Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 43

TÜRK 3- Batı uygarlığının özü nedir.

Batı uygarlığının
HÜMANİZMİ uygarlıklar içindeki özel yeri 64
II 4- Batı düşüncesinin kendini değerlendirmedeki
Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından yetersizliği. Türk Hümanizmi'ne göre Batı
hazırlanmıştır. düşüncesinin değeri 82

Dizgi - Baskı - Yayımlayan:


Yeni Gün Haber Ajansı IV. TÜRK HÜMANİZMİ
Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Ocak 1999 1 - Tümüyle Batılılaşma ve Türk Hümanizmi
TÜRK
HÜMANİZMİ Araştırmalarımızın bu noktasında, kesin sonuca varılmak
II isteniyorsa, ilk önce dördüncü yorumun oluşmasında ilk üç
yorumun yetersizliğinin rolü olduğu, bunun yanı sıra Batı
Prof. Dr. tekniği ile biliminin Batılı olmayan bir ülkede
SUAT SİNANOĞLU yerleşebilmesi için o ülkenin toplumsal ve siyasal
yapısına önemli değişiklikler getirilmesi gerektiği
CGAZETESİNİN kanısının da etken olduğu belirtilmelidir; öbür yandan,
OKURLARINA ARMAĞANIDIR. siyasal, toplumsal ve eğitimsel kurumların etkili biçimde
işleyebilmeleri için topluma egemen zihin yapısının da
değişmesi gerekeceği, yoksa bu kuruluşların karşı
koymaları gereken zihniyete uymak zorunda kalacakları
İÇİNDEKİLER vurgulanmalıdır. Bundan doğacak doğal ve mantıksal sonuç
ise dördüncü yoruma göre Atatürk devriminin Türkiye'nin
IV- Türk Hümanizmi 7 tümüyle Batılaşma hareketi olduğudur. Gerçekten de
1- Tümüyle Batılılaşma ve Türk Hümanizmi 7 dördüncü yorumun ortaya sürdüğü sav budur.
2- Türkiye'de hümanist uyanışın belirtileri 11 Ancak tüm olarak Batılılaşma, yani Batının tekniğini ve
3- Ankara Üniversitesi'nde Klasik Batı somut kuruluşlarını kabul etmekle yetinmeyip, onun iç
Dilleri'nin Öğretimi 15 evrenini de, düşünsel içeriğini de benimseyen Batılılaşma
4- Filolojik yöntem ve yeni bir klasik hareketinin ilk sonucu, körükörüne taklitten, yabancı bir
çağ kavrayışı 18 uygarlıktan alınan somut ve soyut öğeleri kabaca
5- Ulusun manevi varlığının hümanist uygulamaktan kurtulmaktır; çünkü manevi biçimlenimini de
ölçütlerle değerlendirilmesi 25 Batılılaştıran bir toplumun -sağlam bir düşünsel eğitim,
6- Türk Hümanizminin özü 31 yerleşmiş bir tarih bilinci ve gelişmiş diyalektik
V. Türk Hümanizmindeki zorunluluk yetenekler sayesinde- güçlü fikir adamları
niteliğinin kuramsal doğrulanması. 45 yetiştirebileceği açıktır; bu güçlü adamlar toplumun
1- Batı düşüncesi açısından Batı sayısız sorunlarını kendilerine özgü bir açıdan ve
evreninin değeri 45 kendine özgü bir biçimde çözümleyebileceklerdir; çünkü
2- Filoloji kavrayışı 61 onlar o sorunları ilintilik gerçekler düzeyinde incelemek
ve fikir düzeyinde değerlendirmek olanağını insanlığın lehine kaydedilmeye layık bir olaydır. Fakat
bulacaklardır. Toynbee'nin yöntemi bellidir. Croce'nin sınıflandırıcı
Böyle olunca, bütünüyle Batılılaşmayı kabul eden bir diye nitelediği yöntemi -doğa bilimlerinin yöntemini-
toplum, Batı'nın istilasına uğrayacağını sandığı bir izlemektedir: Toynbee olayları oluş sırası içinde
sırada, yeni bir kişilik kazandığını, koruma iç güdüsü inceler, durumları biçimlendikleri gibi saptar, yeti
ile ya da ilintilik nitelikte başka gereksinmelerle halinde bir gelişme olanağını göz önünde tutmaz. Kendine
başkalarını körü körüne taklit etmekten kurtulduğunu, çizmiş olduğu sınırlar belli iken, ondan üçüncü bir
benimsediklerini bilerek, bilinçli olarak benimsediğini olanak üzerinde durması beklenemez; esasen bu olanak
görecektir. Böyle bir davranışın adı ise hümanizmdir. hiçbir Batılı ya da Batılı olmayan bilgin tarafından
Gel gelelim, dördüncü yorum güçlü bir fikir hareketinden ileri sürülmüş değildir: üçüncü olanak, Batılı olmayan
ayrı tutulamaz; bu harekete daha şimdiden haklı olarak bir toplumun dış etkilerle yarım yamalak Batılılaşmayı
Türk Hümanizmi adını verebiliriz. Gerçekten, yabancı bir bırakıp aydın ve özgün bir hümanist bilinçle Batı
uygarlığın her yanı -öğretim, eğitim ve kültür uygarlığının ideal değerlerini ele geçirmesi ile baş
kuruluşları bile- taklit edilebilir (ancak bunlar gösterecek olanaktır.
geleneksel zihniyetin baskısı altında kısa zamanda Bu hümanist bilincin Batılı olmayan toplumları Batı
yozlaşmaya mahkûmdurlar); ama -aydınlık bir hümanist topluluğunun yeni üyeleri haline getirmekle kalmayıp
bilince sahip olmadıkça- o uygarlığın düşünsel, moral ve onları insanlığın evrimine etkin ve yaratıcı bir biçimde
estetik biçimlenimini kabul etmek akla dahi gelmez, çünkü katılan yeni güçler durumuna dönüştürebileceği
bir topluma geleneksel evrenin sınırları dışına çıkma ve düşünülürse; Atatürk devriminin dördüncü yorumuna temel
öteki uygarlıkların manevi varlıklarının insancıl olan ilkelerin benimsenmesinin Türkiye'de ve bütün Batılı
değerini tartma olanağını veren hümanist bilinçtir. olmayan evrende ne denli bir etki yapabileceği kolayca
Şu da var ki -bu gerçeği ortaya koyan gene hümanist anlaşılacaktır.
bilinçtir- düşünsel biçimlenim taklit edilemez: o ya Bu noktaya daha sonra yeniden dönmek gerekecektir.
vardır, ya da hiç yoktur. Bir toplum Batı dünyasına özgü Şimdilik şurası göz önünde tutulmalıdır ki dördüncü
düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimlenimi bir kez ele yorum, uygulanan yarım önlemlerden hoşnut kalmayıp,
geçirdi mi, artık taklit ortadan kalkar; o andan itibaren devrimci düşüncenin insanı eriştireceği kesin sonucun ne
o toplum Batı'nın şu ya da bu kuruluşunu, şu ya da bu olduğunu görmek isteyen insanların aşırı devrimci bir
tekniğini değil, Batı'nın maddi ve manevi uygarlığını var tutumu değildir; tersine, dördüncü yorum, öbür üç
eden ahlaksal ve düşünsel değerleri kendi girişimi ile yorumdan özce farklı olup devrimi ideolojik düzeyde
bilinçli olarak benimseme yoluna girer. değerlendirme savındadır ve Atatürk'ün eserini, bizzat
Bu noktada Toynbee'nin kuramını, aşmış oluyoruz: devrimin ülkemizde yerleştirmek istediği manevi ve
Toynbee'ye göre gerek Zelotların, gerekse Herodesçilerin ahlaksal değerler açısından kavramak azmindedir.
tutumu insanlığın bundan sonraki manevi gelişimi Pragmatik açıdan, tarih ve mantık açılarından doğrulanmış
açısından hiç bir önem taşımamaktadır; (1) oysa, sonuna olmakla beraber, devrim, yapısı gereği, kuramsal bir
kadar götürülen bir Batılılaşma hareketinin Batılı gerekçe gereksemektedir: devrime cephe alanların
olmayan bir toplumu ekonomik açıdan geri kalmış ülkeler -insanlığın amacı, Batı uygarlığının değeri, Batılılaşma
topluluğundan (*) çıkarıp Batılı ülkeler topluluğuna hareketinin zorunluluğu gibi- temel konuları tekrar
katılmasını sağlaması ve böylece bu evrenin sınırlarını tekrar tartışma konusu yapmaları bir yandan; bir yandan
genişletmesi tek başına yeni, önemli ve ilerleyen da Batı'nın, derin bir bunalım içinde, kendi değerini ve
kendi amaçlarını bilemez duruma gelmiş olması, devrimin bir estetik öğretim sisteminin kurulabilmesi için
bir kuramsal gerekçeye dayanma zorunluluğunu daha incelemeye değer bulmuştur. (3)
belirgin hale getirmektedir. Zayıf birtakım belirtiler olmakla beraber, bunlar iz
Bu çeşit sorunları ve bunlardan doğacak daha önemli, daha bırakmadan silinip gitmiş değildir. Gerçekten de, Fransız
büyük sorunları ortaya koymak ve çözümlemek istiyorsa, edebiyatının ve genellikle, Avrupa edebiyatının daha iyi
Türk toplumu yeni oluşan hümanist bilincine başvurmak tanınması, klasik edebiyatların etkilerinin ne kadar
zorundadır; bu bilinç gerçeklerle ve yeni sorunlarla zengin olduğunu ortaya koymuştur; böylece, Cumhuriyetin
bilenecek, yeni deneyimlerle beslenecek ve bu durumu ile ilk yıllarında Nurullah Ataç ve Nüshet Haşim Sinanoğlu
insanlık düşüncesine yepyeni ve çok değerli bir katkıda gibi aydınların Türkiye'de klasik eğitimin savunucusu
bulunacaktır; böylece bir fikir akımı oluşacaktır; önce oldukları görülmüştür. 1930 yıllarında kesin bir hümanist
de söylendiği gibi, bu akım Türk Hümanizmi adını almak yönelişe ve bununla ilgili küçük fakat canlı bir yayın
için her türlü niteliğe sahip olacaktır. etkinliğine tanık olunur. Ruşen Eşref Ünaydın
Vergilius'un Ekloglar'ını (4) Karaosmanoğlu ise
2 - Türkiye'de hümanist uyanışın belirtileri Horatius'un şiirlerini dilimize çevirmişlerdir. (5)
Nüshet Haşim Sinanoğlu bir İtalyan edebiyatı antolojisi,
Böyle bir fikir akımının yapısını ve ilerde getireceği Dante ile Petrarca üzerine iki küçük inceleme, bir de
katkıyı incelemeden önce, hümanist düşüncenin Türk Yunan - Roma mitolojisi kitapçığı yayınlamıştır. (6)
toplumunda baş gösteren ilk belirtilerini saptamakta ve İkinci bir mitoloji kitabının yazarı Nurullah Ataç'tır.
bunların gerçek ağırlığını ortaya koymakta yarar vardır. (7) Fakat bu akım burada kalmıştır.
Kuşkusuz herhangi bir toplumda özü hümanist olan birtakım Atatürk'ün 1935 yılında kurduğu Dil ve Tarih - Coğrafya
tutumlara ve birtakım yönelişlere raslamak zor değildir; Fakültesi'nde Yunan ve Latin dili ve edebiyatı
belki de Türk toplumu bu tür yönelişlerden ve bu tür kürsülerine yer verilmesi, her ne kadar bu
tutumlardan yana özel bir zenginlik göstermektedir; araştırmalardan Anadolu tarihine ışık tutması isteniyor
ancak, ne olursa olsun, Türk aydınlarının kendi İslam idiyse de, gene de klasik evrene karşı ilginin
kültürlerinden tümüyle farklı olan Batı kültürünün sürdürüldüğüne tanıklık etmektedir.
kaynaklarını merak etmeleri için birçok yüzyılların 1940 yılında, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel birkaç
geçmesi ve Avrupa ile ilişkilerin sıklaşması gerekmiştir. lisede yeni bir kolun -klasik kolun- kurulmasını
Klasik evrene karşı ilk ilginin duyulması 20. yüzyılın sağlamıştır; bu kol ortaöğretimin genel düzenini
ilk çeyreğine raslar. Yahya Kemal Beyatlı ve Yakup Kadri zorlamadan Latin dilinin öğrenimine olanak tanımıştır.
Karaosmanoğlu öncülük etmişlerdir. Merakın kökeni Hasan Âli Yücel'in ikinci büyük girişimi kendi bakanlığı
edebidir: Fransız edebiyatının kaynaklarını araştırırken, içinde Tercüme Bürosu'nu kurmak olmuştur. Dünya
hümanist zihniyetin kaynakları ile karşılaşmışlardır. klasiklerinin Türkçeye çevrilmesini amaçlayan dizinin
Ancak tarih bilincinden yoksun zihinler İ.Ö. 5. yüzyıl başında yer alan, birini Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün,
Atinası ile çağdaş Yunanlılar arasındaki farkı göremezdi. ötekini bizzat Hasan Âli Yücel'in kaleme aldığı iki sunuş
İlk tepki Ömer Seyfettin'den gelmiştir. Fakat bu genç, yazısı, Batı'nın hümanist kültürünü Türkiye'de
zeki, yenilik canlısı yazar davayı benimsemekte kökleştirmek azmini ortaya koyan değerli iki belgedir. Bu
gecikmemiştir. (2) Yunan-Roma evreni Ziya Gökalp'in de yönde Türkiye'de yapılan en büyük çaba bu olmuştur.
dikkatinden kaçmamıştır; Ziya Gökalp bu evreni daha iyi Tercüme bürosu, Hasan Âli Yücel'in bakanlıktan çekildiği
günden itibaren büyük güçlüklerle karşılaşmış, buna
rağmen, üyelerinin büyük savaşımı sayesinde 1966 yılının şaşılacak bir şey değildir; bu uyanış, Batı yöntemlerinin
sonuna kadar iyi kötü görev yapabilmiştir. 1966 yılının ve kurumlarının öteden beri alışılagelen biçimde
sonunda üyelerinin hemen hemen hepsinin istifası ile taklidini reddeden bir bilinçlenme ve sorunları toplumun
Tercüme bürosunun etkinliği de facto sona ermiştir. (8) gerçekleri açısından ele alma biçiminde ortaya
Klasik kola gelince, klasik kol 1949 yılında, o yıl çıkmaktadır.
toplanan Milli Eğitim Şurası'nın haberi olmadan ve klasik Bu konuda Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik
kol komisyonunun kesin ve açık önerileri dikkate Filoloji Bölümü'nden bir kaç örnek vermek gereği vardır.
alınmadan kaldırılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu
kararını açıklayacak tutarlı bir neden göstermek 3 - Ankara Üniversitesi'nde
olanaksızdır. Üniversiteye girişte klasik kol Klasik Batı Dilleri'nin öğretimi
öğrencilerine hiçbir öncelik tanınmadığı halde, tercih
sırasında sonuncu olduğu halde, klasik kol daima en Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulduğu zaman, klasik
uyanık öğrencilerin ilgisini çekmiştir. Kolun evrenin dil ve edebiyat öğretiminin Anadolu tarihinin
kapatılmasının tek nedeni bakanlık örgütünün kolun araştırılmasına yardımcı olma amacı ile ele alındığı bir
anlamını, önemini anlamamış olması ve bakanlık ileri gerçektir; ancak Latin filolojisi ve Yunan filolojisi
gelenlerinin bir kısmı ile bu kolun var olduğu kürsüleri Avrupa üniversitelerindeki benzer kürsüler
liselerdeki bazı müdür ve öğretmenlerin bu kola şiddetle örneğince örgütlenmekte gecikmediler; böylece, öbür
karşı cephe almalarıdır. Bu tutum haftalık programın disiplinlere yardımcı olma işlevi yanında, bu iki kürsü
düzenlenmesinde çıkan güçlüklerden ideolojik savlı klasik evreni incelemenin bizatihi değerini ileri sürmek
görüşlere kadar varan değişik nedenlerden ve yaymaktan geri kalmadılar; ayrıca, Latin dilinin
kaynaklanmaktadır. Batı'nın yaşayan dil ve edebiyatları alanında öğrenim
Çok partili rejime geçiş yılı (1945 yılı) aynı zamanda yapan öğrenciler için zorunlu ders olarak konması ile
devrimin ''muhasebesi ve eleştirisi'' döneminin başlangıç (*), pratik bir yoldan da olsa, klasik evrenin
yılıdır. Bu yılı izleyen yıllarda ve özellikle 1949 bilinmesinin, Avrupa edebiyatlarının ve genellikle
yılından sonra, üniversite öğretim üyelerinden ve kültürünün ruhuna nüfuz etmek bakımından kaçınılmaz
aydınlardan oluşan çok küçük bir grup Ankara'da bir olduğu gerçeği kanıtlanmış oldu.
klasik lise, bir de hümanist araştırmalar enstitüsü Başka bir deyişle -1940'ta klasik filoloji kürsüsü adı
kurmak için uzun yıllar süren büyük çaba göstermiştir. altında birleştirilen ve 1960 yılında tekrar ayrılan- bu
Çok partili rejime geçiş, devrim heyecanının sönmeye yüz iki kürsü, amaç, ruh ve programların düzenlenmesi
tuttuğu, daha doğrusu söndürülmek istendiği dönemin bakımından, Batı'daki benzer kürsülerin düzeyine
başlangıcıdır. Bununla beraber Türkiye'de hümanist erişmekte gecikmedi. Fakat bu yeterli değildi; bugün
etkinliğin belirtileri dağınık da olsa 1950'lerde olduğu Ankara Üniversitesi'nde uygulanan Yunan ve Latin dil ve
kadar, 1960 ve 1971 askeri müdahalelerinden sonra da edebiyatları öğretimi, etki alanı ne kadar geniş olursa
sürmüştür (9). Bu çalışmalar geriye yönelişe karşı olsun, herhangi bir özel bilimin kapatılmış bulunduğu
bilinçli bir cephenin kurulmasını sağlayabilmiş değildir, belirli sınırların dışına taşmış durumdadır; çünkü
ancak devrimin getirdiği düzenin doğal bir sonucu ve filolojik araştırma öyle bir düşünce olgunluğu, somut
devrimin canlılığının değerli birer kanıtıdırlar. Öte gerçeklerle öylesine içli dışlı bir ilişki gerektirmekte,
yandan Türkiye'de hümanist ruhun uyanmasının ilk Yunan ve Latin metinlerinin incelenmesi öylesine düşünsel
belirtilerinin klasik araştırmalar alanında görülmesi ve ahlaksal, öylesine güncel ve çeşitli ilgiler uyandırır
ki, çağdaş Türk toplumunun bütün yanlarının ve en bilinci öğrenciye aşılanmazsa, bu iki yabancı sözcüğün ve
yaşamsal sorunlarının bu açıdan görülmesini ve yepyeni okunan metnin ruhu ve anlamı kavranılmaz olur; hattâ bu
bir biçimde değerlendirilmesini önlemek olanağı yoktur. iki dil ve edebiyatın gerçekten öğretilmesi olanaksız
Klasik düşünce ile modern Türkiye'nin gerçeklerinin yan hale gelir. Aynı zamanda bir Türk üniversitesinde klasik
yana getirilmesinden doğan karşıtlık o derece canlı, filoloji bölümünün bulunmasına temel olan gerekçe ortadan
sorundan yana o kadar zengindir ki, öğretim alanında kalkmış olur.
dahi, Avrupalıların tuttuğu yolu izlemenin olanağı Klasik çağ araştırmaları alanında başlatılan yenilik
yoktur; gerçekten de iki klasik dilin öğretiminde bununla kalmıyor. Türk dili ile klasik diller arasındaki
bambaşka bir didaktik yönteme başvurma zorunluluğu bu dolaysız temastan, çağdaş Türkiye'nin ruhu ile klasik
başgöstermiştir. Bu yöntem, her şeyden önce, şu üç ruh arasındaki karşıtlıktan, klasik evreni bugünkü
gerçeği göz önünde tutmak zorundadır: Türkiye'nin özel görüş açısından yeniden değerlendirme
Türkiye'de klasik liselerin bulunmaması nedeniyle, klasik zorunluluğu doğmuştur. Bilimsel alanda yürütülen
dillerin öğretimi üniversitelerde alfebeden başlar ve araştırmalar bu zorumluluğu büsbütün kaçınılmaz
üniversiteli öğrenciye seslendiğine göre, bu öğrenci kılmaktadır.
ortaokul çocuğuna oranla daha zayıf bir belleğe sahip
olmakla beraber, ondan çok daha gelişmiş ve olgun bir 4 - Filolojik yöntem ve yeni bir klasik çağ
fikir yürütme yetisine sahiptir; kavrayışı
Türk dili, morfoloji, sentaks ve genel yapı bakımından Dikkatli bir inceleme, bugün filolojik araştırma alanında
Hint-Avrupa dilleri grubundan tümüyle farklıdır. egemen olan yöntemin ciddi bir temele dayanmadığını
Bu ilk iki veri somut gerçekler olduğuna ve kolayca kolaylıkla ortaya çıkaracaktır. Çünkü, yöntemin yapılacak
saptanabildiklerine göre, bir yana itilmelerine olanak araştırmanın niteliklerine ve amaçlarına göre yaratılan
olmadığı açıktır. Ama bu kolay saptama sayesinde de olsa normlar tümü olduğu ve bu çalışmalara yön verme görevini
yeni bir yol aramak, yeni bir öğretim usulü bulmak taşıdığı bir gerçek ise, bundan her ciddi filolojik
zorunda kalınmıştır; bu da bizi Batılı örnekleri taklit yöntemin klasik evrenin belli bir değerlendirilmesine
etme alışkanlığını aşmaya zorlamıştır. dayanması gerektiği sonucunun çıkarılması gerekir. Oysa
Üçüncü veriye gelince: bu, öteki ikisinden çok daha bugünkü yöntemin, klasik evrenin yeni bir
önemlidir. Gerçekten, yeni didaktik yöntem Türkçe değerlendirilmesine dayanmak şöyle dursun, geçen yüzyılın
sözcüklerle Yunanca ve Latince sözcükler arasındaki klasikliğe üstün bir yer veren kavrayışına (klasisist
semantik ayrımları, yani Türk evreni ile Yunan-Roma kavrayışa) karşı beliren bilinçsiz bir tepkiden doğduğu
evreni arasında var olan ve belirli bir sözcükte ortaya fazlasıyla açıktır.
çıkabilen ruh ayrılığını titizlikle izlemek zorundadır. Werner Jaeger (10) gibi bir iki büyük hümanistin klasik
Örneğin, Yunanlıların ideal ve ahlaksal arete'sini, ya da evreni ve onun bugünkü dünya ile ilişkilerini yeni bir
Romalıların devlet ve vatandaşlık anlayışının temelinde biçimde kavramak için gösterdiği çaba, iyi karşılanmış
bulunan virtus'unu Türklerin dinsel fazilet'i (*) ile olmakla beraber, klasik araştırmalara yeni bir genel yön
çevirmekle yetinilirse, arete sözcüğünde ya da virtus vermeyi, yeni bir ruh katmayı, yeni kavrayışa uygun yeni
sözcüğünde var olan kavramın açıklanması yapılmazsa, bir yöntem, bir çalışma aracı yaratmayı başaramamıştır.
Yunanca sözcüğün ideal ve ahlaksal anlamını ya da Latince (11)
sözcüğün devlet ve vatandaşlık anlayışı ile ilgili Bir başka yönteme tepki olarak oluşan önceki yöntemin
anlamını fazilet sözcüğüne aktarmanın zorunlu olduğu yanlışlarını düzeltmek amacı ile ortaya çıkan her yöntem
karşı yönden aşırılığa düşmeye her zaman mahkûmdur; kusur sıfatına layık olan bu yeni görüşün etkisi klasik
eksiklik ise, karşılığı fazlalıktır; kusur fazlalık ise, araştırmalar üzerinde de duyulmaktadır. Çağdaş ruhun
karşılığı eksikliktir. bütün öbür belirtileri gibi, modernist eğilime kapılan
Bugünkü filoloji yönteminin etksiklikleri çok iyi klasik filoloji de bugün yüzyılımızın hastalığından, 20.
bilinmektedir. Kusurların belirgin olması, belki de bu yüzyılın ağır hastalığından -yararcılıktan- kendini
yöntemin Türkiye'de olduğu gibi benimsenmesini önleyen kurtaramamaktadır. Bu gidişin sonucu meydandadır: klasik
neden olmuştur. evrenin yeni ve verimli bir değerlendirilmesi
Gerçekten de, metin saptamasında bu yöntem elyazmalarına yapılmadığından, klasik eğitimin savunucuları
aşırı bir bağlılık göstermektedir ve -geçen yüzyılın rakiplerinin güçlü oldukları alana sürüklenmekte ve
filologlarınca yapılan (rasgele diyebileceğimiz) metin klasik eğitimin meziyetlerini bu alanda, pratik yararını
müdahelelerine bir tepkinin ürünü olan- bu tutumu ile, belirtmeye uğraşmak suretiyle, savunmaya
geçen yüzyılın aşırı eleştiriciliğine (hyperkritik çalışmaktadırlar. Ve tahmin edileceği gibi, rakiplerine
tutumuna) karşılık, hypokritik duruma düşmekte, eleştiri yenik düşmektedirler. Bu soruna tekrar dönülecektir.
gücünü büyük bir ihtiyatla kullanmakta, hatta bu konuda Şimdilik, bugünkü durumu ile filolojik araştırma
yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü bugünkü yönteminin kuramsal bir bilince bağlı olmaktan çok, geçen
yöntem, anlam bakımından en iyi düzeltmeyi değil, yüzyıla doğal olarak gösterilen bir tepkinin ürünü
elyazmasının bize aktardığı metinden en az uzaklaşan olduğunu belirtmekle yetinmeliyiz. Bugünkü durumda hatta
düzeltmeyi yeğlemektedir; bu bakımdan bugünkü yönteme toplu bir eğilimden bile söz edilemeyeceği, yöntem
''dışsal yöntem'' de diyebiliriz, çünkü incelediği metne anlayışının kişisel görüşlerin çeşitliliği içinde dağılıp
derinlemesine nüfuz etme gereksinimini duymamaktadır. gittiği bile ileri sürülebilir.
(12) Neo-klasiklerin klasik çağ anlayışından habersiz olan,
Metin yorumlamasında da, çağdaş yöntem, geçen yüzyılın dışalım malı olarak ülkeye giren pozitivizmi değilse de,
klasikçi tutumu ile polemiğini sürdürerek klasik çağı onun tarihsel nedenlerini bilmeyen, Nietzsche'nin
akılcı açıdan (Apollon açısından) görme yerine, duygusal düşüncesine yabancı olan, hattâ filoloji nedir, filoloji
açıdan (Dionysos açısından) görmeyi üstün tutmaktadır; araştırma nedir, bilmeyen bir topluma gelince: bu
gerçekten de Yunanlıların başlıca özelliği gibi görünen toplumun, önceki çağların yöntemlerine yalın bir tepkiden
ve onları Olympos tanrılarına benzeten doğan bir yöntemi uygulamaya kalkışması kadar anlamsız
serinkanlılıklarını ön plana alan kavrayış, bugün tam bir tutum olamaz.
tersi bir kavrayışa yerini bırakmış görünmektedir; çağdaş Filolojinin ve klasik kültür anlayışının Batı'da bugün
filologlar da klasik eserlerde akıl dışı öğeler, büyük bir bunalım geçirdiğinin ve bu bunalımın, filoloji
psikolojik incelikler, karmaşık ruhsal sorunlar bulmak ve biliminin Türkiye'de ilk kez yer ettiği ve klasik
klasik eserleri 19. yüzyılın romantik eserleri ya da filoloji çalışmalarının başladığı bir döneme rasladığının
bugünkü varoluşçu eserler düzeyine indirgemek için ortaya çıkması bir gerçeği belirli hale getirmiştir; o da
olmadık bir çaba göstermektedirler. şudur: Türkiye'de bugün yaşanan tarihsel an, ayrık önemi
Böyle yapmakla Winkelmann'ın klasik evren kavrayışının ve kendine özgü niteliği olan tarihsel bir andır; öyle ki
karşısına daha ilginç, daha güncel bir kavrayış Türk toplumunu bugün harekete getiren ilgiler, arzular,
çıkarılmak istenmektedir. Bu kavrayışın daha güncel gereksinmelerle ahlaksal özgürlük üzerine kurulu bir iç
olduğu kuşkusuzdur; çünkü Avrupa'da eğitim ve kültür evrene duyduğu gereksinme ve geleneksel inançlar,
alanlarına egemen olan ve her bakımdan ''modernist''
inanışlar, Batı'nın bugünkü tarihsel anını oluşturan Gerçekten de, bireyde duygusal an akılsal anın önceki ve
ilgilerden, inançlardan, yaşamdan büsbütün farklıdır. zorunlu dönemidir; bu nedenle de akılsal anın duygusal
Bu saptamanın doğal sonucu olarak, bunca farklı ana olanak tanımaması gibi bir durum olmadığı gibi, tersi
etkenlerin klasik çağı yeni ve değişik bir biçimde de söz konusu değildir. Sophokles'in Antigone'si bu
kavramayı ve bu evrenin genel olarak modern evrenle ve açıdan incelenirse, (13) görülecektir ki Antigone'yi
özel olarak Türk toplumu ile olan ilişkilerini yeniden kardeşini gömmeye iten yalınç bir iç tepkidir; bu iç
değerlendirmeyi zorunlu kıldığı savlanabilir. tepkiyi hareket ettiren de kardeş sevgisidir. Fakat onu
Daha şimdiden ileri sürülebilir ki Türkiye açısından Kreon'a ve yurdunun yasalarına meydan okumaya iten güç,
bakıldığında klasik evrenin sunduğu görünüm, Batı bu tepki değildir. Olamaz da, çünkü Antigone bir
evrenindeki değerlendirmeye oranla çok daha canlı ve Yunanlıdır, ve her Yunanlı gibi yaşama ruhunun bütün gücü
günceldir; ve Türk toplumunun en can alıcı sorunları ile ile bağlıdır. Çelişkili duyguları ruhunda fırtınalar
ilişkileri bakımından da, çok daha somuttur. Türk koparır; böyle bir anda, Antigone birtakım büyük tanrısal
filologlarının benimseyecekleri yöntem Yunan-Roma yasaların var olduğunu bulgular: böylece tepki, duygu
evrenine bu yeni yaklaşımın mantıksal bir sonucu fikre dönüşür. Bununla beraber Antigone, mistik
olmalıdır. Bizce, bu yaklaşım zorunlu olarak kişinin dinginliğin ne olduğunu bilmediği için, yatışmış
bütünlüğüne dayanmalıdır: bu kişilik yalnızca akıl ya da değildir. Kardeşinin mezara konmamış olması, Kreon'la
yalnızca duygu olarak iki ayrı kişilik olarak görülemez. aralarında geçen sert tartışma, öleceğini bilmesi onun
Bu yaklaşım, ayrıca, insan aklının yeni edindiği tarihsel heyecanını ve acısını en yüksek düzeyde tutmaktadır.
görüş sayesinde, tarihin sonsuz akışından çekip çıkardığı Acısı intiharla sona erecektir. Fakat düşüncesi ile
ideal değerlere duyduğu inançtan hareket etmelidir. Bu hakikate erişmiş olduğu inancı hareketlerine
zorunludur, çünkü bizce, farkında olmasa da, Türk kesinliklerin en büyüğünü, sözlerine sonsuz bir soyluluk
toplumu, yaşama yeniden doğmak için gösterdiği bu güçlü katmıştır. Serenitas havasını yaratan işte ondaki bu
çaba içinde, insanlık sorunlarına derin bir ilgi soyluluk ve kararlılıktır. Yunan serenitas'ı, demek ki,
duymaktadır. bir iç uyumun sonucudur; bu sonuca çoğu zaman sonsuz
Halen yeti halinde olan Türk Hümanizmi, her gerçek acılar pahasına ve insan yaratılışına en uygun bir
hümanizm gibi, zihin özgürlüğüne dayandığına göre ve bu düşünsel ve ahlaksal zihin biçimlenmesi sayesinde
özgürlüğün doğduğu tarihsel ortam Yunan evreni olduğuna erişilebilir.
göre, ''insan kişiliğinin, bütünlüğü''nden ne Kısaca, akılcı ruh (ya da, Nietzsche'nin terminolojisini
anladığımızı açıklamak yararlı olacaktır. Yunan insanını kullanacaksak, Apollon ruhu) bireyde duyarlılık halinin
Apollon açısından gören neo-klasik anlayış olsun, aynı (ya da dionysiak ruhun) aynı zamanda bulunmasına engel
insanı Dionysos açısından gören bugünkü modernist anlayış değildir. Gerçekten de, insan yaratılışına en uygun bir
olsun, her ikisi de ileri sürdüklerinde haklı, geri düşünsel ve ahlaksal biçimlenmeye sahip olma durumu, ne
çevirdiklerinde haksızdırlar; çünkü, gerçekte, birinin duyguların, ne heyecanların, ne de hatta tutkuların
var olması öbürünün yok olması demek değildir. Bizce, kalkmasına neden olmadığı gibi, tam tersine, Sophokles'e
klasik dünyanın duygu güçlüğünü, hattâ tutkularının ve klasik çağın öbür büyük insanlarına, insan duygu ve
şiddetini olduğu kadar, onun düşünce yüceliğini ve tutkularını en iyi biçimde değerlendirme, onları en
görkemli serenitas'ını sezebilen ve anlayabilen bir görüş şidetli ve sympathetik biçimde bizzat duyma ve en güçlü,
öbür görüşlere oranla klasik ruha nüfuz etme olasılığına en bilinçli biçimde dile getirme olanağını veren işte bu
daha büyük ölçüde sahiptir. uyumlu, insanca biçimlenmedir.
Klasik dünyayı bu gözle görebilmek için, insan haline
derin bir saygı duygusunu duymak ve insanlığın -yok Toplumun manevi varlığının hümanist ölçütlere göre
edilmez ve yozlaşmaz- ideal değerlerine içten inanmış yeniden değerlendirilmesi, daha önce oluşacak ve gene
olmak gerekir. hümanist olması gereken bir zihin yapısının ve hümanist
Görüldüğü gibi, çağdaş filolojik araştırma yönteminin eğitimin yerleştireceği belli bir zihinsel habitus'un var
eleştirisi ve daha iyi bir yönteme ulaşma zorunluluğu, olması koşuluna bağlı olduğuna göre, karşımıza bir kez
bizi klasik çağı yeniden değerlendirmeye itmektedir; daha eğitim sorun çıkmaktadır, dikkat bir kez daha ve
böyle bir değerlendirme gerçi Batı'nın bugün eriştiği özellikle Türk orta dereceli okullarının yeniden
düşünsel gelişim aşamasına ve psikolojik koşullarına örgütlenmesi konusu üzerinde toplanmaktadır. Yeni Türk
uymamakta ise de, Türk toplumu açısından en uygun kuşaklarının düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimleniminin
değerlendirmedir. Çünkü Türk toplumu, bilinç-altının temelinde Doğu ruhunun değil, Batı ruhunun bulunması
karmaşık ve karanlık ürünlerini ortaya dökmeden önce (her gerektiği inancı orta öğretime yön göstermelidir. Yeni
ne kadar güzel sanatlar alanında bu yola sapmış kuşaklar, Batılı toplumların eğiticisi olan büyük
görünüyorsa da), duygularını ve yaşama sevincini somutluk insanların eserlerini tanımalı ve sevmelidirler. Tam
ve coşkunlukla dile getirmek gereksinimi içindedir. anlamı ile biçimlendirici ya da eğitici diyebileceğimiz
Fakat klasik çağın modern Türkiye açısından bu eserler ortaöğretim öğrencilerinde insan onurunu ve
değerlendirilmesi, bir başka işlem gerektiriyor; bu moral özgürlük duygularını en yüksek derecede
işlem, bir bakıma, ilkinin tersidir, ama gerçekte onun uyandırmakta, onlarda fikir yürütme alışkanlığını
tamamlayıcısıdır, çünkü klasik dünya ile bugünkü Türk yaratmakta, onlara yarışma ruhunu aşılamakta, onlara önce
dünyası arasındaki ilişkiler tablosunu tamamlamaktadır: de belirtildiği gibi insan duygularının gerçekliği ve
gerçekten de, bu yeni hümanist bilincin oluşması ile, yüceliğine dayanan bir dünya görüşüne yükselme olanağını
ulusal kültürün hümanist açıdan değerlendirilmesi sorunu vermektedirler.
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden biz, Yeni Türk kuşaklarına verilecek hümanist eğitim açısından
Türkiye'de kurulan bir klasik filoloji kürsüsünün, bütün bakılırsa, Osmanlı çağının edebi eserleri ve genellikle,
üniversitelerde görülen iki geleneksel etkinliğin yanında kültür eserleri -pek azı hariç tutulursa- yararsızdırlar,
-öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerinin yanında- bazen hatta zararlıdırlar. Örneğin, yeni kuşaklar, sanat
üçüncü bir etkinlik alanına açılmak, Türkiye'de klasik anlayışlarını yaşama ilgi duymayan, sanat alanının
kültür sorununa ve toplumun manevi varlığının hümanist dışında kalan birtakım kaygılarla insanı ve hayvanı
ölçütlerle yeniden gözden geçirilmesi sorununa eğilmek betimlemekten kaçınan bir sanat üzerine değil, tersine
zorunda olduğu görüşünü yıllarca savunduk. Yunan heykeltraşlık eserleri gibi, yaşamı ve güzelliği
Türkiye'de bir klasik okulun ve bir hümanist araştırmalar coşkunca dile getiren bir sanat üzerine kurmalıdırlar.
enstitüsünün kurulması için gösterdiğimiz çabalar aynı Genç, bu yeni sanat anlayışına eriştikten sonra, Doğu'nun
amacı güder. Yukarıda toplumun yeni bir eğitimden süsleme sanatını incelemeye koyulursa, bu sanatta yeniden
geçirilmesi açısından incelediğimiz bu kurumlar, burada işlenmeye ve yeni sanat bilincinde yaşatılmaya değer olan
çizilen çerçeve içinde çok daha büyük bir anlam ve önem motifleri bulabilecektir.
kazanmaktadırlar. Aynı biçimde, Osmanlı edebiyatı eserleri de orta dereceli
okullardan itibaren, hümanist ve akılcı değerleri
5 - Ulusun manevi varlığının hümanist ölçütlerle benimseme yolunda olan çocuklara okutulmalıdır. Ancak bu
değerlendirilmesi suretle, pek uzak olmayan bir gelecekte, toplumun manevi
varlığının yeni bir değerlendirilmesine yazılmış oldukları için, gençlerin zihin biçimlenimi
girişilebilecektir. İtalyan hümanizmi çağının açıkça üzerinde etkili olabileceklerdir.
gösterdiği gibi böyle bir işlemin sonunda anlaşılacaktır Dolayısıyla, eski düşünce ile bugünkü düşünce arasında
ki eskiden klasik olarak kabul edilen ve -Osmanlı sık sık büyük bir ayrılık görülecektir: bu ayrılık,
eğitiminin temelini oluşturmaları nedeniyle- gerçekten de Petrarca'nın kendi eserine biçtiği değerle sonrakilerin
öyle olan bir çok eser, yeni eğitimin varmak istediği yargısı arasındaki ayrılıktan pek farklı değildir, ancak
erekler açısından yararsızdır, bu nedenle de belki daha belirgindir: İtalyan hümanisti Latince yazdığı
okutulmalarına, incelenmelerine gerek yoktur: tarihsel Afrika adlı destanı ile ölümsüzlüğe erişeceğini ummuştu;
nitelikteki bilgiler arasına itileceklerine göre de, oysa sonraki kuşaklar onu halk dili ile yazdığı
toplumun kültürel bilincinin oluşmasına katılma durumunda Canzoniere'sinden ötürü dünyanın en büyük lirik
değildirler. Fransız, ortaçağda tutulan mysteres adlı bir ozanlarından biri olarak kabul etmiştir. Boccaccio'nun
temsil türünün var olduğunu bilir. Ancak, bu onda yazgısı da farklı olmamıştır: Boccaccio Ortaçağ
yalnızca tarihsel nitelikte yalınç bir ilk bilgiden zihniyetinin saptadığı normlara uygun olarak yazdığı bazı
ibarettir ve tiyatro sanatından söz edildiği bir yerde eserlerle üne kavuşacağını düşünmüştü; buna karşılık
hiçbir Fransızın aklına mystere'leri anmak gelmiyecektir; ününü borçlu olduğu Decameron'dan utanç duymuştu; o kadar
tragedyadan, komedyadan, operadan, melodramdan, hattâ ki dostu Petrarca'ya ondan hiç söz etmek istememişti.
vaudeville'den söz edecek, ama mystere'leri unutacaktır, Şu halde Türk toplumunun karşılaştığı manevi varlığı
çünkü o temsil türü onun kültür bilincinde artık yeniden değerlendirme sorununun bir sonucu olarak, bugüne
yaşamamaktadır. kadar değeri az ya da değersiz kabul edilen eserler
Türk edebiyatı eserleri içinde, bu yeni değerlendirme Cumhuriyet gençliğinin düşünsel besini haline gelecek,
sonucunda, yeni kuşakların zihin biçimlenmesinde yerleri buna karşılık, vaktiyle klasik diye bilinen birçok eser
olmadığı için, klasik olma niteliğini kaybedecek olanlar yalnızca uzmanların araştırma konusu olacak, Türk
pek çoktur. Bunların kültür bilincinden uzaklaştırılması gençliği de bu eserler üzerinde biçimlenmeyecek, onları
güç bir iş gibi görünmüyor; çünkü böyle bir kenara itme yalnızca uzmanların incelemelerinden okuyup tanıyacaktır;
işlemi uzun yıllardan beri sürmektedir; devrimin -Arap ve yani bugünkü gençliğin Osmanlı edebiyatı ve kültürünü
Fars dillerinin okul programlarından kaldırılması, Latin tanıması, Batılı toplumların kendi ortaçağlarını dolaylı
alfabesinin Arap alfabesinin yerine konması ve özellikle yoldan tanımalarından farklı olmayacaktır.
Türk dilinin Doğu klasik dillerinden alma sözcüklerden, Yapılacak özverinin çok büyük olduğu izlenimi uyanabilir,
gramer ve üslûp biçimlerinden arınması gibi- somut bir geçmişle ilgilerin kesildiği duygusu doğabilir; ama bu
dizi önlemlere baş vurması, özgün ve yeni bir Türk zorunludur ve mantığın gerektirdiği bir adım olduğu
edebiyatının doğmasını kolaylaştırmıştır. kadar, bugünkü koşullar altında, doğaldır da. Esasen
Şu halde manevi varlığın yeniden değerlendirilmesi olayı, insanlık bu çeşit bir sorunla ilk kez karşılaşmıyor:
toplumun manevi kalkınma atılımıdır: bu kalkınmada, bir Boccaccio ile Montaigne düşünme ve yazma sanatını,
yandan vaktiyle baş eser kabul edilen eserlerin bir çoğu Ortaçağ'da yaşamış atalarından değil, Latin yazarlarından
unutulup gidecek, bir yandan da başka eserler yepyeni bir öğrenmişlerdir; öbür yandan bu gün çağdaş kuşaklar
değer kazanacaktır: çünkü bu eserler (herhangi bir Dante'nin evreni ile ruh ve kültür birliğini sürdürsünler
uygarlıkta hümanist ruhun sporadik de olsa bir takım diye, okul programlarından kimyayı kaldırıp simyayı,
belirtilerine rastlamak olağandır) hümanist ruhun modern astronomiyi kaldırıp astroloji dersini koymayı
tohumlarını taşıdıkları ya da Osmanlıca değil de Türkçe İtalya'da hiç kimsenin aklından geçirmeyeceği açıktır.
Görüldüğü üzere Atatürk devriminin dördüncü yorumu, ilk sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Bu, Türk aydınlarının,
bakışta tümüyle Batılılaşma hareketi görünümünde ise de, hümanizmden söz edildiği zaman, sık sık dile getirdikleri
yani (Batılı olmayan toplumların maddi olanaklarını Batı bir görüştür. Türk toplumunun, İtalyan hümanistleri
dünyasının düzeyine çıkarma çabası biçiminde beliren) örneğince, klasik evrenin eserlerini taklide kalkışıp
Batılılaşma hareketinin çığırından çıkarıldığı izlenimini bununla yetinmesi gerçekten gereksiz ve hatta -bugünkü
uyandırıyorsa da; Batı'yı örnek alma eylemi alanına koşullarda- olanaklı bile değildir. Aslında Türk
uygulandığı anda, toplumca yeni bir hümanist bilince Hümanizmi Avrupa'nın hümanizm ve uyanış çağlarını örnek
erişme olayına dönüşüyor; bu bilince ermenin ilk alma amacını gütmemektedir.
belirtisi, bir yandan kendi özünün ve kendi sorunlarının Bu sorunla ilgilenen Batılı aydınların karşıt görüşüne
bilincine erme oluyor; buna, Batılı değerler sistemine rağmen, Türk toplumu, kuşaklar boyunca sürdürülecek bir
dayanan kendi kendini değerlendirme de diyebiliriz; bir çaba ile, Batılı evrenin ruh gelişimine basamak oluşturan
yandan da Batı dünyasının değerlendirildiğine tanık aşamalardan bir bir geçmek zorunda asla kalmayacaktır;
oluyoruz: Bu dünya daha şimdiden maddi bir uygarlığın çok kalmasına olanak yoktur, çünkü Türk Hümanizmi toplumun iç
ileri bir aşaması gibi değil, canlı ve insanca bir dünya yapısından doğan zorunluluklarla ve İtalyan hümanizminin
olarak, özellikle manevi açıdan zengin ve bütünüyle zorunluluk ve sorunları ile hemen hemen hiçbir tarihsel
tanınmaya layık bir dünya olarak ortaya çıkıyor; daha benzerlik göstermeyen birtakım sorunları çözümlemek için
şimdiden bu dünya moral özgürlüğün ve kendi kendini vücut bulmaktadır.
tanıtan bilincin ürünü olarak beliriyor; moral özgürlük Gerçekten İtalyan hümanizmi yepyeni bir dünyanın, sanat
ve kendi varlığının bilinci ise her türlü manevi evrimin eserleri ile hümanist çağın aydınlarını heyecanlandıran,
temel unsurları olarak sivriliyorlar. toplumsal ve siyasal düzeni ile hayran bırakan bir
Bu söylenenler bizi, 14. yüzyıldan itibaren Avrupa dünyanın bulgulanmasıdır. Bu dünya komünlerde gelişen
toplumlarında görülen hümanistleşme süreci ile bugün yaşamın yeni gereksinmelerini karşılayacak her şeye sahip
Batılı olmayan toplumların gerçekleştirme yolunda görülmüştür. Bu hayranlık, klasik eserlerin örnek
oldukları Batılılaşma süreci arasında nitelik ve güdülen tutulması ve özenle taklit edilmesi biçiminde belirmiş ve
amaçlar açısından hiçbir fark olmadığı kanısına zaman zaman bununla yetinildiği izlenimini uyandırmıştır.
götürüyor. Hatta diyebiliriz ki bilinçle yürütülen her Başka türlü de olamazdı, çünkü insan düşüncesi henüz
Batılılaşma hareketi bir hümanistleşme, yani akılcı ve tarih bilincine erişmiş değildi, öte yandan biçimi örnek
insancı değerlerin benimsenmesi hareketidir. almadan, biçimi taklitten geçmeden o yeni ruhu
Eğitim alanında, filoloji araştırmaları alanında ve genel benimsemesine olanak yoktu. İtalyan hümanizmi, yeni
olarak kültür alanında gözlenen bazı tutumların gereksinmelerin aramaya zorladığı yeni yolu antik
irdelenmesi bize Türk toplumunda yavaş yavaş da olsa bir dünyanın gösterebileceğini sezmiştir, ancak klasik
hümanist bilincin uyandığını göstermekle kalmıyor, yeni evrenle o günkü dünya arasındaki ilişkiler üzerine
Türk hümanist düşüncesindeki, özün ne olduğunu ana kuramsal bir görüşe sahip olamamıştır.
çizgileri ile saptama olanağını da veriyor. İtalyan hümanizmine yaşamsallık kazandıran etken,
6- Türk Hümanizmi'nin özü duyguların gücü olmuştur; bu duygular (taklitte kendini
doyurma yolunu bulan bu duygular) yalnız pragmatik
Bundan, Türk toplumunun Batılılaşma, daha doğrusu zorunluluklarla değil, klasik evrenle o günkü evreni
hümanistleşme çabasında, İtalyan hümanistlerinin sımsıkı bağlamaktan bir an geri kalmamış olan tarihsel
yaşadıkları deneyimi yeniden yaşamak zorunda kalacağı bağlantılarla da güç kazanmıştır. Okunan, incelenen,
örnek alınan klasik yazarlardı; çağın edebiyat dili olan alandaki ilerleme ve toplumsal kurumların yenilenmesi ile
Latince'den başka bir dil konuşmayan büyüklerdi. Bu kesin kurtuluşa erişemeyeceğini sezmiştir. Ancak düşünce
büyüklerin zihin ve gönül yapısının tamamı değilse de; ve ahlak alanında böyle bir biçimlenmeye başvurma
dili, üslubu, fikir açıklığı kilise tarafından kararına varıldığında, bir gerçeği kabul etme zorunluluğu
benimsenmişti; böylece Avrupa'da klasik gelenek hiçbir ile karşılaşılır: Batı'nın forma mentis'ini benimsemenin
zaman tam anlamı ile ortadan kalkmış değildi. Bu edebi tek ve zorunlu koşulu, Batı evreninin tarih boyunca
türler ve biçimler, bu düşünme tarzı, bu dil, vaktiyle yaşayıp edindiği deneyimin tümünü toplumca kültür
kilisenin buyruğuna girmişken, bu kez, hümanistlerin bilincinde yaşatmaktır.
çabası ile, yeniden sanatsal özgürlüklerine kavuşuyor, Bunun sonucunda, Türk toplumu kendi karşısında,
dinsel düşünceye uygunluk açısından değerlendirilmekten insanlığın incelenmesi ve ilgilenilmesi gereken deneyim
kurtularak yeniden kendi öz değerlerine kavuşuyorlardı. alanları olarak, yalnız klasik evreni değil, İtalyan
Zamanla bu akım dinsel düşüncenin hümanist ruh tarafından hümanizmi ve uyanış dönemleri ile bunları izleyen bütün
özümsenmesi ile sonuçlanmıştır. Böylece klasik evren dine öbür dönemleri de bulmakta, böylece Batı evreni ona
hizmet etme durumundan kurtulmuş; bu kez, derinden derine insanlığın manevi gelişimini çizen uzun, düz bir çizgi
hümanistleşen Hıristiyan dini, karşı konmaz bir güçle gibi görünmektedir: bu çizgi aşağı yukarı İ.Ö. 9
kendini kabul ettiren yeni laik uygarlığa ayak uydurmak yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelmektedir.
zorunda kalmıştır. Hıristiyan kilisesi, tarihsel işlevini Görülüyor ki Türk Hümanizmi, doğduğu andan başlayarak,
gerçekten etkili bir biçimde sona erdirdikten sonra, Batı kendi özünü kuramsal açından değerlendirmek zorundadır:
düşüncesinin evrim süreci içinde yerini almıştır. kendiliğinden doğan değil, bilinçli düşüncenin ortaya
Kilisenin tarihsel işlevi, Avrupa'nın barbar koyduğu bir hümanizmdir. Başka türlü olması beklenemez:
toplumlarına, kendi dinsel öğretisinin ilkeleri ile Türk Hümanizmi olayların zoru ile, doğal yoldan kendini
birlikte, klasik düşüncenin öğe ve biçimlerini öğretmek kabul ettiremez, gelişemez; gerçeklerin ve duyguların
olmuştur. Hıristiyan dini bu toplumlarla, klasik dürtüsü ile oluşamaz; çünkü Türk toplumunu klasik evrene
düşünceden çok daha büyük bir kolaylıkla ve etkililikle bağlayan hiçbir gelenek ya da tarih bağı yoktur; dil
diyalog kurma olanağını yaratacak niteliklere sahipti; bu bakımından da herhangi bir yakınlık söz konusu değildir,
nitelikler onun saf ilkelliğinden ileri geliyordu. Buna tersine Avrupa ulusları ile o evren arasında etkili bir
karşılık, evriminin en yüksek noktasına erişmiş bulunan aracı rolü oynayan Hıristiyan dininin aracılığından da
klasik düşüncenin temelinde yatan insani değeri, özgürlük yararlanma olanağından yoksundur.
ilkesine dayanan ahlak anlayışı, insan aklına güven gibi O halde gerçek şudur ki Türk Hümanizmi'nin kaynağını
kavramların gerçekten anlaşılıp benimsenebilmesi için ilintilik zorunluluklar oluşturduğu halde bu akımı
uzun bir zihin ve fikir eğitimine gerek vardı. güçlendirmek ve yerleştirmek için hiç ara vermeden
Türk Hümanizmi'ne gelince, Türk Hümanizmi toplumun bilinçli bir sistem yaratma gereği vardır. Toplumun
içinden gelen bir hareketle ortaya çıkmış değildir. İlk kültür koşullarının gerçekleri, çağdaş, Batı'nın etkisi,
dürtü dıştan gelmiştir. Türk toplumunu kendini yenileme topluma özgü sanat duyarlığı ve günün zorunlulukları Türk
çabasına iten kuvvet insancıl bir içgüdüdür; kişi ve Hümanizmi'ne bugün için tahmini olanaksız bir öz, bir
toplum olarak varlığını sürdürme içgüdüsüdür. Türk biçim ve bir yapı kazandıracaktır; bundan kuşku
toplumu, genç kuşakları ciddi bir fikir ve ahlak duyulamaz. Ancak şu da bir gerçektir ki bir toplumun
eğitiminden geçirmedikçe ve böylece Atatürk'ün koyduğu kendi amaçlarının ve öz niteliğinin bilincine erişmesi
ilkelerin benimsemesini sağlamadıkça, yalnızca teknik olayı, sanat ve fikir alanlarında gösterdiği özgür
etkinliği derinden derine etkilemekten geri hümanizmden çok daha iyi tanımış ve Roma dünyasının
kalmayacaktır; üstelik toplumun isteklerine ve yanında haklı olarak Yunan evrenine büyük yer vermiş, bu
gereksinmelerine daha kesin, daha belirgin bir yön evreni bazen Roma evrenine gölge düşürecek biçimde
vermeyi de başaracaktır. değerlendirmiştir. Alman toplumunun köken bakımından Roma
Türk Hümanizmi, insan aklının İtalyan hümanizminin uygarlığına hemen hemen tümüyle yabancı olması ve Hint-
yaratıcı atılımını -özellikle aydınlanma yüzyılında Avrupa dil grubuna dahil olmakla beraber, konuştuğu dilin
yapılan çalışmalar sayesinde- sisteme bağlamış bulunduğu Latinceden gelmemesi, Alman bilginlerini klasik evrenle -
ve klasik evrenle modern evren arasındaki ilişkiler bu kez Alman toplumunun önderlik ettiği- modern evren
sorununa belli bir çözüm getirdiği bir sırada (Alman neo- arasındaki ilişkiler sorununu, çağın gereklerine daha
hümanizmi yorumlama gücünü en başta bu sorunun uygun ve aynı zamanda daha esaslı bir biçimde ortaya
çözümlenmesine yöneltmiştir) ortaya çıkmaktadır; bu atmaya iten başlıca iki etken olmuştur. Bununla birlikte
nedenle ve tarih bilincinden aldığı kuvvetle Türk kabul edilmelidir ki Avrupa düşüncesinin çerçevesi içinde
Hümanizmi daha başından beri kendi etkinliğini bilinçli bulunan Alman aydınları için doğru sonuca varmak
düşüncenin ışığı ile aydınlatma olanağına sahip üstesinden gelinmeyecek bir zorluk oluşturmuyordu.
bulunmaktadır. Gerçekten, Alman toplumu, bu sorunu ele aldığı sıralarda,
Böylece insanın düşünce yaşamı yeni bir deneyimle klasik kültürü ve onunla birlikte Batı zihin yapısını
zenginleşmektedir. Bu deneyim, Batılı toplumlarda çoktan benimsemiş bulunuyordu: özellikle dinin kuzey
görülmeyen çok değişik koşulların insanlara kazandırdığı Avrupa'nın Batılılaşma (ya da hümanistleşme) sürecinde
bir deneyimdir; bugünkü değerler sistemini kendi önemli bir payı olmuştur. Bu durumda ne Alman mitolojisi,
tarihinin birikiminden çıkarmaktan çok, özel durumunun ne de eski Alman dini toplumun hümanistleşme yolunda
zoru ile, deneyimini bilinçli olarak yaşayan ve ilerlemesine önemli bir engel oluşturamazdı, gerçekte de
muhakemesini kullanarak değerlendiren bir toplumun oluşturmuş değildir.
deneyimidir. Bu toplum Yunanlıların evrene mythos yolu Alman düşüncesi, kendi koşullarının gerektirdiği ölçüde
ile yaklaşma biçiminden, Sokrates'in kavramlarından, ilk de olsa, yüzyıllarca sürüp gerçekleşen bir fenomeni
hümanizmden ve Batı tarihinin oluşturduğu zengin kuramsal düzeyde açıklamayı başarmıştır: bu fenomen
deneyimden bugüne kadar habersizdi; ama bugün Croce'nin -tarihsel bilincin ışığı altında yeni bir
ve Gentile'nin yeni idealizmini incelemek, Marx'ın değerlendirmeden geçirilen- klasik düşüncenin (tarih ve
tarihsel materyalizmini eleştirmek, atomu parçalamak, dil açılarından Yunan-Roma dünyasına bağlı bulunan) Latin
temsilcilerini seçip Meclis'e göndermek zorunluluğu ile evreninin ötesine yayılması ve bu yayılma alanının kaba
karşılaşan bir toplumdur. taslak Hıristiyanlığın yayılma alanına eş düşmesi
İtalyan hümanizmi ile Türk Hümanizmi arasında doğuş ve fenomenidir.
tarihsel koşul ayrılıkları kısaca bunlardır. Ayrıca iki Bu açıdan bakıldığı zaman, Batı uygarlığı tarihi en az
akımın çözümlemek zorunda kaldıkları ana sorunun otuz yüzyıldan beri süregelen şanlı bir evrim sürecinin
birbirinden tümü ile farklı olduğu de eklenmelidir. Ancak şanlı aşamaları görünümünü kazanmaktadır.
bu konuyu incelemeden önce, Alman neo-hümanizminin Aşamalar şunlardır: zihin özgürlüğüne dayanan ahlak
doğuşuna tanık olan tarihsel ve özellikle kültürel ve kavramlarını bulgulayan Yunan dünyası; Yunan düşüncesini
manevi koşulların neler olduğunu saptamak gereklidir. benimseyen, buna ulusal özelliklerinden doğan değerleri
Neo-hümanizm klasik evrenin değeri üstüne kuramsal bir katıp bütün Akdeniz bölgesine yayan Roma dünyası; Yunan-
görüşe sahip olmuştur. Yunan-Roma evrenini ilk Roma dünyasının kurduğu klasik değerleri yeniden
bulgulayan ve Hıristiyan düşüncesinin insanlığın evrim -çeşitli ülke ve çağlarda çeşitli ulusların katkıları ile
sürecine girmesini sağlayacak koşulları hazırlayan beslenmiş olması itibarıyla- ''insanlığın manevi gelişim
İtalyan hümanizmi: klasik değerleri Latin dünyasına ve tarihinden söz etmek çok daha yerinde olur.
Fransa'nın derin etkisi altında bulunan İngiltere'ye Batı evreninin ne olduğu bu şekilde gerçeklere çok daha
yayan Fransız-İtalyan uyanış çağı; Batı düşüncesinin o uygun olarak tanımlanınca, bundan hiç beklenmedik
güne kadar ortaya koyduğu gerçekleri uyumlu bir sistem sonuçların çıktığı görülecektir. Bu sonuçların ilki
biçiminde düzenlemek suretiyle, bu düşüncenin ilerde daha yanlış konulan bir sorunun -Batı uygarlığı ile Doğu
büyük bir gelişme gücü kazanmasını sağlayan aydınlanma uygarlığı arasındaki ilişkiler sorununun- anlamını
çağı; tarihsel açıdan yeni bir değerlendirmeden geçirdiği yitirmesidir. Batılı olmayan evrenin aydınlarını yoran
klasik kültürü, güçlü kuramsal düşüncesi sayesinde ünlü antinomi böylece Doğu'nun esas olarak insan üstü
Avrupa'nın, Hıristiyan olmakla beraber, Roma'nın etki güçlere bağımlı ruhu ile Batı'nın esas olarak özgür ruhu
alanına hiçbir zaman girmemiş olan öbür bölgelerine arasında, hem de pek ilginç olmayan, basit bir
yaymayı başaran, bu suretle de Batı düşüncesinin karşılaştırmaya indirgenmiş olmaktadır.
Hıristiyanlığın sınırlarına kadar yayılmasını sağlayan Bugünkü Avrupa ile Batı evreninin uygarlıklar bütünü
Alman neo-hümanizmi. genel olarak karıştırıldığı için, sık sık görüldüğü üzere
İşte Türk Hümanizmi bu evrim aşamaları zincirine eklenen Batı uygarlığı adı ile insanlık evrimi tarihinin tamamı
yeni bir halkadır. Çünkü Türk Hümanizmi, klasik düşünceyi anlaşılıyorsa, bu durumda antinomi ortadan kalkmaktadır;
-daha doğrusu Batı düşüncesini- Hıristiyan Batı'nın çünkü artık, bugünkü Avrupa ve Amerika'nın uygarlığı ya
sınırlarının da ötesine yaymayı amaç edinmiş bir fikir da İslam uygarlığı örneğince, tek tek uygarlıklar söz
akımı niteliğindedir. Dolayısıyla o, Türk toplumunu konusu değildir. Söz konusu olan insanlığın, en aşağı
yalnızca teknik uygarlığa ayak uydurmaya zorlamakla otuz yüzyıllık bir geçmişten başlayarak günümüze kadar
kalmamakta; aynı zamanda Batı'nın deneyimini yeniden ulaşan düz bir çizgi gibi göz önüne getirebileceğimiz
değerlendirmekle, bu deneyim üzerine kendine özgü bir ilerleyişi ve manevi gelişimidir. Bu evrim çizgisi
görüş getirmektedir. Bu görüşün oluşmasını sağlayan karşısında uygarlıkları birbirleriyle karşılaştırmanın
neden, Türk toplumu gibi tarihi boyunca Avrupalı ve anlamı yoktur; onların değer ölçüsü, her birinin
Hıristiyan olmamış bir toplum için, Almanların klasik insanlığın ilerleyişine getirdiği katkı payıdır.
düşüncenin German topluluklarına yayılmasını açıklayan Türk Hümanizmi'nin ortaya çıkardığı ikinci gerçek şudur:
kuramlarını oluştururken dayandıkları Avrupalı ve bir Batı uygarlığından söz edilemeyeceğine göre
Hıristiyan nitelikli tutamaklardan yararlanma olanağının (edilmemesine bir neden de Hıristiyan dininin Suriye
bulunmayışıdır. kökenli, yani Doğu kökenli, dolayısıyla hümanist
Türk Hümanizmi'nin bu konuda eriştiği kendine özgü görüş düşünceyi benimsediği ölçüde Batılı olmasıdır) bizzat
ortaya birtakım gerçekler koymaktadır. Bunların ilki Batılılaşma terimi, bugünkü Avrupa-Amerika uygarlığının
şudur: Batı uygarlığı deyimi ile Avrupa'nın ve benimsenmesi anlamında kullanılıyorsa, salt taklitçilik
Amerika'nın bugünkü uygarlığı anlaşılıyorsa, bu uygarlık aşaması için geçerlidir. Ama bu aşama, açıklamaya
klasik evrenle olan bağıntısı göz önüne tutulmadan çalıştığımız kuram sayesinde, bir kez aşıldı mı, artık
kavranılamaz; öte yandan Yunan uygarlığından başlayarak Batılılaşmadan değil, toplumların ''insanlığın evrim
Batı uygarlıklarının bütünü olarak düşünülüyorsa, adının sürecine katılmaları''ndan söz etmek çok daha yerinde
''Batı dünyası uygarlıklarının bütünü'' olması çok daha olur. Çünkü bu sürecin, kendi gelecekleri sorununu
uygun düşer; hatta ''uygarlıklar''dan söz etmektense hümanist açıdan ele alan -yani otuz yüzyıldan beri
insanlığı aşamadan aşamaya götüren zihin ve ahlak Bütün bu söylenenlerden çıkan mantıksal sonuç şudur:
değerlerini kendi istekleri ile benimsemeye çalışan- Hıristiyan olmayan toplumların, belli bir ölçüde de olsa
toplumlara açık olduğu ortadadır. Hıristiyanlaşmaya yol açacağı sanısı ile Batılılaşma
Başka bir gerçek de şudur ki Batı dünyasının Türk hareketine duygusal olarak gösterdikleri tepki ve bu
hümanist düşüncesi tarafından insanlığın manevi evrimi tepkinin yarattığı büyük engel gerçekte hiçbir bilimsel
olarak değerlendirilmesi -Batı düşüncesini temele dayanmayan endişelerin bir ürünüdür. Çünkü
zenginleştirmekten, onun kendi değerini daha iyi erişilen bu yeni görüş açısından bakılınca, modern Avrupa
kavramasını sağlamaktan ve ona bugünkü tarihsel işlevini uygarlığının tarihsel oluşmasında özlü ve zorunlu bir öğe
göstermekten başka- bu yeni fikir akımının anlam ve olmakla beraber, Hıristiyan dininin Batı ruhunun özünü
önemini daha da derinleştirebileceği sonucuna oluşturan bir öğe olmadığı açıkça görülmektedir.
götürmektedir. Gerçekten, Türk Hümanizmi, böylece, Başka bir deyişle, Hıristiyanlığın aracılık eylemi
insanlığın yeni bir gelişme aşamasına girdiğinin ilk gerekli, zorunlu ve yön verici olmuştur, ama
kanıtı olarak belirmektedir. Nitekim Türk Hümanizmi Hıristiyanlığın kendisi Batı uygarlığının ideal yapısında
dünyanın bütün toplumlarını insanlığın evrim sürecine yer alan öz öğelerinden biri değildir.
katma olanağını kuramsal bir sav olarak ileri sürmekle Konu bu açıdan incelendikten sonra, yarım yamalak
kalmayıp, bunun aynı zamanda pratik bir kanıtı olduğunu bilgileri ile hümanizmi yalnızca belli bir tarihsel dönem
ortaya koymaktadır. olarak değerlendiren yarı aydınların yanılgısının ne
kadar büyük olduğu daha iyi görülecektir ve ortaya
Şurası kesindir ki Batılı olmayan toplumların evrim çıkacaktır ki -birtakım ünlü Batılı bilginin de kapıldığı
sürecine katılma çabasında, özenilerek yaratılacak sanının tersine- bütün öbür Batılı olmayan toplumlar
aydınlık bir tarihsel bilinç, modern Avrupa uygarlığının gibi, Türk toplumunun da Batılı toplumların geçtikleri
tarihsel oluşmasının özlü ve zorunlu öğeleri olarak yollardan yeni baştan geçmesine ve İtalyan hümanistlerini
ortaya çıkan tarih ve gelenek bağlantılarının ve örnek tutarak, bunca değerli zamanı Vergilius ve
Hıristiyan dininin etkili aracılığının yerini tutmak Cicero'yu taklit etmekle ya da o yılların modasına uygun
zorundadır. Başka bir deyişle, insanlığın manevi olarak, Yunanca epigramlar yazmakla harcamasına gerek
gelişiminin Avrupalı aşamalarında Avrupa, klasik yoktur. Gerçi Türk toplumu, neo-hümanist çağın Alman
düşüncenin yeniden değer kazanmasına yol açan tarihsel ve toplumundan farklı olarak ve ilk İtalyan hümanizmine
geleneksel etkenlerle doğal nedenlere ve Hıristiyan uygun olarak, Yunan ve Roma klasikleri ile ilk kez
dininin aracı işlevine neler borçlu ise, bunların hepsi karşılaşmak durumundadır ve bunun bir sonucu olarak, bu
bugün Batılı olmayan toplumların içinde muhakeme yolu ile metinler karşısında duyduğu ilgi, sınırsız inanç,
bilinç olarak yaratılabilir. İnsanlığın geleceğinin, hayranlık ve coşkunluğun onun tutumunu Alman neo-
olayların doğal akışından kurtarılarak gitgide bilinçli hümanistlerinkinden çok İtalyan hümanistlerinkine
düşüncenin etkisi içine alınmasına gelince, bu durum yaklaştırma olasılığı vardır. Ama buna rağmen, tarih
insanlığa ve onu zihinsel ve ahlaksal evrimine bütünüyle bilincine sahip 20. yüzyıl Türk toplumu Avrupa'nın 15.
uyacak ve yakışacak bir durumdur. yüzyıldan bu yana geçirdiği aşamaların hepsini bir bir
Şu halde Batılı olmayan toplumlar, tarihsel bilincin aşmak zorunda değildir.
yardımı ile Batı deneyimini bütün aşamaları boyunca fikir Sonuç olarak, Türk toplumu Batı'nın kültür tarihinin
düzeyinde yaşamalı ve bu deneyimin ideal değerlerinin çeşitli aşamalarını tarih düzeyinde yeniden yaşamak
hepsini soyutlayarak çıkarmalı ve onlara uymalıdırlar. durumu ile karşı karşıya değildir; ona düşen -tıpkı
bugünkü Batılı kuşakların bizzat yaptıkları gibi- NİTELİĞİNİN KURAMSAL DOĞRULANMASI
insanlığın manevi gelişimine katkıda bulunmuş olan
ulusların deneyimini düşünce düzeyinde yeniden I- Batı düşüncesi açısından Batı evreninin değeri
yaşamaktır; bir deneyimi tarih düzeyinde yaşamakla onu
düşünce düzeyinde değerlendirmek ise bambaşka şeylerdir. Bu noktaya varıldığında araştırmalarımızın sonuna
Türk Hümanizmi, Batılı olmayan toplumlarda gözlenen ve gelindiği kanısı uyanabilir. Gerçekten, Batılı olmayan
onların, Batılılaşma hareketlerinin bugünkü aşamasında, toplumlarda gerçekleşmekte olan Batılılaşma hareketinin
göze çarpan bir özellik olarak koydukları çeşitli ve özellikle, Atatürk devriminin irdelenmesi ile
taklitçilik örneklerinden biri değildir; Türk Hümanizmi başlayıp, çağdaş Türkiye'nin manevi sorunlarını daha iyi
hızını taklitten alan ve taklitte tükenen bir akım anlama çabasına giriştiğimizde, ''Türk Hümanizmi'' adını
değildir. Gerçi manevi alandan alınan örneklerin taklidi, verdiğimiz, Batılı olmayan toplumların bunalımına bir
bir uygarlığın dış görünüşünü ve tekniğini taklit etmeye çözüm getirmeye elverişli yeni bir fikir akımının
benzemez; çünkü manevi örneklerin taklidi çoğu zaman zorunluluğunu ortaya koymaya vardık. Doğuşunu açıkladık;
beklenmedik sonuçlar doğurabilir, yepyeni gelişmelere yol bu akımın Batı'nın deneyimi ile Atatürk devriminin
açabilir. Ancak Türk Hümanizmi bununla kalmamaktadır. tarihsel gerçeklerinin karşılaştırılmasından ve devrimin
Türk Hümanizmi fikir evriminin uzun zincirine eklenen bu deneyim açısından değerlendirilmesinden doğduğunu
yeni bir halkadır, insanlığa onur kazandıran uzun bir gördük. Özü üzerinde uzun boylu durduk: bu özün, Batı
aşamalar dizisine eklenen yeni bir evrim aşamasının evreninde yaşanan deneyimin bilinçli bir yorumunun ürünü
başlangıcıdır. olduğunu; Batı evreninin dışında bulunan bir görüş
Gerçekten Türk Hümanizmi, sorunu yalnızca Batı insanının açısından gören, Batı'yı Batı'nın insanlığın düşünce
değil, bütün insanlığın açısından kapsayan görüşü ile tarihi karşısında yüklendiği işlev ve aralarındaki
özel tarihsel koşullarca önüne çıkarılan ve bu yüzden ilişkiler bakımından inceleyen bir muhakemenin sonucu
kendine özgü olan sorunları çözümlemek zorunda kalması ve olduğunu saptadık.
pek eski bir kültüre ve büyük bir deneyime sahip olması Ancak kabul etmek gerekir ki bu düşünce hareketi, bugünkü
nedeni ile Batı dünyasını, içinde insanlığın evrim durumda, yalnızca yeti halindedir; bu hareketi tarih,
sürecinin sürüp gittiği bir uygarlıklar bütünü olarak gelenek, dil bağlarına başvurarak hızlandırma olanağı
değerlendirmesi sonucunda, insanlığın ilerlemesine yoktur; çünkü bu ve benzeri bağların varlığı Türk toplumu
katkıda bulunabilecek ve aynı zamanda bütün öbür Batılı için söz konusu değildir. İşte bu nedenle, bizim
olmayan uygarlıklara örnek oluşturabilecek nitelikte bir ''bilinçli olarak yaratılan hümanizm'' de dediğimiz Türk
akımdır. Son amacı Batılı evrenin zihinsel ve ahlaksal Hümanizmi'nin, temellerinin atıldığı andan itibaren,
değerlerini Hıristiyanlığın çizdiği sınırların ötesine, varlığının bir zorunluluk olduğu konusunda, açık ve
Batılı ve Hıristiyan olmayan ülkelere taşırmaktır. sağlam bir kuramsal bilince sahip olması gerekmektedir.
Bu durumda Türk Hümanizmi Alman neo-hümanizmine oranla Bugünkü durumda Türk Hümanizmi, tarihsel içeriğinden
yeni ve çok önemli bir adım olarak belirmektedir, çünkü yoksun, salt bir ideal yapı olmaktan ileri
insanlığın büyük evrim sürecine katılma olanak ve gidememektedir.
zorunluluğunun bütün insan toplulukları için var olduğunu Madem ki Türk Hümanizmi varlığının -birçok kuşağın manevi
kesinlikle ortaya koymaktadır. çabalarının doğal bir sonucu olması gereken- kuramsal
gerekçesini daha başta ortaya koymak zorundadır, o halde
V. TÜRK HÜMANİZMİNDEKİ ZORUNLULUK her şeyden önce onun ana düşüncesini incelememiz
gerekecektir. Çünkü bütün öbür yönlerinin bu ana Avrupalıların bu hususta ne düşündüklerini araştırmak
düşünceye dayandığı anlaşılmaktadır. boşunadır: Avrupa düşüncesi hiçbir zaman kendi özünü
Türk Hümanizmi kavrayışının temelinde, bu düşünce mutlaklık açısından ele almamış, onu bütün insanlığa
hareketinin Batı evreni karşısında ortaya koyduğu oranla değerlendirmeye çalışmıştır. Batılı olmayan
davranışın bulunduğu gözden kaçmayacaktır. Gerçekten, toplumlara oranla manevi ve pratik alanlardaki
Türk Hümanizmi, Avrupa'nın büyük düşünce akımlarının üstünlüğünün su götürmez nitelikte olması karşısında
tersine, kaynağını yalnızca klasik evrende değil, Batı olacak, Batı düşüncesi hiçbir zaman nesnel bir ölçüt
dünyasının bütününde, yani Yunan ve Roma aşamalarından -yani belli bir uygarlığın ürünü olmaması nedeni ile
başka İtalyan, Fransız, İngiliz ve Alman aşamalarını da değişik uygarlıkların değeri üzerine mutlak bir yargının
kapsayan bir evrende bulur. Ne kadar kusursuz olursa verilmesini sağlayan bir ölçüt bulma görevini
olsun bu evren onun için taklit edilecek bir örnek değil, yüklenmemiştir. Tam tersine, Batı düşüncesi, Batı
somut ve tarihsel hatları ile incelenmesi gereken dünyasının parçalanamayacak bir manevi birlik oluşturduğu
insanlık deneyiminin tümüdür; Türk Hümanizmi, onun bilincine bile erişmediği gibi, onun insan soyunun evrim
fikirsel değerlerini kendi açısından araştırmak ve sürecinin oluşa durduğu bir uygarlıklar bütünü olduğunu
bunlardan manevi biçimlenmesi için yararlanmak da görememiştir. Avrupa düşüncesi, varlığını sürdürdüğü
durumundadır. beş yüz yıl boyunca, ancak doğacak, doğuşunu ve
Ana düşüncenin bu olduğu anlaşılıyor. Geri kalanı, bundan gelişmesini borçlu olduğu yaşam kaynaklarının neler
doğan sonuçlardır; bununla beraber, görüldüğü gibi, bu olduğunu anlayacak, klasik düşüncenin kendi bünyesine
sonuçlar son derece önemlidir. Nitekim bunlardan biri getirdiği katkıyı bilincin ışığı ile aydınlatacak ve
Doğu-Batı antinomisinin ortadan kalkmasıdır. Bir başka Yunanlılarla Romalıların yaratıp uyguladıkları her şeyi
sonuç taklitçilik kavramının kalkıp yerine Batılı olmayan kuramsal olarak sistemleştirecek -böylece de
toplumların insanlığın manevi evrimine katılmaya geliştirecek- zamanı bulmuştur.
sürüklenmeleri kavramının geçmesidir. Aynı biçimde, Avrupa düşüncesi ne zaman kendini daha iyi irdelemek ve
değeri mutlaklık ölçüsünde tanınan Batı düşüncesinin değerlendirmek gereksinmesini duyduysa, her seferinde
olası bir zenginleşmesi de bu sonuçlardan biridir. Ve klasik evrene başvurmaktan geri kalmamıştır. Böyle
nihayet bir sonuç ta -insan aklının bir fethi gibi olmasına rağmen, Avrupa düşüncesi hiçbir zaman Hıristiyan
görünen- tarihsel bilincin tarih, gelenek, din ve dil dünyasına karşı çıkan bir pagan evren kavrayışının
bağlarının yerine geçme görevini yüklenmesidir; bu bağlar ötesine geçememiştir; Yunan-Roma dünyası ile ünlü
Avrupa evrenini Yunan-Roma evrenine bağlayan; böylece ilişkiler sorununun kaynağı bu kavrayıştır. Oysa bu,
insanoğlunun manevi evrimini başlatan bağlardır. sorunu yanlış bir biçimde ortaya koymaktır; çünkü bu iki
Şu halde Türk Hümanizmi'nin kuramsal doğrulaması Batı dünya gerçek özleri ile yani bir yandan pagan değil,
dünyasının, görelilik düzeyinde değil, mutlaklık klasik dünya, öbür yandan da Hıristiyan değil, modern
düzeyinde değerlendirilmesini, onun ilerleyen insanlığın Batı dünyası olarak görülmedikçe, ruh yapısı bakımından
edindiği deneyimin tek sahibi olarak görülmesini ister. birbirinden ayrı iki evren olarak düşünüldükçe, insanlar
Batı dünyasının Batılı olmayan toplumlarca tanınmasını ölümcül bir tehlikeden, iki dünya arasındaki bağların
zorunlu kılan tek koşul budur. Bu zorunluluk aynı zamanda kopması tehlikesinden kurtulamayacaklardır. Bu bağların
Türk hümanist hareketinin var olma nedenini oluşturur ve kopması ise insanların manevi evrimini birdenbire
dolayısıyla, onun zorunluluk niteliğini ortaya koyar. durduracağı, durdurmasa bile, -geçmişte olduğu gibi-
klasik evrenin bir bütün olarak reddedilmesi tehlikesi isteğidir. Yeni zihniyet toplum yaşamına da aynı biçimde
ile karşılaşılacağı kuşkusuzdur. egemen olmakta gecikmemiştir; laik disiplinlerle ilgili
İşte Türk Hümanizmi'ne düşen görevlerden birincisi, kendi yeni kürsüler kurulmuş, (Floransa'da Salutati ile) eski
kuramsal doğrulamasını yaparken Batı evreninde birbirini hitabet siyasal yaşama sokulmuş, hümanist çevrelerle din
izleyen uygarlıkların bütününün parçalanmaz ve öze çevreleri arasında sert polemikler başlamış, 1396'da
ilişkin birliğini, Avrupa düşüncesinin bugüne kadar Floransa'da M. Crisolara Yunan dilinin öğretimini resmen
yapabilmiş olduğundan daha açık ve kesin bir biçimde başlatmıştır. Yunan-Roma çağının insanlığı kavrama
ortaya koymaktır. biçimi, yaşama yön veren bir kavrayış olarak
Klasik dünya ile modern dünya arasındaki ilişkilerin benimsenmiştir. Bu yeni akım bizzat Roma'yı büyülemekten
tarihini, filoloji kavramını ele almadan, izlemenin geri kalmamış, burada Valla gibi kişiler geleneksel ahlak
olanaksız olduğunu şu tarihsel gerçek kanıtlar: İtalyan ve ilkelere karşı ahlakın hakkını savunmuşlardır. Guarino
hümanizmi, çok karmaşık bir fikir hareketi olan Fransız- ve Filelfo gibi bilginler Yunanca öğrenmek için
İtalyan uyanışının özel bir cephesi, filolojik cephesi İstanbul'a gelmişlerdir. En parlak zekâlar Latin ve Yunan
olarak tanımlanmıştır. Gerçekten, İtalyan hümanistlerinin eserlerini çevirmeye koyulmuşlar, Papa V. Nikolas
etkinliği elyazmalarının araştırılması ve bulunması ile zamanında Yunan eserlerinin, o çağda Avrupalı bilginler
başlar; bu ise tam anlamı ile filolojik bir çalışmadır. arasında çok daha yaygın bir dil olan Latince'ye
Fakat filoloji kavramı ile filolojinin tarih ve felsefe çevrilmesi ve bu eserlerle bir kitaplığın kurulması
ile olan ilişkileri sorunu ilerde ayrıca incelenecektir; tasarlanmıştır.
çünkü bu iki konunun önemi bizim için büyüktür. İtalyan hümanizmini ciddi bir incelemeden geçiren her
Şimdilik modern dünyanın işlevinde klasik evreni ana insanın varacağı yargı şudur: Klasik dünya ile kurulan
çizgileri ile gözden geçirmek, onun Batı düşüncesi ilk ilişki yalnızca ve tümüyle ilintilik ve tarihsel
tarihinin çeşitli aşamalarında sergilediği görünümleri nitelikteki nedenlere dayanmaktadır. Bundan İtalyan
belirtmekle yetineceğiz. hümanistlerinin klasik dünyayı tanımalarının aracısız ve
İtalyan hümanizmi somut ve tarihsel nitelik taşıyan sezgiye dayalı olduğu sonucunu doğal olarak
gereksinmelerden doğmuştur; özgür İtalyan komünlerinde çıkarabiliriz.
yaşamın gitgide daha laik bir görünüm alması, -henüz Böylece Avrupa uzun Ortaçağ'ı uykusundan tarih, gelenek,
egemenliğini sürdüren dinsel düşüncenin asketik tutumuna din ve dil alanları ile ilgili bir dizi mutlu raslantılar
rağmen- yaşama sevincinin kitleleri kazanması, en uyanık sayesinde uyanabilmiştir.
kişileri pratik yaşamla manevi yaşam arasında daha büyük Klasik dünyanın bu kuşaklarda uyandırdığı sonsuz
bir uyum aramaya itmiştir; bu durum onları, skolastik hayranlıkla 15. ve 16. yüzyılların en büyük çabası
açıklamanın ötesinde, klasik eserlerin gerçek anlamını taklitçilik olmuştur. Ancak 16. yüzyılın ikinci yarısında
sezip bulmaya götürmüştür. Yeni buluşlar sayesinde Muretus Yunan-Roma evreni ile çağdaş evren arasındaki
sayıları artan ve daha özgür bir düşünce sayesinde çok ilişkiler sorununu ortaya atmıştır. Edebi eğitimin
daha iyi anlaşılan klasik yazarlarla kurulan ilişki, etkililiğinden hareketle, klasik dillerin öğretilmesi
toplumu birdenbire yeni davranışlara itmiştir; bu zorunluluğunu savunmakta herhangi bir zorlukla
davranışlar insanın manevi evrimi tarihine yön verecek karşılaşmış değildir. Ne var ki Alman neo-hümanizmine
nitelikteydi. kadar, klasik evrenin klasik evren olarak değeri ve bunun
Bu yeni davranışların arasında en önemlileri eleştirme modern dünyaya göre işlevi yalnızca tek tek düşünürlerin
özgürlüğü ve gelenekler alanında baş gösteren yenilenme ele aldıkları konular olmuş, her açıdan tanınmak
istenmiştir: Buna polymathia çağı denir. Coşkun kişileri ile kurulan ruh birliğinden doğmaktaydı. Bütün
duyguların heyecanı kısmen yatıştıktan sonra bu evren bu değer yargılarını aslında birbirinden pek de farklı
taklit konusu olmaktan çıkmıştır ancak bir yana atılmış olmayan dört kategoride toplamak olanaklıdır.
değildir; bu durum, zihinleri onun ne olduğu ve modern Antik kavramları Avrupa kültürünün özü olarak
Avrupa için ne anlam taşıdığı sorununu ortaya atmaya değerlendiren görüşler birinci kategoriye girer; bu
zorlamıştır. tutumu benimseyenler için Avrupa kültürü antik çağın
Gene de klasik evrene karşı duyulan ilginin bu çağda düşünsel ve etik değerlerinin bulgulanması ve yeniden
azaldığı anlamı çıkarılmamalıdır. Grotius'u anmak fethedilmesinden başka bir şey değildir.
yetecektir: Grotius insan hakları alanında yeni bir İkinci kategoriye giren değerlendirmelere göre, klasik
kavrayış getirmiştir. (1) Ya da Descartes'ı anabiliriz. düşünce Avrupa uygarlığının temelini oluşturur; bu
Bu düşünür, antik felsefeyi etraflı bir biçimde inceleme uygarlık, antik çağa oranla, insan ruhunun ileri ve özgür
sayesinde, yeni felsefenin temellerini atma olanağını gelişimidir.
bulmuştur; ancak, böyle olduğu halde, sonradan eski çağ Üçüncü kategori, tersine, çağdaş evrenle antik evreni
filozoflarına karşı olumsuz ve son derece nankör bir birbirine sıkıca bağlayan bağları belirtmekle yetinir;
tavır takınmış olması şaşırtıcıdır. bundan da -gerçeklerin ve tarihin kanıtladığı üzere-
Bu dönemi izleyen yüzyılda -yani Hollanda filolojisinin modern dünyanın bu başlangıç aşamasından vazgeçmeyeceği
gözde olduğu ve fikir tarihinde herkesten ayrı bir yer kanısı doğar.
işgal eden büyük düşünür Vico'nun yaşadığı yüzyılda- iki Dördüncü kategoriye giren kalabalık sayıdaki bilgin ve
evren arasındaki ilişkiler sorunu çok daha ciddi bir aydınlar ise klasik dünyanın kendine özgü ve eğitici
biçimde ele alınmıştır, çünkü yeni bir edebiyatın, yeni değerini belirtirler: Bu niteliği ile klasik dünya -her
bir düşüncenin, yeni ve -siyasal ve toplumsal kuruluşları çeşit ilintilik bağın dışında olarak- insanlar için en
ve tarihi bakımından- kendisi de incelemeye değer olan önemli ve ilginç bir inceleme alanı olmalıdır, çünkü
bir toplumun doğuşu, Yunan-Roma dünyasının ne olduğunu ve modern Batı toplumlarına zihinsel biçimlenmeyi veren en
modern dünya açısından ne anlam taşıdığını daha ayrıntılı iyi ve en etkili araç odur. Gerçekten, Batı'nın klasik
ve derin bir biçimde öğrenmenin zorunluluğunu ortaya evreni örnek alarak taklit ettiği uzun dönem ile klasik
koymuştur. evrenin, tam tersine, sadece filolojik ve tarihsel
Fakat kabul edilmelidir ki, birçok kuşakların bu yönde araştırmalara konu edildiği ikinci bir dönemden sonra,
harcadıkları övgüye değer çabaya rağmen, modern dünyanın Hollanda filologlarının sayesindedir ki, çok daha
işlevindeki değeri açısından incelenen klasik evren bilinçli bir düzeyde olmak üzere, bu dünyanın ahlaksal
üzerine ileri sürülen görüşlerin hiçbiri, klasik değerinin ne olduğu sorunu yeniden ortaya atılmıştır.
düşüncenin yeni uygarlığın oluşumundaki yerini saptamaya Ruhnken klasik dünyayı kendi bilimsel çalışmalarının
yönelik yalınç bir açıklamanın sınırlarını aşabilmiş idman yeri gibi kullanan bilginlere çatmış, Wyttenbach da
değildir. Avrupa uluslarının kültür düzeyinin Yunan ve Roma
Gerçekten de bu iki dünya arasındaki ilişkiler üzerine uygarlığına bağlılıkları ile düz orantılı olduğunu ilan
yürütülen çeşitli fikirler sistemli bir biçimde etmiştir.
sürdürülen araştırmaların sonucu olmaktan çok, kişisel Bu düşünürler arasında Vico'nun ayrı bir yeri vardır:
kanıların ürünüdür; bu kanılar süregelen filoloji Vico insanlığı en eski çağlardan gününe kadar gelen büyük
çalışmalarından ve genellikle, -artık iyice yerleşmiş bir evrim süreci içinde görmüş, bu dahice görüş ve derin
bulunan bir gelenek uyarınca- antik çağın en büyük tarih sezisi sayesinde antik dünya ile modern dünyanın
ortak bir öze sahip olduklarını saptamış; bu bütünün suretle vazgeçilemeyeceğini ileri sürmüştür. "Antik bilgi
içinde filolojik certum'u kapsayan tarihsel temeli görmüş ile ilgili her humanitas'ın gerçek işlevi, gençlerin taze
ve felsefi verum'un bu filolojik certum'a dayandığını ruhunu erdem ve güzellik duygusunu benimsemeye
ileri sürmüştür. Ancak filoloji ve filolojinin felsefe hazırlamak, onlarda erdem ve güzellik sevgisini
ile ilişkileri üzerine ileri sürdüğü görüş bakımından da alevlendirmektir" sözü onundur (2). Heyne, antik çağ
son derece ilginç bir düşünür olan Vico, öğretisinin ihmal edilir, antik bilgiler benimsenmezse, uygarca
felsefi içeriği açısından bugün haklı bir saygınlığa yaşamanın olanaksız olacağını savunacak kadar ileri
kavuşturulmuşsa da, hayranları arasında gerçekten derin gitmiştir (3). Ve antik çağ insanlarına duyguları, çağdaş
ve özgün olan filoloji anlayışını benimseyip insanlara ise aklı mal ederek, her türlü modern eğitimin
değerlendirecek bir kimse çıkmamıştır. zorunlu bir tamamlayıcısı, daha doğrusu temeli olduğu
Klasik ve modern dünyalar arasındaki ilişkiler sorunu savı ile antik evrenin bilinmesi zorunluluğunu
Alman uygarlığının altın çağında yeni bir ilgi ve kanıtlamaya çalışmıştır; onca, modern eğitim yalnızca
heyecanla ele alınmıştır. Bu ilgi, daha önce belirtmek modern dünyanın bilinmesi ile kalırsa, duyguları ihmal
fırsatını bulduğumuz gibi, German evreni ile antik evren etme durumuna düşer.
arasında var olan ilişkiler sorununu ortaya koymak ve Humboldt'un da bu konudaki görüşü ayrıntılı bir
çözümlemek gibi yeni bir zorunluluktan doğmuştur. Çünkü incelemeye dayanır ve son derece ilginçtir. Humboldt
neo-Latin evreni için geçerli olan geleneksel, tarihsel antik çağı, insan ruhundaki en saf güçlerin belirdiği bir
ve lenguistik doğrulamaların bir bölümünün German çağ olarak görmüştür; bu yüzden, ona göre, antik çağın
toplumları için hiçbir değeri, hiçbir anlamı yoktu. incelenmesi ve bilinmesi modern toplumda ruh
Alman aydınlarının düşüncesinde, klasik evrenin kendine biçimlenmesinin uyumlu bir tazda gerçekleşmesini sağlar;
özgü bir değeri vardır; değerini kuramsal düzeyde çünkü -antik çağ insanlarının ruhunda doğal olarak
doğrulama zahmetine katlanmadıkları bu klasik evren meydana gelen- duyularla kavranılırın sentezine ancak bu
toplumlarınca örnek alınmalıdır. Batı düşüncesinin klasik yoldan erişilebilir (4). Öbür yandan Wolf klasik evrenle
kültüre geleneksel bağlılığının nedenini açıklamak için ilişkinin eğitici gücü üzerinde durmuş ve bu eğitici gücü
harcadığı en büyük çaba budur. Antik çağın bilinmesini, hararetle övmüştür; Wolf klasik dillerin öğrenilmesini
kişinin ideal insanlık düzeyine çıkmasını sağlayan tek büyük bir eğitici etken olarak görmüş ve edebi eserlerin,
yol olarak gören Goethe de bu görüştedir.. Gesner, Herder filoloji çalışmalarının ve genellikle Yunan-Roma
ve Lessing klasik evrenin incelenip bilinmesinde mutlak dünyasının insanları ile ilişki kurmanın ruhun
zorunluluk olduğunu ilan etmişlerdir; çünkü -onlara göre- biçimlenmesinde büyük önemi olduğu kanısını taşımıştır.
antik çağ insanlık tarihinin en önemli dönemidir; o Buna karşılık Schlegel iki evren arasındaki ilişkilerin
insanlık tarihi ki somut yaşam ve sonsuza kadar sürecek geleneksel yanı üzerinde durmuştur; ona göre Batı
olan bir ahlaksal ve düşünsel biçimlenme sürecidir, bu uygarlığı antik dünyaya o derece dayalıdır ki, bu temeli
nedenle de insanlık yeteneklerini geliştirmeye son derece ihmal etmek, bir yana itmek olanak dışıdır (5). Arkadan
elverişlidir. Ernesti de bu yoldan giderek, biçim Boeckh de antik dünyanın en soylu yanları ile
taklitçiliğine karşı çıkmış, antik çağın en iyi eğitilmiş bilinmesinin modern kuşakların zihinsel ve ahlaksal
ve en bilge kişilerinin incelenmesi ve bilinmesi ile biçimlenmesine önemli bir katkı getirdiği görüşünü
çağdaş kuşağın felsefeye ve bilgeliğe yöneltileceği yinelemiştir.
yargısına varmıştır. Heyne klasik düşüncenin eğitici Bundan sonraki dönem, bu değerlendirmelerden özlü biçimde
etkililiği üzerinde ısrarla durmuş ve ondan hiçbir ayrılan ve bunları aşan bir yargıya varma gücünü
gösterememiştir. Nitekim, Haase klasik düşünce ile daha amacı klasik düşünce ile klasik eğitimi bugüne kadar
sıkı ve dolaysız bir birlik kurma özelliğini göstermeyen oturdukları tahttan indirmektir. Başka bir deyimle, bu
hiçbir büyük kültür ihtilaline rastlanmadığını ileri kez sorunu ortaya atan hümanistler değildir, tartışma
sürmekle yetinmiş, Ritschl ise antik çağın insanlık konusunu da klasik dünyanın önem ve çağdaş toplumlara
uygarlığının en önemli dönemini oluşturduğu savına etki derecesi oluşturmamaktadır. Bu kez sorunu ortaya
katılmıştır (6). Nietzsche'ye gelince, Nietzsche klasik atanlar, hümanist düşünceye yabancı olanlardır, ona cephe
kültürün Batılı toplumları kültür barbarlığına düşme alanlardır; bu yüzden de söz konusu olan doğrudan doğruya
tehlikesinden kurtarma gücüne sahip olduğu kanısını dile klasik eğitimin geleceğidir: öyle ki, İtalyan hümanizmi
getirmiştir; ona göre, bu tehlikeye karşı ne tekniğin döneminden bu yana ilk kez Avrupa'da klasik düşünce
ilerlemesi, ne endüstrinin gelişmesi ne de kitlelerin kendini, bizzat kendi varlığını savunma zorunda
siyasal eğitimi bir korunma çaresi olmaktadır. Bunların bırakılmaktadır. Böylece Avrupa'da da klasik düşünce,
hepsi ince bir gözlem ruhunun ürünü olan dikkate değer, tıpkı doğmakta olan Türk Hümanizmi gibi, çağdaş dünya ile
önemli yargılardır; ancak hiçbiri ele aldığı sorunun tam antik dünya arasındaki ilişkiler sorununu, kuramsal
ve doyurucu bir kuramsal açıklaması olamamaktadır. düzeyde olmak üzere, açıklığa kavuşturmak zorunluluğu ile
Öbür yandan 19. yüzyılda bunlardan daha derin karşı karşıyadır. Kuşkusuz, klasik düşünce, karşısına
araştırmaların yapıldığına, daha önemli sonuçların dikilen düşmanla, düşmanın en güçlü olduğu yararlılık
alındığına tanık olunması beklenemez. Çünkü bu yüzyılda alanında karşılaşmayı kabul etmekle ve böylece yeni
düşüncenin gücü hissedilir ölçüde bir zayıflama gösterir; kuşaklara hangi açılardan yararlı olabileceğini sayıp
gerçi bu zayıflamaya karşılık çok yoğun filolojik dökmekle hiç de inandırıcı olmamaktadır. Gerçi klasik
çalışmalara tanık olunur; antik çağı inceleyen bilim olan düşüncenin yararlılık anlayışı bugünkü Batı toplumlarının
filoloji büyük bir rağbet görür, ama bu durum düşünce düşünebileceğinden çok daha yüksek bir düzeydedir; ne var
gücünün gerilediği gerçeğini gözden kaçıramaz. Bu dönem ki klasik düşünceyi savunanlarında yararlılık ölçütünü
metin eleştirisi kuramlarının ortaya atıldığı, recensio kabul etmeleri, onların da kendilerini yüzyılımızın
ve emendatio etkinliğinin yaygınlaştığı dönemdir. Bu yararcılık hastalığından kurtaramadıklarını gösterir.
alanda Bekker ve Lachmann'ın adları haklı bir üne Böyle olmakla beraber, bu konuda yayınlanmış çok önemli
erişmiştir. Pozitivizmin doğuşu ile kuramsal düşünce eserler vardır: bunlardan biri Jaeger'in felsefi-
hemen hemen ortadan silinmiş, filoloji ise bir teknik pedagojik öğretisini açıklayan eserdir (7); bir başkası
olmuştur. da, historicismus ile hümanizm -klasik çağa tarih
Günümüz bilginlerine gelince, onlar da kendilerinden önce çağlarından biri gözü ile bakan historicismus ile klasik
ileri sürülmüş olan görüşlerden gerçekten farklı ve daha dünyayı örnek alan ve dolayısıyla, her örnek gibi, onun
derin yargılara varabilmiş değillerdir. Hatta, eğer bugün da gün gelip aşılabileceği kanısını yayma durumunda olan
klasik eğitim bir kez daha tartışma konusu ediliyorsa, hümanizm- arasındaki antinomiyi bağdaştırma çabası ile
günün sorunu haline getirildiyse, ne yazık ki bunun Immisch'in kaleme aldığı eserdir; ancak bu iki eserin
nedeni klasik dünyanın modern dünya için taşıdığı değer üstün düzeyde niteliklere sahip olan bir aydın çevresinin
konusunda daha derin bir bilinçlenmenin oluşmuş olması dışında etki yapamadığı meydandadır (8).
değildir. Bunun nedeni, çok tehlikeli bir düşmanın ortaya Aynı biçimde, insanlığın yeni bir barbarlık çağına itilme
çıkmış bulunmasıdır. Bu düşman yeni kuşakların bilim ve tehlikesine karşı en büyük güvencenin Roma hukuku olduğu
teknoloji alanlarında elde ettikleri büyük başarılardan savını ileri süren iki bilginin, Engelmann (9) ve
gurur duyan modernist düşüncedir. Modernist düşüncenin
Koschaker'ın (10) eserleri de gerçek değerlerine layık de, evrimi boyunca Batı düşüncesi ilk hümanizmin
ölçüde yankı uyandıramamıştır. geleneklerine sımsıkı bağlı kalmıştır; bu dönem ise
Zielinski'nin düşüncesine gelince (11), bu düşünce bizim Avrupa'nın antik evrenle dolaysız bir bağ kurduğu ve onu
için özel bir önem taşır, çünkü Zielinski'nin yaşadığı ve sanki sezileri ile tanıdığı bir dönemdir. Avrupa
çaba harcadığı toplum Batı zihin yapısından bir hayli düşüncesi, antik çağa bu kadar büyük bir sadakatle bağlı
uzak bir toplumdu (12). Zielinski, komünizm öncesi kalınmasının nedenini araştırmayı konu edindiği zaman da,
Rusyası'nda klasik çağ araştırmalarının zorunluluğunu hiç olmazsa Batılı olmayan toplumların açısından,
kanıtlamak ve bunları ülkede yerleştirmek için çaba fazlasıyla ilintilik olan nedenler bulmakla kalmıştır.
göstermiştir; klasik çağ araştırmalarının Rus ulusunu Gerçekten, bütün bu nedenler antik çağın kendi öz
Doğululaşma tehlikesinde uzak tutabilecek en etkili çare değerini ve modern Batı uygarlığının gelişmesinde önemli
olduğuna inanmıştır. Zielinski, akıldan çok duyguların ve rolünü belirten -keskinliğine, sağlamlığına, derinliğine
keyfiliğin egemen olduğu Rus toplumunun aksayan herkesin hayran olacağı- birtakım gözlemler, yargılar ve
yanlarının, klasik çağ yazarlarının tanınmamasından, kavrayışlardır ki yalnızca içinde doğdukları dünya için
bilinmemesinden ileri geldiğini çok iyi anlamıştır; o bir anlam taşırlar. Çünkü söz konusu edilen
yazarlar ki, aydın sözlerinin gücü ile insanda vicdan değerlendirmeler, Batı'nın tarihsel çevresinin dışında
özgürlüğüne ve siyasal özgürlüklere ilgi ve gereksinme kalmış ve bu nedenle bu çevrenin düşünsel ve etik
uyandırırlar, insan aklına güvenmeyi öğütlerler. kavramlarını temel edinmemiş Batı dışı toplumlar için
Zielinski'ye karşı çıkanlar olmuştur; bunlar için vicdan geçerli değildirler.
özgürlüğü, siyasal özgürlükler gibi kavramlar hiç, ya da Şu halde göreliliği yüzünden çürütülemeyecek bir değer
hemen hemen hiç anlam taşımıyordu; onlar Roma ve Yunan yargısına erişebilmek için, önce Yunan-Roma dünyasının
uygarlığına tarih boyunca yabancı kalmış olan Rus düşünsel ve etik kavramlarının mutlak, dolayısıyla tüm
toplumunda klasik çağ araştırmalarının yeri olmadığını insanlık için geçerli bir değer taşıdıklarını, ayrıca bu
söyleyip duruyorlardı. Onlarla zorlu bir çatışmaya kavramları benimsemenin ancak klasik evrenin
giriştiği halde, Zielinski Avrupalıların kendi derinlemesine tanınması ile olanak sağlanacağını
bakımlarından ileri sürdükleri açıklamaları hiçbir zaman kanıtlamak gerekir. Şu da eklenmelidir ki bu tanıma
aşmayı başaramamıştır. Bununla beraber, bu tutamaklara çabası, modern Batı düşüncesinin en büyük iki fethi olan
yeni bir güç kazandırmasını bilmiştir; çünkü o hümanist zihin yapısının ve tarihsel bilincin ışığında
birbirinden tümüyle ayrı, apayrı iki evreni bizzat başarıya ulaşabilir.
tanımış ve duygularla keyfiliğe bırakılmış bir çevre ile
kendi hümanist zihniyeti arasındaki çatışmanın acısını 2- Filoloji kavrayışı
çekmiştir. Tezinin temel savunmasını, Rusya'nın Batılı
toplumların oluşturduğu uygar ve Hıristiyan evrenin bir Bu durumda Avrupa düşüncesinin modern Batı evreni ile iki
parçası olduğu görüşüne dayandırmıştır. klasik uygarlık arasındaki sıkı bağlantının gerçek
Sonuç olarak, -düşünürlerin çağı, ilgileri ve nedenini bugüne kadar açıklayamadığı kabul edilmelidir.
yaratılışları nedeniyle- bütün bu değerlendirmelerin Bir de Avrupalı bilginlerin filolojinin ne olduğu
birbirinden çok ayrı olduğu ve düz bir çizgi üzerinde üzerinde şimdiye kadar bir anlaşmaya varamadıkları göz
sürüp giden düzenli bir gelişme göstermediği önüne getirilirse, filolojinin ise antik çağı tanımanın
belirtilmelidir; bunun nedeni, sorunun hiçbir zaman aracı olduğu düşünülürse, Avrupa düşüncesinin, bugün
sistemli bir biçimde incelenemediği olabilir; gerçekten modern Batı uygarlığının karşılaştığı en önemli sorun
karşısında inanılmayacak bir yetersizlik içinde olduğu cognitio historica et philosophica''dır (14). Felsefe
kabul edilecektir. filoloji ve tarihsel filolojiden söz eden Steindhal da
Bunun nedeni belki de Batı düşüncesinin filolojiyi -tarih ondan ayrı kanıda değildir. Bu üç alanın iç içe girmesi
ve felsefenin tersine- yalnızca özel bir bilim olarak sonucunda, filolojinin bilim niteliği olmadığı ileri
tanıması ve onu -öbür iki disiplinden ayrı tutarak- daha sürülmüştür Haase antik çağın fikir ve sanat
geniş bir kavrayış içinde değerlendirmemiş, onu bir hazinelerinin korunması ile görevli olduğunu düşünmüştür;
tanıma biçimi olarak görmemiş olmasıdır. Usener filolojiyi bir Studienkreis -değişik incelemeler
Metinleri inceleyen özel bir bilim olarak ele çemberi- olarak görmüştür. Günümüze yakın bazı bilginler
alındığında, filoloji -antik çağı bir tüm olarak tanıma filolojiyi tarihin yardımcısı olarak kabul etmişler
isteği ve heyecanı içinde- pek sınırlı, pek zavallı ve (Wundt 15, Teuffel 16), başkaları ise filoloji ile
herhalde yalnız metinden yana değil, tarihten ve çok tarihin özdeşliğini yeniden ortaya atmışlardır (örneğin
yüksek düşünsel öğelerden yana da son derece zengin olan Hertz ve Pasquali). Neo-idealist filozoflar ve bunların
bir evrene egemen olmak yeteneğinden yoksun görülmüştür. içinde özellikle Croce, filolojiyi çok küçümseyici bir
Bunun sonucunda bir yandan filoloji, tarih ve felsefe biçimde anlarlar. Corce için tarihsel yargı bütün insan
arasında -ilerde sözünü edeceğimiz- bir iç içe girme hali tanımasını kapsar (17).
doğmuş, bir yandan da bu bilimler üzerine birbirini Bu durumda Batı düşüncesi filolojinin ne olduğu konusunda
tutmayan tanımlamalar yapılmıştır. İki tanıma biçimi henüz kesin bir sonuca varabilmiş olmaktan uzaktır Şu
olarak çok daha geniş bir kavrayış içinde düşünülmelerine halde -antik çağın bilinmesi zorunluluğunu kanıtlamak
rağmen, tarih ve felsefenin de belli sınırları olmayışı için ileri sürülen nedenlerin ilintilik nitelikte
bu karışıklığı bir kat daha arttırmıştır. Şu halde itiraf olduğuna ve bu evreni insanlara tanıtan aracı
edilmelidir ki -yüzyıllar boyunca süren bir çabaya ve tanımlamakta başarısızlığa uğradığına göre- Batı
filoloji bilimine verilen büyük öneme rağmen- Batı düşüncesinin iki klasik dilin niçin öğrenildiğini açık ve
hiçbir zaman filoloji kavramını sağlam bir biçimde inandırıcı biçimde açıklayabileceğini beklemek yersiz
saptayamamıştır. olur. Çünkü Yunan-Roma ile sıkı bağları korumanın
Gerçekte, filoloji daha baştan itibaren sonsuz bir zorunluluğu kabul edilse bile, bununla özgün metinleri
saygınlık görmüştür. Belgeleri araştıran ve inceleyen, bu okuma ve inceleme zorunluluğu kabul edilmiş olmaz.
sayede de allegorik yorumun hayalci açıklamalarına son Bilindiği gibi, modernist eğitim yanlıları özellikle bu
veren bir bilim niteliğinde görülmüştür (Ernesti); belli konuda diretmekte ve antik yazarların düşüncesinin dün
olanın (certum'un) bilimi olarak yorumlanmıştır (Vico); olduğu kadar bugün de yapılan başarılı çevirilerden
bütünü görme olan felsefe ile birlikte insan tanımasının öğrenilebileceğini savunmaktadırlar.
oluşmasına yardım eden bir bilim olarak
değerlendirilmiştir (Vico Heumann); somutu inceleyen 3- Batı uygarlığının özü nedir, Batı uygarlığının
bilim olarak soyutlama olan felsefeden bile üstündür uygarlıklar içindeki özel yeri
denmiştir (Ernesti 13, Wolf); yalnızca tek tek olayların
incelenmesi ile ilgilenen tarihten de üstün olduğu ileri En güç sorunlarımızın çözümlenmesinde Batı düşüncesinden
sürülmüştür (Wolf). Schlegel'e göre filoloji çalışmaları yararlanamayacağımıza göre, Batı uygarlığı adı ile anılan
bir ulusun uygarlıkta eriştiği düzeyin simgesidir. tarihsel gerçeğin özünü kendi açımızdan ve kendi başımıza
Boeckh'e göre kültürsüz ulusların gücü yeter, ama incelemeye çalışmalıyız. Türk Hümanizmi'nin zorunluluk
onlarda filoloji onun için ''universae antiquitatis niteliği taşıdığı konusundaki tezimizle ilgili
doğrulamaların, aynı zamanda Batı'da modernistlerin güç temeline dayanan dünya işlerini umursamama topluma
duruma -hem de ne güç duruma!- düşürdükleri klasik egemendir.
düşüncenin savunması için de geçerli olacağı meydandadır. Bundan, her biri bir çağı belli bir açıdan görmemize
Öyle sanıyorum ki İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee'nin olanak sağladığına göre, tarih kavrayışlarının hepsinde
düşüncesine eleştirici bir gözle bakılırsa, Türk bir gerçek payı olduğu, fakat her bir kavrayışın
Hümanizmi'nin kendi varlığının zorunluluğunu kuramsal özellikle içinde doğduğu toplum ve çağ için en uygun ve
açıdan doğrulamasını içeren açıklamalar çok daha kolay en doğru kavrayış olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
anlaşılacaktır. Öbür yandan, Toynbee'nin eseri insanlığın Batılı toplumların son derece zengin bir iç yaşamları,
yarattığı bütün uygarlıkları bir tüm olarak yorumlayan bir fikir yaşamları olduğu, bu fikir yaşamının toplumun
ilk büyük çabadır. Bu nedenle onun eserinde Batı içinde bilinçli bir güç olarak tarih sürecini beslediği,
uygarlığı kendi sınırları içinde değil, insanlık tarihi değişik açılardan kavramakla biçimlendirdiği, bu
tarihinin çerçevesi içinde değerlendirilmektedir. sayede de kendini geliştirdiği bir gerçektir. Tarihin
İnsan toplumlarının geçmişi, hali ve geleceği üzerine Yunan zihninin bir yaratması olması kuşkusuz bir raslantı
ileri sürdüğü son derece çeşitli ve ilgi çekici değildir (18). Tarihsel madde, mythoslar çağından beri
düşüncelerini açıklarken İngiliz bilginini tam anlamı ile düşünce tarafından biçimlendirildiği ve somut bir varlık
pozitivist bir yöntem izlemeye iten neden, İngilizlere kazandığı için tarihçiler tarafından işlenmeye elverişli
özgü pratik zihniyet midir, bilmiyorum. Ama şurası bir nitelik kazanmıştır; sanki tarihe dönüştürülmeye
kesindir ki, bazı durumlarda tarih anlayışına aykırı hazır beklemektedir.
düşen bu yöntemi benimsemeye, işlediği konu tarafından Ama Batılı olmayan toplumlarda gerçek bir fikir yaşamı
zorlanmıştır. olmadığından, yani toplum yaşamına, ulusun siyasal
Bilinen bir gerçektir ki tarihi belli bir biçimde düzenine müdahale eden ve içinde yerini bulan bir düşünce
kavramamıza -tarihi örneğin, materyalist, idealist, etik olmadığından, o toplumlarda herhangi bir tarih kavrayışı
veya dinsel açıdan kavramamıza- o belirli tarih aramak da boşunadır. Bundan da o toplumlarda tarihin -hiç
kavrayışının doğduğu anın tarihsel ve ilintilik olmazsa bu kelimenin gerçek anlamı ile- var olmadığı
gereksinmeleri zorlar. Örneğin, materyalist kavrayış 19. sonucu çıkarılmalıdır. Var olan efsanedir, boş retorik ya
yüzyılda gelişmiştir ve özellikle 19. yüzyıl için geçerli da olay kayıtçılığıdır; çünkü Batılı olmayan ulusların
ve uygundur, çünkü bu kavrayış 19. yüzyıl Avrupası'nın tarihi, kişiler ve aileler tarihidir; ödünç alınan
gerçeklerine dayanmaktadır; fakat bu görüş 18. yüzyılın fikirlerin, doğal oluşuna bırakılmış ya da egemen
incelenmesinde benimsenirse, keyfi olmaktan, ya da hiç güçlerin keyfince etkilenen olayların zincirleme
olmazsa tek yanlı ve yetersiz olmaktan kurtulamaz; çünkü bağlanışının tarihidir.
toplumda materyalist ilgilerin öbür ilgilere baskın İşte bu nedenle Toynbee, tarihin belli bir kavrayışına
çıkması ve Avrupa'nın toplumsal ve siyasal yaşamına yön bağlı herhangi bir yöntemi uygulamaya kalksaydı,
verici bir güç kazanması ancak 19. yüzyıl dünyasında uygarlıkları içerik ve biçim olarak tümüyle ayrı olan
görülüyor. Materyalist görüş Yakındoğulu bir İslam bunca ulusun tarihini incelerken her adım başında büyük
toplumunun 19. yüzyıl tarihine uygulanmaya kalkışılırsa, güçlüklerle karşılaşırdı.
daha da kötü sonuçlar alınır, çünkü dinsel düzene bağlı Eserinde uygulanan ve çok haklı olarak botanikçi yöntemi
bu evrende her iki yönelişe, ortodoks ve mistik diye tanımlanan yöntem, fikirlerini uyumlu bir sistem
yönelişlere, özgü olan sonsuz bir zihin tembelliği, içine yerleştirmeyi güçleştirmekte ise de; düşüncesinin
mutlak bir hareketsizlik ve meditatio mortis -ahretçilik- temelini oluşturan öğeleri saptamak olanaksız değildir.
Oluşturduğu kapalı değil, açık bir sistemdir; onun için zekâya sahip olmayacaklar, böylece insanlığın
belli bir durum en değişik görünümleri ile ve zaman ilerlemesine katkıda bulunamayacaklardır; yazgıları ya
zaman çatışan ve çelişen görüş açılarından gelenekçi zihin yapılarının demir kafesi içinde kapalı
incelenmektedir. Ancak böyle olmasını doğal karşılamak kalmak ya da Batı'yı körü körüne taklit etmektir (24);
gerek, çünkü karşısına aldığı tarih sorunları çağdaş 6) Bir zamanlar sayısız ilkel topluluklardan nasıl
sorunlardır, hatta bir bölümü oluşum halindedir. Açık bir birtakım uygar toplumlar, birtakım uygarlıklar çıkmışsa,
sistem söz konusu olduğuna göre, Toynbee'nin eserinde aynı biçimde bu değişik uygarlıkların içinden bir gün
birçok çelişkiler bulmak zor değildir. Ama ne olursa yeni bir şey doğacaktır, Toynbee'nin deyimi ile "some
olsun, her insanın düşüncesi gibi, Toynbee'nin düşüncesi super-human kind of living", yani bir çeşit üstün-
de (19) yeniden düşünülebilir ve dolayısıyla, ana uygarlık doğacaktır; bunu ortaya çıkaracak uygarlık,
çizgileri ile ortaya çıkarılabilir. Aslında her türlü dağın doruğuna çıkmayı deneyen ve değişik rakımlarda
genel yargıdan kaçınma kaygısı onu birtakım kalan dağcılar içinde doruğa erişen dağcının durumunda
sınıflandırmalar yapmaktan alıkoymamıştır ve eserinde az olacaktır (25).
sayıda da olsa tanımlara da raslanmaktadır. Şimdi bu savların birincisini inceleyelim: Toynbee için
Toynbee'nin evrensel tarih kavrayışının temelinde bulunan Batı uygarlığının manevi yanı din, maddi yanı tekniktir.
ve bizi özellikle ilgilendiren ilkeler şöyle Ama Toynbee yanılmaktadır; yanılgısı, kaba bir
özetlenebilir: Toynbee'ye göre, yanılgıdır. Gerçekten, Toynbee'nin düşüncesi yakın
1) Çağdaş Batı uygarlığını oluşturan iki öğe, çekirdek zamanlarda dinsel inançlara bir dönüş yapmasaydı ve
durumunda olan dinle kabuk durumunda olan tekniktir (20); böylece kendisinin aslında dindar bir ruha sahip olduğu
2) Batı uygarlığı hiçbir ayrıcalıklı duruma sahip gerçeğini ortaya koymasaydı, biz bu temel yanılgıya
değildir; o, bugün yeryüzünde var olan uygarlıklardan sürüklenmesindeki nedeni yaşamı boyunca sürdürdüğü
yalnızca biridir (21); çalışmalarında Batı'yı kendi mutlak değeri açısından
3) Büyüyen uygarlıklarla büyümesi durmuş uygarlıkları değil de, Batılı olmayan evrenle ilişkileri açısından
ayırmalıdır (Toynbee bunu savunurken 2. maddede değerlendirmiş olmasında görebilirdik. Gerçekten
belirtilen ilke ile çelişkiye düştüğünün farkında unutmamak gerekir ki, Avrupa ve çok daha yakın zamanlarda
değildir) (22); Amerika, Batılı olmayan toplumların karşısına önce
4) Batılı olmayan bütün uygarlıklar sonunda Batılılaşmak Hıristiyan dininin misyonerleri kılığında, şimdi ise dev
için büyük bir çaba içine girmişlerdir (böylece, bir kez güçlü bir teknikle çıkmışlardır. Hıristiyan dini yayılıp
daha, halen var olan uygarlıklar arasındaki eşitlik kök salma olanağını bulamazken, teknik çok daha sıcak bir
ilkesi ile çelişkiye düşüldüğü gözden kaçmış olmaktadır) ilgi görmüştür. Bu teknik aşkına, pek çok Batılı olmayan
(23); ülkenin, zorunluluk karşısında, Batı'yı toplumsal ve
5) Batılılaşma sürecinde Zelotlar diye adlandırdığı siyasal kuruluşlarına varıncaya kadar taklit etmeye razı
unsurların davranışı ile Herodesçiler diye olduğu görülmüştür. Şu halde Batı ile Batılı olmayan
adlandırdıklarının davranışı; yani Batılılaşma alanının evren arasındaki ilişkiler çerçevesi içinde kalındıkça,
en aza indirilmesi gerektiğini savunanların davranışı İngiliz tarihçisinin savına karşı çıkma olanağı pek
ile, her alanda Batılılaşmayı amaç edinenlerin davranışı yoktur.
karşı karşıyadır; ancak hangi taraf üstün gelirse gelsin, Ancak gerçek böyle değildir. Gerçek, Batı'nın manevi
sonuç üzerindeki kötümser yargı değişmez, çünkü her iki evreninin hiçbir suretle yalnızca dinsel inançlardan
durumda da Batılı olmayan toplumlar hiçbir zaman yaratıcı oluşmadığıdır; tersine, din bu evrende oldukça kenara
itilmiş durumdadır. Gerçekten, bu konuda Batılılar ne Öte yandan aynı manevi biçimlenimi edinen toplumların
kadar yanlış düşünürlerse düşünsünler -klasik liseye -yaratılış, ortam ve çağ bakımından birbirlerinden ne
gösterdikleri rağbetin kaynağında yalnızca bilinçsiz bir kadar farklı olurlarsa olsunlar- gene de aralarında bir
özentinin bulunması bu yanılgıyı alabildiğine öz birliği oluşturdukları gözlenmektedir. Klasik çağ
yaygınlaştırmaktadır-, Batılıların manevi evreninin özü düşünürleri bu gerçeği apaçık duymuşlardır; Plutarkhos
laiktir. Bu uygarlığın maddi alanda Yunan ve Roma uygarlıkları arasında çok büyük bir
gerçekleştirdiklerinin göz önüne getirilmesi yetecektir: benzerlik olduğu kanısına dayanan eserinde bunu somut
Gözlerimizin önüne serilen görünüm Ortaçağ'ın, yani biçimde belirtmiştir. İtalyan hümanizmi de iki antik
Batılı toplumların iç yaşamında dinin egemen olduğu toplumun birbirinden ayrılmayacak biçimde öz birliğine
çağın, serdiğinden çok farklı, hatta tümüyle karşıt bir sahip olduğunu her bakımdan sezmiş ve görmüştür; bu
görünümdür. Halkın hizmetine verilmiş olan bütün o nedenle de hümanizmin büyük öncülerinin zamanından beri
yapılar, bütün o sanayi kompleksleri, insanların ve (Boccaccio ve Petrarca'dan beri) uzun bir geleneği olan
malların durmadan yer değiştirmesine olanak veren bütün o Latince'nin yanında Yunanca'yı da öğrenmek çabası baş
şaşılacak taşıma araçları, yaratıcısına minnet borçlu göstermiştir. Öte yandan -Alman filologlarının ortaya
olduğunu bilen, ama gene de bu dünyanın zevklerinden attığı- Romalıların özgünlüğü sorununu, bizim gibi
elden geldiğince pay almaya kararlı bir insanlığın koşulların zoru ile ele almak durumunda olanlar bu
muştucusudurlar. Üstelik Batılı olmayanları kıskandıran sorunun ne kadar boş olduğunu kuşkusuz anlamışlardır;
bu siyasal ve toplumsal kurumlar laik ve özgür düşüncenin çünkü, örneğin, Romalıların edebiyat alanında Yunan
ürünüdürler ve ancak Machiavelli'den sonra var edebiyat türlerinden yararlanmış olmaları olayı,
olmuşlardır. Bilim alanında sağlanan görülmedik ilerleme okuyucunun Latin eserlerinin özgün olup olmadığı
de, aynı biçimde, dinsel öğreti ile ilişiği olmayan konusunda kuşkuya düşmesine neden olmamakta, onu böyle
mutlak bir düşünce özgürlüğü ile gerçekleşmiştir. bir sorunla karşı karşıya bırakmamakta, ona Romalıların
Manevi alanda da, Batılı toplumların sahip oldukları Yunanlı örneklerine neleri ne dereceye kadar borçlu
düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimlenimin kaynağı olduklarını inceleme gereksinimini duyurmamaktadır;
elbette teknik ilerleyişte ya da dinde görülemez. Oysa duyursa bile bu inceleme kyklos destan eserlerinin
modern Batı uygarlığının öz niteliğini saptamak için tam Homeros'a ya da Herodotos'un logograflara neler borçlu
da Batılıların bu üçlü biçimlenimini oluşturan öğeleri olduklarının araştırılması türünden bir çalışma olmaktan
araştırmak gerekir. öteye gitmeyecektir. Romalılar Yunan edebiyat türlerini
Batılı toplumların bu üçlü -düşünsel, ahlaksal ve ve bu türlere biçim ve yaşam veren ruhu o kadar
estetik- biçimlenimi doğrudan doğruya Yunanlıların ve derinlemesine benimsemişler, bu türler Romalıların
Romalıların düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimlenimine ahlaksal biçimlenimi üzerinde o kadar etkili olmuştur ki,
bağlanır. Batı'nın çeşitli edebiyatlarının, sanatlarının, Romalı yazarlar edebiyatlarının daha ilk döneminde ortaya
siyasal, toplumsal ve kültürel tarihinin incelenmesi birer taklitçi olarak değil de, Yunan toplumunun
önyargılardan arı olarak düşünen kişilerde bu konuda en idealleri ile beslenmiş, o toplumun manevi biçimlenimini
küçük bir kuşku uyandırmaz. Aslına bakılırsa, Avrupa'daki almış kişiler olarak çıkarlar; yaratıcı güçlerini
hümanizm ve uyanış çağının genel tarihi, antik çağın taklitçilikten uzak, kendilerine özgü biçimde özgürce
düşünsel ve ahlaksal kavramlarının yeniden bulunması ve kullanan kişiler olarak görünürler.
benimsenmesi tarihinden başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, Romalıların manevi biçimlenim
bakımından aslında birer Yunanlı oldukları söylenebilir;
manevi ve toplumsal yaşamlarının her görünümünde bu bilimler Yunan ve Roma dünyasından ve bu dünyaya egemen
gözlenebilir. Yunanlıdırlar, ama elbette başka bir olan Yunan-Roma ruhundan kaynaklanmaktadır.
çevrede, başka bir çağda yaşayan ve Yunanca yerine Antik dünya ile modern Batı dünyası arasındaki öz
Latince konuşan Yunanlıdırlar. Yunanlıdırlar, çünkü aynı bağlantısı o kadar güçlüdür ki, doğuşunun ve gelişim
ilgiler ve fikirler dizisine yönelmişlerdir, gerçek tarihinin incelenmesini gerektiren her sorunun
Yunanlılardan kuşkusuz bir hayli farklıdırlar, çünkü kişi çözümlenmesi için gösterilen ciddi çabada her defasında
olarak başkadırlar (bu başkalıkları nitelik bakımından antik dünya karşımıza kaynağın başı olarak çıkmaktadır.
Sophokles'i Euripides'ten ayıran başkalıktan farklı Ülkemizde bundan önceki kuşak, Avrupa'yı tanıma
değildir) ve çünkü belirli birtakım ulusal özelliklere çabasında, incelemesini Comte, Durkheim ve Bergson'dan
sahiptirler; pratik zekâları, girişim yetenekleri ve başlatıyordu; bugünkü kuşaklar Descartes'e kadar
yüksek derecede örgüt kurma güçleri onları kuramsal çıkıyorlar; ama gün gelecek Türk düşünürleri, isteseler
araştırmalara belirgin bir eğilim gösteren Yunanlılardan de istemeseler de, incelemelerini Thales'ten başlatma
ayıran başlıca özelliklerdir ve doğal olarak zorunluluğunu duyacaklardır.
Yunanlılardan coğrafi, toplumsal, ekonomik, geleneksel ve Klasik dünya ile modern Batı dünyası arasında manevi
siyasal koşulların değişik olması nedeniyle de biçimlenim açısından öyle tüm ve kesin bir özdeşlik
başkadırlar. vardır ki, bu öz benzerliği kelimelere bile işlemiştir;
İşte Yunan dünyası ile Roma dünyası arasındaki -varlığı öyle ki Fransızların vertu'sü, İngilizlerin virtue'su,
sezi yolu ile sürekli olarak kabul edilmiş bulunmakla İtalyanların virtù'su ve aynı biçimde Almanların Tugend'i
beraber, yapısı ve nedenleri ender olarak araştırılmış Romalıların virtus'u ile Yunanlıların sinin taşıdıkları
olan- bu öz bağlantısı aynı biçimde o iki eski dünyanın anlamların hepsini kapsarlar. Her Fransız, her İtalyan,
oluşturduğu bütün modern Batı toplumlarının uygarlığı her İngiliz ya da Alman, klasik metinleri doğrudan
arasında da vardır. Şu halde bugünkü İtalyanlarla doğruya tanısalar da tanımasalar da, bütün bu değişik
Fransızlar, İngilizler, Almanlar Yunanca yerine anlamların zihinlerinde sıralandığını duyarlar, çünkü
İtalyanca, Fransızca, İngilizce ya da Almanca konuşan -antik çağ yazarlarının okulunda yetişmiş olan- kendi
Yunanlılardır. Yunanlıdırlar, çünkü siyasal ve toplumsal ulusal klasiklerini tanımaları o aynı anlamların, hiç
alanda, Herodotos'un söz konusu ettiği isonomia'nın, (26) olmazsa, bir ölçüde, zihinlerinde yer etmesine
Euripides'le Platon'un sözünü ettikleri parrhesia'nın yeterlidir. Bir gerçektir ki Hıristiyanlık kelimelerin
(27) içten inanmış yanlısıdırlar; sanatta estetik etimolojik anlamı ile klasik düşüncenin kattığı anlamları
duyarlıkları Yunanlıların duyarlığının eşidir; sanat hiçbir zaman bozmamıştır, böylece bu terimler Yunanca ve
anlayışları tıpkı Yunanlılarınki gibidir; sanat onlar Latince terimlerin tam karşılığı olarak kalmışlardır.
için, çıkarların hiçbir çeşidine bağlı olmayan özgür bir Hıristiyanlık çağında yaşanan deneyim o kelimelere
yaratmadır: amacı ise evrenin ve insan ruhunun gerektiğinde yeni anlamlar eklemekle yetinmiştir.
harikalarını ad gloriam auctoris çığırmaktır. Böylece kişinin veya toplumun manevi biçimleniminin çok
Yunanlıdırlar, çünkü hukuku Yunanlılar ve Romalıların büyük bir önem taşıdığı açıkça ortaya çıkmaktadır: çünkü
kavradıkları gibi kavramaktadırlar ve çünkü bütün kişinin ya da toplumun ''zihniyeti'', forma mentis'i,
edebiyatları, benimsedikleri bütün kavramlar, denen şeyi bu biçimlenim yaratır; kişilerin ve
düşüncelerinin tümü, her türlü çıkarın üstünde tuttukları toplumların bir olaya, bir sanat eserine ya da bir fikre
bilimsel araştırma anlayışları, geliştirdikleri bütün ilgi duyup duymamalarının ise belirleyici nedeni bu forma
mentis'tir. O olayı, eseri yada fikri şu veya bu biçimde
anlamaları, değerlendirmeleri ve benimsemeleri de bu bir ayırım yapmak zorunda kalınır: çünkü, inançla insan
forma mentis'e bağlıdır. aklı arasındaki ilişkileri kavrama açısından
Ortaçağ'da olduğu kadar modern çağda da okunan Protestanlıkla Katoliklik arasındaki ayrılık,
Vergilius'u örnek göstermemiz yetecektir. Vergilius gerek Katoliklikle Ortodoksluk arasındaki ayrılıktan çok daha
Ortaçağ'ın skolastik zihniyeti, gerekse yeni çağın büyüktür- işte bu yola sapmıyorsa, Toynbee Batı Avrupa
hümanist zihniyeti için manevi bir besin olmuştur. uygarlığı ile Ortodoks Doğu Avrupa uygarlığı arasında bir
Vergilius'un hem Ortaçağ kültüründe, hem de yeni kültürde ayırım gözetmekle (28), Batı Avrupa'nın Hıristiyan
yeri vardır. Ancak çeşitli eserlerinin uyandırdığı ilgi ulusları ile Doğu Avrupa'nın Hıristiyan ulusları
çok değişik olmuştur. Anlaşılmaları ve arasındaki ayrımın, her iki evrenin eriştiği, hellenleşme
değerlendirilmeleri de çok farklıdır. derecesine -Yunan düşüncesini benimseme ölçüsüne- bağlı
Şu halde manevi biçimlenimin bizzat kültürün temelinde olduğunu kabul etmiş olmaktadır; hatta bunu açıkça dile
olduğunu kabul etmek gerekir; kültür ise, kişinin ve getirmektedir.
toplumun kendi iç evrenini oluşturan öğelerin bütünü Şu halde, Batı uygarlığının çekirdeği dindir dedikten
olduğu kanısını uyandırmaktadır; o öğeler ki kişinin ya sonra Toynbee, Ortodoks Doğu Avrupa'nın uygarlığı ile
da toplumun zihin habitus'unun daha iyi belirmesini Batı Avrupa'nın Katolik ve Protestan topluluklarının
sağlarlar ve böylece onun manevi yaşamını ve pratik uygarlığı arasında bir ayrım olduğunu savunmakla bir
davranışlarını doğrudan doğruya etkileme olanağını çelişkiye düşmektedir.
bulurlar. Demek ki kültür; din, felsefe, edebiyat, sanat, ''Manevi biçimlenme toplumun zihin yapısına, kültür ise
ahlak, dil öğelerinin ve bunların yanında -örf ve onun manevi kişiliğine yansır'' biçiminde yaptığımız
âdetler, ilkel inanışlar, temelsiz inançlar gibi bilinçli tanımlamaya göre (burada uygarlığın, toplumun manevi
iradenin ışığı ile aydınlanmayan- geleneksel öğelerin kişiliğine olduğu kadar maddi kişiliğine de yansıdığını
bütünüdür; bütün bu öğeler bir sistem halinde bir araya ekleyebiliriz) - bu tanımlamaya göre, bir uygarlığın
gelerek belli bir kişinin kişiliğini ya da başka bir çekirdeğini toplumun zihin yapısını etkileyen, hatta
düzeyde, belli bir toplumun kişiliğini oluştururlar. doğrudan doğruya oluşturan gelenek, eğitim ve kültür
Buraya kadar söylenenlerden modern Batı uygarlığının öğeleri oluşturur. Bu öğeler Hıristiyan öğretisinin
çekirdeğini dinin oluşturmadığı açıkça ortaya çıkıyor. ilkeleri olsaydı Batı ve Doğu Avrupa'da bir tek
Tam tersine, modern Batı uygarlığının temeli dinden uygarlığın olması gerekirdi. Öte yandan, biri hümanist
değil, özgür ahlak anlayışından kaynaklanan bir düşünsel, temelli, öbürü dinsel temelli, Batı'da iki formae mentis
ahlaksal ve estetik biçimlenimdir. Gerçek durumun olduğu bir gerçektir; ancak bu iki zıt gücün çatışmasına
görüntüsü kuram düzeyinde budur. Tarih düzeyinde, çağdaş rağmen, toplumsal düzenin ve bundan daha önemli olmak
Batı'nın manevi biçimleniminin ve bunun bir sonucu üzere, zihinlerin temel yapısının doğrudan doğruya klasik
olarak, kültürünün temelinde Hıristiyanlığın değil, düşünceye dayandığını kabul etmek gerekir. (Protestan
klasik düşünce ile beslenen hümanist ruhun yattığını ülkelerde en az derecede olan bu çatışma, katolik
söylemek gerekir. ülkelerde daha çok göze çarpar niteliktedir. Ne var ki
Gerçekten bizzat Toynbee değişik tapınma usullerinin ve katolik kilisesi modern yaşamın gereklerini büyük
Hıristiyan kilisesinin temel dogmaları ile ilgili değişik anlayışla karşıladığı ve hatta çeşitli bilim
yorumların başka başka uygarlıkları meydana getirdiğini alanlarındaki ilerlemeleri zaman zaman teşvik ettiği
savunmuyorsa -aksi halde, Katolik Avrupa ile Protestan için, bu ülkelerde de zihniyet çatışmasının olayların
Avrupa arasında (aslında kimsenin kabul edemeyeceği) yeni akışını etkilediği ileri sürülemez).
Sonuç olarak, modern Batı evreninin Batılı olmayan evrene Öbür yandan (ve böylece dördüncü noktaya gelmiş oluyoruz)
gösterdiği, dinsel ve teknik, her iki cephe de, her ne Toynbee günümüzde Batılı olmayan toplumların tümünde
kadar Batı zihin yapısının özlü birer görünümü iseler de, görülen Batılılaşma çabası üzerinde ayrı bir dikkatle
Batı'nın özünü oluşturan öğeler değildir. durmaktadır. Bundan çıkarılacak sonuç şudur: çağdaş Batı
Batı uygarlığının yeryüzünde ortaya çıkan sayısız uygarlığı, bugün yaşamlarını sürdürebilmek için kendisini
uygarlıkların yalnızca biri olduğu savına gelince, örnek alan bütün öbür uygarlıklara oranla hiç olmazsa
Toynbee'nin -İngiliz tarihçisinin zihninde, gezegenimizin bazı açılardan daha ileri bir durumdadır. Toynbee bu
gerçekten çok uzun olan ömrü ile karşılaştırıldığında üstünlüğün teknik ve bilim alanlarında belirli olduğunu
uygarlıkların ilk oluştukları günden bugüne kadar bilmezlikten gelmemektedir; Suudi Arabistan kralı bile
kapladıkları sürenin son derece kısa olduğu düşüncesinden bir ulusun yaşamını yenilemek için teknikle bilimin
kaynaklanan- bu ikinci savın kendinde yer etmiş bir yeterli olmadığını, yeni bir yaşam tarzının aynı zamanda
kanıyı yanısttığını sanmıyorum: bu sav, tarihçinin yasalara ve yeni bir düzene dayanması gerektiğini (30),
toplumların incelenmesinde tam bir yansızlık tutumu yani Batı'nın toplumsal ve siyasal kurumlarını da örnek
içinde olma kaygısından kaynaklanmaktadır. Şu halde, bu tutmanın zorunlu olduğunu anladığına göre -Suudi
fikir, bir insanlık olayını Batıcı bir açıdan yorumlama Arabistan kralı böyle bir sorunu ortaya atmasa da- buna
alışkanlığına karşı eleştirici ve polemik bir davranış doğal olarak bağlanan bir soruyu biz kendimize sormak
gösterme gereksinmesinden doğmuştur. Bu tutum her şeyden gereğini duyarız: söz konusu olan kurumlar örnek
önce polemiktir; fakat bu tutum, Toynbee'nin eserinde, alındığına göre, bunların doğmasına yol açan fikirsel
Batı uygarlığının yeryüzünde boy veren uygarlıklar içinde değerleri de benimsemek zorunluluğu yok mudur? Bunun
ayrıcalıklı ve öbürlerinden ayrı bir yeri olduğunu sonucunda görmezlikten gelinemeyecek bir gerçekle
inandırıcı bir biçimde kanıtlayan bir çok öğelere karşılaşıyoruz: Batı uygarlığı maddi başarıları açısından
raslanılmasına engel değildir. olduğu kadar manevi içeriği açısından da bütün öbür
Gerçekten, (böylece üçüncü savına geçmiş oluyoruz) uygarlıklardan üstündür.
uygarlıkları sıralarken yaptığı bir ayırım özellikle Böylece sorunu kesin olarak çözümleyen beşinci noktaya
önemlidir: Toynbee doğuş döneminden sonra bir büyüme, varılmış oluyor. Gerçekten, Toynbee'ye göre, Batılı
gelişme dönemi gösteren uygarlıkları, doğan fakat olmayan toplumların Batılılaşma çabası birbirine karşıt
doğuşlarını izleyen dönemde gerçek bir gelişme iki değişik biçimde sonuçlanmaktadır: ya yalnız zorunlu
göstermeyen uygarlıklardan ayırmaktadır. görülen alanlarla sınırlandırılan bir Batılılaşma
İşte burada dikkati çeken ve anlamlı olan sorun hareketine, yani -onun deyimi ile- Zelotların başarısına
Toynbee'nin Tarih'in de bir büyüme dönemi göstermesini tanık olunmakta, ya da Herodes'çilerin istediği radikal
bilmiş uygarlıklara örnek olarak yalnızca Yunan Batılılaşma olayı meydana gelmektedir. Ancak her iki
uygarlığını ve İtalyanların uyanış uygarlığı ile 18. halde de Batılı olmayan toplumlar, ister donmuş ya da
yüzyıl İngilteresi'ni göstermesidir; yani örneklerinin fosilleşmiş kültürlerine bağlı kalmakta dirensinler,
hepsini Batı evreninin üyesi olan toplumlardan almasıdır ister her bakımdan Batı'yı taklite yönelsinler, hiçbir
(29). Kendi hesabımıza Batı dünyasının dışında bir örnek zaman değişmeyi ve insanlığın ilerlemesine katkıda
bulabileceğimizi sanmıyoruz; kanımızca, Batı dünyasının bulunmalarını sağlayacak yeni yaratıcı güçlere kaynak
dışında doğuş döneminden sonra gerçek bir büyüme ve evrim olmayı başaramayacaklardır.
dönemi geçirmiş bir uygarlığın var olmadığı haklı olarak O halde? O halde (ve böylece sonuncu noktaya gelinmiş
ileri sürülebilir. oluyor), bugün var olan çeşitli uygarlıkların
giriştikleri dağa tırmanma yarışında, Batı uygarlığı ile saygınlık gösterilir bilinir ki onlar saygınlıklarını
Batılı olmayan uygarlıkların doruğa erişme ve böylece korudukça toplumun yeniden ilkelliğin içine düşme
Toynbee'nin ''some superhuman kind of living'' dediği tehlikesi yoktur. Kapalı bir sistem oluştururlar:
şeyi -üstün uygarlığı- yaratma şanslarının eşit olduğu dokunulmazdırlar, çünkü kurulan belli düzenin sürmesi
savı gerçeğe uymamaktadır. onların yaşamasına bağlıdır. Şu halde uygarlık, bilinçsiz
Gerçi, Toynbee'nin düşünce çerçevesi içinde kalındıkça, ve doğal güçlerle fikir güçlerinin sarmaş dolaş olmasının
doruğun fethini bugün henüz doğmamış olan bir uygarlığın bir sonuncudur. Mısır, Yunan, İslam, Hint vb.
başarabileceği olasılığı da vardır; ama, her ne olursa uygarlıkların çeşitliliği, bu öğelerin değişik biçimlerde
olsun, bugün var olan uygarlıklar arasında, Batı düzenlenmesi ve değişik nitelik ve yoğunlukta olmasından
uygarlığı doruğa erişme yolunda en büyük şansa sahip ileri gelir.
görünmektedir, hatta bu büyük yenginin tek adayıdır; bu
durum ise ona uygarlıklar içinde ayrıcalıklı bir yer 4- Batı düşüncesinin kendini değerlendirmedeki
sağlamaktadır. yetersizliği-Türk Hümanizmi'ne göre Batı
Hareket noktası olarak Toynbee'nin karmaşık ve verimli düşüncesinin değeri
düşüncesini aldığımıza göre, şimdi Türk Hümanizmi'nin bu
aynı sorunlar karşısındaki tutumunu saptamaya Bu durumda, şu üstün-uygarlık dediğimizle olagelen
çalışmalıyız. Türk Hümanizmi için bu sorunlar özel bir uygarlıklar arasında da benzer bir nitelik farkı
anlam taşırlar; çünkü onun varoluş nedeninin açıklanması bulunduğu yargısına varmak gerekir; öbür yandan İngiliz
bu sorunların çözümlenmesine bağlıdır. tarihçisinin muştuladığı yeni düzenin ne olduğu ortaya
Her şeyden önce Toynbee'nin, tarihin kaydettiği belli konmadıkça, bu farkın anlaşılmasına olanak bulunmadığı
sayıdaki uygarlıkların binlerce ilkel toplumun içinden açıktır.
çıktığı; bu uygarlıkların uzak bir gelecekte, kendisinin Daha önce belirtilmiş olduğu gibi, çeşitli uygarlıklar
geçici olarak üstün-uygarlık diye adlandırdığı ve bütün arasında açık olarak görülen fark, kültürün, kişinin ya
insanlığı kapsayacağını söylediği o yeni x'in doğmasına da toplumun zihin yapısını bilinçli ya da bilinçsiz
elverişli ortamı oluşturacağı görüşü kabul edilirken, yoldan oluşturan öz öğelerinin değişikliğinden ileri
ilkel toplumla uygar toplum arasındaki farkın bir derece gelmektedir. İkinci olarak, değişik uygarlıkların ideal
farkı değil, bir nitelik farkı olduğu da göz önünde değerlerle tarihsel ilintiliklerin uyumundan doğduğunu da
tutulmalıdır. gördük; dinsel, toplumsal ve siyasal olmak üzere belli
Gerçekten, yakından bakıldığı zaman görülür ki ilkel bir düzenin kurulmasını sağlayan işte bu uyumun vücut
toplum bitkisel ve duyusal yaşamın tam anlamı ile egemen bulmasıdır. Oluşmuş bulunan forma mentis'in yeni bir çaba
olduğu toplumdur, yani aklın aydınlattığı güçlerin en az göstermesini, yeni bir gelişme atılımında bulunmasını
sayıda bulunduğu ya da hiç bulunmadığı bir toplumdur. önleyen gene bu uyumdur.
Böyle bir toplum henüz temelsiz inançların tutsağı olan Öte yandan Yunan toplumunun manevi biçimlenimi ile Yunan
bir zihin yapısının karanlığına boğulmuştur. Bunun uygarlığının temelleri üzerine oturtulmamış olan bütün
tersine, uygar toplumlarda, düşün yaşamının müdahalesi öbür uygarlıkları yaratmış olan toplumların sahip olduğu
gözle görülür; iyi kötü bir sisteme bağlanmış fikirlerin biçimlenim arasında özlü bir fark vardır. Değişikliği
toplumsal ve siyasal düzenin kurulmasında payı vardır. Bu yaratan neden, Batılı olmayan toplumların belirledikleri
fikirler sanki büyük çabalar sonunda ilkel ruhun bir takım fikirlere mutlak hakikat değeri vermelerine ve
khaos'undan koparılıp çıkarılmıştır. Onun için onlara var oluşlarının devamını bu düşün varlıklarının kıskançça
korunmasında görmelerine karşılık, Yunan uygarlığı fikir alanındaki iki büyük fethi olan diyalektiğin ve
tartışma götürmez, dokunulmaz kurallara dayanan bir retoriğin Atina'ya sokulması olayı unutulmamak koşulu
manevi biçimlenimi temel almamıştır; onun temeli, ruhun ile, klasik çağda Atina'daki kültür çevresinin oluşması,
sonsuz özgürlüğüdür. Homerosla açıklanabilir demektir. Perikles, Pheidias,
Kuşkusuz, Yunanlılar insan zihninin bu en büyük fethine Sokrates ve bunları izleyen Platon ve Aristoteles bu
kuramsal bir biçim verememişlerdir; ama, pratikte, ruhun ortamda yetişmişlerdir. Onlar sayesinde de Iustinianus'un
özgürlüğünü uygulamış ve saymışlardır, hatta bu Atina okulunu kapattığı güne kadar Yunan kültürünü,
özgürlüğün en göze çarpar somut görünümlerinin bilincine düşüncelerini ve deneyimlerini katkıları ile
varmışlardır: yani sanat yaratıcılığında, felsefi zenginleştirmiş olan bütün öbür büyük kişiler
araştırmada bilimsel araştırmada ve özellikle siyasal yetişmiştir.
yaşamda özgürlüğün bilincine erişmişlerdir. Ön Tanrısal bir mucize olarak karşımıza çıkan Homeros'tur;
yargılardan arınmış bir zihin olmadıkça, Anaksagoras'ın çünkü Homeros'u açıkladınız mı, geri kalan her şey
nous basileus kavrayışı var olmadıkça, bütün bu kolaylıkla açıklanabiliyor; sonraki kuşakların üstünlüğü
özgürlüklerin gerçekleşmesi değil, tasarlanması bile Homeros'tan ders almasını bilmiş olmaları ve gerçekten
olanak dışıdır. Yunanlılar zihin özgürlüğünü geleneksel hayran olunacak bir yetenek göstererek bu dersten en
kuralların anarşik bir yadsınması olarak değil, ölçülmez yüksek ölçüde yararlanmış olmalarıdır. Alman filologları
değerinin ve barbarlara karşı kendilerine sağladığı büyük arasında ''Homeros sorununa'' en büyük önemi verenler
manevi ve pratik üstünlüğün bilincinde olarak haklıdırlar; çünkü Homeros sorunu yalnız iki destanın
uygulamışlardır. doğuşunu açıklama çabası değildir: insanlık tarihinde ilk
''Yunan mucizesi'' sık sık kullanılan bir deyimdir; antik kez insana özgü en arı duygulardan esinlenen iki eserin
çağı en iyi bilen bilim adamları bile bu deyimi oluşma nedenlerini saptama sorunu, insanca olana karşı
kullanmaktan kaçınmazlar. Ancak, ''Yunan mucizesi'' insan ilgisinin doğması sorunudur.
deyimini düzeltme, yerine çok daha uygun düşen ''Homeros Gerçekten, insan ruhunun evrim sürecinin başlangıcını bu
mucizesi'' deyimini koyma zamanı artık gelmiştir. Çünkü insana özgü duyguların ön plana alınmasında görmekte
Homeros'un iki destanının Yunan edebiyatının başlangıç büyük isabet vardır. Homeros'un hiçbir ölçüye sığmayan ve
çağına raslayan varlığının nedenleri açıklanabildiği hiçbir zaman yeterli bir biçimde açıklanmayan büyüklüğü
anda, Yunan evreninde bu çağdan sonra meydana gelen buradadır.
manevi ve ahlaksal alandaki bütün başarılar kolaylıkla Yiğitlik duygusu, gurur, erdem, düşmana saygı, doğa
açıklanabilirler. sevgisi, -magistra vitae olan doğayla ilişiğini kesmemiş
Logograflık doğrudan doğruya Homeros'a bağlanır; bundan, insanlarda doğuştan var olan- sağduyu, varlıklarını
daha sonra, tarih doğacaktır. Yunan tragedyasının insanca sürdürme konusunda geniş ölçüde bedensel güçlerine
olma ve insanla ilgili olma özelliği Homeros'tan gelir. güvenen uluslarda ender olmayan meziyetlerdir. Yaşamın
İyon doğa filozoflarının, düşüncenin kuşkuculuk kahramanca bir savaşım olduğu duygusunun, doğa sevgisinin
bunalımına düşmesinde ve böylece sofistliğin doğmasında ve bunun doğal bir sonucu olan sağduyunun sanat
rolü vardır. Homeros'un insanın insana karşı ilgisini yaratmalarında ifadelerini buldukları da ırk, çevre ve
uyandırmış olması sayesinde, koro liriğinin halk arasında çağ bakımından birbirinden çok ayrı uluslarda gözlenen
rağbet gören çeşitli türleri edebiyat türü düzeyine bir gerçektir. Ancak bir mucize ile karşılaşıldığı
yükselmiş, monodik lirik özel bir önem kazanmıştır. Batı duygusunu yaratan, Homeros ruhunun belli bir
Yunan evreninin değerli iki katkısı, Batı Yunanlılığının davranışıdır: ana baba sevgisi, evlat sevgisi, eş
sevgisi, güzel ve büyük olana hayranlık gibi insanın en İyonya'da iki destanın doğmasına yol açmıştır, yani başka
derin duygularını ön plana alan ve bu duyguları dile bir deyimle, insanlığın bugün hâlâ sürüp giden manevi
getirmekle baş yere geçmesi beklenen yiğitlik evriminin başlamasına neden olmuştur.
becerilerini anlamlaştırmak, güzelleştirmek ve Tanrıları insan biçiminde gören kavrayış (ölümlülerle
soylulaştırmak isteyen davranıştır. ölümsüzler arasında yakın ilişkilerin, hatta bazen soylu
Homeros'un destanlarına birer mucize gibi baktıran, her bir rekabetin kendiliğinden doğmasına yol açan
an varlığını duyduğumuz, aydınlık ve rahatlatıcı bir antropomorfik kavrayış; başta Girit uygarlığı olmak
güzellik duygusudur. Priamos düşman eliyle ölecek üzere, çok gelişmiş çeşitli uygarlıkların Batı Anadolu
olmasını umursamayıp boğazlandıktan sonra ihtiyar çıplak sahillerinde karşılaşmaları; Troya savaşı gibi ünlü bir
vücudunun yere serilmiş haliyle sunacağı hazin ve çirkin savaşın Aiol ozanlarınca yaşatılan anısı; şairin üstün
görünümü gözünün önüne getirip ürperirken bu duygunun kişiliği; Yunan efsanelerindeki her doğa olayında insanın
etkisi altındadır. değilse de insan biçimindeki varlıkların müdahalesini
Homeros'un destanlarına mucize diye baktıran, şairin gören ve böylece her belirsiz tehlike ve tehdidin insanın
-Aias'ın düşmanlara karşı koyuşunu bir katırın inadına, ruhunda içgüdüsel olarak yarattığı dehşet duygusunu yok
ya da Aka ordusunu ağıldaki süt dolu kaplara üşüşen eden gerçekçi ve somut nitelik ve daha birçok etkenler bu
sineklere benzetmesi gibi- ünlü benzetmelerini, günlük iki destanın doğmasına yol açan kültür ortamının
yaşamdan alma olağan sahnelerle epik sahneleri daha oluşmasına katkıda bulunmuş olsalar gerek.
etkili bir biçimde canlandırmak için kullanmış olmayıp, Kendi yapısının bilincine varmaya başladığı andan
onları eserinin en etkileyici ve sanat değeri en yüksek itibaren, Yunan uygarlığı karşımıza en yüksek ideal
birer öğesi olarak görmüş olmasıdır. değerinin insanlık duygusu ve -insan aklına güvenmeyi
İki destana birer mucize gözü ile baktıran daha pek çok esas tutan- zihin özgürlüğü olduğunu vurgulayan, bütün
şey vardır: tıp konusu, örneğin; Homeros tıbbı büyücü öbür uygarlıklardan özce farklı olan bir uygarlık olarak
sanatı olarak değil, otlara, merhemlere başvuran; çıkar. Yunanlılar tarihleri boyunca iki ideal öğeye
iyileşme süresinde hastalara eski şarap, un ve peynir sımsıkı bağlı kalmasını bilmişlerdir. Herodotos insanlık
karışımından yapma bir besin verilmesini yararlı bulan duygusunun Yunanlıları -soydaşları olsun olmasın-
deneysel bir bilim olarak görür. Şairin, sadece dövüşme düşmanlarına karşı diğer uluslar kadar kaba ve acımasız
sanatında değil, güzel konuşma sanatında da kendini davranmaktan alıkoyduğunu gözlemiştir (31). Bu aynı
gösteren savaşçıya duyduğu hayranlık da bu öğelerden insanlık ve adalet duygusu Thukydides'i ve Euripides'i
biridir: böylece Homeros destanlarında bedensel Atinalılarca küçük Melos'a karşı uygulanan kaba güç
meziyetlerle manevi meziyetler birleşmekte ve bu politikasını şiddetle yermeye itmiştir (32). Hep bu
birleşmeyi kendinde gerçekleştirenin ideal insan olduğu yüksek ahlak anlayışından esinlenerek, Demosthenes de,
belirtilmektedir. Bu ideal insan, insan onuru duygusuna izlemiş olduğu politikanın savunmasında, Aiskhines bu
ve ahlaksal görevleri olduğu kanısına sahiptir; o kendine politikanın başarısızlıkla sonuçlanacağını zamanında
güvenen onurlu ve gururlu, dolayısıyla da ulu gönüllü bir haber vermiş olsaydı bile, gene de ondan vazgeçemezdim
insandır. der. Çünkü başka bir politika izlemek Atinalıların
İşte ''Homeros sorunu'', Homeros'un yetişmesine olanak onuruna yakışmazdı (33).
veren böyle yüksek düzeyli bir kültür ortamının nasıl Sonuç olarak, Yunan uygarlığının ideal öğelerden yana
kurulup geliştiği sorunudur. Kuşkusuz çok değişik zengin olmasını, ahlak evreninin temeline bu özgürlük
kaynaklardan gelen ve çok değişik değer taşıyan öğeler kavrayışını oturtmuş olmasına bağlayabiliriz. Öte yandan
Yunan uygarlığının başka uluslara yayılması da onun ideal Romalılardan da modern Avrupa uluslarına geçmiş olması
yapısı sayesinde gerçekleşmiştir. Gerçekten öbür olayı, bizi yeni bir gerçekle yüz yüze getirmektedir.
uygarlıkların kapalı sistemleri başka uluslara yalnızca Bu gerçek insan ruhunun evrim sürecidir; Batı
bir bütün olarak kabul ettirilebilir; sistemler bu uygarlıkları bu evrimin çeşitli aşamalarını oluştururlar.
ulusların serbest girişimi ile bilinçli olarak ve Bu aşamalar boyunca Yunanlıların bulguladığı ve ahlaksal
eleştirinin süzgecinden geçirilmek suretiyle özgürlük ilkesine dayandığını gördüğümüz bu ideal
benimsenemezler; çünkü onlar, kendileri kadar hiçbir değerler içten gelme bir merakla sürekli olarak
uyuşma olanağı bırakmayan kapalı ve kategorik başka incelenmiştir; bu inceleme sayesinde insan düşüncesi
sistemlerle karşılaşırlar. Bu sistemler her şeyin bizzat kendini daha bilinçli bir biçimde tanıma olanağını
başlangıcı olacak bir hümanist davranışa yol açamazlar bulmuştur. Düşüncenin kendini gitgide daha aydınlık bir
(açamazlar, çünkü tepeden inmedirler, eleştirilemezler ve bilinçle kavraması ise, ilerde daha iyi görmek fırsatını
akla dayanmamaktadırlar); bu durumda, öz yaratılışları bulacağımız gibi, insanlığın manevi gelişiminin özünü
yozlaşmadan, bunların hümanist bir ruhla benimsenmelerine oluşturur.
ve böylece yeni bir aşamaya erişmelerine olanak yoktur. Bu söylediklerimizden zorunlu olarak şu sonuç çıkarılmak
Şu halde yalnız Yunan uygarlığı -zihin özgürlüğünün gerekir ki bir uygarlığın çekirdeğini oluşturan, toplumun
varlığına dayanan bir takım ideal değerleri benimsediği düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimleniminin
için ve bunları (belli ve ilintilik biçimlere bağlı sağlanmasında, yani onun diğer yargılarının saptanmasında
olarak) dünyaya sunduğu için- kendi ruhunu başka ve belli bir zihin habitus'u edinmesinde payı olan özsel
toplumlara iletme olanağına sahip olabilirdi; nitekim öğelerdir. Sonuçta, modern Batı uygarlığının çekirdeğini,
tarihsel gerçekler düzeyinde -öbür toplumları kendi Yunanlılarca saptanan ve zihin özgürlüğü ilkesinden
ilintilik biçimlerini, örneğin siyasal yapısını ya da kaynaklanan ideal değerlerin oluşturduğunu ileri
toplumsal ve dinsel yapısını kabullenmeye zorlamadan- bu sürebiliriz.
olanağı gerçekleştirmiştir. Böylece modern Batı uygarlığının çekirdeğinde iki
Bu söylediklerimizden çıkan ilk sonuç olarak özelliğin bulunduğu ve bu iki özelliğin onu Batılı
görülmektedir ki Yunan uygarlığı -ve Yunan zihniyeti ile olmayan uygarlıkların çekirdeklerinden ayırdığı ortaya
Yunanlıların yarattığı değerleri benimsemek suretiyle çıkmaktadır (gene bu münasebetle Batılı olmayan
oluşan öbür uygarlıklar- geri kalanlardan öz bakımdan uygarlıkların çekirdeklerinin ortak olumsuz bir tanımı
farklıdırlar; öyle ki, her uygarlık gibi, o da zihnin ile -zihin özgürlüğünün oluşturduğu yaşam tohumuna sahip
bilinçli güçleri ile bilinçsiz ya da her ne suretle olmayan çekirdekler tanımı ile- bir grup içine
olursa olsun insan iradesine bağlı olmayan güçlerin bir alınabilecekleri görülmektedir). Bu çift özellik: bir
ürünü olduğu halde, başlıca özellik olarak, kurduğu toplumdan başka bir topluma geçme gücüne ve -zihin
manevi değerlerin ölümsüzlüğünü sergiler ve böylece bütün özgürlüğü ile özdeşleştirdiğimiz- sonsuz bir evrim için
Batılı olmayan uygarlıkları karşısına alır. Kurduğu gerekli olan hareket ettirici güce sahip olmaktır.
değerler sonsuzca geçerlidir, çünkü o değerlere kaynak Böylece somut tarihsel oluşumu ile ortaya çıkan yeni bir
olan ilke, manevi özgürlük ilkesi, sonsuzca geçerlidir. öğeyle statik değil tam anlamı ile dinamik bir öğeyle
Ayrıca Yunan uygarlığı dünyasında gelişen ve başka karşılaşılmaktadır; bu öğe insanlığın manevi evrimidir:
uluslara aktarılabilme gibi bir iç yeti taşıyan bu o, birtakım uygarlıkların içinden çıkmakla birlikte, özce
düşünsel, ahlaksal ve estetik değerlerin Romalılara, onlardan başkadır. Toynbee'nin söz konusu ettiği x öğesi
ya da üstün-uygarlık dediği de bundan başka bir şey olmadıkça, insanlığın manevi sürecinin değişik ve ileri
değildir. belirtilerini yakalamamız olanaksızdır: çünkü doğal ve
Şimdi ilkel toplumla uygarlık tanımına dönerek matematik gerçeklerin tersine, manevi gerçeklere nüfuz
diyebiliriz ki ilkel toplumun özelliği zihnin ışığından edebilmek için, bunları doğup geliştikleri tarihsel
hemen hemen tümüyle yoksun olmasıdır, uygarlığın özelliği ortamları içinde izlemek gerekir. Yer çekimi ilkesini,
de düşünsel yaşamın toplumda belli bir ölçüde etken Newton'un kültür çevresini ve kişiliğini bilmeden de
olmasıdır. Buna karşılık insanlığın manevi evriminin kavrayabiliriz; bir yemişin dalından düşmesi fenomenini
gerçekleştiği toplumlar bütününün özelliği, bu evrende istediğimiz zaman yineleyebildiğimize göre, bu daha da
özerk bir varlığa sahip olmasını başarmış bulunan kolaydır. Ama Newton'un bu dahice buluşu nasıl yaptığını
düşünsel yaşamın ağır basması ve aynı zamanda bu ağır anlamamız için başka yollardan geçmemiz gerekir.
basışın bilincine erişilmiş olmasıdır. Başka bir deyişle, biz Descartes'ın tutumunu insanlığa
Bu evrende, kurulu düzenin temelinde, kapalı bir sistem sığmayan, nankör bir tutum olarak yermeliyiz; Descartes
oluşturan ve bir kez saptanınca bir daha değiştirilmesi ünlü Cogito ergo sum formülüne klasik düşünceyi heyecanla
doğru olmayan fikirler yoktur. Temelde zihin özgürlüğü ve derinlemesine incelemek suretiyle erişmişken, sonradan
yatar, zihin özgürlüğünün kendinden başka efendisi eski hocalarını unutmuş ve kendi kurduğu felsefe
yoktur; o yalnızca insanları bizzat bu özgürlüğün fethine sisteminin başlangıcı olarak bu andığımız ilkeyi
götürmüş olan fikirlerle beslenir. koymuştur. Ama Descartes, kendisinin geçtiği hazırlık ve
Şu halde, Türk Hümanizmi'nin bakış açısından, modern Batı yetişme aşamalarından geçmeyen öğrencilerinin durumunu
uygarlığı, insanlığın İ.Ö. 9. yüzyılda başlayan manevi açıklamıyor; bu öğrencilerde kendi benliklerine ve kendi
evrim sürecinin son aşamasından başka bir şey değildir. egemen düşüncelerine güvenin nasıl doğacağını
Modern Batı uygarlığı bu evrim sürecinin bugün eriştiği araştırmıyor. Çıkış noktası olarak alındığı halde,
aşamadan başka bir şey olmadığına göre, Türk Hümanizmi, aslında uzun ve zengin bir insanlık deneyiminin sonucu
onun iyi yanlarını olduğu kadar sayısız eksikliklerini de olan bu formül, zor doğuşu ve kendini gururla ortaya
gördüğü için, ona gerçekten sahip olduğu değerin ötesinde koyması sırasında izleyip yakalanmadıkça, kendisinden
bir değer vermemek durumundadır. Türk Hümanizmi'ne düşen sonra gelen kuşaklar için bir anlam taşıyabilir mi?
görev, ilgisini bu sürecin yalnız şimdiki aşaması üzerine Bereket versin ki antik düşüncenin incelenmesi,
değil, sürecin tamamı üzerine, yani otuz yüzyılı kaplayan Descartes'tan sonraki yıllarda da hiçbir zaman ihmal
insanlık evrimi tarihi üzerine toplamaktır. edilmedi; yalnız onun öğretisine fazlaca bağlı kalanlar,
Türk Hümanizmi'ne düşen görev, Batı uygarlığını yeniden Vico'nun etkili bir biçimde savaştığı ve daha sonra
değerlendirmek ve bu bütünün derinliğine tanınmasını, Kant'ın aştığı bilinen intellektualist durgunluğa neden
insanlığın bundan sonraki ilerlemesine katkıda bulunmayı olmuşlardır.
isteyecek (Batılı toplumlar dahil) bütün insan Fikir yaşamında Descartes'çılık, siyasal yaşamda 20.
topluluklarının her yeni kuşakla birlikte baştan başlayıp yüzyılın ilk yarımında geçen olaylar, sanatta ve eğitimde
sonuna kadar yürümeleri gereken tek ve zorunlu yol olarak güç kazanan modernist eğilimler, kanımızca şunu açık bir
göstermek olmalıdır. biçimde kanıtlamıştır ki, her ne zaman insanlığı klasik
Gerçekten öyle anlaşılıyor ki, kendisine özgürlüğünü ve evrene bağlayan bağlar koparılmak istenmişse ya -hem de
aynı zamanda bu özgürlüğün bilincini sağlayan bugünkü Avrupa'nın tam ortasında- sanki sihirli bir değnek
olgunluk derecesinde, insan ruhu tarihsel bir biçimlenime becerisi ile barbarlık yeniden baş göstermiş ya da, en
sahiptir; kendine özgü olan bu tarihsel biçimlenim azından, ahlak bilincinde tehlikeli bir durgunluk hasıl
olmuştur. Bu da doğaldır, çünkü -bu söylediklerimize topluluklar insanlığın manevi gelişimine hiçbir bilinçli
uygun bir sonuç çıkarmak gerekiyorsa- klasik evrenle katkıda bulunamazlar.
ilişkilerin kesilmesi insanlığın manevi evrim sürecinin Batı evreni içinde, yani insan ruhunun geliştiği ve
durdurulması demektir. gelişmekte olduğu insanlık evreninde tartışılmaz birer
Böylece burada, insanlığın manevi evrimine katılmak, şu gerçek olan savların bu evrenin dışında özsüz kaldığı ve
üstün-uygarlık diyebileceğimiz uygarlığa girmek isteyen her anlamını yitirdiğine ilişkin ileri sürdüğümüz görüşle
her insan topluluğu için, evrim halinde olan insanlığın ilgili olarak da, burada neo-idealistlerin düşünen
tüm geçmiş deneyimini tarihsel somutluğu içinde düşünce kavrayışına kısaca değinilecektir. Gerçekten neo-
benimsemek ve bundan ideal değerleri çekip çıkarmak idealist felsefe çağdaş düşüncenin başlıca
kaçınılmaz bir zorunluluktur. temsilcilerinden biri gibi görünmektedir. Bu ayrıcalıklı
İnsanlığın çabalarına tanık olan yüzyılların engin durumu kazanmasının bir nedeni, tarihsel bilinç kavramını
yayılışı içinde insan soyunun manevi gelişimini değerlendirmiş olmasıdır. Bu kavram insan zekâsının bir
gerçekleştirdiği yer ve zaman çerçevesi böylece sun Batılı olmayan toplumların -günün birinde bütün
saptanmakla bu evrime Batılı olmayan toplumların hiç toplulukların, insanlığın evrim sürecine bilinçli bir
olmazsa dolaysız ve bilinçli bir katkıda bulunmadıkları katılma biçimine dönüşecek olan- Batılılaşma hareketinin
ortaya çıkmaktadır (bununla birlikte dolaylı zorunluluğunu kuramsal açıdan kanıtlamada başlıca etken
diyebileceğimiz bir katkıları olduğu kabul edilmek durumundadır.
gerekir; çünkü Batılı olmayan toplumlar Batı evrenini Neoidealizmin düşünen düşünce ile vaktiyle düşünülmüş
zaman zaman etkileyen bir varlığa sahip olmuşlardır, düşünce arasında yaptığı ayırım doğru ise -bu ayırıma
zaman zaman katalizör bir öğe olmuşlardır; ya da Batılı göre ilki gerçek, yaşayan, yaşandığı anda var olan
toplumların benimsediği ve manevi ilerleyişin sürekli düşüncedir; çünkü o, düşünmekte olan benliğin o andaki
akışına sokmakla verimli kıldığı bazı fikirlere özel bir etkinliğidir; ikincisi ise, dış evren gerçeklerinden
önem vererek geliştirmiş ve bunları kuşaktan kuşağa farklı olmayan, yani yalnızca tanımamızın bir nesnesi
aktarmışlardır). olan bir gerçektir- bu ayırım doğru ise, vaktiyle
Öte yandan bu çerçevenin saptanması, insanlığın otuz düşünülmüş olan düşüncenin yeni bir yaşama doğabileceği,
yüzyıl boyunca oluşagelen evrimine hem bir mutlaklık yeni anlamlarla zenginleşebileceği, düşünen düşüncenin
niteliği ve değeri tanımanın hem de bu oluşumda ve nesnesi olur olmaz (neoidealistlerin savına uygun olarak,
oluşumun bilinmesinde bir zorunluluk karakteri görmenin bu durumda derhal düşünen düşünce ile özdeşleşeceği için)
gerekli olduğunu ortaya koyuyor. tekrar yaşam kazanacağı savı, bu kuram yalnızca Batı
Batılı olmayan toplumların insanlığın manevi ilerleyişine evreni içinde- yani, öğretinin doğmasına olanak
bilinçli ve dolaysız biçimde bir yardımda bulunamadıkları sağlamakla, esasen onun tohumlarını gerçekler düzeyinde
savına gelince, bunların tarih kavrayışına herhangi bir taşıdığını gösteren evren içinde- değil de, bütün dünyayı
katkıda bulunmadıklarını ve aslında bulunmalarına olanak kapsayan çok daha geniş bir çevre içinde düşünüldüğü
olmadığını daha önce görmüştük; aynı biçimde filolojiyi zaman, asla doğru değildir.
yaratmadıklarını ve aslında yaratmalarına olanak Neoidealistlerin savına göre, bir zamanlar düşünülmüş
olmadığını, yaratıldıktan sonra da filoloji kavramının olan düşünce, düşünen düşüncenin konusu olur olmaz,
gelişmesine katkıda bulunamadıklarını ise biraz sonra yeniden yaşam kazanır, ama bu yaşam yeni bir yaşamdır,
göreceğiz. Örnek olarak iki alanı seçtik. Ama bunlar çok daha verimlidir, çünkü eski düşünce yeniden
temel alanlardır; bu alanlarda söz sahibi olmayan düşünülürken, düşünenin kendi deneyiminden başka o günden
bugüne kadar geçen zamanın ürünü olan yepyeni oluşan mutlak hakikat olsa olsa yalnız Batılı dünyanın
deneyimlerle zenginleşir. İşte bu sav Batı evreni için insanları için mutlak olabilir.
gerçek olabilir, ama, örneğin, İslam dünyası için geçerli Bu söylediklerimizden mantıksal zorunluluk olarak çıkan
değildir, çünkü İslam evreninde vaktiyle düşünülmüş olan sonuç şudur ki, insanlığın manevi gelişim sürecine
bir düşünce düşünen düşünce tarafından daha zengin bir katkıda bulunmaya elverişli bir zihin biçimleniminin
biçimde yaşama döndürülemez, yalnızca mezarından sağlanması konusunda amaçsızca kendi içine kapanmakla
çıkarılmış olur; çünkü manevi evrenin özerkliğe yetinen ve hiçbir suretle düşünen benliğin bilincine
kavuşmadığı, ahlak alanında özgürlüğün değil, dogmatik ulaşılmasını sağlamayan -Batılı olmayan toplumlara özgü-
kuralların demir kafesinin bulunduğu bir çevrede evrim manevi etkinlik bir kenara bırakılabilir.
yoktur, yalnızca bir iç gelişim vardır; böyle bir çevrede Fakat bu ilk sonuçtan birbirine bağlı ve her biri büyük
evrim söz konusu olamaz. Böyle bir çevrede vaktiyle bir önem taşıyan bir dizi sonuç çıkmaktadır.
düşünülmüş olan düşünce, düşünme süresince belki yaşayan Sonuçlar şunlardır: Bugünkü durumda kaldığı sürece bütün
bir düşünce, düşünen bir düşünce idi: ama o hiçbir zaman insanlığın deneyimlerinin toplamını temel edinen yeni bir
eleştirici bir görüşle, özgür bir yargıyla, daha zengin evrensel hümanizmin kurulabileceği savının yersizliği ve
bir insan deneyimi ile ele alınmamaktadır (34). anlamsızlığı; düşünen benliğin bilincine ermeyi tanıma
Şu halde neoidealist kuramı doğu evrenine uygulamak sürecinin en yükseğine yerleştirme zorunluluğu (çünkü bu
istersek, yeniden düşünüldüğü anda yeniden yaşayan bir bilinç, görünüşe göre, insanın elde edebileceği zihin
düşünülmüş düşünce ile değil, yalnızca mezarından aydınlığının son noktasıdır); en büyük hakikate götüren
çıkarılmış bir ölü ile karşılaşırız. Bu ölüye yeni bir kuramı insan deneyiminin somut gerçekliğine dayandırma
çeki düzen verilebilir, kuşkusuz; otopsisi yapılabilir, zorunluluğu (çünkü en büyük hakikat düşünen düşüncedir,
ama o yeniden yaşama kavuşturulamaz. Belki de bu yüzden bunun bilincine ise ancak uzun çabalar sonunda sağlanan
Doğu'da manevi evren koskoca bir morga benzer; burada bir manevi biçimlenim sayesinde erişilebilmektedir; öyle
duyulan tek insan sesi, ölümlülerin yazgısına sonsuz bir ki insanların manevi biçimleniminin tarihsel bir
hüzün ve bezginlikle ağlayan içli bir sestir. biçimlenim olduğu haklı olarak savunulabilir); düşünsel
Şu halde Batı dünyasının dışında düşüncenin yaşamında ve ahlaksal biçimlenimlerini söz konusu edilen tanıma
değil, düşüncenin ölümünden söz etmek daha yerinde sürecinden geçerek sağlamaları koşulu ile bütün insan
olacaktır. Düşünmekte olan düşüncenin kendisi bile, topluluklarının insanlığın manevi gelişimine
Batılılar için olduğunun tersine, hiçbir zaman mutlak bir katılabileceği savı (bu topluluklar ancak bundan sonra
hakikat değildir; çünkü kendi bilincine ermiş olmanın kendi tarihsel ve kültürel deneyimlerini yeniden
ışığı ile aydınlanmış değildir; bu nedenle o, özü gereği değerlendirme yoluna girebileceklerdir); ve nihayet
-dış evreni oluşturan ve vaktiyle düşünülmüş olan evrensel hümanizmin kurulabilmesi için bütün toplumların
düşünceleri de kapsayan- tanıma nesneleri ile tanıyan hümanist eğitimin ortak paydasına indirgenmelerinin
özne (ya da, neoidealist deyimle, düşünen düşünce) gerekli olduğu savı.
arasında kalan bir gerçektir. Bu çeşitli sonuçlar sırası geldikçe ele alınacaktır.
O halde bu hususta genellikle yapılan yanılgıya düşmemeli Burada insanlığın manevi gelişimine katkıda bulunabilecek
ve bireysel benliğin karşısına -henüz var olmadığı bir zihin biçimlenimine götüren tek yolun -bizzat bu
anlaşılan- evrensel benliği değil, Batılı benliği, yani evrim sürecini harekete getirmiş olan- Batı
Batı dünyası sınırları içinde tutulan evrensel benliği uygarlıklarının bir bütün olarak incelenmesi ve tanınması
çıkarmalıdır. Neoidealistler için düşünen düşünceden olduğunu belirtmekle yetinmeliyiz.
Gerçekten bir zihnin tek tek somut gerçekleri tanıması ve kumları arasında saf halde bulunan altın gibi) olayların
bu somut tanımaya dayanarak, tarihsel yargıya varması, saf akılcıllık niteliği sergilediği yerde saptanabilir;
yani olayların birbirine nasıl akılcıl bir biçimde çünkü doğal akışına bırakılmış ya da kişilerin keyfi
zincirleme bağlandığını anlaması ve buradan da ideal müdahalesi ile saptırılmış olayların üst üste yığıldığı
olana, yani evrensel kavrama yükselme gücünü kazanması yerlerde, akılcıl öğeler yalnızca altının deniz suyunda
isteniyorsa, onu -akılcı öğelerle yoğrulduğu için akıl bulunduğu ölçüde vardır.
tarafından anlaşılmaya özellikle elverişli bir somut Ve insanlar deniz suyundaki altını bulabilmek için nasıl
dünya olduğunu açık ve çürütülmez biçimde ortaya koyan- daha önce kimya bilimini bulgulamak zorunda kalmışlarsa,
bu maddi ve manevi evrenle yakından temas ettirmekten ve aynı biçimde Batılı olmayan toplumlar, tarihlerinde
aralarında sımsıkı bağların kurulmasını sağlamaktan daha akılcıl olarak var olanları değerlendirebilmek için önce
etkili bir yol olamaz. İnsanları somut ve akılcı olanın insan soyunun manevi gelişim tarihini bulgulamak
bilincine, tarihsel yargı ve felsefi kavram bilincine zorundadırlar.
eriştiren de aslında bu dünyadır. Bu dünya dikkatle
incelenirse, Hegel'in gerçek olan her şey akılcıdır savı
daha iyi anlaşılır.
Croce, Hegel'in düşüncesini yorumlayarak şöyle diyor: IV. BÖLÜMÜN NOTLARI
''Mantık dışı budalaca, çirkin, utanç verici, keyfi olan
bir olay değildir: olayın olmayışıdır, boşluktur, var 1 Bk. III. böl. n. 83.
olmamadır; olsa olsa gerçek varlığa susamışlıktır, 2 Bu dönem için bk. Hasan-Âli Yücel, Edebiyat
gerçeğin stimulus'udur.'' (35). İşte bu yüzden, karşıtlar Tarihimizden, cilt I, ss. 251-299, özellikle ss. 255 vd.
ikilisinde olumsuz terimlerin ağır bastığı Batılı olmayan 3 Ziya Gökalp, Küçük Mecmua, 19 Haziran 1922 (Kâzım Nami
evrende gerçeği tanımanın iki yolu olan filoloji ve Duru tarafından anılmıştır, Ziya Gökalp, s. 267).
tarihin var olması olanaklı değildir (36). Gerçek ise Gökalp'in düşüncesi için bk. U. Heyd, Foundations of
Hegel'in gözünde akılcıl olandır, gerçek olmayan da Turkish nationalism; the life and thinking of Ziya
akılcıl olmayandır. Gökalp, Londra 1950; bütün önceki bibliyografyayı göz
Bununla beraber Batılı olmayan toplumlar için insanlığın önünde tutan bu eserde yazar sağlam bir eleştiri görüşüne
manevi gelişimini gerçekleştiren Batılı uygarlıkların sahip olduğunu göstermektedir.
tümünü tanıma zorunluluğu vardır savının yalnızca 4 Virjil, Çoban Şiirleri; Bükolikler. Hamit Mat.,
neoidealist düşüncenin doğru veya yanlış olmasına bağlı İstanbul 1929.
olduğu sanılmamalıdır. 5 Horas, Odlar-Epodlar-Hicviyeler-Nameler. Devlet Mat.,
Bu zorunluluk şöyle de açıklanabilir: İnsanlar nasıl İstanbul 1929.
önceleri altını saf hali ile nehirlerin kumlu 6 İtalyan Edebiyatı. Tarih-Antoloji, I. cilt: XIII.
yataklarında ele geçirmişler, ikinci bir zamanda onu öbür asırdan XIX. asra kadar. Devlet Matbaası, İstanbul 1933.
madenler içinde tanımışlarsa ve daha sonra kimya Dante ve Divina Commedia, Devlet Matbaası, İstanbul 1934.
biliminin gelişmesi sonucunda, -bu gelişmeye öbür Grek ve Romen Mitolojisi, Hâkimiyeti Milliye Matbaası,
madenler arasında bir maden olan altını tanımaları da Ankara 1931. Petrarca; Hayatı, eserleri ve ortadevirden
yardımcı olmuştur- onu inceleyebilmiş ve sonunda iz Rönesansa giriş merhalesinin bir tetkiki. Köy Hocası
halinde denizin suyunda bulabilmişlerse; aynı biçimde Matbaası, Ankara 1931.
olayların akılcıllığı ilk olarak (tıpkı nehirlerin 7 Mitoloji, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul 1932.
8 Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunun Tercüme 3. Bk. Heyne, Sermonis mythici seu symbolici
dergisinin amaçlarını saptamak için seçtiği komitenin interpretatio ad causas et rationes ductas per inde
hazırladığı rapor bu bakımdan anlamlıdır. 25 Ocak 1952 regulas revocata, 1807.
tarihini taşıyan bu raporda büro üyelerinin tutumuna 4 Bk. özellikle Gesammelte Schriften VI, ss. 528 vd.
zaman zaman egemen olan değişik akımlar incelenmiştir. 5 Bk. Schlegel, Geshichte der alten und neuen Literatur.
Ancak kabul edilmelidir ki, çeviri etkinliğinin doğmasına 6 Bk. Ritschl, Ueber die neueste Entwicklung der
ve süregelmesine yol açmış olan hümanist ruh büroda Philologie (konuşma: 1833).
hiçbir zaman sönmemiştir. Samim Sinanoğlu'nun Tercümenin 7 Bk. W. Jaeger, Paideia.
değeri adlı yazısı, Tercüme dergisi 55 (1953), ss. 60-62, 8 V. Immisch, Wie studiert mant klassiche Philologie?
bu ruhun göze çarpan belirtilerinden biridir. 9 Bk. Engelmann, Die Wiedergeburt der Rechtskultur in
9 Bu etkinliğin belli başlı belirtileri arasında Italien.
Sophokles'ten iki tragedyanın, Elektra ile Kıral 10. Bk. Koschaker, Europa und römisches Recht.
Oidipus'un temsili, Azra Erhat'la A. Kadir'in başarılı 11. Tadeusz Zielinski düşüncelerini 1903 yılında St.
Ilias ve Odysseia çevirileri ve Salâhattin Batu'nun Güzel Petersburg Üniversitesi'nde verdiği bir dizi konferansla
Helena'sının sahneye konuşu anılabilir. açıklamıştır. Kitap halinde yayımlanan bu konferanslar
10 Bk. W. Jaeger'in iki eseri: Paideia. Die formung des birçok dile çevrilmiştir. Strong ve Stewart'ın İngilizce
griechischen Menschen; ve Humanistische Reden und çevirisi Our debt to the antiquity (Londra 1909) adı
Vorträge. altında basılmıştır.
11 Bk. Suat Sinanoğlu, "Klasik Filolojide Metod", Ankara 12 Bk. adı geçen eserin giriş kısmı, s. VI: "It will in
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dergisi XII addition be of interest to English readers to note the
3-4, ss. 1-13. importance attached to the study of Latin by a teacher in
12 Bu sorun için bk. A. Dain, Les manuscrits, Les Belles a country which looks back to Byzantine Greek as its
Lettres, Paris 1949, ss. 145-176, özellikle s. 159: "ce classical language. This judgment is in remarkable
qui est Détestable... c'est de garder un texte mauvais contrast with the view which obtains generally among the
par souci de s'écarter le moins possible des leçons du professor's countrymen, and is based on the small part
manuscrit"; P. Mazon, Eschyle, cilt I, Les Belles played by Rome in Russian civilization".
Lettres, Paris 1949, ss. XXIV-XXXII (5. baskı); F. 13 Bk. Ernesti, "Defensio veterum philos.", Opuscula
Robert, L'Humanisme, ss. 39-47; A. Garcia Calvo, "Critica philologica et critica'da, özellikle ss. 235-244.
y Anticritica", Emerita XX 1'de (1952) ss. 133-152; Suat 14 Bk. De Antiquitatis studio (konuşma: 1822).
Sinanoğlu, n. II'de anılan makale, s. 8-10. 15 Bk. Wundt, Logik II g, Stuttgart 1895, ss. 303 vd.
13 Bk. Suat Sinanoğlu, "Sophokles'in Antigone'sinin mıs. 16 Bk. Teuffel, "Ueber die Hauptrichtungen in der
904 vd. hakkında", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- heutigen klassischen Altertumswiessenschaft" (1858),
Coğrafya Fakültesi dergisi XI 2-4 (1953), ss. 287-301. Studien u. charakteristiken... de (bk. Bibliografya).
17 Bk. B. Croce, La Storia come pensiero e come azione,
V. BÖLÜMÜN NOTLARI s. 123: "Rapporto di materia a forma è bensì il rapporto
dell'erudizione o filologia rispetto alla storia, della
1 De Jure belli ac pacis libri tres. filologia che ha il carattere dell'esattezza, ma non avrà
2 Bk. Heyne, De morum vi ad sensum pulchritudinis quam mai quello della verità come la storia, ne quello della
artem sectantur, 1763. probabile realtà umana, come l'aneddotica", ve s. 20:
"...il giudizio storico non è già un ordine di 21 Bk. A. Toynbee, A Study of History (özetlenmiş metin),
conoscenza, ma è la conoscenza senz'altro, la forma che s. 276 ve J. Madaule, "La Pensée historique de Toynbee":
tutto riempie ed esaurisce il campo conoscitivo, non Toynbee'nin The World and the West, (Paris 1953) adlı
lasciando posto per altro"; bk. ayrıca ss. 133-134. eserinin Fransızca çevirisinde, s. 40 (bu alıntı için bk.
Gene bu konuda bk. Marrou, De la connaissance historique, II. bölümün n. 6'sına) ve s. 42.
s. 30: "En fait, le champ de l'historie, le champ où 22 Bk. A. Toynbee, A Study of History, uygarlıkların
opèrent les historiens, est occupé par une équipe de gelişmesi ile ilgili bölüm, özellikle s. 182, (gelişen
chercheurs déployés en éventail: à une extrémité, les uygarlıklarla dumura uğrayan uygarlıkları
érudits minutieux, occupés à 'faire la toilette' des karşılaştırdığı) s. 211 ve s. 360.
documents à publier, qu'on finira par suspecter de n'être 23 Bk. A. Toynbee, A Study of History, s. 244.
que des philologues, pas encore tout à fait des 24 Bk. A. Toynbee, Civilazation on Trial, s. 188 ve ss.
historiens: des préparateurs ou des laborantines, pas 195-199, özellikle s. 199.
encore des vrais savants; à l'autre bout, de nobles 25 Kş. J. Madaule, "La Pensée historique de Tyonbee", A.
esprits, épris de vastes synthéses, embrassant d'un vol Toynbee'nin The World and the West adlı eserinin
d'aigle d'immenses tranches de devenir: on les comtemple, Fransızca çevirisinde, s. 27-30. Bk. Toynbee, A Study of
d'en bas, avec quelque inquiétude, suspect qu'ils sont de History, s. 245.
dépasser le niveau de l'historie, cette fois par en 26 Isonomia vatandaşlara tanınan siyasal hak eşitliğidir.
haut..." Marrou'nun bu sözleri gerek tarihle filolojiyi Bk. Herodotos III 80: "Aksine, halk yönetimi her şeyden
ayıran sınırın, gerek tarihle felsefeyi ayıran sınırın önce adların en güzelini taşır: isonomia". Bk. ayrıca III
bugüne kadar kesinlikle çizilmemiş olduğunu 83 ve 142: "...işte ben iktidarı sizinle paylaşıyorum,
gsötermektedir; bk. ayrıca s. 10. sizin için eşitliği (isonomia'yı) ilan ediyorum" ve V 37.
18 Bk. B. Croce, La Storia come pensiero e come azione, 27 Parrhesia söz özgürlüğüdür. Euripides bu kavramı sık
s. 5: "tutta la scienza, tutta la cultura storica, sık söz konusu eder: Ion 672, Phoin. 391, Hipp. 422 vb.
specificamente elaborata e promossa sta in rapporto al Bk. ayrıca Platon, Devlet VIII 557 b, Yasalar III 694 b,
bisogno generale di mantenere ed accrescere la vita VII 806 d, vb.
civile ed attiva dell'umana società; e quando tale 28 Bk. A. Toynbee, A Study of History, s. 244.
impolso è sacarso, la cultura storica è minima, comme si 29 Bk. A. Toynbee, A Study of History, s. 230 vd.
è osservato nei popoli dell'Oriente; e quando accade una 30 Bk. A. Toynbee, A Study of History, s. 418.
brusca rottura o una sospensione nell'andamento della 31. Bk. Herodotos IX 79.
civiltà, comme nell'Europa del primo medioevo, la 32 Bk. Thukydides V 84-115; kş. J. de Romilly, Thucydide,
storiografia quasi del tutto tace e imbarbarisce con la aet l'Impérialisme athénien, Les Belles Lettres, Paris
societá di cui è parte". Kş. Kramer, L'histoire commence 1951, "Le dialogue de Mélos" bölümü, ss. 230-259,
à Sumer, ss. 72-75. Bk. ayrıca Jacqueline de Romilly'nin özellikle ss. 257-259. Euripides Melos sorununa Troyalı
bu konudaki isabetli görüşü, Histoire et raison chez Kadınlar'da dokunur, mıss. 95-97. Bu mısraların yorumu
Thucydide, ss. 299-303. üzerine kş. Suat Sinanoğlu, Ankara Üniversitesi Dil ve
19 A. Toynbee'nin bu konuda özellikle ilginç olan Tarih-Coğrafya Fak. dergisi X 1-2 (1952), ss. 98-99.
eserleri için bk. Bibliografya. (33) Bk. Demosthenes, Çelenk üzerine nutuk 199.
20 Bk. A. Toynbee, Civilization on Trial, s. 85 ve The (34) Kş. Gibb, Modern Trends in Islam, ss. 64-65,
World and the West, ss. 54-55, 59-60. özellikle şu yargı, s. 64: ''There is a deeply rooted
conflict between medieval and modern ideas of the nature c Kuruluş (Türkiye 1920 Sonraları)
of knowledge. Te old Islamic view of knowledge was not a Prof. Dr. Sina Akşin
reaching-out to the unknown but a mechanical process of c Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi I
amassing the 'known'. The known was not conceived of as c Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi II
changing end expanding but as 'given' and eternal...'' Prof. Dr. Macit Gökberk
(35) Bk. B. Croce, Saggio sullo Hegel, s. 41 (''Cio che è c Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk
vivo e ciò che è morto della filosofia di Hegel, ss. 1- Yunus Nadi
143). c Türkiye'yi Sokakta Bulmadık
(36) Gibb bu söylenileni doğrulamaktadır, bk. Modern Falih Rıfkı Atay
Trends in Islam, ss. 124-125: ''The point of importance c Baş Veren İnkılapçı (Ali Suavi)
for us is that in and through theology Islam came to Bâki Öz
terms with scientific methods and modes of thought. This c Kurtuluş Savaşı'nda Alevi-Bektaşiler
was a first and essential step. It delivered Islamic Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya
thought from the dangers inherent in the Romantic, that c Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük
is the purely intuitive or imaginative, approach to the Sabahattin Selek
problem of existence and the universe. But there the c Milli Mücadele (Büyük Taarruz'dan İzmir'e)
development of orthodox thinking stopped, and there the İsmail Arar
process of petrification set in. Yet the solvent lay c Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı
within the grasp of Muslim thinkers, if only they had Prof. Dr. Niyazi Berkes
perceived its significance and had come to terms with it c 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz I
as well. That solvent was the historical method and mode c 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz II
of thought... Ceyhun Atuf Kansu
But, in proportion as it emancipated itself from c Devrimcinin Takvimi
theological control, it roused the suspicions and even Paul Dumont-François Georgeon
the hostility of the theologians. Moreover, the c Bir İmparatorluğun Ölümü (1908-1923)
historians never succeeded in overcoming the irrational Ali Fuat Cebesoy
and imaginative elements which were inherent in the c Sınıf Arkadaşım Atatürk I
character of their sources and materials or the c Sınıf Arkadaşım Atatürk II
theological influences deriving from the religious Abdi İpekçi
sciences.'' Şu halde eleştirici ve akılcı yöntem c İnönü Atatürk'ü Anlatıyor
Yunanistan'dan başka bir yerde doğamazdı; bu yöntem, Paul Dumont
ancak eleştirici ve akılcı bir zihin yapısının egemen c Atatürk'ün Yazdığı Tarih: Söylev
olduğu maddi bir evrende oluşabilirdi. Kılıç Ali
C'in Kültür Hizmeti c İstiklâl Mahkemesi Hatıraları
Prof. Dr. Niyazi Berkes
Atatürk c Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler I
c Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri c Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler II
Bülent Tanör S. İ. Aralov
c Kurtuluş (Türkiye 1918-1923) c Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları I
c Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları II Fazıl Hüsnü Dağlarca
Sabahattin Selek c Destanlarda Atatürk, 19 Mayıs Destanı
c İsmet İnönü'nün Hatıraları Yunus Nadi
Nurer Uğurlu c Mustafa Kemal Paşa Samsun'da
c Atatürk'ün Yazdığı Geometri Kılavuzu İsmet Zeki Eyuboğlu
George Duhamel c İrticanın Ayak Sesleri
c Yeni Türkiye Bir Batı Devleti Nuri Conker
Bülent Tanör c Zâbit ve Kumandan
c Türkiye'de Yerel Kongre İktidarları Mustafa Kemal
Prof. Dr. Suna Kili c Zâbit ve Kumandan ile Hasbihal
c Atatürk Devrimi-Bir Çağdaşlaşma Modeli İsmet Zeki Eyuboğlu
Falih Rıfkı Atay c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nakşibendilik
c Atatürk'ün Bana Anlattıkları Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur
Reşit Ülker c Ermeni Meselesi-I
c Atatürk'ün Bursa Nutku c Ermeni Meselesi-II
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Talât Paşa
c İslamcılık Cereyanı I c Hatıralar
c İslamcılık Cereyanı II Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya
c İslamcılık Cereyanı III c Hürriyet'in İlanı
M. Şakir Ülkütaşır İsmet İnönü
c Atatürk ve Harf Devrimi c Lozan Antlaşması I
Kılıç Ali c Lozan Antlaşması II
c Atatürk'ün Hususiyetleri Sami N. Özerdim
Mustafa Kemal c Yazı Devriminin Öyküsü
c Anafartalar Hatıraları Nurer Uğurlu
Ecvet Güresin c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Kitapları
c 31 Mart İsyanı c Atatürk'ün Askerlikle İlgili Çeviri Kitapları
Doğan Avcıoğlu Halide Edip Adıvar
c 31 Mart'ta Yabancı Parmağı c Türkün Ateşle İmtihanı I
Metin Toker c Türkün Ateşle İmtihanı II
c Şeyh Sait ve İsyanı c Türkün Ateşle İmtihanı III
Süleyman Edip Balkır Prof. Dr. Muammer Aksoy
c Eski Bir Öğretmenin Anıları c Atatürk ve Tam Bağımsızlık
Yunus Nadi Prof. Dr. Şerafettin Turan
c Birinci Büyük Millet Meclisi c Atatürk ve Ulusal Dil
Kemal Sülker Johannes Glasneck
c Dünyada ve Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu c Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye I
Prof. Dr. Neda Armaner c Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye II
c İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk c Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye III
İsmet İnönü
c Cumhuriyet'in İlk Yılları-I
Gazi Mustafa Kemal
c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Nutuk'tan)
c Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Söylev'den)
Fazıl Hüsnü Dağlarca
c Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Eylemde/10 Kasımlarda
Ruşen Eşref Ünaydın
c Atatürk'ü Özleyiş I
c Atatürk'ü Özleyiş II
Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil
c Atatürk'ü Anlamak ve Tamamlamak
Prof. Dr. A. Afetinan
c M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım
Falih Rıfkı Atay
c Zeytindağı
İsmet İnönü
c Cumhuriyet'in İlk Yılları II
Prof. Dr. Suat Sinanoğlu
c Türk Hümanizmi I

You might also like