Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Pasajlar Say■ 4 Post Truth C ag ■ 1st

Edition Kolektif
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-4-post-truth-c-ag-i-1st-edition-kolektif/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Pasajlar Say■ 5 Go c Meselesi 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-5-go-c-meselesi-1st-
edition-kolektif/

Pasajlar Say■ 11 Transhu manizm 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-11-transhu-
manizm-1st-edition-kolektif/

Pratique Grammaire B1 1st Edition Evelyne Sirejols

https://ebookstep.com/product/pratique-grammaire-b1-1st-edition-
evelyne-sirejols/

A medida B1 guía didáctica 1st Edition Anaya

https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/
Pasajlar Say■ 1 Hukuk Du s u ncesi 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-1-hukuk-du-s-u-
ncesi-1st-edition-kolektif/

Pasajlar Say■ 2 Edebiyat Teori ve Eles tiri 1st Edition


Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-2-edebiyat-teori-ve-
eles-tiri-1st-edition-kolektif/

Lo straniero A2 B1 Primi Racconti 1st Edition Marco


Dominici

https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/

Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st


Edition Arwen Schnack

https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/
Posr-TRUTH ÇAGI
fASAJLAR
SOSYAL BiLiMLER DERGiSi

Yerel Süreli, Dört Aylık, Hakemli Yayın


ISSN: 2667-4181
Sayı 4 / Ocak 2020

Lignor Kültür Sanat Yayıncılık Yazışma Adresi


San. ve Tic. Ltd. Şti. Enormis Yayınlan
Adına Sahibi Meşrutiyet Mah., Konur Sok., No: 25/13,
Talha Dereci Kızılay, Çankaya /Ankara
o (532) 491 64 27
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü iletisim@pasajlardergisi.com
Talha Dereci pasajlardergisi.com

Sayı Editörü Sertifika No: 49776


YalınAlpay
Kapak.Resmi
Yayın Kurulu Alan Kenny, The Circus Blind ]uggler
OğuzAdanır, Mücahit Bilici, Nilgün Çelebi,
Mustafa Erdoğan, Ferhat Kente!, Neşe Özgen, Kapak Tasanmı
Ali Yaşar Sarıbay, İbrahim Sirkeci, HarunAk
Özgür Taburoğlu, Çetin Türkyılmaz, Ali Utku
Baskı ve Cilt
Bu Sayının Bilim Kurulu Tarcan Matbaacılık
AliAkay, Emre Erdoğan, Serhat Güvenç, İvedik Köy Mah. İvedik Cad. No: 417/A
Ahmet Kasım Han, Nazile Kalaycı, 06378 Yenimahalle/Ankara
Ahmet Şimşek, Aslı Tunç, Ece Ceylan Baba, Sertifika No: 47663
Emrah Safa Gürkan, Burak Özçetin,
Zeynep Uysal, Sarphan Uzunoğlu 1. Basım: 15 Şubat 2020
2. Basım: 5 Mart 2021

Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi, yılda üç sayı olmak üzere;


Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında yayımlanır.

Gelecek sayıların bilgileri de dahil olmak üzere, dergiye ilişkin tüm detaylara
pasajlardergisi.com adresinden ulaşılabilir.·

Pasajlar ve yazarın ismi kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.


Dergiye gönderilen yazıların yayımlanıp yayımlanmaması
sorumlu yazı işleri müdürü ile yayın kurulunun kararına bağlıdır.

f - � @pasajlardergisi
İÇİNDEKİLER

MURAT BAÇ İsMAİL CEM KARADUT


17 Hakikatin Savuşturulması, 125 Hakikat-Ötesi Çağda Hakikati
Ö telenmesi ve Söylemek: İki Parrhesia Yakası
Geri Dönüşü Üzerine
ÖZGÜR TABUROCLU
MİLAy KöKTÜRK 141 Hakikat-Sonrası Bazı
35 Post-Truth ya da Görüngüler: Biyosiyaset,
Mağaraya Dönüş Algı Yönetimi, Yeni Medya

BUKET KORKUT RAPTİS BURAK SAYIN


57 Böyle Söylerdi Nietzsche: 161 Post-Truth Çağında Hakikati
Nihilizm, Post-Truth ve Yeniden Anlamlandırma
Benzerleri İmkanı Olarak Sanat:
Hakikatsi' den Hakikate
STEVE FULLER Geri Dönüş
73 Felsefe ve Retorik
Hakkındaki Post-Truth HALİME s.ATALAY

177 Hakikatin Önemini


EMRE ERDOCAN Yitirmesi ve Gündelik
PINAR UYAN-SEMERCİ Hayatın Hoyratlaşan Dili
83 Hakikat Sonrası
Tartışmalarının Gerçek ABDURRAHMAN CİHAD
Olmayan Varsayımlarını KAYADUMAN
Ele Almak: Akıl, Bilim ve 211 Post-Truthun Şifası
Demokrasi Karşıtlığı Algoritmik Bilgi mi?

ÜNURASLAN
109 Post-Truth Kavramının
Postmodernizm Aynası
Üzerine Düşen Yansımaları
Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında,
dünyadaki kötülük biraz daha artar... Vaaz verme çılgınlığı içimiz­
de öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği
derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği anı
bekler: Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne
sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz ... Çöpçüsünden
züppesine kadar herkes, cinai cömertliğinin kesesinden harcar;
hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön
vermek ister: Ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez
bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur:
Başkalarının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için
o kadar endişe duyar ki, kendi "benliği"ni bir dine çevirir, ya da
tersten havarilik yaparak "benliği"ni yok sayar: Evrensel oyunun
kurbanıyızdır...

Emil M. Cioran
Çürümenin Kitabı
Kovulan Şairlerin İntikamı
ya da Tuhaf Zamanlar: Post-Truth Çağı

İnsanların çoğu başlarına gelenler hakkında düşünmezler


ve öğrendiklerini kavrayamazlar, yalnızca kendi kanıları­
na inanırlar.
- Herakleitos, Fragmanlar

Meseleye aşina olanların, bu yazının başlığını okuduklarında soracakları


ilk soru sanırım şu olabilir: "Şairler kovulmuş muydu?"
***

Platon (ve diyaloglarının yürütücüsü konumundaki hocası Sokrates), özel­


likle Homeros'u gündemine alarak ve ondan hareketle, şair ve şiir üzerine
bir takım eleştiriler dile getirerek, şairlerin; bir yığın masal anlattıklarını,
her türlü kılığa girebildiklerini, her şeyi ustaca taklit edebildiklerini, doğru­
yu anlatmadıklarını ve hakikatin üstünü örttüklerini, yalan söyleyen, olanı
olduğu gibi göstermeyen kimseler olduklarını farklı diyaloglarda [Apologia,
Politeia, Ion] ifade eder. Sonrası malum, ideal devletin önündeki "engel"ler­
den biri olan şairler, Platon tarafından tasarlanan yeni devlette istenmezler.
Zira Platon' a göre şairlerin, insanlar üzerindeki etkileri oldukça kuvvetli­
dir, hoşa giden sözler söylerler ama söyledikleri doğru değildir, uydurma­
dır, olanı olduğu gibi göstermezler, taklit ederler, tam da bu sebeple insan­
lar onları dinlememelidir.
Yıllar sonra bu coğrafyadan bir şair, Cemal Süreya, denemelerini topla­
dığı Şapkam Dolu Çiçekle kitabında yer alan 1965 tarihli Şuara Suresi başlıklı
denemesinde, Platon'daki şairlerin kovulması meselesine, söz konusu sure
üzerinden değinir. Süreya'ya göre bu surenin bazı ayetleri [224-226], şair-
leri aşağılamaktadır ve bu aşağılama durumunda dayanak noktası olarak
gösterilen hususlar Platon' un dayanak noktası ile benzerlik göstermektedir.
Platon da şairleri, gerçekler değil, öÜlgeler yarattık/an ve dilin aldatıcı özellikle­
rinden yararlandık/an için yadsımıştır. Süreya, gerek Platon'un Politeia'daki
görüşleri özelinde gerekse de söz konusu ayetlerle ilgili olarak şairlerin ko­
vulmasını yorumlarken; her devrimde ve yeni düzen inşasında, bu düzen
inşasında aktif rolü olanların, sanata ve özellikle de şiire lanet okuyarak
yola çıktıklarını ifade eder. Bunun sebebi de ona göre, şiirin doğası gereği
kurulu düzenlerin değerleriyle çatışmasında yatıyor oluşudur.
***

Şiirin doğası gereği düzen / iktidar karşıtı olduğu cümlesinin tam da bir şair
tarafından dile getirilebilecek, kulağa hoş gelen "şairane" bir şey olduğu şer­
hini düşerek meselemizin ne şair, ne "kutsal" olduğu dile getirilen metinler
ne de Platon olduğunu baştan belirtmeliyiz. Şairlerin kovulmasında Pla­
ton' un kaygısını eşeleyecek olursak, şairin ve şiirinin sanki bir afyon etkisi
yarattığı düşüncesi ön plana çıkıyor gibi. Bu da bizi ister istemez Platon'un
ezeli düşman bellediği Sofistlerin kulağını çınlatmamızı zaruri kılıyor.
Sofist kimdi? Felsefenin odak noktasının bizatihi insanın kendisine ev­
rildiği mitostan logosa geçiş sürecinde [bu evre kimi araştırmacılar tarafın­
dan Yunan Aydınlanması olarak adlandırılır, ki bu durum da yeni bir düzen
tesisinin göstergesi olarak yorumlanabilir], yeni bir idea ve bunun üzerine
kurulu yaşam tarzı ile ortaya çıkan, para karşılığı öğretmenlik yapan ["fel­
sefe öğreten"] gezgin kimselerdi. Herhangi bir okula mensup değillerdi,
çoğunlukla bir düşünce biçimini temsil ediyorlardı. İdeaları; başta gençler
olmak üzere polis sakinlerinin bir atlet / savaşçı olarak yetiştirilmesi gaye­
sini geride bırakıp, başta siyaset olmak üzere sosyo-kültürel ve dünya işleri
konusunda söz sahibi yurttaşların yetişebilmesiydi. Zira yeni düzen içinde;
meclislerde, mahkeme salonlarında ve pazar yerleri gibi genel olarak ago­
rada insanlar kendilerini savunabilmeli, verimli ilişkiler kurabilmeli, çeşitli
makamlar elde edebilmeliydiler. Bu da insanların ruhlarını eğitebilmekten
geçiyordu. Gayet makul ve aklı başında birçok insanın itiraz etmeyeceği
böylesi bir ideal doğrultusunda, Sofistlerin misyon belledikleri ruh eğiti­
minin yöntemi ise belliydi; retorik.
Farklı sebeplerle haklarının çoğu zaman yendiğini düşünsek de Sofistler
için günün sonunda çizilen tablo hemen hemen şöyledir: Sofist, belirli bir
doğruya ulaşmak için değil, tartışmış olmak için tartışır. Onun için mesele
her ne olursa olsun tartışmayı kazanmaktır; zaman, mekan ve koşullardan
bağımsız, ilkeleri olan bir duruşa Sofistte denk gelinmez. Sofist her daim
taklit eder, -mış gibi yapar, hakikati dile getirmez, onun bir taklidi gibidir.
Bilge değildir mesela, bilgemsidir, bilge hiçbir zaman olamamıştır. Sıkı bir
toplum mühendisidir, retorik ustasıdır, söz sanatlarında kuvvetlidir, etra­
fına kitleleri toplayabilir. Popülisttir. Çoğunluğun görüşü her ne ise onu
benimser, onun dışına çıkmaz, yer yer hakim değerlerin sıkı sözcüsü ve sa­
vunucusu olduğu bile görülmüştür. Sofist, bilgiyi olanaksız kılandır. Kendi
sanılarını da episteme olarak gösterendir.
***

"Post-Truth Çağı" olarak tanımlanan bu tuhaf zamanlar üzerine bir prolog


için, çalıyı böylesine dolaşmak bizce elzemdi. Karşı karşıya olduğumuz ve
bizzat başrolü, destekçisi, kurgulayıcısı, seyircisi ve mağduru olarak, her bi­
rimiz için farklı roller biçen bu çağda yaşıyor olmak; bize ilk anda, Sofistle­
re taş çıkartacak cinsten kovulmuş şairlerin, intikam almaya giriştiği bir
tabloyu tahayyül ettiriyor.
Adının ne olduğunun ve nasıl çevrildiğinin birinci derecede önem arz
etmediği bu çağa ilişkin tanıklıklarımız, insanlık tarihinin hemen her dö­
neminde rastladığımız meseleler olmakla birlikte, bugünün insanına düşen
payın oldukça kaotik olduğu aşikar. Belirsizliğin, sıradanlığın, vasatlığın,
pejmürde hallerin, akıl, mantık ve bilim dışılığın ve pişkinliğin genel geçer­
liliği, şaşırma yetisini kaybettirecek cinsten şahitlikler ve bunlar karşısında
duyarsızlaşmalar, saf kötülükler, algı yaratmalar, kutuplaştırmalar, safları
sıklaştırmalar, tüm değerleri alt üst edişler ve bu değerlerin alet edildiği
siyasi manevralar, alenen yalan söylemeler, kayıtsız şartsız itaatler, yalnızca
kendi dünya görüşünü hakikat bilip diğerlerine nefes aldırmayışlar, kana­
atlerin hakimiyeti ve ikiyüzlülükler. . . Hakikatin kaybolması, önemsizleş­
mesi, görmezden gelinmesi, yok sayılması, rafa kaldırılması, ötelenmesi ve
bu kapıya çıkan diğer daha nice tasvir. ..
***

Böylesi bir çağda, her birimizi "dogmatik uykumuzdan uyandıracak" esaslı


bir hamleye ihtiyacımız olduğu açık. Özenle hazırlanan bu çalışma böylesi
bir hamle sayılabilir.

Talha Dereci
Genel Yayın Yönetmeni
Ankara, Ocak 2020
Hakikat Askıda

Var olmak için herhangi bir zihne gereksinim duymayan "gerçeklik" ile o
gerçekliğe uyumlu yargı olarak zihne bağımlı "hakikat" kavramları, tarihin
en önemli parantezlerinden biri olan modernizm döneminin temel çıpaları
oldu. Zihnin dışındaki maddi evrenin varlığına keskin bir inanç ile, o mad­
di evrenin insan zihni tarafından gerçeğe uygun bir biçimde akla düşürü­
lebileceği ve onun zihin içerisinde algılanabileceğine yönelik sınırsız iman,
rasyonaliteyi yaşamın merkezine alıyor, böylece varlıklar arasında insan
tepe noktaya çıkarken, entelektüeller yani rasyonelliği en iyi kullandığına
inanılan sınıf da insanlar arasındaki en imtiyazlı grup haline geliyordu.
Modernist paradigmada yaşama ilişkin her şey uslamlama yoluyla sınana­
bilirdi, Kant'ın ünlü sözüyle 11Aydınlanma kişinin kendi aklına güvenme
cüreti"ydi. İnsan zihni salt kendi içerisinde maddi tüm evreni anlamlan­
dırmaya, sınamaya, doğru ve yanlışı her konuda ayırmaya elverişli bir yapı
taşıyordu.
Tarihte 11Rönesans İnsanı" olarak tanımlanan kişiler, birden çok konuda
uzmanlık geliştirebilen bireylerdi. Rönesans döneminde dünya üzerinde
birikmiş veri ve bilgi miktarı tek bir insanın kuramsal olarak hakim ola­
bileceği darlıktaydı. Anatomi, botanik, fizik, tarih, felsefe, hukuk, siyaset
üzerine toplam yazın, çok çalışkan bireyler tarafından neredeyse bütünüy­
le okunabilir, bu bilgilerin çoğu akılda tutulabilirdi. Böyle bir evrende kişi
yeterince entelektüel çaba harcadığında yaşama ilişkin tümel bilgiyi elde
edebiliyor, bu nedenle de yaşama dair büyük anlatılar inşa edebiliyorlardı.
Bilgi biriktikçe, bilim dalları felsefenin üst başlığından özgürleşerek,
kendi disiplinlerini ortaya çıkardılar. İnsan bilimlerinde ekonomi, sosyo­
loji, psikoloji, siyaset, tarih gibi alt dallanmalar oluştu ve bunlar sosyal bi-
timlere evrildiler. Doğa bilimlerinde veri havuzu çok genişledi. Böylece alt
dallar arasında da pek çok alt uzmanlık alanları meydana geldi. Tek bir kişi­
nin dünyadaki tüm yazılı yapıtları okuyabildiği bir evrenden, tek bir kişinin
salt kendi dar alanında dahi tüm yazılı kitapların ancak çok çok minik bir
bölümünü öğrenebileceği bir evrene geçildi. Böylesine aşırı bir bilgi biri­
kimi içerisinde uzmanlaşma bütünüyle artık görülemeyeceği derinliklere
gömüldü. Bundan böyle büyük anlatılar inşa etmek yersiz bir cüretkarlık
olarak görülüyordu. Kişi tek başına hiçbir konuda uslamlama yoluyla doğ­
ruyu yanlışı bulamaz hale geldi zira elindeki bilgi biriktikçe, doğru ve ge­
çerli bir uslamlama yapabilmek için gerekli tüm veriye hakim olabilmenin
çok dışında kaldı. Birey böylece her konuda başvurması beklenen uslam­
lamasına, neredeyse hiçbir konuda başvuramaz oldu, her konuda o konu­
nun uzmanına güvenmek zorunda kaldı. Bu durum kulak uzmanı doktor
için geçerli olduğu kadar, karmaşık dış siyaset için siyasetçiye güvenmek
durumunu da aldı. Aynı konunun uzmanları arasındaki fikir ve görüş fark­
lılıkları ise, bireyin kime güveneceği konusunda rasyonel bir tavır alamaya­
cağı bu evrende, kişinin sempati duyabildiği, bir biçimde özdeşleşebildiği
uzmanlara güvenme eğilimine dönüştü. Bunun siyasetteki karşılığı kimlik
politikalarının yükselişi oldu. Bireyler, kendi kimliklerine yakın hissettikle­
ri siyasetçilere güvenerek postmodern dönemin aşırı ayrıntılı ve karmaşık
ekonomi, kültür, dış siyaset, sanat gibi politikalarında, artık süreci takip
edemez oldular ve iradelerini kimlik politikası çerçevesinde kendilerini ya­
kın hissettikleri siyasetçilere her bakımdan teslim ettiler. Böyle bir ortamda
artık hangi politikanın başarıyla yürütüldüğünü denetlemek tüm gününü
siyasete ayırmayan sıradan insanlar için askıya alındı.
Aynı dönüşüm çerçevesinde bilimin doğrulanabilir olduğuna ilişkin
inanç, giderek bilimin yanlışlanabilir olduğuna ilişkin tanımlamayla yer
değiştirdi. Böyle bir dönüşüm içerisinde bilimin gerçekliğe erişebildiği ko­
nusunda modernizmin kendisinden aşırı emin tutumu erozyona uğradı.
Gerçekliğin erişilebilecek bir mevki olup olmadığı tartışmaya açıldı. Bu
tartışma insanın gerçekliğe uygun bir hakikat üretebilme yetisinin sorgu­
lanmasından, gerçekliğin var olup olmadığına değin uzandı. Böylece mo­
dernizmin dünyayı kavramak için dayandığı iki çıpa yerinden sökülüp atıl­
dı. Modern insanın aksine postmodern insan bütünüyle köksüz ve çıpasız
kaldı. Hiçbir kerteriz noktasının kalmadığı bu yeni ortamda, gerçekler ve
hakikat, yerini sonsuza uzanan yorumlara bıraktı. Bu yorumlar evreninde
herhangi bir hiyerarşi de söz konusu değildi. Aşırı uzmanlaşmanın önce
uzmanlara zorunlu şekilde güven duyulmasını dayatan ağırlığı, denetim­
den sıyrılan uzmanların bu kez kendi çıkarları için uzmanlık alanlarını is­
tismar etmeleriyle hafifler oldu.
Böylesine çıpasız kalınmış bir ortamda, internetin ortaya çıkışı, hiçbir
uzmanlığı olmayan kişilerin, her konuda her türlü bilgiye ulaşması müm­
kün olacakmış gibi bir algının doğmasına yol açtı. Bir anda uzmanların
imtiyazları yeniden ellerinden alınır gibi oldu, ne de olsa bundan böyle her
veri birkaç tuş ötede gibiydi. Ancak çok geçmeden bu durumun gerçekliğe
ulaşmayı daha da güçleştirdiği anlaşıldı. Zira artık editöryal bir denetim­
den geçen kitap, gazete, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarının
aksine bilginin hangi kaynaklardan toparlandığı izlenemez olan anonim
internet verileriyle hangi bilgilerin muteber hangilerinin muteber olmayan
olduklarını ayırt etmek güçleşti. İnternet aracılığıyla herkesin istediği şe­
kilde, istediği konuda, istediği gönderiyi bir bilgiymiş kılığında dolaşıma
sokabilme yetisine kavuşması doğru verilere ulaşılmasının önünde daha
derin bir engel yarattı. Kendisinden istenilen belgeleri gizleyebilmek adına
karşı tarafı alakasız ve yanlış bilgilerin de yer aldığı dosyalara boğan avu­
katlık şirketleri gibi, internet de herhangi bir konuda veri çekmeye çalışan
kullanıcıları pek çok alakasız, yanlış, bilinçli olarak çarpıtılmış verilerle
karşılaştırarak, onların asıl aradıklarına ulaşmalarının önünü kesti. Ger­
çek bilgiye, veriye ulaşmak bundan böyle yoğun zaman alacak arkeolojik
kazılar gerektirir oldu. Tek bir kalem satın almak için dahi binlerce farklı
satıcıda binlerce farklı fiyatı araştırmak, o kalem markası ve modeli için
birbiriyle son derece tutarsız olan binlerce yorumu okumak gerekir oldu.
Oysa günde yaklaşık üç yüz farklı karar alması gereken postmodern insa­
nın hiçbir konu hakkında böylesi bir zamanı yok. Bu da kararların artık
uslamlama aracılığıyla yapılmasının önüne bir başka engel koymuş oldu.
Tek .bir kalem satın almak için bile böylesine derin bir arkeolojik kazı
yapması gereken postmodern insan, çok fazla denklemin bir araya geldiği,
pek çok bilginin kamuya açıklanmadığı, çok fazla kişinin üzerine yazıp
çizdiği, farklı yorumladığı ve önünde sonunda çok karmaşık devlet işleri
ve siyaset konusunda günün yirıni saatini buna ayırsa dahi işin içerisinden
çıkamayacağı için siyasette hangi verilere, hangi yorumlara güveneceğini
uslamlamaya göre yapma yeteneğini yitirdi. Bu noktada hitabet yeteneği,
İnternet üzerinde botlar aracılığıyla sahte bilgi yayma konusunda kabiliyeti
daha yüksek olanlar ve daha da önemlisi kimlikler öne çıktı. Yeni döneınin
siyasetinde kendisine ulaşılamayan gerçeklik ve hakikat önemini yitirdi,
onun yerini kendini ait gördüğü kimliği savunan politikacılarla kusursuz
eşleşmeler yaşayan irrasyonel seçmen davranışları aldı. Kendi kimliğini sa­
vunan siyasetçilere doğrudan bir gönül bağı kuran ve çoğunlukla moder­
nizm ve modernistler tarafından hor görülmüş bu geniş kitleler, popülist
liderlerin peşlerine takıldılar ve siyasi olarak her türlü iradelerini onlara
teslim ettiler. Rasyonel demokrasi yerini irrasyonel popülizme bıraktı ve
hakikatin herhangi bir önemi kalmadı. Önyargılar, olguların önüne geçti.
Artık seçmenler kendi kanaatlerini desteklemeyen olgularla karşılaştıkla­
rında kendi kanaatlerini sorgulamak yerine olguları görmezden gelmeye
ya da onları trol olarak algılamaya eğilimliler.
İnternetin temel aktörleri olan sosyal medya şirketleri de kendi sayfa­
larında daha çok "beğen tuşuna" basılması ve daha çok vakit geçirilmesi
için ürettikleri algoritmalar aracılığıyla kişilerin kendi kanaatlerini pekiş­
tirecekleri içeriklerle karşılaşmalarını sağlıyor. Böylece postmodern insan
modernizmde olduğunun aksine kendi görüşlerinin tersini savunanlarla
bir araya gelemiyor, böyle bir tartışma zemininden uzak kalıyor. İnternet
aracılığıyla ortaya çıkan ve "filtre balonu" adı verilen bu içe kapanma, ki­
şilerin hakikatle ilişkilerini bir kez daha koparıyor. Gerçeğin jeolojik kat­
manlar altında kaldığı, ulaşılamaz kılındığı bu veri/kanaat/yorum yığını
içerisinde olgular, gerçekler ve hakikat önemini yitiriyor.
İşte post-truth (hakikatin önemsizleşmesi) biriken bilginin, bilimin ne
olduğu üzerine değişen algının, gerçekliğin kuşkulu hale gelmesinin, bi­
reyin dünyayı tek başına kendi uslamlamasıyla sınayabilme yetisinin artık
çalışmaz duruma dönmesinin ve yeni kitle iletişim aracı İnternet sayesin­
de olup bitenin filtre balonları yüzünden olgusal olarak değil, önyargılar
olarak dolaşıma sokulmasının sonucunda ortaya çıkan sonuçtur. Tek bir
merkezden üretilerek dolaşıma sokulmamış, dünyanın evrimi çerçevesin­
de pek çok gelişmenin kesiştiği bir ara kesitte ortaya çıkmıştır.
Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi' nin "Post-Truth Çağı" sayısında, günü­
müzü algılamak için pek uygun bir terim olan post-truth üzerine çeşitli
disiplinlerden farklı kalemler tarafından kaleme alınan makalelerle bir far­
kındalık yaratmak, nasıl bir evrenin içerisinde bulunduğumuzu farklı açı­
lardan algılamamıza yardımcı olmak adına bir çalışma yürüttük. Pasajlar' ın
Genel Yayın Yönetmeni Talha Dereci bu sayıda özel bir teşekkürü hak edi­
yor. Bu sayı fikri onun olduğu gibi, derginin yaşama geçmesi konusunda
da çok büyük bir yükü üstlendi. Kendimi bu sayıda onunla çalışma fırsatı
yakaladığım için şanslı buluyorum. Bu sayıdan uzun bir dönem boyunca
yararlanılacağını düşünüyorum.

Yalın Alpay
Sayı Editörü
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve
Geri Dönüşü Üzerine*

MURAT BAÇ*

Özet

Hakikatin veya doğruluğun artık geride bırakıldığının sıkça ve heye­


canla ifade edildiği günümüzde, bu ontolojik ve toplumsal görüngünün
farklı yönlerinin felsefi açıdan etraflıca irdelenmesinin önemi açıktır.
Bu yazımda öncelikle post-truth deyiminin ilham kaynağı olan Ameri­
kan başkanlığına ilişkin güncel bir tablo çizeceğim. İkinci olarak, fel­
sefede hakiki olan - olmayan ayrımı bağlamında üçlü bir betimleme
önereceğim. Bunu izleyen bölümde, konunun serimlemesi kapsamında
"hakikat", "doğruluk" ve "gerçeklik" kavramlarına dair açıklamalar ge­
tirip, özellikle Doğruluk Konusunda Gerçekçilik görüşünün bir değer­
lendirmesini sunacağım. Ardından, temel doğruluk kuramlarından söz
ederek bunların gerçekçilik ile ilişkisini kısaca tartışacağım. Son olarak,
"gerçekçilik-karşıtı" olarak nitelediğim çağdaş pragmacı bir görüşü ele
alarak, bu perspektifin Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört kitabında
sergilenen distopik-totaliter senaryo bağlamında takındığı tavrı eleştirel
olarak irdeleyeceğim. Temel tezim, hakikatin veya doğruluğun geride

· Bu makalede kör hakemlik süreci uygulanmıştır. Geliş Tarihi: 07/12/2019, Kabul Ta­
rihi: 28/12/2019.
•• Prof. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Felsefe Bölümü. muratbac@gmail.com
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

bırakılmasını onaylayan gerçekçilik-karşıtı görüşlerin onto-politik ola­


rak önemli bir çıkmazla yüzleştikleridir.

Anahtar Kelimeler: Doğruluk, Gerçekçilik, Gerçeklik, Hakikat, Prag­


matizm, Post-Truth, Totaliterlik.

Giriş: Yeni Dünya, Yeni Hakikat


AKİKATE ilişkin akademide sunulabilecek ontolojik, semantik ve epis­
Htemolojik irdelemelerden önce -veya onların yanı sıra- ifade edilebi­
lecek kritik ve çarpıcı bir hakikat, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD)
temsilini bulan "dünya liderliği" görüngüsü bağlamında kendimizi 21. yüz­
yılın şu noktasında distopik kakistokrasi olarak nitelenebilecek bir sosyo-po­
litik ontolojide ya da ideolojik hiper-gerçeklikte bulduğumuz olgusudur.
Donald Trump'ın günümüzde etkileyici bir tarzda sahneye koyduğu ve
teşhir ettiği ideolojik vaziyet yalnızca Orwellci bazı mamül-hakikat paket­
lerinin iletişim kanalları marifetiyle kitlelere zerk edilmesi sürecinden iba­
ret değildir; karşılaştığımız hegemonik-kültürel vaziyet, özgüvenini kapi­
talinden ve dünyevi cehaletinden alan bir "lider" tipolojisinde vücut bulan
ve hepimizin gözünü kamaştıran böylesi bir vakanın Bruegelesque bir taşra
panayırı kalitesinde tezahür etmesidir. Ve bu son saptama bizi yukarıda
adı geçen deyime getirmektedir: kakistokrasi. "Aristokrasi", yani "(yüksek)
erdemlilerin yönetimi" idealinin tam tersine karşılık gelen bu Yunanca kö­
kenli kavram, ABD'de özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında yönetim başı­
na geçen Cumhuriyetçi liderlerin kişilik ve yönetim nitelikleri bağlamın­
da gitgide daha fazla gündeme gelmeye başlamış, nihayetinde Trump'ın
müstesna karakter ve davranış bütünü çerçevesinde de dilsel kullanımının
en isabetli hedefine veya öznesine kavuşmuştur. Distopik kakistokrasi deyi­
minin içlemini (intension) biraz daha açıklayacak olursak; "dünya liderliği"
kavramının neşet ettiği Amerikan başkanlığı günümüzde tarihsel olarak
alışılmış anlamıyla yalnızca "hakikatin rahatça çarpıtılması" normunun
genel ideolojik çerçevesinde değil, buna ek olarak toplumun erdemsiz,
fırsatçı, gösteriş meraklısı, eğitimlilere diş bileyen ve medeniyetin incelik­
lerinden en uzak kesimini temsil eden muhafazakar bir girişimci/show­
man'in niteliksiz varoluşunun ekseninde kimliklenmiş bir konumdadır.
Sosyolojik çözümlemeye girişecek her araştırmacıyı zorlayacak bu Orwelki
ve Kosiı'ı.skiv.lıi politik senaryonun kahramanı -Being There'in Chauncey
Gardiner'ından çok farklı bir şekilde- beşeri çürümüşlüğü mükemmel
bir tarzda temsil eden bir kakistos'tur ("toplumun en erdemsiz diliminden

18
Murat Baç

olan" anlamında);1 çağdaş toplumun belki de en yoz vehçelerinden fırlaya­


rak yola çıkmış ve nihayetinde politik merdivenin en tepesine yuva yapmış
bir erkperesttir. 2016'da yılın deyi m inin, temelde Trump'dan kaynaklanan
nedenlerle, post-truth ("hakikat-sonrası" veya "doğruluk-sonrası") olarak
belirlenmesi de şaşırılmaması gereken bir durumdur. Haberlerde yer almış
istatistiklere bakarsak, örneğin Washington Po s t 'un 14 Ekim 2019 tarihli
haberine göre, Trump 993 günde 13.435 adet yalan veya yanıltıcı beyanda
bulunmuştur. 2 Trump'ın "hakikat" ile olan ilginç ilişkisi, örneğin, Michiko
Kakutani'nin The Death of Truth [Hakikatin Ö lümü] adlı kitabı kaleme al­
ması için ilham teşkil etmiştir ve bu bağlamda, yayın dünyasında benzeri
örnekleri çoğaltmak olanaklıdır.
Yazımın kalanında "hakikat", "gerçeklik" ve "hakikat-sonrası" kavram­
larına dair bazı irdelemeler sunup eleştirel bir görüş önereceğim. Ancak
bunun öncesinde ve konuya geçiş oluşturması açısından, Trump-kafa-ha­
linin bugün hakikat (ve hakikatin yok olması) bağlamında ulaşabileceği
en uç noktalardan birine ilişkin basında yer almış önemli bir haberi bu­
rada anmak istiyorum. Trump'ın avukatı Rudy Giuliani Ağustos 2018'de
Trump'ın bir araştırmada ifade vermesi bağlamında konuşurken, böylesi
bir ifadeye zorlanma konusunda karşı görüş beyan ederek şöyle demişti:
"Bana [Trump'ın] ifade vermeye mecbur olduğunu ancak bunun için endi­
şe duymaması gerektiğini çünkü hakikati dile getireceğini söylediğinizde
. . . bunu aptalca buluyorum çünkü o [dile gelen] bir kişinin hakikat-versiyo­
nu olacaktır, hakikat değil". Bunun üzerine kendisine "Hakikat hakikattir"
dendiğinde ise avukat Rudy Giuliani şu meşhur yanıtı vermişti: "Hakikat
hakikat değildir!"3
Elbette eldeki tartışmayı Trump ile sınırlamaktansa -en azından Ame­
rikan politikaları ve politikacıları bağlamında- daha geniş bir tarihsel ve
sosyolojik zemine oturtmak makul bir yönelim olacaktır. Yazının ekse­
ninden sapmaması için bu konuyu derinleştirmeyeceğim. Ancak burada
not edebileceğim bir nokta, ozon tabakasındaki genişlemenin çevrecilerin
abarttığı düzeyde olmadığı minvalinde bir görüşün yerleşmesi için geçen
yüzyılda büyük bir propaganda makinası çalıştırmaları örneğinde olduğu
gibi, özellikle Cumhuriyetçi başkanların küresel değişimler ve çevresel fe­
laketlere yönelik haberleri bastırma ya da saptırma yönünde ciddi bir ça-

1 "K6:Ktcrroç" deyimin Yunanca tanımı 0um;p0enK6Ç �a0µ6ç 'tOU Kaıc6ç" (0kötülüğün en


uç derecesinde", 0kötünün en dibinde") olarak not edilebilir. Bkz., https://el.m.wiktio­
nary.orglwiki/BtKıAe�tK6:Kupıa_l:eA.iôa.
2 Link: https://www.washingtonpost.com/politics/2019/10/14/president-trump-has­
made-false-or-misleading-claims-over-days.
3 Link: https://www .bbc.com/news/world-us-canada-45241838. Çeviri bana aittir- MB.

19
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

baya girmiş olduklarıdır.4 Buna paralel olarak ExxonMobil gibi şirketlerin


uzun yıllar boyunca çevreci tezlerin tam tersini savunan ve endişeye mahal
olmadığını vaaz eden "bilim insanlarının" çalışmalarına destek olduğu,
Kyoto Protokolü'ne muhalefet eden organizasyonlara da düzenli ve yük­
lü meblağlarda para aktardığı aleni malumat olarak kabul edilmektedir. 5
Burada altını çizmek istediğim ve bu yazımda genişletmeye çalışacağım
ana düşünce, Trump ve emsallerinin tüm toplumsal strateji ve eylemleri
ile üzerine şu an konuşmakta olduğumuz hakikati-geride-bırakma söylemi
arasında kayda değer bir onto-politik ilişkinin mevcut olduğudur.
Ö znel bir not düşmek gerekirse, benim kişisel hakikat anlayışımı ve
bu konuda yazma motivasyonumu harekete geçiren ve şekillendiren esas
eksen hem bildik ontolojik sorunlardan hem de yukarıda kısaca betimle­
meye çalıştığım toplumsal, ideolojik ve görüngübilimsel sorunsallar ve aç­
mazlardan oluşuyor. Zamanımızın muteber ruhunun (genel kültüre uyup
ona Zeitgeist diyelim) hakikatin-ötesine çoktan geçilmiş olduğu "olgusunu"
sıkça ikrar etme konusunda gösterdiği tezcanlılık ve tatmin duygularına
katılmakta ağır kalmamın kökeninde de hem varlık ve nesnellik konula­
rının sunduğu çetrefil alt-meselelere duyduğum ilgi hem de gezegenin ve
yaşam dünyamızın (Lebenswelt) yüzleştiği kritik sorunların oluşturduğu
tematik zemini derinlemesine ve yer yer ideolojik göndermeler yaparak
irdeleme tercihim yatıyor.

Felsefede Hakikatin Hakiki Olmayandan Aynlması:


Üç Farklı Düzlem
Felsefe tarihinde hakikat sorunsalının düşünürler tarafından işlenme tar­
zını incelediğimizde "hakikat - hakikat olmayan" ayrımının oldukça farklı
ontolojik düzlemlerde yapıldığını görüyoruz. Bu yazımda üç farklı düzlem­
den söz edeceğim.6 (1) Bunlardan ilki, Eski Yunan'dan günümüze uzanan
metafiziksel alışkanlıklarla, "gerçek/hakiki varlığa ait olanlar" ile "yalnızca
�rüngülerin alanına (phainomena) ait olanların" (yani deneyimleyebildiğimiz
dünyanın unsurlarının) net bir şekilde ayrılmasıdır. (2) Bir diğer düzlem,
varoluşçu/hermeneutik görüngübilimsel gelenek kapsamında, varlığın
örtülmüş/saklanmış olma hfili (verborgenheit) ile örtülmüşlükten çıkmış,

4 Link: https://www. ucsusa.org/resources/climate-change-research-distorted-and-sup­


pressed.
5 Link: https://www. ucsusa.orglresources/holding-major-fossil-fuel-companies-accoun­
table ve Link: https://www.climaterealityproject.org/blog/climate-denial-machine-how­
fossil-fuel-industry-blocks-climate-action.
6 Bu önerim, aslında bu bağlamda daha fazla düzlem veya söylem çerçevesi olma olası­
lığını dışlamamaktadır.

20
Murat Baç

deneyimlenmiş, yorumsanmış hali (unverborgenheit) arasındaki ayrımdır.


(3) Ve üçüncü düzlem, deneyimlenen dünyanın içinde, "olgusal olarak ger­
çekleşenler'' ile öznelere gerçekleşiyor kanısı veriyor olsa da aslında "dene­
yimlenen (fiziksel/görüngüsel) dünyada olgu olarak gerçekleşmeyenler'' ara­
sındadır. Kısaca söylemek gerekirse, birincisi metafizik geleneğin, ikincisi
varoluşçu görüngübilimsel geleneğin ve üçüncüsü de analitik onto-episte­
mik geleneğin sorunsalları olarak kategorize edilebilir.
Bu ayrımlardan birincisinin en meşhur -ve ardından gelen felsefeci
nesillerin başına en büyük işi açan- örneği, elbette, Platon'un görülebilir
dünya ile kavranabilir idealar arasında bir ayrım çizerek hakikatin esas ika­
met yerinin ve bilginin esas normlarının bunlardan birincisinin değil ikin­
cisinin düzleminde bulunabileceğini ilan etmesidir. Platon'a göre (2009),
deneyimlenen dünya görülebilir olsa da gerçek bilginin (episteme) nesnesi
değildir. Var olanların oluşumunu sağlayan normlar veya modeller (idea) ise
ancak dianoia' nın (anlama) ve noesis' in (entelektüel kavrayış) kullanımıyla
erişilebilir durumdadır. Buna göre, hakikatın bulunduğu yer "değişimin"
ve "oluşumun" alanı değil metafizik özlerin alanı ya da boyutudur.
İkinci türün en önde gelen örneği, yine yaygın olarak bilindiği gibi,
Martin Heidegger'in varlık (Sein) ve hakikat (Wahrheit, Aletheia) üzerine
geliştirdiği felsefedir. Çok uzun bir tartışmayı kısaca ifade etmek gerekir­
se, pek çok yorumcunun uzlaştığı üzere Heidegger'in Varlık ve Zaman'da
(1927/2011) ve onu izleyen eserlerinde sunduğu hakikat anlayışı metafi­
zik-karşıtı olma anlamında Platonik geleneğin tam zıddı bir konumda yer
almaktadır ve hatta bu açıdan Friedrich Nietzsche'den bile daha ileride bir
yerde konumlanmaktadır. Platon'dan ve onu izleyen metafizikçilerden çok
farklı olarak Heidegger Sein' ın yalnızca dünyada olanlarda bulunabilir ol­
masına rağmen kendisinin bir varlık veya şey (entity) olmadığını düşünür.
Her ne kadar Sein' ın "açılması" veya "sunması" sonlu insan varlığından
(Dasein) geçen bir süreç olsa da, bu durum Sein'ın -ve ilintili olarak Alet­
heia' nın- insanın öznelliğine endeksli olduğunu göstermez. İnsan hakika­
tın kendisini açmasında 0çobanlık" rolü üstlenmektedir ancak biz hiçbir
zaman Sein' ın, yani olanların kendisini göstermesinin olanaklılığını sağ­
layan orijinatif zeminin, gizemine bütünüyle vakıf olamayacağız. Bu tablo­
da, hakiki-olan ile hakiki-olmayan farkı, geleneksel görüşlerden oldukça
farklı bir şekilde, deneyime kendisini açmış olanla üstü örtük kalmış (veya
aydınlığa çıkmamış) olan arasındaki farka karşılık gelmektedir. Bu tür bir
görüngübilimsel açıklama da, elbette, geleneksel metafiziklerden çok uzak
bir yere düşmektedir.
Son olarak, çağdaş felsefede daha sık karşımıza çıkan bir ayrıma de­
ğinebiliriz. Bu ayrım, felsefi açıklamaya görünenlerle hakikat arasındaki

21
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

ontolojik bir yarılmadan başlamak yerine, yalın bir şekilde olguların mev­
cut olması ile olmaması arasındaki farktan hareket eder. Bu üçüncü ay­
rıma verilebilecek paradigınatik bir örnek, "Dünya düzdür" önermesinin
doğruluğunun sunduğu ontolojik (bu örnekte, olgusal) durumla 11Dünya
düz değildir" önermesinin gösterdiği ontolojik durumun arasındaki farktır.
Yine bu ayrım bağlamında başka bir örnek vermek gerekirse -ve yazının
başlangıcındaki temaya dönersek- Trump'ın "yalanlarıyla" dünyada "ger­
çekten olanlar" arasındaki fark yukarıda andığımız ayrımı net bir şekil­
de imlemektedir. Bu üçüncü boyut çağdaş doğruluk-sonrası tartışmalarının
merkezinde yer aldığından, ilerleyen bölümlerde konuyla ilgili bazı felsefi
inceliklere özellikle değineceğiz.

liakikat, IJoğruluk, (;erçeklik


Bu aşamada, İngilizcedeki 'post-truth' deyiminin Türkçe çevirisine ilişkin
bir açıklama sunup, bazı felsefi kavramlar arasındaki ilişkilere ve çevirisel
inceliklere dikkat çekmek istiyorum. Her ne kadar İngilizce deyim dilimi­
ze genelde "hakikat sonrası" olarak çevriliyor olsa da bu konuda düşünce
dünyasında bir uzlaşım olmadığı da gözlenmektedir. 7 En yaygın tanımıy­
la, deyimin gönderme yaptığı kavram "doğruların, hakikatlerin, olguların
önemini yitirdiği bir dönem"8 olarak betimlenmekte, ancak bu durum
kafa karıştırıcı belli yönler de içermektedir.
'Truth' kelimesi bir yandan felsefe ve ilahiyat bağlamlarında 11hakikat"
anlamına gelirken, 9 öte yandan da, özellikle önermese! bağlamlarda, "doğ­
ruluk" anlamına gelmektedir.10 Örneğin "true friend" İngilizcede "hakiki
dost" anlamına gelirken, 11lt is true that he is in Barcelona now" cümlesi
110nun şimdi Barselona'da olduğu doğrudur" anlamına gelmektedir. O
yüzden, 'post-truth' deyiminin hem "hakikat-sonrası" hem de "önermesel­
doğruluk-sonrası" anlamlarını karşıladığını söylememiz belki daha yerinde
olacaktır. Dahası, bu tür tartışmalar çerçevesinde, bir diğer önemli felsefi
kavram olan "gerçeklik" (reality, veritas) kavramının hem "hakikat" hem de

7 Bkz., Link: https://journo.com.tr/post-truth-nedir. Uzunoğlu'na göre, literatürde kar­


şımıza çıkan diğer çeviriler "gerçek-ötest, "gerçek-sonrası" ve "post-olgusal" şeklinde
sıralanabilir.
8 Link: https://journo.com.tr/2016nin-kelimesi-secildi-post-truth. Ayrıca bkz., Link:

https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/post-truth. Tanımın
önemli bir boyutu, olgulardan ziyade "harekete geçirilmiş duyguların" toplumsal alanda
etkili olması durumuna ilişkindir.
9 Yuhanna İncili'nden bir örnek vermek gerekirse, "Pilatus [İsa'ya] 'Hakikat nedir?'

diye sordu. Bunu söyledikten sonra Pilatus yine dışarıya, Yahudiler' in yanına çıktı. On­
lara, 'Ben O'nda hiçbir suç görmüyorum' dedi." (18:38) .
10
" Önerme" doğru veya yanlış değeri taşıyan dilsel ifadelere (cümlelere) verilen addır.

22
Murat Baç

"doğruluk" kavramları ile ilintili olsa da onlardan ayrıldığını belirtmemiz


gerekiyor. Gerçeklik, yukarıda (1) maddesinde açıkladığım hakikat - ha­
kikat olmayan ayrımındaki 'hakikat' ile büyük oranda örtüşmektedir. Ger­
çeklik kavramının bu şekilde açıklanması (1) ve (2) arasındaki ayrıma da
felsefe tarihi açısından şöyle bir ışık tutabilir: Heidegger gibi hermeneutik
gelenekteki bir düşünür (2) çerçevesinde görüşünü oluştururken, felsefede
özne-nesne aynmını geride bırakmasına eşlik edecek bir şekilde, (l)'de ifa­
desini bulan hakikat anlayışıyla -yani geleneksel "gerçeklik" tanımıyla­
arasına net bir söylemsel mesafe koymuştur. Genel olarak ifade edersek,
"gerçeklik" ve "hakikat" kavramları felsefede belli bağlamlarda örtüşürken
belli bağlamlarda net bir şekilde ayrışmaktadır.
"Gerçek" kavramının diğerleriyle ilintisini bu şekilde serimledikten
sonra, felsefede gerçekçilik olarak bilinen akıma da bu noktada değinmek
yararlı olabilir. Batı dillerinde 'realism' olarak geçen "gerçekçilik" akımı ge­
nellikle nesnelerin ve/ya varlığın kendisinin nesnel (yani, özneden zihinsel,
düşünsel veya söylemsel olarak bağımsız) olduğunu savlar. Örneğin, mad­
deci felsefeciler (veya hem madde hem de zihnin bağımsız varlığını savu­
nan Rene Descartes gibi ikici felseciler) gerçekçilerin safında yer alır. Daha
kafa karıştıran bir durum ise Platon'un ideacı görüşünde kendini gösterir.
Felsefe literatüründe zaman zaman gerçekçiliğin merkezcil tezini "İnsan­
dan bağımsız ve bilgimizin zorunlu olarak dışında kalan bir varlık alanı
vardır" şeklinde yorumlama yönünde eğilimler karşımıza çıkar. Ancak bu
kanımca oldukça sorunlu bir iddiadır çünkü -görüngüler dünyasından ve
onun tikel nesnelerinden ziyade ideaların gerçek/hakiki varlık olduğunu
savunmasından dolayı- gerçekçilerin en önde gelenlerinden biri kabul
edilen Platon gerçeğin (idealann) insanın bilgisinin erişiminin dışında ka­
lacağı fikrine kesinlikle yakın değildir. Platon' a göre, şehirde yaşayan vasa­
ti ahali için olmasa bile, philosophoi ("hakikatin görünüşünü" veya "bilgeliği"
sevenler) için bu kapı tartışmasız bir şekilde açıktır.11 O halde, gerçekçiliği
epistemolojik bir hamleyle "bilişsel erişim sorunu" olarak almakta yanıltı­
cı bir yön vardır. Gerçekçilik, felsefede geleneksel olarak işlendiği haliyle,
özünde ontolojik bir tezdir ve öncelikle nesnelerin nesnelliği ve özneden
bağımsız varlıkları konusuyla ilgilidir.

Doğruluk Konusunda Gerçekçiliğin Betimlenmesi


Yukarıda verdiğim kuramsal girizgah ışığında tekrar "hakikat sonrası"na
dönmek ve, kavramsal alanın ontolojik ve epistemolojik unsurlarını netleş­
tirdikten sonra, yaşam dünyamıza şekil veren bu yönelimler bütünü veya

11 Devlet, 475dl-476e7.

23
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

ideolojiye ilişkin daha kapsamlı bir açıklama ve eleştirel bir perspektif oluş­
turmak istiyorum. Çağdaş felsefede "gerçekçilik" dendiğinde akla ilk gelen
tezlerden bazıları şunlardır:12
a. Varlık alanı (gerçeklik) zihinselliğe veya söylemselliğe dayanmayan
nesnelerden oluşur.
b. Önermeleri doğru ya da yanlış yapan şey zihinden bağımsız varlık
alanıdır (gerçeklik) .
c. Bilişsel olarak değerli tüm ifadeler ya doğru ya da yanlıştır.
d. Bir önermenin doğru ya da yanlış olması eldeki tüm kanıtlardan ba­
ğımsızdır; önermesel doğru, öznelerin kanıtsal çalışmalarına değil
olgulara bağlıdır.
Bu maddelerin oluşturduğu bütünün heterojen bir yapı arz ettiği açıkça
görülebilir. Bir yandan geleneksel metafiziğin temel ilkelerinden biri dile
getirilirken, diğer yandan da önermesel doğruluğun oluşma düzenine iliş­
kin ontolojik bir resim çizilmektedir. Bu tablodan konunun epistemolojik
tarafına nasıl geçiş yapılacağını tahmin etmek de zor değildir. Listedeki
a'dan dolayı zihinden bağımsız bir varlık düşüncesi öne sürülüyor ve di­
ğer maddelerde de önermesel doğrunun kavramsal yapısı (ve öznellikle
olan ilintisi) sergileniyorsa; bu yolla, önermesel bilgi edindiğimizde neyi
bildiğimiz ve onun ne kadar nesnellik içerdiği de ortaya konuyor demek­
tir. Ö nermese! (veya yargısal) bilgi, bizi çevreleyen ve bizim öznel kiplerde
yaratmadığımız bir varlık alanının zihnimizde doğru bir temsilini oluştur­
ma sürecidir. Bu onto-semantik taban insanın deneyimsel (ve önermesel)
bilgisinin nesnel dayanağını sergiler.
Bu aşamada, literatürde geçen ve yukarıda serimlediğim ayrımlar, genel
eğilimler ve tartışmalar bağlamında kendi yaklaşımımı ifade etmek istiyo­
rum. İlk olarak, "Doğruluk Konusunda Gerçekçilik" görüşünün temel te­
zinin (yukarıdaki d) dikkatli bir şekilde "Varlık (veya Hakikat) Konusunda
Gerçekçilik" görüşünün temel tezinden (yukarıdaki a) ayrılması gerekir.13
Varlık Konusunda Gerçekçilik, hakikatin nesnel doğasına ilişkin bir tez
öne sürer ancak bu tür gerçekçilik önermelerin doğruluğunun nesnel­
lik-öznellik ölçeğinde nereye düştüğü konusunda bir görüş önermekten
geri durabilir. Ve ters yönden bakarsak, önermelerin doğru ya da yanlış de­
ğeri edinmelerinin yapısının incelenmesi metafizik bir perspektifi geçerli

12 Bu konuda çok geniş olan çağdaş ontoloji/epistemoloji literatüründen bazı örnekler


şöyle listelenebilir: BonJour (1985: 4, 161); Goldman (1986: 19, 144); Williams (1988:
430); Alston (1999: 49, 84) .
13 Bu ayrımı ilk derinlemesine işleyen felsefecilerden biri W. P. Alston'dur (1996) . Ayrıca

bkz. Devitt (1991). Ben de konunun ayrıntılarını Baç (2004); Baç ve Elio (2006) yazılarım­
da irdelemeye çalıştım.

24
Murat Baç

saymak zorunda değildir. Bu anlamda, benim görüşüme göre, b maddesi


nitelenmeden tek başına alındığında (zihinden bağımsız varlık alanının dene­
yimsel olguları öznelerin bilişsel olanaklarından bağımsız olarak, sadece
kendi başına ve sanki kozmik-teleolojik bir mimarın tasarımsal becerisiyle
hareket edebiliyormuş gibi "üretmesi" düşüncesinin felsefi açıdan oldukça
tartışmalı olmasından dolayı) Varlık Konusunda Gerçekçilik'in bir parça­
sı olmadığı gibi aslında, farklı bir açıdan, Doğruluk Konusunda Gerçek­
çilik görüşünün de bir tanımlayıcı unsuru olmak zorunda değildir. İfade
ettiğimiz bu son noktaya bir örnek verelim. Immanuel Kant'ın An Usun
Eleştirisi' nde (1781/2008) sunduğu ontolojik yapı deneyimsel gerçekçi ve/
fakat transcendental ideacı görüşe karşılık gelir. Kant'ın kuramına göre,
zihinlerden bağımsız (nesnel) bir varlık alanı olsa da, bizim yargılarımıza
karşılık gelen dünyevi olguların (örnek: "X nesnesi Y özelliğine sahiptir")
kendinde-varlıkta veya kendinde-şeyde (ding an sich) aynen bizim algıla­
dığımız haliyle mevcut olduğunu iddia edemeyiz. Bizim bilmemize (veya
bilişselliğimize) açılan dünyevi olgular zihinlerimizin içinde değil uzay-za­
man içinde olsalar da, onların uzay-zaman içinde belirmesi/belirlenmesi
bizim bilişselliğimizin türe özgü evrensel normlarından bağımsız olamaz.
O yüzden, Kantçı görüşe göre kendinde-varlığın sadece var olması -insan
aklından kaynaklanan yapım süreçlerini hesaba katmadığımız ve onların
"biçimsel" katkısını irdelemediğimiz sürece- deneyimsel yargılarımıza
karşılık gelen görüngüsel olguların varlığını (daha doğrusu, bizim dene­
yimlediğimiz şekilde olmalarını) açıklamaz. Bununla ilintili olarak, örne­
ğin, Kantçı (ideacı) türden bir ontolojiyi savunan bir düşünür de yargıların
doğruluğu ile yargıların kanıtsal desteklenebilirliği arasında kavramsal ve
mantıksal bir fark olacağını kabul edebilir. Doğruluk Konusunda Gerçek­
çilik görüşünün (yukarıdaki d) özü de ifadesini tam olarak böyle bulur. Bir
felsefeci maddeci olmayan bir ontolojinin içinde bile Doğruluk Konusunda
Gerçekçiliği savunabilir.
Bir sonraki bölümde doğruluğa ilişkin gerçekçilik üzerine üretilen tar­
tışmanın taraflarının temel yaklaşımlarına dair bazı onto-epistemik açıkla­
malar vereceğim.

Çağdaş Doğruluk Kuramları ve Gerçekçilik Üzerine


Doğruluk kuramları etrafında gelişen tarihsel tartışmalar bu yazının sınır­
larını aşıyor. Ancak gerçekçilik üzerine irdelemelerimizi genişletmeden
önce bu konuda temel bazı arkaplan bilgileri sunmak yerinde olur kanı-

25
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

sındayım.14 Çağdaş analitik felsefede özellikle ön plana çıkan bazı doğruluk


kuramlan ve kısa betimlemeleri şöyledir:15
(i). Doğrunun Karşılık Kuramı (Correspondence Theory of Truth): Kar­
şılık (veya "karşılık gelme") kuramı, doğruluğun biri özne diğeri nesne ta­
rafında kalan iki unsurun birbiriyle örtüşmesi veya diğerine karşılık gelme­
si yoluyla oluştuğunu savlar. Örneğin, "Dünya düzdür" önermesi dünya
gerçekten düzse doğrudur; aksi halde bu önerme yanlıştır. Felsefeciler ara­
sında "nesne tarafı" ile "özne tarafı"nın nasıl tanımlanabileceği çok ince­
likli ontolojik ve epistemolojik tartışmaların çıkmasına neden olmuştur.16
Doğruluk konusunda bu kuramın "klasik" olduğu kadar "sağduyuya da
uygun" olduğu genelde kabul görmüştür.17
(ii). Doğrunun Bağdaşım Kuramı (Coherence Theory of Truth): Karşı­
lık kuramının en büyük tarihsel rakibi olan bağdaşımcılık görüşü F. H.
Bradley ve B. Blanshard gibi felsefeciler tarafından savunulmuştur. Buna
göre, belli bir inancın, yargının veya önermenin doğru olması onun belli
bir sistem içinde diğer inanç, yargı ve önermelerle bağdaşmasına, onlarla
uyumlu olmasına bağlıdır. Dikkat çekeceği üzere, bu kuram zihinlerin veya
söylemsel sistemlerin dışında maddesel veya nesnel bir gerçekliğe herhan­
gi bir gönderme yapmamaktadır. Analitik felsefede bağdaşımcılık görüşü
karşılık kuramına göre daha yeni bir perspektif olarak nitelenebilir. Bu gö­
rüş, George Berkeley'den alınan onto-epistemik ilhamla, doğruluğun oluş­
ması için iki farklı türe ait unsurların (öznel ve nesnel) birbirlerine "karşılık
gelmesi" ya da "uyması" düşüncesinin son derece sorunlu olduğunu öne
sürer. Buna göre, bir önerme bir önermeye, bir düşünce bir düşünceye uyar
ancak önermeler veya düşünceler, öznellikten veya zihinsellikten arınmış
"nesnelliğe ait" olgusal durumlara uyamaz.18
(ili). Doğrunun Gereksizlik Kuramı (Redundance Theory of Truth):
Frank Ramsey ve Peter Strawson gibi düşünürlerce savunulmuş olan bu
-görece olarak yakın tarihli- görüş özsel bir tanımlama yapmaktansa,
doğrunun "gereksiz" bir niteleme olduğunu savunur. Buna göre, "doğru"
nitelemesi bir önermenin anlamına herhangi bir katkı sağlamaz. "N" öner­
mesi ile "N doğrudur" önermesi aynı bilgileri içerirler o açıdan, "doğru"
semantik açıdan gereksizdir.19

1• Bu konunun ayrıntılı irdelenmesi için iyi bir kaynak Kirkham (1992)'drr.


" Doğruluk kuramlarını betimlerken, Alfred Tarski'nin (1944) anlambilimsel kuramı
gibi tarihsel açıdan önemli bazı görüşleri dışarıda brrakıyorum.
1• Gd cncksel karşılık kuramlarının sorunlarından muzdarip olmayan bir "karşılık" ku­

r.ımını Baç (2006) makalemde savunmaya çalıştım.


, . Hkı. O'Connor (1975) ve Schmitt (1995) .
" n.ıKd.ı�ımnlığın görece olarak daha yakın zamanlardaki bir serimlemesi ve savunusu
h,111. lıl.ı ı\lnıff (1996).
' ııı. ı H.mıwv ( 1927) ve McGrath (2000) .
Murat Baç

(iv). Pragmacı Doğruluk Kuramı (Pragmatist Theory of Truth): Prag­


macılık veya pragmatizm için zaman zaman "faydacılık" ve "eylemcilik"
deyimleri de kullanılır.2° Charles Sanders Peirce, William James, John
Dewey ve George Herbert Mead gibi önemli Amerikan pragmacıları tara­
fından üretilen ve daha sonra 20. yüzyılda farklı boyutlarda geliştirilen bu
görüş, bir önermenin doğruluğu ile onun bir amaca hizmet etmesi, insan
eylemlerinde ileriye taşıyıcı bir fark yaratması arasında belirleyici bir ilişki
olduğunu savlar. Dahası, bu görüşe göre, önermese! doğrunun bu ve ben­
zeri somut unsurlar dışında felsefi bir ağırlığı yoktur. Bu açıdan, pragmacı
doğruluk kuramı, entelektüelleştirici eğilimlere direnmesi ve öznelerin (ve
toplulukların) eylemlerini, çıkarlarını ve hedeflerini ön plana alması nede­
niyle diğer tüm kuramlardan büyük oranda ayrılır. 21
Yukarıda özetlediğim görüşlerden (i) genellikle Doğruluk Konusunda
Gerçekçiliğin temel görüşü olarak alınır. Konuyla ilgilenen felsefeciler ara­
sında net bir uzlaşma olmasa da (ii), (ili) ve (iv) ise gerçekçilik-karşıtlığı
(anti-realism) ile ilintilendirilir.22 Şimdi, bu çalışmanın esas temasına iliş­
kin felsefi durumu daha net ifade edebiliriz: Gerçekçi düşünürler, doğru
önermelerin kaynağının bizim yaratmadığımız bir varlık alanı olduğunu ve
doğruların iyi gerekçelendirilmiş kanılardan kavramsal olarak ayrı olduğu­
nu söylerken; pragmacılık örneğinde de görüldüğü gibi, gerçekçilik-karşıtı
görüş bir toplumun eylemsellik içinde ürettiği "iyi fikirlerin" ve "amaçla­
rımıza hizmet eden yargıların" ötesinde onto-episternik bir boyutunun ol­
madığını, bunu savlamakta ısrar edenlerin demode bir metafizik takıntıyla
hareket ettiklerine inanırlar.
Sosyo-politik tartışmalar açısından hakikat sorunsalının en can alıcı
kısmının toplumsal bir yapılanma içinde dünyaya dair öne sürülen iddi­
aların doğru/yanlış değeri edinmeleri süreçlerinin aydınlatılması olduğu
rahatlıkla söylenebilir. Yazımın kalanında bu çerçevede bir yorum üretme­
ye çalışacağım.

20 Kişisel bir seçim olarak ben 'pragmacılık' deyimini 'pragmatizm'e tercih ediyorum.
21 Klasik pragmacılığın güçlü bir ifadesi için bkz., James (1907/1946); James (1909/1911).
2 2 Özellikle pragmacılığın gerçekçilik-karşıtı bir kuram olup olmadığı uzlaşmazlığa ne­

den olan bir durumdur çünkü William James'ten bu yana pragmacılığın bir ukuram"
olup olmadığı tartışmaya açık kalmıştır. James'in kendisi (1907/1946) İtalyan pragmacı
Giovanni Papini'ye referansla pragmacılığın belirgin bir felsefi görüş değil, benzetirnsel
olarak, farklı odalara açılan bir 0koridor" gibi olduğu fikrini öne sürer. Bu anlamıyla
pragmacılık bir yöntem sunar. Pragmacılığın yöntemi, örneğin, hem sıradan bir kişi hem
de bilim insanı, hem bir ateist hem de inanan tarafından kişisel amaçlara uygun şekilde
kullanılabilir. (s. 54) .

27
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

Hakikat, Truınp, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört


Consequences of Pragmatism [Pragmacılığın Sonuçları] kitabının girişinde
çağdaş Amerikan pragmacısı Richard Rorty, Jean-Paul Sartre'dan şu ünlü
alıntıyı yapar:
Yarın, ölümümden sonra, bazıları faşist bir düzen kurmaya karar vere­
bilir ve diğerleri de buna izin verecek kadar korkak veya sefil olabilir. O
anda, faşizm insanlığın ve daha kötüsü her birimizin hakikati olacaktır.
İnsanlar nasıl karar verdiyse, gerçeklik öyle olacaktır. 23
Devamında Rorty, bu düşüncenin Dewey ile Foucault'yu, James ile Nietzs­
che'yi bir araya getirdiğini belirterek, "Felsefe-sonrası" (post-Philosophical)
olarak tanımladığı toplumun müjdesini verir. Bu liberal, aydırılanmış top­
lumun bireyleri, edineceğimiz bilgilerin ve yaşayacağımız hayatların doğ­
ruluk/iyilik/yeterlilik yönünden sınamasında kullanabileceğimiz ölçütlerin
bu dünyada yapıp ettiklerimizin düzleminin dışında veya ötesinde olama­
yacağına, epistemolojik veya ahlaki arılamda başvurabileceğimiz yüce bir
mercinin olmadığına inanırlar ki bu son nokta, kendisi pek liberal sayı­
-

lamayacak olsa da Nietzsche'nin de rahatça onaylayacağı bir fikre karşılık


gelmektedir. Felsefe-sonrası toplumda, şairlere, mühendislere, hukukçula­
ra, bilim insanlarına yer vardır; buna karşın, ne Tanrı'nın dilini anlayabildi­
ği, taleplerini münhasıran idrak edebildiği için biz günahkarların karanlık
ruhlarına ziya tutan rahiplere, ne tarih içinde doğru ideolojiyi keşfedip her
tikel görüngüyü veya olguyu o mutlak siyasi ölçüt çerçevesinde açıklaya­
bilen doktrin ustalarına, ne de metafizik doğrulara sub specie aeternitatis
erişim sağladığı için şairi, mühendisi, hukukçuyu, bilim insanını episteme
açısından kendisinden aşağıda gören °Felsefecilere" yer olacaktır. Eski dü­
şünce alışkarılıklarının yerini ise ötekiler" -özellikle de azırılıkta olan­
/1 /1

lar" - üzerinde baskı ve hegemonya kurma amacından arındırılmış olan


eşitlikçi bir görüş alışverişi ortamı alacaktır.
Rortyvari pragmacılığın benimsediği bu genel düşünsel perspektifin,
yargıların doğruluğu bağlamında yukarıda açıklanan Doğruluk Konusunda
Gerçekçilik görüşünü açık bir şekilde karşısına alacağı şüphesizdir. Rorty
gibi pragmacılar, doğrunun kanıt ve gerekçelendirmeden farklı veya onun
üzerinde bir norm sunmadığına inanırlar. "Doğruluk" devingen, akışkan ve
insarıların gereksinimlerine göre toplumsal düzlemde her an yeniden ya­
ratılan bir şeydir. İnsarıların gerekçelendirme çabalarının ötesine geçen, en
güçlü kanıtlarımızdan bile farklı olabilecek bir doğruluk anlayışı ise ancak
11Felsefeciler"in ilgisini çekebilecek antik bir düşüncedir.

23 Rorty (1982: s. xlii) . Çeviri bana aittir - MB.

28
Murat Baç

Bununla birlikte, gerekçelendirmelerin ötesine geçen hakikat veya doğ­


ruluk anlayışları entelektüel işlevlerin zararsız malzemeleri olmanın öte­
sinde, politik yaşamda somut, kritik roller üstlenebilirler. Baskıcı, totaliter,
monolitik rejimler tarih boyunca "hakikat" veya "doğruluk" üzerinde te­
kel iddia ederek, "hakikatin" dışına çıkma eğilimi gösteren kesimleri bas­
tırıp sindirme eğilimi göstermişlerdir. Bu anlamda, metafizik gelenekte,
dinlerde ve kapalı ideolojilerde ifadesini bulan "hakikat" veya "doğruluk"
Rorty'nin yücelttiği "bitmeyen sohbet"in ve liberal toplumun insanüstü
mürşitlere başvurmadan kendini gerçekleştirmesi idealinin önünde bir
engeldir. Ve insanlığın tarihsel serüveninde bizi bekleyen yeni durak da -
Rorty'nin kendi perspektifi çerçevesinde anladığı özel anlamda- post-Phi­
losophy veya post-truth dönemidir. 24
Doğal olarak, bu tartışmaların tek söylemsel odağı kuramsal bir eksen­
de ilerleyen doğruluk sorunsalı değildir. Gerçekçilik ve gerçekçilik-karşıt­
lığı arasındaki ontolojik tartışmanın politik zeminde yansımasını nasıl gös­
terdiğine ilişkin oldukça aydınlatıcı ve ilginç bir örnek, George Orwell'in
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört kitabında sunulan totaliter distopyaya ilişkin
Rorty'nin ileri sürdüğü liberal-pragmacı yorumudur. 1989 tarihli Contin­
gency, Irony and Solidarity [Olumsallık, İroni ve Dayanışma] adlı eserinde
Rorty, Orwell'in kitabında parti üyesi O'Brian'ın Winston'a işkence ettiği
sahnede asıl meselenin "doğruluk" olduğu fikrini net bir şeklide reddeder.
Ona göre, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört 'ün asıl sorun olarak ele aldığı tema,
insanların ne kadar saçma veya sıra dışı görünürse görünsün inandıkları
düşünceleri ifade etme özgürlüklerinin olmasıdır. O'Brian Winston' a dört
parmağını gösterip ondan "Dört parmak görüyorum" yanıtını aldıktan
sonra işkenceye devam eder. Bu sahnede kritik konu Winston'ın "Dört par­
mak görüyorum" demeyi seçmiş olmasıdır; "gerçekte" kendisine dört veya
beş parmak gösteriliyor olması değildir. İşkence altında Winston'un bir şe­
kilde nesnel olgulara sığınabileceği, onun kişilerden bağımsız olgusal bir
dünyanın ontolojik güvencesinde var olduğu düşüncesi oldukça yararsız
bir varsayımdır. İnandığı fikirleri ve önermeleri teyit edeceği başka insan-

24 Amerikalı radikal deneyimci düşünür William V. O. Quine'ın (1970; 1990; 1994) ve

-özellikle geç dönemindeki düşünceleriyle günümüz felsefesini derinden etkileyen­


Ludwig Wittgenstein'ın (1953/2006) fikirlerinden etkilenen pek çok çağdaş pragmacı
Rorty'nin "doğruluk" konusunda sunduğu bu tabloya dair çekincelerini dile getirmiş­
lerdir. Bu felsefeciler "doğruluk" kavramının normatif gücünün bütünüyle yok edildiği
bir onto-epistemik durumun aslında çok cazip olmadığı konusunda uzlaşmaktadır. Bu
düşünürler arasında Hilary Putnam (1986; 1994) ve Donald Davidson (1985; 2001) sa­
yılabilir. (Hem Putnam'ın hem de Davidson'un "doğruluk" ve "gerekçelendirme" kav­
ramları arasında pragmatik veya edimsel bir ilinti bulunduğu tezini reddetmediğini burada
vurgulamak yerinde olur.)

29
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

lar çevresinde yokken Winston'ın özerk/bireysel bir şekilde belli olguların


gerçekliğini doğrulayabileceği fikri reddedilmesi gereken bir düşüncedir.
Rorty'nin bu çarpıcı Orwell okuması üzerine yorum yapan James Co­
nant'a (2001: ss. 278-303) göre, Rorty Orwell'in kendisinin "dünyada nes­
nelliğin kaybedilmesi" konusundaki endişelerini gözden kaçırmakta ve
bize oldukça yanıltıcı bir Bin Dokuz Yüz Seksen Dört versiyonu sunmaktadır.
Örneğin, Rorty totaliter rejimlerin temel politik sorunun bizi diğer yurttaş­
lardan koparması olduğunu söylerken, Orwell sorunu totaliter her rejimin
hakikatin tek ölçütünü "diğer bireylere" indirgeme ve nesnel olguları örtme
çabasında bulmaktadır. (age, s. 294) Rorty'nin yukarıda sunduğum Orwell
okumasının ardında, doğal olarak, onun öznelerarası anlaşma düzlemi dı­
şında (nesnel) bir olgusallık boyutu kabul etmemesi ve Bin Dokuz Yüz Sek­
sen Dört'teki senaryoyu baştan sona pragmacı gözlüklerle değerlendirmekte
ısrar etmesi yatmaktadır. Rorty açısından, kitapta karakterize edilen dün­
yada partinin eylemleri/ doktrinleri ile onun dışında kalanların eylemleri/
kabullenimleri arasında ontolojik bir üstünlük karşılaştırılması yapılamaz.
Karşılaştırmanın tek ekseni ifade özgürlüğü, zulüm ve hegemonik baskı
çerçevesinde kurgulanabilir. Oysa Conant'a (age, s. 302) göre, O'Brian'ın
bağlı olduğu partinin mensuplan açısından bile bizim sıradan pratiklerimiz ve
dünyayı anlama şeklimiz partinin propagandasında betimlediği, vaaz ettiği
ve bireylere özenle aşıladığından daha üstün olmak zorundadır: Bir propa­
gandacının olan olayları "çarpıtması" ancak çarpıtacağı dünyanın (nesnel)
düzeni içinde yer almasına ve ona dair durumların bilgisine hakim olmasına
bağlıdır. Ancak Rorty eldeki distopik senaryoyu sürekli olarak gerçekler­
den/olgulardan uzak bir alanda tartışmaya çalıştığı için bu kritik noktayı
kaçırmaktadır. Sonuç olarak da, son derece tartışmalı bir Orwell yorumu
sunmakta ve işkence gören Winston'ın açısından, örneğin, 2+2=4 önerme­
sinde ısrar etmenin olgulara veya gerçekliğe tutunma çabasıyla hiçbir ilgisi
olmadığını, işkenceyi yürüten O'Brian'ın ise Winston'a çarpıtılmış "doğ­
rular" empoze etmekten ziyade onun "tutarlılığını bozmak" ve uyguladığı
"zulmün tadını çıkarmak" amacını taşıdığını iddia etmektedir.
Yukarıdaki tartışmanın ışığında sorulması gereken belirleyici soruyu
burada açıkça ifade edelim: "Öznelerarası uzlaşının sınırları içinde" kal­
mayı öneren gerçekçilik-karşıtı perspektifle önermelerin doğruluğunun
"ancak dünyadaki olgularla bağıntı içinde" ve "onlara uyarak" belirlene­
bileceğini öne süren gerçekçi görüşü karşı karşıya getirdiğimizde, totaliter
senaryolann önüne geçebilme adına benimsememizin daha akılcı olduğu doğ­
ruluk görüşü hangisidir? Bu kritik soru çerçevesinde, doğruluk boyutunun
kanıt/gerekçelendirme boyutuna indirgenebileceği tezini ileri süren prag­
macılığın bizi götüreceği onto-politik noktanın çok iyi düşünülmesi gerek-

30
Murat Baç

tiğine inanıyorum. Bir toplumda 0nesnel doğruluk" veya 0hakikat" kavra­


mını tekeline almayı başaran her hegemonik rejimin büyük bir totaliter
tehdit oluşturacağı, kendi 0hakikati0 dışında kalanları ezerek baskılayacağı
yalnızca ciddiye alınması gereken varsayımsal bir distopik senaryo değil,
geçmişte defalarca yaşanmış ve günümüzde de farklı coğrafyalarda gerçek­
leşmekte olan bir durumdur. Ancak buradan hareketle olgulara bağlı (ger­
çekçi) doğruluğun toplumsal düzlemde yok edilmesi gereken bir kavram
olduğunu söylemek bir non sequitur örneğidir. Dahası, Rorty'nın kafasında
olumsuzlayarak oluşturduğu nesnellik-özgürlük denklemine şüpheyle bak­
mamızı gerektiren sağlam gerekçeler bulunmaktadır. İşkence gören veya
zulme uğrayan pek çok insanı en korkutan şey, en az gördükleri eziyet ka­
dar, başlarına gelenlerin tarihsel kayıtlardan silinmesi ve işkencecilerinin
kendi tarihsel kayıtlarının °hakikatin" yerini almasıdır. Ama bu tür bir kay­
gı ve bunlarla ilintili olası toplumsal riskler, görüldüğü kadarıyla, radikal
pragmacılığın kolayca açıklayabileceği konular değildir. Ve onto-epistemik
boyutta doğruluk ve kanıtın tamamen eşit normatif güçte toplumsal işlev
görmesi -ya da doğruluğun bütünüyle gerekçelendirme boyutuna indir­
genmesi- durumunda, bunun totaliter rejimlerin amaçlarına (ya da Trump
gibi popülist/pragmatist yöneticilerin ve onlara eşlik eden erk unsurlarının
beklenti ve çıkarlarına) hizmet etme olasılığını yükselteceği de yukarıda
betimlediğimiz bağlamda net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan, Rorty'nin hayal ettiği "hiçbir bireyin doğruluk iddiası ta­
şımadığı" ve "bireysel ifade özgürlüğünün ve özneler arasında sonsuza
dek sürecek eşitlikçi sohbetin tek ideolojik norm olarak işlediği" toplum­
sal yapı, masum bir şekilde metafizik-karşıtı bir oluşum olmaktan ziyade,
dönüştürücü toplumsal hedeflerin tedavülden tümüyle kaldırıldığı ölçülü,
medeni ve etkisiz bir entelektüel fikir teatisi alanına karşılık gelme ola­
sılığını güçlü bir şekilde barındırmaktadır. Açıkça dendiğinde, Rorty'nin
geleneksel Felsefe konusundaki endişelerinin onu hem geleceğe yönelik
politik tasarımında hem de öznellik-nesnellik dengesi bağlamında savun­
ması zor bir yöne yönelttiğini belirtmemiz yanlış olmaz. Bu noktalardan
ikincisini tekrar vurgulamakta yarar görüyorum. Kanımca Rorty, varlık ve
doğruluk konularında gerçekçiliğin geleneksel türlerine ilişkin duyduğu
derin tepkiden dolayı, daha yakın zamanlarda -özellikle Wittgenstein'ın
Tractatus sonrası döneminde ürettiği zihincilik-karşıtı, özcülük-karşıtı fikirle­
rin etkisiyle- farklı kuramcılar tarafından geliştirmiş onto-semantik yak­
laşımlarının hakkını tam olarak teslim edememektedir. Tekrar belirtmek
gerekirse, çağdaş gerçekçiler bu yazının "Doğruluk Konusunda Gerçekçili­
ğin Betimlenmesi" başlığı altında açıklanan a ve d maddelerine sempatiyle
yaklaştıklarında bile, orada b'de belirtilen tezi geleneksel metafiziksel gö-

31
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

rüşlere oldukça mesafeli bir yerden savunmaya çalışmışlardır. 25 O yüzden,


bu gerçekçiler (neo-realists) nesnel bir gerçeklik veya nesnel bir doğruluk
kuramı oluştururken; insanın zihninden, söylemlerinden ve tarihselliğin­
den bağımsız bir süper hakikatin -öznelliğin ya da insan varoluşunun
hiçbir katkısı olmadan- olguları tezgahında dokuyarak dünyaya yerleştir­
diği gibi arkaik bir düşünceye saplanmadan fikir üretmişlerdir. Kantçı ve
geç-dönem Wittgensteincı yaklaşımları harmanlayan bu tür görüşler nes­
nellik sorunu karşısında önemli bir seçenek ileri sürebilmektedirler. Özet­
lersek, yeni-gerçekçi akım kendi kuramsal sorunlarının veya zayıflıklarının
üstüne eleştirel kararlılıkla gidebilen, felsefe sahnesinde yaklaşık 150 yıldır
yaşanan gelişmelerden pay çıkaran ve bu nedenle dogmatik ontolojik gele­
neklerle arasına mesafe koyan çağdaş bir "nesnelci" görüşün yükselmesine
olanak tanıyan bir tavır sergilemiştir. Ve bu tür kuramsal gelişmelerin siya­
set felsefesi boyutunda da kayda değer bir yansıması vardır: Trump'ın gün­
delik demeçleri, küresel ısınma, yolsuzluk iddiaları, insan hakları ihlalleri,
doğanın ve insan emeğinin sömürülmesi ve benzeri konularda, gerekçelen­
dirme ve fikir alışverişi pratiklerinin ötesinde bir gerçeğin ve doğrular kümesinin
olduğuna inananlar açısından, gerçekçiliğin katıksız-pragmacı perspektife
net ve doyurucu yanıtlar verilebilmesi vazgeçilemeyecek bir onto-politik
hedeftir ve bu telos, bence, hem felsefecilerin hem de sosyal bilimcilerin
gündeminden kolayca düşmeyecektir. 26

Kaynakça
Alcoff, Linda Martin. (1996) . Real Knowing: New Versions of the Coherence Theory. Ithaca:
Cornell University Press.
Alston, William Payne. (1996) . A Realist Conception of Truth . London: Cornell University
Press.
Baç, Murat. ve Elio, Rern�e. (2004) . "Scheme-Based Alethic Realism: Agency, the Envi­
ronment, and Truthmaking". Minds and Machines, 14(2), ss. 173-96.
Baç, Murat. (2006) . "Pluralistic Kantianism". The Philosophical Forum, 37(2), ss. 183-204.
BonJour, Laurence. (1985) . The Structure of Empirical Knowledge. Harvard: Harvard Uni­
versity.
Conant, James. (2001) . "Freedom, Cruelty, and Truth: Rorty versus Orwell." Rorty and
His Critics in, Edited by Robert R. Brandom. Oxford: Blackwell Publishers.
Davidson, Donald. (1985) . Inquiries into Truth and Interpretation. Oxford: Clarendon
Press.
__ . (2001). Subjective, Intersubjective, Objective. Oxford: Clarendon Press.

25 Bkz., örneğin, Lynch (1998); Goldman (1986); Davidson (2001) .


26 Önerileriyle metne yaptığı katkılardan dolayı Deniz Kocaoğlu'na teşekkür ederim.

32
Murat Baç

Devitt, Michael. (1991) . Realism and Truth. Oxford: Basil Blackwell.


Goldrnan, Alvin Ira. (1986) . Epistemology and Cognition. Cambridge: Harvard University
Press.
Giuliani, Rudy. (2019). "Trump Lawyer Rudy Giuliani: Truth isn't Truth*, BBC. Link:
https://www. bbc.com/news/world-us-canada-45241838.
Heidegger, Martin. (1927/2011). Varlık ve Zaman. Çev. Kaan H. Ökten, 2. Basım. İstan­
bul: Agora Kitaplığı.
James, William. (1907/1946) . Pragmatism: A New Name for Some Old Ways of Thinking.
New York: Longmans, Green and Co.
__ . (1909/1911). The Meaning of Truth. New York: Longmans, Green and Co.
Journo. (2016) . "2016'run Kelimesi Seçildi: Post-Truth", ]ourno. Link: https://journo.
com. tr/2016nin-kelimesi-secildi-post-truth.
Kakutani, Michiko. (2018) . The Death of Truth: Notes On Falsehood in the Age of Trump.
New York: Tim Duggans Books.
Kant, Imanuel. (1781/2008) . An Usun Eleştirisi. Çev. Aziz Yardımlı. İstanbul: İdea Ya­
yınevi.
Kirkham, Richard Ladd (1992) . Theories of Truth: A Critical Introduction. Cambridge:
The MiT Press.
Kessler, Glenn; Rizzo, Salvador; Kelly, Meg. (2019) . "President Trump has Made 13,435
False or Misleading Claims over 993 Days", Washington Post. Link: https://www.
washingtonpost.com/politics/2019/10/14/president-trump-has-made-false-or-mis­
leading-claims-over-days.
Lynch, Michael Patrick. (1998) . Truth in Context: An Essay on Pluralism and Objectivity.
Cambridge: MiT Press.
McGrath, Matthew. (2000) . Between Deflationism and Correspondence. New York: Gar-
land Publishing.
O'Connor, Daniel John. (1975) . The Correspondence Theory ofTruth. London: Hutchinson.
Orwell, George. (1949/2008) . Nineteen Eighty-Four. London: Penguin Books.
Platon. (2009) . Devlet. Çev. Sabahattin Eyiiboğlu ve Sina Cimcoz, İstanbul: İş Bankası
Kültür Yayınları.
Putnam, Hilary. (1986) . Reason, Truth, and History. London: Cambridge University
Press.
__ . (1994) . "Sense, Nonsense, and the Senses: An Inquiry into the Powers of the
Human Mind". ]ournal of Philosophy, 91 (9), ss. 445-65.
Quine, Williard Van Orman. (1970) . Word and Object. Cambridge: The MiT Press.
__ . (1990) . Pursuit of Truth. Cambridge: Harvard University Press.
__ . (1994) . "Epistemology Naturalized." Naturalizing Epistemology in, Edited by H.
Kornblith, 2"d Ed. Cambridge: The MiT Press.
Oxford Learner's Dictionaries. "Post-Truth", Link: https://www. oxfordlearnersdictio­
naries.com/definition/english/post-truth.

33
Hakikatin Savuşturulması, Ötelenmesi ve Geri Dönüşü Üzerine

Ramsey, Frank Plumpton. (1927) . "Facts and Propositions" . Aristotelian Society Supp.,
7(1), ss. 153-70.
Rorty, Richard. (1979) . Philosophy and the Mirror of Nature. New Jersey: Princeton Uni­
versity Press.
__ . (1982) . Consequences of Pragmatism. Minneapolis: University of Minnesota Press.
__ . (1995) . Olumsallık, İroni ve Dayanışma. Çev. Mehmet Küçük ve Alev Türker, İs­
tanbul: Ayrıntı Yayınları.
Schmitt, Frederick F. (1995) . Truth: A Primer. Boulder: Westview Press.
Tarski, Alfred. (1944) . "The Semantic Conception of Truth and the Foundations of Se­
mantics". Philosophy and Phenomenological Research, 4(3), ss. 341-76.
The Climate Reality Project. (2019, September 5) . 0The Climate Denial Machine: How
the Fossil Fuel Industry Blocks Climate Action", The Climate Reality Project. Link:
https://www. climaterealityproject.org/blog/climate-denial-machine-how-fossil-fu­
el-industry-blocks-climate-action.
Union of Concerned Scientists. (2005). "Climate Change Research Distorted and Sup­
pressed", Union of Concerned Scientists. Link: https://www. ucsusa.org/resources/
climate-change-research-distorted-and-suppressed.
Union of Concerned Scientists. (2016/2019) . "Holding Major Fossil Fuel Companies Ac­
countable for Nearly 40 Years of Climate Deception and Harın", Union of Concerned
Scientists. Link : https://www. ucsusa.org/resources/holding-major-fossil-fuel-com­
panies-accountable.
Uzunoğlu, Sarp. (2016, 4 Aralık) . "Post-Truth Nedir? Bu Sirkte Yaşamaya Mecbur mu­
yuz?", ]ourno. Link: https://journo.com.tr/post-truth-nedir
Williams, Michael. (1988) . "Epistemological Realism and the Basis of Scepticism".
Mind, xcvii, ss. 415-39.
Wittgenstein, Ludwig. (1953/2006) . Felsefi Soruşturmalar. Çev. Deniz Kanıt, İstanbul:
Totem Yayıncılık.
__ . (1921/1996) . Tractatus Logico-Philosophicus. Çev. Oruç Aruoba, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.

34
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş*

MiLAY KÖKTÜRK

Özet

Platon'un mağara alegorisinde, gerçeklik sorunu benzetme yoluyla tar­


tışılır. Mağarada zincirlenmiş halde yaşayanların, yansıyan gölgeleri
gerçek diye nitelendirecekleri, bundan kuşku duyan birinin gölge ve
gerçek ayırımını yapmaya başladığı ifade edilir. Mağaradan çıkabilen
insan da bu kişidir. Mağara alegorisi, her çağda, insanı hapsetmiş gibi
görünen olguları soruşturmanın gerekçesi olmuştur.
21. yüzyılda, başka ve yeni bir dünyadayız. İnsan dijital ortam tara­
fından kuşatılmıştır. Bu yüzyılda gerçeklik kavramı ve gerçekliğin ken­
disi de biçim değiştirmiştir. Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, hiper
gerçeklik, gerçek ötesi gibi kavramlar, gerçekliğe ilişkin betimlemeler
olmanın ötesinde, gerçekliğin varoluşu ile ilgilidir. Bizi kuşatan dijital
dünya karşısında, bugün de "Acaba yepyeni bir mağarada mıyız?" diye
sormak gerekmektedir. İşte yazımızda da bu soruya cevap aranacaktır.
Önce Platon'un mağarası özne ve bilinç açısından yorumlanacaktır.
Sonra gerçek ötesi kavramının anlamı üzerinde durulacak, dijital dün­
yanın yeni bir mağara olup olmadığı soruşturulacaktır. Ardından ise,
"gerçek ötesi" kavramının dijital mağara ile bağlantısı, özne kavramının

· Bu makalede kör hakemlik süreci uygulanmıştır. Geliş Tarihi: 23/12/2019, Kabul Ta­
rihi: 06/01/2020.
" Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Felsefe Bölümü. milaykokturk@gmail.com
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

değişimi ele alınacak, insanın dijitalleşmesi (homo digitalicus) ile gerçek


ötesi kavramının ilişkisi tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Post-Truth, Homo Digitalicus, Mağara Alegorisi, Di­
jital Mağara, Reel Gerçeklik, Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik

Giriş
ENİ bir dünyanın, yeni teknik araçların, yeni kavramların, yeni ilgi ve
Yeğilimlerin ortaya çıktığı dijital çağda, "Gerçekten var olan nedir?" so­
rusunu yeniden sormanın vaktidir. Gerçeklik, gerçekliğin varoluş biçim­
leri, öznenin konumu, öznenin kendini var kılma biçimleri daha önceki
çağlardan tamamen farklılaşmış, ortaya yepyeni bir dünya tablosu çıkmış
gibi görünmektedir. Felsefe bu çağın hakikatini yakalayabilmek için onto­
lojiye geri dönmek zorundadır.

Kadim Soru: Gerçeklik ve Hakikat


Çoğu kez aynı anlamda kullanılan hakikat ve gerçeklik kavramları varo­
luşun iki cephesini anlatmaktadır. Varolma tek biçimli bir mevcudiyet de­
ğildir. Onun somut veya soyut, görünüşte veya asıl olarak, farklı biçimle­
rinden söz etmek mümkündür. Aynı şekilde, varolanın kendini bana tüm
mevcudiyetiyle vermemesi, asli niteliklerini ve temelini benden gizleyerek,
sadece görünümünü bana sunuyor olması da mümkündür. Gerçeklik, han­
gi yönüyle söz edersek edelim, tartışmaya konu olmaktan kurtulamaz. Ha­
kikat ise öyle değildir. Hakikatin ve hakikat olmanın tek bir biçimi vardır.
Bundan dolayı hakikat ve gerçeklik kavramları, koparılamayacak derece
birbirine bağlı olsalar da özdeş değildir.
Gerçeklik bizatihi bir varolma durumudur. Elbette bu varolma bize göre
mi, yani yüzü bize dönük olarak mı, yoksa kendi kendinde mi mevcudiyeti
anlatır; varolanın varoluşunu ve doğasını açığa çıkarmaya yönelince, bu
sorunun cevaplanması gerekir. Gerçi bir gerçeklik, bana göre ve yüzü bana
dönük olarak var ve karşımda olsa bile, onun bir de kendinde mevcudiyeti
olmalıdır ki, yüzü bana dönük olabilsin! Varolan, varolduğunu öne sürebil­
diğim bir şey ise, her hfil ve şartta karşımda duran bir mevcudiyet demektir.
Gerçeklik bizatihi mevcut olmayı anlatıyorsa, hakikat neyi anlatır? Ha­
kikat, bana dönük gerçekliğin veya gerçekliğin bana dönük yüzünün arka
planını, en alt tabakadaki mevcudiyeti anlatır. O, en temeldeki gerçeklik,
gerçekliğin ta kendisi, kendinden daha geriye gidilemeyen en temel varo­
luş durumudur. Sonraki varoluş katmanları bu tabaka üzerine yükselir.

36
Milay Köktürk

Yani hakikat de gerçekliktir, fakat gerçekliğin en temelidir, asıl gerçekliktir;


bana göre ve bana dönük değil kendinde ve kendisi olarak var olandır.
Varoluşsallığı ondan başlatırız. Dolayısıyla hakikatin, yüzü bana dönük
olarak var olması gerekmez. O, özneye kendini nasıl sunuyor olursa olsun,
kendinde bir varoluşa, herhangi bir şey eklenmeye gerek duymayan bir
kendi mevcudiyetine sahiptir. Onun öznelliğinden, özne değiştikçe değişe­
bilir oluşundan veya farklı öznelere kendini farklı görünümlerle sunuşun­
dan söz edilemez. Hakikatin öznel ve nesnel boyutu, özneye veya nesneye
göre bir hakikat olma durumu yoktur. Buna göre, gerçeklik ne kadar ben­
den yüz çevirir de kendisi olmaya dayanırsa, hakikate o kadar yakınlaşmış
demek olur. Başka bir deyişle, gerçeklik "bana göre" olduğu müddetçe ve
olduğu kadarıyla hakikatten uzaklaşır. Bundan dolayı, gerçekliği ele alır­
ken, onun öznel ve nesnel boyutundan söz etmeden olmaz. Öznel ve nes­
nel gerçeklik değil, gerçekliğin öznel ve nesnel boyutu . . . Öznel ve nesnel
gerçeklik, bir varoluşsal durumu, gerçekliğin doğasını anlatır. Gerçekliğin
öznel ve nesnel boyutu denince ise, tüm boyutların dışında varolan bir
gerçekliğin özneye açık kapısı veya kendi kendine mevcut olma durumu
kastedilir.
Gerçeklik kendinde olan bizatihi varolan ise eğer, onun kendinde varol­
ması ontolojik bir durum; ancak onun gerçeklik olarak bilinmesi ve ondan
gerçek olarak söz edilmesi epistemolojik durumdur. Kendinde ve kendi
başına varolanın varoluşunu sürdürmesi bir şey ifade etmez. Ona tanıklık
edecek bir özne olmalı ki, ondan söz edebilelim, onu bilelim, onun varlı­
ğından haberdar olalım . . . Kendi başına var olan algılanmadığında onun
anlamsız olduğunu söyleyen Berkeley haklıdır. İ şte bu bilme durumu ger­
çekliğin öznel boyutunu anlatır. Burada kastedilen şey, gerçeklik karşısın­
da takınılan tavır değildir. Tavır, gerçeklik orada iken veya nerede olursa
olsun, öznenin "ne karar vereceği bilinemeyen bir duruş"udur. Oysa öznel
boyutta, özne, şayet gerçeklik varsa, ona keyfi bir tutumla değil sırf var
olduğu için tanıklık etmektedir. Ö znenin tanıklığı olmaksızın gerçeklik
-kendi başına var olsa bile- yokluğa denktir. Ö znel boyut, onun varlığına
tanıklık edip varlığını onaylamaktır. Gerçekliğin nesnel boyutu ise, gerçek­
lik her ne ise onun bizatihi kendinde ve kendine dayanarak mevcudiyetini
sürdürmesidir.
O halde soralım: Neyi arayacağız? Gerçekliği mi hakikati mi? Hakikati!
Çünkü onu elde ettiğimizde, artık geride bilinecek hiçbir şey kalmamış de­
mek olur. Bilme ilgisi hedefine ulaşmıştır denebilir. Ancak, bulduğumuzu
düşündüğümüz şeyin hakikat, asıl ve yegane gerçeklik olduğunu nasıl bi­
lebiliriz? Bulduğumuzda, onda bir gerçeklik payesi, belki de gerçekliğin bir
kalıntısı olduğu kesindir. Hiçten herhangi bir şey çıkmayacağına göre, bir

37
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

şey varsa hiç değil, gerçek ve gerçeklik nitelikli bir şey olmak zorunda oldu­
ğuna göre, sorun, bu gerçekliğin, hakikatin neresinde durduğu sorunudur.
Belirtildiği gibi, bazı durumlarda hakikat ile gerçeklik bir ve aynı şey ola­
rak karşımızdadır, bazı durumlarda ise gerçeklik hakikatin bir görünümü,
belki bir kısmı, ama her hal ve şartta hakikate bitişik ve vazgeçilemez bir
mevcudiyettir. Dolayısıyla en temelde olanın peşindeysek, gerçeklikle ilişki
kurarak başlamak zorundayız. İsterse bu gerçeklik dediğimiz, sırf bir gölge
olsun! Bir varolanın, gerçekliğin dolaylı yansıması olması bile, gerçekliğe
giden yolda bu yansımadan da geçmek gerektiği gerçeğini değiştirmez.
Mevcut gerçeklikten hareketle hakikate giden yola koyuluruz. Platon'un
mağaradaki öznesi de böyle yapmış, gölgece gerçeklikten yola çıkmıştı. Bu
bakımdan, yukarıda da belirtilen kadim soruya ilk kez tam bilinçli bir ce­
vabın, Platon tarafından verildiğini görüyoruz.

Platon'un Mağarası
Antik çağdaki hakikat tartışmasını ve gerçekten var olanın, gerçek olanın
ne olduğu sorusuna Platon'un verdiği cevabı hatırlayalım!
Platon insan denen varlığın bilgilenmesinden söz ederken, bunu bir
benzetmeyle anlatacağını söyler ve meşhur mağara benzetmesini zikre­
der. "Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Ö nde boydan boya
ışığa açılan bir giriş. İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyun­
larından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor
ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya
bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar." (Devlet, 514a) Benzetme
devam eder: Arkalarında, mağaranın dışında parlak bir ateş, aradan geti­
rilip götürülen taştan-tahtadan kuklalar, bunların mağaraya düşen gölge­
si. . . Platon bu insanların ancak gölgeleri görebileceğini, gelip geçenlerin
çıkardıkları seslerin de gölgelerden geldiğini düşüneceklerini, mağaradaki
bu kişilerin gözünde gerçeğin, sadece yapma nesneler, gölgeler olacağını
söyler. Sadece zincirleri çözülen bir insan mağaranın içi ile dışındaki farkı
görebilir. Hakikat, asıl gerçeklik mağaranın dışındadır; dışarıdaki dünya ve
ateş-kukla düzenidir. Mağaranın içinde hiçbir şeyin olmadığı söylenemez.
Oradaki gölgeler ise, sadece gölgece bir gerçekliğe sahiptir. Ama mağara­
dakiler, bilfiil mevcut varoluşları itibarıyla, asıl gerçekliğe sırtını dönmüş
durumdadırlar.
Platon'un mağarasındakiler için, gölgeler hakikattir, gerçekten varolan­
lardır ve varoluş onlardan ibarettir. Ancak bu gölge dünyanın vatandaşla­
rından biri, durduk yerde -aslında durduk yerde değil, kendiliğinden bir
bilinç etkinliği olarak- bir "gerçeklik sorunu" yaşamaya başlar. O, temaşa

38
Milay Kii k türk

ettiği gerçekliğin, asıl gerçeklik/hakikat olup olmadığını sorar. Oysa doğal


durum şudur: Varoluş düzeni aynı şekilde devam ettiği müddetçe, mev­
cut gerçeklik düzenine ilişkin bir kuşku duyulmaz. Neden bu zihinlerden
birinde, gerçeklik sorunu filizlenir? Bu zihinlerden biri, mevcut gerçeklik
düzenine kendini bırakmayıp "acaba" sorusunu sorar; böylece kendi içinde
kendisiyle bütünleşmiş bu bilinçte, bir çatlak meydana gelmiş olur. De­
mek ki bilinç pasif kalmayı sürdürmez de kendisi olmayana yönelirse, bu,
onun kendiliğinden bir hamlesi olur. Bunun belirtisi kuşku, giderilme yolu
da kuşkunun olgular yoluyla ortadan kaldırılmasıdır. Bu çatlağı yaşayan
zihin, gerçekliğin verili biçiminden kuşku duymaya, asıl ve temel olanın
karşımızdaki "görünen" olup olmadığını soruşturmaya başlamışsa, bu da
şu demektir: Mevcut gerçeklik düzeninin devamı için olup bitenlerin hep
aynı biçimde olmaya devam etmesi yetmez, ona tanık olan bilinçlerin de
bunu onaylaması gerekir. Başka ve yeni bir gerçeklik düzeni için de aynı
şey geçerlidir. Bir gerçeklik düzeninin sunulması, inşa edilmesi ve bu ye­
ninin istikrarlı biçimde sürmesi de bilinçlerin onu onaylamasına bağlıdır.
Platon'un mağarasında da zincirlenmiş bilinçler sunulan gerçeklik dü­
zenini (yansımayı gölgeleri) onaylamışlardı. Mağara, ancak bu onaylama­
nın nihayete ermesiyle insan dünyasının dışında kalabilirdi. O çağda ol­
duğu gibi sonraki çağlarda öyle de oldu. Mağaranın varlığı, insanlar kendi
dünyalarını "Acaba mağara mı?" kuşkusuyla süzmeye başlayınca, bu soru
zihinlere kazanınca ortadan kalmıştı. Ancak Platon'un mağarası eski çağ­
ların, zihnin somut gerçeklikle birebir ilişkilendiği, zihinlerin bilfiil mevcut
etki, algı ve iletişim ortamında neşvünema bulduğu çağların mağarasıdır.
Oranın vatandaşı da eski çağlardaki mağaraların öznesidir. Yeni çağların
mağarası ve bu mağaranın öznesi ise farklılaşmıştır.

Eski Mağaranın Öznesi


Mağara da bir gerçeklikti, oradaki özneler de! Mağaranın ontolojik temeli,
oradaki özneler topluluğu ve onlara sunulan gerçeklik düzeniydi. Mağara­
nın mağara olarak mevcudiyetinden önemlisi ise, onun mağara olduğunun
bilinmesiydi. Mağaranın mağara olduğu bilinmeden önce, orası doğal ve
biricik yaşama dünyasıydı. Sonra her şey altüst oldu. Buna neden olan,
zincirlerini kıran özne idi. Dolayısıyla eski mağaranın iki farklı öznesinden
söz edebiliyoruz. İlki, zincirlenmiş olan özneler topluluğu, ikincisi de zin­
cirlerini kıran tek özne.
Zincirli özneler topluluğunun mantığı, verili olanla yetinmekti. Onlar
çoğunluğu oluşturuyordu, pasif alıcı ve sadece tanıklık eden bir öznelerdi.
Pasif/birinci özne, ötekine kayıtsız şartsız bir uyumluluk sergilemekteydi.

39
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

Yani eski mağaranın öznesinin diğer bir bilinç durumu, koşulsuzca uyum­
du; bu bilinç, kendini, çevreye ve diğerine uyumlu olmakla tanır ve tanım­
lar. Alışılagelene sırtını dönmeden, alışılagelene aykırı olanı baştan red­
dederek. . . Platon, benzetmesinin devamında, zincirlerini kıran kişinin
geri dönüşüne de değinir. O, mağaranın dışındaki gerçekliği görüp geri
dönerek ötekilere anlattığında, halen zincirlerinden kurtulmamış olanlar,
ona gülerler (517a) . Onlar hakikat için zahmet ve eziyet çekmeye, kendini
zorlamaya yeltenmeyen kişilerdir. Hiçbir şey talep etmezler. Kendilerine
yeni sunulanı kabul etmedikleri gibi, üzerinde düşünüp taşınmazlar da!
Direnç sahibi, kendi algı ve bilgi dünyalarına kapanmış, değişime kapalı
bilinçlerdir.
Eski mağaranın zincirlerini kıran öznesi ise, diğerlerinin tam tersi bir
bilinç varlığıdır. O, tek başına, ama aktif, var olanla ve verili olanla yetinme­
yen, kendisi mağarada olmakla beraber zihni hep ötelerde dolaşan bir öz­
nedir. Onun karakteristik vasfı, uyuma ve uyumluluğa teslim olmayışıdır.
Sabit bir tutkunluk değil, harekete geçirici, yola koyulmaya sevk eden bir
tutkunluk; mevcuda kuşkuyla yaklaşan, keyfi değil hakikat peşinde olarak
değişim yolunda ilerleyen bir bilinç durumu! Onun kendi içindeki anlam
ve önem sıralamasını belirleyen, budur. Bu bilinç, hakikat yolunda, öteki­
lerce horlanmayı göze alır. Verili olanla yetinme tutumunun dışına çıkar,
harekete geçer; işte o zaman, verili gerçekliğin yapısı değişir. Dolayısıyla
mağaradaki bu etkin öznenin bilinci, neyi niçin istediğini bilir, neyi iste­
mediğinin de farkındadır. Ayrıca o, kendi dar varoluş alanını genişletmek
için hamle yapan bir bilinçtir. Sorumluluk sahibidir. Bir şey ister ve talep
eder . . . Eski mağara düzeni böyledir.

Post-Truth veya Yeni Mağara


Sorunumuz, önce bu kavramın ne anlam taşıdığı, sonra da gerçekten bu
çağın mağarası olup olmadığı hususudur. Ö nce post-truthun ortaya çıkış
hikayesini zikredelim . . .
İnternet kaynaklarından okuduğumuza göre, ilk kez 1992 yılında bir
yazarın kullandığı "post-truth" 2016 yılında "yılın kelimesi" seçildi ve o
günden beri gittikçe popülerleşti. Aslında "popülerleştirildi" desek daha
doğru olur. Çünkü bu kelime seçilir seçilmez herkesçe benimsenmedi. Bir­
çok yerde birçok kişi veya kurum onu ısrarla ve sık sık kullandı. Post-truth
üzerine bazı yorumlar ve tartışmalar, onun gittikçe anlam dünyasını geniş­
letti ve geliştirdi. Geldiğimiz bu noktada da artık kavramlaştı. Bu kelime
niçin yılın kelimesi seçilmişti ve niye tartışılmıştı? Bunları bir yana bıra­
kalım; bizi ilgilendiren, bu kelimenin, artık bir şey ifade eden bir kavram

40
Mi/ay Köktürk

olması! Bir kelimenin kavramlaşması, onun ifade ettiği ve karşılık geldiği


reel bir olgu veya durum olduğu anlamına gelir. Demek ki post-truth diye
adlandırılabilecek bir vakıa var, demek ki yaşama dünyasında, bu kavrama
karşılık gelen olgular mevcut. . . Tekrar belirtelim, post-truth bir sıfat değil,
bir kavram. Genel bir karakteristik özellikler bütününe sahip! Niteleyici
olarak değil, bir durum ifadesi olarak kullanılır.
Gerçek ötesi diye çevrilen ve böylece Türkçede doğru bir karşılık bu­
lan bu kavram, gerçekten varolanların/nesnel gerçekliklerin, toplumsal
tasarım dünyasını belirlemede, öznel duygu ve yargılardan daha az etkili
olması şeklinde açıklansa da bu açıklama, kelimedeki köken anlamıyla pek
örtüşmemektedir. Bu kavramın bu ve benzeri şekilde birçok kullanımına
rastlıyoruz. Elbette çoğu kullanım yanlış, en azından felsefi çözümlemeye
konu edilecek nitelik ve içerikte değildir.
Bu kavram öncelikle "gerçek dışı" ve "gerçek üstü" kavramları ile de ka­
rıştırılmaktadır. Oysa post-truthun anlamı, ilk başta etimolojisinde kendini
göstermektedir. "Gerçek ötesi" derken, geride bırakılan bir gerçekliğin var­
lığı onaylanmaktadır; ama kişi onun ötesinde durmaktadır ve kişinin yeri
de bu gerçeğin ötesidir. Gerçeğin dışında kalan bir şeyden değil, gerçeğe
bitişik bir şeyden söz etmiş oluyoruz. Gerçeküstü ise gerçeklikle bağdaş­
mayan ve onun varoluşsallığıyla uyuşmayan bir tasarımdır.
Post-truthun en yanlış kullanımı, bu kavramın "gerçeğin kasten çarpıtıl­
ması" olarak tanımlanmasıdır. Burada, karşıdaki kişi için bir post-truthdan
söz edilmiş olmaktadır. Berideki, post-truthun dışında kalmaktadır buna
göre. Yani berideki, ötekine, onun algısını biçimlendirecek ve değiştire­
cek bir uyarımlar dizisi sunmuş olmaktadır. Böylece, ötedekinin algısı ve
algılayışı değişime uğratılmış olmaktadır. Oysa bu noktada sorulması ge­
reken şey şudur: Sorun sadece algılamayı değiştirme; kandırma, gizleme,
perdeleme mi? Algılamanın propaganda ile değişimi mi, bizatihi algıyla
taşınan gerçekliğin yapısını değiştirerek zihinde yaşanan bir değişim mi
asıl sorun? Elbette hayır. Asıl anlamıyla post-truth hem algılayan için hem
algı verisini sunan için vardır ve aynıdır. Yalan, perdeleme, gizleme, algıyı
değiştirme, gerçek ötesi değil "gerçek dışı" dır. Gerçek ötesi ile gerçek dışını
doğru tespit etmemiz gerekir. Söylenenlere inanan, başka kaynaklardan
araştırarak hakikat peşine düşmeyen insan, gerçek ötesinde değil gerçeğin
dışında kalmayı kendisi seçmiş olur.
Gerçek ötesi, algılanan gerçeği anlamsız, onun üzerine ve onun içinde
inşa edilen yapay dünyayı daha anlamlı ve önemli bulmaktır. Bu, sanal
gerçeklikle iç içe yaşamaktır. Sanal gerçekliğin bilfiil gerçek olmayan bir
şey olduğu düşüncesini bir kenara atmak, reel olanın yükünü taşımaktan
vazgeçmek, reel olan içindeki duygu durumunu ve reel olana ilişkin tutu-

41
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

munu onun izdüşümü karşısında yeniden inşa etmektir. Artık reel/temel­


de olan, yani asıl gerçeklik, anlamından kaybetmiş, yerinden yurdundan
sürülmüş, değersiz hale gelmiştir. Daha net bir söyleyişle, gerçek ötesi,
gerçeğin kasten çarpıtılması değil, anlam, önem ve tercih edilebilirliğinin
değişmesi, bu anlam ve önemin, bizzat kendinde gerçekliğin önüne geç­
mesidir. Bur�da bir kasıtlı yönlendirme yoktur, öznenin bile isteye reele
sırtını dönmesi ve sanal gerçekliği reelden daha önce ve önemli sayması
söz konusudur. Başka bir deyişle, olgusal doğruluk, olgunun bizzat ken­
disi, hakikat önemini yitirmiştir. Güneş yine batmaktadır/batacaktır ama
asıl ve önemli olan, yani o esnada birkaç fotoğraf çekip sosyal medyaya at­
mak, batışı izleme ihtiyacı hissetmemek, o anı yaşamayı anlamlı bulmayıp
yaşamadan çekip gitmektir. Kişi gerçeği (gün batımını) değil, onun ötesi­
ni/yansımasını (fotoğrafını ve sergilemeyi) tercih etmiştir. Bu, gerçekler­
den uzaklaşmak veya uzaklaştırılmak değildir. Gerçeklerden uzaklaşmak,
gerçeği gözden kaybetmek, her şeye rağmen mesafeyi bilmek fakat hesaba
katmayı bırakmaktır. Oysa gerçek ötesinde uzaklaşılan değil bile isteye
geride bırakılan, önemsizleştirilen bir gerçeklik algısı vardır. O gerçeklik
orada bir yerde kendi başına durabilir ama özne kendi sanal ortamındaki
gerçekliği asıl ve temel alır.
Elbette post-truth başta olmak üzere, yeni çağdaki farklı gerçeklik kav­
ramlarının temelinde, sanal gerçeklik vakıası yatmaktadır. Sanal gerçeklik,
reel gerçekliğin sınırlarını genişleterek dijital ortamda bilgisayar marife­
tiyle ona yeni bir biçim verme durumudur. Orada görsellik bilfiil mevcut
ve yer kaplayan gerçeklikmiş gibi inşa edilmiştir. Onunla iletişimde bizi
etkileyen uyarırnlara gerçekten maruz kalırız ama onlar dijital yolla oluştu­
rulmuş varoluşa sahiptir.
Sanal gerçeklikte, öznenin yeri, konumu ve gerçeklik bağlantısı, algıla­
yışı değişmez. Karşıdaki gerçeklik adeta reel gerçekmiş gibi görünmesine
rağmen, özne onun dijital teknoloji marifetiyle "öyle göründüğü" nü bilmek­
tedir, kendinin ve onun bilfiil mevcut yapısının farkındadır. Bu arada he­
men belirtelim ki, hep görünenden söz ediyoruz; çünkü sahneyi görünenler
dolduruyor. Gerçeklik kavramını ve durumunu bu görünenlerden hareket­
le tartışıyoruz. Dolayısıyla kadim ayrımı, gerçeklik ve hakikat ayrımını ve
ilişkilendirmesini şimdilik askıya alıp gerçeklik kavramını kullanacağız.
Sanal gerçeklik kavramı, bilinen anlamıyla, bilfiil yer kaplayan, fiziksel
etkinin ve etkinliğin hakim olduğu "olup biten-varolan"ın dışında kalanı,
tamamen görsel ağırlıklı olarak ama bilgisayar ortamında var olanı kapsa­
maktadır. Bu gerçeklik biçiminde, görünen ile gerçekten var olan arasında
somut bir nedensellik ilişkisi; "görünen varolan"ın, "asıl varolan"ın somut
biçimde devamı olması şeklinde bir ilişki yoktur. Sanal gerçek olarak kar-

42
Mi/ay Köktürk

şımda duranın, algılanma kendini verenin, geriye doğru gidildiğinde, onu


taşıyan fiziksellikle somut olarak bağlantılı olması ve bu taşıyıcıya bitişik
olması söz konusu değildir. Bunun en güzel örneği hologramdır. O, somut
varolandan apayrı bir mevcudiyettir, yapaydır, doğal varolandan kolayca
ayrılır.
Gerçek ötesi, içinde olan için, bir yalan veya oyalama değildir. Başkasını
kendi istediği şeye inandırma da değildir. Reel dünyada mutsuz olan, reel
ilişkilere ve reel dünyada bulunmanın yüklediği yüke, orada kurulan ve
sorumluluk gerektiren bağlantılara mesafeli duran, hatta bunları giderek
anlamsız bulan bir bireyin, dijital araç gereçleri ve dijital ortamı kullanarak
kendi dünyasını oluşturması söz konusu olur. Reel dünyada kişi değersiz,
başarısız, umutsuz olabilir. Ama aynı kişi kendi inşa ettiği dünyada mutlu
ve huzurludur, değerlidir; beğeni almakta, kabul görmekte, başkalarınca
imrenilen bir mevcudiyet kazanmaktadır. Bu kişi, orada kayıtsız şartsız
daha mutludur. O, bir isme sahiptir ve hiç kimse o ismin arkasındaki asıl
gerçekliği bilmemektedir. Like, takipçi vs. gerçek ötesinin en basit formları
olarak karşımıza çıkmaktadır. Devamla; sanal gerçeklik gözlüğü, oyunlar,
sosyal medya ve oradaki iletişim, diğer iletişim ortamları, görsel sunumlar,
kendini sergileme, başkalarının ilgisini kazanma; bunlar da gerçek ötesini
oluşturan bazı durum ve ortamlardır. Şayet kişi bu yeni ortamda kendini
bilfiil yaşama ve iletişim dünyasından daha mutlu hissediyorsa, adeta ora­
dan bir yaşama enerjisi alıyorsa, sanal besinle besleniyor demektir. Burada
eski önemlilikler ve değerlilikler adeta buharlaşmaya başlar. Aslında sorun,
kişinin sadece herhangi bir alanda önem kaybı yaşaması değildir. Bu önem­
sizleşme, başka anlam/önem kaymalarına da yol açar; dolayısıyla zihinde
gedik açması muhtemel bir sarsıntıya dönüşür.
Gerçek ötesi, psikolojik bir durum, bir yanılsama, telkin/ikna edilen bir
yapay/zoraki anlamlandırma değildir. Ö znenin bilfiil öyle algıladığı ve öyle
olduğunu gördüğü, algı nesnesinin dayandığı somut gerçekliği de algılayıp
bildiği, fakat bu dayanağı önemsiz/anlamsız saydığı, kendisinin asıl barı­
nağı olarak "algıladığı dünya"yı gördüğü bir algı/gerçeklik biçimidir. O, bu
dünyanın ardında yatan temelini ve varoluşsallığını asıl gerçeklik saymaz.
Gerçek ötesi'nde gerçeğin/algının saptırılması değil, ilk planda algılanan
ve temele yerleştirilen bu gerçeklik denen şeyin ötesine geçilmesi, o ötede­
kinin hakikaten anlamlı sayılması söz konusudur. Reel gerçekliğe sırtını
dönmek, reel gerçekliği anlamlı ve önemli görmeyi bırakmak, asıl anlamı
reel gerçekliğin önemsiz bir parçasına veya önemsiz bir unsuruna yükle­
mek demektir. Başka bir deyişle, gerçek ötesi, bilfiil mevcut ve yaşanan
gerçeklikten bilinçli bir vazgeçiştir. Gerçeğin "ötesi", reeli değersizleştiren,

43
Post-Truth ya da Mağaraya Dönüş

anlamsızlaştıran bir "öte" olmuştur. Bireyin yeni gerçekliği artık bu "öte"


olmaktadır.
Bu noktada, cevaplanması gereken iki soru ortaya çıkmaktadır. Bu öte,
nasıl bir ontolojik ve epistemolojik duruma sahiptir? Daha doğrusu, bura­
da ontik olandan mı yoksa epistemik olandan mı söz ediyoruz? Post-truth
kavramı ontolojik mi epistemolojik mi? Diğer soru ise şudur: İnsan neden
bilfiil yaşadığı gerçekliği değersizleştirip onun uzantısını, hatta izdüşümü­
nü anlamlı ve değerli bulur? İlk sorudan başlayalım . . .
Bu kavramla, önce ontik olandan söz edilmektedir. Bir gerçeklik dairesi
var, ama başka bir gerçeklik durumu da mevcut; biri asıl, diğeri ise onun
eklentisidir. Eklenti ise asıl olanın önüne geçmekte ve insanın yeni gerçek­
lik zeminini oluşturmaktadır. Aslında gerçeklik, hakkında konuşulamadı­
ğında hiçliğe eşdeğer olduğu ve gerçekliğin gerçeklik olduğunu onaylamak
gerektiği için, ona, sadece kendi başına var olan bir şey olarak bakılamaz.
"Gerçeklik var" dediğimde bile aslında onunla bağlantı kurmuş olmakta­
yım. Bağlantı kurmadığımda ise, onun var veya yok olması bir yana, ondan
hiçbir şekilde söz edemiyorum. Dolayısıyla ontik olan, kendini bana epis­
temolojik olarak veriyor. Bu meyanda, ontoloji ve epistemoloji iç içe geçmiş
oluyor.
Sanal gerçeklik varolduğu an itibariyle bilfiil mevcut gerçekliğe, somut
varoluşa dayanmaz. Onunla reel olan arasında bir gidiş geliş yaşanır. Özne
de bunun farkındadır. O, bilfiil deneyimlenen, algılama boyutunda ise reel
olandan tamamen kopmayı ifade eden, reel olan içinde dijital teknolojiye
açılan bir kapıdır. Sanal gerçeklik gözlüğünü takan kişi o anda yer kap­
layan nesneler dünyasından kopar ve sadece dijital dünyanın uyarımlar
dizisini algılar. Gözlüğü çıkarınca da yeniden nesneler dünyasına döner.
Gerçek ötesi ise, gerçeğe dayanmakla beraber ona geri dönme gereği oluş­
turmayacak şekilde bilinci cezbeden ve ele geçiren, bilince alternatif bir
dünya sunan bir ortam oluşumudur. Yani orada da bir tür gerçeklik biçimi
mevcuttur, ama reel olana kişi sırtını dönmüştür, ötekine de yüzünü! Biza­
tihi gerçek olan ve varolan, bu noktada, gerçek ötesi ülkesinin vatandaşını
rahatsız ve hoşnutsuz eder.
Bütün bunları düşünüce, şunu söylemek mümkündür: Gerçek ötesi
kavramı ve onun etrafındaki tartışmalar "Dünya nedir?" sorusuna verilen
yeni bir cevaba dönüşmektedir. Aslında bu gerçekliği asıl barınağı olarak
gören özne, bilinçli vazgeçişiyle, reel olandan, karşıda durandan, özneyi
bilfiil etkileyenden vazgeçmiş, kendini, asıl gerçeklik olup olmadığı hiç de
belli olmayan bir dünyaya hapsetmiştir. Orası bir mağaradır adeta!
Bu dijital dünyayı neden "yeni mağara" diye adlandırıyoruz?

44
Milay Köktürk

Mağara, gerçeğe alternatif değil, gerçeğin uzantısıdır. Mağara olmak


bakımından mağaradır ve gerçektir; ama daha kuşatıcı ve temel gerçekli­
ğin sınırlandırılmış biçimidir. Gerçekliğin orada sadece izi bulunmaktadır.
Gerçekliğin ana gövdesi, nerede ise orada, yani mağaranın, yani dijital
dünyanın dışındadır. Mağaraya girmekle, asıl gerçeklik geride bırakılmış­
tır. Burası, bu nedenle bir tür mağara olmuş olmaktadır. Çünkü mağara,
genel ve bütüncül gerçeklikle, gerçekliğin bütüncül yapısıyla arada engel
oluşturan, bilinci sınırlandıran her şeydir. Kişi gerçeğe sırtını dönüp onun
önemsiz bir unsurunu asıl barınağı saymakla, kendi elleriyle kendini bir
sınırlılıklar dünyasına kapatmış olmaktadır. Bu, dijital çağda ortaya çıkan
bir tablodur. İnsanın kendisi kendi isteğiyle adeta yeniden mağaraya dön­
mektedir.
Mağara olduğuna göre, orada, asıl gerçekliğin içeriye yansıması anla­
mında, gölgeler de var dernektir. Dijital mağaranın gölge varlıklarından
kastedilen ise, reel dünyada hayatı dolduran dijital kaynaklı ilgi-eğilim ve
meşguliyetlerdir. Ö rneğin sosyal medyadaki paylaşımlar, bunların "gözle­
nen" niceliksel karşılığı, öteki öznelerin bildirimleri, görsellikler, oyunlar;
kısacası, kişiyi kendine çeken, onu reelden uzaklaştıran ve aynı zamanda
onun tüm vaktini dolduran, ona fevkalade çekici gelen neler varsa onların
tamamı. . . Onlar, reel olanın kullanımıyla oluşur ve kişiyi saran ortamlara
dönüşür. Adeta kişiyi hapseder.
Mağarayı mağara yapan şeylerden biri de onun, bütün olarak gerçek­
liğin sadece bir kısmını oluşturması, daha önemlisi, gerçekliğin bir kıs­
mının sınırlandırılmış olmasıdır. Yani mağaranın özsel özelliği, sınırlılık
ve sın�rlandırılrnışlıktır. Mağara içine aldığını hapseder, kendi duvarlarıy­
la çepeçevre kuşatır. O sınırlar, aynı zamanda, oradaki bireyin dünyasını
oluşturur. Sınırların ötesindeki gerçeklik, kişi için "sanki hiç yokmuş gi­
bi" dir. Hem Platon' un mağarası hem de dijital mağara böyledir. Özellikle
dijital mağarada kişi, bu sınırları, kendi dünyasının sınırlarına bilerek ve
isteyerek eşitler. Yani o, bilinçli bir varlıktır ve mağaranın dışındaki mevcu­
diyetinden itibaren, kendisinin ve reel olanın gerçekliğinin farkındadır. O,
mağaraya girmekle, dıştaki gerçekliğe farkında olarak sırtını dönmüştür.
Başka açıdan bakınca da dijital mağaraya girmek, bilincin değişim ve dönü­
şümü, bilinçte yaşanan değişim ve dönüşüm; adeta bilincin dijital dünyaya
batması vakıasıdır.

Mağaraya Dönüş ve Sonrası


Hemen, 0dijital dünyaya batma" kavramına bir açıklık getirelim. Dijital
dünyaya batmak derken, bu dünyanın araç gerecini, sadece işleri yürütmek

45
Another random document with
no related content on Scribd:
After taking off his hat, and making a low bow,
Nibbles said:

“I think I have found your lordship’s ring, which


you lost. I have it around my neck.”

The Prince lifted Nibbles up, and looked at the


ring.

“That is most surely my Lucky Ring,” said he.


“Where did you find it?”

“In the sand at the bottom of the river,” answered


Nibbles, and he told the Prince how nearly drowned
he had been, and about Mr. Scratchetty-Claw.

“My old friend, the Alligator,” laughed the Prince.


“Oh, I know him well, the lazy scamp, for he eats up
all my best trout.”

Then he took the ring carefully from Nibbles’s


neck, and put it on his own finger.

“You have given me back what I prize most in the


world,” he said, “and your reward shall be in
proportion. Every year, as long as you live, you shall
receive a bag of gold.”

Nibbles was almost too happy to speak, but he


thanked the Prince and kissed his hand. A page was
sent to bring the gold, and a few minutes later,
Nibbles and Teenie Weenie, carrying the precious
bag between them, were hurrying back to the raft.

They found Mr. Scratchetty-Claw fast asleep, but


Nibbles, dancing with joy, woke him up to hear the
great news.

“Good enough!” said the Alligator. “It’s a lucky


thing for you that I tipped you into the river.”

“It certainly was,” said Nibbles, “for now my


mother will never have to work any more. Let us
hurry home to her as fast as we can, Teenie Weenie.”

“I’ll take you part of the way,” yawned Mr.


Scratchetty-Claw, “although I am fearfully sleepy.”
Chapter VIII

Nibbles’ Return

Away they sailed towards home, as happy as two


little mice could be.

Mr. Scratchetty-Claw towed them for a long way,


until he became so sleepy that he had to stop and
take a nap. He shed tears when he said good-bye to
Nibbles and Teenie Weenie, but he soon settled
himself comfortably on a mud bank in a shady spot,
and in two minutes was snoring so loudly that you
could have heard him half a mile away.

Nibbles and Teenie hoisted their sail, and, as they


floated along, Teenie Weenie sang this song:

“Two little mice sailed down the stream


One lovely summer day.
The sky was blue, the banks were green,
The birds in the tree tops sang unseen,
As they merrily sailed away.

“Their silken flag was red and white,


Their sail a butterfly’s wing;
With a firefly their pilot light,
They went to seek their fortune bright,
And found it in a ring.

“Deep buried in the golden sand,


Beneath the water blue,
Far away in a distant land
The little mice went hand in hand,
And sought the token true.”

For more than a week they sailed up the pretty


river, but at last, one afternoon at sunset, they
reached home. Quietly they stole up to the cottage
and peeped in at the window.
There was Mrs. Poppelty-Poppett cooking supper,
while Sniffy and Snuffy were peeling potatoes, and
Gobble was eating an apple behind the door.
Nibbles tapped gently on the window-pane, and
Mrs. Poppelty-Poppett turned quickly around. With a
squeak of perfect delight, she cried: “Oh, here is
Nibbles!” and ran to the door, upsetting the soup-
kettle right into the fire in her haste. Of course, Sniffy
and Snuffy, Gobble and the baby, all ran out, too, and
then they all talked together so fast that no one knew
what any one else was saying. Pretty soon they
quieted down, and Nibbles told them of his wonderful
adventures, and of the finding of the Lucky Ring.
When he gave his mother the bag of gold, poor little
Mrs. Poppelty-Poppett did not know whether to laugh
or cry with happiness, so she did both. She had
worked hard for her children, and now there would be
comfort and plenty for the rest of her life.

After a little while she dried her eyes, and thought


of supper. It was all in the fire and burned up!
“Never mind,” said Nibbles. “Teenie Weenie and I
would far rather have some of your nice corn cake
and toasted cheese than soup.”

“Indeed we would,” said Teenie Weenie.

So they all helped, and in a few minutes


everything was ready; and how good the supper
tasted!
When at last they went to bed, they all dreamed of
bags of Lucky Rings, and rivers of gold, guarded by
Alligators, who ate nothing but toasted cheese and
corn bread.
*** END OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK NIBBLES
POPPELTY-POPPETT ***

Updated editions will replace the previous one—the old editions


will be renamed.

Creating the works from print editions not protected by U.S.


copyright law means that no one owns a United States copyright
in these works, so the Foundation (and you!) can copy and
distribute it in the United States without permission and without
paying copyright royalties. Special rules, set forth in the General
Terms of Use part of this license, apply to copying and
distributing Project Gutenberg™ electronic works to protect the
PROJECT GUTENBERG™ concept and trademark. Project
Gutenberg is a registered trademark, and may not be used if
you charge for an eBook, except by following the terms of the
trademark license, including paying royalties for use of the
Project Gutenberg trademark. If you do not charge anything for
copies of this eBook, complying with the trademark license is
very easy. You may use this eBook for nearly any purpose such
as creation of derivative works, reports, performances and
research. Project Gutenberg eBooks may be modified and
printed and given away—you may do practically ANYTHING in
the United States with eBooks not protected by U.S. copyright
law. Redistribution is subject to the trademark license, especially
commercial redistribution.

START: FULL LICENSE


THE FULL PROJECT GUTENBERG LICENSE
PLEASE READ THIS BEFORE YOU DISTRIBUTE OR USE THIS WORK

To protect the Project Gutenberg™ mission of promoting the


free distribution of electronic works, by using or distributing this
work (or any other work associated in any way with the phrase
“Project Gutenberg”), you agree to comply with all the terms of
the Full Project Gutenberg™ License available with this file or
online at www.gutenberg.org/license.

Section 1. General Terms of Use and


Redistributing Project Gutenberg™
electronic works
1.A. By reading or using any part of this Project Gutenberg™
electronic work, you indicate that you have read, understand,
agree to and accept all the terms of this license and intellectual
property (trademark/copyright) agreement. If you do not agree to
abide by all the terms of this agreement, you must cease using
and return or destroy all copies of Project Gutenberg™
electronic works in your possession. If you paid a fee for
obtaining a copy of or access to a Project Gutenberg™
electronic work and you do not agree to be bound by the terms
of this agreement, you may obtain a refund from the person or
entity to whom you paid the fee as set forth in paragraph 1.E.8.

1.B. “Project Gutenberg” is a registered trademark. It may only


be used on or associated in any way with an electronic work by
people who agree to be bound by the terms of this agreement.
There are a few things that you can do with most Project
Gutenberg™ electronic works even without complying with the
full terms of this agreement. See paragraph 1.C below. There
are a lot of things you can do with Project Gutenberg™
electronic works if you follow the terms of this agreement and
help preserve free future access to Project Gutenberg™
electronic works. See paragraph 1.E below.
1.C. The Project Gutenberg Literary Archive Foundation (“the
Foundation” or PGLAF), owns a compilation copyright in the
collection of Project Gutenberg™ electronic works. Nearly all the
individual works in the collection are in the public domain in the
United States. If an individual work is unprotected by copyright
law in the United States and you are located in the United
States, we do not claim a right to prevent you from copying,
distributing, performing, displaying or creating derivative works
based on the work as long as all references to Project
Gutenberg are removed. Of course, we hope that you will
support the Project Gutenberg™ mission of promoting free
access to electronic works by freely sharing Project
Gutenberg™ works in compliance with the terms of this
agreement for keeping the Project Gutenberg™ name
associated with the work. You can easily comply with the terms
of this agreement by keeping this work in the same format with
its attached full Project Gutenberg™ License when you share it
without charge with others.

1.D. The copyright laws of the place where you are located also
govern what you can do with this work. Copyright laws in most
countries are in a constant state of change. If you are outside
the United States, check the laws of your country in addition to
the terms of this agreement before downloading, copying,
displaying, performing, distributing or creating derivative works
based on this work or any other Project Gutenberg™ work. The
Foundation makes no representations concerning the copyright
status of any work in any country other than the United States.

1.E. Unless you have removed all references to Project


Gutenberg:

1.E.1. The following sentence, with active links to, or other


immediate access to, the full Project Gutenberg™ License must
appear prominently whenever any copy of a Project
Gutenberg™ work (any work on which the phrase “Project
Gutenberg” appears, or with which the phrase “Project
Gutenberg” is associated) is accessed, displayed, performed,
viewed, copied or distributed:

This eBook is for the use of anyone anywhere in the United


States and most other parts of the world at no cost and with
almost no restrictions whatsoever. You may copy it, give it
away or re-use it under the terms of the Project Gutenberg
License included with this eBook or online at
www.gutenberg.org. If you are not located in the United
States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.

1.E.2. If an individual Project Gutenberg™ electronic work is


derived from texts not protected by U.S. copyright law (does not
contain a notice indicating that it is posted with permission of the
copyright holder), the work can be copied and distributed to
anyone in the United States without paying any fees or charges.
If you are redistributing or providing access to a work with the
phrase “Project Gutenberg” associated with or appearing on the
work, you must comply either with the requirements of
paragraphs 1.E.1 through 1.E.7 or obtain permission for the use
of the work and the Project Gutenberg™ trademark as set forth
in paragraphs 1.E.8 or 1.E.9.

1.E.3. If an individual Project Gutenberg™ electronic work is


posted with the permission of the copyright holder, your use and
distribution must comply with both paragraphs 1.E.1 through
1.E.7 and any additional terms imposed by the copyright holder.
Additional terms will be linked to the Project Gutenberg™
License for all works posted with the permission of the copyright
holder found at the beginning of this work.

1.E.4. Do not unlink or detach or remove the full Project


Gutenberg™ License terms from this work, or any files
containing a part of this work or any other work associated with
Project Gutenberg™.
1.E.5. Do not copy, display, perform, distribute or redistribute
this electronic work, or any part of this electronic work, without
prominently displaying the sentence set forth in paragraph 1.E.1
with active links or immediate access to the full terms of the
Project Gutenberg™ License.

1.E.6. You may convert to and distribute this work in any binary,
compressed, marked up, nonproprietary or proprietary form,
including any word processing or hypertext form. However, if
you provide access to or distribute copies of a Project
Gutenberg™ work in a format other than “Plain Vanilla ASCII” or
other format used in the official version posted on the official
Project Gutenberg™ website (www.gutenberg.org), you must, at
no additional cost, fee or expense to the user, provide a copy, a
means of exporting a copy, or a means of obtaining a copy upon
request, of the work in its original “Plain Vanilla ASCII” or other
form. Any alternate format must include the full Project
Gutenberg™ License as specified in paragraph 1.E.1.

1.E.7. Do not charge a fee for access to, viewing, displaying,


performing, copying or distributing any Project Gutenberg™
works unless you comply with paragraph 1.E.8 or 1.E.9.

1.E.8. You may charge a reasonable fee for copies of or


providing access to or distributing Project Gutenberg™
electronic works provided that:

• You pay a royalty fee of 20% of the gross profits you derive from
the use of Project Gutenberg™ works calculated using the
method you already use to calculate your applicable taxes. The
fee is owed to the owner of the Project Gutenberg™ trademark,
but he has agreed to donate royalties under this paragraph to
the Project Gutenberg Literary Archive Foundation. Royalty
payments must be paid within 60 days following each date on
which you prepare (or are legally required to prepare) your
periodic tax returns. Royalty payments should be clearly marked
as such and sent to the Project Gutenberg Literary Archive
Foundation at the address specified in Section 4, “Information
about donations to the Project Gutenberg Literary Archive
Foundation.”

• You provide a full refund of any money paid by a user who


notifies you in writing (or by e-mail) within 30 days of receipt that
s/he does not agree to the terms of the full Project Gutenberg™
License. You must require such a user to return or destroy all
copies of the works possessed in a physical medium and
discontinue all use of and all access to other copies of Project
Gutenberg™ works.

• You provide, in accordance with paragraph 1.F.3, a full refund of


any money paid for a work or a replacement copy, if a defect in
the electronic work is discovered and reported to you within 90
days of receipt of the work.

• You comply with all other terms of this agreement for free
distribution of Project Gutenberg™ works.

1.E.9. If you wish to charge a fee or distribute a Project


Gutenberg™ electronic work or group of works on different
terms than are set forth in this agreement, you must obtain
permission in writing from the Project Gutenberg Literary
Archive Foundation, the manager of the Project Gutenberg™
trademark. Contact the Foundation as set forth in Section 3
below.

1.F.

1.F.1. Project Gutenberg volunteers and employees expend


considerable effort to identify, do copyright research on,
transcribe and proofread works not protected by U.S. copyright
law in creating the Project Gutenberg™ collection. Despite
these efforts, Project Gutenberg™ electronic works, and the
medium on which they may be stored, may contain “Defects,”
such as, but not limited to, incomplete, inaccurate or corrupt
data, transcription errors, a copyright or other intellectual
property infringement, a defective or damaged disk or other
medium, a computer virus, or computer codes that damage or
cannot be read by your equipment.

1.F.2. LIMITED WARRANTY, DISCLAIMER OF DAMAGES -


Except for the “Right of Replacement or Refund” described in
paragraph 1.F.3, the Project Gutenberg Literary Archive
Foundation, the owner of the Project Gutenberg™ trademark,
and any other party distributing a Project Gutenberg™ electronic
work under this agreement, disclaim all liability to you for
damages, costs and expenses, including legal fees. YOU
AGREE THAT YOU HAVE NO REMEDIES FOR NEGLIGENCE,
STRICT LIABILITY, BREACH OF WARRANTY OR BREACH
OF CONTRACT EXCEPT THOSE PROVIDED IN PARAGRAPH
1.F.3. YOU AGREE THAT THE FOUNDATION, THE
TRADEMARK OWNER, AND ANY DISTRIBUTOR UNDER
THIS AGREEMENT WILL NOT BE LIABLE TO YOU FOR
ACTUAL, DIRECT, INDIRECT, CONSEQUENTIAL, PUNITIVE
OR INCIDENTAL DAMAGES EVEN IF YOU GIVE NOTICE OF
THE POSSIBILITY OF SUCH DAMAGE.

1.F.3. LIMITED RIGHT OF REPLACEMENT OR REFUND - If


you discover a defect in this electronic work within 90 days of
receiving it, you can receive a refund of the money (if any) you
paid for it by sending a written explanation to the person you
received the work from. If you received the work on a physical
medium, you must return the medium with your written
explanation. The person or entity that provided you with the
defective work may elect to provide a replacement copy in lieu
of a refund. If you received the work electronically, the person or
entity providing it to you may choose to give you a second
opportunity to receive the work electronically in lieu of a refund.
If the second copy is also defective, you may demand a refund
in writing without further opportunities to fix the problem.

1.F.4. Except for the limited right of replacement or refund set


forth in paragraph 1.F.3, this work is provided to you ‘AS-IS’,
WITH NO OTHER WARRANTIES OF ANY KIND, EXPRESS
OR IMPLIED, INCLUDING BUT NOT LIMITED TO
WARRANTIES OF MERCHANTABILITY OR FITNESS FOR
ANY PURPOSE.

1.F.5. Some states do not allow disclaimers of certain implied


warranties or the exclusion or limitation of certain types of
damages. If any disclaimer or limitation set forth in this
agreement violates the law of the state applicable to this
agreement, the agreement shall be interpreted to make the
maximum disclaimer or limitation permitted by the applicable
state law. The invalidity or unenforceability of any provision of
this agreement shall not void the remaining provisions.

1.F.6. INDEMNITY - You agree to indemnify and hold the


Foundation, the trademark owner, any agent or employee of the
Foundation, anyone providing copies of Project Gutenberg™
electronic works in accordance with this agreement, and any
volunteers associated with the production, promotion and
distribution of Project Gutenberg™ electronic works, harmless
from all liability, costs and expenses, including legal fees, that
arise directly or indirectly from any of the following which you do
or cause to occur: (a) distribution of this or any Project
Gutenberg™ work, (b) alteration, modification, or additions or
deletions to any Project Gutenberg™ work, and (c) any Defect
you cause.

Section 2. Information about the Mission of


Project Gutenberg™
Project Gutenberg™ is synonymous with the free distribution of
electronic works in formats readable by the widest variety of
computers including obsolete, old, middle-aged and new
computers. It exists because of the efforts of hundreds of
volunteers and donations from people in all walks of life.

Volunteers and financial support to provide volunteers with the


assistance they need are critical to reaching Project

You might also like