de eser konularının çeşitlenmesinde görülür. Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati topluluklarının
Tanzimatçılardan da ağır olan dilleri, Osmanlı Türkçesinin son örnekleri olur.

Çağdaş Türkiye Türkçesi

1911’de Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in başlattığı “Yeni Lisan” hareketi Ziya Gökalp’in de
katılmasıyla güçlendi. Edebiyatta millilik ve dilde sadeleşme birkaç yıl içinde devrin bütün
aydınlarınca kabul edilip uygulama alanına geçirildi.

Cumhuriyet döneminde Türk tarihinde bir ilk olmak üzere “dil” bir devlet meselesi olarak
görüldü ve konuyla ilgili pek çok çalışma yapıldı. Yaklaşık 700 yıllık bir geçmişe sahip olan
Türkiye Türkçesi yazı dili, sıkıntılı ve buhranlı dönemler geçirmiş olmasına rağmen
aydınların ve devletin kısa süreli yakın ilgisiyle durulaşıp yeniden hayatın her alanında hâkim
duruma geldi.

Türkçe günümüzde yaşayan diller içerisinde en eski yazı diline sahip dillerden biridir. Bu
durum, Türkçenin bilim dili olarak da eskiliğinin bir göstergesidir. Türk dili, her ne kadar
uzun tarihi boyunca komşu dillerden etkilenmiş ve ihmal edilmişse de pek çok bilim eseri
ortaya koymuştur. Bu dille bugün de binlerce bilimsel eser yazılmaktadır. Dolayısıyla Türkçe
bir bilim olduğunu söyleyebiliriz.

You might also like