GHT Notu (Mehmet Balıkçı)

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 33

Perslerden önceki dönem

 sus ve avam en güçlüleridir başlarındakiler kral unvanı


almıştır ve diğer sitelerin başına şukal unvanını taşıyan
beyler getirilmiştir
 kral ve prensler hem dini hem de dünyevi reis olmuşlar

 İran coğrafyasında bilinen eski imparatorluk elam


İmparatorluğudur.
 Askeri ve Mülki İdare birbirinden ayrı olmakla beraber
hükümdar ikisinin amiridir yanında Dörtler meclisi denlilen
bir meclis vardır mühim işler kralın başkanlığında meclis
tarafından karara bağlanırdı

 Elamda tahta varis olabilmek için hem ana hem baba


tarafından asil şarttır yani prensler birbiriyle evlenmiş iki
kardeşin çocuklarıdır
 Tanrıların kendilerini Tanrıların vekili gözüyle
bakıldığından elamda kralların otoriteleri sınırsızdır büyük
kralın veliahtı oğlu değil kardeşinin veya Onların çocukları
yani hanedan prensiplerinden yaşta en büyüğü oluyordu
yalnız kral değil hanedana mensup tüm prensler kutsal
sayılırdı
 Elam da kadınlar hayatın her alanında erkek aynı hakları
sahipti
Pers İmparatorluğu dönemi
 Medler ve persler bu o zamanda irandaydı
 sulh zamanında çalışkan çiftçiler harp zamanında en
cesur savaşçılardır
 Zerdüşt dinini benimsemişler

medler Asur boyundurluğuna karşı çıkarak İran da bir devlet


kurdular
persler keyhüsrev liderliğinde med eğemenliğine karşı
başkaldırdılar ve yeni bir devlet kurdular
 ilk Mega İmparatorluk ortaya çıktı

 Perslere göre en ayıp yalan söylemektir en fena ve ayıp


olan şeylerden ikincisi de borçlu olmaktır
persler arasında çok oğul babası övünç kaynağıdır
nüfusun çoğalmasına önem verir sıralar en çok erkek sahibi
olan babalara hediye veriyor
 pers devleti kendilerine itaat ettikleri sürece imparotor
kültürlerini korumaları hususunda çok müsamahakar bir
tutum her eyalet halkının kendilerine has din ve inançlarını
kanunlarını örf ve adetlerini paralarını ve bazı durumlarda
sülalelerini bile muhafaza etmeleri ve devam ettirmelerine
müsaade edilirdi
 Zerdüşt tarafından kurulan MAZDEİZM (zerdüşlük
mecusilik ateşperestlik dininin kutsal kitabı ZEND AVESTA
dır zerdüşt kainatın yaratıcısı Ahura-Mazda iran dininin çok
tanrıcılıktan şeytana tapıştan sihir ve ayincilikten
kurtarmak üzere kendisini görevlendirdiğine inanıyordu
insanlara çok yüksek ahlaki ilkeler telkin ettiği görülen
Zerdüşt e göre hayatın gayesi insanın kendini geliştirmesi
manevi ruhi tekamüldür kamil insan olma yolunda
ilerlemektir o her konuda iyiliği fazileti şefkatli ve
merhametli olmayı davranmayı tavsiye etmekte böyle
davranmayı üretmeyi ve çalışmayı hakiki bir ibadet olarak
değerlendirmekteydi zerdüşt dini ruhun ölümsüzlüğüne ve
öte dünya inancına ölümden sonra insanlar yaşamlarının
hesabını verecekler iyi ve kötü davranışları tartılıp
değerlendirilcek ve ona göre cennet veya cehhenneme
gideceklerdi
 mazdeizm inancına göre ahura mazda (hürmüz-ormozd)
bir ruh nur ışık alev akıl eylem ve güzelliktir yanında birde
kainat yaratıldıktan sonra zuhur eden zulmet yıkım tanrısı
ehrimen vardır kainat işte bu iki gücün hayır ve şer
kötülüğünü çekişme ve çatışma yeridir insanda bu zıt
güçlerin etkisi
 mazdeizm ateşe hürmet zerdüşlük zamanla sasani
imparator ateşe tapma ayinlerinin ön plana çıktığı pers
devletini kuran hanedan mensuplarından devletçe
kendilerine tahsis edilen malikanelerden harp zamanı
hükümdarın ordusuna katılmak üzere belli miktarda askeri
hazır tutmak zorunda idiler halk zümresini çifctiler tüccarlar
esnaflar işçiler vs. oluşturdu her sınıftan halk fert planında
hükümdarın kölesi kulları
 merkezlerini birbirine bağlayan yolların inşa edilmiş olması
sonucu merkezin eyaletlerle irtibatı onlar üzerinde darıus
yaptırdığı sus şehrinden sard a denizine uzanan kervan
yolu bir krallar tarafından konulmuş hüküm yedi büyük
pers sülalesinin heyetleri vardı imparatorluğun en önemli
konularında karar bu heyetle iştişare eder satrapların en
önemli görevi belirlenen miktarda vergileri toplayıp
merkeze göndermekti farslar hakim millet konumunda idi
ve onlardan vergi alınmazdı harp zamanlarında ordunun
esas kadrosunu oluşturan göçebeler iç asya ya kadar
yayılan ve kralı metbu tanıyan aşiretlerden oluşmakta idi
büyük kral krallar kralı şeh ın yetki ve otoritesi mutlaktır
firavunlarda görüldüğü gibi büyük kralın şahsına ilahlık
niteliği affedilmez fakat sıradan bir insan olarak da
düşünülemezdi iranda bu manada idiasını kalkdıran ilk kişi
iskender olmuştur

 Ahu Mazdanın mümessili olarak büyük kral ve hanedanına


sadakat ilkesi vardır yetkileri sınırsız gözükse de
uygulamada hükümler bile yerleşik teamülleri değiştirmiyor
değiştiremiyordu

Sasani imparatorluğu
İran iskender tarafından işgal edildi ve Pers imparatorluğu son
buldu 80 yıl kadar Makedon egemenliği devam etti
 Kadim iran’ın büyük bir medeniyet kültür olarak civar
coğrafyalar da da çok önemli etkileri olmuştur İran islam
mistisizim asıl doğuş ve gelişme yeri olmuştur
 ruhani sınıfta mensup din adamlarına mobed denirdi ve
mahkemelerdeki hakim mobedlerden olurdu mabetlerin
tepesinde de hükümler tarafından tayin edilen en yüksek
ruhani lider mobedi mabedan bulunurdu başlıca görevleri
mabedlerin yönetimi ve dini merasimle icra etmekti
ruhanilerin onaylanmadığı hiçbir şey meşru ve caiz
sayılmazdı ruhanilerin imtiyazlı bir sınıf oluşturuyorlardı
onlar genel hukuk kuralları ile bağlı değillerdir
 Kendilerini sadece dini kanunlara bağlı sayarlar
 mabetleri bu gücü sağlayan başlıca iki kaynak vardır biri
sahip oldukları dini ruhani otoritedir de iktisadi güçleridir
tapınaklara bağlanmış çok büyük miktarda arazileri ve
onların gelirlerini onlar kontrol etmektedirler görevleri bu
ateşleri de söndürmektir halkın günahlardan arınmasını
sağlamak bunun içinde onların itirazlarına dinlemek af
merasimi yapmak ve işlenen günahlara karşılık nakdi ceza
miktarını belirlemek ve toplamak doğum nikah
merasimlerini yönetmek ruhani sınıfına mensup
olmayanların dini kaideleri emir ve yasakları
bilmediklerinden günah işlerlerdi ve onun içinde işledikleri
günahların affı için mobed başvuruları ve onlara ödemeleri
bulunmaları gerekirdi
 Bir kıtlık yılında Mazde ismindeki bir zerdüşt köylüleri ve
diğer ezilen sınıfların etrafında toplayarak ayaklanma
başlattı ve peygamberliğini ilan etti o kadar güç kazandı ki
kral bile onun dinini kabul etmek zorunda kaldım her türlü
ayrıcalıkların kaldırılması insanlar arasında mal ve servet
eşitliğin sağlanması evliliğin kaldırılması ve kadınların
ortak olması hayvan eti yemenin yasaklanması bir süre
uygulandı ama fakirlik ve sefalet önceki dönemi artarak
devam etti ve bu da reddedildi sapık bir inanç olarak kabul
edildi
 Divan’ı hükümdarca atanan vezir ve diğer yüksek düzey
yöneticilerden oluşurdu baş vezir hükümdarın vekili
durumunda idi oyunun başında da Sipahi bed denen bir
komutan bulunurdu
 düzenli bir vergi sistemi Teşkilatı vardı topraktan alınan
vergi khrag denildi şahıslardan olan vergi gezit derlerdi
cizye olarak da geçmişte var kişi baş vergisi olarak da
alınan bu geçit vergisi toprak sahibi olmayanlar da
hıristiyan ve Yahudilerden alınırdı mutlak ve teorik monarşi
düzeni devam etmektedir hükümdar iradesi kanundur
 En önemli bölümü yetkilere karşı şikayetleri dinlemek ve
adaletsizlikleri önlemek için toplanan devlet divaniidi
 Taberi kadinm İran kültürü ve tarihi açısından önemli bir
kaynaktır Şehname adlı eserde önemli bir kaynaktır kadin
İran kültürüne ait En eski ve en önemli kaynak ise Zend
avestadır ahlak hukuk ve yargılama usülleri ile medeni ve
ceza hukuku ilgili şeyler vardır
 gayrimenkuller gayrimenkullerin iktisapı ve devri mutlaka
yazılı senetle olmak gerekirdi taşınmaz mülkiyeti sadece
üst sınıflara ait bulunuyordu zamanaşımı ile mülkiyet
iktisap edilmesi de mümkündür ancak bunun için 40 yıl gibi
uzun bir süre öngörülmüştür
 aile içinde babanın tartışılmaz bir otoritesi vardı anaya da
önemli bir itibar vardır 7 yaşına kadar yetiştirir evde
annenin vefatı halinde bu göre teyze veya halaya düşerdi
kız çocukları için bu durum evlenmeleri kadar

 Evlat edinme müessesi kabul edildi ve bazı esaslara


bağlandığı anlaşılmaktadır evlat edinecek kişinin resit
olması zerdüşt dinine mensup bulunması ve büyük bir
günah işlememiş bulunması gerekirdi eğer evlat edinecek
kişi kadın ise evli ve iffetli olması kendisinin bir başkası
tarafından evlat edinilmiş olmaması şartları aranırdı
 kadim İran hukuna göre babanın vefatı halinde erkek
çocuklar ile henüz evlenmemiş kız çocukları ve karısı
arasında eşit olarak paylaşırdı evli kızlar mirasçı olamazdı
 din Tanrı’ya karşı işlenen suçlar küfür hükümdara karşı
işlenen suçlar isyan ve insanlığa karşı işlenen suçlar birinci
ve ikinci çesitlerde ceza ile idam üçünü Üçüncü çeşit
suçların çeşidine göre para cezaları diyet vs vardı ve
cezanın Şahsiliği ilkesi benimsenmiştir istisna devlete
isyan suçundan ceza suçunun tüm aile fertlerinde teşkil
eder

 İntikam kimsenin yakınlarının öç alma imkanı tanıyor ve


hükümdara karşı işlenen suçların dışındaki suçlar da
suçlunun yakınlarının oldukları takdirde idam cezası
uygulanmaz bir de diyet cezası verilirdi hâkimin huzuruna
çıkarılır
 Ahur mazda adını adaleti yeryüzüne yaymak ve duyarlı
olduğu en yüksek hakim büyük kraldır
 ile yedi üyeden oluşan büyük kral Mahkemesi tarafından
muhakeme hakim sıfatıyla verdiği hükümlerde tanrı
Ahurmaz Mazda’nın ilhami vuku buluduğundan
inanıldığından bunlara karşı yapılacak bir itiraz ve karşı
çıkma doğrudan saygısızlık olarak değerlendirir ve şiddetle
cezalandırılırdı aslında kanunları formüle edenler
rahiplerdir ruhani sıfatı olmayan hakimler ifadeyi daha
sonra Tanrıya dine karşı işlenen suçlar ruhbani sınıfın
oluşa mahkemelerde görülür de diğer yandan durant
yargılama işleri saraydan gelen görevlerinden hadım
Ağları tarafından yapıldığı da vardır
 mahkemeler tüm ülkeye dağılmış mali mahkemeler yer
alırdı eyaletlerde adalet temin hususunda satrplar büyük
kral temsil ederdi her köy muhtarı yetkili kılınmıştır
mabetler ve asiller genel mahkemeleri tabi değildir onlarla
ilgili davalar ayrı mahkemelerde görülür de diğer yandan
zadegani sınıfı kendine kral tarafından tahsil edilmiş bulunan
adalette icra ederdi
 keyfi karar veren hakimler hakkında çok şiddetli cezalar
verilirdi rüşvet aldıkları anlaşan hakimler idam edilir ve
derileri yüzülürdü mahkemede oturdukları koltukları
kaplanır suçların isledikler suçtan dolayı hemen en ağır
cezalara çarptırılması tasvip edilmez adaletin koruyucusu
sıfatıyla Büyük kral böyle davranan kişileri cezalandırırdı
 En önemli delili şahit beyanları dayandığı anlaşılmaktadır
eğer yoksa sanığa işkence edilmesi ateş tecrübesi gibi
uygulamalarına gidiliyordu yemin teklif uygulaması da
vardı bir gerekçe ve açıklama gösterilmeksizin ceza
davalarında suçludur suçsuz dur hukuk davalarında ise
haklıdır haksızdır şeklinde açıklamalar vardır
 Kadim iran aile hukukunun çok değişik bir yanı da, yakın
kan bağı bulunanlar, hatta kardeşler arasındaki evliliğin
bile meşru görülmesidir.Ancak,bu uygulamanın yüksek
sınıflarda görüldüğü, halk kesiminin buna iltifat etmediği
tahmin edilir
 .iran hukuku, bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini
meşru gördüğü gibi bu meşru karılarının yanında cariyeleri
olmasına da izin veriyordu. Kocanın erkek çocuk
bırakmadan vefat etmesi halinde, karısının,ölen eşinin en
yakın akrabalarından biri ile evlenmesi gerekirdi.

KADİM HİNTTE HUKUK
♢İlk Çağ’da Hindistan’da çok sayıda küçük krallıklar şeklinde bir siyasi yapılanma
mevcuttu; bu krallıkları tek bir siyasi birlik altında toplamayı başaran bir oluşumun
gerçekleşmediği görülmektedir.
♢ Hindistan’da siyasi birliğin gerçekleştirecek güçlü bir yerli devletin ortaya
çıkmamasının en önemli sebebi olarak ‘’ kast sistemi ‘’ gösterilmektedir.
♢ Kadim Hint düşüncesinde din’in,din adamlarının ve dini öğretilerin çok önemli bir
ağırlığı vardır.Denebilir ki,tarihte hiçbir ülkede din Hindistan’da olduğu kadar güçlü ve
önemli olmamıştır.
♢ Hindu dinin iki temel değeri Brahmanlara ihtiram ve ineğe saygıdır.Manu
Mecellesi,ineğe kendilerinden bile öncelikli yer vermeleri konusunda brahmanları
uyarmaktadır.
Karı evlat ve köle bunların üçüde mal sahibi olamazlar onların mal varlığı ait oldukları kişinin
olur
♢Budizm,kşatri’yaların [ askeri sınıfın ] brahman’lara karşı bir tepkisi olarak
değerlendirilebilir.Budizm, varna [ kast] sisteminin ilahi bir sistem olduğunu
reddederek tamamen insanların eseri saydığı bu müesseseye karşı çıkarak insanlar
arasındaki eşitliği savunuyordu.Halkla devlet arasındaki sözleşmeyi Budizm düzenler.
♢ Erkek çocuk sahibi olmak,kişinin öbür dünyadaki hayatı cihetiyle çok önemli
idi.Geride bir erkek çocuk bırakmadan ölmek,bir kişinin başına gelebilecek en büyük
bir felaket olarak düşünülürdü.
♢Brahmanlar’da babanın erkek çocukları üzerindeki velayet hakkı,çocuklarının bir dini
görev almaları ile sona ererdi.Babanın vefatı halinde velayet en büyük erkek çocuğa
geçer anne de büyük oğlunun velayeti altına girerdi.Kadının hayatı boyunca vesayet
altında tutulması gerekirdi.
♢ Çok sıcak yerlerde kızlar sekiz-on yaşlarında evlendiriliği için çocukluk ve evlilik iç
içedir.Yirmi yaşına gelen kadın ihtiyardır,çünkü güzelliğini ve erkeğin ilgisini yitirmiştir.
♢ Varna/ Kast Sistemi:
➸ Brahmanlar Varnası: Rahipler/Bilginler
➸ Kışatriyalar Varnası: Askerler ve yönetici elitler
➸ Vaysiyalar Varnası: Çiftçiler, zanaatkarlar ve tacirler, ➸
♢ Hukukun her alanında brahmanlara tanınan özel hak ve ayrıcalıklar vardı: -
görevli kişiler.
Sudralar Varnası: Yukarıdaki üç varna’nın dışında kalan ve bunlara hizmet etmekle
‘’ Bir Kşatriye,Vaysiya veya Sudra,çarptırıldığı para cezasını ödeyemezse,borçlarını
çalışmakla öderler; Brahman’ın para cezası ise taksitlendirlir. ‘’
♢Manu Mecellesi’ne göre dünyanın nizamı,ilahi ve kutsal bir nitelik taşıyan bu varna
düzeninin her kast için belirlediği sınır ve kurallara titizlikle riayet edilmesi ile
mümkündür.Her varna’nın yapacağı iş ve görevler en ince ayrıntısına kadar bellidir.
♢ Bir Varna’dan bir başka varna’ya geçiş veya başak bir varna’dan biriyle evlenmek [
erkek bazı durumlarda, kendi kastının altındaki kadınla evlenebilirdi, farklı varna’lardan
kişilerin bir arada seyahet etmesi veya yemek yemeleri bile yasaktı.Brahman ve
Kşatriya varna’larına mensup kişilerin ziraatle uğraşması yasaktı.
♢Tarihte ilk ve en uzun süren demokrasi Hint Köy Cemaati’dir
♢ Krala ekonomik hayatı düzenleme konusunda çok ayrınıtılı görevler verildiği;fiyatları ölçü
aletlerini kontrol ve tespit ettirmesinin istendiği görülüyor.
♢ Manu Yasası’na göre:
‘’ Ülkesinde hırsızları,zanileri,müfterileri,mütecaviz ve saldırganları barındırmayan
bir kral, tanrı İndra’nın katına yükselmeyi hak eder.
Bir kamu görevini yürüten kişinin vefatı sebebiyle devlet memuriyeti veya politik bir
mevkiin devredilmesi gerektiğinde ‘’ en büyük erkek evlat hakkı ‘’ devreye girerdi.
♢ Kral din ile ilgili bir kanun çıkardığında mutlaka Brahmanlara danışmak durumundaydı.
HUKUKİ HAYAT
Kadim Hint dünyasında,devlet idaresi,hukuk ve ahlak üzerinde hakimane düsturlar
ortaya koyma noktasında en önde gelen düşünürün Kautilya olduğu söylenebilir.
Kutsal kitaplardaki kurallar, gelenekler ve kralın buyrukları hukun kaynağıdır.
Toplumu yönetmek için cezaya başvurmak gerekir ancak aşırıyıa kaçılırsa en
yumuşak insanlar bile bir gün başkaldırabilir.
Bir ülkede en önemli şey devletin varlık içinde olmasıdır.Kral her zaman,her yolu
kullnarak devletin gücünü arttırmalı,ülkesini genişletmelidir.Gaye vasıtayı meşru
kılar. :D
Asoka
İmparatorluğun sınırlarını kendisinden önceki hiçbir hint hükümdarının
erişemediği kadar genişletti.Budist düşünceyi bir din, devlet dini haline
dönüştürdü, kendisini de Budist klişesinin başı yaptı.
♢ Ülkesini devrin en mamur ve medeni ülkesi haline getirdi.O kadar ki,
Hindistan’da,Asoka zamanındaki okur-yazarlık oranın 1920’lerdekinden bile
daha yüksek olduğunu ileri sürenler vardır
.♢Ceza kanunlarında cezaları azaltıcı yönde değişiklikler yaptı.
Charvaka / Loyakata Okulu
Bu okula mensup düşünürlere göre,ahlakın ve hukukun kaynağı da ilahi değildir.
- ’’
Güneş hiç ayrım yapmadan bir velinin de bir sahtekarın da üzerine doğar ‘’ –
POZİTİF HUKUKUN GELİŞİMİ
Bir ‘’ kalem ve mürekkep kültürü ‘’ olarak tarif edilen Çin kültürünün aksine,Kadim Hint
Kültürü ‘’ ezbere ve kulaktan nakle dayanan söz kültürü ‘’ dür.
a.Genel Olarak Yazılı Hukuk Kaynakları
• Homer’in Destanları • Vedalar • Upanişatlar
Jagamatha,Narada,Vişnu,Gautama,Baudhayana,Vasiştha,Apastamba,Manu ve
Yajnavalkiya mecelleleri.
b.Manu Mecellesi
♢ Manu Kanunları, 2685 beyitten ibâret Sanskritçe bir metin olup 12 kitaba ayrılmıştır. Bir
kanun mecmuasından daha çok bir ahlâk mecmuası niteliğindedir. Hintlilerce Vedalardan
sonra en çok ihtirâm gösterilen bir kaynaktır.
♢ Bu okula mensup düşünürlere göre,ahlakın ve hukukun kaynağı da ilahi değildir. - ’’
Güneş hiç ayrım yapmadan bir velinin de bir sahtekarın da üzerine doğar ‘’ –
♢ Bir ‘’ kalem ve mürekkep kültürü ‘’ olarak tarif edilen Çin kültürünün aksine,Kadim Hint
Kültürü ‘’ ezbere ve kulaktan nakle dayanan söz kültürü ‘’ dür.
• Jagamatha,Narada,Vişnu,Gautama,Baudhayana,Vasiştha,Apastamba,Manu ve
Yajnavalkiya mecelleleri.
♢ Hintlilerde hukukun her alanında,bu arada aile hukuku konusunda da dini öğelerin ve
tabii varna sisteminin tam bir hakimiyeti görülür.
♢Hint kültüründe evlenme kişisel bir tercih olarak değil,cemiyete karşı ifa edilmesi
gereken bir vazife ve yükümlülük olarak kabul edilirdi.
♢ ‘’ Ecdada tapma ‘’ inancının, diğer bir çok kadim kültürde olduğu gibi, Hint’te de genel
olarak hukuk sitemi, fakat bilhassa aile hukuku, şahıs hukuku ve eşya hukuku üzerinde çok
derin etkiler yaptığı görülmekteydi.
♢Nişanlı bir erkek evlenmeden ölürse , onun erkek kardeşi ağabeyinin nişanlısı ile
evlenmek mecburuyetinde idi.
♢ Bir evlilikte eğer erkek kısır ise, bir erkek çocuk sahibi olabilmesi için; kendisine kan
hısımlığı olan erkeklere karısının cinsi münsabette bulunmasına dahi cevaz verilir ve
kadının bu ilişkiden doğan çocuğu, meşru kocasının çocuğu kabul edilirdi.
♢ Çocuk sahibi olmaya verilen önemin bir sonucu, kürtaj çok ağır bir suç kabul edilir, bir
brahman’ı, öldürmekle eş tutulurdu.
a.Nişanlanma
b. Evlenme
♢ İlk devirlerde kızlar müstakbel kocalarını kendileri seçerlerken, daha sonra bu usül terk
edilerek, çocukların daha çok küçük yaşlarda aileleri tarafından nişanlanması yoluna
gidilmiştir.Nişanlanan kızın babasına yüklü miktarda hediye vermek gerekirdi.
♢ Kızını nişanlayan baba, daha sonra bundan vazgeçerek kızını başkası ile
evlendiremezdi.Manu Mecellesi’ne göre, böyle bir davranış cezayı müstelzimdi.
♢ Bir kızı evlendirme hakkı önce babaya, sonra baba tarafından büyük babaya, erkek
kardeşe, amca oğluna tanınmıştı; ananın kızını evlendirme hakkı bunlardan sonra
gelirdi.Evlenen kadın, kocasının velayeti altına girerdi.
♢ Hint hukuku, yasal evlilikleri, ‘’ makbul ve şerefli olan evlilikler ‘’ ve yasal olmakla
beraber, ‘’ makbul ve şerefli olmayan evlilikler ‘’ şeklinde ikiye ayrılmış ve sekiz çeşit nikah
öngörülmüştü.
♢ Makbul ve şereşi evlilikleri diğerinden ayıran en önemli özellik, kadının babasının
evlenmeye razı olması ve evlenme masraflarını üstlenmesi; erkeğin evleneceği kadına, onun
mülkü olmak üzere bir miktar mal (stridhana: “ mehir ”) vermesi ve evliliğin dinî bir âyinle
icrâ edilmesidir.
♢ ‘’ Makbul ve şerefli evlenmeler ‘’ olarak şu dört nikah şekli kabul edilmiştir:
• Kızın müstakbel kocasını Brahmanlar arasından babası seçer ve evlenme merasimi
rühani şahıslar huzurunda babasının evinde icra edilir.Buna ‘’ brahman nikahı ‘’ denir.
• Evlenecek kızın kocasını rühani şahıslar seçer ve evlenme dini bir merasimle yapılır
♢ ‘’ Makbul ve şerefli olmayan evlenmeler ‘’ bunlar da dört çeşittir: • Sadece kızın rızası ile
yapılan evlenme;
• Kadının, müstakbel kocası tarafından kaçırılması suretiyle yapılan evlilik; • Kadının iğfal [
baştan çıkarma ] edilmesi sonunda yapılan evlilik.
Evlencek kızın,babası tarafından müstakbel kocasına satılması şeklinde yapılan
♢ Manu Mecellesi bu son iki evlilik türünü yasaklamıştı.Ayrıca kızını evlendiren baba, onun
kusurlarını belirtmek durumunda idi aksi takdirde sorumlu olurdu

• Müstakbel koca,evleneceği kadının babasının evine gider ver beraberinde iki sığır
götürür; evlenme yine dini merasimle yapılır.
• Kızın babasının muvafakati olması ve evlenme masraflarının onun tarafından
karşılanmasına rağmen,dini bir merasim icra edilmez.
♢ Visnu Mecellesi’ne göre,evlenirken kocası tarafından kendisine verilen mallar kadının
mülkiyetindeydi; karı ve koca birbirinin borçlarından mes’ul
tutulamazlardı.Ancak,Yajnavalkiya Mecellesi’ne göre kıtlık durumlarında,dini bir vazifenin
ifası için,hastalık gibi durumlarda gereken zaruri masrafların yapılabilmesi için veya
hapisten kurtulabilmek için koca,karısına ait bu malları satabilirdi ve ileride bu malları
karısına iade etmesi de gerekmezdi.
♢Hint hukuku bir erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesine [ poligini ] imkan
veriyordu.Bu hususta da varna sistemi devreye girer,izin verilen eş sayısı kast durumuna
göre değişirdi.
♢Manu Mecellesi’ne göre, ilk defaki evliliğinde ancak kendi kast’ından bir kadınla
evlenebilen bir erkek, ikinci evliliğini daha aşağı kast’tan bir kadınla yapabilirdi.Ayrıca,bu
ruhsata rağmen,tek kadınla evlilik daha müreccahtı.
♢ Yüksek bir kasta mensup bir kızla,aşağı kastlardan bir erkeğin evlenmesi,kızın ailesi için
onur kırıcı sayılırdı.Ama bir erkeğin,kendisinden daha aşağı bir kasttan kız alması suç
değildi; bu durumda doğacak çocuklar aşağılanmıyordu.
♢ Yakın akrabalar arasında evlilik Hint Hukukunda yasaklanmıştır.kan hısımlığı yanında,
sıhri hısımlık da evlenme yasağı oluştururdu.Kocası vefat etmiş olsa dahi, kayınpederle
gelinin veya küçük kardeşlerinin eşleriyle ilişki kurmaları çok ağır ve iğrenç karşılanan bir
suç ve günahtı.
c.Boşanma
♢ Boşanma çok nadir bir durumdu.Boşanmayı talep hakkı sadece kocaya tanınmıştı,
mesela iffetsizlik halinde karısını boşayabilirdi; ancak kadın hiçbir sebeple boşanamazdı.
♢ Kadının kısır olması, doğurduğu çocukların hep ölmesi ve erkek çocuk doğuramaması
halleri de bir boşanma sebebi sayılmaktadır.
♢ ‘’ Eğer bir koca kutsal bir görevle yurt dışına gitmişse karısı onu sekiz sene, kazanç ve
şöhret için gitmişse altı, keyfi için gitmişse üç yıl beklemek zorundadır. ‘’
MİRAS HUKUKU
♢ Hindular arasındaki yaygın kabule göre vefat etmiş bir kimsenin mal varlığına mirasçı
olabilme hakkına sahip olmak, aynı zamanda onun cenaze ile ilgili olarak yapılması icap
eden ayin ve merasimleri ifa etme göreviyle atbaşı giderdi.Eğer ölenin cenaze merasimi
uygun kişi tarafından ve uygun bir şekilde ifa edilmemişse, müteveffa ile ahfadından bir
kimse arasında bir bağın mevcudiyeti kabul edilmez ; böyle olunca da miras hukuku devreye
girmez ve kimse terekeye mirasçı olamazdı.
♢Babanın vefatı halinde miras erkek çocuklar arasında paylaştırılırdı.Ancak, en büyük
erkek çocuğun miras hissesine fazladan bir pay eklenirdi.
Evlenmemiş bir kız kardeş varsa, onun çeyiz masrafı için erkek kardeşler, miras
hissesinin dörtte birini vermek durumunda kalırlar.
♢ Hint hukuku, varislerin vefat eden kişinin borçlarından sorumlu olmaları esasını kabul
ediyordu.Ancak, bu kaidenin bazı istisnaları vardı. Mesela, kumardan,içkiden, kefaletten
doğan borçlar ile ticarı borçlardan ve mürisin şahsına hükmedilen para cezalarından
varisleri sorumlu tutulmazlardı.,
♢ Manu Mecellesi, dul kalan kadının tekrar evlenmesini , saçını tıraş etmesini , geri kalan
hayatını eğer sati yapmayı tercih etmiyorsa – varsa küçük çocuklarına bakarak veya büyük
çocukların himayesinde, hayri hizmetlerde bulunarak geçirmesini emretmekteydi.
EŞYA VE BORÇLAR HUKUKU
a. Mülkiyet
♢Mülkiyet elde edilmesinin başlıca yolları şunlardır:
• Veraset
• Satın Alma • Taksim
• Haciz
♢Manu Mecellesi’nde ise yedi tane mal edinme yolu sayılmaktadır:
• miras • bulma veya bağışlanma • satın alma • işgal • faizle ödünç verme
• emek harcayarak • dürüst kişilerce verilen hediyelerin kabulü
♢Hint hukukunda,sahip olunan mallar,geldikleri kaynağa göre tasnife tabi tutulurlar;
kişinin miras yoluyla kendisine intikal etmiş malları ile,kendisinin bizzat kazandığı malları
arasında ayrım yapılırdı.
♢Kişinin içinde bulunduğu hukuki durum,bağımlı olma hali de malik olup olmama
cihetinden büyük önem taşırdı.Mesela, evli kadınlar ve, babaları sağ olduğu sürece evlatlar
ve köleler mal sahibi olamazlardı.
♢ Hint hukuku ve menkul ve gayrimenkul mülkiyetini kabul etmiş bulunmakla beraber;kast
sisteminin etkisi burada da kendisini gösterir.
♢Taşınmazlar üzerinde mülkiyet edinme hakkı sadece ilk üç kast’a tanınmaktadır.

♢Arazi sahipleri topraklarını ekmek/ektirmek zorunda idiler, aksi takdirde toprakları


üzerinde mülkiyet haklarını kaybederlerdi.Manu Mecellesi’ne göre,tarıma elverişli olmayan
sahipsiz bir araziyi işletilebilir tarla haline getiren kişi o arazinin maliki olurdu.
b. Akitler
♢ Zaman aşımı ile iktisap da mümkündü,menkul mallar on sene bilfiil tasarruf/zilyetlik ile
iktisap edilirdi.
♢ Kast sistemi ile ilgili sınırlamaların,borçlar ve ticaret hukukunun gelişmesini engelleyici
bir sonuç doğurmuştur.
♢ Manu Mecellesi,emanet aktine konu şeyin iade edilmemesini hırsızlık suçu sayarak,aynı
şekilde cezalandırmaktadır.
♢ Manu Mecellesi,müşterilerin istismarını ve kandırılmasını önlemeye yönelik hükümler de
ihtiva etmektedir.yapılan bir alışveriş sonrası pişmanlık duyanlar için on günlük bir süre
tanınmaktadır.
♢ Vişnu Mecellesi’nde ödün para vermelerde kastlara göre değişen ve aşağı kastlara doğru
gittikçe miktarı artan faiz hadleri belirlenmişti.
♢ İnsan veya hayvan tedavisi ile meşgul olanlar, yaptıkları hatalı icralardan dolayı tazminat
öderler.
KÖLE HUKUKU
♢Manu Mecellesi’nde belli başlı kölelik nedenleri şöyle sıralanmaktadır:
• savaşta esir düşen • günlük nafakasını temen edemediği için köle olan • köle bir anadan
doğan • köle olarak satın alınan veya satılan
• miras olarak devranılan • işlediği suç ile köle olan
♢ Kölelik müessesinin de varna sistemi ile yakın bağları bulunmaktadır.Bu sistemin alt
zümresini oluşturan Sudra’lar ve kast dışı sayılan Paryalar köle statüsündeydiler.
♢ Manu Mecellesin’de kölelerin mülk sahibi olamayacakları,azad edilseler bile efendilerine
hizmet yükümlülüğünden kurtulamayacakları açıkça belirtilmektedir.
♢Manu Mecellesi’ne göre kölenin mülk edinme hakkı yoktu,onun sahibi olduğu her şey de
sahibine aitti.
♢Hint hukuku köle azadı müessesine de yer vermektedir.Ancak,azad köle sahibinin
isteğine bağlı idi.

♢ Kölenin mülkiyet hakkı yoktur CEZA HUKUKU


♢ Hint’te Ceza Hukuku ile ilgili en eski düzenlemeler Manu ve Yajnavalkiya mecelleleridir.
♢ Cezalandırma hususunda bu kadar kararlı olan Hint hukuk mantalitesi, suç işledikten
sonra cezasını çeken bir suçluyu işlememiş gibi tertemiz kişi olarak kabul etmektedir.
♢ Kral,yasada öngörülen cezadan ne azını ne de çoğunu vermeli veya farklı ve fazladan bir
ceza vermeye teşebbüs etmemeli,suçlu bir kişiyi serbest bırakmaya veya suçsuz birisini
cezalandırmaya kalkmamalı,yasa ne diyorsa aynen yerine getirmelidir.
♢Manu Mecellesi’nde belirlenen belli başlı cezalar şunlardı: idam,organ
kesme,kırbaç,hapis,sürgün,müsadere [ mallarına el koyma ] ve para cezaları.Hapis cezası
,caddeler üzerinde kafes şeklindeki hücrelerde suçlunun teşhir edilmesi şeklinde
uygulanırdı.
♢ Brahmanlara cismani ceza verilmezdi. a.Cinayet
♢Cinayet fiilinde verilen ceza da,suuçu işleyenin ve mağdurun kast durumuna göre
değişirdi.Mesela,Bir Brahman’ı öldürmek suçların en ağrırı sayılır ve Kşatriya bile olsa
idamla cezalandırılırken;bir Brahman’ın aşağı kastlardan birini öldürmesi halinde, aşağı
kastlara doğru gittikçe miktarı azalan para cezalarına; mesela bir Sudra’yı öldürmüşse cüz’i
bir para cezasına, bir Kşatriya’yı öldürmüşse en ağır para cezasına hükmolunurdu.
♢ Manu Mecellesi meşru müdafaa haline de yer vermektedir. Bir kimse kendisinin
canına,malına bir saldırı durumunda veya saldırıya uğrayan bir kadını, Brahman’ı korumak
için saldıran kişiyi –Brahman bile olsa- öldürürse bu fiil suç sayılmazdı.
♢ Kendi hayatına son verme,Hint kültüründe belli şartlarda olağan karşılanan, hatta tasvip
edilen, yapılması beklenen bir davranıştır.
b.Hırsızlık
♢Manu Mecellesi,hırsızlık suçunun takibine özel bir önem vermekte, bu hususta kralı
ayrıca uyarmakta ve failin bulunmaması durumunda da ona özel bir sorumluluk
yüklemektedir.
♢ Hırsızlık vuku bulmuş fakat ne fail ne de çalınan mallar bulunamamış ise,güvenliği
sağlayamamış olması sebebiyle devlet sorumlu tutulur ve çalınan malların bedeli
hükümdarca tazmin edilirdi.

♢Hırsızlık suçuna verilen ceza, çalan kişinin ve malı çalınanın kast durumuna göre
değiştiği gibi, çalınan eşyanın cinsine göre de farklı olurdu.
♢Hırsızlık suçunun cezasının belirlenmesinde kast statüsü ters bir etki yapar.Cinayet,
hakaret suçlarda verilen cezalar yüksek kastlara doğru çıktıkça azalırken, hırsızlıkta, yukarı
doğru çıktıkça ağırlaşırdı.
♢ Hırsızlık suçunda,çalınan eşyanın ve malı çalan/çalınanın durumuna göre suçluya,para
cezası ve çaldığı malları aynen iade etme cezası verilirdi.
♢Hırsıza yardım ve yataklık edene de hırsıza verilen cezanın aynısı uygulanırdı. c.Haksız
Fiiller
♢Hayvanların verdikleri zarardan dolayı da hayvan sahipleri için çeşitli cezalar
öngörülmektedir.
♢Hakaret suçlarında da,suçluya suçun mahiyetine ve tarafların kast statüsüne göre
değişen cezalar uygulanırdı.Bir Brahman’ın üzerine tüküren,aşağı sınıftan birinin dudakları;
sözle hakaret etmişse dili kesilir veya ağzı kızgın demirle dağlanır, elle vurmuşsa eli
kesilirken; tersi durumlar, para ve hapis cezaları ile geçiştirilirdi. Yaralama suçu, yine oalya
ve tarafların durumuna göre para ve sürgün cezalarıyla cezalandırılırdı.
♢Yajnavalkiya Mecellesi, hakaret, yaralama, dövme, hayvanlara/mahsule zarar verme
suçlarında fiilin ağırlığna göre değişen para cezaları belirlemişti.
d.Zina ve Diğer Cinsel Suçlar
♢Manu Mecellesi’nde evli kadının zinası, kastların &ırkların karışmasına ve bu yolla
dünyanın mahvına yol açacak pek ağır bir suç olarak değerlendilirdi.
♢ Zina, ırza tecavüz gibi suçlarda cezalar kastlara göre değişirdi. Manu Yasası’na göre, bir
kişi aynı kasttan bir kadına rızası ile cinsel ilişkide bulunursa cezalandırılmaz. Ancak, bir
kişi kendisinden yukarı varna’dan bir kadınla rızası ile veya rızası dışında cinsel ilişkiye
girerse ölüm cezasına çarptılırdı. Bu cezanın infazına da, erkeğin yakılması, kadının da
köpeklere parçalatılması şeklinde icra edilirdi.
ULUSLARARASI HUKUK VE SAVAŞ HUKUKU
♢Hint savaş hukukunun oldukça ileri ve insani kurallara sahip olduğu söylenebilir.
Mesela,Hint savaş hukukunda, sarhoşların, delilerin, korkakların, yaşlıların , kadınların,
çocukların ve Brahmanların öldürülmesi yasaklanmıştı.
♢ Gautama Mecellesi’nin bu listeye elçileri ve inekleri de eklediği söylenmektedir.Zehirli
ok kullanmak, kendini savunma imkanına sahip olmayana düşmana saldırmak yasaktı ve
teslim olan düşmanın hayatı korunurdu.

♢ İşgal edilen ülke arazisi yerli halkın elinde bırakılır, ancak bunlar senelik bir vergiye
bağlanırdı.
MAHKEMELER VE MUHAKEME USULÜ
a. Mahkemeler
♢Vişnu, Gautama, Baudhayana, Vaşista, Apastama, Narada, Manu, Yajnavalkiya. Kutsal
metinler üslubundaki bu manzum kaynaklarda, mesela mülkiyetin yazılı delil, şahadet,
zilyetlik gibi üç çeşit delille ispat edilebileceği; mahekemelerde zabıt tutulması; davalıya
savunmasını yapabilmesi için belirli bir süre verilmesi gerektiği gibi,usul hukukuna ilişkin
oldukça ileri hükümler yer almaktadır.
♢Yargılama hakkı esas itibariyle krala aitti; kaza yetkisi onun şahsında temsil edilirdi.
Tabiatıyla, Kral ülkenin her tarafında kendi adına yargılama yapacak kişiler tayin ediyor,
mahkemeler kuruyordu.
♢ Aile düzeyin aile reisi; köy düzeyinde köy reisi; kast düzeyinde, kast başkanı; lonca
düzeyinde, lonca kurulu; il/eyalet düzeyinde, vali; ve daha yukarı seviyede kralın bakanları
ve en yüksekte de bizzat kral tarafından yapılan yargılama.
b.Muhakeme Usülü
♢Vaşitha Mecellesi’nde usul hukuku ile ilgili önemli hükümlere rastlanmakta, mesela,
mülkiyetin yazılı delil, şahitler ve zilyetlik gibi üç çeşit delil ile ispat edilebileceği
belirtilmektedir.
♢ Muhakeme Usülü ile ilgili konularda da varna sisteminin etkileri görülür. Mesela,
Brahmanlar hiçbir zaman zorla mahkemeye celbedilip sorgulanmazdı. Hatta, mahkemeye
geldikleri hallerde, hakimin Brahmanlara nazik ve saygılı bir biçimde davranması icap
ederdi; ifadelerine başvururken, onlara ancak ‘’ lütfen söyleyiniz! ‘’ demekle yetinmeliydi.
♢ Davanın ikamesi basitti, hüküm gecikmezdi. Firüz Şah [ 1351-1388 ] tarafından
kaldırılıncaya kadar, işkence suçu itiraf ettirmek için başvurulan bir yoldu.
♢ Manu M. kesin hüküm halini almış mahkeme kararlarının artık değiştirelemeyeceğini,
ancak çok istisnai hallerde tasihihi yola gidilirdi.
c. Deliller ca.Şahitlik
♢Şahitlik üzerinde durulmakta ve kimlerin şahitlik edemiyeceği belirtilmektedir.
Taraflardan her biri kendi şahitlerini mahkemeye sunarlar; taraflar karşı tarafın şahitleri
hakkında tahkikatta bulunabilir.

♢ Hakim dinlediği şahitlerin sayısına göre hüküm verirdi; eğer tarafların şahitlerinin sayısı
eşit ise, şahitlerin mensup oldukları kastlar, sosyal ve ahlaki durumları göz önünde
tutulurdu.Aşağı kasttan bir kimse, üst kasttan birisinin davasında şahitlik yapamazdı.Manu
Mecellesi bu konuyu ayrınıtılı incelemektedir.
♢ Şu kişiler şahitlik yapamazlar:
• dava ile ilgili çıkar ilişkisi içinde olanlar;
• taraflarla dostluk, arkadaşlık veya düşmanlık içerisinde olanlar;
• daha önce yalancı şahitlik yapmış olanlar; daha önce büyük bir günah işlemiş olanlar;
♢ Şahitlikten imtina etmenin ve yalan yere şahitlik yapmanın cezası oldukça ağırdı. cb.Yemin
cc.Deneme [ Ordeal ] Uygulaması
•Kızgın demir tecrübesi • su tecrübesi [ kutsal su içirme ] •zehirli ot tecrübesi • su tecrübesi [
Babil’deki uygulamaya benzer şekilde zanlıyı suya atmaktı ]
• kral şahit gösterilemez , keza tamirciler ve aktörler, vedaları tahsil eden öğrenciler ve
dünya ile her türlü alakalarını kesmiş münzeviler de.
• başkalarına tabi durumda olanlar,kötü bir şöhret sahibi olanlar, men’edilmiş meslekleri
icra edenler, çok yaşlı veya çocuklar, yalnız yaşayan erkekler,en aşağı kasta mensup
erkekler, duyu organlarında sakatlık olanlar da
• aşırı şekilde keder içinde olanlar, sarhoşlar, deliler, açlık ve susuzluk içinde kıvrananlar,
yorgun ve bitkin bir hal içinde olanlar, mazoşitler, asabi mizaçlar ve hırsızlar da...
♢ Şahitlikte bulunan kişi 7 gün içerisinde ölürse yalancı şahitlikte bulunduğu düşüncesi ile
onun şahitliği kabul edilmiyordu.
Manu Mecellesi’nde, tarafların iddialarını, doğruyalacak bir delilin veya şahidin bulunmadığı
durumlarda hakime, taraflara yemin teklif etmesi önerilmekte; diğer yanda da ilgili kişiler,
yalan yere yemin etmenin sonuçlarına karşı ikaz edilmektedir.
♢ Vişnu ve Apastamba Mecelleleri’nde, delil olarak, ‘’ tecrübe usülü ‘’ denen bazı garip
uygulamalardan da bahsedilir. Mesela suç isnat edilen kişinin tartılması gibi.
• kaynar yağ tecrübesi
ORTAYA KARIŞIK
➢➢➢➢➢➢➢
• zehirli yılan tecrübesi.
Hint hukukunda kocası ölen kadın babasının vesayeti altına girerdi. [ Y ]
Hint hukukunda üst kademeye mensuplar çok kadınla evlenirdi. [ Y ]
Manu Mecellesi’nde zamanaşımı vardır [ D ]
Hint hukukunda suçunu çeken suçlu gözetim altındaydı. [ Y ]
Hint hukukunda cinayet suçunun cezası kişinin kast seviyesine göre değişirdi. [ D ]
Hint hukukunda intihar suç değildi. [ D ]
Hint hukukunda hırsızlık ve gasp arasında ayrım yapılırdı [ D ]
Hinduizme göre bütün insanlar eşit değildir
Kral sade bir hayat sürmeyi ve sade ve Ölçülü olmalı herkese örnek olmalıdır böyle olan bir
kralın saltanatı hiçbir zaman zail olmaz.
Toprağın altından çıkan define de kıymetli madenlerin yarısını kral olur çünkü o toprakların
koruyucusu ve sahibidir.
Yaşayan canlıların kurban edilmesi yasaktır
 Manu kanunlarında hukuk hükümleri ve ahlak kuralları arasında açık bir ayrıma
gidildiği görülür (Y)
 Kadim hint hukukuna göre en büyük erkek evlat miras paylaşımında ayrıcalıklı bir
konumdaydı
 Kadim hint hukukuna göre cinayet fiilinin cezası suçu işleyenin ve mağdurun
mensup olduğu kast durumuna göre değişirdi
 Kadim hint hukukunda kişinin kendi kazandığı mallar ile miras olarak kendisine
intikal eden malları arasında bir ayrıma gidildi görülmektedir
 Kadim hint hukukunda hırsızlık gasp ve soygun suçları arasında bir ayrım yapılır
 Kadin hint hukukunda bir kişi meşru müdafaa durumunda bir Brahman dahi öldürse
sorumlu tutulmazdı
 Kadim Hintdeki “Charvaka/Lokayata okuluna göre hukukun ve ahlakın kaynağı ilahi
değildir.
 Hint düşünürü Kautilya chanakya’ya göre kral her zaman her yolu kullanarak
devletin gücünü artırma ülkesini genişletmeye çalışmalı bu yolda adalet Erdem
ahlak gibi konularda kendini kanıtlamalıdır.

ÇİNDE HUKUK

ÇİNDE KÜLTÜR
Çince dünyanın en eski ve en yaygın konuşulan dilidir.

Çin'de ansiklopedi yazımı 2000 yıl öncesine kadar gider ve o zamandan bu


yana devamlılık gösterir. Bu ansiklopediler imparatorluk bürokrasisine
alınmak için yapılan sınavlara girecek adayların sınava hazırlanmaları
amacıyla yazılmaktaydı.

Çin kıta denilebilecek kadar büyük bir coğrafya üzerinde yazının icadından
bu yana tek bir yazı sistemini muhafaza etmiş tek bir hakim dili uzun
devirler boyunca hep korumuş kendine özgü kültürel kimliğin hiç
kaybetmemiştir.

ÇİNDE DİN

Çin'in resmi dininin en temel hedefi kişilerin dünyevi hayatlarını düzene


sokmaktır.
Duaların konusu da imanın korunması veya öte dünyaya ilişkin talepler
olmayıp uzun ömür zenginlik vesaire gibi dünyevi şeylerdir.
İbadet tamamıyla törensel bir nitelikte olup en yüksek dini İlke GÖĞE
SAYGI ilkesidir.

SOSYAL ve EKONOMİK HAYAT

1. Sosyal Sınıflar
Çinde bir kast düzeni hiçbir zaman olmamıştır.
Halkın sosyal siyasi ve hukuki durumlarına göre çeşitli tabakaları ayrıldığı
görülmektedir.
En tepede Toprak sahibi asiller ve eğitimli bilgin bürokratlardan oluşan
yönetici sınıf bulunurdu.Çiftçiler Bundan bundan sonra gelir onları
zanatkarlar ve tüccarlar takip ederdi. Tabii bir de en alt tabakayı oluşturan
köleler vardı.
Üretken ve çalışkan milyonlarca çiftçinin üzerinde çalıştığı tarım arazisi
oldukça verimli ve Çin'in kuvvete zengini kaynağı da bulunan dayanıyordu.
ancak ülkenin bu zenginliği doğal olarak çevredeki Göçebe kabile
toplulukları iştahını kabartıyordu ve ülke devamlı olarak dış saldırılara
maruz kalıyordu bu durum daimi bir ordu bulundurulmasını gerekli
kılıyordu.
Çin komutanları veya İmparator girdikleri savaşları daha iyi oldukları için
kazanmıyor Gök nezdinde ahlaken daha haklı bulundukları ve Erdem
düzeyleri daha yüksek olduğu için galip geldikleri bu özellikleri sebebiyle
Gök tarafından ödüllendirildikleri düşünülüyordu.
2. Aile yapılanması
Oğlan çocuğu olmayan Kadınlar büyük utanç duyarlardı.
Eğer çok fazla kız çocuğu doğarsa bunlar kıtlık dönemlerinde araziye
bırakılır soğuktan donmaya ve domuzlara yem olmaya terk edilirdi.

Belli bir yaşa gelmiş erkeği hala bekar olması ahlaka aykırı bir durum
olarak değerlendirilir böyle bir davranış ecdada devlete ve topluma karşı
bir suç olarak kabul edilirdi.
Özel olarak bu işe değerlendirilmiş bir devlet memuru 20 yaşına gelmiş bir
kadının ve 30 yaşına gelmiş bir erkeğin hala evlenip evlenmediğini kontrol
ederdi.
Toplumsal örgütlenme içinde en alt birim aile kabile yapılanması idi.
Tabii ile içi ilişkilerde ırsi -karizmatik ve demokratik ilkelerin bir birleşimi
cari idi.
Bütün evli erkekler eşit hakka sahipti.
Bekar erkekler ise toplantıda oy hakkına sahip olmayıp sadece dinleyici
olarak bulunabilirlerdi.
Kadınlar kabile toplantısına katılamazlardı.
Kabile'in icra komitesi yaşlılardan oluşur Her biri kabile içindeki bir
sülaleyi temsil ederdi bunlar bütün kabile üyelerinin katıldığı toplantıda 1
yıllık bir süre için seçilirlerdi.

3.Çin köyü
M.Ö. XII. Asırlarda oluşmuş bulunan yöresel İdarî yönetim biriminin teme-
lini, takriben yüz ailenin birleşmesinden oluşan, genellikle "ti pao"/ "chia"
olarak adlandırılan ve "pao chia"\ar (muhtarlar) tarafından yönetilen köyler
teşkil etmekteydi.
Son zamanlara kadar kadar devam eden bu uygulamada, daha alt birimi,
kabile reisinin liderliğindeki "pau"lar (sülâle/kabile) oluştururdu.
Pao chia, asayişle, suçluların yakalanması ve gizli cemiyetlerle ilgili
konularda resmen sorumlu kişi durumundaydı ve merkezî yönetim ile
mahallî idare arasmda mutavassıt şahıs konumundaydı.
Bir araya gelerek kasaba hâlini alan bir grup köy bir "HİEN” (kaza)
oluştururdu ki, Çin'de bunların sayısı bin üç yüz civarındaydı.
Aynı yönetim altındaki iki veya da ha fazla "hien" bir şehri meydana getirir
ve "FU" diye adlandırılır; iki veya daha fazla "/fu"nun bir araya gelmesi
"TAO" (sancak)lan, iki veya daha fazla "tao" bir "SHENG" (eyalet)'i ve on
sekiz eyalet de imparatorluğu oluştururdu.
Köyler, kabile reislerinden oluşan "aksakallar heyeti"nce seçilen bir
muhtar tarafından oldukça gevşek bir tarzda yönetilirdi.

Mahallî yönetim birimlerinin, idarecilerini 'doğrudan genel seçimler' yo


luyla belirlemeleri âdeti cihetiyle, Çin halkı yeryüzünün üç bin yıl öncesi ne
giden en eski ve en büyük demokrasileri arasına koymak gerekir.
Bu bakımdan Çin tarihin en eski ve uzun demokrasisidir.
Bu kendiliğinden oluşup gelişen "öz-yönelim" müesseselerinin meydana
getirdiği toplumsal çerçeve içinde Çin halkı siyasî ve ekonomik yönden
özgür kalabildi.
Bu gevşek idari yapılanma içinde “kanun" un yeri azdı; halk, "gelenekler"
tarafından yönetilmeyi tercîh ediyor ve ihtilâfların mahkemelerin dışında,
sorunları fazla büyütmeden aşan geleneksel yollarla çözüyordu.
Binlerce kişinin yaşadığı şehirlerde mahkemelere hiç bir dâva gelmeksizin
yıllar geçtiği olurdu.

Sistem, yasayı öne sürenlere ve haklarını korumak için mahkemeye


gidenlere hiç de iyi gözle bakmıyordu.

Devlet yönetimi ve devlet teorisi

Tarihî kayıtlarla belgelenebilen Çin Tarihi'nin M.Ö. 1500'lerde San


Irmak vadisinde kurulan Şang Devleti ile başladığı söylenebilir.
Çin medeniyetinin en etkileyici boyutu, geliştirdiği devlet/hükümet
sistemidir.
Öte yandan, eğer en iyi devlet, "en az yöneten" (en az müdâhale
eden) devlet ise, Çin bunun da en iyisine sâhipti.34 Yeryüzünde başka
hiç bir devlet bu kadar çok nüfûsu, bu kadar az müdâhale ederek ve
bu kadar uzun süre yönetmedi.

Çin'de nehirlerdeki su akıntısının düzenlenmesinin, su kanallarının


yönetiminin önemi ve bu işlerin de devlet tarafından yapılması
yönüyle devlet, Mısır ve Bâbil'e benzer biçimde, çok özel bir
konumda bulunmaktadır. Suyun dağıtılması ile hak'kın dağıtılması
aynı çağrışımı yapmakta; Çince'de hukuk kavramına karşılık gelen
"fa" kelimesi, "suyun serbest bırakılması, dağıtılması" anlamına
gelmektedir.
a. Devlet yönetimi
Devlet yapılaşması ileri bir düzeye ulaşınca, devletin örgütlenmesi
ve işleyişi ile ilgili hukukî bir düzenleme yapma ihtiyacı hâsıl
olmuştur.
Devletin temel kuruluş kanunu niteliğindeki bu yasa, yeryüzünün
belki de ilk, fakat tereddütsüz en uzun süreli yazılı anayasası, Chou-li
(Çu Yasası) adıyla anılır ve geleneksel olarak, ünlü devlet adamı ve
kanun koyucu Chou-kung'a isnat edilir.
Söz konusu kanun, çeşitli dönemlerde uygulamada bâzı değişiklikler
olmasına rağmen, iki bin yılı aşkın bir süre, Çin devlet yönetimi
anlayışını belirleyen bir metin olmuştur.
Bu temel yasada öngörülen toplum ve devlet modelinin temel
özellikleri nelerdir, şimdi de onlar üzerinde duralım:

Başta "Gök'ün Oğlu" ve vekili konumunda ülkeye hükmeden, sahip


olduğu fazilet ve kendini ülkesine adamışlık özelliklerinden güç alan
yüce imparator;
- Kısmen doğuştan, kısmen de eğitim yoluyla gelen ve devlet
yönetiminde görev alan aristokrasi; - Büyük bir gayret, sadâkat ve
çalışkanlıkla toprağı işleyen; günlük geçim derdi peşinde ve büyük
ataerkil bir aile düzeni içinde hayatını sürdürmeye çalışan; bâzı
medenî haklara sâhip, ama siyasî konulara karışmaksızm ya şayan
bir halk.
Sıra ile, imparatorun yaşamını ve faâliyetlerini tedvir etmekle; dînî
âyinleri ve kâhinlik hizmetlerini;savunma ve savaş işlerini; halkın
refahı ve erken evlilik işlerini; adâlet hizmetlerini ve de bayındırlık
faâliyetlerini yürütmekle görevli altı bakan.

Gerçek hayatta imparatorun gücü gelenekler ve kanunlarla


sınırlanmış bir durumdaydı.

Özetle, imparatorun, kutsal geçmişten gelen düzenlemeleri ihlâl


etmeksizin hüküm sürmesi beklenirdi. Aksi takdirde, "Saltanat
Müsteşarı" diyebileceğimiz yüksek düzeyde bir devlet görevlisi
tarafından her an îkâz edilebilirdi.

Saltanat Müsteşarı bürokrasinin başıydı ve yönetimdeki tüm


görevlilerin işlerini denetlemekle görevli idi ve, imparator da bunun
dışında değildi.
Tarih boyunca, muhtelif zamanlarda Saltanat Müsteşarı'mn
hükümdarlan sertçe ikaz ettikleri kaydedilmektedir.

İmparatorluk hükümeti zamanla hayli kompleks bir yönetim aygıtı


hâline gelmişti. Tahtın en yakınında, ekseriya hânedândan bir
prensin başkanlık ettiği ve dört "Büyük Vezir"den oluşan Yüce Dîvân
vardı ve bu Dîvân teamül gereği her gün sabahın erken saatlerinde
toplanır ve yüksek devlet siyasasını belirlerdi.

Çin yönetim sisteminin en dikkat çekici yönü, üstün zekâ ve kabiliyetteki


kişileri devlet memuru olarak seçmek için oluşturdukları hârikulâde bir
yazılı imtihan sistemi idi.
Binlerce, on binlerce aday arasından, çok sıkı bir sınav sistemi ile bir kaç
yüz kişi seçilir ve iyi işlediği dönemlerde nüfûz kullanma, kayırmacılık gibi
şeyler söz konusu olamazdı.

Devlet yönetimi, sosyal mevkileri ve îtibârları, zenginlik, ruhbânlık ve hattâ


asalet gibi özelliklerinden ziyade, aldıkları eğitim ve liyâkatlerinden
kaynaklanan, devleti yönetmek üzere eğitilmiş bir yönetici sınıfa
("mandarinler"/"literati") bırakılmıştı.

Devlet teorisi

Devletin başında bulunan hükümdâr, hem dînî hem de dünyevî güçleri


elinde tutuyordu.
İmparatorun şahsının kutsal olduğuna inanılıyordu ve "GÖĞÜN OĞLU"
sıfatını taşımakta idi.
Efendisi olduğu halkı yönetme yetkisi ni Gök'ten (ilâhlardan) aldığı;
yeryüzünde Göldü (Tanrı'yı) temsil ettiği ve O'nun vekili durumunda olduğu
kabul edilmektedir.

O'nun iradesi kanundu ve verdiği hüküm nihâî hüküm niteliğindeydi. Devleti


yönetirdi ve dînî merasimlerin de baş yöneticisi idi. Bütün devlet
görevlilerini tâyin eder ve kendisinden sonra yerine geçecek kişiyi de
belirlerdi.
Bir Çin imparatorunun kendi konumunu nasıl değerlendirdiği bir kaynakta
şöyle naklediliyor:
"Biz yöneticiler, âdil olmayan davranışlarımızdan dolayı Göğe karşı sorumlu
yuz!.."56
Beklentileri karşılamadığı veya karşılayamadığı durumlarda bedelini de
ağır bir şekilde ödeyebilirdi.

Konfüçyüsçü anlayışa göre, Çin halkı ile hükümdar arasında, "onur ve


görev ilkesi" üzerine kurulu zımnî bir kutsal ve dokunulmaz bağlılık
sözleşmesi vardır ve taraflar buna uymakla mükelleftir. Bu sözleşmenin
gereği olarak, Çin halkı İmparatoruna mutlak bir sadâkatle bağlanmak
zorundadır. İşte, imparator ve halk arasındaki bu onur ve görev duygusu
kaynaklı "devlet/vatandaşlık dîni" dir ki Çin halkının dini'nin/Konfüçyüs
inancının esasını oluşturur. Diğer yandan, "Gök," imparatorun/yönetimin
yaptığı yanlışları daima gözetler, ancak bu yanlışlık tam bir fesâda yol
açıncaya kadar müdahalede bulunmaz.

Teorik olarak herkes kanun önünde eşitti.


Fakat, bu demek değildir ki temel kişi hak ve özgürlükleri garanti altına
alınmıştı; aksine, "fert” konsepti zayıftı ve kişi ait olduğu "cemaat” içinde
kaybolmuştu; ve böyle kalması da isteniyordu.
Bu şartlar altında, kişinin bir birey olarak algılanması söz konusu değildi, o
her şeyden önce bir ailenin üyesi idi ve gelecek nesiller ile geçmiş atalar
arasında akan hayat ırmağının gelip geçmekte olan bir parçası idi.
"Kanun” ve "örf âdet” gereği herkes diğer aile fertlerinin yaptıklarından da
mes'uldü ve kezâ onlar da onunkinden.

HUKUKİ HAYAT

Bazı Çin Düşünür ve Düşünce Okullarının Sosyal ve


Hukuki Hayata İlişkin Görüşleri

LAO-ÇE
Çin düşünce sisteminin temelini oluşturan ve diğer tüm düşünce okulları
arasında irtibatı sağlayıcı bir işlev gören Taoizm'in kurucusudur.

Taoizm ‘DOĞRU YOL’ anlamına gelir.

Geleneksel Çin dü şüncesinin Taoist kollarına göre Tao fiziksel bir


gerçeklik veya durum olmayıp; bir şekilde bizim yer ve zaman
kavramlarımızdan ayrı ve aşkın ve, bir yerde de onda içkin ve ona işaret
eden bir kavramı ifade eder.

Lao-çe'nin belli başlı görüşlerini şu başlıklar hâlinde sıralamaya çalışalım:

- Tao (Doğru Yol), öyle bizden uzakta bir yerde değildir, burnumuzun
dibindedir.Ona öyle çok şey bilerek ulaşılamaz; kişi, "bilgi"nin değil,
"Doğa"nm yolunu izlemeli, mistik ve edilgen bir hayat tarzım benimse- meli;
kendiliğinden olana karışmamalı; olayları doğal akışına bırakmalı.
- Bilgi, bizi kendiliğinden fazilete götürmez; aksine, öğrenim yayıldıkça
ahlâksız insan sayısının da arttığım görmüyor musunuz? Düşünülebilecek
en kötü hükümet filozofların kurdukları devlettir; onlar teorileriyle her
doğal süreci ifsât ederler; konuşma ve lâf üretmede gösterdikleri mârifet,
iş yapma konusundaki âcizliklerinin bir ifâdesidir. Okumuş adam devlet için
tehlikelidir çünkü o her şeye düzenleme ve hukuk açı sından bakar; o
cemiyeti bir geometri teoremi gibi inşa etmeye kalkar; idrak edemez ki
böyle bir toplum mühendisliği toplumdaki doğal yaşama sevinci ve
enerjisini tahrip eder. Yönetim halkın işine fazla karışmamalı, elden
geldiğince az müdahale ci olmalı; çok gerekli olanın ötesinde vergi de
almamalıdır.

Devlet, "kaçınılmaz (gerekli) bir kötülük" olarak görülmelidir. Devletin bir


şey yap masına gerek yoktur, gölge etmesin, yeter!.. Halk, devletin kural ve
tah ditleriyle engellenmezse, doğal bir kazanma ve üretme tutkusu ile ken
disini geliştirmek, zenginleşmek için ne gerekiyorsa onu yapar. Her alanda
doğal düzenin akışına müdahale etmeyi reddetmek ve ona saygı duymak
kişinin bilgeliğinin ölçüsüdür.

İnsanlar tabiatları îtibâriyle iyi'dir ve birbirine eşittir. Fazilet ve ahlâk


ilkeleri temel hayat prensipleri olmalıdır; fazilet'i tüm topluma egemen
kılmak gerekir. Doğru ve mutlu yaşam, azla yetinmek (tevekkül ve ka-
naat)ten, boyun eğmekten, mevcut şartlan kabul etmekten geçer. İyi'lere
iyilikle davran, iyi olmayanlara da iyilikle davran; sana kötülük edene sen
iyilikle karşılık ver!., böylece onlar da iyiler arasına katılırlar!..

Lao-çe, "yönetmeden yönetim", "yönettiğini hissettirmeden yönetme" veya


"en az yönetim" şeklinde ifade edilebilecek yönetim felsefesini, şu veciz
cümlede özetler: "İdeal bir liderin yönetiminde, halk bir yöneticileri
olduğunu pek az fark eder.

-Nerede adâletten, kanundan fazlaca bahse- diliyorsa biliniz ki orada adâlet


de hukuk da yoktur.Yeryüzünde ya saklar, kısıtlamalar ve kurallar arttıkça
suçluların, hırsız ve haydutların sayısı artar; halk daha da yoksullaşır.

Özetle, Lao-çe, "az yasa" -ama, şüphesiz, "çok hukuk"- istemekte; gereksiz
ve fazla sayıda yasal düzenlemeler yapmanın hukukun aleyhine
işleyeceğine dikkat çekmektedir.

LAO-ÇE’nin düşünceleri TABİ HUKUK (DOĞAL HUKUK)anlayışıdır.


KONFÜÇYÜS

Konfüçyüs'ün ve bu okula mensup düşünürlerin sosyal ve hukukî hayata


ilişkin belli başlı fikirlerini şöylece sıralayabiliriz:

- Konfüçyüs'ün, kadîm dönemlere ilişkin bir ‘ALTIN ÇAĞ ‘tasavvuruna sâhip


olduğu görülmektedir. Bu yüzden de eski dönemlerden kalma törenlere, örf
ve âdetlere, o dönemlerin sosyal yapısına karşı derin bağlılık duymuş ve
böyle yapılmasını telkin etmiştir.

O kendisini, orjinal fikirler geliştiren bir düşünür olarak değil, kadîm


dönemlere ait düşün-celeri aktaran ve onları izlemeye çalışan bir düşünür
olarak takdim eder. Bu yönüyle tutucu bir dünya görüşünü temsil eder.
"Ben yaratıcı olmak- tan ziyade naklediciyim, eskiyi sever ve ona inanırım "

Çin'in gerilemesinde, Konfüsyüsçü bürokrasi tarafından temsil edilen ve


sürdürülen bu tutucu ve kadîm dönemlere öykünmeci zihniyetin en önemli
rolü oynadığı ileri sürülür.

-Amaç, kişinin hakikati bulması veya kendini gerçekleştirmesi değil,


topluma uyum göstermesidir.

Konfüçyüsçü anlayışa göre her türlü problem ve rahatsızlık, kişinin,


toplumun örf ve âdetlerine tam anlamıyla uyum gösterememesinden
kaynaklanır; böyle olunca, şifaya kavuşmanın yolu da kişinin kendisini
mevcut sosyal düzenle uyumlu kılacak şekilde değiştirmesidir.

Klasik Çin kültüründe zâten bir ölçüde mevcut bulunan, savaşlan ve kişisel
kahramanlıktan ön plâna çıkarmama yönündeki eğilimi daha da
güçlendirdiği görülür. Konfüçyüs'e göre, akıllı bir adam hayatını gözü kara
bir şekilde, gelişi güzel tehlikeye atmaz, böyle bir davranış mâkul ve
makbul bir şey değildir. Cesaretin büyük bir bölümü ihtiyat ve tedbiri ihmal
etmemekte yatar.

Konfüçyüs'e göre insan sosyal bir yaratıktır, toplum içinde yaşaması bir
zorunluluktur. Varlık âlemindeki tabiat kanunlan ve tabiî düzene ben- zer
şekilde; sosyal hayata ilişkin olarak da tabiî kanunlar / düzen vardır,
insanların bu kurallara uygun hareket etmeleri gerekir. Bu kuralların
esasını da "ahlâk ve fazilet ilkeleri" oluşturur ki bu moral değerler insan
doğasında içkindir.

Devlet iktidarının / egemenliğin, kaynağı İlâhîdir. Böyle olunca, iktidar da


"hak ve adâlet" ilkelerine uygun hareket etmelidir.
Devlet, şiddet ve cezâlandırma yoluyla değil; insanlan eğiterek, onları
erdemlerle donatarak yönetmeye çalışmalıdır. Böylece onlar onurlu ve
kendilerine saygı duyan insanlar olarak, kurallara kendilikle rinde uymaları
sağlanmış olur.

Konfüçyüsçülük hükümdara bizzat yasa koyucu olmaktan daha çok "


DOĞAL HUKUKU düzenleyici, öğretici ve uygulayıcı bir işlev
yükler.Asıl olan doğa yasalandır, Göğün ilkeleridir: "Göğün
buyruklarını bilmeden büyük ve üstün insan olmak mümkün değildir".
Bir memlekette her şey Gök'ün buyruğu ile yapıldığında iyi bir
yönetim var demektir; buna karşılık, her şey "hükümdarın buyruğu ile
yapılırsa o memlekette kötü bir yönetim var demektir.

Konfüçyüs'a göre aile, moral değerlerin öğretildiği bir mektep olarak


toplumun temelidir. Cemiyet/ hukuk düzeninin esası, "baba
figürü/otoritesi"; "çocukların ebeveynlerine, karının da koca'ya
itaati" üzerine kuruludur.

Konfüçyüs'e göre bir hükümetin tesis etmesi gereken en temel üç


hedef vardır: Bunlar, "halkın yiyecek ve temel ihtiyacım karşılamak,
karşılaya-bileceği şartlan oluşturmak,” "iç ve dış güvenliği
sağlamak” ve "halkın sadâkatini temin etmek”. Bunlardan en
önemlisinin hangisi olduğu so-rulduğunda da "üçüncüsü” diye cevap
verdi ve ekledi: Eğer halkın yöneticilerine karşı sadâkatleri, güven ve
itimatları yoksa o devlet ayakta kalamaz.

MO TZU

O'na göre, her konuda başvurulması gereken temel prensip "


faydacılık/yararlılık ” ilkesi olmalıdır. Eskiye âit merasim ve uygu
lamaları değerlendirirken bunların halka ve ülkeye ne gibi yararları
olduğuna bakmalıdır. Fayda'nın en iyi göstergesi de halkın refah ve
mutluluğuna, nüfusun artmasına bir katkı yapıp yapmamasıdır.
MENÇİUS
Mençius'un belli başlı görüşlerini de şöylece sıralamaya çalışalım: -
"İnsan doğası" esas îtibâriyle "iyi" dir; eğer kendi "doğa"larını
izlemeye bırakılırlarsa insanların iyi davranışlarda bulundukları
görülür. Eğer kişiler yanlış davranışlarda bulunuyorlarsa bunun
sebebi iyi bir tarzda yetiştirilmiş/eğitilmiş olmamalarında
aranmalıdır. Onun için, medeniyetin asgari temeli, insanlara evrensel
ve zorunlu bir eğitimin verilmesidir. İnsanları, aşağı derecedeki
hayvanlardan ayıran şey burada yatar. Şurası göz önünde
tutulmalıdır ki "iyi kanunlar" hiç bir zaman verilecek böyle bir
eğitimle halkın içlerinden kazanılması ve geliştirilmesinin yerini
tutamaz.
Unutulmamalıdır ki eğer bir ülkede kötülükler yaygınlaşmışsa, bunun
sebebi, üst sınıfların "erdem" den yoksun olmalarıdır. Böyle olunca,
devlet yönetimi mutlaka çok iyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş insanların
elinde olmalıdır.

Hükümdarın başlıca görevi halkın iyiliğini sağlamaktır. O halkın refa


hını teminden sorumludur ve ekonomik hayatı ona göre
düzenlemelidir.

Unutmamalıdır ki, bir ülkede en temel unsur "halk"tır, ondan


sonra "ülke" gelir; "hükümdarın şahsı" ise en son sırada yer
alır. Her ne kadar egemenlik "Gök"e ait ise de "Gök, iradesini
halk vasıtasıyla bildirir. Gök görür, fakat halkın gözüyle; işitir,
fakat halkın kulağı ile..". Böyle olunca, eğer hükümdar halkın
refah ve huzurunu sağlama amacından sapar, hu kuka aykın,
keyfî ve zâlimce davranmaya başlarsa, halkın bu yöneticiyi
alaşağı etme hakkı vardır.
Çünkü, sergilediği kötü ve zâlimce uygulamalarla halkın
husûmetine yol açan bir hükümdar "Gök'ün Vekili" olma sıfatını
artık kaybetmiştir.
Böyle durumlarda diğer üst düzey yöneticiler hükümdarı ikaz
etmeli ve eğer bundan da bir sonuç alamazlarsa onu tahttan
indirmelidirler. Böyle bir hükümdarın tahttan indirilerek yerine
başka bir hükümdarın tahta geçmesi, bu fiilî durum, "Göğün
iradesi"nin bu yönde olduğunun bir işareti olarak
değerlendirilmelidir.
YASACI OKUL/ DEVLETÇİLER/ REALİSTLER

Bu okula mensup düşünürlerin, hukuk konusundaki belli başlı


görüşleri şu noktalarda özetlenebilir:

- İnsan tabiatı çıkarına düşkün, bencil ve kötü'dür.Kanuncu Mek-


tep'in bir başka önemli düşünürü ve bâzı kaynaklara göre kurucusu,
Han Fei Tzu 'ya göre, kişilere ahlâk ve fazilet telkini ile bir yere varı-
lamaz.

Kanunların işlevi, devletin güçlü ve istikrarlı olması için halkı


itaatkâr tutmaktır. Onun için de, insanlar ancak "arkasında devlet
gücü bulunan yasalarla denetim altına alınabilir. Esasen, kadîm
dönemlerin bilge kralları bu gerçeğin farkında oldukları için yasaları
yaparken insan tabiatındaki bu kötü yönü hep göz önünde
tutmuşlardır. Unutulmamalıdır ki "iyi insan" tabiatın bir hediyesi
değil; eğitim ve diğer toplumsal kurumların oluşturduğu sun'î bir
şeydir. Ancak, uygun bir yetiştirme ve eğitimle insan, -eğer
isteniyorsa belki bir "aziz” hâline dönüştürülebilir. Öte yandan, Doğa
bir tapmak değil, bir atölyedir; o bize sadece ham madde ve tabiî
kaynaklan temin eder, geri kalanı bizim beceri ve entellektüel
yeteneklerimize kalmıştır.

Yasacı Okul'a göre, egemen güç İmparator ve onun buyruğu olan


yasa her şeyin temelidir ve her şeyin üstündedir; bunların
tartışılması söz konusu olamaz. Halkın bunlara kayıtsız şartsız
uyması gerekir. Hiç bir şey yasaların düzenleme alanı dışında
kalmamalıdır.
Geleneklere saplanıp kalmak ve toplumu onların kaderine terk
etmek doğru bir yaklaşım değildir. "Sadırlardaki hukuk” öyle fazla
ciddi- ye alınacak bir şey değildir; önemli olan "satırlarda yazılı
hukuk”tur. İmparator / Devlet, Tao'ya / doğal düzen'e uygun
kanunların ne olduğu- nu açıkça belirler ve yayınlar; bunları
çiğnemeye cüret edenler de en sert şekilde cezâlandırılır

Eğer halk yönetimden daha güçlü ise, devlet güçsüz olur. Devletin
güçlü bir ordusu olmalı ve bu sayede devlet halktan daha güçlü
olmalı, gücünü her yerde hissettirmelidir...
POZİTİF HUKUKUN GELİŞİMİ

AİLE HUKUKU

Ailede çocuklar üzerinde velâyet hakkı babanındı.

Baba ailede mutlak ve sınırsız bir otoriteye sâhipti.

Çin dîni "ecdada tapma" kült'üne dayanıyordu ve vefatından sonra


kendisine tapılacak bir figür olması da babanın konumunu çok
güçlendiriyordu. Çocuklarının mallarının idaresi de babaya aitti.

O kadar ki, ebeveynine hakaret eden, onlara fena muâmelede


bulunan çocuk öldürülürdü.

Babanın çocuklarını tedip hakkı, onları öldürmeye kadar gidebilirdi.


Baba çocuklarını satabilirdi; normal zamanlarda bu satışın yapı-
labilmesi için çocuğun da rızası gerekirdi; ancak, eğer fakir düşmesi
sebebiyle satıyorsa, bu durumda çocuğun rızası da gerekmezdi.
Ancak, eğer oğlu evli ise, babaya oğlunun karısını satma hakkı
tanınmamıştı.

Babanın vefatı hâlinde velâyet hakkı en büyük erkek çocuğa -anaya


değil!- intikâl ederdi.

Kezâ, aile içinde babanın haiz olduğu otorite ve diğer haklar da en


büyük erkek evlâda geçer; ailenin mallarını ve diğer fertlerini o idare
ederdi. Bu durumda, kadın, yerine göre babasının, ağabeyinin,
kocasının, büyük oğlunun nüfuz ve otoritesi altında bir hayât sürerdi.

Erkek çocuğu olmayan erkek veya kadının evlâtlık edinmesi hukuken


mümkündü.

Ecdat ruhlarına tapınma uygulaması sebebiyle, kişinin mutlaka bir


erkek halef bırakması îcâp ederdi.

Bir kişinin erkek bir halef bırakmadan ölmesi tam bir felaket
sayılırdı.
Böyle olunca erkek çocuğu olmayanlar -klasik dönemlerde, aynı
kabileden- bir evlatlık edinme yoluna giderler, sağlığında bunu
yapamayanlar için de geride kalanları, ona erkek halef bulma işini bir
şekilde hallederlerdi. Çünkü, bu mesele, vefat eden kişi için olduğu
kadar, belki ondan daha çok, geride kalanlar için de büyük bir önem
taşırdı; kendi işlerinin rast gitmesi için ecdâdlarının ruhları ile
barışık olmaları gerekirdi.

a. Nişanlanma

Belli bir yaşa gelen erkeğin hâlâ bekâr kalmayı sürdürmesi gayri
ahlâkî bir durum olarak kabul edilirdi.

Evlilik öncesi ilişkiler erkek için çok serbest, buna karşılık,


özellikle saygın kadınlar için ise çok sınırlanmıştı.

Nişanlanma, evlenecek erkek ve kadın arasında değil, onların aile


reisleri arasında yapılır; tarafların bu işlemden haberleri bile
olmazdı. Çoğu durumda, taraflar daha çocukken, hattâ bâzen daha
doğmadan ailelerince nişanlanırdı.

b. Evlenme

Evlenme "kadının satın alınması" şeklinde yapılırdı.

Evlenecek kişilerde asgarî bir yaş sınırı belirlenmişti ki bu yaş


erkek için yirmi, kadın için ise on beş idi.

Evlenen kadın kocasının velâyeti altına girmekle beraber,


evlendikten sonra da kendi sülâlesinin adım taşımaya devam
ederdi.

Kadîm Çin'deki evlilik telakkisine göre, bir erkek esas îtibâriyle


tek bir kadınla ve bir kere evlenebilirdi. Karısının vefâtı hâlinde
bile erkeğin bir daha gerçek manâda bir evlilik yapması artık söz
konusu olmazdı.

Bunun sebebi dînî kaynaklı olup, kan-koca'nın ölümden sonra da


öbür dünyada bu bağlarını sürdüreceklerine inanılması ile ilgiliydi.
Servet durumu müsait olan erkekler, câriye edinebilir ve birden
fazla kadınla evlenebilirlerdi ama bu sonraki eşler hiçbir zaman ilk
eşin statüsünde olamazlardı. Yalnız, böyle durumlarda erkeğin
dînî ve hukukî bakımdan esas karısı, ilk evlendiği kadındı.

c. Boşanma

Erkek karısını - çocuk doğurmamasından, gevezelik yapmasına


kadar- herhangi bir sebepten dolayı boşayabilirdi.

Kadın ise kocasını boşayamazdı; fakat onu terk ederek, cihazını


alıp baba evine döner ve orada ikâmet edebilir; hattâ bu durumda
koca, karışırım geçimini temin etmekle bile mükellef tutulabilirdi.
Boşanmanın yazılı bir vesika ile belgelenmesi şarttı.

Zina mutlak boşanma sebebi idi. Bu durumda, suçlu kadın ancak


suç ortağından başka birisi ile evlenebilir; ayrıca koca, isterse bu
suçu işleyen karısını satabilirdi.

MİRAS HUKUKU

Çin hukuku, mîras hakknı sadece ölenin fürûuna tanımıştı; usûl'e


mîras hakkı tanınmıyordu.

Mîras ailenin en büyük erkek çocuğuna intikâl eder ve o ailenin reisi


statüsüne geçer, atalara ibâdet vazifesini de yüklenirdi.

Erkek çocuk var ise kız çocuklarına mîras hakkı tanınmazdı; kız
çocukları sadece erkek çocuğun bulunmadığı durumda mirasçı
olabilirdi.

EŞYA ve BORÇLAR HUKUKU

Kadîm Çin'de devlet ülkenin tüm arazisi üzerinde kuru/çıplak


mülkiyet hakkına sâhipti.

Devlete ait olan bu topraklar üzerinde fertlerin fiilî ve hukukî tasarruf


imkânı elde edebilmeleri için devlete belirli bir vergi vermeleri
gerekirdi.
KÖLE HUKUKU

Kadîm çağlarda Çin'de halk köylüler ve asiller olmak üzere ikiye


ayrılıyor, bunların yanında kölelik kurumuna da yer veriliyordu.

Bu dönemlerde bir Çinlinin köle olması kabul edilmiyordu, köleler


sadece savaş esirlerinden oluşmaktaydı.

Çinli birisi köleleştirilemiyordu.

Birinci asırda çıkarılan bir kanunla İmparator Wang Mang özel


kişilerin köle kullanmalarını yasaklayarak, bütün kölelerin devlet
kölesi olarak çalıştırılacaklarını belirtti.

CEZA HUKUKU

Diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, çok eski dönemlerde Çin'de de


cezâ hukuku "intikam" ve "kısas" esasına dayanıyordu.

Suç işleyen kişi, zarar gören kişinin kendisi veya akrabaları


tarafından cezâlandırılırdı. Ancak, intikam alacak kimsenin, meselâ
kâtili öldürmeden önce veya öldürdükten hemen sonra resmî
makamları haberdar etmesi gerekirdi.

Bu dönemlerde, suçlulara cezâ verilmesinde, suçlunun ıslahı


amacına dönük değil; sadece onun tekrar suç işlemesini maddeten
imkânsız kılacak cezâlann verildiği görülmektedir: İdam; ayak, burun
gibi uzuvların kesil mesi, kısırlaştırılma, yüze/alna damga vurma vs.
Ancak, miktarı suçun çeşidine göre değişen bir diyet parası ödemek
suretiyle suçlunun bu cezâlar-dan kurtulabilmesi mümkün oluyordu.

MAHKEMELER ve MUHAKEME USULÜ

Şüphelilerin parmak izleri alınırdı ve itiraflarda bulunmaları için


işkence uygulanırdı.

Cezâlar şiddetli idi; saçların kesilmesinden başlar, kamçılamaya,


sürgüne ve idam cezâsma kadar uzanırdı. Eğer suçlu yüksek mevki
ve sınıftan biri ise idam cezâsı onun kendisini öldürmesi şeklinde
infaz edilirdi.Ölüm cezâlan normal zamanlarda yalnızca imparator
tarafından verilirdi.
Kişinin mensup olduğu kabileden muhtemelen edebiyat öğrenimi
görmüş kişiler bir nevi avukatlık hizmeti görerek, yakınlarını
savunurlardı. Bunun olmadığı durumlarda ise,erişilebilen eli kalem
tutan bir kişiye yazdırılan savunma metni mahkemeye sunulurdu.

Çin adâletinin salt belgelere dayanan bir yargılama usûlü


benimsediği anlaşılmaktadır. Dâvâlarda sözlü savunmalara yer
verilmiyor, tarafların yazılı dilekçelerinin okunması ve ifadelerinin
dinlenmesi ile yetiniliyordu.

ÇIKMIŞ SORULAR

Çin hukukunda konfüçyüscü felsefe doğal hukuku önerirdi. [ D ]

Kadim Çin’de Mençius’a göre hukukun kaynağı imparatordur. [ D ]

Kadim Çin’de baba ölürse velayet hakkı anneye geçerdi. [ Y ]

Kadim Çin’de evlenme kadının satın alınmasıyla olurdu. [ D ]

Kadim Çin’de kız çocukları mirastan pay alamazdı. [ D ]

Kadim Çin’de tarım arazisinde çıplak mülkiyet, arazi sahibine aitti. [ Y ]

Kadim Çin’de yargılama sözlüden çok yazılı belgelere dayanıyordu. [ D ]

Kadim Çin hukukuna göre babanın vefatı durumunda erkek ve kız çocukları
mirastan eşit pay alırlardı. (Y)

Kadim Çin hukukunda evlenme, kadının satın alınması şeklinde olurdu.(D)

Kadim Çin hukukunda miras hakkı ölenin usulüne de tanınmıştır(Y)

Kadim Çin Yasacı Okul mensuplarına göre, insan tabiatı çıkarına düşkün
bencil ve kötüdür.(D)

Kadim Çin’de hükümdar hem dini hem de dünyevi otoriteyi elindeki


tutmaktaydı ve ülkeyi yönetme yetkisini gökten aldığı, onun vekili olduğu
kabul edilirdi.(D)

Lao-Çe ye göre kaynağı belli olmayan örf ve adetleri yazılı ve yasal hukuk
metni haline getirmek en isabetli yoldur.(Y)

Kadim Çin bilgelerinden Mençius’a göre eğer hükümdar ahlaka aykırı, keyfi ve
zalimce davransa dahi, anarşiye yol açmamak için böyle bir yöneticiyi
devirmeye teşebbüs etmek doğru olmaz.(Y)

You might also like