Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Köy Enstitüleri 1940 1954 1st Edition

■smet Türkmen
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/koy-enstituleri-1940-1954-1st-edition-ismet-turkmen/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Yar■lma 1954 1972 6th Edition Gün Zileli

https://ebookstep.com/product/yarilma-1954-1972-6th-edition-gun-
zileli/

Le métier d écrire Correspondance 1940 1985 1st Edition


Italo Calvino

https://ebookstep.com/product/le-metier-d-ecrire-
correspondance-1940-1985-1st-edition-italo-calvino/

1940 1943 les Juifs rejetes dans l indigenat Unknown

https://ebookstep.com/product/1940-1943-les-juifs-rejetes-dans-l-
indigenat-unknown/

Mr Garcia 1st Edition T L Swan Swan T L

https://ebookstep.com/product/mr-garcia-1st-edition-t-l-swan-
swan-t-l/
Son Osmanl■lar Yunanistan da Mu slu man Az■nl■k 1940
1949 1st Edition Kevin Featherstone

https://ebookstep.com/product/son-osmanlilar-yunanistan-da-mu-
slu-man-azinlik-1940-1949-1st-edition-kevin-featherstone/

Teknologi Pengelasan Mulyadi S T M T Iswanto S T M T

https://ebookstep.com/product/teknologi-pengelasan-mulyadi-s-t-m-
t-iswanto-s-t-m-t/

Uji Efektivitas Daya Hambat Ekstrak Cacing Tanah


Lumbricus rubellus dan Pherettima Sp terhadap Bakteri
Salmonella typhi dan Staphylococcus aureus Monograf Dr
Dr Sriwahyuni Nasution M K T M K M
https://ebookstep.com/product/uji-efektivitas-daya-hambat-
ekstrak-cacing-tanah-lumbricus-rubellus-dan-pherettima-sp-
terhadap-bakteri-salmonella-typhi-dan-staphylococcus-aureus-
monograf-dr-dr-sriwahyuni-nasution-m-k-t-m-k-m/

Yükseklerde 1st Edition R K Lilley

https://ebookstep.com/product/yukseklerde-1st-edition-r-k-lilley/

Perencanaan Tambang Buku Ajar Dr Supandi S T M T Ir


Hidayatullah Sidiq S T M T Bayurohman Pangacella Putra
STMT

https://ebookstep.com/product/perencanaan-tambang-buku-ajar-dr-
supandi-s-t-m-t-ir-hidayatullah-sidiq-s-t-m-t-bayurohman-
pangacella-putra-s-t-m-t/
•• • •• •

KOY ENSTITULERI

(1940-1954)

İSMET TÜRKMEN
SELENGE YAYINLARI

No: 243 1 Selenge Bilgi Serisi: 33 1 Aralık 2022, 1. Baskı

SELENGE BiLGi SERiSi KOORDiNATÖRÜ


Erkan Göksu

YAZAR
İsmet Türkmen

EDiTÖR
İbrahim Ünver

KAPAK GÖRSELi
Köy ensitülerinden bir görsel

KAPAK TASARIMI
Şevket Dönmezoğlu

SAYFA DÜZENi
Hilal Yazlık

8'\SKI·CILT
Repar Dijital Matbaası

ISBN
978-625-7459-95-2

SERTiFiKA NO.
40675

Seleııge Yayınları, Mimar Siıınıı Malı.,


Repar Tasarım Selami Ali Efeııdi Cad., No: 5
Matbaa t•e Reklamcılık 34672 Üskiidar!İstaııbııl
Ticaret Limited Şirketi'ııiıı Tel: O (212! 522 48 45
tescilli markasıdır.
www.seleııge.coııı.tr
e-posla: sele11ge@sele11ge.co111.lr
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ 7
GİRİŞ 15

KÖY ÖGRETMENİ YETİŞTİRME MESELESİ 21


1- Köy Muallim Mektepleri 25

2- Köy Öğrehnen Okulları 27

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞU 35


1- Köy Enstitülerinin Kurulmasına Giden Süreç ve
Bunun Meclisteki Akisleri 35

2- Enstitülerin Teşkilatlanmaları ve Eğitim


Yapıları 59

3- Enstitülere Öğrenci Kabulü ve Enstitülerde


Eğitim-Öğretim 75

a) Öğrenci Kayıtları 75

b) Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri 80

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KAPANIŞINA GÖTÜREN


SÜREÇ 91
1- Hükümet Programlarında Köy Enstitüleri
Kanununa Dair Düzenlemeler 92

2- Enstitülere Yönelik Olumsuz Tutumlar ve


İddialar 97
a) Enstitüler halkçılık ilkesi ile çelişiyor mu? 97
b) Enstitülerde karma eğitim yapılması
öğrencilerin ahlakları üzerinde olumsuz etki
yapıyor mu? 99
c) Enstitüler gizli bir hedef için mi kırsal
bölgelere kuruldu? 101
d) Enstitülerde öğrencilere sosyalizm fikri mi
empoze edilmeye çalışıldı? 102
e) Enstitüler Amerika Birleşik Devletleri'nin
idaresi ve etkisi alhnda mı idi? 104

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI 107

SONUÇ 117
KAYNAKÇA 121
DİZİN 125
ÖNSÖZ

çurumun kenarından kurtulalı çok olmamışh.


UAncak· düşmanlarla kanlı boğuşmalar sonrasın­
da elde edilen askeri başarı; siyasi, ekonomik, sosyal
ve kültürel alanlarda da elde edilmedikçe, tam bir za­
fer sayılmazdı. Uzun süren harplerin, büyük fedakar­
lıklarla yürütülen mücadelenin ardından harap ve
yorgun düşmüş vatan topraklarının yoksul ama mu­
zaffer ve mağrur evlatlarını, dünyanın en saygın, öz­
gür ve çağdaş insanları haline getirmek, yeni Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin öncelikli vazifesi olmalıydı.
Bin bir çile ve mücadeleyle kurulan yeni Türki­
ye'nin, elde edilen kazanımları koruma ve Mustafa
Kemal Atatürk'ün ifadesiyle "muasır medeniyetler
seviyesine çıkma" amacına, sadece çağdaş bir eğitim
sistemi kurmakla ulaşılabilirdi. Tüm ülkedeki eğitim
ve öğretim kurumlarının aynı ülküyü paylaşması,
"aklı ve vicdanı hür" kuşakların yetiştirilmesi için
temel şartlardan biriydi. Bu konuda atılan ilk adım,
Tevhid-i Tedrisat (3 Mart 1924), yani öğretim birliği
yasası oldu. Yasanın çıkarılmasından sonra hummalı
bir çalışma başlatılsa da istenen düzeye çıkarılması
kolay olmuyordu. Öyle ki, 1935 yılına gelindiğinde
yapılan bütün iyileştirmelere ve yoğun çalışmalara
rağmen hala eğitim ve öğretimde, özellikle de ilköğ­
retimde istenen seviyeye ulaşılamamıştı.
Yeni Türk harflerin kabulünden ve Millet Mektep­
lerinin açılmasından sonra, eğitim ve öğretim mesele­
sinin en önemli, ama aynı zamanda da en problemli
ve zor kısmı olan kırsal bölgelerde yaşayan köylüle-
rin ve köy çocuklarının eğitimi üzerinde durulmaya
başlandı. Onlara hitap edecek, onları çağın gerekle­
rine göre yetiştirip ülkenin geleceğinde söz sahibi
kılacak bir eğitim öğretim sistemi kurulamazsa, yeni
Türkiye için hedeflenen milli ve yerli yapılanma asla
hayata geçirilemezdi. Zira 19301arda nüfusun %80'i
köylüydü. Buna karşılık Türk inkılabı, halen şehir­
deydi. Köye inememiş, köylüye ulaşamamışh.
Durumun farkına varan Mustafa Kemal Atatürk,
gerekli çalışmaların yapılmasını istedi. Onun işaretiy­
le kırsalın, yani köylünün eğitim ve öğretim mesele­
si öncelik kazandı. Konuyu ele almak üzere komis­
yonlar kuruldu. Anadolu'nun köy gerçeğini yerinde
görmek için, köyler gezildi. Gözlemler, incelemeler
yapıldı. Sonra ne yapılması gerektiğine dair fikirler
ortaya konuldu, tarhşmalar yaşandı. Köy kalkınması,
köylünün eğitimiyle mümkün olabilirdi. Bu konuda
çalışmalara başlandı; daha önce yapılan işler, hazırla­
nan raporlar gözden geçirildi.
Durum ortadaydı. Gidilecek köy, yapılacak iş
çoktu. Ama ne köye gidecek yol ne köy çocuklarını
eğitecek öğretmen ne de içinde ders yapılacak okul
vardı. Düşünüldü, taşınıldı. İlk önce, köy çocuklarına
eğitim verecek "köy öğretmeni" yetiştirmeye karar
verildi. Bu öğretmenler köy gerçeğinin ve şartlarının
farkında olan, köy kalkınmasına inanan ve bunu ger­
çekleştirmek için gereken altyapıya hazır bir şekilde
yetiştirilmeliydi. Daha güzel bir gelecek için yeni ara­
yışlar içine giren genç Türkiye'nin bu konudaki ilk
umudu, Köy Muallim Mektepleri ve Köy Öğretmen
Okulları oldu. Ancak ülkenin yokluk ve yoksullukla
mücadele ettiği bir dönemde büyük paralar harcana­
rak açılan bu yatılı okullara öğretmen bulunamıyor,
bulunan öğretmenler ise köy şartlarına uyum gös­
teremedikleri için kısa zamanda kentlere kaçıyordu.

8 • Köy Enslitüleri
Her bakımdan geri durumda bulunan köy çevresi,
öğretmenin elini kolunu bağlıyor, köy okulları da bu
nedenle ölü bir yatırım olmaktan ileri gidemiyordu.
Halkevlerinin açılmasının amaçlarından biri de
buydu. Zira kırsalda, kırda hedeflenen dönüşüm için
örgün eğitimin tek başına yeterli olmayacağı görül­
müş, halkı eğitmeden başarı elde edilemeyeceği an­
laşılmıştı. Ancak Halkevleri de çeşitli kültür ve sanat
çalışmaları, çocuk ıslah evleri, klasiklerin çevirisi ve
konservatuar gibi farklı alanlara yayılan çok önemli
çalışmalar yapsa da bunlar, sadece şehirlerde etkili
oldu, kırsala ulaşamadı.
İlk faaliyetler istenen neticeleri vermemiş olsa da
köy ve köylü için hedeflenen nitelikli eğitim ve öğ­
retim faaliyetleri için çözüm arayışları devam etti.
Öncelikli mesele öğretmen yetiştirmek olduğundan,
bilhassa bu konuya ağırlık veriliyor, bunun için her
yol deneniyordu. Acil öğretmen ihtiyacını karşılamak
maksadıyla, 1937 yılında 3238 sayılı Köy Eğitmenleri
Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, askerde başarılı olan
çavuşlar, Maarif Vekaleti ile Ziraat Vekaleti tarafın­
dan müşterek organize edilen 6-8 aylık Eğitmen Kur­
su' na tabi tutularak yetiştirilmeye başlandı. Ama bu
uygulama da köylerin öğretmen ihtiyacını karşılama­
ya yetmedi.
Problemler, bir tren katarı misali olanca gürültü­
süyle ilerledi. Fikir çoktu ama para, yetişmiş insan ve
teknolojik imkan yoktu. Küllerinden doğan bir Züm­
rüdüanka gibi ayakta kalmayı başaran yeni Türkiye,
bu sırada patlak veren İkinci Dünya Harbi'ne rağmen
kalkınma hedefine doğru ilerlemeye devam etti. Yok
olma tehlikesini yaşamış Cumhuriyet nesli, tarihten
aldığı dersle yeni Türkiye'nin kalkınması için çabala­
maya kararlıydı. Bu yolda sıvanan kollar, Köy Mual-

İsmet Türkmen • 9
lim Mektepleri, Köy Öğrehnen Okulları ve Eğihnen
kurslarından sonra yeni bir Cumhuriyet projesini, Köy
Enstitülerini hayata geçirdi. Azimle çabalayan nesiller,
yokluk ve yoksulluk içerisinde kurulan bu eğitim-öğ­
retim kurumlarında, "bozkırda gül yetiştirmeyi" he­
deflediler. Enstitü kurucuları ve öğrencileri dört du­
vara sığmayan hayallerini, aç karınlarına kahk yapan
ülkenin gerçek efendilerine, Türk köylüsüne umut
götürdüler. Sığırhnacın elleri nasırlı, benzi soluk oğlu;
anasının, babasının, köyünün ve ülkenin umudu ola­
cak, yeni Türkiye onun omuzlarında yükselecekti.
Köy Enstitüleri, aslında klasik öğrehnen yetiştirme
politikasına bir tepki, adeta bir manifestoydu. Zira
uzun zamandan beri devam eden "çağdaşlaşma"
süreci göstermişti ki, Batı'dan kopya edilen hiçbir
yöntem ve kurum, bizim dertlerimize çare olamazdı.
Bu yüzden kendimize özgü, kendi gerçeklerimize,
imkan ve şartlarımıza uygun kurumlar oluşturmak
gerekiyordu. İşte Köy Enstitüleri, bunun en güzel ör­
neklerinden biriydi.
Mustafa Kemal Atatürk' ün tensipleriyle başlatılan
Köy Enstitüleri çalışmalarında; Saffet Arıkan, Hasan
Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç gibi isimler ön
plana çıktı. Çalışmalar, Saffet Arıkan'ın 13 Haziran
1935'te Milli Eğitim Bakanı olarak iş başına getiril­
mesiyle başladı. Saffet Arıkan, aynı yıl İsmail Hakkı
Tonguç'u İlköğretim Genel Müdürlüğüne tayin etti.
Tonguç, 1940 yılına kadar vekaleten bu görevi yürü­
tecekti. Onun büyük emeğiyle ve çabasıyla 1 940 yılın­
dan itibaren farklı bölgelerde kurulan Köy Enstitüleri,
kuruldukları coğrafyaları, bozkırları, bataklıkları bir
kültür ve eğitim merkezine dönüştürdü. Bu okullar,
kurulduğu yerlerde halka birkaç adım mesafedeydi.
Marşlarını, halay havalarını ve memleket türkülerini,
tarlasında çalışan köylü duyabiliyordu.

10 • Köy Enslitiileri
Köy Enstitülerinin kurulmasıyla, yıllardır bağında
gülleri solan Anadolu'nun Çamlıbel'inde, Kepirte­
pe' sinde, Cılavuzu'nda, Beşikdüzü'nde, Aksu'sun­
da güller açmaya, bülbüller ötmeye başladı. Bozkır­
da gül yetiştirmek kolay değildi elbet. Ama toprağı
deren bilirdi, köy insanı bilirdi. Bu şartlarda yetişen
her gül, sadece toprağın değil, halkın da uyanışı de­
mekti. İşte Köy Enstitüleri, bozkırda gül yetiştirmek
amacıyla kurulmuş, enstitülerinin faaliyetleri netice­
sinde Anadolu'nun birçok farklı bölgesinde bir değil,
binlerce gül açmaya başlamışh. Terin hüneri, cehalete
galebe çaldı.
Enstitülerde görev yapan eğitmenler, her bakım­
dan "lider" öğretmen yetiştirdiğine inanırdı. Prog­
ramını bu doğrulh1da hazırlardı. Eğitim-öğretim
yöntemi, "yaparak ve yaşayarak öğrenme" ilkesi isti­
kametindeydi. Talebelerine, "kendine güven" duygu­
sunu aşılar, "demokratik eğitim" ilkesini esas alırdı.

Çok uzun sürmedi. Kırsalda ateşlenen kıvılcım,


daha meşale olamadan söndürüldü. Bozkırın gülleri,
daha gonca iken koparıldı. Tıpkı açılışları gibi, kapa­
tılmaları da çok konuşuldu, çok tarhşıldı. Yaklaşık 80
yıldır siyasetten eğitime, iktisattan sosyal hayata ka­
dar farklı çevrelerce iddialar, görüşler ileri sürüldü.
Bazılarının özlemle andığı, bazılarının da sert bir dil­
le eleştirdiği Köy Enstitüleri, kapatılmalarından yıl­
lar sonra bile politik kuhıplaşmaların merkezinde yer
aldı. "Sağ"ın da "Sol" un da çekiştirmekten bıkmadığı
bir konu oldu.
Tarihimizde, bu kurumlar kadar tartışılagelen çok
az sayıda mesele bulunuyor. Özellikle Türk demokra­
sisinin köklü değişimler yaşadığı 19501i ve 19601ı yıl­
lar, Köy Enstitülerinin siyası ve ideolojik tartışmalara
en fazla konu olduğu dönemdir. " . . . Sol-Kemalistle-

İsmet Türkmen • il
re göre gerçek Kemalizm'in doruk noktasını temsil
eden Köy Enstitüleri, sağcı ve muhafazakar çevreler
için ise kendi siyasal çıkarları ve anti-komünist pro­
pagandaları için bir "günah keçisi" haline gelmiştir.
Ünlü romancımız Kemal Tahir gibi sosyalizme yakın
kişiler için ise Tek Parti rejiminin ideolojisini yaymak
amacıyla oluşturulmuş, şiddetle eleştirilmesi gereken
faşizan kurumlardır."
Köy Enstitüleri, Türkiye'de olduğu kadar uluslara­
rası akademik camiada ve siyasi çevrelerde de tartı­
şılmıştır. Bu cümleden olmak üzere gerek yurt içinde
ve gerekse yurt dışında Köy Enstitülerini konu alan
çok sayıda araştırma, rapor ve değerlendirme kaleme
alınmıştır. Ancak bütün bu siyasi ve ideolojik yak­
laşımların bu kurumların amaçlarını ve hedeflerini,
eğitim-öğretim faaliyetlerini ve kısa sürede de bu fa­
aliyetlerin sonuçlarını hala tam manasıyla anlayama­
dığı görülmektedir.
Şimdiye kadar Köy Enstitüleri hakkında yaptı­
ğımız çalışmalardan elde ettiğimiz sonuca göre, bu
önemli eğitim-öğretim kurumlarını siyasi ve ideolojik
yaklaşımlardan bağımsız olarak değerlendirebilme­
nin ilk şartı, Enstitülerin kendi arşivlerine, özellikle
de bu kurumlarda görev yapmış ya da öğrenci olmuş
kişilerin tanıklığına başvurmaktır.
Özellikle kurumun bizatihi parçası haline gelmiş
olan eğitmenler ve öğrenciler, söz konusu tartışma­
ların ana malzemesi olsalar da, aslında bu tartışmala­
rın bir tarafı olmamışlar ve Enstitülerin kuruluşuna,
programına, işleyişine ve tabii ki sonuçlarına bizzat
tanıklık etmişlerdir. Bu bakımdan Köy Enstitüleriyle
ilgili en önemli ve tarafsız bilgi kaynaklarıdır.
Biz de çalışmamızda bir yandan Köy Enstitülerin­
de idarecilik yapmış, ders vermiş veya bu kurumlar-

12 • Köy Enslilüleri
da okuyup daha sonra devlet hizmetinde bulunmuş
kişilerin, diğer yandan da Köy Enstitülerinin kurul­
duğu yerlerde veya buralara yakın köylerde yaşa­
yanların tanıklıklarına müracaat ettik. Bunun yanın­
da Köy Enstitülerinin lehinde ve aleyhinde tavır alan
toprak sahiplerinin, siyasetçilerin ve bürokratların,
gazetecilerin, yazarların ve bilim adamlarının konu
hakkındaki görüşlerini de ele alarak Köy Enstitüle­
rinin kuruluş ve kapanış sürecini inceledik. Anado­
lu' nun kırsal bölgelerinde faaliyet gösteren Köy Ens­
titülerinin ve bu enstitülerde görev yapanların ya da
okuyanların hikayesini anlatmaya çalışhk. Kitabın
konuya ilgi duyanlar için faydalı olmasını temenni
ediyoruz.

İsmet Türkmen
TOKAT/2022
GİRİŞ

1 930'larda Türkiye nüfusunun %80'i köylülerden


oluşuyordu. 1925'te Aşar Vergisi'nin kaldırılması,
uzun süren savaşlar sebebiyle ekonomik bakımdan
büyük sıkıntıya uğrayan köylülerin biraz rahatlama­
.
sını sağlamıştı. Ancak bütün dünyayı sarsan ekono­
mik krizin Türkiye'yi de etkisi altına alması, herkes
gibi köyleri ve köylüleri de etkiledi. Özellikle yeni
vergilerin konulması, yeni ekonomik sıkıntıları da
beraberinde getirdi.
O günkü Türkiye'de 40 bin civarında köy vardı.
Bu köylerin şehir merkezlerinden ve birbirlerinden
uzak mesafelerde olması, her bakımdan olduğu gibi
ekonomik bakımdan da buralara ulaşılmasını zorlaş­
tırmaktaydı. Durum, şairin dediği gibiydi. Orada bir
köy vardı, uzakta. Ama gidemesek de, göremesek de,
o köy, bizim köyümüzdü. Köylünün perişan vaziyeti
biliniyor, iyileştirilmek isteniyor ama şartlar ve im­
kanlar buna müsaade etmiyordu.
Bu konu üzerinde Cumhuriyet'in kurucusu Mus­
tafa Kemal Atatürk de hassasiyetle durmaktaydı. O,
köy ve köylü meselesine bakışını, şu çarpıcı sözleriy­
le ifade etmişti: "Yedi asırdan beri cihanın dört kö­
şesine sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemikleri­
ni yabancı topraklarda bıraktığımız ve yedi asırdan
beri emeklerini ellerinden alıp israf ettiğimiz ve buna
mukabil daima tahkir, terzil ile mukabele ettiğimiz
ve bunca fedakarlıklarına, ihsanlarına karşı nankör­
lük ve cebbarlıkla uşak seviyesine indirmek istediği-

İsmet Türkmen • 15
miz bu asil sahibin huzurunda bugün saygıyla haki­
ki vaziyetimizi alalım."
Bu yoksulluk ve çaresizlik ortamında 19301arın en
önemli atılımlarından biri, köye ve köylüye yönelik
"Köycülük Hareketi"nin başlaması oldu. Gerek Cum­
huriyet Halk Partisi (CHP)'nin kırsal kesimdeki gü­
cünü artırmayı gerekse dünyayı kasıp kavuran 1929
Büyük Ekonomik Bunalımı nedeniyle zor günler ge­
çiren köylünün durumunu iyileştirmeyi hedefleyen
bu hareket, büyük bir heyecanla başladı. Bir yandan
Türk aydınları köylere gitmeye teşvik edilirken, diğer
yandan da Halkevleri gibi kurumlar aracılığıyla köy
ve köy hayatı üzerine çalışmalar yapılması hedefle­
niyordu. Köycülük; köyleri ve köylüleri, şehirlere ve
şehirlilere karşı üstün tutan bir "ideoloji"ydi. Buna
göre köylüler, Türk milletinin aslını oluşturan, milli
kalkınmanın öncüsü ve belirleyicisi, saf, asil, akıllı ve
değişime açık insanlar olarak tasavvur ediliyordu.
Köyü ve köylüyü yüceltirken, şehri ve şehirlileri eleş­
tiriyordu. Pusulanın ibresi, halka dönmüştü ve doğ­
ruca köyü gösteriyordu.
Köycülük hareketini savunan "Köycüler"in ide­
olojik keskinliğinin nedeni, çok geçmeden anlaşıldı.
Köycülerin en ayırt edici özelliklerinden biri, şehir­
leşmeye karşı oluşları ve sanayileşmenin getirebile­
ceği toplumsal sorunlardan duydukları korkuydu.
Şehirler; kozmopolitliği, toplumsal sınıf çatışmaları­
nı, işsizliği, ekonomik bunalımları, işçi grevlerini ve
devletin kısıtlı toplumsal kontrolü gibi konuları sim­
geliyordu ve köylülerin köylerinde tuhılması, Köycü­
lerin önemle üzerinde durdukları konuların başında
gelmekteydi.

16 • Köy Enstitüleri
19301arın başında bir köy çocuğu

Köycülük, CHP önde gelenleri tarafından da bü­


yük ölçüde desteklendi. Maarif vekili Reşit Galip de
19301arın başında köycülüğüyle bilinen ve öne çıkan
birisiydi. Reşit Galip ve kadrolarının fikrine göre, yeni
kurulan ve halka dayanması gereken Cumhuriyet'in
yaşayabilmesi, nüfusun çoğunluğunu oluşturan an­
cak Osmanlı Devleti zamanından beri her bakımdan
ihmal edilmiş vaziyetteki köylünün kalkındırılması­
na ve refah içinde yaşatılmasına bağlıydı.
Köycülük Hareketi 19301arda henüz ayakları pek
de yere basmayan romantik bir hareket şeklinde gö­
rünse de çalışmalar ilerledikçe şartlara ve imkanlara
uygun projeler gündeme gelmeye başladı.
Köy Enstitülerinin gündeme geldiği yıllarda,
Türkiye nüfusu, yaklaşık 16 milyondu. Bu nüfusun
12 milyonu, köylerde yaşıyordu. 40 bin köyün 35 bi-

İsmet Türkmen • 17
ninde, okul ve öğretmen yoktu. Erkeklerin %77' si,
kadınların %92'si okur-yazar değildi. Mevcut öğret­
menlerin %78'i, kentlerde çalışıyordu. Şehirlere alışık
öğretmenler, uyum sağlayamama nedenleriyle köyde
çalışmayı istememekteydi.

19301arda Anadolu'da bir köy evi

Bu iktisadi ve sosyokültürel şartların ortaya çıkar­


dığı bir proje olan Köy Enstitüleri, ülke nüfusunun
%80'ini oluşturan köylü nüfusunu kalkındırmayı,
bununla paralel şekilde de ülke kalkınmasını amaçla­
maktaydı. Aslında Köy Enstitülerinden önce de aynı
amacı hedefleyen Halkevleri gibi bazı projeler hayata
geçirilmiş ancak bunlardan arzu edilen başarı sağ­
lanamamışh. Diğer yandan, vaktiyle Türk inkılabı­
nın tabana yayılması konusunda büyük bir şevkle
çabalayan aydınların, zamanla şevk ve gayretlerini
kaybettikleri görülüyordu. Öyle ki, d aha Atatürk'ün
cumhurbaşkanlığı döneminde bile, Falih Rıfkı Atay
ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimler, aydın­
larının, ülkenin gerçek ve önemli meselelerini tartış-

18 • Kö)' Enstitüleri
maktan uzaklaştıklarını söyleyerek onların ülke me­
selelerine ilgisizliklerinden şikayet etmişlerdi. Yeni
bir heyecana ve bu heyecanı diri tutacak yeni projele­
re, yeni kurum ve kuruluşlara ihtiyaç vardı.

Bu durumun ortaya çıkmasında, 1929 yılında baş­


layan Büyük Ekonomik Kriz ve bunun Türkiye'ye
yansımasının da büyük etkisi vardı. Ülkedeki iktisadi
ve sosyal şartlar, giderek daha ağır bir hale gelmiş,
özellikle yıllardır yokluk ve yoksullukla mücadele
eden kırsal nüfusun durumu zorlaşmıştı. Bu tarihler­
de finansal durumun zayıflaması, tarımsal üretimin
artırılması için makineleşme hamlesi fikrini doğurdu.
Aydınlara göre, yaşanan probleme ilişkin en kolay ve
en ucuz öneri, köylülere daha iyi tekniklerle daha faz­
la üretimin sağlanmasını öğretmek olacaktı.

Bu gelişme; ekonomik, kummsal ve teknolojik


dengenin sağlanması için devlet teşebbüslerinin ku­
rulmasını da beraberinde getirdi. Diğer bir ifadeyle
"devletçilik" ilkesinin etkili bir şekilde uygulanması­
nı zorunlu kıldı. Zira krizi takip eden yıllarda büyük
ve modem işletmelerin, kapital yoğun endüstrilerin
kurulması için (demir-çelik, kağıt, kimya vs. gibi sa­
nayiler) gerekli sermayeyi kısa sürede sağlayabilecek
tek kaynak, devletti. 1934 yılında yürürlüğe konan
"Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı"yla devlet, kaynak­
ların dağılımına doğrudan müdahaleye karar verdi.
Amaç, bölgeler arası dengesizlikleri azaltabilmek için
İstanbul ve İzmir dışındaki sanayi tesislerinin Ana­
dolu'ya yayılması idi. "İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı"
ise İkinci Dünya Savaşı sebebiyle uygulanamadı. Bu
yıllarda, savaş ekonomisinin olumsuz etkileri yüzün­
den yatırımlar durma noktasına geldi ve Türkiye fiill
anlamda savaşa girmemiş olsa da tüm kaynaklar, as­
ker! harcamalara kaydırıldı.

İsmet Türkmen • 19
19301a rda Anadolu'dan bir köy manzarası

İ şte Köy Enstitü leri, Büyük Ekonomik Kriz'in ar­


dından, İkinci Dünya Savaşı'nın beraberinde getirdi­
ği ekonomik ve sosyal krizlerin yaşandığı bir dönem­
de gündeme geldi. İlk Köy Enstitüleri, İkinci Dünya
Savaşı'nın ülke sınırlarına dayandığı, Anadolu'da ku­
raklığın ve kıtlığın kol gezdiği, mevcut ülke kaynak­
larının her yönden kısıtlı olduğu, tarıma dayalı ülke
ekonomisinin büyük kısmının ise savaşa girme ihti­
maline karşı kontrol altında tutulduğu bir dönemde
kurulmuşlardır.

20 • Köy Enstitüleri
KÖY ÖGRETMENİ YETİŞTİRME MESELESİ

ürk eğitim tarihinde doğrudan doğruya köye ve


T köylüye yönelik eğitim ve öğretim faaliyetlerini
gerçekleştirmek üzere öğretmen yetiştirme fikri, ilk
olarak II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmışh. Köy
ve köylü eğitimi düşüncesi, ilk defa Üsküp Darül­
muallimini muallimlerinden Sabri Cemil (Yalkut)'in
başyazarlığını yaphğı Yeni Mektep mecmuasında
işlendi. Çeşitli vilayetlerde Darülmuallimin ve Maa­
rif Müdürlüğü de yapmış olan Ethem Nejat ile Kas­
tamonu mebusu İsmail Mahir Efendi, bu mecmuada
yayımladıkları yazılarda konunun önemine ve gerek­
liliğine işaret ederek, bu konudaki ilk adımları athlar.
Onların öncülüğünü yaphğı fikirler, kısa zamanda
karşılık buldu ve İzmit civarında Armeşe Öksüzler
Yurdu ile İzmir Darülmuallimin'inde köy ve köylü
eğitimine yönelik bazı uygulamalar hayata geçirildi.
Aslında II. Meşrutiyet döneminde sadece köy ve
köylü eğiminde değil, bütün eğitim sistemi, bilhassa
ilköğretim sisteminde kökten bir yenileşme çabası
görülmekteydi. Bu girişimlerin ilki, 1913 yılında yü­
rürlüğe giren Tedrisnt-ı İbtidni Knnıın-ı Mııvnkknti adlı
yasaydı. Yasanın hedefi, ilköğretimde halk desteğini
sağlayarak, daha iyi bir öğrenim programı oluştur­
mak ve teşkilatlanma gerçekleştirmekti. Sözü geçen
kanunla, devlet okullarındaki ilköğretimin süresi altı
yıl olarak belirlenmiş ve bu altı yıllık eğitim, zorunlu
ve parasız hale getirilmişti. Bu okulların sınıf mevcut­
ları, 50 ile sınırlandırılmış; yeni yasanın 23. maddesin­
de belirlenen esasa göre, öğretim programlarına din,

İsmet Türkmen • 21
matematik, coğrafya, dil bilgisi gibi derslerin yanında
el işi, resim, beden eğitimi, aile bilgisi ve dikiş-nakış
gibi dersler de ilave edilmişti.
1-2 Temmuz 1914 tarihlerinde Maarif Nezareti büt­
çesi görüşülürken, Kastamonu mebusu İsmail Mahir
Efendi, "Mevcut bütçe durumuyla ilköğretimin iyi­
leştirilebilmesi 150 yılı bulur," diyerek çözüm öne­
rileri sunmuştur. Ona göre, mevcut yetmiş sancağın
çiftlik olan yerlerinde yahlı ilkokulların oluşturulma­
sı, sekiz yıllık süre içinde buralarda kız ve erkek ço­
cuklarının birlikte eğitim almaları, eğitim ve öğretim
programları içinde aşçılık, dikişçilik, tavukçuluk gibi
uğraşların yer alması gerekmekteydi.
Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli
Mücadele yıllarının bütün zorlu ve yıpratıcı koşulla­
rına rağmen devletin ve milletin ümit kaynağı, hep
Anadolu'ydu. 23 Nisan 1920'de açılan TBMM'nin,
yeni bir hükümet oluşturma çalışmaları neticesinde
kurulan 11 vekaletten biri, Maarif Vekaletiydi (2 Ma­
yıs 1920). Böylece eğitim-öğretim meselesinin, Milli
Mücadele devam ederken bile ihmal edilmeyecek bir
mesele olduğu vurgulanıyor, uzun süren savaşların
ve işgallerin altüst ettiği eğitim-öğretim faaliyetleri­
nin mümkün mertebe düzenlenmesine çalışılıyordu.
İlk Maarif vekili Dr. Rıza Nur, TBMM'nin 19 Ekim
1920 tarihli oturumunda, "İlkokulların en az 40.000
öğretmene ihtiyacı vardır," derken Bitlis mebusu
Ziya Bey de "Bitlis ve Van gibi illerimizde bugün okul
adına bir şey yoktur," sözleriyle durumun vehameti­
ni ortaya koyuyordu.
İlköğretimin yaygınlaştırılması konusundaki has­
sasiyetini her vesileyle ifade eden Mustafa Kemal Ata­
türk ise "Eğitim sistemimizin temeli, evvela mevcut
cehli ortadan kaldırmaktır . . . Bütün köylüye okumak,

22 • Kö)' Enstitüleri
yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanı­
tacak kadar tarihi, coğrafi ve ahlaki bilgileri vermek
ve aritmetik öğretmek, maarif programımızın ilk he­
defidir," demek suretiyle, savaş yıllarında bile sürdü­
rülmeye çalışılan eğitim faaliyetlerinin esaslarına ve
hedeflerine işaret etmişti. Milli Mücadele'nin başarıy­
la sonuçlanıp Cumhuriyet' in ilan edilmesinden sonra
da ülkenin bütün bireylerinin çağdaş eğitim-öğretim
kurumlarından istifade etmesi için çalışmalar devam
etmiş ve 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu ile
"İlköğretim bütün Türkler için mecburidir ve devlet
mekteplerinde parasızdır," denilmek suretiyle, ilköğ­
retim zorunlu hale getirilmiştir.
17 Şubat 1923 tarihinde İzmir'de toplanan Türkiye
İktisat Kongresi'nde ise Türkiye'deki tarım ve ziraat
meseleleri görüşülürken, köy ve köylü eğitimi mese­
lesi de gündeme gelmiş, bu konuda çeşitli kararlar
alınmıştı. Ziraat ve maarif, yani eğitim meselesine
dair alınan kararların en dikkat çekeni ise şuydu:
"Madde 6: Köylerdeki iptidai ilkokullarının geniş
bahçelerinin, ahırlarının ve kümeslerinin olması ge­
rektiğiydi. Bunlar, öğretmen denetiminde öğrenciler
tarafından işletilmeli ve böylece çiftçilik, çocuklara
"amell" şekilde öğretilmeliydi. Yine orta ve yükse­
kokulları bitiren erkek ve kız öğrenciler ve medrese
mezunları, köylere giderek en az bir yıl öğretmenlik
yapmalılardı."
Kongrede saptanan hedeflerden de anlaşılacağı
üzere öğretmen eğitiminde temel amaç, çok sayıda
ve nitelikli öğretmen yetiştirilmesi esasına dayan­
maktaydı. Kongre kararlarını hayata geçirmek mak­
sadıyla, ilk olarak 1923 yılında, Milll Eğitim bakanı
İsmail Safa (Ö zler), dünyanın en önemli eğitimcile­
rinden kabul edilen Kolombiya Üniversitesi profe­
sörlerinden John Dewey'i Türkiye'ye davet etti. Eği-

İsmet Türknwn • 23
tim sistemimizi incelemesi için hükümetin davetlisi
olarak ülkemize gelen Dewey, bir müddet Türkiye'de
kaldıktan ve çeşitli incelemeler yaptıktan sonra, 1924
yılında bir rapor hazırladı. Dewey'in raporunda, Tür­
kiye nüfusunun kırsal sahada toplanmasına işaret
edilerek, köye ve köylüye yönelik eğitim ve bu eği­
timi verecek köy öğrehneni yetiştirilmesi üzerinde
duruluyordu. Diğer bir ifadeyle Dewey, köy hayatına
uygun bir eğitim- öğretim programına, bu programı
uygulayacak köy öğretmeni yetiştirilmesine ve bu­
nun için de yeni tip muallim mekteplerinin kurulma­
sına işaret ediyordu. Dewey'in dikkat çektiği diğer
bir husus da köy okullarında verilecek eğitim- öğre­
tim faaliyetlerinde köylülerin ve çiftçilerin ihtiyaçla­
rının esas alınmasıydı. Bunları hesaba kahnaksızın
kurulacak bir Türk milli eğitim sistemi, ülkenin ihti­
yaçlarıyla örtüşmeyecekti.
İlk Öğrehnen Okulları diye de adlandırılan kla­
sik öğretmen okullarından mezun olanlar, genellikle
köylerde görev yapmak istemiyorlar, burada görev
yapanlar ise şehir yaşamından çok farklı koşullardaki
köy şartlarına uyum sağlayamıyorlardı. Bu nedenle
Cumhuriyet yönetimi, öğrehnenliği bir meslek hali­
ne getirmek için yasal tedbirler almıştı. Nitekim 13
Mart 1924'te Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu ile 22
Mart 1926 tarihli Maarif Teşkilatına Dair Kanunu'n­
da, öğrehnenlik mesleği tanımlanmıştı. İlkokul öğ­
rehneni yetiştirilmesi konusu da ayrı bir problemdi.
İllerde bulunan Erkek ve Kız Muallim Mektepleri, il
özel idareleri elinde gelişemedikleri için, 1 Eylül 1923
tarihinde Maarif Vekaletine bağlanıp genel bütçe içe­
risine alınmıştır.

24 • Köy Enstitüleri
1- Köy Muallim Mektepleri
Darülfünun müderrislerinden Ali Haydar Bey,
1924 sonlarında üniversitede verdiği konferansta,
köylere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıllık Köy Mu­
allim Mekteplerinin kurulmasını teklif etti. Bu teklif,
sonrasında 1 Mayıs 1924 tarihinde Konya'da toplanan
Maarif Müfettişleri Kongresi'nde de gündeme geldi. 2
Mart 1926 tarihli Maarif Teşkilatı Kanunuyla, Mustafa
Necati Bey döneminde şehirlerdeki öğretmen okulla­
rından ayrı olarak, köyün eğitim sorunlarını çözmek
amaçlı Köy Muallim Mekteplerinin kurulması kabul
edildi. Böylece köye göre öğretmen yetiştirme hare­
ketinin ilk denemesine girişilerek 1927'de, Mustafa
Necati'nin bakanlığı döneminde Denizli Erkek Mu­
allim Mektebi, Köy Muallim Mektebi'ne çevrildi ve
Kayseri'de, Zincirlidere köyünde öğretim süreleri üç
yıl olan bir Köy Muallim Mektebi açıldı. 1928 mali yılı
bütçesinde Köy Muallim Mektepleri için belirlenen
kadrolara göre, bu kurumların her birinde 1 müdür, 2
müdür yardımcısı, 1 doktor, 1 aşçı, 10 hizmetli, 1 am­
bar memuru, 1 mübayaa memuru ve 1 ziraat memu­
nmun bulunması öngörülmüştü. Bu kadrolar, benzer
biçimde 1929 yılı bütçesinde de muhafaza edilmiştir.
Bu okullarda öğleden önce genel bilgi veren ders­
ler, öğleden sonra ise tarım ve el sanatları dersleri
işlenmekteydi. Tarım dersleri11 özellikle hububat,
sebze, bağcılık gibi konular uygulamalı şekilde yapıl­
maktaydı. Öğrenimlerini tamamlayan öğrenciler, ba­
kanlığın kendileri için belirleyeceği köy okullarında,
asgari altı yıl öğretmenlik yapmakla yükümlü tuhıl­
muşlardı. Bu okul mezunları, beş yıl hizmetlerinin ar­
dından, arzu etmeleri halinde, ilk öğretmen okulları­
nın birinde son iki sınıf derslerinden imtihan vermek
suretiyle ilk öğretmen okulu mezunu olma hakkını
kazanabiliyorlardı.

ismet Türkmen • 25
Tablo: Köy Muallim Mektepleri
Okul, Öğretmen ve Öğrenci Durumu

Okul Öğrenci Sayısı


Yıllar Öğretmen Sayısı
Sayısı Erkek Bayan
1927-1928 2 - 133 -

1928-1929 2 27 230 -

1929-1930 2 24 261 15
1930-1931 2 23 289 14
1931-1932 2 16 333 11
1932-1933 1 10 76 10
Kaynak: DIE, Milli Eğitim Hareketleri, Ankara 1967, s. 35.

Muallim Mektepleri Talimatnamesi hükümleri­


ne tabi olan bu okullardan hizmette olduğu altı yıl­
da yaklaşık 700 öğrenci mezun oldu ancak bu sayı,
mevcut talebi karşılamaktan oldukça uzaktı. Üstelik
1931-1932 ders yılında 16.973 olan ilkokul öğretme­
ni sayısı, 1935-1936 yılında 14.949'a inmiştir. Mevcut
öğretmen okulları her yıl 650-700 öğretmen mezun
etmesine rağmen çok sayıda emeklilik, ölüm ve istifa
gibi meslekten ayrılmalar yüzünden bu sayı 300-500
düşmekte ve açık büyümekteydi.
Altı yıl süren bu denemeden istenilen sonuçlara
ulaşılamamış olması nedeniyle bundan vazgeçilmiş­
tir. 1926-1933 yıllarında denenen Köy Muallim Mek­
tepleri, köye göre öğretmen yetiştirme girişimlerinde
temelde sistem ve metotlar açısından önemli değişik­
likler gerçekleştirememiş olmaları sebebiyle başarısız
denemeler telakki edilmişlerdir. Köy Muallim Mek­
teplerinin kapanmasından sonra da inkılapları köye
götürebilecek, köyün kalkınmasını sağlayabilecek,
çeşitli konuları bilen, köyde kalabilen bir öğretmen
tipi üzerindeki yöntem arayışı devam etti.

26 • Köy Enstitüleri
2- Köy Öğretmen Okulları
Köye yönelik öğretmen yetiştirme anlayışı, Dr.
Reşit Galip'in 1 932 yılında Maarif Vekili olmasıyla
tekrar gündeme taşındı. Dr. Reşit Galip, 1933 yılında
köyler için çok sayıda öğretmen yetiştirmek üzere ça­
lışmalar yaptırdı. Bu çalışmalardan en önemlisi, Milli
Eğitim Bakanlığında, Ziraat ve Sağlık bakanlıklarının
temsilcilerinin de bulunduğu, bir Köy İşleri Komisyo­
nunun kurulmasıydı. Komisyon, hazırladığı raporda,
ziraat eğitimine dayanarak köy kalkınması merkezi
fikri etrafında, devletin köydeki temsilcisi olacak, kö­
yün maddi ve manevi hayatını değiştirecek yeni bir
köy öğretmeni tipinin yetiştirilmesi gerektiğini belirt­
ti. Ancak Reşit Galip' in kısa süren bakanlığı sırasında
etkili bir girişimde bulunulamadı. Sadece Ankara'da,
İ zmir'de, Bursa'da ve Adana'da köy öğretmeni yetiş­
tirmek üzere 40 günlük kurslar açılabildi.
Köy öğretmeni yetiştirme meselesi, dönemin
siyasi iradesi ve tek partisi konumundaki CHP'nin
meclis grup toplanhlarında ve 1935 yılında toplanan
IV. Büyük Kurultayında da ele alındı. Bu kurultay­
da hazırlanan programda, köyde yaşayan çocukların
köy hayatının ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmeleri
gerekliliği üzerinde duruldu. Bu sırada, daha sonra
Dicle Köy Enstitüsünün kurucu müdürlüğünü üst­
lenecek Nazif Evren, illerin bütçelerine Maarif Veki­
li için ayrılan ödenekten öğretmen maaşlarının bile
ödenemez durumda olduğu döneme vurgu yapmak
suretiyle, ülkenin mall ve eğitim durumunu şu sözle­
riyle gözler önüne sermişti:

İstatistiklere göre, 1934'teki Millt Eğitim Bakanlığı büt­


çesi, 9.500.000 TL kadardı. Genel bütçe ise 200 milyon
liradır. 1935'te genel bütçe, 250.5 milyon; Millt Eğitim
Bakanlığına ayrılan ödenek, 10.690.00 lira; 1936'da ge-

İsmet Türkmen • 27
nel bütçe, 260 küsur milyon; Mili! Eğitim Bakanlığının
payı, 10.415.000 liradır. Bu bütçe ile yeni okul binaları
yapmak, okul araçları almak ve orta d ereceli okul öğ­
retmenlerinin maaşlarını vermek, olanak dışıydı. An­
cak mevcut ekonomik tedbirler ile idare etmek yoluna
gidilmesi gerekli idi. Bu ortam içinde de okulların ye­
tiştirdiği kişiler; geçimi maaşa dayalı, başka iş yeteneği
olmayan kişilerdi. Şehirlerde açılan orta dereceli okul­
lar, üretime dayalı eğitim yapamamaktaydı. Öğretmen
okullarında öğretmenlerimiz, köylere gitmemizi öne­
riyorlardı. Ama köyde yapacağımız işler hakkında bir
yöntem önerisi veremiyorlardı. Köy ve köylü, salt konu
olarak ele alınmıştı. Halkevlerinde, köycülük kolları
vardı. Bir kısım gençler, köylere gidip nutuklar çeki­
yorlardı, ama köyün ve köylünün kalkınmasını etkile­
yemiyorlardı.

İşaret edilen bu yola ilk baş koyanlardan Saffet


Arıkan, bakanlığı döneminde 1936 yılında Eskişe­
hir'in Mahmudiye köyünde bir Eğitmen Kursu aç­
mıştır. Bu kursun amacı, askerde onbaşılık veya ça­
vuşluk yapmış köylü gençleri altı aylık bir kurstan
geçirerek eğitmen unvanıyla küçük köylere ve üç
yıllık ilkokullara göndererek öğretmen sıkıntısına
bir çözüm bulmaktır. Bu şekilde köye öğretmen ye­
tiştirme girişimlerinin ikinci denemesi olan eğitmen
kurslarından ilki, Eskişehir Çifteler'de Köy Öğretmen
Okulu adıyla açılmıştır. Bu uygulamadan olumlu
netice alınması üzerine, aynı yıl nüfusu dört yüzün
üzerinde bulunan köylere de öğretmen yetiştirmek
maksadıyla, İzmir Kızılçullu'da, başka bir köy öğret­
men okulu projesi daha hayata geçirilmiştir. Maarif
Vekaleti, 1938- 1939 Eğitim-Öğretim Yılı'run başında,
Edime Karaağaç'ta açtığı okulla, köy öğretmen okul­
larının sayısını üçe çıkarmıştır.

28 • Köy Enstitüleri
Köy Öğretmen Okullarının teşkilat ve idare yapı­
ları irdelend iğinde, Vekaletin emri doğrultusunda bu
okulların üç kısımdan meydana geldiği görülmekte­
dir. İlkokul kısmı, köy öğretmen okullarına bağlı beş
sınıflı olmak üzere olup bu okulların açılış amacı, üç
sınıflı köy ilkokullarından mezun olanlara tam dev­
reli b ir ilkokulu bitirme ve böylece Köy Öğretmen
Okullarında okuma imkanı sağlamakh. Orta kısım­
da ise ortaokul sınıfları, öğretmen okullarına hazırlık
vazifesi amaçlıdır. Bu sınıflara, tam devreli köy okul­
larını bitirmiş olanlarla birlikte Köy Öğretmen Oku­
lunun ilk kısmını bitirmiş öğrenciler alınmaktaydı.
Bu kısımda öğrenimlerine devam edecek öğrencilere,
resmi ortaokullardaki müfredat programı uygulan­
makla beraber pratik ziraat ders uygulamaları ile in­
şaatçılık, demircilik, dülgercilik, kooperatifçilik gibi
mesleklerin öğretilmesi öngörülmüştür. Son olarak,
öğretmen oku lu kısmına geçmiş olan öğrenci, orta kı­
sımda öğrenmiş oldukları köy mesleklerinden birini
uygulamak ve stajını yapmak suretiyle öğretmenlik
mesleğine hazırlanmaktaydı. Bunlar köy yaşantısın ın
inceliklerine dair gerekli donanımı kazanmalarının
ardından ise Köy İlkokul Öğretmeni sıfatıyla görev­
lerine başlatılmışlardır.
Köy Öğretmen Okullarının öğretime başladıkları
1 937-1938 Eğitim-Öğretim Dönemi'nde bu okullara,
ikişer öğretmen ile sadece dört-beş uygulama öğret­
meni atanmışhr. Öğretim yılının ortalarına doğnı bu
sayılar her iki okulda da artmakla birlikte öğretmen
sayısı 12'ye, bu sayı da 1938-1939 yılları itibariyle 25'e
u laşmıştır.

İsmet Türkmen • 29
Tablo: Köy Öğretmen Okulları
Okul ve Öğrenci Durumu
Öğrenci Sayısı
Yıllar Okul Sayısı
Erkek Bavan
1937- 1938 2 128 -
1938-1939 3 325 16
Kaynak: DİE, Mi/il Eğitim Hareketleri, Ankara 1967, s . 32-35.

Köylere eğitimin götürülmesinde ekonomik kay­


nak sıkıntısının yanında asıl sıkıntı, öğretmen yeter­
sizliği idi. Tüm bu girişimlere rağmen 1930 yılının
başlarında Türkiye'de kırsal nüfusun yoğunluğu ve
bunların ilköğretim sürecine geçirilmeleri, ülkenin
önemli sorunları arasındaydı. Diğer yandan, köyle­
rin büyük bir bölümünün okuldan ve öğretmenden
yoksun olmaları da ciddi bir problemdi ve derhal çö­
zülmeliydi.
İsmet Türkmen • 31
Tablo: Türkiye'de İlkokullarda Okul, Öğrenci, Öğretmen

öCRETİM
Yll.I
OKUL
Köyde
öCRENCi

Şehirde Toplam
1
Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam

1923 -24 4894 - - - - 273107 62554 341941

1924-25 5987 - - 301381 88987 390368

1925-26 5975 - - - - 313893 92895 406788

1926-27 5995 - - - 348978 86585 435563

1927-28 6043 - - - - 325695 133969 461985

1928 -29 6600 - - - - - 323260 154309 477669

1929-30 6542 - - - 308028 161043 469071

1930 -31 6598 - - - 315072 174227 489299

1931-32 6713 - - - 335921 187690 523611

1932 -33 6778 203822 99155 302977 162203 102081 264384 366125 201236 567361

1933 -34 6383 213116 101001 314117 172131 104921 277052 385247 205922 591169

1934-35 6402 238789 109117 347906 188009 111445 299454 426978 220562 647360

1935-36 6275 254166 115159 369325 199962 118815 318777 454128 233974 68810l

1936-37 6202 264503 116147 380650 209217 124311 333528 473720 240458 7141iS

1937-38 6700 287466 121315 408781 222483 133427 355910 509949 254742 764691

Kaynak: MEB Talim ve Terbiye Başkanlığı, 1923-1982 Öğretim Yılları Okul,


Öğretmen, Öğrenci Sayıları, Ankara 1982, s. 8; DİE, Milli Eğitim
Hareketleri (1927-1966), Ankara 1967, s. 13.

32 • Köy Enslitüleri
Öğretmen Başına Düşen Öğrenci Sayısı (1923-1938)

Bir Öğretmene Düşen


öGRETMEN
Öğrenci

Köyde Şehirde Toplam


Köyde Şehirde Toplam
Erkek Kadııı Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam

-
9021 1217 10238 33

-
10480 3342 13822 28

-
1CJ4.l5 3864 14309 - 28

-
10864 3367 14231 - - 31

9553 3081 12634 1395 1165 2560 10948 4246 15194 - 30

9781 3322 13103 1372 1243 2615 11153 4565 15718 30

9526 3170 12696 1372 1240 2612 10898 4410 15308 - 31

10077 3489 13566 1427 1325 2752 11504 4810 16318 - 30

6393 728 7121 5417 4435 9852 11910 5163 16973 31

6171 710 6881 4269 3914 8183 10440 4624 15064 44 32 39

6042 787 6829 4278 4016 8294 10320 4803 15123 46 33 38

6096 828 6924 4120 4058 8178 10216 4886 15102 50 37 43

5997 894 6891 3999 4059 8058 9996 4953 14949 53 39 46

5967 919 6886 3838 4053 7691 9805 4972 14777 55 42 48

6615 1688 8303 3634 3604 7238 10483 5292 15775 49 49 48

İsmt!t Türkmt!n • 33
KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞU

1-Köy Enstitülerinin Kurulmasına Giden


Süreç ve Bunun Meclisteki Akisleri
1 9301u yıllarda kültürel dönüşüm ve halk eğitimi
sahalarında önemli sayılabilecek inkılap hareketle­
rinin mimarı olan Mustafa Kemal Atatürk de bu mese­
leyle bizzat ilgileniyordu. O, Milli Eğitim Bakanlığına
Saffet Arıkan'ı getirerek çözüm için ilk adımı attı.
Saffet Arıkan' ın bakanlığı döneminde, İlköğretim
Umum Müdürlüğü tarafından 1933-1934 istatistikle­
ri hazırlandı. Bu istatistiklerde, şehirlerde bir kısmı
beş, bir kısmı ise dört sınıflı, resmi, gündüzlü ve yahlı
tüm ilkokulların sayısı 1.192; öğretmen sayısı 685; öğ­
renci sayısı ise 254.517 şeklinde verilirken, köylerde­
ki 1-3 sınıflı 4.999 resmi ilkokulda 6.786 öğretmenin
ve 313.167 öğrencinin olduğu belirtiliyordu. Ayrıca
1931-1932 ders yılında 16.973 olan ilkokul öğretmeni
sayısı, 1935-1936 ders yılında 14.949'a düşmüştü. An­
laşılan o ki, yeni mezun olan öğretmenlerden daha
fazla, meslekten ayrılanlar vardı.
Bu dönemde Eskişehir' in Mahmudiye köyünde,
askerliğini yapmış okur-yazar gençlerden seçtiği bir
gmbu "eğitmen" veya "geçici öğretmen" olarak köy­
lerde görevlendirmek için bir "eğitmen kursu" açtı.
Bu çare, pratik olmakla birlikte bir o kadar da kısa sü­
rede fayda sağlayabilecek bir çabaydı. Askerde onba­
şılık veya çavuşluk yapmış köylü gençlerin altı aylık
bir kurstan geçirilip "eğitmen" unvanıyla küçük köy-

İsmet Türkmen • 35
lere ve üç yıllık ilkokullara gönderilmesiyle öğretmen
sıkıntısı bir ölçüde gideriliyordu.
Aynı yıl, nüfusu dört yüzün üzerinde bulunan
köylere de öğretmen yetiştirmek üzere, İzmir Kızıl­
çullu'da ve Eskişehir Çifteler'de Köy Öğretmen Okul­
ları açıldı ve kısa sürede sonuç alındı. Kurslarını ta­
mamlayarak Ankara'nın yakın köylerine tayin edilen
ilk 84 eğitmenden olumlu neticeler elde edildi. Bunun
üzerine 1 1 Haziran 1 937'de çıkarılan "Köy Eğitmenle­
ri Kanunu"yla eğitmenliğe yasal bir dayanak oluştu­
ruldu. Bu yasaya dayanarak, Kızılçullu ile Çifteler'e
ek olarak Edirne'de Karaağaç ve ta kip eden yılda da
üç yeni eğitmen kursu daha açıldı.
Fakat bu uygulamaların Türkiye'nin geneline ya­
yılamayacağı ve eğitmen kurslarıyla köylerde ilkokul
düzeyinde bir öğretimin sürdürülemeyeceği zamanla
anlaşıldı. Bu, ancak geçici bir çözüm olabilirdi.
Saffet Arıkan'dan sonra Milli Eğitim Bakanı olan
Hasan Ali Yücel ise 1 935 yılında Gazi Eğitim Ensti­
tüsünde el işi öğretmeni olan İsmail Hakkı Tonguç'u,
İlköğretim Genel Müdürlüğüne atadı. İsmail Hakkı
Tonguç, Genel Müdürlüğe atanmasının hemen ar­
dından verdiği raporda, Köy Enstitülerinin genel bir
şemasını çizdi. Tonguç'un nüfusun büyük bir bölü­
münün yaşadığı köy sorununa ve köy kalkınmasına
dair yaklaşımını, şu şekilde özetlemek mümkündür:

Köy meselesi, bazılarının zannettikleri gibi mihaniki


surette köy kalkınması d eğil, manalı ve şuurlu bir şe­
kilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öyle­
sine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu, hiçbir
kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar
etmesin. Ona, esir ve uşak muamelesi yapmasın. Köy­
lüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı hali­
ne gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman

36 • Köy Enstitüleri
haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim
problemleri d e içinde olmak üzere, bu demektir . . . Köy­
lüyü, köyden başlayarak Kamutay'a (TBMM) varıncaya
kadar, d evletin bütün şubelerinin idaresine, onda bu­
günkü vasıflardan başka bir şart aramaksızın iştirak et­
tirmek, bu surette devlet işlerini, realiteden kuvvet alan
elemanlarla besleyerek memleketin hakiki bünyesine
uygun bir şekle getirmek . . . Köylü vatandaşlarda, Cum­
huriyet vatandaşlığı şuurunu, aksiyon haline gelebile­
cek şekilde uyandırmak lazımdır.

Bu uyanış ve canlandırma hareketi için kolları sı­


vayan İsmail Hakkı Tonguç, öncelikle köy incelemesi
yapmak suretiyle mevcut sayısal verileri ve daha ön­
cesinde kırsal nüfusa yönelik eski girişimleri değer­
lendirdi ve araşhrmaları neticesinde 20 yıllık bir plan
taslağı hazırladı. Hazırlanan bu plana göre, 19501e­
rin ortalarına kadar öğretmenin, koruyucunun, tarım
teknisyeninin ve sağlık hizmetinin ulaştırılmadığı
köy kalmayacakh.
Bu sayede köyde eğitimin gerek olumlu gerekse
olumsuz taraflarını ortaya koymak suretiyle yetkili
ve sorumlu mevkide bulunanlara tecrübe kazandır­
mak amaçlanmıştı. İkinci aşama ise TBMM'de Köy
Enstitülerinin kurulması yönünde gerekli siyasi des­
teği sağlayabilmekti.

İsmet Türkmen • 37
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Köy Enstitüsü'ndeki Öğrencilerle.

Köy Enstitülerinin açılması yönündeki hukuki


sürece ilişkin diğer bir önemli adım, 17- 29 Temmuz
1939 tarihli Birinci Maarif Şurasında atılmıştı. Şura
esnasında kırsal kalkınmada eğitim meselesi, her yö­
nüyle ele alınmış; köylünün eğitiminde yalnızca köy­
lüye okuma ve yazma öğreten bir öğretmenin yeterli
olmayacağı, köy öğretmeni yetiştirecek kurumların,
çok yönlü eleman yetiştirmesi gerektiğine de karar
verilmişti.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, köy eğitimi husu­
sunda 18 Nisan 1940 tarihinde Cumhuriyet gaze­
tesine verdiği demecinde, ilköğretim konusunda
milletçe ortak hareket edilmesi ve çağın gerekleri
doğrultusunda modern ve çağdaş bir ülke olabilmek
için mutlaka ilköğretim somnunun çözülmesi ve bu
doğrultuda seferberliğe en uzak köyden başlanması
gerektiği üzerinde dumyordu.

Başbakanlık tarafından 19 Mart 1940 tarihli ve


6/1194 sayılı bir tezkereyle Köy Enstitüleri Kurulması
Hakkındaki Kanun Tasarısı, TBMM Başkanlığına sunul­
muştur.

38 • Köy Enstitüleri
Kanun layihasının gerekçeleri, şu alt başlıklar­
la izah edilmiştir: İlk tahsilin bugünkü dıırıınııı ve köy,
m üstahsil ııiifııs, köyliinün okutulması ve daha iyi bir
m üstahsil durumuna getirilmesi, niiftısım dağılış tarzı
ve ilköğretinı, köy eğitmenleri, köy öğretmenleri, köy ens­
titüleri, köy enstitiisii kanun projesi hükümlerinin mı1cip
sebepleri.
TBMM'de 22 Mart 1940 tarihli toplanhnın birinci
celsesinde Maarif vekili Hasan Ali Yücel, Köy Ensti­
tüleri kamın l ayihası hakkında, "Bu, dört encümene
gidecektir. Bu seneyi kaybetmek istemiyoruz. Onun
için üç veya dört azadan mürekkep muvakkat bir
encümende layihanın müzakere buyurulmasını rica
ediyorum," diyerek konunun önemine dikkati çek­
miştir. Köy Enstitüleri kanun layihası, encümenlere
havale edilmiştir. Hasan Ali Yücel, bu encümenlerden
dörder aza alınarak layihanın bir geçici encümende
müzakeresini teklif ebniş fakat oylamaya sunulan bu
teklif, kabul edilmemiştir. Bunun üzerine Köy Ensti­
tüleri teşkili hakkında kamın layihası; Maarif, Ziraat,
Dahiliye ve Bütçe encümenlerine havale edilmiştir.
Maarif Encümeni, 26 Mart 1940 tarihinde; Ziraat En­
cümeni, 29 Mart 1940 tarihinde; Dahiliye Encümeni,
3 Nisan 1940 tarihinde ve Bütçe Encümeni, mazbata­
sını 13 Nisan 1940 tarihinde Meclis Başkanlığına sun­
muşhır. Köy Enstitüleri teşkili hakkında kanun layi­
hası ve Maarif, Ziraat, Dahiliye ve Bütçe encümenleri
mazbataları (1/339 sayı ile), Meclisin 15 Nisan 1940
tarihli toplanhsında gündeme alınmış ve 17 Nisan
1940 tarihinde görüşülmeye başlanmışhr.
Köy Enstitüleri Kanunu hakkında söz alan mil­
letvekilleri şunlardır: Hasan Ali Yücel (İzmir); Berç
Türker (Afyonkarahisar); Dr. Ali Süha Delilbaşı
(Kütahya); Dr. Osman Şevki Uludağ (Konya); Emin
Sazak (Eskişehir); Fikret Atlı (Giresun); Kazım Se-

İsmet Türkmen • 39
vüktekin (Diyarbakır); Kazım Karabekir (İstanbul);
Hakkı Kılıçoğlu (Muş); Halil Menteşe (İzmir); Ham­
di Selçuk (Hatay); İbrahim Aiaettin Gövsa (İstanbul);
Kazım Nami Duru (Manisa); Salah Yargı (Kocaeli);
Feridun Fikri (Bingöl) ve Abdurrahman Naci Demi­
rağ (Sivas).
TBMM'de 17 Nisan 1940 tarihinde kanun tasarısı
hakkında ilk olarak Konya Milletvekili Dr. Osman
Şevki Uludağ söz almış, " . . . henüz daha köylere hoca
temin edecek vaziyette değiliz. Muallim mektebin­
den çıkanları köylere kadar yaymak kabil olmamışhr.
Üç sene evvel eğitmen usulüne başlanmış, fakat an­
cak maksadın ufak bir kısmı tahakkuk etmiştir. Bu­
gün, mesleğinde cidden sayılı bir üstat olarak tanılan
Maarif vekilimiz umumi bir derdimize deva olarak
bu köy enstitüleri kanununu getirdiklerinden dolayı
kendilerini minnetle ve şükranla karşılarım . . . " diye­
rek Konya Vilayeti' nin büyüklüğü sebebi ile buraya
öncelik tanınması gerektiğini belirterek, köy ve okul
sayılarına ilişkin istatistik bilgiler vermiştir.
Daha sonra söz alan Eskişehir Milletvekili Emin
Sazak, kanun hakkında şunları söylemiştir:

Bu mesele hakikaten bugün bayram yapacak kadar


memleketimizde çabuk meyvesini veren bir hadise
olmuştur. Eskişehir'de şahidi olduğum için hakikaten
minnetle ve şükranla söylerim. Galiba adına eğitmen
diyorlar, bunların bulunmadığı köy bizim tarafta ancak
10-15 tane kalmıştır. Benim merak ettiğim bir yer var.
Her şeyden evvel bu işin müessisi olan Saffet Arıkan'a
şahsen minnetimi ve şükranımı arz ederim. Zanne­
derim benim gibi bütün Türk milletinin d e bütün bu
küçük köyleri okutmak hususundaki hisleri bu mer­
kezdedir. Eğitmenleri o kadar enerjik buldum ki mual­
limlerde bunu görmedim. Geçen sene kendi kazamda

40 • Köy Enstitüleri
Eğitmen orada muhtarı almış, köylüyü toplamış; mek­
tebin taşını, kerestesini getiriyorlar.

İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir ise kanuna


ilişkin farklı değerlendirmelerde bulunmuştur. Ona
göre, "Kanun layihası büyük bir ihtiyacı karşıladı­
ğından hakikaten her türlü şükrana layıktır ... Bir
kere bu müesseseler kurulurken harp halinde dahi
bir istihsal merkezi olarak faaliyette bulunması dü­
şünülmelidir ve harpte istihsal kudretlerini artıracak
tedbirler almalıdır . . /1 Karabekir, üç madde altında
.

nelere önem verilmesi gerektiğini açıklamıştır. Birin­


cisi, lüzumsuz masraflara boğulmamaktır. Onun için
çok tasarruflu hareket edilmelidir. Köylerin hayat
şartlarını daima göz önünde bulundurarak bu ku­
ruluşu kurmak lazımdır. İkinci olarak, büyük bir ti­
tizlikle hedefe yürünmeliydi, yani bilgili iş adamları
yetiştirmek gerekliydi. Gerek kuruluşunda ve gerek
idamesinde bu noktayı gözden kaçırmamak lazım­
dı. Karabekir'e göre, " ... Köylerde dahi teessüs etmiş
ve ayni maksatları ifade edilmiş öyle mekteplerimiz
vardır ki köyden alıp da yetiştirdiği çocuğu o köyde
tutamıyor. Çünkü kazması, küreği vardır. Fakat de­
polarda daha ziyade istirahat halindedir. Onun için
bu noktaya arz ettiğim gibi büyük bir dikkat sarfı
lazımdır. Üçüncüsü, sağlam vücud ve sağlam seciye
hususlarına çok dikkat edilmek lazımdır . . . " diyerek
uzun uzun söz konusu başlıklar hakkında açıklama­
larda bulunmuştur. Kazım Karabekir, kanunda bir
noktayı mahzurlu görmektedir. Bu, kanunun üçüncü
maddesidir: 11 Köy Enstitüleri, yalnız köy ilkokul­
• • •

larını bitiren çocuklara hasrediliyor. Şehir ve kasaba,


çocukların köylerle temasını kesiyor. Halbuki dün­
yanın her tarafında bu teması çoğaltmak için yeni
yeni tedbirler alındığını görüyoruz. Biz şehir ve köy
çocuklarını böyle birbirleriyle kaynaştıracak yerde

İsmetTürkmen • 41
bir safiyet-i fikriye ile ayırırsak, sonra acaba bu köy­
lere başka taraflardan yapılacak telkinlerle günün
birinde biz bu şehirlilerin karşısında başka fi kirlerle
onları mücehhez bulmaz mıyız? Onun için bendeni­
ze öyle geliyor ki, şehir çocuklarını köylere götürmek
için diğer devletlerin yaptığı gibi daha bazı tedbirler
alma lıyız."
Anlaşılacağı üzere Kazım Karabekir, diğer eleşti­
rilerden çok farklı bir amaçla ve şekille mevcut yapı­
nın işlevselliğinden endişe duymayıp, uygulamanın
toplumda Osmanlı Devleti'ndekine benzer kurumsal
ikiliklere yol açacağı endişesiyle, bu enstitü lerin o
dönemde bir sorun alanı olan köy-şehir uçurumunu
derinleştirebileceği düşüncesini ifade etmiştir. Buna
karşılık Bakan Yücel, bu düşüncelerin a ksine, enstitü­
lerin kurulmasında güdülen amacın bu ayrımı orta­
dan kaldırmak olduğunu savunduğu Meclis konuş­
masında heyecanını, "Bu kanunun memleketimizin
istikbali, halkımızın maarif ihtiyacı ve köylümüzün
kalkınması bakımından haiz olduğu ehemmiyet, tas­
vibinizle bir kere daha ve en esaslı surette tahakkuk
etmiştir. Bunu görmekle büyük bir bahtiyarlık duyu­
yorum ve şahsan, uzun yıllar kalbimde sakladığım
bir idealin tahakkukuna şahid o luyorum. Onun için
Yüksek Heyetinize bütün samimiyetimle, bütün yü­
reğimle bu tarihi anda en derin teşekkürlerimi arz
ederim," ifadeleriyle dile getirmiştir.
Karabekir, son olarak enstitü kelimesi üzerinde
durarak, enstitü yerine bu oku llara "hayat mektebi"
veya "hayat kaynağı" gibi daha anlaşılır, köylüler ve
çocuklar üzerinde daha tesir bırakacak bir isim ver­
menin daha uygun o lacağını belirtmiştir.

42 • Köy Enstitüleri
Dönemin İlköğretim müfettişi İsmail Hakkı Tonguç ve köy çocukları

Kanun hakkında Bingöl Milletvekili Feridun Fik­


ri, söz alarak bu yasanın öneminden bahsetmiştir.
Feridun Fikri, "Cumhuriyet' in en güzel bir eseri kar­
şısındayız. Hakikaten köye doğru gitmek, köylü ile
yakından alakadar olmak, onun her türlü ihtiyacını
temin edecek, onun hars itibarıyla ve içtimai terak­
ki itibarıyla her türlü ahvalini yakından göz önün­
de tutacak böyle esaslı bir uzva köylünün bilhassa
ihtiyacı vardı. Bu hususun şimdi böyle bir kanunla
tekevvün etmiş olması ve yüksek huzurunuza gel­
mesi, son derece mucibi şükrandır. Binaenaleyh ka­
nunun başlıca temin edeceği fayda, köylü ile meşgul
olmak davasıdır ki inşallah az zamanda köylünün
kalkınma, bu davayı karşılamak hayırlı semereler
verecek ümidiyle kanunu çıkarmak vazifemizdir,"
diyerek birtakım yaptırımlar gerektiğini ifade etmiş­
tir. Feridun Fikri, ayrıca en esaslı gördüğü noktayı
şu şekilde ifade etmiştir:

Şark vilayetlerinde bilhassa bu muallimlerin ifa edecek­


leri büyük hars vazifesidir. Binaenaleyh, bunun bütün
şümulü ile ifa edeceği vazifenin ehemmiyetini naza­
rı itibara alarak içtima! noktadan, hars noktasında ve

İsmet Türkmen • -13


bilhassa dil noktasından bu muallimlerin köylülerle
de meşgul olarak onların dillerini tashih etmek, mem­
leketimizin, milliyetimizin, tesanütümüzün bütün ga­
yelerini nazarı itibara alarak tamamıyla misyonlarını
köylünün ruhuna telkin edecek şekilde yapılmasını te­
min etmesi için bilhassa Maarif vekilinden bunun Şark
vilayetlerinde daha ziyade nazarı itibara alınmasını ve
elden geldiği kadar o vilayetlerin bu kanundan daha
esaslı surette istifade etmeleri esasını araştırmalarını
rica edeceğim . . .

Sonrasında söz alan Manisa Milletvekili Kazım


Nami Duru, şu ifadeleri sarf etmiştir: "Arkadaşlar, ilk
evvel Saffet Arıkan köy eğitmen kursları açtı. Orada
yetiştirdiği eğitmenlerle köyleri birer yeni nur ve ha­
yat ocağı yapmağa çalışh. Bugün Türk irfan tarihin­
de Saffet Arıkan'ın teşebbüsü, şerefli bir sayfa işgal
ediyor. Gelgelelim Köy Enstitüsüne. Arkadaşlar, Köy
Enstitüleri şöyle kafadan düşünülüvermiş, memle­
ketin hayat ve faaliyeti umumiyesiyle uğraşılmamış
olarak vücuda getirilmiş bir eser değildir. Köy Ens­
titüleri Kanunu, bilhassa köy eğitmenlerinin işe baş­
lamasından sonra vücuduna şiddetle ihtiyaç oldu­
ğu görülerek tesisine çalışılmış bir müessesedir . . . "
diyerek Kazım Karabekir'in beden ve ruh terbiyesi
konusundaki sözlerine de cevap olmak üzere terbiye
ve ahlak konusu üzerinde durmuştur. " . . . ilk mekteb
programlarında, beden terbiyesinin hangi hareketler
olduğu ve çocukların her yaşta hangi hareketlerle iş­
tigal ettirileceği yazılmışhr. Bu, bütün ileri memleket­
lerde şimdiye kadar intişar etmiş ve teşebbüs edilmiş
olan pedagojik mesainin verdiği mutalar üzerine ya­
pılmışhr. Ahlak terbiyesi, yalnız telkin değildir; ah­
lak terbiyesi, muhitin kendisinden çıkar. Bendenizce
Köy Enstitüleri, memlekette ilmi bir surette köylüyü
kalkındırmak, köylüyü terbiye etmek ve köylüye ci-

44 • Köy Enstitüleri
hanı anlatmak için büyük bir teşebbüstür. Fakat bu
teşebbüs, köylüyü şehre getirmek teşebbüsü değildir.
Köylünün köyüne, arazisine sevgi ile bağlı olarak kö­
yünde çalışması için yapılmışhr . . . "
Kütahya Milletvekili Dr. Ali Süha Delilbaşı ise kö­
yün ve köylünün ahlaken de kalkındırılması husu­
sunda şu ifadelere yer vermiştir:

Memleketle alakası olan, memlekete merbut olan her­


kes gibi bendeniz de kendimi idrak ettiğim zamandan
beri en büyük davanın köy davası olduğunu idrak etmiş
bulunuyorum. Köy kalkınması için muhtelif fikirler,
nazariyeler serdedilmiş bulunuyor. . . Köylünün kalkın­
ması demek, daha ziyade onun hayat şeraitinin medeni
memleketlerde onun mümasili vaziyette bulunanların
hayat şeraitine binnisbe yaklaşması demektir. Halbu­
ki bugün köylerimizle, hatta mektep bulunan köyleri­
mizde verdiğimiz tahsil, eğitmen usfılüyle verdiğimiz
tahsil, bu gayeyi teminden çok uzakhr. Hepimizin bil­
diğimiz gibi açık bir hakikattir ki, köy mekteplerinde
verilen tahsil, klasik tahsil çok defa hayati kıymeti haiz
olmadığından az bir zaman sonra unutulur. Görüyoruz
ki, köy mektebinde okumuş bir çocuk genç yaşına gel­
diği ve askerlik çağını idrak ederek orduya çağırıldığı
zaman maatteessüf okuma ve yazmayı da bilmeyen bir
vasıfta gelmektedir. Bu itibarla ameli faydaları olduğu­
na katiyetle inandığım enstitü kanununu gayet büyük
takdirle karşılarım. Bir meseleyi tetkike layık görmekte­
yim. Bendeniz köylü ile şehirli arasında ruhiyat nokta­
sından bir fark olmadığını iddia etmeyeceğim . . .

Elverir ki, biz köylüye iyi bir yol göstermiş olalım. Hiç­
bir zaman köylüye iyi bir iş verilmiş de köylü bunu ka­
bul etmemiştir denemez. Efendiler, memlekette büyük
içtimai inkılaplar yaptık. Meclisin gerek içinde ve gerek
dışındakilerin mühim bir kısmı bendeniz de şahsen iti-

İsmet Türkmen • 45
Another random document with
no related content on Scribd:
Starting from the Cathedral follow the streets indicated, by
continuous
lines, in the direction of the arrows.
The numbers indicate the pages where the corresponding
photographs
will be found.

SOISSONS IN 1914, seen from the Northern Tower of Saint-


Jean-des-Vignes Abbey.

The German bombardments made countless ruins throughout the


town. Everywhere one sees shattered walls, hanging roofs, and
heaps of rubbish and stones that once were houses.
The ruins are gradually being cleared away, to make room for the
new life which is springing up, but signs of the destruction will long
remain.
SOISSONS IN NOVEMBER 1918.
Note the separation of the Cathedral Tower from the Nave (pp.
19–24).
VISIT TO THE CITY AND ITS
SURROUNDINGS
(See plan, p. 12 and itineraries, pp. 13 & 52).
Do not miss: The Cathedral (p. 15); the ruins of the Abbey of
Saint-Jean-des-Vignes (p. 44).
Archæological Curiosities: the Church and Cloister of Saint-
Léger (p. 35); the old Church of Saint-Pierre-au-Parvis (p. 42);
the Crypt of the old Abbey of Saint-Médard (p. 61).
Other sights: the Maison de l’Arquebuse (p. 43). the Museum (p.
40).
Souvenirs and traces of the war: the ruins in the town, the Mail
(p. 54), the bridges (pp. 55 & 63) the faubourg St. Waast (p.
62), the military works from Vauxrot to St. Paul (pp. 56–61).
Two itineraries are given, each starting from and returning to the
Cathedral, which include all points of interest in the city and its
environs:
First Itinerary (p. 13) The City (pp. 15–51).
Second Itinerary (p. 52) The Surroundings (pp. 53–63).
FIRST ITINERARY—VISIT TO THE
CITY
THE CATHEDRAL

THE CATHEDRAL IN NOVEMBER 1918.


In April 1919, visitors entered through the door in the Place du
Cloître (see pp. 29 & 33).
The Cathedral of Soissons (H.M.) may be considered as a miniature
of that of Amiens. For the purity of its lines and simplicity of
arrangement, it is probably the finest of the secondary Cathedrals in
France.
THE CATHEDRAL BEFORE THE WAR.
The unfinished main front had only one tower.

It was very quickly built, of hard Soissons stone, and is peculiar in


that building began at the south arm of the transept,—primitive
Gothic in style,—during the last third of the 12th century. Next were
built, in pointed Gothic, the choir (completed in 1212) then the nave.
The main body of the cathedral was completed in the middle of the
13th century, with the exception of the high parts of the main front
(on which a single tower was built in the 14th century) and of the
façade of the north arm of the transept (also 14th century).
The cathedral of Soissons, like that of Arras, has greatly suffered in
its vital parts. The nave, which partly fell in during 1915–1916, was,
with the aisles, entirely destroyed by the end of 1918. The tower,
which, though severely damaged by enemy shell-fire, was still
standing, collapsed at the same time. The transept and choir alone
escaped with slight damage.

Principal Façade of the Cathedral.

The West front contains three doorways, finished about 1230, but
disfigured in the 18th century by roughcast, which destroyed their
13th century decoration, since replaced by pseudo-Gothic ornament.
THE TOWER IN JUNE 1915.
The collapse of the mullion laid bare the framework of the
belfry.

Above the large rose-window, set in a tierce-point arch, rises a


graceful gallery composed of double arches surmounted by gables,
which is carried all round the single tower, about 241 feet in height.
The tower comprised on each front two long bays separated by a
mullion. Its later date was noticeable chiefly in the statues of
apostles, saints and bishops, sheltered beneath finely carved
canopies, which ornamented the corner abutments.
Throughout the war, the German gunners made a constant target of
the cathedral tower.
In June 1915, large calibre shells caused the collapse of the great
mullion separating the two bays on the west front, which fell to the
ground, a large breach in the upper part of the tower laying bare the
framework of the belfry (photo above). The same collapse caused
the fall of almost all the gables of the lower gallery, the left bay of
which had previously been struck by several shells.
THE TOWER IN MARCH 1919.

Until 1918, no further damage of importance was done to the façade,


but in August of that year, some days after the French had retaken
Soissons, three sides of the tower (north, south and east) and the
interior framework of the belfry were entirely destroyed by the
numerous German shells.
In September 1918, all that remained of the tower were the two
buttresses at the north-west and south-west corners. By a miracle
they remain poised, but loosened stones keep constantly crashing to
the ground (photo above).
All the arches of the gallery above the large rose-window were also
destroyed in August 1918.

Interior of the Cathedral.

The cathedral, over 300 feet in length, comprises:


A Nave with seven bays and double side-aisles, with
chapels of a later date added to the last four bays.
A Transept, the south arm of which ends in a semi-circle,
and the north arm in a straight wall.
A Choir with four bays and a semi-circular Apse surrounded
by an ambulatory, off which open eight rectangular chapels,
and, at the apse, five radial polygonal chapels.
PLAN OF THE CATHEDRAL.

A.—Pillar of the Nave broken in 1915.


B.—Gallery of the old Cathedral Cloister.
C.—Chapel in the South Arm.
D.—Vestry Passage (statue of Virgin and Child).
E.—St. Ruffin’s Chapel (17th century statue of the saint).
F.—St. Valère’s Chapel (17th century statue of the saint).

The Nave before the Bombardments.

Completed about 1230, the Nave—now entirely destroyed—was


regarded before the war as one of the best examples of the
harmonious simplicity of early 13th century Gothic architecture.
The central vault was about 103 feet in height.
The bays were divided by columns flanked on the side facing the
grand nave by a small engaged shaft. On their fine capitals,
decorated with four rows of crockets or foliage, rested the large
arches of the ground floor, and the groups of five small columns
which supported the springing of the pointed arches of the vault.
The large arcades were surmounted by a shallow triforium and high
double windows with dividing mullions.
The wide, lofty aisles with windows gave additional light to the body
of the church. Their vaulting was pointed and terminated at the last
bays in chapels built for the most part in the 18th century.
In the second bay of the north aisle, a gallery (B on plan), the
remains of the old cathedral cloister, gave access to a large chapel
(Chapelle des Œuvres) with two naves of three bays. It was the old
chapter-house, built in the 13th century, by prolonging the west front
but completely remodelled in the 19th century.
THE NAVE BEFORE THE BOMBARDMENTS.
COLLAPSE OF THE PILLAR, FEBRUARY 1915.
SOUTHERN AISLE AND TRIFORIUM, NOVEMBER 1918.
The destruction of the Nave and fall of the Pillar.

Early in February 1915, a projectile, entering by a hole made by a


previous shell in the wall of the south aisle, struck the second
column (A on plan, p. 18) on the left of the main nave, which was
broken in two about 13 feet from the ground (photos pp. 20–21). The
upper part, with the capital and courses supporting the springing of
the vault, gave way, dragging down in its fall a portion of the vault
and of the wall at the back of the triforium.
The ruins accumulated rapidly. By the end of March, the roof of the
grand nave and of the north aisle, which the broken pillar had
sustained, collapsed. The whole of the triforium, the large window,
the flying buttress outside, the framework, and the roofing of the bay
of the aisle also gave way. An enormous breach was made in the
cathedral, and the floor of the nave was covered with a shapeless
mass of broken stones, which increased during the following months.
THE GREAT NAVE AND NORTHERN AISLE, NOVEMBER 1918.
Behind the two standing pillars is seen the base of the pillar
which collapsed in Feb. 1915.
The fall is shown on p. 20.

You might also like