Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Dünya Tarihi 2 Cilt 18 Yüzy■l ve

Sonras■ 1st Edition J M Roberts


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/dunya-tarihi-2-cilt-18-yuzyil-ve-sonrasi-1st-edition-j-m-r
oberts/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Tarihi ve Etimolojik Tu rkiye Tu rkc esi Lugati 3 Cilt


F J Andreas Tietze

https://ebookstep.com/product/tarihi-ve-etimolojik-tu-rkiye-tu-
rkc-esi-lugati-3-cilt-f-j-andreas-tietze/

Tarihi ve Etimolojik Tu rkiye Tu rkc esi Lugati 5 Cilt


M N Andreas Tietze

https://ebookstep.com/product/tarihi-ve-etimolojik-tu-rkiye-tu-
rkc-esi-lugati-5-cilt-m-n-andreas-tietze/

Dünya Sosyalist ve Komünist Ak■m■n■n Tarihi Cilt 1 1st


Edition Du Kangchuan Li Jingzi

https://ebookstep.com/product/dunya-sosyalist-ve-komunist-
akiminin-tarihi-cilt-1-1st-edition-du-kangchuan-li-jingzi/

Celebração Mortal Série Mortal 37 1st Edition J D Robb


Nora Roberts

https://ebookstep.com/product/celebracao-mortal-serie-
mortal-37-1st-edition-j-d-robb-nora-roberts/
Tarihi ve Etimolojik Tu rkiye Tu rkc esi Lugati 10 Cilt
Dizin Andreas Tietze

https://ebookstep.com/product/tarihi-ve-etimolojik-tu-rkiye-tu-
rkc-esi-lugati-10-cilt-dizin-andreas-tietze/

Erken Tu rk Tarihi Aras t■rmac■s■ Cilt 2 2nd Edition


Kaz■m Mirs An

https://ebookstep.com/product/erken-tu-rk-tarihi-aras-tirmacisi-
cilt-2-2nd-edition-kazim-mirs-an/

Tarihi Yapanlar Tarihi Yazanlar 1st Edition J H Elliott

https://ebookstep.com/product/tarihi-yapanlar-tarihi-
yazanlar-1st-edition-j-h-elliott/

Polonya Tarihi 1st Edition Anita J Prazmowska

https://ebookstep.com/product/polonya-tarihi-1st-edition-anita-j-
prazmowska/

Matematik Tarihi ve Felsefesi 1st Edition Adnan Baki

https://ebookstep.com/product/matematik-tarihi-ve-felsefesi-1st-
edition-adnan-baki/
Dünya Tarihi ll 1 The New Penguin History of the World

© 2002, J.M. Roberts

Anatolialit Telif Hakları Ajansı aracılığıyla


Türkiye'de yayın hakkı:

© 2016, inkılap Kitabevi


Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Yayımcı ve Matbaa Sertifika No: 10614

Bu kitabm her türlü yaym haklan Fikir ve Sanat Eserleri Yasast gereğince
inktlap Kitabevi Yaym Sanayi ve Ticaret A.Ş. ye aittir.

Sayfa tasanm ismet Sayar- Filiz Tutkan Sarpel


Kapak tasanm Gökçen Yanlı
Yardtmct düzeltmen Doruk Demircioğlu
Yaytma haztr/ayan Nazlı Ceyhan Sümter
Editör Senem Davis

ISBN: 978-975-10-3066- 5

16 171 8 19 9 8 76 5 43
istanbul2016

Baskt ve Cilt
iNKILAP KiTABEVi BASKI TESiSLERi
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196Yenibosna - istanbul
Tel :(0212)496 11 11 (Pbx)

Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8


34196 Yenibosna - istanbul
Tel :(0212)49611 11 (Pbx)
Faks:(0212)49611 12
posta@inkilap.com
www.inkilap.com
J.M. ROBERTS
1 1

1 1

ı ı 2. Cilt
18. Yüzyıl ve Sonrası...

İngilizceden Çeviren
İdem Erman
Tansu Akgün

.... . .....
••
• i1 • INKILAP
J. M. Roberts

Britanyalı tarihçi j.M Roberts 1928 yılında ingiltere'nin Bath kentinde dogdu. Oxford, Keble
College'da burslu öğrenim gördü. Doktorasını aynı üniversitede "Fransız Devrimi ve Na­
polyon Bonaparte Döneminde italya Cumhuriyeti" konusu üzerine yaptı. Princeton, Yale
ve Columbia gibi saygın üniversitelerde akademik çalışmalarda bulundu. Alanında saygın
bir yeri olan Profesör Roberts, popüler tarih konusunda pek çok başarılı çalışmaya imza attı.
Roberts, 2003 yılında öldü.

idem Erman

1958'de istanbul'da doğdu. Bugüne kadar kitap ve sinema filmleri başta olmak üzere pek
çok makale ve belgeseli Türkçeye çevirdi. Emekli TV yöneticisi olan idem Erman, çeviri
çalışmalarına devam etmektedir.

Tansu Akgün

12 Şubat 1977'de istanbul'da dogdu. istanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümün­
den mezun oldu. Başta Rusça ve sonra ingilizceden olmak üzere yayımfanmış çeşitli çevi­
rileri bulunmaktadır.
-II. CİLT-

İÇİNDEKİLER

Haritalar ..................................................................................... VII

BEŞİNCi B ÖLÜM
AV RUPA ÇAGININ OLUŞUMU

ı Yeni Bir Tür Toplum: İlk Modern Avrupa ................................. 55ı


2 Otorite ve Ona Meydan Okuyanlar .......................................... 57ı
3 Büyük Güçlerin Yeni Dünyası ................................................... 598
4 Avrupa'nın Dünyaya Saldırısı ...................... .............................. 628
5 Dünya Tarihinin Yeni Şekli ........................................................ 654
6 Eski ve Yeni Fikirler ............................ ...................................... 670

ALT INCI B ÖLÜM


BÜYÜK HIZLANMA

ı Uzun Vadeli Değişim ................................................................. 692


2 Bir Devrim Çağındaki Politik Değişiklikler ................................ 7ı2
3 Politik Değişim: Yeni Bir Avrupa ............................................... 736
4 Politik Değişim: Anglosakson Dünya ........................................ 758

V
S Avrupa'nın Dünya Hegemonyası. .............................................. 778
6 Avrupa Emperyalizmi ve Emperyalist Yönetim .......................... 800
7 Avrupalılaşan Dünyaya Asya'nın Cevabı. .................................. 818

Y EDiNCİ BÖLÜM
AV RUPALlLARlN DÜNYASININ S ONU

1 Sistemdeki Zorlanmalar ............ ................................................ 848


2 Birinci Dünya Savaşı Dönemi .................................................... 866
3 Gelişen Yeni Asya ...................................................................... 896
4 Osmanlı Mirası ve Batı'daki Müslüman Bölgeler ...................... 910
S İkinci Dünya Savaşı ................................................................... 922
6 Yeni Bir Dünyanın Şekillendirilmesi .......................................... 944

SEKİZİNCi BÖLÜM
YAKIN ÇAG

1 Bakış Açıları .............................................................................. 970


2 Yeni Bir Dünya Düzeni ............................................................ lOtO
3 Değişen Kararlar ..................................................................... 1 OS 8
4 Bir Dönemin Kapanışı ............................................................. 1090
S Açılışlar ve Kapanışlar .............................. .
.............................. 1112

VI
Haritalar*

Avrupa'nın Asya ve Afrika'daki Başlıca Ticaret İstasyonları ve

Mülkleri (1750) 562


...............................................................................

Avrupa'da Reform ve Karşı Reform ................................................581

Avrupa (1648 Westphalia Antlaşması) .............................................609

Osmanlı'nın Avrupa'daki Gerilemesinin Başlangıcı .........................613

Rusya'nın 1500-1800 Arasındaki Genişlemesi ................................618

Britanya Gücünün 1783-1804 Arasında Hindistan'da Büyümesi.....637

Amerika Kıtası'nın Keşfi .................................................................642

Britanya'nın 1770'lerdeki Atiantik Ticareti .....................................648

Britanya'nın Amerika Sömürgelerinin 18. Yüzyıldaki

Ekonomik Kaynakları .....................................................................651

19. Yüzyılda Afrika ve Asya'da Hıristiyan Misyonerliği ..................657

Modern Dönemin İlk Yıllarında Afrika ...........................................662

Amerika Birleşik Devletleri'nde Kölelik Sorunu...............................696

ABD'nin Ortaya Çıkması ve Birleşmesi ...........................................718

Napolyon Döneminde Avrupa.........................................................731

1815 Yılında Avrupa .......................................................................744


* Kitaptaki haritalarda yer alan tüm ülke isimleri orijinal haliyle bırakılmıştır. (Yay. hz!.)

VII
1905'e Kadar Rus Genişlemesi ........................................................752

1914 Yılında Avrupa .......................................................................753

Uzak Batının Kazanılması ...............................................................762

Amerika İç Savaşı 1861-1865..........................................................765

Britanya İmparatorluğu (Ve Koruduğu Bölgeler) 1815-1914 ........... 776

Bağımsızlıktan Sonra Güney Amerika .............................................789

Britanya Hindistanı 1858-1947 .......................................................805

1880 Yılında Afrika ........................................................................807

Bölüşülmüş Afrika:

1914 Yılında Avrupa Egemenliğinde Olan Bölgeler .........................812

Manchu Döneminde Çin .................................................................820

Japonya'nın Genişlemesi 1895-1942 ...............................................832

Yirminci Yüzyılın İlk Dönemlerinde Asya'daki Önemli Dinler ........840

Güneydoğu Asya'da Sömürgeci Genişleme 1850-1914 ....................841

19. Yüzyılda Avrupa'dan Yapılan Göçler ........................................849

Dünyadaki Bazı Nüfus Hareketleri..................................................849

Osmanlı'nın Gerilemesi ve

Modern Türkiye'nin Doğuşu 1683-1923 .........................................856

Büyük Savaş 1914-1918 ..................................................................881

1918'de Rusya ................................................................................ 887

1918-1949 Arası Çin....................................................................... 903

1939-1945 Savaşı Sırasında Avrupa ................................................931

B.M.'nin 1947'de Önerdiği Filistin Payla:şımı ..................................963

1948-1967 İsrail..............................................................................963

VIII
1967-1975 İsrail. ............................................................................. 963

Dünya Çapında Beklenen Yaşam Süresi (1985) ...............................978

Dünya Çapında Nüfus Yoğunluğu (1985) .......................................978

Dünya Çapında Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (1987) ............................978

Dünya Çapında Alınan Günlük Kalori ............................................978

Dünyadaki Enerji Kaynakları ..........................................................982

Savaş Sonrası Almanya ve Orta Avrupa ........................................1012

Doğu Asya'da Savaş Sonrası iyileşme ............................................ 1028

Güney ve Doğu Asya'da Nüfus Baskısı..........................................1028

Osmanlı Sonrası Yakın ve Ortadoğu .............................................1035

Afrika ve Asya'da Sömürgeeiliğin Sonu ......................................... ! 041

Savaş Sonrası Latin Amerika ........ � ....................................... . ........ 1051

Savaş Sonrası Avrupa-Ekonomik ve Askeri Bloklar .......................1075

Sovyetler Birliği ve Ardılları .......................................................... 1092

IX
B E Ş İ N C i B Ö LÜ M

Avrupa Çağının Oluşumu

1500 civarında, dünya tarihinde yeni bir çağın başladığına dair pek çok işaret
vardır. Bunlardan bir kısmına daha önce değiniIdi; Amerika'nın keşfi ve Asya'daki
Avrupalı girişimin ilk filizleri bunların içindedir. Doğurduğu sonuçlar yeni çağın
ikili doğasının ipuçlarını vermektedir. Bu gerçekten de dünya tarihinin çağıdır ve
birçoğunun arasında bir tanesinin, Avrupa uygarlığının şaşırtıcı başarısının egemen
olduğu bir hikayedir. Aynı sürece ait iki konudan biri bütün ülkelerdeki olaylar
arasında daha sürekli ve organik bir karşılıklı bağlantının varlığıdır, ancak bu geniş
bir şekilde Avrupalıların çabalarıyla açıklanır. Avrupalılar sonunda dünyanın efen­
'
disi olurlar ve bu efendiliği zaman zaman farkında bile olmadan dünyanın tek bir
dünya haline gelmesi için kullanır/ar. Bunun sonucu olarak dünya tarihi son iki üç
yüzyıl giderek büyüyen bir kimlik ve birlik teması taşır.
İngiliz tarihçi Macaulay meşhur bir yazısında Kızılderili/erin Büyük Göller'in
kıyılarında birbirlerinin kafa derisini yüzdüklerini, böylece bir Avrupalı kralın
komşusunun topraklarına göz dikerek soyup soğana çevirebileceğini söylemiştir.
Bu birazdan yelken açacağımız hikayenin dünyada giderek daha da karmaşıkla­
şan mücadele/erin giderek büyüyen savaşlara dönüşmesi çarpıcı bir yanıdır ancak
politika, imparatorluk kurma ve askeri yayılma, olup bitenin sadece küçük bir
parçasıdır. Dünyanın ekonomik entegrasyonu sürecin bir başka bölümüdür; ortak
amaçların ve fikir/erin yayılması açısından hala önemlidir. Bunun sonucu, riyakar
ifadelerimizden biriyle bir çeşit "Birlik içindeki dünya " dır. Bağımsız veya hemen
hemen bağımsız uygarlıkların çağı artık sonuna gelmiştir.
İlk bakışta bu durum dünyamızın engin çeşitliliği içinde, son derece aldatıcı
bir mübalağa gibi görünebilir. Ulusal, kültürel ve ırksal farklılıklar oluşmaya ve
korkutucu çatışmaları esinlemeye devam etmektedir. 1500'den beri çağlar tarihi
(çoğunlukla olduğu gibi) esas olarak savaşlar ve şiddetli çatışmalar dizisi biçiminde
yazılabilir ve farklı ülkelerde yaşayanların, atalarının yüzyıllar önce yaptığı gibi
birbirlerini eşit olarak görmedikleri aşikardır. Bugün insanlar aslında birbirlerine,
örneğin 1 O. yüzyıllardaki atalarından daha çok benzemektelerdir ve bu benzerlik­
lerini toplumlarını örgütleme ve hayatlarını devam ettirme biçimlerine verdikleri
görünümlerde bile göstermektedir/er. Kökenierin derecesiyle bu değişimin sınırları,

549
DÜNYA TARİHİ II

ardından gelen hikayenin çoğunu oluşturmaktadır. Bu, çoğu yerde halen devam
eden ve bazen modernleşme olarak tanımladığımız şeyin getirileridir. Modernleşme
yüzyıllardır kültürler arasında farklılıklar olduğunu kararlıkla vurgulamaktadır ve
dünya tarihinin genişleyen bütünleşmesinin en derin, en temel ifadesini oluştur­
maktadır. Süreci tanımlamanın başka yolu da dünyanın Avrupa/ılaştığını söyle­
mek, modernleşmeyi, kökeninde Avrupalıların olduğu bir fikir ve teknik gelişme
meselesi olarak yorumlamaktır.
"Modernleşme", "Avrupalılaşma "yla aynı olsa bile (ki sık sık "Batılılaşma"
denir) bu tartışma başka zamana bırakılabilir çünkü bu bazen sadece sözel bir ter­
cih meselesidir. Kronolojik olarak, Avrupa'nın modernleşmesiyle dünyanın birleş­
mesinin başladığı aşikardır. Avrupa'daki büyük değişim modern tarihin başlangıç
noktasıdır.

550
ı

Yeni Bir Tür Toplum: İlk Modern Avrupa

"Modern tarih" tanıdık bir terim, ancak her zaman aynı anlamı taşımıyor. Mo­
dern tarihin, ana konusu Yahudilerin, Yunanlılarm ve Romalıların hikayesi olduğu
bir dönemi vardır. Bu anlayış, örneğin benim zamanımda, Oxford'da ortaçağı da
içeren bir alanı tanımlamak için kullanılmıştır. Derken "ortaçağ" tarihinden de
ayrıştırılmıştır. Şimdi bir başka ayrım daha sık yapılmaktadır ve bazı tarihçiler
bunun içinde de ayrımlar yapmakta, zaman zaman "erken modern" bir süreçten
söz etmektelerdir. Bu şekilde bizim dikkatimizi gerçekten de bir sürece çekmekte ve
bunun içine, geleneklerin egemen olduğu, tarımsal, batıl inançlı ve ortaçağın kendi
içine hapsolmuş Batı Hıristiyanlığından çıkan bir yeni Atlantik dünyasını eklemete­
lerdir. Bu süreç değişik yerlerde, değişik zamanlarda ve değişik ülkelerde meydana
gelmiştir. İngiltere'de çok hızlı gelişmiştir. İspanya'da 1 800'lerde tamamlanmaktan
çok uzakken, Doğu Avrupa bir asır sonra bu süreçten etkilenmemiştir bile. Ancak
bu sürecin gerçekliği, kendini ifade edişindeki bütün düzensizliğe rağmen açıkça
ortadadır, bu nedenle de asıl önemi Avrupa'nın kurduğu dünya hegemonyasının
temelinde yatar.
Bu işle ilgili konuları konuşmak için faydalı bir başlangıç noktası şu basit ve
açık gerçektedir: İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, insanların yaşamları, ken­
dilerine ve ailelerine barınak ve yeterli yiyecek sağlayabilmek için kısıtlı imkanlara
sahip olmaları gerçeğiyle, derin ve zalim bir şekilde biçimlenmiştir. Başka bir yaşam
ihtimali dünya nüfusunun küçük bir azınlığı tarafından ancak son zamanlarda ma­
kul karşılanmaya başlanmış ve epeyce insan için ancak erken modern Avrupa' daki,
büyük oranda da Elbe'nin batısındaki ekonomik değişikliklerle bir gerçeklik haline
gelmiştir. Ortaçağ Avrupa'sı o dönemde dünyanın büyük bir kısmında olduğu gibi
çoğunlukla üretim fazlasına sahip, üretimin tüketim gereksinimlerinin üstüne çıktı­
ğı ve bunları üretenlerden -yani köylülerden- pazar operasyonundan çok sosyal ve
yasal kurumlarla sağlanan toplurnlara dayanmaktadır. Bir "modern" Avrupa'nın
varlığını gördüğümüzde bu değişmiştir. Söz konusu fazlanın ortaya çıkışı ve hare­
ketliliği genellikle "kapitalizm" olarak etiketlenmiş ve giderek karmaşıklaşan pa-

551
DüNYA TARİHİ II

zarlarda genellikle nakit işlemlerle çalışan çok yönlü bir varlığın görevlerinden biri
haline gelmiştir.
Bu değişimleri, daha önce olanlardan daha farklı bir şekilde takip edebiliyoruz,
çünkü ilk kez elimizde makul ölçüde bol ve sürekliliği olan bilgi var. Çok önemli
bir bağlamda tarihsel kanıtlar, son dört, beş yüzyılda çok daha informatif bir içerik
kazanır; çok daha istatistikseldir. Böylece ölçüm yapmak da kolaylaşır. Yeni ista­
tistiki bilgilerin kaynağı genelde yönetimdir. Birçok nedenden dolayı, yönetimler
kendi idareleri altındaki kaynaklar veya potansiyel kaynaklar hakkında giderek
daha fazla bilgi edinmek istemektedirler. Ancak özel belgeler, özellikle iş hayatıyla
ilgili olanlar, bize 1 500'den sonrasına ilişkin çok daha fazla sayısal bilgi sağlamak­
tadır. Kağıt ve matbaa yaygınlaştıkça belgelerin çoğalması ve bunların günümüze
kalması çok büyük ölçüde artmıştır. Toplu, olarak bir araya getirilmiş olan verile­
rin, örneğin gemilerin hareketlerine dair belgelerin, fiyat raporları gibi kayıtların
varlığını gerektiren ticari teknikler ortaya çıkmıştır. Daha da ötesi, tarihçiler kendi
tekniklerini ayrıntılandırdıkça az sayıdaki, hatta parçalanmış kaynaklara saldır­
mışlar ve böylece birkaç yıl öncesine kadar mümkün görünmeyen çok daha büyük
başarılar kazanmışlardır.
Bunların hepsi, erken modern Avrupa'nın boyut ve biçimindeki değişikliklerle
ilgili epeyce bilgi sağlamıştır, ancak hem bu tür malzemelerin izin verdiği tahminleri
hem de bunlardan öğrendiklerimizi abartmamaya dikkat etmek zorundayız. İyi İs­
tatistiklerin toplanması uzun bir süre çok zor olmuştur. Hatta çok temel sorularda
bile -örneğin bir yerde kimlerin yaşadığına dair sorularda bile- yakın zamanlara
kadar hatasız cevaplar almak çok zordur. 1 8 . yüzyılın ıslahatçı hükümdarlarının
en önemli amaçlarından bir tanesi, kendi devletleri içindeki toprakların, kendi de­
yimleriyle kadastro haritalarının verilerini veya tebaa olarak kaç kişi bulunduğuna
dair hatasız verileri toplamaktan başka bir şey değildir. Büyük Britanya'da ilk res­
mi nüfus sayımı 1 80 1 yılında yapılmıştır - Domesday Kitabı'ndan yaklaşık sekiz
yüz yıl sonra. Fransa ilk resmi nüfus sayımını 1 8 76 yılında, Rus İmparatorluğu ise
1 897 yılında yapmıştır. Bu tür gecikmeler aslında şaşırtıcı değildir. Bir nüfus sayımı
veya haritalama gelişmiş ve güvenilir bir idari mekanizma gerektirmektedir. Üstelik
bu tür çalışmalar muhalefet yaratabilir (yönetimler bilgi topladıkları zaman, bunu
genellikle yeni vergiler takip etmiştir) . Bu tür zorluklar, modern tarihin büyük bir
kısmında Avrupa'nın büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi, okuma yazma bilme­
yen nüfusun bulunduğu yerlerde sıkıntıları artırmıştır.
Yeni istatistiki malzeme çözdüğü kadar çok tarihsel soruna da yol açmıştır. Çağ­
daş fenomenin sersemletici çeşitliliğini gözler önüne sermiş, bu da çoğunlukla ge­
nelleme yapmayı zorlaştırmıştır. 1 8 . yüzyılda Fransız köylülüğüyle ilgili herhangi
bir şey söylemek zorlaşmıştır çünkü araştırma bu basit terimin içinde saklanan

552
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

farklılıkları ortaya çıkarmıştır, böylece belki de tek bir Fransız köylülüğü değil,
birkaç farklı köylülük olduğu ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, istatistikler nedenlere
hiçbir ışık tutmadan ancak gerçekleri aydınlatırlar. Bununla birlikte 1 500'den son­
ra ölçüm çağına giderek daha çok gireriz. Bunun bütünlüklü etkisi, önceki zaman­
larda başka yerlere göre daha savunulabilir açıklamalar yapmayı kolaylaştırmak
olmuştur.
Demografik tarih bunun en açık örneğidir. 1 5 . yüzyılın sonunda Avrupa nüfusu
bir büyümenin eşiğinde durmaktadır. 1 500'den sonra kabaca iki evreyi ayırabiliriz.
1 8 . yüzyılın ortasına kadar nüfus artışı (dikkate değer yerel ve geçici duraksamala­
rm dışında) göreceli olarak yavaş ve düzenlidir; bu kabaca "erken modern" tarihe
denk düşer ve bunu karakterize eden unsurlardan biri olur. İkinci evrede artış çok
daha fazla hızlanmış ve bunu büyük değişimler izlemiştir. Bizi burada sadece birin­
ci evre ilgilendirmektedir, çünkü modern Avrupa'nın alacağı şekli bu düzenlemiş­
tir. Bu evrenin içindeki genel gerçekler ve eğilimler yeterince açıktır. Her ne kadar
ağırlıklı olarak tahminlere dayanıyor olsalar da rakamlar, eski dönemlere oranla,
kısmen 1 7. yüzyılın başlarından itibaren, nüfus sorunlarına duyulan neredeyse sü­
rekli ilgi nedeniyle çok daha sağlam bir zemine dayanır. Bu durum, 1 7. yüzyılın
sonunda, esas olarak İngiltere' de, istatistik (daha sonra politik aritmetik olarak bi­
linen) biliminin kuruluşuna katkıda bulunmuştur. Her ne kadar fazla bir şey yoksa
da tahminler ve sonuçlar denizinin içinde görece dikkatli bir yöntemdir. Bununla
birlikte kaba resim ortadadır. 1 500 yılında Avrupa'da 80 milyon kişi yaşamaktadır,
iki yüz yıl sonra 1 50 milyondan biraz daha az, 1 800'de ise 200 milyonun hemen
altında bir rakama ulaşılır. 1 750 yılından önce Avrupa, gayet düzgün bir şekilde,
dünya nüfusu içindeki payı olan beşte biri koruyacak şekilde 1 700'e kadar gelir,
ancak 1 8 00'e gelindiğinde dünya nüfusunun dörtte birine sahiptir.
Açıktır ki çok uzun bir süre, daha sonra Avrupa'daki büyüme oranıyla başka
yerlerde gerçekleşen büyüme oranı arasında ortaya çıkmış sayılar kadar çarpıcı bir
eşitsizlik görülmemiştir. Bunun başka anlamları olduğu sonucuna varmak gayet
makul görünmektedir. Avrupalı ve Avrupalı olmayan nüfuslar, 1 800 sonrasında or­
taya çıkana kadar birbirinden pek az farklıdır. Avrupalılar arasındaki olağan ölüm
yaşı, hala çok aşağıdadır. 1 800'den önce, ortalama nüfus bugünkünden çok daha
gençtir, çünkü insanlar erken ölürler. 1 8 . yüzyılda doğan bir Fransız köylüsünün
ömrü yirmi iki yıldır ve doğan çocuklarından ancak dörtte biri hayatta kalmakta­
dır. Yani şansı 1 950 yılındaki bir Hintli köylü veya imparatorluk Roma'sındaki bir
İtalyan köylü kadardır. Kıyaslanacak olursa, çok az insan kırklı yaşiarına kadar
yaşar ve bizden daha kötü beslendikleri için kırklı yaşiara geldiklerinde daha yaşlı
görünürler. Yapı olarak ufak tefek ve sağlıksız görünüşlüdürler. Ortaçağda olduğu
gibi, kadınlar erkeklerden önce ölmektedirler, erkekler ikinci, hatta üçüncü evlilik-

553
DÜNYA TARİHİ II

lerini yapabilmektedirler. Bunun nedeni günümüzde olduğu gibi boşanma değildir,


çünkü kısa bir süre içinde dul kalmaktadırlar. Ortalama bir Avrupalı çift kısa bir
evlilik hayatı sürdürebilir. Baltık ve Adriyatik arasına çekilecek bir çizginin batısın­
da yaşayanlar, bu çizginin doğusunda yaşayanlara göre daha kısa evlilikler yaparlar,
daha da ötesi burada yaşayanlar daha sonra ilk evliliklerini yirmili yaşlarda yap­
ma eğilimini gösterdikleri için bu tutum, Doğu'da ve Batı'da farklı n üfus kalıpları
oluşmasına yol açmıştır. Genellikle , eğer Avrupalıların refahları yerindeyse epeyce
geniş ailelere bakabilmişlerdir. Yoksulların aileleri ise daha küçüktür. Bazı yerler­
de ailenin sınırlandırılması için zaten kullanılmakta olan kürtaj ve bebek öldürme
gibi yöntem lerden başkalarının da kullanıldığına dair sağlam kanıtlar bulunmakta­
dır. Bu gizemli konuyu açıklayabilmek için daha çok kültürel ve ekonomik unsura
ihtiyaç duyulmaktadır. Okuması yazması olmayan bir toplumda tarihsel olarak
kapsamanın mümkün olmadığı alanlardan bir tanesi de budur. Doğum kontrolü
hakkında kesin olarak çok az şey söyleyebildiğimiz gibi eğer varsa bunun sonuçları
hakkında yani ilk modern Avrupalıların kendileriyle ilgili düşünceleri ve kendi ha­
yatlarını kontrol edebilmeleri hakkında daha da azını söyleyebiliyoruz.
Bunların da ötesinde demografi, tarımın ekonomik egemenliğinin devam etti­
ğini göstermektedir. Çok uzun bir süre ihtiyaçtan çok daha fazla yiyecek üretilmiş
ve bu ancak yavaş büyüyen bir nüfusu beslemiştir. 1 500 yılında Avrupa hala köy­
lerden oluşan, çoğunlukla kırsal bir kıtadır ve insanlar son derece düşük bir yaşam
düzeyinde yaşarlar. Modern gözlerle bakıldığında boş görünecektir. Kıtanın kalan
kısmıyla oranlandığında epeyce fazla olan İngiltere'nin nüfusu 1 800 yılında günü­
müzün altıda biri kadardır. Doğu Avrupa'da çok büyük boşluklar bulunmakta, bu­
raların kalabalıklaşmasını isteyen hükümdar her türden göçü hevesle teşvik etmek­
tedir. Fakat şehirler ve kasabalar gerek sayısal gerekse boyutsal olarak büyümekte
ve bunlardan bir ya da iki tanesi bütünsel anlamda nüfustan çok daha hızlı bir
şekilde gelişmektedir. Amsterdam, 1 8 . yüzyılda yüz yirmi bin nüfusa ulaşır. Paris,
bin beş yüzle bin yedi yüz arasındaki nüfusunu muhtemelen ikiye katlar. Londra
aynı yüzyıllar arasında yüz yirmi binden yedi yüz bine çıkarak Paris'i epeyce geçer;
İngiltere nüfusunun azlığı göz önünde bulundurulursa, bu elbette şehir hayatına
çok büyük bir geçiş anlamına gelmektedir. İngilizceye önemli bir söz kalıbı katılır:
Kenar mahalle. Ancak bunu orta büyüklükte ve daha küçük kasabalar için genel­
lemek mümkün değildir. Kenar mahalleterin çoğu çok küçüktür, 1 700'de nüfusları
hala yirmi bin kadardır. 1500'de nüf usu yüz binin üzerinde dokuz Avrupa şehri
varken, iki yüzyıl sonra bunların sayısı en az on ikiye ulaşır. Yine de Avrupa'nın
kentleşme konusunda daha önceki egemenliği bu yüzyıllara damgasını vurmaya­
caktır, başka kıtalarda hala birçok büyük şehir vardır. Meksiko, örneğin 1 6 . yüz­
y ılda üç yüz bin kişilik nüfuso yla Avrupa şehirlerini geride bırakır.

554
YENİ BİR TÜR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

Ne kentleşme ne de nüfus artışı eşit yayılır. Fransa, bu yıllarda en geniş Batı Av­
rupa toplumudur; 1 700 yılında 2 1 milyon vatandaşı vardır, bu dönemde İngiltere
ve Galler'in nüfusu 6 milyondur. Ancak kıyaslama yapmak güçtür, çünkü bazı böl­
gelerde diğerlerine oranla tahmin yapmak zordur. Bu dönemde sık gerçekleşen sınır
değişiklikleri yüzünden kimin hangi tarafta kaldığından, farklı dönemlerde aynı
isim altında neden söz ettiğimizden emin olmak güçtür. Bazıları tabii ki duraksama
yaşamışlar ve 1 7. yüzyılda meydana gelen felaket dalgasıyla nüfus büyümesinde ge­
rilemeler yaşanmıştır. İspanya, İtalya ve Almanya'da 1 630'larda salgın hastalıklar
yaşanmış ve 1 665'teki büyük Londra veba salgını gibi başka ünlü yerel tehditler de
olmuştur. Kıtlık bir başka s eyrek ve yerel duraksama nedenidir; 1 7. yüzyılın orta­
sında Almanya'da yamyamlık vakaları duyulmuştur. Az beslenme v e açlığa karşı
dayanıksızlık kötü bir hasat mevsimini izleyen ekonomik krizle bir araya gelince
kısa bir süre içinde faciaya yol açmaktadır. Bu facia, Orta Avrupa'da sık sık gö­
rüldüğü üzere savaşla bir araya gelince, sonuç afete dönüşmektedir. Orduları da
beraberlerinde taşımakta olan kıtlık ve salgın hastalıklar küçük bir bölgenin derhal
boşalmasına neden olmaktadır. Bu kısmen ekonomik hayatın hala ne derece yerel
olduğunu gösterse de tersi şudur. Bir sefer bölgesinde bulunan belli bir şehir tek bir
sıyrık almadan, ele geçmeden ve yağınalanınadan kalırken, birkaç kilometre öte­
deki bir başka şehir mahvolmaktadır. Durum, nüfus artışı üretim artışı tarafından
geride bırakılana kadar son derece hassas olmuştur.
Burada da birçok şeyde olduğu gibi ülkelerin tarihleri farklıdır. Tarımın yeniden
yayılması görüldüğü kadarıyla 1 5 . yüzyılın ortalarına denk düşer. Bunun işaretle­
rinden bir tanesi 14. yüzyıldaki nüfus azalması sırasında bir kenara atılmış olan
toprakların yeniden kullanılmaya başlanmasıdır. Ancak birkaç yer hariç 1 550 ön­
cesinde bu alanda çok az yol alınır. Çok uzun bir süre bir kenarda bekler, ancak
bu tarihte toprağın üretkenliğini artıran, asıl olarak emeğin uygulanmasıyla yoğun
ekim yapabilmekten kaynaklanan bazı teknik ilerlemeler yaşanmıştır. Bunların et­
kisinin hissedilmediği yerler ortaçağ geçmişine takılıp kalmış olan kırsal bölgeler­
dir. Paranın gelişi bile bazı cemaatlerin kendi kendine yetiyor oluşlarını çok yavaş
kırabilmiştir. Serflik başka her yerde ölmekte olmasına rağmen Doğu Avrupa'da
sınırlarını genişletmiştir. Yine de 1 800'de Avrupa'yı bir bütün olarak, birkaç önde
gelen ülkeyi de özel olarak ele alırsak tarım ilerlemenin en çok görüldüğü iki sek­
törden biridir (diğeri ticarettir) . Bütün olarak bakıldığında Avrupa, başta yavaş
ancak giderek hızlanan sürekli bir nüfus artışını sürdürebileceğini kanıtlamıştır.
Tarım, pazara doğru yönelimi arttıkça ve teknik icadada yavaş yava Ş değişmiş­
tir. Bunlar birbirleriyle bağlantılıdır. Yakında yaşayan büyük bir nüfus bir pazar,
do lay ısıyla bir dürtü anlamına gelir. 1 5 . yüzyılda bile Aşağı Ülkeler'de1 yaşayan-
1 Belçika, Hollanda ve Lüksemburg (Yay. hz!.)

555
DÜNYA TARİHİ II

lar yoğun ekim tekniklerinin önderleridir. Flanders'da da, daha iyi drenaj daha
iyi otlakların ve dah a geniş bir hayvan nüfusunun yolunu açmıştır. Görece daha
kalabalık şehirlerin olduğu bir başka bölge de Po Vadisi'dir; Asya'dan gelen yeni
bitkiler Kuzey İtalya'da Avrupa'ya tanıtılmıştır. Örneğin pirinç Avrupa kilerine ya­
pılmış önemli bir eklemedir, 1 5 . yüzyı lda Arno ve Po vadilerinde ekilmeye başlan­
mıştır. Öte yandan tohumların hepsi bu ani başarıdan nas iplerini alamamışlardır.
Avrupa'ya Amerika'dan gelen patates, son derece ortada olan besin değerine sahip
olmasına, halk arasında bir afrod izyak ve siğil tedavisinde başarılı bir bitki olarak
tanınıyor olmasına rağmen İngiltere' de, Almanya'da ve Fransa'da normal bir tüke­
tim malzemesi olana kadar iki yüz yıl beklemiştir.
Tarımsal gelişmeler, Aşağı Ülkeler'den 1 6 . yüzyılda Doğu İngiltere'ye yayılmış
ve burada daha sonra yavaş yavaş ayrıntılandırılmışlardır. 1 7. yüzyıl Londrası buğ­
day ihracatçısı bir limandır ve Kıta Avrupası'ndan buraya nasıl buğday ekileceğini
öğrenmeye gelirler. 1 8. yüzyıl daha iyi çiftçilik v e hayvancılık koşulları getirir. Bu
tür gelişmeler, bugün hepimizin normal kabul ettiği ancak o zamanlar hayal dahi
edilemeyecek bir şekilde ekinierin gelişmesine ve çift lik hayvanlarının kalitesinin
artmasına yol açar. Kırsal bölgelerin görüntüsü değişir ve sakinleri dönüşür. Ta­
rım, en basit bilime bile, insanların çevre üzerindeki kontrollerini, görenekierin
seçiciliğinden çok daha hızlı bir şekilde artı rmak için ne yapılması gerektiğini gös­
terir -deneme, gözlem, kayıt ve tekrar deneme. Gelişme, toprakların daha bü yük
çiftlikler halinde yeniden örgütlenmesinin, özel olarak onlar tarafından işlenıneye
müsait toprakların dışında küçük toprak sahiplerinin azalmasının, ücretli eme­
ğin ortaya çıkışının, binalara, makineleşmeye ve drenaja yüksek sermaye yatırımı
yapılmasının yolunu açar. Değişimin hızı abartılmamalıdır. İ ngiltere'de değişimin
göstergelerinden bir tanesi "çit çevirme"nin yani geleneksel köydeki açık tarlalada
ortak toprakların konsolidasyonunun süratidir. Bu işlemin sıkiaşması ve çoğalması
nedeniyle parlamentonun yasa çıkartması ancak 18. yüzyılın sonuyla 1 9. yüzyılın
başında mümkün olacaktır. Tarımın pazada tamamen entegre olması ve toprağa
tıpkı diğerleri gibi sadece bir mal olarak bakılması 1 9 . yüzyılı, hatta İngiltere'de
yani dünya tarımının liderind e bile okyanus ötesi buğday topraklarının açılışını
bekleyecektir, ancak 1 8 . yüzyılda izleyeceği yol ortaya çıkmaya başlamıştır.
Büyüyen tarımsal üretkenlik, sonund a sürekli tekrarlanan ve gücünü demografik
ilerlemeyi yok ederek gösteren yoklu ğu ortadan kaldırmıştır. Belki Avrupa nüfu­
sunun kaynakları üzerine baskı yaptığı ve böylece Avrupa'nın 14. yüzyıldaki gibi
büyük bir bela tarafından tehdit edilişi 1 6 . yüzyılın sonunda olur. Bundan sonraki
kötü nöbet, bir sonraki yüzyılın ortasındaki yıllarda yaşanır, İngiltere ve Hollanda
en kötüsünden kurtulurlar. Bundan sonra, kıtlık ve yokluk Avrupa'da yerel ve ulusal
olaylar şeklinde kalır, hala geniş ölçekli demografik zarara yol açtıkları doğrudur, an-

556
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

cak ithal edilen tahıllar nedeniyle tedrici bir şekilde önüne geçilmektedir. Kötü hasat
dönemleri, söylendiğine göre Fransa'yı 1 708-1 709 arasında "koca bir hastane "ye
çevirmiştir, ancak bu savaş zamanında olmuştur. Bu yüzyılın so nlarına doğru bazı
Akdeniz ülkeleri buğday unu için Baltık topraklarına bel bağlamışlardır. İthalat kay­
naklarının güven altına aldığı doğrudur, ancak özellikle karadan nakil gerektiren
yerlerde yeterince hızlı işlememektedir. Fransa ve Almanya'nın bazı bölgelerinde 19.
yüzyılda bile yokluk görülür ve 18. yüzyılda Fransa nüfusunun üretimden daha hızlı
artması nedeniyle Fransızların çoğunun yaşam standardında gerileme olur. İngiliz
tarım emekçisi de geriye dönüp baktığında bu çağın bir kısmını sofrasında buğday
ekmeği ve, hatta et bulundurabildiği bir altın çağ olarak görmektedir.
1 6 . yüzyılın sonunda yavaş büyüyen kaynakların üzerindeki artan nüfus bas­
kısına bulunan çarelerden biri de göçmenliğin teşvikidir. 1 800 yılında Avrupalılar
denizaşırı topraklara insan yollamak için çok şey yaparlar. 1 75 1 yılında bir Kuzey
Amerikalı, bu kıtada bir milyon kadar İngiliz kökenli olduğunu tahmin etmektedir;
modern hesaplamalara göre 1 7. yüzyılda Yeni Dünya'ya iki yüz elli bin İngiliz göç­
men gitmiştir, bir sonraki yüzyılda ise yarım milyon kişi göçecektir. Burada Alman­
lar da vardır (iki yüz bin kişi) ve Kanada'ya çok az Fransız gitmiştir. 1 800 yılında
Rio Grande'nin kuzey kısmındaki Amerikan topraklarına iki milyon Avrupalının
göç etmiş olduğunu varsaymak için makul nedenler vardır. Bu nehrin güneyinde
yüz bin İspanyol ve Portekizli bulunmaktadır.
Vatanlarında yeterince yiyecek bulamamak korkusu, bu büyük göçleri teşvik
etmiştir. Bu ekonomik hayatla ilgili bütün düşüncenin egemenliğinin hala tarımda
olduğunu yansıtmaktadır. Üç yüzyıl boyunca Avrupa ekonomisinde ana sektörlerin
yapısında ve ölçeğinde çok önemli değişmeler olmuştur, ancak 1 800 yılında, Fransa
ve İngiltere gibi ticaret ve imalatın en çok gelişmiş olduğu iki Batı Avrupa ülkesinde
tarım sektörü hala egemenliğini korumaktadır (durum 1500'de de aynıdır) . Daha
da ötesi, nüfusun çok minik bir kısmı hariç tarımdan tamamen kopmuş bir sanayi
hiçbir yerde gelişmemiştir. Bira üreticileri, dokumacılar ve boyacıların hepsi tarıma
bağımlıdır, bunlar bir yandan topraklarını ekerken bir yandan da dokumuş, eğir­
miş ve pazara mal üretmiştir. Tarımın dışında, sadece ticaret sektöründe köklü bir
değişim gözlemleyebiliyoruz. Burada 1 5 . yüzyılın ikinci yarısında temponun yükse­
lişi gözle görülebilir bir durumdadır. Avrupa bu tarihten itibaren, önce 1 3 . yüzyılda
görülmüş olana benzeyen ve ölçek, teknik ve yön gösteren bir ticari canlılık dö­
nemine girer. Bu da şehirlerin büyümesiyle bağlantılıdır. Her ikisi hem uzmanlara
gerek duyarlar hem de onlara bir yaşam sağlarlar. Ortaçağın büyük panayıdan ve
pazarları hala devam etmektedir. Ortaçağdan kalma tefecilik yasaları ve loncaların
kısıtlayıcı pratikleri de öyle. Ancak 1 800'den önce yepyeni bir ticari dünya ortaya
çıkar.

557
DÜNYA TARİHİ II

1 6 . yüzyılda ortaya çıkmış ve bu tarihte dünya tic aretinin içine kadar uzanmış,
savaş tarafından kısa bir duraksama geçirdikten sonra 1 930'a kadar devam et­
miş, daha sonra tekrar bir savaş tarafından durdurulmuştur. Başlangıcı, daha önce
değinilmiş olan, ekonomik çekim merkezini n Güney'den Kuzeybatı Avrupa'ya,
Akdeniz'den Atlan tik'e kaydınlmasıyla olmuştur. Duruma katkıda bul unan fak­
törlerden biri politik sıkıntılar ve 1 6 . yüzyılda İtalya'nın savaş tarafından harabeye
çevrilmesidir; diğerlerinin katkıları az ve kısa ömürlü ve Portekizliterio Yahudileri
bezdirerek birçoğunun ticari becerileriyle birlikte aynı dönemde Aşağı Ülkeler'e
göç etmeleri gibi önemlidir. 1 6 . yüzyılın en büyük başarı hikayes i Anvers'e aittir,
ancak iki yüzyıl sonra politik ve ekonomik felaketler nedeniyle çöker. 1 7. yüzyıl­
da Amsterdam ve Londra onu geçerler. Her iki olay da da kalabalık nüfuslu bir
binterlanda dayalı önemli ticaret ve imalat sanayii, hizmet sektörü ve bankacılık
gibi alanların ayrışmasına yol açan karlılığı sağlamıştır. Eskiden İtalyanların elinde
bulunan bankacılık üstünlüğü, 1 6 . yüzyılda önce Flanders sonra da Alman banker­
Iere ve sonra da Hollanda ve Londra'ya geçmiştir. Amsterdam Bankası ve İngiltere
Bankası 1 694 yılında kurulmuşlar ve kısa bir süre sonra ·uluslararası ekonomik
güçlere dönüşmüşlerdir. Bunların çevresinde kümelenen diğer bankalar ve ticaret
evleri kredi ve finans operasyonlarını yürütmüşlerdir. Faiz oranları düşmüş ve bir
ortaçağ icadı olan ticaret senedi çok yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, ulusla­
rarası ticaretin önde gelen finansal enstrümanı haline gelmiştir.
Bu, külçe yerine kağıt para kullanımının başlangıcıdır. 1 8 . yüzyılda ilk Avrupa
kağıt parası ortaya çıkar ve çek icat edilir. Birleşik hisse şirketleri anlaşmaya açık
güvenliğin bir başka biçimini kendi hisselerini ortaya çıkarırlar. Bunların Londra
kahveterindeki katasyonları 1 7. yüzyılda, Londra Borsası'nın kuruluşuyla devralı­
nır. 1 800 yılında benzer kurumlar birçok ülkede ortaya çıkar. Sermayenin hareket­
liliğinin yeni biçimleri ve sermayenin kaydınlması Londra, Paris ve Arnsterdam'ı
hızla geliştirir. Lotaryalar ve piyangolar moda olur, görkemli yatırım patlamaları
da öyle, bunlardan en ünlüsü İngiliz Güney Deniz " Köpük" üdür. Ancak bu dönem­
de dünya çok daha ticari hale gelmiş, parayla para kazanmak fikri yaygınlaşmış ve
para modern kapitalizmin aparatlarından biri olarak kendi kendini temin etmiştir.
Bunun çok kısa bir sürede ortaya çıkan etkisi, 1 7. yüzyılın sonlarına doğru dip­
lomatik görüşmelerde ticari sorunlara giderek büyüyen bir dikkat v e ülkelerin bun­
lar nedeniyle savaşa hazırlanmış olmasıdır. 1 652 yılında İngilizle r ve Hollandalılar
ticari nedenlerle savaşırlar. Böylece hem onların, hem Fransızlada İspanyolların
ticari sorunların önem kazandığı, hatta genellikle zirveye oturduğu bitmek tüken­
mez kavgalarıyla dolu uzun bir çağ açılmış olur.
Yönetimler tüccarlarını sadece onların çıkarlarını korumak üzere savaşarak
korumazlar, ticari ekonominin çalışahilmesi için başka bakımlardan da müdaha-

558
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

lelerde bulunurlar. Bazen, bizzat kendileri hem girişimci hem de işveren olurlar; Ve­
nedik cephaneliği söylendiğine göre, 1 6 . yüzyılda dünyadaki tek başına en büyük
imalat girişimidir. Yönetimler bir ferman yayınlayarak bir şirkete tekel imtiyazları
da tanımakta, böylece geri dönüş garantisi alan şirketler de daha kolay sermaye
artırmaktadır. Sonunda insanlar, imtiyazlı şirketlerin ekonomik avantajları koru­
manın en iyi yol olmadığını düşünmeye başlamış ve bunlar gözden düşmüştür ( 1 9 .
yüzyılın sonunda kısa bir diriliş yaşanır) . Bununla b irlikte b u tür faaliyetler yöne­
timle yakından ilişkilidir ve böylece işadamlarının kaygıları politikayı ve yasaları
biçimlendirir.
Zaman zaman ticari gelişmeyle toplum arasındaki karşılıklı ilişkiler son derece
derin sonuçları olan değişimlere ışık tutar. Bir örnek şudur: 1 7. yüzyılda bir İngiliz
finansörü halka ilk kez hayat sigortası sunar. Bireylere yıllık maaş üzerinden satış
başlamıştır zaten. Yeni olan ise hesap biliminin ve yeni çıkmış olan "politik arit­
metik" istatistiklerinin bu işe uygulanmaya başlamasıdır. Tahmin yerine akılcı bir
hesaplama, şimdiye kadar dehşet uyandırıcı bir belirsizlik ve akıldışılık olan ölüme
karşı yapılmaktadır. Bu giderek rafine olur ve insanlara geniş ölçekli felaketiere
kar şı koruma sunulur ( belli bir fiyat karşılığında). Bu doğal olarak, bir sonraki
yatırıma büyük miktarlarda servet hareketliliğini sağlayan bir başka ve çok önemli
bir araçtır. Ancak hayat sigortasının keşfinin zamanlamasının zaman zaman " akıl
çağı" denen bir dönemin başlangıcına rastlaması, ekonomik değişimin boyutları­
nın çok uzaklara erişmiş oluğunun ifadesidir gerçekten. Bu tek ve çok küçük bir
kaynaktır ve evrenin laikleşmeye başladığının ifadesidir.
Avrupa ticaretinin en etkileyici yapısal gelişimi buna, birden büyük bir önem
kazandıran ve 1 7. yüzyılın ikinci y arısından itibaren başlayan denizaşırı ticaret­
tir. Bu gelişme, 1 500'den önce gözlemlenir hale gelmiş olan ekonomik faaliyetin
Akdeniz'den Kuzey Avrupa'ya kaymış olmasının bir parçasıdır ve gelecekteki dün­
ya ekonomisinin sınırları da ilk kez görünür hale gelmiştir. 1 5 80'lere kadar, bu
iş daha çok İberyalı halklar tarafından yapılmıştır. Bunlar sadece Güney Atiantik
ve Karayipler ticaretini ellerinde tutmakla kalmamışlar, 1 564'ten sonra "Manila
Kalyonları" yla Acapulco'dan Filipinler'e düzenli seferler yapmışlardır. Çin de, Ba­
tılı Portekiziiierin varlığına rağmen daha doğudaki Avrupalılada ticari temaslar
kurmuştur. Küresel ticaret, eski Akdeniz ticaretini gölgede bırakmaya başlamıştır.
1 7. yüzyılın sonunda, Portekiz ve İspanya'nın Atiantik ötesi sömürgeleriyle yaptık­
ları kapalı ticaret önemini hala korumaktayken, denizaşırı ticarete Hollandalılar ve
giderek büyüyen rakipleri İngilizler egemendir. Hollanda'nın başarısı Avrupa paza­
rına getirdiği tuzlu ringa balığı ve özellikle buna uygun yük gemileri olan "flüt" ler
veya hızlı gemiler sayesinde büyür. Hollandalılar bu gemiyle önce Baltık ticaretine
egemen olurlar; buradan Avrupa'nın nakliyecileri olmaya doğru ilerlerler. Her ne

559
DüNYA TARİHİ II

kadar 1 7. yüzyılın sonuna doğru İngilizlerle yer değiştirecek olsalar da, özellikle
Uzakdoğu'daki sömürgelere ve ticaret istasyonlarına uzun yol şebekesi kurmayı
başarırlar, Portekiziilere üstünlük kurarlar. İngiliz üstünlüğünün temeli, aslında
Atlantik'tir. Balık burada da önemlidir; İngilizler Newfoundland kıyılarından besin
değeri yüksek morina balığı avlarlar, kuruturlar ve kıyıda tuzlarlar sonra Cuma
günü tutulan oruç nedeniyle fazla balık tüketimi yüzünden talebin fazla olduğu
Akdeniz ülkelerine satarlar. Bacalo adı verilen bu yiyeceğe, hala Portekiz ve Güney
İspanya'da turistik kıyılar geride bırakıldığında sofralarda rastlanmaktadır. Hem
Hollandalılar hem de İngilizler yavaş yavaş nakliyat ticaretini genişletip ve çeşitlen­
dirirler bir süre sonra kendileri de satıcı haline gelirler. Fransa da bu yarıştan geri
kalmaz; 1 7. yüzyılın ilk yarısında onun da denizaşırı ticareti ikiye katlanmıştır.
Giderek yükselen nüfus ve uygun nakliye imkanlarının ortaya çıkması (su her
zaman kara taşımacılığından daha ucuzdur) tahıl konusunda da uluslararası ticare­
ti yaratır. Gemi yapımı, zift, keten veya kereste ve çivi gibi malların dolaşımını önce
Baltık ticaretinde teşvik eder, bu mallar daha sonra Kuzey Amerika ekonomisinde
önem kazanır. Avrupa tüketimi işin içine karıştıkça; bunların hepsi sömürge impa­
ratorluklarının temelini oluştururlar. 1 8 . yüzyılda okyanus ekonomisi ve dünyanın
dört bir yanında iş yapan -hatta dövüşen ve entrika çeviren- bir uluslararası ticaret
toplumuyla karşı karşıya kalırız.
Bu ekonomide çok önemli ve giderek büyüyen bir rol oynamakta olanlar köle­
lerdir. Bunların büyük bir çoğunluğu Afrikalı siyahilerdir, ilk Afrikalı köleler, 1444
yılında Avrupa'ya getirilmiş ve Lizbon'da satılmıştır. Avrupa'da kölelik bu tarih­
te sönükleşmiştir. (her ne kadar Avrupalılar hala köle haline getirilip Araplar ve
Türkler tarafından satılıyorlarsa da) . Artık tamamen diğer kıtalara yayılacaktır.
İki üç yıl içinde, Batı Afrika'da sürekli bir köle istasyonu kurmuş olan Portekizliler
birkaç bin siyahi daha satarlar. Bu tür rakamlar yeni trafiğin karlılığının derhal
fark edilmiş olmasını göstermektedir, ancak gelecekte yaşanacak olana dair pek az
ipucu taşımaktadırlar. Ancak daha şimdiden açıkça görünen, bu işin zatimliği (Por­
tekizliler, çocukların alınmasının anne ve babalarının ikisinin birden tutulmasını
sağladığını hemen kaydederler) ve Afrikalıların da suç ortağı oluşudur; köle arayışı
daha iç kısırnlara doğru y ayıldıkça, köleleri yakalayan ve toptan olarak değiş tokuş
eden yerel yardakçılara dayanır.
Çok uzun bir süre, Adari tik Adalarındaki Avrupa, Portekiz ve İspanyol yerleşim­
leri Batı Afrika'nın sağladığı kölelerin hemen hemen tümünü alır. Sonra bir değişik­
lik olur. 1 6. yüzyılın ortalarında Afrikalı köleler Atiantik'in öteki ucuna Brezilya,
Karayip Adaları ve Kuzey Amerika anakarasına gönderilirler. Böylece bu ticaret,
demografik, ekonomik ve politik sonuçlarını hala yaşamakta olduğumuz dramatik
bir büyüme sürecine gire:r. Modern tarih açısından önem taşıyanlar her bakımdan

560
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

yalnızca Afrikalı kölelerdir ama yegane köle tacirleri sadece Avrupalılar değildir.
Bununla birlikte siyahi köle ticareti, Afrikalıların başka Afrikalıları Portekizlilere,
İngilizlere, Hollanda halkına satarlar, · onlar da Amerika'daki başka Avrupalılara
satar. Bu tepkisel, sonuçlar Avrupalıların Osmanlılar tarafından veya Afrikalıların
Araplar tarafından köleleştirmesinden çok daha fazla olan bir fenomendir. Bunlar
tarafından köleleştirilenlerin sayılarına ilişkin tahmin yapmak çok daha kolaydır
ama bu sayılar da aşağı yukarıdır. Amerikan kolonilerini mümkün ve yaşanır kılan
emeğin büyük bir çoğunluğu siyahi köleler tarafından sağlanmıştır, ancak iklimsel
nedenlerle köle nüfusu bunlar arasında eş bir dağılım göstermez. Bu kölelerin bü­
yük bir çoğunluğu her zaman tarımda veya ev içi hizmetlerde kullanılmıştır: Siyah
zanaatkarlar veya daha sonraki fabrika işçileri nadirdir.
Köle ticareti ticari anlamda da çok önemlidir. Bu ticaretten zaman zaman büyük
karlar sağlanmaktadır. Bu, gerçek insanlardan oluşan yükleriyle tıka basa dolu,
hastalık taşıyıcı köle gemilerinin durumunu da kısmen açıklar. Bu gemilerin yap­
tıkları her yolculukta ölüm oranı yüzde 1 O'un altına çok ender düşer ve bazen
ölüm oranları korkunç boyutlara varır. Ticaretin varsayımsal değeri, sermayenin
dönüşü çok fazla abartılmış olmasına rağmen son derece değerli ve rekabete açık
kılmıştır. İki yüzyıl boyunca diplomatik tartışmaları kışkırtmış, hatta bu ticareti
tekeline almak isteyen uluslararasında savaş çıkmasına neden olmuştur. Bu da köle
ticaretinin ekonomik anlamda olmasa bile, devlet adamlarının gözündeki önemini
kanıtlamaktadır.
Bir dönem, köle ticaretinden edinilen karların Avrupa'nın sanayileşmesi için ser­
maye birikimi sağladığı söylenmişse de bu artık çok da akla yakın görünmemekte­
dir. Sanayileşme yavaş bir süreçtir. 1 800'den önce, her ne kadar bazı Avrupa ülke­
lerinde endüstriyel yoğunlaşma görülmüş olsa bile, hem imalat hem de hammadde
işleme sanayiindeki büyüme asıl olarak küçük ölçekli zaanatkar üretimi olarak
gerçekleşmiş ve bu da radikal yeni yöntemler ve kurumlarla değil, teknik ayrıntılar­
la olmuştur. Avrupa 1 500 yılında çok sayıdaki becerekli zanaatkarın sağladığı çok
büyük bir servet havuzunu zaten yeni işlemlerin araştırılmasına ve yeni tekniklerin
keşfine harcamaya başlamıştır. İki yüzyıllık silahçılık sayesinde madencilik ve me­
talurji çok yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Bilimsel araçlar ve mekanik saatler, malla­
rı kusursuzlaştırmaya yönelik beceriterin yaygın bir şekilde kullanıldığına tanıklık
etmektedir. Bunlar gibi avantajlar, endüstri çağının ilk kalanlarını biçimlendirmiş
ve Asya'yla var olan geleneksel ilişkileri tersine çevirmiştir. Asyalı zanaatkarlar çok
uzun yıllar boyunca becerileri ve yaptıkları işlerin kalitesiyle Avrupalıları kendile­
rine hayran bırakmışlardır. Asya kumaşları ve seramikleri günlük dilimizde de hala
yaşamakta olan bir üstünlüğe sahiptirler, örneğin müslin, kaliko, şantung hala bize
tanıdık gelen sözcüklerdir. 14. ve 1 5 . yüzyıllarda, bazı zanaat biçimlerinde

561
DüNYA TARİHl ll

,... ...
--

Pac ific
Ocean

SI Hdt..,
!Ir.!'
• • Mı�t�ri1uıı CFr.•

i
AVRUPA'NIN ASYA VI! AFRIKA'DAid BAŞUCA TICARET IsTASYONLARI VI! MOI..ıa.ı!JU (1750)
1\\\\\\1 F,_z bOigeol � .,_ bOigeol Hollonda b61geol

� lngııız ..... - l� tıalgltl - � b61geol

üstünlük özellikle de mekanik ve mühendislik alanlarında Avrupa'ya geçer. Asyalı


kodamanlar kendilerine işe yarar ateşli silahlar yapmayı öğretmesi için Avrupalıla­
rı ararlar,, hatta Avrupa panayırtarında artık sıradan hale gelmiş olan mekanik
oyuncakları toplarlar. Rollerin böylesine ters yüz olması Avrupa'nın geleneksel
meslekler içinde becerileri bir araya toplaması ve bunların yeni alanlara açılması­
dır. Bu genellikle şehirlerde olmuştur; zanaatkarlar, talebin peşinde bir şehirden
başka bir şehre gitmişlerdir. Bunu görebilmek çok kolaydır. Ama asıl görülmesi zor
olan Avrupa zihniyetinin zanaatkarları ileri itmesi ve sosyal olarak üstün bir duru­
ma gelme itkisini uyandırmış olmasıdır, böylece tıpkı Rönesans döneminde mimar­
lığın ve altın işlemedliğinin önem kazanmasına benzer bir şekilde makine mühen­
disliği çılgınlığı başlamıştır. Üstelik bu duruma başka yerlerde rastlanmamıştır.
İlk sanayi bölgeleri, sadece tarımla yakından ilişkili ( biracılık veya tekstil gibi)
Avrupalı imalatçıların kurduğu merkezlerin çevresinde değil, kırsal alanda da bü­
yümüştür. Bu çok uzun bir zaman gerçekliğini korumuştur. Anvers, Avrupa'ya İngi­
liz kumaşlarının girdiği en büyük liman olmuş, bunun sonucunda liman sayesinde
akacak malların oluşumu için dikim ve boyama kuruluşları ortaya çıkmıştır. Bu

562
YENI BIR TüR TOPLUM: ILK MODERN AVRUPA

arada, İngiliz kırsal bölgesindeki yün tüccarları ihtiyaçları olan hammadeyi sağla­
mak üzere köylü yün eğiricileriyle dokumacılarını "yerleştirerek" endüstriyel bü­
yümenin ilk modelini kurmuşlardır. Madenierin varlığı bir başka mekansal faktör­
dür; madencilik ve metalurji tarımdan bağımsız en önemli endüstriyel faaliyetlerdir
ve bunlar yaygın olarak dağılmışlardır. Ancak endüstriler durgunlaşabilmişler ve,
hatta çökebilmişlerdir. Bu görüldüğü kadarıyla İtalya'da olmuştur. Bu ülkenin or­
taçağdaki endüstriyel üstünlüğü, Flaman Aşağı Ülkelerle Karolenj topraklarının
ortasındak'i Batı ve Güney Almanya'dakiler, İngiltere, Hollanda ve İsveç'in yeni
imalat liderleri olarak ortaya çıkışı netlik kazanana kadar yüz yıl daha sürmesine
karşın, 16. yüzyılda çökmüştür. 1 8. yüzyılda, Rusya'nın işlenınemiş doğal mad­
de endüstrisi, bu ülkenin endüstrileşmiş ülkeler· listesine girmesini sağlamıştır. Bu
tarihte denkleme başka unsurlar da katılır; organize bilim, endüstriyel teknikleri
taşımaya başlar ve sanayi devlet politikaları tarafından bilinçli veya bilinçsiz bir
şekilde biçimlendirilmeye başlar.
Kapsamlı yayılmanın ve büyümenin uzun vadeli görüntüsü açıktır ki daha fazla
nitelik gerektirmektedir. 19. yüzyılda bile kolayca dramatik �algalanmalar mey­
dana gelmektedir. Kötü bir hasat dönemi herkesin bankalara hücum etmesine yol
açmakta veya mamul mallardan birine olan yoğun talep yığılma demeye yetecek
kadar büyümektedir. Bu büyüyen bir gelişmeyi ve ekonomiye entergrasyonu yan­
sıtırken yeni rahatsızlık biçimlerine neden olabilmektedir. 1500'den çok fazla geç­
meden, örneğin fiyatların önceden tahmin edilemeyen bir hızla yükseldiğine dikkat
edilmeye başlanır. Bazı yerlerde bu eğilim gerçekten 'çok keskindir, fiyatlar bir yıl
içinde ikiye katlanır. Her ne kadar bu oran gibisi başka yerde sürdürülebilir olma­
mışsa da uzun vadede genel etkiye bakıldığında Avrupa fiyatları bir yüz yıl içinde
kabaca dörde katlanır. 20. yüzyıl enflasyonu göz önünde bulundurulduğunda, bu
o kadar da şaşırtıcı gelmeyebilir, ancak çok yeni bir durumdur, çok büyük ve kor­
kutucu yankıları olur. Bazı mülk sahipleri bundan nemalanır, bazıları ise sıkıntıya
düşer. Bazı toprak sahiplerinin tepkisi kiraları yukarı çekmek ve feodal haklarının
getirdiği karı mümkün olduğu kadar artırmak yönünde olur. Bazıları mallarını sa­
tar. Bu bağlamda, enflasyon genel olarak yol açtığı üzere sosyal hareketliliğe neden
olur. Yoksulların arasında yarattığı etki ise genel olarak haşindir, tarımsal ürünle­
rin fiyatları artar ve ücret artışları aynı sürati göstermez. Böylece gerçek ücretler
düşer. Bu durum zaman zaman yerel unsurların da işe karışmasıyla iyice kötüleşir.
İngiltere' de örneğin, yün fiyatlarının yükselmesi nedeniyle toprak sahipleri, ortak
toprakları da kendi maliarına katarlar ve böylece koyunların otlatılmasına açılan
topraklardaki ortak kullanım ortadan kalkar. Perişan durumdaki köylü aç kalır ve
böylece ünlü çağdaş deyimlerden biri olan "koyun insanı yedi" deyişi ortaya çıkar.
Yüzyılın üçüncü çeyreğinde her yerde halk ayaklanmaları ve huzursuzluklar ortaya

563
DÜNYA TARİHİ II

çıkar, bunların her ikisi de yaşanmakta olan durumun akılalmazlığını ve vehame­


tini ortaya koyar. Her yerde toplumun uç noktalarındakiler enflasyonun çimdiğini
en keskin şekilde hissedenler olurlar; yoksullar enflasyon yüzünden açlık çekerken,
krallar da herkesten daha çok harcamak zorunda oldukları için rahatsız olurlar.
Bu yüzyılın uzun sürmüş fiyat yükselişlerini açıklamak için tarihçiler bol mik­
tarda mürekkep harcamışlardır. Artık çağdaş gözlemciler tarafından ortaya kon­
muş olan, enflasyonun temel nedeninin Yeni Dünya madenierinin İspanyollar
tarafından açılmasından sonra yeni külçe arzı olduğu açıklaması kimseyi tatmin
etmemektedir çünkü altın durumu kötüleştirmiş olsa bile enflasyon, Amerikan kül­
çelerinin önemli miktardaki arzından daha önce başlamıştır. Muhtemelen temel
baskı, her zaman sayıları üretimdeki büyük ilerlemeler daha gelecekte yatmakta
iken yaşanan nüfus artışından kaynaklanmaktadır. Fiyatlardaki yükselme 1 7. yüz­
yılın başlarına kadar sürer. 1 700 civarında yavaş bir yükselişe kadar zaman zaman
düşme işaretleri gösterir.
Günümüzde, sosyal değişimierin ekonomik değişimierin hemen ardından geldi­
ğinin hatırlatılınasına ihtiyaç duymuyoruz. Sosyal formların ve kurumların değiş­
mezliğine dair inancımız pek az. Üç yüz yıl önceyse erkekler ve kadınlar bunların
Tanrı ihsanı olduğuna inanmaktaydılar ve sonuç, her ne kadar enflasyonun kötü
etkileri nedeniyle sosyal değişimierin meydana gelmesi olsa bile (ve elbetteki başka
nedenler olduğunu da belirtmek gerekir) bu değişimler eski formların ısrarlı var­
oluşları nedeniyle örtülü kalabilmiştir. Avrupa toplumunun büyük bir kısmı 1 500
ve 1 800 arasında yüzeysel ve sayısal olarak değişmeden kalmıştır, ancak bunun al­
tında yatan ekonomik gerçeklikler büyük ölçüde değişmiştir. Görünüş aldatıcıdır.
Bazı ülkelerde durum 1 500'den önce kırsal yaşamda kendini göstermeye baş­
lamıştır. Tarım giderek daha da bir iş konusu haline 'geldikçe (her ne kadar hiçbir
şekilde sadece bu yüzden değilse de) geleneksel kırsal toplum değişrnek zorunda­
dır. Biçimler genellikle korunmuştur ve sonuçlar çok daha birbirleriyle bağdaşmaz
durumdadır. Her ne kadar feodal efendilik Fransa'da 1 780'lere kadar varlığını
sürdürdüyse de, bu tarihte sosyal bir gerçeklik olmaktan çok ekonomik bir araç­
tır. " Senyör" kiracılarını hiç görmeyebilir, soylu kandan gelmeyebilir ve efendilik
adına kiracıların emeğinden, zamanından ve ürettikleri üzerinde hak iddia etmenin
karşılığı olan paranın dışında herhangi bir şey talep etmeyebilir. Daha Doğu'da,
feodal ilişkiler . çok daha gerçek olarak kalır. Bu kısmen hükümdarların ve soylu­
ların Batı ve Güney Avrupa'da büyümekte olan nüfusun içindeki kereste ve tahıl
pazarındaki avantajlardan yararlanmak için kurdukları ittifakı yansıtır. Köylüleri
toprağa bağlarlar ve giderek da ağırlaşan hizmetler beklerler. Rusya'da serflik top­
lumun temelini oluşturur.

564
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

Öte yandan, İngiltere'de, Fransa'da var olan ticarileşmiş "feodalizm" bile


1 800'e varmadan çok önce yok olmuştur ve soyluların emsallerinin parlamentoya
resmen çağrılmalarının ötesinde herhangi bir yasal ayrıcalıkları yoktur (diğer yasal
üstünlükleri Kral III. George'un diğer tebaalarının çoğu gibidir, parlamento seçim­
lerinde oy kullanamazlar) . İngiliz soyluları, İskoç emsalleriyle tahkim edilmelerin­
den sonra bile sayıca azdır, 1 8 . yüzyılda Lortlar Kamarası'nın üye sayısı iki yüzden
azdır, üyelerin babadan oğula geçen yasal statüleri de tek varisle sınırlandırılmıştır.
Büyük Britanya'da soylulardan oluşan ve Avrupa'nın her yerinde olduğu gibi ken­
dilerini nüfusun kalanından ayıran genişletilmiş yasal ayrıcalıkların tadını çıkartan
geniş bir sınıf yoktur. Fransa'da Devrim arifesinde muhtemelen çeyrek milyon soylu
vardır. Bunların hepsinin önemli yasal ve resmi hakları bulunmaktadır; İngiltere'de
buna denk düşen yasal kesim rahat rahat Oxford Üniversitesi'nde herhangi bir sa­
lona sığabilmektedir ve bunların sahip olduğu haklar çok daha azdır.
Diğer yandan, İngiliz toprak sahiplerinin servetleri ve sosyal nüfuzları çok bü­
yüktür. Asilzadeliğin altında doğru dürüst tanımlanmamış olan İngiliz centilmen
sınıfı yayılır, bunların üst tabakası soylu ailelerle bağlantılıdırlar. Diğer uçsa büyük
saygı gören ancak centilmen sayılmayan zengin çiftçiler ve taeiriere doğru kayar.
Bu kavramın geçirgenliği bağlılığın ve hareketliliğin teşviki açısından çok büyük bir
değer taşır. Centilmenlik statüsüne zenginlik, mesleki seçkinlik veya kişisel erdem­
lerle ulaşılabilir. Bu statü esasta, hala aristokratik onur kavramını yansıtan ancak
özel statüsünden, barbarlığından ve yasal dayanaklarından arındırılarak uygarlaş­
tırılmış bir davranış kodudur. 1 7. ve 1 8 . yüzyıllarda, centilmenlik düşüncesi İngiliz
tarihinin formatif kültürel etkilerinden biri haline gelir.
Aslında, egemen hiyerarşiler ülkeden ülkeye değişiklik gösterirler. Avrupa bo­
yunca çeşitli karşıtlıklar göze çarpar. Sonuçla ilgili düzgün herhangi bir şey yoktur.
Bununla birlikte, 1 700'de eski biçimleri farklılaştıran bir sosyal değişime doğru
güçlü bir eğilim gözlemlenmektedir. Bu eğilim en ileri ülkelerde kurucu statülerç ve
bunların nasıl tanıoacağına dair yeni fikirler taşır. Her ne kadar tamamlanmış ol­
masa da, insanların haklarını ve beklentilerini tarif ederken kişisel bağlardan pazar
ilişkilerine, toplumun kolektif vİzyonundan daha bireysel olana geçiş söz konusu­
dur. Bu en fazla Birleşik Bölgeler denen ve bu dönemde Flemenk Hollanda'sında
ortaya çıkan cumhuriyette görülür. Burada tüccarlar, özellikle de Hollanda'nın
merkezi ve en zengin bölgesi olan Amsterdam'dakiler etkilidir. Bu cumhuriyette
toprak sahibi soyluluk hiçbir zaman ticaret ve şehir oligarşisi yöneticileri kadar
dikkate alınmaz.
Sosyal değişim Avrupa'da başka hiçbir yerde 1 789'da İngiltere ve Birleşik Böl­
gelerde olduğu kadar ileri gitmez. Başka yerlerde geleneksel statüleri sorgulamak

565
DÜNYA TARİHİ II

daha yeni başlamıştır. Figaro, 1 8 . yüzyılda dikkate değer bir şekilde başarılı olmuş
bir Fransız komedisinin uşak kahramanı, ayrıcalıklarını hak etmek için doğmak­
tan başka bir zahmete katlanmadığını söylediği aristokrat efendisiyle alay eder. Bu
o zamanlar tehlikeli ve yıkıcı bir fikir olarak karşıianmış ancak çok fazla uyarı­
ya neden olmamıştır. Avrupa hala aristokrasinin kibirine batmış bir durumdadır
( 1 800'den sonra da epey bir süre böyle kalacaktır) . Müstesnalığın dereceleri çe­
şididir ama soylu olanla soylu olmayan arasındaki farklılıklar çok önemlidir. Her
ne kadar endişe içindeki soylular onları böyle davranriıakla suçlasalar da, krallar
hiçbir yerde, çaresiz kaldıklarında bile avamlarla ittifak kurmamışlardır. Krallar
da aristokrattır. Bir tanesinin söylemiş olduğu gibi bu onların sanatıdır. Yalnızca
o yüzyılda Fransa'da büyük bir devrimin meydana gelişi işleri bu ülkede bir parça
değiştirir ama ülke dışında pek bir değişiklik olmaz. 1 9 . yüzyıl başlarken Avrupalı­
ların büyük bir çoğunluğunun soylu kana saygıları devam etmektedir. Onca değişi­
me rağmen hala birçok insan otomatik olarak bu durumun yasalara da yansıması
gereken bir farklılık olduğunu düşünmektedir.
Tıpkı bazılarının toplumu farklı yasal haklardan ve sorumluluklardan oluşan
bir düzen olarak tanımlanmasının gerçeği ifade etmediğini hissetmeye başlaması
gibi, bazıları da dinin özel bir sosyal hiyerarşiyi onayladığından daha az emin ol­
maya başlamıştır.
1 9. yüzyılda Ulsterli bir kadın şöyle ifade etmiştir;

Zengin oturur şatosunda


Fakir bekler kapısında
Herkesin yerini Tanrı verir
Zenginin mülkünü de malını da

Buna inanmak uzun bir süre mümkün olmuştur ama sabit ve değişmeyen bir
düzenin Tanrı'nın isteği olduğunu söylemekle tam olarak aynı şey değildir bu.
1 800'de bile bazı insanlar Tanrı'nın, babasının kendisine bıraktığı mirasın üzerine
konmaktansa bu dünyada kendi yolunu bularak O'nun bilgeliğini gösteren zengin­
leri daha çok sevdiğini düşünmeye başlamışlardır. "Yönetim, insanların isteklerini
tatmin için insan aklının icat ettiği bir şeydir," demiştir 1 8 . yüzyılda yaşamış bir
İrlandalı, kendisi aynı zamanda bir muhafazakardır da. Geniş bir yararcılık dalgası
yükselmeye başlamıştır ve gelişmiş ülkelerde insanlar giderek kurumlara daha fazla
değer vermeye başlamışlardır, toplumsal kurumlar bunların arasındadır.
Ekonomik değişim eski resmi hiyerarşiler üzerinde bir baskı oluşturur (çoğalan
hareketlilik, şehirlerin büyümesi, pazar ekonomisinin yükselişi, yeni ticari fırsatla­
rın ortaya çıkışı gibi) ancak baskı aynı zamanda okuryazarlık ve sosyal bilinçle de

566
YENİ BİR TüR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

yayılır. Kabaca söyleyecek olursak, üç durum ayrıştırılabilir. Doğuda, Rusya'da ve


aynı öçüde Polonya, Doğu Prusya ve Macaristan' da, yalnızca sosyal kalıpların sağ­
lamlığından değil 1 8 . yüzyılın sonuna gelinceye kadar bu kalıpları tehdit etmediği
için de bu yeni gelişmeler hiçbir rahatsızlık uyandırmaz. Bu karaya hapsolmuş ül­
keler, denizci Avrupa'da var olan düzene karşı ticari gelişmenin içinde saklı tehdit­
lere karşı güven içindedir, geleneksel egemen sınıflar sadece durumlarını korumak­
la kalmaz, hatta kendi ayrıcalıklarını daha da büyütürler. İkinci grup ülkelerde,
ekonomik ve sosyal dünyalar arasında bir çatışma yaşanmak üzeredir ve var olan
düzen değişim talebini kışkırtmaktadır. Politik koşullar bunun çözülmesine izin
verdiğinde, zamanı geldiğinde bile taleplerin tatmini gerekecektir. Fransa gürültülü
bir örnektir ama bazı Alman devletlerinde, Belçika'da ve İtalya'nın bir kısmında
benzer türden bir bakış vardır. Üçüncü grup ise toplumdaki formel farklılıkların,
servet (ve, hatta yetenek) karşısında daha az anlam ifade ettiği, yasal hakların geniş
bir şekilde yayıldığı, ekonomik fırsatların yaygın olarak hissedildiği, ücrete bağlı
yaşamın son derece belirgin olduğu İngiltere, Hollanda ve denizin karşı tarafındaki
İngiliz Kuzey Amerika'sı gibi görece daha açık toplumlardan oluşur. 1 6 . yüzyılda
bile İngiliz toplumu, kıtasal ülkelere nazaran çok daha akışkandır ve, hatta Kuzey
Amerikalılar 1 8 . yüzyılda kendilerine yeni bir anayasa yaptıklarında babadan oğu­
la geçen unvaniarın kullanılmasını yasaklarlar. Bu ülkelerde bireysekilik adetler ve
fırsatların yarattığı kısıtlamalar ne olursa olsun yasalar tarafından adeta dokunul­
mazlık kazanmıştır.
Bunun gibi kesinlikten ve tanımlardan uzak genel bir hesaplama yapmak kolay­
dır. Kaba bir üçlü ayrım yapmak da çok şeyi bulanıklaştırır. Toplumların arasında
öylesine zıtlıklar vardır ki homojen yapılar olarak düşünürsek gayet yanlış yorum­
lamalara varabiliriz. ilerlemiş ülkelerde çok garip, hatta Nuh Nebi'den kalma çok
şey vardır. İngiltere, Fransa ve Almanya'da şehirler büyük bir çoğunlukla, rahat
bir köylülükle sarmalanmış dar tüccar oligarşileri, başarılı lonca yöneticileri veya
katedral kurulları tarafından yönetilmekte olan küçük kasabalardır. Chartres rahat
rahat ortaçağdan kalmış bir kırsallığın ve ortaçağ adetlerinin içine gömülmüş ve
1 8 . yüzyıldaki nüfusu hala beş asır öncesiyle aynıyken, Fransız ekonomisinin iki
temel direği olan canlı, tıklım tıklım dolu limanlara sahip Nantes ve Bordeaux'le
aynı ülkede bulunmaktadır. Bu ülkelere "ilerlemiş " dememizin nedeni dünyanın
büyük birçoğunluğuna nazaran daha ötelere daha hızlı ilerleme eğilimini gösteriyor
olmalarıdır.
Bu durum zaman zaman sözde reformcuların da hayranlığını kazanmıştır. Sta­
tus quo'nun en büyük sorgulayıcılarından biri olan Voltaire 1 8 . yüzyılın başlarında
büyük bir tüccarın İngiltere'de bir soylu gibi saygı gördüğü, gerçeğinden etkilen­
miştir. Durumu azıcık abartmaktadır ve bazı önemli nüansları kesinlikle bulanık-

567
· DÜNYA TARİHİ II

laştırmaktadır, ancak şurası önemlidir ki 1 8 . yüzyıl İngilteresi'ni yönetmekte olari


politik sınıf, toprağa dayalı bir sınıftır ve ateşli bir şekilde toprağa dayalı değerleri
savunmaktadır, (Büyük Britanya'nın bir dünya gücü olarak ortaya çıkışının nedeni
kısmen budur) ancak ülkenin ticari çıkarlarını savunmak konusunda çok dikkatli­
dir ve bu konuda Londra şehrinin ortak aklının rehberliğini ve liderliğini tanımak­
tadır. İnsanlar her ne kadar "toprak" ve "parayla ilgili" çıkarlar arasında bir siyasi
bölünme üzerine konuşmaya devam ettiyse de politika uzun zaman toprak sahibi
sınıflar içinde tartışmalı yerler ve çatışan gelenekler meselesi olarak kalmışsa da,
diğer ülkelerdeki çıkarlar bunlarla çatışacağı için hiçbir zaman büyümemiş ve ya­
bancılaşmamıştır. Bunun açıklaması karmaşık olmalıdır. Bazıları, İngiliz tarımının
ticarileşmesi gibi bir önceki yüzyılın da ötesine giderken, yönetim ve ticari dünya
içindeki özel yatırım tesislerinin büyümesi gibi bazıları çok daha yakın tarihli dir.
İngiltere'yle Hollanda'daki ileri sosyal gelişmenin, ekonomik ve özellikle ticari
başarıyla aynı döneme denk düşmesi çarpıcıdır. Bu geniş ölçüde dinlerine atfedil­
miştir: Her ikisinde de görülen Hıristiyanlık içindeki büyük altüst oluşun sonucun­
da Katolik kilisesinin egemenliği ortadan kalkmıştır. 1 8 . yüzyıldaki rahiplik karşıt­
larıyla 20. yüzyıldaki sosyologlar bu tesadüfü araştırmış ve kullanmıştır. Protestan­
lığın kapitalizme bir etik sağladığı söylenmiştir. Bu artık akla yakın gelmemektedir.
Bir kere, birçok Katolik kapitalist bulunmaktadır ve bunlar genellikle başarılıdır.
Fransa ve İspanya 1 8 . yüzyılda hala önemli ticaret ülkeleridir ve başta İngiltereyle
aynı büyüme oranlarının tadını çıkartmışlardır, ancak daha sonra geriye düşmüş­
lerdir. Bunların her ikisi de Adantik'e erişimi olan ülkelerdir ve 1 6 . yüzyıldan beri
ekonomik büyüme eğilimi gösteren ülkelerdir. Bu açıklama, başka bir açıdan da
geçersizdir. İskoçya -Kuzeyli, Protestan ve Atiantik ülkesi olduğu halde- geri kal­
mıştır, yoksuldur ve feodaldir. Akdeniz ve Doğu Avrupa'yı kuzeyden ayıran birçok
fark vardır, bu basit bir coğrafi pozisyondan kaynaklanmaz, ayrıca modernleşme
oranlarının farklılığıyla ilgili birden fazla unsur söz konusudur. İngiliz ve Hollan­
da tarımının ilerlemesini, örneğin, her şeyden çok göreceli toprak kıtlığına borçlu
olabilirler.
Avrupa'nın doğusu da geri kalmıştır. Sosyal ve ekonomik yapısı 1 9 . yüzyıla ka­
dar hiçbir temel değişiklik göstermez. Burada çok daha derine kök salmış nedenler
söz konusudur, örneğin çok daha kısa bir tarım mevsimi ve toprağın batiya göre
daha az zengin olması başından beri ürün geri dönüşünün daha az olmasına yol
açmış, böylece tarımsal büyümenin çok önemli erken safhalarında ekonomik ola­
rak handikap yaratmıştır. İnsan elinden çıkma handikaplar da vardır. Buradaki
yerleşim, çok uzun bir süre Orta Asya'dan gelen göçerler nedeniyle sorunlu ol­
muş, güney kanadında Balkanlar ve Türkiye sınırının bulunması, çok uzun bir
süre bucanın savaş, akın ve eşkıyalık bölgesi olmasına yol açmıştır. Bazı bölgelerde

568
YENİ BİR TÜR TOPLUM: İLK MODERN AVRUPA

(Macaristan'da örneğin) Türklerin yönetimi ülke nüfusunun boşalmasına yol aça­


cak kadar kötü etki yapmıştır. Avrupa tarafından tekrar geri alındığında, köylünün
toprağa bağlanması için uğraşılmıştır. Bu süreçte Muscovy'den Rusya'ya dönüşen
topraklarda, serf nüfusu nüfusun bütününü oluşturacak kadar büyümüştür. Diğer
doğu ülkelerinde (Prusya bunlardan biridir), toprak sahiplerinin kiracıları üzerin­
deki iktidarı güçlenmiştir. Bu eğer yatıştırılamazsa, sırtını kraliyet otoritesine dö­
neceğinden korkulan aristokrasiye hükümdar müdahalesinin ötesinde bir şeydir.
Aynı zamanda ekonomik gelişme aracıdır. Ekonomik ilerleme ne ilk ne de son kez
sosyal adaletsizlikle bir araya gelmektedir. Sedlik toprağın yeterince üretken olma­
dığı yerlerde gereken kaynakları yaratmanın bir yolu olmuştur, tıpkı diğer birçok
ülkede, birçok farklı dönemde görülmüş olan zorunlu emek gibidir.
Bunun hala belli ölçüde görünür olan sonuçlarından biri de Avrupa'nın kaba­
ca Elbe'yle bölünmüş olmasıdır. Elbe'nin batısında uzanan topraklar 1 800'de çok
daha açık sosyal forıniara yavaşça evrilmişlerdir. Doğusunda uzanan topraklar­
daysa azınlık toprak sahiplerinin büyük ölçüde köylülük üzerinde büyük bir güç
uyguladığı otoriter yönetimler söz konusudur. Bu bölgede, şehirler, asırlar boyunca
Batı'daki şehirlerde görülen refahtan yoksundurlar. Bunlar daha çok kırsal bir de­
nizin içinde aşırı bir şekilde vergilendirilmiş adalardır ve sedliğin ölü eli nedeniyle
kırsal bölgeden ihtiyaçları olan emeği kendilerine çekmekten çok uzaktırlar. Po­
lonya ve Rusya'nın büyük arazilerinde para ekonomisi bile zar zor var olmaktadır.
Daha sonraki Avrupa tarihinin altında Doğu ve Batı arasındaki bu farklılık yat­
maktadır.
Bu durum bir bakıma resmi durumlarda da, örneğin kadınlara nasıl davranıldı­
ğıyla seçilmektedir, ancak burada Akdeniz Avrupa'sıyla kuzey arasında bir bölün­
meden daha söz etmek mümkündür. Aynı türden bölünme Kuzey ve Latin Amerika
arasında da vardır. Resmi olarak da yasal olarak da, kadının yasal statüsü asırlar
boyunca nasılsa öyle kalmıştır ve bu sorun sürecin en sonunda sorgulanacaktır. Bu­
nunla birlikte, kadınların gerçek bağımsızlığı, özellikle de üst sınıflardan kadınlar
söz konusu olduğunda daha ileri ülkelerde genişlemiş görünmektedir. 1 5 . yüzyılda
bile yabancılar İngiliz kadınlarının alışılmamış ölçüde özgürlük içinde yaşadıkla­
rını söylemişlerdir. Bu durum ortadan kalkmamış, hatta 1 8 . yüzyılda en azından
Fransa'da iyi ailelerde doğmuş kadınların ciddi ölçüde bağımsızlaştıklarının işaret­
leri görülmüştür.
Bunun nedeni kısmen 1 8 . yüzyılın yeni bir üst sınıf yaşam tarzını ortaya çıkart­
mış olmasıdır Bu yaşam tarzı, kraliyet sarayı dışında sosyal birlikteliklere yer açmış
ve bunlar giderek aitevi ve dinsel törenlerden bağımsızlaşmışlardır. 1 7. yüzyılda,
Londralı erkeklerin ilk kulüplerin filizleneceği kahvehanelerde buluştukları bilinir.
Kısa bir süre sonra salon ortaya çıkar, bir hamının oturma odasında dostların ve

569
DÜNYA TARİHİ II

diğer tanıdıkların sosyal anlamda bir araya gelmesidir bu. Özellikle bir Fransız
yaratısı olan salonlardan bazıları 1 8 . yüzyılda çok önemli entelektüel merkezler
haline gelirler ve bir kadının din dışında şeylere akıl yormasının yerinde, hatta mo­
daya uygun karşılandığını gösterirler. XV. Louis'in metresi Madam de Pompadour
resmi yapılırken resme bir kitabın, Montesquieu'nun sosyolojik tezlerini içeren De
/'esprit des lois'nın da dahil edilmesini uygun görür. Ancak kadınlar mavi j arti­
yerlere hever etmediklerinde bile saraydan bağımsız bir topluluğun varlığı, ailenin
kısıtlayıcılığından, o tarihe kadar hemen hemen sosyal çeşitlilik ve farklılık arayışı
içindeki insanın bulabiieceği neredeyse yegane yapılar olan dini ve mesleki toplu­
luklardan sınırlı olmakla birlikte gerçek bir kaçış olmuştur.
1 8 . yüzyılın sonuna doğru, artık kadın sanatçıların ve romancıların bulunduğu
kız kuruluğunun sadece bir manastır hücresine çekilmek olmadığının kabul edildiği
bir çağa varırız. Ancak bu değişimleri görmek o kadar kolay değildir. Bu yüzyılın
ilk yıllarında İngiliz Spectator dergisinin erkek okuyucular kadar kadın okuyucula­
rı da hitap etmeye değer bulması bize biraz daha geriye bakmamız gerektiğini işaret
eder. Belki de böylece 1 8 . yüzyılın büyük politik etki sahibi kadıniarına dair dikkat
çekici örnekler, yani bir İngiliz kraliçesiyle dört imparatoriçe (Bir Avusturyalı, üç
tane Rus) üretmesine yardımcı olmuştur. Bunların hepsi kendi başlarına ve genel­
likle de büyük bir başarıyla hüküm sürmüşlerdir. Ancak kadınların kurtuluşunun
tarih öncesi hala büyük ölçüde araştırılmamış olduğu için bunu büyük bir güvenle
söylemek mümkün değildir.
Son olarak bunların hiçbiri ilk modern Avrupa'nın en ileri ülkelerindeki ezi­
ci çoğunluğun bile yaşamını etkile.memiştir. Çoğu kadın ve erkek için geleneksel
yaşamın sorgulanmaya kesinliklerini kıracak olan büyük gücü sağlayacak kitle­
sel endüstriyel işler daha ortaya çıkmamıştır. Her ne kadar ağırlıklarını en fazla
Polonya'nın ilkel köylerinde veya Fas etkisi yüzünden kadının ikinci plana atılı­
şının ve toplumdan uzaklaştırılışının yoğunlaştığı İspanya'da hissettiriyor olsalar
bile, bu kesinlikler 1 800 yılında hala her yerde egemendir.

570
2

Otorite ve Ona Meydan Okuyanlar

1 800 yılında Avrupalıların çoğu sosyal ve politik örgütlerle ilgili dört yüzyıl
önce uygun ve kavramlabilir bulunan fikirleri taşımaktadırlar. Ortaçağ bu bağlam­
da da · diğerlerinde olduğu gibi birdenbire sona ermemiştir. Toplum ve yönetimie
ilgili akla yakın bir şekilde "ortaçağ"a ait olarak tanımlanabilecek fikirler geniş
bir bölge üzerinde etkili güçler olarak varlığını sürdürmekte ve bunların içine gide­
rek daha fazla sosyal gerçeklik sığmaktadır. Kabaca söyleyecek olursak, toplumun
"birleşik" örgütlülüğü denilen şey -kendi mensuplarını koruyan ve statülerini tarif
eden yasal ayrıcalıklar çevresinde gruptaşmış insanlar- hala 1 8 . yüzyıl Avrupası'nda
hüküm sürmektedir. Orta ve doğu bölgelerinde daha önce belirttiğimiz gibi serflik
çok daha katılaşmış ve yaygınlaşmıştır. Politik kurumlardaki süreklilikterin birçoğu
açıkça görülmektedir. Kutsal Roma İmparatorluğu, 1 500 yılında olduğu gibi 1 800
yılında da v�rlığını sürdürmektedir, papanın maddi iktidarı da. Hala Kapet soyun­
dan biri Fransa kralıdır (gerçi ailenin 1 500'deki kolundan gelmemektedir, bu kol
zaten sürgündedir) . İngiltere'de 1 820 gibi ileri bir tarihte bile, Kral IV. George'un
taç giyme töreni sırasında Kral'ın destekçileri, hükümdarın unvanını destekledikle­
rini herkese göstermek üzere Westminster Hall'e zırhlarıyla girerler. Birçok ülkede
hala devlet dinin ve toplumun birbirine karıştığı ve kilisenin otoritesinin yasayla
tescil edildiği bir varlık olarak kabul edilmektedir. Her ne kadar bu tür fikirlere
epeyce karşı çıkılmış olsa ve bazı ülkeler bunun acı sonuçlarını yaşamışiarsa da,
tarihe ağırlığını koyan birçok meselede olduğu gibi bunlarda da 1 800' de epeyce
sorun vardır ve yalnızca on yıl öncesine göre durum çok daha ağırdır.
Bunlar kabul edildikten sonra, yine de 1 500'le 1 800 arasındaki üç asır süre­
since genel Avrupa eğilimi ortaçağ yönetimlerinin özelliklerini oluşturan sosyal ve
politik bağları çözmek veya en azından zayıftatmak olarak ortaya çıkar. İktidar
ve otorite devlet tarafından sağlanan merkezi yoğunlaşmaya doğru akar ve kişisel
hağımlık düzenlemelerinden ibaret olan " feodal" den uzaktaşır ( " feodal" düşünce,
1 7. yüzyılda geçerli olan bir yasanın teknik adı olarak ortaya çı�mıştır ve yüzyılın
gerçekliği artık ortadan kalkmakta olan bir şeyi saptamak ihtiyacıdır) . Hıristiyan-

571
DÜNYA TARİHİ Il

lık düşüncesi hala duygusal, hatta bilinçaltı düzeyde önemli olsa bile bir politik ger­
çeklik olarak bu dönemde geçerliliğini yitirmiştir. Papalık otoritesi, Hizipler çağın­
da ulusal duyarlılıkların elinden çekmeye başlamış ve Kutsal Roma imparatorları
14. yüzyıldan itibaren etkilerini yitirmişlerdir. Avrupa'yı entegre etmek için yeni bir
birleştirici ilke de ortaya çıkmamıştır. Bunun denemesi Osmanlı tehdidiyle yapılır.
Hıristiyan prensler Müslüman saldırısının Hıristiyan dostların yardımını sağlaya­
cağını sanmakta, papalar hala haçlı retoriğini kullanmaktadırlar, ancak Türklerin
de gayet iyi bildiği gibi Hıristiyan devletler kendi çıkarlarının peşinde koşacaklar
ve eğer gerekirse kafirlerle işbirliği yapacaklardır. Artık Realpolitik çağ başlamıştır.
Devlet çıkarlarının akıllıca hesaplanmasıyla ilkeler ve onur bastırılmaktadır. Avru­
palıların, kendilerini diğer uygarlıklardan ayıran kültürel farklılıklar konusunda
giderek daha çok hemfikir olurken (kendi çıkarlarına, bundan emindirler) temel
birliklerini sağlamış olan kurumlara çok az dikkat göstermeleri (ve yenilerini ya­
ratmamaları) tuhaftır. Sadece zaman zaman devleti de aşan bir şeyin yaratılmasını
savunan görüşler olmuştur. Belki de bunun altında kültürel üstünlüğün yeni fark
edilmesi yatmaktadır. Avrupa muzaffer bir yayılma çağına girmektedir ve ortak
kurumlara ihtiyacı yoktur. Devlet otoritesi ve dolayısıyla yönetimlerin iktidarı bu
yüzyıllarda sağlamlaşmıştır. Biçimlerin bizi yanıltınaması gerekir. Bunu hayata ge­
çirenlerin bütün argümanlarına ve bu konuyla ilgili her türlü sınırdan söz eden kit­
lesel politik yazılara rağmen genel eğilim yasamanın üstünlüğü fikrinin kabulüne
doğrudur; bu, Avrupalıların devlet otoritesini doğru ellere teslim etme, yasa yapma
gücünün üzerine herhangi bir kısıtlama olmaması gerektiği noktasına geldiklerini
gösterir.
Eldeki kazanımlara rağmen bu, geçmişin düşüncesinden çok büyük bir ölçüde
kopuştur. Ortaçağda yaşamış bir Avrupalı için insan müdahalesinin üstünde, yasal
dokunulmazlığı olan ve yasa koyucuların değişmesiyle değiştirilemeyen beyan edil­
miş özgürlüklerin her zaman saygı gösterilmesi gereken temel yasalar olması veya
insanların asla karşı çıkamayacakları Tanrı'nın yasalarının sosyal ve yargısal hale
gelmesi, ilahiyat bakımından da Tanrı'ya ve kutsal olana küfür anlamına gelirdi.
1 7. yüzyılda İngiliz hukukçuları temel toprak yasaları üzerindeki anlaşmazlıkların
olabileceği konusunda bocalamışlar ancak hepsi bazı yasaların kalması gerektiğini
düşünmüşlerdir. Bir yüzyıl sonra, Fransa'nın önde gelen hukuk düşünüderi aynı
şeyi yapacaklardır. Bununla birlikte, sonunda her iki ülkede de (az çok diğer bazı
ülkelerde de) egemenliğin yasal olarak dizginlenmemiş kanun yapan güçte oluşu
devletin karakteristik özelliği olarak kabul edilmiştir ancak bu epey bir zaman al­
mıştır. Erken modern Avrupa tarihinin büyük bir kısmında modern egemen devlet,
en yaygın yönetim şeklinin monarşi olması gerçeği nedeniyle örtülü kalmıştır. Bu
yüzyıllarda Avrupa tarihinin büyük bir çoğunluğunu hükümdarların güç müca-

5 72
OTORiTE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

deleleri meydana getirmiş ve bu da aslında tam olarak neyin tehlikede olduğunu


görmeyi zorlaştırmıştır. Prenslikler şeklindeki hükümdarlıkların iddialarına her
şeyden önce birbirinden epeyce farklı iki temelde meydan okunmuştur: Herhangi
bir yönetimin, bu hükümdarların talep ettikleri tarzda bir gücü ellerinde tutmala­
rının yanlış olduğu ilkesini temel alan bir direniş ( buna özgürlüğün ortaçağa has
veya muhafazakar anlamda savunulması denebilir) ve bu türden o güçlerin ilkesel
anlamda düzgün bir şekilde var olabileceği, ancak bunların yanlış ellerde toplan­
mış olması temelindeki direniş (buna da özgürlüğün modern veya liberal anlamda
savunulması denebilir) . Pratikte bu iki talep de genelde birbirinden ayrışamayacak
şekilde karışmıştır, ancak böyle bir karışıklığın kendisi bile değişen fikirlerio önem­
li bir belirtisidir.
Yasal ilkeden uzaklaşıldığında, devletin güçlendirilmesi hükümdarların kendi
yollarını yaratmaktaki giderek artan becerilerini göstermektedir. Bunun belirtile­
rinden biri birçok ülkede ortaçağdan sonra ortaya çıkmış olan temsili kurumların
1 6 . ve 1 7. yüzyıllardaki neredeyse evrensel çöküşüdür. 1 789 yılına kadar, Orta ve
Doğu Avrupa değilse bile Batı Avrupa temsilci gruplar tarafından pek fazla en­
gellenmeyen hükümdarlar tarafından yönetilmiştir; Büyük Britanya'ysa önemli bir
istisnadır. Krallar, 1 6 . yüzyılda ortaçağ baronlarına ve derebeylerine önemli gö­
rünecek olan iktidarların tadını çıkartmışlardır. Bu fenomen, zaman zaman mut­
lak monarşinin yükselişi olarak tanımlanmıştır. Eğer bir hükümdarıo taleplerinin
yerine getirilmesini istemesi yolundaki değişimi abartmayacak olursak (ortaçağa
özgü dokunulmazlıklar veya temsili meclisler yoluyla iktidarının üzerindeki pratik
denetimlere rağmen) bu terim uygundur. Her yerde ya da neredeyse her yerde, hü­
kümdarların rakiplerine karşı göreli dayanıklıkları 1 6 . yüzyıldan itibaren artmıştır.
Yeni finansal kaynaklar bu hükümdarlara, bunları karşılama imkanından yoksun
büyük soylulara karşı ordu ve silah edinme olanağı sağlamıştır. Bazen monarşi,
soylu kişilere karşı bir düzen empoze etmek noktasında, yavaş gelişen ulus bilin­
ciyle ittifak kurmuştur. Birçok ülkede, 1 5 . yüzyılın sonlarında, eğer huzur ve barış
gelecekse kraliyet yönetimini gönüllü kabul söz konusu olmuştur. Neredeyse her
vakanın kendine özgü nedenleri vardır, ancak hemen hemen her yerde hükümdar­
lar kendilerini büyük soyluların düzeyi üstüne çıkarırlar ve yeni durumlarını saygı,
yeni kanunlar ve vergiler sayesinde sağladıkları bir otoriteyle sağlamlaştırırlar. İk­
tidar statüleri de facto olarak verilmiş ve zaman zaman makamlarında de jure olan
büyük soylulada iktidarı paylaşma zorunluluğu ağırlığın kralların üzerine binme­
sini engellemiştir. Tudor Hanedanlığı döneminde İngiltere'deki Danışma Meclisi
(privy council) derebeylerinin toplandığı bir konsey olduğu kadar meritokrasiyil
de temsil etmektedir.

1 Meritokrosi: Yönetim erkininin kişilerin yetenek ve bireysel üstiinlüğün dayandığı yönetim biçimi. (Yay. hz!.)

573
DÜNYA TARİHİ II

16. yüzyılda ve 1 7. yüzyılın başlarında bu, bazılarının "Rönesans Devleti" de­


dikleri biçimin ortaya çıkışını getirmiştir. Bu terim, kraliyet memurları tarafından
doldurulmuş ve merkezileşme amacının ortaya çıkardığı şişmiş bürokrasileri ifade
eden şaşalı bir terimdir, ancak ima ettiği antitezi aklımızda tutarsak yeterince açık­
tır: Yönetim fonksiyonları büyük ölçüde feodal ve kişisel bağlılıkları veya yapıları
( bunların en büyüğü kilisedir) temsil eden ortaçağ krallıklarıdır. Elbette politik ör­
gütlenmenin hiçbir modeli tarihsel olarak saf bir formda var olmamıştır. Kraliyet
memurları, kökenieri bilinmeyen "yeni adamlar" herzaman var olmuştur ve bugün
hala hükümet dışı örgütleri temsil eden hükümetler vardır. "Modern devlet"e ani
bir geçiş söz konusu değildir; genellikle eski biçimkr kullanılarak asırlar sürmüştür.
İngilterede Tudorlar, yerel eşrafı kraliyet yönetiminin yapısı içine katmak için var
olan Kraliyet Sulh Yargıçları kurumunu ele geçirmişlerdir. Bu, başka yerlerde daha
görecek epeyce günü olan derebeyi otoritesini yıkmak yönündeki uzun bir sürecin
sadece bir evresidir. İngiltere'de bile soylular çok büyük bir düşmanlığa kalkışma­
dıkları sürece çok iyi muamele görmüşlerdir. isyan, bir istisna olmak bir yana 16.
yüzyıl devlet adamının hayatının sürekli bir gerçeği olmuştur. Sonunda her zaman
kraliyet güçleri galip gelecektir, ancak hiçbir hükümdar sadece güce dayanmak ar­
zusunda değildir. Çok ünlü bir sözün de açıkladığı gibi cephanelik, bir kralın en son
argümanıdır. Fransız soylularının 1 7. yüzyılın ortasından başlayarak yaşadıkları
altüst oluşun tarihiyle İngiltere'deki yerel çıkarların yarattığı düşmanlaşmanın aynı
dönemde oluşu ve Habsburgların kendi bölgelerini yerel derebeylerin mülkleriy­
le birleştirme çabaları hep bunu göstermektedir. Birleşik Krallık son feodal isyanı
1 745'te yaşamıştır, diğer ülkeler ise daha göreceklerdir.
Vergilendirme de hem isyan tehlikesi nedeniyle hem de bunu toplayacak olan
idari mekanizmanın uygun olmaması yüzünden, doyurulacak ordular ve memurla­
ra rağmen fazla ileri götürülememiştir. Bunun yollarından biri, memurların kendi­
lerinden talep edilen hizmetler karşılığında ücret veya yan ödeme istemelerine izin
vermektir. Son derece açık nedenlerle bu tam bir çare olamamıştır. Hükümdarın
toplanacak olan parayı artırması bu bakımdan gerekli olmuştur. Kraliyet arazi­
lerini kullanarak bir şeyler yapmak hala mümkündür ancak bütün hükümdarlar
eninde sonunda yeni vergiler koymak zorunda kalmışlardır ve bu pek azının çö­
zebildiği bir sorundur. 1 9 . yüzyılın sonuna, hatta daha da ötesine kadar çözüme
kavuşturulamamış teknik sorunlar çıkmıştır, ancak yeni vergiler icat etmek konu­
sunda üç yüz yıl kadar oldukça verimli bir hayal gücü kullanımı söz konusu ol­
muştur. Kabaca açıklarsak vergi toplayanlar tarafından sadece tüketimden (her ne
kadar gümrük ve kullanım veya satış vergisi gibi doğrudan olmayan vergiler veya
karşılığında para ödenmesi gereken ticaret ruhsatı veya yetki belgesi gibi önlemler
alınmışsa da) veya gayrimenkulden vergi alınabilmiştir. Genellikle bu durum, zaten

574
OTORİTE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

küçük olan gelirlerinin büyük bir kısmını zenginlere oranla ihtiyaç maddelerine
daha fazla harcayan yoksullar aleyhine oransızlığa neden olmuştur. Toprak sahi­
binin kendi vergi yükümlülüklerini mülkiyet piramirlinin en altında yer alan kişiye
geçirmesinin de önüne geçmek hiçbir zaman kolay olmadığı gibi vergilendirme de,
olan ortaçağdan kalma yasal dokunulmazlık tarafından özellikle engellenmiştir.
1 500 yılında, iktidarın gücünün istilasından özel olarak korunmakta olan bölge­
lerin, insanların ve nüfuz alanlarının olduğu genel kabul görmektedir. Bunlar bir­
çok şehrin sahip olduğu ayrıcalıklar gibi, asırlar öncesinden kalma geri çevrilemez
kraliyet ihsanlarıyla, Magna Carta'da olduğu gibi sözleşmelerle, göreneklerle veya
ilahi yasalarla sağlanmış olabilirler. Bunun en yüce örneği kilisedir. Kilise mülkle­
ri laik vergilendirme sistemine tabi değildir, kilise mahkemelerine kraliyet adaleti
ulaşamaz ve bu mahkemeler, örneğin evlilikte olduğu gibi son derece önemli sosyal
ve ekonomik kurumları kontrol eder. Ancak bir bölge, bir meslek veya bir aile de
kraliyet yargısından veya vergisinden muafiyetİn tadını çıkarabilir. Kraliyet duruşu
da tek tip değildir. Fransa kralı bile sadece Britanya düküdür ve orada ne yetkiye
sahip olduğu bir farklılık yaratır. Bu gibi faktörler " Rönesans Devleti"nin bir arada
yaşamak zorunda olduğu gerçekliklerdir. Rönesans Devleti, her ne kadar gelecek
kraliyet bürokratlarında ve onların dosyalarında yatıyor olsa bile, var olabilmek
için bunların varlığını kabul etmek zorundadır.
1 6 . yüzyılda Batı Hıristiyanlığını çok büyük bir kriz sallar. Bu kriz imanın eski
ortaçağdan kalma birliğini ebediyen tahrip edecek ve kraliyet iktidarının kon­
solidasyonunu ateşleyecektir. Protestan reform hareketi dini otorite üzerindeki
tartışmalardan biri olarak başlamış, biçimsel ve teorik yapısının birçok meydan
okumaya rağmen başarıyla yaşamaya devam ettiği papalık taleplerini sorgulama­
ya çağırmıştır. Bu bağlamda tamamen ortaçağa özgü bir fenomendir ancak böyle
bir açıklama bütün hikayeyi �apsamadığı gibi reform hareketinin politik önemini
vurgulamaktan da çok uzaktır. Bir kültürel devrimin de tetiğini çektiği göz önün­
de bulundurulursa, modern tarihin başlangıcı olarak görülen geleneksel duruşunu
sorgulamanın hiçbir nedeni yoktur.
İlahi reformun taleplerinde yeni bir şey yoktur. Papalığın ve curianın bütün Hı­
ristiyanlığın çıkarlarına hizmet etmediği, 1 500'den itibaren yerleşmiş bir görüştür.
Bazı eleştirmenler buradan bir doktrinel görüş ayrılığına giderler. 1 5 . yüzyılın derin
ve huzursuz yükselişi ruhani sorulara yeni cevaplar arayışın ifadesidir ama aynı za­
manda bu cevapları göksel otorite tarafından çizilmiş sınırların dışında aramaktır.
Sapkınlık hiçbir zaman yok edilememiş, sadece bastırılmıştır. Popüler din adamı
karşıtlığı eski ve yaygın bir fenomendir. Uzun zamandır, çok daha aydın din adam­
larına talep oluşmasını teşvik etmektedir. 1 5 . yüzyılda dini yaşamda yeni bir akım
ortaya çıkar, belki de sapkınlıktan daha yıkıcı bir akımdır bu, çiıinkü sapkınlıktan

575
DÜNYA TARİHİ II

farklı olarak, sonunda geleneksel dini duruşun bizzat kendisine ait kökleri kesip
atabilecek güçleri içinde barındırmaktadır. Bu eğitimli, hümanist, akılcı, kuşku­
cu ve daha iyi bir dünya isteyen bir entelektüel harekettir. Bu hareket, ideallerini
çağdaşlarının gözünde çok daha açık bir hale getirmiş ve Avrupa tarihinde çok
önemli bir rol oynamış olan Hollandalı bir insanın adıyla, Erasmusçuluk olarak
tanımlanabilir. Erasmus inancına sonuna dek sadıktır, kendini bir Hıristiyan ola­
rak tanımlamakta ve anlamlandırmakta, sorgusuz sualsiz Kilise sınırları dahilinde
kalmıştır. içinde kalmaktadır. Ancak onun idealindeki Kilise muhtemel bir reforma
açıktır. Daha sade bir tapınma ve daha saf bir papazlık arayışı içindedir. Her ne
kadar Kilise'nin veya papalığın otoritesine meydan okumamış olsa bile, örtülü bir
şekilde bu otoritenin ilkesine meydan okumaktadır, bilimsel eserlerinde gayet yıkıcı
imalar söz konusudur. Aynı şey Avrupa'daki meslektaşlarıyla yaptığı yazışmalar­
da da söz konusudur. Meslektaşları ondan, yürüttükleri mantıktan ve dolayısıyla
artık mumyalaşmış Aristocu inanç öğretilerinden kurtulmayı öğrenirler. Erasmus,
Yunanca bilginin yeniden yaygınlaştığı bir dönemde yazdığı Yunanca Yeni Abit'te
doktrin üzerine bir tartışmanın sağlam temelini kurmuştur. O, zavallı dogmatik
yapıların kurulmuş olduğu metinlerdeki düzmecelikleri ortaya çıkaran bir düşü­
nürdür.
Ancak o veya onun bakış açısını paylaşanlar doğrudan doğruya dini otoriteye
saldırmadıkları gibi ruhani konulardan dünyevi konulara da dönmemişlerdir. On­
lar iyi Katoliklerdir. Tıpkı sapkınlık gibi, din adamlarının duruşianna ve prensle­
rio hırsiarına uygun düşmeyen hümanizm 1 6. yüzyılın başlarında, bekleyen birçok
şey gibi sanki kendisini bir dini devrime dönüştürecek olan insanları ve fırsatları
beklemektedir. Bir Alman keşişinin kasıtsızca yaptığı bir şeyin ardından gelen ha­
reketi açıklayacak başka bir uygun terim mevcut değildir. Bu keşişin adı Martin
Luther'dir ve 1 5 1 7 yılında Aryenlerin yok oluşundan bu yana sağlam kalmış olan
Hıristiyan birliğini parçalayacak olan enerjiyi açığa çıkarır.
Uluslararası bir kişilik olan Erasmus'un tersine Luther, kısa boşluklar dışında
hayatı boyunca Elbe kıyısında küçük bir kasaba olan Wittenberg'de yaşamıştır.
Augustinusçu bir keşiştir, kendini ilahiyat okumalarına adamıştır, ancak ruhundaki
azapların sonucunda kutsal metinleri yeni bir ışığın altında yorumlaması gerekti­
ğine karar vermiştir. Tanrı, cezalandıran değil affeden bir varlıktır. Bu ihtiyaç onu
devrimci yapmaz, bakış açısındaki ortodoksiyi papalıkla tartışana kadar sorgula­
maz. Roma'da bulunmuş ancak orada gördüklerinden hoşnut kalmamıştır, papalık
şehri ona göre dünyevi bir yerdir ve buranın ruhani hükümdarları olması gerektiği
gibi değildir. Bu onun Saksonya'da dolaşıp para karşılığında ( bu paralar Roma'da
var olandan daha görkemli bir St. Peter Kilisesi'nin inşasına harcanmaktadır),
taşıyıcılarının bu dünyada işlediği günahların öteki dünyada aifedileceği papalık

5 76
OTORiTE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

belgelerini satan gezgin bir Dominikene karşı sıcak hisler duymasını da engeller.
Bu kişinin vaazlarına dair bilgiler kendisini dinleyen köylüler tarafından Luther'e
aktarılır. Yapılan araştırmanın sonucunda köylülere söylenenlerin sadece yanıltıcı
olmakla kalmadığı, son derece de çirkin olduğu ortaya çıkar. Bu vaizin yaptığı
edepsizce işlemler ortaçağ Katolikliğinin en çirkin yüzlerinden birini ortaya koy­
maktadır. Bu Luther'i çok öfkelendirir, çünkü kendisi tövbekar olabilmek için bir
insanın hayatını tümden değiştirmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu konuya ve belli
bazı papalık uygulamalarına karşı pozitif görüşlerini doksan beş tez halinde for­
müle eder. Akademik tartışmanın geleneğine uygun olarak bunları Latince yazar ve
2 1 Ekim 1 5 1 7 tarihinde Wittenberg Şatosu Kilisesi'nin kapısına asar. Tezleri ayrıca
Almanya'nın en yüksek rütbeli din adamı olan Mainz Başpiskoposu'na da gön­
derir. Başpiskopos bu tezleri Luther'in ele aldığı konular üzerine vaaz vermesinin
yasaklanması ricasıyla Roma'ya ulaştırır. Bu süre içinde Tezler Almancaya çevrilip
yeni bilgi teknolojisi sayesinde basılmış ve Almanya'nın her yerinde dağıtılmıştır.
Böylece Luther, istediği tartışmayı başlatır. Luther'in yaşadığı devletin hükümdan
olan Saksonyalı Frederick, onu teslim almayı reddeder ve Luther'in hayatı böylelik­
le kurtulur. Dalalet eğiliminin önlemi en başından almamış olmak önüne geçilemez
bir sonuca yol açmıştır. Luther'in tarikatı kendisini dışlar ama üniversitesi dışla­
maz. Papalık kısa bir süre sonra Luther'in aniden son derece başarılı ve üretken
bir edebi deha olmasının, basılı risalelerin ilk kez bütün imkanlarıyla kullanıldığı,
yerel derebeylerinin ihtiraslarıyla beslenen Alman ulusal şikayet hareketiyle karşı
karşıya kalır.
İki yıl içinde Luther'e Hussite denmeye başlanır. Reform, Alman politikasına
karışmıştır. Ortaçağda bile reform isteyenler laik hükümdarlardan yardım bek­
lemişlerdir. Bu her zaman iman örtüsünün dışına çıkarak da olmayabilir. Büyük
İspanyol din adamı Ximenes, İspanya kilisesinin karşılaştığı sorunlara çözüm ara­
mak için Katolik hükümdarların otoritesini kullanmalarını istemiştir. Hükümdarlar
sapkınları korumak durumunda değildir, onların görevi gerçek imanı sağlamaktır.
Bununla birlikte, laik otoriteye başvurmak, başvuranların niyetlerinin ötesine ge­
çen değişikliklere neden olmuştur ve bu bakımdan görüldüğü kadarıyla Luther'in
durumu da budur. Argümanları kendisini hızla arzu edilenin ötesine, reformun ze­
mini de önce papalık otoritesini sorgulamaya ardından da doktrini sorgulamaya
doğru kayar. Luther'in ilk protestolarının çekirdeği teolojik değildir. Bununla bir­
likte, sonunda ekmek ve şarap ayİninin reddine kadar gitmiş (kavranması çok daha
zor bir Son Akşam Yemeği görünümüyle) insanların, sadece ibadetlerinin gözlen­
mesiyle (bunlara "işler" denmektedir) değil imanlarıyla de değerlendirileceklerini
(bu kurtuluşu bir yana bırakmaktadır) vaaz etmiştir. Bu, kilise dışında hiçbir kur­
tuluşun mümkün olmadığını söyleyen geleneksel öğretinin temelini sarsar (ancak,

5 77
DÜNYA TARİHİ II

Erasmus'a bu konudaki düşüncesi sorulduğunda, Luther'i lanetlemeyecektir; daha


da ötesi, Luther'in çok değerli şeyler düşündüğünü söylediği bilinmektedir). 1 520
yılında Luther aforoz edilir. Meraklı bir seyirci topluluğunun önünde, aforoz ila­
nını, kilise yasaları kitabıyla birlikte yakar. Vaaz vermeye ve yazmaya devam eder.
Kendisiİli imparatorluk meclisi karşısında tövbeye çağırdıklarında, görüşlerinden
geri adım atmayı reddeder. Almanya bir iç savaşın eşiğine gelmiştir. Luther meclis­
ten ayrıldıktan sonra ortadan kaybolur, güvenliği için kendisine sempati duyan bir
prens tarafından kaçırılmıştır. 1521 yılında İmparator V. Charles kendisine impa­
ratorluk yasağı getirir. Luther artık kanun dışıdır.
Luther'in günah çıkartma, günahın bağışlanması ve din adamlarının bekaretinin
kınanmasına kadar genişlettiği doktrinler birçok Almanı kendine çeker. Luther'in
yandaşları, bu görüşleri vaazlarla ve Yeni A b it in Almanca tercümesini dağıtarak
'

yayarlar. Lutheryanizm, bu görüşleri imparatorla karmaşık ilişkilerine ve impara­


torun kendi üstlerindeki üstü örtülü otoritesine karıştıran Alman prensleri tarafın­
dan politik bir gerçeklik haline getirilmiştir. Savaşlar çıkar ve "Protestan" kelimesi
kullanılmaya başlanır. 1 555 yılında Almanya, geri dönülmez bir şekilde Katolik ve
Protestan devletlere bölünmüştür. Bu durum Augsburg Meclisi tarafından bir anlaş­
mayla tanınır. Bu anlaşmaya göre her devletin egemen dinini, hükümdan da kabul
etmek zorundadır. Böylece dini çoğulculuk anlamında Avrupa'nın ilk kurumsallaş-.
ması yaşanmış olur. Kendisini evrensel Katolikliğin savunucusu sayan bir impara­
tor açısından bu durum tuhaf bir sonuçtur ancak eğer Alman prenslerinin sadakati
böyle sağlanacaksa bu gereklidir. Hem Katolik hem de Protestan Almanya'da din,
birbiriyle rekabet eden inançların dünyasında daha önce hiç olmadığı kadar politik
. otoriteyi desteklemektedir. .
Ancak ortada basit bir reform fenomerii yoktur; İsa'nın öğretisinin verimli top­
rağından protestanlığın diğer çeşitleri de çıkar. Bazıları sosyal huzursuzluklara
neden olur. Luther kısa bir süre sonra, haklılıklarını kanıtlamak için kendi adını
kullanarak efendilerine isyan eden köylülerin görüşleriyle kendi öğretisini ayrıştır­
mak zorunda kalır. Radikal gruplardan biri Anabaptistlerdir, bunlar hem Katolik­
lerden hem de Protestanlardan zulüm görürler. 15 34 yılında liderlerinin mülkiyette
ortaklık ve poligamiyi savunması karşıtlarının korkularını teyit eder ve bunların
üzerine şiddetle gidilmesine neden olur. Ancak Protestanlığın diğer biçimleri ara­
sında sadece Kalvinizm b�na benzer bir genelierne içine alınabilir. Kalvinizm, John
Calvin adında bir Fransız tarafından ortaya atılmış olmakla birlikte İsviçre'nin re­
forma yapmış olduğu en önemli katkıdır. John Calvin, temel doktrinlerini daha çok
gençken formüle etmiş bir din bilginidir. Ona göre Adem'in cennetten düşüşünden
sonra insanoğlu doğru yoldan ayrılmıştır ve Tanrı tarafından daha önce " seçilmiş"
bir avuç insan dışında kimsenin kurtuluşu mümkün değildir. Eğer Augustinci bir

578
OTORİTE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

keşiş olan Luther, Paul'ün sesiyle konuşuyarsa Calvin, Augustin'in vurgularını akla
getirmektedir. Bu kasvetli tarikatın başarısını anlamak hiç de kolay değildir ancak
etkisine tarih, sadece İsviçre'de değil Fransa, İngiltere, İskoçya, Felemenk Hallan­
dası ve İngiliz Kuzey Amerikası'nda tanıklık etmektedir. En kritik adım seçilmişler
arasında olmaya inanmaktır. Bunun işaretleri Tanrı'nın emirlerine içten bağlılık
ve ayinlere katılım olduğuna göre buna ikna olmak düşünüldüğünden daha kolay
olabilir.
Calvin'in yönetimindeki Cenevre rahat yaşanan bir yer değildir. Calvin, kendi
kendini yönetmek bakımından çok önemli bir deneyim olan teokratik bir devlet
kurar. Burada dinden çıkmak ve cadılık ölüm cezasına çarptırılır, ancak bu herhal­
de çağdaşlarına o kadar da şaşırtırıcı gelmemiştir. Zina birçok Avrupa ülkesinde
zaten suçtur ve ilahi mahkemeler tarafından cezalandırılır. Cenevre'deyse bu suç
çok daha fazla ciddiye alınır ve ölümle cezalandırılır; zina yapan kadın boğulur, er­
keğinse kafası kesilir ( bu, kadınların erkeklere oranla ahlaken ve zeka bakımından
daha zayıf yaratıklar olduğunu kabul eden ve dolayısıyla kadınlara daha ılımlı ce­
zalar veren erkek egemen Avrupa toplumunun ceza pratiğinin açık bir şekilde tersi­
ne çevrilişidir). Dini sapkınlıktan suçlu bulunanlara da ağır cezalar verilmektedir.
Kalvinist rahiplerin eğitildiği Cenevre'den çıkan bu yeni tarikat Fransa'da kök
salar, burada soylular arasında kendine yandaşlar bulur ve 1 5 6 1 yılında 2000 kişilik
bir cemaat oluşturur. Hollanda, İngiltere ve İskoçya'da ve en sonunda Almanya'da
Lutheryanizme meydan okur. Polonya, Bohemya ve Macaristan'a da yayılır. Kal­
vinizmin Lutheryanizmi bastıran ilk canlı yayılışı, İskandinavya hariç, Lutherya­
nizmi ilk kabul etmiş olan Alman topraklarının ötesinde hiçbir zaman güçlü bir
şekilde kök salamaz.
Protestan reform hareketi çeşitliliği hala özetlemeye ve sadeleştirmeye izin ver­
memektedir. Kökenieri itibariyle karmaşıktır. Derinlere kök salmıştır, koşullara da
çok şey borçludur. Etkileri ve · ifadesi açısından zengin ve erişilmesi zordur. Eğer
"Protestanlık" adı birçok dışavururnun altında yatan temel bir kimliğin belirtisi ol­
ması bakımından ele alınacak olursa, bu kiml�k nüfuzunda ve etkisinde bulunabilir.
Bu yıkıcı bir etkidir. Avrupa'da ve Amerika'da İncil'in okunınası ve vaaz üzerinde
temellenmiş, zaman zaman bunlara ayinlerin üzerinde bir önem atfeden yeni ilahi
kültürler yaratmıştır. Milyonlarca kişinin hayatını, onları yeni ve yoğun bir kişisel
denetim ve bilince alıştırarak etkilemiş ( böylece tuhaf, bir şekilde Roma Katalik­
lerinin uzun bir süredir aradığı şeyi sağlamış) ve bakir olmayan din adamlarını
yeniden yaratmıştır. Olumsuz olarak, var olan bütün ilahi kurumları hor görmüş
veya eri azından sorgulatmış, prensierin kendi bulundukları noktadan artık mani­
püle edebildikleri kilise şeklinde yeni politik bir güç yaratmıştır. Bu güç genellikle
papaları sadece kendileri gibi bir prens olarak kabul edenler tarafından papalara

5 79
DÜNYA TARİHİ II

karşı kullanılmıştır. Protestanlık haklı olarak hem dost hem de düşman tarafından
Avrupa'yı, dolayısıyla da dünyayı biçimlendiren tayin edici güçlerden biri olarak
görülecektir.
Bunlara rağmen bir ulus devletin ilk kez papalık otoritesini reddini ne Luther­
yanizm ne de Kalvinizm sağlamıştır. İngiltere'de neredeyse tesadüfen özgün bir din­
sel değişiklik yaşanmıştır. Gal kökenli bir hanedanlık olan Tudorlar, 1 5 . yüzyılın
sonunda tahta geçmişlerdir ve bu hanedanlıktan gelen ikinci kral olan VIII. Henry
altı evliliğinden ilkini bitirip yeniden evlenerek tahta bir varis sağlamak şeklindeki
makul isteği yüzünden papalık otoritesine takılmıştır. Bu durum bir kavgaya ve 1 6 .
yüzyılın laik otorite açısından e n dikkate değer iddialarından birine yol açmıştır.
Bu, İngiltere'nin geleceği açısından da önemli bir gerginliktir. istenen yasayı sada­
kade kabul eden kendi parlamentosunun da desteğiyle VIII. Henry kendisini İngil­
tere kilisesinin başı ilan etmiştir. Doktrinel olarak geçmişten kopmak gibi bir niyeti
yoktur; kendisi, her şeyden önce Luther'i kraliyet kalemleriyle çürüttüğü için papa
tarafından İman'ın Savunucusu unvanıyla ödüllendirilmiştir (ondan sonra gelen­
ler de bu unvanı taşıyacaktır). Ancak kraliyetİn üstünlüğünün kabulü Roma'dan
ayrı bir İngiliz kilisesinin yolunu açacaktır. Manastırların ve bazı ilahi kurumların
boşaltılması ve bunların mülklerinin aralarında soyluların ve eşrafın bulunduğu
alıcılara satılması kazanılmış hak olarak ortaya çıkar. Yeni doktrinlere sempatiyle
bakan din adamları İngiltere kilisesini bir sonraki hükümdarın döneminde kutsal
Protestan fikirlere doğru çekeceklerdir. Halkın tepkisi karışıktır. Bazıları bunun
Roma'yla kavgalı eski ulusal geleneklerin tatmini olarak görür, bazıları ise yer­
siz katlar olarak bakar. Karmakarışık tartışmalarla ve karanlık politikalardan bir
başyapıt olan Ortak Dua Kitabı ve hem Kataliklerden hem de Protestanlardan
şehitler çıkar. IV. Tudor, yani kendisine haksız yere Kanlı adı takılmış olan belki de
İngiltere'nin en trajik kraliçesi mutsuz Mary döneminde, papalık otoritesine dönüş
söz konusu olur (Protestan sapkınlar yakılır) . Daha da ötesi, bu tarihte Avrupa'daki
devletler farklı dini zeminlere çok daha fazla çekilmiş oldukları için ulusal çıkarlar
ve dış politika din sorunuyla tümden karışır.
İngiltere reformlarının Alman reformlarında olduğu gibi ulusal bilincin gelişme­
sine dair bir kilometre taşı oluşuna dair söylenecek tek şey bu değildir. Bu mesele
bir Parlamento Akti'yle düzenlenir ve dini düzenlemeye mündemiç bir anayasal
sorun ortaya çıkar; kanun koyucu otoritenin herhangi bir sınırı var mıdır ? Mary'nin
üvey kızkardeşi I. Elizabeth'in tahta çıkışıyla sarkaç tersine döner, ancak uzun bir
süre nereye kadar gittiği açıkça görülemez. Yine de Elizabeth ısr�r eder, parlamen­
tosu da bunu onaylar. Elizabeth babasının tutumunu temelde sürdürecektir: İngiliz
Kilisesi veya bundan böyle söylendiği üzere İngiltere Kilisesi, doktrinel olarak Ka­
tolik olduğunu iddia eder ama kraliyetİn üstünlüğüne dayanır. Daha da önemlisi,
bu üstünlük Parlamento Akti'yle tanınmış olduğu için İngiltere artık uzun zaman­
dır istediği üzere boyun eğdirmiş olduğu topraklardaki dalalet tohumlarını

580
OTORiTE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

Athmlıc

Occa11

1 600'de Protestan bölgesel kiliseleri

� lüterci � Kalvinci • Anglikan


{Tarihler Roma Kilisesi ile ayrıhğı belirtir)

o
Nantes Emri ( 1 598) ile güveneade olan Fransa'daki Huguenot
kasabalan

llllll Müslüman hükmü

Diğer karartılmış bölgeler 1 600'de Roma Katolikleridir.


� � � � � . 1 054'ten sonra Roma Katolik, Yunan ve Rus kiliselerinin
yaklaşık sınırları

söküp atmaya kararlı olan Katolik İspanya Kralı'yla savaşabilir. Böylece bir başka
ulusal dava daha Protestanlıkla tanımlanmış olur.
Reformlar, ortaçağdan kalma diğer yapılar monarşik iktidarlar tarafından yok
edilirken İngiliz Parlamentosu'nun ayakta kalmasına yardımcı olmuştur ancak bu,
hikayenin bütünü olmaktan çok uzaktır. İngiltere Anglosakson döneminden beri
birleşmiş olan bir krallık olduğundan ve kendisine rakip bölgesel meclisler bulun-

581
DüNYA TARİHİ II

marlığından parlamentonun ulusal politikalara odaklanması, başka yerlerde bulu­


nan benzer yapılardan çok daha kolay gerçekleşmiştir. Kraliyer dikkatsizliğinin de
yardım ettiği bozulmanın sonucu olarak VIII. Henry, kısa bir süre için ele geçirdiği
yığınla mülkü (krallığın yaklaşık beşte biri kadar toprağı) mutlak monarşiye sağ­
lam bir temel oluşturmak amacıyla satıp savınca çok büyük bir fırsatı harcamış
olur. Bunun gibi büyük ağırlık taşıyan belirsizliklere rağmen Henry'nin ulusal bir
kilise yaratmak için ulusal temsili yapıdan onay istemesi parlamen�o tarihinin hala
en kritik kararlarından biri olarak görünmektedir.
Elizabeth döneminde Katolik şehitler verilir çünkü bunlar sapkın oldukları
için değil hain oldukları için yargılanırlar ve İngiltere, din bakımından Fransa'yla
Almanya'ya göre çok daha az bölünmüştür. 16. yüzyılda Fransa Katolik ve Kalvi­
nist çıkarlar arasında parçalanarak büyük sıkıntı çeker. Her ikisi de özünde Din
Savaşları adı altında iktidar mücadelesi veren soylu klanlardır. 1 562'yle 1 5 9 8 yıl­
ları arasında dokuz tane savaş çıkar. Bu mücadelelerinin Fransa monarşisini çok
aşağı çektiği, Fransa soyluluğunun merkezi devlete karşı savaşı kazanma noktasına
geldiği zamanlar olur. En sonunda bu mücadeleler daima birini diğerine karşı kul­
lanan tahtın işine yarar. Fransa'nın harap olmuş halkı bu karışıklığın ve perişanlı­
ğın çilesini 1 5 8 9 yılında tahta kraliyet ailesinin alt dalından birinin, küçük Navarre
Devleti'nin kralı olan Henry'nin (öncelinin öldürülmesinden sonra) tahta çıkışına
kadar çeker. IV. Henry adıyla tahta çıkan kral, üyelerinin hala Fransız tahtında
hak iddia ettiği Bourbon Hanedanlığı'nı kurar. Kendisi bir Protestandır, ancak tah­
ta çıkışın bir koşulu olarak Katolikliği kabul eder, çünkü Katoliklik Fransızların
çoğunun ulus kimliğinin sürekliliğini sağlaması bakımından sıkı sıkıya tutundu­
ğu bir durumdur. Protestanlar devlet içinde devlet olmalarını sağlayacak özel bazı
ayrıcalıklara, kralın buyruklarının surlarını aşamadığı kalelere sahip olurlar. Bu
eski moda çözüm yeni dokunulmazlıkların yaratılmasıyla dinlerini korumaya ya­
rar. Henry ve ardılları bundan sonra suikast ve entrikalarla fena halde bırpalanmış
bir tahtın otoritesini yeniden sağlamaya dönerler yüzlerini, ancak Fransız soyluları
hiçbir şekilde hizaya getirilememişlerdir.
Bundan da önce, dini düşmanlık Roma kilisesinin Karşı Reform olarak bildi­
ğimiz, kendi içinde yeniden toparlanmasıyla daha da alevlendirilmiştir. Bunun en
resmi ifadesi 1 543'te toplanan ve gelecek on üç yıl içinde üç oturum daha yapmış
olan Trenk Konsili'dir. Bu konsil İtalyan ve İspanyol piskoposlarının egemenliğin­
dedir ve kiliseyi İtalya'da biraz, İspanya'da ise hiç tehdit etmemiş olan Reform'un
biçimlenmesine yardımcı olmuştur. Konsilin kararları, disiplin ve doktrin açısın­
dan 1 9. yüzyıla kadar ortodoksinin yapı taşlarını oluşturmuş ve bir araya gelecek
olan Kato lik hükümdarlara standartlar sağlamıştır. Piskoposlara daha fazla yetki
·

582
OTORITE VE ONA MEYDAN OKUYANLAR

verilmiş, köy ve mahalle kiliseleri yeni bir önem kazanmıştır. Konsil, örtülü bir şe­
kilde Katolik Avrupa'nın liderliğine ilişkin eski soruyu da cevaplamıştır, lider artık
tartışmasız bir şekilde Papa'dır. Reform gibi Karşı Reform da yeni bir adanmış yo­
ğunlukta biçimlerin ve ilkelerin ötesine geçmiştir, laikleri ve din adamlarını benzer
bir şekilde tazelemiştir. Her hafta ayine katılmak zorunluluğunun yanı sıra, vaftiz
ve evlilik gibi konuları daha sıkı düzenlemiş ve tövbe belgelerinin, " af dileyenle­
re" satışını -Lutherci patlamaya neden oluşunun verdiği deneyimle- sonlandırmış,
aynı zamanda İtalya'da aralarına girmeye çalışan misyoneelerin haklarında " Bizim
Hintliler" demesine yol açacak kadar derinden geleneksel boş inançlara ve cahilliğe
batmış olan kırsal bölgeleri günahtan kurtarmaya çalışmıştır, kutsal metinlere Yeni
Dünya'da olduğu gibi burada da ihtiyaç olduğunu ima etmiştir.
1 5 . yüzyılda, inananlar arasında Karşı Reform'u besieyecek kadar ruhanilik ve
kendiliğinden coşku zaten vardır. Bu yeni ruh halinin aynı zamanda dayanıklılı­
ğını kanıtlamış bir kurum olarak en etkili ifadelerinden biri bir İspanyol'un, İg­
natius Loyola adında bir askerin icadıdır. Ka �erin garip bir cilvesi olarak kendisi
1530'larda Calvin'le Paris'te aynı koleje gitmiştir, ancak bu ikisinin tanıştıklarına
dair bir belge mevcut değildir. 1534 yılında Loyola ve birkaç arkadaşı yemin eder­
ler. Amaçları misyonerliktir ve bunun için kendilerini eğitirken Loyöla yeni bir dini
tarikatın kurallarını ortaya koyar. 1 540 yılında Papa bu tarikatı tanır ve buna Jesus
(İsa) Cemaati adını verir. Kısa bir süre sonra Cizvit adını alacak olan bu tarikat,
Kilise tarihinde ilk Benediktinlerin ya da 1 3 . yüzyıldaki Fransiskenlerin taşıdığı
türden bir önem taşıyacaktır. Savaşçı kurucuları, bu tarikat mensuplarının kilisenin
milisieri olduğunu düşünür, gayet disiplinlidirler ve Papa'yı Roma'da oturan gene­
ralleri olarak gördükleri için de papalık otoritesine bütünüyle bağlıdırlar. Cizvitler
Katolik öğretisini değiştirmişlerdir. Dünyanın her yerinde misyoneelerin ön safında
yer almışlardır. Avrupa'da entelektüel üstünlükleri ve politik becerileri sayesinde
kralların saraylarında en yüksek mertebelere erişmişlerdir.
Karşı Reform her ne kadar papalık otoritesini destekleyen yeni bir araç olmuşsa
da (reform gibi) laik hükümdarların tebaaları üzerindeki otoritesini de sağlamlaş­
tırmıştır. Politik otorite üzerindeki (veya örgütlü otorite üzerindeki) dini bağımlı­
lık politik aparat, kıskacını daha da genişletmiştir. Bunun en açık örneği İspanya
krallıklarıdır. Burada iki güç, Trent Konsili'nden çok daha önce hiç kuşkuya yer
bırakqıayacak bir Katolik monarşisi yaratmak üzere birlikte hareket etmişlerdir.
Kısa bir süre önce tamamlanmış olan Yeniden Fetih bir haçlı seferi olmuştur. Kato­
lik hükümdarların unvaniarı bile ideolojik mücadeleyle birlikte bir politik sürecin
tanımını ortaya koymaktadır. İkinci olarak da İspanyol monarşisi, birdenbire sahip
olduğu çok fazla sayıda Hıristiyan olmayan, hem Yahudi hem de Müslüman tebaa
sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu çok ırklı toplumda, Yahudi ve Müslümanlar-

583
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of All that
happened in a week
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United States
and most other parts of the world at no cost and with almost no
restrictions whatsoever. You may copy it, give it away or re-use it
under the terms of the Project Gutenberg License included with this
ebook or online at www.gutenberg.org. If you are not located in the
United States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.

Title: All that happened in a week


A story for little children

Author: Jane Helen Findlater

Illustrator: Rosa C. Petherick

Release date: October 7, 2023 [eBook #71825]

Language: English

Original publication: EN: Thomas Nelson & Sons, 1905

Credits: This eBook was produced by: Delphine Lettau, Pat McCoy &
the online Distributed Proofreaders Canada team at
https://www.pgdpcanada.net

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK ALL THAT


HAPPENED IN A WEEK ***
“Do you live in that nice place among the baskets?”
Page 51.
ALL THAT HAPPENED
IN A WEEK A STORY
FOR LITTLE CHILDREN

By

Jane H. Findlater

LONDON, EDINBURGH,
DUBLIN, & NEW YORK
THOMAS NELSON
AND SONS

CONTENTS.
I. The Arrival, 9
II. The Wasps, 15
III. The Doctor, 20
IV. The White Stones, 27
V. A Very Bad Child, 32
VI. A Day in Bed, 41
VII. The Adventure in the Lane, 49
VIII. The Ship, 60
IX. The Washing Day, 69
X. The Sea Beasts, 79
XI. The Last Day at Seafield, 86
CHAPTER I.
THE ARRIVAL.

ne summer afternoon many years ago a child, called Peggy


Roberts, arrived at the door of her aunt’s house in an open
carriage. Peggy was just eight years old. She had been in
the train since early in the morning, and was very tired when the
carriage stopped at the door of Seafield. Then she noticed that
everything round her was new and different from things at home, and
she forgot about feeling tired. The house was exactly like the tea-
caddy that stood on the dining-room side-board at home, and had
been brought from China by her uncle—that is to say, it was quite
square, and you felt as if you could lift off the top like the lid of the
tea-caddy.
Right up to the windows there grew such a
lovely rose-tree, covered all over with
branches of bright red roses.
“O Martin, let me get some of the roses!”
Peggy cried, standing still on the steps of the
house.
Martin was her aunt’s maid, a stout, cross-
looking woman, who always refused to allow
Peggy to do anything she wanted.
“No, no, Miss Peggy, come in for your tea;
the roses are far too high up,” she said.
Peggy looked up at the beautiful dangling branches, and her mouth
went down at the corners; she thought nothing would make her
happy unless she got one of them.
It must have been because she was so tired that she began to
cry about nothing in this way. The coachman was more good-
natured than Martin, however, for he stood up on the box of the
carriage and gathered a bunch of the roses. “Here, missie,” he said,
leaning down from his high seat, and handing them to Peggy.
“Oh! oh! oh!” Peggy cried, burying her nose in the lovely red
bunch.
But then something horrid happened: a whole family of great, fat,
brown earwigs came hurrying and dropping out of the roses, in the
greatest speed to get away. Down went the roses on to the steps,
and Peggy cried in earnest now.
There was nothing she hated like earwigs, and to have a whole
nest of them fall out on her frock was too much for her altogether.
And then Martin was so pleased.
“See there, Miss Peggy; that’s what you get for wanting to pick
flowers!” she said. But she did brush away the earwigs, and stamped
upon the biggest of them to Peggy’s great disgust. Then they went
into the house, and she had to speak to her aunt; and, of course, she
had nothing to say to her.
Tea was on the table. A different kind of bread was there from the
home-bread Peggy knew. She went and stood beside the table and
looked at it, then put out her finger and touched it.
“Don’t touch things on the table!” said Aunt Euphemia.
“I’m sorry!” said Peggy, and wanted to cry again. But the door
opened, and such an exceedingly nice cat came walking in, just as if
the house belonged to it, that she forgot all about crying.
She ran to the cat, and went down on her knees on the carpet to
stroke him.
“He is called Patrick,” said Aunt Euphemia; “take care that he
does not scratch you.”
But Patrick did not mean to scratch. He rubbed his big yellow
face against Peggy in the most friendly way, and then walked to the
tea-table and jumped up on a chair and mewed twice, very loudly,
exactly as if he were asking for his tea.
“Patrick is very punctual,” said Aunt Euphemia.
She poured out a saucer of milk for him, and put it on the floor.
Peggy sat down on the carpet to watch him take it. His little red
tongue was so rough and funny, she laughed out aloud at seeing it
dart in and out of the milk. Patrick never paused for a minute till he
had licked the saucer so dry that you would have thought it had been
washed. Then he licked his long, yellow whiskers, and walked away
to the other end of the room, jumped on to the sofa, and was fast
asleep in a minute. Peggy wanted to waken him, and make him play
with her; but Aunt Euphemia wouldn’t allow her. As her own tea was
brought in at that moment, however, she became interested in it.
Martin came in with Peggy’s pinafore, and glanced at the tea-tray
while she put it on. “I’ll just bring a kitchen cup for Miss Peggy,” she
said, adding aside to Aunt Euphemia, “She’s an awfu’ breaker!”
Peggy blushed hotly. She knew that she often broke things, but it
was horrid of Martin to remind Aunt Euphemia of it just then. She had
wanted to take tea out of one of those nice cups with the roses on
them; it wouldn’t taste a bit nice out of a kitchen cup. But it was of no
use to object. Martin always had her way, so the kitchen cup was
brought, and an ugly kitchen plate also. It was wonderful how good
tea tasted after all, and the strange bread had a nice salt taste, and
the strawberry jam was different too. Altogether, Peggy enjoyed tea
very much.
When it was done, she went across to the sofa to see what
Patrick was doing. He opened his green eyes, and looked at her
sleepily. One of his paws was lying out on the cushion. Peggy took it
up in her hand and felt the funny little pads of black skin on his feet.
She knew, because she had a cat at home, that if you give a cat’s
paw ever such a tiny squeeze with your hand, its claws pop out from
between the little pads of black skin. She had sometimes done it to
old Tuffy at home; so she gave Patrick’s paw the tiniest squeeze
possible, just to see the claws slide out from their sheaths. But
instead of receiving this in Tuffy’s kind way, Patrick put out his paw in
a furious rage at her, and buried all his claws in her arm. Oh, what a
howl Peggy gave, and what long, red scratches appeared down her
arm! Then Patrick jumped down from his pillow with an angry fizz,
and walked out of the room.
Aunt Euphemia rang the bell without a word.
“Martin,” she said, “put Miss Peggy to bed; she has been teasing
Patrick!”
And Peggy, sobbing with pain, went off to bed.
CHAPTER II.
THE WASPS.

ou will not have read even as much as this without


finding out that Peggy was always getting into trouble.
And indeed it was her nature to do so, poor dear,
though it seldom was through any serious fault on her
part. The first evening of her visit to Seafield had
ended in this fight with Patrick, and the next morning
something much worse happened. I must tell you all about it.
The sun was shining very brightly next morning, and Peggy felt
as happy as possible. On the way downstairs she met Patrick; and
because she was very sweet-tempered and forgiving, she sat down
on the top step at once, and held out her hand to him—a little warily,
of course.
She was delighted to see that Patrick, too, wanted to be on
friendly terms. He came and rubbed his head against her and
purred. So they made it up, and Peggy ran downstairs.
“May I play in the garden, auntie?” she asked at breakfast.
Aunt Euphemia considered for a moment. “Yes, if you do not
leave the garden, and do not tread upon the flower-beds, or gather
the flowers,” she answered at last.
Peggy did not much mind these regulations. It looked so
delightful out there in the sunshine that she wanted nothing else. So
when breakfast was over, she ran out and began to wander about,
looking at all the new things—quite new most of them were to her.
Different flowers grew here from those that filled the garden at home,
and they were so nice to smell, even if she might not pick them. In
one corner grew a bush of a great feathery shrub that she had never
seen before. She walked round and round it, and longed to have one
of the long feathery switches for a wand, such as fairies use.
Just as she was thinking how much she would like this, a young
man came across the lawn with the mowing-machine. He looked
good-natured, Peggy thought, and she wondered if she might ask
him about the wand. She did not know his name, however, and felt a
little shy. She stood still, with her finger in her mouth (a bad habit she
had), and watched him while he poured oil into the little holes of the
mowing-machine. Then she summoned up courage to speak to him.
“Man,” she said, in a very shy voice—“man, I would like one of
these branches for a fairy-wand; do you think I might have one?”
She pointed to the bush.
He looked up with a grunt and a laugh, flung down the oil-can,
and drew a big clasp-knife out of his pocket. “One o’ thae yins?” he
asked in a kind voice.
She nodded, and pointed to the branch she specially desired.
“What’s your name, please?” she asked.
“James, missie,” he said, hacking away at the branch while he
spoke, and in a minute he handed her the lovely long spray she had
wanted.
Oh, what a wand it was!—longer a great deal than herself, and so
supple that it bent just like a whip.
“See here, missie,” said James; “ye’ll no can manage it that way;
I’ll peel it to ye.” He took the branch and began peeling off the outer
skin till it showed a satin-like white wood.
“Oh, let me peel!” cried Peggy; and together they peeled away till
the branch was bare—all except a beautiful bunch like a green tassel
at the tip.
With this in her hand, Peggy walked away across the lawn, and
you may fancy how delightful it was. She pretended she was a fairy
queen, and a touch of her wand would do whatever she chose. She
walked about muttering charms to the flowers, and then saw her
friend Patrick lying on a bank. She graciously extended the tip of her
wand to him, and he played with it for a minute quite like a kitten.
But then it struck her that she
would walk round the house. And
outside one of the windows she saw
the funniest thing hanging. It looked
like a little bottle made of flimsy gray
paper. She wondered what it could
possibly be; and standing right under
it, she poked up her hand and tickled
the mouth of the gray-paper bottle.
The next moment, she heard a terrible
buzzing noise, and a cloud of wasps
came flying down upon her. Peggy
never knew what she did. Down went
the wand, and she screamed aloud, for
the wasps were stinging her all over
her hands and face. The next moment
James came running up the bank to her. He caught her up in his
arms and ran across the lawn. They both seemed surrounded and
followed by the wasps, and a new sting came on poor Peggy’s face
or neck every moment. There was a gate in the garden wall, and
James ran to the gate, opened it, and crossed the road. The next
minute Peggy saw that he was wading into the sea with her and
dipping her under the water.
The wasps fell away in the distance, an angry, buzzing, black
cloud; and poor Peggy, more dead than alive, found herself being
carried back to the house, all her clothes dripping with the salt water.
James was dripping too, and moving his head in a queer way as if
his neck hurt him.
CHAPTER III.
THE DOCTOR.

hough it was only ten o’clock in the morning,


Peggy was glad enough to be put to bed at
once when she got back to the house. Martin
and Aunt Euphemia rubbed all her stings with
washing-blue and earth, and after that the
worst of the pain went out of them. But how
Peggy’s head did begin to ache! Then she got
sleepy, and had funny dreams, and woke up
crying, and couldn’t eat the nice dinner Martin brought up to her.
Martin was quite kind too, and tried to get her to eat; but it was no
use—she did not want anything. It was very hot too—oh, so hot,
Peggy couldn’t lie still, and tumbled about in bed. At last, just when
she was so hot that she sat up to see if that would make her cooler,
Aunt Euphemia came in, bringing with her a strange man, who laid
Peggy down on the pillows again, and took hold of her wrist with one
hand, while he held his watch in the other.
“This is the doctor, Peggy,” said Aunt Euphemia in explanation.
“Do the stings hurt you still, Peggy?” he asked, pulling up her
sleeves to look at the marks on her arm. But Peggy scarcely knew
what hurt her most, her head was so sore, and she felt so sick.
“I am going to make you quite well,” the doctor said; “but you
must take something nasty first.”
He looked at Peggy and laughed.
Aunt Euphemia looked very stern. “I will make her take it!” she
said.
“Oh, Peggy is too good to need to be made to take things, I’m
sure,” said the doctor.
Peggy sat up suddenly in bed.
“If you give it to me quick,” she said to the doctor, “I’ll take it!”
“Very well; here it is,” he said, shaking a powder into a glass, and
holding it out to Peggy.
Aunt Euphemia expected her to taste it and declare she couldn’t
take it; but Peggy drank the medicine right off without a word, and
lay down again.
“Poor little soul! Keep her in bed to-morrow, and I fancy she will
be all right next day,” said the doctor.—“Good-night, Peggy; go to
sleep, and if you are quite well on Thursday when I come you shall
have a ride on my horse.”
These were the last words Peggy heard, and she fell asleep very
soon, and slept all night long.
It is horrid to be kept in bed when one feels quite well. Peggy
wanted to get up and go out next day, and instead, had to lie still with
nothing to amuse her. The bed she was in was of a kind you never
see nowadays, with four huge mahogany pillars supporting red
damask curtains. It was just like sleeping in a tent.
Peggy found that by sitting high up on the pillows she could see
out of the window. The sea was right in front of the house, and a little
harbour filled with ships. There was a funny noise always going on at
the harbour, and Martin told her it was the ships being loaded with
coal. In the evening, just when Peggy was very dull, she saw a ship
with great white sails come floating along. There was scarcely any
wind, so every one of the sails was up, and it looked like a big white
bird. Then, as it came near the mouth of the harbour, it stood quite
still in the water, and a little steamer went puffing out to it. A rope
was thrown to the ship, and by this rope it was towed into the
harbour. Peggy could hear the men calling out to one another and
laughing.
“Maybe, if you are good, Miss Peggy, I’ll take ye down to the
harbour one day,” said Martin.
“Might I get on to one of the ships?” Peggy asked.
“No, no—dirty places—all coal-dust; whatever would Miss
Roberts say to that?”
“Oh, but I would like to be on a ship, and the coal-dust would do
me no harm,” pleaded Peggy.
“There’s nothing but dirty Germans on the ships, Miss Peggy—
speaking like monkeys, and rings in their ears—Spanish, and Dutch,
and Italian, some of them. No, no; it’s no place for you!”
Peggy said no more. But, would you believe it, she decided that
she must see these men with rings in their ears, who spoke like
monkeys, however she managed it. And with this thought she fell
asleep.
Dr. Seaton came on Thursday, and by that time Peggy was quite
well, and out of bed again.
“May I take her down the avenue on my horse, Miss Roberts?” he
asked of Aunt Euphemia. “I promised her that I would.”
“Oh, don’t trouble with the child,” said Aunt Euphemia. “I mean to
take her for a drive with me this afternoon.”
There was a moment’s
pause, and Peggy looked very
hard at Dr. Seaton—very hard
indeed. A drive with Aunt
Euphemia would be quite
different from a ride with him,
she thought.
“Mayn’t I take her? She shall
not get into any mischief,” he
said.
Peggy gave his hand a little squeeze to show what she felt about
it, and Aunt Euphemia consented.
Dr. Seaton’s horse was tied to a ring at the door—a high, gray
beast. It had taken a mouthful of the earwig roses, and was
munching away at them when Peggy came down the steps.
“O horse, there are such lots of earwigs in these roses,” she said
in disgust, “I am sure they can’t be nice to eat!”
Dr. Seaton laughed, and told Peggy the horse didn’t mind the
taste of earwigs a bit. Then he lifted her up on to the shiny saddle
that made a nice creaking noise, and gave her the reins into her own
hands, while he held her on. The horse stepped away down the
avenue so obediently, just as if he were quite accustomed to having
Peggy on his back. It was delightful, being so high up, and feeling
the horse move. Peggy thought it made up for the wasps.
“I’m glad the wasps made me ill,” she said, “or I wouldn’t have
had this ride.”
At the gate they came in sight of the sea, and Peggy
remembered what Martin had told her.
“Oh, Martin told me the men on the ships talked like monkeys
and had rings in their ears,” she said, “and I want to see them.”
“Have you never been on a ship?” Dr. Seaton asked.
“No, never. The sea doesn’t come near home, you know,” Peggy
explained.
“Well, would you like to come with me some day on to one?
Would Aunt Euphemia let you? I go to see a boy with a broken arm
on one of the ships. I’ll take you, if your aunt lets you come.”
Peggy was quite sure now that it was worth while being ill. Dr.
Seaton lifted her down off the horse, and told her to run back up the
avenue.
“I’d like just to kiss the horse’s nose first,” she said. “He has been
so nice.”
But Dr. Seaton suggested it would be wiser to pat him—just in
case he were to bite; so Peggy contented herself with this, and then
ran away up the avenue as pleased as possible.
CHAPTER IV.
THE WHITE STONES.

artin will put on your hat and jacket, Peggy,


and you will come out for a nice drive with me
at three o’clock,” said Aunt Euphemia at lunch.
This seemed a pleasant thing to do, but Peggy
did not look pleased. She sat quite still and
made no answer.
“Don’t you wish to come?” asked Aunt
Euphemia at last.
“No,” said truthful Peggy. The fact was, she
had found such a delightful new game that she
wanted to go on playing it all the rest of her life.
“What would you do if you stayed at home?” asked Aunt
Euphemia.
Peggy would not say. It spoils a game so much to explain it to
other people.
“I’d just like to stay and play in the garden,” she said.
Aunt Euphemia was not at all pleased. She thought it was
because Peggy did not love her that she refused to go out with her.
“Very well,” she said; “of course, I do not wish to take a little girl
with me who does not care for me.”
Peggy felt sorry, but she couldn’t explain; it would have spoilt
everything, you know. She stood on the steps and watched Aunt
Euphemia drive away, and then she clapped her hands, and danced
off into the garden. A flight of old stone steps led down from one part
of the garden to another; beside the steps there was a rockery, and
Peggy had found among the stones a lot of lumps of soft white chalk.

You might also like