Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 6

HZ İSANIN BEŞIKTE KONUŞMASI

27 NISAN 2024, CUMARTESI

29) Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan


kişiye; Zekeriyya'ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını
istedi. Zekeriyya, Meryem'in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil
olup çocuğun ma'bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, "Biz, yüksek
mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl
söz söyleriz/"Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim
dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

34,30,31,32,33,36) İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip


durdukları, "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve
beni bir peygamber yaptı. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek
kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve
zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekat'ı;
Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame
edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak
içtenlikle verdiği vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. Ve beni,
anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri
yapmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden
diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim
Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu,
dosdoğru yoldur" diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.[#135]

Meryem, Elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü


ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmamasından başka
bir de Size o cevap verecek şeklinde ZEKERİYA peygamberi işaret
etmesi ise herkesi çileden çıkarmış ve kavminin ""Biz, yüksek
mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl
söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi
terk etmiş birine nasıl söz söyler?" sözlerine muhatap olmuştur.

Bu ayetlerden de Zekeriyya peygamberin de oğlu Yahya gibi Sabii


olduğu; Yahudi olmayıp Yahudiliği terk etmiş olduğu anlaşılmaktadır.

"Sabiî" kavramı yukarıda açıklanmıştı.

Daha evvel birçok yerde Mushaf tertip heyetinin, necmleri ve


dilbilgisi kurallarını dikkate almadıklarını, tertili ihmal
ettiklerini, Mushafı kronolojik olarak tertip etmediklerini
göstermiş; bu durumun da, tertip heyetinin dilbilimde uzman
olmamalarından, düzeltmeleri sonra yapmak üzere önce bütünü koruma
yolunu tercih etmelerinden kaynaklanmış olabileceğini ifade
etmiştik.

Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı


duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olay ve katliamın zuhuru, buna
rağmen tertibin irdelenmesinin engellenmesi, bizi, bunun ihmal ve
gafletten değil, ihânetten kaynaklandığı kanaatine sevketti.

Kur’ân'daki [Meryem, Zuhruf, Nisâ sûreleri] Îsâ peygamberle ilgili


pasajlarda bazı âyetlerin yer değiştirmiş olduğunu, bunların
bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük ve
bunları da belirttik.

Pasaj ve paragraflardaki tertilin bozulmasının, özellikle de İsa ve


Musa ile ilgili pasajlarda oluşu insanı cidden düşündürüyor.

Kur’ân'daki bazı âyetler, yerlerinden alınıp Îsâ ile ilgili pasajın


içine yerleştirilmiş, bunun sonucu olarak da Kur’ân'a yönelik
nitelikler, Îsâ peygambere kaydırılmış, böylece de yanlış inançların
oluşması sağlanmıştır. Bu nedenle, tertipte olduğu gibi kıraatte de
bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve
Meryem sûresi'ndeki Îsâ ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik
ve daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu
âyetleri, yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyoruz. Musa ile
ilgili pasajlar da ileriki surelerde gelecektir.

Meryem/29. âyetin, mevcut Mushaftaki gelenekçi anlayışa göre meali


şöyledir:

Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, "Biz


beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?" dediler.

Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin


üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmadığı gibi,
"Size o cevap verecek" şeklinde bebeğini işaret etmiş, kavmi, Biz
beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz? deyince de Îsâ
beşikte konuşmuştur.(!)

Bu anlam, Âl-i İmrân/46, Mâide/110. âyetlerin mevcut kıraatleriyle


de desteklenmiş ve Îsâ'ya beşikte konuşma mucizesi verilmiş ve Îsâ,
mevcut âyet tertibine göre beşikteyken, "Şüphesiz ben Allah'ın
kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı].
Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum
müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi
davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı.
Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım
[yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz
Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet
edin, işte bu, dosdoğru yoldur" diye konuşmuştur. (!)

Ne var ki, belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün


yapılmamış, Îsâ'nın sözlerinden olan 36. âyet ["Ve şüphesiz Allah
benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin,
işte bu, dosdoğru yoldur" ifadeleri], 34. âyet olarak tertip
edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır.
Yani bu ayet açıkça paragrafa müdahale edildiğini haykırmaktadır.

Biz tahlilimizi, önce bu pasajda ve Îsâ ile ilgili diğer âyetlerde


yer alan ‫[الَم هد‬el-mehdi/beşik] sözcüğü üzerinde yaptık. Diğer
sözcükler gibi ilk Mushaflarda harekesiz olarak yazılı olan bu
sözcüğün, ‫[ الَم هد‬el-mehdi], ‫[ الُم هد‬el-müdi] ve ‫[ الِم هد‬el-mihdi] olarak
okunması mümkündür. ‫[ الَم هد‬el-mehdi] okunursa, "beşik"; ‫[ الُم هد‬el-mühdi]
okunursa "yüksek mevki" anlamına gelmektedir. [Lisânu'l-Arab;
Tâcu'l-Arûs, "Mhd" mad.]

Elimizdeki resmi Mushafta bu sözcüğün Îsâ ile ilgili olarak ilk


geçtiği yer Âl-i İmrân/38-39. âyetlerdir. İlk Mushaflardan İsam
nüshasında bu âyetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa,
Dâvûd b. Ali Keylanî tarafından Mekke'de 1437/841 senesinde
yazılarak Mushafa yerleştirilmiştir. [Mushaf-ı Şerif, İSAM
yayınları.] Kayıp olan sayfayı yazanlar 46. âyetteki ‫[المهد‬e l-mhd]
sözcüğünü harekelememişler; yani sözcüğü ‫[ الَم هد‬el-mehdi], ‫[ الُم هد‬el-
mühdi] ve ‫[ الِم هد‬el-mihdi] şeklinde okunabilir kılmışlardır.

Meryem/29'daki el-mehdi sözcüğü, ‫[ الُم هد‬el-mühdi] şeklinde okunursa,


âyetin anlamı, "Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında
bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri
açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu
doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi.
Onlar, "Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk
etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler,
Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler" şeklinde
olacaktır.
Yine bu âyetin orijinalindeki ‫[ نكّلم‬nükellimü] diye okunan sözcüğün,
ilk Mushaflarda harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin
‫[ يكّلم‬yükellimü] şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket
edildiğinde âyetin anlamı, "Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında
aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan
gelişmeleri açıklamasını istedi" onlar da "Biz, yüksek mevkide olan
kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz
söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi
terk etmiş birine nasıl söz söyleriz" şeklinde olur.

Âyetteki sözcüklerin kıraatlerini ve anlamlarını böylece


açıkladıktan sonra pasajdaki âyetlerin tertibi konusuna yeniden
dönüyoruz.

Elimizdeki Mushafın 30. âyeti, ‫قال‬ [qâle/o dedi ki] ifadesiyle


başlamaktadır. Bu âyet, 29. âyetin devamında tertip edilerek, Îsâ,
beşikteki çocuk dedi ki: "..." anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler,
beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri
durumunda olsa idi, teknik olarak cümle "fâ-i takibiyye" ile
başlayarak ifadenin, ‫[ فقال‬fe qâle] şeklinde olması gerekirdi.
Nitekim 29. âyette Meryem'e yapılan ithama karşı Meryem'in
savunması, ‫[ فأشارت اليه‬fe eşâret ileyhi/bunun üzerine o, (yani,
Meryem), o'na Zekeriyya’a işaret etti] şeklinde "fa-i takıbiyye" ile
gelmiştir.

Kısacası 30. âyet de, teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir.
30. âyet teknik ve anlam itibariyle, 34. âyetin devamıdır. Cümle
hâlinde 31-33 ve 36. âyetler ile birlikte 34. âyette yer alan
"Meryem oğlu Îsâ" ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın
anlamı şöyle olacaktır:

* Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye;


Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi.
Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup
çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, "Biz, yüksek
mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl
söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi
terk etmiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

* İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları,


"Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir
peygamber yaptı. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı.
Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi
yükümlülük olarak ulaştırdı. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse
yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. Ve doğurulduğum gün,
öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim
üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.
O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur" diyen Meryem
oğlu Îsâ'dır.

Bu paragrafta açıkça Îsâ'nın peygamberlik görevi ve hayatı


özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah dışında herhangi bir
ayrıcalık söz konusu değildir. Îsâ'nın misyonu ile ilgili burada
verilen özet şu âyetlerde de zikredilmiştir:

* "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir" diyen kimseler


kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, "Ey İsrâîloğulları!
Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim
Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun
barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur."
"Allah, üçün üçüncüsüdür" diyen kimseler kesinlikle kâfir
olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer
söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan
kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. [Mâide/72-73]

* Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti
[zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri]
getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size
açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'a karşı takvâlı olun ve bana
itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin
Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.
[Zuhruf/63-64]

Bu paragraftaki metne göre de, "mühd"de [yüksek mevkide] olan, Îsâ


değil o günün ileri gelen mabed görevlileridir.

Meselenin temel unsuru olan ‫[ المهد‬el-mehd] kelimesi, Îsâ peygamber


ile ilgili olan Âl-i İmrân/46 ve Mâide/110'da da geçmektedir.
Sözcük, ‫[ الُم هد‬el-mühd] şeklinde okuyup anlamlandırıldığında bu
âyetlerin anlamı şöyle olacaktır:

* Ve yüksek bir mevkide bulunarak, yetişkin biri olarak insanlarla


konuşacak ve o sâlihlerdendir. [Âl-i İmrân/46]

* O zaman Allah şöyle diyecektir: "Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin


üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni
rûhu'l-kudüs ile desteklemiştim. Yüksek bir mevkide bulunarak ve
yetişkin biri olarak insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı,
hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve
ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle
çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim
iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca
hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim
iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık
mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık
bir sihirdir’ dedikleri zaman seni onlardan korumuştum." [Mâide/110]

Bu âyetlerde, Meryem/29'un aksine yüksek mevkide olan Îsâ'dır.


Rabbimiz o'na yüksek mevkiler ihsan etmiştir. Bu Nisâ/158'de, Onu
kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu Kendine yükseltti
[derecesini artırdı] şeklinde ifade edilmiştir. Böyle yüksek
mevkilerin İdrîs peygambere de ihsan edildiği bildirilmiştir:

* Ve Kitap'ta İdrîs'i an/hatırlat. Şüphesiz o, çok sâdık biriydi,


bir peygamberdi. Ve Biz o'nu yüce bir mekâna yükselttik. [Meryem/56-
57]

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, Mushaftaki Îsâ ile ilgili


pasajların âyetlerinin yerleri ve kıraatleri, Îsâ'ya özel bir statü
verebilmek için bilinçli olarak değiştirilmiş ve böylece Îsâ beşikte
iken konuşturulmuş, göğe/Allah'ın yanına uçurulmuş, insanlar tekrar
geleceğine inandırılmış, gelişi kıyâmet alameti sayılmış ve ölmeden
evvel herkesin o'na iman edeceği inancı yaygınlaştırılmıştır.

Yahûdi ve Hristiyanlar, Îsâ peygamberin beşikte konuştuğunu


reddetmekte ve şu görüşleri ileri sürmektedirler:

Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici


olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı.
Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hristiyanların en
fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahûdilerin
o dönemde Îsâ'ya düşman oldukları târihî bir gerçektir. Nitekim Îsâ
elçiliğini ilân edince, misyonunu bildirince o'nu öldürmeye
uğraşmışlardır. Eğer Îsâ beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân
etmiş olsaydı, Yahûdiler o'nu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.

You might also like