Full Download Tikanma 11Th Edition Chuck Palahniuk Online Full Chapter PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

T■kanma 11th Edition Chuck Palahniuk

Visit to download the full and correct content document:


https://ebookstep.com/product/tikanma-11th-edition-chuck-palahniuk/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

La invención del sonido 1st Edition Chuck Palahniuk

https://ebookstep.com/product/la-invencion-del-sonido-1st-
edition-chuck-palahniuk/

Anästhesie 11th Edition Reinhard Larsen

https://ebookstep.com/product/anasthesie-11th-edition-reinhard-
larsen/

Flughunde 11th Edition Marcel Beyer

https://ebookstep.com/product/flughunde-11th-edition-marcel-
beyer/

Teknologi Pengelasan Mulyadi S T M T Iswanto S T M T

https://ebookstep.com/product/teknologi-pengelasan-mulyadi-s-t-m-
t-iswanto-s-t-m-t/
Cyborg 11 11th Edition Walker Lucas

https://ebookstep.com/product/cyborg-11-11th-edition-walker-
lucas/

Atomcu Felsefe Fragmanlar■ 11th Edition Leucippus

https://ebookstep.com/product/atomcu-felsefe-fragmanlari-11th-
edition-leucippus/

Perencanaan Tambang Buku Ajar Dr Supandi S T M T Ir


Hidayatullah Sidiq S T M T Bayurohman Pangacella Putra
STMT

https://ebookstep.com/product/perencanaan-tambang-buku-ajar-dr-
supandi-s-t-m-t-ir-hidayatullah-sidiq-s-t-m-t-bayurohman-
pangacella-putra-s-t-m-t/

Limes 11 2022 America 11th Edition Aa.Vv.

https://ebookstep.com/product/limes-11-2022-america-11th-edition-
aa-vv/

Varolu■ ve Psikiyatri 11th Edition Engin Geçtan

https://ebookstep.com/product/varolus-ve-psikiyatri-11th-edition-
engin-gectan/
CHUCK
PALAHNIUK
"Eğer bu kitabı okumaya niyetliyseniz vazgeçin Ken­
dinizi kurtarın. Televizyonda mutlaka daha iyi bir
şeyler vardır.
Burada anlattığım şeyler önce sizi kızdıracak Sonra
her şey daha da kötü olacak" uyarısıyla başlayan bir
roman elinizdeki..
Bütün dünyada büyük ilgi gören Döviiş Kulilfıifnün
yazarından. annelerle oğulları arasındaki sevgi ve
didişmeye, seksin bağımlılık yaratma gücüne. yaşlan­
manın dehşetine ve Amerikan Rüyası'nın arka sokak­
larına dair bir kitap Tıkanma...
Tıp Fakültesi'nden atılan Victor Mancini para kazan­
mak için şöyle bir yol tutturmuştuL Lokantalarda
boğazına takılan yiyecekle boğulma numarası yapıp,
kurtaran kişinin kendisinden sorumlu olmasını sağ­
lamaktadır. Böylece, kurtaran kahramanlaşmakta,
sıkıcı hayatının bir anlamı. arkadaşlarına gurur du­
yarak anlatacağı bir hikayesi olmakta. hayatını kur­
tardığı kişiden daha sonra da kendini sorumlu his­
sederek, ona sık sık yardım etmektedir.
Anlayacağınız. bir tür "sürekli kahramanlık" hali ..
Kendisini annesinin çocuğu gibi değil de rehinesi
gibi hissederek büyüyen. anne ve babaların "kitlelerin
yeni afyonu olduğunu" düşünen. Tann·mn olmadığı
bir dünyada. kutsal ve tecavüz edilmez olan annelerin
yeni Tann olduğunu iddia eden Mancini. bütün bun­
ları devrimci eğilimler taşıyan annesinin tedavi mas­
raflarını karşılamak için yapmaktadır. Boğulma nu­
maralarından fırsat buldukça iflah olmaz bir seks
bağımlısı olarak ilacını arar: Mastürbasyon yapma­
dığı her gün için eve bir kaya getiren arkadaşıyla
birlikte. hayatın sillesini yiyerek dağılmış insanlarla
birlikte olur...
Palahniuk. "Gösteri Toplumu"nun en veciz yazarla­
rından biridir. Çarpıcı, gerçekdışı, tutarsız ve anlam­
sız. Aynı zamanda müthiş bir hayal gücü ve yergi
kapasitesi eşliğinde ev, araba, televizyon ve kazan­
maya indirgenmiş hayatların içyüzüne bakar: bilinç­
altlarındaki genelevleri ziyaret eder ..

AYRINTl•YERALTI
ISBN: 978-975-539-379-7

11 1111 1 1
9 789755 393797 20TL
Asi l e r i n ,

k a y b ed en l er i n ,

h a ya 1 p e r e s t 1 er i n ,

k ü f ü r b a zla r ı n ,

gü nahkarla r ı n ,

beyaz z e n c i l e r i n ,

a ş a g ı t ı r ma n a n l a r ı n ,

yola ç ı kma kt a n çek i n meyen l e r i n ,

u ç u r u m d a n a t l a ya n l a r ı n . . .

d i 1 i, sesi

Yeraltı Edebiyatı ...


CHUCK PALAHNIUK Washington eyaletinin doğusundaki bir çiftlikte büyüdü. Bir
süre Eyalet Oniversitesi'ne devam ettikten sonra Oregon Üniversitesi'ne geçti ve Ayrı n t ı Yayı n l arı
öğrenimini orada tamamladı. üniversite yılları boyunca yazar olmayı aklından
bile geçirmedi. Geçimini F'reightliner adlı şirkette otomobil tamirciliği yaparak Yeral t ı Ed eb iyat ı
kazanmakta iken, l 996'da. arkadaşlarıyla birlikte devam ettiği bir edebiyat grubu
çerçevesinde Projeci Mayfıem (Kargaşa Projesi) adlı kısa hikayeyi yazdı Söz konusu
hikaye üç ay gibi kısa bir süre içinde Figfıı Club'a (1996) !Dövüş Kıılübü, Çev Elif
Tıkanma
ôzsayar. Ayrıntı Yayınları. 20001 dönüştü. ilk romanını yayımlatmayı başarana
kadar yayınevleri tarafından pek çok kez geri çevrildi. Genellikle adında "nehir" Cfıuck Pa/afıniuk
kelimesi geçen ağırbaşlı romanlara esin kaynağı olmuş bir coğrafyada. ilk romanı
büyük ses getirdi. Palahniuk. l 999'da katıldığı bir yazarlar konferansında, Wriıi11g
ıo Fail (Reddedilmek için Yazmak) adlı bir çalışma grubu yürüttü. Pacific Nortwest
Booksellers Association Award ve Oregon Book Award ödüllerine değer bulunan
Figfıı Clııfı. l 999'da filme çekildi. Survivor ( 1999) !Gösteri Peygamberi. Çev. Funda Uncu.
Ayrıntı Yayınları, 20021: /nvisible Monsters ( 1999) IGörilnınez Canavarlar, Çev. F'unda
Uncu. Ayrıntı Yayınları, 20041. Fugitives and Refııgees (2003) !Kaçaklar ve Mülteciler,
Çev. Esra Arışan. Ayrıntı Yayınları, 20051: Diary (2003) ICüııce, Çev. F'unda Uncu.
Ayrıntı Yayınları, 20051: Lullaby (2002) !Ni1111i, Çev. Funda Uncu, Ayrıntı Yayınları.
20071: Haunıed (2005) !Tekinsiz, Çev. Punda Uncu. Ayrıntı Yayınları. 20091: Rant
(2007) !Çarpışma Partisi, Çev. Funda Uncu, Ayrıntı Yayınları. 20101. Snuff (2008) iôlüm
Porııosu. Çev. Funda Uncu, Ayrıntı Yayınları. 2011 J. Pygıny (2009). Teli-Ali (20/0J adlı
kitapları kaleme alan Palahniuk. Oregon'un Portland şehrinde yaşamını sürdürüyor
Ayrıntı: 380
Yerallı Edebiyatı Dizisi: 14
Tıkanma
Tı kanma
Clıuck Palahniuk Chuck Palahniuk
İngilizce'den Çeviren
Funda Uncu Ayrıntı Yayınları
Yayıma Hazırlayan
Gökçe Çiçek Çelin
Yeraltı Edebiyatı
Kitabın Özgün Adı
Choke. 2001

© Chuck Palahniuk
Türkçe yayım (ıaklan Aynıııı Yayınlan'na aiıtir
Kapak illüstrasyonu
SeııiııçAltan

Kapak Tasarımı
Deniz Çelikoğlu
Kapak Düzeni
Gökıe Alper

Dizgi
Esin Tapan

Baskı ve Ci it
Kaylıan Maibaacılık San. ııe Tic. Ltd. Şii.
Davulpaşa Cad. Güven San. Sil. C Blok No.:244
Topkapı-/sıanbu/ Te/.:(0212) 612 31 85
Sertifika No.: 12156
Birinci Basım 2003
On Birinci Basım 2013
Baskı Adedi 2000

ISBN 978-975-539-379-7
Sertifika No.: 10704

AYRINTI YAYINLARI
Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Eminönü - İstanbul
Tel.: 10212) 512 15 00 Fax: (0212[ 512 15 11
www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
YERALT! EDEBiYAT! DiZiSi

DÖVÜŞ KULÜBÜ 6
ODA HIZMET 1SİNIN NİNNİ
Chuck Palafıniıık GÜNLÜ Ü Clıııck Palafıniuk
Octave Mirfıeau
EŞİKTEKiLER iŞKENCE BAHÇESi
Philippe Diian GÖRÜNMEZ CANAVARLAR Octave Mirbeaıı
Cfıııck Palalıniıık
SON SÜRGÜN BEITY BLUE
Dragan Babic ADSIZ DEVLER Pfıilippe Djian
Pascal Bruckner
YATAK ODASINDA FELSEFE SIKIGÖZETIM
Marquis de Sade ANNEM /tan Genel
Gt'Drges Bataitre
PARAVANLAR
ACEMi PE ZEVENK
ÇARPIŞMA Jeaıı Genel
Ola Baııer
JG Ballard
ERSKINE'NIN KUTUSU
TAVANDAKi KUKLA
MELEKLER Ky111 Uoyd
lngvar Ambjörnsen
Denis /olıııson
BROOKLYN'ESON ÇIKIŞ
GÖNÜLLÜ SÜRGÜN
Suerte
FAHiŞE Hııbert Selby Jr Bir
NellyArcan
Claııdt Lucas CENAZE MERASiMi
KAÇAKLAR VE MÜLTECiLER Jean Genel
EROIEN BÖLGE
Cfıuck Pa/alıniuk
Philippe Djian TEKiNSİZ
CENNETTE BİR GÜN DAHA Clıuık Pa/a(ıııiuk
KOZMiK HAYDUTLAR Eddie Lillle
AC. Weisbecker YOLDA
SEVDALI TUTSAK Jack Kerouac
HAYRAN OLUNASI CASANOVA /eaıı Genet
Pfıilippe Sollm LANETLiLERiN SAÇ STiLi
YALANIN ERDEMi Joe Meno
GÖSTERi PEYGAMBERi Joachim Zelıer
CFıuck Pa/ahniııi ZEN KAÇIKLARI
Jack Kerouac
ISA'NIN OCLU
KUZEY GÖZCÜ SÜ Denis Johnson

E
YERALT/SAKiNLERi
Olıı Baııer ğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin.
fack Kerouac
UYK U
ısıs Aıınelies Verbeke
Bi rkaç sayfa okuduktan sonra, b u rada olmak istemeyecek­
ÇARPIŞMA PARTiSi
Tristian Hawkiııı
Clıuık Pa/afıııiıık siniz. Bu yüzden u n ut u n gitsin Gidin buradan. Hala tek parçay­
GÜNCE
TiKANMA C(ıı"k PalaFıniıık ken hemen kaçı n .
BiR DÜŞ İÇiN AÔIT
Clıuck Palahniuk
Hubert Selby Jr Kendinizi kurtarın.
ARA BÖLGE
HIRSIZIN GÜNLÜÔÜ Wil/iaıa S Bıırrouglıs Televizyonda mutlaka daha iyi b i r şeyler vardır. Ya da
SUÇLULUK Ki TABi
Jean Geııel Kym Lloyd madem bu kadar boş vaktiniz var, gidi n bir akşam kursuna falan
BEYAZ ZENCiLER
DENİZCi lngvar A111bjornse11
ÖLÜM PORNOSU
katı l ı n . Doktor o l u n . Kendinizi adam edersiniz belki. Kendinize
Jeaıı Genel
BALKON
Cfıııık Palalıııiuk bir akşam yemeği ziyafeti çekin . Saçınızı falan boyayın.
FLAMENKO'NUN iZiNDE Jeaıı Geııel BÜYÜK MAYMUNLAR Artık gençleşmiyorsunuz.
Duende Wıll Self
AMERiKA MEKTUPLAR! B u rada a nlattığım şeylere kafanız iyice bozulacak. Sonra her
Jaıoıı \Vıbsıer
Joadıim Zelıer
LAZZARO. DIŞARI ÇIK
şey daha da kötü olacak.
Andrea G Pin�eıı
7
Burada okuyacağınız şey, aptal bir çocuğun aptal h i kayesidir. oğlanın en sevdiği süveteri üzerinden çıkarıyor. Domuz yavrusu
Asla tanışmak istemeyeceği n i z önemsiz biri n i n aptal ve gerçek yarı çıplak halde karın içinde dikiliyor, otobüsün çalışır durum­
hayat h ikayesi. Bacak kadar boyu ve yandan ayrılıp taranmış bir daki motorun u n gürültüsü kayal ı kta yankılanırken Annecik gece­
avuç sarı saçı olan küçük b i r spastiği getirin gözünüzün önüne. n i n ve soğuğun içinde çocuğun arkasında gözden kayboluyor.
Bu ruhsuz bok parçasın ı n dökülen süt dişlerinin yerine yer yer Farlar oğlanın gözlerini kör ediyor; motorun gürültüsü rüzgarın
çıkmakta olan yamuk y u m u k kalıcı dişlerini ortaya seren bir ağaçlarda uğuldayışını bastırıyor. Hava. tek seferde derin b i r
sırıtışla poz verdiği eski okul fotoğrafını canlandırın kafanızda. nefes alınamayacak kadar soğuk; b u yüzden bizim küçük m u koza
üzerinde de sarı-mavi çizg i l i , doğum günü hediyesi aptal zarı iki kat h ızlı nefes alıp vermeye çalışıyor.
süveter olsu n . O kadarcıkken bile aptal tırnaklarını yed iğini Oğlan kaçmaz. Hiçbir şey yapmaz.
düşün ü n . En sevdiği ayakkabıları Keds marka. En sevdiği yemek Arkasından b i r yerden Annecik, " N e yaparsan yap ama sakın
lanet olası mısır u n u na bulanarak kızartılmış sosis. arka n ı dönme" diyor.
Akşam yemeğinden sonra. annesiyle b i rlikte, ça l ı nm ı ş Sonra da ona çok çok eskiden Yunanistan'da yaşamış olan
b i r okul otobüsünde, emn iyet kemerini takmadan yolcu l u k bir çömlekçi n i n güzel kızının h i kayes i n i anlatmaya başlıyor.
eden itici, küçük b i r çocuk getirin gözünüzün önüne. Annecik, Anneciğin hapisten çıkıp o n u almaya geldiği her seferinde
kaldıkları motelin önünde s ı rf bir polis arabası d u ruyor diye olduğu gibi, yine her gece ayrı bir motelde kalıyorlar. Her öğünü
saatte yüz yirmi kilometreyle geçip gidiyor motel i n yanından. alelacele bir şeyler yiyerek geçiştiriyorlar ve günleri sabahtan
B u h i kaye, şimdiye kadar yaşamış kesi n l ikle en aptal. en akşama d i reksiyon sal layarak geçiyor. Bugün öğle yemeğinde
korkak. en ispiyoncu, en sulu gözlü veled i n . kendini çakal sanan çocuk mısır u n l u sosisini çok sıcakken yemeye çalıştı ve nere­
sinsi bir salağın h i kayesidir. deyse bütün bütün yuttu; ama sosis boğazına takıldı ve Annecik
Karı kılıklı ufaklığın. masadan kalkıp dolanarak yanına gelene dek, çocuk ne nefes
Annecik, "Acele etmemiz gerek" diyor ve dar b i r yoldan ram­ alabildi, ne de konuşabildi.
payı tırman ıyorlar. Arka tekerlekler buz üstünde bir o yana bir Annecik arkasından çocuğa kolların ı doladı ve onu havaya
bu yana kayıyor. Farların ışığında masmavi görünen karlar yolun kaldırdı. "Nefes a l ! Lanet olası. nefes a l ! " diye fısıldadı.
kenarından karanlık ormanın içine kadar uzanıyor. Sonra da çocuk ağlamaya başladı ve restorandaki bütün
Bunların hepsinin onun hatası olduğunu düşünün. Küçük müşteriler etraflarına doluştu.
yoksul beyazın. O anda çocuk dünyadaki herkesin bu olayla ilgileniyor
Annecik. otobüsü sarp bir kayalığın az yakınında durdu ruyor olduğunu sandı. Bütün müşterilerona sarılıp kafasını okşuyord u .
ve otobüsün farları kaya l ığ ı n beyaz yüzeyine vuruyor. "Buraya Herkes ona kendini nasıl hissettiğ i n i sordu.
kadar" derken ağzından kocaman, beyaz bir buhar bulutu Sanki o an sonsuza dek sürecekmiş gibi geldi oğlana.
çıkıyor; ciğerleri o denli büyük. Sevi lebilmek için hayatını riske atmak gerektiğini düşündü.
Annecik el frenini çekiyor ve "İnebilirsin ama paltonu oto­ Kurtarıla bilmek için ölümün kıyısına kadar gelmek gerekiyordu .
büste b ı rak" diyor. Annecik, "Tamam" dedi. Çocuğun ağzını s i l d i ve "Şimdi sana
Anneciğin. bu aptal bücürü okul otobüsünün tam önünde hayat verdi m işte."
dikilttiğini gözü nüzün önüne getirin. Küçük, sahte Benedict Bir dakika sonra garson kız. çocuğu eski bir süt kutusunun
Arnold otobüsün önünde durmuş, farlara bakıyor ve Annecik. üzerindeki resminden tanıdı ve şimdi. Annecik kötü domuz

8 9
yavrusunu kaldıkları motele götürmek üzere saatte yüz yirmi Annecik, "Bakma. Parmağının ucunu b i l e kımıldatma; yoksa
kilometre hızla sürüyordu otobüsü. bütün işi berbat edersin" diyor.
Yolda otobandan çıkıp bir kutu siyah sprey boya satın aldılar. ispiyoncu küçük aptal tekrar dönüp farlara bakıyor.
Bütün o koşuşturmacadan sonra gecenin köründe hiçliğin Sprey boya fıslıyor ve Annecik Y u nanlardan önce h i ç kim­
ortasında bir yere vardılar. senin sanattan haberi olmadığını söylüyor. Resim işte böyle
Ş i m d i . arkası dönük olan çocuk An neciğin elinde sallamak­ bulundu. diyor. Kızın babas ı n ı n , kaya n ı n üzerindeki res m i n i
ta olduğu sprey boya kutusunun içinde bilyenin takırdayışını kullanarak, delika n l ı n ı n çamurdan b i r mode l i n i yaptığını ve hey­
duyuyor. Annecik antik Yunan'da güzel bir kızın, genç bir kelin de böylece icat edilmiş olduğunu anlatıyor.
delikanlıya nasıl da aşık olduğunu anlatıyor. Annecik ciddi b i r ses tonuyla, "Sanat asla m u t l u luktan
"Ama genç adam başka bir ülkeden gelmişti ve geri dönmek doğmaz" dedi.
zorundayd ı " diyor A nnecik.
işte semboller orada doğmuştu.
Bir fıslama duyuluyor ve çocuk sprey boyanın kokusunu alıyor.
Çocuk parlayan ışığın önünde titriyor ama kıpırdamamaya
Otobüsün moturunun sesi değişiyor, bir gümbürtü duyuluyor ve
çalışıyor. Annecik işini yapmaya devam ederke n , dev gölgeye,
motor daha hızlı ve gürültülü çalışmaya başlıyor. Otobüs ağır ağır
ona öğrettiği h e r şeyi gün gelip insanlara an latacağını söylüyor.
iki yana sallanıyor
Bir gün insanların hayatını kurtaran b i r doktor olacak. Onlara
Böylece kızla delikanlı son gecelerinde b i rlikte olmak üzere
mutluluk dağıtacak. Ya da mutluluktan daha iyi bir şey: Huzur.
buluştuklarında diyor Annecik, kız yanında bir lamba getirdi
Saygı görecek.
ve onu öyle bir yere koydu ki delika n l ı n ı n gölgesi b i r kayanın
Bir gün.
üzerine vurdu.
B u olaylar, paskalya tavşancığı diye b i r şeyin olmadığı orta­
Sprey boyan ı n püskürme sesi kesiliyor. sonra tekrar duyulu­
yor. önce kısa, sonra uzun bir fıslama. ya çıktıktan sonra gerçekleşiyor. Noel Baba, Diş Peris i , Aziz

Annecik, "Genç kız sevgilisinin gölgesini kayaya çizdi. Böylece Christopher, Newton fiziği ve atomun Niels Bohr modelinden
aşığının nasıl göründüğünün kayd ı n ı , o a n ı n b i r ka nıtı n ı , birlikte çok sonra bile bizim salak çocuk Anneciğin söylediklerine hala
oldukları son dakikayı her zaman saklayabilecekti" diyor. inan ıyor.
Küçük sümüklü. dosdoğru farlara bakmaya devam ediyor. Bir g ü n , büyüdüğü zaman, diyor Annecik gölgeye, çocuk
Gözleri sulan ıyor; gözlerin i kapattığı zaman da farların parla­ buraya geri gelecek ve tam da Anneciğin bu gece kendisi için
yan ışığın ı . gözkapaklarında, yani kendi kanından ve canından çizdiği siluet kadar büyümüş olduğunu görecek.
kırmızı renkte görmeye devam ediyor. Çocuğun çıplak kolları soğuktan t i t riyor.
Ve Annecik ertesi gün kızın sevgilisinin gittiğini ama gölgesi­ Ve Annecik, " K e n d i n i t utmaya çalış, lanet olasıca. Kıpırdama.
n i n o rada kaldığını söylüyor. Her şeyi berbat edeceksin" dedi.
Çocuk bir saniyeliğine arkası n a . yani Anneciğin çocuğun Çocuk ısındığ ı n ı d ü ş ü nmeye çalıştı ama farlar ne kadar par­
aptal gölgesini kaya n ı n üzerine çizmekte olduğu yere bakıyor. lak olursa olsun h i ç ısıtmaz.
Çocuk çok uzakta durduğu için kayaya vuran gölgesi A n necikten "Net bir siluet çizmem gerek" dedi Annecik. "Eğer titrersen.
bir kafa daha uzun. Çelimsiz kolları çevreyi saracak kadar büyük vücut hatların bel i rsizleşecek."
görünüyor. Güdük bacakları çekile çekile uzatılm ış gibi. Daracık Yüksek okuldan üstün başarıyla mezun olup Güney Kaliforniya
omuzlarının gölgesi koca m a n .
Ün iversitesi Tıp Fakültesi' ne girmek için kıçını yırtana kadar, hatta

1 11
10
yirmi dört yaşına gelip tıp fakültesinde ikinci sınıfa geçene kadar, Ve çocuk bir resmin, bir heykelin veya hikayenin, sevilen

ki o yıl annesine hastalık teşhisi konmuş, kendisi de onun koru­ birinin yerini alabileceğini sanacak kadar aptal.
Annecik, "Gelecekte seni bekleyen o kadar çok şey var ki"
yucusu ilan edilmişti. güçlü, zengin ve zeki olmanın insanın hayat
diyor.
hikayesinin yalnızca ilk yarısını oluşturduğu, bu zavallı aptalın, bu
Yutkunmak bile zorlaşıyor; ama geleceğin çok parlak
küçük yardakçının kafasına dank etmemişti henüz.
olacağını düşünen bizim aptal, tembel ve komik ufaklık orada
Antik çocuğun kulakları soğuktan zonkluyor. Başı dönüyor
öylece durmuş titriyor ve farların ışığına, motorun gürültüsüne
ve soluk soluğa kalıyor. Çığırtkan güvercini gibi çıkık olan küçük
gözlerini kısarak bakıyor. Umudun insanın büyüdükçe terk ettiği
göğsü, derisi yolunmuş tavuk gibi pütür pütür olmuş. Göğüs
bir başka evre olduğunu bilemeyecek kadar aptal yetiştirilmiş
uçları dimdik ve kırmızı sivilceler gibi görünüyor. Ve küçük
birini gözünüzün önüne getirin. Kim herhangi bir şeyi sonsuza
fırlama kendi kendine, "Gerçekten bunu hak ettim" diyor.
dek sürdürebileceğini düşünür ki?
Sonra Annecik, "En azından dik durmaya çalış" diyor.
Bunları hatırlaması bile çok aptalca. Çocuğun bu kada.r uzun
Çocuk omuzlarını geriye atıyor ve farların ateş topu olduğunu
yaşamış olması bile bir mucize.
hayal ediyor. Zatürree olmayı hak ediyor. Tüberküloz olmayı da.
Bu yüzden tekrar etmekte fayda var. Bunu okuyacaksanız,
Ayrıca bakınız: Hipotermi.
hemen vazgeçin.
Ayrıca bakınız: Tifo.
Bu, cesur, nazik ve kendini bir davaya adamış birinin hikayesi
Ve Annecik, "Bu geceden sonra seni azarlamak için etrafında
değil. Asla aşık olmayacağınız birinin hikayesi.
olmayacağım" diyor.
Bilmeniz açısından söyleyeyim: Okuduğunuz şey, bir
Otobüsün motoru rolantiye geçip mavi bir duman salıyor. bağımlının amansız hikayesinin tamamıdır. Çünkü on iki basa­
Sonra Annecik. "Bu yüzden kıpırdamadan dur da seni patak­ maklı tedavi programlarının çoğunda, dördüncü basamağa
lamak zorunda kalmayayım" diyor. gelince sizden hayatınızın bir envanterini çıkarmanızı isterler.
Ve tahmin edersiniz ki bu küçük velet pataklanmayı hak etti. Bir defter edinip hayatınızın bütün zayıf. rezil anlarını yazmanız
Başına ne geldiyse hepsini hak etti. Geleceğin gerçekten daha gerekir. Böylelikle işlediğiniz her günah parmaklarınızın ucuna
iyi olacağını düşünen, kandırılmış küçük taşralıdan söz ediyo­ gelir. Sonra da hepsini telafi etmenizi beklerler. Bu sistem alko­
ruz burada. Tabii eğer yeterince çok çalışırsa. Yeterince çok şey likler, uyuşturucu bağımlıları ve aşırı oburlar için olduğu kadar
öğrenirse. Yeterince hızlı koşarsa. Her şey düzelecekti ve hayatı seks bağımlıları için de geçerlidir.
istediği noktaya gelecekti. Böylece istediğiniz zaman geriye dönüp hayatınızın en bok­
Rüzgar şiddetle estikçe, kuru kar taneleri ağaçlardan etrafa tan zamanlarını inceleyebilirsiniz.
serpiliyor ve her kar tanesi çocuğun kulakları na, yanaklarına Güya geçmişini unutanlar, onu tekrar etmeye mahkum
batıyor. Ayakkabılarının bağcıklarında daha fazla kar eriyor. olurlarmış.
"Göreceksin" diyor Annecik. "Şu işkenceyi çektiğine değecek." Bu yüzden. doğruyu söylemek gerekirse, burada anlatılanlar
Bu, çocuğun kendi oğluna anlatabileceği bir hikaye olacak. sizi hiç ilgilendirmez.
Günün birinde. Bu salak küçük çocuk, o soğuk gece ve bütün olup bitenler,
Yunan kız sevgilisini bir daha hiç görmedi. diye anlatmaya seks sırasında boşalmayı geciktirmek için akla getirilen salakça
devam ediyor Annecik. şeylerden biri olup çıkar. Tabii eğer erkekseniz.

12 13
O g ü n sümsük göt yalayıcının Anneciği, "Biraz daha sabret.
b i raz daha daya n , göreceksin her şey yoluna girecek" dedi.
Hah!
" B i r g ü n bütün çabalarımıza değdiğini göreceksin. Sana söz
veriyorum" dedi Annecik.
Ve bizim korkak. salak oğlu salak pislik, karın ortasında
yarı çıplak ve titrer vaziyette dikilirken. birileri imkansızı vaat
ettiğinde bunun gerçekleşebileceğine gerçekten inandı.
Bu yüzden eğer bunu okumanın sizi k u rtaracağ ı n ı
sanıyorsanız . . .
Herhangi bir şeyin sizi ku rtaracağını sanıyorsanız . . .
B u n u lütfen son ikazım olarak kabul edin .
iki

K
il iseye vardığımda hava kara n l ı k ve yağmur yağmaya
başlıyor; N ico soğuktan büzüşmüş, birilerinin yan kapıyı
açmasını bekliyor.
"Lütfen ş u n u tutar m ısın?" diyerek elime bir avuç ipek
tutuşturuyor.
"Sadece birkaç saatliğine tut" diyor. "Benim cebim yok da."
Üzerinde. yakası parlak turuncu kürklü, yapay süetten turuncu
b i r ceket var. Çiçek desenli elbises i n i n eteği. ceketin altından
sarkıyor. Çorap giymemiş. Kilisenin kapısına çıkan merdive­
ni dikkatli a d ı m larla t ı rmanıyor; ayağında sivri topuklu siyah
.ıyakkabılar var.
Elime tutuşturduğu şey sıcak ve n e m l i .

14 15
Külotu. Ve Nico gülümsüyor.
frene basan adamın şeyini ısırarak kopardığı h i kayeyi de bilirsi­
Cam kapının ardında kadın ı n biri yerleri paspaslıyor. N i co
niz. İşte ben o i k i liyi tanıyorum .
camı tıklatıyor, sonra bileğindeki saati gösteriyor. Kadın pas­
Bütün o kadın ve erkekler b u rada.
pası kovasına daldırıyor, sonra da kaldırıp sıkıyor. Paspası
Bütün hastanelerin acil servislerinde elmas uçl u mat­
kapının kenarına dayadıktan sonra iş gömleğ i n i n cebinden bir
kap b u l u n d u r u l m a s ı n ı n sebebi bu tür insanlardır. Amaç,
tomar anahtar çıkarıyor. Kapıyı açarken bir yandan da camın
şampanya ve soda şişeleri n i n kalın altlarına delik açarak basıncı
öteki tarafından bağırıyor.
kaldırmaktır.
"Siz bu gece 234 N u maralı odada olacaks ı n ız" diyor. " Pazar
Bunlar. gece n i n bir vakti yalpalaya yalpalaya hastaneye
oku l u sınıfında."
gelen ve tökezleyerek bir kabağın, a m p u l ü n , Barbie bebeğin,
Bu arada insanlar park yerine doluşmaya başlamış bile.
bilardo topları n ı n veya can havliyle kıpraşan bir sürüngenin
Merdivenleri ç ı karken birbirlerine selam veriyorlar; o sırada ben
üstüne düştüklerini söyleyen insanlardır.
de Nico' n u n külotunu cebime tıkıştırıyoru m . Kapı kapanmadan
Ayrıca bakınız: Bilardo sopası.
yetişebilmek için arkamdaki diğer bi rkaç kişi son basamakları
Ayrıca bakınız: Oyuncak ayı.
koşarak tırman ıyor. ister i n a n ı n ister inanmayın, buradaki her­
Duşta kayıp kaygan bir şampuan şişesının tam üstüne
kesi tanıyors u n uz.
düşmüşlerdir. Kendilerine tanımadıkları birileri saldırır her
Bu insanların hepsi b i rer efsanedir. Buradaki her erkeğin ve
zaman ve bir mum, beysbol topu, katı pişmiş y u murta, el feneri
her kad ı n ı n hakkında yıllardan beri bir şeyler duymuşsun uzdur.
veya tornavidayla tecavüz eder ve ş i m d i bu şeylerin bedenlerin­
Tanınmış bir elektrikli süpürge üreticisi l 950'lerde süpür­
genin dizaynı n ı biraz geliştirmeye çalışmıştı. Süpürge hortu­ den çıkarı l ması gerekmektedir. Jakuzilerin i n su giriş borusuna

m u n u n ucundan iki üç santim içeriye j i let gibi keskin bıçakları penisi sıkışan adamlarla doludur burası.

olan bir döner pervane yerleştirilm işti. içeri emilen hava bıçağı 234 N u maralı odaya giden koridorun ortasında Nico beni
döndürecek. bıçak da h o rt u m u t ı kayabi lecek kumaş tiftiği. ip duvara yaslıyor. Yan ı m ızdan geçen insanların uzaklaşmas ı n ı
veya hayvan kıllarını ince ince kıyacaktı. bekledikten sonra, "Gidebileceğimiz bir y e r biliyorum" diyor.
En azından böyle olması planlanmıştı. Bizim dışımızdaki herkes Pazar s ı n ıfın ı n toplandığı soluk
Fakat olay, penisi parça l a n m ış b i r sürü herifin hastanelerin badanalı odaya g i d iyor. Nico arkalarından sırıtıyor. Uluslararası
acil servisine koşmasıyla sonuçlanmıştı. işa ret dilinde d e l i demek için parmağını kulağının yanında
En azından anlatılan h ikayeler böyle. döndürme hareke t i n i yaparken, "Kaybedenler" diyor. Beni diğer
Hani ş u , sev i m l i ev h an ı m ı na sürpriz yaş günü partisi yap­ ıarafa. üzerinde "Kadın lar" yazan bir tabelaya doğru çekiştiriyor.
mak için evin b i r odasına gizlenen bütün arkadaşlarının ve aile­ 234 N u m a ralı odadaki a h a l i n i n arasında on dört yaşındaki
s i n i n "Mutlu Y ı l lar Sana" diye bağırarak ortaya çıktığında, evin genç kızları vaji nalarının nasıl göründüğü konusunda küçük bir
hanımını koltuğa yayılmış, evin köpeğine bacakları arasından •; ınavdan geçirmek için uğraşan sahtekar il sağlık görevlisi de
fıstık ezmesi yalatırken yakaladığı kent efsanesi n i bilirsiniz . . . bulunuyor.
işte o kadın hayal ü r ü n ü f i l a n değil, gerçek. Midesi yıkandığı nda içinden dört yüz e l l i gram sperm çıkan
Araba kullanan erkeklere oral seks yapan efsanevi kadının, .ımigo kız da içeride. Adı LouAnn.
bir seferinde arabanın kontro l ü n ü kaybed ince bütün gücüyle Sinemada film izlerken penisi popkom kutusunun altına

16
17
sıkışan Steve isimli adam da orada ve bu gece dertli kıçını Pazar hala kapalıyken elini elbisesinin yakasından içeri daldırıyor ve
sınıfındaki plastik çocuk sandalyelerinden birine sıkıştırmış, katlanmış mavi bir kağıt çıkarıp göğsüme bırakıyor.
boya lekeleriyle dolu bir masanın etrafında diğerleriyle oturu­ "Akıllı kız" diyerek gömlek cebimdeki kalemi çıkarıyorum.
yor. Nico her seferinde kalçasını biraz daha yukarı kaldırıp hızla
Bütün bu insanlar size şaka gibi geliyor. değil mi? Öyleyse oturuyor. i !eri geri hareket ederek hafif hafif göbek atıyor. Ellerini
durmayın, geberene kadar gülün. uyluklarına dayamış, kendini yukarı çekiyor. sonra da bırakıyor.
.,
Bunlar seksle güdümlenenler. "Dön" diyorum. "Nico hadi dön!"
Bunlar sizin sadece birer kent efsanesi olduğunu sandığınız Gözlerini birazcık aralayarak bana bakıyor. Kahve
gerçek insanlar. Hepsinin bir ismi ve yüzü var. işi ve ailesi var. karıştırıyormuş gibi elimdeki kalemi döndürüyorum.
Yüksekokul diploması ve sabıka kaydı var. Elbiselerime rağmen yerdeki karoların izinin sırtıma çıktığını
Kadınlar tuvaletinde Nico beni soğuk karoların üzerine hissediyorum.
yatırıyor ve kasıklarımın üstüne çömelirken pantolonumun "Hadi dön" diyorum. "Hadi bebeğim bunu benim için yap."
içinden şeyimi çıkarmaya çalışıyor. Diğer eliyle ensemden Nico gözlerini kapatıp, eteğini iki eliyle beline kadar toplu­
tutup yüzümü ve açık ağzımı kendisininkine bastırıyor. Dili yor. Bütün ağırlığıyla üstüme çöküyor. Bacağını göbeğimin üze­
dilimle güreşirken. bir yanda da parmağıyla benim aletin başını rinden aşırıyor. Diğer bacağını da aynı şekilde çeviriyor; böylece
ıslatıyor. Kot pantolonumu kalçalarımdan aşağıya indiriyor. hala üstümde oturuyor ama yüzü ayaklarıma dönük.
Gözleri kapalı, kafası hafifçe yana yatmış halde. elbisesinin "Harika" derken katlı mavi kağıdı açıyorum. Kağıdı Nico'nun
kenarını reverans yapar gibi havaya kaldırıyor. Kasıklarını sertçe yusyuvarlak, kamburlaşmış sırtına koyup kefil yazan yerin altına
kasıklarıma dayarken kulağıma bir şeyler fısıldıyor. ımzamı atıyorum. Elbisesinin üstünden, sutyeninin beş altı tane
"Tanrım, çok güzelsin" diyorum çünkü birkaç dakika sonra c'lastik kopçadan oluşan kalın birleşim yerini hissedebiliyorsu­
gelebilirim. nuz. Kalın kas tabakasının altındaki kaburga kemiklerini hissede­
Nico yüzüme bakabilmek için geri çekiliyor ve "Bu da ne biliyorsunuz.
demek oluyor şimdi?" diye soruyor. İspanyol sineği diye bilinen uyuşturucuyu aldıktan sonra bir
"Bilmiyorum" diyorum. "Sanırım hiçbir şey demek değil" 11ord Pinto'nun vitesinde neredeyse kendini öldürene dek tepi­
diyorum. "Boş ver" diyorum. nen ve en yakın arkadaşımın kuzeninin sevgilisi olan kız şu anda
Zemin, dezenfektan kokuyor ve yerdeki pütürleri çıplak /'�4 Numaralı odada. Kızın adı Mandy.
kıçımda hissedebiliyorum. Duvarlar yükselerek fayans kaplı Beyaz bir gömlek giyip gizlice bir kliniğe sızarak. pelvis testi
akustik tavanla buluşuyor ve hava akımıyla birlikte toz ve ycıpmaya kalkışan adam da orada.
çerçöpten oluşan tüy yumakları havada uçuşuyor. Bir de, Motel odalarında yatak örtülerinin üzerinde, çıplak vaziyette
kullanılmış kağıt havluların atıldığı paslı metal çöp kutusundan <,lJbah ereksiyonuyla hizmetçinin gelmesini bekleyen ve kadın
gelen şu kan kokusu var. ıçeri girene dek uyuyormuş numarası yapan adam da orada.
"İzin kağıdın" diyerek parmaklarımı şıklatıyorum. "Yanında Hakkında dedikodu yapılan arkadaşlarımızın arkadaşlarının
mı?" .ırkadaşlarının arkadaşları. .. işte hepsi buradalar.
Nico kalçasını biraz yukarı kaldırıyor, sonra bırakıyor, tek­ Otomatik süt makinesi yüzünden sakat kalan adamın adı
rar kaldırıyor ve yerleşiyor. Kafası hala arkaya yatık, gözleri l loward.

18 19
Kendini duş perdesinin rayına çıplak olarak asan, otoerotik seks yaptıran herifler burada yan yana. Fahişeler müşterileriyle
boğulma yüzünden neredeyse yarı ölü halde bulunan kızın adı bir araya geliyor. Tecavüz edenle, tecavüze uğrayan yüz yüze
Paula ve o bir sekskolik. bakıyor.
Selam Paula. Nico kocaman, beyaz kıçını neredeyse aletimin tepesine
Senin fortçuları gönder bana. Yağmurluklarının önünü hızla kadar kaldırıyor, sonra da hızla aşağıya çarpıyor. Yukarı, aşağı.
açıp kapayan teşhircileri gönder. Aletimin etrafını saran bağırsaklarının üstünde gezintiye çıkıyor.
Kadınlar tuvaletine girerek klozetlerin kenarına kamera Piston yukarı kalkıyor, sonra hızla aşağıya iniyor. Uyluklarıma
yerleştiren adamları. bastıran kollarındaki kaslar gittikçe şişiyor. Ellerinin altında
ATM makinelerindeki zarfların kapaklarına menisini süren hissizleşen uyluklarım bembeyaz oluyor.
adamı. "Artık birbirimizi tanıdığımıza göre, benden hoşlandığını
Bütün röntgencileri. Bütün azgın karıları. Yaşlı pis herifleri. söyleyebilir misin Nico?" diye soruyorum
Tuvaletlerde pusuya yatanları. Otuz bircileri. Dönüp omzunun üzerinden bana bakıyor ve "Doktor olduğun
Annenizin sizi hakkında uyardığı türden cinsi sapık kadın ve zaman herhangi bir ilaç için bana reçete yazabileceksin, değil
erkekleri. Kulağa küpe olması için anlatılan bütün o korkunç rni?" diye soruyor.
hikayeleri. Tabii, eğer okula geri dönersem. Tıbbı bitirmiş olmanın
Hepimiz buradayız. Canlıyız ve hastayız. birilerini düzmek için ne denli güçlü bir silah olacağını hafi­
Burası seks bağımlılığının on iki basamaklı dünyası. Cinsel le almayın. Ellerimi kaldırıp her iki avcumu da Nico'nun
davranış bozukluğunun. Her gece bir kilisenin arka odasında �erilmiş ve pürüzsüz poposuna dayıyorum, kalkıp inmesine
toplanırlar. Ya da bir tür sosyal yardımlaşma toplantı merke­ yardımcı olmak için ve serin, yumuşak parmaklarını benimkilere
zinde. Her şehirde, her gece. internette sanal toplantılar bile doladığını fark ediyorum.
yapılıyor. Aletime sıkıca abanmış vaziyette, geriye dönmeden,
En yakın arkadaşım Denny'yle bir sekskolikler toplantısında "Arkadaşlarım senin evli olduğuna dair benimle iddiaya girdi­
tanıştık. Denny öyle bir noktaya gelmişti ki. normal kalabilmek ler" diyor.
için günde en az on beş kez mastürbasyon yapmak zorundaydı.
Beyaz, pürüzsüz poposunu avuçlarımın içinde tutuyorum.
Yumruğunu bile zor sıkabiliyordu artık. Üstüne üstlük, kul­
"Ne kadarına iddiaya girdiniz?" diye soruyorum.
landığı petrol bazlı jelin uzun vadede kendisine vereceği zararlar
Nico'ya arkadaşlarının haklı olabileceğini söylüyorum.
konusunda da endişeliydi.
Gerçek şu ki, dul bir anne tarafından yetiştirilen her erkek
Jel yerine cilt kremi kullanmayı düşünmüştü; ama cildi
1,0cuk, evli doğmuş sayılır. Bilmiyorum ama, bence annesi
yumuşatan herhangi bir şey olayı amacından saptırırdı.
ıılene dek bir erkeğin hayatındaki diğer kadınların hiçbiri metres
Korkunç, komik veya itici olduğunu düşündüğünüz Denny
olmaktan öteye geçemez.
ve diğer bütün herifler ve hatunlar burada içlerini döküyorlar.
Modern Oedipus hikayesinde babayı öldürüp oğula kavuşan
Hepimizin açıldığı yer burası.
kı:;; ı annedir.
Güvenlik önlemlerinin asgari düzeyde olduğu kodeslerinden
Ve annenizi boşayamazsınız da.
üç saatlik izinle buraya gelen orospularla seks suçluları, anal
Öldürmeniz de söz konusu değildir.
seks hastası kadınlarla porno satan kitapçılarda kendilerine oral

20 21
Nico, "Diğer kadınların fıiçbiri derken neyi kastediyorsun? Kaç Bu kadınları sevmediğimden değil. Onları en az dergiler­
tane hatundan söz ediyoruz biz Tanrı aşkına?" diyor. "Neyse ki den çıkan posterler. pomo kaset veya porno siteleri kadar çok
prezervatif kullandık." seviyorum ve inanın bir sekskolik için bu, kucak dolusu sevgi
Seks partnerlerimin eksiksiz bir listesi için dördüncü basa­ .ınlamına gelebilir. Üstelik Nico'nun da bana çok aşık olduğu
mak kayıtlarımı kontrol etmem gerekir. Ahlaki envanter defteri­ söylenemez.
mi. Bağımlılığımın eksiksiz ve amansız tarihçesini. Olay, romantizmden çok fırsatları değerlendirmektir. Her
Tabii eğer geri dönüp lanet olası dördüncü basamağı gece yirmi sekskoliği bir masanın etrafına toplarsanız. olacakla­
tamamlarsam. ıa da şaşırmamalısınız.
Sekskolikler toplantısının on iki basamaklı kursunda bulu­ Ayrıca. cinsel ilişkiye girmek isteyip de nasıl yapacağınızı
nan, 234 Numaralı odadaki herkes için olayı kavramak ve bilmiyorsanız, burada satılmakta olan seks bağımlılığından
iyileşmek açısından çok önemli ve değerli bir araç ... Olaydan ne kurtulma kitaplarında her türlü ipucunu bulabilirsiniz. Elbette
kastettiğimi anlıyorsun uz. lıu kitaplar seks bağımlısı olduğunuzun farkına varmanız için
Bu kurs benim için muhteşem bir "nasıl yapılır" semineri. yazılmıştır. Kitaplar, "Aşağıdakilerden herhangi bir tanesini
ipuçları. Teknikler. Hayalini bile kuramayacağınız götürme yapıyorsanız. alkolik olabilirsiniz" tarzı bir kontrol listesiyle bir­
stratejileri. Kişisel görüşmeler. Hikayelerini anlattıklarında. likte dağıtılır. Yol gösterici ipuçlarından bazıları şöyle:
bu bağımlı insanların aslında ne kadar da zeki olduklarını Cinsel organlarınız daha belirgin olsun diye mayonuzun
anlıyorsunuz. Ayrıca seks bağımlılığıyla ilgili terapiye katılmak .ıstarını kesiyor rn usunuz?
üzere üç saatliğine izinli olan mahkum kızlar var. Camlı bir telefon kulübesine girip telefonla konuşuyormuş
Nico da onlardan biri. ı.tibi yaparken, pantolonunuzun fermuarını ya da bluzunu­
Çarşamba akşamları Nico demek. Cuma akşamları Tanya. zun düğmelerini açık bırakarak, iç çamaşırı giymediğin izin
Pazarları Leeza. Bu hatun o kadar çok sigara içiyor ki terinin .ınlaşılmasını sağlayacak şekilde durduğunuz oluyor mu?
rengi bile sarı. Öksürmekten karın kasları öyle sıkılaşmış ki iki Seks partneri bulabilmek için sutyensiz veya askısız koşuya
elinizle belini kavrayabiliyorsunuz. Tanya sürekli kaçak plastik çıktığınız oluyor mu?
seks oyuncakları satın alıyor: genellikle de vibratör veya lateks Bütün bu sorulara cevabım: Evet, artık fıepsini yapıyorum!
boncuk dizili ipler. Müsli kutularının içinden çıkan sürpriz hedi­ Üstelik cinsi sapık olmak sizin suçunuz değildir burada.
ye gibi seks oyuncakları bunlar. Cinsel davranış bozukluğunun her daim aletinizi emdirmenizle
Güzel olan herhangi bir şeyin insana ömür boyu zevk ver­ lıir ilgisi yoktur. Bu bir hastalıktır. Tedavi masraflarının sağlık
mesiyle ilgili o eski kural benim için geçerli değil. Şahsi tec­ •,igortasından karşılanması için Teşliis istatistikleri Listesi'ne girme­
rübelerime göre. en güzel şeyin bana verdiği zevk bile en fazla yi bekleyen fiziksel bir bağımlılıktır.
üç saat sürüyor. Sonrasında hatun, çocukken geçirdiği travma­ Rivayete göre, Adsız Alkolikler Derneği'nin kurucularından Biil
lardan bahsetmeye kalkıyor. Mahkum kızlarla takılmanın en Wilson bile içindeki seks dürtüsünü yenememiş ve ayık olduğu
güzel yanı saate bakıp hatunun en geç yarım saat sonra demir ı.ıınanları karısını aldatarak ve kendini suçlu hissederek geçirmiş.
parmaklıkların arkasında olacağını bilmektir. Rivayete göre seks bağımlıları, devamlı seks yapmaktan ötürü,
Külkedisi hikayesinden tek farkı. hatunun gece yarısından viicudun salgıladığı bir maddenin bağımlısı oluyor. Orgazm
sonra hapishane kaçağına dönüşmesi. ıılunca vücut endorfin salgılıyor: bu da acıyı hafifletiyor ve insanı

22 23
sakinleştiriyor. Seks bağımlıları aslında sekse değil. endorfine yapacak. ilk basamakta güçsüz olduğunu kabullenmeye çalışırsın.
bağımlılar. Seks bağımlılarının mono-amin grubu içeren molekül lfü bağımlılığın vardır ve vazgeçemiyorsundur. ilk basamakta
oksidaz seviyeleri doğal olarak daha düşük. Seks bağımlılarının hikayeni anlatırsın; hem de en kötü kısımlarını. Beterin beterini.
aslında deli gibi arzuladığı şeyler şunlar: Tehlike, karasevda, risk Seksle ilgili sorun da diğer bütün bağımlılıklarla aynıdır.
veya korkuyla tetiklenen peptit feniletilarnin salgısı. ı ıer zaman iyileşirsin. Sonra yine yoldan çıkarsın. Rol keser­
Bir seks bağımlısı açısından karşısındakinin göğüslerinin, .,in. Uğruna savaşacak bir şeyler bulana kadar. bir şeylere
penisinin, klitorisinin, dilinin veya kıç deliğinin, her zaman kı.ırşı savaşmayı seçersin. Seks güdümlüsü olarak yaşamak
kullanıma hazır şekilde zulada tutulan bir vuruşluk eroinden istemediğini söyleyen bu insanlara benim diyeceğim tek şey,
farkı yok. Bir eroinman malını ne kadar çok seviyorsa, biz de lıoş verin gitsin olur. Yani hayatta seksten daha iyi ne var ki?
Nico'yla birbirimizi o kadar çok seviyoruz. Hiç şüpheniz olmasın; en kötü oral seks bile, mesela en
Nico ıslak iki parmağını kullanarak aletimi vajinasının ön güzel gülü koklamaktan iyidir. .. en güzel günbatımını izlemek­
duvarına sıkıştırıp eziyor. ll'n de. Ya da çocukların kahkalarını duymaktan.
"Ya şu temizlikçi kadın içeri dalarsa?" diyorum. Hiçbirzaman, ter fışkırtan, popoya kramp saplayan, kasık ısla­
Nico aletimi içinde döndürürken, "Ah evet. Çok heyecan ı. ın bir orgazm kadar güzel bir şiir okuyabileceğimi sanmıyorum.
verici olurdu" diyor. Resim yapmak veya opera bestelemek, yeni bir istekli götle
Cilalı yer seramiklerinin üstünde bırakacağımız parlak göt k,ırşılaşana dek öylesine yapılan işlerdir.
lekesinin nasıl olacağını düşünmeden edemiyorum. Tepemizde Seksten daha iyi bir şeyle karşılaştığınız anda hemen beni
bir sıra lavabo. Florasan ışıklar göz kırpıyor ve lavaboların ,ııayın. Benim için de rezervasyon yaptırın.
altındaki krom borulara Nico'nun boğazı ince ve uzun bir tüp 234 Numaralı odadaki insanlardan hiçbiri Romeo, Kazanova
gibi yansıyor; kafası geriye düşmüş, gözleri kapalı ve soluğu Vl'ya Don Juan değil. içlerinde Mata Hari veya Salorne yok.
tavana vuruyor. Krom borulardan Nico'nun büyük. çiçek desenli !{unlar sizin her gün el sıkıştığınız insanlar. Ne çirkin, ne güzel­
göğüslerini görüyorum. Dili ağzının kenarından dışarı sarkmış. lt•r Bu efsanelerle asansörlerde yan yana durursunuz. Size
Boşalttığı sıvı kaynar derecede sıcak. ktıhve servisi yaparlar. Bu mitolojik yaratıklar sizin biletlerinizi
Boşalmamak için, "Sizinkilere ikimizle ilgili neler anlattın kl1serler. Çekinizi bozarlar. Kutsal ekmeği dilinizin altına koyar-
bakalım?" diyorum. 1.ı r
"Seninle tanışmak istiyorlar" diyor. Kadmlar tuvaletinde Nico'nun içindeyim ve kollarımı kafamın
Bundan sonra söylenecek en mükemmel şeyi düşünüyorum; .ıı kasında birleştiriyorum.
ama aslında hiçbir önemi yok. Bu noktada her şeyi söyleyebi­ Önümüzdeki ne kadar süreceğini bilemediğim bir süre
lirsiniz. Lavman, toplu seks, hayvanlarla ilgili herhangi bir müs­ lınyunca hiçbir şeyi dert etmeyeceğim. Ne annemi. Ne onun
tehcen şey söyleseniz bile hiç kimse şaşırmaz. lı.ıstane masraflarını. Ne müzedeki boktan işimi. Ne de otuz
234 Numaralı odadakiler savaş hikayelerini yarıştırıyorlar. lılrci en yakın arkadaşımı. Hiçbir şeyi.
Herkes sırasıyla anlatıyor. Toplantının ilk bölümünde yoklama Hiçbir şey hissetmeyeceğim.
yapılıyor. Bunun devam etmesi için, yani boşalmamak için Nico'nun
Sonra metinler okunacak, dualar edilecek, gecenin konusu ı,ic,ck desenli sırtına onun ne kadar güzel ve tatlı olduğunu,
belirlenecek. Herkes hangi basamaktaysa ona göre bir çalışma ııııı.ı ne kadar da çok ihtiyacım olduğunu söylüyorum. Teninden

24 25
ve saçından bahsediyorum. Uzun sürmesi için. Çünkü böyle
şeyleri ancak böyle zamanlarda söyleyebiliyorum. Çünkü işimiz
bittiği anda, birbirimizden nefret edeceğiz. Çünkü tuvalette­
ki karoların üstüne uzanmış, soğuk soğuk terlediğimizi fark
ettiğimiz anda, ikimiz de geldikten sonra, birbirimize bakmak
bile istemeyeceğiz.
Birbirimizden nefret ettiğimizden daha çok nefret edeceğimiz
biri daha olacak. O da kendimiz.
Sadece bu birkaç dakika zarfında insan olabiliyorum.
Sadece bu dakikalarda kendimi yalnız hissetm iyorum.
Üstümde gidip gelmeye devam ederken, "Eee, annenle ne
zaman tanışacağım?" diye soruyor Nico.
Üç
"Hiçbir zaman" diyorum. "Yani bu mümkün değil" diye ekli­
yorum.
Bütün vücuduyla beni kavramış, kaynayan, nemli içiyle
benimkini emen Nico, "Hapiste veya tımarhanede falan mı?''
diye soruyor.
Evet, hayatının çoğunu bu gibi yerlerde geçirdi.
Seks yaparken bir erkeğe annesini sorarsanız, büyük patla­
mayı sonsuza kadar geciktirebilirsiniz.
Nico. "Öldü mü yani?" diye soruyor.
"Sayılır" diyorum.
1\. nnemi ziyarete gittiğimde artık kendimmişim gibi davran­
r-\.m aya zahmet bile etmiyorum.
Lanet olsun; kendimi çok iyi tanıyorm uşum gibi yapmayı
J ıile bıraktım.
Hiç yapmıyorum artık.
Annemin, geldiği bu noktada tek yaptığı şey kilo vermek. O
k.ıdar zayıfladı ki kukla gibi görünüyor. Sanki özel efektle yapılmış
ı.:ıbi Kalan sarı derisi o kadar küçüldü ki. hiç kimse o derinin içine
·.ı�dmaz. Kukla gibi incecik kolları battaniyenin üstünde gezinip
.nrckli iplik parçaları topluyor. Küçülen kafası her an dağılıp
. ıAw1daki pipetin etrafına dökülecekmiş gibi duruyor. Annemi
�l'rıdim olarak, yani Victor. onun oğlu Victor Mancini olarak ziya­
ıt'I ettiğim zamanlarda, ziyaretlerin hiçbiri on dakikadan fazla sür-

26 27
mezdi. On dakika içinde annem hemşireyi çağırmak için düğmeye "Bayan Mancini'ye beslenme tüpü takılması gerekiyor" diyor.
basar ve bana çok yorgun olduğunu söylerdi. 'Açlık hissediyor ama bu hissin ne anlama geldiğini unutmuş.
Sonra günün birinde. annem benim kendisini birkaç kez '-lonuç olarak yemek yemiyor."
savunmuş olan Fred Hastings isimli bir savunma avukatı "Bu tüp kaça patlar?" diye soruyorum.
olduğumu zannetti. Beni görünce, "Ah Fred" diyerek arkasındaki Koridorun ucundan bir hemşire, "Paige?" diye sesleniyor.
yastık yığınına yaslanıp kafasını hafifçe sallıyor. "Bütün o saç
Doktor, pantolonuma ve yeleğime. pudralı peruğuma, tokalı
boyası kutularının üzerinde parmak izlerimi bıraktım. Bütün . ıyakkabılarıma baktıktan sonra, " Nesin sen?" diye soruyor.
kutuları açıp kapatırken kendimi delicesine bir tehlikeye attım;
Hemşire, "Bayan Marshall?" diye sesleniyor.
ama yine de çok zekice planlanmış sosyopolitik bir eylemdi."
İşimi burada anlatmak çok zor. "Sömürge dönemi
Mağazanın güvenlik kameralarında pekde öylegörünmediğini
/\ınerika'sının be l kerniği oluyorum" diyorum.
söylüyorum ona.
''Yani?" diyor.
Ayrıca adam kaçırma da vardı. Hepsi videoya kaydedilmişti.
"İrlandalı sözleşmeli bir uşağım."
Annem gülmeye başlıyor; gerçekten gülerken, " Fred beni
Suratıma bakıp başını sallıyor. Sonra elindeki çizelgeye
kurtarmaya çalıştığın için çok salaksın" diyor.
lırıkıyor. "Ya midesine bir tüp koyarız ya da açlıktan ölür" diyor.
Yarım saat bu tür şeylerden konuşuyoruz, en çok da saç
Kulağının içindeki gizemli karanlık deliğe bakarken, başka
boyasıyla ilgili talihsiz olaydan bahsediyoruz. Sonra da dinlen­
o.,eçeneğimiz yok mu, diye soruyorum.
me salonundan bir gazete getirmemi istiyor.
Koridorun ucundaki hemşire ellerini beline koyuyor ve
Odasının önündeki koridorda, elinde bir dosya tutan,
beyaz gömlekli bir kadın doktor duruyor. Uzun. siyah saçlarını Hayan Marshall !" diye bağırıyor
arkasında beyin gibi duran bir topuz yapmış. Yüzünde mak­ Doktor irkiliyor. Beni susturmak için işaretparmağını
yaj olmadığı için teninin gerçek rengi ortada. Siyah çerçeveli k.ıldırıyor ve "Dinle" diyor. "Vizitemi tamamlamam gerekiyor.
gözlüğünü gömleğinin cebine asmış. lfü dahaki gelişinizde daha detaylı konuşuruz."
Siz Bayan Mancini'nin doktoru musunuz, diye soruyorum. Sonra dönüp hemşirenin bulunduğu on, on iki adımlık mesa­
Elindeki klipsli dosyaya bakıyor. Gözlüğünü cebinden çıkarıp ll·yi katediyor ve "Hemşire Gilman" diyor. Hemşire sözcüğünü
takıyor ve dosyaya tekrar bakıyor. Bütün bu işleri yaparken de, vıırguluyor ama hızla konuştuğu için kelimeler birbirine giriyor;
"Bayan Mancini, Bayan Mancini, Bayan Mancini. .. " diye tekrarlıyor. "l�n azından bana seslenirken Dr. Marshall deme nezaketini
Bir yandan da sürekli elindeki tükenmezkalemin tepesine 1-(i)sterebilirsiniz" diyor. "Özellikle bir hasta ziyaretçisinin önünde.
bastırarak çıt çıt sesler çıkarıyor. ı'hı•llikle koridorun bir ucundan bağıracaksanız. Bu küçük bir
"Neden hala kilo kaybediyor?" diye soruyorum. ı-ıilrgü kuralıdır Hemşire Gilman; bakın ben bu nezaketi edinmiş
Saçlarının arasından. kulaklarının üstünden ve arkasından l ı ulunuyorum ve eğer siz de bir profesyonel gibi davranmaya
görünen teni öyle beyaz ve duru ki, iç kısımlardaki güneş l ı.ı;,larsanız, etrafınızdaki herkesin sizinle işbirliği yapacağına
değmemiş yerler de aynen böyle görünüyor olmalı. Eğer ı ·ınin olabilirsiniz ... " diye ekliyor.
kadınlar kulakmemelerinin, tepedeki küçük ve karanlık oyuğun Dinlenme salonundan gazeteyi alıp gelene kadar annem
ve ortalardaki pürüzsüz kıvrımların sarmalanarak içerideki ı llktan uykuya dalmış. Korkunç sarı ellerini göğsünün üzerinde
daracık karanlığa girişinin nasıl göründüğünü bilselerdi. kesin­ 1.. ıvuşturmuş ve bileğinde, ısıtılarak yapıştırılmış plastik hasta­
likle saçlarını toplamazlardı. lıl' bilekliği var.

28 29
meydanının bir kenarında kollarını göğsünde kavuşturmuş,
bacakları birbirinden neredeyse bir metre ayrık vaziyette
durmuş, bizi izliyor. Sütçü kızlar kova kova süt taşıyor. Ayakkabı
tamircileri önlerindeki ayakkabı l ara çekiç vuruyor. Nalbant aynı
demir parçasını dövüp duruyor ve tıpkı diğerleri gibi o da, kasa­
ba meydanında ayak bileklerinden baş aşağı sarkıtılmış olan
Denny'ye bakmıyormuş gibi yapıyor.
Denny ayaklarıma, "Beni sakız çiğnerken yakaladılar dostum"
ci iyor.
Yere doğru iyice eğik durduğu için akmaya başlayan burnunu
çekip duruyor. "Hiç şüphe yok ki" diyor yine burnunu çekerek,
"Majesteleri bu defa belediye meclisinde ötecek."
Dört Ortadan iki parça halinde açılan ahşap boyunduruğun üst
parçasını tenini incitmemeye özen göstererek boynuna oturtup
kilitliyorum. Ufak bir sümük parçası Denny'nin burnunun ucun­
dan sarkıyor. Cebimden çıkardığım paçavrayı hemen burnuna
dayayıp, "Sümkür dostum" diyorum.
Denny iyice sümkürüyor; bezin içine uzun ve yoğun bir
sümük parçasının yapıştığını hissediyorum.
Bez parçası pis ve sümük dolu olduğu için tek yapmam
ı.ıereken Denny'ye temiz ve güzel bir yüz mendili uzatmak; ama
lıunu yaparsam disiplin cezası alırım ve Denny'nin ardından
sallandırılmak üzere sıraya girmi ş olurum. Burada boka

E
ğildiği anda Denny'nin peruğu yerdeki çamur ve at boku basmanın bin bir türlü yolu var.
karışımının içine düşüyor ve iki yüz Japon turist, Denny'nin Birisi Denny'nin kafasının arkasına parlak kırmızı keçeli
tıraşlı kafasını kameraya çekmek üzere kıkırdayarak yaklaşıyor. kalemle, "Ye beni" yazmış. Yazıyı kapatmak için boklu peruğu
Peruğu yerden alırken, "Affedersin" diyorum. Peruk artık •, ! lkeleyip Denny'nin kafasına yerleştirmeye çalışıyorum; ama
eskisi kadar beyaz değil ve buraya her gün milyonlarca köpek ve peruk içine düştüğü kahverengi iğrenç sıvı yüzünden sırılsıklam
tavuk işediği için haliyle berbat kokuyor. olduğu için birkaç damla Denny'nin kazınmış kafasından
Baş aşağı durduğu için. boyunbağı yüzünü örterek Denny'yi yuvarlanıp burnunun ucundan damlıyor.
kör ediyor. "Dostum" diyor Denny, "bana neler olduğunu anlat­ "Beni kesin kovacaklar" diyor ve burnunu çekiyor.
sana." Soğuktan titremeye başlayan Denny, "Dostum bir yerden
Sömürge dönemi Amerika'sının belkemiğiyim ben burada. ..oğuk vuruyor. .. Sanırım belim açıldı" diyor.
Bu boktan işi para için yapıyoruz. Denny haklı. Ve turistler Denny'nin göt yarığının her açıdan
Sömürge valisi olan Yüksek Majesteleri Charlie kasaba lotoğrafı n ı çekiyorlar. Sömürge Valisi gözlerin i dikmiş, bu

30 31
durumu izliyor; turistler fotoğraf çekmeye devam ederken, Siyah beyaz tavuklar. gözleri veya tek ayağı olmayan biçimsiz
çaktırmadan Denny'nin pantolonunu çekiştiriyorum. t r1vuklar, botlarımın üzerindeki parlak tokaları gagalamak için
Denny, "Bu alete vurulmanın iyi yanı, üç haftadır mecburen ı>trafımda dönüp duruyor. Nalbant. önündeki demiri dövme­
temkinli davranmayı başarmış olmam" diyor. "En azından burda ye devam ediyor. Hiç durmaksızın yaptığı iki hızlı ve üç yavaş
asılıyken her yarım saatte bir tuvalete gidip mastürbasyon yap­ vuruştan. bunun sevdiği eski bir Radiohead şarkısının bas

mak zorunda kalmıyorum." ı.ıitar ritmi olduğunu anlıyoruz. Herif aldığı ekstasilerden kafayı

"Şu tedavi olayına dikkat et dostum. Her an patlayabilirsin" '>lyırmış.

diyorum. Adı Ursu la olan minyon sütçü kız gözüme ilişiyor. Yumruğumu
.ıletimin hizasına getirip sallıyorum. Bu. evrensel işaret dilin­
Önce sol, sonra da sağ elini alete yerleştirip kilitliyorum.
Geçen yazın büyük kısmını bu alette geçirdiği için, Denny'nin
de mastürbasyon demek. Kolalı beyaz şapkasının altında
kıpkırmızı kesilen Ursula, narin ve solgun elini önlüğünün
hiç güneş yüzü görmeyen boynunda ve bileklerinde beyaz hal­
n'binden çıkarıyor ve bana ortaparmağını gösteriyor. Sonra da
kalar var.
lıütün öğleden sonra şanslı bir ineği sağmak üzere uzaklaşıyor.
"Pazartesi günü dalgınlıkla saat takıp gelmişim" diyor.
Oysa Ursula'nın. kralın muhafızına kendisini ellettirdiğini de
Peruk tekrar kayıyor ve şlap diye çamura batıyor. Denny'nin
biliyorum; çünkü bir keresinde muhafız bana parmaklarını
sümükten ve yerdeki çamurdan ıslanan boyunbağı suratını
koklatmıştı.
yalıyor Sanki bütün bunlar önceden prova yaptığımız bir
Bu mesafeden ve at boku kokularının arasından bile
skeçmiş gibi. kıkırdıyor Japonlar.
l J rsula'dan buhur gibi yükselen esrarlı sigara kokusunu alabi­
Vali tarihsel olarak uygunsuz bir şey yapıyor muyuz diye
li yorsunuz.
Denny'yle beni dikizlemeye devam ediyor. Eğer yakalarsa bizi
Bütün gün inek sağıp sütü çalkalayarak yağ yaptıkları için
buradan attırmak için belediye meclisi üyelerini etkileme­
.Otçü kızların çok iyi otuz bir çektiklerinden adım gibi eminim.
ye çalışacak. Bizi kapı dışarı edecek ve ormandaki vahşiler,
"Büyük Hanım Landson orospunun teki" diyorum Denny'ye.
oklarıyla işsiz kıçlarımızı delik deşik edecek.
l�.ıkanın söylediğine göre, herifin aletini kavurmuş."
Denny ayakkabılarıma, "Salı günü Majesteleri dudağımdaki
Evet. sabah dokuzdan akşam beşe kadar karı aristokrat bir
yumuşatıcı kremi gördü" diyor.
Y.ınki gibi takılıyor; ama onun Springburg'da liseye gittiğini ve
Aptal peruk onu yerden her kaldırışımda daha da ağırlaşmış l ı ı l bol takımındakilerin hepsinin onun için Douche· Lamprini
oluyor. "Ye beni" kelimelerinin üzerini örtmeden önce bu defa ılı•cliğini herkes biliyor.
peruğu çizmelerimin yanına vurarak silkeliyorum. Aptal peruk artık düşmüyor. Vali bizi kesmekten vazgeçip
Denny, "Bu sabah" diyor ve burnunu çekiyor. Ağzına gelen l . fıınrük Dairesi'ne giriyor. Turistler de başka fotoğraf fırsatlarını
kahverengi balgamı yere tükürüyor. "Büyük Hanım Landson ılı·�erlendirmek üzere uzaklaşıyorlar. Ve yağmur başlıyor.
beni, öğle yemeğinden önce toplantı salonunun arkasında siga­ "Tamamdır dostum" diyor Denny. "Benimle birlikte burada
ra içerken yakaladı. Sonra burada asılıyken dördüncü sınıftan clıkilmek zorunda değilsin."
bok kafalı bir velet peruğumu çekti ve kafama o boku yazdı." On sekizinci yüzyılda boktan bir gün işte.
Sümüklü paçavrayla Denny'nin gözlerindeki ve ağzındaki
pisliğin büyük bir bölümünü siliyorum. ı>.ıvr;ınışlarıyla çok beyinsiz olduklarını ortaya koyan kişiler için kullanılan. onları
• ııııı.ıların temizlenmesinde kullanılan ürünle karşılaştırılan sözcük. (y.h.n.)

32 33
Burada küpe takarsan hapse girersin. Saçını boyarsan. b u r­
Benim buradaki görevim , İrlandalı sözleşmeli b i r uşağı
nuna hızma taktırırsan, deodoran sıkarsan doğrudan hapse canlandırmak. Saatte altı dolar kazandığıma göre i ş i m aslında
g i rersin. Hem de h iç beklemeden. Boka basmanın bir alemi yok.
ı.ıayet gerçekçi.
Tütün çiğniyor, kolonya sürünüyor ya da kafasını kazıtıyor Buraya i lk geldiğim hafta, yağ yaparken Erasure'den bir şarkı
diye, Denny'yi haftada en az iki kere boyunduruğa vurduruyor mırıldanan kız hapsi boyladı. Evet. Erasure zaten tarih olmuş
Yüce Vali. lıır gruptur diyorsunuz; ama yeteri kadar eski değil işte. Burada
Günün birinde de 1 730' 1arda kimsenin keçisakal ı n ı n olmadığı l�each Boys kadar eski gruplar bile başınızı belaya sokabilir.
dersini verecek Denny'ye. Nedense kendi aptal pudralı perukların ı , pantolonlarını ve
Denny de, "Belki de kolonide keçisakalı bırakacak kadar t okalı pabuçlarını retro saymıyorlar.
karizmatik tipler de vardı" d i yerek Vali'ye küsta h l ı k edecek. Majesteleri dövmeyi de yasakladı. İşe gelmeden önce
Ve Denny için gerisingeri boyunduruğa dönüş olacak b u . l ı ızmalarınızı çıkarmayı u n utmayın. Sakız çiğnemek yasak.
Denny'yle yaptığımız bir şaka var; biz 1 734'ten beri birbiri­ i {catles'ın bir şarkısını ıslıkla çalmak bile yasak.
mize bağıml ıyız deriz. Dost l uğumuz o kadar eskiye daya n ı r yan i . Val i , "Karakteri nizi i h l a l edecek bir şey yaparsanız,
Sekskoliklerin toplantısında tanıştığımızdan beri. Denny bana ı t•zalandırılı rsınız" diyor.

bir iş ilanı gösterdi ve bi rlikte başvurduk. Ceza m ı?


Görüşme s ı rasında s ı rf merakımdan, kasaba orosp usu olarak
"Ya işten ayrılırsınız ya da iki saatliğine boyunduruğa vuru-
birini işe alıp almadıklarını soruyorum. lıırsunuz" diyor.
Belediye meclisindekiler öylece suratıma bakıyor. Yani işe Boyunduruk m u ?
a l a n ekip. Bunlar, yanlarında hiç kimse olmasa bile sömürge "Kasaba meydanında" d i yor.
dönemi peruklarını hiç çıkarmayan altmış yaşlarında adamlar. Kölelikten söz ediyor. Sadizmden. Rol kesmekten ve insan
Her şeyi kuştüyü kalemleri m ü rekkebe batırarak yazıyorlar. ı�inde aşağılanmakta n. Vali, çorap ve i ç çamaşırı olmadan
Ortada oturan Sömürge Valisi iç geçiriyor. Arkasına yaslanıp ı lı ı racık yünlü pantolonlar giymemizi istiyor ve buna otantik
tel gözlüğünün ardından bana bakıyor. " D u nsboro kolonisinde ıılmak diyor. Tırnaklarına o j e süren kadınların vurulmasını
kasaba orospu s u yoktur" diyor. hl cyen biri o. Ya boyunduruğa vurulursunuz ya da tek kuruş
"Peki kasaban ı n delisi?" diye soruyoru m . f . ızıninat almadan işten atıl ırsınız. Kıçım ıza tekmeyi konduracak
Hayır anlam ında kafa s ı n ı sallıyor. lıı·rbat bir referans da cabası . Ve tabii ki hiç kimse boktan bir
"Yankesici?" ı ı ı ı ııncu olduğunu özgeçmişine yazmak istemez.
Hayır. On sekizinci yüzyılda. yirmi beş yaşında ve bekar birinin
"Cellat?" t. ııla seçeneği o l muyor. Uşak. Çırak. Mezarcı. Fıçıcı. her ne halt-
Kesinlikle hayır. • .ı Lostracı, her ne demekse. Baca temizleyicisi. Ç i ftçi. Meclis
Canlı tarih müzelerinin en berbat yanı da bu işte. İşin en güzel . ı •yyar satıcı" dediği anda Denny atladı ve "Evet. Tamam"
kısmını hesaba katmazlar. Mesela tifüs. Afyon . Zinacı kadınların ı l< 'd ı . "Ben bunu yapabilirim. Gerçekten yapabilirim. Ömrümün
göğsüne işlenen kırmızı Z harfi. Zina. Cadı yakma törenleri. y ı ı ısını feryat figan bağırarak geçirdim zaten."
Vali, "Görünüş ve davranışlarınızın her açıdan tarihte canlandır­ Majesteleri. Denny'ye bakıp, "Şu gözündeki gözlüğü takmak
dığımız dönemle tutarlı olması konusunda sizi uyarıyorum" diyor. ı ıı unda m ısın?" diye soruyor.

34
35
"Görebilmek için takıyorum" diyor Denny. Ya da küçük iktidar ve aşağılama oyunlarında. Dantelli per­
Ben işi kabul ettim: çünkü hayatta en sıkı dostunla birlikte delerin ardındaki Majesteleri Charlie başarısız bir drama oyun­
çalışmaktan daha beter şeyler vardır. cusundan başka bir şey değil. O burada kanunu temsil ediyor ve
Bir çeşit sıkı dost. ıek yaptığı boyunduruğa vurulanları izleyip beyaz eldivenli elle­
Siz yine de bunun, kadrosunda Drama Kulübü müdavim­ riyle aletini sıvazlamak. Bunları tarih derslerinde öğretmiyorlar
lerinin ve kasaba tiyatrocularının bulunduğu eğlenceli bir iş tabii; ama sömürge döneminde geceyi boyunduruğa bağlı
olduğunu düşünebilirsiniz. Ama dışlanmışların kurduğu çete· geçirmeye mahkum olan kişiyi her önüne gelen mıhlayabilirdi
lerden oluşan insanlarla değil. Bu Püriten yalancılarla hiç de ve bu gayet adil sayılıyordu. Tepetaklak boyunduruğa asılan
eğlenceli değil. kadın veya erkeğin kendisini yumruklayanın kim olduğunu
Eski Belediye Meclisi, kadın terzisi Bayan Plain'in iğne öğrenme şansı da olmazdı. insanların bu cezaya çarptırılmak
bağımlısı olduğunu bir bilseydi. Değirmenci, kristalize metam­ istememesinin asıl sebebi buydu. Tabii, sabaha kadar yanınızda
fetamin üretiyor. Hancı, okul gezileriyle buraya zorla getirilen duracak, sizi koruyacak, kıçınıza sahip çıkacak bir akrabanız veya
otobüsler dolusu sıkkın çocuğa asit satıyor. Bu çocuklar her gün .ırkadaşınız varsa sorun olmazdı.
kendinden geçmiş vaziyette Bayan Halloway'in yünü tarayıp iplik "Dostum" diyor Denny. "Yine pantolonumla sorunum var."
yapışını, bir yandan esrarlı kekini yerken. koyunların üremesiyle Pantolonunu yukarı çekiyorum.
ilgili ders verişini izliyorlar. Çömlekçi metadan, camcı perkodan Denny'nin yağmurdan ıslanan tişörtü bir deri bir kemik
kullanıyor. kuyumcu Vicodin çakıyor ve bu insanların hepsi kcılmış sırtına yapışmış olduğu için tişörtün altından omuz
kendine en uygun yeri bulmuş gibi. Kulaklıklarını üç kenarlı kemiklerinin ve omurgasının izi belli oluyor. Denny'nin teni,
şapkasının altına saklayan seyis yamağı, aldığı ketaminin etkisi tızerindeki pamuklu kumaştan bile beyaz. Tahta sabolarının
altında dinlediği müzik eşliğinde kendine özgü dansını yaparak l ;ıbanlarının etrafında biriken çamur içine damlıyor. Kafamda
seğiriyor. Bu herifler, boktan kırsal eşyalar satan tükenmiş bir �;,ıpka olmasına rağmen paltom ıslanıyor ve nem yüzünden yün
grup hipiden başka bir şey değil; ama yine de, tabii bu benim prıntolonumun ağında büzüşen aletim ve toplarım kaşınmaya
şahsi görüşüm. lıdş!ıyor. Sakat tavuklar bile kendilerine kuru bir yer bulmak için
Çitfçi Reldon bile mısırların. fasulye sırıklarının, çerçöpün �ıdaklayarak kaçışıyorlar.
arkasında kalan bir yerde, kendi adına bir parselde marihuana Denny, "Dostum" diyerek burnunu çekiyor. "Gerçekten
yetiştiriyor. Ama o bunlara marihuana değil de, kenevir diyor y.ınımda durmak zorunda değilsin."
Dunsboro kolonisinin belki de tek komik yanı fazlasıyla otan­ Hatırladığım fiziksel belirtilere göre. Denny'nin bu denli
tik olması; ama kesinlikle yanlış sebeplerden ötürü. Bütün bu "olgun olması karaciğerinde tümör olduğu anlamına gelebilir.
zavallı ve delilerin burada saklanmasının sebebi, gerçek dünyada Ayrıca bakınız: Kan kanseri.
ve gerçek işlerde başarılı olamamaları; başlangıçta İngiltere'yi Ayrıca bakınız: Akciğer ödemi.
terk edip Amerika'ya gelişimizin sebebi de bu değil miydi zaten? Yağmur daha şiddetli bastırıyor. Bulutlar öyle kara ki.
Kendi almaşık gerçekliğimizi yaratmak için. Hacılar o dönemin 11,çrideki insanlar lambaları yakmaya başlıyorlar. Bacalardan
delileri değiller miydi? Mesai arkadaşlarım olan bu zavallılar ı,ıkan duman üzerimize çöküyor. Turistler tavernaya doluşup
Tann'nın sevgisiyle ilgili değişik bir şeylere inanmak yerine, I· rıdonezya yapımı kalaylı maşrapalardan Avustralya birası
özgürlüğü davranış bozukluklarında bulmak istiyorlar. lı,ı'cekler. Dülger nalbant ve ebeyle marangozhanede oturup

36 37
ba li çekecek. Bu arada ebe de. kurmayı düşledikleri ama hiçbir Burun akması kızamık belirtisi o l a b i lir.
zaman kuramayacakları müzik grubunun solisti o lmaktan söz Ayrıca bakınız: Boğmaca nöbeti.
edecek. Ayrıca bakınız: Zatürree.
Hepimiz burada kısıldık kaldık. Mütemadiyen l 734'teyiz. Denny' n i n gözlüğü bana D r. Marsha l l ' ı hatırlatıyor ve
Hepimiz aynı zaman kaps ü l ü n ü n içinde hapsolduk. tıpkı aynı Den ny'ye hayatımdaki bu yeni hatundan bahsediyor u m ; gerçek­
insan ]arın otuz sezon boyunca kalacakları aynı ıssız adaya l en doktor o l d u ğ u n u ve o n u götürmek i ç i n harcanacak çabaya
düştükleri ve asla yaşlanmadıkları ya da kaçmadıkları televizyon değecek bir hatun olduğunu anlatıyorum.
dizileri gibi. B u insanlar h i ç yaşlanmazlar; ama her bölüm b i raz Denny, "Sen h a l a dördüncü basamakta mısın? G ü n l üğ ü n e
daha fazla makyaj yaparlar. Bence bu diziler garip bir biçimde yazacağın olayları hatırlamanda yardımcı olmamı ister m isin?"
oldukça otantik. diye soruyor.
Garip b i r biçimde ken d i m i hayat ı m ı n son u na kadar b u rada Seks bağım l ı l ı ğ ı m ı n eksiksiz ve amansız h i kayesi n i . Ah . evet,
d i ki l m i ş olarak görebiliyorum. Denny'yle hep aynı bok diye ı u konuyu. Yaşadığım her ezik, her boktan dakikayı.
sonsuza dek mızıldanmamız aslında bir l üks . Hep iyileşiyoruz. "Her şey yolunda, dostum. Hatta tedavi bile" diyoru m .
Tabii ki burada ona bekçi l i k ediyoru m ; ama daha da dürüst Tıpkı büyümenizi a s l a istemeyen a n a babanız g i b i , p e k iyi b i r
olmak gerekirse, Denny'nin kovu l up burada beni bir başıma .ırkadaş değ i l i m d i r ben.
bırakmasındansa, onu her g ü n boyundurukta görmeyi tercih Baş aşağı asılı olan Denny, " G ü n l ü k tutmak her şeyin i l k i n i
ederim . lıat ırlamama yardımcı oluyor" diyor. " İ l k kez otuz b i r çektiğimde,
Her ha�a o m u rganızı k u rcalayan bir doktor gibi olduğumdan bunu benim keşfettiğimi san m ıştım . Avcu mdaki sulu şeye
pek de iyi bir arkadaş sayı l m a m . baktım ve 'Bu beni zengin edecek' diye geçirdim içim d e n . "
Ya da size eroin satan torbacı g i b i . Her şeyin b i r i l ki vardır. işlediğim suçların tam a m l a n m a m ış
"Parazit" doğru k e l i m e değil a m a şu anda i l k a k l ı m a g e l e n i . t•ııvanteri. Tamamlayamadığım şeylerle dolu olan hayatımda.
Denny'n i n peruğu tekrar çam u ra d üşüyor. Yağmurda sanki lıir tamamlanmamış olay daha.
yaradan sızan kan gibi görünen "Ye beni" yazı s ı . Denny'nin Yerdeki çam u rdan başka bir şey görmeyen Denny, ''Dostum
soğuktan morarmış kulaklarının arkasından pembe b i r yol lıfıla orada m ı s ı n ?" diye soruyor.
çizerek iniyor, gözl e r i n i n çevresinden ve yanaklarından süzülüp .
Bez parçası n ı burnuna dayayı p , "Sümkür" diyoru m .
pembe damlalar h a l i n de çamura d ü ş üyor.
Duyduğumuz tek ses çam u ra damlaya n , sazla kaplı damlara
vuran ve bizi erozyona uğratan yağmurun sesi.
Sizi kurtardıktan sonra sonsuza dek bana tap ı n ma n ızı bekle­
yen biri olduğumdan pek iyi bir a rkadaş değ i l i md i r ben.
Denny hapş ırıyor ve burnundan kıvrılan uzun ve sarımtırak
b i r s ü m ü k öbeği çamurun içinde duran peruğun üstüne düşüyor.
Denny, "O iğrenç keçeyi tekrar kafama koyma o l u r mu dostum?"
diyor. Sonra burn u n u çekiyor. Sonra öksürüyor ve gözl üğü bur­
n u ndan kayıp yerdeki p i s l i ğ i n ortasına düşüyor.

38 39
bulduğunda daha seksin ne olduğunu bile bilmiyord u . Her
kütüphanede internet vardı. Bütün oku l larda da vardı.
Nasıl her gittiğiniz kentte bir Katoli k kilisesi bulabiliyorsanız
ve bulduğunuz her kilisede aynı ayini duyuyorsanız, işte aynı
�ckilde çocuk da, evlatlı k olarak gönderildiği her evde i nternet
lıul uyord u . Aslına bakarsanız, eğer İsa çarmıha gerildiğinde kah­
k.ıhalarla gülmüş olsaydı, Romalıların üzerine tükürseydi veya
.ıcı çekmekten başka bir şey yapabilseydi , çocuk kil iseyi çok daha
l.ızla sevebilirdi.
Çocuğun en sevdiği internet sitesi pek de seksi değildi; en
.ızından ona seksi gel miyord u . Site, Tarzan kostümü giymiş o
ı ıknaz herif ve herifin kıçına közlenmiş kestane gibi görünen
Beş ıı şeyleri sokan budala bir orangutanın yaklaşık bir düzine
lnloğrafından ibaretti.
Herifin leopar desenli peştamalı bir yana kaymı ş , elastik
h•ıneri ise fıçı gibi göbeğinin altına gömülmüştü.
Maym u n da e l indeki kestaneyle birlikte çömelmiş vaziyette
lı.ızır bekliyordu .
Bunun seksi olan hiçbir yanı yoktu. Yine d e sitenin sayacı,
lııı fotoğrafları yarım milyondan fazla insanın görmüş olduğunu
·.rıyl üyord u .
"Hac" doğru kelime değil ama i l k akla geleni.

F
otoğrafçının kullandığı çiğ ışık arkalarındaki beton duvarda Çocuğun aklı maymun ve kestanelere ermiyordu; ama herifi
çirkin gölgeler oluşturmuştu. Birilerinin bodrum katındaki ı.ıkdir ediyordu. Çocuk aptal olmasına aptaldı ama gene de
boya n m ı ş duvardı bu. Maym u n yorgun görünüyordu; uyuz l ııında dimağının kavrayabileceğinin çok ötesinde bir şeyler
hastalığı yüzünden derisi yamalıydı. Herifin görünüşü berbattı; ı ılduğunu biliyordu. Doğrusu. h i ç kimse bir maym u n u n bile
neredeyse beline kadar inen bukleleriyle solgundu ama ora­ kc•ndisini çıplak görmesini istemezdi. Kıçının görünüşünden,
daydı işte, gevşemiş, ellerini dizlerine dayayıp kullanılmaya c,ı ık kırmızı veya sarkık olabileceğinden endişe ederd i . Kaldı ki
boyun eğmiş, şiş göbeği sarkmış, yüzü omzunun üzerinden l ı l ı maymu n u n önünde domalmak için son derece cesur olmak
fotoğraf makinesine dönmüş, gülümsüyord u . w·ıckirdi ki , bu da çoğu insanda yokt u . Birisi bir maymu n u n ,
"Mutlu" doğru kelime değil ama i l k akla geleni. lıtı kamera n ı n v e ışıkların önünde domalmaya cesaret etse
Küçük çocuğun pornografide hoşuna giden ilk şey seks l ıılC', önce milyonlarca mekik çeker, solaryuma girer. saçlarını
değildi. Kafaları arkaya düşmüş, sahte orgazm pozları vererek ı ıı.ış falan ettirirdi. Sonrasında da en güzel hangi pozisyonda
birbirlerini düzen güzel insanların resimleri değildi hoşuna �·liı Ondüğünü keşfetmek üzere bir aynanın karşısında saatlerce
giden. En azından ilk başta değildi. Şu fotoğrafları internette ı lc ıınalırdı.

40 41
Ve sonra, sırf kestanelerle olsa bile gayet rahat görünmek Küçük çocuk d a bu türden bir gurur ve özgüvene sahip olmak
gerekecekti. ıstiyordu. Günün birinde.
Maymunla prova yapma fikri bile korkunçtu. Çünkü may­ Maymunla birlikte poz veren kendisi olsaydı, her gün o
munlar tarafından reddedilme olasılığı vardı. Yeterli parayı lotoğraflara bakar ve şöyle düşünürdü: Eğer bunu yapabiliyorsam,
öderseniz, bir insanı kıçınıza çeşitli nesneler sokmaya veya lıer şeyi yapabilirim. Rutubetli bir bodrum katında, maymun kesta­
fotoğraflarınızı çekmeye razı edebilirdiniz. Peki ya bir maymu­ nelerle sizi becerirken ve birisi de fotoğrafınızı çekerken gülüm­
nu? Bir maymun dürüst davranacaktır. ı.;eyip kahkahalar atabiliyorsanız. başınıza gelebi lecek herhangi
Tek umudunuz şu malum orangutanla çalışmak olurdu; lıir başka olay bunun yanında solda sıfır kalırdı.
çünkü görüldüğü kadarıyla bu orangutan pek de seçici değildi. Hatta cehennem bile.
Ya seçici değildi ya da inanılmaz derecede iyi eğit i l mişti. Gün geçtikçe aptal çocuk bu fikirlere iyiden iyiye kapılmaya
Sözün özü, olayın sizin güzel ve seksi olmanızla hiçbir ilgisi lıdşladı. ..
yoktu. Eğer yeterince insan size bakarsa. bir daha asla başka birinin
Sadede gelmek gerekirse, herkesin her zaman güzel görün­ d i kkatini çekmek zorunda kalm azdınız.
meye çalıştığı bir dünyada, bu adam güzel değildi. Maymun da Eğer bir gün yakalanıp yeterince teşhir ve ifşa edilirseniz,
değildi. Yaptıkları şey de değildi. l ıir daha asla saklanam azdınız. Sosyal hayatınızla özel hayatınız
Sadede gelmek gerekirse, aptal çocuğu ilgi lendiren şey . ırasında bir fark kal mazdı.
pornografinin seks kısmı değildi. Çocuğu ilgilendiren kendine Yeterince kazanıp başarılı olursanız, başka hiçbir şey kazan­
güvendi. Cesaretti. Bütünüyle utanmazlıktı. Rahatlık ve içten ıııak veya yapmak istemezdiniz.
gelen dürüstlüktü. Orada öylece durup dünyaya şunu söyleye­ Yeterince yiyip uyursanız, daha fazlasına i htiyacınız olmazdı.
bilen öncü ruhtu: Evet, boş bir öğleden sonramı böyle değerlendirmeyi Yeteri kadar insan sizi severse, artık sevgiye ihtiyacınız
seçtim ben. Götüme kestane sokan bir maymunla poz vererek. ol mazdı.
Nasıl göründüğüm benim gerçekten h i ç umrumda değil. Yeteri kadar zeki olursanız.
Sizin ne düşündüğünüz de. Günün birinde yeteri kadar seks yapabilirdiniz.
Öyleyse bununla siz uğraşın. Bunların hepsi küçük çocuğun yeni hedefleriydi. Öm rünün
Herif kendine saldırmakla, bütün dünyaya saldırmış oluyordu. '•tın una kadar göreceği hayallerdi. Bunlar şişko herifin gülüşünde

Yaptığı işin her anından memnun değildiyse bile, herifin Hfüdüğü vaatlerd i .
yine de gülümseyebiliyor olması, rol keserek yolunu bulması Daha sonra ne zaman korksa, üzülse, yalnız kalsa. ne zaman
aslında daha da takdir edilesi bir durumdu. ı•vl.ıtlık olarak yeni gönderildiği evde kalbi yerinden çıkacakmış
Aynen her porno filmin, insanlar birkaç adım ötede çırılçıplak ullıi panik içinde uyansa ve yatağını ıslattığını fark etse, ne zaman
seks yaparken. kameranın ardında duran, örgü ören, sandviç lıııklı bir semtte okula başlasa, ne zaman Annecik onu almak için
yiyen. saatine bakan bir sürü başka insan olduğunu anıştırması •wlse, çocuk bütün rutubetl i otel odalarında, bütün kiralık ara­
gibi. .. lı. ıl;ırda domalan şişko herifin on iki fotoğrafını düşünüyordu.
Aptal çocuğa göre bu, aydınlanmaydı. Dünyada bu denli M.ıymunu ve kestaneleri düşünüyordu. Ve düşündüğü anda da
rahat ve güvenli olmak. Nirvana'yla eşanlamlıydı. ".ıkinleşiveriyordu küçük bok. Çünkü o fotoğraflar ona bir insanın
"Özgürlük" doğru kelime değil ama i l k akla geleni. ııı· kadar cesur. güçlü ve mutlu olabileceğini kanıtlıyordu.

42 43
Acı çekmeyi seçtiğiniz zaman işkencenin sadece işkence,
aşağılanmanın da sadece aşağılanmaktan ibaret olduğunu
kanıtlıyordu.
"Kurtarıcı" doğru kelime değil ama ilk akla geleni.
Ne ilginçtir ki. birisi hayatınızı kurtardığında, ilk yapmak
istediğiniz şey başkalarını kurtarmaktır. Bütün diğer insanları.
Hem de herkesi.
Çocuk o adamın adını asla öğrenemedi. Ama gülüşünü hiç
unutmadı.
"Kahraman" doğru kelime değil ama ilk akla geleni.

Altı

A
nnemi bir sonraki ziyaretimde de hala eski avukatı Fred
Hastings'im ve annem bütün öğleden sonra saçma sapan
.• ı ·ylerden bahsediyor. Ta ki ona hala bekar olduğumu söy­
le-yene kadar. Çok ayıp, diyor. Sonra da televizyonu açıyor
ve· pembe dizilerden birini izlemeye başlıyor; hani şu gerçek
l t ı'ianların sahte sorunları olan sahte insanları oynadığı ve
�·ı•ıçek insanların gerçek sorunlarını unutmak için izlediği dizi­
lı•ıden biri n i .
Bir sonraki ziyaretimde h§la Fred'im ama bu defa evli v e üç
ı,cıı ukluyum. Bu daha iyi; ama üç çocuk ... Üç, çok. insanlar en
l. ııl<:ı iki çocuk yapmalı diyor.
Bir sonraki ziyaretimde iki çocuğum var.

44 45
Her ziyaretimde annem bhaz daha eriyip yok oluyor. Dina'yla birlikte olmuştum.
Bir bakıma. yatağının yanındaki sandalyede oturan Victor Ayrıca bakınız: Clare, Kadrolu Hemşire.
Mancini de gittikçe eriyip yok oluyor. Ayrıca bakınız: Pearl, Hemşire Yardımcısı.
Bir sonraki gün annemi ziyarete kendim olarak gidiyorum ve Seksin büyüsü, kendine mal etmenin yükü olmaksızın
annemin beni lobiye kadar geçirmesi için hemşrreyi çağırmak k.ızanmaktır. Eve ne kadar çok kadın götürürseniz götürün, asla
üzere zile basması iki dakika bile sürmüyor. Ben montumu . ınımsama sorunu yoktur.
alana kadar konuşmadan oturuyoruz ve sonra annem, "Victor" Dr. Marshall'ın kulaklarına ve sinirli ellerine, "Zorla beslen­
diyor. rncsini istemiyorum" diyorum.
"Sana bir şey söylemem lazım" diyor. Hemşirelerin gözü hala üzerimizdeyken kolumdan tutup bizi
Parmaklarının arasında bir iplik parçasını yuvarlıyor. ipliği onlardan uzaklaştırıyor ve "Annenizle konuşuyorum. Kendisi
iyice küçülene kadar yuvarladıktan sonra bana bakıp, "Fred •.ı•ssiz bir kadın. Siyasi eylemleri. Yaptığı bütün gösteriler. Onu
Hastings geldi. Fred'i hatırlıyorsun. değil mi?" diye soruyor. ı,nk seviyor olmalısınız" diyor.
Evet, hatırlıyorum. "Ben o denli ileri gitmezdim" diyorum.
Bir karısı ve iki de nur topu gibi çocuğu var. Hayatın onun Duruyoruz ve Dr. Marshall bir şeyler fısıldıyor. Duyabilmek
gibi iyi bir insanın yüzüne güldüğünü görmek memnuniyet lı,ın ona yaklaşıyorum. Hem de oldukça. Hemşireler hala izliyor.
verici, diyor. ( .ııgsüme doğru soluk alıp verirken. "Ya annenin beynini tama­
"Ona arazi satın almasını söyledim; ama bugünlerde pek ınc•n yenilersek?" diyor. Elindeki kalemi çıt çıt açıp kapamaya
almıyorlar" diye ekliyor. ı lı·vam ederken, "Ya onu eskisi gibi zeki, güçlü ve canlı haline
Kimler almıyor diye sorduğum anda yine zile basıyor. ılı\ııdürebilirsek?" diye ekliyor.
Dışarı çıkarken Dr. Marshall'ın koridorda beklediğini görü­ Annemi eski haline döndürmek mi?
yorum. Tam da annemin kapısının önünde duruyor ve elindeki "Bu mümkün olabilir" diyor Dr. Marshall.
dosyanın sayfalarını karıştırıyor. Kafasını kaldırıp bana bakıyor; l l iç düşünmeden, "Tanrı korusun" deyiveriyorum.

kalın camlı gözlüğünün ardında gözleri boncuk gibi görünüyor. Sonra hemen toparlanıp, "Bu çok da iyi bir fikir olmayabilir"
Bir eliyle tükenmezkalemi hızlı hızlı açıp kapıyor. ı llyt' ekliyorum.
"Bay Mancini" diyor. Gözlüğünü çıkarıp laboratuvar Koridorun ucundaki hemşireler elleriyle ağızlarını kapatıp
önlüğünün cebine koyuyor. "Bu öneml i ; annenizin durumunu tıllltıyorlar. Aradaki onca mesafeye rağmen Dina'nın, "Tam da
konuşmamız gerekli. " ı ııııın isteyeceği şey" dediğini duyabiliyorsunuz.
Mide tüpünü. lfü sonraki ziyaretimde yine Fred Hastings oluyorum ve
"Başka seçenekler var mı diye sormuştunuz" diyor. ı ı ı ı ııklarımın her ikisi de okulda takdir alıyor. O hafta Bayan
Koridorun sonundaki hemşire odasından kafa kafaya vermiş 1 1. ı-.l ings yemek odasını yeşile boyuyor.
üç görevli bizi izliyor. Adı Dina olan görevli, "Size göz kulak Annem, "İçinde yemek yenecek bir oda için mavi daha iyidir"
olmamız gerekiyor mu?" diye sesleniyor. ı llvnı
Dr. Marshall, "Siz kendi işinize bakın lütfen" diye cevap veriyor. ondan sonraki hafta yemek odamızın rengi mavi oluyor.
Sonra da bana dönüp, "Bu küçük bakımevlerinde personel 1 '"' Pıne Caddesi'nde oturuyoruz. Katolik'iz. Paramızı City First
sanki hala lisedeymiş gibi davranıyor" diye fısıldıyor. l ı·ılPral Bankası'na yatırıyoruz. Chrysler arabamız var

46 47
Hepsi de annemin tavsiyesi. Duruyorum. Kalbim sızlıyor; ama bu hissin ne anlama
Bir sonraki hafta. geçen haftadan beri kim olduğumu unut­ ıwldiğini u n u t m u ş u m .
mamak için detayları bir kenara yazmaya başlıyorum. Hastings Annem, Victor b e n i h i ç ziyaret etmiyor; etse bile b e n i h i ç
ailesi tatil için Robson Gölü'ne gidiyor, diye yazıyorum. Alabalık ı l ı n lemiyor, diyor. Victor çok meşgu l; aklı başında değil v e hiçbir
avlıyoruz. Packers'ların kazanmasını istiyoruz. Asla istiridye ıı•yi u mursam ıyor. Tıptan atıldı ve hayatı n ı n içine ediyor
yemiyoruz. Arazi satın alıyoruz. Her Cumartesi. hemşire, annem Battaniyeden bir iplik daha çekiyor. "Turist rehberliği ya da
uyanmış mı diye bakarken ben de dinlenme salonunda notlarıma ı-.. ı c ona benzer b i r iş buldu. Çok az maaş alıyor" diyor. iç geçiri­
çalışıyorum. yor ve berbat. sarı elleri kumandayı b u l u yor.
Ne zaman odasına girip kendimi Fred Hastings olarak tak­ Victor sana bakmıyor m u , diye soruyorum. Kendi hayatı n ı
dim etsem, televizyo n u kapatmam için kumandayı işaret ediyor. y . ışamaya hakkı yok m u o n u n ? Belki d e Victor'ın çok meşgul
Evin etrafında şimşir iyi olur ama kurtbaharı daha iyidir, cılınası n ı n sebebi. senin bakımın için gerekli parayı kaza nmak
diyor a n n e m . 11, l ıı her gece geberene kadar çalışıyor olmasıdır. Ayda üç bin
B e n d e hemen n o t a l ı yorum. dolar tutuyor. Belki Victor'ı n okulu bırakmasının sebebi de
En kalite insanlar İskoç viskisi içer, diyor. Çatı derelerin i lıııdur. Hazır konu açılmışken, Victor belki de elinden gelenin
ekim ayında, sonra da kasımda temizleyi n , diyor. Uzun ömür­ ı 11 iyisini yapıyordur. diyorum.
lü olması için arabanızdaki hava filtresini tuvalet kağıdına Victor belki de herkesin kendisinden beklediğinden çok daha
sarın. Yaprak dökmeyen ağaçlarınızı ilk buzlanmadan önce ı.11lcısını yapıyor, diyorum.
budamayın. Ve en iyi yakacak odun dişbudak ağacı n ı n kidir. Annem gülümsüyor ve "Ah Fred" diyor. "Hala, iflah olmaz bir
Bunların hepsini not ediyorum Ondan geriye kalanların 1 1<,luyu savunuyorsun."
envanterini de çıkarıyorum : benekler ve kırışıklıklar. şişmiş veya Sonra televizyo n u açıyor ve parlak b i r gece elbisesi giymiş
içi boşalmış deri, pullar ve lekeler. Kendime hatırlatma notları ._,01.cl bir kadı n . başka genç ve güzel b i r kadının kafasına şişeyle
da yazıyorum. vııı uyor. Saçı bile bozulmuyor ama kadın hafızası n ı kaybediyor.
Her gün güneş koruyucu krem sür. Victor belki de kendi sorunlarıyla boğuşuyordur, diyorum.
Beyaz saçlarını boya. Güzel kad ı n , hafızasını kaybeden kadını katil bir robot
Delirme. ı ıldıı�una ve kendisine vereceği emirleri yerine getirmek zorun­
Yağ ve şekeri azalt. ı l . ı olduğuna inan mak üzere progra m l ıyor. Katil robot yeni
Daha çok mekik çek. l ltrıliğini öyle kolay kabulleniyor ki, insan , kadı n ı n hafızası n ı
Bunları sakın u n utma. l . ıylıetm i ş n u marası yaptığını ve aslında cinayet alemlerine dal-
Kulaklarının içindeki kılları kes. 1 1 1 . ık için başından beri fırsat kolladı ğ ı n ı düşünmeden edemiyor.
Kalsiyum al. Oturmuş diziyi izlerken annemle konuştuğum zamanki sini­
Cild i n i nemlendir. Her gün. ' 1 1 1 1 ve içerlemem hafifliyor.
Sonsuza dek aynı kalmak için zamanı durdur. Annem y u m u rta kırdığında. tabağımda tavadan kalkan
Sakın yaşlanma. iv.ılı teflon parçacıkları da olurdu. A l ü m i nyum tencerelerde
"Oğlum V i ctor'dan haber alıyor m u s u n ? Onu hatırlıyor yı ııwk pişirirdi. Elyaflı alüminyum kupalardan limonata içer­
musun?" diyor annem. ı l ı l V<' bardağın soğuk kenarını yalardık. Alüminyum tuzundan

48 49
yapılma deodoranlar kullanırdık. Gördüğünüz gibi, bu noktaya
gelişimizin b i n bir türlü sebebi var.
Reklamlar başlayınca annem Victor' ı n özel yaşamıyla ilgi­
li bir tek iyi şey söylememi istiyor. Eğlenmek için ne yapar?
Gelecek sene kendini nerede görüyor? Bir son raki ay? Gelecek
hafta?
Bugüne dair bile bir fikrim yok.
Ve Annem, "Victor her gece geberene kadar çalışıyor derken.
ne bok ima etmek istedin sen?" diye soruyor.

Yedi

G
arson gittikten sonra, dana bifteğinin yarı s ı n ı ağzıma
tıkıştı rmaya çalışıyorum. Denny, "Dostum" diyor, " ş u n u
l ıııı;ıda yapma bari ! "
l�trafımızı çevreleyen insanlar ş ı k giysileri içinde yemekleri ni
yiyorlar. M u m lar ve kristaller arasında, özel yemekler için ekstra
ıt/l' I çatallarla. H i ç kimse şüphel e n m iyor.
Tc.ıze öğütülmüş karabiberli, tuzlu. yumuşacık ve lezzetli koca
l ıi l l t'k parçasın ı içine sokabilmek için ağzımı öyle bir açıyorum
1 ı ı ludaklarım çatlayacakmış gibi geriliyor. Ağzımın içinde daha
l ıılıı yer açabilmek için dilimi geriye çekiyorum ve ağzımda su
yfıl·•,cliyor. B i fteğin sosu ve ağzımda biriken su çenemden akıyor.
Kırmızı et öldürür diyenler, bir bok bilmiyor.

50 51
Denny hızlıca etrafına bir göz atıp dişlerinin arasından, " H ı rs
Denny tabağımdaki brokoliyi çalmak için çatalıyla uzanırken,
yapıyors u n , dostum" diyor. Kafasını sallayarak ekliyor: "Seni
Dostum çok abartıyorsun" diyor.
sevsinler diye insanları kandıramazsın."
Beni kurtaracak kişi belki kirli tabakları toplayan on sekiz
Yan ı m ı zdaki masada saçları beyazla m ı ş , parmaklarında
y.ışındaki komi olacak, belki de fit i l l i kadifeye benzer boğazlı
alyans olan evli bir çift var. Birbirlerine bakmadan yemekleri­
ııveter giymiş genç. Hangisi bilemiyorum ama bu insanlardan
ni yiyorlar ve önlerindeki aynı oyun veya konserin broşürünü
lıır tanesi birazdan ömrünün sonuna kadar bana değer vermeye
inceliyorlar. Şarabı bitince kadın şişeye uzanıp kendi bardağını
lı.ışlayacak.
dolduruyor. Adam ınkini doldurmuyor. Adamın bileğinde gülle
insanlar yerlerinden fırladılar bile.
gibi altın bir saat var.
Belki bileğine çiçek buketi takmış olan kad ı n .
Denny yaşlı çifti izlediğimi görünce, "Onları uyarırım Yemin
Ya d a uzun boyunlu ve t e l gözlüklü adam.
ederim yaparım" diyor.
Bu ay üç tane yaş günü kartı aldım ve henüz ayın on beşi
Bizi tanıyabilecek garson var mı diye etrafı kesiyor. Sonra da
l ı l le değil. Geçen ay dört, ondan önceki ay da altı tebrik kartı
alt dişlerini dışarı doğru uzatıp bana bakıyor.
. ılınıştım. Kartları yollayan insanların çoğunu hatırlayamıyorum
Ağzıma aldığı m biftek parçası öyle büyük kı : ?1
dışle ı
. _

l ıll(' Tanrı hepsini korusun ama onlar beni hiçbir zaman u n u ­


birleşmiyor. Yanaklarım esniyor. Dudaklarım kapanmak ıçın
ı ıınayacaklar.
büzüşüyor ve eti çiğnemeye çalışırken burnumdan nefes almak
Nefes alamadığım için boynumdaki damarlar şişiyor. Yüzüm
zorunda kalıyorum.
l ız.ırıyor ve yanmaya başlıyor. Alnımda ter damlaları biriki­
Siyah ceketli garsonların hepsinin kolunda güzel bir havlu
vıır Sırtımdaki ter gömleğimi ıslatıyor. Ellerimle boğazımı
ası l ı . Havada keman t ı n ı ları var. Masalarda gümüş takımlar ve
ı� ıyorum . Bu, evrensel işaret d i l i nde boğularak ölmek demek.

Çin porselenleri. Normalde bu i ş i bu tür bir yerde y pmıyoruz;
ııııııun sayesinde İ n g i l izce bilmeyen insanlardan bile yaş günü
ama elimizdeki restoran seçenekleri azalıyor. Her şehırde yemek
l ı ı t ları alıyorum .
yenecek belli sayıda restoran var ve bu tür h ü nerleri aynı resto­
ilk birkaç san iye herkes birilerinin öne çıkıp kahraman
ranlarda tekrarlamamak gerekiyor.
ı ılınnsını bekliyor.
B i raz şarap içiyorum .
Denny uzanıp bifteğimin geri kalan kısmı n ı da aşırıyor.
Bize yakın başka b i r masada yemek yiyen çift e l ele tutuşmuş.
ırnerim hala boğazımda, Denny'ye doğru sendeleyip bacağına
Belki bu gece onlar olacak.
lılı ıekme savuruyorum.
Başka bir masada takım elbiseli bir adam dalgın dalgın
K ravatıma asıl ıyoru m.
yemek yiyor.
Y.ıkamdaki düğmeleri kopararak açıyorum.
Belki de bu gecenin kahramanı odur.
l>enny, "Dostum, canımı yaktın" diyor.
Biraz daha şarap içip yutmaya çalışıyorum ama, biftek o
l'abak toplayan komi geri çekiliyor. Kahramanl ı k ona göre
kadar büyük ki boğazıma takılıyor. Nefes alamıyorum.
ı hı ı J
Bir saniye sonra öyle hızlı ayağa fırlıyorum ki oturduğum
K0mancı ve şarap servisi yapan garson birbi riyle yarışırcasına
sandalye arkaya devriliyor. Ellerim boğazıma yapışıyor. �yak�a , ı •. ıı ı.ı doğru ilerl iyor.
boya l ı tavana doğru nefes almaya çalışıyorum; gozlerım
Diğer taraftan siyah mini elbiseli b i r kadın kalaba l ığı yarmak­
yuvalarından fırlıyor. Çenem ileriye doğru uzan ıyor.
i ı ıı0ni kurtarmaya geliyor.
52
53
1

Başka b i r taraftan adamın biri ceketi n i çıkarıp öne atı lıyor. ı ı l sağlayabi l i rsiniz. insanların sizi kurtarmasına izin vererek
Başka bir yerde bir kadın çığlık atıyor. ,,..,ıında siz onları kurtarırsınız.
Bu hiçbir zaman çok uzun sürmüyor. Bütün macera en fazla Tek yapmanız gereken nazik ve m innettar davranmaktır. Bu
bir, bilemedin iki dakikada sona eriyor. Böyle olması ben i m v!ltden ezilen taraf olmaya devam edin.
açımdan çok iyi; çünkü ağzım yemekle doluyken, nefesi m i en insanların üstünlük taslayabilecekleri birine i h t i yaçları
fazla o kadar tutabiliyorum. v.ııdır. Bu yüzden mazlum olmaya devam edin.
ilk tercihim gülle gibi altın saati olan adam; çünkü hem insanların Noel'de çek yollayabilecekleri birine i h tiyaçları
durumu kurtarır. hem de yediğimiz yemeğin parası n ı öder. vıııdır. Bu yüzden fakir kalın.
Şahsi terci h i m ise siyah m i n i elbiseli kadın; çünkü çok güzel "Hayırseverlik" doğru kelime değil ama ilk akla geleni.
göğüsleri var. ·
Siz onların cesaretinin kanıtısınız. Bir zamanlar kahraman
Yediğimiz yemeğin parası n ı ödemek zoru nda kalsak b i l e , ııldukların ı n kanıtı. Başarı larının kanıtı. Bu işi yapıyorum çünkü
para kazanmak i ç i n para harcamak gerektiğini düşü nüyorum. lwı kes yüzlerce kişinin gözü önünde bir insanın hayatı n ı kurtar­
Denny bir yandan tıkın ıyor. bir yandan da. "Bu yaptığın şey ın.ık ister.
son derece çocukça" diyor.
Denny e l i ndeki bıçağın keskin ucuyla beyaz masa örtüsünün
Tekrar ona doğru sendeleyip onu tekmeliyorum.
l lıt•rine odanın eskizini çiziyor; mimaris i n i , kornişleri ve pano-
Bunu yapıyorum çünkü böylece insanların hayatına b i raz
1 . ı ı ı . kapıların üstündeki kırık süslerin eskizlerini çizerke n , bir
heyecan katmış oluyorum.
y,ıııdan da ağzındakileri çiğnemeye devam ediyor. Önündeki
B u n u yapıyorum çünkü yeni kahramanlar yarat ıyorum.
ı.ılı,ığı ağzına dayayıp içindekileri yalayıp yutuyor.
insanları sınıyorum.
Soluk borusunu açmak için. ademelmasının tam altıyla.
Anneme çekm işim.
• ı ı ı lak kıkudağın ı n tam üstündeki oyuğu bulmak gerekir. Bir
Bunu yapıyorum çünkü ben bu yolla para kazanıyorum.
lılltck bıçağı yardımıyla o noktaya bir buçuk santimlik yatay
Biri hayatınızı kurtardığında sizi sonsuza dek sevecektir. Şu
l ıl ı yarık açıl ır. Yarığı açmak i ç i n içine parmak sokulur. Yarığın
eski Ç i n geleneğini b i l i rsiniz. Hayatınızı kurtaran kiş i , sonsuza
lı l ı ıc de bir "trake" tüpü yerleştirilir; bu işi en iyi bir pipet veya
kadar hayatınızdan sorumlu olur. Artık onların çocuğu gibi
ı Okcnmezkalem görür.
olursunuz. Ömürlerinin sonuna kadar bu insanlar bana mektup
Yüzlerce hastayı kurtaracak m uh teşem bir doktor olamad ı m ;
yazacaklar. Yıldönümlerinde kart atacaklar. Yaş günlerinde.
ı ı ı ı.ı bu şekilde yüzlerce sözde doktor yaratan m u h teşem bir
Ne kadar çok insanın aynen bu şekilde düşündüğünü bilseniz
lı.ı•,l < ı o l d u m .
kafayı yersiniz. Beni ararlar. H a l i m i hatırımı sorarlar. Desteğe
Siyah frak l ı b i r adam seyircileri yararak h ı z l a bana doğru
ihtiyacım olup olmadığın1 bilmek isterler. Ya da paraya.
y,ıl !.ışıyor. El inde bir biftek bıçağı ve t ükenmezkalem var.
O paraları da orospularla yemiyorum ben. Annemin St.
ı�oğulmakla, bu insanların ölene kadar saygı duyacağı ve
Anthony's Bakımevi'ndeki aylık gideri yaklaşık olarak üç b i n
ıılıııızı sayıklayıp d u racağı b i r efsane olursunuz. Size can ver­
papel t u tuyor. Bu iyi kalpli, merhametli insanlar benim hayatımı
kurtarıyor. Ben de anneminkini. Bu iş bu kadar basit.
ı lll bini d ü ş ü n ü rler. Ömürleri boyunca yaptıkları en iyi iş ve
Zayıfmış gibi yaparak, güç kazanırsınız. Kendinizi güçsüz
ı ılııın döşeğindeyken varlıklarının ispatı olarak andıkları tek kişi
ı ı ıkıbilirsiniz.
göstererek diğer insanların kendilerini güçlü hissetmesi-

54 55
Bu yüzden saldırgan kurbanı ve dibe vurmuş zaval l ıyı oynayın . Bu yeni dost! uğu pekiştirmek için her şeyi yapın. Bu evlat
Profesyonel hatanın t a kendisi o l u n . Pclinme olayı n ı pekiştirmek için. Detaylarla süslemeyi de
Eğer onlara kendilerini Tanrı gibi hissettirebilirseniz, insan­ ııııutmayın . Süm ük1erinizle elbiselerini kirletin ki gülümseyip
lar deveye hendek bile atlatırlar. .Jl.i bağışlayabilsin. Sıkıca sarı l ı n ve kavrayın. Gerçekten ağlayın
Aziz Benliğimin şehit ol uşu. 1 1 gözyaşların ızı silebilsin.
Denny benim tabağımdakileri de kendi tabağına boşaltıp Numara yapt ığınız sürece ağlamanın kötü bir yanı yoktur.
tıkınmaya devam ediyor. Hiç çekinmeyin. Çünkü bu, birinin h ayatının en güzel h i kayesi
Şarap servisi yapan garson yanı başımda. Siyah mini elbise ı ıl. ıcak.
·

tam önümde d uruyor. Altın saatli adam da öyle. En önemlisi ise, eğer berbat b i r trake izi istemiyorsanız, elin­
B i r dakika içinde arkamdan b i r çift kol beni saracak. H i ç ı ll1 biftek bıçağı, çakı veya falçata olan birisi yanın ıza gelmeden
tanımadığım biri bana sıkıca sarılıp göğüs kafesimin altını yum­ ı ·vvel nefes al maya başlamaktır.
ruklayacak ve kulağıma, "Bir şeyin yok" diyecek. Hatırlamanız gereken başka bir detay da, ağzınızdaki ıslak
Ku lağınıza fısıldamaya devam edecek: "İyileşeceksin." yı•ınek bulamacını dışarı püskürtü rken ve bulunduğunuz
B i r çift kol etrafınıza dolanacak, belki de ayaklann ızı yerden yı•rı cansız et ve suyla kaplarken d i rek Denny'ye bakmanız
kesecek ve yabancı n ı n biri kulağınıza, " Nefes a l ! Nefes al, seni ı.wrcktiğidir. Denny'nin ailesi, büyükanne ve büyükbabaları.
lanet olası ! " diye fısıldayacak. ı ı •yteler i ve dayıları ve sürüsüne bereket kuzeni, yani kendisini
Doktorun yeni doğmuş bebeği tokatladığı gibi, b i r yabancı lwr türlü beladan ku rtaracak bin tane akrabası var. Bu yüzden
s ı rtın ıza vuracak ve çiğnemeden yuttuğunuz koca biftek parçası l 1ı•nny beni hiçbir şekilde anlayamıyor.
ağzınızdan fırlayacak. Bir saniye sonra birlikte yere yıkılacaksınız. Denny hariç herkes, bazen restorandaki bütün insanlar ayağa
Siz hıçkı rırken biri size her şeyin yolunda olduğunu söyleyecek. � ılkıp alkışlar. Bazıları mutluluktan ağlar. Mutfaktakiler dışarı
Hayatta olduğunuzu . Birinin sizi kurtard ığını. Ama az kalsın l 1 1 lr1r Beş dakika geçmeden, olay kulaktan kulağa yayılır. Herkes
ölecek olduğunuzu. Kafanızı bağrına yaslayıp sal l arken, "Herkes 1 ılıramana içki ısmarlar. Hepsinin gözü yaşarır.
geri çeki lsin. Yer açın. Gösteri bitti" diyecek. Kahra m a n ı n elini sıkarlar.
Artık onların çocuğu oldunuz bile. Onlara aitsiniz. Sırtını sıvazlarlar.
Dudakların ıza su dolu bir bardak dayayacaklar ve "Sakin ol. 13u olay sizinkinden çok, onları n yeniden doğuşudur; ama
Konuşma. Her şey geçti" diyecekler. v ı l l.ır boyu aynı tarihte size doğum günü kartı yollarlar. Çoğalan
Sessiz ol. ı l lı•nizin yeni üyesi olurlar.
Yıllar sonra bile bu insan sizi arayacak ve size mektuplar yol­ Ve Denny sadece kafası n ı sallayıp, tatlı mönüsün ü görmek
layacak. Tebrik kartları ve belki de çekler alacaksınız. 1 ,ı t ·r
Kim ol ursa olsun , bu kişi sizi sevecek. 11unların hepsini işte bu yüzden yaparım. Bu kadar belaya
Kim olursa olsun, kendisiyle guru r d uyacak. Kendi yakınlarınız l ııı yüzden katlanırım. Cesur b i r yabancıyı vitrine çıkarmak için.
duymasa bile, bu insan sizinle gurur duyacak; çünkü siz onun l ll ı kişiyi daha sıkıntıdan kurtarmak için. Sadece para için değU .
kendisiyle gurur duyması n ı sağladınız. ı.ıdrce aşırı sevgi için değil.
Bir yudum su içip öksüreceksiniz ki kahramanınız çenenizi Ama b u n ların ikisinden de zarar gelmez.
bir mendille silebilsin. l ler şey bu kadar kolaydır. B u n u n güzel ya da yakışıklı

56 57
olmakla bir ilgisi yoktur; en azından dışarıdan öyledir. Ama
yine de kazanan siz olursunuz. Kırılgan olun ve aşağılanmaktan
korkmayın. Bütün hayatınız boyunca insan lara ş u n u söyleyin:
Üzgünüm. Üzgünüm. Üzgünüm. Üzgünüm. Üzgünüm . . .

Sekiz

C
epleri kızarmış hindiyle dolu olan Eva koridorda beni takip
ediyor. Ayakkabılarının içinde Salisbury usulü biftek var;
ı l�nenmiş. Tozlu ve buruşuk bir kadife gibi görünen ten i , ağzına
� . ıdar inen yüzlerce kırışıkla kapl ı . Tekerlekli sandalyesiyle beni
1 ıl ip ederke n , "Hey sen! Kaçma benden" diyor.
Damar topaklarından geçilmeyen elleriyle sandalyesinin
t Pl1ı•rleklerini çeviriyor. Kamburu çıkmış; şişen dalağı yüzünden
ı lı · hamileymiş gibi görünüyor. Koridorda beni takip ederken,
l lPni incittin" diyor.
"Bunun aksini iddia edemezsin" diyor.
therinde yediği yemeklerin renginde bir mama önlüğü var ve
' ıı•ıı beni kırdın ve bunu Anneye an latacağım" diyor.

58 59
.,:irdiğini gören bütün tekerlekli sandalyeler ve elinde bastonu
Annem ka ldığı bu bakımevinde bir bileklik takmak zorunda.
Mücevher falan değil; asla ç ı karamayacağı şekilde sıcak kaynak Vt'ya koltuk değneği olan insanlar ziyaretçiye doğru sürünüyor.
Uzun boylu ve insana di k d i k bakan Bayan Novakteşhircilerden.
yapı lmış, plastikten bir �ileklik. Ne kesmek mümkün ne de siga­
Annemin yan odasında kalan kadın b i r s incap.
rayla yakarak çıkarmak. insanlar dışarı çıkabilmek i ç i n her türlü
Teşhirciler, fırsat buldukları her an giysilerini çıkaranlardır
yolu denemişler.

. .
� �
Kolun z a bu bileklikle koridorda yürürken kapıların
l lt>mşireler bu hastalara gömlek ve pantolon gibi görünen ama
. ıo.,lında tek parça olan bir t u l u m giydirirler. Gömlek ve panto­
kılıtlendığını duyabiliyorsunuz. Plastiğin içine yerleştirilen man­
ltın bel kısmından birbirine dikil miştir. Gömleklerin düğmeleri.
yetik bir bant veya benzeri bir şey, s inyal yolluyor. Siz adım ı n ız ı
p.ıntolonların da fermuarları göstermeliktir. T u l u m u giymek
atamadan bütün asansörlerin kapıları kapanıyor. Dört adım

k dar y� klaşırsanız hemen hemen bütün kapıları kilitliyor bu
vt•ya çıkarmak i ç i n , arkadaki uzun fermuarı açmak gerekir.
ı ıuradaki hastalar s ı n ırl ı hareket olanağına sahip yaşlı insan-
sınyal. izin verilen kattan başka kata geçemiyors u n uz. Sokağa
1.ıı oldukları içi n , bu giysiyi üzerine geçiren kişi saldırgan bir
çıkamıyorsunuz. Bahçeye, dinlenme salonuna, ibadet odasına
l ı•�hirci olsa bile üç kere kapana kısı l m ı ş demekt i r . T u l u m u n u n ,
: :�
veya yemekl an e gidebiliyorsunuz ama b u n u n dışında hiçbir
. lıllekliğinin ve bakımevinin içinde.
yere gıtmenıze ızın veri lmiyor.
Sincaplar yemeğini çiğneyen ama sonra ne yapması
Bir şekilde dış kapıya ulaşmayı başarsanız bile, bileklik
�·ı ·rektiğini u n utan hastalardır. Yemeği nasıl yutacaklarını unu-
alarmları çalıştı rıyor.
1 ıırlar Yutmak yerine, çiğnedikleri lokmaları elbiselerinin ceple­
Burası St. Anthony·s. H a l ı lar. perdeler, yataklar, hemen
rlııe tükürürler. Ya da çantaları n ı n içine. Sandığınız kadar ş i rin
hemen her şey yanmaz kumaştan yapılmış. Ayrıca leke de
lıır �ey değ i l . i n a n ı n .
tutm uyor. Nerede ne tür pislik yaparsanız yapın hemen sil ive­
Bayan Novak a n n e m i n oda arkadaşı. Eva ise b i r sincap.
riyorlar. Burası bir bakımevi. Size bunları an latırken kendimi
St. Anthony's'in birinci katı. isimlerini unutan, ortalıkta
kötü hissediyorum. Çünkü sürprizi berbat ediyorum. Bunların
t 11 ılçıplak koşturan ve lokmaları n ı ceplerine dolduran ama
hepsini zaten kendiniz göreceksiniz çok yakında. Tabii eğer 0
lıırnların dışında fazla zararlı o lmayan insanlara ayrılmış. B u
kadar uzun yaşarsanız.
l . ı l l a , kullandıkları uyuşturucular yüzünden beyni pelteleşen ve
Ya da uzun yaşamaktan vazgeçip vakt inden önce kafayı
ı r . ıvrna geçiren gençler de var. Yürüyüp konuşabiliyorlar ama
sıyırırsanız.
l ı ıı ı uştukları şeyler rasgele seçi l m i ş sözlerden, laf salatasından
Annem de, Eva da, hatta siz bile; yani herkes bileklik takmak
ı l ı.ı ret.
zorunda.
Burası bir tımarhane değil. Kapıdan içeri adım attığınız anda "Önemsiz insanlar yol küçük günbatımı şarkı söylemek iple

� �
b rnun za çiş kokusu çarpmıyor. Ayda üç b i n papel ödeyince
ııınr peçe gitti." İşte bu türden şeyler söylüyorlar.


bo le bır şey olmuyor. B i r asır önce burası bir manastırmış ve ikinci kat yatalak hastalara ayrılmış. Üçüncü kattakiler ise

rahıbeler çok güzel b i r gül bahçesi yapmışlar. Güzel, d uvarlarla nl!lınü bekleyenler.
Annem ş i m d i l i k birinci katta; ama hiç kimse ilelebet o katta
çevri li ve kaçmak imkansız.
1 ı l ınıyor.
Her köşede bir güve n l i k kamerası var.
Ön kapıdan girer gi rmez, buranın yerlileri yavaş ve ürkütücü Mil let yaşlanan anasını babasını kamu kuruluşlarına bırakıp

şekilde üzerinize doğru gelmeye başlıyor. Bir ziyaretçinin içeri


l ıııı lı�ini de açıklamadan toz o luyor; Eva ' n ı n b u raya gelişi

61
60
de böyle olmuş. Burada kim olduğu veya nerede bulunduğu L ıpatacağınızı öğretiyor. Her sabah size isminizi söylüyorlar.
hakkında hiçbir fikri olmayan bir sürü Dorothy ve Erma var. Altmış yıldır tanışan ön sayfaya alalım insanlar tekrar birbirine
insanlar, terk ettiği kişileri nasıl olsa şehir veya eyalet yetkilileri ı.ınıştırılıyor. Her sabah.
toplar diye düşün üyor. Belediyenin çöpleri topladığı gibi. Burada artık fermuarını bile çekemez hale gelmiş doktorlar,
Kurtulmak için plakalarını söküp bıraktığınızda, belediyenin .ıvukatlar, büyük sanayiciler var. Eğitim vermekten ziyade hasar
gelip arabanızı çekmesi gibi. kontrolü yapılıyor bu insanlara. Yanmakta olan bir binayı boya­
Buraya "nine çöplüğü" deniyor; inanın şaka yapmıyorum. ı ı ıayı da deneyebilirsiniz.
St. Anthony's Bakımevi belirli sayıda terk edi l miş nineyi, St. Anthony's'de her Salı Salisbury usulü biftek çıkıyor.
uyuşturucudan kafayı sıyırmış sokak çocuğunu ve intihara c;.ırşambal arı mantarlı tavuk. Perşembe, spagetti . Cuma,
meyilli çöpçü kadını almak zorunda. Burada çöpçü kadınlara kızarmış balık. Cumartesi, mısır u n u n a bu lanarak kızartılmış et.
çöpçü kadın, sokak kadınlarına da yosmacık gibi şeyler den­ 1 1. ızar, hindi rostosu.
miyor. Anladığım kadarıyla, birileri buraya yaklaşınca arabayı Zaman öldürü rken vakt i n geçmesi için bin parçal ı k yap­
yavaşlatmış, Eva'yı arabadan atmış ve bir damla gözyaşı bile l ıozlar var. Burada, üstünde en azından bir düzine insanın can
dökmemiş. Eve alıp da eğitemedikleri hayva n ları atan insanlar vı•rmediği bir tek çarşaf bile yok.
gibi tıpkı. Eva tekerlekli sanda lyesin i a n n e m i n kapısının ö n ü ne
Eva hala peşimdeyken, annemin odasına varıyoru m: ama o ı,ı•kmiş, orada duruyor. Birisin i n , yattığı mezardan az önce
yok. Annemin yatıyor olması gereken yatakta, çişten ıslanmış �ıkarıp sargıları n ı açtığı ve kafasına toz yumağı gibi cılız saçlar
koca bir çukur var. Sanırım annemi duşa götürmüşler. Böyle yPrleştirdiği bir m u mya kadar solgun görünüyor. Kıvırcık mavi
durumlarda hastaları koridorun sonundaki büyük, fayanslı ı .ııası, küçük daireler çizerek sal l a n ı p duruyor.
odaya götürüp hortumla yıkıyorlar. Ona her baktığımda, "Yaklaşma sakın" diyor Eva. "Dr.
Burada, St. Anthony's'de, her Cuma gecesi Pijama Oyunu M.ırshal l beni incitmene izin vermeyecek."
isimli filmi gösteriyorlar ve her seferinde tüm hastalar filmi i l k 1 lemşire geri gelene kadar a n n e m i n yatağın ı n kenarına ilişip
kez görecekmiş gibi televizyonun başına üşüşüyor. l ıı•kliyoru m.
Tombala var, el işi var, ziyaretçilerle birl i kte gelen evcil hay­ Annemin, saat başı farklı bir kuş sesiyle öten bir saati
vanlar var. vrıı Sesler önceden kaydedilmiş. Saat bir olunca Amerikan
Dr. Paige Marshall var. Her nereye kaybolduysa. ıııd ıçkuşu ötüyor. Altıda sarıasma.
Sigara içerken kendilerini yakmas ınlar diye boyunlarından Öğlen ispinoz.
ayak bileklerine kadar uzanan yanmaz kumaştan önlükleri var 1
1aştankara ötünce saat sekiz demektir. Sıracıkuşu saat on
buradakilerin. Duvarlarda Narman Rockwell posterleri var. lılı
Saçlarını yapmak için haftada iki kez kuaför geliyor. Ama bu Sanırım anladınız.
ayrıca ücrete tabi. idrar tutamama hali de ücrete dahil değil. Sorun şu ki , kuşlarla saatleri örtüştürmek bazen karışıklık
Kuru temizleme ekstra. idrar tahlili ekstra. Mide tüpleri de öyle. y. ı ı . ıı a b i l iyor. Özellikle de dışarıdaysanız. Saatçi başından
Her gün bağcık bağlama, düğme ilikleme, kapak kapama l ıı•Jc,u başına terfi ediyorsunuz. Beyaz boyunlu serçen i n sevim l i
gibi konularda dersler veriliyor. Kopça tutturma gibi konular­ ııl ll�ünü her duyuşu n uzda, "Saat n e zaman on oldu yahu?" diye

da. Birileri çıtçıtlamayı gösteriyor. Başka biri fermuarınızı nasıl ı lıı ..· nnüyors u n uz.

62 63
Eva tekerlekli sandalyesinin bir kısmını annemin odasına "Bunun sadece bize ait b i r oyun olduğunu söylemiştin" der­
sokuyor. "Sen beni incittin" diyor. "Ve ben hiçbir zaman Anneye f<'il kafasını sallıyor ve sesi titriyor. "Bu bizim gizli oyun u m uzdu;
bundan bahsetmedim." ı1 ına sonra sen kocaoğlanı içime soktun." Kemikli ve bükülmüş
Ah şu yaşlılar. Şu insan enkazları. p.ırmağı aletimi işaret ediyor.
Saat tepeli baştankara buçuk olmuş bile. Otobüse yetişmem Cidden, lafı bile benim kocaoğlanın bağırarak odadan kaç­
ve karga ötmeye başlamadan işte olmam gerekiyor. ıı ırık istemesine sebep oluyor.
Eva benim kendisini bir asır önce dolandıra n ağabeyi Sorun şu ki. St. Anthony's'de nereye gidersem gideyim hep
olduğumu sanıyor. Memeleri ve kulakları korkunç derecede ıynı şey oluyor. Başka bir yaşlı iskelet benim kendisinden beş
büyük ve sarkık olan. annemin oda arkadaşı Bayan Novak ise yflz dolar ödünç aldığımı sanıyor. Başka bir çöpçü kadın benim
benim, pamuk çırçırı, dolmakalem veya benzeri bir şeyin patenti ,ı•ytan olduğumu düşünüyor.
için kend isini dolandıran, üçkağıtçı iş ortağı olduğumu. "Ve sen benim canımı yaktın" diyor Eva.
Buradaki bütün kadınlar için farklı bir anlamım var benim. Buraya gelmemek ve tarihteki bütün suçların sorumluluğunu
"Sen beni kırdın" diyor Eva ve biraz daha yaklaşıyor. "Ve 11 ,t• lenmemek elde değil. Buradaki bütün yaşlı ve dişsiz surat-
bunu hiç unutmadım ben." 1.ırd bağırmak istiyorsunuz. Evet, o Lindbergh bebesini ben
Her ziyaretimde çalı kaşlı, kuru üzüm kılıklı yaşlı bir kadın bana l.ıçırdım.
koridorun ucundan, "Eichmann" diye sesleniyor. Çişini bornozu­ Şu Tita rıik olayı var ya, onu da ben yaptım.
nun altından sarkan şeffaf plastik bir torbaya yapan bir diğeri, Kennedy s uikastı, ah. evet o da bendim.
beni onu çalmakla suçlayarak köpeğini geri istiyor. Tekerlekli Büyük ikinci Dü nya Savaşı görevi, atom bombası düzeneği.
sandalyesinde, pembe süveteri içinde bir çuval patates gibi otu­ l ll l ı n baka l ı m kim yaptı? Tabii ki ben.
ran şu diğer yaşlı kadının yanından ne zaman geçsem bana yılan A I DS virüsü? Kusura bakmayı n . Yine ben.
gibi tısl ıyor. "Seni gördüm" diyor ve tek gözüyle şüpheli bir bakış ı�va gibi bir dertle başa çıkmanın yol u , onun dikkatini başka
fırlatıyor. "Yangının çıktığı gece seni onlarla birlikte gördüm." yı•ıe çekmektir. Öğle yemeğinden . havadan sudan ve saçın ı n ne
Kazanma şansım yok M uhtemelen Eva'nın hayatına giren � ttldr güzel göründüğünden bahsederek dikkatini dağıtmaktır.
bütün erkekler bir şekilde onun ağabeyi olmuş. Bilerek ya da b i l ­ , ı ı rn dikkatini bir şeye bir dakikadan fazla veremediği için, onu
meyerek, Eva bütün hayatı n ı erkeklerin kendisini kullanmasını 1 . ı lır1tlıkla daha hoş bir konu başlığına yönlendirebilirsiniz.
bekleyerek ve umarak geçirmiş. Teni bir mu mya gibi buruş ı·: va'nı n hayata karşı beslediği b u husumetle başa çıkmak
buruş olduğu halde Eva hala sekiz yaşında. Orada takı lıp I• lıı erkeklerin ne tür şeyler yaptığını tahmin edebilirsiniz.
kalmış. Tüm ekibi sıfırı tüketmiş Dunsboro kolonisindekiler gibi , ıdece ilgisini başka yöne çek. Anı yaşa. Yüzleşmekten uzak
St. Anthony's'dekiler de geçmişlerine tutsak olmuşlar. ı l ı ı r Kaç.
Ben istisna deği l i m ; sizin de istisna olduğunuzu sanmıyoru m . !�izler de kendi hayatlarımızda böyle yapmıyor muyuz?
Denny' n i n boyunduruğa tutsak olması gibi, Eva d a kendi l ı·lı'vizyon izle. Ot iç. ilaç yut. Dikkatini başka şeylere kaydır.
gelişimine tutsak olmuş. ı 1 1 111. bir çek. inkar et.

"Sen" diyor Eva ve titreyen parmağın ı bana doğru uzatıyor. llOtün vücuduyla öne doğru eğilip havada titreyen incecik
"Sen benim h islerimle oynadı n . " p.11 ınağını bana doğru uzatıyor.
A h ş u b u n a k yaşlılar. ! >olandır.

64 65

1
1••• ..
Bayan Ölüm olmak üzere çoktan s ıraya girmiş bile. Ellerini çekiyor. Yüzü gözyaşlarında n sırılsıklam olmuş. "Ah
"Evet, Eva" diyorum. "Seni becerdim." Ve esniyorum. "Yaa! \ ol in" diye fısıldıyor. "Seni affediyorum." Yüzü göğsüne düşüyor
Her fırsatta içine girip deliler gibi boşaldım . " vı1 burnu n u çeke çeke kısa hıçkırıklarla sarsılıyor. Korkunç elle­
Buna psikodrama diyorlar. Ama siz buna nineleri çöpe ı lyle önlüğünü kaldırıp yüzünü s i liyor.
atmanın başka b i r türü de diyeb i l i rs i n iz. Öylece oturuyoruz. Tanrım, keşke yanımda sakız olsayd ı .
Bükük parmağı titremeyi kesiyor ve Eva tekerlekli sanda lye­ 'ı.ıatim on iki o t u z beşi gösteriyor.
sine yaslanıyor. "Demek sonunda itiraf ettin" diyor. Gözlerini siliyor, iç geçiriyor ve bir süre bana bakıyor. "Coli n ,
"Lanet olsun. evet" diyorum. "Sen benim için kocaman bir IH'ni hala seviyor m usun?" diye soruyor.
götten başka bir şey deği lsin, sevgili kız kardeşi m . " Lanet olası b u naklar. isa aşkına!
Yerdeki belirsiz b i r noktaya bakıyor ve "Bunca y ı l sonra itiraf Ve eğer aklınızdan geçirdiğiniz buysa hemen söyleyeyim, ben
etti" diyor. l ı l r canavar deği l i m .
Bu rol yaparak terap idir; sadece, Eva bunun gerçek Salak kitaplardaki gibi, "Evet, Eva" diyorum. " Evet, kesinl ikle,
olmadığının farkı nda deği l . .ı •ııi hala seviyoru m sanırım."
Kafası hala havada küçük daireler çizerken gözlerini tekrar Eva hıçkı rı ki ara boğu 1 uyor; yüzü neredeyse bacakları na
bana d ikiyor. "Ve pişman değilsin, öyle mi?" diye soruyor. ı lı•ltecek ve bütün vücudu sarsılıyor. "Çok mutluyum" diyor.
Aslında. eğer İsa benim günahlarım uğruna kendini feda ( .ılzyaşları ip gibi dümdüz i niyor; burnundan akan gri şeyler
edecekse, san ı rım ben de diğer insanların birkaç günahı n ı üst­ ı lı ı�rudan boş ellerine damlıyor.
lenebilirim. Hepimize günah keçisi olmak için bir şans verilir. "Çok mutluyum" diyor, b i r yandan ağlamayı sürdürerek.
Suçu üstlenmek üzere bir şans. ı ı11nedikten sonra ayakkabısına tükürdüğü Salisbury usulü
Aziz Benliğimin şehit oluşu. l ıl l l cğin ve aynı şekilde gömleğ i n i n cebine sakladığı çiğnenmiş
Tarihteki her erkeğin günahı n ı benim boyn uma yükleyin. ı ı ı . ınlarlı tavuğun kokusunu alabiliyorsunu z. Bu da yetmezmiş
"Eva" diyorum. "Bebeğ i m , tatlım, minik kardeşim, hayatı m ı n • l l ıi. lanet olası hemşirenin annemi götürdüğü duştan geri
aşkı, elbette pişman ı m . Domuz gibi davrandım" derken saatime ı:r·t i receği de yok. Üstelik saat birden önce on sekizi nci yüzyıldaki
bakıyorum. "Sen acılı bir Meksika yemeği kadar çekiciyd i n , ben ı .. ı ı n i n başında olmam gerekiyor.
de kend imi tutamad ı m . " Dördüncü basamaktaki ödevim i yaparken kendi geçmişimi
Sanki b u bokla uğraşmak zorundaymışım gibi. Eva guatrdan l ı , ı l ı rlamak zaten yeterince zor. Şimdi hayatıma bir de bu
ötürü dışarı pörtlemiş gözleriyle bana bakıyor ve bu gözlerin ııı· . . ınların geçmişleri eklendi. Bugün hangi savunma avukatı
b i rinden bir damla yaş yuvarlanıp yanağındaki pudrayı yalaya­ ı ıl ı ı ı , ı m gerektiğini hatı rlayamıyorum mesela. Tırnaklarıma
rak aşağıya in iyor. l ı. ık ıyorum. Eva·ya, "Dr. Marshall burada mı sence?" diye soruyo-
Gözlerimi tavana dikip, "Tamam , senin duygularınla 1 1 1 1 1 1 "Onun evli olup olmadığını biliyor musun?" diye soruyorum.
oynadığımı kabul ediyorum: ama bu olay kahrolası seksen sene Annem benim hakkımdaki gerçekleri, kim olduğu m u , babamı
önceydi: o yüzden unut b u n u . Hayatına devam et" diyorum. ı ı l ığer gerçekleri biliyor olsa bile o kadar çok suçlu l uk duyuyor

Eva ağaç kökleri veya pörsü müş havuçlar gibi damarlı ve l ı ·.ı)ylemeye ödü kopuyor.
harap ellerini kaldırıp yüzünü örtüyor. Ellerinin ardından, "Ah 1 va'ya, " L ütfen gidip başka bir yerde ağlayabilir misin?" diye
Colin" diyor. "Ah Coli n ! '' ı ıı ı ıyorum.

66
67
Ama çok geç. Karga ötmeye başlıyor.
Ve Eva çenesini kapatmamakta ısrarlı. Önl üğü yüzüne dayal ı ,
bi leğindeki plastik bileklik titreyip d uruyor ve b i r yandan ağlayıp,
bir yandan sallanırken, "Seni affediyorum Colin. Seni affediyo­
rum. Seni affediyorum. Ah Colin, seni affediyorum . . . " diyor.

Dokuz

B
izim küçük aptal oğlanla üvey annesi öğleden sonra bir
al ışveriş merkezinde duydular o anonsu. Yaz aylarıydı;
lll'şinci sınıfa başlayacak olan çocuk için alışveriş yapıyorlardı. O
y ı l dapdaracık çizgili gömlekler modaydı. B u , yıllar önceydi. Öyle
ı".kidendi ki, çocuğun yanındaki kadın daha ilk üvey an nesiydi.
Çocuk kadına tam boyuna çizgi lerden bahsediyordu ki duy­
ı l ı ı lcır.
"Dr. Paul Ward, Woolwort h ' ü n kozmetik reyonunda eşiniz sizi
l ıı•kliyor" dedi anons eden ses herkese.
Hu, annesini n çocuğu götürmek için ilk gelişiydi.
"Dr. Ward, Woolworth'ün kozmeti k reyonunda eşi n iz sizi
l ıı•kliyor."
Gizli bir sinyaldi b u .

68 69
Oğlan hemen bir yalan düşündü; tuvalete gitmesi gerektiğini "Kendini sarışın sanıyor" dedi Annecik "İnsanların şu küçük
söyleyip doğruca Woolworth'e gitti ve Anneciği orada saç f lınlik paradigmalarını birbirine katıp karmakarışık etmemiz
boyalarının kutularını açarken b u ld u . Kadının kafasında yüzü· �·ı·ı ekiyor."
n ü çok küçük gösteren kocaman, sarı bir peruk vardı ve sigara Annecik buna, "Güzellik Endüstrisi Terörizmi" diyordu.
kokuyordu . Tırnaklarıyla bütün kutuları açtı ve içinde boyaların Küçük oğlan, artık yardım edilemeyecek kadar uzaklaşana
olduğu kahverengi şişeleri çıkardı. Bir kutuyu daha açtı ve için· ı l ı · k kadının ardından baktı.

deki şişeyi çıkardı. E l i ndeki şişeyi diğer kutulardan birinin içine "Senin zaten bir annen var" dedi Annecik. "Peki bu seni evlat
koydu ve rafa yerleştirdi. Sonra başka bir kutu açtı. ı•ılınen kadına nasıl hitap ediyorsun?"
Kutunun üzerindeki gülümseyen kadın resmine bakarak. 3ayan
1 Jenkins.
"Bu çok güzel" dedi. Kutunun içindeki şişeyi, bir başka kutu· "Peki onu sevdin mi?" dedi Annecik ve ilk kez dönüp çocuğa
ya yerleştirdi. Bütün şişeler aynı koyu kahve renkli camdan lıı 1 k l 1 .
yapılmıştı. u rakl ık kurnazl ık yapmaya çalışıp, "Hayır mı demem lazım?"
Başka bir kutu açarken, "Sence güzel mi?" diye sordu. ılı·ıll
Çocuk öyle aptaldı ki, "Kim?" diye sord u . "Onu sevdi n m i?"
Annecik. " K i m olduğunu bil iyorsun" dedi. "Gençmiş de. İkini· " l layır."
zi giysilere bakarken görd ü m . O n u n elini tutuyord u n ; bu yüzden "Ondan nefret mi ettin?"
yalan söyleme." Ve omurgasız küçük soluca n , "Evet mi demem gerekiyor?"
Ve çocuk o kadar aptaldı ki o anda oradan hemen kaçması ııvı' sord u .
gerektiğini anlayamadı. Çocuk. Anneciğin şartlı tahliyesine V e Annecik, "Olayı kavradın işte" dedi. Çocuğun gözlerinin
veya hakkındaki men emrine veya son üç aydır neden hapiste lııı.ı-;ına dek eğildi ve " Bayan Jenkins'ten ne kadar nefret ediyor­
olduğuna i l işkin hiçbir şey getirmedi bile aklına. ıııı?" diye sordu.
Sarı saç boyalarını kızıl boya kutuların ı n içine ve siyah boya­ Vl' küçük pislik. "Çok, çok m u ?" diye sordu.
ları sarı boya kutularının içine yerleştirirken Annecik, "Söyle Ç'ok, çok, çok. . . " dedi Annecik. E l i n i , tutması için çocuğa
baka l ı m , o n u sevdin mi?" diye sordu. ı lı ıjtı ı ı uzattı ve "Acele etmemiz gerek. Yakalamamız gereken bir
" Bayan Jenkins'i mi kastediyorsun?" diye sordu çocuk. 1 1 11 1 1 vur" dedi.
Kutuları adamakı l l ı kapatmadan, süratli bir biçimde düzen· <,'ucuğu kemiksiz kolundan yakalayıp cam kapıların ardındaki
sizce raflara yerleştiren Annecik. "Onu sevd in mi?" diye sord u . ıJlıı ı-;;ığına doğru çekiştirirken, "Sen benimsin. Benim. Şimdi ve
Sanki b u n u n bir faydası olacakmış g i b i bizim küçük yardakçı. ı ııı<.ııza dek. Ve b u n u hiç aklından çıkarma" dedi.

"O sadece üvey anne" dedi. l,ncuğu kapıdan çıkarırken, "Ve eğer olur da polis veya
Gözleri n i e l indeki kut u n u n üzerindeki gülen kadından 1 ı .ı ı 1 biri daha sonra sana sorular soracak olursa, ş u üvey
ayı rmayan Annecik çocuğa dön ü p bakmadan, "Onu sevdin mi ııııw bozuntusunun baş başa kaldığınızda sana ne t ü r iğrenç ve
diye sord u m" dedi. ılıl ıf •.ız şeyler yaptığını anlatacağım" dedi.
Bir alışveriş sepeti koridorda yanlarında d u rd u ve sarışın bir
kadın içinde başka bir renkte boya olan sarı saç boyası kutusuna
uzandı. Kutuyu sepetine atıp, uzaklaştı .

70 71
ıynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz ama her
.ı•lerinde ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. Herkes her zaman
y.ıbancıdır. H i ç b i r şey tanıdık gelmez.
Son ziyaretimde annem Victor nasıl diye soruyor.
Ben her kimsem. Hangi avukatsam artık.
Victor da kim, diye sormak istiyorum .
"Bilmek istemezsin" diyorum. "Kalbin kırılır." Sonra. "Victor
ıı.ısıl b i r çocuktu? Hayattan ne beklerdi? Haya l i n i kurduğu
l ıllyük hedefleri var mıydı?" diye soruyorum.
işte bu noktada. sanki bir yerlerde gerçek insanların izlediği
lılı pembe dizideki insanlar tarafından izlenen başka b i r pembe
ı l lzldeki insanların izlediği bir pembe dizide oynuyormuşum
On 1:llıi bir hisse kapılıyorum. Annemi görmeye her gelişimde . şu
ı lııktorla. küçük, siyah bir beyin gibi görünen saçları, kulakları ve
H0ı.lüğü olan doktorla , tekrar konuşma fırsatı yaratabilmek için
l ııı ldorları gözler hale geldi m .
Dosyası v e tavırlarıyla D r . Paige Marshall. Annemin bir o n
vı•yc ı yirmi y ı l daha yaşayabilmesi i ç i n kurduğu korkunç hayal­
lı•ılyle.
Dr. Paige Marshall, seksüel a nestezi için bir potansiyel doz
d.ıha.
Ayrıca bakınız: N ico.

Ş u anda oturmakta olduğum annemin eski evinde, ona ait


evrakı, üniversite not dökümlerini, senetleri, raporları ve
Ayrıca bakınız: Tanya.
Ayrıca bakınız: Leeza.
l�u. kend i m i . her geçen gün kendimin berbat bir taklidi hali-
hesapları karıştırıyorum . Mahkeme tutanaklarını. Günl üğü hata 1111 geliyormuşum gibi hissettiriyor bana.
kilitli . Bütün hayatı orada. l layatım ı n , Zen Budizmi öğrencilerine meditasyon yapma­
Bir sonraki ziyaretimde, okul otobüsü olayından sonra lııı ı için ödev olarak verilen ve mantıksal çözümü olmayan prob­
çocuk kaçırma davasında annemi savunan Bay Benning ol uyo­ lı•ııı lerden hiçbir farkı yok.
rum. Ondan sonraki hafta, hayvanat bahçesindeki hayvanlara 13ir çalıkuşu ötüyor; ama öten gerçek bir kuş m u yoksa saat
saldırdığı için anneme verilecek hapis cezasını altı aya indiren ı li ·ı ı ı mü oldu emin değilim.
savcı Thomas Weldon. Ondan sonra, bale gösterisinde kasıtlı "Artık hafızam o kadar yerinde değil" diyor annem. B i r eli­
olarak olay çıkarıp zarara sebebiyet vermekten yargılanan anne· ı ı l ı ı baş ve işaret parmağıyla şakaklarını ovuşturarak. "Victor'a
mi savunan Amerikan yurttaşlık haklarının koruyucusuyum. l ı ııdisiyle i l g i l i gerçeği söylesem m i . söylemesem mi bilemi­
Deja vu'nun bir de tersi vardır. Buna jamais vu denir. Sürekli yı ı ı u m " diyor. Yastıklara göm ü l ü vaziyette. "Çok geç olmadan,

72 73
Victor'ın gerçekte k i m olduğunu öğrenmeye hakkı var mı diye
düşünüyorum" diyor.
"Öyleyse söyle ona" diyorum. Getirdiğim bir kase dolu­
su çikolatalı pudingden bir kaşık a l ı p ağzına t ıkıştırmaya
çalışıyorum. "Gidip onu arayabilirim" diyorum. "Victor birkaç
dakika içinde burada olur."
Koyu kahverengi kabuğun altındaki puding daha açık kahve­
rengi ve kokuyor.
"Ah ama söyleyemem ki" diyor annem. "Kendimi o kadar
suçlu hissediyorum ki onun yüzüne bakamam. Nasıl tepki
vereceğini b i le bilmiyorum."
"Belki de Victor'ın bunları hiç bil memesi daha iyidir" diyo­
rum.
On Bir
"Öyleyse bana anlat" diyorum "Anlat ve kurtu l . Victor'a
söylemeyeceği m e söz veriyoru m; tabii sen anlat dersen, o
başka."
Gözlerini kısıp bana bakıyor; yaşlanmış teni göza ltlarından
torba gibi sarkıyor. Çikolatalı puding ağzı n ı n etrafındaki
kırışıklara bulaşmış. "Sana güvenip güvenemeyeceğimi nerden
bileceğim? Kim olduğundan bile emin değilim" diyor.
Gülümseyerek, "Elbette bana güvenebilirsin" diyorum.
Kaşığı ağzına sokuyorum . Kara puding dilinin üzerinde öyle­
ce du ruyor. Böylesi, mide tüpünden daha iyi. Peka la, daha ucuz
ittiği bir gece kulübünd e eline vurulan damga yüzün­
diyelim.
Televizyonun kumandasını elinden alıp, "Yut şunu" diyorum.
G den tekrar ceza alan Denny'yi boyundu ruğa bağlarke n.
ı mstum" diyorum.
"Beni dinle. Bana güven melisin" diyorum.
"Bu çok garip" diyorum . . .
"Ben O'yum. Victor' ın babasıyım" diyorum.
l)enny, ki litlemem için e l leri n i yerlerine yerleştır ıyor.
Uysal gözleri bana bakarken birden kocaman oluyor; yüzünün ek
ı ,oınleğini iyice içine sokmuş. Sırtına binen yükü hafifletm
geri kala n ı , kırışıklıkları ve teniyse sanki geceliğinin yakasına .
I• 1 1 1 dizlerini biraz kırması gerektiği ni bil iyor. Kılıtlenm eden
kayıyor. Korkunç sarı eliyle haç çıkarıyor ve ağzı göğsüne kadar
ı ıııı c tuvaleti ziyaret etmesi gerektiğ ini de hatırlıyo r. Bizim
açıl ıyor. "Ah, demek sen O'sun . Geri geldin" d iyor. "Ah yüce İsa.
ı 1ı·nny'miz ceza a l ma kon usunda neredeyse bir uzma n oldu.
Kutsal Babamız" diyor. "Ah l ütfen beni affet. " .
ıı•vgili Dunsboro 'da mazoşizm çok değerli bir maharett ır.
Gerçi bu çoğu iş için geçerli.
Dcnny'ye dün St. Anthony's 'de olanların . bir herifle tablosu-

75
74
nun hikayesin i n anlatıldığı şu eski filmdeki n i n , hani şu yüz yıl ,ılırsam alayım. bir işe yaramıyor. insanların hatalarını ne
yaşayan ve h i ç yaşlanmayan herifin h ikayesi n i n , aynısı olduğunu Lıdar üstlenirsem üstleneyim, annem benim ben olduğuma,
söylüyorum. Resimdeki adam ise gün geçtikçe çirkinleşiyor, y.ıni Victor Mancini olduğuma artık inanmıyor. Dolayısıyla, şu
alkol gibi şeyler yüzünden çöküyor ve ikinci dereceden frengi ve lıOyük sırrını anlatmayacak. Bu yüzden, galiba şu mide tüpünü
belsoğukluğu yüzünden burnu düşüyor. l.ıktırmak zorunda kalacağız.
St. Anthony's'dekilerin hepsinin gözleri kapanmış ve "Temiz olmak şimdilik yeterince iyi" diyor Denny. "Ama
mırıldanıyorlar. Hepsi sürekli olarak g ü l ü msüyor ve erdemliler. ıı!lnün birinde. sadece kötü şeyler yapmamaya çalışarak değil,
Ben hariç. Ben onların salak tablosuyu m . iyi şeyler de yaparak geçirdiğim bir hayatımın olmasını istiyo­
"Beni tebrik et dostum" d iyor Denny. "Boyundurukta o kadar tıım. Bilirsin . . . "

çok vakit geçirdim ki tam dört haftad ı r temizim. Düşünsene, on Daha da garip olan şey ise. diye anlatmaya devam ediyo­
üç yaşımdan beri toplasan dört hafta çıkaramazsın." ı ı ıın. şu yeni popülerlik olayını hemen kendi lehime çevi rip.
Annemin oda arkadaşı Bayan Novak, diye anlatmaya devam ıızun boylu hemşirenin ağzına nasıl verebilirim diye düşünüyor
ediyorum, kendisinin diş macunu buluşunu çaldığımı itiraf ıılmam. Büyük bir sabırla, ümitsiz durumda olan yaşlı insanlarla
ettiğimden beri sürekli kafasıyla beni onaylıyor ve gayet mem­ llııilendiğimizi ve onlara baktığımızı sandıkları için, hemşireleri
nun. l ıı•cermek çok kolaydır.
Başka b i r yaşlı kadın, h e r gece yatağına işediğimi kabul Ayrıca bakınız: Caren, Kadrolu Hemşire.
ettiğimden beri bir papağan gibi şakıyor ve çok mutlu.
Ayrıca bakınız: Nanette, Stajyer Hemşire.
Hepsine evet dedim, her şeyi ben yaptım. Evini ben yaktım.
Ayrıca bakınız: Jolene, Stajyer Hemşire.
Köyünü ben bombaladım. Kız kardeşini ben sınır dışı ettim.
Ama kiminle ol u rsam olayım, kafamda hep şu diğer kız var.
1 968 yılında o boktan mavi Nash Rambler'ı sana ben satt ı m .
.ıll Dr. Paige Falanca. Marshall.
Sonra, evet. köpeği n i d e ben öldürdüm.
Bu yüzden kiminle yatıyor olursam olayım. bulaşıcı hastalık
Hadi aşın artık bunları!
l . ı�,ıyan hayvanları, yol kenarlarında ölmüş ve şişmiş büyük
Benim üzerime yıkmalarını söyledim onlara. İğrenç tecavüz
ıııku nları ve güneşli bir günde son s ü rat giden kamyonların bu
çetenizin pasif götü yerine koyun beni. Ben herkesin yükünü
ı . ı k u nları nasıl ezdiğini düşünmek zorunda kalıyorum . Yoksa
taşırım.
Ht ı ııda boşalıveririm. işte bu Dr. Paige Marshall denen kadın
Herkes içindeki pisliği suratıma boşalttıktan sonra rahatlayıp
ı\ylesine yer etti kafamda.
canlanıyor. Kalabalık dağılmadan. herkes tavana bakıp gül meye
insa n ı n elde ettiği kadını asla düşünmemesi komiktir
başlıyor, elimi sıkıp her şeyin yoluna girdiğini ve beni affettiğini
ı .lında. U n utamadığın kişi, daima senden uzakta olandır.
söylüyor. Boktan amaçlarına ulaşıyorlar. Karı lar ordusu başıma
"13ağ ı m l ı l ığım öylesine derin, öyle güçlü ki" diyor Denny, "ya
üşüşmüş dırdır ederken, yanımdan geçen uzun boylu bir
hemşire, " H ı m m , sen ş u Bay Popüler olmalısın" diyor. l ıı ıyunduruğa bağlamazlarsa diye korkuyoru m . Hayatım sadece
Denny burnunu çekiyor. , ıl ııl bir çekmemeye çalışmaktan ibaret olmamalı."
"Mendile m i ihtiyacın var dostum?" diye soruyorum. l ler kim o l u rsa olsun diğer kadı n ları beceri l i rken hayal edebi­
İşin saçma tarafı ise, annemin iyileşmemesi. Fareli Köyün lıvnrum, diyoru m . B i l i rsin işte, bir arabanın sürücü koltuğunda
Kavalcısı ' n ı oynayıp insanların suçlarını ne kadar üzerime lı 11 .ıklarını açan bir kadın ve o n u n G noktası, senin kocaoğlan ı n

76 77
çivilediği hatunun idrar yolunun arkası. Ya da, kendini hatunu
sıcak bir küvetin kenarında domalmış vaziyette pompalarken
hayal edebi lirs i n . Yani onun özel hayatı n ı biliyorsundur.
ıı Ama Dr. Paige Marshall'la durum farklı: o sanki becerilmek­

ten fazlasını hak ediyor.
il Leş yiyen kuşlar tepemizde dönüp duruyor. Kuş zamanına
göre saat iki oluyor. Aniden çıkan rüzgar Denny'nin paltosunun
eteklerini omuzlarına savuruyor. Hemen düzeltiyorum.
lı "Bazen" deyip b u rn u n u çekiyor. "Dayak yemek ve
cezalandırılmak istermiş gibiyim. Artık Tanrı 'nın olmaması da
ıı
sorun değil benim için; ama yine de bir şeylere saygı duymak
I! istiyorum. Kendi evrenimin merkezi olmak istemem."
Denny bütün öğleden sonra boyu ndurukta olacağı için On iki
odunları ben kesmek zorunda kalacağı m . M ısırları kendi başıma
toplamam gerekecek. Domuz etlerini tuzlayacağım. Yumurtaları
ışıkta kontrol edeceğim. Domuzlara yem vereceğim. On seki­
zinci yüzyılın bu denli heyeca n l ı olacağını tahmin etmemiştiniz
değil mi? Denny'nin arkas ı n ı toplarken kambur sırtına doğru,
hiç olmazsa annemi ziyaret edip benmişim gibi davranabilirsin,
diyorum. İtiraf edeceği şeyi öğrenmek için.
Denny yere bakıyor. İki yüz metre yukarıdaki leş yiyen
kuşlardan biri Denny' nin sırtına beyaz, iğrenç bir parça bırakıyor.
Denny, "Dostu m , benim bir misyona ihtiyacım var" diyor.
"Öyleyse misyonun bu olsun. Yaşlı bir kad ı na yardım et"
rr clefon rehberi gün geçtikçe daha çok kırmızıya boya n ıyor.
1 ler gün daha fazla restora n ı n üzeri kırmızı keçeli kalem­
diyoru m.
Denny, "Dördüncü basamak nasıl gidiyor?" diye soruyor. lı• <,ililiyor. Bunlar öleyazdığım yerler. İtalyan. Meksika. Çin
"Dostum, yan tarafımda bir kaşıntı var, yard ı m eder misin?" ıııı •k:ı ıı ları . Para kazanmak için dışarıda yemek yiyebileceğim
diyor. ·ı•ı l l•rin sayısı gün geçtikçe azalıyor gerçekten de. insanları beni
Kuş pisliğine dikkat ederek sırtını kaşımaya başlıyorum. ı•vıııeleri için kandırabileceğim yerler eksiliyor.
l lcr zaman soru şudur: Bu gece boğulabilecek durumda mısırı?
1 ıi.lnsız mutfağı var. Maya yemekleri. Doğu Hint.
()l u rmakta olduğum, annemin eski evi, çok pis bir antikacı
lııl L.ı nına benzedi. Ortal ı k öyle dağınık ki, Mısır hiyeroglifle­
ı l ııı h ·ki figürler gibi yan yan yürümek gerekiyor. Masif ahşaptan
ı ıı ı ı ı mobilyaların, yani uzun yemek masas ı n ı n , sandalyele-

78 79
rin , konsol ve dolapların oymalı yüzeylerindeki yoğun şurup Fransız yemeği yiyen zengin insanlar da diğerleri kadar kah-
görü n ü m l ü vernik kararmış ve sanki isa'dan m i lyonlarca yıl rnman olmak isterler.
önce çatlamış. Şişkin koltuklar, insanın asla çıplak oturmak Diyeceğim şu ki. ayrımcılık yapmak lazım.
istemeyeceği , kurşun geçirmez cinsten goblenle kaplı. Size tavsiyem; hedef kitlenizi belirleyin.
Her gece işten sonra eve gelip, önce doğum günü kartlarını Telefon rehberinde üstü çizilmemiş balık lokantaları var.
kontrol ediyorum. Çekleri topluyorum. Bütün bunlar operasyon Moğol usulü mangal yapan yerler.
karargah ı m olan yemek masasının kapkara yüzeyine yayılmış Bugün gelen çekin üzerindeki isim, geçen nisan ayında
durumda. işte yarına kadar doldurulması gereken bir makbuz. l,,kandinav usulü yemek servis eden bir lokantada hayatımı
Bu gece sadece bir tane kart var ve iğrenç görünüyor. Posta l ıırtaran b i r kadına ait. Hani şu "açık b ü fe" tarzı yerlerden birin­
kutusundan sadece bu rezil kart çıktı ve içinde de elli papel­ ılt>. Ne sanıyordum ki acaba? Ucuz lokantalarda boğulmak elbet-
lik bir çek var. Yine de bir teşekkür notu yazmam gerekecek. 1 <' hatalı bir yatırım şeklidir. Tuttuğum büyük defterde hepsi
Gönderilecek b i r sürü yaltaklanma mektubu beni bekliyor daha. yıızıyor, bütün detaylar. B u defterde beni kimin, nerede ve ne
Nankör biri değilim; ama yollayacağınız sadece elli papelse. .ıınan kurtardığından, bugüne kadar benim için ne kadar para
bir dahaki sefere bırakın da öleyim. Tamam mı? Ya da en iyisi, lı.ırcadığına kadar her şey kayıtlı. Doğum günü kartının altında
bir kenara çekilin de, bırakın gecenin kahramanı zengin biri ,ı•vgiler yazıyor ve bağış yapan Brenda M unroe'nun imzası var.
olsun. Çekin altına, "Umarım bu biraz da olsa işini görür" yazmış.
Tabii ki b u nları hiçbir teşekkür notuna yazamam; ama yine Brenda M u n roe, Brenda Munroe. Düşün üyorum ama yüzü
de aklımdan geçiyor işte. lılr türlü gözüm ü n önüne gelmiyor. H içbir şey hatırlamıyorum.
Annemin evini şöyle gözünüzün önüne getirin: Bir eski l l lç kimse sizden öleyazdığınız o tecrübeleri hatırlamanızı bek­
zaman şatosundan çıkmış gibi görünen bir sürü mobilya. yeni lı•ycmez. Belki de daha iyi not tutmam gerekiyor; en azından saç
evli çiftlerin oturduğu türden nohut oda bakla sofa bir eve vı• göz renklerini yazabilirim. Ama şu halime bakın! Bu durumda
tıkılmış. Bütün bu koltuklar, tablolar ve saatler annemin eski lılle kağıt deryasının içinde boğuluyorum resmen.
memleketind en getirdiği çeyizleriymiş . ltalya'dan. Annem bura­ Geçen ay yazdığım teşekkür notu, şimdi ne olduğunu
ya üniversitede okumak için gelmiş ve beni doğurdukta n sonra ııııuttuğum bir şeyi ödemek için verdiğim mücadeleyle ilgiliydi.
bir daha geri dönmemiş. insanlara kirayı ödeyemed i ğ i m i veya dişçiye gitmem
Sizin de fark ettiğiniz gibi, artık onun italyanlıkla bir ilgisi yok. wı•ıcktiğini söyledim. Kimine süt almam gerektiğini veya
Ağzı sarımsak kokmuyor; koltukaltı kılları da uzun değil. Annem ı l 111ışmana ihtiyacım olduğunu söyledim. Aynı mektuptan
Amerika'ya tıp okumak için gelmiş. Lanet olası tıp. lowa'da. lıl ıknç yüz tane yollayınca insan hiçbirini asla tekrar okumak
Gerçek şu ki, göçmenler her zaman burada doğanlardan daha ı .ı ı·ıniyor.
Amerikalı olur. Yoksul ülke çocuklarına yardım eden kurumların ev için
Gerçek şu ki, öyle ya da böyle, ben onun Yeşil Kart'ıyım. l l lıt'i ilen bir versiyonu bu. B u tür kurumlarda bir bardak kahve
Telefon rehberine bakarken oyunumu daha seçkin bir seyirci lı ı•rt'k bir çocuğun hayatı n ı kurtara b i liyorsunuz. Sponsor olu­
önünde oynamam gerektiğini düşünüyorum . Paranın olduğu ,1 1 10,unuz. Burada sorun şu ki, hiç kimsenin hayatı n ı bir seferde
yere gitmeli ve onu eve getirmelisin. Bol yağda kızartılmış tavuk 1 1 1 1 1 ,ıramazsınız. insan ların benim hayatımı tekrar tekrar kurtar-
köftesi yerken ölümüne boğul manın bir anlamı yok. 111.ılnrı gerekiyor. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi b u rada da,

xn 81
"sonra sonsuza dek mutlu bir şekilde yaşadı" d u ru m u yok. Oıekli yeni insanlar kaydetmeniz gerekiyor. Aynen sosyal
Aynen t ı p fakültesin de olduğu gibi, b i r i n i n hayatı n ı �f'ıvenlik kurumunda olduğu gibi burada da başkaları için
ancak ölene dek birçok kez kurtarabil irsiniz. B u Tıbbın Peter p.ıra ödeyen iyi kalpli bir insan güruhu mevcut. Bu iyi kalpli
Prensibi'd ir. '•. ımiriyelileri son kuruşlarına kadar soymak da benim kişisel
Bana para gönderen bu insanlar, kahraman l ı k taksitlerin i .ı ısyal güvence ağım .

ödüyorlar. "Ponzi Modeli" uygun terim olmayabilir ama i l k aklıma gele n i .


Boğazıma kaçabilece k Fas yemeği var. Sicilya yemeği var Acı gerçek ise, hala her gece telefon rehberini karıştırıp, öle­
Her gece. y.11.mak için iyi bir yer aramak duru m u nda olmam.
Ben doğdukta n sonra annem Amerika'd an başka bir yer Bu koşuya Victor Mancini Tele-Maratonu denebilir.
kıpırdam amış. Hep bu evde değilmiş tabii. Bu eve son ke Bu yaptıklarım ı n devlet idare etmekten bir farkı yok. Victor
hapisten ç ı ktıktan sonra taşındı. Okul otobüsü çaldığı için M ı ı ncini refah devleti nin tek farkı , faturayı ödeyen vatandaşların
çarptırıld ığı cezayı çektikten sonra. Araba h ı rsızlığınd an v h . ı l lerinden yakınmamaları. Aksine kendileriyle gurur duyuyor-
çocuk kaçırmakt an ötürü çarptırıldı ğı cezayı. Bu ev veya mobil 1.ıı Hatta olayı arkadaşlarına anlatıp övünüyorlar.
yaları çocukluğ umdan hatırlamı yorum. Bunların hepsini aile Bu bir hediye ağı ve ağın tepesinde ben varım ; yeni üyeler de
si italya'dan yollamış. Yani sa n ı rım öyle. Bir yarışmada n d lı.ına arkamdan sarılarak hediye satın almak için kuyrukta bek­
kaza n m ış olabilir; h i ç bilmiyoru m. lıvorlar. İyi kalpli ve cömert olan bu insanJarın içi kan ağlıyor.
Ona ailesini, yani italya'dak i ninemi ve dedemi sadece bi Yine de, en azından kazandığım parayı uyuşturucuya veya
kez sordum. �ıınıara harcamıyorum. Yemeklerimi bile bitiremez hale gel­
Ve annem dedi k i , yani hatırladığ ım kadarıyla , şöyle dedi: ı l l ı ı ı artık. Her yemeği yarım b ı rakıp işe başlamam gerekiyor.
"Senden haberleri yok; b u yüzden başıma iş açma." lln�ulma ve kusma numaralarını yapmam gerekiyor. Bütün bun-
Eğer annemin piçi n i bil miyorlarsa , eminim teşhirci likten 1 . ıı.ı rağmen bazıları tek kuruş bile ödemiyor. Bazıları gerisini
cinayete teşebbüst en, ihmal sebebiyle öldürmeye teşebbüste l ıilt• düşün m üyor. Yeterince zaman geçtikten sonra, en cömert
hüküm giydiği n i , hayvanlar ı taciz ettiğin i de bilm iyorlardır ı ıl.ııılar bile çek yollamaktan vazgeçecek.
Onların da deli olduğund an adım gibi eminim. Şu mobilyala r Aglama böl ü m ü , yani birilerinin kolları vücuduma dolanmış
baksa nıza. M u htemelen deliydiler ve öldüler. ıılyetteyken gözyaşlarına ve h ı çkırıklara boğu lduğum kısım
Telefon defterini karıştırıp d uruyorum . 1 1 1 1 , ı n l a kolaylaşmaya başladı. Fakat ağlamanın en zor yanı da,
Gerçek ş u ki. annemi St. Anthony' s Bakımevi 'nde tutmanı ııııı geçtikçe, bunu durduramıyor oluşum.
bir aylık bedeli üç bin papel. Bir bezi e l l i papele değiştiriliyor. Telefon rehberinde, üzeri çizilmemiş olan, eritme peynir
Mide tüpünün parası n ı ödeyebilm ek için kaç kere daha ölü ı• ıııcği yapan yerler var. Taylan d , Y u n a n , Etiyopya ve Küba
mün kıyısına gelmem gerekecek Tanrı bil ir. lııl , ı ı ı Laları var. Ölmek için uğramadığım binlerce lokanta var
Gerçek şu ki, büyük kahraman lar defterind e, üç yüzden fazl ı lı ıl ı . ı
isim kayıtlı ve ben yine de üç b i n papeli her ay bir araya getir Nılkit akış ı n ı artırmak için h e r gece iki veya ü ç kahraman
miyorum. ilaveten her gece elinde hesapla bekleyen bir garso ıl .
ı ı ı ınalısınız. Bazı geceler tam olarak karnınızı doyurmadan
var. Artı bahşiş var. Şu lanet olası genel giderler öldürüyor ben 11111 ı • üç dört yere gitmeniz gerekebi lir.
Herhangi iyi bir piramit planında olduğu gib i , en alt s ı ray l lC'n akşam yemeği oyunu oynayan ve gecede üç gösteri

82 83
yapan bir sanatçıyım aslında. Bayanlar ve Baylar, izleyicilerin
arasından b u raya bir gön ü l l ü alabilir miyim lütfen?
"Teşekkü rler ama sizi değil" demek isterdim ö l ü akrabalarıma.
"Ben kendi ailemi kurabilirim."
Balık. Et. Vejetaryen. B u gece de çoğu gece olduğu gibi, işin
en kolay tarafı gözlerinizi kapamak.
Parmağınızı açık duran telefon rehberin i n üzerine getirin.
Baya nl a r ve Baylar, ayağa kalkın ve kahraman olun. Ayağa
kalkın ve b i r hayat kurtarı n .
E l inizi indirin ve bırakın d a sizin yerin ize kader karar versin.

On Üç

S
ıcak yüzünden Denny önce paltosunu, sonra da hırkasını
çıkarıyor. Kollarındaki ve yakasındaki düğmeleri bile açma­
r lı ı n gömleğini yukarı sıyırıp tersyüz ettiği için kafası ve elleri
l ı r ın ızı ekose gömleğe hapis. Göm leği kafasından çıkarmak için

ı
u lV(lŞUken gömlekle birlikte üstündeki tişört de koltukaltlarına
l .ı la r sıvanıyor ve çökük, isilik o l m uş karnı görünüyor. Küçük
wı'\�üs uçlarında uzun ve kıvırcık tüyler çıkmış. Göğüs uçlarında
ı, .ıl li1k ve yaralar var.
lfü yandan gömleğiyle boğuşurken bir yandan da, "Dostum
lhl !imde çok fazla kat var. Burası bu kadar sıcak olmak zorunda
ı ı ı ı r diye soruyor.
l�vet; çünkü burası bir çeşit hastane. Burası b i r bakımevi.

85
84
Another random document with
no related content on Scribd:
Il s’appelait Auguste Crochard, et toute sa personne chétive et noire,
infiltrée de bile, était faite en effet pour mordre et pour dévorer. Veuf d’une
femme qui chargeait comme rien un quintal de son, et se levait à trois
heures pour soigner les bêtes, il entrait en fureur à la pensée qu’il l’avait
perdue. Une maladie de foie qui le ravageait aigrissait encore son humeur.
Ses voisins le haïssaient, pour sa cupidité et les querelles qu’il engageait
à tout propos. Levé avant le jour, rossant son chien, allongeant de grands
coups de fouet aux chats d’alentour, il était rongé de désirs et de
convoitises. Il lui fallait se sentir le maître. Mais si âpres que fussent ses
ambitions, son commandement ne dépassait pas les trois pièces de son
logement et le pâturage qu’il avait loué. Toutes les vignes qui l’entouraient,
les pièces de terre, il avait envie de les tondre, de les décharner. Il supputait
quelles pouvaient être ses chances de s’y établir. Tous les propriétaires du
pays, il les connaissait pour avoir fait des labours chez eux ou leur avoir
apporté du bois. Il s’était formé une idée de leur caractère, de leurs
ressources. Parfois, un vertige lui prenait l’esprit à la pensée que certaines
terres hypothéquées pourraient être vendues pour ce que les paysans
appellent un morceau de pain; mais jamais l’occasion d’une grande réussite
ne s’était encore présentée.
Lorsqu’il soupçonna la victoire de Pouley, sa petite face terreuse,
tourmentée et grimaçante comme une gargouille, devint toute noire.
Cette affaire qui était là, si près, qui lui revenait comme au plus voisin,
qu’il avait couvée, elle lui échappait. Et c’était Pouley qui la lui arrachait,
l’homme qu’il détestait entre tous les autres pour sa chance, son
avancement, sa voiture rapide attelée du meilleur trotteur de la commune.
Celui-là gagnait de l’argent, élevant des bêtes, revendant, suivant les foires,
constamment heureux, engraissé par sa rapide prospérité. Et il lui enlevait
cette occasion! Il venait à deux pas de lui, sous son nez, lui ôter son bien.
Car cette affaire qu’il aurait pu avoir, elle était la sienne. Ah! le voleur!
mais il se vengerait. Et cette jeune fille qui l’avait joué, elle lui paierait
aussi ce tour-là. Une originale qui vous saluait sans vous regarder, juste de
la tête. Les pauvres, pour elle, ce n’était rien. On avait beau vivre à sa porte,
on n’existait pas.
Il la surveillait maintenant du matin au soir, jaloux de tous, dévoré du
désir de s’approcher, de tendre l’oreille quand il la voyait près de la
charrette de Mme Rose. Elle se détachait, avec sa sobre robe noire, son teint
pur et lisse, sur le groupe des femmes en camisole. Il se demandait ce que la
marchande pouvait bien lui dire, penchée ainsi, volumineuse, éclaboussée
de rires et de grand soleil, et quel complot se nouait là, contre lui peut-être,
quand la jeune fille restait la dernière, s’attardant à écouter les mots
chuchotés.
Il se méfiait du charpentier qui raccommodait l’escalier et qu’il
apercevait de loin, sciant des planches, derrière la maison. Celui-là était
dans la place, et aussi les paysans, les pêcheurs mêmes. Le vieil Augustin
avait l’air chez lui, toujours occupé à étendre ses filets ou à les dépendre,
quand il n’était pas dans la cuisine à vider un verre. Le bonhomme jouait
partie liée avec Louisa; et il haïssait cette femme sèche et dissimulée, qui
devait tout gouverner là-bas. Celle-là certainement lui barrait la route, rogue
avec lui, remâchant les injures qu’il lui avait crachées un soir de colère,
devant les rires des voisins. Il ne lui pardonnait pas cette colère-là, qui
empoisonnait ce qu’il méditait, maintenant qu’il aurait eu besoin de voir
Louisa, de l’attirer chez lui, de la mettre dans ses intérêts, sans en avoir
l’air, comme cela se fait, à demi-mots, quand on est des pauvres et qu’il faut
bien se soutenir.
Mlle Dumont même, ne trouvait pas grâce devant lui. Qu’est-ce qu’elle
voulait? Une mijaurée, une hypocrite, qui préparait des coups en sourdine!

Chaque propriété est un petit monde. Ses conditions de vie lui sont faites
non seulement par le sol, le beau temps, la pluie, mais encore par un
organisme plus ou moins solide, dont le maître est la tête, et qu’un rien
détraque si la volonté est incertaine, l’outillage défectueux. Nulle part, peut-
être, les passions ne sont plus tenaces, longuement couvées, surexcitées par
mille piqûres, des affaires de chat et de chien, de poules perdues, de
légumes arrachés la nuit dans un potager. Le passant qui regarde de la route
ces carrés de terre si bien cultivés, des hommes qui labourent, de bonnes
femmes groupées autour d’une lessive ou d’une basse-cour, a l’impression
d’une vie monotone et irréprochable. Ah! la paix, l’air pur, l’honnêteté des
gens et des choses! Les paysans ont une maison, du vin et du bois, des
légumes dans leur jardin, des caisses grillagées bondées de lapins. A la
campagne, on est bien heureux! Mais entre ces gens qui vivent porte à
porte, ces femmes qui bavardent, quelle activité de soupçons, de jalousies,
de pensées longuement conduites à leur but! Chaque famille qui en hait une
autre a sa politique, sa manière d’aborder le maître, de semer en lui le
mécontentement ou la méfiance. Les paysans entre eux n’en sont jamais
dupes. L’un d’eux est-il renvoyé, ou bien va-t-il l’être, chacun dit déjà quel
est celui qui le fait partir.
Crochard savait le bénéfice que l’on peut amener à soi en s’insinuant
dans ces luttes sourdes. Le génie de Dupleix cajolant les rajahs de l’Inde, le
regard double de M. de Talleyrand confiant successivement ses pensées
secrètes au gilet de chaque plénipotentaire, dans un congrès célèbre, et
faisant les amis de la veille se montrer les dents; tout cela, flair merveilleux
et grandes trouvailles, se rencontre parfois en réduction dans le cœur de
l’homme le plus inculte quand la passion lui souffle ses étincelles. Et quelle
forge que le cerveau d’un illettré! Toutes les forces y sont captées par le
maître obscur, l’instinct, qui enseigne les ruses, prévoit les embûches,
découvre en chacun le nœud, la fissure et se repaît des crachats mêmes
comme de l’aliment amer de la haine. Le temps est à lui.
Il y avait aux Tilleuls un assez nombreux personnel: un laboureur, deux
ménages de vignerons gagés à l’année et un vieux bonhomme, le père
Pichard, que Mme Dupouy avait gardé par bonté et parce qu’il était sur la
propriété depuis sa jeunesse. Pendant les grands travaux du printemps et
ceux de l’été, cinq ou six journaliers servaient de renfort.
Mme Dupouy n’était pas enterrée depuis trois semaines que Crochard
commençait déjà à faire des avances aux uns et aux autres. Saubat, un petit
homme de cinquante ans, trapu, velu, qui avait des épaules épaisses et des
bras de phoque, lui montrait une mine assez rechignée. Sa femme aussi,
corpulente et courte, la tête serrée dans un madras brun, le rejetait du regard
au seuil de la porte. Quand elle le voyait venir, elle remontait ses lunettes
sur deux bandeaux de cheveux noirs mélangés de gris:
—Qu’est-ce que vous voulez?
Il faisait l’aimable:
—Michel ne vous a pas dit, Léontine, s’il avait besoin de tabac? Je vais
au village.
Elle le rembarrait:
—Du tabac... Ce n’est pas la peine de lui en parler. Il sait bien y penser
lui-même. Quand il en voudra, qu’il aille en chercher.
Il se retirait, avec cette politesse excessive des gens qui ne sont au fond
que violence:
—Alors, c’est bien. A une autre fois.
Pour Pichard, qui commençait à trembloter, il tirait de son gousset une
tabatière à queue de rat. Le bonhomme y plongeait ses doigts rapprochés
pour prendre une prise, se mouchait salement, larmoyait un peu. Celui-là
l’impatientait:
«Vieux gâteux!» marmottait-il intérieurement.
Mais il cajolait particulièrement un jeune ménage entré depuis peu.
L’homme, Octave, se montrait ouvert et un peu bavard. C’était un grand
gars osseux, bien planté, la figure maigre et les mains énormes. Le
dimanche matin, il l’emmenait dans sa carriole. Devant la maison du
buraliste, qui tenait en même temps café et débit, le cheval s’arrêtait;
Crochard tapait dans le dos de l’autre:
—Je te paie le vin blanc!
Quand Octave rentrait, il trouvait sa femme qui n’était pas sortie de la
cuisine depuis le matin. Elle était tout occupée de son ménage, d’une petite
fille qu’elle nourrissait. Il lui racontait que Crochard avait dit ceci et cela.
Mais elle ne riait pas:
—Encore un qui veut te monter la tête!
Elle paraissait plus clairvoyante que lui, cette Aurélie, une petite femme
brune, de parole vive. On ne lui en aurait pas tant conté:
—Les hommes sont si bêtes!
Crochard pensait:
«Je le tiens, celui-là. Je pourrai le mener sans qu’il se méfie. Une tête
d’enfant, pas de malice, un gars qui dit tout.»
Il avait son plan. Il s’introduirait bien dans la place un jour ou un autre;
alors, ceux qui lui résisteraient, il les ferait partir; s’il le fallait, ils
partiraient tous. Les nouveaux, ce serait lui qui les choisirait. Quand la
demoiselle en aurait assez, il affermerait: peut-être pourrait-il acheter
même, en payant à terme...
Il n’attendait plus qu’une occasion, refoulant sa bile. Tant de fois, avec
ses grandes montées de colère, le bruit et les coups, il avait ruiné en une
heure ses combinaisons. Pour celle-là, il ne tirerait pas sur le mors avant
l’arrivée. Pourtant, à trop patienter, il avait manqué l’affaire des prés, et
c’était une chose qu’il aurait longtemps à se reprocher.
Pouley surtout l’exaspérait. Un matin, l’ayant aperçu qui venait avec son
cheval prendre la faneuse, il ne fut plus capable de se contenir; à peine
l’eut-il vu passer, assis sur le siège de sa machine, comme en haut d’un
énorme insecte aux pattes repliées, il mit son béret et traversa enfin la route.
La maison, toutes portes et fenêtres ouvertes, respirait ces brises du
matin qui ont passé sur les brumes du fleuve et sur la rosée. Paule debout,
en peignoir blanc, ses cheveux relevés à la hâte en un chignon bas,
arrangeait des fleurs dans un vestibule carrelé qui faisait communiquer la
salle à manger avec le salon. A côté d’elle, sur un guéridon d’acajou,
recouvert d’une tranche de marbre gris, elle avait posé une brassée d’iris
qu’elle venait de cueillir dans le jardin, tout mouillés encore. Elle aussi, la
grande et claire jeune fille, avait sur son cou et dans ses cheveux quelques
gouttes de cette eau céleste où demeure une douceur d’étoiles. Tout à
l’heure, comme elle revenait dans une allée, tenant pressée dans ses bras la
gerbe de fleurs, une branche basse l’avait effleurée.
L’homme apparut dans la porte ouverte, chétif et noiraud, grimaçant son
meilleur sourire. Il semblait suer péniblement l’amabilité:
—On m’a dit que mademoiselle avait besoin d’un laboureur?
Paule se retourna, un peu étonnée, avec une expression de bonté sur sa
bouche fraîche:
—Non, je n’ai demandé personne.
Il se rapprocha un peu, franchissant le seuil, et tortilla de longues offres
de service...
Elle continuait de prendre une à une les belles fleurs sculptées dans du
givre, entre leurs glaives d’émeraude. La haute gerbe, dans un vase de
porcelaine peinte contourné comme un coquillage, avait le jaillissement
d’un chant printanier. Paule allant et venant autour de cette clarté semblait
en être revêtue. Il se dégageait d’elle cette fraîcheur que la jeunesse n’a
parfois qu’une heure, avant que l’aient touchée certaines laideurs dont la
flétrissure est ineffaçable. La manche ouverte de son peignoir au-dessous de
son bras nu volait comme une aile.
Elle réfléchissait, c’était bien vrai qu’elle se trouvait embarrassée. Le
domestique qui menait les bœufs lui avait dit le matin même qu’une de ses
bêtes était blessée: un grand clou planté dans un pied avait provoqué un
abcès. Sa pensée voyait déjà les labours en retard, l’herbe dans les vignes;
tous les autres travaux seraient arrêtés.
Le lendemain, Crochard marchait au milieu d’une allée, son bœuf massif
à côté de lui et l’attelait à la charrue. Sa petite tête, redressée cette fois et
arrogante, jetait des coups d’œil perçants à droite et à gauche.
Les scènes commencèrent.
Les disputes conservent depuis des siècles dans le Bordelais une verdeur
et une extraordinaire richesse de vocabulaire. Nulle part peut-être les éclats
d’une querelle n’ont tant de couleur et de mouvement. Deux femmes
surtout, plantées face à face, peuvent s’insulter pendant des heures, sans que
s’affaiblisse ce torrent d’injures. Tout au contraire, il rebondit et grossit
toujours.
Si Paule avait donné la moindre réplique, la scène que lui fit Louisa
«rapport à Crochard» aurait pu durer la journée entière. Elle ne comprenait
pas, elle, l’entrée dans la propriété d’un homme pareil, un ivrogne, un
fumier, qui insulterait tout le monde, et mettrait la vigne à feu et à sang; un
méchant sujet qui cherchait toujours quelque os à ronger. Ah! le bel
homme, le joli garçon, il aurait mieux fait d’aller se cacher. Dieu merci, elle
y voyait clair, elle n’avait pas besoin de mettre ses lunettes. Un laboureur,
elle en aurait trouvé ailleurs, et même dix, s’il l’avait fallu. Le bœuf n’était
pas aussi malade qu’on le prétendait: on faisait une bien grande affaire pour
un mauvais clou.
—C’est étonnant, confia Paule à Mlle Dumont, comme les vieilles
domestiques deviennent tracassières.
Mais les pires scènes furent celles de Crochard lui-même, bientôt
enhardi, prenant pied partout, lançant d’abord à ses ennemis des morsures
rapides, puis les tenant plus longuement entre ses mâchoires, les mastiquant
à pleines dents, les couvrant de fiel.

VII
Tout le monde parlait de la sécheresse.
Août amenait des chaleurs torrides. Le soleil de midi blanchissait le ciel;
une buée aveuglante tremblait sur les vignes. Jusqu’à trois heures, la
campagne était vide, les volets fermés. Les gens se lamentaient sur les puits
taris. On trouvait dans les basses-cours des poules crevées.
Dès qu’on entrait dans une cuisine, un nuage de mouches vous
enveloppait.
Le soir, la terre et les murs dégageaient une si épaisse chaleur que l’on
étouffait encore à la respirer; on apercevait des gens couchés au bord de
l’eau, cherchant la fraîcheur. Parfois, un orage lentement amassé éclatait
enfin.
Paule commençait à se sentir lasse.
Pouley, qui avait pour elle des prévenances, arriva un matin avec un
grand panier fermé. Il lui apportait un petit chien qu’un maquignon de ses
amis lui avait donné.
C’était un fox d’écurie, au poil assez fin, à la queue coupée. Il avait de
beaux yeux d’agate dans des taches de poil noir et feu qui semblaient
tracées au pinceau. Une raie blanche les séparait au milieu de la tête.
Le panier ouvert, dès qu’elle le vit, avec son museau frais, sa petite truffe
noire, point effrayé du tout, sautant, aboyant, elle eut un mouvement de
plaisir:
—Il est bien gentil. Comment s’appelle-t-il?
Pouley, souriant, ne savait pas.
Elle l’avait appelé Boli.
Il était extrêmement vif, rapide à la course, et jetait le désordre dans la
volaille. On le voyait passer comme une flèche blanche, poursuivant le chat.
Son compère niché sur un arbre, il sautait au-dessous indéfiniment, aboyant
à en perdre haleine.
Paule était sans cesse occupée à le retrouver. On l’entendait appeler:
—Boli... Boli...
Il reparaissait deux ou trois secondes.
Avec lui, il n’y avait pas moyen de causer ni de s’arrêter. Le temps de
tourner la tête, on ne savait plus où il était. Elle frappait dans ses mains:
—Voyons, Boli, tu es insupportable!
Il sortait au petit galop d’un chemin, d’un chai, le nez toujours au vent,
affairé.
Tout de suite, il s’était attaché à elle, la tyrannisant: pendant les repas, il
écorchait sa robe de ses ongles rudes; quand elle se préparait à sortir, il la
surveillait, couché en rond dans un fauteuil; si elle le laissait, c’étaient des
regards à fendre le cœur: puis, quand elle rentrait, des aboiements, des
colères folles.
La nuit, il sautait sur son lit, lui flairait le visage pour voir si elle n’était
pas encore éveillée. Quand la chaleur était étouffante, il changeait de place,
se jetait sur le parquet étendu à plat, essayait d’un fauteuil, d’un autre et
poussait de petites plaintes vers la fenêtre.
Parfois, elle le retenait sur ses genoux, lui prenait la tête entre ses deux
mains, et l’étouffait de grands baisers tristes:
—Il n’y a que toi qui m’aimes!
Elle était bien seule en effet.
Pourtant, l’idée ne lui venait pas qu’elle pourrait se faire une autre
existence. Comme au premier jour de son deuil, elle eût répondu:
—Où voulez-vous que j’aille vivre?
Son pays, c’était celui-là, avec sa terre épaisse et riche, dans laquelle le
feu de l’été ouvre des crevasses. Une campagne non point solitaire, mais
pleine de grâce, soulevée par le mouvement paisible de ses coteaux; pleine
de vie aussi, parcourue de ronflements d’automobiles et liée par le large flot
brillant du fleuve à la grande ville, dont elle voyait le soir scintiller les feux.
Elle se sentait là au bord de la foule, mais protégée des heurts, des
malpropretés. Les remous souillés des faubourgs ne l’atteignaient pas. Et les
énormes cités usinières, récemment créées, villes d’hier, postes avancés
sortis du sol bouleversé comme de nouvelles forteresses, avec leurs tuyaux
démesurés, leurs masses brutales en ciment armé, n’avaient pas poussé leur
conquête jusqu’à sa commune; quand bien même elles arriveraient au bord
de ses terres, elle les défendrait.
Autour d’elle, des agents d’affaires et des usiniers achetaient beaucoup.
Il était sans cesse question de domaines vendus ou qui allaient l’être. Mlle
Dumont lui avait même transmis une proposition qui venait du père d’une
de ses élèves:
—Céder les Tilleuls!
Elle aurait voulu qu’on lui en offrît un prix énorme, un million peut-être,
pour avoir le plaisir de le refuser.
Ses terres, elle leur était attachée d’une passion innée, plus vieille
qu’elle-même, qui plongeait ses racines dans une famille dont elle était
pleine, toute la famille paternelle, des hommes et des femmes robustes
comme elle, nourris de cet air, orgueilleux de ces vignes, du vin éclatant
dont elles ruisselaient, et qui avaient ici même livré leurs batailles. Vivre
comme eux, exercer leur autorité, ce rêve demeurait celui de toute sa
jeunesse.
Que ce fût un plaisir pour elle de décider et d’améliorer, c’était ce que sa
mère n’aurait jamais pu comprendre. Mme Dupouy, fille de fonctionnaire,
avait été élevée dans une sous-préfecture à moitié dormante. Son rêve eût
été de vivre dans un petit appartement avec une seule domestique, des
revenus fixes. La gestion d’une propriété lui paraissait une aventure
perpétuelle, une sorte de baccara. Longtemps, elle avait caressé l’espoir que
sa fille, à sa majorité, se rangerait à son opinion. Mais il n’existait pour
Paule que les Tilleuls au monde.
La pauvre femme soupirait:
—C’est fini. Elle sera comme son père. Il n’y aura pas moyen de
l’habituer ailleurs.
C’était entre elles le malentendu de deux natures que rien ne peut jamais
fondre tout à fait: la terrienne, indépendante, courageuse, qui aime les
grands risques de chaque jour; la citadine, qui préfère son travail de fourmi
dans la fourmilière.
Quand Paule y pensait, une tristesse se peignait lentement sur sa figure.
Elle comprenait maintenant que le chagrin change, et que les pauvres yeux,
fatigués, usés, ne voient pas la vie comme des yeux neufs. Après six mois
de vie tout intérieure, une aridité l’envahissait: cette sécheresse d’âme qui
est la souffrance des natures trop tendres, trop portées au rêve, qui
s’épuisent elles-mêmes, et ne souhaitent plus rien pour avoir désiré trop
passionnément.
Elle sortait vingt fois par jour, rentrait, changeait de place, essayait de
lire. Dans la bibliothèque de famille, elle prenait toutes sortes d’ouvrages.
Mais tout lui était sujet d’amertume et de lassitude. Quand elle rouvrait
Eugénie Grandet, le livre cher dont son chagrin s’était nourri, Mme Grandet
et sa fille travaillant côte à côte, l’une sur sa chaise à patins, l’autre sur son
petit fauteuil, la faisaient pleurer. Elle se rappelait sa propre vie avec sa
mère, leur entente de cœur, leur intimité. Charles Grandet ressemblait à
Seguey. Lui aussi était malheureux, et si attrayant, d’un charme qui à
travers le vieux livre la troublait encore.

Un matin, en se réveillant, elle se sentit comme délivrée de son dégoût,


le cœur touché par un pressentiment de bonheur indéfinissable.
Elle regarda ses robes et pensa qu’elle devrait en commander une plus
élégante. Elle voulait aussi un grand chapeau. A la campagne, il était inutile
de porter un voile et que signifiait cet étalage?
Quand elle eut fait tous ses tours, surveillé ses gens, elle rentra vers midi
avec une sensation de fatigue heureuse. Sa figure était brûlante. Elle avait
ramassé sous les arbres des poires tombées. Comme elle les faisait rouler
sur la table de la cuisine, elle aperçut le courrier que Louisa avait posé au
coin du buffet: entre une lettre d’affaires et un catalogue, une petite carte
était glissée.
Tout de suite, au-dessous de quelques lignes d’une écriture fine et
charmante, la signature se détacha.
Bien des jeunes filles, élevées selon les idées actuelles, ne pourraient
comprendre l’émotion que Paule éprouva en recevant cette carte de Gérard
Seguey. Dans l’étouffement de la surprise, elle ne sentit d’abord que de la
joie. Puis des scrupules la tourmentèrent à la pensée qu’elle devrait peut-
être répondre. Elle était troublée. Mais le rayon d’un jour nouveau, touchant
le cœur d’une jeune fille, fond comme la rosée cette première délicatesse.
Moins d’une heure après, tout était changé. Son âme s’élargissait dans la
douceur de cette aventure. Sa mère sans doute, avec son caractère tellement
craintif, attaché aux anciennes règles, l’eût désapprouvée. Mais entre
Gérard et elle, le jour de la vente de Valmont, il y avait eu un appel si fort
de compassion et d’amitié qu’il ne lui était plus possible de le considérer
comme un étranger. Il pensait à elle. C’était naturel. Si elle ne répondait pas
à son souvenir, il pourrait croire qu’elle était oublieuse ou indifférente.
Avant même de lui avoir écrit, elle se sentait justifiée, sûre que son cœur ne
la trompait pas.
Sa vie fut désormais remplie par l’attente.
A l’instant où il lui avait dit, dans le passage sombre: «Vous ne me
verrez plus», elle s’était sentie retomber dans sa vie déserte. Elle avait
pensé: «C’est fini.» Pourtant, c’était un commencement. Tout ce qui arrivait
lui paraissait merveilleusement extraordinaire... un si long silence, puis ce
souffle qui changeait l’air et annonçait des jours inconnus.
Il y a dans l’ouverture toute la symphonie; dans l’enfance, la vie tout
entière. Les lettres d’amour les plus passionnées n’auraient pas touché
chaque fibre de son être d’une manière si mystérieuse que ces petites cartes.
Elle en reçut une seconde, puis une troisième. Pour bien des femmes, elles
eussent paru insignifiantes: quelques lignes expliquant la vue d’un jardin ou
d’un monument. Au-dessous d’une grande église cuirassée de flèches, de
niches, de sculptures, il avait écrit: «J’aime mieux la nôtre!»
La nôtre... Sans doute celle du coteau, la petite et vieille Sainte-Quiterie,
derrière ses tilleuls, au fond de la place qui a la forme d’une queue de
poisson. Dans ce mot si profondément doux, pour la première fois ils
étaient ensemble, unis par une intimité d’âme, de sentiments et de
souvenirs, possesseurs de la même beauté précieuse entre toutes, petit point
unique dans le vaste monde.
Derrière une carte qui représentait un panorama triste et noir, il avait
écrit: «Je me rappelle, sur notre rivière, les soirs qui ont la couleur des robes
de Peau d’Ane.»
Elle, elle choisissait chez le buraliste des vues du pays: le coteau, le
village, le jardin de l’hospice, avec trois sœurs comme des lis dans une
petite allée, devant la chapelle; la maison de Mᵉ Peyragay, dont
l’architecture, inspirée des grands maîtres du dix-huitième siècle, était
délicieuse.
Un jour, comme elle remuait sur le comptoir quantité de cartes, dans une
vieille boîte de carton qui sentait le vin et le tabac, elle eut un grand
battement de cœur. Cette façade blanche, dans un paysage d’hiver, mais
c’était Valmont! Le photographe maladroit l’avait prise en biais, à travers
une grande branche recourbée qui se divisait comme une main énorme dans
une chevelure de ramures fines. Cette carte-là, elle se demanda si elle
l’enverrait. Finalement, elle la cacha au fond d’une boîte, dans son armoire,
comme elle aurait fait d’une chose brûlante qui l’eût pu trahir. Le soir, elle
l’allait chercher, regardait la porte, les fenêtres à petits carreaux: un rideau
aperçu à travers les vitres l’attirait plus loin, jusqu’à l’âme même, dans
l’atmosphère où les choses avaient autrefois vécu. Ses pensées flottantes se
condensaient autour du délicat visage de cette maison. Pour ses deux sous,
elle avait acheté un trésor de rêves.
Elle n’osait pas écrire comme lui: notre coteau, notre vieille église, mais
elle lui disait: «Cette croix, c’est celle qui est en bas du petit chemin, vous
rappelez-vous?» Il y avait dans ces quelques mots un appel rapide, une
sollicitation à être fidèle.
Pour trouver dans un aussi mince sujet une telle exaltation de la vie du
cœur, il faut avoir eu vingt ans dans la solitude, une existence silencieuse et
pure, profondément ignorante des calculs humains. Il faut encore avoir été
privé d’affection et posséder dans sa fraîcheur l’état de grâce de la jeunesse,
ce don d’aimer comme on respire, pour le seul délice de se sentir vivre. Le
monde se plaît à penser que ces sentiments n’existent plus. Il les traiterait
volontiers de vieilles romances. Mais que l’on descende dans la vérité des
plus humbles vies, on y verra que le printemps des cœurs n’est pas plus
déteint que le rose des lilas, le bleu des pervenches, et les divines rosées du
ciel sur l’herbe innocente.
Chaque matin, Paule se coiffait soigneusement en pensant à lui,
changeant parfois la disposition de ses cheveux, attentive à chercher ce qui
pourrait lui plaire, mais avec une profonde ignorance de l’art où excellent
d’instinct les jeunes filles les plus dénuées d’âme et d’intelligence. A
s’embellir, elle avait l’impression de faire quelque chose de précieux pour
lui. Le temps fuyait, elle donnait ses ordres, passait en revue les occupations
de chacun; mais, dans cette grande demeure immuable, un attouchement de
rêve et de joie ensorcelait sa vie tout entière.

Elle allait souvent finir la journée chez ses paysans.


Les deux ménages de vignerons habitaient le même bâtiment, à droite du
portail. La maison basse, d’une blancheur crue, donnait d’un côté sur la
route, et de l’autre sur un potager. Dans les après-midi de chaleur, une
vieille voile était tendue de ce côté et formait une tente devant la porte.
Aurélie poussait dans l’ombre la voiture au fond de laquelle dormait sa
petite fille, protégée des mouches par un rideau de mousseline. Léontine,
toujours méfiante, travaillait derrière sa fenêtre. Ses prunelles marron
allaient sans cesse à droite et à gauche, ne laissant rien perdre de ce qui se
passait. Une petite flamme s’y allumait parfois. Mais, dans ses propos de
grosse matrone méridionale, elle se montrait circonspecte et
précautionneuse; sur ses pires ennemis surtout, elle se donnait l’air de ne
rien savoir.
Le ton changeait quand Paule lui parlait de ses maladies. Elle devenait
alors volubile; un contentement se répandait dans sa voix grasse habituée à
se lamenter. Tout la fatiguait, sa tête enflait, elle n’y voyait plus... elle avait
comme une bête dans l’estomac qui le lui rongeait.
L’écurie voisine répandait une odeur forte. On entendait les sabots des
chevaux sur la terre sèche et les coups de tête dont ils ont coutume pour
chasser les mouches.
A côté, dans un petit hangar, un vieux bonhomme faisait chauffer une
gamelle. Il poussait sous un trépied des brins de sarment. Elle lui
demandait:
—Eh bien! Pichard, cette soupe est bonne?
Ou bien:
—Qu’est-ce que vous me racontez aujourd’hui, Pichard?
Il allait chercher une chaise pour elle dans une petite pièce où il y avait
des chiffons par terre, et de vieilles savates sur toutes les marches d’un
escalier en bois montant à l’étage. La table était sale, couverte de mouches,
avec des croûtons de pain, quelques gousses d’ail, et une assiette jamais
lavée dans laquelle il avait bu du vin avec son bouillon. Mais quant à mettre
de l’ordre parmi ses hardes, il ne fallait pas y songer.
Paule arrivant, c’était la jeune reine chez le plus pauvre de ses sujets, le
seul qui se fût jeté à l’eau pour l’en retirer.
Il avait des sentences sur toutes choses:
—La suie tombe dans la cheminée, c’est signe de pluie.
Ou encore:
—Je n’ai jamais aimé mentir parce que ça m’embrouille.
Ah! ce Pichard, c’était un type de ce pays!
Il vivait dans la propriété depuis cinquante ans. Sa vieille était morte;
son fils avait appris le métier de mécanicien, s’était marié et travaillait à
Bordeaux dans une grande usine. Lui n’aurait jamais voulu s’en aller.
Mme Dupouy le voyant seul, misérable, et craignant qu’il tombât
infirme, lui donna un jour le conseil d’entrer à l’hospice. Mais il avait été
pris dans tous ses membres d’un tel tremblement qu’elle en eut pitié:
—Ce n’est pas que je vous renvoie.
Il serait mort avant de partir.
Une voisine supputait qu’il devait avoir quelque argent. Un soir,
discrètement, elle lui avait proposé de le prendre chez elle, moyennant qu’il
lui abandonnât ses économies.
Ses économies!
Il y avait toujours eu un litre de vin à côté d’un verre sur la table de sa
cuisine. Quand la bouteille était vide, il allait la remplir lui-même dans son
petit chai, au robinet d’une barrique en perce. On ne trouvait pas mal qu’il
allât pieds nus, la veste trouée, parce que tous pouvaient chez lui s’arrêter
pour boire. Le dimanche, la cuisine décorée de vieux calendriers ne
désemplissait pas. Au temps où sa vieille vivait encore, on entendait
quelquefois du bruit; elle savait bien montrer la porte:
—Voilà l’heure où il est convenable de se retirer chez soi.
Mais, depuis qu’elle était morte, le logement si bien placé, au bord de la
route, semblait fait pour qu’on y entrât.
Il avait sur lui des taches de vin: de grandes larmes bleues sur sa
chemise, et du violet sur ses sabots. Tout le jour, il rôdait autour de la
maison, occupé à ces besognes de vieux qui donnent l’illusion de l’activité:
il battait les haricots et les fèves sèches, remplissait l’abreuvoir des poules.
Son bonheur, c’était de faire dans la vigne les petits travaux, les travaux
de femme. Il ramassait après la taille les sarments coupés, arrachait l’été les
repousses tout en bas du cep. Il dorlotait ces jambes torses. Chaque pièce de
vigne avait un nom, rappelant d’anciens propriétaires ou encore quelque
circonstance particulière. Les nouveaux venus ne les savaient pas ou les
confondaient. Lui, traitait chaque pièce comme une personne:
—Le Baraillot est beau cette année. Dans la Bécasse, il y a des manques.
La Brunette, la pauvre, a été gelée.
L’année où Mme Dupouy avait décidé d’arracher une vigne pour en faire
un pré, il ne pouvait pas croire que ce fût possible. Pendant la vendange, il
soulevait les feuilles sur les pieds jaunis; et d’une voix qui chevrotait
d’attendrissement:
—C’est sa derni...è...è...re toile...e...tte.
Depuis, il n’avait jamais convenu qu’elle était vieille, malade, et ne
valait plus rien. Quand on lui en reparlait, il disait seulement:
—Vous verrez bien, madame, qu’on la replantera.
Ah! la vigne, la vigne, en avait-elle ruiné des gens, dans ce pays que le
phylloxera avait ravagé, puis tant d’autres maux, la mévente, les maladies
sournoises qui dévorent la grappe en quelques matins. Sur combien de
petits domaines avait-on lutté, au delà de ses ressources, les pieds sur les
terres hypothéquées, la ruine dans l’âme, la peur dans le sang, avec une
passion qui était chez certains presque un héroïsme.
Quelqu’un a écrit qui le sait bien:
«Chaque lopin de terre représente une blessure.»
Aussi, quelles colères pendant les années de guerre, quand les usines
attirèrent une foule d’Espagnols. Qu’est-ce qu’ils venaient faire? On n’avait
pas besoin de ces étrangers: des hommes que l’on voyait passer sur la route,
la figure tannée sous un béret sombre, le pas élastique; des femmes au teint
d’orange mûre, aux bandeaux de suie, qui avaient des fichus à fleurs, de
vieux jupons et des enfants nus. Tout ce monde s’était jeté sur les masures
environnantes comme les mouches sur les pourritures. Les taudis, les
hangars, les vieilles écuries, tout leur était bon. Leurs campements se
grossissaient sans cesse de recrues nouvelles qui se disaient être des oncles,
des tantes, des cousins.
Il ne disparaissait plus une poule, qu’on n’accusât les Espagnols de
l’avoir volée.
Pichard disait:
—De la vermine, quoi!...
Et avec orgueil:
—Pour sûr qu’ils n’ont pas de si belles vignes!
Ses vignes, Paule les inspectait dans le tremblement de la chaleur: larges
carrés de verdure dense, armées pacifiques, incendiées d’or, qui avaient pris
depuis des siècles possession du sol, lui donnaient sa physionomie, en
faisaient la gloire. Leurs alignements resserrés remplissaient leurs cadres, se
barricadaient de fil de fer et d’échalas gris. Eux, les vieux ceps pleins de
chansons, ils avaient une beauté d’ordre, de géométrie, détachant sur le
scintillement du paysage leurs masses profondes et disciplinées.
Elle s’emplissait le cœur de ce décor, ne souhaitant rien d’autre, n’ayant
jamais rêvé de l’Espagne, de l’Italie ou des beaux pays fabuleux.
Le soir, elle allait se promener au bord du fleuve. Le soleil baissait
derrière le grand vaisseau de l’île feuillue; après l’embrasement de pourpre
et d’or vert, le ciel lentement se décolorait. Dans le petit port, les barques
flottaient sur leur image renversée.
L’esprit de Paule se dispersait dans l’avenir. Gérard Seguey sans doute
reviendrait bientôt. Elle pensait au jour où elle le reverrait, à son émotion, à
la robe qu’elle pourrait mettre. Elle essayait de se rappeler ses traits qui lui
échappaient.
Au couchant, l’horizon prenait des teintes déjà froides. Mais un peu de la
féerie s’attardait sur l’eau grise qui traînait des roses.

VIII
Septembre glissait, pâlissant le ciel, insinuant dans les feuillages ses
touches d’or roux, et affinant de sa grâce un peu languissante les lourdes
parures de l’été.
Les matins surtout n’étaient plus les mêmes.
La campagne respirait, mystérieuse, dans des mousselines. Une brume
plus dense se pelotonnait dans le lit du fleuve. On entrevoyait au-dessous le
glissement d’une eau gorge-de-pigeon.
La terre fumait.
Peu à peu, une teinte blonde se répandait. Les paysans disaient:
—Ça chauffera cet après-midi.
Toutes les maisons égrenées sur le bord du fleuve s’étaient réveillées. Au
bout des allées d’ormeaux parfaitement droites qui les précédaient, leur
façade blanche apparaissait non plus close et impénétrable, mais recevant la
lumière par leurs fenêtres à petits carreaux.
Elles avaient, ces maisons du dix-huitième siècle, des grâces charmantes
et particulières. L’une se décorait d’un péristyle à quatre colonnes et du
bandeau qui bordait son toit. D’autres avaient le charme d’une grande porte
ouvrant sur un vestibule, ou même seulement la beauté simple de quelques
marches bien disposées, à pans coupés, formant un perron entre des murs
tapissés de rosiers et de mimosas.
On disait de toutes qu’elles avaient été bâties par Louis; et si la main du
maître ne s’était pas posée sur elles, du moins le rayonnement de son école
les avait touchées.
Au moment où la cité toute proche s’embellissait de constructions vastes
et magnifiques, elles étaient nées parmi les vignobles, bijoux alternés,
discrètes «folies» qui composaient un cercle enchanté.
Les grands négociants qui venaient y faire leurs vendanges s’y sentaient
aux sources de leur fortune. A Bordeaux, où ils possédaient de profonds
hôtels, leurs appartements décorés de boiseries incomparables se
développaient de même par-dessus leurs chais. Dans leurs salons, d’étroites
lamelles de bois des îles, disposées en disques, en losanges, composaient
des parquets précieux. Certains étaient traversés de flèches qui s’élançaient
jusque dans les angles. Mais au-dessous, dans les ténèbres humides
éclairées de loin en loin par une chandelle, roulaient les barriques. Ils
s’endormaient sur leur fortune et les murs mêmes transpiraient des odeurs
de vin.
Depuis, bien des crises s’étaient produites, et il n’était guère de domaine
qui n’eût changé plusieurs fois de maître. Tous, ils appartenaient à une sorte
d’aristocratie qui veut en Gironde avoir «sa campagne». Aux fortunes
épuisées, d’autres peu à peu se substituaient, des orgueils nouveaux.
Avec l’automne commençant, le pays s’animait de luxe, de robes claires
et d’automobiles. La vie élégante prenait possession des jardins éclatants de
fleurs. Paule sentait autour d’elle ce murmure de fête.
Un dimanche, bien qu’elle eût recommandé à Louisa de ne recevoir
personne, un homme âgé, à la longue barbe blanche, entra sans façon,
accompagnant une dame vêtue de noir et qui s’excusait. Il se fraya un
passage entre les fauteuils:
—Vous n’auriez pas voulu qu’on nous renvoyât?
Il n’avait pas revu Paule depuis l’enterrement et dit quelques mots de
condoléances avec rondeur et bienveillance, en vieil ami de la famille, qui
compatit aux peines mais ne veut pas qu’on s’attriste trop. Sa femme
l’approuvait avec de petits mouvements de tête. Elle avait la figure reposée,
placide, une toilette soignée et l’air bienveillant. Ses mains étaient croisées
sur une belle ombrelle à manche d’ivoire.
Paule les faisait asseoir, étonnée et touchée de cette visite:
—Monsieur Peyragay, oh! comme c’est aimable!
Elle disait: Monsieur, au grand avocat que tous à Bordeaux appelaient
Maître, non seulement dans le morose Palais de Justice en forme de temple,
mais partout où apparaissait son ample redingote aux basques flottantes.
Il avait, avec ses larges vêtements, ses chaussures trop grandes, une
majesté rabelaisienne. Jamais longue barbe sinueuse n’était descendue d’un
visage plus savoureux.
Toute la Gironde était en lui, sur cette grande bouche voluptueuse faite
pour déguster la plus fine chère, les vins excellents, mais aussi pour
répandre d’une voix d’or les belles paroles enchanteresses. Cet homme qui,
dans les grands jours des Assises, faisait pleurer le jury entier, avait le
charme puissant d’adorer la vie. Une affabilité naturelle, un bon estomac,
l’habitude des longs dîners aux meilleures tables l’entretenaient en joie et
en belle humeur. Les goûts épicuriens s’alliaient chez lui, et avec la plus
large aisance, aux principes d’ordre et de religion hérités d’une vieille
famille conservatrice. Il était le conseiller écouté de la noblesse, des jésuites
et des bonnes sœurs, mais aussi le confesseur de tous les divorces, apportant
dans cette délicate fonction beaucoup de bonté, une inépuisable curiosité, et
un goût de la femme que ses soixante-dix ans sonnés n’amortissaient pas.
Le don de sympathie universelle qu’il avait reçu, il le rapportait sur elle tout
spécialement—que cette femme fût une élégante, une petite bourgeoise ou
une grisette. Il trouvait à lui manier l’âme, à écouter ses confidences, un
intérêt toujours nouveau, jamais fatigué, qui lui soufflait à l’audience des
mots étonnants. Dans cette Gascogne où l’orateur est vraiment le roi, il
jouissait de ses succès, en galant homme, généreux de lui-même, sans cesse
porté à écouter et à obliger. A peine installé pour l’automne dans sa maison
de campagne dont Paule apercevait les balustres à travers les arbres, il avait
pensé à la jeune fille.
—Qu’est-ce qu’elle peut faire ici toute seule?
Cette question, il la posait maintenant, profondément assis dans une
bergère. Comment, pas d’amis, pas de réunions.... Mais elle laissait perdre
sa jeunesse!
Paule secouait tristement la tête:
—J’ai eu tant d’ennuis!
Le vieillard tourna vers elle un œil petit et fin, d’un bleu brillant, qui
semblait saisir au passage les pensées cachées:
—Des ennuis... lesquels?
Elle essaya de s’expliquer, énumérant les tracas quotidiens, mais
incapable d’exprimer le fond de ses soucis, ce qu’elle sentait autour d’elle
de menaces, et d’obscurités. Crochard maintenant lui faisait peur. L’avocat
lui donnait la réplique sur un ton plaisant:
—Je vois, lui dit-il, votre partie est mal engagée.
Il se mit à analyser la situation, en vieux propriétaire qui connaissait le
pays et les paysans, ayant écouté le récit de beaucoup d’affaires, et sondé
toutes les convoitises que peut séparer un fossé envahi de roseaux ou
l’épaisseur d’un mur mitoyen:
—Vous avez des ennuis, vous en aurez d’autres. L’important, quand on
commence une partie, c’est de bien jouer les premiers coups. Lorsque les
pions sont emmêlés mieux vaut souvent renverser le jeu et recommencer. Et
encore faut-il changer ses moyens. Votre Crochard sait déjà où est votre
faible.
Dans la niche de vieille soie qu’il remplissait toute, un peu renversé, sa
tête majestueuse avait cette promptitude à se mouvoir, à droite et à gauche,
qui trahissait chez lui l’habitude d’un auditoire.
Elle l’écoutait, désolée, de l’autre côté de la cheminée, frappée par cette
idée qu’elle se trouvait peut-être prise aux pièges mêmes de ses maladresses
et qu’il était trop tard pour s’en dégager.
Il continuait:
—Dans les affaires, comme dans le mariage, c’est le début qui décide le
plus souvent en faveur de l’un ou de l’autre.
A ces derniers mots, une étincelle avait couru dans son petit œil bleu,
qu’une paupière flétrie et l’éventail de rides fines comme des cheveux
nuançaient sans cesse. Le mariage était le sujet dont il aimait parler aux
femmes. Cette question était pour lui la pierre de touche sous laquelle se
révélaient le cœur et l’esprit. Il la maniait sans embarras, d’une main alerte,
avec l’expérience de toute sa carrière. Que pouvait-elle en penser, cette fille
de vingt ans, qui gâchait ainsi dans la solitude un précieux moment de sa
vie? Il fallait que sa famille n’eût aucun bon sens. Lui, au contraire, en
dilettante, aurait eu le goût d’essayer sur cette nature neuve des idées qui
jamais ne l’avaient touchée, de l’éveiller, de l’épanouir en une œuvre d’art
et de joie.
Elle détournait un peu la tête, gênée et heureuse, se dérobant au charme:
—Tout dans la vie est si difficile!
Un moment après, ses beaux yeux châtains s’étaient animés. Une
expression nouvelle entr’ouvrait sa bouche éclatante. M. Peyragay disputait
avec elle, l’enveloppant d’arguments qu’elle n’avait jamais entendus, mais
surtout changeant l’atmosphère, y suspendant des pensées radieuses. Ce
vieil homme, qui avait embelli tant de causes douteuses, trouvait des
ressources infinies pour plaider la plus discutée.
Sa femme parfois commençait le geste de l’interrompre, puis se résignait
avec un sourire, ayant d’ailleurs passé sa vie sans réussir à placer son mot.
Le moment qu’elle croyait saisir lui échappait toujours.
Il faisait maintenant à Paule le portrait de la femme qu’elle pourrait être
et elle protestait, se donnant l’air d’être incrédule, mais enivrée
intérieurement par les mots magiques. Personne ne lui parlait jamais du
bonheur. L’instinct qu’elle en avait demeurait dormant, étouffé par une
chagrine conception des chose que sa mère lui avait léguée.
—Les Lafaurie sont arrivés, déclara M. Peyragay qui s’était levé.
Il resta un quart d’heure encore, faisant un pas, s’arrêtant, n’arrivant pas
à épuiser ce qu’il voulait dire.
Mais dans la pensée de Paule bourdonnait une seule phrase, obstinée et
étourdissante:
—Les Lafaurie étaient arrivés...
Le grand salon paraissait changé. Son air de froideur et de solitude
s’était dissipé. Les boiseries peintes en vert qui le tapissaient répandaient
dans la lumière déclinante une teinte douce; les meubles un peu disparates,
hérités de deux ou trois générations, ne dessinaient plus un cercle muet.
Cette causerie vive et familière, cette flamme de l’esprit les faisaient
revivre.
Depuis qu’elle était maîtresse dans cette maison, Paule n’avait désiré
aucun changement, éprouvant pour ces vieilles choses une affection mêlée
de respect. Le fond de l’ameublement était formé par des fauteuils à
médaillon. Des bandes de tapisserie tranchaient sur le velours émeraude qui
les recouvrait. La rosace du tapis d’Aubusson, étalée devant la cheminée,
les avait toujours vus groupés autour d’elle. Mais, dans leur
assoupissement, avec M. Peyragay, le plein air de la vie venait de pénétrer.
Le vieil avocat ouvrait toutes grandes les perspectives: la jeunesse, l’amour,
ses lèvres d’enchanteur s’étaient usées à les glorifier, des ondes de joie se
répandaient. Paule avait l’impression que son fardeau glissait, que ses yeux
voyaient, et un contentement extraordinaire soulevait son être.
Dans cette voix qui engourdissait magiquement les juges, sous leur
toque, les amollissait, les transportait dans un monde de philosophie et de
bienveillance, elle entendait pour la première fois le chant de la vie. Ce
chant n’était ni hésitant ni mélancolique. Il annonçait au contraire que la
tristesse a tort, et qu’il en est de l’avenir ainsi que d’un banquet parfumé,
orné, où il ne faut pas manquer de trouver sa place.

IX

You might also like