İbn-I Arabi - Dürrü Meknun - 240526 - 090122

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 297

\\

48 - . ; = ■ İNCİ DİZİLERİ

Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri, Cebrâil Aleyhis-


selâm'a:
"Bunlar nereden gelirler ve nereye gid er­
ler? Hiç arası kesilmez." diye sordu.
Cebrâil Aleyhisselâm:
'Tfâ Rasûlaîlah! dünya yaratılmazdan evvel
Hak Teâlâ ben kulunu yarattı. Onları böyle gör­
düm. Nereden gelirler ve nereye giderler b ile­
mem. Hiç döndüklerini görm edim " dedi,
Hâliku'l halk, el'azâmetullâhu Teâlâ Şâne-
hû Allâhu ekber kebîrâ.
Ve bu gökler bir top misâlindedir. Birbiri içinde­
dir. Bazılarına göre tahta^ tahta içinde gibidir. Biribi-
ri üzere mutabıktırlar. Doğruluğunu Allah bilir. Ama
dünyayı seyri iktizâsından bu anlaşılır ki, top
misâlinde olan birbirinden aşağı her göğün kalınlığı
beyân olunur ki, beş yüz yıllık yoldur. Cümle gökler
birinciden tâ yedinciye varıncaya kadar yedibin yıllık
yoldur. Kıyâs eyle!
Gökler ve yerler Âlây-ı Illiyyin katında cüzi ola­
cak âlânın azâmetini ve onu halk edenin azametini
mülâhaza eyle! Allah-ü ekber kebîrâ.
BİRİNCİ GÖK: Birinci gök yeşil zübercedden-
dir. Adı Berkısâ'dır. Râfea dâhi derler. Onun me­
lekleri öküz sûretindedir. Onu, bir melek beklemek­
tedir. Adı İşmâil'dir.
İKİNCİ GÖK: İkinci göğün adı Katdûm'dur. Sa­
ŞEYH’İL-EKBER MIJIIYİDDİN-İ ARABÎ ..... — 49

rı yakuttandır. Onun melekleri Anka kuşu sûre-


tindedir. Onu bir melek beklemektedir. Adı Mîhâ-
il'dir.
ÜÇÜNCÜ GÖK: Üçüncü gök kızıl yâkuttandır.
Onun melekleri Akbaba sûretindedir. Ona bir melek
tâyin edilmiştir. Adı Sa'dâil'dir.
DÖRDÜNCÜ GÖK: Dördüncü gök ak gümüş­
tendir. Onun melekleri insan sûretindedir. Ona bir
melek tâyin edilmiştir ki, adı Salsâil'dir.
BEŞİNCİ GÖK: Beşinci gök kızıl yakuttandır.
Adı Deknâ'dır. Onun melekleri Hûri'l ayn sûretin­
dedir. Ona bir melek müekkeldir. Adı Kelkâil'dir.
-ALTINCI GÖK: Altıncı göğün adı Refâ'dır.
Onun melekleri Âdem sûretindedir. Ona bir melek
müekkeldir. Adı Semhâil'dir.
YEDİNCİ GÖK: Yedinci göğün adı Aruybâ'dır.
Onun melekleri insan sûretindedir. Ona bir melek
müekkeldir. Adı EkberâiVdir.
Bu göklerin içi meleklerle doludur. Bunların gı­
dası teşbihtir. Onlarda nefis yoktur. Cismi lâtif ruh­
tur. Ama aklı vardır.
Hak Teâlâ, Âdem’e hem akıl ve hem nefis ver­
miştir, Âdem’i en şerefli mahlûk yarattı, o nefsi ile
itibâr kazandı. O kimse ki; nefsi var, aklı var, nefsine
uymayıp aklına uymalıdır.
HİKÂYE: Beyâzzd-ı Bistâm i (Rahmetullahi
aleyh) o kadar dünya lezzetlerinden ve rahatından
50 İNCİ DİZİLERİ

sakınırdı ki, nefsini zebûn etmek için yedi yıl koyun


başı arzuladı. Sonra bir gün nefsi gâlib geldi. Talebe­
lerinden birini koyun başı almak üzere gönderdi. Ba­
şı, bir. tabak ile getirip Beyâzıd’m önüne koydular;
Beyâzıd:
"Ey köpek nefis, gel m uradın neyse gör." de­
di.. Allah'ın kudretiyle bir köpek gelir, başı bir tamam
afiyetle yer.
Beyâzıd köpeğe: "Aç ağzını göreyim . İyi ki
senden kurtuldum." der.
Hak'dan hitâb gelir ki:
"Yâ Beyâzıd. Sen de benim yanım da onunla
birsin. Aç ağzım girsin." der.
Beyâzıd, ağzını açar:'Yeter ki gel gir." der.
Hak Teâlâ nefsi yarattı ve hitâb etti: 'B en ki­
mim?" dedi. Nefis: "Yâ ben kimim?" dedi.
Hak Teâlâ buyurdu:
"Nefsi, bin yıl aç bıraktı."
Hak Teâlâ Hitâb edince, nefis zebunluklar

i » / O J

Üij jQ iJI 4ÎIİ

"Sen kavi olan kahhâr Allah'sın. Ben zaîf ve


kahrolmuş kulum." dedi.
ŞEYH'İL-EKBER MVHYİDDİN-İ ARABÎ : —- 5/

En sonunda nefis aç kalınca zaîf düştü ve yola


geldi.
Malumdur ki, Âdem’e tâan ettiler. Hak Teâlâ
meleklere hitâb. edip, içlerinden gâyet âbid ve
zâhidleri özendirip arzetti. Hak Teâlâ bunlara riefs
verip, yer yüzüne indirdi. Bunlar sonra fesâd çıkardı­
lar. Melekler onu gördüler ve bildiler; nefis ne zâlim
şeydir, diye utandılar. O zamandan beri başlarım
kaldırmayıp ibâdet üzere dururlar. Hak Teâlâ katın­
da, insanın bir günlük veya bir vakit namaz ibâdeti,
onların bin yıl ibâdetinden efdâldir. Biz geri sözümü­
ze dönelim. ' •
Göklerdeki acâyiblerden biri, Güneş'tir. Dünya­
ya ziyâ verdikten sonra, nebâtlara ve meyvalara ter­
biye veren bu güneştir. Al.lah-ü Teâlâ'mn emri ile,
yerden siıyu çekerek tekrar yağmurlar yağdırır. Al-
lah-ü Teâlâ ona, bu hassâsiyeti vermiştir. Nebatlara
ve meyvelere güneş doğmayınca, o meyve kemâl bul­
maz, lezzeti de olmaz.
Tefsir ehli: "Güneşin cürm ü yer yüzüne, üç-
yüz altmış günde ulaşır." demiştir. Bu güneş, dör­
düncü kat göktedir. Bu âleme yerden dörtbin yıllık
yoldur. Dünyaya dörtbin yıllık yoldan nebâtlara ve
meyvalara ziya vermesi ve terbiye etmesi zor değil­
dir. .
Eğer sorarsan güneş dördüncü göktedir. Yâ on­
dan aşağı gökler, buna engel olmuyor mu? Nasıl gö­
rünür?
52 : ------- - . . — -■■■■ ■ İNCİ DİZİLERİ

Cevap budur ki; bu gökleri Hak Teâlâ lâtif bu­


hardan yarattı. Yedinci gökte dahi olsa görünür. Ki­
mi büyük, kimi küçük görünür. Zira bu yıldızların
seyri, kimi doğudan batıya seyrederler, kimi yukarı­
dan aşağıya, kimi aşağıdan yukarı seyreyler. Gâyet
küçük görünen, yedinci gökte görünendir. En büyük
görünen, birinci gökte görünendir. Birinci gökte görü­
nen şâfî, billûr gibi lâtiftir.
Ay dahi b irin ci sem âdadır. Ay’ın büyüklüğü
yüszeksen katı, yani bu dünya kadardır. Ama Astro­
nomi bilginlerine göre, bu güneşin cürmü, altmış
fersâhdır. Her fersâh, on'ikibin adımdır. Ay’ın cürmü
kırk fersâhtır. Her fersah dört mildir. Ve her mil dört
bin adımdır. Mahallinde dördüncü, üçüncü bâbda
beyan olunacaktır.
Bizim itikâdımız tefsir sözüdür. Zira dört bin
yıllık yoldan bu kadar görünmeğe eğer gök bilimcile­
rin dediği olsaydı o kadar yoldan görünmezdi. Zirâ iki
üç günlük yoldan muazzam bir nesneye baksan kü­
çük bir nesne görünmez, daha uzağa gitsen hiç gö­
rünmez olur.
Nemrûd-u Laîn, çok uzun ömür sürmüş olup,
Allahlık dâvâsma kalktı. Bir saray yaptırdı, dört ta­
rafına ulu kuşlar kanatlarını açarak havaya kaldırdı.
Hâşâ gök tannsiyle cenk edecek. Henüz bulutlan ge­
çemedi. Yeryüzü bir kalbur kadar görünürdü. Yukan
yükseldikçe yeryüzü görünmez oldu. Dünya hep su
gibi göründü. Dört bin yıllık yoldan .görünen, üçyüz
altmış yıllık yer kadar yerden görünmesi acâyib mi?
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-t ÂRABÎ - 53

Dahhâk rivâyet eder: Güneş bu dünyanın sü­


südür. Onun harareti madenleri sâkinleştirir.
Aklî dâhi rivâyet eder. Güneşin cürmü altmış
yıllık yoldur derler. Herkes, aklı ve ilmi erdikçe bir
şeyler söylemişlerdir. Ama hakiki söz tefsir ehlinin­
dir.
Güneşin zerresi yoktur ki, bir an Hakk’ın emrin­
den dışan çıkmış olsun. Doğudan doğar, batıya dola­
nır. O doğduğu yerde ağaçlar vardır ki, güneş doğun­
ca ve batıya dolanınca Allah^ü Teâlâ Hazretlerine
secde eylerler. '
Ve dahi bir cahavarcık vardır ki, güneş doğunca,
o dâhi büyür. Güneş nüzûl ettikçe, o dahi tenezzülde­
dir. Güneş dolansa o dahi dolanır. Ömrü hemen bir
gündür. ;
SEKRÂN denen bir il vardır. Güneş doğunca
ağaçlar arasından canavarlar çıkar. Güneşe karşı
secde ederler. O ildeki insanlar güneşe taparlar.
Güneşin her iklimde tesiri vardır. Dünyada her
ağacın yaprağı, budağı kesilse, o kadar kızıllık olsa
gerektir.
Ulema der ki; ay, bu yedi yer yüzündedir. Kendi
dünyasında döner. Bunun gibi ki, kanncanm değir­
men üzerinde yürüdüğü gibidir. Bostan ve patlıcan,
hıyâr, kabak buna benzer. Nitekim ay büyüdükçe,
onlar dâhi büyümektedir. Ay eksildikçe, onlar dâhi
küçülmektedir. Adem'in belinde şehvet dâhi artmak­
tadır. Oğlan dâhi annesi karnında büyümektedir.
54 İNCİ DİZİUERİ

Bunların hepsi ayın tesirindendir. Ay dâhi nûrunu,


güneşden alır.
Suyun mukâbelesinde budur. Eğer deniz olma­
sa, ay, kapkara görünürdü. Ay bedir olunca, yüzünde
bir kara görünür. Bu yeryüzünün aksidir. Bazen ay
yengeç şeklindedir. Güneş bir arslan şeklindedir.
Ve Ay’ın acâyiblerinden biri de budur ki,
Rasûlüllah (S.A.V.) küçük çocuk iken, Mekke-i Şeri­
fe'de büyük bir sessizlik oldu. Halk, karanlık bir ge­
cede uyuyordu* Rasûlüllah (S.A.V.) beşiğinde ağladı.
Annesi uyanamadı. Bunun üzerine ay, gökten inerek
beşiği salladı. Hem ziyaret etti ve ay:
,rYâ Muhammed; benim katımda bir hâcetin
var mı?" dedi. Beşikten:
"Ne zaman kâfirler benden m ûcize isterler­
se; saıia işaret kılayım . Sen dahi iki parça ola­
sın." buyurdular. Ay da kabul etti. Yerine vardı, gitti.
Ne zaman bu mûcizeyi Ebû Cehil-i Laın gördü ,rBu
cadıdır!" dedi ve düşman oldu.
. İKİNCİ BÖLÜM

YERLERİ VE YERLERDE OLAN


ACÂYİBLERİ VE MAHLÛKATI,
CEHENNEMİ BEYÂN EDER.

Hak Teâlâ Arş'ı ve Kürsî’yi, Levh ve Kalem'i,


gökleri, ne varsa halk etti. Bu yerleri yarattı. Yer yü­
zü yuvarlak, ona uygun içi mahlûkatla doludur.
Hak Teâlâ o taşa nazar etti ve taş eridi.. Su oldu.
Hak Teâlâ'nm heybetinden çalkalandı, köpüklendi. Ö
köpük Hak'kın emriyle dondu. Hak Teâlâ onu yer ey­
ledi, dalgalandı, dağlar, tepeler oldu. Birbiri altında
yedi kat eyledi.
BİRİNCİ YER: Birinci yerin adı Rem kâ’dır.
Onda yağmursuz rüzgâr vardır. Hak Teâlâ Âd kav-
mini o rüzgâr ile helak eyledi. Onda bir kavim vardır
ki, o kavme Busem denir. Onların üzerine sevâb ve
ikâb vardır,
İKİNCİ YER: İkinci yerin Huld'dur. Onda-kib­
rit taşlan vardır. Onda kâfirler için envâi âletler var­
dır. Bir kavim vardır ki adı Tamas'dır. Onlar birbiri­
ni yerler.
ÜÇÜNCÜ YER: Üçüncü yerin adı Gurfe'dir.
Onda akrepler vardır. Katır gibi kuyrukları vardır.
66 İNCİ DİZİLERİ

Eğer onlar yer ehlinin birine vursalar, cümle yer ehli


helâk olur. Bunlar cehennem ehli için yaratılmıştır.
DÖRDÜNCÜ YER: Dördüncü yerin adı Cer-
bâ'dır. Onda yılanlar ve hurma ağacı gibi bir kavim
vardır, ona Câlihâm derler. Kanatları var, uçarlar,
ama gözleri yoktur.
BEŞİNCİ YER: Beşinci yerin adı Selüsâ'dır.
Onda kibrit taşları vardır. Cehennemin ateşi onunla
yanacak. Onda bir kavim vardır, adına Suhtâ derler.
Onlar birbirlerini yerler.
ALTINCI YER: Altıncı yerin adı Siccîn'dir.
Cehennem ehlinin amel defterleri ondadır. Onda bir
kavim vardır ki, ona Katâta derler. Yüzleri kuşlar
sûretindedir. İbâdet ederler.
YEDİNCİ YER: Yedinci yerin âdı Acibâ'dır,
Onda bir kavim vardır, ona Husûm derler. Âhir za­
manda Ye’cüc ve Me’cüc çıkacak. Onlar yeryüzüne
inecekler, Ye'cüc'ü helâk edecekler. Şimdi şeytan
aleyhi La'ne onda hâpistir.
FÂSIL: Rivâyet ederler ki, Hak Teâlâ Hazretle­
ri bu yerleri sâkin durması için bir melek yarattı ve
melek bunun altına girdi. Bir elini maşrıktan, bir eli­
ni mağribten çıkardı. Yerleri götüren yerler meleği,
çıkışta karar tuttu. Ama meleğin ayakları karar tut­
madı. Hak Teâlâ, Firdevs-i Alâ'dan bir güzel taş çı­
karmasını buyurdu. O taşın, yeşil yâkuttan beş yüz
yıllık kalınlığı vardır. O taşın üzerinde yedi bin çu­
kur vardır. Her biri bir denizdir.
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDÎN-Î ARABÎ — ■ - - 57
Hak Teâlâ’nın emriyle taşı, meleğin ayağı altına
koydular. Melek karar tuttu, bu kez taş karar tutma­
dı. Hak Teâlâ emreyledi, Firdevs-i A'lâ'dan bir öküz
çıkardılar. Kırk boynuzu, vardı. Uzunluğunu ve ağır­
lığını Allah’dan gayrı kimse bilmez. O taşın altına
koydular. Bu kez öküz karar tutmadı.
Hak Teâlâ bir taş yarattı, ki ululuğu yerlerden
uluydu. Hakkın emriyle o taşı öküzün altına koydu­
lar, Öküz karar tuttu. Bu kez taş karar tutmadı. O
Öküzün boynuzu yerlerin kazıklarından çıkmıştır.
Ucu tâ arş altına ermiştir. O öküzün önünden kaçana
beş yüz yıllık yoldur. Onun kırkbin boynuzu ve kirk-
bin ayağı ve kırkbin ağzı ve kırkbin gözü ve kırkbin
kulakları vardır. Hakkın emriyle bu yeri getirmiştir.
Ne zaman kımıldayıp harekete gelmek istese,
Hak Teâlâ bir sivrisinek yaratıp ona havale etmiştir.
Sinek gelerek kanatçıklarım çırparak burnuna gir­
mek ister. Öküz de iki gözünü ve kulaklarım dikerek,
sineğe bakar ki, burnuna girsin diye sakin bekler. Ne
güzel kâdir bir kemâl, sâni’ zülcelâl Allah ki, onun gi­
bi canavarı zaîf bir şey ile korkutmuştur. Kuvvet ve
kudret, ululuk, pâdişâhlık O’na mahsustur ki, nasıl
isterse öyle yapar. İşinde ve sanatında âczi yoktur,
Bir'dir, Vâhit'tir, Ferd'dir, Ehad'dır. Lâilâhe illâhû
kudretinde, hikmetinde akıllar hayrandır.
O öküzün adı Belhudur. Sonra öküz bu vecihle
duracak. Bu defa taş karar tutmadı. Bu kez Hak
Teâlâ bir balık yarattı. O balığın kırkbin kanadı ve
58 " . ' — ■ ■ ---------- — ■ İN C İ DİZİLERİ

kırkbin ayağı vardır. İkinci Belhû'dür. Eğer cümle


denizleri, o balığın burnuna koysalardı, duymazdı.
Hak Teâlâ o balığın altında denizi yarattı. Son­
ra o balık taş altına girdi. O balık, bütün taş ve ökü­
zü götürdü. Hak Teâlâ ona bir kuvvet vermiştir ki,
altında bu zikir olunan şeyler var mıdır? haberi yok­
tur. O kadar büyük nesnedir ki, arkasında bu yerler
çevrilmiştir başı ile kuyruğu yine Arş'ta bulüşmuş^
tur. Allâhü ekber kebirâ.
HİKÂYE: Bir gün İsâ Peygamber (A.S.), Hak
Teâlâ Hazretlerine münâeât ederek: -
'B u yerleri götüren balığı baiıa göster de
göreyim!" dedi. Hak Teâlâ Hazretlerinden hitab-ı iz-
ze gelerek:
"Yâ İsâ! Eğer görm ek dilersen var, deniz
kenarına dur, tâ ki göresin." buyurdu.
Sonra İsâ (A;S.) deniz kenarına vardı. Orda üç
gün durdu. Yaydan ok gider gibi bir şey geçti, hiç
arası kesilmedi. İsâ (A.S.):
’Y a Kabbi! Bu yerleri götüren balık bu m u­
dur?" dedi.
Hak Celle ve Alâ'dân hitâb geldi:
'Y â İsâ (A.Ş.)! Her gün bunun gibi kırkbin
ba lık onun gıdasıdır. H enüz üç gün geçtiğini
gördün. G eçen balıklar, on u n gözünün karası
kadar değil idi." buyurdu. Allahü ekber kebirâ.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ ------------------------ --- Qg

Bir nesne ki, yedi kat yerleri götürüyor. Başı ile


kuyruğu.yine Arş’da buluşur. Bu söylediklerim"
âcâyib şeylerden değildir. Şimdi bu keşişler, İsâ
(A.S.) böyle yaptı diye, o zamanı hatırlayıp üç gün ye­
meyip perhiz yaparlar.
Sonra o balığın altında denizi yarattı. Denizin
altına evvelce koyduğu taş, Allah Teâlâ nm heybetin­
den eriyip sıvı oldu. Sulardan dağlar meydana geldi.
Dalgalar rüzgârı meydana getirdi. Hak Teâlâ o
rüzgârı cem edip suyun altına koydu. Denizlerin
vâsfım Allah'dan başka kimse bilmez.
Ey kuvvetli geçinen! Balığın, yerlerin ve gökle­
rin ululuğuna göre değerini de kıyâs eyle!
İskender-i Zülkarneyn, Hakk’ıri emriyle cihanı
dolaşırken yolu Kaf Dağına uğradı. Büyük bir mele­
ğin alnını secdeye koyduğunu gördü. İskender, o me­
leğe selâm verdi. .
Melek: "Aleyke’s-selâm, yâ Zülkarneyn!" de­
di. Bunun üzerine İskender'e, îskender-i Zülkarneyn
diye ad verildi.
İskender: "Yâ m elek! Elini bu yer üzerinde
n için tutuyorsun?" dedi.
Melek: "Yâ Zülkarneyn! Bu yerleri rüzgâr
götürüyor; öyle kuvvetli rüzgârdır ki, yed i kat
y e rle r in a ltın d a d ır. E ğer elim i çek ersem ,
rüzgâr yerleri havaya atar, göklere dokunur,
parça parça olur. Allah Teâlâ H azretleri, beni
de bu hizmet için buraya koymuştur." dedi.
$0 • -------------- • İNCİ DİZİLERİ

Bu âlemi hareket ettiren rügârdır. Tertıb budur


f ki, cümle yerler meleğin arkasındadır. Melek taş üze­
rinde, taş öküzün üzerinde, Öküz yine taş üzerinde­
dir. Taş balığın arkasındadır. Balık, deniz üzerinde­
dir. Deniz, hava üzerinde; hava, zulmet üzerindedir.
İnsanın ilmi birinde tamamlandı. Ondan öteye insa­
nın ilmi yoktur; Dünya fânidir. Geniş ve boş bir yer­
dir.
TAHTE'S-SERÂ; Yani toprak altı derler ki, ni­
hayeti budur. Yükseklerin tertibi budur ki, insan bu
; yerlerde yaşıyor. Ondan yukarı gök yüzüne varınca
orası havadır. Sonra fezâ, sonra bulut, ondan sonra
Kürre-i Zemherir, ondan sonra gök yüzüdür. Böylece
yedi kat gök, ismiyle zikir olunmuştur.
Yedi kat gök yüzünden yukarısına "Sidreti'l
Müntehâ" denir. Cebrâil Aleyhisselâm'ın makamı
oradadır, Sidreti'l Müntehâ'dan yukarısı Levh-i
Mahfûz'dur. Ondan yukarısı Kalem'dir, Ondan yara­
sını bilmeğe yol yoktur. Cebrâil Al eyhisselâm Sidre­
ti'l Müntehâ'dan öte geçseydi, Arş’ın nûrundan ka­
natlan yanardı. ^
Mi'râc gecesinde Rasûlüllah (S.A.V.) Sidreti'l
Müntehâ'dan öte REFREF'e bindi. Cebrail Aleyhis-
selâm makamında kaldı. Şöyle sür'atle giderken aya­
ğına bir şey dolaştı. Sonra acele geri gitti. Kâb-ı
Kavseyn’e vardı. Rasûlüllah (S.A.V.) Bâri-i Celle
Celâlühû ve Amme nevâlühü ile söyleşti. Nûruna ve
niyâzma kavuştu. Şeriat, tarikat ve hakikattân, emir
ve nehiy cümle doksan bin kelâm konuşuldu. Sonun­
da Habibullâh:
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABÎ = = = = = = =

"Yâ Rabbi! Gelirken ayağıma bir şey dolaş-


dı, yine acele gitti, o ne idi." buyurdular.
Hak Teâlâ Celle ve Alâ: "Yâ Habibim! O aya­
ğına dolaşan Arş idi. Ö yle sür'atle geçtin ki,
 rş'ı nasıl geçtiğin i duym adın." buyurdu. O
azâmetle Arşı geçip ayağına dokunup, ne kadar tez
gittiğini kıyâs eyle! Süratini düşün! Kudretini, hik­
metini anla!
Kâdir ve muktedir bir kemâl olan Allah’ın hik­
metleri karşısında akıl durur. Eğer bunda hikmet ne­
dir diye sorarsanız, bunda hikmet yedi kat gökleri ge­
çip Arş'ı dahi geçip ondaki yokluk ve çöl âlemidir.
Hak Teâlâ mekândan münezzehtir. Âmennâ ve
saddeknâ. Rasûlüllah (S.A.V.)) bu kadar yerleri bir
saat içinde katedip, döşeğinden kalkıp bunca yerlere
vanp doksan bin söz edip geldiğinde, döşeğini yine sı­
cak buldu. Soiıra Cebrâil Aleyhiselâm gelerek:
"Dur yâ Muhaımned! Hak Teâlâ Hazretleri
seni okutacak." dedi. Hâzret-i Resûl dahi durdu. Bir
bardak kaldırdı, dökülmemişti. Şen böyle yapsan su
kalmaz. Bü hikmete nazar etmeyen gözler kör olsun. .
Bunu düşünmeyen akıllar zâil olsun.
Ulema bir gün Mısır sultanı önünde bu mevzuu
konuştular. Sultan, uzak ihtimâl diye inkâr etti. Bu
inkâr Şeh Şihâbuddin'in kulağına erişti. Sultana ge­
lerek ilâhı sohbete daldılar. Şeyh, sultanın başını su
dolu bir leğen içine batırıp yine çıkardı. Sultan kendi­
ni bir çölde buldu. Yedi yıl âvâre dolaştı. Bir çok ço- .
62 .= ■ • ' ' — İNCİ DİZİLERİ

luk çoçuğu oldu. Yedi yıldan sonra yıkanmak üzere


başını batırıp yine çıkarınca, henaen kendini Şeyh
Şihâbuddin’in önünde gördü. Hiddetle:
"Yâ Şeyh! Beni çöllere salıp padişahlığım a
kasteddin." deyince, Şeyhin yanındaki hizmetkâr­
ları şehâdet ettiler ki, "Bu vakit, bu saattir." dedi­
ler. '
Şimdi Hak Teâlâ kaadirdir. Bir saati yedi yıl
gösterir. Rasûİüllah bu sözleri söyleyecek dediler.
İmam Ali'nin gönlüne bu durum uzak geldi ve
Rasul Hazretlerine malum oldu. Bir gün Hz. Fâtıma
(R. Anhâ) balık pullarını kazırdı. İfazret-i Ali'ye gu-
sül vâcib idi. Başını suya batırınca, kendini çölde gör-;
dü. Yedi yıldır çöllerde kaldı, sonra âcizle gusül için
denize girdi. Şudan başını çıkarmca gördü ki, Hazret-
i Fâtıma balık pullarını kazıyor, Ali (R.A.): .
"Yâ Fâtıma! Yedi y ıld ır ben yabanda dola»
şırdım." dedi. Hazret-i Fâtıma:
"Belki hatırına şüphe gelm iştir. A ncak bu
saattir, bu vakittir." dedi.
Bizim sözümüz sual ve cevapta idi. Münâsib
geldiği yerden söyledik. Ta ki, Hak Teâlâ'nm kudreti­
ni, Rasûİüllah (S.Â.V./m mûcizelerini, evliyâullâhın
kerametlerini bundan bilesin.
Hak Teâlâ (C.C.) mekândan, zamandan münez­
zehtir. Bunun gibi şeyler, biz yaratılanlara mahsus­
tur. Rasûİüllah (Ş.A. V.) oraya nasıl gitti? Hak Teâlâ
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-1AFABÎ _ _ _ _ _ _ £3

kaadirdir. Rasûİüllah (S.A.V.) ne için Kâb-ı Kavseyni


mülkünde durmadı da, Arş'dan da öte geçti?
Birinci cevab budur ki; eğer Arş’da olsaydı, Hak
Teâlâ Hazretlerine mekân tâyin olurdu. Hakk'ın
mekâna ihtiyacı yoktur.
İkinci cevab budur ki; Muhammed (S.A.V.) Al­
lah'ın Habîbidir. Hak Teâlâ Hazretlerinin mülkünü,
kudretini, azametini temaşa ettikten sonra gelerek
ümmetini beyân etsin. Tâ ki ümmetin imânı ziyâde
olsun.
Üçüncü cevab/budur ki; Rasûİüllah (S.A.V.)
Hazretlerinin_sâir enbiyâ üzerine Allah (C.C.) katın­
da kadri bilinsin ve gelerek ümmetine haber versin.
Ümmeti, dahi bilsin.
O kimse, ki kâfirdir. İnkârı dahi ziyâde „olur.
Zulmette kalıp azâb çekmeye müstahâk olur; Elhâm-
dülillâhi alâ d in il Islâm.
Yine sözümüze gelelim. Tertib üzere Sidreti’l
Müntehâ'dan yukarısı Levh-i Mahfûz’dur, Kalemdir'.
Ondan yukarı olan Kaza-i Mâlâyetenâhâ’mn içinde
cennetler vardır ki, Mâlânihâye'dir. Ondan yukarı
KÜRSÎ'dir, ondan yukarı Seradır. Ondan sonra
ARŞ'dır. Ondan yukarısını bilmeğe izin yoktur» Kâb-ı
Kevseyn oradadır. Bu tertibleri beyân ettik. Bundan
sonra biraz da cehennemi zikredelim. Gücümüz yetti­
ği kadar, binde birini diyelim. Tamamım anlatmağa
kimde mecal var? Birazını beyân edelim de işit!
Muhammed (S.A.V.), mümin ümmetinin işledi­
£4 — ■ ------ İNCİ DİZİLERİ

ği günâhları, inşallâhu Teâlâ âhirette lütuf ve kerem


ile affedecektir. Bir avuç günâh toprağını, rahmet
deryasında mahvedecek. Âmin bihürmeti Seyyidi’l
mürselîn ve Hâteme'n Nebiyyîn (S.A.V.) ve ala âlihî
ve sahbihî ecmeîn.
FÂ3IL: Rivayet şöyledir ki; Hak Teâlâ Hazret­
leri cehennemi yarattı. Melekler cehennemi görünce,
dağlarım, tepelerini, derelerini, kuyularını ateşten
tâbutlarım, zincirlerini ve kelepçelerini temâşâ etti­
ler. Hak’dan korkarak feryât ettiler, emin olmadılar.
Tâ ki, Âdem (A.S.) yaratıldı. Ondan sonra emin oldu­
lar, bizim için değilmiş dediler,
"Elhamdülillâh, Eûzübillâh, min azâbinnâr."
"Allah’a hamd olsun, cehennem azabından Allah’a sı­
ğınırız!" dediler. Teşbihlerini daha ziyâde artırdılar.
Cehennem, Hak Teâlâ’nın hapishanesidir. İnti-
kâm yeridir. Nitekim Kuramı Kerimede: ^

<Ü)lj <U1İ O b b Ot
■■^ • ‘ ' ✓ + ■■■*■■
■> ' '
✓ O A ’lB v

"Onlar için şiddetli b ir azâb vardır. Allah


güçlü dür; intikâm sâhibidir." [Al-i İmran suresi;
ayet: 4] buyuruyor.
Cehennem; âsilerin, zâlimlerin zindanıdır.
Kâfirlerin, münâfıklarm azâb görecekleri yerdir. Hak
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİNÎ ARABİ ■ ■ — #5

Teâlâ Hazretlerinin düşmanı kâfirdir, münâfıktır,


zâlimdir ve mülhiddir. Onun vasfını nasıl beyân eder
lim ki, binde birini söylememiz, onu tam anlatmak ol­
maz. Cümlesini demeğe gücümüz yetmez. Ama kıyâs
eyle!
Derler ki, dünya göğünden bir elma bıraksalar,
bir gün, bir gecede yere iner. Fakat cehennemin ka-
pağmdan bir taş bıraksalar, kırk yılda inmez.
Cehennem bir su sığın şeklindedir. Onun içinde
ateşten dağlan vardır, dereleri, kuyulan, ateşten
tâbutlan, ateşten yılanlar, akrebler, bukağılar, zinci-
ler, kelepçeler ve çeşitli ateşten azâb âyetleri vardır.
Bunlar kâfirler ve münâfıklâr ve Allah Teâlâ Hazret­
lerinden korkmayıp zulüm edenler içindir ki, tevbesiz
gidenler ve mülhidler içindir.
Hak Teâlâ cehennemi yarattı ve buyurdu ki, ce­
hennemi kırk yıl yaktılar, ancak kızıl oldu, Bin yıl
daha yaktılar tâ ki, ak oldu. Bin yıl daha yaktılar, tâ
ki kapkara oldu. Şimdi cehennem kapkaradır.
Cehennemin yedi kapısı yardır ve yedi tabaka­
dır. Birbirinden aşağı gittikçe sessizdir. Kapılan
ateştendir. Her birinin arası yüz yıllık yoldur.

CEHENNEMİN TABAKALARI
Cehennemin yedi tabakası vardır:
BİRİNCİ TABAKA: Birinci tabakasının adı
Cehennem'dir. En yükarı tabakadır. Muhammed
66 İNCİ DİZİLERİ

Mustâfa (S.A.V.) ümmetinin büyük günâh işleyenle­


rinin yeridir ki, tevbe etmiyenlerindir. Bu tabaka on­
lar içindir. Bu tabaka boş kalacak değildir. Böyle de­
mek, devamlı kalacak demektir. Neûzübillâh adın
müslümân olup, tevbe etmezsen, cehennemde daimi
kalasın! Malûmdur ki, cehennemde imân edenlerden
kimse kalmayacaktır. Öyle olsa büyük günâh işleyen­
ler imân etmiş olmaz.
Kitablarda yazılmıştır ki, bir kimse büyük gü­
nah işleyenlerden olsa, sonunda o günâh küfre götü­
rür. ■■
Büyük günâhların meşhurlan şunlardır: "Zina,
livâta, şarap içm ek, günâhsız yere adam öldü r­
mek, yetim İn alın ı yem ek, fâiz yem ek, m azlum ­
lara zulüm etm ek, gıybet etm ek, uğurluk eyle­
mek, helali ve haram ı gözetm em ek, nam azı terk
etm ek, A llah'ı inkâr etm ek dünyayı sevm ek."
Nitekim hâdis-i şerifte:

4 *
Lfb LjjJI

"Dünya sevgisi, her günâhın başıdır.” buyu-


rulmuştur.
Dünyayı sevmek demek,malının zekâtını ver­
meyip, daimâ kibirle, gururla yürümek, zinetlerini
kuşanıp iftihar etmek, gaflette olmak, kahkaha ile
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDÎN-t ARABÎ 67
gülmektir. Bunların cümlesi dünya sevgisidir.
* • ' . '

Büyük günâhlardan daha çoklan da var, aklıma


gelen meşhurlarını söyledim. Ana-babaya âsi olmak,
günâhların en büyüğüdür. Birinci tabaka cehennemi
söyledik.
İH N C İ TABAKA: İkınçi tabaka cehnemin ha­
rareti, azabı birincisinden daha çoktur. Bu tabaka,
puta tapanlar içindir. Nasafa İsâ (A.S.)iri derisini
yüzdüler. İsâ, onlardan bizâr oldu.
ÜÇÜNCÜ TABAKA: Üçüncü tabaka Hatim e’-
dir. Ona, Ye'cüc ve Me’cüc’e, Deccâl'e uyanlar gire­
cektir.
DÖRDÜNCÜ TABAKA: Dördüncü tabaka Sa­
ird ir Ona, şeytan ve yıldızlara tapanlar girecektir.
BEŞİNCİ TABAKA: Sehven unutulmuştur.
ALTINCI TABAKA: Altıncı tabaka Lezzâ'dır.
Ona müşrikler girecek. Yani Allah îeâlâ Hazretleri­
ne şirk koşanlar, hâşâ oğlu , kızı vardır diyenler gire­
cektir.
Allah Teâlâ Hazretleri birdir, şeriki yoktur.
i/ # / Â\
• JL>*İJ 4J V a-U -j M V I 4 JIV
*> +■
U V \P O w '* _

. jj
* ■
|
• V \.....
•V .
"Allah'dan başka İlâh yoktur. Bir, O vardır.
68 - ■ , - - - - ■ • İNCİDİZİLERt

Şeriki yok tu r. B ir A llah 'tır. T ek 'tir, H er ih ti­


yacın kapısıdır. Doğurm am ış tır, doğurulm am ış-
tır." Âmennâ ve sakdeknâ.
YEDİNCİ TABAKA: Yedinci tabaka H âvi­
ye'dir Ona münâfıklar girecek. Ö hepsinden şiddetli­
dir. Ateşten Kapıları, tâbutları ondadır. Ona 'N âr-ı
Cehîym" denir. Onda bir kapı vardır, içi ateşten do­
ludur. Bu tabakada onların zahirleri müslüman görü­
nür, fakat içi kâfirdir. Onlar Melundur. Onlar için
haşir ve neşir yoktur. Bu âlem bir düzendir, kurul­
muştur. Mahlûkat ot gibi biter. Öyleyse ne işlesek
olur derler. Bu -sınıf'-diri, millet bilmez. Hısım akraba
kimi olursa tutarlar. İşte bu tabaka onlarin yeridir.
Kur'an-ı Kerim’de:
* O 1*0* S Jl« 's gJ

"* • +

"O nlardan h er kapıya taksim edilm iş b ir


kısım var." [Hicr suresi; ayet: 44] buyurulmuştur.
r Onu gece gündüz yakmağa ateş mi yeter? Cevab
budur ki; Nâr-ı Cahîym büyük bir yerdir. Onda kibrit
taşları vardır. Gece gündüz yanar. Yandıkça biter, yi­
ne yanar, sönmek bilmez. Üzerine sıvı konsa dahi da­
ha çok parlar. Yalım çıkar, gâyet sıcaktır. İnsanın
gövdesine yapışır kopmaz. Câzibesi uzaktan insanı
kendine çekeri Mıknatısın demiri çektiği gibi çeker.
Cehennem yedi tabakadır. Yetmiş bin şehiri
ŞEYH'ÎL-EKBER M UHYİDDÎN-Î ARABÎ

vardır. Her şehir de, yetmiş bin mahalle vardır. Her


mahallede yetmiş bin ev vardır. Her evde yetmiş biri
kapı vardır. Her kapıda yetmiş bin tâbut yadır. Her
tâbutta yetmiş biri akrep vardır. Her akrebin kuyru­
ğu vardır. Her tâbutta yetmiş, bin ağaç vardır,
zakkûmdan her ağacın dibinde, yetmiş bîri yılan var­
dır. Her yılanın ağzı zehir doludur. Her kim yürümek
istese, yılandan basacak yer bulunmaz. İnsanı sokar­
lar. Bedeni şişer, tas tas yanlır, irin ile san zehirler
derelere akar. Derelerde kan ve irin suyu eksik 61
maz. Eğer cehennemin suyundan bir damla bu dün­
yanın dağlanna damlasa, dağlar su gibi erir. Denizle­
re dökülse, denizler dahi zehire dönerdi. Kokuşundan
yanma kimse varamazdı, ;'
CEHENNEM, AĞAÇLARI: Cehennem ağaçlan
vardır. Toprakları katrana bularimış palasa benzer.
Yemişleri şeytan başına benzer. Cenâb-ı Hak kavİ-i
keriminde:

A A Aj » , > A Om

"O , b ir ağaçtır ki, ceheruıemin dibinde çı­


kar. M ey vaları (çirkin) şeytanların başları gibi
dir." [Saffat suresi; âyet: 64-65] buyurur.'
Yemeği sabırdan acıdır. Kokusu çîfeden daha fe­
nadır. Yiyecek kimsenin boğazına dururi Zirâ cehen­
nem ehlinin azâbı açlıkla susuzluktur. Bizzarura bo­
70 — — ................ •— — - İNCİ DİZİLERİ

ğazına durur ve su ister. Ateşten maşrabalarla su ve­


rirler. Maşrabalan tutanların ellerine yapışır. Suyu
zarurî içerler, içenin içini yakar.
CEHENNEM YILANLARI: Cehennem yılanla­
rı çok güçlüdür. Cehennem ehlini dâima sokarlar.
Acısından kişi, kendi kendini yerden yere vurur, şi­
şerler. Tuluma dönerler, gövdeleri kan, irin olur. O
yılanlar, dâima inşam sokmak için haris olurlar. Zirâ
onların gıdâsı odur. ,
GAYYA: Cehennemde bir kuyudur. Cehenne­
mili dağları ve dereleri vardır. O derelerin şerrinden
Allah Teâlâ Hazretlerine sığınırlar. Cehennemin en
aşağı tabakasında, en diptedir. O derede kuyular var­
dır.. .
Onda bir dağ vardır. Sükrân derler. Dağın di­
binde bir kuyu vardır. Ona Gadabân derler. Hak
Teâlâ gadab ettiği kimseyi o kuyuya salar. O kuyular
derindir. O kuyular içinde îıer birini derinliği ikişer
yüz yıllık yoldur. İçleri ateş doludur. O kuyularda
ateşten tâbutlar vardır.
Gayya kuyusunda dâima irin ve kan akar.
Onda bir kuyu daha vardır kı, ona Yeh'am der­
ler. Gâyet derindir, içi ateş doludur. Cehennemin ate­
şi sakin olsa, o kuyunun kapağını açarlar, cehennem
yine kızar, yine kaparlar.
CEHENNEM ZEBANİLERİ:
Cehennemde zebâniler vardır. Yüzleri kara,
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ = = = = = = Jl

gözleri çakır, fildişi gibi dişleri sarkmış; gâyet hey­


betlidir. Yüzlerine Bakanın aklı gider. Kimse onların
yüzlerine bakmaya tâkat getiremez. Onlar cehennem
ehline azâb edecek olsalar, elleri, ayaklan Ue azâb
ederler.
Şimdi cehennemin vasfının binde birini dahi an­
latamadım. Ne zaman Peygamberimiz Muhammed
Mustafa (S.A.V.) Hazretleri cehennemi seyretti, ce­
hennem hâl dili ile Onu çağırdı:
"Yâ M uhammed! Çabuk git, senin nûrun,
benim ateşim i söndürdü." dedi.
Cehennemin bazı vasıflan, Raşûl Hazretlerin­
den nakledilmiştir. Ashâb(R. Anhüm):
"Yâ Rasûİaİlah! Cehennem de .kim leri g ör­
dün?" buyurdular.
Rasûlüllah Hazretleri:
"İki taifeyi çok gördüm . B iri kadınlar, b iri
yoksullardır." buyurdular.
. Ashâb:
"Yâ Rasûlaİlah! Yoksullann suçları, mallan ol­
madığı için mi?" dediler.
Rasûl Hazretleri:
"Yoksul dediğim o değildir. O nlar dünyada
fakirlerdir. Fakirlik benim iftiharm idır. Ben fa­
kirim , fukâra bendendir. Fukâra dediğim on?
lardır ki; sabırlı, doğru, sâlih olan lardır, Hak
72 ' ' İNCİ DİZİLERİ

T eâlâ'm n verdiğine kan âat edip, şükür, zikir


üzere olurlar. Eğer dünyada m al yoksulu olup,
fışk , fes ad üzere olan h alka, fak irliğ in d en
şikâyet edenler, onlar fâşıklardır. H âssatan ki,
âm elleri de olm az. Hem dünyada mahrum, hem
âhirette m ahrum olan lar, cehennem yoksulu ­
dur. Benim gördüğüm yoksul odur ki, ömrü gaf­
let içinde geçer, hiç âm eli bulunm az. Âm eli bu­
lunsa dahi dünyada insanların hakkını yem iş
olan veya bir kim seyi gıybet etmiş olan, böylece
halkın üzerinde hakkı kalm ış olan, para eline
geçse de borcunu ödem eyen, helallaşm ayan,
üzerine farz olan em irleri yerine getirm em iştir.
Onu da yerine getirm em iş olan kim se ki, haklı
gelir hakkını talep ed er ve âm ellerini alır.
M üflis k alir veya âm eli olm az k i, h aklaşsın.
Onun günâhını ona verirler. Günâh edenin hu
azâbım çeker. İşte ondan daha şiddetli yoksul
mu olur? H assatân m izânda dahi günâhı ağır
gelir. Bunlar hep kul hakkıdır İd isterler. Gam­
m azlık eden, yetim m alı yiyen, bühtan eden
kim senin ehline hiyânet eden, emânete tam âh
edip inkâr etm iş olan, gıybet etmiş olan veya
bunun gibi günâhları işleyen kimseden hakkını
talep eylerler, am elini ahrlar. İşte o kim se yok­
suldur. Veya gayretsizlik ederek günâh İşleyen
azâb çeker.” buyurmuşlardır.
Kıyâmet gününde, yetmiş bin zebâni bu dünya­
yı istese yerimden koparır. Bir elma gibi oynatır. Her
zincirin yetmiş bin Kalkası olur. Dünya demirlerini -
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ — - - 73

cem etseler, bir halka bile olmaz. Eğer bir halkayı kö­
künden bıraksalar yerleri cem'an aşağı geçirir. Ce­
hennemi bu suretle çeke çeke Arâsat yerine getirir­
ler. Cehennem bunların elinden çekinir. İki parça
olur, yine bütün olur. Yalınları direk, direk havaya
gider. Kıvılcımları hisâr gibidir.
Nitekim Kur’an-ı Kerîm'de:

JLrH

"Zirâ o ateş, öyle kıvılcım lar atar ki, her b i­


ri saray gibi." [Mürselat suresi; ayet: 32] buyurül-
muştur. '
Cehennemin ateşi bu dünya ateşine benzemez.
Dünya ateşi, o ateş katında hiçtir. Bü dünyada
mesâlih için olmuştur. Cehennemden bir kıvılcım bu
dünyaya düşse, yerleri yaka yaka yine cehenneme
düşerdi. : ■'
"Yâ Rasûlallah! Bu dünya ateşi bitm ez mi?"
dediler,
Hazret-i Rasûl (S.A.V.):
"Bir kısmı k â firlere katı azâb için d ir. B ir
kısm ı da cehennem i ancak o ot kızd ırır.” buyur­
dular.
74 ' - - - -■ > İNCİ DİZİLERİ

Cehennem Tahte’s-Serâ’da Arş'm sol yanında-


dır, Cennet fevkalâde Arş’m sağ tarafında durur.
Hak Teâîâ H azretlerinden dilerim ki bu ki­
tabı okuyana ve halka okuyup bildirene dinle­
yip âm il olan im ân ehline bu kitabı cem edip ya­
zana dûâ ile ona ol cehennem i görm ek ve gir­
m ek nâsib etm eye. Şim di hem en işittiğini oku­
duğunu yapm ak olsun! Ancak âm in yâ m ûîn ve
bi hidâyetin ve bi hurm et-i Seyyidi'l M ürselîn
Muhammed (S.A.V.).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BU YERYÜZÜNÜ BEYÂN EDER

Bu bölüm yeryüzünü ve mahlûkunu bildirir.


Hak Subhânehü ve Teâlâ Celle ve Âlâ Hazretleri bu
yeryüzünü yarattı. Bu cihan yaratılalı yetmiş bin yıl
olduğu rivâyet olunur. Elbette o vakitten beri Âdem’e
gelinceye kadar dünya sessiz kalmadı. Daha doğrusu
Hâlik Rabbü'l âlemin bilir. Fakat bazı rivayetlerde
haber verildiğine göre, her devir yedi bin yıl olmuş­
tur.
Bu zamanda bir mahlûk gelmiştir ki, Hak Teâlâ
emir ve yasaklarını onlara bildirmiştir. Sonra isyân
edince Hak Teâlâ onlan değiştirip, başka bir mahlûk
dahi getirmiştir derler. Bazı rivâyetlerde ise, dünya­
nın sonuna yedi bin yıl kalınca insanoğlu yaratıldı.
Onun için Âdem’e son mahlûk derler. Zaman geldi ki,
yeryüzü hayvanât oldu. Zaman geldi, Hak Teâlâ on­
lara peygamber gönderdi. Nice zaman emire uydular.
Sonra içlerinde azgınlık başgösterdi. Hak Teâlâ onla­
rı helâk etti.
İNCİ DİZİLERİ

Bir kavim daha yarattı. O kavmin kimine Âdem


oğlu Sahrinâr derler, kimine de Âdem oğlu Cîği der­
lerdi. Bu halkın kimi yelden yaratıldı. Böylece her
mahlûk devrini tamamladı. Sonra Hâk Teâlâ Cin
tâifesihi halketti. .
Bir mahlûk vardı ki, ev yapmasını bilmezlerdi,
mağaralarda yaşarlardı. Şimdi dağlarda bulunan
mağaralar, onların eseridir. O zaman ki insanlar, su
yüzündeki gemi gibi, bir yere karar etmez, çalkala­
nırdı.
Bu hususlarda ihtilâf olmuştur. Bu sözlerden şu
anlaşıldı ki, dünyanın dörtte biri meskûn, bu yedi kat
yerlerden hâriçtir. Yeryüzü su ile dolu, karpuz gibi
mahlûkat için yaratılmıştır. Büyük binalar yapmağa
elverişli değildir. Halk, hayvan derisini giyerlerdi.
Hak Teâlâ bu yerlerde sükûnet vermek için dağ­
lan yaratmıştır. Dünyada* yetmişaltı bin altıyüz yet-
mişüç dağ Vardır.
Bu yerler, dağlarla dahi sâkinleşmeyip hareket­
siz kalmadı. Hak Teâlâ bu defa, suya engel bir melek
yarattı. Firdevs-i a’lâ derelerinden lâcivert renginde
bir gök taşı çıkardı. Sırça parmağına yüzük gibi ge­
çirdi. Getirip bu yerin etrafına koydu. Taş bu yeri
kapladı. Yine yer hareketsiz kalmadı. Bu kez Hak
Teâlâ, o taşın çevresine  yete'l K ürsî'yi yazmalarını .
buyurdu. Yazdılar. Ondan sonra yeryüzü sükûn bul­
du.
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABÎ ■— . - — = ; 77

KÂF DAĞI:
Bu Kâf dağı ki vardır. Firdevs-i a'lâ derelerin­
den bir gök taşıdır. Bu hava ve gökyüzünün lâciverd
renginde görünmesine sebeb; o taşın Kâf dağına ak­
seden ışığıdır ki, aksî havaya vurur, ondan dolayı gök
görünür. Bundan dolayı havadan suya dokunduğum­
dan gök görünür. Yoksa su ne renktir kimse bilmez.
Hangi kaba koysan, p kabın rengini gösterir. Ama as­
lı ve zâtı aktır. Delil odur ki, kâr beyazdır. Eriyince
su olur. Su buz olsa gök görünür, Dehriz eylesek ak
görünür. \
Şimdi bu Kâf dağını görmüş kimse yoktur. An­
cak dört kişi gördü. Onlardan rivâyet olunur ki, şarp
ve sessizdir. Bir tarafı deryây-ı ummâiı ve bir tarafı
ulu dağlarla çevrilidir. Harâretten dolayı kimse yânı­
na varamadı.
A llah Teâİâ H azretlerinin em ri ile görenle?
rin birincisi Âdem Peygam ber'dir. Ne zaman cen­
netten çıktı, Cebrâil (A.S.) onu götürdü, gelirken gös­
terdi.

tmı yel götürdü. Bir günde bir aylık yol giderdi. Hâk
Teâlâ'nın emriyle ona gösterildi. O kuvvetle vardı
derler. Kuvvet ve kudret Hakk’ınÖır.
Üçüncüsü de, Süleyman Peygam berden üç-
yüz yıl sonra dünyaya gelen İskender-i Ziirkar-
neyn'dir. Hak Teâlâ Hazretleri ona inâyet etmişti»
Rivâyet ederler ki, onun tahtını bulut götürdü derler.:
73 : ■' ■— ~— ■ İN Ct DİZİLERİ

Fakat hikâyelerde böyle bahsedilmez.


Hak Teâlâ Hazretleri her şeye kâdirdir. Ne di­
lerse onu onda muvaffak kılar. Onun hikâyesi budur:
H ikaye: İskender, Rum'dan sâlih bir kişi idi.
Hak Celîe ve Alâ İskender'e inâyet edip:
"Yâ İsk en d er! Seni m u h telif b ir k avm i
d a v etegönderdim . O nlar ik i kavim dir. Onun b i­
ri m aşrıktadır, adi M enâsik'dir. Ve b iri de mağ-
rib ted ir, adı M ünâsik'dir. V e ik i kavim daha
vardır. B irin e H âvil, d iğerin e Tâvil d erler. Ve
bunlardan başka, yer ortasında iki kavim daha
vardır. B irine Cin, d iğerin e Âdem derler. Onla­
ra benim yahdâniyetim i bildir." buyurdu.
Bundan şunu anladım ki, Hak Teâlâ bir kimseyi
dâvete gönderirse, o kimse Enbiyâdandır. Onun için
İskender, peygamber değildir demesinler. Şâyet pey­
gamber ise, inkâr etmiş olurum. B ir kim se peygam ­
berleri inkâr etse, küfürdür.
Hak Teâlâ İskender'e yardım yapınca, İskender:
"Yâ R abbi! B en hangi kuvvetle onlara gid e­
yim . Yâ hangi kuvvet ile on larla cenk edeyim ."
dedi.-
Hak Teâlâ Hazretleri:
'Y â İskender! K uvvet ve kudret benim dir,
yürü var, n ü m ve zulm eti sana m usahhar eyle­
dim . Önünde nûr ardında zulm et yürüsün." bu­
yurdu.
f

ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İARABÎ — JQ

İskender'in etrafında âlimler, sâlihler, bilgeler»


hekimler, pehlivanlar ve değerli şeyhler toplanmış-
tı.İskender'in ordusunda yüzbin subaşı ve her birinin
emrinde bin kişi vardı. O, geceyi gündüz gibi görür­
dü.
İskender bu kuvvetlerle cihâm dolaşarak gezdi.
Nice mahlûkât ile cenk eyledi. Nicelerine Hakkın
emrini ve birliğini bildirdi. İsyân edenin hakkından
geldi. Sonra maşrika geldi. Ö yerin halkı 5Ye'cüc’den
şikâyet ettiler. Ye'cüc'ü mağlûb ettikten sonra Kâf
dağına geldi. İnşallâh yeri gelince onun yaptıkların­
dan, gördüklerinden beyân ederiz.
Dördüncü R aşûlüllah (S.A.V.) H azretleri
M irâc’a çıkınca K â f dağını gördü. H atta Nûh
Nebi (A.S.) gemisini onda gördü.
Bü dünyaya nice mahlûklar gelmiştir. Her biri
devrini tamamlayıp tebdil olmuştur. Hak Teâlâ bu
yeryüzünü Kâf dağı ile sâkinleştirdi; İlk önce bir er­
kek yarattı, adı "Mâric" idi. Sonra bir kadın yarattı,
adı "Mârece" idi. Bunlardan yeryüzünün dörtte biri
doldu. Bunlardan bir çoçuk meydana geldi. Adını
"Cm" koydular. Bu cin tâifesi çoğaldı. Yeryüzünü
kapladılar. Iblis-i. Laîn de bunlardan oldu. İçlerinde
zâhidler azaldı. İbâdet edenler bunlardan ayrıldı.
Melekler ile cinler bunlardan seçildi. Yani melek sıfa­
tı ile muttasıf pldülar. Hatta birinci gökte bin yıl
ibâdet e^er?ü h dan yedinci göğe çıktılar. Meleklerin
yanına vardılar. Ondan sonra bin yıl daha cennetin
hazinedarlığım yaptılar. Meleklerden bir cemaat ona
80 — ............... . İNCİ DİZİLERİ

itâat ederek hizmetkârı oldular. Sonra onun ardın­


dan ve önünden tâzim ve tekrîm ederlerdi.
Bir gün Şeytan-ı Lata, cennetin kapısında yazılı
şu yazıyı gördü: "Eğer b ir kul, Hak Teâlâ H azret­
lerin in em rini tutmasa veya hased etse, o kulu
ken disin e yak ın etm işken k ap ısın d an kovar.
C ehennem eh li olur." Vaktâki İblis onu gördü.
Okudu ve:
"Yarabbi! O kül ne kötü kul imiş, bana destur
ver, o kula lânet edeyim.Mdedi. Hak Teâlâ destur ver­
di. İblis, kendisine bilmiyerek bin yıl lânet etti. Fakat
lânetin kendisine olacağını bilemedi. Zir'â, o, ilmine
ve Hakka yakınlığına mağrur oldu. Kibir ve rütbesi­
ne mest oldu. Kimseyi yanma kabul etmez, kötü ni-.
yetli idi. Akıbet aslına kavuştu. Aslı hatâ işleyici,
vefâsız, kendini beğenmişti. Yalnız yeryüzünde cin
tâifesi için azgınlık düşünürdü. Hâk Teâlâ Hazretleri
onlara peygamber gönderdi ki, onların azgınlıklarım
bildirip ıslâh etsin, onlar kabul'etmediler. Hatta pey­
gamberi öldürdüler. Hak Teâlâ Melâike askerim gön­
derdi ki, onlara gazâ etsin. Yeryüzüne indiler,' onlara
gazâ ettiler. Fakat İblis onlarla beraber inmedi.
Sonra Hâk Teâlâ Hazretleri Âdem'i yaratmayı
murad etti. Bu keyfiyeti meleklere bildirdi. Ve:
'Y eryüzünde topraktan b ir halife yarataca­
ğım . O m ahlûk, yeryüzünde en şerefli ve en son
m ahlûk olacak." buyurdu. İblis'ta içinde hased ateşi
yandı ve:
i-
ŞEYH'lL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ - ----- ----------------------- gj

"Ben nârdan oldum , O topraktan. Benim


üzerim e nasıl itibârlı olur?" diye kibirlenerek ha:
sedetti.
Şeytan-ı Lâin, Hak Teâlâ Âdem'i balçıktan halk
etmeden, Âdem'in kalıbı yer üzerinde yatarken sık
sık gelir yoklardı. Meleklerden kendine tâbi olanları­
na:
"Bu b a lçık nasıl halk olup itib â r bulacak,
bunun içi boştur, nasıl m âlik ola ca k ?1derdi.
Âdem'in kalıbının ağzından girip aşağısından
çıktı. Meleklere:
"Eğer bu halk olu p bizim üzerim ize hâkim
olacak olursa, ben bunu dininde sağ koym am ."
derdi, Atlan şaşırtırdı ki, Âdem’in kalıbını çiğneyi­
niz. Bu halk olunca size binerek çok cefâ edecek der­
di. Atlar gelip İblis'in sözüyle çiğnemek isteyince;
Hak Teâlâ Hazretleri kelbi yaratıp Âdem'in göbeğin­
den sıçrayarak atlara vurur, kaçardı. Zirâ cinden ev­
vel cihânı atlar zapdetmişti.
Sonra Hak Teâlâ Âdem'e ruh verdi. Âdem gözü
açtı. Bir kez aksırdı. "Elham dülillâh" dedi. Hak
Teâlâ Hazretleri: "Yerham üke rabbüke yâ Âdem!"
buyurdu, O vakitten beri, o söz dûa kaldı. Hak Teâlâ
Âdem'e tâc ve elbise giydirdi. Esmâ'yı yani isimlerini
öğretti. Âdem'i izzetlendirdi. "Cennette yaşa!" bu­
yurdu.
Ona: "Yâ Âdem ! Cennette yaşa, yaln ız "Şece-
retü'l-H uld" k i , .bu ğday a ğ a cıd ır. Ona yak ın
82 - - - - - - . — İNCİd İzİlkki

olursan zâlim lerden olursun." buyurdu.


Hak Teâlâ Hazretleri, Âdem'in sol iye kemiğin­
den Havva Ana’yı yarattı. Nitekim Kur'an-ı Azîm’de:

0 * * i t ' 0 .* • i O S s s O / ota
4 -u h *Jl L Lii
CJİ r*1
' ' * t • ' ' ' ' s "
{ j* U 3 / r ı J U I « Â a l i j a j V j U jüLİ | j£ . .
, v " **

"D edik ki: Ey Âdem ! Sen eşin le cen n ette


kal! V e on u n n im etlerin d en isted iğin iz yerd e
ikin iz de b ol b ol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşm a­
yın! Yoksa zâlim lerden olursunuz!" [Bakara sure­
si; ayet: 35] buyurmuştur.
Âdem de bu emâneti kabul etmişti. O hasetçinin
içi yandı. Âdem'e itibâr olunca, hasedi daha ziyâde
arttı.
Hak Teâlâ:
"Â dem 'e secd e ed in iz!" buyurdu. Zira ki,
Âdem’in alnında Muhammed Mustafa (S.A.V.) Haz­
retlerinin Nûru vardı. Cümle melekler Hak Teâlâ
Hazretlerinin emri üzere olup, önce İsrâfîl (A.S.) sec­
de etti. Onu görünce cümle melekler 'secde ettiler. Fa­
kat İblis durdu, secde etmedi. Hak Teâlâ İblis'e lânet
etti. Suretini değiştirdi, kapısından kovdu.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ = = = = t gg

Rivâyet olunduğuna göre; meleklerden bir


cemâat ona tâbi olmuştu. Hak Teâlâ ateş gönderdi.
Onlan yaktı, mahvoldular. Ondan sonra İblis'in gön­
lünde hased daha ziyâde arttı.
Şeytan'ın hilesi şu idi: Ayrıldığı cennet’e bir hile
ile girerek Âdem'i cennetten çıkarmaktır.
Bir şekle girip, cennet kapısına geldi. Tavus ku­
şunun ve yılanın cennet kapıcıları olduğunu gördü.
Onlan kandırıp aldatarak, yılanın ağzında cennete
girdi ve sonra sıçradı. Âdem'in yanma geldi. Yılanın
ağzında İblis'in zehiri kaldı. O yılan çok hoş, çok gü­
zel kimse idi. Ayakları da vardı. Vaktâki şeytan,
Havva'yı gördü. Güzel, kıymetli, süslü elbiselerle, tâc
ve hülle ile aldattı. Ona ölümü hazırlattı.
Havva:
"Ölüm nedir? Yâ ona çare nedir?" dedi.
Laîn:
"O yasak ağaçtan yerseniz kalırsınız. Onun
için sizi m en eyledi öldürse gerektir." dedi. Hav­
va Âdem’e o meyveden sundu, fakat Âdem men etti.
Yedirmeğe muvaffak olamadı. Havva alarak yedi, bir
şey olmadı. Onun için Havva, şeytana uymuştu. Hav­
va’ya bir zarar olmadığını gören Âdem de, Havva'nın
ikram ettiği meyveden yedi; Âdem'in alnından ve ba­
şından hülle ve tâc uçtu. Âdem çıplak kaldı, kaçtı.
Ağaçlardan örtünmek için yaprak almak istedi, fakat
ağaçlar çekildi, yaprak vermedi. Sonra yalnız incir
ağacı yaprak verdi. j
84 İNCİ DİZİLERİ

Hak Teâlâ’mn emriyle Âdem'i dünyaya indirdi­


ler. Âdem Aleyhisselâm üç yüz yıl ağladı. Havva'dan
ayrıldı. Sonra Hak Teâlâ Âdem'i bağışladı. Tevbesini
kabul etti. Bin yıl dünyada kaldı. Ziirriyeti çoğaldı.
Ondan vefâsız dünyayı fazlaca severdi. Hak Teâlâ
rahmetini ziyâde eylesin. Kabr-i şerifleri Serendip
dağmdadır. İnşallah Teâlâ aşağıda tafsil olunacak.
Havva Anamız dahi Cidde'de yatar. Aleyhime’s-
selâm.
Âdem'den evvel cin tâifesi, bu dünyada yaşar­
lardı. Âdem dünyaya gelince, melekler Hakk’m em­
riyle gelerek cin tâifesini çöllere sürdüler. Şimdi kâh
eski vatanlarını anıp gelirler, ağaçlar dibinde, splar
kenannda ve pınarlar başında mekân tutarlar, ayaz­
malara itibâr ederlerdi. Bazı yerlerin cinli olduğu
söylenir. Sebebi budur. İnşallâh aşağı bâblarda
beyân olunacak.
Âdem'e düşmanlık ederek zarar verirlerdi.
Âdem Âleyhisselâm dünyaya gelince üçyüz yıl azle­
dilmiş olarak yürüdü. Havva'dan ayrıldığından, Hav­
va diyerek ağlardı. Çift sürmeği severdi. Şimdi çift
sürenlerin "Hâvve’' demeleri, o zamandan kalmıştır.
Hak Teâlâ Hazretleri Âdem'in tevbesini kabul edince,
melekler Âdem’i çok sevdiler ve üzerine altun ve
cevâhirlerden nişan koydular.
O dağ ki, Âdem Âleyhisselâm ona inmişti. Şimdi
o dağa kimse çıkamaz. Çıksa huyu ne ise o huylu ha­
van olur.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-İ ARABİ ---------- ---------------- gg

Onda taştan kıymetli şeyler çoktur. Eğer Âdem


çıkıp götürse altunun kıymetinin kadri olmazdı. Ama
yağmur yağınca sel ile beraber iner, içlerinde bulur­
lar. Onun için Hind’de altun çok olur. Orada altun,
yerde ot gibi biter. Kum içinde Habeş'ten gelir. İnsan,
ona kışın varabilir, oraları susuzdur. Altun olduğu
yerde bir canavar hüküm sürer. Kışın toprağa girer.
O zaman onu alabilirler, o, büyük canavardır. Onu
Habeş'ten Mısır'a getirerek terbiye ederler. Hâlis al­
tun olur. Eşrafiyye keserler.
ŞÎT ÂLEYHİSSELÂM; Adem'in oğludur. O da
hayatında bir çok şehirler ve kafalar binâ etmiştir.
O, dokuma dokumasını öğretmiştir. Onlardan evvel
halk, hayvan derisini giyerlerdi.
Ondan sonra İdris Âleyhisselâm gelerek yıldız
ilmini, rasad ilmini ve sanatları peydâ etmiş, kaftan
dikmeyi ilk defa o öğretmiştir.
Bir gün Azrâil Âleyhisselâm ile kardeş oldu.
İdris (A.S.):
"Yâ kardeşim ! Senden, benim ruhum u kab-
zetmeni diliyorum ." dedi,
Azrâil:
"Ölm ekten m aksadın nedir?" dedi.
Hak Teâlâ (C.C.)
"Y â Azrâil! İdris’m m urâdı ne ise öyle yap.
Onun kalbindekini ben bilirim . Â lim ii's-sırr ve
86 - , -------------------------
İNCİDİZİLERİ

haffayât pâdişâhım " buyurdu.


Azrâil (A.S.), İdris Âleyhisselâm ın ruhunu kab-
zeyledi. Hak Teâlâ İdris'e yine hayat verdi. Bu defa
İdris:
"Yâ A zrâil! D ilerim k i, b en i cenn ete götü r
de, göreyim " dedi.
Azrâil (A.S.):
"Hâk'dan destur olm ayın ca yapamam." dedi.
Hak'dan hitâb-ı izze geldi:
"Yâ A zrâil! İd ris'in m u râdın ca ol!" denildi.
Sonra cehennemi görmeyi arzuladı. Cehenneme var­
dı. Dağların, derelerin envai cefâ ve cezalarını gördü.
Oradan çıkarak cennete vardılar. Seyrederek Tuba
ağacına geldiler. İdris (A.S.) Tûba ağacının bir dalına
yapıştı.
Azrâil Âleyhisselâm:
"Gel, çık gidelim !" dedi.
İdris (A.S.):
"Ben yerimi buldum, artık gitmem." dedi Tartış­
tılar. Hak Teâlâ bunların arasında sulh yapması için
bir melek gönderdi1ki, kadılık eylesin. Gelerek:
"Yâ İdris (A.S.)! C en n etten çıkm am aktan
m urâdm nedir?" dedi.
ŞEYİl'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ AJRABÎ = = = = = 87

"Hak Teâlâ

9* £ $
o j J I İ ûjİİ Is"

"Her nefis ölüm ü tadacaktır." buyurdu. Öyle


işe bende ölüm şerbetini içtim . Y ine Hak Teâlâ
bana hayat verdi. Eğer günâhım var ise, cehen­
nem i dahi gördüm . Şim di cennete girdim , y eri­
mi, makamımı buldum . A rtık çıkm am .” dedi.
\ Hak Teâlâ Hazretleri:
'Y â A zrâil! İdris kulum d oğru söylü yor.
K oy onu cennette dursun." buyurdu. Şimdi cen­
nette Tûbâ ağacının dibinde sandığı bulunup nice se­
ne cennet elbisesi kesilir.
Ondan sonra NÛH PEYGAMBER (A.S.) zamanı
geldi. Nûh Aleyhisselâm, dokuzyüz elli sene kâfirleri
dine dâvet eti. Sonunda seksen kişi imân etti. Nûh
Aleyhisselâm Hâk Teâlâ Hazretlerine münâcaat ede­
rek:

* $ * * * o * 0*0 * o * * * . £ : >

+ S S ' S ^ M'

"Ey Rabbim ! K âfirlerden h iç k im se k y er­


yüzünde bırakm a!" [Nuh suresi; ayet: 261 diye dûa
etti. Hak Teâlâ Nuh'un bu duasını kabul eyledi.
88 İNCİ DİZİLERİ

Cebrâil Âleyhisselâm gelerek bir gemi yapmağı


telkin etti. Nûh (A.S.) da bir gemi yaptı. Kâfirler: "Bu
ihtiyarın aklı zâil oldu,” diyerek alay ederlerdi. Fa­
kat bir vakit gelecek, Nûh Âleyhisselâm'm gemisiyle
alay edenler pişman olacaktı.
Vaktâki gökten boşanırcasına yağmur yağdı.
Nûh’un ümmeti gemiye girdiler. Dünyayı su kapladı.
Kırk metre yerden yukarı yükseldi. Hatta dağların
üstüne kadar yükseldi. Cümle âlem suya gark oldu.
Nûh Âleyhisselâm’m gemisi altı ay suyun üzerinde
durdu. Sonunda su yere girdi. Halk gemiden çıktılar.
G em i CÛDİ dağına in d i. Nitekim Hak Teâlâ
Kur’an-ı Kerim'de:

* * v + .0 + +0 +

"Gemi de CÛDİ d a ğ ı ü zerin de kararlaştı."


[Hud suresi; ayet: 44] buyurmaktadır.
Aşûra günü idi. Gemide kalan seksen kişi, yan­
larında da kalan yiyeceklerden bir aş yaparak o gün
bayram ettiler. Aşûra aşı, o günden beri âdet kaldı.
Sonunda Nûh Âleyhisselâm ikinci Âdem oldu.
Âdem’in nesli yine üredi.
Nûh (A.S.) Hazretlerinin bir oğlu HÂM idi. Nûh
(A.S.) ona gemide yavuz bir duâda bulundu. "Yüzün
kara olsun!" dedi. Şimdi karalar onun neslindendir.
Nûh'un İkinci oğlu SÂM idi. Acem'den yana
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-İ ARABÎ = = = = = = = 89

pâdişâh oldu. Nesilden nesile Acem sultanlarından,


tâ Peygamber (S.A.V.) Hazretleri zamanma kadar;
Nuşirevan, Herâmiz Perviz'e kadar pâdişâh oldular.
O diyarda Acem kâvmi üredi.
Nûh’un üçüncü oğlu YÂFES idi. Arab, Rum ve
Rus, Fransız, Mağribliler. Yâfes oğullarından üredi.
Nûh’un b ir oğlu da KEN’AN id i. O kâfirdi.
Tûfan olunca, gark olmayayım diye şişeden bir şey
yaptırmıştı. Hak Teâlâ ona bir sidik hastalığı verdi
ki, yaptıkça arttı. Cümle âlem suya gark olurken, o
da kendi sidiğiyle gark oldu. Sonunda dünya onlara
da kalmadı.
O ndan sonra HÛD (A.S.) zam anı g e ld i.
Onun kavm i gâyet kuvvetli idi. İsterlerse bir dağı
yerinden koparırlardır. Hüd Âleyhisselâm onları
imâna dâvet etti. İnanmadılar. Hak Teâlâ onlara
yağmursuz bir rüzgâr verdi. Öyle esdi ki, develeri ha­
vada uçuruyordu. O kavim dayandıkça rüzgâr da art­
tı. Mağaralara kaçtılar. Mağaralarda da çok ziyâde
rüzgâr esti. Onları duvardan duvara çalarak Kelâk
etti.
Ondan sonra SALİH PEYGAMBER (A.S) gel­
di. Taştan deve çıkararak mucize gösterdi. İnanmadı­
lar, sonra deveyi boğazladılar. Kim o deveden yedi ise
cüzzâmoldu.
Sonra İBRAHİM PEYGAMBER (A.S.) gele­
rek, Keykâvüs’ü yani NEMRUDü Allah'ın varlığına
ve birliğine dâvet etti. Bir çok kavgalar oldu. Sonun­
90 İNCİDİZİLERt

da Nemrud, İbrahim Peygamber (A.S.)’i ateşe attı.


Fakat ateş gülistan oldu. Ateşten sonra Hak Teâlâ
sivri sineğin askerlerini gönderip Nemrud'u kahrey­
ledi.
İbrahim P eygam ber (A .S.)'den son ra, oğlu
İSHAK ve İSM AİL Â leyhisselâm geld iler. îshâk
Âleyhisselâm anası ile beraber Kudüs'de otururlardı.
İsmail Âleyhisselâm ise anası Hâcer ile Mekke’de
otururdu. Easûl Hazretleri (S.A.V.)'in Nûru onda
zâhir oldu. Sonunda Hak Teâlâ İsmail'i kurban eyle
diye emir buyurdu. Sonra Hak Teâlâ Lütûf ederek af-
feyledi. ve koçu kurban verdi.
İbrahim Aleyhisselâm mekke-i Mükerreme’yi
inşâ etti. İsmail’den tâ Hazret-i Rasûİüîlah Hazretle­
rine gelinceye kadar Nebi gelmedi. Bizim Peygamber
rimiz Muhammed Mustafa geldi. Onun sırrını yine
Allah bilir. Ve Kasûîüllah’a tâzim etti. Ne kadar
Enbiyâ geldi ise, İshâk soyundan geldi Hepsi Kudüs-
ü Şerif tarafından olurlardı. O zaman,Kudüs-ü Şerif
kıble id i Bizim Peygambere Kâbe-i Şerif kıble oldu.
Ondan sonra YÂKUB ve YUSUF (A.S.) geldüer.
Onlarm kıssaları meşhurdur. Kıssaların en güzeli
(Ahsenü’l Kasas) diye Hak Kur’ah’da yâd eder.
Yâkub’un on iki oğlu vardı. . •
Bir gün Yusufu alarak sahraya götürdüler ve
kuyuya attılar. Sonra bir kervan gelerek kuyunun
yanına kondu. Kervan, Yusufu kuyudan çıkardı.
Kardeşlerini kervana kölemiz diye sattılar. Kervan
Mısır a götürdü. Mısır'da köle diye sattılar. Sonunda
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ . — — gj

Mısır sultanının veziri oldu. Onun hanımı "ZELİHA"


Yusuf a âşık oldu Nice kere ondan murâd almak iste­
di. Hak Teâlâ Yusuf u muhafaza etti. Akıbet Zeliha,
Yusuf a bühtan yani iftira ederek zindana attılar. Yu­
suf, yedi yıl zindanda ibâdet etti. Hak Teâlâ inâyet
ederek, bir bahâne ile zindandan çıktı. Mısır sultanlı­
ğını Yusuf a verdiler. Kardeşleri Yusuf a bı ad ettiler,
sonra Yâkub Âleyhisselâm gelerek buluştular. So­
nunda vefâsız dünya onlara da kalmadı.
Sonra MÛSA ÂLEYHİSSELÂM’ın zam anı
geldi. Onların Firavun ile kıssası meşhurdur,
înşallâh Teâlâ ileriki bölümlerde yeri gelince beyân
edelim.
O ndan son ra YUNUS (A.S.) ve ŞUAYB
(A.S.) gelerek her biri bir kavmi dine dâvet ettiler.
Allah'a inanan inandı. İnanmayanlar Peygamberleri­
nin duası ile, Hak Teâlâ onların kimine cüzzâm, ki­
mine de değişik azâb verdi.
Lût Peygam ber (A.S.)’in HÛD kıssası mâl-
um dur. Yukarıda beyân ettik.
Ondan sonra DAVÛD, SÜLEYMAN Aleyhis­
selâm geldi. Hak Teâlâ Hazretleri Davûd Aleyhis­
selâm'a Zebur'u gönderdi. Cümlesi sehâ ve dûadan
ibaretti. Her peygamber âsi kavminden neler çektiler
neler.
Hak Teâlâ Süleyman Peygamber'e devlet ve sal­
tanat vererek, cümle eşyayı onun emrine verd^,;
İnşaîlâhü Teâlâ saltanatı ve tahtım bevân edeceğiz.
92 - - ■■■■■ İNCİ DİZİLERİ

İLYAS PEYGAMBER (A.S.) kavmini, o kadar


dâvet etti de, inanmadılar. Haksız oldular, cüzzâm
oldular. Yağmur yağmadı. Cifeler yediler. îlyas'a ge­
lerek dua etmesini istediler. Dua ettiler ye belâ defol­
du. Tekrar âsi oldular. Velhâsıl bir çok kere böyle ya­
parak isyândan vazgeçmediler.
Ilyas Âleyhisselâm, Hak Teâlâ’ya:
"Beni, bu n lardan ayır!" diye duâ etti. Hak
Teâlâ ona, bir merkep verdi. Kuş kanadı gibi kanadı
vardı. Kendileri de kuş tüyünden elbise giydi. Allah
Teâlâ:
"Var, ku şlarla b e ra b e r uç. N erede A llah
zik ri varsa, orada h a zır ol!" buyurdu. Her cuma
mescidde hazır olur. Allah'ın zikir olduğu yerlerde
hazır bulunur.
Ondan sonra ZEKERÎYÂ^ ve YAHYÂ Â
leyhisselâm geldi. Meryem Hâtûn Âleyhisselâm onla­
rın yanında doğdu. Meryem’i onlar büyüttüler. Âdem
sülbünden Cebrail’den emânet koymuştu. Meryem
Hâtûna erdi. Cebrâil Âleyhisselâm nefyeyledi. Mer­
yem hâmile kaldı. Isâ Âleyhisselâm doğdu, büyüdü.
Peygamberlik verildi. Havariyyûn katına cem oldu.
Her birini bir bölgeye dâvete gönderdi. Kimi Habeşis­
tan’ı, kimi Fransa, Rus ve Rum taraflarını imâna
dâvet ettiler. Kerâmet gösterdiklerinden bazı kimse­
ler kabul ettiler.
İsâ Âleyhisselâm Hak Teâlâ'nın emriyle ölüyü
diriltir, onlara gökten sofra inerdi. Yarasa kuşu öldü-
ŞEYH’ÎL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ — ................ ■'

ğünde tekrar Allah'ın emriyle dirilterek mucize gös­


terdiği halde, Yâhudiler ona bühtan ettiler. Öldürme­
ğe kasdettiler. Hak Teâlâ'nın emriyle dördüncü kat
göğe kadar gitti. Sonra İsâ (A.S.) ümmetinden bazısı
yeni din peydâ ederek, İsâ'ya Allahın oğlu diyerek
kâfir oldular. '
Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa
(S.A.V.) dünyaya gelince, dünya zulmet içinde idi.
Rasûlülîah (S;A.V.)'i Hak Teâlâ Hazretleri dünyaya
rahmet olarak gönderdi. îmân nûru ile dünya
nûrlandı. Rasûlülîah hazretleri dünyaya gelince Şey-
tan-ı Lâîn’i habsettiler. Dünyada zelzele oldu. Kilise­
lerin kubbesi aşağı düştü. Putlar yerle bir oldu. O
ateş ki, Mecûsiler ona taparlardı. Gece ve gündüz ya­
karlardı. Şeytan Aleyhi'l-Lâne o ateş içine girerek
hazin sesiyle kâfirlere seslendi, soyundu. Tâc-i Kisrâ
ki, Acem pâdişâhının tahtı idi. îrçadlanndan çatlaya­
rak bir çoklarının aklı başından gitti. Savâ denizi ku­
rudu.
Ö gece bir çok alâmetler oldu ki, dünya halkı
hayretler içinde kaldılar. Bu olaylardan sonra,
Rasûlülîah (S,A.V.)'m dünyaya geldiğini öğrendiler.
O'na Hakk'm hidâyeti erişti. Ona ümmet oldular.
Ebedî devlete nâil oldu. Cehennem ateşinden emni­
yette kaldılar. Nübüvveti gelerek nice mûcizeler gös­
terdi. Ay evine gelerek beşiğinde konuştu. Hak Teâlâ
Hazretleri ona, çocukken bir kılıç verdi ve:
"Y â Muhammedi Senin nübüvvetine im ân
eden saadete erer. Uymayanlarla gazâ eyle." bu­
yurdu. Bir çok gazâlar etti.
94 ÎNCİ DİZİLERİ

Onun dört sevgili dostu vardı. Biri Ebû Bekir,


biri Ömer, biri Osman ve biri de Ali Ridvânullahi
Teâlâ Aleyhim Ecmaîn'dir.
Bu fâni dünyada onlar da Şeriat-ı Muhammedi-
ye ve tarikatı Nebeviyyeyi naklederek dünyaya koy­
dular.
Elhamdülillâhi Alâ dini’I îslâm o vakitten beri
İslâm dini artarak şevket bulmaktadır. Tâ kıyâmete
kadar İslâm ehli küfür ehline, küfür üzere gâlip olup
gazâ ve cihad edecektir. Bunlardan sonra Nebî gel­
meyecektir. Muhammed (S.A.V.) ümmeti, yerde çok
yatmayacak, cümle ümmetlerden evvel Cennete gire­
cek ve Allah’ın didânnı görecektir.

/ / ıj j ^ y y X / / O j ' Si ^ £

aİ \ j (^ jJ I s** * U jjl
/ y / ' ^ ✓ >
/ y O y 9 / /

ûs***s-l
✓ / y

"Allah'ım ! Peygam berlerin efendisi ve nebi­


lerin sonu, onun bütün evlâdı, ashâbı hürm eti­
ne bize rızık ver".
Şimdi sözümüze gelelim. Kâf dağını bu1dört
kimseden başka görmek ne mümkündü. Bazı kimse­
ler gönül eğlenmek için mahbûbeler, serencamlar gi- ;
bi, onun hakkında bir çok hikâyeler uydurmuşlardır.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABİ - ........... ......................... gg

Hamza kıssaları bu ki, Kâf Dağına vardığı veya


bunun gibi bazı pehlivanlar, Kâf dağına vararak dev­
ler askerini avlarlar, bunların aslı yoktur. Önce dev
ve cinni öldürmek mümkün değildir. Zirâ onlarda can
vardır. Ama insan gibi, ten ve kanı yoktur. Bir tütün
gibi delikten sızar çıkar, onun için öldürmek kâbil de­
ğildir. Meğer melekler hakkın emriyle, şahâdetiyle
yakalar, fakat periyi öldürmek mümkündür. Zirâ on­
lar insana mûnisdir. Devi, cinni ve periyi Allah'ın is­
mi ile musahhar ederler. Nitekim Süleyman Peygam­
berin emrinde idi ve İskender'e yardım edip, cihanı
kırk yılda dolaşmıştır. Bazıları yirmi yılda dolaştığını
söylerler. Bir çok mahlûkatla cenk ederek kahretmiş-
ti. Kur'an-ı Azimde bunun hak olduğu beyân olunur.
Hızır Nebi (A.S.) Ona kılavuzluk yapmıştır.
Bir gün Endülüs çölüne çıktılar, orada kırk âdet
şehir gördüler ki, her biri Mısır şehirlerinden büyük
idi. Sessiz çeşmeyi orada gördüler. Güneş oradan do­
ğardı.

{jtf ^ J** öf* ^ (J ^


* " r . ' ' , ,

^ ✓

"Nihayet güneşin battığı yere (okyanus kı­


yısına) vardığı zaman, güneşi siyah bir çam ura
batıyor buldu. B ir de bunun yanında bir kavim
buldu." [Kehf suresi; ayet: 86] buyurulmuştur.
96 İNCİ DİZİLERİ

O denizin içinde balıklan gördü. Otuzüç bin ar­


şın uzunluğu vardı. Üç fersah uzunluğunda başka
balıklar da gördü. Başı kal'adan büyük canavarlar
gördü. Ve orada iki dağ gördü. Birbirine karşı biri
kardan, biri nârdan birbirine zaran olmayan bir de­
niz gördü. İçine at girse hemen yağmur boşanır. At
denizde ne kadar dursa, su değmez. Bunu bir kaç de­
fa tecrübe ettiler.
Onbin küçük ırmağın, büyük bir ırmağa kavuş­
tuğunu gördü. Ne artar, ne taşar. Üzerinde bir taş
bulunan bir tepe gördü. Kimin suya ihtiyacı olsa; o
taşın önünde bir ark kazar ve o taşa bir defa eliyle
vurur. Taştan hemen su revân olur. Hâceti kadar bağ
ve bostan suya kanar.
Başka bir ırmak daha vardır ki , öğleye kadar
batıya, öğleden sonra doğuya akar. Yazın taşar, kışın
kan akar.
Magribde bir kuyu vardır. İçinde taş bıraksalar
heybetli bir ses işitilir. Suyu kaynar ve ağzından dı­
şarı çıkar. Oradan başka bir ile geldi. Onun dağında,
içi güvercin dolu başka bir kuyu gördü. İçine ip sar­
kıtsalar ip hemen kesilir. İsterse zincir olsun, her ne
olursa olsun dışarı atarlar. Her ne niyet eylesen niye­
tin yerine gelir. Kulak verip dinlesen ses verirler, Ya­
zın akan ve yıl boyunca taşan, kışın kan akan bir pı­
nar gördü.
İsfehan'da bir dağa çıktı. Orada bir kuyu gördü
Ne kadar taş attılarsa hiç sesini işitmediler.
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ — 97

Yemende de bir kuyu gördü, İmtihan için bü­


yük taşlar bıraktılar. Kulak verip dinledirler, fakat
bir haber alamadılar. Bir zaman sonra bir geyik gelir
ve geyiği kendine çekerek alır. Biraz sonra geyiğin
kemiklerini dışarı atar.
Yine bir kuyu gördüler ki, içinde kırk türlü dil
söylenir. Ne zaman yağmur yağsa sesi kesilir. Yağ­
mur dinse yine başlar.
Zengibar’da da bir kuyu gördü. Dibine yüz bin
kulaç urgan ermedi. Sonunda o vilâyetin otunu döşe­
diler, içine saldılar, yine belirmedi. İki yıl sonra ora­
ya bir kervan geldi. Haber verdiler ki, o vilâyetin
nehrinden otla saman akar dediler.
Oradan başka bir iklime gelince, bir mağara
gördü. Onun içinde altın gibi kuşlar vardı. İçine giren
kapkara çıkar, konuşamazdı. Bir kere daha giren dili
konuşur. Fakat hangi dili konuştuğunu kimse bile­
mezdi. Üçüncü defa giren taş olurdu. Bu iklim gâyet
yüce bir yerdir. Gece ve gündüzü gâyet kısa olur. Yat­
sı olmadan sabah olur, Gündüz de çok kısa olduğun­
dan kuşluk olmadan akşam olurdu. Hak Teâlâ Haz­
retleri orada yaşayan müslümanlara kırk geceye ka­
dar yatsı namazlarını bağışlamıştır.
İskender ondan sonra geldi. O vilâyette Nûh
Peygamber (A.S.)'ın oğlu "Yâfes" oğullarından iki
kardeş birinin adı Salulisâc ve birinin adıFâlûc idi,
onların nesli üreyerek çoğalmışlardır. İskender oraya
varınca, o vilâyetin halkı dirilerek İskender'e Ye'ciic-
den şikâyette bulundular. Ve:
98 . ------------ . . .. İNCİ DİZİLERİ
>v. .

"Şu ik i dağın arasından kötü b ir kavim ge­


lerek boyunlarım ızı, davarım ızı, oğlum uzu, k ı­
zım ızı, bulduklarını alırlar, püryan ederler. B i­
zim hâlim iz budur, bize derm ân eyle." dediler.
İskender:
"Şiz bana yardım ed in . B en bu dağdan, o
dağa sed çekeceğim " dedi.
O üde ne kadar demir, bakır, kala ve kurşun
varsa topladılar, kaim iple taşıdılar. Bir dağdan bir
dağa üçytiz mil idi derler. Orasmı tâ su çıkıncaya ka­
dar kazdılar. Kazdıkları yerlere büyük taşlar döktü­
ler. Sonra bir sürü demir ve bakır yığdılar, yere çı­
kıncaya kadar. Ondan sonra dağlar gibi ağaçlar dök­
tüler. Yer yer demir ve bakır yığdılar. Tâ ki yüzer ar­
şın yüceliği oldu. Bazıları üçyüz arşın derler. Elli ar­
şın eninde kemer ve ağaç yığdılar. Demir ve bakır gö­
rünmez oldu. Allalı-ü Ekber yer yer nefyettiler. Gü­
rültüsü ve harâreti üç günlük yola giderdi. Tâ ki de­
mir, bakır ve başka şeylerle kaynadı. Yekpâre bir sed
meydana geldi. Bir kapı yaptılar. İki tarafının sürele­
ri tunçtan, polattan, yüksekliği yirmi beş arşındır.
Üzerine şerefe yaptılar. Biribirine bağlı demirlerden
yapılmış gerç yerine kurşun döktüler. Kapı üzerine
kilit yaptılar. Anahtarı on arşın idi. Kapının iki tara­
fına kafa yaptılar. Dağlar gibi gâyet yüce ö sed, bu
tantana ile tamam oldu. Ona bir kale muhafızı tâyin
ettiler. Her cuma günü ata biner, demir çomağıyle
kapıyı vururlardı. Bu ses dağlan çmlatırdı. Yecüc
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDÎN4 ARABÎ = — ==— gg

tâifesi bu gürültüleri işitirdi. Bekçi vardır diye gel­


mezlerdi. Kıyâmet gününde de böyle olacak. O zainan
Hâkk’m emri yetişecek ki, bekçilerden kimse kalma­
yacak, kapıyı yıkacaklar. Dünyaya yayılacaklar.
İnşallâhü Teâlâ aşağıda beyân olunacak.
İskender ordan Kâf dağına gitti. Orada bir me­
lek gördü;
İskender:
"Bu dağın acâyiblerin den bize h aber ver."
dedi
■Melek: ■
"Yâ İskender! Bu dörtte b iri in sa n la dolu
dünyada ne kadar dağlar varsa, dam arları Kâf
dağına ulaşm aktadır. O dam arlar ben im elim ­
dedir. H angi m em lekette zelzele ola ca k ise, o
dam an çekerim , zelzele olu r ve kahrolur." dedi.
Kısas-ı Enbiyâ’da, Kâf dağmm ardında bü dün­
ya gibi otuz ak yer vardır. Orada bir çok âlemleryar­
dır. O âlemlerde nice şehirler yardır, içi halk ile dolu­
dur. Onun miskten yetmiş dağı vardır. Onun ardında
kâfurdan yetmiş dağ vardır. Onun ardında anberden
yetmiş dağ vardır. Onun ardında demirden yetmiş
dağ. Onun ardında gümüşten yetmiş dağ vardır. Ora­
da bir âlem vardır. İçi meleklerle doludur. Onlar İn­
san kimdir? İblis kimdir? bilmezler. Yalnız dilleri ile
"Lâilâhe illâİlaİv M uhammed R asûiüllah" diye
söylerler, , / "i , '
2QQ Jncîdîzîlerî

Bu Kâf dağı acâyib ve garibliklerle doludur. Fa­


kat biz kısa kestik. Hak'kın mülkünün vasfının
tamâmını kim anlatabilir? Allah-ü Âlem.

KİTABI
M AN EVİ İBADETLER

Müellifi: Şeyhül islam ebussûd efendi


Sadeleştiren: Mustafa Varlı
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

HENDESE İLMÎ İLE BÖLGELERİ,


GÜNLERİ VE SAATLERİ BEYÂN EDER.

Eski âlimler şöyle nakletmişlerdir ki; Hak Teâlâ


Hazretleri dünyayı nokta, küre şeklinde yuvarlak ve
döner bir şey misâlinde yaratmıştır. Onun bir mikta­
rı sıvıdır, içinde kara parçaları vardır. Bu yeryüzü­
nün çoğu su içindedir. Meselâ karpuzu bir havuza bı­
raksalar, bir miktan su içinde, bir miktarı dışarıda
kalır. Velâkin dışarda kalanm dahi bazısı imâr olun­
muş bazısı viranedir. Yani haraptır. Dörtte bir kısmı­
nın iskân edilmiş yerlerden gayri suya gark olan yer­
lerin yüce yerleri suyun dışında kalıp, sahralar ve
çöller meydana gelmiştir.
Derler ki, Umman dinizinde oniki bin ada var­
dır. Bahr-i Muhit'te dahi o kadar ada vardır. İşte bu
dörtte bir iskân edilen yerlere, iskân edilmiş yerler,
denir. Bu adaların içinde, acâyib ve garibliklerler do­
lu muhtelif tâifeler vardır. O kara parçaların dörtte
birine yakın olanının bazısına Rasûlüllah’ın risâleti
ermiştir Kime risâleti ulaşmadı ise, o millet doğru yol
nedir bilmez, onlar hayvan gibidirler. Bu kara parça-
lannm dörtte biri insanlarla meskündür.
202 İNCİ DİZİLERİ

13ört bölgeye ayrılır. Bu dört Bölgenin bazısı so­


ğuktan, bazısı sıcaktan ve bazısı da sulardan harap
olmuştur. Dördüncüsü dö orta olanıdır. İnsanlar, bu
orta olanda yaşarlar.
ÂlimlerTbu dördüncüyü de yedi bölüme ayırmış^
lardır. Her bölüme bir iklim adını vermişlerdir. Bu
iklim doksan derecedir. Evkator'dan tâ kuzey kutba
gelinceye kadar mâmur olan yerlerdir. O mâmur olan
yerler kırk sekiz derecedir. Kırk iki derecesi soğuk­
tan harab ve virân olmuştur.
Anadolu üzerinden seksen derecelik hat çekil­
miştir. Bu bölgeler mâmur olan yerlerdir.
Nuh Peygamber (A.S.) kavlince bilginler cemâa-
tından bir bölük ittifak ederek denizeri dört kısma
ayırmışlardır. Birincisi ki karalardır. Onu Hind
uleması üç, Rum ve Fars ûleması ise dokuz kısma
ayırmışlardır.
İdris (A.S.) ise, yedi kısma ayırmışlardır. Her
kısma bir iklim demiştir. Eğer cümlesinin ahvâlini ve
keyfiyetini beyân edersek söz çok uzar. Biraz kısaltan
rak beyân edelim. Fakat bü dörtte bir iskân edilmiş
mâmur yerler bin yedi'yüz fersahtır. Fersahların ta­
mamı üç bin altıyüz altmış mil olur; Her mil dört bin
adımdır. Her fersah on iki bin adımdır. Üç mil bir fer-
sahdır. Fakat eski bilginler şöyle hesab etmişlerdir:
Saat ilmiyle nazarî uygun olarak mahallen hatırları­
na şöyle gelmiştir. Hendese ölçülerine ve hesab kai- .
delerine ve Ölçü kanunlarına göre her mil dört bin
adım, on bin ayak olur. Her ayak üç tutam ve buçuk
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABÎ ------------- ' - jQ 3

olur. Her buçuk dört arpa olursa her, ayak elli arpa
olur. Mil ki, dört bin adımdır. En çoğu sekiz bin par­
mak, üç bin defa bin dahi iki yüz kırk bin arpa olur. .
On iki burç, üç yüz altmış derecedir. Yeryüzün­
de yüz altmış mil olur. Bu cümle miller yeryüzünde
dokuz defa yüz bin dahi yirmi bin adım olur. Bu cüm­
le adımlar üç bin defa bin kere bin dahi seksen bin
ayak olur.
Bu bölgelerin her biri bir yıldıza mensuptur.
Çin, Horasan ve Semerkand Müşteri yıldızına,
Hindistan Rahle yıldızına.,
Kudüs ve Herâkin Merih yıldızına,
Türkistan, Kıbçân, Tataristan ve Musul Gü­
neş'e,
Arabistan ve Rumeli Zühre yıldızına,
Anadolu, Rusya,İngiltere, Utarit yıldızına,
Fransa Magribe kadar Ay’a mensubtur.
Her bölgenin günün ve saatinin birbirinden ay­
rıldığının hüdütlarını, dağlannı ve yollarını bildire­
lim. .i
BİRİNCİ BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç günü
on iki saat ve üç çeyrektir. Genişliği on iki derecedir.
. Batıdan doğuya kadar üç bin iki yüz elli fersahdır.
Bu cümle dokuzbin yediyüz mil olur.
104 J ' — . ' ' ' İNCİ DİZİLERİ

Genişliği yediyüz fersahdır. Tamamı ikibin üç-


yüz elli mil olur. Yüzölçümü sekizbin kırkdört fersah
olur. Tamamı iki defa/ bin ve dört bin mil olur. Bu böl­
genin bin âdet şehri vardır. Elli âdedi büyük şehirler­
dendir. Otuz da büyük dağı. Güzel kervan yolları var-
dır. Serendip, Habeşistan ve Nöbe bu bölgenin önemli
şehirleridir;
İKİNCİ BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç günü
on üç saattir ve yirmi derecedir. Uzaması ile on üç
buçuk saattir. Doğudan batıya kadar iki bin dört yüz
fersahdır. Tamamı yedibin ikiyüz mil olur.
Enlem derecesi yüzotuz altı fersahtır. Bütünü
dört yüz onsekiz mil olur. Yüzölçümü yüz otuz bin
mil olur. Bu bölgenin iki bin âdet şehri vardır. Ellisi
büyük şehirlerdendir. Onyedi ulu dağı. Otuz ana yolu
vardır. Dünyâ halkı bu yollardan gider-gelir. Ekva­
tor j bu kuşaktadır. Bilâd, Magrib ve Rih bu bölgenin
başlıca şehirleridir.
ÜÇÜNCÜ BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç gü­
nü onüç saat, çeyrek ve yirmi derecedir. Ortası ön-
dört saattir. Uzunluğu doğudan batıya varıncaya ka­
dar ikibin dokuzyüz yirmi beş fersahdır. Bu, tam se­
kizbin yediyüz yetmiş mil olur. Yüz ölçümü üçyüz alt-
mışbin dokuzyüz fersahdır. Bu, tam iki kez bin ve
seksendokuz bin yüzelli mil olur. Bu bölgede üçbin
, âdet şehir vardır. îki yüz şehri büyük şehirlerdendir.
Otuzaltı büyük dağı, yirmiiki büyük ana yolu vardır.
Bu yollardan halk istifade eder.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDÎN-İ ARABÎ — - ■■— ■■ JQ 5

Tanca, Berberi, Mısır, Remle ve Medine-i Mü­


nevvere, Irak, Çin ve Mâçin başlıca şehirleridir.
DÖRDÜNCÜ BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç
günü ondört saat, otuzüç derecedir. Ortası ondört bu­
çuk saattir. Doğudan batıya kadar ikibin yediyüz
doksan fersahdır. Bu, tam sekizbin üçyüz yetmiş mil
olur. Genişliği yüz doksan fersahdır. Beşyüz yetmiş
mü olur.
Yüzölçümü üçyüz oniki bin dokuzyüz yirmi
adımdır. Dokuzyüz otuzsekiz bin yüzaltmış mil olur.
Bu bölgenin dörtbin âdet şehri vardır. İkiyüzü büyük
şehirdir. Yirmi ulu dağı, otuz düzgün yolu vardır. Bu,
halkın yoludur, gider gelirler.
Kudüs, İskenderiye, Afrika, Kirman, Hipd ve
Hindistan başlıca şehirleridir.
BEŞİNCİ BÖLGE: Bu bölgenin başlagıç günü
ondört buçuk saattir. Kırkbin derecedir. Uzunluğu,
doğudan batıya varıncaya kadar ikibin beşyüz elli
adımdır. Yedibin altıyüz elli mü olur. Genişliği, iki­
yiyiz otuziki adımdır. Altıyüz doksanaltı mil olur,
Yüzölçümü ikiyüz altmışbin dörtyüz altı adım­
dır. Yediyüz doksan bin sekizyüz mil olur. Bu bölgede
üçyüz âdet şehir vardır. İkiyüzü büyük şehir, otuzbeş
büyük dağı vardır. Büyük ana yollan vardır. Halk,
bu yollardan faydalanır.
Rum, Şam Beyti! Makdis, Diyarbekir, Irak, Ho­
rasan v Hatay başlıca şehirleridir.
106 - — ' m ; / , ■ ■ ,■ İn c î d İz İl e r İ

ALTINCI BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç günü


onbeş saat ve bir çeyrektir. Kırküç derece, on iki da­
kikadır. Ortası onbeş buçuk saat ve kırkbeş derece­
dir. Uzunluğu, doğudan batıya kadar ikibin üçyüz
seksen adımdır. Yedibin yediyüz altmış dört mil olur.
Genişliği doksan fersahdır. Ikİ yüz yetmiş mil
olur. Tam sahası ikiyüz ondokuzbin üçyüz doksan al­
tı fersahdır. Altıyüz bin ve altmışsekiz bin yüz seksen
sekiz mil olur. Bu bölgenin iki bin şehri vardır. Yirmi
ikisi büyük şehirdir. Yirmi ulu dağı, otuz büyük yolu
vardır. Cihan halkı bu yollardan gider gelirler.
İstanbul (Kostantiniyye), Kirim, Harzem ye
Mâverâiddehr başlıca şehirleridir.
YEDİNCİ BÖLGE: Bu bölgenin başlangıç gü­
nü onbeş saat ve üç çeyrektir. Beş derece ve oniki
dakikadır. Ortası onaltı saat ve kırksekiz derecedir.
Uzunluğu, doğudan batiya kadar ikibin ikiyüz altı
adımdır. Altıbin altıyüz onsekiz mil olur. Genişliği
yüz kırk sekiz fersahdır. Dörtyüz yirmi mil olur.
Bu bölgenin bin parça şehri vardır. Yirmi iki bü­
yük şehri, on ulu dağı, kırk büyük ana yolu vardır.
İnsanlar, bu yollardan gider gelirler.
Bu bölgenin en büyük şehirleri Rusya, Tataris-
tan, Bulgaristan’dır.
Ye’cüc ve Me'cüc bölgeleri, imâr edilmemiştir.
Doksan dereceye kadar harabdır. Ot bile bitmez, in­
san yaşamaz. Bu harabın sonu, Rusya’dan kutublara
kadar, güneşin çıkmasına gelinceye kadar soğuktan
ŞEYH'İL-EKBER MUEYÎDDİN-İ ARABİ = = = = = = 207

harab olmuştur. Soğuğu çok şiddetlidir. Gündoğusun-


dan günbatısına gelinceye kadar ise, güneşin sıcaklı­
ğından harab olmuştur.
Mâverdî’ye göre ise, bu yerin kalınlığı yüzbin
dahi beşbin kez ve doksan sekizbin sekiz dahi beşyüz
fersahdır. Güneşin doğduğu ve battığı yerde de
imâret yoktur. Hayvan da yaşamaz. Dağlar, güneşin
hararetinden ateş gibi yanar.
Öyle yerler vardır ki, hiç gündüz olm az,
daima gecedir.
Öyle yer vardır ki, altun nedir bilmezler.
Öyle yerler vardır ki, kapkaçağı bakır yeri­
ne altundur ve öyle yerler vardır ki kapkaçağı
güm üştür.
Öyle yerler Vardır ki, hububât ekm eden bi­
ter. Ö yle yer vardır ki, ağaçlar hiç yaprağım
dökm ez. Öyle yer vardır k i, toprağı kepek gibi­
dir; ekin ekmeğe yaramaz.
Öyle yer yardır k i, ev yapm ak bilm ezler,
daima çöllerde yaşarlar. Öyle yer vardır ki, ne
ekilirse hemeiı biter. Öyle yer vardır ki, bir yıl
biter, b ir yıl bitm ez. Orada, gece gündüz bera­
berdir.
Öyle yer vardır ki, gökten un yağar.
Öyle yer vardır ki, giyecekleri kir olsa, te­
m izlem ek bilmezler. Ayaza asınca pâk olur, er­
tesi gün temizlenmiş bulurlar.
108 ................................■ — - • — -------------------- = » İNCİ DİZİLERİ

Allah-ü Teâlâ H azretlerinin kudretleri çok­


tur o her şeye kadirdir, Sâni'dir, yaratan'dır.
Âmenna ve saddeknâ,
BEYT: O 'nun işle ri hep hikm etlidir. H er
nereye bakarsan ibretle doludur.
Bu ibretleri görem eyen gözler kör olsun.
Bu hikm etleri anlayıp düşünm eyen o akıl­
lar yok olsun.
*

Hakk'ı zikir etm eyen o d iller dahi tutul-


BEŞİNCİ BÖLÜM

DAĞLARIN ACÂYİBLERİNİ BEYÂN EDER

Dağların en acâyibi, en büyüğü ve en mûteber


olanı "KâfDağı'dır. Yeryüzünün dörtte biri insanlar­
la kaplıdır. Kâf dağının acâyibleri pek çoktur. Zirâ
Cennet incilerinden çıktı.
İskender-i Zülkarneyn, Kâf dağına vardığında
bir melek elini yerin üzerine koymuş, duruyor gördü.
İskender, ona selâm verdi ve:
"Ne için elini böyle tutuyorsun?" diye sordu.
Melek:
,fYâ Zülkarneyn! Bu cümle em lâk, yedi kat
yer, taş, Öküz balık ve denizlerin hepsini yel gö­
türür. Eğer bir saat elim i çekersem , bu söyledi­
ğini şeyleri yel alır, havaya atar. Hak Teâlâ Cel-
le ve A lâ bana ö^le bir kuvvet verm iştir ki, bu
mülklerin hıfzına beni m em ur etm iştir." dedi.
Orada daha başka bir yer vardır derler ki, o yer
ııo İNCİ DİZİLERİ

bütün yerlerden kırk fersah yücedir. O yerin üzerin­


de bin pınar yardır. Her pınar, on ırmak olur. Her bi­
ri, Ceyhun nehri gibidir.
Mağrib'de ulu dağlar vardır. O dağlar maymun­
larla doludur. Her Biri deve gibidir. O dağlarda kâfur
ağaçlan yetişir. O dağlarda sünbül, zağfîrân, nesrin,
yâsemin, âkı gibi güzel çiçekler yetiştiği gibi, karaca
gibi hayvanlar da yaşarlar.
İskender-i Zülkameyn o dağlan gezdi, onları
seyretti. Orada üç sandık bııldu. üzerinde altm kilidi
vardı. Büyük bir merak ve heyecanla! sandığı açtılar.
Üçünün de içinden deriden uç kırba - su kabı bir
tabla çıktı. İskender, bunlara hayret ederek.
"Bunu, bu kadar m uhafaza ile sak lıyan
pâdişâh ne ahmak im iş!'' diyerek taaccüb etti.
"Su k abı -kırba- n ed ir ki, bıi kadar m u'te-
ber oîs,un?" diyerek araştırdılar. Üzerinden çok za­
man geçmiş bir ihtiyar kişi buldular. Meğer o zât
pâdişâhın veziriymiş.
İskender: , ■■'v-;
"E y m übarek p ir! Bu senin pâdişâhın ne
akılsız pâdişâh im iş k i, bu derileri bu kadar
tâ’zimle m uhafaza ediyor?" dedi.
Gün görmüş ihtiyar:
' "Yâ sis ne yapardınız?" dedi. ’ ■
• İskender:
ŞEYg'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ ■ -------------------— 211

"Parça parça edip atardık.” dedi.


İhtiyar:
"A ncak asıl ak ılsızlığı siz ed iyorsu n u z.
A kılk padişah böyle olur. Gördünüz, bu elbette
abes değildir, diye bana danışm ak lâzım dır. Ve
bu su kabının birinci özelliği budur ki; içinden
ne kadar şerbet içilse, bir zerre eksilm ez.
İkinci özelliği de budur ki; b ir kim se bağır­
sak hastalığına tutulsa, o tablaya b ir kere vur­
du mü iyi olurdu. '
Üçüncü özelliği dahi, b ir kim senin ateşi
yükselse ve ateşi düşse iyi olurdu- Bunları bile­
m ediniz.” dedi.
İskender hayıf ederek dedi ki:
"Elbette hayıflanırım îti, insan bilm eyerek
bir işi yaparsa sonra pişm anlık fayda etm ez. İş
işten geçtikten sonra bu söz uzak gelm esin."
Allah Teâlâ Hazretleri kerâmetiniyalmz insana
vermiştir Başka kimseye vermemiştir. Nitekim rivâ-
yet olunur:
Ebû Ali Sinâ, bir kadının evine konuk olur. Ba­
kar ve görür ki, bu kadının fakir olduğu her hâlinden
bellidir. Yiyeceği, giyeceği yoktur. Ebû Ali, kadına
merhamet ederek* ev düvarmdan bir taş çıkarır, yine
yenne koyar. Bir parçacık olsa bile ağzını tıkar ve:
"Ey kadın! İhtiyacın oluneabu taşı alırj iç i-,
112 -=*■■■ — ■; - , -■ İN Cİ DİZİLERİ
\' - ■ " -
ni açar, ih tiya cın kadar alırsın , yin e tıkarsın.
Fakat zinhar, taşını k op a rıp için d e n e var diye
bakm ayasın," der.
Kadın, uzun zaman böyle yaptı. Kendinden baş­
kasına satarak dünyalık edindi. Bir gün: "Taşın ar­
dında ne var, ne yok açayım bakayım ve yin e
yerin e koyayım ." dedi. Taşı kaldırdı gördü ki, bir
salkım üzüm. Kadın taaccüb ederek acele yerine ko­
yar. Uzun zaman bir şey gelmez. Kadın, bu yardımın
sırrma hiç bir zaman vâkıf olamadı.
Olumlu veya olumsuz murâd, hemen bir nasi­
hattir. Bılmiyerek bir iş yaparak sonra pişman olma­
yasın. ....
Dağlardan Seylân denilen bir dağ vardır. Onun
çevresini ot kaplamıştır. O dağdan bir su iner. Suyun
çevresi yanar. ■
Taberistan’da bir dağ vardır. O dağdan bir su
iner, ne zaman fâsık bir kimse gelse akmaz. Sâlih bir
kimse gelse, revân olup akar.
Yine dağ vardır. Daima ona yağmur yağar, bir
damla değmez.
Çin ilinden inen dağlar vardır. Onun taşı
billûrdur. Ne zaman güneş o dağa dokunsa alevler
peydâ olur. Onun içinde bir kuş vardır. Dağdan çıksa,
hemen ölür. Nitekim balık sudan çıkınca ölür.
K âdir b ir kem âl sânı zü lcelâl ne dilerse
kadirdir, güzel yapar.
ŞEYHİL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ ......... — - 113

BEYT: Bu ne kudrettir, o R abbi m üsteân,


her ne ki dilerse hem en yaratır. A llah Teâlâ
Hazretlerinin sanatında kemâl, k u d ret var, âczi?
yoktur, ne idilerse yapar.
0 dağlarda eğlenirler. Oraları, periler şehridir
derler. Kırbâsmdan yana bir dağ vardır, daima diri­
dir, hiç kar eksik olmaz.
Hindistan'da Nitur diye bir dağ vardır. Karanlı­
ğa yakındır. Onda bir su var ki, her kim içse çok ya­
şar. Ağrı sızı görmez.
Tebbet diye bir dağ vardır. Her kim önda ateş
yaksa, denizden su çıkar. O, ateşi söndürür. Denize
yakın bir dağdır.
Serendip'te bir dağ vardır, zevher derler. Âdem
(A.S.) bu dünyaya gelince, Serendip dağının üzerine
indi. Mübârek ayağının izi henüz oradadır. Her adımı
seksen arşındır. Yüksek bir dağdır. Oraya kimse çı­
kamaz. Onda altun cevherlerinin hesabını kimse bil-
mez. Vaktâki Allah Teâlâ, Âdem'in tevbesini kabul
etti. Melekler, Âdem'e gelerek müjdelediler, üzerine
cevâhir saçtılar. Eğer Âdem'e bu işlem yapılmamış
olmasıydı, altun cevherlerinin kıymeti olmazdı. Şim­
di o dağdan sel üe iner, ararlar, bulurlar.
( Sulan denilen bir dağ vardır, hiç faydası yoktur.
Yemen’de bir dağ vardır. O dağda yer yanktır.
insan onun içine girse, artık çıkmaya yol bulamaz.
San'an ilinde bir dağ vardır. Asıl onlar üç dağ"
124 . '. ■ İNÇÎDİZİLERİ

dır. Ne zaman Ramazan ayının ilk günü gelse, onun


gecesinde Allah’ın kudretinden ateş yanar, ışığı fer­
sah fersah yollara kadar gider. İsterse bulut olsun,
isterse olmasın. Elbette Ramazanın ilk gecesinde ya­
nar. Ramazan-ı Şerif in geldiğini ondan bilirler. Erte­
si günün ramazan olduğunda hilâf olmaz.
Zühkâ ve Karadağı denen dağlar vardır. Onlar­
da dahi ateş yanar, onlar üç dağdır.
Tûr dağı ki, M ısır'a yakındır. Çebrâil
Âleyhisselâm, onu İsrâiloğullarımn üzerine götürüp
bırakmıştır. Onlar da korkularından yüzleri üzere
düştüler. Yanakları üzerine yattılar. Dağ iner mi di­
ye gözleri yukarı bakarlardı. Hak Teâlâ Celle ve Âlâ
onîan affeyledi. Şimdi secde ederler. Yanağı üzerine
inerler, yukarı bakarlar. Yani af olunurlar^
Nitekim Hak Teâlâ hazretleri kavl-i keriminde:

0 ^ .. ** J S '- - O J x Ö' sO O. s

"B ir vakitler biz, Tûr dağını tepelerine göl­


gelikm iş gibi kaldırm ıştık da, üzerlerine düşü­
yor sanm ışlardı." [A’raf suresi; ayet: 171] buyur­
muştur.

Melekler, onun üzerine kubbe yaptılar. Her kim


onun içine girse, yatsa filhâl hemen dışarı atarlar.
ŞEYH'İLrEKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ ■ J15

Etrafında üç bin ibâdethane vardır. O dağa, tur-


i Sinâ Dağı dahi denir.
Hindistan'da üç dağ daha vardır. Onların üze­
rinde kızıl yâkut vardır. Kimse ona yânaşamaz. De­
niz kenarındadır. Onun yöresinde üç yüz dağ vardır
ve üç bin yerde köprü vardır. Büyük ulu dağlardır.
Yemen ilinde Ukâs ve Sinâ denen üç dağ vardır.
Akik ve İnci orada olur,
Cebel-i Acem denen bir Karadağ vardır. Onun
taşı ateş gibi yanar. Yandıkça külü sabun olur.
Yine Hindistan’da Kîsur denen bir dağ vardır.
Ulu dağdır. Sandâl ve kâfur biter. Onun üzerine kim­
se yaramaz. Onda bir canavar vardır ki, onun sesini
işiten düşer ölür. O dağdan bir su iner, içinde bir ca­
navar vardır. Sudan çıksa taş olur.
Yine Girdap denen bir yer vardır, Onun taşı
tutyâdır. Köpük yapsalar, kalay olur, Nişâdır olan
dağ Semerkand'dadır.
Yine Yarkuvât denen bir dağ vardır . Altun dağı­
dır. Onda gülyabani ve maymun çoktur. Onları tutar­
lar, evcilleştirirler, kullan olur.
Nil ırmağı vardır. Onun çıktığı yer ulu bir dağ­
dır. Kâf dağından işâret verir. Umman denizinin bir
bucağıdır. Nil ırmağı ondan çıkar. On İki göz olur,
her bir kolu Ceyhun gibidir. Sâkin akar, üç kola ayrı­
lır. Bir kolu Habeşistan'dan gelip Umman denizine
dökülür. İkinci kolu Magrib'e gider. Üçüncü kolu Mı­
'■ ... - İNCİ DİZİLERİ

sır'a gelip tekrar iki kola ayrılır. Deside gelerek ora­


dan denize dökülür. İkincisi Dimyâd'a gelir, oradan
denize dökülür. Onda sızıntı biter, o dağ ulu yüce bir
dağdır.
Nil'in başı Cennetten gelir derler. Vakıa öyledir.
Hak Teâlâ göklerden yukarıda kar hâzinesini yarat­
mıştır. Ne zaman Rasûlüllah (Ş.A.V.) Hazretleri
Mirâc'a varınca onlan gördü. Allahü Ekber... Ne za­
m an kar yağsa R asûlüllah (S.A.V.), teşbih ile
m eşgul olurdu. Ne için teşbih ile m eşgul old u ­
ğunu sorduklarında:
"Allah T eâlâ H âzinelerinden, ondan daha
çok hazine görm edim . A ncak rahmet deryasını
gördüm ." buyurdular.
O dağın sızıntıları gelerek yer altından, yeryü­
züne çıkar. Allah, her şeye kadirdir. Veya o dağlar ki,
yücedir. Küre-i zeminden, yerden kar yağar. Ondan
pınarlar meydana gelir. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Şu
dünya dağlarım görmez misin ki, yazın ye kışın tepe­
lerinden kar eksik olmaz. Onun sızmtılan dereler ve
pınarlar olur.
Ulu suların aslı, o hâzineden gelmesi garip de­
ğildir. Çünkü o dağ gâyet uzaktır. Ona insanın ulaş­
ması mümkün değildir. Issız ve virâneliktir. Bazı
yerleri sessiz, bazı yerlerinde canavarlar vardır. İs­
kender oraya vardı, onu gördü derler. Bu ona uzak
değildir, mümkündür. Zirâ Hak Teâlâ Hazretleri bir
kuluna inâyet edince, ona her müşkilleri kolaylaştı­
rır. Allah, her şeye kâdirdir. İskender'in Kâf dağına
ŞEYH'İL-EKBER MUIIYİDDİN-İ ARABÎ ■■-------------------- --- 217

bir çok askerleriyle varmağa muvaffak kılan, onu da


âsân eylemesi acâyib değildir.
Bu dütıya, deniz içinde bir ada gibidir. Dağlar
vardır ki, ondan rüzgâr sesleri gelir, fakat onun sırn-
nı kimse bilmez. Onda mağaralar vardır ki, Deccal ve
Şeytan orada hapistir. Bu yeryüzünde acâyib dağlar
çoktur. Dörtte bir iskân edilmiş bu yerlerde yetmişiki
bin altıyüz yetmişüç dağ vardır, derler.
Hak Teâlâ Hazretleri bu azıcık yerde bu kadar
acâyib nesneleri yaratmıştır. Kıyâs eyle ki, Cennet
gibi geniş yerde neler vardır neler.
Cennette olan acâyib dağlar, ağaçlar, nehirler,
türlü türlü makamlar, köşkler, saraylar vardır ki, ne
gözler gördü ve ne diller onu tafsilâtiyle beyân edebil­
di. Meğer Hak Teâlâ Hazretleri yaptığımız hatalara,
isyânlara, cürmümuze keremiyle af ede, lütûf de

' x O Jt

x .* X >• ’ X •. XX ■. X ■ l
x J C' . tf : fi X y x df fi

M {J * 9 "yg-ft.i l t ijnJLa»^h.)|
x x O x O x x O X X 9/x

aJİ ^ j , 4 - j U c-

"Allah’ım! Peygam berlerin efendisi ve nebi­


lerin sonu, Muhammed M ustafa (S.A.V.) bütün
onun evlâdı, ashabı hürm etine, bütün m ü’m in
ve mü'minâta n z ık v e r " .
f: -V'.N
-'
: :(j

'•••'Sİ/

ALTINCI BÖLÜM

DENİZLERİ, ADALARI VE ONDA OLAN


MUHTELİF MAIILÛKÂTLARI BEYÂN EDER.

Hak Teâlâ hazretlerinin mülkünü, tafsilâtiyle, I


ve kıy asiyle anlatmak ne mümkündür. Fakat,.ilmi- V j t
miz ve tâkatımız yettiği kadar bunları beyân edelim. j
Bir deniz var, onun suyu buz gibidir. O denizde ..;;v
bir sandık var, içinden su kaynar çıkar. Yine bir pı­
nar vardır, gün doğunca su revân olur akar. Gün ka­
vuşunca su kurur. Bunlar Bahri Muhit'tedir. Bu mu­
hit, ulu bir denizdir. Büyük bir havuza bir yumurta
bıraksalar, onun içinde bir parça ada gibidir. Dörtt$||f^
bir iskân edilmiş yerler içinde ne kadar sular yarsa|§^
hep denizlere dökülür. Bu denizler de okyanuslara!?
dökülür. , .
Bilmiş ol ki, bu dörtte bir iskân edilen yerleri
içinde yedi yüz deniz vardır. Bazısı Umman denizim V ;
den dörtte biri iskân edilmiştir. Her biri Umman de­
nizi gibi, daha bir çoklan vardır. Onun bir ucu gün ;
doğusuna, bir ucu Habeş dağlarına kadar varmıştır.
120 İNGÎ)DİZİLERİ
.' S . .
Hürmüz denizi, Umman denizinden tâ Basra’ya
kadar gelmiştir. Bir yanı Yemen dağı, bir yanı Hin­
distan’dır. Umman kenannca tâ Serendip adasından
' geçerek gün doğusuna varır. Umman’dan bir dil gibi
girmiştir. Cidde boğazından, Cidde'nin önünden tâ
M ısıra kadar gelir. Onun iskelesiSüyevş’dir. Bir ta­
rafı Habeş beriyyesi, bir tarafı Mekke-i Şerife koru­
sudur.
Bahri Muhitten gün batısından yana bir deniz
girmiştir. Tâ Akdeniz'e yakındır. Onun bir tarafı İs­
panya, Fransa memleketidir. Tâ Şedde boğazına ka­
dar, diğer bir tarafı Firengistan'a ulaşır. Ona Portaâl
denizi derler.
Bir Deniz de Okyanus'tan gelerek Venedik'e ya-
km ulaşmıştır. Bir tarafı da Şeyân’a kadar ulaşır.
Rus memleketi ardından Şedde tarafma gitmiştir. O
denizin bir tarafı karanlıktır. Karanlıklar içinde ada­
lar, ve onda yaşayan mahluklar vardır. Onun adına
El’aman denizi denir.
Kara parçasının içinde iki deniz vardır. Birincisi
Kalzem’dir. Bu bir göl gibidir. Dipten kaynar. Acem
memleketinin bir tarafı Keylân ilidir. Âcâyib dağlar
yardir. Bir tarafı Survâ, bir tarafı Harezm. Bir tarafı
İstirbâd memleketidir. Ona bir çok sular katılır. Bir
zerre artmaz. Zirâ yer altından yolu vardır, akarak
denize dökülür. Karadenizin suyu o denizdendir. Bu
Karadeniz ki, uzun bir göldür, uzunluğu bin beşyûz
mildir. Eni dörtbin elli mildir.
Kalzem'den gelir, yer altından Karadeniz’e dö­
ŞEYH'İL-EKBERMUHYİDDİN-ÎA R A B İ ~ ■- • - jo ı

külür. Karadeniz’in suyu bir boğazdan gelerek Koş-


tantiniyye'nin -İstanbul- Önüne gelerek bir miktar de­
niz olur. Oradan Gelibolu boğazından Akdeniz'e dö­
külür ki, ona Akdeniz denir. O denizin de suyu Mag-
rib’ten gelerek, aşağısından Şedde boğazından Bahri
Muhit’e dökülür. Bahri Muhit içinde girdaplar var­
dır. Suyu hışımla akar. Yedi kat yerin altında Okya-
nus’a dökülür ki, bu yerleri götüren balıkların denizi­
dir. O denize dökülen su, bir büyüle denize bir bardak
su kadar gelmez. O sırrı Allah bilir. O denizi de
rüzgâr götürür. Rüzgârı bulutlar götürür, bulutları
denizin suyu ile inse, rüzgâr onu mahveder. Karânlı- -
ğa inse, mahfu fena olur; Zira yokluk âlemidir. Onu
Allah’dan gayrı kimse bilmez. Dünya fânidir, boş
sahradır. Karanlıktan aydınlığa yine^Arş'dır ki, bu
dünya bir top misâli gibi olur. Allah-ü Âlem.
Bu denizin bir tarafı karanlıktır, bir tarafı ak­
tır, bir tarafı karadır derler. Onun suyunu bir kaba
koysan, beyazı beyaz taş, karası kara taş olur. Bu
Bahri Muhit'in acâyibleri çoktur. O denizin bir tarafı
Zengibâr vilâyetidir. Denizin dibine dört bin kulaç
urgan ermedi. İskender onda öyle balıklar görmüştür
ki, başı ulu bir kafadan büyüktür. Ne zaman denizde
oynasa, yüz mil yerden filikaları helak eder, Keyhus-
rev, Şah Süleyman'a oradan girdi. Şimdi tahtı orada­
dır.'. y. .
Bahri Muhit'in içinde altı bin ada vardır derler.
Bazıları on iki bin derler. Bu şdaların dörtte bire ya­
kın iskân edilmiş olanm'da insan yaşamaktadır. On­
ların bir kısmına Rasûlüllah (S.A.VO'in risâleti eriş­
122 -' ' --------------------------------------------------- ~ ~ - İNCİ DİZİLERİ

memiştir. Onlar hayvan gibidir. Millet ve mezheb ne­


dir bilmezler. İnsanları hakir, zelil olur. Ve denizin
derinlerinde olan adalarda muhtelif çeşitli tâifeler
olur. Her bin bir şekilde ada vardır ki hayvanâtı az­
dır. Arslanlar ve yırtıcı hayvanlar olur. Onun gibi
adalarda altun, cevâhir çoktur. Sekfetur denen balık,
o adadadır.
Öyle adalar vardır ki, onda maymunlar, filler,
gergedanlar ve deniz canavarları vardır. Türlü türlü
ağaçlar, yemişler, sünbül, zağfiran, neşrin ye çeşitli
nebâtlar yetişir. Denizden çeşitli canavarlar çıkar.
Kara canavarlan ile cenk ederler, Çeşitli ağaçlar var­
dır. Rüzgâr esecek olursa ağaçlara dokunur. İnsanlar
gibi hazin hazin ağlar. Onu işiten dağlar, ağaçlar
vardır. Rüzgâr esince: "Lâilâhe illallah:

A fi •••«». y

4 l VI <11 v

sesleri gelir. v.
Öyle ada vardır ki, yemişi insan gibi biter.
Kemâle gelince düşer. O yerin canavarlan onu yerler.
Ondan gün boyunca sesler gelir. Ona çöl vâkvak der­
ler. ■
Öyle ada vardır ki, yemişleri tûtıler gibi ayağı,
burnu vardır.
Öyle ada var ki, onda heybetli canavarlar var­
dır, kullanmağa yaramaz. Önünden bakılsa arkası
görünmez.
Sind adasında dört bin âdet şehir vardır. Halkı­
nın dillerini kimse bilmez. O adaların kiminde züber-
ced, kiminde zümrüd, kiminde altun, kiminde gü­
müş, kiminde mıknatıs, kiminde kıymetli mavi taşlar
vardır. O yerlerin canavarları fil ile gergedandır. Bu
gergedan büyük bir canavardır. İnsanoğlu onu kulla­
namaz.
Yine Öyle ada vardır ki, onda köpek başlılar var­
dır. Yani köpek başlıların bir yüzü insan, bir yüzü kö­
pektir. Gündüz olunca, yüzü kapalı kişiler olur. Gece
olunca köpek yüzünü açar. Sabaha kadar Havlarlar.
Kimi bulur yakalarsa, parçalar ve yerleri
Öyle ada vardır ki, onda kuşlar vardır. Onların
kulakları sarkmıştır.. Yatınca bir kulağı ile örtünür
ve bir kulağı ile düşünür.
Öyle ada vardır ki, önda develer vardır. Kayış
ayaklıdır. İnsanı teper, ölünceye kadar vurur. Kur­
tulmağa imkân yoktur.
Öyle ada var ki, insanın boyu bir karıştır.
Öyle ada vardır ki, halk birbirini yerler.
Öyle ada vardır ki, halkı yılandan başka bir şey
yemez. Yılan, onlan sokmaz. Soksa da tesir etmez.
Öyle yer vardır ki, halkı değirmidir. Kırk ayağı
yirmi başı vardır. Onlara kırk ayak derler. Araba te­
kerleği gibi döner, döne döne yürür. y
öyl e yer vardır ki, buğday nedir bilmezler.
Öyle yer yardır ki, o bin erkek içinde bir kadın
124 \ ’ : ...... İNCİ DİZİLERİ

bulunmaz. Ayırdığı kadını tutarlar. Çocuk nedir bil­


mezler.
Öyle yer vardır ki, Ölülerini kasabaya götürüp
satarlar. Yâs, mâtem bilmezler.
Öyle yer vardır ki, ıssız bir çöldür. ■.
Öyle yer vardır ki, güneş yakıcıdır, fakat dokun­
maz.
Öyle yer vardır ki, güneş hiç batmaz, daima
gündüzdür, gece olmaz. ,
Öyle yer vardır ki, kızım, kardeşini, halasını,
teyzesini tutar. r
Öyle yer vardır ki, oraya bir garip gelse, ona bir
yıl taparlar. Bir yıldan sonra merâsimle, çalgı ile
tazimle gezdirirler. Ondan sonra izzetle boğazlarlar.
Etini keffâret için taksim ederler.
Öyle yer vardır ki, elbise giymezler.
Öyle yer vardır ki, halkının tüyü, keçi tüyü gibi­
dir.
Öyle yer vardır ki, onda deccâî eşeği plur. Ona
kulluk ederler. Şeytan onda doludur. Onda gökten
acele iyi şeyler yağar, ondan başka bir şey yemezelr.
Öyle yer vardır ki, toprağı misk gibi kokar. Taş­
ları yâkuttur, incidir, mercandır. Kayaları altundür,
gümüşdür. Erkeklerinin sakalı olmaz. Kadınlan ve
çocukları gâyet sevimli olurlar.
Öyle yer vardır ki, onda cin tâifesi vardır. Isken-
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-1ARABÎ — ~ 125

der hep bu acâyibleri görmüştür. Rivâyet onlardan-


dır. Ve yine Kızıl deniz adı ile bilinen denizin bir bu­
cağıdır. İskender, onu görmemiştir. Hakk’km emriyle
Cebrâil Hazretleri Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretlerine
gösterdi.
Habeşistan'dan bir Tabba şehrine ki, insan bir
yılda oraya varır. Yollarda harap cezireler vardır.
Onda canavarlar vardır. Yoldan giderken denizden
temâşâ edilir. Ne canavarı olduğunu hiç bilmezler.
Her biri, bir karadağ gibidir. Umman'da dahi cezire
çoktur.
Hindistan’a yakın olan yerlerde insanoğlu çok­
tur. Güneyden yana yedi yüz şehir vardır. En küçüğü
Mısır’dan büyüktür. Kuzeyden yana y in e , o kadar şe­
hirler vardır. Her bir büyük şehirlerdir. Makine yok­
tur. İki şehir vardır ki, içi yâkut ile doludur. İsken­
der, bu yâkutlan çıkardı.
Herküt denilen bir nehir vardır, eni iki bin
adımdır. O nehirlerin içinde bin türlü mahlûk vardır.
Irmağı, Rus ilinden Bulgar'a akar.
Imlak denilen bir ırmak, vardır. Onun içinden
yıldırım otu ve şimşek çıkar.
Seylân denilen bir yer vardır. Onun suyu misk
gibi kokar. Kim içse yıkansa üç gün kokusu gitmez.
Heyzem denilen bir yer vardır. Onun nehri için­
den çeşit çeşit çalgı sesleri gelir. Onu dinleyen bihuş
olur, hayran kalır.
126 ' ' " ' ' = - ; , İNCİ DİZİLERİ

Yer yüzünde beş ırmak vardır. Onlann başı cen­


netten gelir derler. Nitekim yukarda da söylemiştik.
Kar hâzinesini söylemiştik. Ulu sular NÜ, Ceyhun,
Seyhun, Fırat gibi. Rum'da, Fars'da, Rus’da, Horasan
ve Magrib'de büyük sular çoktur, Suların en şereflisi
Zemzem suyudur. Onun başı cennettedir.
Delili bu hikâyedir ki: Bir gün kimse, şeyhler­
den birine bir hayli dünyalık emânet bırakır ve tica­
ret için sefere gider, O kimse de emâneti evinin bir
kenarına saklar. O jnal sâbihi seferde iken, ihtiyar
şeyh dünyadan göçer. Yolcunun ona vasiyet etmesi
akima gelmez.
O kimse seferden gelir ve, malını ister* Vasiyette
bulunmadığı için çok kederlenir. Ehlüllâhtan bir aziz
kimseye hâlini arzeder. O aziz kimse hayret ederek:
"G el sana b ir nâsihat edeyim . AM ına inkâr
ve tam ah gelm esin. B öylece m alııiı bulasın.
Vefatından sonra o kinişe ne yaptı? V ar kendi­
ne sor." der.
Yolcu; "N a sıl haber a la y ım ?'dedi.
Şeyh: "Cum a gecesi cüm le âlem gaflette
iken Zem zem kuyusuna git. Başını zem zem e
sarkıt^ adı ile çağır, ehli cennettir. Elbette sâna
"Leybbeyk" diyecek. M alum nereye koydun, ce­
vap ver? de." dedi.
Oda öyle yaptı. Fakat ne kadar çağırdı ise, ce­
vap gelmedi. Tekrar o azize geldi:
w

ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDÎN-İ ARABÎ J2?

"Bu kadar çağırdım, ses gelmedi." dedi. 1


Şeyh çıkıştı, ağladı:
"Allahü ekber! Ö kim se cehennem eh li ola­
caktır. Bizim hâlim iz n i c e olur. Şim di Yem en'e
git. Orada b ir kuyu vardır. O kuyuya başı sar­
kıt. Çağır cehennem den sana cevap g e lir/' dedi.
Yolcu Yemen'e vardı. Adı geçen kuyuya yararak
çağırdı. O kimse hazin sesi ile: 'Eebbeyk!" dedi. Yol­
cu: :.'V - ■
"Emânet m alı neyledin?" dedi. O kimseden: ,
"T e k k e n in filâ n köşesine d e fin eyled im .
A zrâil A leyhisselam gelerek^ b ir h eybet ile ru ­
hum u kabzeyledi ki, vasiyet etm eğe m ecâlim
kalm adı." diye ses geldi.
Yolcu: ■■■ V.; ;;
"Ey şeyh! Sen sâlih bir kişi idin . Bu hışım
sana neden vâki oldu?" dedi. ■y
■ Şeyh: ■
"Ben filan şehirden idim . K alan öm rüm ü
Kâbe’de geçireyim , toprağım ondan alınm ış ola
dedim . O yana da kavmim h asretiyle oldu lar.
Sılâ etm edim . Hâk Teâlâ beni bunda hapseyle-
di." Sonra izin gelerek, yerdeki malım buldu.
İşte bu delildir ki, Zemzem suyu cümle suların
en şereflisidir. Bu hem nâsihâttır. Bundah bir suâl
228 ^ İNCİ DİZİLERİ

lâzım geldi. Nedendir ki, cennetten ola? Yalnız cen­


net sularm lezzeti malûmdur.
Cevabı budur ki, Hak Teâlâ cette, ve alâ, Âdem'i
halk edeceği zaman, o kadar güzellikte idi ki, yeryü­
zü bir nûr idi. Âdem, dünyaya gelince gövdesi karar-
dı.
Yâ şu meyve ki, cennet yemişlerindendir. Bir
kimse yese, lezzetinden bîhuş olurdu. Kokusu ve lez­
zeti aklından bin yıl gitmezdi. Ayva, üzüm, incir, ka­
vun, nâr, daha başka meyveler gelerek, dünya topra­
ğına kanştı.
Yâ şu buğday* cennette ak inciye benzerdi.
Gâyet lezzetli idi. Deve kuşu yumurtası kadardı.
Dünya toprağına karıştı. Şimdi hâlini görüyorsun.
Şimdi su dâhi dünyaya gelince, öyle olması
acâyib midir?
Geri kalan sulan söyledim. Kar, hâzinesinden
dünyaya faydalı olması için tatlı olmuştur; Ulu dağ­
ların üzerine kar yağar, iner, ırmaklar ve göller olur.
O ulu hâzineden artanı akarak, dünyâ denizlerine
dökülür. Kimi Ummana, kimi Karadeniz'e, kimi Ak­
deniz'e dökülerek hepsi Okyanus'tâ birleşir. İnsan­
larla çevrili olan yeryüzünün dörtte birinde ulu sular
çoktur, cümlesini anlatırsak söz uzar. Bu fâsıl bura­
da tamam olsun.
A llah'ın celle celâlühû ve amme nevâlühû
kudretine vesan'atına akıllar ermez.
/

YEDİNCİ BÖLÜM

ŞEHİRLER, DERELERVE İKLİMLERİ


BEYÂN EDER

Bu dünya acâyib bir dünyadır.. Acâyiblikleri pek


çoktur. Dörtte biri insanlarla meskûn yerlerde, yirmi
bin altıyüz yirmi üç âdet şehir vardır. Bu şehirler v
içinde insanoğulları oturmaktadır. En meşhurlarını
elimizden geldiği kadar beyân edelim.
UHT: Uht denen bit şehir vardır ki, orada otu­
ran cimri olur. Bir yıl oturan şeytan* daha çok oturan
putperest olur. Erkekleri ihtiyarlamaz ve erkekliğe
yaramaz. İnsanlar, birbirlerinin evine gitmezler.
ENDÜLÜS: Endülüs denen bir ada yardır. Sü­
leyman (A.S.)’ın mutfağı oradadır. Onun çömleğinde,
günde yüz d^ya pişer* her çanağa on deve sığardı. Sü­
leyman (A.S.ym hâzinesi şimdi Endülüs’dedir. Onda
altunun hesabi yoktur.
EHVAZ: Ehvaz derler bir şehir vardır. Oraya
vanp oturanm hırsı artar, hasis olur. ^
ÜVES: Üves denen bir yer vardır. Orada ölüyü
tabuta koysalar, götürmeğe imkân yoktur. Ancak-
tekbir getirdikten sonra götürebilirler.
230 ' ' — - ' ■— İNCİ DİZİLERİ

TÜRKİSTAN: Büyük bir yerdir. Hitay memle­


ketinin arkasındadır. Tâ şedde varıncaya kadar,
onun büyük şehirleriyle doludur. Ner'ilân, Duhulic,
Kemyâl, Gürfenâk ve Hurhin bunlardandır. Çin’e ya­
kındır.
FİLİK: Filik diye bir il vardır. Orada ulu şehir­
ler vardır. Onların adı Kaşgar, Bâkü, Hötan, Çerican,
Cerhâm’dır. Bunlar İslâm şehirleridir. Hatâved,
Oemeğâ, Belkıyâ, Hâmeyâ şehirleri ise kâfir şehirle­
ridir.
Güneşin doğusu taraflarında kara parçalarında
türlü türlü canavarlar vardır. Gün doğusuna yakın
bir şehir vardır, ona CABİLGA denir. Bin kapusu
vardır. Orânin halkı, güneşin hâraretinden tâ zevâl
vakti gelinceye kadar mağaralarda yaşarlar, Zirâ de­
niz kaynar: Orada güneşin doğuşu çok gürültülüdür.
Akıllar hayrette kalır. Hamile kadınlar çocuklarım
düşürür, Orada nöbetçiler vardır. Güneş doğarken
kösler^ davullar çalar. Cehennemin gürültüsünden,
l güneşin gürültüsü batar. Güneş çıkmca her gün hal-"
l leri budur. YECÜC şeddi ondan beridir.
Gün batısında bir ulu şehir vardır^ onun âdı
VABULSA'dır. Gün batarken onda dahi her zaman
kösler, davullar çalarlar. Güneşin gürültüsü ve hey­
betinden halk ürkerdi,- İskender oraya vardı. Sonra
karanlığa geçdî. Karanlıklarda o kadar gitti ki, tâ yer
aydınlanıncaya kadar. Aydınlığa çıktığında bir dağ
gördü. Üzerinde iki kale vardı. Yüceliği biner arşın
idi. Kale üzerinde bir kuş suretinde iki canavar duru­
yordu. Her biri bir kale gibiydi;
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ - — ■— — 231

Kuşlardan biri; "Yâ İskender! Cihanı seyret­


tin, doym adın niı?" dedi. İskender bunlardan kork­
tu. /
Kuşun biri de: "Acaba  dem oğlu zina, livâta
alenî oldu mu? Şarabı alenî içer m i?" dedi.
İskender: "Evet!" dedi.
İkisi de kulenin üstünden aşağı indiler ve: 'T aş­
la, k erp içle binâlar, çardaklar^ k a birler yapılır
oldu mu?" dediler. İskender: "Evet!" dedi.
İkisi de ağladılar ve: "Bâri cünpblükten yıka­
nırlar mı, Hakkı tanırlar mı?" dediler.
İskender:"Evet!" deyince, kuşlar:
"Allah’ı bir bilip itâat ederler m i?" çlediler.
İskender: 'E vet ederler!" deyince, ikisi de keli-
me-i tevhid, salavât getirdiler. İskender, onlardan ay­
rılarak bir yere vardı ki, güneş orada ateş gibi yanı­
yordu. Ondan tarafa varamadı. Orada canavarlar
gördü. Onun çök yakınma vardılar, seslerini işitti, fa­
kat kendilerini göremedi. Orada ulu bir ağaç gördü.
Üzerinde bir sûret, elinde bir ok vardı. Her kim ona
yakın gelse, ona vurur, >
Orada bir şehir gördü. Kapusunda ,rHer kim bu
şehre girse ö lü r " yazılı levha yardı..İskender, bu
şehre girmeden dönerek Âdemoğlunun yanına döndü.
Dönerken ulu bir bölgeye geldiler. O bölgede maymu­
na haraç verildiğim gürdü. Eğelem eklerden bir şey­
ler vermezlerse maymun onlara galebe eder. ^
132 İNCİ DİZİLERİ

HIDIRA: Hıdıra denen büyük bir kara parçası


vardır. Onun içinde tılsımlar vardır. Hiç kiıiıse onu
almaz. Şâbürîler şahı oradadır. Onun kalesine büyük
bir, hisâr yaptı. Sonra o şehrin pâdişâhının kızını
Şâburî sevdi. Ona elçi gönderdi ve:
"Eğer bu şeh ri alm ayı istiyorsa, g ü v e rcin
veya geyik kam ile şeh âdet kelim esini yazsın.
Salavâtla geyik d e rile sim hisâra karşı tutsun
ve yürüsün." dedi. Öyle yaptılar ve şehri aldılar. Şe­
hir burcunun bir tarafı çöktü. O şehirde yüz bin kişi
bıraktı. O kıza nikâh yaptı.
HAYRET: Hayret bir vilâyet Vardır. Bilgeler:
"B ir gece h ayretle tefek k ü rd e durmak, b in ta-
b ib ilâcından iyid ir.” derler. İnsan orada hiç hasta
olmaz, çok yaşar.: İki defa diş çıkar, yine gelir. Sakalı
ağarmaz, ihtiyarlamaz, kulağı sağır olmaz.
Her kim orada kalırsa hep tâze kalır. Erkekliği
kuvvetlendirir. Kadınları gayet güreldir. Sesleri de
çök tatlıdır. Kalbİeri yumuşak, yemekleri tatlı olur.
Çabuk hazmolur. Kış olmaz, ağaçlar yaprağını dök­
mez. bit, pire, sinek, yılan, çiyan, akrep, haşerât ol-

Âhır zamanda Muhammed ümmeti tahtını ora­


ya kuracak, orada olacak derler.
H IZKM EVT: Hızirmevt demlen J)ir şehir var­
dır. Onun havalisinda bir dere. Onda bir kuyu vardır,
dibi yoktur. Orada bir yazı vardır. O yazı, gece gün­
düz karanlıktır. O kuyudan tütün çıkar. Ovaya yü­
ŞEYH'lIrEKBERMUHYİDDtN-İ A R A B İ

rür. Şeddât, Nemrûd, Firavn ve Şedîd Takıyyanus,,,


Tâhir ve Zâhir, Dâvud Hâmân, Buhtu'n Nasr, Ebhiu
Cehil, Atabe, Devâil, Âsim, Akite b. Müîd Ebi b. Half,
Ebû Şilvan, Ebû Leheb gibi mün^fiklar Ale^
Laane, o ovada azâb görürler.
Hızırmevt ile Umman yanında bir yazı ardır.
Hiç kimse ona yaklaşamaz. İskender ona yaklaşmak1
istedi. Bir ses ona "Gidin! Yoksa helâk olursun.''
dedi. Yaklaşamadı. , '
HABEŞ: Habeş denilen bir vilâyet vardır. Zen-
gibar'a yakıtıdır. Orada fil ve canavarlar çoktur. Pik
ler yabana saldırırlar. Habeş, büyük bir vilâyettir:
Habeşistan'ın ucuna Hâö^Mn dâveti erişmiştir.
Onun baş şehri, periler şehridir. Her kim oraya yâr­
sa, elbette ■az zamanda •âp^jur.:'?^ kr
Onun yakınında ITBMC denen bir şehir vardık.
Birbirine kız vermezler. İskender oraya gitti. Halkına
görünmedi* ama her gün iki kere gelir, fakat kendile­
ri görünmezdi. . . . >)

İskender taaccüb ederekğüç gün burada kaldı.


Bu yerleri hayran hayranseyİettkBuranın yemişle­
ri, dünya yemişlerine benzemeydi. Ağaçlan ve biıdâk-:
lan altundan, gümüşten, kırmızı yakuttan, zübetcet-
ten, mercandan ve zümrütten, sütten, baldan ve şer-:
bettendir. Akla sığmaz ve dille tarif edilmez âltun su­
retleri vardır ki, beş yüz arşın bakırdan, akîk taşın-
dan yapılmıştır. Türlü ni'metleri, hoş kokulariyle be-;
zenmiş şeyleri gördü. Oradan giderek başka bir şehk
re geldi. Öyle büyük bir şehir ki, târife gelmez, kâbil
134 ' ' ' r.... ' — ' İN C İ DİZİLERİ
.: ' . " . !
değil. İçinde üç bin subaşısı vardır. O şehrin içinde
iki yüz dağ ve iki yüz kale vardır. Her birinde periler
vardır. Her gün savaşırlar. Savaş durduğu vakit kim­
se görünmez. İskender biraz durdu. O şehirden çıktı
gitti. O kimse görünmedi. Arkasından bir ses işitti.
İskender:
"Elim izle n ice can lar kurtardık, b ir k erecik
durayım ." dedi ve geri döndü geldi. Onu gördüler,
değirmen taşı gibi bir fırıldak kopdu. Her kime do­
kunsa yerdi. O gören asker şaşırdı. Sahra aslan, kap­
lan doldu. İskender’in atlan ve askerleri ürktüler.
.Âlimler ismi A ’zam ile meşgul oldular. Sonra oradan
ayrıldılar.
ÇUHUT: Çuhut denen bir şehir vardır ki,
Ye'cüc ve Me’cüc onun putudur. Orada ekin, ve tarla
olmaz. Üç ayda bir tuz, bir defa bal yağar derler. Ye­
mekleri odur, onu yerler.
DIMEŞK: Dımeşk şehrini Nuh’un oğlu SAM
kurmuştur. Dünyanın cenneti Dımeşk'tir demişler­
dir. Onun ırm aklarının biri Hemedan-ı Semer-
kand'dır. Biri de Basra suyudur. Diğeri de Belh’dir.
Dımeşk camiinde dört sahabî imamlık yaptı. O cami­
in altı yüz mermer direği vardır. İlk önce onu İbra­
him Peygamber yaptı. Dımeşk ■te on yedi millet yaşar­
dı. Hak Teâlâ Hazretlerine ibâdet ederlerdi. Camiin
dört duvarı ziyâretgâh olmuştur. Onda yüz altmış
: dört ziyâret-gâh vardır. Malûmdur ki bilinmez. İsâ
(A.S.) oraya inecejt derler.
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ 135

ENTİ'L ITLÂK: Enti’l Itlâk denen Hindistan’a


yakın bir şehir vardır. Onun türlü türlü acâyibleri
vardır. Bunlardan biri, Şâbur pâdişâhı, geyikıtırna-
ğınddn bir minare yaptırmıştır. Yüz arşın genişliğin­
de bir hamamı vardır. tAbariçs ağacından^ bir tahtı
vardır. Kadınlan gâyet güzel, erkekleri gâyet zinde­
dir. Kadınlan, erkeklerine meyletmezler. Yabancılaş
dan bir gârib gelince, kadınlan ona gelirler. Erkekler
bu duruma bir şey demezler. Yalnız kendilerine mey*
letsinler yeter. Bir kadın dört yabancı ile fuhuş etse,
erkekleri ses çıkartmazlar. f
KAYS: Kays denilen büyük bir* şehir vardır. Ay-
yasoğlu imâr etmiştir. Ki zildeniz ona bir yıllık yol1
dur. İskender ona vardı. Orada bir canavar gördü.? Ö
canavar.
"Yâ İsken der! Bu şehre g iresin , acâyife-
lerin i göresin", dedi. İskender ona girdi. Kırmızı
yâkut, zübercet, inci, mercan ve türlü kıymetli taşlar
yere döşenmiş ve bezenmiş bir köşk, anberden balçık,
zağferan otu, toprağı miskteri,, cümle madenleri aittıh
ve gümüştür. Ağaçlan zü’rbercetten, yapraklan Züm­
rüttendir, İskender bunları biraz seyretti. Ansızın:
"Ayrı durm a, yok sa helâk olursun!" diye bir ses
geldi. İskender ordan çıkıp ileri gitti. Artık ,imâret
görmedi. Ama heybetlü ses ile bir canavar gördü ve:
"İleri gitm e! Orada büyük can avarlar "var­
dır, seni zerre yaparlar." dedi. Bir yazı gördü, Bil­
geler, o yazıda: "Ey bu dünyaya gelerek bu yerleri
seyreden! Zinhâr buradan ileri gitm eğe h eves
236 - İNCİ DİZİLERİ

etm eyesin. Büyük can avarlar vard ır. Seni as­


k erlerin le beraber helâk e d e rle r.", yazısını oku­
dular. İskender hemen oradan geri döndü. Yolda
ağaçlar gördü. O ağaçların yaprağı geniş bir meydan
gibidir. Ulu bir ağacın üzerinde bir kuş yuvası gördü.
Ülu bir şehir gibidir. Bir ağaç dibinde fil, gergeden
kemikleri sanki canlı gibi kalmış duruyor ve heybetli
kuşlar başı kale gibi, gövdesi bir dağ sanırsın. Onlar
fil ejderhalardır.
RUMİYYE: Rumiyye denen bir şehir vardır,
ama kâfirîstandır. Nitekim dünyada kırmızı cevher­
ler var ise de, orada bulunan cevherlerin benzeri baş­
ka yerde yoktur. Onda çok tılsımlarvardır. Onun iki
bin burçlu bir şehri vardır. Onun sokağı bir^ fersah-
dır. Yalnız kuş pazarıdır. Sarrafları, urfeleri, bir çok
hamamları, keşişleri, ruhbanları doludur. Bir ucdan
■bir uca kırk arşındır. İçi yüz bin atlı süvari alır. İs­
tanbul'dan gemi ile oraya bir yılda varılır.
RE’SÜLAYN: Re’sülayn denen bir şehir vardır.
İçinde üç yüz pınar çıkar. Hemen yine biter. İskender
onu gördü, çok şaşırdı. Kârus ilinin pâdişâhı Dahhâk,
Çemşid, Şâbur, Behrâm, Keyhüsrev, Keykâvus,
Nûşirevân, Hürmüz, Perviz, Ken’iyâd ve Karperdun,
bunlar Nûh'un oğlu SAM'dan silsile ile pâdişâh­
lardır. Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretlerine nübüvvet ge­
lince, onlara mektublar gönderdi. Dâvet için Perviz
lâîne inektup gelince kabul etmıyerek mektuba haka­
ret eyledi. Râsûlüllah:(S.A.V.) Hazretleri ona beddua
etti ve böylece ö ocak söndü. İçlerinden kıyâmete ka-
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-1 ARABİ

dar kılıç çıkmaz, belâ eksik olmaz. Süleyman (A.S,)!m


tahtı oradadır.
K A^^
nen Magribte iki şehir vardır. Onlarda altun ve gü­
müş ve kıymetli madenler çoktur.
MEKKE-İ MÜŞERREFE: Allah-ü Teâlâ onuişe-
reflendirmiştir. On kimseye haraç verdiği yoktur.
Eshâbı fil gelerek onu yıkmak istedi, fakat kendisi İp
helâk oldu. Hafza adında bir pâdişâh yıkmayı kasdet-
ti, sonunda kör oldu. Hiç kimse orada ateşe tapmadı.
Zirâ Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretlerinin oraya gelmesi
■Si
gerektir.'Onun diğer adları: Sebikese, Tayyibetü>jt
tayyibe, V a'd, M ehabbe, M ubâreke, M uhrika, II
Kâsım sa, M i'râce, M ukaddese, Y esrib, BatM; ve SİSİ
v ^,
Şâfia'dır.
Allah-ü Teâlâ Hazretleri ona:

^ >0 ® 1o * . O"J O O * jjf * o

>•j?~\ 4 (3 -W? \>r X» i* V j


^ / / s . ~* y *

/ ^ / »* " ■ ■O >’& >.


!>r * *

"De ki: R abbim , ben i (ğ itd ire ce ğ iu yer#)


doğruluk g ird irişiyle gird ir, beni (çık aracağın
yerden) doğruluk çıkarışiyle çıkar. (Beni nere- :./p
ye göndereceksen, hoş b ir şekilde oraya gird ir
ve çıkacağım yerden de ben i hoş b ir şekilde ç ı­
kar.) Bana katından, yardım eden b ir d elil ver*"
m;
138 ------------------- ' - - — " " İNCİDİZİLERİ

[İsra suresi; ayet: 80] buyurdu. İnsan orada "Yâ


Rabbi!" demekle doyar.
Büyük bir yer vardır. Kanhca orada kaplan gibi
büyük olur. Kimse o yere varamaz. Orada altun para­
lar, pınarlar ile akar. Dâne gibi yerde biter, gümüş
madeni gibidir. Orada altun türlü türlü olur. Bir
kimse borçlu olsa onu bırakırlar, gidip altun getirebi­
lirse borçlusuna verirler, böylece haklaşır. Karıncaya
rast gelse dahi borçlusunun hakkını alır. îşi tamam
olur.
M ISIR 'ıiı acâyiblikleri çoktur. Ama Yûsuf ve
Mûsa (A.S.) zamanındaki aynı yerde değildir. Her
pâdişâh gelince yeni hamamlar, kervansaraylar ya­
parlar. Evvelki şehirlerin evleri, hanları battal olur.
Şimdi eski yerlerinden uzak gitmiştir. Oralarını gü­
cüyle kimse alamaz. Fakat son zamanda altun takıy-
yeli kişiler gelerek alacak demişlerdir. Onlar Yûsuf,
Mûsa, İsâ, Hâcer, Mariyye ve Kıbtiyye'dir. Mariyye:
Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretlerinin oğulları İbrâhim
Hazretlerinin anasıdır.
HİKÂYE: Resûlüllah (S.A.V.) Hazretleri zama­
nında Mekke şehrinde çekirge ordusu üçtü. Hayli za­
man oirada kaldı. Bunları Rasûl Hazretlerine şikâyet
ettiler. Mübârek ellerini salarak: "M ısır üzerine!"
diye işâret ettiler. Hemen kara bulut gibi Mısır tara^
fınâ gittiler.
'Y â Rasûlallah! M ısır'a ulaşır." dediler.
"H er kim ona düşm anlık ile varacak olursa
\
\

ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABİ / ' < ~ t fö g

kahrolur." buyurdular. Çekirgeler denize dökülerek -


helak oldular.
NÎHÂVEND: Nihâvend'de imâret çoktur. Nûh-
ün oğlu Amâd tarafından iniâret edilmiştir. O taraf­
larda su ihtiyacım temin eder.
NAB'J'Î: Nabtî denilen bir şehir vardır DEKÛ-
Lİ, şehrin baş şehridir. Rasûlüllah (S.A.V.): "Nabtı
kavmi, benim dinim in âfetidir." buyurmuşlardır.
Avze b. Abdullah: "İbliş-i Laîn orada b ir ka­
dın tuttu. Adı H arîre idi. Bir çok zam an onu alı­
koydu. Ondan Âdem suretinde velî, şeytan huy­
lu kızları ve oğu lları oldu. Onun n esli çoğald ı,
yeryü zü n de erk ek ve kadınlardan on u n n esli
vardır." dedi.
, Allah-ü Teâlâ Hazretleri:
" ■ . ■. v ■ ■
* * * 0 ** ■S■ tf" ® ✓ o ^o o

S> ' » .° - . tf .
% ^ jV Ü l

"O ki; insanların göğüslerine (kötü düşün­


celer) fısıldar. G erek cinlerden, gerek insanlar­
dan (olan bütün vesvesecilerin şerrin d en A l­
lah'a sığınırım .)" [Nâs suresi; ayet: 5-6] buyuruyor.
Süleyman (A.S.) İblis’e:
"Çocukların nerededir?'diye sordu.
240 -----------------;;---------------------- ' \ İNCİ DİZİLERİ

iblis.*
"N abt'tadır." dedi. Onun gariblikleri çoktur.
Onun bir pâdişâhı vardır, adına Muhârip derlerdi ve
"senin n asib in H in distan 'da d erler." Bu yerin
ucudur. Orada büyük şehirler vardır.
SERENDİP: Serendip büyük şehirdir. Onun
denizinde canavarlar vardır. Oraya bir kimse gelse,
bir millet gelir dilini çıkarır. Hemen deniz kükrer,
ateş gibi kaynar. Gemi gark olur. Oradan Halbuya
varınca korku yoktur. Serendip halkının zahiri görü­
nüşü cehennem ehline benzer. Ama bâtını içyüzleri
cennet ehli gibidir. -
Onun dağlarında fil, gergedan çoktur. Zürafa gi­
bi türlü türlü acâyib canavarlar, bu yerlerde yoktur.
Burada işitmek ve Hastalık nedir bilmezler. Ekinler
uzakta olur; Onun bir padişahı vardır. Çenetten çı­
kan buğdaydan üç dâne buğday hâzinesinde saklı
imiş, sonra gelen pâdişâh onu ektirdi, Bü kadar za­
man durmuşken buğday bitti. Her dâriesi yedi yüz
baş verdi. Her baş yedi yüz dâne idi. Ecelden başka
her çâreye derman oldu.
HERMAN ve HİREMAN: Herman ve Hiremân
ki^ bunlar iki kaledir. Her kale altı yüz arşın, onu
taşla mâcun karıştırarak yapmışlardır. Yekpâre bir
taş olmuştur. Eni ve boyu yoktur. Hiç bir şey ile ka­
zılmaz. Yel ve şu ona tesir etmez. Hatta Halife
Me'mûn yetmiş bin altun hârceyledi, yine bir delik
delemedi derler. Duvarında acâyib suretler kalmıştır.
İskender içinde ne var görmek için ona girmek istedi.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ ==_ =_ — J4J

İstitâİes ona hikmetle bir kandil koydu. İskender bu


kandilin içine girdi. On iki burç üzere yapılmış cüm­
le halkın tâlihini tutmuşlar gördü. İskender ona gir­
meye azüıetti, fakat içeri koymadılar. Bir kişiye bin
altun verdiler. O girdi. Üç gün görünmedi. Üç günden
sonra başını çıkardı. Bir şey söyledi. Ne söylediğini
hiç kimse bilemedi. Sonra başını çekti, artık çıkmadı.
Onun katında bir tabut buldular. İçinde ölünün âzası
dağılmış yalnız değirmen taşından büyük bfr diş bul­
dular. Tabutun üzerinde şunlar yazılmış:
"B u , Herm an ve Hiram ân'ı yapının tabutu­
dur, Biz bunu yaptık, her kim pâdişahlık dâvası
ederse, bir tane bunun gibi yapsın* Yâ bunu ya­
pabilsin veya bir zerre gidebilse gitsin. Biz Öm­
rüm üzün uzun olacağım sandık ve bunu yaptık.
Ecel bize erişti. Pâdişahlık fayda etm edi. Şimdi
bizi gör, ibret al, dünyaya tapınm a, öm rüne
m ağrur olm a! Pâdişahlık, m al, m ülk, bunları
gözünden çıkar.
Bir rivâyette, onu Yûsuf Peygamber mûcize ile
yaptı derler. Onüh içinde bir ırmak vardır, O gete ve
gündüz akar. Aktıkça türlü yemişler getirir. Onun
içinin peri dolu olduğunu söylerler. '
TÂİL: Tâil denilen bir dağ vardır/Ondan daima
def ve ney sesleri gelir. İşiten hayran olur . Hiç kimse
onun aslının ne olduğunu, kim çaldığını, nereden gel­
diğini bilmez. Orada bir mağara vardır. Onun dibini
kimse görememiştir. Onda türlü yemişler ve ağaçlar
vardır. Misk kokusu gibi dimağı mest eder.
242 İNCİ DİZİLERİ

HARKEND: Harkend denen bir dağ vardır. Ye­


mişi çok olur. Doğudan yana olan yemişi baldan tatlı,
hassasında büyük faydalar vardır. Batıdan yana olan
yemişi zehirden acıdır.
ARGIÇ: Ârgıç denilen bir yer vardır. Orada bir
dağ vardır. Güneş doğunca karadır. Türlü canavar­
lar, şekiller vardır. Hiç kimsenin bilemediği canavar­
lardır.
EÖŞGİYÂYA: Köşgiyâya denilen bir yer vardır.
Onda iki dağ vardır. Güneş doğunca inlerler. Güneş
batınca ağlarlar. İskender onun hikmetini sordu. Bil­
geler ve akıllılar: "Bu olay, güneşin ©serindendir."
dediler.
Yâ Hâîik-u el'eşyâi veya kadir ki, ne dilerse
halk eyler. Sâni'dir. Bî-kem âl b î zeval Allah b ir­
dir.
SEKİZİNCİ BÖLÜM

MESCİDLERİN ACÂYİBLERİNİ BEY^ST E D M

Acâyiblerin birincisi Bey M M ukaddes 'tir. Sü­


leyman Peygamber (A.S,)’m yaptırdığı mesciddir.
Evvelâ onu Dâvud (Â.$V) yapmak istedi. Fakat ne kaf
dar yapmak istediyse yıkıldı; , ,
Dâyud (A.S.) Hazret-i Hakka münâcâat ederek:
"Yâ Rabbi! Ben b ir b in â yapm ak istiyorum , on?
da kullarm sana ibâdetetsinler." dedi.
Hak Te âlâ Hazretlerinden hitâb-ı izze geldi ki:
'Y â D âvud! Kim b ir şeyi yapm ak isterse, o onu
yapam az." buyurdu. r Tv
Dâvud (A.S.): ‘Y â kim yapacak?” dedi.
Hak Teâlâ: "O n uoğlun S ü leyınan yapar." bu­
yurdu. ...
Vaktâki Hak Teâlâ Süleyman’a saltânat verdi.
Ve: 'Y â Cebrail! Cennete git, h ilâfet yüzüğünü
Süleym an’a ilet!,’ buyurdu. Gebrâiİ Aleybisselâm
hilâfet yüzüğünüSüleyman a götürüp verdi.
Bunun üzerine Süleyman (A.S.)insanlara, cinle­
re, yabani hakanlara, kuşlara, ydanlara, karihcaya,
144 İNCİ DİZİLERİ

deve ve periye hükmetti. Cümle eşya emrine verildi.


Hattâ Rüzgâra dahi hükmetti: Nitekim Kur'an-ı
Kerîm'de:

/ / / i £ * t O+ » / 2* ■'* j '
ıL-y»- *l> -j d T s J Jl 4İ ü

"Artık onun için rü zgârı m usahhar k ıld ık ,


on u n eniriyle d iled iğ i y e r e ,kolaylıkla akar g i­
derdi." [Sad suresi; ayet: 36] buyurulmaktadır.
Tefsir ûlemaşı: 'H ak T eâlâ ona kuş dilin i bil-'
dîrdi," demişlerdir. Hangi kuş olursa ölsuiv kuşların
teşbihini halka bildirdi.
Vaktâki Süleyman (A.S.)padişah oldu. Onu yani
Beyt-i Mukaddesi yapmağı emretti. İnsanları, cinleri
topladı, her birine bir iş buyurdu. Cinleri ve şeytanla­
rı beyaz mermer getirmeğe gönderdi. Evvelemirde
Meseid-i Aksâ'yı beyaz mermer ile döşedi S^önra:mes-
cid yapmağa başladı. Sonra cinleri ve şeytanları üç
bölüğe ayırdı* Bir bölüğünü denizlerde plan madenle­
re gönderdi. Altün, gümüş ve kıymetli mücevherler
getirerek hazır ettiler. He.r tarafın ustalarını toplayıp
getirdiler. Beyaz, san ve yeşil mennerlerle mescidi
yapmağa başladılar. Her gün ön bin işçi ağaç keser,
toprak kazardı.
Tavanım inci ve kıymetli cevherlerle, duvarları­
nı yakutlarla ve cevherlerle süslediler. Sıvasım altun
ve gümüş ile sıvadılar. Bir kubbesi zübercedden, cev­
herlerle süslediler. Bir yüzüne Ferüzec döşediler- 6e^
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ —- ‘ — -J45

çeleri gündüz gibi ışık saçardı. Hiç kimse ona kadar


öyle binâ görmüş değildi. Hak Teâlâ Hazretleri ona
melekleri, cinleri müekkel kılmıştır. Ellerinde odun
kamçılar tutarlardı. Süleyman Peygamberin emrini
tutmayanları vururlar, yakarlardı. Bu binâ yapılır­
ken yirmibin kişi kimi ağaç, kimi azık, kimisi de Bey­
rut'tan malzeme taşırlardı. Beyrut'tan Kudüs’e iki
günlük yoldur. İskeleden tâ Kudüs'e gelinceye kadar
herkesi topladı. Orası pazar idi. İşçiler, at ve develer
ile karrnca gibi çalışırlardı. Çadırlar tıpatıp birbirle­
rine bitişik idi. O cemiyete ne Oldu, ne olacak diye bir
konuşma yaptı.
Mescidin eni, uzunluğu bin arşın, bir rivâyette
yediyüz arşın idi. Direkleri altundan ve gümüşten
dökmedir. Kalanı yeşil somâkî mermerdendir; Yet-
mişbin kandil asılmıştır. Yetmişbin mücevher sandık
içinde Zebûr ve Tevrât vardı. Her biri bir türlü hatla
yazılmıştı. Duvarlarında; ,
\ 4 4 ^ tfv 4 4\ fi■ ■ s V.

J aj U1
- Aİ)t Vl 4-JI V
s ■} : ^ ' ✓ + •
S\ ^ / oJ û^ v: 'v İ' . * o j > <0 £ +
4&t ûUaJL*» J
> ^ / y
fi . * e . > o' ı ı

yazılmıştır. * f
146 İNCİ DİZİLERİ

Hak Teâlâ: "Yâ Süleyman! Sen ol Habibim Mü-


, hamıffed’m sâlihlerindensin ve Mûsa (A.S.) kapıcısı-
1dır. O bu Kudüs'den Mi'râc eyleyecektir." diye vahy
eyledi. Çebrâil onun üzerine al tundan kubbe ve
mihrâb yaptı ve makâmım hazırladı. Teraziyi ve
sıratı, vesâir kıyamet alametlerini bildirdi.
Süleyman Hazretleri hac farizasını yerine getir­
di. O gün beşbin deve'; beşbin öküz ve yirmi bin ko­
yum k ^ Sonra hacca vardı. O binâ o vakitten
heri duruyor.
Yâhya Peygamber (A.S.) şehid oldu. Onun
şehâdetine şu olay sebep oldu: Bir bey vardı. O beyin
de bir hanımı yardı.Yetmiş peygamber o kadının elin­
den şehid olmuştu. Kadının başka bir erkekten bir.
kızı vardı. Kızını, erkeğine vermek istedi. Erkeğinin
, hem kızının ve hem de kendisinin olmasını istedi: er­
keği başka yerden hanım almak isteyince bu kızı tek­
lif etti ve düğün yaptılar. Hazret-i Yahya'yı düğüne
dâvet etti ve nikâh duâsını okumasını istedi. Yâhya
(A.S.)İslâm dininde bu haramdır diyerek oradan çıktı
gitti. Kadın Yâhya (A.S.)'ya kin tuttu ve hilelere baş­
ladı. Bu kızı süsledi. Erkeğine şarap içirdi., Sarhoş­
ken kızını arzetti. Erkeği onu görünce meyletti. Ka­
dın da: "Bu güzel kızı sana vereyim , fakat Yâhya
m enetti." dedi.
Bey: "Yâ nasıl yapalım da bu kızı alayım?"
dedi.
Kadın: "Git Yâhya-yi öldü r ve al!" dedi.
$EYITİL-EKBER MUHYİDDÎN-t ARABÎ ======== X 47

Bey, Yâhya’ya giderek: "Sen m i bu kızı ben­


den men ediyorsun?" dedi.
Yâhya: "Evet, hahamdır!" dedi.
Bey, gadaba gelerek, koç boğazlar gibi boğazla­
dı. Yer, gök melekleri Yahya Hazretleri için ağladı­
lar. Sonra Bâbirden Sencâri adlı bir padişah yüzbin
kişi ile secâatla geldi. Yâhya‘Hazretlerini ve Kudüs’u
harap ederek halkını kırmak istedi. Hak Teâlâ onun
askerlerini kahreyledi. O ülke beyi Sencâriyi tutarak
hapsetti.
Hak Teâlâ o zamanın peygamberine vahy etti.
"O beye git, Sencâri salıversin ve batta riâyet
eylesin.'' buyurdu. Bunun üzerine o bey Sencâri salı­
vererek tâzimle yerine gönderdi. Nice zamandan son­
ra Sencâri'ye ecel geldi. Oğlu Buhtunnasır yerine pa­
dişah oldu. Atasının yerine geçdi. Atasının intikâmı
' için askerleriyle gelerek Kudüs'ü harap ette. Süley­
man peygamberin yaptığı mescidi yıktı. Taş taş üze­
rinde koymayarak bir çukur kazdırdı. Halkı çukura
koyarak üzerini toprakla örttü, sonra oradan gitti.
Kudüs-ü Şerif tâ Hazret-i Ömer (R.A.) zamanı­
na kadar böyle harap yattı. Kimse sahra neresidir bi­
lemediler. Şeytan - aleyhi laane- gelerek kâfirlere
gamâme yerini gösterdi. Kâfirler oraya bir kilise yap­
tılar. Şimdi kâfirler oraya Mekke diye gelirler. Sonra
Ömer (R.A.) hâlife oldu, Kudüs u ve Sahrâ-i bildirdi.
Ömer Hazretlerinden sonra Muâviye'nin oğlu
atası keffâreti için gelerek Kudüs'ün haremini Kub­
248 ' •. ^ İNCİ DİZİLERİ

be-i Sahrâ-i -MESCÎD-1 AKSÂ-yı yaptı. Hep nişan­


larını yer yüzüne çıkardı. Ondan sonra Şam'a gelerek
CÂMİ-Î BENÎ ÜMEYYE'yi yaptı. Orada kalmaya
karar verdi.
Sonra KÂBE-İ ŞERÎF'i Allah-ü Teâlâ imâr etti.
Onuri mimârı Cebrâil Aleyhisselâm ve meleklerdir.
Dağdan taş getirdiler. Hakk'ın emri ile biri Ara­
fat’tan, biri Tûr'dan, biri Cûdî’den, biri Hirâ’dan...
Başka riyâyette, yedinci gökten Kâ'be-i Şerife kadar
kızıl, yeşil zümrütten ^aîât'ıntfte'ücmna kadar döşe­
diler. Nuh Tufanında onu göğe çektiler. Sonra Allah-
ü Teâla nın emriyle İbrahim Peygamber (A.S.) yaptı.
Kâ’be’nin kerâmetleri çoktur. Bir çok keramet­
lerinden biri güneş Haniel burcuna gelince, Kâ'be’nin
hangi trafrna bulut gelse, o taraf yerinin ucunakadar
ucuzluk olsa gerektir. Eğer bulut dünyâyı kâplarsa
külli kızıllık olur. Eğer dört yanım kaplasa her İbra?
gölgelik olur.
Yemen'den Mekke'ye kadar ne kadar vahşi ca­
navarlar varsa, üç ayda bir kere Mekke hareminde
toplanırlar. Hangi hayvan gelmezse, onun sonu gel­
miştir. ' ^
Mekke çevresine hiç kiırt girmemiştir.
Sıcaklık ne kadar olursa olsun ziyân etmez.
Ona kast eden helâk olur.
Onda mücâvir olaiı usanmaz.
ŞEYITİL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ — J 49

Onu vanp gören bir kere daha varıp görmek is­


ter. Muhabbeti kalbinden gitmez.
AYASOFYA; . ,
Buhtunnasuy Süleyman Peygamber (A.S.)'in
mescidini yıktıktan sonra Rum’da Kostantmiyye -İs­
tanbul- şehrinin bir padişahı var idi. Dâvud şeriatı
üzere idi. Süleyman Peygamber'in mescidine nazire
bir mescid yapmayı kast etti. Ve ona nazire bir mes­
cid yaptı. Çevresine onbin oda yaptılar, Her odada
yedişer Ruhban vardı. Tevrat'tan, Zebur'dan,
Enbiyâ'daıi sahifeler okudu sonra onu hased ettiler.
.R eddedilm iş :.d üşm an' insan ın ardındaclır. O
kavini, iğva ile azdırdı. D ini terk ettiler. Hatta
bir âlet -direk- yaptırdı. Halkı kendi suretine taptır­
dı. Tam dörtyüz yıl bu küfürle hareket ettiler. Bir
gün Nevruz gününde cümle halk o yerde toplanmıştı.
O, kahhâr padişahın emri ile bir zelzele oldu. Altmış-
bin kişi o direk altında helâk oldu. Padişah çıkıp git­
ti. Yedi yıl şehir harap kaldı. Sonra başka bir Padi­
şah gelerek o şehri imâr etti. İslâm üzerine AYA-
SOFYA'nın dâiresinde bir yer, eski binânın eseridir.
Ondan sonra Buhtunnasır ö zamanda Kudüs’ü harap
etmişti. Padişah oha nazire olmak üzere bir mescid
binâ yapmayı arzu etti. Onun hikâyesi şudur ki; o pa­
dişahın bir kızı vardı. Adı Sofıyyâ Banû idi. Padişah
onu Rem iline ve Tuş bilâğma gönderdi. O kız oraya
vararak dağ yakınında bir şehir binâ etti, adını S0-
FİYA koydular. Ö kız orada vefat etti. Bir çok mal
kaldı. Kalan bu malla bir mescid binâ edilmesini
150 '. •- / — :— . . İNCİ DİZİLERİ

vâsiye t etti. Bıı vâsiyet padişahın kalbine de yatmış­


tı,
V';' ; : ;
O yıkılan direk taşını, kupıunu, kirecini erite­
rek mermerlerin bütün kalanını ve direklerini topla­
dılar. Yerini kazdılar. Büyük bir havuz yaptılar. Son­
rasını yeryüzüne çıkınca devam ettiler. Ondan sonra
yukarısını yapmağa başladılar. Mihrâbını Kudüs'e
çevirdiler. Zira o zamanda kıble Kudüs’e doğru idi. O,
acâyib yeşil,ve somaki mermerleri ve direkleri Süley­
man Peygamber (A.S.)'in yaptığı saraydan getirdiler.
Onun da hikâyesi budur; Magrip padişahı An-
kur Çâdu Süleyman’a itâat etmemişti, Süleyman da
işini pervabt eyledi. Onun gâyet güzel kızı vardı. Ace­
le onunla nikâh ederek evlenmek üzere bu sarayı
yapmıştı. O direkleri, mermerleri Süleyman (A.Ş.)
Kâf Dağından devlere getirtmişti. Sonra p kız Süley­
man'dan gizlice anasının resmini yaptırarak ona ta­
pardı. Süleyman Peygamber onu öğrenince kızı helâk
ederek sa ra y ı da terkettiğinden harab olmağa yüz
tutmuştu. -
O Padişah, o mermerler ve direklerle Ayasof-
ya’yı inşâ ederek yaptılar. Seksen yılda tamam oldu­
ğu rivâyet olunur.
Binânın uzun müddet yarım kalmasına sebep
şudur: Bir gün üstatlar kuşluk yemeğine gittiler.
Mihrâh yerinde âlet ve edevâtı beklemek için bir oğ­
la n b ıra k tıla r. Yalnız bir kişi geldi ve: ,fEy oğlan! Ni­
çin bu binayı acele yapm azlar, tez var gelin." de­
di,
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İARABÎ ======== J5J

Çocuk:’’Ben usta ile âlet v e edevâtı bek le­


rim ," dedi.
Usta: 'B en beyiyeydin, sen git on ları ça ğ ırt
■ dedi. ' ■
Çocuk: "Sen gidersin." dedi.
Usta: "Vallâhi gitmem." dedi.
Çocuk ustalara geldi, "Boşsunuz!" dedi. Ittifâkı
padişahın etrafında buldular. Durumu sordu, "Akıllı
kişi!" dedi. Çocuğu Anadolu'ya.geçirdiler ve uğurladı­
lar. Ve 'Yüksek yere geçm e!" diye tenbih ettiler. O
kimse kıyamete kadar bekler'. Meğer o kimse melek
..-idi. :
"B ir kim se ona varacak h a cet d ilese ve
âm in dese duâşı kabul olur." derler.
Bir rivâyette o binâ yapılırken demir işleri ye­
tişmedi. Padişah çok üzüldü. Bir gün bir kişi geldi.
Ve "M elül olma!" dedi."Baha işçi ve deve ver, sa­
na gereği kadar esbâb getireyim " dedi.
Adam ve deve yerdiler. O kimse bunları aldı git­
ti. Sonra şehirden dışarı çıktılar. Sahranın ortasında
bir dam gördüler. İçine girdiler, "Ne güzel, işim ize
yarıyacakr dediler. Alıp geldiler. Padişaha haber
verdiler, Padişah adam gönderdi. Vardılar ne insan
var, ne dam. Gelerek haber verdiler. Padişah durumu
anladı. Hak Teâlâ Hazretlerine hamd şükürü yaptı.
Ondan o yeşil ve somâki direkleri diktiler. İçine ve dı­
şına üçyüz direk dikti. Tam kubbeye gelince mimârı
152 ' ' ------------ . — İNCİ DİZİLERİ

kayboldu. Firengistan’a giderek bir ev yaptı. Sonra


gelince padişah onu cezalandırdı.
Mimâr: "Eğer k u bbeyi bina yapsaydım , bu
bin â yerine oturm ada zarar olurdu. Lâkin şim ­
di oturm uştur," dedi. Gelerek kubbeyi yerine koy­
dular. Sonra lier bölgenin ustalarım getirerek her ta­
rafa koydular. Türlü türlü kavisler yaptılar. Padişah
duvarlarına altım ve tahtalar koymalarım istedi. Fa­
kat koymadılar. "Zira senden sonra yoksul b ir p a­
dişah gelir ve onlara tam ah ederek soyar. Ö yle
b ir şey yapalım ki, altundan ve gümüşten iy i ol-
su n ” dediler. ,
O ak, yeşil, kızıl ve san mermerleri tahta tahta
biçtiler, duvarlarına koydular. İkiyüz kubbeli ve iki-
yüz kapılı bir mescid oldu. Vaktâki tamamlandı.' Pa­
dişah altundan ve tekerlekleri gümüşten bir araba
yapılmasını emretti. O arabaya binerek kapusuhdan
mihraba kadar yürüttü. Ve: *Ey Süleyman yendim
seni!" dedi. İçme zârlar atlar. Ve ayrıca da atlasdan,
altundan ve gümüşten kandiller astılar. Süleyman
(A.S.)'dan sonra kimse onun gibi binâ görmedi.
Eaşûlüllah Hazretleri (S.A.V.) dünyâya gelince­
ye kadar ö binâ dimdik dururdu. Rasûlüllah Hazret­
leri dünyâya geldiği geçe meşhur kiliselerin kubbesi
yıkıldı. AYASOFYA'mn dahi kıbleden yana kemeri
ile kubbesi yıkıldı. Ne kadar yapmak istedilerse e,
binâ yaptıkça yıkıldı. Sonra nâçar kaldılar. Rasûl
Hazretlerine elçi gönderdiler, durumu izah ettiler,
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABİ s = s = = s 153

Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri bir avuç toprak vere­


rek: 'V arın bunu kirecine, katın." dedi.
Dostları:■"Yâ Rasûlallahl Ne h oş, kâfire bu
kadar yardım ettiniz dediler.
Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri: "Onu kâfir için
verm edim * b ir z a m a n gelecek üm m etim on da
namaz kılacaklar, lâzım olacak!" buyurdular.
Vaktâki, İSÂ'ya nübüvvet geldi. Bir zaman İSÂ
(A.S.) dinine tâbi'oldular. İSÂ'dan sonra dini terketti-
ler. Rasûİ H azretleri gelince putlar bâtıl oldu»
D în î M uhâmmed Aleyhisselâm - kıyâm ete
kadar kâim duracaktır. Elhamdüiillâhi Alâ dîni'l-
' İslâm,'
Firengistan'da bir yer vardır. Onu İsâ Peygam­
berin yârenleri yaptılar. O zaman İsa’ya nübüvvet
geldi. İsâ’mn yârenleri her tarafa giderek dâvet etti­
ler. Onları dahi kabul ettiler. İslâm üzere oldular.
Fakat sonra azdılar. Ö zamandan beri o evler meş­
hurdur. Mihrabı Kudüs'e doğrudur. Zirâ o zamanlar­
da olan Enbiyâlar, namazı Kudüs'e doğru kılarlardı. /
Rasûlüllah (S.A.V.) Hazretleri dahi altı ay ka­
dar namazı Kudüs'e doğru kıldılar. Sonra Yahûdiler
taan ettiler. Hak Teâlâ'nm emriyle Gebrâil gelerek
Rasûİ Hezretlerini, öğle namazım kılarken Kâ’be'ye
döndürdü. Nasara Kavmi dahi İslâm üzere iken Ku­
düs’e yönelirdi. Azıcık gün doğusuna döndüler. Böyle**
ce. dinlerini değiştirdiler. Onların dinlerini değiştir­
diklerine kıblelerini başka yere döndürdükleri
154 ' - . - - — ' İN Cİ DİZİLERİ

şâhiddir. Cümle Enbiyâ Kudüs'e doğru kılarlardı.


Şeytan aleyhi'l-lâ’neniu iğvâsı ile döndürdü.
Hangi kilisenin mihrabı Kudüs'e doğrudur. O
İslâm üzere yapılmıştır, diyerek Firengiştanda eski ,
zamanlarda İsâ Ruhullah Yârenleri dâvete vararak
onlar dahi kabul edince, kıbleyi Kudüs’e doğru yap­
mışlardır,
0 Rafîziler ki, Nasrâni kavmidir. Bunu düşün­
mezler mi ki, evvel zamanda kıble Kudüs'e doğru idi.
Gün doğusuna ne sebebten dolayı oldu? Meryem
hâtûn (R. Anh.) gusül ederken gün doğusuna doğru
idi derler. /■ ' ;
Âdaba riâyet ederek, kıbleye karşı etmem de­
mişti. Öyle yapmak onlara isbât olmadı; zâhirdir. Bu
da küfürlerini şâhiddir.
Dom uz etini yem ek, şaraba helâl dem ek,
suretler yapm ak, bunlar hâşâ İSÂ tâlimidir. Bu
fiiller dahi onların küfrüne şâhiddir. j
Firenğistan’da bir yer yardır. Mihrâbı Kudüs’e 1
doğrudur. Onu İSÂ peygamberin yârenleri yaptılar.
Onun dikme direğini bir cevhere ve onun bir direğini |
padişah bin kez bin altuna istedi, vermediler! Aske- |
riyle zorla, gücüyle almak istedi, derman bulamadı. |
Artık ona kimse derman bulamadı. O direği, gökten |
melekler indirdi derler. Onun her direği bir rayha
keffârettir. Onun bir direğinden daima bal sızar der- |
ler, nice eve yeter. Meğer İsâ (A.S.) seyâhatta o odaya |
gelince, onları kimse konukluğa almamışlar, İsâ J
ŞEYH'İL-EKBERMUHYİDDİN-İARABİ - J55

(A.S.) da duâ etti. Bal revân oldu. Onu yediler. Şimdi


dahi kesilmedi. İsâ (A.S.) yârenlerinin üçü orada ya­
tar, Ziyâretgâhtır. Onların biri Gotus, biri Turyâse,
biri de Nanbos'tur. O yerin padişahı ne yapacağını bi­
lemese gelir, ondan işâret alır, ona göre çalışırdı.
M îtâ denen bir yer vardır. O da Frengistan'da­
dır. Onda üçyüzoniiç Mürsel peygamberin resimleri
vardır.
Lisân denen bir yer vardır., Onda ateş yaksalar
ateş içinden hazin sesler gelir. Ne dese cevap verir.
Nitekim Mecûsîlerin ateşi öyle idi. Şeytan aleyhi'l-
la’ne girerek söylerdi.
Dünyâda mescidler ve evler çoktur. Eskiden
mihrablan Kudüs'e doğru yapılmıştır. En meşhurla^
nnı beyân eyledik
DOKUZUNCU BÖLÜM

SÜLEYMAN PEYGAMBER (A.S.)TN


TAHTINI VE SALTANÂTINI BEYÂN EDER

Acâyiblerden biri de, Süleyman (A,S.) Hazretle­


rinin tahtı ve hükmüdür ki, cümle eşyaya hüküm
ederdi. Hak Teâlâ Hazretleri Süleyman Peygambere
saltânat vermişti ki hiç kimseye verilmedi. Hak
Teâlâ Hazretlerinin eniri ile Cebrâiî Aleyhisselâm
Cennet'ten O'na mühür getirmişti. Ne zaman mühür
Süleyman'a verildi, cümle dünyâ halkı insan, hayan,
cin, dev, peri, hatta rüzgâr, kuş, yılan, kannca O’nun
emrine itaâta girmişti. Cümlesinin konuşmasından
anlarda -bilirdi- ve halk da bilirdi.
Bazı kimseler; "ne zaman Âdem (A.S.) Cen­
net'ten çıktı, beş şeyi de beraber çıkardı" dediler.
Bunlardan biri asâ, biri mühür, biri incir yaprağı, bi­
ri ayva getirdi. Biri de ağlamaktır.
1— Asâ; silsile ile Musâ Aleyhisselâm'a kadar
geldi.
2 — Mühür; Süleyman Aleyhisselâm Hazretle­
rinde son buldu.
158 İNCİ DİZİLERİ

3 — İncir yaprağını geyik yedi. Köpüğü misk ol-


du.
4 — Ayva; cennet bahçelerinden mübârek bir
meyva olarak verildi ve cennet kokusunun eseri onda
kaldı.
5 — Ağlamak; çocuklara yerildi. O vakitten son­
ra dünyâya gelen ağlayarak gelir, ağlayarak gider.
Fakat mü minler ağlayarak gelir, gülerek gider. Zirâ
dünyâ m üslüm anlara zindandır, kâfirlerin cen ­
netidir. Nitekim Hazret-i İtasûl (S.A.V.):

O S fi O. ş o f S

IjjJl

"Dünyâ ıriü'minin hapishanesi, kâfirin Cen­


netidir." buyurmuştur.
Buna münâsip bir hikâye naklederler; Bağdad
şehrinde İmam Ebû Hanîfe (Rahmetullahi aleyh) gi­
derken, çıplak bir kâfir, arkasında atlas kaftan giyen
İmam Azam'a: ‘Y â İmam! S a n a b ir suâlim var,
bana cevap ver." der. \
İmam A'zam Ebû Hanîfe: 'N edir suâlin?" dedi­
ğinde: .
Kâfir: "Sizin peygam berin iz H azret-i Mu-
ham m ed M ustafa (S.A.V.) dünyâ m ü'm inlerin
zindanıdır, k âfirlerin çen n etid ir buyurur. Sen
ŞEYH'İL-EKRER MUIİYİDDİN-İ ARABİ

ise b u cü bbe ve sarıkla, güzel elbiselerle sana


dünyâ neden zindan oldu da, bana bu zilletle
neden cennet oldu?" dedi.
İmam A’zam: "Ey kâfir! Eğer sen ceh en n e­
min odundan dağlarım , irinden kan derelerin i,
derin kuyularını görecek ve ateşten taputları-
m , akreplerini, yılanlarını, iglâl, inkâl, selâsilen
ve h ey b etli zeban ilerin azâpların ı göreyd in ,
ona nisbet bu zillet sana cennettir; Am a tuhaf
olan bu ki onu buna kâil olurdun. "Yâ R abbi,
beni geri dünyâya gönder. Sâlih am eller yapa­
yım!" diyecektin. ■
O zaman Kur'an-ı.Kerim'de:
1 Ö :'V v . O : v S > ■ ...

'M & i ^ -Ut Spj


' ' ,Jl .i ✓ i» . S

\jj IS" LiJ „

'15uğün on ların ağızları üzerine m ühür ba­


sarız ve bize elleri söyler ve neler kazanır o l­
duklarına dâir ayakları şehâdette bulunur."
[Yasin suresi; ayet: 65] H itâ b ıg elecek , bu zilleti
dahi bulam ıyacaksın.
E ğer sen cenneti göreydin, ö ba h çelerin ,
köşklerin, hurilerin, gılm ânin, yildânin, nehir­
lerin, ağaçların, hususan Hak celle ve alâ Haz­
retlerinin güzel cem âlini göreydin, ona nisbet
bu dünyâ zevki bana ve şâir m ü'm inlere zindâr-
dır. Var kâfir aklına başına devşir." dedi.
IS O - ■' ' -— - - — ' ÎNCİDİZİLERİ

İm am A'zam 'a Hak rahm et eylesin ve cüm ­


le müslümanlara.
Sözümüz Süleyman'da idi. Ne vakit mühür Sü­
leyman Hazretlerine verildi, o mühür çekili idi.
Bir tarafında:
\ i J > 1>i > i jj ■ /
4Jİ J 4 İ 1 İ ^ 4JI V
^ .. ^ ^

"A llah'tan başka yaratıcı yoktur. Hz. M u­


hammedi Allah'ın peygam beridir."
Bir tarafında:

' Ol 1 01 O |y |y o y jj ^ A 0 ^ ^ J
<} < 0 - j Vi dJUu ç . ^ j s *

"O ’nun zâtından başka h er şey helâk olucu­


dur. Hüküm O’nundur ve O 'na döndürüleceksi-
nizdir." [Kasas süresi; ayet: 88]
Bir tarafında:
># * J > e ^ ‘ e> I / 'o O |y/
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-İARABÎ — r ■ - ~ 261

"Ve göklerde ve yerde büyüklük O'na mah­


sustur ve aziz, hakim olan da O'dur." [Casiye su­
resi; ayet: 37]

t . J* s u X >

%
'i 14&I i l j L i
✓ *

; ) '. • ■ ; - • '
yazılmıştı. Ve bir tarafında da:
"M ukaddir olanların en güzeli olan Allah-ü
Teâlâ, pek mübarektir.'IM ü'ıhinuh suresi; ayet:
14] yazılmıştı.
Ne. zaüiân mühür Süleyman'a verildi, uçtu arşın
bir köşesin^ kondu. Hak Teâlâ: "Ey m ühür, izzet ne
için böyle yaptın.” buyurdu. ;
Mühür: "Beni o, senin ahdihi unutan ada­
m ın nesline verdin " dedi.-
Hak Teâlâ: "Ey m ühür, izzet eğ er ahdim i
Âdem saydı ise, bn kürsîyi b ir kişiye verdim ki,
I o benim ahdimi unutmaz." buyurdu.
Hak Teâlâ Süleyman'ı dâvetle vazifelendirdi.
Cebrâil Âleyhisselâm Aşûra Günü mühürü Süley­
man'a getirdi. Ve:
262 ■ İN C İ DİZİLERİ

"Bismillâhırrahmânirrahim: dedirtti.
İnsanlar, cinler, kuşlar, cümle eşya Süleyman’ın
emime mahkûm oldu. Kıssa büyüktür. İşler ve hik­
metler, acâyib şeyler işledi. Nice serkeşleri zebûn ey­
leyerek itaat ettirdi. Câllût'la cenk etti. Kardaşı
Edbetâmî’yi kahretti. Cümlesini zikir etsek kitaba
sığmaz. Tahtım havâ, yel götürdü.
Bir gün Süleyman (A.S.) Mekke’ye geldi. Mekke
içinde evler gördü. "Bu âhir zaman Peygamberinin
(S.A.V.) hicret edeceği yerdir." dedi. Durdu, içine gir­
medi. Geçti gitti. Mekke onu gördü, ağladı.
Hak Teâlâ: 'Y â Kâbe! N için ağlarsın?" buyur­
du. ■
Kâbe: 'Y â R abbi" N için ağlam ayayım , senin
peygam berin benim üzerim den geçti, gitti. Ge­
lip beni ziyaret ederek nam az kılmadı." dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri: 'Y â Kâbe! Ağlam a ki,
âh ir zamanda n ice yü zler sana yüz sürecek. Ha-
hibim M uham med'i sende vücûde getireceğim .
Seni, sana ziyâret etm eği ümmetime farz ed ece­
ğim . Seni putlardan ârm dıracağım , onda Süley­
m an tam am en p a d işah lığı kem âline erd ird i.
Cümle eşya ontın em rine mutiVve munkâd oldu.
N ice âsi d evleri tutarak, itâat altına koydu,
âmâna sarıldı. Beyt-î M ukaddes'! -M escid-i Aksa
yaptı." buyururdu. Nicelerini yukarıda zikrettik.
Âcâyiblerinden biri de O'ntm tahtı idi. Süley­
man bir gün altundan ve gümüşten bir döşek dokuya-
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ = = = = = = = = 163

rak Hatay ve Rûm desenleriyle bağlamalarım emir


buyurdu. Öyle yaptılar, bir sahrâ gibi bakanın gözleri
hayran olurdu. Uzunluğu üç mil idi. Bu döşeğin üze­
rinde bir kürsî düzdüler, çeşitli cevherlerle tezyîn et­
tiler. Sağ yanında öniki bin kürsî, sol yanında yine
oıiiki bin kürsî vardır. Ağaçtan ve abanostan, nur­
dan, kızıl altündan ye gümüşten yapılan bu sandal­
yelere İsrâiloğullannın ûleması otururlardı.
Süleyman Peygamberin kürsîsi dört arşın bü­
yüklüğünde idi. Ve bu döşek üzerinde yetmişbin
inihrâb vardı. Her birinde bir velî otururdu. Altom­
dan ve gümüşten oniki müderrisi vardı. Tevrat'tan ve
Zebur'dan ders verirlerdi. Cümlesinin seslerini,
rüzgâr, Süleyman’ın kulağma götürürdü. Bu saltanât
ile o tahtı rüzgâr götürürdü. Dört tarafından rüzgâr
eşerek ağır ağır kaldırırdı. Bir kimseye zarar etmez­
di. Her günde bir aylık yol giderdi. O tahtm üzerinde
sırçadan bir ev yapmışlardı. Kendi tahtı cevherden
idi. O tahtın dört direğinde dört ağaç vardı. İkisi al­
tımdan, ikisi gümüşten, üzerlerine yakuttan iki ta-
vuş kuşu yapmışlardı. Her yönünden misk ve anber
saçüırdı ve iki kürsî yapmışlardı. Yakuttan kanatla­
rını açarak ağaç üzerinde gölge ederlerdi. Ve tahtı
üzerinde altündan iki aslan gözleri cevherden, başla­
rı kırmızı yakuttan, taçları zübercetten yapılmıştı.
Kırmızı mücevherlerden, yâkuttan, zümrütten
her gâh ki Hazret-i Süleyman tahta ayağını koyardı.
Ne zaman ayağım tahta bassa, o tahtı çevirirdi. O as­
lanlar ayakta durarak pençelerini açarlar, kuyrukla­
rım yere vurarak öne devirirlerdi. O tahtın her aya­
264 — > İN Cİ DİZİLERİ

ğında bir aslan birbirine gevher sunardı. Bir aslan


Ejderhâya binmişti. Üzerinde tavuslar gölgelik eder­
lerdi. Taht döndükçe kanat kanada vururlardı.
Hazret-i Süleyman her ne zaman o kürsîye bin­
se, o güneş yüzlü mahbûbeler Süleyman Aleyhis-
selâm'ın karşısına durarak inciler ye cevherler saçar­
lardı. Ve ne denli insan olursa, kafasından bir dev,
ayakta dururdu* Her devin ardınca bir yırtıcı canavar
pençesini açarak dururdu. Gökyüzünde kuşlar kanat
kanada vurarak gölgelik ederlerdi.
O tahtın adı "K evkebü'l Cennet” idi. O heybet­
ten kimse gelerek Süleyman Hazretlerinin divânında
yalan dâvâ eylemeğe mecâli yoktur ki, nazar edenin
aklı giderdi. Gâyet keskin nazar ederdi
Süleyman Hazretlerinin üzerinde ipekten çadır
kurularak dururdu. Onun üzerinde altun rahle iki
güvercin koymuşlardı, önüne rahle ile Zebur'u geti­
rirlerdi. Süleyman Hazretleri onu okur, okudukça
kâğıtları açarlardı.
Âsıf bin Berhayâ, vezirleri idi. Süleyman'ın as­
kerlerini Süleyman'a bildirirdi. Öndokuz kere yüzbin
kez yüzbin ilim sahibi divan sahibi onun defterinde
yazılı idi. Her biri oniki kere yüzbin ere sahip olup
emrederlerdi.
Devlerin kimi Âdem suretli, kaplan şîretli, kap­
lan gövdeli, kimi öküz başlı yılan şekilli, kimi ejderhâ
başlı doğan pençeli, kimi maymun yüzlü, kimi eşek
ayaklı arslan suretli fil gövdeliydi. Ağzından ateşler
ŞEYH'İL-EKBER MVHYİDDİN-İ ARABÎ ■ ------ --------------------------------- ^65

saçılır, kimi fil kulaklı, fil dişli, fil hortumlu yüzlerine


bakanın Ödü kopardı. Bu heybetli kimseler Süleyinan
Hazretlerinin emrine mahkûn idiler. Bir kimsenin
kendinden zerresi yoktu. Bir lâhza Süleyiiian'm em­
rinden dışarı çıkmazlar. Bunların gıdaları sıcak yel,
kaynar sulardı. ■■■ •vK.;" ^
On bin kere yüzbin çirkin suratlı şekilleri vardı.
En aşağısının bin batman kuvveti vaMı. İsteseler bu
dağı yerinden koparıHardı. Bunların beylerbeyi
Tamarbâd idi. Cümlesi onun hükmünde idi. Kuşların
beylerbeyi Zümrüd^ü Ankâ id i. Yırtıcı hayvanlara
Arslanı padişah yapmıştı* Yılanlara ve diğeHerine
ejdarhâyı padişah etmiştik İnsanlara ye cinlere Âsıf
bin Berhaya hüküm ederdi. Onun hizmetindi çalışır­
lardı. Bu saltanât ile o dâhi ecelden emân bülamadı.
altmış yaşmda dünyâdan gitti. Kimse onların Kabr-i
şeriflerini bilmez, kimi Kalzem’de, kimi Muhit’te bir
çölde* derler.
Bazı hikâyelerde yalan gerçek nice kimseler
Vâkıaya uğrayarak serancanlarla onun saltanâtmdan
haber verirler. Cezirelerde? tahtüzerinde diri gibi ya­
tar derler, kimse üzerine varamaz. Tılsımlar bağlan­
mışlar diye rivâyet ederler. Bü şekilde rivâyetler var­
dır. Doğrusunu Allah bilir. ^
Gaybi bilen ancak Allah'tır.
ŞEYH'İL-BKBER M UHYÎDDÎNİ ARABİ -------------- — — —

ONUNCU BÖLÜM

BELKIS'IN TAHTINI VE SÜLEYMAN İLE


BULUŞMASINI BEYÂN EDER.

Belkıs SAN'AN ilinin padişahı idi. Onun eli al­


tında oniki bin er vardı. Her bey onikibin ere hükme­
derdi. Onun tahtının uzunluğu seksen arşın idi. Yü­
celiği otuz arşındır. Âltundan, gümüşten, yâkuttan
ve zübercedden ve kıymetli taşlardan murassâ idi.
Bir acâyib bina idi.
Bir kubbe üzerine beşyüz mermer direk vardı.
Her direk otuz arşın idi. Dünyâda ne kadar nakış
varsa onda mevcuttu. Her direkte levhalar asılı, al-
tun ve kıymetli taşlarla döşenmiş idi. Dört yanında
döt direk vardı. İçi altun dolu idi. Üzerinde altundan
bir köşk vardı. Ve oniki bin subaşısı vardı. Artık ka­
lan saitanâtım buna kıyâs eyle.
Bir gün Süleyman Hazretlerinin tahtım yeİ gö­
türüp giderken bir sahrâya indiler. Kuşluk yemeğini
yediler. Süleyman Hazretlerinin Hüdhüdünü gördü.
SüleymanW Hüdhüdüne: ''Sen kim sin, h iç gördü ­
ğüm yok?" dedi.
Belkısin Hüdhüdü'de, Belkısin tahtım ve saita-
nâtım bir bir vasfeyledi ve askerlerini bildirdi.
168 İN CİD İZİLERİ

Süleyman’ın Hüdhüdü gelerek Süleyman’a ha­


ber verdi. Hüdhüd'den işittiği gibi Süleyman da mek­
tup yazarak Hüdhüd'le gönderdi. Onu dâvet etti.
Vaktâki Hüdhüd, Belkıs'a geldi. Fakat başka bir
Hüdhüd gördü. Belkıs akıllı bir kadın idi. Sarayına
girdi, kapılarını ve pencerelerini örttü, yattı. Hüd-
hüd’de onu gördü. Ne yaptı, yaptı, bir yerden içeri gi­
rerek mektubu Bölkısın göğsü üzerine koydu ve gitti.
Belkıs uyanır uyanmaz mektubu gördü, korktu.
'B unu g e t i r e n Süleym an'dır." dedi. Divanı topladı.
Beylerine okudu. "Süleym an bizi dâvet ediyor, he
dersiniz." dedi. Beyler: "Yerimiz çoktur, cenk ede­
riz." dediler.
Belkısa: 'İ y i dersiniz, ben de sizden bunu
um ardım . Fakat ışid iriz k i, o n ice m ahlûka ta
Jıümük ederm iş, kim se on u n önüne duram az­
m ış, o Buralara gelecek olu rsa buraları harâb
eder, taş taş üzerinde koym az. Ama elçi gön de­
relim ; m urâdını görelim ," dedi.
Elçi göndermeğe karar vererek, yüz kızı oğlan,
câriye oğlanı da erkek suretine koydular, yüz oğlanı
kız suretine koydular. Muradlan Süleyman'ı imtihan
etmekti. Beşyüz altun kerpiç, beş yüz gümüş kerpiç
ve hokka içinde delinmedik inci ısmarladı. Bunu de­
lecek kimse insan ve cin olmasın. Bu sebeplerle vezi­
rini gönderdi. Vezir yolda giderken, Hüdhüd Süley­
man'a olanlardan bir bir haber verdi. Vaktâki elçi
yaklaştı. Süleyman divanın etrafını altun gümüş
kerpiçlerden kaldırım gibi döşemelerini emir buyur­
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDÎN-Î ARABÎ
169

du. Canavarlar üstüne tersleyiverdi. Halk onun üze­


rinden yürüyerek divana gelirlerdi.
Elçi gelince gördü ki, altun gümüş kerpiçlerin
hiç itibârı yoktur; utandığından kerpiçleri yabana at­
mağa başladı. Sonra gelerek Süleyman ile buluştu.
Oğlanları ve kızlan teslim etti, Süleyman önlân
görünce hareketlerinden boşlanarak, her birinin elle­
rine birer ibrik vermelerini ve yüzlerini yıkamalarını
emretti. Evvelki oğlan suretinde dişiler ibriği sol eli­
ne alarak sağ eline koydular. ,
Süleyman: '$ e lk ıs b izi im tihan etm ek mi is­
ted iler, bunların elb ise le rin i değiştirm ek ten
m aksadı nedir?” dedi.
Elçi hokkayı getirerek Süleyman Hazretlerinin
önüne koydu. Nitekim ışmarlamıştı. "Bunu d e le li
ins ve cin olmasın, dev ve peri de olmasın." dedi.
Süleyman;Hazretleri: "Ağaç delen ku rd onu
deldi." buyurdu. Ağzına iplik a la r^ inanin bir yâr
nından girerek öte yanından çıktı. 4 V~
■j; :

Elçi ise selâm ve kelâm, şevâp ve cevaptan son­


ra destur diyerek ayrılmak istedi. Süleyman Aleyhis-
selâm bir mektup yazarak elçiye verdi. Ve Belkıs’ı
helâllığa istedi.
II
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
m .
*u \ ° 6it ^ı 0 *** ' . : 'i.,-:-**
U ö ------------- - - İN C İ DİZİLERİ

"O m uhakkak ki, Süleym an tarafından ve


şüphe yok ki O: "Rahman, Rahim olan A llah'ın
ism iyle" haşlanarak yazılm ıştır. (Şöyle ki:) Bana
karşı tekebbürde bulunm ayan ye ban a m üslü-
rnanlar olarak geliniz." [Nemi suresi; ayet: 30-31]
buyuruîmuştur.
Vaktâki elçi Belkış’a geldi. Gördüklerini bir bir
beyân etti. Belkıs'ta kendisine tabi olanları bir divan­
da topladı.
Belkıs: "Ne dersin iz, Süleym an b izi dâvet
eylem iş. Eğer ona itâat etm ezsek, gelir m ülk ve
saltanâtım ız elim izden gider." dedi.
Beyler, uygun görerek itâat ve rızâ gösterdiler.
Zira Belkıs akıllı kadındı. Belkıs, Süleyman'ı ne ka­
dar imtihan etti ise, padişahlıktan bir eser göremedi.
Fakat nübüvvet eserlerini gördü. Bu sebebten ona
rızâ gösterdi. Bundan sonra vanş geliş, veriş biliş, gö­
rüş oldu. Nihayet Süleyman göründü. Cin tâifesi bu­
nu işittiler, korktular. Ve neden alıyor diye Süleyman
Hazretlerini ayıpladılar.
Ayıplamalarına birinci sebep Belkıs’m aklı kısa-
•dır. ■
İkinci sebep ise baldırı kıllıdır. Zirâ : 'B elkıs
, Â dem 'den doğd u . A tası cin id i. Bunun aklı
Âdem gibi kâm il olm az. Elbette hayvanâta nis-
beti vardır." dediler. Ama Belkıs’ta o ayıp yoktu.
Aklı kâmil idi. Cin taifesinin böyle söylemekten mu-
radlan budur. Süleyman'ın Belkıs'tan bir oğlu cin idi.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ = = = = = J71

"Y anlışlıklardan kurtulm ağa bu v esile ile Bel-


k ıs'ı tantana ile almağa âdem îler geldi." dediler.
Süleyman da cin tâifesinden bu haberi işiterek dedik­
leri gibi midir diye imtihan için, Belkıs gelerek ondan
inçe su sunarak çürmüne "Şaldırını aç, Süleyman gö­
recek!" cin tâifesi böyle demişti. Belkıs dâhi yanma
yaklaştı, istekliler de geldiler.
Süleyman başım kaldırarak: "Ey acep kim ola
ki Belkıs buraya gelm eden O 'nun sarayım bu ­
raya getirsin, tâki buraya gelin ce sarayım bu ­
rada görsün. /
Biz de O'nun aklı kâm il olduğunu biliriz.
Cin tâifesinin dediği gibi değildir." dedi.
Bir ifrit -Cin tâifesinden biri- yerinde durarak:
"Hazret-i-Süleyman buyurursa yerinden durm a­
dan getireyim " dedi.
Hazret-i Süleyman: "Ondan daha tez kim ge­
tirecek?" dedi.
Âsaf bin Hayâ Hazret-i Süleyman'ın veziri idi.
"Em rederseniz tarfetü'layıi için d e ben götü re­
yim ." dedi. Ve öyle yaptı. Müsâde eder etmez tarfe-
tü'l-ayn içinde bir gürültü koptu, âniden sahrâ içinde
bir saray peydâ oldu. Bundan acâyib ne olabilir.
Onun vukûu Kur' an-ı Kerim’de buyurulmuştur.
Süleyman hazretlerinin murâdı bu idi ki, taht
gelince Belkıs'a soracak, eğer Belkıs bilirse Süley­
man bilecek ki Belkısın aklı kâmildir. Cin tâifesinin
dediği gibi değilmiş ve hem Süleyman Hazretlerinin
172 --------- . İN C İ DİZİLERİ 1

peygamberliği zâhir olacak. Vaktâki Belkıs geldi. O


dereyi Su sanarak geçmek için eteklerini kaldırdı ki
geçsin, bir de gördü ki su değilmiş ve eteklerini salı­
verdi. Utanarak Süleyman'a gelerek buluştu. Elini
öptü.
Süleyman: "E y canım , bit senin arşına ben ­
zer mi?" dedi.
Belkıs:"Ke ennehû yan i ona b e n z e r" dedi.
Süleyman:'Hâzâ inin fad lî R a b b î" dedi.
Süleyman bir çok kere bunu imtihan etti. Akimı
kemâlde gördü. Aina ulema ve ukelâ bunda ihtilâf
ederler. Bazıları Belkıs'ın sarayını götürdü derler,
bazıları Süleymân’ın mûcizesidir derler. Bazıları:
"H ak Teâlâ H azretleri k âd irdir, onda oniı hem
idâm eder, hem de icâ d eder. Ancak insan oğlu ­
nun kudreti var, kim O 'nun gibi yapabilir* K ud­
ret ve kuvvet A lla h 'ın d ır. Bu m ülkü yok ta n
vücûda getirdi. Âlem i âlem için de düzeltti. Â de­
m i âdem e dahi kıivvet vererek bunu yapm ak
acayib olm aya. Z irâ n e d ilerse işler, ku dret
O'nundur." derler.
Belkıs sarayını gördü, hayran kaldı. Onda şüp­
hesi zâil oldu. Gân-ı gönülden Süleyman’a teslim ola­
rak:
'■> ■ * * J l\ g ' >' ■

dedi.
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDİN-İARABÎ = = = = = = = J73

N ice zaman bu fâni dünyâda yaşadılar, s o


h u n d aon la r da ecel şerbetini içtiler. Felek çar­
kı on ları da toprağa sürdü. 'E nbiyâya, evliyaya
k a lm a y a ca k Olan d ü n y â , M u h am m ed
R asûlüllah (S.A.V-) H azretleri ki, Hak Celle ve
Alâ H azretleri âlem leri O 'nun dostluğuna ya­
ratm ıştır. Ona dahi kalm adı.
Ne bah tlı o kim se ki, bu a zıcık öm ür için ­
de, Ömrü zâyi etm eye, h ayırlı am eller ile geçi-
■$
ONBÎRÎNCl BÖLÜM

ÖMÜRLERİN TAKDİRİNİ BEYÂN EDER

"Ulema ve ukalâ, her yıldızın seyrine göre o dev­


rin zamanındaki ömürler dahi ona göre takdir olur."
demişlerdir. .
Adem Aleyhisselâm Zühal -Satürn- devrinde
halk oldu. Zühal burcda iki buçuk yıl durur. Ve o za­
manın insanı bin yıl yaşardı. Nitekim Adem Aleyhis­
selâm bin yıl yaşadı. Ve insanın boyu poşu ona göre
olurdu.
Âdem Aleyhisselâm’m ayağı altmış arşın idi. Ve
hayvanlar dahi ona göre idi. Her şeyin boyu poşu ve
kuvveti zamanına göredir.
Müşteriye (Jüpiter) gelince, ö dâ Zühal devrin­
den eksik değildir. Ömür v.e kudret dahi biraz takdir
olmuştur. >
Bir gün Nûh Aleyhisselâm bir kız gördü. Gâyet
güzel idi. "Yâ kızcağız kaç yaşındasın?” dedi.
K ız:" Yüzsekseri yaşındayım ." dedi.
Nûh Alevhisselâih: "Bulûğa erişm em işsin."
176 \ ' İN C İ DİZİLERİ

dedi ve yirmi yıl daha sabrederek bekledi. Tâ ki kız


bâlig oldu. Ondan sonra nikâh ederek aldı.
O zamandan bu yana ömürler azalmaktadır. Bi-
ribirinden azdır. Şimdi zamanımız A y devridir. Gâyet
süratli geçer. Ömrün nihâyeti Ay'ın süratine göredir.
Her burcda iki buçuk gün durur. Oniki burcu bir ay­
da tamam eder.
Ömürle beraber boy pos dahi ona göre olur. Ay
devrinde doğanların ömrü yüz, nihâyet en çok yüzyir-
midir. Zirâ ulemanın kavli de bunun üzerinedir.
Hak Teâlâ Celle ve Aîâ Âdem’i dört nesneden
halk etmiştir. Bunlar: Ateş, hava, su ve topraktır. Bu
dört unsur her şeyde mevcuttur.
Ulemaya göre her unsurun otuz yıl hükmü olsa
gerektir. Otuz yıl ateş, otuz yll su, otuz yıl yel ve otuz
yıl da toprak hüküm eyler., Böylece dört unsur hük­
münü tamam etmiş olur.
E celi ırâ k kişinin bedeninde hareket kal­
maz. Kan, balgam , sa fra(öd ), sin ir bu n lardır.
Bunların otuzar y ıl hükm ü vardır.
Şimdiki ömürler o kadar olunca, insanın boyu
postluda ona göre olacaktır. însanm boyu kendi adı-
mıyle dört adım, sekiz kanş olur. Tabam bir karıştır.
Uzun boylu kişi ahmak olur. Çana yakın olmaz.
Sütü ve sulbu olur. Kısa boylu kişiler aceleci, fitne ve
asabi mizâçh olur. Boyun iyisi'orta boydur. Nitekim
İmam A'zam Efendimiz:
"H er uzun ahm aktır. H er kısa da fitnedir.
Ama fitnelik zekâdan hâli değildir." demiştir.
Hâdis-i şerifte:

İşlerin eh h ayırh sı ortasıdır." buyurulmuş-


tur. ■■ .
İnsanın acele konuşanı gadaplı olur. Ama işinde
gücünde çalışkan olur. Yolda dahi öyledir. Zirâ asabi
mizâçlı olur. Ona soğuk gıdalar faydalıdır. Kabak,
karpuz, yemeklerden de ekşi şeyler gibi. Yürürken
elini sallayarak yürüyen bahadır olur.
Gök gözlü, seyrek sakallı, seyrek dişli, kısa boy­
lu ve şişman (göbekli) olanlardan hayır gelmez.
Kara yağız ve semiz olanları fâsık, zayıf olanları
ise sâlih olur.
İhsamn bedeni sahih olursa, daima sıhhat üzere
olur. Daima kibir, gurur ve iftiharla yürümek hayır
alâmeti değildir.
İnsanın dünyâ cihetinden servetlisi ki, hayırsız
178 - ~ . İN Cİ DİZİLERİ

olan dünyâ ehlidir, hayırlı değildir. Meğer malının


zekâtım ve sadakasını versin ki, hayırlı olsun.
İnsanın benzi sarı olur da, bedeni sıhhatli olur
da hastalığı olmazsa nifak alâmetidir.
İnsan övünç vesilesi olarak yâ aslı nesli ile, yâ
ilmi ile, yâ malı ile, yâ mevkii veya rütbesi ile, yâ
uzun ömrü ile veya kalbi dâima ferah üzere olarak
gurur ve kibir üzere bulunanlar hayırlı kimseler de­
ğildir. Fasık alâmetidir.
İnsanın bedeni zaif olup, hastalığı olursa, has-
satan kalbi yumuşak, gönlü alçak, sözü tatlı ve hü­
zünlü olur. Gülşr yüzlü ve iyi ahlâklı olursa bunun
ilk alâmeti cennet ehlidir. <;•••." v
Sahihayn: .
■■ i O jl> . > » V V /S j/O y » . ■ O < Os Jt ^ •"./ O X

1 4J < U U İj h>rj J i L l j a} 0 ^ *
j A

"H er kim güler yüzlü, tatlı sözlü olursa ona


Cennet vâcib olur," buyurmuşlardır,
İnsan daim a zik irle ve şükürle m eşğul
olursa A llah'ın rahm eti ona vâcib olur. İnsana
hastalık kefârettir.
Kadının bedeni kıllı olursa, o kadından hayır
gelmez.
Kadın şişman, burnunun ucu sivri ve erkek kı-
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ 17y

iıklı veya erkek sesli olursa ondan az hayır gelir.


Burnu uzun kadın cimâ'a çok arzulu ağzı büyük ka­
dın doğurgan ve kız çocuğu doğurur.
Ak benizli, şişman olanlar sâkin, hayırlı, sağlam
karakterli olur.
Kanlı şahıs kuvvetli mizâçlı olur. İyi hııylu,
cima a istekli, mûtedii tabiatlı olur.
Karagül benizli olanlar; şiddetli, istekli mizâçh
olur, onlara sıcak gıdalar faydalıdır. Tatlı kavun, tat­
lı üzüm gibi; Gıdalardan yumurta ve ona benzeyen
şeyler mizâcına uygundur. Çok pişmiş (sıcak) yemek­
lerden çok yese cünün (delilik) illetine müb^telâ olur,
Raşûlüllâh (S.A.V.): ,?E kseriyetle benim üm­
m etim altm ış ile yetm iş arasın da dünyadan
nakl olunurlar." buyurmuşlardır.
Çok yaşamak fâsıka azâb, sâlih kimseler için ise
âhiret mertebesidir. Zirâ Hak Teâlâ Celle ve Alâ: 'İh ­
tiya rlık benim nûrum dur. U tanırım nûrum u
nârım ile nasıl yandırayım ? Acaba o fâsık? fesad
ehli olan pirler, benden n için utanm azlar?” bu­
yurmaktadır., ' ;
İlâhî bizde liyâkat yok, ne ise biz bize et­
tik, senin lütfûnü, rahm etini ümit ediyoruz. An­
cak insanda eehd lâzım dır ki, Hâk Celle ve Alâ
ondan hoşnûd olsun.
Ka’bil-Enbâr: ’TJzun öm ür ü ç gündür." der.
180 İNCİ DİZİLERİ

Yılanm ömrü yediyüz yıl,


Öküzün seksen yıl,
Kuzgun bin yıl yaşar, kocadıkça tüyü ak olur*
Akbaba yediyüz yıl,
At, eşek ve katır kırk yıl yaşar.
Sinek kırk gündeii üç aya kadar, soğuktan kırıl­
mazsa üç yıla kadar yaşar.
Çekirge altı ay yaşar.
Akrep dört yıl,
Fil yüz yıl,
Aslan yediyüz yıl,
Zürefa üçyüz yıl,
Tavşan ikibin yıl yaşar.
Balıktan çök yaşayan nesne yoktur.
Yeşü güllerin ömrü bir yıldır.
Bu dediklerim ömrün nihâyetidir. Ancak ecel
herkese takdir olunmuştur. Ecelsiz kimse yokur.
Ölüm uluya, gence beraberdir. H er kişinin öm ­
rü Levh-i M ahfuz'da kaç gün, kaç ay, kaç saat
olacağı yazılıdır. Dânesi dökülen ve vâdesi yeti­
şene b ir an ve b ir saat ne ön e ahnır ve ne de so­
na te'hir olunur.
fîitekim Kur'anri Kerim'de:
ŞEYH'tL-EKBER MUHYİDDİN-İARABİ . — , 281

>> ^ " " . 8 * ** * - -■ , / / si ^ "


Şp U^i 9^T ÜÜ ^ ti"
Ş J O sQ S ■* -'

■ ■. ' {JltSjiZ+MJ

"H er ümmet için b ir ecel vardır. A rtık onla­


rın ecelleri geldiği zam an ne b ir saat geri b ıra ­
k a bilirler, ve ne de ön e ala bilirler.’' bu yiırul-
muştur.
Her dâne biter, üzerine bu falan oğlu fal anın
nasibidir diye yazılır. Her kişinin nasibi kendisine
yetişir. Kimsenin nasibi kimseye varmaz. Çünkü na­
sibi geri kalmaz. Ecel dahi öylece erişir.
Hak Teâlâ Celle ve Alâ herkese öyle bir kuvvet
vermiştir ki, herkese nasibini eriştirir. O, Kâsımu’r-
Rahmandır. Hakk’ın kudretiyle sıvı dört nesneden
ibârettir. Akan sudan yarıp su alacak olsak, bir bar­
dak götürebilirsin. O sudan nasibin kadar alırsm.
Ondan nice kimselere içmek nasip olur. Nasibini alır,
vakit gelir nasib olmaz, dökülür zâyi olur gider.
Bir kimsenin rızkı yâ sıvı, yâ yabanda olsa, o r:ı
zjk ye suyu içmek müyesser olmaz. O kimsenin gönlü
o tarafa çekilir, varır ondan nasibini alır. Onun için
insanın rızkı yâ su, yâ topraktır derler.
Ne zaman insan hanımına yakın olsa, o nokta
ki, ana rahmine düşer. Allah'ın emriyle "Melek’il-
Erhâm" denen bir melek o nutfeyi avucuna alır ve:
4

İNCİ DİZİLERİ
182
ij " Y â R a b b i î Bu m a h l û k y a r a t ı l a c a k m ı ? " d e r .

Hak Teâlâ: "Levh-i M ahfuza nazar eyle!" bu-


j. ■ yurur.
Melek nazar eder, ömrü ve rızkı ne kadardır,
toprağı ne yerdedir görür. Oradan biraz toprak ala­
lı rak nutfeye katar. A n a rahmine kor, Yavru doğar,
jf büyür, takdir olunan kadar rızkını toplar. Sonra top-
j; rağı alman yere gider. Oraya defn olunur. Yâni asli­
li na kavuşur.
| K udret ve kuvvet ancak bir olan Allah^ü
|İ; ■ Teâlâ’nındır. ■ 1
||| ■;V ; . ; '■. ■
ONIKİNCİ BÖLÜM

HIŞIMDAN HELAK OLAN YERLERÎ


BEYÂN EDER

B ir kimse azınca, ona Allah belâsın ı verir,


İsterse dün yâda, iste rse â h ire tte olsu n .
Dünyâda ve âhirette çirk in surette olm ası ka­
rarlaştırılm ıştır.
San'an ilinde bir bağ vardı. İki mil eni ve uzun­
luğunda idi. Bağı fakirlere bozdurur, fakat fakirlere
bir salkım üzüm yedirmezlerdi. Hak Teâlâ’hın emriy­
le bir âteş indi: Öyle yaktı ki, eseri kalmadı.
Her nesnenin Allah hakkı yardır. Sanma ki, Al­
lah için verilen zayi olur veya eksilir. Belki berekâtı
artar, daha ziyâde olur. Âhirette ecri Allah üzerine
mukarrerdir.
Nitekim Hak Teâlâ:
" ; .0 " >° " -*» " 9 „ s OV
j 1 8 4 — ^— ^ ÎN C t DİZİLERİ

* n * Ct ° * ° *' " İ
X (*■*_) Lfli- Vl İ S j a ^ '^ i ]i
* - ■ **■ / ' 'i 1

b e r kim b ir iyilik ile gelirse ken d isi için |?


onun on m isli vardır. Ve her kim b ir kötülük ile İ;
gelirse o ancak onun m isli ile cezalan dırılır. Ve
on la r zulm e uğram azlar." [Enam suresi; ayet: j
160] buyurmuştur.
Her kim bir fakire bir şey ihsân eylese, Hak
Teâlâ onun birine, on verir,. Dünyâda ve âhire tte va-
kit olur mahalline göre değişir, yerine göre birine
yüz, birine bin verir. Hak Teâîâ bah îli sevm ez. |
Nâkeşin bereketi de olmaz.
Yemende Ikâb denilen bir dere vardır. Onun J
halkı fukaraya yardım etmezlerdi. Hatta bağ boiu- j
munda bulduklarım dökerlerdi. Bağ bozarken üzüm- i
leri yemeyin derlerdi. |
Bir sabah baktılar ki, ne bağ var, ne ağaç, eser i
dahi kalmamış. O gün her yer ateş gibi kızdı. Gölge- |
lere vardılar, hangi gölgeye vardılarsâ daha beter idi. |
Cümlesi helak oldular. |
Hak Teâlâ Hazretleri kimseye zulüm eylemez. f
Her kişi hayır ve şer ne bulursa kendi fiilinden bulur. |
Kur’an-ı Kerim'de:
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-t ARABÎ = 185

"Şübhe yok ki, A llah T eâlâ zerre m iskali


zulüm etmez." [Nisa suresi; ayet: 40] ve:
O J /> / t y o
■y y o ■ J . y 0 $ yJ
C59 (j* jL2i* d ij Ol L^İI
^ ^ g'" '* 0 ^ 0 - Oy y y fi Oy yO y

AÜİ IfJ û b ^ j i O İ j^ l~ --J I ^ j t


" ' ■ - y ',- y ^
* ' * y -y fi
4)1 Ol

"B ir hardal tanesi ağırlığın da olsa da bir


kaya için d e veya göklerde veya yer için d e bu­
lunsa A llah onıi getirir. Şüphe y o k ki, A llah
lâtiftir, habîrdir." [Lokman suresi; âyet: 16] buyu-
rulmaktadır. Yavuzluğun cezası dünyâda budur.
Âhirette de bâkidir.
Bir gün Hak Teâlâ Hazret-i Cebrâil-e emreyledi:
"Falân köyün başını aşağı eyle!" Cebrâil Aley-
hisselâm o köye gider, görür ki; dortyüz kişi ibâdet
eder. Cebrâil Âleyhisselâm hayret eder. Ve: "Yâ
Rabfoî! Burada âbid kulların çok," der.
Hak Teâlâ Hazretleri: "Var gör ki, on ların fi­
illerinde yaram azlık vardır. Cüm leden b iri bu ­
dur ki, Allah'ın em irlerini öğretm ezler. Herkesi
başıboş kendi haline korlar. Rm r-i m âruf et­
mezler." buyurmuştur.
. .. . . ■, •• / •

Bir kimse bir mü’min kardeşinin bir nâmeşrû


işini görse, onu nasihatla döndürebilirse sevâba gi-
186 '. " " ~ ' " '■ İN Cİ DİZİLERİ

rerler, döndürmezlerse örfle, o da olmazsa gönülden


ikrah etmelidir.
İmdi onlara nasihat ederek o fiillerinden dön­
dürmediler. Şüphesiz cümlesi helâk oldular.
Avâm nâs arasında meşhurdur, kuru yanında
yaş da yanar. Belki âhirette davacı olurlar. Niçin bizi :
bu işten men etmediniz derler. Vay ilim ehlinin başı- ‘
na gelenler! Bu şimdiki zamânenin uleması rütbe
korkusundan dilsiz ve gözsüz oldular. Kendi nefisle­
rine uyarak Hak tarafına gözleri kör olmuştur. Bun­
dan ötürü dünyâ fesâd ile dolmuş, zina, livâta, şarap
içmek âşikâra olmuştur. Fâiz yemek insaftan geçmiş­
tir. Ne zaman bir yerde bunun gibi fesâd zahir olsa,
Hak Teâlâ Hazretleri tarafından onlara bir belâ gelse
gerek ki, bir zâlimi onlara musallat eder.
İyiler Muhammed Mustafa (S.A.V.) Hazretleri- i
nin yüzü suyu hürmetinedir. Ancak iyiler müstesna,
ümmetler gibi kahrolmağa müstehak olmuşlardır. . x
Eğer taun, eğer çüzzam, eğer düşman tecâvüzü vâki ^
olursa, vay (!) o zamânenin uleması ve ümerası başı-
na gelenler. S
Katran Kal’ası denilen bir sarp kafa vardır. Hiç |
kimse o kafayı alamadı. Sarp bir kafadır. Şit Pey- f
gamber Aleyhişselâm zamanından kalmıştı. Şit Pey- ,!
gamber Aleyhisselâm dünyâdan gidince onların |
şâkirdleri azdılar. Zübercedden suretler düzdüler ve 1
ona taparlardı. Nice padişahlar onu almak için az- I
mettiler, fakat alamadılar, tâ Süleyman Aleyhisse- I
lâm zamanına kadar. O kavim azgınlıkta devam I
ŞEYH’ÎLrEKBER MUHYİDDÎN-İ ARABÎ --------------------------------------------- 287

ederlerdi.- Bir gün Süleyman Aleyhisselâm KAFTAS


adlı bir deveye emreyledi. Deve o kal'ayı yerinden ko­
pardı, bir yere götürdü. Nasihatla uslanmadılar. Bu­
nun üzerine Süleyman Aleyhisselâm kafayı halkıyle
bir taşa çalmasını emir buyurdu. Halkı ile bir taşa
çaldı, cümlesi helak oldu.
Bir kimse ki, Hak cihetinden önü fesâd üzere
olan âhir onun işi hayırla gelmez. Akıbet belâya uğ­
rar. Nitekim evvelce enbiyâ kavimi eri azgınlık eder­
ler. Hak Teâlâ onlara peygamber gönderdi, imâna
gelmezlerdi. Hak Teâlâ onları kahrederdi. Nuh kav-
mi, Hûd kavmi, Sâlih kavmi. İbrâhiin kavmi, Mûsa
kavmi, Yûnus kavmi, İlyas kavmi gibi. A la Nebiy-
yinâ Aleyhim ü’s-Salât vesselâm. Onların her biri­
ni bir türlü azâbla helâk eyledi.
Firavun bir âlet yaptırmıştı ki, gölgesi üç fersah
yer döşerdi. Hak Teâlâ Cebrâil'e emreyledi. Cebrâil
onu bir kamçı ile üç parçaya böldü. Bir parçası denize
düştü, bir parçası buz gibi para para oldu, bir parçası
da yerinde kaldı. '
Nemrud-u Lâin, İbrahim Peygamber (A.S.) i ate­
şe atacaktı, ateş önâ gülistan oldu. Nemrüd onu gö­
rünce taaccüb etti, tam imân getirecekti, fakat Şey-
tan-ı Lâîn aldatarak; "Şimdi dünyâ halkı sana ne
der? Cebbarken kul mu desinler! O vakit halk
sana düşman olur. Halka İıu kadar itim âd ver­
m işken şim di görünm ez Allah'a (eelle celâlühû
y e amme nevâlühû) kul mu olursuıı? "Bir put
yapar, dünyâ halkı yanında yüce olasın.” dr li.
J J J ' ' \ İNCİ DİZİLERİ

Tekrar şeytanın sözüyle bir âlet yaptırdı. Tâ ki hâşâ


göğe yakın ola. Bir arşın dâiresi, altı bin arşın yük­
seklikte yaptırdı, insan tepesine çıktığı vakit, rüzgâr
gürültüsü dağdan sel iner gibi gürledi. O kahhâr pa­
dişah Celle ve Alâ gönderdi. Yel bir alâmet olup tüfan
koptu. Sanki kıyâmet koptu. Herkes başı aşağı düş­
tü. Cebrâil Aleyhisselâm Hak Teâlâ'nın emriyle o
binâya bir kamçı çaldı, bir tarafı koptu, halk yüzleri
üzere düşerek sersem oldular, O korkudan halk yet-
mişiki dil söyledi. Çünkü halk kendilerine geldikle­
rinde binayı üç parça olmuş gördüler, bir parçası
Ummân a, bir pârçası yerinde kalmış, bir parçası yer­
le gök arasında gezer. Yel eşdikçe yere düşmez. O
heybetten halk bir birinin dilini anlamadı. Paraken-
de oldular' Her dil ki söylendi, bir millet öldü. Nem-
rud’dan yüz çevirdiler. Sonunda Hak Teâlâ Hazretle­
ri onu sivrisinek askerlerine havâle eyledi. Gelerek
biri burnuna girdi beynini yemek suretiyle helak etti.
Cebbarlık dâvâsında artık kâdir olmadığını, bir
zaif nesneyi kendine menetmeğe muktedir olamıya-
câğını bildi,
Cebbârlik kuvvet ve ku dret_■Önündür ki,
âlemleri yaratıp rızıklarını verir, onun gibi âsiyi bir
sivrisinek ile helâk eyler. B ir adı K ahhar’d ır,
Sahur’dur, C ebbâr’d ır. M ü’m in k u îla n n a Ke-
rim ’dir, Rahîm’dir. Rahm et ihsân eyler.
i . 1

Basra şehrinde üç zâlim kimse vardı. Birinin


adı Çâbir, birinin adı Cemâli, birinin adı da Hâtî idi.
Çok zulüm ederlerdi. Bir âciz kadına zulüm ederek
ŞEYITİL^EKBER MUHYİDDÎN-Î ARABİ 289

avaneleri onu döndüler. Kadın Câbir’e geldi. Şikâyet


. etti. Câbir zalim de ”Bu kadından seksen altun aluı!’’
dedi.
.Kadın;."Ben altunu n erede bulayım !” dedi. O
kadar dövdüler ki sonunda oğlunu alarak Câbire gel­
di. "Câbir, ben sana oğlan bulayım .” dedi. Câbirin
adamları kadınla cimâ ettiler.
Kadının salüı bir kocası vardı, Cânü gönülden-
Hak Teâlâ’ya öyle niyâz etti ki, 'Y â R abbi! Sen g ö­
rür ve işiticisin , zâlim ku llarının cezâsın ı ver,
Sen âdil padişahsın* Yarabbi zulüm haddinden
aştı. Bu kim seler zâlim lerdendir." dedi. O âdil pa-
dihîşah duâyı kabul eyledi. Meleklere: '^Zâlimlerden
kadının intikâm ını ahver." dedi ve o kişiyi kadi­
rliyle götürdüler. O şehri yerle bir ettiler.
O şehir tâ Hazret-i Ömer zamanına kadar böyle
\ harâb yattı. Ömer halife olunca onu imâr eyledi.
Onun mimârı Abdullah bin Mervân idi. Onda seksen
bin binâ işlerdi. Temelini kazarken, bir mahzen bul­
dular. İçeri girdiler, gördüler ki, çarşılar, dükkânlar,
bezzazlar, bakkallar, ipek satanlar, attârlar, kavaflar
mallariyle taş olmuşlar o zâlimin avucundan kalan
halk da hışmına uğramışlardır.
İşte Emri b il m a'ru f ve nehyi anil m ünker
etm ediklerinden Ötürü sanma ki, zâlim , zulüm
ederdç yanında kalır.
Hak Teâlâ âdil padişahtır. Mazlûmun hak­
kım dünyâda ve âhirete alır. Nitekim Kur'an-ı
Hakim:
190 =
İNCİ DİZİLERİ

* tfl
»İJ&I 4 )101

"A rtık A llah-ü T eâ lâ yı p eygam berlerin e


olan va'dinde h u lf e d ici sanma. Şüphe y ok ki,
Allah-ü Teâlâ A zizdir, intikam sahibidir." [İbra­
him suresi; ayet: 47] buyurmaktadır.
1— M âzlûm un zâlim üzerine duâsı kabu
olunur. ■' v
2— —Üstâdların talebeleri üzerine,
3— Ana-babam n oğlu üzerine,
4^- M isafirin yer (ev sahibi) üzerine,
S—* M evlâ !m n kul ü zerin e duâsı m akbul-

Havâzerm vilâyetinde zinâ çok olurdu. Zina ile f


zûliım aleniyete dökülmüştü. Ne zaman ki bunlara |
risâlet ve davet erişti, insâfa gelmediler. |
Bir gün Hâk Teâlâ Hazretleri Cebrâil Aleyhisse- $'
lâm'a emreyledi. Yüzelli fersah yeri üç büyük şehri
yerle bir etti. Helâk oldular, J
Kasrâfıl-i Sübâb denilen bir yer vardır. Üzeriiı- J
den suçsuz gün eksik olmazdı. Binâlannın yüceliğin- I
den çoğu yâkut, zübercM Ve cevherlerle süslüydü. . J '
Hak Teâlâ Hazretleri onlara elçi peygamber gönder- I
di. Dine dâvet ettiler. Fakat bu peygamberlerin beşi- 1
ŞEYII'ÎL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ = = = = = 191

ni dahi öldürdüler. Hak Teâlâ Hazretleri onlara hı­


şım ederek yerden acı su kaynattı, cümlesi bu sıcak
suda gark oldular. ; ■, ,
Ravsîler denilen bir yer vardı. Oranın halkına
zulüm ve cevrû cefâ haddinden aşmıştı. Fışkı orada,
fâşş olmuştu. Bir gün Hak Teâlâ Hazretleri, onlara
hışım etti. Azîm bir zelzele oldu. Kırkaltı bin kişi ye­
re geçti. Dört fersahlık yerde hepsi helâk oldular, ni­
ce oldular.
Şimdi bir zilin i,avucundan nice mazlûm da
belâya uğrar. Zirâ Emr-i mârûf ve nehy-i ânilm ün-
ker etmediler. O zâlimin yaptığı günâh cümlesinin
boynundadır.■ ; S i.

Lût Peygamber (A.S.) zamanında şehirler İivâta


ile meşhur olmuştu. Hak Teâlâ Lût Peygamberi gön­
derdi ki, onları o işten men etsin. Onun aslı budür ki;
o şehrin insanları bağ işleri ile uğraşırlardı. O Şehrim
oğlanlarını her zaman bağlara girerek yağma eder­
lerdi. Oğlanları dövüp, sövüp yenemezİerdi. Bir gün
Şeytân»* Laîn insan suretinde gelerek bağ işlerihn
gitti. "Siz bil oğlanları yenelim dersiniz. Buldu­
ğunuzu tutun. K ullanın ve illâ onlar yenilm ez­
ler." dedi. Öyle yaptılar* hemen iş bu imiş dediler:
Oğlan avretlerden mergûb ol dü, Hak Teâlâ Lût
(A S.)‘ı onlara yerdi, çâre olarak kesilmediler.
Lût (A.S.) Hak Teâlâ Hazretlerine düâ etti.
Hak Teâlâ Hazretleri: "Yâ Lût! Ben onlara pir
azâb vereyim" buyurdu. İki melek gönderdi. Çok gü-
2Q2 — ' İNCİ DİZİLERİ

zel oğlan suretinde gelerek Lût (A.S.)’a konuk oldu­


lar. Lût (A.S.) bunların önüne yemek getirdi, yemedi­
ler. Lût (A.S.) korktu. Bunlan uğrular sandı.
Melekler: 'Y â Lût, korkm a biz yem ekten, iç ­
m ekten beriyiz." dediler.
Lût bildi ki, bunlar melektir. Meğer Lût
Aleyhisselâm'ın münafık bir kadını var idi. Bunlan
gördü. Hemen dört kimseyi yanma alarak şehir hal­
kının yanma geldi. ''Görün benim erkeğim i ki, sizi
bu işten m en ed iyor. K endisi güzel oğlan larla
sohbettedir. İnanm azsanız v â n n görün ne mah-
bûbelerdir.” diye övdü. O kavim acele Lût
Aleyhisselâm’ın kapışma geldiler. "O ğlanları bize
ver!" dediler.
Lût Aleyhisselâm: "G elin a f dileyin, on lar b i­
zim konuklarım ızdır." dedi. Fakat inanmadılar.
Lût Aleyhisselâm'ın üzerine hücûm ettiler, kapıları
kırarak içeri girmeğe kasdettiler,
Melekler: 'Y â Lût, bak biz bu kavine n eler
yapacağız " dediler.
Baktılar ki şehir kalkmaya başladı. O kadar
kalktı ki, gökten horoz sesleri işittiler. Sonra şehrin
başım aşağı döndürdüler. Üç şehrin yerinden acı su
çıktı,, şimdi Kürek dağı ile Halilur-Rahman yanında
uzun bir gölden kuş uçmaz, acılığından menfaatsız-
dır. İnsan yanma varsa kelebek kurtçukları âdâmın
başına üşerler. O kavmin âmelinden hâsıl olmuştur
derler.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABİ = = = = = 293

: Livâta, ehli ölünce oraya bırakırlar, biz bunu


tasdik ederiz. Livâta eden kimseler ölünce kabre koy-,
duktan bir iki gün sonra kabrini açıp baksalar, kabir­
de bulunmaz. Bazı rivâyetlere göre yerin derinlikle­
rinden gider. Bazılarına göre, ö kimseyi denize bıra­
kırlar. '
Hak Teâİâ Hazretleri cümle mümin kardeşleri
o hasûd mel unun şerrinden hıfz ede. Am in bihür-
meti Muhammed (S.A.V.);
Kitablarda rivâyet ederler ki, kara deniz deni­
len bir deniz yardir. İnsan yaratılmazdan evvel bir
takım mahlûk gelerek o denizin yerinde şehirler ve
köyler kurmuşlar, o şehirlerde ve köylerde yaşarlar­
mış. Hak Teâlâ Hazretleri onlara kendi cinslerinden
peygamberler gönderdi. Cümlesini öldürdüler. İsyân
üzere oldular. O Kahhâr padişah bir gün Cebrail'e
emreyledi. Cebrâil Aleyhisselâm gelerek kanadmı ye­
rin altına sokar. Memleketi, şehirleri ye köyleri göğe
yakın kaldırır. Oradan bir taşa çalar.
Kızıl denizden yer altından su yolu bulur. O
şehrin yeri dolar, deniz olur. Bazılarına göre yerin­
den kayhar derler. Hışmından helâk olmuş bir deniz­
dir. - -'
Şimdi dahi Hak Teâla nın kullarına hışmı eksik
değildir. Bunun gibi kahredilmiş yerlerin, göllerin su­
yu acıdır. Kahırdan olmuştur. O Laînin hilesine alda­
nıp kahrolmuşlardır. >
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♦

HEKİMLERİN KAVLİNCE OTLARIN


HASSALARINI BEYÂN EDER

Hâk Subhânehû ve Teâlâ Hazretleri Celle


Celâlühu ve amme nevâlühû velâ ilâhe gayruhû kul­
lan için otlar yarattı. Her birini bir derde devâ ve bir
maraza şifâ için Lokman Hekim'e bildirdi. Ve hâl dili
ile söylediler,
Her ot "Ben filân derde devâyun.” dedi. O da
halka bildirdi.
Bilmelisin ki, Hak Teâlâ Hazretleri dünyâda
bin türlü ot yarattı. Her birine bir hassa verdi. Bu ot­
ların yediyüzyetmiş dördü insan için, kalanı cin
tâifesine mahsustur.
İnsanın ona eli ermez, ama bir ot vardır ki, hem
insana hem de cinne faydası vardır. Ona "A slıl-
Lükâc" derler, ’Yebruh-us-Sânem" de derler. İnsan
kökü denilen bir nebâttır. Kökü tıpkı insan şeklinde­
dir. Onun yaprağı pazı yaprağına benzer, ulu dağlar­
da biter, Uzaktan gece çıra gibi yanar. Yanma varın- v
296 — -------------- - - İNCİ DİZİLERİ

ca kaybolur. Onu her kim yerinden çekip koparsa dü­


şer ölür. Onu koparmak dileyen önce etrafım kazar
tâ ki, kopmak kabil olsun. Uzun bir ipin bir ucunu
ota, öteki ucunu bir köpeğe bağlar. Uzaktan köpeğe
ekmek gösterilir, köpek ekmek için çekilir ve ot ko­
par. Bir kere âh eyler. O âhı işiden ölür. Köpek düşer
ölür. Sonra gelip alırlar. Onun kökü ihsan gibi kaşı,
gözü iki eli ve iki ayağı, ağzı, burnu, saçı kadın saçı
gibidir. Onun hassasiyeti gâyet şirinliktir. Her kim
onu görse muhabbeti ziyâde olur.
Şimdiki zamanın yalancı hekimleri bu yumuşak
kökü yontarlar, kaşı göz bilirler.
Sünbülu Hindiy-i Rûm-i’den kerestesi makbul
bir nevi ağacı odun diye satarlar.
■KANKUR - KERTENKELE - BALGF; Acâyi-
bin biri budur. O insanoğlunun bulunduğu yerde ol­
maz. Umman yahut deniz adalarında yetişir. Meğer
bir gemi oraya uğrasın da onu bulsun. Onun
hassâsiyeti odur ki* bir kimse seksen yaşında olsa,
yalnız onu eline âlsa otuz yaşmda yiğit gibi olur. Fa­
kat şimdiki hekimler, Mısır ile Oazze ortasında Kına
derler kum içinde bir köy vardır. O kumdâ bunlar ba­
lık gibi olur derler. Hekimlere onu Sakankür diye sa­
tarlar. Hekimler ö yerin güneyinden satın alırlar. Fa­
kat bazı hekim^kitablannda Sakankür dağlarda tim­
sahtan hâsıl olur diye yazmışlardır. Kum içindekiler
gibi inşam sokar. Eğer soktuğu kimse acele suya gir­
mezse ve şu bulamazsa, işeyerek sidiğine bulamak
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDÎN-İ ARABİ ~ 197

gerekir ki kurtulabilsin. Suya yahut işeyip sürün­


mezse ölür. Balık kurtulur.
K âdir n eler halk eder. H er m üşkil iş ona
kolaydır. Sânı' zülcelâl vel’kemâl.
"SA'LEB" otunun hassalan; Sakankür otunun
bedelidir demişlerdir. Onda da çok kavilik vardır. O
da ulu dağlarda olur. Yaprağı kızılcadır. Onu daima
koparmak isteyenin eli tutmaz olur. Onun ilacı budur
ki, onu yumuşatarak mumyaği ile eritince şifâ budur.
Zeytinyağına batırıp kullanan cimâ'a haris olur.
"AKÂYEBUH"; Denen bir ağaç vardır. Hindis­
tan’da bulunur. Uzaktan yakın görünür. İnsan bileği­
ne benzer. Yebruh-us-Sanem gibi köpek ile çıkarırlar.
Onun da hassâsiyeti budur ki, hangi ateşte yaksalar
sihir kâr etmez.
"NARÇİL - HİNDİSTAN CEVİZİ"; Otların bir
acâyibi de budur. Onun üzerine su dökülşe süt olur,
sıksalar nârdek olur. Hindistan’ın kuzeyinde bulu­
nur.. •
DÂVANDÇİNİ"; Otların bir acâyibi budur.
Onun bir miskâlini yiyen kimsenin içinde yanmış ci­
ğerini tâzeler. Çiğ eti pişirip revandî döverek üzerine
ekseler faydalıdır. Kazık üzerinde olanlardan urgan­
lar yaparlar, gemileri onunla bağlarlar. Hindistan'da
çok kıymetlidir.
BÂDİR-İ BENEVUYYE”; Acâyib otlardan biri
de budur. Buna Uhui otu da derler. Yüreğe kuvvet
verir. Kalp çarpıntısına çok iyi gelir. Yaprağı ufacık­
298 ~^=r ' V ----------------------------------~ İNCİ DİZİLERİ

tır. Kokusu turunckabı kahvesine benzer. Onu bir


kimse güneş hamil burcunda iken altınla kesse, ge­
tirse her kim onu görse muhabbet eder. Para kesesi­
ne koysalar bereket olur, eksilmez.
Hassâlanndan biri de kalbe kuvvet verir, sinir­
leri sâkinl eştirir, ferahlandırır. Gussalan giderir,
misk bedelidir.
ŞEHRÂT denilen bir yer vardır. Orada bir ağaç
vardır. Her Zülka'de ayında çıkar. Ne kadar su mus-
luldan varsa su ile doldururlar. Şehir halkı bir yıllık
su ihtiyaçlarım onunla karşılarlar.
MAGRİP denizinden bir ağaç çıkar. Billur gibi
ak, ne zaman o ağaç çıksa uğur getirir, ucuzluk olur.
Çıkmasa kıtlık olur. Bir kere o ağacı daima kalsın,
ucuzluk olsun diye kaim zincirlerle, urganlarla sardı­
lar. Ağaç zinciri iplik gibi kırdı, gitti. Sonra maşrık­
tan kervan geldi. Ve maşrık denizinde bir ağaç gör­
dük, ortasında zincirle bağlı dediler.
Bir ilde bir ağaç vardır. Her budağına kuşlar
yuva yaparlar. O ağaç yılda bir kere tepinir. O kadar
kuşun gübreleri dökülür. Halk onları toplar ve tarla­
larına dökerler, üzerine ekin ekerler.
Yine bir ilde bir ağaç vardır. Altında kim yatsa
sıtma tutar, kalkıp yürüse soğuktan donar, Ateş ya­
kıp ısınalım deseler yağmur yağar.
Ve yine bir üde bir ağaç vardır. Ateş onu yak­
maz. Ondan sac yaparlar. Üzerinde ne isterlerse pişi­
rirler.-
ŞEYirİL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ — — - - - • jg g

Yine bir ağaç vardır ki, gün olur, o ilin halkı onu
eğirirler, dokurlar, dikerler.
Yine bir ağaç vardır. O ilin halkı ona taparlar,
gökten indi derler. Budağını kesseler kan akar yapra­
ğı1çıra gibi yanar.
Aferin o, sanatları meydana getiren sanatkârın
sanatına ki, bunlan halk eylemiştir.
Şimdi bizim murâdımızı Hak Teâlânm sanatım
ve acâyiblerini beyân etmektir. Fakat şimdi bir kaç
meşhur ciddî ilaçlardan bahsedelim. Daha ziyâdesini
isteyen hekimlerin kitablarmdan okıısum ;
"ZENCEFİL"; Yemeği hazım ettirir, mideyi kız­
dırır, cimâ’a, rutubete faydalıdır. Mide kraplarına iyi
gelir,
'TARÇIN!; Mideye, öksürüğe, nezleye, cimâ’a
ve kusmalara, kalbe ve ciğere faydalıdır.
"DÂR-IFÜLFÜL"; Karabiberin uzunca bir çeşi­
didir. Vücûdu kızdırır, hazma, cimâ’a, soğuktan olan
ağrılara faydalıdır.
"KÜLFEL"; Fülfül gibidir. Belki o da lâtiftir.
"CEVZ-Î BEVVÂ"; Hindistan cevizi gibi bir
nebâttır. Soğuktan meydana gelen hastalıklara gâyet
iyidir. Kusmalara, mide ekşimelerine faydalıdır,
"ÇEYIZ-İ HİNDÎ"; Hindistan cevizinin bir çeşi­
didir, Sidik tıkanıklığına, baş ağrılarına, sırt ağrıları­
na faydalıdır. Meniyi ziyadeleştirir.
200 ' ' ' ' İNCİ DİZİLERİ

"HAVLICAN"; Zencefillerden, güzel kokulu bir


bitki cinsidir Mide ekşimelerine, hazma, geğirmeğe,
böbreklere, cimâ'a çok iyi gelir;
"BESBÂSE"; Kan tükürmeğe, bağırsak çıbanla­
rına, kah dolaşımına ve sinir bozukluklarına faydalı­
dır.
"KAKÜLE”; Sıcak memleketlerde yetişen bir
nebâtdır. Böbrek taşlarına, göğüs ve boğaz ağrılarına
iyi gelir.
,fKARANFİL,,; Taze süt ile içilirse cimâ'a kuv­
vet verir, yemeğe saçsalar kalbe kuvvet verir, üzün­
tüleri dağıtır.
"KEBÂBE"; Karabiberi andıran tane, kuyruklu
biber, sidikte bulunan taşlara, mide kramplarına, mi­
de ve vücûda kuvvet verir.
”SÜNBÜL-Ü HİNDİYE ve RÛMİVE”; Kalp
çarpmalarına ve sinir bozukluklarına iyi gelir.
"KİST"; Su ile ezip yaraya sürmek faydalıdır.
"FOKUL”; Azı hazâya kuvvet verir, iki dirhemi
insanı ishal yapar, göz ağrısına ve ağız kokusuna iyi
gelir.
"DÂZBANE”; Suyu, gözü tez iyi eder. Tahminen '
biraz kaynatıldıktan sonra içilirse bağırsak ağrıları­
na, mide kramplarına, kan dolaşımına, kanamalara
ve sidik yoluna iyi gelir.
’ENDÜZ”; Mideye kuvvet verir, gussayı giderir,
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ = = = = = 201

sidik damlasına, mafsallara, mide kramplarına, bal­


gama faydalıdır, Allah için kekemeler iyileşir. Hazmı
kolaylaştırır. Sıkıp suyu içilirse kan tükürmeyi Önler.
"BOY OTU"; Pişirip bal ile yiyen ishâl olur. Bal­
gama, öksürüğe ve mideye faydalıdır.
"KASTÎ'î Bjllâhi göze sürme çekseler, gözü tez
iyi eder. Baş dönmesine, baş ağrılarına, dimağa fay­
dalıdır. Zanbâk yağı ile zekere sürülse cimâ' ettirir.
"NOHUD'VSuyu kana, cimâ’a faydalıdır. Bir ge­
ce sirke ile ıslatıp soıira aç kama yenince kann kurt-
larma ve üşümüş yerlere iyidir.
"HANtlL"; Hem gusül ye hem de içmek mafsal­
lara faydalıdır. Balgamı çeker.
KÂR ÇİÇEĞİ"; Karasından bir dirhem bingöz
otu ile yenirse balgama, kana, nefes darlığına -astım-
, göze inen perdeye iyi gelir.
"HATMİ TOHUMU"; Böbrek taşını dağıtır.
Kaynatılıp içilirse bağırsak çıbanlarına, kan tükürü­
ğüne faydalıdır. Pişirip şişelere konsa iyidir.
"ZÜRUNBÂD"; İnsanı şişmanlatır, fenalık ve­
rir. Yellere, mideye iyi gelir, kılları besler ve azâya
zindelik verir.
"BEHMEN"; Pis kanı temizler, yumurta ile pişi­
rip yenirse kalp çarpıntılarına, mide kramplarına iyi
gelir. Cimâ'ı kuvvetlendirir.
"BUZEYDÂN"; Mafsallara, soğuk algınlıkları­
202 ' — İN Cİ DİZİLERİ

na, kan, balgam ve sinirlere iyi gelir. Zihni geliştirir.


"SIĞIR KUYRUĞU"; Diş ağrılarına hemen iyi
gelir. Süt içinde kaynatılarak içilse öksürüğü ve ka­
bızlığı önler ve ateşi düşürür.
Dünyâda kıymetli otlar çoktur. Her birinin
hassasiyetlerini desek söz çok uzar, biz kısa dedik.
ONDORDÜNCÜ BÖLÜM

SURETLERİ, ŞEKİLLERİ VE BAZI


ŞEHİRLERDEKİ ACAYİBLERİ BEYAN EDER

Bir şehir vardır ki, ona Rumiyye denir. Âhır za­


manda müminler cümle memleketleri alacak, onu
alamıyacaklar. O gâyet'muazzam bir şehirdir. Onda
bir suret vardır, parmağı kulağındadır. O, Bilâl'in su­
retidir. (Radıyailâhü anh)
Ye yine onda bir suret vardır, at üzerinde durur.
O, Ali suretidir. (Kerremellâhü vecheh)
Yine bir Suret-i Şerife vardır. Habibuîlâh Mu-
hammed Rasûlüllah (Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem)
Hazretlerinin Suret-i Kerîmeleridir.
îsâ Peygamber (A.S.) ümmetine vasiyet ederek:
"Benden sonra bunlar gelecektir. Bü deve üze­
rinde olan Sâhib-ü saâdetin yerde ve gökte b ir
çok m ûcizeleri vardır." demiştir. Onlar dahi bu su­
retleri haber verdiler. Bu suretlerin hangi tarafı ha­
rap olsa, o tarafın ili ve şehri harap olacaktır.
Bir gün zâlim bir padişah o şehrin padişahı ile
204 ~ : ' , - İN Cİ DİZİLERİ

düşmanlık eyledi. O dahi memleketin tarafına o su­


reti vurdu, bir yanını bozdu. Kırk fersah yer halkı ile
yere geçti. Kırkbin Bahâdır firenk askeri hasta oldu
ve kırkbin firenk yüzü eğildi. Hazret-i Mühammed’iıi
mûcizeleri onda dahi zâhir oldu. O vakitten beri o su­
reti beklerler. Ne zaman o odaya girseler ö surete
karşı durarak işaret ederler. "Dünyânın
im âretinin harap olm ası şen d edir.d erler.
Zengibâd Denizinde arasıra bir şekil görünür.
Ne zaman görünse ucuzluk olur. Bir mümin kişi on­
da tutsak olmuştu. Bir şenlik işitti, çalıyorlar, oynu­
yorlardı. 'N edir?" diye sordu. "Bayram!" dediler.
O mü'min: "Beni1de oraya iletin." dedi. İletti­
ler. Şaşırdı, hemen Essalat-ü Vesseİâmı çâğırdı.
Ö yerin padişahı ona: " Bu suret kim dir, bilir
misin?" dedi.
O mü’min: "Bu bizim peygam berim iz Mu-
hainm ed M ustafa (Sallallahü A leyhi Vesellem )
suretinde göründü." dedi.
Altın taht üzerinde oturmuş, başmda murassa
tâcı, iki yanında iki melek kanatların; üzerine gölge
etmişler, deniz ortasında çirâlar yanar. Sonra o
mü’min böyle gördü.
Ö bey: "O kişiye bin alim , koyun verin. Bı­
rakın gitsin, yoksa biı yerin halkını müslüman
yapacak." dedi. Salıverdiler gitti.
Yine Hind’de bir suret vardır. Ne zaman ucuz­
ŞEYH'İL-EKBERMUHYİDDİN-İARABÎ = = = = = = = = = = 205

luk olsa ağzından güzel sesler çıkar. Ne zaman hasta


olsa kötü ses gelir. Ona göre görürler.
Yine onda iki suret vardır. Boyları ikişeryüz el­
lişer arşın idi. Ağız, bunan ve kulak deliklerinde fil
gibi kuşlar yuva yapmışlar, güneş dokunsa fil güler.
Ve dahi onda bir suret vardır. İki eli havada, ağ­
zından bir su çıkar. On değirmen yürütür. Önü ki bir
göldür. Bir fersah yerde ö ilin halkı onda barınırlar.
Yine bir suret vardır. Dört eli var. Bir elini
duâya götürmüş bir eliyle şikâyet eder. Bir elini böğ­
rüne komuş ve bir elinde de bir şey tutar. Kimse bil­
mez ne şeydir.
Yine bir kadın sureti vardır ki, ay ve güneş on­
da üç ay doğar. Her kim önda hasta olsa varır, emer.
Eğer süt gelir boğazından geçerse sağ olur; geçmezse
ölür.
Yine Firengistan’da bir yer var, orada bir suret
vardır. O şehre garip gelse, keşişler o garibi o yere
götürürler ve o sureti gösterirler. O Suret kimseyi gö­
rünce ağlan
Keşişler: "Ne vahşî kim sesin, bu suret seni
gördü, ağladı. Gel yürü, bizim dinim ize gir, sa­
na güzel b ir kız verelim . Ondan sonra gel, bu
sureti gör, sana ne der?" derler. Bir kimse düşün­
meden aldanarak küfre girerse hâşâ o kızı alırlar.
Sonra o suret ağlamaz. Şeytan-ı Lam o surete girer.
Hazin sesiyle ağlar ve: "Bu dîn haktır, dîne gir,
206 === İN Cİ DİZİLERİ

yoksa helak ölürsün." der. Bu suretle câhili maktûl


ederler,
Yine bir âlet vardır, uzunluğu bin arşındır.
Onun üzerinde filden büyük bir kuş vardır. Diğer
kuşlar gelip konsa kanatlannı yonar, düşerler.
Hindistan'da bir kal'a vardır. Gâyet yüce, üze­
rinde bir ördek ve yanında bir göl vadır. Ne zaman
ördek göle şu içmeğe İnse, su yukarı döner, beline ka­
dar revân olur, suyu içer, boştan, bağ ve değirmen
hepsi suya gark olur.
Yine bir dağda iki arsîan vardır. O dağın iki ya­
nında iki şehir vardır. Her şehrin bin köyii vardır. O
arslan ağzından iki ırmak akar. O iki şehir halkı o ır­
maklarda barmirlari Bu iki şehir halin birbiriyle sa­
vaştılar. O ırmaklar kesildi. O il susuzluktan helâk
oldular. Şehirleri harap oldtt Şimdi yine mâmurdur.
* Yine bir ilde bir arslan vardır. Elinde bir bardak
tutar. Her kim hasta olsa, o bardağa gelir bakar.
Eğer kendini görürse o hasta sağ olur, görmezse Ölür.
Yine Magrib'te bir şehir vardır. Kurvât derler,
şimdi harabdır. Orada bir saray vardır. O sarayda bir
taht vardır. Üzerinde bir suret var, bir dil söylerdi ki,
kimse ne dildir bilemedi.
Acâyiblerin biri Âdem (A.S.) Hazretlerinin Tür­
be-! Şerife'sidir. Serendip Dağmdadır. Uzunluğu al­
mış arşındır. Kırk arşın çapındadır; Yirmi arşın de­
nizdedir. Deniz canavarları onu ziyaret ederler. Fa-
r.., 1 !j
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ
207 " ' [!

kât kurttan kimse ziyaret etmez. Varıp ziyaret eden


halk ne ise o halk canavar olur.
Taştan yüzü, doğudan yana sağ eli ağzında, sol
eli fercinde olduğu halde işaret eder. Adetâ ağzım
fercin ona sakla der gibi durur. Onun kabri üzerinde
bir ağaç bitmiştir. Yemişi Innâba benzer, üzerinde su
tomurcuklan vardır ki, içen çok yaşar.
Acâyibin birisi de Hâzret-i Dâvud (A. S. )’ın tür*
be-i Şerifedir.
Geyiklere: "M üşkilinizi türbem ü zerin e d ö­
kün." dedi.
Ve kuşlara: "K ırk gün kan atların ızı gerip
türbem üzerine gölge edin." buyurdu. Öyle yaptı­
lar, yedi günlük yola kadar kuş kanadından güneş
yere dokunmadı. Şimdi dahi gerektiği vakit olur, tür­
be üzerine kanat gererler.
Hârun ile Müşâ (A.S.) giderlerken bir mağaraya il

uğradılar. Ve mağara içinde bir kabir gördüler. Kabir


üzerinde yazılmıştır ki: "Her kim in boyu n a bu ka­
b ir iyi gelirse unundur." Musâ Aleyhisselâm girdi#
iyi gelmedi Harun Aleyhisselâm girdi, rast geldi. He­
men ölüm meleği Harun Aleyhisselâmm ruhu şerifi­
ni kabzeyledi. Bundan sonra Aralparda ölülerini ma­
ğaraya koymak âdet oldu.
Muşâ (A.S.) bir gün münacâat ederek: "Bu
ölüm , azîm, heybetli şeydir." dedi.
Hitâb geldi ki: "Yâ Musa, dilersen kıyâm ete
ı
kadar diri olasm ."
208 İN Cİ DİZİLERİ

Musa (A.S.): ,fYâ R abbi! Sonra yine ölüm var


m idir?" dedi.
Hak Teâlâ Hazretleri:

.o s o ** ' i S
Xpj \$ ıj-J u Js'
^ • X ?

"Her n efis ölüm ü ta d ıcıd ır. Ve şübhe yok


sizlere ecirlerin iz kıyâm et gününde öd en ecek ­
tir." [Âl-i îmraıi suresi; ayet: 185] ve:

* o J . o, J o J o İ* A* o ji A s ' q s £ A

f-SCsJ] d -Vf J i"

"Onun zâtından başka h er şey helâk olucu ­


dur. Hüküm Ö 'nundur ve O'na döndürüleceksi-
nizdir." buyurmuştur. ;
Musâ (A.S.): "Yâ R abbi! Sonunda yine ölüm
olduktan sonra burada kalm akta ne fayda var­
dır." buyurdu. Ömrü altmış yaşına gelince melekü'l-
mevt hazretleri yetişti, geldi.
Hazret-i Musâ (A.S.) mütegayyir oldu: "Yarab­
b i, b u n ca zam an h a zre tin e h a zır oldu m ,
münacâat ettim . B ir m elekten gördüğüm heybe­
ti senden görm edim ." buyurdu.
; Hak Teâlâ Hazretleri: "Yâ Musâ! O vakit
m ünacâat, lü tû f vakti id i. Sen bana okurclün.
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDÎN-Î ARABÎ — 209

Sana ben nazar ederdim . Seni, Benî İsrâil için ­


de izzetli gönderdim , o lü tû f mahalli idiv Şim di
fen â vakti, yok olm a, kahır m akam ıdır. H azır
ol, M elekü'l-M evt ça lg ıcı başıdır. H iç kim seye
güvenm ez, mühlet verm ez.
Yâ Musâ! Sen kelîm ım sin, dostüm sün, on ­
dan o kadar korktun. Y'â bana şirk koşanlarm
canını almaya baş çalgıbı, hışm iyle gelin ce hal­
leri nice olur? J'buyurur.
Musâ (A.S,) itâat edecek rızâ gösterdi.
Melekü’l-Mevt yanına gelerek: "Yâ Musâ! Yok
olma, (fenâ) vaktidir." dedi.
Musâ (A.Ş.): -B en im canım ı nereden alacak­
sın ?' buyurdu.
Ölüm Meleği: "K ulağından/1dedi.
Musâ (A S.) 'N için oradan alırsın? Ben kula­
ğım la Hakk'ın kelâm ını işittim." buyurdu.
Azrâil (Melekü’l-Mevt): "Yâ Musâ! H iç öm rün­
de şarap içm edin m i?'dedi.
Musâ (A.S.): "Yâ M elekü'l-M evt! Hak Teâlâ
b ir kişiye kelîm im diye bana lû tfü yle kelâm
eder, Firavun'u benim le kahreder de, sen baha
bu sözü nasıl edersin?'buyurdu.
Melekü'l-Mevt: "Eğer gerçek isen, ağzını aç
kokayım!" dedi. x
Musa (A.Ş.) ağzını açtı. Melkü'1-Mevt hemen
210 - — ----------------- --------------------- — • İN C İ DİZİLERİ

Musâ Aleyhisselâm nakleder; gökte ve yerde bü­


tün melekler:
'İlâhî! Musâ senin kelim in değil m i id i?" di
yerek hayrette kaldılar. Hitâb geldi ki:
"Yâ M eleklerim ! Benim H âbibim Muham-
m ed M ustafa (S.A.V.) dünyâya gelecektir. O da­
hi bu ölüm şerbetini içecek tir. IV^tısâ, O 'nun ka­
p ıcısıd ır. O nsekizbin âlem i O'nun dostluğuna
yarattım /'buyurdu.
Melekler: "O kim dir?" dediler.
Hak Teâlâ Hazretleri Muhammed Aleyhisse-
lâm'ın ruhunu tasarladı, melek gösterdi. Melekler de
gördüler. ■
Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Radıyallâhü
Teâlâ Anhüm) ruhlannı dahi Hak Teâlâ tecellî kıldı,
kendi zâtiyle kudreti izzetinden kudret diliyle
salavât getirdi. Arş, Kürsî ve Kalem'de görevli büyük
mukarreb meleklerin cümlesi salavât getirdiler. Bu
heybetten bîhuş oldular. Sonra kendilerine geldiler,
. . . - .7^

Evliyâ ve Enbiyâ canlan şöyle getirdiler ki; yer, |


gök, Arş, Kürsî, Levh ve Kalem titredi. Hak Teâlâ: f
"Benim dostum M uhammed M ustafa’ya salavât |
getirin!" diye emir eyledi. Cümlesi salavât getirdiler. \
Melekler bu izzeti görünce: , ' |
'İlâhî! B izi de dostuna bağışla." dediler. Ce- I
vap geldi ki: |
"Cennette sizi ona kul yapacağım ." 1
ŞEYH'İL-EKBERMUHYÎDDİN-İARABİ - ---------------- ---- ■ ■ ■ 211

Horasan'da demirden bir arslan vardı. Ağzın­


dan ateşler saçar, kim yanma varsa yanardı.
Bir gün Rehudâğ ilinden bir kişi yanma geldi.
Ateşi gördü, kaçtı. Bir mağaraya girdi. Mağarada bir
ölü gördü meyyit ipek giyinmiş, tabut içinde yatar.
Başı ucunda bir levha yazılmış. Levhada:
"Ben ki, M edyen oğluyum . İbrahim (A.S.)
pederim dir. Bin bahâdır ere gücüm yeterdi. Bin
sene öm ür sürdüm, bin kere asker saydım , bin
padişahı esir ettim ve bin şehri hükm üm de tut­
tum. Bin görgülü hâtûn aldım . T ıp ilm in i çok
gördüm . Her derde deVâ buldum . Ah! E cel der­
dine devâ bulamadım." yazılmıştır.
Tamer adlı bir padişah Zengibâr sarayında al­
tım tabut içinde yatar. Orada mermerden sarp bir
kala gördüm Onun türbesi içinde bir levha yazılmış:
"Bir padişah idim , ben cileyin sağlığım da cev ­
herlerim in hesabım bilm edim , n ice asker say­
dım, padişahlar yendim , doğuyu batıyı gezdim ,
bin y i! ömür sürdüm , Vaktâki ecel geldi, bin yıl
bana bir gün kadar gelm edi. Bu saltanât gözü­
me görünmedi." yazılıdır.
Yine İskender bir mağara içinde bir meyyit gör­
dü. Bir kolu minare gibi, bir dişini bir deve götüre­
mezdi.
Sonra yine bir makber içinde bir meyyit gördü.
Gözünün içine bir adam girer yatar.
İskender karanlıklara girince lâciverdden bir
212 ' ' " ~ İN C İ DİZİLERİ

dağ üzerinde bir tabut gördü, içinde bir çeşme çıkar,


ondan bir dereye geldi, gördü. Bir tabut içinde bir
meyyit yatar. Murassa ipek ve zîvere gark olmuş,
gövdesi adam, amma başı tokuz başı gibi. İskender
onu görünce ibret alarak: 'E ğ er Hak Teâlâ katında
dünyânın k ad ri kıym eti var im iş olm asaydı,
Seyyidî bu m etâı buna verm ezdi.” dedi. İskender
ondan sonra ipek giymedi, kendini bezemedi.
İskender bir gece deniz kenarında giderken, de­
nizden bir canavarın çıktığım gördü. Ağzında dağ gi­
bi bir inci vardı, gece ışık verirdi. İnciyi yere koydu,
şulesine karşı otlamağa başladı. O kişi onu gördü,
bir kere haykırdı. Öte tarafta balıkçılar varmış, onlar
da öttüler. Canavar inciyi koyarak denize girdi. İnci­
leri aldılar. Şah Keyhüsrev'e getirdiler. Keyhüsrev
inciye baktı. Uzunluğu ve eni bin arşın içinde yedi ik-\
İlmini gördü. Nice dağlar, denizler, şehirler deniz
adalan ve hazineler vardır. Hepsini onda gördü.
Büyük bir âlet yaptırdı, cihannümâyı üzerine
koydu. Onunla cihânın hâzinesini, cem eyledi. Ne di­
lerse işledi. Bazıları "K eyhüsrev dedikleri İsken­
d er'd ir", bazıları "Süleym an'dır" ve bazıları da
"Musâ Peygam ber (A.Sd'dir" dediler. Ve bir niceler
"Âfirasyay'dır", dediler. Zirâ tarih kitaplarında bah­
sedilir. Bazıları da İskender derler. O inci ile hazine-
' I

leri topladı. Bunca mahlûkatı katma topladı. O mal


kuvvetiyle doğuyu ve batıyı gezdi. Fakat Hak
Teâlâ'nın yardımiyle idi, Hak Teâlâ'nın yardımı oî-
, mazsa bu kadar ıssız yerleri, bu kadar asker ile gez­
meği, malı ne yapabilir? Hakk’ın yardımı olmayınca.
ŞEYH’İL-EKBER MUBYÎDDİN-Î ARABÎ = = = = = = = = = 213

Ama sahih olan budur ki, Şehnâme’de beyân eder. O


dahi nâmdâr bir kimsedir. Dânyâl Peygamber (A.S.)
zamanında yaşamış, Buhtu'n-Nasır'dan sonra Irak'a
gitmiştir. Buhtu'n-Nasır gelerek Kudüs'ü harap ede­
rek, dört peygamber çocuklarını alarak beraber git­
miştir. Onun birisi Dânyâl (A.S.) Hazretleridir. O za­
man Dânyâl (A.S.) küçük çocuk idi. Bir gece Buhtu'n-
Nasır rüyâ görür. Sonra uyanır. Ertesi gün kâhinleri
toplar. Rüyasını kimse bilemez. Sonra o peygamber
çocuklarına: "Sis peygam ber çocu k larısın ız. Be­
nim rüyâm ı bilm ek mümkün değil, eğer bilm ez­
seniz sizi heİâk ederim " dedi. Bunlar da bir yere
geldiler, Hak Teâlâ Hazretlerine niyaz ederek yalvar­
dılar. Hak Teâlâ o rüyâyı onlara bildirdi. Gelerek
Buhtu'n-Nasır'a söylediler. Buhtu'n-Nasır onları
âzâd etti. Bunlar evlenip peygamberlik gelince, Key-
hüsrev o zamanın padişahı imiş, Üçyüz yıldan sonra
İskender geldi, derler.
Sekerân ilinde bir dağ vardır. Onun toprağı in­
san suretindedir. Onda bir deniz vardır, yazın kay-
nar, al kurbasını çıkararak dışarı atar.
Avc bin TJnuk ki, Adem Peygamber (A. SJin kı­
zından olmuştur. Onun hikâyesi budur ki; Havva
Hâtûn (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) seksen kere
çocuk doğurdu. Her doğurduğunda ikiz doğurarak bi­
ri kız biri erkek dağardı. Beraber doğain bir birine
vermezlerdi. Zümyet üresin diye sonra doğanı önce
doğana verirlerdi .
Bu A^'sn an&srkendisü M karne-
214 ------------- İNCİ DİZİLERİ

şiyle zinâ yaptı. Âdem (A.S.) onu bildi ve yanından


kovdu. O da bir dağa giderek doğurdu, besledi O kı­
zın adı Uiıuk idi Avc büyüdü. Üçbin yıl yaşadı. Nuh
Tufânı onun topuğuna çıktı. Tâki, Musâ zamanı gel­
di. O vakit Avc Firavunun kapucusu idi. Hak Teâlâ
Musâ’ya nübüvvet verdi. Firavunu dîne dâvet eyle­
mekle görevlendirdi. Musâ (A.S.) Firavun'un sarayın­
da büyüdü. Büyük y iğ it oldu. Kıptilerden birini öl­
dürdü. Firavun onu ttutup cezalandırmak istedi. Bu­
nun üzerine Musâ (Â.S.) kaçtı. Kudüs iline geldi. Şu-
ayb (A.S.)'in koyanlarını güttü. Şuayb Ona bir âsâ
verdi. O âsâyı Âdem (A.S.) Cennetten çıkarmıştı.
Tûbâ ağacından kesmişti. Şuayb (A.S.) Ona kızını
verdi.
Bir gün Musâ (A.S.) kardeşi Hârun (A.S.)ü gör­
meğe gitti Hanımı da beraberinde idi. Çölde giderken
yol uzadı. Kış günü idi. Çocuğu ve hanımı ile geceyi
çölde konakladı, Musâ (A.S.) karanlıkta gitmek iste­
di. Ne kadar gitmek istediyse gidemedi. Karşıda bir
aydınlık gördü. Kalkarak ondan tarafa gitti. Gördü
ki, bir ağacı nûr kaplamış, bir ses işitti. O mahalde
Musâ (A.S.)’ya nübüvvet verildi. Hak Teâlâ Hazretle­
ri Musâ (A.S.)'yı Firavun'u dâvete gönderdi. Musâ
(A.S.) Mısır'a gelerek Hârun (A.S.) ile buluştu. Fira-
vunü dâvet eyledi. Bir kavga ve gürültülerden sonra
gâlip oldu. Sonunda Firavun ve askerleri cem ederek
bir yerde urganlar bıraktılar. Sihir ederek urganlar
yılanlar oldu. Hak Teâlâ Celle ve Alâ: "Sen de â sâ n ı,
bırak!" buyurdu. Musâ (A.S.) da âsâyı yere bıraktı.
Bırakır bırakmaz san bir yılan oldu. Ve diğer yılanla-
ŞEYH'tL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABİ ' v - - — 215

rı hep yuttu. Askerler şaştılar. "Bu sihir d eğild ir,


bu bizim ilm im izde yoktur, bu m ûcizedir " dedi­
ler Firavunun silâhdarları imâna geldiler. Bu olay­
dan Firavun korktu. Sarayına gitti. Sonra birçok ke­
re cenkler oldu. Sonunda Avc’e "M usâ'yı helak ede­
b ilir m isin?" dedi. Avc "Olsun!" dedi. Gitti bir taş
buldu. Bir dağdan büyüktü. Başında getirirken Hak
Teâlâ bir melek gönderdi. Melek, Tavşancıl kuşu şek-
*■ linde geldi. Taşı delerek Avcın boğazına geçirdi. Hak
Teâlâ Hazretleri Musâ (A.S.)'ya vahy ederek, 'V ar
A vc'ı helâk eyle. Onun helâkî senin elindedir."
buyurdu. Musâ (A.S.)’mn boyu ondört arşın idi, âsâsı
da on arşın idi, Âsâsı on arşın yukan sıçradı. Avc'm
topuğundan vurdu. Avc yıkıldı. Mısır'da altıbin evi
basarak halkı helâk etti. Firavun çok korktu. Veziri
Hâmân'a danıştı: •-
"Acaba M usa'nın dînine girsem m i? A vc gi-
b i kim seleri helâk eyledi. Birgün b ize de zarar
verir." dedi.
Veziri: "A vc'm ölüm ü sana bahâne yeter."
dedi.
Vezir, askerlerine atianna binmeleri ve hep bir­
den Musâ'nm üzerine hücum etmelerini emretti: "Be­
şini, onunu öldürebilir, fakat elbette b izi öldü r­
mek için fırsat bulam ıyacak" dedi. Firavun, ku­
m andanlarına: "Yârın ne kadar kulum varsa at­
larına atlasın." diye çağırdı. Ertesi sabah her tâife
at arkasında Firavun'un yanma geldiler. On kere
yüzbin (bir milyon) kişi atlandı.
216 İNCİ DİZİLERİ

Firavun, suvârilerine hitaben: "İler kim


M usâ'yı tutar veya öldürürse kızım ı ona verece­
ğim !" dedi. .
Bu: askerler ve yayalar derya gibi dalga dalga
olarak, Musâ (A.S.) üzerine yürüdüler.
Hak Teâlâ bir ateş verdi ki cümlesini kapladı.
Ve bir yel çktı ki, şehrin bir ucunu yaktı. Bir kıyâmet
alâmeti koptu. Herkes kendi kaşının kaygüsuna düş­
tü. Evlerine koşmağa başladılar, o anda üçyüzbin kişi
helâk oldu. Can derdinden tar-ı mâr oldular. O anda
üçyüzbin kişi îmâna geldi. Firavun çok korktu. Zorla
sarayına yetişti. O vakit Hak Teâlâ ■ Cebrâil
Aleyhisselâm'a vahiy ederek:
’Y â Musâ! Fîravurişim di senden aman dile-
yip im dâd isteyecektir. B uâ kıl da bu belâ d ef
.•ö ls ü n .d iy e ce k tir; Sen d a h i duâ eyle -de o
belâdan kurtulsun. Zirâ ö cedd in in belinden ni­
ce v e lile r gelecek, hem. sen in m ucizelerin b ili­
n ecek n iceleri dahi im âna gelecek " buyurdu.
Firavun Musâ (A.S.)ya elçi gönderdi, aman dile­
di. Musâ^dua etti. O belâ def oldu. Bin kişi imâna gel­
diler. Firavun un putu söndü. Kıptilerin üzerine kor­
ku ateşi düştü. Benî İsrail kavmi ines'ud bir kavim
oldu.
Hak Teâlâ Hazretleri emreyledi: Avc’in kemik­
lerini Kehâfıî iline götürdüler. İnciklerinin birini
'■•Nife-'-köpiriiviya^tdar, üzerinden bin atlı geçirdiler,
sonra halk bir Mr im gelmeğe Mşlîethlar. Bunun
ŞEYH'İL-EKBERMÜHYİDDİN-İARABİ — ‘ .... _ 217

üzerine bir yandan melun şeytan, bir yândan mel'in ;


Hâmân (vezir) onları kandırarak imân etmelerine î:j
mâni oldular. , ;
. . ' • vl!
"Musâ (A.S.) halkı kendine döndürdü» mü!» j
künü elinden aldı. Ne durursunuz, yâ dirilelim , ;
yâ ölelim . Buna bir çâre bulm ak gerek." diyerek
yine Firavuna benlik (gurur), verdiler. Tedbir düşü- 1
nerek halkı, kadınları ve çocukları Musâ (A.S.) üzeri- !!
ne sürdüler, asker topladılar. ;■!
Hak Teâlâ Cebrail'i Musa nm emrine verdi. Fi-
ravunun ittifakım bildirdi. Musâ Aîeyhisselâm da
müminler ile o gece birbiri eriyle bağlanarak güneş
ağarmadan, şarapsız ekmek pişirdiler. Ve göç ettiler.
Tur denizi tarafına revân oldular. Hemen ’M usâ
’kaçdı!" dediler. Firavun askerleriyle Musâ'mn ardı­
na düşdü. Musâ Aîeyhisselâm'm yolu denize erdi. Fi­
ravun da askerleri ile beraber geldi. Halk çok korktu.
Musâ (A.S.) duâ etti, müminler âmin dediler.
Hak Teâlâ Hazretleri Musâ’ya:

"Asân ile denize vur." [Şuara suresi; ayet: 63]


diye vahyetti.
Musâ Aîeyhisselâm âsâsım denize vurdu.
Hakkın emriyle" deuiz oniki kola ayrıldı. Müminler
:girdüer.';BirK geçerken korktular. ”Ka-
228 - - 1 • İNCİ DİZİLERİ

lanlar nice oldu! dediler. Hakk ın emriyle pencereler


açıldı. Halk birbirini gördüler, konuşuyorlardı, geçe­
rek kurtuldular. f ,

Firavun askerlerini sürerek denize geldi. Baktı­


lar ki deniz yol olmuş, halk öte geçmiş. Firavun as­
kerlere dönerek:
"Gördünüz mü deniz benim korkum dan yol
oldu!" dedi. Ama gönlü tânıklık vermedi, girmek is­
temedi. Firavunün askerleri aygır atlara binerlerdi.
Ekseriyâ âdetleri öyle idi.
Cebrail'de bir kısrağa binerek Firavunün Önün­
de denize girdi. Aygır onu gördü, onlar da ardı sıra
girdiler. Firavun çök korktu. Aygın yenemedi, denize
girdi. Onu gören askerleri ve halkı da biİküliye kim­
se kalmadan denize girdiler. Deniz hemen kavuştu.
Firavun-u Lâin can korkusundan "M usâ'ya
im an getirdim .” dedi. Cebrâil Aleyhisselâm Fira­
vunun ağzına vurdu. Hak Teâlâ Cebrâilfe:
'Y â Cebrâil! Eğer Firavun b ir kere benden
âm ân dilese verirdim , bu ne şefk atsizlik tir.
Vaktâki, su kavuştu feryât ettiler.” buyurdu.
Rivâyet olunduğuna göre; Bir gün Cebrâil
Aleyhisselâm insan suretinde Firavun'a geldi, ve:
"Benim b ir kulum var, ben ona çok ihsân
ettim , fakat o bana âsî oldu. Benim adımı ken­
dine koydu. Onun cezâsı nedir?” dedi.
Firavun: "O ne yaram az kul im iş, onu suya
salmak gerek.” dedi.
ŞEYH'tL-EKBER MZMYİDDİN-Î ARABÎ — --------------- 219

Cebrâil Hazretleri: "Bana b ir m ektup ver,


ona cezasını vereyim ." dedi. Firavun mektup yaz­
dı, verdi.
Cebrâil Aleyhisselâm o mektubu suyun içinde
Firavuna gösterdi. Firavun görüp bildi ki, gark olu­
yor.
Bazıları rivâyet ederler ki;

■ " * * ~ * $ *

‘-’j j -ü cs-^y v j
■ • . t

"Musa'nın ve H ârun'un rabbıne im ân ettik."


[Şuara suresi; ayet: 48] diyerek Firavunün imâm
makbuldür.
Ûlemadan birçoklarına göre makbul değildir,
derler.
Vaktâki, Firavun askerleri ile gark oldu.
Mü'minler acep ne oldular, bilemediler. Hakkın em­
riyle deniz ölüleri dışan attı. Şişmişler, kara timsah
olmuşlar, üzerlerinde cübbeleri durur.
Mü'minlere gelince, onlar şâd oldular. O vakit­
ten Beri deniz ölü kabul etmez. Bu durumu Mısır ka­
dınlarına ulaştırdılar. Mısır şehrini yaz ve mâtem
kapladı. Kadınlar dul kaldılar, kimi at oğlanlarına
vardı, kimi taşra halkına gitti, kimi ortada kaldı. Her
biri dağıldılar. Şimdi dahi halleri odur, çöllerde ge­
zerler, Çingâne dedikleri kavim onlardır. Kârları
zinâdır.
220 ----------------------- İNCİ DİZİLERİ

Mısır azizi yanında iki âdî kimse vardı. Vaktâki


Yâkub Aleyhisselâffi onlan gördü. Ye:
"S iz Âdem değilsiniz, şeytan a s l ı s ı n ı z ” dedi.
Onlar da: "Âdemiz, âdem den doğduk " dedi­
ler.
Yâkub (A.S.): "Âdem iseniz ben dua edeyim ,
siz âm in-deyiniz." dedi.
Yâkub Aleyhisseîâm duâ ettikçe onlar erimeğe
başladılar. D.uâ.tamam olunca, onlar, helâ.k oklular.
Mısır halkı bunu görünce imâna geldiler.
Muktedir Halife zamanında iki bayağı kimse
vardı. İkisi de kadın, boylam yüzer arşm, dağda otu­
rurlardı. Hiç asker onlara karışmazdı. Bir gün ikisini
de uyur buldular, ok salladılar, ikisini de tepelediler.
İskender askerlerinde kırk kadın, ata biner,
silâh kullanırlardı. İskender o kadınların kuvvetiyle
cihanı seyrederdi İskender karardığa girince öte geç­
tiler. Bir azîm ölü gördü. Kulakları fil kulakları ka­
dar. İskender ona "Sen kim sisi?" dedi- O kimse:
"B en o kavim denim k i, ba lığı güneşte’ p işirip
yerler." dedi. -
İskender gördü ki bir dağ başı var. O kimse:
"Eğer Allah-ü Teâlâ'nın em ri olm asaydı cih â ra .
•seyreylem ek n ice olurdu, göreydin, seni asker-
..lerinle devirip- km m im e Metmdim amma var ki,
sem sana koydum ." dedi.'
İskender at sürerek Çin iline çıktı. O zaman Çin

/
ŞEYH'İLrEKJBER MUHYÎDDİN-İ ARABİ - - 221

ili padişahı Sencer idi. Ona büyük bir yüzük getirdi­


ler. Taşını çıkardılar, bir kişi onu güçle gptürebildi.
Sencer Şah: "Bu ben im n eslim in yü zü ğü ­
dür." dedi., ■
Sed’de Sırser içiıide bir kavim var. Burunları fil
hortumu gibi, boyları da alçak boylu otuz arşındır.
Aralıkta bir dağ vardır, ondan beri kimse geçmez.
Ilyâs Peygamber (A.S.) zamanında bir padişah
vardı. Hak Teâlâ İlyâs (A.S.)'ı ona gönderdi. O kavim
kabul etmedi. İîyas aleyhisselâm duâ etti. Hepsi kı­
zamık (sârısu) oldu. Hatta cife yediler. Kati olarak
bunaldılar, tevbe ettiler. İlyâs Peygamber'e yalvardı­
lar. İlyâs (A.S;) dua etti. Hastalık gitti, gene ucuzluk
geldi. Yine âsî oldular. Allah-ü Teâlâ Hazretleri o
kavmi helâk etti. İlyâs çok melûl oldu. Hak Teâlâ bir
merkep gönderdi, Ateşten yaratılmıştı. Ona bindi,
gönlünde taâm lezzeti kalmadı. Dünyâ arzusu gitti.
Issız yerlere giderdi. Nereye dilerse kuşlar ile uçardı.
Türkistan ulu bir yerdir. Halkın ömrü uzun
olur. Orada şifalı otlar bulunun Gergedan etini yer­
ler, padişahları file biner.
Hürgün denen bir yer vardır, halkı bir dağ ete­
ğinde yaşar. Yemişten başka birşey yemezler. Nefis
şekilleri olup, kötü huylu bir kavimdir. Dillerini kim­
se bilmez.
Bâzan denen bir kavim vardır. Yemekleri ba­
lıktır. Tuzlu sü içerler. Saçları vücutlarım örter. On­
lardan Öte imâret yoktur.
1

222 = = =
İNCİ DİZİLERİ

Tırm uce denen bir kavim vardır, içlerinden


tâun çıkmaz. Dışardan bir kimse gelse ertesi gün
tâun olur. Ondan onlara Rivatan derler.
Bir kavim vardır, onlar şeker ile insan eti yer­
ler. Onlara Rivatpenali derler.
Bir kavim vardır ki, onlar uzun boylu gâyet
kuvvetlidirler. Birisi bir fili zebûn edebilir. Demir ok
kullanırlar.
Bir kavim vardır ki aile hayatı bilmezler, kimi
dilerse tutar, açıkta zinâ ederler. Kimse bir şey de­
mez. Onların ömürleri azdır. Otuz yaşına varmaz.
Zirâ zinâ ömrü kısaltır. Onun için âhır zamanda zinâ
âşikâre olacak ve vebâ (tâun) hastalığı çoğalacaktır.
Haram yere düşen meni elbette vebâ hastalığına se­
bebiyet verecektir. Çocuk ölürse şer olsa gerektir.
Yine Tenâsü denen bir kavim vardır. Maymun
şeklindedir. Boyları oniki arşındır. Onlar birbirini
yerler. İnsan tutarlar, beslerler, semizletirler, ondan
sonra keser^ yerler.
/\ m t s

Ikdâm denen Afrika ormanlarında deniz kena­


rında bir kavim vardır. Bir gün bir kişi avlanmak
için evinden çıkıp gider. Başka kimseler onu yakala­
yıp tutarlar, beylerine götürürler. Beyleri bu kimseyi
görür. Bunun eti tatlıdır der.
İskender: "Ben C ihânı gezdim , çok çeşit
m ahlûka t gördüm , ancak b ir m ahlûk gördüm
ki; gövdesi, eli ve ayağı inşan, yüzü it gibi, kuy­
ruğu maymun kuyruğu gibi Kuyruğu ile insanı
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ ' ----------------- 223

vurur, düşürür, boğar. H iç onun gibi başka b ir


m ahlûk görm edim ." der.
Yine Ebû Müslim diyarlarından merd şehri ulu­
larından bir kimse var idi. Ebû Müslim'den sonra o
vâlinin bir oğlu kaldı. Atasından sonra onu mülke
vâli yaptılar. Gây et akıllı ve âdil, idi. Adına Sultan
Mahmud derlerdi. Çok menkibeleri yardır. Bir kere
Hindistan’ı fethetti. O yerlerin acâyiblerinden sordu.
Onlar da:
"Evvelce burada taştan b ir put vardı, boyu
yüz arşın bir dağ gibi idi. Gökten indi diye ona
taparlardı. Nâgâh b ir gece gördük ki, yüzü üze­
rine düştü. Bir hayli vehnıe kapıldık. A caba ne
alâm ettir dedik. Vehim den kurtulam adık. Tâ
şuna kadar ki, haber aldık ki, M ekke'de b ir pey­
gam ber dünyâya gelm iş, ne kadar putlar varsa
sernigüh olm uş, ondan b ild ik ki, pu tların işi
b â tıl imiş. O ndan Allah-ü Teâlâ H azretlerin e
im ân getirdik." dediler.
Büyük Rum İmparatorluğunda bir kimse esîr
olmuş, her yerde bir suret görmüş, ağzından şeker gi­
bi su çıkar. Bir keşişe sordum ki, bu iıe surettir?
, Keşiş: "Sen hangi dindensin?" dedi.
Bende: "İslâm dînihdenim ." dedim.
Keşiş: "Bu sizin peygam beriniz H azret-i Mu-
hamm ed M ustafa (S.A.V.) suret-i M ubârekesi-
dir." dedi.
224 ----------- İNCİ DİZİLERİ

İskender'in anası Oya Hâtûn gelerek bu surete


yalvardı. Hak Teâlâ Hazretleri ona İskender gibi bir
oğul verdi. Şimdi o ilde her kimin bir hâceti olsa o su­
rete varır, o surete hâcet diler; hâceti revâ olur.
Bir yer vardır ki, orada hortlak (peri) çok olur,
İskender orada çok hortlak gördü. Fakat istediği gibi
göremedi. Peri var ki, yolda beşyüz insan azdırır. Bir
saat insan olur, bir saat canavar olur. Bazı kimseler
bu bir mahlûktur, bazı kimseler de bu cindir derler.
Ne zaman cin tâifesi ğöğe çıkmak istese yerle gök
arasında melekler vardır. Ellerinde ateşten kıvılcım­
lar tutarlar. Cin tâifesini görünce kıvılcımlarla onlan
düşürürler, ölürler. Canavar geceleri dağlarda insan
suretinde yolcu Önüne çıkar. Yolcu insan sanır, yolda
biraz durur, kâh uçar, yolcular onu görürler. Yolcula­
ra zahmet çektirirler. Bir çok kimselervbu devleri gö­
rürler. Saçlı, sakallı derviş suretinde geyiklere biner­
ler. Dağlarda yürürler. Yolda yürürken kaybolurlar.
Ahmak câhiller onu görürler. Ve dağda evliyâ gör­
düm, g ey iğ e binmiş diye rivâyet ederler.
Ekseriyetle şu âşık tâifesi veya şu garibler
evliyâ âtıdır diye geyiği gezdirirler. Kapı kapı onunla
dilenirler. Geyik tersini arkasına alırlar, yani evliyâ
atıdır diye postundan namazlık yaparlar. Ama na­
maz kılmayı Ömründe bilmezler. Ya tekkelerine bir
geyik boynuzu asarlar ve erenler atının boynuzudur
derler. Ahmak câhiller evliyânm geyiğe binerek dağ­
da gezmesi ne mümkündür bunu bilmezler, bu fesâdı
yapan cindir, peridir.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDjNdARA&î 225

Câhil kimseler pınar, kuyu başlarına gelerek


onda tuzak kurar, Halka itikâd vermek için gelirler,
bezler bağlarlar* sıtma hastalıklarının iyi olacağına
veya bir hâcetl erinin yerine geleceğine inanırlar. Bu
suda kerâmet veya buraca evliyâ vardır derler.
Câhilin evliyâsı cindir ve ancak suyun sudan ne farkı
vardır. Su, Allah’ın didârmı (cemâlini) görmüştür. Bu
fesâtları yapanlar cindir, şeytandır.
/ Malûmdur ki, cin ve şeytanlar insanm düşmanı­
dır, İnsanı nice türlü yollardan azdırırlar. Câhile
bahane gerek, abes şeylere itikâd ettirirler, Ekseriya
bu Anadolu memleketlerinde olur. Başka yerlerde
yoktur.
Hazret-i Ömer (R.A.) zamanında Arabistan'da
bunun gibi bir pınarda bir cin tuzak edinmiş. Her
kim varırsa kimi bez bağlar, kimi hâcet diler. Öyle
meşhur olmuş ki tâ Hazret-i Ömer’in kulağına erer.
Ömer (R.A.) hayret eder. "Bu iş İslâm D îninde yok­
tur. V arıp görmem lâzım dır!" der. Yârenleri ile ge­
lirler, görürler bir pınar yanında bir ağaç üzerinde
bezler. O kadar ki ağacın yaprağından çok Hazret-i
Ömer bu dutumu gördü. Eûzübillâh dedi. Bir balta
istedi, getirdiler. Ağacı kesti, içi koğukmuş, içinden
aksak bir cin çıktı ve kaçtı. Hazret-i Ömer baltayı ar­
dınca attı. Cin kayboldu. Ömer (R.A.): 'İnandığınız
evliyânızı gördünüz mü!" dedi. Artık o pınarda
böyt^haller belirmedi.
Ragûtüîlah (S.Â.V.) zamanında cin ve şeytan lu
fesâdı yapmağa korkardı. Bu fesâd sonra belirdi.
226 — ' " ---------------- ' • İNCİ DİZİLERİ

Rasûlüllah (S.A.'V.)Hazretleri:"Sizden hangi*


iliz doğru yol dilerse benim ashâbıma uysun» tâ
ki» azmasın. Benim ashâbımdan sonra ümmeti­
min ulemasının sözlerinden şaşmayınız. Zirâ
onlar Beni İsrail Enbiyâsı gibidir. Benim
şeriâtım üzere kâim olun. Benim sünnetimi icra
eyleyin.” buyurmuşlardır.
Köhne tâifesi kimi arpa, kimi bakla, kimi nohud
her biri bir şey ile gayba hüküm ederler. Bunların /
cümlesi şeytan fesadıdır, cin ye şeytan olmuş ve ola­
cak işten haber verir. Olacak işi Allah'tan başka kim­
se bilmez. Kâh olur ö baklanın üzerindeh işâret ede­
rek hüküm ederler. Geleceğe hüküm etmek küfürdür.
İtikâd edenin yetm iş gü n e kadar duâsı kabul
olm az. Bazan doğru çık tığ ı tesâdüftür. Onların
doğruyu söyledikleri yoktur.
Nitekim Kur’an-ı Kerim'de:

"G izlileri bilen yalnız şensin» Şen!"[Maide su­


resi; ayet: 129]

ti " V».. 0" ** & O > > ^^ o j


VC
\

ŞEYITİL-EKBER HUHYtDDİN-t ARABİ 55=5= 5= = = = 227


"D e kİ: Göklerde ye yerde A lla rd a n başka
kim se gaybıbilm ez"[N em i suresi; ayet: 65] buyur­
maktadır.
Bunun gibi şeylere inanmak İslâm ehline lâyık
değildir.
Cin ve şeytan bir mahlûktur. Ama peri mahlûk
değildir. Bazı kimseler peri de onlardândır derler. Pe­
ri insana munîs olur ve insana yakındır. Öldürmek
kâbildir. Ama cin ve şeytanı öldürmek kâbil değildir.
Peri sultanın adı Kâzibâ’dir. Peri; Ağrı Dağında ve
Mazindirân'da, Rus'da, Firengistan'da olur. Vâsıfta,
Mazindiran’da ve Nusaybin’de âşikâre müslümandır-
lar. . ■
H0c!
iMgsb
C&St
-ysföB sbmm&mfîs (,.8, A)
-mcf aaö •n&flx%af#8 am $şum m ılm î &hnHsm:sM' ftitamar
’.' . , •
■. ' • ,xhBhfâftî&£ •sı/yrbs^
ta&möİo ■İrstal a© ^ B İ^ M Îİ# âI^ M & 8 ,nity ı ilî • ■
M ıhİBjı^mrdm aş ®o8'jMo>wâ§sMqmx mxlj ahnbî

:iâ "sjoı^ •
â|.âHt!: ^ÎMids&s M û. afesttei: dam&od.i«ı© m m rl-zM n
'.^ Y w i'-m - $&*&>&$■
sm h m oa m i o fifaihürâjüS eV -; I nv mUî bdh /Vıd>
-yoittS raeîeaaid^alA. .Uâı-dtaO abaa Q \ısUmms-nîhmb
Rivâyet edildiğine g ö ^ i f ö ı ^ t o M ş f a Halîfe
....
............... .......,........... M L ,, n
b I ı S"- İ0M$î
® İ Ş â W f l p r M ^ İ ^ ^ / V . v '.h ,;r A - ^
^ifıMştaa ^ /ifo ıd Jijp's ^U ı\>:^ T' £ a - -v*r ,
-S(Mİ ®

al^of g*l&W3b[ aVT .-:âtİ)İhniâ& (;8.A) .n,.sxîrsra0/8.

kanatlarını açıcılardır ve kapayıyerirleri IGMâl


sı tu tu verm ez. Şüphe yok
r a ^s a f /
19] buyurıümuştur.
**x*fe£C:(.8-.A)j'naftxYpIö8-.'. . '
■f Hak ITeala Hazretleri onlan oraife halketmıştır.
oaiacm u o .»■ imaç?;liii,^ aDamıo .sisy -.-.-moo t e
TesDın ederler. Onlara kıyamete kaaa&olum yoktur
m s m.ırtacr BTa44üw,i0u
rımmA-
ağında makam tutmuştur.
230 ' , ■' ’ ,V~' ■ İNCİDtZİLERt

Süleyman Peygamber (A.S.) zamanında Süley­


man’ın hizmetinde bulunmuştur. Süleyman ona bin*
yediyüz saf kuş ısmarladı.
Bir gün Süleyman'ın önünde benî İsrail uleması
içinde ilim münâkaşası oldu. Söz şu safhaya geldi ki;
"Allah-ü Teâiâ H azretleri b ir şeyi ki tak d ir et­
m iştir, O'na kim se m âni olam az. T edbir takdiri
bozam az.” dediler. Zümrüd bunu işitince dedi ki:
"Bir kimse onu bozm ak istese olmaz mı?" " Hâşâ
olmaz. Ne kadar ki, ku dret ve kuvvet H akk'm -
dır," dediklerini gördüler. Ve Zümrüdü o inancından
döndüremediler. O anda Cebrâil Aleyhisselâm Süley­
man Hazretlerine gelerek. •
"Hâk Teâiâ sana selâm ediyor, buyürur ki,
Züm rüd eğer bizim ta k d irim izi inkâr ettiyse
M aşrık padişahının b ir oğlu , M ağrib padişahı­
nın da b ir kızı doğdu. Bu ik isi birbirine takdir
ettik, eğer Züm rüd bu ta k d iri bozabilirse b oz­
sun.” dedi.
Süleyman (A.S.) Zümrüd'e: *Ne dersin, şöyle
takdir olunm uş b o za b ilir m isin?" diye durumu
bildirdi.
Zümrüd: "Aler-rei'sü vel’ayn" (Baş gözüstüne).
dedi.
Süleyman (A.S.): "Sakin, sonra m ahcûb olur­
sun." dedi. Çâre olmadı, Süleyman (Â.S.) kuşlan
tânık tuttu. Bunlardan biri karga idi. Süleyman'dan
âmân istedi. Onu ileri saldı, uzaklara uçtu. Zümrüd
ŞEYH'ÎL-EKBER MVHYİDDİN-Î ARABİ ========= 231

de o maksatla uçup gitti. Magrib’e vardı. Havadan


gözetti ve gördü ki; Magrib padişahının kızı beşikte
yaz günü hizmetçiler tarafından etraflarına almışlar;
sâfa sürüyorlardı. Zümrüd süzüldü. Kız Azve’nin be­
şiğinin üzerine indi. Hizmetçiler târumar olup dağıl­
dılar. Zümrüd beşiği kaptı, havaya çıktı. Kaf dağına
götürerek ulu bir ağaç üzerindeki yuvasına koydu.
Bu zümrüd dişidir. Kadın memesi gibi memesi
vardır. Başı insan, dili insan gibi söyler. Eli, gövdesi
kuş, o da bir mahlûktur. înşaallâh hikâyenin sonun­
da beyân ederiz, O ne insandır, ne melektir ve ne de
kuştur.
Zümrüd-ü Ankâ kızı emzirdi. Kız büyüdükçe
Zümrüdü anası bilirdi. Gündüz Süleyman'ın yanın­
da, gece kızla beraber olurdu. Süleyman'ın heybetini
ve şevketini söylerdi/ Kız dâima ağlardı. Tâ ki büyü­
dü, bülûğa erdi.
Bu tarafta doğu padişahının oğlu büyüdü. Atası
yerine padişah oldu; Fakat avlanmayı çok severdi.
Daima işi av avlamaktı. Bir gün nedimelerine: "Ka­
ra* y er avının zevkin i tattık, seyrin i gördük,
derya avcılığının seyrini de görelim ." diyerek ge­
mileri hâzır ettirdi. Ve gemilere girerek deryaya açıl­
dılar. Deryalara giderek avlandılar, dönüp gelirken
Hak Teâiâ bir yel verdi, büyük bir tûfan oldu, gemi­
ler alabora^oldu. Herkes kendi başının çaresine ko­
yuldu. Her birini; bir iklime attı. Şehzâdenin
yârenlerinin bazısı denizde helâk oldu. Sekiz gün de­
niz içinde dalgalarla başbaşa kaldılar, halkın aklı
232 = = = = = = = = = = = = = = = = = = = = İNÇİ DİZİLERİ

başlarından, gitti. Sekizinci gün yel dindi. Halk gözle­


rini açtı. Nereye geldiklerini bilemediler.
Bir gün uzaktan kara parçası göründü. Karaya
yaklaştılar. Heybetli dağlar gördüler. Ucu âsumana
erişmiş yücelerine çıktılar. Karınları acıkmış avlan­
maya gittiler, Av kovalarken, şehzâdenin önüne bir
av geldi. Ardına düşüp dağ içine gitti. Uzaklara git­
mişti. Yârenlerinden ayrı düştü. Yolu bulamadı. Bir
yolu tutup gitti. Meğer o yer Kaf Dağı etekleri imiş.
Gittikçe dağlar koyuldu. Derin yerlere daldı. Gece
ağaca çıkar yatardı. Giderek ulu bir dağa erdi. Ucu
âsumana erişmiş, ulu bir ağaç gördü. Bir memleketi
kaplamış üzerinde bir yuva var,^ ulu bir şehir gibi.
İçinde güzel bir mahbûbe gördü. Adeta yeni aya ben­
ziyordu. Ağaçtan aşağıya bakıyor. Kızı gördü Kızı gö­
rür görmez hüznünü unuttu. Kız da onu gördü ki,
kendisine benziyor. Bir kendisine baktı, bir ona bak­
tı. . , -
"Bu bana benziyor." dedi. "Yâ benim anam
böyle değil!" diyerek: "Sen kimsin» bana ben zi­
yorsun?" dedi Hâk Teâlâ kızın dilini oğlana bildirdi.
Ve: "Ey canım» bu yalnız yerlerd e ne yapıyor-
sun?'dedi.
Kız: "Benim anam var, gündüz Süleyman’ın
hizm etine gidiyor, gece benim le olur." dedi.
Şehzâde: "Senin anan p eri m idir, yoksa cadı
m ıdır, seni burada yalnız koym uş?" dedi.
Kız: "Seni gördüm , bana benziyorsun, gel
yukarı!" dedi
ıs g l! âiSsT :lâH'? ihıîfe,
..tjİlg BT ünfe "4Mş;g
"Kızım ne oldun?" dedi.
o 'h a v g ğ ş «&ü&öaîsfjiî
. g ı c . r< . s , ^ .
£&££$ uE&TT :ifw m . zu'mslo%
İ R | S üÜ,.ti: Ç jfk llî Jf İ W '< -

9» ııifelldasod -hırı
, i. +I1jjr ^,'İf Ü'?, J j İ.eî;îj3
Kız: "Şu aşağıda yatan gövde n a s ılo f d r^ ğ o*
t a ^ y t ik a ı® ^ ^ .
Zümrüd de takdiri kendi eliyle j ^ a n ^çî&nî)

J'J'w a İ& JîlyOİ! V> ■su'tVJtAS -AUM.«.MJ.V|W>

l. Kız ışıttığı kıssayı anlattı. 1


«d da
234 ' ' ' ' ; ' İNCİ DİZİLERİ

hikmet bu im iş." dedi. Çocuk da buraya nasıl geldi-


ğini bir bir hikâye etti, kız da dutumu anladı.
Vaktâki akşam oldu. Oğlan tekrar gövdeye girdi.
Kız da Zümrüd'e istediğini söyletti. Çocuğa .işit­
tirdi. Bu hal üzere kız şehzâdeden hâmile kaldı. Son­
ra zaman bitti.
Cebrâil Hazret-i Süleyman'a geldi. Durumu bil­
dirdi "H âk T eâlâ H azretlerinin takdiri yerine
geldi." dedi ve gitti.
Süleyman Aleyhisselâm Hazretleri de Zümrüdü
götürüp sordu: 'K a sıl ettin, Hak Teâlâ'm n takdi­
rini bozabildin m i?" dedi. Zünürüd başvurup, ka­
natlarını yere döşeyerek: "E lim den geldiği kadar
bozdum." dedi.
Süleyman Hazretleri: "G it şim di, o kızı bura­
ya getir." dedi.
Zümrüd sevindi: "Baş üstüne!" dedi. ;h ■.:: v ■■■'
Süleyman Hazretleri Züpırüd'ü ulu kuşlarla be­
raber koşturdu, uçarak kuşlarla gitti. Mahlûkatı ce-
mederek yüce bir divan topladı. "Acaba bugün Tan­
rımın peygam beri ve halkı, bu m ahlûkatı niçin
cemeyledi?" dediler.
Bir toplantı oldu ki, şimdiye kadar böyle bir top­
lantı olmuş değildi, bu yana kuşlar gelerek dediler.
Zümrüd'ün kanadının ününü işittiler. "Aceb bu
vakit gelmekten murad ne k i!" diyerek çocuk acele
gövdeye girdi. Zümrüd ve kuşlar geldiler. Kız şaşırdı.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABİ - 235

"H iç bu âne bu vakit geldiğin yoktu." dedi.


Zümrüd: "Bugün Süleym an sen i istedi, gel
varabm , onun divanını tem âşa eyle. Orada sana
benzerler çoktur." dedi.
Kız: "Beni nasıl alıp gidersin?" dedi.
Zümrüd: ,TÜzerime alıp giderim ." dedi.

Kız: -'Ben bunca denizleri geçem em , gözüm


kararır düşerim." dedi.
Zümrüd: "Yâ nasıl edeyim , bugün m utlaka
varmak gerek." dedi.
Kız: "Ben şu gövdeye yatayım , gözüm der­
yayı görm esin." dedi. Züımüd mâkul görerek kız
gövdeye girdi. Çocukla bir yatakta yattılar. Orada
kız, bir oğlan doğurdu.
Kuşla? hava kalktılar. Zümrüd de gövdeyi Sü­
leyman Hazretlerinin huzuruna getirdi. Divan kurul­
muş, cümle mahlûklar toplanmış. Zümrüd de gövdeyi
Süleyman Hazretlerinin önüne koydu. Süleyman
(A.S.): "Aç görelim !" dedi. Açtı, kız, oğlan ve çocuk
üçü beraber çıktılar.
Süleyman (A.S.): "Ey Subhânellah! A llah'ın
takdirini böyle m i bozdun?" dedi.
Zümrüd bu söz karşısında mahcûb oldu, korktu.
Süleyman buna aman verdi. Ve o korkusundan kör
oldu> Virânelere girerek gizlendi. Zümrüd de şaşdı.
Ne yapacağını bilemedi. Uçtu Kaf dağında mekân
236 ’C İ DİZİLERİ

' ■iM * r t ^ j j f o v sMlfef^g t May w& m â :a d sdîr


tuttu. Bir fa l ada gîzlendı. O da gündüz dışarı çıksa
iÜ$vz&&tf! idirî-e rdi^Züm-

meğe yüzü kalmadı. Hak TeâtâddkzretlerinMtakdmi-

Kerim’deş^b ''.zufcabfg qdn ectebresö'*1:bû'xmü& "


h ,a M zm h B tm u d a » 1 F :xr2T ' •
J i jG ç° _ J , W &1H1İ
M M jih ım ı •*m'g.dd I i b b £sı ■
.; . '• ' ■ . '.ibsb J İsm ’m v

***
M ş t e w m s
B ü £ a t j c t ı M l # ^ € ö i 4 ^ ö k t t f W :
O'ndan başka ilah yoktıir. Bak

niçin dişidir? Erkeği hani! Ne için bu aıemae tekdir,


^,3” î(.B;A) aaârçaiftB
Cevabı, bu mulur

skıırilıtde tSr% tüadd m&M;ûklİr

4 ® # ^ fa ü te İ^ â ^ 0 S g ^ ^ u ^ t e d i f Bu^ü®epü((laü|-
mak üzere erkeği ile ittifak ettiler. "Bu âlemden
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN4 ARABÎ 237

b a ş k a â l e m v a r m diye uça uça kendi


ı g ö r e l i m ? "

âlemlerinin hududuna geldiler. Ve başka âleme geç­


meğe karar verdiler. Havaya aktılar, süzüldüler, der­
yalar geçtiler. Kürre-i Zemherin ve Kürre-i Nârîyi
geçtiler, erkeği geri dönmedi; o, ölüvermiş derler.
Bazı kimseler onun g e n j ^
Fakat o geri ' — ~ *~ ıber dönerdi. Öl-

■f.
!Ç/'“ .. «lf >■;171: İ-#

'-)■*">««*»•
S
Â.İ&"
ONALTINCI BÖLÜM

ESRAR-1 CİFRÎYYE ve HAVÂDİS-Î KEVNİYYE,


RUMUZU CİFRİYYE’Yİ BEYÂN EDER

Bilmiş ol ki, Hak Sübhânehû ve Teâlâ Haz­


retleri Kâdir ve Kayyûm'dur, bu âlem leri yok
iken, O, kudreti ile yarattı, sonunda yine fâni
olacaktır. Z irâtakdir Allah’ındır. Böyle câri ö l­
müştür. Bâki yâlnız Allah’tır. Nitekim Kur’an-ı
Kerim'de:/;-.^/^

I . öl a. ., I a Ji a . j> JO•.>
4-. o ^ j# 1$ ' * o* £J
I Aİ İİJI a
✓ a* £

"O'nun zâtından başka herşey helâk olucu*


dur. Hüküm O'nundur Vâ Ü'iıa döndürüleceksin
nizdir." [Kasas suresi; ayet: 88] buyurmuştur.
Z e v a li y o k , e v v e li y o k , H ayy ve
Kayyûm'dur. Ahiri yok bir nûrdur ki, Onu vasıf
etmek aklımız dışındadır. Arş ve Kürsîyi, levh ve ka­
lemi, cennet ve cehennemi yarattı. Nitekim Dünyâ­
nın müddeti tamamlandıktan sonra, elbette yine yok
olacaktır. Yine ittihaz edecektir.
240 İNCİDİZİLERİ

Derler ki, bu cihânın ömrü yetmiş bin yıldır, İn­


san yaratılalı altmış iki bin dokuz yüz altmış yıl ol­
muştur. Yedi bin yıl daha hüküm edecektir.
Yıldızlar yıl bu âlem
halkı fâni olacak, ıssız yatacaktır.

% Î T O r /İ P # w îîâ j ve •
tâmm^tM ktifrâ '^Oİir o la câ . r ^ a t esah^ivli bu-
dur ki, Hak Teâlâ onu kimseye bildirmedi ki, ne va­
kit olacağı ancak ehl-i nücûm kâidesince böyle yüz
gösterir. Sıhhatini Allah bilir. ,
-s.isH b I M T iw û&an&dd&to io eta iM

ikimiz beraber geldik, ben biraz evvel :


diye mübârek iki parmaklarını gösterdi.
^Ahlâksâhibleri*§öyle pâr-
mafö^ri-Uj® örifat$âr^aî|lhrt öl^cipha
işâret eder. Kıyametin nişanlarını haber verdi ve ne
zaman kıyamet yakındır, on t)ürlü alâıpet zâlıır^plur.

%i#ifebSyââİriaİBâlsffi0-^^^.SJ>
:' :^iMiitriirfp.d [BB ;İE'iHtijs siea&dj vv iI* m m £
Ka'bü’î Ehbâr'ın rivâyetine göre;, Muallim
■StHtînW f ftasafcSe- (RSE^ıı#fi!^İSıdır^.,.

oturarlnr*. eobrâiHA.&:') »îtk Tefflâ ffazfetlermdeh


■, ■ ' ':ıü tû î$ h s s&ritftâ-bî» t .ııtem io
ŞEYirİL-EKBER MÜHYİDDiısj.t a v Anî * ---------------------- 241

Haşan ile Hüseyin (R.A.)’in dedelerini (S.A.V.) gör-


’ naeğe gelmeşlirdi. Hazret-i Rasûl de elmanın birini,
Haşana ve birini Hüseyin'e verdiler. Bunlar da elle-
rinde tutarak hocalarına geldiler. :'"v
Hocaları elmalara bakarak: "Bu elm alar
dünyâ elmasına benzem iyor. Bir yıldıza benzi­
yor." dedi. Kocalan elmayı alarak yedi. Hemen kamı
şişti. Gayb ilmi gönlünden diline geldi. Gelecek halle­
ri söylemeğe başladı. Öyle ki halk başına toplandı.
Rasûl Hazretlerine haber verdiler. Onlar da ho­
canın yanına geldiler ve: "Yâ İbn-i A'kab! Sana ne
hâl oldu ki, bunun gibi şeylerden h aber verir­
sin!" dediler. İbn-i A’kab da hâli dedi. Rasûl Hazret­
leri mübârek eliyle, İbn-i’ A'kab’ın kamını sıvazladı.
Şiş o halden zâil oldu. İbn-i A'kab ın sözleri çoktur
buyurdu. Büyük sözlerini takdim ve te'hir ederler.
Öyle yaptılar. Câhillerden sakladılar. Onun sözlerini
Mısır ehli bilir. Cümle keşfini en güzel sözlerle beyân
T etmişlerdir. O sebepten Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretle-
\ ri: "Hak Teâlâ Celle ve Alâ H azretlerinin gizli
| h âzin eleri v a rd ır. O h â zin elerin an ah tarı
\ şâirlerin en güzel lisânıdır." buyurdular.
■■ ■ ■ ' . :
Şimdi bu sırlardan bir kaç nesne beyân edelim.
Bilmelisin ki, bu ilm-i cifirin esrârma kimse
muttali olamaz. Tâ ki, bu ilmin sâhibine rücû etmiye.
f ' ' ' ,■

Şeyhil muhakkikin âlimi bi keşf-i esrâr Allah’a


ve âyetlere Şeyh Abdurrahmanü’l Bistâmî Kadde-
sallâhü sırrahû’l âziz sâhibü'l hurûf Hazretleri o
242 '. '' ' ' ' ~ İNCİ DİZİLERİ

vâridât-ı gaybiyyeden bazı havasla ki onu kabul eyle­


di. Hal diliyle tâbir eyledi. Bu dâvetci onu türk diline
getirerek kitabımıza yazdık. Her ilimden bir nebze
tattırdık. Bu ilm-i cifirden birer miktar tattıralım,
ehli isen dinle! Velâkin ziyâde tasrih isteyen Cifir
Câmi kitabını mütâlâ kılsın. Onun esrânna vâkıf ol­
sun., -
Huzeyfe b. el-Yemânî (R.A,): "Melhemelerin
peygam beri yani Hazret-i Rasulüllâh (Ş.A.V.)
Hazretleri her padişahın adım zikir eyledi. Tâ
kıyâm et k op u n ca b ir b ir beyâ n eyle di. A d lı
adıyla Emire'l M ü'minin A lı Kerremellâhü Vec-
he'ye söyledi. Tâ kendi asrında ınkırâz âlemine
d eğin ne olacağın ı, m âsiyet zam anından ve
alâmet zamanından padişahların doğacak jgiin-
lerini dahi zikir eyledi." buyurdu. O cifir kitabi bin
yedi yüz satırdır ki, Ali Hazretleri onu deve derisine
yazmıştı. Onun için cifir dediler. Onun içinde yirmi
sekiz sûret vardır. Her suret yetmiş padişah adına
işârettir. Yetmişi, yirmi sekizle çarparsan bin dokuz
yüz altmış padişah adı hâsıl oldu. O padişahlar birer
zamanda vücûda gelse gerek. Bu kitap içinde yedi
sûret vardır. Yedi yıldız hudüdunca onda mezkûrdur.
Ondört halife adı Ümeyye'den Osman b. Affan’dan
başka onların evveli Muâviye, sonuncusu Mervân b.
Muhammed’dir. Onların devlet-i hilâfeti seksen yıl­
dır. Bin ay olur.
On iki ay sûret vardır ve on iki burç adedine gö­
re zikir olunmuştur.
ŞEtirtL-EKBER MUHYİDDİN4 ARABÎ ======== 243

On halife adı hulefâ-i Beni Abbâs’ın devletidir,


kurucusu Ebu Abbâs’tır. Sonuncusu Muhammed,
Mehdi dir. Bir sûret vardır, onda zikir olunmuştur.
Fitnelere sebep padişahların adı Bmire’l-Mü'minin
Haşan hilâfetinden ırikırâz-ı âleme, değin eimme-i
râsihun ki, Ali Hazretlerinin çocuklarıdır. Rıdvan u -
llâh’i Aleyhim Ecmeîn bu ilmi bilirlerdi.
Harâb olacak şehirler, cezâmn sebebi bu kitabta
yazılmıştır. Ve o yirmi bir bin altı yüz on bir aded
şehrin adı zikredilmiştir. Yedi iklimin içinde her za­
man bin padişah vardır Onların halleri ve vakaları
yazılıdır.
Kıyâmet alâmetleri, Mehdi'nin zuhûru, Beni Âs-
far'm ve Deccal'm çıkacağı, -Kostantıniyye- İstan­
bul'un Fethi ve İsâ (A.Ş.) Hazretlerinin nüzûlu,
Ye'cüc ve Mecüc'ün çıkacağı, güneşin mağribten do­
ğacağı cümlesi beyânolünmuştur.
Biz de onları bir bir mahallinde înşallâhü Teâlâ
beyân edeceğizi Fakat Rumuz-u cifriyyeden bir kaç
nükte beyân edelim. ’
Birincisi adı geçen Nurânî ve güzel yazıları
ihvân-ı safâ ve vefâkâr dostları için vârid olmuştur,
Hakkiyle ve sıdk ile, vasıf ile haber verirler.
Nübüvvet sırlarından haberdar olmayan kimse
bu sırlara vâkıf olamaz. Nübüvvet sırlarına vâkıf
olanlara mâlûmdur. Nitekim Rasûlüllâh (S.A.V.):
2 4 4 1 :. , -------- ------ • ÎNCİ DİZİLERİ

1 ’ s , * îS ' * * .o o :

■'Beri ilm in şehriyim . Ali de kapısıdır.” bu­


yurmuşlardır.
Bu ilmi, nâ ehlinden saklamak gerekir. Ehline
rumuzla caizdir. Ancak tasrihi hiç bir vecihle eâiz de­
ğildir. Yani bu işârettir. Sebâtî tayyi yani döşenmiş
döşekler götürülmeğe ve gürültülerin def olmağa ya­
ni sözlere götürülmeğe, yeryüzünün tebdil olmağa,
imâret yerlerinin harâb olmağa, yerlerin yaratılma­
ğa, kapularm ovanmağa, kanlar dökülmeğe, ulema­
nın nifâkı, huiefânm muhâlefetine, kılıçların yürü­
meğe, durumların bozulmağa, mallar cem olmağa,
nifâk ve küfür zâhir olmağa, tâ ki Allah-ü Teâlâ Haz­
retlerinin kazâ ve kaderi yerine gelsin.
Ne zaman tarih o vakte gelecek ki, o bilgi sırrı*
suratıdır.Yâ Yusuf gibi çirkinlikten yüz çevir. Haki­
katen selâm ver gözüne, fakat sîn ismi şediddir, mülk
cediddir, anlayışı sabittir. Ateşin hârini hâbittir. Bir
çok illerin bazısı kolaylıkla ve bazısı da zorla fethedi­
lecektir.
îmâretler sönmekle, ibâdetini düşündünse bir
şey harâb olacaktır. O civan delikanlı ki, katil ve fit­
nedir. Vây o vaktin memleketine, şehirlerine ve in­
sanlarına onların çevrinden, zulmünden, hilesinden,
şerrinden! Zirâ ûlemayı helâk edecek, gariblerin gön­
lünü yakacaktır.
Yâ Mühammed, hazer eyle kardeşten o kuş tu-
ŞEYH’ÎL-EKBER MUHYİDDİN-İARABÎ V - _ - 245

zağına benzer ve sakın akrabalardaîı, çünkü bunlar


akrep gibidirler, ' /
h• . s ■ -r ■ • ,

O köpekten sakın ki, ğece ve gündüz yürekte


tak tuk eder. Zirâ o halvette oturur. Onun dostudur.
Bu yıl bast yılıdır. Harp, kıtâl, cenk, azâb, işkence
olacaktır. Alim kaçacak, câhil fırâr edecektir. O tüc­
carlar yemek içmek, ferah ve mıh yelidir. Ûnutma ki,
0 sofi gider, yerine o baldın çıplak, müflis gelir. Onun
için kutba mehlid, velî teşdid eyledi. Ve bana ettiğin
yakın zamanda öküz böğürür, eşek anırır, kurt ulur,
su sığırı düdük çalar?/ câmus çalışır ve tavşan çağırır.
Yâ sâlih uzlaştırıcı ol! Selâm ver gel, ismi müsem-
mâdır, resmi âşinîdir, sırn zahir, rakkamı bâhirdir.
Bu rumuzu anladmsa hikmetleri gizle. Bir kez
yanınca artık bilgi çırağın sönmesin! Çocuk sakalsız
küçücük, bu tarihten sonra meydana gelen bilği, son­
dadan meydana gelen acâyibi ve nevâyib-i: garibesi
zâhirolür. '
İşit, o helâk olan gâfillerâen olma! Meşgul
01 ulııin-u hâzineye, vâriye-i resmiyyei ile mari­
fet öğren! Harf ilminin lâtifelerinden ve hlavasmdan
beher al, yakm zamanda Beni Asfar meydana gelecek
ve buıilann zuhûrundan evvel, üç büyük cenk olacak,
Rum diyânnda iki, Yunân'da da bunların zuhurunda
o mimikaf hazer eder. Hemze mahzurunun işâreti ile
hisâr-ı çevre içre dahi gâfil olmak küffârm iblisinden,
zirâ o sefinesidir. O esrârm şeceresidir. Fâcirlerin,
müfsidierin derneğidir. Ümitsiz olma Misrî’den. Zirâ
o Busrî'nin dinidir. Hangi tarafa dilerse çekerj iietir.
246 = - ~ - İNCİ DİZİLERİ

Dahi göresin elifi şin harfinin önünce, fakat


mahpusların kurtulmasına sebep suçu olacaktır.
Ey bahtlı kişi! Malik ol, yakın zamanda Arap
yarımadasında unutma küçücük gözlüleri yani tatar
tâifesini, meğer o kişiler unuta ki gâfil ve meftun ve
bu âdetten ileri göresin. Bâ harfini elif harfi ile
aşikârdır. Yunan ellerindeki ıraktan ola. Elini açık,
sûreti aydın, uzun boylu, kara yağız, yavrusu melûİ
ola, Zirâ bağlıyı o kurtaracak, ondan zelâzil ve husûf
ve herakât âded sırrı zahir olacak.
Her kim ki saklıyı işâreti fehmeder, her kim
ibâdet yapar,- gizlesin! Zirâ bu işârettir. Bisâtı bese-
tiyyeye ve Rumuz-u cifriyye ve Kunuz-u cifriyye'ye
isâmeli idâd huruftur. Bünyâd ve maânî turuftur.
Yedi çırağı, dokuz bidayeti tashifi vâhiddir. Ve
nihâyeti habib-i mâciddir.
Bu tarihlerden sonra Arap mülkü harâb olacak.
Sonra bazı Rum. kasabaları harâb olacak. Ama evvel
zamandâ; Rum ili emniyette idi. Hem1ona birinin
ittifakı budur.
Ahir mâye-i içre kıyâmet demişler ve hem dokuz
yüz dokuzdan sonra doğan oğlan o zamana yetişsin
demişler. O zamanm halkı fazlaca esir olacaktır.
• • ■ . ı - ■

En son padişah olan bü melek yüzlü çocuk o va­


kit vay Rum'un hâline. O çocuğun isminde iki mîm
olacak. Yâ Muhammed veya Mahmud olacak. Bir
mîm evvelinde, bir mîni âhirindedir. Dokuz yüzünden
sonra bu nesilden devlet kesilecek, bir nesil âhire
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ

intikâl edecek. Irak’ta meydana çıkacak, faziletli


kimseler helâk olup, jrezîl emirler büyük mevkileri
işgâl edecektir. ■'-* ,
B.K. B.K. Allah-ü âlem. Sultan-ı âlişân olan o
şahsm ismi ortasında "Mîm" olacak demişlerdir. >
Rasûlüllah (S.A.V.):

. •* o * J /İ d i s A ' « Jk >>’ '3İ i •*" "


^ Ü'Aı J * - J V

"Cahcah dem leh b ir adam Kral olm adıkça


kıyam et kopmayacaktır.-’ buyurmuşlardır.
Bu isimler ğarâibtendir. ö zamanda idrak
sâhibi olan kişiye lâyıktır ki, dağlar başında vatan
tuta. Zirâ o tarihte dâim ibâdet üzere olanlar âfiyette
olurlar. Allah-ü âlem.
Sonra Frenk ilinden Rûm mülküne hayli zarar
yetişecek.
İmam Ali (R.A.) buyurdu: "Dokuzyüz dokuz­
dan sonra doğu tarafı hârab olacak."
Benî Aşfâr'in çıkmasının alâmetleri belirmeğe
başlıyacâk ve hem Kazvin şehrinde bir şahis zûhur
edecek, ona biat etmeli. Onun ismi Enbiyâ isimlerin­
den olacak. Onun zuhuru dokuzyüz dokuz tarihidir.
Zamanının sahibi olduğunu iddia edecek. Çok kimse­
ler ona tabi olacak. Bir zaman pâdişahlık edecek.
Sonra büyük bir su kenarında meşhur bir hisâr ya-
248 ; ' — " — ■ ÎNCÎ. DİZİLERİ

nındeChelâk olacak. Onun zamanında çok fitneler,


mevt-İ ahmer ki kandır ve mevt-i ebyed ki tâundur
meydana gelecek. Ve doğu diyarlarında çok kıtlık ola­
cak, sonra müslümanlar kılıcından emân bulanı aç­
lıktan helâk olacak.
Âli Kerremallâhü vecheh demiştir: "Kamer*
devri tam am lanınca, h aşir ve neşir t âmme ti'1
kiihrâ belirecek. "Nitekim Zât-ı Akdes Hazretleri:
\ ' '
ş * # 6 o . ° ^ J jı ✓ ^

"Onun ilminden, ançak kendisinin dilediği


kadarından başka b ir şey kavrayamazlar." [Ba­
kara suresi; ayet: 255] buyuruyor.
Fakat derler, ki, Âdem (A.S.) yaratılalıdan beri
yedibin yıl olacak. Böylece ay devri tamam olur, yıl
ona derler. Bu itibarı üzere ki, bir yaz ve bir kış olur.
Güneş on iki burcu, bir yaz ve bir kışta, bir Nev­
ruzdan bir Nevruza kadar seyreyler. Ama bu görünen
ay ki on ikiden bir yıl tamam olur.
Hicret tarihi, Muharremden Muharremedir. Ö,
güneş seyrine uymaz. Otuz yılda bir devir yapar.
Onun için Muharrem ayı kâh kışa, kâh yaza gelir.
Bu, yıldızlar ilmi kâideleridir. Sıhhatini Allah bilir;
ama kıyâmetten yana kimse haber veremedi, ancak
Rasûlüllah (S.A.V.) nişanlarından haber verdi.
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYİDDİN-İARâB Î

' Kıyâmetin on büyük, şartı alâmetidir. Bu


alâmetlerinden birincisi, bu halkm fiilleri yaramaz
olup, bu alâmetlerin belirmesine sebep ve nişan ola­
cak. İşte bü alâmetler dahi kıyâmete nişan olacak.
Kıyâmet dahi cennete ve cehenneme nişan olacak.
ONYEDİNCÎ BÖLÜM

' ALÂMETLERİN HÂLLERİ Nİ VE


K3YÂMET ALÂMETLERİNİ BEYÂN EDER

Bazı kitabların naklinden anlaşıldığına göre


Rasûlüllâh (S.A.V.) Efendimize: 'Ya Rasûlallâh! Bi­
ze Kıyamet alâm etlerinden haber ver!" diye bir
istekte bulunduklarında Peygamber (S.A.V.) Hazret-,
leri: "Kıyâmet gelm eden on türlü alâmet zahir
olacak!" buyurdular.
BİRİNCİSİ: Benî Asfar m meydana çıkması,
ondan evvelâ MEHDİ gelecek. Peygamber (S.Â.V.):
"Hak Celle ve. Alâ Hazretleri, beni kıyâm etten
evvel saygıyla gönderdi. Rızkım ı ım c û m gölge­
sinde koydu. Ve AHah-iiTeâlâ .Hazretlerinin b ir .
h âlifesi kıyâm et fen ev v el zâh ir ola ca k tır.
Dünyâ eza, cefâ ile, zulüm le doldu ğu vakit,
müslümanlar onun gelmesine muhtaç olacak. O
gelince yeryüzünü adâlete, mala, harab olmuş
yerleri mâmureye çevirecek. Sehâ ile fukaralar
ganî olacak, zekât verecek fakir buluıimayaçak,
şeriatın ahkâmını icrâ edecek ve hem sünnetle­
rimi ihyâ edecek." buyurmuşlardır.
, Mehdî Hazretlerinin meydana çıkması ilm-i ci-
fırde Rasûlüllâh Hazretlerinin alâmetlerindendir.
252 B - ' - - - - - - - '■ İN Cİ D İZİLERİ

Buyurdu: "Ama ön ce bu halkın içinde ç o k d eğ i­


şik çirkin fiiller belirecek, m escidler çok, fakat
namaz kılan kişi az olacak, kılanın da namazla­
rın d a huşu' olm ayacak. Z ira k a za n çla rın d a
helâl haram farkı olm ayacak. Mushafîar nakış­
lanmış süslenmiş ve yadızlam m ş olacak, fakat
okuyup âmel etmiyecekler* Âmel eden dâhi riyâ
ile edecek. Okuyanlar kazanç için okuyacaklar.
Kadınlar beyler gibi atlara bin ip hükümet ede-
çekler, oğlanlar âm ir gibi olacak, halk dünyaya
d ört elle sarılacak, h ısrîı olacak, ilim ehline,
takvâ ehline rağbet etm iyecekler, rağbet dünya
ehline olâcakJ Kadınlarda haya kahmyacak, ya­
lan cı şeyhler çoğalacak, b ey ler âdil suretinde
zulüm edecekler. Âlim ler fâsık olacak, hâkim ler
rüşvet yiyecekler, zina aşikâr olacak, halkın k ö ­
tüsü idareci olacak, en rezil kimseler başa geçe­
cek, ehli ayak altında kalacak, kabirler b eton
olacak, ilim adamları yüksek evler yapıp sanki
Kisrâ'mn tak’ı yahut Kayser Padişahlarıdır. Ya­
lan tanıklar çok olacak, sâlih kimseler suretin­
de hileler dokuyacaklar. K adınlar pazarlarda
alışveriş ed ecek eler, âlim ler >nam ahrem lere
mevM lerinden atılmak korkusundan ses çıkar-
miyacaklar, sığır alayı gibi sokaklarda gezecek­
ler, kendilerini erkeklere benzetecekler, yetim ­
lerin malım yiyecekler. Zayıfları korumayacak,
büyük işleri alçak kim selere ısm arlayacaklar,
hâinlere âmin diyecekler, ipek elbiseler giy e­
cekler, kadınlar içki içecek, fakirler kovulm ak,
m azlum lar din lenm iyecek, hilebazlar tü cca r
ŞEYH’İL-EKBER MUHYÎDDİN-İ ARABİ - 253

olacak, çobanlar kurt olacak, ilim ve em el hayâl


olacak, sofuluk tâc ile hırkada kalacak, esnaf
m izânda h ileler ed ip türlü türlü narhlar ile sa­
tacaklar, ekalbire tam, fukaraya eksik verecek ­
ler, satışlâm hda yalan söyleyecek ler. Nam azı
terk, zekâta m âni olacaklar. Zinete h aris ola­
caklar. İlim adam ları fâsık olu p faydah ilm i b ı­
rakacaklar, "sem ini k â tille : öld ü rcü zeh irle"
m eşgul olacaklar, türlü türlü yollarla, türlü kis­
v e le rle , türlü su re tle r p ey d â o la ra k tü rlü
fetvalar ve nefse kolay m eseleler ile hüküm ile
hüküm edecekler. H ısım lar birbirin d en kesilip
yârlar gibi dirilecek. B id'atları b irb iri ardınca
ihyâ edecekler. Â lim ler sultanlar kapısında sü­
rünecekler. U lem aların hâli bu olursa âvâm m
h âli n ice olur. O ndan d ola y ı ulem a azacak
avâm kâfir olacak." derler.
Reşûlüllâh (S.A.V.) Hazretleri buyurdu: "Üm­
m etim in üzerine b ir zam an gelecek ki dînin
adı, Islâm m resm i kalacak, K ur’an'm ism i, il­
m in alâm eti kalacak, him m etleri kadın ların a
olacak, dînleri dünya olacak. Az şeye kanâat et­
m iyecekler, |çok şey ile doym ıyacaklar ” Nitekim
Hakj Celle ve Alâ kavli keriminde:

.. O jİ ' I 0 J *0 * * * s 0 } * *0 * * Jf * * 0 s *

^ k 1^**ft^*
0 J / / O > J * * 0*0 o * O i j 5> o * * *
254 İtfÇtMİZjtLERİ

"Dilesek, b iz onları (m ünâfiklan) sana gös­


teri verirdik de, kendilerini bütün sim aları ile
tam rdm . F akat m utlaka san on la rı, lâ k ırd ı­
larının edasından tanırsın. Allah ise bütün yap­
tıkların ızı b ilir." [Muhammed sureâi; ayet: 30]
buyurmuştur.
Yine Rasûlüllâh (S.A.V.) buyurdu: 'B enim h ic­
retimin dokuz yüzünden sonra uzlet -bir kena­
ra çekilmek- helâl olacak. Zirâ o zamanın halkı
çok kötü olu p h aşir ve neşri zam anlarında b ir
efsâne olacak, ilim ehlinin sözünü kabul etmi-
yecekler, b u sebepten ulema mağlup, bid'at ehli
ise gâlip olacak, kaçan kaçana." f
Hak Teâlâ onlardan belâ eksik eylemiyecek, şef­
kat ve bereket kalkacak, hiç kimse hâlinden hoşnud
olmıyacak, vakitsiz yağmurlar, devâsız hastalar, zu­
lümler, kuraklık (kıtlık) husûf ve kusûf ve zelzele çok
olacak. Eğer bu fiiller terakki ederse Hak İTeâlâ dev­
leti kâfire veriry Onlara zâlim tâifesini musallat eder.
Ne tarafa varsalar zuhûr ederler. Şer çok olacak. Tâ
ki Benî Asfar gelinceye kadar. Tâ 'MEHDİ" gelince
cenk, kargaşalık' eksik olmayacak, birbiri ardınca de­
vam edecek.
Rasûlüllâh (S.Â.V.) Hazretleri buyurdu: "Tâ ki
benim ümmetim bu fitn eler ve ki tâl kıyam ete
kadar sürecek, ön ce bunu bilm ek gerek. "MU­
HAMMED" Ümmeti doğudan batıya kadar hü­
küm edecek." Nitekim buyurur:
i .

"Gazâ ve cih ad edecekler, sonra sulh ede-


ŞEYH'tL-EKRER MUHYİDDİN-t ARABİ _________ -— - 265
\ ■ "
BENÎ ASFAR’IN ZUHÛRU
Sebebi bu ola ki, o vakit cümle âlemin gözü ve
uyacağı yer "Rûm" olacak, o zaman Nuh oğlu
"Sâm'dan biri silsile ile Acem sultanı iâ Nûşirevâna
kadar sultanları idiler. Cümle âlemin gözü ve uyaca­
ğı onlar idi
Medâyin derlerdi- O ocak sönünce devlet "Hora­
sanca intikâl etti; Cüinle âlemin gözü uyacağı yer
Horasan oldu. Sonunda ö dahi müddetini tamamla­
yınca bu kez devlet "Mısırca intikâl etti. Âlemin na­
zarı ve uycağı "M ısır" oldu. Oradan devlet bu köre
"Rum" 'İstanbul'a" intikâl etti. Bu dediklerim kaba­
hat işleri halk içinde belirince devlet bu kere kâfire
yüz tutabilir ki^ Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretleri
Kur‘an-1 Mecidinâe her sûrenin evvelinde gelen
"hurûf-u mukatta"ın âsân ve havassı vardır. "Sırrı
Meknûn'Vı ve "Mecrûn"u vardır. Hak Teâlâ Hazret­
lerinin ılm-i ledûnünde dilediğini kimseler eğlâm ey­
ler. Nitekim Kelâm-ı Kadîm’inde:
. , ı'j . .

^ 90 , % ö ^ ,

lul ^ 0 "

"İlimde kökleşm iş olanlar ise, biz O’na


inandık, açık kapalı bütün âyetler Rabbiniz ta-
rafındandır, d erler"[A li İmran suresi; ayet: 7] bu­
yurmuştur.
O vakit Hakkın emri yerine gelir. Kâfir sulhu
256 -------------- • İNCİDİZİLERİ

bozar. Cümle kâfirler ittifâk ederler. Deryâ yüzün­


den dokuzyüz altmış bin kâfir hücum edip ehl-i İslâm
üzerine yürürler. Sulhun.bozulmaşına bu sebepdir ki,
bir kitabda gördüm. Benî Asfar şehirde halka doğru
gelecek, Şeytan-ı Laîn Adem suretinde bir taş üzerin­
de bir âlem dikecek: "E y İsa kavmi!.. Ne duru yor­
sunuz^ fırsat sîzindir, İslâm üzerine!" diye çağıra­
cak, Halk dışarı çıkınca görecekler ki Şeytan-ı Laîn
bunu söylüyor, diyecekler ve kaybolacak. Halk bu de­
ğişiklikte iken akşam olacak, hayvanlar eve gelince
en önce gelen sığırın iki boynuzu arasında Şeytan-ı
Laîn oturacak, yine öyle diyecek. Halk sığır söyledi,
diye bu işaretleri gelip beylerine diyecekler. Beyleri
de her tarafa elçiler gönderecekler, durumu ilân ede­
cekler.
Cümle kâfirler -ittifak ederek hücum ederler, bu
ittifâktan o kâfirlerle batı tarafında çok cenk olacak,
o tarafı işgal edecekler. Ondan sonra gelerek ehli ve
iyâlini esir edecekler. Mısır halkı malları vererek ehil
ve iyâlini satın alacaklar. Sonra Kudüs'e varacaklar.
Oradan çıkıp "R um M a hücum edecekler ve 'İstan­
bul'u alacaklar. İslâm askerlerini Haleb'e kadar ko- '
valayarâk Halep yakınlarında çok şiddetli cenk ola­
cak, sonra İslâm askerini Haleb’den çıkararak Şam’la
Halep ortasında konacaklar. Benî Asfar onların ar­
dınca gelecek, o dâhi oraya konacak, Medine'den yet­
miş bin İslâm askerleri gelip onlar da bir tarafa ko­
nacaklar. Benî Asfar onları görecek ve onlara elçi
gönderecek ve diyecek ki:
"Ey müslümanlar! Bizim sikinle düşmanlı­
SEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ A R A B İ / ' ' - - 257

ğımız yoktur, bizim adavetimiz onlaradır ki, oğ­


lumuz ve kızımız onların elinde esir olmuştur,
siz hâlinizce kalın." Bunlar üç bölük olacaklar, bir
bölüğü mâkul konuşuyor diyecekler, çünkü onların
bizimle düşmanlığı yoktur diyerek geri dönecekler,
Hak Teâlâ onları münafıklardan yazacak.
İkinci bölüğü, sizin düşmanlığınız yok ise bizim
vardır, diyerek müslümanlara yardım ederek kâfiri
kıracaklar, kovalıyarak İstanbul'a hapsedecekler.
Müslümanlar şehrin hisarlarını çevirecekler, Allah
Allah sesleriyle süratle şehre girecekler, ganimeti
meşgul olacaklar, Şeytan-ı Laîn yüksek yere çıkarak
haykıracak: "Ey Müslümanlar! Siz burada gani­
metle meşgulsünüz, halbuki "Deccâİ" geldi, evle­
rinizi virâney e çevirdi." diyecek Bunlar İstanbul’u
terkedip gidecekler. Ondan sonra bu halkın ahlâkı
bozulacak, emanete hiyânet edecekler. Namaz, zekât
kalacak, halk birbirini incitecek ve dünya ehli olacak.
Mescidlerde duya sözü söyleşecek, erkekler kadınla­
rına tâbi olacak. Çocuklar analarına âsî olacaklar,
ümmetin önde geleni son gelenine lânet edecekler.
Ondan H$k Teâlâ Hazretleri bunlara kızıl yel vere­
cek, zelzeleler çok olacak, ay ve güneş birbiri ardınca
tutulacak, Halk Kur’ana ve hadîse hürmet etmiye-
cek. Ondan birbiri ardınca nişanlar olacak. kâh r ile
İslâm arasında cenk eksik olmıyacak.
Önce bunu bilmek lâzımdır ki, bü hâdiselerden
evvel her taraftan sâhibi huruçlar huruç edecekler.
Karnine "Esabeb" diyecekler, o yezîd ehlinden olacak ,
fesâd yayacak, o bir kişidir, adı Ali, kadının ad?
258 ' ■— — ' İNCİ DİZİLERİ

Fâtıma olacak, Hak Teâlâ onu kahreyleyecek. Onlar­


dan iki kişi kurtulacak. Horasan'a haber iletecekler.
Ondan Süfyan dünyaya gelecek, o kol aslından önce
yemen'den kalkacak, fesâd edecekler. En sonunda
Mekke-i Müşerrefe ve Medine-i Münevvere ortasında
o dahi hasf olacak. Ondan sonra Kahtânnî zuhûr ede­
cek, ne uzatalım, sonra Gürhümîler zuhûr edecek.
Ondan bunlar her taraftan hücum ederek çok fesâd
yayacaklar. O yandan Benî Kantur denen bir
tâifeden bir kâfir zuhur edecek. Nitekim Benî Afşar
"Rum" da zuhur eyledi. O da o diyân cenkle almaya
kasd edecek. Dünya fitne mahsulü ile dolacak. Bun­
ların tafsili çoktur, söz sözü uzatır.
Rasûlüllâh (S.A.V.) hazretleri buyurur:
"O zamanda otuz kişi Nübüvvet dâvasında
bulunacak, halkı D eccâl gibi azdıracaklar. Hak
Teâlâ Hazretleri onları rüsvay edecek, o vakit
İslâm ehli zaif halde olup, mü’minler Hak Teâlâ
Hazretlerine niyaz edecekler. Hak Teâlâ H az­
retleri onların düâlarım kabul deip"M EH D İ"
hazretlerini gönderecek. Adâletiyîe dünyâm mâmur,

Rivâyet olunduğuna göre; "MEHDİ' Batıdan


zuhûr edecek, sahih olan da budür ki, Buhara dan
gelecek, kendini Mekke'de bulacak, ’İSHÂK" oğulla­
rından yetmiş bin kişi ona tâbi olacak. Keşif ehlinden
| Ashab-ı Kehf adedince yani üçyüz on üç ashabı kehf,
■Hak Teâlâ Hazretlerini ihyâya gelecek. Meh-dî'nin
V çavuşlarıloîaçakj ondan sonra bu Allahın hâlifeleri
ŞEYH'ÎL-EKBER MUHYÎDDİN-İ A R A B Î ------------- --------------------------------2 5 9

kılıçla ve burhanla yükselecek. Rahimin Mimi tari­


hinde doğdu. Lâkin kamer tulü’ ettiği zamanda tâlii
(yıldızı) saâdet burcunda iken ve bu Allah'ın halifele­
ri gelerek, Benî Asfer'i helâk ederek "lstanbul"u fet­
hedecekler. Kâfiri kırarak ganimetlerle ni'metlene-
cekler. Sonra Mehdi San'ân’a varacak, Adn diyârını
katlederek Kûfe'ye gelecekler ve orada Ulu bir cami
yapacaklar.
Ebû Said-i Hudrî (R.A.) Rasûlüllâh (Ş.A.V.)
Hazretlerinden naklederler; "MEHDİ', Fâtıma
(Radıyailâhü Anhâ) Hazretlerinin oğullarmdandır.
Rahimdir/merhametlidir. Hanginiz o zamane erişir­
seniz, ona tâbi olun! Ulemanın mukallidi
MEHDÎ'niri içine dahil olarak hakikatim öğrenecek­
ler: Emrine tâbi olarak bazılarına göre yedi, bazıları­
na göre dokuz yıl cihanda kalacak, sonra Cin iline gi*
decek, orada evlenip bir oğlan çocuğu olacak derler. O
çocuk çocukların sonu olacak...

BECCÂU-ÎIAİOT^
Ondan sonra Deccâİ-ı Laîn zuhur edecek. Bazı
kimseler; .Decçâl'm Mehdi zamanında çıkacağını
rivâyet ederler. Şöyle ki; "Deccâl", Peygam ber
(S.A.V.) Hazretleri zam am nda doğmuştur. Bir
'gün Rasûlüllâh (S.A .V .)' H azretleri Em îri'I
Mü’mimn Ömer (R j L) ik isi beraber giderlerken
■'bir köye uğradılar. Peygamber Hazretleri:. ;
"Y a Öm er! Bu k ö y d e b ir . er v a r d ır ,
260 ' " ' - - - - ' : ' / ; İNCİ DİZİLERİ

"K u ltâftır. V e b ir kadın vardır, adı "K ıtâne"dir.


D eccâl-ı Laîn b u ikisin den doğacaktır." buyurdu­
lar. Geçip gittiler. Bir zamandan sonra Ömer Hazret­
leri o köye uğradı. Köyün halkının bir yere toplanıp
tişüşdüklerinı gördü. "N edir bü galebe?" dedi. "Bir
oğlan doğdu, doğduğu gibi kalktı, söyledi!" dediler.
Hazret-i Ömer geldi, Rasûl Hazretlerine haber verdi.
Rasûl Hazretleri, Ömer vesâir yârenleri ile kal­
kıp o köyden yana gittiler. Rasûl Hazretleri (S.A.V.)
gelirken "G önlüm üzde b ir şey tutalım , bakalım
b ilir mi?" diye "Duhân" sûresini tuttular. Köye gel­
diler, Laîn bunları görüp çağırdı. "Ya M uhammedi
Niye geldiniz gönlüdüzde ‘D uhân" sûresini tut­
tunuz!" dedi. Ve herzeye başladı. Ömer onu işitti. Kı­
lıç çekti, Decçâl a çaldı. Kılıç sıçrayarak Ömer’in yü­
züne dokundu. İki parmak yara eyledi. Rasûl Hazret­
leri bunu gördü ve fesâd olur diye, döndüler gittiler.
Deccâl bir taşa işaret eyledi. Taş hisâr gibi oldu. Bun­
ları kapladı. Ashab korktular. Hazret-i Rasûl
(S.A.V.), mübarek ellerini götürüp duâ eyledi. Onu
gördüler, ’lk âb " şeklinde bir melek gelerek, Deccâl’ı
aldı, havaya çıkardı. Deccâl "Hâ zinhâr, Ya Mu­
hammedi" diye çağırdı. Hazret-i Rasûl işaret ederek
"Ürküt!" dedi. Melek aldı gitti, bir adaya hapseyledi.
Vaktâki zuhû edecek, Horsan'dan zuhûr edecek,
e iğine binip İsfehan'a 'gelecek, orada yetmiş bin
’ hûdi ona uyacak. Deccâlın bir gözü kör olacak,
oı un askerlerinde tâifeler olacak. B îri Yahudi ve
: h ri kadınlar... Bazı kimseler bunlara kıtlık (kurak­
ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABÎ - - 261

lık) açlık sebebiyle zarurî uyacaklar.


Deccâl'ın yanında türlü türlü ni'metler, sular ve
bir yanında bahçeler, türlü türlü yemişler, her kim
ona uyarsa cennet diye onü, emsâlinden üstün tuta­
caklar. O cennet onlara cehennem olacak ve bir ya­
nında karanlıklar ve zulmetler olacak. Ona uyma­
yanları cehennem diye ona emsâlinden üstün tuta­
rak, ona cennet gibi olacak, zirâ ki sihirdir. Hakikati
yoktun Deccâl'in iki yüz bin askeri olacak, onbeş bin
kadm askeri ile beraber gezecek.
O Laîn hâşâ:

■"o v e y j s*■ *> ■ > ■

’TSne Rabbiküm ü'l e'lâ: Ben sizin Allah'ını*


zım r [Nâziat Süresi; âyet. 24] diyecek.
Basra’da dağ vardır. Deccâl’ın yanında tâze piş­
miş ekmek olacak, önünde şazlar, kopuzlar, güzel
sesler, hoş yiyecekler olacak. Mahbûbeler el ele alıp
iş'ârla türlü türlü şarâplar, çok çok defler, neyler,
şevk, zevk, ne kadar zâhid olursa olsun elinde ölmı-
yarak şeytaniyet damarları harekete gelerek kendini
teslim edecek. Meğer o kimse ona uymaya ki, ona
Hakkın inâyeti ola. Ve eğer sonunda şirk fitnesi her
ğönüle iz etse gerektir. O vakit cihan kızıllık olacak­
tın Her tarafta âşikâre define olacak. Ona uyana çök
mal verilecek.
262 - " '• ' ■- ' ^ •• İNCİ DİZİLERİ

Ashabım dediler, gözsüzün analarım diri kıla­


yım diye kızlara gelecek. Şeytanlara buyuracak, ana­
ları suretine girip doğru gelecekler. Buna uyun de­
yince, câhiller inanacaklar. Deccâlın alnında kâfir
bilîâh yazılmış olacak. Ne zaman Medine-i Şerife ge­
lecek, melekler men edecekler.
"Yâ Rasûlalİâh! D ünyâda ne kadar d u ra­
cak?" dediler. R asûlüllâlı buyurdular: "Kırk gün
duracak, b irin ci günü b ir y ıl, ik in ci günü b ir
ay, üçüncü günü b ir hafta, kalan günleri bayağı
günler gibi olacak." d ed iler. "O uzun günlerde
nam azı ne edelim ?" B u yu rdu lar: "O zam anın
ulem ası fetvâ verirler, h er kim ona uyarsa, g e­
rek zaruretten, gerek isteği ile kâfirdir." diye ya­
zılacak. . :
Deccâl'm eşeği gölgesinde bin kişi gölgelenecek.
Ne zaman eşeğine binince elini uzatacak, elleri göğe
erişecek. Mekke’de Medine’de Kudüs’de olan mü'min-
ler onun şerrinden emin olacaklar.
Dediler: "Ya onlardan plm ıyan nasıl kurtu­
lacak?"
Buyurdular: "Mescidlerde zikruîlah ile meşgul
olurlar. Ne zaman B âbil’e (Bağdat) gelecek, H ızır
Âleyhisselâm gelerek: 'Y â D eccâl, kezzabsın!" di­
yecek. Deccâl, Hızır’ı orada öldürecek. Hak Teâlâ
Hazretleri yine diriltecek. Hızır diri olarak gelecek
ve: 'Y â m el'un, O fîâ lik -ı R abbü'l Âlem in bana
tekrar hayat verdi." diyecek. Bunun üzerine Deccâl
geri gidecek, sonra "Mehdi" Şam ilinde Deccâl ile bu-
ŞEYH'İL-EKBERMUHYİDDİN-t ARABİ

luşarak büyük cenk edecekler. Mehdî’nin askeri yüz


bin, Deccâl’in iki yüz bin. Deccâl'in askerinden otuz
bini düşecek. Ondan sonra Kümeliye gelecek, Deccâl
eşeğinin ayaklarını yere tutacak, Mehdi gelerek tek­
rar büyük cenk olacak. :

İSÂ ALEYHİSSELÂM’IN NUZÛLÜ

Ka’bu 1 Ahbar beyân eder. Ondan sonra İSÂ


(A.S.) gökten inecek^ vakit ikindi vakti olacak. Onu
görenler iki meleğin omuzuna iki kolunu köymüş nur
gibi balkır misk kokusu âleme yayılmış, Şam üzerin-,
de dünyâ halkı onu görecekler. Mehdi ve askeri görüp
şâd olacaklar. Namaza çağırarak Şam'a gelecekler.
İsâ Aleyhisselâm dahi Şam'da Akminâre üzerine ine­
cek. Başında yeşil imâme, önünde ak cübbe, elinde
mızrak yüksek sesle: "Esselâmü Aleyküriı Ya Üm-
m et-i Muhammedi" diyecek Cümle dünyâ halkı
istikbâle gelecekler. Sonra "MEHDİ" gelerek buluşa­
caklar. İkindi namazım beraber kılacaklar. Ondan
sonra İSÂ (A.S.) bir kemer büyüklüğünde ata binerek
Kudüs’e gelecek. Deccâl düşüp canmı cehenneme ıs­
marlayacak, kanım denize dökecek. Geride kalan
Deccâl'in askeri dağılacak, Mehdi askeri onları kır­
mağa başlayacak. Nerede bulurlarsa öldürecekler.
Nerede gizlenseler öldürün diye ses verecekler. On­
dan sonra İSÂ (A.S.) kırk yıl sultan olup hüküm süre­
cek. Bazı rivâyetlere göre, kâfirler İSÂ (A.S.)'ı inkâr
edecekler. İsâ değildir diyecekler. Zirâ kâfirler İsâ’yı
kendilerinden bilirlerdi isâ (A.S kâfirleri imâna
264 ■ ' ' - - ■ ■ İNCİ DİZİLERİ

dâvet edecek, gelmeyeni haraca kesecek. Ondan son­


ra "MEHDÎ" A llahın rahmetine ulaşacak. Sonra
Hak Teâlâ hazretleri İsâ (A.S.)'ı vahy ile müminleri
Tûr dağına toplayacak. Bundan sonra Ye'cüc ve
Me'cüc zuhûr edecek.

YE’CÜC VE ME CÜC ÜN ZUHÛRU

Bu Ye'cüc ve Me'cüc iki kardeştirler. Nûh Nebi


(A S.)’ın çocuklarındandır. Kısa boylu küçük gözlü,
kulakları sarkmış, çıkıp dünyâya yayılacaklar. Şeddi
bozacaklar, nitekim yukarıda arzettik.
Çıkacaklar, buldukları insanı ve hayvanı pür-
yan ederler. Ne kadar tatlı sular varsa önce gelen ş
içer, sonra gelen acı su içerler. Daha sora gelen balçık
yalıyorlar. Dünyâ yüzü onlarla dolacak, kuş konacak
yer bulamayıp onlanri başlarına konacaklar. O kadar i
kıtlık olacak ki, Tûr dağında bir koyun başı bin al tu- |
na mezâd olacak. Mü'minler Allah’ı zikirle doyacak- |
lar. İsâ (A.S.) mü minleri nasihat ile eğleyecek. Tâ ki ^
Hak Teâlâ Ye'cüc'e bir belâ verince onlar oklarım gö- |
ğe atarlar. Onu işitenler, halk Tûr dağında cem ol- |
muş diye o tarafa yürüyecekler. İsâ (A.S.) Hazretleri- |
ne bize duâ eyle diyecekler. Bu âsi tâifeyi Hak Teâlâ İ
kahredecek. İsâ (A.S.) duâ edecek, mu minler âmin §
diyecekler. Hak Teâlâ Hazretleri o vakitte karâit su- 1
retinde askerle onları bir defa da helâk eyleyecek. 1
Ondan Hâk Teâlâ kuşlar gönderecek, boyunları deve J
boyunları gibi, Yecüc’ün ölüsü deryâlara döküleçek, |
ŞEYH’İIsEKBER MUHYÎDDÎN-Î ARABÎ ...........' -=■--------2 6 5

yeryüzü annacak, cennet misâli olacak. Herkes emin,


emniyette,olacak. İsâ (A.S.) zamanlarında mu minler
ibâdetle meşgul olacaklar. Ucuzluk olacak. Ashâb-ı
Kehf İsâ (A.S.) Havâriyyûnu olacaklar. İsâ (A.S.) ile
beraber lıac edecekler. Ondan sonra Medine'ye gele­
rek bir Arap hatunu ile evlenecek, ondan kızlan ola­
cak. Kırk yıl sultan olacak. Bazı rivâyetlerde yedi yıl
derler. Dünyâ onlara dahi pâyidâr olmıyacak. Al­
lah'ın (C.C.) rahmetine vâsıl ola. Ömer (R.A.) yanma
defin olacak. '

DÂBBETÜ’L ARZIN ZUHÛRU

Keşşaf sâhibi beyân eder ki; ondan sonra


Dâbbetüi arz çıkacak Önün çıkması evvelâ İsâ Aley-
hisselâm zamanında çıkacak. Başkaları ise İsa’dan
sonra çıkacağını rivâyet ediyorlar. O bir canavardır.
Fil ayağı gibi dört ayağı vardır. Kulakları fil külağı
gibi, boynuzlan gergedan boynuzu gibi, rengi kaplan
örneği gibi, kuyruğu koç kuyruğu gibi olacak dediler.
Elhâsıl cümle renkten onda bulunacak.
Mekke'de bir dağ vardır. "SAFA” gibi, Dâbbetüi
arz SAFA’dan çıkacak, Şu gebe kadın gibi inleyecek,
ondan üç günde zuhûr edecek. Sağ elinde MUSÂ'nın
âsâsı olacak, sol elinde Süleyman (A.S.)'m yüzüğü
olacak. MUSA (A.S.) âsâsı ile vurmuş, cin kâfirini ise
Süleyman (A.S.) yüzüğü ile vurmuştu.
Mü'minin eline mü’min yazılacak, kâfirin eline
266 ' İNCİ DİZİLERİ

kâfir diye yazılacak. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri


Kur'an-ı Mecid’de:

$ £ *o A A $
Ö JÛ Jİ V b-LjU iy \ f a * Ul Û İ -+ J İ

"(K ıyam etin k op a ca ğ ın a dair) o sözü n ,


ü zerlerine vukuu yak laştığı zaman, onlar için
y erd en b ir d a b b e ç ık a r ır ız da, in sa n la rın
âyetlerim ize yakînen im ân etm em iş olduklarım
kendilerine söyler.” [Nemi Sûresi; âyet: 82] buyu-
rur, ' ' ■ v
Dili Arapça söyleyecek, sözü bu olacak;

<&\ îİ J Sfı

"Allah'ın lâneti zâlim lerin üzerinedir,” [Hud


Sûresi; âyet: 18] diyecek. Ondan sonra âleme kısırlık
yayılacak. Kimseden çocuk doğmayacak, doğanın da
ayağı başına ulaşık doğacak.
ŞEYHİL-EKBER MUHYİDDİN4 ARABİ

Bazı Rivâyetlere göre İSÂ (A.S.) zamanında ola­


cak. Esah olan budur ki; o îsâ (A.S.)'dan soııra bir ge­
ce dolanarak arşın ayağına vararak Hak'tan; destur
dileyerek secde eyleyecek. Bir an dinlenecek, sonra
Hak’ta*n destur gelecek, üç gün, üç gece güneş doğma­
yacak. O vakit ibadet ehli» her vakitki âdetleri gibi
kalkarak ibâdetlenne devam edecekleri Sabah belli
olmayınca dışarı çıkarak ğüğe bakacaklar. Yıldızları
yerli yerinde görecekler, az uyumuşuz diyecekler ve
ibâdetle meşgul olacaklar. Bir kaç kere çıkıp baka­
caklar, yıldızlan yerlerinde görecekler, o y şk ii bile­
cekler ve birbirine haber edecekler. Gaflet uykustın-
da uyuyanlar dahi uyanacaklar, mescidi erde cem ola­
caklar, feryâd ederek tövbe ile meşgul blaçaklan |jç
gece tamam olunca herkesin gözü mâgrib tarafında
olacak. Sonunda görecekler kiy güneş ıöagrib tarafın­
da kızırmağa başlayacak, halk bir feryâd kopararak
tevbe ile meşgul olacaklar. Vaktâki üç gece tamam
olur. Herkesin gözü mâgribden taraftadır. Sonunda
görecekler ki güneş mağribileri kızarmağa başİaya-
cak, halk bir feryâd koparacak. Güneş doğacak, öyle­
ce eski yerine gelecek, ay dahi doğacak. İkisi de bir
yere gelecek. İkisinin şevki bir türlü olacak. Birinci
gün kızıl, ikinci gün san doğacak. Gündüzün bayağı
gibi olacak.
268
İNÇİ DİZİLERİ

TEVBE KAPISI
Sonra tevbe kapısı kapanacak, kimsenin tevbesi
kabul olmayacak, meğer ki imân üzerine doğa.
Rasûlüllâh (S.A.V.) bujHırdu:
'T evbe yap ısı m agrib tarafm dadır. B ir ka­
n adın dan b ir k a n a d ın a k ırk y ıllık y o ld u r.
Dünyâ yaratılalıdan b eri o kapı açıktır. O vakit
kapanacak, ondan im ân eh li dövünm eye başlı-
yacaklar."
Rivayet edildiğine göre; gün magribteü doğduk­
tan sonra, kıyâmete ne kadar zaman olacak? Elli yıl
olacak demişlerdir. Başka bir kavilde iki kavgalı bir­
birine: "Sen ne vakit doğmuşsun?*' diyecek, öteki
"B en güneş m agribten doğdu ğu vakit d oğm u ­
şum!" diyecek. O zaman da âdem kavgalı olur. Bazı­
ları sözlere uyar. Sonra Dâbbetüi arz ikinci kere
zuhur edecek. Evvel dediğim gibi olacak.

Kim 'AN -I KERİM’İN SEMÂYA KALK3VIASI

Ondan sonra Kur an-ı Azîm, mushâflardan gö­


türülecek. Bir cuma günü halk cumaya toplanacak­
lar. Kur’ân okunacak, sünnet kılınacak, hâtib hutbe- ,
ye çıkacak, müezzinler ezan okuyacaklar, vaktâki
ezan tamâm olunca, o zaman Hakkın emriyle Cebrâil
(A S.) Kur'anY götürecek, hatta gönüllerinden dahi
gidecek. Hatib o kadar azmedecek, fakat
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABİ _ ---------- £ 6 9

"Elhamdülillâh" diyemiyecek. Öğle vakti müezzinler;


vakit geçmesin buyurun, diyecekler, onlar da
mihrâba varacaklar; mushafları açacaklar, ak kâğıt
bulacaklar. Halkın gönlüne ağlamak gelecek. Hz.
Kur'an yerle gök arasına varacak, arı sesi gibi ses ve­
recek. Hak Teâlâ Hazretleri Celle ve Alâ buyuracak:
"Ey ben im kelâm ım ! N için b öy le in le rsin ?'
Kur'an-ı Azîm: "Ya rabbi! Kim se beni okum az o l­
du, okuyanlar dahi âm el etm ez old u , senden
zâhir oldum , yine saha varayım , sende gizli ola­
yım .” diyecek. Ondan sonra Dâbbetul arz, üçüncü
kere zuhûr edecek,

DUHÂN’İN ZUHÛRU

Duhân bir tütündür. Gökten iner derler. Bazı


kimseler yerden çıkar derler. Yeryüzüne yürüyecek,
insan insanı görmeyecek; kırk gün, kırk gece âlemi
zulmet (karanlık) kaplayacak. Mü’mine dokunsa has­
ta olacak, kâfire dokunsa sarhoş olup ne ettiklerini
bilmiyecekler. îns, cin, kuşlar ve insanların nicesi
helâkjjlacaklar. Kırk günden sonra açılmağa başla­
yacaklar. Ondan sonra birinci sûr çalınacak.

BİRİNCİ "SÛR'TJN ÜFÜRÜLMESİ

Bu sûr üç kere çalınacaktır. Bir gün Ramazan


ayı ilk cuma günü olacak. Halk gâfıl iken, işçi işinde
iken, Hâk Teâlâ "İsrâfir'e sûru ansızın çalması için
emredecek. Öyle ki, halk sersem olup küçük çocuklar
270 ' ' ' ' ; , İNCİ DİZİLERİ

ihtiyarlayacak, tez helâk olacaklar, gökler yıkılacak,


gök zemin gibi dönecek, imâm ehlinden kimse kalmı-
yacak. Ondan sonra yedi yıl geçecek. İkinci defa sûr
öyle çalınacak ki, yerlerde ve göklerde olan cümle
mahlûkât fâni olacak. Baki Allah'tır. Yalnız dört bü­
yük melek kalacak.

HARÂB-I BİLÂB

İSÂ Aleyhisselâm'ın nüzulünden sonra güneş


magribden doğmayacak. Ondan sonra memleketler
ve şehirler, her biri bir bahâne ile helâk olmağa baş­
layacak, Mekke-i Mükerrememn harâb olmasına se­
bep "Habeş"ten bir kavim çıkacak, Mekke'ye gelerek
şehri yıkacaklar. Mekkejıin taşım birbirine sunup
denize dökecekler.
Medine-i Şerîfe'nin harâb olmasına sebep ise,
kıtlık ve açlıkla harâb olacak. Dicle, Belhi hârab ede­
cek. Tâunla, su ile harâb olacak. Fâris, kıtlıktan, ka­
rışıklıklardan harâb olacak. Semerkant ve Bûhâra,
kantûra dedikleri kâfirden, Rum (îstanbul)u Benî
Asfar harâb edecek. Yunan memleketlerinin harâbı
sudan olacak. Şam’ın harâbı korkudan olacak. Cümle
memleketler harâb olduktan sonra, şam kırk yıl hâki
kalacak. Onun için evvel Şam, sonra yine Şam dedi­
ler. Ondan sonra o dahi harâb olacak/ Mâgrib illeri
darb ve harbden, dağlar şimşeklerden harâb olacak.
Hemedan, Gürcan, Taberıstan; zulümle helak olacak­
lar. îslehân, herc-ü merc ile helâk olacak. Bağdad,
gark ile ve husûfle harâb olacak. Mahuz Sam ile çok
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ = = = = = 271

şehirler ateşte yanmakla, Basra sudan harâb olacak,


Şam, İstanbul, Mısır, fırenkten harâb olacak. Nil, ku­
rumakla harâb olacak. Kudüs, Hz. Halil’in ateşi ile
ve susuzlukla harâb olacak.
Kanâde nâm kitabda rivâyet olunur ki; Şam
dünyânın başı, M ısır kuyruğu, Irak kanadıdır.
Rivâyet olunduğuna göre; mü'mihlerin ömrü bin
yıldan ziyâde oİmıyacak. Nitekim Rasûlüllâh
(S.A.V.):
0*0 * } O’ y o

Ol
' ; ✓ •+ __ ' y / _
■v . Û y Q -j, o >0 S o *y O y,

fj i Lfü * 4 ^ J Olj ;
^ ■ , \ ✓ ’ y •

"Ümmetim doğru hareket ederse kendileri­


ne bütün bir gün, etm ezse y a r ı m gün vardır."
buyuruyor.
Yevmeden murad, bin yıldır buyurdular. Nısıf­
tan murad kimse bilmez. Nedir vakit, muayyen vakit
yoktur. Allah'tan başka kim bilir! Şeyh Muhyiddiîi-i
Arabi "Ruhu’l Kudüs" adlı kitabında; Peygamber
(S.A,V.) Efendimiz:

ÂpLJlj c.Jbu Ul

-"Yani ben v e kıyâm et ikim iz b era b er gel- :


272 ' ' ' İN tİ DİZİLERİ

dik, ama ben biraz evvel geldim ." buyurmuşlar­


dır. İki mübârek parmaklarım göstermişlerdir.
Ne vakit imân ehlinden kimse kalmıyacak, yer-
yüzü kâfirlerle dolacak. Hak Teâlâ, "İsrâfîl 'e emrede­
cek. îsrâfil "Sûr"u üçüncü kere üfürecek, cümle yer
gök halkı helak olacak. Cümle âlem birden can vere­
cekler, bir kimse kalmıyacak, ancak dört büyük me­
lek kalacak. Bunlar: Ç ebâil, M ikâil, İsrâ fil ve
Azrâil.
Hak Teâlâ Hazretleri: "Y â A zrâil Kim kaldı?*’
buyuracak. .
Azrâil: VYâ rabbi! Kim se kalm adı, yalnız ben
kulun!" diyecek.
Hak Teâlâ Hazretleri: "Yâ A zrâil! B ilir m isin
ki, Hayyü Kayyûm pâdişâhım . Lâzım dır ki sen
dahi kendi canım alasın."
Azrâil, kahr ile kendi canını almağa başlayınca,
şöyle çağırmaya başlayacak: "Dünya halkı d iri
im iş, oysa birden ölürdü. Yâ rabbi, eğer can al­
m anın bu kadar acı olduğunu hileydim , kim se­
nin canını almazdım!" dedi ve o dahi ölecek, kimse
kalmayacak. Cihan, kırk yıl ıssız yatacak.
Hak Teâlâ Hazretleri: "Hani dünyâ benim dir,
m ülküm dür diyenler, göğüs gerip gururlanan-
lar, yâ hani o zâlim ler ben d en korkm ayıp zu­
lüm edenler. Yâ hani on la r ki, benim vahda­
niyetim i inkâr edip bana ortak getirirlerdi." Hiç
kimse bulunmıyacak, yine
ŞEYH'İL-EKBER MUHYÎDDİN-İa RABÎ = = = = = = = = 273

$" 0 ■*» \ » j ei e ^
jQ i]| J b - I J D f jJ I İ İ U I j J

"Kim in mülk bugün? Kahhar (h er şeye ga­


lip olan ) eşsiz (tek) A llah’ın dır, d iy e m ülk b e­
nim dir. Zevalsiz pâdişâhım , A llah'ım k i on ları
yoktan var eyledim , gen e y ok ettim , yin e var
ederim . Durun evvel d ed ik lerin iz söze cevap
verin." [Mü’min Sûresi; âyet: 16] buyuracak.
Hak Teâlâ âlem halkım geri kaldıracak, her
kim ne ektiyse hayır ve şer onu bulacak, o dört büyük
melek geri diri kalacak. ;
Aleyhimü’s-selâm, Hak Teâlâ hm emriyle arşın
altından hayat denizinden su verecek. Kırk gün* kırk
gece Adem menisi gibi sudur. Kırk arşun yerlerden
yakan olacak. Hak Teâlâ Hazretleri emriyle, yerden
mantar biter gibi bitecekler. Öylece câmid duracak.
Hak Teâlâ Isrâfîre buyuracak, suya bir vur diyecek, o
da vuracak, onun dört budağı olacak. Bir budağı gök­
lerden yukarı, bir budağı Maşrika, bir budağı yerler­
den aşağıdadır. O budaklar içinde delikler vardır.
Her kişinin cam makamı makamındadır. Meleklerin
cam insanla berâber yücedir. Cinnin şeytanın canı
süflidir. Kâfirin cam sağ ve soldadır. Ondan ’Tsrâfir,
sûru üçüncü nöbet üfleyecek. Şöyle üfürecek ki, her
can deliğinden çıkacak. Yerle gök arası dopdolu ola­
cak. Arı vızıltısı gibi ses verecek, sonra her can göv­
desine girecek. Halk dahi hilkat uykusundan uyanır
\

274 ' . ‘ ■■ . ' " " ‘ 1. ' - İNCİ DİZİLERİ

gibi gözlerini açarak kabirlerinden doğrulacaklar. Ni­


tekim zâtı âlâ Akdes Hazretleri, Kavl-i Kerim'inde:
|İ . - -

/ 9*' 1> / » ^ v y e ^ / j
l . ■• . *. * \
û jJ *h ^ < ls>

"Sonra ona b ir daha ü flen di, birden on la r


ayağa kalktılar, ba k ıyorla r (ne olacağım bek li-
' yorlar)." [Zümer Sûresi; âyet: 88] buyurmaktadır.
Ondan sonra bu halkı haşir yerine sürecekler.
Bundan sonra, halk yine haşir olacaklar. Bu kıssaları
merak edenler, haşir kitablannı mütâlea etsinler.
M ücâdele yok, dil var, on u tâzir ederiz, on ­
da vartalar çoktur. Her k işi hayır ve şer ne yap­
tı ise, b ir b ir sorulup cezâ sın ı bu lacaklardır.
Nazm-i Kerim'inde:
> > * * ■* * . * %£, X* . X% ✓ o ,j o ✓✓
dİ— Uj j \ y cuü- { j a U lj
its * lX 6 *
j \j

' "İyi ve kötü k a lb lerd e ne varsa ayrılıp ,


açıklandığı zaman o gün, R ableri, onlardan giz­
li ve aşikâr bütün yaptıkların dan h aberdar­
dır...” [Zil'zal Sûresi; âyet: 10-11] buyurmaktadır. Mi­
zan terâzisi kurulacaktır. Eğer hayrın ağır gelirse,
Allah'ın rahmeti ve emeli olur. Eğer şerri ağır gelirse
nâra (ateşe) müstehâk olacaktır.
ŞEYH'İL-EKJBER MUHYİDDİN-İ ARABÎ = = = = = = = = = 275

Zât-ı Âlâ Kavl-i Kerim’inde:


so B s &* Ü ss X** j» «*■ ✓ ■ > O' B >j O f ®'* *
jL îi»
\"
cyj %aji * '
tir*3
«■ \ ■
* •*

*»y. 'r *

"Fakat kimin de tartıları iyilik leri h afif gel­


m işse, artık onun yeri H âviye'd ir. B ildin mi
H âviye n edir? o k ızgın ]bir ateştir..." [Kâria
sûresi; âyet: 8-10] buyurur.
Cehennem haşir yerine getirilecek, üzerine sırat
kurulacaktır. Rasûlüllâh (Ş.A.V.) Hazretleri ümmeti­
ni yoklayıp kurtaracak (İnşallâh bizi de kurtarır).
Sellim ve sellim diye mücrimlere şefâat kılacak. Her
kişi hasımlı hasmmdan hakkını talep ederek alacak.
Hak Teâlâ Celle ve Alâ âdildir. Kaza kürsüsünü ku­
racak, bir Divân-ı İlâhî toplanacak ki, evvelîn ve
ahirin bir yere gelecek. Yedi kat gök melekleri kat
kat dolanırlar. Öyle olacak ki, üryan yanında duran
er midir, avrat mıdır bilinmiyecek. Baldın baldıra do­
kunacak, Kavl-i Kerim’de:

s * a $ .»
cJLJİ j -O.LJI cJbJİj

"Ölümün şiddetinden de bacak bacağa do­


lan m ıştır” [Kıyâme Sûresi; âyet: 29] buyurur.
276 ' İN Cİ DİZİLERİ
■ fc '
M iskin Âdem o ğ u lla n kim den kaçıp kurtu­
lacak. O heybetli melekler halkı Hak huzuruna süre­
cekler. Mücrimlerin, zâlimlerin hakkından korkmı-
yanların, kâfirlerin acaba halleri nice olacak? Yâ şu
kıyâmeti inkâr eden mülhidlerin hâli nice olacak?

* 1/ Oj Oy / / / J O jj / y/ ı« '

■ t* İı-Lft

"D ediler: "Vah bize» b iz i yattığım ız yerden


kim kaldırdı? İşte R ahm ân'ın va'dettiği şey bu-
dur. D em ek P eyga m b erler d oğru söylem iş!"
[Yâsin Sûresi; âyet 52] buyurmaktadır. Ayetine bu
defa inanacaklar ki kâfirler: 'Y â R abbi! B izi geri
dünyâya gön der, bu defa sâlih âm el işleyelim ."
diyecekler.
Hak Teâlâ Hazretlerinden hitâp gelecek:
J^ t'* ' O * o* J o >e

* * # .^ * * »J Ov
Iy ^ J

"Bugün on la n n ağızlarım m ühürleriz de,


elleri ne yapıyor idiyseler bize söyler ve ayakla­
rı şâhidlik e d e r [Y â s in Sûresi; âyet: 65] E lleri
ayaklan şahâdet edecek, ağızlan n a m ühür vu­
rulacak, h er ne kazançlılarsa Hak Teâlâ kâfir-
lAio^Am m iinâfıklardan, zâlim lerden intikâm
r

ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-Î ARABÎ 27 7

alacaktır. Kâfi ve m ıınflfıklnra rahm et olm aya­


cak, ebedî cehennem de kalacak. \
M ü crim k i te v h id e h li o lu r, te v h id in
berakâtıyle cehennemde kalmayacak. Nihayet cezâ-
sını görecek. Akıbet onlar dahi makâmı makâmına
gelecek. "
Bilm iş ol ki haşrin evveli ve âh iri elli gün­
dür. Ama her gün bin yıld ir. Adem ola ki o elli
bin y ıl b ir namaz vakti kadar olm ayacak. H er
kesin am eline göre haşir ve n eşir olacak.
Ahvâli ihtisâr ve icm âl ettim . Bunun tafsili
beyâna gelmez. Kim akıllıdır, bundan da anlar.
O ki, câhildir, bunun gibi bin söz söylesen kula­
ğına girm ez.

M
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM

MÜNÂCÂTIİLAHIYYE VE BAZI MEV'IZLAR

İlâ h î H azretlerin den ola n in âyet bizd e


liyâkat yokm uş, b ild ik , g e rçi ih tiyâ rı elim ize
v erd in , biz b ize ta k sir ey le d ik . O m el’un
hasûdun (şeytan) aldatm asına aldanıp cürüm
ve hatalar ettik. D ince ço k günâh yüklendik.
N idelim ki, liyâkatim iz yokm uş, ama ne kadar
günâh ettik ise, senin rahm etinden artık etm e­
dik, elim iz boş, yüzüm üzün karalığı ile H azreti­
ne üm id tuttuk. H âbibin M uham med M ustafa
(S.A.V.) H a zretlerin in h ü rm eti için , on u n
şefaatim bu m ü crim lere 'ErhameV-Râhimin"
adın hakkı için ihsân edip, ettiğim ize bakılma-
yıp, düşm anım ız İblis-i Laîni sevindirm e, Ya­
rabbi!..
Ve dahi dilerim ki, bu kitabı ve yazanı ve
d in leyen i H asretin k u d re tin i, anlayanı ve
azâm etini bileni ve bu kitabı cem eden günâh
denizine gark olmuş fakiri, ettiği günâhına kal­
m ayıp, rahm etinden ayırm ayıp son dem inde
imânla gönderesin. H âbibin yüzü suyuna1bağış-
280 ■ - • - .- ^ r İNCİDİZİLERİ
1 , N .

layasm , cü m le im ân eh iin i b era b er. V e d ah i


gözlerim izi g öğ e d ik ip H akk'm em ri n e zam an
gelecek? Bu halk d en izi m ucibi g ib i çalkalan ıp
bin y ıl m iktarı diller, dam aklar m untazır dura­
cak. O m ahalde inâyet yine H azretlerinden ola ­
cak. Üm idim iz şen den dir ve mizân terâzisi k u ­
ru lu p h a y ır v e ş e r ta rtıla c a k ! B ilir im
günâhım ız dağlardan ağır gelecek, senin k ere­
m in çok;

i* fi s , j A fi ' -
*

"Lâilâhe İllallâh , M uham m ed H asûlüllâh"


kelimesi ile sevâbım ızı ağır edesin. Dahi ceh en ­
nem i yetm iş b in zebâni H akkın em ri ile h aşir
yerin e götü rü p , ağır zin cirle r ile yetm iş b in
zebâni ki b iri bu dünyâyı elm a gibi oynatır. H er
zin cirin yetm iş b in halkası vardır. B ir halkası
olm ayacak. D ünyâ um urlarım cem etseler, ce ­
hennem bu halkayı görecek , zehâniler elin den
çekin ip b ir k ere çık a rıp kaktığından ik i p are
olup yine bütün olup ateşler saçılıp, yalınlar d i­
rek d irek havaca kalkıp, hisâr gibi yalınlar kal­
kıp b ir hışım la halkın üzerine hücum e d e ce k
Enbiyâ, evliyâ o h eybetten yü zleri üzere
düşüp herkes kendi n efsi diyecek, KasûlüUâh
(S.A.V.) H azretleri karşı gelip; 'D ur, yâ cehen ­
nem, senin eh lin sana gelir." diyecek. Cehen­
ŞEYITİL-EKBER MUHYİDDİN’İ a r a b î 281

nem: Git yolum dan, ben sana haramım!” diyecek.


Hak Hazretlerinden hitâb gelip: "Hâbibim Mu-
ham m edim in em rini tut!” buyurulacak. Cehen­
nem dahi çekilip, arşın sol yan ın d a düracak. O
korkulardan biz günâhkârları halâs eyleyivere-
s in ..
P utları yıkıp her k işin in putunun kim i sağ
eline, kim i sol eline verilecek!

■ * * t / / / 9 /O ' ® ^ * * * J /O

tlLİP pjJI ijil


✓ - : f . >.

"(K endisine): "Oku k ita bın ı! Sem hesaba


çekm ek için bu gü n n efsin sana yeter,” lİsrâ
Sûresi; âyet: 14] denilecek.
Sağ elim ize veresin. Rahm etini bize ih san
eyleyesin. Ve dahi cehennem üzere sırat köprü­
sü kurulup, kıldan in ce k ılıçtan keskin, üç bin
yıllık yol uzunu, altından yalınlar çarpar.
Yâ Rasûlallâh (S A V .) H azretleri sellim sel­
dim diyecek, günâh yükü arkam ızda onu geç­
m ek m uhâl olup senin lütfun dan ve inayetin
birle ve H âbibin şefâatı ile kolay geçm ek m ü­
yesser ediveresin.
Muhammed (Ş A V .) hürm etine b izi bu var­
tadan kurtar. B ir taraftan sancaklar d ik ilip
Rasûlüllâh’m (S A V .) sancağı hepsinden yü ce
282 ' . ' ~ - İNCİ DİZİLERİ

olacak. H er peygam berin üm m eti, peygam beri­


n in sancağı d ib in e toplan acak, biz gü nâhkârı
peygam berin (S.A.V;) san cağı d ib in d e in â y et
edesin. B izi uçm ak (Cennet) yoluna gön deresin.
Yâ R abbe'l âlem in veya H ayra'n-nâsırîn bi-
hürm eti M uhaim ned'in ve âlih ı ve sa h b ih i
ecmaîn.

MEV’IZE
/■ ' *

Ey m iskin  dem oğlu!.. Bu dediklerim h ep


başımıza gelecek, bunun bin de birini dem edim .
Şimdi aklım ızı başım ıza verelim , b ir kaç gün bu
aza çok öm ür için d e n e çek ersek çekelim* Bu
fân i dünyânın h oşlu ğun a aldanm ayıp g a fleti
gözüm üzdeh götürelim . D ünyâ dediğin tez ge­
çer, dünyâ m etâı azdır. N itekim Cenâb-ı Hak
Kavl-i Kerim’inde:
İi / J - ^ 9 / 1 1

'j '* ** * *0 S

"Sen de de ki: D ünyânın zevki pek azd ır


Âhire t takvâ sahibi olan lar için daha hayırlıdır.
Ve kıl kadar h aksızlığa uğram azsınız!" [Nisâ
Sûresi; âyet: 77] buyuruyor.
Binalar yaparsın, m al yığarsın, sorm azsın
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-1ARABÎ = = = = = 283

dünyâda ne kadar kalırsın. G ördün atan, anan,


d ostların ne oldu bild in ki, dünyâdan geçm iş,
sen dahi bilirsin k i Öyle olacaksın . A caba bu
gaflet n edir? N ereye gidiyorsun? Bu hayhuy ve
tanıtarak ve tûli em el n edir? B irik tird ik lerin i
koyup gidersin. Seri helâldan-haram dan saklar­
sın, hayrın, ihsânın dahi yok, ne yapacaksın?
Yem ezsin de. Bir gün ecel gelir, b ir kefen alıp
gideceksin, o da naşib olursa. O helâl m alın he­
sabını vereceksin, haram ın dahi azâbını çeke­
ceksin. Ardında kalan oğlu n ve kızm ve eğer
varsa hanım ın sa fisin i sürerler.
Ey akılsız Âdem oğlu! Şu m ezbahâneye gel­
miş koyuna benzer. B ir gün b ir kaçını boğazlar,
ertesi gün b ir k açın ı boğazlar. A caba o koyu­
nun aklı olsaydı yem ini yer m iydi? Ne tuhaftır
ki, Âdem oğlunun aklı var görünür, b ir gün n ö­
bet kendine gelecek, kasap pençesine girecek,
kavm i ve kabilesi b ir kenara sürülecek. Ne ka­
dar çok yaşarsan yaşa âkıbet olacak.
Şim di bu hâli bilip dururken uzun duygu­
lar, tû li em eller, gülm ek, oynam ak, gururlan­
mak, gaflet uykusurida uyum ak câh illik değil
m idir? Ama ne yapalım , gaflet bizi alm ıştır. Gö­
nül aynası günâh üzengi tutm uştur. Şeytan-ı
Lam bizi oyalıyor. İhtiyarlayınca tevbe edersin
diyor. B ir gün ansızın ecel erer. İhtiyar dahi ol­
san tâkatın kalmaz, m ahrum olursun.
İflâs ona derler kİ, kişi dünyâdan eli boş
284 1 İNCİ DİZİLERİ

gider. Âm eli olm az. Âm eli olsa dahi h erkes g e­


lir, haklı hakkım ister. K azandığı âm elini alır.
 m eli,yoksa, o haklının günâhım ona v erirler.
B aşkaları günâh işle r, sen azâbın ı çek ersin .
Z irâ orada para fayda etm ez. Hak yerin e âm el
hare olur. Ne kötü değil m i gayretsitlik?
Şim di am eli ço k yapm ak gerek, b ira zım
h ak lı alırsa, b ira z ı b a ri sana k alsın . Z irâ
âh iretin izzeti, d evleti m al ile d eğild ir, âm el­
ledir. Nitekim hâdis-i şerifte:

* o s o i o £ ' * 9 ■'°£ ^

JUJL LJuJl jp
«' * * •s s- * S s

"D ünyânın şerefi m al ile , âh iretin şerefi


âm eller iledir." buyurulmuştur.
w O' '°£ + > * '/ D O- • s O

e •
frUöİÎIj *!>Ûl Ç y * * ’ u
+ f.
9 *9 $ A$ ğ * * * ■* ]jj^ , ^ a ji
V ,ı (İ it ' . *
•' •»' ■ ■'«■
* .

* ■ a " j\ jj,#

"Son P eygam ber M uham m ed M ustafa


(S.A.V.) 'hürmetine bizi bütün dünyâ ve âbirette
belâlardan ve kazalardan koru."

i
i

ŞEYH’İL-EKBER MUHYİDDİN-İ ARABİ


285

Eğer sorarlarsa kâfirin m üslüm an üzerin­


de hakkı nasıl olur? Cevap budur ki; kâfire rah­
met olacak değildir ki, sevâb verilsin. O kâfirin
hakkı kadar azâb çeker. E ğer sorarlarsa yâ
kâfirler dünyâda hayırlar yaparlar, o hayırlar
zâyi olur m u? Cevap budur ki; kâfire sevâb ve­
rilm ez, am a m ü'm inlerin m üflis kalanına bahş
olur. N iceler ola kif Peygam berin şefâatiyle ni­
celer A llah'ın inâyeti ile, niceler evvelki dostla­
rın birbirine şefâat kılm alariyle, niceler ola ki,
m eleklerin şefaatiyle, rahmet bulacak. Hepsi yi­
ne Hak Teâlâ’nın yadım ı iledir.
İlâhî biz m üflis ve m endebur kalm ış kulla­
rına inâyet ve onların şefâatını nasib eyle! Biz-
lere lâyık ettiğin, sen sana lâyıkını eyle! Ümidi­
miz odur ki, bir avuç günâh toprağını rahm eti­
nin deryâsında m ahfedesin. O laîn i kör hacil
edesin. Hâbibin M uhamm ed (S A V .)'i şâd ede­
sin! O'nun hürmeti için ki, ona vâdi kerîm ettin.
O vadini yerine getiresin.
> P ,, * * * ■ O ı>

>■ . +
- ^ " " * + 9 . 4 . * ' \ f 9+ D' Jf

Lp 4İ1İ j

*' 4 * 44, Os * S
4JİJ X*»%A
, S * * S * * -

Senin lütuf ve kereminle Ey Âlemlerin RabbiL


Ve Ey yardımcıların en hayırlısı!
İNCİ DİZİLERİ
286

Allah, ulumuz, Muhammed’e ve temiz pâk âl-i


ve âsâbma salât eyleyesin!.. Âmin!.,

Şevket Gürel
H. Mustafa Varlı

/
KERAMETLERİ

M uhyiddin-î A rabi'n in en büyük keram et­


lerinden b iri şudur:
"—Sin harfi Şm h arfin e geldiği zaman m e­
zarım keşfedilecek..."
Gerçekten Yavuz Sultan Selim Şam'a girince
Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin mezan keşfolunmuş
ve bu söz pek parlak bir keramet halinde kalmıştır.
Selim (sin), Şam da (şm ) harfiyle başlıyor.
Hakikaten de öyle oldu. Yavuz Sultan Selim
Şam'ı aldığı vakit Muhyiddin-î Arabî Hazretlerinin
mezarını buldurmuş ve üzerine güzel bir türbe, civa­
rına da bir cami ile dergâh inşa ettirmişlerdir. Cami
çok güzel olup avlusunun ortasında büyük bir havuz
bulunmaktadır. Gayet temiz akar suyu vardır. İlk ba­
kışta türbedeki azâmet göze çarpar. Türbe zemin se­
viyesinden aşağıda olduğu için oraya merdivenle ini­
lir.

***

Ayağım b ir noktaya basıp haykırdı:


288 . " , — - İNCİ DİZİLERİ

*L_Sİzin râbbiniz ayağımın altındadır."


Küfre benzeyen bu sözü belki bir delâlete ka­
vuşturacakları ümidiyle o noktayı kazdılar... Bir de
görsünler ki, bir yığın altun... Büyük velî, insanları,
paraya tapmakla suçlandırıyordu.
Konya'daki evinin kapışma bir dilenci geldi:
"—Bana Allah için bir şey ver!”
"—Dur, bir dakika bekle!.. Gidip getireyim!”
Ve gidip, içeriden, elinde bir anahtar, döndü:
M—Al!.. Bu evden başka bir şeyim yok!.. Gir içi­
ne ve otur."

Mühyiddm-i Arabi, bir kitabında birinci Os­


man'ın Oğlu Süleyman’ın dedesi hakkında "falan za ­
m an İstanbul’u feth edecektir" diye yazıyor. Ve du­
rum da onun dediği gibi olmuştur. Yani o sultan za­
manında İstanbul’un Anadolu yakası feth edilmiştir:
Oysa Muhyiddih ile bu sultanın arasında 200 senelik
mesafe vardır. Bu zât, Muhyıddirfm bu sözünden
ötürü,, Muhyiddin üzerinde büyük bir kubbe ile bir
tekke inşa ettirmiştir; Orada A lla k (C.C.) yolunda fa­
kirlere yemek yedirmekteydi.
ŞEYH'İL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABİ 289

MUHYİDDÎN-İ ARABİ'NİN
FAHREDDİN-İ RÂZİ’YE MEKTUBU

Allah için kardeşim ! H üdâ m uhabbetinizi


âlâ etsin. Size şu m ektubu yazm aklığım a sebep,
Cenâb-ı Hakkın kitabı M übininde Hak ile vasi­
yeti em ir ve tavsiye buyurm uş olduğundan do­
la y ıd ır. İşte ben de şu m etubum la ferm am
ilâhiyedeki o vazifeyi vasiyeti yapıyorum .
Kardeşim Fahreddüı!
Allah tarafından müeyyed bir kuve-i mütehay-
yiliye, gâyet geniş bir kâri-i inetâ, münevver bir fikre
mâlik olduğunuzu yazdığmız bazı kitablanmzı oku­
dum, anladım. Fakat bu istidât-ı fikrini bu kadarcık-
la çürütecek misin? Ne vakte kadar ölçülü kazançla
kalacaksın? Ruhunun gıdâsmı ne vakit vereceksin.
İnsan yalnız âlemi hikmetle ünsiyet tedârik edip de,
âlemi kudrette çalışmadan kalırsa, yaratılışındaki
istidâdını görmemiş olacağmdan İlâhi halâveti bülâ|
maz. Onu bulamayınca hâdisâd onu tasarruf eder. :
H albuki, Cenâb-i H ak insanı ken disin e
nâib kılm ıştır. H âdiseler inşam değil, insanın
hâdiseleri tasarruf etm esi lâzım dır.
Sevgili dostum!
2 9 0 .t= ss= = = = = = = = = s= = = = = = = = = = İNCtDİZİLERİ

Cenâb-ı Hak sizi muvaffak buyursun. Çok iyi bi­


lirsiniz ki, âlimler peygamberlerin vârisleridir. Fakat
bu veraset bir vecihten değil, bütün vecihlerden ol­
ması şarttır. O vakit verâset-i kâmile tahakkuk eder.
Yine bilirsiniz ki, tabiat- 1 beşeriyye m ârifeti
ilâhiyedeki n âsibi nisbetm de felah bulur.
Mârifetullâh zevkinden mahrum olan kise, yaratılı­
şındaki güzelliğin zevkinden mahrum, feyzi fıtrisin­
den de mahcûb kalır. O halde yüksek himmet
ashâbma yakışan, sayılı nefesini yalnız fâni ahvâle
vukûf peydâ etmek için sarf etmeyip, mârifet-i
İlâhiyeden nâsibsiz kalmamıştır.
Hakiki insan mahdut olan fikrinin kayıtların»
dan onun kâhru galebesinden kendisini kurtarmalı­
dır. Zirâ fikrin mahzeni mâlumdur. Aranılan ise o de­
ğildir.
Kardeşim FahreddinL
Allah'ı bilm ek ile, A llah'ın varlığım bilm ek ■■
arasında fark vardır. A llah'ı bilm ek onun v a r h *
ğım bilm enin h ilâfınadır. Nazarı dikkate meşhud
olan ancak Allah'tır. Müşâhede dlvegâhıhdan Allah'ı
bilmeyi murâd eden kimse, gönlünü bütün fikirler­
den boşaltmalıdır. Sonra yüksek himmet ashâbma
lâzımdır ki şuhûdu âli hayâlden olmasın. Zirâ
müşâhede denilen tecelli-i İlâhi hayal almanın ötesin­
de zevki mânâlan hissi kalıklara indirir.
FabreddlnS
Bir şey ki» kendi için haddi zâtmda kemâl yok-
ŞEYUrtL-EKBER MUHYİDDİN-t ARABÎ — -------- QQ7

tür. Gayriyle tekemmül eder, ona fakir denir, işte bu


hâl bütün mâsivânm apaçık bir sıfatıdır. İmdi âli
himmet olana fakirden almağa tenezzül yakışmaz.
Ne vakte kadar ilmi ölenden alacaksın? Artık alaca­
ğını Ölmeyenden al, zamanı gelmiştir. Himmetini
yükselt ki, ilmi keşfi yakîn üzere Allah'tan gayri kim­
seden almasın!
Şunu çok iyi biliniz ki; fikri mücerredle hakikati
tahriye kalkışanlar, fikrin mertebe-i kusvasına yeti­
şince oradan sükûnet bulup duramıyorlar. Hayret
içinde kalıp taklid menzilesine düşüyorlar. Bu ne acı
bir yukarıdan aşağıya düşüştür.
Şunu çok iyi bilmek lâzımdır ki; Mârifet-i
İlâhiye fikir oraya yaklaşamaz, ezilir. Hayib olarak
geri dönmeğe mecbur kalır. Binaenaleyh fikir
mevcûd oldukça akıl içinde sükün ve itminân yoktur.
Bununla beraber akıllar içinde muvaffakiyetin bir
haddi vardır. Her akim tasarrufu fikirdeki kuvveti o
nisbetteolur.
işte akılda, o duraktan ileriye geçemez. Şimdi
akıllı olan nefahati ilâhiyedeh istimdâd ederek, kendi
nazariyâtmuı sınırı altına esir kalmamalıdır. Orada
kalan şek ve şübheden kurtulamaz- Acaba ile yaşa­
yanda mazharı feyzi yâkin olamaz.

... HaMM & g§ih m â '.


Sizi seven bir dostunuz,, beni ziyâretle .sizden
■şöyle bir;şey'haber verdi Bir gün Fahreidin-i'Bii|:,
292 ' ■ - ■ ■ İN C İ DİZİLERİ

Hazretlerini ziyârete gittim. Yanımda bir kaç dostlan


daha bulunuyordu. İmam Fahreddin’i ağlamış görün­
ce, sebebini sorduk, derin hayretti bir âhdan sonra:
"Nasıl ağlamanı, otuz senedir bir meseleye halk ve
savâb itikâd etmiştim. Şimdi başka bir delil ile, q
itikâdımm hakka muhâİif olduğu meydana çıktı.
Onun için ağlıyorum ki bugünkü istikbâli çürütecek
hiîâf ve hakikat, hakikat olacak bir delil daha çıkarsa
ne yaparım!" dediğiniz çok doğrudur. Vasıta-i
istikbâli yalnız akıl ve fikrine inhisâr edenin eşyanın
hakikatinde bâhusus mârifeti m evlâda tam bir
istirahât-ı kalb ile temiz bir itminân ile müsterih ol­
ması muhâlidir.

Kardeşim!
Şu yakînin olsun ki, eshâba tevessül suretiyle
var olan her şey sonradan olduğu gibi o sebebler dahi
muhdestir.
Var olan her şey için iki vechi taallûk vardır ki,
biri âdiyen sebebin vücûdün, öteki dc asâîeten mucîdi t
olan Allah’a nâzırdır. Halkın hepsi hatta hükemâ ve I
felsefeciler dahi eshâba bakarlar. Yalnız muhakkık-
lar eshâbı bilmekle ancak mucîde o eshâbın sahibine |
nazar ederler. Bununla beraber muhakkıklarm •
kemâl mertebeleri bir değildir. Meselâ: "Kalbim ba- fj
na R abbim den h aber verd i.” der. Arada vâsıta J
isbât arm. Kimi şoh mtbeye çıkar da aradan eşyayı j
kaldırır. ’R abbim bana haber verdi." buyurudur. I
ŞEYH'ÎL-EKBER MUIIYİDDÎN-İ ARABÎ

Fahreddin!..
H er hangi b ir şey ki, onun varlığı gayriden
istifâd elen iyor. Şübhesiz o şey, bizim nazarı­
m ızdan h içb ir şey hükm ündedir. B öyle olunca
Hakka â r if olanların, A llah'tan gayri dayana­
cakları olam az.

FahreddinL
İnsan kendisinden ileleb ed ayrılm ayacak
ilm e çok himmet etm elidir. Senin b ir çok eseri­
ni okudum . M eselâ; tıbba taallûk eden bir kita­
bım m ütalaa ettim . G üzel yazm ışsın, olm asın
dem em , o da büyük b ir h izm ettir. H astalık
âleminde işe yarar. Fakat yarın başka bir âleme
göç edeceksin; hastası, hastanesi yok, kim i te­
davi edeceksin? İlm i hey'ete âid b ir eserini oku­
dum. Güzel, yarın gideceğin âlem in semâsı baş­
ka. Neden bahsedeceksin?
Hülâsa her bildiğin ilm i âlem lerinde terk
edeceksin. H er şeyi yerin de bırakıp da eli boş
ebediyete dönm üş olm ıyasm . Onun için akıllı
olan âlim , her âlem in lâzım olan ilm ine sâhih
olan kim sedir.
Cenâb ı Peygam ber Efendim iz: "Müslüman-
lar yaşadığı halde, o günkü m üslüm anlardaıi
daha yüksek ilim adamları, fen adam ları yetişe­
cek olursa, o m üslüm anlarla benim aram açık­
tır.” buyurm uşlardır.
ŞEYHİ EKBER
MUHYİDDİN-İ ARABİ'NİN MÜNÂCAATI

Rahmet eyle bize Ey Hâlik-ı can


Olalım Râh-ı hakikatte revân
Et bizi dâm-ı hevâdan âzât
Eyleme rüz-i cezâda nâşât

■ ♦ * *

Bize tevfıkini eyle rehber


Ruhumuz eylemeden azmi sefer
Bizi et sâlik-i şehrah-ı yakın
İki alemde bizi eyle emin

■ * * * ■ ■ ■ '

Umarız lütfunu Ey Rabbî celîl


Etme ukbada bizi zâr-u zelil
Kereminden ederiz istimdâd
Kereminden bizi eyle dilşâd
T

İNCİ DİZİLERİ
296 ----------------— — ' ■ ■■■

' îstiân ederiz leyl-ü nehâr


Ey atâbahş-ü latîf-ü gaffar
Doğru yolda bizi sabit kadem et
Bizi âzâde-i hüzn-ü elem et

# * *

Son nefeste bizi et afvekarîn


Ey hüdâvend-i semâvatü zemin
Rahmet eyle bize Ey Rabi’n-Nâs
Edelim şevk ile Hatm-i en fâs

* * *

Dem-i rihlette bizi eyle bekam


Ey Keremkâru rahûm-u men’âm
O zamanda b iz i Ey Rabb-î gafur
Eyle ihsâriû keremle mesrur

***

Kâvl-î sabitten ayırma bir atı


Rahmetinle bizi eyle şâdân
Eyle Yârab bizi ukbâda nesim
Bizi et lâyık-ı cennat’u naîm

###
ŞEYH’ÎLrEKBERMUHYİDDİN-t ARABÎ ========== ,2 ^ 7 i'

Ruhumuz ettiği demden tayaraiı


Bizi et mazhar-ı affu gufrân
Eyle Emrî kuluna lütfü kerem -;£;\ -
Cümle mahlûkuna sensin, en hâm ;vy: 'K'h

Nâzımı: Amasyalı Ahm ed Em rî Yetkin


1-6-1956

■f * * * 1 ■

Şeyh-i Ekber’in m ünacaat-ı m eşhuresinin


manzum tercüm esi

Yaklaştıkta zeva l mülk-ü devlet


Göründükte hilâl-i ânı nhlet
Cebine üzre arak''ter oldukta câri
Çoğaldıkta ifânı âh-uzarî

**.*■■.■

Bükâya başladıkta yâr^ı gamhâr


Tabibin ye'si oldukta bedidâr
Bizi rahmetle Yârab eyle dilşâd
0 demde et bize ihsan-ü imdâd

* * #
298 • - 1 ' ' • İNCİ DİZİLERİ

Beden zîr-i turâbe konduğu an


Bıraktıkta civan kabre yâran
Naibi oldukta zâil iş bu tenden
Kesildikte nesim hoş bedenden

Bizi eyle İlâhi lütfa makrûn


Bizi Yârab o demde etme mahzûn
Unuttukta bizi efrâd-ı insan
Çürüttükte bu cismi hâk-u ezmân

***

Olunca Kabrimiz dünyada madun


Olunca nâmımız nisyâna mahkûm
Baîd-etme bizi yârab keremden
Halâs eyle bizi hüzn-ü elemden

***

Açıklandıkta envai seraîr


Zuhur ettikte bilcümle zamair
Hüveydâ olunduğu demde mevâzin
Belirdikte mezâminû devamın

* * *
Şeyitjl -e k b e r m u h y îd d İn I a r a b Î = = = = = 299

O demde rahmet et Ey Rabbi Mennân


Bizi eyle karin-i lütfü ihsân
Meded senden bize Ey Hayy-ü Kayyûm
Bizi lütfü keremden etme mahrum
Senin dergâhına kıldık dehâlet
Bizi et vâsıl-ı bâb-ı selâmet

Nâzımı: AmasyalI Ahmed Emri Yetkin


* * #

Şeyh-i Ekber'in münâcaatı meşhuresinin


diğer manzum tercümesi

Terleyince bu cebini ruhsâr


Ahımız olduğu demde bîsyâr
Gerberiz olduğu dem cisim habîb
Bizden ümidini kestikte tabib

..... . ♦ * *

Et bizi rahmeti lütfunla bekâm


Ey Hüdâvend latîfu münâm
Olduğu demde beden zir-î türâb
Terk edince bizi cümle ahbâb

* * *

You might also like