Bahçıvan - Tagore

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 80

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI • 6095

BİLİM VE KÜLTÜR ESERLERİ DİZİSİ • 1580

BAHÇIVAN
RABINDRANATH TAGORE
Mütercim Orhan Burian

Yayın Yönetmeni Ercan Şen


Yayın Koordinatörü Hakkı Uslu
Yayın Sorumlusu Murad Ali Cehri
Son Okuma Sergül Erkene Madencioğlu

Kapak Tasarımı Yusuf Kot


Dizgi - Baskı Semih Ofset
Büyük Sanayi Çilingir Sok. No.: 26/47 İskitler/Ankara
Sertifika No. 12613

Türkçe yayın hakları MEB, 2016


Tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında,
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz ve kullanılamaz.

1. Baskı 2003
2. Baskı 2016 (3000 Adet)

ISBN 978-975-11-2225-4

İdare Yeri MEB Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü


Eğitim Araçları ve Yayımlar Dairesi, Kültür Yayınları Koordinatörlüğü
MEB Beşevler Kampüsü I Blok, 06560 Yenimahalle/ANKARA
Tel. 0312 413 36 48 • Belgegeçer 0312 222 40 85

Satış Yeri MEB Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü


Atatürk Bulvarı Millî Müdafaa Cad. No.: 6 Kat: 6 Kızılay/ANKARA
DÜNYA Tel. 0312 413 42 03 • Belgegeçer 0 312 419 20 14
KLASİKLERİ
kulturyayinlari.meb.gov.tr • kulturyayinlari@meb.gov.tr
Bu kitap, eserin 2003 nüshasının basımıdır. Maddi hatalar düzeltilmiştir.

Tagore, Rabindranath, (1861-1941)


Bahçıvan / Rabindranath Tagore ; çeviren: Orhan Burian. --
2. bsk. -- Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı, 2016.
70 s. ; 19 cm. -- (Millî Eğitim Bakanlığı yayınları ; 6095 .
Bilim ve kültür eserleri dizisi ; 1580 . Dünya klasikleri)
ISBN 978-975-11-2225-4
1. Hint edebiyatı. II. Burian, Orhan. III. Seriler: .
891.4414
Bahçıvan
Tagore
Mütercim
Orhan BURİAN

Ankara, 2016
Bu eser, üslup ve imla olarak 2003 nüshasının aynısıdır.
ÖNSÖZ

Bahçıvan, ilk basılışından 64 yıl sonra yeniden, ikinci


kez yayımlanıyor. Böyle bir girişim, her şeyden önce çok
genç yaşta yitirdiğimiz Prof. Orhan Burian’ın anısını ta-
zelemek, yaşatmak amacını gütmektedir. Büyük düşünür
ve şair Tagore’un anısını da elbette unutmuyoruz. Böylece
bugün artık sonsuzluğa göçmüş olan bu iki büyük insanı
bir kez daha anmak, anarak düşünmek fırsatını da bul-
muş oluyoruz.
Burian, Yücel dergisinde çıkan bir yazısında (“Tagore
Çevirmeleri Münasebetiyle”, 18 (1936), 240-242) niçin bu
şairin eserlerine ve özellikle Bahçıvan’a ilgi duyduğunu
açıklamak gereğini duymuştur. Tagore, 1912 yılında No-
bel Edebiyat Ödülünü kazandıktan sonra, onun şiirlerine
karşı bizde de bir ilgi doğmuştur. Ancak o, bizde “sulh
ve kardeşlik felsefesine alaka” göstermişlerdir. Ancak Ta-
gore’un bütün eserlerini okumak onu tanımak için yeter-
li değildir. Çünkü Hint felsefesi hakkında bilgi edinmek,
Hindistan’ın bugünkü sosyal ve siyasal durumu hakkında
fikir sahibi olmak Tagore’u tanımanın vazgeçilmez ko-
şulları olarak görülmektedir. Çünkü Tagore asıl zaferini
eserlerinde Hintli kimliğini dile getirmekle kazanmıştır.
Daha doğrusu bu onun Hintli olduğunu değil, Hintlinin
ne, Hindin nasıl olduğunu dile getirmesi anlamına gel-
mektedir. Bu bağlamda Bahçıvan, Tagore’un şairliğinin en
sağlam özelliklerini vermektedir. Burian’ın anlatımıyla:
“Bütün o ufak hadiselerin, heyecanların gelip geçti-
ği sahne -mabetlerin önünde kurulan pazarları, nehirde
manda yıkayan çocukları, gölden testilerini dolduran ka-
dınları ile- Hinttir. Tagore’un şiirlerini Hintli yapan da bu
yerli manzaradır. Bununla beraber o, Hintli duyguların-
dan ziyade insanlık duygularıyla canlandırmak yolunu
bulmuş, böylece gerçekten büyük bir şair olmuştur”.
Bahçıvan’ın gün ışığına çıkmasında Millî Eğitim Baka-
nımız Sayın Metin Bostancıoğlu’nun yakın ilgisini özellik-
li belirtmek ve bu ilgiye teşekkür etmek benim için zevkli
bir borçtur. Bu borcumu seve seve yerine getirirken Bah-
çıvan’ın basılmasının her aşamasında emeği geçenleri de
saygıyla anıyorum.

İzmir, 26 Şubat 2002 Prof. Dr. Zeki ARIKAN


PROF. ORHAN BURİAN, TAGORE VE BAHÇIVAN

Cumhuriyet dönemi Türk aydınlanmasının önde gelen


temsilcilerinden biri olan Prof. Orhan Burian, 1914 yılında
Üsküdar Bağlarbaşı’nda doğdu. İşgal sırasında ailesiyle
birlikte İzmir’de Bayraklı’da oturdu. Kurtuluştan sonra ai-
lesiyle Bursa’ya yerleşen Burian, burada Bizim Mektep’ten
mezun oldu. 1926’da girdiği Kabataş Lisesi’ni 1932’de bi-
tiren Burian, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kaza-
narak İngiltere’ye gönderildi. Onunla birlikte İngiltere’ye
giden öğrenciler İrfan Şahinbaş, Vahit Turhan ve Saffet
Korkut idi. Cambridge Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebi-
yatı Bölümünü ve Trinity Koleji’ni öngörülen süreden bir
yıl önce bitirdi. Altı ay Paris’te kalarak, Fransız liselerinde
İngilizce öğretim yöntemlerini izledi. Yurda dönüşünde
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Bölümü’ne girdi. Burada doçent oldu ve 1951 yılında pro-
fesörlüğe yükseltildi. Devlet Konservatuvarında tiyatro
tarihi dersleri verdi. 1947-1949 yıllarında Princeton Üni-
versitesi’nde araştırmalar yaptı. Amerikan edebiyatını in-
celedi.
X BAHÇIVAN

Prof. Burian’ın ilk yazıları, okul gazetesinde çıkan bir


iki yazısı dışında, Bursa’da, halkevi dergisi Uludağ’da çık-
tı. Burian, İngiltere’den döndükten sonra Yücel dergisin-
de yazmaya başladı ve bu derginin başına geçti. Yücel’i
yamalı bir bohça olmaktan kurtaran, onu hümanist ve Ata-
türkçü çizgiye getiren Burian oldu. Yücel’deki yazarlığı 15
yıl sürdü. 1952 yılında Aylık Sanat, Fikir Mecmuası Ufuklar’ı
çıkardı. Derginin amacı “iyiye, doğruya, güzele” yönelikti.
Burian’ın ölümünden sonra Vedat Günyol bu dergiyi Yeni
Ufuklar başlığı altında sürdürdü. Ufuklar ve Yeni Ufuklar,
çağdaş Türk edebiyatında bugün tanınmış birçok yazarı-
mız için başlıbaşına bir “laboratuvar” ödevi görmüştür.
Burian, Türk edebiyatında deneme-eleştiri türü yazıla-
rıyla tanındı. Ölümünden sonra Vedat Günyol tarafından
Denemeler; Eleştiriler başlığı altında toplanan yazıları; geniş
bir dünya görüşünün, derin bir düşünüşün, inanılması güç
bir birikimin ve yüksek bir ahlak anlayışının ürünleridir.
Üzerinde durulması gereken bir nokta da Prof. Burian’ın
bilim adamı kimliğidir. Burian; İngiliz, Türk ve Amerikan
edebiyatları üzerine yığınla araştırmaya imza attı. Tho-
mas Hardy ile ilgili yaptığı ve İngilizce olarak yayımladığı
kapsamlı araştırması Batı dünyasında takdirle karşılandı.
İngiliz Edebiyatı Arşivleri ve Seyahatnamelerdeki Türk
kimliğini inceleyen eserleri, Türkçe ve İngilizce olarak de-
ğişik dergilerde yayımlandı. Onun söz konusu çalışmaları
günümüzde bu alanda gerek ülkemizde gerek ülkemiz dı-
şında yapılan yayınlarda temel bir başvuru kaynağı olarak
belirtilmektedir. Burian’ın bilimsel incelemeleri Türkiye’de
Belleten, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi; yurt dı-
şında Shakespeare Quarterly, Oriens, Books Abroad, No-
tes and Queries vb. saygın sureli yayınlarda yer aldı.
Rabindranath Tagore XI

Prof. Burian, Shakespeare’ın belli başlı eserlerini di-


limize çevirdi. Hamlet, Macbeth, Otello, Atinalı Timon,
Beğendiğiniz Gibi bunların başında gelmektedir. Aynı
zamanda bu büyük şair ve yazarı Türk kamuoyuna ta-
nıtmak için büyük bir çaba gösterdi. Shakespeare ile ilgili
birçok makale yazdı ve radyoda konuşmalar yaptı. Buri-
an, çağdaş edebî eserlere de ilgi duymaktan geri kalma-
dı. A. Huxley, C. O’Neil, J.M. Barrie, J.M. Synge, Arthur
Miller’den yaptığı çeviriler çağdaş dünya edebiyatı ile ku-
rulan bir köprü ödevi gördüler. Bütün bunların ötesinde
Burian, geleneklerimizi sorgulayan Canın Yongası başlıklı
oyunu yazdı. Bunu, tek perdelik bir oyun olan Ceylan Ço-
cuk izledi. Tagore’dan çevirdiği Bahçıvan, çağımızın bu bü-
yük bilgin ve şairine karşı duyduğu hayranlığın bir gös-
tergesidir. Kurtuluştan Sonrakiler başlığını taşıyan antoloji
(1946) Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en zengin örnek-
lerini kapsamaktadır. Asıl ilginç olan Burian’ın zamanla
Türk şiirinde belli bir yer tutacak şairleri daha o zaman
keşfetmesi ve bunların sanatı hakkında bugün bile geçerli
olan yargılara varmış bulunmasıdır. Sami N. Özerdim’in
derlediği “Prof. Orhan Burian Bibliyografyası, AÜDTCFD,
1958” bu kısa fakat verimli bir yaşamın dökümünü ortaya
koymaktadır. Kaldı ki bu kaynakçaya girmeyen ve henüz
basılmayan eserleri de vardır.
Prof. Burian, hümanizma yoluyla kendimize özgü bir
sanat ve düşünce sistemi kurabileceğimize inanıyordu.
Ona göre hümanizma, “bir örnek taklidi değil, bir arayış
sistemidir.” Doğmalardan kurtularak öze, insana inmeyi
amaçlamaktadır. Çünkü, “Bir tarihimiz var ki incelenmemiş-
tir, bir toplumsal bünyemiz var ki nasıl kurulmuş nasıl işlemiş
XII BAHÇIVAN

araştırılmamıştır. Yine bir edebiyatımız var ki aranmamıştır.”


diyordu. Atatürk’ün bize bu yolu açtığını vurgulayan Bu-
rian’a göre; Atatürk Asya’nın Renaissance’ıdır.
Prof. Burian, 5 Mayıs 1953 tarihinde, yakalandığı
amansız hastalıktan kurtulamayarak, henüz 39 yaşında
son nefesini verdi. Dr. Adnan Adıvar, “Orhan Burian’ın
ölümüyle genç bilim ve genç erdem büyük bir kayba uğramış-
tır” diyerek “Kırkın kapısında” yitirdiğimiz bu gencin çok
erken ölümünden duyduğu acıyı dile getirmiştir. Arkasın-
dan yazılanların koca bir kitap oluşturacak boyutta olması
(Ufuklar, 15-16), Burian’ın ölümü karşısında aydın çevrele-
rin duyduğu üzüntünün en büyük kanıtıdır.
Burian’ın Hint düşünür, yazar ve şairi Rabindra-
nath Tagore (1861-1941)’la ilgilenmesi İngiltere’deki
öğrencilik yıllarına kadar gitmektedir. Tagore’dan yap-
tığı kimi çevirileri ailesine yazdığı mektupların1 içine
koyarak gönderiyordu. Hatta ablası Mediha hanımı da
bu çevirilerin kendi adıyla yayımlanmaması için özellikle
uyarıyordu. Sözgelimi Cambridge’den gönderdiği 10
Mayıs 1933 tarihli mektubun içine “Tagore’dan naklen”
Kurtuluş öyküsünün çevirisini koymuştu. Yine aynı yer-
den Mediha’ya yazdığı 24 Nisan 1934 tarihli mektubunda
şunları söylüyordu:
“Dün Tagore’un hikâyelerini okuyordum. ‘My fair neigh-
bour’ diye bir tanesi nazarı dikkatimi celp etti. Gazeteye basıla-
bilecek bir hikâye diye bu sabah tercüme ettim. Şimdi gönderiyo-
rum. Nakil denileceği için orasına burasına retranche2 yaparsın
1 Burian, en çok mektup yazan yazarlarımızdan biridir. İngiltere’deki
öğrencilik yıllarında hemen hemen her hafta düzenli olarak annesi
Mihriban hanıma, ablaları Mediha ve Hadiye’ye mektup yazmıştır. Bu
mektuplların büyük bir kısmı elde bulunmakta ve tarafımızdan yayı-
na hazırlanmaktadır.
2 Fransızca retrancher fiilinden. Atmak, çıkarmak, kısmak, kesmek an-
lamlarına gelmektedir (ZA).
Rabindranath Tagore XIII

ve gazeteye tabii kendi isminle verirsin. Kat’iyyen benim ismim-


le verme.” Söz konusu öykü, ”Güzel Komşum” başlığı ile
mektubun içine konulmuştur.
Yine Cambridge’de katıldığı bir davette Tagore’un anıl-
ması, onu hem şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti. Duy-
gularını, ablası Mediha’ya yazdığı 4 Haziran 1933 tarihli
mektubunda şöyle dile getirmektedir:
“ ...Haftada bir defa ayrıca İngilizce için darülfünun kız ko-
lejlerinin birinde hoca olan bir kadına derse gidiyorum. İhtiyar
bir kadın. Vaktiyle bir heyetle İstanbul’a gelmiş... onun teklifiyle
bu cuma “East and West Friendship Society“nın garden parti-
sine gittik. Gayet güzel bir bahçe, yüz kadar davetli vardı. Zen-
gin bir ailenin evi. Kadın birkaç darülfünun profesörüne takdim
etti. Tabii onlarla Türkiye hakkında konuştuk. Birisi İstanbul’a
gitmiş (yalnız bir gün), diğeri Irak’tan çıkarak Birecik, Malatya,
Trabzon taraflarını gezmiş. Dersim dağlarını filan güzel bul-
muş. “Ben o vahşi güzelliği, İstanbul’a bile tercih ettim.” diyor,
ihtiyar bir adam.
Talihime bakın ki garden parti o gün şu vesile ile toplanmış.
Rabindranath Tagore’s day. Bahçe’deki ağaçlıklı ufak bir tepe
sahne. Ne dekor, ne eşya, hiçbir şey. Limonata ve dondurmadan
sonra bir Hintli, Tagore’un hayatı hakkında birkaç söz söyledi.
Sonra diğer bir Hintli talebe, temsil edilecek olan “Chitra” piye-
sinin “mahabahratı”ndan alınan mevzuunu anlattı. Sonra ihti-
yar bir müderris “Gitangali”den beş altı şiir tercümesi okudu ve
aralarda şairin sanatı hakkında bazı fikirlerini söyledi.
Nihayet iki Hintli iki İngiliz talebeden mürekkep artistler
“Chitra”yı oynadılar. Hintli kız ve erkek millî kıyafetleriyleydi-
ler. Zaten buradaki bütün Hintli kadınlar millî kıyafetle dolaşı-
yorlar. Hülasa bence çok zevkli bir gün geçti...”
XIV BAHÇIVAN

Burian’ın bütün uyarılarına karşın eve gönderdiği kimi


mektup ve şiir çevirileri Bursa Halkevi dergisi Uludağ’da
yayımlanmıştır. Eniştesi Haydar Tolun, bu dergide yazı-
lar yazıyordu. Onun ya da Burian’ın küçük ablası Hadiye
Tolun’un başvurusu üzerine Tagore’dan yapılan ilk bir iki
çeviri ile Cambridge Üniversitenin ve buradaki kolejlerin
durumunu anlatan bir mektubu burada yayımlamıştır.3
Bahçıvan, parça parça çevirilerek kısmen Yücel’de ya-
yımlandı.4 Daha sonra yapılan çevirilerin eksik şiirlerin
de eklenmesiyle Bahçıvan’ın kitap halinde basılması gün-
deme geldi. Anlaşıldığına göre Burian, kitabın basılma
aşamasında Tagore’la mektuplaştı ve onun onayını da
aldı. Her ne kadar Tagore’un gönderdiği mektubun kli-
şesinin kitaba konulacağı söyleniyorsa da basılan Bahçı-
van’da böyle mektubun tıpkıbasımı görülmemektedir. Bu-
rian, Mediha ablasına yazdığı 17 Nisan 1938 tarihli mektu-
bunda Bahçıvan’ın serüvenini şöyle anlatmaktadır.
“Geçen sefer “Bahçıvan”dan bahsetmeyi unutmuş olacağım.
Ablam [Hadiye] tercümeleri verdi diye üzülmesin; müsveddele-
ri de verdiyse zararı yok. O bana bir mektubunda 65 numaralı
şiire kadar yazdım demişti, ben de Muhtar [Enata]’a ondan son-
rakileri yazıp yolladım. Halbuki 55 ile 65 arasında yedi tanesi
yokmuş. Muhtar, ablama onları sordurmuş, bulunmadıklarını
bana yazmış. Anladım ki onlar hiç tercüme edilmemiş. Hemen
tercüme edip yolladım. Şimdi hepsi tamamdır. Hatta birkaç gün
önce provaları geldi, düzeltip geri gönderdim. Tagore’un mektu-

3 Orhan Burian, “Keymbric Mektuplar”, Uludağ, 2 (1935), 45-46: Aynı


yazar, “Tagore’dan Şiirler”i, Uludağ, 2 (1935). 47-48; 4 (1935), 45-46.
4 Rabindranath Tagore, “Bahçıvan, I, II”, Çev. Orhan Burian, Yücel, 4
(1936), 82-83; III-IV, Yücel, 15 (1936), 136-137, V; Yücel, 16 (1936), 179;
VI-IX, Yücel, 17 (1936), 212-213; X-XI, 18 (1936), 258-259; XII-XIV, Yü-
cel, 19 (1936), 22-23; XV, XVI, 20 (1936), 62; “Tagore’dan Üç Parça”,
Yücel, 31 (1937), 36 vb.
Rabindranath Tagore XV

bunu da burada buldum, uygun düşerse kitaba klişesi konacak.


Muhtar’a da mahcubum. Satılıp satılmayacağını düşünmeden
basıyor. 40 kuruş gibi ucuz bir fiyat da koyuyor, herhalde ziyan
edecek ama. Bakalım çıksın da...”
Sonunda Bahçıvan gün ışığına çıktı. Burian, kitabın
sonuna şiirlerin ilk sözcüklerini esas alan çok ayrıntılı bir
dizin koymayı da unutmadı. Böylece büyük Hint şair ve
düşünürü Tagore’un Bahçıvan’ı Türk dilinin büyük usta-
sı Orhan Burian’ın çevirisiyle basılmış oldu. Burian, yine
Mediha ablasına yazdığı 8 Mayıs 1938 tarihli mektubunda
kitapla ilgili düşüncelerini şöyle özetlemektedir.
‘’Bahçıvan fena olmamış değil mi? Sayfaları birbirine
bağlayan telle biraz deftere benziyor ama! Muhterem Tagore’a
iki kopya gönderdim tabii.”
Bahçıvan, ilk basılışından 64 yıl sonra yeniden yayım-
lanıyor. Böyle bir girişim, her şeyden önce çok genç yaşta
yitirdiğimiz Prof. Orhan Burian’ın anısını tazelemek, ya-
şatmak amacını gütmektedir. Büyük düşünür ve şair Tago-
re’un anısını da elbette unutmuyoruz. Böylece bugün artık
sonsuzluğa göçmüş olan bu iki büyük insanı bir kez daha
anmak, anarak düşünmek fırsatını da bulmuş oluyoruz.

İzmir, 26 Şubat 2002 Prof. Dr. Zeki ARIKAN
eeee
1
Bende – Kölene acımaz mısın sultanım?
Sultan – Kurultay bitti, beraberimdekiler dağıldı. Niye
bu geç vakitte geliyorsun?
– Başkalarından geçtiği vakit sıra benimdir. Son kölene
ne kalmışsa onu istemeye geldim.
– Bu kadar geç kaldıktan sonra ne bekleyebilirsin ki?
– Beni çiçek bahçene bahçıvan al!
– Bu çocukluk ne?
– Öbür işlerimden vazgeçeceğim. Kılıcımı mızrağımı
tozlara atıyorum. Beni uzak illere gönderme; bana yeni
ülkeler kazanmamı emretme. Beni yalnız çiçek bahçenin
bahçıvanı yap!
– İşinin ne olacağını biliyor musun?
– Boş günlerinin hizmeti. Sabahları gezindiğin çimen-
liği taze tutacağım, ayaklarını her adımda, canlarını feda-
ya hazır çiçekler karşılayacak. Alacakaranlıkla doğan ay,
eteğinin ucunu öpebilmek için yapraklar arasında çırpı-
nırken seni çınar dallarına kurulu salıncakta sallayacağım.
Yatağının yanındaki kandili, kokulu yağlarla tazeleyece-
ğim. Ayak iskemleni safran çiçekleriyle işleyeceğim.
– Bunların karşılığı umduğun nedir?
– Küçük ellerini nazik nilüfer goncaları gibi tutmaya,
bileklerine çiçeklerden yaptığım bilezikleri geçirmeye izin
istiyorum. Ayaklarını nar çiçeklerinin kızıl sularıyla ben
kınalayayım ve orada kalmak küstahlığını gösterecek toz-
ları, öpücüklerle toplayayım.
– İstediğin gibi olsun; çiçek bahçemin bahçıvanı bun-
dan sonra sensin.
2 BAHÇIVAN

2
Şair, ah, akşam yaklaşıyor, saçlarına kır düşüyor.
Kendi kendine düşünürken, gelecekten bir haber duy-
duğun oluyor mu?
Şair dedi ki «Akşam oldu, vakit geç, fakat ben yine bek-
liyorum. Belki köyden biri arar diye.
Birbirinden ayrı düşmüş genç gönüller birleşiyor mu
diye bakıyorum; onların sessizliğine dolsun, onlar için ko-
nuşsun diye musiki bekliyorlardır belki.
Eğer ben hayatın kıyısında oturup ölümü ve ötesini
düşünmeye dalarsam, onların ateşli şarkılarını kim beste-
leyecek?
Akşam yıldızı kayboluyor.
Sessiz akan ırmağın yanındaki matem ateşinin alevi
yavaş yavaş sönüyor.
Ayın soluk ışığında, yıkık evin avlusunda çakallar bir
ağızdan uluyor.
Gezgincinin biri evini bırakarak buraya gelip geceyi
seyreder ve eğik başıyla karanlığın sesini dinlerken –eğer
ben kapılarımı herkese kapayarak kendimi fani bağlardan
kurtarmaya çalışırsam– onun kulağına hayatın sırlarını
kim fısıldayacak?”
Saçlarım ağarıyorsa ne zarar!
Ben her zaman için bu köyün en genciyle çocuk, en
yaşlısıyla ihtiyar kalacağım.
Bazılarının gözlerinde tatlı ve temiz bir gülümseyiş
vardır, bazılarınınki şeytan gibi pırıldar.
Bazılarının gözyaşları gün ışığına dosttur, bazılarınınki
gölgelere saklanır.
Rabindranath Tagore 3

Onların hepsinin bana ihtiyacı var; onun için hayatın


ötesini düşünmeye vaktim yok. Ben her biriyle bir yaşta-
nım. Ne çıkar, saçlarıma kır düşerse?”

3
Sabahleyin ağımı denize attım.
Karanlık derinlerden görünüşleri yabancı, güzellikleri
garip şeyler çektim. Kimi bir gülücük gibi ışıldıyor, kimi
gözyaşları gibi parıldıyordu; kimi de gelin yanakları ka-
dar taze ve renkliydiler.
Günün yükü ile eve döndüğüm vakit sevgilim bahçede
oturmuş avare avare bir çiçeğin yapraklarını koparıyordu.
Biraz duraladım, sonra denizden topladıklarımın hep-
sini ayaklarının altına saçtım ve sessiz durdum.
O, onlara baktı ve “Bunlar ne tuhaf şeyler” dedi. “Ne
işe yararlar bilmiyorum.”
Utancımdan başımı eğdim; “Ben bunlar için hayatımı
tehlikeye koymadım” diye düşündüm, “Para verip çarşı-
dan almadım: Bunlar ona yaraşır hediyeler değiller.”
Ve bütün gece, birer birer onları sokağa attım.
Sabahleyin geçenler onları topladılar ve uzak memle-
ketlere götürdüler.

4
Vah bana, benim evimi niçin pazar yolunun kenarına
yaptılar?
Herkes yüklü kayıklarını benim ağaçlarımın yakınına
demirliyor.
Gidip geliyorlar ve istedikleri gibi dolaşıyorlar.
Oturup onlara bakıyorum; zamanım geçip gidiyor.
Onları geri çevirmiyorum. Günlerim de böyle bitiyor.
Adımlarının sesi, gece gündüz kapımda işitiliyor.
4 BAHÇIVAN

Boşuna haykırıyorum: “Sizi tanımıyorum!”


Kimine parmaklarımın, kimine burun deliklerimin ya-
kınlığı var; damarlarımdaki kan onları tanır görünüyor,
kimi de rüyadan bildiklerim.
Onları geri çeviremiyorum, çağırıyor ve diyorum ki:
“Evime kim isterse gelsin, evet gelin!”
Sabahleyin mabette çan çalınıyor.
Onlar ellerinde sepetleriyle geliyorlar.
Ayakları kızarmış, seherin ilk ışıkları yüzlerinde par-
lıyor.
Onları geri çeviremiyor, çağırıyor ve diyorum ki: “Bah-
çeme çiçek toplamaya gelin, beri gelin!”
Öğle vakti sarayın büyük kapısında çıngırak çalıyor.
Anlamıyorum, niçin işlerini bırakıyorlar da benim
çitimin kenarında duruyorlar.
Saçlarındaki çiçekler renksiz ve solgun; sazlarındaki
nağmeler cansız.
Onları geri çeviremiyorum; onları çağırıyor ve diyo-
rum ki: “Ağaçlarımın altındaki gölgeler serin, kardeşler
gelin!”
Gece korularda çekirgeler ötüşüyor.
Yavaş yavaş gelip kapımı hafifçe vuran kim?
Yüzünü ancak seçebiliyorum; bir kelime bile konuş-
muyorum. Göğün sessizliği etrafa da sinmiş.
Suskun misafirimi geri çeviremiyorum, karanlıklar
arasından bakıyorum ve rüyalı saatler geçip gidiyor.

5
Rahatım yok. Çok uzak şeyleri göresim var.
Ruhum, karanlık uzakların eteğine erişmeye kalkıyor.
Ey Büyük Öte, ah, senin kavalının iç yakıcı dâveti!
Ben unutuyorum, büsbütün unutuyorum ki uçacak
kanatlarım yok, bu noktaya kurtuluşsuz bağlıyım.
Rabindranath Tagore 5

Her vakit meraklı ve uyanığım, yabancı bir memlekette


yabancıyım.
Senin sesin bana imkânsız bir ümidi fıslıyor.
Dilin kalbime, onun özdili gibi açık.
Ey uzak olan Arzu, ah, senin kavalının iç yakıcı çağrısı!
Ben unutuyorum, büsbütün unutuyorum ki yolu
bilmiyorum, kanatlı atım da yok.
Bezgin oldum, kendi kalbimde serseri dolaşan biriyim.
Süzgün saatlerin güneşli sisinde, öğle maviliği içinde
şekillenen hayalin ne heybetli!
Ey en uzak Son, ah senin kavalının iç yakıcı çağrısı!
Ben unutuyorum, büsbütün unutuyorum ki kendi ken-
dime yaşadığım evin bütün kapıları kapalıdır.

6
Evcil kuş kafesinde, hür kuş ormandaydı.
Vakti geldiği zaman birbirlerini buldular, bu kaderden
gelme bir emirdi. Hür kuş “Sevgilim gel ormana uçalım.”
diyor, kafes kuşu “Buraya gel ikimiz beraber yaşayalım.”
diye fıslıyor.
Hür kuş diyor ki: “Tellerin arasında kanat açacak yer
nerede?”
Kafes kuşu “Yazık, diye inliyor, havada nereye tüneye-
ceğimi bilmiyorum.”
Hür kuş “Sevgilim, ormanların şarkısını şakı” diyor.
Kafes kuşu “Yanıma otur da”, diyor, “sana bilginlerin
dilini öğreteyim.”
Ormanların kuşu “Hayır”, diye hıçkırıyor, “şarkılar
öğretilmez.”
“Ne yazık ki ormanların şarkısını bilmiyorum.” diyor
kafesteki kuş.
6 BAHÇIVAN

Onların sevgileri istekleri arttıkça derinleşiyor, fakat


hiçbir zaman kanat kanada uçamayacaklar.
Kafesin telleri arasından birbirlerine bakıyorlar, fakat
birbirini tanımak arzuları boşa gidiyor.
Kanatlarını özlemle çırpıyor, “Daha yakın gel sevgili!”
diye şakıyorlar.
Hür kuş “Olmaz”, diyor, “kafesin kapalı kapılarından
korkuyorum.”
Kafes kuşu “Ne yazık” diye inliyor, “kanatlarım kuv-
vetsiz ve bitkin.”

7
Ah anne, genç şehzade kapımızın önünden geçecek.
Ben bu sabah nasıl işime bakabilirim ki?
Saçlarımı ne biçim tarayayım göster bana; ne giyeyim,
söyle.
Niye bana şaşkın bakıyorsun anne?
Biliyorum, bir kerecik bile pencereme başını çevirme-
yecek; biliyorum, göz açıp kapayıncaya kadar önümden
geçip gidecek; bana uzaktan yalnız çalgıların sönen nağ-
mesi hıçkırarak gelecek.
Fakat genç şehzade, kapımızın önünden geçecek; bir
dakika için de olsa, üstüme en güzel şeylerimi giyeceğim.
Anne, ah, genç şehzade kapımızın önünden geçti. Ara-
basından gün ışıkları saçılıyordu.
Yüzümdeki peçeyi açtım, boynumdaki yakut zincirini
koparıp onun yoluna attım.
Niye bana şaşkın bakıyorsun anne?
Biliyorum, zincirimi yerden almadı; biliyorum, araba-
sının tekerlekleri altında ezildi o ve tozu üzerinde kırmızı
Rabindranath Tagore 7

bir leke bıraktı; kimse de ona verdiğim armağan neydi bil-


miyor.
Fakat genç şehzade kapımızın önünden geçti ve ben
göğsümdeki mücevheri onun yoluna attım.

8
Yatağımın yanındaki kandil söndüğü zaman, sabah
kuşlarıyla beraber ben de uyandım.
Dağınık saçlarımın üzerinde taze bir çelenkle pencere-
min önünde oturdum.
Sabahın pembe sisi içinde yol boyundan bir genç yolcu
yürüyordu.
Boynunda inci bir gerdanlık vardı ve güneş ışıkları ta-
cının üstüne düşüyordu. Kapımın önünde durdu ve bana
heyecanlı bir sesle sordu: “Nerede o?”
Utancımdan “Aradığın benim, genç yolcu, o benim”
diyemedim.
Alacakaranlıktı ve kandil daha yanmamıştı.
İsteksiz isteksiz saçlarımı örüyordum.
Genç yolcu, gurubun parıltısı içinde, arabasıyla görün-
dü.
Atları öğremişti ve elbisesi tozluydu.
Kapımın önünde durdu ve yorgun bir sesle sordu:
“Nerede o?”
Utancımdan “Aradığın benim, yorgun yolcu, o benim”
diyemedim.
Akşam, bir nisan akşamı, kandil odada yanıyor.
Tatlı bir meltem hafifçe esiyor. Gürültücü papağan ka-
fesinde uykuda.
Elbisem tavuskuşu boynunun renginde, maşlahım da
taze çimen yeşili.
8 BAHÇIVAN

Penceremin önünde oturmuş tenha sokağa bakıyorum.


Karanlık gece içinde mırıldanıyorum: “Aradığın be-
nim, ümitsiz yolcu, o benim.”

9
Gece, tek başıma, sevgilimi görmeye giderken kuşlar
ötmez, rüzgâr esmez, yolun iki tarafındaki evler sessiz du-
rurlar.
Her adımda sesleri gittikçe artan ayak bileziklerimdir
ve ben utanırım.
Taraçada oturup onun adımlarının sesini dinler-
ken ağaçlarda yapraklar hışırdamaz, nehirdeki su da
uyuyakalmış bir nöbetçinin dizindeki kılıç gibi durgundur.
Heyecanla vuran kalbimdir; onu nasıl dindireceğimi
bilmem.
Sevgilim gelip yanıma oturduğu, vücudum titreyip
göz kapaklarım yere indiği zaman gece karanlıklaşır, rüz-
gâr kandili söndürür ve bulutlar yıldızlara yaşmak çeker.
Parlayıp ışık veren göğsümdeki mücevherdir, onu na-
sıl gizleyeceğimi bilmem.

10
Bırak, işin bitsin gelin. Dinle, konuk geldi.
İşitiyor musun, yavaşça kapıyı tutan zinciri sarsıyor.
Bak da ayak bileziklerin gürültü yapmasın, adımların
onu karşılamaya acele ediyor görünmesin.
Bırak işin bitsin gelin; akşam vakti konuk geldi.
Hayır ses eden yoktan ayaklanan rüzgâr değil, korkma
gelin.
Rabindranath Tagore 9

Gece, dolgun ayiyle bir nisan gecesi, avluda gölgeler


silik, üstümüzde gök parlak.
İstiyorsan yüzüne peçeni ört, korkuyorsan kandili ka-
pıya kadar götür.
Hayır, ses eden yoktan çıkan rüzgâr değil; korkma gelin.
Utanıyorsan onunla hiç söz etme gelin, kapıda karşı-
laştığın zaman ona yalnız yol ver.
Eğer sana bir şeyler sorarsa, istiyorsan gözlerini yere
indirerek susabilirsin.
Kandil elinde onu içeri alırken bak da bileziklerin şı-
kırdamasın.
Utanıyorsan, onunla hiç söz etme.
İşini hâlâ bitirmedin mi gelin? Dinle bak konuk geldi.
Ağıldaki ışığı yakmadın mı?
Akşam duası için sunam sepetini hazırlamadın mı?
Saçlarının ayrıldığı noktaya kırmızı tali işaretini koy-
madın mı; akşam süsün bitmedi mi?
İşitiyor musun gelin, konuk geldi.
Bırak işin bitsin.

11
Olduğun gibi gel, süsünle oyalanma.
Eğer saç örgülerin açıldıysa, saçlarının ayrım çizgisi
doğru değilse, elbisenin şeritleri çözükse zararı yok.
Olduğun gibi gel; süsünle oyalanma.
Çimenlerin üzerinden acele adımlarla gel.
Yerin neminden ayağındaki kına silindiyse, ayağının
üstündeki çıngırak dizisi gevşekse, inciler gerdanlığından
dökülüyorsa zararı yok.
Çimenlerin üzerinden acele adımlarla gel.
10 BAHÇIVAN

Göğü bulutların kaplamaya başladığını görüyor


musun?
Nehrin öbür kıyısından leylek sürüleri havalanıyor.
Hırçın bir rüzgâr tepeyi aşıp geçiyor.
Rahatı kaçan sürü, köydeki ağıllarına doğru koşuyor.
Göğü bulutların kaplamaya başladığını görüyor
musun?
Süslenmek için kandilini boşuna yakıyorsun; rüzgâr-
dan titreyip sönüyor.
Göz kapaklarının lâmba isiyle sürmelenmiş olduğunu
kim bilecek? Zaten gözlerin yağmur bulutlarından daha
koyu.
Süslenmek için kandilini boşuna yakıyorsun, sönüp
gidiyor.
Olduğun gibi gel; süsünle oyalanma.
Çelengin örülmemişse aldıracak kim; bileziğin iyi
tutturulmamışsa öyle kalsın.
Göğü bulutlar kapladı, vakit geç.
Olduğun gibi gel, süsünle oyalanma…

12
Eğer hamarat olmak istiyor da testini dolduracaksan
gel, benim gölüme gel!
Sular ayaklarına sarılacak ve sana sırlarını fısıldayacak.
Gelen yağmurun gölgesi kumlar üstünde; bulutlar
ağaçların mavi hatlarına, tıpkı kaşlarının üstündeki gür
saçların gibi asılmış.
Senin adımlarının ahengini biliyorum, onlar kalbimde
çarpıyor.
Oh, gel, eğer testini dolduracaksan benim gölüme gel!
Eğer yorgunsan ve testini suyun üzerinde yüzer bıra-
kıp kayıtsız oturacaksan gel, benim gölüme gel!
Rabindranath Tagore 11

Çimenli kıyı yemyeşil, yaban çiçekleri sayısız.


Düşüncelerin karanlık gözlerinden, yuvalarından uçan
kuşlar gibi dağılacak. Yaşmağın kayıp ayaklarına düşecek.
Oh, gel, eğer boş oturacaksan benim gölüme gel!
Eğer eğlenmeyi bırakıp sulara dalacaksan benim gölü-
me gel!
Bırak mavi maşlahın kıyıda kalsın, lacivert sular seni
örtüp gizleyecek.
Dalgalar boynunu öpmek, kulaklarına bir şeyler fısıl-
damak için yükselecekler.
Oh, gel, eğer sulara dalmak istiyorsan benim gölüme
gel!
Eğer çılgın gibi ölümüne atılmak istiyorsan gel, benim
gölüme gel!
O serin ve sonsuz ellerindir.
O rüyasız bir uyku gibi karanlıktır.
Orada, onun derinliklerinde geceler ve gündüzler bir-
dir. Şarkılar da sessizlikler de...
Oh, gel, eğer ölümüne atılmak istiyorsan benim gölü-
me gel!

13
Bir şey istemedim. Yalnız ormanın kenarında, ağacın
arkasında durdum.
Sabahın gözlerinde hâlâ süzgünlük vardı, hava da hâlâ
nemliydi.
Toprağın üstündeki ince siste ıslak otların tembel ko-
kusu karışıktı.
İncir ağacının altında, tereyağı kadar taze ve yumuşak
ellerinle, ineği sağıyordun sen.
12 BAHÇIVAN

Ben de kımıldamadan duruyordum.


Tek bir kelime söylemedim. Kuştu, koruda görünme-
den öten. Mango ağacı çiçeklerini köy yolunun üstüne
döküyordu; arılar vızlayarak geldiler.
Su birikintisinin bulunduğu taraftan Şiva mabedinin
kapısı açıldı ve duacı ilâhilerine başladı.
Sen, kucağında bakraçla ineği sağıyordun.
Ben de boş kovam elimde, durdum.
Sana yaklaşmadım.
Gök, mabetteki çanın sesiyle uyandı.
Sürülen hayvanların ayağından yolun üzerinde toz
kalkmıştı.
Kalçalarında lıkırdayan testilerle kadınlar nehre geldi-
ler.
Bileziklerin şıkırdıyor, bakracından köpük taşıyordu.
Gün ilerledi ve ben sana yaklaşmadım.

14
Yolun kenarından yürüyordum. Bilmen niçin. Öğle
çoktan olmuştu. Bambu dalları rüzgârda hışırdıyordu.
Eğilen gölgeler, uzanmış kollarıyla, acele eden ışığın
ayaklarına sarılıyordu.
Guguk kuşları ötmekten yorgundular.
Yolun kenarından yürüyordum. Bilmem niçin.
Yolun kenarındaki kulübe, üzerine sarkan ağaçla
gölgeleniyor.
İçeride birisi işiyle meşguldü; bilezikleri o köşede bir
nağme yaratıyordu.
Bilmem niçin, bu kulübenin önünde durdum.
Kıvrılan dar yol, birçok hardal tarlası, birçok mango fi-
danlığı arasından ilerliyor.
Rabindranath Tagore 13

Köyün mâbedi yanından, nehir iskelesi yanındaki çar-


şıdan da geçiyor.
Neden bilmem, ben bu kulübenin yanında durdum.
Yıllar önce rüzgârlı bir mart günüydü, mango çiçekleri
tozlara düşüyordu. Pınarın fısıltısı baygındı.
Çağıldayan su sıçrıyor, basamakta duran bakır kabı ya-
lıyordu.
O rüzgârlı mart gününü düşünüyorum, niçin bilmem.
Gölgeler koyulaşıyor, sürü ağıla dönüyor.
Tenha kırlar üstündeki ışık alaca, köylüler kıyıda san-
dalı bekliyorlar.
Yavaş yavaş geriye dönüyorum, bilmem niçin.

15
Kendi kokusuyla mest, ormanın gölgesinde bir mis
ahusu gibi koşuyorum.
Gece, mayıs ortalarında bir gece; meltem, güneyin tatlı
meltemi.
Yolumu kaybediyor ve serseri dolaşıyorum. Erişeme-
diğimi arıyorum, aramadığım elime geçiyor.
Kalbimden kendi isteğimin hayali çıkıp önümde rakse-
diyor. Bu parlak hayal oradan oraya kaçıyor.
Onu sıkı tutmaya çalışıyorum, o benden kurtuluyor ve
beni yanlış yollara sürüklüyor.
Erişemediğimi arıyorum, aramadığım elime geçiyor.

16
Eller ellerde kilitli, gözler gözlerde: İşte kalplerimizin
hikâyesi böyle başlar.
Martın mehtaplı bir gecesi; havada kına kokusu var;
kavalım yerde bırakılmış duruyor, senin de çiçeklerden
yaptığın çelenk yarım kalmış.
14 BAHÇIVAN

Seninle aramızdaki bu aşk, bir şarkı kadar yalın.


Zağfıran rengindeki yaşmağın gözlerimi sarhoş ediyor.
Benim için yaseminden yaptığın taç, kalbimi sevinçle
kabartıyor.
Bizimki bir oyun ki veriş sonra geri isteyiş, açış sonra
gizleyişten; gülümseme ve çekingenlikten; tatlı fakat fay-
dasız çırpınışlardan ibaret.
Seninle aramızdaki bu aşk, bir şarkı kadar yalın.
Ne bu anın ötesinde esrar; ne imkânsız olan için çaba-
lama; ne büyüleyenin arkasında gölge, ne de karanlığın
derinliklerinde emekleme.
Seninle aramızdaki bu aşk, bir şarkı kadar yalın.
Biz kelimelerden kaçıp mutlak suskunluğa gitmiyo-
ruz, ellerimizi, ümidin ardında kalan şeyler için boşluğa
kaldırmıyoruz.
Verdiklerimiz ve aldıklarımız bize yeter.
Biz “Acı” şarabını süzelim diye mutluluğu sonuna dek
ezmezdik.
Seninle aramızdaki bu aşk, bir şarkı kadar yalın.

17
Sarı kuş onların ağacında ötüyor ve kalbimi sevinçle
oynatıyor.
İkimiz de aynı köyde yaşıyoruz. Mutluluğumuzun
birazı da bundan.
Onun iki kuzusu, bizim bahçenin ağaçlarının gölgesi-
ne otlamaya geliyor.
Bizim arpa tarlalarımıza saparlarsa, onları kucağıma
alıyorum.
Köyümüzün adı Hancana, ırmağımıza da Ancana
derler.
Rabindranath Tagore 15

Benim adımı bütün köy bilir, onun adı da Rancana.


Aramızda yalnız bir tarla var.
Peteklerini bizim korumuzda yapan arılar, ballarını
onların bahçesinden toplarlar.
Onların setinden dökülen çiçekler, ırmağın sularıyla
bizim yıkandığımız yere gelirler.
Onların tarlalarından sepetler dolusu kurutulmuş
kusm çiçeği bizim pazarımıza getirilir.
Köyümüzün adı Hancana, ırmağımıza da Ancana
derler.
Benim adımı bütün köy bilir, onun adı da Rancana.
Onların evine doğru kıvrılan keçi yolu, baharda mango
çiçekleriyle mis gibi kokar.
Onların keten tohumu olgun, biçilmeyi beklerken, bi-
zim tarlalarımızda kenevir çiçeği açmıştır.
Onların evinin üstünde gülümseyen yıldızlar, bize de
aynı ışıltıyla bakarlar.
Onların sarnıcını doldurup taşıran yağmur, bizim de
kadam fidanlığımızın yüzünü güldürür.
Köyümüzün adı Hancana, ırmağımıza da Ancana
derler.
Benim adımı bütün köy bilir, onun adı da Rancana.

18
İki kardeş su getirmeye giderken şuracıkta durur ve
gülümserler.
Onlar su getirmeye giderken, birinin ağaçların arkasın-
dan onları gözetlediğinin farkında olsalar gerek.
Buradan geçerken iki kız kardeş birbirine bir şey fısıl-
darlar.
Onlar su getirmeye giderken ağaçların arkasında gizle-
nen kimsenin sırrını keşfetmiş olsalar gerek.
16 BAHÇIVAN

Buraya eriştikleri zaman testileri birden hoplamaya


başlar ve su dışarı sıçrar.
Onlar anlamış olmalılar ki, ne zaman su getirmeye git-
seler ağaçların arkasında duran birinin kalbi çarpıyor.
Buraya geldikleri zaman iki kardeş birbirine bakar ve
gülümserler.
Acele giden adımlarında öyle bir kahkaha vardır ki,
onların her suya gidişinde ağaçların arkasında duran kim-
senin zihnini altüst eder.

19
Kalçanda dolu testi ile nehrin kıyısındaki yoldan yü-
rüyordun.
Ne diye yüzünü birden çevirip, uçan yaşmağın arka-
sından bana baktın.
Karanlık içinden doğan o ışıklı bakış, bana çağıldayan
suları ürperterek geçip gölgeli kıyıya varan hafif rüzgâr
gibi geldi.
Bana, gece ışıksız odanın içinden geçip bir açık pen-
cereden öbürüne acele uçan ve karanlıkta kaybolan gece
kuşu gibi geldi.
Sen yıldız gibi tepeler arkasında gizlisin, ben de yoldan
geçen bir yolcu.
Fakat kalçanda dolu testiyle nehrin kıyısındaki yolda
yürürken ne diye bir an durup yaşmağının arkasından
bana baktın?

20
O, gün gün ardından gelip gidiyor.
Git, saçlarımdan ona bir çiçek ver, dostum.
Rabindranath Tagore 17

Eğer kim yolladı diye sorarsa, yalvarırım sana, adımı


söyleme.
Çünkü o yalnız gelip gidiyor.
O, ağacın altında, tozların üstünde oturuyor.
Oraya çiçeklerden ve yapraklardan bir yaygı ser,
dostum.
Onun gözleri hüzünlü, bana da hüzün veriyorlar.
Zihninden ne geçtiğini söylemiyor, o gelip gidiyor
sade.
21
Serseri dolaşan genç, gün ağardığı zaman niye gelecek,
benim kapımı buldu ki!
Girip çıktıkça her defasında yanından geçiyorum ve
gözüm ona ilişiyor.
Bilmiyorum, onunla konuşsam mı, yoksa sussam mı.
Niye gelecek, benim kapımı buldu ki!
Temmuzun bulutlu geceleri karanlıktır; sonbaharda
gök tatlı mavi bir renk alır. İlkbahar günleri, güney rüzgâ-
rından, durup dinlenmek nedir, bilmezler.
O her defasında şarkılarına yeni nağmeler buluyor.
İşimi bırakarak dönüyorum, gözlerimi sis bürüyor.
Niye gelecek benim kapımı buldu ki!

22
O, yanımdan acele adımlarla geçtiği zaman eteğinin
ucu bana değdi.
Birdenbire, bir kalbin bilinmeyen adasından ılık bir ba-
har havası geldi.
Rüzgâr gibi bir temasın çarpıntısı beni sardı ve bir da-
kika içinde, solmuş çiçek tüveyçlerinin rüzgârda dağılma-
sı gibi söndü.
18 BAHÇIVAN

Bu benim kalbime, onun vücudundan bir nefes ve kal-


binden bir fısıltı gibi işledi.
Niye orada oturup bileziklerinle oynayarak vakit geçi-
riyorsun?
Haydi testini doldur. Eve gitmek vakti geldi.

23
Niye elinle suyu çalkalıyor ve sık sık yola bakmakla
vakit geçiriyorsun.
Haydi testini doldur ve eve gel.
Sabah saatleri geçip gidiyor. Gölgeli su akmakta.
Dalgacıklar gülüyor ve birbiriyle fısıldaşarak vakit ge-
çiriyorlar.
Gezginci bulutlar, yerin yükseldiği tarafta, göğün ucu-
na toplandılar.
Durup senin yüzüne bakmakla ve gülümsemekle vakit
geçiriyorlar.
Haydi testini doldur ve eve gel!

24
Kalbinin sırrını kendine saklama dostum!
Onu bana, yalnız bana, gizlice söyle!
Sen ki o kadar tatlı gülümsüyorsun, yavaşça fısılda,
seni kulaklarım değil, kalbim işitecek.
Gece derin, ev sessiz, kuşların yuvaları uykuyla örtülü.
Bana ikircikli gözyaşları, kesik gülümseyişler, tatlı
utanç ve acılar içinde kalbinin sırrını söyle!

25
– Gel genç, söyle bize, gözlerinde neden çılgınlık var?
– Hangi yabani gelincik şerbetini içtim de gözlerimde
çılgınlık var, bilmiyorum.
– Ayıp sana!
Rabindranath Tagore 19

– Eh, kimi insan akıllıdır, kimi şaşkın; kimi dikkatlidir,


kimi kayıtsız. Gözler vardır ki güler, bazısı da ağlar.
– Benim gözlerimde de çılgınlık var.
– Genç adam, ağacın gölgesinde neden o kadar sakin
duruyorsun?
– Ayaklarım kalbimin ağrısı ile yorgun da ondan göl-
gede sakin duruyorum.
– Ayıp sana!
– Eh, kimi insan yolunda doğru gider, kimi duraklar;
kimi kendi kendine buyruktur, kimi hürriyetinden yok-
sun. Benim ayaklarım da kalbimin ağrısı ile yorgun.

26
– Ellerinden gönül rızasıyla ne çıkarsa bence makbule
geçer. Fazla bir şey istemem.
– Evet, evet, biliyorum seni, kanaatkâr istekli; sen in-
sandan her şeyi bekliyorsun.
– Eğer bana kenarda kalmış bir çiçek düşerse, onu kal-
bimin üstünde taşıyacağım.
– Ya o dikenliyse?
– Dikenlerine katlanırım.
– Evet, evet, biliyorum seni, kanaatkâr istekli; sen in-
sandan her şeyi bekliyorsun.
– Sevgi kaynağı gözlerini kaldırıp da bana bir kerecik
bakman, hayatımı, ölümün ötesine kadar mutlu edecek.
– Ya onlar kıyan bakışlarsa?
– Onları kalbim yırtılarak saklarım.
– Evet, evet, biliyorum seni, kanaatkâr istekli; sen in-
sandan her şeyi bekliyorsun.
20 BAHÇIVAN

27
– Istırap da getirse aşka güven, kalbini kapama.
– Ah, hayır dostum, sözlerin belirsiz, onları anlayamı-
yorum.
– Kalb yalın bir gözyaşı, bir şarkı ile başkalarına veril-
mek içindir sevgilim.
– Ah hayır dostum, sözlerin belirsiz, onları anlayamı-
yorum.
– Zevk bir çiy damlası gibi çelimsizdir, gülerken ölür.
Fakat ıstırap metindir ve devam eder. Bırak da gözlerinde
kederli aşk uyansın.
– Ah hayır dostum, sözlerin belirsiz, onları anlayamı-
yorum.
– Nilüfer, güneş ışıldarken açar ve nesi varsa kaybeder.
Gonca hâlinde, kışın sonsuz sisi içinde kalmayı istemez.
– Ah hayır dostum, sözlerin belirsiz, onları anlayamı-
yorum.

28
Sormak ateşiyle yanan gözlerin hüzünlü. Onlar beni
anlamaya uğraşıyorlar. Tıpkı mehtabın denizin derinleri-
ne işlemek istediği gibi.
Hayatımı, hiçbir noktasını geri tutup gizlemeden,
baştan başa gözlerinin önüne serdim. Beni onun için
bilmiyorsun.
Eğer o bir mücevher olsaydı onu yüz parça eder ve
boynuna tak diye bir zincire dizerdim.
Eğer o toplu, ufak ve tatlı bir çiçek olsaydı onu saçına
tak diye sapından koparırdım.
Fakat o bir yürek, sevgilim. Onun kıyıları ve dibi
nerede?
Rabindranath Tagore 21

Sen bu dünyanın sınırlarını bilmiyorsun ama yine


onun sultanısın.
Eğer o bir anlık bir sevinç olsaydı, ufak bir gülücükle
kendini belli ederdi. Sen onu bir dakikanın içinde görüp
okuyabilirdin.
Eğer o bir sızı olsaydı, bir kelime bile söylemeden, ber-
rak gözyaşlarında en derin sırrını yansıtıp erirdi.
Fakat o aşk, sevgilim.
Onun zevkleri, acıları sınırsız, istekleri ve serveti
sonsuz.
O sana öz hayatın kadar yakın, fakat sen hiçbir zaman
onu tamamen bilemeyeceksin.

29
Söyle bana sevgilim! Şarkını bana sözcüklerle anlat.
Gece karanlık, yıldızlar bulutlarda kayıp. Rüzgâr yap-
rakların arasında inliyor.
Saçlarımı dökeyim. Mavi maşlahım etrafıma gece gibi
sarılsın. Başını göğsüme bastırayım. İşte orada, o tatlı yal-
nızlık içinde senin olan kalbe fısılda. Seni, gözlerimi kapa-
yıp dinleyeceğim. Yüzünü görmeye çalışmayacağım.
Sözlerin bittiği zaman, sessiz ve sakin duralım. Karan-
lıkta yalnız ağaçlar fısıldaşsınlar.
Gece solacak, gün ağaracak. Birbirimizin gözlerine
baktıktan sonra ayrı giden yollarımızı tutturacağız.
Söyle bana sevgilim! Şarkını bana kelimelerle anlat!
22 BAHÇIVAN

30
Sen benim rüyalarımın göğünde dolaşan bir akşam
bulutusun.
Seni her dem sevgi isteklerimle işliyor ve süslüyorum.
Sen benimsin, yalnız benim; sonsuz rüyalarımda
oturan!
Ayakların, kalbimin arzusundan gelen ışıkla pembe;
ey benim gün batımı şarkılarımı deren!
Dudaklarının, benim ıstırap şarabımın tadından, yakı-
cı bir tatlılığı var.
Sen benimsin, yalnız benim; ıssız rüyalarımda oturan!
İhtirasımın gölgesiyle gözlerini kararttım; ey bakışları-
mın derininde gezinen!
Seni tuttum ve musikimin ağına sardım sevgilim.
Sen benimsin, yalnız benim; ölmez rüyalarımda oturan!

31
Yaban kuşu olan kalbim semasını senin gözlerinde
buldu.
Onlar sabahın beşiği, onlar yıldızların memleketidir.
Şarkılarım onların derininde kayboluyor.
Bırak beni, o gökte, onun tenha sonsuzluğunda uçayım.
Bırak beni, onun bulutlarını yarıp geçeyim ve kanatla-
rımı onun güneşinde açayım.

32
Söyle bana, bütün bu dediklerin doğru mu sevgilim,
bütün bu dediklerin doğru mu?
Bu gözlerde şimşek çaktığı zaman senin göğsündeki
kara bulutların fırtınalı cevaplar verdikleri doğru mu?
Dudaklarımın, kendi varlığını ilk sezen aşkın açılan
goncası gibi tatlı oldukları doğru mu?
Rabindranath Tagore 23

Geçen mayıs aylarının anıları benim tenime işlemiş mi?


Toprak, benim ayaklarımın dokunmasıyla, bir saz gibi
titreyip nağmeler çıkartıyor mu?
Ben göründüğüm zaman gecenin gözlerinden çiy dam-
lalarının döküldüğü ve gün ışığının vücudunu sarmaktan
sevinç duyduğu doğru mu?
Doğru mu, senin aşkının tek başına beni arayarak asır-
lar ve dünyalar aştığı doğru mu?
Sonunda beni bulduğun zaman, senin çağlar uzunlu-
ğundaki arzun benim tatlı sözlerimde, gözlerimde, du-
daklarımda ve dökülen saçlarımda tam bir dinginliğe mi
erdi?
Sonsuzluğun sırrı gerçekten benim bu küçük alnımda
mı yazılı.
Söyle bana, beni seven; bütün bunlar doğru mu?

33
Seni seviyorum, sevgili, bağışla sevgimi.
Yolunu kaybeden bir kuş gibi tutuldum.
Kalbim titrerken örtüsünü düşürdü ve şimdi çıplak.
Onu merhametle ört sevgili ve benim sevgimi bağışla!
Eğer beni sevmezsen sevgili, ıstırabımı bağışla!
Uzaktan bana kuşkulu gözlerle bakma.
Köşeme sessizce çekilip karanlıkta otururum.
Ellerimle çıplak utancımı örterim.
Yüzünü benden çevir ve ıstırabımı bağışla sevgili.
Eğer beni seviyorsan sevgili, bağışla sevincimi.
Gönlüm bahtiyarlık seliyle sürüklendiği vakit, benim
kendimi tehlikeye bırakışıma gülme.
24 BAHÇIVAN

Tahtımda oturup sana zalim sevgimle hüküm geçirdi-


ğim, ilâhlar gibi bağışlarda bulunmaya kalktığım zaman
böbürlenmeme katlan sevgili ve sevincimi bağışla!

34
Benden izin almadan gitme sevgilim!
Bütün gece nöbet tuttum. Uykudan gözlerim kapanı-
yor artık.
Uyurken seni kaybetmekten korkuyorum.
Benden izin istemeden gitme sevgilim!
Birden uyanıp sana değmek için ellerimi uzatıyorum.
Kendi kendime “Rüya mı görüyorum?” diye soruyo-
rum.
Ah, ne olurdu ayaklarını gönlüme bağlayıp göğsüme
yakın tutabilseydim.
Benden izin istemeden gitme sevgilim!

35
Seni kolayca anlamayayım diye bana oyun ediyorsun.
Gözyaşlarını saklamak için, kuvvetli ışıklarıyla gözle-
rimi karartıyorsun.
Biliyorum, oyununu biliyorum; içinden gelen sözleri
söylediğin yok.
Sana kıymet vermem diye bin bir hileyle elimden ka-
çıyorsun.
Seni kalabalıkla karıştırmayayım diye bir kenarda du-
ruyorsun.
Biliyorum, oyununu biliyorum; gönlünün istediği yol-
dan yürüdüğün yok.
İstediğin, ötekilerin istediklerinden çoktur, onun için
susuyorsun.
Oyunbaz kayıtsızlıkla, armağanlarımdan yüz çeviri-
yorsun.
Rabindranath Tagore 25

Biliyorum, oyununu biliyorum; içten arzuladığını al-


dığın yok.

36
“Sevgilim, gözlerini kaldır” diye fısıldadı.
Onu azarladım ve “Git” dedim; fakat yerinden kımıl-
damadı.
Önümde durup ellerimi yakaladı. «Bırak beni» dedim;
fakat gitmedi.
Yüzünü kulağıma yaklaştırdı. Ona bakıp “Ayıp” de-
dim; fakat çekilmedi.
Dudakları yanağıma dokundu. Titredim ve “İleri gidi-
yorsun” dedim; fakat utanmadı.
Saçıma bir çiçek taktı. “Nafile!” dedim; fakat aldırma-
dı.
Boynumdaki çiçek dizisini alıp gitti. Ağlayıp gönlüme
soruyorum “Niye geri gelmiyor?”

37
Ey güzel, taze çiçeklerden ördüğün çelengi, benim
boynuma takar mısın?
Ama bilmelisin ki benim örmüş olduğun bir tane, bir-
çoklarınındır; bir an içinde görülenler, keşfedilmemiş il-
lerde oturanlar, yahut şairlerin şarkılarında yaşayanlar
içindir.
Seninkine karşılık benim kalbimi istemek için çok geç
kaldın.
Hayatımın bir gonca gibi kapalı ve onun bütün koku-
sunun göbeğinde toplu olduğu bir zaman vardı.
Şimdi ise uzaklara ve etrafa dağılmış bulunuyor.
Onu yine bir yere toplayıp saklayacak büyüyü kim bi-
liyor?
26 BAHÇIVAN

Kalbim benim değil ki yalnız bir kişiye adayayım, o


birçoklarına verilmiş.

38
Sevgilim vaktiyle senin şairin, zihninde bir destan ta-
sarladı.
Heyhat, dikkatsiz davrandım ve o senin şıngırdayan
ayak bileziklerine çarpıp zedelendi.
Şarkı parçalarına dağıldı ve ayaklarının dibinde saçılı
kaldı.
Geçmiş, cenk hikâyelerimle yüklü, gülen dalgalarla
oradan oraya atıldı, gözyaşlarıyla ıslandı ve battı.
Bu kaybı bana ödemelisin sevgilim. Mademki öldük-
ten sonra ölmez bir üne erişmek ümidim kalmadı, beni
yaşarken ölmez yap! O zaman kaybıma ağlayıp seni kaba-
hatli tutmayacağım.

39
Sabahtan beri bir çelenk örmeye çalışıyorum, fakat çi-
çekler elimden kayıp dökülüyorlar. Sen orada oturmuş,
meraklı gözlerinin ucuyla belli etmeden bana bakıyorsun.
Gizlice fenalık kuran o gözlere sor, kabahat kimin.
Bir şarkı söylemeye çalışıyorum, fakat nafile.
Dudaklarında belirsiz bir gülümseyiş titriyor; becerik-
sizliğimin sebebini onlardan sor.
Bırak da gülümseyen dudakların sesimin, nilüferin
koynundaki mest bir arı gibi, suskun, kendini nasıl kay-
bettiğini yeminlerle söylesin.
Gece oldu; çiçeklerin tüveyçlerini kapama zamanı gel-
di.
Bırak da yanında oturayım; sonra dudaklarıma, sessiz-
lik içinde ve yıldızların sönük ışığında yapılacak işi yap-
malarını emret.
Rabindranath Tagore 27

40
Sana vedaya geldiğim zaman, gözlerinden gölge gibi,
inanmayan bir gülümseme geçiyor.
Bunu o kadar çok tekrarladım ki hemen geri geleceği-
mi düşünüyorsun.
Doğrusunu söyleyeyim mi, benim de zihnimde aynı
kuşku var.
Çünkü ilkbahar günleri yıl yıl ardından yine geliyor-
lar, dolgun ay da veda edip gidiyor amma yine bizi gör-
meye dönüyor, yıldan yıla çiçekler de geri gelip dallarını
süslüyorlar. Tıpkı bunlar gibi ben de sana, sade geri gel-
mek üzere, veda edip gidiyorum.
Sen biraz daha avun, bu hayale hemen kıyma!
Senden bir daha dönmemek üzere ayrıldığımı
söylediğim zaman, inan ve bırak da gözlerinin gölgeli ke-
narlarını gözyaşları derinleştirsin.
Sonra, döndüğüm zaman dilediğin gibi böbürlenerek
gülümse!

41
Sana kelimelerin en derinlerini söylemek istiyorum; fa-
kat gülersin diye korkumdan cesaret edemiyorum.
Onun için kendime gülüyor ve sırrımı şaka yollu ezip
yok ediyorum.
Istırabımı küçük göreceksin diye korkumdan ben de
öyle gösteriyorum.
Sana kelimelerin en doğrularını söylemek istiyorum,
fakat onlara inanmazsın diye korkumdan cesaret edemi-
yorum.
Onun için onları, demek istediğimin aksini söyleyerek,
yalanlar içine gizliyorum.
28 BAHÇIVAN

Istırabımı anlamsız görürsün diye korkumdan ben de


öyle gösteriyorum.
Sana, senin için lâyık gördüğüm en değerli kelimeleri
kullanmak istiyorum; fakat onlara hak ettikleri karşılığı
almam diye korkumdan cesaret edemiyorum.
Onun için senin hakkında hoş söylemiyor ve duygusuz
kudretimle övünüyorum.
Seni, hiçbir zaman acı tatmayacaksın diye korkumdan
incitiyorum.
Senin yanında sessiz oturmak istiyorum, fakat, kalbim
dudaklarımdan taşar diye cesaret edemiyorum.
Onun için boş sözlerle gevezelik ediyor ve içimdekini
kelimelerin arkasına gizliyorum.
Istırabımı sertlikle kullanırsın diye korkumdan ben de
öyle yapıyorum.
Senin yanından gitmek istiyorum; fakat korkaklığımı
anlarsın diye çekindiğimden cesaret edemiyorum.
Onun için başımı dik tutuyor ve yanına aldırış etme-
den geliyorum.
Artsız arasız, gözlerinden gelen keskin vuruşlar, ıstıra-
bımı her zaman için taze tutuyorlar.

42
Ah çılgın sarhoş;
Eğer kapılarını tekme ile açıp halka kendini eğlence
edersen;
Eğer varını bir gecede bitirip ihtiyata aldırış etmezsen;
Eğer alışılmamış yollarda dolaşır ve gereksiz şeylerle
oyalanırsan;
Eğer bir şeye aldırmaz olursan;
Eğer fırtınaya rağmen yelkenlerini açar ve dümenlerini
iki bölük edersen;
Rabindranath Tagore 29

O vakit senin ardından gelirim arkadaş, sarhoş olur ve


yıkılırım.
Gecemi gündüzümü, düşünceli aklı başında komşular
arasında harcadım. Çok bilmek, saçlarıma kır düşürdü,
çok bakmak, gözümü perdelendirdi.
Senelerdir parçalar, kırıntılar toplayıp biriktirdim; on-
ları ez onların üstünde oyna ve bırak rüzgâr onları uçurup
dağıtsın.
Çünkü bilginin en yüksek aşaması sarhoş olup harap
olmaktır biliyorum.
Eğri büğrü tasalar ortadan yok olsun, yolumu bir daha
bulamayacak gibi kaybedeyim.
Vahşi bir baş dönmesi, yaratığı borayla beni palamarla-
rımdan söküp götürsün.
Dünya değerli insanlar, zeki ve faydalı işçilerle dolu.
Kolaylıkla birinci gelen ve onların ardına dizilen insanlar
var.
Bahtiyar ve zengin olsun onlar, ben de sersemcesine
faydasız bir insan olayım.
Çünkü, her işin sonu sarhoş olup harap olmak biliyo-
rum.
Eğitimli insanların arasında bulunmak haklarının hep-
sinden vazgeçmeye, hemen şimdi yemin ediyorum.
Benliğimin verdiği gururu, doğru ve yanlış hakkındaki
hükümlerimi silkip atıyorum.
Son gözyaşı damlalarını saçarak hâtıra kabını param-
parça edeceğim.
Kan kırmızısı şarabın köpüğüyle yıkanıp kahkahamı
ışıklandıracağım.
Temkinli ve akıllıların nişanını bu seferlik parça parça
edeceğim.
30 BAHÇIVAN

Değersiz kalıp, sarhoş olup harap olmaya yemin


edeceğim.

43
Hayır dostlarım, ne derseniz deyin, hiçbir zaman çile-
keş olmayacağım.
Eğer o kız da yeminini benimle birlikte etmezse hiçbir
zaman çilekeş olmayacağım.
Çilem için gölgeli bir sığınak ve bir yoldaş bulamaz-
sam çilekeş olmamaya kesin kararım var.
Hayır dostlarım, onun yankılarla dolu gölgesinde şen
kahkahalar çınlamıyorsa, rüzgârında zağfıran rengi bir
maşlah dalgalanmıyorsa, sessizliği hafif fısıltılarla daha
derinleşmiyorsa hiçbir zaman ocağımı ve yuvamı bırakıp
ormanın yalnızlığına çekilmeyeceğim.
Hiçbir zaman çilekeş olmayacağım.

44
Ey erdemli kişi, bu bir çift günahkârı affet. İlkbahar
rüzgârları bugün girdaplarla esiyor, tozları ve kurumuş
yaprakları sürüklüyor. Onlarla beraber, senin öğrettikle-
rin de tümüyle kayboldu.
Hayat bir hiçtir deme, Dede.
Çünkü biz bir defalık ölümle anlaştık ve yalnız birkaç
hoş saat için ölümsüz yapıldık.
Hattâ hükümdarın askeri gelerek üzerimize hırsla çul-
lansa bile biz hüzünle başlarımızı sallayacak ve diyeceğiz
ki: “Kardeşler, bizi rahatsız ediyorsunuz. Eğer bu gürültü-
lü oyunu oynamak istiyorsanız gidin, silâhlarınızı başka
yerde şakırdatın.”
Rabindranath Tagore 31

Çünkü biz ancak kaçan bir iki dakika için ölümsüz


yapıldık.
Eğer dost insanlar gelir de etrafımıza toplanırlarsa on-
ların önünde alçak gönülle eğilecek ve diyeceğiz ki: “Bu
büyük tali bizim için sıkıntı. Sonsuz semada bizim yaşadı-
ğımız yer küçüktür; ilkbaharda oraya kümelerle çiçek top-
lanır ve arıların meşgul kanatları birbirine çarpar. Ancak,
biz iki ölümsüze yaşadığımız gökyüzü çok dardır.”

45
Gidecek olan konuklara hayırlı yolculuklar dileyin ve
adımlarının izlerini tamamen silip süpürün.
Kolay, sade ve yakın olanı göğsünüze bir gülümsemeyle
basın.
Bugün, ne zaman öldüklerini bilmeyen hayaletlerin
bayramıdır.
Kahkahalarınız, dalgacıkların üzerindeki ışık parıltısı
gibi anlamsız bir neşe olsun.
Hayatınız, bir yaprağın ucundaki çiy damlası gibi, za-
manın kıyısında sekerek oynasın.
Sazınızla zaman zaman, kısa nağmeler çalın.

46
Beni bıraktın ve kendi yoluna gittin.
Sandım ki senin için yas tutacağım ve altın bir şarkıyla
işlenmiş hayalini, tek başına, kalbimde saklayacağım.
Heyhat, kör talihim, vakit dar.
Gençlik yıldan yıla sönüp kayboluyor; bahar günleri
geçici; narin çiçekler, bir hiç için ölüyorlar. Akıllı adam
bana, hayatın nilüfer yaprağı üstündeki bir çiy damlasın-
dan başka bir şey olmadığını hatırlatıyor.
32 BAHÇIVAN

Beni unutan birinin arkasından bakmak için bütün


bunları ihmal mi edeyim?
Bu, kalabalık ve çılgınlık olur, çünkü vakit dar.
Öyleyse patırdayan ayaklarınızla gelin yağmurlu
gecelerim; gülümse benim sarışın sonbaharım;
öpücüklerini etrafa dağıta dağıta gel dertsiz nisan.
Sen gel, sen de gel, hepiniz gelin!
Sevgililerim, biliyorsunuz ki bizler ölümlüyüz. Kalbi
soğuyan biri için üzüntü çekmek doğru mu? Çünkü vakit
dar.
Bir köşede oturup, senin her şeyim olduğunu düşün-
mek ve dizelere dökmek tatlıdır.
Biliyorum, ıstırabına sıkı sarılmak ve teselli bilmemek
kahramancadır.
Fakat kapımda taze bir yüz görünüyor ve gözlerini
gözlerime kaldırıyor.
Gözyaşlarımı silip şarkımın ahengini değiştirmekten
başka ne yapabilirim?
Çünkü vakit dar.

47
Eğer öyle olsun istiyorsan, şarkılarıma son vereyim.
Eğer kalbine çarpıntı veriyorsa, gözlerimi yüzünden
çekeyim.
Eğer seni işinin arasında ürkütüyorsam, bir kenara çe-
kilir ve başka bir yoldan yürürüm.
Eğer seni çiçek dizerken şaşırtıyorsam, tenha
bahçenden kaçınayım.
Eğer suları vahşi ve atak yapıyorsa, sandalımı senin kı-
yından geçirmem.
Rabindranath Tagore 33

48
Beni sevginin bağlarından azat et sevgilim. Artık bu
öpücük içkisinden istemem.
Bu ağır tütsünün dumanı gönlümü sıkıyor.
Kapıları aç ve sabahın ışıklarına yer ver!
Sende, okşayışlarının katları içinde kayboldum.
Beni büyülerinden kurtar ve sana özgür kalbimi vere-
bilmem için erkekliğimi bana geri ver!
49
Ellerini tutuyor ve onu göğsüme basıyorum.
Kollarımı onun güzelliğiyle doldurmak, onun tatlı
gülüşünü öpücüklerle yağma etmek, karanlık bakışlarını
gözlerimle içmek istiyorum.
Ah, fakat o nerede? Gökten maviyi kim çalabilir?
Güzelliği yakalamak istiyorum; o ellerimde yalnız be-
deni bırakarak kaçıyor.
Aklanmış ve yorgun, geri geliyorum.
Ruhun değebileceği çiçeğe, beden nasıl değebilir.

50
Ey aşk, gönlüm gece gündüz seninle buluşmaya hasret
çekiyor, her şeyi yutan ölüm gibi olan o buluşma için.
Beni bir fırtına gibi al götür; bütün varımı al; uykuma
baskın ver, rüyalarımı yağma et! Benden dünyamı çal!
Bu yıkıntı, ruhun çıplaklığı içinde seninle tek bir gü-
zellik olalım!
Heyhat isteğim boş bir istek. Bu birleşme ümidi senden
başka kiminle olabilir ey Tanrım?
34 BAHÇIVAN

51
Son şarkıyı bitir de gidelim.
Gece sona erdiği zaman, bu geceyi unut.
Kollarımla kimi sarmaya uğraşıyorsun? Rüyalar asla
esir edilmezler.
Çırpınan ellerim kalbime boşluğu bastırıyor ve göğsü-
mü eziyor.

52
Kandil niye söndü?
Rüzgârdan korusun diye onun etrafını hırkamla sar-
dım. Kandil onun için söndü.
Çiçek niye soldu?
Titiz sevgimle onu kalbime bastırdım. Çiçek onun için
soldu.
Irmak neden kurudu?
Onu kendim kullanayım diye önüne set çektim, ırmak
onun için kurudu.
Sazın teli niye koptu?
Ondan, kudretinin üstünde bir ses çıkarmak istedim,
sazın teli onun için koptu.

53
Niye bir bakışla beni utandırıyorsun? Ben bir dilenci
gibi gelmedim.
Yalnız geçici bir saat için senin bahçenin dışındaki düz-
lüğün kenarında durdum.
Niye bir bakışla beni utandırıyorsun?
Bahçenden ne bir gül kopardım ne yemiş topladım.
Yalnız yolun kenarında, her yabancı gezginin durabile-
ceği gölgeye sığındım.
Rabindranath Tagore 35

Bir gül bile koparmadım.


Evet, ayaklarım yorgundu ve birdenbire yağmur
boşandı.
Rüzgârlar, dalgalanan bambu dalları arasında ıslık
çalıyordu.
Bulutlar, bozguna uğramış gibi gökte koşuyordu.
Ayaklarım yorgundu.
Bilmiyorum benim için ne düşündün, yahut kapında
kimi bekliyordun?
Çakan şimşekler uykusuz gözlerini kamaştırıyordu.
Karanlıkta durduğum yerde beni göreceğini nasıl bi-
lebilirdim.
Bilmiyorum, benim için ne düşündün?
Gün sona erdi, yağmur biraz durdu.
Bahçenin sonundaki gölgeyi ve çimenlikteki şu yeri bı-
rakıyorum.
Karanlık oldu; kapını kapa, ben de kendi yoluma gi-
diyorum.
Gün sona erdi.
54
Alışveriş bittikten sonra böyle geç vakit sepetinle acele
nereye gidiyorsun?
Herkes yükleriyle evine vardı; ay, köy evlerinin üstün-
den göz ucuyla bakıyor.
Kayığı çağıran sesler karanlık suyun üstünden aşarak
yaban ördeklerinin uyuduğu uzak bataklığa kadar gidiyor.
Alışveriş bittikten sonra sepetinle acele nereye
gidiyorsun?
Uyku parmaklarını toprağın gözlerine değdirdi.
Kargaların yuvası sessizleşti, bambu yapraklarının hı-
şırtısı kesildi.
36 BAHÇIVAN

Tarlalardan dönen işçiler avluya hasırlarını yayıyorlar.


Alışveriş bittikten sonra sepetinle acele nereye
gidiyorsun?

55
Sen gittiğin zaman öğle olmuştu. Güneş sıcaktı çok.
İşimi bitirmiş, tek başıma taraçamda oturuyordum; sen
gittin.
Uzak tarlalardan derilmiş kokularla, zaman zaman
rüzgârlar esiyordu.
Gölgede kumrular yorulmadan ötüyordu ve odamda
yolundan sapmış bir arı tarlaların haberini vızıldıyordu.
Köy öğle sıcağında uyuyordu, yol ıssızdı.
Yaprakların hışırtısı bir an içinde işitilip sönüyordu.
Göğe dalan gözlerim, onun maviliği üstüne vaktiyle
bildiğim bir adın harflerini işliyordu; köy öğle sıcağında
uyumuştu.
Saçlarımı örmeyi unutmuştum. Hafif rüzgâr, yanağım-
da onlarla oynuyordu.
Irmak, gölgeli kıyılarda suskun akıyordu.
Tembel beyaz bulutlar kımıldamıyordu.
Saçlarımı örmeyi unutmuştum.
Sen gittiğin zaman öğle olmuştu.
Yolun tozları sıcaktı, tarlalar nefessizlikten bunalıyordu.
Kumrular sık yapraklar arasında dem çekiyordu.
Sen gittiğin zaman taraçamda yalnızdım.

56
Ben evin değersiz işleriyle uğraşan birçok kadından
biriydim.
Beni niye seçtin de toplu hayatımızın serin gölgesin-
den ayırıp getirdin?
Rabindranath Tagore 37

Anlatılamayan sevgi kutsaldır. Gizli kalbin karanlığın-


da mücevherler gibi pırıldar. Her şeyi anlamaya meraklı,
günün ışığında ise acınacak kadar soluktur.
Ah, sen kalbimin örtüsünü dalıp yırttın ve titreyen sev-
gimi ortaya sürükledin.Böylelikle, onun yuvasını sakladı-
ğı gölgeli köşeyi sonsuza kadar yıkmış oldun.
Öteki kadınlar yine eskisi gibi.
Kimse onların varlıklarının en gizli yerine el uzatmadı,
sırlarını onlar kendileri de bilmiyorlar.
Tasasız gülümsüyorlar, ağlıyorlar; konuşup çalışıyor-
lar. Her gün mabede gidip kandillerini yakıyorlar ve ne-
hirden su taşıyorlar.
Sevgim, yurtsuzların titreten utancından kurtulur diye
umdum; fakat sen yüzünü çeviriyorsun.
Evet, senin önünde yol açık, fakat benim dönüş yolu-
mu kestin. Beni, göz kapaksız gözleriyle gece gündüz ba-
kan dünyanın önünde soyulmuş, çırılçıplak bıraktın.

57
Çiçeğini kopardım ey dünya!
Onu göğsüme bastım, dikeni battı.
Gün batıp hava karardığı zaman baktım ki çiçek sol-
muş, fakat acısı kalmış.
Sende kokulu ve gururlu daha pek çok çiçek açacak,
ey dünya!
Fakat benim çiçek toplama vaktim geçti, geceleyin gü-
lüm de yanımda değil, sade acısı kalmış.
38 BAHÇIVAN

58
Bir sabah, çiçek bahçesinde bir kör kız bana, nilüfer
yaprağı içine sarmış olduğu bir çiçek zincirini vermeye
geldi.
Çiçekleri boynuma taktım ve gözlerim yaşlandı.
Onu öptüm ve dedim ki, “Sen çiçekler gibi körsün.”
“Armağanının ne kadar güzel olduğunu kendin
bilmiyorsun.”

59
Ey kadın sen yalnız Allah’ın değil, erkek elinin de eme-
ğisin; o seni daima kalbinden gelen güzellikle süslüyor.
Şairler sana altın imgelemin iplikleriyle kumaş
dokuyorlar; ressamlar senin şekline yeni bir sonsuzluk
veriyorlar.
Seni bezendirmek, seni örtmek, seni daha değerli kıl-
mak için deniz incilerini, toprak altınını, yaz bahçeleri çi-
çeklerini veriyor.
Erkek kalplerinin arzusu, senin gençliğinin üstüne bü-
tün şanını döküyor.
Sen yarı kadın, yarı rüyasın.

60
Hayatın gürültüsü ve karışıklığı içinde, Ey Güzellik,
sen taştan oyulmuş, sessiz ve hareketsiz, kendi başına du-
ruyorsun.
Büyük Zaman ayaklarının dibinde hayran oturmuş
cana fısıldıyor.
“Konuş, benimle konuş sevgilim; konuş benim eşim!”
Rabindranath Tagore 39

Fakat senin sözlerin taşın içine kapanmış, Ey Kımılda-


maz Güzellik!

61
Sükun bul gönlüm, bırak da ayrılma zamanı tatlı
geçsin.
O bir bitiş değil, bir kemal olsun.
Sevgi anıya, ıstırap şiire dönsün.
Semadaki uçuş, kanatların yuva üzerinde katlanışıyla
sona ersin.
Ellerinin son teması, gecenin çiçeği kadar nazik olsun.
Ey Güzel Son, bir dakika için sakin dur ve son sözlerini
huzur içinde söyle.
Sana baş eğiyor ve yolunda seni aydınlatmak için kan-
dilimi yukarı kaldırıyorum.

62
Bir rüyanın gölgeli yolundan, bir vakitler benim olan
aşkı aramaya gittim.
Onun evi tenha bir sokağın sonundaydı.
Gecenin hafif rüzgârı içinde, onun yavru tavusu tüne-
ğinde uyukluyordu. Kumrular da köşelerinde sessizdiler.
O, kandilimi kapının yanına bıraktı ve önümde durdu.
İri gözlerini yüzüme kaldırdı ve sessizce sordu: “İyi
misin dostum?”
Cevap vermeye çalıştım, fakat dilimiz kaybolmuş ve
unutulmuştu.
Düşündüm, düşündüm; isimlerimizi hatırlayamıyor-
dum.
40 BAHÇIVAN

Onun gözlerinde yaşlar pırıldadı. Elini bana uzattı.


Onu aldım ve sessizce durdum.
Kandilimiz gecenin hafif rüzgârında titremiş ve sön-
müştü.

63
Yolcu, gerçekten gitmeli misin?
Gece sessiz, karanlık, ormanın üstüne baygın düşüyor.
Taraçamızın ışıkları parlak, çiçekleri taze ve genç gözler
hâlâ uyanık duruyorlar.
Ayrılma zamanı geldi mi?
Yolcu gerçekten gitmeli misin?
Senin ayaklarını yalvaran kollarımızla sarmadık.
Önünde kapılar açık. Atın dış kapıda eyerlenmiş
duruyor.
Seni yolundan alıkoymayı, yalnız şarkılarımızla
denedik.
Seni bırakmamaya, yalnız gözlerimizle çalıştık.
Yolcu, seni durduracak kuvvetimiz yok. Bütün olanı-
mız gözyaşlarımız.
Gözlerinde hangi söndürülmez ateş yanıyor?
Kanında kaynayan hangi dindirilmez humma ki!
Karanlığın hangi çağırışı seni zorluyor?
Gökteki yıldızlarda hangi korkunç bir büyü sezdin ki,
mühürlenmiş gizli bir haberle, gece sessiz sedasız kalbine
girebildi?
Eğer şen toplantılardan hoşlanmıyorsan, eğer sessiz-
liğe ihtiyacın varsa ışıklarımızı söndürelim, çalgılarımızı
susturalım, bezgin gönül.
Karanlıkta, yaprakların hışırtısı arasında sakin otura-
lım ve yorgun ay, soluk ışıklarını pencerene döksün.
Rabindranath Tagore 41

Ah yolcu, hangi uyku bilmez ruh, gecenin kalbinden


gelip sana dokundu?

64
Günümü yolun kızgın tozunda geçirdim.
Şimdi, akşam serinliğinde, hanın kapısını çalıyorum. O
bakımsız ve harap olmuş.
Korkunç bir aşat ağacı, duvarların oyuklarına kavrayan
aç köklerini daldırmış.
Yolcuların buraya yorgun ayaklarını yıkamaya geldik-
leri günler de oldu.
Erken doğan ayın hafif aydınlığında hasırlarını avluya
yayar ve oturup yabancı beldelerden söz ederlerdi.
Sabahleyin dinlenmiş kalkarlar, kuşlar onları neşelen-
dirir ve yol kenarından çiçekler onlara dostçasına başları-
nı sallarlardı.
Fakat ben buraya geldiğimde beni bekleyen hiçbir ışık
yoktu.
Birçok gece kandilinin unutulmasından oluşmuş is le-
keleri, kör gözler gibi duvardan bakıyorlardı.
Kurumuş havuzun yakınındaki çalılıkta ateş böcekleri
uçuşuyordu ve bambu dallarının gölgeleri ot bitmiş yola
düşüyordu.
Günümün sonunda kimsenin konuğu değilim.
Uzun gece önümde ve ben yorgunum.

65
Yine sen mi çağırıyorsun?
Akşam oldu. Yorgunluk, yalvaran sevgilinin kolları
gibi, bana sarılıyor.
42 BAHÇIVAN

Beni çağırıyor musun?


Bütün günümü sana vermiştim, benden gecemi de mi
çalıyorsun?
Herşeyin bir yerde sonu vardır. Karanlığın kimsesizli-
ği de insana aittir.
Senin sesin onu parçalayıp beni vurmalı mı?
Gece senin kapında hiç uyku nağmesi yaratmaz mı?
Sessiz kanatlı yıldızlar, senin acımasız kulenin üstün-
deki göğe hiç tırmanmazlar mı?
Bahçendeki çiçekler, tatlı bir ölümle hiç tozlara düş-
mezler mi?
Dinlenmek bilmez sen, beni gerçekten çağırmalı mısın?
Öyleyse, varsın aşkın kederli gözleri boşuna bekleyip
ağlasın.
Varsın kandil boş evde yansın.
Varsın kayık, yorgun işçileri evlerine götürsün.
Rüyalarımı geride bırakıyor ve senin davetine
koşuyorum.

66
Serseri bir mecnun tılsım taşını arıyordu. Dolaşık saçla-
rı kumral ve tozluydu; vücudu hayale dönmüştü; sımsıkı
kapalı dudakları kalbinin örtülmüş kapılarıydı sanki. Işıl-
dayan gözleri de eşini arayan ateşböceklerini andırıyordu.
Önünde sonsuz deniz gürlemekteydi.
Geveze dalgalar, durmadan, saklı hazinelerden söz
ediyorlar; onların ne demek istediğini anlamayan cahille
eğleniyorlardı.
Belki de artık ümidi kalmamıştı. Fakat bırakamıyordu,
çünkü aramak onun amacı olmuştu.
Rabindranath Tagore 43

Nasıl deniz kollarını ebediyen göğe, elde edemeyeceği


şeye kaldırırsa;
Nasıl yıldızlar daireler hâlinde dönüp erişilemeyecek
bir hedef ararlarsa;
Bu mecnun da hâlâ, kumral tozlu saçlarıyla tenha kıyı-
da tılsım taşını arıyordu.
Bir gün, bir köylü çocuk gelerek ona sordu: “Söyle
bana, boynundaki bu altın zinciri nerede buldun?”
Mecnun şaşaladı, bir vakitler demir olan zincir şimdi
gerçekten altındı. Hayır rüya görmüyordu; fakat bu değiş-
me ne zaman olmuş bilmiyordu.
Alnına çılgıncasına vurdu, bilmeyerek bu başarıyı ner-
de elde etmişti, acaba nerede?
Âdet edinmişti: çakılları toplayarak zincire bir kere
dokundurur, fakat sonra bir değişme oldu mu diye bak-
madan atardı; mecnun tılsım taşını böyle bulmuş ve böyle
kaybetmişti.
Güneş batıda alçalıyordu, gök altınlaşmıştı.
Kuvveti artık kesilmiş, vücudu eğilmiş, kalbi tozlarda,
sanki yerinden sökülmüş bir ağaç gibi, mecnun kaybolan
hazineyi aramak üzere geri döndü.

67
Her ne kadar akşam ağır adımlarla geliyorsa ve bütün
şarkıların durmasını işaret ettiyse de;
Her ne kadar arkadaşların dinlenmek üzere çekildiler-
se ve sen yorgunsan da;
Her ne kadar karanlıkta korku gizleniyor ve göğün
yüzü yaşmaklanmış bulunuyorsa da;
Ey kuş, benim kuşum, dinle beni, kanatlarını kapama.
44 BAHÇIVAN

O, ormanın yapraklarının verdiği karanlık değil, koyu


siyah bir yılan gibi kabaran denizdir.
O, çiçek açan yaseminin raksı değil, parlayan köpüktür.
Ah, güneşli zümrüt kıyı nerede? Yuvan nerede?
Kuş, ey benim kuşum, dinle beni, kanatlarını kapama.
Yolunun üstünde ıssız gece var, sabah gölgeli tepelerin
arkasında uyuyor.
Yıldızlar nefeslerini tutmuş saatleri sayıyorlar, ay de-
rin gecenin içinde yüzüyor.
Kuş, ey benim kuşum, dinle beni, kanatlarını kapama.
Senin için ne ümit vardır, ne korku.
Ne söz, ne fısıltı ne de ağlayış.
Ne yuva, ne de dinlenecek bir bucak.
Yalnız bir çift kanadın, bir de yolu olmayan gök var.
Kuş, ey benim kuşum, dinle beni, kanatlarını kapama.

68
Hiç kimse sonsuza değin yaşayamaz, kardeş hiçbir şey
uzun zaman devam edemez. Bunu böyle bil ve şen ol!
Hayatımız yalnız bir köhne yük, yolumuz yalnız bir
uzun yolculuk değil.
Bir şair, gerçekten yalnız bir eskimiş şiiri yazmaz.
Çiçek solar ve ölür, fakat çiçeği takan onun için sonsuza
dek yas tutacak değil.
Kardeş, bunu böyle bil ve şen ol.
Kemali musikiye çevirmek, tam bir sessizlik ister.
Hayat, altından gölgelerde boğulmak için, kendi batı-
sına doğru eğilir.
Aşk, elem içmek ve gözyaşı semasına götürülmek için
oyunundan çağrılmalı.
Rabindranath Tagore 45

Kardeş, bunu böyle bil ve şen ol.


Geçen rüzgârlar yağma etmesin diye çiçeklerimizi,
toplamaya acele ediyoruz.
Geciksek kaybolacak olan öpüşleri kapmak kanımıza
can katıyor, gözlerimizi parlatıyor.
Hayatımız hevesli, isteklerimiz kuvvetli, çünkü zaman
ağır ağır ayrılık çanını çalıyor.
Kardeş, bunu böyle bil ve şen ol.
Bir şeyi kucaklayıp ezerek tozlara atacak vaktimiz yok.
Saatler rüyalarını eteklerinde saklayarak, çabuk geçip
gidiyor.
Hayatımız kısa, onun aşka verecek ancak birkaç günü
var.
Eğer o çalışmak ve zorluk çekmek için olsaydı, sonsuz
uzun olurdu.
Kardeş bunu böyle bil ve şen ol.
Güzellik bize tatlı geliyor, çünkü o hayatımızla aynı bir
ölümlü nağmeye uyarak raksediyor.
Bilgi bize kıymetli, çünkü onu tamamlamaya asla vakit
bulamayacağız.
Her şey sonsuz olan göklerde yapılıp bitirilir.
Fakat dünyanın boş hayalden ibaret çiçekleri, ölümle
sonsuza dek taze kalırlar.
Kardeş, bunu böyle bil ve şen ol.

69
Altın geyiği arıyorum.
Gülün arkadaşlar, fakat ben önümden kaçan hayalin
peşindeyim.
Dereler tepeler aşıyorum, adsız ellerde serseri dolaşı-
yorum, çünkü altın geyiği arıyorum.
46 BAHÇIVAN

Siz pazara gelip alacağınızı alıyor ve malla yüklü, evle-


rinize dönüyorsunuz. Fakat ben, nerde ve ne zaman bili-
niyorum, yurtsuz rüzgârlarla çarpıldım.
Gönlümde bir dert yok, bütün varımı arkamda
bıraktım.
Dereler tepeler aşıyorum, adsız ellerde serseri dolaşı-
yorum. Çünkü altın geyiği arıyorum.

70
Çocukken bir hendekte kâğıttan kayık yüzdürdüğüm
bir günü hatırlıyorum.
Temmuzun yağmurlu bir günüydü; kendi kendimey-
dim ve oyunumla keyifleniyordum.
Kâğıt kayığımı hendekte yüzdürüyordum.
Birdenbire fırtına bulutları çoğaldı, rüzgâr esmeye baş-
ladı, yağmur sel hâlinde boşanıyordu.
Çamurlu sular hücum edip akıntıyı kabartarak kayığı-
mı batırdılar.
Fırtına, sırf benim neşemi bozmak için geldi diye acı
acı düşündüm; bütün hıncı banaydı.
Bulutlu temmuz günü bugün uzuyor, ben de hayatta
daima kaybettiğim oyunları düşünmeye daldım.
Bahtımı, bana oynadığı oyunlar için kabahatli buluyor-
dum ki hendekte batan kâğıt kayığı hatırladım.

71
Gün daha bitmedi, pazar dağılmadı nehir kıyısındaki
pazar.
Vaktim boşa geçti, son kuruşum kayboldu diye kork-
muştum.
Fakat hayır kardeş, henüz kalan bir şeyim var. Bahtım
beni her şeyimden etmedi.
Rabindranath Tagore 47

Alıp satma bitti.


Her iki taraf da alacaklarını aldı, evime gitme vakti
geldi.
Fakat kapı paranı mı istiyorsun, kapıcı?
Korkma, henüz kalan bir şeyim var. Bahtım beni her
şeyimden etmedi.
Rüzgârın durgunluğu fırtına korkusu veriyor, batıdaki
alçak bulutlar da hayır belirtisi değil.
Sesini kesen su, rüzgârı bekliyor.
Gece bana yetişmeden nehri geçmeye davranıyorum.
Ah kayıkçı, paranı istiyorsun değil mi?
Evet kardeş, henüz kalan bir şeyim var. Bahtını beni
her şeyimden etmedi.
Yol kenarında, ağacın altında dilenci oturuyor. Heyhat,
yüzüme çekingen bir ümitle bakıyor.
Günün kazancıyla zenginim sanıyor.
Evet kardeş, henüz kalan bir şeyim var. Bahtım beni
her şeyimden etmedi.
Gece kararıyor ve yol tenhalaşıyor. Yaprakların arasın-
da ateşböcekleri pırıldıyor.
Gizliden gizliye yavaş adımlarla arkamdan gelen sen
kimsin?
Ah, biliyorum, senin istediğin benden bütün kazancı-
mı soyup almak. Ümidini boşa çıkarmayacağım!
Çünkü henüz kalan bir şeyim var. Bahtım beni her
şeyimden etmedi.
Gece yarısı eve varıyorum. Ellerim boş.
Sen uykusuz ve sessiz, kapımda meraklı gözlerle bek-
liyorsun.
Ürkek bir kuş gibi sevgiyle göğsüme uçuyorsun.
Evet evet Allah’ım, henüz kalan çok şeyim var. Bahtım
beni her şeyimden etmedi.
48 BAHÇIVAN

72
Günler süren büyük emeklerle bir mabet kurdum. Ne
kapısı, ne de pencereleri vardı; duvarları iri taşlarla çok
kalın olarak yapılmıştı.
Her şeyi unuttum, dünyadan kaçtım ve mihrabın üs-
tünde yerleştirdiğim tasviri kendimden geçmiş olarak
seyre daldım.
Mabedin içi sürekli bir geceydi ve kokulu yağla dolu
kandillerden ışık alırdı.
Tütsünün durmadan yükselen dumanı kalbimi kalın
halkalarla sarmıştı.
Uyku nedir bilmeden, duvarlara karışık hatlarla garip
şekiller kazdım. Kanatlı atlar, insan yüzlü çiçekler, uzuv-
ları yılan olan kadınlar.
Kuşların şarkısına, yaprakların fısıltısına, işiyle meşgul
köyün gürültüsüne hiçbir geçecek yol yoktu.
Karanlık kubbede, çınlayan tek ses, benim okuduğum
ilâhilerin sesiydi.
Zihnim sivri uçlu bir alev gibi incelmişti, hislerim ken-
dinden geçercesine baygındılar.
Mabede bir yıldırım rastlayıp kalbime bir keder dü-
şünceye kadar vaktin nasıl geçtiğini bilmedim.
O zaman kandil solgun ve utanmış gözüktü.
Duvardaki oyunlar gün ışığında, zincire vurulmuş rü-
yalar gibi anlamsız bakakaldılar; sanki kendilerini sakla-
mak istiyorlardı.
Mihraptaki tasvire baktım. Onu Allah’ın can verici
temasıyla canlı ve gülümser gördüm. Benim hapsettiğim
gece kanatlarını açmış ve kaybolmuştu.
Rabindranath Tagore 49

73
Senin zenginliğin sonsuz değil, ey benim sabırlı ve
kara toprak anam!
Sen çocuklarını beslemeye çabalıyorsun, fakat yiyecek
kıt.
Bizim için ayırdığın sevinç hediyesi, hiçbir zaman tam
değil.
Çocuklarına yaptığın oyuncaklar çabuk kırılan şeyler.
Sen bizim aç ümitlerimizin hepsini doyuramıyorsun;
fakat bunun için seni bırakacak mıyım?
Istırapla gölgeli gülümseyişin gözlerime tatlı görünür.
Tükenmek bilmeyen sevgin kalbime aziz gelir.
Göğsünde bizi ebediyetle değilse de hayatla besledin,
bunun içindir ki daima uyanıksın.
Asırlardır renk ve ahenk üzerinde çalışıyorsun, bunun-
la beraber göğün değil sade onun hazin hayali kuruldu.
Yarattığın güzellikler üstünde gözyaşlarının buğusu
var.
Şarkılarımı senin dilsiz gönlüne, sevgimi senin sevgine
boşaltacağım.
Sana iş işleyerek tapacağım.
Senin şefkatle yüzünü gördüm ve mahzun tozlarını se-
viyorum, ey anne toprak!

74
Dünyanın divan odasında basit bir ot parçası güneş
hüzmesi ve gece yarısının yıldızları ile aynı halı üstünde
oturur.
Onun gibi benim şarkılarım da dünyanın kalbindeki
yerlerini bulutların ve ormanların musikisi ile paylaşırlar.
50 BAHÇIVAN

Fakat sen ey servet sahibi adam, güneşin mutlu ateşi-


nin iddiasız büyüklüğünde ve düşünceli ayın olgun parıl-
tısında senin servetinin bir payı yok.
Her şeyi kucaklayan göğün ona merhameti yok.
Ve ölüm göründüğü zaman o sararıp soluyor ve ufala-
nıp toz oluyor.

75
Sözde sofu gece yarısı dedi ki:
“Evimi bırakıp Allah’ı aramak zamanıdır. Beni burada
gaflet içinde bu kadar zaman kim tuttu?”
Allah “Ben”, diye fısıldadı fakat adamın kulakları
tıkanmıştı.
Yatağın bir yanında karısı göğsünde uyuyakalmış ço-
cuğu ile huzur içinde uyuyordu.
Adam onlara “Siz kimsiniz ki beni bu kadar zaman al-
dattınız?” dedi.
Ses tekrar, “Onlar Allah’tır”, dedi fakat adam işitmedi.
Çocuk rüyasında bağırdı ve annesine sokuldu.
Allah, “Dur, çılgın adam, evini bırakma,” diye emretti,
fakat o yine duymadı.
Allah içini çekip şikâyetle “Niye kulum beni bırakıp
yine beni aramaya çıkıyor,” dedi.

76
Pazar, mabedin önüne kuruluydu. Sabahtan beri yağ-
mur yağmıştı ve artık akşam oluyordu.
Bir kuruşa hurma yaprağından bir düdük almış olan
küçük bir kızın parlak gülümseyişi, kalabalığın bütün se-
vincinden daha parlaktı.
Rabindranath Tagore 51

Bu düdüğün keskin neşesi, bütün kahkaha ve gürültü-


lerin üstünde dolaşıyordu.
Sonsuz bir insan kalabalığı birbirine girift olmuştu.
Durmayan yağmurun altında yol çamurlu, tarla su içinde
ve nehir taşkın idi.
Bir küçük oğlanın derdi kalabalığın bütün derdinden
üstündü. Boyalı bir değnek alacak parası yoktu.
Dükkânı seyre dalan gamlı gözleri, bütün bu insan kü-
mesini öyle acıklı gösteriyordu ki...

77
Batı ellerinden gelen işçi ile karısı, fırınlık tuğla yap-
mak üzere toprağı kazıyorlar.
Küçük kızları nehrin kıyısındaki basamaklara gidiyor,
orada durmadan kap kaçağı uğup parlatıyor.
Saçları dibinden kesilmiş başıyla küçük kardeşi
çırçıplak güneşten yanmış, her tarafı çamurlara bulanmış,
onun arkasından dolaşıyor ve o uyarınca nehir kıyısının
setinde sabırla bekliyor.
Kız, su dolu testiyi başında durdurarak geriye eve gi-
diyor. Parlayan bakır tas sol elinde, sağ eliyle de çocuğu
tutuyor. Annesinin bu küçük hizmetçisi, ev işlerinin yü-
küyle temkinli görünüyor.
Bir gün o çıplak çocuğu, bacaklarını açmış oturur
gördüm.
Ablası suda bir avuç toprakla, çevire çevire bir bakracı
uğuyordu.
Yakınlarında, kıyının yamacında yumuşak tüylü bir
kuzu otluyordu.
Bir ara çocuğun durduğu yere yaklaştı ve birdenbire
yüksek sesle meledi. Çocuk ürküp haykırdı.
52 BAHÇIVAN

Ablası bakracı temizlemeyi bırakarak yanına koştu.


Bir koluna kardeşini, öbür koluna da kuzuyu aldı ve
ikisini birden öperek insanın yavrusu ile hayvanın yavru-
sunu aynı sevgi bağıyla bağladı.

78
Mayıstı. Sıcak öyle çok uzun görünüyordu. Susuzluk-
tan çorak toprak çatlıyordu.
Nehir kıyısından bir sesin, “Haydi gel, miniğim!” diye
bağırdığını duydum.
Kitabımı kapadım ve dışarı bakmak için penceremi
açtım.
Nehir kenarında uysal ve sabırlı gözlerle iri bir man-
danın çamurlara bulanmış durduğunu, dizlerine kadar
suya girmiş bir çocuğun da onu yıkanmaya çağırdığını
gördüm.
Zevkle gülümsedim ve kalbime bir tatlılığın değdiğini
hissettim.

79
Çok kere insanla, kalbi konuşulan bir dil tanımayan
hayvan arasındaki tanışmanın sınırı nerede gizlidir diye
düşünürüm.
Kalplerinin birbirine gitmek için kullandığı basit yol,
yaradılışın uzak bir sabahında, hangi bir ilk cennetten
geçiyordu.
Her ne kadar yakınlıkları çoktandır unutulduysa da
onların adımlarının izleri silinmemiştir.
Bazen adsız bir musiki ile bu silik anı, birdenbire uya-
nır ve hayvan insanın yüzüne tatlı bir güvenle, insan da
onun gözlerine keyifli bir şefkatle bakar.
Rabindranath Tagore 53

İki dost maskeli olarak karşılaşıyor ve değişik


kıyafetleri altında birbirlerini fark ediyorlar gibidir.

80
Bir bakışınla şairlerin sazlarından gelen şiirlerin hazi-
nesini yağma edebilirsin kadın!
Fakat onların övgülerine kulak vermiyorsun, seni onun
için beğeniyorum.
Dünyadaki en gururlu başları ayakların altında aşağı-
layıp süründürebilirsin.
Fakat senin taparcasına seçtiklerin, şöhrete uzak kal-
mış olan sevdiklerindir; seni onun için taparcasına sevi-
yorum.
Kollarının mükemmelliği bir dokunuşlarıyla şahane
güzelliklere görkem katabilir.
Fakat sen onları, tozu süpürmek ve gösterişsiz evini te-
mizlemek için kullanıyorsun; beni onun için korku alıyor.

81
Niye kulağıma o kadar hafif fısıldıyorsun, ey Ölüm,
benim Ölümüm!
Akşam vakti, çiçekler boyunlarını büktükleri ve sürü-
ler ağıllarına döndükleri zaman sinsi sinsi yanıma geliyor
ve bana anlamadığım sözler söylüyorsun.
Uykulu fısıltılarının ve soğuk öpüşlerinin afyonuyla
böyle mi sevgini söyleyip sevgimi kazanacaksın ey Ölüm,
benim Ölümüm!
Düğünümüz için büyük tören yapılmayacak mı?
Kumral ve dağınık saç büklümlerini bir çelenkle bağ-
lamayacak mısın?
54 BAHÇIVAN

Önünde bayrağını götürecek kimse yok mu? Ve gece


senin meşalelerinin kızıllığı ile tutuşmayacak mı, ey Ölüm,
benim Ölümüm!
Mührelerin uğuldayarak gel, uykusuz bir gecede gel.
Beni kırmızı bir şala sar, elimi kavra, al beni!
Atların sabırsızca kişniyerek araban kapımda hazır
dursun!
Örtümü aç ve yüzüme övünçle bak, ey Ölüm, benim
Ölümüm!

82
Nikâhlım ve ben, bu gece ölüm oyunu oynayacağız.
Gece siyah, gökte bulutlar huysuz ve denizde dalgalar
kuduruyor.
Rüya yatağımızı bıraktık, kapıyı ardına kadar açtık ve
dışarı çıktık, nikâhlım da ben de.
Bir salıncağa oturuyoruz; fırtına, rüzgârları arkamız-
dan çılgınca itiyor.
Nikâhlım korku ve sevinçten ürperiyor, titreyerek göğ-
süme sokuluyor.
Ona uzun zamandır şefkatle hizmet ettim.
Ona çiçekten bir yatak yaptım ve çiğ ışıkları gözlerin-
den uzaklaştırmak için kapıları kapadım.
Onu hafifçe dudaklarından öptüm ve kendinden geçip
yarı bayılıncaya kadar kulağına hafifçe bir şeyler fısılda-
dım.
O belirsiz bir tatlılığın sonsuz sisinde kayboldu.
Dokunmama cevap vermez oldu, şarkılarım onu uyan-
dıramadı.
Bu gece vahşî ellerden fırtına bizi çağırmaya geldi.
Rabindranath Tagore 55

Nikâhlım titredi ve kalktı, elimi tuttu ve dışarı çıktı.


Saçları rüzgârda uçuyor, başörtüsü dalgalanıyor. Çe-
lengi göğsünde hışırdıyor.
Ölümün itişi onu hayata fırlattı.
Nikâhlım ve ben yüz yüze, gönül gönüleyiz.

83
O, tepenin eteğindeki mısır tarlasının kenarında, ihti-
yar ağaçların vakur gölgeleri arasından çağıltılı ırmaklar
hâlinde akan kaynağın yakınında yaşıyordu. Kadınlar
oraya kaplarını doldurmaya gelirlerdi, yolcular da orada
dinlenmek ve konuşmak için otururlardı. O, bütün gün,
kaynayan ırmağın ahengiyle çalışır ve düşlere dalardı.
Bir akşam, bulutlarla örtülü tepeden bir yabancı indi;
saçları uyuşuk yılanlar gibi karışıktı. Şaşarak sorduk:
“Sen kimsin?” Cevap vermedi, fakat çağıldayan ırmağın
kenarına oturdu ve sessizce onun yaşadığı kulübeyi seyre
daldı. Kalplerimiz korkuyla titremişti, gece olduğu zaman
evlerimize döndük.
Ertesi sabah kadınlar deodar ağaçlarının yanındaki
kaynaktan su almaya geldikleri zaman, onun kulübesinin
kapılarını açık buldular. Fakat onun sesi kaybolmuştu.
Gülümseyen çehresi neredeydi? Boş kap yerde duruyor-
du ve kandili köşede kendi kendine sönmüştü. Hiç kimse
onun daha sabah olmadan nereye kaçtığını bilmiyordu.
Yabancı da gitmişti.
Mayısta güneş hararetlendi, karlar eridi ve biz kay-
nağın kenarında oturup ağladık. Kendi kendimize dü-
şündük: “Onun gittiği diyarda acaba bu kurak günlerde
bakracını doldurabileceği bir kaynak var mı?” ve ürkerek
56 BAHÇIVAN

birbirimize sorduk: “Bizim yaşadığımız bu tepelerin öte-


sinde bir memleket var mı?”
Bir yaz gecesiydi. Meltem güneyden esiyordu ve ben
onun, kandili hâlâ yanmadan duran, kullanılmayan oda-
sında oturuyordum. Birdenbire gözlerimin önünde tepe-
ler, iki yana çekilen perdeler gibi kayboldu. “Ah gelen o.
Nasılsın yavrucuğum, mutlu musun? Fakat bu açık göğün
altında nereye sığınabiliyorsun? Heyhat, senin susuzluğu-
nu giderecek kaynağımız da burada yok.”
“Burada da aynı gök,” dedi “yalnız, onu saran tepeler-
den kurtulmuş, -bu, bir nehir hâlini almış olan aynı ırmak-
tır- aynı toprak ki bir ova hâlinde genişliyor.” “Her şey
burda, öyleyse,” diye içimi çektim, “Yalnız biz yokuz.” O
hüzünle gülümsedi ve dedi ki, “Sen benim kalbimdesin.”
Birden uyandım ve gecenin içinde ırmağın kaynayışını,
dev gibi ağaçların fısıldayışını işittim.

84
Sonbahar bulutlarının gölgeleri, peşlerinden tez koşan
güneşle, yeşil ve sarı pirinç tarlaları üstünden kayıp
geçiyor.
Arılar ballarını emmeyi unutuyor; ışıkla sarhoş olarak
çılgınca uçuyor ve vızıldıyorlar.
Ördekler de nehrin adacıklarında sebepsiz bir sevinçle
haykırışıyorlar.
Hiç kimse evine dönmesin kardeşler, bu sabah hiç kim-
se işine gitmesin!
Rabindranath Tagore 57

Mavi göğü fırtınayla fethedelim ve koşarken mesafele-


ri yağma edelim.
Denizin üstündeki köpükler gibi havada kahkahalar
yüzüyor.
Kardeşler, sabahımızı hoş şarkılarla harcayalım!

85
Kimsin sen ey okuyucu, bundan yüz yıl sonra şiirleri-
mi okuyan!
Sana baharın bu zenginliğinden, şu ilerideki bulutlar-
dan tek bir altın çizgi gönderemiyorum.
Kapılarını aç ve dışarı bak!
Çiçek açan bahçeden, yüz yıl önce solmuş çiçeklerin
kokulu anılarını topla.
Bir bahar sabahı mutlu sesini yüz yıl ileriye gönderen
hayat dolu sevinci kalbinde duy derim!
İLK SÖZCÜKLERİN İNDEKSİ

Ah, anne, genç şehzade kapımızın önünden geçecek.............7


Ah çılgın, sarhoş..........................................................................42
Alışveriş bittikten sonra böyle geç vakit sepetinle.................54
Altın geyiği arıyorum.................................................................69
Batı ellerinden gelen işçi ile karısı, fırınlık..............................77
Ben evin değersiz işleriyle uğraşan birçok kadından............56
Benden izin almadan gitme sevgilim.......................................34
Beni bıraktın ve kendi yoluna gittin.........................................46
Beni sevginin bağlarından azât et sevgilim............................48
Bir bakışınla şairlerin sazlarından gelen şiirlerin...................80
Bir rüyanın gölgeli yolundan bir vakitler
benim olan aşkı............................................................................62
Bir sabah çiçek bahçesinde bir kör kız bana............................58
Bir şey istemedim, yalnız ormanın kenarında........................13
Bırak, işin bitsin gelin. Dinle, konuk geldi..............................10
Çiçeğini kopardım, ey dünya!...................................................57
60 BAHÇIVAN

Çocukken bir hendekte kâğıttan kayık


yüzdürdüğüm bir ......................................................................70
Çok kere insanla kalbi konuşulan bir dil tanımayan.............79
Dünyanın divan odasında basit bir ot parçası güneş............74
Eğer hamarat olmak istiyor da, testini dolduracaksan gel...12
Eğer böyle olsun istiyorsan, şarkılarıma son vereyim...........47
Eller ellerde kilitli, gözler gözlerde..........................................16
Ellerinden gönül rızasıyla ne çıkarsa bence
makbule geçer..............................................................................26
Ellerini tutuyor ve onu göğsüme basıyorum..........................49
Evcil kuş kafesinde, hür kuş ormandaydı.................................6
Ey aşk, gönlüm gece gündüz seninle buluşmaya
hasret çekiyor...............................................................................50
Ey erdemli kişi, bu bir çift günahkârı affet..............................44
Ey güzel, taze çiçeklerden ördüğün çelengi............................37
Ey kadın, sen yalnız Allah’ın değil, erkek elinin de...............59
Gece, tek başıma, sevgilimi görmeye giderken........................9
Gel genç söyle bize, gözlerinde neden çılgınlık var...............25
Gidecek olan konuklara hayırlı yolculuklar dileyin..............45
Gün daha bitmedi, pazar daha dağılmadı..............................71
Günler süren büyük emekle bir mabet kurdum....................72
Günümü yolun kızgın tozunda geçirdim...............................64
Hayatın gürültüsü ve karışıklığı içinde, Ey Güzellik............60
Rabindranath Tagore 61

Hayır dostlarım, ne derseniz deyin, hiçbir zaman.................43


Her ne kadar akşam ağır adımlarla geliyorsa ve...................67
Hiç kimse sonsuza değin yaşayamaz, kardeş, hiçbir şey......68
İki kardeş su getirmeye giderken şuracıkta durur.................18
Istırap da getirse aşka güven, kalbini kapama.......................27
Kalbinin sırrını kendine saklama dostum...............................24
Kalçanda dolu testi ile nehrin kıyısındaki yoldan.................19
Kandil niye söndü?.....................................................................52
Kendi kokusu ile mest, ormanın gölgesinde...........................15
Kimsin sen ey okuyucu, bundan yüz yıl sonra......................85
Kölene acımaz mısın sultanım?..................................................1
Mayıstı. Sıcak öğle çok uzun görünüyordu............................78
Nikâhlım ve ben bu gece ölüm oyunu oynayacağız..............82
Niye bir bakışla beni utandırıyorsun.......................................53
Niye kulağıma o kadar hafif fısıldıyorsun, ey Ölüm.............81
Niye orada oturup bileziklerinle oynayarak vakit.................23
O, gün gün ardından gelip gidiyor..........................................20
Olduğun gibi gel, süsünle oyalanma.......................................11
O, yanımdan acele adımlarla geçtiği zaman...........................22
O, tepenin eteğindeki mısır tarlasının kenarında...................83
Pazar, mabedin önüne kuruluydu............................................76
Rahatım yok. Çok uzak şeylere göresim var.............................5
Sabahleyin ağımı denize attım....................................................3
62 BAHÇIVAN

Sabahtan beri bir çelenk örmeye çalışıyorum.........................39


Sana sözcüklerin en derinlerini söylemek...............................41
Sana vedaya geldiğim zaman gözlerinden gölge gibi...........40
Sarı kuş onların ağacında ötüyor ve kalbini...........................17
Sen benim rüyalarımın göğünde dolaşan bir akşam.............30
Sen gittiğin zaman öğle olmuştu..............................................55
Seni kolayca anlayamayayım diye bana
oyun ediyorsun...........................................................................35
Seni seviyorum sevgili, bağışla sevgimi..................................33
Senin zenginliğin sonsuz değil, ey benim
sabırlı ve kara...............................................................................73
Serseri bir mecnun tılsım taşını arıyordu................................66
Serseri dolaşan genç, gün ağardığı zaman,
yine gelecek..................................................................................21
“Sevgilim gözlerini kaldır” diye fısıldadı...............................36
Sevgilim, vaktiyle senin şairin zihninde bir destan...............38
Sonbahar bulutlarının gölgeleri, peşlerinden
tez koşan.......................................................................................84
Son şarkıyı bitir de gidelim.......................................................51
Sormak ateşiyle yanan gözlerin hüzünlü................................28
Söyle bana, bütün bu dediklerin doğru mu sevgili...............32
Söyle bana, sevgilim. Şarkını bana sözcüklerle anlat............29
Sözde sofu gece yarısı dedi ki...................................................75
Sükun bul gönlüm, bırak da ayrılma zamanı tatlı geçsin.....61
Rabindranath Tagore 63

Şair, ah, akşam yaklaşıyor............................................................2


Vah bana, benim evimi ne için pazar yolunun
kenarına yaptılar?.........................................................................4
Yaban kuşu olan kalbim semasını senin
gözlerinde buldu.........................................................................31
Yatağımın yanındaki kandil söndüğü zaman
sabah kuşlarıyla.............................................................................8
Yine sen mi çağırıyorsun............................................................65
Yolcu, gerçekten gitmeli misin..................................................63
Yolun kenarından yürüyordum. Bilmem niçin?....................14

You might also like