Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 185

1 Tarih

, Felsefesi

RPEGErı.11
ffiAKADEMI
Tarih
Felsefesi
M. Hanifi MACİT
Alper İPLİKCİ

3. Baskı

IOIPEGEM
fDAKADEMI
MPEGEfı.1
föAKADEMI
M. Hanifi MACİT - Alper İPLİKCİ

T ARİH FELSEFESİ

ISBN 978-605-318-769-1
DOi 10 .14527/9786053187691

Kitap içeriğinin tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.

© 2019, PEGEM AKADEMİ

Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Pegem Akademi Yay. Eğt. Dan . Hizm . T ic .
AŞ .ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya d a bölümleri, kapak
tasarımı; mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt ya da başka yöntemlerle ço­
ğaltılamaz, basılamaz, dağıtılamaz . Bu kitap T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bandrolü
ile satılmaktadır. Okuyucularımızın bandrolü olmayan kitaplar hakkında yayınevimize
bilgi vermesini ve bandrolsüz yayınları satın almamasını diliyoruz .

Pegem Akademi Yayıncılık, 1998 yılından bugüne uluslararası düzeyde düzenli faa­
liyet yürüten uluslararası akademik bir yayınevidir. Yayımladığı kitaplar; Y ükse­
köğretim Kurulunca tanınan yükseköğretim kurumlarının kataloglarında yer almak­
tadır. Dünyadaki en büyük çevrimiçi kamu erişim kataloğu olan WorldCat ve ayrıca
T ürkiye'de kurulan Turcademy.com ve Pegemindeks.net tarafından yayınları
taranmaktadır, indekslenmektedir. Aynı alanda farklı yazarlara ait 1OOO'in üzerinde
yayını bulunmaktadır. Pegem Akademi Yayınları ile ilgili detaylı bilgilere http://pegem .
net adresinden ulaşılabilmektedir.

1. Baskı: Ocak 2017, Ankara


3. Baskı: Aralık 2019, Ankara

Yayın-Proje: Şehriban T ürlüdür


Dizgi-Grafik Tasarım: Tuğba Kaplan
Kapak Tasarımı: Pegem Akademi

Baskı: Salmat Basım Yayıncılık Amb!ilaj Sanayi Tic . Ltd. Şti.


Büyük Sanayi 1 . Cadde 95/I lskitler/ANKARA
Tel: 0312-3411020
Faks: 0312-3413050

Yayıncı Sertifika No: 36306


Matbaa Sertifika No: 26062

İletiıim
Karanfil 2 Sokak No: 45 Kızılay / ANKARA
Yayınevi: 0312 430 67 50 - 430 67 51
Dağıtım: 0312 434 54 24 - 434 54 08
Hazırlık Kursları: 03 12 419 05 60
İnternet: www.pegem.net
E-ileti: pegem@pegem.net
WhatsApp Hattı: 0538 594 92 40
Prof. Dr. M. Hanifi MACİT
1 976 yılında Erzurum / Oltu'da doğdu. Atatürk Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden 2002 yılında mezun
oldu. Siyaset felsefesi alanında 2009 yılında doktorasını bitirdi. 20 1 2
yılında siyaset felsefesi alanında Doçent, 20 1 7 yılında Profesör oldu.
Halen Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde
öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Yazarın, elinizdeki eserin
dışında, siyaset felsefesi, tarih felsefesi ve etik konularını içeren 3
kitabı, edisyon kitaplarda bölüm yazarlıkları ve makaleleri bulun­
maktadır.

Alper İPLİKCİ
1 988 yılında Erzurum'da doğdu. 20 1 2 yılında Atatürk Üniversi­
tesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde lisans eğitimini tamam -
ladı. Aynı yıl Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde yük­
sek lisans eğitimine başladı ve 20 1 5 yılında eğitimini sürdürdüğü
enstitüye bağlı olarak Araştırma Görevlisi olarak atandı. 20 1 5 yılın­
da yüksek lisans eğitimini tamamlayarak bağlı bulunduğu enstitüde
doktora eğitimine başladı ve halen doktora eğitimini sürdürmekte­
dir. Bu eser dışında yayınlanmış ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli
çalışmaları (makaleleri ve bildirileri) bulunmaktadır.
ÖN SÖZ
Tarih Felsefesi başlığını taşıyan bu çalışma, öncelikle tarih fel­
sefesinin ne'liğini ve tarih felsefesi sorunlarını/sorularını konu edin­
mektedir. Bunların en can alıcısı olan iki soru çalışmamızın giriş bö­
lümünü oluşturmaktadır. Bu sorulardan ilki; tarihsel gerçeklerden
söz ederken belgelerin, mutlak gerçekliği bize verip veremeyeceği,
ikincisi ise tarihçilerin gerçekler diye sunduğu şeylerin sonradan
gerçekler olarak düzenlenen parçalı tanımlar veya geçmişin izleri­
nin olup olmadığıdır.

D iğer taraftan tarihsel süreçten ne anlaşılması gerektiği ve yine


tarihsel süreçlerin neler olduğu da açıklayıcı bir üslupla ele alınmış­
tır. Tarihsel süreçler, içinde yaşanılan evrenin anlaşılması ve açık­
lanmasına dair ileri sürülen çeşitli görüşler oluşturmakla kalmayan,
aynı zamanda geleceğe yönelik tasarımları da ihtiva eden anlama
biçimleridir. Bu anlama biçimlerine de çalışmamızın ilk bölümünde
yer verilmiştir.

Tarih üzerine değerlendirmeleri olan önemli düşünürlerin dile


getirdikleri görüşler çalışmanın özünü oluşturmaktadır. Bu çalış­
mada Antik Dönem tarih yazıcılığının en önemli simalarından olan
Herodotos'tan çağımızın yine en önemli düşünürlerinden biri olan
M. Foucault'ya kadar yer verilmiştir. Düşünürlerin tarih konusu üze­
rine yapmış oldukları değerlendirmeler, dönemin ruhundan bağım­
sız olmadığı için her döneme dair açıklayıcı bilgiler de mevcuttur.

Son olarak bu çalışmaya tashih ve redaksiyon katkılarından do­


layı Sayın Önder İPLİKCİ'ye ve esere yayınları arasında yer veren
Pegem Yayınlarına teşekkürü bir borç biliriz.

M. Hanifı MACİT

Alper İPLİKCİ

20 1 9
İÇİNDEKİLER
Ön Söz ............................................................................................................. v

Giriş ................................................................................................................. 1
Tarih Felsefesi Nedir, Soruları Nelerdir .
... .................................................. 7
a. Tarih üzerine felsefe yapmak olanaklı mıdır ................................. 13
b. Tarihin bilgisine tutarlı bir biçimde, belli bir düzen içerisinde
bütünsel olarak ulaşılabilir mi .........................................................13

c. Olguların tarihsel süreçteki gidişlerini belirleyen evrensel ve


soyut yasalar mevcut mudur 14
............................................................

d. Tarih belli bir amaca sahip midir ....................................................15

e. Tanrı'nın tarihte tecellisi söz konusu mudur ...... ....... . .. . ... .. . 16 .. . . . . .. . .

f. Tarih politik bir etkinlik midir.........................................................16

g. Tarihi belgeler hakikatin ifadesi midir ... . . ..... 18


........ .... .....................

l. TARİHSEL SÜREÇ NASIL ANLAMLANDIRILMALIDIR? ....... 20


1.1. Döngüsel Tarih ..... . .. .. . . .. . . .
.. .......................... ....... ........................... 20
1.2. İlerlemeci Tarih . ................ ......................................................... ... . 22
1.3. Anlamacı Tarih ............................................................................... 25
2. İLKÇAG'DA TARİH: YUNAN VE ROMA ...................... ........... 28 .

2.1. Herodotos / Thukidides ve Aristoteles . .. ..................................... 29


2.2. Livius ve Tacitus ............................................................................. 32
3. İSLAM VE BAT I ORTAÇAGINDA TARİH ................................. 34
3.1. Batı Ortaçağı .. . . .. . . . . . . 35
............................................................... ........

3.1.1. Saint Augustinus (354-430) .................................................35


3.2. İslam Ortaçağı . . . . 39
...... ................................... ...... ....... ......................

3.2.1. İbn Haldun (1332-1406) ......................................................39


4. AYDINLANMA VE TARİH .. ...................................................... 46
.

4.1. Aydınlanma ve İlerleme Düşüncesi ..46


...........................................

4.2. Giambattista Vico (1668-1744) ....................................................48


4.3. Voltaire (1694-1778) ......................................................................54
4.4. Immanuel Kant (1724-1804) ........................................................58
4.5. Johann Gottfried von Herder (1744-1803) .................................68
viii Tarih Felsefesi

5. 19. YÜZYIL: TARİH YÜZYILI ..••.•••..•...•.•.......................•........... 77


Idealistler
5.1. Alman İdealizmi .............................................................................77
5.1.1. Johann Gottlieb Fichte (1762-1814) ...................................77
5.1.2. Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling (1775-1854) .....84
5.1.3. Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) ...................91
5.2. Tarihin Nesnel İnşası .....................................................................99
Pozitivistler
5.2.1. Auguste Comte (1798-1857} ............................................... 99
5.2.2. Kari Marx (1818-1883) ......................................................
iktisadist 105
5.3. Hermeneutik Tarih Anlayışı .......................................................112
5.3.1. Wilhelm Dilthey (1833-1911) ...........................................112
5.4. Zamana Aykırı Düşünceler.........................................................120
5.4.1. Friedrich Nietzsche (1844-1900) ......................................120
6. 20. YÜZYIL (TARİHİ YENİDEN DÜŞÜNMEK) ...................... 125

6.1. Oswald Spengler (1880-1936) ....................................................125


6.2. Robin George Collingwood (1889-1943) .................................129
6.3. Arnold Joseph Toynbee (1889-1975) .......................................135
6.4. Hans Georg Gadamer (1900-2002) ...........................................139
6.5. Kari Raimund Popper (1902-1994) ...........................................144
6.6. Varoluşçu Tarih .............................................................................151
6.6.1. Jean Paul Sartre (1905-1980) .............................................152
6.7. Post-Modern Tarih ......................................................................159
6.7.1. Michel Foucault (1926-1984) ............................................161

KAYNAKÇA ...............................................•........•....•.....•............... 171


GiRiŞ
"Bir bilime, bir bilgiye giriş demek, o bilimin, o bilginin temel
sorun alanları üzerine durmak demektir. Bunun için sorulacak ilk
soru şudur"1: "Tarih Nedir?" Terim olarak tarih, düşünmenin özel
bir formudur. İnsanın bilmediği bir şeyi araştırma denemesine girişi
ya da araştırmanın bir türüdür. Çünkü bilim, bilmediğinizi bilme2
teşebbüsüyle başlar ve şekil alır. Tarih bilimi bu temel kabul ile başlar
ve tarihçinin anahtarı, kanıtların yo­

•• rumlanarak değerlendirilmesidir.
İnsanın öz serüveni olan tarih insan
1
Bilim, bilmediğinizi bilme teşeb-
büsünün şekillendirdiği bir şey-
1
i dir. Tarih bilimi de bu temel kabul
1 varlığının kendisini bilmesi demek­
!. ile başlar ve tarihçinin işi kanıtları tir ve bunun için insanın geçmişini
yorumlayarak değerlendirmektir.
bilmesi gerekmektedir. Dinamik ve

·· ----
kompleks bir disiplin olan tarih
sanın hikayesini bilme"
"in­
etkinliğidir.
Bu bilme etkinliğinin tanımı üzerinde bir uzlaşı söz konusu değildir.
Ancak belirli kavramlar çerçevesinde yapılan değerlendirmeler veya
tanımlamalar onu ortak bir anlamanın konusu da kılmaktadır. Bu
tanımlara bakacak olursak:

Burkhart, tarihi, bir çağın not etmeye layık bulduğu şeyin


kaydı olarak tanımlıyor.
H. G. Wells, tarihin özünde bir fikirler tarihi olduğunu sa­
vunuyor.
Marc Bloch'a göre tarih, zaman içindeki insanın bilimidir.
Meyerhof tarihi, her şeyin kaydedilmediği, toplumsal önem
taşıyan insan faaliyetlerinin bir hesabı olarak tanımlıyor.
Ona göre tarih, toplumun hafızasıdır.
E. H Carr açısından tarih, geçmiş ve gelecek arasında bitme­
yen bir diyalogdur.
Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003, s. 1 7.
2 John Koskey Chang'ach, Development of Philosophy of History Since 1900,
Open Science, New York U.S.A., 20 1 5, s. 23-24.
2 Tarih Felsefesi

Arthur Marwicke göre, kendi bilgisi ve hafızası olmayan bir


toplum serseri bir toplumdur.
Levi Straussa göre tarihi görmezlikten gelenler bugünkü
unsurları tartma ve kendi rotasyonlarını değerlendirme
imkanını kaybetmeye mahkumdur. Çünkü şimdiki zaman
geçmiş üzerine kurulmuştur.
Cicero'ya göre tarih, eğer sizden önce ne olduğunu bilmiyor­
sanız sonsuza kadar çocuk kalacaksınız demektir.3
Yukarıda verilen tanımlar dikkate alındığında tarihin, olay, ha­
fıza, değişim, geçmiş, gelecek, zaman ve mekan çerçevesinde tanım -
landığı görülmektedir. Bunun için tarihçilerin çabasının ne olduğu­
nu ifade etmek tarihin ne anlama geldiğinin anlaşılması açısından
bize yol gösterici olacaktır.

1. Tarih insanı araştırır. Bu anlamda tarih, insanların gelişi­


mi, başarısı ve kahramanlıklarını bilgi merkezli ele alan bir
disiplindir.

il. Tarih zaman içindeki insanla ilgilenir. Bu nedenle zaman


faktörü tarihin özüdür. Tarihteki her olay belirli bir zaman
diliminde vuku bulur. Bunun için insanlık tarihi insanın
zaman içindeki gelişim sürecidir. Çünkü insan taş dev­
rinden internet çağına uzanan bir değişim ve gelişimin
hikayesidir.

III. Tarihin bir diğer önemli kavramı mekandır. Tarih bireyler,


uluslar, kurumlar ve gruplar kadar onların fiziki ve coğrafi
çevresiyle de ilgilidir.

iV. Tarih geçmişten günümüze dereceli olarak değişerek gelen


durumların izah edilme teşebbüsüdür. Tarihçinin görevi
de bu değişimi incelemek ve göstermektir.

3 Chang'ach, s .23-24.
Tarih Felsefesi 3

V. Tarih geçmiş ve gelecek arasında bir diyalogdur. Tarihçiler


geçmişin önemli olaylarını seçerek onları inceler ve yeni
amaçlar çerçevesinde değerlendirir.

VI. Tarih insan bilincinin hem bireysel hem kolektif büyüme


hikayesinin araştırılmasıdır. 4

Bütün bu değerlendirmeler dikkate alındığında unutulmaması


gereken şey; "tarih" ya da "historia''nın çift anlam içeren bir sözcük
olduğudur. Tarih denilince ilk olarak tarih bilimi anlaşılmaktadır.
Tarih bilimini bilim yapan asli unsurlar ise tarihin kendine özgü, ke­
sin-kritik ve objektif ölçütleridir. Tarihçilerin, tarihi bir bilim olarak
görmeleri, insanın zengin ve karmaşık geçmişini olduğu gibi bilmeyi
istemelerinden kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan tarih sözcüğü, in­
sanların yaşamış oldukları olayların toplamına, insanın geçmişine
verilen isimdir. Böylece bu kavram, insanın farklı zamanlardaki
eylemlerini de insani alanda meydana gelen din, politika, sanat ve
kültür gibi hareketleri, başarıları ve savaşları da dile getirmektedir.
5Hatta genel olarak tarihin asli anlamının bu olduğu da savunulmak­
tadır. Ve bilim olarak tarihin, yeni
olmasına karşın, insani yapıp etme­
lerin, yani reel tarihin de bir o kadar
••
Tarih kavramı, hem geçmişi araş­
tıran disiplin, hem de insanlığın
eski ve doğal olarak insanla yaşıt ol­ geçmişinin bizzat kendisi anla­
mına gelecek şekilde çift anlam
duğu ifade edilmektedir.
içermektedir.

İlk anlamıyla "hikaye etmek,


nakletmek, anlatmak" anlamlarına •• ___,

gelen tarih, insanın merakı sonucu


ortaya çıkmıştır. İnsanın kendi kökeni ve geçmişte kalmış olaylar
üzerine duyduğu merak, bu bilimin ortaya çıkmasında etkili olmuş­
tur. Bu disiplin, insan geçmişini betimlerken, onun tüm etkinliklerini
ele almaktadır. Böylece tarih, yer ve zaman bağlamında, geçmişteki
toplumsal olayları, aralarında ilişki kurmaya çalışarak anlatan bilim-

4 Chang'ach, s. 25.
5 Nermi Uygur, 'Tarih Felsefesinin Yolu", Felsefe Arkivi, Cilt:3, Sayı:3, 1 957,
s. 1 35- 1 36.
4 Tarih Felsefesi

dir.6 Bu anlamıyla tarih, olması gerekeni değil, olanı anlatmalıdır.


Buna göre çift anlamlılığı içerisinde birinci anlamıyla tarih, insan­
lık süreciyle ilgili bilgi verme etkinliğidir. İkinci anlamıyla, tarihin
bizzat kendisi, tarih biliminden ve tarihçiden bağımsız olan şeydir.7
Dolayısıyla sıklıkla iki farklı kullanımı arasında bir çelişki oluşan
sözcük, geçmiş olarak tarih ve tarihi geçmişin bir hesabı olarak tarih
ki ikincisi tarih bilimi olarak karşılık bulmaktadır - şeklinde iki
ifadeye sahip olmaktadır. Ayrıca burada sorulabilecek başka bir soru
da "Tarihin amacı nedir?" sorusudur. Buna bağlı olarak "Tarihi ne­
den/niçin okuyoruz?" sorusunun olası birçok yanıtı bulunmaktadır:
"insanın kendi iyiliği için, geçmişle ilgili gerçeği bulmak amacıyla,
nereden geldiğimizi anlamaya çalışmak için, belirli bir olayın neden
yaşandığını anlamaya çalışmak için, tarihi yasaları bulmak ve keşfet­
mek için, günümüzdeki eylemleri haklı kılmaya çalışmak için"8 tü­
ründen ifadeler bu soruya verilebilecek cevapları ihtiva etmektedir.

Yukarıda dile getirilen bu çifte anlam, tarih felsefesinde de


geçmişin felsefesi ve tarih bilimi felsefesi şeklinde kendini göster­
mektedir. 9 İlk anlamıyla " Tarih nedir?" sorusunun özü, "Tarihi olgu
nedir?" sorusunda kendisini gösterir. Bir kısım tarihçiye göre tüm
tarihçiler için geçerli olan ve tarihin temelini meydana getiren belli
başlı olgular bulunmaktadır. Geçmişe dair herhangi bir şeyin, mesela
bir çömlek parçasının kökenini, dönemini belirleme veya ne dediği
belirlenemeyen bir yazıtı çözme veya bunlara dair kesin bir tarih or­
taya koyma gibi uzmanlık gerektiren çeşitli hünerler, tarihçinin asli
görevi olarak ondan beklenemez. Çünkü bütün tarihçiler için temel
olgu olarak kabul edilen böylesi bilgiler, tarihin bizzat kendisinden
ziyade tarihçilerin ele aldığı hammaddelerdir. Bu nedenlerdir ki ta­
rihi olguları daha yakından analiz etmek gerekir. Zira kamuoyunu

6 Mustafa Ôztürk, Tarih Felsefesi, Akçağ Yayınları, Ankara 20 1 4, s. 23-24, 27.


7 Mustafa Çevik, Tarih Felsefesi, Anı Yayıncılık, Ankara 20 14, s. 1 .
8 Paul Newal, Ihe Philosophy of History, http:/www.galilean-library.org
(2005), s. l.
9 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 200 1 , s. 1 3 .
Tarih Felsefesi 5

etkilemeye çalışan bir gazeteci, kendisinin nasıl ki kamuoyuna tesir


etme isteğinin uygun olguların seçilmesi ve düzenlenmesi ile ilgili ol­
duğunu bilirse, aynı şekilde tarihçinin de olgularla böyle bir ilişkisi­
nin olduğu unutulmamalıdır. Bunun içindir ki olgular, tarihçi onlara
başvurunca bilgi vermektedir, olgulara nasıl bir sıralamaya göre veya
ne gibi bir bağlam çerçevesinde öncelik verileceğinin kararı tarihçiye
aittir. Bu ise tarihçilerin zaman zaman mutlak hakikatmiş gibi bize
sunduklarının aslında olgular çokluğu içinden seçilenler olduğunu
unutmamayı gerekli kılar. Tarihçi zorunlu olarak seçmecidir. E.H.
"tarihi olguların oluşturduğu, tarihçinin yoru­
Carr'ın ifadesiyle de;
mundan bağımsız ve nesnel bir sert çekirdeğin var olduğuna inanmak
ahmakça, fakat silinmesi çok güç bir yanılgıdır:·ıo Hatta bu problem
öyle bir noktaya varır ki birçok kişi tarihi araştırma etkinliklerini
tam anlamıyla öznelliğin hüküm sürdüğü bir alan olarak tarif eder.
Bu iddiada olanlar açısından tarihçi "tıpkı bir balıkçının tablasındaki
balıklar gibi, belgeler, yazıtlar vb. içinde olgular hazır dururlar. Tarihçi
onları alır, evine götürür, pişirir canı nasıl istiyorsa o şekilde sofraya
koyar:'1 1 Onların sofraya yalın, sade ve en doğal haliyle konulmasını
isteyenlerin var olduğu gibi, onları soslayan, gerçekliklerinden ko­
parıp olduğundan farklı sunmak isteyenler de vardır. Bu isteklerin
ikinci türünün çok yaygın bir tutum olduğu da bilinmektedir. A ncak
şu unutulmamalıdır ki geçmişi bugünkü zihniyetimiz, sorunlarımız,
değer yargılarımız, dünya ve topluma dair fikirlerimiz ile inceliyo­
ruz. Doğal olarak her tarihi dönemin yorumu kendi içerisinde yeni
anlamlar ihtiva etmektedir. 12 Ayrıca zaman dışı bir tarihten söz et­
mek de olanaksızdır. Bu, sadece edebi bir deneme olurdu ki bu da
tartışmaya açıktır. Çünkü böyle bir denemede de bizim tarihselliği­
mizin izleri vardır.

1O Edward Hallett Carr, Tarih Nedir?, Çev. Misket Gizem Gürtürk, İletişim
Yayınları, İstanbul 2004, s. 1 3 - 14.
11 Carr, s. 1 2.
12 Marc Ferro vd, Tarihler ve Yorumları, Çev. Bahaeddin Yediyıldız, Türk Ta­
rih Kurumu Basımevi, Ankara 2003, s. 1 3.
6 Tarih Felsefesi

G. Simmel şöyle demektedir: "Hakikate bağlı kalma konusun­


da en büyük çabaya rağmen anlatıcı doğrudan olan şeyi, kendisinin
gerçekten var olandan çıkardığı manada olaya katarak tamamlar.
Hatta dinleyen bile kendi deneyimleri ölçüsünde ve bu deneyimlerin
belirlediği hayal gücü ile gerçekten kendisine anlatılandan fazlasını
kafasında canlandırır:'13 Böylece tarihsel gerçeklerden söz ederken
bu gerçeklere yakından bakmaya başlayınca, tamamen farklı bir dü­
zenin olduğu ortaya çıkmaktadır. Öncelikle "gerçekler" terimi, bir
şeylere yüklenmiş bir terimdir. Tarihçilerin gerçekte karşı karşıya
kaldıkları şey, daha sonradan gerçekler olarak düzenlenen parçalı
tanımlar veya geçmiş izleridir. Tarihçi, diğer anlatılardan geçmişe
dair bir açıklama oluşturur, başkaları tarafından bırakılan betim­
lemelerden oluşan kanıtlar aracılığıyla bir değerlendirme yapar. Bu
anlatılanlar gerçekleri değil, geçmişteki insanların kendi bakış açı­
larından önemli, seçilmiş, yorumlanmış ve değerlendirilmiş olanı
dile getirir. Bu nedenle geçmişteki kayıtlarımız çoğu zaman eksiktir
ve her zaman onları tam olarak elde etmek olanaksızdır. Geçmiş­
teki insanlar da her şeyi, bugün yaptığımızdan daha fazla kaydet -
memişlerdir. Tarihçi, tarihsel kayıtlar yoluyla, geçmişte başkalarının
gözlem ve anılarına dayanmaktadır. Ancak geçmiş, geçmişte kaldığı
için tarihsel anlatıları kontrol etmek amacıyla hatırlanamaz. Geçmiş,
ancak çağdaş kavramlardan ve anlayışlardan yararlanılarak, modern
bir bakış açısıyla incelenebilir.14 Bugünün değer, tutum ve alışkan­
lıklarından bağımsız olarak geçmişi anlama ve açıklamaya çalışmak
faydasız bir etkinlik olacaktır.

İnsanın yeryüzünde bir serüveni, bir öyküsü vardır ve bu, bir


tarihte başlamıştır. Bu sürecin bilinmesi etkinliği de yer ve zaman
gösterilerek, yine zaman dizinli olarak gerçekleşmektedir. İnsanın
serüveni içerisinde bilimler, sanatlar ve bunları da kuşatan insan ba­
şarılarının bir tarihi söz konusudur. Bu; bilim tarihi, fizik tarihi, kül-

13 Georg Simmel, Tarih Felsefesinin Problemleri, Çev. Gürsel Aytaç, Doğu


Batı Yayınları, Ankara 2008, s. 1 3 .
14 Newal, s . 7 .
Tarih Felsefesi 7

tür tarihi ve sanat tarihi vs. şeklinde kavramsallaştırılabilir, ancak bu


sınıflandırma yeterli görülmez ve bunların genel olarak yorumlan­
ması teşebbüsleri söz konusu olur. Bu genel yorumlamalarda da as­
lında şu sorulara cevaplar aranır: " Tarihin amacı nedir? Tarih ne gibi
bir anlama sahiptir? Tarihsel alandaki değişim ve gelişimi hangi te­
mel yasalar sağlamaktadır? Tarihin bilgisine tutarlı bir biçimde, belli
bir düzen içerisinde ulaşılabilir mi?" İşte tarih felsefesi bu türden
soruların yanıtlarını arama etkinli­
ğidir.15 Tarih felsefesi soruları, genel ••1
•1.
olarak tarihçinin sorularından farlı­ Tarih Felsefesi, tarih kavramının

)
çift anlamlılığına bağlı olarak ·

lıklar arz eder. Tarihin doğasına iliş­ 1 hem tarih bilimi in nasıl daha iyi •
kin felsefi araştırmalar yapmak, ta - 1 icra edilebileceğine yönelik felsefi ••
1 sorgulamalar yapar, hem de tarihi
rihsel olan üzerine düşünmek, 1 yöneten yasaları ortaya çıkarmaya '
'"
1 "''
;

analitik değerlendirmeler yapmak

·· ·==znm- '*
ve felsefi kuramlar üreterek nispeten
sentetik bir faaliyet gerçekleştirmek
tarih felsefesi etkinliğini ifade eder. Eleştirel ve sorgulayıcı bir tu­
tumla tarih üzerine felsefe yapmak, tarihin bilinebilir olup olmadı­
ğından tutun; onun, amacının ve yönünün olup olmadığına dair so­
rular üzerinden değerlendirmeler yapmak demektir.

Tarih Felsefesi Nedir, Sorular. Nelerdir?


"Tarih Felsefesi, içerdiği her iki sözcüğün de çok anlamlı olması
nedeni ile çok değişik anlamlar taşır:'1 6 Tarih hem insani varoluşu­
muzun belirlenmesi, hem insani olup bitmeleri ve hem de geçmişte
kalmış olup bitmeleri ortaya çıkarmaya çalışan bir uğraşı anlamında
kullanılır. Bu durumda tarih felsefesi: "Dünya tarihine yönelik felsefi
bir üst bakış, insani olup bitmelerin felsefi anlamda eleştirel yoldan

15 Hans Meyerhoff, Zamanımızda Tarih Felsefesi, Çev. Abdullah Şevki, Hece


Yayınları, Ankara 2006, s. 1 5.
16 Doğan Özlem, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkılap Kitabevi, İ stanbul
200 1 , s.44 1 .
8 Tarih Felsefesi

çözümlenmesi şeklinde tanımlanabilir:' 1 7 Tarihe eleştirel bakış, ona


yalnızca okuyucu olarak eğilmemek gerektiğini öğretmektedir. Buna
göre tarihi olaylar ve belgelerin, neye göre ifade edildiği anlamlandı-
rılmaya çalışılacaktır. Tarih yazımında nesnel olunup olunamayaca­
ğı, tarihçinin kültürel çevresinden ne derecede etkileneceği, tarihsel
belgelerin herkeste aynı etkiyi bırakıp bırakmadığı gibi sorular, ta­
rih biliminin nasıl daha iyi icra edilebileceğine yönelik felsefi soru­
lardır. 18 Tarih biliminin felsefesinde daha çok kaynaklar ve yöntem
üzerine eleştiri ve çalışmalar bulunmaktadır. 19 Ancak yukarıda da
ifade edildiği gibi kavramın çifte anlamlılığından dolayı bir tanımlar
çokluğunun var olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü bir
başka tanıma göre tarih felsefesi, tarihi gidişi yöneten temel yasala­
rı bulup ortaya çıkarma olarak tanımlanmaktadır. Fakat tarihin bu
ifadede dile getirilen doğrultuda incelenmesi ancak 1 7. yüzyılda baş­
lamaktadır. Bu yüzyıldan önce çok önemli tarih çalışmaları olmakla
birlikte bir varlık alanı olarak tarihin ne olduğu sorgulanmamıştır.
Diğer taraftan tarih felsefesi tanımları dikkate alındığında tarihe
farklı yaklaşımlardan kaynaklanan bir tanımlar çokluğunun ortaya
çıktığı görülecektir.

Tarih kavramının diğer anlamına yönelik yapılacak olan felsefe


ise insanlığın geçmişi üzerine yapılacak olan felsefedir. Burada tarih­
sel alandaki yasalar ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Tarih felsefe­
sinin buradaki çabası, olayların oluşmasında etken olan yasaları or­
taya koyarak, buna bağlı gelecek yorumlaması yapmak ve yapılması
gerekenleri tavsiye etmektir.20 Böylece tarih felsefesinin göreviyle
ilgili en dikkat çekici beklenti, tarih yasalarının keşfedilmesidir. 21
Olayların doğrulanmasına dayalı yöntemsel irdelemeden farklı ola-
rak, tarihin kendisi üzerine yapılan felsefede tarihsel olayların geri

17 Özlem, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, s . 44 1 .


18 Çevik, s . 2 1 .
19 Ôztürk, s . 30.
20 Ôztürk, s. 28, 30.
21 Simmel, s. 45.
Tarih Felsefesi 9

planındaki görünmez nedenler aranmaktadır.22 Ayrıca burada olan


değil, olması gereken ortaya konulmaktadır.

Tarih felsefesi adını ilk kez kullanan, Aydınlanmanın önemli


düşünürlerinden biri olan Voltaireöir. Ona göre tarihçinin eski ki­
taplarda bulduğu öyküleri yinelemesi sadece bir hikaye etme etkin­
liğidir. Yapılması gereken, tarihin eleştirel ya da bilimsel olarak ele
alınmasıdır. Aynı adlandırma hem Hegel hem de diğer 19. yüzyıl
düşünürleri tarafından da kullanılmıştır, ama bu düşünürler tarihe
çok daha başka bir anlam yüklemiş, tarih felsefesine dünya tarihi
manasını vermişlerdir. Kavramın üçüncü bir kullanımı da 19. yüzyıl
pozitivistlerine aittir. Onlara göre tarihsel olayların gidişatını belir­
leyen genel yasaların keşfi, tarih felsefesidir.23 Yani asıl olan tarihte
tinsellik değil, somut ögelerin tespit edilmesidir.

Bu durumda Voltairee göre tarih felsefesi -7 Bağımsız ve eleştirel


düşünmedir.

Hegel'e göre tarih felsefesi -7 Bütün olarak dünya hakkında dü­


şünmektir.

Pozitivistlere göre tarih felsefesi-? Tek biçimli yasaları keşfet­


mek demektir.

Genel bir bakış açısıyla tarihin nasıl işlediğine yönelik iki farklı
yaklaşımın var olduğundan söz edilebilir. Bunlar: "kurgusal tarih
felsefeleri, eleştirel tarih felsefeleri" şeklinde başlıklandırılabilir. Kur­
gusal tarih felsefeleri, Kant'ın dogmatik metafiziğin biçimleri olarak
adlandırdığı ve yine aynı nedenle eleştirdiği tarzda ortaya çıkan an­
lama ve açıklama biçimleridir. Erken dönemlerden başlayan bu tasa­
rımlar, yirminci yüzyıla kadar da devam etmiştir. Diğer taraftan eleş­
tirel tarih felsefeleri ise bir anlam etkinliğinden daha ziyade bir bilme
çabasında olan felsefelerdir. Çabanın kökeninde olgucu tutumu ge­
çerli bir yöntem olarak gören tarihçilerin, tarihçiliğe yönelirken do-

22 Çevik, s. 23.
23 Robin George Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu
Batı Yayınları, Ankara 2007, s.40.
1O Tarih Felsefesi

ğabilimsel yöntemlere göre hareket etme amaçları bulunmaktadır.24


Böylece insan düşüncesinin tarihe uyguladığı yöntemlerde temel
farklılık, merkez fikirlerin ne veya neler olduğuyla ilgilidir. Tarihi
anlama ve açıklama teşebbüsleri açısından da bakıldığında tarihin
bir yazgı olarak kabul edildiği, bundan ayrı bir de onun nedensel bağ
ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir.25 Bir başka ifade ile tarihin
çeşitli metafizik kavramlar aracılığıyla açıklanma çabasının var ol­
duğu gibi, tam olarak bunun yadsınıp yine tarihin neden- sonuç bağ­
lamında ele alınıp irdelenmesi de söz konusudur.

Simmel, tarih felsefesi görüşleri ortaya atılırken önemli bir ay­


rımın yapılması gerektiğini söylemektedir. Ona göre tarih felsefesi
yaklaşımlarında yapılan temel bir yanlışlık, tarihsel sürecin yasaları
sorusuyla, yasaların anlamı sorusunun birleştirilmesidir. Fakat yasa­
lar ve bunların anlamı arasında bir ayrım yapılmalıdır. Tarih yasaları
çeşitli düzeylerde ampirik verilere

Simmel'in vurgulamış
••
olduğu
dayandığından dolayı, gerçekliğe
yakın bir yön de taşımaktadır. Lakin
tarih yasaları ve bunların anlamı
ayrımına göre: tarih yasaları belli
her deneysel veride olduğu gibi bu
düzeyde ampirik bir nitelik taşır yasaların da çürütülebilme imkanı
ve bu nedenle çürütülebilir, fa­
kat "tarihin anlamı" gibi bütünü söz konusudur. Bu nedenle tarih
yorumlamaya çabalayan sorular,
ampirik bir boyut taşımadıkları
yasaları nispi olarak eksiklik barın­
için çürütülebilir sorular değildir. dırmaktadır denilebilir. Tarihin an-
lamı noktasındaki tarihsel bütünün
yorumlanmasına yönelik çabalar ise
çürütülebilirlik niteliği taşımamaktadır. Çünkü bu yaklaşımlar, gö­
rünenlerin gerisindeki şeyi ifade etmeye çalışmaktadır. Bu yüzden,
tarih yasalarının nispi olarak eksik olduğu yerde, bunların anlamına
yönelik yaklaşımlar tam anlamıyla eksiklik barındırmakta ve deney­
sel verilere dayanmadığı için de gerçeklik olarak ifade edilememek­
tedir. Simmele göre tarihin bütün gerçeklikleri tamamen bilinse bile,

24 Kubilay Aysevener, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, İ stanbul 20 1 5, s. 1 6- 1 7.


25 Ulick Varange, "The Philosophy of History and Politics", Brittas Bay, Janu­
ary 30, 1 948, s. 8.
Tarih Felsefesi 11

tüm yasalar ortaya konulabilse dahi yine de yasaların anlamı nokta­


sında çözülmeyi bekleyen problemler ortaya atılacaktı. Buna bağlı
olarak şu sorular yine de sorulacaktı: "Acaba tarih, yöneten tanrısal
bir ruhun eseri mi, yoksa gelişiminin güçlerini kendi içinden mi alır?
Hangisi amaçtır; bu ruhun izlediği mi yoksa tarihin kendinden baş­
kasına işaret etmeyen tutarlı gidişinin izlediği mi? Veya acaba böyle
bir amaç hiç var mı, yok mu, bütün bu hareket bir ilerleme sayılabilir
mi? Bütün bu mücadelenin ve bilgisinin kıymeti nerede gizlidir? Tarih
hareketlerinin toplamı acaba kendi içine kapalı, kendi başına tatmin
edici bir bütünlük mü sunar, yoksa bir yandan her evre ve bunun her
küçük unsuru kendi başına bir mana ve anlam taşıyor mu ya da öte
yandan bunların tümü yalnızca sonuçta kozmik hareketlerle birlikte
anlamlı bir bütün mü sunuyor?"2 6 Simmel'in dile getirdiği bu sorular
dikkate alındığında tarihin amacı, ilerlemesi, anlamı ve kıymeti üze­
rine yapılacak olan değerlendirmelerin metafizik problemler olarak
tartışmaya açık olduğu görülmektedir.

Öte yandan Gustave Le Bon'a göre ise: "Bir bilimin genel ilkeleri
o bilimin felsefesini oluşturur. Bu bilim değiştikçe felsefesi de değişir.
Tarih bilimi de bu genel yasaya bağlıdır:'27 Buna göre tarih felsefe­
si, zaman geçtikçe bilimsel ilerlemelere dayalı olarak kendi problem
ağını da değiştirmektedir. Bu yaklaşım açısından tarihsel olaylar akıl
ve mantık dışı gibi görünse de aslında akla uygun nedenlere dayan­
maktadır, fakat derin bir ele alış gerektirmektedir. Tarihi oluşturan
olaylar, bu bağlamda çeşitli nedenlere dayalı olarak meydana gel­
mektedir. Ancak kimi olaylar için nedenleri bulabilmek, çok uzak
dönemlere gitmeyi gerekli kılmaktadır. Böylece tarihsel olaylar,
birbiriyle bağlı olan halkalar biçimindeki bir zincir gibidir. Fakat
tarih yazımında her olayın uzak nedenlerinin incelenmesi gibi bir
zorunluluk kabul edilirse, o zaman da tarih yazımı imkansız bir ni­
telik taşıyacaktır. Bu nedenle tarihsel bir olaya doğrudan neden olan

26 Simmel, s. 84-86.
27 Gustave Le Bon, Tarih Felsefesi, Çev. Hüsrev Akdeniz-Murat Temelli, Ataç
Yayınları, İ stanbul 2004, s . 1 0
12 Tarih Felsefesi

etkenler incelenerek, genel görünümler gözlenerek yazımlar gerçek­


leştirilmekte ve böylesi bir yöntem tarih biliminde kullanılabilmek­
tedir. Burada vurgulanacak olan şey ise bir toplumun durumunun,
önceki durumlarının izlenerek belirlenebileceğidir. Bir başka ifadey­
le Le Bon'a göre: "Bir tohumdan çiçek nasıl çıkarsa, şimdiki zaman
geçmişten o şekilde gelir. "28 Doğal olarak bu düşünüş biçimi anlamını
geri plandaki idelerin keşfedilmesinde değil, tarihin neden-sonuç
çerçevesinde incelenmesi ve araştırılmasında bulur.

Tarih bilimi, farklı bilimlerin birleşimiyle meydana gelmiş bir


disiplin olduğu için yorumlamalar dönemden döneme farklılık arz
etmektedir. Tarih felsefesi de evrenin gelişimine yönelik yeni kav­
ramlar kazanmalıdır. Tarih, bir yandan insan topluluklarının nesnel
taraflarını anlatırken, diğer yandan dini ve siyasal yönelimlerini de
ele almaktadır. İnsan, geçmişten soyutlanmamalıdır; kendisinden
önceki varlık zincirine de bağlanarak geniş bir zincirin birbirini iz­
leyen bölümlerinden biri olarak ele alınmalıdır. Buna göre tarihin
bilimsel temeller üzerine oturtulması gerektiği kabul edilmektedir.29
Sonuç olarak Gustave Le Bon'un vurgulamış olduğu tarih ve buna
bağlı olan tarih felsefesi yaklaşımı, eski kader inanışına uymayan bir
yaklaşımdır. Bu yaklaşım, her olayın değişmez bazı nedenlere bağ­
lı olarak meydana geldiğini savunmaktadır. 30 Burada tarihteki her
olayın akla ve mantığa uygun olduğu kabulünden yola çıkılarak her
olayın bir nedene bağlı olduğu ifade edilmekte, gerideki bir plana
göre bunların oluştuğu kabulü reddedilmektedir. 31 Böylece tarihsel
alanın determinizme tabi olduğu ve genel bir yasaya göre işleyişten
ziyade, neden-sonuç ilişkisiyle tarihin anlaşılabileceği savunulmuş­
tur.

28 Le Bon, s. 1 0.
29 Le Bon, s. 7- 10, 1 3- 1 4.
30 Le Bon, s. 18.
31 Le Bon, s. 38.
Tarih Felsefesi 13

a- Tarih üzerine felsefe yapmak olanaklı mıdır?

Tarih felsefesinin en temel problemi, tarihin ve felsefenin doğa­


sı ve bunlar arasındaki ilişkiye dayalı olarak ortaya atılan problem­
dir. Felsefe, üzerine sorgulama yaptığı alanda bir düzenlilik bulup
genel bir yargı ortaya koymak ister. Söz konusu problem ise tarihsel
alanda böylesi bir düzenlilik ve genel yargı bulunup bulunamayaca­
ğına yöneliktir. Genel olarak tarihsel alanda bir olaylar çokluğu, bir
düzensizlik durumu olduğu ve bu nedenle de teori üretme etkinli­
ği olan felsefenin bu alan üzerinde sistem kuramayacağı kabulü söz
konusu olmuştur. Bu nedenle düşünürler, tarih felsefesi sistemlerini
oluştururken, ilk olarak felsefenin doğası ve tarihin doğası arasın­
daki bu karşıtlığı aşmaya çalışmışlardır. Söz konusu çaba, öncelikli
olarak tarih üzerine felsefe yapmanın nasıl mümkün olabileceğinin
cevabını verdikten sonra, bu mümkünlük üzerinden tarihsel alanda
bir düzenlilik ve genel bir ifade ortaya koymaya çalışır. Tarih felse­
fesinin diğer problemleri de ancak bu ilk problem aşıldıktan sonra
ortaya atılabilir.

b- Tarihin bilgisine tutarlı bir biçimde, belli bir düzen içe­


risinde bütünsel olarak ulaşılabilir mi?

Tarihsel gerçekler yalnızca onların bıraktığı izler yoluyla


algılanabilir. Fiziki dünyada bilim adamının, karşılaştığı izler üze­
rinden yaptığı değerlendirmeye oranla tarihçinin durumu çok daha
girifttir. Tarihçinin, kendisini geçmişin gerçek bir parçası (kesiti) ile
karşı karşıya bulma durumu oldukça nadirdir. Çünkü tarihe dair
elde kaldığı düşünülen her veri ya yıkmayı ya da onarmayı arayan
insan eli tarafından ciddi bir şekilde değiştirilmiştir. Aynı sorun tari­
hi kaynaklar üzerinden araştırma yapmak isteyen araştırmacılar için
de geçerlidir. Tarihi kaynaklar araştırmacı için hem en değerli hem
de en aldatıcı olanlardır. Zira bu kaynak belgelerin mutlak özgün
halini elde etmeye uygun bir metodun olup olmaması sorunu bir
tarafa; belgenin kaynağını tespit etmek, tarihini kanıtlamak, gerçek­
lik derecesini belirlemek bir başka sorun olarak belirir. Bütün bunla-
14 Tarih Felsefesi

ra bir de hükümetlerin, metinleri çıkarları doğrultusunda değiştirdi­


ği veya onları amaçları ile uyumlu hale soktuğu ( sık görülen bir
durumdur) dikkate alındığında durum daha da içinden çıkılamaz
bir hal alır.32 Bunun içindir ki tarihçinin takip ettiği izler, rüzgar ya
da yağmurun hemen hemen silmiş olduğu kumdaki ayak izleri
gibidir. Bundan dolayı, tarihi düzenli ve tutarlı bir bütün olarak bil­
me iddiası sorunludur. Yine bir bütün olarak sadece onu anlama ça­
bası içerisinde olmak mümkün bir yol olarak görünmektedir. Aynı
doğrultuda tarihçi, geçmişten bir olgu seçerek tarihi araştırmasını
yürütür ve seçtiği bu olgu üzerinden
,.. ,
••
1.
� değerlendirmelerini yapar. Doğal
1
1 olarak bu, düzenli ve tutarlı bir
1
Tarihi bir bütün olarak "bilmek"
olanaklı bir durum değildir; an­
� cak tarihi bir bütün olarak "anla- bütünü bilme eyleminden daha
1 ma" çabası sarf edilebilir.
ziyade tekil olanın bilinmesi şeklinde
tezahür eder. Diğer taraftan tarihin
saydam bir şekilde dilsel olarak gü­
nümüze aktarımı da olanaksızdır. Zira tarihçi geçmiş belgeleri oku­
yup, değerlendirirken kendi zaman biriminde geçerli olan dil kulla­
nımıyla onu yeniden inşa edecektir. 33 Bu anlamlar da zaman birimine
göre sürekli değişime uğrayacağından onu tam olarak bilmek müm­
kün olmayacaktır.

c- Olguların tarihsel süreçteki gidişlerini belirleyen ev­


rensel ve soyut yasalar mevcut mudur?

Bu sorun açısından bakıldığında tarihin gidişatını belirleyen


soyut veya somut çeşitli yasaların var olduğunun ve bu yasalar nede­
ni ile tarihin çeşitli dönemlerde nasıl bir seyir takip edeceğinin sap­
tanması mümkündür. İster madde ister mana üzerine kurulmuş ol­
sun, ister kendini bir döngü ister ilerleme şeklinde ortaya koysun, bu
yasalar keşfedildiğinde tarih, bilenebilir bir etkinlik olacaktır. Bu dü-

32 Meyerhoff, s. 1 1 7- 1 1 8 .
33 Serpil Oppermann, Post-Modern Tarih Kuramı, Phoeni.x Yayınları, Anka­
ra 2006, s. 9.
Tarih Felsefesi 15

şünce A.Comte'un "üç Hal Yasası"nda, yani teolojik çağdan pozitif


döneme, Marx'ın proletarya diktatörlüğünden "komünist toplum"
fikrine, Hegel'in kör bilinçten aklın tanrısal açılımına kadar uzanan
bir anlayışı ifade eder. Her üç düşünürün derin farklılıklarına rağ­
men ortak oldukları nokta, tarihin zorunlu bir işleyiş yasasının var
oluğu ve bu işleyişin çeşitli derece ve düzeylerde kendisini açtığı dü­
şüncesidir. Olguların olagelişlerini yöneten çeşitli yasaların var oldu­
ğuna ilişkin bu görüşlerin her biri ayrı bir eleştirinin konusu olacak,
tarihe bir ereksellik yüklemenin ne türden zorlukları ve çelişkileri
barındırdığı da ayrıca birçok düşünür tarafından irdelenecektir.

d- Tarih belli bir amaca sahip midir?

Tarihçilerin çeşitli nedenlerden dolayı farklılaşan bir amaçlar


çokluğu söz konusu olduğu gibi, yine birtakım nedenlerden dolayı
değişen yön, arayış ve amaçları da söz konusudur. Lakin tarihin ken­
di içerisinde içkin bir şekilde taşıdığı bir amaç var mıdır? Düşünce
tarihinde tarihi, felsefi bir değerlendirmenin konusu kılan birçok
isim böyle bir içkin amacın ve bu amacın gerçekleşmesi adına ortaya
çıkan çeşitli görünümlerin var olduğunu ifade ederler. Bu isimlerin­
den ikisini zikretmemiz konunun anlaşılması açısından yeterli ola­
caktır. Alman idealizminin en önemli temsilcilerinden olan Hegel'e
göre tin, kendisini açarak nihai olarak mutlak özgürlüğe varacaktır
ve bu tanrısal bir yürüyüş olarak ifade edilebilir. Tinin kendini aç­
masının somut görünümü Prusya Monarşisi'dir. Materyalist felse­
fenin en önemli temsilcisi Marx'a göre ise proleter devrimin nihai
hedefi olan sınıfsız topluma varılacağından kuşku duymaya gerek
yoktur.34 Şüphesiz belirli bir nihai amacın ve yönün var olduğuna
dair bu keskin ifadeler insana çekici gelebilir. Lakin bu yön ve amaç
üzerine yapılan değerlendirmeler tarihçinin tavrından uzak, kehanet
olarak ifade edilebilecek kaba soyutlamalardır.

34 Carr, s. 129-130.
16 Tarih Felsefesi

e- Tanrı'nın tarihte tecellisi söz konusu mudur?

Tanrı'nın tarihte tecelli ettiği düşüncesi Hristiyan dogmasının


bir parçası olarak görülür. Aynı şekilde tarihin bir anlamı olduğu ve
bu anlamın Tanrı'nın amacı olduğu düşüncesinde de kendini gös­
terir. Örneğin St. Augustinus, tarih dediğimiz süreci tam anlamıyla
tanrısal iradenin bir yansıması olarak kabul eder. Farklı bir dönemde
benzer ifade Herder'den gelir ve düşünüre göre tarihteki nihai amaç
bireyin mutluluğu olmayabilir, ancak tarih içerisindeki tikel olaylar,
amaç olmaktan ziyade bir araç durumundadırlar ve birey, bilinmez
amacı doğrultusunda Tanrı'nın kullanmış olduğu kör alettir. 35 Lakin
bu, genellikle gücün ve tarihsel başarının ortaya çıkışının tanrısal
iradenin tecellisi şeklinde yorumlanmasıyla alakalıdır. Generaller
ve diktatörler, güçlü olanlar ve başarı göstermişler, büyük tarihsel
şahsiyetler, tarihsel sahnenin gösteri alanındadırlar ve yine onlar
bu mevcut durumu Tanrı'nın iradesinin tecellisi olarak göstermeye
çabalamışlar ve başkalarına inandırmak açısından bunu makul bir
yol olarak görmüşlerdir. 36 Tanrı'nın tarihte tecelli ettiği düşüncesi bir
taraftan teolojik bir kaygının ifadesi iken, diğer taraftan güç ilişkile­
rinin meşrulaştırılmasının bir aracı olarak dile getirilmiştir.

f- Tarih politik bir etkinlik midir?

Tarihin veya tarihi bir araştırmanın tam anlamıyla politik bir


etkinlik olduğunu söylemek güçtür. Ancak bu, tarihin siyasi olan­
dan kopuk veya bağımsız olduğu anlamına da gelmemelidir. Çünkü
biz, geçmişi bugünkü zihin inşamız, sorunlarımız, dünya ve toplum
görüşümüz ve fikirlerimiz ile incelemekteyiz. 37 Bu nedenledir ki her
tarihi dönemin yorumu yeni anlamlar çerçevesinde oluşur. Tarihin
bizim zamanımızı ilgilendirmesinden dolayı da bundan kaçınmak

35 Kubilay Aysevener, "Tarih ve İ lerleme': Felsefe Dünyası, Sayı: 1 4, Kış: 1 994,


s. 69.
36 Kari Raimund Popper, Hayat Problem Çözmektir, Çev. Ali Nalbant, Y. K.
Y., İ stanbul 2005, s. 1 52- 1 55.
37 Ferro vd., s. 1 3 .
Tarih Felsefesi 17

pek mümkün değildir. Öyleyse tarihin güçlü bir siyasi tarafı söz
konusudur. Geçmişin araştırılması ve tahlili hususunda tarihçi, bir
taraftan bugünkü siyasal bilinci taşır, diğer taraftan geçmişin siyasi
bilincini anlamaya çalışır. Bugünün siyasal bilinci, "temaların, kay­
nakların ve metotların seçiminde, yani araştırmanın başlangıç aşa -
masında kendini ideolojik ve politik unsurlar olarak" gösterirken,
diğer taraftan geçmişin siyasal bilinci de dönemin tarih yazıcılığını
etkilemiş ve hatta belirlemiştir. Tarihi tecrübe, "geçmişin bilinmesi,
ortak hafıza, önceki başarı ve hataların değerlendirilmesi, asırların
bize bırakmış olduğu miras, insanın ilerlemeleri, teknolojik, kültü­
rel, hümanist, sosyal zaferleri, bütün bunlar siyaseti damgalar:'38 Bir
başka ifade ile tarih, siyaseti gerekçelendirir ve ona çeşitli referanslar
sunar. Lakin unutulmaması gereken, tarihin haklı davalar için ge­
rekçe üretmesinin meşru olduğudur; haksız davaların gerekçelendi­
rilmesi sureti ile inşa edilecek gelecek, haklardan / refahtan yoksun
olacaktır. Tarih bilgisinin siyasi uygulamalarda çarpıtılarak kullanıl­
ması ve tarih felsefesinin bu sorunu temel bir problem olarak ele alıp
irdelememesi, çeşitli haklı davaların siyasetin gölgesinde kaybolma­
sına sebep olmaktadır. Siyaset, yapısı gereği çıkar ve çıkar ilişkilerini
bünyesinde barındırdığından dolayı, çoğu zaman çıkarların gerek­
çelendirilmesinde tarih ve tarihçilik, siyaset tarafından bir alet ola­
rak kullanılmaktadır. Tarihçiliğin tarih boyunca siyaset ile olan bu
olumsuz ilişkisi, tarih felsefecilerinin de üzerine eğildiği bir problem
olmadığı gibi zaman zaman da onların, bir siyasi anlayışın emrinde
açık veya örtük değerlendirmeleri de mevcuttur.39 Felsefi anlamda ir­
delenmesi gereken bu sorun, sadece tarih felsefecilerinin karşı dur­
ması gereken bir problem olmaktan çıkarılıp, siyaset felsefecilerinin
de bu mesele üzerine düşünmeleri gerekmektedir.

38 Ferro vd., s. 1 3 - 1 4.
39 Ayhan Bıçak, Tarih Felsefesi, Derga h Yayınları, İstanbul 20 1 5, s. 1 9 1 - 192.
18 Tarih Felsefesi

g- Tarihi belgeler hakikatin ifadesi midir?

Tarihi araştırma metodunun en önemli unsurunu hiç kuşku­


suz belgeler oluşturmaktadır. Birçok tarihçi için belgeler tarihi bir
araştırmanın en asli öğesi ve yine tarihi hakikatleri keşfetmenin en
önemli aracı durumundadır. Tarih bilimi ve belge ilişkisinin önemi
bir tarafa, felsefi soruşturmanın konusu olan tarihçinin hakikatin
unsuru saydığı belgelerin gerçekten böyle bir hakikati elde etme

••
amacının mutlak bir parçası olup
olamayacağı tartışmasıdır. Akade­

1 mik tarihçiliğin kurucusu olan Leo­


Bazı araştırmacılar tarihin olma­
dığını, onun tarihçi tarafından
yaratılan bir etkinlik olduğunu ve
li pold von Ranke için belgeler kutsal
il hatta tarihin "olgudan değil, kur­

1� gudan ibaret" bir etkinlik olduğu­


nu dile getirir.
1
'�
ve vazgeçilmez metinlerdir. Hatta
belge yoksa tarih de yoktur diyen

••
düşünür, verdiği bir konferansta çok
- ).. beğenilir ve dinleyiciler tarafından
ayakta alkışlanır. O ise büyük bir tevazu ile "Bayanlar, baylar beni al­
kışlamayın. Çünkü bunları ben söylemiyorum, "belgeler" söylüyor"
der.40 Belgeyi tam anlamıyla gerçekliğin ifadesi olarak temele koyan
Ranke, tarihçinin görevini de bu bağlam üzerinden kurar. Ona göre
tarihçinin işi "yalnızca hakikatte ne olduğunu ortaya çıkarmaktır.
Hakikatte ne olduğu ise belgelerde saklıdır. Bu durumda tarihçinin
yapması gereken şey belgelerin kritiğini yapmaktır. Çünkü artık ta­
rihçi belgelerin içinde yer alan olguların ortaya çıkarılması sürecinin
aktörüdür:'41 Birinci elden kaynakların tenkidi ile hakikati ortaya çı­
karmak mümkün olduğu gibi tek geçerli yoldur da. Lakin bu iddia
20. yüzyılın başlarından itibaren bir meydan okumayla karşılaşır
ve bu meydan okuma ileri sürülen Rankeci tez için çok ciddi bir
eleştiriyi de ihtiva eder. Bazı araştırmacılar tarihin olmadığını, onun
tarihçi tarafından yaratılan bir etkinlik olduğunu ve hatta tarihin

40 Fatma Acun, "Tarihin İnşası Sürecinde Belge ve Kullanımı': Cumhuriyet


Döneminde Türkiye'de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu, Ankara
1 8-20 Mart 20 1 0, Türk Tarih Kurumu: Ankara 20 1 l, s. 9 1 .
41 Acun, s . 9 1 .
Tarih Felsefesi 19

"olgudan değil, kurgudan ibaret" bir etkinlik olduğunu dile getirir.


Benzer eleştiriler olayların yaşanırken mutlak bir kayıt imkanının
olmayacağı ve her belgenin olayları eksik ele aldığı değerlendirme­
leriyle de devam etmiştir. Yine diğer taraftan tarihi araştırmada ka­
çınılmaz olarak devreye giren sübjektifliktir. Tarihçinin "belgeleri
seçimi, düzenlemesi ve yapılandırması tarihi olayları yeniden inşa
etmesi" 42 kaçınılmaz olarak tarihçi ve belge arasına sübjektiflik ola­
rak yansıyacaktır.

42 Acun, s. 92.
20 Tarih Felsefesi

1 . TARiHSEL SÜREÇ NASIL ANLAMLANDIRILMALIDIR?


Geçmişten günümüze insanın hem inşa ettiği hem kendisinin
onun aracılığıyla inşa edildiği bir süreç olarak tarihin ne olduğu
anlaşılmaya çalışılmıştır. "Nereden gelindiği ve nereye gidildiği" bu
anlama etkinliğinin temel sorularıdır. Tarih üzerine değerlendirme
yapan düşünürlerin çoğunun zihnini meşgul eden de bu ve benze­
ri sorulardır. Lakin felsefi düşüncenin mantığına uygun olarak bu
türden sorulara verilen cevaplar da tabiatıyla çeşitli derin farklılık­
lar içermektedir. Düşünürlerin bir kısmı tarihi, ilerleyen bir süreç
olarak anlamış ve bu temel kavram etrafında açıklamaya çalışmıştır.
Diğer bir kısmı ise tarihte ilerlemeci bir anlayışın tam karşısında ko­
numlanmış ve tarihin ilerlemediği, zaman zaman kendisini yinele­
yen bir süreç olduğunu savunmuşlardır. Diğer birtakım düşünürler
ise tarihte ilerleme veya döngünün sadece bir indirgeme olduğunu
savunmuş, tarihi açıklamanın en temel yolunun onu anlamak oldu­
ğunu dile getirmişlerdir. Bu açılardan bakıldığında tarihin ilerleme­
ci, döngüsel ve anlamacı olmak üzere üç temel bakış açısıyla açıklan­
maya çalışıldığı söylenebilir.

1 . 1 . Döngüsel Tarih: Tarihin kendi içerisinde yinelenip durdu­


ğu düşüncesi, tarihin döngüsel yorumunun en temel ifadesi olarak
karşımıza çıkar. Bu düşünce, geçmişten günümüze birçok insanın
savunduğu temel görüşlerden de biridir. Eski yaratılış öykülerinden
günümüze kadar uzanan köklü bir bakış açısıdır. Doğadaki düzen­
lilik, bizi toplum ortamında da döngüsel biçimdeki bir düzenliliğin
olabileceği düşüncesine götürmüştür. Nasıl ki gök cisimleri doğup,
yükselip batıyorsa,43 mevsimsel değişimler doğal bir seyir içerisin­
de ortaya çıkıp kayboluyorsa, evrenin ve uygarlıkların da böyle bir
sürece tabi olduğu gözlem yoluyla çıkarsanabilecek bir gerçekliktir.
Tarihin döngüsel yorumunun arka planında birçok mitoloji de söz
konudur. Örneğin; "Bitmeyen zamanın sembolü olarak kullanılan
Yılan simgesi, bu mitolojik anlatılardan sadece biridir. Bu söylen-

43 Kubilay Aysevener, "Antikçağ'dan Günümüze Tarih Tasarımları'', CTTAD,


VIIl/ 1 8 - 1 9, (2009/Bahar-Güz), s. 5.
Tarih Felsefesi 21

c e ölümsüzlüğün sırrını bulmak için Gılgamış'ın yolculuğunu konu


edinir. Lakin Gılgamış giriştiği bu zorlu mücadelenin sonucunda
ölümsüzlüğün kaynağı olan bitkiyi Yılana kaptırır. Yılan derisini
dökerek, yaşamını yeniler ve ölümsüzlüğe kavuşur:'44 Döngüsel sü­
rece ilişkin bu mitolojik anlatılar, Antik Yunanda mitolojik düşünce­
nin, yerini rasyonel düşünceye bırakması ile birlikte etkin bir bakış
açısı olma özelliğini de belirli düzeyde kaybetmiştir.

Tarih bilincinden yoksun bu değerlendirmeler daha sonra fark­


lı bir bakış açısıyla da işlenmeye devam etmiştir. Uygarlıkların canlı
birer organizma olarak kabul edildiği bu bakış açısında; doğma, bü­
yüme ve ölme kavramları çerçevesinde değerlendirmeler yapılmış,
kültürlerin kuruluşu ve yıkılışı bağlamında görüşler temellendiril­
miştir. Kültürlerin birer organizma olarak görüldüğü bu bakış açısı -
nın önemli temsilcilerinden biri İbn Haldun, diğeri Giambattista
Vico ve bir diğeri de 20. yüzyılda bu görüşün bir temsilcisi olarak
analizler yapmış Oswald Spengleröir. İbn Haldun'un kültür döngüsü,
en açık biçimde devletlerin ortaya çıkışlarından yıkılışlarına kadar
olan süreçte kendini gösterir. Ona göre bu süreç beş aşamadan
oluşur: İlk aşama bir yerleşme dönemidir, ikinci aşama yöneticinin
yönetimi tekeline aldığı bir dönemdir ve bu dönemde yöneten­
yönetilen ilişkisinin mahiyeti ortaya çıkar, üçüncü aşama görkem ve
şatafatın olduğu dönemdir, dördüncü aşama bolluk içerisinde
geçirilen bir aşama olmakla birlikte israf ve savurganlıkla gerileme
ve çözülmeye doğru gidişin de başlangıcıdır, beşinci aşama ise
yıkımın başladığı ve devletin, varlığını artık devam ettiremeyecek
bir duruma geldiği yok oluş dönemidir.45 Haldun gibi Vico da insan­
larda nasıl ki çocukluk, gençlik ve olgunluk evreleri söz konusuysa,
uluslar ya da kültürlerde de aynı evrelerin olduğunu söyleyerek ta­
rihsel seyri Tanrıların Çağı, Kahramanların Çağı ve İnsanların Çağı
şeklinde sınıflandırır. Bu sınıflandırmanın ilk iki aşamasında insan­
ların hayal gücü egemen iken son çağda akıl egemendir. Tarihte bu

44 Aysevener, "Antikçağ'dan Günümüze Tarih Tasarımları'', s. 5.


45 Kubilay Aysevener, "Tarih ve Döngüsellik'', Felsefe Dünyası, Sayı:3, Mart,
1 992, s.87.
22 Tarih Felsefesi

durum her daim kendini yineleyen bir döngüdür. Bunun için tarihte
ilerlemeyi her zaman bir gerileme ve bunu yeniden bir ilerleme iz­

••
ler.46 Döngüsel tarih anlayışının diğer bir önemli temsilcisi
Spengleröir. Spenglere göre
kültürler de tıpkı insanlar gibi belirli
Döngüsel tarih, her bir uygarlığın yaş aşamalarından geçmektedir. On­
aynı evreleri geçirip tekrar başa
döneceğini kabul eder ve burada
ların da çocukluk, gençlik ve yaşlılı­
tarihin bir sonu bulunmamakta­ ğı mevcuttur. Tüm insanlık tarihi,
dır. i lerlemeci tarihte ise insanlık
tarihi bir bütün olarak ele alınır organizma biçiminde olan
ve genel tarihin belli evrelerden
kültürlerdeki değişim, dönüşüm ve
geçtikten sonra sonlanacağı kabul
edilir. hayat hikayelerinden meydana

•• _____,,. ,./ gelmektedir.47 Tarihsel süreci bir an-


lama etkinliği olarak döngüsel tarih,
doğada meydana gelen art arda gelişen ve kolayca gözlemlenebilen
olayların bir soyutlaması olarak belirtilebilir.

1 .2. İlerlemeci Tarih: Yeryüzünde gerçekleşen bilimsel geliş­


melerden dolayı toplumsal alanda da ilerleme meydana gelmiştir.
Bu durum, tarihsel alanın da ilerleme içerisinde bulunduğu düşün­
cesine sebep olmuştur. Özellikle 16. ve 1 7. yüzyıllarda doğa bilimle­
rinde yaşanan büyük gelişmeler, teknik yeniliklerin insan yaşamına
sağladığı kolaylıklar bu inancı pekiştiren etkilerdir. İlerleme düşün­
cesinin savunucularına göre ilerleme, insanların bir hedefe doğru
yol almasını ifade etmektedir. Belli bir zaman dilimi içerisindeki
dönemlerde meydana gelen gelişme, ilerleme adını almaktadır.48
İlerlemenin bize bağlı olduğu, bizim uyanıklığımızın, çabalarımızın,
belirlediğimiz hedeflerin ve önümüze koyduğumuz kararlarımızın
gerçekliğine bağlı olduğu olgusunu daha iyi kavradığımızda, bunu
daha yetkin hale getirme olanağımız da artacaktır.

İlerleme düşüncesinin Tanrı öğretisiyle ilgili olduğu da sürekli


ifade edilen bir görüştür. Bu görüşün kökeninde Yahudi- Hıristiyan

46 Aysevener, "Tarih ve Döngüsellik': s. 87.


47 Aysevener, ·�ntikçağ<lan Günümüze Tarih Tasarımları·: s. 7.
48 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 64.
Tarih Felsefesi 23

geleneği vardır. Onun temelinde de Yahudi gizemciliği bulunmak­


tadır. Bu gizemcilik insanın ahlaki anlamda aşamalar kat ederek
olgunlaşması ve bunun sonucunda Tanrı katına geri dönüşünü ifa­
de eder. Tarihin bu teoloj ik yorumunda asıl olan, insanın, işlediği
günah yüzünden tarihsel süreç içerisinde arınmasıdır. Bunu yetkin
bir şekilde dile getiren isim ise St. Augustinus'tur. Ona göre tarih,
insanın başkaldırı ile işlediği günah yüzünden düşmesi, İsa'nın gele­
rek insanların kurtuluşa ermesi için öncülük etmesi ve kurtuluş için
gerçekleştirilecek eylemlere yönelik zamanın son bulması ile yetkin­
liğe doğru devinme sürecinin bir kezlik tarihsel oluşudur.49 Ayrıca
ilerleme düşüncesine dair teolojik çizgisellikle ilişkili değerlendir­
meler yanında, aklın erginleşerek geleceği inşa edeceği düşüncesi
ve yine ilerlemenin ahlaksal bir değer taşıdığı üzerinden de çeşitli
temellendirmeler yapılmıştır. 50 Tarihte amaçsallığın ilk temellerini
atan Leibniz'e göre: "Tarih, aklın gitgide olgunlaşmasıdır; karanlık­
tan aydınlığa doğru adım adım yükselişidir. Bu devinim süreklidir,
gerilemeler ve duraksamalar yeni başarılar için güç kazanmaktan
başka bir şey değildir. Yine aynı doğrultuda Kant için ise ilerleme
kavramı ahlaksal bir değer taşımakta ve daha özgür bir insanlık öz­
lemine dayalı hedeflerimiz açısından tarihe ilerleme idesi altında
bakmak, ahlaksal bir ödevdir:•s ı

Çağdaş tarihin kurucuları olarak ifade edebileceğimiz Aydın­


lanma Çağı'nın akılcıları, Yahudi-Hıristiyan erekselciliğini baş aşağı
ederek erekselci görüşü laikleştirmişlerdir. Bir başka ifade ile ilerle­
meci tarih, Hıristiyanlık kaynaklı çizgisel tarih anlayışının moder­
nist kavranışı veya ifadesidir. Bu anlama biçiminin değişimi ile Ay­
dınlanma anlayışı çerçevesinde tarihi süreç içerisinde var olan akli
nitelik tekrar özgün haline kavuşturulmuştur. Böylece tarih, dünya
üzerinde insanın durumunun yetkinleştirilmesi amacına yönelik

49 Aysevener, ''Antikçağ'dan Günümüze Tarih Tasarımları': s. 9.


50 Aysevener, "Tarih ve İlerleme': s. 65.
51 Aysevener, "Tarih ve İlerleme", s . 66-67-68.
24 Tarih Felsefesi

ilerleme biçimine dönüşmüştür.52 Onlara göre dünya insanlığının


bugüne kadar biriktirdiği kazanımlar aklın rehberliği ışığında gele­
ceğe doğru ilerleyerek/artarak devam edecektir. Bu iddia öyle bir hal
alır ki, ilerlemeciler gelecek çağların insan nesli için, doğa kaynak­
larının kullanımında sınır tanımayacağı ve mutlak egemenliği elde
edeceği konusunda hiçbir şüphe duymazlar. İfade edilen anlayış sa­
dece doğa üzerindeki hakimiyetin artacağı iddiasıyla da sınırlı değil­
dir. Onlara göre biricik değer olan "özgürlük" de yüz yıl öncekinden
daha fazla çoğalmıştır. 53 Bütün olarak yadsınamayacak olan bu iddia,
yine yüz yıllık yoksunlukları göz ardı ettiği için sorunludur.

Ayrıca Aydınlanma Döneminden sonra 19. yüzyılda Alman


idealist geleneğinin tinsel ilerleme yaklaşımıyla Comte ve Marx'ın
maddeci ilerleme anlayışları da tarihsel ilerleme düşüncesi sınıfları -
dırmasına dahil olan yaklaşımlardır.

İlerlemeyi en makul şekilde temellendirmek için yapılması gere­


ken, doğaya yüklenen ilerleme ile evrimsel değişimin sonucu olarak
kabul edilen ilerleme arasındaki farklılığa bir de edinilen ve birikim
olarak kuşaktan kuşağa aktarılan aracılığıyla ilerlemeyi ayırmaktır.
Biyoloj ik olarak yazılı tarihten bu zamana insanoğlunda gerçekleşen
değişimlerin hiçbiri bilinmemektedir. Edinmeler ile ilerleme de ku­
şaktan kuşağa ölçülebilir bir özellik taşır. Örneğin: "Avrupalı bir be­
beği bir Çinli aileye veriniz, çocuk beyaz derili olarak büyüyecek, fakat
Çince konuşacaktır. Deri rengi biyolojik bir kalıtım, dil ise insan beyni
aracılığıyla iletilen toplumsal bir edinmedir. . . Çağdaş insanın 5000 yıl
önceki atasından daha büyük bir beyni ya da daha geniş bir doğuş­
tan düşünme yeteneği olmadığı söylenmektedir. Fakat düşüncesinin
etkinliği, öğrenme yoluyla ve aradan geçen kuşakların deneyimlerini
kendi deneyimlerine katarak pek çok artırılmıştır."54 Zira toplumsal
ve tarihsel anlamda ilerleme, Carr'ın ifadesi ile edinilmiş becerilerin
aktarılmasının bir sonucudur.

52 Carr, s. 125.
53 Carr, s. 127.
54 Carr, s. 1 28 - 1 29.
Tarih Felsefesi 25

İlerlemeci tarih görüşüne yapılacak olan en temel eleştiriyi yine


Carr'ın ifadeleriyle dile getirecek olursak; aklı başında hiç kimse,
geri dönüşsüz, sapmasız ve kesintisiz, süreklilik içinde devam eden
bir ilerlemeye inanmayacaktır. Tarihin düz bir çizgi boyunca ilerle­
diğini düşünmek, ondaki en keskin dönüşlerin bile bir içkin ilerleme
olduğunu görmemek yanılgıdır. Zira tarihsel süreçte ilerleme dö­
nemleri de gerileme dönemleri de bulunmaktadır.55 Gerileme dö­
nemlerinin bitimiyle birlikte ilerlemenin kaldığı yerden devam ede­
ceğine yönelik bir düşünce de doğru değildir.

1 .3. Anlamacı Tarih: Anlamacı tarih, tarihsel alana yönelik bi­


linen yaklaşımlardan tamamen farklı bir yaklaşımı ifade etmektedir.
Özellikle eleştirel bir tutumu temele alan bu yaklaşım, tarihin yanlış
yorumlandığı gerekçesiyle ortaya atılmıştır. Anlamacı tarihe göre ta­
rihsel alanda yapılan en büyük yanlış, tarihin geri planında var olan
bir genel yasanın olduğu düşüncesidir. Bizler, yapmış olduğumuz
araştırmaların sonucu olarak tarihin, kendisine göre işlediği bir ya­
saya ulaşamayız. Böyle bir düşünce, bulunulan dönem bağlamında,
bulunulan dönemin değer yargılarına göre ortaya atılan bir düşünce­
dir.56 Bu nedenle bu durumu bütün
insanlık tarihine genelleme olanağı
bulunmamaktadır. Söz konusu bağ­ Anlamacı tarih,
••
döngüsel ve

lamlar çerçevesinde anlamacı tarih, ilerlemeci tarihten farklı olarak


tarihin belirli evrelerden geçtiği­
hem döngüsel tarihin hem de ilerle­ ni, tarihin geri planında yönetici
yasaların var olduğunu kabul
meci tarihin karşısında konumlana­ etmez. Bu yaklaşıma göre her bir

caktır. Çünkü döngüsel tarih, tarihte


••
dönem kendi özellikleriyle ele
alınmalıdır.
uygarlıkların sabit evrelerden geç-
tiğini ve bunu yinelediğini, tarihin ______,

genel yasasının da uygarlıkların bu


şekildeki doğum ve ölümlerini ifade ettiğini vurgulamaktadır. İlerle­
meci tarih ise iki farklı yönelimle bir genel yasalılıktan bahsetmekte­
dir. Öncelikli olarak ilerlemeci tarih, döngüsel tarihten farklı olarak

55 Carr, s. 1 3 1 .
56 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, İstanbul 20 1 0, s. 75.
26 Tarih Felsefesi

tarihte tekrar eden süreçlerin olmadığını, ilerleyen bir biçimde genel


ve bir defa gerçekleşen genel tarih dönemleri olduğunu kabul et­
mektedir. Ayrıca ilerlemeci tarih, döngüsel tarihten farklı olarak tüm
tarihsel sürecin bir sonu olduğunu, bu sonun da tarihin amacının
gerçekleşmesiyle meydana geleceğini dile getirmektedir. İlerlemeci
tarihin iki farklı yönelimi ise tinselliğin veya maddiliğin ilerlediği
yaklaşımına göre ortaya çıkmaktadır. Aydınlanma Döneminin ve
pozitivist yaklaşımın temel kabulü, maddenin ve bilimin ilerlediği­
ne yönelik bir ilkeye/kabule dayanmaktadır. Bu yaklaşım, anlamını
daha çok olgusallıkta bulmaktadır. İdealist yaklaşımlar ise tarihsel
sürecin, Tanrı'nın veya evrensel tinin tarihsel alanda kendini açması
ve bu açımlamayı gerçekleştirmesi süreci olduğunu kabul ederek bir
tarihsel ilerlemeden bahsetmişlerdir.

Anlamacı tarih ise genel olarak yasalılıktan bahsedilemeyeceği


yaklaşımıyla hem döngüsel hem de ilerlemeci tarihin tüm yönelim­
lerinin karşısında bulunmakla birlikte, özellikle ilerleme düşüncesi­
ne zıt tavır sergilemiştir. Aydınlanma düşüncesinde var olan ilerle­
me idesi, insanlığı da tıpkı doğadaki gibi bir determinizme mahkum
ederek onun özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Yine tinselci
ilerlemeci yaklaşımlar da aynı şekilde insani varoluşun önemini or­
tadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla tarihe bir açıklama getirilecekse,
tarih içerisindeki bireyin ve bireylerden oluşan toplumların özgün­
lüklerine, öznelliklerine uygun bir açıklama getirilmelidir. Buna
göre anlamacı tarih, tarihte genel bir ilerlemenin olduğu düşünce­
sinin ulaşılabilir bir düşünce olmadığını ifade etmektedir. Herder,
tarihte ilerlemeler olduğu gibi gerilemelerin de olduğunu vurgula­
maktadır.57 Böylece her tarihsel dönemin kendi içerisinde bir amacı,
hedefi ve değeri bulunmaktadır. Dilthey'in de vurguladığı gibi tarih­
sel süreç içerisinde bireysel yaşam ve bu yaşamın oluştuğu toplumsal
yaşam, kendi dönemlerinde ele alınmalıdır.58 Tarihte ilerlemeler ve

57 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 76.


58 Wilhelm Dilthey, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat': Çev.
Doğan Özlem, (Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Do­
ğan Özlem, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 20 1 2 içinde), s. 39.
Tarih Felsefesi 27

gerilemeler mevcuttur ve tarihin kendisini oluşturan şey, tüm dö­


nemlerin kendi özgünlükleriyle barındırdıkları kendi değerleri ve
yasalılıklarının bütünüdür.

Anlamacı tarih, özellikle Herder'in öncülüğüyle daha sonra da


Dilthey'in ve Alman Tarih Okulu'nun katkılarıyla daha sistematik
hale getirilerek hermeneutik tarih anlayışını ortaya çıkarmıştır.59
Hermeneutik tarih anlayışında anlama, temel bir yöntemdir. Anla­
ma sayesinde bireyler, toplumlar ve dönemler arasında bir düzen­
lilik sağlanabilecektir. İlerleme gibi düşünceler, yalnızca bulunulan
dönemin temel karakteristiği olmasına rağmen, tüm tarihe genelle­
nerek yanlış bir tarih anlayışı ortaya konulmaktadır. Tarihin düzeni,
geçmiş dönemlerin yeniden yaşanarak anlaşılması ve yorumlama
yöntemiyle tüm dönemlerin birikimi kavranıp bu dönemlerin bir­
birleriyle ilişkisi kurularak sağlanabilir. Böylece anlamacı ve bunun
uzantısı olan hermeneutik tarih anlayışı, tarihte genel bir ilerleme ya
da bir genel yasa olmasından ziyade, tarihte evrensel olarak gerçekle­
şen özgür bir insan varoluşu olduğunu ve geçmiş, şu an ve geleceğin
toplamının tarihi oluşturduğunu kabul etmektedir. Burada bir genel
yasalılık bulunamayacağı için yalnızca anlama ve yorumlama esastır.

59 Wilhelm Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş': Çev. Doğan Özlem, (Wilhelm


Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap Ya­
yınevi, İstanbul 20 12 içinde), s. 12.
28 Tarih Felsefesi

2. iLKÇA�DA TARiH: YUNAN VE ROMA


Tarih dediğimizde akla ilk gelen geçmiş hakkında haber ver­
mektir. Bu şekildeki kullanım, hem yaygın hem de ona dair neredey­
se gündelik bilgi niteliğinde bir bilgidir. Çünkü insan tarih varlığıdır.
Yani bu ilk çağrışım hep var olagelmiştir. Ancak onun bildirim kipi­
nin dışında kullanımı ve tarihsel bilgi bağlamında anlamı geçmişe
kadar uzanmaktadır. Çeşitli araştırmalar aracılığıyla ulaşılan belge­
lere bakılınca (yaklaşık İ .Ö. 2500), bizim geçmiş hakkında ifadelerde
bulunurken tarih dediğimiz şeye benzer durumların dile getirildiği
görülmektedir. Lakin bu ifadeler sorulara verilmiş yanıtlar değildir.
Yine burada kaydedilen eylemler insan eylemleri olmayıp, tanrısal
eylemlerdir. Bu çeşit bir tarih, tarih bilimi olmayıp teokratik tarih
şeklinde kavramsallaştırılır. Aslında bu, geçmişteki tarih adına tarih
dışı yaklaşımların ilkidir. İkincisi ise mitostur. Mitos, insan öğesinin
tamamen dışarıda bırakıldığı ve öykülerin kahramanlarının sadece
tanrıların olduğu anlatılar ve inanışlardır. Bu türde kaydedilen ey­
lemler geçmişteki tarihi olaylar olmayıp, neredeyse tarihsiz bir geç­
mişte tasarlananlardır. Bu açıdan bakıldığında mitosun hep teogoni
özelliği taşıdığı söylenebilir. Bu iki yarı tarih biçimi, yani teokratik
anlatı ve mitos, Yunan düşüncesinin
doğuşuna kadar Yakın Doğu'nun tü­
müne egemen olan anlayıştır.60 Tari­
••
Tarihin bir efsane olarak ifadesin·
den bir araştırmaya dönüşümü,
hin bir efsane olarak ifadesinden bir insanın geçmiş hakkında bilgisiz
araştırmaya dönüşümü, insanın geç­ olduğunu düşündüğü konulara
ilişkin araştırmaya girişimi Hero­
miş hakkında bilgisiz olduğunu dü­ dotos ve Thukidides gibi tarihçi­
lerle başlamıştır.
şündüğü konulara ilişkin araştırma­
ya girişimi Herodotos ve Thukidides •• _...,,,.
gibi tarihçilerle başlamıştır.

60 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 52-53.


Tarih Felsefesi 29

2. 1 . Herodotos / Thukidides ve Aristoteles: Tarih sözcüğünün


tüm B atı dillerindeki karşılığı olan
historia history, Grekçe "istoria,
istorien" sözcüğünden gelmekte­
dir. Bu sözcük Antikçağöa "geç­
mişte kalmış düşünceleri haber
verme, haber alma yoluyla bilgi edinme, görerek tanık olarak bilme
anlamlarında ve açıklama olanağı bulunamayan, olağanüstü sayılan
güneş tutulması, mıknatıs çekmesi gibi doğal olgular hakkında ta­
nıklık bilgisi olarak da"61 kullanılmıştır. Toplumların geçirdikleri
olayları aktarma ve kayıt altına alma aracılığıyla bilgi sahibi olma
anlamına gelen istoria kavramını Herodotos kullanmıştır.
Herodotos'un hayatı üzerine bilgimiz az olmakla birlikte, ona dair
temel bilgimiz tarihçilerin babası olduğudur. Hangi tarihler arasında
yaşadığı konusunda bir tartışma söz konusu olmakla beraber genel
kabul, Herodotos'un Karia kenti Halikarnasos'ta i.ö. 490 yılında
dünyaya geldiğidir. Sitenin ileri gelen bir ailesine mensuptur ve seç­
kin bir çevrede yaşamıştır. İyi bir eğitim aldığı ve çok iyi bir gözlem -
ci olduğu eserinde kendisini göstermektedir.62

Her ne kadar eserinde çok fazla hikayeye yer verse de Hero­


dotos, sadece aktarma değil, aynı zamanda hem tanık olma hem
de araştırmaları için alternatif kaynaklar bulma arayışına girmiştir.
Örneğin; Kyrene, Karadeniz bölgesi, Lydia, Media ve İran'ı gezmiş,
esrarlı uygarlıkların beşiği olan Mısır'ı ziyaret etmiş ancak sadece
gözlemlerde bulunmamış, tapınak rahiplerini ve arşiv belgelerini
de bilgi kaynağı olarak kullanmıştır.63 Bir diğer ifadeyle Herodotos,
gittiği yerlerde halk ağzından anlatılar toplayarak, ileri gelen kişi­
lerle buluşup görüşerek, bilginlerle ilişkiler kurarak verilerini elde

61 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s.2 1 -22.


62 Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İ s­
tanbul, 1 99 1 , s. 6.
63 Muzaffer Demir, "Herodotos ve Yabancı Kültürler: Mısır Örneği", Tarih
incelemeleri Dergisi, Cilt: XXVII, Sayı:2, 20 12, s. 3 1 8.
30 Tarih Felsefesi

etmektedir. Yine bu ülkelerdeki resmi kayıtları inceleyerek, savaşlar


ve sayılar hakkında belgelerden yararlanmaktadır. Ülkenin gelenek,
görenek ve törelerini araştırarak insanı tanıma ve anlama çabası­
na girmekte, gördüklerini tabletlerine not etmekte ve bilgilerini bu
yollarla toplamaktadır.64 Tabi iki Herodotos'un eserine hakim olan
dil, hikayecidir. Nereye, ne zaman gittiği konusu çok defa tarihlen­
dirilmediği için düzenli bir kronoloj iden söz etmek kolay değildir.
Eserinden kendine dair fikirler elde etmek ise oldukça güçtür. Zaten
döneminde eserde kendini açmak yaygın bir alışkanlık değildir. Ese­
rin girişindeki beyanda bunu açık olarak göstermektedir:

"Bu Halikarnassos'lu Herodotos'un kamuya sunduğu araştırma­


dır. İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunan­
lıların, gerekse Barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün
adsız kalmasın, tek amacı budur; birde bunlar birbirleriyle neden dö­
vüşürlerdi diye merakta kalınmasın'165
Daha sonra Thukidides, istoria sözcüğünden yalnızca bir aktar­
ma ve kayıt altına alma etkinliğini değil, insani-toplumsal olayları
değerlendirme ve yorumlama etkinliğini de anlamıştır. Bu iki büyük
tarihçiden sonra istoria sözcüğü Grekçede çift anlamlılık kazanmış
ve sözcük hem doğa alanındaki olgulara tanıklık etmeye yönelik bil­
gi, hem de toplumsal alandaki olaylara yönelik haber bilgisi olarak
kullanılmıştır.66 İlkçağ felsefesinin en önemli isimlerinden olan Aris­
toteles, istiorik bilginin iki anlamını da hakiki bilgiden, akıl bilgi­
sinden ayırarak onu tikellerin bilgisi ile sınırlandırmıştır. Ona göre
ozanın işi, gerçekten olmuş şeyleri değil olabilecek şeyleri, olabilirlik
ya da zorunluluk gereği meydana gelebilecek şeyleri söylemektir. Ta­
rihçiyle ozan arasındaki fark; birinin dizelerle, ötekinin düz yazıyla
yazması değildir. Aralarındaki fark, birinin gerçekten olmuş öteki­
nin ise olabilecek şeyleri anlatmasıdır. Bu yüzden şiir tarihten daha

64 Herodotos, s. 6.
65 Herodotos, s. 17.
66 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 22.
Tarih Felsefesi 31

felsefi ve daha değerlidir, çünkü şiir daha genelden tarih ise özelden
söz eder.67 Bir diğer ifade ile, birinin bildirimleri evrenselin doğasıy­
la ilgili iken (tümel yargıyı ifade ederken), diğeri tikelin ve olumsalın
bildirimini yapar. Şiir hiç kuşkusuz felsefe ya da bilim değildir, ancak
tarih ile kıyaslandığında daha felsefidir.68 Zira tarih, deneysele da­
yanan çokluğun bilgisine yönelmiştir. Aristoteles'in değişik devrim
türleri ve bunların geçmişten günümüze nasıl seyrettiğine dair de­
ğerlendirmeleri oldukça fazla olmakla birlikte, hiç kuşkusuz bunlar
tarih felsefesi değerlendirmeleri değildir. Daha ziyade tarih üzerine
tarihçinin kendisi tarafından da ortaya konulabilecek genel değer­
lendirmelerdir.

İlkçağ Yunan düşüncesinde tarihin seyrine dair bir döngünün


var olduğu yaygın bir kabuldür. Lakin bir tarih felsefesi kuramı ola­
rak döngü, bu dönemde dile getirilen ve felsefi olarak analiz edilen
bir süreç değildir. Sadece anlama biçimi olarak görülebilecek bir ba­
kış açısıdır. Aslında İlkçağın tarihe bakış açısını ifade edecek ana
kavram tözcülüktür. Töz, maddi ya da fiziki töz demek olmadığı gibi,
düşünsel olduğu dile getirilmese bile maddi olarak da görülmemek­
tedir. Platon'a göre hiçbir töz maddi değildir, düşünsel olmasa bile
onun için söylenecek olan, tözlerin nesnel biçimler olduğudur. Aris­
toteles için töz, nihayetinde akıldır. Bu bakış açısı zorunlu olarak
tözcü bir metafizikte değişmeyen şeyin bilenebilir olduğu sonucuna
bizi götürür. Ama değişmeyen şey, tarihsel olmadığı gibi, tarih geçici
olaylardır. Bunun için tarihçi bir düşünme biçimiyle tözcü bir dü­
şünme bağdaşmayacaktır. Zaten Herodotos'un tarihsel bir bakış açı­
sına sahip olduğu görülmektedir. Onun için olaylar kendi içinde
önemlidir ve kendi başlarına bilinebilir. Lakin Thukidides için olay­
lar, "en başta, salt ilinekleri oldukları öncesiz-sonrasız ve tözsel var­
lıklar üzerinde tuttukları ışıktan ötürü önemlidir:'69 Bu iki bakış açı-

67 Aristoteles, Poetika, Çev. Samih Rifat, K Kitaplığı, İ stanbul, 2003, s. 36-37.


68 Frederick Copleston, Felsefe Tarihi: Fransız Aydınlanmasından Kanta,
Çev. Aziz Yardımlı, İdea, İstanbul 2004, s. 1 9 1 .
69 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 85.
32 Tarih Felsefesi

sı irdelendiğinde Herodotos'un tarihçi bir bakış açısına sahip olduğu


görülür. Oysa Thukidides'in bakış açısını tözcülük etkilemiştir.

2.2. Livius ve Tacitus: Tarihsel


düşüncenin Roma'nın eline geçme­
siyle birlikte Livius tarafından tam bir
görkeme sahip tarih tasarımı gelişir.
Livius'un tarihçiliği, kes-yapıştır ta­
rihçiliği şeklinde tezahür eder ve onun yaptığı, Erken Roma
Tarihi'nin rivayet kayıtlarını bir araya getirmektir. Felsefi değerlen­
dirmelere de yer veren düşünüre göre tarih, insancı bir etkinliktir.

/'
rı •• Köklerimizin tanrısala dayandığını
ifade etmek gurumuzu okşayabilir,
(1 Livius'un tarihçiliği, kes-yapıştır 1 ancak tarihçinin işi, insanların gu­
tarihçiliği şeklinde tezahür eder
ve onun yaptığı, erken Roma rurunu okşamak değil, insanların
Tarihi'nin rivayet kayıtlarını bir
araya getirmektir. Tacitus'un ise
yapıp etme1erını resmetmektır. D ı-
·
·
' ·

tarihe dair değerlendir-meleri ğer taraftan tarih okuyucularının ya-


hem daha sığdır ve hem de felse-
fi bir bakıştan yoksundur. Daha kın döneme dair anlatılara daha me-
ziyade retorikçi bir dil ve anlatım
baskındır.
yı"lli oldug"unun, fakat uzak geçmiş
hakkındaki okumalarının da önemli
• olduğunun altını çizer. Son olarak
keskin bilimsel iddialarda bulunmaz
ve özgün bir yönteme sahip olduğunu dile getirmez.70 Daha esnek
bir dil ve mütevazı bir bakış açısına sahiptir. Çağı açısından bakıldı­
ğında özellikle efsaneler ve masalların eleştirel bir değerlendirmeye
tabi tutulması ve onların aracılığıyla doğruya ulaşma adına ortaya
konulan iddialarda dikkatli olunması gerektiğine dair vurgu önemli­
dir. Yani o, eleştirel bakış açısını benimsemiş bir kişiliktir denilebilir.
Bu, onun rivayetleri tam anlamıyla eleştiriye tabi tuttuğu anlamına
gelmez. Zaten böyle bir eleştiri modern dönemde gelişen bir tutum­
dur. Onun değerlendirmelerinde rivayetlerin kabulü ve içten tekrarı
söz konusudur. Livius'tan sonra diğer önemli kişilik Tacitus'tur.
Tacitus'un tarihe dair değerlendirmeleri hem daha sığdır hem de fel-

70 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 80.


Tarih Felsefesi 33

sefı bir bakıştan yoksundur. Daha ziyade retorikçi bir dil ve anlatım
baskındır.71 Tacitus, tarihi çeşitli karakterler üzerinden anlatır, ancak
seçtiği karakterler tarihi hakikatlere uygun olmadığı gibi, bunlar
aracılığıyla bir saldırı içerir.72 Olguları yanlış tasarlar ve olayları süslü
göstermek için abartılı örneklere başvurur. Roma tarihi, bir şeyin
nasıl meydana geldiğini açıklamayı amaç edinme tavrından yoksun­
dur. Bu tarihçilerde tarihin alanı, insanların yaptıklarını betimle­
mekten öteye geçmemiş, yararcı bir tavır benimsenmiş ve tarihsel
olaylar karşısında dürüst davranma tembelliği söz konusu olmuş­
tur. 73 Diğer taraftan her ne kadar Livius'un daha özgün bir karaktere
sahip olduğu söylenebilse de her iki düşünürün ortak noktası olarak
dile getirilebilecek olan şey; bu dönemde tarihin amaçlar için araçsal
olarak kullanıldığıdır.

71 Collingwood, Tarih Tasarımı, s . 80.


72 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 8 1 .
73 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 85-88.
34 Tarih Felsefesi

3. ISLAM VE BATI ORTAÇAGINDA TARiH


Genel olarak bakıldığında Ortaçağın, rivayete bağımlı tarih an­
layışına sahip olduğu ve bunun dışında eleştirel bir tarihçilik fikrinin
gelişmediğini söylemek mümkündür. İslam Ortaçağında tarih, po­
tansiyel olarak veya örtük bir biçimde çizgisel bir tarih anlayışına
dayalı tarih teolojisini ifade etmektedir. İslamiyet'te insan kendi ya­
şamını yaradılıştan kıyamete kadar Tanrı'nın planına göre akıp gi­
den süreç içerisinde yorumlayıp değerlendirmektedir. Bu, aynı za­
manda tarihin açıkça bilinebilir bir düzeni olduğu fikrinin de
ifadesidir. Çünkü vahye inanan bir mümin için Tanrı'nın belirlemiş
olduğu bir tarih vardır ve düzenlilik içerisindeki bu tarihin geçmişi
de geleceği de net bir biçimde bilinebilir. Geçmişteki herhangi bir
olay da Kur'an ile sünnetin ışığında ve bu bakış açısıyla yorumlana­
bilir bir karakter taşımaktadır. Tarih yazıcılığının da temel özelliği
bu anlayışa dayanan bir tarih teoloj isini ifade etmektedir. Burada asli
olan tarihsel olaylardan ahlaksal dersler alınması ve kıssadan hisse
çıkarılmasıdır.74 Batı Ortaçağında ise tarih anlayışı, Hristiyan teolo­
j isi ekseninde şekillenmiş ve Hristiyan teolojisi bütün olarak felsefi
düşüncenin üstünde görülmüştür. Bu düşünce çerçevesinde en te­
mel değişim, çizgisel tarih yaklaşımının, döngüsel tarih düşüncesi­
nin yerine geçmesidir. Çizgisel tarih anlayışı, Batı düşünce gelene­
ğinde bu değişimle birlikte farklı tarih anlayışlarını da derinden
etkilemiştir. Modern dönemde de derin etkiler bırakan bu anlayışa
göre tarih, aralarında neden- sonuç
ilişkisi bulunan ve düz çizgi şeklin-
de sıralanan olayların bütünüdür.75
••
Ortaçağ döneminde lsiam v e Batı
dünyasında tarih anlayışı genel
Burada seçilen iki düşünür, yani olarak ilerlemeci bir tarih anlayı­

İbn-i Haldun ve Saint Augustinus, şıdır ve tüm tarih belli bir neden­
sellik içerisinde bilinebilir.
yaşadıkları dönemi aşan düşüncele­
re ve özgün değerlendirmelere sa­
hip kişiliklerdir. Haldun'un neden-
•• _....,,.

74 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s.37.


75 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s.33.
Tarih Felsefesi 35

selliğe ilişkin açıklamaları veya Augustinus'un, tarihi döngüsel süreç


olarak gören yaklaşımdan arındırarak teolojik bir irdelemeyle çizgi­
sel anlayış etrafında değerlendirmesi, onları seçkin simalar olarak
görmeye neden olmuştur.

3 . 1 . Batı Ortaçağı

3. 1. 1. Saint Augustinus
(354-430) : Roma Kuzey Afri­
ka'sının bir yerlisi olarak dünyaya
gelen ve oranın bir sakini ola­
rak hayatını geçiren Augustinus,
Hıristiyanlığa yönelik putperest
hücumlar sebebiyle harekete geç­
miş ve temel eseri olan "Tanrı
Devleti"ni kaleme almıştır. Bu
eserde düşünür putperestliği; kendini beğenmişlik, değerlere saygı­
sızlık ve dünyevi olana bağlılık şeklinde betimlemiştir ve ona göre
Tanrı Devleti, dünyevi olanı aşan bir ideali ifade eder; dünyevi olana
yönelik eksiklikleri de içerisinde barındırmaz.

Düşünürün Hristiyan teoloj isine göre ortaya koyduğu tarih


düşüncesi, Ortaçağ döneminde Kilise'nin resmi düşüncesi haline
gelmiştir. Döngüsel tarih anlayışının bütün Ortaçağ boyunca etki­
sini bitirecek olan bu tarih anlayışında asli olan, Tanrı'nın zaman ve
mekandan aşkın olarak varlığı yarattığı fikridir. Bu durumda zaman,
Tanrı'nın bir yaratımı ve başı sonu belli olan bir süreçtir. Bu süreç,
artık tekerrürü içinde barındırmayan, bir defalık vuku bulan bir sü­
reçtir ve ilk günahla başlayıp kurtarıcı olarak İsa'nın gelmesinden,
insanları kurtuluşa yönlendirmesinden kıyamete, Tanrı Mahkemesi
olan Eskaton'a kadar sürecektir.76 Augustinus'un tarih anlayışını Or­
taçağın erken dönemlerinden ayıran temel belirleyici, onun yaradılış
ile ilgili fikirleridir. Yer ve gök yaratıldıklarını haykırıyor diyen düşü-

76 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s.30.


36 Tarih Felsefesi

nür, bunun kendiliğinden olmadığını da varlığın diliyle ifade ederek:


"Bizler yaratılmış olduğumuz için varız. Var olmadan önce yoktuk,
öyleyse kendi kendimizi yaratamayız"77 şeklinde dile getirmektedir.
Bu tarih görüşü, İncil'in Tekvin bölümündeki yaratma kronolojisiy­
le, insan ruhu ve insanın hayat safhaları arasında önemli derecede
benzerlikler barındırır. Tarih, çoğu zaman insanın hayat safhalarıyla
ilişkili olarak tanımlanır ve insanda olduğu gibi, tarihin de bir büyü­
me ve gelişme duygusuna sahip olduğunu ileri sürer.

Düşünce tarihinde zaman kavramı üzerine yetkin olan değer­


lendirmelerden biri Augustinus'a aittir. Ona göre her yerde hazır ve
nazır olan Tanrı, zaman ve uzay dışındadır. Fakat evren, Tanrı'nın
eseri olarak zaman içindedir. Bunun bilincinde olan varlık ise insan­
dır. Bu durumda insan, zamanın bilincinde olan tarihsel varlıktır.
Eğer geçmiş, şimdi ve gelecek üzerinden bir değerlendirme yapıla­
cak ise o zaman hatırlama yetisine sahip olan insan, bu değerlendir­
menin öznesi olmak durumundadır. Zamanın ne olduğuna yönelik
soruya, son derece dikkate değer bir cevap veren düşünür; "Bana
sorulmadığı sürece zamanın ne olduğunu biliyordum ancak sorular
sorulur sorulmaz zamanın ne olduğunu bilemez oldum:' demekte­
dir. Düşünür, zamanın geçmişten, şimdiden ve gelecekten oluştuğu­
nu söylemektedir. Söz konusu zaman türleri içerisinde "şu an" esa­
sen var olandır. Geçmiş artık var değildir. Gelecek ise henüz yoktur.
Fakat tam anlamıyla içinde bulunulan an, geçmiş ve gelecek arasın­
daki bir andır.78 Bu nedenle zaman, varlık ile yokluk arasında bulun­
makla birlikte veya ikisinin bir karışımı olmakla beraber yokluğa
daha yakın olandır. Çünkü bir yanda artık var olmayan muhteşem
bir geçmiş ve henüz varlığa gelmemiş olan upuzun geleceğin arasın­
daki "şu an" sadece küçük bir anı ifade etmektedir. Lakin bir yokluk
olan geçmiş ve gelecek bizim için nasıl var olabiliyor? Düşünüre göre

77 Saint Augustinus, itiraflar, Çev. Dominik Pamir, Kaknüs Yayınları, İstan­


bul 1 999, s. 268.
78 Ernst von Aster, llkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, Çev. Vural Okur, İm Ya­
yınları, İstanbul 2000, s. 3 2 1 -322.
Tarih Felsefesi 37

geçmişi hatırlama, gelecek konusunda bir beldeme olanağı bulun­


masaydı, biz bunlara dair bilgi sahibi olamazdık. Hatırlama ancak ve
ancak şu anda geçekleşebilir, bekleme de aynı şekilde şu an açısından
bir bakıştır. Doğal olarak geçmiş ve gelecek ancak hatırlama ve bek­
lemeye sahip varlıklar için var olabilir. Hatırlama ve bekleme ola­
naklarına sahip olamayan bir yaratık için geçmiş ve gelecek diye bir
şey de yoktur. Bu şekli ile bir geçmiş ve gelecek bilgisi, bilince sahip
varlık olarak insan için geçerlidir. Bilinci ortadan kaldırdığınızda za­
manı da ortadan kaldırmış olursunuz.79 Zaman bir yaratım olduğu
için başı sonu belli olan bir süreci
ifade eder. Bu süreci insan da cen­
lllr
l ••
netten düşüşle birlikte idrak edecek Zaman, varlık ile yokluk arasında. 1
fakat yokluğa daha yakındır. Artık
ve bu, Tanrı mahkemesine kadar sü­ var olmayan geçmiş ile henüz var
:
recektir.

Augustinus'a göre cennetten


1.
olmayan gelecek arasındaki "şu
an" çok küçük bir anın ifadesidir.
Geçmişin ve geleceğin var olabil­
mesi, geçmişe yönelik "hatırlama"

düşüşten dolayı insanlar, doğal ola­ ve geleceğe yönelik "beklenti"ye


bağlıdır. Her iki durum da "şu
rak sosyal değildir. İnsanlar daha an"da gerçekleşmektedir.

••
çok bencildirler ve düzene, itaate
ve toplumsal iş birliğine zorlanmak _...,,,

için devlete ihtiyaç duyarlar. Devlet olmazsa anarşi ortaya çıkar. Bir
başka ifadeyle, Adem ve Havva'nın günahı ve cennetten düşüşleri,
evrenin kozmik düzenini, uyum ve ahengi bozmuştur. Tabiatıyla bu
durum, iki devletin ortaya çıkmasını ve her bir devletin kendi si­
yasal ve moral değerlere sahip olmasını beraberinde getirmiştir ve
bunun doğal sonucu; Tanrı Devleti ve Yeryüzü Devleti şeklinde te­
zahür etmiştir. Tarih bu iki gerilimli ilişkinin bir ürünü olarak ortaya
çıkmakta, inananlar ve inanmayanlar arasında ayrılmaların belirlen­
diği süreç olarak devam etmektedir. Bir başka ifade ile iki devlete
ait değerlerin, yani Adem'le ortaya çıkan, Kabil'in Habil'i öldürdü­
ğünde, diğerinden ayrılmış olan değerler ile Tanrı Devleti'ne ait de­
ğerlerin savaşıdır. İki devlet arasındaki bu mücadele de baştanbaşa
bütün tarihi kaplamaktadır. Gerçek devlet olan Tanrı Devleti, Roma

79 Aster, s.322.
38 Tarih Felsefesi

gibi dünyaya ait devletlere karşı zafer elde ettiğinde son çözülme
gerçekleşmiş olur. Doğal olarak bu durumda insanlık tarihi, siyasal
uyumsuzluğun ve devletin olmadığı Cennet Bahçesi'nden çatışma
ve uyumsuzluğun olduğu, siyasi otoritenin varlığına ihtiyaç duyulan
bir duruma geçişi temsil eder.80 Siyasal otoritenin kaynağı açısın­
dan bakıldığında düşünürün devlete yüklediği anlam, Aristoteles'in
organik toplum anlayışından uzak olduğu gibi Platon'un ahlaki bir
eğitici olarak gördüğü devlet anlayışından da uzaktır. Düşünür açı­
sından sorun, kötünün nasıl kontrol altında tutulabileceğiyle ilgili­
dir ve Tanrısal devletten uzaklaşan insanın, yeryüzü devleti ile bunu
aşması da olanaklı görülmemektedir. Bunun temel nedeni insanın
günahkar bir varlık olmasıdır. Günah dünyaya girmeden önce in­
sanlar arasında bir eşitlik söz konusudur. Ancak günah; güç kullanı­
mını, idareciler ve tebaa olmak üzere bir otorite ayrımını, hem ceza
hem de bir güvenlik ölçüsü olarak beraberinde getirmiştir. Organize
olmuş bir devlet sistemi bunun için gereklidir.81

Augustinus'un geliştirdiği bu teolojik tarih anlayışının çeşitli


sonuçları olmuştur. Bunlardan ilki; insanı, ruha eğilim kazandır­
mak için dini kurumlara yönelmesi gereken ve bireylerin anti-sosyal
olarak ifade edilebilecek davranışlarına hitap etmek amacıyla siyasi
kurumlara ihtiyaç duyan, günahkar ve cennetten kovulmuş olarak
görmek gerçeği ile sonuçlanmıştır. İkinci olarak; bu anlayış, insan
varoluşunu bir gaye içerisinde görür ki bu gaye Tanrı Devleti'ne ebe­
di üyelik ile gerçekleşebilecek olan kurtuluşu ifade eder. Üçüncüsü;
Augustinus gerçek devletin ne olduğunun bütün göstergelerini sı­
ralayarak insan yasasının ve kurumlarının ölçülmesinde başvurula­
bilecek standartları dile getirir. 82 İnsanın bu standartları tam olarak
yerine getirmesi söz konusu olmamakla birlikte, bunları ideal ola-

80 Donald Tannebaum-David Schultz, Siyasi Düşünce Tarihi, Çev. Fatih De­


mirci, Adres Yayınları, Ankara 2007, s. 1 22.
81 Gunnar Skirbekk-Nils Gilje, Felsefe Tarihi, Çev. Emrah Akbaş- Şule Mutlu,
Kesit Yayınları, İ stanbul 2006, s. 1 58.
82 Tannebaum-Schultz, s. 1 24.
Tarih Felsefesi 39

rak konumlandırması, kendi kurtuluşu açısından önemlidir. Dör­


düncüsü; Augustinus'un geliştirdiği bu teolojik tarih anlayışı genel
olarak Batı düşüncesinde belirleyici bir temele dönüşmüştür. Beşin­
cisi; Batı düşüncesinde tüm tarihe bir dünya tarihi olarak bakma,
onu çizgisel bir süreç olarak değerlendirme eğiliminin kökleri bu
anlayışa dayanır. Augustinus'un temellerini attığı ve Hristiyanlığın
kendi serüveni içerisinde sistemleştirdiği çizgisel tarih yaklaşımı,
kendinden sonraki dönemleri ciddi düzeyde etkilemiştir. Buna göre
modern çağlarda tarih, düz çizgi üzerindeki neden-sonuç ilişkisine
dayalı olarak sıralanmış olaylar bütünü şeklinde görülmüştür. Altın­
CISI; insanın kurtuluş gününü bekleme imgesi, yine 1 8. ve 19. yüz­
yılın laik ve dinsiz filozoflarını da etkilemiştir ve insanın özgürlüğe
( Hegel) ulaşacağı veya sınıfsız topluma varacağı (Marx) düşüncesi­
nin kökleri buraya kadar uzanmaktadır. 83

3.2. islam Ortaçağı

3.2. 1 . İbn Haldun ( 1 332-


1 406) : Politik düzen konusun­
da hayli etkili bir yorumla bir­
likte, bilimsel bir sosyoloji
kurma yolunda ilk adımlardan
birini gerçekleştirmiş Müslü­
man alim ve düşünürdür. Te­
mel eseri Mukaddime'dir. Batı­
lılar onu, sosyoloj inin
kurucusu olarak tanırlar. İla -
hiyat, hukuk, tabiat bilimleri, felsefe ve mantık okuyarak bilgi ve gör­
güsünü geliştirmiştir. Bir başka ifade ile düşünürün bu temel eseri
siyasi, sosyal ve psikolojik gözlemlerle harmanlanmış olan bir tarih
felsefesi özelliği taşımaktadır. Sosyologların öncüsü olan İbn Hal­
dun, insanların cemiyetler halinde ve birbirleriyle yardımlaşarak
dünyayı kontrol altına almalarını, hayatlarını devam ettirmek için

83 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 32.


40 Tarih Felsefesi

giyim ve çeşitli teknik aletler yapmalarını, umran dediği bir kavramla


sembolleştirir. Ona göre, sosyal haya­
••
i lmi bir araştırmada kaçınılması
tın, kendine has kuralları ve kendin-
den ayrılamayan özellikleri vardır. O,
gereken temel hata nedenlerin­
den ilki, haber kaynaklarının
sosyoloji ilmini "İlm-i Tabiat-ı um­
dikkatli bir şekilde değerlendiril­ ran" (bilimlerin kaynağı) olarak ta­
memesi, muhakeme ve basiretin,
arılatıların tesirine terk edilme - nımlar. Bu ilmin siyaset, ahlak, hita­
sidir.
bet ve başka bilimlere benzemeyip

•• _._,,,,,
kendi başına ve ayrı ilkeleri olan bir
ilim olduğunu belirtir. Tarihçilerin de
bunu bilmesi ve tarih yazmak için sosyal hayatın inceliklerini kavra­
ması gerektiğini şart koşmuştur.
Haldun'a göre tarih, insanlık için en faydalı ilimdir. Tarih, gelmiş
geçmiş bütün toplumların durum ve ahlaklarını, peygamberlerin hal
ve hareketlerini, devlet başkanlarının ve devletlerin durumunu ve
takip ettikleri politikayı derleyen bir bilim dalıdır. Din ve dünya iş­
lerini birleştirmek isteyenler, tarihe başvurarak ondan yararlanırlar.
Bu açıdan tarih, birçok kaynağa, çeşitli bilgilere, dikkatli ve objektif
incelemelere muhtaçtır. Bu metot, insanları yanılmalardan korur.
Çünkü tarihi bilgiler, sadece nakil ve rivayetlere dayanıp, örf, adet
ve sosyal ilişkileri yorumlama şansı verir. Dünyanın değişimi ile bi­
linmeyen gerçekler bugüne uymadığı ve geçmişle karşılaştırılmadığı
zaman yanlıştan kurtulmak mümkün değildir. Haldun'a göre tarih­
çiler tarihsel olayları aktarırken gerekli düzeyde titiz davranmayıp,
aktardıkları olayların gerçekliğine ilişkin bir belge sunmayıp, sadece
daha önceki tarihçilere göndermelerde bulunmaktadırlar.84 Bu ve
benzeri tutumlardan kaçınılmadığı sürece de tarihi araştırmanın
sıhhati her daim bir problem olarak kalacaktır.

Bunun içindir ki Haldun'a göre tarihçinin kaçınması gereken,


bir tarihi araştırmanın gerçekliğine gölge düşürebilecek çeşitli hata­
lar söz konusudur. Düşünüre göre, ilmi bir araştırmada kaçınılması
gereken temel hata nedenlerinden ilki, haber kaynaklarının dikkatli

84 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 39.


Tarih Felsefesi 41

bir şekilde değerlendirilmemesi, muhakeme ve basiretin, anlatıların


tesirine terk edilmesidir. Hatta düşünüre göre bu rivayet tarzında
anlatıların, hakikat şeklinde kavranmasının sonucu olarak olay şu
vahim boyutlara kadar varabilir: Aşırı mübalağa dile kolay gelir, bu­
nun nefis muhasebesini araştırmacı yapmaz, yalan merasında dilini
serbestçe yayar ve güder. Bu öyle noktalara varır ki, ''Allah'ın ayetle­
rini alaya alır" (Bakara2/23 1 , Kehf, 1 8/56). Hakk'ı Hakk'ın yolundan
saptırmak için sözün eğlendirici ve oyalayıcı olanını satın alır" ( Lok­
man, 3 1 /6) .85 Bu türden bir yolun benimsenmesi ise zarardan baş­
ka hiçbir şey getirmez. Düşünürün burada hata kaynaklarını çeşitli
ayetlere referansla izah etmeye çalışması, öznel tutumlarımızın bizi
ne kadar kolay bir şekilde hataya sevk edebileceğinin gösterilmesi
açısından oldukça önemlidir. Bu noktada şunu ifade etmek gerekir:
İbn Haldun'un, tarihçilerin yanlışlıkları şeklinde bize kazandırdığı
bütün ilkeler, sadece tarih bilimi ile meşguliyeti olanları kapsama­
maktadır. Bu hata kaynakları, sosyal bilimlerin bugün içinde boğul­
duğu temel bir sorundur ve bu durum, yine bütün uzmanlık alan­
larına yönelik değerlendirilmelidir. Düşünürün dile getirdiği hata
nedenlerini ise şöyle sıralamak mümkündür:

a. "Tarihçiler/Araştırmacılar hikaye ettikleri tarihsel olaylarda


yer alan mal, para, asker sayılarını aklın kabul edemeyeceği
ölçüde abartırlar ve bu öznelliklerin yansımasının sonucu
olarak ortaya çıkan bir hatadır.
b. Tarihçiler/Araştırmacılar varlığını ileri sürdükleri ama ger­
çekte mevcut olmayan olaylar ve yerlerden söz ederler, yani
uydurma masallar ve efsaneler bir gerçeklikmiş gibi sunulur.
c. Tarihçinin/Araştırmacının araştırma yaptığı topluluğun
üyesi olmasından dolayı öznel tutumlara açık olması bir
başka hata kaynağını oluşturur.
d. lnsanların güçlü ve nüfuzlu kişilere yaranmak, onları övme
ve olaylarını güzelleştirmede çıkarı olması, bunun sonucun-
85 İ bn Haldun, Mukaddime l, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İ s­
tanbul 20 13, s. 169.
42 Tarih Felsefesi

da yine gerçek olmayan haberi yayması önemli bir hata kay­


nağıdır.
e. İnsanların garip, olağanüstü olaylara ilgisi, büyüklük ve çok­
luğa karşı zaafının sonucudur ve bu ilmi araştırmada hatalı
çıkarımlara neden olur.
f Araştırma konusunu elde edecek materyallere ulaşmadan
yapılan değerlendirmeler, ilmi bir araştırma etkinliğine göl­
ge düşürür.
g. Araştırılan konuda hoşa giden unsurların ön plana çekilme­
si, hoşa gitmeyenlerin geri plana atılması ve hatta perdelen­
mesi en ciddi hata kaynağını teşkil eder.
h. Otoriteye hayranlık ve ona karşı kör güven duymasının so­
nucu olarak gerçekliği çarpıtma bir başka hata kaynağıdır."86
i. "Toplum içerisinde yanlış ön kabullerin ve zanların araştır­
macının araştırma etkinliğine başlangıç düzeyinde olumsuz
tesiri ve sonucun baştan perdelenmesi/maskelenmesi bir baş­
ka hata kaynağıdır.
j. Yasak zevklere düşkünlük insanın tabi zaajlarındandır. Bu
düşkünlüğün sonucu olarak, başkalarına yansıtma durumu
söz konusu olur ve bu araştırmacının güvenilirliği, araştır­
manın sıhhatine gölge düşürür.
k. Araştırılan olayın amacının, hedefinin kavranmamasından
kaynaklanan çeşitli eksik ve yanlış aktarımlar, epistemolojik
geleneği kirleten temel yanılgıları ortaya çıkarır.
l. Sosyal bir varlık olan insanın mensup olduğu ırkın, dinin,
mezhebin, grubun ve çevrenin kendisine aşıladığı fikirlerin
farkına varmaksızın tesirinde kalması, diğer hata kaynakla­
rını teşkil eder.''87
Tarih yazıcılığı üzerine önemli tespitler ve tenkitler ortaya koy-

86 Ahmet Arslan, lbni Haldun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul


2009, s.41 -44.
87 İbn Haldun, Mukaddime I, s. 165- 1 97.
Tarih Felsefesi 43

duktan sonra düşünür, tarih konusuna eğilir ve onun içeriğinin şer'i


haberler veya pozitif emirler olmadığını ifade eder. Ona göre tarih
"belli bir çağ veya belli bir insan topluluğuna ilişkin tarihsel olaylara
dair haberlerdir''.88 Tarihçilerin görevi ise bu tarihte olmuş bitmiş
olaylar hakkında doğru bilgiler vermektir. Şer'i haberlerin nakli ko­
nusunda temel bir yöntem olan "kişi eleştirisinin" yeterli olmayacağı­
nı savunan düşünür, daha rasyonel ölçütler arar ve asıl olanın olay
eleştirisi olduğu sonucuna ulaşır. Düşünüre göre eğer amaç, tarihsel
haberlerde şüphe duyulamayacak olan gerçeklere ulaşmak ise bu du­
rumda ölçüt bellidir. Bu da umran bilimidir. Umran bilimi, insani­
toplumsal alanda ortaya çıkan her tür varlık, kurum veya olay grup­
larını bütün olarak kabul edip bunlar
arasındaki her türden ilişkide neden -
sel bağ keşfetmeye çalışan bilimdir.
·-
Düşünüre göre her toplum canlı

Bu durumda tarih bilimi umran bili­ gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür.
Bu kaçınılmaz bir döngüdür. Bü­
minin sağlayacağı bulgulara dayan­ tün toplumlar kendi içerisinde çe­
şitli aşamalardan geçerek çözülme
mak durumundadır. Tarihçi ise ele ve çöküş sürecini yaşarlar. Lakin

alacağı tarihsel olaylar arasında ne­ bu döngü, bütün insanlık için tek
bir süreçten oluşmaz, aynı zaman
densel ilişkiler tesis etmeye çalışa - dilimi içerisinde farklı kültürler
farklı aşamaları yaşıyor olabilir.
caktır. 89 Çünkü nasıl ki doğa olguları
arasında bir nedensel ilişki var ise
toplumsal olay ve olgular arasında da
•• _____.,,.

nedensel bir ilişki söz konusudur.90 Tarihin gerçek bir bilim olabilme­
si için de tarihçinin, ele aldığı olayların nasıl ve niçinini soruşturması,
onların kaynaklarına inerek nedensel açıklamalarını yapması gerek­
mektedir.91 Bunun için en uygun yol ise tarihi, felsefi-akli bilimler
içerisinde değerlendirmek, onu felsefi bir bilim olarak ortaya koy­
maktır. Bu da ancak tarihi olayların gerçek ve derin anlamlarını açığa
çıkarmak için yapılacak olan araştırmada, kaynaklar ile ortaya koy-

88 Arslan, s.55.
89 Arslan, s.56-57.
90 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s.39.
91 Arslan, s.57.
44 Tarih Felsefesi

ma, nedensel açıklamaları verme ve olayların nasıl ve niçin meydana


geldiklerinin92analizi ile mümkündür ve bunu sağlayacak olan da fel­
sefedir. Yine aynı doğrultuda iyi bir tarihçi, olayların nakli ile yetin­
meyip, tarihi olayın zaman ve mekana bağlı değişkenlerini de dikkate
almak durumundadır. Yani derin düşünerek karara varmalı ya da ta­
rihsel sezgi yoluyla araştırma yapmalıdır. Bu özellikleri bünyesinde
taşıyan tarih, felsefi bir bilim karakteri de kazanmış demektir.

Haldun, döngüsel tarih anlayışının en önemli savunucularından


biri olarak kabul edilir. Her ne kadar döngüsel tarih anlayışının İslam
teolojisiyle uygunluğu tartışılır olsa da Haldun sonrası İslam coğraf­
yasında felsefede yaşanılan durağanlık, Haldun'un bakış açısını bir
ta�tışmanın konusu kılmaktan uzaklaştırmıştır. Düşünüre göre her
toplum canlı gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bu kaçınılmaz bir dön­
güdür. Bütün toplumlar kendi içerisinde çeşitli aşamalardan geçerek
çözülme ve çöküş sürecini yaşarlar. Lakin bu döngü, bütün insanlık
için tek bir süreçten oluşmaz, aynı zaman dilimi içerisinde farklı kül­
türler farklı aşamaları yaşıyor olabilir. Birinin doğum ve büyüme sü­
recinde olduğu anda, bir diğeri çözülme ve çöküşü yaşıyor olabilir.
Her toplumsal organizmanın kaderi bu döngü üzerine kurulmuştur.

Düşünürün tarihsel döngü adına yapmış olduğu değerlendir­


meler, en açık ifadesini onun devlet kuramında bulur. Haldun'a göre
devletler çeşitli dönemler geçirir ve buna bağlı olarak çeşitli haller
yaşarlar. Devleti idare edenlerin tutum ve davranışları bu yaşanı­
lan dönemlere bağlı olarak çeşitli değişimlere uğrar. Bunlara onla­
rın ahlaki tutumları da dahildir. Çünkü ahlak da bulunulan çağın
resmini taşır. Devletlerin geçirdiği devreler beş dönemden oluşur:93
İlk dönemde hükümdarlar mülkle ilgili arzu ve eğilimlerden uzak
dururlar, çünkü ilk dönemde devletin bir asabiyeti, yani bölük da­
yanışması vardır. Lakin hükümdar, şan ve şerefi ele geçirince, devlet
adamlarıyla önemli işlerini görüşmek üzere sık sık bir araya gelir ve

92 Arslan, s.58-59.
93 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 34.
Tarih Felsefesi 45

halktan uzaklaşmaya başlar.94 Bu dönemde yönetici zaferlerle amacı­


na ulaşma gayesi içindedir ve kavmi için örnek karakter olan hüküm­
dar, daha önce hakim olmuş olanların elinden devleti çekip almayı
temel hedef olarak ortaya koymuştur. İkinci dönemde hükümdar,
kavmi üzerinde hakimiyet kurmaya başlar; temel konularda onlarla
birlikte karar alma endişesi ortadan kalkmıştır. Köleler edinme, ih­
sanlarda bulunma ve akrabalardan uzaklaşma bu dönemin belirgin
özelliklerindendir. Üçüncü dönemde insanın doğal eğilimleri kendi­
ni göstermeye başlar; devletin servet ve meyvelerinden faydalanma,
feragat ve rahatlık baş gösterir. İhtişamlı binalar, gösterişli mekanlar
inşa edilir. Gücün bütün görünümü yansır. Dördüncü dönem kana­
at ve barışla yaşama isteğinin baskın olduğu dönemdir. Kendisin­
den önce hakim olanların yolları takip edilir ve en doğru yolun bu
olduğu savunulur. Beşinci dönem ise israf ve saçıp dağıtma döne­
midir.95 Vergilerin oluk oluk akması, nimet ve erzakın boşanması,
yönetimde bulunan kişilerin karakterlerinin nazikleşmesi, erkeklik
ve mertlik şiarından soyunup kadınlaşma (aşırı kibar olma) derece­
sinde yaşam vb. birçok sebep bir araya geldiğinde çöküş vuku bulur.
Her ne kadar yöneticiler çeşitli düzeylerde ıslahatlara girişirlerse de
bunlar kafi gelmez.% Devlet, tedavisi olmayan hastalığa tutulur ve
yıkılır. Yapılan değerlendirmeler dikkate alındığında Haldun'a göre
bütün uygarlıkların kaderi budur; bunun için tarihçinin yapması ge­
reken, tarihi bir araştırmada, nedensellik bağını mutlaka göz önün­
de bulundurmak, hata kaynaklarından uzak durmak, derin analiz ve
muhakemeyle ifade edilen dönemlerin karakterini dikkate alarak bir
değerlendirme yapmaktır.

94 İbn Haldun, Mukaddime I, s. 7 1 6.


95 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 34.
96 İbn Haldun, Mukaddime I, s. 728-730.
46 Tarih Felsefesi

4. AYDINLANMA VE TARiH
4. 1 . Aydınlanma ve İlerleme Düşüncesi: Kimilerinin Akıl
Çağı kimilerinin ise Altın Çağ veya Işık Deryası olarak adlandırdık­
ları Aydınlanma, Avrupa'da yaşanan belirli bir döneme gönderme­
dir. Genel olarak Aydınlanma fenomeninden söz edildiği zaman, 1 8.
yüzyılda Avrupa'nın her tarafında etkili olan, İngiliz devrimiyle baş­
layıp Fransız devrimiyle doruk noktasına ulaşan ve sonuçları itiba­
riyle toplumsal/siyasal hayata dair çok ciddi etkileri içerisinde barın­
dıran felsefı hareket97 anlaşılmakta ve böyle tanımlanmaktadır.
Etkileri itibariyle geniş bir yelpazeyi ifade ettiği için de Aydınlanma
kavramıyla nelere gönderme yapıldığı halen canlılığını koruyan bir

••
tartışmadır. Dolayısıyla Aydınlanma fenomeninden söz ederken,
bunun bir ideoloji hareketini mi, ge­
nel geçer bir tanımı mı veya genel
Geleneğe ait olan her şeyin köle­ bir zihniyet değişimini mi kast edip
leştirici hurafelerle dolu olduğunu
dillendiren, eski olandan kurtuluş etmediğimize ilişkin soruların sonu
ve yeni olanın inşasını ifade eden
gelmemektedir.
Aydınlanmada "akıl� toplumsal
var oluşun diğer tüm boyutlarını
kendisine tabi kılan biricik ege­
Aydınlanma düşünürlerini ka­
men gücü ifade etmektedir. rakterize edecek olan temel cümle

•• _...,,,,
"seküler akla mutlak iman"dır. Bu
cümle, Aydınlanma düşünürlerinin
hemen hemen hepsini ortak bir çatı altında değerlendirmemize de
yardımcı olacaktır. Geleneğe ait olan her şeyin köleleştirici hurafe­
lerle dolu olduğunu dillendiren, eski olandan kurtuluş ve yeni olanın
inşasını ifade eden Aydınlanmada akıl, toplumsal var oluşun diğer
tüm boyutlarını kendisine tabi kılan biricik egemen gücü ifade et­
mektedir.98 Bu nedenle de Fransız aydınlanması iki temel yorumla
özetlenebilir. Bunlardan ilki, dine karşı olan eleştirel bakıştır. Bu ba­
kış açısı itibariyle din, toplumsal mutsuzluğun ana nedenlerinden

97 Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yayınları, İstanbul 2003,


s. 1 3 - 14.
98 Bekir Berat Ôzipek, Muhafazakarlık Akıl Toplum Siyaset, Kadim Yayınları,
Ankara 2005,s.35.
Tarih Felsefesi 47

birisidir. İkinci olarak Aydınlanma, eski rejime temelden bir karşı


çıkışı dillendirir ve yeni olanın tesis edilmesi gerekliliğini vurgular.99
Geçmişe ilişkin yapılan bu temel reddiye tabii ki tarih üzerine olan
değerlendirmeleri de şekillendirir. Bu nedenle Aydınlanmacılar, ta­
rihteki bir aşamayı (Ortaçağ) hepten akıl dışı olarak görüp onu yad­
sırlar, ancak bu yadsıma bir tarihçi gibi değil; bir politikacı, bir pole­
mikçi gibi değerlendirmelere varır. Bunun için Aydınlanma ve tarih
arasındaki ilişki, bir düşünsel dönüşüm ve tarihçi arasındaki ilişki
olarak görülemez. Zira Aydınlanmacılar tarihe tarih dışı bir pers­
pektiften bakmaktaydılar. Bu bakış açısı itibariyle tarihin merkezi,
modern bilimselliktir. Daha öncesinde vuku bulan şeylerin tümü
batıldır, karanlıktır, hatta sahtekarlıktır. Böylece bunların hiçbiri­
nin tarihinin olamayacağı savunulmuştur. Bunun nedeni, onların
sadece olumsuzu ifade etmelerinden değil, aynı zamanda içlerinde
akılsal ya da zorunlu bir ilerleme olmadığından kaynaklanmaktadır.
Bunların tarihsel öyküsü ancak ve ancak akılsız biri tarafından an­
latılan, tamamen anlamsız olan, gürültülerden ibaret bir masaldır. 1 00
Yapılması gereken; tarihin, aklın mutlak rehberliğinde ele alınıp de­
ğerlendirilmesidir. Aklın egemen olmadığı bir araştırmanın verdi­
ği sonuçlar sağlıklı olmadığı gibi bilgi olarak da değerlendirilemez.
Çünkü bilgi demek, akli olanın ifadesi demektir. Yine Aydınlanmacı
düşünürler açısından ilerlemeyi belki de geçmişten bugüne gelen
bir süreç olarak görmekten ziyade, bugünden geçmişe doğru akacak
olan bir süreç şeklinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Zira
bugünün keşfettiği bir gerçeklik vardır ki o da aklın ışığında gelece­
ğin bilimsel bir yöntemle aydınlatılacağıdır.

99 Çiğdem, s. 36.
1 00 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 1 26- 1 29.
48 Tarih Felsefesi

4.2. Giambattista Vico ( 1 668- 1 744) :


Giambattista Vico, insanların yaşamını
anlamak ve anlamlandırabilmek adına
toplumların tarihsel süreçlerinin geri pla­
nındaki yasalılık durumunu izah etme
çabası veren düşünürlerden biridir. Vico,
tarihsel sürecin genel yasasını ortaya ko ­
yabilecek bir bilim önermektedir. Burada,
ortaya çıkarılacak genel yasaya göre tarih­
sel süreci inceleyecek olan tarih disiplini,
bilimsel bir nitelik kazanarak tarih bilimine dönüşecektir. Ona göre
tarih, ifade etmiş olduğu ilkelere göre insanlık araştırmalarını yap­
malıdır.

Vico'ya göre felsefe, toplumların tarihini inceleyerek ideal son­


suz bir tarih planını ortaya koyabilir ve böylelikle tarih, bilimsel bir
nitelikle açıklanabilir. Zira doğru ve güvenilir bir tarih bilgisine an­
cak bu sayede ulaşmak olanaklıdır. 1 0 1 Bu nedenle düşünürün temel
amacı, tüm insan topluluklarında ortak olanı bulup çıkarmaktır.
Ona göre ideal sonsuz tarih, bütün ulusların zaman içindeki tarihini
insanlara aktarmaktadır. Bu amaç ile ortaya koymuş olduğu "Yeni
Bilim" gerçeklerin oluştuğu temeli sunacak ve böylece insanların dil­
lerinin, geleneklerinin açıklaması yapılabilecektir. Çünkü toplumla­
rın içerisindeki kurumlar, geri plandaki ilkeye göre belli zamanlar ve
koşullarda, uygun ortam oluştuğunda meydana gelmektedir. Bilim,
evrensel ve sonsuz olan şeyle yapılmalıdır. "Yeni Bilim"de deneysel
yöntem, insanların sivil kurumlarına uygulanabileceği için 102 Vico,
sosyal antropoloji, karşılaştırmalı ve tarihsel filoloj i, linguistik, et­
noloji, hukuk, edebiyat, mitoloji çalışmalarını barındıran, yani en
geniş açıdan medeniyet tarihini içeren yeni bir sosyal bilgi türü

101 Giambattista Vico, Yeni Bilim, Çev. Sema Önal, Doğu Batı Yayınları, An­
kara 2007, s. 27.
102 Vico, s. 94, 95, 99.
Tarih Felsefesi 49

ortaya koymuştur. Buna bağlı olarak döngüsel bir insanlık tarihinin


olduğunu vurgulamıştır. 103

Vico, tarih araştırmalarındaki en büyük hatalardan birinin, eski


dönem tarihi ele alınırken bulunulan dönemin mevcut koşullarına
göre yargıda bulunmak olduğunu ifade etmektedir. 104 Bu nedenle
özellikle eski dönem tarihi incelenirken dikkat edilmesi gerekmek­
tedir. Çünkü ona göre insanoğlunun bozulmaz, doğru olan üç ta­
rihsel kaynağı vardır: dil, mitoloji ve eski yapıtlar. Bu kaynaklar asla
yalan söylememektedir. 105 Bu bağlamda eski dönem tarihinin ifade
edilmesinde ona göre: "İlk fabllar, sivil gerçeklikleri ve bu yüzden ilk
insanların tarihlerini de içermiş olmalıdırlar."106 İnsanlığın ilk zaman ­
larında, onların düşünce ve hislerinde, özellikle akılsallık öncesinde
ya da yarı bilinçlilik düzeyindeki durumda hayal gücü ve mitler bas­
kındır. 107 Buna göre insanların inançları ve mitleri onların tarihle­
riyle ilgili bilgi elde etmede son derece önemli bir rol oynamaktadır.

İncelenmesi gereken tarihsel yasayı ifade ederken Vico, tarihsel


süreç içerisinde insanların öncelikle temel gereksinimlerini gider­
meye çalıştıklarını, sonrasında fayda güttüklerini ve daha da geliş­
tikçe konfora ve lükse düşerek kendi özlerine zarar verdiklerini ifade
etmektedir. Bir uygarlık, tarihsel olarak geçirmiş olduğu süreçler içe­
risinde kendi özüne zarar verdiği için en sonunda ahlaksız bir doğa­
ya sahip olmaktadır. Bu şekildeki tarihsel süreçte en başta bir insanı
diğerine boyun eğdirmeye dayalı, şehir devletinde kanuna itaat ettir­
me durumu söz konusudur. Daha sonrasında aristokratik yönetim­
ler ve ondan sonra da halk özgürlüğü ortaya çıkmaktadır. Bundan
sonra da monarşiler ortaya çıkmakta ve sonra onlar da yıkılmakta­
dır. Buna göre her topluluk yükselmekte, gelişmekte, olgunlaşmakta,

1 03 Isaiah Berlin, Vico and Herder: Two Studies in the History of Ideas, Chatto
and Windus Ltd., London 1 976, s. 4.
1 04 Vico, s. 9 1 .
1 05 Berlin, s. 4 ı .
1 06 Vico, s. 1 05.
1 07 Berlin, s. 26.
50 Tarih Felsefesi

çökmekte ve düşmektedir. Zaman içerisinde ideal sonsuz tarih, bu


şekilde bir döngü seyretmektedir. Ayrıca bu döngü içerisinde yöne­
tim türlerinin de bulunulan tarihsel sürece bağlı olarak, yönetilen
insanların doğasıyla uyumlu olması gerekmektedir. 108

Çoğu düşünür gibi Vico da "üç" rakamının büyüsüne kapılmış­


tır. 109 Vico, tarihsel sürecin işlediği ilkeye bağlı olarak her uygarlığın
geçirdiği üç dönemin olduğunu söylemektedir. "Yeni Bilim"e göre
tüm toplumlarda ortak olan üç sürecin ilki Tanrılar Çağı'dır. Bu çağ,
insanların ilahi yönetimler altında yaşadıklarına inandıkları çağdır.
İkinci dönem olan Kahramanlar Çağı, seçkin kişilerin aristokratik
yönetimlerle egemen oldukları dönemdir. Üçüncü dönem olan İn­
sanlar Çağı ise tüm insanların, kendilerini insan olmak bakımından
eşit gördükleri dönemdir. Bu dö­
•• nemde halk yönetimi, halk monarşi­
Tıim toplumlarda ortak olan üç si egemendir. 1 10 Böylece uygarlıklar,
sürecin ilki Tanrılar Çağı'dır. Bu
çağ, insanların ilahi yönetimler kuruldukları zamandan yıkıldıkları
altında yaşadıklarına inandıkları
zamana kadar tanrısallıktan insani­
çağdır. i kinci dönem olan Kah·
ramanlar Çağı, seçkin kişilerin liğe doğru bir gelişim göstermekte­
aristokratik yönetimlerle egemen
oldukları dönemdir. Üçüncü dö­ dir.
nem olan i nsanlar Çağı ise tüm
insanların, kendilerini insan ol­ Vico'ya göre insanların tarih­
mak bakımından eşit gördükleri
dönemdir. Bu dönemde halk yö- sel olarak ilk durumları dinsel ni-
.. e alk monarşisi egemendir.
teliktedir. Toplulukların tarihsel
yapıları dünyanın her yerinde dinle
başlamıştır. Bu, "Yeni Bilim"in üç
ilkesinden birincisidir. İnsanların vahşiliklerini en aza indirmenin
ya da yok etmenin tek yolu dindir. 1 1 1 Uygarlıkların ilk evresi olan
bu Tanrılar Çağı'nda insanların doğası, akıl yürütmenin çok zayıf,
hayal gücünün çok yüksek olduğu bir yapıdadır. Bu dönemde in­
sanlar aldanmaya son derece eğilimli bir durumdadır. Söz konusu

1 08 Vico, s. 1 1 1 - 1 1 2.
1 09 Berlin, s. 47.
1 1 0 Vico, s. 43.
1 1 1 Vico, s. 1 0 1 .
Tarih Felsefesi 51

dönemin niteliği, doğadaki varlıklara tanrısallık atfetme, insanların


kendi yarattıkları tanrılardan korkması gibi durumları içermektedir.
Bu dönemin doğası hiddetli ve kaba bir doğadır. Ayrıca bu dönemde
dine ve din liderlerine saygı esastır. 1 1 2 Dolayısıyla Tanrılar Çağı'nda
duygular baskındır. Ayrıca doğal semboller, hiyeroglifler ya da ide­
ogramlar, yani sessiz işaretlerle anlaşma söz konusudur. 1 13

Uygarlıkların ikinci evresi olan Kahramanlar Çağı'nda ise


kendilerinin tanrısal kökene sahip olduğunu savunan soyluların
hakimiyeti söz konusudur. Soylular, yalnızca kendilerinin insani
bir türe sahip olduklarını, bu nedenle kendileri dışındakilere karşı
üstünlük sahibi olduklarını kabul etmişlerdir. Hakim grup, kendisi
dışındakileri vahşiler olarak nitelendirmiştir. 1 14 Dil olarak da ben­
zetme ve metaforun zengin olduğu bir dil hakimdir. 1 1 5 Üçüncü evre
olan İnsanlar Çağı'na gelindiğinde de insan doğası zeki, akıllı, ılımlı,
bilinçli, sorumluluk sahibi bir yapıdadır. ı ı 6 Bu çağ genel olarak aklın
ve bilindik anlamıyla dilin gelişmiş olduğu çağdır. m Son dönemde
tüm bireyler, otoritenin yegane kaynağı durumundadır.

Vico'ya göre uygarlıkların geçirmiş olduğu üç evrede, bu evrele­


re uygun olan üç tür doğa, adet, doğal kanun, yönetim, dil, karakter,
hukuk sistemi, otorite, akıl, hüküm ve mezhep ortaya çıkmaktadır. 1 1 8
Buna göre her bir evrede toplumlar, her yönüyle bulunmuş oldukları
dönemin özelliklerini barındırmaktadır. Toplumların bu özellikleri
göz önünde bulundurularak, bunların hangi süreci geçirdikleri hak­
kında yorum yapılabilir. Vico, ilk başta tanrısallık kültürüne göre
yaşamakta olan bütün toplulukların dünyadaki ilk yönetim biçimle­
rinin monarşik olduğunu söylemektedir. Ona göre yönetimler, daha

l l 2 Vico, s. 406.
1 1 3 Berlin, s. 47.
l l4 Vico, s. 407.
1 1 5 Berlin, s. 48.
1 1 6 Vico, s. 407.
l l 7 Berlin, s. 48.
1 1 8 Vico, s. 405.
52 Tarih Felsefesi

sonra doğal olarak aristokratik bir biçim almışlardır. Çünkü kendi­


lerine karşı olan ayaklanmalara karşı çıkabilmek için aile reisleri bir
araya gelmişlerdir. Bu yönetim biçimleri, bilindik soyluların köleler
üzerindeki tahakküm durumunu ifade etmektedir. Soyluluğun en
önemli yönü şeref olduğu için soylular, kendi ülkelerini korumak
adına mücadele edip şereflerini korumaya çalışmışlar, kahramanca
mücadelelere girişmişlerdir. 1 19 İkinci evrenin Kahramanlar Çağı adı­
nı alması da bu nedenledir.

Aristokratik yönetimden sonra halkçı yönetimlere geçildiği


zaman, eşitlik ortamında halk, kendi eşitlerinin ve hukukun üstüne
çıkmaya çalışmıştır. Böylesi bir ortamda yozlaşmış, özgür ve sivril­
miş ne kadar kişi varsa, o sayıda tiran var demektir. Bu nedenle halk,
tekrardan monarşiler altında güvence altına girmek istemektedir. 120
Çünkü özgür insanların öz çıkarlarına bağlı olarak ortaya çıkan yı­
kıcı kargaşalar, sivil savaşlar emniyetsiz bir ortam meydana getirmiş
ve toplumsal yapıyı bozmuştur. Bundan dolayı halk özgürlüğüne
boyun eğen güç, monarşik biçime dönmüştür. 1 2 1 Burada üç evreden
geçen uygarlığın yıkılarak tekrar başa, birinci evreye geri döndüğü
sonucu çıkmaktadır. Vico, uygarlıkların, yıkıldıktan sonra tekrar
başa döndüklerini şöyle ifade etmektedir: "Barbarlık sürecine örnek
gösterdiğimiz ilk barbarlık süreci ile ulusların döngüsü dolayısıyla geri
dönmüş barbarlık süreci arasında mükemmel bir uyum olduğunu, bu
eserin bütününe yayılmış olan birçok pasajda değindiğimiz konular
vasıtasıyla göstermiştik."122 Tüm uygarlıklar ve tarihsel süreç, sürekli
olarak bir döngü biçiminde bu evrelerden geçerek tekrar kaybetmiş
oldukları esas özlerine geri dönmektedir. İdeal sonsuz tarihin ilkeleri
de söz konusu üç döneme dayalı döngü ile ifade edilebilmektedir.
Vico'ya göre "Yeni Bilim'' insanlık araştırmasını, tarihin bu temel il­
kelerini göz önünde bulundurarak yapmalıdır.

1 1 9 Vico, s. 1 1 3, 1 1 5, 1 1 7, 1 1 8.
120 Vico, s. 1 2 1 - 1 22.
121 Vico, s. 45 1 .
122 Vico, s . 473.
Tarih Felsefesi 53

Sonuç olarak Vico'nun ileri sürmüş olduğu Yeni Bilim "ulusla­


rın hayatlarının doğal akışını doğrulamaktadır."123 Vicdnun amacı,
tüm toplumların ortak yapısına yönelik yapılacak olan araştırmayı
çağdaş bir bilim şeklinde ortaya koymaktır. 1 24 Bilimselliğin temel
esası olan yasalılığı inceleme niteliğindeki "Yeni Bilim" aslında top­
lumsal alandaki tanrısal idarenin akılsal yönüdür. 125 Böylece "Yeni
Bilim'' tanrısal yasalılığı ortaya koymaktadır, ancak çağdaş ve bi­
limsel bir bakış açısıyla bunu yapmaktadır. Vico şöyle demektedir:
"Ve her bir ulusun, En İyi ve En Büyük Tanrı'nın lütfunun tarif edi­
lemez yüceliğine hizmet eden insani kurumlarının üstünde, bu ku­
rumlara hakim olan ilahi inayetin öğütlerini nasıl gerçekleştirdiklerini
göstereceğiz."126 Böylece ulusların döngüsü incelendiği zaman, halkın
mükemmel devlete doğru yönlendirilmesi sağlanabilir. 127 Vicoya göre:
"Bu Bilimin üzerine kurulduğu üç ilke şunlardır: İlahi inayet vardır.
İnsani tutkular, olabildiğince ılımlı hale getirilmelidir ve ruhlarımız
ölümsüzdür."128 Buna göre Vico Yeni Bilim'in incelemeleriyle insan­
larda belli bir farkındalık oluşturulabileceğini vurgulamaktadır. Bu
bağlamda insanlar, iyi adetleri koruma, terbiyeli ve adil eylemlerde
bulunma noktasında yönlendirilebilecektir.

123 Vico, s. 458.


1 24 Vico, s. 5 10.
125 Vico, s. 24.
126 Vico, s. 473.
127 Vico, s. 5 1 0.
128 Vico, s . 5 10.
54 Tarih Felsefesi

4.3. Voltaire ( 1 694- 1 778) : Ay­


dınlanma çağının büyük düşünürle­
rinden Voltaire'e göre insanoğlu, "iyi
olan her şeyi" aklın yetkinleşmesine
borçludur; bu yetkinliği bozan ise
müsamahasızlık, peşin hükümler ve
batıl inançlardır. 129 Fransız
Aydınlanması'nın Hıristiyanlığa yö ­
nelik savaşında en önemli isim olan
Voltaire, Hıristiyanlığı on iki ada­
mın kurabildiğini işitmekten kendine artık gına geldiğini, onu tek
başına birinin yıkabileceğini kanıtlamayı çok istediğini ifade eder.

'"
r
Bu nedenle Voltaire'e göre her türlü
• ••
1 Tarih felsefesi kavramını ilk ve
bugünkü anlamına yakın olarak
kullanan Voltaire. tarihin felsefi
bir bakışla ele alınması gerektiğini
l.
ııii
,
'
batıl inançtan insanlar artık kurtul­
malı ve aklın egemenliği altında iler­
lemeyi rehber edinmelidir.13° Kısa
cümlelerle özetlediğimiz bu bakış
ve böylesi bir incelemenin hangi ,
yöntemle yapılması gerektiğini açısını, Voltaire'in tarih görüşünde
vurgulayarak tarihe eleştirel
tutumla yaklaşılması gerektiğini
savunmuştur.
) ir �
de izlemek mümkündür. Tarih felse-
fesi kavramını ilk ve bugünkü anla­

•• WO iP UR:ıll'ı
mına yakın olarak kullanan düşünü­
rün tarih üzerine yaptığı
değerlendirmeleri içeren temel eseri; "Genel Tarih Üzerine ve
Charlemange'dan Günümüze Dek Ulusların Tinler ve Davranışları
Üzerine Bir Deneme"dir. 131
Günümüzde tarih disiplini ve metodoloj isi sorununa fazla bir
ilgi vardır. Bu nedenle tarihin felsefesi terimini ilk kullanan ve tarih
yazımında bir döneme damga vuran Voltaire'in doğru anlaşılması
gerekir. O, hem tarihin felsefi bir bakışla incelenmesi gerektiğini dile

129 Remzi Demir, Türk Aydınlanması ve Voltaire, Doruk Yayınları, Ankara


1 999, s. 14.

1 30 Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitabevi, Bursa 2002, s. 1 07.

131 Copleston, s. 2 1 0.
Tarih Felsefesi 55

getirmiş hem de bu incelemenin hangi yöntemle yapılması gerekti­


ğini ifade ederek tarihe eleştirel bir bakışla yaklaşılması gerektiğinin
savunucusu olmuştur. Düşünürün eserlerinden derleme olarak orta­
ya çıkarılan tarih görüşüne ilişkin burada yapılan değerlendirmeler,
onun eleştirel kişiliğinin de bir özeti niteliğindedir. Voltaire'in tarih
görüşü ve tarih yazıcılığına ilişkin eleştirilerinin doğru anlaşılması
için onun katı bir "Deist" olduğu unutulmamalıdır. Düşünüre göre
Tanrı alemi yaratmıştır, ancak ona müdahil değildir. Bunun için ta­
rihi alanda meydana gelen şeyler- iyi veya kötü- bireysel tercihlerin
ürünüdür. Yani Tanrı'nın tarihte tecellisi söz konusu değildir. Bunu
en güzel ifade edecek olan yine kendi cümlesidir: "İncilin hiçbir ye­
rinde en küçük bir izine rastlanmayan ayrıntılar Hristiyan tarihin­
deki kanlı olayların kaynağıdır. . . Boş inan ve bilgisizlikten oluşan
bağnazlık bütün çağların hastalığı olmuştur."132 Voltaire, yaşanılan
acı kavgaların ve korkunç olayların Tanrı'nın isteğiyle değil, aslında
kendinden korkulmasını isteyen hakim sınıfın arzusuyla gerçekleş­
tiğini133 ifade etmektedir. Ona göre insanlar Tanrı fikrini çıkarları
çerçevesinde kullanıp, onun gibi mükemmel bir varlığın sahip olma­
dığı özellikler veya yapmayacağı filler ona yüklenmiştir. Bu yanlış
anlama biçimi geçmişin tarih yazıcılığına da nüfuz etmiştir.

Voltairee göre tarihçiler, gerçekleri insanlar için analiz etmek


yerine, çocuklara anlatılacak türden küçük hikayeler anlatmaktadır­
lar. Tarih üzerine yazanların söylenecek yeni bir şeyi olmalıdır. Salt
geçmişin hikaye türünden tekrarı, hataların süreğenliğine sebep ol­
maktadır. Bunun için tarih, felsefe ile aydınlanmaya muhtaçtır. Daha
doğrusu sesli eleştirinin artık sahneye çıkma vakti gelmiştir. 134 Onun
açısından tarih, insan iradesinin ve insan tutkularının birbirine karşı
olan oyunlarının geçtiği yerdir. Bu bağlamda ilerleme, yalnızca in-

1 32 Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi Tarihi, Asa Yayınları, Bursa 2008, s.


1 74.
1 3 3 Cevizci, Aydınlanma Felsefesi Tarihi, s. 1 75.
1 34 Paul Sakınann, "The Problems of Historical Method and of Philosophy
of History in Voltaire': History and Theory, Yol: 1 1 , Beiheft: 1 1 , Enlighten­
ment Historiography: Three German Studies, 1 9 7 1 , s.28.
56 Tarih Felsefesi

sanın, akılsal egemenliği gerçekleştirdiği ve hayvani koşulları aştı­


ğı sürece gerçekleşecektir. Tarihi, Tanrı'nın bir tecellisi olarak gör­
mek veya onu doğaüstü bir hedefe doğru deviniyor olarak anlamak
ve açıklamak yanılgıdır. Tarih, araştırmacının gerekçelendirilmiş
dogmatik ön kabullerinin bir incelenmesi değil, deney ve gözleme
dayanan bir bilgi etkinliğidir. Böyle bir anlam içeriği üzerinden ya­
pılacak her türlü değerlendirmede kuşkusuz felsefe vardır. Doğal
olarak bu tavır, tarih ve felsefenin yakınlaşmasını, tarih yazıcılığında
efsaneler ve masalımsı öykülerin dışlanmasını ifade eder. Düşünü­
re göre tarihçinin işi, okurunu uydurma öykülerle eğlendirmek ve
ona masallar anlatmak değildir. Bu nedenle okuyucunun masal ve
hikaye olarak ifade edilebilecek eserleri değil, Aydınlanma tini ile
ele alınmış yeni zamanların eserlerini tercih etmesi gerekir. Çünkü
eski zamanla ilgilenmek "birkaç gerçeği bin yalanla" karıştırmaktır.
Voltaire'in bakış açısı itibariyle geçmiş sorunludur ve o, bunu şu ke­
limelerle dile getirir: "geçmiş zamanlar sanki hiçbir zaman olmamış
gibidirler; eski Yahudilerin dünyası bizimkinden öylesine ayrıydı ki,
ondan bugüne uygulanabilir bir davranış kuralı çıkarmak pek ola­
naklı değildir. Eski zamanları incelemek merakı doyururken, yeni
zamanların irdelenmesi ise bir zorunluluktur:• m Bu, bir tarih fel­
sefecisi olarak düşünürün değerlendirmelerine gölge düşürmekle
birlikte, yine onu sadece bu analizle sınırlandırmamak gerekir. Zira
çok özgün ve gününü aşan orijinal düşünceleri de söz konusudur.
Özgün bir değerlendirme olarak ifade edilebilecek olan, onun, sa­
vaşların tarihi üzerine yaptığı analizlerdir. Üç-dört bin savaş betim­
lemesi okumak veya birkaç yüz antlaşmanın içeriğini incelemek ona
hiçbir şey katmamıştır veya çok az şey katmıştır. Bir felsefeci ve bir
yurttaş olarak tarihi okumak isteyen kişi için önemli olan, yasalar
ve davranışlardaki değişimleri incelemektir. Bunun için Voltaire'e
göre tarihin araştırılmasıyla öğrenilmesi gerekenler, insanların aile
yaşamının gizliliği içinde nasıl yaşadıkları, hangi sanatların gelişti­
ği vb. türden şeylerdir; yoksa düşünür, sayısız yıkım ve kavgaların

1 35 Copleston, s. 2 1 2.
Tarih Felsefesi 57

bayatlamış örneklerini tekrarlayan bir etkinliği kast etmemektedir.


Bunun için artık tarih, hanedanlar tarihi olmamalı, o, büyük güçleri
duruma göre yüceltme ya da yermenin aracı olan bir faaliyet olmak­
tan çıkarılmalıdır. Voltaire'e göre; "on sekizinci yüzyıl yaşamının,
sanatlarının, yazınsal ve bilimsel etkinliklerinin doğuşunun ya da
daha geniş olarak insanın çağlar boyunca toplumsal yaşamının bir
açıklaması olmalıdır:' 136

Düşünürün döneminin tarih yazıcılığı üzerine yaptığı eleştiri­


ler göz önüne alındığında kendisinden önce yapılanlardan farklı bir
şeyler yapmak istediği görülmektedir. Bu nedenle Voltaire'in üç bü­
yük itiraz üzerinden yaptığı değerlendirmeleri şu şekilde özetlemek
mümkündür:

Ona göre mevcut tarih yazıcılığı ve düşüncesi;

1. Sıkıcı detaylarla doludur.

il. Çılgın yalanlar söylenmekte/yazılmaktadır.

III. Konular dar görüşlü ve barbar bir ruhla ön plana çıkarıl­


maktadır.

Bunun için pozitif bir tarih programı geliştirilmeli ve tarih eleş­


tirel bir düşünce 137, felsefi bir ruhla ele alınmalı, bu mevcut aksaklık
ve hatta hastalık tedavi edilmelidir. Voltaire'in tarih görüşüne dair
yapılan bu değerlendirmeler dikkate alındığında iki sonuca ulaşmak
mümkündür. Bunlardan ilki, düşünürün tarihsel bir varlık olarak
insan toplumunun Aydınlanma öncesi geçmişine reddiyeci tutumu­
dur. Bu düşünce Voltaire gibi döneminin tipik temsilcisi için sağdu­
yu ile örtüşmeyen bir tutum olarak değerlendirilmektedir. İkinci
olarak düşünür, politik ve askeri tarihin önemini küçümseyip, savaş­
lar ve yıkımları tarihi bir araştırmanın sıkıcı tekrarı olarak görmek­
tedir. Oysa tarihi bir araştırmada bu temel belirleyicileri olumsuzla­
mak, araştırmak istenilenin de eksik kavranması anlamına gelecektir.
Tabii ki savaşların veya güçlülerin aktarılan tarihinde çok insani ola-

1 36 Copleston, s. 2 1 3.
1 3 7 Sakınann, s. 25.
58 Tarih Felsefesi

rak yaşanılan geçmiş maskelenip, kaybolmaktadır. Belki de düşünü­


rün temel eleştirisi buna ilişkindir. Lakin her nasıl anlamlandırılırsa
anlamlandırılsın, tarihi araştırmanın en temel problemi, zaten olgu­
lar içinden birtakım olguların seçilip gerçek diye sunulmasıdır.

4.4. Immanuel Kant ( 1 724- 1 804) :


Tarih felsefesine yönelik fikirler sunan
düşünürler, tarihsel olayların daha anla­
şılabilir olması için genel bir değerlen­
dirme yapmaya çalışmışlardır. Böyle bir
çabanın sebebi de tarihsel olayların kar­
maşık, düzensiz bir biçimde bulunması­
dır. Bu belirsizliği ortadan kaldırabil­
mek amacıyla bir genel ilkeye ulaşmak
adına tarihi realiteler kurgusal bir bi­
çimde değerlendirilmiştir.138 Ancak bu durum çeşitli tartışmalara yol

' ,pırnyw-·ı- ••
açmıştır. Tarih ve felsefenin birbirine zıt olup olmadığı yönünde
farklı görüşler ortaya atılmıştır. Im­

'1 lmmanuel Kant tarih ve felsefenin


birbirine zıt olup olmadığı proble­
manuel Kant da tarih ve felsefenin
birbirine zıt olup olmadığı proble­
minden yola çıkarak tarih felsefesi minden yola çıkarak tarih felsefesi
görüşlerini ortaya koymuştur
görüşlerini ortaya koymuştur. "Ta­
rihsel alanda felsefe yapmak müm­
kün müdür?" şeklinde ortaya çıkmış
olan probleme Kant'ın yanıtı, yine kendi kurmuş olduğu felsefe siste­
miyle bağlantılıdır.

Kant, felsefe sisteminde teorik akıl ve pratik akıl şeklinde bir


ayrım yapmıştır. Bu ayrıma göre teorik akıl fiziki dünyanın bilgisini
elde ederek genellemeler yapmak gibi bir işleve sahipken, pratik akıl
daha çok ahlaki ilkeler koyan bir niteliktedir. Bu bağlamda Kant'ın,
tarih felsefesiyle ilgili yaklaşımlarına onun söz konusu teorik akıl ve
pratik akıl ayrımı çerçevesinde bakmak gerekmektedir. Öncelikli

138 William Henry Walsh, Tarih Felsefesine Giriş, Çev. Yusuf Ziya Çelikkaya,
Hece Yayınları, Ankara 2006, s. 1 39 - 1 40.
Tarih Felsefesi 59

olarak Kant, teorik akıl ve pratik akıl ayrımı bağlamında idesel bil­
gilerin ve bu bilgilerin belki de en önemlisi olan özgürlüğün pratik
akıl sayesinde sağlam bir temele oturmakta olduğunu ifade etmekte­
dir. Pratik aklın ortaya koymuş olduğu zorunlu yasayla özgürlüğün
varlığı kanıtlanır. Özgürlük idesi ahlak yasasıyla ortaya çıkmaktadır;
bu ide, teorik akılla kavranamasa bile apriori olarak bilinmektedir ve
onun, ahlak yasasının temel şartı olduğu anlaşılmaktadır. 139 Kant'a
göre tarih ve felsefe arasındaki zıtlık ise aşılamaz. Tarihsel olayla­
ra bakıldığı zaman tarih bilgisi içerisinde genel bir yargıya varmak
imkansızdır. 14° Felsefenin amacı ise üzerine düşündüğü durumlar
hakkında genel yargılara varmaktır. Dolayısıyla genel yargılara var­
manın mümkün olmadığı bir alanda felsefe yapmak da pek müm­
kün gibi gözükmemektedir. Kant ise tarihsel alanda felsefe yapabil­
menin yolunu, yukarıdaki ayrımda bahsedilen pratik akıl vasıtasıyla
gerçeklenebilen özgürlük idesinde arar.

Kant açısından insanın genel yargılara varmasında teorik akıl


işlev sahibidir. Ancak aklın bu kullanımı, tarihsel alanda böyle bir
genellemeye gidememektedir. Çünkü hem tarihsel alanda olabilecek
bir genel yasa insanın teorik aklına yabancıdır, hem de tarihsel ça­
lışmalarda olaylar değişerek yansıtıldığı için verilen bu bilgilerden
genel bir yargı çıkarılamaz. 141 İnsanda her ne kadar irade özgürlü­
ğünün olduğu kabul edilse bile iradenin görünüşü niteliğindeki ey­
lemler doğa yasalarına tabidir. Tarih de doğa yasalarına tabi olan bu
insan eylemlerini konu alır. 142 Bu nedenle Kant'a göre eğer tarihte bir
genel yasa varsa bile bunun, insanın teorik aklına yabancı olmasının
sebebi, fiziki dünyadaki determinist ilerleyişin tarih alanında bulun­
mayışıdır.

139 Immanuel Kant, Pratik Usun Eleştirisi, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Ya-
yınları, İstanbul 1989, s. 23, 24.
1 40 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 83.
1 4 1 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 84.
1 42 Immanuel Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Dü­
şüncesi': Çev. Uluğ Nutku, (Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Öz­
lem-Güçlü Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde), s. 3 1 -32.
60 Tarih Felsefesi

Peki, teorik akıl hem tarih alanında, doğa alanında olduğu gibi
bir determinizm bulamıyor, hem de arka planda olabilecek bir genel
yasayı kavrayamıyorsa tarihsel bilgiler nasıl düzene binecektir?
Kant'a göre insanlar yalnızca hayvani içgüdülerle hareket etmedikle­
ri gibi, bir genel yasaya göre de hareket etmedikleri için insan tarihi­
nin belli bir yasaya göre yazılmasının imkansızlaştığı bir noktada
felsefecinin yapması gereken şey, bu düzensiz gidişin en nihayetinde
doğadaki bir amaca göre olup olmadığını belirlemeye çalışmaktır. 143
Kant'ın, böyle bir çabayı gerçekleş­
• tirme noktasında pratik aklı devreye

1
Kant da Herder gibi tarihe tüın
1 soktuğu görülmektedir. Kant'a göre
insanlık açısından bakmak gerek- il
1 özgürlük gibi apriori ideler teorik

1
tiğini vurgulamıştır, fakat buna ek
olarak o, ilerleme düşüncesini. de
akıl vasıtasıyla kavranamasa bile
eklemiştir. Teorik akıl tarih içeri­
sinde böyle bir yasalılık göremez; pratik açıdan onaylanır; hatta onay­
bu, ancak pratik akıl sayesinde
görülebilir. lanmalıdır. Teorik akla göre bir nes­
nellik kazanamayan ideler pratik
akılla onaylanan bir nesnel geçerlik
kazanmaktadır. Apriori idelerin gerçekliğinin pratik akılla onaylan­
ması durumu, teorik akıl açısından bir varsayım olarak, sav niteli­
ğinde ortaya konur. Böylece pratik akıl öğeleriyle teorik akıl öğeleri
birbirine bağlanmaktadır. Ancak pratik akla dayalı olarak kabul edi­
len ideler, yasa gereği kabul edilir. 144

Kant, tarih felsefesi düşüncelerini ortaya koyarken tarih içeri­


sinde genel bir ilke bulunamayacağını söylemektedir. O da Herder
gibi, yalnızca insanlık tarihinden bahsedilebileceğini, tarihe de tüm
insanlık açısından bakmak gerektiğini savunmuş ve bu düşünceye
ek olarak ilerleme düşüncesini vurgulamıştır. 145 Kant'ın tarihe kat­
mış olduğu ilerleme düşüncesi, Aydınlanmanın bir ürünüdür. 146

143 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi", s.
32-33.
1 44 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 25.
145 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 84.
1 46 Walsh, s. 143.
Tarih Felsefesi 61

Kant'a göre tüm insanların tarihi, insanların gelişim sürecidir. Bu


süreçte insanlık, hayvani olandan insani olana doğru bir gidiş ser­
gilemektedir. İnsanlık ne kadar ilerler ve gelişirse özgürlüğe o kadar
yakınlaşır. Tarih ise insanlığın özgürlüğe doğru olan gidişini izleyen
şeydir. 147 Birey olarak insanlar ve birbirinden farklı uluslar her ne
kadar birbiriyle örtüşmeyen amaçlar taşısa da farkında olmadan do­
ğanın belirlemiş olduğu bu temel amaca doğru ilerlemektedirler. 148
Ancak ona göre ilerleme, tarih içerisinde bulunabilecek genel bir
yasa değildir, teorik akıl böyle bir yasalılık durumunu göremez. Bu­
nun için tarihe pratik açıdan bakmak gerekir. 149 Ayrıca ilerlemenin
temel hedefi olan özgürlüğün de öneminin anlaşılması, yine pratik
akıl sayesinde olabilecek bir şeydir. Özgürlük idesinin mümkünlüğü
teorik akılla sağlanamaz. Bu nedenle böylesi apriori kavramlar aklın
ahlaksal kullanımıyla temellendirilebilir. 1 50

Teorik akıl, insanı, duyu ötesi idelerin temelsiz olduğu yönünde


bir kavrayışa itmektedir. Pratik akıl ise nedensellik ilkesinin duyu
ötesi arka planı olan özgürlüğe gerçeklik kazandırır. Teorik akıl tara­
fından yadsınan bilgiler pratik akıl tarafından onaylanır. Buna göre
teorik akılla kavranamayan özgürlük idesine pratik kullanımda doğ­
rudan ulaşmak mümkündür. 1 51Ahlak yasası da yalnızca aklın pratik
kullanımıyla tasarlanabilmektedir ve bu yasa, duyuların nesnesi de­
ğildir. İnsan iradesinin nedeni olan yasa, doğadaki olaylarda etkili
olan nedensellikten ayrılır. Söz konusu yasadan başka hiçbir neden
insan iradesinde etkili olmuyorsa, doğadaki nedensellikten bağımsız
olarak ahlak yasası koyma durumu özgürlüktür. 152

Böylece Kant'ın bakış açısı itibariyle tarihe pratik açıdan bak­


mak, ona ahlaki bir bakış açısıyla yaklaşmak demektir. Böyle bir

1 47 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 73.


1 48 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi': s. 32.
1 49 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 84.
1 50 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 26.
1 5 1 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 27, 29.
1 52 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 59.
62 Tarih Felsefesi

bakış açısı, düzensiz olan tarihsel olaylara bir anlam katacaktır.


İlerlemeyi ahlaki bir yükümlülük olarak ele almak, insanlık tari­
hine bütüncül bakabilmek için yararlı bir durum olacaktır. Çünkü
ilerlemede özgürlük hedefine ulaşmak amaçlanacaktır. Fiziki dünya
ve insanın fiziki yönü yalnızca mekanik yasalara göre işlemektedir,
fakat insanın daha önemli olan yönü onun ahlaki yönüdür. Bu da
insan açısından mekanizmden daha önemli olan bir şeyin olduğu
anlamına gelmektedir. 153 Doğa tarafından, doğadaki mekanikliğin
ötesindeki her şeyi insanın kendisinin yapması istenmiştir. İnsanın
içgüdüsel olarak değil, aklıyla hareket etmesi istenmiştir. Dolayısıyla
insandan doğal bir mutluluk değil, ahlaki bir mutluluk arzulaması
beklenmektedir. 154 Bu da aklın pratik kullanımıyla sağlanacak olan
bir şeydir. Teorik akıl, yalnızca doğrudan algılanabilecek fiziki dün­
ya nesnelerinin bilgilerine yönelir. Pratik akıl ise idesel bilgi nesne­
lerine yönelerek bu nesneleri kendisi belirler. Buna göre pratik akıl,
fiziki dünyadan ayrı bir biçimde kendi nedenselliğini belirleyerek
özgür irade üzerinde de belirleyici olmaktadır. 1 55 Bu bağlamda te­
orik aklın doğadaki determinizmi kavrayabildiği yerde, pratik akıl,
doğada ve insan hayatının seyrinde bir amaçlılık olduğu düşüncesini
barındırır. Pratik akıl, insana, amaç doğrultusunda onun bir sorum­
luluğu olduğunu öğütlemekte ve bu doğrultuda ona ahlaki kurallar
koymaktadır. Doğanın insana akıl vermiş olması, onun özgürlüğe
ulaşmak için aklının söyledikleri doğrultusunda karar verip hareket
etmesi gerektiğinin bir göstergesidir. 1 56 Zaten canlılara bakıldığı za­
man, onlarda bulunan doğal yeteneklerin en nihayetinde amacına
uygun hale gelecek şekilde bir gelişim izlediği görülebilir. Aksi tak­
dirde doğadaki amaçlılık ilkesiyle çelişmek kaçınılmazdır. Doğada
da bir amaçlılık olmadığı düşünülecek olursa, o zaman rastlantısal­
lığın olduğu kabul edilmelidir ki bu da insanı karamsarlığa itecek

1 53 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 85.


1 54 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi': s. 34.
1 55 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 39.
1 56 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 86.
Tarih Felsefesi 63

ve onun tarafından kabul edilemeyecek bir şeydir. 157 İnsan, aklının


yönlendirmesiyle ilerlemesini ve gelişmesini sağlamalıdır. Burada da
ancak pratik aklın koymuş olduğu ahlak kurallarına uygun hareket
ederek özgürlüğe doğru ilerlenebilir.

Kant'a göre insan aklının ve doğal yeteneklerin ilerlemesi bü­


tünsel bir durumdur. Aklın ve doğal yeteneklerin gelişimi tikel in­
sanda değil, insan türünde genel olarak gerçekleşen bir haldir. Çün­
kü insan hayatı, tam olarak gelişimi sağlamak için kısadır. Bu
ilerleme ve gelişme durumunu sonraki kuşaklar devam ettirmekte­
dir. Eğer ilerleme, insanların sonraki kuşaklara aktaracakları şekilde
bir amaç olarak benimsenmezse, insanın doğal yeteneklerinin boşu­
na olduğu görülecektir.158 Ayrıca Kant, insan ilerlemesinde toplum­
sallığın önemine de vurguda bulunmuştur. İnsanların ilerleyip geli­
şebilmeleri toplumdaki zıtlık durumu sayesinde olmaktadır. İnsan
hem topluma ihtiyaç duyan, hem de topluma karşı bireysel benliğini
ortaya koymaya çalışan bir varlıktır. Birey, toplum içerisinde gelişim
sağlayabilir ve kendi kişiliğinin farkına varabilir. Topluma karşı bi­
reysel olarak gösterilen bu direnç, insanların doğal yeteneklerinin
gelişebilmesine imkan verir. Aksi takdirde insan yetenekleri yalnızca
bir potansiyel olarak kalacaktır. Toplumsal bağlamdaki bu zıtlık, ya­
saya uygun olan bir ortamın sağlanabilmesi için ana nedendir. Te­
melde içgüdüsel ihtiyaçlar doğrultusunda meydana gelmiş olan top­
lumsal ortam, daha sonra ahlaki bir bütünlük haline gelmektedir. 1 59
Söz konusu ortam, insanın kendi iradesini gerçekleştirmesine ola­
nak tanır. Burada insan aklının pratik kullanımı iradenin belirlen­
mesi için yeterli bir neden olarak kabul edildiği takdirde, pratiğe
dayalı ahlak yasalarının var olduğu da kabul edilmektedir. Aksi tak­
dirde pratikte olan ahlaki ilkeler anlamsız olacaktır. Pratik aklın sun-

1 57 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi", s. 33.
1 58 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına fönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi'', s.
33-34.
1 59 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına fönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi': s.
35-36.
64 Tarih Felsefesi

duğu ahlaksal buyruklar ise nesnel bir geçerliliğe sahiptir. 160 Nasıl bir
eylemde bulunacağı, insanın kendi iradesine bağlıdır ve kişinin
•• bunu gerçekleştirebileceği yer de
toplumdur. Sonuç olarak toplumsal-
Tarihin temel amacını gerçek­ lık vurgusu, insanların kolektif bir
leştirmede tek bir toplum yeterli
değildir, bu nedenle dünya üze­ şekilde ilerleme içerisinde oldukları­
rindeki tüm toplumlar hep birlik­
nı göstermektedir.
te bu hedefi gerçekleştirebilir. Bu­
nun için insanlar, "tam adaletli bir
yurttaşlar anayasası" oluşturmak
İnsanlığa doğanın telkin ettiği
için çabalamalıdır en üstün amaç olan doğal yetenek­

•• _,....,
lerin gelişmesi için nasıl ki birey
tek başına yeterli değilse, topluma
ihtiyaç duyuyorsa, bu hedefin gerçekleşmesi için tek bir toplum da
yeterli değildir. Söz konusu hedef tek bir toplumun sınırlarını aş­
maktadır ve bu nedenle dünya üzerinde bulunan tüm toplumların
birlikteliğiyle gerçekleştirilebilir. Doğanın insanlardan istediği, öz­
gürlüğün mümkün oldukça birleştirilmiş olduğu "tam adaletli bir
yurttaşlar anayasasının" yapılmasıdır. Bu da tüm insanların bir araya
gelerek evrensel bir dünya yurttaşlığı kurmasıyla gerçekleştirilebilir.
Böyle bir ortamda insanları yönetecek olan bir yöneticinin de olması
gerekir. Çünkü insanları yasa doğrultusunda yöneten bir güç olma­
dığı takdirde, insanların, özgürlüklerini kötüye kullanmaları kaçı­
nılmaz olacaktır. Fakat yöneticiler de başka yöneticilere bu bağlam­
da ihtiyaç duyacaklardır. Tam anlamıyla ideali gerçekleştirecek bir
yöneticinin bulunması da mümkün değil gibi gözükmektedir. Doğa
da bu sebepten ötürü insanların temel hedefe mümkün oldukça ya­
kınlaşmalarını ister. İnsanın en büyük problemi ve yerine getirmesi
gereken en önemli görev, evrensel adaletin mümkün oldukça sağla­
nacağı bir yurttaşlar ortamını oluşturmaktır. 161 Buna göre bireysel
açıdan bakıldığında düzensiz ve ilkesiz görünen tarihsel olayların,

1 60 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 45, 46.


1 6 1 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına fönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi", s.
37-39.
Tarih Felsefesi 65

geneli kapsayan insanlık açısından ele alındığında düzenli olduğu ve


tüm insanları içeren bir amacı ifade ettiği görülebilir. 162

Kant'ın vurgulamış olduğu temel hedef tek bir toplumda ger­


çekleştirilemeyecek kadar kapsamlı olduğundan dolayı, toplumlar
arasındaki dış ilişkiler de son derece önemlidir. Çünkü toplumlar
arasında da savaşlar meydana gelmektedir. Söz konusu dış ilişkiler
problemi çözülmediği müddetçe dünya yurttaşlığını kurma hedefi
de gerçekleştirilemez. Burada da bireyin hem toplumsallığı hem top­
lum dışılığı örneği, toplumların uluslararası ilişkilerine uyarlanarak
tekrar verilmekte ve huzurlu, güvenli ortamın da bu zıtlık sonucu
oluşacağı söylenmektedir. Toplumlar arasındaki savaş durumu, gü­
vensizlik ortamı, tüm toplumların bir araya gelmesiyle yok edilebile­
cek bir şeydir. Tüm insanlar bir araya geldikleri zaman mücadelenin
tam anlamıyla son bulacağı söylenemez; ancak böyle bir ortamda
onların birbirlerini yok etme tehlikesi ortadan kalkar. Kant'a göre,
kendi yaşadığı dönemde ise insanlar, kültürleşme ve uygarlaşma
noktasında ciddi düzeyde ilerleme kat etmiş durumdadırlar. Fakat
başka uluslara karşı bu gelişmişliklerin kötü kullanımı, ahlaki ba­
kımdan hala eksik olunduğunun bir göstergesidir. Bu nedenle ev­
rensel yurttaşlar birliği kurulmalıdır. 163 Hem kendi içlerinde hem de
evrensel düzlemde despotik yapıdan kurtulabilmiş olan toplumların
bir araya gelmesiyle temel hedef gerçekleşecektir. 164 Evrensel yurttaş­
lığa doğru gidişi amaç edinmek, insanlığın tarihsel seyridir ve pratik
akla göre tarih, derinlerde gizli olan bu düzene göre işler.

Kant, insanın özgür iradesinin, deneysellik koşullarından ba­


ğımsız bir şekilde, pratik aklın koymuş olduğu yasayla belirlendiği­
ni165 vurgulayarak, teorik akla dayalı, determinist bir tarih felsefe­
sinin mümkün olmadığını; fakat pratik akla dayanarak, tarihte bir

1 62 Walsh, s. 145.
163 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi", s.
39-42.
1 64 Walsh, s. 1 45, 147.
1 65 Kant, Pratik Usun Eleştirisi, s. 62.
66 Tarih Felsefesi

amacın olduğu varsayımıyla tarihe felsefi bir gözle bakılabileceğini


ve tarihle ilgili genel bir yargıda bulunulabileceğini söylemiştir. Pra­
tik akıl, tarihte bir amacın olduğu varsayımını ise doğayla benzeşim
kurarak gerçekleştirmektedir ve doğada nasıl bir amaçlılık durumu
söz konusuysa tarihte de böyle bir amaçlılık bulunmaktadır. 1 66 Kant;
"Oysa doğanın, insan özgürlüğünün rastgele oyunları içinde bile plan­
sız çalışmadığı kabul edilirse, bu düşünce yararlı olabilir. Gerçi biz,
doğanın tasarısının gizli mekanizmasını kavrayabilecek kadar uzak
görüşlü değiliz, ama başka türlü baktığımızda, plansız bir karmaşım
olarak kalacak eylemlerin, hiç olmazsa bütünüyle ele alındıklarında
bir sisteme göre olup bittiklerini anlamamız için bu düşünce bir reh­
ber olabilir''l 67 demektedir. Dolayısıyla pratik aklın yapmış olduğu bu
benzeşim sayesinde insanlık tarihi bütünsel bir şekilde ele alınabile­
cektir ve düzensiz olaylar yığını olan tarih, düzenli bir hale getirile­
bilecektir. 1 68 Bu sayededir ki Kant'a göre, felsefenin en temel nitelik­
lerinden olan ilkesellik tarihsel alana uygulanabilecektir.

Kant, bu yaklaşımlarıyla, tüm tarihi açıklamaktan ziyade, tarih


felsefesinin mümkünlüğünü tartışmıştır. 1 69 O, genel bir yasaya bağlı
olduğunu düşündüğü bu genel tarih anlayışıyla, olgusal olayları göz­
lemleyen tarih çabasını geri plana atmak gibi bir amacı olmadığını
vurgulamıştır. Onun amacı, tarihsel alana farklı bir felsefi bakış ka­
zandırmaya çalışmaktır. 170"Şimdi böyle bir tarih için yönetici bir ilke
bulmayı başarıp başaramayacağımızı görmek, sonra da bu ilkeye göre
bir tarih yazmaya yetenekli insanın yaratılmasını doğaya bırakmak
istiyoruz"171 sözüyle onun yapmaya çalıştığı şeyin, tarih felsefecile­
rinin çabasının daha anlaşılır olmasını sağlamak ve tarih felsefesi
düşüncesinin genel çerçevesini çizebilmek olduğu anlaşılmaktadır.

1 66 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 88.


1 67 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi'; s. 45.
168 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 74.
169 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 95.
1 70 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi'; s. 47.
1 7 1 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi'; s. 33.
Tarih Felsefesi 67

Bu bağlamda ona göre tarihe felsefi bir bakışla yaklaşan düşünür­


ler, tarihin temelinde olduğu düşünülebilecek rasyonaliteyi orta­
ya çıkarmalıdır. Ayrıca Kant'ın, tarihi, ahlaki bir zemine oturtmuş
olması, tarih felsefesini bir noktada ahlak felsefesine bağlı bir hale
getirmiştir. 1 72 Bu şekildeki bir felsefi girişimin mümkün olduğunu
söyleyerek, söz konusu girişimin doğanın amacını da ilerletebile­
ceğini vurgulamıştır. Bir doğa planı varsayıldığı zaman geleceğe de
umutla ve güvenle bakılabilecektir. İnsanların, sonraki kuşaklara ta­
rihsel sorumluluğu nasıl aktaracakları yönünde harekete geçirilmesi
gereğinden yola çıkılarak bu görüşler ortaya atılmıştır. 173

Burada Kant, söz konusu düşünceleriyle aslında insanlara tavsi­


yede bulunmaktadır. İnsanların, sadece, kendilerine ahlaki hedefler
koymasıyla böylesi bir imkanın gerçekleşebileceğini söylemek, tari­
he anlam katmanın yanı sıra, aslında insan hayatına da anlam katma
çabasının bir göstergesidir. Eğer ki insanlar kendilerine ahlaki bir
hedef koyup buna göre yaşamlarını sürdürürlerse ve tarihin, arka
planda böyle bir yasaya göre işlediği kabulüne göre eylemde bulu­
nurlarsa, ilerleme ve özgürleşme konusunda insanlık olarak ciddi
atılımlar gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla Kant'ın tarih felsefesinde
"olanı betimlemek"ten ziyade "olması gerekeni" vurgulama söz ko­
nusudur.

1 72 Walsh, s. 143 - 1 45.


1 73 Kant, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi", s.
45-47.
68 Tarih Felsefesi

4.5. Johann Gottfried von


Herder ( 1 744- 1 803) : Herder,
tarih felsefesi yaklaşımlarında,
tarihsel alanda ilerlemeye yöne­
lik bir yasanın olduğunu redde­
derek tüm tarihi kapsayan bir
ortak idenin, varsa bile biline­
meyeceğini vurgulamıştır. Ona
göre insan toplulukları kendi
bulundukları dönemin şartları
çerçevesinde ve kendi özgün­
lükleriyle incelenmelidir.

Herder'e göre, eğer insanlar için bir amaç varsa bu amaç yal­
nızca hümanitedir, yani toplulukların kendi insanilik.terini özgün
bir şekilde ortaya koymasıdır. İnsan

•• doğası bu temele göre organize edil-


miştir Ve insan, toplum içerisinde,
Herder. tarih felsefesi yaklaşım -
l'.i larında tarihsel alanda ilerlemeye - toplumsal ilişkilerde sadece anlam
< yönelik bir yasanın olduğunu red-
dederek tüm tarihi kapsayan bir # boyutuyla ele alınabilir. Böylece in­
orıak idenin, varsa bile bilineme- .'.Ji
M
p yece-ğini vurgulamıştır. Ona göre " sanların yalnızca dönemsel ve top­
i insan toplulukları kendi bulun-
lumsal olarak kendilerini ortaya
' dukları dönemin şartları çerçe-
vesinde ve kendi özgünlükleriyle koymaları değerlendirme konusu
incelenmelidir.
kılınabilir. 174 Geçmişe, hazır değer­

•• ler üretmek için başvurulmaz. Her


neslin kendi normlarını oluşturması
gerekir. Herder, insan gelişiminin ruhsal bir oluşum olduğunu söy­
lemiştir. Gelenek, yıllara ve tüm zorluklara dayanıklı olan bir yapı
değildir; insana özgü olan, konuşma kapasitesiyle mümkün olan
durgun bir faaliyettir. Bu bağlamda Herder, saygılı bir gelenekçi
değildir. Geçmişin birikmiş bilgeliğine saygıdan ziyade, nesilden

17 4 Johann Gottfried von Herder, "İnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünce­


ler'; Çev. Doğan Özlem, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem­
Güçlü Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde), s. 25.
Tarih Felsefesi 69

nesile aktarılmış olan şeylerin bilinçli ve aktif olarak yenilenmesi,


Herder'in gelenek felsefesini karakterize etmektedir. 175 Bunun için­
dir ki Herder, geçmişten geleceğe tüm dönemleri ve tüm toplumları
kapsayacak olan bir genel yas anın tespit edilemeyeceğini vurgular.
Yalnızca toplumlar, bulundukları döneme göre değerlendirilebilir ve
yalnızca o dönem içinde bir genellikten bahsedilebilir. 176 Herder'in
bu yaklaşımıyla, onun, gençliğinde öğrencisi de olduğu Kant'ın tarih
felsefesi yaklaşımı belli bir karşıtlık içermektedir. 1 77

Modern düşünürlerden Vico ve Herder'in, tarihsel nedensellik


ve doğadaki nedensellik arasında radikal bir ayrım yapan ilk kişiler
oldukları kabul edilir. 1 78 Herder açısından tüm evrende özgür ruhun
kendini gösterebilmesi amacıyla düzenleyici güç ya da güçlerin bü­
tüncül yapısı tarafından evren meydana getirilmiştir. 179 Hiçbir şey
tesadüfi ya da keyfi değildir. Tarih labirenti, ilahi uyumlu bir düzeni
ortaya çıkarır. Hiçbir umut ya da teşvik vermeyen bir beşeri geli­
şim tasviriyle yetinmek, Herder'in reform taleplerinin, onun öğretici
misyonunun ortadan kaldırılmasını isteyen bir girişimdir. 180 Böylece
Herder, Tanrı'nın doğaya belli kurallar koyduğunu, doğanın bu ku­
rallar çerçevesinde geliştiğini ifade etmiştir. Tarihte de bir canlılık ve
bir oluş durumu söz konusudur. Tüm doğada ve tarihte tanrısal bir
etki mevcuttur. Doğada ve tarihte benzerlik vardır, ancak Herdere
göre bu benzerliğe rağmen doğa ve tarih arasında belli bir yasalı­
lık konusunda farklılık da bulunmaktadır. Tarihte, doğada olduğu
gibi bir genel yasalılık durumu yoktur181 ve insanların kendilerini

1 75 F. M. Bernard, "Natura! Growth and Purposive Development: Vico and


Herder'', History and Theory, Vol. 1 8, No. 1 (Feb., 1 979), Published by: Wi­
ley for Wesleyan University, s. 27-28.
1 76 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 72.
1 77 Walsh, s. 1 54.
1 78 Bernard, s. 1 7.
1 79 Walsh, s. 1 55.
1 80 Bernard, s. 29.
1 8 1 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 72-73.
70 Tarih Felsefesi

ortaya koydukları yapı, insan ataları tarafından doğadaki yapıdan


farklı düzenlenmiş bir yapıdır. 182 Tarihsel alanda bütün olarak bir
genellik aranmamalı, bireyselliğe bakılmalıdır. 183 Ona göre her şey,
her zaman, değişen kombinasyonlardaki her şeyle ilişkilidir. Herder,
bilimsel bağlamda bir nedensellik olduğunu görmüştür. Ancak o,
mekaniğe dayalı yöntemin, belirlenmiş sabit temel nedenlerin in­
sani alana uygulanmasına karşı çıkmıştır. Fiziksel dünya ve tarihsel
alanın farklı alanlar olduğu keşfedildiğinde, tarihsel alanda, fiziksel
alandan farklı olarak tarihsel anlama metodu önemli ölçüde açıkla­
yıcı olacaktır. 184 Toplumlar, kendi üyelerinin eylemlerinde görüntü
kazanan bir ruh ile hayat bulmaktadır. 185 Bu nedenle toplumların
içinde bulunmuş olduğu dönem koşulları ve bu toplumların kendi
tikel yapıları anlaşılabilir.

Herder, verimli ve derin sorunsal olan bir tarihsel anlama yön­


temini uygulamaya koymuştur. O, aracı bir kültürel aktivite olarak
gelişim ile aracısız doğal bir süreç olarak büyüme arasındaki farka
yoğun bir şekilde duyarlıdır. Herder'in aracılık ve kültür iletimi teo­
risinin temel kavramları olan "gelenek" ve "oluşum/gelişme/kültür"
terimlerinde, onun dikkate değer, orijinal amaçsal gelişim kavram­
sallaştırması bulunmaktadır. Bu, Herder'in yaptığı, amaçsal gelişim
ve doğal büyüme arasındaki farkın en kesin tanımını verir, çünkü bu
yaklaşım aynı zamanda kendi çapında ilgiye layık olan bir felsefi ant­
ropoloji ortaya koyar. Buna göre insanın dünyası, sadece onun pasif
olarak bulunduğu bir varoluşsal varlık alanı değil, aynı zamanda in­
sanın istediği, zaman içerisinde çabaladığı ve bu istek ve çabaların
sonuçlarının yön verdiği bir dünyadır. Bu alanda tekrar eden sabitler
değil; onaylama ve reddetme, anlaşma ve değerlendirme arasındaki
etkileşimler hakimdir. Dolayısıyla kültür, belirli bir gelişme durumu
veya belirli normların tekrarlanması ile sınırlı değildir. Aynı şekilde

1 82 Herder, s. 25.
1 83 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 73.
1 84 Bernard, s. 28-29.
1 85 Walsh, s. 1 56.
Tarih Felsefesi 71

gelenek, kalıtsal inançların, örflerin, neyin yapılıp neyin yapılmaya -


cağının otoriter standartları olarak hizmet etmek için dizayn edilen
iş yapma biçimlerinin sabit bir toplamıyla tanımlanmaz. Kültür; ya­
pılandırma, şekillendirme, yaratma, inşa etme veya yeniden inşa
etme gibi dinamik anlamlar barındırmaktadır. Gelenek ise belirli bir
toplumsal mirasın belirlenmesinin yanı sıra yayılmanın bilinçli bir
faaliyeti olarak anlaşılır ve çok yönlü bir nitelikte geçmişten günü­
müze ve geleceğe bir zincir kurmaktır. Herder, kültürel aktarım biçi­
minin yalnızca insana ait bir şey olduğunu vurgular ve böylesi bir
bağlantının dört antropolojik özelliği olduğunu söyler: 1- İnsanın
kendi eksikliğinin bilinci, 2- Konuşma kapasitesi ve bunun aracılı­
ğıyla kavramlar açısından düşünme ve hissetme yeteneği, 3- İnsanın,
sadece zorunluluk yerine seçime yönelik öz farkındalığı ve 4- Bütün
fiziksel ihtiyaç ve arzuları aşan ya da buna karşı koyan uçları seçme
kapasitesi. 1 86 Tüm bu nitelikler, öz­
gün insan faaliyetleri ile dinamik bir ••
kültür ve gelenek anlayışını vurgula­ Dünyanın her yerinde toplumlar,
kendileri için iyi olduğunu düşün­
maktadır. dükleri şeyleri yapmaktadırlar.
Onların yapmış oldukları hatala­
Herder açısından bir makine, rın sorumluluğu yine kendilerine
aittir. Bu bağlamda toplumlar
bir organizmadan daha fazla amaca
arasında yasalar bakımından çok
sahiptir. Bağımsız bir varlığa sahip çeşitlilik bulunur. Ancak toplum­
ların yalnızca kendi dönemlerine
olan insan, belirlenmişliğe daya­ ve kendi özgünlüklerine göre in­
celenebilecek olması ve bu neden-
lı faaliyetin dışına çıkabilir. Canlı le de tüm tarihi kapsayacak bir
organizma, olduğu gibi olmak için yasalılığın bulunamaması tarihsel
alanda düzensizlik olduğu anla­
yapması gereken şeyleri yapar. 187 İn­
••
mına gelmemektedir.

san, bir makine gibi belirlenmişliğe

tabi olmadığından dolayı, belirlenen _____..,..


şeye yönelik bir amaca ulaşmak gibi
bir çaba sarf etmeyecektir. Teleolojik determinizm ya da işlevsellik­
ten kurtulmak için içkin veya gizli uçların geçici olarak çıktığı düşü­
nülen tarihteki sürekliliğin, insan seçiminin uygulanması için alan

1 86 Bernard, s. 29, 30.


1 87 Bernard, s. 23-24.
72 Tarih Felsefesi

bırakması gerekir. Buna göre Herder, insan amaçlarının, nihai-ortak


bir amaç değil, kendilerine ait amaçlar olduğunu söylemiştir. 188 İn­
san, hiçbir dış müdahale olmaksızın özgür eylemde bulunarak ken­
dini gerçekleştirmek, ortaya koymak zorunluluğuna sahiptir. Tanrı
tarafından verilmiş güçler sayesinde doğru ve yanlış yapmak insan­
ların elinde olan bir şeydir. Dünyanın her yerinde toplumlar, kendi­
leri için iyi olduğunu düşündükleri şeyleri yapmaktadırlar. Onların
yapmış oldukları hataların sorumluluğu yine kendilerine aittir. Bu
bağlamda toplumlar arasında yasalar bakımından çok çeşitlilik bu­
lunur. Toplumlar, kendi yaptıkları şeylerle ortaya çıkabilmekte ve
insan, kendisi için daha iyi olduğunu düşündüğü ş�ye göre kendini
gerçekleştirmektedir. İnsanlar yalnızca bulundukları konum için­
de yaşadıkları için insanın amacı, yalnızca insan türünün tarihine
bakıldığında anlaşılabilir.189 İnsan türünün tarihinde de insanlığın
kendini gerçekleştirmesi, sadece belli başlı toplumların ya da dö­
nemlerin elinde olan bir şey değildir; tarih boyunca var olan tüm
toplumların aidiyetindeki bir şeydir.190

Herder her ne kadar toplulukların yeryüzünde kendilerini ör­


gütleyecek biçimde donatıldığını, buna bağlı olarak da kendilerine
özgü bir iyiye inanarak bunu kendi yaşamlarına uygulamak istedik­
lerini, bu kendini gerçekleştirme durumunu kendi yaşamları için bir
amaç haline getirdiklerini ve özgün kendini gerçekleştirmelerini or­
taya koyduklarını söylese de191 söz konusu özgünlük, yine de tarihte
bir düzensizlik meydana getirmeyecektir.192 Toplumların yalnızca
kendi dönemlerine ve kendi özgünlüklerine göre incelenebilecek
olması ve bu nedenle de tüm tarihi kapsayacak bir yasalılığın bulu­
namaması, tarihsel alanda düzensizlik olduğu anlamına gelmemek­
tedir. Herdere göre toplumların tikel durumları incelenerek de belli

1 88 Bernard, s. 24-25.
1 89 Herder, s. 26-27.
1 90 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 79.
191 Herder, s. 28-30.
1 92 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 74.
Tarih Felsefesi 73

bir düzenlilik elde edilebilir. Tarihsel alanda düzensizliğin olmaması,


yeryüzüne tanrısallığın yön vermesi sayesindedir. Ancak bu tanrısal
plan görülemez. Yalnızca Tanrı'nın koymuş olduğu bir uyumun ol­
duğuna inanılabilir. 193 Hatta tanrısal yasa, süreç içerisindeki değiş­
melere uygunluk gösterir bir yapıdadır. 194 Böylece toplumlarda var
olan tikel yasalılıklardan yola çıkarak bu yasalılıkların birbirleriyle
tanrısal düzen sayesinde uyumlu oldukları "inancı", tarihte düzen­
leyici bir plan olduğu sonucuna götürecektir ve tarih de buna göre
anlamlandırılabilecektir.

Tarihte toplumların kendilerini farklı gerçekleştirmeleri ara­


sında bir uyum olduğu inancı ve geçmişe de böylesi varsayımlarla
yaklaşmak, Herder'e göre tarih felsefesi ve biliminin mümkünlü­
ğünü sağlayabilecek tek unsurdur. Bu da insanların pratik (ahlaki)
ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir çabadır. Tarihte bir düzenlilik
arama çabası olabilir, fakat bu, tüm tarihi bilebilmek gibi bir iddi­
aya dönüştürülemez. Bu nedenle Herdere göre tarihin bütününü
belli bir genel yasa altında bilebildiklerini iddia eden kişiler, aslında
kendi bulundukları dönemin düşünce yapısını tarihe genellemeye
çalışmaktadırlar. 195 Ancak o, temellendirmiş olduğu tarih felsefesi
yaklaşımıyla materyalist bir tarih teorisinin yetersizliğini de ortaya
koymuştur. O, kendi çağının tarihselliğe uygun olmayan bir yak­
laşım benimsediğini düşünerek, bu bakış açısının dışında durma­
ya çalışmıştır. Herder'in yaşamış olduğu dönem olan 1 8. yüzyılda,
farklı koşullar ve farklı eylemler söz konusu olsa da insanların te­
mel itibarıyla aynı doğaya ve aynı yasalılığa sahip oldukları kabul
edilmiştir. 196 Diderot, Rousseau ve bunlara benzer örneklerle birlikte
Herder de doğal, organik, yaratıcı ya da orijinal olan ile yapay, me­
kanik, kalıplaşmış olan arasındaki zıtlığa vurgu yapmıştır. O, çağdaş
medeniyetin getirmiş olduğu iddiaların, sevecenliğin ve gururun

193 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 74.


1 94 Herder, s. 29.
1 95 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 75.
1 96 Walsh, s. 1 56.
74 Tarih Felsefesi

gerçek yüzünü ortaya koyma çabası taşımıştır. Ona göre modern


yaklaşımlarla birlikte insan gelişimi ve büyümesi çarpıtılmış, özgün -
lük kaybolmuştur. Geleneksel ve suni olan şeyin altında yozlaşmış ve
dolandırılmış olan insan, doğal otantik özünü kurtarmalı ve gerçek
mirasını elinde tutmalıdır. 197 Bundan dolayı Herder, Aydınlanmanın
ilerleme düşüncesine karşı çıkmıştır. Ona göre tarihte bir ilerleme­
nin olduğu düşüncesi, geçmişe ilerleme fikri çerçevesinde bakmak­
tan kaynaklanmaktadır. Fakat tarihi dönemlere, yaşanılan dönemin
kriterlerinden hareketle bakmak ve bu bakış açısıyla değerlendirme
yapmak hatalı bir yaklaşımdır. 198 Böylece Herdere göre tarih, bunun
tersine tüm toplulukların özgün hümanitelerinin, genel insanlık ta­
rihi hümanitesinin uyumlu parçaları olduğu süreçtir. Varsayılması
ve inanılması gereken temel ölçüt de budur.

Herder, Aydınlanmanın geçmiş konusundaki yaklaşımının,


eleştiri süzgecinden geçirilmeden kabul edilen bir yaklaşım oldu­
ğunu savunmaktadır. Buna bağlı olarak da o, değişkenlik arz eden,
farklı toplumlarda değişik özelliklere sahip olan bir uygarlık yakla­
şımı ortaya koymuştur. 1 99 Bahsedilen tüm bağlamlara göre Herder,
hümanitenin, insanlar arasında belli amaçlara göre, akla ve ölçüye
dayalı bir uyuma bağlı olarak gerçekleştiği dönemlerin olduğunu
vurgular.200 Ona göre: "Hümanitenin örnekleri tarihte hep parıldar."201
Tek tek dönemlerde gerçekleşen hümanite, tarihin temel hedefi ola­
rak görülmemelidir. Tarih felsefesinin görevi, dönemlerin tekrarsız
olan özgün bütünlüklerini, hümanitenin gerçekleştiği zamanlar ola­
rak göstermektir. Tüm insanların hep birlikte gerçekleştirmiş oldu­
ğu hümanite, belli dönemlerin temel karakteristiğini oluşturan genel
düşüncelerin parça parça ele alınarak ve bütünün yorumlanmasıyla
ortaya konulabilir. Buna göre yorumlayıcı bir niteliğe sahip olan ta-

197 Bernard, s. 2 1 -22.


1 98 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 72.
1 99 Walsh, s. 1 56.
200 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 76.
20 1 Herder, s. 30.
Tarih Felsefesi 75

rih felsefesinin temel yöntemi anlamadır. Söz konusu dönemlerin


kendilerine özgü genel nitelikleri arasındaki bağ anlaşıldığı takdirde
böyle bir yorumlama yapılabilir ve tüm insanlık tarihi genel hüma­
nite altında ifade edilebilir.202 Herder şu ifadeleri kullanmaktadır:
" Ulusların tüm tarihi, hümanitenin ve insani yetilerin en güzel tacına
erişme konusundaki bir yarış okulu olarak görülebilir. . . onların işi,
hümaniteye, bizim kendi çağımızın koşullarından, kendi vicdanımız­
dan, kendimize koyduğumuz ödevlerden bambaşka olan bir konum
içinde, kendileri için iyi bildikleri bir amaç olarak erişmek olmuştur. . .
Tanrı bize ancak, bu amaca, kendi etkinliğimiz, kendi aklımız ve ken­
di güçlerimizle erişebileceğimizi göstermekle yardım eder."203 Böylece
Herder, tarih felsefesi yaklaşımlarıyla, tıpkı doğa olaylarında olduğu
gibi tarihte de yasalılığa benzer bir durum ortaya koymaya çalışmış­
tır. Her ne kadar o, tarihsel durumların, kendi bulundukları dönem
koşulları içerisinde gerçekleşebileceğini savunsa da tarihte genel bir
amaç ortaya koymaya da çabalamıştır. Tam belirgin olmasa da Her­
der, tarihin amacının, insanlığın gerçekleşmesi, insanların kendileri
oldukları bir ortama ulaşabilmeleri olduğunu söylemektedir.204 "Biz,
kendimizi yarattığımız bir dünyada yaşarız"205 ifadesi, dile getirilen
değerlendirmeyi doğrular niteliktedir.

Sonuç olarak Herder, tarihsel alanda genel bir yasalılık duru­


mu varsa bile bunu bizim bilemeyeceğimizi vurgulamakta ve genel
insanlık tarihine tüm toplumların eylemlerinin birikimi olarak bak­
mak gerektiğini savunmaktadır. Söz konusu tüm tarihte gerçekle­
şen " insanlık'' durumu, yalnızca belli dönemlerde, toplumların ti­
kel amaçları arasındaki bağlantı anlaşılarak ve yorumlanarak ifade
edilebilir. Farklı dönemler, kendi dönem özellikleri göz önünde bu­
lundurularak incelenmelidir. Genel insanlık tarihi, toplumların ve
çağların tek bir yasa altında toplanması değildir. Tarih, tüm toplum

202 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 76-80.


203 Herder, s. 30.
204 Walsh, s. 1 57.
205 Bedin, s. 143.
76 Tarih Felsefesi

ve çağların ortak düzlemde birleşmiş oldukları, değişkenlik gösteren


dönemsel genel yasaların bütünüdür. Tarih felsefesi bu yorumlama
çerçevesi içerisinde yapılabilir ve tarih bilimine de ancak bu şekilde
katkı sunabilir.
Tarih Felsefesi 77

5 . 1 9. YÜZYIL: TARiH YÜZYILI

19. yüzyıl, tarih felsefesi yaklaşımları bakımından oldukça


zengin bir dönemdir. Tarih felsefesine yönelik temel problemlerin
ve ortaya çıkmış olan akımların her birinin karşılığı, sistematik bir
biçimde bu yüzyılda bulunmaktadır. Bu dönem, birbiriyle karşıt
olan felsefi sistemlerin, tarihsel düşünüş bakımından da karşılaştığı
dönemdir. Bilimciliği esas alan görüşlerle idealizm taraftarı yakla­
şımların bir arada bulunduğu bu dönem, hermeneutik tarih anlayı­
şıyla da bir başka sistemleştirmeyi bünyesinde barındırır. Özellikle
Kant'ın felsefi görüşlerinden yola çıkan Alman idealizmi ile onun
tam karşısında bulunan pozitivist anlayış esasına dayanan Augus­
te Comte ve tarihsel materyalizmiyle maddi sürecin ilerlemesini
vurgulayan Karl Marx, 19. yüzyılın tarih felsefesi dinamiğini oluş­
turmuştur. Dilthey'le birlikte anlamacı tarih anlayışının sistematik
kazandığı hermeneutik tarih anlayışı ile tarihi, insanın hizmetine so­
kan Nietzsche'nin yaklaşımları, bu dönemin zenginliğine zenginlik
katmıştır.

5.1 . Alman idealizmi

5. 1 . 1 . Johann Gottlieb Fichte ( 1 762-


1814) : Alman idealist geleneğinin önemli
düşünürlerinden olan Fichte, tarihsel alan­
da felsefe yapmanın mümkünlüğü proble­
minde, böyle bir imkanın olduğunu kabul
eden düşü-
nürler ara­ ••
s ı n d a d ı r. Fichte'ye göre tarihçi, yalnızca dü­
zensiz ve dağınık olayları betim­
Ona göre lemeye çalışır; bunlar arasındaki
bağlantıyı açıklayamaz. Ancak fi­
tarihsel alandaki tüm tikel olayların lozof, olayların gerisinde bulunan
arkasında bir ilkesel ide yatmakta­ yasayı ortaya çıkarmaya çalışır ve
bu sayede olaylar arasındaki zo­
dır. Söz konusu ilkesel ideyi de an­ runlu bağlantı vasıtasıyla bunları
birbirine bağlayabilir.
cak tarihsel alana felsefi bir yaklaşım
78 Tarih Felsefesi

ortaya çıkarabilir. Bu ide aracılığıyla tarihteki tüm tikel olayların ge­


nel bir açıklaması yapılabilir. 206

Fichte'ye göre tarihsel olaylar üzerinde ampirik bir yaklaşım­


la inceleme yapan tarihçi, sadece düzensiz ve dağınık olan olayları
betimlemeye çalışacaktır; düzensiz ve dağınık olan tekil olaylar ve
bunlar arasındaki bağlantıyı açıklayamayacaktır. Fakat tarihsel ala­
na felsefi bir bakışla yönelecek olan filozof, tikel olayların gerisinde
bulunan idesel yasayı ortaya çıkarmaya çalışacaktır. Burada filozof,
ampirik olarak yapılacak bir betimlemeden tamamen bağımsız olan,
tarihsel olayların gerisindeki temel ide vasıtasıyla ampirik tarih olay­
larını zorunlu bir bağlantı sayesinde birbirine bağlayabilecektir. 207
Böylece filozofun yöneldiği genel tarih bilgisiyle tüm insanlığın
kültürleşme süreci aydınlığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.208 Dola­
yısıyla tarihçi, olayları olduğu gibi anlatmak dışında tüm olayların
gerisinde yatan şeyi bulmak ya da tarihteki karmaşayı tek bir nedene
bağlamak gibi bir amaç gütmemektedir. Tarihsel olayların karmaşık­
lığı ve düzensizliğini ancak filozof giderebilecektir.

Bu ifadelere göre Fichte, tarih üzerine felsefe yapma girişiminin


gerekliliği noktasında, tüm tikel olayların, geri plandaki bir ilkeye
göre açıklaması yapılırken doğadaki deneyselliğe göre bir açıkla­
masının yapılamayacağını söyler.209 Çünkü determinizme tabi olan
doğa, özgürlüğü içeren insan özüyle zıtlık içerisindedir.210 Bu neden­
le genel bir ilkeye varma, yalnızca akılsal olarak gerçekleştirilebilir.
Tarihsel alan üzerine felsefe yapmak, Fichte'ye göre tüm insanlık
tarihini bütünsel olarak ele alan ve bunun evrelerini de genel ilke-

206 Johann Gottlieb Fichte, "Çağımızın Temel Karakteristikleri': Çev. Güçlü


Ateşoğlu, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü Ate­
şoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 1 4 içinde), s. 1 02- 1 03.
207 Fichte, s. 103.
208 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10}, s. 109.
209 Fichte, s. 1 03.
210 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 107.
Tarih Felsefesi 79

ye göre belirleyen bir çabadır. 2 1 1 Fichte, tarihsel alanın gerisinde bir


dünya planı olduğu düşüncesiyle bu planın analizini yaparak söz
konusu çabaya katkı sunmaya çalışmıştır. Ona göre tarihsel zaman,
belli bir plana göre, aşamalı bir biçimde ilerlemektedir. Zamanın bü­
tün dönemleri, bu dünya planının anlaşılabilmesiyle daha iyi kav­
ranacaktır. Tüm insanlığın temel idesi olan bir tarihsel dünya planı
varsayıldığı takdirde, ampirik tarihsel olaylar bu planın evreleri sa­
yesinde düzenli bir biçimde anlaşılabilecektir.212 Buna göre insanlı­
ğın hangi evreyi geçirdiği anlaşılabilirse, ne yapılması gerektiği de
belirlenebilecektir.

Dünya üzerindeki toplumların geçirdikleri ampirik dönemler,


insanlık tarihinin genel planının evrelerine göre biçimlenmektedir.
İnsanların içinde bulundukları durum, tarihin genel evreleri bağla­
mında daha iyi anlaşılabilir. Filozofun, insanların geçirdikleri evreyi
iyi analiz edebilmesi için evrensel planı tam olarak kavraması gere­
kir. Çünkü tarih filozofu, insanlık tarihi bağlamında gelecekle, nihai
hedefle ilgilenmektedir.213 Tüm tarihsel ilerleme, bütün insanların
hep birlikte belli bir hedefe doğru gitmesinin ifadesidir. Tarihsel arka
planda belli bir ilkeye ve amaca göre ilerlemenin olduğu kabulüne
göre, fiziki dünya bilgisini elde eder tarzda anlaşılamayacak olan
idesel plan ancak kendi özüne uygun bir yaklaşımla anlaşılabilir. Söz
konusu temel ide ifade edildiğinde tüm insanlığın yaşamı ve iler­
lemesinin vurgulanmakta olduğuna dikkat etmek gerekmektedir.214
Bu bağlamda dünya planı, ahlaksal bir yaklaşımla anlaşılır olabilir.
Tarihe ahlaki bir neden ve ahlaki bir hedef koyulduğu zaman o, an­
lamlı olabilmektedir.

211 Fichte, s. 103.


212 Fichte, s. 1 04.
2 1 3 Fichte, s. 104.
2 1 4 Fichte, s. 105.
80 Tarih Felsefesi

Fichte'nin genel felsefesi özgürlükçü bir felsefe olduğu21 5 için


tarih felsefesi görüşleri de bu eksendedir. Buna bağlı olarak Fihte,
evrensel düzlemde insanların temel amacının özgürlük olduğunu
söyler. Özgürlük, genel olarak insan türünün ortak bilincinde ger­
çekleşmektedir. O, insan türünün bir ürünüdür; insan eylemiyle
meydana gelir. Tüm insanlık da dünya planına göre ilerleyerek, akla
uygun bir şekilde özgürlüğe ulaşmayı, kendi özünü bulmayı amaç­
lar. Yalnızca özgürlük sayesinde insanların hayatı düzenlenebilir. Bu
nedenledir ki tüm insanlık tarihinin genel durumu, onun özgürlük
durumuna göre değerlendirilmektedir. Genel insanlık tarihi ilk etap­
ta aklın egemen olmadığı ve buna bağlı olarak da özgürlükten uzak
olunan dönem ve aklın etkin olduğu dönem şeklinde iki temel evre­
ye bölünür.216 İnsan eylemleri, içgüdüsel olandan akılsal olana doğru
ilerledikçe, ilk temel evreden ikinci temel evreye geçildikçe dünya
planı doğrultusundaki amaç gerçekleşecektir. Böyle oldukça tarihe,
insana özgü bir varoluş kazandırılabilir.217 Bu açıdan da ahlaki ey­
lem ve özgürlüğün gerçekleşmesi "akla" bağlıdır ve aklın durumu,
tarihsel olarak geçirdiği dönüşümler son derece önemlidir. Fichte de
ayrımını temelde buna göre yapmıştır.

Fichte'ye göre tinsel yaşamın ve insan yaşamının ilk yasası akıl­


dır. Akıl olmaksızın insan, tam olarak varoluşunu gerçekleştiremez
ve insanlığın ilerlemesine aklın gelişimi bağlamında bakmak gerek­
mektedir. Fichte, insanlığın ilk devrinde aklın bir içgüdü olarak ha­
reket ettiğini ve özgürlükten yoksun olduğunu söyler. İkinci devirde
ise akıl, özgür iradeyle eylemde bulunduğu için eylemlerinin bilin­
cindedir. İnsanlığın ikinci devri, ilk devrinin anlaşılması sayesinde
kavranabilir. Çünkü içgüdü ve özgürlük, birbirine zıt olan şeyler­
dir. 218 Özgürlüğün zıttı olan şeyi anlayabilmek, özgürlüğün daha iyi
anlaşılabilmesini sağlayacaktır.

2 1 5 M. Hanifi Macit, Faşizm ve Nazizm, Savaş Yayınevi, Ankara 2006, s. 53.


216 Fichte, s . 1 06.
217 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s . 1 1 0.
2 1 8 Fichte, s . 1 07.
Tarih Felsefesi 81

İnsan aklının içgüdüsellikten özgürlüğe geçişi ise içgüdünün


dışsal bir otorite olmasıyla gerçekleşir. Fichte'ye göre içgüdünün
ürünleri, insan türünün daha güçlü bireyleri tarafından kavranıldığı
zaman, diğer bireyler üzerinde kural koyma ve otorite sağlama duru­
mu ortaya çıkmaktadır. Böylece içgüdü, insanlar için bir dışsal oto­
rite haline gelir. Türün güçlü bireyleri arasında kural koyan bir oto­
rite haline gelen içgüdü, diğer bireylerde kişisel özgürlük bilinci ve
bunu korumaya yönelik bir hal almaktadır. Dış otorite baskısına ma­
ruz kalan bireyler, bir karşı çıkışa yönelirler. Dışsal otoriteye karşı
çıkarak, insanda kişisel özgürlük bilinci uyanmaya başlamıştır.219
Yani tamamen hayvani, doğal isteklerle birilerinin başkaları üzerin­
de baskı kurmaya çalışması, baskı altında kalan kişilerin, başlangıçta
yine doğal eğilimlerle, hayvani isteklerinin sınırlandırılmasından
dolayı bir başkaldırıya yönelmeleri­
ne yol açmaktadır. Burada insanın ••
özüne uygun olan özgürlüğün ilkel insanlığın ilk devrinde akıl özgür­
lükten yoksundur. ikinci devirde
biçimde ortaya çıkmaya başladığı ise akıl özgür iradeyle eylemde
bulunmaktadır. ikinci devir, ilk
görülür. Asıl, mutlak anlamdaki öz­ devrin anl�ılması sayesinde kav -
gürlük, daha sonra olgunluğuna eri­ ranabilir. Çünkü ikisi birbirine zıt
olan şeylerdir. Özgürlüğün zıttı
şecektir. olan şeyi anlayabilmek, özgür­
lüğün daha iyi anlaşılabilmesini

••
Fichte aklın, içgüdüsel işleyi­ sağlayacaktır.

şinin hakimiyetinden kurtulduktan


sonra bilgiye ulaşmasının mümkün ______,,

olduğunu söylemiştir. İnsan ilişkileri aklın bilgisinin yasalarına göre


özgürce düzenlenmelidir. Ancak yalnızca bilgi yeterli değildir. Ya­
sanın bilgisiyle birlikte bunun pratikte eyleme dökülebilmesi ge­
rekmektedir. İnsan ilişkilerini tümel bir biçimde düzenleyecek olan
ahlaki eylemsellik, tüm insanları kapsayacak şekilde, nihai amaca
ulaşana kadar uygulanmalıdır. Dünyasal yaşam planının amacına
bu şekilde ulaşılabilir.220 Bu bağlamda insanlar, Fichte'ye göre, ken­
di tarihlerini kendileri yaparlar. Bunu yaparken de geçmişin tarihsel

2 1 9 Fichte, s. 1 08.
220 Fichte, s. 1 08- 1 09.
82 Tarih Felsefesi

mirasına göre yapmaktadırlar.221 Böylece tüm insanlar, tarihsel mi­


rasın onlara verdiği sorumluluğu yerine getirmelidirler. Tarih, ancak
bu sorumluluklara dayalı olan bir özgürlük ahlakı şeklinde değer­
lendirildiğinde düzensizlik ve karmaşa olma durumundan kurtula­
bilecektir. 222

Fichte'ye göre evrensel planın ve nihai amacın anlaşılabilmesiy­


le birlikte tüm insanlığın yaşamını betimlemek ve biçimlendirmek
mümkün olabilir. Buna bağlı olarak insanlığın yaşamı beş evreden
geçmektedir ve bunlar, bireyin yaşamında başlayarak tüm insanlar
arasında yayılmalı, bir devir haline gelmelidir.

Bu devirler:
1. İnsanlığın Masumiyet Hali: Aklın, içgüdü olarak işlediği
devirdir.

2. İlerleyen Suçluluk Hali: İçgüdü olarak işleyen aklın, itaat


isteyen ve zorlayıcı olan bir dış otorite haline geldiği de­
virdir.

3. Tam Suçluluk Hali: İçgüdü biçiminde olan aklın otorite­


sine, yine içgüdüsel eğilimlerle karşı çıkarak özgürleşmeye
başlanan ahlaksızlık devridir.

4. İlerleyen Haklılık Hali: Aklın bilgi elde edebilecek duru­


ma geldiği, hakikatin en değerli şey olarak görüldüğü de­
virdir.

5. Tam Haklılık ve Kutsallaştırma Hali: Aklın tam anlamıy­


la ilerleme kat edip özgürlüğe ulaştığı, tüm insanlarda akıl­
sallığın tamamen etkin olduğu devirdir.223

22 1 Max Nordau, Tarih Felsefesi, Haz. Levent Öztürk, Ayışığı Kitapları Kitabe­
vi, İstanbul 200 1 , s. 1 30.
222 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 1 0), s. 1 1 1 .
223 Fichte, s. 1 09- 1 1 0.
Tarih Felsefesi 83

Fichte'ye göre kendi yaşadığı dönemde tüm insanlık Tam Suç­


luluk Hali devrindedir.224 Son devir olan Tam Haklılık ve Kutsallaş­
tırma hali ise insanlığın, doğa planına göre temel hedefini gerçek­
leştirdiği, genel insanlık tarihinin son devridir. Fichte, burada kendi
amacının, farklı devirlerden geçen dünya yaşamının genel çerçevesi­
ni ortaya koymak olduğunu ifade etmektedir. Ona göre söz konusu
beş devirden başka herhangi bir devrin olma imkanı yoktur. İnsan­
lar, bu genel evreler içerisinde, bulundukları evrenin tinsel özellikle­
riyle uyumlu bir varoluş sergilerler.225 Buna göre özgürlük, insanlığın
içerisinde yaşadığı tarihi evreye bağlıdır. 226 İnsanlık, evrensel planın
amacını gerçekleştirmek için daha önceki devirde bulunduğu duru­
mu göz önüne alarak, kendi hür iradesiyle ilerlemelidir. Eğer tüm
insanlık kendini bu şekilde gerçekleştiremezse, insan hayatının da
bir anlamı olmayacaktır.227 Böylece Fichte de Kant'ta olduğu gibi ta­
rihi, amaçsal bir ilerleyiş olarak ele alıp, insanların bu amaca uygun
eylemlerde bulunması gerektiğini vurgulamaya çalışmıştır.

Fichte, tarihsel ilerleyişte insanlar için "olması gerekeni" şu şe­


kilde vurgulamaktadır: "Tanrı 'nın güç ve fırsat vermiş olduğu herkes,
gerçekten de tüm gücünü, yalnızca kendi amacı için olduğu sürece, bu
amacın ve varoluşun aktığı şu zamanda ona ayrılmış olan yeri sür­
dürmek için kullanmalıdır. Diğerleri için zaman, sonsuzluk tarafın­
dan onlar için işaretlenmiş sadık gidişatta geçip gider ve bireysel çaba,
bu ilerleyişi ne hızlandırabilir ne de yavaşlatabilir. Yalnızca herkesin
elbirliği ve özellikle çağların ve dünyaların sonsuz tininin mevcudiyeti
bu ilerleyişe yardım edebilir.''228
Sonuç olarak Fichte, tüm insanların, ahlaki bir eylemsellikle,
kendi özlerine uygun hareket etmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Ge­
nel bir yasayla temel bir hedefe doğru ilerleyen tarihsel süreçte birey,

224 Özlem, Tarih Felsefesi, (20 10), s. 1 1 2.


225 Fichte, s. 1 1 1 .
226 Nordau, s. 1 30.
227 Fichte, s. 1 1 1 .
228 Fichte, s. 1 1 3.
84 Tarih Felsefesi

özelde kendi, genelde ise tüm insanların özgürlüğünün gerçekleşme­


si için çaba sarf etmelidir. Çünkü felsefi yaklaşım sayesinde elde edi­
len genel yasa insana bunu söylemektedir ve tarihin temel amacı da
budur.

5. 1 .2. Friedrich Wilhelm


Joseph von Schelling ( 1 775-
1 854): Schelling tarih felsefesiyle
ilgili, çelişkili bir seyir içerisinde
düşünceler ortaya koymuştur.
Önce tarih felsefesinin olamaya­
cağını kabul eden yaklaşımlar
benimsemiş, sonrasında ise tan­
rısallığa dayalı bir açıklamayla
tarihsel alana yönelik felsefi bir
bakış sunmuştur. Schelling, tarih
felsefesiyle ilgili görüşlerini orta­
ya koymadan önce tarihin belli başlı özelliklerini ortaya koymaya
çalışmıştır. Öncelikle ona göre doğada bulunan her türlü olay tarih­
sel değildir. Özellikle belli bir plana göre işleyen doğa olayları tarih-
sel olaylar olarak nitelendirilemez.
• Doğa olaylarının tarih içerisinde yer
Schelling'in tarih felsefesi ile ilgili alması da insan eylemlerine yaptığı
düşünceleri çelişkili bir seyir iz­
lemiştir. Ö ncelikle tarih üzerine etki sayesinde gerçekleşmiş bir du­
felsefe yapılabileceğini reddeden
rumdur. 229 Tarihe geçmiş olan sel
düşünür, daha sonra tanrısallığa
dayalı bir felsefi bakışla tarih ala­ baskını, deprem gibi olaylar, doğa
nını ele almıştır.
olayı oldukları için değil, insanlar

•• _..,,,
üzerinde önemli etkilerde bulun-
dukları için tarihte yer almışlardır.230

229 Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling, "Tarih Kavramı", Çev. Ali Irgat,
( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü Ateşoğlu, Doğu
Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde), s. 1 1 5- 1 16.
230 Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling, "Tarihin Felsefesi Olur mu?':
Çev. Ali Irgat, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü
Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde), s. 133- 1 34.
Tarih Felsefesi 85

Ancak Schellinge göre bu tarz bilgilerin tarih içerisine alınması, in­


sanların bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Esasen tarihsel olma­
yan olaylar, tarihsel sanılarak ele alınmıştır. İnsanlar, doğadaki dü­
zenliliği anlamadıkları zaman doğal olayları tarihsel diye
nitelendirmişlerdir. Eğer tarihsellik atfedilen doğal olayların doğal
düzenlilikleri fark edilebilirse, o zaman onların tarihsel olmadıkları
da anlaşılacaktır. Bu olayların, tekrarlı bir şekilde ortaya çıktığı şart­
lar bilindiği takdirde, kayıtlarının tutulmasına gerek kalmamaktadır.
Bunun için Schelling'e göre belli başlı zorunlu yasalarla ortaya çıktığı
belirlenebilen olaylar tarihin konusu değildir.231 Tarih, belli başlı zo­
runlu yasalara göre işleyen bir alan değildir.

Tarihsel alanın zorunlu yasalara göre işlememesinin nedeni,


düŞünüre göre, tarihe konu olacak eylemlerin özgür eylemler ol­
masından kaynaklanmaktadır. Özgür eylemler, özgürlüğün doğa­
sı itibarıyla bir belirlenmişliğe tabi olmayan eylemlerdir. Schelling
buradan, tarihin bir diğer özelliğine geçerek, onun, ilerleyeni konu
aldığını söyler. Doğadaki mekanizm ilerlemeyi değil de döngüselliği
ifade etmektedir. Çünkü doğal olaylar, belli şartlar altında tekrarlı bir
biçimde ortaya çıkar. Bu mekanizme tabi oldukları için hayvanların
da tarihi yoktur. Ancak o, insanların, kendi tarihlerini kendilerinin
yaptıklarını, dolayısıyla insan tarihinde zorunlu yasalarla bir belir­
lenmişliğin olmadığını vurgulamaktadır. İnsanlar, kendi türlerinin
idealini gerçekleştirirler ve kendi tarihsel birikimleri üzerine inşada
bulunarak kuşaktan kuşağa aktarım sağlarlar.232 İnsan, özgür eylem­
de bulunan bir varlık olduğu için doğadaki mekanikliğin tekrar eden
döngüselliğinden bağımsız bir şekilde ilerleme gerçekleştirmektedir,
bu nedenle tarihte mekanizm söz konusu değildir.

Dile getirilen değerlendirmeleriyle Schelling, yasalılığa bağlı bir


belirlenime tabi olmayan her şeyin tarih olabileceğini, belli yasalar
çerçevesi içerisinde teorik yapı kazanabilen hiçbir şeyin tarih ola­
mayacağını vurgulamaktadır. Sağlam bir tarih bilgisi elde edebilmek

23 1 Schelling, "Tarihin Felsefesi Olur mu?': s. 1 34- 1 35.


232 Schelling, "Tarihin Felsefesi Olur mu?': s. 1 37- 1 38.
86 Tarih Felsefesi

için de herhangi bir olayın bir yasalılığa bağlı olup olmadığına bak­
mak gerektiğini söylemiştir. Tarihte yasalılığın kabulü, özgürlüğün
de zorunluluk olmasına yol açacaktır. Bu nedenle Schelling'e göre
belli bir zorunluluğa tabi olan tarih, kendi içerisinde çelişki barın­
dıracağından ve tarihsel alanda felsefe yapabilmek için de yasalılığın
ortaya çıkarılmasının gerekliliğinden dolayı, tarihin felsefesini yap­
mak olanaklı değildir. 233

İlk etapta tarih felsefesinin mümkün olmadığını dile getiren


düşünür, bu argümanlarını belli bir dönüşüme uğratarak, tarih fel­
sefesinin mümkün olduğunu savunacak bir tarihsel öğretiye geçiş
yapmıştır. Burada da öncelikli olarak Schelling'in, iki farklı yaklaşım
içerisinde ortak olarak kabul ettiği şey, yalnızca tür olarak insanlı­
ğın tarihinin olabileceğidir. O, insanların, doğa olaylarını özgürlük
olarak algıladıkları anda, yine de bunu tamamen yasasızlık olarak
algılamadıklarını söylemektedir. İnsanlardaki özgür eylemler, doğa­
nın, temel idealine gidişindeki belli sapmalar vasıtasıyla oluşsa da
bu idealin dışına çıkma gibi bir durum söz konusu değildir. Tarihsel
alan, özgür eylemler bağlamında temel idealden sonsuz sayıda sap­
malar biçiminde ele alınsa da temel bir ideal vardır ve bu sapmalar
da aslında bu idealle uyum içerisindedir. Bu bağlamda tür olan in­
sanlığın temel bir ideale doğru gidişi düşüncesi, tüm tarihi içeren
bir genel düşünce sisteminin kurulabilmesi için dayanak oluştura­
bilmektedir. 234

Daha farklı bir tarih anlayışına dayalı görüşler ortaya koymaya


başlayan Schelling'e göre tarih, belli bir ideal çerçevesi içerisinde ti­
kelin değil, bütünün kapsandığı bir yerdir. Aynı zamanda ona göre
tarih, sadece temel hedefi olan, ideali olan varlıkların alanıdır, yani
sadece ideali olan varlıkların tarihi vardır. İlk başta yalnızca özgür
eylemlerin bulunduğu alan olarak ele aldığı tarih, Schelling'e göre ne
mutlak özgürlüğün, ne de mutlak yasalılığın olduğu alandır. Onun
açısından tarih, içerisinde sonsuz sayıda sapmaların olduğu bir ideal

233 Schelling, 'Tarihin Felsefesi Olur mu?", s. 1 39- 140.


234 Schelling, "Tarihin Felsefesi Olur mu?': s. 1 36- 1 3 7.
Tarih Felsefesi 87

çerçevesi içerisinde tikelin değil, bütünün kapsandığı yerdir. Tarihsel


alan, bütün olarak insanlığın, temel hedefle uyum gerçekleştirdiği
alandır.235 Öncesinde tarihte ilerlemenin olduğunu kabul etmiş olan
Schelling, ilerlemenin gerçekleşebilmesi için tüm insanlığın temel
hedefe yönelik hareket etmesi gerektiğini söylemiştir. Çünkü tek ba­
şına birey, zorunlu olan ideali gerçekleştirmeye muktedir değildir.
Eğer bireyler birbirlerini tamamlar şekilde eylemlerde bulunurlarsa,
birinin bıraktığı yerden diğerinin devam etmesiyle tarihte sürekli­
lik ve ilerleme gerçekleşecektir.236 Böylece farklı farklı olan eylemler,
Schelling tarafından tek bir amaca bağlanmıştır. Bu durumda düşü­
nür açısından tarih hem özgürlüğün hem de zorunluluğun hakim
olduğu olaylar bütünüdür. Tarihin temel niteliği "özgürlük'' ve "ya­
salılığın" birliğidir. İnsanlar tarih içerisinde kendi özgür eylemlerini
gerçekleştirmektedirler ve bunun için bir yasalılığa göre insan ey­
lemleri belirlenemez. Ancak tümele bakıldığı zaman, tarihin sonuna
doğru belli bir ideale ilerleyiş, tarihte aynı zamanda belli bir yasalı­
lığın olduğunu göstermektedir. Buna bağlı olarak temel hedef, tek
insan tarafından gerçekleştirilemeyip tüm insanlık tarafından yavaş­
ça gerçekleştirilebileceği için tarihin aşkın tarafı incelendiği zaman,
onda hem özgürlüğün hem de zorunluluğun işlediği görülebilecek
ve tarih felsefesi de bu bağlamda mümkün olabilecektir.237 Bireysel
anlamda var olan özgürlük, tüm insanlık bağlamında zorunluluk
olarak algılanabilmektedir.

Schelling'e göre tarihin aşkın yönü, temel nedeni, esas hedefi,


Kant'ta ve Fichte'de olduğu gibi, dünya yurttaşlığına yönelik hukuk­
sal düzenin zamanla gerçekleşmesidir. Evrensel olmayan diğer tarih­
ler, ona göre yalnızca pragmatik, ampirik amaca yöneliktir. Böylece
tarihte bir sonsuz ilerleme söz konusudur, fakat bu durum ilerleme­
yi, insanların mükemmelleştirebilecekleri anlamına gelmemektedir.
Tarihin temel yasası, insanların, evrensel hukuk düzenine mümkün

235 Schelling, "Tarih Kavramı", s. 1 1 6.


236 Schelling, "Tarih Kavramı", s. 1 1 6- 1 1 7.
237 Schelling, "Tarih Kavramı", s. 1 1 7.
88 Tarih Felsefesi

oldukça yaklaşmalarına yöneliktir. Schelling açısından bu yasa de­


neysel olarak da açığa çıkarılamaz, teorik olarak da apriori bir biçim­
de kanıtlanamaz. Bu yasa, ona göre yalnızca eylemde bulunan insa­
nın inancıdır. 238

Tarihsel alandaki söz konusu ilke olan özgürlük ve zorunlulu­


ğun birliği ilkesi de aslında bir zorunluluğu ifade etmektedir. Tam
anlamıyla bir özgürlüğün olabilmesi için genel hukuksal düzen ol­
malıdır. Bu düzen, özgürlüğün temel koşulu ve güvencesidir. Fakat
genel hukuk düzeninin oluşabilmesi için de temel koşul özgürlük-
•• tür. Bu durum bir çıkmazı ifade
r
il •
etmektedir. Schelling açısından bu
Schelling'e göre tarihin aşkın
çıkmazı çözebilmek, özgürlüğün
yönü. temel nedeni, esas hedefi,
. Kant'ta ve Fichte'de olduğu gibi, kendi içinde de zorunluluğun hulu-
l dünya yurttaşlığına yönelik hu -
kuksat düzenin zamanla gerçek- nabilmesine b ağl ı d ır. Tari h üzerine
!eşme.sidir.
felsefe yapılacağı zaman, en temel

•• ___..
problem, özgürlük ve zorunluluğun
birliğinin nasıl sağlanacağıdır.239 Bu­
nun açıklaması yapılabildiği zaman, kendisine dayanılacak bir tarih­
sel ide elde edilmiş olacaktır. Schelling, özgürlüğün içinde bulunan
zorunluluğun belli göstergelerinin olduğunu savunur. Ona göre in­
sanlar, özgür eylemlerde bulunmalarına rağmen, istemedikleri bir
şeyin nedeni de olabilmektedirler. Bunun dışında düşünüre göre
eğer insanın özgür eylemleri içerisinde belli bir zorunluluk olma­
saydı, insanlar, bir ödevin vermiş olduğu sorumluluk bilinciyle hiç­
bir zaman hareket etmezlerdi. İnsan doğasında özgürlükten başka,
determinizmin hakim olduğu doğadaki gibi bir nesnellik eğilimi de
vardır. Özgürlük bir bilinç durumuyken, nesnellik bilinçsizce geli­
şen bir şeydir. Bilinçli durumlarla birlikte bilinçsizliğin ifadesi olan
durumların olması, bilinçsiz bir aklın, bir etkenin olduğunu göster­
mektedir. Böylece insanların özgür bir biçimde gerçekleştirdikleri
eylemlerin sonuçları, özgürlükten daha yüce bir şeye bağlı bulunur.

238 Schelling, " Tarih Kavramı': s. 1 1 9- 1 20.


239 Schelling, "Tarih Kavramı': s. 1 2 1 .
Tarih Felsefesi 89

İnsanlar her ne kadar özgür eylemlerde bulunma gücüne sahip ol­


salar da bu eylemlerin sınırlı sonuçları bulunmaktadır. Buna bağlı
olarak insanın üzerinde ve onun özgürlüğünde etken olan bir zorun­
luluğun bulunduğu söylenebilir.240

Tarihte nesnel olan şey, tüm akıllarda aynıdır; fakat insanlar,


eylemlerinde tamamen özgür oldukları için onların eylemleri bir­
biriyle farklılık göstermekte ve çelişiklik oluşturmaktadır. Schelling'e
göre tüm çelişkilerin, içinde çözüldüğü bir mutlak sentez vardır. Bu
mutlak sentez de yalnızca bir görü sayesinde anlaşılabilir. Söz ko­
nusu mutlak sentezin, nesnel bir gücün olduğuna kanıt, insanların
özgür eylemleri olmasına rağmen, insanlar arasında akılsal, uyum­
lu bir durumun ortaya çıkmasıdır.241 Söz konusu mutlak sentez, var
olan tüm çelişkileri kendi içerisinde eritmektedir.

Schelling açısından tarihsel bir idenin olabilirliği, her şeyin


nedeni olduğu gibi, tarihin de nedeni ve var edicisi olan bir etke­
ne bağlıdır. Tarihteki zorunluluk, ancak tüm çelişkilerin onda yok
olduğu aşkın bir sentezle var olabilmektedir. Karşıtlıkların sentezi,
ancak her şeyin üstündeki yüce bir güç ile gerçekleşebilir. Tarihteki
özgürlük ve yasalılığın nedeni de bu yüce şeydir. Bilginin nesnesi
olamayan bu etken yalnızca inancın nesnesi olabilir.242 Düşünürün
bakış açısı itibariyle tam olarak bunun için de özgür eylemin kabul
edilmediği bir durumda, yani tarihte hiçbir şekilde bilinçliliğin ol­
madığı kabulünde, yazgı denilen tamamen kör ve karanlık kavrama
takılıp kalınacaktır. Lakin eğer tamamen yalnızca özgürlüğün oldu­
ğu da kabul edilirse, o zaman da hiçbir yasa ve zorunluluk kabul
edilmeyerek mutlak yasasız, tanrıtanımaz bir sistem kabul edilecek­
tir. Bu durum da yanlış bir din anlayışına sebep olacaktır. Bu nedenle
Schelling açısından doğru olan, her ikisinin uyumunu sağlayan mut­
lak nedenin kabul edilmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan
tanrısal sisteme dayalı dinsel yaklaşımdır. Bu yaklaşım bağlamında

240 Schelling, "Tarih Kavramı': s . 122- 1 23.


24 1 Schelling, "Tarih Kavramı': s. 1 25.
242 Schelling, "Tarih Kavramı': s. 1 26- 1 28.
90 Tarih Felsefesi

da insanların eylemde bulundukları doğal dünyada her ne kadar he­


defe yaklaşılırsa yaklaşılsın, tam olarak bu hedefe ulaşılamayacaktır.
Temel etken olan mutlak, her ne kadar tarihte kendini açığa vurma
şeklinde bir durum içerisinde olsa da doğal dünyada tam olarak gö­
rülmeyecektir. 243 İnsanlar bütün halinde temel hedefe yaklaşma gü­
cüne sahip olsalar dahi bu temel hedefi tam olarak gerçekleştirecek
olan Tanrıöır. İnsanların bunu tam olarak gerçekleştirme gücü yok­
tur. Mutlak sentezi, mutlak birliği gerçekleştirecek olan, çelişkilerin
bir arada bulunmasına neden olan Tanrıöır.

Schelling, mutlak nedenin kendini açığa çıkardığı genel tarihi


üç döneme ayırmaktadır. Bunlardan ilki, sadece yazgının hakim ol­
duğu; ikincisi, ilk dönemde hakim olan karanlık yasanın, özgürlüğü
doğa yasasına hizmet ettirmeye zorladığı dönemdir. Bu dönemde
dünya yurttaşlığının kurulmasıyla doğa planına hizmet etme esası
bulunmaktadır. Üçüncü dönem ise mutlak birliğin öngörülme du­
rumunun açığa çıktığı dönemdir. Ne zaman geleceği bilinmeyen
dönemde, Schelling açısından Tanrı, açık bir şekilde bulunacaktır.244
Böylece ilerlemeci bir tarih anlayışı çerçevesi içerisinde Schelling,
tarihin ilk iki döneminde doğal dünya içerisinde insanların bulu­
nacağını, son döneminde ise bunu aşan ve artık doğal dünyanın üs­
tünde bulunan bir durumun oluşmasıyla Tanrı'nın etken eylemde
bulunacağını savunmuştur. Tarih felsefesinin mümkün olmadığı dü­
şüncesiyle tarih görüşlerini ortaya koymaya başlayan Schelling, tan­
rısal argümanıyla tarihsel alanda felsefe yapılabileceği yaklaşımını
benimsemiş ve bu çerçevede genel bir tarihsel yasa ortaya koymaya
çalışmıştır.

243 Schelling, "Tarih Kavramı': s. 1 28- 1 29.


244 Schelling, "Tarih Kavramı': s. 1 3 1 - 1 32.
Tarih Felsefesi 91

5. 1 .3. Georg Wilhelm Fri­


edrich Hegel ( 1 770- 1 83 1 ) : Hegel,
Alman idealizmindeki büyük dü­
şünürlerin sonuncusudur. Hegel
de tarih alanının arka planını fel­
sefi bir irdelemeyle ele almıştır.
Bu bağlamda genel dünya tarihi­
ni, ilerlemeci bir bakış açısıyla,
belli bir temel üzerinde açıklamaya çalışmıştır. Hegel, öncelikli ola­
rak üç tür tarihten bahsetmiştir. Bunlardan ilki olan kökensel tarih,
tarih yazarının, önünde bulunan olayları betimlediği tarihtir. İkinci
tarih türü ise ele alınan zamanın ötesinde bir özelliğe sahip olan,
kendi içinde dörde ayrılan düşünsel
•• tarihtir. Ancak tarih felsefesi açısın­
Hegel'e göre tarih felsefesi tarihsel dan önemli olan tarih türü, felsefi
alanın düşünsel olarak irdelen­
mesidir. i nsan, hayvandan farklı tarihtir. Özellikle detaylı açıklaması-
olarak düşünen bir varlık olduğu
nın yapılması gereken tarih türü bu -
için tarihle ilgili her türlü insan
faaliyetinde düşünme eylemi söz dur.24s
konusudur. Felsefe de bu bağlam­
da tarihi düzenlemekte, onu apri­
Hegel'in genel felsefesi, akıl
ori olarak kurmaktadır.
ve dünya arasında bir uyum sağla­
ma ve dünyanın, aklın somutlaş­
ması yoluyla oluştuğunu ortaya koyma çabası üzerinedir. Burada
Tin'in somutlaştırılmaya çalışılması durumu söz konusudur. He­
gel, akılsal olanın gerçek olduğunu ve felsefenin de bu gerçekliği
anlama çabası olduğunu söylemektedir.246 Buna göre Hegel, ta­
rihteki olaylardan sonuç çıkarılabilecek bir ilk prensip sunma­
yı amaçlamıştır. Böylece felsefenin tarihi, Mutlak'ın anlamının

245 Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Tarih Felsefesi I, Çev. Aziz Yardımlı, idea
Yayınevi, İstanbul 20 l l , s. 7, 1 0, 14- 1 5.
246 Max Beer, Hegel'in Felsefesi ve Marx'ın Tarih Anlayışı, Çev. F. Sabit, Öncü
Kitabevi, İstanbul 1 969, s. 1 5- 1 6.
92 Tarih Felsefesi

keşfinin tarihidir.247 Hegele göre tarih felsefesi de tarihsel alanın dü­


şünsel olarak irdelenmesidir. İnsan, hayvandan farklı olarak düşü­
nen bir varlık olduğu için tarihle ilgili her türlü insan faaliyetinde
düşünme eylemi söz konusudur. Felsefe de bu bağlamda tarihi dü­
zenler, onu apriori olarak kurar.248 Ancak ona göre tarih, mevcutta
bulunan ve geçmişteki olayları olduğu gibi aktardığı için tarihi dü­
şünsel olarak düzenlemeye çalışacak olan felsefeyle çelişkili görün­
mektedir. Fakat onun açısından her şeyin temelinde yatan esas ger­
çeklik olan Akıl veya Tin eğer dünyaya hakim güçse, o zaman dünya
tarihinde de hakim olan güç odur. Her şeyin temelinde bulunan Tin,
dünya tarihinde ilerler, ona akılsal bir nitelik kazandırır. Felsefe vası­
tasıyla Tin'in, tarihin arka planındaki sonsuz güç olduğu anlaşılabi­
lir.249 Söz konusu arka planı ortaya koyarak da tarihsel alanda felsefe
yapmanın esas amacı, özgürlük ve zorunluluk arasındaki zıtlığın
tarihte nasıl ortadan kalktığını göstermektir.250 Bu yaklaşım çerçeve­
si içerisinde tarihte bir arka plan olduğu düşüncesi felsefi anlamda
temellendirilebilir.

Hegele göre Tin ya da töz, mutlak anlamda sonsuz bir güçtür


ve tüm doğanın, bununla beraber tinsel yaşamın sonsuz maddesi­
dir. Tin, aynı zamanda kendinde taşıdığı içeriğin gerçekleşmesidir.
Sonsuz içerik, kendi kendinin maddesidir ve bu maddeyi kendi et­
kinliğiyle işlemektedir.251 Tin, esas gerçeklik olarak kendisini kendi
eylemiyle ortaya koyar. Tin'in kendisi mutlak gerçeklik olduğu gibi
nihai hedeftir. Kendisini dünya tarihinde sergilemektedir. Eğer ta­
rihsel alan felsefi bir bakışla incelenirse, tarihin, akılsal bir ilerleme
içinde olduğu ve Tin'in kendisini açtığı zorunlu bir süreci ifade ettiği

247 Dirk Westerkamp, "The Philonic Distinction: Enlightenment Historiog­


raphy of Jewish Thought': History and 1heory, Vol. 47, No. 4 (Dec., 2008),
Published by Wiley for Wesleyan University, s. 549.
248 Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Tarihte Akıl, Çev. Önay Sözer, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul 1 995, s. 29.
249 Hegel, Tarih Felsefesi !, s. 1 5.
250 Hegel, Tarihte Akıl, s. 30.
251 Hegel, Tarihte Akıl, s. 3 1 -32.
Tarih Felsefesi 93

anlaşılabilecektir.252 Burada felsefenin amacı, tarihte rastlantısallığı


ortadan kaldırmaktır. Böylece tarihte dünyanın genel, son amacı
aranmakta ve tarih, akılla kavranmaya çalışılmaktadır. 253 Ona göre
tarihten temel bir sonuç çıkarabilmek için mantıksal düşünme zo­
runludur, fakat ampirik tarih araştırmaları da tamamen önemsiz
değildir. Söz konusu sonucu elde etmede malzeme, ampirik araştır­
malardan toplanır.254 Toplanacak malzemenin de yardımıyla akılsal
olarak elde edilebilecek temel veri, Tin'in, kendisini dünya tarihinde
sergileme eylemindeki amacının, onun kendi özüne geri dönme ça­
bası olduğudur.

Kendisi canlı olan Tin, kendi kendisini bilgisinin nesnesi ya­


par. O, kendi kendisini düşünmekte, kendi içeriğine erişmektedir.
Doğası gereği Tin, kendindedir ve özgürdür.255 Buna göre Tin veya
Akıl, Hegel açısından özü itibarıyla mutlak özgürlüğe sahiptir.256
Tin'in başka nitelikleri de vardır, ancak bu nitelikler içerisinde en te­
mel olanı özgürlüktür. Tin'in esas gerçekliğinin özgürlük olduğu ise
Hegel açısından felsefe ile elde edilen bir bilgidir. Bu esas gerçeklik
ise ancak zıttı aracılığıyla bilinebilir. 257 O, kendisini tam karşıtı olan
şeyde ifade etmektedir. Onun tam karşıtı ise maddedir. 258 Tin, kendi
zıttını kendi içinde barındırır. Bu zıttı aşarak kendini bilmeye, ken­
dine geri dönmeye çalışır. Tarih ise Tin'in, kendini bilmek için, zıttı­
nı aşma sürecinin görüntüsüdür.259 Hegel şöyle demektedir: "Dünya
Tarihi Tinin kavramının özgürleşmesi biçimindeki genel ereği ile salt
kendinde, e.d. Doğa olarak başlar; bu kavram iç, en iç bilinç[siz] itki­
dir, ve Dünya Tarihinin bütün işi, daha önce genel olarak animsatıl-

252 Hegel, Tarih Felsefesi I, s. 16- 1 7.


253 Hegel, Tarihte Akıl, s. 32.
254 Hegel, Tarihte Akıl, s. 30.
255 Hegel, Tarihte Akıl, s. 56.
256 Hegel, Tarih Felsefesi 1, s. 19.
257 Hegel, Tarih Felsefesi I, s. 23.
258 Hegel, Tarihte Akıl, s. 56-57.
259 Hegel, Tarih Felsefesi J, s. 23-24.
94 Tarih Felsefesi

dığı gibi, [bu bilinçsiz] emeği onun için bilince getirmektir."260 Böylece
Hegel'in ifade etmiş olduğu diyalektik süreçte sentez gerçekleştiği
zaman karşıtlık ortadan kalkacaktır.261 Sentez, Tin'in bilince ulaşma­
sıyla gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak Hegel, genel felsefesinde­
ki diyalektik ile tarihsel süreci açıklamaya girişmiştir. Kendi halinde
olan Tin, fiziksel dünyada kendine yabancılaşmıştır. O, determiniz­
min hakim olduğu bu doğayı aşarak da kendi özgür doğasına geri
dönmeye çabalamaktadır. Tin, söz konusu çabasını ve tekrar mutlak
anlamda özgür olduğu doğasına geri dönmek için kendini geliştir­
mesini tarihsel alanda gerçekleştirir.

Bu ifadelere göre Hegel, tarihin, kendisine göre işlediği ilke­


sinin özgürlük ilkesi olduğunu söylemektedir. Tin'in kendi özüne,
merkezine yakınlaşmaya çalışması, kendi özgürlüğünü eksiksiz bir
hale getirmeye çalışmasından kaynaklanır.262 Bu durumda da tari­
hin kendisini oluşturan şey, bütün meydana gelen insani eylemlerin,
Tin'in şekillendirmesiyle oluşmasına dayalı süreçtir ve Hegel'e göre
dünya tarihi, "özgürlük bilincinde ilerleme" ise insanların yapması
gereken şey, tarihi bu zorunluluğu altında bilmektir. Fiziki dünya,
tinsel dünya karşısında bir gerçekliğe sahip olmadığı için Tin'in baş­
kalaşımı olarak ele alındığında, aslında öz olarak akılsal olan fiziki
dünya içerisindeki genel tarihin son amacı, tinsel dünyanın belir­
lenimi çerçevesi içerisinde Tin'in özgürlüğüne ulaşmasıdır. Tin'in
mutlak amacı kendi özgürlüğüne ilerlemekse, onun belirlemiş oldu­
ğu tarihin mutlak amacı da budur.263

Söz konusu amacı doğrultusunda Tin, tarihsel alanda kendini


açıyorsa, bu açılımı nasıl gerçekleştirmektedir? Öncelikli olarak
Hegele göre yaşanılan dünya, fiziki ve tinsel doğayı bir araya getirir.
Doğanın meydana gelişinden sonra insan ortaya çıkmıştır ve insan,
doğal dünyaya bir karşıtlık oluşturmaktadır. İnsanın doğal yönün-

260 Hegel, Tarih Felsefesi !, s . 32.


26 1 Beer, s. 20.
262 Hegel, Tarihte Akıl, s. 57.
263 Hegel, Tarih Felsefesi !, s . 26.
Tarih Felsefesi 95

den ayrı tinsel yönü de vardır ve öz itibarıyla insan, tinsel bir yapıda -
dır. Dünyadaki tinsel doğayı insan meydana getirir. İnsanın özgürlü­
ğe sahip olması da Tin'in insan üzerinde eylemde bulunması
sayesinde gerçekleşir.264 Dolayısıyla Hegele göre tarihe bir açıklama
getirmek, aynı zamanda bireylerin eylemlerini, tutkularını açıkla­
mak demektir. Ancak açıklaması yapılan bu eylemler ya da tutkular
da aslında Tin'in planı dahilinde gerçekleşmektedir.265 Öznelerin bu
yönelimleri, Tin'in tarihsel alandaki belirleyiciliğinin göstergelerin­
den biridir. Tin, ilk olarak bireylerin özgür eylemlerinde kendini aç­
maya başlamıştır.266 Burada Hegel açısından Tin, insanların tutkula­
rını kendi amaçları doğrultusunda kullanmakta, buna da ''.Akıl'ın
hilesi" denmektedir.267 Zorunluluğun hakim olduğu doğa içerisinde
insanların özgür eylemler sergilemesi, temelde yatan şeyin, özü öz­
gürlük olan Tin'in kendini tarihte
sergilediğinin, kendini ilk etapta in­ ••
san eylem ve tutkularıyla tarihte Hegel'e göre Tin, ilk olarak birey·
terin özgür eylemlerinde kendini
gösterdiğinin bir ifadesidir. açmaya başlar. Tinin, insanların
tutkularını kendi amaçları için
Birey olarak insanların özgür­
••
kuUanmasına "Aklın Hilesi" denir.

lükleri, Hegel'e göre Tin'in özgür-


lüğünün gerçekleşmesi için yeterli _____.,

değildir. Bunun gerçekleşebilmesi, bireylerin bir arada bulunduğu


uluslara, bütünlüğü ifade eden devletlere bağlıdır. Tin'in akılsallığı
bireyde de bütünde de aynıdır.268 Fakat bireylerin tek başlarına tüm
insanlık karşısında etkileri son derece zayıftır.269 Buna göre Tin'in
amacının gerçekleşmesi için ilk olarak öznelliğin olması gerekir. An­
cak bu yetersiz olduğu için daha sonra öznelliğin nesnel irade ile

264 Hegel, Tarihte Akıl, s. 52, 53.


265 Hegel, Tarih Felsefesi 1, s. 20.
266 Hegel, Tarih Felsefesi 1, s. 27.
267 Hegel, Tarihte Akıl, s. 105.
268 Hegel, Tarih Felsefesi 1, s. 20, 22.
269 Hegel, Tarih Felsefesi 1, s. 27.
96 Tarih Felsefesi

birliği gerekmektedir. 270 Çünkü tarihteki Tin esas olarak bir bireyse
bile, genellik barındırarak belirliliğe sahip olan bir birey olmalıdır.271
Bireyin nesnel irade ile birliğinin gerçekleştiği bütünlük ise devlettir.
Bireyler, özgürlüklerini devlette bularak yaşayabilirler. Devlet, ev­
rensel irade ile öznel iradenin bir olmasının ifadesidir. Hegele göre
yalnızca "devlet kurmuş olan halklar" dünya tarihi içerisinde yer
alabilirler. Devletin olduğu yerde özgürlük ve zorunluluğun zıtlığı
ortadan kalkmaktadır. Çünkü Tin'in her şeyde hakim olan akılsallığı
zorunluluğu ifade eder, fakat insanlar bu zorunluluğu kendi varlık­
larının özü olarak, yasa olarak bilirken özgürdür. Buna bağlı olarak
öznel ve nesnel irade sentezlenir. 272 Tarihte meydana gelen şeyler
Tin'in tasarımı olduğu için söz konusu devleti oluşturan toplumdaki
bilinç de Tin'in toplum üzerindeki bilincidir.273 Böylece Tin'in öz­
gürlüğe ilerlemesi insanla başlasa da onun özgürlüğe ulaşması tüm
insanlıkla gerçekleşebilir.

Hegel, Tin'in özgürlüğünün gerçekleşmesinde tarih içerisinde­


ki büyük şahsiyetlerin de önemine vurgu yapmıştır. Onların tarihe
yön veren eylemleri, Tin'in özgürlüğe yaklaşma ereğinin bir başka
görüntüsüdür.274 Ancak Hegel'e göre Tin'in özgürlüğe ulaşmasında
öznellik, tarihteki büyük kişilikler ve nesnel irade olan devlet son
derece önemli olsa da o, bunlar vasıtasıyla özgürlüğünü belli düzey­
de gerçekleştirse de onun mutlak anlamda özgürlüğünü gerçekleştir­
mesi din, sanat ve felsefeyle sağlanacaktır. Nesnel iradenin biçimleri
arasında bulunan din vasıtasıyla devreye giren tapınma ile Tin, bi­
reysel olanla bağlantısını keserek duygu yoğunluğu ile kendi bilinci­
ne varmaktadır. Sanat, nesnelin ve öznelin birliğini gerçekleştirirken
Tin'in duyusal sezgiyi elde etmesini sağlar. Felsefe ise Tin'e düşün­
meyi kazandırır. Böylece Tin, kendini devlette göstermekte; din, sa-

270 Hegel, Tarih Felsefesi l, s . 46.


271 Hegel, Tarihte Akıl, s. 6 1 .
272 Hegel, Tarih Felsefesi l, s . 46-47.
273 Hegel, Tarihte Akıl, s. 6 1 .
274 Hegel, Tarih Felsefesi I, s . 37.
Tarih Felsefesi 97

nat ve felsefe ile de bilince, özgürlüğe ulaşmaktadır.275 Çünkü din,


sanat ve felsefe; insanların, bireysel çıkarlarını ortadan kaldırmala­
rını, tanrısallık ve tinsellikle ilgili görü kazanmalarını ve bilgece bir
özgürlük bilincine ulaşmalarını sağlar.276 Tüm bunlar bir toplumun
kültürünü meydana getirir ve insanlar da kültürlü hale geldikçe ken­
di bireysel taraflarından vazgeçerek genele göre eylemde bulunmaya
başlarlar. Kültür sayesinde insan, kendine hakim olmayı öğrenmekte
ve böylece nesne karşısında özgür hale gelerek kuramsal bir biçimde
eylemde bulunmaya başlamaktadır. 277

Hegel, ayrıca Tin'in özgürlüğe gidişinde dünya tarihi içerisin­


de belirleyici uygarlıkların olduğunu söyler. Bunlardan Doğu uy­
garlığı, yalnızca 'Bir'in özgür olduğu, Yunan ve Roma uygarlıkları
'Bazıları'nın özgür olduğu, Germanik uygarlık ise 'Herkes'in özgür
olduğu uygarlıktır. Burada dünya tarihi, doğudan batıya doğru bir
seyir izlemektedir.278 Despotik bir yapının olduğu Doğu uygarlığın­
da, yalnızca 'Bir'in özgürlüğü söz konusu olduğu için özgürlük bi­
linci yoktur. Bu bilinç ilk olarak demokratik yapı ile Yunan ve Roma
uygarlıklarında ortaya çıkmıştır. Ancak genel olarak tüm insanların
özgürlüğü söz konusu olmadığı için tam anlamıyla özgürlük bu uy­
garlıklarda da gerçekleşmemiştir. Özgürlük bilincine ilk olarak Ger­
manik uygarlık ulaşmıştır, çünkü bu uygarlık, Hıristiyanlığın etkisi
ile insanın öz itibarıyla özgür olduğunun, özgür doğaya sahip olan
Tin'in insanın gerçek özünü meydana getirdiğinin bilincine varmış­
tır. Ayrıca Hegele göre Tin, zamanla kendini geliştirdiği için özgür­
lük idesinin bilincine modern zamanlarda daha iyi varılmıştır.279

Tüm bunlara bağlı olarak Hegel'e göre: "Felsefenin götürmesi


gereken içgörü edimsel dünyanın olması gerektiği gibi olduğu, gerçek
İyinin, evrensel tanrısal Usun kendini yerine getirme gücünün de ol-
275 Hegel, Tarih Felsefesi l, s. 56-58.
276 Hegel, Tarihte Akıl, s. 1 23.
277 Hegel, Tarihte Akıl, s. 67.
278 Hegel, Tarih Felsefesi l, s. 1 14- 1 1 5.
279 Hegel, Tarih Felsefesi l, s. 24-26.
98 Tarih Felsefesi

duğudur. Bu İyi, bu Us en somut tasarımında Tanrıdır. Tanrı dünyayı


yönetir, yönetiminin içeriği, Tasarının yerine getirilmesi Dünya Tari­
hidir. Felsefe bu Tasarı kavramaya çalışır; çünkü ancak ondan yerine
getirilmiş olanın edimselliği vardır, ve onunla uyum içinde olmayan
yalnızca çürük varoluştur. . . Felsefe tanrısal İdeanın içeriğini, edim­
selliğini bilmeyi, ve küçümsenen edimselliği aklamayı ister. Çünkü Us
tanrısal Yapıtın kavranışıdır280 Felsefi irdelemeye uygun ve yaraşır
• • •

biricik yol Tarihi Ussallığın dünyasal varoluşa çıkmaya başladığı yerde


ele almaktır, ilkin o Ussallığın salt kendinde bir olanak olduğu yerde
değil, ama onun Bilince, İstence ve Eyleme çıkma durumunun bulun­
duğu yerde.''281
Böylece Hegel'e göre dünya tarihinin Tine göre işleyiş ilkesinin
esası şudur: "Onun aslı bir olanak, bir gizilgüçtür, ama bu, kendi için­
den çıkıp varlığa geçmemiştir. Gerçeklik kazanabilmesi için ikinci bir
öğe eklenmelidir: bu da etkinliktir, gerçekleşmedir; ilkesi de istençtir,
genel olarak insanların dünyadaki etkinliğidir. Ancak bu etkinlik sa­
yesinde, o kavramlar, o soyut belirlenimler gerçeklik kazanır."282 Buna
göre genel olarak ilerleme, akılsal olan bir Tin'e dayalıdır. Her şeyi
kaplayan Tin, dünyayı yaratmadan önce ruhsal bir varlık olarak
kendindeyken, tüm varlık türlerini de kendinde barındırmaktaydı
ve bunun içindir ki, diyalektik işleyişe göre onları geliştirip ortaya
koymuştur. O, tüm varlık türleri içerisinde, sadece insanlarda özgür­
lüğüne kavuşarak bilinçli bir hal almıştır.283 Dolayısıyla Hegel açısın­
dan dünya tarihi, Tin'in, kendini göstererek açtığı, kendinde olduğu
halin (başlangıçtaki halinin) bilgisine ulaşabilmek için kendini işle­
diği alandır. Buna göre dünya tarihinin amacı da Tin'in kendi öz bil­
gisini elde etmesiyle bu bilgiyi nesnel hale getirip, kendini nesnel bir
biçimde gerçekleştirmesine yöneliktir.284 Tarihsel süreç, başlangıçta

280 Hegel, Tarih Felsefesi l, s. 44.


28 1 Hegel, Tarih Felsefesi I, s. 68.
282 Hegel, Tarihte Akıl, s. 82.
283 Beer, s. 23-24.
284 Hegel, Tarihte Akıl, s. 63, 75-76.
Tarih Felsefesi 99

içerikten yoksun olan özgür Tin'in içerik kazanarak tekrar özgürlü­


ğüne dönüş çabasından başka bir şey değildir.

5.2. Tarihin Nesnel inşası

5.2. 1. Auguste Comte ( l 798-


1 857) : Auguste Comte, yaşadığı dö­
nemde bilimcilik anlayışına sıkı sıkı­
ya bağlı kalmış bir düşünürdür.
Pozitivizmin temel kurucularından
olan düşünür, bilimcilik anlayışı çer­
çevesi içerisinde her şeyin açıklama­
sını bulmuştur. Dolayısıyla Comte,
dünya tarihi sürecine de söz konusu
ilerlemeci pozitivist anlayışıyla bir
açıklama getirmiştir. Onun tarihsel analizinin amacı, insan olayları­
nın temel dizilerinin tek bir tasarıma göre rasyonel koordinasyonu­
dur.285 Comte'a göre insanlık tarihinin ilerlemesi, insan zihninin ta-
rihsel gelişimini gerçekleştirmesiyle

••
Comte, dünya tarihi sürecine iler­
açıklanabilir. Bu gelişim de temel bir
yasaya göre, belli bir zorunlulukla
lemeci pozitivist anlayışıyla bir
gerçekleşmektedir. Söz konusu yasa
açıklama getirmiştir.
da insan zihninin teolojik, metafizik

•• ve pozitif adlarını alan üç dönemden


geçmesiyle ifade edilir.286 Söz konu­
su üç hal yasası, Comte'un tarih felsefesinin en bilinen özelliğidir.
Tarih, adı geçen üç aşamadan geçerek ilerler. Sabit olarak görülen
her bir aşama, belli bir kavramsal/zihinsel moddan gelen tipik özel­
likler tarafından, özellikleri tümünde karakterize edilen bir bütünü

285 Richard Vernon, "Auguste Comte and "Development": A Note': History


and 1heory, Vol. 1 7, No. 3 (Oct., 1 978), Published by Wiley for Wesleyan
University, s. 323.
286 Auguste Comte, PozitifFelsefe Kursları, Çev. Erkan Ataçay, Sosyal Yayınlar,
İstanbul 200 1 , s. 32.
1 00 Tarih Felsefesi

oluşturur. Bu, değişimin dinamiklerinin temel olarak kavramsal


veya zihinsel olduğunun ya da tarihin temel olarak doğa bilimi tarihi
olduğunun kabulü anlamına gelmez. Birbirlerini takip eden bu kav­
ramsal modlar, tarihsel durumları tanımlamaya yarasalar bile söz
konusu durumları üretmezler, fakat kendiliğinden olan maddi deği­
şimleri onaylarlar. Buna karşın kavramsal modların birbirini takibi,
tarih boyunca apriori olarak yazılır. Comte'a göre tarih, çıkarım yo­
luyla üç hal yasası için kanıt sağlar; bu, belirli bir tarihsel yasa değil­
dir.287

Comte, insan zihninin gelişimini ifade ettiğini düşündüğü ya­


salılık durumunu, doğadaki determinizme göre belirlemiştir. Bilim­
cilik düşüncesi gereği ona göre esas gerçeklik olgulardır ve insanlı­
ğın yeryüzündeki ilerleyişi de olgusallıkla açıklanabilir. Comte'un,
ilerlemenin tabi olduğunu vurguladığı yasaya göre, insan zihninin
geçirdiği ilk evre olan teolojik evrede insan zihni mutlak bilgilere
yöneliktir ve doğaüstü etmenleri temele koymaktadır. İkinci evre
olan metafizik evrede zihin, soyut güçler vasıtasıyla açıklama bu­
lur. Üçüncü evre olan pozitif evrede ise insan zihni, artık varlıkların
gerisindeki temel gerçeklikler arayışından ziyade olguların kendini
gözlemlemeye başlamıştır. Artık zihin, olguların fiziksel gerçekli­
ğini, bunlar arasındaki determinizmi, yani gözlemlenebilen şeyleri
ele almaktadır.288 Comte'a göre insan zihni, zamanla geliştikçe daha
gerçek olana yönelmeye başlamıştır. Bu gelişim, insanlık tarihinin
ilerleme yasasıdır.

Düşünür açısından doğru bilgi, gözlemlenmiş olan olgulardan


elde edilen bilgidir. Gözlemlenen olguların anlamlandırılabilmesi de
onların belli ilkelere bağlanmasıyla sağlanabilir. Çünkü bilim, doğa­
daki determinizmi gözlemleyerek olgular arasındaki ilkesel ilişkiyi
ortaya koymaktadır ve bu ilişkiler ancak bu şekilde anlam kazana­
bilmektedir. 289 Her şeyi olgularla açıklayan Comte, böylece tarihsel

287 Vernon, s. 323.


288 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 33-34.
289 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 35.
Tarih Felsefesi 1 O 1

alanda da bilimselliğin hakim olduğunu ve burada da determinist


ilkelere göre bir yasalılık bulunduğunu öne sürer. Buna göre insan­
lık, ilkel dönemlerden pozitif bilim anlayışının oluştuğu dönemle­
re doğru bir gelişim izlemektedir. İnsanlıktaki söz konusu gelişim,
bilimdeki ilerleme izlenerek görülebilir. İnsanlığın zihinsel gelişim
düzeyi, pozitif dönem koşullarını ne kadar taşıdığıyla açıklanabilir.
Böylece her şeyin olgusal olduğu bir dünya tarihinde bilimin gelişi­
mi, Comte'un ortaya koymuş olduğu temel yasa durumundadır.

Temel özelliği, fiziksel olguların, değişmez doğa yasalarına göre


işlediklerini, bunlara bağlı olduklarını düşünmek olan pozitif felsefe
bağlamında Comte, insanlığın üçüncü evresi olan pozitif evrenin,
en genel yasanın kendi görünümünü tamamlaması için kaçınılmaz
olduğunu söyler. Ona göre pozitif evre, insan zihninin son yönelimi­
dir. Pozitif evre ve deneysellik, zamanla bütün insanlığı saracaktır.
Söz konusu eğilim giderek tüm insanlar tarafından benimsenecek,
evrensel bir nitelik taşıyacaktır.290 Tarihsel seyir belli bir genel yasaya
bağlandığı takdirde, artık ayrı ayrı toplulukların incelenmesine ge­
rek de kalmayacaktır. 291 Tüm tarihsel ve toplumsal olaylar genel bir
açıklama altına alınabilecektir.

Comte, tarihsel ilerlemenin anlaşılabilmesi için bilinmesi gere­


kenlerden söz ederken ilk olarak olgusallığa dayalı tarihsel evrelerin
anlaşılması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, ikinci olarak, bili­
min ilerleyişi ve insan zihninin gelişmesi çerçevesindeki yasalar or­
taya çıkarılmalıdır. Son olarak, bilim disiplinlerinin belli bir sırala­
maya göre birbirini tamamlamadığının idrak edilmesi gerekir. Buna
göre genel tarihsel yasanın anlaşılabilmesi için bilim dallarının bir­
birlerini nasıl takip ettiklerinin doğru bir şekilde ortaya konulması
gerekmektedir. Tüm bilim dalları birbirleriyle ilişki içerisindedirler
ve aynı amaç doğrultusunda birbirlerine temel teşkil ederler. Böylece
Comte'a göre farklı bilgi dalları aynı anda pozitif evreye ulaşmamış-

290 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 3 7 -38, 4 1 .


29 1 Auguste Comte, Pozitivizm ilmihali, Çev. Peyami Erman, Milli Eğitim Ba­
sımevi, İstanbul 1 986, s. XI.
1 02 Tarih Felsefesi

tır. Her biri farklı zamanlarda gelişim göstermiştir ve en karmaşık


olanlar daha sonra pozitif evreye ulaşmıştır. Ona göre insan zihni
mekanik ve organik fiziği kurmayı başarmıştır. Son olarak tamam­
lanması gereken ise sosyal fiziktir (sosyoloji). Ancak sosyal fiziğin
kurulması, diğer doğa bilim dallarında olduğu gibi gerçekleşmeye­
cektir. Çünkü her bir dalda olgunluk bakımından derece bulunmak­
tadır. Pozitif felsefenin amacı da sosyal alana da pozitif bir nitelik
kazandırmaktır. Böyle olduğu takdirde disiplinler arası sınır ortadan
kalkacak ve sosyal alan da pozitif bir nitelik kazanacaktır. Sosyal fizi­
ğin kurulmasıyla birlikte de doğa bilimleri sistemi tamamlanacaktır.
Söz konusu bilimsel bilgiler evrensel bir nitelik barındırmaktadır ve
son evrede tüm bilimsel disiplinler tek bir genel çerçeve içerisinde
birleşecektir.292 Bu bağlamda Comte, tarihin yerine sosyolojiyi ge­
çirmiştir. Çünkü ona göre sosyoloji daha sistematik ve daha bilimsel
niteliktedir. 293

Comte, organik fiziğin incelenmesinin, inorganik fiziğin temel


yasalarının elde edilmesine bağlı olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca
türün hareket noktası, bireyin hareket noktasıyla zorunlu olarak aynı­
dır. Böylece sosyal olguların ele alınabilmesi için birey yaşamının ya­
salarının bilinmesi gerekmektedir.294 Comte'a göre nasıl ki tarih üç hal
yasası için kanıt sağlarsa, aynı zamanda bireysel psikolojiye bakılarak
da bu yasa için kanıt bulunabilir ve Comte, okuyucularını, üç kavram­
sal mod aracılığıyla bebekliklerinden beri kendi gelişimlerini göz
önünde bulundurarak, iç gözlem yoluyla yasanın gerçeğini onaylama­
ya davet eder. Bu düşünce içerisinde Pascal'ın - Comte'un beğenerek
çok defa atıfta bulunduğu - ünlü bir görüşünün açık bir yankısı vardır.
Buna bağlı olarak birbirini takip eden kuşaklarıyla insanoğlu, tek bir
kişi olarak düşünülür; tek bir bireyin farklı çağlarındaki gibi insanoğ­
lunun birbirini takip eden dönemlerinde de aynı şey olur. Comte sü­
rekli olarak böylesi bir paralellik sunar. O, doğum ve yetişkinliği, çök-

292 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 40-46.


293 Comte, Pozitivizm ilmihali, s. V.

294 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 74.


Tarih Felsefesi 1 03

me ve ölümün izleyebildiğini kabul eden organik metaforun


çıkarımlarını kullanmaktan çekinmez; hatta metaforun daha kapsam­
lı çıkarımları, Comte'un, bireyleri, kolektif bir hümaniteden soyutla­
malar ya da hümanitenin parçaları olarak kabul eden görüşüyle tam
olarak örtüşmektedir. Bu modelde bireysel aktörler, genel gelişimsel
gereksinimler ve eğilimlerin enstrümanları olarak görülür. 295 Buna
göre de sosyal fizik, fizyolojiye bağlı bulunmaktadır. Söz konusu disip­
linlerin ilerlemesi sırasıyla; matematik, astronomi, fizik, kimya, fizyo­
loji (biyoloji), ve sosyal fizik (sosyoloji) biçimindedir. Her bir dal bir
önceki tüm dallara bağlı olarak ifadesini bulmakta ve bir önceki dal bir
sonraki dala göre daha basit bir nitelik barındırmaktadır. Bunlar içeri­
sinden sosyal fizik en özel, en karmaş ı,k, insanla doğrudan en çok ilgi­
li olan bilimdir ve bu disiplin, daha önceki disiplinlere, onlara etki
yapmaksızın bağımlıdır. Dolayısıyla insan zihninin ilerlemesine bağlı
olarak tüm bilim dalları birbirleriyle ilişkili, birbirlerine bağlı bir şekil­
de ilerlemektedir. Tüm bilim sınıflamaları birbirine bağlıdır. İnsan
zihninin tarihi de gelişim sırasına göre bilimsel gelişimin izlenmesiyle
anlaşılabilir.296 Buna göre bilimsel di­
siplinlerin ilerleyişi, doğadan insana
doğru bir gidiş sergilemektedir.297
••
Comte, pozitivizmin sosyal alan­
da yerleşmesiyle birlikte, toplum­
Comte, pozitivizmin sosyal sal bir yenilenmenin, toplumların
uzun )'lllardır içinde bulunduğu
alanda yerleşmesiyle birlikte, top­ kriz durumunu ortadan kaldıra-
cağını ifade etmektedir. Böylece
lumsal bir yenilenmenin, toplumla­
sosyal fiziğin kurulmasıyla birlik­
rın uzun yıllardır içinde bulunduğu te toplumsal ortamda herkes tara­
fından kabul edilebilecek ilkelerin
kriz durumunu ortadan kaldıracağı­ var olması, toplumsal problemle­
rin çözülmesini de sağlayacaktır.
nı ifade eder. Böylece sosyal fiziğin
kurulmasıyla birlikte toplumsal or­
tamda herkes tarafından kabul edi- •• _.....,,,

lebilecek ilkelerin var olması, toplumsal problemlerin çözülmesini

295 Vernon, s. 323.


296 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 74, 78, 80-83.
297 Comte, Pozitivizm ilmihali, s. 1 29.
1 04 Tarih Felsefesi

de sağlayacaktır.298 Dolayısıyla Comte'a göre insanlık tarihindeki ge­


nel bilimsel yasayı açıklamanın yanı sıra insanların, tarihsel olarak
yapmaları gereken şey, bilimsel bakış açısını doğru bir biçimde be­
nimsemeleri ve bunu her alanda uygulamalarıdır.

Comte'a göre insan aklı, kendi bulunduğu dönemde artık bi­


limsel araştırmalarla meşgul olabilecek olgunluktadır,299 yani Comte,
insanlığın pozitif evre içerisine girmiş bulunduğunu savunmaktadır.
Hatta insan zihni, pozitivizme olan genel dönüşümünü neredey­
se tamamlamıştır. Pozitivizm sayesinde de olgular arasındaki akış,
düzenli bir biçimde ortaya konulabilecektir.300 İnsanlık tarihinin
ilerlemesindeki tarihsel olaylar da birer fiziksel olgu olduğu için bu
olaylar da belli bir düzenlilik içerisinde, pozitivizm sayesinde açık­
lanabilecektir.

Sonuç olarak Comte'a göre insanlığın genel tarihi, olgusal bir


seyir içerisindeki insan zihninin gelişim tarihidir. İnsan zihni ge­
liştikçe, gerçeğe daha fazla yöneldikçe doğru bilgiyi daha fazla elde
edebilmektedir. Buna göre doğru bir bilim sınıflamasıyla birlikte ve
bilimin ilerleme seyrine bakılarak insanlığın genel tarihinin işleti­
cisi olan yasa ortaya çıkarılabilir. Zorunlu bir sonuç olarak varılan,
tarihin son dönemi olan pozitif evrede bilim ve insan zihni kendi ge­
lişimini tamamlayacağı için insanlar da buna uygun davranmalı ve
pozitivizmi insan yaşamının her alanına yaymalıdırlar. Tüm insanlık
pozitif evre içerisinde bulunduğundan dolayı, daha önceki evrelerde
elde edilemeyecek doğru tarihsel yasa, daha doğru ve düzenleyici bir
şekilde elde edilebilecektir.

298 Comte, PozitifFelsefe Kursları, s. 55.


299 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 36.
300 Comte, Pozitif Felsefe Kursları, s. 56.
Tarih Felsefesi 1 05

5.2.2. Kari Marx ( 1 8 18-


1883) : Marx, tarihe materyalist bir
yorum getirmiştir. Bu yorumuyla
Marx, tarihsel arka planda tinsel
bir gücün bulunduğu ve tarihin
de bu gücün etkisiyle ilerlediği
anlayışını öne süren yaklaşımları
eleştirmiştir. Özellikle Hegele yö­
nelik eleştiri, tarihsel sürecin yal­
nızca soyut bir biçimde ifade edilmiş olmasının, insanın gerçek ta­
rihini ifade etmediği düşüncesi eksenindedir.301 Bu bağlamda Marx,
Hegel'in felsefesindeki diyalektiği kullanarak tarih görüşlerini ortaya
koyarken, aynı zamanda Hegel'in "Mutlak Tin" anlayışını da eleştire­
rek bir dönüşüm gerçekleştirmiştir.

Marx, tarih görüşlerini ortaya koyarken tarihsel sürecin, mad­


di dünyaya yönelik gözlemlerle elde edilecek verilere göre işlediğini
savunmaktadır. Burada tinsel bir ilke söz konusu değildir; insan ey­
lemleri gerçek eylemlerdir ve bu gerçek eylemlerin, yine kendisine
göre işlediği maddi bir ilerleyiş söz konusudur. Buna bağlı olarak
Marx'a göre tarih içerisinde öncelikle insan varlığı, insan ilişkileri
sonucu oluşan toplumsal yapı ve insanların, diğer doğal süreçlerle
olan ilişkisine dayalı doğa üzerindeki etkileri ele alınmalıdır. 302 Marx
açısından insanların hayvanlardan farkı, onların, hayatta kalabilme­
leri ve geçimlerini sağlayabilmeleri için üretim etkinliğinde bulun­
malarıdır. Söz konusu etkinlik, insanların maddi yaşamlarının teme­
lini meydana getirmektedir. İnsanların yaşamlarının maddi nitelikte
olmasının sebebi, onların üretim tarzlarının, yaşam tarzlarını ifade
etmesinden kaynaklanır. Böylece bireyin kişiliği, üretimin biçimini
de belirleyen maddi süreçlere bağlıdır. İnsanların birbirleriyle olan

30 1 Kari Marx, 1844 El Yazmaları, Çev. Murat Belge, Birikim Yayınları, İstan­
bul 2000, s. 1 59.
302 Kari Marx-Friedrich Engels, Alman ideolojisi, Çev. Emir Aktan, Alter Ya­
yıncılık, Ankara 20 1 1 , s . 12.
1 06 Tarih Felsefesi

ilişkileri de yine üretim tarzına bağlı olarak belirlenir. Ayrıca top­


lumlar arası ilişkiler de toplumların kendi içindeki üretimsel, mad­
di süreçlere dayalı oluşmaktadır.303 Bunun içindir ki Marx'a göre ilk
tarihsel eylem, yaşanabilirliği mümkün kılan, ihtiyaçların gideril­
mesine yönelik gerçekleştirilen üretimdir; "maddi yaşamın üretimi­
dir:' İnsanlığın ilk zamanlarından beri var olan ve hala geçerliliğini
koruyan, ihtiyaçların giderilmesi için üretim durumu, tarihin temel
şartıdır. 304 Söz konusu üretim etkinliğine bağlı olarak tarihsel süreç
ilerlemektedir.

Üretim biçimleri ve bunlara bağlı olarak belirlenen üretim iliş­


kilerinin en temel sonucu, Marx açısından, toplum içerisinde farklı
sınıfların oluşmasıdır. Oluşan farklı sınıflar arasında çıkar çatışmala­
rı meydana gelmektedir. Tek bir toplum içerisinde meydana gelen bu
durum, daha gelişmiş ilişkiler çerçevesi içerisinde farklı toplumlar
arasında da oluşur. İnsanların üretim biçimi ve aralarındaki işbölü­
mü de zamanla değişim ve gelişim göstermektedir. Aşamalı şekilde
gerçekleşen bu ilerleme durumunun her bir aşaması, üretim araçları
ve üretim ilişkilerine göre belirlenir. Buna bağlı olarak da farklı mül­
kiyet şekilleri ortaya çıkmaktadır. Maddi süreçlere göre belirlenen
sınıflı yapı, bu süreçlerin değişim göstermesine bağlı olarak değişik
biçimler alır. Buna göre ilk sınıflaşma yapısı, Antik Dönemde efendi­
köle biçiminde kendini göstermektedir. Bu yapıdan sonra, Ortaçağ
Döneminde ise soylu-köylü sınıflaşması meydana gelmiştir.305 Mo­
dern Dönemde ise artık burjuvaların egemenliği gerçekleşmiş ve
burjuva sınıfı da karşıtı olan proletarya sınıfını oluşturmuştur.306 Sı­
nıflı yapının bu değişimi, zamanla üretim şartlarının farklılaşmasına
bağlı olarak üretim ilişkilerinin de değiştiğini göstermektedir. Lakin
üretim ilişkileri değişse de bir sınıfın diğer sınıf üzerinde egemenlik

303 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 12- 1 3.


304 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 2 1 .
305 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s . 14- 1 7.
306 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 57, 68.
Tarih Felsefesi 1 0 7

kurması durumu aynı kalmıştır.307 Geçmişten devralınan bu durum


Modern Dönemde de devam etmiş, yine bu dönemde karakterize
olan burjuva sınıfı da eski sınıflaşmaların, baskının, çatışmaların ye­
rine yenilerini getirmiştir.308 Sınıflı toplum yapısının karşıt sınıfları
ifade etmesi ve bu sınıflar arasındaki çatışmalar, maddi dünya içeri­
sindeki diyalektiğin ifadesidir. Ancak buradaki diyalektik, Hegel'in
vurgulamış olduğu şekilde Tin'in, kendisini dünya tarihinde açması­
na göre değil, tamamen maddi süreçlere dayalı bir biçimde oluşmuş
insan yaşamının maddi ilişkilerine
göre gerçekleşen bir ilkedir.
••
Marx'a göre toplumsal yapı ve Maddi süreçlere göre belirlenen
sınıflı yapı, bu süreçlerin değişim
devlet de "gerçek bireylerin'' etkin - göstermesine bağlı olarak değişik
biçimler almaktadır. Buna göre ilk
likleriyle meydana gelmektedir. İn­ sınıftaşma yapısı, antik dönemde
san düşünceleri ve bilinç de yine in­ efendi-köle biçiminde kendini
göstermektedir. Bu yapıdan sonra,
sanların maddi etkinlik ve ilişkileri ortaçağ döneminde ise soylu-köy­
lü sınıflaşması meydana gelmiştir.
ile üretilir. Dolayısıyla tarihin açık­ Modern dönemde ise artık burju­
lanması gerçek insanların gerçek vaların egemenliği gerçekleşmiş
ve burjuva sınıfı da karşıtı olan
yaşamlarına bağlıysa, zihinsel, tinsel proletarya sınıfını oluşturmuştur.

varlıkların etkinlikleri bu bağlamda


kabul edilmez. Marx açısından as- •• _..,,,,
lında insanların söz konusu zihinsel
yüceltmeleri de materyal temellere dayanmaktadır. Ona göre; "ya­
şamı belirleyen bilinç değildir, aksine bilinci belirleyen yaşamdır:'309
Tarihin, maddi gerçekliğe dayalı olarak oluştuğu düşüncesine ula­
şıldığı zaman felsefe, tarihsel süreçlerin gözlemlenmesi yoluyla en
genel sonuçların düzenlenmesi etkinliği olacaktır. Burada felsefi ge­
nellemeler, "gerçek tarihe" göre yapılacaktır.3'0

307 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 1 7.


308 Kari Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto, Çev. Celal Üster-Nur
Deriş, Can Yayınları, İstanbul 2012, s. 50.
309 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 19.
3 1 0 Marx-Engels, Alman İdeolojisi, s. 18-20.
1 08 Tarih Felsefesi

Düşünür şöyle demektedir: "Demek ki başlangıçtan beri çok


açıktır ki insanlar arasında ihtiyaçları ve üretim tarzları tarafından
belirlenen ve insan kadar eski olan maddi bir ilişki vardır. Bu ilişki
sürekli yeni tiplere bürünmekte ve böylece insanları hep birbirine bağ­
layan herhangi bir siyasal ya da dini saçmalıktan bağımsız olarak ken­
dine özgür bir "tarih" yazar."311 Buna göre maddi süreçler, üretim güç­
leri; idealist yaklaşımı benimseyen düşünürlerce yanlış bir biçimde
"tinsel" şeyler olarak ifade edilmeye çalışılmıştır. Marx, daha önceki
tarih yaklaşımlarını, tarihin temeli noktasında maddi süreçleri ka -
bul etmemeleri ya da bunlara ikincil derecede önem vermelerinden
dolayı eleştirmektedir. Ona göre doğa ve tarih arasındaki zıtlık da in­
sanların doğayla olan ilişkilerinin tarihten dışlanmasından kaynak­
lanır. Tarihteki olaylar, gerçek yapılarına uygun bir biçimde, maddi
temelleri çerçevesinde ele alındıkları zaman, üzerine yoğunlaşılmış
olan derin felsefi problemler de üzerinde deney yapılabilir bir nitelik
kazanacaktır.312 "İnsanın ve doğanın gerçek varoluşu pratik, duyusal
ve algılanabilir"dir.313 Buna göre tarih, bilimsel bir yapıya sahiptir.
Marx'ın bakış açısı itibariyle insanların toplumsal ilişkileri ve
tarihsel süreç; üretimin artması, ihtiyaçların çoğalması ve nüfusun
artmasıyla gelişmektedir. Zamanla işbölümüne dayalı olarak insan­
lar, farklı mülkiyetlere sahip oldukları için eşitsiz bir dağılım giderek
artar.314 Özellikle burjuvazide alt tabakadaki yoksulluk ileri seviyele­
re ulaşmış, insanların durumu son derece kötü bir hal almıştır. Bura­
da, tarihsel bağlamdaki şartların değişmesiyle birlikte tüm mülkiyet
ilişkilerinin de değişmesi etkili olmuştur.315 Üretim güçleri, gelişme­
ye dayalı olarak değişim gösterdiği zaman daha önceki yapıyı değiş­
tirir, fakat daha sonra gelen yapı, baskıcı yeni bir yapı oluşturur. Söz
konusu tüm yapılardaki din, felsefe, ahlak vs. etkinlikler de maddi

3 1 1 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 24.


3 1 2 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 35-36, 43.
3 1 3 Marx, 1844 El Yazmaları, s. 123.
314 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 25-27.
3 1 5 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 63, 66.
Tarih Felsefesi 1 0 9

süreçlere dayalı olarak gerçekleşmektedirler.316 Çünkü maddi güce


sahip olan sınıf, zihinsel üretimi de gerçekleştirdiği için manevi güce
de sahiptir.317
"Her çağın egemen düşünceleri, her zaman o çağın ege­
men sınıfının düşünceleri olmuştur."31 8 Bu şekilde belirleyici olan bas­
kıcı güce dayalı olarak her dönemde farklı bir biçim alan sınıflı yapı­
da, egemen güce karşı hep devrimci bir savaş meydana gelmiştir.319
Tarih boyunca ezenler ve ezilenlerin hep çatışma içerisinde olmaları,
bir şekilde devrimlere yol açmıştır.32° Karşıtlıklara bağlı olan çatış­
malar, devrimi zorunlu kılmaktadır. Böylece tarihteki çatışmanın
temeli, üretim güçleriyle bağlantılı olan üretim ilişkileri arasındaki
zıtlığa dayanır.321
"Tüm toplumların bugüne kadarki tarihi, sınıf sava­
şımlarının tarihidir."322 Mülk sahibi olma ve olmama, egemenin ser­
mayesi ve ezilenin emeği arasındaki tez ve antitez biçimindeki kar­
şıtlığın kavranması gerekir.323 Buna göre tüm tarihsel süreç, maddi
nedenlerle söz konusu eşitsizliklerin
sebep olduğu sınıf savaşları ve dev­
rimlerle ilerlemektedir.
••
Marx, burjuva yapısına kadar ol­
muş olan devrimlerin nihai bir
Marx açısından sonuncu sınıflı devrim ile son bulacağını ifade
etmektedir. En son devrimi ger­
yapı olan burjuvazide artık toplum çekleştirecek olan sınıf, proletarya
sınıfıdır.
burjuva ve proletarya şeklinde iki
büyük sınıfa bölünmüştür. Burju- •• _____....,.
vazi ile birlikte din, soyluluk gibi
sınıflaşma yapıları ortadan kalkarak, bunların yerine paraya dayalı
bir yapı oluşturulmuştur.324 Marx, söz konusu burjuva yapısına ka-

3 1 6 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 34-35.


3 1 7 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 46.
3 1 8 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 73.
319 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s . 79.
320 Marx-Engels, Komijnist Manifesto, s. 49-50.
321 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 84-85.
322 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 49.
323 Marx, 1844 El Yazmaları, s. 1 07.
324 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 50, 52.
1 1 O Tarih Felsefesi

dar olmuş olan devrimlerin nihai bir devrim ile son bulacağını ifade
etmektedir. En son devrimi gerçekleştirecek olan sınıf, proletarya
sınıfıdır. Proletarya sınıfı, endüstri ile ortaya çıkmıştır. Üretimin bu
biçimine bağlı olarak proletarya sınıf hareketi gerçekleşmektedir. 325
Proletarya hareketinin diğer sınıf hareketlerinden farklı olmasının
nedeni, tarih boyunca proletaryaya kadar olan hareketlerin belli bir
azınlık çıkarına göre olması, bunların bir azınlık hareketi olmasın­
dan kaynaklanır. Proletarya hareketi ise toplumsal çoğunluğun dev­
rim hareketidir. 326 Tüm halkı temsil eden, nihai devrim niteliğindeki
proleter devrim, daha önce gerçekleşmiş olan devrimlerden farklı
olarak sınıflı yapıyı yeni bir biçime sokmayacak, tamamen ortadan
kaldıracaktır. Mevcut üretim biçiminin, insan ilişkilerinin, toplum­
sal yapının tamamen ortadan kalkması, proletaryanın bulunduğu
konumdan kurtulması, ancak son devrim yoluyla gerçekleşecektir. 327

Marx'a göre proletaryanın gerçekleştireceği komünist devrimle


eşitsiz durum tamamen son bulacaktır. Çünkü mülkiyet ortadan kal­
kacaktır. Bu durum, deneysel olarak ulaşılabilecek bir sonuçtur. İn­
sanların bu eşitsiz yapıdan kurtulması, tarihin, dünya tarihi olmasıy­
la sağlanacaktır. Böylece Marx'a göre komünizm, gerçekleştirilmesi
gereken bir hedef değildir; zaten meydana gelen koşullar sonucu
oluşacak olan gerçek bir durumdur.328 "Komünizm, olumsuzlama­
nın olumsuzlaması olarak konumdur (position) ve dolayısıyla insanın
kurtuluşu ve iyileşmesi sürecinde tarihi gelişmenin bir sonraki aşaması
için zorunlu olan edimli (actual) evredir. Komünizm yakın geleceğin
zorunlu kalıbı ve dinamik ilkesidir, ama komünizm olarak komünizm,
insan gelişmesinin hedefi, insan toplumunun yapısı değildir."329 Olu­
şan koşullarda burjuvazinin yok olması ve proletaryanın hakimiyeti,

325 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 67.


326 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 62.
327 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 77, 79.
328 Marx-Engels, Alman ldeolojisi, s. 3 1 , 33.
329 Marx, 1844 El Yazmaları, s. 123.
Tarih Felsefesi 1 1 1

kaçınılmaz bir sonuçtur. 330 Buna göre tarih, idealize edilmiş bir yapı
değil, nesnel gerçeklik taşıyan bir alandır. Söz konusu son devrim de
maddi sürecin doğal sonucudur.

Proletaryanın gerçekleştireceği son devrimle bireyler baskı ve


sınırlılıktan kurtulabileceklerdir. Bunun sonucunda özel mülkiyetin
ortadan kalkmasıyla, tüm üretim güçleri üzerindeki sahiplik hak­
kı herkesin olacaktır. Böyle bir ortamda insanlar, kendi sevdikleri
iş alanında kendilerini geliştirebilecekler ve toplum, bütün olarak
genel üretimi düzenleyecektir. Buna göre devrim sonucunda artık
bireyler tam anlamıyla "birey" olarak ele alınabilecek ve özgür ey­
lemde bulunabileceklerdir.331 İnsanın kendi bilincine vardığı yer de
yine burasıdır. Ancak bu bilince varış, dinin, özel mülkiyetin, sınıflı
yapının ortadan kalkmasına bağlı olarak gerçekleşmemektedir; in­
sanın gerçek hayatı ortaya çıktığı zaman zaten bunlar ortadan kalka­
caktır.332 Sınıflı yapının ortadan kalkması, "insanlığın'' gerçekleşme­
siyle sağlanacaktır.

Sonuç olarak Marx'ın sisteminde iç çelişkiler ve yabancılaşma­


nın sunumu, maddi olarak sınıfsal sömürü ve devlet tahakkümü
ifade edilmiştir. Onun sosyalist ideali, sınıfsız bir toplumun tam
eşitliğinin ve devletsiz bir tam özgürlüğün yollarını ortaya koymaya
yöneliktir.333 Marx'a göre sınıflı toplum yapısının hakim olduğu tüm
zamanlar, insanlar bir birey olarak ele alınmamaktadır. Tüm bireyler,
bulunmuş oldukları sınıf bağlamında bir kişiliğe sahiptir ve onların
birey olarak bir önemi yoktur. Sınıflı yapıda önemli olan, egemen
sınıfın belirleyiciliğidir ve hatta egemen sınıfın bireyleri bile sınıf
karşısında bir öneme sahip değildir. Sınıflı yapının ortadan kalkma-

330 Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 64.


33 1 Marx-Engels, Alman ideolojisi, s. 27, 77-78, 8 1 , 86.
332 Marx, 1844 El Yazmaları, s. 1 23.
333 James Cracraft (Review by), "The Specter of Marxism': Reviewed Work(s):
History's Locomotives: Revolutions and the Making of the Modern World
by Martin Malia and Terence Emmons, History and Theory, Vol. 48, No. 1
(Feb., 2009), Published by Wiley for Wesleyan University, s. 107.
1 12 Tarih Felsefesi

sıyla hem egemen sınıfın baskısı ortadan kalkmış olacak, hem de


bireyler bu sınıf bağlamından kurtularak tam bir özgürlüğe sahip
olacaklardır. Bu durum gerçekleştikten sonra tarihsel ilerleyiş, artık
tam anlamıyla özgür bireyin, tam olarak "insan olabilmiş insanın"
eylemlerine göre gerçekleşecektir.

5.3. Hermeneutik Tarih Anlayışı

5.3. 1 . Wilhelm Dilthey ( 1 833-


1 9 1 1 ) : Dilthey, tarih felsefesine yönelik
yaklaşımlarında tıpkı Herder gibi anla­
mayı ele almıştır. Tüm tarihi kapsaya­
cak olan evrensel bir tarih ilkesinin elde
edilemeyeceğini savunan düşünür, tari­
he, anlamacı ve yorumcu bir tutumla
yaklaşılması gerektiğini savunmuştur.
Bu bağlamda Dilthey, hermeneutik ta­
rih anlayışının en önemli öncüleri ara­
sındadır.

Alman Tarih Okulu'nun, tarih


•• bilincini ve tarih bilimini ilk kez
Tin bilimleri ifadesindeki "tin" metafiziğin ve doğa bilimlerinin
kavramı Dilthey'in, insanın, top­
lumsal bağlamıyla kurmuş olduğu boyunduruğundan kurtardığını-
bütünlüğüne verdiği isimdir. Tin
bilimleri de tini inceleyen sosyal
334savunan Dilthey, beşeri bilimler
disiplinlerdir. ve doğa bilimleri arasında bir ayrım

·· -�
yapmıştır. 335 Bu ayrımdan hareketle
tarih felsefesi yaklaşımlarındaki ge­
nel yasalılık durumu eleştirilmiştir. Maddeci gelenek ve idealist ge­
lenek, belli bir tarih felsefesi yaklaşımı ortaya koyarken, tüm tarih-

334 Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş'', s. 12.


335 Elias Jose Palti, "From Ideas t o Concepts t o Metaphors: The German Tra­
dition of Intellectual History and the Complex Fabric of Language'', His­
tory and Theory, Yol. 49, No. 2 (May 20 1 0), Published by Wiley for Wesle­
yan University, s. 204.
Tarih Felsefesi 1 1 3

sel süreci tinsel ilerleme ya da maddeci ilerleme olarak ele almıştır.


Birbirinin karşıtı olan bu iki geleneğin en temel ortak noktası, genel
insanlık tarihini metafiziksel ya da doğal bir genel yasayla açıklama -
ya çalışmaktır. Bir diğer ortak nokta ise tarihsel alanda ilerlemenin
olduğu kabulüdür. Dilthey, özellikle tarihsel alan içerisinde ilerleme
gibi genel bir kapsayıcı yasanın bulunamayacağını öne sürmüştür.
Dilthey, tarih alanının, toplumsal durumların tüm tarihi kapsayan
bir ide yoluyla açıklanma çabasının yanlış bir yönelim olduğunu ifa­
de etmiştir. Tam aksine tarihsel alana somut olarak yönelmek gerek­
mektedir. Tekil tarih olayları ve dönemleri, kendi tekillikleri içeri­
sinde ele alınmalıdır. Çünkü tekil olaylar, kendi bulundukları dönem
içerisinde kendi anlamlarını ve değerlerini taşımaktadırlar. Bu bağ­
lamda genel bir tarihsel ide elde edilemeyeceği için tüm tarihin bir
ilerleme içerisinde olduğunu söylemek de olanaksızdır. Bu nedenle
Dilthey ve Alman Tarih Okulu, Aydınlanmanın ilerleme düşüncesi­
ne karşı çıkmıştır.336

Dilthey, tarih açısından insan bilincinin önemli olduğunu vur­


gulamıştır. Bu bağlamda iç deneyim son derece önemlidir. Ona göre
doğadaki determinizmin betimleyicisi olan doğa bilimlerinin de te­
melinde bu bilinç durumu bulunmaktadır. Doğaya yönelik yapılan
deney, söz konusu bilinç durumunun koşulları içerisinde yapılır.
Çünkü olgular dünyası ile ilgili tasarımlar bilinçten çıkar ve doğal
dünya da insan yaşamının bütünlüğü içinde gerçekleşir. Diltheye
göre tin bilimleri de insanın bilinç koşullarına dayalı olarak bağım­
sız ve temel bir nitelik kazanabilir. 337 Tin bilimleri ifadesindeki "tin''
kavramı Dilthey'in, insanın, toplumsal bağlamıyla kurmuş olduğu
bütünlüğüne verdiği isimdir. Tin bilimleri de tini inceleyen sosyal
disiplinlerdir.

Dilthey'in bakış açısı itibariyle insanın kişisel bütünlüğü; dış


dünya, diğer bireyler, diğer bireylerin yaşamları, bu yaşamların kar­
şılıklı etkilerinden oluşmaktadır. İnsan bilgisinin en önemli unsurla-

336 Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş", s. 1 2- 1 3.


337 Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş", s. 1 5.
1 1 4 Tarih Felsefesi

rı da bunlardır. Ona göre tüm bu etkenler içerisinde öncelikli olarak


insanlar, kendi bilinç durumlarını en net biçimde bilebilirler. İnsan
tarafından tasarımlanan bir dış dünya, insanın dışında kalan bir şey­
dir. Bu nedenle birey için en kesin olan bilgi, onun özgür yönünü de
oluşturan arzuya, hisse dayalı özüdür ve bu, özellikle insanı tarih­
sel ve psikolojik açıdan ele almaktadır. Tüm yönelimleri içerisinde
insan, en başta isteyen, hisseden, amaçlayan bir varlıktır. İnsanın
"yaşama"sının gerçek yönü, bu arzu, his ve amaçlayan yönüdür. Ki­
şinin gerçek yönü de onun söz konusu bütünlüğü içerisinde anlaşı­
labilir. Lakin bunun anlaşılabilmesi, tarihsel alanda var olan bir ge­
nel yasalılık düşüncesiyle gerçekleştirilemez. Bunun için insanların
bireysel, toplumsal ve dönemsel konumlarının tümü ele alınmalıdır
ve tüm tarihe de bunların toplamı olarak bakılmalıdır. Tabii ki bu­
rada doğal dünyanın bilgisi ve doğa bilimleri reddedilmemektedir.
Doğal dünyaya yönelik deney de insanın bilinçsel ve öznel yönüne,
bu yönünü oluşturan bütünlüğüne bağlanmıştır. Doğa deneyi, insa­
ni varoluşun, insanın bütünlüğünün bir parçasıdır. Söz konusu bü­
tünlüğün bilgisine de dil ve tarih araştırmalarıyla ulaşılabilir.338 Bu
değerlendirmeleri itibariyle Dilthey'e göre genel insanlık tarihi, tüm
dönemleri ve tüm eylemleri kapsayacak genel bir yasadan değil, in­
sani varoluşun bütünlüğü, tüm dönemlerin kendi öznel özellikleri ve
yasalılıklarının toplamından oluşmaktadır.

Peki, farklı farklı insani bütünlükler, tarihsel dönemler, özellik­


ler ve öznellikler bütününden oluşan tarihselliğin düzeni nasıl sağ­
lanacaktır? Burada Dilthey, tarihsel, toplumsal gerçekliği inceleyen
tüm bilimlerin ortak adı olan tin bilimlerinin yöntemini belirleyerek
bunu sağlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda Dilthey, doğal olgular dı­
şındaki araştırmalara yönelen bilimlere tin bilimleri adını vermiştir.
Söz konusu tin bilimlerinin yöntemi olarak da pozitivist yönteme
karşı, tarihsel-eleştirel yöntemi benimsemiştir. Çünkü insan, irade
özgürlüğüne sahip olan bir varlıktır. Bu yönüyle insan, determinist
doğadan tamamen farklı bir yapı barındırır ve insanın bu yönü,

338 Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş", s. 16- 1 7.


Tarih Felsefesi 1 1 5

onun tinselliğini de oluşturur. Tarihsel alan da doğal dünyadan fark­


lı olarak özgür bilincin eylemde bulunduğu tinsel dünyadır. Bireyler,
özgür iradeleri vasıtasıyla kendilerine bir yaşam amacı, bir hedef ko­
yarlar ve bu yönelimleriyle bireyler, doğal boyuttan tarihsel boyuta
geçerler. Ancak insanlar bu durumu yalnızca kendi yaşadıkları dö­
nem içerisinde, kendi kavramlarıyla anlayabilirler ve yine insanlar
determinist doğayı kendi bilinç durumları ve özgür iradeleriyle aşar­
lar. Bu nedenledir ki Dilthey açısından; "özgürlük, bu tinsel bütünlü­
ğün sayısız noktasında hep ışıldar " niteliktedir. Böylece kişiler, kendi
koymuş oldukları hedeflere yönelirler ve insan yaşamının gerçekliği
bu şekilde tezahür eder. Tin bilimleri de işte bu tarihsel gerçekliği
ortaya koymaya çalışır.339 Dilthey'in vurgulamış olduğu yöntem de
yalnızca bulunulan dönemin öznelliği ve kavramlarıyla sınırlı olarak
tecrübe edilebilen tarihsel gerçekliği, bütünüyle tüm tarihin gerçek­
liği olarak ortaya koyabilecektir.

Dilthey, tin bilimlerinin yöntemi söz konusu olduğunda, bili­


nen anlamdaki bilimsel yöntemde genellikle tekil olaylardan genel­
lemelere gitme durumunun esas olduğunu, fakat bir bilimsel yönte­
min tekilde kalmasıyla da tekilden tekile gitmesiyle de açıklama
yapılabileceğini söylemiştir. Hatta ona göre böyle bir yöntem, genel­
leştirici bilimsel yöntemden daha açıklayıcı olabilir. Çünkü ayrımla­
rı, dereceleri, benzerlikleri, yakınlıkları, tipleri ele alan bu yöntem,
yalnızca genel benzerlikleri ele alan yönteme göre daha detaylı ve
farklı yönleri de ele alan bir açıklama yapabilecektir. Bu yöntem, bi­
reylerin tekilliklerinden yola çıkarak, bu tekilliklerin karşılaştırılma­
larıyla kapsamı giderek genişletmektedir.340 Buna göre tarihsel ola­
rak anlamayı gerçekleştirmek, aynı zamanda bir yeniden üretimi
ifade eder. Bunun için de öncelikli olarak iç deneyimden hareket et­
mek gerekir. Kişisel yaşantıdan yola çıktıktan sonra da kişisel yaşan-

339 Dilthey, "Tin Bilimlerine Giriş': s. 22, 23, 24, 25.


340 Wilhelm Dilthey, "Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri': Çev. Do­
ğan Özlem, (Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan
Özlem, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 20 1 2 içinde), s. 78-79.
1 1 6 Tarih Felsefesi

tıların birbirleriyle bağıntılı durumu ortaya çıkacaktır. Kişisel yaşan­


tı ile bir başkasının durumunun yeniden üretilmesiyle oluşturulan
yaşantı, artık türdeş bir yapıya bürünür. 341 İnsan eylemleri, başka
insanların anlaşılmasını gerektirir, çünkü insan mutluluğu, başka in­
sanların bilinç durumlarına katılarak, onların yaşantısını kendinde
hissedip yaşamaya bağlı olarak gerçekleşmektedir. Burada kişi, ken­
di tekilliğinin farkına başka bireylerle karşılaştığı zaman varır ve in -
san kendi tekilliğine, kendisinin başkalarından farklı olduğu bilin­
ciyle ulaşabilir. Dilsel ve tarihsel araştırmalar da bu öznel anlama
durumunun nesnel bir düzeye getirilebileceğini varsayar. Böylesi bir
tarihsel bilinç, tüm geçmişin bilgisine ulaşma olanağı tanımaktadır.
Bu sayede geçmişte kalmış uzak kültürlere yönelip onların anlaşıl­
ması sağlanabilir. Çünkü bu uzak kültürlerin gücü, onları yeniden
üretmeye bağlı olarak, söz konusu uzak kültürlere yönelen kişide ye-
niden hissedilecektir. 342 Dolayısıyla
•• Dilthey, insanların, kendi bütünlük­
Diltheye göre anlama, yaşamda­ lerini kendi toplumsallıkları bağla­
ki sabit görünüşlere yönelik ol­
duğundan ve bunlara istenildiği mında anlayabilmelerinin, tarihsel
zaman geri dönme imkanı bu­
geçmişi de yeniden canlandırıp an­
lunduğundan, ustaca gerçekleş­
tirildiğinde, nesnel verilerin elde layabilmelerini sağlayacağını vurgu­
edilebildiği yönteme ulaşılabilir.
Böylesi profesyonel bir anlama lamıştır. Tin bilimlerinin yöntemi de
etkinliği, yorumlama (hermeneu­
bunu ortaya koymaktadır.
tik) adını alır.

••
Diltheye göre tarihsel bağlam­
_....,,,, da tin bilimlerinin en temel yöntemi
anlamadır. Eski dönemlerdeki belli başlı ruh halleri ve durumlar,
bunların, insanın kendi içinde yeniden canlandırılarak yaşanma­
sı yoluyla anlaşılabilir.343 "Sistematik tin bilimleri tekilin bu objektif
kavranılışından hareketle bağıntılar ve kapsamlı ilişkiler ortaya koy­
mak istedikleri sürece, açıklama yanında anlama da bu bilimler için

34 1 Dilthey, "insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", s. 38.


342 Wilhelm Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': Çev. Doğan Özlem, (Wilhelm
Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap Ya­
yınevi, İstanbul 20 12 içinde), s. 9 1 , 92.
343 Dilthey, "Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri", s. 85.
Tarih Felsefesi 1 1 7

temel yöntem olarak kalacak demektir. . . Her şeyi, maddeyi, yapıyı,


bu bütünlenmenin en tekil karakteristiğini, kendi yaşam durumu­
muzdan hareket ederek yeniden kurmak zorundayız. Demek ki baş­
kasının bilgisine yönelme sürecinde her şey, benim kendi yaşamımdan
transfer edilmek suretiyle, bir yeniden kurma aracılığıyla yapılmak
zorundadır."344

Tüm bunlara göre Dilthey; "dıştan verili olan işaretler aracılı­


ğıyla içsel gerçekliğin bilinmesini sağlayan bu yönteme, anlama" de­
mektedir. 345 Diltheye göre anlama, yaşamdaki sabit görünüşlere yö­
nelik olduğundan ve bunlara istenildiği zaman geri dönme imkanı
bulunduğundan, ustaca gerçekleştirildiğinde, nesnel verilerin elde
edilebildiği bir yönteme ulaşılabilir. B öylesi profesyonel bir anlama
etkinliği, yorumlama (hermeneutik) adını alır. Anlamayı gerçekleş­
tirebilmek için yazılı eserler üzerinde ve dilsel alanda araştırmalar
yapmak da gereklidir. Ona göre yazılı eserler, insanlık tarihini, in -
sanın tinselliğini anlamak için son derece önemli bir işleve sahiptir.
İnsanın tinsel yaşamının nesnelliğinin anlaşılabilmesi, insani varo­
luşun dökülmüş olduğu metinleri yorumlamakla gerçekleştirilebilir.
Bu yorumlamanın yapılabilmesi için yazılı eserlerin ifade bulmasını
sağlayan dile yönelik araştırmalar da diğer önemli unsurdur.346 Bu
iki temel araştırma, insanlığın genel tarihsel yaşamının anlaşılıp
açıklanmasında gereklilik arz etmektedir.

Dilthey, ayrıca, nesnelliğe yönelik araştırma aşamasına geçil­


meden önce, bireysel iç deneyimin anlaşılması noktasında sanatın
da önemine vurgu yapmıştır. Ona göre; "sanat, yaşamayı anlamanın
organonudur:' Sanat, Dilthey'e göre tarihsel alanın ve tekilleşmenin
bir ifadesidir.347 Söz konusu tekilleşme bireyin, toplumların, tarihsel
olayların, dönemlerin her birinin kendi değerlerini ifade etmektedir
ve bu durum, bireyden başlayarak genişlemektedir. İşte bu başlangıç

344 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu", s. 92, 93.


345 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': s. 93.
346 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': s. 94-95.
347 Dilthey, "insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat': s. 35.
118 Tarih Felsefesi

aşamasında sanat, söz konusu iradi edimin ve özgür yaratıcılığın vü­


cut bulmuş halidir.

Tin bilimlerinin doğa bilimleri karşısındaki önceliğini vurgu­


layan Dilthey, sanatın ve bilimin arasındaki bağ sayesinde yaşam
gerçekliğinin anlaşılabileceğini belirtmiştir. Bu bağlamda sanatın
önemi, onun bizzat yaşama deneyimine dayalı olmasına bağlıdır.
Sanatın, yaşama deneyimine bağlı olması gibi bilim de sanatsallığa
bağlıdır. Böylece toplumsal araştırmalar ve tarih yazımları da yine
sanatsallık sayesinde geçmişi tekrardan canlandırabilir. Aydınlan­
manın ilerlemeci düşüncesine karşı çıkmanın bir diğer önemli ne­
deni de Aydınlanmanın, sanatla olan ilişkiyi, sanatın önemini geri
planda tutmasından kaynaklanır. Oysa sanatçılar, sanat eserlerini,
kendi bulundukları dönemin kültürel, tinsel ortamıyla ilişkili bir
biçimde ortaya koyarlar. Bu nedenle insan yaşamının gerçek yönü,
insani yaşamın tecrübesinin ifadesi olan sanat ve bilimin ortak et­
kisiyle anlaşılabilmektedir. 348 Sanat ve bilimin ilişkisi, sanatın, dola -
yısıyla tinselliğin temeli üzerinde yükselen bir bilimsel bakış açısı
biçimindedir. İnsani yaşamın, ifadesini bulduğu sanatsallık, tüm di­
siplinlerin olduğu gibi, tarihin de temelindedir ve tarihçi, söz konu­
su sanatsallığa uygun bir biçimde yazımını oluşturmalıdır.

İnsan yaşamı, doğrudan tarihsellik içerisinde gerçekleşmekte­


dir. Tarihçi de tıpkı sanatçıdaki gibi bir yaratıcılıkla hareket etme­
lidir. Bu sayede yaşam içerisindeki en özel durumlar bile tarihsellik
içerisinde gerçekleşecektir. İnsanın, bilinçsel potansiyellerini eylem­
sel bir hale tarihsellik içerisinde dönüştürebilmesi için sanatsal temel
son derece önemli bir konuma sahiptir.349

Yaptığı değerlendirmeler itibariyle Dilthey, tarihte yaşanan


anın, geçmişten ve gelecekten farklı olduğunu söylemektedir. Geç­
miş ve gelecekte yaşanan anlarda başka eğilimler bulunur ve tarihsel
dönemler kendi içlerinde muhafaza edilen, fakat ileriki zamanlara

348 Dilthey, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", s. 35-36.


349 Dilthey, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", s. 37-38.
Tarih Felsefesi 1 1 9

da ışık tutan bir yönü olan dönemlerdir. İnsanın anlamasının sınırı,


yeniden üretimin yapıldığı, bulunulan dönem bağlamıyla belirle­
nir. Yeniden üretim ise neredeyse yeniden yaşamayı ifade ettiği için
tarihsel dünya, mantıksal yaklaşımlarla anlaşılabilecek bir dünya
değildir. 350 Böylece Dilthey açısından tarihsel süreç içerisinde ko­
şullanmış olan tekilleşme, öznel ve ulusaldır.351 Tarihte böylesi bir
durum söz konusu olduğu için değişik yönelimler arasında da bir
çatışma söz konusudur. Bu durumdan ötürü belli bir temellendir­
me ve düzen kurma ihtiyacı dolayısıyla hermeneutik bilimi ortaya
çıkmıştır. Söz konusu bilim, yazılı eserlerin yorumlanmasına daya­
lıdır. İç deneyimin ve anlamanın analizi sayesinde bu bilim, nesnel
bir ifadenin ortaya konulabilmesini sağlamaktadır.352 Buna göre;
"anlama süreci yaşamın tümüne yayılan ve konuşma ve yazının her
türü karşısında anında işlemeye başlayan bir süreçtir. . . bir bağlam
yalnız, göreceli olarak belirgin tekil işaretlerden hareketle, mevcut
gramatik/dilbilimsel, mantıksal ve tarihsel bilme tarzlarının sürek­
li birlikte uygulanmasıyla bilinir:'353 Ayrıca Dilthey, yöntemle ilgili
şunları söyler: ''Anlama yalnızca, karşıda dilsel eserler bulunduğu
takdirde genelgeçerliğe ulaşabilen bir açımlamaya dönüşür. . . onun
( filoloj ik açımlama) hermeneutiğin yöntem ve kuralları bakımından
değeri bilindikçe ve yaşam deneyimi ölçüsünde olabilir. . . Hermeneu­
tik, romantik keyfilik ve septik öznelliğin sürekli müdahalelerine karşı,
tarih alanında açımlamanın gene/geçerliğini kuramsal olarak temel­
lendirmelidir; tarihin tüm güvenilirliği buna bağlıdır. . . felsefe ve tarih
bilimleri arasında önemli bir bağlantı halkası, tin bilimlerinin temel­
lendirilmesinde temel bir öğe olur."354
Sonuç olarak Dilthey, genel dünya tarihinin geri planında bir
genel yasanın olduğu düşüncesine ulaşmanın mümkün olmadığını

350 Dilthey, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", s. 39 , 40.


3 5 1 Dilthey, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", s. 5 1 .
352 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': s . 96.
353 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': s. 1 1 0, 1 1 1 .
354 Dilthey, "Hermeneutiğin Doğuşu': s. 1 1 3.
1 20 Tarih Felsefesi

söylemektedir. O, tüm bireylerin, tarihsel olayların, toplumların ve


dönemlerin, kendi içlerinde, kendilerine ait değerlerinin olduğunu
ifade eder. Dolayısıyla tüm tarihsel süreç de genel bir yasaya göre
değil, bu dönemler ve tekillikler toplamına göre ifadesini bulmakta­
dır. Söz konusu bütünlüğün düzeni de yalnızca anlama ve hermene­
utik sayesinde gerçekleştirilebilir ve buna bağlı olarak bir açıklama
yapılabilir. Farklı dönemler arası ilişki, söz konusu yorumlama saye­
sinde kurulabilir. Yalnızca bu durum bir tarih felsefesini mümkün
kılacaktır. Dilthey'in, tarih felsefesindeki anlamaya yönelik yakla­
şımları, Herder'in yaklaşımlarından daha sistematik bir yapı barın­
dırır. Bu nedenle o, anlamacı tarih anlayışına dayalı sistematik yo­
rumcu gelenek olan hermeneutik tarih anlayışının en önemli
temsilcilerinden biridir.

5.4. Zamana Aykırı Düşünceler

5.4. 1. Friedrkh Nietzsche


{ 1 844- 1900) : Tek gerçek, değişim
içindeki yaşamdır diyen düşünür,
kendi çağını da anlıkçılık ve tarihe
aşırı önem vermekle itham etmek­
te, yaşama sırt çevrildiğini düşün­
mektedir. Nietzsche'ye göre tarihin
boyunduruğu altına giren biri, ka­
muoyu, devlet vs. her türlü gücün
de boyunduruğu altına girecektir.
Halbuki tarihin bu gücüne karşı du- ;ı;�am

ran ve tarihin akışına karşı yüzen in­


,.
'f
• •'
san, erdemli insandır. İnsan önce ya­ Nietzsche"ye göre insan, tarihin
" boyunduruğu altına girmemeli;
şamayı öğrenmeli ve tarih de onun •1·.l. tarih, insanın yaşamına hizmet
etmelidir.
yaşamının hizmetinde olmalıdır. 355

355 Bedia Akarsu, "Nietzsche'nin Tarih Karşısında Tutumu': lstanbul Üniversi­


tesi Felsefe Arkivi Dergisi, 20 1 2, s. l .
Tarih Felsefesi 1 2 1

Temel anlamda tarih, Nietzsche'ye göre insanlık durumunun


esas özelliğine tekabül eder. Hayvanlar tek bir ana sıkışmış halde ta­
rihsel olmayan bir yaşam sürerken, insanoğlu sadece geçmişin uzak­
lığında değil, mutluluğun geçici ve geleceğin belirsiz olduğunun acı
ve baş döndürücü farkındalığıyla tarihsel bir yaşam sürer. Her ne
kadar insanlar, zaman mefhumundan yoksun hayvanlara ve onların
kaygısız şuursuzluklarına, çocukların saadet dolu körlüklerine öz­
lem duysalar da insanoğlunu hayvani varoluştan çıkaran tarih duy­
gusudur.356 Ona göre hayvan, mevcut anın içerisinde kaybolup git­
mektedir; o, kendisini farklı şekilde gösteremez, hiçbir zaman farklı
biçimde görünmez ve onun gizli hiçbir şeyi yoktur. Hayvan, yalnızca
açık olabilir. 357 Lakin tarihsel bir varlık olan insan, geçmişin yükle­
miş olduğu ağır yüke, onun giderek büyüyen eziciliğine karşı sürekli
direnmektedir. Hayvanın sahip olduğu unutabilme gücünden insan
yoksundur. Oysa mutluluk unutabilmektir. Nietzsche'nin ifadesiyle;
"mutluluk, bu mutluluğun sürüp gittiği sürece kendini tarih-dışı
duyumlama yetisidir':358 Zira Nietzsche, unutmanın önemini dile
getirirken, her şeyi unutmaya indirgemez; ona göre hatırlamak da
önemlidir. Asıl olan, unutmasını bilmenin yanında hatırlamasını da
bilmektir. Bir diğer ifade ile tarihi duyabilmenin ve onun dışında ka­
labilmenin güçlü içgüdüsünü hissetmektir. Yaşama yeni şeyler kat­
mak, onu sürdürmek, yeni atılımlar yapmak daha ziyade tarih dışı
kalmak ile mümkün olur. Çünkü tarih-dışı kalmanın yüce duygu­
sunu yaşamadan hiçbir yeni eylemde bulunmak olanaklı değildir. 359
Tarihi, yaşam için kullanabilmek ancak güçlü insan ile vuku bulur,
lakin tarihi fazlaca kullanmanın tüketeceği de bilinmelidir.

Tarihsel olan, unutabilme ve tarih dışı kalma üzerine değerlen­


dirmeler yapan düşünür, tarihin, yaşayanlarla üç bakımdan bir bağa

356 Peter Berkowitz, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, Çev. Ertürk Demirel,
Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003, s. 62.
357 Friedrich Nietzsche, Tarihin Yaşam için Yararı ve Yararsızlığı Üzerine
(Çağa Aykırı Düşünceler II), Çev. Nejat Bozkurt, Say Yayınları, İstanbul
2003, s. 38.
358 Nietzsche, s. 39.
359 Akarsu, s. 2-3.
1 22 Tarih Felsefesi

sahip olduğunu ifade eder: "a- yaşayanların etkin ve bir şeye eriş­
meye çabalayan kimseler olması bakımından, b- koruyan ve saygı
duyan kimseler olması bakımından, c- acı çeken ve kurtuluşa gerek­
sinme duyan kimseler olmaları bakımından:'360 Söz konusu üç tür
bağlantının karşılığı, tarihsel araştırmalardaki üç tarih türüdür:

1. Anıtsal Tarih

il. Eskiyi Koruyucu Tarih

III. Eleştirel Tarih

1. Anıtsal Tarih: Geçmişin anıtsal incelenmesi, eski çağların


klasikleri ile uğraşılması, geçmişte bir kez var olan büyüğün bir
daha var olabileceğinin savunusudur. Düşünür bunun ne gibi bir
faydasının olduğunu sorar ve değerlendirmelerini bu soru üzerin­
den sürdürür. Geçmişteki anıtların öykünmeye değer bir şey olarak
görülmesi ile bunların yinelenebilir olması arasındaki bu bağ bize
yeniyi vermeyecektir. Çünkü bu bakış açısı, geçmişe ilişkin bireysel­
likleri ortadan kaldırıp, onları genel kalıpların içine yerleştirir. Oysa
ön plana alınıp kutsallaştırılan geçmişe, öykünmeye değer olarak
görülen tarihe ilişkin bu perspektif zararlıdır. Zira bu bakış açısıyla
geçmiş, çoğu zaman olduğundan daha güzel yorumlanır, lakin bu
faaliyet bozmayı içerisinde barındırır ve geçmiş öyle mitolojik bir
karaktere bürünür ki mitolojiyle geçmişin anıtsal incelenmesi ara­
sındaki bağ, ayrım yapılamaz hale gelir.

il. Eskiyi Koruyucu Tarih: Tarih ile ilgilenen insanların bir kıs­
mının tutumu ise onu korumaya yöneliktir. Güçlü bir saygıyı içinde
muhafaza eden bu tutum, geldiği ve içinde yetiştiği yere doğru yö­
nelmiş bir sevgiyi ifade eder. Bu sevgi, geçmişten yaşadığı güne ka­
dar olanın üzerine titreyerek, kendisinin içinde doğduğu koşulları
kendisinden sonrakilere aktarmayı amaç edinir. Tarihle koruyucu
duygu üzerinden ilişki kuran kişi, doğduğu kentin tarihini kendisi­
nin tarihi olarak görür. Kentine her bakışında bir hatıra defterine
bakıyormuş gibi kuşağının ve kentinin ruhunu duyumsar. Ona göre,
burada edindiği tecrübelerinin her biri ancak burada yaşanabilir ve

360 Nietzsche, s. 47.


Tarih Felsefesi 1 2 3

yaşanmaya da devam edecektir. 361 Tarihe böylesi bir yöneliş, aslında


genel içinde özel olana ilgiyi abartmayı beraberinde getirir. Büyük
olanın idrak edilmeyip küçük olanın kutsanmasına ve geçmişle ilgili
hiçbir ayrım yapılmaksızın değer yüklenmesine başlanır. Bu tutum
bir taraftan geçmişi korumaya yönelirken diğer taraftan yeni olan ve
oluş halinde bulanan her türlü şeye karşı çıkışa dönüşür. Bugünün
canlı yaşamı, tarihi artık canlandıramadıkça ve coşturamadıkça, es­
kiye bağlı tarihin kendisi de soysuzlaşır. Böylece kutsal sevgi bilgince
bir tatmine ve bencilce davranışa dönüşür. Eskiye bağlı tarih yaşa­
mayı, korumayı bilir, ancak yaratmayı bilmediği için oluş halinde
bulunanın değerini düşürür ve yeni
olanı engelleyerek yaratıcı kişiyi kö- r
1
• •ı
11
türüm eder. 362 Nietzsche'ye göre eleştirel tarih,
tüm insan eylemlerinin kökleri-
I
111. Eleştirel Tarih: Geçmişin nin dayandığı şiddet ve zayıflığı,
hataları ve kazaları, delalet ve zul-
in cel enmesinin anıtsal ve koruyucu mü acımasızca gözler önüne serer.

••
biçimlerinin yanında, bir de üçüncü
biçimi söz konusudur. Bu iki incele- _____.,,,,,

me biçimi dikkate alındığında üçüncüsü olan eleştirel tarih incele­


mesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Ancak bu zorunluluğun so­
nucu olarak ortaya çıkan eleştirel tarih, yaşama hizmet ettiği sürece
anlamlıdır. Nasıl ki zaman zaman insanın geçmişi kırıp dökerek an­
cak bugüne tutunması olanaklı oluyor ise363 bunun tarihi incelemede
de yapılması gerekir. Bu nedenle eleştirel tarih, "tüm insan eylem­
lerinin köklerinin dayandığı şiddet ve zayıflığı, hataları ve kazaları,
delalet ve zulmü acımasızca gözler önüne serer:'364 Geçmiş ve onun
köklerine yönelik yapılan bu eleştirel inceleme, gerçeğin idrakine va­
rılması anlamında önemlidir, ancak bunun da bir sınırı vardır. Bu
inceleme birinci doğa olarak geçmişin değerlendirilmesi anlamın­
da önemlidir, fakat yeni bir şeyi amaç edinerek bu yapılmalıdır ve
bu yeni olan, ikinci doğayı oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile bu,

36 1 Nietzsche, s. 55.
362 Nietzsche, s. 58-59.
363 Nietzsche, s. 59.
364 Berkowitz, s. 67.
1 24 Tarih Felsefesi

insanın kendisinden çıktığı geçmişi bırakıp, kendisinden çıkmasını


istediği bir geçmişi yaratma denemesidir. 365 Lakin her ne yaparsak
yapalım, her ne kadar geçmişe dair "suçlular"/"hatalar" bulursak bu­
lalım, bizim ondan çıktığımız gerçeği değişmeyecektir. Eleştirel tarih
üzerine yapılan değerlendirmeler itibariyle şu iki husus önemlidir:
a- geçmiş üzerine edinilen bilgi, gelecek ve şimdiyi ilerletmek için
istenir, b- oluşturulmak istenen ikinci doğa da zamanla birinci do­
ğaya dönüşecektir. 366

Her ulusun, her insanın kendi güç ve gereksinimlerine göre


geçmiş üzerine belli bir bilgiye ihtiyacının olduğunu söyleyen Ni­
etzsche, ister anıtçı, ister koruyucu ister eleştirel tarih çerçevesinde
olsun, bu ihtiyacın giderilmesi, yapılan tarihle olan bağın sağlanma­
sıdır. Ancak ona göre bu bağın sağlanmasında modern tarihçilerin
bir iddiası vardır. Onlar sürekli olarak tarihin "objektif", "adalet ve
hakikat için didinmek" olduğunu ve böyle incelenmesi gerektiğini
söylerler.367 Oysa bu sadece bir kuruntu değil, aynı zamanda yan­
lıştır. Zira modern insan, adil hareketler için zorunlu olan cesaret
ve ciddiyetten yoksundur. Adalet, modern insanın idrak edebilece­
ğinden daha koca, daha büyük bir kavramdır. O, hem ahlaki hem
entelektüel bir erdem olarak hakikat arzusuna hükmeder. Ve yine o,
bütün diğer nadir erdemlerle birleşen bir erdem olarak adil insanda
"insan türünün" en saygın örneğidir. Bu nedenle objektiflik ve ada­
let arama gibi modern insanın öznellikten kaçınmak için kullandığı
kavramların içeriği yoktur. Öznelliği yadsıyarak yapılacak olan bir
tarihi araştırma da yaratıcı gücü zayıflatacaktır. Çünkü tarihi araştır­
ma, ancak bir sanat yapıtı biçimi aldığında içgüdüleri içinde tutabilir
ve yaşatabilir. Son olarak Nietzsche'nin gerçek tarihçisi, "asil doğa­
ları ve kültürleri eğitebilmek için tarihi sanata çeviren bir hakikat
aşığıdır:'368

365 Akarsu, s. 7.
366 Nietzsche, s. 6 1 .
367 Berkowitz, s.70.
368 Berkowitz, s.73.
Tarih Felsefesi 125

6. 20. YÜZYIL (TARiHİ YENiDEN DÜŞÜNMEK)


6. 1 . Oswald Spengler ( 1 880-
1 936) : Bir lise öğretmeni olan
Spengler'in en önemli çalışması,
Decline of the West [Batının Çökü­
şü] adlı eserdir. Bu eser, birkaç yıl
içerisinde çok fazla satmış ve yaza ­
rına döneminin en ünlü toplumsal
düşünürlerinden biri olma şansı
vermiştir.369 Spengler'in "Batı'nın
Çöküşü" adlı temel eserinin ilk de­
ğerlendirmeleri tarih üzerinedir.
"Tarihin fert için manası nedir?"
diye soran düşünür, tarihi, hayal gücünün, kendi varoluşuyla ilgi­
li dünyanın, canlı varoluşunun anlamını arama, sorma ve derin bir
gerçekte kuşatma olarak ifade eder. Doğal olarak insan sadece tabia­
tın değil, aynı zamanda tarihin de bir elemanıdır ve doğanın lehine
olacak biçimde tarih, metafiziğin ihmaline maruz kalmıştır. İnsanın,
dünyanın temsilini gerçekleştirme olanakları olan tarih ve doğa, bir­
birleriyle zıt olan iki uçtur. Tarih, yapısı ve mizacı itibariyle ikinci bir
evrendir370 ve gerçeklik üzerinden anlaşılmaya çalışılmalıdır. Tabiat­
ta kanun tarafından zorla kabul et-
tirilen ihtiyaçlar söz konusudur. Bu
nedenle de her bilinen şey geçmiş
••
Spengler tarihin yazgısını kavra­
ma çabası içerisindedir ve bu bağ­
değildir, gelecek de değildir; sadece
lamda kültürleri birer organizma
oradadır ve bunun için devamlı ola­ olarak ele alan, döngüsel bir tarih
anlayışına sahip olmuştur.
rak geçerlidir. Lakin tarihi izlenim
tarzı sezgi ve içgüdülere bağlıdır.
D iğer taraftan bilimsel bir etkinlikte
••
369 Pitirim Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, Çev. Mete Tun­
çay, Göçebe Yayınları, İ stanbul 1 997, s. 97.
370 Oswald Spengler, B atının Çöküşü, Çev. Giovanni Scognamillo-Nuray Sen­
gelli, Dergah Yayınları, İ stanbul l 997, s. 62.
1 26 Tarih Felsefesi

doğru ve yanlış beyanlarının geçerliliğine, verilerin toplanması, dü­


zenlenmesi ve elenmesinin geçerliliği kadar varılabilir. Tarih açısın­
dan bakıldığında tarihi bir düşünce için net ifadeler; "doğru-yanlış"
değil, "derin-yüzeyde'öir ve bu ifadeler tüm yaklaşımlarda birbirle­
rine ekli bir biçimde mevcutturlar. 37 1

Dooyeweerde göre Spengler'in tarihsel rölativizmi bir yaşam


krizinden doğmuştur372 ve bu krizin izleri düşünürün eserinde gö­
rülmektedir. Diğer taraftan bu eserde tarihin yazgısının kavranıl­
dığı iddia edilmekte ve tarih, yazgı anlayışına paralel biçimde or­
ganizmacı bir bakışla anlaşılmakta ve açıklanmaktadır. Ona göre
"kültürler organizmadırlar:'373 Tarihin özünü kültürlerin, özellikle
de yüksek kültürlerin oluşturduğunu ve tarihin de bu kültürlerin
yaşam öyküleri olduğunu savunan Spengler, kültürün diğer bütün
organizmalarda olduğu şekilde, bir bahar gibi doğup geliştiğini ve
içinde taşıdığı güçleri ortaya koyduktan sonra yerini büyük kültür­
lere bırakarak yok olduğunu iddia eder. "Kültürler bütün geçmiş ve
gelecek dünya tarihinin temel olayıdır:'374 Spengler'in bu zemin üze­
rinden temellendirdiği tarih felsefesi, döngüsel tarih anlayışına geri
dönüşü ifade eder. Düşünüre göre on dokuzuncu yüzyılın tüm tarih
felsefel eri geçmiş, şimdi ve gelecek üzerinden yapılan genel anlama
etkinlikleridir. Bu anlamaya eklenen "telos" ise geleceğin öngörül­
mesi adınadır. Oysa tarihe hep bir ereklilik yükleme, onda bir ama­
ca yönelik ilerleme bulma gayreti beyhude bir etkinliktir.375 Tarihte
olaylar bir kezliktir. Bütün canlılar için hayatın biçimi, uyumu, süresi
ve hayatın belirtmiş olduğu bütün ilişkiler ağı, bu canlıların türü ta­
rafından tayin edilmektedir. Binlerce yıl yaşamış olan bir meşe ağa-

371 Spengler, s. 1 03- 1 04.


372 Herman Paul, "Who Suffered From The Crisis of Historicism? A Dutch
Example': History and Theory, Vol. 49, No. 2 (May 20 1 0), Published by
Wiley for Wesleyan University, s. 1 87.
373 Spengler, s. 105
374 Spengler, s. 1 09, 1 05.
375 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 220.
Tarih Felsefesi 1 27

cını izleyen kişinin, bu ağacın şu an itibarıyla uygun ve doğru yaşam


biçimine başlama durumunda olduğunu söylemesi doğru değildir. 376
Zira bu bir harici anlam yükleme teşebbüsüdür. İnsan tarihi açısın­
dan bakıldığında da gelecekteki düzenle alakalı düşünceler, tüm
tarihsel deneyimi önemsiz kabul eden, dizgin vurulmamış olan bir
iyimserlikle gelmektedir ve buna göre insanlar ilmi bir araştırmanın
sonucu olacak değerlendirmelerden değil, eğilime dayanan sapta­
malardan hareketle keşiflere koyulmaktadır.377 Bu şekli ile ilerlemeci
tarih anlayışını anlamsız bulan Spengler'e göre dünya tarihi, organik
biçimlerin, bitimsiz dönüşümlerin ve değişimlerin, muazzam büyü­
melerin ve de yok olmaların görünümüdür. Düşünüre göre "eski­
ortaçağ-modern tarih" dizileri nihayet kullanışlılığını kaybetmiştir.
Bu temel savına ilaveten Spengler, tüm dünya tarihinde Babil, Hint,
Çin, Yunan, Arap, Meksika kültürlerine karşıt olarak klasik ve Batı
kültürü olmak üzere sekiz kültürün gelip geçtiğini ve sekizincisi olan
Batı kültürünün de 1050 yıllık ömrünü ortalama 2200 yıllarına doğ­
ru tamamlayacağını ve yerini daha büyük bir kültüre bırakarak yok
olacağını söyler. Ona göre bu kadersel zorunluluk türünden yasalar
çerçevesinde kültürler serpilir ve sonra yine solup giderler. Lakin bu
kültürlerde üç değişik gelişme basamağı tespit etmek mümkündür:

a. Metafiziksel-Dinsel Yüksek Kültürler

b. Simgeci Erken Kültürler

c. Sivil Geç Kültürler

Spengler açısından her kültür kendi içerisinde bu aşamaları ya­


şar ve son noktada hepsini çöküş bekler. İşte Batı, bu çöküş aşaması
olan sivil geç kültür basamağındadır.378 Ancak Spengler, böylesi bir
sonla karşılaşan Batının çaresiz olmadığını da ekler. Zira yeni bir bin
yıllık ırki imparatorluğun bu çaresizliğe ümit olabileceğini düşünür.
Bununla birlikte Spengler, umut ışığı vadeden ırkın, Nordik ırkı ol-

376 Spengler, s.34-35.


377 Spengler, s.35.
378 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s. 222.
1 28 Tarih Felsefesi

duğunu eserinde ifade etmektedir. Spenglere göre yaşam bir savaştır,


savaş içgüdüsüyle fetih içgüdüsünü yansıtan ırklar üstündür ve bun­
lar uzun süreli bir kültürel hayata sahip olacaktır.379 Bu görüş, tarihe
salt ırk kavramından bir bakışı ifade etmez; çünkü ona göre tarih
belli oranda tüm insanlar için olan bir şeydir ve herkes, tüm benliği
ve bilinciyle tarihi oluşturan bir parçadır. 380

Düşünürün tarih felsefesinde dile getirilen görüşlerin anahtar


kavramı "Kaderöir. Kader fikri tarihin dünya görüntüsünü idare
eder, çünkü kader ilk olayın gerçek varoluş biçimidir. Nesnelerin
varoluş biçimi olarak sebeplilik doğanın dünya görüntüsüne hük­
meder ve onu kaplar. Oysa kader bir iç kesinliği ifade eder:'381 Dü­
şünüre göre bu temel gerçeğin tam olarak idrak edilememesinden
dolayı tarihe teleoloj ik bir anlam yüklenmeye çalışılmıştır. Lakin
tarihte bir amaçsallık söz konusu olmadığı gibi bir ilerleme de yok­
tur. Sadece mevcut olan, sonuçlardır ve her amaç zaten bir sonuç
demektir. Sonuçlanan her şey, bir bitişe karşılık gelir. Bu da gençlik
yaşlılığı, gelişme çöküşü, yaşam ölümü barındırır demektir. 382 Bu
süreç, kültür için doğal bir süreçtir; o doğar, yaşar ve ölür. Bunu sağ­
layan onun kendi iç dinamikleridir. Harici müdahalelerle bir kül­
türün gelişmesi saptırılabilir veya engellenebilir, ancak onun başka
bir kültüre dönüşmesine sebep olunamaz. Bir kültürün çöküş belir­
tilerini oluşturan şeyler de akılcılık, tekniğin aşırı büyümesi, büyük
kentlerin oluşması, demokrasi ve kozmopolitinizimdir. Bu durumda
tarih biliminin görevi ise tarihteki kişileri ve tarihin gidişini, dünya
tarihinin morfoloj isini incelemektir.

379 Macit, s. 63-64.


380 Spengler, s. 24.
3 8 1 Spengler, s. 1 1 1 - 1 1 2.
382 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 48.
Tarih Felsefesi 1 29

6.2. Robin George Collingwood


( 1 889- 1 943): İngiliz filozof ve tarihçidir.
Özellikle " Tarih Tasarımı" yapıtı ülke­
mizde en çok tanınan eseridir.
Collingwood'un tarih ve felsefe üzerine
ortaya koymuş olduğu görüşler, dönem
dönem çeşitli derecelerde farklılıklar arz
etmekle birlikte, temel yapı olarak hiç de­
ğişmemiştir. Onun yapmak istediği şey,
gerçek bir anlama için tarihin felsefeyle
birleştirilmesidir; böylece, olgusal ya da nesnel dünya, düşüncenin
ona yönelmesiyle anlaşılacak ve anlamlı kılınacaktır.383 Bu nedenle
düşünürün tarih görüşünde merkez öznedir ve o, tarihi, öznenin,
tarihi kanıtlar üzerinden yeniden

••
Collingwood'a göre "Tarih, hangi
inşa ettiğini savunur.

olayları hangilerinin izlediğini


Collingwood, arkeolojiye, tari­
bilmek değildir. Tarih, kişilerin � he, antropoloj iye, estetiğe ve sanat
kafasının içine girip onların du- ·'-:
rumlarına, onların gözlerinden tarihine uygulanan bir yorum teo-
bakıp, onların soruna eğilme bi­
çimlerinin doğru olup olmadığını
risi geliştirmiştir; fakat teorisini tam
kendi açımdan düşünüp çıkar­
fl olarak olgunlaştırmadan yaşamını
maktır."
� yitirmiştir.384 Collingwood'un tarih

•• görüşünü, tarih ve diğer bilimler


arasındaki fark, tarihsel bilgi, tarih­
sel kanıt ve tarih yazıcılığı üzerinden değerlendirmek olanaklıdır.
Ona göre, "Tarih, hangi olayları hangilerinin izlediğini bilmek de­
ğildir. Tarih, kişilerin kafasının içine girip onların durumlarına, on -
ların gözlerinden bakıp, onların soruna eğilme biçimlerinin doğru

383 Coşkun Erdoğan, "Robin Georg Collingwood'; (1 900'den Günümüze Bü­


yük Düşünürler, Ed. Çetin Veysal, Etik Yayınları, 4. cilt, İstanbul 20 1 1 için­
de), s. 552-6 1 1 .
384 Chinatsu Kobayashi-Mathieu Marion, "Gadamer and Collingwood on
Temporal Distance and Understanding': History and Theory, Vol. 50, No.
4, Theme Issue: 50: Historical Distance: Reflections on a Metaphor (De­
cember 20 1 1 ), Published by Wiley for Wesleyan University, s. 84.
1 30 Tarih Felsefesi

olup olmadığını kendi açımdan düşünüp çıkarmaktır:'385 Fakat bu


etkinliğin amacına uygun gerçekleştirilebilmesi için tarihsel düşün­
cenin anlamını ve mahiyetini iyi kavramak gerekir. Düşünüre göre
tarihsel düşünmenin kendine has nitelikleri olan bir objesi bulun­
maktadır. Artık zaman ve uzay içerisinde meydana gelmeyen tikel
olayların oluşturduğu geçmiş, matematiksel bir düşünceyle kavranıp
açıklanamaz. Çünkü matematiksel düşünce, zaman ve uzay içerisin­
de belirli bir konuma sahip olmayan objeleri kavramaktadır. Zaten
matematiksel düşünmenin sonucu olarak ifade edilen şeylerin özel­
liği, zamana ve uzaya dahil konumlara sahip olmamalarıdır. Geç­
miş, teolojiye dayalı düşünme ile de kavranamaz. Çünkü bu türden
düşüncenin obj esi, sonsuz ve tektir. Tarihi olaylar ise çokluk oluş­
turmaktadır ve sonludur. Tarihsel düşünce, bilimci düşünüşle de an -
laşılamaz. Çünkü bilimin nüfuz ettiği gerçekler, doğrudan deney ve
gözlem aracılığıyla elde edilebilir. Lakin geçmiş, artık var olmadığı
için geçmiş hakkındaki tasarımlar, bilimdeki tasarımlar gibi doğ­
rulanabilir değildir.386 Bu durumda "tarihin nesnesi nedir?" sorusu
kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Collingwood'a göre tarihin
nesnesi, insanların geçmişte yapılmış eylemleridir. Tarih, insanların,
geçmişte yapılmış eylemlerine ilişkin sorularını yanıtlama çabası,
yani res gastae'nin bilimidir. 387

Hakkında sorgulama yapabildiğimiz ve yanıtlar üretebildiği­


miz düşünce biçimi olarak tarih, bir bilimdir. Bilim, onun bilinen
şeylerin bir araya getirilerek düzenlenip sunulması değildir. Bilimin
amacı bilinmeyen bir şeye yönelmek ve onu keşfetmeye çalışmak­
tır. Önce bilinenlerle uğraşmak sadece keşfedilecek şeye yönelik
yardımcı bir yol, yani araç olabilir. Böylece tarihin bilimsel tarifini
yapan Collingwood, bir şey hakkında şeyleri aramak olarak tarihin
bilim olduğunu ve bir şey hakkındaki bilgisizliğimizle bu tarihsel

385 Robin George Collingwood, Bir Özyaşam Öyküsü, Çev. Ayşe Nihal Akbu­
lut, Y.K.Y, İstanbul 1 996, s. 48.
386 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 40.
387 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 45.
Tarih Felsefesi 1 3 1

düşünme sürecinin başladığını ifade eder.388 Buradan hareketle bilim


denildiği zaman doğa bilimlerinin akla gelmesini eleştiren Colling­
wood, bunun kabaca yapılmış bir bakış tarzı olduğunu ileri sürer.
Pozitif bilimle tarih bilimi arasındaki farklılıkları ortaya koyarken
düşünce yönteminde her ikisinin de çıkarımsal olmasına karşılık
hareket noktalarından başlayarak farklılığın oluştuğunu söyler. Col­
lingwood, pozitif bilimlerle tarih arasındaki ilişkiyi açıklarken şöyle
der: " Tarih şunun ya da bunun ileri sürülmesiyle başlar ve buradan
hareketle bunun neyi doğruladığını sorar. Pozitif bilimlerde bunlar
varsayımdır ve geleneksel ifade tarzı belli bir varsayımın yapılmasını
buyuran bir emir sözcüğüyle başlayan cümlelerle gerçekleşir.389 Bu
durumda da tarihsel bilgiden ne anlaşıldığı önemli olur.

Tarihsel bilgi, geçmişin bilgisi, deney ve gözlemle elde edileme­


yen bir bilgi türü ise, bir tarihçi onu hangi koşullarda ve nasıl elde
edebilecektir? Bu soruyu cevaplandırırken, Collingwood, bir ön ka­
bul olarak, geçmiş düşüncenin tarihçinin zihninde yeniden canlan­
dırılması kabulünü öngörerek açıklamaya çalışır. Aslında bu görü­
şüyle Collingwood, birçok eleştiri de almıştır. Bir tarihçi, geçmişi
hiçbir zaman algı ya da deney yoluyla kavrayamayacağı gibi, onu, bir
kanıtın tanıklığına inanarak da elde edemez. Çünkü böyle bir etkin­
lik bilgi değil, olsa olsa inanç olacaktır ve bu aracılık çürük temelli­
dir. Tarihçinin yapacağı şey, böylesi bir tanıklık temelli inançlar kur­
mak değil, elindeki yetkeleri eleştirmek olmalıdır. Tarihçinin elinde
belgeler ya da kalıntılar vardır ve bunlarla elde etmesi gereken şey,
düşüncenin en geniş manasıyla o belge ya da kalıntıları bırakan geç­
mişin ne olduğunu keşfetmektir. Bu keşif, örneğin, yazılı belgeler
bırakan birinin bu belgelerle ne demek istediğine, ne düşündüğüne
yönelik bir keşiftir. İşte "bu düşüncenin ne olduğunu keşfetmek" ta­
rihsel olarak düşünmenin temel görevidir ve tarihçi bunu kendi ken-

388 Robin George Collingwood, Tarihin ilkeleri ve Tarih Felsefesi Üzerine Baş­
ka Yazılar, Çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Y.K.Y, İstanbul 2005, s. 45-46.
389 Erdoğan, s. 552-6 1 1 .
1 32 Tarih Felsefesi

dine yeniden düşünmelidir.390 Tarihçi ile bilim adamının olay ve ol­


gulara yaklaşma tarzı ve kullandığı yöntem birbirinden farklıdır.
Olayların özüne inip, bunların ifade ettikleri düşünceleri açığa çı­
karma sürecinde tarihçi, bir bilim adamının yapmasının gerekli ol­
madığı bir işi yapmaktadır. Burada tarihçinin yaptığı iş, bilim ada­
mının işinden daha karmaşık, ancak daha yalındır.391 Bilim adamı
için olay, onun algılanarak keşfedilmesidir; oysa tarihçinin keşfinin
konusu olan obje yalnızca olay değildir; olayda kendini ifade eden
düşüncedir. Böylece tarihte bir olayı keşfetmek, aynı zamanda onu
anlamak demektir. Bir diğer ifade ile tarihçi, olup bitenin ne olduğu­
nu bildiği zaman, bunun nedenini de zaten bilmektedir.392 Savunu­
lan bu bilme şeklini ise düşünür, tarihçinin zihninde canlandırması
olarak kabul eder. Ona göre tarihlerin tümü, geçmişin tarihçi tara­
fından zihinsel olarak tekrardan canlandırılmasıdır. Tarihçideki zi­
hinsel güçlerin problem üstünde bir araya gelmesi ile canlandırma
gerçekleşmektedir. Lakin bu canlandırma tarihçinin kendisini bir
başkasının etken dünyasına edilgen olarak koyma değil, tam aksine
etkin ve eleştirel bir düşünme işidir. Çünkü her düşünme eleştirel
düşünmedir ve geçmiş düşünceyi

• yeniden canlandırmak için başvuru­


Collingwood'a göre kes-yapıştır lan düşüncede olayları yeniden can­
tarih bilimsellikten uzaktır. Böy­
lesi bir tarih yazımının tarihle landırırken eleştirir.
alakası yoktur. Bilim olarak tarih,
özerk olmalı ve kendi yöntemleri Tarihsel bilgiye ulaşılması sü­
ile kendi sonuçlarına varmalıdır.
recinde tarihsel kanıt temel önem
ve değere sahiptir. Collingwood,
tarihsel kanıt hakkındaki görüşleri­
ni açıklarken bunu bilimsel tarihle ve kes-yapıştır tarih arasındaki
farkları ortaya koyarak yapar. Bilimsel tarih onun kendi tarih gö­
rüşünün, yani olması gereken tarihsel bilincin bir ifadesidir. Col­
lingwood, tarih için kanıtın öneminin bu her iki tarih görüşünde

390 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 337.


391 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.287.
392 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.287.
Tarih Felsefesi 1 3 3

d e yadsınmadığını, fakat bunların, kanıtı ele alış, işleyiş ve kavrayış


tarzlarında büyük farklılıkların olduğunu iddia eder. Çünkü kes­
yapıştır tarih yetke merkezli bir tarih düşüncesidir ve tarihsel ha­
kikat, ifadelerin tutarlılığına dayanır. Bir başka deyişle kes-yapıştır
tarihçilikte tarihçinin tutumu yetke karşısında saygılı ve dikkatli
dinleyici tutumudur. Onların anlatacağı şeyi işlemeyi bekler ve ona
anlatılanları kendilerinin bildikleri bir dil kipiyle anlatma görevini
üstlenir. Bu edinilmiş görevde tarihçi de kendisine anlatılmayanı
keşfetme eğiliminde değildir veya bu eğilimde olsa dahi bunu hiçbir
zaman bulup çıkaramayacağı düşüncesindedir. Aslında kes-yapıştır
tarihçiliği, sadece bir tekrarın devam ettirilmesidir.393 Çünkü kes­
yapıştır tarihçisi için başkaları tarafından kendisinden önce dile ge­
tirilmiş düşüncelerin yinelenmesi demek tarih demektir.

Oysa bilimsel tarih, tarihçi merkezlidir ve bir hafiye titizliğiy­


le sorgulanan ifadeler kuramına ve bunların yorumuna dayanır.
Öncelikli olarak kes-yapıştır tarihin, bilimsellikten uzak olduğunu
gösteren açıklamaları ile Collingwood, bu tür tarih yazımının hem
tarihle bir ilgisinin olmadığını hem de hiçbir zaman böyle bir tarih
yazımının temellendirilemeyeceğini ifade eder. 394 Tarih bir bilimse
özerk olmalıdır, kendi yöntemleriyle kendine ait sonuçlara varma­
lıdır. Ancak kes-yapıştır tarih yetkenin tanıklığına ve onun hazır
ifadelerine dayanacağı için böyle bir özerklik ortadan kalkar. Tanık­
lığa dayanan 'böyle bir bilgi bilimsel olmadığı için hiçbir zaman da
tarihsel bilgi olmayacaktır' ve bunun temellendirilmesi olanaksızdır.
Bilimsel tarih için tanıklık ancak kanıtla güçlendirilirse ve kanıttan
onayını alırsa tarihsel bilgi şeklini alır.395 Collingwood'a göre kes­
yapıştır tarih, Yunan-Roma ve Ortaçağ dönemi tarih yazımı şeklidir.
Tarihçiler 1 8. yüzyıla kadar bu tarih yazımını kullanmış, ancak doğa
bilimlerinin gerçekleştirdiği gelişimle beraber tarihin de bilimsel bir

393 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.357.


394 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.339.
395 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.337.
1 34 Tarih Felsefesi

nitelik alması ve düzenlenmesi gerektiği görüşü ortaya çıkmıştır. 396


Diğer bir ifadeyle Ortaçağ sonrası yaşanan büyük değişim ve dönü­
şüm, tarihçilik üzerinde de etkisini göstermiş ve tarihçiler de kendi
evlerini bir düzene sokma ihtiyacı duymuştur. Bu da ilk aşamada
kendini ikili bir anlayış çerçevesinde ortaya koymuş ve buna bağlı
olarak; a- yetkelerin dizgeli bir biçimde aktarılmasını, b- az bulunur
şeyler olarak, sikkeler ve yazıtlar gibi kaynakların kullanılmasıyla
çeşitli araştırmaların yapılmasını doğurmuştur.397 Bunda en büyük
katkıyı sağlayan ise Eski Çağ'a ait yazılı olmayan kaynakların kulla­
nılmasıdır.

Düşünüre göre bilimsel tarih, 19. yüzyıl olgusudur ve niteliksel


olarak tarih biliminin bir düzenlenişine yönelme bu dönemde görü­
lür. Fakat bu dönemde hala kes-yapıştır tarih baskın olmakla birlik­
te, 20. yüzyıla kadar da bunun örnekleri devam etmektedir. Colling­
wood, F.Bacon'ın doğa bilimleri hakkında yaptığı çıkarımının gerçek
tarihsel yönteme uygulanacağını söyler ve Bacon'ın 'bir doğa bilim­
cinin doğayı sorguya çekmesi gerekir' düşüncesini bilimsel tarih açı­
sından da 'soru'nun gerekliliği, kime ait olacağı ve yanıta etkisi bağ­
lamında önemser. Çünkü ona göre soru, tarihçiye ait olmalı, yanıtlar
ise sorularla işkence masasına oturtulan yetkelerden alınmalıdır.
Kes-yapıştır tarihte tarihçi, yetkeler karşısında dikkatli bir dinleyici­
dir; tanıklıklar iyi ve kötü diye ayrılır.398 Coollingwood, bilimsel ta­
rihçinin yetkeleri farklı okuduğunu söyler ve şöyle devam eder: "Bi­
limsel tarihçi, onlardan ne bulup çıkarmak istediğine kendisi karar
verip önceliği almış olarak, kafasında bir soruyla okur. Dahası, kes
yapıştır tarihçisi onların bir sürü lafla kendisine anlatamadıkları şeyi
hiçbir zaman bulup çıkaramayacağı düşüncesiyle okur; bilimsel ta­
rihçi görünüşte çok farklı bir şey hakkındaki bir parçayı sormaya
karar verdiği sorunun yanıtına dönüştürmek için eğip bükerek, on-

396 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.339.


397 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 338-339.
398 Erdoğan, s. 552-6 1 1 .
Tarih Felsefesi 1 35

lan işkenceye tutar:'399 Collingwood'a göre, bilimsel bir araştırma


etkinliğinde mihenk taşı sorudur çünkü akıl yürütme ancak soru­
nun işleviyle olur. 'Sorular doğru sırayla sorulmalıdır: bir soru diğe­
rinin hazırlayıcısı ve nihai yanıta ulaşmada bir merhale teşkil edici
olmalıdır. Ayrıca tarihçi, kanıtlara ne kadar doğru soruyla yaklaşır­
sa, tarihsel bilginin alanı da o kadar genişler.400 Sonuç olarak düşü­
nür açısından bakıldığında tarih bir tasarımdır, kes yapıştır tarihçili­
ği bizi doğru sonuçlara götürmez ve tarihi bir araştırma sürecine en
fazla katkıyı sunacak olanda araştırmacıyı doğruya ulaştıracak olan
sorulardır.

6.3. Arnold Joseph


Toynbee ( 1 889- 1975): Yir­
minci yüzyılın önemli tarih
felsefecisi, tarih ve edebiyat
Profesörü, diplomat olan
Toynbee, çok üretken bir ha­
yat geçirmiştir. Düşünür, ta­
rihe olan ilgisini kendi hatı­
ralarında şöyle dile
getirmektedir: " Benim tarihe olan ilgim kesinlikle annemle başlar:'401
Toynbee, tarih düşüncesini oldukça hacimli olan eseri "Bir Tarih
Düşüncesi"nde dile getirir. Ancak bu eser daha sonra düşünür tara­
fından bir özet halinde ve " Tarih Bilinci" başlığıyla yayınlanır. İkinci
eser onun tarih düşüncesinin anlaşılması açısından daha derli toplu
bir özellik taşır. Bu eserde düşünür, ilerlemeci tarih görüşünün aksi­
ne tarihte bir döngünün var olduğunu savunur. Bu döngünün anla­
şılmasını olanaklı kılan ise ona göre, toplumlar ve uygarlıkları doğru
anlamaktır. Ancak eserde genel olarak Batı adına olumsuz bir tablo
resmedilir. Spengler ile benzer bir ruh haline sahip olan Toynbee de

399 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 352.


400 Collingwood, Tarih Tasarımı, s. 338-356.
40 1 Arnold Joseph Toynbee, Hatıralar: Tecrübelerim, Çev. Şaban Bıyıklı, Kla­
sik Yayınları, İstanbul 2005, s. 1 00.
1 36 Tarih Felsefesi

Batı'nın içinde bulunduğu kriz durumu üzerinden değerlendirmeler


yapar. Birçok konuda her iki düşünür de uzlaşmış görünmektedir.
Lakin temelde derin farklıkları da bünyelerinde taşırlar. "Batının
Çöküşü" adlı eseriyle Spengler, içinde yaşadığı yüzyılı Batı kültürü
için gelinen son uğrak olarak değerlendirir ve gelinen bu noktadan
sonrası adına tam anlamıyla kötümserdir. Ancak Toynbee, hem
Batı'nın hem dünyanın geleceği konusunda daha ılımlı ve iyimser­
dir. Düşünüre göre modern Batı'nın bugün yüz yüze kaldığı sorunlar
maddi değil, tinseldir ve tarihin bir döngü olduğu gerçeği dikkate
alındığında bu döngü de katı değil, daha açık uçlu ve olumlu bir ya­
pıdadır. Çünkü düşünür döngüden, geçmişten bir dersin alınabilme­
si için, hem geçmişte hem de geçmiş ile şimdi arasında tekrarlar ve
benzerliklerin bulunduğunu anlar. Bu tekrarlar, insanın kendi yazgı -
sını kendisinin çizdiği alanlarda daha belirgindir ve ona göre insanın
her şeyi döngünün seyrine bırakmaması gerekmektedir. Bugünkü
durumumuz gerçekten korkunç diyen Toynbee açısından, erişilen
bilginin olanakları ile yapılan bir
••
1.
!
Toynbee'ye göre tarih, insanlara
bilimin sağladığı gibi matematik­
sel kesinlikteki öngörüler sunmaz.
Tarih, ancak tecrübeler vasıtasıyla
araştırmada, insan türlerinin, top­
lumları oluşturabilmek için kendini
yirmi kez tekrarladığı görülecektir.
Batı dışındaki uygarlık denilen in­
daha rasyonel karar alma nokta­
sında faydalar sunabilir. san toplumu temsilcilerinin ya ölü

• --�
ya da can çekişmekte olduğu da bi­
linmektedir. Fakat geleceğimizin
kendi ellerimizde olduğu, amansız bir yazgının insafına kalınmadığı
da bilinmeli,402 tarihe insanın yön verebileceği de unutulmamalıdır.
Çünkü insan olmak bir seçme özgürlüğüne sahip olmaktır, tarihe
kendi çabalarımızla yeni ve görülmemiş bir yön verme potansiyeli­
miz de vardır. Sorumluluklarımızı Tanrı ya da doğanın üstüne ata­
rak seçme özgürlüğümüzden kurtulamayız. Yaşamın olduğu yerde
umut da vardır; insan bazı konularda kendi yazgısını kendi çizebile-

402 Arnold Joseph Toynbee, Uygarlık Yargılanıyor, Çev. Kasım Yargıcı-Meh­


met Ali Yalman, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004, s. 39.
Tarih Felsefesi 1 3 7

cektir.403 Bugün Batı'nın, içinde olduğu durumdan onu kurtaracak


olan tecrübe de mevcuttur.

Tarihin ışığı altında kesin tahminlerde bulunmak olanaklı ol­


madığı gibi, bu anlamda bunu yapmanın bir pratik gaye için faydası
da yoktur. Bilimin sağladığı gibi pratik ve insan için öngörülebi­
lir bir gelecek oluşturma, tarih için fazla iddialı bir değerlendirme
olur. Günlük hayatında aklı başındaki hiçbir insan, geçmiş dene­
yimlerinden yola çıkarak gelecekle ilgili matematiksel kesinlikteki
öngörülerde bulunmaya yeltenmez. Bireyin kazanmış olduğu şahsi
tecrübeler, yalnızca öngörü yeteneğini arttırmaktadır. Bu durumda
düşünüre göre "genel olarak "tarih" diye isimlendirdiğimiz bütün in­
sanların tecrübesinin toplamı da bizim için bundan daha fazla bir
şey yapmaz':404 Tarih de zaten tüm insanlığın yaşamış olduğu ortak
tecrübedir. Lakin bireysel tecrübeler de tarih olarak ifade edilebilir.
İnsanların, yaşamları boyunca tek tek elde ettikleri tecrübeler de ta­
rihi nitelikteki birer gerçekliktir. İster şahsi yaşamında, ister toplum­
sal hayatında, insanın tecrübeyle olan bağı çok yüksektir. Çünkü de­
neyimli insan, deneyimleri sayesinde akla dayalı kararlar verebilir ve
nitelikli hükümlerde bulunabilir. Ancak bu kararlar kesin hükümler
biçiminde değil, kaba tahminler şeklindedir. Toynbee'ye göre bu du­
rumda tarihin eğer herhangi bir faydasından söz edilecekse onu baş­
ka bir alanda aramak gerekmektedir.

Tarihin son zamanlarda insan faaliyetine yaptığı en büyük etki,


unutulmuş milli duygularda görülen uyanma, yani milli şuurun
canlandırılması şeklinde görülmüştür.405 Ancak düşünüre göre, tari­
hi incelemenin alanları zaman ve mekan bakımından ulus devletler,
kent devletleri veya herhangi bir başka politik birim değil, politik
topluluktan daha geniş olan toplumlardır. Tarihi bir araştırmanın
anahtar kavramı uluslar ve devletler değil, uygarlıklardır. Uygarlık-

403 Toynbee, Uygarlık Yargılanıyor, s. 33-39.


404 Arnold Joseph Toynbee, Tarihin Faydası ve Değeri, Çev. Ahmet E. Uysal,
Dil ve Tarih-Coğrafya Konferans Metni, 1 963, s. 94.
405 Toynbee, Tarihin Faydası ve Değeri, s. 94.
1 38 Tarih Felsefesi

lan anlama ve açıklama adına yapılacak her tarihi araştırma, toplum


ve kültür ögelerine dayanmak zorundadır. Ona göre uygarlıklar or­
taya çıkar, büyür gelişir, çöker ve çözülür. Uygarlıkların türeyişini
sağlayan koşullar üzerine değerlendirme yapan düşünür, ilk olarak
nasıl olur da bir kısım toplumların durağan bir yapıya sahip oldu­
ğu yerde, bir başka toplum uygarlık seviyesine ulaşabilmektedir?
sorusunu cevaplandırır. Toynbee'ye göre bunu sağlayan şey ne tek
başına ırk ne de coğrafi ortamdır. Bu koşulları sağlayan şartlardan
ilki ırk ve coğrafya koşulunun özgün birleşimidir. İkincisi, yaratı­
cı bir azınlığın varlığı ve üçüncüsü devamlı bir meydan okuma ve
buna karşılık verme hareketidir.406 Bu koşulu sağlayan gruplar, uy­
garlıklar olarak ortaya çıkmıştır. Tarihi alandaki insanlar arası ilişki,
meydan okuma ve tepki ile açıklanabilmektedir. Meydan okuma ve
tepki, neden-sonuç ilişkisine benzemekle birlikte, onunla aynı de­
ğildir. Neden-sonuç ilişkisindeki sonuç, önceden bir belirlenmişliği
ifade etmektedir, fakat tepki, bir belirlenmişliğe tabi değildir. Tepki,
tıpkı sonuçta olduğu gibi her durumda aynı olmamaktadır. Bu ne­
denle uygarlıkların meydana gelişini açıklarken bilimden değil, mi­
tolojiden faydalanmak gerekmektedir. Mitoloj inin önemi, Toynbee
açısından, onun, yaratıcı eylem fikrini makul bir hale getirmesin­
den kaynaklanmaktadır. Böylece Toynbee, meydan okuma ve tepki­
yi, mitoloji yoluyla açıklayabilmektedir.407 Meydan okuma ve tepki,
doğa alanındaki neden -sonuç ilişkisinden farklı olarak, tarih alanın­
da, insani ilişkilerde meydana gelen itici güçtür. Tarih ve uygarlıklar,
söz konusu meydan okuma ve tepkiye göre oluşmakta, ilerlemekte
ve yok olmaktadır.

Diğer bir koşul ise uygarlıkların nasıl büyüdükleriyle ilgilidir.


Düşünürün bakış açısı itibariyle, önemli olan büyümenin anlamı ve
belirtilerinin nasıl olduğunun tam olarak anlaşılmasıdır. Büyüme,
coğrafi anlamda genişleme olmadığı gibi, fiziki çevre üzerinde git-

406 Pitirim Sorokin-Arnold Joseph Toynbee, Sorokin ve Toynbee, Çev. Erdo­


ğan Güçbilmez, Sevinç Matbaası, Ankara 1964, s. 25.
407 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 50, 5 1 , 52, 54.
Tarih Felsefesi 1 39

tikçe artan egemenlik de değildir. Büyüme, uygarlığın ilerleyen ve


biriken bir biçimde içeriden kendini işlemesi ve belirlemesidir. Çün­
kü uygarlıklar bir birliktir. Bu türden toplumsal yapılarda kardeş
kavgası olmadığı gibi, katı ve kesin bölünmeler de yoktur. Son olarak
uygarlıklar nasıl çöker ve çözülür? Toynbee'ye göre, uygarlıklar dur­
madan yenilenen dinamizmlerini kaybetmeye başlar ise şu üç çözü­
cü etkiye maruz kalırlar: a- azınlıkta bulunan yaratıcılığın ortadan
kalkması, b- çoğunluktaki taklidin artık olmaması ve c- toplumsal
birliğin kaybolması.408 Burada yaratıcı şahsiyet, toplumdaki diğer ki­
şileri kendi düşünceleri yoluyla değiştirmeye çabalayacaktır. Eğer
değişim, eylemde sürekliliği gerçekleştirebilirse, büyüme gerçekleş­
mektedir. Eğer değişme gerçekleştirilemezse, yaratıcı şahsiyet, in -
sanları kendi etrafında toplayamazsa, o zaman yıkım süreci başla­
maktadır. Düşünüre göre büyüme aşamasında, sürekli gerçekleşen
meydan okumalara başarılı tepkiler gösterilebilmektedir. Ancak yı­
kılma evresinde, herhangi bir meydan okuma karşısında başarılı bir
tepki gösterilememektedir.409 Böylece yaratıcı azınlığın soysuzlaşıp,
liyakatin terk edilmesi, çoğunluğun gözünde yönetici azınlığın ka­
rizmasının kaybolması ve onu taklit etme arzusunun ortadan kalk­
ması ve bunun tetiklediği bölünmeler ile birlik bozulacak ve çökme
meydana gelecektir.

6.4. Hans Georg Gadamer


( 1900-2002): Hermeneutiğe önemli
katkılar sunmuş ünlü Alman filo­
zoftur. Anlamanın önemi ve değeri,
gelenek ve dil üzerine yaptığı ça­
lışmalarla çağdaş dönemin önem­
li isimlerinden birisidir. Düşünüre
göre anlama her şeyin temeli olarak
görülebilir ve bizim anlamaya ilişkin
doğru olmayan kavrayışlarımız söz

408 Sorokin, s. 147- 1 5 1 .


409 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 57.
1 40 Tarih Felsefesi

konusudur. Metnin okuyucuya ilettiği şey ile okuyucunun beklenti­


leri arasında bir uyum, örtüşme olmasını beklemek hatadır. Çünkü
önyargılar, anlamanın bir eşiği olduğu gibi, ön-anlamlar olmaksızın
metnin size bir şeyler söylemesi de güçtür.410 Bu nedenle metni an­
lamaya çalışan bir kişi, onun, kendisine bir şey söylemesine hazır
olmalıdır.41 1 Bu, önyargıların yanlış yargı anlamına geldiği yanılgı­
sına da karşı bir anlama girişimini ifade eder. Zira önyargılar hep
olumsuz bir özellik gibi irdelenmiş ve yine Aydınlanma düşüncesiyle
önyargıların bir tür dogmatizm olduğu fikri aracılığıyla da bu kabul
derinleştirilmiştir. Oysa önyargılar hem pozitif hem de negatif değe­
re sahip olabilecek bir düşünce unsurudur. Yorumcunun önyargıla­
ra sahip olması anlamayı güçleştirmeyeceği gibi, aksine önyargılar
anlamanın koşullarını da oluşturur.412 Çünkü anlama, özne ve nes­
ne arasındaki bir bağ ve önyargı, ikisi arasında birleşmeyi sağlayan
işlevsel bir ögedir. Gadamer'in hermeneutiği içinde zamanın sezgi­
sel modeli, sorgulanmamış bir önyargı olarak kalmaktadır. Mesela
Collingwood'un yorum teorisi ve tarih felsefesi ise bunun aşikar red­
dine dayanmaktadır. Dolayısıyla Gadamer'in hermeneutik teorisi,
Collingwood'un yorum teorisinde bulunmayan rölatif çıkarımlara
sahiptir413denilebilir.

Gadamere göre tarihçiler, eserlerini kendi hermeneutik teorile­


rine göre yorumlamaktadır, ancak bu yapılan, bireysel metnin değil,
evrensel tarihin konu kılınmasıdır. Bireysel metnin tek başına önemi
yoktur; o sadece kaynak vazifesi görmektedir ve geçmişin diğer ses­
siz kalıntıları gibi bir materyal görevine sahiptir. Bunun için evrensel
tarih üzerine anlama girişimi hermeneutik üzerine inşa edilebilir.414

410 Hans Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem lI, Çev. Hüsamettin Aslan-İs-
mail Yavuzcan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 7.
4 1 1 Gadamer, Hakikat ve Yöntem Il, s. 8-9.
4 1 2 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 204.
4 1 3 Kobayashi- Marion, s. 84.
4 1 4 Hans Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem l, Çev. Hüsamettin Aslan- İsma­
il Yavuzcan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 275.
Tarih Felsefesi 1 4 1

Fakat b u "her tarihçinin bütün olayların anlamını günümüz için an­


lamı dahilinde işlemesi gerektiği, yani bütün olayların günümüzle
bağlantısını kurması gerektiği iddiası, gerçekten de temelde bir evren­
sel tarih ya da bir dünya tarihi felsefesi öne sürmekten çok daha müte­
vazı bir iştir."415 Çünkü hiç kimse tarihin geleceği varsaydığını ve ev­
rensel bir tarih anlatısının kaçınılmaz olarak bugünün tarihsel
bilincinin eğilimlerinden biri olduğunu tartışamaz.416 Bu anlamda
Hegel'in evrensel tarih anlayışını salt
pratik amaçlara yönelik bir değer­
lendirme olarak görmek de doğru Gadamere göre tarih, sadece ve
günümüzde var olan tarih bilinci
bir yaklaşım değildir. aracılığıyla görülür ve anlaşılabi­

Düşünürün bakış açısı itibariy­


lir. Bu nedenle tarihsellik düşün-
cesi, geçmişin, günümüzde tesiri-
ni devam ettirmesidir.
1
h

ı,.:
le hem Schleiermacher hem de Dilt-
hey, bir taraftan tarihi estetikleştir­
miş, lakin diğer taraftan yine tarihi
estetiksizleştirmişlerdir. Çünkü anlama, düşünürlerin ifade ettikleri
gibi, ilke olarak unutulmuş bir metni, özgün anlamının bozulmamış
boyutuna iade edebilen bir şey olmaktan ziyade, bu iki ufuk arasın­
daki bağdır.417 Fakat bunlara karşı Hegel, geçmiş yaşamın, eski du­
rumuna getirilmesinin sadece şimdinin geçmişinden yola çıkılarak
kurulmasının olanağını ifade etmiştir. Burada düşünür, geçmişin ye­
niden üretiminin yerine, geçmişin şimdiki yaşamla sağlanması an­
lamını dile getirmektedir.418 Gadamer'e göre tarih, sadece ve daima
günümüzde var olan tarih bilinci aracılığıyla görülür ve anlaşılabilir.
Bu nedenle tarihsellik düşüncesi, geçmişin, günümüzde tesirini de­
vam ettirmesidir. Geçmiş ise sadece bilince ait nesne yapılabilecek

4 1 5 Hans Georg Gadamer, "Hermeneutik Refleksiyonun Kapsamı ve Fonksi­


yonu", Der: Hüsamettin Arslan, Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimler,
Paradigma Yayınları, İstanbul 2002, s. 1 7.
4 1 6 Gadamer, "Hermeneutik Refleksiyonun Kapsamı ve Fonksiyonu", s. 18.
417 David West, Kıta Avrupa Felsefesine Giriş, Çev. Ahmet Cevizci, Paradigma
Yayınları, İstanbul 2005, s. 1 82.
4 1 8 Jürgen Habermas, Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Çev. Mustafa Tüzel,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 20 1 1 , s. 3 1 1 .
1 42 Tarih Felsefesi

olgular yığını değildir ve bunu bize sağlayacak olan yalnızca gele­


nektir. Gelenek, içinde bulunduğumuz ve var olduğumuz sonsuz
süreçtir.

"Gelenek daima bir parçamız, bir örnek ya da bir metot, bir


kavrayış türüdür; daha sonraki tarihsel yargımız bir bilgi türü değil,
aksine gelenek en derin ilişki türüdür. Anlama ve gelenek arasındaki
ilişki açısından bakıldığında da anlam bilimlerinde anlama, gelene­
ğe kendisiyle muhatap olma imkanı sağlar:'419 Bu nedenle tarihsel
inceleme kökten yeni bir şey olarak görülmemelidir. Daha ziyade o,
insanın geçmişiyle ilişki kuran "şey" içindeki yeni bir ögedir. Diğer
bir ifade ile tarihsel araştırmada "gelenek" unsuru kabul edilmeli ve
onun hermeneutik verimliliği sorgulanmalıdır.420 Tarihsel araştırma,
hayatın tarihsel anlamının kendisi tarafından taşındığını ve tarihsel
araştırmanın önceden belirlenmiş bir amaca doğru seyreden nesne­
ye göre anlaşılması gerektiğini ileri sürmez. işte tam olarak bu da
anlam bilimlerini doğa bilimlerinden ayıran şeyi421 dile getirir.

Tarihsel bir fenomeni anlamaya çalışırken tarihin içinde ve et­


kisi altındayızdır diyen Gadamer açısından tarih, bizim için hem
hakkında araştırma yaptığımız şeye değer olan hem de neyin araş­
tırma nesnesi olarak gündeme geleceğini belirleyendir. Tarih yeni­
den oluşturulmaya muhtaç olan atıl bir nesne olmadığı gibi, yorum
aracılığıyla bugün de etkin olmayı ve şimdiye tesir etmeyi sürdüren
bir şeydir.422 Bunun için mevcut bir görüşü hakikatin kendisi ola­
rak gördüğümüzde gerçekte orada olan fenomenin hakikatini ıska­
layabiliriz. Bu durumda tarihsel anlamanın görevi, aynı zamanda
doğru bir tarihsel ufuk kazandırmayı da gerektirir. "Kendimizi ge­
leneğe ait metnin konuştuğu tarihsel ufka yerleştirmeyi başaramaz­
sak, onun bize söylediği şeyin anlamını yanlış anlarız."423 Yorumcu,
4 1 9 Gadamer, Hakikat ve Yöntem !, s. 27-28.
420 Gadamer, Hakikat ve Yöntem !, s. 29.
42 1 Gadamer, Hakikat ve Yöntem !, s. 3 1 .
422 West, s . 1 84.
423 Gadamer, Hakikat ve Yöntem !, s. 57.
Tarih Felsefesi 1 43

tarihsel olguları yalnızca nesne konumu üzerinden değerlendirir ve


bu değerlendirmesini tek geçerli yorumlama olarak takdim ederse,
tarihi sınırlandırmış ve yine onu yanlış kavramış demektir. Tarihsel
anlamada soru-yanıt dizilerinin önemi tarihçi tarafından kavranmış
olmalıdır.424 Doğal olarak bu durumda ötekini anlamak, ancak ken­
dimizi onun yerine koymakla olanaklı olur. Anlamak, kavramların
hiçbir tesiri söz konusu olmaksızın direkt olarak hayata katılmayı
ifade eder. Tarihçinin ilgilendiği veya ilgilenmesi gereken şey de tam
olarak budur. Gerçekleri düşüncelere bağlamak değil, hayatın dü­
şündüğü, düşüncenin yaşadığı yere varmaktır. Anlama nüfuz etme,
insani idrak başarısından ve iç evren yaratmaktan daha fazla bir
şeydir.425 Aslında tarihçilerin görevi, geleneği araştırma ve geçmişi
şimdi için ulaşılabilir kılmaktır. Bu durumda tarihsel araştırma, belli
bir metni anlamanın aracı olarak hizmet eder. Bunu da bilinçle işle­
yerek tarihsel yönteme dönüştüren Dilthey'dir.426 Düşünüre göre ta­
rihçi, metinlerine bir yargıcın tavrıyla yaklaşır. Bu yaklaşım tarzıyla
tek amaç, muhtemel önyargılı tanıklardan bağımsız olgular tespit et­
mek değildir. Tarihçiyi tarihçi yapan, onun, bulduğu şeyin anlamını
kavramasıdır. Bu yüzden tarihin tanıklığı, mahkemenin önündeki
tanıklık gibidir.427Tarihin anlamını bize verecek olanda bu tutumdur.

424 Aysevener, Tarih Felsefesi, s. 203.


425 Gadamer, Hakikat ve Yöntem l, s. 294.
426 Gadamer, Hakikat ve Yöntem I, s. 276.
427 Gadamer, Hakikat ve Yöntem I, s. 294.
1 44 Tarih Felsefesi

6.5. Kari R. Popper ( 1 902-


1994): Popper'ın tarih felsefesine
ilişkin değerlendirmeleri, daha der­
li toplu olarak, ''Açık Toplum ve
Düşmanları" ile " Tarihselciliğin Se­
faleti" adlı kitaplarında bulunabilir.
Bu iki eser dikkate alındığında, "ta­
rihin belirli yasalarının keşfedilme­
siyle gelecekteki tarihsel aşamaların
bilinebileceği ve bu iddianın aslın­
da totaliter siyasete kapı araladığı
"Açık Toplum ve D üşmanları" adlı
eserinin; "tarihi kadere inanışın düpedüz hurafe olduğu ve insanlık
tarihinin akış yönünü ne bilimsel, ne de başka herhangi bir akli me-
totla tahmin etmenin mümkün

,- - -•
Popper, tarihin belirli yasalarının
olmadığı"428 "Tarihselciliğin Sefale-
ti" adlı eserinin temel tezidir. Ancak
keşfedilmesiyle gelecekteki ta­
rihsel aşamaların bilinebileceğini
Popper'ın değerlendirmelerine geç­
reddetmiştir; bu iddianın aslında
meden önce çok karıştırılan bir şeye
totaliter siyasete kapı araladığını
ve tarihi kadere inanışın düpedüz dikkat çekmek gerekmektedir. Bu da
hurafe olduğunu, insanlık tarihi-
nin akış yönünü ne bilimsel, ne
tarihselcilik ve tarihsicilik kavramla­
de başka herhangi bir akli metotla rıdır. Bu iki kavram çifti çok­
tahmin etmenin mümkün olma- �
� dığını savunmuştur. anlamlılık içinde iyice bulanıklaşmış

••
olan kavramlardır. Bazı yazarlara
göre, tarihselcilik de bir çeşit tarihsi­
ciliktir. Lakin bu tür değerlendirmelerin de farkındalığıyla ve genel
hatlarıyla, farklı kullanıldığı boyutları da dikkate alarak tanımlamak
gerekirse tarihselcilik: "her çağın salt kendi terimleriyle anlaşılabi­
leceğini, bu nedenle tarihsel dönemler arasında anlamlı bir karşılaş­
tırmadan söz edilemeyeceğini, her tarihsel dönemin o döneme dam­
gasını vuran fikirler ve ilkeler aracılığıyla yorumlanması gerektiğini

428 Kari R. Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, Çev.Sabri Orman, İnsan Yayınları,


İ stanbul 2004, s. 2 1 .
Tarih Felsefesi 1 45

savunan görüştür, aynı zamanda tarihselcilik geçmişteki insanların


eylemlerinin, tarihçinin kendi çağına ait değer, inanç ve motifler te­
mel alınarak açıklanamayacağını savunan bir görüştür:'429 Diğer ta -
raftan tarihsicilik.: 'l\lman filozofu E.Rothacker'in, evreni olduğu
kadar, insanlık tarihini de bir takım temel mekanik benzeşimlerle
kavramaya çalışan bakış açısı için kullandığı bir kavramdır:'430
K.R. Popper'ın da Hegel'in idealist tarih anlayışı ile Marx'ın tarihsel
materyalizmini, yani tarihsel gelişmelerin belli yasalara göre meyda­
na geldiğini söyleyen felsefelere inancı sınıflandırmak için kullandı­
ğı bir kavramdır.431 Tarihselcilik ise genel olarak Herder, Humboldt
ve Ranke gibi büyük figürler tarafından temsil edilen entelektüel bir
gelenek olarak görülmektedir.432 Düşünüre göre Hegel ve Marx'ın
ortaya koyduğu türden tarihsel değerlendirmeler, içlerinde totaliter­
lik bulunduran felsefi görüşlerdir. Düşünce düzeyinde ifade ettikle­
rinin her şeyi açıklamaya yeter olduğu kanaati, görüşlerinin başkala­
rı tarafından da onaylanması isteğine dönüşür. Bunun için de karşıt
görüşlere hoşgörü göstermezler ve totaliter bir anlayışın ifadesi veya
savunusu konumuna gelirler.

Her ne kadar Popper'ın eseri " Tarihselciliğin Sefaleti" şeklinde


Türkçeye çevrilmiş olsa da yukarıda yapılan tanımlamalar ışığın -
da biz Popper'ın değerlendirmelerini Tarihsicilik kavramı ile ifade
edeceğiz. Mantıki sebeplerden hareketle, tarihin akışının geleceği
hakkında önceden herhangi bir şey söylemenin olanaksız olduğunu
savunan Popper, doğal olarak tarihi, bir gayeye göre hareket eden sü­
reç olarak gören anlayışların karşısında konumlanır ve tarihsiciliğin
temel eleştirisini beş alt başlık halinde özetler:

"Beşeri tarihin akışı, beşeri bilginin artışından şiddetli bir


şekilde etkilenir.

429 Meyerhoff, s. 1 6.
430 Meyerhoff, s. 1 7.
43 1 Meyerhoff, s. 1 7.
432 Paul, s. 1 70.
1 46 Tarih Felsefesi

Akli veya bilimsel metotlarla, bilimsel bilgimizin gelecek­


teki artışını önceden haber veremeyiz.

Bu sebeple, beşeri tarihin gelecekteki akış yönünü önceden


haber vermek olanaksızdır.

Bu demektir ki, teorik bir tarihin yani teorik fiziğe tekabül


eden bir tarihi sosyal bilimin imkanını reddetmemiz gere­
kir. Tarihsel öndeyi için temel görev yapacak herhangi bir
bilimsel tarihsel gelişme teorisi olamaz.

Bundan dolayı tarihselci(tarihsici) metotların ana hedefi


yanlış kavranmıştır ve böylece tarihselcilik ( tarihsicilik)
çökmektedir:'433

Bu temel ilkeler etrafında bir değerlendirme yapan Popper,


önce tarihsiciliği açıklayıp sonra eleştireceğini ifade eder. Ona göre
sosyal bilimler metodu üzerine yapılan tartışmalarda tarihsicilik
kavramı çok sık kullanılmakta, çoğu kez hiçbir eleştiri süzgecinden
geçirilmeden olduğu gibi alınmaktadır. Tarihsiciliğe göre sosyal bi­
limlerin esas amacı tarihsel öndeyidir ve tarihsicilik, söz konusu
amaca, tarihteki evrimin arka planında bulunan, "ritimler" ve "örün­
tüler': "kanunlar" ve "yönelimlerin" ortaya konulmasıyla ulaşılabile­
ceğini savunan düşünce biçimidir.434 Aynı zamanda tarihsicilik, sos­
yal bilimi tarih olarak görür ve onlara göre tarih, tarihsel olguların
zamansal dizimine ilişkin geleneksel anlamdaki tarih değildir. Çün­
kü tarihsicilerin sosyolojiyle eşitlemeye çalıştıkları tarih görüşü sa­
dece geçmişe değil, aynı zamanda geleceğe de bakar. Doğal olarak bu
bakış açısı itibariyle tarih, etkin güçlerin ve hepsinden de önemli
olarak toplumsal gelişimin yasalarının araştırılmasıdır. Sosyal geliş­
menin kanunlarının incelenmesi ise öndeyide bulunmayı sağlayaca­
ğı gibi, tarihin seyri konusunda ve hatta tarihsel aşamaların nasıl
olacağı konusunda bilgi vermektedir. Bu temel çıkarımlar itibariyle
tarihsiciye göre tüm evrensel tarih en başından belirli olan bir plana

433 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s . 24.


434 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 65.
Tarih Felsefesi 1 4 7

göre ilerleme kaydetmektedir ve söz konusu plan açığa çıkarıldığı


takdirde gelecek de insanların gözleri önüne serilecektir. 435 Oysa ta­
rih gösteriyor ki toplumsal gerçeklikler bu iddialardan tamamıyla
farklıdır. Tarihi gelişmenin akışı en özgün akıl yürütmeler ve teorik
inşalar aracılığıyla asla şekillendirilemez. Bu türden planlamalar
güçlü grupların çıkarlarıyla uyuşsa bile, onun gerçekleşmesi adına
verilecek olan mücadeleler tarihsel süreçte bir etken olsa dahi,
sonuç,436 planlayanların arzuladıklarıyla daima çok farklı olacaktır.
Bir başka ifade ile düşünüre göre, sosyal mühendislik, gerçekçiliği ve
bilimsel karakteriyle ne kadar gururlanırsa gururlansın, toplumun
rasyonel inşasından beklenen sonuç, ütopik bir hayal olarak kalmaya
mahkumdur.437 "Çünkü böylesi bir anlayış ekmediğimiz yerde biçebi­
leceğimizi varsayar; adımlarımızı tarihe uydurduğumuz zaman her
şeyin yolunda gideceğine; kendimizin hiçbir temel karar vermemiz ge­
rekmediğine bizi ikna etmek ister ve ayrıca kendi sorumluluğumuzu
tarihin, yani güçlerin, bizim ötemizde cereyan eden şeytani oyunun
üstüne atmaya çalışır".438 Popper'a göre düşünce tarihinde bu türden
yorumlar çok fazla olmakla birlikte Platon, Hegel ve Marx özellikle
irdelenmesi gereken düşünürlerdir. Platon'a göre bozulma doğrultu­
sunda tarihsel olarak genel bir yönelim mevcuttur ve siyasi alandaki
değişim durdurulabilir. Ona göre İdeal Devlet gerçekleştirildiğinde
bozulmanın da önüne geçilecektir. Ancak bir taraftan değişimi dina­
mize eden gücün sınıf savaşları olduğunu söyler, diğer taraftan sınıf
savaşlarını ortadan kaldıracağını sınıfsız olmayan ama katı sınıflara
dayalı bir ideal devletten söz eder. Sınıf savaşlarının ortadan kaldırıl­
masıyla, ama sınıfların katı korunumuyla oluşacak olan bir siyasal
yapıda, savaşı engellemenin ve sınıf çatışmalarının durdurulmasının
yolu olarak, ekonomik çıkarların ve özel mülkiyetin kaldırılmasının

435 Bryan Magee, Kari Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev. Mete
Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1 993, s. 1 38.
436 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 65.
437 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 65.
438 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 1 6 1 .
1 48 Tarih Felsefesi

gerekliliğini öngörmektedir.439 Oysa Popper açısından bu, tarihi


dondurmaktır/durdurmaktır ve ütopiktir. Diğer taraftan Hegel, bü­
tün modern tarihsiciliğin kaynağıdır ve ona göre oluşum halinde
olan evren, yaratıcı bir evrim biçimindeki diyalektik ilerlemedir. Her
devresi ve aşaması aklın (tinin) tarihsel açılımıdır. Yöntem bakımın­
dan tez-antitez-sentez şeklinde ilerleme kaydeden bir süreç söz ko­
nusudur. Hegel'e göre tarih, "tinin kendi özünü açtığı, kendini dışa
vurduğu yer" olmak bakımından kesinlikle doğal bir oluş niteliği
taşımamaktadır. Çünkü kendisini

•• açımlamakta olan öz, özgürlüğün ta


kendisidir. Zira tin, kendisini doğa­
Popper açısından tarihe bir hedef 1
koymak ve onu yasalar çerçe­ 1

1
vesinde işleyen bir süreç olarak
da zorunluluk biçiminde açmakta­
değerlendirmek sadece bir yanıl­ dır. Bu nedenle "insanın özgürlük
gıdır.
bilinciyle" gerçekleştirdiği eylemler,

•• _..,,.,,
tarihin özüdür. Hegel, tarihin, olgu­
ların bir araya gelmesiyle oluşmuş
olan rastlantısal bir bütünlük, anlamsız olayların bulunduğu bir alan
olmadığını, onun, tinin kendini açtığı anlamlı, akılsal bir süreç oldu­
ğunu savunmuştur. Bu temel düşüncenin yanı sıra Hegelöe tarihin
teleolojik bir tarafının olduğunu da unutmamak gerekir. Tin'in geli­
şim basamakları, belli bir bütünlüğe ulaşmak için birbirleriyle bağ­
lantılı olan durumların diyalektik ilerlemesini ihtiva eder. Bir diğer
ifade ile Hegel, insanın özgürleşmesinin tarih içerisinde tamamlana­
cağını; başlangıçtaki bir birlik, özdeşlik olarak tinin aynı zamanda
"tanrısal logos" olduğunu; diyalektik oluş sürecinin bitiminde, tüm
evrenin ve tarihin yine bu birliğe, bu özdeşliğe, bu tanrısal akla vara­
cağını söyler. Tarihte kendi açılımını gerçekleştiren tin, tanrısal akıl­
dır ve tarihe egemen olan da budur. Dünya tarihinin gelişimi de bir­
birini takip eden bu dünya görüşleri içinde izlenebilir. Tin, erişmiş
olduğu her bir aşamada daha geride kalmış olan dünya görüşünü
aşmakta ve mutlak özgürlüğün gerçekleşeceği "akıl devletine" ilerle-

439 Kari R. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları I: Platon, Çev. Mete Tunçay,
Liberte Yayınları, Ankara 2014, s. 49-50.
Tarih Felsefesi 1 49

mektedir.440 Popper'a göre Hegel'in yaptığı bu değerlendirmeler,


onun için kolay işlerdir. Çünkü o, usta bir mantıkçı olduğundan do­
layı, "salt metafizik şapkalardan gerçek fiziksel tavşanlar" çıkarabile­
cek, diyalektik yöntemleri çocuk oyuncağı olarak kullanabilecek bir
kişidir. Yine Hegel'in şatafatlı ve esrarlı sözlerinin arkasında modern
bir totaliterlik ve tapınma vardır. Bir başka ifade ile Hegel'in tarihsel
sürece dair yaptığı bütün değerlendirmelerin nihai sonucu devlete,
tarihe ve ulusa tapınmayla kendini göstermiştir.441 Burada yapılan
tam anlamıyla tarihsiciliktir, ancak tarihsicilik, tarih olmadığı gibi
bir tarih anlayışı veya tarih duygusunu da içermez.442 Diğer taraftan
düşünüre göre Hegel'i tersyüz eden Marx'ın durumu da aynıdır. To­
taliter düşüncenin bir başka ayağı/kaynağı da odur. Çünkü o da in­
sanlığın gelişmesini, kendinin bulduğu bilim yasalarına bağlamıştır.
Marx'a göre, tarih boyunca toplumlar içerisinde ezen-ezilen ayrımı
süregelen bir durum olmuş ve toplumun bir kısmı, geri kalan çoğun­
luğu sömürme davranışı içerisinde bulunmuştur. Ancak bu gerçek­
lik, gerekli olgunluk sağlandıktan sonra sona erecek bir durumdur.
Bunu nihayete erdirecek olan şey ise proletarya sınıfının gücü ele
geçirerek sosyalist toplum yapısını oluşturacağı devrimdir. Devrim
yapılırken burjuvaziye dayalı üretim ilişkilerine ve özel mülkiyete
şiddet içerikli saldırılar gerçekleştirilecektir. Devrim sonrasında
burjuva sınıfının elinde olan üretim araçlarına el konulacak ve bun­
lar devlet denetimi altına sokulacaktır. Marx'a göre bu aşamadan
sonraki aşama, devletin ortadan kaldırıldığı, komünist topluma ula­
şıldığı ve üretim bolluğu içerisinde herkesin ihtiyacına göre uygun
olan yapının meydana geldiği aşamadır. Yani Marx, tarihsel değişim
ve dönüşümün yasalarını keşfetmiş ve bu yasaların işlemesi suretiyle
ideal toplum olan komünist topluma varılacağı öngörüsünde bulun­
muştur. Popper'a göre de sorun olan tam da bu öngörü ve tarihin

440 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s . 1 20- 1 22.


44 1 Kari R. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, Çev,
Harun Rızatepe, Liberte Yayınları, Ankara 20 10, s. 39.
442 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s . 76.
1 50 Tarih Felsefesi

yasalarının keşfedildiği iddiasıdır. Öncelik.le bu bir kehanettir ve to­


taliterleşmeye kaynak olacak türden bir kehanettir. Tarihsel kehane­
tin temelindeki rasyonelleştirmeler de geçersizdir.443 Olaylar Marx'ın
öngördüğü gibi gelişmemiştir. Bu kehanetçi yaklaşım serinkanlı ve
eleştirel düşüncenin önünü kesmiş, aklı kullanarak dünyayı değiştir­
menin444 mümkün olduğu düşüncesini de yaralamıştır.

Yukarıda ifade edilenler dikkate alındığında Popper açısından


tarihe bir hedef koymak ve onu yasalar çerçevesinde işleyen bir süreç
olarak değerlendirmek sadece bir yanılgıdır. Tarihe bu türden yük­
lemeler yalnızca tarihi "bir şeyin tarihi olmaklığa"445 indirgemekte,
genel içerisinden seçilen özel olgulara bir açık.lama getiren fonksiyo ­
nuna düşürmektedir. Örneğin; ekonomik ilişkiler tarihi gibi. Daha
açık ifade ile geçmiş olayları gerçekten oldukları gibi anlatan bir ta­
rih mümkün değildir. Sadece tarihsel yorumlar ileri sürülebilir ve
bunların hiç biri de nihai/son değerlendirme olmaz. Bunun içindir
ki tarih, ancak pratik ve ahlaksal açıdan değeri sorgulanabilecek olan
yorumlama etkinliğidir.446 Zira her kuşağın kendi yorumunu orta­
ya koyma hakkı olduğu gibi, bunun yapılmasına da ihtiyaç vardır.447
Tarihsicilerin iddia ettiği gibi tarihin özel veya gizemli bir anlamı da
yoktur. Tarih kitaplarında "dünya tarihi" veya "insanlık tarihi" gibi
başlıkların konulması da ona özel bir anlam katmamaktadır. Çünkü
anlatılan sadece siyasi tarihtir. İnsanlık tarihinin değil, insan haya­
tının türlü türlü görünümlerinin belirsiz sayıda tarihleri vardır. Bu,
yüceltilerek insanlık tarihi sayılır.448 İnsanlık tarihi kavramıyla siyasi
tarih maskelenir. Oysa siyasi tarihin içinde cinayet ve kitle katliam­
ları çoktur ve bunu insanlık tarihi kavramıyla yüceltmek de insanlı­
ğa ve tarihe bir hakarettir.

443 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s. 247.
444 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s. 254.
445 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s . 345.
446 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s. 238.
447 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s . 349.
448 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası, s . 350-352.
Tarih Felsefesi 1 5 1

Tarihte düzenli olgulardan çok rastlantısal ve düzensiz olgular


•.

çoğunluktadır. Bu da ondan, bilimsel bir bilgiye yaklaşma açımıza


uygun bir sonuç bekleme olanağımızı ortadan kaldırır. Tarih, do­
ğabilimsel yasalar çıkarma imkanımızı da son derece kısıtlar ve ya­
salara dayalı bir açıklamanın yerini bütünüyle yorumlama alır. Yani
tarih, düşünüre göre, açıklamanın değil, yorumlamanın alanıdır.
Lakin bu da tarih biliminden söz edemeyeceğimiz anlamına gelme­
melidir. Tarih, yorumlayıcı olarak kalacak bir bilimdir.449 Aynı doğ­
rultuda tarihsel bilimlerde aranacak olan da yasalar, bilimsel doğru­
luk veya yanlışlanabilirlik değil, durum mantığıdır. Ele aldığımız
olay ya da olaylar kümesini zihnimizde tasarladığımız bir rasyonel
kurguya dayanarak, açıklayabilmemizi450 sağlayan tam olarak budur.
Durum mantığı açısından bakıldığında tutumlar ve tutumları belir­
leyen olguların seçimi de ilgilere dayanmış olur. Bu nedenle ilgi ve
tutumlar üzerinden değerlendirilen tarih, doğruluk ve yanlışlık öl­
çütüne göre değil, verimlilik ve verimsizlik451 kıstasına dayanılarak
anlaşılır veya yorumlanır.

6.6. Varoluşçu Tarih: Varoluşçu felsefenin önemli temsilcileri­


nin aynı akım içerisinde değerlendiriliyor olmalarına rağmen, farklı
düşüncelere sahip oldukları bilinmektedir. Özellikle bu farklılığı be­
lirgin kılan, Tanrı fikrine dair yaklaşımlardır. Aynı ayrılık, tarih yo­
rumlarında da mevcuttur. Bunun için Varoluşçu düşünce geleneği
içerisinde mevcut olan iki eğilim tarih görüşünde de belirginlik ka­
zanır. Yine her bir düşünürün farklı tarih yorumları olmakla beraber
onları genel olarak iki temel anlayış çerçevesinde açıklamak müm­
kün gözükmektedir. Bunlardan ilki olan, Hıristiyan Varoluşçuluğu
olarak adlandırılan gelenek, tarihi, kutsalın tarihi olarak görmekle
beraber, insanın dünyadaki durumunu yine bu anlayış çerçevesinde,
ama varoluş düşüncesinin ana kavramlarıyla açıklar. Tanrıtanımaz
kanat açısından ise tarih, insanın bırakılmışlığının veya var olma du-

449 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 238-239.


450 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s.240.
45 1 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ) , s.240.
1 52 Tarih Felsefesi

rumunun süreci ve bunun, varoluş felsefesinin temel kavramlarıyla


açıklanmasıdır.

6.6. 1 . Jean Paul Sartre


( 1 905- 1980) : Varoluşçuluğun
en önemli temsilcilerinden bi­
ridir. Döneminin güncel olay­
ları karşısında sürekli dinamik
olmuş bir kişiliktir. Sartre'ın
tarih üzerine düşüncesi dört alt
başlıkta ele alınabilir.

a- Marksçı Tarih Görü­


şüne Eleştiriler: Sartre'ın tarih
görüşünde Marksçılığın izleri değil, derin tesirleri vardır. Lakin bu
durum, Sartre'ın tarih anlayışını Marksçılığa indirgeyecek düzeyde
değildir. Belki de Sartre'ın bu konumunu dile getirebilecek en iyi tes­
pit; Varoluşçu olan ama Marksizm'd en esinlenen, bireyi ve sınıfları
beraber düşünen, her iki konumu da harmanlayan, tarihsel bir mo­
del öneren düşünür452 olduğu ifadesidir. Çünkü Marksçılıktan ayrıl­
dığı kesin noktalar var değildir; çok fazladır. Tarihi yapan insanların
kendisidir diyen düşünür, Marksçı düşüncenin "önsel koşullar ile
insan, tarihini yapar" fikrini yeterli görmemektedir. Ona göre ön­
sel koşulları temele alarak yapılacak olan bir tarih analizinde insan,
insan-dışı güçlerin aracı durumuna düşecektir. Elbette bu koşullar
vardır. Lakin insanın pratiğinin devinimi, bu koşulların ötesine git­
mektedir.453 Diğer taraftan Marksçılığın kesin vurgusu işçi sınıfı üze­
rindedir. Oysa Sartre, işçi sınıfı kavramını çok önemsemekle birlik­
te, "bireyi" bu sınıf anlayışı içerisinde eritmemektedir.

19. yüzyılda Marksçılık, sadece tarihi yapma amacı güden bir


girişim değil, aynı zamanda kuram ve uygulamada tarihi ele geçir-

452 Zeynep Direk-Gaye Çankaya, fean Paul Sartre: Tarihin Sorumluluğunu Al­
mak, Metis Yayınları, İstanbul 20 1 0, s. 88.
453 Jean Paul Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, Çev. Rı­
fat Kırkoğlu, YAZKO, İstanbul 198 1 , s. 88.
Tarih Felsefesi 1 53

mek için hareket eden dev bir girişimdir. Bu girişim yerine getirilir­
ken hem kapitalist süreç hem işçilerin nesnel gerçekliği aydınlığa
kavuşturulmaktadır. Bu çabanın sonucunda da sömürülenlerin bir­
leştirilmesi ve savaş veren sınıf sayısının azaltılmasıyla tarih, insan
için bir anlam kazanacak, işçi sınıfı kendi bilincine vararak tarihin
öznesi olacaktır. Fakat değişik biçimde gelişmiş üretim toplulukları
var olduğundan henüz bu noktaya ulaşılamadığı gibi, birden çok işçi
sınıfının varlığı da söz konusudur. İşçi sınıfının dayanışmasını be­
nimsememek ne kadar saçma ise bu sınıfların birbirinden ayrılma­
masını önemsememek de o kadar saçma olur.454 Bu durumda biz ve
tarih ilişkisinin yeniden değerlendirilmesi gerekiyor diyen Sartre,
tarihin bize tümüyle yabancı bir güç olarak göründüğünü de kabul
etmemektedir. Tarihi, her gün kendi ellerimizle yaptığımıza inandı­
ğımız şeyden başka bir şey yaptığımız içindir ki o da tepki olarak
bizi, olduğumuza ya da olacağımıza inandığımız şeyden başka bir
şey durumuna getirmektedir. Bütün bu değerlendirmeler dikkate
alındığında Sartre'a göre Marksizm, tarihsel gerçekliği biçimsel bir
şekilde ele almıştır ve onun bu biçimselliğine varoluşçu bir yorum
katmak gerekmektedir.455 Tarihin taşıdığı anlamlar çokluğu ve gele­
cekteki bütünleyiş [bütünleşme] dikkate alınmalı, bu bütünleyişe
göre konumlanılarak ve yine bu bü-
tünleyişle çelişerek anlamlar ortaya
çıkarılmalıdır. Bize düşen kuramsal
••
Sartre'a göre tarihin taşıdığı an­
ve kılgısal görev ise bu bütünleyişi lamlar çokluğu ve gelecekteki
bütünleyiş (bütünleşme) dikkate
her gün daha yakın kılmaktır. Her alınmalı, bu bütünleyişe göre ko­
numlanılarak ve yine bu bütünle­
şey karanlıklar içinde ama yine her yişle çelişerek anlamlar ortaya çı­
şey apaydınlıktır.456 Kuramsal düz­ kanlmalıdır. Bize düşen kuramsal
ve kılgısal görev ise bu bütünleyişi
lemde yöntem oluşturabilecek araç­
••
her gün daha yakın kılmaktır.

lara sahibiz diyen düşünür, yapılma-


_____,,.,.
sı gerekeni de şu şekilde ifade

454 Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, s. 90.


455 Özlem, Tarih Felsefesi, (200 1 ), s. 234.
456 Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, s. 91.
1 54 Tarih Felsefesi

etmektedir: Tarihin tek bir anlam taşıyacağı anı yakınlaştırmak ve


onu ortak olarak yapan somut insanlar içinde çözüneceği zamanı
hızlandırmaktır.457 Tarihi ne kimliğe indirgeyerek, diyalektik mad­
deciliğin yerine mekanik maddeciliği koyarak ne de kendi kendine
tarihsel süreci oluşturan doğaüstü güce yaslanarak açıklamak ola­
naklı değildir.458 Çözüm, onu bütünleyiş devinimi içinde anlamaya
çalışmaktır. Çünkü bizi yetkili kıldığı yer burasıdır.

b- Zaman Kavramına Yüklediği Anlam: Zamansallık düzenli


bir yapıdır diyen düşünür, zamanı; geçmiş, şimdi ve gelecek üzerine
yapılan bir veriler değerlendirmesi olarak görmez. Çünkü zamanı
bu şekilde kavrarsak, şu paradokslarla karşılaşmamız kaçınılmazdır:
"Geçmiş artık var değildir, gelecek henüz var değildir, anlık şimdiki za­
mana gelince herkesin bildiği üzere o hiç var değildir."459 Zaman üze­
rine yapılacak olan bir değerlendirmede bu paradokslara düşmemek
için tek yöntem, zamana bütünlük halinde yönelmektir. Bunun için
öncelikle "geçmiş nedir? " sorusunu yanıtlamak gerekir. Sartre'a göre
insan, şimdiki zamanın anlık adacığına mahkum edilmişse, bütün
varlık kipleri özleri gereği şimdiki zamana mahkum edilmişse, insa­
nın geçmişle olan kökensel bağlarının anlamının bütün araçları da
kaybedilmiş demektir. Buna göre, "bir olay için geçmiş olmak demek,
sadece emekliye çıkarılmış olmak, varlığını yitirmeksizin etkinliğini
yitirmek demektir. Geçmişe yönelerek ele aldığımız bir olay varlıktan
çıkarılmış değildir, sadece etkimesi sona ermiştir, kendi yerinde, kendi
tarihinde ebediyen kalır."460 Oysa düşünürler geçmiş zamanı şimdiki
zamandan kopartarak, onu ayrı olarak ele almışlardır. Bu doğru bir
yaklaşım olmamakla beraber, bilince kendindenin varoluşunu at­
fetmişlerdir. Yapılması gereken, zaman fenomeninin bütünlük içeri­
sinde irdelenmesidir. Geçmiş "hiçlik'' olmadığı gibi, şimdiki zaman

457 Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, s. 9 1 .


458 Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, s . 98.
459 Jean Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, Çev. Turhan Ilgaz-Gaye Çankaya Eksen,
İthaki Yayınları, İstanbul 2009, s. 1 72.
460 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s. 1 74.
Tarih Felsefesi 1 55

da değildir. O, şimdiye ve geleceğe bağlı bir biçimde, bizzat kendinin


ondan kaynaklandığı şeye aittir.461 Geçmişin şimdiyle herhangi bir
münasebetinin kalmamış olması, geçmişin hiç olmadığı anlamına
gelmemektedir. Buna göre geçmişin, tekrar meydana getirilemez bir
duruma girmiş olduğu söylenebilir. Bir başka ifade ile geçmişimin
bu dünyada bulunmasına aracı olan kişiyim. Kişi geçmişi tasavvur
ettiği için geçmiş var değildir.

Kendinde olan geçmişten farklı olarak şimdiki zaman kendi­


içindir. Şimdiki zaman, artık mevcudiyeti bulunmayan geçmişe ve
daha meydana gelmemiş olan geleceğe zıt duran şeydir. Öteki va­
roluşlardan şimdiki zamanı ayıran en temel özellik, mevcudiyet
vasfıdır. Namevcutun zıttı olarak şimdi "burada" olandır. "Şimdiki
zaman ancak ve ancak kendi-içinin kendinde-varlığa mevcut olma­
sıdır. Ve bu mevcudiyet bir arızilik sonucu, bir eşzamanlılık münase­
betinin sonucu da olamaz; tersine her türlü eşzamanlılık münasebeti
tarafından varsayılmış olandır ve kendi içinin ontolojik yapısı olmak
zorundadır:'462 Çünkü kendi için varoluşun olgusallığı onun başka
yerde değil burada olmasını sağlar, fakat bu mevcut olmak değildir.
Burada olmak sadece kendindenin bütünlüğüne mevcut olmanın
gerçekleştiği bakış açısını belirler.463 Bu noktada unutulmaması ge­
reken, şimdiki zamanın varlık karşısında sürekli bir kaçış olduğudur.
Bu da onu var olmayan özelliğine iter ki, bundan anlaşılması gereken
de "mevcut anın" kendi içini gerçekleştirmeye ve şeyleştirmeye yö ­
nelik yayılımıdır. Bir başka ifade ile şimdiki zaman diye adlandırılan
şey, şimdiki zamanın kendisine mevcut olduğu varlıktır. Şimdiki za­
manı an formunda kavramak mümkün değildir. Çünkü o takdirde
an şimdinin olduğu an olurdu. Oysa şimdiki zaman yoktur; kendini
kaçma formu altında şimdileştirir.

Düşünüre göre gelecek bir tasavvur değildir veya gelecek na­


diren tasavvur edilmiş bir şeydir demek daha doğrudur. Bir başka

46 1 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s. 1 76.


462 Sartre, Varlık v e Hiçlik, s. 1 89.
463 Sartre, Varlık v e Hiçlik, s. 1 90.
1 56 Tarih Felsefesi

ifade ile önceden tayin edilmiş hiçbir fikir, geleceğe eş değer bir şeyi
sağlayamaz. Kendi içinin varlık ötesinde olduğu her şey gelecektir.464
Bir çerçevenin öntaslağını yapandır, ama bu belirleme değildir. Gele­
ceğe doğru varlığı mevcutlaştıran kaçıştır. "Özgür olmak veya özgür
olmaya mahkum olmaktır. Böylece gelecek, gelecek olduğu ölçüde var­
lığa sahip değildir. Kendinde olmadığı gibi kendi-içinin varlık kipin­
de de değildir, çünkü kendi içinin anlamıdır. Gelecek yoktur, kendini
mümkünleştirir:'46 5 Bunun içindir ki Sartre'a göre gelecek, düzmece
bir şey değildir, çünkü toplumun güncel çelişkilerini gösteren şey,
mesleğin, sınıfın vb. sürekli artan iş bölümünün gereklerini gösteren
şey, yine gelecektir. Bu nedenle gelecek, şematik ve her zaman açık
bulunan bir olanak olarak, güncel üzerinde dolaysız eylem olarak
ortaya çıkar. 466

c- Tarihin Akledilebilirliği: Düşünür açısından bütünleştirme


insan zihninde gerçekleştiği için, ister istemez bu özelliği itibariyle
de insan tarafından bilinir ve bu da tarihin bilinmesi ve akledilebilir
olmasına imkan sağlar. Fakat hem düşünürün tarih görüşü hem de
bu akledilebilirlik düşüncesinin tam olarak anlaşılmasında bütün­
leştirme kavramı önemli yer tutar. Bütünleştirme; "bir toplumun
tüm etkinliklerinin, erekselliklerinin ve ilişkilerinin zihinsel temsili
ve ötesidir:'467 Sadece bir kavram olmadığı gibi atalet, yalıtılmış ve
ölü olan da değildir. Bütünleştirme, toplumu kuran, inşa eden bir
öğe olmakla birlikte, değişim gösteren ve birey tarafından yeniden
kurulması gereken bir içselleştirmedir. Bu içselleştirme, bireyin ken ­
diliğinden eylemlerinin ürünü olabileceği gibi olaylar tarafından da­
yatılan ve bireyin son tahlilde zorunlu olarak içselleştirmesi468 şek­
linde de ortaya çıkabilendir.

464 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s . 1 94- 1 95.


465 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s. 1 99.
466 Sartre, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, s. 94.
467 Direk-Çankaya, s. 90.
468 Direk-Çankaya, s. 89.
Tarih Felsefesi 1 57

Tarih insan tarafından bütünleştirildiği için bilinebiliyor. An­


cak bu bilgi pozitif bilgi olmadığı gibi, felsefi bir bilgi de değildir. O,
kesinlikle öznel bir bilgidir. Zaten insan da nihayetinde öznel bir
varlıktır. Tabiatıyla bu da farklı öznellikleri ve farklı akledilebilirlik­
leri beraberinde getirmektedir. Düşünüre göre de farklı akıllar vardır
ve doğal olarak bu akılların aklettikleri de bir ve aynı şey olmamak­
tadır. Sırasıyla bunlar analitik akıl ve diyalektik akıldır. Analitik akıl,
parçalara ayıran, süreçleri bölen, donuk kareler, şeyleşmiş madde ve
rakamlar üzerinden düşünen bir akıldır. Aynı zamanda bu akıl, bur­
juva aklıdır, ezilenlerin durumunu aklileştirme açısından da şiddet
içerir ve baskılayıcı bir özelliğe de sahiptir.469 Diğer taraftan diyalek­
tik akıl ise, burjuva sınıfının teşhis edilmesi ve yok oluş koşullarının
hazırlanmasını sağlayan akıldır. Bu
iki akıl arasında tarihsel olarak süre­
gelen çelişki söz konusudur. Bu nok­
••
Sartre'a göre kolektif nesne anali­
tik ve diyalektik olanın etkileşimi­
tada Sartre, kolektif olandan söz edi­ nin ürünüdür ve o, diyalektik ol­
yor ve kolektif olanın diyalektik ya mayandır, yani antidiyalek-tiktir.
Bu antidiyalektik süreç de bizim
da analitik olmadığını, onu öznel tarafımızdan üretildiği için kavra­
nılabilir ve akledilebilirdir.
olandan nesnel olana daha yakın, di-
yalektik veya analitik olandan da üs- •• ______,
tün bir seviyede kuruyor. Kolektif
nesne analitik ve diyalektik olanın etkileşiminin ürünüdür ve o diya­
lektik olmayandır, yani antidiyalektiktir. Bu antidiyalektik süreç de
bizim tarafımızdan üretildiği için kavranılabilir ve akledilebilirdir.470
Bütün bu değerlendirmeler dikkate alındığında Sartre'ın diyalektik
süreç üzerinden kurduğu bütünleştirici tarih anlayışı üzerine çeşitli
çıkarımlara ulaşmak mümkün gözüküyor. Öncelikle farklı düşünce
ile hareket eden insanları bütünleştirici resimde görmek ne kadar
olanaklıdır? Çatışan grupların nasıl bu bütünleştirici sürece dahil
olacakları sorunludur. Sartre'a göre tarihimiz akledilebilirdir, çünkü
diyalektiktir. Tarih, çatışmalar üzerine kuruludur. Tarih ilerlemek

469 Direk-Çankaya, s. 9 1 .
470 Direk-Çankaya, s . 92.
1 58 Tarih Felsefesi

zorundadır ve çatışmalara dair öykülerde her zaman çatışan grupla­


rın birinin yenilgisi vardır. Bu sonuçtur ve sonuç anında çatışan
grupların bütünleştirmeleri netleşir.471 En açık bir dil ile Sartre'ın ça­
tışan sınıflar üzerine yaptığı değerlendirmelerini şu cümle ile izah
etmek mümkündür: "Bir çatışmanın sonunda kimin kurban kimin
cellat olduğu ortaya çıktığında, zorunlu olarak taraflar kendi rolleri­
nin bilincine vararak birbirlerini bu biçimde tanımak ve ortak bir
praksiste buluşmak zorundadırlar."472 Lakin bir sonraki adımda bu
anlama biçiminin Hegel ve Marx gibi tarihsel sürece yaklaşmak an­
lamına geldiği ifade edilebilir. Bireysel akılların üzerinde tarihin açı -
lımını sağlayan bir başka aklın var olduğu gibi bir sonuca ulaşmak
çok da yabana atılır bir değerlendirme olmaz.

d- Tarihin Sorumluluğunu Almak: Sartre, sorumluluk kavra­


mına yüklediği anlamı şu şekilde dile getiriyor: "Dünyanın içine bı­
rakılmış durumdayım: ama bu, suyun üzerinde yüzen tahta parçası
gibi düşman bir evrenin içinde terk edilmiş ve edilgin olarak kalacağım
anlamına gelmez. Bu, tersine, kendimi aniden tek başına ve yardımsız
olarak olanca sorumluluğunu taşıdığım bir dünyanın içinde angaje
olmuş bir halde bulmam demektir ve ben, ne yaparsam yapayım, bir
an için bile olsa, kendimi bu sorumluluktan kopartamam, çünkü so­
rumluluklardan kaçma arzumdan bile sorumluyum."473 Bu bakış açı­
sının sonucu, tarih tekil öznelerin fail olduğu bir süreçtir. İnsan,
mecburi olarak özgürdür. Bu nedenle tüm dünyanın yükü onun
omuzlarındadır. Böylece insan, hem kendinden hem de dünyadan
sorumludur. Karşılaştığımız şey her ne olursa olsun yakınmaya baş­
lamak akılsal bir şey değildir. Çünkü insanın hissettiği şeyi, ona ya­
bancı olan bir şey belirleyebilecek durumda değildir. İnsanın olduğu
veya yaşadığı duruma, ona yabancı olan karar veremez. Bu mutlak
sorumluluk, kabullenme olarak da görülmemelidir. Özgürlüğümü­
zün sonuçlarının mantıksal hak talebidir. Kişinin geçirmiş olduğu

471 Direk-Çankaya, s . 94.


472 Direk-Çankaya, s. 98.
473 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s . 690.
Tarih Felsefesi 1 59

bütün şeyler, yine onun vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Buna göre bi­


rey, bunların hiçbirine üzülmez, isyan etmez, bunları sineye de çek­
mez. 474 Çünkü bir başka eylem olanağı söz konusudur ve bunun so­
nucu olarak başıma gelen şey de benimkidir. Bunlardan anlaşılması
gereken de insanın başına gelen şeyler, kendisi veya bir başkası tara­
fından olsun, insani bir şeydir ve bunların üstesinden gelebilecek
olanaklar açıktır.475 Doğal olarak tarihin yapıcı öznesi olarak insanın
eylemlerinin sonucu şeklinde ortaya çıkan süreçte fail olan insan
bundan da sorumludur. Ancak Sartre'ın omuzlarına aldığı yükün
büyük olduğu kuşkusuzdur. Lakin
düşünürün hayatı dikkate alındığın-
da onun bunu seçmiş olduğu rahat­
neden ayrı tutulamayacağı gibi,
lıkla söylenebilir. tarihsel olayların sürekli akışkan­
lığı öznenin bu olaylar içerisinde
6.7. Post-Modern Tarih: Post- nasıl konumlandığı ve hangi ke-
sitler içerisinde yer aldığıyla da

••
m odern tarih anlayışında temel bir ilgilidir.
tartışma vardır; tarih disiplininin
anlatma biçimiyle geçmişin ne dü- ______,,,,.
zeyde yansıtılabileceği veya bilene-
bileceğidir.476 Diğer bir ifadeyle; "gerçek geçmişin sahici bilgisine"
sahip olunabileceği yönündeki modernist iddia üzerine bitip tüken­
mez bir eleştiri söz konusudur.

Bu şüpheci yaklaşım şu temel düşünceler üzerinden dile getirilir:

a- Yazılı tarih, toplumsal tarzda oluşturulmuş anlatı şeklindeki


bir temsildir/tasavvurdur ve bu kurulmuş anlatının objektif olduğu
iddiası sorunludur.

b- Tarih, bizim ona karışmış olduğumuz bir etkinlik olmakla


beraber, hem inşa ettiğimiz hem de inşamız aracılığıyla inşa edildi­
ğimiz bir etkinliktir.

474 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s. 687-690.


475 Sartre, Varlık ve Hiçlik, s. 687-690.
476 Alun Munslow, Tarihin Yapısökümü, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayın­
ları, İstanbul 2000, s. 1 1 .
1 60 Tarih Felsefesi

Post-modern tarih açısından nesne ve özne, birbirinden ayrıl­


ması olanaksız olan iki dilsel öge olarak dilbilimsel işlev gösterge­
leri olduğundan dolayı, tarihsel bir metin yazan tarih yazarı kendi
öznelliğini yazdığı nesneden soyutlayamaz.477 Tarihi metinler, onları
yazan özneden ayrı tutulamayacağı gibi, tarihsel olayların sürekli
akışkanlığı öznenin bu olaylar içerisinde nasıl konumlandığı ve han­
gi kesitler içerisinde yer aldığıyla da ilgilidir. Özellikle modern tarih
açısından baktığımızda tarih; belirli bir düzen içerisinde ve neden­
sonuç ekseninde değerlendirilen bir etkinlik olarak görülür. Oysa
tarihin bir neden sonuç etkinliği ve kronolojik bir düzen içerisinde
aktarılması, ona müdahale etmeyi zorunlu kılar. Bu dışsal müda­
hale, tarihsel olayın alınan kesitini, tarihçinin görme gücüne ve ne
yapmak istediğine açık bırakmaktadır. " Tarihin bilimsellik iddiası,
tarihçinin olayları bir seçme süreci sonucu belli bir düzen içerisinde
anlatıya çevirmesiyle zaten yıkılmaktadır:' Sadece seçme ve ayıkla­
ma, öznenin ilgisine tarihsel olayın terk edilmesi, öznenin nesnellik
iddiası adı altındaki faaliyetini yalnızca bir gösterilene
dönüştürmek­
tedir. Şu unutulmamalıdır ki tarihçiler, belgelere belli bağlamlar içe­
risinden yaklaşırlar. Ele alınan bir metin şimdiki zaman penceresin­
den bakılarak çözümlenmektedir. Örneğin; geçmişte kalmış Fransız
devrimine yönelik inceleme yapıp söz konusu devirle ilgili yazımını
gerçekleştiren bugünün tarihçisi, ele almış olduğu metinleri, kuşkusuz
kendi bulunmuş olduğu dönemin söylemleri ve bağlamları çerçevesin­
de değerlendirecektir. Bu durum, metne yeniden bağlam kazandırıl­
ması adını almaktadır. Dolayısıyla hem okunan metni kendi çağının
söylemleri ve kişisel konumu üzerinden hem de yazılan metni bu
ilişkinin bağlamından üretmiş olacaktır.478 Böylece geçmiş ve bugün
arasındaki etkileşimi gösteren çoğul okumalar ortaya çıkacak ve ta­
rihin nesnel yazımının olanaksızlığı aşikar olacaktır.

477 Oppermann, s. 7.
478 Oppermann, s . 5.
Tarih Felsefesi 1 6 1

6.7. l . Michel Foucault


( 1926- 1984): Foucault ciddi bir
tarih araştırmacısı ve kişisel anla­
yışla tarih üzerine önemli değer­
lendirmeleri olan bir düşünürdür.
Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu,
Kelimeler ve Şeyler, Gözetlemek ve
Cezalandırmak, Cinselliğin Tarihi
adlı eserlerinde de yoğun bir ta­
rih araştırması mevcuttur. Diğer
taraftan Bilginin Arkeolojisi adlı
eseri, söylemin özü üzerine bir
teori olduğu gibi, aynı zamanda tarihin ve tarihselliğin özüne iliş­
kin, tarihin ve tarihselliğin söylemle açıklandığı bir teoridir. Ancak
Foucault'nun tarih üzerine yaptığı değerlendirmelerin anlaşılırlığı ve
metodolojisinin anahtarları olması açısından Arkeoloj i, Geneaoloj i
( Soykütüğü), Arşiv ve Süreksizlik kavramlarının düşünür açısından
ana hatlarıyla hangi bağlam içerisinde kullanıldığı oldukça önem­
lidir. Çünkü tarihin, dönemlere dayalı söylemlerin meşruluğunu
sağlamak için nasıl kullanıldığı, bu dört kavram sayesinde anlaşıla­
bilecektir.

Arkeoloji: Benim anladığım anlamda diyor Foucault, arkeoloji,


ne j eolojiye (toprak altının analizi) ne de genealoj iye (soykütüğüne)
yakındır; arkeoloji, söylemin arşiv kipinde analizidir. Arkeoloji
bilginin olanaklı koşullarını, amaçsal ya da izleksel içerik düzeyi­
nin altında işleyen söylemsel rasyonelliğin oluşumunun belirleyici
kurallarını tanımlama girişimidir. Çünkü bu kurallar, karakterleri
bakımından evrensel ya da değiştirilemez olmayıp, tarihsel olarak
değişmektedirler ve verili söylemsel bölgelere özgüdürler. Yine bu
kurallar, tikel bir tarihsel çağın ampirik düzenlerini ve toplumsal
pratiklerini belirleyen "episteme"yi ya da bilgi şekillenimini inşa
1 62 Tarih Felsefesi

eden "bir kültürün temel kodlarıdır':479 İşte arkeoloji bu kodlar üze­


rine çalışır.

Geneaoloji (Soykütüğü): Süreklilik, teleoloji ve özdeşlik yeri­


ne, söylemsel kesintililiğin ve dağılımın saptanması, tarihsel olayın,
gerçek karmaşıklığı içerisinde kavranılmasını sağlayan mikrolojik
bir konumdan hareketle toplumsal olanın yeniden incelenmesidir.480
Düşünüre göre "soykütüğü yeni bir tarihsel yazım tarzı olarak ifade
edilebilir ve soykütükçü, yeni bir tarihçi olarak karşımıza çıkar. Ar­
keoloji yerel söylemselliklerin analizine elverişli metodoloji olurken;
soykütüğü bu yerel söylemlere ilişkin betimlemelerin temelinde, ser­
best bırakılan tabi bilgilerin oyuna kazandırılacakları taktikler ola -
caktır:' Arkeoloj inin öznenin kurmaca bir inşa olduğunu gösterme­
ye giriştiği noktada, soykütüğü özne inşasının maddi bağlamını ön
plana çıkarır. Tabi kılınmanın politik doğurgularını tarif etmeye ve
tabi kılıcı pratiklere karşı oluşan direnişlere yardım etmeye çalışır.
Arkeoloj inin insan bilimlerinin hümanist bir zeminde durdukları
eleştirisi, soykütüğünde iktidarın işleyişiyle bağıntılandırılır ve ta­
rihsel bilgiyi yerel mücadelelerin hizmetine sunmaya çalışır.481 So­
nuç olarak soykütüğü, Foucault'nun odak noktasında bir değişikliği
ifade etse de bu, çalışmalarda bir kı­

•• rılma anlamına gelmeyip, daha ziya­


Foucault için tarih, aynı zamanda de analizin kapsamının genişletilmiş
bir bilgi ve iktidar biçimidir; diğer
bir deyişle, geçmişi, onu bilmek olduğunu gösterir.
biçimi altında denetleme ve ehli­
leştirme aracıdır. Arşiv: Foucault'nun ifadesiyle

••
arşiv, bir kültürün kendi geçmişinin
_..,,, belgeleri, kimliğinin tanığı olarak
sakladığı metinler toplamı, belleğinin koruma altına alınması ve sür­
dürülmesi istenilen söylemleri kaydetme ve saklama imkanı tanıyan

479 Steven Best-Douglas Kellner, Postmodern Teori, Çev. Mehmet Küçük, Ay­
rıntı Yayınları, İstanbul 201 1 , s. 60.
480 Best-Kellner, s. 66.
48 1 Best-Kellner, s. 67.
Tarih Felsefesi 1 63

kurumlar anlamında bir kullanıma sahip değildir.482 Bilfiil telaffuz


edilen söylemler kümesidir; söylemler içerisinden herhangi birisi
değil, bir dönem içerisinde bilgi olarak kabul edilecek şeyi belirleyen
söylemler grubudur. Yani arşiv, bütünlüğü içerisinde betimlenebi­
lir değildir; arşiv aktüelliği içinde, sınırları çizilemez olandır.483 Bir
başka ifadeyle arşiv, "bir kültür içerisinde ifadelerin ortaya çıkışını
ve yok oluşunu, olayların ve şeylerin sürekliliklerini, paradoksal va­
roluşlarını belirleyen kurallar" oyunun adıdır.484

Süreksizlik: Foucault, tarih yazımlarındaki süreklilik düşünce­


sini radikal bir biçimde eleştirmiştir.485 Alışılagelmiş olanın aksine
süreksizlik, düzen kavramının dağılımı için kullanılır. Zamansal bir
kesinti anlamında bir göndermesellikten daha ziyade, süreksizlik; bir
tarihsel dönemden bir başka tarihsel döneme geçişte olguların artık
aynı tarzda algılanmaması, betimlenmemesi ve sınıflandırılmaması
gerektiğini ifade eder. Tarihsel çözümlemenin temel unsuru ve ta­
rihçinin kesinleşmiş bir faaliyetidir ki, bu faaliyet; analizin mümkün
düzeylerini, her birine özgü olan yöntemleri ve bu yöntemlere uygun
düşen dönemleri birbirinden ayırır.486

Tarihin tuhaf bir şekilde kutsallaştırıldığı, birçok entelektü­


el tarafından tarihe, bilgiye dayalı olmayan ve geleneksel mesafeli
saygının duyulduğu, tarihin haç işareti altında, her söylemin haklı
davaların tanrısına ibadet olarak algılandığı eleştirisi, düşünürümü­
zün tarih yazımı ve araştırmasına getirdiği temel eleştiridir.487 Fo­
ucault için tarih, aynı zamanda bir bilgi ve iktidar biçimidir; diğer

482 Michel Foucault, Bilginin Arkeolojisi, Çev. Veli Urhan, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 201 1 , s. 1 55.
483 Foucault, Bilginin Arkeolojisi, s. 1 57.
484 Foucault, Bilginin Arkeolojisi, s. 1 0.
485 Noel Bonneuil, "The Mathematics of Time in History", History and 1heory,
Vol. 49, No. 4, Theme Issue: 49: History and Theory: The Next Fifty Years
(December 20 10), Published by Wiley for Wesleyan University, s. 30.
486 Foucault, Bilginin Arkeolojisi, s. 20.
487 Michel Foucault, Seçme Yazılar 5, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yay ı n l a r ı . ı ,
tanbul 2004, s . 64.
1 64 Tarih Felsefesi

bir deyişle, geçmişi, onu bilmek biçimi altında denetleme ve ehli­


leştirme aracıdır. Daha yalın olarak tarihçi, geçmişin görünümünü
bugünün renklerini kullanarak boyar. Günümüzü geçmişle açıklar;
bunu yaparken de hakikati ifşa ettiğini iddia eder ya da ikisi üze­
rine bir hakikat iddiasında bulunur. Çünkü tarih yazımı, etkileri
olan bir pratiktir.488 Zira tarihçilerin politik devrimlere bağlı olarak
duraklara ayrılan belirgin dönemlendirme çabası da tam olarak bu
bağlamda bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü yöntemsel
olarak dönemlendirme, her zaman mümkün olan en iyi parçalama
biçimi değildir. Aynı zamanda dönemlendirme, bir düzen ve teleo­
loj i arayışı olarak karşımıza çıkar ki bu da ayrı bir problemdir. Oysa
tarih, görünür bir süreksizliğin altında büyük bir süreklilik olarak
değil, üst üste konmuş süreksizliklerin iç içe geçmesi olarak tezahür
eder.489 Bu durumda tarih bir süre değildir; birbirlerine dahil olan
sürelerin toplamıdır. Çünkü tarihsel zaman fikrinin kökünde tüm
fenomenleri ve tüm olayları sürükleyen biyoloj ik evrim gibi bir şey
yoktur; sadece çoğul süreler vardır ve bu sürelerin her biri belli tür
olayların taşıyıcılarıdır.

Söz-merkezcilik karşıtı bir tutumdan hareketle, insan zihni bağ­


lamında gerçekten de bilinir olan esas bir hakikate doğrudan ulaşma
imkanının olmadığını söyleyen Foucault'ya göre geçmiş, şimdi ve ge­
lecek adına, meşru ve gayrimeşruluk için bir çerçeve oluşturabilecek
tek gösterme süreci için elimizde bulunan sadece ve sadece "dil"dir
der. "Tarihçiler, şeylerin gerçek dünyasına tekabüliyet sağlamaktan
ya da sorunsuz bir biçimde onu temsil etmekten çok, tarihi oluştu­
ran dil'sel temeli, anlatısal önermeleri incelemelidir; yani tarihçiler,
orijinal anlam arayışını terk etmelidir:'490 Orijinal anlam arayışı gibi,
modernist teorilere ait çeşitli mitler vardır, tarihin inşasında insanı
yanılgıya sürükleyen ve dilin bu inşadaki önemini gölgeleyen asıl

488 Mark Poster, Foucault, Marksizm ve Tarih, Çev. Feride Güler, Otonom Ya­
yıncılık, İstanbul 2006, s. 84-85.
489 Foucault, Seçme Yazılar 5, s. 285.
490 Munslow, s. 1 82.
Tarih Felsefesi 1 65

yanılgı sebepleri de bu mitlerdir. Belki de en güçlü orijinal anlam


arayışı düşüncesinin indirgemesi olarak görülebilecek olan mit ise,
"nesnellik'' iddiasıdır. Modernist tarih anlayışı açısından bakıldı -
ğında tarihçi, tarihsel bir olayın hem araştırılması hem de yazılması
sürecinde "nesnel" hareket edebilir. Çünkü bir bilim adamı nesnel
olmak durumundadır ve nesnel olmak, geçmişin gerçekliğini ortaya
koyma anlamında bilimselliğin temel ölçütüdür. Oysa düşünürümü­
ze göre nesnellik adına ortaya atılan modernist teorideki sözcükler,
şeyler, önermeler ve deliller arasındaki göndermeselliğin mümkün­
lüğü söz konusu değildir. Tarihin, geçmiş gerçekliği temsil/tasav­
vur ettiği iddiası onu; dilin bağlamlarından kurtarmak, iktidarların
kendilerini meşrulaştırmak için tarihe başvurdukları gerçeğinden
uzaklaştırmak adına olsa dahi bir yanılgıdır. Tarihin meşrulaştırı­
cı bir otorite olarak ortaya alınması kipindeki modernist algı, hem
iktidarın hem iktidarı elde etmek isteyenlerin faydasına tarihi dö­
nüştürmüştür. Yani hem hakim hem de bağımlı konumunda olanlar,
kendi ideolojik amaçları doğrultusunda tarihe aynı modernist gözle
bakmaktadırlar. Oysa bu bakış açısıyla tarihin nesnesi kılınmaya ça­
lışılan şey; yani "insan" söz konusu olduğunda, yeniden düşünmek
gerekir. İnsanın kendisi böylesi bir algıyla tarihsel değildir: "zaman
ona kendisinden başka bir şeyden geldiği için, kendini Tarih nesne­
si olarak, ancak varlıkların tarihine, kelimelerin tarihine çakışarak
oluşturabilmektedir. Onların saf olaylarına tabidir. Fakat bu basit
edilgenlik ilişkisi hemen tersine dönmektedir: çünkü dilin içinde
konuşan, iktisadın içinde çalışan ve tüketen, insan hayatının için­
de yaşayan insanın bizzat kendisidir: ve bu durumdan ötürü onun
da varlıklarınki ve şeylerinki kadar pozitif ve özerk . . . oluşa hakkı
vardır:'491 Bu hak, insanın bizatihi kendisinin tarihsel bir derinliğe
sahip olduğunu göstermekle kalmayıp, hem tarihi, çeşitli soyutlama­
larla bütünlükçü okumaya çalışan Hegel felsefesine ve hem de tarihi
bir nedenler silsilesine indiren MarxÇı tarih anlayışına eleştirel bir
temel oluşturmaktadır.

49 1 Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler, Çev. M.Ali Kılıçbay, İmge K i ı a l w v ı .


Ankara 1 994, s . 477.
1 66 Tarih Felsefesi

Foucault, Nietzsche gibi bütün modemist tarihin iddialarını


son tahlilde geçersiz görür ve naif ampiristlerin "zaman ötesi ve öz­
sel" olduğuna inandıkları tarihsel hakikatleri tespit etme çaba ve ar­
zularını elinin tersiyle iter. 492 Ampirizmden kesin bir kopuş olarak
ifade edilebilecek olan bu yaklaşım açısından; nesnellik iddiasının
kendisinin tarihsel ve kültürel bir kurmaca olduğu göz önüne alınır­
sa, herhangi bir şeyi nesnel olarak bilmenin mümkün olmadığı da
görülecektir. Geçmişin belgelerinin

•• "akılcı, bağımsız ve tarafsız incelene­


bileceği düşüncesi" bir tarihçinin
11
Foucaulı; dünyayı bütün yönle­
riyle açıklama iddiasında olan her
başvurduğu veya başvurmak zorun­

1
türden geniş çaplı kuramsallaş­
tırmalara şiddetle karşı çıkar. Bu da olduğu temel bir iddiadır. Tarih
yönüyle Foucault'nun Nietzsche'ci
tarih görüşüne bağlılığı bir tutar­ disiplininin ancak böylesi bir tavırla
lılığı da ifade eder.
ayakta kalabileceği düşüncesi ise,

•• _...,,,
hem tarihçi adına hem disiplin adı­
na rasyonel bir haklılaştırma olarak
görülebilir. Klasik olmakla birlikte çağdaş temsilcileri de olan bu
yaklaşımlar; tarihin ideoloj iler aracılığıyla* ve yeniden kurgu** dü­
şüncesiyle kirletildiği kanaatindedirler. Düşünürün özellikle de;
"Şeylerin Düzeni: Bir Beşeri Bilimler Arkeolojisi" adlı kitabında vur­
guladığı da; Batı kültürünün bilgiyi, özel olarak da tarihsel bilgiyi
nasıl örgütlediğidir. Ona göre geçmişte yaşayan insanlar ve tarihçi­
ler, deneyimi ve belleği düzenlerken, söylemin ve sosyal/kültürel
pratiğin bunlar üzerindeki etkisi. . .493 kaçınılmazdır. Bunun için dü­
şünür, tarihçi hiçbir zaman nesnel olamaz der; çünkü "tarihin, tarih­
çiden de tarihçinin kendi zamanından ya da kültürel bağlamından

492 Munslow, s. 1 84- 1 85.


Marksist tarih görüşü, bu düşünürlerin büyük bir çoğunluğu için, tarihi,
akılcı, bağımsız ve tarafsız değil, aksine kendi zihin dünyalarına göre yo­
rumlamışlardır. Hatta belge seçiciliğinde bulunmuş ve yanılmışlardır.
R.G.Colingwood ve B.Croce gibi düşünürler, tarihi, geçmişin yeniden zi­
hinde canlandırılması olarak görmektedir. Böylesi bir tarih tasarımının
gerekliliği fıkri kabul edilemezdir.
493 Munslow, s. 1 8 1 - 1 82- 1 84.
Tarih Felsefesi 1 67

da bağımsız olamayacağını ileri sürer ve dolayısıyla tarihin aldığı


gerçek yönü keşfetmekten daha önemlisinin, dilin anlam yaratma
gücünü kavramak olduğunu ileri sürer"494 ve geleneksel ampirist il­
keye karşı çıkar. Bu durumda modern bir iddia olan "nesnellik" hem
genel olarak hem özel olarak tarih pratiği adına temellendirilemez ve
dağılmış bir tema durumunda görülür.

Dizgesellik karşısında eleştirel tutumu asla elden bırakmayan


Foucault; dünyayı bütün yönleriyle açıklama iddiasında olan her
türden geniş çaplı kuramsallaştırmalara da şiddetle karşı çıkar. Bu
yönüyle Foucault'nun Nietzsche'c i tarih görüşüne bağlılığı bir tutar­
lılığı da ifade eder. Düşünüre göre, geleneksel ya da bütünlüklü tarih,
bir taraftan olayları büyük açıklama dizgeleri yanında çizgisel süreç­
lere sokarken, diğer taraftan eş zamanlı olarak önemli tarihsel anlar
ile kişilere yönelir. Bu ana yönelim, egemenin gölgelediği küçük ve
değersiz bulunan bilgilerin göz ardı edilmesine neden olur. Bu du­
rumda yapılması gereken soykütüğe başvurmaktır.495 Diğer taraftan
bütünlüklü tarih, her birinin kendine özgü kırılmaları olan ve daha
derin platformlara inildiği ölçüde de kırılmaların daha derinleştiği
gerçeğini göz ardı eder. Bu durum kaçınılmaz olarak uyumsuzlukla­
rı ortaya çıkarır: bu da zorunlu bir tutarlılığın ve nedenselliğin yer­
leştirilmesi alışkanlığından doğan geleneksel bir analiz496 sorunuyla
tarihçiyi yüz yüze bırakır.

Yine geleneksel tarih, "tarih dışı bir perspektif" sunan bir tarih
formudur. Bizim "tarihsel hissimize" tarih dışı perspektif egemen­
dir ve metafiziğin taleplerine boyun eğer. Bu tarih dışı perspektifle
tarih, bir başlangıç noktası ve bir ileri doğru serimlenişi ifade eder.
Böylesi bir modern tarih anlayışının en güzel örneği; tarihi tin'in bir
açılımı, serimlenişi olarak gören G.W.F. Hegele aittir. Bu türden bir
tarih okuması, kendi içerisine kapanışı beraberinde getirir. Başlan-

494 Munslow, s. 1 84- 1 86.


495 Madan Sarup, Post- Yapısalcılık ve Post-modernizm, Çev. Abdulbaki Güçlü,
Kırk Gece Yayınları, İstanbul 2010, s. 9 1 -93.
496 Foucault, Bilginin Arkeolojisi, s. 14.
1 68 Tarih Felsefesi

gıç noktası ve ilerleyen süreç, öznenin dışsal inşası olduğu için de


sorgulama ve eleştirel olmadan yoksundur. Bu anlayış, tarihi, bir ne­
denler silsilesinin kronolojisi durumuna sokar. Tarih ilk nedene tabi
kılınır ama nedenlerin sorgulanmasına hiç cesaret edilmez.497 Bu­
nun içindir ki düşünür açısından geleneksel tarih anlatı formumuz
sınıf savaşı, insan doğası ya da Tanrı gibi bir belirleyici, yönlendirici
düşüncesi üzerine kurulur. Bu, klasik bir nedensellik içerisine hapis
olmaktır. Oysa güç ilişkileri tarihi, nedensellikten daha ziyade ras­
lantısallığa sürükler. Güç ilişkileri egemen olma, baş eğme ve karşı
koyma tutum ve davranışlarına yol açar. Bu ise belirlenemeyen, ne­
denselliğe bağlanamayan karmaşık ve rastlantısal bir sürecin varlığı­
na işaret eder.498 Eğer süreç, karmaşıklık ve rastlantısallık üzerinden
bir araştırmaya, analize tabi tutulursa, modern tarih temalarından
neden fikri dağılmış ve sadece bir kurgu olarak işlenmiş nominal bir
etkinliğe dönüşür.

Modernist tarih anlayışına yönelik Nietzsche izlekleri taşıyan


eleştiriler, Foucault'nun tarih/tarihçi adına dile getirdiği son değer­
lendirmeler değildir. İnşa etme, indirgeme, rasyonelleştirme, kaba
olguculuk, ilerleme, istikrar, ideoloj i, kurgu, kökler ve tarih gibi bü­
tün modernist temalardan tamamen uzak olma anlamında düşünür,
tarihin/tarihçinin ne olduğu/tarihçinin neyi araştırması gerektiği
adına da "arkeoloj ik betimleme" kavramsallaştırmasıyla birçok şey
söylemektedir. Çünkü Foucault açısından yeni tarih, söylemin ar­
şiv kipinde analizini yapabilmenin bir ürünü olmalı, yeni tarihçi,
egemenin gölgelediği söylemi analiz edebilmelidir ve aynı zaman­
da anlamı, tarih içine atma ve eylemin arkasındaki eylemci fikrin­
den uzak durabilmelidir. Düşünür açısından bu durum iki neden­
den ötürü problematiktir; anlamı tarih içine atmak problematiktir,
çünkü elimizde olan tek şey maddi sonuçlar ve maddi edimlerdir;
şeylerin içinde özsel anlam yoktur. Eylemin arkasındaki eylemci fik-

497 Christopher Falzon, Foucault ve Sosyal Diyalog, Çev. Hüsamettin Arslan,


Paradigma Yayınları, İstanbul 200 1 , s. l l 1 .
498 Gençay Şaylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, Ankara 2009, s . 326.
Tarih Felsefesi 1 69

rini savunmak sorunludur, çünkü; eylemin arkasında özsel bir özne


yoktur; tarihin içinde özsel bir düzen de yoktur. Aksine düzen, tari­
hi yazmanın ta kendisidir. Tarih her zaman şimdiki zamandaki ilgi
konusu olan şeylerce ele alınmıştır. Bu yüzden de tarih, her zaman
şimdinin perspektifinden yazılmıştır; bu durumda tarih; şimdinin
duyduğu bir ihtiyacı yerine getiren bir etkinlikten ibarettir. Dolayı­
sıyla geçmişin şimdiye gelmesi tehlikesi söz konusudur ve aslında
olan budur; böylesi bir taşınma durumunda tarih, varsa kendi ger­
çekliğinden kopmuş değil midir?499 Düşünür, neden fikrinden böyle
bir taşınmanın mümkün olduğu sonucuna ulaşır ve ona göre, bugü­
nün her zaman bir dönüşüm süreci olduğu olgusu göz ardı edilme­
den, neden kavramının sonuç kavramı üzerine hakimiyet kurmasına
izin verilirse, bu durum kaçınılmazdır. Kısacası geçmiş, yeni olaylar
ışığında, yeni anlamlar kazanır. Bu, geçmiş ile bugün arasında var
olduğu iddia edilen tek nedensellik fikrinin yadsınması olduğu gibi,
tarihin her zaman şimdinin tarihi olduğu fikrinden hareketle, hiçbir
geçmiş dönemin kendi terimleriyle anlaşılamayacağı sonucunu verir
ki bu da tarihselcilik tehlikesini azaltır.

Düşünürün geleneksel ve modern tarih anlayışına ilişkin


yapmış olduğu bu eleştirel değerlendirmeler, tarihçiler açısından
Foucault'yu, tarihe, tarih dışından bakan bir kişi olarak resmetmeye
itmiştir. Oysa Foucault'nun tarihe ilişkin değerlendirmeleri gerçekte
tarihin dışında bir konumu varsaymaz. Geleneksel olana ilişkin eleş­
tirel değerlendirmeler bir aşkınlık düşüncesinin aksine, mikrolojik
bir analiz etkinliğidir. Yine düşünürün tarih anlayışından geçmişin
tam, kesin ve nötr bir yorumunu sağlama iddiası da çıkarılamaz.
Geçmiş adına ortaya konulan kesin yargılar modernizme ait bir
etkinlik iken, tam ve kesin ifadeleri bir "hakikat" fikrini veya buna
inanmışlığı gerektirir ki düşünür hakikat fikrini veya kavramsallaştı­
rılmasını büyük bir yalan olarak görmektedir. Aynı zamanda bugün
tarih, tarihi dokümanları yorumlamayı değil, onun doğruyu dile

499 John Lechte, Elli Anahtar Çağdaş Düşünür, Çev. Barış Yıldırım, Açıl ım K i
tap, İ stanbul 2006, s . 204-205.
1 70 Tarih Felsefesi

getirip getirmediğini; gerçek değerinin ne olduğunu belirlemeyi de­


ğil, onu içerden oluşturmayı ve özümlenir hale getirmeyi ilk görevi
sayar. soo Bu, artık tarihin geleneksel bir formla hareket etmediğinin
de yeni ilgi ve anlayış ve metodolojilerin oluştuğunun da göstergesi
olarak değerlendirilebilir.

500 Foucault, Bilginin Arkeolojisi, s. 1 7.


KAYNAKÇA
Acun, Fatma, "Tarihin İnşası Sürecinde Belge ve Kullanımı", Cumhuriyet
Döneminde Türkiye'de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu, Ankara
1 8-20 Mart 20 10, Türk Tarih Kurumu: Ankara 20 1 1 .
Akarsu, Bedia, "Nietzsche'nin Tarih Karşısında Tutumu': İstanbul Üniversitesi
Felsefe Arkivi Dergisi, 20 12.
Aristoteles, Poetika, Çev. Samih Rifat, K Kitaplığı, İstanbul 2003.
Arslan, Ahmet, İbni Haldun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009.
Aster, Ernst von, İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, Çev. Vural Okur, İm Yayınları,
İstanbul 2000.
Augustinus, Saint, İtiraflar, Çev. Dominik Pamir, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1 999.
Aysevener, Kubilay, "Antikçağ'dan Günümüze Tarih Tasarımları", CTTAD,
VIII/ 18- 19, (2009/Bahar-Güz).
Aysevener, Kubilay, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, İstanbul 20 15.
Aysevener, Kubilay, "Tarih ve Döngüsellik", Felsefe Dünyası, Sayı:3, Mart, 1 992,
ss. 8 1 -89.
Aysevener, Kubilay, "Tarih ve İlerleme'', Felsefe Dünyası, Sayı: 14, Kış: 1 994, ss.
65- 7 1 .
Beer, Max, Hegel'in Felsefesi ve Marx'ın Tarih Anlayışı, Çev. F. Sabit, Öncü
Kitabevi, İstanbul 1 969.
Berkowitz, Peter, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, Çev. Ertürk Demirel,
Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003.
Berlin, Isaiah, Vico and Herder: Two Studies in the History of Ideas, Chatto and
Windus Ltd., London 1 976.
Bernard, F., M., "Natura! Growth and Purposive Development: Vico and
Herder': History and 1heory, Vol. 1 8, No. 1 (Feb., 1 979), Published by: Wiley
for Wesleyan University, pp. 1 6-36.
Best, Steven-Kellner, Douglas, Postmodern Teori, Çev. Mehmet Küçük, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul 20 1 1 .
Bıçak, Ayhan, Tarih Felsefesi, Dergah Yayınları, İstanbul 20 1 5.
Bonneuil, Noel, "The Mathematics of Time in History", History and 1heory,
Vol. 49, No. 4, Theme Issue: 49: History and 1heory: The Next Fifty Years
(December 20 1 0), Published by Wiley for Wesleyan University, pp. 28-46.
Carr, Edward, Hallett, Tarih Nedir?, Çev. Misket Gizem Gürtürk, İletişim
Yayınları, İstanbul 2004.
1 72 Tarih Felsefesi

Cevizci, Ahmet, Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitabevi, Bursa 2002.


Cevizci, Ahmet, Aydınlanma Felsefesi Tarihi, Asa Yayınları, Bursa 2008.
Chang'ach, John, Koskey, Development of Philosophy of History Since 1 900,
Open Science, New York/U.S.A., 20 15.
Collingwood, Robin, George, Bir ôzyaşam Öyküsü, Çev. Ayşe Nihal Akbulut,
Y.K.Y, İ stanbul, 1996.
Collingwood, Robin, George, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı
Yayınları, Ankara 2007.
Collingwood, Robin, George, Tarihin ilkeleri ve Tarih Felsefesi Üzerine Başka
Yazılar, Çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Y.K.Y, İ stanbul, 2005.
Comte, Auguste, Pozitif Felsefe Kursları, Çev. Erkan Ataçay, Sosyal Yayınlar,
İ stanbul 200 1 .
Comte, Auguste, Pozitivizm ilmihali, Çev. Peyami Erman, Milli Eğitim
Basımevi, İstanbul 1986.
Copleston, Frederick, Felsefe Tarihi: Fransız Aydınlanmasından Kanta, Çev.
Aziz Yardımlı, İdea, İstanbul, 2004.
Cracraft, James (Review by), "The Specter of Marxisın': Reviewed Work(s):
History's Locomotives: Revolutions and the Making of the Modern World
by Martin Malia and Terence Emmons, History and 1heory, Yol. 48, No.
1 (Feb., 2009), Published by Wiley for Wesleyan University, pp. 105- 1 12.
Çevik, Mustafa, Tarih Felsefesi, Anı Yayıncılık, Ankara 20 14.
Çiğdem, Ahmet, Aydınlanma Düşüncesi, İ letişim Yayınları, İ stanbul 2003.
Demir, Muzaffer, "Herodotos ve Yabancı Kültürler: Mısır Örneği", Tarih
incelemeleri Dergisi, Cilt: XXVII, Sayı:2, 20 12.
Demir, Remzi, Türk Aydınlanması ve Voltaire, Doruk Yayınları, Ankara, 1 999.
Dilthey, Wilhelm, "Hermeneutiğin Doğuşu': Çev. Doğan Özlem, (Wilhelm
Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap
Yayınevi, İ stanbul 20 1 2 içinde).
Dilthey, Wilhelm, "İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat", Çev. Doğan
Özlem, (Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem,
Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 2012 içinde).
Dilthey, Wilhelm, "Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri", Çev. Doğan
Özlem, (Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem,
Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 20 1 2 içinde).
Dilthey, Wilhelm, "Tin Bilimlerine Giriş� Çev. Doğan Özlem, (Wilhelm Dilthey,
Hermeneutik ve Tin Bilimleri, Çev. Doğan Özlem, Notos Kitap Yayınevi,
İ stanbul 20 1 2 içinde) .
Kaynakça 1 73

Direk, Zeynep-Çankaya, Gaye, Jean Paul Sartre: Tarihin Sorumluluğunu Almak,


Metis Yayınları, İstanbul 2010.
Erdoğan, Coşkun, "Robin Georg Collingwood� ( 1 900(:/en Günümüze Büyük
Düşünürler, Ed. Çetin Veysal, Etik Yayınları, 4. cilt, İstanbul 20 1 1 içinde).
Falzon, Christopher, Foucault ve Sosyal Diyalog, Çev. Hüsamettin Arslan,
Paradigma Yayınları, İstanbul 200 1 .
Ferro, Marc, vd., Tarihler ve Yorumları, Çev. Bahaeddin Yediyıldız, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 2003.
Fichte, Johann, Gottlieb, "Çağımızın Temel Karakteristikleri", Çev. Güçlü
Ateşoğlu, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü
Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde).
Foucault, Michel, Bilginin Arkeolojisi, Çev. Veli Urhan, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 201 1 .
Foucault, Michel, Kelimeler ve Şeyler, Çev. M . Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi,
Ankara 1 994.
Foucault, Michel, Seçme Yazılar 5, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 2004.
Gadamer, Hans, Georg, Hakikat ve Yöntem I, Çev. Hüsamettin Aslan-İsmail
Yavuzcan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2008.
Gadamer, Hans, Georg, Hakikat ve Yöntem Il, Çev. Hüsamettin Aslan-İsmail
Yavuzcan, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2008.
Gadamer, Hans, Georg, "Hermeneutik Refleksiyonun Kapsamı ve Fonksiyonu':
Der: Hüsamettin Arslan, Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimler, Paradigma
Yayınları, İstanbul 2002.
Habermas, Jürgen, Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Çev. Mustafa Tüzel,
Kabalcı Yayınevi, İstanbul 20 1 1 .
Hegel, Georg, Wilhelm, Friedrich, Tarih Felsefesi I, Çev. Aziz Yardımlı, idea
Yayınevi, İstanbul 20 1 1 .
Hegel, Georg, Wilhelm, Friedrich, Tarihte Akıl, Çev. Önay Sözer, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul 1 995.
Herder, Johann, Gottfried von, "lnsanlık Tarihi Felsefesi Üzerine Düşünceler",
Çev. Doğan Özlem, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem­
Güçlü Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 1 4 içinde).
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul
1 99 1 .
İbn Haldun, Mukaddime l, Haz: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul
20 1 3 .
1 74 Tarih Felsefesi

Kant, Immanuel, "Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih


Düşüncesi", Çev. Uluğ Nutku, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan
Özlem-Güçlü Ateşoğlu, Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 1 4 içinde).
Kant, Immanuel, Pratik Usun Eleştirisi, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları,
İstanbul 1 989.
Kobayashi, Chinatsu-Marion, Mathieu, "Gadamer and Collingwood on
Temporal Distance and Understanding", History and Theory, Vol. 50, No. 4,
Theme Issue: 50: Historical Distance: Reflections on a Metaphor (December
20 1 1 ), Published by Wiley for Wesleyan University, pp. 8 1 - 1 03.
Le Bon, Gustave, Tarih Felsefesi, Çev. Hüsrev Akdeniz-Murat Temelli, Ataç
Yayınları, İstanbul 2004.
Lechte, John, Elli Anahtar Çağdaş Düşünür, Çev. Barış Yıldırım, Açılım Kitap,
İstanbul 2006.
Macit, Muhammet, Hanifı, Faşizm ve Nazizm, Savaş Yayınevi, Ankara 2006.
Magee, Bryan, Kari Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev. Mete
Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1 993.
Marx, Karl, 1844 El Yazmaları, Çev. Murat Belge, Birikim Yayınları, İstanbul
2000.
Marx, Karl-Engels, Friedrich, Alman ldeolojisi, Çev. Emir Aktan, Alter
Yayıncılık, Ankara 20 1 1 .
Marx, Karl-Engels, Friedrich, Komünist Manifesto, Çev. Celal Üster-Nur Deriş,
Can Yayınları, İstanbul 20 1 2.
Mengüşoğlu, Takiyettin, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003.
Meyerhoff, Hans, Zamanımızda Tarih Felsefesi, Çev. Abdullah Şevki, Hece
Yayınları, Ankara 2006.
Munslow, Alun, Tarihin Yapısökümü, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2000.
Newal, Paul, The Philosophy of History, http:/www.galilean-library.org (2005).
Nietzsche, Friedrich, Tarihin Yaşam lçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine (Çağa
Aykırı Düşünceler II), Çev. Nejat Bozkurt, Say Yayınları, İstanbul 2003.
Nordau, Max, Tarih Felsefesi, Haz. Levent Öztürk, Ayışığı Kitapları Kitabevi,
İstanbul 200 1 .
Oppermann, Serpil, Post-Modern Tarih Kuramı, Phoenix Yayınları, Ankara
2006.
Özipek, Bekir, Berat, Muhafazakarlık Akıl Toplum Siyaset, Kadim Yayınları,
Ankara, 2005.
Kaynakça 1 75

Özlem, Doğan, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul 200 1 .


Özlem, Doğan, Tarih Felsefesi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 200 1 .
Özlem, Doğan, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, İstanbul 2010.
Öztürk, Mustafa, Tarih Felsefesi, Akçağ Yayınları, Ankara 20 14.
Palti, Elias, Jose, "From Ideas to Concepts to Metaphors: The German Tradition
of Intellectual History and the Complex Fabric of Language", History
and Theory, Vol. 49, No. 2 (May 20 10), Published by Wiley for Wesleyan
University, pp. 194-2 1 1 .
Paul, Herman, "Who Suffered From The Crisis of Historicism? A Dutch
Example'', History and Theory, Vol. 49, No. 2 (May 20 10), Published by
Wiley for Wesleyan University, pp. 1 69- 1 93.
Popper, Kari, Raimund, Açık Toplum ve Düşmanları I: Platon, Çev. Mete Tunçay,
Liberte Yayınları, Ankara 20 1 4.
Popper, Kari, Raimund, Açık Toplum ve Düşmanları II: Hegel, Marx ve Sonrası,
Çev, Harun Rızatepe, Liberte Yayınları, Ankara 20 10.
Popper, Kari, Raimund, Hayat Problem Çözmektir, Çev. Ali Nalbant, Y. K. Y.,
İstanbul 2005.
Popper, Kari, Raimund, Tarihselciliğin Sefaleti, Çev. Sabri Orman, İnsan
Yayınları, İstanbul 2004.
Poster, Mark, Foucault, Marksizm ve Tarih, Çev. Feride Güler, Otonom
Yayıncılık, İstanbul 2006.
Sakmann, Paul, "The Problems of Historical Method and of Philosophy of
History in Voltaire", History and Theory, Vol: l l, Beiheft : 1 1 , Enlightenment
Historiography: Three German Studies, 1 97 1 .
Sartre, Jean, Paul, Varlık ve Hiçlik, Çev. Turhan Ilgaz-Gaye Çankaya Eksen,
İthaki Yayınları, İstanbul 2009.
Sartre, Jean, Paul, Yöntem Araştırmaları-Diyalektik Aklın Eleştirisi, Çev. Rıfat
Kırkoğlu, YAZKO, İstanbul 1 98 1 .
Sarup, Madan, Post- Yapısalcılık ve Post-modernizm, Çev. Abdulbaki Güçlü, Kırk
Gece Yayınları, İstanbul 20 10.
Schelling, Friedrich, Wilhelm, Joseph von, "Tarih Kavramı'', Çev. Ali Irgat,
( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü Ateşoğlu, Doğu
Batı Yayınları, Ankara 20 1 4 içinde).
Schelling, Friedrich, Wilhelm, Joseph von, "Tarihin Felsefesi Olur mu?': Çev. Ali
Irgat, ( Tarih Felsefesi: Seçme Metinler, Haz. Doğan Özlem-Güçlü Ateşoğlu,
Doğu Batı Yayınları, Ankara 20 14 içinde) .
1 76 Tarih Felsefesi

Simmel, Georg, Tarih Felsefesinin Problemleri, Çev. Gürsel Aytaç, Doğu Batı
Yayınları, Ankara 2008.
Skirbekk, Gunnar-Gılje, Nils, Felsefe Tarihi, Çev. Emrah Akbaş-Şule Mutlu,
Kesit Yayınları, İstanbul 2006.
Sorokin, Pitirim-Toynbee, Arnold, Joseph, Sorokin ve Toynbee, Çev. Erdoğan
Güçbilmez, Sevinç Matbaası, Ankara 1 964.
Sorokin, Pitirim, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, Çev. Mete Tunçay,
Göçebe Yayınları, İstanbul 1 997.
Spengler, Oswald, Batının Çöküşü, Çev. Giovanni Scognamillo-Nuray Sengelli,
Dergah Yayınları, İstanbul 1 997.
Şaylan, Gençay, Postmodernizm, İmge Kitabevi, Ankara 2009.
Tannebaum, Donald-Schultz, David, Siyasi Düşünce Tarihi, Çev. Fatih Demirci,
Adres Yayınları, Ankara 2007.
Toynbee, Arnold, Joseph, Hatıralar: Tecrübelerim, Çev. Şaban Bıyıklı, Klasik
Yayınları, İstanbul 2005.
Toynbee, Arnold, Joseph, Tarihin Faydası ve Değeri, Çev. Ahmet E. Uysal, Dil ve
Tarih-Coğrafya Konferans Metni, 1 963.
Toynbee, Arnold, Joseph, Uygarlık Yargılanıyor, Çev. Kasım Yargıcı-Mehmet Ali
Yalman, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004.
Uygur, Nermi, "Tarih Felsefesinin Yolu': Felsefe Arkivi, Cilt:3, Sayı:3, 1 957.
Varange, Ulick, "The Philosophy of History and Politics", Brittas Bay, January
30, 1 948.
Vernon, Richard, "Auguste Comte and "Development": A Note': History and
Theory, Vol. 1 7, No. 3 (Oct., 1 978), Published by Wiley for Wesleyan
University, pp. 323-326.
Vico, Giambattista, Yeni Bilim, Çev. Sema Önal, Doğu Batı Yayınları, Ankara
2007.
Walsh, William, Henry, Tarih Felsefesine Giriş, Çev. Yusuf Ziya Çelikkaya, Hece
Yayınları, Ankara 2006.
West, David, Kıta Avrupa Felsefesine Giriş, Çev. Ahmet Cevizci, Paradigma
Yayınları, İstanbul 2005.
Westerkamp, Dirk, "The Philonic Distinction: Enlightenment Historiography of
Jewish Thought", History and Theory, Vol. 47, No. 4 (Dec., 2008), Published
by Wiley for Wesleyan University, pp. 533-559.
Tarih felsefesinin yönelmiş olduğu meseleler ve problemler,
yeryüzündeki bu sürecin temel aktörleri olan insanların önemle
üzerinde durduğu hususlardır. Geçmişten günümüze yaşamış
olan kimi öneml i düşünürler de bu temel problemler üzerinde
durmuşlardır. Onların, özellikle ele aldıkları temel sorulardan bir­
kaçı şunlardır: Tarih ned i r? Tarih felsefesi nedir? Tarih üzerine fel­
sefe yapmak mümkü n müdür? Belli bir düzen içerisinde, bütünsel
olarak tarih bilgisine ulaşmak olanaklı mıdır? Olguların gidişatın ı
belirleyen evrensel v e soyut yasalar var mıdır? Tarih bel l i b i r
amaca sahip midir? Tanrı'nın tarihte tecellisi söz konusu mudur?
Tarih politik bir etkinlik midir? Tarih felsefesi , bu türden sorulara
verilen yanıtların toplandığl ve bel li bir sistematik içinde sunuldu­
ğu bir disiplindir. Elinizdeki bu çalışmada Antik Dönem'den
Çağdaş Dönem'e kadar olan genel tarih felsefesi problemleri ve
yaklaşımları anlatı lmıştır. Bu kitap, ün iversitelerdeki Felsefe ve
Tarih bölümlerinde Tari h Felsefesi dersi alan öğrencilerin ve
ayrıca tarih felsefesine ilgisi olanların faydalanabileceği bir eserdir.

1 111 1 1 111111 111111111 111111


yayınlarımıza ilişkin
eleştiri ve önerileriniz için; pj1 PEGEM .NET
pegem@pegem.net iJ' İnternet'teki kitapçın12...
ISBN/BARKOD: 978-605-318-769-1

You might also like