Professional Documents
Culture Documents
PDF of Psikanalitik Kisilik Calismalari 1St Edition W R D Fairbairn Full Chapter Ebook
PDF of Psikanalitik Kisilik Calismalari 1St Edition W R D Fairbairn Full Chapter Ebook
Edition W. R. D. Fairbairn
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/psikanalitik-kisilik-calismalari-1st-edition-w-r-d-fairbairn
/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...
https://ebookstep.com/product/pratique-grammaire-b1-1st-edition-
evelyne-sirejols/
https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/
https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/
Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st
Edition Arwen Schnack
https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/
https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/
https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
https://ebookstep.com/product/100-delf-b1-version-scolaire-et-
junior-1st-edition-sylvie-cloeren/
https://ebookstep.com/product/la-nuova-prova-orale-1-a1-b1-1st-
edition-telis-marin/
Genel Yayın: 5 770
PSİKOLOjİ/PSİKANALİZ
W.R.D. FAIRBAIRN
PSİKANALİTİK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
ÖZGÜN ADI
Psychoanalytic Studies of the Personality
DÜZELTİ
OZAN KIZILER
EDİTÖR
DEVRİM ÇETİNKASAP
GÖRSEL YÖNETMEN
BİROL BAYRAM
ISBN 978-625-429-368-9
BASKI
AYHAN MATBAASI
MAHMUTBEY MAH. 2622. SOK. NO: 6/31
BAGCILAR İSTANBUL
Tel. (0212) 445 32 38 Faks: (0212) 445 05 63
Sertifika No: 44871
Psikanalitik
Kişilik Çalışınaları
TÜRKiYE $BANKASI
Kültür Yayınları
İÇİNDEKİLER
Dr. Fairbairn psikanaliz alanında çok özel ve ilgi çekici bir konumdadır.
En yakınındaki meslektaşlarının yüzlerce kilometre uzakta olması ve onlar
la nadiren buluşması birtakım zorluklar doğurduğu gibi büyük faydalar da
sağlamıştır. En büyük faydası, dikkatini dağıtan ve işine karışan bir şey olma
dığından, kendi günlük çalışma deneyiminden ortaya çıkan kendi fikirlerini
geliştirmeye bütünüyle odaklanabilmiş olmasıdır. Bu durum özgün fikirlerin
önünü açar, Dr. Fairbairn 'in özgünlüğü de tartışmasızdır. Öte yandan, yal
nız çalışan birinin gözünden kaçabilecek hususlara işaret eden, tek taraflı
düşünme riskini hafifleten çalışma arkadaşlarıyla tartışma imkanının yerini
doldurmak için çok kuvvetli bir özeleştiri meziyeti gerekir. Kitabın içeriğine
dair yapılacak değerlendirmelerin önüne geçmek bana düşmez, ama düşünce
ufkumuzu açacağına kesin olarak inandığımı söyleyebilirim.
Dr. Fairbairn'in yenilikçi fikirlerini tek cümlede ifade etmek mümkün ol
saydı şöyle denebilirdi. Freud'un yaptığı gibi çeşitli erojen bölgelerin tahrikin
den ve üreme organlarının faaliyetiyle doğan içsel gerilimden kaynaklanan
sinir sistemi uyarımını başlangıç noktası almak yerine, Dr. Fairbairn kişiliğin
merkezi olan benlikten başlayarak benliğin destek bulabileceği nesneye ulaş
ma çabalarını ve bu yolda karşılaştığı güçlükleri anlatır. İlerleyen sayfalarda
işlediği bu temanın biyoloj ik olarak içgüdü problemlerine, psikoloj ik olarak
da dışarıdaki nesnelerle içerideki nesneler arasındaki hayret verici etkileşime
yansımalarını derinlemesine incelemiştir. Bütün bunlar psikanalize yeni bir
soluk getirerek verimli tartışmalara öncülük edecektir.
ERNEST JONES
G İ RİŞ
David E. Scharff, MD ve Ellinor Fairbairn Birtles
Fairbairn 'in nesne ilişkilerine dayalı kişilik kuramının nihai haline ulaştığı
"Nesne İlişkileri Bağlamında İçruhsal Yapı" makalesinin yayımlanmasından
bu yana elli yıl geçti. Bu makalede Fairbairn'in esas katkıları bütün olarak yer
alsa da sonradan ufak tefek değişiklikler, örneklemeler, uygulamalar gelmiştir.
Bu kitabın ilk dört makalesi Fairbairn'in özgün katkısının temelini oluştur
maktadır. Bunlardan önce yazdığı makaleleri okuyunca Freud'un başlıca eser
leri üzerine yaptığı dikkatli incelemelerin, bastırma ve çözülme süreçlerine gös
terdiği yakın ilginin ve mantıksal düşünceye bağlılığının on üç yıllık ilk dönem
psikanaliz yazılarına rehberlik ettiğini görmek zor değildir. Freud'a gösterdiği
yakın ilginin bariz olduğu o ilk yazılarında bile, açık seçik ifade edilmese de
zaman içinde öne çıkan bir varsayım bulunur: Yaşamdaki olayların anlamı son
derece kişisel ve kişiye özgüdür, her bireyin yaşam seyri ve bağlamı içinde anla
şılabilir ancak. Fairbairn başından beri her bireyin büyüme ve gelişim bağlamı
nı ailenin oluşturduğunu savunmuştur. Belki Freud hariç ilk dönem yazarların
hepsini geride bırakacak şekilde, Fairbairn'in klinik odak noktasını, önceden
belirlenmiş bir yapının gözler önüne serilmesi değil, aile deneyiminin terapi4eki
bireysel anlatıyı nasıl şekillendirdiğini anlamak olmuştur. Bu kitapta yer alan iki
ilk dönem yazısında bunu açıkça görebiliriz: genital anormalliği olan hastanın
analizi üzerine yazısı ( 1 93 1 ) ve Kral V. George'un ölümü gibi ulusal bir olayın
üç analiz hastası açısından taşıdığı farklı anlamları daha kısaca örneklendirdiği
yazısı ( 1 936). Savaş nevrozlarının doğası üzerine makalesinde ( 1 94 3 ) bunun
daha açık seçik ifade edildiğini görürüz. Bu konular ilk dönem klinik ve kuram
sal yazılarında da belirgindir; yakın zamana kadar derlenmemiş olan bu yazılar
artık iki cilt halinde basılmıştır: From Instinct to Sel{: Selected Papers of W. R.
D. Fairbairn [İçgüdüden Kendiliğe: W . R. D . Fairbairn'in Seçme Yazıları] . O
yazılarda Fairbairn'in klinik açıdan aileye odaklanmasına paralel olarak ruhsal
örgütlenmenin gözler önüne serilmesine yoğun ilgisini görebiliriz.
X PSİKANALİTİK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
Freud'un libidonun esasen haz aradığı fikri, enerjiyi yapıdan ayrı tutma
sının doğrudan sonucudur; zira enerji yapıdan ayrı tutulduğunda, rahatsız
edici olmadığı, hoşa gittiği düşünülebilecek tek ruhsal değişim, kuvvetlerin
dengeye gelmesini sağlayan, yani yönsüz değişimdir. Halbuki enerjinin yapı
dan ayrılmaz olduğunu düşünürsek, anlaşılır olabilecek tek değişim yapısal
ilişkilerdeki ve yapılar arası ilişkilerdeki değişimlerdir. ( 1944: 126)
Kitabıma dair çıkan eleştiri yazılarında en çok dikkatimi çeken şey, gö
rüşlerimin çeşitli yanlarına ilgi gösterilse de içruhsal yapıya dair görüşlerimin
öylece yok sayılması oldu. Bu bende hayal kırıklığı yarattı, zira bence görüş
lerim arasında en önemli olanlar bunlardı.
diği yeni yönün herkese mal olduğunu doğruluyordu, öyle ki onun çizdiği yönde ilerle
yenler yolu kendilerinin bulduğunu sanabildiler. Daha yakın zamanda Rayner (1991),
Padel (1972; 1992), Ogden (1986) Fairbairn'in katkılarını önemli görüp incelediler.
Mitchell güncel analiz kuramındaki en ilginç gelişmelerden biri olarak Fairbairn'in
katkılarını ilişkisel kuramının merkezine koydu (1988); Jill ve David Scharff, Washin
gton Psikiyatri Okulu'ndan meslektaşlarıyla birlikte, Fairbairn ve Sutherland'in yeni
derlenen makalelerinin yayıma hazırlanmasında görev aldılar (Sutherland, 1994; Fair
bairn, 1994) ve Fairbairn'in kavramlarının aile ve evlilik terapisi, travma gibi alanlarda
uygulanmasını teşvik ederken kendilik ve nesne ilişkilerine dayalı bütünleşik psikotera
pi ve psikanaliz düşüncesini geliştirmeye devam ediyorlar (D . Scharff, 1992; J. Scharff,
1992; D . ve J. Scharff, 1994) .
Fairbairn'in çalışmalarının ölümünden bu yana uygulandığı sahaların bu kısa ta
raması son derece eksik olup geniş vizyonunun hakkmı vermekten çok uzaktır. Bu
kitapta yer alan makalelerde analiz uygulamalarının kapsamını genişleten Fairba
irn, analitik vizyonun toplumsal meselelere ve politikalara, ulusçuluk ve uluslararası
ilişkilerin anlaşılmasına uygulanması gerektiğini düşünüyordu . Fram Instinct ta Sel{
[İçgüdüden Kendiliğe] kitabında yayımlanan diğer yazılarında nesne ilişkilerini ve
psikanalizi sanat psikolojisine, felsefeye, eğitim ve çocuk gelişimine uygulamıştır. Bu
yolların henüz başında olsa da fikirlerinin potansiyel uygulama alanlarını ve kulla
nışlılığını görmemize yetecek kadar ilerlemiştir. Fikirleri bugün psikanaliz vizyonu
nun o kadar ayrılmaz parçası haline gelmiştir ki söylenmesine gerek olmayan apaçık
gerçeklere dönüşmüştür; sanki ilişki ihtiyacı öteden beri gelişimin ve terapinin temel
olgularından biri olarak görülmüş, bölmenin değişik biçimleriyle hayatın başından
itibaren önemli olduğu hep biliniyormuş gibi gelir. Fairbairn'den önce analistin tek
nik doğruluk için çabalayan ve sürece dahil olmayan, tarafsız bir yansıtma ekranı
olduğu savunuluyordu . Onun vizyonu sayesinde artık analistin terapi ilişkisine dahil
olduğunu, hastayla aynı gelişimsel süreçlerle ve içsel dinamiklerle boğuştuğunu, bu
süreçlerin dışında ve üstünde olduğu için değil, kendi deneyimleri vasıtasıyla hasta
larının büyüme ve gelişme süreçlerinde yanlarında olabildiği için yardım edebildiğini
görüyoruz . Fairbairn terapi sürecinin nihayetinde temel değişim vasıtası olarak ilişki
nin önemine bağlı olduğunu söylüyordu:
Benim kanaatimce, asıl belirleyici etken hastanın analistle olan ilişkisidir; diğer
etkenlerin...etki göstermeyi bırakın, var olınası bile bu ilişkiye bağlıdır, zira analistle
terapi ilişkisi olmadığı takdirde hiçbiri meydana bile gelınez. (Fram Instinct ta Sel{
[İçgüdüden Kendiliğe], Cilt 1: "Psikanalizin Doğası ve Amaçları Üzerine" (1958: 379))
REFERANSLAR
Bowlby, J. (1969, 1973, 1980) Attachment and Loss, Vols. 1, il and III, Lan
don: Hogarth.
Dicks, H. V. (1967) Marital Tensions, London: Routledge & Kegan Paul.
Einstein, A. (1933) ' On the Method of Theoretical Physics: The Herbert Spen
cer Lecture delivered at Oxford on 10 June 1933', Oxford: Clarendon
Press. Reissued in N. G.
Coley and V. M. D. Hali (eds) (1980) Darwin ta Einstein: Primary Sources on
Science
and Belief, Harlow and New York: Longman.
Fairbairn, W. R. D. (1928) ' The Ego and the ld', in D. E. Scharff and E. F.
Birtles ( eds)
(1994) From Instinct ta Sel(, Vol. il, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1929a) ' The Super-Ego', in D. E. Scharff and E. F. Birtles (eds) (1994) From
Instinct ta Sel(, Vol. il, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1929b) ' Dissociation and Repression', in D. E. Scharff and E. F. Birtles
(eds) (1994) From Instinct ta Sel(, Vol. il, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1930) 'Libido Theory Re-examined', in D. E. Scharff and E. F. Birtles (eds)
(1994) From Instinct ta Sel(, Vol. il, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1943) ' Phantasy and lnternal Objects', in D. E. Scharff and E. F. Birtles
(eds)
(1994) From Instinct ta Sel(, Vol. il, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1944) 'Endopsychic Structure Considered in Terms of Object-Relations
hips',
reprinted in this volume, pp. 82-136.
- (1952) Psychoanalytic Studies of the Personality, Landon: Tavistock and
Routledge & Kegan Paul.
- (1954) ' The Nature of Hysterical States', in D. E. Scharff and E. F. Birtles
(eds)
(1994) From lnstinct ta Sel(, Vol. 1, Northvale, NJ: Jason Aronson.
- (1958) ' On the Nature and Aims of Psychoanalysis', in D. E. Scharff and
E. F. Birtles (eds) (1994) From Instinct ta Sel(, Vol. 1, Northvale, NJ: Jason
Aronson.
- (1994) From Instinct ta Sel(: Selected Papers of W. R. D. Fairbairn: Volu
mes I & ll. Ed. D. E. Scharff & E. F. Birtles. Northvale, NJ: Jason Aronson.
Grotstein, J. S. (1981) Splitting and Projective Identification, New York: Jason
GİRİŞ XIX
Aronson.
Guntrip, H. (1961) Personality Structure and Human Interaction, London:
Hogarth Press and the Institute of Psycho-Analysis.
- (1969) Schizoid Phenomena. Object-Relations and the Sel{, New York: ln
ternational Universities Press.
Hegel, G. W. F. (1817) 'The Logic of Hegel ', in The Encyclopaedia of the Phi
losophical
Sciences, trans. W. Wallace (1874), Oxford: Clarendon Press.
Kernberg, O. F. (1963) 'Discussion of Sutherland's " Object-Relations and the
Conceptual
Model of Psychoanalysis '' ,' British Journal of Medical Psychology 36:121-4.
- (1976) Object-Relations and Clinical Psychoanalysis, New York: Jason
Aronson.
- (1980) Internal World and External Reality: Object-Relations Theory App
lied, New York: Jason Aronson.
Kohut, H. (1971) The Analysis of the Sel{, New York: International Universi
ties Press.
- (1977) The Restoration of the Self, New York: lnternational Universities
Press.
Mitchell, S. (1988) Relational Concepts in Psychoanalysis, Cambridge, MA:
Harvard University Press.
Ogden, T. H. (1986) The Matrix of the Mind, Northvale, NJ: Jason Aronson.
Padel, J. (1972) 'The Contribution of W. R. D. F airbairn', Bul/etin of the Euro
pean
Psycho-Analytical Federation 2: 13-26.
- (1992) 'Fairbairn's Thought on the Relationship between Inner and Outer
Worlds',
London: Free Association.
Pringle-Pattison, A. Seth (1882) The Development {rom Kant to Hegel, Lon
don: Williams
& Norgate.
Rayner, E. (1991) The Independent Mind in British Psychoanalysis, Northva
le, NJ: Jason
Aronson.
Scharff, D. E. (1992) Refinding the Object and Reclaiming the Sel{, Northvale,
NJ: Jason
Aronson.
Scharff, D. E. and Scharff, J.S. (1987) O bject-Relations Family Therapy, Nort
hvale, NJ:
Jason Aronson.
- (1994) Object-Relations Therapy o{ Trauma, Northville, NJ: Jason Aronson.
Scharff, J.S. (ed . ) (1989) Foundations of Object-Relations Family Therapy,
Northvale,
NJ: Jason Aronson.
- (1992) Projective and Introjective Identification and the Use of the Thera
pist's Sel{, Northvale, NJ: Jason Aronson.
Singer, P. (1983) Hegel, Oxford and New York: Oxford University Press.
Sutherland, J. D. (1963) 'Object-Relations and the Conceptual Model of Psy-
choanalysis',
British ]ournal of Medical Psychology 36: 109-24 .
- (1989) Fairbairn's Journey to the Interior, London: Free Association.
- (1994) Therapy of the Autonomous Sel{, Northvale, NJ: Jason Aronson.
Winnicott, D. W. and Kalın, M. (1953) 'Review of Psychoanalytic Studies of
the
Personality by W. R. D. Fairbairn', lnternational Journal of Psychoanalysis
34: 329-33.
1. KI SI M
Şizoid nitelikteki zihinsel süreçlerle son zamanlarda giderek daha çok meş
gul olmaya başladım ve artık bana öyle geliyor ki bu tür süreçlerin kişiliğe
belirgin şizoid mahiyet katacak kadar öne çıktığı vakalar bütün psikopatoloj i
alanında en ilginç ve en bol malzemeyi sağlayan vakalardır. Bu görüşü destek
leyen çeşitli hususlardan özellikle şunlara değinebilirim: (1) Tüm psikopato
loj ik durumlar içinde kökü en derine inenler şizoid rahatsızlıklar olduğundan
hem kişiliği meydana getiren esasları hem de en temel zihinsel süreçleri ince
lemek için en uygun fırsatı sunanlar da onlardır. (2) Terapide şizoid vakanın
analiz edilmesi, psikopatolojik süreçlerin olanca çeşitliliğiyle tek bir kişide
incelenmesine imkan tanır, zira bu tür vakalarda nihai duruma varılıncaya
kadar genellikle kişiliği savunmak için eldeki tüm yöntemler kullanılmıştır. (3)
Yaygın kanaatin aksine, aşırı gerilemiş halde olmayan şizoidler, ister normal
ister anormal her türlü insandan daha derin içgörü yeteneğine sahiptir; bu
nun sebebi, en azından kısmen, epey içedönük olmaları (yani iç dünyalarıyla
meşgul olmaları ) ve iç dünyalarındaki derin psikoloj ik süreçleri iyi tanımala
rıdır (bu süreçler düpedüz "psikonevrotik " diye sınıflandırılanlarda da elbette
mevcut olmakla birlikte en inatçı savunmalar ve çetin dirençlerle bilinç dışın
da tutulur) . (4) Yine yaygın kanaatin aksine, şizoidlerin hatırı sayılır aktarım
kabiliyeti olup terapi sürecini ilerleten beklenmedik imkanlar sunarlar.
Açık şizoid rahatsızlıklar şu kategorilere ayrılabilir:
(1) Şizofreni.
(2) Şizoid Tipte Psikopatik Kişilik - bu grubun psikopatik kişilik vakaları
nın çoğunluğunu teşkil ettiği pekala söylenebilir (epileptik kişilikler de bunun
dışında değildir) .
ı Bu makalenin kısaltılmış hali 9 Kasım 1 940'ta Britanya Psikoloji Cemiyeti İskoçya Şubesi
karşısında okunmuştur.
4 PSİKANALİTİK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
şizoid nitelik taşıdığının farkına varmak mümkün olur; örneğin (kişinin ister
kendisine ister çevreye atfettiği) "yapaylık " hissi, dünyayla arasında bir cam
varmış gibi hissetme, tanıdık kişileri veya ortamları yabancılama, yabancı şey
lerin tanıdık gelmesi. Yabancı şeylerin tanıdık gelmesiyle bağlantılı ilginç bir
deneyim olan " dejavu "nun da yine şizoid bir süreç içerdiği düşünülmelidir.
Uyurgezerlik, füg, çifte kişilik, çoklu kişilik gibi çözülmeli görüngülere de aynı
şekilde bakmak gerekir. Çifte ve çoklu kişilik tezahürlerine bakacak olursak,
Janet, William James ve Morton Prince'ın anlattığı birçok vaka titizlikle in
celendiğinde bunların esasen şizoid nitelikte olduğu sonucuna varılabilir. Ja
net'nin, klasik kavramı "histeri " ye temel oluşturan çözülmeli görüngülerin
tezahürü diye aktardığı pek çok vakanın pekala şizofrenik davranışlar sergi
lediğini söylemek de yerinde olacaktır; benim yorumuma göre bu olgu, kendi
gözlemlerime dayanarak halihazırda vardığım sonucu desteklemektedir: His
terik kişilikte, ne kadar derinde gömülü olursa olsun, gerek az gerek çok, ama
her daim şizoid bir unsur bulunur.
Şizoid görüngüleri bu anlattığım şekilde daha geniş çerçevede düşünüp
" şizoid " teriminin yananlamını genişlettiğimizde, terimin düzanlamı da kaçı
nılmaz olarak genişlemeye uğrar ve sonuçta ortaya çıkan şizoid grubun hayli
kapsamlı olduğu görülür. Örneğin her toplulukta bulunan fanatikler, ajitatör
ler, suçlular, devrimciler ve sair düzen bozucu unsurların büyük kısmı bu gru
ba girer. O kadar göze çarpmamakla beraber aydın kesimde de şizoid özellik
lere çokça rastlanır. Elitlerin burjuvalara dudak bükmesi, marjinal sanatçının
kültürsüzü hor görmesi şizoid nitelikte hafif tezahürler olarak görülebilir. Üs
telik ister edebi ister sanatsal ister bilimsel olsun böylesi entelektüel uğraşların
az çok şizoid özellikler taşıyanları bilhassa cezbettiği anlaşılmaktadır. Bilimsel
uğraşların çekiciliği, şizoidin düşünce süreçlerine fazlasıyla kıymet vermesi
kadar mesafeli tavrından da ileri gelir; zira bilim alanında her iki özelliğin de
faydasını görmek işten bile değildir. Bilimin obsesyonel cazibesi öteden beri
bilinmektedir elbette, her şeyin derli toplu ve kılı kırk yaran doğrulukta olma
sına duyulan kompulsif ihtiyaçtan kaynaklanır; lakin şizoid cazibe de ondan
aşağı kalmaz ve hiç olmazsa aynı ölçüde dikkate alınmalıdır. Son olarak, önde
gelen bazı tarihsel şahsiyetlerin şizoid kişilik ya da şizoid karakter diye yo
rumlanmaya müsait olduğunu ileri sürebilirim, hatta tarihte iz bırakanlar da
genellikle bu gibi şahsiyetlerdir sanki.
Şizoid kategori diye tasavvur ettiğimiz gruba giren çeşit çeşit insanın ortak
özelliklerinden üç tanesi özel olarak bahsetmeye değecek kadar göze çarpar:
( 1 ) tümgüçlülük tavrı, (2) kendini yalıtma ve mesafe koyma, (3) iç dünyay
la fazla meşgul olma. Fakat bu özelliklerin illa açıktan açığa görünmediğini
hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla tümgüçlülük tavrı bilinçli de bilinçdışı da
olabilir. Ayrıca belli faaliyet alanlarıyla sınırlı kalabilir. Aşırı telafi çabasıyla
satıhta yer alan bir aşağılık hissi veya alçakgönüllülük kisvesine bürünebilir
yahut kıymetli bir sır gibi bile korunabilir. Kendini yalıtma ve mesafelenme
6 PSİKANALİTİK KİŞİLiK ÇALIŞMALAR!
2 1908 tarihli "The Content of the Psychoses" (Psikozların İçeriği) adlı makale - ç.n.
NESNE İLİŞKİLERİNE DAYALI KİŞİLiK KURAM! 1 BiRiNCi BÖLÜM 7
yitirir; lakin böylesi bir gelişim seyri bir kişiye bile nasip olmamıştır. Benliği,
hangi şart altında olursa olsun, en basit bölünmüşlük emaresi bile gösterme
yecek kadar tek parça ve istikrarlı birinin olduğuna ihtimal vermek zordur.
Başı beladayken anormal bir sükunet ve kayıtsızlık duymamış ya da utançtan,
şaşkınlıktan bir anlığına kendi kendine dışarıdan bakar hale gelmemiş " nor
mal " insan pek yoktur; geçmişle bugünün, hayalle gerçeğin birbirine karıştığı
"dejavu " denen o tuhaf deneyimi de çoğu insan yaşamıştır. Tüm bunların
esasen şizoid görüngüler olduğunu öne sürmekteyim. Hele bir evrensel görün
gü vardır ki istisnasız herkesin en derinde şizoid olduğunu kesinkes ki!nıtlar:
Rüyadır bu; zira Freud'un araştırmalarına göre, insan rüyada kendini genel
likle iki veya daha fazla ayrı kişi olarak görür. Bu noktada rüyalarla ilgili edin
diğim fikrin şu minvalde olduğunu söyleyebilirim: Rüyada gözüken kişiler,
rüya görenin ya 1) kişiliğinin bir yönünü ya da 2 ) iç dünyasında kişiliğinin bir
yönüyle, genellikle özdeşim üzerinden, ilişki kurduğu bir nesneyi temsil eder.
Her halükarda, rüya görenin kendini rüyada birden fazla kişi olarak görmesi,
rüyadaki bilinç düzeyinde rüya görenin benliğinin bölünmüş olduğundan baş
ka bir şekilde yorumlanamaz. Bu yüzden, rüya evrensel bir şizoid görüngüdür.
Freud'un tanımladığı haliyle " üstbenlik " de benliğin bölünmüş olduğuna işa
ret eden evrensel bir görüngü olarak yorumlanmalıdır; madem "üstbenlik " ile
" benlik " birbirinden ayırt edilebilecek yapılardır, üstbenliğin sırf varlığı bile
şizoid konumun tesis edilmiş olduğuna kanıt teşkil eder.
" Şizoid" terimine önem kazandıran benlik bölünmesi kavramı ancak psi
koloj ik köken bakımından düşünüldüğünde aydınlatıcı bir kavram olur. Bu
yüzden benlik gelişimine kısaca göz atmak gerekir. Freud'un en çok üzerinde
durduğu benlik işlevi, uyum sağlama işlevidir; benlik bu işlevi yerine getirir
ken temel içgüdüsel faaliyetler ile dış dünyada hüküm süren şartlar, özellikle
de toplumsal koşullar arasında ilişki kurar. Lakin benliğin bütünleştirme iş
levleri olduğu da unutulmamalıdır; ( 1 ) gerçekliğe dair algıları bütünleştirmek
ve (2) davranışları bütünleştirmek bu işlevlerin en önemlilerindendir. Benliğin
önemli işlevlerinden biri de iç dünya ile dış dünya arasındaki ayrımı gözet
mektir. Benliğin bölünmesi bu işlevlerin tümünün kademeli gelişimini, farklı
derecelerde ve oranlarda da olsa, tehlikeye atar. Dolayısıyla, gelişim süreci
sonunda benlik bütünlüğünün çeşitli derecelerde olabileceğini görmek gerekir.
Hatta kuramsal bir bütünlük ölçeği düşünebiliriz; bir uçta tamamen bütünleş
miş benlik, öbür uçta bütünleşmenin hepten sekteye uğraması, arada da çeşitli
bütünlük dereceleri bulunur. Böylesi bir ölçekte şizofrenler alt basamaklarda
yer alırken, şizoid kişilikler biraz daha üst basamaklarda, şizoid karakterler
daha da üst basamaklarda vs. diye gider; fakat bölünmenin olmadığı kusursuz
bütünleşmeyi temsil eden en üst basamak sadece kuramsal bir ihtimal olarak
görülmelidir. Bu ölçeği aklımızda tutarsak, yeterince ağır şartlar altında her
hangi bir insanın da birtakım şizoid özellikler gösterebileceğini daha rahat
anlayabiliriz. Bazıları ancak ergenlik, evlilik, savaş zamanı askere gitmek gibi
8 PSİKANALİTİK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
vücuttan atmaktır elbette, ama çocuk çok geçmeden boşaltımı biyoloj ik amaca
uygun olarak kötü libidinal nesnelerle baş etmenin klasik yolu olarak görmeyi
öğrenir; çocuk için boşaltımın ilk psikoloj ik anlam ve önemi, yaratıcı faaliyet
niteliği taşımasından ileri gelir. Boşaltım kişinin ilk yaratıcı faaliyeti, ortaya
çıkan ürünler de ilk yaratımlarıdır - içsel olup dışsallaştırdığı, kendine ait olup
verdiği ilk şeydir. Bu bakımdan, boşaltım faaliyeti, esasen almaya dayanan oral
faaliyete tezat teşkil eder. İki libidinal faaliyet arasındaki bu karşıtlık, tam tersi
yönde başka bir karşıtlığın da aynı anda mevcut olmasına engel değildir; zira
diğer taraftan, tabii ki oral içealım tutumu nesneye değer verme, boşaltım tu
tumuysa nesneyi değersizleştirme ve reddetme anlamı taşır. Fakat konumuzla
ilgili olan nokta şudur ki zihnin derinlerinde, almak vücutta biriktirmenin, ver
mekse vücuttan atmanın duygusal eşdeğeridir. ilaveten, derinlerde, vücudun
içindekilerle zihnin içindekilerin duygusal anlamı aynıdır; dolayısıyla insanın
birine karşı tutumu öbürüne karşı tutumunu yansıtır. İlk çocukluk döneminde
oral içealım tutumunun vücudun içindekilere aşırı değer vermesi gibi, şizo
id eğilimli biri de zihnin içindekilere aşırı değer verir. Zihninin içindekilere
böyle aşırı değer vermesi, örneğin, sosyal bağlamda duygularını dışavurma
güçlüğünde kendini gösterir. Böyle biri için, duygularını dışavurmanın par
çası olan verme unsuru, içindekileri kaybetme anlamı taşır; bu nedenle sosyal
temaslardan çoğu kez bitkin düşer. O yüzden insanlarla birlikte uzun zaman
geçirdiğinde " içinden bir gücün akıp gittiğini" hisseder, duygu deposu tekrar
dolabilsin diye bir süre sessiz, sakin ve yalnız kalmaya ihtiyaç duyar. Hastala
rımdan biri, müstakbel nişanlısıyla üst üste iki gün görüşemiyordu; çünkü çok
sık görüştüklerinde kişiliğinin kuruyup zayıfladığını hissediyordu. Şizoid eğili
min belirgin olduğu kişiler, duygusal kayba karşı savunma olarak duygulanımı
bastırma ve mesafe koymaya başvurur, bu yüzden başkalarına soğuk, hatta
uç durumlarda insanlıktan çıkmış gibi görünürler. Böylelerine "içine kapanık
kişilikler" denir; duygularını ne kadar içlerine kapadıklarına bakınca bu ifade
fevkalade yerindedir. Duygusal kayıpla ilgili kaygı bazen kendini tuhaf şekil
lerde gösterir. Örneğin analize başvuran genç bir adamın vakasını ele alalım;
ilk görüşmede sezdiğim o hafiften esrarengiz havayı taşıyanların alttan alta
şizoid eğilim barındırdığı kanaatine varmışımdır, herhangi bir somut semptom
ortaya koyamadıkları da çok olur. Üniversite öğrencisi olan bu hastanın nesnel
problemi sınavlardan sürekli kalmasıydı. Özellikle sözlü sınavlarda çok zorla
nıyordu; işin çarpıcı yanı, doğru yanıtı bildiğinde bile çoğu zaman soruya yanıt
verememesiydi. Babasıyla ilişkisinden kaynaklı sorunların bunda rolü olduğu
ortaya çıkacaktı elbette, ama kendisine odaklandığımızda, yaşadığı zorluğun
aldığı biçim şu bakımdan önemliydi: Doğru yanıtı vermek, güç bela elde ettiği
(yani içselleştirdiği ) bir şeyi vermek, dolayısıyla çok değerli bir şeyi kaybetmek
demekti. Şizoid eğilimli kişilerin duygusal anlamda vermeyle ilgili sıkıntılarını
aşmak için yararlandığı çeşit çeşit teknik vardır. Bunlardan ikisine değinebili
riz: (a) rol yapma tekniği, (b) teşhircilik tekniği.
1 2 PSIKANALİTIK KiŞiLiK ÇALIŞMALARI
manın müthiş kaygı verici olmasına yol açabilir, zira doğum yapmak çocuk
sahibi olmaktan çok içindekileri kaybedip bomboş kalmak anlamına gelir.
Benim bu tip kadın hastalarım olmuştur; içindekileri bırakmayı hiç istemedik
leri için doğumları aşırı zor geçmiştir. Bu vakalarda söz konusu olan vücuttan
atmadır, ama daha zihinsel alanda da benzer bir durum görülebilir. Örneğin
bir sanatçı, tablosunu bitirdikten sonra bir şey yarattığını veya kazandığını
değil, içinden bir gücün akıp gittiğini hissediyordu. Bazı sanatçıların yaratıcı
faaliyetlerinin ardından gelen verimsiz ve huzursuz dönemlerini bu olgunun
yardımıyla açıklayabiliriz; bahsettiğim sanatçının vakasında öyle olmuştu.
Şizoid öğeler barındıran kişinin vermeyi ve yaratmayı takip eden yoksul
laşma hissini hafifletmek için sıklıkla başvurduğu ilginç bir savunma vardır.
Verdiği veya yarattığı şeyi değersiz bulan bir tavra bürünür. Az önce bahset
tiğim sanatçı, bitirdikten sonra tablolarını hiç umursamaz oluyordu; bitmiş
tablolar ya stüdyonun bir köşesine atılıyor ya da sırf satılacak mal muamelesi
görüyordu. Aynı şekilde, benzer zihniyetteki kadınlar bazen doğumdan sonra
çocuklarını hiç umursamaz olurlar. Diğer yandan, şizoid özellikler taşıyan biri
içindekileri kaybetmeye karşı büsbütün ters yönde bir savunma da benimse
yebilir; kayıp hissine karşı kendini emniyete almak için, ortaya çıkardığı şeye
hala kendisinin parçasıymış gibi davranabilir. Örneğin anne, çocuğuna doğ
duktan sonra kayıtsız kalmak şöyle dursun, kendi parçası gözüyle bakmaya
ve aşırı değer vermeye devam edebilir. Böyle bir anne çocuğunu gereğinden
çok sahiplenir, ayrı bir insan yerine koyamaz - olan zavallı çocuğa olur. Bu
kadar feci sonuçlar doğurmasa da benzer bir durum, sanatçının, içindekileri
kaybettiği hissinden kendini korumak için, tablolarını başkaları aldıktan son
ra bile gerçeğe aykırı düşecek şekilde hala kendine aitmiş gibi görmesidir. Bu
bağlamda yine vermenin yerine göstermeyi koyan savunma biçiminden söz
edebiliriz. Sanatçı tabii ki tablolarını sergiler yani " gösterir" , böylece kendini
dolaylı olarak açığa çıkarmış olur. Yazar da kitapları vasıtasıyla kendini dün
yaya belli bir mesafeden gösterir. Sanat böylelikle şizoid eğilimli kişilere gayet
elverişli dışavurum kanalları sunar. Sanatsal faaliyet sayesinde hem vermenin
yerine göstermeyi koymuş hem de iç dünyadan dış dünyaya geçtikten sonra
bile kendilerinin parçası olarak görebilecekleri şeyler ortaya çıkarmış olurlar.
İç dünyayla fazla meşgul olmanın bir başka önemli tezahürü düşünselleş
tirme eğilimidir. Tipik şizoid özelliklerin başında gelen düşünselleştirme, son
derece güçlü bir savunma tekniği olup psikanalitik terapide hayli zorlu bir
direnç teşkil eder. Düşünselleştirme, düşünce süreçlerine aşırı değer verilmesi
anlamına gelir; düşünceye bu şekilde aşırı değer verilmesi de şizoid eğilimli ki
şinin başkalarıyla duygusal temas kurmada güçlük çekmesiyle ilişkilidir. Ken
di iç dünyasıyla meşguliyeti ve peşi sıra duygulanımın bastırılması sebebiyle
insanlarla ilişkilerinde doğal ve kendiliğinden davranmakta, hislerini doğal
olarak dışavurmakta zorlanır. Bu yüzden duygusal sorunlarını iç dünyasında
düşünsel düzeyde halletmeye çalışır. Bilinçli niyetine bakacak olursak, duygu-
NESNE İ LİŞKİLERİNE DAYALI KİŞİLİK KURAM! 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1 5
sal sorunlarını düşünsel düzeyde çözme çabası, en başta, dış nesnelerle ilişki
lerinde uyum sağlayacak davranışlar geliştirmeyi amaçlar. Fakat bilinçdışının
derinlerinden kaynaklanan duygusal çatışmaların bu şekilde çözülmesi pek
mümkün olmadığı için, duygusal sorunlara dış dünyadaki insan ilişkilerinin
duygusal çerçevesinde pratik çözüm bulma çabası gitgide yerini duygusal so
runlara düşünsel çözümler getirmeye bırakır. İçselleştirilmiş nesnelere yapılan
libido yatırımı da bu eğilimi iyice pekiştirir. Basbayağı duygusal olan sorunla
ra düşünsel çözümler getirme arayışı iki önemli gelişmeye yol açar: ( 1 ) Düşün
ce süreçlerine yapılan libido yatırımı artar; yaratıcı faaliyet ve kendini ifade
etmenin asıl alanı düşünce dünyası olur; (2) hislerin yerini fikirler, duygusal
değerlerin yerini düşünsel değerler alır.
Gerçek şizofrenlere baktığımızda, hislerin yerine fikirlerin geçmesi uç nok
talara varır. Böyle vakalarda, ortaya çıkan hisler genellikle düşüncelerin içe
riğine ayak uyduramaz, içinde bulunulan duruma uygun düşmez; duygusal
dışavurumların katatonik vakalardaki gibi ansızın şiddetli patlamalar şeklin
de görüldüğü de olur. Zaten "şizofreni" terimi, en başta, zihnin bölündüğü
izlenimini veren bu duygu-düşünce kopuşunun gözlemlenmesine dayanarak
benimsenmiştir. Fakat söz konusu bölünmenin esasen benliğin bölünmesi ol
duğunu anlamak gerekir. Yüzeyde kendini duygu ile düşüncenin birbirinden
kopuşu olarak gösteren şey aslında benliğin ( 1 ) üst düzeylerini temsil eden ve
bilinci içeren yüzeysel parçası ile (2) alt düzeylerini temsil eden ve libidoyla en
çok donanmış yani duygulanımın kaynağı olan unsurları içeren derin parçası
arasındaki bölünmenin yansıması olarak yorumlanmalıdır. Dinamik psikana
liz açısından böyle bir bölünmeyi açıklamanın tek yolu bastırma kavramıdır;
bu varsayımdan hareketle varabileceğimiz yegane sonuç, benliğin daha çok
libido içeren derindeki parçasının, düşünce süreçlerinin daha gelişkin olduğu
yüzeysel parçası tarafından bastırıldığıdır.
Şizoid özelliklerin nispeten hafif olduğu kişilerde elbette duygu ile düşünce
arasındaki kopuş bu kadar belirgin değildir. Yine de hem duygusal değerlerin
yerine düşünsel değerleri koymaya hem de düşünce süreçlerine yüksek dü
zeyde libido yatırımı yapmaya tipik olarak meyillidirler. Böyle kişiler insani
temelde duygusal ilişkiler kurmaktansa ayrıntılı düşünce sistemleri oluştur
maya eğilimlidir. Üstelik kendi yarattıkları sistemde bulunan nesneleri libido
nesnesi haline getirirler. "Aşka aşık " olmak tam da bu nitelikte bir görüngü
olup şizoidin birine gönül vermesi genellikle böyle bir unsur barındırır. Bu tür
bir aşkın sözde sevgi nesnesine yaşatabileceği şeyler bile ziyadesiyle tatsızken,
cidden şizoid kişilikteki birinin aşırı uç bir siyasi görüşe kendini kaptırması
daha da vahim sonuçlar doğurur, zira bu sefer zarar göreı:ılerin sayısı milyon
ları bulabilir. Böyle bir kişilik, gönül verdiği düşünce sistemini kaskatı yorum
layıp herkese uyguladığında tam bir fanatik olma yoluna girer, hatta özünde
fanatiktir zaten. Üstüne üstlük böyle bir fanatiğin kendi sistemini acımasızca
başkalarına dayatma hevesi ve kudreti varsa durum felakete dönebilir; ger-
1 6 PSİKANALITİK KiŞiLiK ÇALIŞMALARI
ğinden ötürü hayatının başında annesi tarafından insan olarak, kendisi olarak
sahiden sevilmediği, değer görmediği inancını edinmiştir; (2) sonuçta ortaya
çıkan yoksunluk ve aşağılık hissi içine işlediğinden anneye saplanıp kalmıştır;
( 3 ) bu saplanmaya eşlik eden libidinal tutum aşırı bağımlı olmakla kalmayıp,
benliğin tehlike altında olduğu kaygısıyla özkorumacı ve narsisistik nitelik
kazanmıştır; ( 4) ilk oral evredeki tutuma gerileyince hem önceden içselleştiril
miş " meme-anne" ye yapılan libido yatırımı yoğunlaşmış hem de içselleştirme
süreci gereksiz yere başka nesnelerle olan ilişkilere de uzanmıştır; ( 5 ) sonuçta
dış dünya pahasına genel olarak iç dünyaya aşırı değer verilmiştir.
oral sevgi ile ısırmayla ilişkili oral nefret birbirinden ayrışır; bunun sonucu
olarak ambivalans gelişir. ilk oral evre ambivalans öncesidir ve bunun önemi
de şurada yatar: Çocuğun bu ambivalans öncesi evredeki oral davranışı, kişi
nin sevgiyi dışavurmasının ilk yoludur. Çocuğun emme durumunda annesiyle
olan ilişkisi, sevgi ilişkisine dair ilk deneyimidir, bu yüzden de sevgi nesnele
riyle kuracağı tüm ilişkilerin temelini oluşturur. Aynı zamanda ilk sosyal ilişki
deneyimi olup sonradan topluma karşı benimseyeceği tutum da buna dayanır.
ilk oral evreye saplanmış olan çocuğun annesi tarafından insan olarak sahi
den sevilip değer görmediğini, kendisinin ona duyduğu sevginin de makbul
olmadığını hissettiğinde ortaya çıkan duruma az önce belirttiğimiz noktala
rı göz önünde tutarak yeniden dönelim. Bu şartlar altında, ilk oral evredeki
asıl travmatik durum duygusal olarak yeniden etkinleşip geri gelir; çocuk,
annesinin sevgisini kendisi yok edip ortadan kaldırdığı için ondan sevgi gö
remediğini hisseder. Kendisinin ona duyduğu sevginin kabul görmemesinin
de kendi sevgisinin yıkıcı ve kötü olmasından kaynaklandığını hisseder. Bu
durum tabii ki son oral evreye saplanmış olan çocuğun karşısına çıkan benzer
duruma kıyasla çok daha katlanılmaz bir durumdur. Son oral evreye saplan
mış olan çocuk, esasen ambivalan olduğundan ötürü, annesinin sevgisini yok
eden şeyin kendi sevgisi değil kendi nefreti olduğu şeklinde yorumlar durumu.
Öyle olunca da kötülüğünün nefretinde yuvalandığını hissederek sevgisini iyi
tutmayı başarabilir. Bu konumun manik-depresif psikozun temeli olduğu ve
depresif konumu oluşturduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan şizoid gelişmele
rin altında yatan konumun ambivalans öncesi ilk oral evreden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır; kişinin sevgisinin libidinal nesnelerine zarar verdiği için kötü
olduğunu hissettiği bu konuma şizoid konum demek uygun olacaktır. Özünde
traj ik olan bu durum edebiyattaki pek çok büyük trajedinin temasını oluştur
duğu gibi şiirlerde de tutulan bir temadır (Wordsworth'ün " Lucy" şiirleri gibi ) .
Dikkate değer şizoid eğilim taşıyanların sevgilerini göstermekte b u kadar zor
lanmalarına şaşmamalı; Oscar Wilde'ın Reading Zindanı Baladı 'nda "Herkes
öldürür sevdiğini " derken ifade ettiği derin kaygıyı her daim taşımaktadırlar.
Duygusal olarak vermekte zorlanmalarına da şaşmamalı; tıpkı Borgia soyu
nun armağanları gibi, verdikleri şeylerin ölüm saçtığı korkusundan bir türlü
kurtulamazlar. Aynı şekilde, bir hastam bana hediye olarak meyve getirdiğinin
ertesi günü seansa başlarken "Zehirlendiniz mi ? " diye sormuştu.
Artık şizoid eğilimli birinin sevgisini içinde tutmasının, sevgisine aşırı değer
biçmesine ilaveten bir nedeni daha olduğunu anlayabilecek durumda bulunu
yoruz. Sevgisinin nesnelerinin üstüne salınamayacak kadar tehlikeli olduğu
hissiyle de sevgisini içine kapatır. Böylece sevgisini kasada emniyette tutmanın
yanı sıra kafese de kapatmış olur. Fakat işler bununla kalmaz. Kendi sevgi
sinin kötü olduğunu hissettiğinden, başkalarının sevgisini de benzer şekilde
yorumlamaya meyilli olur. Bu yorumlama illa ki yansıtma yaptığı anlamına
gelmez, ama tabii ki her zaman bu savunma tekniğine de başvurabilir. Az önce
NESNE iLİŞKİLERiNE DAYALI KİŞİLİK KURAMI I BİRİNCİ BÖLÜM 1 9
3 Millon, Yitirilen Cennet, İthaki, 202 1 , çev. Yiğit Yavuz, s. 1 40. - ç.n.
İKİNCİ BÖLÜM
Psi kozların ve Psi konevrozları n
Psi kopatoloj isine Yen i Bakış (1 94 1 }1
Giriş
Az veya çok şizoid eğilim gösteren hastaların getirdiği şikayetler son yıllar
da giderek daha fazla ilgimi çeker oldu ve bu sorunlara özel olarak eğildim.2
Sonuçta ortaya çıkan bakış açısının, sağlam temellere dayandığı kanıtlandığı
takdirde genel olarak psikiyatri, özel olarak da psikanalizde geniş çaplı etki
ler doğurması kaçınılmazdır. Eriştiğim bulgular ve bunlardan çıkan sonuçlar
şizoid rahatsızlıkların doğası ve etiyolojisine ilişkin hakim fikirlerin kayda
değer ölçüde yenilenmesinin yanı sıra, şizoid süreçlerin yaygınlığına dair fi
kirlerin de epeyce değişmesi ve buna paralel olarak da çeşitli psikonevroz ve
psikozlara dair güncel klinik anlayışın değişmesi gibi neticeler doğuracaktır.
Bulgu ve sonuçlarım ayrıca birçok klasik psikanaliz kavramında değişiklik
yapılmasıyla birlikte libido kuramının yeniden biçimlendirilip uyumlanmasını
gerektirmektedir.
Pek çok nedenden ötürü, bu inceleme esasen şizoid eğilimler üzerine yaptı
ğım çalışmalardan vardığım bakış açısının daha genel yönleriyle kısıtlı olacak;
fakat baştan söyleyebiliriz ki ele alacağım savların çoğu, kendi analitik bul
gularımdan vardığım şu sonuca dayanır: Şizoid grup şimdiye kadar genellikle
kabul edildiğinden çok daha geniştir ve gerek kaygı durumlarının gerekse de
paranoid, fobik, histerik, obsesyonel semptomların büyük bölümü kesinkes
şizoid zemine oturmaktadır. Bulgularıma göre şizoid grubun Jung'un " İçe dö
nük " kavramının içerdiği gruba denk düştüğünü söylemek belki de " Şizoid "
ilk yayımlandığı yer The International ]ournal of Psycho-Analysis, Sayı XXII, Bölüm 3-4.
Burada ufak değişikliklerle yeniden yayımlanmaktadır.
2 Daha önceden yazılmış "Kişilikteki Şizoid Etkenler" adlı makale bu konuya eğilmekte olup
bu kitapta yer almaktadır.
22 PSİKANALİTIK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
kavramına yüklediğim geniş anlamı en iyi şekilde ifade edecektir. Açık şizoid
durumun temel özelliği (terimin kendisinden de anlaşılacağı üzere) benliğin
bölünmesidir; derin analizin gayet yaygın olarak açığa çıkardığı benlik bölün
mesi sadece aleni psikopatoloj ik rahatsızlıkları olanlarda değil, herhangi bir
psikopatoloj ik etiket koyulamayan sıkıntılarla analize gelenlerde de görülür.
Benlikteki bölünmenin anlam ve önemi ancak gelişimsel açıdan incelendiğin-
·
3 Hem şizoid hem depresif durumla ilişkili az çok özgül savunmalar olabildiğini de kabul et
mek gerekir; altta yatan çatışmalardan ziyade durumun kendisinin harekete geçirdiği bu tür
savunmalara belirgin örnek olarak depresif durumdaki manik savunma gösterilebilir. Demin
bahsedilen özgül olmayan teknikler (yani paranoid, obsesyonel, histerik, fobik teknikler) şi
zoid veya depresif durumun ortaya çıkmasına karşı benliği koruma am acını yerine getireme
diği takdirde bu tür özgül savunmaların devreye sokulduğu anlaşılmaktadır. Yine de bu özgül
savunmalar, onları tetikleyen temel şizoid ve depresif durumlardan ayırt edilmelidir.
4 Burada ilginç olan bir nokta da, Abraham'ın libidinal gelişim düzenindeki çeşitli evreleri
betimlemek üzere kullandığı adlandırmanın, libido kuramında yaptığı değişikliklerden önce
geçerli olan düzendeki adlandırmadan farklı olmasıdır. Önceki düzende üç gelişim aşama
sı olduğu kabul edilmiş, bunlar sırasıyla ( 1 ) "otoerotik '', (2) "narsisistik'', (3) "alloerotik"
[ötekine yönelik erotizm-ç.n.] diye tanımlanmıştı. Bu adlandırmanın kendisi, önceki düzenin
esasen nesneye atıfta bulunduğunu gösteriyordu (libidinal amacın niteliğine değil) . Termi
noloji konusunu bir yana bırakırsak, Abraham'ın libidinal gelişime dair açıklaması elbette
önceki düzenin değişikliğe uğramış haliydi; narsisistik evre ( " son oral evre " ) ile alloerotik
( " genital" ) evre arasına iki "anal evreyi" sokuşturmasıyla dikkat çeken bu değişikliğin hususi
amacı libidinal gelişim düzenine "kısmi sevgi" aşaması getirebilmekti. Fakat bu amaç kendi
içinde ne gibi bir değer taşırsa taşısın, Abraham'ın "anal evreleri" araya katmasıyla beraber
nesneye hiçbir şekilde atıfta bulunmayan bir adlandırmaya gitmek zorunda kalmış olması
kayda değerdir.
2 4 PSİKANALİTİK KİŞİLİK ÇALIŞMALARI
geçmesi o bölgeyi erojen hale getirir. Libidonun nihai hedefi nesnedir; elektrik
enerj isinin akışını belirleyen yasaların benzeri, nesne arayışındaki libido için
de geçerlidir. Tıpkı elektriğin en az dirençle karşılaştığı yoldan gitmesi gibi,
erojen bölge de libido için direncin en az olduğu yol, yani en kolay yol diye
düşünülmelidir; erojenliği de elektrik akımının geçtiği yerde manyetik alan
oluşturmasından farklı değildir. O zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor. İn
san organizmasının yapılanışı icabı, bebeklikte nesneye giden en kolay, nere
deyse biricik yol ağızdan geçer, haliyle ağız baskın libidinal organ olur. Olgun
bireydeyse (yine insan organizmasının yapılanışı icabı) nesneye giden en kolay
yol genital organlardan geçer - fakat yine de bir dizi başka yol ona eşlik eder.
Asıl mesele, olgun bireyin libidinal tutumunun esasen genital nitelikte olması
değil, genital tutumunun esasen libidinal nitelikte olmasıdır. Bebeklikteki li
bidinal tutum ile olgunluktaki libidinal tutum arasındaki temel ayrım şundan
kaynaklanır: Bebeğin libidinal tutumu ağırlıklı olarak oral yani ağız yoluyla
olmak zorundayken, duygusal olgunluğa varmış yetişkinde libido birçok ka
naldan nesne arayışına girer ve genital kanal bunların içinde asli rol oynasa da
biricik değildir. Dolayısıyla bebeğin libidinal tutumunu oral diye tanımlamak
doğruyken, yetişkinin libidinal tutumunu genital diye tanımlamak doğru de
ğildir. " Olgun " diye tanımlamak en doğrusu olur. Bu terim de nesneyle tatmin
edici libidinal ilişki kurmak için genital kanalların açık olduğu şeklinde an
laşılmalıdır. Aynı zamanda şunu da vurgulamak gerekir ki nesne ilişkilerinin
tatmin edici olması genital düzeye erişilmiş olmasından ötürü değildir. Tam
tersine, tatmin edici nesne ilişkileri kurulmuş olmasından ötürü hakiki genital
cinselliğe ulaşılır. 5
Buraya kadar sözü edilenlerden anlaşılacağı üzere, Abraham'ın "oral ev
relerinin" isabetli olduğunu gösteren bolca kanıta rastlanmaktadır. "Fallik
evre, başka deyişle ilk genital evre" dediği aşama içinse durum tam tersidir.
Genital organlar olgun libidonun doğal kanalı olduğu için "son genital evre "
yerinde bir aşamadır; ama tıpkı " ana! evreler" gibi " fallik evre" dediği aşa
ma da yapaydır. Temel erojen bölgeler kavramının yanlış yönlendirmesiyle
ortaya çıkmış yapay bir aşamadır. Fallik tutum derinlemesine incelendiğinde,
her defasında, fallik tutumun altında penisi ağza alma fantezileriyle ilişkili
oral saplanmanın yattığı görülür. Fallik tutumda, ilk kısmi nesne olan meme,
nesnenin genital organlarıyla özdeşleştirilmekte, yanı sıra öznenin genital or
ganları da libidinal organ olarak ağızla özdeşleştirilmektedir. Buna göre, fallik
5 Oral aşamaya kıyasla "genital" aşamayı önemsiz göstermek gibi bir niyetim olmadığını belir
teyim. " Genital" aşamanın asıl öneminin nesne ilişkilerinin olgunlaşmış olmasında yattığına,
genital tutumun bu olgunlaşmanın sadece bir unsuru olduğuna işaret etmek istiyorum. Aynı
şekilde oral aşamanın asıl öneminin nesne ilişkilerinin olgunlaşmamış olmasında yattığını ve
oral tutumun bu olgunlaşmamışlığın sadece bir unsuru olduğunu söyleyebiliriz; ama bebeğin
fiziksel bağımlılığı sebebiyle "genital" aşamaya kıyasla oral aşamada ilişkilerin ruhsal tara
fından çok fiziksel tarafı ön plandadır.
Another random document with
no related content on Scribd:
Her senses were leaving her, gradually her thoughts became more
indistinct.
She fell forward across Max, and knew she must die.
But if it would save him, she was satisfied.
She stretched forth her hand and placed it on his forehead.
Her garment was still there, shielding his face from the sun.
“He will be saved,” she said. “Allah be praised,” she moaned.
CHAPTER VIII.
SHERIF EL HABIB.
When Ibrahim was seventeen his uncle told him that he was about to
make a pilgrimage.
It was his intention to visit the shrine of the prophet at Mecca, across
the Red Sea, and after exploring the wonders of Luxor, Carnac, and
ancient Thebes, go up the Nile, past Cairo, to Alexandria.
It was just the kind of pilgrimage to suit Ibrahim, and his heart beat
so fast with expectancy that his uncle feared he might bring on a
nervous fever. When Mecca was reached Sherif was so full of
religious fervor that he began to see visions and dream dreams,
much to the annoyance and yet amusement of Ibrahim.
Among other things, Sherif el Habib became convinced that he was
to be the discoverer of the Mahdi, or Mohammedan Messiah. When
Cairo was reached he said to Ibrahim that, instead of going to
Alexandria, they would cross the Libyan desert in search of the
Mahdi.
As the promised route was likely to be one of wild adventure, with
plenty of excitement, Ibrahim fell in with his uncle’s ideas, and with
but few murmurings agreed to leave civilization behind and go into
the interior of that land of mystery—the great deserts of the Dark
Continent.
But we must return to our caravan.
The cavalcade had moved in silence for several hours.
The time was a most miserable one to Ibrahim, but he had learned
enough of his uncle’s ways to be assured that he would fall into
disgrace if he dared to intrude on the silent meditations of Sherif el
Habib.
The caravan stopped.
The camels were unloaded, tents were pitched, and after devotions
the meal for the evening was spread.
Max and Girzilla had not yet roused from their unconsciousness.
They had been lifted with tender care from the camel, and laid down
under the best and largest tent.
Girzilla was the first to awake.
She opened her eyes and closed them suddenly; she imagined she
was dreaming.
Again the temptation was so great that she gently raised her eyelids,
and saw that the tent was hung with Oriental silk drapery, while a
thick Persian carpet had been spread upon the sand.
There was so much reality about it that she felt elated.
Where could she be?
Where was Max?
Raising her head she saw on the other side of the tent another
carpet, and on it reclined the form of Max.
Should she awaken him?
A deep affection for the madcap had taken possession of her, and
she was determined to do all she could to remain near him.
Cautiously she moved from the carpet and to the entrance of the
tent.
She was utterly bewildered.
A score of tents surrounded the one she had just left.
Camels were lying down, chewing their cuds—others were asleep.
Over all was the sky like a bright, blue canopy, studded with jets of
brilliant light.
The night air was calm and sweet, and Girzilla felt a soothing
influence pass over her.
With all the passionate fervor of her race she burst forth into poetic
declamation.
Clothing her ideas in Oriental language, developing the most
beautiful imagery, she apostrophized the sky and the stars, speaking
of the sky as the million-eyed goddess, looking down through the
millions of stars on the earth, and directing the destinies of men.
She thought she was unheard, but standing in the shadow of a tent
was Ibrahim.
He was entranced.
“More beauteous than the daughters of Iran! More eloquent than the
houris of Istaphan! Speak to me, and tell me who thou art.”
Girzilla heard the voice.
It was not that of Madcap Max.
Who, then, could be speaking?
All was silent, the stillness only broken by the champ, champ, champ
of the camels.
Ibrahim could see her, but the shadow of the tent enshrouded him in
darkness, and her eyes could not penetrate into the blackness.
“Who spake?” she whispered in her own language.
“Thine eyes, which rival the stars in their brightness, should be able
to see, though the clouds were blacker than the tomb, and thy soul,
which speaks through thy lips, should divine that one who loves the
music of thy mouth is near to thee.”
Girzilla made no answer.
She could not understand her surroundings.
All was so pleasant that she feared it was a dream.
To avert the calamity of awakening and finding that ’twas but a vision
of the night, she returned silently to the carpets and fell asleep.
The chloroform had not lost all its power.
Ibrahim grew bolder when he found she did not answer him.
“Come, sweet voice of the night,” he said, as he approached the
tent.
But Girzilla was asleep.
“My own gazelle——”
Max moved uneasily.
“I will sing to thee the songs of Istaphan. I will make thee a throne
upon which thou shalt sit as queen of my heart.”
“Am I dreaming,” asked Max, “or where am I? Ah, I remember! I died
out on the sand. Girzilla was with me. Where is she? Is this death? I
am very comfortable. Am I dead? I don’t feel like it.”
Max pinched himself and smiled.
“If I am dead, I can hurt myself I find. This isn’t sand. By the great
Jehosaphat! it is carpet, and I am in a tent. I have it—I am not dead,
but only kidnaped. I’ll get up and have a look around.”
“My beauteous one, speak to me again, and let the son of Iran hear
the liquid notes that pour from the throat of my gentle gazelle.”
“Who is there?” asked Max, gruffly.
He sprang to his feet, and moved slowly, and kept close to the side
of the tent until he reached the opening.
“My sweet enchantress, I feel that I could——”
“You could, eh? Well, how do you feel now?”
Max had struck out from the shoulder, and Ibrahim went heels over
head into the sand.
“How do you feel?” asked Max, in English.
To his surprise, he was answered in the same language.
“Feel! Very sore. Where did you get so much strength?”
“Who are you?” asked Max.
“I am Ibrahim of Khorassan; and who are you?”
“Well, Mr. Abraham——”
“Ibrahim,” corrected the youth.
“Well, Ibrahim, I am Max; that is enough for you. If it isn’t, I am also
the madcap, and I can fight as well as talk. How do you feel?”
“So you are the young fellow we picked up in the sand?”
“I don’t know. I only know that I don’t know, I mean I know——”
“You know plenty,” said Ibrahim, laughing at the confusion displayed
by Max.
“Where am I?”
“In the tent belonging to Sherif el Habib of Khorassan: and I am
Ibrahim, his nephew and friend.”
“Where is Girzilla?”
“Who is that? Your sister?”
“My sister? No; my friend, my guide, my——”
“You mean the charming creature whose eloquence is the sweetest
music mine ears have ever heard?”
“When did you hear? What do you know?” asked Max, abruptly.
“Don’t get mad. I am Ibrahim of Khorassan.”
“I don’t care who you are.”
“But my uncle is the great chief, Sherif el Habib——”
“I don’t care for that, either; I don’t care whether he is a sheriff, a
policeman, or a soldier.”
Ibrahim laughed.
He understood Max, and the idea of confusing the Persian Sherif
with the English sheriff amused him.
“You don’t understand—that is my uncle’s name.”
“Fetch him here and let me see him.”
Ibrahim was astounded.
The way Max spoke was something for which he was not prepared.
The sun was rising very rapidly, and as its rays, tinted with the
morning hues, fell upon the glittering sand and white tents, Max was
dazzled.
“Where am I?”
“You are with the caravan of the great Persian chief, Sherif el Habib.
My uncle found you dying, and he brought you and your sister here.”
“Thanks, awfully! Shake hands—that is what we do in England and
America——”
The youths clasped their hands.
“We shall be friends?” said Ibrahim.
“I hope so.”
“Have you a father?” asked the Persian.
“Alas! no. He was murdered at Cairo.”
“We shall be comrades?”
“Yes, I hope it, indeed.”
“Have you a mother?”
“Alas! no,” answered Max.
“Then we shall be brothers. I, too, am alone—I have no one but my
uncle.”
“I have no one at all.”
“He shall be your uncle, and I will be your brother. But who is she?”
“I told you—she is my guide.”
“No, Max. She may be a princess, a queen; she is a beauty, as
lovely as she is eloquent, and as poetic as the birds which fly above
the gardens of Paradise.”
CHAPTER X.
THE PETRIFIED FOREST.