Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Bir Nefeste Dünya Tarihi 18th Edition

Emma Marriott
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/bir-nefeste-dunya-tarihi-18th-edition-emma-marriott/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Say■larla Dünya Tarihi 1st Edition Emma Marriott

https://ebookstep.com/product/sayilarla-dunya-tarihi-1st-edition-
emma-marriott/

Sokaklarda Dans Kolektif E■lencenin Bir Tarihi 1st


Edition Barbara Ehrenreich

https://ebookstep.com/product/sokaklarda-dans-kolektif-
eglencenin-bir-tarihi-1st-edition-barbara-ehrenreich/

Hayvanlardan Tanr■lara Sapiens ■nsan Turunun Kisa Bir


Tarihi 2nd Edition Yuval Noah Harari

https://ebookstep.com/product/hayvanlardan-tanrilara-sapiens-
insan-turunun-kisa-bir-tarihi-2nd-edition-yuval-noah-harari/

Cerrah 18th Edition Tess Gerritsen

https://ebookstep.com/product/cerrah-18th-edition-tess-gerritsen/
Dokuza Kadar On 18th Edition Özdemir Asaf

https://ebookstep.com/product/dokuza-kadar-on-18th-edition-
ozdemir-asaf/

Mama 18th Edition Dr. Med. Roger Rytz

https://ebookstep.com/product/mama-18th-edition-dr-med-roger-
rytz/

Teoria dos Princípios 18th Edition Humberto Ávila

https://ebookstep.com/product/teoria-dos-principios-18th-edition-
humberto-avila/

Zoologia 18th Edition Cleveland P. Hickman Jr.

https://ebookstep.com/product/zoologia-18th-edition-cleveland-p-
hickman-jr/

Le travail en équipe 18th Edition Roger Mucchielli

https://ebookstep.com/product/le-travail-en-equipe-18th-edition-
roger-mucchielli/
Bir
Nefeste
••

DUNYA
TARİHİ
Maya Kitap: 74, İnceleme: 15
1. Baskı, İstanbul Şubat 2014
18. Baskı, İstanbul Eylül 2019

ISBN: 978-605-5675-84-4
Orijinal Adı: The History of the World in Bite-Sized Chunks
Copyright © Michael O'Mara Books Limited 2012
Türkçe Yayın Hakları Kesim Telif Hakları Ajansı Aracılığı ile
Maya Kitap'a Aittir.

Yayın Yonetmeni: Tahir Malkoç


Editör: Güneş Öztürk
Çevirmen: Egemen Yılgür
Düzelti: Barış B. Acar, Billur Manav Arslan
Mizanpaj: Mehmet Büyükturna
Kapak: Özlem Aslan

Maya Kitap* Sertifika: 14079


Gürsel Mah. Erzincan Sok. No: 36/B Kağıthane / İstanbul Tel: 0212 296 97 12
e-posta: info@mayayayinlari.com / www.mayayayinlari.com

Mutlu Basım Yayın - Bahri Mutlu* Senifıka: 18569


Davutpaşa Cad. Güven İş Merkezi C Blok No: 256 Topkapı / İstanbul
Tel: 0212 577 72 08
Bir
Nefeste
••

DUNYA
TARİHİ
Emma
Marriott
İÇİNDEKİLER

Harita Listesi 8
Giriş 9

IİLK İMPARATORLUK VE
-

MEDENİYETLER M.Ö. 3500 - M.Ö. 800

ORTADOGU VE AFRİKA: Sümer Medeniyeti ı3, Antik


Mısır: Eski Krallık ıs, Antik Mısır: Orta ve Yeni Krallık ı6,
Babil ı7, Hitit İmparatorluğu ı9, Asurlular 21, Fenike 22
UZAKDOGU: İndus Medeniyeti 24, Vedik Çağ ve
Hinduizm 25, Erken Çin Medeniyeti 26
AVRUPA: Minos Medeniyeti 28, Miken Medeniyeti 29
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Olmek ve Chavin
Medeniyetleri 31

il - ANTİK DÜNYA
M.Ö. 800 M.S. 450
-

ORTADOGU VE AFRİKA: Ahameniş İmparatorluğu 33,


Part İmparatorluğu 35, Sasani İmparatorluğu 36, İbraniler
ve Onların "Tek Gerçek" Tanrısı 37, Hıristiyanlığın Doğuşu 38,
Kuşitler 40, Kartaca Dönemi 41
UZAKDOGU: Budizm 43, Maurya ile Gupta
İmparatorlukları ve Hindistan'ın Altın Çağı 45, Çin'in Qin ile
Han Hanedanlıkları ve Konfüçyus 46
AVRUPA: Etriiksler ve Roma'nın Kuruluşu 48, Antik Yunan
ve Demokrasinin Doğuşu 49, Büyük İskender ve Helenistik
Dönem 51, Roma Cumhuriyeti 52, Roma İmparatorluğu 53,
Keltler 55
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Peru Kültürleri 57, Diğer
Kültürler 58
III - ORTAÇAG
M.S. 450 -1066

ORTADOGU VE AFRİKA: Aksum, Gana İmparatorluğu ve


Bantulann Göçü 59, İslamın Doğuşu 60, Abbasi Halifeliği 62,
Fatımi Halifeliği 63
UZAKDOGU: Çin'in Altın Çağı 65, Japonya'daki Taika
Reformlan 66, Gazneliler 67
AVRUPA: Bizans İmparatorluğu 69, Kavimler Göçü 70,
Hıristiyanlığın Gelişimi 71, Frank İmparatorluğu ve Şarlman 73,
Vikingler 75, Slavlar ve Macarlar 76, Büyük Bölünme 77
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Meksika Şehri
Teotihuacan ile Huari ve Tiahuanaco İmparatorluklan 79,
Maya 80, Maya Kültürü 81, Toltek 82

iV - DEGİŞEN DÜNYA
1050 -1700

ORTADOGU VE AFRİKA: İslami Murabıt ve Muvahhit


İmparatorluklan 84, Batı Afrika'mn Mali ve Songhay
İmparatorluklan 85, Batı Afrika Krallıklan, Büyük Zimbabve
ve Swahili Sahili 87, Portekizlilerin Keşifleri ve Atlantik
Köle Ticaretinin Doğuşu 88, Selçuklular 89, Haçlı Seferleri 90,
Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükselişi 92, Osmanlı
İmparatorluğu: Canlanma ve Gerileme 93, Pers Ülkesi'ndeki
Safevi İmparatorluğu 94
UZAKDOGU: Birleşmiş Japonya 96, Moğol İmparatorluğu 97,
Timur Hanedanı 99, Kara Ölüm 101, Çin'deki Ming
Hanedanlığı 102, Hindistan'daki Mughal İmparatorluğu ve
Sihizm 104
AVRUPA: Feodalizm ve Narman İstilası 106, Ticaretin
Gelişimi 107, Yüzyıl Savaşlan 108, Rönesans ııo, Protestan
Reformu ve Karşı-Reform 111, Avrupa Keşifleri ve Ticaret
İrnparatorluklan 113, Mutlak Monarşi: I. Charles ve
XIV. Louis 114
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Aztekler 116, İnkalar 117,
İspanyol İstilacılar 119, Yeni Fransa 120, Kuzey Arnerika'daki
Avrupa Yerleşimleri 121
OKYANUSYA: Avrupalılann Pasifik Topraklannı Keşfi 123

V -DEVRİM VE AVRUPA
EMPERYALİZMİ ı700 - ı900
ORTADOGU VE AFRİKA: Oyo ve Ashanti
İrnparatorluklan 125, Avrupalılar Afrika İçlerini Keşfediyor 126,
Köle Ticareti ve Köleliğin Yasaklanması 127, Afrika İçin
Mücadele 129, Güney Afrika 130, Pers Ülkesi'nde Nadir Şah
Hakimiyeti 131,
UZAKDOGU: Mançu Çini'nin Doruk Noktası 133, İngilizler
Hindistan' da 134, Çin'de Afyon Savaşlan ve Taiping İsyanı 135,
Japonya'daki Meiji Restorasyonu 138
AVRUPA: Rusya'nın Yükselişi 140, 17oo'lerdeki Savaşlar ve
Prusya'nın Ortaya Çıkışı 141, Aydınlanma Çağı 142, Fransız
Devrimi 143, Fransız Devrim Savaşlan, Napolyon Savaşlan
ve Viyana Banşı 145, Sanayi Devrimi 146, Sanayi Toplumu,
Marksizm ve Başkaldın 148, "Doğu Sorunu" ve Kının Savaşı
149, Nüfus ve Göç Hareketleri 150, Ulus Devletin Yükselişi 151
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Amerikan Devrimi ı53,
İspanyol-Amerikan Bağımsızlık Savaşlan 154, Kuzey
Arnerika'ya Yayılma ve "Kader Manifestosu" 155, Amerikan
İç Savaşı 157
OKYANUSYA: Kaptan Cook ve Avusturalya'daki Avrupa
Yerleşimleri 159, Yeni Zelanda ve Pasifik Adalan'nın Avrupa
Tarafından Sömürgeleştirilmesi 160
VI - YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ
1900 - 1945

ORTADOGU VE AFRİKA: Avrupa Sömürgeciliğine


Direniş 162, Güney Afrika'nın Birliği ve Etiyopya
İmparatorluğu 163, Osmanlı İmparatorluğu'nun Dağılması 165,
Filistin ve Siyonist Hareket 166
UZAKDOGU: Boxer İsyanı ve 1911 Çin Devrimi 168,
Japonya'nın Yükselişi 169, Çin İç Savaşı 170, Hindistan'ın
Bağımsızlığına Doğru 172
AVRUPA: Üçlü Bağdaşma ve Silahlanma Yarışı 174,
1. Dünya Savaşı'nın Çıkışı ve Batı Cephesi 175, Doğu Cephesi
ve Savaşın Diğer Alanlan 176, Büyük Savaşın Sonu 178,
İspanyol Gribi 181, Kadınlann Oy Hakkı 182 Rus Devrimi
ve Sovyetler Birliği'nin Yükselişi 183, Mussolini ve İtalyan
Faşizminin Yükselişi 185, Hitler ve Nazi Almanyası 186,
İspanya İç Savaşı 187, il. Dünya Savaşı 188, il. Dünya
Savaşı'nın Sonucu 190, Japonya'daki Zafer ve Yahudi
Soykırımı 192
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA: Çalkantılı Yıllar, Büyük
Bunalım ve Roosevelt'in Yeni Düzeni 195, Latin Arnerika'nın
Gelişimi 196
OKYANUSYA: Avusturalya Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda
Hakimiyeti 198

Seçilmiş Kaynakça 200

Dizin 201
HARİTA LİSTESİ

1 Antik İmparatorluklar:
Afrika ve Ortadoğu y. M.Ö. 3500-M.Ö. 60 18

2 Antik İmparatorluklar:
Amerika ve Uzakdoğu y. M.Ö. 3500-M.S. 900 44

3 Erken Dönem Avrupa İmparatorlukları


M.Ö. 336-M.S. 1453 72

4 Yeni İmparatorluklar ve Keşifler 1237-1857 100

5 I. Dünya Savaşı'na Yaklaşırken


Ülkelerin Genişlemesi 1400-1911 136

6 I. Dünya Savaşı'nın Gelişimi ve


Sonuçlan y. 1899-1922 179

7 il. Dünya Savaşı'nın Temel Savaş Alanları 193


GİRİŞ

Bu çalışma dünya tarihinin yaklaşık 5000 yıllık bir


kesitini, küçük bir kitaba sığdırmayı amaçlamakta­
dır. Küresel tarihimizin geniş ve sıklıkla karmaşık
doğası, basit ve anlaşılır bir formatta damıtılmış;
bir nefeste okunabilen tarih derlemesi ortaya çıka­
nlmıştır.
Biz, bu kitapta dünyanın en eski medeniyetleri­
ne ve antik imparatorluklanna özellikle önem gös­
terdik. Daha önce fazlasıyla ele alınmış olan Avrupa
tarihinin ötesine geçebilen bir dünya tarihi hazırla­
maya gayret ettik.
Bu kitapta, Avrupa ve Kuzey Amerika tarihi­
nin bilindik öykülerine, Antik Yunan'ın yücelikleri
ve Narman İstilalan'ndan Amerikan Bağımsızlık
Savaşlan ve Wall Street'in çöküşüne kadar birçok
olaya yer verildi. Bununla birlikte Uzakdoğu, Afri­
ka, Ortadoğu, Okyanusya ve Amerika halklannın
başından geçen olaylan da ele aldık. Bu sayede, ki­
tabın doğası gereği, kısa da olsa Pakistan'ın İndus

9
Medeniyeti'ne, Çin'in Tang Hanedanlığı'na, Kuzey
Afrika'nın Kuşitler'ine ve Pers Ülkesi'nin Nadir
Şah'ına kitapta dikkat çekebildik.
Her bir bölüm kısa fakat kapsamlıdır. Bu çalış­
mada yer alan bağımsız her bir bilgi parçasından
kendi başına ya da sunulan diğer bilgilerle birlikte
yararlanılabilir. Bir kitabın kapsayabileceği şekilde
mümkün olan hiçbir şeyi atlamamaya gayret gös­
terdik (Neyin dışarıda bırakılacağına karar vermek
neyin kitaba dahil edilmesi gerektiğine karar ver­
mekten daha zor oldu). Diğer kayıtlara ve olayla­
ra da atıflar yapıldı. Zira tarih, daha önce yaşanan
olaylarla şekillendirilmediği ve bağlantılandırılma­
dığı sürece hiçbir şey ifade etmez.
Kitaba, hakkında pek az şey bildiğimiz ama bu­
günkü hayatımız üzerinde muazzam bir etkiye sa­
hip olan en eski medeniyetlerle başladık. (Tarihçi
J. M. Roberts'ın dediği gibi: "Eski tarih, yaşamları­
mızı ve düşüncelerimizi etkilemeye devam etmek­
tedir.") İlk medeniyetlerden başlayarak ı945 yılına
kadar getirebildiğimiz süreçte, neredeyse elli dört
asrı aşan bir dünya tarihi anlatılmaktadır. Aktarım­
lar Ortadoğu ve Afrika, Avrupa, Amerika, Uzakdo­
ğu ve Okyanusya'yı içeren alt gruplar halinde tasnif
edildi. Sıklıkla ülkelerin ve şehirlerin günümüzde
yaygın olan adlan kullanıldı. Eski isimlerin daha
uygun ve okuyucu için daha tanıdık olduğu hallerde
ise orijinal isimler muhafaza edildi.
Bir Nefeste Dünya Tarihi'nin tarihle ilgili kimi
10
karışıklıkları aydınlatarak, kitlesel göç ve çatışma­
lardan, geçmişin büyüleyici başanlanna ve insanın
hayatta kalma azminin sayısız örneklerine kadar
düşüncelerimizi etkileyen ve bizi bugün olduğumuz
şey haline getiren gerçeklerin anlaşılmasına katkı
sunacağını umuyoruz.

Emma Marriott

Bu kitaba olan katkılarından ötürü Dr. Hilary Stroh


(Larkin), Lindsay Davies, David Woodroffe, Ana
Bjefancevic, Greg Stevenson, Andrew John, Char­
lotte Buchan, Dominique Enright ve Glen Saville'e
teşekkür ediyorum.

11
1

İLK İMPARATORLUK VE
MEDENİYETLER
M.Ö. 3500 M.Ö. 800
-

ORTADOGU VE AFRİKA

Sümer Medeniyeti
M.Ö. 5ooo'lerde Güney Mezopotamya'nın (günümüzde
Irak) Sümer adıyla bilinen verimli topraklarına çiftçiler
yerleşti. Bu mütevazı başlangıç aslında dünyanın ilk bü­
yük medeniyetinin tohumlarını atıyordu.
Dicle ve Fırat nehirleri arasında yaşayan (Mezopo­
tamya, Yunancada "iki nehrin arasındaki toprak" de­
mektir) Sümerli çiftçiler tahıl ve diğer tarım ürünlerini
bol miktarda yetiştirebiliyorlardı. Temel gıda ihtiyaç­
larını karşıladıktan sonra ellerinde kalan üretim fazla­
sı ise onlara yerleşik bir yaşam sürme imkanını sunu­
yordu. Sümerliler, ellerindeki fazla gıdayı günümüzde
Pakistan ve Afganistan sınırlarına kadar uzanan böl­
gede yaşayan insanlar tarafından üretilen metalleri ve
aletleri almak için kullandılar. Verimli fakat sel eğilimi

13
olan arazileri üzerinde hendek ve kanallardan oluşan
bir ağ sistemi ve drenaj yolları kurmayı başardılar.
M.Ö. 3ooo'lerde, Sürner'de bir dizi şehir devleti
ortaya çıktı. Bunların en büyüğü kırk bin insanı barın­
dıran Ur'du. Dünyanın bilinen ilk yazı sistemi Sümer
kökenlidir. Başlarda resim yazısı olan Sümer çivi yazısı,
aşamalı olarak bir dizi karna biçimli basit simgeden olu­
şan bir yazı sistemine dönüştü. Metinler kil tabletlere
kamış saplarıyla yazılıyordu. Sümerliler aynı zamanda
karmaşık bir yönetim ve hukuk sistemi düzenlediler.
Tekerlekli araçlar ve çömlekçi çarkları geliştirdiler. Bü­
yük zigguratlar·, kubbeli ve sütunlu binalar inşa ettiler.
İlk büyük Sümer İmparatorluğu, M.Ö. yaklaşık 2350
yılında Akad Kralı Sargon (Sürner'in kuzeyinde yer alan
antik bir krallık) tarafından kurulmuştu. Bütün Sümer
şehirleri onun kontrolü altında birleşti. İmparatorluk
Suriye' den Basra Körfezi'ne kadar uzanıyordu. Bu hane­
danlık takriben M.Ö. 2200 yılında yıkıldı. Ancak M.Ö.
215o'den sonra Ur kralları Sümer otoritesini yeniden
kurup, Akadları egemenlikleri altına aldılar. Tahminen
M.Ö. 2000 yıllarında, Elarnitlerin istilası (Sürner'in do­
ğusunda yer alan bir medeniyet) ve Ur'un yağmalanma­
sını takip eden süreçte Sümerliler Amorit egemenliği al­
tına girdi. Yakın gelecekte onlardan geriye kalanlardan
büyük şehir devleti Babil doğacaktı (Bkz. sayfa 17).

* Ziggurat, (Akatça ziqqurrat, zaqa "yükselmiş yere kurmak")

eski Mezopotamya vadisinde ve İran'da terası bulunan piramitlere


benzeyen tapınak kulesidir. (ç.n.)

14
Antik Mısır: Eski Krallık
Afrika'daki ilk medeniyet M.Ö. sooo'lerde kıtanın ku­
zeydoğusunda yer alan Nil Vadisi'ndeki yerleşim ile
başladı. Buralarda yaşayanların Sahra'dan geldiği dü­
şünülmektedir. Yaklaşık 2000 yıl önce, iklim değişikli­
ği Sahra'yı çöl haline getirmeden Afrika'nın ilk tanmcı
toplulukları orada yaşamışlardı. Aynı iklim değişikliği
Nil Vadisi'nin bataklıklannı da kurutmuş ve burayı çift­
çi halklar için çekici bir bölge haline getirmişti.
M.Ö. 4. yüzyılın ortalarında, Nil Vadisi yoğun bir
nüfusa sahipti. Kasabalar büyümüş ve bölge iki Mısır
krallığına ayrılmıştı. Geleneksel Mısır kronolojisi bize
M.Ö. 32oo'de Firavun (Hükümdar) Menes'in Mısır'ın
iki krallığını tek bir devlet çatısı altında birleştirdiğini
söyler. Bu 3000 yıllık bir medeniyetin başlangıcıdır. Bu
medeniyete devasa anıt mezar inşa projeleri ve serpilip
gelişen Mısır kültürü damgasını vuracaktır.
Antik Mısır'ın en eski dönemi Eski Krallık (yaklaşık*
M.Ö. 2575-2130) olarak bilinir. Bu dönemde ülkeyi bir
dizi güçlü firavun yönetmiştir. Teknoloji, sanat ve mi­
marlıkta büyük gelişmeler yaşanmıştır. Hiyeroglif yazı
sistemi geliştirilmiş, Büyük Sfenks ve Giza piramitleri
inşa edilmiştir (Bunların inşası sırasında binlerce Mısır­
lı hayatını kaybetmiştir). Piramitler firavunun ölümden
sonraki hayatı için inşa edilmişlerdir. Piramitler, Güneş
Tanrısı Ra inancıyla yakından ilişkilidir. Bir noktadan
genişleyerek inen şekli, güneş ışınlarını andırır ve mer­
hum kralın tanrılara doğru yükselişi için bir merdiven
rolü oynar.

* Metinde y. kısaltmasıyla belirtilmiştir. (e.n.)

ıs
Antik Mısır: Orta ve Yeni Krallık
Mısır'da Orta Krallık (y. M.Ö. 1938-1630) adıyla bilinen
bir istikrar döneminin ardından şiddetli kuraklık, kıtlık
ve merkezi devletin çöküşü gelmiştir.
Daha sonra Mısır'ın firavunlan ülkenin refah ve is­
tikrarını yeniden inşa etmeyi başarmışlardı. Bu amaçla
sınırların güvenliği sağlanmış, tarımsal üretim arttınl­
rnış ve zengin maden kaynaklan ele geçirilmiştir (Bu
haşan kısmen zengin altın madenleri ve taş ocaklan­
na sahip olan Nubya'nın fethi ile gerçekleşmiştir). Bu
döneme, altın ve diğer değerli maddelerden yapılan
mücevher tasanrnlan damgasını vurmuştur. Ölüm ve
yeniden doğuş tannsı Osiris'e tapınma Mısır'da yay­
gınlaşmıştır. Bu inanca göre sadece firavunlar değil
tüm insanlar ölümlerinin ardından tannlar tarafından
karşılanacaklardır.
Bu dönemde girişilen iddialı inşaat ve madencilik
projeleri, Nil'deki ciddi taşkınlarla birlikte firavunun
Mısır'daki gücünün zayıflamasına neden oldu. Bu du­
rum yabancı yerleşimcilerin (Özellikle de Filistin'den
geldiği düşünülen Hiksosların) gücü ellerine geçirme­
sine imkan verdi. Bronz yerine demirin yaygın olarak
kullanıldığı bir ekonomiye geçiş de bu düşüşe katkıda
bulundu. Bu dönemi izleyen Yeni Krallık (y. M.Ö. 1539-
1075) döneminde firavunlar hakimiyeti yeniden ele ge­
çirdiler. Mısır etkisi Suriye, Nubya ve Ortadoğu'da ya­
yıldı. Mısır tarihinin en önemli dönemlerinden biri ola­
rak görülen bu süreçte, çok sayıda büyük tapınak inşa
edildi. Bunların arasında Krallar Vadisi'ndeki resimli
anıt mezarlar da bulunmaktadır. Aralannda kadın li­
der Hatşepsut ve çocuk kral Tutankarnon'un da bulun-

16
duğu Mısır'ın en ünlü firavunları bu dönemde hüküm
sürmüşlerdir.
Mısır'ın son büyük firavunu III. Ramses'in
M.Ö. 1070 yılında ölümünün ardından, Mısır çok sayıda
küçük krallığa bölünmesine neden olacak olan yavaş bir
gerileme dönemine girdi. M.Ö. 719 yılı civarında, Kuşit­
ler (Bkz. sayfa 40) Mısır'ı fethettiler. Kuşitler, M.Ö. 656
yılında Asurlular tarafından kendi sınırlarına sürülene
dek Mısır'ı firavunlar gibi yönettiler. Asur hakimiyeti­
ni, M.Ö. 525 yılında Pers istilası izledi. M.Ö. 322 yılında
Büyük İskender ve son olarak M.Ö. 30 yılında Romalılar
Mısır'ı fethettiler.

Habil
Mezopotamya'daki politik güç, en sonunda kuzeyde­
ki Akad şehri Babil' e kaydı. Öyle ki bu dönemde tüm
bölge Babil adıyla anıldı. İlk büyük Babil Hanedanlığı,
M.Ö. 1894 yılından gücünün zirvesine çıktığı Kral Ha­
murabi (y. M.Ö. 1795-1750) dönemine kadar 300 yıl bo­
yunca hüküm sürdü.
Hamurabi döneminde, Babil İmparatorluğu'nun
sınırları Sümer de dahil olmak üzere Güney
Mezopotamya'nın tamamını ve Asur'un kuzey bölge­
lerini içine alacak biçimde genişledi. Hamurabi, kendi
adıyla bilinen dünyanın ilk kanunlarını çıkarmasıyla
(Hamurabi Kanunları), bilimi ve bilim insanlarını des­
teklemesiyle ün kazanmıştı.
Hamurabi'nin ölümünün ardından Babil gerileme­
ye başladı. M.Ö. 1595 yılından itibaren Hitit egemenliği

17
-· -·-· .... ,.-·-·-·-· ....,
·-·-
·-·-·
T
Ahameni ş .,\
İmpar.�torluğu \
M.O. 5oo Sasani \
. ... ...········
.. / � ...)m· p�atorluğu1 ..
.······· /"-. ' ··· ·�.s. 226 J
..... .1
.
. ,/
\

'
·,

..
..
•'

�-
•'
•'

/""- Asur
.....,. :;.. \', ,/ İmpar.�torluğu
... .
\-· ._:�:::::����-�':
...
· M.O. 670

\ Mısır
\ İmpaı:atorluğu o
\ M.Ö.1200
\
.. ;" ·\;
Kuş iii
\" i
..
.... i
i Krallığı i i
"·· ..
Gana ve Bantuların o 500 1000 km , . .
göçü

Antik İmparatorluklar: Afrika ve Ortadoğu y. M.Ö. 3500-60


(aşağı bakınız) altına girdi. Hititleri, 400 yıllık bir ha­
nedanlık kuran, Babil'in doğusundan gelmiş dağlı Kas­
sitlerin hükümranlığı izledi. Bu süreçte Asur Babil'den
ayrıldı. Babil'in kontrolü için yüzlerce yıl sürecek olan
bir mücadele başlıyordu. M.Ö. 9. yüzyılda Asur krallan
Babil'i yönetmeye başladılar. Bu dönem M.Ö. 7. yüzyılın
sonlanna kadar devam etti.
Daha sonra Babil, haklannda pek az şey bilinen
semitik bir halk olan Keldanilerin kontrolüne geçti.
Özellikle il. Nebukadnezar (M.Ö. 604-532) dönemin­
de imparatorluk yeniden yükselmeye başladı. il. Nebu­
kadnezar, Asur ve Filistin'i egemenliği altına aldı, Babil
şehrini yeniden canlandırdı ve Babil'in ana tannsı olan
Marduk Tapınağı'nı yeniden inşa etti. Nebukadnezar
ünlü "Babil'in Asma Bahçeleri"nin yapılmasını emretti.
M.Ö. 539 yılında Babil, Büyük Kiros komutasındaki Pers­
ler tarafından istila edildi (Bkz. sayfa 33). Bu olay Babil
İmparatorluğu'nun sonu oldu. Buna karşılık M.Ö. 4. yüz­
yıla kadar Babil şehri önemini korumaya devam etti.

Hitit İmparatorluğu
Bronz Çağı'nın en büyük güçlerinden biri olan, Hititler
adıyla bilinen savaşçı halk, günümüz Türkiye'sinin bü­
yük bir bölümünü ve Suriye'yi yaklaşık bin yıl boyunca
yönetti. En geniş sınırlanna M.Ö. 1450 M.Ö. 1200 yıl­
-

lan arasında ulaşan Hititler, Babil ve Asur İmparator­


luklan ve Antik Mısır ile mücadele etti.
Hititlerle ilgili bilgilerimizin büyük bölümü 1906 yı­
lında Türkiye'deki Hattuşaş'ta keşfedilen çivi yazılı on
bin adet kil tabletten gelmektedir. Diğer antik şehirlerin-

19
den geriye kalanlarla birlikte bu tabletler, Hititlerin M.Ö.
3000 yıllanndan sonra Karadeniz'in kuzeyindeki bir
bölgeden Anadolu'ya (Bir başka deyişle Küçük Asya'ya)
geldiklerini ortaya koymaktadır. Bu bölge günümüzde
Türkiye'nin Asya topraklannı teşkil etmektedir. Hititler
ata binip, at arabalan kullanıp bronz hançerler kuşanı­
yorlardı. Hitit dominyonlan, M.Ö. 2ooo'de bir impa­
ratorluk çatısı altında birleştiler. Başkentleri Hattuşaş
oldu. İlk Hitit krallanndan olan I. Hattuşili (M.Ö. 1650-
1620) Suriye'yi işgal etti. Halefi I. Mursili, Babil'i yağma­
ladı. Ne var ki Mursili öldürüldükten sonra Hitit istilası
başansız oldu.
M.Ö. 145o'de Hitit İmparatorluğu'nun yükselişi
başladı. M.Ö. 138o'de büyük Hitit Kralı Şuppiluliuma,
Suriye'den günümüzde İsrail sınırları içerisinde yer alan
Kenan bölgesine dek uzanan bir imparatorluk yarattı.
Onun soyundan gelen Muwatallis zamanında Mısır ve
Hitit İmparatorluğu Suriye'de egemenlik kurmak için
birbirleriyle mücadele ettiler. Bu süreçte, Mısır Fira­
vunu II. Ramses'le Muwatallis arasında Kadeş'te yaşa­
nan çok şiddetli savaş, tarihte önemli bir üne sahiptir
(y. M.Ö. 1300).
Hititlerin, demiri büyük ölçeklerde üreten ve üreti­
len demiri alet ve silah yapımında kullanan ilk medeni­
yet olduğu düşünülmektedir. Bu özellikleriyle Hititler,
Demir Çağı'nı başlatmışlardır (Demir, birkaç yüzyıl son­
ra bile birçok medeniyet tarafından hala kullanılmamış­
tı). Aralarında Ege denizi halklannın (Doğu Akdeniz kö­
kenli göçmenlerin nasıl oluşturulduğu tam bilinmeyen
koalisyonu) da bulunduğu göçmenlerin yaklaşık olarak
M.Ö. ıı93 yılında bölgeyi istila etmeleri ile birlikte Hitit­
ler aniden çöküş sürecine girdiler.

20
Asuriular
M. Ö . 14. yüzyılda Asurlular, Babil'den (Bkz. sayfa 17-19)
ayrılarak asıl merkezi Kuzey Mezopotamya'daki Asur
şehri olan bağımsız bir imparatorluk kurdu.
Kuzeyden ve güneyden gelen işgalcilerle yaptıkları
aralıksız mücadeleler, Asurluları usta savaşçılar haline
getirmişti. Çoğunlukla zalimlikleriyle ün kazanmışlardı.
Kültürlerini büyük ölçüde özümsedikleri Babillilerin dili
ile kendi dilleri neredeyse aynıydı. Özellikle silah tek­
nolojisi alanında son derece yenilikçiydiler. Çeşitli ku­
şatma silahları geliştirmişlerdi. Atlara araba çektirmek
yerine onları süvari birliklerinde kullanan ilk kavim ol­
dukları düşünülmektedir.
En ünlü Asur Kralı II. Sargon (M.Ö. 722-705), baş­
kenti Ninova'ya taşıdı. Şam ve İsrail'in de içinde bulun­
duğu birçok bölgeyi fethetti. 30 bin İsrailliyi sürgüne
gönderdi (İsrail'in "On Kayıp Kabile" efsanesinin temeli
bu olaya dayanmaktadır).
M.Ö. 7. yüzyılda, Asur dünyanın o güne kadar gör­
düğü en büyük imparatorluk halini almıştı. Büyük Asur
krallarının sonuncusu olan Asurbanipal (M.Ö. 668-627)
Pers Körfezi'nden Mısır'a dek uzanan büyük bir impara­
torluğa hükmetti. Asurlular böyle bir imparatorluğu yö­
netebilmek için, yollar ve son derece etkili bir posta ser­
visi kurdular. Asurbanipal Ortadoğu'nun ilk düzenli kü­
tüphanesini Ninova'da kurdu. Burada binlerce metin ve
kil tablet bulunuyordu. Bu çiviyazılı tabletlerin 20. 720
tanesi, günümüzde British Museum'da saklanmaktadır.
Asur Devleti, M.Ö. 612 yılında Medler (Perslerle
bağlantılı Hint-Avrupa kökenli bir halk) ve Keldanilerin
oluşturduğu bir koalisyon tarafından yenilgiye uğratıldı.

21
Asurlular, sonraki yüzyıllar boyunca Babil, Pers İmpara­
torluğu, Büyük İskender (Adını "Suriye" olarak değiştir­
di), Partlar ve Romalılar tarafından idare edilmiştir.

Fenike
M.Ö. 2ooo'de Doğu Akdeniz sahilinde çok sayıda halk
yaşıyordu. Bu bölge günümüzde Lübnan, Suriye ve
İsrail'i kapsamaktadır. Bu dar sahil Asya, Afrika ve
daha ileride kalan bölgeler için doğal bir iletişim nok­
tası konumunda bulunuyordu. Sahil şeridinde yaşayan­
lar, aralarında sedir ağacı (bina yapımında), zeytin, şa­
rap ve giysi gibi birçok ürünün bulunduğu çeşitli ticari
mallar üretiyorlardı. Bu ürünler Mısır, Kıbrıs, Girit ya
da Türkiye'nin batısında bulunan Truva gibi bölgelerin
halklarına satılıyordu.
M.Ö. ısoo'lerde, bölgede Ugarit ve Biblos şehirle­
rine ek olarak yeni yerleşim yerleri inşa edilmeye baş­
landı. Ugarit M.Ö. 4000, Biblos ise M.Ö. 3ooo'de ku­
rulmuştu. Çevre imparatorlukların gerilemesine paralel
olarak, Fenike'nin en bilinen ve süslemeleriyle ünlü olan
Tire, Sidon ve Berot şehirleri M.Ö. 1000 civarında altın
çağlarını yaşamaya başladı.
Ticaret Fenike refahının temel unsuru olmaya de­
vam etti. Özellikle altın ve gümüş işlemeleri, güzel cam
ürünleri ve işlenmiş fildişi gibi lüks maddelerin üretimi
ve ticaretinin bu refahın oluşumundaki payı büyüktü.
Fenike boyalan ve özellikle mor dokumaları çok rağbet
görüyordu (Mor kumaşlar o dönemde yüksek bir sosyal
statünün göstergesiydi). Nitekim Fenike adı bile Yunan­
ca "mor" kelimesinden türetilmişti.

22
Denizci bir güç olan Fenikeliler, M.Ö. 9. yüzyılın
sonlarından başlayarak Kıbns'ta ve Kuzey Afrika sahili
boyunca koloniler inşa etmeye başladılar. M.Ö. 814 yı­
lında Tunus'ta Kartaca'yı kurdular (Bkz. sayfa 41-42).
Fenike, M.Ö. 322 yılına kadar Asur ve Pers imparator­
luklarının kontrolü altında büyümeye devam etti. Bu
tarihte başkentleri Tire yağmalandı ve Fenike Büyük
İskender'in Yunan dünyası ile birleşti.

23
UZAKDOGU

İndus Medeniyeti
Dünyanın en gelişmiş kent topluluklarından biri, yak­
laşık olarak M.Ö. 2500 yılında, günümüzde Pakistan
sınırlan içerisinde bulunan İndus Nehri'nin aşağı va­
disinde ortaya çıktı. Bu topluluk pek çok açıdan Antik
Mısır'dan daha ileriydi. 500.000 kilometrekarelik bir
alanı kaplıyordu. Bu haliyle topraklan 63.000 kilomet­
rekarelik bir alana yayılmış olan Mısır' dan çok daha ge­
nişti. Güney Asya'nın ilk medeniyeti olarak, gelişimini
İndus Vadisi'nin bereketine borçluydu.
Arkeologlar tarafından günümüze kadar İndus Me­
deniyeti ile ilişkili ıoo yerleşim yeri açığa çıkarılmıştır.
Bu bölgelerde yapılan kazılar halen devam etmekte­
dir. Söz konusu yerleşimlerin en büyükleri her biri 30-
40.000 civan bir nüfusa sahip olan Harappa, Mohen­
jo-daro ve Dholavira'dır. Fırınlanmış tuğladan yapılmış
binalar belirgin bir sokak planı içerisinde sıralanmıştır.
Bu durum İndus Medeniyeti'nde yerleşim bölgeleri inşa
edilirken, planlamaya ve tekbiçimliliğe dikkat edildiğini
göstermektedir. Bölgedeki şehir ve kasabalarda belirgin
bir uyum vardır. İndus yerleşimleri aynı zamanda döne­
minin en ileri sulama kanallarına ve su tesisatı sistemle­
rine sahiptir. Mohenjo-daro'da neredeyse her evde bu­
lunan tuğla kanal formundaki tuvaletler sokakların al­
tından akan bir kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.
Yaklaşık 400 farklı simgeden oluşan ve genellikle

24
sabuntaşından damga mühürlerinin üzerinde bulunan
İndus yazısı halen deşifre edilmeyi beklemektedir. Bu
nedenle, İndus Medeniyeti'ne ilişkin pek çok soruya ha­
len yanıt verilememiştir. Bölgede ciddi bir silahlanma
ya da organize dinin varlığına dair herhangi bir kanı­
ta ulaşılamamıştır. Henüz İndus Medeniyeti'nin M.Ö.
ısoo'lerde son derece ani bir biçimde çökmesiyle ilgili
ikna edici bir açıklama ortaya konulamamıştır. Nüfus
artışı, seller, topraktaki tuz miktarının artışı ya da şe­
hirlerinin Aryan işgalcileri tarafından yağmalanması bu
çöküşe neden olmuş olabilir.

Vedik Çağ ve Hinduizm


Vedik Çağ (y. M.Ö. ısoo-800), Antik Hindu metinle­
ri olarak bilinen Vedaların meydana getirildiği çağdır.
Dört kutsal kitaptan oluşan Vedalar, Hinduizmin tarih­
sel kaynaklan olarak kabul görmektedir. Vedik Çağ, Ar­
yan işgalcilerin M.Ö. ısoo'lerde Hindistan'a gelmeleri
ile başlar. Bunlar Orta Asya kökenli asil göçebe halklar­
dı. Nitekim "Aryan" kelimesi esas olarak "asil" anlamına
gelmektedir.
Aryan göçünün somut tarihsel kanıtlan bulunma­
maktadır. Buna karşılık, Veda metinlerinin en eskisi
olan Rigveda metinlerinde Aryanlara göndermeler ya­
pılır. Metinlerde Aryanlardan, hayatları atlan ve sığır
sürüleri etrafında geçen kabile halk.lan olarak bahsedil­
mektedir. Aryanlar Antik Hindu metinlerinin dili olan
Sanskritçenin eski bir formunu kullanmışlardır. Bu dil,
aralarında modern Hindistan'ın resmi dili Hintçenin de
bulunduğu çok sayıda modern dile kaynaklık etmiştir.

25
Aryanlann gelişini izleyen yüzyıllarda, Kuzey Hin­
distan adım adım Aryanlaştınlmıştır. Açık tenli Ar­
yanlar, başlarda Hindistan'ın koyu tenli yerleşimcileri
ile herhangi bir biçimde karışmayı reddetmişlerdir.
Toplumu dört gruba ayırarak, katı bir sosyal hiyerarşi
kurmuşlardır: Brahmanlar (rahipler ya da bilginler),
Kshatriyalar (askerler), Vaişyalar (çiftçiler ve tüccarlar)
ve Şudralar (hizmetçiler). Bu bölünme Hindu kast siste­
minin temelini oluşturmaktadır.
Vedik inanç formlarının modern Hinduizmin kökle­
rini teşkil ettiğine inanılmaktadır. Temel ilahları Indra,
Agni (kurbanlık ateş) ve Suyra'dır (güneş). Metinlerde
Vişnu gibi kimi önemli Hindu ilahlarına ise çok az önem
verilir. Hatta Şiva gibi ilahlara hemen hemen hiçbir atıf
yapılmaz. Kurban törenleri Vedik ibadetinde merkezi bir
role sahiptir. Özellikle sanrı (halüsinasyon) görülmesine
sebep olan Soma içkisinin tanrılara sunumu yaygın bir
dini ritüeldir. Geç Vedik dönemde, Hindistan'ın fethe­
dilmiş halkının inançları Veda gelenekleri ile harmanla­
narak Hinduizmin ilk biçimleri ortaya çıkarılmıştır.

Erken Çin Medeniyeti


Çin'de ilk medeniyet biçimi Xia Hanedanlığı döneminde
ortaya çıkmıştır. Arkeolojik kalıntıların son derece sınır­
lı oluşu Xia Hanedanlığı'nın gerçekten var olup olma­
dığı konusunda tartışmaların ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Yine de Xia Hanedanlığı'nın, arkeologların
M.Ö. 2ooo'li yıllara ait taş aletler ve bir bronz döküm­
hane buldukları San Nehir Vadisi'nde M.Ö. 2ıoo'lerde
kurulmuş olabileceği düşünülmektedir.

26
Daha sonra gelen Shang Hanedanlığı, M.Ö. ı766 yıl­
larında, modern Anyang'ın yakınlarında kurulmuştur.
Bu hanedanlık hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır.
Shang Hanedanı hakkında sahip olduğumuz tüm bilgile­
ri, bu dönemde ıoo.ooo'den fazla kaplumbağa kabuğu
ve kemik parçasının üzerine işlenmiş olan eski metinle­
re borçluyuz. Shang halkı hayvanların kemiklerini ya da
kabuklarını ısıtarak geleceği tahmin etmeye çalışıyorlar­
dı. Bunlara kehanet kemiği denirdi. Bu kemik ve kabuk­
ların üzerine işlenmiş olan yazılar Çin yazısının bilinen
en eski kayıtlarıdır. M.Ö. ısoo'lerde Shang Hanedanlığı
gelişmeye başladı. Kutsal vazolar ve bronz dökümü si­
lahlar yapılması, bol içerikli bir yazı sisteminin gelişti­
rilmesi, karışık fildişi ve yeşim taşı oymaların yapılması
gibi gelişmeler bu dönemde mümkün olmuştur. Shang
Krallığı'nın sınırlarının genişliği belirsizdir. Yaklaşık
647.500 km'ye kadar yayıldığı tahmin edilmektedir.
M.Ö. 1046 yılında, Zhou Krallığı'nın yöneticile­
ri Shang Krallığı'nı ele geçirdi. Bu hanedanlık yaklaşık
800 yıl ayakta kalacaktı (Çin tarihinin en uzun ömürlü
hanedanlığıdır). Zhou Hanedanlığı, Yangtze Nehri'nin
kuzeyindeki bölgede hüküm sürdü. M.Ö. 771 yılında baş­
kentleri Hao'dan Luoyang'a taşındı. Sonrasında, krallar
ve feodal lordlar arasında yaşanan savaşlar Çin'deki bir­
liğin bozulmasına sebep olan (Söz konusu feodal yapı
Avrupa'da ortaya çıkışından bin yıl önce Çin'de ortaya
çıkmıştı) . Zhou Hanedanlığı döneminde, çarpım tab­
loları geliştirildi. Demir işleme ve tarımsal üretim ala­
nında gelişmeler oldu. Konfüçyusçuluğun Beş Klasiği
bu dönemde derlendi. Bu eserler daha sonra yüzyıllar
boyunca Çinli bilginlerin temel metinlerinden olacaktı.

27
AVRUPA

Minos Medeniyeti
Girit Adası'nda M.Ö. 3000 M.Ö. 1450 yıllan arasında
-

kurulan Minos Medeniyeti, Avrupa'da ortaya çıkan ilk


medeniyettir (Aynı zamanda herhangi bir nehrin taş­
ma sahasında kurulmayan ilk medeniyettir). Minoslu­
lardan geriye büyük saraylar, güzel çömlekler, altın ve
bronz işlemeler kaldı. Minos, Yunan efsanelerinde kayıp
ve bereketli bir toprak parçası olarak geçmektedir.
Minoslular, dağlarla kaplı adalannda, yaygın bir bi­
çimde zeytin, buğday ve asma yetiştirdiler. Dağ otlak­
lannda koyun sürüleri besleyip, balıkçılık yaptılar. Elde
edilen ürünleri Mısır, Suriye ve Kıbns'a ihraç ettiler.
M.Ö. 2ooo'de bu ticaretin yarattığı zenginlik, şehirle­
rin ve limanlann gelişmesine olanak sağladı. Buralarda
Knossos, Mallia, Phaistos ve Zakros gibi görkemli saray­
lar inşa edilmişti. Bunlardan en büyüğü olan Knossos,
1900 yılında İngiliz arkeolog Arthur Evans tarafından
keşfedildi (Daha önce Minos Medeniyeti hakkında he­
men hemen hiçbir şey bilinmiyordu).
Minoslular çeşitli Yunan efsanelerinde önemli bir
yere sahiptir. Bu efsanelerin arasında Giritli yan-insan,
yan-boğa canavar Minotor oldukça önemli bir yer tu­
tar (Boğa, Minoslulann kutsal hayvanıdır). Minoslular
aynı zamanda hece sistemlerine dayanan ve "Lineer A"
adıyla bilinen bir yazı sistemi geliştirmişlerdir. Bu yazı
sisteminin deşifre edilmesi için halen çalışmalar yürü­
tülmektedir.

28
M.Ö. 1700 civarında, Minos saraylarının çoğu yan­
gınlarda harap oldu. Bu yangınların bir savaş ya da
deprem sonucunda ortaya çıkmış olması mümkündür.
Saraylar daha sonra Minosluların çömlekçilik sanatı ve
yüksek kaliteli freskleri ile yeniden inşa edildi. Bugün
Santorini olarak bilinen Thera Adası'nda M.Ö. 1500 yı­
lında yaşanan büyük bir volkanik patlama, Minos saray­
larını ve kasabalarını harap eden bir tsunami dalgasına
neden oldu. Gemilerinin önemli bir bölümü tsunami sı­
rasında hasar gördü. Buna rağmen daha sonra durumla­
rını toparladılar ve Girit felaketten sonra da uzun yıllar
boyunca zenginliğini muhafaza etti. Yaklaşık olarak M.Ö.
ı450 yılında Mikenler (aşağıya bakınız) Ege bölgesinde
kontrolü sağlayınca, Minos Medeniyeti son bulmuş oldu.

Miken Medeniyeti
Mikenler zengin, sanata yatkın ve savaşçı bir topluluk­
tu. Yunan anakarasında, Argos düzlüğünde yaşıyorlar­
dı. Minoslular gibi bir Ege medeniyeti olan Mikenlerin
yükselişi yaklaşık olarak M.Ö. 1600 yılında başladı. Bir
dizi küçük ve korunaklı şehir inşa etmeye başladılar. En
önemli yerleşimleri Tiryns, Pylos ve Miken'di. Pek çok
şehri doğal ortamlarda, korunaklı yerlerde bulunuyor­
du. Bu şehirlerde, krallarına ev sahipliği yapan sağlam
duvarlarla çevrili saraylar vardı.
M.Ö. 145o'de, Mikenler Girit'i işgal edip Minos de­
niz ticaretinin kontrolünü ele geçirdiler. Küçük Asya
ve Suriye'ye yolculuk ettiler. Sicilya ve İtalya ile ticaret
yaptılar. Yunan kolonileri oluşturma sürecini başlattı­
lar (Bu süreç en üst noktasına Klasik Yunan döneminde

29
ulaşacaktı). Rodos, Kıbrıs ve Anadolu'nun güneybatı sa­
hilinde koloniler kurdular.
Mikenler, Minos alfabesini Yunancanın bir formu­
na uyarladılar. Bu dilin metinlerinden yapılan çeviri­
ler, Mikenlerin Poseidon, Apollo ve Zeus gibi pek çok
Klasik Yunan tanrısına tapındıklarını ortaya koymuş­
tur. Önemli ölçüde Minoslulardan etkilenmekle birlikte
kendine özgü olan Miken sanatında savaş sıkça işlenen
bir temaydı. Bronz kaplar, zırhlar, silahlar ve altın mas­
keler ürettiler. Mikenlerin inşa ettikleri oda mezarları ve
gömütleri de oldukça ünlüydü.
Efsaneye göre, M.Ö. 12oo'de Mikenler Truva'yı
(Anadolu'nun Akdeniz sahillerinde bulunmaktadır)
yağmaladılar. Bu yolculuk Homeros'un İlyada'sında ol­
dukça abartılı bir biçimde ele alınmıştı. Miken Medeni­
yeti M.Ö. 1120 civarında çöktü. Buna tam olarak neyin
sebep olduğu bilinmemektedir. Öte yandan bu çöküş
Doğu Akdeniz'deki genel bir karmaşa döneminde ger­
çekleşmişti (Hitit İmparatorluğu da M.Ö. 1205 yılında
aniden çökmüştür). Bu durumun Egeli deniz halklarının
istilaları ile bağlantılı olması mümkündür.

30
KUZEY VE GÜNEY AMERİKA

Olmek ve Chavin Medeniyetleri


Amerika'da ortaya çıkhğı bilinen ilk medeniyet olan 01-
mekler, Doğu Meksika ve Meksika Körfezi sahillerinin
bataklık halindeki Veracruz ovalarında kurulmuşhı. M.Ö.
ikinci binyıldan itibaren Orta Amerika'da çiftçilik, köy
tipi yerleşimler ve çömlekçilik ortaya çıkmıştı. Olmekler
M.Ö. 1500 yıllarında bu zeminin üzerinde yükseldi.
Olmek'in odak noktası büyük törensel siteler gibi
görünmektedir. Sitelerdeki oyulmuş devasa taştan kafa­
ların yakınında peribacaları bulunur. Buralarda yöneti­
cilerini anmak için törenler yaptıkları düşünülmektedir.
Törensel siteler binlerce kişilik bir nüfusu barındırabil­
mektedir. En büyüklerinden biri La Venta'dadır. Bölge
M.Ö. 4oo'lere kadar gelişimini sürdürmüş oldukça zen­
gin bir balıkçılar, çiftçiler, tüccarlar ve sanatçılar koloni­
sini beslemiştir. M.Ö. 8oo'den sonraki birkaç yüzyıl bo­
yunca, karakteristik Olmek sanat tarzı (Genellikle çocuk
ve jaguar benzeri figürler işlenmektedir) Orta Amerika
boyunca, bugünkü El Salvador' a dek yayılmıştır.
Olmek kültürü M.Ö. 4oo'lerde yok olmuştur. Ma­
yalar gibi (Bkz. sayfa 80-82) yeni medeniyetler onların
yerini almıştır. Olmeklerin üstünü örten sır perdesi ha­
len varlığını korumaktadır. Hangi dili konuştukları ya
da yok oluşlarına tam olarak neyin sebep olduğu bilin­
memektedir.
Daha güneyde, Peru' da, Chavin Medeniyeti, kendisi-

31
ne Chavin de Huantar'ı merkez almıştır. And Dağları'nın
yükseklerinde bulunan Chavin de Huantar törensel bir
yerleşim bölgesidir. Chavin Medeniyeti, M.Ö. 9oo'ler­
den M.Ö. 2oo'lere dek varlığını korumuştur. Usta bi­
rer taş işçisi olan halkın sanat tarzları, And bölgesinde
büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Chavin de Huantar'da
yaklaşık iki yüz tane işlenmiş taş ürün bulunmuştur.
Bölgenin, Peru genelinde yaşayan insanların toplandığı
bir hac merkezi olabileceği düşünülmektedir.

32
il

ANTİK DÜNYA
M.Ö. 800 M.S. 450-

ORTADOGU VE AFRİKA

Ahameniş İmparatorluğu
M.Ö. 559 yılında il. Kiros ("Büyük Kiros" olarak da bili­
nir) Pers Ülkesi'nde başa geçti ve ıo yıl içinde de dünya
nüfusunun neredeyse beşte birine hükmeden büyük bir
imparatorluk kurdu. Pers Hanedanı'nın kralları, İran
Kralı Ahamenes adından yola çıkılarak Ahamenid adıy­
la anıldılar.
M.Ö. 549 civannda Kiros insanlarını harekete ge­
çirdi. Medleri egemenlikleri altına aldılar (İran' da yaşa­
yan ve daha önce Persleri kontrol eden Hint-Avrupalı
bir topluluk). Zamanla Asur'u ele geçirdiler. İki yıl sonra
Kiros'un ordulan İyonya şehirlerini de kontrol etmeye
başladılar. Kiros M.Ö. 539'da Babil'i ele geçirdi. Burada
yaşayan sürgündeki Yahudileri serbest bıraktı ve onla­
ra Kudüs'e dönerek tapınaklarını yeniden inşa etmeleri
için izin verdi. M.Ö. 529 yılında ölmeden önce impara­
torluğun sınırlarını Hindistan'a kadar genişletmişti.

33
1. Darius (M. Ö . 522-486) döneminde imparator­
luğun sınırlan Mısır'ın çevresini kuşatıyordu. Kuzey
Hindistan'dan batıda Türkiye'nin doğusuna dek uzan­
mıştı. Dünyanın o güne dek gördüğü en büyük impara­
torluk ortaya çıkmıştı. Bu geniş coğrafyanın kontrolünü
kolaylaştırmak için Kral 1. Darius etkin bir yönetim ve
vergi sistemi geliştirdi. M.Ö. soo'de günümüz İran'ın­
daki Susa'dan Türkiye'deki Efes'e dek uzanan yaklaşık
2400 km'lik bir yol inşa ettirdi.
Bu dönemde Antik Pers dini Zerdüştlük oldukça
yaygınlaştı. Esasen İran'da yaklaşık olarak M.Ö. 6oo'ler­
de ortaya çıkan bu dinin, ölümden sonraki hayat, kıya­
met, nihai yargılama gibi argümanlan İslam, Yahudilik
ve Hıristiyanlık gibi dünya dinleri üzerinde önemli bir
etki yarattı.
M.Ö. soo'lerden itibaren İyonya şehirlerine yer­
leşen halk başkaldırmaya başladı. M.Ö. 49o'da Darius
Atina'ya bir ordu yolladı. Başkaldınlara yardım edenleri
cezalandırmak istiyordu. İsyanı bastırmasına rağmen
daha sonra ünlü Maraton Savaşı'nda yenilgiye uğra­
dı. Bu olayla birlikte Persler ve Yunanlılar arasındaki
Pers Savaşları başlamış oldu. Darius'un halefi Serhas
Yunanistan'ın kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. M.Ö.
48o'de Atina'yı ateşe verdi. Ne var ki aynı yılın sonlanna
doğru yenilgiye uğradı. Bu olay Perslerin gerilemesinin
başlangıcı oldu. Gerileme süreci, imparatorluk 330 yı­
lında Büyük İskender tarafından tamamıyla fethedilene
kadar devam edecekti.

34
Part İmparatorluğu
Makedonya ve Yunanistan hakimiyetindeki bir dönemin
ardından (Selevkos İmparatorluğu olarak anılır), M.Ö.
247 yılında İran, Part İmparatorluğu'nun kontrolünü
ele geçirdi. Burası Pers Ülkesi'nin kuzeydoğusunda bu­
lunan küçük bir krallıktı. Birkaç yüzyıl içerisinde Part­
lar kendi imparatorluklarını kurdular (Bu imparatorluk
aynı zamanda Arsak Hanedanlığı adıyla bilinmektedir).
Topraklan Fırat'ın kuzey ucundan İndus'a kadar uza­
nıyordu. Aynı zamanda Çin ve Roma İmparatorluğu
arasındaki İpek Yolu (Bkz. sayfa 53, 65, 98, ıoı) üze­
rinde bulunan Part İmparatorluğu, önemli bir ticaret
merkezi oldu.
Önemli Part hükümdarlarından biri de kendisine 1.
Darius'u örnek alan 1. Mithridates'ti (y. M.Ö. ı71-138).
Onun yanı sıra II. Mithridates (y. M.Ö. ı23-88) ve III.
Phraates de (y. M.Ö. 70-57) önemli Part kralları arasın­
da yer almaktadırlar. Partlar usta savaşçılar ve maharetli
binicilerdi. Part okçuları at binerken arkalarına dönüp ok
atabiliyorlardı (Bu atış, "Part atışı" adıyla bilinir). Bu ye­
tenekleri onlara savaşta büyük bir üstünlük sağlıyordu.
Part İmparatorluğu Pers, Yunan ve diğer bölge
kültürlerinin bir karışımıydı. Arsak sarayı Yunan et­
kileri taşısa da daha ziyade İran geleneklerinin tekrar
dirilişi olarak görülmüştür. Part İmparatorluğu batıya
doğru genişledikçe Roma ile sorunlar yaşamaya baş­
ladı. Bu sorunlardan öncelikli olanı da Ermenistan'ın
kontrolü üzerineydi. Partlar, Carrhae Savaşı'nda (M.Ö.
53) Marcus Licinius Crassus'u yenilgiye uğrattılar (Bu
olay Roma tarihinin en büyük askeri felaketlerinden
biridir. 44.000 Roma askerinin katıldığı savaştan ge-

35
riye 10.000 asker sağ olarak dönebilmiştir). Bu savaş
Roma'nın doğuya ilişkin hırslarının sonu oldu. Birbirini
izleyen Roma-Part Savaşları'nda (M.Ö. 66-M.S. 217) çe­
şitli Roma imparatorları bölgeyi işgal etmişlerdir. Hat­
ta bir keresinde Part İmparatorluğu'nun başkenti Tiz­
pon ele geçirilmiştir. En sonunda istikrarsızlık ve Part
İmparatorluğu'nun kendi yöneticileri arasındaki savaş­
lar İran'ın Fars bölgesinden bir hükümdar ve Sasani
İmparatorluğu'nun kurucusu olan I. Ardeşir döneminde
Part İmparatorluğu'nun çöküşüne neden olmuşhır.

Sasani İmparatorluğu
M.S. 224 yılında Ardeşir tarafından kurulan Sasani İm­
paratorluğu İran tarihinin en etkili ve önemli dönemle­
rinden biri olarak kabul edilmektedir. Antik Pers kültü­
rü (İslam fethi öncesinde) bu dönemde doruk noktasına
ulaşmıştır.
Tizpon şehrindeki Sasani Sarayı parlak bir kültüre
ev sahipliği yapıyordu. Astronomi, sanat, tıp ve felsefe
alanlarında çeşitli çalışmalar yapılıyordu. Boş zamanlar­
da satranç ve polo gibi oyunlar oynanırdı. Sasani sanat
çalışmalarının İslam sanatı üzerinde son derece büyük
bir etkisi olmuşhır. Onun etkileri Çin' de, Orta Asya' da ve
hatta Batı Avrupa'da bile hissedilmiştir. Sasaniler aynı
zamanda kaya oymaları ile ünlenmişlerdi.
Suriye çölünden Kuzeybatı Hindistan'a kadar yayı­
lan imparatorluğun kuruluşu başta Roma olmak üzere,
Hunlar, Türkler ve Bizans İmparatorluğu gibi önemli
güçlerle uzun savaşlara neden oldu. Ermenistan'ın fethi
sırasında Kral I . Şapur (M.S. 240/242-272) M.S. 260 yı-
lındaki Edessa Savaşı'nda Roma İmparatoru Valerian'ı
yenip tutsak almasıyla ünlenmiştir. M.S. 296 yılında
Romalılar üstünlüğü yeniden ele geçirdiler. Böylece Sa­
saniler, Ermenistan ve Mezopotamya'dan çıkarıldılar.
İmparatorluk güçlü krallarla (M.S. 579 yılında önce 1.
Khosrau gibi) ve güçlü yerel asiller arasındaki güç müca­
delelerine sahne oldu. Arap fethinden önce, 7. yüzyılda
çözülme başlamıştı. Bu sürece paralel olarak Zerdüştlük
inancı da gücünü kaybetmeye başladı.

İbraniler ve Onların "Tek Gerçek Tanrısı"


İbraniler, Sami göçebeleridir. M.Ö. 2. binyılın sonları­
na doğru doğudan Kenan'a göç etmişlerdi. Filistinlilerin
yenilgisinin ardından (Filistin sahilinde yerleşmiş olan
denizci halk), Kral Davud (M.Ö. 1006-962), Sur şehrin­
deki Fenike Kralı Hiram'ın yardımları ile Filistin'i bir­
leştirdi. Kudüs'ü dini ve siyasi başkenti haline getirdi.
M.Ö. 93o'dan sonra, ülke yeniden bölündü: Kuzeyde
İsrail, güneyde Kudüs'ü de kapsayan Yahudiye.
M.Ö. 721'de Asur, İsrail'in kontrolünü ele geçirdi.
M.Ö. 586'da Yahudiye, Babil egemenliğine girdi. Ya­
hudiyeliler (İbranilerden ve İsraillilerden farklı olarak
Yahudiler olarak bilinmektedir) Babil'e sürgüne gön­
derildiler. Yahudi Tevratı adını verdikleri ve Hıristiyan
İncil'inin ilk kitabı olan metinde tarihlerini yazmaya
başladılar. M.Ö. 538'de Babil, Perslerin eline geçin­
ce, Yahudilerin Kudüs'e geri dönmelerine izin verildi.
Yahudiliğin politik ve dini temelleri orada atıldı. Kimi
Yahudiler Babil'de kalmaya karar verdiler. Böylece ilk
Yahudi diaspora topluluğunu oluşturdular.

37
Bu süreç içerisinde Yahudiler, kendilerinin tek tan­
nnın seçtiği halk olduğuna inanmışlardı. Bu kadir-i
mutlak ve yegane gerçek tann, dini metinlere göre
M.Ö. 2. binyılın ilk yansında kendisini çoban İbrahim'e
göstermişti. Monoteizm olarak anılan bu tek tann inancı
Hıristiyanlık ve İslam dinlerini etkiledi. Her iki din de
İbrahim'in dini kuruculuğunu tanıyorlardı (İncil'e göre
İsa, İbrahim'in soyundan geliyordu. İslami geleneğe gö­
reyse İbrahim peygamber, Arap ve Yahudi halklannın
atasıdır).
M.Ö. 333 yılında Büyük İskender Filistin'i fethet­
ti. Daha sonra bölge, aralannda Romalılann, Sasanile­
rin ve Bizans İmparatorluğu'nun da bulunduğu bir dizi
imparatorluğun hakimiyetine girdi. Bölgedeki Yahudi
varlığı giderek azaldı ve Celile onlann dini merkezleri
haline geldi. M.S. 636 yılında Araplar bölgeyi fethettiler.
1300 yıl boyunca Filistin Müslümanlann kontrolünde
kaldı.

Hıristiyanlığın Doğuşu
M.S. 30 yıllannda, o sıralar bir Roma eyaleti olan Fi­
listin'deki Celile'de İsa adındaki bir Yahudi marangoz,
Yahudi takipçilerine tek tannyı anlatan vaazlar vermeye
başladı. Öğretisi popüler hale geldi ve çok sayıda takip­
çi kazandı (Bunlardan havariler adıyla bilinen on ikisi­
ni mesajını diğer insanlara iletmeleri için seçmişti). İsa
merhametli ve şefkat dolu bir tannyı anlahyordu. Tüm
insanlan ve tüm ırklan kucaklayan bir tann. Onun adı­
na yapılan dini törenlere yardımseverlik, alçakgönüllü­
lük ve samimiyet damgasını vuruyordu.
İsa, öğretileri nedeniyle kısa zamanda Yahudi otori­
teleri ile çelişkiye düştü. Onu politik ve sosyal huzuru bo­
zan bir kişi gibi görüyorlardı. En üst Yahudi yargıcı olan
Sanhedrin tarafından Kudüs'te ölüme mahkum edildi.
Onu Roma Valisi Pontius Pilate'nin karşısına çıkardılar.
Pilate, İsa'nın çarmıha gerilerek idam edilmesi emrini
verdi. Çarmıha gerilmesinden üç gün sonra İsa'nın di­
rildiği iddia edildi. Bu durum takipçilerinin onun Mesih
("Christ", Yunanca kutsal kişi) olduğu yönündeki inanç­
larını doğruluyordu.
Sonraki iki yüzyıl boyunca Yeni Ahit'in dört incilin­
de anlatılan İsa'nın öğretisi Roma dünyasında yaygın­
laştı. Bu süreçte Küçük Asyalı eski bir çadır imalatçısı
olan St. Paul'ün yazdıkları önemli bir rol oynamıştı.
Yeni Ahit'in yirmi yedi kitabından on üçü onun elin­
den çıkmıştı. Roma imparatorları ümitsizce bu yeni ve
tehlikeli kültün yaygınlaşmasını engellemeye çalıştılar.
Bunun için ilk Hıristiyanlara büyük baskılar yapıldı.
Hıristiyanlan hedef alan en kitlesel baskı uygulamala­
rı M.S. 250 yılında Decius ve M.S. 303 - 311 yıllan ara­
sında Diocletian dönemlerinde yaşanmıştır. Sonunda
M.S. 313 yılında İmparator I. Konstantin bir hoşgörü
buyruğu yayınlamış ve M.S. 324 yılında Hıristiyanhğın
ülkenin resmi dini olmasına yol açan süreci başlatmıştır
(Bu süreç M.S. 381 yılında Birinci İstanbul Konsili'nde
tamamlanacaktır). Daha sonra Hıristiyanhk Avrupa'da
ve daha da uzaklarda yaygınlaşmaya devam etmiştir.
Batı medeniyetinin şekillenmesinde çok büyük bir etkisi
olmuştur.

39
Kuş Krallığı
Mısır' dan sonraki ilk önemli Afrika devleti olan Kuş
Krallığı (Kuşitler) günümüzde Sudan sınırlan içerisin­
de yer alan Nubiya'nın yukan bölgelerinde kurulmuştu.
Giderek büyüyen krallık bir yüzyıl içerisinde Mısır'ı fet­
hetmiştir.
M.Ö. 2000 yıllannda Kuşitler büyük ölçüde kuzey
komşusu Mısır'ın egemenliği altındaydı. Buna rağmen
Kuşitler zengin ve bağımsız bir kültür geliştirebilmişler­
di. M.Ö. 1000 civannda Mısır etkisi zayıflarken Kuş yö­
neticileri bağımsızlıklannı kazandılar. M.Ö. 800 yılında
başkenti Napata olan yeni Kuşitler kuruldu. M.Ö. 715
civannda Kral Piye ve Kral Şabaka liderliğindeki Kuşit­
ler, Mısır'daki hakim hanedanlığı devirip ülkeyi fethet­
tiler. M.Ö. 654 yılında kadar Kuş krallan yeni firavunlar
olarak ülkede hüküm sürdüler. Yeni başkentleri muhte­
melen Memphis'ti. Daha sonra gerçekleşen Asur istilası
onlan Kuş bölgesine geri dönmeye zorladı.
Kuş Medeniyeti gelişmeye devam etti. M.Ö. 591 yılın­
da başkentlerini güneydeki Meroe şehrine taşıdılar. Bu­
rası Nil'in doğu kıyısındaydı ve Kızıldeniz'e yakındı. Baş­
kentte ticaret gelişme gösterdi. Özellikle abanoz, fildişi
ve altından yapılan süs eşyalannın ticareti çok yaygındı.
Tapınaklan, evleri ve saraylan ile Meroe büyük bir şehir
halini aldı. Meroe aynı zamanda zengin demir cevherleri­
ne ve kereste kaynaklanna sahipti. Bunlar Afrika'nın ilk
demir sanayisi için gerekli hammadde kaynaklan oldu­
lar. Kuşitler aynı zamanda alfabetik bir yazı geliştiren ilk
halklardandır (Bu yazı henüz deşifre edilememiştir).
M.S. 3. yüzyıla gelindiğinde, Kuşitler gerilemeye
başladı. Bu durumun en önemli nedeni muhtemelen
doğal kaynaklann tükenmeye başlamasıydı. Aynca Kı-

40
zıldeniz ticaretinin de komşu krallık Aksum'a kaptırıl­
ması gerilemenin başlamasının önemli nedenlerinden
biriydi (Aksum M.S. 350 yılında Kuş bölgesini işgal etti
ve Meroe'yi yok etti).

Kartaca Dönemi
Tunus'un sahil şeridinde yer alan Kartaca şehri M.Ö. 814
yılında Fenikeliler (Bkz. sayfa 22) tarafından kurulmuş­
tu. Hızla Kuzey Afrika sahilinin en önemli şehirlerinden
biri haline geldi. Kuruluş süreci pek çok efsaneye konu
olmuştu. Romalı Şair Virgil'in Aeneid isimli eserinde,
Fenike şehri Sur'dan kaçan Kraliçe Dido'nun Kartaca'yı
bulduğu anlatılmaktadır.
M.Ö. 600 civarında Kartaca, Fenike kontrolünden
çıktı. Kendisini büyük bir ticaret merkezi haline getir­
di. Bu yolla Afrika içleri ile Akdeniz dünyasını birbirine
bağlıyordu. Zenginliğinin temelinde deniz yolculukla­
rı ve ticaret vardı. Aynı zamanda Kuzey Afrika ve Gü­
ney İspanya'daki gümüş madenleri de önemli bir gelir
kaynağıydı.
Kartaca'nın Kuzey Afrika, İspanya ve Sicilya'daki
(Burada koloniler kurulmuştu) emelleri çeşitli gerilim­
lerin yaşanmasına neden oldu. Önce M.Ö. 5. yüzyılda
Yunanistan'la, sonrasında M.Ö. 264 yılında başlayan
Pön Savaşlan'nda Roma ile sorunlar ortaya çıktı. II. Pön
Savaşı (M.Ö. 2 18-201) İspanya Komutanı Hannibal ön­
derliğinde yaşandı. Hannibal Roma'ya doğru bir orduyu
ve kırk fili Alplerden yürütmeye çalışması ile ünlenmiş­
ti. En büyük zaferini M.Ö. 216 yılında Cannae'de kazan­
dı. Bu savaş sırasında 60.000 Roma askeri ölmüştü.

41
Hannibal Roma'yı mağlup edemedi. Aksine
III. Pön Savaşı'nın (M.Ö. 146) sonunda Kartaca Romalı­
lar tarafından yok edildi. Bölgede yaşayan 200.000 kişi
katledildi. Toplam 50.000 kişi köle olarak satıldı. Kar­
taca daha sonra bir Roma şehri olarak yeniden kurul­
du ve Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri oldu.
Şehir 533 yılında Bizans İmparatorluğu'nun egemenli­
ği altına girdi. 705 yılında Araplar tarafından yıkıldı ve
Kartaca'nın yerini Tunus aldı.

42
UZAKDOGU

Budizm
Budizm inancı, M.Ö. 563 yılında Kuzey Hindistan'da
doğan Siddhartha Gautama'nın öğretilerinden kaynak­
lanır. Zengin bir aileden gelen Siddhartha, 29 yaşında
sahip olduğu her şeyden vazgeçer. Hayatın gerçek an­
lamını araştırmak için bir dilenci gibi yaşamaya başlar.
M.Ö. 528 yılında bir bodhi ağacının altında otururken
büyük bir aydınlanma yaşar. Bundan sonraki hayatını
öğrendiklerini başkalarına anlatmaya adar.
Gautama'nın öğretilerinin (Dhamma) ve Budizm
inancının temel teması, bütün fenomenlerin bir zin­
cirle birbirlerine bağlı olduğudur. Dünyanın tüm acıla­
rının temel kaynağı bencil arzulardır. Bir insan ancak
Buda'nın yolunu izleyerek yeniden doğum döngüsün­
den kurtulabilir. Hayatın amacı "Nirvana'ya" ermektir,
kelimesi kelimesine ifade edilirse "arzuları söndürmek".
Siddhartha Gautama "aydınlanmış olan" anlamına
gelen "Buda" lakabıyla tanındı. M.Ö. 482'deki ölümün
ardından keşişler, öğretilerinin Kuzey Hindistan' da yay­
gınlaşmasına yardımcı oldular. M.Ö. 3. yüzyılda Hindis­
tan Maurya İmparatoru Asoka (Bkz. sayfa 45) Budizm'in
güneyde Seylan (Sri Lanka), kuzeyde Kaşmir'e (Pakis­
tan) kadar ulaşmasına aracılık etti. Bugün Tayland sı­
nırları içerisinde yer alan Syan'a (Siyam, günümüzde
Tayland) ve Burma'ya misyonerler yolladı. Pek çok Bu­
dist anıtı ve manastırı inşa ettirdi.
M.S. 150 yıllarında Hindistan, Çin ve Roma İm-

43
Another random document with
no related content on Scribd:
kuin ne valmistuvat.

Tällainen juuri olikin Kirstin mieleistä. Hän lensi yläkertaan, vaihtoi


puhtaan esiliinan eteensä ja hävisi keittiön puolelle. Olihan
hänelläkin näissä tanssiaisissa osansa, sillä tulisihan Eijakin ja kaikki
tyynni Kuuselasta ja kaikki Tapiolasta ja kaikki Kukkaisrinteeltä ja
Lehtolasta ja Henrik eno ja Tea täti ja professorin väet ja yleensä
kaikki. Ja ne olivat hänenkin tuttaviaan eikä vain Yrjön.

Yrjön toverit oli kutsuttu jo päivällisille.

He tulivatkin määrätyllä junalla ja tuiskahtivat yhtaikaa sisään,


koko parvi valkolakkisia. Henrik eno rouvineen ja professori setä
kaupungista ja tuttavat huvilayhteiskunnasta saapuivat vähän
myöhemmin, mutta kaikki hyvissä ajoin ennen tanssiaisten
alkamista. Siinä oli kaikenikäistä koolla, kuten maalla on tapana.

Tytöt juoksivat puutarhakäytäviä pitkin ihastuneina maalla-


oloonsa. Ettekö pelkää kastuvanne? Mutta he nauroivat vain, eivätkä
välittäneet lumesta tai kosteasta ruohikosta. Valkoiset tanssikengät
jaloissa he hyppivät taimilavalle katsomaan kurkuntaimia tai
nurmikon yli krokuksia poimimaan. Lumeen tuli jäljet, mutta he eivät
tienneet kastuvansa.

He olivat solakkavartaloisia ja heleäihoisia, ja heidän paljaat


käsivartensa hohtivat läpikuultavien hartialiinojen läpi. Alusta alkaen
oli kevätillan kauneus saanut heidät valtoihinsa.

Nyt kelpasi tanssia ikkunat auki ja nuo soikeat koivut tuossa


katsomassa, kuulemassa. Ja toukokuun yö kuultaisi
vaaleasilmäisenä sisään ikkunoista. Silloin puutarha jäisi autioksi ja
pisarat putoilisivat puista kenenkään niitä huomaamatta.
Valkoisena kyyhkysparvena he pyrähtivät portaille täyttäen kuistit.

Mutta isä oli istuutunut flyygelin ääreen soittamaan mitä sillä


hetkellä juolahti hänen mieleensä. Aina olen kadehtinut tuota hänen
taitoansa, että milloin tahansa saattoi antaa sävelien puhua
puolestansa ja siten lausua julki sen minkä tunsi. Silloin hän antoi
sormiensa liukua koskettimien yli leveissä urkujen tapaisissa
soinnuissa, jotka olivat hänelle ominaiset. Mutta vähitellen siitä
keskittyi sävel, joka ei ollut millekään oratoriolle sukua, vaan oli
vanha ylioppilaslaulu, jonka hän muisti ensimmäisiltä
ylioppilasvuosiltaan. Se kaikui vihdoin selvänä ja tahdikkaana ja
houkutteli nuoret sisään verannoilta ja ruokahuoneen leveästä
oviaukosta. Mutta he eivät laulua tunteneet. Ainoastaan sinä, Yrjö,
professori setä, Henrik eno ja muutamat muut vanhemmista yhdyitte,
ja unohdettu laulu tuli uudeksi jälleen:

Laula sä raittiilla mielellä vaan, riemua nauti sa nuorena


viel', uljaana astele ain' elon tiell' vääryyttä vastahan
taistelemaan. Tullos veikkonen, liittyös liittohon, työmme,
toimemme, ja parhaat voimamme sulle annamme kallihin
maa, sulle kallihin syntymämaa. Hurraa!

Henrik eno katsoi nuoriin, katsoi vanhoihin. Hän, perinnäistapojen


ja perinnäistietojen mies, tahtoi aina huomata yhdyssiteet
sukupolvien kesken, ja sentakia häntä harmitti, ja hän sanoi hiukan
äreästi:

— Sellaisia vanhoja lauluja pitäisi kaikkien osata!

Sanoi ja istuutui. Vaikka hyvin tiesi, että se meidän oloissamme on


mahdotonta. Mehän elämme sellaista huimaavaa vauhtia, että kaikki
on muutamien vuosien kuluessa toiseksi muuttunut. Ja kuitenkin hän
oli oikeassakin. Niin, Henrik eno, meillä pitäisi olla enemmän yhteyttä
sukupolvien kesken. Ehkäpä sentään onkin, enemmän kuin itse
tiedämmekään. Löydämme nytkin toisemme jälleen ja tulemme
vastaisuudessa yhä paremmin löytämään.

Eikä Henrik enon pieni huomautus ollutkaan kenenkään


tunnelmaa häirinnyt.

Mutta isä oli unohtunut flyygelin ääreen, kuten usein sattui. Hän
antoi sävelen seurata toistaan jälkisoiton tapaisessa
muistelmasarjassa, joka kertoi muinaisista nuoruudenhetkistä,
kauniista kesäilloista Kaisaniemessä, jolloin hän oli istunut pöydän
päässä tahtipuikko kädessään ja Töölön lahti oli siintänyt koivujen
lomitse. Tai auringon laskuista Saimaan tummilla vesillä, jolloin
valkolakkinen seurue laivan perältä kajahutti laulun toisensa jälkeen
yli päilyvien pintojen, ja Saimaan saaret niihin kotoisesti vastailivat.
Sinne olivat jääneet uinuvien maisemien ainaisiksi aarteiksi.

Mutta Yrjön vieraat olivat taasen hajaantuneet huoneisiin ja


verannoille, ja kaikkialla kuului iloisten äänten humu. Tarjottiin
virvokkeita, ja mummo ja Tea täti lähettivät hedelmälautaset
kiertämään.

Silloin kajahtivat ensimmäiset valssin sävelet. Pojat kavahtivat


pystyyn ja tytöt suorivat helmojaan. Itse kenraali täydessä
sotilaspuvussaan istui flyygelin ääressä soittaen tahdikasta,
huikaisevaa, mukaansa tempaavaa säveltä, jotakin vierassointuista
ja etelämaalaisen kiihottavaa. Nuoret eivät olleet vielä milloinkaan
tanssineet sellaisen soiton tahtiin. Vanhat taukosivat juttelemasta,
pojat kohentelivat kravattejaan, vetivät hansikkaat käsiinsä ja
viipyivät jotakin odotellen.
Silloin sinä, Yrjö, lensit lattian yli ja kumarsit Marjalle. Otteesi
hänen vyötäisillään oli voimakas ja varma, ikäänkuin ei tässä kukaan
voisi riistää sinulta tätä oikeuttasi häneen. Ja Marja nojasi sinuun.
Hitaasti keinuen te liu'uitte pitkin salin valkoista permantoa. Teidän
vartalonne notkuivat, teidän silmänne hymyilivät. Kaikkien katseet
kiintyivät teihin, ja myötätunto ympäröi teidät. Näytitte siltä, kuin
olisitte otaksuneet nyt tällä hetkellä aloittavanne voittokulkunne halki
elämän mahdollisuuksien, joita aioitte valloittaa toisen toisensa
jälkeen. Tämä oli nuoruutenne ja ystävyytenne juhla, josta tie aukesi
onnenne maailmaan. Ja mikäpä sille rajoja rakentaisi?

Marja näytti olevan kanssasi samaa mieltä. Hänen poskensa


punottivat ja hän oli kaunis valkoisessa puvussansa, sininen reunus
helmassa.

Muut unohtivat yhtyä teihin, seuraten teitä silmillään, ikäänkuin


olisi ollut itsestään selvää, että tämä ensimmäinen valssi oli
tarkoitettu yksin teille. Teille virtasivat sävelet vyöryen läpi talon
hiljaiseen puutarhaan asti avonaisista ikkunoista, teille hengitti
ulkona kevätyö lemujaan, ja teidän onnenne tapaista aavistaen
yksinäiset vaeltajat pysähtyivät tien risteykseen soittoa
kuuntelemaan ja itsekseen hymähtäen.

Kun veit Marjan paikoilleen, keskeytti kenraali soittonsa ja aloitti


uuden valssin. Ja yleinen karkelo alkoi, joka kesti läpi illan. Nuori
maisteri vei Marjan tanssiin ja sinä, Yrjö, olit kohtelias kaikille
tyttötovereillesi.

Mutta katsojat olivat nyt kerta kaikkiaan lämmenneet. Heissä


läikkyi hyvä mieli siitä, että tässä ehkä oli toteutumassa se mikä
ihmiselämässä oli kauneinta, mikä heidän sisimmässään oli pyhintä.
Kukaan ei sitä selvään ajatellut, ja he olisivat luultavasti kieltäneet tai
pienellä naurahduksella väistäneet, jos kukaan olisi siitä puhunut.
Mutta itsetiedottomasti he iloitsivat siitä, että se taas oli heille
ilmestymässä, tuossa aivan heidän silmäinsä edessä toteutumassa,
niin että siihen sai uskoa ja siinä elää, siinä omassakin, joka alkoi
hohtaa entisellä lämmöllään tänä valoisana keväisenä yönä.

Isä oli herkkämielisenä kokonaan sen lumoissa. Hän seisoi kuistin


ovella ja katseli ulos puutarhaan. Ja hän ajatteli sitä kohtalon hetkeä,
jolloin rakkaus meille ihmisille saapuu, suurena ja vaativana, ja
jolloin suljemme silmämme antaumuksen riemu sielussamme. Jolloin
meillä ei enää ole entisyyttä eikä tulevaisuutta, vaan ainoastaan
onnea uhkuva nykyisyys.

Miten vähäpätöiseksi tuleekaan kaikki muu, kun se hetki saapuu!

Silloin se meitä hallitsee ja me sitä nöyrästi palvelemme,


kysymättä palkkaa, tietämättä rikkaudesta tai köyhyydestä,
ylhäisyydestä tai alhaisuudesta. Ainoastaan siitä yhdestä, joka on
elämän suurin ihme.

Ehkä hän kiitti elämää siitä, että se sarasti Yrjönkin tiellä. Tosin
ainoastaan sarasti. Sillä mitä he vielä, niin nuoret ihmiset, saattoivat
tietää myöhemmän iän itsetietoisesta, voimakkaasta
antaumuksesta? Tämä oli vain aavistusta siitä, mutta kuitenkin
aavistusta semmoisesta jota silmä joi, jota kädet epäröivin liikkein
haparoivat ja joka pani sielun väräjämään. Joka sai hänet entisensä
unohtamaan ja kaikkensa antamaan ja avoimin silmin unta
näkemään elämän suurimmasta onnesta.

Tulisitko vielä tuntemaan rakkauden itsensä, Yrjö? Nyt huumauduit


jo sen esimausta. Ja aika riensi. Mitä kohti se riensi?
Mutta salissa humisivat tanssin sävelet ja karkelo vilkastui
vilkastumistaan. Tanssit vaihtelivat, sorina huoneissa säesti iloa ja
Kirsti ja muut pikku tytöt hyppelivät yhä rohkeammin suurten parissa.

Koko illan istui kenraali pianon ääressä, katsoen suoraan eteensä


nuotteja hyljeksien ja kuin jostakin kaukaa mielensä komeroista
loihtien esiin kumpuavia hyrskypäitä sävelmiä. Siinä oli kuin arojen
kuumaa kaihoa — kuin kavioitten kopsetta ja kannusten helinää —
kuin vierasmaalaisten tanssisalien loistoa ja menneen ajan
huumaavaa komeutta. Hän oli kuin jossakin poissa — missä lie ollut
hänkin entisten päiviensä muistoissa.

*****

Mutta, Yrjö, sano minulle tänään, mistä se johtui, että sitten


tunnelma salissa vähitellen muuttui? Miksi annoit nuoren maisterin
viedä kerta toisensa jälkeen Marjan tanssin pyörteeseen etkä
kertaakaan kumartanut hänelle enää? He tanssivat yhdessä pitkät
ajat ja istuutuivat sitten toistensa kanssa seurustelemaan. Ja salissa
tuntui kuin tyhjältä, ja vanhempien ihmisten mielen täytti kuin
pettymyksen apeus. Ja illan kosteus löi uutimet lakoon, niin että
sohvan puoleinen ikkuna oli suljettava.

Oliko satanut lunta teidän tunteittenne tuskin puhjenneisiin lehtiin?


Vai oliko tämä vain leikkiä ja sokkosilla-oloa? Eihän se perästäpäin
mitään merkitsekään. Mutta silloin se tummensi kevätillan valoisia
enteitä.

Ehkä oli niin, että lankesi varjo tiellesi, vaikkei kukaan meistä sitä
huomannut. En tiedä, näitkö sen itse, mutta oli kuin olisit jotakin
väistänyt, ja kasvojesi yli kulki surumielisyyden väreily, joka jätti
jälkeensä väsähtäneen ilmeen.
Huomasin kyllä, että seurasit Marjaa silmilläsi. Tiesit aina, kenen
kanssa hän tanssi ja missä. Mutta annoit asiain mennä menojaan ja
tyydyit siihen että täytit kohteliaan isännän velvollisuuksia muita
tyttöjä kohtaan.

Henrik eno ja Kukkaisrinteen isäntä istuivat matalassa sohvassa


poltellen, jutellen ja tanssia seuraten.

— Senkin takkiainen! — sanoi Henrik eno ääneen ja heitti


savurenkaan ilmaan.

Ketä hän oli tarkoittanut?

— Toivotaan, että se korjautuu — sanoi aina toivorikas professori


setä.

Mutta Kukkaisrinteeläinen nosti lasinsa, kilisti, sytytti sikarinsa


uudestaan ja he jatkoivat pakinaansa viimeisistä uutisista.

Teekeittiö kannettiin sisään, ja alettiin tarjota teetä. Sinun


tuodessasi lasisi täytettäväksi kuiskasin sinulle sitä täyttäessäni:

— Mitä varten? — Miksi, Yrjö —?

— Älä siihen kajoa! — sanoit jyrkästi ja hiljaa.

Ja soitto jatkui. Yhä kuumemmiksi kävivät tyttöjen posket, yhä


vilkkaammiksi poikien liikkeet. Tahtia jo poljettiin ja hansikkaat
pistettiin taskuihin.

Tea täti, Henrik enon rouva, istui keltaisessa nurkkasohvassa ja


katseli tanssivia.
— On sääli Yrjöä — sanoi hän. — Koko tämän illan ilo on mennyt
häneltä hukkaan.

— Ei tiedä sentään — sanoin jotakin sanoakseni. — Täytyyhän


hänen siihenkin tottua.

— Niin, mutta minä luulen, että se on Yrjössä tavallista syvempää.


Ja sitten juuri tänään!

Tietysti. Mutta, se nyt ei ollut autettavissa.

— Älä nyt äiti — Kyllä me asiamme selvitämme. — Niin oli


katseesi sanonut. Ja selvitittekin.

Sitä iltaa tosin en ole koskaan täysin ymmärtänyt, mutta kai te sen
itse tiedätte. Viimeinenkin valssi soitettiin, mutta ette tanssineet sitä
yhdessä.

Mutta tuota päivää ajatellessani on mieleni silti raskas. Silloin


laskeutui varjo kohtalosi tielle ja valoisa hetki himmeni. Siinä oli
aavistus kaiken katoavaisuudesta, nuoruuden ja rakkaudenkin
haihtumisesta kuplana.

Mahtaako kukaan muu enää muistaa, miten valkoisen äänetön se


ilta oli?

28.

Tanssin loputtua vieraiden tungeskellessa eteisessä


ennättääkseen junalle, sanoit äkkiä:
— Minäkin lähden kaupunkiin.

— Ennätät kai takaisin viimeisellä junalla?

— Ennätän.

Ja talo jäi tyhjäksi.

Mutta oli paljon järjestettävää, ennenkuin ennätin ajatella unta.


Isää väsytti, ja hän meni levolle omaan huoneeseensa. Kirsti oli jo
aikoja sitten nukahtanut jollekin sohvalle. Mummo sanoi hyvää yötä
ja vetäytyi omalle puolelleen. Mutta minä askartelin vielä kauan
järjestämällä veitset ja lusikat laatikkoihin ja lasit kaapin hyllylle.

Ja ajatukset kulkivat omia teitään.

Saivat vihdoin olla hetkisen kahdenkesken, ajattelin itsekseni.


Ehkäpä saattoivat vetäytyä erilleen muista johonkin vaunun tyhjään
osastoon. Ja sitten tietysti kulkevat yhdessä tyhjiä katuja pitkin ja
purkavat mieltään toisilleen. Hyvästelevät sitten porraskäytävässä
ennenkuin Marja pistää avaimensa oveen.

Hyvä oli niin.

Mutta miksi olin niin apea mieleltäni? Ikäänkuin olisi jokin


solumaisillaan pois! — No niin, nuoruuden tarinat ovat harvoin pitkät.
— Eikä se sekään mieltäni painanut. Takatalvi ehkä uhkasi
hävityksineen. Lehtisilmut ehkä paleltuisivat lumipeitteen alla, ja
täytyisi nähdä surkastuneita lehtiä puissamme pitkin kesää. — Tai
voisiko jotenkuten viihtymys täällä kotona häiriintyä ja astuisiko
tyhjyys sijalle?

Mutta miksi sellaista ajattelin?


Lehdethän olivat hyvässä tallessa peitteensä alla, jos
aamupuolella yötä ehkä tulisi halla hiipien ja yrittäisi iskeä kyntensä
niihin. Ja muuten elämässähän kävi ainainen vaihtelu, tuskin oli
kesään päästy, niin oli taas talvi, ja toiveitten idut saattoivat paleltua
kuoliaaksi.

No niin.

Värisin vilusta. Mutta huoneessani vedin uutimet syrjään ennen


maata-panoani ja jätin kattolampun palamaan, jotta Yrjö tullessaan
näkisi että vielä valvoin.

Oli ruvennut satamaan. Vesipisarat putoilivat ikkunalautaa


vastaan, hyräillen yksitoikkoista säveltään.

Ja siihen nukuin.

Heräsin unestani kun verannan ovi kävi. Kuulin askeleita portailla


ja sitten naputuksen ovelleni. Sinä, Yrjö, astuit sisään.

Voinko ottaa sitä puheeksi? Koskeeko se sinuun?

Mutta eihän enää — se on niin kokonaan takanasi nyt. Ja


kuuluuhan se kaikki yhteiseen elämäämme.

Kesäsateen tuoksu lemusi vaatteistasi.

— Oletko hyvin märkä? — kysyin.

— En ollenkaan — vastasit reippaasti — eikä siellä ollut


kylmäkään. He käskivät sanomaan terveisiä — heillä oli äärettömän
hauskaa.

— Kenellä esimerkiksi?
— Kaikilla — Olavilla ja Jussilla ja Marjalla — ja he sanoivat, että
sellaista pitäisi olla useammin, eivätkä he sillä tarkoittaneet yksin
tanssia, vaan kaikkea muutakin — sitäkin että oltiin täällä maalla —
ja kotona ja kaikki mukana — ja kaikkea.

— Oliko sinulla itselläsikin hauska?

— Oli minullakin.

Viivähdit ja näytit hiukan vaivaantuneelta ja lisäsit miltei kiihkeästi:

— Ja ellei ollut niinkuin olisi voinut, niin ei minua häirinnyt se, mitä
sinä luulet —.

— Vaan mikä sitten?

Vilkaisit minuun ja puna lensi kasvoillesi hiusmartoa myöten. Ja


ikäänkuin heti toteuttaaksesi päätöstä, jonka olit tehnyt yksinäisellä
kotimatkallasi, syöksähdit puhumaan:

— Tätä iltaahan olen odottanut — et tiedä miten kärsimättömästi


— viikkoja ja miltei kuukausia —!

— Mitä — mitä varten?

Olin noussut puoleksi istualleni ja tuijotin kasvoihisi. Sinä tuskin


saatoit itseäsi hillitä, ja ohimosi paisuen sykkivät. Miksi, Jumalan
nimessä? Koko ruumiisi pingottui jännityksen tuskasta. Oi Yrjö, et
saanut sanaakaan suustasi.

Aavistus kuristi kurkkuani. Siinä se nyt oli — siinä oli se, jonka olin
tahtonut uskoa tässä tapauksessa kuolleeksi, jota olin väistänyt ja
jota olin koettanut lepyttää varokeinoilla ja rakkauden keksimillä
hyvityksillä. Siinä se nyt oli, veren voimakas ääni! Ja senkö takia oli
iltakin sellainen ollut? Enkä ollut mitään aavistanut! Enkä ollut
puhunut ajoissa, vaan antanut tuskallisten ajatusten kasaantua
kasaantumistaan, odotuksen kasvaa kasvamistaan, kunnes mieli oli
niin täysi, että se uhkasi tulvia yli äyräittensä.

Pitikö siis tämän hetken kerran tulla! Oi, pitihän sen tulla, mutta ei
se olisi tällaisena tullut, jos olisin aikaisemmin puhunut kaikki
selväksi. Ja ehkä sitä siten olisi voinut väittääkin!

Ja sinä, Yrjö, katsoit minuun miltei arasti, puristaen kourasi yhteen


niin että sormien nivelet kävivät valkeiksi.

— Tahdoin kysyä sinulta jotakin — sait lopulta vaivoin sanotuksi.

— Tiedän, tiedän — huudahdin enempää torjuen. — Mikset ole


kysynyt ennen? Tarkoitan, miksen ole sitä kertonut sinulle jo aikoja
sitten? Tietysti — tietysti saat tietää kaiken minkä minäkin tiedän.

Ja hiljaisella, rauhoittavalla äänellä aloin sinulle sitten kertoa


syntyperästäsi, mitään muuta ajattelematta kuin sitä, että voisin
tuottaa sinulle lievennystä, että voisin auttaa sinut tämän
ylivoimaisesti vaikean hetken läpi.

Tiedät mitä silloin kerroin — yksinkertaisesti ja suoraan. Niin ja niin


se oli. Äitisi oli nuori — hyvin nuori — isäsi ei ollut paljoakaan
vanhempi.

— Se oli heidän nimensä — sellainen oli heidän säätynsä.

Olit luisunut lattialle vuoteeni viereen ja painoit kuuman otsasi


käteeni. Otsa oli hiestä kostea ja ohimoitten valtimot tykyttivät
hurjasti.
Oi poikani, minkälaisen hetken me silloin elimme!

Kuinka minun oli sinua äärettömästi sääli! Sellainen poika — muita


paljon hienompi ja jalompi — ja hänen piti näin vavisten
alkuperäänsä tiedustella! Kapinoin — tuskastuin puolestasi — miksi
piti näin olla? Ja voi niitä, jotka tällaista aiheuttavat, jotka elämän
sytyttävät sen enempää välittämättä siitä, mitä kärsimyksiä he omille
lapsilleen tuottavat! Voi niitä ajattelemattomia! Ja voi niitä itsekkäitä!

Mutta minä rauhoituin. Minunhan piti sinua tyynnyttää ja auttaa.

Ja jatkoin hellävaroen kertomustani.

Siellä ja siellä he asuivat. Äitisi hienosukuinen äiti oli sairaalloinen


— makasi enimmäkseen sohvallaan voimatta liikkua — tytär oli
kaunis ja kookas, lahjakasta sukua, maansa parhaimpia. — Oli kevät
ja lämmin tuoksu täytti ilman. Nuoret kävelivät ja ratsastelivat
yhdessä valkoisia teitä ja tuuheitten pyökkimetsien varjossa.
Harmahtavien korkeitten runkojen lomitse, joiden päällä oli tiheä
lehtikatto ja alhaalla oli auringon läikkiä maassa. Muistat
pyökkimetsän, Yrjö! Kaikki heidän ympärillään kukki, ja he antoivat
lempensä puhjeta kukkaan, mitään ja ketään kysymättä.

Seuraavana kevättalvena sinä synnyit.

Liikahdit ja pyyhit nenäliinallasi otsaasi. Minä jatkoin, hiuksiasi


hiljaa silitellen:

— Sellainen on tarinasi. Mutta muista, Yrjö, älä katkeroidu


mieleltäsi. Hehän olivat niin nuoria, etteivät jaksaneet edesvastuuta
punnita. Ja äidilläsi oli liian vähän tukea kotonaan. Kun sitten
synnyit, silloin tunsi jo äitisi surun. Se oli hänet yllättänyt, se oli
tuonut kauhua mukanansa hänen mieleensä. En tiedä, mikseivät he
sitten menneet naimisiin. Kun aika joutui, antautui äitisi tuon
hienosukuisen diakonissan huostaan, joka oli suuren laitoksen
johtajatar. Hän tunsi heidät, hän otti sinut vastaan ja hän sinua
rakasti sinun pienenä ollessasi. Mutta älä sinä, Yrjö, ketään syytä,
äläkä syntyperääsi soimaa: olet jalosukuinen ja yhtä puhdasrotuinen
kuin parhaimmat ihmisten lapsista, sillä nuori rakkaus on sinut
synnyttänyt, eikä kenelläkään voi olla jalompaa sukuperää.

Huoneessa oli hetkisen hiljaista.

Sinä otit käteni omiisi ja tunsin että ne olivat viileät. Et vielä


nostanut päätäsi, mutta huomasin että verisuonet otsallasi vähitellen
vaalenivat ja suonten tykintä tyyntyi.

Mutta oma tuskani ahdisti vielä mieltäni. Missä olivat ajatukseni


olleet ja missä silmäni? Olin luullut sinun olleen kiinni
tutkintotyössäsi, ja se olikin ollut syrjä-asia sen ankaran
elämäntodellisuuden rinnalla, joka sinua askarrutti. Olin ollut
umpisokea enkä ollut aavistanutkaan, mitä välttämättömimmin olisit
tarvinnut.

Ja valppauteni ja hyvä aikomukseni torjua olivat kärsineet surkean


tappion.

Puhuin sinulle vielä rauhoittavia sanoja, kuten ennen muinoin


huvilamme ullakkokamarissa. Emme välitä siitä mitä ihmiset
sanovat, nyt enempää kuin ennenkään. Meillä on omat tietomme,
joista emme tee heille selvää, eikä kannatakaan heille mitään
selvitellä. Me tiedämme, että polveudut kunniakkaasta suvusta, ja
vaikkei niin olisikaan, niin se ei sanottavasti paina vaa’assa. Sillä
jokaisella on itse asiassa kuitenkin ainoastaan oma kunniansa.
— Pidä pääsi pystyssä, Yrjö poikani — jatkoin puhettani —ja
rakenna sydämeesi alttari isällesi ja äidillesi, vaikket heitä
tunnekaan. Kukapa heidän vaikuttimensa voi tutkia ja heistä tuomion
langettaa! He tekivät sitten minkä voivat — ja varmaa on, etteivät
hekään ole kärsimyksittä päässeet. Muuta ei voi ajatellakaan. Heillä
on ollut hiljaiset hetkensä, heilläkin tuskan hetket — se on varma —
ja vastatkoot he Kaikkivaltiaan edessä itse teoistaan. — Mutta sinä,
Yrjö, sinähän et kuitenkaan ole kodittomana kasvanut.

Puristit hiljaa kättäni ja rinnastasi kohosi syvä ja vapauttava


huokaus.

— Sinä olet kasvanut täällä uusissa olosuhteissa — juttelin sinulle,


itsekin keveämmällä mielellä — ja he elävät siellä, jos elävät. Äitisi
on myöhemmin mennyt naimisiin, en tiedä kenen kanssa. Isäsi
kohtalosta en ole kuullut mitään. Kerran kysyin johtajatar-
diakonissalta, meren takana käydessäni, tietäisikö hän heistä
mitään. Mutta hän vastasi, ettei hän tule koskaan antamaan mitään
tietoja, ja on väärin sellaisia edes pyytääkään. Sillä tuo vanha on
haihdutettava pois kaikkien meidän tietoisuudestamme. He ovat
kuolleet sinulle ja sinä heille. Kun oksa istutetaan uuteen
maaperään, niin sen on kokonaan juurruttava siellä. — Tahtoisitko
heitä etsiä, Yrjö?

— En usko — vastasit tuskin kuuluvasti.

— Jos tahdot, niin teet sen. Oletko milloinkaan ajatellut, että oma
äiti kuitenkin — tarkoitan: oletko tuntenut, etten ole oma äitisi?

— En koskaan. Minun on ollut vaikeata ymmärtää, ettet ole. Olet


ollut sellainen äiti minulle, etten voi käsittää, miten ihmeellinen
mahtaisikaan oma äiti voida olla. Mikä siinä lienee erona?
— Kuka tiennee. Siinä on tietysti tosiasian tietoisuus ja siitä
johtuva turvallisuuden tunne. Siinä voi myöskin olla syvä
olennonyhteys, joka suhdetta syventää, mutta sitä ei ole hetikään
aina. On vaikeata vertailla, kun niin harvalla on samalla kertaa
kokemusta molemmista. Ja vaikka olisikin, niin siinä vaikuttavat niin
monet asianhaarat puolella ja toisella. Oikeastaan uskon että on
suurempi ero mielikuvituksessa kuin todellisuudessa. Sillä
rakkaudessa on monta astetta, ja se riippuu monenmoisista syistä.
— Voit kuvitella äidistäsi mitä haluat, tosiasia on kuitenkin että hän
kielsi sinut. Meille sinä olet kaikki kaikessa — meistä tuntuisi kuin
kiskottaisiin sydän ruumiista, jos me sinut kadottaisimme. Mutta jos
tahdot äitisi löytää, niin emme kiellä. Me rakastamme sinua niin
suuresti, ettemme mitään pelkää.

Niin puhuin. Mutta kuinka raskasta ja luonnotonta sentään olisi


ollut kaikkien näitten vuosien jälkeen, jos olisit tähän ajatukseen
tarttunut!

Olit noussut istumaan vuoteeni laidalle ja pidit minua kädestä.


Kasvosi olivat jo tyyntyneet, jos kohta niissä vielä oli myrskyn jälkiä.

— Suomme sinulle kaiken — jatkoin vielä — mitä onnesi ja


rauhasi kaipaavat. Mutta täytyyhän sinun ajatella asiaa myöskin
heidän kannaltaan…

— Niin, niin — mitäpä minulla oikeastaan on heidän kanssaan


tekemistä?
— Sano, äiti — miten se tapahtui, se — että tulin?

— Äitisi kirjoitti kirjeen, jossa hän sinusta luopui. Ja isäsi kirjoitti


alle.
— Hän luopui minusta? Hän sai kirjoitetuksi, että hän luopui
minusta?

— Niin.

— He saivat molemmat kirjoitetuksi, että he luopuivat minusta?

— Niin.

Näyttäisinköhän sinulle tuon paperin — se oli ainoastaan parin


askeleen päässä tuon laskulevyn takana — tuntisin heti käsialan ja
hiukan kellertävän kuoren — mutta ei, ei — se olisi liian
kouraantuntuvaa — Jumalan kiitos, ettet itse sitä keksinyt.

— Silloin katkesivat samalla siteet keskenämme — sanoit


painokkaasti.

Mutta lausuit sen kuin jos olisit tuntenut suurta vapautusta.

Ja katsoit minua suoraan silmiin lisätessäsi:

— Ja sitä paperia siunaan nyt, sillä sen kautta minulla on ollut koti.
Kun kerran näin oli, niin he eivät voineet antaa minulle suurempaa
lahjaa. Siitä heitä kiitän.

Olit vielä kalpea ja pyyhit nenäliinallasi otsaasi ja käsiäsi. Mutta


ilme kasvoillasi osoitti, että olit päässyt sietämättömästä
painajaisesta.

— Niin, Yrjö — sanoin keventynein mielin — sen tiedän, että


minulle, meille sinä kuulut.

— Sen tunnen minäkin nyt selvemmin kuin koskaan. Ja minulle on


ääretön helpotus, kun nyt tiedän kaikki. Eihän minua ole mikään muu
vaivannutkaan kuin vain tuo epätietoisuus.

Nousit ja kävelit edestakaisin huoneessa. Avasit ikkunan ja


istuuduit ikkunalaudalle.

Oli lakannut satamasta ja aamu jo valkeni.

— Mikset ole aikaisemmin kysynyt tuosta kaikesta?

— Sinähän kerran sanoit — silloin ennen ulkomaanmatkaa — että


saisin tietää lisää täysi-ikäisenä — ylioppilaaksi tultuani, niin sanoit.
— En ole tahtonut ennen kysyä.

— Mutta olisithan toki silti voinut — —

— Kaiketi olen myöskin pelännyt —.

— Mitä?

— Ettei todellisuus vastaisi sitä, mitä olen kuvitellut.

— Ja onko se vastannut?

— Todellisuus on aina parempi — ainakin terveempi — kuin


kuvittelu. Luulee helposti olevansa jotakin ihmeellistä — ja ellei
sitäkään, niin pelkää saavansa kuulla jotakin häpeällistä tai rumaa
syntyperästään.

— Ja olet kärsinyt epävarmuudestasi?

— Paljon olen kärsinyt — viime kuukausina. En ennen. En ole


aikaisemmin tullut sitä niin tuumineeksi. Mutta sen jälkeen kun tulin
ystäväksi Marjan kanssa, enkä voinut hänelle edes sanoa kuka olin!
— En itsekään tiennyt, kuka olin! Se ajatus ajoi vihdoin takaa, niin
että siitä tuli miltei päähänpisto.

— Ja olet Marjan kanssa puhunut siitä?

— Monta kertaa. Vähänväliä.

— Etkä minulle?

— En voi sitä itsekään ymmärtää, miksi olen itseäni niin vaivannut.


Lopuksi oudoksuin sitäkin, että minulla yleensä oli sellaista
kysyttävää, jota ei ollut muilla. Mutta nyt tiedän — ja se tieto
helpottaa sanomattomasti.

Tulit taasen luokseni ja istuuduit vuoteeni laidalle.

— Sano, Yrjö, miksi juuri tänä iltana kysyit?

— Kaiketi sentakia, että tämä ilta oli ikäänkuin koko tähänastisen


elämäni päätekohta — tästä päivästä piti alkaa uusi elämä.

— Puhuitko matkalla Marjalle siitä?

— Puhuin. Hänelle olen viime aikoina puhunut kaikki. Ja hän on


aina kehoittanut minua sinulta kysymään, ja tänä iltanakin hän otti
minulta sen lupauksen.

— Ja saitte olla kahden?

— Saimme — meidän suhteemme ovat kyllä ennallaan. Etkö


ymmärrä, äiti, että itsehän hänestä tänään luovuin — itse toiselle
luovutin — siksi kunnes tämä selviäisi. Siksi kunnes voisin mennä
hänen luokseen sanomaan: niin ja niin se on. Nyt hän on minun
enemmän kuin koskaan ennen.
Vedin syvän tyydytyksen huokauksen:

— Niinpä on kaikki hyvin. Muistatko, Yrjö, kun ennen


lapsuudessasi puhuimme keskenämme näistä aroista asioista, niin
se yhdisti meitä yhä läheisemmin toisiimme. Ja minusta tuntuu kuin
olisi nytkin käynyt samoin, vaikka tämä on ollutkin vaikein hetki, mikä
meillä koskaan on ollut.

Hymyilit vapaata, valoisaa hymyä ja muistellen sinäkin jotakin


entistä sanoit painokkaasti:

— Voitkohan arvata, äiti, kuka on kaikkein paras ystäväni?

Heti tulit silmissäni pieneksi pojaksi jälleen, joka herää ehkä


vaivaavasta unesta hyvään todellisuuteen ja vastasin:

— Kaiketi Erik — tai Väinö — tai Aino — tai —

— Sinähän se olet, äiti — ja Jumala tietysti — mutta pidän vain


hyvin vähän enemmän Jumalasta, sillä täytyyhän Jumalasta vähän
enemmän — — —

Vaikenimme molemmat.

Ikkunalaudalle tippui yksitellen vesipisaroita, ja kottaraiset alkoivat


pesissään liikahdella ja siipiään räpyttäen sirittää. Ja vaalenevana
lepäili ulkona aamuyö.

Me pidimme toisiamme käsistä ja annoimme tämänkin hetken


hiljaa painua menneisyyden helmaan. Ja avonaisen ikkunan kautta
puhalsi aamutuulahdus sisään koivujen tuoksua.

You might also like