Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

Nutuk 1st Edition Mustafa Kemal

Atatürk
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/nutuk-1st-edition-mustafa-kemal-ataturk/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1st Edition ■lber Ortayl■

https://ebookstep.com/product/gazi-mustafa-kemal-ataturk-1st-
edition-ilber-ortayli/

Popüler Türk Sinemas■n■n ■deolojik Dönü■ümü 1st Edition


Mustafa Kemal Sancar

https://ebookstep.com/product/populer-turk-sinemasinin-ideolojik-
donusumu-1st-edition-mustafa-kemal-sancar/

Mustafa Kemal e Mektup 2nd Edition Celadet Ali Bedirxan

https://ebookstep.com/product/mustafa-kemal-e-mektup-2nd-edition-
celadet-ali-bedirxan/

Hadis ■lmihali 1st Edition Mustafa Ac■o■lu

https://ebookstep.com/product/hadis-ilmihali-1st-edition-mustafa-
acioglu/
■ntibah 7th Edition Nam■k Kemal

https://ebookstep.com/product/intibah-7th-edition-namik-kemal/

Ungleichwertigkeitsideologien in der
Einwanderungsgesellschaft 1st Edition Kemal Bozay

https://ebookstep.com/product/ungleichwertigkeitsideologien-in-
der-einwanderungsgesellschaft-1st-edition-kemal-bozay/

Bat■ Bilgeli■i 1st Edition Kemal Karaday■ Umut


Dinç■ahin

https://ebookstep.com/product/bati-bilgeligi-1st-edition-kemal-
karadayi-umut-dincsahin/

Yoksulluk ■çimizde 23rd Edition Mustafa Kutlu

https://ebookstep.com/product/yoksulluk-icimizde-23rd-edition-
mustafa-kutlu/

Ha Bu Nasul Dev Genç tur U■a■um 1st Edition Mustafa


Korkmaz

https://ebookstep.com/product/ha-bu-nasul-dev-genc-tur-
usagum-1st-edition-mustafa-korkmaz/
Gazi Mustafa Kemal

NUTUK
Genel Yayın Yönetmeni
Şule Perinçek

Editörler
Nejat Bayramoğlu, Kurtuluş Güran

Çevriyazı
Ercüment Hüsnü Baki, Y ücel Demirel, Ahmet Hezarfen, Sadık Perinçek,
Musa Sankaya

Sayfa Düzeni
Güler Kızılelma

Kapak Tasarımı
Bora Gürsoy

Baskı ve Cilt
Ertem Basım Yayın Dağıtım Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
Başkent Organize Sanayi Bölgesi 22. Cadde No: 6 Malıköy Temelli i ANKARA
Tel: 03 1 2 640 1 6 23
Sertifika No: 26886

Bu eserin yayın haklan


Analiz Basım Yayın Tasanm Gıda Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti.nindir

Birinci Basım: Eylül 20 1 5

Kaynak Yayınları: 8 1 2

Yayıncı Sertifika No: 1 407 1

ISBN: 978-975-343-966-4 (Tk. No.)

978-975-343-967- 1

ANALİZ BASIM YAYıN TASARIM GIDA TİCARET VE SANAYİ LTD. şTİ.

BII
KAYNAK
Galatasaray Meşrutiyet Caddesi Kardeşler Han No: 6/3

www,kaynakyayinlari.com· iletisim@kaynakyayinlarLcom
Beyoğlu 34430 istanbul

YAYıNLARı Tel: 02 1225221 56-9 9 Faks: 0212 2492892


Nutuk'un Hazırlanmasında Emeği Geçen

Atatürk'ün Bütün Eserleri Damşma Kurulu

(Alfabetik soyadı sırasına göre)

M. Türker Acaroğlu
Prof. Dr. Feroz Ahmad
Prof. Dr. Sina Akşin
Talip Apaydın*
Prof. Dr. Zeki Ankan
Prof. Dr. İlhan Arsel*
Ercüment Hüsnü Baki"
Nejat Birdoğan*
Em. Kur. Alb. Dr. Orhan Coşkun
Muazzez ilmiye çığ
Ali Dündar
Erol Şadi Erdinç*
Y rd. Doç. Dr. İsmet Görgütü
Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu
Ahmet Hezarfen*
Prof. Dr. Alpaslan ışıklı"
Suphi Karaman*
Prof. Dr. Nejat Kaymaı
Em . Tümg. Turhan Olcaytu*
Emİn Özdemir
Ahmet Bekir Palazoğlu
Sadık Perinçek*
Dr. Doğu Perinçek
Prof. Dr. T ülin Sağlamtunç
Zeki Sanhan
Prof. Dr. Taner Timur
Prof. Dr. Şerafettin Turan
Gürbüz Tüfekçi*
Memet Türkkan

* Sadık Perinçek'i 13 Eylül 2000, Nejat Birdoıan'ı 4 Mayıs 2001, Ercüment Hüsnü Baki'yi 23 Aralık 2001,
Em. Tümg. Turhan Olcaytu'yu 25 Aıustos 2003, Suphi Karaman'ı 15 Nisan 2004, Ahmet Hezaıfen'i 27
Mayıs 2005, Prof. Dr. İl han Arsel'i 7 Şubat 2010, Gürbüz Tüfekçi'yi 23 Temmuz 2010, Erol Şadi Erdinç'i
16 Ekim 2012, Prof. Dr. Alpaslan ışıklı'yı l3 Temmuz 2013, Talip Apaydın'ı 28 Eylül 2014 tarihinde
kaybettik.
Gazi Mustafa Kemal

NUTUK
İçİNDEKİLER

SUNUŞ 23
Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi'ni Açış Nutku ( 1 5 Ekim 1 927) 27

NUTUK i ( 1 9 1 9- 1 920) 31
Samsun'a Çıktığım Gün Genel Vaziyet ve Manzara 3i
Mukabil Kurtuluş Çareleri 32
Milli Teşekküller, Siyasi Maksat ve Hedefleri 32
Memleket Dahilinde ve İstanbul'da Milli Varlığa Düşman Teşekküller 34
İngiliz Muhipleri Cemiyeti 34
Amerika Mandası İsteyenler 35
Ordumuzun Vaziyeti 35
Müfettişlik Vazifemin Geniş Salahiyetleri 36
Genel Manzarayı Dar Bir Çerçeve İçinden Göıiiş 37
Düşünülen Kurtuluş Çareleri 38
Benim Kararım 38
Ya İstiklal Ya Ölüm 38
Tatbikatı Safhalara Ayırmak ve Kademe Kademe Y üıiiyerek Hedefe Varmak 39
Milli Sır 40
Ordu İle Temas 40
Yunan Ordusunun Manisa ve Aydın Civarını İşgali 43
Milli Teşkilat V ücuda Getirilmesi ve Milletin İkazı 44
Mitingler, Milli Tezahürler 45
Milli Tezahürlerin Akisleri 45
İstanbul'a Geri Çağnhşım 49
Sıvas'ta Genel Bir Milli Heyet Toplamak Kararı 49
Adını Saklayan Bir Tanıdığın Amasya'ya Gelmesi 51
Rauf ve Refet Beylerin Tereddüdü 52
İstanbul'da Bazı Zatlara Gönderdiğim Mektup 52
Ali Kemal Bey'in Tamimi 53
Ali Kemal Bey ve Padişah 53
Ali Galip Bey Sıvas'ta 54
Sıvas'a Hareket 55
Erzunım'a Hareket 57
Milli Gaye İçin Ortaya Atılmak Kararı 58
Erzurum Kongresi Hazırlıklan 59
Resmi Sıfat ve Salahiyetleri Bırakarak, Milletin Şefkat ve
Civanmertliğine Güvenmek ve Vicdani Vazifeye Devam Etmek Karan 60
Mersinli Cemal Paşa'nın İstanbul'a Gitmesi 61
Kumandayı Terk Etmemek Emri 6i
Refet Bey'in 3. Kolordu Kumandanlığı'nı Bırakması 62
Hamit Bey'in İstanbul Hükümetince Azli 65
Refet Bey'le Haberleşmeler 66
Erzurumlulann Yardımları 7i
Erzurum Kongresi 72
Erzurum Kongresi Beyannamesi ve Kararları 72
Erzurum Kongresi'nde Görülen Tereddütler 74
Karakol Cemiyeti 77
Avrupa'dan Bir Şey Beceremeden Dönen Ferit Paşa'ya Çektiğim Şifre 78
Sıvas Kongresi Hazırlıkları 79
Sıvas Valisi'nin Endişeleri 80
Erzurum'u Terk Lüzumu 83
Sıvas Yolunda 84
Sıvas Kongresi Açılıyor 86
Sıvas Kongresi'nin Meşgul Olduğu İşler 87
Amerika Mandası İçin Propagandalar 88
Manda Meselesinin Kongre'de Müzakeresi 102
Erzurum Kongresi Hiçbir Suretle
Manda Kabulü Hakkında Karar Vermiş Değildir 106
Sıvas Kongresi'ni Neticesiz Bırakmak Teşebbüsleri 109
Ali Galip Hadisesi 1 LO
Hıyanetin Müşterek Müteşebbislerinden Ferit Paşa Kabinesine Taarruz 124
İstanbul'daki Hükümetle Münasebeti Kesmek Kararı 127
Mebus Seçimi İle Uğraşılmaya Başlanması 127
Memleketi Mercisiz Bırakmamak İçin 129
Yapılan İtiraz ve Eleştiriler 130
Kazım Karabekir Paşa'nm Tavsiyeleri 134
Padişah'm Beyannamesi 137
Halit Bey'in Trabzon ve Civannda Milli Teşkilata Memur Edilmesi 139
Kastamonu Valisi'nin İstanbul Hükümetince Değiştirilmesi ve
Bundan Çıkan Hadise 142
Kastamonu da İstanbul'a Karşı Harekete Geçiyor 144
Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Kuvayi Milliye Kumandanı 145
Konya Valisi Cemal Bey İstanbul'a Kaçıyor ve
Konya Halkı da İstanbul'u Tanımıyor 146
Refet Bey'in Yerinde Olmayan Bazı Teklifleri 146
General Harbord Heyeti ve General'e Verdiğim Cevap 147
Abdülkerim Paşa'nın Aracılıkları 148
Ferit Paşa Kabinesi Çekilmelidir 154
Trabzon'dan Gelen Teklif 157
İlk Bozkır Hadisesi ve izmit Mutasamfı'nın Muhalefeti 159
Ferit Paşa'nın İstifası 161
Ali Rıza Paşa Kabinesi 162
Ali Rıza Paşa Kabinesinde Sezilen Tereddüt 163
Ali Rıza Paşa Kabinesi Milli Teşkilat ve Maksatlan Soruyor 165
Yunus Nadi Bey Aracı Kılınıyor 170
Cemal Paşa, Kabine Namına Milli iradeye Aykırı Hareketlerden
Kaçınılacağını Taahhüt Ediyor ı 74
Kazım Karabekir Paşa'nın
Benim Hükümet işlerine Karışmam Hakkındaki Fikri ı 77
Kazım Karabekir Paşa'nın
Şahsen Hükümet İşlerine Kanşması Hakkındaki Fikri 180
Padişah Köleliğiyle Kazanılan İktidar Makamı, iktidarsızlığın Numunesidir ı 81
Damat Şerif Paşa Milleti Zehirliyor 182
Yegane Kabahatimiz 184
Ahmet İzzet Paşa'nın Nasihatnamesi ı 85
Ali Rıza Paşa Cumhuriyet Yapılacağını Keşfediyor ı 87
Salih Paşa Heyeti Temsiliye İle Temas İçin Geliyor 187
Askerı Nigehban Cemiyeti 188
işgali, Kınanmaya Değer Bulmayan Bir Siyaset 189
Süngülerini Milletin Kalbine Saplayan Yabancılan
Misafır Sayan Bir Harbiye Nazırı 190
Milli Teşkilat Genişliyor ve Kuvvetleniyor 191
Meclisi Mebusan'ın Toplanacağı Yer 192
Amasya Mülakatı 193
Sıvas'ta Aleyhime Yapılan Bir Teşebbüs: Şeyh Recep Vakası 197
Adapazarı Havalisinde Tahrikler 201
İstanbul'da Kuvayi MiHiye Aleyhine Tahrikler 204
Ali Rıza Paşa Kabinesini Tutmak Kararı 207
Banş Yapılana Kadar İstanbul'a Ayak Basmamaklığımız ve
Mebus Olmamak1ığımız Tavsiyesi 209
Kumandanlarla Fikir Alışverişi 2 13
Dört Aykırı Görüş ve Aldığımız Karar 214
Mebuslara Verilen Talimat 21 6
Teşrinievvel [Ekim] 19 19'da Mühim Dahili işler 218
Ali Rıza Paşa Kabinesi Fikrinde ısrarlı 2i9
Dahiliye Nazın'nın Memlekete Sevk Ettiği Nasihat Heyetleri 221
Refet Paşa Salihli ve Aydın Cephelerine Kumandan Olarak Gönderiliyor 222
Refet Paşa, Demirci Efe'nin Maiyetine Giriyor 222
Dahiliye Nazın'nın Şüphe Veren Halleri 223
Ali Rıza Paşa Kabinesi Milli Teşkilatı Düşman Teşkilatla,
Bizi Ali Kemal ve Sait Molla İle Bir Tutuyor 225
Dahiliye Nazın Damat Şerif Paşa Devamlı Olarak Milli Birliği Bozmakla,
Harbiye Nazın, Temsilcimiz Cemal Paşa da Hükümetin İcraatını Müdafaa
��pl m
Sait Molla Nasıl Çalışıyordu? 228
Mister Fru'ya Yazdığım Mektup 234
Ali Rıza Paşa Kabinesi Düşman İftira ve Yanıltmacalanna
Hakikat Diye İnanıyor 236
Çürüksulu Mahmut Paşa'nm Beyanatı 239
Milli Teşkilatın Düzene Sokulması 240
Yahya Kaptan Meselesi 24 i
Vicdani Vazifelerimden Biri 253
1 9 19 Sonbahannda Karşılaştığımız Diğer Bazı Vakalar 254
Ankara'ya Geliş 256
Kazım Karabekir Paşa Heyeti Temsiliye'nin
Ankara'ya Gitmesine Taraftar Değildi 259
Genel Vaziyeti İdare ve Sevk Mesuliyetini Üstlenenler,
En Mühim Hedefe ve En Yakın Tehlikeye Mümkün Olduğu Kadar
Yakm Bulunmalıdırlar 260
Yeni Mebuslarla Ankara'da Görüşmek Teşebbüsü 26 i
Bayburt'ta Bir Yalancı Peygamber 267
Harbiye Nazın Cemal Paşa İşbaşmdan Genç Kumanda Unsurlannı
Uzaklaştınnak İstiyor 268
Harbiye Nazın Cemal Paşa, Dediklerim Yapılmazsa İstifa Ederim ve
Meclisi Mebusan'm Açılması İmkansız Bir Hayal Olur, Diyor 269
İtilaf Devletleri Fevkalade Temsilcilerinin Ali Rıza Paşa Kabinesine
Verdikleri Müşterek Nota 27 i
İtilaf Devletlerinin Karadeniz Başkumandanı,
Osmanlı Devleti'nin Harbiye Nazın'na Doğrudan Doğruya Talimat ve
Emir Vennektedir 272
İnsaf ve Merhamet Niyaz Etmekle Millet İşleri, Devlet İşleri Görülemez 274
Ankara Halkı İle Yakmdan Tanışmak İçin Verdiğim Konferans 275
Ankara'ya Gelen Mebuslarla Yaptığım Temaslar 276
Türk Milletinin En Bariz Arzu ve İmanı: Kurtuluş 276
Misakı Milli Hazırlanıyor 277
Milli Fikir ve Milli Teşkilatın Kısa Bir Zamanda Temin Ettiği Şeref ve
Mevcudiyeti Küçümseyenler 277
Ankara'da Toplanmak 278
Harbiye Nazın Cemal Paşa'nın İşten Uzaklaştınlması Teklifi Karşısında
Ali Rıza Paşa Kabinesi 279
Anadolu'da Bulunan Yabancı Subaylann Tutuklanması Karan 286
Meclisi Mebusan Reisi Olmam Sakıncalı Görülüyor 287
Hükümeti Kayıtsız Şartsız Düşürmek ve
Kati Mücadele Vaziyeti Almak Lüzumu 288
Ali Rıza Paşa ve Kabinesinin Mahiyeti 289
Aldatıcı Vaatler, Ağır İftiralar 290
Milli Bir Kabine Teşkili İmkansızlığı 294
Kuvayi Milliye'nin Faaliyetinin Devam Etmesi Hakkında
Kamuoyunu Kontrol 297
Vakalann Gidişatına Tabi Olamazdık 299
Akbaş Cephaneliği ve Köprülülü Hamdi Bey 30 1
Anzavur'un Milli Cephelerimizi Arkadan Vurmak Teşebbüsü 30 1
Ali Rıza Paşa Kabinesinin İstifası 302
Padişah, Halin ve Vaziyetin İcabına Göre
Birisini Sadrazamlığa Seçeceğim Diyor 303
Beni Muamelelere ve İcraata Müdahaleden Men Etmek İsteyenler
Benden Tesirli Tedbirler Bekliyor 304
Salih Paşa Sadrazam Oluyor 306
Trakya'da Cafer Tayyar Bey'in Takip Ettiği Yanlış Bir Görüş 309
Karakol Cemiyeti İstanbul'da Teşkilatını Genişletmeye Çalışıyor 3 12
İstanbul'daki Kuvayi Milliye ReisIerinin Tutuklanması Hakkında
Londra'dan Gelen Emir 3 12
İstanbul'un İşgali 314
Manastırlı Hamdi Efendi 316
İtilaf Kuvvetlerinin Telgrafla Memlekete Yapmak İstedikleri Resmi Tebliğ 317
Yabancı Devletlere Yaptığım Protesto 318
Millete Yayımladığım Beyanname 320
Fevkalade Salahiyete Sahip Bir Meclis'in Ankara'da Toplanması Karan 321
Celalettin Arif Bey İle Görüş Aynlığı 326
Celalettin Arif Bey Meclisi Mebusan Reisliğini Bırakamıyor 329
Seçimler Esnasında Bazı Yerlerdeki Büyük Hükümet Memurlannın
Çıkardıklan Müşkülat 330
Samsun'daki Subaylar Arasında Güya Padişahperestlik Hissiyatı Varmış 330
Türkiye Büyük Millet Meclisi Toplanıyor 332
N U T UK II (I 920- i 927) 335
Türk Milletinin Takip Etmesi Lazım Gelen Siyasi Prensip: Milli Siyaset 335
Hükümet Teşkili 337
Milli Hakimiyet Esasına Dayalı Halk Hükümeti: Cumhuriyet 338
T ürkiye Büyük Millet Meclisi, Reisliğine Beni Seçti 338
İcra Vekiııeri Heyeti Teşkili 339
Hıyaneti Vataniye Kanunu ve istiklal Mahkemeleri Teşkili 340
Dahili isyanlar 34 1
Anzavur isyanlan, Düzce isyanı 34 1
Hilafet Ordusu 342
Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan isyanlan 344
Güney Sınırlanmızda Olan Hadiseler 345
Konya isyanı 345
Harp Cephelerinin Vaziyeti 346
istanbul, Ankara ile Temas Anyor ve
Bu Teması Nurettin Paşa Temine Çalışıyor 348
Nurettin Paşa Ankara'da 35 1
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin Harici Meseleler Hakkında
ilk Verdiği Karar: Moskova'ya Bir Heyet Gönderilmesi 353
ilk Genel Yunan Taarruzu 354
Yunan Taarruzu Karşısında Milli Cephelerin Bozulması Üzerine
Meclis'te Şiddetli Tariz ve Eleştiriler 355
Ciddi Askeri Teşkilat Yapabilmek için ve Bunda Muvaffakiyet imkanı
Temin Edebilmek için, Zaman Şarttır 357
Yeşilordu 358
Çerkez Ethem Bey ve Kardeşlerinin İlk Defa Dikkat Çekici Görülmeye
Başlanan Bazı Tavır ve Muameleleri 359
Celalettin Arif, Hüseyin Avni Beylerin Erzurum'a Gidişi ve
Oradan Ortaya Attıklan Meseleler 36 i
Celalettin Arif Bey'in Geniş Çapta Doğu Vilayetleri Valiliği Teklif Ediliyor 362
Celalettin Arif Bey Kendi Kendine Erzurum Vali Vekili Oluyor 363
Doğu Cephesinde Ermenistan'a Taarruz Karan Verdiğimiz Sırada 365
Celalettin Arif Bey'in Ültimatomu 365
Kahraman Erzurum Ahalisinin Bana Açtığı Samimiyet Kucağını Suiistimal
Edebileceğine Asla ihtimal Veremedim 367
Doğu Cephemizde Ermenilerle Harp Başlıyor 370
Ordulanmızın Üstsubay ve Subaylan Hakkında Malum Olan Bir Hakikat 371
Milli Hükümetin Yaptığı ilk Antlaşma: Gümrü Antlaşması 372
Trakya'daki Vaziyet 373
Trakya'daki Kolordumuzun Askeri İcaplan ve Vatanperverlik Namusunu
Yapamamasının Yegane Mesulü Cafer Tayyar Paşa'dır 374
İkinci Konya İsyanı 375
"Ordudan Fayda Yoktur" Sözleri ve
Batı Cephesi Kumandanı'nın Taarruz Teklifi 376
Gediz Taarruzu 377
Çerkez Ethem ve Kardeşlerinin Çıkardığı Dedikodular 379
Meclis'te Görülen Aykın Eğilimler ve
Nazım Bey'in Dahiliye Vekilliğine Seçilmesi Karşısında Aldığım Tavır 380
Millet, Vekillerini Seçerken Çok Dikkatli ve Kıskanç Olmalıdır 38 ı
Ali Fuat Paşa'nın Moskova Büyükelçiliğine Tayini ve
Cephenin İkiye Ayn ıması Kararı 381
Süratle Muntazam Ordu ve Büyük Süvari Kütlesi V ücuda Getirmek ve
Gayri Muntazam Teşkilat Fikrini ve Siyasetini Y ıkmak Karan 382
Görünüşte Bize Mülayim Zannolunan Bir Politika ile
Dahilden Bizi Dağıtmak Teşebbüsü 383
İstanbul'da İktidar Mevkiine Getirilen Tevfik Paşa Kabinesi
Ankara İle Temas İmkanı Anyor 384
Bilecik Görüşmesi Kararlaşıyor 386
Ethem ve Tevfik Kardeşlerin Muhalefete Geçmesi 387
Tevfik, Cephe Kumandanı'nı Tanımıyor 390
Ethem ve Tevfik Kardeşler ve Kendileriyle Hemfikir Olan
Bazı Arkadaşlannın Milli Hükümete İsyanı 393
Bilecik Görüşmesi 397
İzzet ve Salih Paşalar Ankara'da 398
Ethem ve Kardeşleri Zaman Kazanmak İçin Bizi Aldatmaya Çalışıyorlardı 399
Çerkez Ethem, Hükümetin Kanunlannı Tanımıyor 400
Demirci Efe de Harekete Geçiyor 403
Reşit, Orduyu Yoldan Çıkarmaya Teşebbüs Ediyor 404
Çerkez Ethem'e Bir Nasihat Heyeti Gönderiliyor 406
Asi Ethem ve Kardeşleri Aleyhine Fiili Harekata Geçilmesini Emrettim 4 ıo
Ethem ve Kardeşleri, Kuvvetleri İle Beraber Düşman Saflannda
Layık Olduklan Vaziyeti Aldılar 412
Birinci İnönü Zaferi 4 ı2
Düşmanlarla İşbirliği Yapan Saruhan Mebusu Reşit Bey'in 412
Mebusluktan İhracı Kararı
Ethem ve Kardeşleri, Canlanm Refet Paşa'ya Borçludurlar 4 13
İzzet ve Salih Paşalar Ankara'dan Memnun Görünmüyor,
ille Payitahta Gitmek istiyorlardı 414
Sadrazam Tevfik Paşa Benimle Temas Anyor 416
Tevfik Paşa'ya Verdiğim Resmi ve Özel Cevaplar 417
Tevfik Paşa ve Arkadaşları, Anadolu'yu İstanbul Hükümetine
Bağlamaya Çalışıyor 421
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun Esas Maddelerini Tevfik Paşa'ya Bildirdim 422
İlk Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun Tarihçesi 424
Hilafet ve Saltanat Meseleleri Hakkında
T ürkiye Büyük Millet Meclisi'ne Verdiğim izahat 425
Londra Konferansı'na iştirak Edecek Delegeler, Doğrudan Doğruya
Milli İradeyi Temsil Eden Büyük Millet Meclisi Tarafından Seçilmelidir 426
Tevfik Paşa Yeminle Bağlı Olduğu Kanunu Esasi'ye Sadakatten Aynlamıyor 428
Osmanlı Ricalinin Mümtaz Vasfı 43 ı
Tevfik Paşa'nın Teklifleri Karşısında Büyük Millet Meclisi'nin Karan 431
Londra Konferansı'na İştirakimiz 432
Delegeler Daha Yolda iken Başlayan Yunan Taarruzu 434
İkinci İnönü Zaferi ve ismet Paşa'nın Metristepe'den Gördüğü Vaziyet 434
Güney Cephesindeki Harekat 435
Yunan Ordusunun Genel T aarruz Planında Nazan Dikkati Çok Çeken Bir Hata 436
Refet Paşa Kendisi Mağlup Olduğu Halde Düşmanı Mağlup Kabul Ediyordu 437
Refet Paşa Türk Ordusuna Başkumandan Olmak istiyordu 438
Londra Konferansı'ndan Dönen Hariciye Vekili Bekir Sami Bey'in
imzaladığı Mukaveleler 439
Bekir Sami Bey, Ne Olursa Olsun Barış Yapmak Taraftan idi 442
Meclis'te Belirmeye Başlayan Siyasi Gruplar 443
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu'nun Teşkili 444
Hoca Raif Efendi "Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti" Teşkil Ediyor 445
Kazım Karabekir Paşa, "Devlet Şeklinde Tarihi Değişiklik Teşebbüslerinde
Askeri ve Mülki Ricalin Lazımı Gibi Görüşü Alınmalıdır" Diyor 446
izzet ve Salih Paşaların İstanbul'da Siyasi Vazife Almayacaklannı
Taahhüt Etmeleri Üzerine İstanbul'a Dönmelerine Müsaade Edildi 448
izzet ve Salih Paşalar Sözlerinde Durmadılar 449
Ahmet izzet Paşa Türk Milletine Hizmet Etmeyi,
Vahdettin'in Hizmetkan Olmaya Tercih Edemedi 45 i
Muhterem Milletime Tavsiyem 452
Sakarya Meydan Muharebesi 452
Ordunun Başına Geçmemi isteyenler 453
Başkumandanhğı Kabul Ediyorum 454
Başkumandanlığıma Yapılan itirazlar 455
Başkumandanlığı Fiilen Üstlendim 459
Tekilifi Milliye Emirleri 459
Cephe Karargahına Hareket 460
Hattı Müdafaa Yoktur, Sathı Müdafaa Vardır 463
Bütün Türk Milletini, Cephede Bulunan Ordu Kadar, Fikren, Hissen ve
Fiilen Muharebe ile Alakadar Etmeli İdim 464
Büyük Millet Meclisi'nce Bana Müşir Rütbesiyle Gazi Unvanı Verilmesi 464
Fransa Hükümeti ile Temas ve Ankara Anlaşması 464
Pontus Meselesi 470
Anadolu Ortasında Yeniden Çıkan Birtakım Dahili isyanlar 472
Merkez Ordusunun Teşkili ve Nurettin Paşa'nın Kumandanlığa Tayini 472
Malta'dan Yeni Dönen Nafıa Vekili Rauf ve
Kara V asıf Beyler Takip Olunan Askeri Siyaseti Öğrenmek istiyorlardı 473
Benim Şahsen Ankara'dan Uzaklaşmam Arzu Ediliyordu 474
İkinci Grup Teşekkül Ediyor 477
Ordu Saflarına Kadar Yaydınlan Bozguncu Telkinler 478
Ordumuzun Kararı Taarruzdur 478
Hazırlığı Kafi Derecede Olması Lazım Gelen Üç Vasıta;
Dahili ve Görünürdeki Cephelerimiz 479
Doğu Cephesi Kumandanı'nın Bir Görüşü 48 i
Muhtelif Devletlerle Yapılan Resmi ve Gayri Resmi Birtakım Temaslar 483
Cihan Nazarında Vereceğimiz imtihana Hazırlanırken 487
22 Mart ı 922 Tarihli Mütareke Teklifi 488
Mütareke TekJifine Cevap Vermeye Hazırlanırken Alınan Barış Teklifi 490
Başkumandanlık Kanunu'nun Tarihçesi 494
Memleketin Y üksek Menfaatı Namına
Başkumandanlık Vazifesini Yapmaya Devam Kararını Verdim 494
Ordunun Kıpırdanamayacağını İddia Eden Bir Gafili Alkışlayanlar 503
Ordumuzun Manevi ve Maddi Kuvveti Milli Emelleri
Tam Bir Emniyetle Elde Edecek Mertebeye Ulaşmıştı 503
Muhalif Grubun Meclis'teki Faaliyeti 504
Rauf Bey İcra Vekilleri Heyeti Reisi Oldu 504
Taarruz Kararı 507
1. Ordu Kumandanı Ali ihsan Paşa'nın Meydana Getirdiği Vaziyetler 508
Taarruz Planımızın Esası 5 1i
Taarruza Hazırlık Emri 5 12
26 Ağustos 1922, Taarruz Emri 5 13
Başkumandan Muharebesi 5 13
Mütareke Teklifi 5 13
Ordularımız İzmir Rıhtımında İlk Verdiğim Hedefe, Akdeniz'e Vardılar 5 14
İtilaf Devletlerinin 23 Eylül i 922 Tarihli Mütareke Teklifi 5i7
Mudanya Konferansı 5 18
Barış Konferansı'na Göndereceğimiz Delegeler 5 19
İsmet Paşa'nın Hariciye Vekilliğine ve Delege Heyeti Reisliğine Seçilmesi 5 19
Lozan Barış Konferansı'na Davet 520
Saltanatın Lağvı 520
Rauf Bey'in Saltanat ve Hilafet Hakkındaki Fikri 52 1
Saltanatın Lağvı Meclis'te Müzakere Olunurken Rauf Bey'e Verdiğim Rol 522
Lozan Barış Konferansı'na Tevfik Paşa ve Arkadaşları da
İştirak Etmek İstiyordu 523
Menfaatlarını Kirli Bir Tahtın, çürümüş, Çökmüş
Ayaklarına Sanlmakta Bulanlar 523
Osmanlı Saltanatının Lağvı Kararının Verildiği Gün Teşkilatı Esasİye,
Şer'iye ve Adliye Encümenlerinin Müşterek Toplantısı 524
Müşterek Encümene Anlattığım Hakikat 527
Osmanlı Saltanatının Y ıkdış ve Bitiş Merasiminin Son Safhası 528
Hain Vahdettin Bir İngiliz Harp Gemisiyle İstanbul'dan Kaçıyor 528
Asil Bir Milleti Y üz Kızartıcı Bir Vaziyete Düşüren Sefil 529
Abdülmecit Efendi'nin Büyük Millet Meclisi'nce Halife Seçilmesi 530
Abdülmecit Efendi, Babasının Adı Münasebetiyle de Olsa
"Han" Unvanından Vazgeçemiyor 532
Halife Olacak Zatın Sıfat ve Salahiyeti Ne Olacaktı 533
T ürkiye Halkı Kayıtsız Şartsız Hakimiyetine Sahiptir 533
Lozan Barış Konferansı 534
Osmanlı Devleti'nin Dünya Nazarında Hiçbir Kıymeti Kalmamıştı 535
Halk İle Yakından Temasa Gelmek, Ruh Halini ve Fikri Eğilimleri
Bir Daha incelemek için 535
Milli Hakimiyet Ve Hilafet Makamının Vaziyetleri ve Münasebetleri 536
Halife Olan Zatı Ümide Düşürecek Sadakatkitrane Muameleler 539
Din Oyunu Aktörleri, Halife'yi Bütün islamın Hükümdan Yapmak istiyorlardı 540
Hilafet Meselesi Hakkında Halkın Tereddüt ve
Endişesini Gidermek için Verdiğim İzahat 542
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda Ukde Teşkil Eden Noktalar 546
Halk Fırkası'nı Teşkil Teşebbüsü 549
Dokuz Umde, Fırkamızın ilk Programı 549
Lozan Konferansı Kesintiye Uğradı 550
Lozan Konferansı Müzakereleri Üzerinde Meclis'te Hararetli Münakaşalar 550
Meclis'teki Muhaliflerin Muhtelif Hücum Hareketleri 554
"Beni Vatandaşlık Haklarından Mahrum Etmek" Teklifi Üzerine
Meclis'te Vuku Bulan Beyanatım 554
Teklif Edilen Maddedeki Şartlara Neden Sahip Değildim 555
Milletin, Hakkımda Gösterdiği Muhabbet ve itimadın Samimi ifadeleri 556
Yeniden Seçim Yapılması Karan 556
Lozan Konferansı'nın ikinci Safhası ve Yeni Seçimlerde
Milletin Gösterdiği Uyanıklık 557
Nurettin Paşa'nın Resen Mebus Olmak Teşebbüsü ve
Yayımladığı Yaşamöyküsü 558
Nurettin Paşa'nın ve Babası Müşİr İbrahim Paşa'nın
Meşrutiyet inkılabına Temaslarının Şekline ve Derecesine Ait Hatıralarım 560
Yaşamöyküsü Kitapçığına Göre Nurettin Paşa'nın
Meşrutiyet'in Elde Edilişinden Sonra Gördüğü Hizmetler 564
Irak Seferi'nde Nurettin Paşa 565
Büyük Taarruz Harbi'nde Nurettin Paşa Muharebe Meydanını
Dürbünle Seyretmeyi Tercih Ediyordu 566
Yaşamöyküsü Kitapçıgına Göre Nurettin Paşa'nın İstanbul'da ve
Anadolu'da Gördüğü Mühim İşler Nelerdi 567
Nurettin Paşa, Zaferin Şerefine En Az İştirake Hakkı Olanlardan Biridir 568
Nurettin Paşa'yı ve Ordusunu Bizzat Takip ve Sevk ve
İdareye Zaruret Gördüm 569
Millet ve Tarih, Unvan Vermekte O Kadar Cömert Değildir 570
Lozan Barış Antlaşması 571
Mondros Mütarekesi'nden Sonra T ürkiye'ye Yapılan
Dört Barış Teklifi Arasında Bir Mukayese 571
Delege Heyeti Reisi İsmet Paşa İle Heyeti Vekile Reisi Rauf Bey
Arasında Çıkan Anlaşmazlık 582
İsmet Paşa'da, Heyeti Vekile Reisi Rauf Bey'e Karşı
Güvensizlik Hissi Başlamıştı 583
Yunan Tamiratı Meselesinden Dolayı İsmet Paşa İle Heyeti Vekile Arasında
Hasıl Olan Görüş Farkı ve Gerginlik 583
Ben, İsmet Paşa'nın Görüşünü Destekledim 586
Meseleyi Hal İçin Bir Tarafa Hak Vererek Diğer Tarafı Susturmak Sistemini
Tatbik Etmedim 586
Kuponlar ve İmtiyazlar Hakkındaki Haberleşmeler
İki Tarafı Yeniden Asabiyete Sevk Etti 594
Rauf Bey'in Aradaki Görüş Ayrılığını Kendisi İle İsmet Paşa Arasında
Başlı Başına Bir Mesele Sayması Doğru Değildir 595
Rauf Bey, Müzakere1eri Bitirip Barışı Hazırlayan İsmet Paşa'nın
Netice Hakkında Hükümetin Fikrini Soran Telgrafına Cevap Vermemişti 595
İsmet Paşa'ya Barışı İmzalamasını Bildirdim 596
İsmet Paşa'nın Çektiği Istırap 596
Lozan Barış Antlaşması'nı Hazırlayan ve İmzalayanlara Teşekkür ve Tebrik 597
Rauf Bey Tebrik Etmek İstemiyor 597
Rauf Bey'in Yazdığı veya Yazdırdığı Telgraf 597
Rauf Bey Lozan Antlaşması'nı Yapan İsmet Paşa'yı Tebrik Vesilesiyle
Mondros Mütarekesi'ni Yapan Kendisini Müdafaaya Çalışıyor 598
Rauf Bey Muzaffer Ordunun Başından Lozan'a Giden Zata
Zaferden Zafere Y ürüyen Ordunun Hikayesini Anlatıyor 599
Rauf Bey "İsmet Paşa İle Karşı Karşıya Gelernem,
Onun Karşılanmasında Bulunarnam" Diyor 599
Rauf Bey Devlet Riyaseti Makamının Takviyesini Söylerken
Ne Düşünüyordu 600
Memlekete ve Millete Kimler Hizmet Ederse "Apotrtl Onlardır 600
Rauf Bey'in Heyeti Vekile Reisliginden,
Ali Fuat Paşa'nın Büyük Millet Meclisi İkinci Reisliğinden İstifaları 601
Yeni T ürkiye Devleti'nin İdare Merkezi: Ankara 60 1
Meclis'te Fethi Bey'in Riyasetindeki Heyeti Vekile'ye,
Fethi Bey'in Şahsına Tarizler ve Eleştiriler Başladı 60 2
Tatbiki İçin Münasip Zaman Beklediğim Bir Fikrin Tatbiki Anı Gelmişti 60 3
Fethi Bey'in Riyasetindeki Heyeti Vekile istifa Ediyor 60 4
Heyeti Vekile Listeleri ve Heyeti Vekile Riyasetine Seçilmesi
Muhtemel Görülen Simalar 604
"Milli Hakimiyetimizi Her Şeye ve Her Şeye Karşı Koruyahm" Diyen Zat 60 5
Fırka İdare Heyeti de Kati Bir Heyeti Vekile Listesi Hazırlayamadı 605
Cumhuriyetin İlanı Kararını Nerede ve Kimlere Söyledim 60 6
İsmet Paşa İle Cumhuriyetin ilanı Kanununa Ait Tasarıyı Hazırladık 60 6
2 9 Teşrinievvel [Ekim] 1 92 3 Günü Halk Fırkası Grubu'nda
Cereyan Eden Müzakereler 60 7
Ben, Umumi Reis Sıfatıyla Meselenin Halline Memur Edildim 60 9
2 8/2 9 Teşrinievvel [Ekim] Gecesi
Hazırladığım Kanun Müsveddesini Teklif Ettim 60 9
Hükümetimizin Şekli Mutlaka Cumhuriyet Olacaktır 611
Teklifim Fırka'ca ve Hemen Meclis'çe Müzakere ve
"Yaşasın Cumhuriyet" Sesleri Arasında Kabul Olundu 612
T ürkiye Cumhuriyeti Riyasetine,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Oybirliğiyle Beni Seçti 612
Cumhuriyetin ilanından Milletin Duyduğu Genel ve Samimi Sevince İştirakte
Tereddüt ve Endişe Gösterenler 614
Rauf Bey'in Cumhuriyet İlanı Dolayısıyla
İki İstanbul Gazetesi ile Yaptığı Görüşme 616
İstanbul Halkı Temsilcileri Cumhuriyetin ilanını Nasıl Karşılamışlardı 617
Cumhuriyetin İlanıyla Boşa Çıkan Ümitler 619
Cumhuriyetin İlanı Üzerine Halife'ye Yaptınımak istenen Rol ve
Halife Lehinde Yapılan Neşriyat 62 1
Rauf Bey'in Ankara'ya Gelerek Birtakım Propagandalarla,
Arkadaşları, Fırka'yı Aleyhimize Teşvik ve Tahrike Koyulması 625
Rauf Bey'in Sahneye Koymak istediği Oyunu Keşfedenler Tarafından,
Bir Fırka Toplantısında Rauf Bey'in Çekildiği İmtihan 62 6
Kazım Paşa'ya "Cumhuriyetin ilanına Mfu1i Olabilirsen Memlekete
Büyük Hizmet Etmiş Olursun" Diyen Rauf Bey
Asla Cumhuriyet Taraftarı Olamaz 62 7
Sahanat Devrinden Cumhuriyet Devrine intikal Devresi ve
Bu Devirde İki Fikir ve Görüşün Devamlı Mücadelesi 628
İsmet Paşa'nın Meclis'te Rauf Bey'e Cevapları 630
Hilafetin Lağvı Zamanı da Gelmişti 632
Hilafetin, Şer'iye ve Evkaf VeUletlerinin Lağvı ve
Öğretirnin Birleştirilmesi Kararı 634
Hilafet Makamının Muhafazasında Dini ve Siyasi Menfaat ve
Zaruret Bulunduğu Zehabında Olanlara Verdiğim Cevap 63 6
İslam Ehlini Bir Halife Heyulasıyla Hala Meşgul Etmek ve
Aldatmak Gayretinde Bulunanlar, Bilhassa T ürkiye'nin Düşmanlarıdır 63 6
Neticesiz Bıraktınlan Büyük Bir Komplo 63 7
Komploya Karşı Hareket Şeklimiz 640
Komplo Tertip Edenlerin Meclis'e ve
Kamuoyuna Karşı Ordu İle Yapmak İstedikleri Blöf Meydana Çıkarıldı 643
Kazım Karabekir Paşa'yı Meclis'e Bir An Evvel İltihak Ettinnekte
Acele Edenler, Yaptığımız Muameleyi İptale Çalışıyorlardı 645
Hükümet Çarpışmayı Açıktan ve Cepheden Kabul Etti 645
"Cumhuriyet" Sözünü Söylemeye Rauf Bey'in Ağzı Varmıyordu 647
Meclis'te Yapılan Müzakerelerin Muhalif Matbuatta Yankıları 652
Meclis'te Gensorunun Son Günü 657
Rıza Nur Bey'in Arnavutları T ürklük Aleyhine İsyana Teşvik Edenlerden
Biri Olduğu Anlaşıldı 658
Büyük Millet Meclisi'nin İsmet Paşa Kabinesine İtimat Etmesi
Muhalif Kalem Sahiplerine Daha Neler Yazdırdı 659
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve
En Hain Zihinlerin Mahsulü Olan Programı 660
Cumhuriyet Düşmanlannın Son Namertçe Teşebbüsleri 663
Memlekette Sükfin ve Asayişi Tesis İçin Tatbik Edilen
Fevkalade Tedbirlerin İyi Neticeleri 664
T ürk Gençliğine Bıraktığım Emanet 666

DİzİN 669

HARİTALAR 73 7
SUNUŞ

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye halkının milli demokratik devriminin önderidir.


O'nun hayatı, daha 190 8 Devrimi öncesinden 1938'de hayata göz yummasına kadar
toplumumuzun devrim süreçleriyle iç içedir.
Atatürk, Mazlumlar Dünyasının başarıya ulaşan ilk devrimine önderlik etmiştir..
Yaşadığımız çağı belirleyen büyük eylemlerin öncüleri arasında özel bir konumu
bulunmaktadır. Bu nedenle, O'nun başında bulunduğu eylem, yalnız milli tarihimize
damgasını vurmakla kalmamış, insanlık tarihinin yaratılmasına da önemli katkıda
bulunmuştur. Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyet Devrimimizin bütün dünyada
Kemalist Devrim diye O'nun adıyla anılması doğaldır.
Bu gerçekler ışığında, Atatürk'ü bilmek ve anlamak, 2 0 . yüzyıl T ürkiye'sini ve
dünyasını inceleme ve açıklama çabasının bir gereğidir.
Nutuk, Atatürk'ün önderlik ettiği devrimin en önemli belgesidir. Devrimi, devri­
min önderi incelemektedir.
Atatürk, Nutuk'u 15 Ekim 192 7 Cumartesi günü Cumhuriyet Halk Fırkası'nın II.
Büyük Kongresi'nde okumuştur. Kürsüye Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi Umumisi,
bugünkü dille Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak çıktı. Saat ıo.OO'da baş­
layan konuşması altı gün sürdü. Günde altışar saatten 36 saat 31 dakika konuştu. Son
gün, 20 Ekim 1927'de altı oturum yapıldı. Gençliğe Hitabe'yi söyleyip kürsüden indi­
ğinde saat 20.2 5'ti.
Mustafa Kemal söze " 1919 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım. Genel
vaziyet ve manzara ... " diye başlar. Ancak Nutuk o günden 15 Ekim 1927 sabahına
kadar olan olayların sıradan bir anlatımı değildir. Yapılan iş, tarihsel sürecin açıklan­
ması, büyük bir devrimin tahlilidir.
Atatürk, devrimin belli dönüm noktalarında, arkada bırakılan sürecin muhasebe­
sini ele alan önemli konuşmalar yapmıştır. Amaç, atılacak adımların daha sağlam
zemine oturmasını güvence altına almaktır.
Geçmişteki pürüzler düzeltilir, hesaplar kapatılır, geleceğe uygun adım yürünür.
Nutuk da böyle bir konuşmadır. T ıpkı Büyük Millet Meclisi'nin açıldığının ertesi
günü, 24 Nisan 1920'de yaptığı "Mondros Mütarekesi'nden Meclis'in açılmasına
kadar geçen zaman zarfında cereyan eden siyasi olaylar" hakkındaki konuşması

23
gibi) Ve yine saltanatın kaldınlışından sonra 15 Ocak 1923'te Eskişehir'de başlayıp
en son İzmit'te cumhuriyetin esaslarını saptayan uzun konuşmaları gibL2
Nutuk metnini bizzat AtatOrk okumuştur. Vesika sunuşIarına sıra geldiğinde
Atatürk her vesikayı kürsüden, Kongre'de katiplik yapan Ruşen Eşref (Ünaydın)
Bey'e uzatmış ve okumasını rica etmiştir.
Mebusların ve vilayet delegelerinin oluşturduğu Kongre, 1 5-23 Ekim 192 7 tarih­
leri arasında dokuz gün sürmüştür. Dinleyici olarak askeri erkandan başka yabancı
devlet temsilcileri de Kongre'yi izlemiştir. Atatürk'ün Nutuk'undan sonra, Erzurum
Mebusu Necip Asım (Yazıksız) Bey şu önergeyi sunmuştur: "Fırkamızın Umumi
Reisi, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri'nin Milli Mücadele ve İnkılap
Tarihimiz hakkındaki beyanaı ve izahatını büyük bir hürmet ve takdir ile dinledik.
Bütün vatanperverane icraat ve hizmetleri, vatan ve milletin kurtuluş ve yükselişini
temin eden Gazi Hazretleri'nİn Nutuk'lannın tamamen ve harfiyen tasvip edilmesini
ve millet namına Kongre Genel Kurulu'nun imzalarıyla yazılı olarak teşekkür ve tak­
dirler sunulmasını Büyük Kongre'ye arz ve teklif ederim, efendim." Önerge oybirli­
ğiyle kabul edilmiş ve bütün Kongre üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır.
Nutuk'un taslağı TC Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
(ATASE) Arşivi'nde bulunmaktadır. Atatürk, bazı bölümlerini kendisi yazmış, bazı
bölümlerini yazdırmıştır. Taslaklar üzerinde düzeltmeler, çıkarmalar ve eklemeler
vardır. Büyük Devrimci Önder, hazırlık aşamasında, toplanan yüzlerce vesikayı tek
tek elden geçirmiş ve düzenlemiştir. Aynca kişilerin bilgisine başvurulmuştur.
Atatürk, yazdıklarım ilgili kişilere okuyup saatlerce tartışmış ve son şekli vermiştir.
Nutuk'un önemli bir bölümü Ankara'da Çankaya'daki çalışma odasında kaleme alın­
mış, son bölümleri İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda yazılmıştır.
Bütün bu çalışmaların ürünü olarak baskıya giden metin Türk Hava Kurumu
Müzesi'nde bulunmaktadır.
Nutuk'un 1927 tarihli ilk basımı"Nutuk/ Mustafa Kemal Tarafindan" ( 543+[2]
sayfa) ve "Nutuk/ Muhteviyata Ait Vesaik" ( 3 03+[2] sayfa) başlığıyla iki cilt halinde,
büyük boy yayımlanmıştır. Üzerinde "Türkiye'de tab ve neşir hakkı Türk Tayyare
Cemiyeti'ne tevdi buyurulmuştur" kaydı bulunmaktadır. Basım yeri Ankara, Türk
Ocakları Heyeti Merkeziye Matbaası'dır. Cildin başında Atatürk'ün "Gazi M. Kemal"
imzalı fotoğrafı yer almaktadır. Arka kapakta bir cep içinde üç harita ve yedi kroki
vardır. İlk basım, hepsi numaralı 1 0 0 bin adettir. Ara başlıklar ilk basımdan sonra
eklenmiştir. Sadece bazı satırbaşlarında paragraf işareti, bölüm sonlarında ise üç yıl­
dız bulunmaktadır. Vesikaların sıra numarası vardır. "Trakya Teşkilatına Ait Vesaik"
numarasız olarak "Vesikalar"ın sonuna eklenmiştir.

ı Bkz. Atatürk'ün Bütün Eserleri, c 8 Kaynak Yayınlan, İ stanbul, Mayıs 2002, s 3 J -94.
. , .

2 Bkz. Atatürk'ün Bütün Eserleri, c . l 4 , Kaynak Yayınlan, İ stanbu l , Ağustos 2004, 5 .23 1 -258,
263-306 , 3 1 3-3 1 9, 32 1 - 35 1 .

24
Nutuk'un 192 7 Türk Tayyare Cemiyeti basımı dışında ayrıca 2000 adet lüks bası­
mı yapılmıştır. Bazı paragraflann baş harfleri süslü ve büyük yazılmıştır. Sayfa
zeminleri renkli, çevresi de süslüdür. Türk Tayyare Cemiyeti, Nutuk'un bu basımını
İstanbul'da Ebüzziya Matbaası'na yaptırmıştır.
Atatürk'ün fotoğrafı ve haritalar Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbaası aracılığıyla
Viyana'da Elbemühl Matbaası'nda basılmıştır.
Nutuk, kağıt ve ciltlerinin kalitesi ve süslemelerine göre 5, 10, 25, 45, 50 ve 5 0 0
lira fiyattan satılmıştır. L O adet özel basılan v e ciltlenen Nutuk, Atatürk'e, TBMM
Reisi'ne, Başvekil'e ve Erkanıharbiyei Umurniye Reisi'ne ve İnkılap Müzesi'ne arma­
ğan edilmiştir. Dört adedi de beş yüz lira karşılığında koleksiyonculara satışa sunul­
muştur. Ciltlerne, İstanbul'da Zelliç Matbaası'nın mücellithanesinde yapılmıştır. LO
adet özel ciltlenen Nutuk'un süslemeleri İstanbul'da Medreset-ül-hattatin adıyla anı­
lan okulun sanatçıları tarafından düzenlenmiş, kuyumculuk işlerini İstanbullu
kuyumcular yapmıştır.
Nutuk'un yeni harflerle ilk basımı i 934'te İstanbul, Devlet Matbaası'nda yapıl­
mıştır. Bu kez üç cilt halinde yayımlanan Nutuk'un birinci cildi BMM'nin açılacağı­
nı bildiren genelge ile bitiyor. İkinci cilt BMM'nin açılışıyla başlıyor. Üçüncü cilt
vesikalara ayrılmış. Birinci cildin başında A. Kampf'ın çizdiği Atatürk portresi yer
alıyor. Metin içine fotoğraflar konulmuştur. Metnin yan tarafına eklenen konu baş­
lıklan Faik Reşit Unat tarafından hazırlanmıştır. Harita ve krokiler ciltle birliktedir.
İlk iki ciltte dizin bulunmaktadır. 193 4 baskısının saklanan kalıplan aynen kullanıla­
rak, kimi küçük değişikliklerle 193 8'de, sadece metin bölümü tek cilt olarak Kültür
Bakanlığı'nca yayımlandı.
Nutuk, bütün dünyada ilgi gördü ve yabancı dillere çevrildi. Aralık i 92 7'de
Oriente Moderno dergisinde yayımlanan 3 0 sayfalık İtalyanca özetinden sonra,
192 8'de Almanca çevirisi iki cilt olarak "Gasi Mustafa Kemal Paseha, Der Weg zur
Freiheit 1919-1920/ Die neue Türkei 1919-1927, Rede, gehalten von Gasi Mustafa
Kemal Paseha in Angora vom 15. bis 20 Oktober 1927 vor den Abgeordneten und
Delegierten der Republikanisehen Volkspartei" ve "Gasi Mustafa Kemal Paseha, Die
Dokumente, zur Rede" başlıklanyla Leipzig'de K.F. Köhler Yayınevi tarafından basıl­
dı. Yine aynı yayınevi tarafından 1929'da "Diseours du Ghazi Moustapha Kemal,
President de la Republique Turque, Detobre 1927" başlığıyla Fransızcası yayımlan­
dı. İngilizeesi ise, "A Speeeh delivered by Ghazi Mustapha Kemal, President of the
Turkish Republie, Oetober 1927" başlığıyla okuyucuya sunuldu. Fransızca ve
İngilizce basımıarda çeviren adı yoktur. Almanca baskısında Nutuk'un "yazannın
gözetimi altında hazırlanan Fransızcasından" Dr. Paul Roth tarafından çevrildiği
belirtilmektedir.
Rusça basımı en kapsamlı olanıdır. 192 9-193 4 yılları arasında "Put Novoy Turts;;
1919-1927" başlığıyla dört cilt halinde basılmıştır. Yapıta ayrıca Atatürk'ün yaşam-

25
öyküsü, Türkiye Devrimi'ni anlatan 45 sayfalık bir giriş bölümü, açıklayıcı notlar,
geniş bir ad ve kavram dizini, dizinli sözlük, zamandizin çizelgesi, fotoğraflar, gör­
sel belgeler eklenmiştir. Nutuk, bizim bildiğimiz en son Çin Halk Cumhuriyeti'nde,
İran'da, Suriye'de de yayımlandı.
Atatürk'ün Bütün Eserleri farkıyla Türkiye'de ilk kez çok özel bir Nutuk yayımlı­
yoruz. i 92 7'de yapılan Türk Tayyare Cemiyeti basımı ve az sayıdaki lüks basımı eski
yazıdan yeniden okundu. 1934 ve 1938 yeni yazı basımlarıyla harf harf, sözcük söz­
cük karşılaştırıldı.
Aradaki farklar dipnotlarda belirtildi. Şimdiye kadar yapılan bütün Nutuk basım­
lannda sürüp gelen dizgi, yazım ve okuma hatalan giderildi. Biçim olarak 1934 bası­
mı esas alındı. İlk kez Atatürk'ün o gün yaptığı "Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük
Kongresi'ni Açış Nutku" da eklendi.
Atatürk, Nutuk'u okurken Büyük Taarruz'un nasıl hazırlandığını anlattığı sırada
metin dışında bir konuşma yapmıştır. "Dokuz yıldır kendi emrine verilen para ve
yapılan bağışların" nereye harcandığı ve diğer mal varlığı konusunda bilgi venniştir.
Bu konuşma metnine de 21 Ekim 192 7 tarihli gazetelerde yer alan şekliyle ilgili
bölümün dipnotunda yer verildi.
Nutuk'taki vesikalara ilişkin geniş bir arşiv araştınnası yapıldı. Diğer kaynaklarda­
ki vesika ve metinlerle karşılaştınldı, farklar dipnotlarda belirtildi. Sonunda ''Y.N.''
(Yayırn1ayarun Notu) diye işaretlenen notlar Kaynak Yayınları tarafından konulmuştur.
Eser, 40 yaş aydın kuşağının T ürkçesi temel alınarak sadeleştirilmiştir.
Yorumlayarak ve yeniden yazarak değil, dildeki tarihi dokuyu koruyarak, yalnızca
artık anlaşılmayan sözcük ve deyimlerin yerine bugünkü karşılıkları konulmuştur.
Kişi ve yer adlarının yazılışına müdahale edilmemiş, farklar korunmuştur.
Şimdiye kadar yapılmış en ayrıntılı ve kapsamlı kavram, kişi, kurum ve yer adla­
n dizini elinizdeki basımdadır.
Nutuk'un bu basımı, Türkiye devrim tarihine ve Atatürk araştınnalarına emek ver­
miş en seçkin bilim adamları ve uzmanlardan oluşan Atatürk'ün Bütün Eserleri
Danışma Kurulu'nun özenli denetiminden geçti.
20. yüzyılın devrimci yükselişinde, Ezilen Dünyanın ayağa kalkışını ateşleyen ve
2 1. yüzyılın büyük devrimci atılımlarına olağanüstü katkılarda bulunacak olan mil­
letimize ve aydınlarımıza bu özel Nutuk basımını güvenle ve saygıyla sunuyoruz.

Atatürk'ün Bütün Eserleri


Genel Yayın Y önetmeni
Şule Perinçek

26
CUMHURİYET HALK FıRKASı BÜYÜK KONGRESİ'Nİ
AÇIŞ NUTKU*

(15 EKİM 1927)

Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi

15 Teşrinievvel [Ekim] i 927 Cumartesi

(Sürekli alkışlar arasında Gazi Hazretleri riyaset makamını işgal buyur­


dular.)
Gazi Mustafa Kemal Hazretleri : Efendiler, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın bü­
yük kongresini açıyorum. Fırkamız, geçen ıstırap seneleri içinde milletimizin
hayatı ve şerefi için gösterdiği yüksek azim ve iradenin temsilcisi olarak bun­
dan dokuz sene evvel meydana ÇıkmıŞtı . Bütün Anadolu ve Rumeli'yi kapsa­
mak üzere ilk genel kongremiz Sivas'ta yapılmıştı. Sivas Genel Kongresi'nden
evvel doğuda ve batıda bölgesel kongreler de yapılmıştı . Bunlardan benim iş­
tirak ve riyaset ettiğim, Erzurum Kongresi'dir. Erzurum Kongresi tespit ettiği
esaslar itibariyle kayda ve zikre değerdir. Sivas Genel Kongresi'nde müzakere
konusu olan, aynı esaslar olmuştur. Bu esaslar açık olarak ve bütün memleketi
kapsayacak şekilde kabul olunmuştur.
Gerçi o zaman kullandığımız unvan ile bugünkü unvan arasmda fark var­
dır. Fakat teşkilat esas itibariyle korunmuştur ve bugün siyasi fırka halinde te­
celli eden mevcudiyete başlangıç teşkil etmiştir. Bilhassa memleket ve mille­
te ait genel gaye -ki genel selamet ve refahı teminden ibarettir- asli mahiyeti
değişmeksizin takip olunmuştur. Dolayısıyla diyebiliriz ki , bugün açılışı ile if­
tihar ettiğim büyük kongremiz Sivas Kongresi'nden sonra teşkilatımızm ikin­
ci büyük kongresi oluyor. Efendiler, Sivas Kongresi'nde nasıl ki bütün mille­
tin emellerini ve hissiyatım temsil etmek mevkiinde bulundu isek, bugün de

* Cumhuriyet Halk Fırkası Büyük Kongresi, 1 927, s . 1 -2; aslı, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dos­
ya: 1 .Büro, Fon Kodu: 490. 1 .0, Yer No: 2 10.832.3, i 5/10/1 927'de bulunan eski yazı belgeye ait çev­
rimyazının fotokopisi Atatürk'ün Bütün Eserleri Arşivi'ndedir. Nutkun el yazısı müsveddesi için bkz.
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, Atatürk Ö zel Koleksiyonu, No: 928-479-5/l -9'dan fotoko­
pisiyle birlikte aktaran: Atatürk'ün Not Defterleri XL, Genelkurmay Askeô Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı Yayınlan , Ankara, 2009, s.33-52. Eski yazı metin Yücel Demirel ve Hadiye Yılmaz tara­
fından okunmuştur.

27
Cumhuriyet Halk Fırkası'nın büyük kongresi ile bütün milletin hakiki hissiyat
ve eğilimlerine tercüman olmak vazife ve mevkiinde bulunuyoruz. (Sürekli
alkışlar.) Hakikaten halkın bütün tabakalan mefkürelerini temin edecek et­
kenleri ve unsurlan fırkamızın icraat ve faaliyetinde anyorlar ve buluyorlar.
Bu hakikatin en son ve bariz delili , son genel seçimlerde aziz ve necip mille­
timizin fırkamıza gösterdiği destek ve itimattır. Bunu şükran ve iftiharla yad
ederim .
Efendiler, fırkamızın gelecekteki harekat v e icraatıyla alakalı tedbirleri
burada hep beraber müzakere edeceğiz. Gelecek için en isabetli ve memleke­
tin ihtiyaçlarına en uygun kararlara ulaşmaya çalışacağız . Gelecek senelerde­
ki icraatımızın Cumhuriyet ve halkçılık idaresi altında memlekete yeni sa­
adetler, yeni şerefler kazandıracağına itimadım vardır. Efendiler, geleceğe ait
tedbirler hakkında fikir alışverişinde bulunmadan evvel maziye ait vakalar ve
hadiseler hakkında maruzatta bulunmak ve senelerden beri devam eden faali­
yet ve icraatımızın mil letimize hesabını vermek vazifem olduğu kanaatinde­
yim. Hadiseler ile dolu olan dokuz senelik bir devrenin tarihine temas edecek
maruzat ve beyanatım uzun sürecektir. Fakat mesele, yapılması zaruri bir va­
zife olduğuna göre, beni mazur göreceğinizi ümit ederim . (Estağfurullah ses­
leri, alkışlar.) Maruzatta bulunmadan evvel , müzakere gündemimizin acil bir
noktası vardır. Müzakere gündeminin birinci maddesinde bir ikinci reis seçi­
mi meselesi söz konusudur. Efendiler, elimizde bir nizamname projesi vardır,
bu henüz fırkamızın genel kongresinin tasdik ve tasvibinden geçmiş değildir.
Dolayısıyla bu nizamname yapıldıktan sonra vakalan ve muameleleri ihtiva
eden vaziyetler vardır ki , bunun bazı maddeleri ile bağdaşmamaktadır. Mese­
la umumi reis vaziyeti gereği vazifesini fiilen yerine getiremernekte ve reis
vekili olarak malumu aliniz İsmet Paşa Hazretleri fiili vazifeyi yerine getir­
mektedirler. Dolayısıyla zaten reis vekili mevcut iken tekrar bir reis seçimi
bendenizce söz konusu değildir. (Doğru sesleri.) Bununla beraber, bu hususu
da yüksek oyunuza koymak istiyorum .
Reis Vekili mevcut iken, burada -ki nizamname dediğimiz projedeki- va­
zifeyi kendileri yerine getirebilirler. Eğer bu hususu kabul buyurursanız, Paşa
Hazretleri ikinci reis vazifesini yerine getirirler. (Uygun sesleri.) Bu hususu
yüksek oyunuza arz ediyorum. Kabul buyuranlar el kaldırsın ! Oybirliğiyle ka­
bul olunmuştur.
Şi mdi efendim, diğer bazı noktalar vardır. Evvela bunların yapılması
için riyaset mevkiini İsmet Paşa Hazretleri'ne terk edeceğim, ondan sonra
müsaadenizle beyanatta bulunacağım. (Şiddetli alkışlar.)
[. . .]
(Gazi Hazretleri alkışlar arasında büyük nutuklarmı irat buyurmak üzere
hitabet kürsüsünü teşrif buyurdular.)

28
NUTUK
Gazi Mustafa Kemal Tarafından

Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında


toplanan İkinci Büyük Kongresi'nde söylenmiştir.

* Gazi Mustafa Kemal Tarafından , Nutuk, Türk Tayyare Cemiyeti, Ankara, 1 927; Gazi Mustafa
Kemal Tarafından, Nutuk, Ankara, 1 927 (lüks basım); Gazi Mustafa Kemal Tarafından, Nutuk,
Devlet Matbaası, İ stanbul, ı934. Nutuk'un müsveddesine ait el yazısı belgelerin bazı kısımlan
için bkz. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Atatürk Arşivi'nden fotokopisiyle birlikte aktaran:
Atatürk Haftası Armağanı 10 Kasım 1975, T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 1 975, s. i 3-6 ı; Atatürk Haftası Armağanı 10 Kasım 1978, T.C. Genelkurmay Askeri Ta­
rih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Resmi Yayınlan, Ankara, 1 978, s .2 1 -73; Atatürk Haftası Arma­
ğanı 10 Kasım 1979, T.C. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Resmi Yayın­
lan, Ankara, 1979, s.27-98. Nutuk un ı927'deki eski yazı basımıarı Yücel Demirel ve Musa Sa­
'

nkaya, Atatürk Haftası Armağanı 'ndaki el yazısı belgeler Musa Sankaya tarafından okunmuştur.
NUTUKI
(1919-1920)

Samsun 'a çıktığım i 9 i 9 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çık-


gün genel vaziyet tım. Genel vaziyet ve manzara:
ve manzara Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, Harbi
Umumi'de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her taraf­
ta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin
uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi
Harbi Umumi'ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleket­
ten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuz­
laşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça
tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın riyasetindeki kabine; ikiz, haysi­
yetsiz, korkak, yalnız Padişah'ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını
koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta ...
İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine riayete lüzum görmüyorlar. Birer
vesile ile, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana vilayeti, Fransız­
lar; Urfa, Maraş, Ayıntap,ı İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve
Konya'da İtalyan askeri kıtaları; Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bu­
lunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurları ve özel adamları faaliyette.
Nihayet, söze başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs
19 19'da İtilaf devletlerinin rızasıyla Yunan ordusu İzmir'e çıkarılıyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında, Hıristiyan unsurlar gizli, açık,
özel emel ve maksatlarının elde edilmesinin teminine, devletin bir an evvel
çökmesine mesai sarf ediyorlar.
Daha sonra elde edilen sağlam malumat ve vesikalar ile teyit olundu ki,
İstanbUl Rum Patrikhanesi'nde teşekkül eden Mavri Mira heyeti (Vesika: 1 ) ,
vilayetler dahilinde çeteler teşki1 v e idare etmek, mitingler v e propagandalar
yaptırmakla meşgul. Yunan Salibi Ahmeri,ı resmi Muhacirin3 Komisyonu;
Mavri Mira heyetinin mesaisinin kolaylaştırılmasına hizmet etmekte. Mavri
Mira heyeti tarafından idare olunan Rum mekteplerinin izci teşkilatları, yir­
mi yaşını aşmış gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmal olunuyor.

ı Antep. (Y.N.)
2 Salibi Ahmer: Kızılhaç. (Y.N.)
3 Muhacirin: Göçmenler. (Y.N.)

31
Enneni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira heyetiyle hemfikir olarak ça­
lışıyor. Enneni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşekkül etmiş ve
İstanbul'daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve muvaffakiyet­
le çalışıyor ( Vesika: 2) .

Mukabil kurtuluş Vaziyetin dehşet ve vahameti karşısında, her yerde,


çareleri her mıntıkada birtakım zevat tarafından mukabil kurtuluş
çareleri düşünülmeye başlanmış idi. Bu düşünce ile alı­
nan teşebbüsler, birtakım teşekküller doğurdu. Mesela: Edirne ve havalisinde
Trakya-Paşaeli unvanıyla bir cemiyet vardı. Doğuda, (Vesika: 3) Erzurum'da ve
Elaziz'de (Vesika: 4) merkezi umumisi İstanbul'da olmak üzere Vilayatı Şarkiye
Müdafaai Hukuku Mil/iye Cemiyeti teşkil edilmişti. Trabzon'da Muhafazai
Hukuk namında bir cemiyet mevcut olduğu gibi, Dersaadet'te de Trabzon ve
Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu cemiyet merkezinin gönder­
diği delegelerle, Of kazasıyla Lazistan livası dahilinde şubeler açılmıştı (Ve­
sika : 5, 6) .
İzmir'in işgal olunacağına dair Mayıs'ın on üçünden beri fiili emareler gö­
ren İzmir'de bazı genç vatanperverler, ayın 14115'inci gecesi, bu acı vaziyet
hakkında fikir alışverişinde bulunmuşlar ve emrivaki haline geldiğine şüphe
kalmayan Yunan işgalinin ilhakla neticelenmesine mani olmak esasında müt­
tefik kalmışlar ve Reddi İlhak prensibini ortaya atmışlardır. Aynı gecede bu
maksadın yayılmasını temin için İzmir'de Yahudi maşatlığınal toplanabilen
halk tarafından bir miting yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin Yunan asker­
lerinin nhtımda görülmesiyle bu teşebbüs ümit edilen derecede maksadı te­
min edememiştir.

Milli teşekküller, Bu cemiyetlerin teşekkül maksatlan ve siyasi hedefle­


siyasi maksat ve ri hakkında kısaca malumat vennek uygun olur düşünce­
hedefleri sindeyim.
Trakya-Paşaeli Cemiyeti'nin reisIerinden bazılanyla
daha İstanbul'da iken görüşmüş idim. Osmanlı Devleti'nin yok olmasını çok
kuvvetli bir ihtimal dahilinde görüyorlardı. Osmanlı vatanının parçalanacağı
tehlikesi karşısında, Trakya'yı, mümkün olursa Batı Trakya'yı da ekleyerek, bir
bütün olarak İslam ve Türk camiası halinde kurtarmayı düşünüyorlardı. Fakat
bu maksadın temini için o zaman hatırlanna gelen yegane çare, İngiltere'nin, bu
mümkün olmazsa Fransa'nın yardımını temin etmek idi. Bu maksatla bazı ya­
bancı rical ile temas ve mülakatlar da aramışlardı. Hedeflerinin bir Trakya cum­
huriyeti teşkili olduğu anlaşılıyordu.
ı Maşatlık: Müslüman olmayanlann, özellikle Yahudilerin mezarlığına verilen ad. (Y.N.)

32
Vilayarı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti 'nin teşekkül maksadı
da (nizamnamelerinin ikinci maddesi) , Doğu Vilayetlerinde oturan bütün un­
sudann dini ve siyasi! haklannın serbestçe gelişmesini temin edecek meşru
vasıtalara teşebbüs etmek, söz konusu vilayetlerin İslam ahalisinin tarihi ve
milli haklannı, gerektiğinde medeniyet alemi huzurunda müdafaa eylemek;
Doğu Vilayetlerinde vaki olan mezalim ve cinayetlerin sebepleri ve etkenleri
ve fail ve müsebbipleri hakkında tarafsızca tahkikat icrasıyla suçluiann sürat­
le cezalandınlmalannı talep etmek; unsurlar arasındaki yanlış anlamanın gide­
rilmesi ile eskisi gibi iyi münasebetlerin teyidine gayret etmek, harp halinin
Doğu Vilayetlerinde doğurduğu haraplık ve sefalete, hükümet nezdinde teşeb­
büslerde bulunmak suretiyle mümkün mertebe çare bulmaktan ibaret idi.
İstanbul'daki idare merkezlerinden verilmiş olan bu direktif dahilinde,
Erzurum şubesi , Doğu Vilayetlerinde Türk'ün haklannı muhafaza ile beraber,
tehcir esnasında yapılan kötü muamelelerde milletin katiyen dahli bulunma­
dığını ve Enneni mallannın Rus istilasına kadar muhafaza edildiğini , buna
karşılık Müslümanlann pek gaddarane hareketlere maruz kaldığını ve hatta
emir hilafına tehcirden alıkonulan bazı Ennenilerin hamilerine karşı reva
gördükleri muameleleri, sağlam vesikalarla medeniyet alemine arza ve bildir­
meye ve Doğu Vilayetlerine karşı dikilen ihtirash bakışlan hükümsüz bırak­
mak için çalışmaya karar veriyor (Erzurum şubesinin beyannamesi) .
Vilayau Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin ilk Erzurum şu­
besini teşkil eden zevat, Doğu Vilayetlerinde yapılan propagandalar ve bun­
lann hedefleri , Türklük-Kürtlük-Ermenilik meselelerini ilmi , fenni ve tarihi
bakımıardan, inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki mesailerini şu üç nok­
tada tespit ediyorlar (Erzurum şubesinin matbu raporu):
1 ) Katiyen göç etmemek.
2) Derhal ilmi , iktisadi , dini teşkilat yapmak.
3) Tecavüze maruz kalacak Doğu Vilayetlerinin herhangi bir bucağını mü­
dafaada birleşmek.
Vilayau Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'nin İstanbul'daki
idare merkezinin medeni ve ilmi v asıtalarla maksadın temin edilebileceği
hakkında fazla iyimser olduğu anlaşılıyor. H akikaten bu yolda mesai sarf et­
mekten geri dunnuyor. Doğu Vilayetlerinde Müslüman unsurlann haklannı
müdafaa için Le Pays namında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hadisat ga­
zetesinin imtiyazını üstleniyor. Bir taraftan da İstanbul'daki İtilaf devletleri
temsilcilerine ve İtilaf devletleri başvekillerine muhtıra veriyor. Avrupa'ya bir
heyet gönderilmesine teşebbüs ediyor ( Vesika: 7) .

ı Bütünüyle Erzurum Kongresi'nde "dini, milli ve siyasi" . B kz. Cumhurbaşkanlığı Arşivi. D.


1 335/4-2, F. I S'den aktaran: Bütünüyle Erzurum Kongresi, c . ı , Resmi Arşiv ile A ilelerdeki Belge
ve Hatıralara Göre Yayma Hazırlayan: Prof. Dr. M . Fahrettin KırzıoğJu, T.C. Ziraat Bankası, An­
kara, 1 993 , s.5. (Y.N.)

33
Bu izahattan kolaylıkla anlaşılacağını zannederim ki, Vilayatı Şarkiye
Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti'ni vücuda getiren mühim sebep ve endi­
şe, Doğu Vilayetlerinin Ermenistan'a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin
tahakkukunun da, Doğu Vilayetleri nüfusunda Ermenilerin çoğunluk sahibi
gösterilmesine ve tarihi haklar bakımından öncelikli kabul ettirilmesine çalı­
şanlann, ilmi ve tarihi vesikalarla cihan kamuoyunu aldatmaya muvaffakiye­
tinde ve bir de Müslüman ahalinin Ermenileri katliam eder vahşiler olduğu
iftirasının hakikat şeklinde kabulü halinde olabileceği faraziyesi hakim olu­
yor. Dolayısıyla cemiyet, aynı sebepler ve vasıtalarla donanmış olarak milli
ve tarihi haklan müdafaaya çalışıyor.
Karadeniz'e sahil olan mıntıkalarda da bir Rum Pontus hükümeti vücuda
getirileceği korkusu vardı. İslam ahaliyi RumIarın boyunduruğu altında bı­
rakmayıp, beka ve mevcudiyet haklarını muhafaza gayesiyle, Trabzon'da da
bazı zevat aynca bir cemiyet teşkil eylemişlerdi.
Merkezi İstanbul'da olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti'nin
siyasi maksat ve hedefi, isminden anlaşılmaktadır. Her halde merkezden ayrıl­
mak gayesini takip ediyor.

Memleket dahilinde V ücuda gelmeye başlayan bu teşekküllerden


ve İstanbul'da milli başka, memleket dahilinde daha birtakım teşebbüsler
varlığa düşman ve teşekküller de vukua gelmişti. Bunlar arasında
teşekküller Diyarbekir (Vesika: 8, 9), Bitlis, Elaziz vilayetlerin­
de, İstanbul'dan idare olunan Kürt Teafi Cemiyeti!
vardı. Bu cemiyetin maksadı, yabancı himayesi altında bir Kürt hükümeti vü­
cuda getirmekti.
Konya ve havalisinde, İstanbul'dan idare olunan Teaiii İslam Cemiyeti teş­
kiline çalışılıyordu. Memleketin hemen her tarafında İtilaf ve Hürriyet, Sulh
ve Selamet cemiyetleri de vardı.

İngiliz Muhipleri İstanbul'da, muhtelif maksatlarla gizli ve açık olmak


Cemiyeti üzere de birtakım fırka veya cemiyet unvanı altında te­
şekküller vardı.
İstanbul'da mühim sayılacak teşebbüslerden biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti
idi. Bu isimden, İngilizlere muhip2 olanların teşkil ettiği bir cemiyet anlaşılma­
sın! Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslannı ve şahsi menfaatlannı
sevenler ve şahıslanyla menfaatlannın dokunulmazlığı çaresini Loyd Core3 hü­
kümeti marifetiyle İngiliz himayesini teminde arayanlardır. Bu bedbahtlann,

! Kürdistan Teali Cemiyeti. (Y.N.)


2 Muhip: Seven, sevgi besleyen , dost. (Y.N.)
3 Lloyd George. (Y.N.)

34
İngiltere Devleti'nin, bütün halinde bir Osmanlı Devleti muhafaza ve himaye
etmek emelinde olup olamayacağını bir defa düşünüp düşünmedikleri üzerin­
de durulmalıdır.
Bu cemiyete mensup olanların başında Osmanlı padişahı ve halifei ruyi
zemini unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nezaretini iş­
gal eden Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu.
Cemiyette İngiliz milletine mensup bazı maceracılar da vardı. Mesela: Rahip
Fru2 gibi. Ve muamelelerden ve İcraattan anlaşıldığına göre, cemiyetin reisi
Rahip Fru idi.
Bu cemiyetin iki cephe ve mahiyeti vardı. Biri aleni cephesi ve medeni te­
şebbüslerle İngiliz himayesini talep ve temine yönelik mahiyeti idi. Diğeri
gizli tarafı idi. Asıl faaliyet bu tarafta idi. Memleket dahilinde teşkilat yapa­
rak isyan ve ihtilal çıkarmak, milli şuuru feIce uğratmak, yabancı müdahale­
sini kolaylaştırmak gibi hainane teşebbüsler, cemiyetin bu gizli kolu tarafın­
dan idare edilmekte idi. Sait MoHa'nın cemiyetin aleni teşebbüslerinde oldu­
ğu gibi, gizli tarafında da ondan daha ziyade rolör3 olduğu görülecektir. Bu
cemiyet hakkında söylediklerim, sırası geldikçe vereceğim izahat ve icabın­
da göstereceğim vesikalarla daha açık anlaşılacaktır.

Amerika mandası İstanbul'da bir kısım rical ve kadınlar da, hakiki kur­
isteyenler tuluşun Amerika mandasını talep ve teminde olduğu ka­
naaıinde bulunuyorlardı. Bu kanaatte bulunanlar fikir­
lerinde çok ısrar ettiler; mutlak isabetin görüşlerinin desteklenmesinde oldu­
ğunu ispata çok çalıştılar. Bu hususta da sırası gelince bazı izahat vereceğim.

Ordumuzun Genel vaziyeti tespit için ordu birliklerinin nerelerde ve


vaziyeti ne halde olduğunu açıklamak isterim. Anadolu'da başlıca iki
ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dahil olur ol­
maz, kıtaların muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden a1ın­
mış, harp kıymetinden mahrum birtakım kadrolar haline getirilmişti.
Merkezi, Konya'da bulunan İkinci Ordu Müfettişliği'ne mensup kıtaların
vaziyeti şöyle idi:
Bir fırkası (41 . Fırka) Konya'da ve bir fırkası (23. Fırka) Afyon Karahisarı'nda
bulunan i 2. Kolordu, karargahıyla Konya'da bulunuyordu. İzmir'de esir olan
ı 7. Kolordu'nun Denizli'de bulunan 57. Fırka'sı da bu kolorduya ilhak edilmişti.
Bir fırkası (24. Fırka) Ankara'da ve bir fırkası ( 1 i . Fırka) Niğde'de bulu­
nan 20. Kolordu, karargahıyla Ankara'da.

1 Yeryüzünün halifesi . (Y.N.)


2 Rahip Frew. (YN.)
3 RoJeur (Fr.): Rol sahibi. (YN.)

35
İzmit'te bulunan 1 . Fırka, İstanbul'daki 25 . Kolordu'ya bağlanmıştı.
İstanbul'da da ı o . Kafkas Fırkası vardı.
Balıkesir ve Bursa havalisinde bulunan 6 1 . ve 56. Fırkalar, karargahı Ban­
dırma'da bulunan İstanbul'a bağlı 1 4 . Kolordu'yu teşkil ediyorlardı. Bu kolor­
dunun kumandam Meclis'in açılışına kadar, merhum Yusuf İzzet Paşa idi.
3 . Ordu Müfettişliği, ki müfettişi ben idim, karargahımla Samsun'a çıkmış
bulunuyordum. Doğrudan doğruya emrim altında iki kolordu bulunacaktı. Bi­
ri, merkezi Sıvas'ta bulunan 3 . Kolordu; kumandam beraberimde getirdiğim
Miralay Refet Bey. Bu kolorduya mensup bir fırkamn (5 . Kafkas Fırkası) mer­
kezi Amasya'da, diğer fırkasımn ( 1 5 . Fırka) merkezi Samsun'da idi. Diğeri,
merkezi Erzurum'da bulunan 1 5 . Kolordu idi. Kumandanı Kazım Karabekir
Paşa idi. Fırkalanndan birinin (9. Fırka) merkezi Erzurum'da, kumandam
Rüştü Bey, diğerinin (3 . Fırka) merkezi Trabzon'da idi. Kumandam Kaymakam
Halit Bey idi. Halit Bey, İstanbul'a davet edilmiş olduğundan kumandadan çe­
kilerek Bayburt'ta saklanmış, fırka vekaletle idare olunuyor; kolordunun diğer
iki fırkasından 1 2 . Fırka Hasankale doğusunda sınırda, ı ı . Fırka Bayazıt'ta bu­
lunuyordu.
Diyarbekir havalisinde bulunan, iki fırkalı 1 3 . Kolordu bağımsız idi,
İstanbul'a tabi bulunuyordu. Bir fırkası (2. Fırka) Siirt'te, diğer fırkası (5. Fırka)
Mardin'de idi.

Müfettişlik Benim, bu iki kolorduya doğrudan doğruya emir ve


vazifemin geniş kumandam geçerli olduğundan, fazla bir salahiyetim var­
salahiyetleri dı ki, müfettişlik mıntıkasına komşu bulunan askeri kıta­
lara dahi tebligat yapabilecektim. Yine mıntıkamda bulu­
nan ve mıntıkama komşu bulunan vilayetlere de tebligatta bulunabilecektim.
Bu salahiyete göre Ankara'da bulunan 20. Kolordu ve bunun mensup ol­
duğu müfettişlik ile ve Diyarbekir'deki kolordu ile ve hemen Anadolu'nun
bütün üst seviyedeki mülki memurlanyla haberleşebilecek ve münasebette
bulunabilecektim.
Bu geniş salahiyetin, beni İstanbul'dan sürmek ve uzaklaştırmak maksa­
dıyla Anadolu'ya gönderenler tarafından, bana nasıl verildiği garibinize gide­
bilir ! Derhal ifade etmeliyim ki, bana bu salahiyeti onlar bilerek ve anlayarak
vermediler. Ne olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı arzu edenlerin
icat ettikleri sebep, "Samsun ve havalisindeki asayişsizliği mahallinde görüp
tedbir almak için Samsun'a kadar gitmek" idi . Ben, bu vazifenin yerine geti­
rilmesinin bir makam ve salahiyet sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm.
Bunda hiçbir beis görmediler. O tarihte Erkamharbiyei Umumiye'de bulunan
ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezen zevat ile görüştüm. Müfettiş­
lik vazifesini buldular ve salahiyetle alakah talimatı da ben kendim yazdır-

36
dım. Hatta Harbiye Nazın olan Şakir Paşa bu talimatı okuduktan sonra imza­
da tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.

Genel manzarayı Bu izahattan sonra genel manzarayı daha dar bir çer­
dar bir çerçeve çeve dahiline alarak, seri ve kolay bir surette hep beraber
içinden görüş müşahede edelim:
Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine
maddeten ve manen tecavüz halinde; imhaya ve parçalamaya karar vermiş­
ler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka
bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı halde. Farkında olmadığı halde baş­
sız kalmış olan millet karanlık ve belirsizlik içinde tecelliyatı beklemekte.
Felaketin dehşet ve ağırlığını idrake başlayanlar, bulunduklan muhit ve his­
sedebildikleri tesirlere göre kurtuluş çaresi gördükleri tedbirlere başvurmak­
ta . . . Ordu, ismi var cismi yok bir halde. Kumandanlar ve subaylar, Harbi
Umumi'nin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta
olduğunu görmekle içleri kan ağlamakta, gözleri önünde derinleşen karanlık
felaket uçurumu kenannda kafaları çare, kurtuluş çaresi aramakla meşguL . .
Burada, pek mühim olan bir noktayı da kayıt ve izah etmeliyim. Millet ve
ordu, Padişah ve Halife'nin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve
o makarnda bulunana karşı asırlann kökleştirdiği dini ve ananevi bağlarla bağ­
lı ve sadık. Millet ve ordu kurtuluş çaresi düşünürken bu miras kalnuş alışkan­
lığın sevkiyle kendinden evvel yüce hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu­
nu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtuluşun manasını
anlamak kabiliyetinde değiL . . Bu inanca muhalif fikir ve görüş ortaya koya­
caklann vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain, reddolunmuş olur. . .
Diğer mühim bir noktayı da ifade etmek lazımdır. Kurtuluş çaresi ararken,
İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmernek esas gibi kabul
olunmakta idi. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi başa çıkılamayacağı veh­
mi, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti'nin yanında koskoca
Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini birden mağlup eden. yerle­
re seren İtilaf kuvvetleri karşısında, tekrar onlarla husumete varabilecek va­
ziyetler almaktan daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız avam değildi; bilhassa muhterem denilen insan­
lar böyle düşünüyordu.
O halde kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Bir defa
İtilaf devletlerine karşı düşmanca vaziyet alınmayacaktı ve padişah ve halife­
ye canla başla bağlı ve sadık kalmak esas şart olacaktı.

37
Düşünülen Şimdi efendiler, müsaade buyurursanız, size bir soru
kurtuluş çareleri sorayım: Bu vaziyet ve şartlar karşısında kurtuluş için
nasıl bir karar hatıra gelebilirdi?
İzah ettiğim malumat ve gözlemlere göre üç nevi karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere himayesini talep etmek.
İkincisi , Amerika mandasını talep etmek.
Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir bütün halinde muhafazasını
düşünenlerdir. Osmanlı memleketlerinin muhtelif devletler arasında taksiminden
ise, bütün halinde, bir devletin hilnayesi altında bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar, mahalli kurtuluş çarelerine yöneliktir. Mesela, bazı mıntı­
kalar, kendilerinin Osmanlı Devleti'nden kopanlacağı görüşüne karşı ondan
ayrılmamak tedbirlerine girişiyor. Bazı mıntıkalar da, Osmanlı Devleti'nin
imha ve Osmanlı memleketlerinin taksim olunacağını emrivaki kabul ederek
kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç nevi karann gerekçesi, vermiş olduğum izahat arasında mevcuttur.

Benim kararım Efendiler, ben bu kararlann hiçbirinde isabet görme-


dim. Çünkü, bu kararların dayandığı bütün deliller ve
mantıklar çürüktü, esassız idi . Hakikatte, içinde bulunduğumuz tarihte, Os­
manlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memle­
ketieri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yur­
du kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti.
Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi
anlamı kalmamış birtakım manasız sözlerden ibaretti.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne yardım talep olunmak
isteniyordu?
O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli haki­
miyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek!
İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da
Anadolu topraklanna ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu
karar olmuştur.

Ya istiklal Bu karann dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:


ya ölüm Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet ola-
rak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip ol­
makla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, ba­
ğımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak
mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.

38
Yabancı bir devletin himaye ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlık
vasıflarından mahrumiyeti, acz ve miskinliği itiraftan başka bir şey de­
ğildir. Hakikaten bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına
bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve
büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır!
Dolayısıyla, ya istiklal ya ölüm!
İşte hakiki kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı.
Bir an için, bu kararın tatbikatında muvaffakiyetsizliğe uğranılacağı­
nı farz edelim! Ne olacaktı? Esaret!
Peki efendim, diğer kararlara boyun eğmek halinde netice bunun aynı
değil miydi!

Şu fark ile ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet
ve şerefinin icabı olan bütün fedakfu-lığı yapmakla teselli bulur ve bittabi esa­
ret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete na­
zaran dost ve düşman gözündeki mevkii farklı olur.
Sonra Osmanlı hanedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, el­
bette, Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Çünkü millet her tür­
lü fedakarlığı sarf ederek bağımsızlığını temin etse de, saltanat devam ettiği
takdirde, bu bağımsızlığa emniyet altına alınmış gözüyle bakılamazdı. Artık
vatanla, milletle hiçbir vicdani ve fikri alakası kalmamış bir sürü delinin,
devlet ve millet bağımsızlık ve haysiyetinin muhafızı mevkiinde bulundurul­
ması nasıl caiz görülebilirdi?
Hilafet vaziyetine gelince, ilim ve fennin nurIara boğduğu hakiki medeni­
yet aleminde gülünç kabul edilmekten başka bir mevzuu kalmış mıydı?
Görülüyor ki, verdiğimiz kararın tatbikatını temin için henüz milletin alış­
madığı meselelere temas etmek lazım geliyordu. Herkesçe söz konusu olma­
sında büyük sakıncalar tasavvur olunan hususların söz konusu olmasında
mutlak zaruret bulunuyordu .
Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine is­
yan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım geliyordu .

Tatbikatı saf1ıalara Türk ata yurduna ve Türk'ün bağımsızlığına teca­


ayırmak ve kademe vüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün millet­
kademe yürüyerek çe silahlı olarak karşı koymak ve onlarla mücadele
hedefe varmak eylemek icap ediyordu. Bu mühim kararın bütün icap-
lannı ve zaruretlerini ilk gününde ortaya koymak ve
ifade etmek, elbette isabetli olamazdı. Tatbikatı birtakım saf1ıalara ayır­
mak ve vakalardan ve hadiselerden istifade ederek milletin hissiyat ve fi­
kirlerini hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşmaya

39
çalışmak lazım geliyordu . Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz senelik faali­
yet ve İcraatımız bir mantık silsilesi ile incelenirse, ilk günden bugüne kadar
takip ettiğimiz genel istikametin ilk kararın çizdiği hattan ve yöneldiği he­
deften asla sapmamış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Burada, zihinlerde mevcut olması ihtimali bulunan bazı tereddüt düğüm­
lerinin çözülmesini kolaylaştırmak için, bir hakikati beraber müşahade etme­
liyiz. Tezahür eden milli mücadele harici istilaya karşı vatanın kurtuluşunu
yegane hedef saydığı halde, bu milli mücadelenin muvaffakiyete yaklaştıkça
safha safha bugünkü devre kadar milli irade idaresinin bütün esaslannı ve şe­
killerini tahakkuk ettirmesi tabii ve kaçınılmaz bir tarihi seyir idi. Bu mukad­
der tarihi seyri ananevi alışkanlıklanyla derhal sezen hükümdar hanedanı, ilk
andan itibaren milli mücadelenin amansız düşmanı oldu . Bu mukadder tarihi
seyri ilk anda ben de müşahade ettim ve sezdim. Fakat nihayeti de kapsayan
bu sezgilerimizi ilk anda tamamen ortaya koyup ifade etmedik. Gelecekteki
ihtimaller üzerine fazla beyanat, giriştiğimiz hakiki ve maddi mücadeleye ha­
yal mahiyetini verebilirdi . Harici tehlikenin yakın tesirleri karşısında etkile­
nenler arasında, ananelerine ve fikri kabiliyetlerine ve ruhi haletlerine aykın
olan muhtemel değişimlerden ürkeceklerin ilk anda mukavemetlerini tahrik
edebilirdi . Muvaffakiyet için pratik ve emin yol , her safhayı vakti geldikçe
tatbik etmekti . Milletin gelişmesi ve yükselmesi için selamet yolu bu idi . Ben
de böyle hareket ettim. Ancak bu pratik ve emin muvaffakiyet yolu, yakın me­
sai arkadaşım olarak tanınmış zevattan bazılanyla aramızda zaman zaman gö­
riişlerde, muamelelerde, icraatta esaslı ve tali birtakım anlaşmazlıklar, kırgın­
lıklar ve hatta aynlıklann da sebebi ve izahı olmuştur. Milli mücadeleye be­
raber başlayan yolculardan bazıları , milli hayatın bugünkü Cumhuriyet'e ve
Cumhuriyet kanunlanna kadar gelen gelişmelerinde, kendi fikriyat ve ruhiya­
tının kavrayış sının bittikçe, bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdir. Bu
noktalan, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak
için, sırası geldikçe, birer birer işaret etmeye çalışacağım.

Milli sır Bu son sözlerimi özetlemek lazım gelirse, diyebilirim ki , ben,


milletin vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme
kabiliyetini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün
toplumumuza tatbik ettirmek mecburiyetinde idim.

Ordu ile temas Şimdi efendiler, ilk iş olmak üzere bütün ordu ile tema-
sa gelmek lazımdı .
Erzurum'da 1 5 . Kolordu Kumandanı'na 2 1 Mayıs 1 9 1 9'da yazdığım bir şif­
rede "Genel ahvalimizin almakta olduğu vahim şekilden pek üzüldüğümü ve

40
elem duyduğumu; millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdani va­
zifeyi yakından , müşterek mesai ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı
kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettiğimi; bir an evvel Erzurum'a gitmek
arzusunda bulunduğumu ve fakat Samsun ve havalisinin vaziyeti , asayişsizlik
yüzünden fena bir akıbete uğramak mahiyetinde bulunduğundan , buralarda
birkaç gün kalmak zarureti olduğunu bildirdikten sonra, beni şimdiden aydın­
latmaya yarayacak hususlar varsa bildirilmesini" rica ettim ( Vesika: 10) .
Hakikaten Samsun ve havalisinde Rum çetelerinin İslam ahaliye tecavü­
zü ve zaten vasıtasız bırakılmış olan mahalli hükümetin yabancı müdahalele­
ri yüzünden hiçbir tedbir alamaması , vaziyeti müşkül kılmıştı .
Tanıdığımız ve kendisinden büyük enerji ümit ettiğimiz bir zatın Samsun'a
mutasamf tayinini temin için teşebbüs almakla beraber, 3 . Kolordu Kumanda­
nı'nı geçici olarak Canik mutasamfı tayin ettim. Mümkün olan mahalli tedbir­
ler alınmaya ve bilhassa ahalinin hakiki vaziyet hakkında aydınlatılmasına ve
orada bulunan yabancı müfreze ve subaylanndan çekinmeye ve korkmaya ma­
hal olmadığını izaha ehemmiyet verildi ve hemen o havalide milli teşkilata gi­
rişildi .
2 3 Mayıs 1 9 1 9'da Ankara'da bulunan 20. Kolordu Kumandanı'na, "Samsun'a
geldiğimi ve kendisiyle daha soo temasta bulunmak istediğimi ve İzmir havali­
sine dair daha kolaylıkla alabileceği malumanan haberdar olmak istediğimi" bil­
dirdim.
Bu kolordunun vaziyeti ile daha İstanbul'da iken alakadar olmuştum.
Güneyden Ankara havalisine şimendiferle nakli söz konusu idi. Bu nakliyatın
engellenmekte olduğunu anlamı Ş olduğumdan, İstanbul'dan hareketim günle­
rinde Erkaıuharbiyei Umumiye Reisi olan Cevat Paşa'dan, kolordunun şimen­
diferle nakli gecikirse karadan yürüyerek Ankara'ya sevkini rica etmiştim. Bun­
dan dolayı bahsettiğim şifre telgrafnamemde "20. Kolordu kısımlannın bütün
rnevcuduyla Ankara'ya gelmeye muvaffak olup olmayacağını" sordum. Canik
livası hakkında malumat verdikten sonra, "bir iki güne kadar Samsun'dan ka­
rargahımla bir müddet için Havza'ya gideceğimi ve her halde Samsun'dan ha­
reketimden evvel beni aydınlatacak malumatı beklediğimi" yazdım.
20 . Kolordu Kumandanı'ndan, üç gün sonra 26 Mayıs 1 9 1 9'da aldığım ce­
vapta, " İzmir'den muntazam malumat alamadıklarını, Manisa'nın da işgal
edildiğini telgraf memurlannın haber verdiğini , kolordunun Ereğli'de bulu­
nan kısımlarının bütün mevcuduyla şimendiferle nakline muvaffak olamadık­
lanndan karadan yürüyüşe başladıklarını , fakat mesafenin uzaklığı sebebiyle
Ankara'ya ne vakit ulaşacağının malum bulunmadığını" bildiriyordu.
Kolordu kumandanı ayın telgrafnamesinde "Afyon Karahisan'nda bulunan
23. fırka'nın mevcudunun pek az olduğundan ve orada ellerine geçen efradı bu
fırkaya göndermekte olduklanndan" bahsettikten sonra, "Kastamonu ve Kayseri

41
havalisinde asayişi bozan bazı vakalar hakkında haberler gelmeye başladığını"
zikrediyor ve "peyderpey malumat vereceğini" yazıyordu ( Vesika: 11).
27 Mayıs 1 9 1 9 tarihinde , Havza'dan, 20. Kolordu Kumandanı'ndan ve ay­
nı zamanda bu kolordunun mensup olduğu Konya'daki Ordu Müfettişli­
ği'nden "Afyon Karahisan'ndaki fırkanın takviyesi için hangi kaynaklardan
istifade edilmekte olduğunu ve kuvvetinin artmlmasına maddi imkan bulu­
nup bulunamayacağını ve bugünkü ahval ve vaziyetimize göre bu fırkaya na­
sıl bir vazifenin verilmesinin düşünüldüğünü" sordum ( Vesika: 12, 13).
Kolordu Kumandanı 28 Mayıs 1 9 1 9'da sorduğum hususlara dair malumat
veriyor ve " 23 . Fırka, düşmanın bir işgali vaziyeti karşısında mevkiini terk et­
meyecek ve tecavüze uğrarsa, mahalli ahaliden alacakları takviye ile mevki­
ini müdafaa edecektir" diyordu ( Vesika: 14).
Ordu müfettişi de 30 Mayıs ı 9 1 9'da verdiği cevapta "23 . Fırka, Karahisar'da­
ki asayişi muhafaza ile beraber, her türlü işgal hadisesine, her türlü vasıtalarla
mukavemet edecektir" diyordu. Bu vasıtalann hazırlanmakta olduğunu ve
Konya'da orduya yardımcı olabilecek bir kuvvet hazırlanmasına çalışıldığını, an­
cak bir isim ve unvana sahip olmadığını bildiriyordu.
Ben, müfettişliğe yazdığım telgrafta, " Konya'da bir vatan ordusu teşkil
edilmekte olduğuna dair bazı havadisler duyulmuştur, bunun mahiyet ve teş­
kilatı nedir" demiştim. Böyle bir soru yöneltmekten maksadım, biraz da teş­
vike ve uyarmaya vesile olmak idi . Müfettişliğin son malumatı bunun üzeri­
nedir ( Vesika: 15).
Kolordu Kumandanı bu soruma " Konya'da vatan ordusunun teşkilinden
haberdar değilim" cevabını vermişti .
20 . Kolordu ve Konya'daki Ordu Müfettişliği ile temasım neticesinde
edindiğim malumattan teyakkuz ve uyanıklığı gerektiren noktalan 1 Haziran
1 9 1 9'da Erzurum'da 1 5 . Kolordu ve Samsun'da 3 . Kolordu ve Diyarbekir'de
1 3 . Kolordu Kumandanlarına bildirdim ( Vesika: 1 6) .
Trakya'da bulunan kuvvet ve kumanda vaziyetini bilmiyordum. O mıntıka
ile de irtibat tesisi lazım idi . Bu maksatla, İstanbul'da, Erkanıharbiyei Umumiye
Reisi Cevat Paşa'dan i 6 Haziran 1 9 1 9'da şahsi şifre ile -Cevat Paşa ile aynldı­
ğım gün gizli ve şahsi bir şifre kararlaştırmış idik- Edirne'de kolordu kumanda­
nının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey'in nerede bulunduğunu sordum (Vesi­
ka: 1 7) . Cevat Paşa 1 7 Haziran'da cevap verdi. "Cafer Tayyar Bey'in 1 . Kolor­
du Kumandanı olarak Edirne'de bulunduğunu" öğrendim ( Vesika: 18).
Amasya'dan 1 8 Haziran 1 9 ı 9 tarihinde, Edirne'de 1 . Kolordu Kumandanı
Cafer Tayyar Bey'e şifre ile verdiğim direktifte esaslı olarak şu hususlan kay­
dettim: "Milli bağımsızhğımızı boğan ve vatanın parçalanması tehlikelerini
hazırlayan İtilaf devletlerinin icraatı ve merkezi hükümetin esir ve aciz vazi­
yeti malumunuzdur."

42
"Milletin mukadderatını bu mahiyette bir hükümete teslim etmek, yok ol­
maya boyun eğmektir."
"Trakya ve Anadolu milli teşkilatını birleştirecek ve milli sadayı gür ses­
le cihana duyuracak emin bir mahal olan Sıvas'ta müşterek ve kuvvetli bir he­
yet teşkili kararlaştırılmıştır."
"Trakya-Paşaeli Cemiyeti , salahiyet sahibi olmamak üzere İstanbul'da bir
heyet bulundurabilir."
" Ben İstanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden bazılarıyla fikir alış­
verişinde bulunmuştum. Şimdi zamanı geldi . İcap edenlerle gizlice görüşerek
derhal teşkilat yapınız ve benim yanıma da delege olarak kıymettar bir iki zat
gönderiniz. Onlar gelinceye kadar Edirne vilayetinin haklarının savunucusu
olmak üzere beni vekil ettiklerine dair imzaları altında bir vesikayı imzanız­
la şifreli telgrafla bildiriniz."
" Bağımsızlık gayesinin elde edilmesine kadar tamamıyla milletle bir­
likte, fedakarane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Ar­
tık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek katidir."
Trakya'nın manevi kuvvetini takviye maksadıyla bu talimata şu malumatı
da ekledi m: "Anadolu ahalisi baştan aşağı yekvücut bir hale getirildi . Karar­
lar, istisnasız tekrnil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımızIa müşterek alını­
yor. Vali ve mutasarrıfl arın hemen hepsi bizimle beraberdir. Anadolu'daki
milli teşkilat kaza ve nahiyelere kadar genişledi. İngiliz himayesi altında bir
bağımsız Kürdistan teşkili hakkındaki propaganda ve taraftarları bertaraf
edildi , Kürtler Türklerle birleşti" ( Vesika: 1 9) .

Yunan ordusunun Bu tarihe kadar Yunan ordusunun Manisa ve Aydın


Manisa ve Aydın civarlarını da işgal eylediğinden haberdar oldum. Fakat
civarını işgali İzmir'de ve Aydın'da bulunduklarını bildiğim kuvvetle­
rin ne halde olduklarına dair hiçbir taraftan henüz açık
bir malumat elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetler kumandan­
larına da bazı emirler yazmıştım . Nihayet 29 Haziran'da, 56. Fırka Kuman­
danı Bekir Sami Bey'in iki gün evvelki tarihli bir şifre telgrafını aldım .
56. Fırka'ya İzmir'de Hürrem Bey namında bir zat kumanda ediyormuş .
Bu zat ve İzmir'deki iki alayın kılıç artıkları , subaylarıyla beraber hemen hep­
si esir olmuşlar. Yunanlılar bunlan gemilerle Mudanya'ya nakletmişler. Bekir
Sami Bey bu kılıç artıklarının kumandasını üstlenmek üzere gönderilmiş.
Bekir Sami Bey, 27 Haziran 1 9 1 9 tarihli telgrafnamesinde , 22 Haziran
1 9 1 9 tarihli iki emrimi ancak 27 Haziran'da Bursa'ya vardığında alabildiğini

43
Another random document with
no related content on Scribd:
the “sublimis anhelitus” of Horace, in his famous ode entitled
“Nireus.” I have often wondered that such a learned physician as
Julius Cæsar Scaliger, in his celebrated critique on Horace in his
Poetics, should have remarked on this expression: “Ex toto
Galeno non intelligo quid sit sublimis anhelitus.” Galen, in fact,
treats fully of the “sublimis anhelitus” in various parts of his works.
See in particular On Difficulty of Breathing.
[694] Galen has given us a lengthy Commentary on this case,
but a great part of it relates to the characters and to other matters
not of any very great importance in this place. As he remarks, it is
a striking example of an acute fever induced by immoderate
fatigue. It appears from his Commentary, moreover, that some of
the older authorities had added “drinking” to the excesses which
induced his affection; that is to say, they proposed to read πότων
instead of πόνων. The symptoms, upon reference to the
Prognostics, are all such as indicated a fatal result, namely, the
blackish and thin urine, “the fumbling with the bedclothes,” the
coldness and lividity of the extremities, the meteorism, and so
forth.
[695] In Galen’s Commentary on this case there is not much of
any great interest to the professional reader of the present day.
He animadverts again on the omission of all mention of the
treatment, although, as he states, venesection and the other
usual means had no doubt been tried; indeed the report implies
as much. Hippocrates, he repeats, never thinks of mentioning the
usual routine of practice, as he takes it for granted that the reader
will understand that it was not neglected. It is only on special
occasions, then, that he thinks of making any particular reference
to the treatment. Galen remarks, that ileus being an inflammation
of the upper intestines, is a particularly dangerous affection.
[696] As remarked by Galen in his Commentary, this was no
doubt a case of ardent fever or caucus, complicated with an
incidental miscarriage. There is no reason for looking upon it as
being a case of puerperal fever. Galen thinks that the last word
(caucus) is an addition made by the copyists, having been
transferred from the Glossarium to the text in the course of
transcription. Galen, as usual, directs attention to the characters
of the urine, which in this case are particularly unfavorable, being
defective both in quantity and quality.
[697] Galen’s remarks on the circumstances of this case are
sufficiently to the purpose, but there is nothing very striking in
them. He states that the abortion may have been occasioned
either by external causes—such as the application of pessaries
for this purpose, and the like—or internal, such as hemorrhage
from the neck of the uterus. and so forth. As in the former case,
he pronounces the last word (phrenitis) to be an addition to the
text, as Hippocrates never enters upon the diagnosis of diseases,
as is done in the work On Diseases. I suppose he means that our
author’s real works are all founded on Prognosis; whereas the
other, being derived from the Cnidian school, is founded on
Diagnosis. See our observations on this subject in the Preliminary
Discourse, and the Argument to the Prognostics.
[698] Galen remarks, that with such a combination of fatal
symptoms, namely, coldness of the extremities, fetid vomiting,
etc., it is wonderful that this patient stood out until the fourteenth
day. He thinks, however, that this is to be explained from her age
and constitution. He justly remarks that the occurrence of the
epistaxis could not be supposed sufficient to carry of such a
combination of unfavorable symptoms. He once more protests
against the last word of the report (causus) being admitted as
genuine. He confesses himself unable to determine whether “The
Liars’ Market” was in Athens or elsewhere.
[699] This is entitled the pestilential constitution by Galen. By
constitution, he explains, is meant not only the preternatural state
of the atmosphere, but also of everything else which influences
the state of the general health.
[700] Galen remarks, that in the First Book of the Epidemics
three constitutions of the year are described and also that others
are described in the Second Book; but that these are not carefully
drawn out for publication like those of the First and Third. He
further remarks on this head, that the constitution of the season
might prepare us for the putrid diseases, which are described
below, as heat is the active, and humidity the material, cause of
all putrefaction.
[701] Galen remarks that erysipelas is occasioned by a bilious
defluxion, but that it is not always of a malignant and putrid
nature; on the contrary, when the defluxion is mild, and the bile
which produces it is natural, it is not attended with any
considerable injury to the body, if properly managed; but that the
humor which produced the erysipelas about to be described was
not such, but of a malignant, corrosive, and septic nature, being
engendered by the humid and calm state of the weather in such
persons as were of a choleric constitution.
[702] According to Galen, aphthæ in general are superficial
ulcerations in the mouth, produced by the acrimony of the nurse’s
milk, and which are easily removed by an astringent application.
But in the present instance the aphthæ were of a malignant
nature.
[703] The carbuncle (anthrax), Galen says, is always
dangerous, and the product of bad humors. See Paulus
Ægineta, Vol. II., pp. 78, 79. Galen, in his excellent work On the
Difference of Fevers, writes thus: “In constitutions of the year,
similar to those which Hippocrates describes as taking place in
Cranon (See Ep. ii.). I have known cases of anthrax prevailing
epidemically in no few numbers, the formation and other
symptoms of which were exactly as described by him.” (Tom. vii.,
p. 293; ed. Kühn.)
[704] Galen explains under this head that the term epidemic is
not applied to any one disease, but that when many cases of any
disease occur at the same time in a place, the disease is called
an epidemic; and that when it is remarkably fatal it is called a
plague.
[705] The history of the epidemical erysipelas here described
cannot fail to prove interesting to the modern reader. I need
scarcely remark that epidemics of a similar nature are
occasionally met with in Great Britain at the present day. I myself
have encountered two such epidemics in the locality where I am
now writing, the one in 1823, and the other in 1846. As described
by Hippocrates, the disease sometimes supervened upon a slight
injury, and generally terminated in gangrene. On epidemical
erysipelas, see De Haen (Ratio Medendi), Bartholinus (Hist.
Anatom. Rat. Hist., 56), Wells (Transactions of a Society for the
Improvement of Medical and Chirurgical Knowledge), Cooper’s
Surgical Dictionary; and Cyclopædia of Practical Medicine, under
Erysipelas.
[706] Galen amply confirms this statement, that when
erysipelas fixes on a particular part of the body it is more
formidable in appearance than in reality, and that the disease is
attended with most danger when it leaves an external member,
and is determined inwardly.
[707] The classical reader will here call to his recollection a
striking passage in the celebrated description of the Plague of
Athens, as given by Thucydides: “For the mischief, being at first
seated in the head, spread over the whole body, and if one
survived the most formidable symptoms, an attack on the
extremities manifested itself; for it was determined to the genital
organs and to the hands and feet, and many escaped with losing
them, and some with the loss of their eyes.” (ii., 49.) The passage
is thus rendered by Lucretius:

“tamen in nervos huic morbus et artus


Ibat et in partes genitales corporis ipsas;
Et graviter partim metuentes limina lethi
Vivebant ferro privati parte virili:
Et manibus sine nonnulli pedibusque manebant
In vita tamen et perdebant lumina partim.”
(vi., 1203.)

Lucretius, it will be remarked, understands the historian to


mean that the mortified parts were amputated; and this opinion,
although rejected by most of our non-professional editors of
Thucydides, is confirmed by what Galen says in his Commentary
on this passage, namely, that in erysipelas of the genital organs
“we (meaning the physicians of his own time) are often obliged to
excise the putrid parts, and apply the cautery to them.” I would
here further point out a singular mistake into which Dr. Bloomfield
falls in his note on this passage of Thucydides; he says that the
words of the original (ἄκρας χεῑρας καὶ πόδας) “can only signify
the ends of or lower joints of the fingers and toes.” No one who is
acquainted with the language of our author will require to be told
that this is an entire misconception. In the works of Hippocrates
χεῖρες is often put for the arms, and χεῖρες ἄκραι are always
applied to the hands.
[708] Upon reference to the Glossary of Erotian, the
Commentary of Galen, and the Annotations of Foës and Littré,
the reader will see that there is great difficulty in determining the
text in this place. After examining all that has been written on the
subject, one cannot come to any satisfactory conclusion as to the
true reading. I have adopted the meaning which seems to suit
best with the passage. The professional reader will scarcely
require to be reminded that in cases of phthisis there is often a
notable impairment of the voice.
[709] Galen makes the important remark on this word, that, in
febrile diseases, epistaxis is always a bad symptom.
[710] This obliviousness is a feature of the plague, as
described by Thucydides: “And some, when they first left their
beds, were seized with an utter forgetfulness of all things, and
knew not themselves nor their relatives.” (l. c.)
[711] Our author alludes to the affection called coma vigil by
the later authorities. In this affection, as Galen remarks, the
patient lies with his eyes shut, but can get no sound sleep. This,
of course, is so much more the case provided pain be present, as
it necessarily will prevent the occurrence of sleep. See Galen’s
tract On Coma.
[712] The low muttering delirium of typhoid fevers is here
evidently alluded to. Galen, in his Commentary, guards the reader
against supposing that the fever passed into lethargus.
[713] This description apparently can refer to nothing but
pestilential buboes.
[714] It is impossible not to recognize this as a description of
purulent ophthalmia. Celsus thus describes the ficus: “Est etiam
ulcus quod a fici similitudine σύκωσις Græcis nominatur, ubi caro
excrescit; et id quidem generale est. Sub eo vero duæ species
aunt. Alterum ulcus durum et rotundum est: alterum humidum et
inæquale. Ex duro exiguum quoddam et glutinosum exit: ex
humido plus, et mali odoris.” See the Lexicons of Hesychius and
Phavorinus, and also Paulus Ægineta, Book III., 3. It will be
remarked that Hippocrates also makes mention of fungous
excrescences about the pudenda. Were they syphilitic? In other
words, did they derive their origin from elephantiasis? See the
Annotations on Paulus Ægineta, Book IV., 1, Sydenham
Society’s edition.
[715] The meaning of this term is not precisely determined.
Galen’s account of it may apply both to exanthemata, and
pustulæ. The description of the eruption in the Plague of Athens
is likewise vague and indeterminate. (Thucyd, ii., 49.)
[716] These intestinal complaints are all mentioned in the
description of the Plague at Athens. (l. c.) Upon reference to the
Commentary of Galen, the reader will remark that there is a
question here respecting the reading.
[717] Galen, in his Commentary, makes the remark that he
observed the same symptom in the plague which raged in his
time.
[718] It will readily be understood that a colliquative diabetes
would prove a very unfavorable complication of these complaints.
[719] By nocturnal fevers, according to Galen, was meant
quotidians, which had their paroxysms during the night. Foës
inclines to think that diurnal should also be inserted in this place.
These nocturnal fevers are thus described by D. Monro: “The sick
were restless and uneasy at night; but commonly felt themselves
cooler and lighter in the daytime: and although they had no cold
fit, as the fever came on at nights, and many of them no breathing
sweat, as they became cooler and freer from the fever in the
morning; yet the fits were so remarkable, that many of the
patients used to say that they had a regular fit of an ague every
night, and some few that they had the fit every second night.”
(Army Diseases, etc., p. 158.)
[720] The account of the origin and progress of consumption
here given is, upon the whole, wonderfully correct. Common
experience seems to have decided that spring and autumn are
the most fatal seasons to phthisical patients. Avicenna makes the
remark, which is very important, and deserves to be kept in mind,
that by phthisis, in this place, Hippocrates most probably meant
hectic fever, connected with disease of the internal viscera, which
had been in an inflamed state during the acute attack of the fever.
(iii., 1, 3, 67.)
[721] I shall not enter into a discussion of the different
readings of this interesting passage. I may mention that our great
pathological authority on phthisis, Dr. Louis, agrees with
Hippocrates in deciding that the lymphatic temperament
constitutes a more or less marked predisposition to the
development of phthisis. (p. 483.) Galen describes the phlegmatic
temperament as being attended with a soft and slightly tumid
skin. He attributes the disease in their case to a cacochymy, that
is to say, to cachexia. I need scarcely remark that this opinion is
strongly advocated by one of the highest authorities of the day, I
mean Sir James Clark. See his treatise on Tubercular Phthisis.
Galen gives a discussion on the color of the eyes, about which
there is some difficulty, as the ancient terms which relate to colors
are not very well defined. The term here used (χαροπὸς) may
signify either blue or gray. Galen considers this color of the eyes
as a symptom of a cold and humid temperament.
[722] There is an ambiguity in the part of the sentence which
relates to women, as Galen states in his Commentary. Galen
does not hesitate to declare that women are more subject to
phthisis than men, an opinion upon which modern authorities are
not at all agreed. See the recent publications of Louis and Clark
on Phthisis.
[723] The last paragraph, and the latter clause of the
preceding one, were at first attached to the end of the subsequent
cases, and were transferred to their present position by
Dioscorides the commentator a short time before Galen. They
evidently embody a most distinct and admirable enumeration of
the general facts with which the practical physician ought to make
himself acquainted.
[724] We learn from the Commentary of Galen that some of
the older critics supposed that the sixteen cases about to be
related had been selected by Hippocrates in illustration of his
doctrines, as laid down in the preceding description of what is
generally entitled the Pestilential Season. Galen, however, does
not incline to this opinion.
[725] This is an example of one of those protracted fevers of
an intermittent type, which, as I have been informed by an
intelligent physician who practiced for several years in the Ionian
Islands, are so common in the climate of Greece. There is not
much of any particular value in Galen’s Commentary on this case.
He informs us that one of the older commentators absurdly
maintained the opinion that the country of this patient was given
because, according to Asclepiades, the inhabitants of Paros were
most especially benefited by bleeding. But, as Galen says, this
remark is particularly out of place here, since no mention of
venesection occurs in the report. Galen, and after him Foës, have
given very lengthy and elaborate disquisitions on the nature of
oily urine. The result is, that it is an unfavorable, but not
necessarily a fatal, character. It is minutely described by the later
authorities on urology, namely, Theophilus and Actuarius. See
also the Commentary on Paulus Ægineta, Book II., 14,
Sydenham Society’s edition.
[726] This appears clearly to be a case of fever, complicated
with, but not produced by parturition. Galen, however, seems to
ascribe the fever and its fatal results to the retention of the lochial
discharge. The characters of the urine, he properly remarks, are
unfavorable, being copious, thin, and black. He also calls
attention to the want of proper concoction in the sputa, to which
he attributes the fatal relapse.
[727] Galen’s Commentary on this case is written in his usual
light and diffuse style, but contains very little which is calculated to
throw light on the text, or on the nature of the disease which is
here described. If any one find difficulty in comprehending the
characters of the respiration, as given in this narrative, he can
turn to Galen’s work, On Difficulty of Breathing, where they are
explained very fully. I may just mention that by shortness of breath
(βραχύπνοος) was understood, by Hippocrates and Galen,
frequency of the act of respiration.
[728] This case, as Galen remarks, is an instance of the most
acute form of phrenitis. He states that he himself had met with
cases of phrenitis in which the patients had died on the fourth and
fifth day, but that he had never seen a case which proved so
suddenly fatal as the present one. He further makes some very
interesting reflections on the suddenness of the attack in such
cases, which is the more wonderful, as the exciting cause of them
must be gradually collecting in the system, and acquiring strength
and intensity, and it is singular that it should then be developed all
at once, and cut off the patient in a very short time, as if he had
swallowed poison, or had been stung by a venomous animal. He
compares the latency of the febrile humor in the system to that of
the mad dog, which will remain for a long time in the body of a
person who had been bitten, and then all at once will manifest its
effects, by inducing the rage. For the ancient views on the subject
of Hydrophobia, see Paulus Ægineta, Book V., 4, Sydenham
Society’s edition.
[729] Galen, in his Commentary on this case, enters into a
train of reflections how a physician ought to proceed when called
in to a patient so circumstanced. He ought, in the first place, as
the Commentator properly remarks, to make careful inquiry, in
order to find out whether the pain in the limb be occasioned by
any external cause, as persons often meet with local injuries by
sudden twisting and movements of their limbs, or even by laying a
limb uncomfortably in bed, without being aware of it. When no
such cause of the complaint can be discovered, Galen says the
physician should try to ascertain whether or not it be connected
with the regimen or temperament of the patient. If it shall turn out
that the body is in a plethoric state, general bleeding must be had
recourse to, before any local applications are made to the part. It
is then to be fomented, and liquid and heating medicines applied
to it. Whether or not this was the mode of treatment which
Hippocrates adopted in this case, Galen cannot take upon himself
to affirm, as no mention is made in the report of venesection, nor
of the particular remedies which were used. I am of opinion that
this is one of the most interesting cases in the whole Collection,
for I believe it to be a faithful report of a disease which on three
several occasions I have met with during an active professional
practice of thirty years, and which I have not seen described
elsewhere. In all my cases, indeed, the patients were from twelve
to sixteen years old, but in other respects the symptoms were the
same as here described by Hippocrates. In every one of the
cases the patient was seized with pain and swelling of the thigh,
attended with high fever, great jactitation, and partial delirium.
They all proved fatal in the course of three or four days. Whether
the disease be connected with diffuse inflammation of the areolar
substance, or with inflammation of the veins, or whether it be a
general fever complicated with a local affection of the limb, or
what may be the exact nature of the affection, I have not been
able to determine. From what is stated above, it will be clearly
seen how justly Hippocrates deserves the compliment paid to him
by Galen, of having been, of all medical authorities, the most
careful in observing the phenomena of disease. (Opera Galeni,
tom. vii., p. 829, ed. Kühn.)
[730] Galen remarks, that this is one of those cases which
appear formidable to the inexperienced, but which those who are
practiced in the art judge of as being likely to come to a speedy
crisis. He adverts to the slight swelling of the spleen and the
characters of the urine, which soon showed a proper sediment, as
being particularly favorable symptoms. The more that we study
Hippocratic medicine, we shall be the more convinced that too
little attention has been paid of late years to the physical
characters of the urine in all febrile complaints.
[731] Galen’s Commentary on this case is unusually brief. He
holds it to be a case connected with general plethora, as
indicated by the good color of the urine. He once more makes the
remark that a favorable issue of the case might have been
anticipated, from the characters of the urine.
[732] Galen remarks in his Commentary, that of all the cases
related in the First and Third Books of the Epidemics, this is the
only one in which Hippocrates says that the patient was bled, not,
he adds, that this was the only case in which venesection was
adopted, but because, although the general rule was not to bleed
after the fourth day, the patient, in the present instance, was bled
on the eighth. Many others, he says, were no doubt bled on the
second, third, and fourth days, but of these bleedings, and the
other means used, Hippocrates in general takes no notice, except
that he sometimes states, in order to render the malignity of the
disease more apparent, that it was nowise benefited by the
remedies applied. In other cases he adds, he would appear, from
the words he uses (such as “as far as I am aware”), not to have
attended the patient at the commencement. Galen further directs
attention to the characters of the expectoration, the concoction of
which he looks upon as having proved the means of carrying off
this fever. Galen has reviewed the symptoms of this case very
fully, and in a most interesting manner, in the Second Book of his
work, On Difficulty of Breathing, see ed. Kühn, tom. vii., p. 854,
etc. That it was a case of fever complicated with pleurisy seems
clear, as Galen remarks. Galen further treats of the characters of
the sputa in this case, in the First Book of his work, On Crises.
Upon reference to the edition of Littré, it will be seen that
unfortunately there is considerable variation in the readings of this
passage.
[733] On this case Galen makes the remark that this patient
must have had a strong constitution, otherwise it could not have
withstood such an affection. He adds that, moreover, his pulse
must have possessed strength, but that, as formerly said by him,
this department of prognostics is altogether omitted by
Hippocrates, in his reports of febrile cases. He further remarks
that the respiration and appetite were not to complain of, and the
only bad symptom was the thinness and blackness of the urine,
which therefore required a long time for nature to overcome, by
occasioning hemorrhage, pain of the hip-joint, and determination
downwards. He adds, that great diseases require decided crises,
and that even with those now mentioned, the disease was not
entirely removed in this case, until concoction in the urine took
place.
[734] Galen passes over this case without any remark worth
mentioning. I cannot but think that the abundant sediment in the
urine, which preceded the favorable crisis, is a fact in the case
well deserving to be noticed. Galen, however, in the present
instance, omits all notice of it, and ascribes the recovery to the
profuse sweat.
[735] The only thing of importance in Galen’s Commentary on
this case is the remark that this woman’s melancholy was most
probably connected with suppression of the menses, and that to
this cause the dark color of the urine in the present instance is
most probably to be ascribed. To the critical evacuations by the
sweat and menstruation he attributes the recovery.
[736] There were several ancient cities of this name, but there
can be no doubt that the one here referred to is the celebrated
city of Thessaly. See Strabo, Geograph. ix.
[737] Galen considers it a remarkable feature in this case that
although the crisis occurred on the sixth day, there was no
relapse. The recovery he ascribes to the copious menstruation
which then took place for the first time. He also calls attention to
the characters of the urine, which, he says, are those which
usually accompany delirium, although this is omitted in the
Prognostics.
[738] Galen, in his Commentary, merely remarks that
Hippocrates, at the conclusion of the report, briefly enumerates
the more prominent symptoms from which a fatal result might
have been confidently prognosticated. By enlarged viscera, in this
case, we are informed by Galen in another place, that our author
meant inflammation and swelling (Comment. in Rat. Vict. in Acut.
c. iii.) There can be no doubt that by viscera Hippocrates meant
the liver and spleen (see the work just referred to). Galen briefly
remarks on this case towards the end of the Second Book of his
work, On Difficulty of Breathing.
[739] Cyzicus was a flourishing city on the Propontis. See
Strabo, Geogr. xii.; and Pliny, H. N. v. 32.
[740] Galen, in his Commentary, accounts for this fatal disease
upon the supposition that the uterus was inflamed, and affected
the brain by sympathy, hence maniacal delirium and convulsions
were the consequence. Galen, both in his Commentary, and in his
work On Crises, refers to this case, in confirmation of his doctrine
of critical days.
[741] I will venture to affirm, without much fear of contradiction,
that in all the works on medicine, both ancient and modern, there
is not to be found so vivid a delineation of the symptoms of fever,
complicated with effusion on the brain. Those who have added
new features to the picture, have thereby detracted from the
general effect. Galen, in his Commentary, insists more especially
on the character of the respiration, but there does not appear to
me to be any particular obscurity about it. He also touches on this
case towards the end of the Second Book, On Difficulty of
Breathing. After reading all his prolix disquisition on the subject,
one does not feel much better instructed on the subject. Galen, at
times, nay, very frequently, seems to forget a favorite saying of his
own, namely. that he who would wish to lay in a copious store of
knowledge during life, should trouble himself little about words,
and attend principally to things.
[742] There were two Thessalian cities of this name, the one
in Estiæotis, and the other in Magnesia. This would appear to be
the latter. See Pliny, H. N. iv., 9; and Livy, xliv., 13.
[743] Galen’s Commentary contains few observations of much
interest, and which are not sufficiently obvious. Excesses in
drinking and debauchery, he remarks, hurt the nerves and the
origin of them, that is to say, the brain. Thus he accounts for the
delirium with which this case of fever was attended. All the other
prominent symptoms, such as the palpitation in the epigastric
region, the swelling of the hypochondrium, and the like, were
noticed previously. Galen also reviews the symptoms of this case
in his work On Difficulty of Breathing, II.
[744] “Hippocrates qui tam fallere quam falli nescit.”
(Macrobius in Somn. Scipionis, i., 6.)
[745] Hippocratis Coi de Cap. Vuln., etc., a Francisco
Vertuniano. Ejusdem textus Græcus a J. Scalig. Castigatus, etc.
[746] Comment. de Ossibus.
[747] Hist. Animal., i., 7. In reference to this description, it is
stated by Vesalius, who in the course of his life had examined a
great number of crania, that it is very rare indeed to meet with a
skull in which the sutures are wanting. He accounts for the
statement made by Herodotus (Hist. ix.) and Aristotle (1. c.),
respecting skulls without sutures, upon the supposition that the
observations of these authors must have been made upon those
of old persons, in whom the sutures are often very indistinct.
(Chirurg. Magn., i., 17.)
[748] H. N., xi., 48; ed. Hardouin.
[749] De Partib. Animal., p. 34; ed. Londin.
[750] Φοεός. The exact meaning of this term is well defined by
Eustathius in his Commentary on Homer (ad Iliad., ii., 219), ό ἐις
ὀξὺ λήγονσαν ἔχων τὴν κεφαλήν. It is excellently expressed by
Damm as follows: “One whose head diminishes towards the top
like a sugar-loaf.” (Lexicon Homericum in voce Φοεός.)
[751] De Usu Partium, ix., 17.
[752] Surgery, v., 4.
[753] Chirurg. Mag., i., 17.
[754] It is well known that in very advanced age the sutures
get nearly effaced. See the Cyclopædia of Anatomy, vol. i., p.
745.
[755] Comment. de Ossibus.
[756] Obs. Anatom.
[757] This letter was very varied in form. See Galen and Foës.
[758] The operation consisted in sawing the bone nearly
through, and leaving it in this state until it exfoliated, or until the
bone could be separated from the dura mater without violence.
See below.
[759] It is no doubt true that a simple cut in the outer table of
the bone, when accompanied with concussion or contusion, may
produce fatal effects within, and this, in fact, is stated by our
author; but, of itself, as he says, the simple incision or hedra
cannot be of a dangerous nature, nor require any recourse to
instruments. The cases related by M. Littré in the Argument were
all evidently complicated with contusion, and are thus referable to
the second class of these injuries. It is most worthy of remark,
that in the very interesting account of “slicing cuts,” given in Mr.
Guthrie’s excellent work, On Injuries of the Head, the result,
without any operation, by the most simple system of treatment,
was in general very favorable. (pp. 95, 96.) On these cuts and
superficial injuries of the skull, see further Hennen (pp. 283, 284),
Thomson (pp. 51, 52), and Chelius (vol. i., p. 388).
[760] London and Edinburgh Medical Journal, 1844.
[761] Although, as we have stated, Dr. Laurie’s rule of practice
now be to use the trephine on the preventive principle, it is
probable that most of his cases occurred at a period when the
practice of Mr. Abernethy was universally followed. His statistics
therefore are no test of the results of the operation, when
performed on the preventive principle.
[762] See Lawrence’s Clinical Lecture in the Medical Gazette,
vol. xxi., p. 345; and Guthrie’s work, On Injuries of the Head, p.
113.
[763] See De Articulis, § 50; and Mochlicus, § 36.
[764] On hypertrophy and swelling of the brain after injuries,
see the very interesting observations made by Mr. Guthrie, in his
work on Injuries of the Head, p. 125.
[765] It is proper to mention in this place that Quesnay, with
great good sense, discusses the question, whether or nor the
separation of the pericrunium in this case be a sure indication of
matter being collected within the cranium. He decides in the
negative. (p. 17, Syd. Soc. edition of Selected Mem. of the Acad.
of Surgery.)
[766] I ought to mention, however, in this place, that in simple
undepressed fractures, Pott allows of the operation as a
preventive; that, at least, is one of his objects in having recourse
to the operation. (p. 130.)
[767] Ambrose Paré expresses very strongly the difficulty of
forming a correct prognosis in injuries of the head: “Ex quo
intelligere licet, multos ab exiguis vulneribus mortem oppetere,
alios ex ingentibus et penitus magnis desperatisque
convalescere.” (Opera, ix., 9.)
[768] Injuries of the Head, p. 148.
[769] Aphor. v., 68.
[770] See the Argument to the treatise, On Regimen in Acute
Diseases.
[771] Opera, ix., 10.
[772] Sir Astley Cooper mentions an instance in which 208
ounces of blood were abstracted from a patient!! In Quesnay’s
Memoir there is nothing more common than to find it reported that
he had bled a patient three or four times in the course of a day. In
one case 160 ounces were taken in nine days; “but,” it is gravely
added, “two years elapsed before she was quite well again.”
[773] IV., 5, 3, 1.
[774] The principles upon which depletion by bleeding and
purging should be regulated are fully stated and discussed by
Galen, in the Fourth Book of his great work on Therapeutics. The
rule is briefly given by Hippocrates in his Second Aphorism:
“respect being paid to place, season, age, and the disease in
which it is proper or not.”
[775] See Aphor. v., 18, 22; and § 12 of this treatise. The
professional authorities of the present day are not agreed as to
the expediency of using poultices or cold lotions in injuries of the
scalp. Guthrie and Hennen recommend the latter; but South, in
the edition of Chelius, prefers the former.
[776] This is related of Philagrius in a very interesting scholium
on the Aphorism just quoted. See Scholia in Hippocrat. et Galen.,
tom. ii., p. 457; ed. Dietz.
[777] Perhaps the meaning here is, that when the forehead is
much elevated, and the occiput much depressed, if one looks
down upon the skull from above, the sagittal and coronal sutures
will present the appearance of the letter Τ.
[778] The meaning, I suppose, may be, that when the
forehead is very low, and when the occiput is protuberant, if one
looks down upon the skull from above, the sagittal and lambdoidal
sutures will present the appearance of the letter Τ reversed.
[779] The meaning would appear to be, that in a square-built
head, that is to say, when it is prominent both before and behind,
the coronal and sagittal sutures run nearly parallel to one another,
and the sagittal connects them together in the middle. In this case
they would present the appearance of the letter Η reversed.
[780] Perhaps this alludes to the form of the head in which the
sagittal suture passes through the middle of the os frontis down to
the nose, in which case we may imagine that the coronal suture
intersects the lambdoidal in such a manner as to have some
resemblance to the letter χ. It is to be borne in mind, that the
character of this letter was very variable in ancient writing. Ruffus
Ephesius describes the sagittal suture as sometimes passing
down the middle of the frontal bone.
[781] This passage was considered by Scaliger as a gloss, but
as interpreted by M. Littré, whom I have followed, the meaning is
quite suitable. See his note, h. 1.
[782] It is difficult to say what can be meant by caruncles in
this place, but still I agree with M. Littré that Scaliger was not
warranted in proposing to eject the passage from the text as an
interpolation. Unless the glandulæ Pacchioni are meant (and the
description must be admitted not to be quite applicable to them), I
cannot pretend to explain or account for the description.
[783] I need scarcely remark, that if by this is strictly meant
that wounds in the posterior part of the head are less dangerous
than those in the anterior, the statement is at variance with the
experience of certain modern authorities. See, in particular, Pott
and Liston, p. 46. At the same time, it is, no doubt, anatomically
correct, that the occipital bone can bear more violence, without
being seriously fractured, than the frontal or parietal bones, and it
is worthy of remark, that the views and experience of Mr. Guthrie
are very consonant with those of Hippocrates. He says: “The
result of my experience on this point is, that brain is more rarely
lost from the fore part of the head with impunity, than from the
middle part; and that a fracture of the skull, with even a lodgment
of a foreign body, and a portion of the bone in the brain, may be
sometimes borne without any great inconvenience in the back
part.... I have never seen a person live with a foreign body lodged
in the anterior lobe of the brain, although I have seen several
recover with the loss of a portion of the brain at this part. My
experience, then, leads me to believe, that an injury of apparently
equal extent is more dangerous on the forehead than on the side
or middle of the head, and much less so on the back part than on
the side. A fracture of the vertex is of infinitely less importance
than one of the base of the cranium, which, although not
necessarily fatal, is always attended with the utmost danger.” (On
Injuries of the Head, p. 3.) I feel difficulty in reconciling these
discordant results of modern experience. Perhaps the fact of the
matter is, that injuries on the upper part of the occipital region are
the least dangerous of any, whereas those in the lower part of it,
are particularly fatal.
[784] Vidus Vidius thus explains the hedra or sedes: “Inciditur
os ita ut teli vestigium remaneat, quod genus fracturæ appellatur
a Hippocrate ἒδρα, id est sedes, quum (ut ipse inquit) appareat in
osse qua telum insederit; fit autem ab acuto telo, quod et ipse in
sequentibus, et Galenus, in Commentario, in librum memoriæ
prodidit, quum sub telo acuto incidi os dixit. Requirit autem sedes
ut incisum os nullo modo ad cerebri membranam inclinatur.”
(Chirurg. Græc., p. 71.) Andreas à Cruce defines it thus:
“Potissimum vero sedes vocatur ubi osse in suo statu remanente
qua parte telum insederit apparet.” (De Vulneribus, 1. 2.) By
hedra would appear to have been understood a dint, or
impression, left in a bone by a blow which has not produced
fracture or depression. It was also applied to a cut or slash
affecting only the outer plate of the skull. Hippocrates, it will be
remarked, pronounces this sort of injury not to be dangerous of
itself, but M. Littré relates a case taken from the “Journal de
Médecine,” in which a sabre-cut, which only penetrated through
the external plate of the cranium, and did not touch the internal,
proved fatal. (Op. Hippocrat. iii., p. 170.) Our author, in the latter
part of this paragraph, mentions cursorily injury of the skull at a
suture, and more circumstantially in the twelfth paragraph. This
accident is very correctly described by the later writers, under the
name of diastasis. See Heliodorus (ap. Chirurg. Veteres, p. 100),
and Archigenes (ibid., p. 117). Pott declares that he did not
remember having ever seen a single instance of recovery when
there was separation of the bones at a suture. Morgagni, in like
manner, represents the case as being of a particularly serious
character. (De Caus. et Sed. Morb.) I once saw a strongly marked
case in which there was a considerable separation of the bones
at the upper part of the temporal suture, along with an extensive
wound, unguardedly inflicted by the scalpel of a juvenile surgeon,
in order to explore the nature of the accident. As might have been
expected, under these circumstances, the case had a fatal issue.
Mr. Guthrie writes thus of diastasis: “It is well known, that when a
violent shock has been received on the head, particularly by a fall
on the vertex, the sutures are often separated to a considerable
extent; these cases usually terminate fatally.” (p. 135.)
[785] The meaning here is somewhat obscure, but as Arantius
states in his commentary on this tract, our author probably means
that a fissure is necessarily complicated with a contusion, or, in
other words, that there can be no fissure without contusion.
[786] Arantius and Porralius, in their conjoined commentary on
this treatise, mention that in contusion sometimes only the outer
plate of the skull is contused, but the inner is depressed upon the
dura mater. This is a case of which we have examples in modern
surgery; but it does not appear clearly to be alluded to in this
place by our author. Mr. Guthrie, indeed, understands the
ἀπήχημα of the Greek authors, and resonitus of the Latin, to
apply to this variety of fracture; but he appears to me to be
mistaken, for these terms unquestionable refer to the contre-
coup, of which we will treat presently. Quesnay, indeed, uses the
term contre-coup in this double sense, but, as I think, very
injudiciously, as it tends to introduce confusion of ideas; for
assuredly the case of a fracture on a different part of the head
from that which received the blow, and a fracture on the inner
plate of the skull from an injury on the outer, are quite different
cases. See Quesnay, etc., p. 20, Syd. Soc. edit.
[787] The expressions in this place are somewhat confused,
but the meaning evidently is, that without fracture there can be no
depression.
[788] This third mode of fracture is thus defined by Celsus: “At
ubi medium desedit, eandem cerebri membranam os urget;
interdum etiam ex fractura quibusdam velut aculeis pungentibus,”
(viii., 4.) Hippocrates, it will be remarked, makes no mention of
spiculæ in his description of depression. Galen describes two
varieties of depression; in the one the depressed portion retains
its situation, and in the other it rises again to its former level. (De
Caus. Morb.) Hippocrates does not appear to have been
acquainted with the latter. Modern experience has shown that it
sometimes occurs in children.
[789] It is almost impossible to know what to make of this
passage, owing to the corrupt state of the text.
[790] The nature of this mode of injury is explained in the
annotations on the third paragraph. It does not appear clear why
our author has given two separate descriptions of this injury. He
describes, it will be remarked, several varieties of it, according as
it is complicated or not with contusion and fracture. Galen uses
hedra in one place. (Meth. Med. vi.) The term hedra is rendered
teli sedes by the Latin translators of the Greek medical authors.
(See Asellii Comment. in Hippocrat. de Vuln. Capit.) It is used
also by Ambrose Paré, Wiseman, and all our earlier writers on
surgery. Wiseman thinks the term most appropriate when applied
to wounds inflicted by a pole-axe, halberd, or the like. (v. 9.) Paré
applies it to a kind of injury, in which the bone is not broken
through, but the print of the weapon is left on the skull. (xx., 7.)
Fallopius gives an interesting discussion on it. (In librum
Hippocrat. de Vuln. Capit.) The term incision, borrowed from
Paulus Ægineta, has been since used in its stead. See Quesnay,
on the Use of the Trepan, p. 29, Syd. Soc. edition; and on simple
incisions or sabre-cuts, see, in particular, Mr. Guthrie, Injuries of
the Head, p. 86.
[791] This, it will readily be perceived, is the fractura per
resonitum, that is to say, the fracture par contre-coup, or counter-
fissure of modern authorities. Except Paulus Ægineta, I am not
aware that any of the ancient authorities question the occurrence
of this species of the accident, and with the exception of Vidus
Vidius, Guido, Fallopius, and Dinus de Garbo, it is generally
recognized by the best modern authorities, from Bertaphalia and
Andreas à Cruce, down to Sir Astley Cooper and Mr. Liston. Mr.
Guthrie, indeed, remarks, that in recent times there has been no
well-authenticated instance of fracture on the one side of the
head from a blow on the other. Such cases, however, are not
wanting in the works of the earlier modern authorities. Quesnay
writes thus: “We find in authors, also, many cases of fracture by
contre-coup, from one part of the head to the part opposite: and in
honor of the ancients we may cite the case related by Amatus,
who applied the trepan to the part of the head opposite to the
wound, when he found that the symptoms were not relieved by
applying it on the side wounded, and that the patient suffered
from severe pain on the other side. This second trepan proved
very apropos, for it allowed the escape of pus, which had
collected under the skull.” (On the use of the Trepan.) All our
modern authorities, including Mr. Guthrie, admit the reality of the
case in which fracture of the base of the skull is produced by a
blow on the upper part of the head. In imitation of our author, this
case was denominated “infortunium” by the earlier authorities,
such as Asellius and Porralius, being accounted an irremediable
misfortune, because its seat could not be detected; and it is
noticed in the following terms by Sir Astley Cooper, who did not
trouble himself much about the writings of his predecessors, but
formed his opinions from actual observation: “When the basis of
the skull is fractured from a high fall, from the whole pressure of
the body resting upon that part, on opening the brain and tearing
up the dura mater, extravasated blood is commonly observed; this
kind of fracture must inevitably prove fatal, nor can it be
discovered till after death.” (Lectures, xiii.)
[792] Whatever opinion may now be formed of the rule of
practice here laid down, all must admit that it is clearly stated and
distinctly defined. We have seen above that our author describes
five modes of injury in the skull, namely, the incision or
indentation, confined to its outer table; the contusion; the direct
fracture; the fracture par contre-coup; and the depression. He
now states decidedly that it is only in the case of contusion and
simple fracture, that the trepan can be applied with advantage. I
have entered so fully into the rationale of this practice in the
Argument, that I do not think it necessary to say more on the
subject in this place.
[793] This passage indicates strongly our author’s partiality for
prognostics, or rather, I should say, for prorrhetics. It would
appear to have been a primary consideration with him, in all
cases, to secure the physician from blame, and to teach him how
to gain the confidence of the patient and his attendants. Few who
have practiced medicine for a great many years, will question the
propriety of these rules of conduct, or doubt the importance of
taking all honorable steps to ensure the confidence and good-will
of patients and their friends.
[794] There is a remark made by Arantius and Porralius on the
latter part of this paragraph, which, although it appears to be
scarcely warranted by anything in the text of our author, I quote
for its importance, as showing that the earlier authorities were
well aware of the danger and impropriety of treating injuries of the
head in children by instruments: “Sed præ ceteris illud notandum
quod dixerit (nudato osse) quasi dicat, eo non denudato quamvis
calliso aut fisso, quod raro accidit, non esse tamen sectione
denudandam calvariam: nam in pueris, ubi decidunt non raro
accidit ut eorum collidatur calvaria, frangaturque, cute integra,
quod etsi accidat, et tactu hoc probe precipiatur, sanguisque e
venis effusus sub cute fluctua, abstinendum tamen a sectione est,
neminem enim servatum vidi, cui sectio adhibita sit, propterea
quod eorum calor facile dissipetur, eoque magis, quum gemitu et
clamore caput valdè incelescat, et ad fluxiones suscipiendas
proclive reddatur,” (Comm. in Hip. de Vuln. Cap.) It will be seen at
§ 18, that our author allowed the application of a small trepan in
children when strongly indicated.
[795] This passage is rendered as follows by Celsus: “Igitur,
ubi ea percussa, protinus requirendum est, num bilem is homo
vomuerit; num oculi ejus obcæcati sint; num obmutuerit; num per
nores auresque sanguis ei effiuxerit: num conciderit, num sine
sensu quasi dormiens jacuerit. Hæc enim non nisi osse fracto
eveniunt; atque, ubi inciderunt, scire licet, necessariam, sed
difficilem curationem esse.” (viii., 4.) Now, although it is no doubt
true, as remarked by Pott (Injuries of the Head, § 4), that these
symptoms sometimes take place, without there being any fracture
of the skull, and that, on the other hand, as had been previously

You might also like