Boşaltim Si̇stemi̇ 2023 2024

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 10

ÜNİTE: İNSAN FİZYOLOJİSİ TARİH: 03.04.

2024
SEVİYE: 11 AD VE SOYAD:
KONU: ÜRİNER SİSTEM SINIF - NO:

ÜRİNER SİSTEMİN YAPI, GÖREV VE İŞLEYİŞİ


Vücutta metabolik faaliyetler sonucu oluşan, tekrar kullanılmayan ve vücut için zararlı olabilen maddelerin
vücut dışına atılmasına boşaltım adı verilir. Boşaltım olayında görev alan organlardan oluşan sisteme ise
üriner sistem denir.

Üriner sistem; böbrek, üreter (idrar kanalı), idrar kesesi (mesane) ve üretradan meydana gelir.
Böbreklere atardamarlarla gelen kan burada süzülür ve birtakım işlemlerden geçerek idrarı oluşturur. İdrar,
üreterle idrar kesesine aktarılır ve idrar kesesinden üretra ile vücut dışına atılır.

Üriner sistem yabancı maddeleri ve metabolik


atıkları vücuttan uzaklaştırır. Nükleik asitler ve
proteinlerin yapı taşları hücre içinde
parçalandığında amonyak açığa çıkar. Oldukça
zehirli bir madde olan amonyak, karaciğerde üreye
dönüştürülerek toksik etkisi azaltılır. Ayrıca
amonyağın üreye dönüştürülmesi karada yaşayan
canlılar için boşaltımla atılacak su miktarının
azalması anlamına gelir. Bu olay kara canlılarında
önemli bir adaptasyondur.

Canlıların azotlu boşaltım atıkları amonyak (NH3), üre ve ürik asittir.


Azotlu boşaltım atıklarının;

● Suda çözünme oranları: Amonyak > Üre > Ürik asit

● Atılırken harcanan su oranları: Amonyak > Üre > Ürik asit

● Zehirlilik dereceleri: Amonyak > Üre > Ürik asit

● Üretiminde harcanan ATP miktarları: Ürik asit > Üre > Amonyak

Üriner sistem, atık maddeleri vücuttan uzaklaştırırken aynı zamanda idrara geçecek su ile kanın hacmini ve
basıncını düzenler. Üriner sistem potasyum, sodyum, klor gibi elektrolitlerin kan plazmasındaki
yoğunluğunun düzenlenmesinde etkilidir. Hidrojen ve bikarbonat iyonlarının seviyesini düzenleyerek kan
pH’sının dengelenmesini sağlar. D vitaminini aktifleştirir ve böylece kalsiyum iyonunun seviyesinin
ayarlanmasına yardımcı olur. Karaciğerle birlikte böbrekler amino asit, gliserol gibi karbonhidrat olmayan
molekülleri glikoza dönüştürerek vücudun şeker ihtiyacını karşılamasına katkıda bulunur. Normal şartlarda
şeker ihtiyacının karşılanmasında %10 olan bu oran, uzun süreli açlıkta daha da yükselir. Üriner sistem
toksik maddelerin vücuttan arındırılmasında karaciğere yardımcı olur. Oksijen seviyesi düşerse,
böbreklerde üretilen eritropoietin hormonu kemik iliğinde alyuvar üretimini uyarır. Kronik böbrek yetmezliği
olan hastalarda bu hormon yeterince salgılanamadığı için alyuvar sayısında bir düşüş olur ve anemi ortaya
çıkar.

BÖBREKLER
Böbrekler yetişkin bir insanda yaklaşık 130-150 gram kadar ağırlığa sahip ve omurganın her iki yanında,
karın boşluğunun arkasına yerleşmiş fasulye görünümlü bir çift idrar üreten organdır. Böbreklerin dış yüzeyi
bağ dokudan oluşmuş bir zarla çevrilidir. Böbrek dıştan içe doğru kabuk (korteks), öz (medulla) ve
havuzcuk (pelvis) adı verilen yapılardan oluşur. Nefronların toplama kanallarının oluşturduğu piramit
görünümlü yapıya Malpighi piramidi adı verilir. Toplama kanalları havuzcuk denilen bölgeye bağlanır ve
idrarı buraya boşaltır.

NEFRONLAR
Böbreklerin idrar oluşumunu gerçekleştiren işlevsel birimleri nefronlardır. Her bir böbrekte yaklaşık 1-1,2
milyon nefron bulunur. Böbreklerde yeni nefron oluşumu gerçekleşmediği için normal yaşlanmayla ortaya
çıkan böbrek hasarı sonucunda nefron sayısı giderek azalır. Nefronlar kabuk bölgesinden başlayıp öz
bölgesinin derinliklerine kadar uzanabilir. Bir nefron glomerulus kılcalları, Bowman kapsülü, proksimal
tüp, Henle kulpu, distal tüp ve idrar toplama kanallarından meydana gelir.
Bir nefronda kanı nefrona getiren damar (getirici atardamar) ile kanı götüren damar (götürücü atardamar)
arasındaki kılcal damar yumağına glomerulus kılcalları adı verilir. Glomerulus kılcal damarlarını Bowman
kapsülü çevreler. Glomerulus kılcalları ve Bowman kapsülü birlikte Malpighi cisimciğini oluşturur. Diğer
doku kılcallarından farklı olarak glomerulus kılcalları iki atardamar arasında yer alır. Sabit kan basıncına
sahip glomerulus kılcallarında aynı zamanda kan basıncı da yüksektir. Glomerulus kılcalları podosit adı
verilen kapsül hücreleriyle çevrilidir. Kapsülle çevrili glomerulus kılcalları yüksek basınca bu sayede
dayanabilir. Glomerulus kılcallarının duvarında açıklıklar (por) bulunur. Böylece su ve çözünmüş durumdaki
tuzlar, glikoz, amino asitler, vitaminler, azotlu atıklar ve diğer küçük moleküller yüksek kan basıncı
sayesinde damardan çıkarak Bowman kapsülüne geçer. Kan hücreleri, plazma proteinleri, yağ molekülleri
gibi büyük moleküller ise kılcallardan Bowman kapsülüne geçemez. Bowman kapsülüne süzüntüyle geçen
maddelerin konsantrasyonu başlangıçta kan plazmasındakiyle aynıdır. Süzüntünün içeriği; sırasıyla
proksimal tüp, Henle kulpu ve distal tüpten geçerken işlenerek değişir.

İDRAR OLUŞUMU
Kalpten çıkan kanın yaklaşık %25'i böbreklere gelir. Böbreklerden yaklaşık 1100 ml kan geçer. Vücutta
homeostasinin korunabilmesi için gerekli olan suyun alım ve atım dengesi böbrekler tarafından sağlanır.
Deri yolu ile gizli su kaybı terlemeden farklıdır. Ter bezleri alınmış insanlarda da su kaybı görülür.
Akciğerlerden su buharı şeklinde kaybedilen su da gizli kayıp olarak değerlendirilir ve bu kayıp soğuk
havalarda daha fazladır. Vücuttan en fazla dışarı atılan su idrarla olur. İdrar böbreklerde bulunan
nefronların süzülme (filtrasyon), geri emilim ve salgılama işlemleri sonucunda oluşur.

SÜZÜLME
Küçük yapılı maddeler yüksek kan basıncından dolayı pasif taşıma ile Bowman kapsülüne geçer. Bowman
kapsülündeki bu sıvıya süzüntü adı verilir. Glomerulus kılcallarına gelen kanın içindeki kan proteinleri, kan
hücreleri, yağ molekülleri gibi büyük yapılı maddeler kılcallardan dışarı çıkamaz. Süzüntü; su, glikoz, amino
asitler, vitaminler, tuzlar, üre, kreatinin ve hemoglobinin yıkım ürünleri gibi küçük molekülleri içerir.
Süzüntüdeki bu maddelerin konsantrasyonu ile kan plazmasındaki konsantrasyonları aynıdır. Süzüntüde bir
miktar albümin de bulunabilir. Böbreklerdeki süzülme hızı kan basıncı ile doğru orantılıdır.
GERİ EMİLİM
Bowman kapsülünden çıkan götürücü atardamar, nefronun kanallarını saran bir ağ yapısı oluşturur.
Böylece süzüntüden geri emilen maddelerin kana geçişi ve salgılanan maddelerin nefron kanalına aktarımı
sağlanabilir. Nefron kanallarının kıvrımlı yapısı ve uzun oluşu yüzey alanını genişlettiği için geri emilimde
etkilidir. Geri emilim pasif ve aktif taşıma ile gerçekleşir.

Proksimal tüp Bowman kapsülüne yakın olan kısımdır. Buradaki epitel hücreler mikrovillüslere sahiptir ve
bu özellik geri emilimde önemlidir. Bowman kapsülünden proksimal tüpe gelen süzüntü içerisinden su,
bikarbonat (HCO3-) iyonları, tuz, glikoz, amino asitler ve elektrolitler geri emilerek kana geçer.

Proksimal tüpten sonra gelen kısım Henle kulpudur. Henle kulpu inen ve çıkan kol olarak ikiye ayrılır. İnen
kol ince ve dar bir yapıya sahiptir, bu kolda suyun geri emilimi gerçekleşir. Henle kulpunun çıkan kolunun
alt kısmı ince iken üst kısmı kalın bir yapıdadır ve çıkan kol suya geçirgen değildir. Bu koldan sadece tuzlar
geri emilir. Henle kulpunun çıkan kolundan sonra devam eden kısım distal tüptür.

Distal tüpte bikarbonat iyonlarının, suyun ve tuzun geri emilimi devam eder. Distal tüpün bağlandığı
toplama kanalında ise su ve suda çözünen maddelerin geri emilimi gerçekleşir. Eşik değer, bir maddenin
kanda bulunması gereken miktar olarak değerlendirilir. Emilimi gerçekleşecek maddeler kanda yeterli
miktarda bulunuyorsa (madde miktarı eşik değerin üzerindeyse) geri emilim gerçekleşmez. Örneğin bazı
amino asitlerin kandaki konsantrasyonu eşik değerin üzerinde ise geri emilim gerçekleşmez ve fazla amino
asit idrarla dışarı atılır.

SALGILAMA
Salgılama, nefronu saran kılcal kan damarlarından nefron kanallarına madde geçişidir. Salgılanan
maddeler amonyak, hidrojen iyonları, potasyum iyonları, ilaçlar, organik asit ve bazlar, boya ve diğer zehirli
maddelerdir. Bu maddelerin nefron kanallarına geçişi aktif taşıma ile gerçekleşir.
Süzüntü, nefron kanallarından geçerek toplama kanallarına ulaşır. Nefron ve toplama kanalı epitelleriyle
işlenen süzüntü idrar adını alır ve böbrek havuzcuğuna iletilir. İdrarın yapısında su, üre, ürik asit, kreatinin,
kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, fosfat, amonyak gibi maddeler bulunur. İdrarın yapısı süzülen ve
salgılanan maddelerin miktarlarından geri emilen maddelerin miktarlarının çıkarılmasıyla bulunur. Sağlıklı
bir insanda süzülen kandaki glikoz ve potasyumun tamamı geri emilse de oluşan idrarda salgılama sonucu
potasyum iyonuna rastlanılır.

Böbreklerde oluşan idrar sağ ve sol böbrekten çıkan üreterlerle mesaneye taşınır. Üreterler meydana gelen
idrarı peristaltik hareketler, hidrostatik basınç ve yer çekimi kuvveti ile mesaneye aktarır. Üreterlerin
mesaneye getirdiği idrarla mesane yavaş yavaş dolmaya başlar. İdrar mesane basıncını yükseltir ve belirli
bir seviyeye gelince (yaklaşık 300 ml) mesanedeki sinir uçları uyarılır. Böylece idrarın dışarı atılma refleksi
aktifleşir ve idrar üretra ile dışarı boşaltılır. Karın kasları, idrarın boşaltılması sırasında kasılarak
mesanedeki basıncın artmasında etkilidir. İdrarın dışarı atılması bir refleks olsa da bu refleks beyindeki
merkezlerce belirli bir süre ertelenebilir. Böbrekler, idrar oluşumuyla vücuttan metabolik atıkların
uzaklaştırılmasını ve homeostasinin korunmasını sağlar.

HOMEOSTASİNİN SAĞLANMASINDA BÖBREKLERİN ROLÜ

Üriner sistem sadece kanın temizlenmesinde ve alyuvar üretiminde görev almaz. Vücutta homeostasinin
sağlanmasında da diğer sistem ve yapılarla iş birliği içerisinde çalışır. Üriner sistem özellikle iç salgı
bezlerinden salgılanan hormonlarla ve asit-baz tampon sistemleri ile kanın basıncını, hacmini ve pH
dengesini düzenlemede rol oynar.
HORMONAL KONTROL

İç salgı bezlerinden salgılanan hormonlar homeostasinin


korunmasında üriner sisteme yardımcı olur. Hipofiz
bezinin arka lobundan salgılanan antidiüretik hormon
(ADH; vazopressin) ve böbrek üstü bezlerinden
salgılanan aldosteron hormonu homeostasinin
korunmasında ve böbreklerin sağlıklı çalışmasında
etkilidir. ADH kan plazması ozmotik basıncının artması
durumunda hipofiz bezinden salgılanır. ADH; böbrek
toplama kanallarının duvarındaki epitel hücreleri
etkileyerek suyun geri emilimini sağlar. Aldosteron
hormonu da vücut sıvılarında mineral miktarının
dengede tutulmasında görev alır. Aldosteron nefronların distal tübüllerini ve toplama kanallarını etkileyerek
sodyum ve suyun geri emilimini sağlar. Ayrıca potasyumun idrarla dışarı atılımını da artırır. Böylece vücut
sıvılarının su ve iyon dengesi korunur, kan basıncı yükselir ve kan hacmi artar.

ASİT-BAZ DENGESİ

Vücutta birçok asidik ve bazik reaksiyon gerçekleşir. Asidik ve bazik özelliğe sahip moleküllerin
miktarlarındaki değişiklik vücut sıvılarının pH dengesini etkiler. Vücut sıvılarının pH düzeyi dar sınırlar
içerisinde tutulur. Örneğin kanın pH’sı çeşitli mekanizmalarla 7,35-7,45 arasında dengede tutulur. Bu
dengenin bozulması sorunlara neden olur. Kan pH’sının 7,35’in altında olmasına asidoz, 7,45’in üstünde
olmasına ise alkaloz denir. Alkaloz ve asidoz durumlarında H + iyonlarının konsantrasyonunu düzenlemek
için asit-baz tampon sistemleri devreye girer. Dokularda solunum sonucu oluşan CO 2, H2O ile birleşerek H+
ve bikarbonat iyonlarına dönüşür. Bu olay tersinirdir.

Ortamda CO2 miktarı arttıkça H+ iyonları artar ve pH düşer. Böbrekler tampon görevi görerek H+ iyonlarını
uzaklaştırır ve HCO3- iyonlarının geri emilimini sağlar. Böylece pH’nın tekrar artarak dengelenmesini sağlar.

ÜRİNER SİSTEM RAHATSIZLIKLARI

Üriner sistemin yapı ve işleyişinin bozulması böbrek fonksiyon bozukluğu, böbrek taşı, akut böbrek
yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, sistit, üretrit gibi hastalıklara neden olur. Hastalıklar tedavi edilmezse
homeostasi bozulur ve hayati tehlike ortaya çıkabilir. Üriner sistem hastalıkları ayrıca başka doku ve
organları olumsuz etkileyebileceğinden kişinin yaşam kalitesini düşürür.

BÖBREK TAŞLARI
Böbrek taşlarının büyük bir çoğunluğu kalsiyum okzalat ve kalsiyum fosfattan meydana gelir. Böbrek
taşının oluşumu böbrekte süzülen kanın yapısında bulunan kalsiyum ve fosfat minerallerinin fazlalığına
dayanır. Böbreğin havuzcuk bölgesinde fazla kalsiyum, okzalat kristalleri ile birleşerek kalsiyum okzalat
kristallerini oluşturur. Bu kristaller zamanla çökelti hâline gelerek birikir. Böbrekten atılamayacak boyutlara
ulaştığında böbrek taşı (kalkül) adını alır. Taş idrar yolunda aşağıya doğru ilerledikçe çok şiddetli ağrı
meydana getirir. Taşın hareketinden kaynaklı oluşan böbrek tahribatı ve tıkanıklığı idrarda kan görülmesine
sebep olabilir. Böbrek taşlarının nasıl oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. Buna karşın asidoz, yüksek ürik
asit miktarı, aşırı D vitamini ve kalsiyum alımı, okzalatça zengin besin tüketimi, idrar yolları tıkanıklığı,
hiperparatiroidizm ve kalıtsal yatkınlığın böbrek taşına neden olduğu düşünülmektedir. Böbrek taşı
rahatsızlığının tedavisinde bol su içilmesi önerilmektedir. Geçmişte önemli durumlarda böbrek taşlarına
cerrahi müdahale yapılırken günümüzde şok dalgaları ile parçalanarak doğal yollarla atılması
sağlanmaktadır.

İDRAR YOLU ENFEKSİYONU


İdrar yolu enfeksiyonları çeşitli bakterilerin enfeksiyonu sonucu oluşan iltihaplanmalardır. İki ayrı yerde
ortaya çıkar. Bunlardan idrar kesesinin iltihaplanmasına sistit, üretranın iltihaplanmasına üretrit adı verilir.
Sistitte sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma, idrarda kan görülmesi, idrar kokusunun kötü olması, karın
alt bölgesinde ağrı gibi belirtiler ortaya çıkar. Üretra iltihaplanması da sistit benzeri belirtiler gösterdiğinden
iki hastalığı birbirinden ayırmak zordur. Yapılan idrar tahlilinde bakteri sayısının az çıkması ile sistitten
ayrılır. Üretrit tedavi edilmezse üreme organları rahatsızlıkları ile bel soğukluğu, artrit, menenjit, kısırlık gibi
rahatsızlıklara dönüşebilir. Sistit tedavisinin ertelenmesi durumunda enfeksiyon etkeni bakterilerin
böbreklere kadar ulaşması, zamanla kronik böbrek yetmezliği gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

BÖBREK YETMEZLİĞİ
Böbrek yetmezliği akut ve kronik böbrek yetmezliği olarak iki şekilde ele alınır. Akut böbrek yetmezliği
böbrek fonksiyonlarının neredeyse tamamının durmasıdır. Böbrek yetmezliğinin en önemli göstergesi
idrarın çok az oluşması ya da hiç oluşmamasıdır. İdrarın oluşmaması durumunda atılacak olan maddeler
vücuttan uzaklaştırılamaz. Akut böbrek yetmezliğine böbreğe yeterince kanın gelmemesi, böbrek taşları,
arterioskleroz, yanlış kan nakli, yaralanma ve kalp krizinin yanı sıra civa, arsenik gibi toksik maddeler de
neden olabilir. Akut böbrek yetmezliği genellikle 10 gün içerisinde tedavi edilebilir.

Kronik böbrek yetmezliği, tedavi edilmeyen ya da edilemeyen akut böbrek yetmezliği sonucu ortaya çıkar.
Kronik böbrek yetmezliğinde nefron kaybı %70’in üzerine çıktığında sorun başlar. Kronik böbrek yetmezliği
yıllara bağlı olarak yavaş yavaş gelişir. Böbreklerde bakteriyel enfeksiyonlar, diyabet, yüksek kan basıncı
ve akut böbrek yetmezliğine neden olan unsurlar kronik böbrek yetmezliğine neden olan unsurlar olarak
sayılabilir. Ayak ve bacaklarda şişlik, sinirlilik, yüksek tansiyon, iştahsızlık, solunum sıkıntıları ve hâlsizlik
böbrek yetmezliği belirtileri olarak değerlendirilebilir.
DİYALİZ VE BÖBREK NAKLİ
Böbrek yetmezliği sonucu vücutta homeostasi bozulur. Böbrekler fonksiyonunu yerine getirmediği zaman
vücutta sıvı, asit, potasyum ve diğer toksik maddeler birikir. Böbrek yetmezliğinde kesin tedavi böbrek
naklidir. Böbrek nakli yapılmaz ya da diyalizle böbrek işlevleri normale döndürülmezse birkaç hafta
içerisinde birey hayatını kaybeder. Uygun böbreğin bulunması zaman alabileceğinden hastanın tedavisine
diyaliz ile devam edilir. Diyaliz tekniği suda erimiş moleküllerin yarı geçirgen bir zardan difüzyonudur.
Diyaliz makinesinin solüsyonunda kanda bulunması gereken yapılara eşdeğer miktarda madde bulunur.
Bunun yanında kandan atılması istenilen maddelerin konsantrasyonu ise düşüktür. Böylece kandaki
uzaklaştırılmak istenen maddeler yarı geçirgen zardan geçerek diyaliz sıvısına aktarılır ve kan temizlenmiş
olur. Diyaliz makinesinde temizlenerek çıkan kan hastaya tekrar verilir. Böbrek yetmezliği olan hastalar
haftada üç kez 4-6 saat diyaliz makinesine bağlanmak zorundadır. Bu süreç böbrek nakli yapılıncaya
kadar devam eder.

Böbrek nakli günümüzde doku ve organ nakilleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Hasta böbrek
fonksiyonlarını kaybettiğinde hayatta kalabilmek için böbrek nakline ihtiyaç duyar. Böbrek nakillerinin
sağlıklı yapılabilmesi için vericiyle hasta arasında akrabalık ilişkisi ya da genetik benzerlik olması gerekir.
Uygun bir verici bulunamadığında doku uygunluk kontrolleri yapılarak kadavradan alınan böbrek 48 saat
içinde nakledilebilir. Kadavradan alınarak yapılan böbrek nakilleri en sık yapılan böbrek nakilleridir.
Nakledilen böbreği vücudun reddetmesini önlemek için hastaya bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar verilir.
Böbrek naklinden sonra böbreğini bağışlayanın ve alıcının hayatında herhangi bir olumsuz değişiklik olmaz.
Bağış yapan kişi tek böbrekle hayatına kaldığı yerden devam eder.

ÜRİNER SİSTEMİN SAĞLIKLI YAPISININ KORUNMASI

Üriner sistemin sağlıklı yapısının korunması vücuttaki homeostatik dengenin sağlanması bakımından
önemlidir. Bunun için bireyler günlük ihtiyacı kadar su içmeli, fazla baharat ve tuz tüketmemeli, sağlıklı ve
dengeli beslenmeli, düzenli spor yapmalıdır. Tütün mamulleri, alkol kullanma gibi zararlı alışkanlıklardan
uzak durulmalı, kişisel temizliğe özen gösterilmelidir. Diş çürüğü ve boğaz iltihaplanmalarında zaman
kaybetmeden doktora gidilerek tedavi olunmalı ve tam iyileşme sağlanmalıdır. Kullanılan ilaç ve
antibiyotikler doktorun önerdiği şekilde alınmalıdır. İdrarı uzun süre tutmadan ve gerektiğinde hemen
boşaltarak üriner sistemin sağlıklı yapısının korunmasına yardımcı olunmalıdır. Üriner sistem
enfeksiyonlarında ağrılı ve sık idrara çıkma belirtileri söz konusudur. Böyle durumlarda doktora
başvurularak hemen tedaviye başlanmalıdır.

You might also like