PDF of Turk Dunyasinda Terim Calismalari 1St Edition Ayse Ilker Full Chapter Ebook

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Türk Dünyas■nda Terim Çal■■malar■

1st Edition Ay■e ■lker


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/turk-dunyasinda-terim-calismalari-1st-edition-ayse-ilker
/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

A medida B1 guía didáctica 1st Edition Anaya

https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/

Lo straniero A2 B1 Primi Racconti 1st Edition Marco


Dominici

https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/

Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st


Edition Arwen Schnack

https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/
Ritorno alle origini B1 B2 Primi Racconti 1st Edition
Valentina Mapelli

https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/

Un giorno diverso A2 B1 Primi Racconti 1st Edition


Marco Dominici

https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

100 DELF B1 Version scolaire et junior 1st Edition


Sylvie Cloeren

https://ebookstep.com/product/100-delf-b1-version-scolaire-et-
junior-1st-edition-sylvie-cloeren/

La nuova Prova orale 1 A1 B1 1st Edition Telis Marin

https://ebookstep.com/product/la-nuova-prova-orale-1-a1-b1-1st-
edition-telis-marin/

■■■■■■■■■■ ■■■■■■■■■ ■■■■■ B1 1st Edition ■ ■ ■■■■■■


■ ■■■■■■■■

https://ebookstep.com/download/ebook-30534528/
TÜRK DÜNYASINDA TERİM
ÇALIŞMALARI
Türk Dünyasında Terim Çalışmaları [e-kitap]/ editör: Ayşe İlker…
[ve başk.]-- Ankara: Türk Dil Kurumu, 2023.

409 s.; tbl.; 24 cm.— (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek


Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları; 1530)

ISBN: 978-975-17-5582-7

Kaynakça: Bölüm sonlarında yer verilmiştir.

1. Türk Dili, Dil Bilgisi -- Terimler I. İlker, Ayşe (ed. haz.)


II. e.a

415
Türk Dil Kurumu Yayınları

TÜRK DÜNYASINDA TERİM


ÇALIŞMALARI

Terim Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu

Editör
Ayşe İLKER

Ankara, 2023
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Dil Kurumu Yayınları: 1530

TÜRK DÜNYASINDA TERİM ÇALIŞMALARI


*
Hazırlayanlar:
Terim Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu
Prof. Dr. Ayşe İLKER (Başkan)
Prof. Dr. İsmet ÇETİN
Prof. Dr. Erdoğan UYGUR
AYK Uzmanı Dr. Serdar KARACA
AYK Uzmanı Ekrem BEYAZ
*
Editör:
Prof. Dr. Ayşe İLKER
*
Metin Denetimi:
AYK Uzmanı Dr. Serdar KARACA
AYK Uzmanı Ekrem BEYAZ
*
Sayfa ve Kapak Tasarımı:
TDK - Esra YILMAZOĞLU
*
Birinci Baskı (e-kitap): Ankara, 2023 Temmuz
ISBN: 978-975-17-5582-7
DOI: 10.24155/tdk.kitap.12
*
Dağıtım:
Türk Dil Kurumu
Atatürk Bulvarı No.: 217
06680 Kavaklıdere / ANKARA
Telefon: +90 (312) 457 52 00
Belgegeçer: +90 (312) 468 07 83
Genel ağ: http://tdk.gov.tr
*
©5846 sayılı Yasa’ya göre
eserin bütün yayın, çeviri ve alıntı hakları
Türk Dil Kurumuna aittir.
İçindekiler

Söz Başı ● 7

Türkiye’de Terim Çalışmaları ● 9


Ayşe İLKER

Azerbaycan’da Terim Çalışmaları ● 47


Sayalı SADIGOVA - Elçin İBRAHİMOV

Başkurtistan’da Terim Çalışmaları ● 87


Murat ÖZŞAHİN

Çuvaşistan’da Terim Çalışmaları ● 123


Sinan GÜZEL

Karakalpakistan’da Terim Çalışmaları ● 175


Ceyhun Vedat UYGUR

Kazakistan’da Terim Çalışmaları ● 209


Osman KABADAYI

Taataristan’da Terim Çalışmaları ● 239


Golsat GALİULLİNA - Alfiya YUSUPOVA

Kırgızistan’da Terim Çalışmaları ● 273


Fatih BAŞKAPAN

Özbekistan’da Terim Çalışmaları ● 321


Abdulvahob MADVALİEV - Jabbor ESHONQULOV

Türkmenistan’da Terim Çalışmaları ● 345


Maral TAGANOVA - Ata GILICOV - Berdi SARIYEV - Emrah YILMAZ

Uygur Sahasında Terim Çalışmaları ● 399


Erkin EMET
Söz Başı
Türk Dünyasında Terim Çalışmaları başlıklı kitap, 2018 yılında Türk Dil
Kurumu Başkanı Gürer GÜLSEVİN Başkanlığında oluşturulan Bilim Ku-
rulunun, “Bilim ve Uygulama Kolları” dağılımında “Terim Sözlükleri Ko-
misyonu”nda görev yapan üyeleri tarafından alınmış kararla hazırlanmıştır.
2019-2021 yıllarında Terim Sözlükleri Komisyonu, Bilim Kurulu üyeleri İs-
met ÇETİN, Celal DEMİR, İsmet EMRE, Ayşe İLKER, Mete TAŞLIOVA ve
Erdoğan UYGUR’dan teşekkül etmiştir. Kurum uzmanlarından Serdar KA-
RACA ve Ekrem BEYAZ da komisyonda görev almıştır.
Komisyonda yapılan toplantılarda, Türk dünyasındaki terim çalışmala-
rının seyrini Türkiye Cumhuriyeti’ndeki araştırmacı ve bilim insanlarının is-
tifadesine sunma önerisi önce İsmet Çetin’den gelmiş, daha sonra komisyon
faaliyetleri çerçevesinde bu öneri üyelerce uygulanabilir bulunarak ve kabul
edilerek çalışmalara başlanmıştır.
Önce, Türk Cumhuriyetleri olarak tanınan Azerbaycan, Kazakistan, Kır-
gızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Özbekistan’dan; özerk cumhuriyet
olan Karakalpakistan, Tataristan, Başkurdistan’dan ve bunların dışında yine
Rusya içinde özerk bir cumhuriyet olarak yer alan Çuvaşistan ve ayrıca Doğu
Türkistan Uygur Özerk Bölgesinden terim çalışmaları konusunda çalışan ve
uzmanlaşan bilim insanlarıyla temasa geçilmiştir. Bu temaslar neticesinde
bazı lehçelerdeki terim çalışmalarını Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinde
Çağdaş Türk Lehçeleri üzerinde çalışmış bilim insanlarının yapmasına karar
verilmiştir. Böylece, Azerbaycan Cumhuriyeti, Özbekistan Cumhuriyeti, Ta-
taristan ve Türkmenistan Cumhuriyeti dışındaki terim çalışmalarını bu bilim
insanları yazmış; Saha (Yakut) Özerk Cumhuriyeti ve Ukrayna’daki Kırım
Özerk Cumhuriyetindeki terim çalışmalarının yeterince olgunlaşmaması se-
bebiyle, alandaki uzman bilim insanlarıyla yapılan değerlendirmeler netice-
sinde, bu lehçelere yer verilmemiştir. Bilim insanlarının gönderdiği metin-
lerdeki başlıklar ve tercih ettikleri terimler değiştirilmemiş; yalnızca öznel
ifade taşıyan cümle ve paragraflar çıkarılmıştır. Yazarlar, bazı hâllerde kendi
bilimsel geleneklerine bağlı kalmışlardır. Bunlarda da bir değiştirme yoluna
gidilmemiştir. Atıflarda ve kaynak göstermede de yazarların tercihleri olduğu
gibi bırakılmıştır. Eserde yazılar abecesel sıraya göre düzenlenmiş olmakla
birlikte ilk yazı Türkiye’deki terim çalışmalarına ayrılmıştır.
8 Türk Dünyasında Terim Çalışmaları

Evrensel dil bilimi çalışmalarının mühim bir dalını teşkil eden terim bili-
mi ve terim kavramı hakkındaki kuramsal yaklaşımlar, Türk dünyasının bütü-
nünde de hem dil bilimci olarak hem de Türklük bilimi araştırıcısı olarak ça-
lışanların ilgi alanındadır. Sondan eklemeli bir dil olan Türkçenin, büyük bir
çatı altında oluşan lehçelerinin terim türetme konusunda son derece işlevsel
örnekler ortaya koyabildiği ve lehçeler arası alışverişle pek çok yeni terimin,
tıptan edebiyat bilimlerine, fenden sosyal bilimlere kadar işletilebileceği ve
kullanılabileceği görülmektedir. Bu kitap, biraz da terim konusuna bütüncü
bir yaklaşımla ve ortak Türkçe çatısının imkânlarının görülebilmesini sağla-
yacak bir amaçla da hazırlanmıştır.
Böyle bir kitabın oluşmasında yazarak bize destek veren değerli Türklük
Bilimi araştırmacıları Abdulvahob MADVALİEV, Alfiya YUSUPOVA, Berdi
SARIYEV, Ceyhun Vedat UYGUR, Elçin İBAHİMOV, Erkin EMET, Fatih
BAŞKAPAN, Golsat GALİULLİNA, Jabbor ESHONQULOV, Murat ÖZŞA-
HİN, Osman KABADAYI, Sayalı SADIGOVA ve Sinan GÜZEL’e katkıları
sebebiyle Terim Bilimi Uygulama Kolundaki arkadaşlarım adına teşekkür et-
mek isterim.
Kitabın hazırlanmasında, Türk Dil Kurumu yayın ilkeleri-yazım kuralla-
rına ve hakemlik sürecinden sonra da hakem görüşlerine uyulmuştur. Kitabın
tamamlanma sürecinde son düzeltiler ve son okumaları birlikte yaptığımız kol
arkadaşlarım İsmet ÇETİN ve Erdoğan UYGUR ile genç uzman arkadaşlarım
Serdar KARACA ve dizgiyi titizlikle yapan Ekrem BEYAZ’a emek ve katkı-
ları için teşekkür ediyorum. Çok dikkatli bir incelemeyle bu kitabın bilimsel
seviyesine katkı yapan hakemlere ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Önce Terim Sözlükleri Komisyonu ve sonra Terim Bilimi Bilim ve Uy-
gulama Kolu olarak faaliyetlerimizi sürdürürken bize her bakımdan destek
olan Kurum Başkanımıza ayrıca teşekkür etmek bizim için zevkli bir görevdir.

Ayşe İLKER
Terim Bilimi Bilim ve
Uygulama Kolu Başkanı
TÜRKIYE’DE TERIM ÇALIŞMALARI

Ayşe İLKER

Terim ve Terim Bilimi Kavramına Genel Bir Bakış


Terim kavramı, hemen bütün dillerin çok geniş bir şekilde ilgilendiği ve
üzerinde durduğu bir alanı işaretlemektedir. Bir yandan kavramın bilimsel bir
tanımla ortaya konma çabasına bir yandan terim biliminin temelde dil bili-
minin bir alt dalı olarak değerlendirilmesine bakıldığında bu alana zaman ve
emeğini hasretmiş bilim insanlarının günümüze kadar önemli ölçüde düşün-
ce ürettikleri görülmektedir. Gelişmiş bir yazı dili olarak kullanılmakta olan
dillerin çoğunda, erken zamanlarda terim ve terim bilimi çalışmalarına eği-
linmiştir. Bu çerçevede ortaya konulan çalışmalara bakıldığında terim kavra-
mının tanımı ve terim biliminin çerçevesi büyük ölçüde belirgin hâle gelmiştir.
Ayrıca, bir bilim dalıyla doğrudan ilgili olmasa ve bilimsel çalışmalar yapılan
bir kurumda bulunulmasa da yazı dili kullanıcılarının hem gündelik hayatta
hem de fen, sosyal, tıp ve sanat alanlarındaki ihtiyaçları çerçevesinde terimler
konusuna ilgi duydukları görülmektedir. Bu da terim ve terim bilimi konuları-
nın sadece bilim insanlarını değil, yazı dilini her alanda işlek olarak kullanan
sanatçı, aydın, yazar ve eğitimcileri de ilgilendirdiğini göstermektedir. Böyle
bir tespit, terim ve terim bilimi konusunun aynı zamanda toplumsal boyutları
olduğuna da işaret eder. Bu toplumsal boyut özellikle son iki yılda dünya ça-
pında meydan gelen salgın hastalıklarla daha ön plana çıkmış, ülkemizde de
özellikle tıp terimleriyle ilgili toplumsal duyarlılık gözlenmiştir.
Terimlerle ilgili kuramsal çalışmalar, temelde terim yapma ve türetme
yollarının bilimsel olarak hangi yöntemlerle ve ilkelerle oluşturulacağına dair
konuları ele alır. Bu kuramsal çerçevenin hazırlanabilmesi için de yöntem ola-
rak yetkili kurum ve kurulların bir araya gelip bir mütala ve tartışma ortamı
hazırladıkları, görüşlerini ve önerilerini ortaya koydukları, daha sonra da bun-
ları ilgili yerlere ulaştırdıkları görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde kuruluşun hemen ardından başlayan terim ça-
lışmaları, kavramın adı ve tanımı konusunu da beraberinde getirmiştir. Daha
ilk dönemde Osmanlı Türkçesi ve Tanzimat’tan itibaren kullanılan “ıstılah”
10 Türkiye’de Terim Çalışmaları

kelimesi yerine Türkçe bir karşılık bulma eğilimiyle “terim” tercih edilmiş ve
o günden bu güne de kavram çok geniş ve yaygın bir kullanım alanı bulmuştur.
Istılah/Terim konularındaki ilk düşünsel çalışmalara ilerleyen paragraflarda
değinileceği için önce Türkçe Sözlük’teki tanıma bakmak gerekir: “Bir bilim,
sanat veya meslek dalıyla veya bir konuyla ilgili özel ve belirli bir kavramı
karşılayan kelime, ıstılah” (2011, s. 2330). Görüldüğü üzere, bilim ve sanat
dallarının özel kelimeleri olarak kabul edilen terimlerin bazı özellikler taşıma-
sı gerekir. Bunun için ülkemizde kurucu olarak kabul edilen iki dil bilimcinin
terim kavramına bakışlarını vermek uygun olacaktır. Berke Vardar ve Doğan
Aksan’ın terim kavramıyla ilgili belirlemeleri sonraki araştırmacılar için bir
dayanak noktası olmuştur. Vardar, genel dildeki çok anlamlılığın terim ala-
nında tek anlamlılığa yöneldiğini belirterek terimlerin temel özelliğinin tek
anlamlı olmasına vurgu yapar (1998, s. 200). Aksan da tek anlamlı ögelerin
nitelikleri üzerinde dururken bunların genellikle araç-gereç adları ve herhan-
gi bir daldaki terimler ve kimi soyut kelimler oluşuna değinir. Ona göre de
terimler, tek anlamlıdır (Vardar 1978, s. 62). Kazak dil bilimcilerden Ahanov
da eserinde “Söz varlığındaki farklı bilim dallarında kullanılan sözlere terim
(term) adı verilir.” tanımını yaptıktan sonra şu soruyu sorar ve cevabını da
verir: “Diğer sözlerle karşılaştırıldığında terimlerin farkı nedir? Günlük hayat-
taki sözler, yerine göre çeşitli anlamlarda kullanılarak çok anlamlı olabilirken,
terimler genel olarak tek anlamlıdır. Yani, tek anlamlı olmak terimlere özgü
genel bir niteliktir.” ve hemen ardından da “terimlerde ne duyguluk görünüş
ne de anlatımlık görev (expressive function) bulunur” (Ahanov 2021, s. 161)
diyerek “Ancak bu söylenenlerden ‘terimler her zaman tek anlamlıdır ve çok
anlamlı terim yoktur’ sonucu çıkarılmamalıdır” açıklamasını yapar (Ahanov
2021, s. 161).
Zülfikar, eserinin “Giriş”indeki ilk cümlede “Bilim dallarının, sanat ve
meslek kollarının özel kelimeleri olarak tanımladığımız terimler” ifadesiyle,
terimlerin özel kelimeler oluşuna dikkat çeker (Zülfikar 1991, s. 1). Vardar,
terim biliminin ortaya çıkışıyla ilgili değerlendirmesinde şu görüşleri ifade
etmiştir: “Terimbilim çağımızdaki yoğun terim gereksiniminin bir sonucu ola-
rak ortaya çıkmıştır. Terimleri, dil bilimi ilkelerine uygun biçimde belirlemek,
çözümlemek, gereken durumlarda yeni terimler yaratmak, olanaklı durumlar-
da da yaratılan terimleri yaygınlaştırmak başlıca işlevleri arasındadır.” (Var-
dar 1978, s. 192).
Korkmaz, bilim dallarının yüksek bir anlatım düzeyine kavuşmasının o
bilim dalı mensuplarınca kendi özel kavramlarına karşılık olarak bulunmuş
terimlerin ortaklaşa kullanılması ve kabul görmesiyle mümkün olduğunu vur-
gular ve bir bilim dalının terimlerinin o bilin dalının temeli sayıldığını ifa-
de eder (Korkmaz 1992, s. 7). Korkmaz’a göre tarihsel süreç içinde Türkçe
Ayşe İLKER 11

terimler konusu pek çok sebebe bağlı olarak ihmal edilmiş ve çözüm bekleyen
bir konu olmuştur (Korkmaz 1992, s. 7). Korkmaz’ın bu görüşü daha çok
Osmanlı Türkçesi dönemindeki alınma kelime ve terimlere karşı duyarlılık
gösterilmemesiyle ilgilidir. Bu sebeple bir bilim dalının gelişmesi ve o bilim
dalıyla ilgili buluş ve yeniliklerin topluma sunulması ve anlaşılması ancak o
bilim dalının çalışıldığı coğrafyada konuşulan anadille mümkün olmaktadır.
Terimlerin bir dilde ihtiyaca yetecek biçimde oluşması ve o dildeki asli kök ve
gövdelerden yapılması, bilim alanındaki gelişmelerin ve yayınların da önünü
açacak bir özellik taşımaktadır. Vardar, “Çeşitli bilim ve uygulayım (teknik)
alanlarına özgü sözcükler olan terimler, ilişkin oldukları dallardaki söylem
düzleminin eksenini oluştururlar. Her türden özel uzmanlık etkinliğinin söy-
lemsel biçimi öncelikle terimlerden örülü bir yapı üstünde yükselir” der ve
terimlerin “bilimsel ve uygulayımsal etkinliğin ulaştığı kavramlaştırma dü-
zeyini yansıtan bir donanım” içerdiğini anlatarak “Terimsel yapıların, genel
dilin sözlüksel yapıları gibi belli oranda aralarında kopukluk bulunan özerk
alanlardan oluşmadığı için” yeniliklerden daha da derinlemesine etkilendikle-
rini belirtir (Vardar 1978, s. 5, 6).
Bilim tarihi açısından bakıldığında Türklerin hem evrensel ölçüde kat-
kılarını hem de kendi toplumları için ortaya koyduklarını olumlu anlamda
değerlendirmek için pek çok veri bulunmaktadır. Bu konuda Zülfikar şunları
söylemektedir:
Türklerin bilim dünyasında yer almalarının tarihi oldukça eskidir.
Doğu uygarlığı içinde, Arapçayı bilim dili, Farsçayı ise edebiyat dili olarak
benimsemiş olan Türkler, bu dillerde çeşitli bilim dallarına ve sanat kolları-
na ait eserler ortaya koymuşlardır. Öte yandan Türkler, Arapça ve Farsça ya-
zılmış pek çok eseri de Türkçeye çevirmişlerdir. Bunlar arasında çeşitli bi-
limleri konu alan telif eserler de bulunmaktadır. Tıp, matematik, astronomi,
fıkıh ve İslam sanatlarının çeşitli kollarında ortaya konmuş olan eserlerin
zamanla terimleri oluşmuş, bunların geçen dönemler içinde sayıları artmış
ve bu yolla bilim dallarında süreklilik sağlanmıştır (Zülfikar 2011, s. vii).
Bu tespit, Türkçenin Cumhuriyet ile başlayan terim hassasiyetinin çok
geriye giden kültürel ve bilimsel genetik kodlarının olduğunu göstermektedir.
Ana dili Türkçe olan aydın, düşünür, bilge ve sanatkȃrlar Uygur döneminden
günümüze kalıcı terimler bırakmışlardır. Uygur Türkçesi döneminde, komşu
dillerden alınan kelimelerin bazılarına yeni karşılıklar türetilmiştir. Arat’ın
yayınında “On Türlü İyiliğin Medhi” manzumesinde Sanskritçedeki vijnana
mefhumunun Türkçede bilig köngül (bilgili gönül) ve köngül bilig (gönül bil-
gisi) ile karşılandığını; yine Sanskritçe Hinayana kelimesi kiçig münüglüg
“küçük taşıt” “küçük biniklik” olarak Türkçeleştirildiği görülmektedir. Çince
da jiang jun kelimesi de ulug süü urunutı “üst düzey general” biçiminde dile
girmiştir (Arat 1991, s. 68-78). 10. yüzyıl sonunda yazıldığı kabul edilen ilk
12 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Kuran çevirisinde bazı Arapça dinî kelime ve terimlere Türkçe karşılıklar bu-
lunmuştur: okıgu “Kuran”, belgü “ayet”, könilig “Hakk”, ögdi “hamd”, yarlı-
gakan “rahim”, ugan “kadir” yalavaç “resul” (Sarı 2008, s. 7-10).
Görüldüğü üzere bilimin gelişmesi, bilim dilinin gelişmesini sağlayacak,
bilim dilini kullanan bilimciler de ihtiyaç hissedilen yeni terim ve kavramları
türetecek ve bulacaklardır. Terim kavramının doğrudan “bilim”le bağlı olma-
sı ve her bilim dalı ve bilim alanının kendine özgü terimleri olduğu gerçeği
ve bunun yanında tarihsel süreçten itibaren dillerin kendi coğrafya ve bilim
alanındaki gelişmelerin seyri ve bunların bilimsel yöntemlerle ele alınması
gereği yeni bir bilim dalının oluşmasına da zemin hazırlamıştır: Terim Bilimi.
Bu kavram, hemen bütün gelişmiş yazı dillerinde kullanılmaktadır. “Terim
Bilimi” kavramı Türkçe Sözlük’te şöyle açıklanmıştır: “Bilim dalları, sanat
kolları ve çeşitli uzmanlık alanlarıyla ilgili kavramları tespit edip bunları ad-
landırmaya yarayan terimleri türetmeyi, terimlerle ilgili sorunları incelemeyi
amaç edinmiş dil biliminin bir dalı, terminoloji” (2011, s. 2330).
Ahanov bu kavram hakkında hem bir tanımlama yapar hem de dille ifade
edilen pek çok sahada yeni terimler oluşturulmasının önemine dikkat çeker:
“Bilim, teknik, edebiyat, siyaset, diplomasi ve başka alanlara ait terimlerin
toplamına terminoloji denir. Her dilde üretim, medeniyet, edebiyat, sanat gibi
sahaların terminolojisini oluşturma hem bilimlik hem de sosyal önemi olan
pek gerekli bir iştir.” (Ahanov 2021, s. 162).
Günümüzde hemen her ülkede terim ve terim bilimi konusundan sorumlu
resmî kurumlar ve özel kuruluşlar teşekkül ettirilmiştir. Bu kurum ve kuruluş-
lar sayesinde düzenli ve istikrarlı çalışmalar yapılmaktadır.
1. Cumhuriyete Kadar Istılah/Terim Düşünceleri ve Bu Konudaki
Çalışmalar
Anadolu’nun Türkleşmeye başladığı tarihten yaklaşık altı yüz yıl son-
ra, Yeni Çağ’ı açan Fatih Sultan Mehmet’in torunları, yayıldığı coğrafyadan
çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Pek çok siyasi, sınai, iktisadi ve kültürel
sebebin dünya dengelerini değiştirmesi, Osmanlı Türk Devletinin sınırlarını
küçültmüş ve onu bir varlık-yokluk mücadelesinin eşiğinde bırakmıştı. Os-
manlı Devleti yıkılırken de Türk aydınlarının büyük bir bölümü iyi yetişmiş
hem Doğu hem de Batı dillerini bilen aydınlardı; ancak özellikle ıstılahlar
konusunda Türkçe yazma ve yabancı kelimelerden uzak durma alışkanlığı
yaygın değildi. Tanzimat ve Servet-i Fünûn dönemlerinde terimler üzerinde
düşünülmüş ama tamamen Türkçe kaynaklı terim yapma bakımından bir adım
atılamamıştı. Korkmaz, Gramer Terimleri Sözlüğü’nün “Ön Söz”ünde Tanzi-
mat ve Servet-i Fünun devirlerindeki dili sadeleştirme çabalarının, genellikle
yazı dilini Osmanlıca çerçevesinde sadeleştirme, Arapça-Farsça ve Türkçenin
Ayşe İLKER 13

karması durumundaki Osmanlıcayı ise en sade Osmanlıca temelinde daha


anlaşılır bir dil durumuna getirme hedefine yönelmiş olduğunu ve bundan
dolayı da yazılan gramerlerdeki terimlerin de Osmanlıcalık niteliğinden kur-
tulamadığını belirtmektedir (Korkmaz 1992, s. viii). Tanzimat dönemi aydın-
larının yazı dilinin sadeleştirilmesi konusundaki öncelikleri de ders kitapla-
rından başlar. Bu öncelik Korkmaz’da şöyle ifade edilmektedir: “Öncelikle
tabii ilimler konusunda yazılmış olan bütün kitapların, devlet, okul ve gazete
dilinin Türkçeleştirilmesi gerekiyordu. Batı yaşayışına yönelmiş olan bir im-
paratorlukta, düşünce hayatının ilerlemesi ve milli eğitimin yayılması ancak
anlamı söyleyişe kurban etmeyen sade bir dilin kullanılması ile gerçekleşebi-
lecekti.” (Korkmaz 1973, s. 26).
Görüldüğü üzere Tanzimat’tan itibaren ders kitaplarının ve basın yayın
organlarının dili hakkında ve ıstılahların anlaşılır olması konusunda küçüm-
senmeyecek bir hassasiyet ve çaba gösterilmiş ve somut adımlar atılmıştır.
Servet-i Fünûn döneminde ise, devrin yazarları Korkmaz’ın ifadesiyle “hü-
nerli bir üslup” arıyorlardı (Korkmaz 1973, s. 29). Bir taraftan dilin sade-
leştirilmesi istenirken, terimlerin Türkçeleştirilmesi konusu kenarda bırakı-
lıyordu. Bu konunun kenarda kalmasına müsaade etmeyenler de Millî Lisan
hareketinin öncüleri olacaktı. Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’ın yazı dilinde
aşırı yabancı unsurlardan arınma çabaları terimlerin Türkçeleştirilmesi nokta-
sına geldiğinde farklı bir açı gösterir. Zülfikar bu noktada şöyle demektedir:
“Türkler 20. yüzyılda yeni bir kültür ve uygarlık alanına yönelmişlerdir. Kültür
değişikliği, dili ve dolayısıyla terimleri de etkilemiştir. Tanzimat’la birlikte
siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi, bilim alanında da yeni bir
dönem başlamış, batı kültürü ve bilimiyle yüz yüze gelinerek çoğu Arapça-
ya dayanan terimlere yenilerinin eklenmesinin yanı sıra bazı terimler de terk
edilmiştir.” (Zülfikar 2011, s. vii).
Zülfikar, ayrıca terimlerin Türk bilim hayatında başlı başına bir konu
olarak ele alınmasını üç safhaya ayırır. Tanzimat hareketinden Cumhuriyet’e
geçiş evresini birinci safha olarak niteler ve bu dönemde ıstılah adıyla günde-
me gelen konunun kavramlara Türkçe köklerden değil Arapça köklerden ve
yabancı dillerin kurallarından hareketle türetme biçiminde değerlendirildiğini
belirtir. Türkçe köklere dayanarak terim türetme işinin Cumhuriyet dönemiyle
bilinçli olarak ele alındığını ve Atatürk’ün önderliğinde canlılık ve güncellik
kazandığını ifade eder (Zülfikar 2006, s. 2).
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı kitabında “Lisanî Türkçülüğün
Umdeleri” başlığında terimler konusunu da 5. maddede işlemiştir. 5. madde
şöyledir: “Yeni terimler aranacağı zaman, ilkin halk dilindeki kelimeler ara-
sında aramak; bulunmadığı takdirde, Türkçe’nin işlek edatlarıyla ve tamlama
ve çekim yöntemleriyle yeni kelimeler yaratmak; buna da imkân kalmadığı
14 Türkiye’de Terim Çalışmaları

surette Arapça ve Farsça terkipsiz olmak şartıyla yeni kelimeler kabul etmek
ve bazı devirlerin ve mesleklerin hususi hallerini gösteren kelimelerle, teknik-
lere ait alet isimlerini yabancı dillerden aynen almak.” (Gökalp 1970, s. 138).
Gökalp, “Türkçüler ve Kelime Âlimleri” başlığında da “Yalnız, Türk me-
deniyeti tarihi, eski Türk kurumlarını tarihi bir ölümsüzlüğe kavuştururken,
bunların adları da bilim terimleri olarak dilimize girecektir. Bunu ‘fosillerin
dirilmesi’ biçiminde görmemelidir. Çünkü, bu kelimeler şimdi sözcük ola-
rak değil, yalnız terim olarak dilimize gireceklerdir. Bu biçimde girmelerinde
hiçbir sakınca da yoktur.” görüşlerini ortaya koymuştur. O günden bugünün
gelişmelerine bakıldığında Gökalp’ın ne kadar ileri görüşlü olduğu da bir kez
daha anlaşılmaktadır. Onun çıkarmakta olduğu Küçük Mecmua adlı dergide,
“Istılahlar (terimler)” sayfası ayrılmış ve başına da şu açıklama konulmuştur:
“Bir dilin çağdaşlaşması, asrına ait bütün bilgilerin terimlerine sahip olma-
sıyla mümkündür”. Devamındaki açıklama şöyledir: “Yeni Türkçenin ortaya
çıkışıyla birlikte birçok felsefi ve ilmi terim oluşturulacak ve dilimiz zengin-
leşmeye, kuvvetlenmeye devam edecektir. Fakat hâlen terimler konusunda
büyük bir eksiğimiz vardır. Bu ıstılahlara gazete sayfasında yer ayırarak bu
eksikliği gidermeye yardımcı olmak istiyoruz” (Kahraman 2017, s. 1293).
Bunların yanı sıra Türk sözlükçülüğüne büyük katkısı olan Şemsettin
Sami de, özellikle bir sözlük yazarının ıstılahlar konusunun tam içinde olma-
sı sebebiyle bu konudaki görüşlerini ortaya koyar. Şemsettin Sami hakkında
ayrıntılı bir çalışma yapmış olan Topaloğlu, onun ıstılahlar hakkındaki görüş-
lerini yorumlar:
Terimler/ıstılahlar konusunda Ş. Sami de mümkün mertebe makul ve
gerçekçidir; dilin, o günkü koşulları ve imkânlarını dikkate alarak görüş
serdeder. Ona göre hâlihazırda Türkçeye girmiş terimleri/ıstılahları dilden
‘tard’ ve ‘ihraç’ etmek mümkün değildir. Çünkü ‘Türkçemizin öyle ıstılahat
uydurmaya şimdilik tahammül ve istidadı yoktur’. Ancak Sami, bu konuda
da bütünüyle teslim olmuşa benzemez. O, burada da tüm imkânları gözden
geçirir; onları zorlar. Özellikle bizde mevcut bazı Türkçe tıp ve benzeri te-
rimlerin, yazı dilinde kullanılmakta olan Arapça ve Farsçaların yerine kul-
lanılmasını önerir. Sözgelimi Türkçe ‘dalak’ kelimesi varken ‘tıhal’; ‘karın’
kelimesi varken ‘batn’ ve benzeri gibi kelimelerin kullanılmasını doğru bul-
maz. Ona göre bizde diğer alanlarda olduğu gibi bu noktada da Türkçeleri
olduğu halde ‘ecnebî’ karşılıkları ısrarla kullanma âdeti ve taassubu vardır.
Bu ise doğru değildir ve vazgeçilmelidir (Topaloğlu 2014, s. 67).
Şemsettin Sami, Agâh Sırrı Levend’in kitabındaki bilgilere göre “Bir
dil yabancı kelimelerden ne denli arınmış ve kendi kelimeleri ne denli çok
olursa o denli kusursuz, geniş ve zengin sayılır.” (Levend 1969, s. 108). Ay-
rıca onun “Dilimizin Türkçe, Arapça ve Farsçadan meydana gelmiş olduğu
Ayşe İLKER 15

söylenir. Bu birleşme, başka dillerde olduğu gibi ‘âdeta bir imtizaç-ı kimyevî
ile hâsıl’ olmadığından, kullanılan Arapça ve Farsça kelimelere yabancı olarak
durmakta olup dilimize karışmamış, dilimizin kuralları ve şivesi değişmemiş-
tir. Ne zaman istesek bunları atıp dilimizi değiştirebiliriz.” (Levend 1969, s.
109) cümleleri Türkçenin alınma kelime istilasına rağmen yapısının sağlam
kaldığını belirtmesi ve istendiği takdirde değişiklikler yapılarak dilin gelişti-
rilebileceğine işaret etmesi bakımından çok önemlidir. Bu noktada Şemsettin
Sami’yi Topaloğlu’nun da belirttiği gibi Yeni Lisan hareketinden evvel bir
öncü gibi kabul etmek mümkün olacaktır. Ayrıca Şemsettin Sami’nin şu sözü
de dönemi için çok mühimdir: “Dilimiz Türk Dilidir. Bu dilin sözlüklerine
başka ad düşünmek saçmadır.” (Levend 1969, s. 111).
Görüldüğü üzere, Cumhuriyet’e gelinceye değin Tanzimat ve Servet-i
Fünun aydınlarının içinde bulundukları şartlar dâhilinde yeni çözümler bul-
mak istedikleri ve hangi görüşü benimserlerse benimsesinler Türkçenin gele-
ceği ve Türkçe terimler üzerinde düşünce gücü ve emek sarfetmiş oldukları
anlaşılmaktadır.

2. Cumhuriyet Döneminde Başlayan Terim Çalışmaları


Harf İnkılabı 1928’de gerçekleştikten sonra Alfabe Encümeni, Dil Heyeti
(Encümeni)’ne, Dil Heyeti de 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiye-
ti’ne dönüşmüş ve Türkçe konusunda ilk resmî kurum hüviyetiyle çalışma-
lara başlamıştır. Cemiyetin çalışmaları Mustafa Kemal Atatürk’ün belirledi-
ği “Filoloji-Lengüistik” ve “Türk Dili Tarihi” olmak üzere iki tetkik yoluyla
belirlenmiş, Filoloji ve Lengüistik yolu altında Lügat ve Istılah (Sözlük ve
Terim) maddesi yer almıştır. 1933’deki Türk Dili Kurultayı’nda da “Türk Dili
Tetkik Cemiyeti” adı “Türk Dil Kurumu” olarak değiştirilmiş ve Birinci Türk
Dili Kurultayı’nın ve Atatürk sağken gerçekleşen kurultayların hepsinin ça-
lışma programına terimler ve Türkçeleştirilmesi hususları konmuştur. Özel-
likle ilköğretimde Türk çocuklarının derslerde okuduklarını anlayabilmeleri
için Türkçe terimlerin hızlı bir şekilde kullanıma girme çabaları sonuç vermiş
ve pek çok terim yerleşmeye başlamıştır. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalar
neticesinde 1937 yılında ilk terim listeleri yayımlanmış, böylece Türkçede
terimler konusundaki önemli bilimsel çalışmaların temeli atılmıştır (Korkmaz
1974, 1992; Zülfikar 2011, 2021). Korkmaz, Ruşen Eşref Ünaydın’dan Türk
Dili Tetkik Cemiyetinin Kuruluşundan İlk Kurultaya Kadar Hatıralar’dan şu
sözleri aktarır: “Cemiyetin iki büyük kolu olacaktı: biri Filoloji ve Lengüistik
biri de Türk Dili. Türk Dili kolunun üç bölüğü ise: Lügat-Istılah, Gramer-Sen-
taks ve Etimoloji bakımından Türk dilini ‘tetkik ve tespit’ edecekti.” (Kork-
maz 1992, s. 196).
16 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Türk Dili Tetkik Cemiyetinin kurulmasından ve akabinde Türk Dil Ku-


rumu adıyla kurumsal varlığın oluşmasından Mustafa Kemal Atatürk’ün
1938’deki vefatına kadar, Atatürk’ün yanında olan ve daima dil konularını
değerlendirdiği ve görüş alışverişinde bulunduğu kol başkanları, üyeleri ve
diğer dil emektarları da Celal Sahir Erozan, Ahmet Cevat Emre, İbrahim Os-
man, Mehmet Baha, Mehmet Emin, Ruşen Eşref, Yakup Kadri, Ahmet Rasim,
İsmail Hikmet, Ragıp Hulusi Özdem, Hamit Zübeyr Koşay, Hasan Âli Yücel,
İbrahim Necmi Dilmen, Mehmet İhsan, Mehmet Ali Ağakay, Sadri Maksudi
Arsal, İsmayil Hakkı Baltacıoğlu, Abdullah Taymas, Ahmet Caferoğlu, Tahsin
Banguoğlu, Falih Rıfkı gibi pek çok aydının isminden oluşmaktadır. Burada,
Atatürk’ün bilim insanlarının ve dil konusunda liyakat sahibi kişilerin fikir-
lerine değer verdiği, bunları önemsediği ve karar verirken danıştığı da bilin-
mektedir (Korkmaz 1974, 1978; Yetiş 2005; Zülfikar 1992, 2021; Kahraman
2017).
Zülfikar ayrıca şu tespitte de bulunur: “Kabul etmek gerekir ki Atatürk’ü
en çok meşgul eden işlerin başında Türk dilinin sözlüğü, terimleri ve dil ku-
rallarıdır. Giriştiği bu mücadelede yanı başında birkaç Türk aydını bulunmak-
tadır. Samih Rıfat, Ragıp Hulusi (Özdem), Ahmet Cevat (Emre) ve imla ko-
misyonunun üyeleridir” (Zülfikar 2021, s. 168). Sözlük ve terim çalışmalarına
daha sonra İbrahim Necmi Dilmen, Besim Atalay, Mehmet Ali Ağakay da
katılmıştır (Zülfikar 2021, s. 168).
Terim konusunun yetkili kurullar ve belirli yöntemlerle ele alınması ko-
nusunda Hasan Ali Yücel ve Atatürk arasında geçen ve Atatürk’ün yurt gezi-
lerine dayanan bir kesit Taşkesen tarafından şöyle verilmektedir: Bu gezilerin
ilk durağı olan Kayseri’de Mustafa Kemal derse katılıp dinlemek üzere şehrin
lisesine götürülür. Felsefe dersi yapılmakta olan bir sınıfa girer. Yazarı Hasan
Âli Yücel olan felsefe kitabını inceler. Kitaptaki ve dersteki Arapça deyimler
pek hoşuna gitmez. Yücel’e kitapta anlaşılması hatta söylenmesi güç terimler
gördüğünü, bunların Türkçelerini bulmayı düşünüp düşünmediğini sorar. Yü-
cel buna şu şekilde cevap verir. “Düşündüm. Hatta ufak tecrübeler de yaptım.
Fakat bu gibi değişmelerin fertler tarafından yapılmasını mahzurlu gördüm.
Herkes kendine göre bir ıstılah bulup kullanırsa, ifadede beraberlik olmaz ve
kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için bir heyet veya cemiyet kurulmalı ve
ilim ıstılahları burada tespit olunmalı fikrindeyim.” der (Zülfikar 2006, s. 63).
Hasan Âli Yücel, henüz Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmadan önce bu ceva-
bı ile cemiyetin fikir temellerinin atılmasına katkıda bulunur. Pazartesi konuş-
malarında da Yücel böyle bir cemiyetin gerekliliği üzerine yazılar yazmıştır
(Zülfikar 2006, s. 15).
Atatürk’ün doğrudan terim türetmesi ve bu konuya olan ilgisinin somut
göstergesi hiç şüphesiz ki yazdığı Geometri kitabıdır. Zülfikar,
Ayşe İLKER 17

Dünyanın çeşitli olaylarla çalkalandığı o yıllarda, Türkiye’deki sosyal,


askerî, iktisadi meseleler devletin başlıca konularıdır. Bu konuların arasında
dil unutulmamış, Atatürk, üzerine aldığı sorumlulukla geometri terimlerini
hazırlamıştır. Bugün o terimlerle eğitim yapılmaktadır. Bunların hepsi de
kolay anlaşılır, kısa ve kurallı şekillerdir. Bu, Türk eğitim tarihinde devlet
adamının böyle bir işi başarması bir ilktir.
diyerek gelinen noktanın önemine dikkat çeker (Zülfikar 2021, s. 168). Ge-
ometri Kitabı’nın 2015 yılında yapılan özel dördüncü baskısına yazdığı “Su-
nuş” yazısında Şükrü Halûk Akalın;
Atatürk’ü terimler üzerinde çalışmaya yönelten Türkçe sevgisidir” der
ve “Terim sözlüklerini bilişim uygulamalarıyla bir veri tabanında toplama
çalışması yürüten Türk Dil Kurumunun 12 Temmuz 2006 günü kullanıma
açılan Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü veri tabanına yüklenen ilk
terimlerin Atatürk’ün türettiği ve Geometri kitabında kullandığı terimlerdir.
şeklinde ifade eder (Geometri 2015, s. 1-7). Bu konuda önemli bir örnek ol-
ması açısından Türkiye’ye ilk geldiği zamanlarda Reşit Rahmeti Arat’ın 1934
yılının Ağustos ayında Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayına çağrılmasını
vermek gerekir. Mustafa Kemal Atatürk, Uygur Türkçesiyle yazılmış Sekiz
Yükmek metninin mahiyetini öğrenmek ve o günün Türkçesine aktarmak iste-
mekte, bazı kelime ve kavramların manalarını da bilmek istemektedir. Reşit
Rahmeti Arat, Atatürk’ün davetiyle Dolmabahçe Sarayı’nda geçirdiği dört beş
saatte Atatürk’le birlikte çalışmış ve onun sorularını cevaplamış, merak etti-
ği konular hakkında açıklamalar yapmıştır (İlker 2020). Bu Atatürk’ün Türk
Dilinin tarihî metinlerine ve bir bilim insanına gösterdiği ilginin somut bir
delilidir.
Cumhuriyet Döneminde terim çalışmalarının iki ana koldan yürüdüğü
görülmektedir. Birincisi kuramsal çerçevede terim yapma ve türetme yolları-
nın belirlenmesi; ikincisi de belirlenen ilkeler ve yöntemlere göre terim söz-
lüklerinin hazırlanması. Terimler konusunda Atatürk döneminde alınan mesa-
feyi Zülfikar şöyle ifade etmektedir: “Türk Dil Kurumunun kurulduğu tarihte
çalışma esasları belirlenirken Atatürk’ün gösterdiği şemada yer alan Lügat ve
Istılah adı altındaki çalışma grubu, birkaç yıl içinde Matematik, Fizik, Meka-
nik, Biyoloji, Botanik, Kimya, Zooloji gibi bilim dallarının terimlerine karşı-
lık bulmuş ve bunları Kurumun yayın organı olan Türk Dili Belleten’in 23-26.
sayısında yayımlamıştır (1937).” (Zülfikar 2021, s. 142).
Zülfikar, Atatürk sonrasındaki dönemde de bu gayretlerin sürdüğünü ve
türetilen terimlerin kullanıma girmesi için çaba sarf edildiğini belirtir ancak
1960’a kadar desteklerin zayıfladığını ve Türkçe terim önerme ve yaymanın
Türk Dil Kurumu ve bazı kişilerin özel çabalarıyla sınırlı kaldığını belirtir
(Zülfikar 2006, s. 2, 3).
18 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Zeynep Korkmaz, kitabının “İkinci Türk Dil Kurultayı ve Sonrası” baş-


lığında 18-25 Ağustos 1934 tarihinde toplanan İkinci Türk Dili Kurultayı’n-
da, yabancı dilcilerin ve Sovyet İlimler Akademisi üyelerinin katılmasının
önemine dikkat çeker ve Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yeri, tarihi ve
yaşayan durumu ile ilgili tezler üzerinde durulduğunu belirtir; Kurultayın üze-
rinde durduğu önemli konulardan birinin de terim konusu olduğunu, okunan
tezlerin bir kısmının bilim, askerlik ve matematik terimleri üzerinde olduğunu,
Kurultay’ın bütün terimlerin Türkçe köklerden türetilmesini ve okul kitapla-
rındaki terimlerin en kısa bir sürede sadeleştirilmesi kararı verdiğini belirtir
(Korkmaz 1974, s. 73).
Yine Korkmaz, Atatürk’ün 1936’daki III. Türk Dil Kurultayı’ndan sonra-
ki dönemde de “Terimler, özellikle de okul terimleri üzerinde yeniden durdu-
ğunu” belirtir (Korkmaz 1974, s. 79).” Korkmaz şu açıklamalarla devam eder:
“Yazıda düşüncenin ‘açık, vazıh, tereddüde ve müphemliğe yer vermeyecek
şekilde’ belirmesini gerekli bulan Atatürk, bir yurt gezisinden dönüşünde,
okullardaki eski terimlere dayanan öğretim şeklinin düzeltilmesi için Milli
Eğitim Bakanı’na emir vermiş bulunuyordu.” Ulusal temellere dayanan bir
öğretim sisteminde terimlerin de Türkçe olması gerekiyordu. Bu yüzden türlü
bilim kollarına giren orta öğretim terimleri üzerinde yoğun çalışmalar başladı.
Atatürk’ün matematiğe olan sevgi ve bilgisi dolayısıyla okullardaki terim dev-
rimine matematikten başlandı. Fizik, kimya, biyoloji, zooloji, jeoloji, botanik
gibi müspet bilim alanlarının terimleri bunu izledi (Korkmaz 1974, s. 79). “Bu
çalışmalar sonunda bütün ilk ve orta öğretim terimleri 1937 yılında yayın ala-
nına çıkmış bulunuyordu” (Korkmaz 1974, s. 80). Korkmaz’ın Atatürk’ün son
konuşmalarından birinden seçtiği şu cümleler de “terim” konusundaki başarı-
nın bir delilidir: “1938 yılının Meclis’i açış konuşmasında okunan yazısında,
o yıl öğretime Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlanmış olmasını ‘kül-
tür tarihimiz için önemli bir olay’ olarak kaydetmiştir” (Korkmaz 1974, s. 80).
Berke Vardar, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki çalışmaları şöyle değerlen-
dirmiştir:
Atatürk, dilimizin genel kullanım düzleminde olduğu gibi özel uzman-
lık alanlarında da izlemesi gereken yolu görerek alınacak tüm önlemleri
belirlemiş, böylece Türkçe’nin, öz kaynaklarıyla beslenerek saydam terim
dizgeleri oluşturulmasını sağlayacak koşulları yaratmış, çalışmaları kurum-
laştırmaya da özen göstermiştir. Bunun sonucunda Türk Dil Kurumu, genel
dil ve ekin alanlarında olduğu gibi bilimsel ve uygulayımsal terimler düzle-
minde de öncü kurum niteliği kazanmış, kendi dışındaki çalışmalar arasın-
da da birlik sağlayarak bu doğrultudaki yoğun etkinliklerini çok yakın bir
geçmişe değin sürdürmüştür (Vardar 1978, s. 5, 6).
Ayşe İLKER 19

3. İlk Dönem Terimle İlgili Düşünsel Çalışmalar


Cumhuriyetin kurulmasıyla ilk dönem aydınları çeşitli gazete ve dergiler-
de Türkçe kelimeler türetilmesi ve yabancı ıstılahların Türkçe karşılıklarının
bulunması konusunda pek çok yazı yazmışlar ve düşüncelerini o dönemin
gazete ve dergileri vasıtasıyla hem aydınlarla hem de halkla paylaşmışlardır.
Bunları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
M. Nermi, “Türkçemiz ve Istılahlar” başlığıyla 18 Aralık 1928’de Cum-
huriyet’te yazdığı yazıda Türkçenin yabancı kaynaklı ıstılahlardan kurtulması
gerektiğini anlatır ve yeni Türk yazısının önemine vurgu yapar ve Türkçenin
kendi bünyesi içinde zenginleştirilmesi gerektiğini belirtir. Onun şu cümlesi
oldukça önemlidir: “Istılahlar yapılırken yeni kelimelerin tasarrufları hakkın-
da da muayyen esaslar kabul edilmeli, anarşiye nihayet verilmelidir. Fakat,
yalnız, Türkçenin bünyesi, her şeyden evvel, başlangıç noktası olmalıdır.”
(ATD 1997, s. 376). Yine M. Nermi, 17 Haziran 1929 tarihli Cumhuriyet’te
“Türkçemiz ve Istılahlar” başlığında yazdığı yazıda Türk dilinin çeşitli dille-
rin tecvit arenası olamayacağını belirtir ve yabancı sözlerin Türkçeye geçer-
ken alacakları ses şeklinin herhangi bir dil disiplinine tabi tutulmazsa, yalnız
Fransız tecvidi rehber edinilirse hudutsuz bir anarşiye yol açılmış olunacağını
belirtir (ATD 1997, s. 379).
İbrahim Necmi Dilmen de 26 Nisan 1929 tarihli Milliyet’te “Lisan Me-
seleleri Konusunda Öz Türkçeye Doğru” başlığında “İlim Istılahları ve Öz
Dilimiz” alt başlığında ıstılahlar için, bütün ıstılahları Latin kökünden almak,
Arap aslından alınmış ıstılahları dilimize yerleşmiş sayarak olduğu gibi bı-
rakmak ve ıstılahları Türkçenin öz kökünden alarak yeniden bulup koymak
şeklinde üç görüş olduğunu belirtir ve ıstılahları anlaşılmaz hâlde bıraktıkça
ilmin halka yayılması yoluna girmiş olunamayacağını ifade eder (ATD 1997,
s. 377). Onun “Yeni Türk ıstılahları ne kadar olabilirse o kadar Türk kökünden
gelme sözlerle yapılmalı ve buna hiç yol bulunamazsa o zaman beynelmilel
ortaklaşa kullanılan söz olduğu gibi dilimize alınmalıdır.” cümlesi oldukça
önemlidir (ATD 1997, s. 377). Dilmen, Milliyet’te yayımlanan bu yazısından
üç yıl sonra 28 Eylül 1932’de Hâkimiyeti Milliye gazetesinde “Istılahlar Nasıl
Tayin Edilmeli” başlığıyla da ıstılahların nasıl yapılacağına dair görüşlerini
ortaya koymuş ve riyaziye ve fizik ıstılahlarının Türkçe köklere ekler getiri-
lerek yapılabileceğini, kimya ve tarihî tabii ıstılahlarının da aynı yolla yapı-
labileceğini, böylece Türkçe ıstılah sistemini yaratmanın elden gelebileceğini
belirtir. Şu cümleler o günden bugüne bakıldığında oldukça anlamlıdır: “Bu
sistem bugünün bilgiçlerine güç ve yabancı gelebilir. Fakat yarın yetişecek
gençler, bu sistemle ihtisasları bellediler mi ortada hiçbir güçlük kalmaz ve
kimse de bunları yadırgamaz” (ATD 1997, s. 382).
20 Türkiye’de Terim Çalışmaları

26 Eylül 1932’de Ahmet Caferoğlu Öz Dilimize Doğru dergisinde “Öz


Hukuk Dili” başlığında “Ulu Gazimizin işaretiyle toplanmakta olan ilk Türk
Dili Kurultayı’nın, öz Türkçemize dair alacağı kararlar, şüphesiz Türk dili
inkişafının yeni bir merhalesini teşkil edecektir” cümleleriyle yazısına başlar
ve Uygur Türklerinin hukuk vesikalarındaki lisana dikkat çeker ve bu vesika-
larda bir tane dahi yabancı kelime bulunmadığını belirterek yazuk “yanlışlık,
günah”, yasak “haraç vergisi”, yarlık “ferman” satıgcı “tüccar”, kıyım “ceza,
para cezası” gibi kelimelerden örnek verir.
Mustafa Namık, 12 Ekim 1932’de Cumhuriyet gazetesinde “Dil İnkılabı
Etrafında: Felsefe Istılahlarına Dair” başlığında bilimlerdeki ihtisaslaşmanın
önemini ortaya koymaya çalışmış, içtimai hayatın muhtelif safhalarında mua-
sır cemiyetin yeni ihtiyaçlarına henüz adım uydurmaya başlamış bir cemiyette
ihtisasın, şöyle böyle ancak belirmeye başladığını söyleyerek Cumhuriyet’in
ilk on yılında farklı bilim alanlarındaki uzmanlaşmanın ehemmiyetine dikkat
çekmiştir (ATD 1997, s. 387).
Hâkimiyeti Milliye gazetesinin 12 Ekim 1932 tarihli nüshasında, gazete
yönetimi Dr. Mahmud Sadi Bey’den bir yazı aldıklarını ve hiçbir kelimesine
dokunmadan yayımladıklarını ifade eder. Dr. Mahmud Sadi “Dil ve Istılah”
başlıklı bu yazısında ıstılah işinin tabii akıntıya bırakılamayacağını, ıstılah
meselesinin temel prensiplerinin ortaya konması gerekliliğini ve kurultayda
ortaya konduğu gibi halkın söyleyiş, deyiş, konuşuş ve düşünüş tarzını yazı
diline hâkim kılmak gerekliliğini belirtir (ATD 1997, s. 389).
Abdullah Battal Taymas da 22 Ekim 1932 tarihli Hâkimiyeti Milliye ga-
zetesinde “Öz Dilimiz: Istılah Alırken Hem Sözü Hem de Istılahın Bilimce
İnce Ayırt Yerlerini Gözetmeliyiz” başlığında “Dilimiz çok zengindir. Bir dü-
şünceye karşılık olacak türlü sözleri ve kökleri vardır. Bunları kullanış üze-
rinde araştırarak en ince ayırt yerlerine belirterek her ıstılaha karşılık bulmuş
ve aralarında bilim ayırt yerlerini de elden kaçırmamış oluruz” cümleleriyle
bir giriş yapar ve dil değişiminin en büyük işinin ıstılahların sistemleşmiş
olarak Türk köklerinden yapılmasını gösterir ve bunun için de iki şeyin göz
ününde tutulmasını ister: Sözün Türk kökünden gelmesi ve bilimce konduğu
düşünceye tıpatıp uyması. Halk dilinde bir ıstılaha karşılık olacak söz varsa
onun alınacağını yoksa en yakın olanların alınacağını ve bunun Türkçe eklerle
olabileceğini belirtir, eğer halk dilinde karşılık bulunmazsa o zaman eski Türk
yazılarında uygun söz aranacağını da ifade eder (ATD 1997, s. 393, 394).
23 Ekim 1932 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesinde Falih Rıfkı Atay da
“Gündelik: Devletin Dili” başlığında harf inkılabından sonra Arapça ve Farsça
kelimelerin yazılışıyla ilgili karmaşaya dikkat çeker ve devletin dilinde söz ve
ıstılah olmak üzere iki esas mesele olduğunu belirtir; memurların da gündelik
hayattaki kullanımları istedikleri gibi sadeleştirebileceklerini ifade ederek “bu
Ayşe İLKER 21

esnada tevakkuf ederek” yerine “bu sırada durarak”, “istirham” yerine “dile-
rim”, “beyn” yerine “ara” denilebileceğini; ıstılahların disiplin altına alındık-
tan sonra sözü mümkün olduğu kadar Arap ve Fars kelimeleri klişelerinden
kurtarmanın zor olmadığını söyler (ATD 1997, s. 396).
Yine Hâkimiyeti Milliye gazetesinin 25 Ekim 1932 tarihli nüshasında “Öz
Dilimiz: Istılahlar Üzerinde Bir Söyleşme” başlığında Dr. B. Delilbaşı ile ya-
pılan söyleşiye yer verilir. “Dr. Delilbaşı Bey Istılahlar İçin Ne Düşünüyor?”
sorusuyla başlayan söyleşide Delilbaşı, özellikle tıp alanındaki ıstılahlarla il-
gili görüşlerini açıklar v o dönem için çok yeni olan iki kelimeyi kullanarak
şöyle der: “Ben tetkike araştırmak, tahkika da soruşturmak diyorum.” (ATD
1997, s. 397). Onun, Anadolu halk dilinde yaşayan sözlerin nasıl, nerede kul-
lanıldığını araştırarak toplanması ve bunların yazılarda kullanılması gerekli-
liğini ifade etmesi ve Türkçe köklerden Türkçede pek çok olan son takıların
yardımıyla yaşayan dilde bulunamayan sözlerin türetilmesini önermesi son
derece önemlidir (ATD 1997, s. 398).
Hâkimiyeti Milliye gazetesinin 9 Kasım 1932 tarihli nüshasında gazete
yönetiminin “Istılahlar İşinde Genç Hekimlerimizden Birinin Düşünceleri”
başlığında “Hekimlik; bir ezberleme işi olmaktan kurtulmak, memlekette ger-
çekten bir bilim dalı olabilmek için öz dilden ıstılahlara muhtaçtır” cümlesi
verilmiş ve altında Almanya’daki genç doktorlardan Mahmud Sadi Bey’den
alınan yazıya değinilmiştir. Sadi Bey’in yazısı “Tıp Istılahları İşi başlığında
Maarif Vekili Doktor Reşit Galip Beyefendi’ye Armağan” ithafıyla dizilmiştir.
M. Sadi Bey bu yazıda dönemi için oldukça yeni ve isabetli terimler öner-
miştir. Onlardan birkaç örnek şöyledir: şube yerine “dal”, şebeke yerine “ağ”,
ukde yerine “bez”, tekaşşür yerine “kabuklanma”, nüve yerine “çekirdek”, in-
tisaç yerine “örülme”, nesci sabi yerine “sinir örgüsü” (ATD 1997, s. 400).
8 Aralık 1932’de Tedavi Seririyatı ve Laboratuarı dergisinde Akil Muh-
tar’ın “Türkçe Tıp Kelimeleri” başlıklı yazısında İstanbul’un her bucağında
bilinen kütüphanelerde el yazması tıbbî kitaplara müracaatta çok fayda olaca-
ğını, bu eserlerde Türkçe tıp kelimelerine tesadüf imkânının fazla olduğunu
belirtir ve öz lisanımıza ait tabirlerin zenginleşmesine çalışılmasını, mukabili
olmayanların da beynelmilel ıstılahlardan alınabileceğini belirtir (Yetiş 2005,
s. 2160). Yine aynı derginin aynı tarihli nüshasında A. Süheyl imzasıyla Sü-
heyl Ünver’in Cerrahname adlı eserden bazı örnekler verdiği görülmektedir:
“savaş-muharebe; deprenmek-hareket etmek; yürek damarı-şiryan; kasık yarı-
ğı-fıtık; ense yumrucağı-nakratul kafa; bağır-kara ciğer”. Yine aynı derginin
9 Mart 1933 tarihli nüshasında da “Öz Türkçe Kelimelere Dair” başlığında
tarihî metinlerdeki Türkçe terimlerden örnekler vererek bunların ehemmiye-
ti üzerinde durmuştur (Yetiş 2005, s. 2169). Tedavi Seririyatı ve Laboratua-
rı dergisinin 10 Haziran 1933 tarihli nüshasında “Tıp Istılahlarına Dair Bir
22 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Mülahaza” başlığında ve 11 Eylül 1933 tarihli nüshasında da “Tıp Lügatleri-


miz Hakkında” başlığıyla tıp dilindeki Türkçeleştirme ve terimleşmeye tarihî
tıp yazmalarından örnekler vermiştir (Yetiş 2005, s. 2179-2181).
Süheyl Ünver, bunlardan başka Tıp Dünyası dergisinde 15 Mayıs 1933’te
Türkçe Tıp Istılahlarına Birkaç Misal, Otacı Necdet Memduh da aynı derginin
15 Haziran 1933 tarihli nüshasında “Türkçe Tıp Istılahları” başlığında yazı-
lar ele almışlardır. Memduh, Kutadgu Bilig’den ve halk ozanlarından örnek-
ler vererek dilimizde olmadığı sanılan ilaç, tabip ve hasta sözlerinin pekâlâ
mevcut olduğunu söyleyerek dilin bir kuyumcu gibi işlenmesi gereğini ortaya
koymuştur (Yetiş, 2005:2174-2179).
Bunların dışında Mehmet İzzet’in Talebe Mecmuası’nda Ekim ve Kasım
1933’te Ocak ve Şubat 1934’te yayımlanan “Öz Türkçede İlim ve Fen Istılah-
ları” ile “Öz Türkçede İlim ve Fen Tabirleri” başlığıyla ele aldığı yazılarda
riyaziye, hendese, cebir ve heyet ile ilgili yabancı ıstılah ve kavramların Türk-
çe karşılıklarını vermiştir. Açıklamalarla anlamların ayrıntılarını göstermiş
ve bunların Fransızca ve Latince kullanılışlarını da yazmıştır (Yetiş 2005, s.
2191-2220).
Ekim 1934’de Fuat Raif Öz Dilimize Doğru dergisinin 23. sayısında “Is-
tılahlara Dair” başlığıyla yazdığı yazıda o dönemde türetilmiş terimlerle ilgili
görüşlerini anlatmıştır (Yetiş 2005, s. 2234-2237). Servet-i Fünun dergisinin
29 Ekim 1934 tarihli 1997 sayılı nüshasında dergi idaresi Nuri Adil Bey’in
“Yeni Hukuk Istılahları” başlığında alınma hukuk terimlerine karşı önerdiği
listeyi bir açıklamayla yayımlamıştır. Bu listede “ele verme-iade-i mücrimin;
elgün-ahali, halk; güç-kudret; ilişikli-alakadar; nomlu-meşru; öz görüş-naza-
riye; kaide-kural; inanlaşma-muahede, tarafsız-bitaraf” gibi örnekler yer al-
maktadır (Yetiş 2005, s. 2237-2240).
Talebe Mecmuası’nın Aralık 1937 tarih ve 74 sayılı nüshasında “Mate-
matik Terimleri Osmanlıca-Türkçe” başlığında abecesel bir karşılıklar listesi
verilmiştir. Listede Osmanlıca-Latince ve Türkçe karşılıklar yan yana sıra-
lanmıştır. Ancak, yazar belirtilmemiştir. Bu listede “hat-çizgi; adi kesir-ba-
yağı kesir; devrî-dönel; hall-çözüm; feza-mekân, uzay; hadde zaviyeli mü-
selles-dar üçgen; hacim mesahası-hacim ölçüleri; hususî-özel, özgü; ikmal
etmek-bitirmek” gibi örnekler yer almıştır (Yetiş 2005, s. 2261-2269).
Nurettin Artam da 20 Ocak 1938’de Ulus gazetesinde “Yeni Terimlerimiz”
başlığında Kültür Bakanlığının mekteplere dağıttığı terimleri, gazetesinde ya-
yımlamaya devam ettiklerini, çetrefil eski terimler yerine sevimli, ahenkli ve
kolay yeni karşılıklarının daha çabuk öğrenileceğini ve colonie karşılığında
mana, delalet ve ahenk itibariyle güzel bir kelime olan “sömürge”nin dilimi-
ze girdiğini ama bazı gazetecilerin “müstemleke”den vazgeçmediğini anlatır
(ATD 1997, s. 403).
Ayşe İLKER 23

Bu gazete ve dergi yazılarından başka Sadri Maksudi Arsal’ın 1930 yı-


lında Türk Ocakları tarafından yayımlanan Türk Dili kitabı, o dönemde dil-
le ilgili yapılacak işlere kuramsal ve pratik açılardan getirdiği bakış açısıyla
önemli bir yer edinmiştir. Özellikle yeni terimler ve yabancı kelimelere Türk-
çe karşılıklar türetme ve oluşturma yönünde Orta Asya Türk lehçelerinden
yararlanılabileceği fikrini ortaya koyması ve bunları kitabın basımından önce
toplantılarda paylaşması Mustafa Kemal Atatürk’ü büyük ölçüde etkilemiştir
(Ercilasun 2017, s. 167-180).
Görüldüğü üzere 1928’den itibaren başlayan ve 1938’e kadar devam eden
bu gazete, dergi ve kitaplarda Türk aydınlarının terim konusuna büyük bir cid-
diyet, bilinç ve benimseyiş ile eğildiklerine tanık olunmaktadır. Cumhuriyetin
kurulmasıyla doğan umut ve yeni fikirler, Türkçenin bilim, sanat, edebiyat ve
matbuat gibi geniş alanlarda gelişmesini ve terimsel söz varlığının oluşmasını
sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de “Dil Kurumumuz en güzel ve
feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tesbit etmiş ve bu suretle
dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.
Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle basılmış kitaplarla başlamış
olmasını, kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.”
cümlesi, terimler konusunda düşünceden eyleme geçişin somut göstergesidir.
Burada, özellikle orta dereceli okullarda gramer terimlerinin Türkçeleştiril-
mesiyle ilgili büyük bir çaba sarf eden bir isimden söz etmek gerekir: Hüseyin
Nazmi. O, “Atatürk dönemi dil çalışmalarına yeni düşünce ve önerileriyle
katılmış ve Mustafa Kemal’in özleştirme istekleri doğrultusunda Türkçe gra-
mer konularını ve başlıklarını gösteren pek çok yeni kelime, kavram ve terim
üretmiştir.” (İlker 2020, s. 1-11). 11 Mayıs 1933’ten 8 Şubat 1934’e kadar Ser-
vet-i Fünun ve Uyanış dergilerinde kısa bölümler hâlinde farklı sayılarda yaz-
dığı “Türkçe Dil Kılavuzu-Gramer-Biraz Konuşmak” başlığıyla birleştirilen
yazılarında son derece özgün terimler türetmiş ve bunların bir bölümü bugün
kullanılan terimler hâline gelmiştir. Nakl mazisi için işitilen geçmiş; şuhut
mazisi için görülen geçmiş, emir için buyruk, müennes için dişilik, mazi için
geçmiş terimlerini türetmiş olması o dönem aydın ve öğretmenlerinin Türkçe
terimleşmeye katkılarıdır. Ayrıca, cennet için uçmak; şan şöhret için ün ve
tayyare için uçuşluk kelimelerini türetmesi isabetli sözlerin nasıl kolayca yer-
leşebileceğini göstermektedir (İlker 2020, s. 1-11).
4. 1940’lı Yıllardan Günümüze Kadar Gelen Terim Çalışmaları
Atatürk’ün vefatından ve Cumhuriyet’in ilk döneminden sonra da terim-
lerle ilgili çalışmalar devam etmiş ve özellikle yazar, sanatçı ve bilim insanları
bu konulardaki hassasiyetlerini sürdürmüştür. Bir yandan terim yapma yolları
ve türetilen terimlerin Türkçenin yapısına uygun olup olmadığıyla ilgili gö-
rüşler bir yandan terim sözlükleri yazılması bilim insanlarının ve aydınların
temel ilgi alanı olmuştur.
24 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Ragıp Özdem 1941 yılında yazdığı “Terimler Meselesi Münasebetiyle


Dilimizin Islahı Üzerine Bir Muhtıra” başlıklı çalışmasının birinci bölümünde
“Terim İşinin Bağlı Bulunduğu Meseleler” başlığında “Terim yani ıstılah, her-
hangi bir lisani zümrenin nisbeten dar bir çeçeve içerisinde kullandığı, hususi
bir sözdür. Aynı söz zümrenin daha geniş çevrelerinde kullanılmağa başlan-
dığı zaman umumi bie söz yani adi bir kelime olur. Bu itibarla adi kelime ve
ıstılah arasında mahiyet değil, belki sadece kullanış veya vazife (fonksiyon)
farkı vardır” cümleleriyle “terim” kavramının anlam çerçevesini çizer (Öz-
dem 1941, s. 1, 2).
1940’lı yıllardan itibaren farklı bilim alanlarına ait terim sözlükleri ya-
zıldığı görülmektedir. 1941’de Türkçe Terimler Cep Kılavuzu’nun hazırlan-
ması ilk göze çarpanlardır. 1940’lı yılların önemli addedilecek çalışmalarının
başında Maarif Nezaretinin üniversitelerde terimlerin Türkçeleştirilmesi ko-
nusundaki direktifleridir. Buna göre dönemin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel,
üniversitelerde terim komisyonları oluşturulmasını istemiş ve sosyal bilimler
ile fen bilimleri alanında ilgili fakültelerde komisyonlar teşekkül ettirilmiştir.
Tıp Hukuk, İktisat, Edebiyat, Fen fakültelerinde ve -1944’de İstanbul Teknik
Üniversitesi adını alan- Yüksek Mühendis Okulunda komisyon kurulmuştur.
Hasan Ali Yücel’in üniversitelerde Terim Koordinasyon Kurulları kurulma-
sı safhasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Ali Fuat Başgil ve
Ebu’lula Mardin’in bazı noktalarda muhalefet ettikleri de belgelere dayalı ola-
rak söylenebilir (Gedikli 2017).
Hasan Âli Yücel hakkındaki tezinde Taşkesen, Yücel’in 1941 ve 1942
yıllarında dilin Türkçeleştirilmesi ve bilim dilinin ortak bir dilde birleştirilme-
si için yoğun bir çaba içerisine girdiğini, Neşriyat Kongresi ve Birinci Millî
Eğitim Şurası’ndan sonra arka arkaya yapılan toplantılarda bu konuyu günde-
me taşıdığını ve “Türkçenin bir bilim dili olması için” gramer, lügat ve terim
çalışmalarına ağırlık verdiğini anlatır; daha sonra Türk dilinin gelişmesi için
yapılacak çalışmalar arasında “lügatler, ansiklopediler, gramer tetkikleri, her
türlü tercümeler, terim mesaisi”nin “dikkat ve itina ile yapılmasını, üstünkörü
ve acele mesaiden kaçınılmasını” saydığını belirtir ve bunların uzun zaman
alsa da ciddiyet ve titizlik içinde yapılmalıdır (2006, s. 24).
Zeki Zeren’in yazdığı 1946’da Anatomi Sözlüğü ve Türk Anatomi Terim-
leri adlı sözlük ve Selim Suntur’un 1948’de yazdığı İngilizce-Türkçe Teknik
Lûgat (Makine, Elektrik, Radyo, Televizyon) adlı sözlük de bilim insanlarının
terim konusundaki dikkatlerini göstermesi bakımından önemlidir. 1948’de ya-
yımlanan Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü’nün dış kapağında “Türk
Dil Kurumu Sözlük Kolu Çalışmalarıyla Hazırlanmıştır” cümlesi yer almak-
tadır. Bu sözlük ve Türk Dil Kurumunun yayımladığı bazı sözlükler hakkında
olumlu ve olumsuz eleştiriler yapılmış, bazı terimler hakkında ölçüyü aşan
Ayşe İLKER 25

değerlendirme ve yakıştırmalar da olmuştur; ancak zaman içinde çoğu terimin


tutunup yerleşmesiyle sarfedilen emeğin heba olmadığı görülmüştür.
1950’li yıllar Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasi yapılanmanın da değişti-
ği ve tek partili sistemden çok partili sisteme geçişin vuku bulduğu dönem
olmuştur. Bu dönemde, bir önceki tek parti sisteminde dil meselesiyle ilgi-
li olarak aşırı görülmüş tutumlardan uzak durulduğu görülmektedir. Ayrıca
bazı aydın ve dil âlimlerinin de aşırı özleştirmecilik hareketinin değişik nok-
talarda dile zarar vermesi hakkındaki görüşleri gazete ve dergilerde, halka
ve aydınlara açık olarak anlatılmıştır. Özellikle 1945 yılında Anayasa dilinin
tamamen öz Türkçe kelimelerle oluşturulması, 1950’den sonraki bu görüş-
ler çerçevesinde yeniden eski anayasa metnine dönüşü getirmiştir. Bundan
başka 1950’de Mustafa Nihat Özön’ün Ülkü Mecmuası’nda “Terim İşi” baş-
lıklı yazısı; 1952’de Peyami Safa’nın Dil Davası kitabındaki “Terim Dava-
mız” bölümü ve yine Peyami Safa’nın aynı yıl Türk Dili dergisindeki “Felsefe
Terimleri ve Millî Eğitim Bakanlığı” başlıklı yazıları 50’li yılların başındaki
önemli bakış açılarını vermektedir. 1950-1960 arasında yayımlanan makaleler
ve hazırlanan terim sözlükleri de aydınların ve bilim insanlarının bu konudaki
çabalarının devam ettiğini göstermektedir. Selâhattin Ulusoy’un “Türk Hukuk
Devrimi ve Türk Hukuk Dili” başlıklı yazısı Türk Dili dergisinin Nisan sayı-
sında 1957 yılında yayımlanmıştır.
1960’da Sami N. Özerdim’in Dört Dilde Kütüphanecilik Terimleri Söz-
lüğü, 1962’de Altay Şahin’in Hukuk, Ekonomi, Maliye, Ticaret, Sosyoloji ve
İlahiyat ile İlgili Hukuk Terimleri Sözlüğü, 1966’da İsmet Sungurbey’in Türk
Dil Kurumunca yayımlanan Medeni Hukuk Terimleri Sözlüğü (Osmanlıca-
dan Türkçeye, Türkçeden Osmanlıcaya) gibi sözlükler de o yıllarda sosyal
bilimler alanındaki terim ve Türkçe terim yapma ilgisini göstermesi açısın-
dan önemlidir. Ayrıca Vecihe Hatiboğlu’nun 1969’da Türk Dil Kurumunca
yayımlanan Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü de dil alanı için önemli sözlükler-
dir. Hatipoğlu’nun şu cümleleri dönemi için terim oluşturulmasının önemini
vurgulamaktadır: Türkçenin kurallarındaki, işleyişindeki düzen, terimlerinin
belirtilmesinde öncü ve yol göstericidir. Değişen her biçim, bir dil bilgisi
alanının göstergesidir ve bir terimi gerektirir. Terim, özelliklerin, olayların
bilimsel adıdır. Böylece dilde beliren özellikler izlenerek terimler düzeni
oluşturulur, dilin işleyişindeki görünmez kurallar, terimlerle görünür duruma
getirilir (1978, s. 5). Zülfikar da 1960’lı yılların önemli terim sözlüklerinden
biri olan Orta Öğretim Terimleri Kılavuzu’na değinerek bu kitapta yer alan
terimlerin %90’ının kullanıma girdiğini belirtmektedir (2021, s. 144). Bu yıl-
larda önceki süreçlerde olduğu gibi türetilen terim ve kavramların Türkçenin
yapısına uygunluğu tartışmaları yine gündeme getirilmiştir. Bu konuda Faruk
Kadri Timurtaş’ın bilimsel temelde terim konusundaki örnekler ve yabancı
26 Türkiye’de Terim Çalışmaları

kelimelerin Türkçeleştirilmesi için bulunan karşılıklar hususunda itirazları ol-


muştur. Timurtaş bu itirazlarını 1966’da “Terimlerin Türkçeleştirilmesi” baş-
lığında Türk Kültürü ve Kalkınan Dünya dergilerinde sıralamıştır. Timurtaş,
terimlerin türetilmesi esnasında sözlüksel anlamın esas alınıp kavram karşı-
lığının göz ardı edilmesi; ses ve biçim açısından Batı dillerinin söz varlığına
benzer sözcükler uydurulması ve sıkça terim değiştirilmesi gibi hususlarda
eleştirilerini ortaya koymuştur.
1970-1980 yılları arasında da Türk Dil Kurumunda terim meselesine
farklı açılardan ağırlık verildiği ve hem kuramsal hem terim sözlüğü çalış-
malarının devam ettiği görülmektedir. 1973 yılında Emin Özdemir’in yazdığı
Terim Hazırlama Kılavuzu; “Terimler ve Nitelikleri”, “Terim Yapma Yolları”,
“Yapılarına ve Anlamlarına göre Terimler”, “Uygulama ve Terimlerin Sözlük
Düzenine Konması” başlıklarından oluşmaktadır (1973, s. 11-98). 1973’te
Sedat Veyis Örnek’in Budunbilim Terimleri Sözlüğü yayımlanmıştır. 1974
yılında Kurumun felsefe, tarih, yazın, güreş, eğitim alanlarında terim sözlük-
leri yayımladığı görülmektedir. Bedia Akarsu’nun Felsefe Terimleri; Ferhan
Oğuzkan’ın Eğitim Terimleri; Gencan, Ediskun, Dürder ve Gökşen’in Yazın
Terimleri; Baykal’ın Tarih Terimleri ve Harmandalı’nın Güreş Terimleri söz-
lükleri o yıl içinde basılmıştır. 1976 yılında Orhan Acıpayamlı’nın yazdığı
Zanaat Terimleri Sözlüğü de “Halk zanaatını doğrudan doğruya ya da dolaylı
olarak ilgilendiren doğal ve yapay nesnelerle, bunlara ilişkin olay ve özellik-
lerin adlarını derleme işlemi”ne dayanarak ve sözcükler yazı dilinden değil
halk arasında kullanılanlardan derlenerek oluşturulmuştur (1976, s. v, vi).
Aynı yıllarda terim konusuna duyarlı bilim insanlarından verilecek ör-
neklerden birisi de Oktay Sinanoğlu’dur. Sinanoğlu, Türkçe konusunda son
derece titizdir; Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğuna girmesini isteme-
diği için Türkçe terimleşme çalışmalarına kimya, matematik ve fizik alanında
yeni terimler türeterek büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. 1978 yılında Si-
nanoğlu, Türk Dil Kurumu yayınları içinde basılan Fiziksel Kimya Terimleri
Sözlüğü’nü hazırlar. Bu dönemde fizik, matematik ve kimya gibi temel bilim-
ler alanında terim sözlükleri yazılmış, Otay Sinanoğlu bu ekiplerin başında
yer almış ve Türk Dil Kurumunda Kaya Türkay ile üç yıla yakın bir zaman
çalışmışlardır. 1978’de Türk Tarih Kurumunca yayımlanan Bilim Kültür ve
Öğretim Dili Olarak Türkçe isimli kitapta Esin Kahya “İki Osmanlıca Metin-
den Derlenmiş Anatomi ve Fizyoloji Terimleri” başlıklı makalesinde 17. ve
18. yüzyılda ilki telif ikincisi tercüme olarak Osmanlı Türkçesi ile yazılmış
iki eserdeki anatomi ve fizyoloji terimlerini vermektedir. Bu tür çalışmalar-
da tarihsel metinlerden özellikle tıp alanına akatarılabilecek Türkçe terimle-
re dikkat çekilmektedir. 1982’de Ayhan Songar “Türkçe Psikiyatri Terimleri”
Ayşe İLKER 27

başlıklı bir yazıyı Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Atatürk Haftası münasebetiyle


hazırlar.
Berke Vardar’ın 1980 yılında Türk Dili dergisinde “Terimsel Etkinlik ve
Terimbilim” başlıklı yazısı kuramsal alan üzerinde düşünülmeye devam edildi-
ğini göstermektedir. Yine bu yıl içinde Berke Vardar’ın yönetiminde Dilbilim
ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, N. Güz, E. Öztokat, M. Rifat, O. Senemoğlu,
E. Sözer’in katkılarıyla yazılmıştır. Ötüken yayınlarınca 1989 yılında Ahmet
Topaloğlu’nun Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü yayımlanır. Türkçenin ilk gramer
terimleri sözlüğü olarak kabul edilmesi gereken Gramer Terimleri Sözlüğü
de Zeynep Korkmaz tarafından yazılmış ve TDK’ce 1992’de basılmıştır. Bu
sözlüğün genişletilmiş ikinci baskısı 2003 yılında yapılmıştır. İlk baskıda yer
alan 968 maddeye ikinci baskıda 184 madde daha eklenmiştir (2003, s. vii).
Korkmaz tarafından 1992’de ilk baskısı yapılan ve Kurumca basılan Dil Bil-
gisi Terimleri Sözlüğü’nün de altıncı baskısı 2019 yılında yapılmıştır. Beşinci
baskıya yazdığı “Ön Söz”de Korkmaz ilk baskıda 968 maddeye 84 madde
eklendiğini, beşinci baskıda da 61 yeni madde başının daha yer aldığını ve
bazı madde açıklamalarının da genişletildiğini belirtmektedir (2019, s. 10,11).
Kurum dışında yayımlanan dil bilgisi ve dil bilimi terimleriyle ilgili sözlükler-
den birsi de Mehmet Hengirmen’in hazırladığı Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri
Sözlüğü’dür. Bu kitap da Engin yayıncılıkça 1999 yılında basılmıştır. Hengir-
men kitabının “Ön Söz”ünde “Dilde birliğin sağlanması için önce terimlerde
birliğin sağlanması gerekir. Dilde birlik, düşüncede birliğin ve ülkede birliğin
temelidir” cümlesini ifade ettikten sonra “Türkçe terimler varken yabancı te-
rimler kullanılmamalıdır; terimlerin toplum içindeki yaygınlığına dikkat edil-
melidir” biçiminde iki kural üzerinde durulması gerektiğini de belirtir (1999,
s. 3). Dil bilimi terimleriyle ilgili önemli çalışmalardan biri de Günay Kara-
ağaç’ın Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü’dür. Kurum yayınları arasında 2013 yı-
lında çıkan bu eserde Karaağaç sözlüğün 3105 madde başı ve ara maddelerle
birlikte 4000 civarında terim içerdiğini belirtmektedir (2013, s. 14).
1990’lı yılların ortalarından itibaren SSCB’nin dağılmasıyla Türkçe ve
Türk dünyası coğrafyasında yeni siyasi, kültürel oluşumlar ve etkilenmeler or-
taya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu yıllarda Türk İşbirliği ve
Kalkınma Ajansı, Türk Dil Kurumu ve Türkçe Konuşan Ülkeler ve Türksoy
gibi resmî yapılarla Orta Asya Türkleriyle temas kurduğu ve bu temas çer-
çevesinde terim konularında da kendine özgü yol ve yöntemlerle çalışıldığı,
makale, kitap ve ansiklopedi gibi matbuatta yer aldığı görülmektedir. 2004
yılında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (AKDTYK) bünyesinde
Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü yayım-
lanır. 2004 yılında Türk Tarih Kurumunca basılan; Unat, İhsanoğu ve Vural
28 Türkiye’de Terim Çalışmaları

tarafından hazırlanan Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü de tıp alanındaki tarih-


sel terimlerden yararlanma ihtiyacını göstermektedir.
Tür olarak terim sözlüklerinin farklı örneklerinden göstermek gerektiğin-
de de 1992’de M. Hilmi Özenli’nin, Ansiklopedik Elektrik Elektronik Nük-
leonik Bilgisayar Terimleri Sözlüğü’nü anmak gerekir. Bu gibi sözlükler de
teknolojik alanlarla ilgili terim çalışmalarını örneklemektedir. Yine Türk Dil
Kurumunca 2000 yılında basılan Bilgisayar Terimleri Karşılıklar Kılavuzu
da terim alanındaki sözlük çalışmalarının bilimsel gelişmelerle koşut olarak
yürüdüğünü gösterir. And Yüce’nin hazırladığı ve Kurum yayınlarından 2013
yılında çıkan Otomotiv ve Hafif Araç Terimleri Sözlüğü de teknik alanlardaki
terim sözlüklerine verilecek bir örnektir.
Zülfikar, gelinen noktayı şöyle özetlemektedir:
Atatürk’ün şemasını çizdiği sözlük ve terim meselesi 1940’lı yıllarda
ürünlerini vermeye başlamıştır. Şimdi elli yıl sonra bu konuda bir kitaplığı
dolduracak terim sözlükleri ortaya konmuş ve hepsinde temel amaç yaban-
cı kökenli terimlere Türkçe karşılık bulmaktır. Bu çalışmalar 1990 yılında
akademik düzeyde tekrar canlanmıştır. Ancak bu kez terim çalışması pro-
jelere bağlanmış ve üniversitelerden çağrılan konunun uzmanlarıyla daha
kapsamlı eserler ortaya konmaya başlanmıştır (2021, s. 145).
Zülfikar bu bilgilerden sonra Kurum bünyesinde bir proje çerçevesinde
hazırlanmış ve basılmış terim sözlüklerinden örnekler vermiştir (2021, s. 145).
Ana hatlarıyla örneklenmeye çalışan bu eserlerde tıptan hukuka, matema-
tikten fizik ve coğrafyaya elektronikten bilgisayara, dil bilgisi ve gramerden,
anatomi ve fizyolojiye pek çok bilim alanında terim türetildiği ve bunların
sözlüklerinin yapıldığı görülmektedir. Bu noktadan sonra özellikle Türk Dil
Kurumu bünyesinde terim sözlükleri hazırlama gruplarınca yayımlanmış söz-
lüklerin söz başlarına ve sunuş yazılarına bilim insanlarının bu konuya verdik-
leri önemin görülebilmesi için genel olarak bakmak gerekir. Karol, Türk Dil
Kurumu tarafından 40 yıl kadar önce kendisinden zooloji terimleri sözlüğü
yazması istendiğini belirtir. Bu 1950’li yılların sonudur. Bu cümlesi 1998’de
ilk baskısı yapılan Biyoloji Terimleri Sözlüğü’ne yazdığı “Sunuş” yazısında-
dır. Aradan geçen zaman içinde 1995 yılında TDK’ye bir proje verilir ve otuz
aylık bir süre tanınır. Projenin başladığı ve bittiği dönemin Kurum Başkanı,
Ahmet Bican Ercilasun’dur. Zekiye Suludere ve Cevat Ayvalı’nın başkanlı-
ğında beş ayrı üniversitedeki zooloji, botanik, hidrobiyoloji, genel biyoloji ve
moleküler biyoloji ana bilim dallarında çalışan bilim insanlarının katkılarıyla
sözlük hazırlanır. Karol’un burada üzerinde durduğu konu Türk Dil Kurumu
bünyesindeki terim çalışmalarının sürekliliğidir. Somer Kimya Terimleri Söz-
lüğü’ndeki “Sunuş” yazısında “Atatürk’ün emri ile 1932’de başlatılan Türk-
çeleştirme çalışmaları oldukça başarılı olmuştur. Dilimizin zenginleştirilmesi
Ayşe İLKER 29

için uluslararası terimler ve adlandırmalar yanında Türkçe terimlerin kulla-


nılmasının gereği ortadadır.” (2009, s. 7) diyerek bilinçli bir terim çalışması
yaptıklarını ortaya koyar. Hilmi Hacısalihoğlu da Matematik Terimleri Sözlü-
ğü’nde
Bütün üniversitelerde matematik alanındaki araştırmalar hızla artmak-
tadır, yeni kavramlar ve bu kavramlar hakkında konuşmamızı mümkün kı-
lan terimler ortaya çıkmaktadır. Bilim adamlarımızın böyle kavramlara ya
kendileri Türkçe bir karşılık ya da o kavramı aldıkları dildeki adını olduğu
gibi veya biraz değişik Türkçe karşılıklar kullanmaktadırlar. Zaman zaman
terim birliğini sağlamak için girişimler yapılmışsa da tam bir başarı sağla-
namamıştır. Böyle bir konuda kesin bir birliktelik sağlamanın oldukça zor
olduğunun bilincindeyiz ama bu sözlüğü hazırlamamızın amaçlarından biri,
bu birliktelik için elimizden geldiğince katkıda bulunmaktır (2009, s. vii).
diyerek bilim insanlarının Türkçe bilim terimlerine katkısının ne kadar değerli
olduğunu ifade eder. Naim Sağlam ise Türk Dil Kurumu tarafından su ürünleri
alanında kullanılan terimlerde bir örnekliliği sağlamak ve bu alanda ortaya
çıkan ihtiyacı gidermek amacıyla Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü hazırlanması
için bir çalışma grubu oluşturulduğunu belirtir (2009, s. 7).
2009’da bu sözlükler basıldığında da Kurum başkanı Şükrü Halûk Aka-
lın’dır. İktisat Terimleri Çalışma Grubu Başkanı olan Şiir Yılmaz ise;
Atatürk’ün başlattığı dilin yaygınlaştırılması hareketi bu nedenle çok
önemli bir devrimdir. Türkçenin bilim dili olması yönünde atılmış en somut
ve en önemli adımlardan biridir. Türk Dil Kurumunun bugün sürdürmekte
olduğu terim sözlüğü çalışmalarını bu bağlamda değerlendirmemiz gerekir.
Özel uzmanlık alanlarına girmiş terimlerin tanımını ders kitaplarında veya
ansiklopedilerde bulmak mümkündür. Önemli olan yabancı dillerde kulla-
nılan yeni terimlere kendi dilimizde karşılık bulmak ve önermektir. Böylece
kolaycılığa kaçmadan bilim dilimizi ve bilimsel düşünme yeteneğimizi ge-
liştirecek yolu açmış oluruz (2011, s. 7).
diyerek yeni bilim terimlerinin önerilmesine dikkat çeker. Bu dönemde Ku-
rum başkanı Mustafa S. Kaçalin’dir. Esmeray Barın Acartürk ise Açıklama-
lı Yürek Bilimleri Terimler Sözlüğü’nde “Önemli olan Türkçe konuşma ve
yazmaya, Türkçe terimlere özenmeye kendimizi alıştırmak ve bizden sonraki
kuşaklara da temiz bir dil bırakmaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konu-
daki dileğini yerine getirmek de bizim için bir görev olmalıdır” (2020, s. 10)
diyerek bir bilim insanın dil ve terim konusundaki sorumluluğunu ifade eder.
Sözlüğün basıldığı dönem Kurum başkanı Gürer Gülsevin’dir. Bütün bu cüm-
leler, ülkemizdeki bilim insanlarının kendi alanlarında yetkin oldukları kadar,
alanlarının terimlerinde de Türkçe yönünden yetkin ve örnek olmak istedikle-
30 Türkiye’de Terim Çalışmaları

rini, çaba sarfettiklerini göstermektedir. Türk Dil Kurumu, bilim insanlarının


bu çabalarını daima Başkanları ve çalışma gruplarıyla desteklemiştir.
Ağırlıklı olarak Türk Dil Kurumu çatısı altında süren terim çalışmala-
rına yön verme ve destek olma, terim sözlükleri hazırlama işi, sivil kurum
ve yayınevleri tarafından da yerine getirilmeye çalışılmıştır. Sivil alanlarda
son yirmi yılda pek çok terim sözlüğü yayımlanmıştır. Bunlardan bazılarını
fikir vermesi açısından örneklemek uygundur: Ahmet Buran’ın 2015 yılında
basılan Türklük Bilimi Terimleri Sözlüğü de kapsayıcı bir sözlük olma özel-
liğinden dolayı kaydedilmelidir. Bu eser, çok geniş bir kapsamı olan Türklük
biliminin yaklaşık 1700 terimini madde başı olarak anlamlarıyla vermektedir.
Roman Terimleri Sözlüğü Hakan Sazyek tarafından 2017 yılında Hece yayın-
larınca basılmıştır. Süleyman İrgin’in Sanat ve Mitoloji Terimleri Sözlüğü de
2018’de yayımlanmıştır. Farklı bir sanat dalı heykeltıraşlık üzerinde ise Özgür
Turak’ın Başlangıcından Modern Zamanlara Kadar Heykeltıraşlık Terimleri
Sözlüğü kayda değer bir çalışma olarak anılmalıdır; eser 2018 yılında basıl-
mıştır. Ayrıca Selami Şimşek’in 2017’de yayımlanan Tasavvuf Edebiyatı Te-
rimleri Sözlüğü de tür olarak kayda değerdir. Bunun dışında Cumhuriyetin
başında sanatla ilgili yapılmış bazı klasik ıstılah çalışmaları da yeniden ele
alınarak günümüze ulaştırılmıştır. Bunlardan biri Nurcan Yazıcı’nın Sanâyi’-i
Nefîse Istılâhâtı Mecmûası (Güzel Sanatlar Terimleri Alanında Öncü Bir Ça-
lışma) başlıklı çalışmasıdır. Eser Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Yayınlarından 2012’de çıkmıştır. Yine Osmanlı dönemi mimarlık çalışmala-
rına terim temelinde ışık tutan ve Celal Esad Arseven tarafından yazılmış Is-
tılahat-ı Mi’mariyye, Şeyda Alpay tarafından günümüz Türkçesiyle 2017’de
basılmıştır: Osmanlı Dönemi Mimarlık Sözlüğü - Istılahat-ı Mi’mariyye.
Türk Dil Kurumunun yayımladığı pek çok terim sözlüğü dışında rek-
lamcılık ve bankacılık alanlarında da farklı yayınevlerince terim sözlükleri
yazıldığı görülmektedir. Tanses Gülsoy’un Reklam Terimleri ve Kavramları
Sözlüğü ile Faruk Yalvaç’ın Bankacılık Terimleri Sözlüğü, ülkemizde terim
sözlükleriyle ilgili yelpazenin ne kadar genişlediğini göstermektedir.
5. Terim Çalışmalarında Kullanılan Yöntemlere Genel Bakış
Terim ve terim bilimi, evrensel dil biliminin önemli bir çalışma alanı
olduğundan gelişmiş ülkelerin çoğunda kuramsal çalışmalar yapılmış, terim
tanımlamaları ve terim yapmada uyulacak kurallar, ortaya konacak ölçütler
hakkında evrensel mahiyette yararlanılacak çalışmalar meydana getirilmiştir.
Cumhuriyet döneminin başlarından günümüze gelinceye kadar terim yapma
yollarına ve önerilerine bakıldığında bu konuyu birincil bir mesele olarak gö-
ren aydınların ve bilim insanlarının pek çok hususta birleştiği görülmektedir.
Tarihsel metinlerde karşılaşılan Türkçe terimlerin ve kavramların güncelleş-
tirilmesi kayda değer bir bakış açısıdır. Nitekim Ahmet Caferoğlu’nun Uygur
Ayşe İLKER 31

Türkçesinden verdiği örneklerin güncelleştirilmesini istediği yukarıda göste-


rilmişti. Yerleşmiş terim ve kavramların dilden atılmaması da özellikle Yeni
Lisan hareketinin umdelerinden tevarüs etmiş bir düşünce biçimi olarak aşa-
ğıda örnekleneceği gibi Faruk Kadri Timurtaş, Muharrem Ergin, Necmettin
Hacıeminoğlu gibi Türklük bilimi alanının bilim insanlarınca benimsenen bir
yol olmuştur. Yabancı dilden, bir bilim alanının terimi olarak Türkçeye girmiş
kelimelerin tercüme suretiyle dile kazandırılması yolu da çok işlek olarak uy-
gulanmıştır ve bilim insanlarınca büyük ölçüde bu yol benimsenmiştir. Bunun
dışında, dilin ve bilimin, başka dillerden etkilenmeden kendi iç ihtiyaçlarına
uygun yeni terimler türetmesi yoludur ki bu en özgün ve üzerinde en çok emek
harcanacak yöntemdir. Bu konuda da Türk Dil Kurumunun öncülüğünde pek
çok terim türetilmiştir. Bu türetme sürecinde 1970-1980 yılları arasında öz-
leştirme cereyanı çerçevesinde oluşturulan kavram ve terimlerin bir bölümü
dilde kullanılabilirlik vasfını kazanmış ve dil içi dolaşıma girmişlerdir. Bir
bölümü de Türkçe kök ve eklerle yapıldığı hâlde çağrışım, kavramsal isabet
ve anlam alanı sorunlarından dolayı tutunamamış ve böyle sözcükler etrafında
bilim insanları farklı bakış açılarından eleştiriler getirmişlerdir. Bu da bilimin
eleştiri temelli geliştiğini göstermesi açısından önemli bir süreç olmuştur.
Günümüze kadar terim yapma yollarını ele alan çalışmalarda hem evren-
sel ölçüt ve ilkelere hem de millî gerekliliklere dayalı özelliklere yer verilmiş-
tir. Bu konuları ayrıntılı olarak işleyen ve değerlendiren Şaş’a göre bilimsel
çalışmalardan hareketle Türkçede terim oluşturma yöntemleri yirmi maddede
toplanmış ve bunlar türetme, örnekseme, tür değiştirme, genel dilden sözcük
aktarma, ağızlardan sözcük aktarma, tarihî lehçelerden sözcük aktarma, çağ-
daş lehçelerden sözcük aktarma, birleştirme, kırpma, karma, genelleşme, baş
harfleştirme, eksiltme, uydurma, ikileme, yansıma, geri oluşum, kopyalama,
melezleme ve anlam aktarması olarak sıralanmıştır (2020, s. 248). Görüldüğü
üzere dilin imkânları çerçevesinde pek çok yolla yeni terimlerin Türkçeye
kazandırılması mümkündür.
Yeni türetilen bu terimlerin en başarılı olduğu bilim alanı bilgisayar mü-
hendisliği olmuş ve bu konuda yadsınamayacak bir emeği olan Aydın Kök-
sal, son derece isabetli ve yerleşebilirlik oranı çok yüksek terimler türetmiştir.
Günümüzde onun Türkçeye armağan ettiği kavram “Bilişim Terimleri”dir. Bu
süreçte de türetilen kavram ve terimlerin Türkçenin yapısına uyup uymadığıy-
la ilgili tartışmalar meydan gelmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra Türkçe
terimleşme konusunda önemli mesafe alındığı görülmektedir.
6. Terim Çalışmalarını Ele Alan Kitap, Makale ve Tezlere Genel Bir
Bakış
Terimler konusundaki çalışmalar geliştikçe ve yayınlar arttıkça Türklük
bilimi araştırıcıları da bu çalışmaları değişik bakımlardan ele alıp değerlendir-
32 Türkiye’de Terim Çalışmaları

dikleri yazılar yazmışlardır. Yukarıdan beri anlatılanlar ve yapılan çalışmalar


göz önünde bulundurulduğunda terim konusunun Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan günümüze değin hayli işlendiği ve önemli mesafe alındığı gö-
rülmektedir. Dönem çalışmalarına, edebî ve fikir akımlarına bağlı olarak geli-
şen bakış açıları dışında, terim konusunu bütüncül ve parça olarak ele alan pek
çok çalışma da bugüne kadar bir külliyat oluşturmuştur. Bunlar, kitap, makale
ve tez olarak üç ana grupta toplanabilir.
İlk kitaplardan olması bakımından da Emin Özdemir’in Terim Hazırla-
ma Kılavuzu adlı eserini öncelikle anmak gerekir. Bu kitap Türk Dil Kurumu
yayınları arasında basılmıştır. Terim kitaplarında içinde ayrıntılı bir eser ola-
rak Hamza Zülfikar’ın birinci baskısı 1991’de, ikinci baskısı da 2011 yılında
yapılmış olan Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları adlı eserini anmak ge-
rekmektedir. Bu eser, terim konusunu hem kuramsal açıdan hem de yapılmış
çalışmaların değerlendirilmesi açısından en geniş şekilde işleyen temel kay-
naklardan biri hâline gelmiştir. Uzun yıllar Kurumda Terim Komisyonu ve
Terim Bilimi Kolu başkanlığı yapan Hamza Zülfikar terimlerin oluşturulması,
türetilmesi ve terim sözlüklerinin hazırlanması konusunda büyük bir çaba ve
emek sarfetmiş, pek çok terim sözlüğünün yazılmasına doğrudan katkı sağ-
lamıştır. Kitabında bu tecrübe ve bilgi birikimi ayrıntılı olarak görülmektedir.
Eser neredeyse bir el kitabı hüviyeti kazanmıştır. Terim Sözlükleri ve Çalış-
maları ile İlgili Bibliyografya kitabında ise Zülfikar, mevcut çalışmaları bir
araya getirmiş ve de 2000 yılına kadar yapılan çalışmaların künyelerini konu
başlıklarına göre abecesel sırada vermiştir. 1200’ü aşkın terim kitabı ve ma-
kalenin yer aldığı bu eser, terimlerle ilgili eserlerin çokluğunu ortaya koyması
bakımından da kayda değerdir. Eser, yine Türk Dil Kurumu yayınları arasında
çıkmıştır. Eserde çeşitli bilim dalları ve sanat kollarıyla ilgili bibliyografyanın
bir araya getirilmesi, mevcut yayınlardan ilgililerin haberdar edilmesi, terim
çalışmalarına kaynak teşkil edecek bir yayın ortaya konulması amaç edinil-
miştir.
Diğer bir kitap çalışması da 2018 yılında Burcu İlkay Karaman’ın Türkçe
Terim Bilimi adıyla Bilge Kültür Sanat yayınları arasında yayımlanan eseri-
dir. Eser, “Giriş: Geçmiş; Dallararası Bir Bilimdalı: Terim bilimi”; “Kuram-
sal Terim bilimi”; “Uygulamalı Terim bilimi” ve “Ölçünlü Dil Çalışmaları”
başlıklarını taşıyan beş bölümden oluşmaktadır. Karaman, ilk olarak Batı’da
ve Türkiye’de terim biliminin tarihsel ve güncel süreçlerine yöntemlere deği-
nir; “Türkiyede Terim Oluşturmada Uygulanan Yöntemlere Genel Bir Bakış”
ana başlığında “Başvurulan Kaynaklar ve Yöntemler” ile “Terim Niteliği” alt
başlıkları verilmiş, “Dallararası Bir Bilimdalı: Terim bilimi” başlığında farklı
bilim dallarının terimler çerçevesinde ve kurumlar açısından ilişkilerine de-
ğinilmiştir. Daha sonraki bölümlerde terim ve tanım konusu kuramsal olarak
Ayşe İLKER 33

ortaya konmaya çalışılmıştır. Karaman’ın temel olarak konuya terim bilimi


konusundaki gereklilikler, terim yapma ve ölçünlüleştirme ve terim dizgeleri
oluşturma ve terimsel sözlük türleri açısından baktığı görülmektedir. Bu ça-
lışmayı terim bilimi alanına Zülfikar’dan sonraki önemli kuramsal bir katkı
olarak kabul etmek gerekir.
Mustafa Durak, Terimden Anlama başlıklı kitabında özellikle Batılı dil
bilimcilerin yazılarını toplamış ve bunların çevirilerini vermiştir. Terim So-
runları başlıklı yazı Bruno de Besse’den çevrilmiştir. “Terimle İlgili Gerek-
sinimler” üst başlığında “Bilimsel ve Teknik gereksinimler”, “Çevir Sorunla-
rı”, “Dil Gereksinimleri” adıyla üç ana başlık işlenmiş ve “Yeni Sözcükleme”
ve “Terim Bankaları” başlıklarında da terim bilimcilerin yeni terimler bulma
arayışları ve bilgisayar kullanımının artmasıyla terim bankalarının çoğalması
verilmiştir (2005, s. 17-31). Durak, Berke Vardar’ın La Linguistique dergi-
sinde dört bölüm hâlinde yayımlanan “Terimsel Yenilenme Bölgeleri. Türkçe
Örnekçesi Üzerine Gözlemler” başlıklı yazının 3. bölümünü de çevirmiştir.
Bu çeviride Vardar dil bilimsel ölçütlerde yeni terimlerin oluşturulabilmesini
Türkçe örneklerle verir ve eklemeli bir dil oluşunun getirdiği türetme imkân-
ları üzerinde durur (2005, s. 19-24).
Kitap çalışmalarından son yıllarda yapılanlardan biri de Terminoloji ve
Çeviri başlıklı ortak eserdir. 2019’da editörlüğünü Fadime Çoban’ın yaptığı
kitapta Evren Barut, Fahrünnisa Bilecik, Mehmet Cem Odacıoğlu, Nevnihal
Bayar, Serhat Arşları, S. Yetkin Işık ve S. Betül Bayam Takıcak yazar olarak
yer almış ve terminoloji politikalarından tasavvuf terimlerine, daha önce türe-
tilip teklif edilmiş terim örneklerinden hukuk terimleriyle ve analitik geometri
terimlerine kadar farklı bilim alanlarından terim konuları işlenmiştir.
Bugün elimizde konunun önemi doğrultusunda makale tarzında da do-
ğal olarak pek çok yazı vardır. Bunlardan en önemlilerinden biri Aydın Kök-
sal’ın Türk Dili dergisinin 381. sayısında yazdığı “Elli Yıl Boyunca Türk Dil
Kurumu Terim Kolu Çalışmaları” başlıklı yazısıdır. Köksal bu yazıda Türk
Dil Kurumunun Terim Kolu çalışmalarının elli yıllık seyrini ele alarak kolun
kuruluşu ve kol başkanları; çalışma yöntemi ve benimsenen ilkeler, diğer kol-
larla iş birliği ve yapılan yayınlar hakkında bilgi verir ve 1982-84 yıllarında
sürdürülmekte olan sözlük çalışmalarını anlatır. Makalenin sonuna 1937’den
1983’e kadar Türk Dil Kurumu yayınları arasında basılan 102 terim sözlüğü-
nün künyesini vermiştir.
Burcu İlkay Karaman, “Terim Oluşturma Yöntemleri” başlıklı yazısında
“Dil İçi Terim Oluşturma” başlığının “Var Olan Kaynakların Kullanımı” alt
başlığında Çok anlamlılık, Eş adlılık; “Var Olan Kaynakların Değişimi” başlı-
ğında da Dönüştürme, Sıkıştırma, Takılama/Türetme, Özelleme, Birleştirme/
Birleşik Terim oluşturma; “Yeni Kaynakların Kullanımı” başlığında da Oluş-
34 Türkiye’de Terim Çalışmaları

turum, Ödünçleme ve son ana başlıkta da “Diller Arası /Çeviri Odaklı Terim
Oluşturma” biçiminde ele aldığı konuları ayrıntıyla verir ve örnekleme yapar.
Sonuçta ise bilim, sanat ve teknik alanlarda ortaya çıkan yeni kavramların
terimleştirilmesi ile yabancı dildeki kavramı veya terimi Türkçe bir terimle
karşılama eyleminin belli başlı kurallara dayandığını ve bazı yöntemler gerek-
tirdiğini ifade eder (2009, s. 45-58).
Süer Eker’in “Modernleşme Sürecinde Türkiye’de Terimbilim Çalışma-
larına Genel Bir Bakış” başlıklı yazısı geniş bir çerçeveden Cumhuriyet döne-
mi terim çalışmalarını ele almaktadır. Eker bu çalışmasında günümüzde terim
biliminin ortaya çıkış şartlarını, Tanzimat, İkinci Meşrutiyet ve bu dönemle-
rin sonralarını ve hemen ardından Cumhuriyet Dönemi terim çalışmaları hak-
kında bilgi verir ve bu dönemi de 1923-1931 ile sınırlayarak Dil Devrimine
Kadar ve 1932-1983’le de sınırlandırarak I. Dönem Türk Dil Kurumu - 1983-
2009 II. Dönem Türk Dil Kurumu biçiminde tasnif ederek yapılan çalışmaları
ayrıntılı olarak anlatır. Daha sonra yine Cumhuriyetin kuruluşundan günümü-
ze Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığının terim konusundaki çalışma
ve faaliyetlerine değinilmiştir (2013, s. 68-78). Eker ayrıca üniversitelerde,
askeriyede ve Türkiye Bilimler Akademisi, Türk Standartları Enstitüsü, Dil
Derneği, Türkiye Bilişim Derneği ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu gibi
yerlerde yapılan, tasarlanan ve planlanan ve ihtiyaç çerçevesinde oluşan fa-
aliyetleri özetler. “Terim Bilim Çalışmaları ve Türk Dünyası” başlığında da
1990’lı yıllardan sonra Türk cumhuriyetlerinin konumu gereği ortaya konulan
çalışmalara temas eder (2013, s. 78-84).
Mehmet Kahraman da biri “Türk Dilinin Terimsel Gelişim Sürecine Ba-
kış” diğeri “Türk Dilinin Cumhuriyet Devri Terimsel Gelişim Sürecine Tarihi
Bakış (II)” başlığıyla ele aldığı iki makalede tarihsel süreç ve Cumhuriyet
dönemi terim çalışmalarını ele alır. Kahraman, Cumhuriyet dönemi terim ça-
lışmalarını özetleyici mahiyette;
Cumhuriyet döneminde büyük bir Türkçe terim hazinesi kurulması
için verilen mücadele ile terimler hakkındaki görüşler, düşünceler, tartış-
malar ve kazanımlar Türk Dil Kurumunun düzenli yapmış olduğu Türko-
loji kurultayları izleği üstünden anlatılmaya çalışılmıştır, der ve dil, sadece
iletişim aracı değil, aynı zamanda toplum hayatında bilimsel ve toplumsal
değişimin tüm göstergelerinin izlenebildiği bir alandır. Yeni kavramları kar-
şılayan dilsel göstergelerin en önemli birimi olan terimler algılama ve an-
laşılma sürecinde kaynak dilden alıcı dile aktarılırken çeşitli toplumsal eği-
limlerin izlerini de taşır. Cumhuriyet dönemindeki terim çalışmaları, terim
hazinesi kurulma çabaları, bu çerçevedeki tartışmalar Türk Dil Kurumunca
düzenli olarak Türk Dili Kurultayları çerçevesinde ele alınmıştır.
cümleleriyle Kurumun çalışmalarını anlatır. Çalışmasında Cumhuriyet Döne-
mi’ndeki Türk dili terminolojisini üç ana başlıkta “İdealistlik Dönem (1923-
Ayşe İLKER 35

1945)”, “Aşırılık veya Tasfiyecilik Dönem (1945- 1980)”, “Serbestlik Döne-


mi (1980-2004)” verir ve bu dönemler hakkında da ayrıntılı açıklamalar yapar
(2017, s. 1290-1308).
Terim konusundaki makalelerden biri de Çağdaş Terimbilim ve Kurum-
sal Çalışmalar başlığıyla Mükremin Yaman’ın hazırladığı çalışmadır. Yaman,
Fransız filolojisi alanındaki terim çalışmalarını özetledikten sonra Türkiye’de-
ki çalışmalara da değinir, terim ve terim bilimi kavramıyla ilgili tanımlar ve
değerlendirmeler üzerinde durur. “Terimbilim Uygulamaları” başlığında da
“Belgeleme, Terimleşme, Ölçünleme” alt başlıklarında terim bilimi uygulama
alanlarını örnekler. “Kurumsal Çalışmalar” başlığında da Türkiye’deki çalış-
maları özetleyerek Türk Dil Kurumunda yapılmakta olan çalışmalara değinir
ve çalışma gruplarının adlarını verir (2006, s. 59-76). Terim oluşturma ve bu
süreçler hakkında “Türkçede Terim Oluşturma Yolları ve Bilişim Terimleri-
nin Oluşum Süreçleri” başlıklı bir makalesi olan Ali Kemal Şaş da yazısında
Türkçede terim oluşturma yollarına değinmiş, terimlerin en belirgin özelliği
olarak yan ve mecaz anlamı olmayan, yoruma kapalı, anlamı sınırlı, kesin ve
açık, anlam kayması ve genişlemesine uğramayan, bağımsız biçim birimler
olarak ses, şekil, anlam ve kullanım yönünden ölçünlü sözcükler olduğunu
göstermiştir (2020, s. 246). Daha sonra Türkçe bilişim terimlerinin oluşum
süreçlerini irdelemiş ve bu alandaki terimleşmenin ilk örneğinin Silahlı Kuv-
vetler bünyesinde Okan Gürel ve Olcay Gösu tarafında 1964’te hazırlanan
Otomatik Bilgi İşlem Terimleri adlı eser olduğunu ve bu eserin ilk bilişim
terimleri sözlüğü olduğunu ifade etmiştir (2020, s. 249).
Lisansüstü çalışması olarak ortaya konan ve terim çalışmalarını konu
alan tezler de Cumhuriyet döneminde terim çalışmalarının seyrini takip etmek
açısından veriler sunmaktadır. Terim konusunun tezlerde araştırma alanı ola-
rak seçilmesi, bilim dünyasının ve özellikle sosyal bilimler alanında çalışan
bilim insanlarının bu konudaki bilimsel bakış açılarını ve katkılarını ortaya
koymaları bakımından önemlidir. Terim ve terim bilimi konusunun ilgi çekici
bir araştırma konusu olarak görülmesi, hem lisansüstü öğrencilerin ilgi duy-
maları hem de danışmanların gelecekte birer bilim insanı olacak öğrencileri
bu alana yönlendirmeleri Türk terim bilimi açısından bir teminat olarak görül-
melidir. Terim ve terim bilimi ile ilgili tezlerin sayısının artması da bu bakım-
dan önemlidir. Burada YÖK’e kayıtlı tezlerden birkaçı üzerinde fikir vermesi
açısından durulacaktır. Bu tezlerden biri Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsünde Paşa Yavuzarslan danışmanlığında Hülya Uysal’ın 2013 yılın-
da tamamladığı çalışmadır: Yabancı Terimleri Türkçeleştirmede Uygulanan
Yöntem ve İlkeler (1932-1950 arası). Uysal, tezdeki yöntemi şu şekilde be-
lirtmiştir: “Bu amaç doğrultusunda 1932-1950 yılları arasında yayımlanan
sekiz terim sözlüğü -Bitkibilim Terimleri (Botanik) (1948), Dilbilim Terim-
36 Türkiye’de Terim Çalışmaları

leri Sözlüğü (1949), Dirilbilim (Biyoloji) Terimleri (1948), Edebiyat ve Söz


Sanatı Terimleri Sözlüğü (1948), Felsefe ve Gramer Terimleri (1942), Tarım
Terimleri I (1949), Teknik Terimler I (1949), Türe Terimleri (1948)- taranmış
ve farklı bilim dallarına özgü terimlerin hangi yöntemden (örnekseme yönte-
miyle terim türetme, türetimsel biçimbirimler ile kök ve gövdelerden terim
türetme, sözcük birleştirme yöntemiyle terim türetme, tarihî Türkçe metinler-
den sözcük aktararak terim türetme vb.) yararlanılarak türetildiği ortaya ko-
nulmuştur.” (Uysal 2013). Uysal, “Terim Konusu Üzerine Yapılan Çalışmalar”
başlığında 1913’te kurulan Istılahat-ı İlmiye Encümeni’nin ayrıldığı şubeler
ve bunların çalışmalarını, üyelerini ve encümenin yayımladığı eserleri anlatır
ve 1928’den 1932’ye kadar yapılan çalışmaları verir (2013).
Terim konusuna ayrılmış bir başka tez de Deniz Koçak’ın Emine Demirel
danışmanlığında hazırlamış olduğu Toplumsal Boyutta Terimbilim Çalışmala-
rı: Fransa’daki Afnor Terim Birliği’nden Yola Çıkarak Türkiye’de Terimler-
de Standartlaşma Modeli Oluşturmak başlıklı tezidir. Tezde dünyadaki terim
çalışmalarının başlangıcı ve geliştiği ülkeler temelinde ele alınarak değerlen-
dirilir ve “Türkiyede Terimbilim” başlığıyla “Dil Devrimi ve TDK”, “Türk
Standartlarında Terim” alt başlıklarıyla açıklamalar yapılır (2005, s. 5-55)
Lisansüstü tezlerden terimle ilgili olarak verilebilecek örneklerden birisi
de Fatma Özkan danışmanlığında Selman Vezvezoğlu’nun 2017’de hazırladı-
ğı Eski Türkçede Askerlik Terimleri başlıklı yüksek lisans tezidir. Tezde Kök-
türk ve Uygur yazıtlarıyla Maniheist ve Budist Uygur metinleri ve Hristiyan
ve Müslüman Uygur metinleri, Karahanlı Türkçesi metinleri ve bu dönemin
hukuk belgeleri taranmış ve değerlendirilmiştir (2017, s. 5-195).
Lisansüstü tezlerden terim konusuna hasredilmiş ve yakın zamanda ta-
mamlanan bir örnek de Burcu Kaya’nın Ayşe İlker danışmanlığında yaptığı
Bilgisayar Mühendisliği Doktora Tezlerinde Türkçe Terimler başlıklı çalış-
madır. Kaya bu çalışmasında Bilgisayar Mühendisliği alanından seçilen dört
doktora tezinde Türkçe terimlerin kullanılma oranını ve yeni terimlerin türe-
tilme imkânlarını, bunların hangi yöntemlerle oluştuğunu incelemiştir. Tezler-
de tespit edilen Türkçe terimlerin abecesel dizini de verilmiştir (Kaya 2022).
Kitap, makale ve tezlerden başka Türkiye Cumhuriyeti’nde son yıllarda
terim dergileri de yayımlanmaya başlamıştır. Avrasya Terim Dergisi 2013 yı-
lında yayın hayatına başlamış ve 2021 yılına kadar yılda iki, 2021’de üç sayı
olmak üzere günümüze kadar yayımlanmayı sürdürmüştür. Dergi ana sayfa-
sında “Amaç ve Kapsam”da “Derginin ana amacı fen, sosyal ve sağlık bilim-
lerinde doğrudan kavram ve terim üzerine yazılan makalelerin yayınlanması
da amaçlanmıştır. Dergide çıkacak yayınlarla kavram ve terim bilgisine çeşitli
açılardan katkı sağlamak ve böylece üretilen bilgilerin topluma yayılımını
Ayşe İLKER 37

sağlamayı hedeflemektedir.” denilerek derginin yayımlanma amacı belirtil-


miştir. Dergi yayıncısı Orhan Sevgi’dir.

7. 1980 Sonrasında Türk Dil Kurumu ve Terim Çalışmaları


Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu müstakil birer kuruluş olarak bilim-
sel çalışma ve işlerine devam eden Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu,
1982 Anayasasının hemen akabinde 1983 yılında bir üst çatı altında birleşti-
rilerek Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu teşekkül ettirilmiş ve bu
çatı altına iki kurum daha eklemiştir. Bunlar Atatürk Araştırma Merkezi ve
Atatürk Kültür Merkezidir. 1982’den itibaren yeni yapılanmada Türk Dil Ku-
rumunun ilk başkanı Prof. Dr. Hasan Eren olmuştur. Eren, 1982-1990 yılları
arasında kurum başkanlığı yapmış ve özellikle sözlük çalışmalarına ve terim
sözlüklerinin ilerlemesine büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Onun döneminde
Kurum yayınları arasında 25 terim sözlüğü yayımlanıştır. 1983-2009 arasın-
da, Türk Dil Kurumu bünyesinde Terim Bilim ve Uygulama Kolu Başkanlığı
oluşturulmuş ve pek çok önemli çalışma ortaya çıkarılmıştır. Özellikle temel
fen bilimleri alanında fizik, kimya, matematik, biyoloji terimleri sözlükleri
yanında, bilim ve sanat; diş hekimliği; iktisat; ilaç ve eczacılık; mühendislik
alanlarının terim sözlükleri hazırlanmıştır.
1991 yılında Hamza Zülfikar’ın Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları
başlıklı kitabı Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanmıştır. Bu eser, kuram-
sal olarak terimler konusundaki en kapsamlı çalışma niteliğindedir. Zülfikar
bu eserinde o vakte kadar terimlerle ilgili görüşlere yer vermiş ve yapılan
çalışmaları anlatmış; terimlerin genel özelliklerini vererek eğitim ve öğretim
açısından Türkçe terimler üzerinde durduğu bahiste terimlerin tanımının ne
denli önemli olduğunu vurgulamış ve terimlerin kullanılmasında birlik sağ-
lanmasının çok önemli bir husus olduğunu söylemiştir (1991, s. 24).
Eren’in ardından 1993-2000 yılları arasında Prof. Dr. Ahmet Bican Erci-
lasun Kurum Başkanı olmuştur. Ercilasun, toplumun dikkatini dil konularına
çekmiş, Türkçeye yabancı kelimelerin ve kavramların girişinin hızlanma-
sı üzerine kurullar oluşturmuştur (2007, s. 312). Yabancı Kelimelere Türk-
çe Karşılıklar çalışma grupları oluşturulmuş ve Terim Sözlükleri Hazırlama
Gruplarının sonlandırdığı terim sözlükleri basılmıştır. Daha sonra 2000-2009
yıllarında Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın Kurum başkanlığı yapmış ve döne-
minde özellikle Türkçe sözlüklerin verilerini sayısal ortama aktarma konusun-
da önemli çalışmalar ortaya konmuştur. Akalın, Türk Dil Kurumunca 2002 yı-
lında yapılan Mühendislik Terimleri Bilgi Şöleni’nin açış konuşmasında “Bir
terimi türetirken, bir terime karşılık bulunurken öncelikle uygun kök veya
gövde ele alınmalı, sonra anlamca uygun bu köke işlek ekler getirilmeli. Eğer
birleşik bir söz yapıyorsak, Türkçenin söz dizimi kurallarına da uymamız ge-
38 Türkiye’de Terim Çalışmaları

rekir. Türetilen terimlerin benimsenerek yaygınlaşması için yalnızca uygun


kök ve işlek ek kullanılması, söz dizimi kurallarına uyulması da yeterli de-
ğildir.” diyerek bu gibi ön koşulların sağlanmasıyla birlikte türetilen terimin
benimsenip yaygınlaşması için anlamı karşılaması ve çağrışım yapması gere-
ğini de uyulması gereken kurallar arasında sıralamıştır (26 Nisan 2002, TDK
Açış Konuşması).
2009-2018 yıllarında Prof. Dr. Sinan Mustafa Kaçalin kurum başkanlığı
yapmıştır. Bu sürede de pek çok terim sözlüğü Kurum tarafından basılmıştır.
2018’den günümüze ise Başkanlık görevini Prof. Dr. Gürer Gülsevin ifa et-
mektedir. Bütün dönemlerde olduğu gibi Kurum bünyesinde daima bir Terim
Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu ile Terim Sözlükleri Komisyonu olmuş ve
çalışma grupları belirledikleri hususlarda bir takvim ve plan çerçevesinde ça-
lışmalarını sürdürmüştür.
Köksal, Türk Dil Kurumundaki terim çalışmaları için “Terim Kolu çalış-
maları Türkçeyi bilim ve sanatın tüm kavramlarını, en ince anlam ayrımlarını
belirtmeye elverişli bir doğruluk ve kesinlik düzeyinde anlatabilecek bir bilim
ve sanat dili olarak geliştirmeyi amaçlamaktadır.” diyerek terim kolu ve ko-
misyon çalışmalarının ne kadar mühim olduğunu ifade etmiştir (1983, s. 269).
Son otuz yılda Türk Dil Kurumu bünyesinde terim sözlüklerinin basımı
artmış ve 2020 itibariyle Kurumda basılan terim sözlüğü sayısı yüze yaklaş-
mıştır. Sözlükleri yazan ekipler, alanın bilim insanları ve uzmanlarıdır. Tıp,
eczacılık, diş hekimliği gibi ciddi anlamda Latince ve Batı kökenli terimlerle
örülmüş bilim alanlarında Türkçe terim yapma eğilimi son derece önemlidir.

8. Türk Dil Kurumu Dışında Başka Resmî ve Sivil Kurumlarca


Yapılan Terim Çalışmaları
Terim meselesi, Türkçenin bilimsel yazılarda yetkin hale gelmesi ve bi-
lim dilinin oluşturulabilmesi çabaları Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında bi-
limsel çalışma yapan her araştırıcının ilgilendiği bir konu olduğu için farklı
birimler ve sivil dernekler de alana katkı sunmayı bilimsel bir sorumluluk
olarak kabul etmiş ve buralardan da önemli çalışmalar çıkmıştır. Bu da aslında
terim konusunda bilim insanlarının elbirlik olduğunu göstermektedir.
Türk Standartları Enstitüsünün 2006 yılında İngilizce-Türkçe olarak Bi-
lişim Terimleri Sözlüğü hazırladığı görülmektedir. Sözlük ekibi Ali Arifoğlu,
Mehmet Demire, Gökhan Şengül ve Osman Öz’den oluşmuştur. “Önsöz”de
Türk Standartları Enstitüsünün ülke ekonomisi ve ticaret hayatına gerek öz-
gün standartlar geliştirerek gerekse uluslararası standartları Türkçeleştirerek
önemli katkılarda bulunduğu ve uluslararası bilişim teknolojisiyle ilgili olarak
ISO standartlarında yer alan uluslararası bilişim terimlerinin uygun Türkçe
Ayşe İLKER 39

karşılıklarının sözlük olarak sunulduğu dönemin TSE Başkanı Kenan Malat-


yalı tarafından ifade edilmiştir (2006, s. 2).
TÜBA’nın terim sözlükleriyle ilgili çalışmaları resmî kurumlara verile-
cek bir örnektir. Genel ağdan alınan bilgiye göre TÜBA, bilimsel çalışmalar-
da, iletişimde, eğitim ve öğretimde Türkçenin kullanılması ve geliştirilmesine
katkıda bulunmak için 2002 yılında başlattığı Türkçe Bilim Terimleri Sözlü-
ğü Programı’nı geliştirerek sürdürmektedir. Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü
Programı çalışmaları Sosyal Bilimler Terimleri Sözlüğü, Doğa Bilimleri Te-
rimleri Sözlüğü, Mühendislik Bilimleri Terimleri Sözlüğü ve Sağlık Bilimleri
Terimleri Sözlüğü olmak üzere 4 ana alanda yürütülmüştür. Genel ağda Tıp
Terimleri Sözlüğü de dördüncü sırada yer almaktadır. Bu kapsamda; Sosyal
Bilimler Terimleri Sözlüğü, 2011 yılında internet sayfasından kullanıma su-
nulmuş ve aynı yıl baskısı gerçekleştirilmiştir. Mühendislik Terimleri Sözlüğü,
Haziran 2015 tarihinde programın genel ağ sayfasından kullanıma sunulmuş
ve 2019 yılında baskısı gerçekleştirilmiştir. Doğa Bilimleri Terimleri Sözlü-
ğü’nün “matematik, fizik ve astronomi” alanlarındaki çalışmaları tamamlan-
mış ve 2019 yılı başında internet sayfasından kullanıma sunulmuştur (http://
terim.tuba.gov.tr).
Bu resmî kurumların yanında verilecek başka bir örnek de Türkiye Cum-
huriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının “Kamu Terim Bankası”
oluşturmasıdır. Bu birimin özellikle çeviri faaliyetlerinde ortak bir dil ve söy-
lemle hareket edilmesi için kurulduğu ve kurumların kendi uzmanlık alanla-
rında sağladıkları katkılar tek elde toplanarak Kamu Terim Bankası projesinin
hayata geçirildiği belirtilmiştir. Devlet kurumlarından Milli Güvenlik Kurumu
Genel Sekreterliği, Dışişleri, Adalet, İçişleri, Millî Savunma Bakanlıklarıyla
Avrupa Birliği Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon ajansı Başkanlığı,
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplu-
luklar Başkanlığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Anadolu Ajansı, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kurumu ve Yunus Emre Enstitüsü Kamu Terim Banka-
sına destek vermektedir (https://ktb.iletisim.gov.tr).
Resmî kurumlardaki çalışmalara bir örnek de Sağlık Bakanlığının salgın
süresinde genel ağ sayfasında erişime sunduğu Covid-19 sözlüğü verilebilir.
Burada, Salgın ile ilgili kavramlar abecesel sıraya göre Türkçe ve Türkçeleş-
miş maddeler hâlinde verilmiş; henüz karşılığı bulunmayan maddelerde de
açıklamada Türkçe bir terim kullanılmıştır. Söz gelişi “Semptom” maddesi
açıklandıktan sonra cümlenin sonunda “belirti” kelimesi de verilmiştir. Ayrıca
“filyasyon” kelimesinin eğik çizgiyle “filyasyon/saha incelemesi” biçiminde
verilmesi de Türkçe duyarlılığın bir göstergesidir.
Üniversitelerde de Türkçe ile ilgili panel, sempozyum ve kongrelerde
Türkçenin pek çok sorunun tartışılmasının yanında terim konusunda da bi-
40 Türkiye’de Terim Çalışmaları

lim insanlarının çalışmalar yaptığı görülmektedir. Bu çerçevede Manisa Celal


Bayar Üniversitesinde 2015 yılında Bilimsel Araştırma Projesi olarak Sevinç
İnan ve Petek Korkusuz’un düzenlediği Türkçe Bilim Dili Çalıştayı yapılmış
ve hücre bilimi alanında çalışan bilim insanları bilim dili ve Türkçe bilim
terimlerini ele alan ve Türkçe terimleşmenin sağlanabilmesi yolları üzerinde
durulan bildiriler sunmuşlardır.
Terim konusunu ve Türkçenin bilim dili olma yollarını bilimsel yöntem-
lerle çalışan sivil derneklerden biri Türkiye Bilişim Derneğidir. Dernek, Ay-
dın Köksal tarafından 1971 yılında kurulmuştur. Aydın Köksal’ın Bilgisayar
Mühendisliği alanında ürettiği terimler dilimize yerleşmiştir. Bu alanla ilgili
yabancı terimler dilimize henüz yerleşmeden Türkçe terimlerin Köksal’ca
türetilmiş olması, bilgisayar terimlerinin Türkçede yaygınlık kazanmasını
sağlamıştır. Bilgisayar, çıktı, yazılım, bellek gibi terimler onun türettikleri-
dir. Türk Bilişim Derneği teknolojik alanda Türkçeye büyük bir hızla giren
yabancı kavram ve terimler konusunda özel bir duyarlılığa ve harekete geçme
yeteneğine sahiptir. Şu anda işlevsel olarak çalışmalarını sürdüren derneğin
başkanlığını Rahmi Aktepe yapmaktadır. Derneğin “Türk Dünyası Ortak Bili-
şim Terimleri Çalışma Grubu” vardır.

Sonuç
Bir yazı dilinin bilim dili olarak gelişebilmesi, farklı bilim alanı ve dalla-
rındaki terimlerin açık, anlaşılır biçimde türetilmesi ve çoğalmasına bağlıdır.
Sosyal bilimler ve Fen bilimleri alanında, bu alanların alt bilim dallarıyla sa-
natsal alandaki araştırmacı ve bilim insanlarının yabancı terimlere karşılıklar
bulması bilimsel bir sorumluluk olduğu kadar ulusal bir sorumluluk anlamı-
na da gelmektedir. Bu noktadan bakıldığında Cumhuriyetin başlangıcından
günümüze kadar Türk Bilim insanlarının kendi alanlarındaki Türkçe terim-
leşmeye ve ihtiyaç duyulan hallerde de çeviri yoluyla Türkçeleştirme ameli-
yesine büyük ehemmiyet verdikleri, bu ehemmiyete binaen Mustafa Kemal
Atatürk’ün ve Dil Heyetinin başını çektiği ıstılahların Türkçeleştirilmesi ve
sonraki yıllarda da terimlerin Türkçeleştirilmesi çabalarının Türk Dil Kuru-
munun istikrarlı çabalarıyla çok önemli bir noktaya taşındığı görülmektedir.
Teknolojinin getirdiği ve genellikle olumlu olarak kabul edilen bilgiye
hızlı ulaşım ve hızlı iletişim; teknolojinin dilini konuşmayan uluslar için bir
olumsuzluğa sebep olmakta ve yabancı kavramların ve terimlerin kültürel,
sanatsal ve bilimsel alanlara hızlıca girmesine sebep olmaktadır. Ancak bu,
dilin kendi kaderine bırakılması anlamına gelmemektedir. Yazı dili olarak ha-
yatiyetini sürdüren Batı dilleri de kendi dillerini teknoloji dilinin etkisinden
korumak için pek çok bilimsel yöntem geliştirmekte, kelime ve kavram tü-
retmektedir. Ancak, küresel şartlar ve teknolojinin hızı, hemen bütün bilim
Ayşe İLKER 41

alanlarında sürekli olarak yeni terimleri millî dillere doğru savurmaktadır.


Bundan kaçınmanın yolu şimdilik yoktur. Bunun için daha çok bilim üretmek
ve Türkçe terimleşme konusundaki duyarlılığı hiçbir şekilde kaybetmemek
gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde de her şeye rağmen, millî bir bakış çerçevesin-
de bilim, sanat alanında Türkçe terimler türetilmeye ve bunların yerleşebilir
ve pratik bir kullanımı olanlarının da tercih edilebilir hale geleceğini söylemek
gerekir. Günümüzde bilişim terimlerinden tıp alanlarının yürek bilimi terimle-
rine, ağaç işleri terimlerinden tiyatro terimleri sözlüğüne kadar çok geniş bir
yelpazede terim sözlükleri hazırlanmıştır. Bu bize Mustafa Kemal Atatürk’ün
1932’de gösterdiği hedefe, bilim insanlarının emek ve çabalarıyla ulaşılmak-
ta olduğunu göstermektedir. Şu sözlük adlarını sıralamak bile Cumhuriyet
Dönemi’nde bugün gelinen noktayı göstermesi bakımından kayda değerdir:
Ağaçişleri Terimleri, Ayaktopu Terimleri, Aydınlatma Terimleri, Budunbilim
Terimleri, Cimnastik Terimleri, Coğrafya Terimleri, Eğitim Terimleri Sözlü-
ğü, Gökbilim Terimleri, Gümrük Terimleri Sözlüğü, Güzel Sanatlar Terimleri,
Hekimlik Terimleri, Kentbilim Terimleri, Metalbilim İşlem Terimleri, Nükleer
Enerji Terimleri, Ruhbilim Terimleri, Sinema Terimleri, Tarım Terimleri, Ti-
yatro Terimleri, Toplumbilim Terimleri, Yasa Dili Sözlüğü, Yerbilim Terimleri,
Yöntembilim Terimleri. Bu sözlüklerden hareketle bilim insanlarının, kendi
alanlarının bilimsel kavram ve terim gerekliliklerini yerine getirmeye çalış-
tıklarını söylemek gerekir. Aydın Sayılı “Değişik bilim alanlarındaki terim-
lerin Türkçeleşmesini ve Türkçeleştirme çabalarını Cumhuriyet’e borçluyuz.”
cümlelerini söylerken, gelinen nokta ve alınan mesafenin önemine vurgu yap-
mıştır (1978, s. xiv-xv). Anday da “Cumhuriyet döneminin çağdaşlaşma ülkü-
sü, dil sorununu zorunlu olarak güncel bir duruma getirmiştir. Bugün yalnız
ozanlar değil, bütün bilim ve sanat dallarındaki uyanık aydınlar, dilimizin öz
benliğini bulması için emeklerini birleştirmiş durumdadırlar” diyerek çağdaş-
laşma ülküsünün dil sorunlarına eğilmekle eş değer oluşuna ve bilim sanat
alanındaki aydınların sorumluluğuna dikkat çekmiştir.” (1975, s. 5).
Bugün gelinen noktada terim türetme/üretme/yapma ve yaratma konusun-
da bir darlık ve sınırlılık görülmemektedir. Önemli olan, türetilen terimlerin
dolaşıma girmesidir. Dolaşım da ancak bilimsel ve kültürel yazılarda bu söz-
lerin kullanılması ve işlenmesi ile mümkündür. Söz/kelime/kavram/terimin
tutunup tutunmayacağı da bu dolaşım sırasında görülecektir. Tutunmayanların
yerine daha isabetlileri konursa, bu sorunlar aşılacaktır. Ancak, bunlar kadar
önemli başka bir gereklilik daha vardır: Özgün bilimsel çalışma yapabilmek,
evrensel bilim ve bilgi alanına katkıda bulunmak. Teknoloji ve bilim üreten
bir devlet hâline gelindiğinde, üretilen nesnenin veya bulunan yöntemin adı
elbette Türkçe olacaktır ve belki de uzak bir ülkü değil, Atatürk’ün işaret ettiği
42 Türkiye’de Terim Çalışmaları

bir hedeftir. Konuya bütüncül olarak bakıldığında her kurum, birim ve sivil
mercinin Türkçe terimleşme çabasında önemli katkıları olduğu ve bilinçli bir
yürüyüşün devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu Türkiye Cumhuriyeti kurul-
duktan hemen sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yön göstermesiyle olu-
şan bir çizgidir ve bu çizgi pek çok olumsuzluğa, yanlış anlamaya ve bazen
durağanlaşmaya rağmen gelişmeye devam etmektedir. Bu, noktada da Türk
Dil Kurumu en büyük sorumluluğu taşımakta ve bu sorumluluğun gereklerini
yerine getirmektedir.
Türk Dil Kurumu günümüz itibariyle terim sözlükleri konusunda hem dü-
şünsel çalışmalara destek vermekte, hem kurum dışında üniversitelerin bilim-
sel araştırma projeleri olarak veya sivil derneklerin projeleri hâlinde hazırla-
nan sözlüklerin yöntem ve oluşma biçimlerine destek olmakta, kurum içinde
belirli yıllarda oluşturulmuş çalışma gruplarının hazırladığı terim sözlüklerini
de güncellemektedir.
Terim Sözlükleri Komisyonu ve Terim Bilimi Bilim ve Uygulama Kolu;
Kuruma terimlerle ilgili yapılan başvurulara cevap vermekte ve yeni hazırla-
nacak terim sözlüklerine yöntem bakımından yardım etmektedir. Ayrıca, üni-
versiteler, belediyeler ve başka kurumlarla paydaşlık ilişkileri temelinde terim
konularında ilişkiler sürmektedir.
Türk Dil Kurumunun kurucu ve koruyucu Başkanı Gazi Mustafa Ke-
mal Atatürk ile İsmet İnönü ve Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kuru-
cular Samih Rifat, Ruşen Eşref Ünaydın, Celal Sahir Erozan, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu; Başkanlar Esat Sagay, Reşit Galip, Refik Saydam, Hikmet
Bayur, Abidin Özmen, Saffet Arıkan, Hasan Ali Yücel, Reşat Şemsettin Si-
rer, Tahsin Banguoğlu, Avni Başman, Tevfik İleri, Hakkı Tarık Us’a ve Ma-
cit Gökberk’ten, Agâh Sırrı Levend, Gündüz Akıncı, Şerafettin Turan, Hasan
Eren’den Ahmet Bican Ercilasun, Hamza Zülfikar, Şükrü Haluk Akalın ve
Mustafa S. Kaçalin’e kadar Türkiye Cumhuriyetinde terim çalışmaları Türk
Dil Kurumu odağında büyük bir mesafe almıştır. Atatürk’ün gösterdiği hedef
doğrultusunda 2018’den günümüze değin de Türk Dil Kurumu Gürer Gülse-
vin başkanlığında yoluna devam etmektedir.
Günümüz itibariyle Türk Dil Kurumunca yayımlanan terim sözlüklerinin
adlarına ve künye bilgilerine Kurumun genel ağ sayfasından erişilebilmektedir.

Kaynaklar
Acartürk, E. B. (2020), Açıklamalı Yürekbilimi Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara.
Ahanov, K. (2021), Dil Biliminin Esasları, Kazak Türkçesinden Aktaran: M. Ceritoğ-
lu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Akarsu, B. (1974), Felsefe Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Ayşe İLKER 43

Aksan, D. (1978), Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara Üniversitesi Dil ve Ta-


rih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara.
Aksan, D. (1979), Her Yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Türk Dil KurumuYa-
yınları, Ankara.
Anday, M. C. (1975), Dilimiz Üstüne Konuşmalar, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Arat, R. R. (1991), Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Ayvazoğlu, B. (2017), “Ali Fuat Başgil’e Göre Türkçe ve Hukuk Dili”, Muhafazakar
Düşünce, 52, s. 213-220.
Baykal, B. S. (1974), Tarih Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Buran, A. (2015), Türklük Bilim Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara.
Durak, M. (2005), Terimden Anlama-Dilbilim Yazıları-Derleme ve Çeviri, Multilin-
gual, İstanbul.
Dursunoğlu, H. (2015), “Cumhuriyet Döneminde Yapılan Sözlük Çalışmaları ve
Türkçe Sözlükler Üzerine Bir Kaynakça Denemesi”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 31.
Eker, S. (2013), “Modernleşme Sürecinde Türkiye’de Terimbilim Çalışmalarına Ge-
nel Bir Bakış”, Altaistics and Turkology, Journal of Turkic Academy, s. 68-96.
Ercilasun, A. B. (2017), “Sadri Maksudi Arsal ve Türk Dili”, İÜHFM - Ord. Prof.
Sadri Maksudi Arsal’a Armağan Özel Sayısı, Cilt LXXV, s. 167-180.
Gedikli, F. (2019), “İstanbul Üniversitesi ve Hukuk Fakültesinde 1941-1944 Yılları
Arasında Yapılan Terim Çalışmalarına Dair”, Ali Fuat Başgil’in Anısına Arma-
ğan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Armağanlar Dizisi No: 1. İstanbul.
Gencan, T. N.; Ediskun, H.; Dürder, B.; Gökşen, E. N. (1974), Yazın Terimleri Sözlü-
ğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Geometri (2015), (Haz.) Mustafa Kemal Atatürk, Özel Dördüncü Baskı, Türk Dil Ku-
rumu Yayınları, Ankara.
Gökalp, Z. (1970), Türkçülüğün Esasları, MEB Devlet Kitapları 1000 Temel Eser
(Takdim, Notlar ve İndeks ile yayına hazırlayan Mehmet Kaplan).
Gülsoy, T. (1999), Reklam Terimleri ve Kavramları Sözlüğü, Adam Yayınları, İstanbul.
Harmandalı, İ. (1974), Güreş Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Hatipoğlu, V. (1978), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve Ta-
rih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara.
İktisat Terimleri Sözlüğü, İktisat Terimleri Çalışma Grubu, Türk Dil Kurumu Yayın-
ları, Ankara.
İlker, A. (2020), Namo Arat, Milli Düşünce Merkezi, Genel ağ sayfasından.
İlker, A. (2021), “Hüseyin Nazmi’nin Atatürk Döneminde Yazdığı Gramerde Türkçe
Kavramlar”, Dil Araştırmaları, 28, s. 1-11.
Kahraman, M. (2017), “Türk Dilinin Cumhuriyet Devri Terimsel Gelişim Sürecine
Tarihi Bakış (II)”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 6:2, s. 1289-
1312.
44 Türkiye’de Terim Çalışmaları

Kahraman, M. (2017), “Türk Dilinin Terimsel Gelişim Sürecine Tarihî Bakış”, Mede-
niyet ve Toplum, 1:1.
Karaman, B. İ. (2009), “Terim Oluşturma Yöntemleri”, Türk Dili Araştırmaları Yıllı-
ğı- Belleten, 57:2, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Karaman, B. İ. (2018), Terimbilimi, Bilge Kültür Sanat Yayınları.
Karol, S.; Suludere, Z.; Ayvalı, C. (2010), Biyoloji Terimleri Sözlüğü, 5. Basım, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Kaya, B. (2022), Bilgisayar Mühendisliği Alanındaki Doktora Tezlerinde Türkçe Te-
rimler, (Ayşe İlker danışmanlığında hazırlanmış Doktora tezi), Manisa Celal Ba-
yar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa.
Koçak, D. (2005), Toplumsal Boyutta Terimbilim Çalışmaları: Fransa’daki Afnor
Terim Birliği’nden Yola Çıkarak Türkiyede Terimlerde Standartlaşma Modeli
Oluşturmak, (Emine Demirel danışmanlığında hazırlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Yıldız Teknik Üniverstesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Korkmaz, Z. (1974), Cumhuriyet Döneminde Türk Dili, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları: 251, Türkiye Cumhuriyeti 1923 50 Yıl 1973,
Ankara.
Korkmaz, Z. (1992), Atatürk ve Türk Dili Belgeler, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Korkmaz, Z. (1992), Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Köksal, A. (1983), “Elli Yıl Boyunca Türk Dil Kurumu Terim Çalışmaları”, Türk Dili,
381, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Levend, A. S. (1969), Şemsettin Sami, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Örnek, S. V. (1973), Budunbilim Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Özdem, R. (1941), Dilimizin Islahı Üzerine Muhtıra, İstanbul Üniversitesi Yayınların-
dan, Edebiyat Fakültesi, İstanbul.
Özdemir, E. (1973), Terim Hazırlama Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Safa, P. (1952), “Terim Dâvamız”, Dil Dâvası, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
s. 81-86.
Salihoğlu, H.; Hacıyev, A.; Kalantarov, V.; Sabuncuoğlu, A. (2009), Matematik Te-
rimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Sarı, M. (2008), Türkçenin Batı Dilleriyle İlişkisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Sayılı, A.; Karal, E. Z.; Şahin, N.; Tekeli, S.; Kahya, E.; Tezcan, S. (1978), Bilim Kül-
tür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara.
Somer, G.; Yaşar, A. (2009), Kimya Terimler Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara.
Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü (2009), Su Ürünleri Terimleri Çalışma Grubu, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara.
Şaş, A. K. (2020), “Türkçede Terim Oluşturma Yolları ve Bilişim Terimlerinin Olu-
şum Süreçleri”, RumeliDE-21, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Eğitim Bilimeri
Fakültesi Dergisi, İstanbul, s. 242-256.
Another random document with
no related content on Scribd:
— Ainakin on minulla sinussa ystävä, johon saan turvautua ja jolta
voin pyytää neuvoa… jos niitä tarvitsen.

Monta sanaa ei sen jälkeen vaihdettu. Jäähyväiseksi Harald lujaa


puristi pastorin kättä sekä suuteli Stellaa otsalle. Hänen noustuaan
rattaille, seurasivat toiset häntä maantielle, josta jo Ristilä näkyi.

— En pidä tuosta harmaasta linnasta, jonne Harald lähtee, puhui


Stella ikäänkuin itsekseen, pääseekö hän edes enää sieltä pois?

— Melkein joka päivä tulen teillä käymään, vastasi Harald. Voikaa


sillä välin hyvin!

Hän lähti ja nyt oli pastori kahdenkesken Stellan kanssa. Miksi


hänen sydämensä sykki niin rajusti nyt, kun hän oli jäänyt
kahdenkesken tuon taitamattoman tytön kanssa? Sen vuoksi, että
hän nyt vasta käsitti, mihinkä oli sitoutunut. Kolmannen läsnäolo
vaikutti, ettei hän niin syvästi sitä ajatellut, ja nyt oli tämä kolmas
poissa. Huomenna hänen opettajatoimensa alkaisi, mutta millä
alottaisi, mistä nytkin puhuisi hänelle? Sanoin hän tosin ei tätä
kysynyt, mutta sellaiselta tuntui hänessä itsessään.

Kun pastori oli jäänyt yksin tämän aivan taitamattoman tytön


kanssa, tuntui hänestä ikäänkuin tämä olisi ollut jonkinmoinen
voimakas hallitsijasielu. Ja tämä vaikutus oli sitä voimakkaampi, kun
hän oli ottanut tehtäväkseen häntä sivistyttää ja opettaa hänelle
kaikkea, mitä tässä matoisessa maailmassa tarvitaan. Mutta nyt hän
epäili omaa kykyänsä.

Niin, jopa hän rupesi epäilemään puhdasta tahtoansakin sekä


tämän tehtävänsä vaikuttimia. Ehkä oli yhtenä vaikuttimena myös
jonkinmoinen turhamainen ja epäselvä toivo saada kasvattaa naista
oman mielensä mukaan, tehdäkseen hänestä sellaisen, jonka olisi
tahtonut omakseen.

Näiden ajatuksien valtaamana hän oli luonut katseensa alaspäin,


mutta silloin herätti hänet Stellan ääni:

— Älä, hyvä ystävä, noin katso maahan. Katso minua ja katsele


taivasta, niin et näytä noin synkältä.

Nämä sanat vaikuttivat häneen sähkövoiman tavalla. Hän katsahti


taivaaseen ja sitten lempeästi Stellan silmiin ja sanoi:

— Niinpä niin. Taivasta ja sinua katsellessani opin, kuinka sinua


on opetettava, jotta pääsisit kerran taivaaseen. Jumala, joka on
luonut taivaan, maan ja ihmiset, on myös luonut sinut, tyttöni.
Jumala, joka näkee meidät, joka meitä suojelee ja pitää meistä
huolen, on myös armosta minun kauttani opettava sinulle tiensä.
Oletko koskaan kuullut puhuttavan Jumalasta?

— Jumala, sehän on italiankielellä Dio. Enpä ole usein kuullut


heidän häntä mainitsevan. Mutta kuitenkin olen ymmärtänyt, että
Jumala on olemassa ja, ollessani yksin, olen usein langennut
polvilleni, näin.

Näin sanoen hän katuvaisen tavalla notkisti polvensa, Vaikka ei


ymmärtänyt mitään pahaa tehneensä.

Silloin pappikin lankesi polvilleen ja nöyryytti itsensä Jumalan


edessä.

Ja hän sai lohdutuksen, avun ja voiman.


Haavanlehdet eivät enää lipattaneet ja aurinko oli mennyt
mailleen.
IV.

KOTIOPETTAJA JA PERHE.

Kotiopettajan tointa pidetään tavallisesti opintoja harjoittavan


nuorukaisen viho viimeisenä hätäkeinona. Voima, jonka hän niin
hyvin tarvitsisi oman itsensä kehittämiseksi, lamautuu, kun hänen
ennen aikojansa täytyy ruveta toisia opettamaan, mikä useinkin
hänen oppilaihinsa nähden on hyvin epäkiitollista työtä. Kuitenkin
kuullaan semminkin naisten kehuvan kotiopettajan tointa
erinomaisen sivistyttäväksi nuorille miehille, joilla sitä ennen on ollut
vain koulutietoja, mutta joilta on puuttunut esiintymiskykyä.
Tietämättänsä tällaiset naiset pitävät sangen tärkeänä asiana, että
nuorukainen sievästi ja keveästi siirtää tuoliansa, että hän ei ole
neuvoton siitä, mihin asettaa kätensä, että sopivasti osaa käyttää
seuraelämässä tavallisia korulauseita — sanalla sanoen, että hän
kaikin puolin osaa käyttäytyä somasti ja kohteliaasti.

Harald Thalberg tavallisesti käsitti asiat toiselta kannalta kuin muut


ja niin hän teki nytkin. Hän näet alotti opettamisen silloin, kun muilla
oli tapana se päättää.
Ehk'ei se kuitenkaan olisi johtunut hänen mieleensä, ellei
uteliaisuus olisi häntä kiihoittanut. Ristilän vapaaherra oli jo puoli
vuotta kuulustellut opettajaa lapsillensa, ja kun hän tarjosi
hyvänlaisen palkan, olisivat useatkin nuorukaiset mielellään ottaneet
tämän toimen vastaan, mutta Ristilän ja sen omistajan huono maine
pelotti heitä, niin että he peräytyivät. Tämä houkutteli Haraldia, jota
kaikki salaperäinen viehätti; häntä huvitti tutkia tällaisten huhujen
alkua ja siis hän ryhtyi siihen, johon eivät muut uskaltaneet ruveta.

Vähän ennen auringonlaskua hän saapui perille. Hän ajoi käyden


läpi puiston, jotta paremmin saattaisi katsella rakennuksia ja
istutuksia.

Puisto oli romantillinen ja synkkä. Tuuheita kuusia, koivuja ja


haapoja kasvoi siellä sekaisin. Hän oli kyllä ennenkin nähnyt kuusien
kasvavan koivujen seassa ja pitänyt sitä kyllä kauniina, mutta se,
että täällä oli haapojakin, ei häntä oikein miellyttänyt. Haapametsä
semmoisenaan on kyllä kaunis, mutta jos tämä puu kasvaa hajallaan
koivujen ja kuusien seassa, niin se tekee kamalan ja vastenmielisen
vaikutuksen.

Erään tällaisen haavan juurella hän huomasi hautakiven, jossa luki


Henrik Henning, syntynyt 1815 kuollut 1817. Olisipa tuo poika saanut
elää ja olla täällä linnassa, jotta minulla ajan kuluksi olisi ollut
samanikäinen puhetoveri, ajatteli Harald.

Pian oli kuljettu puiston läpi ja kyytipoika juoksi aukaisemaan


pihaporttia, joka oli iso ja paksusta raudasta tehty ja joka kovasti ja
pahaa ennustaen narisi.

Kolinan kuultuaan riensi yksi palvelustytöistä paikalle. Hän näytti


hyvin ylpeältä ja kysyi nenäkkäästi:
— Herra on kai se, jota tänne on odotettu?

Harald tiesi aivan hyvin, kuinka mahtavia palkolliset paremmissa


paikoissa yleensä ovat. Hän ei siis ensinkään nolostunut, vaan
vastasi ivallisesti:

— Arvasitte aivan oikein, armollinen neiti; teidän luvallanne


todellakin aijon tänne… Ja nyt näytät sinä, missä huoneeni on, heti
paikalla!

Mitään vastaamatta nousi palvelustyttö toiseen kerrokseen ja


osoitti hänelle huoneen, joka oli ullakkokamari.

Siinä, mihin kiertoportaat päättyivät ja mistä ullakko alkoi, heräsi


Haraldissa yksi noita kummallisia, unelmantapaisia muistoja, joihin
erinäiset paikat toisinaan antavat aihetta. Tuntuu ikäänkuin joskus
ennenkin olisi ollut ihan samallaisessa paikassa ja silloin tuntenut
aivan samaa kuin nyt. Paikka ja tunteet vaikuttavat meihin niin
valtavasti, että meistä on ikäänkuin meidät olisi siirretty kauas
menneisyyteen. Mutta pian nämä tunteet haihtuvat, emmekä
yritäkään selvittää noita salaperäisiä mielikuvia.

Harald oli hyvin tyytyväinen ullakkohuoneeseensa. Yleensä hän


piti tällaisista erillään olevista huoneista ja tämä oli sitäpaitsi
tarpeeksi tilava sekä hyvin kalustettu. Ei hän kuitenkaan kauvan
ehtinyt katsella ympärillensä, ennenkuin sama palvelustyttö, joka
äsken oli käyttäytynyt niin kopeasti, avasi oven ja kohteliaalla, miltei
nöyrällä tavalla pyysi maisteria tulemaan alas, koska illallispöytä oli
jo katettu.

Samassa paikassa kuin äskenkin, siinä missä käsipuut alkoivat,


heräsi hänessä uudelleen sama tunne, sama unelmantapainen,
hämärä muisto. Mutta koko tahtonsa voimalla hän karkoitti sen
luotaan ja riensi nopsan ja ketteräjalkaisen palvelustytön jälessä.
Hänen oli vielä kuljettava eteisen, salin ja vielä kolmannenkin
huoneen läpi, ennenkuin hän tuli siihen, niissä perhe oli koolla.

Vapaaherra tuli häntä vastaan kätelläksensä, mutta jäikin


seisomaan ja loi silmänsä maahan. Tämä vapaaherran kummallinen
hämmästys oli vaikuttaa Haraldiinkin, niin että hänkin oli
punastumaisillaan… joka olisi ollut mitä kiusallisinta… mutta
samassa vapaaherra jo tointui ja katsoen häntä rohkeasti sanoi:

— Suokaa anteeksi hajamielisyyteni, herra maisteri! Nähdessäni


ensi kerran ihmisiä, minun aina käy niin, että heidän ulkomuotonsa
muistuttaa minulle jotain rakasta vainajaa tai poissaolevaa tuttavaa.
Niin kävi nytkin. Kuitenkin: terve tuloa!

Hän löi kättä, mutta tapa, jolla hän sen teki, oli niin kylmä ja veltto,
ettei se ensinkään ollut Haraldille mieleen. Ja yhtä vähän
vapaaherran ulkomuoto miellytti häntä. Hänen katseensa oli tosin
terävä ja hän katsoi ihmisiä suoraan silmiin, mutta tässä katseessa
ei kuitenkaan ollut mitään hyvää ja luotettavaa. Näytti ikäänkuin hän
olisi totuttautunut katsomaan ihmisiä silmiin, ikäänkuin sillä
peittääksensä teeskentelyänsä.

Pituudeltaan parooni oli keskikokoinen, mutta muuten roteva.


Nuorena hän näytti olleen kaunis, mutta nyt oli hänen otsansa
kamalasti rypyssä, mikä usein on hurjien himojen seurauksena, suu
hymyili ilkeästi ja alahuuli oli inhottavasti nyrpistynyt. Tämä ei
näyttänyt luotettavalta, eikä hänen harmahtava tukkansakaan
herättänyt katsojassa kunnioitusta.

Harald muisteli joskus nähneensä vapaaherran näköisen roiston.


Hän oli niin kiintynyt katselemaan vapaaherraa, että tuskin olisi
tullut vilkaisseeksi toisia, ellei vapaaherra olisi esittänyt jokaista
vuoronperään. Tämä kohteliaisuus ihmetytti Haraldia, koska hän oli
kuullut kerrottavan, ettei vapaaherra koskaan ennen kotiopettajain
suhteen ollut nähnyt sitä tarpeelliseksi.

Ruotsalainen kamarijunkkari v. Assar oli noin puolivälissä


neljänkymmenen oleva mies, ulkomuodoltaan kelmeä ja kivulloisen
näköinen. Hän oli pitkä ja soreavartaloinen, mutta hänen silmäinsä
kirkkaus näkyi kadonneen, lieneekö siihen ollut syynä sairaalloisuus
vaiko irstas elämä.

Muutaman päivän hän oli ollut Ristilässä vieraana ja tulisi


viipymään niin kauan kun terveysvedenjuontinsa kestäisi.

Kolmannen seurassa olevan herran vapaaherra esitti ikäänkuin


sivumennen, mainiten välinpitämättömästi hänen nimensä: herra v.
Nit. Tälle miehelle vapaaherra ei siis näkynyt antavan mitään
erityistä arvoa. Luultavasti hän oli jonkinmoinen pehtoori, kirjanpitäjä
taikka muu sellainen, ajatteli Harald ensi silmäyksellä.

Hän näytti olevan melkein samanikäinen kuin vapaaherrakin,


mutta eivät hänenkään harmahtavat hapsensa näyttäneet Haraldin
mielestä kunniakkailta. Muuten herra v. Nitillä näytti olleen hyvät
päivät. Hänen lyhyt ja tanakka vartalosta ei ollut voimakas, niinkuin
tavallisesti sellaiset ovat, vaan lihava ja pöhistynyt, luultavasti
ylellisestä juomisesta. Nytkin saattoi huomata, että yksinomaan
häntä varten tarjolla olevaa konjakkipulloa oli liiaksi kallisteltu.

Vapaaherran esittäessä näin ohimennen herra v. Nitin, näki Harald


tarpeelliseksi mennä kädestäpitäen häntä tervehtimään. Herra v. Nit
nousi puoliksi tuoliltaan, mutta lysähtikin takaisin istualleen, kun
hänen juopottelemisesta hämärät silmänsä nyt selvemmin erottivat
Haraldin. Hänen verevät kasvonsa hieman vaalenivat, hän veti
syvään henkeänsä ja änkytti:

— Oh, c'est une merveille!

Herra v. Nitin mielenliikutus ei jäänyt vapaaherralta huomaamatta


ja hän sanoi:

— Lyönpä vetoa, että herra v. Nit maisterissa huomaa saman


yhdennäköisyyden kuin minäkin, niin silmiinpistävä se todellakin on!
Eikö mielestänne maisteri Thalberg ihmeellisesti muistuta yhteistä
ystäväämme, herra v. Rohlia?

— Rohlia — herra v. Nit verkalleen toisti, mutta jatkoi sitten


kiihkeästi: — kas, hänen näköisensähän maisteri juuri onkin!

Harald oli huomaavinaan, että vapaaherra nuhdellen katsahti v.


Nitiin. Kaiken tämän ohessa hän kuitenkin oli ehtinyt tervehtiä rouva
Orrbergia, joka oli talossa emännän sijaisena, millä tarkoitamme,
että hän vapaaherran toisen rouvan kuoltua oli itsevaltiaasti hallinnut
sekä sisätaloutta että karjanhoitoon kuuluvia asioita.

Talossa oli neljä lasta, kaksi edellisestä ja kaksi jälkimäisestä


avioliitosta. Irene neiti oli seitsemäntoista ja hänen Aleksi-niminen
veljensä neljäntoistavuotias. Solmu oli kahdeksan ja pikku Ulla vain
viiden vuoden ikäinen.

Harald katseli tutkivasti näitä ihmisvesoja. Hänestä he näyttivät


hyvin hiljaisilta ja miettiväisiltä, melkeinpä ikäänkuin joku suru olisi
heitä painanut. Molemmat pojat olivat sitäpaitsi kalpeita ja
ruumiinrakenteeltaan heikkoja. Pikku Ulla oli ainoa, joka näytti
rauhalliselta, eikä ujostellut. Hän vain hiipi sisarensa viereen, ehkäpä
enemmän tätä hyväilläksensä kuin etsiäksensä häneltä turvaa.

Lapset tekivät Haraldiin miellyttävän vaikutuksen. Hän tunsi


kiintymystä heihin ja piti heistä jo etukäteen.

Illallisen syötyä vapaaherra sanoi Haraldille:

— Jotta päivä päättyisi hauskasti, pyydän saada kuulla maisterin


laulavan.

Oli siirrytty salonkiin. Iso avoinna oleva flyygelipiano osoitti, että


Irene neiti oli hiljan soittanut. Paroonin kehoittaessa Haraldia
laulamaan, tämä sattumalta vilkaisi Ireneä, joka surullisin ja vakavin
katsein vastasi hänen silmäykseensä.

— Tyttö parka, ajatteli Harald, varmaankaan et ole onnellinen!

Hän istahti pianon ääreen ja itse säestäen lauloi laulun, jonka


sisällön jo arvaa nimestäkin. Se oli "Yksinäisen tytön suru."

Haraldin ääni ei ollut erikoisen kaunis ja laulaessaan hän ei


noudattanut minkään erityisen laulamistaidon sääntöjä, mutta osasi
hyvin hallita ääntänsä ja lauloi intomielisesti ja tunteellisesti kuin
sävelet olisivat nousseet suoraan hänen sydämestänsä. Näin hän
ihastutti kuulijoitansa enemmän kuin moni, jolla on parempi ääni ja
joka on enemmän harjoitellut.

Syystä kysyttänee, kuinka vapaaherra tiesi Haraldin osaavan


soittaa ja laulaa. Asian laita oli niin, että hän, hakiessaan
sanomalehti-ilmoituksilla lapsilleen opettajaa, erityisesti oli
maininnut, että semmoinen olisi otollisempi, joka osaisi myös opettaa
laulua pianon säestyksellä. Vastauksessaan Harald myönsi
harrastavansa soitantoa ja lupasi antaa tässä aineessa opetusta
kaksi tuntia viikossa. Ja tähän hän suostui sitä kernaammin, kun
arvasi tätä opetusta annettavan vapaaherran vanhimmalle lapselle,
Irene neidille, josta hänellä kulkupuheitten mukaan oli jonkunmoinen
epäselvä käsitys. Harald piti jo ennestään nuorista naisista, eikä siis
katsonut heidän opettamistansa ylen rasittavaksi. Työtä se tosin oli,
mutta ehkäpä hauskaakin.

Laulun päätyttyä parooni kiitti ja sanoi, että sellainen, joka itse


laulaa niin kauniisti ja taidokkaasti, on varsin sopiva muita
opettamaan.

— Se on vanhin lapseni, joka tulee hyötymään teidän


opetuksestanne. Hän on jo neljä vuotta soittanut ja edistynyt hyvin,
mutta ei liene vielä yrittänyt laulaa.

Irene ei virkkanut mitään, vaikka hänellä tässä olisi ollut sopiva


tilaisuus puhua. Varmaankin, ajatteli Harald, hänen isänsä on ylen
ankara eikä hyväksy sitä vapautta ja suloista tuttavallisuutta, joiden
tulisi vallita vanhempain ja heidän lastensa välillä. Ikäänkuin olisi
arvannut hänen ajatuksensa, vapaaherra Ireneen kääntyen kysyi:

— Kuinka on, lapseni, oletko koskaan laulanut?

Hän oli puhuvinaan hellästi, mutta Haraldista se tuntui


teeskennellyltä.

— Olen koettanut laulaa muutamia yksinkertaisia lauluja, sellaisia


joita käy laulaminen kolmisointuisesti. Siinä kaikki.

Puhuessa Irene aluksi oli katsonut isäänsä, mutta pelosta siirtyi


hänen katseensa muualle, ensin Haraldiin ja sitten pikku Ullaan.
Ääni, jonka Harald nyt ensi kerran kuuli, kuulosti hänestä ihmeen
suloiselta. Olipa ikäänkuin hän äänestä olisi oppinut tuntemaan tuon
helläluontoisen, viattoman ja haaveellisen olennon.

Herra v. Nit, joka tosin syötäessä oli lörpötellyt yhtä ja toista, mutta
sittemmin istunut aivan ääneti, katsoi nyt sopivaksi puuttua
puheeseen, vaikka hänen kielensä ei tahtonut oikein hyvin kääntyä
suussa:

— Kuulepa, veli Henning… herra parooni kai olisi pitänyt


sanomani, mutta mitäpä sillä väliä! Enkö minä hoksannut, että
kotiopettaja myös voi olla soittoniekka? Enkö minä sillä kertaa
taistellut koko seuraa vastaan, jonka mielestä puhuin pelkkää
roskaa. Minä Ptolemaeus Seth von Nit sanoin, tiedättekös, näin:
Ilmoita vain sanomalehdissä, ettei olisi vahingoksi, vaikka opettaja
osaisi soittaakin ja voisi opettaa nuorta herraa… hm, hm… neiti
Ireneä laulamaan ja säestämään pianolla. Tytöllä on hyvä ääni,
olenpa usein kuullut hänen portaita juostessaan laulaa hyräilevän ja
se on, jumala paratkoon, pehmittänyt syntisen sydämeni. Ja se
onnistui; tänne on tullut nuori mies, joka, paitsi että hän on korkeasti
oppinut ja toivottavasti hyväntapainen, myös pystyy tajuamaan
soittoa ja vieläpä opettamaan sitä muillekin. Niinpä niin, sen minä
sanon, että siihen herra pystyy, herra, joka on niin kovin tuon
nuoruuden ystävän näköinen… hm, hm .. niin, mikä hänen nimensä
taas olikaan?

Vapaaherra, joka naurahtaen oli kuunnellut tätä pitkää puhetta,


nyrpisti sen lopulla alahuultansa ja loi von Nitiin vihaisen katseen,
mikä vaikutti, että mies nousi tuoliltaan ja kumartaen poistui
huoneesta. Hänen mentyään vapaaherra hymyili ja sanoi:
— Maisteri näkee, että meillä on talossa tuollainen vanha veitikka,
joka silloin tällöin mielellään ottaa naukun, eikä aina osaa pitää
suutansa kiinni. Tämä liiallinen lörpöttely on useinkin minua
suututtanut, mutta koska hän nuoruuteni aikana on tehnyt minulle
suuria palveluksia, olen päättänyt kärsiä hänen vikojaan… niin,
minulla ei ole edes sydäntä kieltää häneltä väkijuomia. Olen
tuuminut näin: koska miesparka on niihin niin mieltynyt, niin miksikä
kieltäisin niitä häneltä? Ja nyt toivon maisterin ymmärtävän syyni.

Harald kumarsi myöntäen. Kamarijunkkari v. Assar kääntyi Irenen


puoleen, pyytäen että hän vuorostansa soittaisi. Irene meni pianon
luo ja valitsi nuottivihkojensa seasta erään, jota rupesi selailemaan,
mutta pani sen jälleen pois, ikäänkuin olisi katsonut vääräksi pitää
sitä avoinna, koska taisi nuotit ulkoa.

Kappale, jonka hän nyt soitti, oli Andante Triosta Op. 97, josta
muuan
Beethovenin ihailijoista on sanonut, että sanat siihen ovat Göthen
Faustissa.

Tapa, jolla hän soitti, lämmitti Haraldin sydäntä ja vahvisti


käsitystä, jonka hän oli saanut, kuullessaan nuoren tytön puhuvan.

— Näytte eniten suosivan Beethovenia, koska aina soitatte hänen


sävellyksiään, huomautti kamarijunkkari.

— Niin teenkin, vastasi Irene.

— Soittakaa meille jotain iloisempaa, se olisi kyllä tarpeen. Kello


tulee pian kaksitoista, aaveitten aika.
Ja Irene soitti yhden Adamin kehnoimmista kappaleista.
Kamarijunkkari oli mielissään ja taputti käsiänsä.

Sitten erottiin ja Harald läksi ullakkokamariinsa. Portaitten


ylipäässä vapaaherra saavutti hänet ja sanoi:

— Tästä saatte avaimen. Tahdon sanoa teille asian suoraan.


Kuten näette, tämä ovi vie ullakolle ja sitä paitse herra v. Nitin
huoneeseen, joka on rakennuksen toisessa päädyssä. Nyt on herra
v. Nit sellainen mies, että hän liiaksi ryypiskeltyään usein yöaikaan,
jos hänelle on pistänyt jotain päähän, syöksyy huoneestaan ja alas
portaita, mellakoiden ja herättäen koko talonväen, ja teitä hän
kaiketikin tulisi eniten häiritsemään. Senvuoksi pyydän maisteria
sekä oman itsenne että meidän takia tällä avaimella joka ilta
lukitsemaan tämän pienen oven ja sitäpaitsi vetämään salvan eteen,
se kun on samalla puolella kuin avainkin. Voisin kyllä itsekin sen
tehdä, estääkseni v. Nitiä pääsemästä alas. Mutta olen heti tahtonut
saada teidät kotiutumaan ja voisihan tapahtua, että joskus yöllä tai
aamupuoleen tekisi mielenne pistäytyä herra v. Nitin luona…
täällähän, nähkääs, sanotaan kummittelevan… no, no, minä lasken
vain leikkiä, ja saattaisihan teillä muutenkin olla syytä liikkua.
Nuorella miehellä on usein kaikellaisia kummallisia päähänpistoja,
niin että oma huone tuntuu hänestä liian ahtaalta. Mutta täällä teillä
on tämä avara, sileälattiainen ullakko, jossa yönaikana saatte
jaloitella. Mutta jättäen pilan siksensä, on kuitenkin totta, etten
millään muotoa tahtoisi teljetä teitä huoneeseenne ja täällä teillä
ainakin on tilaisuus liikkua vapaasti ylimmässä kerroksessa. Ainoa,
joka ei pääse ulos, on herra v. Nit, mutta jos hänelle jotain sattuu,
niin maisteri kai herää huudosta, niin että menee pelastamaan tuon
vanhan pilkkakirveen.
Tultuaan kamariinsa alkoi Harald tarkemmin miettiä illan
tapauksia. "Miksikähän vapaaherra on niin kohtelias minulle,
onkohan se siitä syystä, että olen tuon nuoruudenystävän näköinen,
vai lieneekö ulkomuotoni niin arvokas?" ajatteli hän itsekseen.
Harald oli tosin luonnostaan vakava, mutta samalla hiukan
lapsellinenkin, joten ei ole ihmettelemistä, vaikka tällaiset ajatukset
johtuivatkin hänen mieleensä.

Myöskin sitä hän ihmetteli, miksikä veltto ja kiltinnäköinen v. Nit oli


noin teljettävä. Mutta samassa hänelle juolahti mieleen, ettei hän
varmaankaan tiedä koko asiasta, ja jos hän joskus turhaan olikin
yrittänyt päästä ulos, niin luultavasti hän jo aamulla oli sen
unhoittanut.

Hänen viimeinen ajatuksensa oli Irene. Hän ei tiennyt mitenkä


asianlaita oli, mutta hänestä tyttö tuntui hyvin onnettomalta. Ja.
unissaan hän näki milloin Irenen, milloin Stellan ja lopulta molemmat
yht'aikaa. He olivat istuvinaan nurmikolla, puistossa olevan
hautakiven vieressä, ja itse hän istui kivellä, pitäen käsiään
kumpaisenkin pään päällä. Hänestä tämä oli tuntuvinaan niin
autuaalliselta, mutta pian häiritsi häntä vapaaherra, joka oli
kurkistavinaan erään puun takaa. Ja siihen Harald heräsi.
V.

LUKU, JOSSA MUUN MUASSA PUHUTAAN TÄTYRUOHOISTA.

Seuraavana päivänä pidettiin poikain tutkinto, jossa vapaaherra


sekä molemmat toiset herrat olivat saapuvilla. Tämä tapahtui
Haraldin ehdotuksesta, koska hän vapaaherran läsnäollessa tahtoi
ottaa selkoa oppilaittensa tiedoista, ennenkuin ryhtyi heitä
opettamaan, voidakseen erotessaan osoittaa missä määrin he olivat
hänen aikanansa edistyneet, aivan kuten talonvoutikin,
näyttääksensä että tahtoo menetellä rehellisesti, toimeensa
ryhtyessään yhdessä isännän kanssa tekee luettelon talon
työkalustosta.

Ikäisikseen eivät pojat tiedoiltansa suinkaan olleet huonoimpia.


Puoleen vuoteen heillä tosin ei ollut ollut varsinaista opettajaa, mutta
kuitenkin olivat he pitäneet muistissaan, mitä olivat oppineet, koska
herra von Nit vapaaherran pyynnöstä tuontuostakin oli heidän
kanssansa kerrannut, mitä he ennen olivat lukeneet.

Mutta lukijaamme ehkä liiaksikin kyllästyttäisi, jos me perinjuurin


rupeaisimme selittämään kaikkia Haraldin opettajatoimeen kuuluvia
yksityisseikkoja. Siinä kyllin, että hän pian oli siihen perehtynyt ja
toimitti iloisesti ja halukkaasti tehtävänsä sekä vapaaherran että
oppilaittensa tyydytykseksi.

Itsestään selvää on, että laulutunnit olivat hänestä vieläkin


hauskemmat. Vaikka hän ei noudattanutkaan mitään määrättyjä
sääntöjä, oli hänellä kuitenkin oma keksimänsä suunnitelma, jota
paremmin osasi sovittaa muita opettaessa, kuin milloin itse
harjoitteli. Seurauksena oli kuitenkin, että Irene, jolla oli erinomaisen
suuri taipumus soitantoon, ennen pitkää oli siihen niin perehtynyt,
ettei enään olisi kaivannutkaan opetusta. Sitä hän ei kuitenkaan olisi
itsellensäkään myöntänyt, kentiesi vaatimattomuudesta, hän kun ei
ollenkaan tuntenut omaa etevyyttänsä, taikka ehkä senvuoksi, että
laulutunnit olivat hänestä niin hauskat.

— Olisitteko hyvä ja antaisitte minulle sen laulun, jonka lauloitte


ensi iltana, pyysi Irene erään laulutunnin päätyttyä.

— Kirjoitan mielelläni siihen nuotit, koska te pidätte siitä. Teen sen


oikein kernaasti.

— Osaatteko siis omasta päästänne kirjoittaa nuotteja siihen, mitä


te soitatte? Mikä tuon laulun nimi on?

— Yksinäisen tytön suru.

— Yksinäisen tytön suru! Sanat minä jotensakin hyvin muistan,


mutta kirjoitattehan nekin minulle. Kuka on ne sepittänyt?

— Eräs ylioppilastoverini kirjoitti sen nimenomaan minulle, vaikka


hän ei muuten vaadikaan runoilijan nimeä.

— Hän on ehkä iloinen ja onnellinen, vaikka kirjoittaakin sellaista.


Sepä on kummallista! Tunteista ja mielikuvituksesta johtuu, että
voidaan asettua muiden tilalle. Mutta kuka on sepittänyt nuotin
tuohon lauluun?

— Minä.

— Vai tekö, sanoi Irene, nyökäyttäen somasti ja kiitollisesti


päätään.

Sitten hän uteliaasti katseli Haraldia. Lapsellinen kun oli, hän


usein, mieltyessään johonkin soittokappaleeseen, olisi tahtonut
tietää, millainen sen säveltäjä oikeastansa oli. Niinkuin kaikki, jotka
ovat mieltyneet johonkin taiteeseen, ovat tottuneet kunnioittamaan
tuon taiteen ylimyksiä, minkä kunnioittamisen syytä taiteeseen
nähden välinpitämättömät henkilöt eivät käsitä eivätkä voi aavistaa,
niin oli Irenekin ajatuksissaan kuvitellut, että säveltäjässä pitäisi olla
jotakin erityistä, joka kohotti hänet muitten ihmisten yläpuolelle.
Hänen mielestänsä! Harald tosin oli erilainen kuin muut, mutta tunne,
minkä hän hänessä herätti, oli pikemmin se, että hän tunsi olevansa
hänen kanssansa saman hengen lapsia. Ja ujosti häntä
tarkastettuaan hän näytti ajattelevan: vai tuollainen se säveltäjä
onkin!

Kamarijunkkari von Assar kierteli Ireneä niin innokkaasti ja


uutterasti, että Harald alkoi epäillä hänellä olevan jonkun muunkin
syyn viipymiseen Ristilässa kuin pelkkä terveydenhoito. Koska
Harald ei ollut sellainen ihminen, joka läsnäolollaan olisi tahtonut
estää kahta rakastavaa olemasta kahdenkesken, niin hän ei
tunkeutunut heidän seuraansa, vaan jätti kernaasti sijansa v.
Assarille, toivottaen hänelle hyvää menestystä. Ja olisi hänen
erilläänpysymiseensä voinut olla toinenkin syy, se että hän vain oli
kotiopettajana talossa ja v. Assar sitä vastoin, joka oli aatelismies,
aivan kuin kotonansa. Mutta sitä Harald ei tullut ajatelleeksikaan,
tahtoipa vain kaikin tavoin edistää v. Assarin hankkeita, kunnes ne
onnistuisivat taikka hänelle annettaisiin rukkaset. Aivan varma
asiasta Harald ei kuitenkaan ollut, sillä tapahtuuhan varsin usein,
että nuoret miehet ilman vakavia aikomuksia juoksevat nuorten
naisten perässä. Olipa asia miten tahansa, mutta ainakin hän
pysytteli erillään.

Joskus kuitenkin tapahtui, että hän sattumalta joutui


kahdenkesken
Irenen kanssa.

Lupauksensa pitäen Harald hyvin usein kävi Ortmannin luona.


Paitsi että tarpeeksi pitkä kävelymatka häntä virkistytti, oli hänelle
mieluista nähdä, kuinka nopeasti Stella edistyi ja kuinka jalosti ja
hellästi hänen vanhempi ystävänsä kohteli tyttöä. Tämä oli jo oppinut
tuntemaan uskonnon totuuksia ja hänen näköpiirinsä oli kuudessa
viikossa äärettömästi laajennut. Valtava virta oli vihdoinkin murtanut
tokeensa.

Eräänä iltana — se oli heinäkuun viimeinen päivä — hän,


palatessaan kappalaistalosta, tunsi sekä ruumiin että sielun puolesta
olevansa tavallista virkeämpi ja astui reippaasti kotiin päin. Mutta
puistoon tultuaan hän jäi katselemaan tuota harmaata linnaa, jonka
nimen Stella oli antanut Ristilän kartanolle. Hän oli jo niin tottunut
tähän paikkaan, ettei se enään tuntunut hänestä kamalalta. Mutta
nyt — joko sitten sielu, ollessaan virkeimmillään, on alttiimpi
ulkonaisille vaikutuksille, taikka lieneekö kirkonkellojen kumea ääni
yht'äkkiä muuttanut hänen mielensä — ainakin hänestä nyt tuntui
ikäänkuin tuo vanha kaksikerroksinen ja jyrkkäkattoinen
päärakennus kaarevine ikkunoineen olisi kertonut hänelle niistä
moninaisista suruista ja pahoista himoista, jotka vuosien kuluessa
olivat jäytäneet sen asukkaita, kaikista juonista ja vehkeistä, joita
sieltä oli keksitty ja pantu toimeen. Tuntuipa hänestä ikäänkuin
rakennus olisi ruvennut elämään, alkanut lähestyä häntä, ja hänen
rintaansa ahdisti ikäänkuin painajainen olisi häntä vaivannut.

Mutta samoin kuin ne, jotka taistelevat kauheaa unennäköä


vastaan ja ovat jo tukehtumaisillaan, mutta suurimmassa hädässään
heräävät ja jälleen virkoavat, niin kävi Haraldinkin. Hän toipui ja,
astuttuaan muutaman askeleen eteenpäin, katsahti ylös ja näki —
Irenen.

Matkustaja, joka on eksynyt kolkkoon metsään ja joutunut jo vallan


epätoivoon, mutta ennenkuin laskee väsyneen päänsä
sammaltuneelle kivelle lepäämään, vielä yrittää astua muutaman
askeleen ja äkkiä näkee edessään ihanan laakson ja siinä
ihmisasumuksen… niin, kenelläpä on syytä iloita, ellei hänellä!
Samoin Haraldillakin, hänen äkkiarvaamatta nähdessään Irenen.

Tämä istui Henrik Henningin hautakivellä ja hänen kädessään oli


kokoonkääritty paperi.

Harald olisi tuskin voinut katkaista äänettömyyttä ja Irene puhuikin


ensiksi.

— Tullessanne huomasin teidät. Näin teidän jäävän


asuinrakennusta katselemaan, ikäänkuin olisitte sitä odottanut. Mitä
te ajattelitte?

— En tiedä; en tainnut ajatella juuri mitään. Mutta nyt, nähdessäni


teidät näin perin läheltä, nyt minä ajattelin… niin, enpä nytkään
mitään ajatellut.

You might also like