Professional Documents
Culture Documents
Tıp Tarihi Araştırmaları 01
Tıp Tarihi Araştırmaları 01
Tıp Tarihi Araştırmaları 01
□ □
d) ı r
LnaL uü
ARAŞTIRMALARI
HISTORY OF MEDICINE
STUDIES
Kapaktaki resim:
Onyedinci Asır'da Hekim Muayenehanesi
(Eser: Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver)
Dizgi:
Yazıevi Fotodizgi, 512 60 43
Film ve Baskı:
Renkler Matbaacılık, 522 90 71 - 583 39 57
T.Cı'
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ
DEONTOLOJİ ANABİLİM DALI VE
TIP TARİHİ BİLİM DALI YAYINLARI
ÖZEL SERİ NO: 1
d ) ‘nm q)r p nn
r iJ A
ARAŞTIRMALARI
mu uU
HISTORY OF MEDICINE
STUDIES
Editörler:
Haşan Âli Göksoy - Hüsrev Hâtemi- Nil Sarı
İstanbul 1986
ı i ui : o s ^6
Teşekkür:
Bu yayının gşmesinde yardımlarını gördüğümü
Rlüstahzarları Sanayii A.Ş.,
iabaş Petrolcülük A.Ş.,
Tabgis İşveren Sendikası,
Türkpetrol ve Mâdeni Yağlar T.A.Ş.,
Yazıevi Fotodizgi,
Renkler Matbaacılık Koli. Şti.’ne
teşekkür ederiz..
İÇİNDEKİLER
(1) Paris hakkındaki hâtıratı çok kıymettardır. Burada, verilerek kendimi onlara ibraz ile hastalığımı dahi ifade
hekimliğe temas eden kısmını aynen alıyorum: “Şehr-i ve ârâz ve alâmâtını beyân ettiğimde, benim dahi dok
P aris’de fünûn-u tıbbiyye’y e m eyi ve rağbetleri oldu tor olduğumu bilince dikkat ve ihtimamlarında bir kat
ğundan m üteaddit fünûn-u hikemiye mektepleri olup daha iteri gidip p e k güzel teftiş-i hâl eylediler. Ba ’de-
en meşhuru am elî tıb m ektebidir. M ekteb-i m ezkûr hu, lâzımgelen tedbirlerini dahi tavsiye ederek avdet
da ve hattâ ilm-i tıbba iktizâ eden bilcümle fünûnu, etmişlerdir.
saat-ı mahsûsada kıraat olunup, herkes gidip dinler Bu kaide üzere sekiz-on gün kadar devam etmişlerdir.
ler. Fenn-i tababet her ilimden güç oluğundan sene Ben M emâlik-i D evlet-i O sm aniyye’de fenn-i tabâ
nin imtihanını geçirip tabâbet şahadetnâmesini almak bet i kâide-i cedide üzere vaz ’ ve neşreden bir hânedânın
p e k güçtür. içinde doğup büyümüş ve sonraları dahi Devlet-i Âli-
Paris etıbbâsı dünyanın her tarafında meşhûr ve mû- y e ’nin M ekteb-i T ıbbiyye’sinde tahsil-ifünûn-u hike
teber olduklarından, hasta olanların pek çoğu kendi m iye ederek 1260 senesinde bir k ıt’a diplom a almış
lerine şifâ, dertlerine devâ aramak kasdı ile A vrupa '- ve nice seneler hizm et-i riyâset ve nezâret-i etib b â ’da
ya, husûsen Paris'e azim et etm ekte oldukları misil- bulunarak İstanbul’da bulunan hekimler ile muarefe-i
lû, birkaç senelerdenberi emrâz-ı batniyye ve mesâne taamm e ve sahlha peydâ etm iş iken, Paris'te gördü
ve m ide için birtakım maden suları keşfolunduğun- ğüm hekimlik nizâmını İstanbul’da görmemiş idim.. ”
dan, böyle emrâz için Karlsbat ve Vişi hamamları bu diyor.
asırda pek meşhûr olmakla ben dahi birkaç seneden- Cem’iyyet-i İlmiyye bahsinde:
beri dûçar olduğum hasât-ı mesâne marazından nâşi “Kezâlik musâhabet-i ilmiyye için bir takım malûmatlı
lieclittedâvi bir defa Viyana’ya, ikinci kere Paris’e ka zevâtın içtimâları ile hâsı! olmuş sosyeteler daha olup,
dar gitm iş idim ve sebeb-i seyahat ve azim etim hasta bunların birisi tarafından vâkî olan dâvet-i mahsûsa-
lık için olmakla, P aris’e vusûlümden birkaç gün mü- y a m ebnî gidilm iş idi. Cenâb-ı H a k k ’a şükürler ol
rûrunda Fransa M ekteb-i Tıbbiyyesi hocalarından sun, benim dahi eser-i hâme-i âcizânem olan kitap
D oktor A y e ile D oktor K übler’i celp ve davet etmiş lardan bazıları Fransa akademyalarına gitmiş, nâm-ı
triim Birincinin vizitesine kırk, diğerinin yirm i frank nâçizânem, defter-i müellifine kaydolunm uş olduğu
Hayrullah Efendi’nin son tâyin olunduğu dirhem, mâi sâffî 100 dirhem bir mahalde 24
azife 1282’de Tahran Sefâreti’dir. Burada 4 saat durup b a ’dehû yevm î iki defa kabletta-
;ne kaldıktan sonra (1285) 1868’de vefat et- âm (yemekten önce) istimal olunur. İşbu men-
ıiştir. ku ’u istimal etmek murad eylediğimde böyle-
ce tahrir ederim. ” demiştir.
Hayrullah Efendi son zamanlarda hekim-
k yapmamıştır. Lâkin tıb tahsili çok esaslı ve Rp.
iddîdir. Pederi Abdülhak Molla, vefatına ka= Infusum tonicum fortis
ar hastalara bakmıştır. Detia
Hayroullah
Hayrullah Efendi’nin Mekteb-i Tıbbiyye’-
e devam ederken tuttuğu müsvedde ve not
efterleri elyevm Abdülhak Hâmid Bey’de
uahfuzdur. Bu mühim bir yâdigârdır. Bu def-
erle anlıyoruz ki Hayrullah Efendi resme ve
arikatüre de meraklıdır. Birçok plânlar ve bu
neyanda devam etmekte olduğu Galatü§âfây’=
la Mekteb-i Tıbbiyye’nin plânını çizmiştir. Bu
on vesîka çok kıymettardır. Selçuklular’a ait
>azı iktibaslar yapmış, güzel tezyînî parçalar
izmiş ve tarih kitabı için güzel kap örnekleri
ersim etmiştir. Hayrullah Efendi hesâbâtım
utmakta da meraklıdır. Avrupa seyahatinde
ütün masraflarını kaydetmiştir. Bütün bun-
ırı güzel ve ta ’lîkimsi rık’a ile yazmıştır. Hu-
utun bâz-ı envâına vâkıftır. O tarihlerde
4ekteb-i Tıbbiyye’de ilâçlar ve reçeteler Lâ-
nce öğretildiğinden,buna dair tercümeleri ile
eraber Hayrullah Efendi’nin birçok reçete
ûretleri vardır. Bunlar çok kıymettardır.
Arada Fransızca reçeteler de nazar-ı dikkati
îlbediyor ve bu defteri evvelâ reçete defteri
apmış. Hayrullah Efendi, oğlu Nasûhî Efen-
i’nin (bilâhare âyândan iken vefat etmiştir)
257’de 4 yaşında iken resmini yapmış ve ta-
lamiyle benzetmiştir. Elbisesinin renklerini Hayrullah Efendi bir de tek perdelik mu
e ayrıca kaydetmiştir. fassal ve târihî bir piyes yazmıştır. Çok sâde
Lâtincesi ve Fransızcası çok mükemmeldir, bir lisânı vardır. Mevzûu şudur: “Hikâye-i İb-
leselâ bir reçetesi sûreti: râhim Paşa be-İbrâhim-i Gülşenî”. Vak’a Ka-
nûnî Süleyman zamanında cereyan eder. Biz
“Kına kına meshûk (döğülmüş) 4 dirhem, de ilk piyesi yazan Hayrullah Efendi oluyor.
leshûk tarçın 1 dirhem, pardane şarabı 100 Bu nâdide nüsha Abdülhak Hamid Bey’dedir.
görülmüştür. Cemiyet-i mezkûrede cereyan eden mü- dibin üçyüzelli adet yatakları müştemildir. Emrâz-ı hu-
zakeral, memâlik-i garbiyye’de tedavül eden ulûm ve sûsiyye için onbir bâb hastahâne daha olup, derunla-
maarifin bîlâd-ı şarkiyyede dahi ziyâpaş olması eshâ- rında onbin beşyüz yatak olm akla işbu iki nevî has-
bını taharriden ibaret id i.” tahânelerde takriben onsekizbin hasta mevcut bulu
nur ki, bunların bir takımının tahsisatı em vâl-i mev-
Hastahâneler kısmında: kûfeden harç olunup ve bir takım ı dahi herkes kendi
“ N e fs’i Paris'de askerî hastahânelerinden başka, paralariyle yatar. ” diye gayet müfit malûmat vermek
emrâz-ı umûmiyye için dokuz bâb hastahâne olup, ye- tedir.
Ayrıca bir ziraat kitabı yazmıştır: “Maison Kitabın sekiz fasla taksimi de Dubois’ya
R ustiçue” (Beyt-i Dehkanî) diye tercüme et müstenittir. Birinci fasıl “teftiş-i emraz” bah
miştir. Rüşdiye talebesi için (1265)’de yazdığı sidir. Zamanına göre mühim ve ilmi bir eser
(Mesâil-i Hikmet) eseri vardır. Çok ilmi bir ki olan bu kitap o zamanlar Mekteb-i Tıbbiyye’-
taptır. Hayrullah Efendi aynı zamanda şâir de takip olunuyordu. Hayrullah Efendi ese
dir. Hamid Bey’in geçenki ziyaretimde bana rinde şahsî ve kıymetli ve nâdir müşahedele
okudukları şu kıt’ası ne güzeldir: rini de zikreder. Bu keyfiyet zamanına göre
Nasûhi, Hâmidim, ey nûr-ı çeşmim, hâiz-i dikkattir.
İşit bu pendi benden şâdıman ol, Eserinin tetkiki ile anlıyoruz ki, o zamanın
Ben aldım kâmımı bu dehr içinde, hekimlerine çok mühim öğütleri var: “Has
Biraz da sen eğlen, kâmıran ol. laların inzârı (kötü sonlan) hakkında etrafın
dakilere malûmat vermelidir” diyor.. .Diğer
hekimlerle köVîyü'ihil.syon fara!'tandır.. Tabîbn-i
müdâvînin değiştirilmemesini ister.. Aileyi ta
nıyanları tercih ediyor, bu cihetle aile tabâbeti
tesisi fikrindedir.. “Bunların reyleri esastır”
diyor. Yalnız, zamanındaki tatbiki şeklinden
müşteki. Bir yerinde: “Doktorlar birbirinin
hatırları kırılmasın diye birbirlerini red ve cerh
etmezler, hakkaniyet meydana çıkarılsa eshâb-
ı müşavereden bazılarının reylerinin iptal olun
masını ve bunların infialini mucip olur, zira
bu adam bir daha beni çağırmaz ve vizitasın
dan mahrum olur hulyâsındadır” diyor.
“ Vizita” tâbiri o zaman lisân-ı tıbbımıza gir
miştir.
11Bugünkü meclis-i müşavere, yekdigere ri
âyet ve hürmetten başka birşey ifade etmez,
vaktîle bunun te’sisinde çok faideler vardır,
bilâhare zâil oldu. Yine faidesi ilim ve maarif
arttıkça çoğalır, " d e r .
Tabib Hayrullah Efendi, büyük mahdumu (son İkinci fasıl, “teşhis-i emrâzda esbâb-ı tah
ra ayandan) Nasûhi Efendi ve küçük oğlu Şâiri
kikte olan m enâfi” beyânındadır. “Sebepler
a ’zam Abdülhak H âm id Bey birarada.
dâhili ve hâricidir, bunların tedkıyki kâfidir. ”
diyor. Eserinde müellif isimlerini zikreder. Pa-
Hayrullah Efendi çiçeğe de meraklıdır. Ab ris’deki zamanının muasırları isimlerden v :
dülhak Molla, gülünü pek severmiş. Esasen yazdıkları eserlerden bahseder.
pederi Abdülhak Molla’nın Bebek’teki bah
Astma’nın mahallinin tahal olduğuna dair
çesi meşhûrdur.
bahsi Paris’te o zaman meşhur Roche ve San
Hayrullah Efendi Makâlât-ı Tıbbiyye ese son nâm hekimlerin müştereken yazdıkları
rinin başında Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye’ye “Mebhâs-ı Emrâz-ı Tıbbiyye ve Cerrahiyye”
memur olduğunu söyler. Bu eserini sekiz fa nâm eserinden iktibas ile “o da bundandır”
sıl üzerine yazmıştır. Son tarafında bir cedvel demektedir. Hayrullah Efendi iyi Fransızca
vardır. Oraya hastalıkların taksimini koymuş bildiğinden, ecnebi eserleri takip etmiş. Ese
tur. Me’haz olarak, tabâbeti tahsil esnasında rine “anazarka, arterit, blenore” tâbirlerini,
hocalarının takrirlerini ve ecnebi kitaplardan “dizanteri” ve “kangren” isimlerini aynen al
yaptığı iktibasları gösteriyor. mış. Bunlar için bilâhare yeni terkipler ve isim-
14
:r taharri olunması bu ıstılâhât-ı ilmiyyenin si tasiyle vâkıf olurlar ki, ta ’lîm-i ulûm ve ma
imâline sebep olmuştur. Bidâyette tabâbeti- arife bundan başka vesile olmamıştır. ”
lize girmiş böyle isimler çoktur. Vasiyetlerinden bazıları:
Üçüncü fasıl “perhiz”dir. “ Vasiyet 1 — Ta’lîm-i fenn-i tabâbet eyle
Dördüncü fasıl, “emrazın taksîmât-ı cedî- yen z â t ... cemîlülhisâl ve makbûlülfial ola.
ie ve adîdesi (Bunda Dubois’nın taksimini be Vasiyet 3 — Tâlib-i tabâbet olan şahıs,
zenir), istîdâd hasebiyle tahaddüs eden em- ahlâk-ı hamide sahibi olup, ebnâ-yi cinsine
â z ..” kayd-ı mekri mülâhaza ve derhâtır etmeye.
Beşinci fasıl, “iltihap ve humma ”, dört ha Vasiyet 17 — Tabâbet ile meşgûl olan kim
listir. (iltihap, hummâ, bâzı ihtarât ve ahvâli se, bir devâ-yı cedîd İst im a’ ey leşe, yâhud ma
labız.) lûm olan bir ilâcın imâl ve istimâl-i cedidi
Altıncı fasıl “buhran ve intihâ-i emraz ve mesmu ’ olsa, derhâl o ilâcı tecrübeye mübâ-
nevt” üç bâbdır. şeret etmiye, meğer ki tevâtüren menafii sâ-
bit ola.
Yedinci fasıl, “esbâb-ı sitte-i zarûriyye
havâ-i muzır, ilsâkat, e t’ime-i muzırra-meya- Vasiyet 19 — Tabib olan zât sefk-i dim a’-
ı muzırra, ifrazat ve tereşşuhât, hareket ve dan (kan dökücülük) bî-gâyetin mücânebet ey
ükûn, infiâlât-ı nefsâniyye). leyip, iskat-ı cenin ve tesmîm (zehirleme)
madde-i reddiyelerinden dahi ihtiraz eyliye.
Sekizinci fasıl: “Tenbihat-ı tıbbiyye ve usûl-
Vasiyet 24 — Fenn-i tabâbette müşâriki
ihtiyâtiyye. ”
olanlar ile ülfet ve ünsiyet ederlerse, kendi
Vesâyay-ı etıbbâ 24 benttir. Etibbâ’ya gü- umûr-ı mühimmesini, yâhud fenn-i mezkûr-
el nasihatları vardır ki, ezcümle, bu öğütleri de te ’lif ve tercümesi olan kütübü, kabl-et-
ak şâyânı ehemmiyettir: tanzîm arz ve ifâde etmiye. ”
“— Tabib olan zât erâzil-nişîn ve esâfil- Hayrullah Efendi’nin tabâbet hakkındaki
lekîn olmıya. telakkileri hârikulâde mühimdir. Son kısım
— Tabib olan zât tekmil-i fenn-i tabâbet larda, “..ilm-i beden ulûm-ı sâireden âlîdir.
iip, ameliyyat ve tecârüb ile evkatgüzâr iken, Hem ilm-i tıbbı tahsil etmiş kimsenin ulûm-ı
miden te ’lif ve tasnif olunan kütüb-i tıbbiy- sâireden mehâret-i kâmilesini icabeder. İlm-i
? mütaleâsını terketmiye. Çünkü fenn-i mez tabâbette hazâkatı derkâr olan kimsenin
ür henüz nihâyete reşide olmamış olmakla, ulûm-ı sâirede mehâreti aşikârdır. Ol sebep
'edâris-i tıbbiyelerde anafaana k e şf ve izah ten m er’iü ’l-hâtır ve makbûl-i asâgır ve ekâ-
dedikleri ma ’lûmat-ı maraziyye-i tıbbiyyeyi birdir...
ımâim ve levahik ile tedris ve tederrüs et fik ... bir insan madem ki câme-i hayâtı lâbis
rinden, mukaddem mektepten hurûc eden- olur. Elbette bir hekim-i hâzik pîşgâhında bir
r sonradan te ’lîf olunan kütüb-i tıbbiyyeyi müddet câlis olmak muktezâ-yi âdemiyyet-
ütaleâ etmezse, Muahharen hurûc edenlerin
tir.. ” der.
ınlarında malûmat-ı nâkıs olup şan ve şöh-
ti tenâkusa âgaz eyler. Ol sebepten nâşî, A v- Hayrullah Efendi, kezâ eserinde “iskarla-
p a ’da kâin medâris-i tıbbiyyeler, yekdiğe- tin, fit izi, iskorbüt, fleg m o n ” gibi aslı ecnebi
’e bilmuhabere vukûat-ı yevmiyye-i tıbbiy- olan kelimeleri evvelâ zikreder ve ba’dehû ter
'y i havâdis suretiyle neşr ve ilân ederler ki, cümelerini yazar. Veremde sirâyete bâis olan
Icümle medâris ve mekâtib-i tıbbiyyenin şan keyfiyyete, “virüs madde-i semmiyye ve yâ-
• şöhreti ve ulûmun vüs’ati müsâvât üzere hûd cevher-i sâriyye dediğimiz gayr-ı m er’i
up, her mektepten hurûc eyleyen tabib, maddedir” diyor. Kezâ, “idman hâli havârık-ı
edâris-i sâire-i tıbbiyyenin ahvâli ilmiyyesi- âde’yi fesh ve iptâl eder” der ve “afyonkeş
•, m ezkûr havâdis-i yevmiyye-i tıbbiyye va lerden birinin üç dirhem afyon aldığı hâlde öl
15
mediğini ve buna alışık olmayanın cüz’i m ik onu zikreder ve “her ne kadar validesi zaifetül-
tar istimaliyle ölebileceğini” söyler. bünye olup murdıa (sütanne) kavî ve tuvâna
ise de, yine tıflı validesi ırdâ ’etmek hayırlıdır ’’
Eserinde gerek şahsî ve gerek hocalarının
der. Zikrettiği şu müşahede mühimdir: Bir ka
müşahedelerine çok mevkî vermiştir. Bu me-
dının üç çocuğu oluyor, ikisini kendi emziri-
yanda Mekteb-i Tıbbiyye’de hocası Dr. Ber-
yOF. Bunlar sâlim.. Üçüncüsünü murdıa bü
nard’ın bir müşahedesini zikrediyor. Çünkü
yütüyor, bu da raşitizme dûçâr oluyor.
Bernard derste talebeye Nemse hastahânele-
rinde eski müşahedelerinden bahsetmektedir.
“Oturmakla iş işleyen kimseler dahi nikris
Nitekim orada bir amelenin başına sırık dü
ve emsali evcâ” ile musâb olduklarından’’
şüyor, âni olarak ölüyor. Sebebini îzah için
bahseden Hayrullah Efendi, daha pekçok ve
feth-i meyyit yapılıyor. Diğer birinin başı bü
müfit malûmat verdikten sonra eserine niha •
yük ve yaşı çok ilerlemiş. Sekteden odada ça
yet verir. Makâlât-ı Tıbbiyye Fransızca tıb ted
lışırken ölüyor. “Çehresinin dahi angl fasiyal
risâtı zamanında yapılmış ilk Türkçe eserler
dedikleri ölçüye m utabık bulunmaması
dendir. Bilâhare Kırımî Aziz, Vâhid, Hüseyin
nişâne-i hamakattir” dedikten sonra bunun
Remzi, Servet, Hacıbekir Sıdkı Bey’lerle Lüttî
hakkında güzel malûmat veriyor..
Paşa, tedârik ettikleri Şânîzâde ve Hayrullah
Hayrullah Efendi çocukların vâlideleri ta Efendi’nin bu Türkçe eserlerini işhâd ederek,
rafından ırdâ’ olunmasına (emzirilmesine) ta tıbbın Türkçe de tâkip olunacağına misâl gös
raftardır. Buna dâir şahsî bir müşahedesi var, termişlerdir. Bu cihetle eser çok kıymetlidir
SON YÜZYILDA
KUDUZ BİLGİSİNDEKİ
BAŞLICA İLERLEMELERİN
TARİHÇESİ
A history of the main Progressive
on the studies an findings
in the field of rabies,
during the last century's
History o f the advancement o f knowledge rabies vaccine on man (1885), Sultan Ab-
on rabies during the last hundred years. dülhamid 2 , sent a team o f doctors with a con-
Work on rabies vaccination was begun by tribution o f 10,000 Francs to the Pasteur In-
jaltier (1879) but thefirst successful applica- stitution, Paris. Having learned the prepara-
ion was achieved by Pasteur and improved tion and application o f the vaccine the team
oreparations o f the vaccine continued to be returned home and soon began to practice.
oroduced ali through the century up to the Since then many Turks, made researches and
oresent day. Soon a f ter the application o f the achieved contributions in the field.
Pasteur, Vaugueiin sokağındaki barakalara ısırılmış insanları çağırmakta ve Dr. GRANCHER (Sağda oturmuş
olan) aşıları yapmaktadır. (Pasteur Vallery-Radol; Pasteur. Flammarion et Cie. 1947.)
îstanbul’dan başka 1905 yılında Selânik’- boratuvarları’nda, ayrıca Antalya, Eskişehir
;, 1917’de Sivas’ta, ayrıca Şam Merkez Has- ve Giresun Veteriner Sağlık Kontrol Labora-
ıhanesi’nde kuduz müesseseleri kurulmuştur. tuvarları’nda yapılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde İstanbul Yurdumuzda kuduzla ilgili, bazısı kitap ol
e Sivas’taki kuduz müesseselerinden başka mak üzere, yüzlerce yazı yayınlandı. Türkiye’
925’de Diyarbakır’da yataklı bir kuruluş, de kuduz savaşına 50 yılı aşkın bir süre hiz
927’de Konya’da özel idareye bağlı bir mü- met etmiş olan merhum Dr. Zekâi Tunçman,
ssese, ayrıca 1929’da İzmir Liman Bakteri- Rabies adlı bir dergi de kurdu ve bunu birkaç
oloji Müessesesi’nde aşı hazırlayan bir labo- yıl yaşatmayı başardı. Türkçe yayınlar arasın
atuvar, 1954’de Elazığ’da özel olarak yapı- da Prof. Dr. Haydar Palavan’ın 1950’de ya
ın bir binada kuduz müessesesi açılmıştır. yınlanan Kuduz adlı kitabının müstesna bir ye
1933 yılından itibaren Ankara’daki Mer- ri vardır.
;ez Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde hazırlanan *
lample aşısı kuduz tedavi istasyonlarına gön-
Prof. Dr. Haydar Palavan 1943 yılı Şuba
lerilerek desantralizasyon sistemine girilmiş-
tında ailesiyle birlikte yurdumuza göç etmiş
ir. Burada 1.6.1932 tarihinde kuduz labora-
tir. Kendisi 1929-1943 yılları arasında Odesa
uvarı kurulmuş, Müdür Dr. Mustafa Hilmi
Pastör Kuduz Enstitüsü Müdürüydü ve Hai-
iağun Bey tarafından Semple aşısı hazırlan-
dar Palawandow adıyla dünyaca ünlü idi.
ıış ve bu iş Dr. Abdülkadir Çilesiz Bey’e dev-
1933’de doçent, 1935’de profesör olmuştu.
edilmiştir. Burada aşılamaya 18.7.1932’de
Birçok önemli ek görevlerde de bulunmuştu.
aşlanmış, 8.3.1933’den itibaren istasyonlara
Türkiye’ye gelince Sağlık ve Sosyal Yardım
şı yollanılm asına girişilmiştir. Burada
Bakanlığı’ndan görev istedi. Kendisini 1943
932-1934’de %2,1935’de %3 ve 1945’den id
Eylülünde İstanbul Kuduz Müessesesi’ne 35
aren 97o5 koyun beyni ihtiva eden aşı kulla-
lira maaşla tayin ettiler. Tıp Fakültesi’nde ku
ılmıştır. Bu kuruluşta 1937’de koyunlardan,
rulan bir jürice imtihanı yapılarak uzmanlığı
ir süre sonra merkepten bağışık serum elde
kabul edilince maaşı 40 liraya yükseldi. 1900
iilmiştir.
yılında Dr. Remlinger, kendisinin de itiraf et
B iram Türkiye’de 500’ü aşkın kuduz aşısı tiği gibi, kuduz hakkında hemen hemen hiç bir
t.asyonu vardır ve 1982’de yayınla- bilgisi olmadan 29 yaşında Daülkelp Tedavi-
ın yönergeye göre sıvı Semple aşısı uygulan- hânesi’ne 70 altın maaşla müdür olarak atan
laktadır. mıştı. Dr. Haydar Palavan İstanbul Kuduz
Hayvanlara uygulanan kuduz aşısı Ankara- Enstitüsü’nde, ısırılmış insanlara aşı enjeksi
tlik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitü- yonları yaparak 1949 yılında emekli olana ka
i’nde Semple ve Kelev aşıları olarak hazır- dar, bir sağlık memuru gibi çalıştı. O, buna
ınmaktadır. rağmen gördüğü yanlışları, eksikleri düzeltme
Köpekler ve diğer hayvanlarda kuduz tam ye gayret etti, emekliliğinde bile yurda hizmet
lı Ankara-Etlik, İstanbul-Pendik, Elazığ, için çırpındı. 11 Şubat 1960’da bir trafik ka
:mir-Bornova Veteriner Kontrol ve Araştır- zası sonucu vefat etti. Prof. Dr. Haydar Pa
ıa Enstitüleri’yle,Samsun, Konya, Erzurum, lavan ölümünün yirmibeşinci yılında bile Türk
iyarbakır, Bursa, Denizli, Trabzon, Afyon Tıbbına Kuduz adlı kitabıyla hâlâ hizmet et
: Adana Veteriner Bölge Sağlık Kontrol La- meğe devam etmektedir. Rûhu şâdolsun!
Prof. Dr. Haydar Palavan
(1884-1960)
KAYNAKLAR
Bu yazının hazırlanmasında gözden geçirilen ve yarar entifique Française. Paris 1969.
lanılan yayınların listesi çok yer alacaktır. Metinde tarih (4) Palavan, H.: Kuduz. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakan
ve isim birlikte yazıldığından bunlar Cumulated Index Me- lığı Yayınlarından, No. 148, İstanbul 1950.
dicus, Excerpta Medica ... gibi dergiler vasıtasıyla bulu (5) Unat, E.K.: Kuduz Bilgisinde Yenilikler. İstanbul Tıp
nabilir. Aşağıda toplu bilgi bulunan kitaplar bildirilmiş Fakültesi Mecmuası Monografi Serisi, Sayı 8, İstan
tir: bul 1949.
(6) Unat, E.K.: Osmanlı İmparatorluğunda Bakteriyo
(1) Berke, M.Z.: Tıbbî Viroloji. Cilt 1, S. 644-783. An loji ve Viroloji. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp
kara 1974. Fakültesi Yayınları, Rek. No. 1568, Dek. No. 4, İs
(2) Lepine, P.: Rage-Virus Rabique. Edit: Levaditi, C et tanbul 1970.
Lepine, P.: Les Ultravirus des Maladies Humaines. (7) Vallery-Radot R.: La Vie de Pasteur. Flammarion et
Cilt I. s. 394-488. Librairie Maloine, Paris 1938. Cie, Paris 1922. Türkçesi: Galip Ataç: Pasteur’ün Ha
(3) Lepine, P. et Gamet, A.: La Rage. L’expansion Sci- yatı, Devlet Matbaası, İstanbul 1935.
24
HOLLANDALI HEKİM
H. BOERHAAVENİN
"APHORİSMA" LARININ
TÜRK TIP TARİHİNDEKİ YERİ
The 'Aphorismus” of the
Dutch physician H. Boerhaave
and its influence on the
Turkish History of Medicine
In 1767, during the plague that prevailed İh ügine how a Sultan would know about a book
’stanbul, Three o f the favorite vizirs o f Sultan varitten in latin by a Dutch physician, or how
Vlııstafa III were killed by the infection. In he could appreciate the importance o f such a
$rder t o bring bet ter knowledge about the book. In their publications scholars as A l bert
uckness the Sultan ordered his doctor Schultens, La Mettrie, Gerard Van Swieten,
Suphizâde Abdülaziz Efendi t o translate with Toderini, Champollion, Reynaud are bring-
'he help o f Thomas von Herbert the ing some explanations on the subject. The lost
Aphorismus o f the very fam ous Dutch doc manuscript was to be fo u n d in 1909 by Prof.
tor Hermann Boerhaave. No w the question Dr. Â kil Muhtar Özden.
that comes to mind is the following one: We study here the life and works o f Her
Although during the X V IIIth century the Ot- mann Boerhaave and the way the Aphorismus
toman Empire entered more frequently in rela- (Kıtaât-ı nekave f i tercüme-i kelimât-ı
tion with the western world one can ’t well im- Boerhaave) was translated into Turkish.
ONSEKİZİNCİ YÜZYILDA
TÜRKİYE’NİN GENEL DURUMU
L ady Montagu
HEKİMBAŞI SUPHİZÂDE
ABDÜLAZİZ EFENDİ
Prof. Süheyl Ünver’in kaydettiğine göre,
Avrupa’ya tahsile gönderilen ilk Türk öğren-
ilerinden olup tıp’da, diğer fenlerde ve ede-
iyat’da nam yapan hekim Suphizâde Abdü-
aziz Efendi’nin doğum tarihi belli değildir^,
tabasının vak’a-nüvis olduğu söylenir. Ken-
isinin lâtince, bazılarına göre fransızca, di-
erlerine göre İtalyanca, farsça ve arapça bil-
iği iddia edilir. Ahlâktan bir eseri, farsça ya
dmış bir dîvânı vardır. Üçüncü Sultan Mus-
ıfa nücûm’a olan merakını tatmin etmek için
di Şah Harzemî’nin “Escaru’l-âsar” adlı ese-
Herman Boerhaave
ile diğer birçok kitabın da çevrilmesine ffie-
ıur edilen Suphizâde, Dr. Adnan Adıvar’a
öre maiyetinde mütercimler kullanmıştır*7', HERMANN BOERHAAVE (1668-1738)
lûsıkî ile de meşgûl olan Abdülaziz Efendi
775-1776 yılları arasında hekimbaşılık etmiş,
Onaltıncı ve onyedinci yüzyılda, tıbbî bil
782’de, İstanköy’de, sürgün olarak ölmüş-
gilerini genişletmek isteyen öğrenciler İtalya’
ir(8).
nın tanınmış Bolonya veya Padova üniversi
telerine giderlerdi. Bu fakülteler uzun yıllar bi
THOMAS VON HERBERT rer irfan merkezi olmuşlardı. Bu durum on-
sekizinci yüzyılın başlarından itibaren değişti
Avusturya İmparatoru I. Franz’ın İstan- ve kesif bir öğrenci kitlesi Hollanda’nın Ley
ul’daki tercümanı, katolik bir İrlandalI asil- den şehrine akın etmeye başladı. Gelen tale
ide olan Thomas von Herbert, 1738’de Be- be miktarı o kadar çoktu ki Leyden Belediye
Dğlunda doğmuştu. Ailesi İrlanda’yı dînî ne si şehrin surlarını yıktırdı ve açılan alanlara
mlerden terketmek zorunda kalmış, kendisi öğrenciye mahsus konutlar yaptırdı. Bu rağ
e İmparatoriçe Maria-Theresa’nın Viyana’- beti sağlayan bir tek adamdı: Hermann Bo
ı kurmuş olduğu “Academie Imperiale Po- erhaave!
r les Langues Orientales” mektebinde sekiz
1668’de, Leyden’in bir kasabası olan Voo-
1 okumuştu'9'.
nout’da doğan Boerhaave’ın babası rahipdi.
Görüldüğü gibi Suphizâde ve Thomas von Oğluna genç yaşta lâtince, yunanca ve tarih
erbert hakkında bilgilerimiz bir hayli kıttır, okutmuştu. Babası ölünce, 16 yaşında olan ve
una karşılık Boerhaave için Batı’da sayısız matematik okuyan Boerhaave’ın parasal du
taplar yazılmıştır. Eserine bu kadar kıymet rumu bozuldu. Delikanlı günlük ihtiyaçlarını
irilen Hermann Boerhaave kimdi, Aphoris- karşılayabilmek için riyâziye dersleri verdi.
a ’lar ne idi? Aynı zamanda da ibrânice ve keldâniceye ça-
31
lıştı. 1690’da, “felsefe doktoru” ünvanını al Felemenk lisânından başka fransızca, İngi
dıktan sonra, o da babası gibi rahip olabilmek lizce, almanca, İtalyanca, İspanyolca, lâtince,
için ilâhiyat fakültesine kaydoldu001. yunanca, ibranice ve keldâniceyi bilen Boer
haave ayrıca felsefe, tarih, edebiyat, şiir, mû
İnsanların gelecekleri bazı beklenmedik ga sikî ve nebâtat ile de uğraşırdı. Kendine ör
rip tesadüflere bağlıdır. Bir gün posta gemi nek olarak Hipokrat ile Sydenham’ı seçmiş
siyle seyahat eden Boerhaave, ilâhiyat fakül ti. Cömert ve kıskançlıktan ârî bir mîzâca sa
tesinden birkaç kişinin konuşmalarına kulak hip olduğundan Harvey için her zaman
misafiri olur00. Bunlar, aralarında Spinoza “ölümsüz Harvey”, Sydenham için “ölmez
adlı bir HollandalI mûsevîyi çekiştirmektedir Sydenham” demekten çekinmezdi. Hollanda'
ler. Onun bir mezhep farkı yüzünden kendi da sıkıntılı günler geçiren ünlü İsveçli b o tan i;
ırkdaşları tarafından bile reddedildiğini, genç uzmanı Linnaeus’a el uzatıp yardım etmişti.
yaşta ölüp köpek gibi gömüldüğünü, adının
da hiç kuşkusuz yakında unutulup gideceğini
söylerler. Konuşma gittikçe hararetli bir hâl
alır, nihayet haksızlığı çekemiyen Boerhaave
bu tartışmaya katılarak onlara: “Siz hiç Spi-
nozayı okudunuz m u ” diye sorar . Sövmeler,
küfürler, lânetler o anda kesilir. Fakat birkaç
gün sonra Leyden yeni bir dedikoduyla çal
kalanır: Boerhaave, bpınuzu'ntrı mezhebine
iltihak etti ve bu yüzden Kilise ona kapüarını
kapadı” denir. Etrafa sür’atle yayılan bu ri-
vâyetlerle savaşmanın, bunlara itiraz etmenin
boş olacağını anlayan Boerhaave rahiplikten
vazgeçer ve tabâbete intisap eder.
1693’de tıp tahsilini bitiren Boerhaave,
1701’de, Leyden Üniversitesi’nin Teorik Tıp
Kürsüsü’ne, Profesör Drelincourt’un Yerine CarI von Lirine (Linnaeus) (1207-1778)
atanır. Bu kürsüyü ölümüne kadar işgâl ede
cektir. 1725’de anatomist Vesalius’un 1728’de fren
gi ile uğraşan Luisinius’un; 1730’da Borelli’-
nin talebesi olan ve “uriniferous tubules”\er\
bulan Lorenzo Bellini’nin; 1731’de Kapadok-
yalı hekim Aretaeus’un; 1733’de botanikçi
Prosper Alpino’nun eserlerini yayınlattırmış-
tı. Hattâ HollandalI mikroskopist Svvammer-
dam’ın inkâr ettiği el yazılarını bile buldura
rak onları 1737’de, “Biblia Naturae” adı al
tında, şâhâne bir şekilde bastırtmıştı.
t -iJU-^-y-y^~>jjjt-''^'j^) ^.aa_)Uİ-»fL»r
t i«Li-jj^i-> y jrL 1S>>'v->,Miy
| f Ü U jO J .' ı? f > S j'ş y - j »vrf ->>»
_Jl>j>(JU*»V»_JAA>.O*J AA--^-»>/<j>-»
->Ütf’-İÂ _^XaoU>AjUİ
jJ ts j& 'A y jj '■*>-
11— '—
_;•’J. O jı_/^»jA .£>■>
-*-A“”,'-J.>
• . _*»U',J A'Jtj “ > “
A-OU_rJ-J.Lr C>A^5t u^JÂ’l /j A/j
| ’4 ^ >e$ y - ^ ’J
kb i .’j*»m—»•34^.>*SW^î^'^yui^*i
“Kıtâat-ı nekave f î terceme-i kelimâî-ı Boerhaave" adlı eserin tezhibli ilk sahifeleri.
\m. Bu meyanda bazen hem-asırlann eserle- Çeviride Suphizâde’nin de söylediği gibi fa
ine, bazen de müelliflerin tasniflerine , Müş- sılların sırasına uyulmamıştır, öyle ki türkçe
ülâtla karşılaşınca, talebesi Van Swieten’in ‘‘Kelimeler”\, lâtince “Aphorism a”\arın nu
erklerine müracaat etmek zorunda kaldım, maraları ile karşılaştırmak kaabil değildir.
işeri şekillendirmek için de eski hekimlerin
ullandıkları usûlü takip ettim ... Mütemmim Dikkatimizi çeken diğer bir nokta da, çevi
:ahat vermek, anlaşılması müşkül olan taraf ride yer alan, ‘‘anevrisma, mania, melanko-
ın inceleyip açıklamak suretiyle de eski ve lia, iskorbüt, pletora, rumatizma, flegmon,
em -asır m üelliflerin görüş fa rk la rın ı skiros, gangren, rahitis, v .b .” gibi lâtince tâ
lümkün-mertebe bağdaştırmaya çalıştım”. birlerdir. Akla gelen soru şudur: Acaba biz
de bu hastalıklar bilinmiyor muydu veya bun
İnsan bu önsözü okurken Suphizâde Abdü- ların arapça veya türkçe karşılıkları yok muy
tziz Efendi’ye saygı duyuyor. Zîra o da, Do- du?
ıı’da olduğu kadar Batı’da da rastlanan ba-
yazarlar gibi bir eseri tercüme veya bazı Mutlak olarak şunu söyliyebiliriz k \,“Al-
îrhler katmak suretiyle kendine mâletmeye Tasrif” adlı kitabında Kurtubalı cerrah Ebu’l
ılışmamıştır. Bunun aksine, hem Boerhaa- Kaasım Zehravî (ölümü 1012), anevrismanın
e’ı hem de çeviride ona yardım eden kişiyi ameliyatını târif etmiştir(28). Ebubekir Zeker-
lygı ile anmıştır. riya Râzî (854-932), İbn Sînâ (980-1037), İbn
39
Zühr (1094-1160), İbn Rüşd (1126-1198) gibi ESERİN FİHRİSTİ
İslâm Dünyası’nın büyük tabibleri, mani ve
melankoli ile ilgilenmişler, bu hastalıkları mî- Kitabın başında bulunan fihrist, bize eserin
de, karaciğer, dalak veya rahmin dimağa et muhteviyatı hakkında bilgi verir. Yunanca
kisi olarak kabul etmişlerdir. Melankoli tedâ- “Prolegomena”ya tekabül eden bir “Cüz-ii
visinde E!-Râzî satranç oyununu bilhassa
evvel” (önsöz)den sonra 3 bâblık bir Makale-i
önermiştir(29). İslâm tabâbetinin iskorbüt’ü
bilmemesine imkân yoktur. Bu âfet Haçlı Se- evvel (birinci bahis) yeralır.
ferleri’nde almış yürümüştü. Fransız vak’anü- 1. bâb: Liflerin hastalıklarından (Morbi
visi Joinville (1224-1317) orduda bu hastalı fibrae solidae simplicis), gevşek lifler (Mor' i
ğa yakalanan askerlerin aldıkları gıdayı çiğ- fibrae debilis et laxae) ve sertleşmiş lifler (Moı-
niyebilmeleri için, hayatiyeti tükenmiş dişet bi fibrae rigidae et elasticae)’den bilgi verir.
lerinin berber-cerrahlar tarafından nasıl yarıl- 2. bâb: Emrâz-ı mecârî, yâni yolların has
dığını nakleder(30). İbn Sînâ, “apoplexie”nin talıkları (Morbi vaserum minörüm et majö
genellikle gerçek pletoradan ilerigeldiğini id rüm) hakkındadır.
dia eder, tedâvide hastadan bol kan alınma 3. bâb: Emrâz-ı âzâ, yâni ahşa (organ) has
sını önerir(3l). Onbeşinci yüzyılda, Türkiye’
talıklarını bildirir. Rehâvet-i âzâ, yâni organ
de, Amasyalı Mehmet bin Lütfullah, mafsal
ağrıları hakkında arapça bir eser yazdığı gi gevşemesi (Morbi viscerum debilium et laxo-
bi, onsekizinci yüzyılda Kâtipzâde Refi’ Efen- rum) ve selâbet-i âzâ, yâni organın sertleşme
di’nin de yine aynı konuda bir risâlesi si hakkındadır (Morbi viscerum fortium et
vardır(32). rigidorum).
Verilen örneklerden anlaşıldığı gibi, Osman İkinci makale yine 3 bâb üzerindedir:
lI tabâbeti bu hastalıkları pekâla biliyordu. 1. bâb: Hâmızat (asitler) (Morbi spontanei
Buna rağmen lâtince ıstılah kullanılmış olması ex acido humore).
belki de kasdîdir. Amaç, bu terimlere daha bü 2. bâb: Lüzûcet (koyulaşma) (Morbi agj
yük bir kıymet vermektir. Nitekim onyedinci lutinoso spontaneo).
yüzyılda başlayan, onsekizinci ve ondokuzun- 3. bâb: Kaliyet (kaleviyet) (Morbi ex alca-
cu yüzyıllarda süregelen batılılaşma cereyânı lino spontaneo) beyânındadır.
ile, Avrupa’nın tıp lisânı olan lâtincenin be
nimsenmesi istenecektir. Üçüncü bâb (Cüz-ü sânî) 6 makaleden iba
rettir:
1. makale: 3 bâb’tan müteşekkil olup:
1. bâb: Kan deverânının fazlalığından (De
morbis Oriundis ab excessu motus circulato-
rii solo).
2. bâb: Kan deverânının azlığından ve ple
toradan (De morbis ex defectu circulationis et
plethora).
3. bâb: Yolların tıkanmasından (Obstruç--
tio) bahseder.
“'• " ^ -f
W /’ı*».‘ S.’—"’-* '4Kkî^'î^}T> * s* v r« r;
iİ£’ç ~ .>*iLC*y*~4<
’ -4>*nj>V—< T t \ *' *» . #•
1-- - m~l -J•Z'L- ^,1 -I
__• -uw. • ' #s*£L*ju**
f^'CZ»'1'—
''i * 1_,» • *4
Eserin fihristi.
ıhlike’den (tehlikesiz cerrahî bilgilerden), vi- 77. bâb: Gangren ve sifilis’e (gangrenae).
ve sinir cerrahisinden, anevrisma-yı hâlis’- 72. öâö: Yanıklar’a (de combustione).
seIn, yalancı anevrisma’dan, târif-i âsâb-ı me- 75. öâö: Skiros’a (cancer fibreuse).
^5’den, kan kusma, ağrı ve spasme prophyla- 74. öâö: Kanser’lere, gizli ve ülsere kanser
nıe’sinden bahseder. lere (cancer).
^ 2 öflö: Cerrâhât-ı reis (baş cerrahisi) (vul- 75. bâb: Kemik hastalıklarına (de morbis
era capitis), cerrâhât-ı simhak (perioste cer- ossium) aittir.
nıhisi), cerrâhât-ı i’zâm-ı kıhıf (baş kemikle
r i n cerrahisi), cerrâhât-ı dimağ ve trepanas- 3. makale ateşli hastalıklar hakkında olup
rSn beyânındadır. 20 bâb’ı müstemildir:
^2. öâö: Göğüs hastalıklarına (Vulnera tho- 7. öâö: Hummanın (fievre) mahiyeti (de
r ic is ). morbis internis et de febrius in genera).
4. MÖ: Karın cerrâhisine (vulnera abdomi- 2. öâö: Hummâ’nın soğukluğu (frigus fe
ris). rile).
5. ööö: Vurma, çarpma ve düşme (contu- 5. öâö: Titreme (tremor febrilis).
sO- 4. bâb: Dalak ve kerbe (anxietas febrilis).
6. M ö: Kırıklara (ossa fracta). 5. bâb: Susuzluk (sitis febrilis).
7. öâö: Luxasyonlara (ossa luxata). 6. bâb: Bulantı (Nausen febrilis).
5. öâö: Flegmon’a. 7. bâb: Kokuların menşei (ructus et flau-
9. öoö: Abse’ye (abscessus). tus).
W. bâb: Fistül’e (fistulae). 8. bâb: Kusma (vomitus febrilis).
9. bâb: Zâfiyet (debilitas febrilis). 13. bâb: Sekte (catalepsis).
10. bâb: Isı (calor febrilis). 14. bâb: Karus (carus)’a aittir.
11. bâb: İhtilât-ı zihin ve hezeyan (delirium
febrile). 5. makale müzmin hastalıklar hakkınd
12. bâb: Şubat (coma febrile). olup 12 bâb’ı müştemildir:
13. bâb: Sihir (pervigilium febrile). 1. bâb: Emrâz-ı müzmînenin menşei (c e
14. bâb: Teşennüç (convulsio febrilis). morbis chronicis).
15. bâb: Ter (sudor febrilis). 2. bâb: İstirha (paralysis).
16. bâb: İshâl (diarrhaea febrilis). 3. bâb: Sar’a (epilepsia).
17. bâb: Büsre (exanthemata febrilia). 4. bâb: Melankolia (melancholia).
18. bâb: Devamlı muntazam ateşler (febris 5. bâb: Mania (mania).
continua). 6. bâb: Daülkelb (kuduz) (rabies canina).
19. bâb: Muntazam olmayan ateşler (febris 7. bâb: İskorbüt (scorbutus).
intermittens). 8. bâb: Suilkinye (cachexia).
20. bâb: Hummâ-yı dâim (febris ardens’e) 9. bâb: H id ettü T -m u h tek an fi sadır
aittir. (empyema).
10. bâb: Sil (phtisis pulmonalis).
4. makale ateşli hastalıklara ait olup 14 11. bâb: İstiska-i lahmi, istiska-i zakkî ve ta
bâb’a mutazzamımdır. biî, husyeteyn (hydrops).
1. bâb: Emrâz-ı hâre, yâni ateşli hastalık 12. bâb: Nekris (podagre).
lar (morbi acuti febriles).
2. bâb: Hunak (angine), hunak net’havî 6. makale 11 bâbı, emrâz-ı mahsusâyı be
(angina aquosa), hunak skirus (angina scirr- yân eder:
hosa), hunak flegmori (angina inflammato- 1. bâb: Gaddaraya ârız olan illetler (mor
ria), mârifet-i kat’ı kasaba! riye, hunak tekay- bi gravidarum).
yükî (angina sippuratoria), hunak gangrena- 2. bâb: Hâmile olanlara tedbir (morbi gra^
vî (angina gangraenosa), hunak teşennucî (an vidarum).
gina convulsiva). 3. bâb: Vaz’ı hâmilin zorlukları (güç do
3. bâb: Zatürre-i hâlise (peripneumonia ğumlar) (partus difficilis).
ver a). 4. bâb: Doğumdan sonraki haller, doğum
4. bâb: Zatürre-i mugalâta (peripneumo dan sonraki kan seyelânı, doğumdan sonraki
nia notha). kan seyelânının durması (morbi puerperii .
5. bâb: Zatülcenp (pleuritis). 5. bâb: Çocuk hastalıkları (morbi infan-
6. bâb: Parafreniks (paraphrenitis). tum).
7. bâb: Karaciğer flegmonu ve ikter nev’- 6. bâb: Humma-i cüderî (variolae).
ileri (Hepatitis et icterus multiplex). 7. bâb: Emrâz-ı sâriye-i belediye (şehr,r
8. bâb: Mide flegmonu (ventriculi inflam- bulaşıcı hastalıkları) (morbi epidemici).
matio). 8. bâb: Hüssat (taşlar) (calculus).
9. bâb: Bağırsak flegmonu (intestinorum 9. bâb: Emrâz-ı evrenç (frengi) (lues vene
inflammatio) mârifet-i kulun ve bevvab (lâtin- rea).
cesi yok). 10. bâb: Rahitis (rachitis).
10. bâb: Ku’la (aphtae). 11. bâb: Rumatismus’u beyan eder.
11. bâb: Böbrek ağrıları (nephritis).
12. bâb: Apoplexia beyânında olup tedbir- Cüz’ü sâlis, muâlecet-i cüz’iye, yâni ba 2
i esbâb-ı barit (yani soğuğa karşı alman ted hastalıkların spesifik tedavisi hakkındadır
bir), tedbir-i esbâbı hâre (sıcağa karşı alınan Şöyle sıralanmıştır:
tedbir), tedbir-i insibâb-ı nedâbat (nedbelerin Muâlecat-ı rehâvet-i elyaf.
akıntısına karşı alınan tedbir) (apoplexia). Muâlecat-ı selâbet-i elyaf.
42
Muâlecat-ı selâbet-i âzâ. Tetkik ettiğimiz “Aphorism a” kitabının
Muâlecat-ı hummuzet. orijinal lâtince nüshasında133’, türkçeden
Muâlecat-ı lüzûcet. farklı olarak, yalnız birkaç hastalığın spesifik
Muâlecat-ı kalliyet. tedâsinden bahsedilmemiştir. Boerhaave,
Muâlecat-ı ifrât-ı devr-i dem ve noksan “Aphorisma ”\arda incelediği her hastalığın
îvr-i dem (pletora). tedâvisinde kullandığı materia medica ile şifâ
Muâlecat-ı cerrâhât. verici ilâçların terkibinden bizi haberdar eder.
SONUÇ
1709 ’da, H. Boerhaave’nin lâtince yazdığı sanmak zannımızca pek de doğru olmaz. Kal
e 1771 yılları civarında hekim Suphizâde Ab- dı ki Boerhaave’ın eseri bu kıymette de değil
ülaziz Efendi’nin türkçe’ye çevirdiği “Apho- di. Türkiye’de, tabâbetin tamamen Batı gö
isma”lar, Dr. Adnan Adıvar’ın da dediği gi- rüşünü benimsemesi 1838’de, Mekteb-i
i, bizde yapılan ilk iyi tercümedir. Ancak bu Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’nin açılması ve bil
ser tabâbetimizi ne kadar etkiledi ve bizi Ba- hassa Boerhaave’ın talebesi Van Svvieten’in
ilmine ne kadar yaklaştırdı sorusuna cevap Viyana’da kurduğu tıp mektebinden yetişen
ermek çekişmeli olabilir. Aslen, tek bir ese Dr. Bernard’ın İstanbul’a gelip bu müessese-
ri bir toplumun İlmî görüşüne tesir ederek nin başına geçmesiyle olmuştur.
na kat’î olarak başka bir yön verebileceğini
KAYNAKLAR
dıvar, Adnan: Osmanlı Türklerinde İlim, 1943, s. Janus......... : Est le nom de la revue oiı a ete publiee Par
144-145 İst. tide de Daniels, 1912, s. 290-300.
ta, Galip: Evolution de la Medecine en Turque. Compte- Miller, Barnette: The Palace School of Muhammed the
Rendu du IXe Congres International d’Histoire de la Conqueror, 1941, s. 111.
Medecine, 1932, BUCUREŞTİ, s. 116-118. Lavisse et Rambaud: Histoire Generale, 1896, Cilt: VII,
astiglioni: Histoire de la Medecine, 1931, s. 236 Paris, s. 485-486.
umston, Charles Greene: Histoire de la Medecine 1931. Robinson, Victor: The Story of Medicine, 1943, s. 328
s. 401. Nevv York.
aniels,'C.E., M.D.: Version Orientale Arabe et Turque Soubiran, Andre et Jean de Kerney: Le Journal de la Me
des Deux Premiers Livres de llermann Boerhaave, decine, Du sorcier-querisseur aux hommes en blanc.,
Amsterdam, Janus 1912, s. 300. 1960, s. 78.
aremberg, C.: Histoire de Sciences Medicales 1870, s. Şehsuvaroğlu, B.: Osmanlı Tababetinde Garplılaşma Ce
890. reyanları, 1956, Tıp Fak. Mec. XIX c, s. 175, sayı:
oy, N.F.J.: Dictionnaire Historique de la Medecine An- 2.
cienne et Moderne, 1778, s. 380-381. Uzluk, Feridun Nâfiz: Genel Tıp Tarihi, 1959, s. 175 An
aggard, Hovvard W.: The Doctor in History, 1934, s. kara.
295-297, Amerika, Yale Univ. Ünver, A. Süheyl: Tıp Tarihi, 1943, s. 171-174, İstanbul.
ianez, Felix-Marti: A Prelüde to Medical History, 1961, Ünver, A. Süheyl: Türk Tıp Tarihinin Esasları, s. 16, İst.
s. 155-156.
NOTLAR
1) Bk. A.S. ÜNVER: Tıp Tarihi, 1943, s. 171-174, İs 1934, s. 295-297 Amerika, Yale Univ.
tanbul. (3) Adnan ADIVAR: Osmanlı Türklerinde İlim, 1943,
B. ŞEHSUVAROĞLU: Osmanlı Tababetinde Garp s. 144-145 İstanbul.
lılaşma Cereyanları, 1956, Tıp Fak. Mec. XIX c, s. Galip ATA: Evolution de la Medecine en Turquie.
175, sayı: 2. Compte-Rendu du IXe Congres International d ’His
2) Hovvard W. HAGGARD: The Doctor in History, toire de la Medecine, 1932, BUCUREŞTİ, s. 116-118.
43
(4) LAVİSSE et RAMBAUD: Histoire Generale, 1986, med the Conqueror, 1941, s. 111.
cilt: VII, S. 485-486. (21) Bulletin Universel’in VII. bölümü, cilt: 19, 1831, s.
(5) C.E. DANIELS, M.D.: Version Orientale. Arabe 271.
et Turque des Deux Premiers Livres de Hermann Bo- (22) Metinde aynen şöyle denmektedir: "... En oulre on
erhaave, Janus 1912,s. 299-300. AMSTERDAM craignait qu ’en imprimant ces livres on reduirait a
(6) A.S. ÜNVER: Türk Tıp Tarihinin Esasları, 1958, ta misere les miUiers de copistes vivant de la trans-
s. 16 İstanbul. cription de ces ouvrages et des livres sur la m edeti
(7) Adnan ADIVAR: Osmanlı Türklerinde İlim, 1943, ne. ”
s. 177 İstanbul. (23) C.E. DANIELS, M.D.: Version Orientale..., Jan: s
(8) A.S. ÜNVER: Şahsî arşivi. 1912, s. 298, Amsterdam.
(9) C.E. DANIELS: M.D.: Version Orientale Arabe et (24) Adnan ADIVAR: Osmanlı Türklerinde İlim, 1943,
Turque des Deux Premiers Livres de Hermann Bo- s. 177.
erhaave, Amsterdam, Janus 1912, s. 300. (25) Ç,{E. DANIELS, M.D.: Version Orientale..., Janus
(10) Charles Greene CUMSTON: Histoire de la Mede- 1912, S. 299 Amsterdam.
cine, 1931, s. 401. (26) Bu olayı bize nakleden Dr. Esat Durusoy (bilahaı a
(11) Feridun Nafiz UZLUK: Genel Tıp Tarihi, 1959, s. Haseki ve daha sonra Cerrahpaşa hastanelerinin baş
175, Ankara. hekimliğini yapmıştır, 1888-1976).
Victor ROBİNSON: The Story of Medicine, 1943, (27) C.E. DANIELS, M.D.: Version Orientale... Janus
s. 328 New York. 1912, s. 302 Amsterdam.
(12) Victor ROBİNSON: The Story of Medicine, 1943, (28) CAST1GLIONI: Histoire de la Medecine, 1931, ,.
s. 328 Nevv York. 236 Paris.
(13) N .F.J. ELOY: Dictiormaire H istorique de la M ede (29) Andre SOUBIRAN et Jean de KERNEY: Le Jour
tin e Ancienne et M odem e, 1778, s. 378. nal de la Medecine. Du sorcier-guerisseur aux homt-
(14) Charles Greene CUMSTON: Histoire de la Mede- mes en blanc., 1960, s. 78.
cine, 1931, s. 402. (30) Kenneth WALKER: La Grande Aventure de la Mİ:
(15) C. DAREMBERG: Histoire des Sciences Medieales, decine, 1956, s. 340, Verviers-Belgique.
1870, s. 890. (31) Charles Greene CUMSTON: Histoire de la Mede
(16) N .F.J. ELOY: Dictionnaire Historique de la Mede- cine, 1931, s. 236-237.
cine Ancienne et Moderne, 1778, s. 380-381. (32) Prof. Süheyl ÜNVER: Tıp Tarihi, 1943, s. 165, 172,
(17) Felix Marti İBANEZ: A Prelüde to Medical History , İstanbul.
1961, s. 155-156. (33) Bu fasıl: “Hermanni Boerhaave Libellus de Mate-
(18) Feridun Nafiz UZLUK: Genel Tıp Tarihi, 1959, s. ria M edica et Remediorum form ulis, quae Servinut
178-179, Ankara. A phorism is de Cognoscendis et Curandis Morbıe"
(19) Janus, est le nom de la revue oü a ete publiee Par (yâni, Boerhaave’nin “A phorism a 'ların d a kullan
tide de Daniels, 1912, s. 290-300. dığı materia medica ve şifâ verici formüller) adını
(20) Barnette MİLLER: The Palace School of Muham- taşır.
BİR ICHTYOSIS CONGENİTA
VAK A BİLDİRİSİ
A case story of lehtyosis Congenita
from Evliya çelebi's Travels
(Seyahatname)
A case, described by the fam ous traveler was missing. W he he grew up his voice was
Ivliya Çelebi and believed (o be ichtyosis con- very weak. His skin was dry and there were
enita (the epidermolytic dominant type) by fissures on it. In the course o f time his skin
\rof’. Dr. Hatemi and Prof. Dr. Cenanı, is peeled o ff and ali his body turned red. His hair
vittily edited. fe ll o f f and he became bald. His speach was
The case described by Evliya Çelebi is given unintelligible... He got married and a child
<elow: was born to him. It looked ju st like hiınself;
“He was born with red ey es: His nasal bone but the child died in a short time... ”
en, 17’nci asırda yaşamış Evliyâ Çelebi, alır m ıyım ” diye sordu. Hepsine lisan-ı hâl ile
İstanbul’da müşâhede fırsatını bulduğum “f e t h ” cevabı verdi. Bunun üzerine Sultan
ir tıbbî vak’ayı, benden üçyüz yıl sonra ya- Murad merhum, çocuğa ve pederine gümrük
tyan Hüsrev Hâtemi ve Âsim Cenâni ile, Se- gelirlerinden 40 akça yevmiye bağlanmasını
ahatnâme’de yayınlama yoluyla tartıştım, emretti. Hekimbaşı Emir Çelebi ve Üsküdar
endileri bu vak’aya icthyosis congenita (epi- lı Mahmud Efendi, bu çocuğun durumunu
srmolitik, dominan tip) nâm-ı garibini tak “kutsal bir gecede besmelesiz cinsel ilişki ürü
lar. Benden vak’a takdimi, onlardan yorum! nü olduğu” şeklinde açıkladılar. Babası bu
allâhi â ’lem bissevâb... varsayımı doğruladı. Kurban Bayramı gecesi
ve sarhoş iken eşine yaklaşmış. Kendi mahal
AKA lesinde bir aktar dükkânı açan hasta genci gör
Vak’amız, Unkapanı iç tarafında Azablar mek için İstanbul halkı dükkânına akın etti.
lahallesi’nde doğdu. Gözleri al, mercan gi Mâlî durumu çok iyileşince, Pirinççizâde’nin
ydi. Burnunun orta direği yoktu. Büyüyünce kızıyla evlendi. Bir yıl sonra kendi gibi kırmı
)k güzel bir çocuk oldu. Bülûğ çağında çi- zı bir çocuğu oldu. Bebeğin de burun direği
:k hastalığı geçirdi. Sesi arı vızıltısına dön- yoktu. Bu çocuk çok yaşamadı. Hastamız da
A. Tulum gibi şişen derisi söndü ve kurudu, Revan’ın fethedildiği yıl vefat ederek Kasım
okununca ses verirdi. Derisinde çatlaklar paşa’da defnedildi. Yukarda belirttiğim gi
uştu. Nihayet derisi soyularak, vücudu kır- bi ben Evliyâ Çelebi bu vak’ayı Seyalıatnâme’-
ızı akik gibi kaldı. Bütün kılları dökülmüş- ye kaydettim. Hekim Hüsrev ve Âsim Çele
. Vücûdu pâluze gibi titrerdi. Kafası saçsız- biler, bâhusus Âsim Çelebi bu gençte ichtyo
ve kabak gibi parlardı. Sözlerinden birşey sis congenita (dominan şekil) olduğunu söy
ılaşılmazdı. ancak “kabir, kırba” gibi bazı lüyorlar. Doğrusunu Allah bilir. Ben bu vak’-
.‘limeler duyulurdu. Sultan Murad merhum’ ayı ikinci defa yayınlamış oluyorum. Hekim
ızûruna çağırarak “Revan şehrini alır mı- başı Emir Çelebi’nin bu konuda beni mâzur
m? Abaza âsiyi ele geçirir miyim? Bağdad’ı göreceğini umarım.
45
ÜROLOJİNİN TEMEL TAŞLARI *
The Milestones of urology
The progress made in the field o f urology this progress on our present time has been
in 19lh century and the historical roles o f the discussed. Furthermore the foundation at, d
individuals who took part in t his progress were the progress o f urology in Turkey in the begin-
defined in this article. Moreover the effect o f ning o f 20th century has been reviewed.
(*) Türk Tip Tarihi Kurumu seminerinde sunulmuştur (18.5.1985). (18/5/1985).
ünümüzde ürolojinin vardığı noktaları de Antik Çağ’dan Ortaçağ’a kadar, idrar yo|J'
G ğerlendirmek için, olayları retrospektif
açıdan gözden geçirmek gerekir. Hepimizin
larına ait hastalıkların tedâvisi genel tababet
dışında tutulmuş ve horgörülen uzmanlara
bildiği gibi, bugün tıp dalları mensupları ken terk edilmiştir. Tek tük hocanın, teorik ola
dilerine ait tarihsel dokümanları, Mısır papi rak, idrar yolları patolojisinden bahsettikleri
rüsleri, Sümer tabletleri içinden çıkarmaya ve görülür. Fakat nâdiren, bu tip hastalıkları te
değerlendirmeye çalışmakta. Hipokrat İbn Sî- dâvi ettikleri yazılmıştır. Rönesans’ta çok az
na gibi büyük devlerin eserlerinden alıntılar cerrahın “taş ameliyatı” yaptıkları görülüyor.
yapmakta, kendi uzmanlıklarına bir temel ara Onsekizinci asra kadar, kapalı bazı gelişme
makta, hattâ bugünün bilgileri çinde, geçmiş ler içinden geçilerek gelinmiştir. Ancak bu
teki değerlendirmeleri ve bilgileri yerine oturt asırda, idrar yollarına ait patolojilerin heki ı-
ma gayreti göstermektedirler. Hastalıkların lik pratiğinin dışında tutulamıyacağı gerçeği
bugün icad edilmediği ve geçmişte de aynı has anlaşılmaya başlamıştır. Moral ve bilimsel bi
talıkların bulunduğu, gerek ilkel kabiledeki si linçlenme ile, bu asrın en büyük hocaları, ha
hirbazın, gerek rahip-hekimlerin ve nihayet kimleri, üriner sistem hastalıklarını incelemeye
“ hekim” lerin, insanlara ait hastalıkları veya ve azimle tedâvi etmeye başlamışlardır.
insana musallat olan musibetleri kendilerince İdrar yolları cerrahisinde üretral ve mesâ-
tedâvi etmeğe, insanların ıztırablarım dindir ne taşları üzerine teknik gelişmeler ve özellik
meye, binyıllardır çalıştıkları bir gerçektir. le âletlerde çeşitli gelişmeler görülmeye başlan-
Gelecekteki insan nesilleri de, bugün uygu mıştır. Uzmanlar ortadan kalkmış, artık bun
ladığımız ve çok modern olduğunu sandığımız ların tek tük ameliyat yaptıkları izlenmiştir.
yöntemlere aynı gözlerle bakacaklardır. An Bu asırda, artık, hekimlik kaideleri düzenlen
cak geçmişteki atılımları hiçe sayarsak, ken miştir. Bu nedenlerle yavaş yavaş uzmanlar
dimizi inkâr eder ve geleceğe doğru bilimsel kaybolmuş, bütün îtibar ve kredilerini kayb it
ilerleme ümitlerimizi kaybederiz. mişlerdir. 30-40 yıl cerrahi ansiklopedist bir
Konumuz, “ondokuzuncu asırdan günü düzende yürümüş ve bütün uzmanlık dalları
müze kadar dünya ürolojisi ve Türk üroloji- nı kapsamıştır. Mesâne ameliyatları, idrar fis-
5/”dir. Ondokuzuncu asra nasıl geldik?.. Şüp tülleri, darlıklar, mesâıjg. hastalıkları, genel
hesiz, geçmişteki hekimlerin tek tek koyduk cerrahi treteler içinde- yeralmaya başlamıştın
ları tuğlalarla belli bir çizgiye gelinmesi Bazı cerrahların idrtar yolları ile ilgilendik
mümkün olmuştur. leri görülmüştür. Ancalk bunlardan pek bah
Üroloji’de en önemli unsur, idrarın dışarı setmedikleri anlaşılmakladır. Gelişmeler çok
çıkarılması olayıdır ve bütün değerlendirme yavaş olmuştur. Onsekizinci asırdaki yöntem
ler bu çerçevede olmuştur. lerin son ve kesin olduğu kabul edilmiş gib -
46
ir. Hattâ Boyer, cerrahinin belli bir aşama- girmiş, fizyoloji, aksiyon şeklini değiştirmiş,
a vardığım, artık herhangi bir ilerlemenin ya- hayvan deneylerine yönelmiş,patoloji-anatomi
ılamıyacağını ilân etmiştir. gibi konular deneyselleşmiştir. Pastör, bakte
Ondokuzuncu asrın başında fakülte, bütün riyoloji ve biyolojik bilimleri yeni bir atılıma
errahinin liderliğini monopol gibi elinde tut- doğru itmiştir. Üriner sistem de bu gelişme
ıaktadır, spesiyalitelerin ayrılmasını düşün- lerden payına düşeni almıştır. Alt üriner sis
ıemektedir. Bu devrededir ki, fakülte dışın- tem çerçevesinde dönen klinik ilgi, yukarı id
a üretra darlıklarının tedâvisinde yöntemler rar yollarına doğru yayılmıştır. Bazı “kilomet
e litotripsi üzerine özellikle bir seri icatlar gö- re taşlarını ” çok detaylı olmamak üzere be
ülmeye başlamıştır. İşte bu devreden sonra lirtmek istiyorum:
akülte içi ile dışında gizliden bir sürtüşme baş-
ımış, yayınladıkları rakamlar ve müşahede- Sondalama: bilimsel yaklaşım 1818 ve
;r reddedilmiş, şüpheyle karşılanmıştır. Ba Amusat ile başlamıştır. 1823’deHom eüretra-
lları kanûnî sertifikalar verilmesine inanır nın fizyolojik ve patolojik özelliklerini göster
ı n , bazıları ise hastaların şahitliklerine baş- miştir. Üretradaki darlıkların tesbiti için yu
urmuşlar, böylece halkı bir polemiğe karış- varlak uçlu sonda ve bujilerin bu iş için kötü
ırmışlardır. Hakaret ve sövgülerle açılan bu bir âlet olduğu fikri ortaya çıkmıştır. Liout
olemiklerde saygınlıklar kaybolmuştur. An- bugünkülere benzeyen ucu konik bir buji ge
ak iyi ve sağlam eğitim almış olanlar cerra- liştirmiştir (1824).
inin özel noktalarına yönelmeye başlamışlar
ın Yaratıcı zekâlar sayesinde âletlerin icat Lallemand 1830’larda, darlıkların balmumu
dilmesi bu devrelerde görülmektedir. Ondo- kalıplarını alarak çeşitli şekilleri tarif etmiş
uzuncu asır ortalarına kadar âlet yaratan ki tir, 1836’da Mereier kendi adıyla anılan ve bu
ler, tıp fakültelerini arkalarına almalarına, gün de kullanılan sondasını, 1841 ’de deRey-
ıkültedeki kişilerce desteklenmelerine rağmen lart ilk defa “balonlu sonda”yı, daha sonra
atlara karşı sessiz ve ağır bir karşıkoyma Nelaton vulkanize kauçuktan ve kendi adıyla
ıevcuttur. anılan sondasını yapmıştır.
1850’den sonra âlet icadları ve değişiklik- Darlıkların genişletilerek tedâvi edilmesi fik
r azalmış, daha az önemsenmiştir. Ancak ri de bu yıllarda ortaya çıkmıştır. Mayor ucu
•iner sistem patolojisi genel cerrahlar tara- künt içi boş sondaları 1835’de, Benigue bu
ndan incelenmeye, etüd edilmeye başlanmış- gün kendi adıyla anılan içi dolu sondaları ta
r. 1870’lere kadar spesiyalitelerin bilimsel ha rif etmişlerdir. 1845 tarihi, ürolojide bir baş
cetlere büyük bir etkisi olmamıştır. Onse- ka kilometre taşıdır. Bu tarihte, hâlen kulla
zinci asır cerrahları, litotomistleri elimine et- nılan Maisonneuve cihazının icat edilmesi ve
işlerdir. Yüz yıl sonra, genel cerrahi spesi- darlıkların kesilerek açılması güncellik kazan
.listlerin icadlarım assimile etmiştir. Resmî mıştır.
itim duruma hâkim olmuş ve yeşermeye baş
Ferri ve Ambroise Pare’den ondokuzuncu
kan spesiyaliteler kaybolmaya yüztutmuştur.
asra kadar “üretrotomi intern” unutulmuş
limde bir önceki bilgiler devamlı yenileriy-
tur. 1795’de Amerika’da Physic, İngiltere’de
yer değiştirdiğinden, dar bir çerçeveden gö-
Arnott, Almanya’da Dzondi, bugün unutul
len uzmanlık alanlarının, genel yöntemlerin muş olan bazı üretrotomi cihazları geliştirmiş
tbiki ile yerlerini alması, gelişmesi için da-
lerdir.
ı ekonomik sistemlerin incelenmesi, yeniden
manlaşma devresine girilmesine sebep ol Üretrotomi Externe: Amerika’da uygulan
uştur. Bu gelişme tıp bilimlerinin de geliş maya başlamış, Gouley başarılı sonuçlar al
kine neden olmuş ve 1870’den itibaren her mıştır. 1830’da Guthrie İngiltere’de bu göste
nde gelişme patlamıştır. Histoloji, labora- riyi bir kurul önünde yapmıştır. Ancak 1844
/ar hudutlarından kurtulup klinik eğitime yılına kadar beklemek icabetmiş ve bu tarih
47
te James Syme bunu tekrar başlatmıştır. rif etmiştir. Fakat en önemlisi, 1886 yılında
Max Nitze’nin geliştirdiği ve 16. Alman Cer
Lithotritie: Astley Cooper 1821’de, üretra-
rahi Kongresi’ne sunduğu âlet, bugünkü sis-
da bulunan taşları bir âlet yardımıyla almış
toskopların gelişmesinin başlangıcı olmuştur.
tır. Fournier de Lempdes 1812’de kadavra
1897 yılında Albarran, sistoskop’a ilâve etti
larda, Guithuisen 1813’de canlılarda olmamak
ği tırnakçığı Moskova Kongresi’nde tanıtmış
üzere bunu denemişlerdir. Ancak 4 Şubat
tır. Bu şekilde böbreklere kateter sevkedilmesi
1824’de Civiale.Necker Hastanesi’nde mesâ-
ve “separation d ’urine” denilen bir yöntemin
ne içinde taşı kırmıştır. Thomson İngiltere’
gelişmesi gerçekleşmiştir.
de, Bigelow Amerika’da, Guyon Fransa’da
1867’den sonra ana esasları yerleştirmişler ve Mesâne kollumu üzerindeki ameliyatlar: İlk
tek seansta taşların kırılmasını ve çıkarılma defa Guthrie kesmeye çalışmış, 1830’da
sını gerçekleştirmişlerdir. Civiale-Mercier kendi adlarıyla anılan keşi :i
âleti yapmışlardır. 1874’de Bottini, 1887’de
Prostat Hipertrofisi ise Mercier’in çalışma
larıyla açıklık kazanmıştır (1841). Leopold Mac-Gill bu â i & t e fe k ttik m b ik ederek ks~-
Ritter Von Dittel 1880 yılında orta lobun ke terizasyon sağlamaya çalışmışlardır. 1908’de
silmesini, 1885’de de, perineal prostatektomi Hugh Young “punch ” tekniğiyle prostatı kes
yapmış, ancak ilk vak’asında şansı yaver git meyi denemiştir. Caulk 1930’da diyatermi sis
memiş, fakat daha sonra bunu başarmıştır. temi kullanarak, vak’aların %85’ini ameliyat
Mac-Gill hipogastrik bölgeden prostata yak etmiştir. 1936’da, çıkarılan prostat 5 ilâ 10
laşmayı ileri sürmüştür. 1900’lerde Freyer ilk gramı bulmuştur. 1936’da Thompson ve
defa kendi adıyla anılan ameliyatı yapmıştır. Buchtel, 20 gr. çıkardıklarını bildirmişlerdir,
1941’de Creevy 30 gr. kadar prostat çıkar
Böbrek cerrahisi: Ondokuzuncu asra kadar mıştır.'Amerika’da İkinci Dünya Savaşı’ndan
böbrek cerrahisinde pek önemli bir gelişme sonra prostat hipertrofisinin tedâvisinde "tu ”
yoktur. Ancak perinefritik abse açılma ame- yöntemi standart hâle gelmiştir. İngiltere’de
liyesi yapılabilmiştir. Zaten böbreklere dokun ise 1969 yılında, su altında kesen cihazların
mak kimsenin aklından geçmezdi. Çünkü, bu yaygınlaşması ile genel kullanılma imkânh rı
organın çok frajil olduğu, dokunulursa has ortaya çıkmıştır. 1970’li yıllarda fiber-optık
tanın ölebileceği fikri iyice yerleşmiş ve bir fik- sistemi ve 1976 yılında ise Hopkins'rrr, çıok ye
risabit hâline gelmişti. Ancak Bright 1827’de ni bir optik sistemi (Rod Lens) ortaya koyması
nefritlerin patolojisini belirtmiş ve üç form hâ yeni ufuklar açmıştır. 1980’de, Iglesias’ın de
linde tarif etmiştir. 1840’da Rayer bunların 6 vamlı irrigasyonu bulması ile çok mükemmel
tip olabileceğini yazmıştır. bir sistem gelişmiştir.
1870 yılında Durham perinefritik bir abse
drenajı esnasında böbrekten taşı çıkarmış ve Prostat ameliyatları 1900 yılında Freyer ile
ancak bu tarihten sonra cerrahların korkusu başlamış, daha sonra Harris nıesâneyi açıp
bir nebze azalmış, böbreklerden taş çıkarıla prostat çıktıktan sonra kenarlarına dikiş koy
bileceği anlaşılmıştır. İngiltere’de Morris, mayı tarif etmiş, ancak 1946 yılında Millin’in
Fransa’da Le Dantu nefrolithotomie ile böb dâhiyâne buluşu olan Millin ameliyatı pros
rekten taş çıkarmışlardır. 1870’li yıllarda Gus- tat ameliyatlarını korkulu rüya olmaktan çı
tav Simon nefrektomi ameliyatı yapmıştır. karmıştır. Bu sıralarda Amerika’da Tur cer
rahisi yeni ilgi çekmekte ve belli bir beceri is
Endoskopi: 1826 yılında Segalas tediğinden her cerrah tarafından uygulanma
“üretrosistik” adıyla anılan âletini, 1827’de maktaydı. Millin ameliyatı tarif edilince dört
Boston’da Fisher ve 1833’de Fransa’da Gab- elle bu tip ameliyata sarılmışlardır. 1956’ua
riel Guillon “sistoskop” adıyla bilinen âlet AvusturyalI Hryntchak her türlü prostat vak’-
lerini tatbikat sahasına sunmuşlardır. Ancak asına uygulanabilecek olan yöntemini tarif e -
1865 yılında Desormeux ışıklı sistoskobu ta miştir.
48
Ürografı: Böbreklerin ve idrar yollarının Şâhâne içinde, yabancı uyruklu veya azınlık
tkikleri 1895 yılında Roentgen’nin kendi lar mensubu hekimlerin Osmanlı tıbbim tem
lıyla anılan ışınları bulmasından sonradır ki, sil ettiğini gözlüyoruz. Tıp okullarında ders
•olojide büyük gelişmeler görülür. İlk defa verdikleri gibi, dış ülkelerde yapılan kongre
596 yılında Fransa’da Guyon, üriner sistem lere de delege olarak osmanlı Türkiyesi adına
şiarım bu ışınlar yardımıyla tespit etmiştir, katıldıklarım görüyoruz. Burada dikkatimizi
etrograd pyelografi 1906’da Voeleker ve Nafilyan Paşa çeker. İstanbul Tıp Fakültesi
ichtenberg tarafından yapılmıştır. Retrograd İdrar Yollan Hastalıkları Kliniği Profesörü tit-
'etrografi ise 1910’da Cunnigham tarafından rini kullandığı görülmektedir. Nitekim Nafil-
ıtbik edilmiştir. yan Paşa’nın hayat hikâyesi gözden geçirildi
ğinde; 1831 yılında İstanbul’da doğduğu,
Ürografi, 1929’da kullanılmaya başlamış-
1854’de Askerî Tıbbiye’yi bitirdiği, 1854-55
r. Retroperitoneal pnömografi 1921' de Ca-
yıllarında Kırım ve Girit savaşlarına katıldı
:1li tarafından, presakralensüflasyonise Ruiz
ğı, 1858-62 yıllarında Paris Tıp Fakültesi’nde
ivas tarafından 1947 yılında tatbik edilmiş-
r. Translumbal Arteriografi 1929’da Dos okuduğu, “ Vesiko-vajinalfistüllerin Mar'ıon-
Sims yöntem i ile tedavisi” adlı tezle sertifika
antos tarafından tarif edilmesine rağmen, an
aldığı, Haydarpaşa Askerî Hastânesi (Tatbi
ık 1942 yılında tatbikata konmuştur. Farias
kat ve Ameliyat Okulu) İç Hastalıkları Bölü-
?41 yılında femoral artere girilerek yapılan
mü’nün sorumluluğunu üstlendiği ve daha
artografiyi tarif etmiştir.
sonra başhekimliğini yaptığı görülmektedir.
Radyoopak maddeler, 1933’de Hippu- 1900’lerde, İstanbul’da adı bilinen bir idrar
an, 1950’de Urokon eliyle, 1954 yılında da yolları uzmanıdır.
ugün kullandığımız Renografiıı maddesi kili
mim sahasına girmiştir. Ondokuzuncu asır sonu ve yirminci asır ba
şında Gülhane istatistiklerine bakıldığında (Ri-
Ürodinamik inceleme ise Lutzeyer ve Melc- eden Paşa dönemi, 1893-1904 yılları arasında),
’ıor’un çalışmalarıyla önem kazanmıştır. üst idrar yollarına ait böbrek ve üreter dahil
13 hasta yatmış, bunların dördü şifâ bulmuş,
Taşların ültrason aracılığı ile parçalanma
üçü salâh ile çıkmıştır. Mesâne ve üretra has
jntemi 1960’lı yıllarda Ruslar tarafından tat-
talıkları 58 olup, bunların 42’si şifâ, l l ’i sa
ik edilmişitr. İlk uygulamalar mesâne taşla-
lâh, 2’si ölümle (sepsis’den) sonuçlanmıştır.
nda yapılmıştır. Bugün böbrek taşlarının
Testis ve prostat hastalıklarından 56 hastada
Dbreğin içine girilerek bu yöntemle parçalan
40 şifâ, 12 salâh ve 2 vefat görülmektedir.
ası gittikçe önem kazanmaktadır. Endoüro-
ji adı altında yeni bir uygulama ortaya çık NVieting Paşa döneminde ise (1904-1908),
aktadır. Gene birkaç yılı kapsayan “şok dal böbrek ve üreter hastalıklarından 29 erkek
ları ile taşların parçalanması’’, en modern hasta, 7 kadın hasta tedâvi edilmiş, 8 hasta
jntem olarak şimdilik gündemdedir. vefat etmiştir. Yapılan ameliyatlarda ise, nef-
rektomi’den üçü ölmüş, nefrotomi yapılan üç
★
hastadan ikisi kaybedilmiştir. Bu kayıtlardan,
nefropeksi, nefrektomi, nefrolitotomi, nefro
Ülkemizde ürolojinin kilometre taşları yir-
tomi gibi ameliyatların yapıldığını tespit etmiş
inci asırda başlar. Her nekadar Mekteb-i
bulunuyoruz.
bbiye-i A skeriyye’de “İdrar Yolları
ustalıkları” dersinin, cerrahi hocası Ahmet 1909’da yeniden organize edilen tıp fakül
him tarafından verildiği E.K. Unat tarafın- tesinin başına Cemil Paşa’nın geçmesi cerrâ-
n yazılmışsa da, bunun hakkında bilgileri- hi dallarında çok yeni bir anlayış yaratmış,
z çok azdır. Diğer taraftan 1850 sonrası İs- Fransa’dan Papa adlı hekim getirilmiş ve ilk
ıbul’da toplanan ve Kırım Savaşı’nda bu üroloji kliniği Tıp Fakültesi içinde kurulmuş
lan hekimlerin kurduğu Cemiyet-i Tıbbiye-i tur. Klinik içi değerlendirilmesinde mesâne ve
49
üretra hastalıklarının büyük bir yer tuttuğu çet Sabit Erduran tarafından bu konuda bir
anlaşılmaktadır. Hattâ Papa’nın “Gazette kaç konferans da verilmiştir. 1946 yılında Mil-
Medicale d ’Orient”de yayınlanan makalele lin’in gerçekleştirdiği prostatektomi yöntemi,
rinde, üretra darlıkları ve taşları haricinde faz 1951 yılında Behçet Sabit erduran tarafından
la bilgi yoktur. 1918’de Fuat Kâmil Beksan’- ilk defa ülkemizde Tıp Fakültesi’nde yapılmış,
ın Gülhane’de kurduğu Üroloji Kliniği “İkinci tır. Daha sonra, geliştirilmiş rezektoskoplar
kliniğimiz”d\x. İhsan Arif Dermen, Orhan 1955 yılında kliniğe alınmıştır. 1956’da
Lütfi Somer, Nurettin Mehmet, Nüzhet Ah Hryntschak yöntemiyle prostat ameliyatları
met, Fevzi Taner, Kemal Serav, Abdülkadir yapılmaya başlanmıştır. Şunu belirtmek geı 2-
Olgaç, ilk isimlerdir. Daha sonra Tıp Fakül kir ki, İstanbul Tıp Fakültesi’nde Millin-
tesinin ilk asistanlarından Behçet Sabit Erdu- Hryntschak ameliyatları yapılırken, diğer üro
ran 1925 yılında Tıp Fakültesi Üroloji Klini loji klinikleri Freyer yöntemini uygulamak a
ğini yeniden organize etmiştir. Bahattin Lütfi idiler. Ürolojide ikinci kuşak kilometre taşla
Varnalı, 1925 yılına kadar geçen zaman için rından biri de Gıyas Korkud’tur. Gıyas Kor-
de yalnız poliklinik çalışmaları yapmıştır. kud ve yetiştirdiği uzmanlar bir ekol meydâ
1930’lu yıllarda her iki klinikte de yalnız sis- na getirmişlerdir. 1966 yılında, Batı’da dahi
toskop bulunduğu, hattâ Gülhane’de kullanı yeni uygulanan fiber-optik sistemli sistoskop
lan sistoskopun Fuat Kâmil Beksan’ın kendi ve rezektoskoplar getirilmiş ve modern üro
sistoskopu olduğu bir gerçektir. Prostat ame loji, imkânlar elverdiği oranda izlenip tatbik
liyatı Freyer’in önerdiği yöntemle yapılmak edilmeye başlanmıştır.
ta ve ancak az sayıda vak’alara uygulanmak Bugün ülkemizde her türlü ürolojik ameli,
tadır. Ancak İstanbul’da 1925 yılında Vakıf yatların uygulandığı, Tur cerrahisi yapıldığı ve
Gurâba Hastanesi’nde Üçüncü Üroloji Klini hattâ transplantasyonlara başlandığı görül
ği hizmete açılmıştır. Bu kliniğin başına Ali mektedir. Ancak üroloji’nin, bugün bir â et
Eşref Gürsel getirilmiştir. Diğer hastanelerde cerrahisi hâline gelmekte olduğu şüphesizdir.
de üroloji seksiyonları yavaş yavaş kurulma Günümüzde bu âletler milyonlar değerindedir
ya başlamıştır. İlk operatör sistoskop 1947 yı ve elde edilmesi için sağlık bütçesinin imkâ n-
lında Tıp Fakültesi’ne getirilmiştir. Hattâ Beh l’âVMUJa gtanislatıilmesi gerekmektedir
KAYNAKLAR
Blandy, J.: Transurethral Resection. 2. Ed. Pitman Me- Cerrah. Tıp Fak. Derg. 4(4) 338-345, 1973.
dical, London, 1978. Solok, V.: “ Uluslararası Üroloji Birliği’nin Kuruluşu I
Desnos, E., Pousson, A.: Encyc. Française d ’Urologie, ve II. Uluslararası Üroloji Kurultayları ve OsmanlI
Tome I, 1914. Hekimleri, “Cerrah. Tıp. Fak. Derg. 6(1) 127-138,
Erduran, B.S.: “ Yirminci A sırda Modern Üroloji ve 1975.
T ürkiye’de Ürolojinin Tarihçesi’’, T. Ürol. Derg. Solok, V.: “Behçet Sabit Erduran”, T. Ürol. Derg. 6' t)
1(2-3) 103-129, 1936. 153-158, 1980.
Erduran, B.S.: Ürolojinin Dünkü ve Bugünkü Durumu. Solok, V.: “G ıyasK orkudE m ekli Oldu", T. Ürol. Derg
- Üroloji Neşriyatım, Cumhuriyet Matb. 172-180, 6(2): 53-60, 1980.
1954. Serav, K.: Gülhane Üroloji Servisi Kadrosu ve Çalış ıa
Mezbur, A.: Ermeni Hekimler (üniversitaires 1688-1940) Programı, Üroloji Kliniği 6:9-14, 1940.
1. Cilt, Becid Basımevi, İstanbul 1950.
Unat, E.K.: “M ekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’nin Son Yılı",
Solok, V., Akkılıç, M.: “Cumhuriyetin 50. Yılında Üro Cerrahpaşa Tıp Fak. Derg. 15(1): 171-179, 1984
loji Kliniği ve Türk ürolojisinin Geçirdiği Gelişmeler’’,
18 . VE 19 . ASIRDA
KİMYAGER HEKİMLERİN
KULLANDIKLARI ÂLETLER
DOÇ. Dr. NİI SARI (AKDENİZ)
Yüzyıldan itibaren Osmanlı Ömer Şifâî (ölm. 1742) başta olmak üzere Os
• tıbbında, “ tıbb-ı cedîd” (yeni tıp), manlI hekimleri Paracelsus’un (1493-1541) ve
da “ tıbbî kimyâ” denilen yeni bir akım diğer Avrupalı hekimlerin tıbbî kimyâya ait
taya çıktı. Sâlih b. Nasrullah (ölm. 1670) ve eserlerini incelemişler ve edindikleri yeni bil-
51
gilere kendi çalışmalarını da katarak bu ko başlayan 595 sayılı yazmanın sonunda bulu
nuda eserler yazmışlardı. nan renkli, fakat son derece gelişigüzel ve ka
Bu eserler üzerinde çalışırken rastladığımız ba bir şekilde yapılmış bulunan resimler ve
bazı âlet resimleri dikkatimizi çekti. Gördü bunların açıklamaları Kenzüssıhha’dakilerç
ğümüz kadarıyla resimler genellikle metin ha çok benzer. Ancak, bu nüshanın Kenzüssıh-
ricinde bulunuyor. Salih b. Nasrullah ve Ömer ha’dan daha eski tarihli olması, (istinsah:
Şiâî’nin yazmalarının bulunduğu ciltlerde kay 1133/1720) her iki metindeki resimlerin de bir
dettiğimiz resim ve çizimlerin her nüshada bu başka metinden yararlanılarak çizilmiş olabj.
lunmaması, bu âlet resimlerinin kaynağı hak leceğini düşündürür.
kında fazla bilgi sahibi olmamızı engelliyor. Ömer Şifâî’nin (ölm. 1742) eseri Cevherü’l-
Daha geniş bilgi için başta Râzî’nin “Kitâbü’l- ferîd’in, içinde âlet şekilleri bulunan Süleyma-
Esrâr”ı olmak üzere Ortaçağ İslâm tıp ve sim- niye nüshasının tarihi, incelediğimiz yazn ı-
yâ eserleri incelenmelidir. Ayrıca, Paracelsus’- ların en eski tarihlisi (1110/1698) olmasın?)
un iatroşimiye dair kitablarının da araştırılma karşılık resimler siyah çizgiler hâlinde ve çok
sı gerekir.(*) gelişigüzel yapılmıştır, hattâ bazı resimlerin çj.
Resimli dört yazma eser inceledik; Tarsus zimleri ve açıklamaları yarım kalmıştır.
lu Osman Hayri Mürşid’in Kenzüssıhhatü’l- Âletlerin kendilerini tanımada en çok Ken-
ebdâniyye’sinin (telif: 1299/1881) sonundaki züssıhha’dan yararlanırken, bu âletlerin ne gi
resimler bunların en güzelidir. Burada kimyâ bi işlemlerde kullanıldığına dair bilgiyi de Sâ-
âlet ve apareylerinin resimleri, distilasyon tek lih b. Nasrullah’ın Gâyetü’l-itkan’ında, Alî
nikleri özel adlarıyla ve îtina ile tarif edilerek Emîrî Kütüphanesi’ndeki nüshada (istinsah
tanıtılır. Kenzüssıhha’daki resimlerin güzelli 1153/1740) buluyoruz. Temiz çizimli ve renkli
ği ressamın ustalığından mıdır, yoksa resim resimlerin bir kısmı metnin arasında, bir kıs
leri yapanın, âletleri kullanan ve tanıyan bir mı da metnin kenarlarındadır. Burada âletle
kişi olduğundan mıdır, bilemiyoruz. Ayrıca rin tanıtılmasından ziyade, değişik damıtma
âletlerin tanıtılmasındaki ve metodların iza yöntemleri itina ile tarif edilir, ki bunların
hındaki ustalık dikkati çekmektedir. Bu kita önemli bir kısmı Kenzüssıhha’dakilerine ben
bın sonunda yazarın istifade ettiğini belirttiği zer. Gâyetü’l-itkan’da ayrıca, hangi usûl ilt
kitapların taranması ile bazı karanlık nokta hangi nesnelerin damıtılacağı belirtilir. Bu me
ların aydınlanacağı kanısındayım.(**) Resim tindeki bilgilerden edindiğimiz intihaya göre.
lerin renkli ve muntazam bir şekilde çizilme Sâlih b. Nasrullah kitabında anlattığı usûlleri
sine karşılık şekillerin çok içiçe yerleştirilmiş uygulamış olmalıydı. Zira metinde damıtma
ve karışık bir sırayla ele alınmış olmasını göz- teknikleri ve nelerin hangi usûllerle damıtıla-
önünde tutarak, okuyucunun âletleri daha ra cağı bütün incelikleriyle belirtilmekte ve hat
hat bir şekilde tanıyabilmesini sağlamak ama tâ, çatlayan, kırılan âletlerin tamiri, bakımı ve
cıyla herbir âletin fotoğrafını, etrafındaki âlet korunması hususunda da yararlı bilgiler ve il
leri göstermeden, ayrı ayrı çektirdik ve her âle mektedir.
tin ismini, özelliklerini ve tekniğini sâde bir dil Metinlerdeki bilgileri aktarmadan önce sini
ile resmin altında verdik. Kullanılan teknik te yâ ve kimyâ üzerine kısa birkaç söz söyleme)
rimlerin çoğunun sözlüklerde yeralmaması ve gerekiyor. Yine aynı konu üzerine yazdığın ı:
bazı kelimelerin yanlış olarak istinsah edilmiş bir makalede, bu âletlerin simyâ âletleri ıl
bulunması metinlerin çözülmesinde bize hay benzer ya da aynı olabileceğini, fakat bu âlet
li güçlük çıkardı. Yine kütüphanemizde kayıt lerle simyâgerlik yapılmadığı, hayat iksirini -1
lı, Derviş Ömer Şifâî’nin Şifâü’l-Eskam’ı ile de etmek ya da topraktan altın yapma gâye
(*) Tarihçe için bkz. Nil Sarı: Hükemâ-yı kimyâiyyun celsus ile hiçbir ilgisi yoktu r; ancak Paracelsus tak
ve kullandıkları âletler. “Kaynaklar Dergisi", Sa lidi (Pseudo-Paracelsus) veya Paracelsus mütercim
yı: 4, 1985, s. 81-89. Ayrıca bkz. Kaynaklar: MD: leri ile bir ilgisi olabilir. Bu bilgi Kar! Sudhoff'un
5, 6, 7, 8. 2 cilt Bibliographia Paracelsica” adlı çalışmasına da
(**) Paracelsus metinleri üzerine çalışan Alexander Ko- yanır. Bu çalışmada Paracelsus’un 500’ün üstünde
senina ile yaptığım bir görüşme sonucunda kendi baskı ve el yazmaları (1527-1893) incelenmiştir.
sinden şu yazılı bilgiyi aldım: “Bu resimlerin Para-
iiyle değil de, bitkilerin özsularını çıkararak, kü bunlarda “a k tif prensip” oranı en yüksek
ıromatik sular, kokulu yağlar elde edilmeğe seviyededir. Aktif prensip ise rûh gibidir, uçu
çalışıldığı, ilâç yapımında bunlardan yararla cu tabiattadır. (3)
ndığını belirtmiştik. Topkapı Sarayı’ndaki Bir bitkinin çiçeği, tohumu, yaprağı, odun
dekimbaşı Kulesi’nde, ve Helvahâne’de de su kısmı, kökü, ayrı ayrı damıtılabilir. Neti
jenzer yöntemlerle ilâç yapılıyordu. Yağhâ- cede sırayla çeşitli özsular (nâne suyu), ruh
lelerde de zeytin, susam, haşhaş ve keten to- lar (nâne rûhu), cevherler (mentol: Nâne rû-
ıumu yağı elde edilirdi. hundan çıkarılan ıtırlı bir madde) ve kokular
Evliya Çelebi (1611-1682) de, ecza yapan çe- (ıtır) elde edilir. Uçucu sıvıları tedrici hararetle
iitli esnaf guruplarından sözeder. Bunlar, ko- kısımlara ayırarak, yâni fraksiyonlu distilas-
;uk tutyası, çiçek tutyası vs. yapan, dükkân- yon ile “cevher”\er elde edilir. Esansın (rû-
ıiz “esnâf-ı tutyacıyân”\ tarçın, zencefil gibi hun) katı veya kristal şekline “cevher”, yâni
»dviyeyi döverek macun yapan “esnaf-ı ma- mücevher denir. Hoş kokulu bir “eczâ”, san
:uncıyân”\ hindibâ, nâne vb. edviyenin suyu- dal ağacı yağı ile damıtıldığında ortaya çıkan
iu çıkaran “esnâf-ı meşrûbat-ı devâ”\ koca- karışım “ıtır” veya parfüm olur. (3)
nan bir at üzerinde küp kadar bakır kazan- Eğer sudan mümkün olduğu kadar arınmış
ar içre gülâb (gül suyu) satan Edirneli hâtun- bir esans istenirse, değişik bir distilasyon işle
ar ve dükkânlarda mâ-ivert (gülsuyu) ve mâ- mi gerekir. Taze ilâçları ilâve su olmadan kul
yasemin gibi ıtriyâta ait hoş kokulu sular sa- lanmak için ben-mari usûlü uygulanır. Pratik
9n “esnâf-ı gülâbcıyân”-, bademden, servi tecrübeleriyle hekim, hangi hammaddenin su
ozalağından, cevizden ve daha çeşitli şeyler- ile ve hangisinin ben-mari ile distile olunaca
en yağ çıkartan ve halk’a yasemin, sümbül, ğını öğrenmiştir.
ül vs. yağı satan “esnâf-ı edhan u edviye”-
lir. (1) İşte bu esnaf kesimi de, yazımızın ko- Simyâger’in önemli bir tekniği de “bir bit
usu olan âlet ve teknikleri kullanıyor olma ki veya özsuyun rûhunu bir metâle aktarabil
ydılar. mek ... metâli, nebatî bir ruhun taşıyıcısı
yapm ak” ... idi. Bir bitki ile yakılarak toz hâ
Simyâ’nm anlamını ve nasıl geliştiğini, bu line getirilen metâl, artık o bitki rûhunun özel
onulara dair önemli çalışmaları olan Bakht liklerini taşırdı ve tedâvide kullanılabilirdi.
s Mahdihassan’ın iki makalesinden aktarmak Meselâ demir, limon suyu ile “kireçleştirildi-
tiyoruz. Bu yazarlar simyâ’nm animism’e ğinde”{*) ortaya çıkan kırmızı demir oksid
ayandığını ifade ederler: “Anim istik görüşe kalp hastalıklarında kullanılırdı. (2) Evliya Çe-
öre herşey canlıdır ve bitkilerin de bir beden lebi’nin sözünü ettiği, “koruk tutyası, çiçek
? bir ruhu vardır ”. Bitkinin tedâvi edici özel- tutyası” yapan “tutyacıyân”lar da çinko ok
ği ise bitkinin “ruhuna” atfedilir: Şifâ, bit- sidi elde etmek için bitki-metâl karışımı bir
iden insana geçen “rûh” sayesinde gerçek- muamele yapıyor olmalıydılar.
şir. Kuruyan ve ölen bitkileri ruhları bıra- Halk tıbbında da buna benzer organik-
p gider ve böylece tedâvi edici özelliklerini anorganik maddelerin karışımının kullanıldı
tirirler. Bu nedenle bitkilerden tedâvi ama ğı yöntemlere rastlamaktayız. Diyarbakır yö
yla yararlanabilmek için bitkideki “hayatî resinde “sedef” (mater perlarum) limon su
ensibi” (rûhu) korumak ve her an elde edi- yunda birkaç gün bekletilir; eridikten sonra
bilir durumda muhafaza edebilmek gerekir, yüze sürülür. Gebelikten veya üzüntüden son
te simyâ san’atı böylece doğmuştur. Yâni ra ortaya çıktığı söylenen ve “gam kelefi” tâ
ödleri simyâ, şifâlı bitkiler ilmine dayan bir edilen yüzdeki siyah lekelere iyi geldiği an
akta idi... “Hayat iksirinin” ölümsüzlüğü latılır. (4)
ilebileceği düşüncesi daha sonraları simyâ’- Simyâ’nm anlamı üzerine birkaç görüşü de
ınebâtatçılıktan uzaklaştırdı. (2, 3) kısaca vermek istiyoruz:
“‘H akîm ”,\er, tipik simyâgerler gibi, disti- Simyâ’nm en tanınmış tariflerinden birini
lolmuş preparasyonları tercih ederler; çün- Câbir İbn Hayyân yapmıştır; buna göre sim-
,*) Kireçleştirme (calcine): Yakarak toz hâline getirmek veya gelmek, kirecimsi bir hâle gelmek. 53
yâ “metallere daha önce sahip olmadıkları tesirli miktarlarda kullanılan “kim yevî ilâç
renkleri vermektir. Sim yâ’nın cevap aradığı lar”, ufak miktarlarda kullanılan “simy
sorulardan biri de şu idi: El-iksîr, eritilmiş ürünlerinin” bir bakıma tersi idiler. Mesel;
cism ’e ilâve edilince onu gümüş ve altına dö “hicâbsız ateş ile taktir olunan” “zâc” (han
nüştürür mü? Yâni, bakır ve kurşun gibi me- demir sülfat) tipik bir kimyâ ürünüdür. Kim
tâllerin gümüş vs altına dönüştürülmesi, yâni yâ ürünlerine dayanamıyan hastalara çok ufal
“transmutasyon” mümkün müdür? Tarihte dozda simyâ ürünleri verilir. Meselâ kansız
transmutasyonun lehine ve aleyhine çeşitli tar lık için eser miktarda, yakarak toz hâline e
tışmalar yapılmıştır. (10) tirilmiş (kireçleştirilmiş) demirli preparasyon
M ahmud ve Mahdihassan ’a göre ise daha lar verilebilir. Simyâ preparasyonları bitki
çok altın yapımıyla ilgilendiği sanılan simyâ, metâl karışımıdır. “Bitki külleri” ve “mı a-
başlangıçta insan hayatını uzatmak gâyesiyle lik oxidlerden” meydana gelmiştir. (2)
hareket ediyordu ve simyâgerlerin en ideâl ilâcı İncelediğimiz yazmalarda “ Taktir ” nasıl ta
insanı tekrar gençleştirmek için hazırlanıyor nımlanmaktadır?
du; çünkü ölümsüz bir hayat için en iyi du Kenzüssıhha’da “taktir” terimi şu şekilde
rum dış görünüşün genç olması idi. Mahdihas açıklanır: “eşyânın rutubeti bâlâ-yı inbike ta-
san, Bakht ve M ahm ud’a göre simyâ “insan bahhur edüb yükselmesidir. ” Yâni uçucu
ömrünü uzatma san ’atıdır. ” Hayat iksiri “kâ maddenin buharlaşıp inbiğin yukarısına yük
inat ruhu” veya “yaratıcı enerjinin” özüdür. selmesidir. Yine aynı metinde diğer bir tarif
Hayat iksirinden alan kişi yaratıcı enerjiden daha verilir:
bir miktar alır ve ölümsüzleşir. Hayat iksiri “Bazı hükemânın taktir'den murâdı, suûd
bir metâle damlatıldığında, o da ebedî olur; kabul eden eşyânın tas’îdidir.” Yâni, uçucıt
yapısı değişir; bu, paslanmayan ve yanmayan madde ihtiva eden nesnelerin ısıtılarak buh r-
tek metâl olan altın'dır... ” (2, 3, 12) laştırılmasıdır.
Nebâtatçılıkla başlayıp, hastalıkları tedâvi, Gâyetü’l-itkan’da ise “taktir” şu şekilde (â:
insan hayatının süresini uzatmak, insanı genç rif edilir: “Taktir diye “latif olan eczâ-ı mâiy.
leştirmek, ebedî gençliği temin etmek ve niha yeti, mütesâid olduğu hâlde, kesif olan ecz i-i
yet insanı ölüm süzleştirm ekten “altın arzıyyeden ayırmağa derler”. Yâni, uçucu
yapmağa” kadar uzanan ve bazen anlaşılma madde ihtiva eden, su ile karıştırılmış eczayı
sı güç tarifler ve sembollerle dolu simyâ’yı buharlaştırarak, daha az uçucu olan, ya da da-
kimyâ’dan nasıl ayırabiliriz? Bazı yazarlar, mıtılamayan katı kısmından (bakîyeden) ayır
simyâgerlerin, bitkilerin damıtılmasından zi mağa derler.
yade, altın elde etme usûllerini aramayı ter Damıtılan şeylere “eşyâ” \e ya “eczâ” de
cih ettiklerini söyler. (13) Bazılarına göre de nir. Bazen “kuru” bazen de “yaş” “eşya”r ın
simyâcı’nın gâyesi bütün hastalıklar için tek damıtılması, bazı eczânın kolaylıkla buhar a-
bir ilâç hazırlamaktır. Böyle bir ilâç, hastalık şıp yukarı doğru yükselmesi, bazısının ise ko
bilgisini gerektirmez. Bu ilâç “el-iksîr” olup, lay buharlaşmamasının çeşitli âletlerin icâd
tek kelime ile “panzehir"dir. (2) Mahmud ve edilmesine sebeb olduğu belirtilir. Böylece
Mahdihassan ise, ilâç yapımı açısından sim uzun âletler (âlât-ı tavîle), kısa âletler (âlât-j
yâ ile kimyâ arasındaki esas farkın, maddele kasîre), kar’alar, eğri şekilliler (muavvecât) vb.
rin “miktarında” olduğunu bildirirler. Sim icâd edilmiştir.
yâ ürünleri çok ufak miktarlarda verilirken, Hekimler damıtma hususunda, kaynama
kimyâ ürünleri oldukça tesirli dozlarda kul derecelerini (derecât-ı nâr) ayırdetmek için çe
lanılırmış; meselâ büyük miktarda bitki hülâ şitli “ham am ”\ar da icâd etmişlerdi. Buna gö
saları kullanılırken, basit inorganik maddeler re “ateşin dört derecesi" vardır:
de de durum aynıdır (demirli topraklar ve şap Birinci derece: Su ve buhar hama m
gibi). Simyâ’da ise hazırlanmış ilâçların en (hammâm-ı mâriyye ve buhâriyye).
ufak miktarları kullanılır. Kısacası, oldukça İkinci derece: Kül hamamı (hammâm-ı re-
54
ıâdiyye) Kuru hamamda taktîr olunan otlara misâl
Üçüncü derece: Kum hamamı (hammâm-ı ler: Pelin, babûnec, fûtenc, zofâ, huzâma, na
:mliyye) ne, sa’ter, biberiye, sedef, salviye, ebhel, siin-
Dördüncü derece: Ateş ısısı (nefs-i nâr) bül ve kokusu güzel olan “sıcak ilâçların”
Bu dört dereceye vakıf olmayanın güzel ko- (edviye-i hârre) çoğu...
u elde edemiyeceği bildirilir. Yine kuru hamamda taktîr olunan tohum
Hekimler birçok “tas’îd ” (buharlaştırma, lar (büzûr) ve güzel kokulu maddeler (efâvih)
iiblimasyon) âletleri icad ettiler. Zîrâ bâzı şunlardır: Anisûn, nân-hâh, şibitt, kerâviyâ,
‘eşya”yı tas id ettikten sonra kullandılar, kemmûn, râziyânec, habb-ı ‘ar’ar, habbü’l-
iimyâger hekimlere göre buharlaştırmanın bir gar, ancelika, vecc, kaküle, karanfil, kababe,
âyesi “netice-i eşyanın latifini”, yâni nesne- darçîn, cevz-i bevvâ, zencebîl, ağaç kavunı ka
in damıtma ya da süblimasyon ile elde edi- buğu, turunç kabuğu.
:n en son hâlini ‘‘arz-ı galîz”den, (buharlaş- Yukarıda adı geçenlerden hangisi istenirse,
ıayıp geride kalan katı kısmından) ayırd et- önce ufalanır (ufaklayıp), sonra herbir “rıtl’-
ıektir. Veya amaç, ‘‘sûret-i m usa’ıdin tağyi- ’ına (bir litre kadar), 20 rıtl su konur. Eğer
i”, yâni “ tas’îd ” tarzının değiştirilmesidir, mayalanmasına (tahmîr) ve kokmasına (taaf-
dzânın kuvvetli veya zayıf buharlaşmasına fûne) hâcet varsa, sıcak bir yerde bekletilir.
iûduna) göre türlü türlü ‘‘tas’îd ” âletleri ya- Eğer gerekmiyorsa, kar’a hemen fırına konup
ılmıştır. Bunların kısa veya uzun şekillileri, bildirildiği şekilde taktîre başlanır. Tahminen
amdan (zücâcdan) veya toprakdan (türâb- 15 rıtl miktarında eczâ taktîr olunur. Ekseri
an) olan çeşitleri vardır. Hekimler türlü tür- ya t>u taktîr 6 saatte tamamlanır.
i ‘‘masna” ocakları (sarnıcı, su mahzeni olan Yağı damıtık sudan ayırmak için de çeşitli
caklar) ve ‘fırınlar” icâd etmişlerdi ki, bun- yollar geliştirilmiştir. Yağın suyun üzerine çı
ır da ‘‘pişirme” (tabh), ‘‘taktır” (inbikten kıp yayılması hâlinde ağzı dar, boğazı uzun
:kme ve ‘‘tas’îd ” (ısıtıp buharlaştırma) hu- şişeler veya iki tarafı kanüllü balonlar kulla
ısunda kullanılırdı. nılır. Eğer yağ suyun içinde yayılıp bulut gibi
Hükemâ ‘‘eşyayı tefrîk”, yâni eczâyı ayır- dağılmışsa, o vakit soğumaya terkedilir veya
îtmek için ‘‘m usaffat”, yâni türkçe ‘‘süzgü” buz üstüne konup soğutulur. Sonra çuhadan,
luni) tâbir edilen âletler îcadettiler. ‘‘H ark” yahut sık bir bezden süzülür ki yağ bez üstün
rakma) ve ‘‘teklîs” kireçleştirme) hususun- de kaldığında bıçak ile sıyrılıp alınır ve sakla
ı da hekimler küçük ve büyük “potalar” îca- nır.
îttiler.
“Hicâbsız ateş ile taktîr”, yâni dosdoğru
îşte bu işlemler için çeşitli âletler ve yollar ateşe koyma yoluyla taktîr’de, ekseriya “kes
ardı. Biz burada bunları resimleriyle tanıtma- kin sular” (sert sular), bazı yağlar ve bazı mâ-
a çalışacağız. denî şeyler taktîr olunur. Meselâ zâc, şeb,
“Hükemâ-i kim yâiyyûn” hangi usûllerle milh, tırtır, barut, zift, kar, kehrübâ ve ‘ilk
deri elde ederdi? Bunun özet olarak cevabı- butm gibi şeyler taktîr olunur.
Gâyetü’l-itkan’da buluyoruz. Bunları kısa- “Tenkîs” (başaşağı etme) yoluyla taktirde
t şu şekilde belirtebiliriz: peygamber ağacı, ardıç ağacı gibi “haşeb”le-
Su hamamı (hammâm-ı mâriyye) ile damıt- rin yağı çıkarılır. Zift, kehrübâ ve sabır gibi
a (taktîr) usûlü daha çok uçucu madde ihti- bazı zamklar (sumûğ) da bu yolla damıtılır.
ı eden otların (haşâyiş-i latîfe), çiçeklerin, öz- Âletleri ısıya karşı korumak, çatlayanları ta
ların (usâre), meyvelerin ve bazı etlerin (lû- mir etmek için kullanılan çamur çeşitleri ve
ım) taktîrinde kullanılır. bunların yapılışı hakkında geniş bilgiyi yine
Kuru hamam (hammâm-ı yâbis) ile ekseri- “Gâyetü’l-itkan”da buluyoruz. Bu yazmada
rutûbeti çok otlar (haşîşeler), yapışkan (lü- ki metne göre âletleri sıvamada kullanılan ça
cetli) ve yağlı (dühnîyetli) olanlar ile güzel murun (tîn-i hikmet) meşhur olanının terkibi
tkulu (efâvih) nesneler taktîr olunur. şudur: Bir cüz (bir kısım) çömlekçiler çamu
55
ru, bir cüz elenmiş kum, yarım cüz döğülüp beraber buğday unu, döğülmüş cam ( “y/ye”)
toz hâline getirtilmiş at kuyruğu kılı (zeylü’i- ve yumurta akıyla yoğrulur ve buhar çıkan
feres). Bunlar sığır kanıyla ve bir mikdar kır yerlere sürülür.
kılmış yün ile yoğurulur, taş havanda iyice dö- Aşağıda fotoğraflarıyla tanıtılan âletler ip
ğülür, gereken yerler bununla sıvanır. kullanım şekilleri ve damıtma teknikleriyle il.
Şişeden olan âletleri korumak için sertleş gili bilgiler incelendiğinde, simyâ eserlerinde
tirilmiş çamur (tîn-i kavî) şu şekilde yapılır: bulunan sembollere, mistik düşüncelere rast-
Kiremid, kum ve demir cürûfunun (hubsü’l- lanmayıp, sadece pratikte kullanılan teknik
hadîd) herbirinden beraber alınır, bunlar in bilgiler (distilasyon ve süblimasyon yöntem
ce toz hâline getirilecek şekilde döğülür. Bu leri) ve bunlarla ilgili resimlerin bulunması, bu
toz hâline getirilen miktarın iki katı çömlek âletleri îcad edip kullananların Kenzüssıhha’-
çiler çamuru ve bir miktar kırkılmış keçi yü da denildiği gibi “hükemâ-yı kimyâiyyûn’’ yâ
nü katılır ve küllü su ile yoğrulur. ni bir bakıma “kimyager hekim ler” tâbiriyle
Eğer şişenin biryeri çatlarsa şu çamur (tîn) tanımlanmalarının pek uygun olduğunu gös
sürülür: terir. Distilasyonun farmakopeye uygulanma
Sülüğen, döğülmüş cam, samg-ı ‘ar’ar, her sına ise Batı’da “tıp kim yası” deniliyordu.
birinden (beraber) alınıp, bir miktar bezir ya (13)
ğıyla ateşte karıştırılır. Bu karışım çatlak yer
lere sürülür. Veya buğday unu ve tîn-i ermeni B urada, “hükem â-i kim yâ iyyû n ” \ n
ve kireç, herbirinden beraber döğülüp, yumur “taktîr” (damıtma) işlemi için îcad ettikleri
ta akıyla yoğrulur ve çatlak yerlere sürülür. âletlerin resimlerini, açıklamaları ile, fakat
Eğer bir taraftan buharın çıktığı görülür ve kendi sınıflamamız çerçevesinde tanıtmaya ça
önlenmesi istenirse bir miktar mürdeseng, ile lışacağız.
-
Bu iki inbik bakırdan yapılm ıştır. "Inbîk-i bâride” (soğuk inbik) diye bilinir. Karşılarında bulu
nan “m ukabelesine” soğuk su konup, ısındıkça yenilenir. Sağdaki "boruya” şişe geçirilir, boru
ile şişe ağzının açıkları pam uk ile örtülüp, akan “ takattur-i fâ sıla ” (ara ara damla dam la taktir \
olunanlar) He tablaya su çıkarılır.
Sol taraftaki “inbîk-i bâride”y e “tavîlü'l-’u n k”, yâni “boynu uzun” derler. Bununla “ruh” (esans)
gibi ince şeyler çıkarılır. Yağı (dühn) şişenin ağzına toplanmıyan bazı eşya tekrar boynu uzun ile
dam ıtıldığında, yağ “k a r’an ın ” dibinde kalır. (Kenzüssıhha, s. 2)
S
Sağda "inbîk-i kebîr” (büyük inbik); solda
‘‘irıbîk-i m üdevver” (yuvarlak inbik). (Kenzüssıh-
ha, s. 2)
57
Bu iki inbik “devr-idâim ” (devamlı devreden) de "Enâbik-i selâse”: Üç adet inbiğin birbiri üzeri
nilen inbiklerdir, ki birbirine birçok kere taklîr olu ne geçirilmesi. (Kenzüssıhha, s. 2)
nur (damıtılır) ve devreder. (Kenzüssıhha, s. 3)
58
* *
___ _ - . . ■’TZZ
H am m âm ’ı m âriyye'nin şekli:
Bir tencerenin yarısına kadar su doldurulup, içine k a r’aları konur, dam ıtm a yapılır. A m a hekim
ler, k a r’alar hareket etmesin diye kurşundan, dört tarafı delik delik olan bir halka kullanırlar.
Bu halkalara dem ir teller geçirilir, k a r’anm ortasında (boynunda) olan halkaya sıkıca bağlanır,
tâ ki dört tarafa hareket etmesin. (Kenzüssıhha, s. 6)
bJ -J.I r*y*Scil*—
»İ3^L*»jCw
til/j—I*-liy\**>jljyİ *jl*âf)
-Moj.jl.ij
Hammâm-ı m âriyye'nin bir diğer şekli de “hammâm-ı y â b is ” (kuru hamam)dır. Bunda, önce an
latıldığı gibi tencereye su konur. Tencerenin ortasına bir sacayak oturtulur. Sacayağın üstüne kar’a,
suya dokunm ayacak şekilde, dikkatle konmalıdır. Sonra tencerenin kapağının açığına uydurula
rak k a r’a yerleştirilir. Tencerenin kapağında k a r’a geçecek kaç adet delik varsa, istenilirse o sayı
da sacayak ve k a r’a olur. Sonra yukarıda anlatılan şekilde k a r’alara inbikleri geçirilir. Bu taktir
"kuru ham am ” cinsindendir. (G âyetü’l-itkan, v. 39 ab)
“Hammâm-ı buhariyye" (Buhar hamamı)
Büyük bir kazan içine yarısına kadar su doldurulur; sonra kazanın ağzı hacmında sacayak gibi
üç dört ayaklı bir dem ir kafes konur. Kafesin ayaklarının yüksekliği, kazanın üçte iki kısmına ka
dar çıkmalıdır. Sonra üzerine kar'alarm boğazı delikden dışarı çıksın diye, birkaç deliği olan bir
kapak kapanır. Her bir kar 'anın inbikleri sıkıca kapanır ve dam ıtm a işlemi yapılır. Bu şekilde olan
damıtmalara kim ya erbabı (erbâbü ’l-kimya) arasında ‘‘hammâm-ı buhariyye” denir. (Kenzüssıh-
ha, s. 7) ,
‘‘H ammâm-ı rem âdiyye" (kül hamamı) ve ‘‘H amm âm -ı y â b ise ” (kuru hamam)
Kuru hamamın (hammâm-ı yâbise) tarifi: Bir tencerenin dibine bir m ıkdar kum veya kül konur,
k a r’a üzerine oturtulur ve etrafı, tencerenin ağzına kadar, kül (remâd) veya kum (remi) dolduru
lup, kar'anın boğazı dört parm ak dışarıda kalır. Sonra kar'anın ağzına inbik geçirilip, sağlamca
kapanır ve inbiğin borusuna (lüle-i inbîk) mukabelesi geçirilerek damıtılır. (Kenzüssıhha, s. 8)
JJûJlLj A»*J.I(J-»l|»W
f
I
yî
c ^ s j J - y + j a»jyu»x>» çAj>>
I W>»bI
i
ıîi“Vj>Mj»2^JİaÇ^İ»»-»^ı*»J,J'~i-Ol
T as’îd âletleri. (Kenzüssıhha, s. 11) Tepesi ve dibi açık bir çeşit “ ta s’îd " âleti; bunu
uygun bir çömleğe oturtup, ta s’îd ederler (buhar
laştırırlar). (Kenzüssıhha, s. 11)
>Sl*İ/Jg*l ıOı*ts fl)** üjh
s->s. Ua ^ ' O üm
Fırına veya bilinen dem ir ocağa konan “ta s’îd ” Bu fırında bir ateş ile üç türlü nesne pişirilir. içinde
şişeleri. Aşağıdaki k a r’a loprakdan yapılm ıştır; yolları vardır, oradan ateşin alevi parlar. Fırının
“k o ğ a ” derler. “P ota" toprakdan otur. Solda, tepesinde üç gözü vardır; onlara birer nesne ko
kül (remâd) küreği ve altında “tıp a ” resmi var nup, pişirilir; tepesinde olan “ocakdan” duman
dır. Fırının sol tepesinde “bilinen demir mangal” çıkar. (Kenzüssıhha, s. 12)
yazısı kayıtlıdır. (Kenzüssıhha, s. II).
■
İçine uygun bir boynu eğri” konup, damıtılma- “ T aktır” ve “ta s’î d ” işlemlerinin yapıldığı
sı gereken nesnelerin inbikten geçirildiği (taktır) “fırın lar” ve “şişeler”. (Kenzüssıhha, s. 13)
ve buharlaştırıldığı (tas’îd) fırın. (Kenzüssıhha, s.
12)
68
, ■jfe L ^ıLJ_jij-o?Uy>li*LîJ
jıİK ik & jJ o J jb ^ ’^ jy J y a ib iu jt u îi^
>4pi^>—?ir ^ ^<ı>*
>—
ot',>■»I*Jİ/îb-k'
l >v
j»l^j^ki*ki?(«—i*IkljjLut^y*Li*iıj?y)»j“Oh'
jijoo-Jjkı uüLfÇ»
<’•
;î b /*— oJ m*l**jl*^jyf4Ş*1
•jLs oU)j-V
, j>
w ^ -A ^ js^ kA»JJJJAÜjfc Wj6
■**/*£j&>Jiy W i a i s t e S±J+Ü\\>»
->4a>Lj L j l j>j>jy
j l i i i “ i_?4>-»LmaJ j &t,>l oj»
^lî^jkyGlfy^yo >^-1
J^ıi^->>*il—uIm/ a- î*.»**L>*
Şişeden yapıtm ış “huniler”. (Kenzüssıhha, s. 14) Yağın damıtılmasında ( “taktîr-i edhân”) kullanı
lan bir şişe; çıkarılan yağı sudan ayırd etmede bunu
kullanırlar. (Kenzüssıhha, s. 14)
Bu âlet, damıtılmış sudan ( “mâ-i mukattara”) yağı
kolaylıkla alır; şöyle ki, yağ damıtık suyun üstünde
toplanır. Bu âletin ince tarafını yağa dayayıp, kalın
tarafı ağıza alınıp emilse, yağ sudan bir damla ay
rılıp, balon kısmında toplanır ve böyle böyle hepsi
ayırdedilir. (Kenzüssıhha, s. 14)
lillijr
l )*yi
>lw<l<d>
y j/S^y'r’y^ ’J-rf'-İLy^oe^f)f
3>»l |
yjj^J İı^-Jw*?jç*y^^J*4-N
fy-iM**-***^:
^yl_jljü*i/»u;>
i -*
Üstte: Yağı <dühn ’i) sudan ayırmanın yolu.
Eğer yağ suyun üzerinde ise, suyu ağzı dar ve boğazı uzun bir şişenin içine koyarlar. Yağ şişenin
boğazına çıkıp toplandığında, suyun üstünde yağın toplandığı yere bir delik delinir; yağ dışarı ak
tığında, bir kaba konarak saklanır. Yahut hemen yağdan tarafa bir delik delinir, şişe eğilerek y a
vaş yavaş bir kaba akıtılır.
A ltta: Taktîr-i yâbis.
Bir saksının içine kül, yahut kum, yahut demir cürufu (hubs-ı hadîd) koyarlar. Saksı ateşe konur
ve k a r’a üzerine oturtulur. (G ayetü’l-itkan v. 40a)
73
Pişirme ("tabh ”) âletleri. Hekimler bu âletler //$
bazı “nakû'ât” ve bitkilerr(“rıebâtât”)pişirirler,
Soldaki tabh âleti üç ayaik üzerindedir. (Kenziis-
sıhha, s. 13)
ğaç kavunu kabuğu: Citrus medica kabuğu. Çiçek: Maddenin kristalleşmiş şekli.
(Cortex citrus medica). Kükürt çiçeği: Flores sulphuris.
lât-ı kasîre: Kısa âletler, Çömlekçiler çamuru: Kumdan ve taştan te
lât-ı tavîle: Uzun âletler, vâsıtalar, mizlenmiş kil (argile püre; tîn-i ekil. Çanak-
ncelika: Melek otu. Angelica Archangelica. çömlek yapılan toprak.
Darçîn: Darçın, tarçın. Cinnamomum türle
nîsun: Anason; pimpinella anisum. ri.
r’ar: Dağ selvisi; dikenli ardıç ağacı. Yemişli Duhân: Duman, buhar, buhur, günlük, tüt
cinsinin nev’ine ebhel denir ki ardıç yemi süler. Kurşun vs.nin buğusundan hâsıl olan
şidir. toz. Buğu; gaz haline gelmiş mâyi ve sulp
rdıç ağacı: Juniperus çeşitleri, madde.
übunec: Papatya. Dühn-i ’ûd: ’ûd: ödağacı. Aloexylum agalloc-
iyzu’l feylesof: “ Yumurta şeklinde felsefe hum. “û d ” ile başlayan çok sayıda nebat
ci şişesi” diye tarif edebileceğimiz bir kap. adı vardır.
îzir yağı: Tohumdan elde edilen yağ; özel Dühn-i yâbise: katı yağ.
likle keten tohumu yağı, Dühniyyet: yağlı olmak, yağlılık.
beriye: Rosmarinus officinalis. Ebhel: Ardıç meyvası, ardıç yemişi, ardıç to
izûr: Tohumlar. humu: juniperus communis.
'vz-i bevvâ: Küçük Hindistan Cevizi. Myris- Eczâ-i arziyye: Kelime mânâsı “toprakdan çı
tica fragrans türünün kurutulmuş olgun to k a n ”, ya da “yetişen maddeler” o İmasına
humları. karşılık, kanımızca burada damıtılamıyan
75
ecza; damıtma işleminden sonra geride ka kap; karlık.
lan katı kısım, bakiye anlamına geliyor. Kabile, kabil: İnbikten geçirilenin toplandığı
“Arz-ı galîz” (yoğun toprak) ile aynı an kaba verilen ad olabilir.
lama geldiğini sanıyoruz. Kaküle: Amomum cardamomum’un meyve
Eezâ-i mâ’iyyet: Hidrat; su ile başka bir mad si. (Elettaria ve Aframomum türlerini^'
denin karışmasından meydana gelen terkip; meyvaları da kaküle adıyla anılır).
su ile karıştırıp terkip yapmak anlamına ge Kar: Zift; bir takım ağaçlardan çıkan, çam.
lir. Burada uçucu sıvılar, ya da damıtma sakızına benzer madde; ziftlemek, ziftlç
yoluyla elde edilen bitki suları mânâsına ge kaplamak. (Çam katranının ısıtılarak su ve
lebileceğini düşünüyoruz. uçucu kısımlarından kurtarılmasıyla elde
Edhân: Sürülecek, genellikle güzel kokulu edilir.
yağlar. Kar’a (karâ’): Su kabağı; kabak biçiminde
Edviye-i hârre: Sıcak ilâçlar. (Hıltlar nazari- kap; gülsuyu kapları. Dibi geniş, küçül ye
yesine göre). mek kabına da bu ad verilir.
Efâvih: Güzel kokulu, râyihalı, baharat gibi Karanfil: Jambosia aromatica veya jambosi?
kokan, esansı çok olan maddeler, aroma caryophyllus’un kurutulmuş goncaları lir
tikler. Yemeğe lezzet vermek için katılan Karûre: Sırçadan yapılan kap. Sidik kabı, ör'
karabiber gibi maddeler. dek.
Enbûbe: İnce boru. Katâtır-ı fasıla: Distile olan şeyin ara' ırl#
Futenc (fudenc): Mentha pulegium; yarpuz, damla damla akması.
habak. Kababe: Kababiye, kübabe, kuyruklu biber;
Habb-ı ‘ar’ar: Ardıç tohumu; juniperus com- Fructus Cubebae: Piper cubeba türünün
munis ( ‘“ar'ar” aynı zamanda ardıç sakı kurutulmuş meyvaları.
zı veya sandarak ağacının reçinesini veren Kehrübâ: Kehrübâr taşı; kehlibar: “saman ka
ağaç anlamına da gelir). p a n ”.
Habbu’l-ğar: Defne ağacı tohumu. Laurus no- Baltık sahillerinde çıkan, genellKIL K°y\ıu
bilis. (Bazen taflan ağacı, karayemiş ağacı sarı renkte olan kıymetlice bir r<Çıne ,0sw
tohumu anlamında da kullanılmış). li.
Hubs-u hadîd: Demir cürufu: Scoria ferri. Kemmûn: Kimyon; cuminum cyminum.
Haşâyiş-i latîfe: Güzel otlar, Burada “uçucu Kerâviyâ: Kerâviyye: Freng kimyonu, kara
madde ihtiva eden, esans elde edilen otlar” man kimyonu. Carum c;ırv*türünün olgun
anlamına geldiğini sanıyoruz. meyvaları.
Haşeb: Ağacın odun kısmı. Kireçleştirmek: Burada, maddeyi yakarak, ki
Haşişe, haşiş: Ot. reç gibi dövülmeye uygun hâle getirmek an
Hılt: Eski hekimlerin insan vücudunda varsay lamında kullanılıyor.
dığı, safra, sevdâ, dem, balgam gibi dört Lûhum: Etler.
unsurdan herbiri. Lüzûcet: Yapışkanlık. Yapışıp uzayan şeyin
Huzâma: Mathiola incana; kırmızı şebboy. hâli.
( “H usam e” ise başka bir bitkidir: lavan- Mâ-i barid: Soğuk su.
dula vera: lavanta çiçeği). Mâ-i kibrit: Derişik sülfat asidi.
‘ilk butm (ilk bitim): ‘ilk: sakız, mastika, ma İstihrâc-ı mâ-i kibrit:
cun. Sakız ağacının tohumlarından çıkarı — ... İstenilen kadar kibriti (kükürtü) bir kâse
lan sakız. içine koyup ortasında bir kibrit fitili yakar-
Butm (bitim): Sakız ağacının tohumları; lar. Kâsenin altına bir büyük çini tabak <o-
pistacia türleri. yup üzerine bir şişe kubbe vaz’ ederler ve
Bitim yağı: Pistacia khinjuk meyvasından o kubbe öyle konulmalıdır ki kibritin ale
elde edilen yağ. vi o kubbeye ulaşmasın ve kükürtün dul îm
İnbîk-i bâride: Soğuk inbik. Su soğutacak ondan dışarı çıkmasın. Kubbe kısmen eğik
76
konula ve ağzının dairesi kâseden büyük, dede yatırarak yumuşatmak, eritmek; uzun
tabaktan küçük ola. Tâ ki kibritin duma zaman su vs.ye batırmak. İyice ıslatmak,
nı kubbeye erişince suya çevrilip kubbenin karmak, demlendirmek, demlendirerek
bir tarafından tabağın içine damlaya. Kâ özünü çıkarmak. İnfüzyon.
senin altına ayaklar koyarlar. Hattâ tabak 2. Güzel kokulu, rayihalı, esanslı madde
içine damlayan su kâseye geçmeye. Eğer şi ler.
şe kubbe bulunamaz ise çini dahi câizdir. Nân-hâh; nânhuvâh: Ptyoclis ajovvan’ın ko
Eğer kubbe aleve dayanmaz ise dışını tîn-i kulu tohumları. Doğuda ekmek üzerine
hikmet ile sıvayalar. Kükürd dökündükçe serpilir.
bir taraftan imdad edeler, kubbeyi tahrik Nuhâs: Bakır.
etmeyeler ve dahiline hava dokunmaktan Öz: Cevher, asıl, ruh, esans, ıtır; hulâsa.
sakınalar ve mütercim der ki, bu işlemi kış Pelin: Pelinotu: artemisia absinthium.
günlerinde rutûbetli havada ve rutûbetli Peygamber ağacı: Guaiacum officinale türü
yerlerde yapalar. Hattâ suyunu almak nün kurutulmuş odunu.
mümkün ola. Ve çünki hâsıl olan su du Ratb, ratîb: Yaş, nemli; taze, yeşil.
man ile memzuçtur. Siyahlığını gidermek Râyiha-i tayyibe: Güzel koku.
isterlerse o suyu münasip küçük bir kabak Râziyânec: Râziyâne; rezene; foeniculum vul-
içine, kabağın 1/3 veya 1/4’üne kadar dol- gare türünün olgun meyvası.
duralar. İmbiği muhkem vasi eyledikten Rıtl: Ratl; bir litre kadar olan mâyi (sıvı) öl
sonra gâyetle hafif ateş üzerinde taktîr ede çeği. Büyük kadeh.
ler. Bu amel tarafımdan denenmiştir... Kûh: Öz, esans; uçucu yağ, aromatik yağ;
Muhammed Mü’min Hüseynî Tankabûnî: ispirto gibi uçucu gaz.
G unyetüT -M uhassılîn fi Tercem et-i Rûh-ı kibrit: Kükürt ruhu. Eter sülfürik.
Tuhfeti’l-mü’minîn. Âdi alkolden derişik sülfat asidi yardımıy
(Türkçeye çeviren Ahmet Sânî İbn Haşan). la âdi eterin elde edilmesi 400 yıldanberi bi
Köprülü Kütüphanesi, Köprülü Ahmet No. linen bir ameliyedir. (Bu ameliye eterin asıl
182, varak 282a. (Bu bilgiyi Fezâ Güner- mahiyetinin anlaşılmasından çok evvel bi
gun’dan temin ettim.) lindiği için sülfürik asit yardımıyla yapılan
etere Fransızca “ether sulfurique” denmiş
â-i mukattar: Damıtık su. Taktîr edilmiş, in- tir. Tabiî, bu adın bir mânâsı yoktur. Prof.
bikten çekilmiş su. Dr. Fritz Arndt ve Doç. Dr. Lütfi Ergener:
ilh: Tuz. Yeni Denel Organik Kimya. İst 1950; s.
uavvecât: Eğri şekilli âletler, 87-88. Kurtulmuş Basımeyp j?rof Dr. Ha-
ukabele: Metinlerde, inbiğin borusuna (kar
ÛSS d9$ÜF İle /a l ığ ı m görüşmede' dle aynı
şısına, ağzına) geçirilen kap anlamında kul
neticeye varıldı).
lanılıyor.
ukattar: Taktîr edilmiş, inbikten çekilmiş; Sabır ağacı: Sarı sabır; Aloe türlerinin yapFâ^'
damıtılmış. larından çıkartılan usare.
usa’îd, müsa’ad: Tas’îd edilmiş; ısıtılarak Salviye: Adaçayı; salvia officinalis.
buharlaştırılmış yoğunlaştırılmış madde, Samg-ı ‘ar‘ar: Ardıç sakızı veya reçinesi;
ürdesenk: Mürdeseng, mürdâsenc; tabiî ‘ar‘ar: dağ selvisi denilen dikenli ardıç ağa
kurşun oksidi; kurşun II oksid. (fr. lithar- cı.
ge). Sarı toz hâlinde veya kırmızı sarı pul- Samğ: Zamk.
cuklar şeklinde bulunur, Sa’ter: Zâter, zatır; Kekiğe benzer bir çeşit ba
iitesa’id: Suûd eden, yukarı çıkan, yükse harat; satureja hortensis veya s. montana
len, buharlaşan, türünün kurutulmuş, çiçekli ve yapraklı
tkû’ât: Naku, ‘nakı’nın çoğulu. dalları.
1. İçinde bir nesne ıslatılmış suya denir. Sedef: Sedefotu; ruta graveolens.
Türkçede ıslantı tâbir edilir. Sulu bir mad Suûd: Yukarı çıkma, yükselme; buharlaşma.
77
Sülüğen: Kurşun-III-oksit; sülüğen tozu, kır Tîn: Kil.
mızı kurşun tozu. Çanak çömleği kurşun Tîn-i hikmet: Filozof kili, lutum philosophj,
sır ile kaplamak; pencere camlarını kurşun cim. Ateşe dayanıklı olması için şişe inbik-
la tutturmak. lerin sıvanmasında kullanılan çamur.
Sülüsün: Üçte iki, üç kısımda iki kısım. Tîn-i ermeni: Kil-ermeni denilen toprak; kır
Şab, şeb: Şap: Potasyum alüminyum sülfat. mızı kil, Argilla ferruginea. Kırmızı renklj
Şibitt: Dereotu, durakotu. bot: anethum gra- killere bu ad verilir.
veolens. Tutya, tutiya: Çinko oksit.
Ta’fîn: Bozulup, kokuşmasını sağlamak, ko ‘Unk: Boyun.
kutmak. ‘Usare: Özsu.
Taaffün: Çürüyüp kokma. Vecc: Eğir kökü; azak eyeri kökü; acorus :a-
Tahmîr: Mayalandırma; maya gibi tesir etme. lamus.
Yoğurma, yoğurulma. Zâc: Tabii bakır veya demir sülfatlar (vitrio-
Taktîr: İnbikten çekmek, damıtmak; inbikten lum).
geçirip birşeyin özünü elde etmek (distilas- Zencebîl: Zencefil. Zingiber officinale türü
yon). nün kurutulmuş kökü.
Tas’îd (tesîd): Bir cismin ısıtılarak buharlaş- Zeyl-i feres: At kuyruğu (kılı).
tırılması (süblimasyon). Zîbak-ı musa’ade: Süblime edilmiş d va! sü
Tebahhur: Buhar hâline gelmek, buhar olup lümen. Cıva-İI-Klorur.
uçmak. Zift: Kara sakız; çam katranının (kara kaLan)
Tılâ’: Sürülecek şey; tılâ’ etmek = merhem ısıtılmasıyla su ve uçucu kısımlarında çı
sürmek. karılan, kolay kırılan, az sıcakta eriyen, ka
Tırtîr: Tartar emetic = Kusturucu olarak kul tı, siyah, parlak bir madde.
lanılan zehirli beyaz bir toz. Zofâ: Zufaotu; hyssopus officinalis.
KAYNAKLAR
(1) Akdeniz (Sarı), Nil: OsmanlIlarda Hekim ve Deon ( 14-17 yy.) Kullanılan Anorganik İlâçlar ve K. ıp M
tolojisi. 1977 liş Metodları. Dokt^çg {ggi, İst. 1984.
(2 ) Bakht, Hakim S. Jamshed and Mahdihassan S.: (10) İhsanoğlu, Ekmeledd[jn: "jbn SİPtımH-Kiınva f-/ay
“Calcined M etals or Kushtas - A Class o f Alchemi- kındaki Görüşleri ile flgili Yeni Lfi‘r D e rle n d i ne.“
cal Preparations Used in Unan-Ayurvedic Medici- 1983.
n e .” Hamdard. Vol. XXVII. No. 1-2 Jan.-June (11) Kolta, Kemal Sabri: "H ekim başı Salih bin Kasrui--
1984 . s. 117-124. lah bin Sallum’un Görüşüne Göre Paracetkus" Türk
(3) Bakht, Hakim S. Jamshed and Mahdihassan S.: “Es- Alman Tıbbî İlişkileri Simpozyum Bildirileri 8-19
sences, a Class o f Alchemical Preparations. ” Ham Ekim 1976, s. 93-100, İstanbul 1981.
dard. Vol. XXVII. No. 1- 2 . January-June 1984 . s. (12) Mahmud, S. Azhar and Mahdihassan, S.: 5’o/fS
125-133. ‘H erbo-M etallic’ Prepıirations or Kushtas o f (/${?
(4) Değer, Mebrure: Diyarbakır Yöresi Halk İlâçları ve nı M edicine.” Hamdafti, Vol. XXVII. No. j.j
Tedavi Yöntemleri. Yüksek Lisans Tezi. İst. 1985, January-June 1984 , s. 96-116.
s. 70. (13) Multhauf, Robert: “ The Significance o f Dis iHati-
(5) Frontiers of Pharmacology (2): Arabia. MD. vol. on in Renaissance M edical Chemistry. ” Bulleiin of
20, No. 5. May. 1976 . s. 107-109. The History of Medicine. 30 ( 1956) s. 329-346. Bal
(6) Frontiers of Pharmacology (3): The Middle Ages. timore.
MD. Vol. 20, No. 8, Augusl 1976 . s. 91-92. (14) Sarı (Akdeniz), Nil: “Hükemâ-yı Kimyâiyyun vt kul
(7) Frontiers of Pharmacology (4): The Renaissance. landıkları Â letler” . Kaynaklar No. 4 , s. 80-89,
MD. Vol. 20, No. 11, November 1976 . s. 87-89. (15) Sherlock, T.P.: “ The C hem ical Work o f Paracelsıe
(8) Frontiers of Pharmacology (5): Eighteenth Century. Ambix Journal of the Society of the Study of Ali'-
MD. Vol. 21 , No. 2 , February 1977 . s. 74-75. hemy and Early Chemistry . Vol. III, May. 1948, >lo.
(9) Günergun (Baytop) Fezâ: Osmanlı Yükseliş Devrinde 1-2, s. 33-63
78
riP VE ECZACILIK TARİHİMİZLE
İLGİLİ BİR ŞAHSİYET:
AHMET HÜSEYİN BİYÂL
Dr. Ahmet Hüseyin Biyâl
A not e on t he life o f A hm ed Hüseyin Biyâl “A Note on Medical Products”, which is his
872-1939), a physician and pharmacist: graduation thesis. İn it he praises France,
specially the people o f Lyon. The other
Dr. Biyâl was a graduate o f both the publication, which also seems to be a gradua
ilitary school at Lyon and the school o f tion thesis, is titled ‘‘The operation o f the cer-
iarmacology. When he returned to İstanbul vical sympathetic nerve in exophthalmus and
' taught pharmacology at the Military School Basedow disease” The writer comments o f
rMedicine in İstanbul. this work, emphasizing its importance from
His two works, both published in Paris, are the point o f view o f the history o f en-
troduced in this article. The title o f one is, docrinology.
hmet Hüseyin (Biyâl) Bey, 1872 yılı 23 Ni- Eserlerinin kısa tahlili
san’ında İstanbul’da doğdu. Mekteb-i Şekil 1 ve 2’de kapaklarını verdiğimiz iki
ibbiye-i Askerîye’de birinci sınıf talebesi eser de Paris’de yayınlanmıştır. “ Kimyâsal
:en, girdiği müsabaka imtihanını kazana- Ürünler Üzerine Not” başlıklı eseri 1895 ta
tk Fransa’nın Lyon Askerî Tıp Okulu’na rihini taşımaktadır. Birinci sınıf eczâcı ünvâ-
Snderilmiştir. Lyon Fakültesi’nden hem tıp, nı almak için Lyon Tıp ve Eczâcılık Fakülte
em de eczacı diploması alarak tabip yüzbaşı sin e sunulmuş olan (21 Aralık 1895) mezuni
itbesiyle Paris Vale de Grâce Uygulamalı As- yet tezidir. Majesteleri Sultan Abdülhamid’e
erî Tıp Okulu’nda iki sene çalışmıştır. İstan- ithaf edilen tezin önsözünü kısaltarak alıyo
Lıl’a dönüşünde Mekteb-i Tıbbiye-i Askerl ruz.
inin eczacılık sınıflarında fenn-i ispençiyâ- ‘‘İstanbul Mekteb-i Tıbbiye-i Askerîsi’hde
dersi vermiştir. 1892’de rüsûmat hey’et-i sıh- profesör olan Ekselans Faik Paşa’ya (Della
yesine tâyin edilmiştir. Suda) minnettarlığımızı hiçbir zaman unuta
1912’de askerlikten binbaşı rütbesiyle emek- mayız. Bu mütevâzı’ eseri A skerî Sağlık H iz
oldu. Daha sonra Şehremâneti (Belediye) metleri direktörü Ekselans Mehmet Paşa’ya
myagerliğine tâyin edilmiş, 1917’de istifa da sunmak isteriz. İstanbul’da iken Fransa’
erek Balıkesir’e yerleşmiş ve 1939’daki ve- nın asil ve cömert bir ülke olduğunu iyi bili
tına kadar aynı ilde serbest hekim olarak ça- yorduk. Fakat Lyon ’da gördüğümüz yürek
mıştır. Ahmet Hüseyin Biyâl, biyoloji öğ- ten gelen hüsn-i kabulü pek beklemiyor, f a
:meni Bn. Hikmet İzmirli’nin, çocuk heki- kültede ikinci bir aile ortamı bulacağımızı pek
Dr. Nimet Biyâl’in ve Cerrahpaşa Tıp Fa- um m uyorduk”.
ltesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fikret Biyâi- Bu girişten sonra kalsiyum, sodyum, mag
babasıdır. nezyum ve demirin gliserofosfat tuzları ve ha-
79
zırlanışları hakkında bilgi verilmektedir. Ay
rıca kâfuru bromür (bromure de camphre) ka
fein ve üre hazırlanışı da anlatılmaktadır. Ah
met Hüseyin Biyâl’in ikinci eseri, “Ekzoftal-
m i’de ve Basedow Hastalığı’nda, Boyun Sem
patik Sinirinin Cerrahi Kesilmesi” başlığı
nı taşımaktadır. Bu çalışmada tarih yoktur.
Fakat kapakta, Ahmet Hüseyin Bey’in yüz
başı olduğu belirtilmektedir. Buna göre, 1895
yılından sonra basılmıştır. Önsözde de, Fran
sa’ya geleli 5 yıl olduğundan bahsedilmekte,
Fransız arkadaşlarla vedâlaşılmaktadır. Bu
bilgiler, ikinci çalışmanın da Tıp Fakültesi me
zuniyet tezi olduğunu ortaya koyuyor. Bu ça
lışma, endokrinoloji tarihi bakımından çok il
gi çekicidir. Lyonlu operatör Dr. Jaboulay’-
in ekzoftalmi tedâvisinde uyguladığı servikal
sempatektomi vak’alarının izlenmesini konu LYON
almıştır. Bu çalışma, Ekselans Della Suda Faik DE A .-H . STORt
d e n fA te l-d e -V ille
Paşa’ya ve Mehmet Paşa’ya ithaf edilmiştir. İM
A hm et Hüseyin B iyâl’in Lyon Eczac
Ahmet Hüseyin Bey’in hayatının incelenme
si,
a — Türk-Fransız eğitim ilişkileri tarihine
b — Türk eczacılık tarihine
c — Türk tıp tarihine bakış demektir. Ken
disini saygı ve rahmetle anar, belgeleri veren
Fikret Biyâl hocamıza teşekkür ederim.
1Aı:l İ Tİ-' » MFİ ECISE ET DF. I1IARMACIE l>F. l.YON
e i
NOTF.
Mır İM
PRODUITS CHIMIOUES
A LA FAC.rLTK l)F. MKPKCINE ET DE PflARM AUE DK LYON Va sf . c t i o n
1^ «ı I V m u k n !*•>■
»II SVMPATlIlyiJE CKUMCAL
AIIM K D -I1U 8 S P .İN
L’EX0PHTALM1K
POIH OUTC.HIH LK T IT II l>I PHANMACIIK DI i ” CLASSI KT UTTUKS SVMPTOMKS
KE LA M ALA KİK KE BA SK IM I»
p a r le D’ AHMBD H U SSfiİN
McdaHu• Çapılsın,' .t>‘ I'Ai-m» ImpArİRlr ...._____
riıar ıııariı u ,|P |~ Hm *, U Kamili 4. «.-ma, ,, . L
V Hotl.l Am.
LYON
IMPRIMF.RIE DE A .-H . 9TORCK
78, n ıe d e lT lA tel-d e-V ille
A.-M STORCK
1895
A hm et Hüseyin B iyâl’in Lyon Eczacılık Fakülte- A hm et Hüseyin B iyâl’in L yon Tıp Fakültesi me
s i ’ni bitirm e tezi. zuniyet tezi.
80
HAMIDIYE
ETFÂL HASTAHÂNE-İ ÂLÎSİ NİN
KURULUŞ TARİHÇESİ ÜZERİNE
Hamidiye Childrens Hospital
Critics o f the previous publications on the This criticism is ment to revise and to put
lamidiye Children’s Hospital, founded by in correction the form er Information and
ultan Abdülhamid II, in the memory o f his writings on the subject, such as the aim and
eloved daughter Hatice Sultan, who died various dates ete. o f the foundation.
oung.
amidiye Etfâl Hastahâne-i Âlîsi (HEHA)’ tâbet Dâiresi’nin 11755 sayılı yazısında “bir
nin kuruluşu üzerine yeni Türk harfleriyle müddettenberi dûçâr olduğu hastalıktan do
asılı yazılar (1, 2, 3, 4, 5) incelenince, bunlar layı her nekadar ettibâca emr-i müdâvâta iti
Tasında bazı bilgi ayrılıkları göze çarpmak- nâ olunmuş ise de, ifâkat-yâb olamıyarak...”
tdır. Bu tutarsızlıklarda yanlış hatırlamalar, ibâresi, hastalığın teşhisi bakımından bilgi ver
ski metinleri iyi okuyamama, Hicrî-Rûmî- memektedir.
lîlâdî tarihlerin karşılıkları bulunurken ya- Ölüm sebebi olarak ileri sürülen “yanma (2),
ılan yanlışlıklar, baskı hataları v.s. rol oyna kuşpalazı (1) ve Sar’a (5)” gibi hastalıkların ta
ttıktadır. Bu önemli hastânenin kuruluşuna rih ve tıp bakımından inandırıcı dayanağı bun
«ir eldeki kaynakların en değerlisi, Hicrî 1318 ların arasında yoktur. Hatice Sultan’ın yana
Vlîlâdî 1900) yılından itibaren hastâne hekim rak ölmediği kesindir. Yanarak ölen başka sul
di tarafından yıllık olarak yayımlanan “Ha- tandır (6).
udiye Etfâl Hastahânesi İstatistik Risâle- 3 — Hastânenin yapılması fikri ve bunun
t’Yıdedir. Sonradan bunun ismi “Hamidiye fermanının tarihi hakkında bizce en güveni
'tfâl Hastahâne-i Âlîsi İstatistik Mecmua-i len bilgi İstatistik Risâlesi’nin 8’inci sayısının
ibbiyyesi” olmuştur. 10’uncu sahifesindeki şu cümledir (7):
Bugün HEHA’sinden geriye hemen hemen
lat kulesinden başka birşey kalmamıştır. "... etfale mahsus bir hastahâne te’sîsi hak-
kındaki ihtiyacımızı da lütfen ve tenezzülen
Bu hastânenin kuruluş tarihçesiyle ilgili bazı nazar-ı âli-i hümâyûnlarından dûr buyurma
ilişkileri düzeltebilmek ümidiyle aşağıdaki
yarak, binüçyüz onbeş sene-i hicriyyesi
ilgileri hatırlatmak ihtiyacını duymaktayım: Ramazan-ı şerifinin yirmibeşinci ve bınüçyü-
1 — Hatice Sultan’ın ölüm tarihi, Yıldız zonüç sene-i mâliyyesi Şubatı’nın dördüncü
îray-ı Hümâyûnu Başkitâbet Dâiresi’nin Çarşamba günü masdar-ı tecelliyât-ı İlâhiye
755 sayılı yazısına (3) göre, Hicrî 21 Rama- olan karîha-yı ilhâm-ı sabihâ-i Hazret-i hila-
ın 1315-Rûmî/Mâlî 31 Kânunusânî 1313- fetpenâhilerinden bir etfâl hastahânesi te’sîsi-
iilâdî 12 Şubat 1898’dir. ni ve bunun terakıyyât-ı âhire-i fenniyyeye bir
2 — Hatice Sultan’ın hangi hastalıktan öl- enmuzec-i bî-misâl olacak mertebede m ükem
iğü belli değildir. Yukarıda bildirilen Başki melen inşâsını, etibbâ-yı şehriyârîleriden İbra
81
him Paşa kullarına ferm an ve havale buyur Bu bilgiler bize gösteriyor ki, Hicrî, Rû.
muşlardır.” mî/M âlî ve Mîlâdî tarihleri birbirine çevirir-
Bundan anlaşılacağı üzere Etfâl Hastânesi ken bazı yanlışlıklar olabilmektedir. Ayrıca hâ
yapılması için emir ve ferman tarihi, Hicrî 25 tıralardan kaynak olarak yararlanırken, bun
Ramazan 1315 (Rûmî/M âlî 4 Şubat 1313- ların unutmalar, olayları karıştırmalar, taraf:
Mîlâdî 16 Şubat 1898)’dir. Bu tarih, risâlele- sız olamamalar dolayısıyle herzaman gerçeği
rin birçok yerinde tekrarlanmıştır. Yalnız bi aksettirmediği de akıldan çıkarılmamalıdır.
rinci cildin 7’inci sahifesinde “mahzâ kariha ★
yı ilhâm-ı sabîha-i Hazret-i şehriyârîlerinden
olarak 1316 Hicrî senesi Ramazân-ı şerifinin Hamidiye Etfâl Hastahâne-i Âlîsi, Sultan
yirmibeşinci (M âlî/R ûm î 4 Şubat 1314) çar İkinci Abdülhamid’in eseri olduğundan dola--
şamba günü te’sis ve inşâsı emir ve ferman yı İkinci Meşrutiyet döneminde ihmâl edilmif
buyurulmuştur” yazısında, 1315 yerine 1316 ve kadrosu dağıtılmıştır. Hastânenin kurulması
yazılıdır; bu tarih sonraki yıllıklarda düzeltil Ve başhekimliği görevi 16 Şubat 1898 tarihin
miştir. de kendisine verilen ve burasının çok değçıli
4 — Hastânenin temelinin kazılmasına bir çocuk hastânesi durumuna gelmesinde lıik
başlama tarihi, 1314 (Rûmî/Mâlî) senesi Ni- yük hizmeti geçen başhekim Ferik Dr. İbfW
san’ının otuzuncu (12 Mayıs 1898) günüdür. him Paşa görevden uzaklaştırılmış ve bir st)fl
5 — Hastânenin temel atma günü 1314 sonra çıkarılan Tasfiye-i Rütbe Kanunu ile, flÜ
(Rûmî/Mâlî) senesi Mayıs’ının yirmibirinci (2 zâtın paşalığı da alınmıştır. Bu büyük hekim
Haziran 1898) Perşembe günüdür. Hİlâi-i Ahmcr Cem’iyyeti tarafından Balkâf
1902 tarihli Risâle’nin fransızca kısmında bu Harbi’nde kurulan “Muhacirin HastahâneM’
tarih 23 Mayıs 1314 olarak gösterilmiştir (9). Başhekim i (10), daha sonra “Sıhhiy
6 — Hastânenin açılışı, 1317 sene-i Hicrîy- Müdüriyet-i Umûmiyyesi” İstatistik Müdür!
yesi Muharrem’inin 25’ine gelen 1315 (Rû olarak yurda hizmet etmiştir.
m î/M âlî) senesi Mayıs’ının 24’üncü ve Mîlâ- Dr. İbrahim Paşa 1938 yılında, kendisini!
dî 1899 yılı Haziran’ının 5’inci Pazartesi günü yaptığı herşeyin ortadan kalktığını görmede!
yapılmıştır. yıllarca önce, İstanbul’da vefat etmiştir.
İJ ^ z Y
H amidiye Etfâl Hastahânesi’ne âid ve Sâm i Efendi (1838-1912) tarafından C eli Ta’lıyk hatlıyla yazdan iki
kitâbenin kalıpları (kalıplar Türkpetrol Vakfı A rşivi’ndedir). Bu iki mermer kitâbenin “Hastâne bahçesin
deki saat kulesinde muhafaza edilm ekte olduğu", İdâri M üdür Muavini Cevdet Özturan’ın ifadesidir (Edi
törlerin notu).
KAYNAKLAR
Aybar, Ö.V.: İstanbul Çocuk Hastanesi Tarihine kültesi Yayınları No: 4, Rekt. No: 1568, 1970.
Dâir, İstanbul, 1948. (6) Uluçay, M. Çağatay.: Padişahların Kadınlan ve Kız
Topuzlu, C.: 80 Yıllık Hâtıralarım, (İkinci baskı) s: ları, s: 178, s: 182, Türk Tarih Kurumu Yayınları
43-44 (Yayınlayanlar Prof. Dr. Hüsrev Hâtemi ve VII Dizi-Sa. 63a 1985.
Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, İ.Ü. Cerr. Tıp Fak. Ya (7) .......: Hamidiye Etfâl Hastahâne-i Âlîsi’nin İstatis
yınları 2971/96, 1982. tik Mecmua-i Tıbbiyyesi, s: 10-12, Sekizinci Sene.
İlker, F.: Şişli Çocuk Hastânesi (Hamidiye Etfâl Has- 1325 Sene-i Hicriyye; 1323 Mâliyye.(l907)
tânesi) Tarihi, s: 6-12, İstanbul 1976. (8) ....... : Hamidiye Etfâl Hastahânesi İstatistik Risâle-
Kutay, C.: Özel Doktoru Sultan Abdülhamid’i An si, s: 7-8, 1318 (1900).
latıyor: Yıldız Sarayı’nda 11 sene Bahriyeli İbrahim (9) ....... : Annales Medicales et Bulletin de Statistique
Paşa’nın Hâtıraları, Son Havadis (16 Ekim 1978 ve de L’Hopital des Enfants Hamidiye, s: 7, 1902.
daha sonraki nüshalar), 1978. (10) : Taht-ı Himâye-i Hazret-i Mülûkânede Osmanlı
Unat, E.K.: Osmanlı İmparatorluğunda Bakteriyo Hilâl-i Ahmer Cem’iyyeti 1331-1329 Sâlnâmesi, s:
loji ve Viroloji, s: 97-105. İ.Ü . Cerrahpaşa Tıp Fa 138 ve s. 304, İstanbul.
ESKİ TÜRK TIBBINA
BİR BAKIŞ
----------------------------------------- ---------------ı
A brief summary of the early
history of Turkish Medicine
lr\ the early j Qce 0j Turkish culture, “sherbet” and specially prepared “ ç u rn A
“Şaman ” curecj t^ e 5ZC* as a physician (1, 2, (laxative) and “macun” (paste), (26).
3). Besides the exorcıstu yy the Şaman, also Ali o f these persons used several kinds of
physical methods were applied and curative methods fo r therapy, m as t o f which \vas
herbs were used. “Otacı” was the physician;' medical. These medicines vvere preparedj om
this Turkish word com esfrom the term “o t” curative herbs, animal and mineral m a t e r i a b
(it means medicine, herb), and “otam ak” (28,29). “Dağlama” (branding) was a nıod
means “to cure”. Amongst the Turks “otacı” special m eth o d o f the Turks. This wordco>fl$
wasa highly respecteddignitary. (11, 12, 13). from the Turkish term ("tağ”), (32, 33)-
“E m ci” was another kind o f physician. The “ Yakı” (plaster) was another method °!
term “em ci” was derivated fro m “e m ”, therapy. It was applm l ta the swollen piocei
meaning medicine and “em çi” worked as a on the body, (3! 7, 38, 39).
physician or a pharmacist, (16, 17). Also
another person who worked as a pharmacist In addition to ali these methods, massagt•
was “İdişçi”. İdişçi presented a lot o f herbs bone-setting and perhaps acupuncture vVİ
and prepared ali kinds o f drinks, called also used.
NOTLAR
(1) Emel Esin; “ Otacı” , I. Uluslararası Türk-İslâm Bi ve İslama Giriş, İst. 1978, S. 98.
lim ve Teknoloji Tarih Kongresi, Bildiriler cilt II, (4) Orhan Hançerlioğlu; İnanç Sözlüğü, İst. 1975 S.
İstanbul 1981, S. 12. 594.
(2) Kaşgarlı Mahmud; Dîvân-ı lûgâti’t-Türk, Çev. Be (5) A. Caferoğlu; Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İst.
sim Atalay, Cilt III, Ankara 1941, S. 157. 1968, S. 21.
Cilt I, Ank. 1939, Cilt II, Ank. 1941. (6) Kaşgarlı Mahmud, Cilt III, S. 163.
(3) Emel Esin; İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi (7) Kaşgarlı Mahmud; Cilt I, S. Ç9.
86
8) Yusuf Has Hâcib; Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rah
meti Arat, Cilt II, Ankara 1959, Satır 4361. Cilt 1,
Ankara 1979.
9) Yusuf Has Hâcib; Cilt II, Satır 4364, 4365.
0) Kaşgarlı Mahmud, Cilt I, S. 35, 47, 154, 514, 515:
Cilt II, 72, jl'f6, li'27, 176, 315, $4$;-Cin m , 2 U . , 252.
1) K aşgö^1 Mahmud, Cilt I, S. 35, 299.
2) A. C #fer0İ ' u i S. 144.
3) Esin; “ Otacı” S. 12, 13.
4 ) gfliel Esin; “ Otacı” S. 11.
5 ) j^utadgu Bilig, Cilt II, Satır 4356, 4357, 4358.
6) R a d a rlı Mahmud, Cilt 1, S. 38, Cilt III, S. 252.
7) Kaşgarlı Mahmud, Cilt III, S. 252.
8) K a şa rlı Mahmud, Cilt I, S. 278.
9) K£$8arh Mahmud, Cilt III, S. 298.
.0) A. Caferoğlu, S. 71.
;[) j^ şg arlı Mahmud, Cilt I, S. 86.
12) K^Şgarh Mahmud, Cilt I, S. 403.
;3 ) a . Caferoğlu, S. 89.
(24) Kaşgarlı Mahmud, Cilt I, S. 61.
(25) Kutadgu Bilig, Cilt 11, S. 2887.
(26) Kutadgu Bilig, Cilt II, Satır: 2887, 2888, 2889, 2895,
2902, 2903, 2904.
(27) Kaşgarlı Mahmud, Cilt I, S. 435.
(28) A. Süheyl Ünver; Uygurlarda Tababet, İst. 1936, S.
18.
(29) Ayten Altıntaş; Dîvân-ı lûgâti’t-Türk’deki Tıbbî Bit
kiler, Türk Dünyası, İst. 1983, Sayı 25.
(30) A. Süheyl Ünver, S. 20, 21.
(31) Emel Esin; “ Otacı” , S. 12.
(32) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 153.
(33) Kaşgarlı Mahmud, C. II, S. 344.
(34) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 294.
(35) Kaşgarlı Mahmud, C. I, S. 414.
(36) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 301.
(37) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 13.
(38) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 62.
(39) Kaşgarlı Mahmud, C. III, S. 74.
19 . YÜZYILDA
OSMANLI SARAYLARINDA
ALINAN SIHHÎ TEDBİRLER *
Preventive hygienic measures
taken in the Ottoman palaces
in the I9 th century
Hygienic measures taken in the Ottomane quarters o f Dolmabahçe Palace as well as the
Palaces in the 19th century have been studied locations where the cevalrymen lived at Ot-
in the light o f documents which are presently taköy Mecidiye Mosque, the fire brigades' mi
being classified in the library o f National jewelers’ areas, ali were indicated in thl
Palaces. Said documents, which cover the report.
years 1907 and 1908 concerning bakeries, fire- From our survey o f said documents we I ive
brigade quarters, kitchens, coachmen ’s areas come to the conclusion that physiciaffc
o f Dolmabahçe and Yddız Palaces have been designated fo r the royal jo b were responsible
submitted to the Sultan by the palace doctor fo r ali the hygienic precautions to be taken in
N a zif in a report. the bakeries, kitchens and ot her departments
The above-mentioned hygienic precautions as well. It has been observed likewise that
set forth by royal physicians regarding drink- when officials in charge o f ali the various
ing water used in various departments eri otk"» dıepartmehta i n d i c a t e d above were found
palgces “ u W Co‘oles> kıtchen areas, negleetful o f such precautions, they were cau-
uakerıes, coachmen units and the infantry tioned by the firman o f the Sultan.
(*) V. Sanat Tarihi Araştırmaları Semineri 10-15 Haziran 1985, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Tebliği.
Dolmabahçe Sarayı Eczânesi’nin yeri: Hâ Yıldız Sarayı Eczanesi: ‘‘Serencebey Yı kık
len Askerlik Şubesi olup, bu yerin sol tarafın ş u ’ndan çıkılınca ahçıların dairesine girilirdi,
da şimdi Muhafız Kıt’ası bulunmaktadır. Mu kütüphane geçilir ve mutfakların yanı eczâlil
hafız Kıtası’nın olduğu yer sarayın itfaiyesi idi”. Koltuk kapıdan içeriye girilince bekçi d>ı
idi. Beşiktaş tarafı da sarayın fırını idi ve fı iresinin yanında devamında eczâne vardı İlil
rın ile itfaiyenin ortası eczâne idi. Keramet Ni- bina iki katlı idi, üst kat hekim odası idi. Yıl'
gâr ise şu bilgiyi vermektedir (3, 17): ' ‘Dol diz Sarayı’nda Askerî Hastâne, Talimhâne'8
mabahçe Sarayı’nın Veliahd Daireleri olan ve nin karşısında idi. Dünyada ilk röntgen seı
şimdi Resim ve Heykel Müzesi olarak kulla visi olan askerî hastâne idi (1884) (2, 3, 20)
nılan yerin karşısında kâgir bir bina mevcut
tu. Oraya ‘Maiyet Dairesi’ deniliyordu (şim Teftiş-i Sıhhiye-i İnsâniye Komisyonu azâ;
diki Askerlik Şûbesi), bu binanın alt katı ec yı kirâmından Dr. Macridy Paşa tarafından
zâne idi” Dolmabahçe Sarayı Eczânesi’nde Dersaâdet askerî hastanelerine dair kalcnif
hekim odaları mevcuttu. Millî Saraylar Arşi- alınmıştır: ‘‘H üküm et vaktiyle askerî hastâ■
vi’ne ait bir belgede (13) Dolmabahçe Sarayı nelerinin iyi idare ve intizamı için birçok ip.
Eczanesi’nde ‘‘nevruziye” imâli için kullanı şebbüslerde bulunmuş ve İdâre-yi Sıhhiye)
lacak ‘‘2 adet büyük kazan, 2 adet orta ka Askerîye ve Karantina H ey’eti gibi iki bü ük
zan, 7 sâgir kaçarula, 2 saplı kevgir, 3 saplı Meclis-i Sıhhiye teşkil etmişti. Yıldız Hastâ
kepçe, 2 kahve güğüm ü’nün kullanılması için nesi Yıldız Sarayı’nın yanında, havadar ve la
matbaha (mutfağa) emir buyurulması.. ” kay tif bir mahalde idi. Askerî hastanelerin umı r-l
dı vardır. idaresi Harbiye Nezâreti’ne bağlı ve aynı ctai-\
90
ede bulunan “Sıhhiye Dairesi’’ adıyla Har-
»iye Nezâreti’nin Sıhhiye Şûbesi’ne tevdi’ ve
hâle kılınmıştır. Herbir askerî hastânenin ev-
relâ bir “tabîb-i evveli” (rütbesi miralaydı),
lir “tabîb-i sânîsi” ve her 50 hastaya bir he-
;im olmak şartıyla müteaddit hekimler bulu
lur. Bir eczâcı-yı evvel, bir eczâcı-yı sânîsi ve
onra hekimler adedi kadar eczâcılar bulunur,
iir cerrâh-ı evvel ve lüzûmlu miktarda cerrah,
ımarcılar, bunlardan maâda bir müdür (ida-
e memuru), bir kâtib-i evvel ve sâni, bir has
alar ağası (hastalar nâzırı), bir ser-hademe,
ir vekilharç, iki imam, müvezzîler, havancı-
tr, kafesçiler (yazın güneşte, kışın kafeste ça
maşırları kurutmayı deruhte ederler), terziler,
amaşır tamircileri, meydancılar, cenâzeciler,
ıezarcılar, hizmetçiler, hademe onbaşıları
ardı.
Eczâcılar laboratuarda edviyeyi îmâl ettik-
:n sonra müvezzîler vasıtasıyla koğuşlara gö-
irülür ve sûret-i istimâli beyân edilerek has-
ılara tevzî edilir.
“Tımarcılar” cerrahların maiyetlerinde bu-
ınurlar, küçük ameliyatlara muavenet eder-
r. “ Vekilharç” müdürün maiyetinde olup
astagân ve memûrîne ait edviyenin ve diğer Harem Hastahânesi (Topkapı Sarayı).
le’kûlâtın kilerde muhafazasını, memurların
/lık ve hastaların günlük ilâçlarının taksimini
;ruhte eder.
Yiyecek, içecek ve erzak, nöbetçi hekim, Sultan İkinci Abdülhamid Yıldız S aray ı
;rrah ve eczacı, ahçıbaşı, serhademe ve nö- ndaki hastâneyi, harplerde yaralıları tedâvi et
îtçi onbaşısından mürekkep bir komisyon mek gâyesiyle kurdurdu. Bu hastâne, alınan
uvacehesinde ayrı ayrı vezin edilerek ahçı- yeni sıhhî tedbirlerle barakalar şeklinde kurul
işıya teslim edilir (6). muştu. Bu hastânede harplerde yaralananlar
tedâvi ediliyordu. Yıldız tepesinde kurulan As
kerî Hastâne 5 barakadan müteşekkildi. Al
tıncı baraka eczâne olarak ve hastâne görev
lileri için kullanılıyordu. Bu barakalardaki
mobilyalar özel surette yaptırılmıştı. Herbir
baraka arasında 10-18 metre mesafe vardı ve
paralel olarak inşâ edilmişlerdi. Havalandır
ma sistemleri mükemmeldi. Her baraka otuz
yatak ve hastabakıcılar için bir oda ihtivâ et
mekteydi. Yıldız Hastânesi’nde beş hekim,
dört eczacı, dört cerrah, bir idareci ve hizmet
kârlar çalışmaktaydı. Yıldız Hastânesi’nde ay
rıca bir başhekim vazifeli bulunuyordu ve
“paşa” rütbesi verilmişti, bu hekim aynı za
?vruziyye kâsesi (Topkapı Sarayı H ekim başı Odası). manda sarayın özel hekimi idi.
91
Enderun Eczâhânesine ait ilâç kavanozları, distilasyon cihazı, ilâç şişeleri (t. Ü. Eczacılık Fakültesi Müzesi).
Enderun Hastahânesine ait distilasyon cihazı, ilâç şişesi (t.Ü . Eczacılık Fakültesi M üzesi
Tifüs salgınında Devlet Sağlık Konseyi haş
alara süt verilmesini yasakladı. Sultan, has-
a askerlerin tedâvisi açısından sütten mahrum
almamaları için özel bir çiftlik kurdurdu ve
lastaların süt ihtiyacı karşılandı.
Yıldız Hastânesi’nin yeri Mâbeyn-i Humâ-
un binasına yakındı. Başeczâcı bütün ilâçlar-
lan ve depodan sorumluydu.
“ Tımarcılar” birinci derecede hastabakıcı
ydı ve cerrahların emri altında çalışırlardı:
Uıtaplazma (lâpa) yaparlar, yaralara pansu
man ve küçük cerrâhi müdahalelerde bulunur-
»rdı. Başlıca görevleri, hekimlerin reçeteler
le yazdıkları şekilde ilâçları hastalara vermek-
1.
“Havancılar”, yâni eczacı kalfaları okuma
azma bilirler ve şişelerin, paketlerin ve ku
mların üzerine kayıtlı bulunan numaralara gö-
c hastalara ilâçları dağıtırlardı. Eczâcı, he-
imle birlikte hasta vizitine çıkar, elinde def-
îri, hastaların milliyetini, adını ve hekimin
erdiği ilâç terkiplerini kaydeder; vizit sonun-
â eczâcı defterini hekime imzalatırdı. Ecza-
ı daha sonra laboratuarında ilâçları hazırlar
e müvezzîler vasıtasıyla hastalara dağıtırdı (9).
Bir arşiv belgesinde (12), “Mâbeyn-i Humâ-
un Eczanesi’nde nöbet vazifesini icrâ edecek Şerbet
tibbâ ve eczâcı efendiler için 11 kalem eşya- ahdemin odaları bulunmakta idi. Fırınlar
ın verilmesine müsaade buyurulması.,18 Ma- 1880 tarihine kadar faaliyet göstermişlerdir (1,
is 1907” kaydı vardır. 21). Has fırının devamında Enderun Hastâ-
Bir diğer belgede ise (11), “ Yıldız Sarayı ec- nesi vardı (23). Pâdişâh ekmeği, nefis Bursa
ûnelerindeki bir kısım tıbbî eczâ ve âlet ve buğdayından çıkarılan unu, sarayda yetiştiri
devât ve cerrâhi malzemenin Dolmabahçe len keçilerin sütüyle yuğurularak yapılırdı.
■tâbeyn-i Humâyun Eczâ nesi’ne nakli husu- Buğday, saray surları dahilinde Değirmen Ka-
Unda müsaade buyurulması” 1907 senesin- pısı’nda öğütülürdü (1).
eki tezkerede kayıtlıdır. Bugün yalnız Topkapı Sarayı’nın mutfak
Topkapı ve Beşiktaş (Dolmabahçe) mutfak- binaları (Kuşhâne Mutfağı dışında) zamanı
irı yemek saltanatı Yıldız’a intikal ettikten mıza kadar gelebilmiştir. Dolmabahçe, Çıra-
(mra ocaklarını tamamiyle söndürmemişti ğan, Beylerbeyi ve Yıldız Sarayları mutfak bi
19). naları mevcud değildir. Abdülmecid zamanın
Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda Bâb- da Dolmabahçe Sarayı’nın yapılmasıyla ter-
Humâyun’dan Orta Kapı’ya doğru yürürken kedilen Topkapı Sarayı iç teşkilâtının zama
jiğ tarafta devam eden duvar arkasında, hâss na göre ufak değişikliklerle Dolmabahçe’de
e harcı fodla fırınları binaları bulunmakta çalıştığı görülmektedir. Has mutfak, Valde'
li. Saray için has ekmek ve fodla burada ya- Sultan mutfağı yine vardır. Dîvan mutfağının
ılırdı. Kapının üzerinde 1616 tarihli bir kitâ- yerini Mâbeyn mutfağı almış, Enderun mut
e vardır. Birinci Ahmed zamanında inşâ edi- fağı da Agavat mutfağı olmuştur. Orgun (19),
bu fırınların yanında bir mescid ile müs- Dolmabahçe Sarayı resmi ikametgâh olduk
93
tan sonra pâdişâhların Ramazan ayının kını doyururdu (5, 22). Dolmabahçe Sar„^,
15’inde yapılan Hırka-ı saâdet ziyaret alayı ile mutfağının yeri (16) Millî Saraylar’da bulunan
Topkapı Sarayı’nda iftar ettiklerini kaydet Merey’in 1/200 ölçekli plânına göre Veliahd
mektedir. Daireleri’nin devamında şimdi Devlet Malze
Topkapı Sarayı matbahları: Saray’ın ikin me Ofisi’nin bulunduğu yer Agavat Dairesi idi
ci yerinde, yâni Orta Kapı’dan içeri girilince ve onun devamı Matbah-ı Âmire olarak gö
Alay Meydanı denilen geniş meydanın sağ ta rülüyor (16). Dolmabahçe Sarayı 7 mutfaktan
rafında olup müteaddit ocakları hâvi idi. Bu müteşekkildi:
matbahlar ihtiyaca göre sonradan genişletil 1 — Has mutfak
mişti. Onaltı kubbeli bir mutfak, bunun müş 2 — Şehzadeler ve birinci harem mutfağı
temilâtında helvahâne, yağhâne, tuzhâne, er 3 — Umum harem mutfağı
zak anbarı, kalayhâne, yirmiiki çeşme, onbir 4 — Mâbeyn mutfağı
kuyu, iki sarnıç, altı havuz, iki su terazisi var 5 — Ağalar mutfağı
dı. M utfaklar, yemek pişirilen kısımlardan 6 — Lokanta mutfağı
başka, tatlılara mahsus olan helvahâne, reçel- 7 — Tebdil ocağı mutfağı (10).
hâne, bakırkalayı ve kurşun izâbesi için olan Yıldız Sarayı’nda Sultan Abdülhamid’in
kalayhâne, iki mescit, bir hamam,tuz ve er özel mutfağından başka büyük bir mutfak a-
zak ambarları, mutfak müstahdemini ile ah- ha vardı. Bu mutfak Hamidiye Câmii’nin kar
çıların ve tablakârların ikâmetine mahsus oda şısında şimdiki Polis Okulu ile Yıldız Teknik
lar ve koğuşlardan mürekkep bir külliye teş Okulu’nun işgâl ettiği kısımlar sağ kolda ve
kil ederdi (21, 23). Yâverler Dairesi karşısında idi (5).
Dolmabahçe Sarayı mutfakları: Saray’ca Dolmabahçe nakil vasıtalarının bulunduğa
Matbah-ı Humâyun denilen husûsi mutfak ve yer şimdiki stadyum idi (2 ).
sarayın Beşiktaş’a doğru nihayetinde bulunan İstanbul’un Bizans ve Osmanlı devirlerine
Matbah-ı Âmire bütün saray sınıfını ve hal ait su tesisatı önemlidir. Bizans devrinde şeh-
tablaların muhafazasına ait dairenin dahi pis râyetine mâni olmak üzere zikredilen sıhhî ted.
bir hâlde bulunduğu, bunun da sebebinin, her birlerin fenâ icrâ edildiğine dair bu rapor tan
tablakâr kendisine kolaylık olmak için bula zim kılındı.
şığını dolabının önünde ve meydanda yıkaya 30 Teşrinievvel 1326 (1908)
rak kirli suları meydana dökülm ekte her ta Tabib N azif” (15)
raf müteaffin olduğu gibi tabla örtüleri ve el
biseleri dahi aynı kokuyu neşretmekte idi. Bu NETİCE
durum sıhhat bakımından gayrıcâiz bulun
makta ve sıhhî tedbirlere îtina edilmesi ve mut İncelediğimiz belgelerde bellibaşlı sarayla,
fağın dört bir etrafı kapıları dahil birkaç kat rımızın sağlık işlerinden saraylarda görevli he.
kireç ile badana ettirilmesi, zeminindeki çu kimlerin sorumlu olduğunu, fırın, mutfak ve
kurlara kirli suların birikmemesi için çimen diğer dairelerde alınacak sıhhî tedbirleri s ray
to ile sıvanması, tahta edevatın hergün kay hekimlerinin belirlediğini gözledik. Bu hekim
nar su, sodalı su ve tahta fırçası ile temizlen lerin ekseriya sarayların eczâne ve hastâne da
mesi gerekir. Tatlı, hamur, et ve kıyma tah irelerinde nöbet sırasıyla vazife îfa ettikleri^
talarının temizlendikten sonra üzerlerine ka ve yiyecek ve iç e c e k le nasıl îtina gösterilmesi
lınca bir örtü veya muhafazaları için kapak lâzımgeldiğini, zikrettiğimiz dairelerde gc evli
lar inşâsı, etlerin ince tel kafesli dolaplar içinde memurların ne gibi sıhhî kaidelere uymaları
muhafazası ve üzerlerinin ayrıca ince tül ile ör gerektiğini inceledik.
tülmesi. Mutfağın her akşam bol sıcak su ile İlgi çekici bir diğer husus da, Topkapı. Dpl-
yıkanması, aşçı ve tablakârların elleri, elbise mabahçe ve Yıldız Sarayı eczâne ve hastâf^
leri, önlükleri daima temiz bulunması. Vazi dairelerinin, mutfakların civarında bulunda
f e icabı saray-ı hümâyuna gerek sahilden ve ğudur. Ondokuzuncu yüzyılda sıhhî önle ileti
gerek kara cihetindeki kapılardan gelecek olan büyük önem verildiği ğÖZÖnüne alınırsa, ecj
soylu kişiler, memurlar ve müstahdemin gü zâne ile içiçe bulunan hastâne ve hekim odaj
zergâhına tesadüf edecek bütün kapıların dış larının yerlerinin, yiyecek içeceklerin b lunj
kısmına 4-5 parmak yüksekliğinde bolca ki duğu dairelerden daha uzak bulunması geren
reç tozu bulundurulması ve dahildeki kapıla tiği düşünülebilir. Her nekadar bu daireler İÇ'I
rın zeminine süblime mahlûlüne batırılmış pas çe değil de ayrı bölümlerde ise de, bu düze11!
pas veya çuvallar serilmesiyle mikropların si- lemeyi neye göre yaptıkları düşünülme!
98
Mutfak, fırın, nakil vasıtaları daireleri ve
arayın sağlık işlerinden ve alınacak sıhhî ted itfaiye bölümündeki görevlilerin kaldıkları da
iplerinden nöbetçi hekimler sorumlu oldu- irelerde hekimlerin zikrettikleri sıhhî tedbir
;undan, kontrolün daha kolay yapılabileceği lere görevlilerin uymadıklarını ve sıhhate ay
lüşünülmüş olabilir. . . . kırı hâllerde bulunduklarını, durumun kendi
Hastânelerde hekimin hasta vizitesine eczacı lerine bir fermanla bildirilmesi gerektiğini göz
le birlikte çıktığını, hekimin hasta için uygun
-ördüğü ilâçları eczâcının defterine kaydetti ledik.
ğ i ve sonra hekime imzalattığını görüyoruz.
KAYNAKLAR
(1) Andreasyan, D.H.: İstanbul Tarihi XVII. Asırda İs (15) Millî Saraylar Arşivi Defter No. 2690 S. 254-255,
tanbul, İst. 1952. 256-257.
(2) Bütün, R. D.: 1838-1908 Yıllarında OsmanlIlarda Ko (16) Millî Saraylar Arşivi 1:200 ölçekli Dolmabahçe’nin
zacılık ve Deontolojisi, İstanbul, 1984. Merey tarafından yapılan planı. Numarasız belge.
$ Bütün, R.D.: “ Yıldız Sarayında Eczane ve Hekim (17) Millî Saraylar Arşivi, Dolmabahçe Sarayı Eczânesi
Odalarının Yerleri” T.B.M .M . Millî Saraylar Se Plânı. (Plan 11-3) Yıl: 1914-1918 numarasız belge.
mpozyumu 15-17 Kasım 1984. (18) Orgun Z.: Osmanlı Sarayında Kilercibaşılık ve Ki-
(4) Çeçen, K.: İstanbul'da Osmanlı Devrinde Su Tesis lercibaşı Defterinden Saray Tatlıları, “ Geleneksel
leri, Kesin Rapor, No: 17, İst. 1979. Türk Tatlıları Sempozyumu” Kültür ve Turizm Ba
(5) Ezgü, F.: Yıldız Sarayı Tarihçesi, İst. 1962. kanlığı, Millî Folklor Araştırma Dairesi Yay.: 51,
(6) Gazelle des hopitaııv civils et militaires de l'Empire Seminer-Kongre Bildirileri Dizisi: 16, Ankara 1984,
Ottoınan, No: 13, Constantinople (İstanbul), 1887. S. 57.
(7) İnciciyan, D.Ğ.: XVIII. Asırda İstanbul, Tercüme: (19) Orgun, Z.: Osmanlı Sarayında Yemek Yeme Âdâ-
Andreasyan D .H ., İst. 1956. bı, “ Türk Mutfağı Sempozyumu bildirileri, A nka
18) İstanbul İl Yıllığı, 1967, İst. 1967. ra, 1982.
(9) Macridy Paşa: “ Notice sur les hopitaux militaires (20) Özbay, K.: Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker
ı de Constantinople” S.E. Dr. Macridy Paşa, Gazet- Hastaneleri, Cilt: 111: II, İstanbul, 1981, s. 326.
te des hopitaux civils et militaires de l’empire Otto- (21) Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst. 1933.
man, İstanbul, 1888. (22) Uşaklıgil, H.Z.: Saray ve Ötesi, İst. 1981.
30) Millî Saraylar Arşivi numarasız belge. (23) Uzunçarşılı, İ.H .: Osmanlı Devletinin Saray Teşki
31) Millî Saraylar Arşivi Defter No. 2690 No. 5. lâtı, Ankara 1984.
32) Millî Saraylar Arşivi Defter No. 2690 No. 6. (24) Ünver, S.: Osmanlı Türklerinde Hekimlik ve Ecza
33) Millî Saraylar Arşivi Defter No. 2690 S. 21. cılık Tarihi Hakkında, İst. Ü. Tıp Tarihi Enst. Ya
34) Millî Saraylar Arşivi Defter No. 2690 No. 52. S. 36. yını, İst. 1952.
TEŞEKKÜR
Dolmabahçe Sarayı arşivine ait belgelerin Nationale’den aldığı notlarından yararlan
seçiminde yardımları olan Sayın Z. Or d iğim Sayın Hocam E. A ta b ek’e teşekkü
gun’a, belgelerin okunmasına yardım rü borç bilirim.
eden anneme ve babama, Bibliothegue
ALÂİM-İ CERRAHÎN İN
BİLİNMEYEN BİR ÖZETİ:
Fİ NEBZETİN MİN EL-CERRÂHÎIM*
A recently discovered abridged
addition of Alâim -i Cerrahîn:
Fi Nebzeti’n min el-Cerrâhîn
Alâ'im -i Cerrahîn is one o f the Turkish abridged addition o f this book at Süleymani#
surgical monographies o f the 15th century. Library. I t ’s t itle is Fi Nebzeti'n min el Cef.
Although some outhors claiın t ha 11his book râhîn. This addition is the compliment o f ifa
is a translatıon; in may opinion, it is compos- medical manuscript named Şerh-i Mu 'cez
ed o f prescriptions by the Ottoman physicians Kanun by Ibn an-Nafis. It was copied |j.
such as Hacı Paşa, Akşemseddin, Beşir İbrahim Haindi in H. 1168 / M. 1754-55/J
Çelebi, Physician Şirvanî and Şerefeddin consists o f five folios. In this summuş
Sabuncuoğlu’s own experimental prepera- İbrahim Hamdi claims that he fo u n d a ıie^
tions. method o f treatment in the cases o f fractutm
We know six copies o f Alâ'im -i Cerrahîn. based on his experimentation. But this metli^
I have recently discovered a so fa r unknown is not described in Alâ'im -i Cerrâhîn.
(*) İstanbul Tıp Fakültesi 7. Kurultayı (25-29 Eylül 1983) Serbest Bildirjjgf Bölünıü’nde tebliğ edilmiştir.
errâhi alâmetler, cerrâhi belirtiler” an- Cerrah İt}rahim bin Abdullah’ın hayatı hllj
\^ la m ın a gelen Alâim-i cerrâhîn, 15. yüz kında henü7 bir şCy biliniyoruz. İkinci Bayt-
yıl Osmanlı tabâbetinin türkçe monografile zid’in Mo(a Seferi'he katılması, ‘‘ordu
rinden biridir. cerrahı olcJugunu düşündürmektedir. Babe
İkinci Bayezid’in 1498’de başlayıp 1502 se adının Abdunah olma?» V# im a n c a ile şiir#
nesinde biten Mora Seferi sırasında, 1500 se nice bilmesi n e n iy le de “dönm e” olduğu ii{*
nesinde fethedilen Modon Kalesi’nde Çindâr ri sürülmektedir12».
adlı bir tıp kitabı bulunur. O devirde âdet ol O zamanın cerrâhi arayışına göre; yarala^
duğu üzere Platon, Galen, Hipokrat ve İbn malar, tüm k jklej-jxı kırık ve çıkıkları^ dçj
Sînâ’nm tıbbî görüşlerini yansıtan yunanca ve hastalıkları, %pseıerı tümörler ve bunlarım tj
süryânice yazılmış bu eser Cerrah İbrahim bin dâvileri ile kollanılan iltÇ bileşimlerinin veril
Abdullah tarafından türkçeye çevrilerek diği 2 2 bölümlük bu e£rde bölüm başlırttlaı
Alâim-i cerrâhîn adını almıştır. Cerrah İbra sırasıyla şöyJıecjjr:
him kitabın nüvesini oluşturan bu çeviriye 14. 1. Taze >yaralar ve tedaileri
ve 15. yüzyılın ünlü Türk hekimlerinden Ha 2. Baştaın ayağa değin tim kırıklaar
cı Paşa, Akşemseddin, Beşir Çelebi, Hekim 3. Tüm Çıkıklar ve tedâ'ileri
Şirvânî ve Şerefeddin Sabuncuoğlu’ndan alın 4. Ok ve. tüfek yaraları le ilâçlarıı
tılar yapıp, kendi tecrübelerini de eklemiş 5. Kırık vye bertik ilâçları
tir"». 6. Fıtık \Çç tcdâvisi
100
7. Apse ve tedâvisi lan Mücerrebnâme’den ve 1470 sıralarında öl
8. Yılancık hastalığı ve tedâvisi düğü sanılan Şerefeddin Sabuncuoğlu’ndan
9. Deşilmiş yılancıklar, sıracalar, urlar ve bahseden ilk cerrah, İbrahim bin Abdullah ol
lâçları malıdır.
10. Kemirici yaralar, kanser ve tedavileri İşte bu özellikleri taşıyan bu cerrâhi monog
11. Şarbon, dolamalar ve ilâçları rafinin şimdilik altı nüshasını biliyoruz. Bu
12. Tüm teşrihler alanda çalışmalar derinleştirildikçe yeni nüs
13. Damarlar ve kan almak halarının da bulunabileceğini sanmaktayız.
14. Yakılar Nitekim kütüphane çalışmalarımız sırasında
15. Merhemler eserin şimdiye kadar bilinmeyen bir özetini
16. Yağlar ve yağ çıkarma usûlü bulduk. Fi nebzeti’n min el-cerrâhîn (cerrahi
17. Zerûrlar den bir nebze) adını taşıyan bu özet ünlü İs
18. Haplar lâm hekimi İbnü’n-Nefîs’in Şerh-i mu’cezü’l-
19. Fitiller kânûn adlı arapça eserinin sonundadır'5’.
20. Tabletler, ağız ve diş preparatları, gar- İbnü’n-Nefîs’in, İbn Sînâ’nm Kânunü’t-tıbb
:aralar isimli ünlü tıp külliyatına yaptığı bu şerhin H.
21. Lavmanlar, müshiller ve macunlar 841/M. 1437 tarihinde Semerkand ve Kir-
22. Frengi belirtileri ve ilâçları. man’da Ahmed bin Ya’kub eliyle yazılmış bir
nüshası, H, 1168/M. 1754-55’de Dîvân-ı Âli
Tabâbetimizde “Frenk U yuzu” adıyla bi
ve Cebehâne-i Âmire kâtiplerinden İbrahim
nen frengi hastalığı ve tedâvisini anlatan ilk
Hamdi tarafından kopye edilmiştir. Kopye
ürkçe eser Alâim-i cerrâhîn’dir. Avrupa’da
edilen bu eserin sonunda aynı hatla diyago
495 Napoli Kuşatması ile yayılmaya başlayan
nal yazılmış birkaç yaprak dikkatimizi çekti.
rengi hastalığı, yayılmasını takibeden ilk yıl-
Kütüphane kayıtlarına geçmeyen bu yaprak
.rda Cerrah İbrahim ’in kalemiyle tıp litera-
ların Alâim-i cerrâhîn’in bir özeti olduğunu
irümüze girmiştir. Cerrah İbrahim’in getir-
gördük. Bu özet 40-60 satırlar arasında deği
iği bir diğer yenilik de, ilk kez ateşli silâh ya
şen beş yapraktan ibarettir. Adı ve bölüm baş
tlarından bahsetmesidir. Avrupa’da ateşli si-
lıkları kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Yaprak
İh yaralarını ilk olarak Alman Ordusu Baş-
lb ’deki Esseyyid İbrahim Hamdi adından, bu
:rrahı Heinrich von Pfalzpeint (ölm. 1460)
bölümün de, eklendiği kitap olan Mû’cez Şer-
ılatmıştır. 1497’de Hieronymus Brunschwig
hi’ni istinsah eden İbrahim Hamdi tarafın
; 1517 yılında da Hans von Gersdorff bu ko
dan, tahminen aynı yılda yazıldığı anlaşılmak
lda birer kitap yayınlamışlardır0’. Cerrah
tadır.
ırahim’in Avrupalı meslekdaşları ile aynı yıl-
rda ateşli silâh yaralarından sözetmesi cer Fi nebzeti’n min el-cerrâhîn’in “kırık çıkık”
hi tarihimizde önemli bir olaydır. bölümü sonundaki şu satırlar Alâim-i cerrâ
Cerrah İbrahim ’in eserinde verdiği hekim hîn’in önsözüne çok benzemektedir: “Nakl
: kitap isimleri bir bibliyografya niteliğinde- hazâ el-makâle min cerrahnâme ki Sultan Ba-
r. Bunlar arasında ünlü cerrahımız Şerefed- yezid bin M uhammed Han devrinde M ora’-
n Sabuncuoğlu’nun adı da geçmektedir. Ka- da M uton nam kale feth olundukta bu kitap
n hastalıklarında kullanılan bir suppozitu- anda bulunup lisân-ı Yunan ve Süryânî olmay
ır hakkındaki kısmı Sabuncuoğlu’ndan al la Çindâr ismiyle müsemma‘olup Eflâtun ve
gını belirtmiştir. Sabuncuoğlu’nun eserleri- Calinos ve Bukrat ve İbn Sînâ kavillerince ol-
taradığımızda, bunun kişisel deneylerine da mağla, Cerrah İbrahim bin Abdullah ol lisâ
man ve 1468 yılında yazdığı Mücerrebnâme na ârif olmayla Türkî’ye tercüme etmiştir,bir
eneyler kitabı) isimli eserinden adığını tespit mergûb (çok rağbet edilen) kitaptır”.
:ik(4>. Alâim-i cerrâhîn’de olduğu gibi, baş bölge
Alâim-i cerrâhîn’in bilinen en eski nüshası sinden ayağa doğru kırıklar ile başlayan özette
05 tarihini taşımaktadır. 1468 yine çıkıklar ve taze yaralar ile savaş yaraları
101
“ F î n e b z e ti'r ı min e l-c e r r â h în ” in ilk sa h ife si.
- ~<r ^ - v f » < î>
V U, .^—•. <.'•
~W- " f î ^ '< V *
'-cı •*>
“Fî n ebzeti’n min el-cerrâhîn"in son sahifesi.
anlatılmaktadır. Kırıkların önce tanımı yapıl İbnü’n-Nefîs’in Mu’cez Şerhi adlı arapçatıp
m akta,sonra nasıl sarılacağı, hangi ilâçların kitabını kopye eden ve Alâim-i cerrâlıîn’i »zet-
kullanılacağı ve nezaman açılacağı verilmek leyen İbrahim Hamdi, Alâim-i cerrâlıîn’de by;
tedir. Çıkıklar için de aynı yol izlenmiştir. lunmayan bir yöntemle, yanlış kaynamış ^
Alâim-i cerrâhîn’in Süleymaniye nüshası ile rığı tekrar kırıp tedâvi etmeyi anlatmakta V(
yaptığımız karşılaştırmada, 9b-68a arasında bunun kendi tecrübesi olduğunu söylemi 'ete
yeralan 79 yapraklık “kırık-çıkık” bölümle dir. Buradan, İbrahim Ham di’nin de bir cer
rindeki sıraların değiştirilmeden aynen alındı rah olduğu düşünülebilir mi? Ayrıca özetin so
ğını, fakat detaylı anlatılan tedâvi bölümlerin nundaki satırlarda kendisinin başka cerra’ ki
den seçmeler yapılarak birkaç tedâvinin veril tapları da okuduğunu ve ilâçları, istinsa et
diğini gördük. Yalnız, bulduğumuz özette İb tiği diğer tıp kitaplarının kenarlarına ya/çj'Ş123
rahim Hamdi’nin kendi tecrübesi olarak zik m belirttiğine göre, arapça da bilen bu zâtıt
rettiği “yanlış kaynamış kırık tedavisi’’(6) tıp medresesinden yetişmiş olması mümkijf
Alâim-i cerrâhîn’de yoktur. müdür? Bu soruların cevabını henüz veremi
Fi nebzeti’n min el-cerrâhîn şu cümleyle son yoruz. Ancak şurası muhakkak ki, İbrahirr
bulmaktadır: "... diğer cerrah kitabında olan Hamdi, Alâim-i cerrâhîn’in çok rağbet g ö r e r
ilâçları tıp kitaplarının kenarına yazdık, hep bir kitap olduğunu söylerken bir gerçeği dilf
sinden doğru ve sağlamdır”. getiriyordu.
NOTLAR
(1) İbrahim bin Abdullah: Alâim-i cerrahîn. Süleymani (4) Yıldırım, Nuran: “ Alâim-i cerrâhîn üzerine baz
ye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa, No. 568, lb-2a. ni bilgiler” , I. Uluslararası Türk-İslâm Bilim ve
(2) Adıvar, A. Adnan: Osmanlı Türklerinde İlim. İstan noloji Tarihi Kongresi 14-18 Eylül 1981, Bildirili
bul 1943, s. 47. tanbul 1981), C. 2, s. 169-181.
(3) Uzluk, F. Nafiz: Genel Tıp Tarihi. Ankara 1958, s. (5) Ibn an-N afis: Şerh-i mu’cezü’l-kânûn. Süleymaı
102; Billroth, Teodor: Hislorische Sludien über die Kütüphanesi, Hamidiye, No. 1027/1.
Beurtheilung und Behandlung der Schussvvunden wom (6) İbrahim Hamdi: Fi nebzeli’n min el-cerrâhîn, Si'
15. Jahr. bis auf die neııeste zeil. Berlin 1859. maniye Kütüphanesi, Hamidiye, No. 1027r
104
THE CLASSIFICATION
OF MENTAL DISEASES
İN THE OTTOMAN
MEDICAL MANUSCRIPTS
OsmanlIca Tıp Yazmalarında
Akıl Hastalıklarının Sınıflandırılması
Bu çalışmamızda, 15. ile 18. yüzyıllar ara- A kıl hastalıklarının anlatılmasına, genellik
ıda tıp yazmalarında “baş hastalıkları” adı le, ilkönce “sersâm” ile başlanır. Çeşitli ser-
ında ele alınan akıl ve sinir hastalıkları in- sâm tipleri vardır (feranitis, flegmonî, şuba
'enmektedir. A k ıl hastalıklarının geniş ola- ra, lijergis vs.). Metinde ele aldığımız diğer
k ele alındığı, Mukbilzâde M ü ’m in ’in akıl hastalıkları şunlardır: Seher şubatı veya
lahıre-i M uradiye”si, bu konuda iyi bir ör- subât-ı seheri, ahze, mâl-i hülya, merâkî, kut-
k olması dolayısiyle, metne esas alınmıştır. rub, mania, dâü 'l-kelb, aşk, unutsağuluk, eb
Her bir hastalığın kısa tarifi ve belirtileri ve- lehlik, ihtilât-ı zihn, uykusuzluk ve uyanıklık,
miştir; böylece hastalıkların kısmen tanım sûbân, devvâr, sedere, kâbus, sar'a, sekte, ih
aması müm kün olabilmektedir. tilâç, lâk ve, hadr, ra'şe, falic, teşennüc, kü-
Tıp yazmalarında “baş hastalıkları” adı al- zâz, levî, suda'.
’da verilmeyen fakat ilgili görüldüğü bölüm-
■de (meselâ kalp, mîde hastalıkları gibi) ele Tıp yazmalarının daha geniş bir şekilde in
nan psikosomatik hastalıklardan da söze- celenmesi hâlinde bu sınıflamanın geliştirile
'mişse de, bunlar sınıflamanın dışında tutul bileceğini düşünmekteyiz.
uştur.
ere we are going to present the understand the classic classification of men
classification of mental and neurological tal diseases found in Ottoman medical
ieases found in Turkish medical manuscripts manuscripts.
tween the fifteenth and eighteenth centuries. Before giving the classic üst I must State
though there are some variations in detail that, although mental diseases are studied
ıong different manuscripts, I do not intend under the title of the illnesses of the head, a
go into the description of these details, nor few illnesses such as “ihtinak-ı rahm ”
ı I going to compare them, for the general (histeria), “hafakan” or “yürek oynaması”
erview is same. Therefore I am going to give (anxiety), ‘şehvetü’l kelbiyye” or “köpek gibi
classification of Mukbilzâde (Zahîre-i iştahlı olm ak” (obesity), “noksanü’l-şehvet”
iradiye, 841/1437), whose writings on head (lack o f ap p etite) and some other
eases is one of the best. Also, I am going psychosomatic illnesses and sexual diseases
give briefly the descriptions and symptoms due to mental disorders are mentioned
the diseases, so that it will be easier to amongst the group of related physical
105
diseases. The other symptoms are shortly the follovv.
Stili other mental illnesses are given under in- ing: he can’t sleep vvell, sees complicatçğ
dependent titles, one of which is alcoholics dreams, vvakes up in fear, his eyes are bloody
(sûcîye müptelâ olanlar) and opium eaters red, sometimes the vvhite of the eyes turp
(afyonkeşler ve berşe müptelâ olanlar) and yellovv, eye movements are slovv and involun-
tobacco addicts. Another illness studied tary, tearş çome out as if something had gon&
separately is “teza’zu-i dimağ” which meatıs İfito the eye; spcaks non-sense in bewilder-
traumatic head injuries, such as falling över ment; at the beginning he is very restless but
a high place, a hard blow on the head and later slovvs dovvn so much that he hardh can
fighting. Gevrekzâde describes the organic öpen his eyes; he has high fever, his toungis
changes resulting in the brain following the svvolen, his mouth is dry; his pulse beats fast
shock and the consequent motor and sensorial and strongly at the beginning, but later ofl|j
disturbances. Stili, another disturbance changes and becomes weak and slovv.
studied separately is “infiâlât-ı nefsânîye” breath is also strong in the beginning but latı
which means shortly emotional and personali- it vveakens; he feels such a pain on his ned
ty disorders. that it seems as though his veins are einı
strung.
I am şure that if the Turkish medical
manuscripts are studied more thoroughly In Mukbilzâde’s vvritings “ humre’ am
other mental illnesses will be discovered and “demreğu” are said to be diseases of the ur;
in this way a complete and correct classifica- itself. But I am not sure vvhether it is a ty.
tion will be accomplished. of “sersâm” or not. İn the Redhouse divT
Here we are going to deal with those men tionary and Tarama Sözlüğü “humre"-> ı
tal diseases studied under the illnesses of the erysipelas and in T urkish “yılarjçcn|
head of which “ ser-sâm” is usually mention- alazlama”. “Demregü” (temriye) is a^ sj^
ed first. “Ser-sâm”, supposed t o be original- disease, lichen or eczema (Tarama Sözlü^gu)
ly Persian, is composed o f two words, “ser” It has three different symptoms. These a ^ Cı
meaning “h ead” and “sa m ” meaning short, headache, a strong feeling of ilCa(,
“swell”. The main symptoms of “sersâm” are coolness of the skin of the face, the coİ£,r 0j-
confusion of the mind, talking nonsense, fever the eyes is yellovvish; later, from time to,!
jm e
and trembling. his face heatens up and his eyes grovv ret jhe
There are different types of “sersâm”. One fever and trembling (sıtma) it causes are ifoych
is “ feranitis” (sersâm-ı safravî), also called higher than that of the flegmonî. But mç,st of
“tîz sersâm”, which is svvelling of the brain those vvho suffer this illness die in thrşe jays.
membranes. We believe it to be meningitis. If they survive three days they may eypCCt to
Another type of sersâm is “ flegmonî” live on. I vvonder if these diseases qre men-
(demevî verem), vvhich is the inflammation of tioned under the title of head diseases, because
the brain itself. We suppose it to be en- they might have caused complications vvı^en
caphalitis. It has five kinds of different symp untreated effectively.
toms. These are, face and eyes of the patient The last type of “sersâm” is the cold ser
turned quite red, eyes protruted from their sâm (soğuk sersâm or sersâm-ı balgamî), “ser
Socket, intense headache, patient is con- sâ/n” vvithout fever, “ lijergis” in Greek. The
tinuously d istu rb ed , spasm (küzâz), Arabic-Turkish terms for it are “nisyân” and
drawsiness and vomiting. “unutsağuluk” forgetfullness, respectivdy,
Stili another type of “sersâm” is “ subârî” for its main symptom is forgetfullness. It has
(sersâm-ı sevdavî), vvhich is the vvorst type of tvvelve special symptoms. These are: a lighl
“sersâm ”, said to be in Turkish “ifratla olan headache, a very slight or no fever, a strong
sersâm-ı tîz ”. It’s main symptoms are feeling of sleepiness, extreme forgetfullnessJ
madness (divânelik) and agitation (aşüftelik). extreme slovvness in movement, pulse beats I
106
A m in ia tıır e p ic tu r e th a l illu s lr a te İb n S in a ex a m irıin g a p a lıe n t s u ffe r in g f r o m th e “ lo v e d is e a s e ” .
Dwly and lightly, labored breathing, frequent lethargy. The Turkish term for it is
tping, a white toung, profusion of saliva, he “oğunm ak”, meaning, to be overeome by
confused and unable to distinguish good sleep, to lose consciousness, feeling sleepy,
om bad ete. Lijergis is said to be lethargy doze. “Seher” is sleeplessness or insomnia.
tt it may also be dementia. One who suffers “seher subâtı” wants to go
“ Seher şubatı” and “ (subât-ı seheri” are to sleep, but no sooner than he goes to sleep,
/o different illnesses, “Şubat” (nevm-i he wakes up again. They talk nonsense just
üfrit) seems to have various meanings, such as an insane and some symptöms of frenitis
hypersomnia, absent-mindedness and can be observed. Here the humour “safra”
t
(bile) is dominant. Those who suffer “subât- An old dictionary defines “şubara” as
ı seherî” sleep much more than “seher disease between “frenıtis and cünun1
subatı”\ although they can be wakened up, (madness) (Hayrullah Efendi: Lûgat-ı Tıb
they go to sleep again soon. They shovv symp- biye) We have already described “subara'\
toms like those of lisergos. If the illness is “ Aşk” (love) is an illness. Here the victifl
heavy, then there is difficulty in swallowing, causes himself to be ili. When the feeling o
urinating and inability to defecate and love is too deep an illness such as “mâl-,
asthma. In “subat-ı seherî”, the humour hülyâ” and anxiety will develope. One geıs af
balgam is dominant. flicted with this illness when he comes acrıı»
“ Ahze” (catalepsy or catatonia) is a sud- someone beautiful; he falls in love aıll
den paralysis of ali the senses and motor ac- becomes fond of his beloved. One who fail
tivities. One who suffers from “ahze”, sud- in love begins to be tlıinking of the belovü
denly becomes rigid in the posture as he is, day and night. This is a widespread story I İl
sitting or standing. If the attack comes while main symptoms are: dry and sunken cy£$
sleeping eyes remain closed, if one is avvake when he cries he sheds tears profusely, wheı
eyes remain wide öpen. The terms such as he hears a poem or a couplet of separation q
“şuhûs”, “cüm ûd” and “du tm a k” are said the beloved, he feels sad and cries. When hi
to be synonymous. beloved is spoken about his pulse beats up aqj
becomes irregular.
“ Mâl-i hülya” is attacher a great impor-
tance and its not a single illness but a group “ Unutsağuluk” or “ unutsalığı” (fesâ lu'$.
of illnessess appearing with various symp- zikr) means forgetfullness (amnesia). The
toms. “ Merâkî” and “ Kutrub” and sometimes senses of the patients suffering from this il
even “ Aşk” (Emir Çelebi: Enmuzec) are said lness are ali sound. Whatever they see, (fjji
to be different kinds of ‘‘mâl-i hülya”. see correctly, vvhatever they hear, they hej
Although the main symptoms of ‘‘mâl-i correctly, but as soon as they hear or see, they
hülyâ” are fear, obsession and sadness, they forget. If the illness has begun with fo rg e t.
seem to have a great variety. For examp|e! fullness and disfunetioning of the mind has
delirium, talking nonsense is an impöflant resulted from it, it is easier to cure it. But if
symptom. In ‘‘merakî” (hypochondriac at- the illness begins with the inability of thougb{
titudes) disorders of the digestive system; in and diserimination, then treatment is difficult.
‘‘kutrub”, continuous fugitiveness are the
main characteristic symptoms. “ Eblehlik” ( “h u m k ”, “r u ’unet”,
Under the title of ‘‘envâ-ı divanelikler” (dif “ahm aklık”) or “gaflet” is a hereditafy
ferent kinds of madnesses) we find ‘‘mania”, disease. It is a kind of feeblemindedness, and
‘‘daü’l-kelb”, ‘‘şubara” and “kutrub”. I sup- imbecility. They act as little children or old.
pose they were mentioned under the same ti aged people.
tle because they have similar symptoms, main- “ İhtilât-ı zihn” , meaning the confusion o
ly aggressiveness. the mind, is an extremely troublesome disease:
Those who suffer from “ mania” are in a The funetions of thought and discriminatiolj
State of excitation and attack anyone they are harmed. They will not speak, do, hearrtj
come across, like beasts of prey. Both their çare as they are expected to. In this il w!
anger and love are allvvays excessive. They there may be “tahayyül fesâ d ı” (illusiony, tS
usually talk franticly and they have the looks that the person suffering from this ilinek
of beasts of prey. They are skinny. perceives images of man, animal and ob eef
“ Dâü’l-kelb” is a kind of “m ania”. Now distortedly; or he has hallucinations, perı.eiv
they are in a bad temper and then they are ing images that, in fact, do not exist.
cheerfull and compassionate. And he is “ Uykusuzluk (insomnia) and uyanıkl
fawny, running about as horses. (vigilance): “Uyanıklık” is a State of percei
108
and acting deliberately and as he wills. In- rahm: Histeria).
nnia is the opposite of vigilance. Among “ Sekte” (Can kasılm ası; apoplexy):
different causes of insomnia are various “Sekte” comes suddenly and as a single at
deties, sarrows, hurting pains, indigestion, tack. “Sekte” begins with vertigo (devvar) and
lours like cancer and old age. Among the ringing in the ears (tanîn). Sensorial and
ıptoms of insomnia are: sleeplessness, motor transmission from the brain to the body
ness of eye, nose, gums, toung ete. fail. When sekte comes ali the organs and
iûbân: “ Kafatasının (baş çanağının) içinde senses cease functioning. The main cause of
lanan su” (liquid collecting in the skull: “sekte” is the excess of blood in the blood
drocephalus): It is often observed that liquid vessels; too much blood collects in the cavities
ollected in the skull around the hard mem- of the brain and prevents connection with
ne (gışâ-sulb). Symptoms: Heaviness in the organs. Ali the organs grow cold. Some doc-
d, difficulty in closing the eyes and it is in- tors cali this illness “ihtinâk-ı elti” or “kalbin
ıble. Mostly children suffer from this il- nefes alamaması”, meaning failure of the
s. The parts where the vvater is collected heart to breath, suffocation. It is hard to
n to be pulled down. When touched by decide vvhether the patient with an attack of
d, it moves softly. “sekte” is dead or alive, but the patient may
revive in spite of this condition. Therefore the
Devvâr” (baş çiğzinmek, dolab marazı) patient supposed to be dead should not be
“ sedere” (gözü kararmak): This is such buried after a certain time. In “şubat” there
llness that the vvorld seems to be circling may also be a failure of the sensorial and
ınd the patient. As a result, he is unable motor functions, but this condition developes
:and up and if he tries to stand up feels slovvly in contrast with “sekte”.
y and almost fainting he falls down again.
îcts before his eyes move about. “ İhtilâç” : (convulsion) is the involuntary
Kâbus” (Ağır basmağ; nightmare, sleep convulsion of the museles. This convulsion is
:a): While asleep the patient feels as if temporary, passes away rapidly. Besides cold,
ething or someone, a weighty men has anger, happiness and anxiety also may cause
n över him; that heaviness weights upon “ihtilâç”. It may sometimes be the beginning
As a result, he breathes with difficulty, o f “sekte” or “güzâz” (tetanus); or, if it
to shout and move, but he can’t. He near- developes in the abdominal museles it may be
)es mad. As soon as the “kâbus” has the beginning of “mâl-i hülya” or “sar’a ”.
, he wakes up. This disease is the begin- If it occurs in the facial museles, it may be the
of three serious illnessess: “sar’a ” beginning of “lâkve” (facial paralysis) ete.
:psy), “sekte” (apoplexy) and the insanity “ Lâkve” (Yüz-göz eğilm ek: facial
i mania. paralysis): It is a disease occuring in the eye
:ar’a” (Tutarık: epilepsy): Sensorial and museles. The eye, eyebrow, skin of the
t functions are both irregular and inef- forehead, lips, chin are distorted from their
ıt. While the epileptic attack is on, the natural condition and undergo change. Lâkve
ıs of the patient fail to function proper- may be the beginning of “sekte”. A patient
here are contractions ali över the body suffering from this illness is unable to spit pro-
ınüc-i küllî). The cause of the foam in perly or chew easily. He emits saliva from one
latient’s mouth is spasm (teşennüc). side of his mouth. Two different kinds of
al types of “sar’a ” are mentioned, such facial paralysis are dealt vvith. One is “lâkve
e “sar’a ” of the brain (sar’a-ı dimağ); teşennücü” (spasmodic facial paralysis) and
a ” starting in the stomach (sar’a-ı the other is “lâkve-i istirha” (loosening facial
/î); “sar’a ” vvhich is caused by the sting paralysis) and in this type senses ore weaken-
'irpions, bees ete.; and “sar’a ” seen in ed, the upper eyelid drops down, the gum
n undergoing menopause (ihtinâkı’r- loosens and fails to hold saliva.
10“
“ Hadr” (to get numb) is an Arabian term, in one of which there is congestion of
which m eans in T urkish (archaic) nerves and muscles (teşennüc-i imtilâyî), where
“tutulmaklık, tutmaklık, a'za uyuşması’' t hat the muscles spasm. İn Arabic it is called
is, the failure of the senses. This illness occurs “tekallûs” (shrink). The cause is generalM
in sensorial and motor organs. First the sen- humidity. In the sanquine type muscles svvejg
sorial organs function poorly or fails to func- and enlarge. When the cause is cold, the pf-
tion alltogether, consequently, motor ability tient recovers fast. In “kuru teşenniHn
also loses its natural capacity. “H adr” has muscles get contracted both in length atin
seven causes, some of which are opium eating, width. In “teşennüc” of extreme drvnf»]
too much cold affecting organs, bite or sting (yübûset galebesi), muscles coııtract. )thn
of poisonous animals or insects such as snake, causes of “teşennüc” are, sting of scorpiaıti
scorpion, vvrenching of the nerves ete. If the 9xiı tülle cultl, itnkiety and fear, sleeplessnes*
factor causing the illness in the brain, ali the too much cryiııg, extreme fever, feve a|J{
motor and sensorial functions cease. If it is tremor (ıssı ısıtma) in children.
in the spiiıal marrow, vveakening of the sen “ Küzâz” (spasm, tetanus, shivering: spastj,
sorial and motor functions spread either ali paralysis): There are several meanings 0
över the body or only in one half, propor- “küzâz”. One is related with “teşennüc” Th
tionately with the effectiveness of the cause. other meanings are: The “teşennüc” of ıhl
The senses in the face are sound. Sometimes neck ( “ense çekilmesi”). İn this illne^ ıh
a vertebra is dislocated, and “h adr” neck must be put straight so that it wi l ııd
developes. When a nerve of the neck or the move forvvard or backvvard; “küzâz” cauve
vertebra is damaged, the organ which it in- by cold and freezing in which muscles sbriol
nerves is affected and the symptom can be Nerves and muscles become rigid, ca ı'û
observed there. Sometimes “hadr” may resıılt move, organs are shrinked in every way. 8j
in “fe lç ” (paralysis), “sar’a ” (epilepsy), in “teşennüc” the organ shrinks in one waj
“sekte” (apoplexy) or “teşennüc” (spasm). nerves and muscles expand and contract. Bot)
usually cause ache. “Küzâz-ı dimağı” g
“ Ra’şe” (tremor, trembling): Ra'şe is a “küzâz” of the brain is the worst. |
disease affecting the organs that are means of children’s “küzâz” ali the muscles in the baş
movement. When one tries to move his hand of the head stiffen, they cam eat and driıjl
to do something, involuntary movement in- vvith difficulty, there are convulsions in ali ç
tervenes and hinders voluntary movement and tremities, they speak vvith difficulty ete,
from the combination of them ra’şe results. some types of “kiizâz” the muscles of the lai
İt mostly appears in hands or head (baş are spastic; in others suffering from “kı zûz’
titremek) and sometimes in ali organs. the head and neck are turned to one sich
“R a ’şe ” is incurable in the old age. There are different kinds of “küzâz”, suctıa
“ Falic” (paralysis, hemiplegia) is the com ”kİİZâz-ı imtilâî” and “kiizâz-ı verem '”. ■
plete failure and paralysis of muscles and ten-
dons ( “mutlak istirha”). Although it is “ Levî” , supposed to be Persian or a ’jfgj
sometimes described as hemiplegia affecting Arabic, is a State in vvhich one eats, drinksto
half the body, it should be noted that in much for a couple of days, gets tired nd
Turkish manuscripts “fa lic ” has a vvider unvvilling to move. He, also, feels wea . Hi
meaning, including paraplegia, in which the veins and muscles contract, he tends to strec
head is not affected and sometimes in “fa lic ” himself. This State is called “levî” me inin
ali the body is affected, while sometimes a to have a bad stomach from overeating. j
single finger is paralyzed. “ S u d a” (headache) and “ şakîka’
“ Teşennüc” (Sinir çekilmek: spasmodic (migraine) are important titles in medid
contraction of a muscle; spasm, cramp, con- manuscripts. For instance in “ Zaî’!r
vulsion). There are three types of “teşennüc”, Muradiye” 2l and in “N üzhetü’l-ebdân'
110
\
A room in a mental hospilal. Lunatics and physicians trying to passify iham.
pes of headaches are mentioned and these under one comprehensive title.
ain types of headache are classified into — The relation among these diseases are
:her minör groups. Headaches are classified allways discussed.
:cording to their ethiology which depends — Some of the diseases are more like syn-
îııerally on the four hum ours and dromes, while others are only symptoms. For
mperaments. “Ş a k îk a ” (migraine) or instance while “mâl-i hülya”, “a şk ” are a
yarım başağrısı” is described as ân illness group of illnesses, “ra’şe ”, “unutsağuluk”,
hich comes for a couple of days and then “devvâr” are symptoms. Some others such as
Ssses away. Pain is felt when the attack “eblehlik”, “kafatası içinde toplanan su ” and
löbet tutmak) is on. Several factors are men- “lâkve” obviously seem to be single illnesses.
Oned as the cause of headaches. Some of
Icm are: Walking too long in the sun, sitting — Although the names of these illnesses
îfore the fire, taking a long bath, taking not are specific and are classified in a similar way
iod, cold, sitting too long vvithout move- in different medical manuseripts, variations
lent, anger, shouting too m uch, can be noted.
ceplessness, thinking too much, sleepiııg too — Under the title of one majör illness there
•ng, fear, crying too much, sorrow, ex- is usually sub-classifications of which I gave
Sustive reading, anxiety ete. a few examples here. Thus we have seen four
sub-types of “sersâm”. For instance there are
'Iscussion and conclusion: several types of “sar’a ”, “sekte”, “teşennüc”
ete.
— The majör part of the mental and — Although this classification is very dif
îurological illnesses are mentioned under the ferent from today’s, it is also based on symp
tle of “the diseases o f the head”. Most of toms and organic factors.
ıe illnesses due to the disorders of the cen- — Classification depending usually on
al and peripheral nervous Systems are dealt organic symptoms, I did not come aeross t
111
tendency of subjective speculation. çiğzinmek”, “ağır basma’’, “dutarık”, “caı
— The Ottoman doctors knovv that such il- kasılması”, “yüz-göz eğitmek” ete. Weexpec
lnessess were disorders of the Central and others to be discovered in the course of Sıudy
peripheral nervous Systems. and researeh.
— The sub-types of some diseases are
classified according to their etiology vvhich — I conclude from my studies that öf-
depends generally on the four humors and toman doctors had an advantage of having §
temperaments. medical heritage of the previous Isl mi£
— We find some of the Turkish ter- medicine, to which they made their own cofb
minology quite interesting and absolutely to tributions and so could build up a godİ
the point. For example, “unutsağuluk”, “baş knovvledge of psychiatry and neurology.
BİBLIOGRAPHY
Emir Çelebi: Enmûzecü’t-tıb Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Salih b. Nasrullah: Nüzhetü’l-ebdân fî tercümet gâyuy'i.
Tarihi Ktp. No. 96. itkân. Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Tarihi Ktp. No. 55 ı
Emir Çelebi: Neticetü’t-tıb. Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Ta Sarı (Akdeniz), Nil: Gevrek-zâde Hâfız Haşan Efendi ve
rihi Ktp. No. 59. Kafa Travmaları Hakkındaki Bilgisi. I. Uluslararası
Eşref bin Muhammed: Haza’inii’s-Saâ’dât. Hazırlayan: Türk-İslâm Bilim ve Teknoloji Kongresi, 14-18 Ey
Bedi N. Şehsuvaroğlu. Türk Tarih Kurumu Yay. XI. lül 1981,
Sayı: 9, Ank. 1961. §âfl (Akdeniz), Nil: “ Osmanlı Tıbbında Beden ve Nefis
Hayrullah Ef.: Kâmûs-ı- tıb, Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Terbiyesi” “ IV. Millî Türkoloji Kongresi Bildirisi
Tarihi Ktp. No. 581. 19-23 Ekim 1981 İst.
İbn-i Şerif: Yadigâr. Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Tarihi Ktp. Sarı (Akdeniz), Nil: “ Nidâî’ytg Göre ‘Keyif’ ve ‘Afyonkef
No. 311. Tedavisi” . Yeni Sympo%jum, Yıl: 19, Sayı: 1, Oeaf
Koptagel -llal, G. ve Kazancıgil: A.: Ortadoğu ve İslâm 1981, İst. S. 19-25.
Dünyasında Bilimsel Düşünce ve Psikosomatik He Sarı (Akdeniz), Nil: “ Halk Htekimliğinde ve Osmanlıc ı Tıp
kimlik Kavramının Tarihsel Temeli. I. Uluslararası Yazmalarında Akıl ve Simir Hastalıklarının Tedâvisi”
Türk-İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi. Bil II. Milletlerarası Türk Ftolklor Kongresi Bildirileri, c
diriler II., s. 71-86, İstanbul 1981. IV, 1982, Ank.
Sarı (Akdeniz), Nil: OsmanlIca Tıp Yazmalarında Mâl-i
Mukbilzâde M ü’min: Zahîre-i Muradiye. Süleymaniye hülya ve Tedâvisi (X V .-'^VHI. yy.) }st. (jni. C rra-
Ktp. H. Mahmud No. 5507. hpaşaT ıpF ak. Deontol!0-*' Anabilim Dalı, 1982 İst.
Nîdâî: M enâfiü’n-nâs: Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Tarihi Süleyman b. Abdülmennân1: flffl-ÜI mücerrebât (1176)
Ktp. No. 133. Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Tarihi Ktp. No. 166.
Sâlih b. Nasrullah: Gâyetii’l-beyan fî tedbir bedcn-il in Şehsuvaroğlu, Bedi N.: Şâir ve Hekim Ahmedî, İst Tıp
san. Cerrahpaşa Tıp Fak. Tıp Tarihi Ktp. No. 117. Fak. Mec. C. 16, Sayı: 4, 1953.
NECMEDDİN RIFAT YARAR
Prof. Dr. Necmeddin Rıfat Yarar
A brief outline o f the life-story and works
f Prof. Dr. N ecm eddin R ıfat Yarar
1889-1982):
Dr. Yarar, a graduate o f İstanbul School
f Medicine (1913), specialized in internal
tedicine. A list o f his works, on pneumology,
heumatism, treatises on examples o f medical
rescriptions ete. is given at the end o f the ar-
cle, with emphasis on his publications on in-
ulin, during the following year a f ter its in
en don.
Dr. Necmeddin Rıfat Yarar
1982 yılının Ekim ayında kaybettiğimiz 3 — Emrâz-ı Dahiliye kitabı içinde “Rie
’rof. Dr. Necmeddin Rıfat Yarar’ı, Türkiye’- Hastalıkları” bahsi (Âkil Muhtar ile)
e ilk defa duyurmuş olduğu insülin keşfinin 1920
O’ncı yılında kaybettik. Prof. Dr. Necmed- 4 — Had Mafsal Romatizması 1925
in Rıfat Yarar, 1889 yılında İstanbul’da doğ- 5 — Reçete Nasıl Yazılır? 1935-38-44-45
u. 1913 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden 6 — Reçete Örnekleri 1936-39-43
ıiezun olup, aynı yıl asistanlığa başladı. 7 — Otomobille Avrupa’ya 1937-46-52
918’de bilgi ve görgüsünü arttırmak için Ber- 8 — Ayrıca, 1940 Türk Kodeksi’nin yazı ve
in’e gönderildi. 1919’da müderris muavini basım işlerinde çalışmıştır.
doçent), 193l ’de profesör oldu. 1944’deken- Türkiye’de insülinden bahseden ilk yazı Da-
li arzusuyla Tedâvi Kliniği (Haseki Hastaha-
rülfünûn Tıp Fakültesi Mecmuası 1923 cildi
lesi) Profesörlüğünden çekildi. 1953 yılına ka-4’ncü sayısında (s. 266) yayınlanmıştır. Bu ya
Inr Zeynep Kâmil Hastahânesi’nde dahiliye
zının başlangıcını alıyoruz: “ Bir müddetten-
ızmanı olarak çalıştı. 1953’den vefatına ka-
beri Amerika ve İngiltere matbuat-ı tıbbiye-
lar hekimlik yaptı ve hastalarıyla ilgilendi.
sinde mevzûubahs olmakta bulunan insülin,
iocamızın, insülinin keşfini bir yıl sonra sığır pankreası Langerhans Cezîratı (adacık
1923) Türkiye’ye duyurmuş olduğunu bildi- ları) hulâsa-i küuliyyesidir. 7’si koma devrin
imizden,kendisini Cerrahpaşa Tıp Fakülte- de olan 50 vahim diabet vak’asında tatbik
l’ne davet ederek bu anısını bir sohbet şek olunmuştur. Koma vak’aları müstesna olmak
ilde dinlemeye hazırlanırken, vefatı bizim üzere diğer vak’aların kâffesi şâyân-ı hayret
;in bir darbe oldu. Allah’tan rahmet dileriz.* bir salâh göstermişlerdir. Enjeksiyonlar taht-
el-cild ve hiç olmazsa günde bir kerre yapılır.
*rof. Dr. Necmeddin Yarar’ın kitapları Septisemi ve böbrek hast^jç^aj'i gibi kompli
— Gışâ-yı Cenb Hastalıkları (1918) kasyonlara insülinin tarz-rtesirine dair tecrü
— Kasabat ve Rie Hastalıkları (1918) be mefkuddur (yoktur).
“ Yüzbaşı” Necmeddin Rıfat’ın Birinci Dünya Harbi’nde aldığı hizmet belgesi (Harbiye N
Enver mührü ile).
DİYARBAKIR YÖRESİ
HALK İLÂÇLARI
VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Folk Medicine of Diyarbakır
, ,, m edıanrın
,'idv, we have MedİCül p lm ts and 2 medical animal drugs,
•efolk re6. trıed
. t o ırıvestıgate
, ,
J . ıon o f Diyarbakır. used by the people o f Diyarbakır, is studied.
Diyarbakır is located ın th t s v In the second part drugs used in curing
urkey. It is a historical city. T h fW . ' several diseases and their methods are explain-
?ar to the site o f the Mesopotamian <.■ v^ sQ_
ed.
ons. In the third part; beliefs on medicine o f the
The climate is very dry at Diyarbakır. s ‘ m
people o f Diyarbakır is explained.
ers are hot and winters are cold. The V F - f In Diyarbakır we observed that people go
’ants o f this region are steppes. t o medical doctors and take drugs given by
Folk Medicine o f Diyarbakır has b e e ^
doctors, but also they go on using fo lk
udied in three parts. In the first parı ; medicine.
GİRİŞ
Eskiler, bitkisel ilâçlarla tedavi yöntemle İşte bu değişik bitki örtüsünden yararlan3
rini, zararlı ve yararlı olanlarını deneme yo rak metinde belirttiğim bitkilerin bir kısmii
luyla öğrenmişlerdir. Fitoterapi günümüzde de yâni yabâni yetişenlerini yöreden topladlf
önemini yitirmemiş, tüm dünyada inceleme Bir kısmını da anarlardan temin ettim. Bu b
alanı giderek genişlemektedir. Bunun örnek kilerin özelliklerini ve buhardan yapılan ha
lerini ülkemizde İstanbul, Bursa, Diyarbakır ilâçlarını ve hangi amaçla kullanıldıkları'
gibi eski illerin aktar dükkânlarında görüyo araştırdım. Bu nedenle halk hekimi olarak Çf
ruz. lışan (aktif taşıyıcı) ve bu konuları bilip d-
lışmayan pasif taşıyıcı kişilerle konuştum.
Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu bölgesin
de, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş, çok eski Diyarbakır’da, halkın kendisini sağaltaca
bir kenttir. Kara iklimi hüküm sürmekte ve doktor ya da bilimsel ilâçları bulamadığı z.
daha çok bozkır = (step) bitkileri yetişmek- man, ya da doktor ve ilâç bulmasına rağmeı
İSdır- gene de bir an evvel sağlığına kavuşmak iç
çevresindeki bitkilerden yararlanarak nel<
Türkiye’nin en yaygın bitki örtüsü bozkır yaptığını ve ne gibi sonuçlar aldığını öğrenm
lardır. Bozkırlar kurakçıl bitkilerin oluşturdu ve hattâ ilerde bu bitkilerden elde edilen ilâ
ğu topluluklardır. Bozkırın oluşmasında ya- ların sentetik ve bilimsel olarak yapılması >
ğıŞ azhğı ile birlikte, diğer iklim etkenleri de Iuna gidilebileceğini düşünerek bu çalışma
rol oynamaktadır. Bozkır kuşağında karasal hazırladım.
116
DİYARBAKIR
Diyarbakır tarihini iki kısımda inceleyebi- kenarında yeralan meşeler oluşturur. Dicle
riz: Nehri kenarında yabâni meyve ağaçları bulu
1 — Yazılı tarih öncesi nur.
İnsanlık tarihinin en önemli aşamalarından Diyarbakır’da halk arasında kullanılan ve
iri olan besin üretimine geçiş evresinde, yer tarafımdan tesbit edilen bitkisel droglar: Acı
gineler bu bölgede saptanmıştır. M.Ö. 7000 kavun, alıç yaprağı, adasoğanı, anason mey-
ıllarına dayandığı gösterilmiştir. vası, anzarot, ardıç tohumu, ayva yaprağı, ba
2 — Yazılı tarih harlı tere otu, batof otu (= binbirdelik otu),
Diyarbakır yöresinde İ.Ö. 3000 yıllarında cevizyağı, domates, ebûcehil karpuzu, guruz
turriler ve Mitanniler yaşıyordu. Daha son- otu ( = çiriş otu), havuç tohumu, hatmi kökü,
ı birçok devlet kuruldu. Din ve inançları hatmi yaprağı, havlıcan, havacıva kökü, ıh
irklı gruplar yanyana yaşadılar. Yörenin lamur çiçeği, ısırgan otu, ısırgan tohumu, iğ
ianç, gelenek ve töreleri temelde Türk-İslâm de çiçeği, incir yaprağı ve meyvesi, karabiber,
ültürünün etkisiyle biçimlenmiştir. karanfil, karpuz, kavun çekirdeği, kebere, ke
kik, keten tohumu, kırmızı biber, kabak, kı
oğrafya ve bitki örtüsü na yaprağı, kızılcık meyvesi, kişniş, kiraz sa
Diyarbakır ili Güneydoğu Anadolu’nun or- pı, kunduz kökü, küşüt, küçük hindistan ce
ı bölümündedir. 1980 yılında nüfusu 778.150 vizi, karasakız yakısı, mahlep tohumu, may
işi olup, nüfus yoğunluğu 51 kişidir. Bir yay- danoz tohumu, mazı, meşe palamudu, menen-
ı görünümündedir. Torosların kollariyle çev- giç meyvası, mercimek, meryemhort, me-
lidir. Doğal göl yoktur. Karakaya ve Deve- yankökü, mısır püskülü, misvak, nane yap
eçidi barajları ile Ortaviran, Gözegöl ve rağı, nar kabuğu, papatya, pelhavis otu (si
urtkaya göletleri vardır. Dicle Nehri Diyar- nirli ot), p a tlıc a n , ra v e n d r iıo m u , somak mey-
akır’dan geçer. vası, sarmısak, salatalık tohumu, soğîMi, tar
Diyarbakır yöresinde sert bir kara ve yarı çın kabuğu, topalak, yarpuz, üzerlik tohumu,
arak bir yayla iklimi egemendir. zerdeçal, zencefil; hayvansal droglar ise; Bal
Bölgenin büyük bölümünü stepler ve step ve sülük’tür.
NOTLAR
) Alangu.Tahir, Türkiye Folkloru El Kitabı, Adam Ya ler, İstanbul 1938, Burhaneddin Basımevi.
yıncılık, İstanbul 1983. (4) Prof. Dr. Ünver.A.S., Halk Hekimliği Nasıl Bugün
) Doğanç, Ayhan (M.A.) Indiana University, Folklor kü Tababetin Menşeini Teşkil Etti, M. Sıralar M at
Halk Bilimi Dergisi, Türk Folklor Kurumu, Haziran baası, İstanbul 1953.
1969. (5) Gürpınar,Tansu, Yabâni Bitkilerimiz, Redhouse Ya
) Prof. Dr. Ünver.A.S., Tıbbî Folklor ve İyi Telkin yınevi, İstanbul 1978.
HASTALIKLAR
I) CERRAHİ HASTALIKLAR
Halk arasında cerrâhi küçük müdahaleler ğımız “m u m ” ilâve edilir. İyice karıştın dil
den ileri gitmemektedir. tan sonra, bir yemek kaşığı havacıva ilâve ed
lir. Karışım on dakika kaynatılır. T ü lb e n t^
Yara tedâvisi süzülür. Kendi hâline bırakılır. Donduktan
1 — Guruz otu küçük küçük doğranır. sonra temiz bir bezin üzerine açılarak yara ve
Havanda iyice ezilir. Az suyla kaynatılır. La meme çatlaklarının üzerine konur (5).
pa hâline getirilerek yaranın üzerine konur. 4 — Kara merhem: İki çay bardağı mü
Hem ağrıyı geçiriyor, hem cerahati çekiyor desenk (mürdesinç) ile yarım kilo zeytinvağı
(4). birlikte kaynatılır. Kalınlaşıncaya kadar M
2 — Pelhavis (sinirli ot) otunun yaprakla man zaman karıştırılır. Bu süre ortalama jw
rı yıkanır. Yaranın üzerine konur. Bu da ağ saat kadar devam eder. Koyulaşınca ateştgj
rıyı gidermekte ve yarayı iyileştirmektedir (4). İndirilir- İyice kalınlaşarak bir süre sonra do
3 — Bir parça zerdecüve = (Sarıkök), 200 nar. Kuliatifimış temiz bir patiska üzerine
gram içyağı ile iyice karıştırılır. 2 adet yaktı rilerek yaraların üzerine konur. Hem ceraha
çeker, hem de iyileştirir (6). Yılan sokmasına karşı cerrahi müdahale
5 — Bir miktar anzarut, biraz şeker ile iyi- Sokulan yerin, biraz yukarısından bağlanır.
e dövülür. Karıştırılır. Pudra hâline getird Bıçakla kesilir. Sonra ağzında yara olmayan
ikten sonra, eskimiş ve kalınlaşmış (kronik) ve dişleri sağlam olan bir kişi, ağzına bir mik
tihabın üzerine konursa, cerahatin akması- tar zeytinyağı alıp, kesilen yeri emer ve tükü
ı sağlar. Cerahat çıktıktan sonra üzerine rür. Bolca kan akıtıldıktan sonra, hacamat
ıürdesenkle yapılan kara merhem konur (7). (vantuz) çekilir. Sonra dağlanır. Bir kuzu ke
sip, sokulan yer hemen kuzunun derisi ile sa
6 — Kapanmayan yaralarda; kına, nişas- rılırsa, daha iyi sonuç alınır (1).
t ile beraber yuğrulur. Hap hâline getirilerek
Akrep sokmasına karşı cerrâhi müdahale
urutulur. Haplar her gün bir tane, ateşe atı-
Sokulan yerin çevresine, hamur veya ça
ırak yara üzerine tütsü yapılır.
murdan bir halka yapılır. Bu halkanın içine
ve sokulan yerin üzerine bir miktar barut ko
ıbanı olgunlaştırmak ve cerahati akıtmak nur. Kibrit çakılarak, barutun patlatılması te
250 gram keten tohumu, bir bardak sütle min edilir. Bu durumda zehir, vantuz gibi ba
aynatılır. İyice pişirildikten sonra, merhem rut tarafından çekilmiş olur (1).
iline getirilmiş olur. Sonra bir bezin üzerine
iyılarak, ılık ılık çıbanın üzerine konur. Çi Bâsur
mi olgunlaştırarak, patlatır ve cerahatin dı- 1 — Bir adet ebûcehil karpuzu iyice öğü
ırıya akmasını sağlar. Yörede “zegerek tülür. Toz hâline getirildikten sonra balla ka
pası” adı ile anılır (5). rıştırılır. Her gün bir kaşık yenir. Ebûcehil
karpuzu çok acı olduğu için, bal acılık gidince
'emedeki kızarıklık ve şişliğin tedâvisi ye kadar yeterli miktar ilâve edilir (9).
1 — Mercimek unu biraz su ile iyice kay 2 — Bir kutu siyah merhem (pomat ich-
ıtılır. Hafif koyulaşmaya başlayınca, bezin tyol), biraz balmumu, dört adet kesme şeker
.erine serilerek memedeki şişlik veya kızarık büyüklüğünde mesteki sakızı, bir fincan kuy
sın üzerine konur (6). ruk yağı, biraz anzarut tozu ve çok az bir mik
2 — Pekmez, biraz unla karıştırılır. Bir tar havacıva iyice karıştırılır. Vazelin ve gli
:rça mum, bir tutam hatmi ilâve edilerek, ka serin ilâve edilerek merhem hâline getirilir.
im iyice kaynatılır. Lâpa hâline getirilir, Gazlı bez üzerine serilir ve bâsurun üzerine ko
emenin üzerine konursa cerahati dışarıya nur. Tedâviye iyileşinceye kadar devam edilir
ıtır (6). (11).
3 — Kızılcık meyvesinin çekirdeği, kahve
3 — Memedeki iltihap: Neşterle yarılarak gibi tavada iyice kavrulur. Sonra havanda dö
ihap akıtılır. Sonra üzerine mürdesenkle ya vülerek toz hâline getirilir. Her sabah bir kah
lan kara merhem konulur (6). ve kaşığı yenir. Bu ilâç bâsur kanamalarını
durdurmak için kullanılır (7).
4 — Meme çatlakları: Ceviz içi güzelce 4 — Bir elma ateşte pişirilir. Sıcak, sıcak
ıklanır. Sonra dövülür. Bir tülbente kona- üzerine oturulur (21).
k, sıkıca bağlanır. Bu şekilde su buharına
tulur. Cevizin yağı çıkmış olur. Çıkan yağ Yanıklar
lbentin üzerinden sıyrılarak bu yağ meme 1 — Bir ölçü mürdesenk, 2 ölçü asitli zey
tlaklarına sürülürse çatlaklar iyileşir (5). tinyağı ile havanda iyice karıştırılır. Tamamen
ezildikten sonra, yavaş yavaş sirke ilâve edi
lancık lerek karıştırılır. Rengi beyaz oluncaya kadar
İki yaprak pelhaviz otu dövülür. Nebat (nö- karıştırmaya devam edilir; rengi beyaz olun
t) şekeri ile karıştırılır. Yaranın üzerine ko- ca merhemin yapımı bitmiştir. Bu merhem te
r. Cerahati kökünden söktüğü söylenmek- miz bir bezin üzerine konur, yaraya tatbik edi
lir (21). lir (7).
Not: Bu formül “Merhem-ül hâl” adı al deki lekeler ve çiller kaybolur (5).
tında, Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun Cerrahi-
yetü’l-Hâniye adlı kitabında da mevcuttur(*). Siğil
2 — Kına, sirke ile karıştırılarak, hamur Yedi adet arpa tanesi alınarak üzerine oky
hâline getirilir. Hemen yanan yere konursa nur. Arpaların iki ucundan kesilerek gün göf
bûl’ler meydana gelmez (1). fheyen bir kuyuya atılir. Burada amaç arpa
3 — Birkaç adet toprak solucanı, iyice yı ların çürümesini sağlamaktır.
kandıktan sonra bir kaba konularak üstlerini Diyarbakır Tıp Tarihi Enstitüsü’nde göre'l
örtecek kadar zeytinyağı ilâve edilir. Güneşe Sn. Abdüssettar Hayâti Avşar, Diyarbaklr 1
bırakılır. Bir süre sonra solucanlar zeytinya da tıp öğrenimi yapan Pakistan’lı Ali M hM
ğında erirler. Meydana gelen bu sıvı, yanık met’in alnında bulunan büyük bir siğile oM
lardan dolayı büzülmüş ciltlere sürülürse, bü duğunu, daha evvel koterize edilmesine M
zülmüş deri, düzeliyormuş. Sayın Münire Ma men tekrar çıkan siğilin bu yöntemle iyileş*1^
taracı bunu torununda denemiş ve parmakla §İnİ salladığını bildirmiştir. Fotoğrafın İP*
rın bükülü durumda iken açıldığını ve normal kopisi bizde mevcuttur.
duruma geldiğini söylüyor (6).
Sivrisinek ısırmaları
Dolama Yoğurt, bir torbaya konarak, süzülür. S
Bir miktar “döğme” döğülmüş buğday bü- zülen yoğurdun suyu iyice kaynatılırsa, kO^
luğa ermemiş bir çocuğun ağzında iyice çiğ laşmaya başlar ve daha sonra merhem hâlijj]
netilir. Hamur hâline geldikten sonra, dola gelir. Bu merhem sivrisineğin ısırdığı yerleri
manın üzerine konur. Bir gece üzerinde bıra sürülürse, hem yaralar, hem de ısırık erleH
kılır. Bu süre içinde dolama olgunlaşır ve pat iyileşir (8).
lar (1). Saç dökülmesi
II) DERİ HASTALIKLARI 250 gram “telli sürür” (kırmızı civa >ksij
Diş kiri alınarak üzerini örtecek kadar zeytinyağı M
1 — Keberin taze dalları yakıldığı zaman, nur. Bir hafta zeytinyağı içinde b ıra k ıld ı^
tentürdiyot gibi bir sıvı akar. Bu sıvı alınıp, sonra, hamama gitmeden bir gece evvel, saç
diş kiri olan yere sürülürse, iyileşmesi sağla lara biraz sürülür. Bir bezle bağlanır. Ertej
nır (13). günü yıkanır.
2 — Üzerine okunduktan sonra, çevresi Saçların dökülmesine engel olduğu gibi, siy
kopye (sabit) kalemi ile çiziliyor. Hastalık hem ları uzatıp parlatmaktadır. Telli sürür zehir
çevresine yayılmıyor, ve sonra tamamen iyi olduğundan dikkat edilmesi gerekir (51.
leşiyor (1).
Saçları yumuşatmak ve parlatmak
Ayak terlemeleri Bir tutam hatmi kökü iyice dövülür. Sıca
Kına yakılır (1). suyla çırpılarak, hamamda kına gibi sa a s(
Uçuk rülür. Biraz kaldıktan sonra yıkanır. Uzu
Kalaycı çamuruna, bir miktar nişadır saçları yumuşatarak çözülmesini sağlar. Yi
ni şampuan gibi etki eder. Parlatır ve u imi
(NH6C1) karıştırılır. Üzerine sürülür (1, 3).
sini sağlar (13).
Bu yöntemle ‘‘gece yanığı” da (zona zos-
ter) tedâvi edilmektedir.
Yüzdeki lekeler ve çiller ZÜHREVÎ HASTALIKLAR
Mercimek unu, hamamda yıkandıktan son
ra yüze sürülür. Bir süre yüz üzerinde bırakıl- Belsoğukluğu
dıktan Sonra tekrar sıcak su ile yıkanılır. Yüz 1 — 100 gram salatalık tohumu, 100 gr
(*) Baylav, Nâşit - Fatih Sultan Mehmet Devrinde Tıp kahve ile dövülür. İyice karıştıktan sonra, t
Eserleri ve İlâçlar, İstanbul 1953. karışımdan hergün bir tatlı kaş-*-
a içilir veyahut bir fincan suya atılır, kayna- GÖĞÜS HASTALIKLARI
ılarak kahve gibi içilir. Buna 15-20 gün de-
'am edilir (17). Verem
1 — Bir köpek öldürülür, beyni çıkarılır.
2 — Bir adet soğan suda haşlanır. 1-2 par-
Bal ile karıştırılarak yedirilir (l).
:a sarıkök iyice toz edildikten sonra karıştırı-
2 — Elin üstündeki damarlardan biri, su
ır. Bir tatlı kaşığı, bir gazlı beze konularak,
içinde neşterle kesilir. El suyun içinden çıka
orba hâlinde hazneye konur. Hergün değiş
rılmadan bir süre kan akıtılır. Sonra çıkarılır
irdir (21).
d ).
3 — Küçük çocukların süt dişleri, nebât
frengi
(nöbet şekeri) ile iyice dövülür. Bir hafta sü
Sümüklüböcek üzerine bir miktar şeker ko-
reyle hergün bir kahve kaşığı yedirilir. Vere
ıursa bir süre sonra sümüklüböcek şeker için
min ilk devresinde etkilidir (5).
le erir. Sonra tülbentten geçirilir. Bu sudan
4 — Beyaz köpeğin pisliği, nebât (nöbet şe
lergün bir tatlı kaşığı içilir (5).
keri) ile karıştırılır. 41 gün hastanın haberi ol
madan hergün bir kahve kaşığı yedirilir (5).
III) GÖZ HASTALIKLARI Bu ilâç da veremin ilk devresinde etkilidir.
5 — Menengiç ağacının yaprakları kayna
Yörenin çok fazla tozlu olması ve iklîmin
tılır. Sabah ve akşam birer fincan içilir (2).
itkisi, yâni yazların çok sıcak geçmesi nede-
liyle yöredeki insanlar doğanın iyi ve kötü ta- Nefes darlığı
aflarına mâruz kalırlar. Coğrâfi şartların iyi 1 — Yarım kilogram süt kaynatılır. Üze
arafı, bitki örtüsünün zenginliği, kötü tarafı rindeki kaymağı atılır. Sonra nohut büyüklü
se toz toprak ve beraberinde getirdiği trahom ğünde menengiç sakızı, bu sütün içine atılır.
jibi, kör edici göz hastalıklarıdır. Yazın ge- Akşam yatmadan evvel içilir (2).
lellikle çocukların gözleri hastalanır. Kon- 2 — Karpuz, elma gibi soyulduktan son
onktivit’den trahom ’a kadar çeşitli göz has- ra, suyla iyice kaynatılır. Karpuz dağılmaya
alıkları çok fazla görülür. Fakat Devlet’in si- başlayınca, süzülür. Bu su; su yerine bardak
lek, sivrisinek gibi haşaratla mücadelesi ve bardak sürekli içilir (14).
rahom hastânelerini açmış olması, ilkokul ça Sn. Doç. Dr. Ayşegül Demirhan Türk Folk
lındaki trahomlu çocukların ayrı eğitime tâ lor Araştırmaları Dergisi’nde Sivas Şebinkara
li tutulması başarılı sonuçlar vermiş ve anti- hisar'da,karpuzla, nefes darlığı tedavisinden
»iyotiklerle tedâvi sonucu göz hastalıkları çok bahsediyor.
ızalmıştır. 3 — Bir kilogram havuç haşlanarak bir su
bardağı bal ve 250 gram nebât şekeri ile ka
Irpacık
rıştırılır. Suyu sabah, öğle, akşam birer bar
Arpacığıfl üzerine, sarımsak sürülür. Bir-iki
dak içilir (21).
ez tekrarlanır (1).
jö z taınsiyonu Öksürük
Göz 'yuvaları ağrıyorsa, buna halk "göz 1 — İkiyüzelli gram kuru incir, bir kapta
vnsiyoınu” diyor. Bunun için; iyice kaynatılır. Suyu süzülür. Sabah, akşam
1 — Gözlerin her iki tarafından kan alınır, birer bardak içilir (15).
onra srirke ile mazı yuğrularak lâpa hâline ge- 2 — Bir ölçü zencefil, 2 ölçü şeker ile ka
irilir v^e üzerine konur (1). rıştırılarak iyice dövülür. Elenir. Günde 2-3
çay kaşığı yenir (7).
2 — Gözün her iki tarafına sülük konur,
ülük şişgip düşünceye kadar beklenir (1). 3 — Bir avuç papatya, bir kilo su ile kay
natılır. Suyu süzülür, içilir (9).
4 — Bir avuç hatmiçiçeği, kaynar suya atı
I1V) İÇ HASTALIKLARI lır. Biraz bekletildikten sonra, süzülür ve su
yu içilir (9).
121
5 — Bir bardak pekmezle, 2 çay kaşığı kır lardan tesbit edebildiklerim şun
mızı biber karıştırılır. Günde 3 kaşık yenir 1 — Bir avuç Mardin küşütii
( 21). gün suda bırakılır. Sabahleyin ç
çay bardağı içilir. Bu süre bir h
Üşütme (soğuk algınlığı) gün arasında olabilir (6).
1 — 250 gram zencefil iyice dövülerek ya 2 — Küşüt ateşe atılarak, tütı
rım kilo bala karıştırılır. Her gün sabah, öğ 3 _ Ravend kökü iyice dövi
le, akşam birer kahve kaşığı yenir. Bu ilâç kan bir çay kaşığı bala karıştırılarak
sızlıkta da çok iyi sonuç veriyor (5). 4 — Her gün aç karnına bir
2 — Bir tutam yarpuz, bir kahve kaşığı tuz M (}S ):
ve bir çay bardağı pekmez iyice karıştırılarak, 5 _ Bir adet ebûcehil karpuz
lâpa haline getirilir. Hamamda sırta ve göğü- lür. Toz hâline getirilir. Bala kaı
se sürülür (5). gün bir kaşık yeinir (9).
3 — Lâhana haşlanır. Göğüs üzerine ko 6 — Yarım külogram su içine
nur (21). tofotu (yaprak dial ve çiçekleri il
Kırgınlık, yorgunluk giderici ve iştah açıcı lir. İyice kaynauılır. Süzülür. H>
Bir avuç küşüt, bir cezvede kaynatılır, sü bardağı içilir. Çok acı olduğu
zülür, suyu içilir (6). ker konulabilir (19, 22).
7 — Acı kanondun buruna 1
latılır. Sarı sulâV"akıttığından öt
KALP, DAMAR HASTALIKLARI davi eder (7).
Varis 8 — Kavun çekirdeği iyice di
250 gram papatya akşamdan ıslatılır. Bir ge bente konur. Sıcak suya batırıl
ce kaldıktan sonra, suyu dökülür. Geriye ka gi süt gibi olunca, sudan çıkaı
lan posa, yarım kilo zeytinyağı ile iki saat kay karnına her sabah bir çay bar
natıldıktan sonra süzülür. Bu süzülen yağlı kı gün veya bir hafta devam edil
sım, hafif sertçe, tercihan yünlü bir kumaşla 9 — Diyarbakır’ın Hani ilçe,
varis olan yerlere sürülür. Ayak biraz yüksekte şifalı Ankaris suyu ile yıkanılır
tutularak yatılır (20). 10 — Çocuk idrarı içirilir (1
Damar tıkanıklığı
Siroz
250 gram meryemhort ve 250 gram zence
1 — Bir kilogram ekşi narı
fil iyice dövüldükten sonra karıştırılır. 500
kilogram su ile iyice kaynatılır
gram balın içinde homojen hale getirildikten
logram kalınca süzülür. Bir ay
sonra, her sabah bir kaşık yenir (5).
öğle, akşam birer fincan içilir
Tansiyon düşürmek için 2 — İki -üç kilogram ağırlığı
bol nar suyu içilir (21). (tatlısı yapılan kabak değil), k
0ül -MSSVVsuyu içilir (21). likte fırında iyice pişirilir. Üç p
Bir parçası alınır. Havanda iyic
üzerine serilerek, önceden zeytir
KARACİĞER HASTALIKLARI
karın üzerine konur. Sıcaklığı vı
Sarılık mül edebileceği kadar olmalıd
Sulama ve gübreleme sistemlerinin yanlış ve nur, sabah çıkarılır. Sabahleyi
yetersiz olması, suyun bol olmasına karşın bir üçte bir kısım ılık hâle getirilen
çok enfeksiyon hastalıklarına neden olmakta tatbik edilir. Akşama kadar bı
dır. Bu hastalıkların en önemlilerinden biri de cü parça da yine aynı işleme tâb
sarılıktır. Bu nedenle sarılık için halk arasın şam konur, sabah çıkarılır.
da bir çok tedavi yöntemi geliştirilmiştir. Buıı- Bir kere’de sonuç alınmazsa
122
ır (5). gelince, soğumaya bırakılır. Hafif ılık iken bez
Üzerine serilir. Karın üzerine konur. Bu ilâç
[ide ve barsak hastalıkları
özellikle çocuklarda hem gazı, hem ishâli gi
arınağrısı
derir (13).
ocuklar için
6 — Tohma için başka bir ilâç: Bir avuç
1 — Bir avuç meryemhort kaynatılır. Sü-
yarpuz, bir yufkalık hamur ve biraz zeytinyağı
Lilür. Bu suya tatlı oluncaya kadar şeker ilâ-
ile yoğurulur. Homojen hâle getirilir. Bir be
e edilir. Tekrar kaynatılır. Günde 2 çay ka-
zin üzerine serilerek karın üzerine konulur. Bu
ığı verilir (6).
işleme üç gün devam edilir (2).
2 — Topalak, tarçın, zencefil, havlıcan,
7 — Kanlı ishâlde; mazı iyice dövülür. Te
aranfil, meryemhort, anason ve nebât şeke-
miz bir bezin üzerine konur. M akattan içeri
az miktarlarda karıştırılır. İyice dövülür,
ye itilir. Eğer makat dışarıya çıkıyorsa üzeri
oğurt veya süte karıştırılarak yarım çay ka-
ne mazı tozu konulmuş bu bezle içeriye doğ
ğı kadar verilir (9).
ru itilir (13).
üyükler için 8 — Bir miktar mazı iyice dövülür. Yoğurt
1 — Bir avuç meryemhort bir bardak su ile ile karıştırılır. İshâl kesilinceye kadar yenir
3 dakika kaynatılır. Süzülür, suyu içilir (9). ( 21).
2 — Az bir miktar meryemhort iyice toz 9 — Bir tane kış kabağı haşlanır. Dövülür.
âline getirilir. Avucun içine alınır. Su ile ku- Krem hâline getirilir. Ilık ılık bir beze serile
ı olarak yutulur (9). rek karnın üzerine konur. Kanlı ishâli geçir
3 — Bir avuç yarpuz, 2 bardak su ile kay mektedir (21).
ıtılarak hergün içilir (5).
4 — Nâne limonla kaynatılarak içilir (13). Ülser
Bir nohut büyüklüğünde ardıç sakızı, bir
bardak süte atılır, akşamları içilir (17).
hâl
Diyarbakır’da kanalizasyon Dicle nehrine Romatizma
atılıyor. Dicle nehri kıyısında bulunan seb- 1 — Ağrıyan yerlere kartalyağı sürülür (1,
bahçeleri ve bostanlar bu su ile sulandığın 23).
ın, yıkanmadan yenen yiyeceklerden ötürü 2 — Adaçayı, ıhlamur, nâne, tarçın eşit
ırsak enfeksiyonları sıkça görülmektedir, miktarda karıştırılır. Suda kaynatılır. Bol bol
andan ötürü halk arasında barsak rahatsız içilir (23).
dan, özellikle ishâl için kullanılan birçok 3 — Ada soğanı dilimler hâlinde kesilerek
içlar vardır. ağrıyan yerlere sürülür.
1 — Bir avuç sumakla, bir avuç kekik ya
rı kilogram su ile bir kapta kaynatılır. So Kanser
kulduktan sonra, sabah, öğle, akşam gün- 1 — Yöresel adı“koke bıze”olan, kırlarda
■üç çay bardağı içilirse barsaklar normal du- yetişen yabâni bir bitkinin kökü alınır. Kökün
ma gelir (12). üstündeki kabukları soyulur. Bu soyulan ka
2 — Bir avuç meryemhort kaynatılır. Her buklar kaynatılır. Bulamaç hâline geldikten
n içilir (9). sonra, bir bez Üzerine konur. Midenin üzeri
3 — Bir tutam meryemhort bol su ile içi- ne dıştgn tatbik edilir (mide kanserlerinde). Bu
(9). kifffliZımtrak renkte bir köktür (1). Bu bitki
4 — Meşe palamudu ya haşlanarak veya nin kök boyası bitkisi olması ihtimali vardır.
ıngalda küle gömülerek pişirilir ve yenilir 2 — 50 g. ısırgan otu ile bir deste karabaş
I. otu iyice kaynatılır. Süzülür. Suyu günde üç
5 — Halk arasında “tohm a” diye anılan, defa birer bardak içilir. İki-üç ay devam edi
rıh ishâl için, “ufak döğm e” (buğday döğ- lir (17) (iç organlardaki kanserlerde) yararlı
si) bir avuç nâne ile pişirilir. Lâpa hâline dır.
Baharatçı Hüseyin Demiralay (Bkz■ Kaynak Kişiler: 17)
3 — 200 gram ısırgan tohumu dövülerek Yumurtalık iltihabı ve soğukalgınlığında
kilogram bala karıştırılır. Bal petek balı ol- 1 — Ebegümeci, zeytinyağında pişirilir.
ılıdır. Günde üç yemek kaşığı yenir (17) (iç Merhem gibi olunca, bir bezin üzerine konur.
»anlardaki kanserlerde kullanılmaktadır). Sıcak iken kasıkların üzerine konur. Bu işlem
\ — Pelheviz otu (sinirli ot) yaranın üze- üç gün tekrarlanır (10, 23).
e konursa cerahati çeker ve cilt kanserle- 2 — Mercimek otu (mercimeği alındıktan
de kullanılmaktadır. sonra, geriye kalan kısmı) alınır, kaynatılır.
Kadın suyun buharına oturur. Su soğuyunca-
latr ya kadar iyice sarılarak oturmaya devam eder.
1 — 50 g. baharlı tere otu, çok miktarda Bu da soğuk algınlığı ve yumurtalık iltihabın
?ât şekeri ile karıştırılır. Her gün bir tatlı da yarar sağlıyor (10).
>ığı sürekli yenir (17). 3 — Yumurtalık iltihabı için başka bir for
I — (1) deki karışım kaynatılır. Suyu içi- mül: Bir tüp siyah merhem (pomat icthyol),
4 parça mesteki sakızı, biraz balmumu, bir fin
can kuyruk yağı bir miktar anzarut tozu, bi
raz havacıva,yeterli miktar gliserin ve vazelin
KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM ile karıştırılarak, pomat hâline getirilir. Bir çay
»iyarbakır’da çok fazla çocuk göze çarpı- kaşığı kadar alınarak gazlı beze konur. Ak
. Sokaklar çocuk dolu olmasına rağmen, şam yatarken hazneye konur. Sabah çıkartı
: de çocuk olması için kadın doğum has- lır (11).
darı mütehassıslarına, halk hekimlerine, 4 — 2-3 adet soğan haşlanır. İyice dövü
rlara gidiliyor. lür. Zeytinyağı ile karıştırılır. Merhem gibi
olunca, bir bezin üzerine serilir. Kasıklara ko
:uğu olmayanlar için Hacı Zeynep reçetesi nur. Ayrıca bu erkeklere uygulanırsa meninin
— Yarım yemek kaşığı kına, yarım avuç gelmesini de sağlıyormuş (23).
abiber, birer avuç karanfil ve mahlep, 4
ça zencefil, yarım avuç tarçın, 1 kaşık sa Yumurtalık sancılarında
ik, 2 kaşık küşüt, 2 kaşık anason birer avuç Tereotu iyice kaynatılır. Lâpa hâline geti
e, ıhlamur, turp tohumu, maydanoz tohu- rildikten sonra ılık ılık karnın üzerine konur
karaçörek otu, 4 tane havlıcan 2 kaşık har- (17).
alınıp, karıştırılarak hep birlikte toz hâli-
»etirilir. Bir kilogram sütle kaynatılır. Sü- Aybaşı söktürücü
ir. Her sabah bu süzülen sütten birer bar- Bir avuç meryemhort ile bir avuç kekik ka
içilir. Bu arada, bu bölgede çok kullanı- rıştırılarak, iyice kaynatılır. Sabah ve akşam
karasakız yakılarından bele yapıştırılır. aç karnına içilir (2).
;ı 10-15 gün belde kalır (2).
— Patlıcan haşlanarak, güzelce dövülür, VI) KULAK, BURUN,
tinyağı ile karıştırılır. Temiz bir beze seri- BOĞAZ HASTALIKLARI
k karnın üzerine konur. Birkaç defa tek-
anır (3). Sinüzit
— Bir avuç havuç tohumu kaynatılır, içi- Acı kavundan 1-2 damla buruna sıkılır.
3). Sertleşmiş iltihapları bile yumuşatıp söktürür
— Bir kilogram kavun çekirdeği iyice dö- d ).
r. Toz hâline getirildikten sonra bir kilog- Burun kanaması
su ile kaynatılır. Sonra süzülür. Bir gün Birkaç tane iyice kurutulmuş incir yaprağı
ı bırakıldıktan sonra her sabah birer bar- dövülerek ince toz hâline getirilir. Buruna en
çilir. Tüm vücut iltihaplarını giderir (16). fiye gibi çekilir. Bir daha burun kanaması ol
— Çermik kaplıcalarına gidilir (13). maz (7).
125
ıvulak ağrısı seni Şâzelîüen izinli olan bir kimse, önce has-f
Bir kahve kaşığı zeytinyağı, bir kibrit çöpü tanın başına bir dua okur. Sonra başı çevrele
alevinde ısıtılır. Kulağın içine damlatılır ve pa yecek şekilde arap harfleri ile Şe-Te-Ta harf.j
mukla kapatılır (1). lerini yazar.
Sn. Abdüssettar Hayati Avşar, kendisinin
Boğmaca izinli olduğunu ve tatbik ettiğini söylüyor (l)j
a) 1 avuç kiraz sapı, bir kg. su ile suyu kır
mızı oluncaya kadar kaynatılır. Her gün ço Baş dönmesi
cuğa üç fincan içirilir (13). Bir miktar kişniş, küçük bir torbaya konur,
b) Gaz yağı bir beze emdirilerek, hastanın Boyuna asılarak arasıra koklanır (2).
yastığı altına konur (13).
c) Sabah erken temiz havada, üstü açık ara Felç
ba, kamyonet veya kamyonda gezdirilir (13). Yeterli miktarda un kepeği, kartal yağı ili
d) Sırtından kan alınır (13). lâpa hâline getirilir. Felçli kısmın üzerine ko
nur. Her gün bu işlem tekrarlanır (11). ,
Bademcik iltihabı
Bir hıyar (salatalık) iyice haşlanır, dövü Yüz ağrısı
lür. Krem hâline getirildikten sonra, bir beze 1 — Mercimek unu iyice kaynatılır. Koyu
serilerek dıştan bademciklerin üzerine konur. laşınca temiz bir bez üzerine yayılır. Yaknif
Bademcikleri patlatır. Sonuç alınmazsa iki-üç yacak gibi sıcak sıcak yüze tatbik edilir. Sfi
defa tekrarlanır. ğuyunca değiştirilir. Bir başkaşı konur (6)
2 — Balâ Okutulur ve yüze krem gibi si' _
Diş etleri iltihabı rülür. Ağrı geçinceye kadar hergün tekrarf,.
Bir avuç sumak, bir bardak su içine konur. mr (6).
Bir saat sonra süzülür. Suyu ile gargara yapı
lır. Bir miktarı da içilir. Diş etleri iltihabını gi Gece işemeleri
derir (12). Bir koyun budu kemiği iyice yakılır. K%lu
verengi olunca havanda dövülür. Toz hâline
VII) NÖRO-PSİKİYATRİ getirildikten sonra günde 1-2 kaşık çocuğa yü
dirilir (7). ■
Başağrısı
Kafa kırıkları
1 — Bir avuç hatmi çiçeği, 2 bardak su ile
Sade yağ,yâni hayvâni yağ ile sigara kü|j
kaynatılır. İçilir (9).
merhem hâline getirilir. Yaranın üzerine kjş
2 — Keber, kına ile karıştırılarak başa ya nur (1).
kılır. Bir gün sonra yıkanır (9, 21).
3 — 250 gram mer\““‘~ J.’î' ---
3 _ 25ü gram meryemhort, 4 kilogram su
ile bir kilogram kalıncaya kadar kaynatılır.
VIII) ORTOPEDİ
Suyu süzülür. Bu suya kına ve bir ceviz bü
yüklüğünde şap ilâve edilerek yuğrulur. Başa
konur. Bir gün sonra yıkanır (2). Burkulma
4 — Kündüz kökü (kunduziye) iyice dövü 1 — Bir yufkalık hamur, zeytinyağı ilç ka
lür. Enfiye gibi buruna çekilir (2). rıştırılır. Keçe üzerine serilir ve burkulan yet]
5 — Bir avuç meryemhort, 1 yufkalık ha bağlanır (1).
mur ile iyice yuğrulur. Biraz zeytinyağı ilâve 2 — Bir kaşık un, bir kaşık tuz ile karıştı
edilir. Yedi gün karın üzerine konur (2). rılarak, bir bardak su ile kaynatılır. Lâpa h!
6 — Bir bezin üzerine tuzlu salça serilerek, line getirilir. Sonra temiz bir bezin üzerine aç
alın üzerine konur. Bir süre tutulur. lir. Üzerine biraz zeytinyağı sürülerek bağla
7 — Şâzelî tarikatının kurucusu, Şeyh Ha- mr. Bu işlemin her gün yapılması gerekir (7)
126
nik çatlakları 3 — Bir torbaya yoğurt konur, süzülür,
ir miktar keçi kılı, tuzlu su ile iyice kay- süzülen sudan her sabah birer bardak aç kar
lır. Tamamen suyunu çektikten sonra, nına içilir (7).
'ine biraz zeytinyağı konur. Kavrulur. Son- 4 — Ebegümeci, biraz zeytinyağı ile kay
lezin üzerine serilerek çatlamış olan yere natılır. Süzülür. Suyu içilir (21).
lanır. Birkaç gün kalması gerekir (7). 5 — Misvak ağacı su içinde yumuşatıldık
tan sonra, kazınır. 4 misli suyla kaynatılır.
ık-çıkık Sabah-akşam aç karnına birer fincan içilir.
— Çıkık yerine konulduktan sonra, yu-
rta akı ile kullanılmamış sabun rendesi bir- Böbrek, safra ve mide iltihapları
e iyice çırpılarak merhem hâline getirilir, Tavuk taşlığı kurutulup; iyice dövülür. Ay
ıra çıkık üzerine konur. İyice bağlanır. 2 rıca nar kabuğu dövülerek, bu iki toz birbiri
ta sonra çözülür. Bu ilâcı kırıklar için de ne karıştırılır. Tülbentten geçirilir. Gripin ka
ük ediyorlar (3). şesine konularak hergün üç adet yutulur (21).
— 100 gram koyun kuyruğu havanda iyi-
' övülür. 2 kaşık bala karıştırılır. Bir bez Prostat
ine serilir. Kırık veya çıkık olan yere sa- Bir avuç ayva yaprağı ile bir demet may
. Bu yöntemle yanlış kaynamış kemikleri danoz birlikte kaynatılır. Süzülür, süzülen su
> yeniden yapıyorlar. Üç gün üstüste ko- ya nebât şekeri ilâve edilerek, içilir. Bir hafta
24 saatte bir değiştirilir (1, 23). veya 15 gün içmeye devam edilir. Şayet kan
geliyorsa, kanı derhal keser (21).
KAYNAK KİŞİLER
düssettar Hayâtı Avşar. Yaş: 65 4) Bedirhan Güler. Yaş: 24
(Diyarbakır Tıp Tarihi Ensinde uzman) (Çiftçi)
cı Zeynep Ensârî. Yaş: 70 5) Mevlûde Mataracı. Yaş: 56
alk hekimi) (Evkadım)
iyesser Batıboğan. Yaş: 50 6) MUnire Mataracı. Yaş: 60
nıkçı-Evkadım) (Evkadım)
7) Şükran Avcı. Yaş: 53 16> Sabaha! Koç. Yaş: 50
(Evkadını) (Evkadını)
8) Methiye Güldaş. Yaş: 72 17) Hüseyin Demiralay. Yaş: 65
(Evkadını) (Baharatçı)
9) Metin Demiralay. Yaş: 20 18) Nevin Çetin. Yaş: 29
(Baharatçı) (PTT Memuresi)
10) Fikriye Çetin. Yaş: 60 19) Salih Alakuştekin. Yaş 37
(Evkadını) (Çiftçi)
11) Yıldız Toprak. Yaş: 35 20) Şehrizan Değer. Yaş: 42
(Evkadını) (Evkadını)
12) Suna Çetin. Yaş: 26 21) Gülizar Güler. Yaş: 40
(Evkadını) (Evkadını)
13) Makbule Değer. Yaş: 75 22) Orhan Kubat. Yaş: 45
(Evkadını) (Konfeksiyoncu)
14) Mehmet Çetin. Yaş: 38 23) Müslime Avşar. Yaş: 55
(Topoğraf) (Evkadını)
15) Zeki Avcı. Yaş: 57
(Terzi)
Necdet İŞLİ
)ir okadarının da yokolmuşluğu ihtimâline vânî (silindirik)dir. Aynı durumda olup, taşı
irağmen günümüze yüzbinlercesi intikal et- ÜStÜvânî yapılmayanların kavukları ise, ilmi
, fakat pek azının fotoğrafı veya istinsahı ye sınıfına, yâni “ulemâ”ya mahsus “ö rfî”
redilmiş “kitâbelerimiz”\n büyük ekseriye- tarzda yapılmıştır. Ayrıca; özel hayatlarında
"mezartaşları” teşkil eder. Mezartaşları- mensup oldukları tarikat ve zümrenin serpu
yanısıra pekçok kapı kitâbesi, kuşak kitâ- şunu mezartaşlarında “tâc-ı ş e r if’ gibi taşıyan
: ve hattâ “kuyu kitâbesi” vardır ki, tıp ta- ehl-i tabâbet mezarına da rastlamaktayız.
mizle doğrudan alâkalıdır. Nitekim, Kan-
Resimlerini takdim ettiğimiz, tabâbet ehli
’deki bir kuyu bileziği üzerine, “taundan
nin mezartaşları hakkında söyleyebilecekleri
tadan) vefat eden Hisar’lı Hatîce Hanım’ın
miz şunlardır:
una fatiha, sene 1169 (1755)’V) yazdırıl
an
itâbelerimizin pekçoğu gibi, tabâbet ehli- Resim 1: Bu kitâbe Hekimbaşı Nuh Efendi
mezartaşları da neşrolunmuş değildir. Biz, ye âiddir. Tercüme-i hâli Sicill-i Osmânî
r mezartaşlarıyla ilgili tesbitlerimiz sırasııı- Cilt: 4, Sahife: 579’da verilmiştir. Kabri, asıl
nümkün-mertebe bunları da topladık, yerindedir. Şâhidesinin eb’adı 0,37x265
ıbâbet ehlinin mezartaşları için özel bir cm’dir. Kitâbesinin ve kabrin görünüşünün
e tesbit etm edik. H albuki meselâ fotoğrafı Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver
iiçeri” ve “şeyhülislâm” taşlarıyla ilgili du- Hocamız tarafından neşrolunmuştur*2*.
böyle değildir. Hekim mezartaşlarının re- Meşâhir’e âid yapı tarzındaki kabrin şâhi-
;rinde görüleceği gibi, değişik türde taş- desi, “Melâmiyyûn” mezartaşlarında görü
ullanılmış olup, belli bir tarz takip edil len “bî-ser ü p â ” üslûbundadır. Vefat sene
iştir. Ancak; taşların iriliği ve bulunduk- sinin son rakamı olan “9 ”un alt kısmı tah
erler, kişinin mevki’ ve şöhretiyle orantı- rip olduğundan “5 ” gibi görünmektedir.
Vakıf veya hayr sahibi olup hekimbaşılı- Mezar, Kocamustafapaşa’daki Nuh Efendi
ıdar yükselmiş veya şâir pâye sahibi ta- Medresesi’nin hazîresindedir ve burası gü
î ehlinin mezartaşları umûmiyetle üstü- nümüzde bakımsızdır. ------------- ►
129
Gürânî Câmii mezarlığındadır. Kabir, mer
humun kendi yaptırdığı medresesinin hazî-
resindeyken, yol geçmesi sebebiyle bu med
rese yıkıldığından şimdiki yerine nakledil
miştir. Şâhidenin çevresi 102, yüksekliği 215
cm’dir. Bu kitâbenin resmi de Ünver Ho
camız tarafından neşrolunmuştur'3*. Ta
üstüvânî olup, pekçok vâkıfın ve ilmiy
mensubunun taşı bu tarzdadır. İklim ta
ribatına uğramakta olduğu görülen taşıt]
bulunduğu mezarlık da ne yazık ki bakı
sızdır.
Hü ve 'l-Hayyü ’l-bâkıy
Ol reis-i ehl-i tıb, dârû-res-i dil-hasiegân
Nuh Efendi kim pesend eylerdi görse Câlinus
Rıhlet ettikde bekSya ol şeh-i iklim -i cûd
D öğdü ihsân dîdegânı sinesin mânend-i kûs
İki mısrâda iki târih inşâd eyledim
Vehbiyâ olmuşken endûh-i firâkıyle abus
Nuh, cism-i zevrakın saldı adem deryâsına
H ikm et A llah ’ın, reis-i ehl-i tıb göçtü fürus.
Sene 1119
2)
H üve’l-bâkıy
Sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât
Resim 2: Kitâbe, vakıf sahibi Hekimbaşı
Devlet-i âliyye’d e hekimbaşı olub
Ömer Efendi’ye âiddir. Sicill-i Osmânî Cilt:' Rumeli Kazaskeri iken
3, Sahife: 590’da tercüme-i hâli yazılıdır.- intikâl-i dâr-ı beka eden elhâc Ömer
Kabrinin şimdiki yeri, Fındıkzâde’de Özbek' Efendi rûhıyçun el-Fâtiha
Süleyman Efendi sokağı başındaki Molla1 Sene 1136
130
sim 3: Bu kitâbe Vefa’da İshak mezarlığın-
dadır. Süleymaniye Hekimbaşısı Mehmed
Efendi ile ilgili olarak Sicill’de veya başka
yerde bir kayda rastlayamadık. Şâhidenin
kavuğu kırıktır.
4)
Vâlidesultan hekimbaşısı
M ehm ed Efendi göçdü bekaya
kim okursa ruhuna bir Fatiha
karin ola M uham m ed M ustafâ’y a
Sene 1147
Merhum ve mağfur
Süleymaniye hekim
başısı müderris
M ehm ed Efendi
ruhuna Fatiha
Sene 1145
12
dı 0,31 x 104 cm olup, patlak dikişli kavuk
la taçlıdır. Hâzîre bakımsız, fakat korunur
durumdadır.
9) Merhum ve mağfur
el-muhlâc ilâ rahmeti
Rabbihil gafur
ehl-i hibre hekim
M ehm ed Sâlih Efendi’nin
rûhıyçün el-Fâtiha
Sene 1217
14 L
A report on the activities o f the society o f Süleyman the magnificent), the site o f the
the Turkish History o f Medicine: Sultanahm et Hospital, The School o f
Tours are arranged fo r visits to the places Medicine at Demirkapı, the Civil School of
o f interest fo r the history o f medicine, in Medicine at Kadırga, Haydarpaşa Numune
İstanbul, under the guidance o f Prof. Dr. Hospital, Haydarpaşa Military Hospital, the
Süheyl Ünver. Am ong the places visited are, tombstone o f the first X-ray specialist oj
Guraba Hospital, Maltepe Military Hospital, Turkey (Dr. Esad Feyzi), Zeynep-Kâmil
the tombstones o f the doctors who taught at Hospital, Toptaşı Psychiatric Hospital, thl
Gülhane Hospital, the Armenian and the liulgarian Hospital, the French La Pait
Greek Hospitals, several tombstones o f the Psychiatric Hospital, Hamidiye Etfal Hospiita\
deceased physicians, the old coffee houses, (it has been renamed as the Şişli Hospital) ete,
pharmacological factories, Hospital o f the
Sultana Haseki, Süleymaniye Hospital and the A series o f speeches on the progress m adi
Süleymaniye School o f Medicine and the in different fields o f medicine in Turkey and
medicine store (the “külliye” o f Sult m in the world, since 1850, were given.
ule ve Çevresi, İki Hastane (Ermeni ve Rum Emirgân ve Çeşmesi, Yeni Onarılan Eski
last.), Bostanlar, Hacı Evhad Sitesi, Bir Hat- Köşkler, Yahya Kemâl ve Boğaziçi, Mehtâp
ıtın Ziyareti, Belgrad Kapısı’ndan Ziyaret, Âlemleri, Rumelihisarı, Ortaköy-Yıldız Bah
00 Sene Önceki Sokak, Kocamustafapaşa - çesi, Tanzimat Müzesi, Onarılan Köşkler,
etih Şehitleri - Yedi Şehitler, Uyku Dede, Tophane’de Nusretiye Câmii, Unkapanı’dan
ümbül Efendi Hân-kahı ve Makamı, Hattat Cerrahpaşa’ya avdet.
lafız Osman Menkıbesi, Ramazan Efendi,- 27 Kasım 1984: Haseki ve Eski Hürrem Sul
sekapısı’nda İbrahim Paşa Medresesi. tan Darüşşifası, Şehzade Câmii ve İmareti, Sü-
10 Ekim 1984: Kocamustafapaşa, Ramazan leymaniye Câmii ve Kütüphanesi ve Türk
fendi, Sümbül Efendi Sitesi, Uyku Dede ve San’atı Sergisi, Süleymaniye Hastanesi, Tıp
emti, Yedi Şehitler, Silivrikapısı, Elekli Dce' Medresesi ve Dârü’l-Akâkir’i, Sultanahmed
e, Seyid Nizam, Balıklı ve Manastırı, Bizahıs Câmii ve Hastanesi, Sultanahmed Darüşşifa-
lezarları, Mevlevihâne Kapısı, Mevlevihânte> sı Sahası, Demirkapı Tıbbiyesi, Kadırga Mül
lerkez Efendi, Hekim Mezarları, Topkapı!-sl kiye Tıbbiyesi, Mısırçarşısı, Unkapanı yoluy
akyeci Câmii, Ahmet Paşa Câmii, Sur K o la Cerrahpaşa’ya avdet.
llarının Yanındaki Kahvehâneler, Surlarıln 21 Kasım 1984: Haydarpaşa Numune Has
apı Teşkilâtı ve İşletilmesi. tanesi, III. Tıp Fakültesi (Eski Binada), Hay
24 Ekim 1984: Piyâlepaşa Câmii, Okme>^' darpaşa Asker Hastanesi, Karacaahmed’de İlk
anı, Kasımpaşa, Miralay Dr. Hüseyin Rem- Röntgencimiz Dr. Esat Feyzi’nin Mezarı, Ka-
’yi Ziyaret, Şişli’ye Dönüş, İlâç Fabrikala- racaahmed Makamı, Zeynep-Kâmil Kadın ve
, Nizam-ı Cedid Sahası, Maslak-İstinye, Doğum Hastanesi, Çinili Câmii ve Efganlılar
135
Yurdu. Toptaşı Akıl Hastanesi, İskele Yanın 13 A ralık 1984
da Mihrimah Sultan Câmii, Yeni Valide Câ- 1 - Histoloji Prof. Dr. Türkân ER
2 - Ftizyoloji Prof. Dr. Faruk YENEL
mii ve Kuşevleri, Atik Vâlide Câmii.
3 - Genel Cerrahi Prof. Dr. Selçuk AYBAR
5 Aralık 1985: Edirnekapısı Şehitliği, Eyüp
Sultan Nişancası, Şeyh Murad Dergâhı, 17 O cak 1985
Tokmaktepe-Toklu Dede, Eyüpsultan Sağlık 1 - Farmakoloji Prof. Dr. Zeki ÖZÜNER
2 - Doğum ve Kadın
Merkezi, Ebussuud Efendi ve Sokullu Med
Hastalıkları Prof. Dr. Aykut KAZANClû*1
resesi, Türbeler, Gümüşsüyü Kahvesi, Ayvan- 3 - Hematoloji Prof. Dr. Orhan ULUTİN
saray, Topkapısında Takyeci Câmii, Sur İçin
de Ahmed Paşa Câmii, Gurâba Hastanesi. 7 M a rt 1985
1 - Patolojik
I
19 Aralık 1985: Dârülaceze, Bulgar Hasta
Anatomi Prof. Dr. Tâlia Bâli AYKAN,
nesi, Fransız La Paix Akıl ve Sinir Hastane 2 - Nöroşirurji Doç. Dr. Cengiz KUDAY
si, Şişli Hastanesi (Hamidiye Etfâl Hastane-i 3 - Tıp Tarihi Prof. Dr. Arslan TERZİOÖL
Âlisi).
21 M a rt 1985
Toplantılar: 1 - Genetik Prof. Dr. Asım CENÂNİ
“D ünya’da ve Türkiye’de Tıp dallarında 2 - Göğüs, Kalp ve
Damar Cerrahisi Prof. Dr. Nihat DORKEN
1850yılından sonraki ilerlemelerin tarihçesi’’
konularında yapılan seri bildiriler şunlardır: 18 N isan 1985
1 - Fizyoloji Ord. Prof. Dr. Sadi IRM AK
12 K asım 1985 2 - Kardiyoloji Prof. Dr. Altan ONAT
1 - Sunuş Prof. Dr. Ekrem Kadri UNAT 3 - Üroloji Doç. Dr. Vural SOLOK
2 - Enfeksiyonlar
bilgisi Prof. Dr. Ekrem Kadri UNAT 16 M ayıs 1985
3 - Anesteziyoloji 1 - Biyokimya Prof. Dr. M utahhar YENSOtf
ve Reanimasyon Prof. Dr. Abdillkadir ERENGÜL 2 - Nefroloji Prof. Dr. Kemâl Ö1NEN
20 Mayıs 1985 tarihinde İstanbul Üniversi ve bunun da bir tarihî geçmişi vardır. Ne)
tesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Deontoloji zık ki, müzelerde ilim tarihimizle ilgili malt
Anabilim Dalı ve Tıp Tarihi Bilim Dalı’na meye pek rastlayanlayız. Zira bunlar, yenü
bağlı olarak kurulan Tıp ve Eczacılık Tarihi rinin, yâni ğ£\işiniş yeni âletlerin keşi
Müzesi’nin kuruluş safhalarıyla ilgili olarak 'âmmesiyle'beraber bir kenara atılmış veya yı(,
Anabilim Dalı Doçenti Dr. Nil Sarı tarafın kedilmişlerdir. Çok daha kullanışlısı icâdyj
dan yapılan konuşmanın metni: len bir cerrahî âletin ya da teşhis aracınifV, kr
Sayın Dekanımız, runması gerektiği pek düşünülememiştir. 0;
Değerli Misafirlerimiz, araç ve gereçler birer “süs unsuru” olarak ei
lerde saklanmaya, ya da büfelerde teşhir edi)
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji Ana meye pek uygun değildir. Ölen hekimlerin aj
bilim Dalı’na bağlı Tıp Tarihi Müzesi’nin açı leleri bu araç-gereçleri baba ya da dede halı
lışına hoşgeldiniz. rası olarak bir müddet saklar, sonra da, yğ,
Biz tıp tarihçileri, “eski”den, yâni “k ü fk o - işgâl etmekten başka işe yaramayan bu mgj
kusu”ndan hoşlanırız. Bundan ötürü sık sık, zemeyi elden çıkarırlar. Böylece, değerli lıp
eski eserlerin sergilendiği müzeleri ve eski ki ilim tarihi malzemeleri yokolur. Bunun hesa
tapların bulunduğu kütüphaneleri gezeriz. bini gelecek nesiller bizden soracaktır. Mese
Müzelerde, eskiden nasıl giyindiğimizi, na lâ tıp sahasında Türkiye’deki büyük gelişiri
sıl yaşadığımızı, kullandığımız araç ve gereç yi gençlere neyle isbat edeceğiz? Elle tutulu
leri, süs eşyalarını, san’at eserlerini hayranlıkla kanıtlarımızı, yâni tarihî malzemeyi dikkati
seyrederiz. Ama bizim bir de ilim hayatımız korumalıyız; şahsen koruyamıyorsak, ilgi
138
umlara bağışlamayı millî bir görev olarak Bir mesele hâl yoluna girerken başka me
ıimsemeliyiz. seleler ortaya çıkıyordu. Bizler “m üzeci” de
şte bu düşüncelerle bir tıp tarihi müzesi ğildik. Zaten kadromuz da çok gençti. Bu iş
rmaya karar verdiğimiz zaman ortada pek lerden anlayan usta kişiler olmalıydı. Madem
şey yoktu. Nitekim bir hocamız bize çok ki en iyisini yapmak istiyorduk, birilerine da-
klı olarak karşı çıkmış ve “bu müzeyi ney- nışmalıydık. Bunun için, burada adını vere-
curacaksınız?” demişti. Üstelik, kapısı üze- miyeceğim bazı mimar ve dekoratörlerle gö
de “Tıp Tarihi M üzesi” yazılı büyük salon rüştük; aldığımız fiyatlar çok ümit kırıcıydı.
önce uzun süre binanın müteahhitleri ta- Ne toplayabildiğimiz bağışlar, ne de Dekan
'ından ısrarla işgâl edilmiş, daha sonra da lığın maddî desteği, bizim gibi “resmî” ve
po olarak kullanılmaktaydı. Elimizde “teş- “geliri olmayan” bir kurumun profesyonel
■dolabı” olarak yararlanabileceğimiz hiç- müzecilerin bilgi ve görgülerinden yararlan
• malzeme de yoktu. masına imkân vermiyordu. Bu nedenle son ça
Bu arada müze salonumuz boş kabul edil re olarak, Fakültemiz dekoratörüne dikey ve
ginden iki seneye yakın süreyle başka bir bö yatay teşhir dolapları çizdirdik; dolapları, da
ne tahsis edildi. Yeni kanunla, Tıp Tarihi ha ucuz olur düşüncesiyle bir mobilyacıya yap
im Dalı büyük bir talihsizliğe daha uğra- tırdık. Duvarlardaki pis su borularının ahşapla
itı: Eğitime, edebiyat ve güzel san’atlar gi kaplanması fiyatı yükseltti ve biz yine borç
zem kültür dersleri eklenirken, çok eski bir landık! Ayrıca, yerin uygun olmaması nede
;neği olan ve tıp talebesi için çok daha ge- niyle dolapların arkadan işlemeyip önden açı
li bir kültür eğitimi veren Tıp Tarihi bölü- lır olması, kalın camlara kalın çerçevelerin ta
ortadan kalkmıştı. Tıp tarihini seven ve kılmasını gerekli kıldı ve dolapları aydınlat
eğine inanan, değerli öğretim üyelerinin ma ihtiyacı ortaya çıktı. Yıldız Üniversitesi
n süren ısrarlı girişimleri sonunda yeniden Yapı Fiziği Bölümü’nün yakın ilgisine rağ
lığımızı kazandık ve bir anabilim dalı hâ- men, bu özel fluoresanları yurt dışından (mad
: geldik; yardımcı olan herkese teşekkür dî bakımdan) temin edemedik; ama, müzenin
riz. Varlığımızı bundan sonra da en iyi bir açılışını da daha fazla erteleyemezdik...
ilde koruyabilmemiz, gençlerin bizlere ka
lasıyla mümkündür. Geçen birbuçuk sene süresince Müzemiz’e
tıp ve eczacılık tarihini ilgilendiren malzeme
balonumuzun yeniden boşalmasıyla, bir yi toplama çabamızdan sözetmek gerekiyor.
ze kurabilme ümidi tekrar doğmuştu. Sev- Burada, maddî-mânevî yardımlarını bizden
hocam Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’e da- esirgemeyen, her türlü meselemizle yakından
ık, onunla dertleştik. Kendisi daima bizim ilgilenen sayın öğretim üyelerimize özellikle te
ımızda olacağını bildirdi. Artık harekete şekkür etmek isterim.
ebilirdik. İslâm Tarih, Kültür ve San’at “Tarihî malzemeyi kurtarma” çabalarımız
ıştırma Merkezi Genel Direktörü Prof. Dr. 1984 Ocağında başlar. Bu tarihlerde Sayın
neleddin İhsanoğlu’nu Süheyl Bey vasıta- Nedret İşli, konumuzla ilgili bazı malzemenin
a Tıp Tarihi’ne dâvet ettik, boş salonu gez sahaflarda satıldığını bize duyurdu. Daha son
lik ve kendilerinden maddî destek istedik, ra hurdacılardan, eskicilerden malzeme bul
neleddin Bey çok kısa bir süre içinde çev- maya başladık. Lâkin paramız yoktu. Bu tip
nden bize büyük miktarda yardım topla- harcama için ayrı bir fon olmadığından, çok
Çok önemli maddî desteği de Sayın Ah- büyük güçlüklerle karşılaştık. Giderlerimizi
1 Aydın Bolak temin ettiler. Tıp tarihine çoğu kere, bizi seven dostların bağışlarıyla
ve sevgi duyan dostlarımız maddî-mânevî karşıladık. Tutarı çok fazla olan bazı değerli
ük yardımlarda bulundular. Bu dostları- malzemeyi ise, maalesef elden kaçırdık. Hâ
ın isimleri müzemizin girişine kaydedilmiş len varlığını bildiğimiz, fakat satın alamadı
ınmaktadır. Hepsine gönül dolusu teşek- ğımız, tıp ve eczacılık tarihiyle ilgili materyel
borçluyuz. vardır. İnşallah yine yardımlarınızla bunları
139
müzemize kazandırabiliriz. rim.
Bu arada özellikle belirtmek istediğimiz bir Değerli misafirlerimiz. Gördüğünüz gibi
husus var. Müzeyi gezerken, teşhir olunan eş müzemizin açılışı millî bir mesele olup, hepir
yaların birçoğunun yanında, “filâncanın m ü nizin bundan sonra da yakın ilginizi beklemek
zemize bağışıdır” ibâresini göreceksiniz. İşte tedir. Sîzlerin yeni katkılarınızla, yine Cerrah
bu âlicenap ve yaptığı bağışları bir “millî paşa semtinde bulunan ve Vakıflar Genf
vazife” telakki eden dostlarımıza (ki bunlar Müdürlüğü tarafından bir Tıp Tarihi Müze|j
arasında antikacılar dahî vardır), sonsuz min ve Araştırma Merkezi yapılmak üzere kııril
nettarlığımızı bildirmek isterim. Birçok hekim mumuza verilen Gevher Sultan Medresesi’niı
ve eczacı ailesi, hiçbir maddî kazanç bekleme tâmirinin tamamlanması ve yeni m a lze m e n ifı
den, ata yadigârı eşyalarım müzemize sevine teşhiri ile, daha geniş ve kapsamlı hizmet sufl
rek bağışlamışlardır. Vârolsunlar.. mamız mümkün olabilecektir.
Son olarak; Müzemiz’in kurulmasında son
suz emeği geçen, geceleri geç saatlere kadar ve Buraya kadar gelerek Müzemiz’in açıhşıfl1
hafta sonları da hastaneye gelerek, istekle, şereflendiren siz değerli misafirlerimize sofl
bıkmadan usanmadan, güleryüzünü eksik et suz şükrânlarımızı sunarız.
meden, hiçbir menfaat beklemeden çalışan Sayın Dekanımız’ın Tıp Tarihi Müzesi’|
Anabilim Dahmız’ın bütün personeline ve pek açış merasimine katılmak üzere, hepinizi Tl,
çok yorulan müstahdemlerimize teşekkür ede Tarihi Bilim Dalı’na dâvet ediyorum.
«At
AÇIKLAM A
T IP TARİH İ M ÜZESİ NE
M ADDEFfARDIM DA BULUNANLAR