Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 17

RUSYANIN YAPTIĞI TÜRK SOYKIRIM VE KATLİAMLARI

Dünyada en çok soykırım yapan millet Ruslar'dır. Rusların Türkler üzerinde


yaptığı Soykırımı, Çarlık Rusyası,Komünist Rusya diye iki devreye ayırabiliriz:
TATARİSTANIN FETHİ KAZAN SOYKIRIMI
Rus Çar'ı Korkunç. (1530-1584) bulunduğu 150 000 kişilik Rus ordusu
tarafından işgal edilmiş ve insanlık tarihinin en facialı-en kanlı Tatar soykırımı
gerçekleştirilmişti. Erkek-kadın-çocuk demeden 30 000 kişilik Kazanlı Tatar
kılıçtan geçirilip, şehir büsbütün Tatardan arındırılmıştı. Kazan hanı kahraman
Süyun bike hatunu ve yüz binlerce tatar yiğidini kılıçtan geçirdiler. Yine yüz
binlerce Türk'ü doğuya sürdüler.

Önü açılan İvan, astragan ve sibir hanlığını da işgal ederek Kuzey Türk
topraklarını çiğneyip, Kamçatka'ya ve pasifik Okyanusu'na kadar bütün
toprakları işgal etti. Tatar, Kazak, Kırgız, Altay, Tuva ve Yaka (saka)
Türklerini, Moğolları ve diğer yerli halkları imha ettiler. O bölgelere Rus nüfus
yerleştirdiler. Yalnız Çukçilere baş gelemediler. Fakat onları da dünyadan
tecrit edip köşeye attılar.Ruslar batıda da Türkler'i imha etmeye devam ettiler.
Geçtiğimiz yüzyılda emperyalist Rusyanın etkisi altında bulunan Türk Devlet ve
Toplulukları üzerinde ağır ve çıkmazlarla dolu sayısız trajedinin yanı sıra
kayıpların da meydana geldiği aşikârdır.

Bugün 10 milyon km² lik bir coğrafyadan daha geniş bir sahada yaşayan
neredeyse 250 milyon civarındaki Kıpçak, Oğuz, Karluk, Sibir ve Avrupa Türkü
bu yüzyılda dili, edebiyatı, tarihi ve milli kültürlerine yapılan tahrip ve
saldırılardan az veya çok darbe alarak çıkmıştır.
RUSLARIN KAZAKLARA YAPTIĞI SOYKIRIM
Rusların Kazakistanda uyguladığı soykırımı Çarlık Rusyası ve Sovyet Rusya diye İki döneme ay
Kazaklar barış içerisinde yaşadıkları geniş bozkırlara 1723 yılında Çin?den
gelen 70 bin atlı Jongar (Cungar) askerinin işgaliyle savaşa girdi. Müslüman
Kazak Türkleri kendi hâkimiyetleri altındaki bozkırları 1 milyondan fazla Kazak
Türkünü savaş ve ardından gelen açlıkla şehit vererek toprakların asıl
sahipleri olduklarını dünyaya bir kez daha gösterdi.

Kayıplar açlık ve savaş yılları nüfus ve savunmalarını azalttı. 2. Çin istilasına


dayanamayacak durumda olan Kazak Türkleri kendi istekleriyle Rus Çarlığının
himayesini kabul etti.

Çarlık rejimi Orta Asya?da yaşayan tüm göçebe Türkleri yerleşik şehir
düzenine geçmeye mecbur bıraktı. Tarihte ilk kez 1897 yılında Kazak Türkleri
ve diğer Türk boylarının nüfus sayımı yapıldı. Sayımların sonuçları arşivlere
Kırgızlar 250.000, Türkmenler 250.000, Tacikler 250.000, Özbekler sınırları
içinde 750.000-sınırları dışında 750.000 olmak üzere 1,5 milyon iken
Kazakların nüfusu 4.300.000 kişi olarak geçirildi. Kazakların nüfusu neredeyse
Orta Asya?da yaşayan halkların toplamının iki katıydı.
Son yüzyıl içerisinde SSCB?nin yaşattığı ?Kızıl Kırgınlar? neticesinde Kazak
Türklerinin nüfusunun 8 ile 9 kat arası artışı engellenmiştir. Günümüzde
Özbeklerin 25 milyonu aşan nüfusları ile kıyaslandığında Kazakların bugün 40
milyondan fazla nüfusları olması gerekirken maalesef Kazakistan nüfusu
içerisindeki Kazak Türklerinin sayısı 9 milyonu geçmemektedir. Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev geçmişte yaşananların unutulmaması
için 1997 yılını ülkede ?Milli Barış ve Siyasi Göç ve Sürgün Kurbanlarını Anma
Yılı? olarak ilan etmiştir. Elbette bu anma yılının en büyük amacı bugün tarihte
düşündürücü ve endişe verici olan bu olaylardan ders çıkarılarak geleceğe
emin adımların atılmasıdır.

Peki, bu yüzyıl içerisinde neler yaşandı? Kazak Türklerine ne oldu da nüfusları


azaldı?

1991 yılında Kazak Türklerinin bağımsızlıklarını ilan etmelerine kadar olan yüz
yıllık dönem içerisinde 1920 yılındaki ezici rejimin baskı ve getirdiği
kaçınılmaz sonlar, 1929?1933 yıllarında SSCB?de bolluk varken yapılan suni
açlık, 1937?1938 yıllarında tüm Kazak aydınları ve halk öncülerinin toplu yada
gizli idamları, 1939?1945 yılları arasındaki II.dünya savaşı, 1950?li yıllardaki
doktorların halk üzerinde yürüttüğü genetik ve kimyasal denemeler, 1960
yılındaki Moskova?daki Kazak gençlerinin sürülmeleri, 1970 yılındaki Akmola
eyaletinde yaşanan meşhur Tselinograd olayı ve son olarak Kazakistan başta
olmak üzere bugünkü Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık yolunu açan
Jeltoksan (Aralık) ayaklanması Kazak Türklerinin nüfuslarının azalmasında
büyük rol oynamıştır. Bu arada 40 yılı aşkın süredir Kazak bozkırlarının en
verimli topraklarından olan Semey Eyaletine nükleer poligonlar kurularak
eyalet ve çevresinde yapılan 468 nükleer ve atom bombası denemeleriyle
ölüme mahkûm edilenlerin sayısı ise tam bilinememektedir.

Yapılan bir araştırmaya göre, 20. yüzyılda tüm dünyada 170 milyon insan
katledilmiş veya yok olmaya terk edilmiştir. Yok edilen bu insan nüfusunun
sadece 110 milyonu yani üçte ikisi Komünist rejimin kurbanları olarak tespit
edilmiştir. Bu yok edilen 110 milyon insanın üçte ikisi yani 60 milyondan
fazlası da Türk soyludur. Bu rakamlar dehşet vericidir. Bugün Kazakistan?da
hemen hemen her evde birinci derece bir yakınını bu yüzyıl içerisindeki
trajedilere kurban verene rastlamak mümkündür.

Bu konuda ciddi bir araştırma yapıldığında bir zamanlar SSCB halklarının


tarihinde insanlığın koruyucusu ve kutsal liderleri olarak isimleri insanların
beyinlerine korku ve vahşetin gücüyle kazıyan V.Lenin ve İ.Stalin döneminde
46,6 milyon insanın çeşitli senaryo ve yollardan öldürüldüğü görülecektir. Bu
katliamların 4 milyonunun V.Lenin, 42,6 milyonun ise Kızıl Kırgının? mimarı
İ.Stalin zamanında gerçekleştirildiğini söylemek istiyoruz.
1954 yılının SSCB hükümetine sunulan bazı raporlarında sadece
Kazakistandan 58.maddenin ihlali gerekçesiyle rejim karşıtı ilan edilen 3
milyon 770 bin kişinin tutuklandığı belirtilmiştir. 642 bin 980 kişinin idam
edildiği, 2 milyon 369 bin kişinin ise 25 yıl ağırlaştırılmış hapis cezalarına
çarptırıldığı da Moskova yönetimine aynı raporlarla bildirilmiştir. Fakat 25 yılın
sonunu hiç biri göremediği herkesçe malumdur. Bu tutuklananların büyük bir
çoğunluğunun da eski SSCB sınırları içerisinde sürgün edildiği de
gizlenmemektedir.

Kazak bozkırlarında yaşanan ve tarihe Aktaban Şuburundu olarak geçen doğal


kıtlık döneminin üzerinden geçen 210 yılda çoğalan Kazak Türklerinin nüfusu
ise yine geçtiğimiz yüzyılda Kazakistanda yaratılan suni açlık ve kıtlıklarda 2
milyon 220 bin kişinin ölümüyle büyük bir kayba uğratılmıştır. Bu rakamlar
devlet arşiv kayıtlarınca da doğrulanmaktadır. Bu ölümler kadar feci olan
başka bir etken ise binlerce Kazak Türkünün kıtlık döneminde topraklarını terk
etmesidir. 616 bin kişi Orta Asya bozkırlarının çöle dönüşmesiyle ata
vatanlarını geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldığı da bilinmektedir.

1927?1953 yılları arasında ise SSCB hükümet karşıtı denilerek suçlu bulunan
103 bin kişi siyasi sürgüne gönderildi. Bu siyasi suçluların 25 bini daha sonra
idam edildi.

Bu süreçte Stalin?in tam desteğini almış olan dönemin SSCB Kazakistan


Komünist Partisi sekreteri F.Goloşegin açlık ve katliamlar sürecinin en büyük
aktörü oldu. Goloşegin?in yaptırımlarıyla kuzeyindeki bereketli toprakların
üretimlerini engelledi. 1920?lerde nüfusun neredeyse 5 katı fazla olan büyük
baş hayvanları toplu olarak kesildi veya yok edildi. Bunların temelinde ise kör
siyaset uygulayarak Kazakistan?da küçük bir ihtilal planı vardı. Bu ihtilal
maksatları arasında Orta Asya?nın güçlü ve zengin Kazak Türkü beyliklerini
ortadan kaldırarak zenginleri halk düşmanı ilan edilmesine ve sürülmesine
sebep olacak sürecin başlatılması yatıyordu.

Nihayetinde 700 e yakın beyin malları ve hayvanları ve toprakları ellerinden


sorgusuz sualsiz alındı. Göçebe bozkır hayatına sahip Kazak halkı güç
kullanılarak yerleşik düzene geçirildi.

Bu durum elinden meraları ve hayvanları alınmış göçebe halkı kırıp yok etmeye
başladı. Korkunç bir sonun kurbanı 40 milyondan fazla dağlarda ve yaylalarda
aç susuz ve yemsiz bırakılan büyük ve küçükbaş hayvanlar sahipsizlik ve
bakımsızlıktan telef oldu. 1927?1932 yılları arasında halk hayvanlarının telef
olması ve ölüme terk edilmesi sonucu halkın besin kaynağı hayvanların tüm
ülkedeki sayısının 4 milyona düşmesiyle açlık süreci başlamış oldu.
Tarihi kaynaklar ve canlı şahitleri anlattıkları ise tam bir vahşet ve korkuyu
ortaya koymaktadır. Geçimini hayvancılık ve topraklarının mahsulüyle
sağlayan zengin Kazak Türkleri 1927?1932 yılları arasındaki 5 yıllık bir süre
zarfında önce mal, mülk ve hayvanları ellerinden alınarak yoksul bırakıldılar
daha sonrasında ülke genelinde başlayan açlık sonucu büyük çoğunluğu çocuk
ve kadınlardan oluşan binlerce kişi toplu ölümlere maruz kaldı. Köy ve
kasabalarda yaşayan 50 ile 100 bin kişilik nüfusların günde 30?80 kişiye kadar
ölü verdikleri artık ölüleri gömmenin imkânsız hale geldiği ve sonunda halkın
başka ülke topraklarına göçtüğü bilinmektedir.

1932 yılından sonra onlarca köy haritadan silinmiştir. Ülkede kalan Kazak
halkı bu kıtlık sonrasında SSCB rejiminin gereğini yerine getirmek zorunda
bırakıldı.

1933 yılına açlıktan ölen Kazak Türkünün sayısının 2 milyon 300 bin kişiydi. Bu
tarihi trajedi Kazak halkı tarafından ?Kızıl Kırgın Kurbanları? olarak anıldı. Bu
ölüm oranı o yıllarda Kazakistan nüfusunun %54?üne denkti.

Ülke çapında bu yıllar zarfında yaklaşık 80 bin kişinin katıldığı büyük


ayaklanmalar yaşandı. Bu olaylarda 5551 kişi Stalin?in gizli polis servisi
tarafından tutuklandı ve 883?ü anında idam edildi. Kalanlar ise sonu
bilinmeyen bir hayata kurban gitti.

1936?1937 yıllara gelindiğinde Kazak milli şahsiyetleri ve aydınlarının halk


üzerinde bağımsızlık, Turancılık ve Pan-Türkist düşünceleri önem kazanmaya
ve sahiplenilmeye başlandı.

Milli ruhu doğuran yazar ve şairlerin güçlü kalem darbeleriydi. Adeta kılıçtan
etkili olan bu kalemler halkın korkularla sindirilmiş ruhlarını canlandırarak
kendine getiriyordu. Ana dil, Turan egemenliği, bağımsızlık konuları tüm ülkeyi
etkisi altına almaya başladı.

Bu kalemlerin başında İstiklal savaşında kendi ülkesi işgal altındayken


Mustafa Kemal ve Türkiyeli kardeşlerine hitaben ?Alıstagı Bavırıma? (Uzaktaki
Kardeşime) adlı şiirini yazan Mağcan Cumabayev, Ana dil ve Kazak Halk
pedagojisinin temellerini atan Ahmet Baytursunov, İlyas Cansugirov, Beyimbet
Maylin, Mırjakıp Dulatov ve Saken Seyfullin gelmekteydi.

Halkının gözünü açarak karanlık bir dünyada yaşamasını istemeyen ve milli


duyguları perçinleyen bu kalemler SSCB hükümetince Türkçülük ve Turancılık
hareketiyle halk düşmanı ilan edilerek kurşuna dizildiler.
Sonuç olarak geçtiğimiz yüzyılda emperyalistlerin pençelerinde bu ağır azabını
çekmeye mahkûm edilen Kazak Türkü ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki
kardeşlerimiz o acı günleri geride bırakmıştır.

ATA BEYİT KATLİAMI

1936-1937 Kırgızistan'da yaşanan Stalin rejimi tarafından yapılan ?Ata-Beyit


(Baba mezarı) katliamı.

Ata-Beyt mezarlığında ortaya çıkarılan 138 kişiye ait toplu mezarda içinde DNA
testiyle doğrulanan Türk Dünyasının güçlü yazarı Cengiz Aytmatov?un 9
yaşındayken son kez gördüğü 1937 de KGB ajanlarınca götürülen 38 yaşında
öldürülen babası Törekul Aytmatov?a ait olduğu öğrenilmiştir. Yine ayrıca
Kırgızistan Milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri âlimi Kasım Tınıstanov ve
Orta Asya?nın yetiştirdiği en büyük âlim ve Turan Birliği?nin savunucularından
olan Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır Orazbekov, Erinbek Esenamanov
ve niceleri de bulunmaktaydı.
1938 yılında 138 kişinin kurşuna dizilerek üzerleri toprakla kapatılan
kurbanların çoğu Kırgız Türklerine oldukları da tespit edildi. Katliam bugünkü
Bişkek şehrinin yaklaşık 30km dışında bulunan Ala Dağların eteğindeki tuğla
ocağında gerçekleştirildi ve 1938?deki bu katliamın birde tanığı vardı. Tuğla
ocağı bekçisi Hıdır Aliyev. Aliyev, gizlendiği yerde şahit olduğu ve yıllarca
yüzlerce askerin gerçekleştirdiği bu katliamı, orada inleyerek can verenlerin
çığlıklarını mezara kadar götürmek istemediğinden ölmeden önce bugün 80
yaşlarına gelmiş, ?Issık Göl?de yaşayan kızına şu sözlerle dile getirmiş: ?Eğer
zaman ve şartlar uygun olursa herkes bilsin. Kireç ocağında çok büyük olaylar
oldu. Zamanı gelince herkes öğrenmeli!? ölüm öncesi bir vasiyet gibi kızına
verdiği bu sır 1991 yılında tam bağımsızlığını kazanan Kırgızistan
Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra 1993 yılında kızı tarafından kurulan ilk
Kırgız hükümetine iletildi.
Kırgızistanın ilk Cumhurbaşkanı, devrik lider Askar Akayev bu durumu bizzat
görev edinerek 1993 yılında bir kazı başlatılması için gerekli izni ve kararı
çıkardı. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezar sadece Kırgızistanı değil tüm
Türkistan cumhuriyetlerinin kanını dondurdu. Toplu mezarda 138 ceset ve
binlerce mermi kovanı bulundu.

Bu durum karşısında devrik lider Akayev, 1936?1938 yıllarına ait tüm KGB
arşivlerinin taranmasını emretti. Yapılan arşiv araştırmaları ve DNA testleri
sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin isimleri belirlendi.

Uzmanlar tarafından mezarda çoğunluğu Kırgız Türkü olmak üzere, Uygur,


Tatar, Kazak Türkü Sovyet vatandaşları olduğunu rapor ettiler. Hükümet
komisyonu KGB arşivlerinden burada yatanların bazılarının neden, ne şekilde
cezalandırılarak öldürüldüğü ile kimlik tanımı yapılamayan bazılarının ismiyle
iki kadın cesedinin isimlerine ulaşılamadı.

Buna rağmen mezarda bulunan elbiselerin ceplerinden çıkan bir sararmış


kâğıtta Sovyetlerin ünlü 58. maddesine istinaden yani basmacılık, Turancılık,
ırkçılık, Troçkistlik (ajanlık) ve Pan-Türkizm suçlamalarıyla ölüm emirleri ve
isim listelerinin bulunması birçok cesedin sahiplerini ortaya çıkardı.

KIRIM SOYKIRIMI VE SÜRGÜNÜ


İkinci Dünya Savaşının sürdüğü dönemlerde Kırım Türklerinin acıları
katlanarak çoğaldı. Savaş sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği
(SSCB) Devlet Başkanı Stalin Rus olmayan milletlerin sürgün kararını
müzakere edilerek karara bağlanmıştır. Stalin Kırım Türkleri?nin savaş
sırasında Almanlarla işbirliği yaptığını iddia ederek top yekûn sürgüne
gönderilmesini emreder. 18 Mayıs 1944 gecesi gelen emir? in ardından 100
binin üzerinde soydaşımız katledilmiştir.

Stalin?in emri Kırım Türkleri?ne iletilir. 15 dakikada içerisinde, evlerinden


hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları şehrin meydanında toplanmaları istenir.
Evini terk etmek istemeyenler zorla götürülür. Direnenler, dipçik darbeleriyle
hemen oracıkta öldürülür. Sağ kalan Kırım Türkleri hayvan taşınmasında
kullanılan tren vagonlarına, âdeta istif eder gibi yerleştirildiler. İki ay süren bu
zor yolculukta çok sayıda insan öldü. Ölüm sebebi susuzluk, hastalık, açlık,
havasızlık, ve pislikti. İlk göç ettirilenler eşler, çocuklar ve yaşlı insanlardı;
erkekler savaşa devam ettikleri için onlar daha sonra göce tabi tutulacaklardı.
Dayanamayıp yolda can verenlerin gömülmesine bile izin yoktu , cesetlerini
dışarı çıkartamazlar yaşayanların arasında çürürdü, ancak kısa molalarda
demiryolu hattı üzerine bırakırlardı. İnsanlar havasızlıktan boğuluyor, bir
çokları da akıllarını kaybediyordu.

Kırım Türkleri Ural, Sibirya, Kazakistan, Özbekistan, Orta Asya?nın binlerce


kilometre içlerine naklediliyorlardı. Sürgün işlemleri tamamlanınca hayatta
kalmayı başarabilenler ulaştıkları yerlerdeki kötü şartlar altındaki hayata
dayanamadılar. Açlık, sıtma, verem ve diğer hastalıklar sebebiyle ilk altı ay
içerisinde de yarısı ölür, kalanların ise bulundukları yerleşim alanının dışına
çıkmaları yasaktır. İzinsiz çıkanların cezası yirmi beş yıl mahkumiyetti. Eğitim
görmeleri engelleniyor, kültürlerini korumalarına izin verilmiyordu. Kırım
şivesiyle konuşanlar, şarkı-türkü söyleyenler cezalandırılıyordu. Adeta açık
hava hapishanesi şartlarında yaşamaya mahkûm edilmişlerdi.

Bütün Türkleri ayrı ayrı yerlere sürerek aralarındaki iletişimi koparıp direnişi
kırıp parçalamaktı amaçları. 1956 yılına kadar bu zor koşullar altında
yaşamlarını sürdürerek, ülkenin ahalisi içinde erimeyerek milli benliklerini
korumayı bilmişlerdir.
Sürgünün ardından Kırım?ın Arabat bölgesinde bir köyde, 150 civarında Türk?
ün unutulduğu anlaşıldığında Stalin?den gelen emir şöyleydi ?Bunların işini 24
saat içerisinde bitirin !? Emir yerine getirildi: Bebek, ihtiyar ve genç... köy
halkı, küçücük bir tekneye dolduruldu. Tekne, kıyıdan bir-kaç mil açılınca
batırıldı. Karadeniz?in hırçın dalgaları soydaşlarımıza mezar olmuştu.

Kırımlıların dışında aynı akıbete uğrayan diğer milletler şöyledir, Kalmuk,


Çeçen-İnguş, Volga-Germen, Kabartay-Balkar, ve Karaçaylılar da sürgüne tabi
tutulmuşlardır.

Sovyet Hükümetleri tarafından Kırım Türkleri ve diğer halkların halen


bulundukları yerler, ısrarla gizli tutulmaktadır ve dünya kamuoyundan da
büyük bir maharetle de yıllarca gizlenmiştir.

5 Eylül 1967 tarihli kararname ile Kırım Türklerinin itibarının iade edilmesine
karar verildi. Bundan cesaret alan Kırım Türkleri, kitleler halinde vatana
döndüler ama bunun aldatmaca olduğunu ve yerleşme izinlerinin olmadığını,
görünce tekrar geri dönmek zorunda kaldılar.

Kırım Türkleri?nin millî mücadelesi, kitle hareketine dönüşmüştü. Miting ve


protesto toplantıları düzenlendi. Toplantılara katılanlar ağır şekilde
cezalandırıldı. 23 Nisan 1978 günü Musa Mahmut isimli bir Türk, soydaşlarına
yapılan haksızlığı protesto etmek için kendisini yakarak intihar etti. Kırım
Türkleri?nin efsaneleşen lideri Abdülcemil Mustafa Kırımoğlu hapse mahkûm
edildi. Moskova gösterilerinden sonra, SSCB?yi yönetimi, Kırım Türkleri?nin
haksız yere suçladıklarını anlamış ?vatana ihanet suçlarını? kaldırmıştır.

Sovyet hükümetinin Kırım Türklerini vatanlarından uzak tutmak için


gösterdikleri gayretlerin hepsi boşa çıkıyordu. Onlara sunulan ?yeni vatan?
seçeneği kabul görmemiş anavatanlarına dönme kararlılığından asla taviz
vermemişlerdi.

1990 yılının Temmuz ayında VATANA DÖNÜŞ?E izin çıktı. Kırım Türkleri?nden
bir grup, 2-3 ay süren çileli yolculuktan sonra ata yurduna dönmüşlerdir. 1944?
de ayrılırken üzerlerindeki elbiselerden ve gönüllerindeki vatan aşkından
başka hiçbir şeyleri yoktu. Dönüşte; ceplerinde diplomaları, altlarında
arabaları, cüzdanlarında az veya çokça bir paraları vardı, meslek sahibi olarak
dönmüşlerdir. 15 dakikada terk ettikleri evlerine Ruslar yerleştirilmişti,
hükümet de ev ve toprak vermediği için birçoğu vatana döndükten sonra
aylarca naylondan yapılmış çadırlarda yaşadılar. İmkânı olanlar kendi evlerini
kendileri inşa ettiler. Olmayanlar, zor şartlar altında, fakat vatanda olmanın
huzuru içerisinde yaşamaya çalışıyorlardı. Sürgünden dönenlerin sayısı
260.000 civarındadır. Daha bir o kadarı dönüş izni bekliyor ve imkân arıyorlar.

SSCB'nin dağılmasından sonra Kırım, Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında


çıbanbaşı olmuştur. 1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu?ndan koparılan Kırım
Türkleri, bugün Ukrayna sınırları içinde bağımsızlık mücadelesi devam
etmektedir. Dönüş yapan Kırım Türklerinin 50-60 bin kadarı Ukrayna
vatandaşlığı hakkını elde etmiştir. Bugün büyük bir bölümü ise, Özbekistan
vatandaşı durumundadırlar. Efendi değiştirerek yeni esaret zincirleri takmak
değil, milli istikbale kavuşmaktı amaçları. İşte bu yüzden son Kırım Türkünün
de anayurduna dönmeden, Kırım?ın gelecekteki durumunu belirlemek zor
görülüyordu.

Kırım Türkleri; büyük önderleri Gaspıralı İsmail Bey?in söylemi ile: ?Dilde,
fikirde ve işte birlik? sağlayabilirlerse, arzuladıkları çözüme ulaşabilirlerdi.

Tarihte olduğu gibi ve halende devam eden Türklere karşı yapılan katliamlar
incelendiğinde bütün belgeler karşılaştırıldığında esas katliamlara kimlerin
maruz kaldığı çok net görülecektir. İnsanların eşitliğine ve halkların
kardeşliğine dayandığını iddia eden Sosyalizm bu şartları ne yazık ki Slav ırkı
için geçerli sayıyor.

Kırım da, Balkanlar da, Kafkaslar da, Azerbaycan da, Irak da, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti?nde yaşanan katliamlar gerçek bir soykırımdır. Soykırımların
baş aktörü kim olursa olsun, Emperyalizmin sahnelediği bu oyun yayılmacı ve
istilacı politikaların çirkin bir yüzü ve büyük bir insanlık suçudur. İstilacı
sömürgen anlayış, çıkarları uğruna ırkları yok etmekten çekinmez. Ulus
Devletlerin bu gerçeklerin ışığında ve zaman zaman ülkemize yapılan
dayanaksız suçlamaların karşısında onurlu bir politika izlememiz gerektiğine
inanıyoruz.
8 MART 1944 BALKAR TÜRKLERİNİN SÜRGÜN VE SOYKIRIM GÜNÜ… BUŞUV
KÜN…. KARA KÜN

8 Mart 1944 de, Balkar gençleri, çok uzaklarda cephede savaşırken, gücü
anavatanda ki Balkarlı yaşlılara, kadınlara ve çocuklara yeten zalim Stalin ve
Rus kızılordusu tarafından, Orta Asya ve Sibirya’ya toplu olarak sürgün edilmiş,
işkence görmüş, aileleri parçalanmış, öldürülmüştür.
Sürgünden itibaren, sistematik olarak Balkar halkı soykırıma uğratılmış ve bu
yüzden 13 yıl boyunca Balkar Türklerinin nüfusunun yarısı soykırıma
uğramıştır.
AHISKA TÜRKLERİ SOYKIRIMI
16 Mart 1921 yılında Ahıska'nın Sovyet topraklarına bağlanması ile Ahıskalılar
için kara günler yeniden başladı. 1956 yılındaki verilere göre bu yerlerdeki
Türk nüfusu 138.000 kadardır. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları
içerisinde bıraktıkları Abhaz, Asetin ve Acarlılara, Özerk Cumhuriyet kurma
hakkı tanırken, Ahıska Türkleri yokmuş gibi farz edilerek, göz ardı edildiler. Bu
yıllarda Ahıskalılar, okullarda önce Arap, sonra Latin ve daha sonra da Kiril
alfabesi ile eğitim gördüler.

Ahıska'da kolhozlar 1927 yılında kurulmaya başladı. 1921'den 1927'ye kadar


bu geçen 6 yıllık süre içerisinde Ahıskalıların ileri gelenleri Sovyet yönetimi
tarafından hapishanelere atıldı. 1930'lu yıllarda başlatılan baskı ve şiddet
(Represiya) döneminde binlerce aydın ve din adamı "Kemalist ve Pantürkist"
suçlaması ile evlerinden toplanarak cezaevlerine atıldılar. Bu insanlardan bir
daha hiç bir haber alınamadı. Daha sonra Stalin'in de desteği ile Gürcü
şovenizmi güçlenerek, Ahıska Türkleri?nin büyük bölümünün soyadlarını
Gürcüce?ye çevirdiler. 1938 yılında Sovyet Anayasa'sının kabulünden sonra,
Ahıskalılar kayıtlara Azerbaycan milleti, dilleri ise; Azerice olarak geçti. Fakat
bu durumda, Rusların kendi amaçları ve politikaları açısından pek fayda
getirmeyeceği anlaşılınca bundan da vazgeçilip, 1940'da Ahıskalıların resmi
dili Gürcüce?ye çevrildi. Bu uygulamadan anlaşılan Ahıskalılar, bağlı
bulundukları Türk kimliğinden tamamen koparılmak istenmiştir.

Diğer taraftan bu yıllarda, İkinci Dünya harbinin patlak vermesi, bu harbe


Rusya'nın dahil olmasıyla birlikte 1938-40 yıllarında Ahıska ve çevresine,
Türkiye'ye mücavir sınırın korunması adı altında, on binlerce Sovyet askeri
yerleştirildi. 1940 yılına kadar hiç askere alınmayan Ahıskalılar?dan birden
bire 40 bin civarında kişi Alman cephesine sevk edildi. Askere sevk edilenlerin
kız, gelin ve çocukları Borcom'a demiryolu inşaatında çalıştırdılar. 1944 yılında
Borcom'dan Vale'ye döşenen 70 kilometrelik demiryolu yapımında binlerce
Ahıska Türkü kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybetti.

Kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilerden anlaşılıyor ki; Ahıska Türkleri?nin


sürgün edilme düşüncesi Rus yöneticileri tarafından 10-15 yıl öncesinden
planlanmaya başlanmıştır. Çünkü 1921 yılından sonra komünist Sovyet
yönetimin, Abhaz, Asetin ve Acarlara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken;
Ahıska Türklerine bu hakkı tanımaması; 1930'lu yıllarda halkın lideri
durumunda olan binlerce aydın ve din adamının hapse atılması; 1940 yılına
kadar diğer özerk Cumhuriyetlerden askere adam alındığı halde, Ahıskalılar?
dan askere alınmayıp, ancak Rus-Alman Harbi?nde 40 bin civarında kişinin
Alman cephesine gönderilmesi ve geri kalan kadın ve ihtiyarlara da
demiryolunun yaptırılması gibi olay ve uygulamalar gösteriyor ki, sürgün
olayını daha önceden hazırlanmış bir planı tam istedikleri bir anda
gerçekleştirmişlerdir.

1944 Sürgünü ve Sürgününü Hazırlayan Koşullar

Bilindiği gibi 1944 yılı Mayıs'ında hazırlanmış olan bir belgeye göre, önce
Ahıska Türkleri?ni, S.S.C.B. üyesi olan Gürcistan'ın Şark ilçelerine
(Rayonlarına) nakletmek kararı alınmış. Ancak daha sonra büyük ihtimal ki, bu
karar halkın kafasını karıştırmak ve meşgul etmek için hazırlanmış sahte bir
belge olduğu ortaya çıkmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, gerçek niyeti ve planı
gizlemek suretiyle; ortaya çıkacak tepkiyi ölçmek, gibi gayelerle aslı olmayan
bir dedikodu ortaya atılarak halkın zihni bulandırılmış ve dikkatler başka tarafa
çekilmeye çalışılmıştır. Daha sonra, aynı yılın Temmuz'unda yeni plan tasdik
olunuyor. Tasdik edilen bu yeni kararda, ahaliyi Gürcistan Cumhuriyeti'nden
dışarıya çıkarmak, Orta Asya ve Kazakistan'a sürmek planı açıklanıp
uygulamaya konuluyor.

Sürgünün Uygulanması

Bu acımasız Stalin rejimi, Devlet Savunma Komitesi kararına dayanarak sınır


güvenliği gerekçesiyle 110 bini aşkın Türkü, Ahıska'nın 209 köyünden alarak
kargo trenleriyle Orta Asya'ya sürmüştür.

Şimdiye kadar gizli olan belgelerin açıklanmasından sonra sürgün olayını


kısaca özetlersek Stalin rejiminin biraz daha iç yüzünü görmüş olacağız.

13 Kasım 1944 yılında "Komünist İmecesi" uygulamasıyla yollar, köprüler v.s.


gibi tesisler, daha başlarına geleceklerinden haberi olmayan halka tamir
ettirildi. 14 Kasım 1944 günü, gece saat 12.00'de, daha önce sınıra takviye
amacıyla yerleştirilmiş olan on binlerce Rus askeri, silahlarıyla Türklerin
evlerine girdiler. Dört saat içerisinde kamyonlara doldurulan mazlum ve
çaresiz Türk insanı demir yoluna getirildiler. Diğer taraftan bu sırada yüzlerce
Ahıskalı aile ise, her türlü riski göze alarak, Rus askerleriyle çarpışarak,
onlarca şehit verme pahasına Türkiye'ye geçmeyi başardı. Bu aileler halen
Ağrı, Muş, Kırıkhan, İnegöl, Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer yerleşim
birimlerinde yaşamaktadırlar.

Türkiye sınırına yakın köylerdeki insanlarımızın toplanması için 15 dakika izin


verildi. Babaları, kocaları, kardeşleri Alman Cephesi?nde bulunan bu
kimsesizleri ve ihtiyarları kim, hangi sebeple, nereye sürüyordu? belirsizdi.

Böylece 100-120 bin civarındaki Ahıska Türkü, kara kış gününde yük
vagonlarına 8-10 aile halinde koyunlar gibi doldurularak kapılar kilitleniyordu.
Yer gök Allah-Allah haykırışlarıyla inliyor, ağlama, sızlama ve hıçkırık sesleri
kulakları sağır ediyordu. Halbuki bu yakarışları işitecek vicdana sahip kimse
yoktu. Vagonlar Hazar Denizi'ne yaklaşmaya başlayınca, bu insanlar
kendilerinin denize döküleceklerini sandılar. Bu olay karşısında Azerbaycan'ın
o dönemdeki yöneticileri, Ahıskalıları Azerbaycan'da iskan etmek istediler.
Ancak Stalin'in kararı kesindi. Azerbaycan yöneticilerini kurşuna dizmekle
tehdit etti. Azerbaycan Türkleri?nin gayretleri de netice vermedi. Üç gün sonra
vagonlar tekrar Urallar Bölgesi?ne hareket etmeye başladı. Ural Dağları?nın
soğuk havası bir çok insanın hayatına mâl oldu. Onlara kefen ve mezar bile
nasip olmadı. Kefenleri Sibirya'nın bembeyaz karıydı. Bir buçuk ay süren
yolculuk sonunda bu talihsiz insanlar Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'a
dağıtıldılar.

Ahıska Türkleri sürülürken: Onlara; ?Sizleri Alman tehlikesinden korumak için


başka yerlere geçici olarak göç ettiriyoruz, en kısa zamanda topraklarınıza
geri döneceksiniz? diye yalan söylediler. Sürgün anılarını anlatan başta babam
Rahmetli Mihrali BİNALİOĞLU ve sürgün yaşamış 100?den fazla insanların
anılarını çok kısa olarak şöyle ifade edebiliriz: ?Gece Rus askerleri köyümüzün
evlerini kontrol altına aldılar ve iki saat içinde toplanmamızı emrettiler. Sonra
da silah zoruyla tren istasyonunda topladılar. 220?ye yakın Ahıska köyünün
Türk ve Müslüman nüfusunun kırk-elli kişi bir hayvan vagonuna dolduruldu.
Vagonlar hayvan vagonları olduğu için ısıtma sistemi yoktu. Tuvaletsiz, susuz,
dışarıda -15, -20 derece soğukta, bir buçuk ay bir yolculuk yapıldı. Rus
askerleri her istasyonda vagonları açarak: açlıktan, soğuktan ve hastalıktan
ölenleri trenlerden dışarı atıyorlardı. Tren kapıları günde bir kez açılıyordu.
Erkeklerin gözleri önünde utandıkları için tuvalet ihtiyaçlarını yapamayan
kadınların idrar keseleri patlayarak ölenler vardı? Onları bu insanlık ayıbına
düşürenler neden utanmadılar? Bu insanların suçu neydi?, Türk ve Müslüman
olmak mı, nerde bu insanların cesetleri? Kim bu insanlık ayıbını üstlenecek?
Altmış yıl içinde kimse üstlenmemişse, bundan sonra birilerinin üstlenmesi zor
olur.

Ahıska Türklerinin Özbekistan’daki sürgün yaşantıları:

Bir buçuk ay süren bu zorlu yolculuktan sonra, açlıktan, soğuktan, hastalıktan,


17 bini çocuk olmak üzere 30 binden fazla insan vefat etmiştir. Orta Asya
Çöllerine Ocak ayında gelen Ahıskalılar zor şartlar altında yaşam mücadelesi
vermeye başladılar. Bu toprakların insanlarına, havasına, suyuna alışmak
mecburiyetindeydiler. Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan çöllerine
yerleştirilen bu insanlar sıkı bir polis ve KGB rejimi altında adeta bir
karantinaya alındılar. 1944-1956 yıllar arasında sıkı yönetim uygulandı. Belli
sınırlar içinde yaşamak mecburiyetinde kaldılar, bir köyden diğer bir köye
izinsiz gidemediler. Düğün yapmak, evlenmek, yakın akrabaları ziyaret etmek
için özel izin alınması gerekiyordu. Yüksek eğitim alma, seçme ve seçilme
hakları yoktu. Ne yazık ki; bütün bu insanlık dramını dünya kamuoyu
bilmiyordu. Bu insanlık ayıbı tam 12 yıl sürdü. (1944-1956) yılları arasında
devam etti. Stalin?in ölümünden sonra sıkı yönetim kaldırıldı. Ama Ahıskalılar
Ahıska?ya dönemediler. Ellerinden alınmış mal ve mülkleri verilmedi, hatta
turist olarak Ahıska topraklarını ziyaret etmeleri yasaklandı. Bunun başlıca
sebepleri Ahıska?nın Türk sınırında bulunması ve 1944?ten sonra boş kalmış
Türk köylerine Ermenilerin yerleştirilmiş olmasıydı. Bir Türk toplumunun
Türkiye sınır bölgesinde bulunması Rusya açısından sakıncalı olarak
görülmüştü.
Ahıska Türkleri?nin sürgünündeki Ermeni faktörünü de unutmamalıyız. 1915
Türk-Rus Savaşı?nda Ermeniler Türklere ihanet ettikten sonra, artık Türk
topraklarında kalamayacaklarının farkına vardılar. Rus Ordusu?nun arkasına
takılarak Anadolu topraklarını terk ettiler ve Kafkasya?ya yerleştiler.
Ahıskalılar Ahıska?dan sürülünce de boş kalan köylere Ermeniler
yerleştirildiler. İngiliz yazarı Robert Conguest; ?120 bin kişilik bir Türk nüfusu
yurtlarından sürülüyor ve bu olay 1969 yılına kadar Batı dünyasında
duyulmuyor. Koca bir halk yurtlarından sürülüp binlerce km uzaklıkta sıkı bir
polis rejimi altında yaşamaya mahkum ediliyor ve dünyanın bu soykırımdan
haberi olmuyor? diye yazıyor. Nasıl adalet bu?

Bir buçuk ay süren bu yolculuk sonucu 1944 yılının soğuk kışında Ahıska
Türkleri Orta Asya?ya ulaştılar. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan?ın çöl
arazilerine dağıtıldılar. Yerli halk Ahıskalıları hiç de iyi karşılamadılar. KGB
yerli halk arasında iyi çalışmıştı ki; Ahıskalıları düşman gibi karşıladılar. ?Siz
insan yiyormuşsunuz, Almanlar ile iş birliği yapıyormuşsunuz? diye yalan
suçlamalarda bulunmuşlar. Ahıskalılar bu çöl dediğimiz arazileri
güzelleştirmeye başladılar. Çalışkanlıkları, dürüstlükleri ile çok kısa bir
zamanda yerli halktan daha iyi yaşamaya başladılar. Baskı ve zulümlere
rağmen Türklüklerini, dinlerini, örf ve geleneklerini hep korumaya çalıştılar.
Yerli halk Ahıskalılara; ?Göçmen, Kafkas? diyenlere karşı kendilerinin ?Türk?
olduklarını ispat etmeye çalıştılar. Bu nedenledir ki; kimliklerine ?Türk? diye
yazdırıyorlardı. Merkez Komitesi; Azeri, Özbek, Gürcü, Rus yazmak
istemelerine rağmen Ahıskalılar; ?Hayır ben Türk?üm ve asla milliyetimden
vazgeçmem? diye direniyorlardı. Ahıskalılar hariç eski SSCB de ?Türk? diye
resmen kabul edilen başka millet olmamıştır.

Koca bir halk yaşadıkları sınır boyundaki yurtlarından sürgün ediliyor,


soykırıma tabi tutuluyor, 30 binden fazla insan açlık, hastalık ve soğuktan
vefat ediyor?, Sağ kalanlar sıkı bir polis ?KGB? rejimi altında 12 sene
yaşamaya mahkum ediliyor, Ahıska haritasından Türk toplumu siliniyor ve
bütün bu mezalim gelip geçen Sovyet liderleri tarafından gizli tutuluyor. Daha
da düşündürücüsü Türkiye?de gizli tutulması, bu sürgün ile ilgili bilgiye
rastlanmaması hayret vericidir. Sürgüne tabi tutulan bazı milletlerin; ?
Almanlar ile işbirliği yaptıkları için? sürüldükleri ileri sürülüyor, ama Ahıska
Türkleri?ne böyle bir suçlama yapamadılar. Demek ki; Ahıska Türkleri?nin
sürgününün tek sebebi Türk olmaktı. Stalin Türk Devleti?ne yapamadığını,
Ahıska Türkleri?ne yaptı. Ahıska Türkleri?ne yapılan bu sürgün, resmen bir
soykırımdır. Bütün dünyanın bunu böyle kabul etmesini istiyoruz. İnsanlık
tarihinin en kirli sayfalarını teşkil eden bu sürgün olayının belgeleri yıllar sonra
ortaya çıktı. Bu insanlık suçunu işleyenler, bu ayıbı ortadan kaldırmak için
hiçbir girişimde bulunmadılar. İnsanlık tarihini inceleyenler bir gün bu suçun
hesabını da soracaklar, ama ne zaman?

Özbekistan Fergana Olayları:


1944 yılında Ahıska?dan sürülen Ahıska Türkleri Orta Asya ve Kazakistan
Çölleri?ne yerleştirildiler. Mecburi göçe tabi tutulan bu insanlar bu çöl
havasına, soğuğuna, insanlarına ve suyuna alışmak mecburiyetindeydiler.
Alışamayanlar, soğuktan ve hastalıktan 10 binden fazla insan vefat etmişti.
Sovyet Rejiminde sürgün hayatı geçiren Ahıskalılar hep dışlandılar, üçüncü
sınıf statüsünde yaşam mücadelesi verdiler. Çalışkanlıkları, dürüstlükleri ile
çok kısa zamanda, yerli halktan daha iyi yaşamaya başladılar. Kendilerine
yapılan baskılara, haksızlıklara rağmen Türklüklerini, örf adetlerini ve
geleneklerini korumaya çalıştılar. Gürcü, Göçmen, Kafkas, diyenlere karşı
Türk olduklarını ispatlamak için çalıştılar, pasaportlarında Millet yazıldığı yere
" TÜRK" diye yazdırdılar. Hükümet görevlileri Azeri, Özbek, yazmak
istemelerine rağmen, Ahıskalılar; ?Hayır biz Türküz ve Milletimizden asla
vazgeçemeyiz? diye direndiler. Ahıskalılar hariç eski S.S.C.B de Türk diye
resmen kabul edilen başka millet yoktur. Bu nedenledir ki; Ahıskalılar hiç
sevilmediler ve devamlı KGB'nin takibi altındaydılar. Ahıska Türkleri Orta Asya
ve Kazakistan'ın kendilerine hiçbir zaman vatan olmayacağının farkındaydılar.
Bundan dolayıda kendi anavatanlarına Ahıskaya veya Türkiye'ye dönme
mücadelesi veriyorlardı. Gürcistan buna hep direniyordu. Türklerin Ahıskaya
yerleşmesine karşıydı. 45 Sene sürgün hayatı böyle geçti.1989 Sovyetler
Birliği'nin son dönemlerinde Sovyet Rejimi'nin çökmesi sırasında Sovyetler
Birliğini oluşturan Cumhuriyetler bağımsız bir Devlet olmak istiyorlardı. İlk
Cumhuriyetlerden birisi de Gürcistan?dı. Ahıskalılar?ın Ahıska Topraklarına
yerleşmesine sıcak bakmayan Moskova Ahıska Türklerinin meselesini
Gürcistan'a baskı yapmak için alet olarak kullanmaya başladı. Moskova'nın ve
KGB'nin bu ince hesapları Ermenilerin de işine yaradı. Özbekistan'da çoğu
Fergana Vilayeti?nde oturan Ahıska Türkleri arasında Ahıskaya dönme
faaliyetleri güçlenmiştir. Son zamanlar 1986-89 Özbekistan'daki pamuk
yetiştirmedeki yolsuzlukları hakkında soruşturma yapmak için Moskova'dan
gelen Ermeni asıllı savcı Gıdilyan- İvanov, binlerce Özbek asıllı insanları
tutuklayıp ceza evlerine gönderdiler. Bu gelişmeler Özbekistan'daki toplum
içinde azınlıklara karşı özellikle Ruslara ve Ermenilere karşı ayaklanmaya
başladılar. Tabi ki KGB durumu kontrol ediyordu ve gelişmelerden haberdardı.
9 Nisan 1989 da Tiflis ayaklanmasında Gürcü Milleti Rus ordusuna karşı isyan
etti ve çatışmalar çıktı. Kızılordu, Sivil topluma karşı silah kullandı onlarca
insan öldürüldü. Bu olayları örtbas etmek için Sovyetler Birliği?nin son
Cumhurbaşkanı Gorbaçov Özbekistan Cumhurbaşkanı Kerimov ve KGB bir
senaryo yazdılar ve uygulamaya başladılar.

1) Gürcistan Devletini zor durumda bırakmak için Ahıska Türklerini kullanmak,

2) Özbekistan'daki pamuk tarımındaki yapılan yolsuzlukları ortadan kaldırmak,

3) Özbekistan'daki azınlıklara karşı isyancı olan ve devleti suçlayan," BİRLİK"


oluşumunu yok etmek,
4) Özbeklerin Rus düşmanlığını Ahıska Türkleri üzerine yönlendirmek,
böylelikle iki Türk insanını birbirine düşman etmek.

Bu yazılan senaryo 1 Mayıs 1989'da uygulanmaya başlandı. KGB?nin gizli


çalışmaları sonucu Özbekler ile Ahıska Türkleri arasında çok kısa bir zamanda
düşmanlık başladı. 45 Sene dostça, akrabaca yaşayan bu iki toplum arasındaki
olumsuz gelişmeler Özbekleri ve Türkleri hayretler içinde bıraktı, her yerden
Ahıskalılar tehdit edilmeye başlandılar, işten çıkarıldılar, sevilmeyen bir
toplum haline geldiler. Alışveriş merkezlerinde, halkın yoğun olduğu yerlerde,
Ahıska Türkleri?nin Özbek çocuklarına, kadınlarına yaptığı işkencelerin
tablolarını ve ?Türklere ölüm? pankartlarını asmaya başladılar. (Böyle bir şeyin
Ahıskalıların yapacağına Özbek halkı inanmıyordu ama KGB bu konuda çok
ısrarlıydı eğitimsiz, cahil insanlara bunu anlatmaya devam ediyordu.)
Ahıskalılara artık süre veriliyordu Özbekistan'ı terk edeceksiniz diye Haziran
1989'da Ahıska Türkleri?nin yoğun olduğu Fergana Bölgesi?nde 14-20
yaşındaki gençlere uyuşturucu, bol miktarda alkol verildi, Ahıskalılar?ın
evlerine kırmızı işaret konuldu. Bu evlerin yakılmasını emredildi, karşılık
verenlerin öldürülmesi istendi. Fergana olayları böylelikle başlamış oldu ve
çok hızlı şekilde diğer bölgelere sıçradı.

Binden fazla evin yakılıp yıkılması, 300'den fazla günahsız insanın ölümü,
binlerce kadına, çocuğa ve yaşlıya yapılan işkenceler ile sonuçlanan bu
dehşet verici olaylar Fergana Bölgesi?ndeki 20 bine, Özbekistan'da 100 bine
yakın insanın sürgünü ile sonuçlandı. 45 sene Özbekistan'daki yaşamamız
boşa gitti. Alın teri ile kuruş kuruş biriktirip yaptırdığımız evler yakıldı,
yağmalandı. Mal, mülk, bağ, bahçe, her şeyi kaybettik. Canlarını kurtaran
Ahıskalılar kendilerine bir yuva, bir ev edinmek için Özbekistan'ı terk etmek
zorunda kaldılar. Merkezi Moskova'da olan basın ve haber kaynakları Rus
askerlerini Ahıska Türkleri?nin kurtarıcısı olarak gösterdiler. Sanki Kızılordu
olmasaydı, Ahıskalılar öldürülecekti. Böylelikle KGB tereyağından kıl çeker
gibi sıyrılmış! oldu. Askeri uçaklar ile Rusya'nın Kursk, Belgorod, Tula,
Smolensk vilayetlerine 70-80 Rus ailesi içine 3-5 Türk ailesi yerleştirildi. Rusya
Devleti'nin özellikle bu beş vilayeti seçmesi, önceden hazırlanmıştı. Yerli
halkın siz geçen sene gelecektiniz, neden böyle geç kaldınız demeleri,
senaryonun eskiden yazıldığını ortaya koydu. Olayları KGB'nin çok uzun
süredir hazırladığı ve başarı ile sonuçlandığı gösteriyordu. Son olarak Ocak
1990'da Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te Ahıska Türklerine yapılan saldırılar
ve 100?e yakın evin yakılması Özbekistan Devleti'nin; ?Biz sizlere güvence
veremiyoruz, Özbekistan'ı terk edin? demesi, Özbek Devletinin de bu senaryo
içinde olduğunu gösteriyor. Böylece koskoca Sovyet Devleti bir avuç Ahıska
Türkü'nün can ve mal güvencesini sağlayamadı mı? yoksa sağlamadı mı?
Fergana olaylarından sonra kimlerin ne kazandığına bir bakalım:

Özbekistan ne kazandı:
1) Fergana'da nüfusun yoğun olduğu bölgede 20 bin insanın bölgeyi terk
etmesiyle boşalan evlere ve iş yerlerine, ev ve toprak sorunu olan yerli Özbek
halkının yerleşmesiyle Devletin Milleti ile barışmasını sağladı.

2) Özbekistan'da pamukta yapılan yolsuzluklar bu olaylar nedeniyle unutuldu


ve kapatıldı.

3) Devlet yönetimini beğenmeyen "BİRLİK" Partisi yetkilileri tutuklandı,


cezalandırıldı, "BİRLİK" Partisi dağıtıldı.

Rusya ne kazandı:

1) Özbekistan'daki azınlık statüsündeki Rusların Özbekler tarafından


yaptırılacak mecburi göçünü durdurdu.
GÖKTEPE SAVAŞI VE TÜRKMEN KATLİAMI

2)

3) Ruslar, 12 Ocak 1881’de çocuk ve kadınlar dahil binlerce Türkmeni


Göktepe kalesinde katletmişti. Göktepe Savaşı, Türkmenistan’da
Aşkaabat’ın 50 kilometre kuzey batısında bulunan yerde Ruslar’ın
Türkmenlere karşı yaptığı büyük bir katliamdır.
4)

5)

6) Çarlık Rusyası’nın işgalci ordusunun Türkmenistan’ın Göktepe


şehrindeki Göktepe Kalesi’nde kuşattığı onbinlerce Türkmen,
gösterdikleri büyük bir direnişten sonra Ruslar tarafından hunharca
katledilmişlerdi. Tarihi belgeler 40 bin kişinin hayatını kaybettiğini
yazıyor.
7)

8) Türkmenistan’daki Yengi Şeher kalesi 1881 yılında işgalci Rus Çar


imparatorluğu ordusu tarafından ele geçirildi. Kalenin gerçek adı Yeni
Şehir’dir.
9)

10) Aralık 1880’de, general Mikhail Dmitrievich Skobelev komutası


altındaki son derece modern teknolojileriyle donatılmış 6 bin kadar Rus
askeri Gök-Tepe’yi işgal etti. Bu işgal yirmi üç gün sürdü. Rus ordusu
daha sonra saldırıya geçti. Ruslar 12 Ocak günü 25 bin kişinin
savunduğu şehri üstün teknolojileriyle ele geçirmeyi başardılar.
11)
12) Türkmenler burada büyük bir direniş gösterdiler ancak yine de
büyük kayıplar verildi. Ruslar, kalelerin altına yerleştirdikleri bin 160
kilogramlık dinamitlerle kaleyi içten vurdular. Ruslar, büyük saldırılar
sonucu kaleyi ele geçirdiler. Kalede bulunan yaklaşık 50 bin kadar sivil
insan çöllere doğru savrulmaya başladı. Çöllere dağılan insanlar Rus
ordusundan kurtulamadı. Ruslar, 6 bin 500 kadar insanı kalenin içinde
katletti. Ruslar bu işgal sırasında çok az kayıp verdiler ancak Türkmen
askerlerin çoğu hayatını kaybetmişti.
13)

14)

Drau Faciası

Kuzey Kafkasyalıların uğradıkları zulüm sadece Kafkasya ile sınırlı kalmamış,


Almanlarla beraber Avrupa’ya geçen ve oraya yerleşen Kafkasyalılar da
acımasızca katledilmişlerdir. Bu hadise tarihe "DRAU FACİASI" olarak
geçmiştir.

1944 yılının sonlarına doğru Rusya'dan kaçan Kuzey Kafkasyalılar, Kuzey


İtalya`nın Paluzza Bölgesi’ndeki İtalyan dağ köylerine yerleştirilirler. Savaşın
bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya`ya, Carinhia`nın Ober Drauburg
bölgesine sürülerek, burada Drau nehri vadisine yerleştirilirler. Bu bölge daha
sonra İngiliz işgal sahasına dahil edilir ve bu olay Kafkasya’dakiMüslüman
Türk halk için çileli günlerin başlangıcı olur.

Ruslar, kaçan Kuzey Kafkasyalıların iadesini istemişlerdir. Bu mülteci iadesi


isteğini uzun süre görüşen İngiliz ve Amerikalı devlet adamları nihayet cevap
verirler. Soydaşlarının yaşadığı, dost ve kardeş Türkiye`ye ulaşabileceklerini
ümit eden on bin insanın Ruslara verilmesi kararlaştırılır. Londra`dan gelen 28
Mayıs 1945 tarihli cevap şöyledir: "Mülteciler Sovyet otoritelerine teslim
edilecektir!.."

Kuzey Kafkasyalı mülteciler hakkında verilen bu insanlık dışı kararın


uygulanması için, İngiliz tankları, bu insanları Dellah bölgesine sürerler.
Burada "yurtlarına dönmeleri gerektiği ve bunun için kendilerine yardımcı
olunacağı (!)" resmen tebliğ edilir. Herkes bunun ya ölüm ya da Stalin'in
acımasız kamplarında mahkumiyet olacağını bilmektedir.

Nitekim teslim edilenler hemen orada kurşuna dizilirler. Mültecilerin Ruslara


teslimiyetlerini takip eden birkaç gün içinde, Drau Nehri korkunç olaylara
sahne olmuştur.
1945 yılının 28 Mayısı'nda 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla
Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet’e olan sadakatları ile
Kafkasya'nın istiklali ideali yolunda can verdiler."
MAVİ OLAY FACİASI
Mavi Alay, Kızılorduya karşı savaşan Kırım Birliğine verilen isimdir. Bu aslında
Kırım ve Karaçay Türkleri'nin ortak dramıdır. Sovyet baskısından dolayı
yurtlarını terkeden Kırım ve Kafkas aileleri önce İtalyaya giderler.
Almanya Savaşı kaybedince müttefik kuvvetler italya'ya girince mavi alay
orada da kalamadı. Avusturya'da drau nehri yakınlarında ober drauburg
bölgesine yerleştirildiler. ama çileleri bununla da bitmedi. İngiliz ordusu
Avusturyayı işgal edince esir düşüp,bu sefer dellach kampı'na nakledildiler.
İngilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi. en
kötüsünden Türkiye’ye gidip,kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri
hayallerine kapıldılar,ama ne yazık ki öyle olmadı. 1945 yılında londra'dan
kamptakilerin sovyetler birliği'ne teslim edilmesini emreden bir telgraf geldi.
sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde, ingilizler onları
gönderiyordu. yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı.bunun üzerine 2.000
kişi Kızılcık Nehri'ne atlayarak intihar etti. Geriye kalanlarsa sınırı
geçtiklerinde Soyvet askerleri tarafından kurşuna dizildiler.
1916 KIRGIZ SOYKIRIMI
Mayıs 1916 yılında Rus çarlığı döneminde, Rus sömürgecileri kırgızistana
silahlı baskın yapmış,Ruslar bu baskında milyonlarca Kırgız Türkünü
öldürmüş,Rus katliamından kaçan Çuy, Issık-Göl ve Narın bölgelerinde
yaşayan Kırgız Türkleri komşu Çin’e sığınmaya çalışmış ve bir kısmı yollarda
ölmüştü.

You might also like