Full Download Hitler 2 Nemesis 1936 1945 1St Edition Ian Kershaw Zarife Biliz Online Full Chapter PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Hitler 2 Nemesis 1936 1945 1st Edition

Ian Kershaw Zarife Biliz


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/hitler-2-nemesis-1936-1945-1st-edition-ian-kershaw-za
rife-biliz/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Hitler 1 Hubris 1889 1936 1st Edition Ian Kershaw

https://ebookstep.com/product/hitler-1-hubris-1889-1936-1st-
edition-ian-kershaw/

■■■■■■■ 1936 1945 2 ■■■■ 1st Edition ■ ■■ ■■ ■ ■■■ ■

https://ebookstep.com/download/ebook-52199930/

■■■■■■■ 1936 1945 1 ■■■■ 1st Edition ■ ■■ ■■ ■ ■■■ ■

https://ebookstep.com/download/ebook-52199904/

Lições 1st Edition Ian Mcewan

https://ebookstep.com/product/licoes-1st-edition-ian-mcewan-2/
Ravage 1st Edition Ian Manook

https://ebookstep.com/product/ravage-1st-edition-ian-manook/

Lições 1st Edition Ian Mcewan

https://ebookstep.com/product/licoes-1st-edition-ian-mcewan/

Huit crimes parfaits Malcolm Kershaw 1 1st Edition


Peter Swanson

https://ebookstep.com/product/huit-crimes-parfaits-malcolm-
kershaw-1-1st-edition-peter-swanson-2/

Huit crimes parfaits Malcolm Kershaw 1 1st Edition


Peter Swanson

https://ebookstep.com/product/huit-crimes-parfaits-malcolm-
kershaw-1-1st-edition-peter-swanson/

Pi■ta ewangelia 1st Edition Ian Caldwell

https://ebookstep.com/product/piata-ewangelia-1st-edition-ian-
caldwell/
Ian Kershaw

Sheffield Üniversitesi’nde modern tarih profesörü olan Ian


Kershaw, Hitler konusunda dünyanın önde gelen
otoritelerindendir. Nazis: A Warning from History ve War of
the Centruy adlı BBC dizilerinin tarih danışmanlığını
yapmıştır. “The Hitler Myth”: Image and Reality in the Third
Reich, Popular Opinion and Political Dissent in the Third
Reich, Bavaria 1933-45 ve The Nazi Dictatorship: Problems
and Perspectives İniterpretation adlı kitapların yazarıdır.
Weimar: Why Did German Democracy Fail? ve Hitler: A Profil
in Power adlı kitapların yanı sıra, Moshe Lewin ile birlikte
Stalinism and Nazism: Dictatorships in Comparison adlı
eserin editörlüğünü yapmıştır. Hitler 1889-1936: Hubris adlı
eseri, 1998 yılında Whitbread Biyografi Ödülü’ne ve
araştırma dalındaki ilk Samuel Johnson Ödülü'ne aday
gösterilmiştir. Hitler 1936-1945: Nemesis adlı eseri 2000
yılında Whitbread Biyografi Ûdülü’ne aday gösterilmiş; aynı
yıl içinde Avusturya’da Yılın Siyasi Kitabı dalında Bruno
Kreisky Ödülü’ne ve Tarih dalında Wolfson Edebiyat
Ödülü’ne layık görülmüştür.
Ian Kershaw
Hitler/ 1936-1945: Nemesis
Özgün Adı: Hitler / 1936-1945: Nemesis

İthaki Yayınları - 654


Tarih Toplum Kuram - 113
(Portre-Yor um)
ISBN 978-975-273-448-7

1. Baskı, İstanbul / Kasım 2009

© Türkçe Çeviri: Yavuz Alogan, 2008


© Ian Kershaw, 2000
© İthaki, 2009

Eser ilk olarak Penguin Books Ltd. tarafından İngiltere’de


2000 yılında basılmıştır.
Yazarın manevi hakları saklıdır.
Bu eserin tüm hakları Onk Telif Hakları Ajansı Aracılığıyla
satın alınmıştır.
Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.

Sanat Yönetmeni: Murat Özgül


Redaksiyon: Melih Pekdemir
Düzelti: Savaş Kılıç
Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Yeşim Ercan Aydın
Kapak, İç Baskı: İdil Matbaacılık
Davutpaşa Cad. No: 123 Kat: 1
Topkapılstanbul Tel: (0212) 482 36 01
Sertifika No: 11410

İthaki™ Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin


yan kuruluşudur.
Mühürdar Cad. İlter Ertüzün Sok. 4/6 34710 Kadıköy İstanbul
Tel: (0216) 330 93 08 - 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34
ithaki@ithaki.com.tr - www.ithaki.com.tr -
www.ilknokta.com
Ian Kershaw

HİTLER
1936-1945: NEMESIS

Çeviren
YAVUZ ALOGAN
İÇİNDEKİLER

Ian Kershaw
HİTLER 1936-1945: NEMESIS
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Teşekkür
1936: Muzaffer Hitler
I
II
I SÜREKLİ RADİKALLEŞME
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
II YAYILMA DÜRTÜSÜ
I
II
III
IV
V
III BİR SOYKIRIM MANTIĞININ İŞARETLERİ
I
II
III
IV
IV YANLIŞ HESAP
I
II
III
IV
V
V SONUNA KADAR
I
II
III
IV
V
VI
VI BARBARLIK YETKİSİ
I
II
III
IV
VII İKTİDARIN DORUĞU
I
II
III
IV
V
VIII BİR “İMHA SAVAŞI” TASARISI
I
II
III
IV
V
VI
VII
IX HESAPLAŞMA
I
II
III
IV
V
VI
VII
X "KEHANET"İN GERÇEKLEŞMESİ
I
II
III
IV
V
VI
VII
XI SON BÜYÜK KUMAR
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
XII KUŞATMA ALTINDA
I
II
III
IV
XIII MUCİZE BEKLENTİSİ
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
XIV ŞEYTAN ŞANSI
I
II
III
IV
V
XV ÇIKIŞ YOK
I
II
III
IV
V
VI
VII
XVI UÇURUMA DOĞRU
I
II
III
IV
V
XVII YOK OLUŞ
I
II
III
IV
V
VI
Sonsöz
I
II
III
Terimler ve Kısaltmalar
NOTLAR
1936: MUZAFFER HİTLER
I. SÜREKLİ RADİKALLEŞME
II. YAYILMA DÜRTÜSÜ
III. BİR SOYKIRIM MANTIĞININ İŞARETLERİ
IV. YANLIŞ HESAP
V. SONUNA KADAR
VI. BARBARLIK YETKİSİ
VII. İKTİDARIN DORUĞU
VIII. BİR “İMHA SAVAŞI” TASARISI
IX. HESAPLAŞMA
X. DOĞRULANAN “KEHANET”
XI. SON BÜYÜK KUMAR
XII. KUŞATMA ALTINDA
XIII. MUCİZE BEKLENTİSİ
XIV. ŞEYTAN ŞANSI
XV. ÇIKIŞ YOK
XVI. UÇURUMA DOĞRU
XVII. YOK OLUŞ
SONSÖZ
ALINTI YAPILAN ESERLER
DİZİN
FOTOĞRAFLAR LİSTESİ
Önsöz

Bu çalışmanın, Hitler, 1889-1936: Hubris başlıklı birinci


bölümünde, yüksek kültür düzeyine sahip, ekonomik bakımdan
ileri, modern bir devletin, bir demagog ve propagandist olarak
tartışma götürmez hünerlerinin ötesinde, eğer varsa pek az
yeteneği olan dışlanmış bir siyasetçiyi nasıl iktidara getirebildiğini
ve kendi kaderini ona nasıl teslim edebildiğini göstermeye çalıştık.
Reich Cumhurbaşkanı von Hindenburg’a yakın nüfuzlu kişilerin
entrikalarıyla Şansölye olmasının tasarlandığı bir sırada Hitler
serbest seçimlere katılarak Alman seçmenlerinin üçte birinin
oylarını toplamayı başarmıştı. Solda yer alan öteki üçte bir kendi
içinde yaşadığı kargaşaya rağmen düşmanca bir tutumla onun
karşısında yer alıyordu. Geri kalanlar genellikle kuşkular içinde bir
şeylerin olmasını bekleyen, değişken ve kararsız bir kesim
oluşturuyordu. Birinci kitabın sonunda, Hitler’in iktidarının
neredeyse mutlak denebilecek bir noktaya ulaşana kadar
pekiştirilmesini izlemiştik. İç muhalefet ezilmişti. Kuşkulu olanlar,
kaybolan ulusal gururun yeniden kazanılmasını ve Birinci Dünya
Savaşı’nın ardında bıraktığı utanç duygusunun ortadan kalkmasını
sağlayan yeniden inşa ve dışarıya karşı güçlenme sayesinde
genellikle kazanılmışlardı. Otoriterlik çoğunluk tarafından bir nimet
olarak görüldü; siyasal gidişata ayak uyduramayanların, sevilmeyen
etnik azınlıkların ya da toplum içinde uygunsuz görülenlerin
ezilmesi, ulusun yeniden doğuşu olarak görülen bu gelişmelerin
yanında küçük bir bedel olarak kabul edildi. Kitlelerin Hitler’e olan
düşkünlüğü daha da güçlenmiş, muhalefet ezilmiş ve tamamen
önemsiz hale getirilmişken, ordu, toprak sahibi aristokrasi ve sanayi
içindeki büyük güçler ve yüksek kademelerdeki devlet memurları
bütün ağırlıklarıyla rejimi desteklemişlerdi. Olumsuz yanları ne
olursa olsun, bu rejimin onlara kendi çıkarlarını kollamaları için
gerekenleri fazlasıyla sunduğu görülüyordu.
Birinci cilt, 1936’da Rhineland’ın* yeniden silahlandırılmasıyla
sona ermiş, o sırada Hitler Alman halkının büyük bir kesiminin,
hattâ Şansölye olmadan önce ona oy vermemiş olanların bile
desteğini kazanmıştı. Derin bir ulusal değersizlik duygusundan
sıyrılan pek çok Alman yeniden doğan ulusal gururu paylaşmaktan
hoşnuttu. Almanya’nın Avrupa içinde başat güç haline gelmekte
olduğu duygusu yaygındı. Hitler’in Viyana yıllarında bizzat yaşadığı
o derin aşağılık duygusunun yerini de siyasal bir misyona sahip olma
duygusu almıştı. Bu siyasal misyon, Almanya’nın kaostan
kurtarılması ve ulusun varlığına meydan okuyan karanlık ve
tehditkâr güçlere karşı savunulmasıydı. 1936’da Hitler’in narsist
kendini yüceltme duygusu, taraftarlarının onu neredeyse bir tanrı
gibi görmeleriyle ölçüsüz bir biçimde şişmişti. O sırada Hitler
yenilmez olduğunu düşünüyordu; kendi imgesi düpedüz hubris**
[kibir] evresine ulaşmıştı.
* Rhineland: Almanya'nın, batısında Ren Nehri'nin her iki kıyısında yer alan Alman
topraklan. -çn

** Hubris ve Nemesis terimleri için bkz. bu kitabın 1. cildi, Çevirenin Notu, s.v.
-çn

Alman halkı liderin bu kişisel hubris’ini biçimlendirmişti. Onun


tam anlamıyla dışa vurulmasına, ulusun tarihindeki en büyük
kumara, yani Avrupa kıtası üzerinde tam bir hâkimiyet kurulması
girişimine yol vermek üzereydiler. Bunun sonuçlarına katlanmak
zorunda kalacaklardı. Bizatihi kumarın büyüklüğü, örtülü biçimde,
öz yıkımla flört etme, ileri görüşlü az sayıda insan tarafından bu
ölçekte bir hubris’i izlemesi muhtemel görülen bir nemesis’i davet
etme isteğini gösteriyordu.
Yunan mitolojisinde Nemesis cezalandıran tanrıçadır; tanrıların
aşırı kibir ya da hubris’e yol açan insan budalalığını
cezalandırmalarını sağlar, İngilizlerin “gurur hezimetten önce gelir”
sözü pek çok kez doğrulanmıştır. “Nemesis” ahlâki olmaktan çok
genellikle siyasal yargı olarak görülse de, tarihte yüksek ve kudretli
kişiler arasında örnekleri eksik değildir. Hükümdarların,
siyasetçilerin ya da despotça hükmeden saray gözdelerinin hızlı
yükselişlerinin ardından genellikle aynı hızla gözden düşmeye yol
açan küstahça bir iktidar kibirliliği gelmiştir. Genellikle bu durum,
yükselen bir yıldız gibi parlayarak göze çarpan, ama daha sonra
ardında eskisi gibi bir gökkubbe bırakarak, hızla önemsizleşerek
sönümlenen bireye acı verir.
Tarihte zaman zaman bireyin hubris'i toplumun içindeki daha
derin güçleri yansıtır ve uzun erimli etkiler yaratan cezalandırmayı
davet eder. Devrimci altüst oluşların orta yerinde mütevazı bir
kökenden gelen, Fransız devletinin başına geçerek imparatorluk
tacını kendi başına yerleştiren, Avrupa’nın büyük kısmını fetheden
ve sonunda yenilgiye uğrayan, imparatorluğunu kaybederek sürgüne
gönderilen, aşağılara itilen, itibarını kaybeden Napoleon, bu
konuda çarpıcı bir örnek oluşturur. Ancak Napoleon, Fransa’yı
tahrip etmedi. Bıraktığı mirasın önemli unsurları da olduğu gibi
kaldı. Ulusal yönetim yapısı,eğitim ve hukuk sistemi Napoleon
döneminden gelen üç önemli kalıntıyı oluşturur. Napoleon, bugünün
modern Fransızları tarafından gurur ve hayranlıkla hatırlanabilir ve
genellikle de böyle hatırlanır.
Hitler’in mirası tamamen farklı türdendi. Bu miras modern
zamanlarda görülmemiş biçimde tamamen yok edildi. Uzak
geçmişte kalan Hun imparatoru Attila ve CengizHan’la belki zayıf
bir benzerlik kurulabilir. Hitler’in Reich’ından gelecek kuşaklara ne
mimari yapılar, ne sanatsal yaratıcılık, ne siyasal kurumlar ne de
iktisadi modeller kaldı. En az kalan şey de ahlâki itibardı.
Motorizasyon, havacılık ve genel olarak teknolojide, savaşın
zorlamasıyla, elbette ilerlemeler kaydedildi. Ancak bunlar bütün
kapitalist ülkelerde, en belirgin biçimde ABD’de de oluyordu ve hiç
kuşkusuz Hitler olmasaydı da Almanya’da gerçekleşecekti. En
önemlisi Hitler, Napoleon’un aksine, ardında muazzam bir ahlâki
travma bıraktı. Öyle ki, ölümünün üzerinden on yıllar geçtikten
sonra bile, kıyıda köşede kalmış bir destek kırıntısından başka,
geriye dönüp Alman diktatörüne ve rejimine, aslında tiksinti ve
kınamadan başka herhangi bir tutumla, onaylayarak ya da
hayranlıkla bakmak imkânsız hale gelmiştir.
Lenin, Stalin, Mao, Mussolini ya da Franco örneklerinde bile
kınamanın düzeyi böylesine eksiksiz bir ittifakla ya da ahlâki
bakımdan böylesine ürkütücü biçimde gerçekleşmemiştir. Hitler,
savaşın kesinlikle kaybedildiğini anladığı sıralarda, tarih içindeki
yerini Germanik kahramanlar panteonunun en tepesinde görüyordu.
Oysa günümüzde, yirminci yüzyılın tam da nefret edilen bir siması
olarak benzersiz bir yerde durmaktadır. Tarih içindeki yeri hiç
beklemediği bir tarzda, modern siyasal kötülüğün cisimleşmiş hali
olarak kesinleştirilmiştir. Ne var ki kötülük, tarihsel olmaktan çok
teolojik ya da felsefi bir kavramdır. Hitler’in kötü olduğunu
söylemek pekâlâ hem doğru hem de ahlâki bakımdan tatmin edici
olabilir. Ancak hiçbir şeyi açıklamaz. Hattâ kınamada görülen
oybirliği anlamanın ve açıklamanın önünde potansiyel bir engel
oluşturur. İzleyen bölümlerden anlaşılacağını umduğum gibi, kişisel
olarak Hitler’i nefret uyandıran bir kişi olarak görüyorum ve
rejiminin simgelediği her şeyden nefret ediyorum. Ancak bu
kınama, genellikle sıradan insanlardan oluşan, içlerinde pek kötülük
taşımayan, dünyanın her yerindeki sıradan insanlar gibi kendi
refahlarıyla, kendilerinin ve ailelerinin günlük geçim dertleriyle
uğraşan, büyüleyici propagandayla asla tamamen beyni yıkanmayan
ve hipnotize edilmeyen ya da amansız bir baskıya boyun eğecek
kadar dehşete kapılmayan milyonlarca Alman yurttaşının Hitler’de
nasıl bir cazibe bulmuş olabildiklerini ya da dünyanın en kudretli
uluslarından oluşan güçlü bir koalisyona karşı dehşet verici bir
savaşta acı bir sona ulaşmak üzere savaşmaya nasıl hazır
olabildiklerini anlamama pek yardımcı olmuyor. Bu çalışmanın
birinci bölümünde olduğu gibi bu ciltte de görevim tarihsel bir
kişiliğin içindeki kötülük sorunu üzerine ahlâki nutuklara girişmek
değil, verdiği destek karşılığında sonunda çok ağır bir bedel ödeyen
toplum üzerinde Hitler’in yarattığı etkiyi açıklamaya çalışmaktır.
Çünkü, sonunda Hitler’in görülmemiş bir hubris’in cezası olan
kendi nemesis'i, sadece kişisel bir cezalandırma değil, onu yaratan
Almanya’nın nemesis'i olarak ortaya çıkacaktı. Kendi ülkesi
Avrupa’nın büyük bir bölümüyle birlikte harabeye dönecek ve
bölünecekti. Eskiden Orta Almanya olarak anılan bölge
(Mitteldeutscland*) kırk yıl boyunca galip Sovyetler’in dayattığı
değerleri yaşarken, batıda kalan bölgeler “pax americana”
hâkimiyetinde yeniden canlanacak ve büyük bir gelişme
kaydedecekti. Hitler yönetiminde kendi Anchluss’unu yaşayan yeni
bir Avusturya bağımsızlığına yeniden kavuşurken, Almanya’nın bir
parçası olma özlemlerini ilk ve son kez kaybettiğini gösterecekti.
Reich’ın doğu eyaletleri ebediyen ve doğunun fethine ilişkin bütün
düşlerle birlikte kaybedilecekti. Alman etnik azınlıkların bu
eyaletlerden kovulması savaş arası yıllarda çilesi çekilen
irredentizm’i** tahmin edileceği gibi ağır bir bedel karşılığında olsa
da ortadan kaldıracaktı. Bu eyaletlerde Junker aristokrasisinin
temelini oluşturan toprağa dayalı büyük mülkler yok edilecekti.
Alman askeri kudretinin son temsilcisi olan Wehrmacht*** itibarını
kaybedecek ve dağıtılacaktı. Bismarck döneminden beri Reich’ın
iktisadi ve siyasal gücünün siperini oluşturan Prusya devleti de
onunla birlikte gidecekti. Doğrudur, büyük sanayi yeni bir güç ve
azimle baştan inşa edilmek üzere fazla müdahaleyle
karşılaşmaksızın yaşamaya devam edecek, ama bu kez batı Avrupalı
ve Amerikanlaşmış iktisadi yapılarla gittikçe daha fazla
bütünleştirilecekti.
* Siyasal birlik. Nazi rejiminin 1938'de Avusturya'yı Büyük Almanya'nın sınırlarına
katması. -çn

* * Yabancı ülkelerdeki soydaşlar gerekçe gösterilerek izlenen yayılma siyaseti.


-çn

* * Sözcük anlamıyla "savunma gücü". Kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan


Alman silahlı kuvvetlerine verilen isim. -çn

Bütün bunlar, bu çalışmanın ikinci bölümünün kavramaya çalıştığı


durumun bir sonucu olacaktı: Hitler, ele geçirmesine izin verilen
mutlak iktidarı nasıl kullanabildi; nasıl oldu da yeryüzünün en
kudretli ülkesi, aşırı derecede kişiselleştirilmiş ve modern bir
devlette istisnai olan bir yönetim biçimine, kendi halkını şaşmaz
biçimde yıkıma sürüklemekte olan, milyonların alkışladığı bir
adamın iradesinden kendisini kurtaramayacak kadar nasıl bağlandı;
ve bu modern devletin yurttaşları insanlığın o güne kadar bilmediği
nitelikte, daha önce asla tanık olunmayan ölçüde devlet destekli
bir kitlesel cinayetle, kıta çapında bir tahribatla ve kendi
ülkelerinin de nihai olarak yakılıp yıkılmasıyla sonuçlanan bir
soykırım savaşının suç ortağı haline nasıl geldiler?
Bireysel olmanın yanı sıra ulusal özyıkımın, bir halkın ve onun
temsilcilerinin, Avrupa uygarlığının korkunç yıkımının bir parçası
olarak nasıl kendi felaketlerinin mühendisliğini yaptığının dehşet
verici öyküsüdür bu. Sonuç bilinse de, bu sonucun nasıl
gerçekleştiği sorunu bir kez daha ilgiyi hak ediyor. Bu kitap
anlayışın derinleşmesine küçük bir katkıda bulunursa, ne mutlu
bana.

Ian Kershaw
Manchester/Sheffield, Nisan 2000
Teşekkür

Bu fırsatı çalışmanın birinci cildini sonuçlandırırken kullandığım


teşekkür ifadelerine ekleme yaparak değerlendirmek benim için
büyük bir zevk. İki yıl öncesine ait bütün kurumsal, entelektüel ve
kişisel minnet borçları şimdi de eşit hattâ daha büyük ölçüde
geçerli. Orada adı geçenlerin kendilerini ismen anmasam da bir kez
daha en içten teşekkürlerimi kabul edeceklerini umuyorum. Ne var
ki bazı durumlarda minnettarlığım daha da arttı. Ve bazı örneklerde
de yeniden borçlandım.
Bu ciltle özgül olarak ilgili arşiv malzemesi yardımları için şu
kurumların yöneticilerine, arşivcilerine ve görevlilerine
minnettarım: Bayerisches Hauptstaatsarchiv; Berlin Doküman
Merkezi; Bibliothek für Zeitgeschichte (Stuttgart); Birmingham
Üniversite Kütüphanesi, Bortjwick İnstitute (York); Bundesarchiv,
Berlin (daha önce Koblenz); Bundesarchiv/Militârarchiv, Potsdam
(daha önce Freiburg İ.B.); Gumberg Kütüphanesi, Duquesne
Üniversitesi, Pittsburgh; eski Institut für Marxismus-Leninismus,
Zentrales Parteiarchiv, Doğu Berlin (DAC); Kongre Kütüphanesi,
Washington DC; Ulusal Arşivler, Washington DC; Princeton Üniversite
Kütüphanesi; Public Record Office, Londra; FranklinD. Roosevelt
Kütüphanesi; Hyde Park, New York; “Özel Arşiv”, Moskova; Wiener
Kütüphanesi, Londra; eski Zentrales Staatsarchiv, Potsdam (DAC);
ve 1945’te sığınakta yaşanan olayların bazı önemli tanıklarının
savaş sonrası ifadelerine ulaşmama görev duygusunun ötesinde bir
yaklaşımla izin veren, Amtsgericht Laufen’in Müdürü Bayan
Ragnauer.
Özellikle, önceki ciltte olduğu gibi, Münih’teki seçkin Institut für
Zeitgeschichte’den çok gerekli bir uzmanlık yardımı sağlayabildim.
Kurumun yöneticisi Prof. Dr. Horst Möller’e, Enstitü’deki bütün
meslektaş ve dostlara, özellikle de sık tekrarlanan kapsamlı
ricalarımı geri çevirmeyen kütüphane ve arşiv yöneticilerine en
içten teşekkürlerimi birkez daha dile getirmek isterim. Kişileri
ayırmak uygun düşmez, ama gene de, birinci ciltte olduğu gibi,
Hermann Weiss’in zamanını ve arşiv uzmanlığını çok cömertçe
sunduğunu belirtmem gerekir. Goebbels’in günlükleri hakkında
rakipsiz bilgiye sahip Elke Fröhlich’in, Goebbels’in korkunç el
yazısının önemli ama zor çeviri yazım meselesiyle ilgili sorularla
sınırlı kalmayan büyük yardımları oldu.
Sayısız dost ve meslektaş çeşitli zamanlarda beni değerli arşiv
malzemesiyle destekledi ve yazmış oldukları, şimdiye kadar
yayımlanmamış çalışmalarını görmeme izin vererek, bulgular,
bilimsel yazın ve yorum meseleleriyle ilgili görüşlerini benimle
paylaştı. Bu konuda gösterdikleri nezaket ve yardımdan ötürü şu
kişilere minnettarım: David Bankier, Ömer Bartov, Yehuda Bauer,
Richard Bessel, John Breuilly, Christopher Browning, Michael
Burleigh, Chris Clarke, François Delpha, Richard Evans, Kent
Fedorovvich, Iring Fetscher, Conan Fischer, Gerald Heming, Norbert
Frei, Marty Fulbrook, Dick Geary, Hermann Graml, Otto
Gritschneder, Lothar Gruchmann, Ulrich Herbert, Edouard Husson,
Anton Joachimsthaler, Michael Kater, Otto Dov Kulka, Moshe Lewin,
Peter Longerich, Dan Michmann, Stig Homsho-Moller, Martin Moll,
Bob Moore, Stanislaw Nawrocki, Richard Overy, Alastair Parker,
Karol Marian Pospieszalski, Fritz Redlich, Steven Sage, Stephen
Şalter, Karl Schleunes, Robert Service, Peter Stachura, Paul
Stauffer, Jill Stephenson, Bemd Wegner, David Welch, Michael
Wildt, Peter Witte, Hans Woller ve Jonathan Wright.
Kendi araştırmalarıyla ortaya çıkardığı arşiv malzemelerine
ulaşmamı sağlayarak tekrar tekrar gösterdiği cömertlikten ötürü
Meir Michelis’e özel bir teşekkür borçluyum. Gene, Gitta Sereny
bana dostane bir destek sağlamakla kalmadı, Albert Speer üzerine
yaptığı mükemmel çalışma sırasında ortaya çıkardığı çok değerli
belgelere ulaşmamı da sağladı. Nazizmle ilgili iki televizyon
dizisinin yapımında kendisiyle birlikte çalışma zevkine ve
ayrıcalığına sahip olduğum olağanüstü yetenekli BBC yapımcısı, iyi
dost, Laurence Rees ve gene bu programlar için oluşturulan
araştırma ekiplerinin yetenekli ve bilgili başkanları, Detlef Siebert
ve Tilman Remme sorgulayıcı araştırmaları ve yapımına yardımcı
oldukları filmlerden sağlanan malzemeyle bana çok büyük bir
yardımda bulundular. Hitler yorumları birbirine taban tabana zıt
olan, Üçüncü Reich üzerinde uzmanlaşmış iki önemli Alman tarihçi
bu çalışma açısından büyük önem taşımaktadır. Eberhard Jâckel
çalışma boyunca bir uzman olarak tavsiyelerde bulundu ve bana
büyük destek verdi. Yılların dostu Hans Mommsen ise yardımlarını,
cömertliğini ve teşviklerini esirgememiştir. Her ikisi de
yayımlanmamış çalışmalarına ulaşmamı sağladı. En çok da
tamamlanmış metni okudukları ve yorumladıkları için, iki İngiliz
Nazi Almanyası uzmanına, Ted Harrison ve Jeremy Noakes’e
müteşekkirim (kuşkusuz gözden kaçan hatalar bana aittir).
Jeremy’nin çalışmasından nasıl esinlendiğimi birinci ciltte anlattım.
Bu vesileyle ona olan borcumu bir kez daha vurgulamak isterim.
York’taki Borthwick Enstitüsü’nün Müdürü David Smith’e farklı bir
tarzda teşekkürlerimi ifade etmek isterim. (York’ta Lord Halifax’ın
Hitler'le yaptığı toplantıya ilişkin belgelerin ortaçağ Yorkshire’ından
kalma arşiv emanetleriyle yan yana durması, o dönemin manastır
sisteminin tarihiyle hâlâ amatörce ilgilenen bir Nazi Almanyası
tarihçisi olarak yaşadığım entelektüel şizofreniye uygun düşüyor.)
Onun zamanını ve uzmanlığını cömertçe sunması sayesinde, bu
kitabı tamamlamak için gerekli çalışmayı aksatmaksızın Bolton
Manastırının on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllardan kalma hesap
defterlerini basılı olarak görmenin mümkün olduğu anlaşıldı.
David’in yardımı ve katkısı olmasaydı bu gerçekleşemezdi.
Bu kitabı yazarken Sheffield Üniversitesindeki normal görevlerimi
de sürdürmem gerektiği dikkate alındığında, gerek Penguin’deki
gerekse dışarıdaki editörlerimin gösterdikleri sabrın da ne kadar
gerekli olduğu anlaşılır. En büyük şansım Penguin’de Simon
Winder’in bana editörlük yapmış olmasıdır. Kendisi güçlü sezgileri
olan bir okur ve eleştirmen olmanın yanı sıra, daima güler yüzlü bir
cesaret ve iyimserlik kaynağı olmuştur. Simon’a aynı zamanda
kitapta yer alacak fotoğraflara ve haritalara ilişkin tavsiyelerinden
ötürü, Cecilia Mackay’e de fotoğrafları araştırdığı ve bir araya
getirdiği için minnettarım. Bu arada, BBC’den Joanne King’e ve
Stuttgart’taki Bibliothek für Zeitgeschichte’nin sağladığı önemli
yardımlardan ötürü kurumun yöneticisi Dr. Gerhard Hirschfeld’e
(mükemmel bir bilim insanı ve eski bir dost) ve kurumun kapsamlı
fotoğraf koleksiyonunu gözetip denetleyen Irina Renz’e de teşekkür
etmek isterim. Fazlasıyla uzun olan metnin yazıcılar için
hazırlanmasında, birinci ciltte olduğu gibi, uzman düzeltmen Annie
Lee’ye, üstün dizin oluşturma becerilerinden ötürü Diana LeCore’ye
ve büyük yardım ve desteklerinden ötürü Penguin’deki mükemmel
yayın ekibine büyük bir minnet borçluyum.
İngiltere’nin dışında, ABD Norton’da editörüm olan Don Lamm’a
çok şey borçluyum. Geniş bilgisi, sahip olduğu derin içgörü ve bıkıp
usanmadan sürdürdüğü sorgulamalarıyla hep istim üzerinde
kalmamı sağladı. Deutsche Verlags-Anstalt’dan Ulrich Volz ve
Michael Neher’e, hâlâ çeviri gerektiren uzun metinlerin teslimi
geciktiğinde paniğe kapılmayan ya da yaşadıkları paniği benden
gizleyen, Hammarion, Spektrum ve Ediciones Peninsula’daki
editörlerime, gösterdikleri sabır ve hoşgörüden ötürü
minnettarlıklarımı sunarım. Ve kitabın Almanca, Fransızca,
Hollandaca ve İspanyolca baskılarının eşzamanlı olarak ortaya
çıkması için mucizeler yaratan çevirmenlere, yeteneklerine
duyduğum büyük hayranlıkla birlikte, gösterdikleri gayret için en
sıcak duygularla teşekkür ederim.
Önceki ciltte olduğu gibi, notlarda yer alan kapsamlı referansları
denetleme işinin büyük bir bölümünü Münih’teki Institut für
Zeitgeschichte’de gayet kısıtlı bir süre içinde yapmak gerekti. Bu
kez, Penguin ve DVA sayesinde, Wenge Meteling’in (Tübingen
Üniversitesi’nde sürdürdüğü parlak tarih araştırmalarına ara verdi);
yeğenim Charlotte Woodford’un (Oxford Üniversitesi’nde erken-
modern Alman edebiyatı üzerine yapmakta olduğu doktora
çalışmasına ara verdi ve bana gerekli olan pek çok gizli kalmış
çalışmanın saptanmasında ve çok kapsamlı ve ayrıntılı Alıntı Yapılan
Eserler Listesi’nin derlenmesinde çok yardımı oldu) ve iki yıl önce
olduğu gibi, hava yollarındaki işinden bir haftalık tatil izni alarak
Münih’e gelip benim için referansları denetleyecek kadar cömert
davranan ve bu tavrıyla meslektaşlarını biraz şaşırtan büyük oğlum
David’in çok değerli yardımlarından yararlanabildim. Her üçüne de
derinden müteşekkirim. Onlar olmasaydı bu çalışmayı zamanında
tamamlayamazdım.
Birinci cildin hazırlanmasında olduğu gibi, Bonn-Bad
Godesberg’deki eşsiz Alexander von Humboldt-Stiftung, referanslar
denetlenirken Münih’te bir ay kalabilmem için gerekli desteği
sağladı. Bu destek için ve 1970’lerin ortasında Alexander von
Humboldt-Stiftung’a, ilk kez üyesi olduğum zamandan bu yana
yararlanma ayrıcalığına eriştiğim her türlü cömertliği için en içten
teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
Eski dostum Traude Spât’a da bütün kalbimle teşekkür etmek
isterim. Bir dil öğretmeni olarak sahip olduğu büyük yetenekler
ülkesinin tarihindeki en karanlık bölümü araştırmak için yıllar
öncesine gidebilmemi sağladı. Münih’te bulunduğum sırada onun
evinde kaldım ve misafirperverliğinin yanı sıra bana hep çalışma
cesareti verdi.
Sheffield Üniversitesi’nin gelişmekte olan Tarih Bölümü’ndeki
meslektaşlarımın hoşgörüsüne, yanı sıra hizmetlerine ve
öğrencilerimin sabrına zaman zaman isteyebileceğimden çok daha
fazla güvenmek zorunda kaldım. Bana verdikleri içten destek,
teşvik ve hoşgörüden ötürü hepsine ve zaman zaman çok zahmetli
olan Bölüm görevlerini yerine getirmemi ve etkin biçimde
sürdürmemi özellikle kolaylaştıran bazı meslektaşlara en içten
teşekkürlerimi sunarım.
On yıl süren çalışma sırasında sekreterim ve özel yardımcım
olarak, diğer pek çok basın görevine rağmen, bana sağladığı etkin
yardımın ve teşvikin bu kitabın tamamlanabilmesi için
ölçülemeyecek kadar değerli olduğu Beverley Eaton’a özellikle
teşekkür etmem gerekiyor. Hitler biyografisi yazma işini, kendi
bürokrasisinin ağırlığı altında nefesi kesilen İngiliz sistemiyle
yönetilen bir üniversitede sürdürdüğüm profesörlük faaliyetiyle
birleştirmeye çalıştım. Beverley Eaton, kitabın, bu durumdan
kaynaklanan yükünü herkesten daha fazla çekmiş ve bunu çok
meşgul bir Bölüm’ün günlük yönetimini sürdürürken, kapsamlı ve
sürekli artan yazışmaların üstesinden gelirken ve diğer pek çok
görevle uğraşırken yapmıştır. Beverley Eaton, aynı zamanda, bu
çalışmanın bütün yazım dönemi boyunca benim için sürekli bir
destek kaynağı olmuştur.
Nihayet, Manchester’daki çalışma ortamında üyesi olmakla en
çok gurur duyduğum kulüp, Convenor and Fellows of SOFPIK, Hitler
üzerine bu iki cildi yazma süresini aşacak ölçüde dostluk ve destek
göstermiştir. Aradan yıllar geçmiş olsa da, Hitler’in savaşını yaşayan
annemin ve merhum babamın bana ve kız kardeşim Anne’a
üniversite öğrenimi görmemiz için paha biçilemeyecek bir fırsat
sağlamış olmalarını asla unutamam. Bu arada, sadece Betty, David
ve Stephen değil, akıp giden zaman içinde Katie, Becky ve henüz
farkında olmasa da Sophie çok uzun süre Hitler biyografisinin
gölgesinde yaşadılar. Bu gölgeden bir an önce kurtulup tekrar gün
ışığına çıkabileceğimizi umuyorum. Ancak bu çalışmanın
gerçekleşmesine farklı biçimlerde katkıda bulundukları için hepsine
sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar çok teşekkür etmek isterim.

I.K.
Nisan 2000
1. Birinci Dünya Savaşı’n dan Sonra Avrupa
2. Nazi işgali altında Polonya
3. Batı Cephesi, 1940: Sichelschnitt Saldırısı
4. Alman Reich’ı, 1942: Nazi Partisi’nin yönettiği bölgeler
6. Alman SSCB işgalinin sınırlan
7. Batı ve Doğu Cepheleri, 1944-1945

8. Berlin’e Sovyet taarruzu


1936: Muzaffer Hitler

"Hitler’in bu yeni girişiminin yok oluşun cehennem çukuruna


giden yolda yeni bir kilometre taşı olduğunu fark eden
kimse yok gibi."
"Almanya Raporu" , Sopade*, Nisan 1 936

* Sopade (ya da SoPaDe): Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin 1933'ten 1945'e kadar
sürgünde faaliyet gösteren örgütü. —çn
I

“Üç yılın ardından, Almanya’nın eşit haklar için verdiği


mücadele, inanıyorum ki, bugün itibariyle kapanmış görülebilir.” O
gün 7 Mart 1936 idi. Bu sözler, Alman birlikleri batı demokrasilerini
hiçe sayarak silahtan arındırılmış Rhineland’a girerlerken
Reichtag’a hitap eden Hitler’e aitti. “Bu üç yıl içinde Tanrı’nın
Anavatanımız için ulaşmama izin verdiği başarılar büyüktür,” diye
devam etti Hitler. “Ulusal, siyasal ve iktisadi hayatımızın bütün
alanlarında ilerleme kaydedilmiştir... Bu üç yıl içinde Almanya
onurunu yeniden kazanmış, inancına yeniden kavuşmuş, en büyük
iktisadi zorlukların üstesinden gelmiş ve nihayet yeni bir kültürel
yükselişi başlatmıştır.” Kendi “başarılarına ilişkin bu coşku dolu
övgü sırasında Hitler, açıkça “Avrupa’dan hiçbir toprak talebimiz
yoktur” dedi ve coşkuyla alkışlandı. Konuşmasının sonunda 29
Mart’ta yapılacak yeni seçimlerde desteklenmesini (tek parti olarak
sadece Nazi Partisi katılacak olsa da) istedi.1 Bu seçimlerde Hitler’e
% 98.9 oranında oy verildi. Ancak ardındaki propaganda ve baskının
ağırlığı ne olursa olsun bu oranın verdiği “mesaj” Mart 1936’da
Alman halkının ezici bir kitlesinin Hitler’in Rhineland’da Alman
egemenliğini yeniden kurmasını, Versailles boyunduruklarını çıkarıp
atmak için attığı daha önceki adımlardaki gibi alkışladığını kuşkuya
yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyordu. Hitler için bu hem ülke
dışında hem de içinde kazanılmış büyük bir zaferdi.
Hitler’in zaferi Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’nın başat
güçleri olan Fransa ve İngiltere’nin zayıflığını da en açık biçimde
kanıtladı. Hitler, savaş sonrası barış ortamının başlıca dayanakları
olan Versailles ve Locamo antlaşmalarını hiçbir yaptırıma
uğramadan ihlal etmiş ve uluslararası meselelerde Almanya’nın
ağırlığını hissettirmeye başladığını ve yeniden önem kazandığını
göstermişti.
O sırada Hitler’in Almanya içindeki iktidarı mutlaktı. Orta
Avrupa’daki en büyük, en modern ve kendisini en fazla kabul
ettirmiş ulus-devlet, ayaklarının altına serilmiş, “ulusal selametin
“karizmatik” siyasetlerine bağlanmıştı. Diktatör olarak edindiği
konum tartışmasızdı. Hiçbir ciddi muhalefet tehdidiyle karşı karşıya
değildi.
Rhineland gösterisinin kamçıladığı ulusal coşku halinin kısa
sürdüğü doğrudur. Bir süre sonra gündelik hayata ilişkin kaygılar ve
şikâyetler yeniden başladı. İşçilerin düşük ücretler ve kötü çalışma
koşulları nedeniyle duydukları hoşnutsuzluk, çiftçilerin gıda
maddesi üretiminde uygulanan “baskı ekonomisi”ne duydukları
öfke, küçük tüccarların ekonomik zorluklardan şikâyetleri ve
tüketicilerin fiyatlar konusundaki tatminsizlikleri azalmadı. Parti
görevlilerinin davranışları ve yolsuzluktan da her zamanki gibi bir
şikâyet konusuydu. “Kilise mücadelesinin şiddetlendiği Katolik
bölgelerinde Parti’nin Kilise uygulamalarına, kurumlarına ve
mezhep okullarına yönelik saldırıları, ruhbanları taciz etmeleri (dini
tarikat üyelerinin sözde döviz kaçakçılığı ve cinsel uygunsuzluk
nedeniyle halka açık duruşmalarda yargılanmaları) çok tatsız bir
ortam yarattı. Ancak bu hoşnutsuzluğa fazla anlam yüklememek
gerekir. Bunların hiçbiri rejim için ciddi bir sorun oluşturması
muhtemel bir siyasal muhalefete dönüşmedi.
Sol’daki muhalefet güçleri, Komünistler ve Sosyalistler ezildiler,
sindirildiler ve çaresiz kaldılar; Hitler savaş sonrası uluslararası
düzeni tersine çevirmeyi sürdürdükçe batı demokrasilerinin durumu
kabullenmeleri karşısında dehşete kapıldılar. Propaganda
faaliyetlerinin yarattığı olağanüstü cesur bir devlet adamı, bir
siyasal dâhi imgesi, batılı güçlerin gerçeği milyonların gözüyle
göremeyecek kadar zayıf olmalarının bir sonucu olarak görülüyordu.
Tehlikeli illegal gizli direniş faaliyetleri, ihbar tehdidi altında
devam etmiş, hattâ 1935’in sonunda ve 1936’nın başında, gıda
maddesi yetersizliğinin sanayi bölgelerinde huzursuzluğa yol açtığı
kısa bir dönem için yeniden canlanmış ve asla tamamen sona
ermemişti. Fakat Gestapo’nun kısa süreli Komünist canlanmanın,
illegal örgütlerin aşağıdan gelen direniş tehdidinin bütün
belirtilerini yok etmek için gerçekleştirdiği devasa saldırıyla bu
faaliyet etkin biçimde bertaraf edildi.2 Direniş hücreleri, özellikle
Komünistlerin kurdukları hücreler sürekli olarak Gestapo
muhbirlerine av oluyordu. Hücrelere sızılıyor, hücre üyeleri
tutuklanarak cezaevlerine ya da toplama kamplarına
kapatılıyorlardı. 1932’de sayıları 300 000 olan Komünist Partisi
üyelerinin yaklaşık yarısının Üçüncü Reich döneminde bir aşamada
hapsedildikleri tahmin edilmektedir. Bu acımasız denecek ölçüde
yıldırıcı bir baskının istatistiğidir.3 Buna rağmen her yerde yeni
hücreler kuruluyordu. Özgürlüğü, hattâ hayatı tehlikeye atan bu
faaliyet büyük cesaret gerektiriyordu. Ancak bu hücrelerin ne gücü
ne de etkinliği vardı. Yüksek makamlarla hiçbir bağlantıları yoktu
ve sonuç olarak rejimi devirme fırsatından yoksundular. O sırada
Hitler’e karşı gerçek bir tehdit oluşturamadılar. 1939’da görüleceği
gibi dışarıdan yapılan beklenmedik eylemleri bir yana bırakırsak
diktatörlüğünü tehlikeye atacak muhalefet pratikte ancak rejimin
kendi içinden çıkabilirdi.4
Bu arada rejimin temel dayanakları, silahlı kuvvetler, Parti,
sanayi ve devlet kurumları sadakatle destek vermeyi sürdürdüler.
1933’te Hitler’i denetleyebilecekleri ve yönlendirebilecekleri
düşüncesiyle iktidara gelmesine yardımcı olan ulusal muhafazakâr
seçkinler farklı görüşlerini genellikle açığa vurmamışlardı. Bu
çevrelere hâkim olan endişeler, özellikle 1934 bahar ve yaz
aylarında yaşanan ve 30 Haziran 1934’te “Uzun Bıçaklar Gecesi”nde
fırtına birlikleri önderliğinin katledilmesi ve sahici ya da tahmini
çok sayıda muhalifin tasfiyesiyle sonuçlanan iç krizler sırasında
dikkati çekecek ölçüde artış göstermişti. Ancak Parti içindeki anti-
kapitalist eğilimlere, Parti şeflerinin yukarıdan tavırlarına,
Hıristiyan Kiliselerine yapılan saldırılara, Parti organlarının hukuk
tanımazlığına ve rejimin diğer endişe verici yönlerine ilişkin
süregiden kuşkuları her ne olursa olsun, muhafazakâr seçkinler,
1936’nın başlarında kendilerini Hitler’den ciddi biçimde
ayırmamışlardı.
Subay sınıfı artık ülkeyi yönetmekte olan vulgar türedilere
genellikle burun kıvırsa da, silahlı kuvvetlerin hoşnutsuz olması için
pek sebep yoktu. Rejimin ilk aylarında askeri liderlerle uğraşan
SA’nın yol açtığı gerilimler artık sona ermişti, iki generalin, eski
Reich Şansölyesi Kurt von Schleicher ile Tümgeneral Ferdinand von
Bredow’un “Uzun Bıçaklar Gecesi”nde siyaseten katledilmeleri, SA
lideri Ernst Röhm ve ortaklarının şiddetle cezalandırılmalarının
küçük bir bedeli olarak görülmüştü. Bu arada, askeri liderler
1920’lerin karanlık günlerinde bile üstüne titredikleri güçlü bir
Wehrmacht’ı yeniden kurma hedefinin tam olarak desteklendiğini
görmüşlerdi.5 Ordu, Versailles Antlaşmasıyla yasaklanmış olmasına
rağmen, genel askerlik hizmeti uygulamasının Mart 1935’te, barış
zamanında ordunun büyük ölçüde genişletilmiş otuz altı tümenden
oluşturulması ilkesine göre yeniden başlatılmasından memnundu.
Hitler’in Şubat 1933’teki “Önümüzdeki 4-5 yıl için ana ilke şu
olmalıdır: her şey silahlı kuvvetler için”6 vaadine uygun biçimde
yeniden silahlanma faaliyetleri büyük hız kazandı. Luftwaffe’nin
(Hava Kuvvetleri) varlığı, Versailles Antlaşmasının bir başka ihlali
olarak, Mart 1935’te ilân edilmiş ve hiçbir şikâyete yol açmamıştı.
Ve İngiltere, Haziran 1935’te Reich’la, Almanya’nın İngiliz
donanmasının sahip olduğu gücün % 35’ine ulaşmasına izin veren bir
Deniz Kuvvetleri Antlaşması yaparak Versailles’ın zayıflatılmasında
dikkat çekici biçimde, bilerek ve isteyerek suç ortaklığı yapmıştı.
Hitler, Rhineland’ı yeniden silahlandırarak uzun süredir bu
hamlenin yapılması gerektiğini düşünen askeri komuta kademesinin
büyük özlemini gerçekleştirmişti. Hitler silahlı kuvvetlerin
istedikleri her şeyi fazlasıyla yapıyordu. Askeri liderlerin şikâyet
edebilecekleri pek bir şey yoktu.
Büyük şirketlerin liderleri, mevcut zorluklara ve ekonominin
gelecekte karşılaşabileceği sorunlara ilişkin özel kaygılar taşısalar
da, solcu partileri ve sendikaları yok ettiği için Hitler’e
minnettardılar. Çalıştırdıkları işçilerle ilişkilerinde tekrar “aile
reisi” olmuşlardı. Ve muazzam kârlara ve hisselere giden yol sonuna
kadar açıktı. Parti müdahalesinin eleştirildiği, ihracatla ya da
hammadde eksikliğiyle ilgili sorunlar çıktığında ya da ekonominin
yönetimine ilişkin kaygılar dile getirildiğinde bile, Weimar
Cumhuriyeti’nin o “kötü” eski demokratik günlerine dönülmesini
özel ortamlarda bile savunan tek bir sanayici yoktu.
Ulusal muhafazakâr seçkin gruplarının içinde yer alan, esas
olarak ordu komutanlığı ve devlet bürokrasisinin üst
kademelerindeki bazı bireyler, Nazi rejimine temelde muhalif bir
yola girmekte olduklarını, ancak iki yıl sonra, evreler halinde ve
duraksayarak hissetmeye başlayacaklardı. Fakat o sırada Hitler’in
kişiliğinde cisimleşmiş, görünüşte başarılı ulusal özgüven ve yeniden
inşa siyasetlerinin, kendi çıkarlarına ve ulusal çıkar olarak
gördükleri şeye hizmet etmekte olduğunu düşünüyorlardı.
Sadece şiddetli “Kilise Mücadelesi” ruhban ve kiliseye gidenler ile
parti eylemcileri arasında gitgide sürtüşmeye neden oldu. Sürtüşme
en çok ruhbanın nüfuzunun kırılamadığı Katolik kırsal bölgelerde
görülüyordu. Bu durum, aksi halde kısmen baskı ve propaganda
karışımıyla imâl edilen kapsamlı bir mutabakata varacak olan
ilişkilere hatırı sayılır bir gölge düşürdü. Ancak her iki Hıristiyan
mezhebin tutumu da tam bir kararsızlığı yansıtıyordu. Kiliseye
giden nüfus üzerinde hâlâ önemli bir etkisi olsa da ruhban, özellikle
doğrudan dini meselelerle ilgili olmayan konularda yapılan resmi
açıklamalara ihtiyatlı bir tutumla uymak zorunda olduğunu
hissediyordu. Bazı konularda, halka yol gösterecek ya da bunun için
çalışacak yerde, halkın peşinden gidiyordu. Hitler’in ulusal
“başarılarının, en önemlisi Rhineland’ı yeniden silahlandırarak
kazandığı zaferin, Nazilerin Kiliselere saldırısını sert biçimde
eleştiren kendi sıradan üyeleri arasında bile muazzam bir destek
gördüğü gerçeğini hesaba katmak zorundaydı.
“Kilise Mücadelesinin yol açtığı huzursuzluk çok yaygındı. Fakat
bu genellikle kendi içinde bölünmüş bir huzursuzluktu. Rejimin
toptan reddedilmesi ya da doğrudan muhalefet boyutlarına nadiren
vardı. Nazi hilesine karşı geleneksel âdetlerin, göreneklerin ve
uygulamaların ateşli savunusu, Hitler’i kişisel olarak desteklemekle,
onun sola karşı giriştiği saldırıyı onaylamakla, ulusal “zaferler”ini
alkışlamakla, Yahudilere karşı uygulanan ayrımcı önlemleri kabul
etmeye hazır olmakla, yani aslında Kilise işleriyle doğrudan ilgili
olmayan önlemlerin çoğuyla bağdaşabiliyordu. Katolik piskoposlar
Hitler’in şansölyeliğinin ilk haftalarında kendi görevlilerini yeni
rejime itaate teşvik ettiler.7 Ve“Kilise Mücadelesi”nin en yüksek
noktasında bile “ateist” Bolşevizm’e karşı tutumlarını açıkça
savundular ve Hitler’e olan sadakatlerini teyit ettiler.8 Toplama
kamplarının vahşeti, SA liderlerinin 1934’te katledilmeleri ve
Yahudilere karşı gittikçe tırmanan ayrımcılık, resmi hiçbir protesto
ya da muhalefete yol açmamıştı. Aynı şekilde kendi içinde
bölünmüş olan Protestan Kilisesi’nde, Nazilerin Kilise’ye yönelik
yukarıdan tavırları ve onun iç işlerine, uygulamalarına, yapılarına
ve doktrinine müdahaleleri karşısında duyulan rahatsızlık, eleştiri
ya da muhalefet, birkaç istisnai bireyin sergilediği örnekler bir yana
bırakılırsa, resmi sakat beyanları ve Hitler’in yaptıklarına verilen
sahici bir onayla birlikte var oldu.
1936 baharında Hitler’in meydan okunamayan otoritesinin temeli
kitlelerin ona duydukları hayranlıktı. Nüfusun büyük kısmı onu
tanrılaştırmıştı. Muhalifleri bile bunu görüyorlardı. “Ne adam şu
Hitler. Her konuda risk alacak kadar cesur.” Bu sözlerin yansıttığı
duygular o sırada yeraltındaki sosyalist muhalefet tarafından bile
sık sık dile getiriliyordu. “Bütün Almanlar Versailles ruhundan
nefret ederler. Hitler o lanet antlaşmayı parçalayıp Fransızların
suratına çarptı.”9 Bu yaklaşım o zamana kadar Hitler’e fazla
coşkuyla yaklaşmayan kişilerin bile onu neden desteklediklerini
gösteriyordu. 1936’da Alman halkı, en azından bu halkın büyük
çoğunluğu, taşkın ve sürekli bir propagandanın orta yerinde
neredeyse tek başına görülen Hitler’in ülkeyi restore etmesinin
verdiği gururla coşmuştu.
Muazzam bir kitle hareketinin desteği, onun plebisiter desteğinin
başlıca dayanağı, övgü akışının asla kesilmemesinin güvencesiydi.
Ancak Hitler’e verilen destek yeterince sahici ve boyutları
bakımından da muazzamdı. Çoğu Alman, şikâyetleri ne olursa olsun
1936 yazında en azından bazı konularda Hitler taraftarıydı. Dış
siyasette kazanılan zaferler nüfusun ezici çoğunluğunu tartışmasız
biçimde liderin arkasında birleştirmişti. Führer’e duyulan hayranlık
yaygındı. Aslında can sıkıcı gündelik hayat düzeyinde bile pek çok
kişi Almanya’da kendilerine biraz mucize gibi gelen bir değişimi
yarattığı için Hitler’e güvenmeye hazırdı. Cezalandırılan bir azınlığa
mensup olmayan, baskı altına alman Sosyal Demokratların ya da
Komünistlerin sağlam taraftarı olmaya devam eden ya da Kiliselere
yapılan saldırılar yüzünden tam bir yabancılaşma yaşayanların
çoğuna her şey Hitler’in yönetimi devraldığı dönemle
kıyaslanamayacak kadar iyi görünüyordu. İşsizlik, kötümserlerin
kehanetindeki gibi yeniden artacak yerde, tamamen ortadan
kalkmıştı. Hayat standartlarında mütevazı ancak kayda değer bir
iyileşme görülüyordu. Daha fazla tüketim malı bulunabiliyordu.
“Halk radyosu” (Volksempfänger) gittikçe daha fazla hane halkına
ulaşıyordu.10 Boş zaman uğraşıları, eğlence ve küçük çaplı turizm
yayılıyordu. Sinemalar ve dans salonları doluydu. Alman İşçi
Cephesi’nin boş zamanları değerlendirme örgütü“Eğlenerek
Dinçleşme”nin yönettiği gezi gemileriyle Madeira ya da Norveç’e
“romantik”geziler yapmak ayrıcalıklı olanların tekelinde ve sınıfsal
farkları yansıtıyor olsa da, daha çok insan kırlarda vakit
geçirebiliyor ya da tiyatro ve konser salonlarına gidebiliyordu.11
Savaştan uzun süre sonra geçmişe bakan pek çok kişi için bunlar
“güzel günler” idi.12
Sadece üç yıl içinde Hitler’in Almanya’yı Weimar demokrasisinin
sefil ve bölünmüş halinden kurtardığı, Alman halkı için görkemli bir
geleceğin yolunu döşediği görülüyordu. Demagog ve siyasal
kışkırtıcı, görünüşe bakılırsa, bir devlet adamına, Bismarck’ınkine
denk prestij sahibi bir ulusal lidere dönüşmüştü. Ulusal canlanmaya
katı otoriterliğin,yurttaş haklarının kaybedilmesinin, Sol’un vahşi
biçimde ezilmesinin, Yahudilere ve“ulusal topluluk” içinde yer
alması uygun görülmeyen diğerlerine karşı ayrımcılıkta artışın eşlik
etmesi, çoğu kişi tarafından en azından ödenmeye değer bir bedel
olarak görülüyor, pek çok kişi bütün bunları olumlu buluyordu.
Almanya’nın 1936 baharında edindiği yeni uluslararası konumun
sınırsız bir genişlemenin, ölçülemeyecek derecede katliama yol
açan bir dünya savaşının, görülmemiş bir soykırımın ve nihayet
bizatihi Reich’ın yıkımının habercisi olacağını, bu aşamada hayal
edebilecek kadar öngörü sahibi pek az kişi vardı. Sürgündeki Sosyal
Demokrat hareketin sezgili raporunda, “Hitler’in bu yeni girişiminin
yok oluşun cehennem çukuruna giden yolda yeni bir kilometre taşı
olduğunu fark eden kimse yok gibi,” deniyordu.13
II

Çoğu diktatör için devlet üzerinde rakipsiz iktidara sahip olmak


yeterliydi. Hitler için bu, başlı başına bir amaç değildi. Onun
düşüncesine göre, iktidar bir çift ideolojik amaca hizmet ediyordu:
Yahudileri yok etmek ve ardından gelen dünya hâkimiyeti için bir
platform edinmek. Hitler için Yahudiler Almanya’nın ölümcül
düşmanıydılar ve onların yokedilmesi bütün Avrupa kıtası üzerinde
hâkimiyet kurulmasını sağlayacaktı. Irksal mücadeleyi ve uyum
kabiliyeti en yüksek olanın hayatta kalmasını insanlık tarihinin en
önemli belirleyicileri olarak gören bir “dünya görüşü” temelinde, iç
içe geçen bu iki hedef, 1920’lerden beri Hitler’in düşüncesinin
merkezini oluşturmuştu. Ne var ki hedefe giden bilinmeyen yolda
bu temel fikirler bir kez oluştuktan sonra onu asla terk etmedi.
Hitler’in bu sabit fikirlere saplantılı ve kararlı bağlılığı, onun
Almanya’yı, Avrupa’yı ve bütün dünyayı felakete sürüklerken
oynadığı benzersiz rolün bir parçasıydı. Ne varki iktidar yolunda
Nazizm’e bağlanan milyonların içinde, meseleleri Hitler gibi gören
yada fanatik bağlılık nedeniyle onun başlıca itici gücünü oluşturan
kişisel “dünya görüşü”nün sabit noktalarını benimseyen görece pek
az kişi vardı.14 Hitler’in Weimar demokrasisine bir alternatif olarak
artan cazibesi çok daha büyük ölçüde onun uzlaşmaz dirayetine,
yüksek mevkilerde zayıflayan ve kitle desteğini giderek kaybeden
görünüşte başarısız bir siyasal sisteme karşı cepheden giriştiği
saldırıya dayanıyordu. İktidara yükselişi sırasında Hitler’in esas
ideolojik öğretileri, Weimar sistemine karşı nefret dolu tiratların
genel ve her şeyi kucaklayan cephaneliğine, yenilgiye yol açan ve
devrimi kışkırtan “suçlular” felaketli sonuçlarıyla birlikte bir kez
yok edildiklerinde ulusal yeniden doğuşun gerçekleşeceğine ilişkin
kotardığı cazip karşı-imgeye iliştirilmişti. Hitler’in demagog olarak
başarısı, hayatından memnun olmayan kitlelerin işitmek istedikleri
şeyi söyleme ve onların diliyle konuşma, umutsuzluk psikolojisini
yakalama ve sömürme, onu ulusun lkarus gibi yeniden doğuşuna
ilişkin yeni bir umuda dönüştürme yeteneğinde yatar. Kitlelerin
kinlerini, öfkelerini, umutlarını ve beklentilerini onun gibi dile
getiren kimse yoktu. Benzer bir ideolojik mesajı olan herhangi bir
başka kişiden daha sert, daha öfkeli, daha anlamlı ve daha cazip bir
üslupla konuşuyordu. Hitler herkesi etkileyen belirleyici bir ulusal
kriz anında ulusalcı kitlelerin sözcüsü oldu.
Hitler ulusalcı kitleleri hiç kimsenin yapamayacağı ölçüde
harekete geçirebildiğini gösterirken, kendisini güçlü ve nüfuzlu
kişiler için cazibesi giderek artan bir alternatif haline getirdi. Bu
kişiler onu ve hızla büyüyen Hareket’ini, muhafazakâr seçkinlerin
zayıflatmak için mümkün olan her şeyi yaptıkları “Marksizm’e karşı
savaşta vazgeçilmez bir silah olarak görüyorlardı. “Marksizm’e karşı
savaş, sadece Komünistlere değil, Sosyal Demokratlara, sendikalara
ve bizatihi demokratik sisteme yönelik saldırıların şifresiydi.
Weimar Cumhuriyeti’nin son çöküş evresinde, onların yardımıyla,
uzun süredir elde etmek için uğraştığı şey nihayet Hitler’e verildi:
Alman devleti üzerinde denetim. Seçkinlerin ölümcül hatası,
Hitler’i denetleyebileceklerini sanmış olmalarıydı. Onu feci bir
şekilde küçümsediklerini keşfettiklerinde artık çok geçti.
İktidara çıkarıldığı sırada Hitler’in övdüğü, özünde 1918 yenilgi
ve devriminin üstesinden gelmekten ibaret olan kurtarıcı siyasetler,
13 milyondan fazla Alman’ın desteğini kazanmıştı. Bunların
arasında Nazi Hareketi’nin çeşitli kollarına mensup bir milyondan
fazla üyeden oluşan eylemci bir taban vardı. Hitler bu kitlelerin
ulusal kurtuluş beklentilerini temsil ediyordu. Popüler dindarlığın
hâlâ güçlü olduğu bir devirde Hitler’in kendi çevresinde oluşturduğu
neredeyse dinsel hava, onu seküler bir “kurtarıcı” olarak
gösterebilmişti. Kaybedilmiş bir savaş, ulusal utanç, derin bir
iktisadi ve toplumsal sefalet, demokratik kurumlara ve siyasetçilere
duyulan inancın kaybolması, büyük bir devlet krizi içinde hüküm
süren görünüşte aşılmaz akut dar boğazları zorla aşabilecek bir
“güçlü adam” arayışı; bütün bunlar, kitlelerin geniş kesimlerinin
ayartıcı ulusal kurtuluş sloganlarına kapılmasına katkıda
bulunmuştu.
Fakat bu cazibe sadece siyasal toyluktan kaynaklanmıyordu. Yeni
muhafazakâr ve entelektüel çevrelerde yaygın olan derin kültürel
kötümserlik de, Hitler ve taraftarlarının vulgarlığı küçümseniyor
olsa da, “ulusal yeniden doğuş” fikrinin cazip bulunmasını
sağlayabiliyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce de var olan ve
genellikle sözde ırksal saflığın geri dönülmez biçimde
kaybedildiğine dair giderek moda olan görüşlerle birlikte gelişen
durdurulamaz kültürel zayıflama duygusu hız kazanıyordu.15 Savaş
sonrasında kültürel umutsuzluk hali muhafazakâr entelektüelleri
daha sıkı biçimde kavradı. Osvvald Spengler’in Decline of the
West’i*, durdurulamaz bir kültürel yozlaşmaya ilişkin melankolik
teşhisiyle birlikte büyük bir etki yarattı.16 Soyut sanat ve modern
tiyatro, Alman değil “Yahudi” olarak görülüp küçümsenebiliyordu.
Zenci müziği olarak görülen senkoplu hot Jazzy, Bach ve
Beethoven’in ülkesinde, sadece müzikte değil hayatın her alanında
kaçınılmaz bir Amerikanlaşmanın belirtisi olarak görülüyordu.17
* Oswald Spengler, Batı'nın Çöküşü, Dergah Yayınları, çev. Giovanni Scognamillo ,
Nuray Sengelli, lstanbul 1997 (2. bs.). -çn

Almanya’nın kültürel çöküşü siyaset, alanına da yansıyordu.


Sadece on yıllar önce Bismarck’ın bir dev olarak siyaset sahnesine
yerleşmiş olduğu yerde, ülkenin temsilcileri artık birbiriyle dalaşan
cüceler gibi görünüyorlardı; iflah olmaz biçimde bölünen Reichtag
iflah olmaz biçimde bölünmüş bir Almanya’yı yansıtıyordu, iflah
olmazlık, yeniden birliği sağlayacak (gerekirse zorla) bir ulusal
kahraman ortaya çıkana kadar geçerliydi. Umutlar sadece böyle bir
kahraman vizyonuna bağlanıyordu. Bir savaşçı, devlet adamı ve
yüksek bir rahip olabilecek bu kahraman, ulusal utancın ve savaş
sonrası sefaletin küllerinden doğarak ulusal gururu ve yüceliği
yeniden sağlayacaktı.18 Hitler’e ve onun Hareket’ine daha sonra
verilen entelektüel desteğin tohumları, her ne kadar gerçekliğin
idealden uzak olduğu daha sonra kanıtlandıysa da, bu bereketli
toprakta büyüdü.
Nazilerin o kulak tırmalayıcı anti-semitizmi böyle bir desteğe
engel olmuyordu. Nüfusun yüzde birinden daha azını oluşturan,
büyük çoğunluğu iyi ve yurtsever birer Alman olma kaygısı taşıyan
Yahudilerin pek az dostu vardı. Açık Nazi şiddetini eleştirebilenler
ve Yahudi cemaatine Weimar Cumhuriyeti’nde çektirilen acıları
çoğu kez kınayanlar bile genellikle onlara karşı bir tür öfke, haset
ya da kuşku duyuyorlardı. Yahudilere karşı şiddet uygulamasına
(Weimar Almanyası’nda da görülüyordu) görece az sayıda kişi
katılsa da, örtülü ya da pasif bir antisemitizm yaygındı.19 Sürekli
Nazi ajitasyonu, savaşın kaybedilmesi, devrim, artan siyasal kriz ve
derin toplumsal sefalet için günah keçileri arayışıyla şiddetlenen
husumet katmanlarını destekledikçe, önyargılar
şiddetlendi.Yahudilerin orantısız biçimde zengin, ekonomiye zararlı
biçimde hâkim olduklarına ve kültür alanında sağlıksız bir etki
yarattıklarına dair iddialar hızla çoğaldı. Başka deyişle,Yahudilerin
farklı (her ne kadar kendileri aksini kanıtlamaya çalışsalar da) ve
Almanya’nın hastalıklarından sorumlu oldukları iddiası, Hitler
iktidara gelmeden önce bile hızla artıyordu.
Hitler iktidara geldiğinde Nazizm’in Yahudi karşıtı öncülleri bu
türden olumsuz duygular üzerinde inşa edilerek bütün rejime nüfuz
edebildi ve sürekli bir propagandayla büyütülerek toplumun bütün
katmanlarına ulaştı. Irksal “saflaştırma’yla ulusal yeniden
canlanmanın bir temeli olarak Yahudileri Almanya’dan “çıkarma”
niyeti, rejimin her köşesinden bu yönde gösterilen inisiyatiflerin
güvencesi haline geldi. Ve yeni devletin içinde anti-semitizmin
vahşeti karşısında rahatsız olan ya da endişeye kapıları pek çok
kişinin Yahudilere yönelik örtülü tepkisi ve ayrımcılığa karşı ahlâki
kayıtsızlığı, cezalandırma uygulamalarının karşısındaki bütün
engelleri ortadan kaldırdı.
1936 Olimpiyat Oyunları sırasında Yahudilere yönelik açık
saldırganlığın dizginlenmesi, eylemciler tarafından sadece geçici bir
yöntem, yüzeyin altında pişirilmekte olan daha ileri düzeyde
ayrımcı uygulamalar için yapılan baskının zaptedilmesi olarak
görüldü. Toplumsal öfke, kötü niyet ve hırs, düpedüz nefretin ve
ideolojik doğruluğun yanı sıra, cezalandırma çılgınlığını da
keskinleştirdi. 1937’nin sonunda ekonominin “aryenleştirilmesi”
uygulaması hızla gelişmeye başlıyordu. 1938’de Yahudi cemaatine
yönelik açık saldırılar tekrar yaygınlaştı. Kendi gündemi olan,
ideolojik olarak yönlendirilmiş polis gücünün yeni ırksal hedef
grupları gözetim altında tutma konusunda sahip olduğu iç
dinamikler, “Yahudi sorununu çözmek” için yeni imkânlar arayışının
yanı sıra, “ırksal düşman”a karşı savaşta radikalizmin, 1936 ve
1937’nin “sakin yıllar”ında azalmaktan çok tırmandığını
gösteriyordu.
O halde, 1919 gibi erken bir tarihte Hitler’in ulusal bir hükümetin
zorunlu hedefi olarak ortaya attığı “Yahudilerin uzaklaştırılması”
evreler halinde gerçekleştirilebilir bir hedef olarak görülmeye
başladı.20
Hitler’in kendi ideolojik saplantılarıyla yakından bağlantılı olan
öteki alanda, Almanya’nın sınırlarının genişletilmesi meselesinde
de, radikalleşen güçler faaliyet halindeydiler. Hitler, Alman
yayılmacı dürtüsünün başlıca, en tek yanlı ve en pervasız
savunucusu olsa da, Avrupa’ya hâkim olma düşü sadece onun düşü
olmaktan uzaktı. Alman emperyalist ideolojisinin bazı özelliklerinde
kökleşmiş olan bu anlayış21 1920’lerin ortalarında Hitler’in
düşüncesine önemli bir bileşen olarak eklenmişti. Bizzat Nazi
hareketi hızlandığında ve 1930’ların başında kitlesellik
kazandığında bu yaklaşım da hız kazanmış oldu ve Hitler’in
ütopyacı şanlı Alman geleceği “vizyonu’nda ifadesini bulan büyük
“ulusal kurtuluş misyonu’nun bir parçasını oluşturdu. Doğu
Avrupa’da Sovyetler Birliği pahasına “kılıçla” bir “hayat alanı” elde
etmek (Hitler’in 1920’lerin sonunda tekrar tekrar belirttiği gibi)
1930’ların başında Alman devletinin görülmemiş yoksulluk ve
zayıflık koşullarında gerçek dışı görülebiliyordu; ancak belirsiz
biçimde ifade edilen Hitlerci Avrupa’ya hâkim olma “vizyonu”,
Alman hâkimiyetinin yeniden canlandırılması konusunda ordu
komutanlığı içinde, Dışişleri Bakanlığı’nın üst kademelerinde, bazı
önemli iş çevrelerinde ve pek çok entelektüel arasında yer alan
güçlü grupların içinden geçen duygulara yakın anlayışları
kapsayabilmek gibi (onlarla özdeşleşmese de) büyük bir avantaja
sahipti. Hitler diktatörlüğünün ilk yıllarında özgüven geri geldikçe,
ekonomi düzeldikçe, silahlanma hız kazanmaya başladıkça ve rejim
bir diplomatik zaferden diğerine koştukça, Alman yayılmasına ve
hâkimiyetine ilişkin değişik fikirler evreler halinde sabitleşmeye ve
giderek gerçekçi görünmeye başladı.
Ayrıca yayılma, Hitler’in savunduğu ulusun yeniden doğuşunun
gerçekleşmesi, “ulusal kurtuluş”un en son noktasına ulaşılması gibi
sadece ideolojik olarak değil, giderek iktisadi ve askeri
gerekçelerle de arzulanabilir oldu, hattâ zorunlu bulunmaya
başlandı.
Hitler’in “hayat alanı” fikri iş adamlarının benimsedikleri “daha
büyük bir iktisadi alan” (Grossraumwirtschaft) nosyonuyla kolayca
harmanlandı. Hattâ onlar güneydoğu Avrupa’da Rusya’nın bu
bölgeyi vahşi biçimde sömürgeleştirmesini seyretmektense, orada
geleneksel Alman hâkimiyetini yeniden kurmak için yayılmaktan
yanaydılar. İktisadi yenileşme düşünceleri iktisadi hâkimiyet
düşüncelerine dönüştükçe ve giderek silahlanmaya yönelen bir
ekonominin baskıları, artan işgücü ve hammadde yetersizliğini
açıkça ortaya koydukça, yayılmanın cazibesi giderek daha belirgin
hale geldi. Hem tüketim hem de silahlanma harcaması talepleri
arasında iktisadi bir denge kurma sorununun acilen çözülmesi
gerekiyordu. Sonunda önceliklerin silahlanma ekonomisinden yana
belirlenmesi yayılma hedeflerini belirledi. Aslında ekonominin silah
üretimine katılan kesimleri için rejimin yayılmacı programını
hararetle desteklemek kârları hızla artırmanın en emin yoluydu.
Almanya Versailles Antlaşmasının şartları ve Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra ülkeye dayatılan (ve 1932’de kesin olarak silinen)
tazminatlar nedeniyle engellendiği sürece fırsat kollamak zorunda
kalan askeriye, uzun süredir, kaybedilen bölgeleri yeniden ele
geçirmek ve orta Avrupa’da hâkimiyet kurmak için orduyu eski
haline getirmeyi amaçlıyordu.22 1933’ten sonra silahlı kuvvetlerin
yeniden inşasının hızlanması ve batılı demokrasilerin bunu
engelleme konusunda sergiledikleri belirgin duraksama ve
yeteneksizlik sürecin hızlanmasına yol açtı. Sadece Hitler için değil,
bazı askeri liderler için de, Almanya’nın yeniden silahlanmasına
karşılık vermek için İngiltere ve Fransa bir kez silahlanma yarışına
girdiklerinde hızla daha az elverişli hale gelebilecek koşullardan
yararlanmanın tam zamanıydı. Versailles sonrası düzenin
bozulmasını izleyen uluslararası istikrarsızlık, batı demokrasilerinin
zayıflığı ve henüz başlamakta olan silahlanma yarışı; bütün bunlar,
Almanya’nın Avrupa kıtası üzerindeki hâkim rolünü yeniden kurmak
için dönemin her zamankinden daha uygun olduğunu gösteriyordu.
Hitler’in generallerine hitap ederken etkin biçimde kullandığı tez
buydu. Polonya ve Çekoslovakya’da potansiyel olarak düşman
komşuların coğrafi yakınlığı, gelecekte Fransa ve İngiltere’yle
çatışma ihtimali ve en önemlisi, ne kadar zayıf olursa olsun
doğudaki Bolşevizm’den duyulan korkular, yayılmacılığın cazibesine
eklendi ve bu arada askeriyenin Hitler’e ve Avrupa’ya hâkim olma
düşlerine bağlanmasına yardımcı oldu.
Böylelikle, Hitler’in ideolojisindeki sabit noktalar (“Yahudilerin
uzaklaştırılması” ve “hayat alanı”nı ele geçirmek için gelecekte
verilecek devasa bir mücadelenin hazırlıkları) Nazi rejiminin hayati
dayanak noktalarını oluşturan faillerin farklı çıkarlarını da kolayca
kapsayabilecek şekilde, geniş, zorlayıcı ve uzun vadeli hedefler
haline geldi. Sonuç olarak Avrupa’nın orta yerindeki gayet modern
bir devletin, bürokrasi, ekonomi ve ayrıca ordu gibi araçları,
Hitler’in “karizmatik” otoritesine, ulusal kurtuluş siyasetlerine ve
tek bir adamın kişiselleşmiş “vizyon”unda ve iktidarında
cisimleşmiş Avrupa hâkimiyeti düşüne bağlandılar. Hitler’in temel,
değişmez ve uzak hedefleri, bütün yönetim sistemine nüfuz eden
olağanüstü enerji ve dinamizmin çerçevesini oluşturarak bütün Nazi
rejiminin amansız itici gücü haline gelmişti. Hâkimiyette hiçbir uç
nokta, iktidar şehvetinin doyurulabildiği hiçbir an tanımayan,
sınırsız saldırganlığın ancak baskıcı otoriterlikle gerçekleşebileceği
bir dinamizmdi bu.
Hitler’in diktatörlüğünün ilk üç yılının Almanya’ya görünüşte
yaşattığı “iyi zamanlar”, ekonominin yeniden canlanması, düzenin
sağlanması, refah beklentileri, ulusal gururun yeniden canlanması
sonsuza kadar süremezdi. Bütün bunlar kum üzerine inşa edilmişti;
istikrara ve “normal” bir hayata ulaşılabileceği yanılsamasına
dayanıyordu. Aslında Üçüncü Reich “normal” bir hayat
sağlayamazdı. Bu sadece Hitler’in küçümsenmemesi gereken kişiliği
ve ideolojik dürtüsüyle ilgili bir mesele de değildi. Onun mizacı,
tükenmeyen enerjisi, inisiyatifi elde tutmak için risk almasını
Another random document with
no related content on Scribd:
“There is always hope. Let us hope that in another state we shall
better know how to love and forgive one another. Here, we have a
poor understanding of this; but even here we can forgive. They will
not now forgive you; but you will leave them that which will make
them do so hereafter. Leave them your pardon.”
“O, Alice,—my daughter! Not if they murder Alice.”
“They shall not. I promise you——”
“But I did not expect this,” uttered the shivering prisoner. “I went to
bed——”
“Then collect yourself now. A few minutes’ resolution.—One effort
at calmness——”
“But is there no hope?”
“None whatever. Settle your mind to your fate. There is only
misery in struggling against it.”
“I will. I will. Only stay by me.”
“What a confidence for such a moment!” thought Charles, as he
saw the tractable expression which the countenance assumed. It
was some comfort, however, that there was any confidence which
could give decency to his dying deportment.
The people around grew impatient. The executioner lifted his
sword. The victim looked up at it, half fearfully, half meekly, like a
penitent child at the impending rod. He fell, without a sign or a cry;
and at the moment, the flames burst forth from the lower windows,
as if to lick up, in as summary a vengeance as they had been guilty
of, the perpetrators of this murder. All rushed from the terrace, with a
yell of consternation, leaving the body alone, its unclosed eyes
shining in the glare, as if gazing unmoved on that violence which
could no longer reach it in the shape of injury.—When the gust fell,
and the flames retired some space, the ruffian who held the sword
returned to the place of execution, severed the head, tossed the
body into the flames, and returned with his trophy to the cheering
mob.
There was nothing for Charles and Antoine to stay for. They could
neither save property, nor prevent crime. There was no purpose to
be answered by an attempt to do the first; for the lady Alice could
never return hither, or probably find any corner of her native land in
which to dwell in peace. Any endeavour to check the people’s rage
would only have brought on more murders. It was better that they
should occupy themselves with destroying inanimate things than
have their wrath directed upon human objects. The brothers
therefore left them endeavouring to discover the treasure-chamber,
and paced silently homewards, trying whether, after such a spectacle
as this, their hopefulness could get the better of their heart-sickness.
Chapter IX.

ADJUSTMENT.

Marguerite began to think that she and her family had better have
staid in Paris, since violence as foul as any there, with less chance
of redress, took place in the country. But as there were fewer marked
for destruction in a thinly peopled than in a crowded district, the work
of horror was sooner over; and within a few weeks, all was quiet
around her dwelling. No judicial inquiry whatever was made into the
fate of the marquis; and night after night, ominous gleams were seen
from afar, marking where life and property were being offered up in
expiation of former tyranny. When every neighbouring chateau that
was empty had been sealed up and guarded by the people from
being entered by its owners; and when every inhabited one had
been dismantled or converted into a pile of blackened ruins, there
was a truce. The gentry sighed over the abolition of feudalism; the
peasantry gloried in the destruction of the aristocracy; and both,
looking no farther than their own borders, supposed that all was
over, and the state of the country,—miserable as it was,—settled.
Charles and his brother knew too well what was passing in Paris
to acquiesce in this belief; but they were glad of the good effects it
seemed to produce in quieting the minds, and therefore fixing the
outward circumstances of their neighbours. People went about their
regular business once more, prices grew steady in the markets, and
the mysterious, dishonest sort of bargaining which had gone on
immediately after the destruction of the chateaux, was seen no
more. No golden timepieces now passed from hand to hand, in
exchange for the coarsest articles of clothing or furniture; and if
polished tables, or morsels of curious old china were seen here and
there in the hovels of half-starved peasants, they were not put up for
sale, and did not answer the purpose of further perplexing the values
of things. Seeing that Marguerite began to feel pretty much at her
ease once more, going to rest without presentiments of being roused
by fire, and venturing, with only the children, to transact her
necessary purchases among the peasantry, Charles began to try
whether he could make anything of his business at Paris; and set
out, in order that he might be on the spot to take advantage of the
first symptoms of tranquillity to meet the demand which would then
certainly arise.
He went to Paris before winter was quite over; and found more
promise of a settlement of public affairs than at any time since the
commencement of the revolution. Yet he would not hear of his family
joining him, till it should be known whether or not king, parliament,
and people would cordially agree in the new constitution which was
then in preparation. When there was not only a promise of this, but
all arts and artificers were actually put in requisition to render the
spectacle of taking the oath as magnificent as the occasion required,
there was no further pretence for Charles’s prudence to interfere with
the hopefulness which now seemed rational enough. He sent a
summons to Marguerite to return and witness the festival from which
her loyalty and his patriotism might derive equal gratification. But
Marguerite was detained in the country by her father’s illness,—his
last; and the children were deprived of the power of saying
afterwards that they had witnessed in Paris the transactions of that
day which was regarded at the time as the most remarkable in the
annals of France.
That day, the 14th of July, 1790, was appointed to be a high
festival throughout the kingdom: Charles passed it in the Champ de
Mars; Marguerite by the dying bed of her father; the children, under
the guardianship of their uncle Antoine, among the rejoicing
peasantry; and Steele, who had returned to Bordeaux when Charles
settled himself again in Paris, took the opportunity of visiting La
Haute Favorite for the first time after so many vicissitudes.
It seemed to them all a strange,—to the superstitious among them,
an ominous circumstance that they should be thus separated on the
occasion when all were called upon to recognize the social
agreement under which they and their successors were to live.
A gleam of the afternoon sun shone in upon the face of
Marguerite’s father as he dozed, and made him turn restlessly on his
couch. His daughter hastened to shut it out, and the movement
awoke him.
“One is fit only for the grave,” he said, “when the light which shines
on all above it becomes painful.”
“Father! you are better,” said Marguerite, turning round astonished.
“No,” said he, faintly, “not better. I cannot bear this light,—or this
heat,—or—but no matter; it will presently be over. But where is
Charles?”
“He will be here very soon; but it is only two days since you
became worse; and there has been no time for him to come yet. To-
day he is waiting upon the king, and next he will wait on you.”
“On the king!” and the old man was roused at once. “And all the
people? I fancied they had left off their duty. Who waits upon the
king?”
“The whole nation,” Marguerite replied, sighing to herself,
however, over her own view of the matter—that the king was, in fact,
waiting upon the nation. She proceeded to tell what was doing in
Paris, and remarked that she hoped they had finer weather there
than here, where it had been a day of continued rain, till the gleam
came which had wakened her father.
M. Raucourt was too ignorant of the events of the last two years to
be able to comprehend the present proceeding. He could not see
what the people had to do with the constitution; but laid the blame on
his own weak brain, when assured that the loyal men of France were
all consenting to the measure. Other tokens of ignorance were much
more affecting to his daughter. He wished to be raised in bed, so that
he might see his olive woods in the evening glow. They were no
longer there, and his attention must be diverted to something else.
He wished to behold the marquis de Thou passing the house for his
daily ride.—The bones of him he asked for were mouldering under
the ruins of his own abode.—“At least,” said M. Raucourt, “let me be
carried to the window, that I may see the chateau. It looks so finely
on the terrace! and it is so long since I saw it!”—Grass was growing
on its hearths, and the peasants’ children were playing hide and
seek among its roofless halls.
“You have not asked for the children,” said Marguerite. “If you are
so strong this afternoon, perhaps you can bear to speak to them.”
And they were sent for, and presently made their appearance from
the river-side, full of what they had been seeing and doing. They told
how one cannon was fired when the hour struck at which the royal
procession was to set out, and another when the whole array was to
be formed in the Champ de Mars, and others to represent the taking
of the oath by the king, by the representatives of the parliament, and
by Lafayette in the name of the people.
“And what is all this for?” asked the old man. “It is a beautiful
spectacle, no doubt; but there were no such things in my time as the
king and the people swearing at the same altar.”
“The people make the king swear, and some of them do not think
he likes it,”—observed Julien, unmindful of his mother’s signs.
Pauline went on,
“No more than he liked being brought prisoner from Versailles, and
having his guards’ heads cut off.”
The little girl was terrified at the effect of her words. She in vain
attempted to make up for them by saying that the king and queen
were very well now; and that the people did not expect to be starved
any more, and that everybody was to be very happy after this day.
The loyal old man said he should never be happy any more; and
groaned and wept himself into a state of exhaustion from which he
did not revive, though he lived two or three days longer.
“I wish,—I wish—” sobbed poor Pauline, “that the people had
never meddled with the king——”
“Or the king with the people,” said Julien, “for that was the
beginning of it all.”
“I am sure so do I,” said Marguerite, sighing. “It is little comfort to
say, as Antoine does, that the world cannot roll on without crushing
somebody.”
“If that somebody puts himself in the way, uncle said,” observed
Julien.
“Everybody has been in the way, I think, my dear. All France is
crushed.”
“Not quite, mamma. Uncle Antoine and Mr. Steele are sitting
between the two big vines, and they say that everybody will be
buying wine now that buying and selling are going to begin again.”
It was very true that the young men were enjoying their favourite
retreat to the utmost; gilding it with the sunshine of their
expectations, and making it as musical with the voice of hope as with
the gay songs which were wafted from the revellers below.
They were not a little pleased when their anticipations were
countenanced by a letter from Charles which reached his wife on the
day of her father’s death, and was not the less in accordance with
her feelings for having been written before tidings of the old man’s
illness had reached Paris, and being, as usual, hopeful and happy.
“I have written to Antoine,” he said, “to urge all care in the
approaching vintage, and all dispatch in the management of our
immediate business. Good days are coming at last, unless
despotism should bring on itself a new punishment, and rouse once
more the spirit of faction, which has been laid to rest this day by that
powerful spell, the voice of a united nation. It would astonish you to
see how commercial confidence has already revived; and, as a
consequence, how the values of all things are becoming fixed; and,
again, as a consequence of this, how the intercourses of society are
facilitated, and its peace promoted. It was the perception and
anticipation of this which to me constituted the chief pleasure of the
magnificent solemnity of this day. It was a grand thing to behold the
national altar in the midst of an amphitheatre filled with countless
thousands; but it was a grander to remember that these thousands
were only the representatives of multitudes more who were on tiptoe
on all our hills, in all our valleys, watching and listening for the token
that they may trust one another once more, and exchange, for their
mutual good, the fruits of their toil. It was touching to see the
battalion of children,—‘the hope of the nation,’—coming forward to
remind the state that it sways the fate of a future age; but it was
more touching to think of our own little ones, and to believe that, by
the present act, the reward of the social virtues we try to teach them
is secured to them.—It was imposing to see one golden flood of light
gush from a parting cloud, giving an aspect of blessing to what had
before been stormy; but it was as an analogy that it struck us all, and
impelled us to send up a shout like the homage of worshippers of the
sun. Has not a light broken through the dreariness of our political
tempests? There maybe,—let us hope there will be, from this day,
order in the elements of our social state. Let but all preserve the faith
they have sworn, and there will be no more sporting with life and
property, no absurd playing with baubles while there is a craving for
bread, no ruin to the industrious, and sudden wealth to such as
speculate on national distress. We may once more estimate the
labour of our peasantry, and the value of our own resources, and fix
and receive the due reward of each. We may reach that high point of
national prosperity in which the ascertainment and due recompense
of industry involve each other; when the values of things become
calculable, and mutual confidence has a solid basis.—I do not say
that this prosperity will come, but I hope it will; and if all others have
the same hope, it certainly will. It may be that the sovereign will lose
his confidence, and go back. It may be that the parliament or the
people will do the same; and then may follow worse miseries than
we have yet known. But if they see how much social confidence has
to do with social prosperity, they will refuse to disturb the tranquillity
which has been this day established.
“And now, however you may sigh or smile a the spirit of hope
which is in me and Antoine, what say you to it in the case of a
nation? Are not its commercial exchanges a most important branch
of its intercourses? Must not those exchanges be regulated by some
principle of value, instead of being the sport of caprice? Is not that
principle the due and equable recompense of labour, or (in business-
like terms) the cost of production? Is not this recompense secured by
the natural workings of interests—and can these interests work
naturally without an anticipation of recompense—that is, without
hope, inspiring confidence? Depend upon it, hope is not only the
indispensable stimulus of individual action, but the elastic pressure
by which society is surrounded and held together. Great is the crime
of those who injure it; and especially heinous will be the first trespass
on public confidence of any who have been in the Champ de Mars
this day. As that which is national springs from that which is
individual, I will add that Antoine and Steele are patriotic if they exult
in the ripening beauties of Favorite; and if you would be patriotic too,
gladden yourself with the promise of our children, and tell me, when
we meet, that you trust with me that all will be well both with our
wines and our politics.”
Summary of Principles illustrated in this Volume.

There are two kinds of Value: value in use, and value in exchange.
Articles of the greatest value in use may have none in exchange;
as they may be enjoyed without labour; and it is labour which confers
Exchangeable Value.
This is not the less true for capital as well as labour being
employed in production; for capital is hoarded labour.
When equal quantities of any two articles require an equal amount
of labour to produce them, they exchange exactly against one
another. If one requires more labour than the other, a smaller
quantity of the one exchanges against a larger quantity of the other.
If it were otherwise, no one would bestow a larger quantity of
labour for a less return; and the article requiring the most labour
would cease to be produced.
Exchangeable value, therefore, naturally depends on cost of
production.
Naturally, but not universally; for there are influences which cause
temporary variations in exchangeable value.
These are, whatever circumstances affect demand and supply.
But these can act only temporarily; because the demand of any
procurable article creates supply; and the factitious value conferred
by scarcity soon has an end.
When this end has arrived, cost of production again determines
exchangeable value.
Its doing so may, therefore, stand as a general rule.
Though labour, immediate and hoarded, is the regulator, it is not
the measure of exchangeable value: for the sufficient reason, that
labour itself is perpetually varying in quality and quantity, from there
being no fixed proportion between immediate and hoarded labour.
Since labour, the primary regulator, cannot serve as a measure of
exchangeable value, none of the products of labour can serve as
such a measure.
There is, therefore, no measure of exchangeable value.
Such a measure is not needed; as a due regulation of the supply
of labour, and the allowance of free scope to the principle of
competition ensure sufficient stability of exchangeable value for all
practical purposes.
In these requisites are included security of property, and freedom
of exchange, to which political tranquillity and legislative impartiality
are essential.
Price is the exponent of exchangeable value.
Transcriber’s Note
Words hyphenated on line or page breaks have the
hyphen removed if the preponderance of other
occurences are unhyphenated. Hyphens occuring
midline are retained regardless of other unhyphenated
occurences (step-mother/stepmother, straight-
forward/straightforward, life-time/lifetime, work-
house/workhouse, fish-women/fishwomen, door-
way/doorway).
At line 12 of page 27 in “For Each and For All”, there is
an opening double quote which seems superfluous. The
author’s intent not being clear, it has been retained.
Other errors deemed most likely to be the printer’s
have been corrected, and are noted here. The
references are to the page and line in the original. Given
the independent pagination of the original, these are
divided by volume.
Homes Abroad.

11.13 and immedi[di]ately Removed.


placed
12.21 and get no bread?[’/”] Replaced.
19.29 to save them yet.[’/”] Replaced.
20.20 the happiness of the Added.
people[.]
31.4 is the price of food?[’/”] Replaced.
45.32 prosperity of John Lawe, Replaced.
Esq.[’/”]
38.18 [“]You had need take care Restored.
47.8 on a fool’s errand.[”] Added.
48.29 pleased [ta/at] the Transposed.
appearance
52.31 who had settled among Added.
them[.]
55.28 [y/h]ence arise Transposed.
discontents
55.29 [h/y]ears years of his new Transposed.
life
57.33 [rdbo/bord]ering upon it Transposed.
62.26 any thing about them.[’/”] Replaced.
67.24 [‘/“]She will do Replaced.
87.21 a gang of bush[ /-]rangers Added.
116.19 It was not Ellen[ /’]s wish Restored.
125.1 of her colonies[.] Added.
125.13 can be had Transposed.
el[es/se]where.

For Each and For All.

38.13 from a deficiency of Restored.


[g]ood
96.1 to convey him a[u/n]d his Inverted.
securities

French Wines and Politics.

21.34 [e]verybody else Restored.


64.7 and to recal[l] the Added.
servants
68.2 downfal[l] of their Added.
despotic sway
80.27 as there wo[n/u]ld be Inverted.
81.7 A[u/n]d a low Inverted.
exchangeable value
98.1 your literal Replaced.
depend[a/e]nce on them
*** END OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK
ILLUSTRATIONS OF POLITICAL ECONOMY, VOLUME 4 (OF 9) ***

Updated editions will replace the previous one—the old editions


will be renamed.

Creating the works from print editions not protected by U.S.


copyright law means that no one owns a United States copyright
in these works, so the Foundation (and you!) can copy and
distribute it in the United States without permission and without
paying copyright royalties. Special rules, set forth in the General
Terms of Use part of this license, apply to copying and
distributing Project Gutenberg™ electronic works to protect the
PROJECT GUTENBERG™ concept and trademark. Project
Gutenberg is a registered trademark, and may not be used if
you charge for an eBook, except by following the terms of the
trademark license, including paying royalties for use of the
Project Gutenberg trademark. If you do not charge anything for
copies of this eBook, complying with the trademark license is
very easy. You may use this eBook for nearly any purpose such
as creation of derivative works, reports, performances and
research. Project Gutenberg eBooks may be modified and
printed and given away—you may do practically ANYTHING in
the United States with eBooks not protected by U.S. copyright
law. Redistribution is subject to the trademark license, especially
commercial redistribution.

START: FULL LICENSE


THE FULL PROJECT GUTENBERG LICENSE
PLEASE READ THIS BEFORE YOU DISTRIBUTE OR USE THIS WORK

To protect the Project Gutenberg™ mission of promoting the


free distribution of electronic works, by using or distributing this
work (or any other work associated in any way with the phrase
“Project Gutenberg”), you agree to comply with all the terms of
the Full Project Gutenberg™ License available with this file or
online at www.gutenberg.org/license.

Section 1. General Terms of Use and


Redistributing Project Gutenberg™
electronic works
1.A. By reading or using any part of this Project Gutenberg™
electronic work, you indicate that you have read, understand,
agree to and accept all the terms of this license and intellectual
property (trademark/copyright) agreement. If you do not agree to
abide by all the terms of this agreement, you must cease using
and return or destroy all copies of Project Gutenberg™
electronic works in your possession. If you paid a fee for
obtaining a copy of or access to a Project Gutenberg™
electronic work and you do not agree to be bound by the terms
of this agreement, you may obtain a refund from the person or
entity to whom you paid the fee as set forth in paragraph 1.E.8.

1.B. “Project Gutenberg” is a registered trademark. It may only


be used on or associated in any way with an electronic work by
people who agree to be bound by the terms of this agreement.
There are a few things that you can do with most Project
Gutenberg™ electronic works even without complying with the
full terms of this agreement. See paragraph 1.C below. There
are a lot of things you can do with Project Gutenberg™
electronic works if you follow the terms of this agreement and
help preserve free future access to Project Gutenberg™
electronic works. See paragraph 1.E below.
1.C. The Project Gutenberg Literary Archive Foundation (“the
Foundation” or PGLAF), owns a compilation copyright in the
collection of Project Gutenberg™ electronic works. Nearly all the
individual works in the collection are in the public domain in the
United States. If an individual work is unprotected by copyright
law in the United States and you are located in the United
States, we do not claim a right to prevent you from copying,
distributing, performing, displaying or creating derivative works
based on the work as long as all references to Project
Gutenberg are removed. Of course, we hope that you will
support the Project Gutenberg™ mission of promoting free
access to electronic works by freely sharing Project
Gutenberg™ works in compliance with the terms of this
agreement for keeping the Project Gutenberg™ name
associated with the work. You can easily comply with the terms
of this agreement by keeping this work in the same format with
its attached full Project Gutenberg™ License when you share it
without charge with others.

1.D. The copyright laws of the place where you are located also
govern what you can do with this work. Copyright laws in most
countries are in a constant state of change. If you are outside
the United States, check the laws of your country in addition to
the terms of this agreement before downloading, copying,
displaying, performing, distributing or creating derivative works
based on this work or any other Project Gutenberg™ work. The
Foundation makes no representations concerning the copyright
status of any work in any country other than the United States.

1.E. Unless you have removed all references to Project


Gutenberg:

1.E.1. The following sentence, with active links to, or other


immediate access to, the full Project Gutenberg™ License must
appear prominently whenever any copy of a Project
Gutenberg™ work (any work on which the phrase “Project
Gutenberg” appears, or with which the phrase “Project
Gutenberg” is associated) is accessed, displayed, performed,
viewed, copied or distributed:

This eBook is for the use of anyone anywhere in the United


States and most other parts of the world at no cost and with
almost no restrictions whatsoever. You may copy it, give it
away or re-use it under the terms of the Project Gutenberg
License included with this eBook or online at
www.gutenberg.org. If you are not located in the United
States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.

1.E.2. If an individual Project Gutenberg™ electronic work is


derived from texts not protected by U.S. copyright law (does not
contain a notice indicating that it is posted with permission of the
copyright holder), the work can be copied and distributed to
anyone in the United States without paying any fees or charges.
If you are redistributing or providing access to a work with the
phrase “Project Gutenberg” associated with or appearing on the
work, you must comply either with the requirements of
paragraphs 1.E.1 through 1.E.7 or obtain permission for the use
of the work and the Project Gutenberg™ trademark as set forth
in paragraphs 1.E.8 or 1.E.9.

1.E.3. If an individual Project Gutenberg™ electronic work is


posted with the permission of the copyright holder, your use and
distribution must comply with both paragraphs 1.E.1 through
1.E.7 and any additional terms imposed by the copyright holder.
Additional terms will be linked to the Project Gutenberg™
License for all works posted with the permission of the copyright
holder found at the beginning of this work.

1.E.4. Do not unlink or detach or remove the full Project


Gutenberg™ License terms from this work, or any files
containing a part of this work or any other work associated with
Project Gutenberg™.
1.E.5. Do not copy, display, perform, distribute or redistribute
this electronic work, or any part of this electronic work, without
prominently displaying the sentence set forth in paragraph 1.E.1
with active links or immediate access to the full terms of the
Project Gutenberg™ License.

1.E.6. You may convert to and distribute this work in any binary,
compressed, marked up, nonproprietary or proprietary form,
including any word processing or hypertext form. However, if
you provide access to or distribute copies of a Project
Gutenberg™ work in a format other than “Plain Vanilla ASCII” or
other format used in the official version posted on the official
Project Gutenberg™ website (www.gutenberg.org), you must, at
no additional cost, fee or expense to the user, provide a copy, a
means of exporting a copy, or a means of obtaining a copy upon
request, of the work in its original “Plain Vanilla ASCII” or other
form. Any alternate format must include the full Project
Gutenberg™ License as specified in paragraph 1.E.1.

1.E.7. Do not charge a fee for access to, viewing, displaying,


performing, copying or distributing any Project Gutenberg™
works unless you comply with paragraph 1.E.8 or 1.E.9.

1.E.8. You may charge a reasonable fee for copies of or


providing access to or distributing Project Gutenberg™
electronic works provided that:

• You pay a royalty fee of 20% of the gross profits you derive from
the use of Project Gutenberg™ works calculated using the
method you already use to calculate your applicable taxes. The
fee is owed to the owner of the Project Gutenberg™ trademark,
but he has agreed to donate royalties under this paragraph to
the Project Gutenberg Literary Archive Foundation. Royalty
payments must be paid within 60 days following each date on
which you prepare (or are legally required to prepare) your
periodic tax returns. Royalty payments should be clearly marked
as such and sent to the Project Gutenberg Literary Archive
Foundation at the address specified in Section 4, “Information
about donations to the Project Gutenberg Literary Archive
Foundation.”

• You provide a full refund of any money paid by a user who


notifies you in writing (or by e-mail) within 30 days of receipt that
s/he does not agree to the terms of the full Project Gutenberg™
License. You must require such a user to return or destroy all
copies of the works possessed in a physical medium and
discontinue all use of and all access to other copies of Project
Gutenberg™ works.

• You provide, in accordance with paragraph 1.F.3, a full refund of


any money paid for a work or a replacement copy, if a defect in
the electronic work is discovered and reported to you within 90
days of receipt of the work.

• You comply with all other terms of this agreement for free
distribution of Project Gutenberg™ works.

1.E.9. If you wish to charge a fee or distribute a Project


Gutenberg™ electronic work or group of works on different
terms than are set forth in this agreement, you must obtain
permission in writing from the Project Gutenberg Literary
Archive Foundation, the manager of the Project Gutenberg™
trademark. Contact the Foundation as set forth in Section 3
below.

1.F.

1.F.1. Project Gutenberg volunteers and employees expend


considerable effort to identify, do copyright research on,
transcribe and proofread works not protected by U.S. copyright
law in creating the Project Gutenberg™ collection. Despite
these efforts, Project Gutenberg™ electronic works, and the
medium on which they may be stored, may contain “Defects,”
such as, but not limited to, incomplete, inaccurate or corrupt
data, transcription errors, a copyright or other intellectual
property infringement, a defective or damaged disk or other

You might also like