Professional Documents
Culture Documents
PDF of Irksal Sozlesme 1St Edition Charles W Mills Full Chapter Ebook
PDF of Irksal Sozlesme 1St Edition Charles W Mills Full Chapter Ebook
PDF of Irksal Sozlesme 1St Edition Charles W Mills Full Chapter Ebook
Mills
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/irksal-sozlesme-1st-edition-charles-w-mills/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...
https://ebookstep.com/product/the-housekeeper-s-one-night-baby-
mills-boon-modern-1st-edition-sharon-kendrick/
https://ebookstep.com/product/administracion-estrategica-8th-
edition-charles-w-l-hill-gareth-r-jones/
https://ebookstep.com/product/marketing-con-aplicaciones-para-
america-latina-12th-edition-charles-w-lamb/
https://ebookstep.com/product/teorias-de-la-personalidad-7th-
edition-charles-s-carver-michael-f-sheier/
The Ex Boyfriend Game Hawthorne University 2 1st
Edition Ilsa Madden-Mills
https://ebookstep.com/product/the-ex-boyfriend-game-hawthorne-
university-2-1st-edition-ilsa-madden-mills/
https://ebookstep.com/product/penniless-cinderella-for-the-greek-
mills-boon-modern-1st-edition-chantelle-shaw/
https://ebookstep.com/product/hackear-a-coyote-trucos-para-la-
resistencia-digital-1st-edition-alan-mills/
https://ebookstep.com/product/the-fake-boyfriend-deal-hawthorne-
university-1-1st-edition-ilsa-madden-mills/
https://ebookstep.com/product/charles-1st-edition-shirley-
jackson/
IRl(SAL SÖZLEŞME
Charles W. Milis
Türkçesi:
Özgün Aksakal
Önsöz:
Siyaset Felsefesinde Irk Kavramını Yeniden Düşünmek:
Mills, Irk Kavramı ve Türkiye
Dilek Hüseyinzadegan
IRKSAL SÖZLEŞME
Charles W. Mills
Türkçesi : Özgün Aksakal
Editör: Dilek Hüseyinzadegan
© 2020 Patika Kitap
11 /patika.kitap.patika
CJ /patikakitap
e /patikakitap
O info@patikakitap.com.tr
(i) www . patikakitap.com.tr
IRl(SAL SÖZLEŞME
Charles W. Mills
Türkçesi:
Özgün Aksakal
Önsöz:
Siyaset Felsefesinde Irk Kavramını Yeniden Düşünmek:
Mills, Irk Kavramı ve Türkiye
Dilek Hüseyinzadegan
*
ıı Önsöz
Siyaset Felsefesinde Irk Kavramını Yeniden Düşünmek:
Milis, Irk Kavramı ve Türkiye
Dilek Hüseyinzadegan
23 Giriş
33 ı. Genel Bakış
33 * Irksal Sözleşme siyasal, ahlaki ve epistemolojiktir
45 * Irksal Sözleşme tarihsel bir gerçektir
60 * Irksal Sözleşme, küresel ölçekte Avrupa ekonomik
hakim iyeti ve ulusal ölçekte beyaz ırk im tiyazı yaratan bir
sömürü sözleşmesidir
7ı 2. Detaylar
71 * Irksal Sözleşme mekanı, medeni ve vahşi alanlar olarak
ayırarak norm/andırır (ve ırk/andırır)
85 * Irksal Sözleşme kişilik ve altkişilik kavramlarını oluşturarak
bireyi norm/andırır (ve ı rk/andırır)
95 * Irksal Sözleşme, sürekli yeniden yazılarak modern
toplumsal sözleşmeyi güvence altına almaktadır
116 * Irksal Sözleşme'nin, şiddet ve ideolojik şartlandırma
vasıtasıyla dayatılması gerekmektedir
ıs
Babbitt, Susan Campbell ve iris Marion Young'a teşekkür ede
rim. Geçtiğimiz yıllar içerisinde feminist siyasal teoriden çok şey
öğrendim ve -elbette de- özellikle Carole Pateman'a ciddi bir bor
cum olduğunu belirtmekle yükümlüyüm. Bu kitapta ırk mesele
sine odaklanıyorsam da, toplumsal cinsiyetin de bir tahakküm
sistemi olduğunu kabul etmediğim düşünülmemelidir.
İlk okuduğu andan itibaren taslağa şevkle yaklaşan, beni
buradan bir kitabın çıkabileceğine ve bu kitabı da benim yazmam
gerektiğine ikna eden Cornell University Press editörü Alison
Shonkwiler'ı da anmam gerekir. Onun enerjisi, azmi ve keskin
editör gözü sayesinde bu kitap, aksi takdirde olacağından daha
iyi çıkmıştır. Kendisine can-ı gönülden şükranlarımı sunarım.
Son olarak, yabancısı olduğum bu tuhaf diyara beni davet
eden Amerikan Felsefe Cemiyeti Siyahların Felsefedeki Durumu
Komitesine teşekkür ederim. Kendimi evde hissetmemi sağla
yan Howard McGary Jr., Leonard Harris, Lucius Outlaw Jr., Bill
Lawson, Bernard Boxill ve Laurence Thomas'a özellikle teşekkür
etmek isterim. Pozitif ayrımcılık politikalarından yararlanmış
biri olarak, şayet siyah Amerikalıların mücadelesi gerçekleşme
miş olsaydı Amerikan akademi camiasında yer alabiliyor olmaz
dım. Bu kitap, kısmen de, o mücadelelere ve daha genel anlam
da onların temsil ettiği siyah radikal siyasi direniş geleneğine bir
takdir ve hürmet sunusudur.
C.W.M.
9�
ııo
Önsöz
Dilek Hüseyinzadegan*
ıı::
Yayınları'ndan çıkmış bu kitabın, felsefe dünyasında "eleştirel ırk
felsefesi'" denilen alanın açılması ve genişletilmesinde oynadığı
2 "Irk" derken burada kastedilen hem soytürel hem de siyasal bir olgu-
dur. Amerika, Avustralya, Afrika ve Avrupa'da deri rengine ve etnik
kökene karşılık gelir; diğer coğrafyalarda etnisite veya sosyal kim
lik kavramı ile karşılanabilir. Her halükarda ırk ve türevi kavramlar,
insanları iyi, doğru, özgür tam kişi olanlar ile kötü, cahil, vahşi, özgür
lüğü hak etmeyen alt-kişiler seklinde ikiye ayırır ve bu alt-kişi adde
dilen "vahşilerin" siyasi ve ekonomik olarak gerek kanunen gerekse
toplumsal olarak dışlanıp ezilmesini meşrulaştırır. Bu konuda fel
sefede çok da uzun olmayan bir süre önce "eleştirel ırk felsefesi" adı
verilen bir alt alan açılmıştır ve bu alan hem felsefenin kurumsallaş
mış, Beyaz ve Avrupa-merkezci eğilimlerini eleştirir hem de Batı fel
sefesi tarihindeki Aristoteles, Descartes, Hume, Locke, Kant, Hegel,
Heidegger, Arendt, Levinas, Sartre gibi birçok figürün ırk üzerine
görüşleriyle evrensel tezleri arasındaki ilişkiyi sorgular. Eleştirel ırk
felsefesi konusunda Zeynep Direk'in yayıma hazırladığı, Robert Ber
nasconi'nin Irk Kavramını Kim İcat Etti? Felsefi Düşüncede Irk ve
Irkçılık (İstanbul: Metis Yayınları, 1999) kitabındaki makaleler ile
Çiğdem Yazıcı'nın Batı felsefesi tarihinde ırk kavramı üzerine yazdığı
açıklayıcı makalesi "Sokrates'ten Hegel'e Felsefe Tarihinin Irkı," fel
sefelogos 2013/ 4: 97-ıoiye bakabilirsiniz. Ayrıca bu konuda önemli
temel kaynaklar için şu yapıtlara bakabilirsiniz: W.E.B. DuBois, The
Souls of Black Folk (190 3) ; Anna Julia Cooper, A Voice from the South
(1892); CLR James, Black jacobins: Tousaint L;Ouverture and the San
Dom ingo Revolution (1938); James Baldwin, The Fire Next Time (ı962)
[Türkçe çevirisi Bundan Son rası AteşJ; Frantz Fanon, Black Skin, White
Masks (1952) [Türkçe çevirisi Siyah Deri Beyaz Maslceler] ve The Wret
ched of the Earth (1961) [Türkçe çevirisi Yeryüzünün Lanetlileri] ; Aime
Cesaire, Discourse on Colon ialism (1950) [Türkçe çevirisi Sömürgecilik
Üzerine Söylev] ; Toni Morrison, Playing in the Dark: Whiteness and
the Literary Imagination (1992 ) ; Audre Lorde, Sister Outsider (ı9 84 ) ;
Edouard Glissant, Poetique de la Relation/Poetics of Relation (ı990) .
Aydınlanma felsefesinde ırk kavramının anlam ve önemi için Ema
nuel Chukwudi Eze'nin yayına hazırladığı, Race and the Enlighten
ment: A Reader (1997) ; ırk kavramının felsefedeki anlam ve önemi için
Robert Bernasconi and Tommy Lott, The Idea ofRace, (2001) ; Naomi
Zack, Philosophy of Race: An introduction (2017) ; Paul Taylor, Race:
A Philosophical In troduction (2013) ; ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf
kavramlarının felsefi analizi için ve "sosyal kimlik" kavramı hakkında
Linda Martin Alcoff'un Visible Iden tities: Race, Gender, and the Self
(2005) kitabına, sözde sömürgecilik-sonrası ırk ve etnisiteler arasın
daki yakın-uzak ilişkiler hakkında Sara Ahmed'in Strange Encounters:
Embodied Others in Post-Coloniality (2000) ; Afrika kökenli Amerikalı
felsefecilerle ırk ve ırkçılık üzerine yapılmış söyleşileri derleyen Geor
ge Yancy'nin African-American Philosophers: 17 Conversations (2016)
�12
önemli rolü ve genel olarak da siyaset felsefesini ne kadar derin
den etkilediğini yıllar sonra anlayacaktım. Bu kitabı son on beş
yıldır siyaset felsefesi derslerinde öğrencilerime okutuyorum ve
okutmaya da devam edeceğim, çünkü kitabın küresel anlam ve
öneminin daha iyi anlaşıldığı ve ana tezinin haklılığının fark
lı bağlamlarda tekrar tekrar kanıtlandığı zamanlardan geçiyo
ruz. Bu çeviriye bir önsöz yazmayı biraz da bu nedenle istedim.
Bu kısa önsözde hem kitabın ana tezlerini açıklayacağım, hem
de kitabın Türkiyeli okuyucuları ilgilendirebilecek yönlerinden
bahsedeceğim.
Charles Mills'in kitabın daha ilk sayfalarında da belirttiği gibi,
günümüzde siyaset felsefesi tartışmalarında "toplumsal sözleş
me" kuramı önemli bir yer tutar. Modern Batı felsefesi tarihinde
Thomas Hobbes, John Locke, Jean-Jacques Rousseau ve Imma
nuel Kant ile çağdaş siyaset felsefesinde John Rawls'ın fark
lı versiyonlarını savunduğu bu kurama göre; uzun zaman önce
kanunsuz kitleler halinde Hobbes'a göre doğaları gereği bencil
ve adeta vahşi hayvanlar gibi birbirleriyle savaşan, Locke'a göre
ve ABD'de süregelen Siyah-karşıtlığı ırkçılık hakkında yine George
Yancy'nin Backlash: What Happens When We Talk Honestly about
Racism in America (2018) kitabına; Hannah Arendt'in 196o'lardaki
Afrika kökenli Amerikalıların siyasal mücadelesi hakkındaki görüşle
ri için Kathryn Sophia Belle' in Hannah Arendt and the Negro Question
(2oı4) kitabına; felsefede Beyazlık kavramı üzerine psikanalitik bir
çalışma için Shannon Sullivan'in Revealing Whiteness: The Uncons
cious Habits of Racial Privilege (2006) adlı çalışmasına; Avrupa kıta
felsefesinin kavramlarıyla ırk ve ırkçılık kuramlarını siyaset felsefesi
üzerinden düşünen Falguni Sheth'in Toward a Political Philosophy
of Race (2009) adlı kitabına; Eray Yağanak ve Ahmet Umut Hacıfev
zioğlu'nun derlediği Epistemologica/, Ethical, and Political Issues in
Modern Philosophy cildinde özellikle Fulden İbrahimhakkıoğlu'nun
"The Affective Epistemology of Ignorance: A Phenomenology of Whi
te Unknowing" başlıklı makalesine; ırk ve sömürgecilik arasındaki
ilişkileri irdeleyen Selin İşlekel'in CLR james dergisindeki, "Totali
zing the Open : Roots and Boundary Markers in Wynter and Glissant"
(2018) makalesine bakabilirsiniz. Son olarak, Bernasconi'nin ispat
ettiği gibi, ırk kavramına bilimsel bir nitelik kazandıran, bir nevi bu
kavramı "icat eden" modern felsefeci Immanuel Kant'ın sözde evren
sel eşitliği hedefleyen kozmopolit dünya görüşünde Avrupa-merkez
cilik ile ırksal ve cinsel ayrımların rolü üzerine Charles Mills'in "Kant's
Un termenschen" makalesi (ı999) ile naçizane benim kitabım Kant's
Non ideal Theory of Politics (2019)'e bakabilirsiniz.
doğa kanununu baz alarak akıl doğrultusunda birlikte yaşama
ya çalışırken can ve mal güvenliklerini korumak ve aklın yolu
na karşı gelenleri adil bir şekilde cezalandırmak için yasama ve
yargı organlarına ihtiyaç duyan, Rousseau'ya göre soylu bir vahşi
olarak doğa ile bütünleşmiş bir varlıkken toplumsal yaşama geç
mesi mecbur bırakılan, son olarak da Kant'a göre kendi bencil
liklerinin ve toplumsallıklarının paradoksal ama teleolojik bir
sonucu olarak bir arada yaşamanın daha hayırlı olacağını kabul
eden insanlar, kendi rızaları ile bu doğal durumdan sivil topluma
geçiş yaparlar. Bu geçiş de direkt veya dolaylı olarak kendi can ve
mal güvenlikleri için onay verip imzaladıkları gerçek veya meta
forik/mecazi bir sözleşme sayesinde gerçekleşir. Bu sözleşme,
yazılı kanunlar (anayasa) ile yazılı olmayan örf ve kurallar bütü
nüne denk gelmektedir ve gelişigüzel insan topluluklarının bir
sivil toplum ve devlet haline gelmesini sağlar. Geleneksel ve ideal
toplumsal sözleşme kuramının tüm versiyonlarında bu kanun ve
kurallar, her bireyin özgür ve eşit olduğu ve adalet kavramının
herkese aynı şekilde uygulandığı adil bir devleti teşkil edecektir.
Buraya kadar her şey güzel - elbette kanunsuz bir toplum
da yaşamaktansa, özgür ve eşit bireyler olarak, yasama, yürütme
ve yargı yetki ve organlarının keyfi olarak değil,. belli kurallara
göre bizim belirlediğimiz bir kişi veya grup tarafından kullanıl
dığı sivil bir topluma geçiş yapmak olumlu bir gelişmedir. Ancak
Mills'e göre, bu sivil topluma geçiş sürecinden bahsederken ırk
ve toplumsal cinsiyet kavramının bu süreçte oynadığı önemli
rolden söz etmeyen toplumsal sözleşme teorilerinde bir tuhaflık
vardır. Zira toplumsal sözleşmenin ideali ne olursa olsun; ide
al-olmayan koşullarda, yani içinde bulunduğumuz gerçeklikte,
herkesin eşit veya özgür olduğu bir toplum dünya tarihinde pek
de görülmemiştir. Diğer bir deyişle insanlar, en azından bütün
ulus-devletlerde ırk ve toplumsal cinsiyetlerine göre her zaman
farklı haklara sahip olmuşlardır.
Irksal Sözleşme'nin ana tezi, bizim ideal veya nesnel olarak
düşündüğümüz "toplumsal sözleşme" kavramının, esasen hiç
de nesnel olmayan yazılı veya mecazi bir ırksal sözleşmeyi temel
aldığı ve çoğu zaman yazılı olmayan bu ırksal sözleşme doğrul
tusunda, her toplumsal sözleşmenin ırksal fenotip/soyağacı/
kültür farklılıkları çerçevesinde insanları kişi (Beyazlar) ve alt-ki
şi (Beyaz olmayanlar) olarak ayrıştırıp alt-kişileri tam anlamıy
la insandan saymayarak onları maddi ve manevi olarak ezdiği
kuramıdır. Diğer bir deyişle, her toplumsal sözleşme, insan top
luluklarını temel hak, özgürlük ve ayrıcalıklara sahip olanlar ve
olmayanlar diye ikiye ayırır. Bu ayrım -istisnasız her seferinde
kişileri, yani Beyaz Avrupa-kökenlileri kayırır: "Böylece Avrupa
lılar, kendilerine tabi olan, Avrupalı-olmayan öznelerin mevki ve
statüsünü belirlemeye yönelik giderek artan bir iktidara sahip
olarak 'insan türünün efendileri' ya da 'tüm dünyanın efendileri'
olarak sivrilirler" (Sayfa 46).
Charles Mills'in dikkatimizi çektiği yöntemsel sorun, günü
müzde toplumsal sözleşme kavramını kullanan siyaset felse
fecilerinin ırk kavramını hiçe sayıp, sanki hepimiz Beyaz veya
renksiz, eşit, tarih-üstü, nötr ve atomik bireylermişiz gibi dav
ranmaları, ırkın biyolojik bir gerçeklik olmadığı için siyasi ola
rak da bir öneme sahip olamayacağını iddia etmeleri; ya da en
iyi ihtimalle, ırk ve ırkçılık felsefenin değil sosyolojinin veya
antropolojinin konusudur, diye düşünmeleridir. Yazarın kendi
ifadesiyle, "Sözleşmecilik (sözümona) ahlaki eşitlikçiliğe, yani
tüm insanoğlunun ahlaki eşitliğine, tüm insanların çıkarlarının
eşit derecede önem taşıdığı ve tüm insanların eşit haklara sahip
olması gerektiği düşüncesine bağlıdır. [ . . . ] Ancak[ ... J Irksal Söz
leşme'nin renk-kodlu ahlakı, bu doğal özgürlük ve eşitliğin mül
kiyetini, beyaz erkeklerle sınırlar... [Dolayısıyla, beyaz ve erkek
olmayanlar] özgürlüksüz ve eşitsizlikle doğmuş olarak belirlen
mişlerdir. Böylelikle de bölümlenmiş bir toplumsal ontoloji, kişi
ler ve ırksal alt-kişiler ['Un termenschen'] ; yani bir şekilde siyah,
kızıl, kahverengi, sarı olabilen -o köleler, asıl yerliler, sömürge
nüfusları- ama uygun düşen haliyle kitlesel olarak "tabi ırklar"
olarak bilinenler arasında bölünmüş bir evren yaratmıştır"3 (Say
fa 42).
3 Kitap, adından da anlaşılacağı üzere esasen ırksal ayrımlara yoğunla
şıyor. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet kavramı kitapta detaylı bir yer
tutmuyor; ancak Milis, feminist siyaset felsefecilerinden ve özellikle
Carole Pateman'ın toplumsal sözleşmelerin kadınların bedeni üze
rinde kurduğu erkek egemen düzeni konu alan Cinsel Sözleşme kita
bından esinlendiğini belirterek söze başlıyor. Bkz. Carole Pateman,
Cinsel Sözleşme {Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2017), Çeviren: Zey-
O halde Mills'in felsefeye ve bilhassa siyaset felsefesine temel
katkısı, şu savda yatar: Irk kavram ı, biyolojik geçerliliğe sahip
olmasa da, fenotipik (soytürel) olarak ele alınmalı ve insanlar
arasında siyasi ve ahlaki ayrımcılığa yol açan bir ezme, hor görme
ve dışlama mekanizması olarak anlaşılmalıdır. Irksal sözleşme de
ırk kavramını esas alarak mekan ve bedenleri normlandırmak
ta ("tehlikeli" veya "siyasi bir mahalle" olarak adlandırılan semt
leri, olağanüstü hal bölgesi olarak nitelendirilen coğrafyaları ve
evrensel güzellik standardı kabul edilen sarı saçlı, mavi gözlü,
fildişi beyaz bedenleri düşünün) ve bu şekilde insanları kişiler ve
ırksal alt-kişiler olarak ikiye ayırmaktadır. Kitabı okuduğunuzda
da görebileceğiniz gibi, ırksal sözleşme aynı anda epistemolojik,
ahlaki ve siyasi bir sözleşme olup, insan topluluklarını ırk ölçeği
ne göre normlandırıp farklı muamele yapan kanunlar, düzenle
meler ve politikaları içerir. Bu yüzden de siyaset felsefesinde ide
al toplumsal sözleşme kuramı, ideal-olmayan bir ırksal sözleşme
�16
kuramından bağımsız olarak düşünülemez. Mills bu durumu
şöyle özetliyor:
:ıs
tam olarak algılayamıyor, ırk biyolojik bir gerçeklik değildir veya
Türkiye' de ırk diye bir şey yoktur, diyebiliyor.
Ancak Mills'in açıkladığı şekilde beyazlığı bir renk değil,
bilakis bir iktidar ilişkileri kümesi ve ırksal sözleşme tezini de,
bir toplumda yazılı olan veya olmayan kurallar doğrultusun
da insanların tam ve.alt-kişiler olarak ikiye ayrılıp ezildiği ve bu
alt-kişilerin hep benzer politikalarla ötekileştirildiği, ezildiği,
sindirildiği ve mülksüzleştirildiği bir yerel sözleşme olarak ele
aldığımızda, ırk ve ırksal sözleşme kavramlarının Türkiye bağ
lamındaki anlamını ve Türkiyeli okuyucular için önemini daha
iyi görebiliriz. Nitekim ırk ve ırksal sözleşme kavramlarını yerel
olarak ele aldığımızda, Anadolu'nun son iki yüz küsur yıllık tari
hinde, yani Osmanlı'nın Tanzimat dönemiyle başlayan ve Cum
huriyet döneminden sonra nispeten değişerek günümüze dek
süregelen dönemde, şu anda yaşadığımız coğrafyada tahakküm
kurmuş yerel bir ırksal sözleşmeden ya da Barış Ünlü'nün deyi
miyle bir Türklük Söz/eşmesi'nden bahsetmek yerinde olacaktır.s
Ünlü, bu yerel ırksal sözleşmeye göre Türklük kavramını, sos
yolog Pierre Bourdieu'nin "habitus" kavramı çerçevesinde, yani
"Türklerin büyük çoğunluğunda gözlemlenebilen, farklı top
lumsal sınıflara ve ideolojik aidiyetlere göre farklılaşsa da, sınıf
lar-üstü ve ideolojiler-üstü ortaklıklar ve benzerlikler gösteren,
belli görme, duyma, algılama, bilgilenme, ilgilenme, duygulan
ma, tavır alma halleri ve biçimleri" olarak ele alıyor. 6 Türklük Söz
leşmesi'nin üç temel maddesini Ünlü kitabında şöyle sıralıyor:
Birincisi, Türkiye'de imtiyazlı ve güvenli yaşayabilmek, toplumsal
hiyerarşide üst katmanlara çıkabilmek ya da çıkabilme potansi
yelini sürdürebilmek için Müslüman ve Türk olmak gerekir; ikin
cisi, Osmanlı ve Türkiye'de Gayrimüslimlere yapılanlar (tehcir,
katliam, soykırım, gasp, ırkçılık, ayrımcılık vb.) hakkında doğ
ruyu söylemek, bu gruplarla duygudaşlık kurmak ve bu gruplar
lehine siyaset yapmak kesinlikle yasaktır; üçüncü ve son olarak
da Türkleşmeye direnen Müslüman gruplara, özellikle Kürtlere
yapılanlar hakkında doğruyu söylemek, onlarla duygudaşlık kur-
19:'
mak ve onlar lehine siyaset yapmak kesinlikle yasaktır.7 Charles
Mills'in kitabının ve ırksal sözleşme kuramının Türkiyeli okur
lar için en önemli yanlarından biri, işte böylesi bir yerel sözleş
menin işleyiş mekanizmalarını görüp anlayabilmekte yatıyor. Bu
bağlamda Türklük ayrıcalığına sahip grup ve kişileri; dini İslam,
mezhebi Sünni olup8 etnik kökeni Kürt veya Ermeni olmayan bir
grup, yani Mills'in kastettiği şekilde siyasal iktidara sahip yerel
bazda bir ırktan olanlar olarak yeniden tanımlamak gayet anlam
lı olacaktır.
Kitabın ilk bölümünde ırksal sözleşmenin tarihteki soyut
veya somut tüm toplumsal sözleşmelere önemli ve düzeltici bir
arka plan olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koyan Milis, ikinci
ve üçüncü bölümlerde bu ana tezin ayrıntılarına girer. Bu ayrın
tıları, gayet sade ve sohbet dilinde yazılmış bu kitabın tamamı
nı okuyunca göreceksiniz; dolayısıyla bu önsözde sadece bu ana
tezin dört maddesine kısaca göz atalım:
ı. "Irksal sözleşme," soyut bir kavram değil, tarihsel bir ger
çekliktir. Sömürgecilik, yağmacılık, "Keşif" doktrini, tehcir,
kölecilik, soykırım, iç savaş veya iç fetih, katliam, asimilasyon
gibi ırkçı ve ırk-bazlı politikalar ile şekillenmiş dünyamızın
gerçek hikayesini anlatır. Hindistan'ın İngiliz kolonisi olduğu
dönemlerde maruz kaldığı ayırımcı politikalar; Meksika'nın
İspanya tarafından fethi ve yağmalanması, ırksal sözleşmenin
aygıtlarının dünya tarihinden örneklerdir.
2. Irksal sözleşme, bir ekonomik sömürge sözleşmesidir,
daha doğrusu, "küresel ölçekte Avrupa ekonomik hakimiyeti
ve ulusal ölçekte beyaz ırk imtiyazı yaratan bir sömürü sözleş
mesidir" (Sayfa 60). Irkçılık, bu bağlamda yalnızca Beyaz-ol
mayanları kültürel olarak küçümsemek değildir. Tam olarak
onların Beyaz ve Avro-Amerikalı devlet ve kişiler tarafından
ekonomik olarak sömürülmesi, ezilmesi ve bastırılması
nı gerektirir: 1492'den beri gördüğümüz sömürgeci anlayış,
Amerika'nın yerlilerinin topraklarına el konulması, 16i9'da
7 Barış Ünlü, a.g.e, ı4-15.
8 Burada "Sünnilik" benim eklemem; Ünlü, ı923 sonrası Aleviler kate
gorik olarak sözleşme dışında tutulmadığı için Müslümanlık demeyi
daha doğru buluyor (a.g.e., ı5n) .
resmen başlayan Transatlantik Köle Ticareti, Küresel Kuzey
olarak nitelendirilen G-8 ve türevi ülkelerin, Küresel Güney
(ı98o'lerde İkinci ve Üçüncü Dünya olarak da nitelenen)
ülkeler üzerinde yeni sömürgeci bir tahakkümünü gerektiren
NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) , Ameri
ka Birleşik Devletleri'nin hemen hemen son elli yıldır Orta
Doğu'dan askeri ve ekonomik olarak çıkmak bilmeyişi saye
sinde yerel benzin fiyatlarını düşük tutabilmesi gibi örnekler
de görebileceğimiz gibi.
3. Bu ırksal sözleşme tarihsel, siyasal ve ekonomik koşullar gere
ğince sürekli olarak yeniden yazılmaktadır. Örneğin, gene
Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihine bakarsak, köleliğin
anayasadan çıkarılmasından sonra kanunlaşan ve beyaz ve
siyahilerin kamusal yaşama alanlarının tamamen ikiye ayrıl
masını öngören ve köleliğin ırkçı siyasetini bu kez de "Eşit ama
Ayrı" sloganlı Jim Crow düzenlemeleriyle bir seksen-doksan
yıl daha devam ettiren yazılı kanunları düşünebiliriz.
4. Irksal Sözleşme şiddet ve ideoloj ik şartlandırma vasıtasıyla
dayatılır. Bu anlamda "devletin zor aygıtları -polis, ceza infaz
sistemi, ordu- Irksal Sözleşme'nin, beyaz vatandaşların ara
sında barışı korumak ve suçu önlemek, bir yandan da ırksal
düzeni sürdürmek ve ona yönelen karşı çıkışları saptayıp yok
etmek için çalışan infazcıları olarak görülmelidir" (Sayfa 120).
Charles Mills'in dediği gibi, "Öyleyse bizler, Irksal Sözleşme
ile inşa edilmiş bir dünyada yaşıyoruz" (Sayfa 58). Siyaset fel
sefesinin temel konusu ulusal ve küresel adalet olduğuna göre,
kitabın en can alıcı sorusu şöyle anlaşılmalıdır: Adalet getirmek
istediğimiz dünya veya belli bir coğrafya, eğer ırksal sözleşme
nin farklı araçları olan papalık fetvaları ve teolojik resmi bildi
riler, keşifler ve uluslararası hukuk; pakt, anlaşma ve kararna
meler, ayrımcı muamelenin resmileşmiş ve gayri resmi halleri,
soykırımlar, zorla göç ettirmeler, varlık vergisi, terörle mücade
le harekatları, JİTEM'in asitle yakıp çukurlara gömdüğü çocuk,
erkek ve kadınlar, rant alanı açmak için bombalanan siviller ve
semtler gibi tarihsel olgularla şekillenmişse, öncelikle bu adalet
sizliklerin yüzyıllar boyunca insan ve toplumları nasıl dönüştür-
düğüne, ırksal sözleşmeler dahilinde iktidarın kimlerin lehine/
aleyhine çalıştığına, hangi ırk ve halkların sistemli bir şekilde
devlet eliyle dışlanıp, sömürülüp, baskı gördüğüne ve ezildiği
ne bakmamız gerekmez mi? Bu adaletsizliklerin kaynağına inip,
bunların yarattığı bilgi(sizlik) üretimini, duygulan(ma)ma, algı
la(ma) ma, bil(me)me hallerimizi gözden geçirmemiz ve bir daha
bu şekilde politika izlememek için tedbir almamız, en azından
bu olguları açıkça tartışıp gündemde tutmamız ve bu çok da
bilinmeyen tarihi tekerrür ettirmemek için kendimizi eğitmemiz
gerekmez mi?
Hem yerel hem de küresel anlamda, ırk-bazlı siyasetlerin
yeniden yükseldiği ve ırksal sözleşmenin kurallarının tekrar tek
rar yenilendiği zamanlardan geçiyoruz. Bu nedenle Türkiyeli fel
sefeciler, ırk kavramının metafizik veya ontolojik olarak kendisiy
le çelişip çelişmediği, 20. yüzyılda hiç kimsenin biyolojik ırklara
inanmadığı gibi sorgulanmamış görüşlerle yetinmemeli, dolaylı
veya dolaysız yoldan sahip oldukları ayrıcalıkları yeniden değer
lendirerek ırk kavramının siyaset felsefesindeki önemini araştır
maya ve hatta bunu merkeze koymaya yönelmelidir. Türkiye'de
dahi siyaset felsefesinde özellikle ana akım olmuş ideal kuram,
yani ideal devlet, ideal adalet kavramı gibi sorulara yanıt arayan
çalışmaların yaygınlığı, bir bakıma Anglo-Amerikalı Beyazlığın
akademideki küresel egemenliğinin bir sonucu olabilir. Üstelik
bu ideal kuram çalışmaları, maalesef ideal-olmayan cinsiyet söz
leşmesi ve ırksal sözleşme kuramlarının gerçekte oynadığı rolü de
görememektedir. Bu yüzden, kitabını "Irksal Sözleşmeye diren
miş olan siyahlara, kızıllara, kahvelerle sarılara ve onu reddetmiş
olan beyaz dönekler ile ırk hainlerine" ithaf eden Mills'in göster
diği gibi, içinde bulunduğumuz dünyayı daha iyi anlayabilmek
için aslında ideal-olmayan kuramlara ihtiyacımız var. Siyaset fel
sefesi ile ilgili alanlarda çalışan herkes için John Rawls'ın Bir Ada
let Teorisi kadar önemli -hatta açıklayıcı gücüne baktığımızda
daha da önemli- bir başucu kitabı olması gereken ve hem kendi
entelektüel gelişimimde hem de felsefeye bakış açımda önemli
değişiklikler yaratan bu kitabın Türkçeye kazandırılışında Özgün
Aksakal'ın özenli çevirisine ve Patika Kitap'ın emeklerine sonsuz
teşekkürler.
'22
Giriş
Amerikan felsefesi üzerine 1994 tarihli bir rapor olan "Status and Futu
re of the Profession ('Mesleğin Durumu ve Geleceği')," "20 departman
dan yalnızca birinin (beyanda bulunan 456 departmandan sadece ı8'i)
herhangi bir [daimi kadrolu] Afrika kökenli Amerikan fakülte üyesine
ve biraz daha azının ya Latin kökenli Amerikan ya da Asya kökenli
Amerikan [daimi kadrolu] bir fakülte üyesine (her iki durumda da 17
departman) ev sahipliği yapmakta" olduğunu ortaya koymuştur. Pro
ceedings and Addresses ofThe American Philosophical Association 70,
no. 2 (1996 ) : 137·
2 ["Sınıf-altı" ( 'underclass) terimi burada, Gunnar Myrdal'a referans
la, sınıfsal hiyerarşinin bütününün altında yer alan, sınıfsal nitelen
dirmeler kümesinin en alt kategorisine dahi giremeyecek durumda
ki işsiz ve yoksul siyahların sınıfı anlamındadır. Yani, bilinen sınıflar
altında yer alan siyahi altsınıf. - Ç.N.]
rilerini yorumlarken toplumsal cinsiyet, ataerki ve cinsiyetçiliğe
atfettikleri merkezi role tekabül edecek şekilde, beyaz siyaset fel
sefesinin varsayımlarının sorgulanmasıdır. Başka bir biçimde ifa
de edersek, ihtiyaç duyulan şey ırkçılığın (ya da iddia edeceğim
üzere, beyaz ırkın küresel üstünlüğünün) bizzat kendisinin bir
siyasal sistem olduğunun ayırdına varılmasıdır. Bu sistem; resmi
veya gayri-resmi hakimiyete, sosyoekonomik ayrıcalığa dayanan,
maddi servet ile imkanların, faydalar ile sorumlulukların ve hak
lar ile ödevlerin farklılık gösteren bir biçimde bölüşümüne dair
normlardan oluşan belirli bir iktidar yapısıdır. Bu adı anılmayan
sistemi irdelemek için başvurduğum Irksal Sözleşme kavramı
nın, halihazırda Sözleşmecilik Teorisi için geliştirilmiş bulunan
söz dağarcığı ile aynı aygıtları kullanmasından dolayı, sözü edi
len bağlantıyı kurmanın olası yollarından biri olduğunu savunu
yorum. Nihayetinde sözleşme jargonu, günümüzün ortak siyasal
iletişim dilidir ['linguafranca 1 .
Hepimiz bir "sözleşme" fikrini, iki veya daha fazla kişi arasın
da bir şey yapılmasına dair bir anlaşma olarak anlarız. "Toplum
sal sözleşme" ise yalnızca bu fikrin kapsamını genişletmektedir.
Eğer bizler, insanları başlangıçta bir "doğa durumundan" yola
koyulan varlıklar olarak düşünürsek, buradan hareketle insan
ların nihayetinde bir sivil toplum ile hükümet inşa edeceği fik
rine varabiliriz. Öyleyse elimizde olan şey; hükümetin, eşit ola
rak varsayılan bireylerin genel rızası sonucu oluştuğuna dair bir
teoridir.3
Ancak benim atıfta bulunduğum olağandışı sözleşme, her ne
kadar Batı siyasal düşüncesinde merkezi bir konumu olan top
lumsal sözleşme geleneğini temel alsa da herkes arasında olan bir
29 r•I�
baskıları rasyonelleştirmek için nasıl bir işlev görmüş olduğunu
anlamamıza imkan sağlayarak.
Carole Pateman'ın on yıl önceki provokatif feminist çalışması
"Cinsel Sözleşme" ( The Sexual Con tract), sözleşme kavramında
halen ne kadar fazla betimsel/açıklayıcı gücün olduğunu göster
diği için, burada sözü geçen yaklaşımın iyi bir örneğidir (ve her
ne kadar benim kullanımım biraz farklıysa bile, söz konusu çalış
ma benim kitabımın da ilham kaynağıdır) . 1 s Pateman bu kavramı
doğalcı bir biçimde, günümüzde gerçekten var olan, ideal-olma
yan erkek-egemen toplumların içsel dinamiklerini modellemek
için bir yol olarak kullanır. Öyleyse bu, belirtildiği üzere, söz
leşmenin aslen tarihsel olarak açıklayıcı olmasının amaçlandığı
özgün "antropolojik" yaklaşımın bir tersine çevrilmesidir. Ancak
elbette, buradaki ters köşe, aslında Pateman'ın niyetinin bu kez
yıkıcı oluşudur: Sözde cinsiyet ayrımı gözetmeyen toplumsal söz
leşmenin gerçekte dayandığı, o gizlenmiş ve adaletsiz erkek ant
laşmasını kazıyarak ortaya çıkarmak. Pateman, Batı toplumuna
ve onun hüküm süren siyasal ve ahlaki ideoloj ilerine sanki bunlar
henüz kabul edilmemiş bir "Cinsel Sözleşme'ye" dayanırlarmış
çasına bakarak; klasik sözleşme kuramcılarının tutarsızlıklarını,
onların yazılarındaki laf kalabalağına ve kaçamak sözlere anlam
kazandıran normatif mantığı ve buna bağlı olarak onların çalış
malarının rasyonelleştirmeye katkıda bulunduğu ataerkil haki
miyet dünyasını açığa çıkarıp teşhir eden bir "varsayımsal tarih"
okuması önermektedir.
33�
mu-ahlakı arasındaki ilişkiye dair (ileride değinilecek) iki farklı
yorumlamadan geçer. Klasik sözleşmecilerin öne sürdüğü naif
toplumsal köken hikayelerinin uzun zaman önce modern antro
poloji tarafından kapsanarak aşılmış olmasından ötürü, sözleş
menin modern versiyonlarında, elbette bilhassa Rawls'unkinde,
siyasal sözleşme mefhumu büyük ölçüde ortadan kaybolur. Bun
dan dolayı da odak noktamız artık neredeyse tamamen ahlak söz
leşmesidir. Tabii bu durum, doğa durumu terkedilirken meydana
gelmiş hakiki bir tarihsel olay gibi kavranmamaktadır. Bilakis,
doğa durumu yalnızca, Rawls'un "özgün konum" olarak adlandır
dığı kavramın içerisinde, zayıflatılmış biçimde varlığını sürdür
mektedir. Bununla ilişkili olarak nitelenen "sözleşme" kavramı
ise, vatandaşların ahlaki psikolojisini, hak ve hukuk anlayışlarını,
öz-saygı kavramlarını vs. şekillendiren haklar, görevler ve özgür
lükler programını barındıran adil bir "temel yapının" ne olduğu
nun ortaya koyulabilmesi için yapılan, bütünüyle varsayımsal bir
alıştırmadır (bir düşünce deneyi).2
O halde Irksal Sözleşme -ve Irksal Sözleşme'nin mesafeli ve
eleştirel bir incelemesi olan, bir kuram olarak "Irksal Sözleş
me" - hem sosyopolitik hem de ahlaki oluşu bakımından lda
sik modeli takip etmektedir. Toplumun nasıl yaratıldığını veya
önemli bir biçimde dönüştürüldüğünü, o toplumdaki bireylerin
nasıl yeniden oluşturulduğunu, devletin nasıl tesis edildiğini ve
nasıl belirli bir ahlak yasası ile kesin bir ahlak psikolojisine hayat
verildiğini açıklamaktadır. (Öncesinde altını çizdiğim gibi, "Irk
sal Sözleşme;' olagelen şeylerin içerisinde bulundukları durumu
ve nasıl böyle olageldiklerini açıklamayı amaçlarken [betimleyi
ci] , aynı zamanda nasıl olmaları gerektiğini [normatif] de açık
lamayı hedefler. Çünkü sahiden de beyaz siyaset felsefesine karşı
öne sürdüğü itirazlardan biri tam da bu felsefenin temel siyasal
gerçeklikleri göz ardı ederek boş işlerle meşgul olan öteki-dün
yadanlığıdır. ) Ancak, ileride göreceğimiz gibi, Irksal Sözleşme
imzacı tarafların bağlı kalmakla mükellef olduğu bilişsel norm
ları buyurmasından ötürü aynı zamanda epistemolojik bir nite
liğe sahiptir. Öyleyse, şöyle bir ön nitelendirme ileri sürülebilir:
34
Irksal Sözleşme, insanların sözleşmece tanımlanan iki alt
kümesinin üyeleri arasındaki birtakım resmi veya gayri resmi
anlaşmalar ya da üst-anlaşmalar (sözleşmeler hakkında olan ve
bunların geçerlilik sınırlarını belirleyen daha üst-düzey sözleş
meler) dizisidir. Bu alt kümelerin biri (değişen) "ırksal" (soytürel
[ 'phenotypicaf1 / soybilimsel [ 'geneaologicaf1 / kültürel) kriterler
Kı, Iü, K3 vs. ile "beyaz," olarak tanımlanmış ve tam şahıslar sını
fıyla eş-uzamsal (toplumsal cinsiyet farklılıklarını da göz önü
ne alarak) olarak addedilmiştir ki, geriye kalan insan altkümesi
de "beyaz-olmayan" olarak ve daha farklı, ast bir ahlaki statüde,
alt-kişiler olarak kategorilendirilebilsin. Bu kategorilendirmenin
iki amacından söz edilebilir. İlki beyaz-olmayanların, beyazların
ya ikamet ettikleri ya tesis ettikleri ya da onlarla yabancılar ola
rak alışverişte oldukları beyaz veya beyaz-yönetimindeki siyasal
rej imlerde ast bir sivil mevkide olmalarıdır. İkincisiyse beyazların
birbirleri ile ilişkilerinde normalde onların davranışlarını düzen
leyen ahlaki ve hukuki kuralların ya beyaz-olmayanlarla olan iliş
kilerinde hiçbir biçimde geçerli sayılmaması, ya da sadece kısıtlı
bir biçimde uygulanması (kısmen, değişen tarihsel koşullar ve
hangi beyaz-olmayan türün söz konusu olduğuna bağlı olarak)
içindir. Ne var ki, her halükarda Sözleşme'nin genel maksadı her
daim, bir grup olarak beyaz-olmayanlara göre beyazların bir grup
olarak farklılık gösteren bir biçimde ayrıcalıklandırılmasıdır. Bu
da beyaz-olmayanların bedenleri, toprakları ile kaynaklarının
sömürülmesi ve onların eşit sosyoekonomik fırsatlardan men
edilmesi anlamına gelir. Tüm beyazlar Sözleşme'nin fayda lanıcı
larıdır, her ne kadar kimi beyazlar onun imzacıları olmasalar da.3
3 Ben genel olarak "beyazlar" üzerine konuşurken, beyaz topluluk dahi-
lindeki toplumsal cinsiyet veya sınıfsal temelli hakimiyet ve astlaştır
ma ilişkilerinin varlığını tabii ki yadsımıyorum. Toplumsal baskının
yegane aksının da ırk olduğunu ileri sürmüyor, ama odaklanmak iste
diğim esas şeyin ırk olduğunu söylüyorum. Yani, birleştirici bir ırk,
sınıf ve toplumsal cinsiyet temelli ezilme kuramı şahsındaki efsanevi
varlığın yokluğunda, bu noktaların her birini tek tek nitelemek sti
listik açıdan elverişsiz olacağından, burada genelleştirmeler yapmak
durumunda kalındığı kanaatindeyim. O halde bu meseleler, sanki
sadece okundu gibi alınmalıdırlar. Bununla beraber, çizdiğim genel
resmin yaklaşık olarak isabetli olduğunu; başka bir deyişle, beyaz
ların beyaz ırkın üstünlüğünden genel olarak faydalandıklarını (her
ne kadar toplumsal cinsiyet ve sınıf temelli farklılaştırmanın varlığı,
Hal böyle olunca, Irksal Sözleşme'nin, insanların beyaz-olma
yan alt kümesinin gerçekten de rıza göstererek taraf olabileceği
türde bir sözleşme olmadığı aşikar olacaktır (yine koşullara bağlı
olarak, her ne kadar vaziyet böyleymiş gibi yapmak bazen akıllıca
olsa da) . Açıkçası söz konusu olan, beyaz olarak kategorilendiri
len kişilerin beyaz-olmayanlar üzerine yaptıkları bir sözleşmedir.
Böylelikle de beyaz-olmayanlar, sözleşmenin öznesi değil, nes
nesi haline getirilmişlerdir.
Bu nedenle klasik toplumsal, siyasal, ahlaki ve epistemolo-
39 '
le itham etmek için ortada herhangi bir bağımsız, nesnel ahla
ki kriter bulunmamaktadır. Yaygın olarak Hobbes'a atfedilen bu
kavrayışta ahlakilik, rasyonel arayışı hızlandırmak ve gözettiği
miz kendi çıkarlarımızı, aynı şeyi yapmakta olan diğer insanlar
la çatışmadan eşgüdümlemek için olan bir kurallar kümesinden
ibarettir. 6
Irksal Sözleşme sözü edilen her iki versiyonu da bünyesinde
barındırabilir. Ancak sözleşme geleneğinin ana akımını bunun
ikinci versiyonundan ziyade (Hobbes üzerinden tarif edilen söz
leşme) ilk anlatılan versiyonu ( Locke ve Kant üzerinden tarif
edilen sözleşme) temsil ettiği için, ben de bu biçime odaklana
cağım.7 Burada, iyi siyasal oluşum, önceden var olan bir ahlaki
temele dayalı olarak ele alınır. Belli ki bu, Hobbes'un görüşüne
göre çok daha cazip bir siyasal sistem kavrayışıdır. Hepimizin,
kendi siyasal etkinliğimizde peşinde olmamız gereken nesnel
anlamda adil bir polis (şehir devleti) ideali Batı geleneğinde ta
Platon'a kadar gitmektedir. Sözleşmecilik üzerindeki nüfuzu
modern dönemin ortalarına değin ziyadesiyle sürmüş olan Orta
Çağ Hristiyan dünya görüşündeyse, bizleri bu idealin peşinde
koşmaya ahlaki olarak yönlendireceği farz edilen, evrenin yapısı
na içkin bir "doğa yasası" bulunmaktadır8 (sözleşmeciliğin daha
6 İki versiyona dair bir tartışma için, bkz. Kymlicka, "The Social Contra
ct Tradition."
7 Hobbes'un Leviathan sf. ıoo'deki, "ADALETSİZLİK, Aktin İcra Edil
memesinden başka bir şey değildir", yargısı standart olarak, bir ahla
ki uzlaşımcılık ifadesi olarak değerlendirilmiştir. Hobbes'un eşitlik
çi toplumsal ahlak sistemi, insanların ahlaki eşitliğine değil, doğa
durumunda fiziksel güç ile zihinsel kudret arasında bulunan bir kaba
denklik olgusuna dayanmaktadır fo. Bölüm). O halde bu çerçevede
Irksal Sözleşme, yayılmacı Avrupa ile dünyanın kalanı arasında güç
açısından sistematik bir dengesizliğin doğal sonucu olacaktır - birey
sel kuvvettense silah bakımından. Bu ifadenin, Hilaire Belloc'un meş
hur kısa şarkısında hünerle özetlendiği söylenebilir: "Ne olursa olsun,
biz sahibiz / Maksim Tüfeği'ne, ve onlar değil." Hilaire Belloc, "The
Modern Traveller," John Ellis, The Social Histo ry of the Mach ine Gun
(1975; y. bs. Baltimore: Johns Hopkins Paperbacks, 1986) sf. 94 içinden
alıntı. Ya da daha erken bir aşamada, Amerikalar'ın fethinde görüldü
ğ_ü gibi, misket tüfeğiyle çelik kılıç arasında.
8 Orn. bkz. A. P. d'Entreves, Natura/ Law: An Introduction to Legal Phi
losophy, 2. gözd. geçm. bs. (1951; y. bs. Londra: Hutchinson, 1970).
ileri tarihli, seküler versiyonlarındaki düşünceyse basitçe, insan
ların, insan varlığı olarak doğaları nedeniyle, haklar ve yüküm
lülüklere doğa durumunda bile sahip olmalarıdır) . Öyleyse doğa
durumunda çalmak, tecavüz etmek veya öldürmek, bunları yap
manın yanlış olduğunu söyleyen yazılı insan yasaları bulunmasa
bile, yanlış olacaktır. Bu ahlaki ilkeler, siyasal rejim kurulduğun
da yapılan insan yasalarını ve atanan medeni hakları sınırlama
lıdır. O halde bir bakıma, algılanış şekli zaman zaman öz-çıkar
larca bozulabilecek, ilahi olarak aşılanmış bir ahlaki sağduyu
veya vicdana bel bağlamak durumunda kalmayalım diye, siyasi
sözleşme halihazırda var olan bir ahlakiliği yazıya geçirip detay
landırarak, sistematik olarak düzenlemektedir. Toplumda neyin
doğru ile yanlış olduğu, neyin adil olup olmadığı böylelikle, doğa
durumunda neyin doğru ile yanlış olduğu, neyin adil olup olma
dığı ile büyük ölçüde belirlenecektir.
Açıkça görülüyor ki, bu nesnel ahlaki temelin karakterinin
tam da ne olduğu meselesi bu sebeple can alıcıdır. Sözleşme gele
neğinin ana akımı için bu karakter doğa durumunda tüm insa
noğlunun özgürlüğü ve eşitliğidir. Locke'un İkinci İncelemesi'nde
ifade ettiği gibi, "Siyasal Erki doğru anlayabilmek ve onu Özgün
halinden türetebilmek için, İnsanoğlunun tamamının doğal ola
rak hangi Durum içerisinde bulunduğunu gözetmek zorundayız,
yani, Eylemlerini düzenleyebilmeleri için gereken mükemmel bir
Özgürlük Durumunu ... Bir de, bünyesinde tüm İktidar ile Yar
gının işteş ve karşılıklı olduğu, kimsenin bir diğerinden fazlası
nı elde etmediği bir Eşitlik Durumunu."9 Kant içinse bu, benzer
olarak, bizlerin eşit ahlaki bireyliğidir.10 Sözleşmecilik (sözüm
ona) ahlaki eşitlikçiliğe, yani tüm insanoğlunun ahlaki eşitliğine,
tüm insanların çıkarlarının eşit derecede önem taşıdığı ve tüm
insanların eşit haklara sahip olması gerektiği düşüncesine bağlı
dır. Dolayısıyla, Sözleşmecilik aynı zamanda eski feodal düzenin
gelenekçi hiyerarşik ideolojisine, yani doğuştan verili statü ile
doğal tabiiyet ideolojisine karşı ilkeli ve temelden bir karşı çıkışa
da kendini adar. Amerikan ve Fransız devrimlerinde, Bağımsızlık
Bildirgesi'nde ve İnsan Hakları Bildirgesi'nde yankılanmış olan,
42
dönemdeki sözleşme karşıtı kuramlar da bu beyaz ahlakın şart
larıyla sınırlandırılmışlardır.
Son olarak Irksal Sözleşme, dünyanın ahlaki ve olgusal bilgisi
olarak sayılacak şeyin ne olduğunu belirlemekte kendi norm ve
prosedürlerini, yani kendine has bir ahlaki ve deneysel episte
molojiyi gerektirir. Sözleşmeciliğe dair standart tanımlamalarda
"epistemolojik" bir sözleşmenin varlığından bahsetmek pek de
alışılageldik olmasa da, aslında sözleşmeciligin varsaydığı, doğa
yasası formunda bir epistemoloji kesinlikle vardır. Bu da bizle
re bir ahlaki pusula sağlar: Gerek Locke'un geleneksel versiyo
nunda -nesnel doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilelim diye
Tanrı tarafından bizlere aşılanan aklın ışığı- olsun, gerekse Hob
bes'un revizyonist versiyonunda olsun - nesnel olarak en sağ
duyulu eylem planı ve başkalarıyla şahsi menfaate dayalı bir iş
birliği yapabilmemiz için bunun bizlerden gerektirdiklerini sap
tayabilmemiz yeteneği. O halde, gerçekliği olgusal ve değerle
mesel veçhelerinde, yani şeylerin nesnel olarak oldukları hali ve
onlara dair nesnel iyi ile kötünün ne olduğunu, doğal yetilerimiz
vasıtasıyla bilebilmekteyiz. Nitekim ben bunu bilişsel normlara
dair bir idealleştirilmiş fikir birliği ve bu açıdan bir anlaşma veya
bir çeşit "sözleşme" olarak düşünebileceğimizi ileri sürüyorum.
Ortada neyin doğru veya dünyanın nesnel bir yorumlaması ola
rak sayıldığına dair bir anlayış bulunmaktadır. Bu görüşe katı
lanlara da bir nevi resmi epistemik topluluk olan siyasal rejimde,
tam bir bilişsel konum ("sözleşmese! olarak") bahşedilmektedir.'3
Ne var ki bu mesele Irksal Sözleşme için kaçınılmaz olarak
daha karmaşıktır. Irksal siyasal rej imde resmen onaylanmış olan
gerçeklik, hakiki gerçeklikten sapmış olduğu için burada "nes
nel" bilişin gereklilikleri, olgusal ve ahlaki olan, bir bakıma daha
çetrefillidir. Dolayısıyla denebilir ki, aslında burada dünyayı yan
lış yorumlamak için yapılan bir anlaşma söz konusudur. Kişi
burada dünyayı hatalı bir şekilde görmeyi öğrenmelidir; ancak,
bu hatalı algılar kümesinin gerek dini gerekse seküler olan beyaz
epistemik otoritece geçerli kılınacağı güvencesiyle birlikte.
13 "Epistemolojik topluluklar" kavramı için, bkz. yakın dönem feminist
kuramı - örn. Unda Alcoff ve Elizabeth Potter, ed., Feminist Episte
mologies (New York: Routledge, 1993).
43 :
Böylelikle, fiilen, ırkla ilgili meselelerde Irksal Sözleşme
nihayetinde beyazların bizzat kendilerinin yarattıkları o dünyayı
genel anlamda kavrayamamaları şeklindeki ironik sonucu üre
ten tersyüz edilmiş bir epistemoloj iyi, bir cehalet epistemolojisi
ni, yani hem yerel hem de küresel ölçekli bilişsel bozukluklarla
bezenmiş (ama psikolojik ve sosyal açıdan işlevsel olan) o örün
tüyü buyurmaktadır. "Beyaz" olarak inşa edilmenin ne anlama
geldiği (sosyopolitik sözleşmenin metamorfozu) , Beyazlığı elde
etmek, başarılı bir biçimde bir beyaz kişi olabilmek için gere
ken, (bu aslında akla, başarılı bir geçiş töreninin sertifikalar
la taçlandırıldığı bir ayini getiriyor: Tebrikler, siz artık resmen
bir beyaz kişisiniz !) esasında, bir bakıma, öz-saydamlık ve top
lumsal gerçekliklerin sahici bir kavrayışını olanaksızlaştıran bir
bilişsel modeldir. Öyleyse, beyaz imzacılar büyük oranda yara
tılmış, yanıltıcı bir dünyada, bir ırksal fantezi diyarında, ya da
şayet William Gibson'ın meşhur siber uzam nitelendirmesine
başvurursak (her ne kadar bizimki gerçek uzamda yer alıyorsa
bile), "razı gelinmiş bir halüsinasyonda" yaşayacaklardır.'4 Orada
beyaz mitler, icat edilmiş Şarklar, icat edilmiş Afrikalar ve icat
edilmiş Amerikalar olacaktır. Bu icat edilmiş diyarlara uygun
düşecek şekilde uydurulmuş bir nüfusla, asla var olmamış ülke
leriyle, o şekilde asla var olmamış ama gezginlerin masallarında,
halk mitlerinde, popüler sanatta ve yüksek sanat kurgularında,
sömürge raporlarında, akademik kuramlarda, ya da Hollywood
sinemasında vücut bulan; yani beyaz hayal dünyasında yaşayan
insanlarca -Calibanlar ve Tontolarca, Cumalar ve Sambolarca
ikamet edilen bir halisünasyondur bu ve gerçek yaşamdaki endi
şe dolu emsallerine kararlı bir biçimde dayatılır.'s O halde genel
the Americas: Eclipse of "the Other" and the Myth of Modernity, çev.
Michael D. Barber (1992; y. bs. New Yor!<: Continuum, 1995) ; Robert
Berkhofer Jr., The White Man's Indian: Images of the American Indian
from Columbus to the Presen t (New Yor!<: Knopf, 1978) ; Gretchen M .
Bataille ve Charles L . P. Sil et, ed., The Pretend Indians: Images ofNati
ve Americans in the Movies (Ames : Iowa State University Press, ı980);
George M . Fredrickson, The Black Image in the White Mind: The
Debate on Afro-American Character and Destiny, 1817-1914 ( ı971; y. bs.
Hanover, N. H . :Wesleyan University Press, 1987) ; Roberto Fernandez
Retamar, Caliban and Other Essays, çev. Edward Baker (Minneapolis:
University of Minnesota Press, 1989); Peter Hulme, Colonial Encoun
ters: Europe and the Native Caribbean, 1492-1797 (1986; y. bs. Londra:
Routledge, 1992).
16 Frederick Engels, The Origin of the Family, Private Property, and the
State (New York: International, 1972), sf. 120.
45 �
Another random document with
no related content on Scribd:
swung open and Haidee appeared. She put her arms about the
boyish visitant.
“I’ll kiss you on each eyelid,” I heard her say. “That means happy
dreams. Go to sleep and dream of ‘Mina, Nainie, and Serena’—oh, I
forgot! They are for little girls’ dreams. What shall I tell you to dream
of?”
“P’r’aps I’ll dream of ‘Dwainies’ and ‘Winnowelvers’—what lives in
Spirkland—an’ all them things you telled me about, shall I?” Joey
responded chivalrously.
“I think it would be very lovely if you would,” Haidee’s tender tones
replied. And then the kiss was given—a kiss “like the drip of a drop
of dew.”
I heard Joey’s abashed, “Good night—good night, Bell Brandon.”
Then he beat a hasty crashing retreat through the underbrush, and
my wonder woman came down the steps and stood at my side.
“What a glorious sky!” she exclaimed. “Soon there’ll be a trail of star
dust across that mauve vastness up yonder. I wish I might go down
to the river and see the reflections.”
There was a wistful young note in her voice.
“Nothing easier,” I assured her. “You seem quite at home on your
crutches. I think we can manage.”
And so it happened that we watched the sun set together, sitting side
by side on the green plush river bank. It was a gorgeous setting, and
a more gorgeous afterglow. The meadows across the river were like
a wavy robe of pink silk. The stars crept out and floated low like
skimming butterflies. The river was amber and gold. Haidee wore the
blue robe that I found so distracting. As she talked, from time to time,
she turned her head and gazed, pensive-eyed, across the water, and
I saw the black loop of her hair, the line of cheek and throat that
moved me to such profound rapture. I sat there awkward and
tongue-tied while she told me that old Lundquist and a couple of
hands from the village had begun repairs at Hidden Lake.
“I have enjoyed your hospitality,” she said earnestly, “but I must go
as soon as the cabin is in condition. Wanza will go with me. You are
hospitable even to the birds,” she finished smilingly. “I think you must
have Finnish ancestry.”
“My people are Southerners,” I answered, scarcely thinking of my
words.
“How interesting. Did you live in the South?”
“Yes.”
“Oh! Shall you return some day?”
I shrank from her open look. I answered, “No,” quietly.
Her black-tressed head dipped forward on her chest and her lips
grew mute as if my quick denial had silenced them. After a long
while she said:
“What grand horizons you have in the West. I grow happier with
each sunset that I see. Look at that fleet of pinkish cloudlets—those
cloud-chariots of fire racing in those pearly streets.”
“The South cannot compare with the West,” I said. “Could any one
describe this valley? Only a poet could do it. The summers here!—
crisp, cool nights for sleep, clear bracing days for work—”
“And what for relaxation?”
“What do you think?”
“The twilights for relaxation, surely. The twilights—purple and
mysterious. See those weird trees that leap like twisting flames into
the sky. Look at the river, lovingly clasped in mountain arms. Listen
to the bird-twitterings. Mr. Dale, what is the bird that sings far into the
night?”
“The bird that says: ‘Sweet, sweet, please hark to me, won’t you?’”
She laughed. “Something equally plaintive, at any rate.”
“It’s the white-crowned sparrow. You’ll hear it through the darkest
nights. Its song has all the sombre quality of the dark hours. It’s our
American nightingale.”
“Mr. Audubon. You know tomes of bird lore, don’t you? Joey says
you are writing a nature story. I didn’t know the sparrows sang like
nightingales before.”
I smiled down into the engaging face, and then I threw back my head
and whistled. I began with a rich bell-clear note, this merged into a
well defined melody, and terminated in a pealing chanson. “The
meadow lark,” I said, “which is not a lark at all, but belongs to the
oriole family. It is an incessant singer.”
“Joey said you whistled like the birds. Why, you’re a wonder! A
craftsman—a fixing man—and—a bird boy.”
“A bird in the heart is worth more than a hundred in the note book,” I
quoted.
The evening ended all too soon.
Two days later Joey brought me the information that Haidee was
walking about in the Dingle with the aid of a single crutch.
“An’ she could easily go without that, she says, Mr. David. An’ she
says soon she can send them to the children’s hospital in the city.”
“Give Bell Brandon my congratulations,” I bade Joey as I rode away.
I had been to the cabin on Hidden Lake but once since the accident
to my wonder woman. I had gone there the following day to fetch
Haidee’s mare. Wanza had gone with me and had brought away a
few essential articles of clothing for her employer.
On my arrival I found that old Lundquist and the village hands had
cleared away the debris, and that the work of restoring the lean-to
was well under way.
I made a rough draft of the improvements Haidee and I had planned
for the cabin, and drew up some specifications for the men, and then
I strolled down to the lake. I was saying to myself that the cabin
should be tight and sound for the fall rains, and that if Haidee would
allow me I would further embellish it with a back porch and a rustic
pergola like the one I had built for Joey at Cedar Dale, when I heard
a splash in the water, a sudden swishing sound in the rushes, and
saw a movement in the tules. I sprang to the water’s edge. Soon a
canoe emerged from the green thickets.
Wanza sat in the canoe, plying the paddle. A triumphant light was on
her face, her hands shone bronze in the sun, her red lips smiled
mischievously. She called to me:
“I’ve run away! I had to get out on the river, I just had to! Mr. Dale, do
you hear the yellow-throat singing ‘witchery—witchery—witchery’?”
I straightened my shoulders with a quick uplift of spirit. Her
unexpected presence set my pulses beating a livelier measure. Her
cornflower blue eyes rested on me, then wandered to the birch
thickets along the shore, and she sat leaning slightly forward, her
gaze remote, a charming figure in the sunlight.
“Would you like to hear me recite my little piece about the yellow-
throat?”
“While May bedecks the naked trees
With tassels and embroideries,
And many blue-eyed violets beam
Along the edges of the stream,
I hear a voice that seems to say,
Now near at hand, now far away,
‘Witchery—witchery—witchery.’”
Her glance came back to me.
“I wish, Mr. Dale, that we had blue violets in these woods—they all
seem to be yellow. Why do you stare at me so?”
“I had no idea you were coming; it is a stare of surprise.”
“But you’re glad to see me, now, aren’t you? I’ll paddle you home.
How’s the cabin getting on?”
“It is scarcely habitable yet. But I think the men are getting on as well
as could be expected.”
Her face was dappled with light and shadow as she sat there. An
exquisite, happy radiance emanated from her. She looked inquiringly
into my eyes and swept her paddle.
“You are surprised to see me, you sure are! But now that I am here I
want to see the improvements. Give me your hand, David Dale.”
She beached her canoe, stood up, and placed her hand on my
shoulder as I bent to her. Very lightly I passed my arm about her.
She flashed a laughing side glance at me, and put one foot over the
side of the craft. “I don’t need that much help,” she said, grimacing.
The canoe rocked, suddenly. She stumbled. I caught her. She was
against my breast. “You see you needed that much help,” I laughed
boyishly.
“Let me go, Mr. David Dale.”
She shook herself free and stood apart from me. The sunlight
slanted on her face as she stood there, flushing wildly, gilded her
white neck, flashed on her bare arms. She held her head down for a
moment, and then she raised it and looked at me. Her eyes were
soft and wet. “What a goose I was,” she cried softly. “Come on, I’ll
race you to the cabin!”
I paddled home in the canoe with Wanza, after directing Lundquist to
ride my horse back to Cedar Dale. The river purred to us all the way,
the meadow larks and warblers chanted roundelays of joy and love
from the thickets, and the birch trees shook their silver, tinkling
leaves in elfish music above the sun-kissed water. We were very
silent drifting down the river, and my thoughts were strange, strange
thoughts. I had begun to wonder about Wanza—Wanza, who
understood my rapture at the sight of the new day, who felt the same
tightening of the throat at the song of the birds, the same
breathlessness beneath the stars. I had begun to ask myself if, after
all, she were not as fine as another, even though through long
association her rareness for me was impaired.
CHAPTER XVI
WE HAVE AN ADVENTURE