PDF of Toprakyiyen Dolores Reyes Full Chapter Ebook

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Toprakyiyen Dolores Reyes

Visit to download the full and correct content document:


https://ebookstep.com/product/toprakyiyen-dolores-reyes/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

A luta 1st Edition Carmen Dolores

https://ebookstep.com/product/a-luta-1st-edition-carmen-dolores/

A luta 1st Edition Carmen Dolores

https://ebookstep.com/product/a-luta-1st-edition-carmen-
dolores-2/

Travessia a vida de Milton Nascimento Maria Dolores

https://ebookstep.com/product/travessia-a-vida-de-milton-
nascimento-maria-dolores/

Subidón 1st Edition Joaquín Reyes

https://ebookstep.com/product/subidon-1st-edition-joaquin-reyes/
Pedro Poveda hombre de Dios María Dolores Gómez Molleda

https://ebookstep.com/product/pedro-poveda-hombre-de-dios-maria-
dolores-gomez-molleda/

Les Arcanes de l Univers Tome I Dolores Cannon

https://ebookstep.com/product/les-arcanes-de-l-univers-tome-i-
dolores-cannon/

Clave Matisse 1st Edition Reyes Calderón

https://ebookstep.com/product/clave-matisse-1st-edition-reyes-
calderon/

Querido Reyes Magos Pedro Martín-Romo

https://ebookstep.com/product/querido-reyes-magos-pedro-martin-
romo/

Reyes vagabundos 1st Edition Joseph O Connor

https://ebookstep.com/product/reyes-vagabundos-1st-edition-
joseph-o-connor/
DOLORES REYES

Çeviri: SALİHA NİLÜFER


vcançağdaş
Toprağı okşadım, avucumu kapadım, Marı'a'nın ve onca kızın, başka
bir kadının bedeninden olma sevgili kızların gittiği yere açılan anahtarı
elimde tutarak ayağa kalktım. Toprağı tutup yuttum, biraz daha, biraz
daha, yeni gözlerim ortaya çıksın ve görebileyim diye.

Her köşesinden adaletsizlik fışkıran Buenos Aires varoşlarında yaşayan


isimsiz kız dürtülerine uyarak toprak yem eye b aşlayınca doğaüstü bir
yeteneği ortaya çıkar: Toprakla tem as edenlere dair gaipten görüntü­
ler görebilmektedir. Kaybettiklerinin izini bulmak isteyen insanlar bahçe­
sine toprak dolu şişeler bırakm aya başlar. Artık Toprakyiyen diye a n ıla ­
cak kız toprağın gizlediği ürpertici sırları çözerken bir yandan da kendi
kaderini çizmeye çalışacaktır.

Toprakyiyen'de Dolores Reyes kadın ve çocukların dibe itildiği, şiddetle


şekillenen eril dünyanın karanlığına büyülü bir ışık tutuyor.

# fa n t a s t ik # b ü y ü lü g e rç e k lİk # k a r a n lık # t o p r a k # d o ğ a # o lg u n la ş m a k # g iz e m # a r ja n tin

ISBN T 7 fl-t1 7 5 - 0 7 - 5 ]ı0 4 -2

^can 26,5 TL
® canyayinlari.com I f I S I can yayin lari rom an
Can Çağdaş

Toprakyiyen, Dolores Reyes


İspanyolca aslından çeviren: Saliha Nilüfer
Cometierra
ilk (bu çeviriye kaynak alman) baskı: Editorial Sigilo, 2019
© 2019, Dolores Reyes
© 2019, Editorial Sigilo
© 2021, Can Sanat Yayınları A.Ş.
Bu eserin Türkçe yayın hakları Kalem Telif Hakları Ajansı aracılığıyla satın
alınmıştır.
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

1. basım: Mayıs 2021, İstanbul


Bu kitabın 1. baskısı 2000 adet yapılmıştır.

Dizi editörü: Cem Alpan


Editör: Emrah İmre
Düzelti: Burçin Gönül
Mizanpaj: Atahan Sıralar

Sanat Yönetmeni: Utku Lomlu / Lom Creative (www.lom.com.tr)


Kapak tasarımı: Alper Zeki / Lom Creative (www.lom.com.tr)

Baskı ve cilt: Arı Matbaası


Davutpaşa Cad. Emintaş Kâzım Dinçol San. Sit. No: 81/39,
Topkapı, İstanbul
Sertifika No: 44009

ISBN 978-975-07-5104-2

CAN SANAT YAYINLARI


YAPIM VE DAĞITIM T İC A R ET VE SANAYİ A.Ş.
Maslak Mah. Eski Büyükdere Cad. İz Plaza, No: 9/25 Sarıyer/İstanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
canyayinlari.com
yayinevi@canyayinlari.com
Sertifika No: 43514
DOLORES REYES

TOPRAKYİYEN

ROMAN

İspanyolca aslından çeviren

Saliha Nilüfer

vcan
!
DOLORES REYES, 1978’de Buenos Aires’te doğdu. Öğretmen, femi­
nist, aktivist, yedi çocuk annesi. Buenos Aires Üniversitesi’nde Klasik
Edebiyat okudu. İlk romanı T o p r a k y iy e n 'i 2019’da yayımladı.

ŞALİ HA NİLÜFER, 1972’de İstanbul’da doğdu.İngilizce ve İspanyolcadan


çeviri yapıyor. İlk şiirleri k ita p -lık , L u d in g irra , A ğ ır o l B a y D ü z y a z ı’da
yayımlandı. Sebastian K n ig h t B ir E n d ü lü s H ik â y e s i (roman) 2006’da, Y o ko lu ş
S e rü v e n i (şiir) 2016’da, E k o s e m e le k K u k la la r ı İş B a ş ın d a (çocuk kitabı) ise
2018’de yayımlanmıştır. Başlıca çevirileri: İn sa n ın B ir D a k ik a s ı, T u h a f Z a ­
m a n la r, D ü n y a ve B e n , C e n n e t B a ş k a Y e rd e , Y a sa k B ö lg e v e Ç e k iş m e D iya ­

rın d a , B ü tü n İn s a n la r Y a la n cıd ır, K a r a se v d a lıla r, Y a sa k O lm a y a n H a z la r , Yed i

D e li A d a m , P o r t e k iz ’e Y o lcu lu k.
M elina Romero ve Araceli R am os’un anısına.

Kadın cinayeti kurbanlarına ve kurtulmayı başaranlara.


Sen ki dilinden yalnız ölüler için dökülür o tatlı sözler

Leopoldo Maria Panero

Bir bedenin nelere kadir olduğunu kimse bilemez.

Baruch Spinoza
__ -
“Ölüler, canlıların olduğu yerlerde ayak altında gez­
mez. Anlaman gerek artık bunu.”
“Umurumda değil. Annem burada kalacak, benim
evimde, toprakta.”
“Hemen bırak şunu. Herkes seni bekliyor.”
Beni dinlemediler mi toprak yutuyorum.
Önceleri kendim için yutuyordum, patırtı kopsun
diye, bundan rahatsız oluyor, utanıyorlardı çünkü. Top­
rağın pis olduğunu, karnımın kurbağa gibi şişeceğini söy­
lüyorlardı.
“Kalk hemen, kalk da yıkan hadi!”
Sonraları konuşmak isteyenler için yutmaya başla­
dım toprağı. Başkaları, çoktan ölmüş olanlar için.
“Mezarlıklar niye var? İnsanları gömmek için. Giyin
üstünü.”
“Bana ne insanlardan! Annem bana ait. Annem bu­
rada kalacak.”
“İğrenç görünüyorsun. Saçını başını bile düzetme-
mişsin.”
Yatak odasına, annemin içeriden tuğla kaplamak is­
tediği ahşap duvarlara bakıyorum. Gri sıvalı hayli yüksek
tavana. Babalık canını sıktığında annemin uyumak için
uzandığı odanın bir köşesine, yatağıma ve zemine.

13
Burada artık kimse olmayacak, diye düşünerek başı­
mı yastığa gömüyorum. Anneciğim tarardı, keserdi saç­
larımı.
“Sürükleyerek mi götürelim seni? Salak salak dav­
ranma. Ayıp ya, böyle bir günde şımarıklık ettiğin için
utanmıyor musun?”
Bir hamlede kalkıyorum, saçlarım neredeyse atleti­
min tamamını örterek külotumun üstüne tül gibi dökü­
lüyor. Diz çöküyorum. Ayakkabılarımı, dün bir yerlere
fırlattığım pantolonumu arıyorum. Gözyaşlarımı kendi­
me saklıyorum, geride sadece beni felç edecek bir hiddet
kalsın diye.
Banyoya gitmek için odadan çıkmak gerek. Evimin
içinde sinek gibi vızıldayan insanların arasından geçmek
gerek. Abuk sabuk şeylerden söz edip sigara içen dediko­
ducu komşular.
Walter isyan etti herhalde. Kimse onu yerinden kı­
mıldatamıyor.
Artık ben ve annem diye bir şey yok.
Pantolonumu giyip atletimi içine sokuyorum. Düğ­
mesini ilikleyip fermuarı çekiyorum, gözüm halamda.
Acaba bir an olsun bana lanet okumaktan vazgeçecek mi
diye merak ediyorum.
Ayağa kalktıysam, tüllere sarılmış bedeni taşıyan in­
sanların ardına düştüysem bunun nedeni bıkmış olmam.
Bir an önce defolup gitsinler istiyorum.
Walter gelmek istemiyor.
Fakirlerin mezarlarının olduğu bir yere, bir çukura
sessiz sedasız konduğunu görmek. Ne mezar taşı ne pi­
rinç süs var. Sazlığın arkasında, onu yutan sadece kuru
bir ağız. Yarık gibi ayrılmış toprak. Bense kollarımı aça­
rak onu durdurmaya çalışıyorum, çukurun enini bile
kaplamayan şu bedenimle. Annem devriliveriyor öylece.
Azıcık gücüm bir işe yaramıyor.

14
Toprak babalığın indirdiği yumruklar gibi sarıyor
onu, benden çalınıp götürülmüş gibi gördüğüm o bede­
ne daha yakın olmak için yere yapışmış haldeyim.
Bu arada dua edenlerin sesleri.
Ne diye? Eninde sonunda altüst olan tek şey bedeni
örten toprak, o kadar...
Artık annem ve ben diye bir şey yok.
Çukurda. Üstünü örtüyorlar. Kulağım toprakta, ba­
kıyorum. Hâlâ nefes alabiliyorum. Oysa göğüs kafesim
ciğerlerimi deliyor, nefes alamıyorum gibi geliyor.
Buranın sesi giriyor kâbuslarıma, acıdan ve leş koku­
dan arta kalanlar gibi.
Güneş bile kafamı karıştırıyor, sıcaklığı tenimi kana­
tıyor. Asit dökülmüş gibi yanıyor gözlerim, ağlamamak
için savaş veriyorum.
Acı; çöp ya da ateş sarısı, ya da gri, teneke grisi - acı,
hasta bir gri. Asla ölmeyen tek şey sanki acı.
İstemesem de hepsi seni burada bırakıp gidecek anne.
Ellerim toprağını bırakmasa da sen burada kalacaksın.
Elimden pek az şey gelir, sadece buranın toprağını
yutabilir ve artık düşman olmamasını sağlayabilirim; be­
nim de annemin de hiç adım atmadığımız bir mezarlığın
yabancı toprağı bu.
O burada kalıyor, bense yanımda buranın toprağın­
dan bir parça götürüyorum, karanlıkta rüyalarımı anla­
mak için.
Az önce üstüne örttükleri toprağa ellerimi yaslar­
ken gözümü yumuyorum ve gece oluyor benim için
anne. Doldurup avuç avuç ağzıma götürüyorum. Seni
yutan toprağın karanlık bir gücü var ve tadı ağaç kabu­
ğunu andırıyor. Hoşuma gidiyor, bana gösteriyor, görme­
mi sağlıyor.
Sabah mı oluyor? Hayır. Gözlerimi ve tenimi ışıtan
güneş. Toprak beni zehirliyor sanki.

15
"Kalk Toprakyiyen, hemen kalk, bırak onu artık, bı­
rak.”
Ama gözlerim hâlâ kapalı. Durmadan toprak yut­
manın verdiği mide bulantısıyla savaşıyorum. Yetmiyor
bu bana, görmeden, öğrenmeden gitmeyeceğim.
Birisi, “Tabut için bile parası yok muymuş?” diyor.
Mecburen gözümü açıyorum.
Annem, paçavrayı andıran bir bezle çukura giriyor­
sun. Kim konuşacak artık benimle? Sensiz ben hiçim,
var olmak istemiyorum. Toprak konuşur mu benimle?
Evet, konuştu bile zaten:
Darbelerle sarsılıyordu. Hissedemesem de darbeleri
gördüm. Oyuk açarcasına etin içine gömülen yumrukla­
rın hiddetini. Babamı görüyorum, benimkilere benzeyen
ellerini, yumruklarına güç veren kollarını, ellerini kanca
gibi onun kalbine, tenine gömüyor. Ve oradan nehre ben­
zeyen bir şey başlıyor çağıldamaya.
Ölmen anne, hayatının baharında seni bizden ko­
pardı.
“Hadi kalk Toprakyiyen, kalk hemen. Bırak onu ar­
tık, bırak.”

16
BİRİNCİ KISIM
1

Walter iyiydi, halam gibi değildi. Yatağıma oturur,


beni dinler, az konuşurdu. Yastığı kapıp yatağın altında
sanki tahtası ve şiltesi bedenim için yapılmış bir yuvanın
çatısıymışçasına uyuduğumda sinirden kudurmazdı. Ora­
da saatlerce yanımda dururdu. Beklerdi.
Evdeki gürültülere kulak veriyor, büyüyordum.
Abim bazen babamı sorardı, “babalık” diye söz ede­
rek. Gelip gelmediğini, karşılaşıp karşılaşmadığımızı bil­
mek isterdi.
"Babam hakkında bir şey bilmiyorum. Toprağa sora­
yım mı?”
Walter daima, “Hayır,” derdi, “sana iyi gelmiyor.”
Bir akşam halamın yemek için alışverişe gitmesini
bekleyip dışarı çıktım. Yan odada Walter’i aradım. Bü­
yük yatağı çıkarmışlardı.
Yalnızım, diye geçirdim içimden. Ya Walter’le ha­
lam bir daha geri gelmezse...
Mutfağa gidip bir bezelye konservesi açtım. İçinde­
kileri çöpe dökmek istemediğim için masaya boşalttım.
Masanın ortasındaki bezelye yığınından yapış yapış bir
sıvı aktı kenarlara. Canım yemek istedi ama hayır. Mide­
min boş olması gerekiyordu. Bıçak bulmak için çekme­
ceyi açınca babalığın şişe açacağı gözüme ilişti.

19
Toprağa soru sormak için babama ait bir şeye ihtiya­
cım vardı, halamla Walter onun izlerini evden ve benden
silmişlerdi. Yatağı bile bırakmamışlardı. Şişe açacağını
tutup bakakaldım. Sonra define bulmuşçasına sevinçle
onu şortumun cebine attım.
Yalınayak, saçım darmadağınık, cebimde şişe açaca­
ğı, bir elimde boş konserve tenekesi diğerinde bıçakla
dışarı çıktım.
Toprağa oturdum, elimi toprağa yasladım, bıçağı
saplayıp çıkardım. Hoşuma gitti. Bir daha sapladım ama
bu sefer çıkarmadım, oynatmaya, toprağı biraz kanırt­
maya, bir parça yumuşatmaya çalıştım. Sertti ama bunu
yapmama izin veriyordu. Gevşemeye başladığında elimi
dayayıp avucumu kapadım. Avucumun içi toprak doldu.
Şortumun üstüne koydum. Toprağı bıçakla ve elimle yu­
muşatıp orada biriktirdim. Sonra cebimden babalığın
şişe açacağını çıkarıp çukura koydum. Tam ortaya bıra­
kıp, avuç avuç toprak atıp güzelce örttüm üstünü. Elle­
rimi bacaklarıma ve şortuma silerek temizledim.
Oturduğumda saçlarım yere değiyordu. Saçlarım da
yaşadığım bu toprakların rengindeydi.
Keşke topraktan bir böcek çıkıp bana eşlik etseydi
ama olmadı. Ellerime, bacaklarıma ve bıçağa bakarak öy­
lece bekledim. Sonra toprağı, açacağı, hepsini toparla­
dım ve babalığın son kez bira açarkenki halini getirdim
gözümün önüne.
Bunu düşünmek içimi sızlattı. Hiddetle hepsini te­
nekeye koydum.
Duraksayıp içeri girdim. Bezelye konservesinin su­
yundan bir parça yere akmıştı. Bir sandalye çekip otur­
dum. Bir elimde teneke duruyordu, diğeri yukarı bakı­
yordu. Boştaki elimle tenekeyi eğerek toprağın bir kısmı­
nı azaltmak istedim ama hem açacak hem toprak aynı
anda geldi. Toprağın bir kısmı yere saçıldı. Kalanını ağzı­

20
ma tıktım ve babamı bir kez daha görme arzusuyla hep­
sini yedim. Ağzımı doldurup kapadım, yutmaya çalıştım.
Elimin değdiği toprağın canlı bir şeye dönüştüğünü,
içimle dost bir toprak haline geldiğini hissediyordum, ye­
meyi sürdürdüm. Hepsini yediğimde açacaktan başka bir
şey kalmamıştı geriye. Onu da dilime sürüp temizledim.
Karnım toprakla dolduğunda gözlerimi yumdum.

Halamla Walter’in öylece durmuş bana baktıklarını


görünce, “Babam hayatta,” dedim. Sevineceklerini san­
mıştım ama yok. Konuşmuyorlardı. Donmuş gibilerdi.
Koşarak yanına gidip Walter’e sarıldım.
“Ne halt ettin seni salak!” diyen halam kolumdan
çekip abimden ayırdı beni.
Halam beni geriye çekerken, “Walter, babam hayat­
ta!” dedim.
Abim yanıma gelip elimden tuttu, beni banyoya gö­
türdü, bacaklarımı süngerle yıkadı, sonra musluğu açık
bıraktı. Kollarımı ve ellerimi yıkarken bana bir daha asla
toprak yemeyeceğime dair söz verdirdi.
Ben söz verince başımı okşadı. Çok mu uzun boy­
luydu yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyordum ama
eli başımdayken iyice ufaldığımı hissettim.
“Şimdi de dişlerini fırçala,” dedi ve beni banyoda
yalnız bıraktı.
Aynaya bakıp gülümsedim, dişlerimin arası toprak
doluydu. Babamı sigara içerken anımsıyorum, kokusu­
nu, ağzındaki koyuluğu; sanırım halamla Walter onu
unutmak istiyorlardı, en iyisi buydu. Musluğu yeniden
açtım, fırçayı suyun altına tuttum, bir parça da macun
sıkıp ıslatarak dişlerimi fırçalamaya başladım.
Mutfağa dönünce son bir girişimde bulunmak iste­
dim.

21
“Kardeşin hayatta.”
Halam dönüp bana hiddetle baktı. Kotunun cebin­
den sigara paketini çıkardı.
“Bana bak küçük serseri! Bir daha toprak yut da bak
dilini çakmakla yakıyor muyum yakmıyor muyum!”
Öyle ödüm patladı ki bir süre toprağa basasım bile
gelmedi, dışarı yalınayak çıkmaya bile çekindim. Canım
toprak çekerse halam yemeği ocaktan indirir indirmez
mideye yolluyordum. Hiç beklemeden. Ağzımı doldur­
duğum anda damağımın şişiverdiğini hissediyordum.
Dilim yandığı için bardak bardak su içiyordum. Karnım
dolunca toprak yeme isteğim de kayboluyordu. Ertesi
gün zar zor yemek yiyip konuşuyordum.
Okulda zamanla bizimle alay etmekten vazgeçtiler.
Artık çantamda defterlerimi kirleten toprak olmadığın­
dan arkamızdan gülmeyi bıraktılar. Sıramın üstünde çok
sevdiğim halde bir türlü alamadığım o kurabiye kâğıtla­
rına sarılmış toprağı da bulmuyordum. Sadece ara sıra
bakışlar ve sessizlik vardı.
Toprak yokken her şey kusursuz gidiyordu.
Ta ki Bayan Ana bir daha okula gelmez olana dek.

22
2

Onu sazlıkların arkasında aradıklarını söylüyorlardı.


Bense öyle yapmamıştım.
Ben onun bahçede durup Walter’le öbür çocukları
futbol oynarken seyrettiği yere bakıyordum. Bücürlerin
dipteki ağaca çıkmalarından, düşüp bir yerlerini kırma­
larından korkardı.
Bekledim.
Polis onu evlerin ve çalılıkların arasında, dere kena­
rında aramayı bıraktığında, ben durup oyunumuzu sey­
rettiği bahçenin kenarında, zarif ayakkabılarının bastığı
toprakta aradım onu.
Artık içimden gelmiyordu ve hâlâ görüp göremeye­
ceğimi bilmiyordum ama onun ortada olmadığını düşü­
nerek gezdirdim ellerimi toprakta. Onu kaybetmek iste­
miyordum. Bayan Ana’nın hayatta olduğunu sanıyor­
dum. Onu gülümserken düşünüyordum. Bunun üzerine
ona ait bir şeyin elime, ağzıma gelmesi için avucumu
kapadım.
Beyaz okul önlüğünün zarif olduğunu söylerler, bana
oldum olası bok gibi gelir. Çabuk kirlenir. Önlüğümün
bilek kısmı toprak dolmuştu. Ense ve ön kısmı leş gibiydi.
Eve dönerken halamın sigaralarını ve çakmağını dü­
şündüm. Eve vardığımda önlüğü çıkardığım gibi dertop

23
edip bitkilerin arasına sakladım. Halama okulda spor
dersi sırasında çıkarıp kaybettiğimi söyledim.
“Bak kızım, beni yoruyorsun,” dedi. “Anneniz öldü­
ğü, kardeşim ortada olmadığı için size bakayım diye gel­
dim ama bana kulak astığınız yok.”
Mutfakta yemek yapmaya devam ediyordu, benim­
le mi konuşuyor yoksa kendi kendine mi anlamamıştım.
“Çocukları sevmem, olmadı benim.”
Sakinleşmesini bekleyerek masaya gittim ve daha
fazla kulak vermedim söylediklerine. Bir süre sonra Wal-
ter gelip yanıma oturdu, yorgun olduğunda hep yaptığı
gibi bacaklarını ayırdı.
Halam mutfaktan elinde bir tavayla çıktı.
Walter’e, “Tabakları al,” dedi. “Sen de üç bardakla
çatal kaşık getir.”
Ayağa kalktığımızda halam bileğimi tutarak, “Bir
daha sözümü dinlemezseniz son olur, anladınız mı?”
dedi.

Öbür gün okulda hademe, “Sen, pencerenin yanın­


da resim çizen, ayağa kalk!” dedi. Beni çağırması için yol­
lamışlardı. Hiç konuşmadım. Başımın etini yiyeceklerini
biliyordum. Resmi ellerimde tutup hademeyi takip et­
tim. Herkes bana bakıyordu.
Halam oradaydı. Ne olup bittiğine dair bir fikrim
yoktu. Kayıp önlüğü sormaya gelmişti.
“Ne oldu? Niye böyle bakıyorsun bana?” diye sor­
dum.
Bana bakmayı bıraktı çünkü resmi görünce o da mü­
dür de beni unuttu.
Bayan Ana’nın resmiydi, yüzü tam anımsadığım gi­
biydi ama okuldaki hali değildi. Toprağın bana gösterdiği
şekilde çizmiştim onu: Çıplak, bacakları ayrık, bir parça

24
yana doğru kıvrık, bu da bedenini olduğundan küçük
gösteriyordu, kurbağaymış gibi. Ambarların oradaki ku­
lübelerin önünde, PANDA KERESTEHANESİ tabelası­
nın altında elleri arkadan bir kazığa bağlanmıştı.
Daha sonra evde, yüzüme şamarı indirmeden önce
halam, “Allahın cezası, bütün okulun gözü önünde top­
rak yerken ne geçiyordu aklından?” dedi.
Ertesi gün Bayan Ana’nın cesedini Panda Keresteha-
nesi’nde bulduklarında halam gitmişti. Ne Walter ne
ben bir daha ondan haber aldık.

25
3

Artık okula gitmiyordum.


Walter’in eve gelip giden arkadaşlarıyla biz bizeydik.
Günün yarısını kapının dibindeki koltukta ya da ya­
takta geçiriyordum. Abim kaportacıda iş tutmuştu. Ba­
zen işe giderken koltuğa uzanmış oluyordum. Geri dön­
düğünde hâlâ orada ayak parmaklarıma bakarken bulu­
yordu beni.
“Neden ben, toprak?” diye düşünüyordum.
Walter bana asla bir şey söylemiyordu. Öğle ortası
gibi yiyecek bir şeyler getiriyor, sonra yine tamirhaneye
gidiyordu. Okulu bıraktığım için endişeliydi ama elin­
den endişelenmekten başka bir şey gelmiyordu. Mahal­
ledeki çocukların yarısı bırakmıştı zaten. Bense ne çalışı­
yordum ne de hamile kalmıştım. Bütün yaptığım yatıp
uzanmak ve bilmediğim bir şeyin bizi ele geçirmesine
engel olacakmış gibi yalancıktan evi süpürmekti.
Yalnızca Walter’in arkadaşları geliyordu ziyaretimize.
İşe girişinin beşinci ayında abim bir PlayStation alın­
ca evimiz hafta sonları yolgeçen hanı oldu: arkadaşlar,
PlayStation ve pizza. Televizyonumuz zaten vardı ama
kablo TV bağlantısını kesmişlerdi. Yeniden bağlatmadık,
sırf PlayStation için kullanıyorduk.
Oğlanların tek derdi vardı; o da futbol. Maç günleri

26
çocuklar Hernân’ın oraya giderlerdi, ben de yalnız kalır­
dım. Hernân, abimin arkadaşları içinde beni umursayan
tek kişiydi. Bana kopya C D ’lerle müzik getirmeye başla­
mıştı, onları da PlayStation’a takıp dinliyorduk. Ben ona
"merhaba” ya da “teşekkürler” dışında pek bir şey söyle­
mezdim, o da birkaç kez bana, "Müzik varsa asla yalnız
değilsindir,” demişti.
Uyumakta zorlanıyordum. Hiçbir şey yapmadığım­
dan gün ortasında birkaç kez uyuyakalıyor, gece olunca
da bir sağa bir sola dönüp gözlerim cin gibi açık düşünü­
yordum.
Buzdolabından aldığım biraları açıp içiyordum. Ba­
balıktan bana kalan yegâne şey olan şişe açacağını daima
ceplerimden birinde tutuyordum. Bira her yanımı, özel­
likle de zihnimi örten bir battaniye gibiydi.
Babalığı sadece rüyalarımda görüyordum. Uyanıp
bir daha uyuyamayınca bana getirdikleri müzikleri döne
döne dinliyordum. Bir tomar C D ’m olmuştu. Yarısı
“derleme’ ydi, kapaklarında tangalı kadın resimleri vardı.
O kapaklara öylece bakarken, diğerlerini PlayStation’da
çalıyordum. Daha çok hoşuma gidiyordu ötekiler. Bira
bitip müzik devam ederken uyuyakalıyordum.
Walter’in haberi yoktu çünkü onlarla beraberken hiç
bira içmiyordum. Ama bir sabah beni ayağımın dibinde
boş şişelerle koltukta uyuyakalmış buldu. Kızmadı.
"Seni hep yalnız bırakıyorum,” diyerek yanıma otur­
du.
Başım çatlayacak gibi ağrıyordu.
Uyandığımda hâlâ başım dönüyordu, sendeleyerek
banyoya gittim, kusasım vardı, midem buruluyordu.
Bir süre konuştuk. O akşam neler yaptığını anlattı
bana, bense anlatacak bir şeyim olmadığını hissettim
ama Walter’in yanımda olması hoşuma gidiyordu.
Ailem yoktu, bir tek Walter vardı.

27
Birkaç saattir kanepede oturuyorduk ki bir el çırpma
sesi duyduk. Arazinin bitimindeki parmaklıkların arka­
sından birisi sesleniyordu. Çok iyi göremediğimizden iki­
miz birlikte çıktık. Dışarı yalınayak çıkmayalı uzun za­
man olmuştu. Toprağın soğukluğu, ayaklarımın altındaki
nem, yüz kere yüzüme su çarpmaktan daha iyi geldi.
El çırpan kadın yaklaştığımızda, “Bir şey istemeye
geldim,” dedi.
Bu ses bir yudum bira etkisi yaptı, başım yine çatla­
yacak gibi ağrımaya başladı, abimle bakıştık. İkimiz de
harekete geçmiyorduk, kadınsa gidecek gibi durmuyor­
du. Düzgün giyimli biriydi.
Walter’e, “Kapıyı aç,” dediğimde abim kilidi açmak
için öne atıldı.
“Ne istemeye?” diye sordum kadına.
“Yardım, sizden yardım istemeye geldim.”
İçeri girdik. Ev iğrenç durumdaydı. Ancak bir hay­
van ini bu kadar karanlık olabilirdi ama kadının gözü
benden başka bir şey görmüyordu. Konuşmadan oturdu.
Orada olması, yakınımızda bulunması yapmaya niyet­
lendiği şeyin önemli bir kısmıymış gibi öylece oturdu.
Abim mutfağa gidip mate çayı için su kaynatırken
kadın, “Fal bakıyormuşsun ha?” dedi.
Bunu bir sırmış gibi fısıltıyla söylemişti.
“Hayır.”
“Bana yalan söyleme. Fal bakmıyor musun?”
Amma kalın kafalı bir karı, diye geçirdim içimden.
Kendisi hoşuma gitmemişti ama sorusu düşündürdü.
Yaptığım şey asla fal bakmak gibi gelmemişti bana. Fal
bakmak garip bir şeydi, örneğin piyangoda çıkacak sayıyı
bileceğine inanmak filan gibi. Gözlerini yumup da top­
rakta yatan çıplak bir bedenle karşılaşmanın bununla ne
alakası vardı.
“Hayır. Önceleri bakınca görürdüm ama artık gör­
müyorum.”

28
“Denedin mi hiç?”
Tam bu sırada Walter geri geldiğinden kadını yanıt­
lamadım. Bizi nereden duymuştu? Ama kadının susma­
ya niyeti yoktu. Yardımımıza ihtiyacı olduğunu söyledi,
buralarda fal bakabilen birinin yaşadığını duymuştu, pa­
rası vardı ve iyi ödeme yapacaktı.
“Paraya ihtiyacımız yok,” dedim.
“Ama benim sana ihtiyacım var.”
O sırada kapıyı iterek Hernân içeri girdi. Parmaklı­
ğın kilidini takmadığımızdan çat kapı dalmıştı. Yanında
yeni bir CD vardı. Kadının fal bakma konusunu duyacak
diye telaşlandım.
Donup kalmıştım, Walter de benzer bir hisse kapıl­
mış olacak ki kadını sepetlemeye girişti.
Kadın gitmeden önce eğilip koltuğun oraya atılmış
şişeleri düzeltti, “Kızım madem sırf zevkten bunca çer­
çöpü yutuyorsun, ne olur birisi ihtiyaç duyunca toprak
yesen?”
Arkasına tekme atmak geldi içimden ama kımılda­
madım. Hernân kadının yüzüne bile bakmadı. Araziyi
geçip gittiğini görünce derin bir nefes aldım, ağır ağır
bıraktım nefesimi, yanı sıra her şeyi koyuvererek, içim
boşaldı. Walter kilidi yerine takınca tekrar nefes aldım.
Hernân PlayStation’a bir CD takmıştı. Müzik başladı.

29
4

Kadın benimle konuşmak için Walter’in çıkmasını


beklemiş, sessiz sedasız ve yalnız başına. Hiç kımıldama­
dan. Oğlunu arayan bir kadın güvercin avlayan kedi gibi
görünmezleşebilir.
Onu anlıyordum, birini arıyordu.
Birini arayan insanlarda bir şey olduğunu fark etme­
ye başladım; bedenlerinde, gözlerinin, ağızlarının yakın­
larında acı, kin ve bekleyiş karışımı bir iz, bir şey vardı.
Geri dönmeyen o insanların yuvalandığı kırık dökük bir
yer.
Kadına kapıyı açtım, içeri girdi. Karşıma oturdu.
Masaya yuvarlak bir teneke kap koyarak gözlerini bana
dikti. Gözünü kırpmıyordu. Ne vardı ki içinde acaba?
Mangır mı? Çikolata mı? Sosyetikler bunu yapabilir gibi
geliyordu, içine tonla para ve çikolata koydukları bir ku­
tuyu burnuna dayayarak sana istemediğin halde evet de-
dirtebilirlerdi.
Bu kadını sevmemiştim hiç.
Konuşmaya başladı. Kocasının başta bunu dert et­
mediğini söyledi, çocuk bir parça geç kalmış, ortadan
kaybolmuş ne çıkardı ki. Daha önce lan iki yaşındayken,
henüz yürümezken de aynısı olmuştu, şimdiyse on altı-
smdaydı ve eve dönmemişti.
30
Dünyanın bütün çikolatalarını da verse onu dinle­
mek istemiyordum. Ama devam etti: Kendisini öldür­
melerini yeğlerdi, çocuğunu doğururken çektiğinden
daha çok sancı çekiyordu.
“Biliyor musun,” dedi, “oğlum Ian’ın asla kimseye bir
kötülüğü dokunmamıştır. İstese de yapamazdı zaten.”
Hiç susmayacağından korkarak sözünü kestim.
“Ne var tenekede?”
“Toprak.”
İstemediğim halde kapağını açtı, açmasıyla toprağın
anısı ağzımı sulandırdı. İçindeki koyu renk toprağın ışıl­
tısını gördüm ve kelimeler olmadan içimden bir şey ona
yanıt verdi.
Ben istemesem de bedenim istiyordu. Sanki her şey
ondan ibaretmiş gibi toprağa dokundum. Masadan kalk­
madan tenekeyi önüme çektim.
“Arkanı dön, bakamazsın,” dedim.
Pek hoşlanmadı bundan. Biraz bekledi, düşündü,
sonra ayağa kalkıp sandalyesini çevirdi. Casusluk yap­
maya yeltenmedi.
Toprağı tenekeden alıp ağzıma attım.
Ev siyah bir tülle örtülmüşçesine karardı. Toprağın
etrafımıza yaydığı gece bizi yutmasın diye ışığı yakmak
geldi içimden. Her yer o kadar karanlıktı, güneşin hiçbir
şekilde sızmadığı öyle derin bir kuyuydu ki bundan ha­
yırlı bir şey çıkmayacaktı. Korkuyla durup vazgeçmek ve
gözlerimi açmak üzereyken karanlıkta ilerlemeye başla­
dım, sanki birisi peş peşe mumlar yakıyordu, derken
gözlerim karanlığa alıştı.
Pek az görüyordum ama gayet iyi duyuyordum,
onun sesiydi. Kadının. “lan,” diyordu. Bağırıyordu. Bir­
kaç kez çocuğa seslendikten sonra en aydınlık yerde, ışı­
ğın tam ortasında sekiz yaşlarındaki oğlan belirdi.
Haylaz bir çocuk değildi. Gariban görünümlü tuhaf

31
bir çocuktu, bedeninden çıkan ışık cılız, hüzünlü ve has­
talıklıydı. Kadın herhangi bir yanıt beklemeden, “lan,”
diye tekrar ediyordu.
Hiddetle çocuğun elinden tutup çekiştirmeye başla­
mıştı. Çocuğu daha net görmeye çalıştıysam da olmadı.
Kadının yanında bir adam belirdi ve şöyle dedi:
“Buldun mu?”
“Evet, çişe giderken bile yalnız bırakamıyorum,”
dedi kadın.
“Neredeydi?”
“Doğum günü partisinin arka tarafında. Tek başına.”
“Kim götürdü onu?”
“Ben götürdüm, beş dakika beni bekleyebilir san­
mıştım.”
Bu bir sırmışçasına, adamın duymak istemediği bir
sırmışçasına sessizleştiler. Bakıştılar. Sonra adam, “Niye
yalnız bıraktın ki onu?” diye sordu.
“Herhalde tuvalete birlikte girecek halim yok. On
bir yaşında artık!”
“Kırk bir olsa ne çıkar? Yaşının bir anlamı var sanki,”
dedi adam ve ikisi yeniden sustular. Ian’dan çıkan ışık
onların bedenlerini de cılız gösteriyordu sanki.
Sonra adam öfkelendi, gücünü toplar gibi oldu:
“Bana bahane sıralama. Senin umurunda değil mi o?”
Çocuk ikisinin arasındaydı. Yana doğru hareket edi­
yordu. Onları dinlemiyordu bile, yukarı, ileri bakıyordu.
Neye baktığını görmeye çalıştım ama bir şey göreme­
dim.
Çocukcağız karşılarında değilmişçesine aralarında
konuşuyorlardı. Daha net görmeye çalıştım ama hepsi
kayboldu. Sesler giderek kısıldı. Onlara kulak vermeye
çalışmaktan, toprağın bana göstermeyi istemediği şeyi
görmeye çalışmaktan yorulmuştum.
Gözlerimi açtım.

32
Evim kayıp çocuğun etrafındaki geceden bile karan­
lıktı.
“İşe yaramıyor,” dedim kadına. “Oğlunuzu göreme­
dim bile. Sizi gördüm hanımefendi. Durmadan Ian’ı ne­
den yalnız bıraktığınızı soran bir adam gördüm.”
Kadın iyice üzüldü. Bir darbeyle kendine gelmişçe-
sine, “Babası o,” dedi.
“Neyse işte, ikinizi gördüm hanımefendi. Çocuğu
kaçırdım.”
Kadın başını eğerek sessiz sedasız ağladı. Sonra çan­
tasını açtı, gözünü kurulamak için bir şey çıkaracak san­
dım, bir tomar parayla bir deste fotoğraf çıkardı. Fotoğ­
rafları banknotların üstüne koydu, koca bir tomardı,
hepsini bana doğru itti. Bücürün fotoğrafları. En üstteki
fotoğraflara bakınca çocuğun yine aynı dalgın surat ifa­
desiyle daha büyük halini gördüm.
“Böyle olmuyor bu iş hanımefendi,” dedim.
“Tamam,” dedi başını kaldırarak, “Nasıl oluyorsa öy­
le yapalım o zaman.”

33
5

Hernân motosikletin üstünde gülüyordu.


“O kadar uzakta değil yahu! Nasıl oldu da daha
önce gitmedin ki?”
Yanıt vermedim, sanki bakkala bile çıktığım vardı da.
“Yaklaştık, otoyola geldik sayılır.”
İşte orayı biliyordum. 8. otoyol. Bir-iki yıl önce açılan
o fuarları da biliyordum aslında ama hiç gitmemiştim.
“Hangisine gidelim, Mega’ya mı Fericrazy’ye mi?”
Güldüm.
“Ne bileyim? Sen en çok hangisini seviyorsan ona.”
Otoyola bakan kocaman tabelada “Mega” yazıyor­
du; ardındaysa motosikletler, arabalar ve insanlarla dolu
bir otopark alanı görünüyordu. Otoyol bombok durum­
daydı. Suya, çamura, çerçöpe bulaşmamak için epey ça­
baladık.
“Şuna gidelim,” dedi ve otobüslerin durup içinden
güler yüzlü ailelerin indiği yeri gösterdi.
Girişe olabildiğince yakın park edip indik. Hernân
bana bir şey söylemek istiyordu ama öyle gürültü vardı
ki onu duyamıyordum.
“İçeri,” dedim ve yürümeye koyulduk.
Devasa bir hangardı. Zemin betondu. Gerçek bitki
yoktu, sadece birkaç berbat yapma bitki vardı. Toprak-

34
tan asla bu kadar uzak kalmadığım hissine kapıldım. Ho­
şuma gitmedi.
Çantamı açıp oyun yaparcasına sadece bir saniyeli­
ğine içindekileri Hernân’a gösterdim. Gözleri fal taşı
gibi açıldı: “Nereden buldun kız bu kadar parayı?”
“Buldum işte. Ne yapacaksın?” dedim gülerek.
“Kızım silahlı soyguna filan karışmadın ya!”
Gülmekten altımıza ettik ikimiz de.
Beş yüzlük banknotları havada sallayarak, “Şimdi
ezeceğiz işte,” dedim. Hernân da güldü.
“Hem de nasıl!” dedi ve göz kırptı.
Yürüdük. Yan yana dört sıra seyyar tezgâh vardı.
Araları insan doluydu. Herkes mutlu görünüyordu. Bir
köşede meydanlarda olduğu gibi şekerleme satılıyordu:
karamelli fıstık, patlamış mısır, çikolatalı fıstık. Bir pa­
muk şeker kaptım, beş yüzlük banknotla ödemeye çalış­
tım. Tezgâhtaki kadın bozukluğu olmadığını söyledi.
Hernân bir yirmilik çıkarıp verdi. Benimkini kaldırdım.
“Bana pahalıya patlayacaksın kızım,” dedi ve elimi
tuttu.
Tuhaf geldiyse de hoşuma gitti.
Sıska bir adamın şişeleri plastik bardaklara doldur­
duğu bir bira tezgâhına gittik. Eller bir litrelik bardakları
almak üzere uzanıyordu. “İki tane,” dedim ve ödedim.
Para üstünü cebime koydum ve yürümeye devam ettik.
Bir elimde pamuk şeker, öbüründe bir litre bira vardı.
Büyükçe bir tezgâhın başında durduk. Önünden ve ya­
nından film şeritleri sarkıyordu. İnsanlar CD ve DVD
kutularının başındaydı. Filmlerin zarfları, Yerli, Vizyon,
Komedi, X X X , Korku diye sınıflandırılmıştı.
Hernân kutuları gösterip, “Sana hep bunlardan geti­
riyorum işte,” dedi. Birasından büyük bir yudum aldı.
Birinci kutu “Derleme”ydi, üstünde kırmızı tangalı, Noel
baba şapkalı bir kız resmi vardı. Diğerinde “Latin” yazı-

35
yordu. O kutuyu karıştırmaya başladım. Zarfların etiket­
lerine bakarak biraz kurcaladım kutuyu. Üçünü kenara
ayırdım. Hernân şarkı listesine de bakmamı istedi. Bakıp
güldük.
“Ağzın yapış yapış pembe şeker olmuş/’ dediğinde
birayı kafamın içinde hissettim. Parmaklarımdan da şi­
kâyet etmesin diye yaladım onları.
"Gel,” dedi ve yaklaştı. Uzun bir öpücük verdi, şe­
kerli dudaklarıyla karışık bira tadını, hoşuma giden yu­
muşak dilini hissettim. Devam etmek isterdim ama Her­
nân ayrıldı.
“İyisi mi C D ’lere bakalım, abin beni öldürmesin.”
Güldük. Walter mi? Ona neydi ki sanki?
Beş CD seçtik, Hernân da bir korku filmi ekledi.
Akşam geç vakit, kimse olmazsa, birlikte PlayStation’da
izleyebiliriz dedi. Bir şey yesek iyi olacağını söyledim.
C D ’leri ödedik, torbayla çantama koydum ve en dipteki
tezgâhlara gittik. Hemân tüm birasını içmişti. Benimki
daha yarısındaydı, ona uzattım.
İki çizburger ve kızarmış patates ısmarladım. Çok
beklememiz gerekmedi. İki kişilik bir masaya oturup el­
lerimizi yağlayarak yedik. Burada bira yoktu, sadece gaz­
lı içecek sattıklarından bir şey almadık. Bardağımda ka­
lanla idare ettik.
Hernân iki saniye ağzı boş kaldığında, “Patatesler
acayip lezzetli,” dedi. “Senin eve gidelim mi?”
Başımla onayladım. Zaten başka nereye gidecektik
ki? Ama aklıma abim geldi. Hernân’la birlikte olduğumu
haber bile vermemiştim.
“Önce Walter’e bir hediye alalım ama,” dedim, he­
men heveslendi.
Hamburger kokusu üstümüzden mi geliyordu yok­
sa dumanı etrafa mı sinmişti emin olamadım. “Mega”
denen büyük hangar penceresizdi, içeri girilen yerden

36
çıkılıyordu. Yemek kokusu giysilerimizden, tezgâhlardaki
askılardan sarkan giysilerden tütüyordu. Walter’e bir şey
götürürken bunun da bir kısmını yanımızda götürecek­
tik. Bu fikir hoşuma gitti.

37
6

Abım yayık yayık gülüşünü bastıramadan, “Parayı


nereden buldun ki?” diye sordu.
“Tamam da beğendin mi?”
Ceketi kaldırıp tuttu ve hayalet görmüş gibi baktı.
Ölçüsünü anlamak için Hernân’a denettiğim geldi aklı­
ma ve güldüm. Filmi izleyemeyecektik. Başka gün artık.
“Çalıştım Walter,” dedim fırsatı değerlendirip. Abim
sessiz kaldığından devam ettim, “Geçen gün gelen hanı­
ma yardım ettim. Bana para ödedi.”
Bir an Walter’in beni dinlemediğini sandım: Ne ko­
nuşuyor ne kımıldıyor ne bakıyordu, öfkeli filan da de­
ğildi. Hiç tepki vermedi. Sonra başını kaldırıp, “Emin
misin kardeşim?” dedi, “Bunu sırf para için yaparsan ol­
maz.”
“Bir şey olmaz,” dedim düşünmeden. “Eminim.”
Abim yanıma gelip yanağımdan öptü. Sonra ceketin
harika bir hediye olduğunu söyleyip nereden aldığımı
sordu. Güldüm.
“Sürpriz bu Walter.”
Ceketin günlük bir giysi olmadığını, özel olduğunu,
dolayısıyla saklayacağını söyleyerek odasına götürdü.

38
7

Masada aynı teneke kap, aynı ciddi kadın, bu kez işe


yarayacak toprağı getirdiğini söyledi.
“İyi de ne yapayım?” dedim. Canım her Allahın
günü toprak yemek istemiyordu ki.
Arkamı döndüm. Oyalandım biraz. Çaydanlığı oca­
ğa koymak için mutfağa doğru hareketlendim, oysa bir
süre daha mate içmeyeceğimi biliyordum. Keşke, bugün
olmaz diyebilseydim.
“Mate içer misiniz?”
Kadın başıyla onayladı, bıkkınlıkla mutfağa gidip
ocağı yaktım.
Geri döndüm. Ona bakmıyordum.
“Karnım ağrıyor.”
“Dün gelmedim,” dedi kadın, biraz acıdım ona.
“Ian’la ilgili yeni bir şey öğrendiniz mi?”
“Polis artık aramayı bıraktı.”
Şimdi baktım. Çok çirkin kulakları vardı, boynu ve
çenesi sarkmış, kırışmaya başlamıştı. Ama kolları sıkıydı.
Tenekesini önüme çekmemi bekleyerek dimdik, sağlam
oturuyordu. Oğlunu bulana kadar vazgeçmeyeceği bel­
liydi. Onu bir parça sevmeye başlamıştım.
Walter odasından çıktı. Kadını otururken görünce
sessizce çıkıp gitti. Selam bile vermemişti. Gıcık oluyor­
dum böyle yapmasına.
39
Bazen abim bir daha ortalıkta görünmezse evin bü­
tün toprağını yutup onu temellerinden sarsabilirmişim
gibime geliyordu.
“Hadi söyle,” diyerek tenekeyi bana doğru ittirdi.
Doğru düzgün toprak getirmiş olsun bari, dedim
içimden ama söylemedim. O kadar hödük değildim.
Kadının getirdiği topraktan biraz yutarken ufaklığı
düşüneceğime Hernân’ın önceki günkü öpücüğünü, pa­
muk şekeri ve biraları düşündüm.
Gözümü yumdum ve onu gördüm.
Eskide kalmış bir geceye dönmüş gibiydim. Yaşanıp
bitmiş, artık var olmayan ve ancak buradan, bu andan
görülebilen, benim zihnimde beliren bir geceye.
Çocuğun da hali perişan görünüyordu. İlaç almışa
benziyordu. Adam onu itekledi. lanın suratı her zamanki
gibiydi, ağlamıyordu ama korkmuş bir hali vardı. Yeşil ön­
lüklü adam ona bakıyordu. Adamı tanıyordum. Hiç hoş-
lanmamıştım. Ufaklığa ölçüp biçer gibi bakıyordu. lan zar
zor ayakta duruyordu. Gözünü yumduğunda başı sağa
sola sallanıyordu. Gözlerini açmak ve dik durabilmek için
silkeleniyordu. Hava tuhaf bir şeye dönüşmüş gibiydi.
lan düştü. Bedeni yerdeydi şimdi. Adam arkasını dö­
nerek onun yanına çöktü, çocuğunsa düşmenin ve yere
çarpmanın etkisiyle başı kanıyordu.
Adam babasıydı. Önceden oğluna dik dik bakıyordu
ama şimdi çocuğun bedeni harap halde yerde uzanmış­
ken, sanki yokmuş gibi davranıyordu. Önlüğünün cebin­
den çakmağını çıkarıp bir sigara yaktı. Önce sigarasına
baktı, sonra bakışlarını uzaklara, dumanın ilerisine, göre­
mediğim bir noktaya sabitledi. Bir süre usul usul sigara
içti.
Derken ayağa kalktı.
Bir arabaya doğu yürüdü. Plakayı okumak istedimse
de beceremedim. Arka kapıyı açıp siyah torbalar çıkardı.

40
Birkaç dakika bir şeyler daha arandı, bulamayınca vaz­
geçti. Ian’m olduğu yere döndü, onu kaldırdı, elinde tor­
balar ve kucağında Ian’la oradan uzaklaşmaya başladı.
Upuzun çalılıkların arasında kayboldu. Takip etmeye ça­
lıştım ama beceremedim. Göremedim onları, hareket et­
mem çok zordu. Ne kadar uğraştımsa da bir milim kı-
mıldayamadım. Felç inmiş gibi öylece kaldım. Heykel
gibi hissediyordum. Bu pisliğin içine batmış gibi. Toprak
bulmak için aşağı baktım ama ayakkabılarımın gömül­
düğü pislikten başka bir şey yoktu. Oğlunun bedenini
çalıp götüren adamı görmeye çalışarak ileri baktım. Ama
çöpler dağ gibiydi. Koku burnumu sızlattı, içime işledi,
adeta kafamın içinde vızıldayan, dışarı çıkmaya çalışan,
bu sırada canımı yakan öfkeli arılar varmış gibi.
Gözümü açtım, o koku hâlâ canımı acıtıyordu. Yo­
lun kenarında yığılmış köpek ölülerinin kokusunu andı­
rıyordu.
Kadına, sıkı sıkı çantasına yapışmış güçlü kollarına
baktım.
Konuşmamı bekliyordu. Bense kokunun çekip gide­
rek beni rahat bırakmasını.
Söylemek zorunda olduğum şeyden hoşlanıp hoş­
lanmayacağım bilmiyordum.

41
8

Hernân geldiğinde hâlâ yüzümü yıkıyordum. Ben ki


asla ağlamam, ellerimi soğuk suyun altına soktum yeni­
den. Gözlerim cayır cayır, ellerim alev alevdi ama en kö­
tüsü bedenimin içindeki Ian’dı. Hâlâ konuşmak istiyordu.
Hernân müzik açtı, şarkıda sürekli su ç su ç suçlu diye
tekrar ediliyordu, neden bilmem bu da ağlama isteği
uyandırdı. Havluyla kurulanıp aynaya baktım. Eskiden
asla ağlamazdım. Toprağın bana hâlâ göstermeye çalış­
tıklarını görmemek için gözümü yummamaya çalıştım.
Gözlerimden yaşlar süzülmeye devam etti. Kadını dü­
şündüm, inşallah bir daha gelmez dedim. Görmemi iste­
miş, sonra da bununla başa çıkamamıştı.
B ir suçlu gibi çaldın kalbim i, diyordu dinlemek iste­
mediğim şarkı. Midemdeki toprak altüst oluyordu. Bir
annenin karnındaki çocuk gibi karnıma mıhlanmış bu
gariban çocuk.
Onu başımdan atmam gerekiyordu. Musluğu sonu­
na kadar açtım ki suyun gürültüsü akıp giderken onu da
götürsün.
Klozete yaklaştım, öğürene dek parmağımı boğazı­
ma soktum. Biraz daha ittim. Acıdı. Kustum.
Unuttum, çünkü unutabilirdim. Asla anne olmaya­
caktım. İstemiyordum.

42
Aynaya bakmadan tekrar musluğa gittim. Suyun al­
tına önce ellerimi, sonra kollarımı sokup çıkardım. Yü­
zümü yıkadım, kavrulan gözlerimi ancak soğuk suyun
altında kapatabiliyordum. Su iyileştiriyordu beni. Sakin­
leştiriyordu. Başımı kaldırdım, musluğu kapadım, bir
havlu alıp adeta yanık bir teni silercesine ağır ağır kuru­
ladım. Dışarı çıktım.
Hernân yüzünde hortlak görmüş gibi bir ifadeyle
neyim olduğunu sordu.
“Hiç,” diye yanıtladım, “bok gibi uyudum.”
Karşılık vermedi. Kesin bana inanmamıştı ama bir
şey söylemedi.
Suç su ç suçlu şarkısı bitiyordu, düşündüm de, o gün
içimden müzik dinlemek gelmiyordu. Hernân’a kıyamı-
yordum ama yok. PlayStation’ın başına gidip düğmeye
bastım.
Gözlerini fal taşı gibi açarak, “Gideyim istersen,” dedi.
Aldırış etmedim. Playstation’ın hemen yanında ahi­
min oyun yığınına bakıp aralarından bir zarf seçerek,
“Bugün iyisi mi bana oyun oynamayı öğret,” dedim.

Ekranda 1. R aun t, D öv üş yazısı çıkınca başladım.


Hernân böyle gülmeye devam edersem dövüşeme-
yeceğini söyleyince gülmemi bastırmaya çalıştım. Onu
yenmek istiyordum. İlk başta olabildiğince kuvvetli bas­
maya çalıştım düğmelere. Ama karakterim siper alacağı­
na geriye doğru sıçrayınca Hernân gülmekten altına etti.
“Hareket listesine dikkat etsene,” dedi.
Zerrece bilmiyordum neden söz ettiğini.
“Hangi hareket listesi?”
“Bu raund’u bitir de sana göstereyim.”
Sheeva’ya karşı savaşıyordum. Kopkoyu teni, karşı­
sında bir halt edemediğim son derece kaslı altı kolu vardı.

43
M ortal K om bat oyununun bütün dişi karakterlerinde ol­
duğu gibi korsesinden memeleri görünüyordu. Oyunda
eril bir karakter olan Sub-Zero’yu seçmiştim. Bir video
oyununda bile olsa öyle kocaman göğüslerim var diye en­
dişelenmek işime gelmiyordu. Ben tahta göğüslüyüm.
Sheeva’yı alt ettikten sonra Hernân, “Bana versene,”
dedi. “Bak şimdi.”
Bir düğmeye basmasıyla ekranda bazı özel hareket­
ler belirdi. İleri - ileri - yumruk. İleri - ileri - tekme. Bu
şekilde bir sürü kombinasyon. Hepsinin altında da öldü­
rücü son vuruş hareketleri.
Dövüşe geri döndüm. Bu kez Raiden’in karşısınday-
dım. Birkaç tekme attıktan sonra beni gene yere devirdi.
Özel hareketleri kullanmayı denedim. Sub-Zero’nun el­
lerini beş saniye içinde buzla doldurup rakibine fırlatıp
onu dondurması çok hoşuma gitti. Fırsat bu fırsat, Rai-
den’e yakından hücum ettim, gövdesi geriye savruldu ve
yere çakıldı.
Raiden yeniden hücuma geçmek üzere ayağa kal­
kınca ben de başlatma düğmesine bastım.
“Oyunu durmadan yeniden başlatırsan olmaz ama,”
dedi Hernân. Bana hareketler listesini kullanmamı söyle­
diğini anımsattım. Başlatma düğmesine basıp oyunu dur­
dururken, “Daha doğru düzgün kapamadım olayı,” dedim.
“Amma mızıkçısın kız,” dedi ve güldük.
“Tamam, tamam bu son, söz,” dedim ama yalandı
bu elbette.
“Ya ya tabii,” dedi Hernân ve o da güldü. "Kazanma­
yı çok istiyorsun ama oyunu öğrenmeye niyetin yok.”
Haklı olduğunu kabul etmemek için kızmış gibi
yaptım. Hareketler listesine devam ettim. Joystick’ler-
den biriyle çalıştım ve sanki kapmaya başladım gibi gel­
di. Hazırdım, başlatma düğmesine bastım. Raiden’in
karşısına çıkıp kombo çektim. Bu sefer işe yaramıştı. Dö-

44
vüşte işi bitmek üzereydi, ekranda BİT İR IŞ IN I yazısı
belirdi. Raiden ekranın ortasına sağa sola yalpaladı ve
nihayet öldürebildim onu.
Annem öldüğünde Walter’le halamın da ölebilece­
ğim düşündüğüm bir zaman olmuştu. Halam umurum­
da değildi de abimin öldüğünü düşünmek fena ağzıma
sıçıyordu. Saatlerce odaya kapanıp ağlıyordum. Sonra
ben de ölebilirim diye düşündüm, hatta bunun nasıl ola­
bileceğini görmeye çalıştım ama beceremedim. Kendimi
ölürken gözümün önüne getiremediğimden, onun yeri­
ne, bacağını sürükleyen bir dişi köpek düşündüm.
Omurgasındaki tümör nedeniyle hasta olmuştu, onu
sarkmış bacağıyla yoldan, bizim mahalleden, evimin ka­
pısının önünden geçerken, bacağı giderek daha çok san­
cırken hayalimde canlandırmaya çalıştım. Genç kızların
memeleri gibi büyüyecekti tümör. Gitgide zayıflayan
köpeğin yemek yiyecek, kımıldayacak hali kalmayacaktı.
Araziyi çevreleyen parmaklıklara yaslanmış acı çekerken
gözümün önüne geldi, bedeninde ölümü gördüm.
Raiden ölmüştü ve ben deli gibi zıpladım. Hernân
da öyle. Kucaklaştık. Tam dudağımdan öpecekken Wal-
ter içeri girdi.

45
9

Playstation’da oyun oynamaya başlayalı iki hafta ol­


du. İlk başta müzikle oyun arasında tercih yapmakta
zorlandım. Sonra kesin bir karar verdim: Gündüz oyun,
uyumaya giderken de müzik.
Pazar günüydü. Walter çalışmıyordu. Mutluydum,
ilk kez onlarla birlikte oyun oynamama izin vermişti.
Aklımdan hareketlerin listesini geçiriyordum. Sub-Zero,
Sonya ve Raiden’inkileri gayet iyi kapmıştım. Diğerleri-
niyse şöyle böyle.
Eve girenler doğruca buzdolabına gidip birkaç bira
bırakıyordu. Her gelenin yaptığı şeydi bu. Sonra odaya
girip kendilerine bir yer buluyorlardı. Artık tek kişiye
bile yer kalmamıştı. Yatağa, yerlere, abimin taburesine
oturmuşlardı, ayakta bira içiyorlardı, oda tıklım tıklımdı.
“Yastığıma kıçını dayayanı vururum ha,” dedi Walter.
Hernân henüz gelmemişti. Önce bir şey olmamış
gibi yaptımsa da gelmesini istiyordum. İki hafta boyunca
o kadar çalışmıştık, bugün ortalıktan toz olmak neyin
nesiydi?
Neyse ki sonunda geldi. Herkese selam verip elinde­
ki paketi gösterdi.
“Girişte duruyordu. Gülle gibi ağır."
Kapının yakınlarında yerde oturan abim, “Universal
Kilisesi’nin gazetesi herhalde,” dedi.
46
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of Field artillery
materiel
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United
States and most other parts of the world at no cost and with
almost no restrictions whatsoever. You may copy it, give it away
or re-use it under the terms of the Project Gutenberg License
included with this ebook or online at www.gutenberg.org. If you
are not located in the United States, you will have to check the
laws of the country where you are located before using this
eBook.

Title: Field artillery materiel

Compiler: James P. Kelly

Release date: October 25, 2023 [eBook #71954]

Language: English

Original publication: Columbia, MO: University Coop Store, 1920

Credits: Bob Taylor, Brian Coe and the Online Distributed


Proofreading Team at https://www.pgdp.net (This file
was produced from images generously made available
by the Library of Congress)

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK FIELD


ARTILLERY MATERIEL ***
FIELD ARTILLERY
MATERIEL
Notes on the Development,
Use and Care of Modern Field Artillery
Equipment, Including the
3” Field Gun, American, French and
British 75s, the 4.7” Gun, 155-mm
Howitzer, GPF, Fire Control Instruments,
Signal Equipment and small
arms used by the Field Artillery—automatic
pistol, automatic rifle and
the Browning machine gun.

Compiled by

JAMES P. KELLY
1ST LIEUT. FIELD ARTILLERY
U. S. ARMY

COPYRIGHT
BY
THE UNIVERSITY CO-OPERATIVE STORE
UNIVERSITY OF MISSOURI
COLUMBIA, MO.
1920
DEDICATION
To those efficient officers and inspiring gentlemen who
interested the “youngsters” of the Yale batteries in the
service of their country, and, in a time of peace, prepared
them for the duties which they later performed in a time of
war, this book is gratefully and respectfully dedicated.
ARTILLERY OF THE FUTURE.

SELF-PROPELLING CATERPILLAR MARK VII 75-MM. GUN. MODEL 1916.


SELF-PROPELLING CATERPILLAR MARK II 155-MM. FILLOUX GUN.
INTRODUCTION.
The compiler of this volume believes that the Field Artillery student
should possess a broad, general knowledge of the history and
development of ordnance, with some idea of the elements of gun
construction; that he should be acquainted with the organization,
ideals and practicalities of modern field artillery armament; that he
should know the ammunition and the guns in our Field Artillery
service with their care and maintenance.
It is also believed that in the R. O. T. C. units of Field Artillery the
student should make the complete 3” equipment the basis of his
knowledge of materiel. He should become thoroughly and familiarly
acquainted with this weapon, and, to a lesser extent, with the other
light pieces which are in present use. The reason for this being that
our experience in the World War has shown that a thorough
knowledge of one class of materiel permits a ready adaptation to any
other type. He should also know the manner of functioning of the
4.7” and 155-mm rifles, with a somewhat more intensive knowledge
of the 155-mm howitzer—and with a sound knowledge of the
capabilities and limitations of all.
To complete his instruction in materiel he should know the use and
care of Fire Control equipment, Signal equipment, and the small
arms used in the field artillery, pistol, automatic rifle and machine
gun.
The lack of a single volume covering the above has been the
cause of the compilation of this book. The compiler hopes the R. O.
T. C. student will find in it a text which will be interesting, instructive
and comprehensive. To the lieutenants in charge of Department “A”
and to those who aspire to that responsibility it is hoped that this
work will prove a valued addition to their professional libraries.
The subjects covered herein have been taken wholly or in part
from the various official handbooks, from “Ordnance and Gunnery, U.
S. M. A.,” “Naval Gunnery, U. S. N. A.,” “America’s Munitions,” “Gun
Making in the U. S. A.,” “Ordnance and Gunnery for Field Artillery
Officers,” “Artillery Firing,” “The Field Artillery Journal,” Ordnance
Doc. 2033, from lecture notes taken at the School of Fire, Brigade
Training Pamphlets, and various other sources.
The compiler is indebted to Lt. Col. Lloyd E. Jones, F. A. and
Major H. C. Jackson, F. A. for the valuable advice and the helpful
assistance they rendered in this compilation.
CONTENTS.
Chapters Page
I. Definitions. 11
II. History and Development of Materiel. 16
Biblical references—Use by Romans in Punic wars
—Greeks; Chinese use of pyrotechmy; French
field artillery in the time of Charles VIII;
Gustavus Adolphus and artillery in the 17th
century; Louis XIV; Gribeauval’s work in 1765;
Shrapnel, 1808; Smooth bores to rifles, middle
of 19th century; French “75;” Period 1897 to
date.
III. Elements of Gun Design and Construction. 27
Guns—wire wrapped and built-up; twist;
breechblocks; carriages; traversing
mechanisms; elevating mechanisms; recoil
systems. Air and spring recuperators; shields;
sights; wheels; trails.
IV. Modern Armament. 46
Discussions of types of artillery and their
organization; missions and guns suitable to
accomplish different missions; ideal and
practical types for divisional corps and army
artillery.
V. Three-inch Field Gun. 62
Weights and dimensions.
Description of gun, carriage, caisson and limbers;
functioning of principal parts.
Mounting and dismounting.
75-mm Model 1897 (“French 75”).
VI. 84
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
Care, preservation, dismounting.
VII. 75-mm Model 1916 (“American 75”). 105
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
Care, preservation, dismounting, mounting.
VIII. 75-mm Model 1917 (“British 75”). 147
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
IX. 4.7” Rifle Model 1906. 154
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
X. 155-mm Rifle (Filloux Gun) (GPF). 160
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
XI. 155-mm Howitzer Model 1918. 167
Weights and dimensions.
Description and functioning of principal parts.
Notes on dismounting and mounting—cleaning.
XII. Explosives, Ammunition and Fuzes. 199
Explosives—classes, fillers, H. E., nitrogen
compounds.
Ammunition—classes, discussion of fixed, semi-
fixed and separate ammunition, primers,
charges, construction of different types of shell,
care.
Fuzes—principle of operation, arming, classification,
precautions, tables of fuzes giving description,
use, etc.
Ammunition marking.
Care and Preservation of Materiel.
XIII. 236
Oils and cleaning materials; tools and accessories;
care and cleaning of different parts of carriages,
emptying, cleaning and filling cylinders,
cleaning bore, breech, springs, etc.; general
instructions for care of cloth, leather and metal
equipment. Cleaning schedules.
XIV. Fire Control Equipment. 258
Sights—line, front and rear, panoramic; model 1915
and 1917 with their use, care and verification.
Range Quadrant, care, use and adjustment. B.
C. Telescope, model 1915 and Aiming Circle
model 1916, with their use, care and
adjustment. Range Finder, 1 meter base, use,
care and adjustment. Field Glasses. Fuse
Setters.
XV. Signal Equipment. 285
Telephones and Monocord Switchboards—
description, use, adjustments, trouble shooting
and care.
Projectors—description, use, adjustment, service
code for lamps and buzzer, conventional
signals.
Pyrotechnical signaling, classification of rockets,
use, code.
Panels—liaison with airplanes, signals, description
of panels, panel code.
Flags—classification, use of semaphore and wig-
wag.
Radio—Description of equipment, SCR-54 and
SCR-54-A Sets, methods of operation, use of
vacuum detectors, precautions, sources of
trouble, maintenance, reception of airplane
signals.
XVI. Small Arms. 315
Pistol, machine gun and automatic rifle—
description, use and care.
XVII. Motors 328
Reconnaissance car, Dodge, Harley-Davidson
motorcycles. 5-ton tractors, ammunition trucks,
cargo trucks. How to drive, sources of trouble,
maintenance.
Appendices. 349
A.Gunner’s Examinations—preparations,
Cannoneers’ “Don’ts,” training gun crews.
B. Tabular comparison of light guns used in World
370
War.
C. Table of Equivalents. 371
Index.
LIST OF ILLUSTRATIONS
Title Page
Artillery of the Future Frontispiece
Diagram Hydro-Springs and Hydro-Pneumatic Recoil
41
Systems
3-inch Field Gun Breech Mechanism Facing 63
Carriage Model 1902, Plan View Facing 65
Elevating Gear 67
Traversing Gear Facing 66
Recoil Controlling Mechanism Facing 69
Caisson Limber, Model 1916 73
Caisson, Model 1902 Facing 74
75-mm Field Gun, Model 1897 (French) 85
Breech Mechanism 86
Firing Mechanism 88
Gun Carriage, Longitudinal Section 90
Gun Carriage, Rear View 91
Gun Carriage, Left Side 92
Gun Carriage, Right Side 93
Gun Carriage, Plan View 94
Wheel Brake Mechanism (Abatage) 96
Range Elevating Mechanism 98
75-mm Field Gun, Model 1916 (American) 107
Breech Mechanism 108
Breech Mechanism 109
Gun Carriage, Left Side 112
Gun Carriage, Right Side 113
Gun Carriage, Rear View 116
Gun Carriage, Plan View 117
Gun Carriage, Longitudinal and Transversal
119
Sections
Recoil Mechanism 122
Valve Turning Gear 125
Angle of Site Mechanism 128
Elevating Mechanism 130
Traversing Mechanism 132
75-mm Field Gun, Model 1917 (British) 148
Breech Mechanism 149
Recoil Mechanism 151
Gun Carriage, Plan View 152
4.7-inch Gun, Model 1906, Longitudinal Section 155
Gun Carriage, Left, Plan and Rear Views 158
155-mm Gun, Model 1918, (GPF) (Filloux) 161
Longitudinal Section in Battery 163
Carriage and Limber, Traveling Position Facing 165
155-mm Howitzer, Model 1918 169
Carriage and Limber Facing 166
Carriage Unlimbered Facing 167
Breech Mechanism 171
Breech Mechanism 172
Firing Mechanism 174
Longitudinal Section 180
Carriage, Left Side 183
Elevating Mechanism 184
Traversing Rollers 186
Traversing Mechanism 188
Air and Liquid Pumps 190
Howitzer Carriage, Plan View 191
Quadrant Sights, Model 1918 193
DeBange Obturator 205
Mark II-A Primer 207
155 Steel Shell Mark IV 210
155 Shrapnel Mark I 212
4.7-inch Gun Ammunition 213
3-inch Gun Ammunition Facing 214
Detonating Fuze, Mark III 225
Detonating Fuze, Mark V 226
45 Second Combination Fuze, Mark 1 230
21 Second Combination Fuze, Model 1907 M 231
75-mm Gun Ammunition 234
Rear Sight, 3-inch Field Gun 259
Panoramic Sight, Model of 1917 261
Panoramic Sight, Model of 1915 264
Range Quadrant, 3-inch Field Gun 266
Battery Commander’s Telescope, Model 1915 271
Aiming Circle 275
Diagram of Range Finder Principle 279
Range Finder, Rear View Facing 280
Range Finder Tripod Facing 281
Three-Steps in Range Finding Facing 282
Fuze Setters Facing 284
Camp Telephone Facing 286
Diagram Telephone Circuit 287
Diagram Radio Circuit 307
The Automatic Pistol, Cal. 45, Model 1911 Facing 316
Receiver, Barrel and Slide Facing 317
Component Parts Facing 318
Component Parts Assembled Facing 319
Ammunition Truck Facing 334
CHAPTER I
DEFINITIONS.

In the study of any subject which is rather technical in nature, it is


absolutely essential that the reader be familiar with the meaning of
the words and phrases which must be used in the matter to be
discussed. If the subject matter is to be understood there must be a
common phraseology. The reader is therefore strongly urged to
perfect his knowledge of the following short vocabulary before
passing on to the matter which follows.
Ammunition. A general term applied to all forms of
powders, shells, cartridges, primers, etc.
(a) Fixed Ammunition. When the powder charge
is enclosed in a metallic container which is
fixed to the projectile, it is called “Fixed
Ammunition.”
(b) Semi-Fixed Ammunition. When the charge
and metallic container are a fixed unit but are
not fastened to the projectile, it is called
“Semi-Fixed Ammunition.”
(c) Separate Ammunition. When the powder
charge is contained in bags separate from
the projectile and containing not a fixed but a
varying charge, it is called “Separate
Ammunition.”
Artillery. All firearms not carried by hand, excepting
machine guns. It is divided into two general
classifications: (1) artillery of position, and (2) mobile
artillery.
(1) Artillery of Position is that which is
permanently mounted in fortifications.
(2) Mobile Artillery consists of two classes: first,
artillery designed to accompany an army in
the field; second, railway artillery which
requires tracks for its transportation.
Ballistics. The science of hurling projectiles or of the
motion of projectiles in their flight.
Bore. The hole which extends from the muzzle to the
breech. The passageway for the projectile. That part
of the tube which is bored out.
Breech. The rear end of the gun, tube, or barrel.
Caisson. A two-wheeled vehicle which supports an
ammunition chest. The wheeled equipment of a gun
section consists of one gun with its limber and one
caisson with its limber. For a caisson section it
consists of two caissons with their limbers.
Caliber (Calibre). The diameter between the highest
points in the bore.
Carriage, gun. Usually understood to mean all the piece
except the tube with its appurtenances and the limber.
Cartridge case. A hollow cylinder shaped to fit the bore. A
container for the propelling charge.
Charge.
(a) Propelling. A quantity of powder used in the
bore to generate the gases which propel the
projectile from the gun.
(b) Bursting. A quantity of powder used in
shrapnel to strip off the head of the projectile
and to force out the balls.
(c) Explosive. The matter used in a shell to
detonate it at the end of its flight.

You might also like