Hafta

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 16

11.

HAFTA

( s. 368 – 385)

1
Türkiye-ABD Münasebetten (1945-1950)
• Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye için dış politikada çok daha zor dönem
başlamıştır. Zira Sovyetler Birliği, Yalta Konferansı’ndan sonra 1925 yılından beri
yürürlükte olan Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nı feshederek Haziran 1945
tarihinde yeni bir saldırmazlık paktı için, Türkiye’den Kars ve Ardahan'ın verilmesi
yanında, Boğazlar bölgesinde kendilerine bir üs verilmesi şartını koşmuştu.
Sovyetlerin bu talepleri, Temmuz 1947 tarihinde gerçekleşen Potsdam
Konferansında da gündeme gelmiş, ancak Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere
bu duruma sıcak bakmamıştır.
• Amerika Birleşik Devletleri'nin, Sovyetler Birliği hakkındaki bütün dünya barışına
yönelik tehdit algılamaları sonucu 12 Mart 1947 tarihinde Amerikan başkanının
kendi adıyla anılan Truman Doktrinini yayınladı. Doktrinin en önemli amacı,
dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun Sovyet yayılmacılığının önüne geçmek
olduğuna göre, başta Türkiye ve Yunanistan gibi Sovyet tehdidine doğrudan maruz
kalan devletlerin Amerika’nın siyasi ve ekonomik gücünden yararlanması zorunlu
hale gelmişti. Aynı zamanda Truman doktriniyle Amerika Birleşik Devletleri, hür
dünyanın liderliğini üslenmiş oluyordu.

2
Bütün bu olumlu yönlerine rağmen, Truman Doktrininin getirdiği bir takım
olumsuzluklar da vardı.
Türkiye'ye yapılacak yardımların karşısında belli bir sorumluluk yüklüyordu.
Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli gelişmelerden biri de Marshall Planıydı. II. Dünya
Savaşı sonrasında Avrupa’nın bozulan ekonomik yapısını düzeltmek ve dünyada Sovyet
Rusya’nın komünist propagandasını önlemek için planlanmış bir yardım olan Marshall
Planı için 12 Temmuzda İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan,
Türkiye, Hollanda Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve
İsveç’in katılmasıyla toplanan On Altılar Konferansı, 22 Eylülde, Amerika’ya sunulmak
üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma programı hazırlamışlardır. Amerika hükümeti ise
2 Nisan 1948 tarihinde Dış Yardım Kanununu kabul etmiştir. Bu karardan sonra,
içerisinde Türkiye’nin de bulunduğu 16 Avrupa devleti, 16 Nisan 1948 tarihinde Avrupa
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nı (OEEC) kurmuşlardır.
Bütün bu olumlu yönlerine rağmen, Truman Doktrininin getirdiği bir takım
olumsuzluklar da vardı.
Türkiye'ye yapılacak yardımların karşısında belli bir sorumluluk yüklüyordu.
Sonuçta 4 Temmuz 1948 tarihinde Amerika ile Türkiye arasında ekonomik işbirliği
antlaşması ile Türkiye’nin durumu düzeltilmiştir. 1949-1951 yılları arasında Türkiye,
Marshall Planı çerçevesinde yardım almış, 1951 yılından sonra ise bu yardımlar
Savunma Planı adıyla devam etmiştir.
3
Sovyetler Birliği aleyhine gelişen bu durum karşısında Stalin’in Amerikan
emperyalizminin bir aleti olarak tanımladığı Marshall Planına karşı bir girişim olarak 5
Ekim 1947 tarihinde Kominform’u (Communist Information Bureau) kurmuşlardır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Polonya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Romanya,
Macaristan, Yugoslavya, Fransa, İtalya komünist parti liderlerini bir araya getiren
Kominform’un amacı; Avrupa Komünist hareketinin koordinasyonu ve Alman-Sovyet
Saldırmazlık Paktı ertesinde lağvedilen 3. Enternasyonel’in işlevlerini yerine getirmekti.
Ayrıca yayınlanan beyannamede dünyanın artık iki bloka ayrılmış olduğu
bildirilmekteydi.
Diğer yandan Marshall Planına karşılık Sovyetler, bağlı devletler ile kendisi arasındaki
ekonomik işbirliğini sıkılaştırmak için Molotov Planı adını verdikleri ikili ticaret
sistemini kurmuşlardır. Bu plan Sovyet dışişleri bakanı Molotov’un adıyla anılmıştır.
Yeni ekonomik işbirliği sistemi ile komünizme bağlı devletlerin Sovyet kontrolü altına
daha fazla girmesi amaçlanmaktaydı.
Amerika Birleşik Devleri ve Sovyetler Birliği arasında sert gerilimlere neden olan bu
durum,
II. Dünya Savaşı’ndan 1990’lı yılların başına kadar devam eden bu döneme Soğuk Savaş
Dönemi denilmiştir.

4
NATO’nun Kuruluşu ve Türkiye’nin NATO’ya Katılması
NATO’ya giriş aşamasında Amerika Birleşik Devletlerini etkileyen, Kore Savaşından çok
Potsdam Konferansında Sovyetlerin Türkiye’den toprak istekleriydi. İlk başlarda bu olay,
Sovyetler ile Türkiye’yi ilgilendiren bir konu olarak görülmüş, 1945 yılı sonbaharından
itibaren ise Amerika Birleşik Devletleri tutumunu değiştirerek Türkiye’nin toprak
bütünlüğü ile yakından ilgilenmeye başlamıştır
Kore Savaşı ile genel bir savaşın da çıkacağını savunan Amerika, Balkanların güvenliği
için NATO'nun güney-doğu kanadının güçlenmesini bu bakımdan elzem görüyordu.
Strateji uzmanı General Eisenhower, bir savaşın çıkması halinde Kafkasya'daki petrol ve
Ural’lardaki endüstri merkezlerinin Sovyet yayılmasına karşı bombalanması gerektiğini
savunuyordu. Bütün bu nedenler göz önüne alındığında, Türkiye’nin hem askeri üs hem
de asker sayısı bakımdan NATO'yu tamamlayıcı bir güç olarak görülmesi, NATO'ya
girişte etkili olmuştur.
Sonuçta Türkiye, NATO'ya 18 Şubat 1952 tarihinde resmen girmiş ve Kuzey Atlantik
Konseyi’nin 20-25 Şubat 1952 tarihinde yaptığı Lizbon toplantısına tam üye ülke olarak
katılmıştır. Türkiye'nin NATO'ya girmesi, hem içte Demokrat Parti tarafından hem de
muhalefet tarafından çok büyük bir başarı olarak kutlanmıştır. NATO, Sovyet
saldırmazlığına karşı bir güvence olarak görüldüğü gibi, Batıdan Türkiye'nin
modernleşmesini mümkün kılacak yardım ve borç para akışını da sağlayacak bir ittifak
olarak görülmüştü.

5
Artık Türkiye 1952 yılından itibaren NATO'ya ve Birleşmiş Milletler ilkelerine bağlı
ve dış siyasetini buna göre belirleyen bir devlettir.
Böylece Amerika, Türkiye’nin Balkanlar ve Ortadoğu’daki önemini kavrayarak üs elde
etme konusunda, hayli üstün konuma gelmiştir. Bu durum, Amerika’nın Ortadoğu’da
ve Balkanlarda hâkim güç olarak hareket etmesini de sağlamıştır. Türkiye açısından ise
Sovyet tehlikesinin bertaraf edilmesi yanında ekonomik ve askeri yardımlarla bölgede
etkili olma amacı, yine ön plana çıkmıştır.
Soğuk Savaş Döneminde Türk Dış Politikası
Kıbrıs Sorunu
Kıbrıs konusunda İngiltere’nin sömürgeci tutumu iki savaş arası dönemde de devam
etmiştir. Bu dönemde İngiltere’nin Rum yanlısı tutumu, Kıbrıs Rum halkını
cesaretlendirmiş ve Ada’nın Yunanistan’a katma ideallerinin (Enosis) tam olarak ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Lozan Antlaşması’yla İngiltere’nin Kıbrıs hâkimiyetinin
hukukileşmesinin ardından Rumların Enosis ideali daha da yoğunlaşarak devam
etmiştir.
1933 yılında ise İngiliz valisinin bir Danışma Meclisi kurarak Kıbrıs’ta yeni bir durum
belirlenmiştir. Bu Meclis üyelerinden dördü Rum ve biri Türklerden oluşmak üzere beş
üyeden oluşmasına dair karar, Ada’da Türkleri azınlık statüsüne düşmesine neden
olmuştur.

6
İngiltere’nin daha çok Rum yanlısı tutumu, Yunanistan’ı şımartmış bunun sonucunda
1950’li yıllarda kilisenin kontrolünde, Yunanistan’la birleşmeyi talep ederim,
“Yunanistan’la birleşmeye karşıyım” şeklinde oylamayı içeren yeni bir siyasetle olaya
dini amaç yüklenmek istenmiştir. Kilisenin yapmaya kalktığı bu siyasi hareket, komünist
AKEL Partisi tarafından da desteklenerek Adada Rumları güçlü duruma getirilmesi
planlanmıştır.
Yunanistan, 1954 yılında Kıbrıs Sorunu’nu Birleşmiş Milletlere taşıyarak meseleyi
uluslar arası bir konu haline dönüştürmüştür. Diğer yandan Kıbrıs’ı Yunanistan’a
bağlamak için Rumlar tarafından EOKA (Kıbrıs Meselesi İçin Millî Teşkilat) adında bir
terör örgütü kurulmuştur.
Kıbrıs’ta başlayan bu kutuplaşma, 31 Ağustos 1955 tarihinde Türkiye ve Yunanistan’ın
Londra’da konferansa çağrılmalarıyla farklı boyut kazandı. Kıbrıs’ta EOKA’nın
faaliyetleri ve iki toplumun geleceğini görüşmek üzere toplanan konferans, Türk-Yunan
gerginliğine dönüşmüştür. Böylece Kıbrıs Meselesi dünya gündeminin ilk sıralarında
yerini aldı. Bu aşamadan sonra Yunanistan, Kıbrıs Adasının kendisine bırakılmasını,
İngiltere razı olmadığı takdirde sorunu Birleşmiş Milletlere götürme tehdidi
yinelenmiştir. Yunanistan’ın bu teşebbüsüne karşı çıkan İngiltere de Türkiye gibi Enosis
formülünü kabul etmemiş ve sorunu barışçı yollardan çözme yollarını aramıştır.

7
Kıbrıs Sorunu’nun bir süre sonra Türk-Yunan çatışmasına dönüşmesinden sonra İngiltere,
kendisinin de katılacağı üçlü konferans düzenleyerek Türkler ile Yunanlıları birbirine karşı
dengeleme amacı güden bir planı gündeme koymuştur.
Konferans devam ederken Türkiye'nin aleyhine gelişecek olan Selanik'teki Atatürk'ün
doğduğu eve bomba atıldığı haberinin duyulması üzerine, İstanbul'da çıkan olaylar
yüzünden konferans, Türkiye'nin aleyhine bir hal almıştır. Menderes hükümetinin bu zor
günlerinde Kıbrıs konusunda hükümetle muhalefet arasında tam bir birliktelik vardır.
Kıbrıs'ın Yunanlılar için ulusal bir sorun olduğunu, fakat Türkler için bunun
söylenemeyeceğini ve Makarios'un Ada halkının önemli bir bölümünü temsil ettiğini, bu
nedenle başpiskoposun görüşlerinin önemli olduğunu dile getiren açıklamaları bunu
doğruluyordu.
Başarısızlıkla sonuçlanan Londra Konferansı ardından İngiltere, 1956'dan sonra Ada'ya
muhtariyet verilmesinden yana olmuştur. Bunun için Lord Radcliff’i bir anayasa
hazırlamakla görevlendirmiştir. İngiltere, Kıbrıs'ta her iki toplumun varlığını kabul
etmekle beraber Self-Determination hakkını her iki toplum için ayrı ayrı tanınması
gerektiğini benimsemiştir. Böylece Ada'nın taksimi gündeme gelmiştir.

8
5 Şubat 1959 tarihinde başbakan Adnan Menderes ile Yunanistan Başbakanı Konstantin
Karamanlis, Zürih’te bir araya gelerek görüşmelere başlamışlardır. 11 Şubat 1959
tarihinde Zürih ve 19 Şubat 1959 tarihinde Londra Antlaşmalarının imzalanması ile
Kıbrıs'ta Türk ve Rum taraflarının ortak olduğu bir Cumhuriyet kurulması yönünde
önemli bir adım atılmıştır
Zürih ve Londra Antlaşmalarına göre; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, İngiltere, Türkiye ve
Yunanistan’ın garantisi altına alınmasına ve Ada’daki düzenin bozulması halinde bu üç
devlet tedbirler konusunda birbirine danışmasına karar verilmiştir. Tedbirler konusunda
anlaşmazlık devam eder ve Ada’da anayasal düzenin bozulması durumunda ise
devletlerden her biri anayasal düzeni korumak için tek başına müdahale yetkisine sahip
olacaktır. Ayrıca, Anayasanın ayrılmaz bir parçasını oluşturan İttifak antlaşmasına göre;
Yunanistan, Kıbrıs'ta 950 kişilik, Türkiye'de, 650 kişilik askeri kuvvet bulundurmak
hakkına sahip olmuşlardır.

9
Kıbrıs Meselesi, 16 Ağustos 1960 tarihinde bağımsız cumhuriyetin kurulmasıyla
çözülmüş görünüyordu. Böylece Kıbrıs'ın bağımsız bir egemen cumhuriyet olduğu
ortaya konmuş ve iki üs bölgesi İngiltere'nin tam egemenliğine bırakılmıştır
1960 yılında Kıbrıs'ta yapılan ilk genel seçimlerde Rumlara ayrılan 35 sandalyenin
beşini AKEL kazanmış, geri kalan 30'unu Makarios kazanmıştır. Türk kesiminde ise
tümünü Fazıl Küçük yanlıları elde etmiştir. İktidarını büyük ölçüde AKEL'den destek
alarak sürdüren Makarios iç politikada AKEL ile yakın işbirliği içerisine girmiş, Kıbrıs
isteklerinde Atina ile sorun yaşadıkça AKEL'e daha çok yaklaşmıştır.
Enosis planına uygun olarak Makarios, taraftarlara verdiği bir muhtırayla Anayasanın
değiştirilmesini önermiştir. Türk tarafı reddedince 21 Aralık 1963'te Rum polisinin bir
Türk kadını öldürülmesiyle beraberinde kanlı çarpışmalara neden olacak olaylar
çıkmıştır. Tarihe Kanlı Noel olarak geçen olay, Rumların, Ada‘nın her yerinde genel bir
saldırıya geçerek pek çok Türk'ü katletmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye, 25 Aralık 1963
günü katliamı durdurmak için Hava Kuvvetlerine ihtar uçuşları yaptırmıştır. Öte
yandan saldırıların devam etmesi Türkiye'yi 15 Şubat 1964 tarihinde Kıbrıs'a müdahale
kararma itmiş, ancak karar Birleşmiş Milletler genel kurulunca engellenmiştir.

10
Başarısızlıkta, Yunanistan'ın Enosis'ten vazgeçmemesi asıl nedendir. Türk-Yunan
ilişkilerini asıl gerginleştiren olay, Türkiye'den Adaya giden Rauf Denktaş‘ın Rumlarca
yakalanıp tutuklanmasından sonra başlamıştır. Türkiye'nin sert tepkisinin ardından
Denktaş, serbest kalmıştır. Ancak olaylar devam etmiştir. 21 Nisan 1967 tarihinde
Yunanistan’da hükümet darbesinden sonra ülkeye yerleşen askeri cunta, Kıbrıs'taki
azınlığın haklarını da göz önüne alarak, barışçı görüşmeler yoluyla Ada’nın kendisine
bağlanmasını istememiştir. Nitekim Yunan cuntasının gelişinden 7 ay sonra, 15 Kasım
1967 tarihinde Rum saldırganlar, başta Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırmışlar ve
pek çok Türk'ü öldürmüşlerdi
Kıbrıs'ta gelişen son olaylar, Türk toplumu liderlerini Geçici Türk Yönetimi kurmaya
zorlamıştır. 28 Aralık 1967'de bu yönetimin başına Dr. Fazıl Küçük, Başkan
yardımcılığına Rauf Denktaş getirilmiştir. İki toplum liderleri sorunları çözmek için
sonraki yıllarda bir araya gelmişlerse de Enosis taraftarı Rumlar, çözümü
engellemişlerdir. Böylece Türk tarafı, uluslararası bu çözümsüzlük sonucu, 24 Nisan
1971 de Geçici Türk Yönetiminin “Geçici” Niteliğini kaldırmıştır.

11
Sonuçta 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs'ta Yunanlı subayların Makarios'u devirerek
Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan etmeleri ve burayı Yunan Adası haline getirmesiyle
olaylar kontrolden çıkmıştır.
Bütün bunlar karşısında seyirci kalmayan Türk Silahlı Kuvvetleri, oradaki Türklerin
güvenliği için 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs'ta barışı ve anayasal düzeni yeniden
sağlamak üzere Garanti Antlaşmasındaki garantörlük hakkına uygun olarak Barış
Harekâtını gerçekleştirmiştir. Böylece hem Ada’daki Türk varlığı korunmuş hem de
Türkiye'nin ulusal çıkarları korunmuştur.
1977 yılındaki Denktaş-Makarios arasındaki zirve toplantısı da Rumların tek taraflı
çözüm önerisi yüzünden bir çözüm getirmemiştir. 13 Şubat 1975 tarihinde Ada'da
kurulduğu ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını ilan etmiştir.
Kıbrıs Sorununda Rauf Denktaş 20 Ocak 1995 tarihinde 14 maddelik bir çözüm tasarısı
hazırlayarak Rum tarafını görüşmeye davet etmiştir. Ancak bu teklif, 21 Ocak’ta Güney
Kıbrıs Rum yönetimi tarafından reddedilmiştir. Mayıs 1995 tarihinde Türk ve Rum
tarafları arasında Londra’da yapılan görüşmeler de sonuçsuz kalmıştı. 1996, 1997
yılları ise Kıbrıs’ta sınır gösterileri ve çatışmaların yaşandığı yıllar olmuştur. Güney
Kıbrıs Rum Yönetimi bu yıllarda sınırı delme eylemi içerisine girmiştir.

12
Kıbrıs Sorununda en önemli olaylardan biri de 11 Kasım 2002 tarihinde hazırlanan ve
çeşitli değişikliklerin ardından 24 Nisan 2004 tarihinde referanduma sunulan Annan Planı
ve sonrasındaki gelişmelerdir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs
sorununu Birleşmiş Milletler çerçevesinde çözmek üzere bir plan ortaya koymuştur. Plan,
Kıbrıs ve Rum kesimleri halinde bölünmüş Kıbrıs Adası’nın bağımsız bir devlet olarak
birleştirilmesini önermekteydi.
Planda Türk tarafı açısında olumsuz şartlar taşımasına rağmen 24 Nisan 2004 tarihinde
yapılan referandum sunucunda Türk tarafında % 64,9 oranında kabul, Rum tarafında ise
%75,8 oranında red oyu çıkmıştır
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ise referandum sürecinde verilen sözler yerine
getirilmezken izolasyonlar devam etmiştir.
Türkiye-Sovyetler Birliği Münasebetleri (1950-1990)
Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki taleplerine karşılık ABD Başkanı Truman’ın Tür-
kiye’nin yanında yer alması, askeri ve ekonomik destek vermesiyle Türk-Amerikan
ilişkileri tam bir ittifaka dönüştü.
Sovyetler Birliği’nin; Yunanistan, Türkiye ve İran üzerindeki nüfuzunu artırmasını
engellemeyi amaçlayan ABD ve İngiltere, Türkiye’ye bu savunma konusunda yardım
edeceklerini bildirdiler.

13
Türkiye, ABD ile güçlü bir ittifak kurma anlayışı temel nedenlere dayanıyordu. Bunlar:
Rusya’ya karşı güvenliğini korumak, askeri ve ekonomik yardım ile güçlü hale gelmek ve
Batı ile entegre olmaktı. ABD ise Türkiye’yi Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu’da
Sovyetler Birliği’ni çevreleyen kilit bir ülke olarak gördüğünden ittifakını güçlendirmek
istiyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD, yıpranmamış askeri gücü ve yükselen teknolojisi ile
1950 yılının sonuna kadar Türkiye, Yunanistan ve Batı Avrupa’nın tamamını; sonraki on
yılda ise dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşan Sovyet tehdidine karşı savunmak zorunda
kalmıştır.
1948 yılında başlayan Amerikan yardımı Demokrat Parti döneminde devam etmiş ve
1950-1960 yıllarında da Türkiye-Amerika ilişkileri iktisadi ve askeri açıdan Amerika’nın
desteği ile önemli gelişmeler göstermiştir. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes çeşitli
tarihlerde yaptığı toplantılarda ve basın açıklamalarında ekonomik kalkınmanın uygun bir
şekilde devam etmesi için Amerikan yardımının ihtiyaçlara göre tekrar düzenlenmesinin
gereğini talep etmiştir.
Amerika’nın Avrupa ülkelerine yaptığı ekonomik yardımlar, Rusya’nın Avrupa ve Orta
Doğu’daki yayılmacı girişimlerine karşı ilk tedbirlerdir. Bundan sonra alınan en etkili
tedbir ise, 4 Nisan 1949’da 12 Batılı ülke tarafından kurulan “Kuzey Atlantik İttifakı
(North Atlantic Treaty Organization)” yani NATO’dur.

14
Süveyş kanalı krizi sonrasında Suriye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması Ankara ve
Washington’u büyük endişeye sevk etti. Suriye 1957’de yaptığı bir anlaşma ile Sovyet
askeri uzmanlarını Suriye’ye gelmelerine imkân sağladı. Suriye’de gittikçe komünizm
düşüncesi hâkim olmaya başlıyordu. Dolaylı olarak Türkiye kuzeyden olduğu gibi bu
sefer güneyden Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kaldı.
1974 “Kıbrıs Barış Harekâtı” ve akabinde buna ABD’nin silah ambargosu eklenince
ikili ilişkiler kopmuş ve kriz dönemi yaşanmaya başlamıştır.
ABD Kongresi’nin aldığı ambargo kararı karşısında ABD yönetimi, bunun kendi
kararları olmadığını ve Kongre’nin kararını önleyemediklerini söylemelerine rağmen
silah ambargosu uygulamasında bir değişiklik sağlanamamıştır.
1975-1978 yılları arasında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunun diğer
bir sebebi, Türk-Yunan dengesini Türkiye lehine bozulmuş olmasıdır. Bu ambargo ile
ABD’ye göre denge yeniden tesis edilmiş oluyordu. Türkiye’ye ambargonun
uygulanmasında ABD’deki Rum lobisinin etkin olduğu görülmüştür. Kongre
tarafından konan ambargo muhalefete rağmen Şubat 1975 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Türkiye’ye 200 milyon dolarlık silah satılması ve hibe yardımı işlemleri
dondurulmuştur. Türkiye beklemediği bu tutuma karşı sert bir tepki vermiştir.
Kıbrıs Harekâtı’nda ve sonrasında Libya ve İran, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu kritik
savaş malzemesini Türkiye’ye göndererek bir ölçüde, ABD ambargosunun olumsuz
etkilerini hafifletmişlerdir.

15
1980-1983 döneminde Türkiye-SSCB ilişkilerinde bir durgunluk görülmektedir.
Bunda, Türkiye’nin iç karışıklıkta, yani silahlı iç çatışmaya dönen öğrenci
olaylarından Sovyetler Birliği’nin sorumlu tutulması ve Rusya’nın yine Afganistan’a
yapmış olduğu askeri müdahalesiyle binlerce Afgan mültecinin Türkiye’ye sığınması
etkin olmuştur. 1983-1990 döneminde Rusya ile ticari ilişkiler ön plana çıkmaya
başlamıştır
Bu süreçte 1983 yılında Turgut Özal’ın aldığı ekonomik tedbirlerin etkili olduğu
görülmektedir.
1980-1991 yılları arasında Rusya’ya ihracatımız % 261,4 artarken, bu ülkeden
ithalatımız % 506,4 arttı. Türkiye, Turgut Özal döneminde (1983-1993) serbest
ekonomik modelinin gereklerini yerine getirirken SSCB de “perestoyka ve glastnos”
gibi benzer kavramların ülkelerindeki uygulamalarım hayata geçiriyordu.
Bu girişimlerin yavaş yavaş siyasi alana da yansımaya başladığı 1990 yıllarda
görülmektedir.

16

You might also like