Professional Documents
Culture Documents
PDF of Tohumdan Hasada O Ru Ntu Cu Ler Do Rtlemesi Octavia E Butler Full Chapter Ebook
PDF of Tohumdan Hasada O Ru Ntu Cu Ler Do Rtlemesi Octavia E Butler Full Chapter Ebook
https://ebookstep.com/product/a-parabola-do-semeador-octavia-e-
butler/
https://ebookstep.com/product/imago-octavia-e-butler/
https://ebookstep.com/product/elos-da-mente-o-padronista-2-1st-
edition-octavia-e-butler/
https://ebookstep.com/product/a-parabola-dos-talentos-em-
portugues-do-brasil-octavia-e-butler/
Elos da Mente O Padronista v 2 1st Edition Octavia E
Butler
https://ebookstep.com/product/elos-da-mente-o-padronista-v-2-1st-
edition-octavia-e-butler/
https://ebookstep.com/product/problemas-do-genero-feminismo-e-
subversao-de-identidade-1st-edition-judith-butler/
https://ebookstep.com/product/vida-precaria-os-poderes-do-luto-e-
da-violencia-portuguese-edition-judith-butler/
https://ebookstep.com/product/o-suicidio-do-ocidente-um-ensaio-
sobre-o-significado-e-o-destino-do-esquerdismo-1st-edition-james-
burnham/
https://ebookstep.com/product/o-livro-do-riso-e-do-
esquecimento-1st-edition-milan-kundera/
Octavia E. Butler
Özgün Adı
Seed to Harvest
Bilimkurgu Klasikleri - 86
TOHUMDAN HASADA
Örüntücüler Dörtlemesi
Çeviren
Pırıltı Onukar
it haki
içindekiler
Ç · · a
·· ·· ··
Arthur Guy'a
Ernestine Walker'a
"Farkındalık mı?"
"İçime bir his doğmuştu... Senin gibi farklı insanlar bir şekil
de beni kendilerine çeker, çok uzak mesafelerde bile çağımlar."
"Ben seni çağırmadım."
"Varsın ve farklısın. Bu beni çekmek için yeterli. Şimdi bana
kim olduğunu anlat."
"Sen bu ülkede beni duymamış tek erkek olabilirsin. Ben An
yanwu."
Adam kadının ismini tekrarlarken göğe baktı ve anladı. Gü
neş, kadının isminin anlamı buydu. Anyanwu: Güneş. Başını
evet dercesine salladı. "Halklarımız birbirlerini yıllar ve uzak
mesafelerle kaçırmışlar, Anyanwu, ama bir şekilde bizi doğru
adlandırmayı başarmışlar. n
yorsun?"
"Evet." Adam belki de bir benzerlik bulma umuduyla kadı
nın yüzünü dikkatle inceliyordu. Bulamayacaktı. Kadının bü
ründüğü suret kendisininki değildi.
"Senin halkın Nijer Nehri'ni" -duraksadı, kaşlarını çattı ve
nehrin asıl ismini telaffuz etti- "Orumili Nehri'ni geçmiş. On
ları en son gördüğümde Benin'in diğer tarafında yaşıyorlardı."
"Nehri uzun zaman önce geçtik," dedi kadın. "O zaman
lar doğan çocuklar çoktan yaşlanıp öldü. O zaman Ado ve Idu
halklarıydık ve nehri geçmeden önce Benin'e bağlıydık. Sonra
Benin'le savaştık, nehri geçtik ve Onitsha'ya gelerek kendi ken
dimizin efendisi olduk, özgür olduk."
"Sizden önce buralarda yaşayan üze halkına ne oldu?"
"Kimileri kaçtı. Diğerleriyse bizim kölemiz oldu."
"Demek Benin'den kovuldunuz ve gelip burada yaşayanları
kovdunuz - veya köleleştirdiniz."
Anyanwu bakışlarını kaçırdı ve cansız bir sesle, "Köle olmak-
tansa efendi olmak daha iyidir," dedi. Göç zamanındaki kocası
nın sözüydü bu. Bu adam kendinin başarılı birisine dönüştüğü
nü görmüş - birden çok kansı, çocukları ve köleleriyle kocaman
bir ailenin reisi hfiline gelmişti. Anyanwu ise hayatı boyunca
iki kez köleleştirilmiş ve sadece kimliğini değiştirip başka bir
yerleşkede koca bularak kölelikten kurtulmayı başarmıştı. Kö
lelerle de, efendilerle de tanışmıştı. Düzen böyleydi. Ama kendi
deneyimleri ona kölelikten nefret etmeyi öğretmişti. Hatta son
zamanlarında sırf kadınların eşlerine boyun eğmesi ve her dedi
ğini yapması gerekliliği yüzünden birilerinin eşi olmaktan bile
kaçınır olmuştu. Şu an olduğu hili -bir tanrının sesiyle konu
şan, herkesin korktuğu ve itaat ettiği şaman kadın- en iyisiydi.
Peki bu neydi ki? O da bir çeşit efendiye dönüşmüştü. Yumuşak
bir tonda, "Bazen köle olmaktan kaçınmak için efendi olmayı
göze almak gerekiyor," dedi.
Adam, "Evet," diye onayladı.
Kadın dikkatini kasıtlı olarak adamın düşünmesi için ona
24 verdiği yeni bilgilere yöneltti. Örneğin yaşı. Adam haklıydı. O
yaklaşık üç yüz yaşındaydı ve kendi halkından hiç kimse inan
mazdı buna. Adam bir şey daha söylemişti - kadının en eski anı
larından birini canlandıran bir şeydi bu. Anyanwu daha küçük
bir çocukken, babasının çocuk sahibi olamadığına ve kendisinin
yalnızca başka bir adamın değil, yabancı bir gezginin çocuğu
olduğuna dair dedikodular konuşulurdu. Bu konuyu annesine
sorduğunda annesi kıza hayatı boyunca attığı ilk ve tek tokadı
atmıştı. Kız da o andan itibaren bu hikayenin doğru olduğuna
karar vermişti. Ama bu yabancı adamla ilgili hiç bilgi öğreneme
mişti. Aslında bu konuyu çok da önemsememişti çünkü anne
sinin kocası onu kendi çocuğu gibi benimsemiş iyi bir adamdı
- gerçi Anyanwu bu söz konusu yabancının halkının kendisine
daha benzer olup olmadığını hep merak etmişti.
Doro'ya, "Hepsi öldü mü?" diye sordu. "Benim şu ... yakınla
rım?"
"Evet."
"Demek benim gibi değillermiş."
"Birkaç nesil sonra senin gibi olabilirlerdi. Sen sadece onla
rın çocuğu sayılmazsın. Onitsha soyundan gelen yakınların da
hayli sıradışı insanlar olsa gerek.
n
için olmasa daha iyi olur denecek türde birisi. Sonra onu öldü
receğim."
"Öldürmek!"
"Arıyanwu, ben öldürürüm. Gençliğimi ve gücümü buna
borçluyum. Sana ne olduğumu göstermenin tek yolu var, o da
bir adamı öldürüp bedenini giysi gibi giyinmek." Derin bir ne
fes aldı. "Bu benim içine doğduğum bedenim değil. Bu benim
giyindiğim onuncu, yüzüncü veya bininci beden de değil. Senin
yetin nazik bir şey gibi görünüyor. Benimkisi değil."
Kadın telaş halinde bağırdı: "Sen bir ruhsun."
"Sana çocuğun teki olduğunu söylemiştim," dedi. "Kendi
kendini nasıl korkuttuğunu gördün mü?"
Adam ogbanje gibiydi, aynı anneye tekrar tekrar doğup sırf
kadına acı vermek için her seferinde ölen kötü bir çocuk ruh.
Bir ogbanje tarafından işkence edilen bir kadın defalarca do
ğum yapar ama hiçbir çocuğu yaşamazdı. Doro ise bir yetiş
kindi. Annesinin rahmine çıkıp çıkıp girmiyordu. Çocukların
bedenlerinin peşinde de değildi. Erkeklerin bedenlerini çalmayı
tercih ediyordu.
Anyanwu, "Sen bir ruhsun!" diye ısrar etti, sesi korkudan
titriyordu. Bu sırada zihni bu adama nasıl bu kadar kolay inan
dığını sorguluyordu. Kendisinin de bildiği gibi türlü numara ve
korkutucu oyunlar vardı. Şimdi neden kendisine getirildiğinde
onun bedeninden bir tannnın konuştuğuna inanan en cahil
yabancılar gibi tepki veriyordu? Buna karşın inanmış ve kork
muştu. Bu adam kendisinden çok daha farklıydı. Bu adam bir
adam değildi.
Adam koluna hafifçe dokunduğunda aniden çığlık attı.
Adam iğrenmiş gibi bir ses çıkardı. "Bana bak, kadın, eğer
sesinle halkından birilerini buraya çekecek olursan onlan öl
dürmekten başka çarem kalmaz."
Kadın bu söylenilene de inandı ve kıpırdamadan durdu. "Bu
raya gelirken kimseyi öldürdün mü?" diye fısıldadı.
"Hayır. Sırf senin adına hiç kimseyi öldürmemek için çok
2e çabaladım hatta. Burada soydaşlann olabileceğini tahmin et
miştim."
"Nesillercesi. Oğullanm, onlann oğullan ve hatta onlann
oğullan."
"Senin oğullanndan hiçbirini öldürmeyi istemem."
"Neden?" Kadın rahatlamış ve meraklanmıştı. "Onlardan
sana ne?"
"Sana oğullanndan birinin derisini giyinmiş olarak gelsem
beni nasıl karşılardın?"
Kadın böyle bir şeyin hayalini bile kuramayarak geriledi.
"Gördün mü? Üstelik senin çocuklannı harcamamak gere
kir. Onlar iyi-" burada başka dilde bir sözcük söyledi "-olabilir
ler." Kadın aradaki sözcüğü net bir şekilde duymuş ama sözcük
ona bir anlam ifade etmemişti. Sözcük tohumdu.
Kadın, "Tohum nedir?" diye sordu.
"Öylesine öldürülemeyecek kadar değerli insanlar," dedi
adam. Sonra tatlılıkla, "Bana ne olduğunu göstermelisin," diye
ekledi.
·"Benim oğullarım senin için ne değer taşıyabilir?"
Adam kadına uzun, sessiz bir bakış attı ve aynı tatlılıkla de
vam etti. "Onların peşine düşmem gerekebilir, Anyanwu. Belki
de annelerinden daha uysallardır."
Kadın daha önce hiç bu kadar nazik -ve etkili- bir tehdit
le karşılaşmamıştı. Oğullan ... "Gel," diye fısıldadı. "Burası sana
gösteremeyeceğim kadar göz önünde. n
etkileri var ama bunun ötesinde bir şey yok. Hayatlarını yaşıyor
ve ölüyorlar."
"Ölüyorlar mı. .. ?"
Kadın ahşap kapıyı açtı ve adamı içeri aldı, sonra da kapının
sürgüsünü arkalarından çekti.
Hüzünlü bir sesle, "Ölüyorlar," dedi. "Tıpkı babalan gibi."
"Belki kızlarınla oğulların birbiriyle evlense ...
"
leyeceğini biliyordu.
Kadın tek kelime etmeden daha ufak bir binaya gitti ve
elinde iki iri patatesle geri geldi. Sonra adamı mutfağına yön
lendirdi ve ona üstüne oturması için bir geyik postu verdi, so-
nuçta adam kasıklarına bağladığı bir bez parçası dışında çıplak n
gelmişti. Hila erkek kılığındaki Anyanwu nazikçe adama kola
fındıkları ve biraz palmiye şarabı ikram etti. Sonra da yemek
hazırlığına girişti. Patateslerin yanında sebzeler, tütsülenmiş
balık ve palmiye yağı vardı. Ocak yerine geçen dizilmiş üç taşın
arasındaki kömürleri canlandırarak ateşi harladı ve içi su dolu
çömleği üstüne yerleştirdi. Patatesleri soymaya başladı. Onları
kesip halkının sevdiği şekilde püre olabilecek kadar yumuşaya-
na kadar haşlayacaktı. Belki sebzeleri, yağ ve balığı kullanarak
çorba da yapardı ama bu çok vakit alırdı.
Bir yandan yemeği hazırlarken adama, "Genelde ne yapar
sın?" diye sordu. "Acıkınca yiyecek mi çalıyorsun?"
Adam, "Evet," dedi. Yiyecekten fazlasını çalıyordu. Eğer et
rafında onu tanıyan kimse yoksa veya onu tanıyan ama iyi ağır
lamayan insanların yanına gittiyse genç ve güçlü yeni bir beden
alıyordu. Hiçbir insan veya hiçbir grup bunu yapmasına engel
olamazdı. Herhangi bir şey yapmasına kimse engel olamazdı.
Anyanwu adamın pek de inandırıcı bulmadığı bir tonda,
"Hırsız," dedi. "Çalıyorsun, öldürüyorsun. Başka ne yapıyor
sun?"
"İnşa ediyorum," dedi adam sessizce. "Biraz - veya epey fark
lı olan insanları bulmak için dere tepe geziyorum. Onları arıyo
rum, gruplar halinde bir araya getiriyorum ve onları daha güçlü
yeni bir halk olarak inşa etmeye başlıyorum."
Kadın şaşırarak adama baktı. "Bunu yapmana - yani onları
kendi topluluklarından ve ailelerinden ayırmana izin veriyorlar
mı?"
"Bazıları yanlarında ailelerini de getiriyor. Çoğunun ailesi
yok. Farklılıkları yüzünden toplum tarafından dışlanıyorlar. Pe
şimden gelmekten memnun oluyorlar."
"Hep mi?"
"Genelde," dedi adam.
"Peki ya peşinden gelmezlerse? 'Senin halkında çok fazla
ölüm oluyor gibi, Doro. Biz olduğumuz yerde kalıp yaşamak is
tiyoruz,' diyen çıkmıyor mu?"
34 Adam ayağa kalkıp duvarla bitişik kilden iki sert ama
davetkar divan çıkıntısının bulunduğu yan odanın kapısına
gitti. Uyuması lazımdı. Giyindiği bedenin gençliği ve gücüne
rağmen bu sıradan bir bedendi. Eğer bedeniyle iyi ilgilenir, onu
besler, dinlendirir ve yaralanmasına izin vermezse birkaç hafta
daha kullanabilirdi. Fakat eğer Anyanwu'yu bulmak için yaptı
ğı şekilde yoracak olursa kısa zaman içinde bedenin kullanım
ömrü dolacaktı. Ellerini avuçlan yere bakacak şekilde önünde
tuttuğunda titrediklerini gördüğünde şaşırmadı.
"Uyumam gerek, Anyanwu. Beni yemek hazır olunca uyan
dır."
"Bekle! "
Kadının sesindeki keskinlik adamı durdurmuş, arkasına
döndürmüştü.
Anyanwu, "Cevap ver," dedi. "Peşinden gelmeyen insanlara
ne oluyor?"
Bu muydu? Kadının sorusunu yoksaydı, divanlardan biri
ne çıktı, üstündeki hasıra uzandı ve gözlerini yumdu. Uykuya
dalmadan hemen önce kadının odaya girip çıktığını duyar gibi
oldu ama tepki vermedi. Eğer kadınınki gibi sorulan insanla
rın kendi başlarına yanıtlamalarına izin verirse uzlaşmaya daha
meyilli olduklarını uzun zaman önce keşfetmişti. Sadece aptal
ların ondan bir yanıt duymaya ihtiyacı oluyordu ve bu kadın
aptal değildi.
Kadın adamı uyandırdığında evin tamamı yemek kokularıyla
dolmuştu; adam kurt gibi acıktığından hızlıca uyandı. Kadının
yanında oturdu, ellerini kadının uzattığı kasenin içindeki suda
yalapşap yıkadı, sonra da parmaklarını kullanarak tabağındaki
tatlı patates püresinin birazını sıyırıp biberli yerel çorbanın içi
ne bandırdı. Yemek çok lezzetli ve doyurucuydu, adam bir süre
yiyeceklere odaklandı, Anyanwu'yla onun da yemek yemekte
olduğu ve konuşmaya pek istekli görünmediğini fark etmek dı
şında fazla ilgilenmedi. Adam daha önce kadının halkıyla bera
ber olduğu zamanlarda ellerin yıkanması ile yemeye başlanması
arasında kısa bir tür dini merasim olduğunu anımsadı. Yiyecek
ve palmiye şarabının tanrılara takdimi. Açlığını biraz bastırdı- 35
sanmazdım."
"Seni kesen adama ne yaptın diye sormuştum."
"Adamlar. Yedi kişi birden, beni öldürmeye çalışmışlardı."
"Peki, ne yaptın, Anyanwu?"
Kadın anılan karşısında kendi içine çekilir gibi oldu. "Onla
rı öldürdüm," diye fısıldadı. "Diğerlerine ders olsun diye ve bir
de ... bir de sinirlenmiştim."
Doro oturduğu yerden kadını izledi ve gözlerinde yaşadığı
acıyı anımsayışını gördü. Oysa Doro, birisini öldürdükten sonra
acı duymayalı ne kadar zaman geçtiğini hatırlayamıyordu bile.
Öfke hissettiği olmuştu belki, mesela güç ve potansiyel sahibi
bir adamın kibire kapıldığı için yok edilmesi gerektiğinde israf
edilen potansiyele öfkeleniyordu. Ama acı değildi duyduğu.
Doro, "Gördün mü?" dedi yumuşak bir tonda. "Nasıl öldür
dün peki?"
"Ellerimle." Artık yaşlı bir kadın olduğundaki kadar çirkin
olmayan normal ellerini önünde sergiledi. "Sinirlenmiştim,"
diye tekrarladı. "O zamandan beri fazla sinirlenmemeye özen
gösteriyorum."
"Tamam ama ne yaptın?"
Kadın, "Neden bütün utanç verici detayları bilmek istiyor
sun?" diye sordu. "Öldürdüm işte. Ölüler. Onlar benim halkım
dandı ve ben onları öldürdüm."
"Seni öldürebilecek olanları öldürmek neden utanç verici
olsun?"
Kadın sustu.
"Eminim sadece o yedisiyle sınırlı kalmamışsındır."
Kadın iç geçirdi ve gözlerini ateşe dikti. "Elimden geliyorsa
korkutmakla yetiniyor ancak mecbur bırakılırsam öldürüyo
rum. Genelde çoğu zaten korkmuş ve kaçırılabilir oluyorlar.
Buradakileri zengin ediyorum, bu sayede yıllardır kimse ölme
mi istemedi."
"Şu yedi kişiyi nasıl öldürdüğünü anlat."
Kadın ayağa kalktı ve dışarı çıktı. Hava kararmıştı - koyu ve
38 derin, aysız bir karanlık; Doro, Anyanwu'nun o gözleriyle ka
ranlıkta görebildiğine neredeyse emindi. Peki, nereye ve neden
gitmişti?
Kadın geri geldi ve adama bir taş uzattı. Monoton bir sesle,
"Kırsana," dedi.
Sertleşmiş çamur falan değil, basbayağı taştı; adam belki
başka bir taş veya metal bir alet aracılığıyla bunu kırabilirdi ama
elleriyle en ufak iz bırakması bile mümkün değildi. Taşı bütün
olarak kadına geri verdi.
Ve kadın tek eliyle taşı un ufak etti.
Adamın bu kadına sahip olması gerekiyordu. Olabilecek en
iyi yabani tohumdu o. Bu kadın, çiftleştireceği her soya güç ka
tacaktı, hem de ölçülmez bir güç.
"Anyanwu benimle gel. Senin yerin benim yanım ve bir ara
ya getirdiğim insanların yanı. Biz senin bir parçası olabileceğin
insanlarız - bizi korkutmana veya hayatını bağışlamamız için
rüşvet vermene gerek olmaz."
Kadın, "Ben buradaki insanların arasında doğmuşum," dedi.
"Benim yerim onların yanı." Ve tekrar etti: "Sen ve ben benzer
değiliz."
"Ama sen ve ben başkalarına benzediğimizden çok birbi
rimize benziyoruz. Birbirimizden saklanmamalıyız." Kadının
kaslı genç erkek bedenine baktı. "Gene kadın ol, Anyanwu, ben
de sana bizim birlikte olmamız gerektiğini göstereyim."
Kadın yorgun bir gülümsemeyle, "On kocadan kırk yedi ço
cuk doğurdum," dedi. "Senin bana gösterebileceğin ne olabilir
ki?"
"Benimle gelirsen, bir gün gömmek zorunda kalmayacağın
çocuklar gösterebilirim." Durdu ve kadın tüm ilgisini ona yö
neltene kadar bekledi. "Hiçbir annenin çocuklarının yaşlanıp
öldüğünü görmemesi gerekir," diye devam etti. "Eğer sen yaşı
yorsan onlar da yaşamalı. Ölümlü olmaları babalarının hatası.
Bırak da sana yaşayacak çocuklar vereyim!"
Kadın elleriyle yüzünü kapadı ve adam bir an kadının ağ
ladığını sandı. Ama sonra adama baktığında gözleri kuruydu.
"Çalıntı organlarının çocukları mı?" diye fısıldadı. 39
"Sahip miyim?"
"Herhangi bir adam ne kadar sahip olabilirse o kadar, evet."
Adam bu cümlenin üstüne birden durdu. Kadının sesinde
herhangi bir meydan okuma yoktu ama söylediği cümle ada
mın ona sahip olduğu -adamın mülkü olduğu- anlamına da
gelmiyordu. Tek söylediği erkekleri için ayırdığı ufak bir bölü
münün şimdi bu adama ayrıldığıydı. Daha fazlasını talep eden
erkeklere alışık değildi. Her ne kadar kadınların tam anlamıyla
kocalarının mülkü olduğu bir kültürden gelse de sahip olduğu
güç sayesinde bağımsız olmaya ve kendi başına bir birey olmaya
alışmıştı. Doro'yla gitmeyi kabul edip halkını geride bırakırken
bu bağımsızlığı da geride bıraktığının farkında değildi.
Adam, "Hadi devam edelim," dedi.
44 Kadın kıpırdamadı. "Bana söylemen gereken bir şey var,"
dedi.
Adam iç çekti. "Çocukların güvende, Anyanwu." En azından
şimdilik.
Kadın önüne döndü ve devam etti. Doro peşisıra giderken
elinden geldiğince kısa sürede kadını hamile bırakması gerek
tiğini anladı. Bu sayede bağımsızlığı, kadın hiç karşı koymadan
kaybolmuş olacaktı. Bu sayede sırf çocuğunu korumak için ada
mın kendisinden her istediğini yapacaktı. Bu kadın öldürülme
yecek kadar değerliydi ve eğer adam kadının soyundan birini
kaçıracak olursa, şüphesiz adamı kendisini öldürmeye mecbur
bırakacaktı. Ama hele Amerika'ya gidip kendi kültüründen so
yutlandıktan ve ilgilenmesi gereken bir çocuk doğurduktan
sonra boyun eğmeyi öğrenecekti.